asya pasifik hattinda_secme_yazilar

463
Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam 1 Asya-Pasifik Hattı’nda (Seçme Yazılar) Ulaş Başar Gezgin Son Güncelleme: 25.10.2011 İçindekiler Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik hattında bir Türk (Özge Ç. Denizci ile söyleşi). Akşam Gazetesi, 27 Ağustos 2011. http://www.aksam.com.tr/asya-pasifik-hattinda- bir-turk--63981h.html Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (161): Vietnam’ın en büyük adasında, Phu Quoc’ta. http://www.evrensel.net/news.php?id=10820 Evrensel Gazetesi, 30 Temmuz 2011. Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (160): Vietnam’ın sürdürülebilir kalkınması. (4 bölüm olarak) Evrensel Gazetesi, 2 Temmuz 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=9049 Evrensel Gazetesi, 9 Temmuz 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=9500 Evrensel Gazetesi, 16 Temmuz 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=9933 Evrensel Gazetesi, 23 Temmuz 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=10410 Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (159): Hindistan gazetelerinde neler yazıyor? (2 bölüm olarak) Evrensel Gazetesi, 10 Nisan 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=3797 Evrensel Gazetesi, 17 Nisan 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=4252 Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (158): Hindistan izlenimleri. (4 bölüm olarak) Evrensel Gazetesi, 12 Mart 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=1880 Evrensel Gazetesi, 19 Mart 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=2361 Evrensel Gazetesi, 26 Mart 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=2827 Evrensel Gazetesi, 3 Nisan 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=3326 Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (157): Günümüzde Lao (Laos). Evrensel Gazetesi, 14 Mayıs 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=6150 Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (156): Lao’nun yakın tarihine kısa bir bakış: Dünyada kişi başına en çok bomba düşen ülke. Evrensel Gazetesi, 7 Mayıs 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=5642 Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (155): Laos izlenimleri. Evrensel Gazetesi, 3 Nisan 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=5251 Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (154): Asya kimlikleri. Evrensel Gazetesi, 26 Haziran 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=8650

Upload: ulas-basar-gezgin

Post on 13-Dec-2014

810 views

Category:

Education


0 download

DESCRIPTION

Asya-Pasifik Hattı'nda: Gezgin'den Asya Yazıları (2007-2011)

TRANSCRIPT

Page 1: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

1

Asya-Pasifik Hattı’nda (Seçme Yazılar) Ulaş Başar Gezgin Son Güncelleme: 25.10.2011 İçindekiler Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik hattında bir Türk (Özge Ç. Denizci ile söyleşi). Akşam Gazetesi, 27 Ağustos 2011. http://www.aksam.com.tr/asya-pasifik-hattinda-bir-turk--63981h.html Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (161): Vietnam’ın en büyük adasında, Phu Quoc’ta. http://www.evrensel.net/news.php?id=10820 Evrensel Gazetesi, 30 Temmuz 2011. Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (160): Vietnam’ın sürdürülebilir kalkınması. (4 bölüm olarak) Evrensel Gazetesi, 2 Temmuz 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=9049 Evrensel Gazetesi, 9 Temmuz 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=9500 Evrensel Gazetesi, 16 Temmuz 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=9933 Evrensel Gazetesi, 23 Temmuz 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=10410 Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (159): Hindistan gazetelerinde neler yazıyor? (2 bölüm olarak) Evrensel Gazetesi, 10 Nisan 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=3797 Evrensel Gazetesi, 17 Nisan 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=4252 Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (158): Hindistan izlenimleri. (4 bölüm olarak) Evrensel Gazetesi, 12 Mart 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=1880 Evrensel Gazetesi, 19 Mart 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=2361 Evrensel Gazetesi, 26 Mart 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=2827 Evrensel Gazetesi, 3 Nisan 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=3326 Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (157): Günümüzde Lao (Laos). Evrensel Gazetesi, 14 Mayıs 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=6150 Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (156): Lao’nun yakın tarihine kısa bir bakış: Dünyada kişi başına en çok bomba düşen ülke. Evrensel Gazetesi, 7 Mayıs 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=5642 Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (155): Laos izlenimleri. Evrensel Gazetesi, 3 Nisan 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=5251 Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (154): Asya kimlikleri. Evrensel Gazetesi, 26 Haziran 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=8650

Page 2: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

2

Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (153): Vaşington Portakalı çürürken... (3 bölüm olarak) Evrensel Gazetesi, 4 Haziran 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=7298 Evrensel Gazetesi, 11 Haziran 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=7727 Evrensel Gazetesi, 18 Haziran 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=8174 Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (152): 2010’da Asya-Pasifik’te insansal gelişim. (2 bölüm olarak) Evrensel Gazetesi, 21 Mayıs 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=6581 Evrensel Gazetesi, 28 Mayıs 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=6899 Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (151): Vietnam’da savaş günleri ve sonrası. Evrensel Gazetesi, 23 Nisan 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=4755 Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (145): Asya’nın ‘en’leri. Evrensel Gazetesi, 16 Ocak 2011. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=81251 Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (144): Asya’da yaşam pahalılığı. Evrensel Gazetesi, 9 Ocak 2011. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=80905 Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (143): Bir ortak bölen olarak Soğuk Savaş... Evrensel Gazetesi, 2 Ocak 2011. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=80681 Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (142): Kızıl bir Siyam (Tayland) için... (3 bölüm olarak) Evrensel Gazetesi, 11 Nisan 2010. Evrensel Gazetesi, 18 Nisan 2010. Evrensel Gazetesi, 25 Nisan 2010. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=68352 Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (141): Kore gelenekleri. Evrensel Gazetesi, 11 Temmuz 2010. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=72045 Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (140): Yükselen bir küresel güç: Güney Kore. Evrensel Gazetesi, 4 Temmuz 2010. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=71707 Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (139): Asya’da dev kentleşme. Evrensel Gazetesi, 12 Aralık 2010. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=79561 Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (138): Doğu Asya’da sansür. Evrensel Gazetesi, 5 Kasım 2010. Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (137): Kent ve altyapı.

Page 3: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

3

Evrensel Gazetesi, 24 Ekim 2010. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=77193 Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (136): ‘Bayat’ bir kuram: Yoksulluk... (2 bölüm olarak) Evrensel Gazetesi, 10 Ekim 2010. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=76497 Evrensel Gazetesi, 17 Ekim 2010. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=76844 Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (135): Bir Güney Kore çizgi kitabı ve eleştirisi. (2 bölüm olarak) Evrensel Gazetesi, 13 Haziran 2010. http://evrensel.net/haber.php?haber_id=70795 Evrensel Gazetesi, 27 Haziran 2010. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=71418 Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (134): Manila izlenimleri. (6 bölüm olarak) Evrensel Gazetesi, 28 Şubat 2010. http://www.evrensel.net/haber.php?haber_id=65688 Evrensel Gazetesi, 7 Mart 2010. Evrensel Gazetesi, 14 Mart 2010. Evrensel Gazetesi, 21 Mart 2010. Evrensel Gazetesi, 28 Mart 2010. Evrensel Gazetesi, 4 Nisan 2010. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=67355 Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (133): Toplumsalcı alsatçılık: “Biz ortak, biz pazar”. Evrensel Gazetesi, 3 Ekim 2010. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=76120 Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (132): İklim değişikli ği ve rantsal dönüşümcüler kıskacında Asya kentleri... Evrensel Gazetesi, 26 Eylül 2010. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=75764 Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (131): Asya ekin dörtlüsünün dokunulamaz kalıtları. Evrensel Gazetesi, 19 Eylül 2010. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=75422 Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (130): Ho Çi Min Kenti’ne kala(maya)nlar. Evrensel Gazetesi, 12 Eylül 2010. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=75078 Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (129): Başka bir dünya, başka bir kent... Evrensel Gazetesi, 5 Eylül 2010. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=74677

Page 4: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

4

Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (128): Vietnam’da kentsel/ ‘rantsal dönüşüm’. Evrensel Gazetesi, 29 Ağustos 2010. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=74391 Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (127): Neydik, Ne Olduk… Evrensel Gazetesi, 22 Ağustos 2010. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=74053 Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (126): Japonya’ya Celali gerek... Evrensel Gazetesi, 8 Ağustos 2010. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=73362 Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (125): Duraklama Devri’ndeki Japonya... Evrensel Gazetesi, 1 Ağustos 2010. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=73006 Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (124): “Japon yapıyor abi”... Evrensel Gazetesi, 25 Temmuz 2010. http://www.evrensel.net/haber.php?haber_id=72673 Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (123): Tokyo ve Seul sokaklarından izlenimler... Evrensel Hayat Eki, sayı 284, 3 Ocak 2010. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=63784 Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (122): Japonya izlenimleri: Osaka, Kyoto, Hiroşima, Kobe. Evrensel Gazetesi, 18 Temmuz 2010. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=72377 Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (121): Japonya’da toplu taşıma ve ulaşım. Evrensel Gazetesi, 6 Haziran 2010. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=70450 Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (120): (Çöp)Sanat ve kent... Evrensel Gazetesi, 23 Mayıs 2010. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=69747 Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (119): Auroville (Tankent) üstüne... (2 bölüm olarak) Evrensel Gazetesi, 9 Mayıs 2010. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=69053 Evrensel Gazetesi, 16 Mayıs 2010. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=69417 Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (118): Vietnam’da ve Japonya’da kadın olmak. Evrensel Gazetesi, 2 Mayıs 2010. http://evrensel.net/haber.php?haber_id=68710 Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (117): Yasukuni: Ölüler üstüne kurulu tarih... (2 bölüm olarak). Evrensel Gazetesi, 14 Şubat 2010; 21 Şubat 2010. Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (116): Japonya’da budunsal (etnik) ayrımcılık. Evrensel Gazetesi, 7 Şubat 2010. Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (115): Japonya’nın mafyası: Yakuza. Evrensel Hayat Eki, sayı 288, 31 Ocak 2010.

Page 5: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

5

Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (114): Güneydoğu Asya’nın akıl hocalarına... Evrensel Hayat Eki, sayı 287, 24 Ocak 2010. www.evrensel.net/haber.php?haber_id=64316 Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (109): 1998’de Endonezya. Evrensel Hayat Eki, sayı 286, 17 Ocak 2010. www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=63951 Gezgin, U. B. (2010). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (108): 40 yıllık suskunluk ve Gencer-Gencer. Evrensel Hayat Eki, sayı 285, 10 Ocak 2010. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=63803 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (113): Pasifik’te bir gezinti... (3 bölüm olarak) Evrensel Hayat Eki, sayı 281, 6 Aralık 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=62064 Evrensel Hayat Eki, sayı 282, 13 Aralık 2009. Evrensel Hayat Eki, sayı 283, 20 Aralık 2009. www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=63770 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (112): Fiji’de darbe, karşı-darbe ve (karşı-) darbe karşıtlığı... (2 bölüm olarak) Evrensel Hayat Eki, sayı 272, 4 Ekim 2009. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=58806 Evrensel Hayat Eki, sayı 273, 11 Ekim 2009. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=59199 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (111): Asya-Pasifik orduları. (3 bölüm olarak) Evrensel Hayat Eki, sayı 274, 18 Ekim 2009. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=60666 Evrensel Hayat Eki, sayı 275, 25 Ekim 2009. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=60679 Evrensel Hayat Eki, sayı 276, 1 Kasım 2009. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=60693 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (110): Uygur/Çin Sorunu Üzerine... (5 bölüm olarak) Evrensel Hayat Eki, sayı 265, 16 Ağustos 2009. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=56235 Evrensel Hayat Eki, sayı 267, 30 Ağustos 2009. Evrensel Hayat Eki, sayı 268, 6 Eylül 2009. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=57383 Evrensel Hayat Eki, sayı 269, 13 Eylül 2009. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=59148 Evrensel Hayat Eki, sayı 270, 20 Eylül 2009. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=59167

Page 6: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

6

Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (40): Doğu Timor: Yeni bir ülke doğarken... Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 266, 23 Ağustos 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=56969 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (107): Endonezya’da daha çok bomba patlayacak. Evrensel Hayat Eki, sayı 263, 2 Ağustos 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=55484 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (106): Batı Papua: Endonezya’nın ‘Güneydoğusu’. Evrensel Hayat Eki, sayı 264, 9 Ağustos 2009. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=56949 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (105): Yarım Yüzyıl Sonra ‘Bağlantısızlar’. Evrensel Hayat Eki, sayı 262, 26 Temmuz 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=55510 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (104): Endonezya Seçimleri. Evrensel Hayat Eki, sayı 261, 19 Temmuz 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=54711 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (103): Endonez-Malez Gerginliği. Evrensel Hayat Eki, sayı 260, 12 Temmuz 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=54224 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (102): Seçimlerden hemen önce Endonezya gündemi. (2 bölüm olarak) Evrensel Hayat Eki, sayı 258, 28 Haziran 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=53427 Evrensel Hayat Eki, sayı 259, 5 Temmuz 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=53834 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (101): Hindistan seçimleri. (3 bölüm olarak) Evrensel Hayat Eki, sayı 255, 24 Mayıs 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=51430 Evrensel Hayat Eki, sayı 256, 31 Mayıs 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=51827 Evrensel Hayat Eki, sayı 257, 7 Haziran 2009. http://www.evrensel.net/haber.php?haber_id=52206 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (100): Çin’de yüksek eğitimin sorunları. Evrensel Gazetesi, 27 Aralık 2009. http://evrensel.net/haber.php?haber_id=63000 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (99): Vietnam’da eğitim sorunları. Evrensel Hayat Eki, sayı 280, 29 Kasım 2009.

Page 7: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

7

Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (98): Vietnam’da çevre kirliliği. Evrensel Hayat Eki, sayı 279, 22 Kasım 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=61383 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (97): Hindistan’da ve Çin’de bilişim... Evrensel Hayat Eki, sayı 253, 10 Mayıs 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=50695 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (96): “Yazar, ne yazar (,) ne yazamaz (?)” Evrensel Hayat Eki, sayı 252, 3 Mayıs 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=50276 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (95): Melbourne izlenimleri. (2 bölüm olarak) Evrensel Hayat Eki, sayı 250, 19 Nisan 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=49490 Evrensel Hayat Eki, sayı 251, 26 Nisan 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=49926 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (94): Halktan yana tarih... Evrensel Hayat Eki, sayı 278, 15 Kasım 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=61172 Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (93): Doktorun ölümü... Evrensel Gazetesi, 23 Ocak 2011. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=81607 http://simurgzine.com/?p=5829 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (92): Çekik gözler, düz gözler... Evrensel Hayat Eki, sayı 277, 8 Kasım 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=60707 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (91): Asya takvimleri ve dinlenceleri Evrensel Hayat Eki, sayı 271, 27 Eylül 2009. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=59172 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (90): Yunan (Makedon)-Hint etkileşimi. Evrensel Hayat Eki, sayı 259, 21 Haziran 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=53007 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (89): Asya dilleri ve Asya Birliği. Evrensel Hayat Eki, sayı 258, 14 Haziran 2009. Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (88): Asya’nın Yeni Çağ dinleri. Evrensel Hayat Eki, sayı 254, 17 Mayıs 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=51070 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (87): Asya’nın ‘çağdaş’ boşinançları. Evrensel Hayat Eki, sayı 249, 12 Nisan 2009. Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (86): Sıcak ülke Keşmir...

Page 8: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

8

Evrensel Hayat Eki, sayı 248, 5 Nisan 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=48735 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (85): Elde kafatasıyla yeni bir tarih yazmak... (2 bölüm olarak) Evrensel Hayat Eki, sayı 246, 22 Mart 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=47954 Evrensel Hayat Eki, sayı 247, 29 Mart 2009. http://evrensel.net/hayat.php?txt_hayat_sayi=247 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (84): “Komünistler Hindistan’a!” Evrensel Hayat Eki, sayı 245, 15 Mart 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=47910 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (83): Kardeş sofrası. Evrensel Hayat Eki, sayı 244, 8 Mart 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=47225 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (82): Öğretmenler günü ve öğretmen olmak. Evrensel Hayat Eki, sayı 243, 1 Mart 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=46461 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (81): Japon sömürgeciliği ve ulusalcılığın yükselişi. (3 bölüm olarak) Evrensel Hayat Eki, sayı 240, 8 Şubat 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=45214 Evrensel Hayat Eki, sayı 241, 15 Şubat 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=45610 Evrensel Hayat Eki, sayı 242, 22 Şubat 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=46040 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (80): Dünden bugüne Hindistan. Evrensel Hayat Eki, sayı 239, 1 Şubat 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=44712 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (79): Endonezya ve tarihyazımı. Evrensel Hayat Eki, sayı 238, 25 Ocak 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=44300 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (78): Çin’in birlik ve beraberliği. Evrensel Hayat Eki, sayı 237, 18 Ocak 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=43902 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (77): Dünden bugüne Moğolistan. Evrensel Hayat Eki, sayı 236, 11 Ocak 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=43594 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (76): Asya’nın geleceği. Evrensel Hayat Eki, sayı 234, 4 Ocak 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=43113

Page 9: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

9

Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (73): Maldivler’de yeni bir yüz... Evrensel Hayat Eki, sayı 233, 21 Aralık 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=42386 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (72): Amartya Sen ve Asya değerleri. Evrensel Hayat Eki, sayı 232, 14 Aralık 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=42045 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (71): Asya’da kadın olmak. Evrensel Hayat Eki, sayı 231, 7 Aralık 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=41711 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (70): Darbeler ülkesi Bangladeş. Asya partileri. Evrensel Hayat Eki, sayı 230, 30 Kasım 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=41347 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (69): Asya partileri. Evrensel Hayat Eki, sayı 229, 23 Kasım 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=40991 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (68): Sermayeci ‘psikoloji’, ‘hasta’ Japonlara karşı. Evrensel Hayat Eki, sayı 228, 16 Kasım 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=40627 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (67): Or’da, bir halk var uzakta! Evrensel Hayat Eki, sayı 227, 9 Kasım 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=40230 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (66): ‘Amerika Birleşik Sosyalist Devletleri’. Evrensel Hayat Eki, sayı 222, 5 Ekim 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=38295 Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (65): Hint felsefesinin aykırıları: Caincilik ve Budacılık. (6 bölüm olarak) Evrensel Gazetesi, 30 Ocak 2011. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=81983 Evrensel Gazetesi, 6 Şubat 2011. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=82370 Evrensel Gazetesi, 13 Şubat 2011. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=82751 Evrensel Gazetesi, 20 Şubat 2011. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=83101 Evrensel Gazetesi, 27 Şubat 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=957 Evrensel Gazetesi, 6 Mart 2011. http://www.evrensel.net/news.php?id=1430 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (64): Vietnam’da müzecilik. Evrensel Hayat Eki, sayı 226, 2 Kasım 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=39944 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (63): Amerikancı ‘psikoloji’ Asyalı ‘böcek’lere karşı. Evrensel Hayat Eki, sayı 220, 21 Eylül 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=37654

Page 10: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

10

Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (62): İneklere yüklenen küresel ısınma. Evrensel Hayat Eki, sayı 225, 26 Ekim 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=39458 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (61): ‘Hannah Hanoi’: Amerikan ordusunun korkulu düşü. Evrensel Hayat Eki, sayı 223, 12 Ekim 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=38689 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (60): Nasıl bir kent? Evrensel Hayat Eki, sayı 224, 19 Ekim 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=39133 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (59): (Eski) katil Enver Şeyh ve düşünceleri. Evrensel Hayat Eki, sayı 221, 28 Eylül 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=37897 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (58): Büyüme fetişçiliğine karşı. Evrensel Hayat Eki, sayı 219, 14 Eylül 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=37307 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (57): Asyalı öğrencilerde yaratıcı düşünme. Evrensel Hayat Eki, sayı 218, 7 Eylül 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=36961 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (56): Asyalı öğrencilerde eleştirel düşünme. Evrensel Hayat Eki, sayı 217, 31 Ağustos 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=36564 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (55): Türkiye yenilmeli! http://ulas.teori.org/index.php?option=com_content&task=view&id=661&Itemid=27 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (54): Çin’de komünizm doğdu mu? Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 209, 6 Temmuz 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=33662 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (53): Pasifik bayrakları. Evrensel Hayat Eki, sayı 216, 24 Ağustos 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=36171 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (52): Asya bayrakları. Evrensel Gazetesi (2 bölüm olarak) Evrensel Hayat Eki, sayı 214, 10 Ağustos 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=35490 Evrensel Hayat Eki, sayı 215, 17 Ağustos 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=35846 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (51): Asya-Pasifik’te savaş ve barış. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 213, 3 Ağustos 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=35101

Page 11: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

11

Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (50): Yıldızlarını sökmüş general: Vo Giap. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 212, 27 Temmuz 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=34779 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (49): Vietnam’da azınlık siyasaları ve Hmonglar. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 211, 20 Temmuz 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=34784 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (48): Asya’da akademik dünya. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 210, 13 Temmuz 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=34083 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (47): Asya gazeteciliği. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 207, 22 Haziran 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=32938 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (46): “Bu nasıl dünya, kaybedene sordun mu?” Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 206, 15 Haziran 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=32990 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (45): Vietnam’da eğitim ve toplum. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 205, 8 Haziran 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=32224 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (44): Sayılarla Asya ve Çin. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 204, 1 Haziran 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=31821 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (43): Asya ve rüşvet. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 203, 25 Mayıs 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=31452 (Gezgin, U. B. (2008). Asya ve rüşvet. Havuz Dergisi, Haziran-Temmuz 2008 sayısı. http://www.dergi.havuz.de/0001-A-HAZIRAN-TEMMUZ-2008/ulas-basar-gezgin.html ) Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (42): Aceh: tsunamiyle gelen barış... Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 198, 20 Nisan 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=29340 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (41): Papua-Yeni Gine ve Begonvil: Sömürülenin sömürmesi. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 202, 18 Mayıs 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=31106 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (39): Dünden bugüne Filipinler... (3 bölüm olarak) Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 199, 27 Nisan 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=29750 Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 200, 4 Mayıs 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=30172

Page 12: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

12

Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 201, 11 Mayıs 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=30618 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (38): (Hindistan, Gandhi sayesinde değil) Gandhi’ye rağmen (bağımsız olmuştur)... Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 197, 13 Nisan 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=28886 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (37): Japonya’da ölmek... Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 196, 6 Nisan 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=28446 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (36): Uzaklarda bir Yahudi Devleti. İzinsiz Gösteri Dergisi, sayı 173 (Nisan 2008). http://www.izinsizgosteri.net/asalsayi173/ulas.basar.gezgin_173.html Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (35): Sri Lanka’da Tamil-Sinhal çatışması ve Tamil Kaplanları. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 194, 23 Mart 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=27622 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (34): Bağımsız (!) Avustralya’da yıl 1975. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 193, 16 Mart 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=27179 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (33): Asya Birliği’ne doğru (mu?) Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 192, 9 Mart 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=26765 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (32): Hala ‘soğuk savaş’an Malaya... Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 191, 2 Mart 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=26261 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (28): Vietnam’da ‘karanlık turizm’. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 190, 24 Şubat 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=25837 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (40): Doğu Timor: Yeni bir ülke doğarken... Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 189, 17 Şubat 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=25392 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (30): Yılbaşı’nın Vietnam’da farklılaşmış anlamı üstüne. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 188, 10 Şubat 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=24945 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (31): Dünden bugüne Endonezya... Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 187, 3 Şubat 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=24594

Page 13: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

13

Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (27): Paylaşılamayan adalar. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 186, 27 Ocak 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=23113 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (26): Sosyalizm ve ‘milli tarih’. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 185, 20 Ocak 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=23113 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (25): Ha Asya ha Amerika... Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 184, 13 Ocak 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=23113 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (24): Yeni yıl ama hangi takvimle?.. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 183, 6 Ocak 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=23113 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Yıl: Asya-Pasifik 2007. Asya’da hayat da zaman da hızlı aktı. Evrensel 2008, s.20-21, 30 Aralık 2007. Gezgin, U. B. (2007). (Asya-Pasifik’te Bu Hafta (29)) ABD’nin düşmüş piyonu (Bhutto). Evrensel Gazetesi, s.11, 29 Aralık 2007. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=22376 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (23): Mikro-kredicilik üstüne. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 182, 23 Aralık 2007. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=22376 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (22): Vietnam ve Irak. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 181, 16 Aralık 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=22056 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (21): Asya’da ölmek. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 180, 9 Aralık 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=21676 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (20): Ana-çizgileriyle Vietnam ekonomisi. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 179, 2 Aralık 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=21356 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (19): Asyacılık üstüne. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 178, 25 Kasım 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=20955 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (18): Laiklikleriniz itinayla suistimal edilir. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 177, 18 Kasım 2007. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=20563 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (17): Kore ve bir yanardöner devlet başkanı. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 176, 11 Kasım 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=20307

Page 14: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

14

Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (16): Dünden bugüne köhne Burma-2. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 175, 4 Kasım 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=19766 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (15): Dünden bugüne köhne Burma-1. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 174, 28 Ekim 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=19392 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (14): Sıcak ülke Çin ve sıcak para Renminbi (Halkın Parası). Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 173, 21 Ekim 2007. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=19060 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (13): Çin ve Vietnam’da günlük yaşam... Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 172, 14 Ekim 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=18700 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (12): Japonya’da boşta-çalışanlar. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 171, 7 Ekim 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=18253 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (11): Meczuplardan devrimci olur mu... Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 170, 30 Eylül 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=17895 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (10): Nepal: Kral, Everest’ten daha yüksek değildir elbette! Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 169, 23 Eylül 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=17475 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (9): Asya’da İsacılık ve Budacılık: İki fırtına arasında kalmak... Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 168, 16 Eylül 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=17083 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (8): Dalai Lama şeriatı ve Budacılık karanlığı. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 167, 9 Eylül 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=16717 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (7): Barışı düşünürken, kapıları çalamayan çocukları duyabilmek... Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 166, 2 Eylül 2007. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=16307 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (6): 1973 Nobel Barış Ödülü’nü reddeden Vietnamlı Devrimci ve karşı-orduculuk. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 165, 26 Ağustos 2007. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=15938 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta(5): Sihanuk: Sosyalist prenslikten karaoke krallığına! Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 164, 19 Ağustos 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=15565

Page 15: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

15

Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta(4): Denizlerden, ırmaklardan, dağlardan konuşmalı... Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 163, 12 Ağustos 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=15214 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta(3): “Şu çılgın Vietnamlılar!” Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 162, 5 Ağustos 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=14829 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta(2): Asya basınında Türkiye’deki seçimler ve dahası... Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 161, 29 Temmuz 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=14406 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta(1): Başlarken ne yazmalı? Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 160, 22 Temmuz 2007. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=13988

Page 16: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

16

Gezgin, U. B. (2009). Küçük Asya Büyük Asya (1): Kore’den Tayland’a bir yolculuk... Yeni Harman Dergisi, sayı 133 (Eylül 2009). Gezgin, U. B. (2009). Küçük Asya Büyük Asya (2): Kısrağın kuyruğundan “kısrak başı gibi uzanan memleket”e... Yeni Harman Dergisi, sayı 134 (Ekim 2009). Gezgin, U. B. (2009). Küçük Asya Büyük Asya (3): Dostumun dostu düşmanım( mı)dır(?) Yeni Harman Dergisi, sayı 135 (Kasım 2009). Gezgin, U. B. (2009). Küçük Asya Büyük Asya (4): Asya Yüzyılı ve Asya’nın toplumsal sorunları, Yeni Harman Dergisi, sayı 136 (Aralık 2009). Gezgin, U. B. (2010). Küçük Asya Büyük Asya (5): 2009’da Çin. Yeni Harman Dergisi, sayı 137 (Ocak 2010), s.23. Gezgin, U. B. (2010). Kim’ler geldi Kim’ler geçti. 10 soruda Kuzey Kore. Birgün Gazetesi, 28 Eylül 2010. http://www.birgun.net/world_index.php?news_code=1285681964&day=28&month=09&year=2010 Gezgin, U.B. (2010). Vietnam’ın gelin ihracatı artıyor… Asiaturk, 5 Ağustos 2010. http://www.asiaturk.com/vietnam’in-gelin-ihracati-artiyor/ Gezgin, U.B. (2010). Kamboçya’da kim yargılanıyor? Asiaturk, 30 Temmuz 2010. http://www.asiaturk.com/kambocya’da-kim-yargilaniyor/ Gezgin, U.B. (2010). Vietnam’ın ırmakları Kurbağalıdere’ye dönerken… Asiaturk, 30 Temmuz 2010. http://www.asiaturk.com/vietnam’in-irmaklari-kurbagalidere’ye-donerken/ Gezgin, U.B. (2010). Güney Kore’de “dayak, cennetten çıkma”. Asiaturk, 28 Temmuz 2010. http://www.asiaturk.com/guney-kore’de-“dayak-cennetten-cikma”/ Gezgin, U.B. (2010). Müzmin hava korsanı. Asiaturk, 27 Temmuz 2010. http://www.asiaturk.com/muzmin-hava-korsani-ly-tong/ Gezgin, U.B. (2010). Sumocu ahlakı yerlerde sürünüyor.. Asiaturk, 26 Temmuz 2010. http://www.asiaturk.com/sumocu-ahlaki-yerlerde-surunuyor/ Gezgin, U.B. (2010). Siyam’ın Farang Sadrazamına ilgi artıyor! Asiaturk, 23 Temmuz 2010. http://www.asiaturk.com/siyam’in-farang-sadrazamina-ilgi-artiyor/ Gezgin, U.B. (2010). Vietnam’da ve Ho Çi Min Kenti’nde büyüme. Asiaturk, 20 Temmuz 2010. http://www.asiaturk.com/ho-ho-ho-ci-min/

Page 17: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

17

Asya-Pasifik hattında bir Türk Ulaş Başar Gezgin, bilişsel bilimler doktorası yapmış ve bir Avustralya üniversitesinin Vietnam yerleşkesinde iktisat dersleri veriyor, Asya üzerine şehir planlaması çalışmaları yürütüyor. Aynı zamanda şair olan Gezgin ile yeni çıkacak kitabı vesilesiyle buluştuk ve çalışmalarını konuştuk. ÖZGE Ç. DENİZCİ 'Google'a 'Ulaş Başar Gezgin' yazıp 'enter' tuşuna bastığımızda hakkında yazılanları görünce hayrete düşmüyor değiliz. Çünkü Ulaş Başar Gezgin, bir Avustralya üniversitesinin Vietnam yerleşkesinde iktisat dersleri vermekte olan ve günlük Evrensel Gazetesi'ne Asya-Pasifik üstüne köşe yazısı yazan 1978 İstanbul doğumlu, Darüşşafaka Lisesi mezunu bir genç... Lisans ve yüksek lisans derecesini Boğaziçi Üniversitesi'nden alan Gezgin, psikoloji eğitimini de tamamladıktan sonra, Tayland'da fen bilgisi öğretmenliği yaptı. 2006'da ODTÜ Enformatik Enstitüsü'nden bilişsel bilimler alanında ilk doktora tezini alıp insanbilim alanında ikinci bir doktora için Yeni Zelanda'ya geçti. Sizi on parmağında on marifet genç bilim insanı Ulaş Başar Gezgin'le tanıştırmak isteriz. - Çok renkli bir CV'niz var. Vietnam'da hocalık yapmadan önce neler yaptınız? 2000-2002 yıllarında Boğaziçi'nde iki yıl asistanlık yaptıktan sonra, çeşitli yükseköğretim kurumlarında; psikoloji, insanbilim, dilbilim ve bilişsel bilimler alanlarında ders verdim. Son dönem akademik araştırmalarım, 'Asya çalışmaları' üzerine. İlk kitabım, Octavio Paz'ın İspanyolcadan çevirdiğim 'Kartal Mı Güneş Mi?' adlı düz yazılmış şiir kitabı. Aynı yıl, öykülerim, Gençlik Kitabevi Ödülü'ne değer görülüp yayınlandı. Şimdiye dek 9'u e-kitap olmak üzere 15 kitabım yayınlandı. - Ne tür kitaplar yazdınız? İngilizce ve Türkçe şiir, opera librettosu, üniversite düzeyinde ders kitabı, İngilizce makale, deneme, öykü ve çeviri şiir gibi dallarda... Kitaplarıma ve diğer çalışmalarıma 'http://ulas.teori.org' sayfamdan erişilebilir. Bazı çalışmalarım, İngilizce, Fransızca, Rusça, Japonca, Vietnamca ve Gürcüce'ye çevrildi. - ODTÜ'de okudunuz ve sonra Güneydoğu Asya'ya gittiniz. Orada neler yapıyorsunuz? Burada iktisat dersleri verip bir yandan şehir plancılığı üstüne çeşitli çalışmalar yapıyorum. Bu aralar, 1954 öncesi Saygon'dan (bugünkü adı, Ho Çi Min) günümüze kalan Fransız sömürge dönemi yapılarıyla ilgili bir araştırma yapıyorum. Bu tarihi yapılar, gökdelenleşmenin baskısı altında yitip gidiyor. Sömürge döneminde Saygon, Paris'e özenilerek tasarlanıyor. Buradaki opera yapısı ve belediye yapısının aslı, Paris'te. Kentin tarihsel bölgelerindeki dönüşümü inceliyorum. Bunun dışında, Asya ülkelerini olabildiğince gezip Asya halklarını ve kentlerini daha yakından tanımaya çalışıyorum. Geçenlerde Hindistan'a, Laos'a ve Tayland'a geçtim; oralarla ilgili izlenimlerimi gazeteye yazıyorum.

Page 18: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

18

ŞİİR ÖMRÜN VAZGEÇİLMEZİ - İlk kitabınız bir şiir çevirisi, kendi şiirlerinizi topladığınız kitaplarınız da var. Şiirle ili şkinizi anlatır mısınız? Şiir, benim için ömrün bir vazgeçilmezi. Kimi şiirlerde güncel olaylara şiirle yanıt vermeye çalışıyorum. Kimilerinde, yaşadıklarımın ve gezdiğim yerlerin kaydını tutmaya çalışıyorum. Birçok şiirim, haberlerden ve özellikle düşlerimden esinleniyor. Çok düş görüyorum ve uyandığımda birçoğunu anımsıyorum. O düşler, şiirin estetiğiyle yoğrularak kurgusal bir nitelik kazanıyorlar. - Birçok çeviriniz var. Bundan da bahseder misiniz? Şiir çevirisine özel bir düşkünlüğüm var. Bir şiir, hoşuma gitmişse, çevirmeden duramıyorum. Türkiye'de Asya şiirinin pek tanınmadığını düşünüyorum. Bu boşluğu doldurmak adına, elimden geldiğince çabalıyorum. 2007'de Aralık Yayınevi'nden çıkan 'Asya Yazıları' kitabımda, çeşitli Asyalı şairlerden çevirilerime yer verdim. - 10 parmağında 10 marifet insanlardan birisiniz. Dünyada anlaşıldığınıza eminiz; aynı şeyi Türkiye için söyleyebilir miyiz? Türkiye de dünya da, ticarileşmeden payını aldıkça, daha az anlaşılan bir insan olduğumu düşünüyorum. Anlaşılmak, biraz da kendini anlatabilmekle ilgili; ancak, suya sabuna dokunmayan kitapların çoksatar olduğu günümüzde, kendini anlatma kanalları, neredeyse tümüyle tıkanmış durumda.

Page 19: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

19

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (161): Vietnam’ın En Büyük Adasında, Phu Quoc’ta Dr. Ulaş Başar Gezgin, [email protected] Phu Quoc (okunuşu, ‘Fu Kuvok’), Vietnam’ın en büyük adası. Phu Quoc’un güney kumsalları, kimi uluslararası sıralamalarda, dünyanın en el değmemiş kumsallarından biri olarak anılıyor. Kimisi ise, adayı, Vietnam’ın ‘İnci Adası’ olarak adlandırılıyor. Ada, ülkenin en büyük adası olsa da, bir kentle oranlandığında küçük olduğundan, kalacak yer bulmak, başlı başına bir sorun olabiliyor. Özellikle, Vietnam’ın kamusal dinlencelerinde gidip bir sonraki uçakla geri dönmek zorunda kalınabiliyor. Phu Quoc’un temel geçim kaynağı, balıkçılık, deniz ürünleri, karabiber ve özellikle son zamanlarda, gezmenlik (turizm). Adada yükselen bir diğer gelir kaynağı, inci ve deniz kabuklarından yapılma mücevherler. Ada, dünyanın en iyi balık sosunu üretiyor. Adadan çıkma kurutulmuş balık ve deniz ürünleri, yurtiçinde de yurtdışında da biliniyor. Adanın ünlü olduğu bir diğer yönü ise, adaya özgü olan çizgili sırtlı Phu Quoc köpeği. Bu köpeğin akrabaları, Rodezya’da ve Tayland’da yaşıyor. Uçaktan inip havaalanı çıkışındaki yolu izliyoruz. Yol boyunca, herhangi bir kentte görebileceğimiz Vietnam manzaraları sözkonusu: Sokakta bekleyen sabah çorbacıları, sabah çorbasını yudumlayanlar; bir pazar ortamı, pazar ortamında canlı satılan tavuklar; kahveciler... Derken bir ırmağa varıyoruz. Bu, Duong Dong Irmağı. Irmağın kıyısı, derme çatma taşlık bir yol. Irmağın üstünde tahta bir köprü var yine derme çatma. Bunun, daha sonra, kaldırılabilir bir köprü olduğunu öğreniyoruz. Günün belli saatlerinde, gemilerin ırmaktan denize açılması ve denizden ırmağın içlerine doğru gitmesi için kaldırılıyor. Denizi bulduktan sonra bir motosiklet tutuyor; ada turuna çıkıyoruz. Altyapıdan nasibini almamış bir ada. Sahil yolu diye bir olay yok. Sahile koşut geçecek yollar, gelişigüzel yapılmış teneke evlerle tıkanmış durumda. Adanın yollarının çoğu toprak olduğundan, ada, çiftteker (bisiklet) ve motosiklet sürmek için uygun değil. Yolun tozu, insanı çileden çıkarıyor. 80 bin nüfuslu adada, ‘kent özeği’ diye bir kavram yok; ada, sıra sıra dizilmiş köylerden oluşuyor. Adada, el değmemiş birçok kamusal kumsal bulunsa da, burada hiçbir toplumsal hizmetin olmaması, insanı sıkıyor. Gezmenler, Phu Quoc’u su altı dalışları için yeğliyor. Gerçi, bu açıdan, ada, Vietnam’daki en pahalı olanakları sunuyor. Ayrıca, adanın birçok kumsalı, lüks gezmenevlerine (otel) dönüştürülmüş durumda. Buraların oda ücretleri, uçuk. Vietnam-Amerikan Savaşı sırasında Güney Vietnam’ın bir parçası olan ada, Vietnamlı savaşçıları hapsetmek ve türlü işkenceden geçirmek için kullanılıyordu. Cezaevi, bugün de, tarihin bir utanç sayfası olarak ziyaret edilebiliyor. Güzelim adanın böyle kötü ünlü olması, garip. Adanın cezaevinde, 1973’te 40 bin mahkum olduğu belirtiliyor. Bugün 80 bin nüfuslu olan adada, eskiden 40 bin tutsak olması da çarpıcı. Phu Quoc, Vietnam’a bağlı olmasına karşın Kamboçya’ya çok yakın (15 kilometre uzaklıkta). Savaş sonrasında, ada, Kızıl Khmerler ile Vietnam Halk Ordusu arasındaki çatışmalara sahne oluyor. Kızıl Khmerler, Phu Quoc’un Kamboçya ile tarihsel bağı

Page 20: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

20

dolayısıyla, ada üstünde hak iddia ediyor. Birkaç kez adayı alıp Vietnamlılar tarafından geri püskürtülüyorlar. Bugün adada Khmerlerin izlerine rastlanmıyor. Adaya yalnızca iki havayolu gidiyor (Vietnam Havayolları ve Air Mekong). Adanın küçücük bir havaalanı var. Bu, yıllık olarak 248 bin yolcu taşıma gücünde. 2020 yılında, yılda 2.5 milyon; 2030 yılında ise, yılda 7 milyon yolcuyu adaya taşıyacak bir uluslararası havaalanının yapılması tasarlanıyor. Bunun yapılmasıyla, adanın hızlı bir gelişim sürecine gireceğine kuşku yok; ancak, aynı zamanda, bu, büyük sorunlara da yol açacak. 2011’de Vietnam’da yalnızca üç uluslararası havaalanının (Hanoi, Ho Çi Min Kenti ve Danang) olması da, bu veriyle birlikte dikkat çekici. Ada için düşünülen bir başka izdüşü (proje) ise, kumarhane. Böylece, yabancı kumarbazları soyup soğana çevirmek hedefleniyor. Adada, gezmenliğin gelişiminden önce de çöp sorunu vardı; şimdi de var. Birçok adalı, çöplerini adayı göbeğinden kesen Duong Dong Irmağı’na atıyor; başkaları da bu çöpleri toplayıp geri dönüşümle para kazanmaya çalışıyor. Mantık, basit: “Irmağa atılan, zaten denize gidiyor.” Evden toplamak varken, ırmaktan toplamak garip; belki de taşıma giderleri dolayısıyla ucuza geliyor. Bu çöpün bir bölümü, evlerden gelirken; önemli bir bölümü de, kayıklardan ve küçük gemilerden atılıyor. Bu yüzer çöp atıcıların ikibini bulduğu düşünülürse, 80 bin kişilik adanın çöp açmazı da ortaya çıkmış oluyor. Ayrıca, balık sosu üreticileri, yapımevleri (fabrikalar), aşevleri vd. de atıksularını aynı ırmağa boşaltıyor. Bu çöp üretimi ve çöp atış hızıyla, adanın başına çok çoraplar örülecek. Dahası, yeni izdüşülerle, adanın ormanlık alanlarının canına okunabilir. Ada, çevre dostu bir biçimde gelişirse, diğer Vietnam adalarına ve gezmenlik kentlerine örnek olacak. Olmazsa, çevreye de insana da zarar... Uluslararası havaalanının yapımıyla, adayı ziyaret edenlerin sayısının artacak olması, daha çok yapı ve yol anlamına geliyor. Ada, toprak yollardan kurtulursa, bu, kamu sağlığı açısından bir ilerlemedir. Ancak, yapılaşma, bugünkü gibi düzensiz bir biçimde sürerse, 10 yıl sonra bu adanın Phu Quoc olduğuna bin tanık gerekecek...

Page 21: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

21

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (160): Vietnam’ın Sürdürülebilir Kalkınması (1) Vietnam’ın süreklilik kazanmış kalkınması, sürdürülebilirlik tartışmalarını da yanında getiriyor. 2008’le birlikte dünya tutumyapıları (ekonomi) daralırken, Vietnam tutumyapısı, genişlemeyi sürdürdü. Vietnam, birçok Asya ülkesinde olduğu gibi bir dışasatım (ihracat) toplumu. Vietnam üretiyor, diğer ülkelere satıyor. 2008 Tutumyapısal/Akçal (Ekonomik/Finansal) Bunalımı öncesinde, Vietnam’ın Toplam Yerel Geliri’nin (TYG, Gayrısafi Yurtiçi Hasıla) % 80’e yakını, dışasatımdan geliyordu. Bunalım sonrasında bu oran, yine de, % 70 dolaylarında geziniyor. Soru şu: Dışasatım tabanlı kalkınma ne kadar sürebilir? Dışasatım tabanlı kalkınma, küresel iniş-çıkışlardan aşırı etkileniyor. Müşteri ülkeler, harcayamaz duruma geldiğinde, bu tür kalkınmanın üstüne kara bulutlar çöküyor. Bir diğer dışasatım toplumu olarak bilinen Almanya’da bile, dışasatımın TYG’deki oranı, % 50’yi bulmuyor. Hele Çin’de bu oran, % 40. Diğer bir deyişle, Vietnam, Almanya’dan ve Çin’den daha dışasatımcı bir toplum. ABD’de bu oran, % 10’u bulmuyor. ABD, kökleşik (klasik) bir tüketim toplumu. Dünyanın toplam üretiminde ise, dışasatım, % 20-25 dolaylarında. Gerçi, bu sözün kendisi, gülünç: ‘Dünyanın dışasatımı’ diye bir olay yok gerçekte. Mars’la ya da başka gezegenlerle, gezegenimiz Dünya’nın alım-satım ilişkileri bulunmuyor. Bu oran, dünyanın her bir ülkesinin dışasatımının toplamının, her bir ülkenin toplam üretimine bölünmesinden ortaya çıkıyor. Vietnam’ın TYG’siyle dıştanalımları (ithalat) oranlandığında ise, ilginç bir resim ortaya çıkıyor. Vietnam, dünyanın en fazla dıştanalıma dayalı ülkelerinden. Bunalım öncesi % 90’ları gören bu oran, bunalım sonrasında % 80 dolaylarında geziniyor. Bu düşüş, Vietnam’ın dıştan aldıklarını, dışarıya satmak için ürettiklerini üretmek amacıyla kullanmasına bağlanabilir. Bunalımla birlikte, küresel müşterilerde cepler delinince, Vietnam’ın dışasatım amaçlı üretimi de düşüyor. TYG içinde dışasatım oranı yüksek olan Vietnam’ın tersine, dünya genelinde, bu oran, % 20-30; Almanya’da % 35-40; Çin’de % 20-25; Avustralya’da % 20 ve ABD’de % 15-20 aralığında. Vietnam’ın dışasatımının ve dıştanalımının tarihsel niteliğine değinilebilir. 1986 kararlarıyla, karma tutumyapı kipçiğini (model) benimseyip Çin’deki gibi yabancı sermayeye yönelik olarak ‘açık kapı’ siyasası güden Vietnam’da, 1980’ler sonundan başlayarak, dışasatımlarda da dıştanalımlarda da sıçrama görülüyor. Bunda şaşırtıcı bir yan yok. Ancak, bir yandan, bu dıştanalımların bir bölümünün lüks ürünler olduğu düşünüldüğünde, bunun bütçe açığına doğru yol almak anlamına geldiğini belirtmekte yarar var. Vietnam’ın kalkınmasından kazançlı çıkanlar, lüks tüketime yöneliyor. Peki Vietnam’ın dışasatım ürünleri neler? Vietnam, dışarıya, genel olarak, ‘birincil kesim’ olarak adlandırılan doğa ve tarım ürünleri ve maden türü ürünler satıyor. En başta, pirinç, kahve, kauçuk, kömür, denizürünleri ve balık, ormancılık ürünleri ve meyve, Vietnam’ın dışasatım ürünleri. Bunun dışında, ham yeryağı (petrol) ve giyim ürünleri de, Vietnam’ın dışa sattığı ürünlerden. Vietnam’ın dıştan aldıkları ise, daha önce belirtildiği gibi, çoğunlukla, dışa satılan ürünleri üretmek için gerekli olan ürünlerden oluşuyor. Bunlar, yeryağı ürünleri, çelik, gübre, elektronik ürünler ve makine, araç-gereç vb. Yeni-serbestçi bakış, dıştanalım-yerineci (ithal-ikameci)

Page 22: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

22

kipçiği, “yerli şirketleri tembelleştiriyor” diyerek kötüleyip onu tümüyle uygulamadan silmeye çalışırken, Vietnam’ın bu dıştanalım-dışasatım içeriği, bu kipçiğin gerekliliğini bir kez daha gösteriyor. Vietnam’ın yeryağı var; ama yakın döneme dek, ülkenin, yeryağını işleyecek arıtımevleri (rafineri) bulunmuyordu. Vietnam, ham yeryağını, işlenmesi için dışarıya satıp işlenmiş yeryağını daha pahalıya geri alıyordu. Arıtımevlerinin işe koşulmasıyla birlikte, bu bağımlılık, yavaş yavaş azalıyor; ancak tümüyle ortadan kalkmış değil. İkincisi, bir ülke, çeliği dışarıdan alıyorsa, onu kendisi üretemiyor demektir. Böyle bir kalkınma, uzun süremez. Gübrenin Vietnam’ın dıştanalım öğelerinden biri olması ise, insanı şaşırtıyor. Dışasatımı çoğunlukla doğa ürünleri olan bir tarım toplumunun, gübreyi dışarıdan alması, garip. Elbette, alınan gübreler, son kılgıbilim (teknoloji) harikaları olan, yüksek verim sağlayan türden. Yine de, bir tarım ülkesinin, bu tür verimli gübrelerin üretimini üstleniyor olması beklenirdi. Kaldı ki, gübrelerin yarattığı kirlilik, kalkınmanın çevresel boyutunu allak bullak ediyor. Son olarak, Vietnam’ın büyük çaplı elektronik üretimi ve makine üretimi bulunmuyor. Bu, büyük eksiklik. Vietnam’ın nüfusu, 1999’da, yaklaşık olarak, bir üçgen biçimindeydi. Diğer bir deyişle, en küçük yaşlar, nüfusta en büyük oranlarda; en büyük yaşlar ise, nüfusta en küçük oranlarda idi. 2009’da ise, 15 yaş altında daralma görülüyor. Ülkede, genç nüfus oranı, azalıyor. En yüksek yaşlardakilerin oranı ise, yıllar geçtikçe, sağlık koşullarının iyileşmesiyle birlikte, artıyor. Vietnam, düşen genç nüfus oranı dolayısıyla, yakın dönemde olmasa da, orta dönemde, bir genç işgücü açığı yaşayacak.

Page 23: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

23

(2) Vietnam’ın genç nüfusundaki azalma, kadın başına düşen çocuk oranında da belirgin bir biçimde görülüyor. Vietnam, yakın dönemlere dek, tarım ağırlıklı bir toplum olarak, soyakların (aile) çok çocuklu olduğu bir nitelik taşıyordu. Oysa, 2009’da, kadın başına düşen çocuk sayısı, 2.03. Bu, nüfusbilimciler tarafından, ‘nüfus düşüşü’ olarak adlandırılabilecek bir durum. Nüfusbilimde, bir önceki kuşağı yenileme sayısı, 2.1 olarak alınıyor. Her kadına düşen iki çocuktan biri, anneyi; bir diğeri, babayı yenilemiş oluyor. 0.1 ise, çocukların üreme çağına gelmeden önce ölmeleri olasılığına karşılık geliyor. Eşeysellik (cinsiyet) dağılımına bakıldığında, 65 yaş üstünde, kadın oranının çok yüksek olduğu görülüyor. Bu, bir yandan, kadınların daha uzun yaşamasıyla ilişkili; diğer yandan ise, Vietnam-Amerikan Savaşı’nda daha çok erkeğin ölmesinden ileri geliyor. Bilindiği gibi, savaş, 1975’te bitti. Savaşın son yıllarında ya da savaşın hemen sonrasında doğan kuşakta, kadın-erkek oranı, yaklaşık olarak eşitleniyor. 0-19 yaş kuşağında ise, erkeklerin sayısı, kızların sayısından daha çok. Bu, toplumsalcı (sosyalist) düzenden geriye dönüşlerle birlikte, Kongcu (Konfüçyüsçü) ataerkilliğin çeşitli öğelerinin dönüşüne bağlanabilir. Vietnamlı soyaklar, erkek çocuk istiyor, “soyu(m) yürüsün” diyerek. Bu erkek fazlasının ve kız açığının, ileride çeşitli toplumsal sorunlara yol açması bekleniyor. Evlenemeyen ya da bir kız arkadaşı olmayan erkeklerin toplumsal bağlarının daha zayıf olması dolayısıyla, suça daha eğilimli oldukları öne sürülüyor. Vietnam’da, doğurganlık oranında, diğer birçok ülkede de görüldüğü gibi, kırla kent arasındaki uçurumun derinleştiği gözlemleniyor. Köylülerin daha çok çocuğu var; kentleşmeyle birlikte, doğurganlık oranı düşüyor. Kır-kent uçurumunda bir diğer öğe, işgücünün çalıştığı kesim. 1999’da Vietnam’ın işgücünün % 69’u, tarım, ormancılık ve balıkçılık kesiminde idi. Elbette, bu işgücünün çoğu, kırsal kesimde yaşıyor(du). 2009’da ise, bu oran, % 54’e düşmüş durumda. Bu düşüş, bir yandan, bu birincil kesimin makineleşmesiyle, bir yandan da, kırdan kente göçle ilgili. İşleyim (endüstri) ve inşaat ile hizmet kesimleri, işgücünü arttıran kesimler. Ülkenin her yanı, inşaatla dolu. Diğer birçok ülkede olduğu gibi, işgücünün iş kesimlerine dağılımında, bölgesel farklar bulunuyor. Birincil kesim, en yoğun olarak, dağlık bölgelerde iş olanağı sağlarken; bu kesimde en az işgücünün yer aldığı bölge, Ho Çi Min Kenti’nin de yer aldığı Güneydoğu Vietnam bölgesi. Yaşam koşullarının saptanması açısından, elektriğe ve suya erişim ve sağlıklı ayakyolları (tuvalet), önemli göstergeler. Vietnam’da, 1999’da, elektriğe erişimi olan haneler, % 78 iken, 2009’da, % 96. Bu açıdan, kır-kent uçurumunun zamanla daraldığı görülüyor. 1999’da kentsel hanelerin % 96’sının elektriği varken, kırsal kesimde bu oran, % 72 idi. 2009’da ise, kentsel hanelerin yaklaşık tümünün ve kırsal hanelerin % 95’inin elektriğe erişimi var. Bu sayılar, ilk başta, çok olumlu görünebilir. Oysa, burada, iki sorun var: Hesaplar, yalnızca kayıtlı olan haneleri içeriyor. Oysa, kırdan kente göçle birlikte, Vietnam kentlerinde gecekondulaşma, yaygınlaşıyor. Bunların bir bölümünün elektriği yok iken; bir diğer bölümü, elektrik kaçırıyor. İkincisi, halkın çoğunluğunun elektriğe kavuşması, onların yaşam koşullarını iyileştirmekte etkili olsa da, aynı zamanda, ülkedeki enerji aranımını (talep) arttırarak, başka sorunlara yol açıyor. Nedir bu sorunlar? Bir kere, bu artış, yönetimi, ucuz enerji kaynakları bulmaya itiyor. Bu itişin kurbanları, dereler. HESler,

Page 24: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

24

Vietnam’da gün geçtikçe yaygınlaşıyor. Dahası, nükleer enerji üretimi için çalışmalar, Japonya’da onca yıkım olmamışmış gibi, sürüyor. Suya erişime baktığımızda, bambaşka bir resim görüyoruz: 1999’da toplam nüfusun yalnızca % 13’ü, genel ağa bağlı borulardan su alıyordu. Bu oran, 2009’da % 26’ya çıkıyor. 1999’da kentlilerin % 47’si ve köylülerin % 2’si, borudan gelen suyu kullanıyor. 2009’da bu oran, % 64 ve % 9. Vietnam’da, kırda da kentte de kuyuculuk yaygın. 1999’da toplam hanelerin % 55’inin; 2009’da ise, % 49’unun kuyu suyu kullandığı görülüyor. Bu oran, şaşırtıcı olmayacak biçimde, 1999’da da (% 42 ve % 30), 2009’da da (% 59 ve % 58), kırsal kesimde, kentlerden daha yüksek. Bu yüksek kuyu suyu kullanımının daha sonra ülkenin başına bela ettiği sorunlar şunlar: Yeraltı sularının kuyular açılarak, eşgüdümsüz (koordinesiz) biçimde kullanılması dolayısıyla, yollar çökebiliyor ve su seviyesinin değişmesiyle, tuzlu su, ekim alanlarına girerek, tarlaların tarım için kullanılamaz duruma gelmesine neden oluyor. Ayrıca, yeraltı suları, kimi noktalarda atıksuların karışmasıyla, sağlıksız bir niteliğe bürünüyorlar. Kuyu sularının niteliği ve insan sağlığına etkileri, yeterince incelenmiş değil. Üçüncü gösterge olan sağlıklı ayakyolları, yine gecekonduların hesaplamalarda ne biçimde yer aldığıyla ilgili olarak çeşitli biçimlerde değerlendirilebilir. Sağlıklı ayakyolları, kamu sağlığı için çok önemli. Bunların yaygınlaşması, yalnızca yaşam koşullarını geliştirmiyor; insan ömrünü de uzatıyor.

Page 25: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

25

(3) Vietnam’da beyaz eşyaya sahip hane oranı, gün geçtikçe artıyor. 2009 sayılarına göre, toplam hane sayısının % 46’sının sabit-hat sesleği (telefon) var. Bu oran, kentlerde % 62, kırsal kesimde ise, % 39. Sabit hat aramalar, daha ucuz; ancak, sabit-hat seslek altyapısı, tüm kırsal kesime gitmiş değil. Sabit-hat yerine, cep sesleği yaygınlaşıyor.Vietnam’da hanelerin yalnızca % 14’ünde bilgisayar var. Bu oran, kentlerde, % 32; kırsal kesimde ise, % 5. Burada yine, bir kır-kent uçurumu gözlemleniyor. Hanelerin % 15’inde, çamaşır makinesi var. Çamaşır makinesi, Vietnam için yeni bir olgu ve yoksul çoğunluk için bir lüks. Bu oran, kentlerde % 36; kırsal kesimde ise, % 6. Geleneksel toplumda, çamaşırı kadınların yıkadığı düşünüldüğünde, bu oranın düşüklüğü ile kadın-erkek eşitli ği (daha doğrusu, eşitsizliği) arasındaki ilişki, incelemeye değer bir konu. Buzdolabı ve ısıdüşürür (klima, havalandırma), özellikle Vietnam’ın güneyi açısından, önemli; çünkü bu bölge, 4 mevsim yaz yaşıyor. Buzdolabına sahip hane oranına baktığımızda, bunun, kentlerde % 57 ve kırsal kesimde % 20 olmak üzere, toplamda % 32 oranında olduğunu görüyoruz. Elimizde, güneye özel veri olmamakla birlikte, bu oranın düşüklüğü dikkat çekiyor. Soğukta tutulması gerekenler, birçok hanede gölgede tutuluyor. Ayrıca, bu buzdolabı azlığı, buzculuk gibi bir iş alanına yaşama olanağı sağlıyor. Ülkede, özellikle güneyde, buz kalıbı satışı yaygın. Vietnam’ın pazarlarında, et satımı, bu açıdan, sağlık sorunları doğurabilecek nitelikte. Et, sıcakta, açıkta satılıyor. Toplumun, sıcağa geleneksel çözümleri var; ancak, bunların tümüyle sağlıklı olduğunu söylemek zor. Isıdüşürür konusuna gelince, Vietnam’da hanelerin yalnızca % 6’sının ısıdüşürür kullandığını görüyoruz. Bu oran, kentlerde % 16; kırsal kesimde ise % 1. Isıdüşürürün çok çeşitli zararları bulunmakta. Bir kere, hane halkı, ısıdüşürür için harcanan aşırı elektriği ödemek durumunda. İkincisi, ısıdüşürürlerin yaygınlaşması, elektrik tüketimini arttırarak, enerji bunalımına yol açıyor. Üçüncüsü, ısıdüşürür kullanımı, üretime yönelik bir elektrik tüketimi olmadığından, elektriğin verimsiz kullanımı anlamına geliyor. Dördüncüsü, ısıdüşürürlerin yaydığı ısı, kentin yapılarının yoğun olduğu yerlerde, küçük çapta sıcaklık artışına neden oluyor. Yeni yapılan toplukonutlarda ve yüksekkonutlarda mutlaka ısıdüşürür yer alıyor. Tüketim örüntüleri, mimarlığı da belirliyor. Peki, ısıdüşürürü hanelerin toplamda yalnızca % 6’sı kullanıyorsa, diğerleri ne yapıyor? Estireç (vantilatör, dönerge) ya da doğal havalandırma kullanıyorlar. Vietnam’ın geleneksel mimarlığında, evin doğal olarak havalandırılabilmesi için, çatı altında boşluklar bırakılıyordu. Artık, ‘çağdaş’laşma, ‘batı’lılaşma vb. ile birlikte, “boşluksuz bir mimarlık” etkili. Vietnam, dünyada en çok motosiklete sahip 3. ülke. Vietnam’dan önce, Çin ve Hindistan geliyor. Ancak, Çin ve Hindistan’ın 1 milyarı aşan nüfusları var. Oysa, Vietnam’ın nüfusu, 86 milyon. Vietnam, dünyada kişi başına en çok motosiklet düşen ülke. Ülkede, kayıtlı olan, 24 milyondan fazla motosiklet var. Ülkenin en kalabalık kenti olan Ho Çi Min Kenti’nde, 10 milyonluk kent nüfusuna 4 milyondan fazla motosiklet düşüyor. Dolayısıyla, dünyanın neredeyse tüm ülkelerinin tersine, Vietnam yollarında, arabalar, azınlık ve motosikletler, çoğunluk. Bu motosiklet çokluğu, çevre sorunları ve enerji verimliliği tartışmalarını getiriyor. Motosikletler, arabalara göre daha az enerji harcıyor. Ayrıca, daha esnekler; yalnızca çifttekerlerin (bisiklet) girebileceği kadar dar olan geleneksel sokaklara arabalar giremiyor, ama motosikletler

Page 26: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

26

girebiliyor. Motosikletler için durgu (park) yeri, ciddi bir sorun değil; daha az yer kaplıyorlar. Arabalar ise, özellikle kentlerin göbeğinde, durgu yeri sorunu yaratıyorlar. Motosikletlerin çoğunluk olduğu yollarda, trafik, arabaların çoğunluk olduğu yollara göre daha hızlı akıyor. Ancak, toplutaşıma ile karşılaştırıldığında, motosiklet, enerji verimliliğinde o kadar başarılı değil. Ülkede, toplutaşımanın geliştirilmesi gerekiyor. Ek olarak, motosikletleşmeyle birlikte, hava kirliliği, belli bölgelerde yoğunlaşmış oluyor. Bu, sağlığa zararlı. Ayrıca, motosikletleşme, ülkenin seçenek enerji kullanımını özendirmek yerine, yeryağına (petrol) bağımlılığını pekiştirmiş oluyor. Kentleşme verilerine bakıldığında ise, sürdürülebilirlikle ilgili çeşitli öğeler göze çarpıyor: Kırsal kesimde doğurganlık oranı, kenttekine göre daha yüksek olsa da; kırsal nüfustaki büyüme, kente göç dolayısıyla, düşük düzeyde seyrediyor. Yerel göçmenler, iş bulma umuduyla, kentlere akın ediyor. Öte yandan, 86 milyon nüfuslu ülkede, 10 milyon nüfuslu Ho Çi Min Kenti ve 6.5 milyon nüfuslu başkent Hanoi dışında, 3 milyonun üstünde olan kent bulunmuyor. 1979’da ve 1989’da ülke nüfusunun % 19’u kentliyken, bu oran, 1999’da % 24’e ve 2009’da % 30’a fırlıyor. Kentleşme oranlarına, bölgeler düzeyinde bakıldığında, diğer birçok ülkede olduğu gibi, dengesizlikler gözlemleniyor. Vietnam’ın güneydoğusu, % 57 düzeyindeki kentleşme ile en kentli bölgeyken; Kuzey Vietnam’ın dağlık bölgelerinde, bu oran, % 16. Vietnam’ın da bir ‘güneydoğu sorunu’ var.

Page 27: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

27

(4) Vietnam’ın kalkınmasının sürdürülebilirliğinin çevresel boyutuna bakıldığında, birçok sorunla karşılaşılıyor: Bir kere, Vietnam, dünyada, iklim değişikli ğinden en çok zarar görecek ülkelerden biri olarak değerlendiriliyor. Ho Çi Min Kenti, düşük yüzeyli bir kent. Deniz düzeyinin 1 metre yükselmesiyle, 500 yapımevinin (fabrika) ve 16 işleyim (sanayi) bölgesinin sular altında kalacağı hesaplanıyor. Kentin, iklim değişikli ği ile başa çıkmak için, 1 milyar Dolar gibi uçuk bir harcama yapması gerektiği belirtiliyor. Mekong Çatalağzı’nın (delta) % 90’ının sular altında kalabileceği öngörülüyor. Mekong, Vietnam için, gengüdümsel (stratejik) öneme sahip; çünkü ülkedeki pirinç üretiminin yarısı, meyve üretiminin % 70’i ve pirinç dışasatımının % 90’ı, Mekong’da gerçekleştiriliyor. Çatalağzın sular altında kalmasıyla, yaklaşık 8.5 milyon Mekonglu’nun evsiz kalacağı ileri sürülüyor. Mekong Çatalağzı, dünyada, iklim değişikli ğinden en kötü etkilenecek 3 çatalağızdan biri. Öte yandan, çevre düzenlemelerinin çiğnendiği örnekler yaygınlaşıyor. Bu çiğneyişlerle birlikte, çevre kirliliği de, katlanarak artıyor. Bu örneklerin beşte birinde, arındırılmamış atıksu ya da atık gaz sözkonusu; bir diğer beşte biri, çevreye zarar veren madencilik etkinlikleriyle ilgili. Zehirli atıksuların gizli yeraltı borularıyla nehre akıtılması, sıklıkla gerçekleşiyor. Vietnam’da çevre düzenlemeleri, yatırımcıyı korkutup kaçırtmamak için gevşek tutuluyor. Çevre Etki Değerlendirmeleri var olmasına var; ancak, bunlar, daha önceki izdüşülerden (proje) kes/yapıştır yapılıyor ve kağıt üstünde kalıyor. Çöplükler, ağzına kadar dolmuş durumda. Kereste mafyası ise, bir yandan, orman kıyımı gerçekleştiriyor ve kıyımları engellemeye çalışan ormancıların üstüne adamlarını yolluyor. Vietnam için, su yönetimi, ciddi bir sorun. Vietnam’ın güneyinde, yılın yarısı, yağış mevsimi; diğer yarısı ise, kuru mevsim. Yağış mevsiminde, heryeri sular seller götürüyor. Kentlerde su taşkını, yaygın. Bu yağmur suları, toplanıp kuru mevsimde kullanılabilecekken, bu, yapılmıyor. Su taşkınlarında, bu yağmur sularının lağımlara karışmasıyla, bulaşıcı hastalık tehlikesi başgösteriyor. Ayrıca, ırmakların kanalları, kentleşme nedeniyle tıkandığından, yağmur suyunun gidebilecek bir yeri yok. Dahası, Vietnam’da kentlerin altyapısı, daha düşük bir nüfus için tasarlandığından, altyapı, bu kadar çok ve yoğun yerleşimi kaldıramıyor. Daha önce belirtildiği gibi, kuyu suyu kullanımı nedeniyle, yeraltı suları azalıyor; bu, kimi durumlarda, yolların çöküşüne neden oluyor. İçme suyu amacıyla yararlanılan ırmakların atıksular ve katı atıklar nedeniyle hızla kullanılamaz duruma geldiği düşünüldüğünde, Vietnam’da, yakın gelecekte, suyun, arıtma giderleri dolayısıyla pahalılanması beklenebilir. Çevresel açıdan diğer bir konu, yeşil alanların giderek azalması. Ormanlar, kıyıma uğratılırken, kentlerde yeşil alanlar, konutlaşma ve özellikle gökdelenleşme tehdidiyle karşı karşıya. Başkent Hanoi’da, ülkenin toplumsalcı (sosyalist) döneminde elbirliğiyle oluşturulmuş olan Lenin heykelli Lenin Gezeneği (park), o elbirliğinde yer almış ve gezeneği hâlâ sabah sporu için kullanan yaşlı kuşak sayesinde, bol yıldızlı bir gezmenevine (otel) çevrilmekten zor kurtuldu. Ülkede, bu türden, sonu, bu örneğin tersine, halk için mutlu bitmeyen çeşitli örnekler bulunuyor. Kentlerin sürdürülebilir kalkınmayla ilintili bir diğer sorunu, trafik keşmekeşi.

Page 28: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

28

Peki tüm bu sorunları çözmek için neler yapılıyor? Bir kere, ‘sürdürülebilirlik üçgeni’ olarak adlandırılan kipçiğin (model) üç köşesi, birçok durumda, birbiriyle çelişiyor. Bu köşeler, çevresel yön, toplumsal yön ve tutumyapısal (ekonomik) yön. Örneğin, Vietnam’da, 2011’de, Güneydoğu Asya’nın en büyük HES’i açıldı. Bu, enerji sorununu belli bir oranda çözüyor; ancak, çevresel yıkımlara yol açıyor. Öte yandan, bu üç köşenin çelişmediği örnekler bulunuyor: Vietnam, deniz seviyesi açısından dertli olan Hollanda’yla birlikte, aynı sorunu yaşadığı için, çeşitli ortak çalışmalar yürütüyor. Tüm bu sürdürülebilirlik tartışmalarını bir sonuca bağlamak zor. Ancak, en azından şu söylenebilir: Vietnam, temel başarı göstergesi olarak, önüne, Toplam Yerel Üretimi (Gayrisafi Milli Hasıla) koymuş durumda. Irmaklar kirlenirken, temel yaklaşım, şu biçimde: “Biz yoksul bir ülkeyiz. Önce kalkınacağız; ondan sonra çevre sorunlarını çözecek paramız olacak. Çevre sorunlarını ancak zengin olunca çözebiliriz”. Oysa bu yaklaşım, ileride, ülkeyi daha çok zarara uğratacak. Önce kirletip sonra temizlemek için uğraşmak yerine, baştan temiz üretime geçmek, yalnız daha mantıklı değil; aynı zamanda, daha düşük bir gidere karşılık geliyor. Üstelik, kimi doğal kaynaklar, yenilenebilir değil. “Şimdi bu kaynakları tüketip zengin bir ülke olalım; ondan sonra yenisi gelir” biçimindeki düşünce, gerçekdışı. Vietnam’ın kalkınması sürdürülebilir mi bilinmez; belki ülkeyi yönetenler, tüm bu sorunların farkına varıp kapsamlı önlemler alırlar. Ancak onlar bu kapsamlı önlemleri alana dek, bu kalkınmanın sürdürülebilirliği tartışmasının süreceğine kuşku yok. (bitti)

Page 29: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

29

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (159): Hindistan Gazetelerinde Neler Yazıyor? (1) Hindistan, çokça toplumsal sorunu olan bir ülke. Bu nedenle, gazeteler, konu bulmakta zorluk çekmiyor. Bu konulardan örnekler sıralayalım: - Gecekondu yıkımları baş köşede. Hindistan’ın gecekonduluları, yıkım ekiplerine karşı büyük direniş gösteriyor. Gecekonduları başlarına yıkıldıktan sonra onlara önerilen çözüm, ülkenin milyonlarca sokakta-yatarının arasına katılmak. Ülkenin çeşitli bölgelerinde birçok kabile yaşıyor. Bunları yerinden yurdundan eden ya da edecek olan enerji, yapı vb. izdüşüleri (proje), gündemde. Halk Hareketleri Ulusal Birli ği gibi örgütler, bu tür izdüşülere karşı çıkıyor. Çalışmaları arasında, ‘madencilik yapılması sakıncalı yeşil alan’ gibi sınıflandırmaları yasalaştırma çabaları da var. Onların görüşlerine ve eylemlerine, gazetelerden ulaşılabiliyor. Öte yandan, aynı gazetelerde, zenginler için tasarlanmış evlerin tanıtımları da var. Hindistan’da birçok Generk Dışı Örgüt (NGO) var. Bunlar, ülkede toplumsal koşulların iyileştirilmesi için önemli adımlar atıyor atmasına; ancak, bu adımlar, yoksulların dev sayısı (844 milyon) hesaba katıldığında, devede kulak kalıyor; bir yandan da, ülkenin zenginlerinin vicdanlarını rahatlatma aracı olduğu için eleştiriliyor. - Çeşitli dinlerden insanların çatışmaları, gazetelerde sık görülen haberlerden. Kimi yazarlar, ülkede Muhammedci, İsacı vd. olmanın zorluklarını işliyor. Bununla bağlantılı olarak, Keşmir sorunu, diğer bir gündem maddesi. Keşmir’de insan hakları çiğneyimleri, yaygın. Köşe yazılarında, “Gandhi yaşasaydı, bu din kavgaları olmazdı” biçimindeki çeşitli özlemler dile getiriliyor. Öte yandan, Yüz Defteri’nde (Facebook), “Gandhi’den nefret ediyorum” başlığı altında, Gandhi’ye hakaret edildiği savıyla, kullanıcılara dava açılması sözkonusu. Hindistan’da çokça Muhammedci yaşadığı için, Muhammedci ülkelerde olan bitenler, Hint gazetelerinde kendilerine yer buluyor. Hint polisinin dinler ve kastlar karşısında yanlı davrandığı örnekler, kimi zaman ilk sayfadan veriliyor. İşkence, yaygın. Hindistan’a yönelik Muhammedci-kökenli saldırılar dolayısıyla, ülkede Muhammedciler üstünde baskı var. Öte yandan, olumlu sayılabilecek tek tük gelişme de var. Örneğin, bir davada, mahkeme, ifadeleri, işkence altında alınmış olabileceği gerekçesiyle reddediyor ve örgüt üyeliğini, üye, şiddete başvurmadığı sürece suç saymıyor! (The Times of India haberi.) - Çok çeşitli kadın sorunları, hergün ülkenin kara bir resmini çekiyor: Gazetelerde sık sık toplu tecavüz haberleri çıkıyor. Issız trenlerde tecavüz, olağan bir olay. Kimi tecavüz olaylarında, polis soruşturmasında ihmal de var. Bunun dışında, eviçi şiddet ve evlilikle ilgili sorunlar, yaygın. - Siyasetçi-mafya-iş insanı ilişkisi de, bir diğer yaygın konu. Örneğin, yeryağının (petrol) dağıtımını mafya yapıyor. Duraklara (istasyon) dağıtım yapılmadan, kendi paylarını alıyorlar. Bunların tekerine çomak soktuğu için öldürülenler var. Birçok yeryağı durağında, yeryağına su katılıyor. Yeryağı kaçakçılığı da yaygın. Mafya, Hindistan’da ucuz olan yeryağını toplayıp komşu ülkelere satıyor. - Hint gazetelerinde, ‘sürekli düşman’ Pakistan’la ilgili birçok olumsuz haber çıkıyor. Pakistan’ın nükleer silahlarına dikkat çekiliyor (sanki Hindistan’ın nükleer silahları yokmuş gibi). - Gazetelerde, arada bir, eski düşman Çin’e yönelik hayranlık duyguları dile getiriliyor. İki en kalabalık ülkeyi karşılaştırdığımızda, Çin, daha iyi durumda. Hindistan’da daha çok özgürlük var; ancak, daha çok evsizlik, yoksulluk, açlık da var.

Page 30: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

30

Kimi Hintli yazarlar, “biz çok konuşup az iş yaparken; Çinliler, az konuşup çok iş yapıyor” diyor. - Hint gazetelerinin tutumbilim (ekonomi) sayfalarında, bilişim kılgıbilgileri (teknoloji) ve elektronik kesimleri ile ilgili bolca haber çıkıyor. - Hint gazetelerinde, şaşırtıcı olmayan bir biçimde, Bolivud ünlülerine (ve yabancı ünlülere) çok yer veriliyor. Neyse ki, özellikle, son dönemde, alsatçı sanatı ve tabuları sorgulayan genç bir Hintli sanatçı kuşağı ortaya çıkıyor. Bunlar, din başta olmak üzere birçok konuya eleştirel yaklaşımlar sergiliyor. Bir önceki kuşaktan olan yönetmen Deepa Mehta (1950 doğumlu), geleneksel Hint toplumuna yönelik eleştiri oklarıyla dolu izitleri (film) dolayısıyla, Hindu tutuculardan büyük tepki topluyor. Mehta’nın yapıtlarını gösteren izitevlerine (sinema) saldırılar düzenleniyor. Mehta’nın izitleri, sırf bu nedenle bile, izlenmeye değer. Delhi’de pazar günleri yayınlanan The Sunday Guardian ve haftalık olarak yayınlanıp ücretsiz olarak dağıtılan Delhi Diary Dergisi, sanat haberlerini ve etkinlikleri izlemek için yararlı. Bu iki yayın, Delhi’de birçok sanat etkinliği olduğunu gösteriyor. - Gazetelerde, bolca özel üniversite duyurusu var. Öte yandan, öğrenciler, paralı eğitimi protesto etmek üzere başkentte gösteri yapıyorlar. Öğrenciler, okullarda katılımcı elerki (demokrasi) istiyor ve ülkede zorunlu, parasız eğitimin 18 yaşa dek sağlanması gerektiğini savunuyorlar. - Gandhi’nin ölüm yıldönümünde, çeşitli bakanlıklar, gazetelerde tam sayfa ya da yarım sayfa Gandhi resimleri yayınlattırıyor.

Page 31: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

31

(2) - Gazetelere yansıdığı kadarıyla, Hint gençlerine göre, ülkenin en büyük sorunları, sırasıyla şöyle: Rüşvet, sınırdışından gelen saldırılar (Pakistan ve önceki dönemde, Sri Lanka), küresel ısınma, nüfus, kötü eğitim düzeni, yoksulluk, yaşam pahalılığı, altyapı eksikliği, kötü sağlık düzeni, girişimci ruhun yokluğu (!). Bu gençlerin orta sınıftan geldiği belli oluyor; çünkü dünyanın en yüksek sayıdaki yoksuluna sahip ülkede, Pakistan’ın ve küresel ısınmanın daha önemli sorunlar olarak görülmesi, mantıklı değil. - Ülkenin birçok bölgesinde, Maocu hareket, güçlü. Gazetelerde, hareketle ilgili çeşitli haberler ve yorumlar çıkıyor. Maoculara yardımcı olduğu gerekçesiyle hapiste tutulan insan hakları eylemcisi Dr. Binayak Sen’e destek amacıyla yapılan etkinlikler, kimi zaman, gazetelerde yer alıyor. - Yaşam pahalılığı, gazetelerde, az da olsa ele alınıyor. Birçok Hindu, dinsel gerekçelerle, zaten et yemiyor. Ancak sebze ve meyve bile pahalılanıyor. Dar gelirli Hintli için, meyveler, lüks. Gelirsiz yurttaş için sebze de lüks. Yoksulluk sınırı için, ülkede, kimi zaman, ‘soğan sınırı’ sözü kullanılıyor; çünkü soğan, pahalı. 2011’de soğan, 2010’la karşılaştırıldığında, % 130 pahalı. Soğan alamayanlar, yoksul sayılıyor. Birçok dar gelirli, yeryağı (petrol) pahalılığı nedeniyle, motosikletini satıp çiftteker (bisiklet) kullanmaya başlıyor. - Büyük Hint kentlerinde, hava kirliliği nedeniyle, hava, çoğunlukla puslu. Kirli hava, özellikle çocukları ve yaşlıları hasta ediyor. Bu konuda çok geç kalınmış olsa da, gazetelerde, kimi zaman, yeşil kalkınma yaklaşımları tartışılıyor. Ülkede, çöp yığınları, büyük sorun. Ayrıca, elektronik çöpler de, içlerindeki zehirli maddeler dolayısıyla kamu sağlığını tehdit ediyor. - Hintliler, gazetelerde, iş ya da ev arar gibi, gelin ve damat arıyor! Bu duyuruların kimisinde, “kast, engel değildir” yazıyor; ve bu, tam tersine, toplumda kastların hâlâ etkili olduğunu gösteriyor. - Hint gazetelerinde, burç sayfasında, geleneksel inançlara da yer veriliyor (örneğin, uğurlu sayı, uğurlu renk, uğurlu eşya vb). Hindistan’ın gezmenevlerinde (otel) falcıların işyerleri olduğu düşünüldüğünde, bu, az bile. Ülkede, falcılık, çok yaygın. Öte yandan, bir gazete ekinde (Hindustan Times, New Delhi), tek sayfada her bir burç için iki ayrı yorum olması ve bu yorumların birbiriyle çelişmesi (örneğin, biri, “harika bir gün geçireceksiniz” derken, öteki, “berbat bir gün geçireceksiniz” diyor), gülünç. - Hint ormanlarında birçok yabanıl hayvan yaşıyor. Ülke, dünya kaplan nüfusunun yaklaşık yarısına sahip. Dolayısıyla, gazetelerde kimi zaman yabanıl hayvanları korumayla ilgili haberler çıkıyor. - Hint gazetelerinde, bolca dolandırılma haberi çıkıyor. Ayrıca, okurlar, açığa çıkan çeşitli hilelere karşı uyarılıyor. Hindistan, sokak izlenimleriyle birlikte düşünüldüğünde, dünyanın en çok dolandırıcıya sahip ülkesi olmalı. Dolandırıcılık, Hindistan’la sınırlı değil. Gazetelerde, ABD’de var olmayan bir üniversiteye gönderilerek dolandırılan Hintli öğrencilerin haberleri de çıkıyor. - Yolsuzluklar da Hint gazetelerinde sıklıkla yer buluyor. Yurtdışına, özellikle İsviçre bankalarına gönderilen kara paraların ülkeye dönmesi için girişimlerde bulunanlar var. Bu dev kara paralar, ülkedeki yoksulluğun nedenlerinden biri. Hindistan gazetelerinde yazanlar, üç aşağı beş yukarı bunlar. Yazanlar, bunlar; ama peki ek olarak neler yazılabilirdi? Sokak izlenimlerimiz, bizlere şunları söylüyor: Sokak çocukları; çocuk işçiler; okula gidemeyen çocuklar; okula yalınayak giden

Page 32: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

32

çocuklar; lağımlarda oynayan gecekondu çocukları; okula, arabalara balık istifi biçiminde binerek giden çocuklar; Hindu boşinançlarıyla beyinleri yıkanan çocuklar; sokaklarda dolaşan ineklerin yarattığı trafik ve kamu sağlığı sorunları; deve, at ve öküz arabalarıyla tam bir keşmekeş olan Hint trafiğinde kaza yapmadan bir gün geçirmenin nasıl başarılabildiği; evsizlik sorunu; içler acısı durumdaki dilenci kadınlar (bunların bir bölümü, beyi tarafından evden atılan, baba evine de geri kabul edilmeyen kadınlar); ülkede kadın olmanın zorluğu; Jaipur kentinde tek tük olarak görülse de, Hint kentlerinin genelinde, kadın sürücünün yok denecek kadar az olması; gençlerin karartılmış gelecekleri; ülkede, her yıl, yüzlerce kişinin, sağlık gözetilmeden üretilmiş içkiler nedeniyle kör olması, hatta ölmesi; yüksek okumaz-yazmaz oranı; çiftçi özkıyımları (intihar); aşırı kalabalık olan metrolar; işçilerin kölelik koşulları; inşaatlarda çalışan kadın işçiler; ülkedeki bilişim kılgıbilgileri (teknoloji) ‘patlama’sının değil köylülere, kentlilerin ezici bir çoğunluğuna bile hiç uğramayışı; boşinançların sarmallana sarmallana büyüttüğü sorunlar vd. Ama hayır, hep acı değil. Arabesk yapmak değil burada amacımız. Umut da yazılmalı; kurtuluş umudu; birlikten kuvvetin doğduğu örnek olaylar; dinin sunduğu yazgıcılığı kırıp atmak gerektiği ve daha niceleri... Hindistan, bu kadar toplumsal sorunla, yaşanmaz bir ülke; tam da bu nedenle, yazılacak çok konu var. Hint gazeteleri, yazmadıkları önemli toplumsal sorunlar bulunsa da, üstüne ömür boyu yazılacak kadar çok çeşit konuyla dolu... (bitti)

Page 33: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

33

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (158): Hindistan İzlenimleri (1) Hindistan, öncelikleri yanlış olan bir ülke. Evsizlik ve yoksulluk sorunlarının çözülmesi için harcanması gereken para, Bolivud’a akıyor. İzleçteki (televizyon) Hintliler, çoğunlukla beyaz tenli; sokaklardaki insanlar ise, çoğunlukla kahverengi. Ülkede, ölülere, yaşayanlardan daha çok verildiği örnekler, uç durumlar oluşturuyor: Sikandra’ya gidelim örneğin. Sikandra, Hint-Moğol yayılmanı (imparatoru) Ekber’in anıtmezarı. Anıtmezar, Agra’da bulunuyor. Burada, yaşayanlara ayrılıp onların mutluluğu için kullanılması gereken alanın ölülere ayrıldığını görüyoruz. Bu, adaletsizliğin bir başka örneği. Sikandra’nın bahçeleri, göz alabildiğine uzanıyor; sonu görünmüyor. Burada geyik, maymun, sincap ve kuş çeşitleri, doğal ortamda, başıboş geziniyorlar. Anıtmezarın arka avlusuna yüzlerce çaput bağlanmış; nice adak adanmış; nice dilek dilenmiş demek ki. Hinduların Tac Mahal’i de içermek üzere, bu Hint-Muhammedci kalıtlarıyla çelişkili bir ili şkileri var. Birçokları, Hint-Moğol yayılmanlığını yalnızca siyasal açıdan değil dinsel açıdan da sömürgeci olarak değerlendiriyorlar. Kendileri de Muhammedci kökenli olmayan Moğollar; Hindistan’ı ele geçirdikleri yetmiyormuş gibi, bir de Hindistan halklarını Muhammedcileştirmeye kalkıyor. Bu yayılmanlar, bir yandan dinlerarası hoşgörüyü savunurken, bir yandan da, Hinduların kutsal yerlerini muhammedevlerine çeviriyorlar. Hindistan’da Hindu-Muhammedci kavgasının – ki bu kavga, kanlı ayaklanmalara dönüşüyor kimi zaman- önemli bir gündem maddesi, muhammedevine dönüştürülmüş 3 en büyük Hindu kutsal yerinin kullanım biçimi. Bunlar, Ayudhaya, Varanasi ve Mathura. İşte bu bilgiyi aklımızda tutarak, Sikandra’dan sonra Mathura’ya doğru yola çıkalım. Yolda, yoksulluk manzaraları had safhaya ulaşırken, bir yandan da, yol boyunca, tapınakların görkemleri arttıkça artıyor. Halkın gönenci (refah) için harcanması gereken kaynaklar, tapınakların ince süslemelerine gitmiş. Mathura’dayız. Burası, Hindu tanrısı Krişna’nın doğum yeri olarak kabul ediliyor. Hindu bölgesinin hemen yanında, dikenli tellerle ayrılmış bir yasak bölge var. Oradan ilerisi, muhammedevi. Hindular ve Muhammedciler, birbirlerine saldırmasınlar diye; çok sayıda güvenlik görevlisi, taramalı tüfeklerle hazır bekliyor. Madem ki Agra’dayız; Tac Mahal’i de görelim: Hint-Moğol yayılmanı Şah Cihan, söylenildiğine göre, Tac Mahal’i, eşi için yaptırıyor. Yine aynı biçimde, yaşayanlar, sokaklarda yatarken, ölülere bu kadar yer ayrılması garip geliyor. Zaten Tac Mahal’in 20 yılı bulan yapım süreci, yayılmanlığın hazinesini çökertiyor. Tac Mahal için, aşk simgesi deniyor; oysa, Şah Cihan, halkı, eşinden daha çok sevseydi, yoksul çoğunluk için daha iyi olurdu. Ya da Şah Cihan’ın eşi, halk olsaydı; Tac Mahal, gerçekten aşk simgesi olacaktı! Ancak, bu durumda, tasarımında, bugünkü bireyci niteliği olmayacaktı. Tac Mahal, piramit örneğinde ve daha birçok dev anıt örneğinde olduğu gibi, aşk simgesi değil, gelir adaletsizliği simgesi olarak okunmalı. Üstelik, Tac Mahal’in yapımı, Agra’da bir süre kıtlığa yol açıyor. Günümüzde, Tac Mahal’in başında büyük bir bela var: Hava kirliliği nedeniyle, Tac Mahal’in taşlarının rengi değişiyor. Bu yüzden, çeşitli yapımevleri (fabrika), kapatılmış durumda. Tac Mahal’in avlusunda, bir köşede, günlük olarak kirlilik göstergeleri sunuluyor (örneğin, havadaki çeşitli kimyasalların oranı). Bu kirlilik nedeniyle, kent, Delhi’de de olduğu gibi, çoğunlukla puslu.

Page 34: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

34

Oradan geçelim, yapıların çoğunluğunun rengi nedeniyle ‘Pembe Kent’ olarak bilinen Jaipur’a. Kent, 1876’da Galler Prensi’nin ziyareti dolayısıyla, Britanya sömürgecilerine yaranmak için pembeye boyanıyor. Kentteki pembe ağırlığı, yasalarla korunuyor. ‘Pembe Kent’ adı buradan geliyor. Jaipur’un kurucusu Hint prensi JaiSingh II (1693-1744), aynı zamanda, kentin adının da kaynağı. Prens, Bengalli bir mimara kenti tasarlaması için emir veriyor. Kent, bilimsel bir altyapıyla ve Hint mimarlık betiklerine dayalı olarak tasarlanıyor. Jaipur, Hint’in ilk tasarlanmış kenti olarak sunuluyor. Bugün kent, Uluslararası Jaipur Yazın Şenliği gibi etkinliklerle adını duyuruyor... Jaipur’un dünyanın en iyi tasarlanmış kentlerinden olduğunu ileri sürenler, gerçekte, tasarlamadan kılgısal (teknik) bir etkinliği anlıyor. Bizim kentteki gezintilerimiz ise, başka bir öyküye karşılık geliyor: Jaipur’un sokaklarında onbinlerce insan, kaldırımlarda yatıyor. Gündüz gözüyle ise, hükümet yapılarının çok yakınında, gecekondu bölgelerini bulmak, zor değil. Buralarda çocuklar, lağımların yakınında oyun oynuyor; yoksullar, anayollarda, kaldırımlarda yıkanıyor. Hindistan’ın büyüme hızından gururla söz ediliyor edilmesine ama kalkınmanın Hint sokaklarının çoğuna uğramadığı çok açık. Jaipur’un dünyanın en iyi tasarlanmış kentlerinden biri olmadığı da çok açık. Jaipur örneğinde, tasarlama (plan) ve tasarım (design), karıştırılmış durumda. Kentin tasarımı çok iyi sayılabilir belki de; tasarım, 9 göksel nesneye karşılık geliyor. Ancak, kent tasarlaması, halkın konut sorunları başta olmak üzere toplumsal sorunları çözmedikçe iyi olamaz. Kentlerin halk için ve halkla tasarlanmadığı; onun yerine, sultanlar, ağalar, paşalar, beyler için tasarlandığı yerlerin, dünyanın en iyi kent tasarlaması örneklerinden biri olarak sunulmasının arkasında ya bir yanlış anlama var ya da kötü niyet. İki durumda da, Jaipur, anlatıldığı gibi değil...

Page 35: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

35

(2) “Hindistan’ı nasıl buldun?” diye soran Hintli arkadaş, beklemediği bir yanıt alıyor. Sokaklarda yatan sayısız Hintli’yi, aşırı yoksulluğu, sidik ve pislik kokan kaldırımları, başıboş dolaşan kirli inekleri vb. düşünerek, “çok toplumsal sorununuz var” diyoruz. Şaşırıyor, “hangi toplumsal sorun?” diye soruyor. Sanki hiç sorun yok ülkede. Bu duyarsızlık, garip ve güçlü, ve yalnızca Hintlilerde görülmüyor: Jaipur’da, Ocak 2011’de yapılan yazın şenliğine, Orhan Pamuk başta olmak üzere birçok ‘edebiyat tüccarı’ katıldı. Jaipur sokaklarındaki evsizleri ve Jaipur gecekondularını işlemeyen bir yazın, Nobel alabilir ama işte o kadar. Şenliğin yapıldığı Diggi Sarayı’nın çevresindeki içler acısı yoksulluğu görmemek olanaksız. Toplumsal gerçeklere kör, kendi gerçeklerine kocaman göz yazarlardan başkacası da beklenemezdi. Bu tür yazarlara, sokaklar, şöyle diyor: “Sana Olimpos’ta Nobel vermiş olabilirler; ancak sokaklar hakimi Diyojen’in ödülünü (hani şu, “gölge etme, başka ihsan istemem” diyen bilge), bin yıl yazsan alamayacaksın.”

*** Hindistan’la ilgili veriler korkunç: Ülkedeki yoksul sayısı, Afrika’daki toplam yoksul sayısından fazla! Gerçekte, Hindistan, Afrika’dan daha yoksul. Ülkede yoksul oranının % 25 olduğu söyleniyor; ancak sokaklar, başka sayılar veriyor. Bu hesapta, sokaktakilerin olmadığı çok açık. Daha gerçekçi bir bakışla, ülkede 844 milyon insanın yoksul olduğu bulunuyor. Ülkenin nüfusunun 1.2 milyar olduğu söyleniyor; ancak, toplam nüfusun evsizleri de içerip içermediği belli değil. Hindistan’da Kişibaşı Toplam Yerel Gelir’in 2010’da 3,176 ABD Doları olduğu söyleniyor. Bu, hiç inandırıcı gelmiyor; gerçekte daha düşük olmalı. Hindistan’ın dünyaya açılıp serbest piyasa yaklaşımlarını benimsemesi, 1990’larda oluyor. O zamandan beri, dünyanın en hızlı büyüyen tutumyapılarından (ekonomi) biri olduğu söyleniyor. Oysa ülkenin % 5-10’u sokaklarda yatıyor. Bu yüksek evsiz oranı, bu ‘yeni’ siyasalardan mı kaynaklanıyor; yoksa generkçi (devletçi) dönemde de bu kadar evsiz var mıydı? Bu, incelenmeli. Hindistan, kişi başına düşen araba sayısı çok düşük olmasına karşın, dünyada en yüksek trafikte ölüm sayısına sahip. (Gerçi, bu veride, kalabalık nüfus da etkili olabilir.) Ülke, dünyanın en yüksek kuduz oranına sahip. Dünyanın en kalabalık HİV nüfusu da, dünyanın en yüksek sayıdaki çocuk işçisi de Hindistan’da. Ülkede her yıl yaklaşık 900,000 kişi, içme suyu ve hava kirliliği nedeniyle ölüyor. Ülkede 100 bin kişiye 60 sağaltman (doktor) düşüyor. Evsizlik ve işsizlik yaygın. Şanslı olanın işi var; ama ücretler aşırı düşük. Bu kadar düşüklük içinde, okuryazarlık oranı da elbette düşük. Ülkenin bir diğer sorunu, su kıtlığı. Kalabalık nüfusa yetecek kadar su yok. Irmaklar, aşırı kirli. Dereler, plastik torbalar ve katı atıklar nedeniyle tıkanıyor; bu, doğal yapıyı değiştirmekle kalmıyor, bulaşıcı hastalıkların yaygınlaşmasına da zemin hazırlıyor. Diğer bir sorun, HES’ler. HES’lere birçokları karşı çıkıyor (Narmada Barajı, bunun ünlü bir örneği). Hindistan’ın diğer sorunları, dinsel ve budunsal (etnik) çatışmalar, Keşmir sorunu, Pakistan’la gerginlikler, Muhammedci yıldırı (terör) eylemleri, yolsuzluk vb. (Hindistan-Pakistan ayrışmasında 10 milyondan fazla kişi yer değiştiriyor ve bu iki yönlü göç sırasında 1 milyon kişi öl(dürül)üyor. O zamandan beri, iki ülkenin arası düzelmiş değil.) Hindistan, tutucu bir ülke. Kadınlarla erkekler, kamusal alanlarda etkileşimde olamıyor. Kadınların sigara ve/ya da içki içmesi hoş karşılanmıyor. Denize bile

Page 36: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

36

giysiyle giriliyor. Ülkede evliliklerin çoğu, hâlâ görücü usulü. Evliliklerde, çeyizi, kızın soyağı (aile) veriyor. Bu, Hindistan’da toplumun kadına olumlu bakmamasının temel nedenlerinden biri. Evlenen kadın, kayınlarının evinde yaşıyor. Bu çeyiz dizgesi nedeniyle ve diğer nedenlerle, gelin yakma olayları patlak veriyor! Damat, gelini tehdit ederek, soyağından çeyiz olarak daha çok para ya da mal almasını istiyor. Bunun ötesinde, beyi ölen kadının beyinin ölüsüyle birlikte diri diri yakılması biçimindeki ‘sati’ geleneği, tek tük olsa da görülmeye devam ediyor. Çeyiz de sati de, yasadışı; ama sürüyor. Kadınlar, bunu, elbette, geleneklere bağlılık adına, geleneksel baskılar altında yapıyorlar. Eviçi şiddet de, kuşkusuz, yaygın. Kadın haklarını korumaya yönelik yeni düzenlemeler gelmiş durumda; ancak uygulamada sorunlar var; bunlar, çoğunlukla işlemiyor. Hindistan, dünyanın en düşük boşanma oranına sahip ülkelerinden. Boşanma, hoş karşılanmıyor. Öte yandan, boşanma oranı, son yıllarda artıyor. Bu artış, büyük Hint kentlerinde. Ancak, ülkenin % 75’i kırsal kesimde yaşadığından, kentlerdeki gelişmeler, kadınların çoğunluğunun hanesine kazanım olarak yazılamıyor. Hindistan’da, tecavüz, yaygın; ancak bunların çoğu, çeşitli nedenlerle, adli makamlara ulaşmıyor. Bağımsızlığın üstünden yarım yüzyıl geçti; Hindistan, hâlâ belini doğrultabilmiş değil. Üstelik, ülkede bu kadar sorun yokmuş gibi, bir de nükleer silah falan geliştiriliyor. Dünyanın en büyük 3. ordusu, Hindistan’ınki; en büyük açlık ordusu da orada... Bu durumda, Hindistan, G-20 üyesi olsa ne yazar (oldu da ne oldu...) olmasa ne yazar. İnsanlar açlıktan kırılırken, ineklerin kesilmediği, sokaklarda dolaştığı ülkeden ne akıl çıkar ne de dünyanın büyük gücü...

Page 37: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

37

(3) Hindistan’da 300’den fazla dil konuşuluyor; ancak kamusal olarak tanınmış yerel dil sayısı, yalnızca 22. İngilizce de tanınmış bir kamusal dil. Hint paralarında, ülkede kullanılan 15 abece (alfabe) yer alıyor. Hint parası bile, tek başına, ülkedeki çeşitlili ğin kanıtı. Hindistan’ın % 20-40’ının anadili, Hintçe. Gerisi, kamusal verilere göre, diğer 21 dili konuşuyor. Hindistan’ın yerel dillerinde büyük bir İngilizce kirliliği var. Filipinlerde’de olduğu gibi, konuşma sırasında, yerel dilden İngilizce’ye, oradan yerel dile geçme gibi gariplikler var. Tümcenin yarısı, Hintçe; yarısı, İngilizce olabiliyor. Hintliler, Türkiye’deki kimi örneklerde de olduğu gibi, konuşmalarına İngilizce sözcükler serpiştirip hatta İngilizce konuşmaya başlayıp üstün olduklarını kanıtlamaya çalışıyor. Ayrıca, Hintlilerin İngilizcesi’nde çeşitli ayrımlar var. Bu nedenle, kimi zaman, Hintlilerin İngilizcesi, ‘Hingilizce’ (‘Hinglish’) olarak adlandırılıyor. Bu İngilizce kirliliğine karşı, Hintçe’yi yaygınlaştırma önerileri var. Öte yandan, Güney Hintliler, İngilizce’nin kaldırılıp Hintçe’nin kamusal dil yapılmasına karşı çıkıyor. Hintçe, daha çok Kuzey Hindistan’da konuşulurken, diğer bölgelerde farklı diller konuşuluyor. Güney Hintliler, Hintçe’nin yaygınlaşmasının Güney Hint dillerinin zararına olduğunu ileri sürerek İngilizce’yi yeğliyorlar. Birçok Güney Hintli, Hintçe bilmiyor; ama İngilizce biliyor. Hindistan’ın % 80’i, Hindu; % 13.4’ü, Muhammedci; % 2.3’ü, İsacı ve % 1.9’u, Sik. Diğer dinler (Budacılık vd.), % 1’den az. Hindistan, dünyada en çok Muhammedci’nin bulunduğu 3. ülke. Ayrıca, Hindistan, çoğunluğu Muhammedci olmayan ülkeler içinde en kalabalık Muhammedci nüfusa sahip ülke. Hindu beylikleri, Muhammedci olan Hint-Moğol Yayılmanlığı’na karşı başından beri savaşıyor ve sonunda onun yıkılışında etkili oluyor. Günümüzün Hinduları, dinsel nedenlerle, Hint-Moğol Yayılmanlığı yerine, daha çok, bu Hindu beylikleriyle özdeşleşiyor. Hindistan’ın Alt Yasama Kurulu’nda (Meclis) 545 koltuğun 120’si, alt kastlara ve kabilelere ayrılmış durumda. Generk (devlet) görevlerinde ve okullarda, bunlara ayrılmış yerler bulunuyor. Bu düzenlemeler, en niteliklileri uygun yerlere yerleştirmeye engel olduğu için eleştiriliyor. Bir de, bu eşitsizliklerin bu ayrımlar dolayısıyla sürdüğünü düşünenler var (diğer deyişle, amacının tam tersi sonuç doğuruyor). Dokunulmaz kökenli olan Dr. Ambedkar (1891-1956), bağımsız Hindistan’ın anayasasını hazırlayarak, ezilenlerin gözünde güçlü bir simge olmuştu. Ambedkar, kast düzeninden kurtulmak için, Hinduculuk’u bırakıp, kast düzenini reddeden bir dünya görüşü olan Budacılık’ı benimsemişti. Agra Üniversitesi’nin adı, yakın zamanda, Uttar Pradeş Altbirli ği’nin (eyalet) eski başbakanı Mayawati tarafından ‘Dr. Ambedkar Üniversitesi’ olarak değiştirildi. Mayawati de, Ambedkar gibi dokunulmaz kökenli; ve üniversiteye Ambedkar’ın adının verilmesini, alt kastların güçlendirilmesi adına bir adım olarak görüyor. Öte yandan, Mayawati, mücevher düşkünlüğü ve kendi anıtını diktirmesi gibi nedenlerle, alt kastların temsilcisi olarak değerlendirilemeyeceği ileri sürülen bir kişilik. Hint tutumyapısının (ekonomi) büyümesinin altında, temel olarak bilişim kılgıbilgileri (teknoloji) ve dıştansağlamanın (outsourcing) olduğu söyleniyor. Duyan da, Hindistan’ın, Türkiye’nin 10. Yıl Marşı’nda “demir ağlarla örülmesi” türünden, genelağlarla (internet) sarıldığını falan sanır. Oysa, genelağa, ülkede zor erişiliyor.

Page 38: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

38

Bu, kentlerde bile sorun. Hyderabad (Haydarabad), yazılım şirketi yoğunluğu nedeniyle kimi zaman ‘Cyberabad’ (Siberabad) olarak anılıyor. Oysa, halkın çoğunluğu, değil siber çağdan, bilgisayardan bile çok uzak. Hindistan’ın bağımsızlık sonrası tutumyapısal siyasası, kendine yetme üstüne kuruluyordu. Bu yaklaşım, dıştanalım-yerineci (ithal ikameci) bir altyapıya sahipti. Bu altyapı sayesinde, Hindistan, 1970’lerde, yiyecek üretiminde kendine yeten bir ülke konumuna geldi. Bugün bu kendine yetme noktasından çok uzakta. Hindistan, tasarlanmış bir tutumyapı (planlı ekonomi) örneği olarak değerlendirilir; oysa sokak yaşamı, ülkenin son derece tasarlamasız olduğunu gösteriyor. Hindistan, şiddetin egemen olduğu; öte yandan, sokakta yatan bu kadar insanın gece yoldan geçenlere saldırmayışına şaşırdığımız bir ülke. Onları, sokakta yaşamaya iten de, onları dizginleyen de, açıkça ezenlerin yanında olan Hindu dini. Agra sokaklarında polisin saldırganlığına tanık oluyoruz. Polisler, kentte, bambu sopalarla dolaşıyor. Boş zamanlarında kendi kendilerine birtakım dövüş hareketleri yapmalarına tanık olabilirsiniz. Gözümüzün önünde, polis, trafikte ilerlemeyen bir sürücüye, arabanın açık penceresinden bambu sopayla vuruyor. Beyin kanaması geçirtecek biçimde rastgele vuruyor. Başka bir örnekte, polis, bir üçteker sürücüsüne, yasak olan yerde durduğu için saldırıyor. Sopayla yine kafaya vuruyor olanca gücüyle ve rastgele. İşin garibi, bunu sürücüler de kanıksamış durumda. Sürücü, bir anda, hiçbirşey olmamış gibi yoluna devam ediyor. Agra, ülkenin en Hindu, en gerici, en insan hakları düşmanı kentlerinden... İnsan, bir ülkede dinden kaynaklanan bunca sorunu görünce, birçok Hintli’nin neden yurtdışında yaşamak istediğini çok iyi anlıyor.

Page 39: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

39

(4) Hindistan’ın 28 altbirliği (eyalet) ve 7 birlik bölgesi var. Tac Mahal’in bulunduğu eski Hint-Moğol başkenti Agra, Uttar Pradesh Altbirliği’ne bağlı; ama altbirliğin başkenti değil. Savaşta yıkılmış havası veren görüntüsünün altında yatan temel nedenlerden biri bu. Ancak, Delhi’nin birçok bölgesi de, aynı savaştan yeni çıkmış görüntüye sahip. Hindistan’da bir yeri ‘abad’ etmek için başkent yapmak yetmiyor. Dünyanın en kalabalık çok partili ülkesi olarak bilinen Hindistan’da, kamuerkinin (cumhuriyet) ilan edildiği 1950’den bu yana, neredeyse her seçimde Kongre Partisi kazandı. Kongre Partisi, sağcı Bharatiya Janata Partisi’nin hükümet kurduğu birkaç yıl dışında, ülkeyi yarım yüzyıldır yönetiyor. Kongre Partisi, laik; toplumsa, dinci. Parti, toplumdan daha laik. Öte yandan, parti, Amerikancı ve tutumyapısal (ekonomik) olarak yeni-serbestçi (neo-liberal). Delhi’deki sokak adları, dikkat çekici (‘marg’, ‘sokak’ anlamına geliyor): Copernicus Marg, Ho Chi Minh Marg, Kemal Ataturk Marg, Tolstoy Marg vd. Sokak yazıları, her bölgede yaygın olarak kullanılan dillerde yazılıyor. Örneğin, Delhi’de bilgi yazıları, Hintçe, Urduca ve İngilizce. Öte yandan, Hindistan’da bulunak (adres) düzeni, çok kötü. Bulunaklarda, sokak numarası yerine, “şunun yanında” diye tarif yaygın. Dahası, Delhi’de sokakta yürümek, zor zanaat. Mutlaka birileri yanaşıp bir yolunu bulup sizi dolandırmaya çalışıyor. İngilizce, Hindistan’da yaygın olarak konuşulduğu için, öyle diğer ülkelerdeki gibi çekingen de değiller. Kimisi, öğrenci olduğunu, İngilizcesi’ni geliştirmek için konuşmak istediğini söylüyor; ama sonra niyetin başka olduğu ortaya çıkıyor. Bir özeltaşıra (taksi) ya da üçtekere biniyorsunuz; gideceğiniz yeri söylüyorsunuz; bilinçli olarak başka bir yere götürüp bilmezlikten geliyorlar. Sokakta sürekli dikkat etmek gerekiyor. Bir dost, böyle bir ortamda, temel güven duygusunun kolaylıkla yitirilebileceğini söylüyor. Kim iyi niyetli, kim kötü niyetli; onu kestirmesi de zor... Bir yanlış bilgiye de dikkat çekelim: Yabancıların zengin, Hintlilerin yoksul olması gibi bir durum sözkonusu değil. Dünyanın en zenginleri içinde birçok Hintli var. Forbes Dergisi’nin 2010 sıralamasına göre, dünyanın en zengini, bir Meksikalı (Carlos Slim Helu); ikincisi ve üçüncüsü, Amerikalı (Bill Gates ve Warren Buffett); dördüncüsü ve beşincisi, Hintli (Mukesh Ambani ve Lakshmi Mittal). Hindistan, tüm toplumsal sorunlara karşın, yine de ilginç bir ülke. Birçok ilginçlik, ayrıntılarda gizli. Birkaç ilginç ayrıntıyı sıralayalım: - Rangoli ya da Kolam, Hint kadınlarının evlerinin önüne uğur getirsin diye çizdikleri çizgilere verilen ad. Kolamlar, tebeşirle ya da pirinç unuyla yapılıyor. Küçük canlıların unu yemesi, kutsal sayılıyor. Evin önünde kolam olması, bu evin sadhulara (Hint dervişleri) yemek vereceğini gösteriyor. - Dünya üzerindeki Kuzey Atlantik egemenliğine karşın, birçok ülkenin kendi takvimleri ve kendi yılbaşları var. Çin ve Vietnam, yılbaşını ay takvimine göre kutluyor. Hindistan’da ise, çokça yılbaşı var; çünkü çokça takvim var. İsacı, Hindu, Muhammedci ve Budacı takvimleri yanında, Batı Bengal gibi çeşitli altbirliklerin kendi takvimleri var. Ayrıca, Hindistan’da yaşayan Tibetlilerin kendilerine özgü bir yılbaşları var (buna ‘Losar’ deniyor). Yalnızca o da değil: İran’da Muhammedcilik’in yayılmasıyla Hindistan’a kaçan Zerdüştçülerin (Farisiler) de kendi yılbaşları var

Page 40: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

40

(buna ‘Pateti’ deniyor). Zerdüştçüler az sayıda olsa da, Mumbai’de yılbaşı kutlamaları renkli geçiyor ve Delhi’de Zerdüştçü Mezarlığı’nı ziyaret etmek olası... - Çıplak gözle görülemeyen bir canlıyı bile incitmemeye yeminli olan Cain dini izleyicileri, dikkat çekici davranışlar sergiliyor. Kimi Cain tapınaklarına, deri ürünlerle (çizme, mont vb.) girilmesine izin verilmiyor. Cainler, canlıları incitmemekle kalmayıp incinen canlıları da iyileştirmeyi amaçlıyorlar. Bu nedenle, Cainlerin işlettiği hayvan hastaneleri var! (Bunlara ‘pinjrapol’ deniyor.) Cainler, yeraltından çıkan sebzeleri yemiyor; çünkü bunların üretimi sırasında, yeraltında yaşayan canlılara (böcekler vb.) zarar vermek istemiyorlar. Gücerat Altbirliği’nin yaklaşık % 90’ı, etyemez (vejetaryen). Gücerat, ayrıca, Cainlerin özeği (merkez) olarak biliniyor. - Varanasi, Hinduların Hac yerlerinden. Varanasi’de ölmenin, yeniden doğma döngüsünü kıracağına inanılıyor. Hindular, ölülerin küllerini Ganj Irmağı’na ya da devdenize (okyanus) savuruyor. - Hint kentlerinde kedi yok; ancak, inek, domuz, köpek, maymun ve sincap yaygın. Jaipur kentinde, fil, deve ve deve arabaları sıklıkla görülebiliyor. Öte yandan, Jaipur’da sokaklarda neredeyse hiç inek yok. Agra’da çok; Delhi’de az inek var. - Hindistan’da McDonalds’larda inek etli hamburger yok. Ülkede inek kesenler, hapse atılıyor. Dolayısıyla, hamburgeciler ya koyun eti hamburgeri ya tavuk hamburgeri ya da etyemez hamburgeri satıyor. - Son olarak şunu belirtelim: Hindistan Bağımsızlık Günü’nde, birçok Delhili, uçurtma uçuruyor. Uçurtma, bağımsızlığın ve özgürlüğün simgesi sayılıyor. Sondipçe: Hindistan’la ilgili girilebilecek başka birçok konu var. Burada yazılmayan kimi konular, (erişim sorunu olmazsa) yazar Ali Rıza Arıcan’ın ağsayfasından okunabilir: http://rizaarican.blogspot.com/ (bitti)

Page 41: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

41

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (157): Günümüzde Lao (Laos) (*) Kıyısız ve dağlık bir ülke olan, 6.5 milyon nüfuslu Lao; Vietnam, Kamboçya, Tayland, Myanmar ve Çin’le komşu. Kişi başı gerçel toplam yerel geliri, 2,266 USD olan Lao’nun gelirinin yarısı, tarımdan geliyor; tarım, işgücünün % 80’ine karşılık geliyor. Yüzölçümünün % 85’i dağlık. Ülkenin ekilebilir alanı ise, toplam alanın yalnızca % 4’ü. Ekilebilir alanların % 80’ine pirinç ekiliyor. Lao’nun temel dışasatım ürünleri, elektrik, giyim, ağaç işleri, kahve ve madenler. Ayrıca, gezmenlik (turizm) de hızlı büyüyen kesimlerden. Kayıtdışı bir kesim olarak, uyuşturucu da sayılabilir. Afyon üreticisi bir ülke olan ve uyuşturucuların büyük ölçüde serbest olduğu Lao, bunun için gelen çok sayıda gezmeni çekmeyi başarıyor. Birçok yabancı uyuşturucu bağımlısı, Lao’da yaşıyor ya da kısa süreli olarak kalmaya geliyor. Lao’da HES’ler ve madencilik de önemli kesimler. Ülkede kömür, altın, boksit, kalay, bakır vd. çıkıyor. Öte yandan, Tayland’a ve Vietnam’a elektrik satan ülkenin birçok köyünde elektrik yok; yollarının % 80’i asfaltsız, ve ülkede demiryolu yok. Bu veriler, çarpıcı; çünkü Lao’nun yaklaşık dörtte üçü, (hâlâ) kırsal kesimde yaşıyor. Lao, dünyanın kişi başına en az enerji tüketen ülkelerinden biri. Tayca ve Laoca, birbirlerine çok benzediğinden ve Tayland, daha zengin olduğundan, Tayland’ın Lao üstünde büyük etkisi var. Ülkede Tay kanalları, yaygın olarak izleniyor. Başkent Vieng Çan’da ve diğer kimi Lao kentlerinde, Lao, Tay ve ABD paraları birarada kullanılıyor. Yabancılar için Tay parasının ağırlığı var. Ülkeye Tayland’dan gezmeye gelen yabancı ya da Taylandlı çokça gezmen (turist) var. Lao’ya her yıl gelen bir milyondan fazla gezmenin yarısı, Taylandlı. Öte yandan, Lao-Vietnam dayanışması, Fransız sömürgeciliğine karşı verilen ortak bağımsızlık savaşından beri sürüyor. (Ülkenin kurucusu Kaysone Phomvihane’nin babası, Vietnamlı; annesi, Lao idi. Lao bağımsızlık savaşında, Vietnam’la kan bağı olan birçok önder vardı.) Lao, Çin’in Vietnam’a saldırdığı 1979’da, Vietnam ve Sovyetler’den yana durup Çin’le ilişkilerini kesmişti. 1986’da Vietnam’da karma tutumyapıya (ekonomi) geçişle ve 1995’te Vietnam-ABD ilişkilerinin düzelmesiyle birlikte, Lao da dışa açıldı. Bugün Lao’da yiyecek pahalı; çünkü yiyeceklerin çoğu, dışarıdan. Lao alsatevlerinde (süpermarket) Tay ve Vietnam ürünleri rahatlıkla bulunabiliyor. Lao’da en yaygın tüketilen meyvelerden biri, Türkçe’de ‘demirhindi’ ya da ‘hint hurması’ diye anılan, Türkiye’de neredeyse hiç bilinmeyen bir meyve (tamarind). Yıllar geçtikçe, Lao üzerindeki Çin etkisi artıyor. Bu, bir yandan siyasal ve ekinsel yapının benzerliğinden, bir yandan Çin’in maden açlığından ileri geliyor. Komşuluk da önemli bir etken elbette. Ülkede birçok Çin yatırımı ve Çin kökenli toplumsal yardım çalışması var. Ülkede yabancı şirket sayısı artarken, bunların elde ettiği gelirin ülkenin yoksullarının durumlarını düzeltecek biçimde kullanılmaması eleştiriliyor. Lao’da kadınların koşulları, çok iyi görünüyor. Sokaklarda kadın motosiklet ve araba sürücüleri sıklıkla görülüyor. Öte yandan, çeşitli göstergeler, Lao kadınının toplumda eşit düzeyde yer almadığını gösteriyor. Siyasete kadın katılımı düşük; kadın okuryazarlığı, erkeklerinkine göre daha düşük; kadınların aldıkları ücretler,

Page 42: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

42

erkeklerinkine göre daha düşük vd. Ancak, kentlerde, bu ve benzeri göstergeler, kadınlar açısından daha olumlu bir noktada. Rahipler ülkesi olarak bilinen Lao’da Budacı rahipler, ML bir eğitimden geçiyor; yönetim, Budacılık’ın özdekçi (materyalist) sürümünü yaygınlaştırmaya çalışıyor. Öte yandan, ülkede, Tayland’da da olduğu gibi, birçok ruhevi var. Bunlar, genelde evlerin önünde bulunan oyuncak görüntüsündeki evler. Ruhları sakinleştirmek için bu evlere meyve konuyor ve tütsü yakılıyor. Bu ruh inancı, Budacılık öncesinden kalma güçlü bir inanç. Lao Budacılığı’nda bu ruh inancı, yönetim onaylamasa da, Budacılık’la içiçe geçmiş durumda. Lao’nun Budacı tapınaklarında yılan imgesi, yoğun olarak görülüyor. Dev yılanlar, Buda’nın arkasında, kapılarda yer alıyor. Diğer Budacı ülkelerde sık görülmeyen bir özellik olan bu durum, Lao halklarının Budacılık öncesinde yılan tanrılara olan inançlarının bir sonucu olarak değerlendiriliyor. Eski inanca göre, ırmaklar, yılan dolu; onlara adak adanmalı. Lao’daki tapınakların çoğu, yakın dönemlere tarihleniyor. Lao krallıkları, hem yakın dönemde kuruluyor hem de birçok tapınak, komşularla yapılan savaşlarda yakılıp yıkılıyor. Lao’da, ülkenin 1975’teki kurtuluşundan bu yana, iktidarda olan partinin adı, Lao Devrimci Halk Partisi. Günümüzde Lao Devrimci Halk Partisi, ML çizgiyi bırakmış bir parti olsa da, halkçı niteliğini koruyor. Çin’deki durumun tersine, polisin-askerin halka silah çekmesi sözkonusu değil. Gecekondular yıkılacaksa, gecekonduluya başka bir yer gösteriliyor ve ona bu yeni yerin tapusu veriliyor. Parti, halkçı niteliğini koruduğu ölçüde, iktidarda kalmayı sürdürecek. (*) Daha önce de yazdık: “‘Laos’, ‘Lao Ülkesi’ne Fransız sömürgecilerin verdiği ad. Ülkenin kamusal adı, Lao Elerkil Halk Kamuerki (Demokratik Halk Cumhuriyeti)”. Bu nedenle, yazıda ‘Laos’ yerine ‘Lao’ diyoruz.

Page 43: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

43

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (156): Lao’nun Yakın Tarihine Kısa Bir Bakış: Dünyada Kişi Başına En Çok Bomba Düşen Ülke Öncelikle, ‘Laos’ değil, ‘Lao’. ‘Laos’, ‘Lao Ülkesi’ne Fransız sömürgecilerin verdiği ad. Ülkenin kamusal adı, Lao Elerkil Halk Kamuerki (Demokratik Halk Cumhuriyeti). Lao, tarihte, Çin’in, Tayland’ın (o zamanki Siyam/Sayam) ve Burma’nın saldırısına uğruyor; ve bunların işgali altına giriyor. Lao, komşu ülkelerin yayılmacılığına karşı, Fransız sömürgeciliğine sığınmış bir ülke. Lao yönetimi, kendini bu üç işgal gücünden korumak için, Fransa’nın kanatlarının altına giriyor. Bu nedenle, Fransız sömürgeciliğine karşı, Lao yurtseverliği, geç gelişiyor. 1893’ten 1945’e dek ülkenin başında olan sömürge yönetimi, daha çalışkan olarak gördükleri Vietnamlı orta sınıfı, yönetici tabaka olarak, Lao kentlerinde konuşlandırıyor. Lao, Fransa için önemsiz bir sömürge; Lao’nun tutumyapısal (ekonomik) getirisi, yok denecek kadar az. Ancak Lao, Fransa’nın bölgesel çıkarlarının kalbi olan Vietnam’ı, batıdan gelebilecek İngiliz saldırganlığına karşı korumak için bir arabölge olarak önemli. 2. Paylaşım Savaşı’nın ardından, Japonların bölgeden ayrılmasından sonra, Lao, Vietnam’daki duruma benzer bir biçimde, bağımsızlık ilan ediyor (1945); ancak bu, Fransız sömürge ordusu tarafından bastırılıyor. Aynı ordu, 1954’te, Vietnam Halk Ordusu’na karşı yenilince, bir yandan, Vietnam’ın bağımsızlığını kabul edip ülkeden çekiliyor; bir yandan da, Lao’ya bağımsızlık ‘veriyor’. Ancak, Fransız-sonrası ‘bağımsız’ Lao, Amerikancı bir krallık olarak kuruluyor. 1954’teki bağımsızlık sonrasında, toplumsalcıları (sosyalist) ve kralcıları barış içinde birarada yönetime getiren, savaşçı ordusuyla kral ordusunu bütünleştirmeye çalışan anlayış, ABD’nin şiddetli karşı çıkışıyla çöküyor; ve bu barışçıl dönem, kral ordusu ve onun arkasındaki güç olan ABD’ye karşı yoğun ve kapsamlı bir halk savaşı dönemine evriliyor. Bu dönemde, barışçıl siyasalar ve barışçıl-savaşçıl askeri darbeler, birbirini izliyor. Bu iç savaş koşulları, daha sonra, toplumsalcıların yengisini getiriyor. Kuzey Vietnam, Güney Vietnam’a askeri malzemeleri Lao ve Kamboçya üzerinden gönderdiğinden, Vietnam-Amerikan Savaşı, Lao’ya da sıçrıyor. ABD askerleri, uluslararası hukuğa aykırı davranmakla suçlanmamak için, Lao’daki savaşı gizli bir savaş olarak sürdürüyorlar; savaşın varlığını, yakın zamanlara dek, kabul etmiyorlar. Kimi kaynaklar, aynı nedenle, savaşta, Amerikan uçmanlarının (pilot), saldırılarını sivil giysili olarak düzenlediğini belirtiyor. Vietnam-Amerikan Savaşı sırasında, Lao’ya, Laolu ve Vietnamlı ortaklaşmacı savaşçıları kırmak için 1.9 ton bomba atılıyor. 1964-1973 arasında, ABD’nin Lao’ya attığı bomba, 2. Paylaşım Savaşı’nda toplamda atılan bombadan bile fazla. Lao, dünyanın kişi başına en çok bomba atılmış ülkesi! ABD, Lao’yu bombalamak için, 9 yıl boyunca, günde 2 milyon Dolar harcıyor! 1954-1975 arasında gerçekleşen Lao İç Savaşı, ortaklaşmacı (komünist) Pathet Lao ile Amerikancı Lao Krallık Ordusu ve Amerikancı güçler arasında gerçekleşiyor. Pathet Lao ve Vietnamlı savaşçılar, dayanışma içindeyken; ABD, Güney Vietnam yanında Lao Krallık Ordusu’nu da destekliyor. Ayrıca, ABD, Lao’daki Hmong azınlıktan bir ‘gizli ordu’ kuruyor. Savaştan sonra, bunların büyük bir bölümü,

Page 44: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

44

ABD’ye kaçıp Amerikan yurttaşı oluyor. Bunlar, Lao’ya hâlâ diş biliyor; ve günümüzde Lao’daki tek tük olan bombalama olaylarının sorumluları olarak görülüyorlar. Bunlar, ABD kamplarında askeri eğitim almışlardı ve Amerikan silahlarıyla Laolu ve Vietnamlı savaşçıların üstüne sürülmüşlerdi. Bunlara ABD tarafından özerklik sözü verilmişti. Öte yandan, Hmongların tümü, Amerikancı değil. İçlerinde, daha önce Fransız sömürgeciliğine karşı savaşmış olanlar ve sonra Lao toplumsalcılarının saflarına katılanlar da var. Savaş bitiminde, Lao’nun 300 bin Hmong’undan Amerikan işbirlikçisi olan 120 bini, yurtdışına, özellikle ABD’ye kaçarken, toplumsalcıların yanında savaşan Hmonglar, üst düzey konumlara getiriliyor. Öte yandan, Hmong Gizli Ordusu’nun, bir dönem, üçte birinin Tay gönüllülerden oluştuğu düşünüldüğünde, Tayland’ın savaştaki sorumluluğu unutulmamalı. Lao İç Savaşı, Vietnam-Amerikan Savaşı’yla koşut bir çizgi izliyor. Barış görüşmeleri de (1973) bitiş de (1975), aynı yıllara denk geliyor. Lao’da Vietnamlı savaşçılar, Laolu yoldaşlarıyla birlikte savaşıyorlar. 2 Aralık 1975’te, Lao’da, 650 yıllık krallık yönetimi kaldırılıyor ve Lao Elerkil Halk Kamuerki kuruluyor. Direnişçiler, tüm o bombalara karşın, yine de kazanıyorlar. Patlamamış bombalar, günümüzde Laoluları öldürmeye ve yaralamaya devam ediyor. Lao, günümüzde komşularıyla sıfır düşmanlık siyasasını başarılı bir biçimde yürüten bir ülke. Ülkede, büyük oranda, Tay, Vietnam ve Çin yatırımı var. Başkentte, birçok Tayland ve Vietnam bankasını görmek olası. Ülkenin eski sömürgecisi Fransa’nın da çeşitli yatırımları bulunuyor. Vietnam’da da olduğu gibi, Lao’da savaş, geçmişte kalmış bir olay. Lao, bugün son derece barışçıl bir toplum. Ülke, dünyanın en genç nüfuslu ülkelerinden. Nüfusun çoğu, savaş sonrasında doğma. Öte yandan, Vietnam’daki durumun tersine, ülkede silah bulmak, zor değil. Yine de, Lao, bugün dünyanın en barışçıl ülkelerinden; ve öyle olmayı sürdürmesinin önünde bir engel bulunmuyor.

Page 45: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

45

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (155): Laos İzlenimleri Laos’un başkenti Vieng Çan (Fransızlar, ‘Vientiane’ yazıyorlar; ancak, doğrusu, ‘Vieng Çan’) ile ilgili ilk izlenimlerimiz, temiz, şirin, yeşil, sessiz sakin, güleryüzlü bir kent olduğu yönünde. Kentin adı, ‘sandal ağacı kenti’ anlamına geliyor; ancak, ortada pek sandal ağacı yok. Sokaklar, güvenli ve bakımlı; suç oranı, düşük. Kentte eşeysel (cinsel) işçilik ve dilencilik, çok düşük düzeyde. Sokakta yatan evsizler, çok az sayıda. Vieng Çan’da insanlar, erken yatıp erken kalkıyor. Akşam yemeği saatlerinden sonra, sokakta, pek kimse görülmüyor. Kentte çok az motosiklet var; Vietnam’daki durumun tersine, arabalar, özellikle cipler, çok sayıda. Vieng Çan’da daha az motosiklet oluşu, daha sessiz bir kent olmasını sağlayan nedenlerden biri olarak değerlendirilebilir. Kentte bu kadar cip olmasının uyuşturucu alsatçılığından kaynaklandığını ileri sürenler var. Kentte, yüksek yapı, neredeyse hiç yok. En yüksek yapı, Mekong Irmağı kıyısındaki bir gezmenevi (otel). ‘Don Chan Palace’ adındaki bu yapı bile, o kadar yüksek değil. Bundan sonra, iyi bilinen bir diğer yüksek yapı, ‘Patuxai’ (‘Patusay’ diye okunuyor) olarak adlandırılan yengi kemeri. Bu yapı dikilirken (1957-1968), Paris’teki ‘Zafer Takı’na özenilmiş. Bu bitmemiş yapı, gezmenlerin (turist) uğrak noktası. Buranın en üst katı (7. kat), kente kuşbakışı yapmak için en uygun yerlerden. Lao kızları ve kadınları, giydikleri geleneksel etekle dikkat çekiyor. Ancak, bu, eşey (cinsiyet) ayrımcılığının bir örneği olarak okunabilir. Erkekler, geleneksel giyinmezken; kadınlar, geleneksel giyinmek zorunda kalıyor. Vietnam’da, birçok kuruluşta, kadınlar, geleneksel giyinirken; aynısı, erkeklerden istenmiyor. Aynı biçimde, kimilerimiz için, ‘Japonya’ ya da ‘Kore’ denince ilk akla gelen imgelerden biri, geleneksel giysileri içinde bir genç kadınken, geleneksel giyimli erkekler pek akla gelmez. Vieng Çan, sınırdaki bir başkent olması dolayısıyla dikkat çekiyor. Vieng Çan’la Tayland arasında bir tek Mekong Irmağı var. Irmak, yağışsız mevsimde, neredeyse tümüyle kuruyunca, büyük kum alanları ortaya çıkıyor. Başkent, sınıra bu kadar yakınken, ortada askerin ya da sınır görevlilerinin olmaması, şaşırtıcı. Vieng Çan, irili ufaklı tapınaklarıyla ünlü şirin bir kent. Son zamanlarda Çin tapınakları da dikiliyor. Çinli gezmenlerin (turist) akınından olacak (Çin, Laos’un komşularından biri), birçok tabelada Çince de görülüyor. Generk (devlet) yapılarında, Laoca ve Fransızca yazılar var. Fransızca, sömürgeci geçmiş dolayısıyla, hâlâ ilk yabancı dil; ancak, genç kuşaklarla birlikte, yerini İngilizce’ye bırakıyor. Kentin kitapçılarında, genelağdan ücretsiz olarak indirilebilecek birçok Birleşmiş Milletler, Asya Kalkınma Bankası vb. yazanaklarının (rapor) basılı ve ücretli sürümü, rahatlıkla bulunabiliyor. Kentte, Tayland’daki ve Kamboçya’daki durumun tersine, kral sarayı yerine, generk başkanı sarayı var. Vieng Çan’daki yapılar, Lao, Çin, Tay, Fransız, Amerikan ve Sovyet etkileri taşıyor. Nüfusu 1 milyonu bile bulmayan Vieng Çan, mango ve hintcevizi ağaçlarıyla dolu, kuş seslerinin yaygın olduğu, sivrisineklerin dostluklarını esirgemediği, Mekong kıyısı boyunca hemen yarım saat yürüme uzaklığında köylerin başladığı bir başkent. Kent, kimilerine göre, dünyanın en rahat, en yavaş akışlı başkenti. Tayland ve

Page 46: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

46

Vietnam’daki kalkınmanın tersine, burada yeşil alanlara (henüz) dokunulmamış. Nüfus az olduğundan olsa gerek; kentte, seslek (telefon) numaraları, yalnızca 6 basamaklı. Kentin 1928’deki nüfusu, yalnızca 9 bin! Günümüzde bu 1 milyonu bulmayan nüfus, ‘ölçek etkisi’ olarak adlandırılan etkinin ortaya çıkmasını engelliyor. Kentin temel toplumsal hizmetleri, yetersiz. Vieng Çan’da, sokaklarda, Vietnam kentlerinde de olduğu gibi, orak-çekiçli bayraklar dalgalanıyor. Laos, kan kardeşi Vietnam gibi, dışa açılıp sermayecileşmeye çalışan eski toplumsalcı (sosyalist) bir ülke. Ancak, bu süreç, Vietnam ve Çin’dekine göre yavaş aktığından, toplumsalcı özelliklerini büyük ölçüde koruyan bir ülkeyle karşılaşıyoruz. Öte yandan, Laos, diğer eski toplumsalcı ülkelerin tersine, Budacılık’la toplumsalcılığın içiçe geçtiği bir ülke. ‘Budacı toplumsalcı bir ülke’ olarak biliniyor. Vieng Çan’da iki Vietnam tapınağını ziyaret ediyoruz. Budacılık, baskıcı ve izleyicilerinden “çok şey isteyen” bir din/dünya görüşü olmadığından; birçokları, pek de inançlı olmasalar da, Budacı tapınağına gidip tütsü yakıp dilek diliyorlar. Daha sonra, bir Kuzey Kore aşevi (lokanta) olan Pyongyang Aşevi’ni buluyoruz. Burada, divididen, karaoke amacıyla, Kuzey Kore şarkıları çalıyor. Aşkonukçu (garson) kızlar, hanboklu (geleneksel Kore giysisi). 3 aşkonukçu ve 1 yönetici kız, Pyongyang’dan. Güney Kore aşevlerinin tersine, yan tabaklar gelmiyor. Buraya Güney Kore t-gömleğiyle gidiyoruz yanlışlıkla! Kuzey Kore içkisi alıyoruz dostlar için. Günü, Mekong kıyısına çok yakın olan, kentin göbeğinde yer alan bir Türk aşevinde (Laos’un tek Türk aşevinde), ev yemekleri yiyerek bitiriyoruz. İstanbul Restaurant’ı işleten İstanbullu soyak (aile), oldukça konuksever. Çeşit çeşit Türkiye yemeğiyle, uzaktaki memleketi, Laoslulara tanıtarak, çok iyi bir iş yapıyorlar. Laos’a yolu düşen her yolcunun uğrayıp soluklanabileceği; uzun süredir yolda olanların bir çay içip sohbet edebileceği güzel bir ortam. Madem ki, güzel bir ortam burası; yazıyı tam da burada bitirelim...

Page 47: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

47

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (154): Asya Kimlikleri Asyalılık kavramı, tutumyapısal (ekonomik) gücün Asya’ya kaymasıyla birlikte daha çok gündeme geliyor. Bu Asyalılılık kavramıyla ilgili tartışmalarda ise, çeşitli düzeylerdeki kimlik konuları ele alınıyor. Büyük çeşitlilik gösteren bu konulardan şöyle bir demet sunabiliriz: - Uluslararası medyada Asya kökenli ürünler yaygınlaşıyor. Bolivud izitleri yanında, Japon, Çinli ve Güney Koreli yönetmenlerin çalışmaları, dünyada büyük ilgi uyandırıyor. Ayrıca, ‘Denizler Hakimi’ (‘Hae-sin’, ‘Emperor of the Sea’) gibi Güney Kore dizilerinin dünyanın dört bir yanından hayranları var. - Eskiden toplumsal amaçlı yardım izdüşülerinde (proje), çoğunlukla, Kuzey Atlantik ülkelerinden gelen fonlar kullanılırdı. Günümüzde, Çin, Japonya ve Güney Kore’nin generk dışı örgüt (NGO) çalışmalarında etkisi artıyor. Özellikle dikkat çeken, Çin’in toplumsal yardım amaçlı yatırımları. Bunların Asyalı imgesine ve kimliğine yönelik etkileri bulunuyor. - Günümüzde insanların başka bir ülkeye göçmesi, daha kolay ve hızlı oluyor. Asya dışında yaşayan birçok Asyalı var ve Asya’da yaşayan birçok Asyalı olmayan var. Asya’dan diğer ülkelere büyük bir göçmen işçi akışı var. Bir yandan da, Asya içinde ve Asya ve diğer anakaralar arasında gelişmiş karışık kimlikler ortaya çıkıyor (örneğin, anne, Çinli; baba, İspanyol vb). Bu karışık kimliklilerin sayısı, gün geçtikçe artıyor. Bunların da Asyalı kimliğine büyük etkisi var. Bu nedenle, Asyalılarla yabancıların evlilikleri ve Asyalı içi evlilikler inceleniyor. Vietnam’da, Çin’de ve Kamboçya’da yabancılarla evlilikler artıyor. Bunun dışında, Japon damat, Tayvanlı damat, Singapurlu damat, Güney Koreli damat ile Vietnamlı gelin, Taylandlı gelin, anakara Çinlisi gelin vb. türden evlilikler mercek altına alınıyor. Tayland’da, kentlerde ve özellikle köylerde yaşayan birçok yabancı var. Bunlar da, ayrı bir araştırma konusu. - Bu bağlamda, ülke düzeyinde yapılmış çalışmalar da var. Kimi çalışmalarda, Güney Asya ülkelerindeki (Bangladeş, Bhutan, Hindistan, Maldiv Adaları, Nepal, Pakistan, Sri Lanka) budunsal (etnik) çatışmalar, çeşitli boyutlarıyla inceleniyor. - Diğer bir konu, Asya’da kadın kimliği ve kadın hakları. Asya ülkeleri, bu açıdan, büyük çeşitlilik gösteriyor. Toplumsalcı (sosyalist) geçmişi olan ve/ya da Budacı çoğunluğa sahip olan ve/ya da çok sayıda dinsaymazın (ateist) bulunduğu Asya ülkelerinde, kadınların durumu, birkaç ayrıcalıklı durum dışında, çok daha iyi. Hindistan’daki Hindu ve Muhammedci tutuculuğu, bunların kadına aşağılayıcı bakışı ve kadın düşmanı gelenekler yanında, ülkede yavaş yavaş gelişen dişilci (feminist) hareketler de inceleme konusu. - Yer temelli alt-kimlikler de inceleniyor. Bunların Asya kimliğini etkilediği, tartışılmaz bir gerçek. Sıklıkla incelenen konular şunlar: Kuzey Tayland’daki İsan ekini, Güney Tayland’daki Muhammedciler; Kuzey Japonya’daki Ainu (Utari) halkı; Güney Japonya’daki Okinawalılar; Çin’deki ve Laos’taki azınlıklar vb. - Tarihsel yapıların ve ekinsel kalıt (miras) niteliği taşıyan şenlik türü birtakım etkinliklerin korunması, Asya kimliği tartışmalarında öne çıkan konulardan. Daha önce Kuzey Atlantik ülkelerinin sömürgesi olan Asya ülkelerinde, yabancıların sömürgecilik döneminde yaptığı yapılara karşı biraz çelişik bir bakış var. Bu yapılar, bir yandan, sanatsal değerleri nedeniyle korunuyor; bir yandan da, sömürgeci geçmişin izleri olarak silinmeye çalışılıyor. Dahası, gökdelen dikmeye meraklı kimi Asya kentlerinde, bu tarihsel yapılar, yeni alışveriş özekleri açmak adına yıkılıyor.

Page 48: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

48

- Bir diğer konu, Güneydoğu Asya Birliği örneğinde olduğu gibi, Asya ülkelerini biraraya getirip uzak gelecekte Avrupa Birliği gibi bir güç yaratma çabası. Asya’daki birlik çalışmaları, Avrupa Birliği’nin ilerlemiş bütünleşme süreçlerinden çok uzak; ancak, tam da bu nedenle, konu üstüne araştırma yapılıp farklar inceleniyor. Bu noktada, bir diğer bağlantılı konu ise, Asya’da birden çok ülkeyi ilgilendiren sorunlar. Örneğin, Endonezya’daki hava kirliliğinin Singapur’u etkilemesi; Myanmar’dan ve Bangladeş’ten diğer ülkelere kaçan göçmenler/azınlıklar; Tayland ile Kamboçya arasındaki tapınak kavgası türünden sınır çatışmaları vb. - Dil ve kimlik ili şkisi de, incelenen konulardan. Çokdilli olan Hindistan ve Endonezya gibi ülkelerde bu konu, büyük önem taşıyor. Generk (devlet) tarafından tanınmış azınlık dilleri yanında, kabul görmeyen diller de var. - Bir diğer konu ise, güncel medyanın Asya kimliğine etkisi. Genelağ (internet), değişik ülkelerden birçok Asyalı’yı biraraya getiriyor. Günlük gazeteler, Asyalılar arasında dostluğu pekiştirebileceği gibi, düşmanlıkları da körükleyebiliyor. ‘Asya’ ya da ‘Asyalı’ benzeri adlara sahip dergiler ise, Asya kimliği oluşumunda kilit nitelikte. Bu dergilerin çabalarıyla, Asyalılar, birbirlerini daha iyi tanımakla kalmıyor; aynı zamanda, gelecekte birlikte neler yapabileceklerini düşünme olanağına kavuşuyor. Asya kimliği, ancak Asyalı bir medya ile olası... İlgilisine Kaynak Srinakharinwirot Üniversitesi. Asya Kimlikleri Uluslararası Konferansı: Küreselleşmiş Bir Dünyada Yönelimler, 2011. Bangkok, Tayland.

Page 49: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

49

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (153): Vaşington Portakalı Çürürken... (1) Sermaye düzeninin tutumyapısal (ekonomik)/ akçal (finansal) bunalımı, dünyayı olduğu kadar, tutumbilimcileri de (iktisatçı) sarsmayı sürdürüyor. Tutumbilim alanında yapılan temel bir ayrım, olgusal (pozitif) ve düzgüsel (normatif) önermeler arasındakidir. Buna göre, olgusal önermeler, dünyayı betimlerler; temel olgulara ve sayısal verilere dayanırlar. Bu tür önermeler, “-dir, -dır” ile biter. Düzgüsel önermeler ise, ‘-meli, -malı’ biçimindeki önermelerdir. Bunlar, öneriler, öznel görüşler vb. içerir. Tutumbilimin ürettiği bilgiler, gerçek yaşamda uygulamaya döküldüğünde, daha çok ‘-meli’ler, ‘-malı’lar sözkonusu olur. Ancak, Sovyetler’in çöküşünden sonra, “bırakınız yapsınlar”cı talan düzeni, kendi ‘-meli’, ‘-malı’larını sanki evrensel olarak kabul gören temel bilgiler, tartışma bile gerektirmeyen kesinkes doğru öneriler olarak tezgahlamaya başladı. Sovyetler çökmüştü. Sermaye düzeni kazanmıştı. “Artık, bundan sonra, toplumsalcılığın çalışmadığı ortadaydı.” Serbest piyasa kazanmıştı. Vaşington Oydaşımı (konsensüs) olarak adlandırılan İMF, Dünya Bankası vb. kuruluşlar, bu özgüvenle ve Thatcher-Reagan ikilisi ve eşlemlerinin uyguladığı özelleştirme siyasalarıyla daha da palazlanmış; eski toplumsalcı ülkelere bile, serbest piyasa reçetesi yazabilecek kadar cüretkar olmuştu. Yengi sarhoşluğuyla geçen 1990’lı yıllardan sonra, 11 Eylül 2001’e geldik. Saldırı dolayısıyla ABD’de yatırımların düşmesinden korkan Amerikan yönetimi, faizleri düşürdü. O arada, ‘nokta kom (dotcom)’ olarak adlandırılan genelağ (internet) şirketlerinin balonu patladı. Düşük faizlerle gelen ucuz ödence (kredi), taşınmaz (gayrımenkul) pazarını şişirdi. Bütün bunlardan önce, Reagan ve sonrasında gelenler, pazarlar üzerindeki denetimleri kaldırmış; ABD’nin ve demek ki dünyanın yazgısını, denetlenmeyen şirketlerin kamu yararı gütmeyen kararlarına bağlamıştı. Bu süreçte, daha az yitesili (riskli) olan alsatçı (ticari) bankacılık ve daha çok yitesili (riskli) olan yatırım bankacılığı arasındaki ayrım, silindi. Bu, toplamdaki yitesiliği arttırdı. Bütün bunlar, tüketiciliğe ve ödenç kartlarıyla borçlanmaya dayanan bir düzenin sağladığı altyapı üzerine oturdu. Marksçı yeryazımcı (coğrafyacı) David Harvey’in, tutumyapısal/akçal bunalımla ilgili oldukça bilgilendirici bir konuşması bulunuyor. Bu konuşmada, Harvey, bunalım için sayılan nedenleri şöyle sıralıyor: İnsanların zayıflığı (insan doğası, açgözlülük, içgüdüsel davranışlar, yatırımcıların kuruntuları vb.), kurumsal yanlışlar (denetçilerin elleri uyargada (alarm) uyuyakalması vb.), yanlış bir kurama saplanıp kalma (pazarların verimliliğine yönelik yanlış inanç vb.), ekinsel nedenler (Anglosakson hastalığı; Yunan özyapısı (karakter); ABD’de evsahipliğinin ekinsel bir değer olması vb.), siyasaların başarısızlığı (yanlış türden düzenlemeler vb.), sermaye birikiminin uluslararası çelişkileri, dizgesel (sistemik) yitesiliğin gözden kaçması vb. Kuşkusuz, başka çokça neden sayılabilir: 1990’lardaki aşırı yatırım nedeniyle, 2000’lerdeki yatırımın, düşük faizlere yanıt vermemesi (diğer bir deyişle, düşük faizin daha fazla yatırıma yol açmaması); konut pazarı balonunun patlaması; üretimsel olmayan harcamalar; daha önce Vietnam-Amerikan Savaşı örneğinde olduğu gibi, ABD’nin Irak’a ve Afganistan’a yönelik aşırı harcamaları (tutumbilimci Stiglitz’in yaptığı hesaplamalara göre, ABD’nin bu iki işgal için yaptığı toplam harcama, 3 trilyon Dolar. Bir, 3 trilyon Dolar da, diğer ülkelerin gideri. Oysa, Amerikan generkinin (devlet) hesabına göre, işgaller, yalnızca (!) 50 milyar Dolar tutacaktı. Savaş, üretime

Page 50: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

50

yönelik bir harcama olmadığı için, tüm para, kara deliğe gitmiş oluyor); Güneybatı Asya’daki (egemenler, burayı ‘Ortadoğu’ olarak adlandırıyor) Amerikan işgalinden kaynaklanan kalımsızlık (istikrarsızlık) nedeniyle, yeryağı (petrol) ederlerinin artması; yeryağı tabanlı kalkınma kipçikleri (model) dolayısıyla, varlığın, yeryağı dıştanalan ülkelerden yeryağı dışasatan ülkelere (örneğin Suudi Arabistan) kayması; “batması korkunç olacak kadar büyük” şirketlerin gücü vb. Bunalımın nedenlerinden günümüze (2007-2011) geçersek, batan şirketlerin kurtarıldığını; bu şirketleri batıranlara ödül olarak eközendirici (bonus) verildiğini; zenginler için vergi indirimleri uygulanırken, toplumsal harcamaların kısıldığını görüyoruz. Kuşkusuz, bu, kitlelerde öfkeye yol açıyor. Öğrenciler ve işçiler, çeşitli eylemler yapıyor. Özellikle Avrupa’da, genel grevler, günlük yaşamı kilitliyor ve işçinin gücünü gösteriyor. Yararların özelleştirilip zararların kamusallaştırılması, protesto ediliyor. Şirketler ve generkler, sorumluluk sahibi olmaya çağırılıyor. Bunalım için, tutumbilimciler, bankacılar ve siyasetçiler suçlanırken, bedel ödeyenler onlar değil, kitleler. İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2010). Economic crisis, ethics and technics: Where is the drawing line between positive economics and normative economics? (AAGS 2011: the Global Future: Issues and Trends for the 21st Century. Asia Association for Global Studies 2011 Conference. 12-13 Mart 2011, Tokyo, Japonya.)

Page 51: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

51

(2) 2010, “bunalım, büyük bir olay değil. Bu yıl sonunda çıkarız işin içinden” vb. diyenler için, bir düş kırıklığı yılı oldu. 2010’un bir geçiş yılı olacağı söyleniyordu; onun yerine, kötüdüş oldu. Yunanistan’da ve İrlanda’da, Avro bunalımı ortaya çıktı. Kuzey Atlantik’te işsizlik oranı, % 10 dolaylarında. Bunalım, Amerikan egemenliğinin çöküşü ve Avrupa’nın sönüşü anlamına geliyor. Kimi araştırmacılar, bu durumu nitelemek için, ‘Amerika-sonrası düzen’ sözünü kullanıyorlar. Amerika’nın askeri ve siyasal olarak geri çekilişi sözkonusu. Irak’taki ve Afganistan’daki savaşın Iraklılaşması ve Afganlaşması sürecindeyiz. Ne demek oluyor bu? Vietnam-Amerikan Savaşı’nda, ABD, savaşın sonlarına doğru, yavaş yavaş çekilip, komutayı Güney Vietnam Ordusu’na bırakmıştı. ABD, kamuoyunun tepkisi nedeniyle, artık, kendi çocuklarının ölmesini istemiyordu. Onun yerine, bölgedeki Amerikan çıkarlarını Güney Vietnamlılar savunacak; Amerikan çıkarları için, Amerikalı gençlerin kanı yerine Güney Vietnamlı gençlerin kanı dökülecekti. İşte aynı süreç, Irak’ta ve Afganistan’ta da geçerli. Öte yandan, Çin, yükselişte. Bunalım sonrasında, Çin’in Afrika’daki ve Güney Amerika’daki yatırımları arttı. Ek olarak, Çin ile ABD arasında ‘kur savaşı’ (diğer adıyla, ‘para savaşı’) yaşanıyor. ABD, Çin parasının değerinin yapay olarak düşük tutulduğunu belirtiyor ve Çin’den yuanın değerini arttırmasını istiyor. Böylece, ABD, uluslararası pazarlarda daha üstünlüklü bir konumda olmayı amaçlıyor. Çin, yuanın değerini az da olsa arttırdı; ABD, daha fazlasını istiyor; ancak, eskisi gibi güçlü olmadığından, Çin’e her istediğini yaptıramıyor. Çin, yuanın değerini daha da arttırırsa, ABD’nin uluslararası pazarlardaki durumu iyileşecek; ancak, öte yandan, Çin mallarının pahalılanması, ABD ve diğer birçok ülkede yaşam pahalılığına katkıda bulunacak. Bunun dışında, Çin’in dünyanın en büyük yedek parasına (rezerv) sahip olduğunu belirtelim. Bu paraların çoğu, Amerikan Doları. Amerikan Doları’nın bunalımdan sonra güvenilmez bir para olması dolayısıyla, Çin, yedek parasını Amerikan Doları dışındaki başka paralara ve altına çevirmek istiyor. Bu, ABD’yi daha da korkutuyor. Dahası, Çin, yuanın uluslararası yedek para olarak kullanılması için hazırlıklar yaptığını açıkladı. ABD’nin korkularına, yeni korkular ekleniyor. Bunalım dolayısıyla, Kuzey Atlantik’te tüketim tabanlı kalkınma kipçiği (model) çökerken; aynı zamanda, Asya’da dışasatım tabanlı kalkınma kipçiği de çöküyor. Çöküyor çünkü Asya’da üretilenlerin başmüşterisi, Kuzey Atlantik. Bu bağlamda, yeni kalkınma kipçikleri tartışmaya açılıyor. 1997 Asya Akçal (finansal) Bunalımı’yla karşılaştırmalar yapılıyor; günümüzdeki bunalımın 1997’de olduğu gibi bulaşma etkisi gösterip göstermeyeceği ve gösterecekse ne biçimde göstereceği (diğer bir deyişle, bunalımın bir hastalık gibi yayılma süreci) tartışılıyor. (Gerçi, ‘hastalık’ çoktan bulaştı birçok ülkeye. Bu, geç kalmış bir soru.) Asya Akçal Bunalımı’nın Endonezya’da Suharto’nun 32 yıllık yönetimini tuzla buz etmesi gibi, günümüzdeki bunalımın da tahttan düşüreceği ‘ağalar, paşalar, beyler’ olması bekleniyor. Bir yandan da, işsizliğin dışsallıkları olarak adlandırılan ‘suç’ (suçu tırnak içine aldık; çünkü burada, ‘suç’, egemenlerin tanımına dayalı. Bilindiği gibi, egemenlerin düzeninde, büyük çaplı dolandırıcılar, çoğunlukla, suçlu sayılmıyor), ve özkıyım (intihar) oranları vb. artıyor; gösteriler yaygınlaşıyor. Bunalım ülkelerinde, güvenlik, daha ciddi bir sorun olmaya başlıyor. ABD, bunalımdan önce de, bir ‘cezaevi toplumu’ olarak adlandırılıyordu. ABD’de milyonlarca kişi hapiste. Biraz girip

Page 52: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

52

çıkıyorlar, bir daha girip bir daha çıkıyorlar. ABD, dünyada kişi başına en çok mahkum düşen ülkelerden. Dolayısıyla, ABD’nin bir ‘cezaevi toplumu’ oluşu, yeni bir olgu değil; ancak, ‘suç’ oranları, daha da artıyor. Sözde kalkınmanın getirdiği bu ve benzeri toplumsal zararlar, Kişi Başına Düşen Yerel Gelir hesaplamalarında, bir harcama olarak, gelire ekleniyor. Oysa, bunların gelirden düşülmesi gerekir. Diğer bir deyişle, Kuzey Atlantik’teki kalkınma, söylenildiği gibi yüksek düzeyde değil; toplumsal zararlar sözkonusu; bu ülkeler, tüketicilik, borçlanma ve ödenç (kredi) kartlarına dayanıyor; yaşam, pahalı; insanlar, mutsuz vb. İşte sermaye düzeninin bu bunalımı, bu ve benzeri birçok sorunu, ortalığa saçtı. Bu sorunlar, önceden var olsa da, günümüzde, daha sıklıkla dile getirilir oldular. Peki kim kurtaracak sermaye düzenini? Eskiden olduğu gibi, Keynes girdi oyuna. Keynes’e göre, bunalım zamanlarında tüketim düşük olduğundan ve yatırımcılar, batma korkusuyla, yatırım yapmaktan ve böylece yeni işler yaratmaktan kaçındığı için, generk (devlet), araya girmeli; generk, işsizlik sorununu çözmek için, büyük işveren olarak, uzun erimde yüksek getirisi olacak, altyapı, kılgıyapı (teknoloji), eğitim vb. harcamalar yapmalıydı. İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2010). Economic crisis, ethics and technics: Where is the drawing line between positive economics and normative economics? (AAGS 2011: the Global Future: Issues and Trends for the 21st Century. Asia Association for Global Studies 2011 Conference. 12-13 Mart 2011, Tokyo, Japonya.)

Page 53: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

53

(3) Tutumyapısal (ekonomik)/ akçal (finansal) bunalımla birlikte, tutumbilimcilerin konumunun sarsıldığı söylenebilir. Ders kitaplarında, “sakın para basmayın; para basmak, çıkmışlık (enflasyon) yaratır” denirdi; hâlâ da öyle deniyor. Ancak, dünyanın çeşitli ülkeleri, bunalımdan çıkmak için para basıyor. Ya kitaplar değişmeli ya da yönetimler. ‘Tutumbilimcilerin kestirim gücü ya da öngörü gücü’ adına ne varsa hepsi, bunalım depreminin altında kaldı. Tutumbilim bölümlerinin uygulamaya dönük olmayan daröbekçil, içrek (batıni, ezoterik), gereksizcesine kılgısal (teknik) kuramlar öğrettiği; bunların aktarana da aktarılana da bir yararı olmadığı, bunalımdan önce de yakınılan bir olguydu; bunalımla birlikte daha çok dile getirilir oldu. Daha önceki görüşlerin tersine, tutum‘bilim’in bilim olmadığı, demek ki tutum‘bilim’cinin bilimci olmadığı; tutum‘bilim’cinin düşünsel bir hizmetçiden başka birşey olmadığı türünden, bunalımdan önce de doğru olan görüşler, bunalımla birlikte yaygınlık kazandı. Tüm bu toz ve duman arasında, Keynes’i suçlayanlar da var; sanki, Keynes’gil siyasalar, bunalımdan sonra değil de önce gelmişmiş gibi. Keynes, bunalımdan çıkmak için, generkin (devlet) denetsiz bir biçimde, istediği gibi ve istediğine para dağıtmasını önermemişti. ABD’de, halktan vergi olarak çalınan paraların, ‘bunalımdan çıkma’ adı altında genel müdürlere yedirilmesi, kesinlikle Keynes’gil değildir. Bu, olsa olsa, ABD’de rüşvetin daha bir görünürleştiğini gösterir. Keynes’gil siyasalar nedeniyle, generkin açık vermesini eleştirenler var. Ancak, bunlar, kısa erimli düşünenler. Konuya uzun erimli olarak bakıldığında, yüksek getirisi olan Keynes’gil yatırımların, uzun erimde açığa değil, fazlaya yol açacağı ortada. Örneğin, eğitime yapılan yatırım, bugün bütçe açığına yol açsa da, yarın daha eğitimli bir i şgücünü getireceğinden, bütçe fazlası yaratabilecek. Tutumbilimci Stiglitz, bu noktalara açıklık getirdikten sonra, tersten bir tehlikeye de dikkat çekiyor: Bu, açık tapıncakçılığı (fetişizm). Bu tür tutumbilimciler ve siyasetçiler, yukarıda anıldığı gibi, “generk harcasın; nasıl olursa olsun yine de harcasın” gibi yanlış bir görüşe sahip. Bunalımla birlikte, merkez bankalarının konumu da, daha bir sorgulanır oldu. Bunların özel banka gibi çalıştığı, akçal sermayeyi kayırdığı vb. eleştiriler yaygınlaşıyor. ABD’de faizlerin % 0’a yaklaşmasıyla, “Merkez Bankası ne işe yarar? Kendine bile bir yararı var mı?” gibi sorular soruluyor. Yazının başında belirttiğimiz olgusal (pozitif) ve düzgüsel (normatif) önermeler arasındaki ayrım, yeniden ele alınıyor. Yeni-serbestçilerin (neo-liberal) kendi öznel önerilerini (düzgüseller) temel gerçekler (olgusallar) olarak nasıl kabul ettirebildikleri sorusu mercek altına alınıyor. Bu süreçte, işlembilimin (matematik) etkisi, büyük. İşlembilim, bir bilim olmayan tutum‘bilim’e bilim havası veriyor. Bir araştırmacının belirttiği gibi, belirsizlik, ahlaksal (ve dolayısıyla öznel) bir konu olabilir; ancak, onu işlembilimle donatıp, ona ‘yitesilik’ (risk) adını verdiğimizde, konu, kılgısal (teknik) (ve dolayısıyla nesnel) bir nitelik kazanıyor. İşlembilim zırhı, yeni-serbestçi zırvaların tartışmasız doğrular olarak yıllarca kabul edilebilmesini sağladı; birçok öğrenciye pazarların yüceliği vb. türünden zırvalar öğretildi; beyinler yıkandı. Bunalımın olumlu bir etkisi, çoğulcu ve aykırı yaklaşımlara ilginin artması ve bunların yaygın iletişim araçlarında daha sık görünmeleri biçiminde karşımıza çıkıyor. Ayrıca, tutumbilimciler ile, toplumbilimciler, siyasetbilimciler ve diğer çeşitli toplumsal bilim alanlarından araştırmacılar arasındaki ortak çalışmalar, eskisine göre daha çok değer görüyor. Tutumbilim, gerçek yaşamı, kendi başına açıklayamadığının ve açıklayamayacağının farkına varıyor.

Page 54: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

54

Bunalım, küresel eşitsizlikleri yoksayan ve tutumyapısal büyümeyi, bir ülkenin temel başarı göstergesi olarak gören yaklaşımları zayıflattığı için, Asya halkları ve dünya halkları için olumlu özellikler taşıyor. Artık, küresel eşitsizlikler daha sık dile getiriliyor. Peki bunca adaletsizlik sürdürülebilir mi? Böyle gelmiş böyle gider mi? Kısa erimde böyle gidecek gibi görünse de, uzun erimde gitmeyeceği açık. Birçok ülkede, bunalım, kitlesel hareketlerin gücüne güç kattı. Kimi ülkeler, büyük gösterilerle karşı karşıya. Küresel sermayenin kendi iç çelişkileri de derinleşiyor. Bir çöküş gerekliydi zaten, yeni bir dünya kurabilmek için. Dünyanın dört bir yanından hak arayıcısı, egemenleri şeffaf olmaya ve kamusal katılım hakkını dikkate almaya çağırıyor. Onların çabası, tutumbilimcilerin yeni-serbestçi zırvalıkları açığa çıkarıp, gerçekleri ve yalnızca çıplak gerçekleri dile getirmeleriyle daha da güçlenecek. Yeni-serbestçi zırvaların beyinlere verdiği zararı sağaltmak için yine de çok uğraşmak gerekiyor. Sonuçta, beyinler, gerçeklerden daha yavaş değişiyor. (bitti) İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2010). Economic crisis, ethics and technics: Where is the drawing line between positive economics and normative economics? (AAGS 2011: the Global Future: Issues and Trends for the 21st Century. Asia Association for Global Studies 2011 Conference. 12-13 Mart 2011, Tokyo, Japonya.)

Page 55: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

55

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (152): 2010’da Asya-Pasifik’te İnsansal Gelişim (1) 2010’da, Asya-Pasifik’te, insansal gelişim (eğitim, sağlık, gelir düzeyi vb.) açısından ne tür bir çizge karşımıza çıktı? Hangi alanlarda ilerlemeler ve gerilemeler görüldü? Bunların bölgesel bütünleşme çabalarına katkısı ne olabilir? Asya-Pasifik, türdeş olarak belli bir ilerleme çizgisi mi izliyor; yoksa ülkeler, yollarına birbirlerinden farklı yörüngelerde mi devam ediyor? Bu soruların yanıtları, çoğunlukla, Birleşmiş Milletler Kalkınma İzlencesi’nin 2010 İnsansal Gelişim Yazanağı’nda (rapor). Yazanağa göre, Asya-Pasifik, eğitim, sağlık ve gelir alanlarında, dünya ölçeğinde en yüksek ilerleme hızına sahip. Bölge insanı, bugün ortalama olarak 73 yıl yaşarken; ortalama yaş, 1970’te 59’du. Okuryazarlık oranı, 1970’te % 53 iken, 2010’da % 94’e sıçradı. 1970’ten bu yana, insansal gelişimde en hızlı büyüyen ilk on ülkeden, beşinin, Asya’dan çıktığını görüyoruz. Bunlar, Çin, Nepal, Endonezya, Laos ve Güney Kore. Yalnızca gelir düzeyindeki artış değerlendirildiğinde, ilk on ülkeden yedisinin Asya’dan olduğunu görüyoruz. Bunlar, Çin, Güney Kore, Hong Kong (Hong Kong, artık Çin’in bir parçası olsa da; hesaplamalarda, ayrı bir bölge olarak inceleniyor), Malezya, Endonezya, Vietnam ve Hindistan. Öte yandan, yoksulluk, eşeysel (cinsel) ayrımcılık ve eşitsizlik, bölgenin temel sorunlarından. Dünya yoksullarının % 15’i, Doğu Asya’da ve Pasifik’te iken; % 51’i, Güney Asya’da. Demek ki, Asya, dünya yoksullarının toplam % 66’sına sahip. Diğer bir deyişle, yazanağın çizdiği iyimser resim, kendi yoksulluk verileriyle bile uyuşmamış oluyor. Bölgede, yoksulluğa ek olarak, gelir uçurumunun bir yandan yoksullar ve varsıllar arasında, bir yandan da kırla kent arasında açıldığı görülüyor. Yazanak, 2010’a dek, kişi başına düşen geliri, ortalama bir değer olarak hesaplıyordu; gelir uçurumunu gözden kaçırıyordu. Bu açıdan, iki değil, dört tür ülke var: Ortalama gelirin ve gelir dağılımı eşitsizliğinin yüksek olduğu ülkeler (bunlar, çok yaygın); ortalama gelirin yüksek olduğu, ancak gelir dağılımı eşitsizliğinin düşük olduğu ülkeler (bunlara, pek rastlanmıyor); ortalama gelirin düşük olduğu, gelir dağılımı eşitsizliğinin yüksek olduğu ülkeler (bunlar, çok yaygın); ve ortalama gelirin ve gelir dağılımı eşitsizliğinin düşük olduğu ülkeler (bunlar, orta düzeyde yaygın). 2010 yazanağında, bu sorunun giderildiği; eşitsizliklerin de hesaplamalara girdiği görülüyor. Bu, toplumların gelişmesi dışında, onların gönencini (refah) ölçme yöntemlerinin de geliştiğini gösteriyor. Ayrıca, eşeysel eşitsizlik de, Asya-Pasifik için çözülmesi gerekli önemli bir gündem konusu. Birkaç ayrıcalıklı durum dışında, kadınların siyasete katılımı ve diğer göstergelerde, bölge, dökülüyor. Çin’de gelir düzeyi, 1970’ten bu yana 21 kat artmışken, sağlıkta ve eğitimde gerilemeler yaşanıyor. Demek ki, gelir düzeyindeki ilerlemeyle, sağlıktaki ve eğitimdeki ilerleme arasında bir zorunluluk ilişkisi bulunmuyor. Çin, sermayeci bir ülkeye evrilirken, sağlıkta ve eğitimde özelleştirmeler de yaygınlaşıyor. Bunun bir sonucu olarak, yurttaşlar, daha yüksek gelir alsa bile, bu gelir, sağlığa ve eğitime gidiyor. Çin generki (devlet), sağlık ve eğitim hizmetlerinden büyük ölçüde çekilmiş durumda. Kaldı ki, yukarıda belirttiğimiz gibi, Çin’de gelir düzeyindeki 21 katlı artış, eşit bir dağılım göstermiyor. Çinlilerin büyük bölümü, çok düşük aylık alıyor ve vahşi sermaye düzeni koşullarını yaşıyorlar. Konuyla ilgili tartışmalarda, ‘sürdürülebilirlik üçgeni’ kavramı ortaya atılır. Bu üçgenin çeşitli sürümleri bulunmakla birlikte (hatta

Page 56: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

56

dörtgen, beşgen, çember türü sürümleri de var), özetle, üçgen kipçiği (model), üç noktanın, kalkınma tartışmalarında, birarada ve dengeli bir biçimde ele alınması gerektiğini savunur: Tutumbilimsel (ekonomik) ölçütler, toplumsal ve çevresel ölçütlerden bağımsız olarak düşünülmemelidir. Bir ülkenin ortalama gelir düzeyi, aşırı artabilir; ancak, bu artış, toplumsal sorunlara (gelir adaletsizliği nedeniyle yaşanması beklenen sorunlar, ‘suç’ vd.) ve/ya da çevre sorunlarına (kirlilik vb.) yol açıyorsa, uzun erimde sürüp gitmesinin zor olacağı öne sürülür. Çin, tam da bu dengesiz büyümeye bir örnek olarak verilebilir. İnsanı odağına almayan kalkınmanın yoksul kitlelere bir yararı olmuyor. Yazanakta, az bilinen, ancak çarpıcı olan veriler de yer alıyor: Gelir dağılımı eşitsizliği dikkate alındığında, dünya yoksullarının neredeyse yarısının (844 milyon) Hindistan’da yaşadığı ortaya çıkıyor! Hindistan’ın 8 altbirliğindeki (eyalet) toplam yoksul sayısı (421 milyon), Afrika’daki toplam yoksul sayısından (410 milyon) daha yüksek! Bu kadar açık bir veriyi, yazanağın kendisi sunarken, yine de, Asya’nın ilerlediğinin söylenmesinde ya kötü niyet aranmalı; ya da bu ‘yaman çelişki’, yönetimleri öfkelendirmeden söyleceğini söyleme çabası olarak değerlendirilmeli… İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2010). Human development in Asia-Pacific in 2010: Challenges and opportunities. (ICETD 2011: 2011 International Conference on Economics, Trade and Development. 1-3 Nisan 2011, Bali, Endonezya.)

Page 57: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

57

(2) Ne yapmalı? Uzun erimde, bu düzenin sürdürülebilir olamayacağı açık. Ancak, bu düzen, uzun erimde çökecek diye; bugün insanların varolan güncel sorunlarını çözmeye çalışmaktan kaçınmak, doğru değil. Asya genelinde, bölgesel bütünleşme çabaları, oldukça önemli. Ancak bu çabalar, elerkil (demokratik) kitle örgütleri yerine, haramilerin saltanatlarının bütünleşmesi biçiminde gerçekleştiği koşullarda, başarısızlığa yazgılı. Her durumu açıklayan, her duruma çözüm olan büyülü bir biçimcik (formül) bulunmuyor. Zaten kalkınmanın her ülkede aynı biçimde olduğunu ve olacağını savunmak, verilerle bağdaşmıyor. Asya-Pasifik ülkelerinde yaygın olan “önce tutumbilimsel (ekonomik) olarak büyüyelim; ancak ondan sonra, çevre sorunlarına ve toplumsal sorunlara el atarız” biçimindeki görüş, yanlış. Yanlış; çünkü çeşitli doğal kaynaklar, yenilenebilir değiller. Bir kez yitirildiler mi; bir daha kullanılası değiller. Ayrıca, çevreyi kirletip sonra temizlemenin tutarı, çevreyi kirletmeyip daha temiz kılgıyapılar (teknoloji) kullanmanın tutarından daha yüksek. Kirlenme yoksa, temizlemek için ek ödeme yapmak gerekmiyor. İşin toplumsal boyutuna gelirsek, hızla gelir düzeyi uçan ülkelerin çoğunda, yüksek ‘suç’ oranı (örneğin Çin), yüksek özkıyım (intihar) oranı (örneğin, Güney Kore ve Japonya), aşırı çalış(tırıl)maktan ölümler (yine Güney Kore ve Japonya), kuşak çatışmasından kaynaklanan sorunlar ve artan boşanma oranları (örnek, hızla gelir düzeyi uçan Asya ülkelerinin hemen hemen tümü) vd. sorunlar gözlemleniyor. Bu sorunların ortaya çıkardığı, sayıya vurulamayacak ağlatılar (trajedi) bir yana; bu sorunlar ortaya çıktıktan sonra, bunları çözmek üzere harcanan para, bu sorunlar çıkmadan daha insancıl bir kalkınma çerçevesi içerisinde, daha yavaş ancak sürdürülebilir bir kalkınma dolayısıyla harcanacak paradan daha fazla. Aynı biçimde, önce gelir dağılımında eşitsizlikler yaratıp, önce kimini yoksul, kimini varsıl yapıp, sonra yoksulluğu ve gelir dağılımı eşitsizliğini düşürmeye çalışmak; bunlara baştan izin verilmediği bir duruma göre, daha pahalı. Çevre sorunlarına dönersek, önümüzdeki yıllarda, bu sorunların daha bir gözle görülür olduğu günler yaşayacağız. Herşeyi küresel iklim değişikli ğine bağlamak doğru olmasa da; bunun etkilerinin, az rastlanan iklim olaylarıyla kendini gösterdiği ve göstereceği günlerdeyiz ve günlerde olacağız. Asya-Pasifik özeline geçersek, Asya-Pasifik’in, dünyada en hızlı biçimde kentleşen bölge olması dikkat çekiyor. Birçok devkent, Asya’da. Bu devkentleşme sürecinin, çarpık kentleşme uygulamalarıyla birlikte, iklim değişikli ğinin kentler üzerindeki etkisini yoğunlaştırması bekleniyor. Türkiye’de de çeşitli örneklerini gördüğümüz gibi, yoksullar ve gecekondulular, yoğun olarak, orta sınıf ve üstünün yaşamak istemediği doğal tehlike bölgelerine yerleştiklerinden, iklim değişikli ğinin yoksul düşmanı yüzünü görüyoruz ve görmeyi sürdüreceğiz. Dere yataklarındaki, ırmak kıyılarındaki, deprem bölgelerindeki, taşkın bölgelerindeki, toprak kayması beklenen bölgelerdeki vd. yoksul yerleşmeler, iklim değişikli ğinin ilk kurbanları ve bu, böyle sürecek. Su kıtlığı, erke (enerji) pahalılığı vb. nedenlerle, kitlelerin sokaklara daha çok çıktığını göreceğiz ki, bu, iklim değişikli ğinin kitleleleri siyasallaştıran bir süreci bölgeye armağan edeceğini gösteriyor. Özellikle Doğu Asya’da yaygın olan eşeysel (cinsel) eşitsizliğe karşı, elerkil (demokratik) kitle örgütlerinin daha çok çaba göstermesi gerekiyor. Bu eşitsizliğin

Page 58: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

58

ayakları, yenidoğanlardaki eşeysel orantısızlık, mülk edinme oranlarındaki eşitsizlik, kadınlara düşük ücret ödenmesi, kadınlar için farklı bir emeklilik yaşı olması gibi sorunlar. Özellikle Güney Kore ve Japonya’nın, bu ayaklarda büyük yol katetmesi gerekecek. Aynı biçimde, gelir dağılımındaki eşitsizlik sorununu çözmek adına, geliri yeniden bölüştürecek siyasalar gerekli; ancak, bunların, haramilerin saltanatında kabul edilip uygulanması zor görünüyor; çünkü onlar için, bu tür siyasalar, kendi bindikleri dalı kesmek anlamına geliyor. Günümüzde de sürmekte olan, 2008 Küresel Akçal (finans)/Tutumyapısal (ekonomik) Bunalımı’nın insansal gelişim verilerinin yorumlanması üzerinde etkili olması, olumlu bir durum. ‘Vaşington Oydaşımı’ (konsensüs) olarak adlandırılan “bırakınız yapsınlar”cı kuruluşların (“bırakınız sömürsünler” demek daha doğru belki de) güçten düşmesi ve yerini sermaye düzeninin kurtarıcısı Keynes’e bırakması sözkonusu. Keynes’gil bakışın eleştirisine girmeden, en azından, bu durumun, daha çoğulcu tartışmalara olanak verdiği için olumlu olduğunu belirtmeliyiz. Bugün, artık, bu kuruluşlar, “Amerika’yı örnek olun, herşeyi açın, gelişin, kalkının, Amerika gibi olun” diyemiyorlar. Hindistan’da dünyanın en varsılları yanında, 844 milyon yoksul yaratan bu düzende, görünmez elin kurbanı olanlar için, artık, onu, geldiği yere geri göndermek için koşullar, yavaş yavaş oluşuyor. O görünmez el yerine, halkların uzattığı elin yine halklar tarafından sıkılacağı bir gelecek adına umutlu olmak için çokça neden var… (bitti) İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2010). Human development in Asia-Pacific in 2010: Challenges and opportunities. (ICETD 2011: 2011 International Conference on Economics, Trade and Development. 1-3 Nisan, 2011, Bali, Endonezya.)

Page 59: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

59

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (151): Vietnam’da Savaş Günleri ve Sonrası Bir kez daha söylemeye gerek var mı bilmiyoruz: Vietnam, eski Vietnam değil. Vietnamlılar’ın % 65’i, savaşın bitiminden sonra (1975) dünyaya gelmiş. Bu yeni kuşak, sermaye düzeni koşullarında büyüdüğünden, eski kuşaklardan çok farklılar. İşte bu kuşak çatışması, gazetelerde bir yandan, devrim şehitlerinin anmasına ve şehit analarına yer verilirken, bir yandan da beş yıldızlı gezmenevleriyle (otel) topçulara-popçulara yer verilmesinde kendisini bir kez daha gösteriyor. Savaş, ders kitaplarında kalmış bir olay. Geçmişte birşeyler olmuş, bitmiş. Vietnam gençliği, okullarda zorunlu olarak Marksçılık-Lenincilik dersi görse de, Bolşevik devrimini Lenin’in serbest piyasa için yaptığını sanacak kadar zırcahil. Zaten, çoğunun, en nefret ettiği derslerden biri, Marksçılık-Lenincilik. Bu nefretin nedenlerinden biri, ezberci eğitim ise, diğer neden, ML görüşün ülkede artık uygulanmıyor oluşu. Geçmişe bugünden baktığımızda ise, o yiğit kuşağı, o büyük coşkuyu en güçlü biçimde bulacağımız yer, savaş dönemi asıları (poster). Vietnam’ın Ho Çi Min Kenti’nde, savaş dönemi ve sonrasındaki asıları hatıra olarak satan, ‘Propaganda’ ya da ‘Dogma’ adını taşıyan alsatevleri var. Hatta bunların ağsayfalarında e-satış bile var! Bunun dışında, 2009’da, bu asıları derleyen İngilizce-Almanca bir kitap yayınlandı. Bu, en kapsamlı Vietnam ası derleşkesi (albüm). Aşağıda, kitaptaki anmaya değer olan çeşitli örneklere yer veriyoruz (bunlar arasında, Çe’yi konu alan iki örnek de var): - VKP’nin kuruluşunun 75. yıldönümü (2005) için hazırlanmış bir asıda, Ho Amca’nın yüzü ve elektrikle donatılmış yerleşimler önünde, komando giysili bir asker, bilimi simgeleyen atom imi elinde olmak üzere mavi tutumlu bir işçi, bir genç kız, sırtında dal taşıyan bir azınlık kızı, bir kız çocuğu ve bir hemşire dikkat çekiyor. Bunlar, ülkenin ve partinin bütünlüğünü temsil ediyor. - Başkentin (Hanoi) kurtuluşunun 50. yıldönümü asısında, uluslararacı bir ileti var: Hanoi simgesinin çevresinde, çeşitli ülkelerden çocuklar (Vietnamlı, Kızılderili, Avrupalı vd.) çember oluşturmuşlar, oyun oynuyorlar. Ak güvercinler de onların çevresini sarmış. - (Vietnam halkının düşürdüğü B52 tipi Amerikan savaş uçaklarına gönderme yaparak) “Bir B52 daha tabut taşıyor.” - “17.10.1972: Kuzey (Vietnam), 4,000 Amerikan uçağı düşürdü” - (Vietnam’dan azınlık kadınlarının silah çattığı ve roketatar omuzladığı görüntünün altında) “Dayanışma, hazırız savaşmaya, anayurdu savunmaya.” - (Gerilla için fil sırtında erzak ve silah taşıyan azınlık halkları görüntüsü üstünde) “Savaş meydanı için silah ve mermi lazım.” - (Öfkeli görünen bir asker ve yiğit görünen bir başka asker görüntüsü altında) “Öfkeni güce dönüştür!” - (Ok ve yay kuşanmış azınlık halkları görüntüsü altında) “Dağ halkları, Ho Amca’nın sözünden çıkmıyor ve köyü tüm güçleriyle savunuyor”. - (Kayıkçı yaşlı teyze ile, kayığa gizlenmiş askerler görüntüsü üstünde) “Saygon Irmağı’nda gizli görev” - (Silah kuşanmış anne ve bebeği görüntüsü altında) “Çocuklarının uyuyabilmesini istiyorsan, Amerikan işgalcilere karşı kararlı ol” - (Başörtüsü olarak parti bayrağı takmış bir genç kız görüntüsü altında) “Komünist Parti, benim tüm yaşamım” - “Tüm parti üyeleri, içten olarak eleştiri ve özeleştiri yapmalıdır”

Page 60: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

60

- “Başkan Ho, bize, hiçbirşeyin bağımsızlıktan ve özgürlükten daha değerli olmadığını öğretiyor.” - “Ordumuz, partiye ve halka bağlıdır” - (Ölümünden sonra çizilmiş bir Ho Çi Min resmi üstünde) “Tüm ömrümü halkıma adadım” - “Partimizi kuran ve yetiştiren Ho Amca, yaşıyor sonsuza dek davamızda” - (Ho Amca’nın gençlik resmi altında) “16.7.1920. Lenin’in halk ve sömürge siyasaları kuramı. Devrime giden yol.” - (‘Meo’ adlı azınlık halkını okuma-yazma öğrenirken gösteren görüntü altında) “Ho Amca sayesinde, Meo halkı, okumayı ve yazmayı biliyor” - (Mekong Irmağı’nı paylaşan halkların kardeşliğine gönderme yapan, Kamboçyalı, Laoslu ve Vietnamlı kadın gerillaların aynı kaptan su içiş görüntüleri altında) “Onlar Mekong Irmağı’nın sularını paylaşıyorlar” - “Toprak, altın kadar değerlidir” - “Asker ve halk, balık ve su gibidir” - “Çekici sıkı kavra. Orak ve silah, elinde olmalı her zaman!” - “Halk iktidarını koru”, “Devrimi koru”, “Anayurdu koru”, “Toplumsalcılığın olanaklarını koru” - “Yarın, bugünden başlar” - “Sigaranın geleceğimizi karartmasına izin vermeyelim!” - “Komünist Parti, gençlerin geleceği ve umududur” - (Geleneksel giysisi ve çalgısıyla oturan bir azınlık görüntüsü altında) “Dağ halkları, Ho Amca’nın değerini hep anımsıyor” - “Tek bayrak altında, birarada!” - “Çocuklar anaokuluna gidecek ki, analar okula gidebilsin. Halk, eğitimsizliğe karşı savaşıyor.” - “Devrimci kuşakları eğit!” (ne yazık ki bu, gerçekleşememiş. Gorbaçyov’un özyıkımsal siyasaları dolayısıyla, Vietnam, 1986’da karma tutumyapıya (ekonomi) geçti. O zamandan beri, gençlerin zeka düzeyi, her yıl biraz daha düşüyor. En zekilerse, okusunlar diye ABD’ye gönderiliyor. Vietnam gençleri, dünyanın en Amerikancı gençleri sıralamasında derece yapar. Başta boşuna demedik, “Vietnam, eski Vietnam değil” diye.) İlgilisine Kaynak Heather, D. ve Buchanan, S. (2009). Vietnam Posters: The David Heather collection. Münih: Prestel. Dogma Vietnam. http://www.dogmavietnam.com/Default.aspx#Home

Page 61: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

61

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (150): Kandahar Tutsakları... ‘Kandahar’, 2010 yapımı bir Rus iziti (film). Gerçek bir olaya (Aerostan Olayı) dayanıyor. Yıl 1995. 5 Rus kafadarın yolculuğu, İstanbul’da başlıyor. İstanbul’da, sanırız Şile taraflarında denize girip güneşleniyorlar. Sonra gizli mallarını uçağa doldurup Yeşilköy Havaalanı’ndan yola çıkıyorlar. Havada, bulutlar üstünde herşey olağan koşullarda iken, birden iki savaş jeti, çevrelerinde dolaşmaya başlıyor. Jetlerden biri, onlara, Afganistan hava sahasına girdiklerini, iniş yapmaları gerektiğini, Taliban’ın uçağın taşıdığı malların yasal olup olmadığına bakacağını söylüyor. İlk başta umursamıyorlar; ancak, jetlerden biri, korkutma amacıyla, silahlarından birini ateşleyince, inişe razı oluyorlar. İnip uçaktan çıktıkları gibi, bir linç kalabalığı çevrelerini sarıyor. Kalabalık, elinde sopalarla, havacıları öldürmeye kararlı. Yumruklaşmalar oluyor. Taliban güvenlik güçleri, havacıları koruyup bir genbinite (otobüs) bindiriyor. 5 havacının tutsaklığı böyle başlıyor. Ahırdan bozma bir yere kitleniyorlar; başlarına makineli tüfekli nöbetçiler dikiliyor. Ertesi gün, uçman (pilot) götürülüyor; Taliban önderiyle, uçağın önünde basın açıklaması yapılıyor. Uçman, kalaşnikofla neredeyse kafasına sıkılacakken, tutsaklık evine geri götürülüyor. Havacılar, şoktan uzun süre kurtulamıyor. İçlerinden birinin artık canına tak ediyor; açık bırakılmış kapıdan dışarı çıkıp mahalleye giriyor. Bir tepeden, kenti çevreleyen dağları gözlüyor. Yol boyunca, burkalı kadınlar, onunla karşılaşmamak için evlerine kaçıyorlar. Bir çocuğun kendisini izlemesinden kuşkulanmayan havacıyı, daha sonra, linç kalabalığı, kanlar içinde bırakıyor; havacıyı tutsaklık evine zar zor getiriyorlar. Afganistan’da kadınların içler acısı durumu, çok nesnel olarak gösteriliyor. Birgün, bir Taliban’ın, burkalı karısını ayaktopu sahasına getirmesine ve ona diz çöktürüp burkasının içine el bombası koymasına tanık oluyorlar/ oluyoruz. Havaya uçan kadından yalnızca bir et parçası kalıyor. Havacılardan biri, bu görüntü karşısında kusuyor; biz de kusacak gibi oluyoruz. Bir başka örnekte, Taliban, bir kadını kurşuna diziyor; buna karşı çıkan oğlunu da diğer birçoklarıyla birlikte infaz ediyor. Bu son derece yoksunluklu yaşamda, havacıların da Taliban’ın da ayaktopuyla eğlendiklerini görüyoruz. Tutsaklık evinde, havacılar, keyifle top oynuyor; nöbetçiler de keyifle izliyor. Ancak, top, dışarı gittiğinde vermiyorlar. Havacılar, nöbetçiden topu vermesini istiyorlar ama oralı olmuyor; onlar da, nöbetçiye yarı-şaka amaçlı olarak taş atıyorlar. Nöbetçi, Türkiye’de kimi yaşlıların yaptığı gibi, topu kesiyor; sonra içeri giriyor ve yanlışlıkla bir el bombası düşürüyor. Havacılar, el bombasını sürekli birbirlerine atarak, nöbetçiyi oynatıyorlar. Sonunda nöbetçi, bir el bombasının pimini çekip dışarı kaçıyor. Havacılar yere yatıyor, ama el bombasının nerede olduğunu göremiyorlar; çalışmadığını düşünüyorlar. Sonra el bombasının pimini buluyorlar ve yerde yatan havacılardan biri, bombanın üstüne yattığını söylüyor. Diğer bir havacı, onu kurtarmak için, elini ‘taşın altına koyuyor’ ve pimi çekilmiş el bombasını, etkilenmeyecekleri bir yere atıyor. Bu, öykünün en heyecanlı bölümlerinden biri. Başka bir gün, bir bakıyoruz ki, kent, bombalanıyor. Kimin bombaladığını bilmiyoruz (Taliban’la savaşan diğer Afgan güçleri olmalı). Bu bölümde, görüntüler, çok etkileyici. Bombalarla dağılan yaşamlar, yıkılan evler, ölen kadınlar ve çocuklar... Bir bomba da tutsaklık evine düşüyor. Havacıları apar topar bir yüktaşıra (kamyon)

Page 62: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

62

bindiriyorlar. Onları güvenli bir bölgeye götürecekler; ancak, gerçekte güvenli bölge de yok. Yol boyunca, “bizi de alın” diyen halk, aracın çevresini sarıyor. Taliban kolcular (gardiyan), onları dipçiklerle, ateş tehdidiyle zar zor uzaklaştırıyor. Başkolcunun evine doğru gidiliyor. Başkolcu, orada eşini görüyor. Eşinin adı, Mine. Elbette o da burkalı bir kadın. Tam ona doğru gidecekken, bir bomba da evlerine düşüyor. Mine, bir anda ortadan kayboluyor. O sert Taliban’ın ağlayışına, ‘Mine! Mine!’ diye inlemesine tanık oluyoruz. Olağan koşullarda, önce kalaşnikofunun nerede olduğunu araması beklenen başkolcu, silahını takmıyor; eşinden kalan son parçaları bulmaya çalışıyor. Ancak, bu etkileyici durumun, havacılar için pek olumlu olduğu söylenemez: Başkolcu, bu bombalamalardan gavurları sorumlu tuttuğundan olacak, yüktaşıra komut veriyor; havacıları indiriyorlar; bir duvar başında diziyorlar; başkolcu, onları kurşuna dizecek. Yine en heyecanlı bölümlerden biri bu. Sonra tutsaklık evinde buluyoruz kendimizi. Neyse ki, başkolcu, kendisine hakim olmuş. Aradan bir yıl geçiyor; havacıların kişili ği değişiyor. Bu, hiç şaşırtıcı değil. Başlarından birçok olay geçiyor. Taliban, uçmandan, uçağın nasıl uçurulduğunu öğrenmek istiyor. Uçman, hergün, Taliban’a, uçakta uygulama yapıyor. Sonunda, bir yıl sonra, kendi uçaklarıyla kaçıyorlar. Öykü, uçman Vladimir Sharpatov’un güncelerine dayanıyor. Şilili madencilerin mucize kurtuluşuyla birlikte izlenmesi gereken bir azim, kararlılık, güzel günlerin geleceğine inanç öyküsü. Bir Taliban belgeseli olması da, ek bir artısı. Önerilir! (Bitirmeden, önemli bir bilgiyi de verelim: Gerçek yaşamda, uçak, Taliban’a karşı savaşan güçlere yardım götürüyordu. Taliban’ın Rus havacıları tutsak alması, bu durumda çok doğal. Gerçekte, onları kurşuna dizmeyip pazarlık konusu yapması da büyük bir mucize.)

Page 63: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

63

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (149): Asya’nın Gökdelenleri (1) Birçok Asya kenti, son onyıllarda, birincil kesimden (tarım), ikincil kesime (işleyim- endüstri), üçüncül kesime (hizmet) ve dördüncül kesime (bilişim ve iletişim kılgıyapıları) geçiş sürecini yaşıyor. Bu süreçte, birçok kentte, gökdelenler mantar gibi bitiyor. Tutumyapı (ekonomi), kentin biçimini belirlerken, biçim de tutumyapıyı belirliyor. Diğer bir deyişle, tutumyapı ve kentin biçimi arasında çift yönlü bir ili şki var. Kimi Avrupa kentlerinin tersine, birçok Asya kentinde, yüksek yapılar dikmek, ‘çağdaşlık’ın, ‘uygarlık’ın, ‘zenginlik’in, ‘küresellik’in vb. simgeleri olarak görülüyor. Bu amaçla dikilen yüksek yapılara ‘imza yapılar’ deniyor. ‘Ünlü’ mimarlık şirketleri ve mimarlar, kentleri küresel kümeye sokan imzalarını atıyorlar: ‘Ünlü’ mimar falancanın, sözgelimi Şanghay’da diktiği yapı, Şanghay’a küme atlatıyor. (Öte yandan, bir araştırmacının dediği gibi, bu tür yapıların tasarımında, mimarlar, çoğunlukla, kullanıcıların tasarımdan hoşnut kalıp kalmayacağını düşünmek yerine, mimar meslektaşlarını şaşırtıp ‘onlara güçlerini göstermek’ gibi bir amaç güdüyor.) Bu imza yapılar, kentin diğer izdüşülerinin (proje) parasal kaynağını kurutuyor. Daha eşit bir yatay dağılım yerine, göz kamaştırmak için, dikey büyüme hedefleniyor. (Durum, elbette, yeni değil. Tarihte birçok generk (devlet), aynı yolu güttü. Bu nedenle, birçok dev isaevi ve muhammedevi var dünyanın dört bir yanında.) Bu dikey büyümeyle birlikte, kentlerin gökçizgisi de değişiyor. Eskiden tarihsel yapılarıyla, tapınaklarıyla bilinen, kartpostallara böyle yansıyan kentler, şimdi kulelerle, gökdelenlerle yer alıyor görsel dağarcığımızda. Öte yandan, kent biçimi de tutumyapıyı belirliyor. Birçok uluslararası şirket, saygınlık ve kolaylık adına, yüksek yapılarda yer almak istiyor. Yerel yönetimler için, gökdelenler, uluslararası sermayeyi çekmek için gerekli bir mıknatıs. Eskiden, tutumyapısal olarak Asya kentleri, serbest alsatçılık bölgeleri, dışasatım işleyim bölgeleri vb. gibi ikincil kesimle birlikte anılırdı; şimdi Asya kentleri, bir işevi (ofis) toplaşması olarak okunabilir... Elbette, bu yüksek yapılar, yalnızca işevi olarak kullanılmıyor. Yüksek yapıların, gezmenevi (otel), alışveriş özeği ve oturma amaçlı olarak (ev) kullanıldığı çokça durum var. Asya kentleri, bu kullanım biçimleri açısından çeşitli farklılıklar taşıyor. Şanghay, en çok yüksek yapıya sahip Asya kentleri içinde, Tokyo ve Hong Kong’dan sonra üçüncü. Şanghay’ın yapılaşma tarihi, geleneksel bir çizgi izliyor. Gökdelenleşme dönemi öncesi, en yüksek yapılar, dinsel ve gökbilimsel amaçlarla kullanılanlar. Şanghay’da gökdelenleşme, diğer büyük kentlere göre geç başlıyor. İlk ‘çağdaş’ anlamdaki yüksek yapı, 1990’da dikiliyor. Kuşkusuz, bu, Çin’in pazar tutumyapısına geçişiyle başlayan bir süreç. 1990’dan sonra, uziletişim (telekomünikasyon) amaçlı olarak dikilen Doğu İnci Kulesi’ni saymazsak, kısa bir sürede, işevi olarak dikilen gökdelenlerin patlama yaptığını görüyoruz. Gökdelenleşme yarışı, 1996’da 200 metre ve 1998’de 400 metre yüksekliği aşıyor. 2014’te bitmesi beklenen Şanghay Kulesi, 632 metre olacak. Şanghay Dünya Akçal Özeği (Finans Merkezi), 1997’de temeli atıldığında, dünyanın en yüksek yapısı olmak üzere tasarlanmıştı. Bunun bir imza yapı olduğu belli. Şanghay urayı (belediye) açısından, bu yapı, Şanghay’ın tarımdan işleyime ve oradan hizmete ve bilişim-iletişime geçişinin ve Şanghay’ın küresel bir kent düzeyine çıkmasının simgesi.

Page 64: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

64

Küresel algının bir başka göstergesi de, bu özeğe 11 Eylül türü bir saldırıda olası zararı azaltmak için birtakım tasarım öğelerinin eklenişi. Malezya’nın en büyük kenti Kuala Lumpur’un gökdelenleşmesi, 1973’te bir gezmeneviyle başlıyor ve işevleriyle sürüyor. Malezce’de kule için ‘minare’ sözcüğü kullanılıyor. 1988’de, gökdelenleşme, Maybank Minaresi’yle 200 metreyi aşıyor. 1996’da uziletişim amacını taşıyan, 300 metreyi aşan Kuala Lumpur Minaresi karşımıza çıkıyor. Bir diğer kule olan Telecom Minaresi, 310 metrede. Bu minare, anmaya değer; çünkü tasarımı, Malezya’nın simgelerinden sayılan bambu filizlerinden esinlenmiş. Ayrıca, gidişgelişi (trafik) düzenlemek amacıyla, KILA Denetim Kulesi dikilmiş durumda. 2000’den bu yana, birçok ev amaçlı gökdelen dikiliyor. Ama hepsinden önemlisi, elbette, 451.9 metrelik Petronas İkiz Kuleleri. Petronas’ın bir imza yapı olduğuna kuşku yok: Dünyanın en yüksek yapısı olmak üzere tasarlandı ve çeşitli uluslararası şirketlerin Petronas’ta imzası var. Petronas üstüne yazılabilecek çok nokta var. Ancak, kısaca, şunlar söylenebilir: Diğer imza yapılardan farklı olarak, Petronas, kente ayrıksı bir görsel kimlik verme amacını güdüyor; özel bir tasarımı var ve kulelerden biri, tümüyle, Malezya ulusal yeryağı (petrol) şirketi (PETROliam NASional) tarafından kullanılıyor. Malezya’ya bu dindışı minareler dikilmeden önce, kent, kartpostallarda, Hint-Moğol esinli göz kamaştırıcı yapılarıyla (örneğin tren durağı) ve muhammedevleriyle yer alırdı. Şimdi ise, kartpostallarda çoğunlukla Petronas ve Kuala Lumpur minaresi var. (2) Singapur’da 1970’lerden önce, çok yüksek olmayan yüksek yapılar bulunsa da, gökdelenleşme öyküsü, 1971’de bir gezmeneviyle başlıyor. Birkaç gezmenevi (otel) dışında, 1971’den 1982’ye dek dikilen gökdelenlerin çoğu, işevi (ofis) amaçlı. 1982’yle birlikte, hummalı bir ev amaçlı gökdelen dikme girişimi başlıyor ve günümüzde de sürüyor. Bu, çok mantıklı; çünkü Singapur, küçücük bir yer olduğundan, insanların konutlanma sorunu, büyük önem taşıyor. 1986’da, Singapur’da, ilk 200 metre üstü gökdelenleri görüyoruz. Singapur Havacılık Kurumu, hava güvenliği nedeniyle, gökdelenlere bir üstsınır koyduğundan, 280 metrelik en yüksek yapıyı geçebilecek başka bir yapı dikilmesi beklenmiyor. Tokyo’da gökdelenleşme, AB(D)’ye göre çok daha geç bir tarih olan 1968’de başlıyor. Bu gecikmenin olası nedenleri arasında şunlar anılabilir: Ekinsel nedenler, deprem tehlikesi, savaş sonrası yıkım nedeniyle daha temel yatırımlara verilen öncelik vd. (Uziletişim (telekomünikasyon) amaçlı olarak 1958’de dikilmiş olan Tokyo Kulesi’ni, bu noktada, dışarıda tutuyoruz.) 1968 öncesinde, Tokyo’da, 100 metre altında kalan ama yine de yüksek olan yapılar yok değil. Ancak, bunlar, 1936’da yapılmış Ulusal Yasama Kurulu (Millet Meclisi) yapısı dışında, günümüze ulaşmış değil. Tokyo, 1974’te 200 metrenin üstüne çıkıyor. 2011’de bitmesi beklenen, uziletişim amaçlı olarak kullanılacak Tokyo Gök Ağacı, 470.9 metre yüksekliğe ulaşacak.

Page 65: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

65

Tokyo’da gökdelenleşme patlaması, özellikle 1970’lerde, 1990’larda ve 21. yüzyılın ilk onyılında göze çarpıyor. Tokyo’da yer dar olduğu için, kentin yatay değil dikey olarak büyümesi, şaşırtıcı değil. Öte yandan, deprem tehlikesi, izdüşü (proje) tutarlarını arttırıyor. Bu iki bilgi ışığında, Tokyo’nun, dünyada New York’tan ve Toronto’dan sonra en çok gökdelene sahip üçüncü kent olması, bir yandan, şaşırtıcı; bir yandan, şaşırtıcı değil. Bir tapınak, iki gezmenevi ve Tokyo Kulesi dışında, 1960’lardaki ve 70’lerdeki gökdelenleşme, çoğunlukla, işevi amacıyla gerçekleşiyor. 1980’lerde işevi ve gezmenevi kullanımlı gökdelenler artarken, bir yandan, kentin en yüksek yapıları arasına, atık yakımevlerinin de çok yüksek bacalarıyla girdiklerini görüyoruz. Bacalar yüksek, çünkü dumanın kent üzerindeki sağlığa zararlı etkilerinin önlenmesi amaçlanıyor. 1989’dan günümüze, Tokyo’da, ev amaçlı gökdelenler, patlama yapıyor. Böylece, artık, Tokyolular, yalnızca gökdelenlerde çalışmıyorlar; gökdelenlerde yaşıyorlar da... O zaman, şöyle bir sorun ortaya çıkıyor: İşevi olan gökdelenlerle ev olan gökdelenler, dış tasarım açısından nasıl ayrıştırılacak? Bu ayrıştırma önemli; çünkü insanların evde işte gibi, işte evde gibi hissetmelerinin şimdiye dek çalışılmamış olumsuz sonuçları olabilir. Ayrıca, 1989’la birlikte, Tokyo’da gökdelen okullarla karşılaşıyoruz! Üniversiteler, gökdelen dikiyorlar. Gökdelende öğrenci olmanın öğrenci yaşamına etkileri de, şimdiye dek pek çalışılmamış ayrı bir araştırma konusu. İleride çalışılabilecek bir diğer konu, atık yakımevlerinin yüksek bacalarının kent imgesi üzerindeki etkileri. Bir kent imgesi araştırması da, 1993’te kullanıma açılan Gökkuşağı Köprüsü’nü ele alabilir. Son olarak, generk (devlet) yapılarının da gökdelenleşme eğilimi göstermesi ilginç; çünkü gökdelenler, dünyanın birçok ülkesinde, yalnızca özel şirketlerin işi olarak görülüyor. Kısacası, Tokyo, gökdelende yaşıyor, gökdelende çalışıyor, gökdelende okuyor ve gökdelenden yönetiyor ve yönetiliyor. Tokyo’nun kent tasarlama açısından kayda değer bir özelliği, her yerin tren ve metroyla birbirine bağlanmış oluşu. Her yeni gökdelen, yeraltı geçitleriyle birbirlerine ve/ya da metro ve tren duraklarına bağlanıyor. Bu gökdelenler içinde, 1978’de dikilen Sunshine 60, anmaya değer. Dikildiği tarihte dünyanın en yüksek gökdeleni olmuştu ve dünyanın en hızlı inerçıkarına (asansör) sahipti (dakikada 600 metre). Bu gökdelen, 2. Paylaşım Savaşı sırasında yönetimde olan Japon ileri gelenlerinin yattığı ve başbakan Hideki Tojo’nun idam edildiği cezaevinin bulunduğu yere yapıldı. ABD’nin adaletsizliğini tarihten silme çabası olarak okunmalı bu gökdelen. Japon savaş tarihi, bu gökdelenin altında yatıyor. Demek ki bu gökdelen, gökdelenden daha başka birşey. Bugün “Diyarbakır Cezaevi’ni yıkacağız”diyenler çıkıyor. Tam da aynı nedenle, “yıkılmasın, buluntuevi (müze) olsun” diyenler, haklılar. Yıkmak, onu yoksaymak anlamına geliyor; oysa, diğer çözüm, o vahşetin bir daha yaşanmamasını sağlamak için önemli bir adım olacak. Güney Kore’nin başkenti Seul’un gökdelenleşmesi, 1970’le başlıyor ve ağırlıklı olarak işevleri ve kimi gezmenevleriyle sürüyor. 1975’te, uziletişim amacıyla, 200 metreyi aşan Seul Kulesi dikiliyor. 1997’de ilk ev amaçlı gökdelenin dikildiğini görüyoruz. 2002, ev amaçlı gökdelenlerin patlama yılı oluyor. O patlama, son yıllarda iyice güçlü duyuluyor. Son on yılda dikilen gökdelenlerin çoğu, ev amaçlı. Seul, bu açıdan, diğer birçok kentten farklılaşıyor. Güney Kore’nin en yüksek yapısı, ev amaçlı bir gökdelen ve bu gökdelen, aynı zamanda, dünyanın en yüksek ev amaçlı gökdelenleri dizelgesinde. Seul’la ilgili bir diğer dikkat çekici nokta, bir gökdelen hastaneye sahip oluşu.

Page 66: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

66

(3) Bangkok’un gökdelenleşme öyküsü, 150 metrelik bir gezmeneviyle (otel) başlıyor. Ev amaçlı gökdelenlerin çıkışı, Bangkok’ta, diğer kentlere göre daha erken. 1997 Asya Akçal Bunalımı (finans krizi), süreci yavaşlatsa da, aynı yıl, gökdelenleşme, 300 metreyi aşıyor. Daha sonra, yüksek yapı sayılabilecek Rama 8 Köprüsü (2002) ve İşleyimsel Halka Yolu Köprüsü (2006) karşımıza çıkıyor. Bangkok gökdelenleşmesinde dikkat çekici bir nokta, yüksek yapılar içinde çok fazla gezmenevi olması. Bu, Tayland’ın tutumyapısında (ekonomi) gezmenliğin (turizm) aslan payı düşünüldüğünde, elbette şaşırtıcı değil. 2006’dan bu yana, yeni yüksek yapıların çoğu, ev amaçlı. Bu ev amaçlı gökdelen patlamasına karşın, Bangkok’un en yüksek üç yapısının yine de gezmenevi olması, anmaya değer. Bangkok’taki yüksek yapıların kimisi, dikkat çekici; çünkü bunlarda çevre-dostu tasarım ve yerel tasarım öğeleri var. Tutumbilim (ekonomi) açısından, gökdelenler, çeşitli dışsallıklar yaratıyor. Dışsallık, “bir ki şi ya da şirketin etkinliklerinin, hesaplarda olmayan başkalarını olumlu ya da olumsuz olarak etkilemesi” olarak tanımlanabilir. Örneğin, bir yapımevi (fabrika), üretimi sonucunda ırmağa döktüğü zehirli atıkla, halkın sağlığını tehdit edebilir. Olumlu bir örnek olarak, bahçesine çok iyi bakan bir insan, güzel bahçesiyle çevredeki taşınmazların değerlenmesine yol açabilir. Dışsallıklar toplum için neden sorun olabilir? Çünkü bu dışsal zararlar ve yararlar, hesaplamalarda yer almaları gerekirlerken, yer almazlar; zaten tam da yer almadıkları için, onları ‘dışsallıklar’ ya da ‘dışarlıklar’ olarak adlandırıyoruz. Dışsallık, bahçe örneğindeki gibi olumluysa, pazar, onu üretmez; çünkü kazanç, yalnızca şirkete değil başkalarına da gidiyor. Bu nedenle, gerçek yaşamda, olumlu dışsallık örnekleri çok azdır. Tersine, çevre kirliliği gibi olumsuz dışsallıklar çoktur; çünkü şirketler, olumsuz dışsallıklar yoluyla, yapmaları gereken birtakım harcamaları başkalarının üstüne yıkmış olurlar. Çevre kirlili ği örneğinde, şirketin çevreye vereceği zararı öngörüp önlemini alması gerekir; oysa, bu önlemler, yasalarca zorunlu kılınmamışsa, şirket, çevreyi kirletmekten kazançlı çıkar, çıkıyor, çıkacak. İşte bu bağlamda, şimdi, gökdelenlerin olumsuz dışsallıklarını sıralayalım: Isı adası etkisi, kentlerdeki yüksek yapılanmış bölgelerde, sıcaklığın, kırsal kesime göre daha yüksek oluşuna karşılık geliyor. Yüksek yapılar, küçük ölçekte iklim değişikli ğine yol açıyor; sıcağı tutarak, çevre kirliliğiyle birlikte, kent göklerinde bir kirlilik kubbesi yaratabiliyor. Sıcak hava, bölgeden ayrılamıyor. Bu, sağlık sorunlarına yol açabileceği gibi, dönencesel (tropikal) ülkelerde, aşırı sıcaklara yol açıyor ve bu sıcaklar, evleri ve işevlerini (ofis) serinletme giderlerini arttırmış oluyor. Kısacası, kentin gökdelenler nedeniyle sıcaklaşması, ek gider olarak, kentyaşarlarının ceplerini yakıyor. Isı adası etkisi, gökdelenlerin dışsallığına bir örnek. Gökdelenlerin çevre dostu dış tasarımlara sahip olması, şart koşulmalı; çevre dostu dış tasarımlara sahip olmayan gökdelenler, kentyaşarlarına ödence (tazminat) ödemeli.

Page 67: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

67

Gökdelenlerin dışsallıklarından bir diğeri, kullanım amacı ve yansıbilimsel (psikolojik) konularla ilgili: Asya kentlerinde, gökdelenlerin çoğunlukla işevi olarak kullanıldığını görüyoruz. Ancak bir yandan da, özellikle son yıllarda, ev kullanımlı gökdelenlerin sayısı, hızla artıyor. Daha önce belirtildiği gibi, bunun gökdelende yaşayanlar üzerindeki olası yansıbilimsel etkileri, yeterince araştırılmış değil. Bu araştırma kıtlığı, Japonya ve Güney Kore’nin dünyanın en yüksek özkıyım (intihar) oranlarına sahip olduğu gerçeği ile birlikte düşünüldüğünde, daha büyük bir önem kazanıyor. Dolayısıyla, araştırılması gereken bir konu, gökdelenlerde yaşamayla çöküntü (depresyon) ve özkıyım arasındaki olası ilişkiler. Ayrıca, çocuklar açısından bakılırsa, gökdelenlerde büyümenin etkileri konusu da pek çalışılmış değil. Bu ve benzeri konuları, mimarlık ve tasarım şirketlerinin gözönünde bulundurduğu söylenemez. Bir diğer dışsallık, olumlu/olumsuz kalıtlar (miras). Tokyo örneğinde gördüğümüz gibi, gökdelenler, olumlu ya da olumsuz kalıtlar üstüne kuruluyor ve gökdelenler dikilirken, tarihsel değerler yok ediliyor. Tarihsel değerlerin korunması için daha yüksek düzeyde bir bilinç gerekiyor. Bu bilinç, Asya kentlerini birbirine tıpatıp benzeyen çirkin kentler olmaktan çıkarıp bu kentlerin ayrıksı bir kimlik kazanması noktasında son derece önemli. Bir diğer dışsallık, kent imgesi ve dış tasarım. Elerkil (demokratik) toplumlarda, oyverenlerin yöneticileri atama yetkisi vardır; ama birçok örnekte, kentyaşarlarına ne tür bir kentte yaşamak istedikleri sorulmuyor. Kentlerin gökçizgisi ve dolayısıyla imgesi, kamuya sorulmadan değiştiriliyor ve kısa sürede ‘betonarme bir kent’le karşı karşıya kalıyoruz. Eskiden, kent kartpostallarında, tarihsel yapılar yer alırken, şimdi onlar bir yandan kentte bir yandan da kartpostallarda, bodur kalmış durumda; artık, kentler, tarihsel yapılarıyla değil, kuleleriyle övünüyor. Tartışılması gereken, kentin gökçizgisinin kamusal bir mal olup olmadığıdır. Uzun bir konu olduğundan, burada girmiyoruz. Ancak, gökçizgisi, kamusal bir malsa; büyük şirketlerin, kamuya sormadan onu değiştirebilmesi, engellenmeli. (4) Gökdelenlerin bir diğer dışsallığı, gidişgeliş (trafik) sıkışıklığı. Gökdelenler, binlerce insanı iş saatlerinde belli bir bölgeye yoğunlaştırması dolayısıyla, doruk saatlerde gidişgeliş sıkışıklığına yol açıyor. Tayvan gibi kimi örneklerde, bu sorun, veri olarak kabul edildiğinden, gökdelenlere metro yolunu uzatıp bir metro durağı dikmeleri şart koşuluyor. Böylece, gökdelen çalışanlarının en azından bir bölümünün, evden işe ve işten eve toplu taşımayla gitmesi sağlanıyor. Tokyo’da birçok gökdelen, metroyla, trenle ya da metro ve tren durakları tabanında geliştirilmi ş yeraltı kentleriyle birbirine bağlanmış durumda. Bu tür önlemlerin alınmadığı durumlarda, gökdelenler, gidişgeliş sıkışıklığının ana sorumlularından biri oluyorlar. Bir diğer sorumlu, yerel yönetimin toplu taşıma siyasaları ve buna bağlı olarak, özel araç kullanma oranı. Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi’nin hazırladığı ‘3. Köprü Projesi Değerlendirme Raporu’, İstanbul’a 3. Köprü’ye neden hayır denmesi gerektiğini bilimsel verilerle ortaya çıkarırken, 1. ve 2. köprülerin özellikle Avrupa yakasındaki (Maslak, Etiler vd.) gökdelenleşme sürecinin tetikleyicisi oluşuna dikkat çekiyor. Elbette bu,

Page 68: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

68

gökdelenlerin olumsuz sonucu değil; onların hazırlayıcısı olan bir süreç. Sıralama farkı var. Ancak, gidişgeliş ve gökdelen ilişkisini andığımız bu bölümde, bu üst düzey yazanağı (rapor) ve bu süreci anmakta zarar yok. Kısacası, gidişgeliş sıkışıklığı, gökdelenlerin bir ölçüde yarattığı bir sorun olduğundan, gökdelenler, kentyaşarlarına, yollarda yitirilen saatler için ödence (tazminat) ödemeli. Geçmişte, yerel yönetimlerin, kent tasarlama konularında bir ağırlığı vardı. Ancak günümüzde, kent tasarlamayla ilgili birçok önemli karar, özel şirketler tarafından alınıyor. Elerkil (demokratik) toplumlarda, generk (devlet) yöneticileri, hesap verebilir niteliktedir. Ama bu, şirketler için geçerli değil. Elerkil bir toplumda, generk yöneticilerine hesap sorulabilirken, aynısı, şirketlere geçmiyor. Gerçekte, ‘şirket sırrı’, birçok örnekte, ‘devlet sırrı’ndan daha ulaşılmaz, daha gizli. Şirketler, kapalı kapılar ardında, kamu yararını gütmeyen, kendi kazançlarını ençoklamayı (maksimize) hedefleyen kararlar alıp bunları uyguluyorlar. Bunu, kent tasarlamacılığın uygulamada özelleştirilmesi olarak adlandırmak, yanlış olmaz. Bu kararlar, kamuya açık değil; kamuya sorulmuyor. Büyüklü küçüklü kentler, dünya sıralamalarında küme atlamak için imza yapıları diktirirken, elbette, uluslararası büyük şirketlere başvuruyorlar. Dolayısıyla, bu kent imzalatma süreci, mimarlık ve tasarım alanındaki uluslararası tekellerin gücüne güç katmış oluyor. Bu, kent tasarlamanın özelde tekelleşmesi anlamına geliyor. Zaten, bu gökdelenler, varsıllar için dikiliyor. Bu açıdan, nasıl ki Mısır piramitleri, köleliğin lanetli doruğu ve simgesi olarak görülebilirse, Asya’daki yüksek yapılar da, Asya kentlerindeki eşitsizliğin ve adaletsizliğin simgeleri ve yengileri olarak okunabilir. Peki gökdelenlerin hiç iyi özelliği yok mu? Var. Birçok yeni gökdelen, çevre dostu tasarımlar kullanıyor. Bu tasarımlar, küresel ısınmaya verilebilecek yanıtlardan biri olarak görülüyor. Yeşil çatılar ve kentsel tarım gibi uygulamaların yavaş yavaş da olsa yaygınlaşması sözkonusu. Ayrıca, kentyaşarlarının düşük yoğunluklu olarak geniş bir bölgede yaşamalarındansa, yüksek yapılarda yoğunlaşmaları, doğa anamız için daha yararlı. Böylece, araç kullanımı sıklığı düştüğünden, daha az enerji yakılıyor ve geniş bir alana yayılması yüksek giderli olan altyapı harcamalarından kısılmış oluyor. Öte yandan, gökdelenlerin, varsıllar için olduğunu verili olarak kabul ettiğimizde, varsılların enerji tüketiminde en savurgan kesim olduğunu da akılda tutarak, gökdelenleşmenin doğa anamızın acılarını daha da derinleştirdiğini söyleyebiliriz. Varsılların tüketim alışkanlıkları değişmedikçe, gökdelenlerin çevre dostu uygulamaları eksik kalacak. (Zaten bir tane bile kent sorunu yok ki, sermaye düzeni altında, kalıcı bir çözümü bulunsun.) Bunun dışında, gökdelenlerin birkaç olumlu özelliğinden biri, kentyaşarları için iş olanakları yaratması. Ancak, toplumsalcı bir düzende, iş olanakları yaratmanın generkin görevi olduğuna dikkat çekerek, “o gökdelenler, sahiplerini zenginleştirmiyor olsaydı; zaten o işler de yaratılmazdı” demek istiyoruz. Kısacası, ısı adası etkisi, gidişgeliş sıkışıklığı, kullanım sorunları, kent tasarlamasının özelleştirilmesi, olumlu/olumsuz kalıtlar, kent imgesi ve tasarımı ve yeşil çatı gibi çevre dostu uygulamalarla ilgili düzenlemeler yapılması gerekiyor. Toplumsalcı bir düzende, o gökdelenler yine varolacak, ama kamu yararı için kullanılacak; ve kamu yararı gütmediği sürece, yeni gökdelenler dikilmeyecek.

Page 69: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

69

İlgilisine Kaynak Gezgin, U.B. (2010). Spatial identity formation: How urban planning and economics are forming Asian urban identities. International Conference on Asian Identities: Trends in a Globalized World. 9-11 Şubat 2011, Bangkok, Tayland. Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi. (2010). 3. Köprü projesi değerlendirme raporu. İstanbul: TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi. http://www.spoist.org/odadan-haberler/3-kopru-projesi-degerlendirme-raporumuz (bitti)

Page 70: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

70

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (148): Ho Çi Min Kenti’nde Sanat Dünyası Her kent karşılaştırmasında olabileceği gibi, Ho Çi Min Kenti’nin sanat dünyasıyla İstanbul’un sanat dünyası arasında çeşitli benzerlikler ve farklılıklar var. Bunlara geçmeden, Ho Çi Min Kenti’nde birkaç gün önce katıldığımız bir sanat etkinliğini analım: Etkinliğin adı, ‘Döküntü’ (‘Xa Ban’, ‘Rubble’). Etkinlik, kentin uzak bir köşesinde. Neden? İstanbul’da da olduğu gibi, taşınmaz mallar çok pahalı. Metrekare başına verilmesi gereken kira, uçuk. Bu, Vietnam’ın toplumsalcı bir geçmişi olan bir ülke olduğu düşünüldüğünde, şaşırtıcı. Taşınmazların bu kadar pahalı olmamasını bekliyor insan. Bangkok’ta taşınmazlar, kimi bölgelerde, Ho Çi Min Kenti’ndekilere göre daha ucuz. Vietnam’ın temel gelir kaynağı, dışasatım ürünlerinden (çay, kahve, kauçuk, pirinç, dönencesel (tropikal) meyveler vb) önce, taşınmaz mal kesimi. Ülkenin en varsılı, bu kesimden geliyor. Bu başvarsıl, geçenlerde, kendisi için özel uçak satın alan ilk Vietnamlı olarak gündeme oturdu. Bundan sonra o gündemden düşmesi de zor zaten. Dönelim, ‘Döküntü’ etkinliğine. Etkinliğin neden kentin uzak bir köşesinde olduğunu yukarıda açıkladık. Etkinliğin yapıldığı mahallede dikenli telle ya da ağır kapılarla korunmuş birçok bahçeli ev dikkat çekiyor. Mahallede, döküntü olan tek yer, etkinliğin yapıldığı yer. 200 metrekarelik alan, betonlanmış bir bahçeden ve yaklaşık 100 metrekarelik tek odalık bir evden oluşuyor. Evden çok, işlik havası veriyor. Burayı kiralayan Vietnamlı sanatçıyla sohbet ediyoruz. Eve/işliğe, özellikle dokunmamış; hiçbir süsleme yok. Çirkin görünmüyor ama Nişantaşı’ndaki galeriler gibi varsıla yönelik olmadığı çok açık. Sanatçıyı, sanatçının konuk beklemediği sırada yakalanması türü bu doğallığı dolayısıyla kutluyoruz. ‘Döküntü’ yeri, çevresindeki evler gibi, duvarlarla çevrelenmiş. Sanatçı, bu duvarları, izdüşerden (projektör) görüntü yansıtmak üzere ve duvar resmi türü etkinlikler düzenleyebilmek amacıyla, tümüyle beyaza boyatmış. Bizi, bu duvarlardaki çeşitli resimler karşılıyor; geleneksel Vietnam çizimleri yanında, soyut çalışmalar da var. ‘Döküntü’ yerinin kapıları, herkese ardına dek açık... Sonra, ‘Döküntü’ etkinliği başlıyor. İki sanatçı, bir heykel gibi beyaza boyanmış. Pek fazla hareket etmiyorlar; yonut (heykel) gibi kıpırtısız kalmaya çalışıyorlar. Onlardan, en çok, mahallenin çocukları hoşnut. İçeride, dikenli tel içinde dalınçta (meditasyon) olan bir sanatçı olduğunu görüyoruz. Çevresinde tuvalet kağıtları rastgele serpiştirilmi ş. Bir başka sanatçı, tel örgü içindeki sanatçının çevresinde gezgin satıcı arabasıyla dolaştırılıyor. O, ortalama insanı temsil ediyor. Sanatçı için ‘bok’ diyor; tuvalet kağıtları boşa konmamış. Gezgin sanatçı, sanatçı ile ortalama halk arasında köprü olmak gibi bir işlev taşıyor. Yoksul mahalleliler toplanmışlar; merakla izliyorlar. Onlar, etkinliğe geldiklerinde, belki, gezgin sanatçı gibi düşünüyorlar. “Böyle sanat mı olur, böyle sanatın içine tüküreyim” diyorlar belki içlerinden. Gezgin sanatçı, doğaçlama yapıyor. İzleyicilerle gülünç sohbetlere giriyor. Mahalleli, yediden yetmişyediye katıla katıla gülüyor. Burada, sanat adına birşeyler öğreniyorlar bir yandan eğlenerek. Sonra, iki yonut sanatçı geliyor; sanatçıyı tel örgüden çıkarıp onu tuvalet kağıtlarıyla mumya gibi sarıyorlar. Etkinlik, diğer gösterilerle sürüyor. Sonunda, yonut sanatçılar, çevreye tuvalet kağıdı saçıyor. Elbette, bu etkinlik, toplumsal yönü olmayan, kendi içine kapalı, sanatçıya özel bir oynayım (rol) biçen bir nitelikte. Yine de, övgüyü ve tanıtımı hak ediyor. Neden?

Page 71: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

71

Çünkü Vietnam’ın kısa sürede, sonradan görme varsıllarla dolmasıyla birlikte, sanatın alsatçılaşması (ticarileşme), büyük tehlike. Genç kuşak sanatçılar, düzenin çarklarına teslim olup varsıl için sanat yapmak durumunda kalıyor ya da AB(D) ürünlerini eşlemleyerek (kopya) kendinin özel olduğunu falan sanıyor. Genç kuşak sanatçıların, halkla ilişkileri zayıf. Onlara göre, “halk, sanattan anlamaz”. Bunları ‘Olimpos sanatçıları’ olarak adlandırmak yanlış olmaz. (Türkiye’deki arabesk tartışmasının bu açıdan okunmasının yararlı olacağını düşünüyoruz – bkz. Gezgin, 2010.) Toplumdaki sınıflaşmayla sanattaki ayrışma arasında bir ilişki olduğu görülüyor. Vietnam’da çeşitli izdüşülerde (proje) çalışan Macar bir mimar dosta göre, yeni yerleşim bölgeleri, güvenlikli, kapılı, kapalı site biçiminde değilse, satışında zorluk yaşanıyor. Vietnam’ın sonradan görmeleri, daha birkaç yıl önce komşu oldukları yoksullarla aynı yerlerde yaşamak istemiyor. Onların bu uzamsal ayrışması, sanatta ayrışmayı da getiriyor. Genç kuşak sanatçılar ise, sonradan görme sanat ürünü toplayıcılarının beğenileri dolayısıyla, özgün ürünler veremiyor; ama onların, ileride, bu sonradan görmeler tarafından parlatılıp ‘büyük sanatçı’ vb. konumuna yükseltileceğine kuşku yok. Ho Çi Min Kenti’nde, sanat dünyasında, her kentte olduğu gibi, çeşitli sorunlar olmasına karşın, sergi basan, “şarap içti” deyip dayak atan vb. mahalleliler bulunmuyor. Ortalama bir Vietnamlı için, sanat, yine de değer verilmesi gereken bir etkinlik; sanat ürünlerini her zaman anlamasalar da. Hani nerede Türkiye’de, sanatta ‘ileri demokrasi’... İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2010). Arabesk mi klasik müzik mi? Peki sol müzik nasıl olmalı? http://ulas.teori.org/index.php?option=com_content&task=view&id=765&Itemid=30

Page 72: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

72

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (147): Kuzey Kore’den (KDHC) Görsel Bir Demet... Kuzey Kore (daha doğrusu, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti- KDHC), önderliğe tapma davranışı, nükleer silah kullanımı ve insan hakları durumu dolayısıyla soldan ve diğer birçok nedenle sağdan eleştirilen (çoğunlukla saldırılan) bir ülke. Soldan yapılan bu üç temel eleştirinin birini (nükleer silah kullanımı) daha önce yanıtlamıştık (bkz. Gezgin 2009); burada girmiyoruz. Diğer iki konu ise, uzun uzun tartışılan konular; burada yerimiz yok. Onun yerine, bu hep karalanan ülkenin, olumlu yönlerine odaklanacak ve KDHC görsellerindeki iletilerle yazıyı noktalayacağız. Dünyada tam bağımsızlığa en yakın ülkenin KDHC olduğunu söyleyebiliriz. Evet, doğru; KDHC’nin Çin’le yakın ilişkileri var; ama bu yoksul, küçük ama onurlu ülkenin Çin’e bağımsızlığını vermesi sözkonusu değil. KDHC, 7’den 77’ye herkesin Amerikan karşıtı ve sömürgecilik karşıtı olduğu belki de tek ülke. Küba’nın tersine, KDHC’nin zengin gezmenleri (turist) ülkesine çekip onlardan önemli bir gelir elde etmesi sözkonusu değil. KDHC’de gezmenler, az sayıda. Gezmenler, KDHC’de, rehber olmadan gezdirilmemelerinden rahatsızlar. Oysa, toplumun yabancı etkileriyle bozulmasına karşı, bu, çok yerinde bir önlem. Sonuçta, KDHC, herkesin birbirine ‘yoldaş’ diye seslendiği iki ülkeden biri. KDHC, dünyada Eyids (AİDS) sıklığının en düşük olduğu ülke olmalı; çünkü Eyids, birçok ülkeye yabancılar ve seks işçiliği yoluyla girdi ve giriyor. KDHC’de ise, Tayland ve Küba örneklerinin tersine, büyük bir gelir kaynağı olarak seks işçiliği ve alsatçılığı sözkonusu değil. KDHC’de 1990’larda, kıtlıktan 2 milyon kişi öldü; ama halk, toplumsalcı yönetimi değil, ABD’yi suçluyor. ABD ve yandaşı ülkelerin KDHC’ye karşı uyguladığı alım-satım yasağı, asıl sorumlu. Bu uluslararası alım-satım yasağı olmasaydı; kıtlığın etkileri, bu kadar korkunç olmayacaktı. KDHC’ye yönelik, Güney Kore savaş gemisini batırdığı yönündeki suçlama – ki KDHC, bu suçlamayı reddetti- ve ABD ve Güney Kore’nin ortak savaş oyunları, suları daha da ısındırıyor. Yine de, KDHC, ABD için kolay lokma değil; tüm halk, olası bir ABD işgaline karşı savaşmaya hazır. KDHC, halk savaşı anlayışını uygulamayı sürdüren bir avuç ülkeden biri. Yine, 7’den 77’ye herkes, atış eğitimi alıyor ve birçoğu, bunu kendi isteğiyle yapıyor; çünkü beklenen Amerikan saldırısına karşı, anayurtlarını korumaları gerektiğinin bilincindeler. KDHC’nin 1 Mayıs gösterilerinde oynanan oyunlardan biri, gözü bağlı olarak, sopayla Amerikan sömürge askeri ya da Japon sömürge askeri kuklasını kırmak. KDHC halkı, bu ikisinden de çok çekti. Halkı, birçok eski toplumsalcı ülkenin tersine, paragöz olmayan, devrimin ülkülerine bağlı olan bu ülkeyi sol yine eleştirsin elbette; ancak, KDHC’ye özel bu ve benzeri olumluluklar da gözardı edilmesin. Şimdi gelelim KDHC’den görsel demedimize. KDHC’nin birçok etkileyici asısı (poster), bir kitapta toplandı. Kitaptan, dikkati çeken savsözler (slogan) şunlar: - Bir KDHC askerinin, yumruğuyla, Amerikan ve Japon yayılmacılarını ve Güney Koreli işbirlikçilerini ezdiği çizimin altında: “Devrimin düşmanlarını acımasızca ezen demir yumruk olalım!” - Füzeleri ezen bir KDHC askeri çiziminin altında: “Amerikan yayılmacıları, ayağınızı denk alın!” - Elinde silahıyla kocaman bir topun karşısında korkuya kapılmış bir Amerikan askeri çiziminin altında: “Onlar silahla gelirse, biz de topla yanıt veririz!”

Page 73: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

73

- Süngüyle yırtılmış Amerikan bayrağı, Amerikan askeri mezarları ve teslim olan Amerikan askerleri çizimleri altında: “Amerikan yayılmacıları! Tarihten aldığınız dersleri unutmayın! Acıması yoktur süngülerimizin!” - Bir KDHC askeri karşısında minicik kalan Amerikan generalleri çiziminin altında: “Amerikan yayılmacıları! Utanç verici geçmişinizi unutmayın!” - Füzeyle parçalanmış Özgürlük Anıtı çizimi altında: “Cezasız kalmayacak, bizi kışkırtan!” - Füzelerden yapılma bir pergelin ayağı, dünya haritasında, ABD’de; diğer ayağı KDHC’ye yönelmiş: “ABD, gerçekten bir şer eksenidir.” - Amerikan haritasına bir füzenin gittiği çizim altında: “Ayağını denk al! ABD, yeryüzünden silinebilir.” - Dünya haritasını yumruklayan bir KDHC askeri çizimi altında: ““Yapacağız” dedik mi yaparız; boş konuşmayız!” - Bir ABD asker tabutu, kırık bir miğfer ve çok sayıda kafatası ve asker mezarı çizimi altında: “İşte, Amerikan yayılmacılığının yazgısı!” - “Kara sularımıza 0.001 mm bile girmeye kalkarsanız, yanıtımız sert olur!” - “Amerikan yayılmacılarının nükleer silah kullanmasına izin vermiyoruz!” - Uluslararası spor karşılaşmalarının KDHC’nin dünyada tanıtımı için önemine gönderme yaparak: “Sınıf bilincini yükselterek, tüm yarışmalarda, anayurdun onurunu yüce tutalım!” - “Devrim şehitlerimizin yüce onuru, yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor!” İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (111): Asya-Pasifik orduları. (3 bölüm olarak) Evrensel Hayat Eki, sayı 274, 18 Ekim 2009. Evrensel Hayat Eki, sayı 275, 25 Ekim 2009. Evrensel Hayat Eki, sayı 276, 1 Kasım 2009. Heather, D. ve De Ceuster, K. (2008). North Korean posters. Münih vd: Prestel.

Page 74: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

74

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (146): Ücretsiz Kölelik mi Ücretli Kölelik mi? (1) ‘Kölelik’ denince, aklımıza, belki, unutulmaz Brezilya dizisi ‘Köle Isaura’ gelir; belki ‘Kökler’ kitabı. Avrupalı sömürgecilerin Afrika’ya çıkıp Afrikalı ezilenleri kaçırdıklarını, köle yaptıklarını düşünürüz. Üstelik, kölelik, hep geçmişte kalmış bir olgu olarak düşünülür. Bu yazıda, bu çağrışımlardaki yanlışlara odaklanacak ve kölelik tarihini ele alacağız. Birincisi, kölelik, Avrupalı sömürgecilerle başlamadı. Muhammedci alsatçılar, Afrika’dan bin yıl kadar köle aldılar. Muhammedci olmayan kadınlar, odalık; Muhammedci olan kadınlar eş yapılıyordu. Kölelik, kuşkusuz, Muhammedcilik öncesi dönemde de vardı. Hammurabi’nin dizgeselleştirdiği Babil Hukuku’nda (yaklaşık İÖ 1790), köleci toplumların kökleşik (klasik) bir özelliği olarak, kölelere, efendilere ve efendi de köle de olmayan orta tabakaya farklı yasalar işliyordu. Babilliler, yasalar karşısında üçe ayrılıyordu: Amelu (soylular- kral, burada), muskinu (topraksızlar, dilenciler, yoksullar) ve ardu (köleler). Babil’de en kalabalık kesim, kölelerdi. Savaş esirleri ve suçlular, köle yapılıyordu. Ayrıca, Babil dışından köle alımı da sözkonusuydu. Babil’de köle, kölelikten, köleliğinin bedelini ödeyerek kurtulabiliyordu. Diğer bir yol, tapınağa gidip din adamı olmak ya da tapınak tarafından evlat edinilmekti. Babil’de köleler, evlat edinilebiliyor (böylece özgür oluyorlardı); davranışları beğenilmezse yeniden köle yapılıyorlardı. Efendisine karşı gelen kölenin cezası, uyarlık (itaat) simgesi sayılan kulağın kesilmesiydi. (Diğer deyişle, direnişçi köleler, ‘eski kulağı kesiklerden’ oluyorlardı.) Bey, hanımından ya da çocuğundan hoşnut değilse, onları köle yapabiliyordu. Babil’de, kölelerin kollarında, efendilerinin adı, dövme olarak yazardı; bir sağaltım işlemi olmadan, köle kökenliliği gizlemek olanaksızdı. Musacı anlatılara göre, Musa, köle olan İsraillileri Mısır’dan çıkarıp kurtarmıştı. Babil Sürgünü’yle dağılmış Yahudilerin İsrail’e dönmesine izin veren ve bu ve diğer nedenlerle, Yahudilerin kurtarıcısı sayılan Pers Başyayılmanı (imparator) 2. Cyrus (Büyük Cyrus) (İÖ 600/576-530), İÖ 539’da köleliği kaldırıyor. İÖ 3. yüzyılda ise, kazandığı bir savaş sonrasında gördüğü ölü ve yaralı yığınıyla şaşkına dönen ve böylece Budacı olan Hint başyayılmanı Aşoka (İÖ 304-232), Hindistan’da köleliği kaldırıyor. Köleliğin kaldırıldığı bu tür örnekler bulunsa da, kölelik düzeni, bu kralların ölümüyle geri geliyor. Bu dönemden sonra, Spartaküs ayaklanmasının da örneklediği gibi, Roma döneminde birçok köle ayaklanması oluyor; onbinlerce köle, çarmıhlara geriliyor. (‘Gladyatör’ iziti, buna hafiften dokunuyordu. Ancak, “tarihi büyük adamlar yapar” görüşüne uygun olarak, biz izleyicilere, bir köle oğlu köle değil köleleştirilmi ş bir komutan sunuluyordu.) Avrupa dillerinde, ‘köle’ye karşılık gelen sözcükler, Slav’dan gelme (slave, esclave vd.); çünkü Vikingler ve Romalılar, tarihte Slavları köle yapıyorlardı. Kölelerin iktidarı, Memluklar’a (Kölemenler) dek sözkonusu değil. Memluklar, adlarından da anlaşılacağı üzere (‘malik olunan’ anlamında; bkz. mülk ve emlak), köle kökenli askerler. İktidara gelişleri, belki kendileri bile bilincinde olmasa da, sınıf savaşımı tarihinde önemli bir gelişme. Ancak, bu köle kökenli iktidar sahiplerinin kölelere iyi davrandığı söylenemez; çünkü din de, köleliği yasaklamıyordu zaten.

Page 75: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

75

“Kölelere iyi davranınız” sözü, köleliğin kalktığını değil, sürdüğünü varsayan bir söz. Haiti ise, Memlukları saymazsak, kölelerin kurduğu ilk ülke (1804) (bu ülkenin daha sonra nasıl Amerikancılaştığı, ayrı bir yazı konusu). Ondan sonra, ABD’de kölelerin özgürleşmesini istemeyen, onlara Afrika’ya geri dönmelerini öneren Beyazların desteğiyle geri dönen Amerika kökenli Afrikalı kölelerin özgür olarak 1847’de kurdukları Liberya örneği var. (Bu ülkedeki Amerika kökenli Afrikalıların yerli Afrikalılar üstünde kurdukları egemenlik de ayrı bir yazı konusu.) Egemen tarihçilere göre, 1847’de Liberya, Afrika’nın ilk bağımsız generki (devlet) oluyor. Bu yaklaşım, daha önceki yerel Afrika generklerini bağımsız saymamış oluyor; “hatta bunları generk bile saymıyor” denilebilir. Liberya için, belki, “Afrika’nın ‘çağdaş’ zamanlarının (ne kadar ‘çağdaş’ olabilirse) ilk bağımsızı” denilebilir. Bu sözümona ‘çağdaşlık’, birçok yoksul ülkeye ‘düşman çizmesi altında’ sömürge ordularınca getiriliyor: Örneğin, 1936’da Etiyopya’yı işgal eden İtalyan Ordusu, köleliği kaldırıyor! 2. Paylaşım Savaşı’nın bitimine dek şimdikinden kat kat daha ataerkil olan Japon toplumu, Amerikan işgali altında zorla yazdırılıp kabul edilen Anayasa’yla kadın-erkek eşitli ğine yelken açıyor. Uygar AB(D), vahşilere çağdaşlık götüredursun (Irak ve Afganistan işgalleri, aynı fay hatlarını izlemiyorsa, neyi izliyor?!); İngiltere’de, ‘karı satma’ geleneği, 1913’e dek sürüyor! Bu geleneğe göre, bey, hanımdan hoşnut değilse ya da paraya gereksinimi varsa, karısının boynuna yuları takıp pazara götürüyor ve satıyordu! Şaka değil, gerçek! Kuşkusuz, bu, köleliğin bir başka biçimiydi. Kimi durumlarda, satışı, mutsuz evlilikten usanmış hanımın kendisi istiyordu. İngiliz kadını için, pazarda satılmak, mutsuz bir evlilik sonrası yeni bir yaşam kurabilmek için tek yoldu! (2) Evet, kölelik, Avrupalı sömürgecilerden önce de vardı; Mezopotamya’daki ‘uygarlık’lardan başlayarak, savaş tutsakları, köle yapılıyordu. Ancak, Avrupalı sömürgecilerin gelişiyle, seri köle üretimi başladı. Köle alsatçıları (tüccar), mal üretir gibi köle üretiyordu. Kimdi bu köle alsatçıları? Sanılanın tersine, Afrikalılardı! Afrikalı köle alsatçıları, köle karşılığında Avrupalılardan mal alıyordu. Avrupalı köle alsatçıları, güvenli bulmadıklarından, Afrika içlerine girmiyorlardı; kaçırılan Afrikalıları, kıyılardan Afrikalı alsatçılar satıyordu. Kimi Afrikalılara, Avrupalılar tarafından “ya köle ol ya da köle bul” seçeneği dayatılıyordu. Afrika’da ‘suçlu’lar ve Afrikalılar arasındaki savaşlarda yenilenler, Avrupalılara satılmak üzere köle yapılıyordu. Afrikalı köleci soyaklar (aile), daha çok köle, daha yüksek saygınlık anlamına geldiğinden, birbirleriyle savaşıp esirleri köle yapıyorlardı. Tümüyle köle alsatçılığı üstüne kurulmuş Afrika krallıkları vardı! Bu krallıklar, Avrupalılar, 19. yüzyılda köleliği yasakladığında, buna şiddetle karşı çıkıyorlar! 2 milyon kölenin, balık istifi konuldukları Atlantik gemilerinde, sıkışıklıktan, havasızlıktan, besinsizlikten, susuzluktan vb. öldüğü sanılıyor. Atlantik yolculuğu, o zamanlar, 2 aydan fazla sürüyordu. Toplam 15.3 milyon kölenin Atlantik yolculuğu sonunda Amerikalara ayak bastığı sanılıyor. Bunlar içinden 5 milyonunun Amerikalardaki toplama kamplarında öldüğü sanılıyor. Köleliğin, Afrika’nın geriliğinde en az iki boyutu olduğu düşünülüyor: Birincisi, Afrika, köle alsatçılığıyla nüfussuzlaştırılmış oluyor; işgücü düşüyor. İkincisi, köle alsatçılığı, iyi para getirdiği için, diğer kesimlere pek yatırım olmuyor.

Page 76: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

76

Köleci toplumun çöküşünün, verimli olmamasından ileri geldiği söyleniyor. İşi, köleler yaptığından; verimliliği arttırmak gibi bir çaba yok. Bu bakış, kölelerin savaşımını ve egemenler içinde onlara destek çıkanların çabalarını (çeşitli din insanları vd.) yok sayıyor. Elbette, bir altyapı koşulu olarak, tarımdan işleyime (endüstri) geçiş ve emek-yoğun üretimden sermaye-yoğun üretime geçiş sözkonusu; ancak, kölelerin ve köle yandaşlarının savaşımları yadsınamaz. Kölecilik karşıtları arasında solcular ve din insanları vardı. Ama kölecilik karşıtlığını tüm din insanları desteklemiyor; ikiye bölünüyorlar. Solcular, ücretli kölelerle kölelerin dayanışmasından yanayken; dinciler, İsacıların dayanışmasından yana. Avrupa sömürgelerinde köleliğin kalkışıyla, Avrupadışı ülkeler, ‘batılılaşma’ adına, köleliği kaldırıyor; buralarda (örneğin, Siyam (Tayland) ve Kore) köleliğin kaldırılması çok geç oluyor. Türkiye’de büyük ilgiyle izlenen Güney Kore yapımı ‘Denizler Hakimi’ dizi iziti (Korecesi: ‘Hejin’), Ortaçağ Koresi’nde iki köle kökenli askerin savaşımını ele alıyor. Biri, hanım efendisine aşık; ama aşkı, karşılıksız. Hanım efendi, diğerine aşık ama o, başkasıyla evleniyor. Hanım efendisine aşık olan köle kökenli asker, aşkı karşılıksız olsa da, onu binbir türlü tehlikeden kurtarıyor; hanım efendisini annesine benzediği için sevdiğini söylüyor. İkinci başkişi, soylulara karşı köleleri korumaya çalışırken; birinci başkişinin saf aşkı, köle dayanışmasına engel oluyor. Bu köle kökenli askerlerin saraya dek yükselişi dolayısıyla, bunları ‘Kore Memlukları’ olarak adlandırabiliriz. Kore tarihi, köle ayaklanmalarıyla dolu. 1592’de Japon işgaline uğrayan Kore’de, saray, tümüyle yanıyor. Bu yangını Japon işgalcilerine bağlayanlar denli, kölelik kayıtlarını ortadan kaldırmak için kölelerin çıkardığını ileri sürenler de var. Kore’de kölelik, Japon işgali, ve sonrasında bu işgali sonlandıran 2. Paylaşım Savaşı ve Kore Savaşı’yla, krallıkla birlikte sönümleniyor. Bugün Korelerde ne kral ne kölelik var; ama yeni efendiler ve ücretli köleler var. Öte yandan, kölelik, emek-yoğun işler, tümüyle kalkmadığı için, hâlâ, Afrika’da, özellikle tarım alanında sürüyor ve AB(D)’de ve Asya’da ‘yasadışı’ göçmenlerin kölelik ya da kölelik benzeri koşullarda çalıştırılması sözkonusu; ve elbette, kölelik, sermaye düzeninde, ücretli köleliğe çevrilmiş durumda. Karnını doyurup kira ödemeye yetecek kadar ücretle (hatta kiraya para yetmediği durumda, birkaç kişinin ve hatta birkaç soyağın birlikte kaldığı evlerle), kölelik, biçim değiştirmiş biçimde sürüyor. Ücretsiz kölelikle ücretli kölelik arasındaki çizgi de bulanık. Dünyada, hemen hemen herkes, insan hakları adına, köleliğe karşı çıkıyor; ama dünyanın ne kadarı, ücretli köleliğe karşı çıkıyor? İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde (4. madde), kölelik yasaklanıyor; ama ücretli köleliğe ses çıkarılmıyor (gerçi, 23., 24. ve 25. maddeler, açıkça belirtilmese de, ücretli köleliği de kapsıyor; fakat bu maddeler, çoğu ülkede uygulanmıyor). Yeni bir dünyada, Haiti’deki kölelerin torunları olan ücretli kölelerin iktidarında, önce ücretli kölelik kalkacak; sonra insan hakları yeniden tanımlanacak ve tanımlanmalı... Ücretli ve ücretsiz köleliklerin varolduğu bir dünyada, insan hakları, henüz gerçekleşmemiş bir ülkü olarak kalacak. Ücretli kölelik için söyleyecek sözü olmayan insan hakları anlayışları, er ya da geç, tarihin çöp kutusunda yerini bulacak. (bitti)

Page 77: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

77

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (145): Asya’nın ‘En’leri Asya-Pasifik ülkeleri, liseden sınıf arkadaşları olsalardı; lise yıllığında “sınıfın enleri” dizelgesi olacaktı belki. Bu yazıda, dünyanın ‘enleri’ne giren Asya-Pasifik ülkelerini ele alıyoruz. - Dünyanın en büyük dışasatımcısı (1,2 trilyon Dolar) olan Çin, dünyanın en büyük pirinç, buğday, meyve (toplam), sebze (toplam), elma, sarmısak, armut, ayva, mandalina, şeftali, erik, dağ eriği, trabzon hurması, domates, karpuz, kestane, ceviz, fıstık, patlıcan, havuç, şalgam, patates, lahana, karnabahar, brokoli, ıspanak, kıvırcık salata, kuşkonmaz, soğan, yeşil soğan, salatalık, turşuluk salatalık, balık, deniz bitkileri, bal, mantar, yermantarı, pamuk, ipek, kanola, çay, tütün, altın, alüminyum, sürme taşı (antimon), arsenik, bizmut, kadmiyum, çimento, flüorit, demir, manganez, cıva, mika, çelik, stronsium, kalay, tungsten ve çinko üreticisi. Çin, dünyada en büyük sayıda koyuna (yaklaşık 160 milyon), domuza (yaklaşık 489 milyon), katıra (yaklaşık 4,2 milyon), eşeğe (yaklaşık 8,5 milyon) ve ata (yaklaşık 8,1 milyon) sahip. Dünyanın en büyük yenilebilir enerji, hidroelektrik, kömür, rüzgar çarkı, güneş panosu üretimi de dünyanın en yüksek karbondioksit salınımı da, Çin’de. - Dünyanın en büyük nüfusuna (1.3 milyar) ve en büyük işgücüne sahip (yaklaşık 808 milyon kişi) Çin, aynı zamanda, dünyanın en büyük hazır ordusuna (2.25 milyon asker) ve en büyük polis gücüne (yaklaşık 1.8 milyon) sahip. Dünyanın en çok komşusu olan ülkesi, Çin (16 komşu; ikincisi, 14 ülkeyle Rusya). Dünyanın en büyük genelağ (internet) kullanıcısı Çin’de (yaklaşık 300 milyon kullanıcı) ve Çin, dünyanın en çok sabit sesleğine (telefon) ve cep sesleğine sahip (368 milyon sabit seslek, 703 milyon cep sesleği). - Çin, dünyanın en büyük pirinç üreticisi ve tüketicisi iken, Tayland, dünyanın en çok pirinç dışasatanı. Bu, Tayland’ın kendine yetenden fazlasını ürettiğini, Çin’inse kendi yağında kavrulduğunu gösteriyor. - Büyük bir bölümü Asya’da olduğu için, burada Rusya’yı da değerlendirebiliriz. Rusya, dünyanın en büyük arpa, karabuğday, yulaf, çavdar, çekirdek, kuş üzümü, bektaşi üzümü, ahududu, karaburçak, yanmaztaş (asbest), elmas, nikel ve paladyum üreticisi. Dünyanın en büyük doğal gaz kaynaklarına sahip olan Rusya, en büyük doğal gaz dışasatarı ve en büyük yeryağı (petrol) üreticisi. - Dünyanın en çok aç ve yoksuluna sahip Hindistan ise, dünyanın en büyük darı, muz, limon, misket limonu, mango, palmiye fıstığı, baharat, zencefil, nohut ve mercimek üreticisi. - Asya’nın alsatçılık ilişkilerini doğrudan etkilediğinden, burada ABD’ye bakmakta da yarar var: Dünyanın en büyük elektrik, rüzgar gücü, nükleer enerji, mısır, süpürgedarısı, greyfurt, pomelo, çilek, soya fasulyesi, badem, bentonit, molibdenum ve tuz üreticisi, ABD. Dünyanın en büyük dıştanalırı olan ve dışarıya en borçlu ülkesi olan ve en büyük bütçe giderine, bütçe gelirine ve bütçe açığına sahip ülkesi olan ABD, dünyanın en büyük elektrik, doğal gaz ve yeryağı tüketicisi ve dıştanalırı. ABD’nin tersine, en yüksek bütçe fazlasına sahip ülke olan Suudi Arabistan, dünyada en büyük yeryağı kaynaklarına sahip ülke ve en büyük yeryağı dışasatarı. ABD’nin sayılanlar dışında da çarpıcı ‘en’leri var: ABD, dünyanın en büyük silah sahipliği oranına (10 kişiye 9 silah düşüyor!) ve en yüksek mahkum oranına ve mahkum sayısına sahip (2 milyon 311 bin mahkum). En fazla kokain kullanıcısına sahip ülke de ABD (nüfusun % 2.8’i kokain kullanıcısı); ancak, hintkeneviri kullanıcısı oranında, birinci, ABD değil, Papua Yeni Gine (ülkede yaklaşık olarak üç kişiden biri, hintkeneviri kullanıyor). Dünyanın en çok afyon kullanıcısına sahip ülkesi İran’ken;

Page 78: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

78

Afganistan, dünyanın en fazla yasadışı afyon üreten ülkesi. Dünya afyon üretiminin % 95’inin 2.9 milyon afyon üreticisine sahip olan Afganistan’da gerçekleştirildi ği sanılıyor. Afganistan, hint keneviri üretiminde de bir numara. Bu ‘en’lere bakıldığında, Çin’in ve Rusya’nın dolu dolu geldiğini, dünyanın çökmekte olan ABD’den sonra iki büyük gücü olarak diğerlerinden sıyrıldıklarını görüyoruz. AB de, başka bir güç; ancak, henüz tümüyle bütünleşilememiş olunması ve ABD’nin gölgesindeki siyasalar, AB’nin bir dünya gücü olmaktan çok uzak olduğunu fısıldayan gerçekler. Kendi içlerinde sorunları olmakla birlikte, Çin ve Rusya, ellerindeki dev doğal kaynaklar dolayısıyla, büyümeyi sürdürecekler. Bu büyüme, halkların değil egemenlerin işine yarayacak elbette. Ancak, tek sonlamlı (kutup) bir dünyadansa, çok sonlamlılık yeğdir. Elbette, dev kaynaklara sahip olmak, kalkınmanın yollarından yalnızca biri. Eğitilmi ş nüfus ve kılgıbilimsel (teknolojik) ilerleme, olmazsa olmaz. Çin ve Rus üniversiteleri, ileride, dünyanın sayılı üniversiteleri arasına girdiklerinde, bu koşul da karşılanmış olacak. Bu noktada ciddi bir sorun, nüfus olacak. Çin’de, tek çocuk siyasaları nedeniyle, yaşlanan nüfusun yerini dolduracak sayıda genç yok. Rusya’da ise, hem doğum oranı düşük ve boşanma oranı yüksek, hem de içkiden, uyuşturucudan ve Eyids’ten bir sürü genç ölüyor. İki büyük üretici olan Çin ve Rusya, dünyanın en büyük tüketicisi olan ABD’ye karşı, diğer ülkelerle bağlarını geliştirdikçe, ABD’nin bir ülkeyi kafasına estiği gibi işgal etmesi zorlaşacak. Terazinin dengesi Asya’da...

Page 79: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

79

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (144): Asya’da Yaşam Pahalılığı Dünyanın en pahalı ülkeleri, İskandinav ülkeleri ve Japonya. Asya-Pasifik’te pahalılıkta Japonya’yı Avustralya izliyor; ondan sonra ise, Yeni Zelanda, Güney Kore, Tayvan ve Hong Kong geliyor. Dünyanın ve Asya-Pasifik’in en ucuz ülkeleri, Kuzey Kore, Vietnam, Papua Yeni Gine, Bangladeş, Nepal, Hindistan, Sri Lanka ve Özbekistan. Çin, bugüne dek, yabancı yatırımcılar tarafından ‘ucuz işgücü cenneti’ olarak görüldü. Ancak, son zamanlarda, Çin de pahalılanıyor; yabancı yatırımcı, özellikle Vietnam’a yöneliyor. Neden Vietnam? Birincisi, Çin’de de olduğu gibi, tek bir parti olduğunda, yönetimin sürekliliği var. Bir iş anlaşması imzalandığında, bir sonraki yönetimin anlaşmayı saymaması gibi bir durum geçerli değil. İkincisi, özellikle kentlerde, altyapı iyi durumda. Diğer ucuz ülkelerde ise, altyapı iyi değil. Altyapının kötü olması, üretim tutarlarını arttırıyor. Örneğin, bozuk yollar nedeniyle saatlerin boşa gittiği ülkelerde, yatırımcıların kaybı büyük oluyor. Üçüncüsü, Vietnam’ın genç bir nüfusu var. Çin, tek çocuk siyasası nedeniyle, genç nüfus sorunu yaşıyor; üstelik, ataerkil değerler nedeniyle, bu tek çocuğun erkek olması yeğleniyor. Bu nedenle, kız-erkek dengesizliği var. Bekar erkekleri bol olan ülkelerde, toplumsal çalkantılar daha dalgalı oluyor. Yine de, kimi uluslararası şirketler, Çin’de kalmayı yeğliyorlar; çünkü bu, büyük bir pazar. Şirketler, ülkenin yavaş yavaş tüketim toplumuna evrildiğini gördüklerinden, bu 1.3 milyarlık pazarı bırakmak istemiyorlar. Dünyada ve özel olarak Asya-Pasifik’te yaşam pahalılığını karşılaştırdığımızda dikkat çekici noktalar şunlar: - Yüksek gelirli ülkelerde yaşam da pahalı. Yaşamın ucuz olduğu ülkelerde, ucuzluk, genel olarak yiyeceğin ve evin ucuz olmasından ileri geliyor. Yiyecek ucuzluğu, yiyecek üreticilerinin özel tekel olmamasından ileri geliyor. Ya küçük üreticiler ya da generk (devlet) tekeli var. Bir de, ucuz olagelen toplumsalcı ülkelerde, evi ya generk sağlıyor ya da eski siyasalar bu yönde. Bir ülkede, toplumsal konutlandırma yaygınsa, ücretler de ederler de (fiyat) düşük olabiliyor. Bu durumda, evsahibi olma oranı yüksek ama gelirler düşük. Yani insanlar, belki zar zor yemek alabiliyor; ama generk siyasaları dolayısıyla, yine de ev sahibiler. Kimi ülkelerde, insanların evsahibi yapılması, onları uysallaştırmanın bir aracı olarak işe koşuluyor. Böylece, varolan düzende çıkarları olmuş oluyor. - Ederlere iki tür açıklama getirilebilir: Ya üretim tutarı (sürüm, talep) ya da satın alma gücü (aranım, arz). Bir ürünün pahalılığı, üretim tutarının yüksekliğinden kaynaklanabilir. Bunun yerine, eder, tüketici, pahalı olanı satın alma gücüne sahipse, kazancı ençoklamak (maksimizasyon) için yüksek tutulabilir. Vietnam gibi ucuz ülkelerde iki durum da geçerli değil: Üretim tutarı düşük ve halk, yüksek ederleri ödeyebilecek bir gelir düzeyinde değil. - McDonalds Hamburgeri Göstergesi, çeşitli çevrelerce kullanılan bir karşılaştırma aracı. Bir büyük hamburgerin değişik ülkelerde kaça satıldığı üzerinden yaşam pahalılığı karşılaştırması yapılıyor. Bu, adamakıllı reklam kokuyor! Bu karşılaştırmalardaki sorunlar şunlar: Hamburger’in ederi, ülke içinde, değişik kentlerde farklı olabiliyor; bu da ülke karşılaştırmalarını karmaşıklaştırıyor. İkincisi, birçok düşük ve orta gelirli ülkede hamburger bir lüks. Üçüncüsü, bu, Amerikan özekli bir karşılaştırma. - Kiraya verilebilecek mallar, mülkte eşit olan toplumlarda bile sınıfları yaratıyor. Yatırım araçları dışında, uzun ömürlü tüketim malları da, nice adaletsizlik doğuruyor. Kimi ülkelerde, masa bile, gelir getirebilecek bir araca dönüşebiliyor; masaya

Page 80: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

80

oturduğunuz gibi masa kirası alınıyor (Edip Cansever boşuna dememiş “masa da masaymış ha” diye). - Yaşam pahalılığı ve besin pahalılığı, kimi araştırmalarda ayrı ayrı hesaplanıyor. ‘Yaşam pahalılığı’, besin dışındaki barınma, sağlık, eğitim, giysi, ulaşım vd. giderleri de kapsıyor. Yoksul ülkelerde gelirin büyük bölümü yemeğe gidiyor; bu ülkelerde insanlar, dışarıda yemek yerine evde yiyorlar ki, başka gereksinimlere para yetsin. Öte yandan, Tayland gibi, yoksulluğa karşın yine de dışarıda yemenin yaşamın bir parçası olduğu ayrıcalıklı örnekler var. Gelirin daha az bir oranının yemeğe gittiği ülkelerde yaşam, güllük gülistanlık değil. Oralarda, para, ya kiraya gidiyor ya da (özelleştirmelerden sonra) eğitim ve sağlığa gidiyor. - Ülküsel (ideal) ülke, temel gereksinimlerin pahalı olmadığı ülkedir. Temel olmayan gereksinimler pahalı olsa da olur; hatta onların pahalı oluşu sayesinde, temel gereksinimler çoğunluk için ucuzlatılabilir; sınıflı toplum var olduğu sürece. Sınıfsız toplumda ise, bu ayrım, anlamını yitiriyor; çünkü gelir adaletsizliklerinin ortadan kalkması sözkonusu. - Bir ülkenin sınıfsal geçişkenliği için aylıkların ne kadarının biriktirilebildiği önemli bir gösterge. Bir çalışanın işveren olma şansı nedir? Ama en iyi durumda bile, bu, sömüren-sömürülen döngüsünü yeniden ürettiğinden, eşitlikçi sayılamaz. Sömürülecek kimse kalmayınca (iç ve dış) göçmen işçiler sömürülüyor. - Yaşam, pahalı; ama insan canı, ucuz. Bir gün yaşam, ucuz; insan canı, pahalı olsun diyedir bütün çaba...

Page 81: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

81

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (143): Bir Ortak Bölen Olarak Soğuk Savaş... Soğuk Savaş döneminde, bu dönemin yapısal özellikleri dolayısıyla bölünmüş dört ülke var. Bunlar, Kuzey-Güney Vietnam, Kuzey-Güney Yemen, Doğu-Batı Almanya ve Kuzey-Güney Kore idi. Buraya, belki bu dönemin doğrudan değil dolaylı bir sonucu olarak, Kuzey-Güney Kıbrıs da eklenebilir; ancak, saydığımız ilk dört ülke çiftinde, aynı dili konuşan halklar sözkonusuyken, Kıbrıs’ta iki ayrı halk var. Dolayısıyla, hem doğrudan bir sonuç olmaması hem de halkın parçalılığı nedeniyle, Kıbrıs’ı ayrı tutmayı yeğleyeceğiz. Bu dört ülke çifti dışında, Afrika’da Benin Halk Kamuerki (cumhuriyet), Etiyopya Elerkil (Demokratik) Halk Kamuerki, Angola Halk Kamuerki, Mozambik Halk Kamuerki ve Somali Elerkil Kamuerki gibi toplumsalcı (sosyalist) ülkeler vardı; ancak, bunlar, bölünmediler; bir bütün olarak, kısa süreyle, toplumsalcılığı kucakladılar ve en uzun ömürlüsü (Angola) 1992’de son buldu. Bu dört ülke çifti, siyasetbilim ve uluslararası ve uluslariçi ilişkiler alanlarında, dikkate değer araştırma konuları. 1945’te, 2. Paylaşım Savaşı sonunda, Ho Çi Min, silah arkadaşlarıyla birlikte, Vietnam’ın bağımsızlığını ilan etti; ancak, Fransız sömürgecilerle savaş, 1954’e dek sürdü. Aynı yıl yapılan anlaşmayla Vietnam, 17. enlemden Güney ve Kuzey diye ikiye ayrıldı. Anlaşma koşullarından biri, 1956’da Kuzey’de ve Güney’de seçim yapılmasıydı. Bu seçim yapılabilseydi, birleşme gerçekleşecekti belki de. Ancak, Güney Vietnam, oylamaya karşı çıktı. Kuzey Vietnam, 1945’teki adını (‘Vietnam Elerkil Kamuerki’) korurken, Güney Vietnam, ‘Vietnam Kamuerki’ adıyla yoluna devam etti. 1975’te Saygon’un düşüşünden/kurtuluşundan sonra, 1976’da iki Vietnam birleşip Vietnam Toplumsalcı Kamuerki’ni oluşturdular. Kuzeyliler’in adım adım Güney’e ilerleyip sonunda ülkeyi birleştirmesi dolayısıyla, bugün Vietnam’ın güney illerindeki kurtuluş günü kutlamaları, bir Meksika dalgası gibi, Orta Vietnam’dan Güney Vietnam’a doğru ilerliyor ve 30 Nisan 1975’te Saygon’un düşüşüyle son buluyor. Bu günün özel olmasının bir başka nedeni, 1 Mayıs’tan bir önceki gün olması. Diğer bir deyişle, Saygon’un kurtuluşu, 1 Mayıs’ın öngünü. Vietnamlı toplumsalcılar için 1 Mayıs 1975, bu nedenle, çifte bayramdı. Bugün Vietnam’da 30 Nisan ve 1 Mayıs, üst üste dinlence. İkinci ülke çifti, Kuzey Yemen ve Güney Yemen. Güney Yemen, 1839-1967 arasında Britanya sömürgesiydi. 1963’te, İşgal Altındaki Güney Yemen için Kurtuluş Cephesi ve Ulusal Cephe, Britanyalı sömürgecilere karşı silahlı ayaklanma başlatıyor. Güney Yemen, 1967’de bağımsız oluyor. 1970’te Ulusal Cephe’nin Marksçı kanadı, yönetime gelip ülkenin adını ‘Yemen Elerkil Halk Kamuerki’(1967/1970-1990) olarak değiştiriyor. İki Yemen, arada gerginlik olsa da, Kore, Almanya ve Vietnamların tersine, dostça ilişkilerini sürdürüyordu. Daha 1972’de bile, birleşmenin gerçekleşeceği duyurulmuştu. Güney Yemen’de 1980’ler, ne yazık ki, iktidar kavgalarıyla ve kanlı gösterilerle geçti. Yemenler, 1990’daki anlaşmayla birleştiler; ancak Güney Yemen, anlaşma koşullarına uyulmadığı için ayaklandı. Kuzey Yemen Ordusu, bunun üzerine, 1994’te, Güney Yemen’i ele geçirdi; Güney Yemenli önderler sürgüne gönderildi. Güney Yemenliler, hâlâ bağımsızlık istiyor; Yemen yönetiminin, kaynakları bölgeler arasında eşit bir biçimde paylaştırmadığını ve kendilerine ayrımcılık yapıldığını ileri sürüyorlar. Bugün Güney Yemen, El Kaide’nin ve korsanların kalesi olarak biliniyor.

Page 82: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

82

Üçüncü ülke çiftinde ise, bilindiği gibi, Batı Almanya, Doğu Almanya’yı ele geçirdi. Korelerdeki durumun tersine, Batı ve Doğu Almanlar, birbirleriyle görüşüyor ve haberleşebiliyorlardı. Oysa aynısı, Kore’nin iki tarafında da, gizmenlik (ajan) suçlamasına yol açabiliyor(du). Ayrıca, Doğu Almanya’da, Batı Almanya’nın izleçlerini (televizyon) ve dinleçlerini (radyo) izlemek olanaklıydı. Koreler ise, 38. enlemle ayrılıyor. İki Kore arasında, Askerden Arındırılmış Bölge (AAB) var. AAB, Kore Savaşı sonunda yapılan ateşkesle, Kuzey Kore ve Güney Kore askerlerinin 2’şer kilometre geriye gitmeleriyle oluşturuldu. Dünyanın en yüksek bayrak direği, Kijong-Dong’da, Kore sınırından görülecek biçimde dikilmiş Kuzey Kore bayrağı direği (160 metre). Güney Kore tarafında ise 98.4 metrelik bayrak direği var. İki taraf da, ülkesini çekici göstermek için, sınırdan görülebilecek güzel yapılar dikiyor. Ateşkesten sonra barış anlaşması imzalanmadığından, iki Kore, kağıt üstünde hâlâ savaşıyor görünüyor. Zaten bugün, savaşmasalar da savaşmış kadar oluyorlar: Savaştan sonra, Kore AAB’sinde sayısız çatışma oldu. Kore AAB’si, küçük bir bölümü dışında, insan girişine yasaklı olduğundan, hayvanların ve bitkilerin insan eli değmeden doğal olarak yaşayıp gittiği nadir yeşil alanlardan. Burada, soyu tükenme tehlikesi altındaki kaplan, leopar ve ayı gibi hayvanlar, özgür yaşamın tadını çıkarıyor. Bölgede yaklaşık 3 bin çeşit bitki, 320 çeşit kuş, 70 çeşit memeli yaşıyor. Hayvanlar, barış içinde; insanlar, savaş içinde yaşıyorlar. Hayvanların Kuzey Korelisi, Güney Korelisi yok. Çevreciler ve barış yanlıları, bir gün Koreler birleşirse, bu bölgenin doğal gezenek (park) ve/ya da barış gezeneği yapılmasını umuyorlar. Hayvanlar çoktan barıştı; sıra, insanlarda...

Page 83: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

83

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (142): Kızıl Bir Siyam (Tayland) İçin... (1) 1980’lerde Tayland Komünist Partisi’nin tarih sahnesinden çekilmesinden sonra, Tayland’da köklü eleştiri örnekleri görebilmek bir hayli zorlaşmıştı. 2006 darbesinden sonraki süreçte ise, ülkede iyisiyle kötüsüyle büyük bir canlanma var. Tayland’daki Chulalongkorn Üniversitesi’nin eski öğretim üyesi Britanyalı-Tay Giles Ji Ungpakorn, 2007’de Bangkok’ta yayınlanan ‘Zenginler için Bir Darbe’ kitabında 2006 darbesini masaya yatırıyor. Tay Merkez Bankası başkanlığı ve Thammasat Üniversitesi başbilmenliği (rektör) gibi üst düzey görevlerde bulunmuş ve 1976 toplukıyımında ‘komünist’ olduğu gerekçesiyle linç edilmek üzereyken yurtdışına kaçan ve zorunlu sürgünde ölen Puey Ungpakorn’un (1916-1999) oğlu olan Giles Ji Ungpakorn, kitabı nedeniyle, ‘Kral’a hakaret’le suçlandı ve 2009 başında Tayland’dan kaçmak zorunda kaldı. Kitabın girişinde, Tayland tarihine seçkinci ve batıyanlıcı (oryantalist) bakışları eleştiriyor. Dünyada egemen tarih görüşü olan seçkinci görüş, tarihi, ağaların, paşaların, beylerin vb. öyküsü olarak görüyor. Yoksullar, bu seçkinci tarihte ancak ‘aşağılık varlıklar’ olarak yer alıyorlar. Araştırma kitapları yanında, birçok bilimsel dergide ve kitapta, Tayland’da siyaset üstüne muhalif makaleler yayınlamış olan Ungpakorn, Tay tarihini gizemli ve krala tapıcı olarak gören yabancıları da eleştiriyor. Ona göre, Tay tarihi, sınıf savaşımı bakışı olmadan anlaşılamaz. Hele 1997 Asya Tutumyapısal (Ekonomik) Bunalımı, aşırı üretimin ve aşırı sömürünün meyveleri. Bu bağlamda, Tayland siyasetbilimcileri de, Türkiye’de olduğu gibi, ‘merkezle çevre’nin kavgasına odaklanıyor; oysa Ungpakorn’a göre, bunlarda sınıfsal bakış eksik. Generk (devlet), tekparça değildir; içinde, çatışan egemenler herzaman vardır ama bunlar, yöneten-yönetilen çatışmasından daha önemli değil. Çatışır görünen egemenler, sömürmede ortaklaşıyor. Tayland siyasetinde herşey geçici olsa da, kral, kalıcı. Ungpakorn, İngiltere’yle karşılaştırma yapıp krallıkların meşru görünmek için köklü ya da yaşlı görünme gereksinimi duyduklarını belirtiyor. Köklülük ya da yaşlılık havası vermek için yeni gelenekler türetilip sanki bu gelenekler yüzyıllardır sürdürülüyormuş gibi yapılıyor. Tayland’da bunun bolca örneği var. Buna ek olarak, Tayland’da kralın etkili olmasının bir diğer nedeni, 60 yılı aşkın süredir generk başkanı olarak, ülkenin en uzun deneyimli siyasetçisi oluşu. Ungpakorn’a göre, bu, aynı zamanda, Tayland Krallık kurumunun zayıflığı. Kral öldüğünde, yerine geçecek olana aynı saygı gösterilmeyecek. Tayland’da yabancı yayınlar, “Kral’ı eleştirdiler” diye yasaklanabiliyor. Kral’a hakaret savıyla birçok yazar ve siyasetçi yargılanıyor. Birçok yerde kral anıtı ve resimleri var. Her pazartesi kral için sarı giyiliyor. İzitevlerinde (sinema) her izitten önce çalınan Krallık Marşı, saygı duruşunda dinleniyor. “Kral olmasaydı Tayland olmazdı” görüşü, körpe beyinlere kazınıyor. 1932’de Tayland’da ‘Meşrutiyet’e (anayasal krallık) geçildi. 1957’deki darbeye dek, Tayland toplumunda Kral, büyük bir önem taşımıyordu; Kralcı kampanya henüz başlamamıştı. Ungpakorn, 1932 Devrimi bildirisinden, bugün Taylandlılar için şok edici olabilecek bir bölüm alıntılıyor: “Kral, başa geçtiğinde, insanların umudu vardı ama acılar ve işsizlik geldi... Kral, halka yardım etmek yerine, vergileri kendi kişisel çıkarı için kullandı.

Page 84: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

84

Halk, Kral’ın ileri sürdüğü gibi eğitimsiz ve aptalsa, bu, Kral aptal olduğu ve halkın eğitim almasını engellediği içindir...” Bugün bunu söyleyeni linç ederler. Ungpakorn’a göre, 1932’ciler kamuerkçiydi (cumhuriyet); ancak kitle tabanları zayıf olduğundan, eski düzenin kimi kesimleriyle uzlaşmak zorunda kaldılar, bu nedenle kamuerki yerine ‘meşrutiyet’ doğdu. Peki Tayland’da kral tapımı nasıl olup da sürebiliyor? Ungpakorn’a göre, seçkinler, bu tapınmadan çıkar sağlıyor; ayrıcalıklar elde ediyor. İngiltere’deki krallık düzeninin tersine, Tayland’da, kralın, siyaset üstünde büyük etkisi var; yalnızca simgesel bir güç değil. Kral’ın yetkileri, kağıt üstünde kısıtlı görünüyor; ama gerçekte geniş. Yeni kentli sınıfların Krallık karşıtı bir güç olacağını düşünen yorumcular olsa da, gerçekte, kenterlerin (burjuvazi) kral-karşıtı olma gibi bir durumları yok. Sermaye düzeni ve krallık, içiçe geçmiş durumda. Kral, birçok askeri yönetimle de birlikte çalıştı; bir açıdan, kendi siyasalarını dayatmak yerine, daha çok, seçkinler içindeki yaygın görüşü onaylamak gibi bir yaklaşımı var; böylece, seçkinler içindeki saygın konumunu korumuş oluyor. Geçici siyasalar yerine, ülkenin sürekliliğini güvence altına almaya çalışıyor; çünkü ülkenin sürekliliği, kendisinin de sürekliliği anlamına geliyor. Ama aynı zamanda, kendisinin sürekliliğinin tehlikede olduğunu gördüğü durumlarda, siyasete, kimi zaman el altından kimi zaman açıkça müdahale ediyor. 2006 darbesine verdiği destek, bunun bir örneği. Darbenin rüşvete karşı çıkan Kral (ya da kral yandaşları) tarafından düzenlendiğini ileri sürenler var; oysa Kral, uzun yıllar süren yönetimi boyunca, birçok rüşvetçi hükümetle birlikte çalıştı; zaten, Tayland’da rüşvete bulaşmamış siyasetçi bulmak da zor. (2) Ungpakorn’a göre, cep sesleği (telefon) ve basın-yayın zengini olduğu için sık sık Berlusconi’ye benzetilen Taksin’in başında olduğu ‘Tay Tay’ı Seviyor’ (TTS, Thai Rak Thai) Partisi, dipten gelen yoksul muhalefetin zenginlerce satın alınması. TTS, ilk seçimi 2001’de kazanıyor. TTS zamanında, Tayland tarihinde ilk kez, “herkese sağlık güvencesi” uygulaması getiriliyor; yeni iş olanakları yaratmak üzere her bir köy için 1 milyon Baht (yaklaşık 25 bin ABD doları) borç veriliyordu. TTS karşıtlarının tutunduğu dal, Thatcher’dı; devlet harcamaları kısılmalı, kemer sıkma siyasaları uygulanmalıydı. Ungpakorn’a göre, 2006 darbesi, yoksullara karşı yapıldı. TTS, yoksulların siyasete daha çok katılması anlamına geliyordu. Bu, ayrıcalıklı sınıfların hoşuna gitmiyor. Kral da askerleri destekliyor. Cunta, cuntacılara göre, Yasama Kurulu’nda (parlamento) çoğunluk olan TTS Partisi’ni durdurmanın darbeden başka bir yolu kalmadığı için gerçekleştirildi. Başbakan ve işadamı olarak Taksin’in vergi kaçırdığını herkes biliyor. Basın-yayını elinde tuttuğundan, basını kendine yandaş yapıyor; kendi sahibi olmadığı gazeteleri ilan vermemekle tehdit edip saflarına katıyordu. Ayrıca, Taksin zamanında, ‘uyuşturucuya karşı savaş’ta üçbini aşkın ‘şüpheli’, yargısız infaz edilmişti. Yani Taksin, sütten çıkmış ak kaşık değil. Ancak, cunta da, bu yargısız infazları açığa çıkarmıyor; çünkü bunları yapanlar, zaten güvenlik güçleriydi. Ek olarak, TTS, bir yandan köylere ve yerel izdüşülere (proje) kaynak ayırıyorken, bir yandan da özelleştirme ve serbest alsatçılık siyasaları

Page 85: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

85

güdüyordu. Yani tümüyle yoksul dostu oldukları söylenemez. Zaten partinin ileri gelenleri, zenginler. Ungpakorn’a göre, yoksullar, onları temsil ederek Yasama Kurulu’na girebilecek güçlü bir parti olmadığı için, ‘kötünün iyisi’ gibisinden TTS’u desteklediler. Öyle ya da böyle, Taksin, yüksek oylar aldı ve Ungpakorn’a göre, onun zamanında bir sürü yolsuzluk olsa da, yine de halkın seçimi sözkonusuydu; cunta ise, tümüyle silaha dayanıyor (“bir de krala” diye de biz ekleyelim). Taksin, 19 Eylül 2006’daki darbeye dek iktidarda kalıyor. Darbeyle, basına sıkıdenetim geliyor; Yasama Kurulu kapatılıyor. Cunta, yoksullara sağlık güvencesi için ayrılan kaynağı % 23 kısıp askeri harcamaları % 30 arttırıyor. Cuntanın bakanları, Thatcher hayranı yeni-serbestçiler (neo-liberal); hükümet harcamalarının kısılması yanlısılar; elbette, yoksullara kaynak ayrılmasına da karşılar. Darbe, siyasetçilerin aylıklarını arttırıp birçok askeri generk (devlet) işletmelerinin başına geçiriyor. Cuntanın siyasetçileri, birden fazla işin başına getiriliyor ve böylece bir değil birkaç aylık alıyorlar. Ortalama bir siyasetçi aylığı, enaz (asgari) ücretlilerin 30 katı kadar yükseltiliyor (Türkiye’de milletvekili aylığı, enaz ücretin yalnızca 14 katı!) Cuntanın gündemlerinden biri, üniversitelerin özelleştirilmesi; ancak, üniversite bileşenleri, buna karşı çıktıkları için, bu, gerçekleşemiyor. Taksincilerle kralcılar ve darbeciler arasındaki atışmalar süredursun, Tayland’ın, Türkiye’deki durumla koşutluklar kurulabilecek değişmeyen bir gündemi daha var: Güneydeki şiddet olayları. Ungpakorn’a göre, bu olayların artmasından güvenlik güçleri sorumlu. Bölgede askerin dokunulmazlığı var ve asker, kaçakçılık yapıyor. Taksin yönetiminin, bölgeyi, ordudan polise aktarma önerisi vardı. Askerlerin olay çıkarıp direnişçilerin üstüne attığını düşünenler var. Böylece, “bölgede askere hâlâ gereksinim var” düşüncesi uyandırılıyor. Polisin Taksinci, askerin kralcı olduğu ve Güney’deki şiddetin aslında bir kral-Taksin atışması boyutu bulunduğunu ileri sürenler de var. Gizoyun (komplo) bakışları, bölgedeki şiddeti, Güneydoğu Asya’da daha etkin olmak isteyen ABD’ye bağlıyor. Tayland’ın kamusal görüşü ise, 11 Eylül kokuyor: “Bunlar, bağnaz İslamcıların işi”. Taksin’in hükümetini düşürmek için Güney’in karıştırıldığını ileri sürenler var. Ungpakorn ise, Güney’deki şiddeti, yüksek işsizlik oranlarına, azgelişmişliğe ve sindirme (asimilasyon) siyasalarına bağlıyor. Okullar, anadilde eğitim vermiyor; çoğunluğun Malay ve Muhammedci olduğu bölgede, bu iki ekin öğretil(e)miyor. Çocuklar, Tayca öğrenmeye ve Tay gibi giyinmeye vb. zorlanıyor. Bu nedenle, direnişçiler, okulları yakıyorlar. Ayrıca, insanlardan Tay adları almaları isteniyor ve yer adları değiştirilip Tayca yeni adlar veriliyor. Tüm bunların üstüne, sıkıyönetim var; güvenlik güçleri yargılanamıyor; insan hakları çiğneyimleri, işkenceler, infazlar yaygın. Askerler Budacı rahip yapılıp bölgedeki tapınaklara yerleştiriliyor, tapınaklarda korumalar var. Budacı tapınağı dikme, bölgeyi sömürgeleştirmenin bir parçası. Bu durumda, o ünlü sözü anarak, ayaklananlara değil ayaklanmayanlara şaşmalı. Ungpakorn, bölgenin (Pattani) 200 yıldır Tayland’ın işgalinde olduğunu belirtiyor ve sorunun kökenini Pattani’nin yaklaşık 200 yıl önce Britanya Malay Birliği ile Tayland arasında paylaştırılmasına götürüyor. Cunta döneminde ve sonrasında, güneydeki yargısız infazcıların yargılanması, elbette hayal. Ungpakorn, bölgedeki sıkıyönetimin kaldırılmasından ve barışçıl çözümlerden yana.

Page 86: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

86

(3) Son yıllara dek, Tayland’da Kral’ı eleştirmek olanaksızken, gösteri dalgalarıyla birlikte, bu konu, tabu olmaktan çıkıyor. Hiçbirşey için olmasa bile, en azından bunun, genel olarak Tayland ve Tayland’ın yoksulları için olumlu bir gelişme olduğunu söyleyebiliriz. Kral, 2006’daki darbeyle ilgili demeçlerinde darbeyi açıkça destekledi; darbecileri övdü ve onların törenlerine katıldı. Darbecilerse, Kral’dan destek aldıklarını duyurdular ve ona bağlılıklarını her keresinde yinelediler. Soru şu: Kral, başından beri darbeyi tasarlayıp darbe emri verdi mi yoksa varolan darbe tasarılarına destek mi sundu? Bu soru, bir tek 2006 darbesi için geçerli değil; çünkü Kral’ın 60 yılı aşkın yönetiminde çokça darbe oldu. Dünyada birçok ülkede de olduğu gibi, Tayland’da işçiler ve köylüler, diğer kesimlerle işbirliği yaptıklarında, bu diğerleri, önderlik konumuna geliyor; ve işçilerin ve köylülerin istemleri, geri tasara atılmış oluyor. Örneğin, Taksin karşıtı ya da Taksin yanlısı gösteriler yapılıp rüşvetçiliğe tepki gösteriliyor; oysa karşı taraf da rüşvetçi. Gösteriler, yoksulların istemleriyle doğrudan örtüşmüyor. Tayland’ın seçkinleri, “yoksullar, demokrasi için hazır değil” diyorlar; çünkü ayrıcalıklarını kısıtlayıcı sonuçlar çıkmasından korkuyorlar. Taksin karşıtları; Taksin’i iktidara taşıyanlar, yoksullar, özellikle de köylüler olduğu için, yoksullara ve köylülere düşmanlar. Birçok yabancının sandığının tersine, Tayland’ın bol gösterili çalkantılı siyaseti, bir anda ortaya çıkmadı. 1970’lerde, bölgede, Vietnam, Laos ve Kamboçya’da toplumsalcı yönetimlerin başa gelişi ve Vietnam’ın ABD’yi alt etmesi, Avrupa 68’inden etkilenip ülkelerine dönen Tay öğrenci olgusuyla birlikte, toplumsal adalet kavgasına büyük bir ivme kazandırmıştı. 1973’te, öğrencilerin gösterileri, Tayland’ın askeri yönetimini yenmişti ve böylece sivil yönetime geçilmişti. 1976’da birçok kitle gösterisi, Vietnam-Amerikan Savaşı için cephe gerisi olarak kullanılmış Tayland’daki Amerikan üslerinin kapatılması gibi bir başarıya da imza atmıştı (bilindiği gibi, Türkiye’de Amerikan üsleri yerli yerinde duruyor). 6 Ekim 1976 ise, Tayland tarihinde kara bir sayfa; ondan sonra, kitle hareketleri, soldan akacak biçimde bellerini doğrultamadılar. Bu günde, polisler ve sivil faşistler (bunlar ‘izci’ örgütlenmesi olarak çalışıyorlardı), Thammasat Üniversitesi’nin tüm kapılarını tutup makinelilerle ateş açıyorlar. Kimi öğrencileri diri diri yakıyorlar, kimilerini ağaca asıyorlar. Ele geçirilenleri, ayaktopu sahasında, t-gömleksiz (tişört) olarak yere yatırıyor, dövüyorlar. Ondan sonra da darbe oluyor zaten. Bir sürü tutuklama oluyor, yüzbinlerce kitap yakılıyor. 6 Ekim 1976, egemenlerin 14 Ekim 1973’te askeri yönetimi iktidardan düşürmüş gösterici öğrencilerden aldıkları öç. Kral, darbecilere ve kıyımcılara destek verdi. Birçok öğrenci, kentlerdeki vahşi baskıdan kaçıp köylere gitti; Tayland Komünist Partisi’ne katıldı. Egemenler, baskı düzeninin TKP’ye katılımları arttırdığını görünce, 1979’da TKP’liler için af çıkarıyor. Bugün TKP dağılmış durumda. TKP’nin yerine, yoksullar, zenginler zengini Taksin’den medet umuyor. Ungpakorn, 2009’da kaleme aldığı Kızıl/Kırmızı Siyam Bildirgesi’nde, ‘Kırmızılar’ olarak anılan Taksin yandaşı yoksulları, sınıf savaşımına ve partileşmeye çağırıyor. Tek sorun, yoksulları, Taksin’in, uzaklardaki bir ülkedeki villasından yönlendirmesi.

Page 87: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

87

Kimilerine göre, Taksin, krallığı ortadan kaldırarak tarihe geçmek istiyor. Öyle ya da böyle, Tayland tarihinde bu kadar çok halk desteği alan bir parti pek yok. “Onların ordusu, mahkemeleri ve cezaevleri var” diyor Ungpakorn, “ama biz, sayıca çokuz”. Egemenlerin zayıflığının, krallık düşüncesine dayanmaları olduğunu belirtiyor; oysa, kral, tanrı değil; kazayla Saray’da doğmuş herhangi bir ölümlü. Tayland’da güzel olan ne varsa, bunların Kral’ın değil emekçilerin yapıtı olduğunu anımsatıyor. Kral’ı; askeri yönetimleri, 1976’daki toplukıyımcıları ve 2006’daki darbeyi desteklediği için suçlu buluyor ve dünyanın en zenginlerinden biri olan Kral’ın, yoksullar için çalışamayacağını söylüyor (Taksin de öyle.) Tayland’ın kralcı seçkinlerini ‘kan emici’ olarak adlandırıyor. Saray’ın siyasal ve tutumyapısal (ekonomik) olarak saydamlaştırılmasını istiyor. Kral’ın ve siyasetçilerin mal varlıklarını açıklamalarını ve ordunun etkisinin azaltılıp askeri harcamaların kısılmasını savunuyor. Yoksulların yük olmadığını; asıl, varsılların, yoksulların sırtından geçindiğini belirtiyor. Öte yandan, Kırmızılar, Taksin’in kuyruğundan gitmeyi sürdürüyor; ancak, aynı zamanda, geçtiğimiz günlerde, “sınıf savaşı ilan ediyoruz” diye açıklama yaptılar. Yandaşlarından kan toplayıp sonra kanı generk (devlet) yapılarının önlerine dökmeleri, tek başına, hareketin ne kadar yaratıcılaştığını gösteren bir örnek. Dünyada birçok gazete, bu eylemle ilgili olarak, “dünyanın en kanlı eylemi” diye haber geçti. Kırmızılar, Ungpakorn’un sözünü dinler mi bilinmez; ancak, yoksullar için bir kurtuluş var ise, o da Ungpakorn’un çağrısından geçiyor. İlgilisine Kaynak Ungpakorn, G.J. (2007). A coup for the rich: Thailand’s political crisis. Bangkok: Workers Democracy Publishing. (bitti)

Page 88: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

88

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (141): Kore Gelenekleri Bir bölümü Çin kökenli olsa da, Kore gelenekleri, anlatmaya değer ilginçlikte. Bir kere, Kore giysileri çift parça. Erkekler, pantolon ve ceket; kadınlar, etek ve ceket giyiyor. Korelilerin çift parça giysiyi ters göçler dolayısıyla (Avrupa’dan Asya’ya) Sibirya yoluyla Kuzey Avrupalılardan öğrendiği sanılıyor. Dolayısıyla Koreliler, Avrupalılaşma’dan çok önce, İÖ 5.-10. yüzyıllardan beri, çift parça giyiyorlardı. Kore kadın giysisi (Güney Korecesi, ‘hanbok’ ve Kuzey Korecesi, ‘choson-ot’), Çin giysilerinden farklı. G. Kore’de, ay yılbaşısında (‘seollal’), gençler bağdaş kurup büyükler önünde saygı eğili şi (‘sebae’) yapıyor. Ay Takvimi’nde ilk ayın 15. günü, Yılbaşı kutlamalarının bitişi (‘DaeBoRum’). Bu günle ilgili geleneklerden biri, geçen yıldan kalma kestane, ceviz, yer fıstığı ve çam fıstığı yemek. Bunları soyak (aile) üyeleri dişleriyle açıyor ve hepsinden toplamda yaşları kadar yiyorlar. G. Kore’de en önemli bayram, Chuseok (Kore Şükran Günü). Ürün için şükran bayramı olan bu bayram, Ay Takvimi’nde 8. ayın 15. günü. Bu günde, hemen hemen herkes memleketine gidiyor, akrabalar biraraya geliyor; işyerleri kapanıyor; yollar aşırı kalabalık oluyor. Bu bayram, yılına göre, Eylül ortalarıyla Ekim başlarına denk geliyor. Kore geleneklerinde kaz, eşe bağlılığın ve mutluluğun simgesi. Geleneksel düğünlerde damat, geline bir çift tahta kaz veriyordu. Düğün yerine ‘100 Çocuk’ resimleri konuyor ki çiftin çocukları zengin ve mutlu olsun. Gebe kadın, 9. ayda saçını yıkamıyor. Doğumdan sonraki üç hafta, annenin kapısına ip geriliyor; ev halkından başka kimse eve girmiyor. Bebek, erkekse, ipe kırmızı acı biber asılıyor; acı biber, erkeklik simgesi. Yeni doğan bebek, 1 yaşında sayılıyor. İlk doğumgününde (‘dol’), doğum tanrıçası için özel bir masa hazırlanıyor. Bu ilk doğumgününde, bebeğin önüne, çeşitli nesneler konuluyor: Para ya da pirinç tanesi; kitap ya da yazı fırçası; ok ya da yay; ve erişte ya da iplik. Bebeğin birinciyi seçerse, zengin; ikinciyi seçerse, bilgin; üçüncüyü seçerse, yiğit; dördüncüyü seçerse uzun ömürlü olacağına inanılıyor. ‘Hwangap’ ya da ‘hoegap’, G. Kore’de 60 yaş töreni. 60, önemli bir sayı; çünkü Asya takvimlerinde döngülerin bitimine karşılık geliyor. ‘Baegil’ ise, bebeğin 100. günü kutlaması; eş-dost çağırılıyor ve 100. gün resmi çekiliyor. 100. gün, ilk doğumgünü ve 60 yaş kutlamaları, bebek ölüm oranının yüksek, yaşamın kısa olduğu eski dönemlerde önemliydi; şimdi pek fazla önemi yok. Şamancı geçmişin bir kalıtı olarak, bebeğin ve çocuğun doğum günlerinde, kötü ruhları kaçırmak için barbunya yeniyor. Barbunyanın kırmızısının ve genel olarak kırmızının kötü ruhları kaçırdığına inanılıyor. Yetişkinliğin başlangıcı sayıldığından, 20 yaş için de özel tören yapılıyor. Bu kutlamalar, her yıl Mayıs’ın 3. pazartesisine denk geliyor. Öngörülebileceği gibi, hızlı kalkınmayla birlikte bu gelenekler zayıflıyor. Kore geleneklerine göre, ölüm törenlerinde beyaz giyiliyor (Vietnam’da da öyle); ama siyah giyen de oluyor. Ölümden sonra, ölü bedeni evde 3 gün bekletme geleneği var. Yüze doğal kokular sürüp açık bırakıyorlar, bedeni sargılıyorlar. Ziyaretçiler gelip ölü bedene bakıp kalanlara başsağlığı diliyor. Kongcu (Konfüçyüsçü) gelenekler dolayısıyla, geçmişte, Kore’de, ölenin ardından 3 yıl yas tutuluyordu. Birçok Doğu

Page 89: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

89

Asya ekininde olduğu gibi, Kore ekininde de, her yıl, ölmüşler, törenlerle anılıyor (Bu gelenek, Türkiye’de bayram günlerindeki mezarlık ziyaretlerine benzetilebilir). Bu geleneklerin çok özgün olduğu sanılabilir elbette. Ancak, bir anımsatma: Kırmızı biber, Kolomb’a dek, Eski Dünya’da bilinmiyor ve yetişmiyordu. Dolayısıyla, yukarıda andığımız acı biber serme ya da Kore’nin özgün yemeği olan acı biberli turşu (‘kimçi’), genç gelenekler. ‘Baegil’de (100. gün kutlaması) resim çekilmesi ise, kuşkusuz, biberli geleneklerden çok daha genç bir gelenek. Kore’nin en eski gelenekleri, Kongculuk ve Budacılık öncesindeki Şamancı gelenekler. Kore şamanlarının törenine Korece ‘gut’ deniyor (Türkçe’de, ‘kutlu olsun’ sözündeki ‘kut’). Ortak Şamancı geçmişlerinin bir ürünü olsa gerek, Korelilerde, Moğollarda ve Türklerde, güreş, ‘ata sporu’. Kore geleneklerine göre, güreşte kazananın ödülü, öküz. Kongculuk’la ataerkil düzen geliyor. Kongculuk öncesinde Kore’de damat, gelinin evinde kalıyordu. Ataerkil Kongcu altyapıya karşın, Kore geleneksel toplumunda, bey, kazandığı tüm parayı hanıma öder; ev hanımı, evi ve çocukları çekip çevirirdi. Yiyecek ambarının anahtarı da kadındaydı. Öte yandan, geleneklere göre, gelin, erkek çocuk veremezse, bu, boşanma gerekçesi sayılırdı. Mallar da soy da babadan oğula geçerdi. Koreli kadınlar, erkek çocuk yapabilmek için fallik simgeler önünde dua ederlerdi ve erkek çocuk doğurmuş bir kadının ilk yemeğini onunla birlikte yerlerdi ki kendileri de erkek çocuk dünyaya getirsin! Ayrıca, aynı umutla, doğum ipindeki acı biberleri gizlice alıp yiyorlardı. Neyse ki, G. Kore’nin hızlı kalkınmasıyla birlikte, erkeği kayıran bu düzen, büyük oranda kırılmış durumda. Kalkınmayla birlikte kimi gelenekler ölürken; kimi gelenekler, değişerek var kalıyor. Bugün yapılanlarsa, gelecekte gelenek olacak.

Page 90: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

90

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (140): Yükselen Bir Küresel Güç: Güney Kore Güney Kore, yıllar geçtikçe, küresel bir güç olarak tarih sahnesine daha sık çıkmaya başlıyor. Birçok ülkeye yardımda bulunan G. Kore, havaalanlarından ayrılan gezmenlerden (turist) çıkış vergisine ek olarak 1,000 Won (Won, G. Kore parası. 1,000 Won, yaklaşık 1 ABD Doları) alıyor; toplanan para, Küresel Yoksulluğu Ortadan Kaldırma İzlencesi (program) için kullanılıyor. Elbette, bu yardımlarla, Kore şirketleri, yardım ettikleri ülkelerde bağlantılar kurup iş düşürmüş oluyorlar; ancak, diğer ‘yardımcı’ ülkelerin tersine, Kore’nin sömürgeci bir tarihi yok. Bu nedenle, birçoklarınca, olumlu olarak karşılanıyorlar. Ancak, G. Kore kamusal kaynaklarında belirtilmeyen berbat bir olay şu: G. Kore dışındaki G. Kore şirketlerinde, işçilere insanlıkdışı uygulamalar var; dövüldükleri oluyor. Aynısı, Tayvan şirketleri için de geçerli. Dayakçı G. Kore sermayesi, yalnız ülke dışındaki yabancı işçileri değil, G. Kore’deki göçmen işçileri de dövüyor. Sermaye, aynısını G. Koreli işçilere yapamıyor elbette; çünkü G. Kore işçi sınıfı, geçmişe göre zayıflamış da olsa, yine de örgütlü bir güç. Dolayısıyla, Kore şirketlerinin yurtdışında yapımevi (fabrika) açmalarının nedenlerinden biri, ucuz tutar ve ucuz işgücü yanında, yurtdışındaki işçilerin daha ‘uysal’ oluşu. Bir yandan da, G. Kore, Birleşmiş Milletler’in ve ABD’nin askerlik arkadaşlığını yapmayı sürdürüyor; dünyanın dört bir yanına asker gönderiyor. Öte yandan, G. Kore İsacıları, Afganistan’a bile din yaymaya gidiyorlar! Örneğin, 2007’de Taliban’ın G. Koreli dinyaymanları (misyoner) tutsak edişi, basına yansımıştı. Başka bir açıdan ise, G. Kore ekinsel (kültürel) ürünleri, dünyada ilgi topluyor. ‘Denizler Hakimi’ (ya da Korecesi’yle ‘Hejin’), Türkiye’de olduğu gibi İran’da da çok izlenenler arasında. (G. Kore izitevlerinde (sinema), 2006’ya dek, yılda en az 146 gün ve günümüzde en az 73 gün yerli izit gösterme zorunluluğu vardı. G. Kore izitlerinin başarısı, bu siyasaya bağlanabilir.) Dahası, G. Kore, Asyalı sanatçıları desteklemekte de bir numara. Birçok Asyalı sanatçı, giderleri G. Kore tarafından ödenmek üzere, G. Kore’ye, birkaç aylık değişim izlencelerine çağırılıyor. G. Kore’nin imrenilecek bir bakanlık yapısı var. Ülkenin bakanlıkları şöyle: Gengüdüm ve Akçalama (Strateji ve Finans) Bakanlığı; Eğitim, Bilim ve Kılgıbilgisi (Teknoloji) Bakanlığı; Dışişleri ve Alsatçılık (Ticaret) Bakanlığı; Birleşme Bakanlığı; Adalet Bakanlığı; Ulusal Savunma Bakanlığı; Kamu Yönetimi ve Güvenlik Bakanlığı; Ekin (Kültür), Spor ve Gezmenlik (Turizm) Bakanlığı; Besin, Tarım, Ormancılık ve Balıkçılık Bakanlığı; Bilgi Tutumyapısı (Ekonomi) Bakanlığı; Sağlık, Gönenç (Refah) ve Soyak (Aile) İşleri Bakanlığı; Çevre Bakanlığı; Emek (Çalışma) Bakanlığı; Eşeysellik (Cinsiyet) Eşitli ği Bakanlığı (Kore, geleneksel Kongcu (Konfüçyüsçü) bir toplum olarak, kadınların yaşamda geri tasara itildiği bir yapıda; ancak, yönetim, kadın-erkek eşitli ği adına çaba göstermekten yana. İki Kore’de de kadınlar, Türkiye’deki denkserlerinden daha iyi durumda. Yine de G. Kore kadınlarının yalnızca yarısı işgücüne katılıyor); ve Toprak, Ulaşım ve Denizcilik İşleri Bakanlığı. G. Kore’nin en önemli gündem konularından biri, Kuzey Kore’yle ilişkiler. K. Kore’deki Gaeseong İşleyim (Endüstri) Bölgesi, iki Kore’nin işbirliği yaptığı tek bölge. Bu işbirliği, birleşme için önemli. Koreler arası alsatçılığın oylumu (hacmi), 1 milyar Dolar’ı geçmiş durumda! Diğer önemli bir gelişme, soyak birleşmeleri. 1985’ten başlayarak, akrabaları K. Kore’de olan G. Koreliler ve akrabaları G. Kore’de olan K. Koreliler, 40-50 yıldan sonra yeniden görüşüp kucaklaştılar. Bu görüşmelerin

Page 91: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

91

sayısının artması amaçlanıyor. Üçüncü bir gelişme, iki Kore arasındaki tren seferleri. Öte yandan, G. Koreliler’in K. Kore’ye girişi yasak; ancak belli bir bölgeye girebiliyorlar. Bu bölgeyi görmeye giden G. Koreli gezmen sayısı, 200 bini aşmış durumda. Beşinci bir gelişme, iki Kore’nin kimi uluslararası karşılaşmalarda ortak bir takım çıkarması. (G. Kore’nin eski generk (devlet) başkanı Kim Dae-jung (1924-2009, yönetimi: 1998-2003), K. Kore’ye yönelik ılımlı siyasaları dolayısıyla Nobel Barış Ödülü (2000) almıştı.) Bunların dışında, G. Kore, Japonya ile birlikte, dünyada yeşil kalkınmanın başını çekiyor. Ancak aynı zamanda, G. Kore, çekirdek (nükleer) enerjiyi temel bir kaynak olarak kullanıyor ve çekirdek atıklar şimdiden bir sorun. G. Kore’nin çekirdek enerji şirketleri, dünyanın dört bir yanında çeşitli ülkelerle anlaşma imzalayıp çekirdek üretim özeği (santral) kuruyorlar; ama çekirdek atık sorununu dile getiren yok. Bugün dünyanın 13. büyük tutumyapısı olan ve dışasatımlarının % 30’unun bilişim ürünü olduğu G. Kore, 16 ülkeyle serbest alsatçılık anlaşması imzalamanın yanında, sermaye pazarını da serbestleştirmiş durumda. Bu ve benzeri siyasaların G. Kore’yi küresel dalgalanmalar karşısında daha incinebilir kıldığı kuşkusuz. Tarımın serbestleştirilmesi, generk için zorlu bir alan; çünkü bu konuda, Koreli çiftçilerin büyük direnişi var. Ülkede genişleyen özgürlüğün mimarlarının 20. yüzyılın ikinci yarısında hapsedilen, sürülen, atılan, hatta öldürülen onbinlerce-yüzbinlerce G. Koreli genç oluşu, tarih yazanların, direnişçiler olduğunu bir kez daha gösteriyor.

Page 92: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

92

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (139): Asya’da Dev Kentleşme Dev kent (megakent), “10 milyonu aşkın nüfuslu ya da km2’ye en az 2 bin kişinin düştüğü kent” olarak tanımlanıyor. Günümüzün 25 dev kenti, nüfus sırasıyla şunlar: Tokyo, Seul, Meksiko Kenti, Delhi, Mumbai, New York, Sao Paulo, Manila, Los Angeles, Şanghai, Osaka, Kalküta (Kelkata), Karaçi, Guangju, Cakarta, Kahire, Buenos Aires, Moskova, Pekin, Dhaka, İstanbul, Rio de Janeiro, Tahran, Londra ve Lagos. Bunlardan 14’ünün Asya kenti oluşu ve yakın gelecekte devleşmesi beklenen kentlerin çoğunun Asya ve Afrika’da bulunması dikkate değer. Ayrıca, Delhi, Karaçi, Guangju ve Dhaka, yüksek nüfus artış oranlarıyla (yıllık % 4 ve üstü) dikkat çekiyor. 2025’te Asya’nın kimi kentlerinde beklenen sayılar şunlar: Mumbai (33 milyon), Şanghai (27 milyon), Karaçi (26.5 milyon), Dhaka (26 milyon), Cakarta (25 milyon). Hızlı ve çarpık kentleşme, gecekondulaşmayla birlikte gidiyor. Günümüzde, dünyada, gecekondulu sayısının 1 milyar olduğu sanılıyor (gerçi, kısa bir inceleme bile, bu sayının iyimser olduğunu; gecekondulu sayısının çok daha fazla olduğunu gösteriyor). 2030’da ise, 2 milyardan fazla insanın gecekondularda yaşaması bekleniyor. Bu hesaplamalarda, gecekondululara her yıl yaklaşık 25 milyon kişi eklendiği görülüyor. Dünyanın birçok en yüksek yapısı, Asya kentlerinde. Bu yapıların yapılışı, küresel düzenin yapıcılarca kabulü anlamına geliyor. Kimisi, AB(D) dışında yapılan her ‘en yüksek yapı’yla AB(D)’nin simgesel gücünün yara aldığını düşünüyor. Ayrıca kentler, bu yüksek yapılarla daha çok yatırımcı çekmeye çalışıyor. İlk akla gelen örnekler, Tayvan’daki Taipei 101 ve Kuala Lumpur’daki Petronas Kuleleri. Kimileri, Asya’daki bu yüksek yapıları, güç gösterisi (ya da ‘sidik yarışı’) olarak görürken; diğerleri, bunları, aşağılık karmaşasına (kompleks) bağlıyor. ‘Küresel bir kent’ olmak isteyen AB(D) dışı kentler, yüksek yapıların, kendilerinde de AB(D)’deki gibi olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Kuşkusuz, bu, yüzeysel bir taklit. Takım giysi, bir Asyalı’yı AB(D)’li yapmaya yetmeyeceği gibi, bu kuleler de yetmiyor. (Ve gerek de yok zaten.) Bu sürecin olumsuz yanı, Asya kentlerinin özgül bir kimlik kurmaya çalışmasını ketleyip herhangi bir AB(D) kenti gibi olma hedefini pekiştirmesi. Bunun yanında, 11 Eylül’le birlikte, yüksek yapıların simgeselliğinde büyük değişim var. Artık, kuleler, sermaye düzeninin yıkılmaz kaleleri değil, oldukça kırılgan olan Akilles (Aşil) topukları. Bir başka küresel kent simgesi, metro. Birçok AB(D) dışı kent, metro açmak istiyor. Ancak, metro, çok giderli bir iş. Bu nedenle, kimi kentler, daha ucuz olan hafif raylı düzeni (tramvay) yeğliyor. Çeşitli kentlerde ise, hafif raylı düzenle metro birbirine bağlanarak, giderden kısılmış oluyor (İstanbul’da da böyle). 7 Temmuz 2005 Londra saldırısı, metroları AB(D) gücünün bir diğer Akilles topuğu yaptı. Hiç bir küresel kent simgesi güvende değil artık. Bir diğer simge, dev alışveriş özekleri. Hangi ülkeye gidilirse gidilsin, bu özeklerde, aynı markalar, aynı ürünler satılıyor. Asya kentlerinde üç aşama, işleyim-öncesi (endüstri-öncesi) ya da tarım aşaması; işleyim aşaması ve işleyim-sonrası ya da hizmet aşaması yapıları birarada görülüyor. Geçmişte, karışık kullanım türü yapılar (barınma ve iş birarada) yaygındı; bunun birbiriyle bağlantılı belli başlı iki nedeni, ulaşımın gelişmemiş oluşu ve insanların yürüme uzaklığında yaşayıp çalışması idi. İşleyimselleşmeyle birlikte, yapımevleri (fabrika) kuruluyor; iş ve ev ayrılıyor. Gerçi, bir yandan da, kimi işyerlerinde işçi yatakhaneleri var. İş ve evin ayrılmasının bir diğer nedeni, yapımevlerinin kirlilik yaratması. Bu iş-ev ayrımı, dışkentleşmeye (varoşlaşma) neden oluyor. Yüksek gelirli

Page 93: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

93

ülkeler, işleyimden hizmet tutumyapısına (ekonomi) geçince, kirli i ş-temiz ev keskinliği sorun olmaktan çıkıyor. Ayrıca ulaşım kolaylaşıyor. Bir de, hizmet kesimi, yapımevi kadar büyük bir alan kaplamayabiliyor. Bu gelişmelerle birlikte, yerleşim ve iş amaçlı gökdelenleşme sözkonusu. Yine aynı biçimde, daha fazla kazanç sağlayan hizmet kesimi (gezmenevleri (otel), aşevleri vb.) büyüyor ve kentlerin göbeğini işgal ediyor. Terzilerin yerini uluslararası markalar alıyor vb. Güneydoğu Asya kentlerinde işleyimselleşme sürecinin öncesinde yaygın yapı türü olan dükkan-evler, bu kentlere farklı bir doku veren yapılar. Bunlar, altı dükkan, üstü ev olan 2-4 katlı dar yapılar. Asya’ya özgü değiller; ama Asya’daki hızlı kalkınma sürecinde, yeni yapılarla birarada varkalmayı başardıkları için, Asya’ya özgü olduklarını sananlar var. Bu alçak yapı-gökdelen-gecekondu karşıtlıklarına ek olarak, kimi Asya kentlerinde, sömürgecilik dönemi yapılarının, çağdaş yapılardan daha sanatlı olması dikkat çekici. Günümüzde, gezmen (turist) çeker olarak gelir getiren bu yapılar, çoğunlukla, buluntuevi (müze), şirket, banka, generk (devlet) yapısı ya da üniversite olarak kullanılıyor. Alçak yapı-gökdelen-gecekondu-sömürge yapısı çoklu karşıtlığı, Asya’nın dev kentlerini ilerleyen onyıllarda da uğraştırmayı sürdürecek; hakça bir düzen ve hakça kent yönetimleri kurulana dek...

Page 94: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

94

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (138): Doğu Asya’da Sansür Doğu Asya ülkeleri, sıkıdenetim (sansür) düzeyi açısından farklılıklar gösteriyor. Sıkıdenetim açısından sicili en kötü ülkelerden olan Myanmar, bir sultanlık olan Brunei’yle yarışıyor. Ancak, Brunei’de, Myanmar’daki durumun tersine, sertlikle bastırılan gösteriler sözkonusu değil. Tayland, sıkıdenetimin belli bir alanda en şiddetli uygulandığı ülke: Kral’ı eleştirmek yasak. Bu nedenle, bir Avustralyalı yazar, Tayland’da hapsedilmiş veYoutube yasaklanmıştı. Tayland’da izitevlerinde (sinema), izit başlamadan önce ayağa kalkmak ve görüntülükte çıkan Krallık Marşı’nın bitişini beklemek gibi bir zorunluluk var. Taylandlı aydınların en çok ve en ağır cezalar aldığı davalar, Kral’a yönelik eleştiriler. Kamboçya’da görece basın özgürlüğü var; çünkü GDÖ’ler (Generkdışı Örgütler NGO), yönetime baskı yapıyor. Bir İslam Kamuerki (cumhuriyet) olan Malezya’da ise, değişik din ve ekinlerin hoşgörülü bir ortamda eşitlik içinde yaşadığı doğru değil. Malezya’da birçok suya sabuna dokunmayan Holivud iziti, kıyısından köşesinden dinle ilgili olduğu için yasaklanıyor. Ülkede İsacılar, tanrıları için ‘Allah’ (ilah=tanrı) sözünü kullandıkları için İslamcıların saldırısına uğruyorlar! Tersine, Endonezya, kimi bölgelerinde hâlâ sultanlık etkili olsa da, bir İslam generki (devlet) değil. Endonez gazeteleri, sönük ve donuk Malez gazetelerinin tersine, çok renkli. Suharto’dan sonra, eleştiri ekini gelişiyor yavaş yavaş. 1965-66’daki solcu kıyımları, hâlâ büyük oranda tabu olsa da; bunların toplukıyım olduğunu açıkça belirten yazılar, anaakım gazetelerde yayınlanabiliyor. Endonezya’da İslam, dokunul(a)maz bir konu değil. Bunun bir nedeni, Endonezya’nın günümüze büyük oranda değişmeden gelen kurucu metinlerinin çokdinliliği tanımış oluşu. Laos’ta ise, 1975’te sona eren sömürgecilik karşıtı savaşta Amerikancı ve Kralcı olan Hmong azınlıkla ilgili haberler dışında pek sıkıdenetim yok. Bu Laos Hmonglarının kimisi, 75 sonrasında ABD yurttaşı oldu ve Laos’u yıkmak gibi düşleri var. Bunun için, arada bir bombalı eylemler düzenliyorlar ve yenilerinin hazırlığındalar. Filipinler, gazeteci cinayetleriyle kötü bir üne sahip olsa da, anaakım gazetelerde, özellikle İsacılık’ın etkisiyle, insan hakları haberlerine yer verilebiliyor. Singapur’da ise, bir yandan, yönetimi eleştirmenin önündeki engeller varlığını korurken; diğer yandan, yönetim, çeşitli budunsal (etnik) öbeklerin birarada yaşamasını sağlamak üzere, daröbekçi (komünalist) ya da milliyetçi yazıların basılmasını yasaklıyor. Vietnam; Çin, Küba ve (elbette) Kuzey Kore’yle karşılaştırıldığında, sıkıdenetim düzeyi daha düşük bir ülke. Bir-iki konu dışında (örneğin Çin’le adalar anlaşmazlığı ve kimi İsacı ve Budacı rahiplerin ‘inanç özgürlüğü’ adına dincilik yapmaları gibi konular) sıkıdenetim kullanılmıyor. Dışarıdan bakanların sandığının tersine, Vietnam gazetelerinde rüşvetle ilgili bol bol haber çıkıyor (aynısı, Küba ve Kuzey Kore’de geçerli değil). “Bu hükümet tümüyle rüşvet yemiş” yazılmıyor; ancak adı sanı belli görevlilere odaklanan rüşvet haberleri, hemen hergün gazetelerde yer alıyor. Çin, Küba ve Kuzey Kore’nin tersine, Vietnam’da yabancı gazeteler ve dergiler rahatlıkla bulunuyor. Ülkede 3 İngilizce gazete ve onu aşkın İngilizce dergi çıkıyor. Birkaç ağsayfası dışında, genelağ (internet) erişimi serbest. Generk, 2009’da, belirsiz bir nedenle, Yüz Defteri’ni (Facebook) engellemeye başladı; ancak tüm kullanıcılar, DNS’lerini değiştirip Yüz Defteri’ne giriyor. Herkes bunun farkında. Dolayısıyla, erişim engeli, yalnızca kağıt üstünde. Yüz Defteri’nin yasaklanma nedeninin, defterin insanların biraraya gelmelerini kolaylaştırması olduğunu düşünenler var. Vietnam üstüne ABD kaynaklı sayfalara, Amerikan yanlısı kitaplara ve izitlere erişilebiliyor.

Page 95: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

95

Vietnam’da basın-yayın üstünde generk tekeli olsa da, kabloluyla dünya kanallarına bağlanmak olası. Gelgelelim, Çin’de birçok ağsayfasına erişim yasak. Çin generki, ‘People’s Daily’ (Halkın Günlüğü) adıyla İngilizce bir gazete çıkarsa da, bu gazeteyi basılı olarak bulmak zor; yabancı gazete ve dergi bulmaksa, neredeyse tümüyle olanaksız. Çin’in sıkıdenetleyecek bolca konusu var: Sincan/Doğu Türkistan, Tibet, Tayvan, Tiananmen, üst düzey rüşvet olayları vd. Moğolistan gazetelerinde ise, 1990’larla birlikte, daha çok çeşit görüş var. Bu, Güney Kore için de geçerli olsa da; Ulusal Güvenlik Yasası hâlâ yürürlükte. Bir yurttaş, “bence Kore ayrılığı, Kuzey Kore’nin değil Amerika’nın suçu” derse, bu yasayla ceza alabiliyor. Japonya, ilk bakışta, sıkıdenetimi düşük bir ülke gibi görünse de, ABD’yle yapılan gizli anlaşmaların basında onyıllarca yer alamaması, bu ilk izlenimi kuşkuya düşürüyor. Yine de, Japon Komünist Partisi, “başa geçince, ilk iş olarak başyayılmanlık (imparatorluk) kurumunu kaldıracağız” gibi, Tayland’da söyleyeni sürüm sürüm süründürecek bir tasarıyı rahatlıkla dile getirebiliyor. Bitirirken, Küba ve Kuzey Kore’deki sıkıdenetimin, savaş koşullarıyla ilişkili olduğunu vurgulayalım. Vietnam-Amerikan Savaşı çoktan bitti; Vietnam’da sıkıdenetimin düşük olması, bu veriyle birlikte, şaşırtıcı olmaktan çıkıyor. Oysa Küba ve Kuzey Kore savaşları sürüyor. Sıkıdenetim, her zaman kötü değil. Sorun, sıkıdenetim değil; sorun, neyin sıkıdenetlenip neyin sıkıdenetlenmediği…

Page 96: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

96

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (137): Kent ve Altyapı Kent altyapısıyla ilgili belki de en ünlü gözlem, bozulmadıkları zaman göze batmamaları. Bir insan için hava neyse, kent için altyapı da o. Nasıl ki havanın varlığını havasız kaldığımızda anlıyoruz; su kesilmişse, elektrik gitmişse, birdenbire altyapıyı anımsıyoruz. Bir kent yaşarı için altyapının tanımı dar: Elektrik, su, gaz, seslek (telefon), ağ bağlantısı, belki bir de çöp. Yani evimize faturası gelenler. Oysa kent tasarlamacıları için, altyapının daha geniş bir anlamı var. Bu açıdan, altyapı, az önce saydıklarımıza ek olarak, ulaşım (kara, deniz, hava), güvenlik, lağım, eğitim hizmeti, sağlık hizmeti, yangın söndürme hizmeti, pazar, alsatevi (süpermarket), ordu, yiyecek ağı vb’yi de kapsıyor. Kentler, altyapılarına göre çeşitli biçimlerde sınıflandırılıyor. En kökleşik (klasik) ayrım, genç kentler-yaşlı kentler ayrımı. Yaşlı kentler, Avrupa’nın birçok kentinin örneklediği gibi, altyapısı eski kentler. Bunlar, genellikle, büyümeye doymuş, kırsaldan pek göç almayan kentler; geçmişteki tutumyapısal (ekonomik) büyümeyle doğum oranı düşmüş, nüfusu yaşlanmış kentler. Genç kentlerin nüfusu da altyapısı da genç. Genç kentler, alan olarak büyümeyi büyük bir hızla sürdürüyor ve büyümeyle birlikte yerleşime açılan bölgeler için altyapıyı genişletmek gerekiyor. Altyapı araştırmalarında yaygın kanı, altyapının kılgısal (teknik) bir konu olduğu. Son yıllarda ise birçok araştırma, altyapının toplumsal boyutunu inceliyor. Çalışılan konulardan biri, altyapıdaki eşitsizlik. Evrensel hizmet-özel hizmet ayrımı sözkonusu. 80’lerdeki İMF ve Dünya Bankası dayatmalarına dek, birçok ülkede altyapı, en azından kuramsal olarak, herkes için olması gereken bir hizmet olarak görülüyordu. İMF dayatmaları, nicelerini kayıtdışına itti; gecekondulaşmayı arttırdı. Bugün, dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Asya’da da ‘yüksek altyapı adaları’ oluşmuş durumda. En iyi altyapı, ‘Özeksel İş Semti’ (Central Business District) olarak adlandırılan plaza bölgelerinde. Buralar en hızlı bağlantılara sahip. ‘Küresel kent’ olarak adlandırılan kentlerde, plaza bölgesinin kentin diğer bölgeleriyle ilişkisi ve bağlantısı, diğer kentlerin plaza bölgeleriyle olduğundan daha zayıf. Diğer bir deyişle, her kentin plaza adaları, birbirine daha çok bağlı; İkitelli medyasının dünya medyasıyla bağının, Halkalı ve çevresindeki gecekondu bölgeleriyle olan bağından daha güçlü olması gibi. Plaza bölgeleri dışındaki bölgelerde ise altyapı ya yok ya zayıf ya da yenilenmiyor. Özelleştirme dalgaları, öncelikle altyapıyı hedefliyor. Dünyanın birçok ülkesinde bugün altyapı hizmetleri özel kesimde. Bunun kentteki eşitsizlikleri arttırdığı kuşkusuz. Özelleştirme öncesinde altyapı, kamu hizmeti olarak görülüyor; yerel yönetim, herkese altyapı hizmeti götürmekten sorumlu sayılıyor; çokpartili ülkelerde partiler, altyapı sözüyle başa geçiyordu. Oysa bugün, su, elektrik vb., dev şirketler için büyük bir kazanç kapısı olarak değerlendiriliyor. Özelleştirme gerekçesi hep aynı: Verimlili ği arttırmak için! Oysa, özelleştirmenin faturasında, daha pahalı su, daha pahalı elektrik vb. yazıyor. Rusya, altyapı araştırmaları açısından dikkat çekici bir ülke: Rusya’da ‘çağsızlaştırma’ ya da ‘çağdaşsızlaştırma’ (demodernization) olarak adlandırılan süreç yaşanıyor. Toplumsalcı (sosyalist) düzenin bir kazanımı olarak Sibirya’nın en uzak köşelerine dek uzanan elektrik kabloları, mafya ve yoksullar (daha doğrusu Rusya’nın

Page 97: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

97

sermayeye açılması dolayısıyla yoksullaştırılanlar) tarafından sökülüp satılıyor. Son yıllarda Rusya’da toplamda 15 bin kilometrelik kablo çalınmış durumda. Kablolarda kullanılan madenler kara borsada satılıyor. Bunun sonucu olarak ortaya çıkan elektriksizlik nedeniyle, Sibirya, tümüyle soğuğa gömülmüş durumda. Özellikle bu nedenle, Sibirya’dan göçen göçene. Genelde dünyada ve özelde Asya’da, yerel yönetimlerin boğuştuğu sorunlar için, toplumsalcılıktan başka bir çözüm bulunmuyor. Su hizmetini ele alalım: Kimi ülkelerde yoksullar, hâlâ kuyu suyu kullanıyor. Ancak, suyun özelleştirilmesiyle birlikte, şirketler, yoksulların kuyu açıp kendi suyunu çekmesini engelliyor. Çevrecilik adına mı? Elbette hayır. Kazancını ençoklamak (maximization) adına. Kuyu suyu kullanımı dolayısıyla doğan sağlık ve salgın sorunları yanında, su kaynakları, yerlerine konulamaz biçimde tüketiliyor ve kimi Asya kentleri, yeraltı sularının aşırı kullanımı nedeniyle her yıl santim santim batıyor. Sermaye düzeninde yoksullar, kaçak su kullanımına ve kuyu suyuna mahkum ediliyor; toplumsalcı bir düzende ise, su, temel bir haktır. “Su içerken yılan bile dokunmaz” denir; su içirene de dokunulmamalı. İkinci olarak, atıksu konusunu ele alalım: Birçok yoksul Asya ülkesinde, su, bir ırmaktan alınıyor; atıksu ise başka bir ırmağa dökülüyor. Bu ülkeler, atıksuları, yağmur suyu, gri su (mutfak atıksuları) ve siyah su (ayakyolu suları) olarak ayrıştıracak kılgıyapıdan (teknoloji) yoksun. Bu nedenle, ırmaklar hızla kirleniyor; çeşme suyuyla atıksu, ırmaklarda birbirine karışıyor. En yoksullar ise, atıksu ve çöp bölgelerinde yaşıyor. (Buna ‘çevresel adalet(sizlik)’ deniyor.) Kısacası, altyapı araştırmaları, bir kez daha aynı görüşü doğruluyor: “Bozuk düzende işleyen çark (‘altyapı’ diye okuyalım) bulunmaz”.

Page 98: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

98

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (136): ‘Bayat’ Bir Kuram: Yoksulluk... (1) Bu yazıda, Asya-Pasifik çerçevesinin biraz dışına taşmayı göze alarak, yalnızca Asya-Pasifik’i değil tüm dünyayı etkileyen bir konuya odaklanıyoruz. Yoksullar ve yoksulluk üstüne bolca kuram var. Bu kuramların çoğu, varolan düzeni koruyup yine de yoksulluk sorununu çözmeye odaklanıyor (nasıl olacaksa). Yine bu kuramların çoğu, üniversite araştırmacıları tarafından üretiliyor ve yoksulluk sorununu çözmekten çok, bu araştırmacıların yükselmesine, bilmen (profesör) vb. olmalarına yarıyor. Sözgelimi, Mısır’da yoksulluk üstüne kitaplar (hem de sol görünümlü olanları) New York’ta ve Londra’da basılıyor; sanki yoksullar o kitapları alabileceklermiş gibi; sanki sorun, Mısır’da değil ABD ve İngiltere’de çözülecekmiş gibi. Bunun kökleşik (klasik) bir örneği, Kahire’deki Amerikan Üniversitesi’nden (İran kökenli) Asef Bayat’ın bir makalesi. Bu makale, yoksullukla ilgili yaygın olarak bilinen 4 yaklaşımı ele alıyor ve yeni bir yaklaşım getiriyor. Bayat’ın makalesinden özetlersek, bu 4 yaklaşım şunlar: 1) Edilgen Yoksullar: Bu yaklaşıma göre, yoksullar, yazgıcıl (kaderci) ve umutsuz. Oscar Lewis’in ‘yoksulluk ekini’, bunun başörneği. Bu kuramı, indirgemeci ve özcü (yoksullara onları tanımlayan bir öz yükleyen) olarak görüp reddedenler, bunun doğru olmadığını ileri sürüp generkin (devlet) bu yaklaşım üstünden, yoksulları, denetlenmesi gerekli ‘çocuk varlıklar’ olarak gördüğünü/göreceğini söylüyorlar. Oysa bizce bu kuram, en azından kimi yoksullar için geçerli. Kimi yoksullarda özgüven düşük oluyor. Dünyanın dört bir yanında, ‘arabesk’ şarkılar, “kimse sevmedi beni, yoksulum, böyle gelmiş böyle gider” vb. konular işliyor (bu bağlamda, ilginç bir tarihsel soru, şu olacaktı: Arabesk, Arap ezgilerine dayandığı için mi ‘Arab’esk’, yoksa şarkı sözleri de mi aktarılmış (o zaman Arap toplumu daha mı karamsar?) Gerçi, şarkı sözlerinin karamsarlığıyla ezgilerin karamsarlığı arasında kopmaz bağlar oluyor çoğunlukla.) Yoksulun dostu olmak adına, bu gerçekliği reddetmek doğru değil. Dünyada birçok sol hareket, yoksullardaki bu kara tonu yoksaymak yerine, onu veri olarak kabul edip bunu değiştirmek için uğraşıyor. 2) Varkalan Yoksullar: Bu yaklaşım, birinci yaklaşımı reddederek, yoksulların edilgen olmadığını ileri sürüyor. Onlar, varkalma çabalarında etkin olarak yer alıyorlar. Bu varkalma çabası, değişik biçimler alabiliyor: Hırsızlık (gerçi bu, Proudhon’un ‘Mülkiyet hırsızlıktır” sözüyle anılınca, farklı bir anlam kazanıyor), kara borsacılık, sokak satıcılığı, dilencilik, seks işçiliği vb. Bu yaklaşımın temsilcilerinden biri, daha sonra görüşlerini değiştirip ‘direnen yoksullar’ yaklaşımına yönelen J.C. Scott. Scott, Türkiye’de ‘Tahakküm ve Direniş Sanatları: Gizli Senaryolar’ (Ayrıntı, 1995) kitabıyla tanınıyor. Bu yaklaşım, yine de, yoksulları ‘geçinip gitme’ye kilitlemiş durumda. Yoksullar için ondan ötesi yok. Yoksullar, bu yaklaşımda da yazgılarının mahkumu. 3) Siyasal Yoksullar: Bu bakış, yoksulları siyasal oyuncular olarak görüyor. Yoksullar, birçok örgütlenmenin içindeler: Dinsel örgütler, yerel örgütler, mahalle ve hemşehri örgütleri vd. Bu yaklaşımın baştemsilcilerinden biri, Türkiye’de ağ toplumu kuramıyla tanınan Castells. Türkiye için oldukça geçerli sayılabilecek bu yaklaşım, kimilerince, Güney Amerika tabanlı olup başka bölgeleri açıklamadığı gerekçesiyle reddediliyor. Bu bağlamda, tartışma konularından biri, Güney Amerika’daki solcu rahiplerin hareketi olan kurtuluş dinbilimi bakışının Muhammedci toplumlarda bir

Page 99: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

99

karşılığının olup olmadığı. Bize göre, Türkiye’deki Alevilik’le solcu rahiplerin hareketi arasında kolaylıkla benzerlikler bulunabilir. Ancak, diğer ülkelerdeki Alevilikler’in ve aykırı dinsel hareketlerin niteliği tartışmalı. 4) Direnen Yoksullar: Günümüzde en yaygın olan yaklaşım bu. Scott’un yukarıda andığımız ‘Gizli Senaryolar’ kitabı, bunun başörneklerinden. Buna göre, “iktidarın olduğu yerde direniş de vardır”. Bu yaklaşım, ‘direniş’ kavramını sulandırıyor ve “yoksullar tüm bu yoksunluklara karşın niye başkaldırmıyorlar?” sorusuna “başkaldırıyorlar ama değişik yollarla” biçiminde yanıt veriyor: Mucize öykülerinde azizlerin ve tanrının güçsüz olan iyiyi kayırıp ezen kötüyü cezalandırması; halk şarkılarındaki muhalif kırıntılar; ataerkil düzene karşı kimi kadınların deli ya da şaman taklidi yapması vb. bu yaklaşıma göre direniş örneği sayılıyor. Bu yaklaşımla, peçe takmamak da takmak da direniş! “Kime göre, neye karşı direniş?!” sorusu, havada asılı kalıyor. Bu ve benzeri örneklerde, bu yaklaşım, sert ve yumuşak direniş örnekleri yanında, direniş örneği saymakta zorlanacağımız kimi davranışları da tek bir ‘direniş’ başlığı altında toplayıp eşitlemiş oluyor. Oysa kendi başına şiir okumakla silahlı ayaklanma farklı. Scott, bu sorunu çözmek için atmalık (jeton) direniş ve gerçek direniş ayrımı yapıyor. İlki, önceden tasarlanmamış ve örgütsüz direniş; ikincisi ise, örgütlü direniş. Benzeri ayrımlar yapanlar bulunmakta. Burada temel sorun, bilinç sorunu. İlgilisine Kaynak Bayat, A. (2000). From ‘dangerous classes’ to ‘quiet rebels’: Politics of the urban subaltern in the Global South. International Sociology, 15(3), s.533-557. (2) Bayat, bu ‘direnen yoksullar’ yaklaşımını generk (devlet) gücünü azımsadıkları için eleştiriyor ve eleştirisini Lenin’in ‘Nasıl Yapmalı?’ kitabındaki sendikacılık ve parti siyaseti ayrımıyla ilişkilendiriyor. Bayat’a göre, Foucault’gil açıdan iktidar, her yerde; ama generkte daha çok. Bu yaklaşımda generk kuramı eksik ve tam da bu nedenle, direnişin yönü ve öngörüsü yok. Bunun sonucu olarak, herşeyi direniş, herkesi direnişçi sayıyorlar. Bayat’a göre, ‘direnen yoksullar’ yaklaşımı, özcülüğü reddederken tersten özcülük yapıyor; küçücük bir davranış için herkese bilinç yüklüyor. Üstelik, bu yaklaşımın direniş saydığı kimi edimler, düzenin sürmesini sağlıyor. Örneğin, bir bölgeye gecekondu dikmek, direniş sayılabilir elbette; ancak aynı zamanda, boş olan alanların yerleşime açılmasını ve uzun erimde generkin (devlet) ve vurguncuların (spekülatör) elini bölgeye atmasını sağlıyor. Kimi ülkelerde, vurguncular, yoksulları özellikle uzak bölgelerde gecekondu dikmeleri için özendiriyor; gecekondu bölgesi ile kent arasındaki bölgeleri satın alıyorlar; gecekondululara tapular verilmeye başlanınca, vurguncuların sahibi oldukları bölgelerin değeri katlanarak artıyor. Bayat’a göre, ‘direnen yoksullar’ yaklaşımı, varkalımla direnişi karıştırıyor ve eleştirisini bir soruyla bitiriyor: Yoksullar sürekli direniyorsa onlara yardım etmeye ne gerek var? Bu yaklaşım, ahlaksal sorumluluğumuzu (buradaki ‘biz’ kim, oraya birazdan geleceğiz) ortadan kaldırıyor. Bayat’ın ileri sürdüğü bakış, ‘Sıradanın Sessiz Saldırısı’ adını taşıyor. Yoksulların her yaptığı direniş değil; her yaptıkları, varkalma çabası da değil. Yaptıkları generke (devlet) ve zenginlere karşı. Örneğin, yoksullar, elektriği komşusundan değil generkten çalıyor. (Bayat’ın görüşlerini eleştirmeden sunmak çok zor. Elbette, yoksul,

Page 100: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

100

generkten çalacak; bir kere, generkin malı, kamu malı. Bireysel sahibi yok. Ayrıca, yoksul, diğer yoksuldan çaldığında kavga çıkar. Kaldı ki, yoksulun yoksuldan çalışı (örneğin yoksul dolandırıcıların kendi gibi yoksulları çarpmaları) az görülür bir olay değil. Bayat, yoksulu kendi çapında Robin Hood sanıyor ve yoksulluğu coşumsallaştırıyor (romantize ediyor). Kaldığımız yerden sürdürelim.) Bayat’a göre, yoksullar, sokak satıcılığı ve gecekondulaşma örneklerinde olduğu gibi, alanlarını sessizce, yavaş yavaş, adım adım genişletmeye çalışıyorlar. Bayat, hızını alamayıp yoksulların kaçak kat çıkışını bile (iyi de, yoksulsa nasıl kaçak kat çıkabiliyor?!), bu ‘sıradanın sessiz saldırısı’na örnek olarak veriyor. Bayat’ın yaklaşımı, gerçekte, daha önceki dört yaklaşımın bir bireşiminden oluşuyor ve bu bireşim, bu yaklaşımın Akilles topuğu (zayıf noktası): Diğer yaklaşımlara yöneltilen eleştiriler, bu yaklaşım için de geçerli: Bu yaklaşımda, yoksullar, siyasal değiller; çeşitli davranışlarının yaşamın zorunluluklarından kaynaklandığı ileri sürülüyor (ki, bu, ‘edilgen yoksullar’ ve ‘varkalan yoksullar’ yaklaşımlarıyla benzer) ve Bayat da, direniş sayılması tartışmalı kimi davranışları direniş sayıyor. Dolayısıyla, bu ‘Sıradanın Sessiz Saldırısı’ yaklaşımı, diğer yaklaşımların ötesine geçemiyor. Bayat, adı gibi bayat. Dahası, yoksulların birbirlerini tutma yönünde bir eğilimi olduğunu ileri sürüyor ve yoksulluk kimliğinin onlar için yoksulluk dışındaki kimliklerden daha başat olduğu bir resim çiziyor. Oysa bu, doğru değil: Yoksullar, siyasal, dinsel, yerel, budunsal (etnik) vb. nedenlerle parçalı durumda. Sokak satıcısı, yer kapma kavgasına tutuşabiliyor; bu durumda, “hepimiz yoksuluz” biçimindeki bir bakış geçerli olmuyor. Bayat’ın yaklaşımında eksik olan bir diğer nokta, dinin yerel ölçekteki direnişe etkisi (bu konuyu, başka yerlerde işliyor). Dünyanın birçok ülkesinde, Türkiye’deki güncel durumun tersine, din, halkları birleştirip kavgaya sürükleyen önemli bir güç. Başka örneklerde ise, bunun tam da tersine, dindar yoksullar, yoksunluklarını bir sınav olarak alıyorlar ve direnmiyorlar. Ayrıca, Bayat’ın görüşlerinin tersine, herşeyi dış gelişmelere (örneğin İMF’nin Yapısal Uyum İzlenceleri dolayısıyla kayıtdışılaşma) bağlamak doğru değil; iç gelişmeler de (örneğin, iç savaş) temel bir göç ve yoksullaştırma aracı. Sorun, sınıfsal ilişkiler yerine, İMF-Dünya Bankası ağzıyla ‘yoksulluk’a indirgenince, sorunun, yoksulluk değil, zenginlik olduğu; yoksulluğun zenginlikten doğduğu unutuluyor. Tüm bu eleştirilerden daha ciddi bir sorun ise, Bayat’ın araştırmalarının hedef kitlesi. Araştırmacının ‘Sokak Siyaseti: İran’da Yoksul Hareketleri’ başta olmak üzere kimisi Türkçe’ye çevrilmiş kitapları var. Bunlar Londra’da ve New York’ta basılıyor ve yoksulluk üstüne ahkam kesmek isteyen araştırmacılar ve sivil toplumcular için çerez oluyor. Oysa, bu konularda, Bayat’ın yerine yoksulların yazdıklarını okumak gerekiyor. Zaten tam da yoksulların kendi sesleri olmadığı için, Bayat gibi Londra-New York bağlaşıkları, sol sosları sürüp yoksullar üstüne yazabiliyor. Üniversitelerin toplumbilim bölümleri, yoksulların yazdıklarını okumak yerine, Londra’cıların New York’çuların makalelerini zorunlu okuma olarak vererek, bu kısır döngüyü sürdürmüş oluyor. Bu, yoksulların seslerini giderek yükselttikleri Güney Amerika’nın dünya için umut oluşunun bir başka nedeni... (bitti)

Page 101: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

101

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (135): Bir Güney Kore Çizgi Kitabı ve Eleştirisi (1) Rhie, Güney Koreli bir çizer. Rhie’nin Güney Kore’yi yabancılara tanıtma amacını güden bir çizgi kitabı var. Çizer, giriş bölümünde Çin, Japon ve Kore ekinlerini karşılaştırıyor. Dünya ekinlerini anakarasal (Çin, Fransa), adasal (Japonya, İngiltere) ve yarımadasal (Kore ve Balkan ülkeleri) diye üçe ayırıyor. Anakara ülkelerinin, kendilerini dünyanın özeği saydıklarını (Fransız siyasetçileri, “büyük Fransız halkı” olarak söz alıyor örneğin ve Çin’in Çince’deki adı ‘Orta Krallık’); adalar ve yarımadalar arasında geçiş durakları oldukları için, çeşitli ulusları birarada tutmak adına, hoşgörüyü bir yönetim felsefesi olarak geliştirip benimsediklerini söylüyor. Ada ülkelerinin ise, yabancı düşmanı (zenofobik) olduğunu ve onlar için, iç tehdidin, dış tehditten daha büyük önem taşıdığını belirtiyor. Ada ülkelerinde, yabancı öğeler, seçilerek alınıyor. Yarımada ülkeleri ise, iki arada bir derede. Bağımsızlıklarına düşkünler ve başka uluslarla karışmıyorlar. Yabancı ülkelerin saldırılarına açık oldukları için, bir anda sinirlenme, bir anda patlama havasındalar. Bu üçlemenin yanlış olduğu çok açık. Bir kere, İngiltere’nin tam adı, ‘Büyük Britanya’dır. Oysa ‘büyüklük’, bu üçlemeye göre, yalnızca anakara ülkelerinde olmalıydı. Balkan ülkelerinin -yarımada ülkeleri olarak- diğer ülkelerle karışmadığı da doğru değil. Zaten bölgedeki çatışmaların bir bölümü, bu karışmadan ileri geliyor; ulusçuluğun, ulusalcılığın ve küçük ve büyük ölçekli yayılmacılığın cetvelleriyle, sınırlar kolaylıkla çizilemiyor. Yabancı düşmanlığı ve yabancıları seçici olarak almada ise, iki ada ülkesi sayılan İngiltere ve Japonya arasında büyük farklar var. Japonya, hâlâ fazlasıyla kapalı bir toplum; İngiltere ise öyle değil. Üstelik, Filipinler ve Endonezya örnekleri var ve bunlarda, ekinleri seçici olarak almışlık sözkonusu değil. Oysa, bu üçlemeye göre, tersini beklerdik. Çizerin ülkelere ve uluslara bakışı, özcü ve türdeşçi. Ona göre, ulusların onları tanımlayan belirli özellikleri var. Bu tür yaklaşımlar, toplumların sınıfsal ve diğer açılardan parçalı olan gerçekliğini gözden kaçırıyor. Oysa, bir ülkedeki yoksullarla varsıllar, birbirlerine, dünyadaki yoksulların birbirlerine benzediğinden daha az benziyor. Yine de, sokaklardan çıkarılabilecek ülke düzeyinde ortaklıklar sözkonusu. Sözgelimi, sokak gözlemleri üzerinden “Japonlar soğuk; Güney Koreliler arkadaş canlısı” denebilir. Ancak, bu ortaklıklar, sınıf farklarını ve diğer toplumsal farkları yoksaymayan türden olmalı. Türdeşçi ve özcü yaklaşımlara kökleşik (klasik) bir örnek, Çin, Kore ve Japonya’yı, egemen sınıfların felsefeleri üzerinden tanımlamaktır. Örneğin Japon savaşçı töresi buşido, sanki ülke genelinde geçerliymiş gibi sunulur. Oysa çoğunluğun başka değerleri var. Koreli çizer de, “egemen sınıfların felsefesi eşittir ulusal ekin” yanlışına düşüyor. Kaldı ki AB(D)lileşme nedeniyle, ülkeler, gün geçtikçe birbirlerine benziyor. Aynı sanat satıcısının ölümüyle sarsılıp aynı şarkılarla eğleniyorlar. Ayrıca şu da var: Çin, geçmişin sömürgeci gücü olarak, Kore, Japonya ve Vietnam’da Çin abecesi kullanımının önünü açmıştı. Daha birkaç onyıl öncesine dek, Güney Kore’de Korece, hâlâ Çin abecesiyle yazılıyordu. Bu altyapıyı yoksayıp üç ülkenin farklılıklarına vurgu yapmak, tarihsel gerçekliğe aykırı. Çizerin kitabı, çok Güney Koreli özekli. Birçok konuya girip “bu, yalnızca Kore’de olur” diyor. Doğru değil. Toplukonutların yaygınlığını; gösterilerdeki birörnek hareketleri; kiliselerin gece yanan neon haçlarını “bir tek Kore’de olur” diye sunuyor

Page 102: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

102

ve böylece, kitabın düşünsel dayanaklarını en başından yıkmış oluyor. Orada da kalmıyor: “Koreliler en aşırıcı halk”; “Koreliler, en acı yemekleri yiyen halk” vb. diyor (Neyse ki, acı biberin Güney Amerika kökenli olduğunu; 300 yıl önce Kore mutfağında acının bulunmadığını biliyor). Aynı biçimde, çizere göre, bir avuç soyağın (aile) tutumyapıyı (ekonomi) elinde tutması, “bir tek Kore’ye özgü!” Şirket(ler)in babadan oğula geçmesi de, “bir tek Kore’ye özgü!” Bunların Kore’ye özgü olmadığı açık. (Çizer, daha da ileri giderek, Kuzey Kore’deki siyasal yapıyı ve Güney Kore’deki şirket yapısını krallığa benzetiyor ve “ikisi arasında bu açıdan bir fark yok” diyor.) Türkiye’de de benzeri bir düşünce egemen: “Bu, bir tek Türkiye’de olur” sözü sık sık kullanılıyor; sanki tüm dünya ülkelerine bakılmış da bu sonuca varılmış gibi. Kitap, eşit ve eşitsiz ilişkilerle ilgili çelişkilerle dolu: Kimi sayfalarda, yetkeye (otorite) boyun eğmenin, Koreli kimliğinin temel bir öğesi olduğu söyleniyor; kimi sayfalarda ise, Korelilerin, tarihsel gerekçelerle, yetkeye boğun eğmediği ve yetkeden kuşku duyduğu dile getiriliyor. Bu açık çelişki, nasıl oluyor da bu kesin söylemli kitapta yer alabiliyor? Yer alabiliyor çünkü bir (Güney) Kore değil, birkaç (Güney) Kore var; tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi. Boyun eğen (Güney) Koreliler var, boyun eğmeyenler de var. Aynı biçimde, çizer, imece duygusunun ve birbirini tutma düşüncesinin dünyada en güçlü olduğu ülkenin Güney Kore olduğunu söylüyor. Oysa, bu, açıkça, tarım toplumlarına özgüdür. (2) Çizer, Kore’nin geleneksel bir toplum olduğunu; Çin, abecesini yalınlaştırırken ve Japonya, Çin abecesini kendine göre uyarlarken, Kore’nin bu abeceyi olduğu gibi kullandığını söylüyor. Oysa Kuzey Kore’de 60 yıldır Çin abecesi değil, Kore abecesi (Hangul/Chosongul) kullanılıyor. Bu, hem Güney Kore özekli bir bakış hem de süresi geçmiş: Güney Kore’de de, Kuzey Kore’den daha geç bir dönemde de olsa, Kore abecesine geçilmiş durumda. (Neden ‘Hangul’ yerine ‘Hangul/Chosongul’ yazdığımız sorulabilir: ‘Kore’ sözcüğü, Goryeo (918-1392) Hanedanlığı’ndan geliyor. Türkçe’deki ve diğer birçok dildeki durumun tersine, Kuzey Kore ve Güney Kore, kendilerini farklı biçimde adlandırıyorlar: Kuzey Kore, kendini ‘Choson’ olarak adlandırırken (‘Choson’, Kore tarihindeki iki hanedanlığın adı: kurucu hanedan Gojoseon (İÖ 2333-İÖ 108) ve son hanedan Joseon (1392-1910)), Güney Kore, kendini ‘Hanguk’ olarak adlandırıyor. Aynı nedenle, Kore abecesini Kuzey Koreliler, ‘chosongul’ ve Güney Koreliler, ‘hangul’ olarak adlandırıyorlar.) Yeri gelmişken, Kore’de dilden ve abeceden sözedelim: Korece; Türkçe, Japonca, Macarca, Fince, Estonca, Tamilce, Malayalam dili vd. gibi bitişken bir dil. Korece, kimi araştırmacılara göre, Altay dil soyağına (aile) bağlı; kimilerine göre ise, tek başına ayrı bir dil. Korece’nin bir Altay dili olmadığını savunanlar, Korece ve Altay dilleri arasındaki benzerliklerin, tarihsel komşular olarak birbirlerinden ödünç almadan kaynaklanabileceğini ileri sürüyorlar. Kore Savaşı sonrasındaki yıllarda, Güney Korece’de ve Kuzey Korece’de farklılıklar oluşmuş durumda: Örneğin, Güney Korece, yabancı yer adlarını İngilizce okunuşlarından Koreceleştirirken; Kuzey Korece, bunları, bu adların kendi dillerindeki özgün karşılıklarıyla Koreceleştiriyor. Örneğin, Güney Korece, Polonya’ya ‘Pollandeu’ derken, Kuzey Korece, ‘Ppolsukka’ diyor. Güney Korece’nin söz dağarının yarısı, Çince’den geçme. Güney Korece’ye –günümüzde- giren yabancı sözcüklerin neredeyse tümü, İngilizce’den geçme. Kuzey Korece’de ise, yabancı sözcükler yerine Korece sözcükler kullanılıyor.

Page 103: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

103

Kore abecesine dönersek, Hangul/ Chosongul, 1444/1446’da Kore Kralı Sejong’un (1397-1450) görevlendirdiği bilginler tarafından oluşturuluyor. Birçok araştırmacı, Kore abecesini ‘en üstün abece’ olarak adlandırıyor; çünkü Kore abecesinde, Latin abecesinde de olduğu gibi, her sese bir imce (harf) karşılık geliyor. Ancak, gören de, Kore abecesi, alt tarafı 500 yıl önce değil de, 3,500 yıl önce bulunmuş sanacak. Kore abecesi bulunduğu sırada, dünyada birçok halk, 2,000-2,500 yıldır kullanılagelen Akdeniz imcelerini kullanıyordu zaten. Fakat Kore abecesi, Latin abecesinin bir adım ilerisine geçip sesbirimsel (fonetik) özellikleri de belirtiyor; Kore imcelerinin biçimi, ağzın ve dilin biçimini veriyor. Örneğin, m, bir kareyle gösteriliyor, çünkü insan ağzı, ‘m’ sesini çıkardığında, dudak, büzülüyor. Ayrıca, Kore abecesi, heceleri blok olarak ayrı ayrı yazıyor; bu, sözcüklerin okunmasını kolaylaştırıyor. Kuzey Kore’de okullarda Hangul/Chosongul okutulurken, Güney Kore’de Hangul ve Çin-Kore yazısı Hanja, 1990’lara dek birlikte öğretildi. Güney Koreli küçükler, Hangul gibi kolay bir abece dururken, Çin imcelerini öğrenmek zorunda bırakıldılar. Kore abecesi, 1444/1446’da bulunmasına karşın, Kore’de yaygınlık kazanması 1945’ten sonra oldu; çünkü Kore’nin ‘yanban’ olarak adlandırılan kentsoylu sınıfı, Hangul/Chosongul’a karşı çıkıyordu. Karşı çıkıyordu; çünkü halkın okuma-yazma öğrenmesi, kentsoyluların ayrıcalıklarının son bulması anlamına geliyordu. Kentsoyluların ‘soylu’luğu, halkın cahil bırakılmasına dayanıyordu. Bu nedenle, Hangul/Chosongul’la dalga geçip onu ‘çocuk abecesi’, ‘karı abecesi’ vb. gibi adlarla andılar. Hangul/Chosongul, 1444/1446’dan başlayarak ezilenlerin (kadınların ve kölelerin) bilinç kazanmasında önemli bir araç niteliği kazandığında, 1504’te bir başka Kore kralı, abeceyi yasakladı. Hangul/Chosongul, 1894’te yeniden kamusal abece oldu. Halk abecesi, 1895’te ilk kez okul kitaplarında yer alırken; 1896’da ‘Bağımsız’ adındaki Kore gazetesi, ülke tarihinde halk abecesiyle yayın yapan ilk gazete oldu. 1910’da başlayan Japon işgalinin bir sonucu olarak 1941’de Korece ve Kore abecesi yasaklandı. Kuzey Kore’de, 1949’da, Korece’nin Çin abecesiyle yazımı yasaklanırken, bu, Güney Kore’de günümüze kadar sürdü. Çizerin kitabında işte bu ‘ayrıntılar’ yer almıyor. Ek olarak, Çin ve Japon abeceleriyle ilgili olarak şunları söyleyebiliriz: Çinliler ve Japonlar (ve Koreliler), yıllarını okuma-yazma için heba ediyor. Latin, Kiril ya da Hangul/Chosongul türü imceler kullansalardı, kimbilir hangi yeni başarılara imza atacaklardı. Durum, Türkiye’dekinden farklı. Çin ve Japon abeceleri, bu iki ülkeyi tanımlayan olmazsa olmaz bir bileşen olarak görülüyor. Oysa Türkiye, ‘uluslaşma’ sürecinde, Göktürk değil Arap imceleri kullanıyordu. Çin ve Japon abecelerinin değiştirilmesi çok daha zor; bunu önerenlere vatan haini gözüyle bakılacaktı herhalde. İşin kötüsü, Japonya, bu abeceyi Çin’den aldı; ‘Japon abecesi’ diye özgün bir bileşen bulunmuyor gerçekte. Çizerin anlatabileceği ve anlatmadığı ne çok konu var...

Page 104: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

104

(3) Güney Koreli çizer, Kore Savaşı’na Amerikancı ve Güney Koreci bir açıdan bakıyor. Savaşı bir de Kuzey Kore tarafından dinleyelim: AB(D)ci kaynaklar, Kore Savaşı’nı ordular arası bir savaş olarak gösteriyor; ABD Ordusu’nun sivil halka yönelik toplukıyımlarını yok sayıyor. ABD Ordusu, Seul’da da toplukıyımlar yaptı. Kuzey Kore kaynaklarına göre, 1945-1953 arasında 5 milyon Koreli öldürüldü. Bu, iki Kore’nin o zamanki toplam nüfusunun altıda biri anlamına geliyordu. Güney Kore, kendi insanları da Amerikan Ordusu tarafından katledilmesine karşın, (örneğin, bugün, Güney Kore’nin belli başlı gezmenlik (turizm) bölgelerinden olan Jeju Adası’nda 30-70 bin Güney Koreli, Amerikan askerleri tarafından öldürüldü), Amerikancı bir tarihyazımına sahip. AB(D)ci tarihler, savaşı, Kuzey Kore’nin saldırısıyla (25 Haziran 1950) başlatıyor. Kuzey Kore ise, savaşın başlangıcı olarak, 1949’da 38. Enlem’deki 2617 Amerikan/Güney Kore saldırısını gösteriyor. Ayrıca, 1945-1950 arasında, Amerikan işgal yönetimi ve Amerikancı Güney Kore yönetimi, Güney Kore’de 100 binden fazla yurtseveri öldürüyor. Bu da savaşın bir parçası. Çizer, Güney Kore ve Kuzey Kore birgün birleşebilirse, bunun birleşik Kore’nin tutumyapısını (ekonomi) katlayacağını ve ülkeyi dünya devlerinden biri yapacağını söylüyor. (Ama birleşmeden anladığı, Güney Kore’nin Kuzey Kore’yi ele geçirmesi gibi görünüyor.) Birleşmenin en büyük olumlu sonuçlarından biri, iki tarafın da dev savunma harcamalarının üretici kanallara akıtılabilmesinin önünün açılması. Kuzey Kore’nin, Güney Kore’yle birleşme çalışmalarına başlamak için koştuğu üç önkoşul şunlar: Güney Kore’deki Amerikan üsleri kapatılsın (Güney Kore’de 37 bin Amerikan askeri var); Ulusal Güvenlik Yasası kaldırılsın (bu yasa, Kuzey Kore yanlısı sayılan yazarlara ve konuşmacılara ceza yağdırıyor; yasa, Güney Kore’de askeri yönetimlerin her tür muhalifi hapse tıkmak için kullandığı bir yasaydı); ve Güney Kore’de komünist parti yasallaştırılsın (komünist partinin yasal olarak kurulmasına izin verilsin). Çizer, “Amerikan askerleri Güney Kore’den giderse, Kuzey Kore, Güney Kore’ye saldırıp ülkeyi ele geçirir. Kuzey Kore Ordusu daha büyük” diyor. Çizere göre, Amerikan Ordusu’nun Güney Kore’deki varlığı, Kuzey Kore’nin saldırmasına engel oluyor. Oysa iki ülkenin ordularının ayrıntılı bir incelenişi, Güney Kore’nin daha gelişmiş silahlara sahip olduğunu gösteriyor. Kuzey Kore’nin silahlarının çoğu, Sovyet döneminden kalma. Çizerin korkusu yersiz. Zaten Amerikan askerleri, Güney Kore’den çekilseler bile, Japonya ve Filipinler’de hâlâ Amerikan üsleri var; dolayısıyla, patlak verecek bir ikinci Kore Savaşı’na Amerikan Ordusu’nun Güney Kore dışından katılması da olası. Çizer, ikinci önkoşula da karşı çıkıyor. Ona göre, Ulusal Güvenlik Yasası, Güney Kore’nin birlik ve bütünlüğünü sağlıyor; “yoksa Kuzey Kore gizmenleri (ajan), kolaylıkla kitle hareketlerinin içine sızar”. Bu yorumuyla, barış yanlısı değil, savaş yanlısı; muhalif değil, egemenlerden yana bir çizer olduğunu gösteriyor. Düşünce özgürlüğü olmadan, iki ülkenin birleşmesi olanaksız. Ancak, Kuzey Kore’nin de adım atması gerekiyor ve bu, olanaksız görünüyor. Çizer, üçüncü önkoşul olarak, Komünist Parti’nin Güney Kore’de yasallaşmasına, “kargaşa çıkar; işçileri ve öğrencileri kışkırtırlar” vb diyerek karşı çıkıyor. Bu da egemen bakışı. Ancak, bunun gerçekleşmesi için, Kuzey Kore’nin de diğer partilere izin vermesini savunuyor ve bu, birleşme adına mantıklı bir öneri.

Page 105: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

105

Çizerin olası bir birleşmeyle ilgili öngörüleri şunlar: Korelerin birleşmesinin tutarı çok yüksek olacak; vergiler aşırı artacak; bu vergi yükü, Güney Korelilerin sırtına binecek; bu birleşme, Almanyaların birleşmesinden daha sancılı olacak. Bu nedenle, Güney Kore’de, birleşme istemeyenler var. Ayrıca, iki taraftaki Koreliler çok farklılaştığından, uyum sorununun toplumsal çatışmalara yol açacağı düşünülüyor. İşvereni Güneyli, işçisi Kuzeyli olacak Birleşik Kore’de, işçi hareketleri durulmayacak. Çizer, kimi bölümlerde, “Güney Kore, önderini arıyor; Kore tarihindeki büyük kişilikler gibi bir önder çıkmadı günümüzde” deyip duruyor. Şunu gözden kaçırıyor: Önderler, düşmanlıklardan doğarlar. Düşmana karşı birleştirene ‘önder’ denir. Çizerin verdiği önder örneklerinden biri, Mao’nun da Chiang Kai Shek’in de saygı duyduğu Sun Yat Sen. Çizer, Güney Korelilerin seveceği bir öndere özlem duyuyor. Ama bir önder, hiçbirzaman herkes tarafından sevilmez. Herkes tarafından sevilmesi, ülkede büyük değişiklikler gerçekleştirmediğini, yalnızca günü kurtarmaya çalıştığını gösterir. Ho Çi Min’in sevenleri çoktu, ama toprak ağalarının sevgisini kazanmayacağı açıktı. Güney Koreli çizer Rhie’nin yapıtı, tüm eleştirilerimize karşın, eğlenceli, sürükleyici ve bilgi dolu bir çizgi kitap. Güney Kore’yi tanımak isteyenler için önerebileceğimiz bir başlangıç yapıtı. İlgilisine Kaynak Gezgin, U.B. (2007). Kuzey Kore ve Güney Kore: İki elmanın yarısı mı, elmadaki kurt mu? Asya Yazıları içinde, s.88-93. İzmir: Ara-lık Yayınevi. Rhie, W.-B. (2005). Korea unmasked: In search of the country, the society and the people. Gyeonggi: Gimm-Young Publishers. (bitti)

Page 106: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

106

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (134): Manila İzlenimleri (1) Manila’da Ninoy Aquino Havaalanı’ndan çıkıp çevreye bakınırken bir anda cipniyleri keşfediyorsunuz. Cipniyler, Amerikan askerlerinin Filipinler’den ayrılırken bıraktıkları ciplerin arkası genişletilerek dolmuşa çevrilmiş sürümü. Baclaran cipniyine atlıyorsunuz. İlk izlenimler, çevrede gördüğünüz İsalar ve İngilizce ve İspanyolca yazılar nedeniyle, -bir de yüzler elbette- Filipinler’in bir Güney Amerika havası verdiği. Filipinler, Asya’nın Güney Amerikası. İnsanlar çok güleç yüzlü, sormadan yardımcı olmaya çalışıyorlar. Ama rehber kitaplarda yazılanların tersine, neredeyse herkesin İngilizce bildiği doğru değil. Tüm dünyada yoksullar en az iki dil konuşurlar: Anadil ve yoksul dili. Bu yoksulca, her yerde iletişimi ve dostluğu sağlar. Cipniydeki ve çevredeki İsa ve haç görüntüleri yadırgatıcı gelmiyor size; belki Vietnam’dan alışmışlığınız var. Son durak olan Baclaran’da iniyorsunuz. Çok yoksul olan bir bölge bu. İndiğiniz yerde kalakalıyorsunuz; yolu bilmiyorsunuz, ama kocaman Baclaran yazısını izleyince tramvay durağında buluyorsunuz kendinizi. Baclaran’da indiğiniz yerle durak arasındaki yolda, onlarca cipniy ve üçtekerli yolcu taşıma bisikleti görüyorsunuz. Vietnam’dakinden farklı olarak, Filipinler’de bisikletin arkasına ya da önüne değil, yanına üçüncü bir teker konmuş. Yani bisikletçiler yandan sürüyor. Çevrede hiç yabancı yok. Bu, iyiye işaret. Demek ki geleneksel bir ortamdasınız. Sokak pazarı ortamı bu. Yol boyunca, girişinde İspanyolca tabelalar olan bir sürü dar sokak görüyorsunuz. Soyak (aile) adları olmalı bunlar. Baclaran Tramvay Durağı’na varıyorsunuz sonunda. Girişte güvenlik denetimi var; güvenlikler, sopayla çantaları didikliyorlar. Korkuları, Maocu bir hareket olan Yeni Halk Ordusu’ndan; ama kırsal bir hareket bu. İkinci korkuları, ülkenin güneyindeki özerk yönetimde çok güçlü olan İslamcı savaşçılar. Ama zaten, ciddi bir arama değil bu. Dostlar aramada görsünler gibisinden. Tramvaya biniyorsunuz; çok sıkışık. EDSA’da iniyorsunuz, bir başka tramvaya atlıyorsunuz. Ayala’da iniyorsunuz ve şaşkına dönüyorsunuz! Baclaran nere, Ayala nere! Ayala, bir Avrupa ülkesi; Baclaran, bir Afrika ülkesi sanki. Ekşisözlük’teki ‘Şirinevler-Ataköy Medeniyet Köprüsü’ yakıştırmasını anımsıyorsunuz birden. Ne güzel özetliyor durumu, olaya ekşi bakanlar. Şu rehber kitaplarda Manila’nın en temiz ve en pahalı yeri olduğu belirtilen Makati’de dolaşıyorsunuz şimdi. Manila, Manila Anakent Bölgesi’ndeki (diğer adıyla, ‘Ulusal Başkent Bölgesi’) 17 kentten yalnızca biri. Makati de öyle. Sokak yazılarının hep İngilizce olması dikkatinizi çekiyor. Bir önceki durak, Magallanes’ti. Bu, ünlü sömürgeci Ferdinand Magellan’ın (1480-1521) İspanyolca’daki adı. Güney Amerika’daki sömürgecilik karşıtı ülkelerin tersine; Filipinler’de sömürgecilerin adları yaşatılıyor! Magellan, Filipinler’de öldürülmüştü. Rehberler şöyle bir şaka yapıyor: “Magellan, Filipinler’e gelen ilk Avrupalı gezmendi (turist); ama çok soru sorduğu için öldürdük onu”. Yalnızca başsömürgeci değil, diğer sömürgeciler de yaşatılıyor Makati sokaklarında: Salcedo ve Legazpi, sömürge Manilası’nı kuran İspanyol sömürgecileri. Adları, Makati’nin en işlek sokaklarına verilmiş durumda. Anasokaklardan biri olan (Rogelio) De La Rosa (1916-1986), Filipinli bir siyasetçi ve oyuncunun; Amorsolo (1892-1972) ise, Filipinli bir ressamın adları. Bu Avrupalı Filipin kentinin çoğunun sahibinin tek bir soyak olduğunu öğreniyorsunuz. Bölge 2. Paylaşım Savaşı’nda tümüyle yıkılıyor ve yerine alışveriş özekleri ve gökdelenler yükseliyor bugün.

Page 107: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

107

Kentin ünlü alışveriş özeği, Yeşilkemer’den geçerken, zengin Filipinlilere ve onlarla birlikte yemek yiyen yabancılara bakarak, Baclaran’dakileri yoksulları düşünüyorsunuz. Burası, ayrıcalıklıların bölgesi ve Filipinli zenginlerin dünyanın en büyük üç alışveriş özeğinin ülkede olmasından övünmeleriyle çileden çıkıyorsunuz. Ha üstelik de koyu İsacı’dır bunlar; sanki İsa, para babasıydı... Adalet istiyorsunuz, ama çok uzakta adalet. Bir sonraki gün, yine Makati’de Das Mariñas Köyü’ne gidiyorsunuz. Adı köy olan bu saklı bahçe, Ayala-Magallanes arasında varsıllar için kapatılmış, kapısında güvenliklerin kuş uçurmadığı bir yeşil kent. Toplutaşımanın yokluğunda, bir tektaşır (taksi) bekliyorsunuz. Zaten Filipinler’in Güneydoğu Asya’daki en ucuz tektaşırlara sahip olduklarını öğrenmişsiniz (yolsayarlarını (taksimetre) açtıkları sürece). Böylece, Filipinliler’in genbinit (otobüs) bekler gibi tektaşır sırası beklediğini görüp şaşırıyorsunuz. Evet, kimi yerlerde, onlarca yüzlerce kişi, tektaşır bekliyor! Ayrı bir iş kolu olarak, tektaşır çağırıcılık gelişmiş. Bir adamcağız, yolun ortasına geçip sizin için tektaşır çağırıyor ve sizden aldığı üçbeş kuruşla geçimini sağlamaya çalışıyor. Das Mariñas, bir kapılı topluluk (ya da güvenlikli yerleşim. İngilizcesi: ‘gated community’) örneği. Filipinler’de tek örnek olmadığını öğreniyorsunuz. Makati Kenti’nde Das Mariñas yanında, Forbes Gezeneği (park); 17 kentten biri olan Quezon Kenti’nde Loyola Yükseltileri; Parañaque Kenti’nde BF Ev Altbölümü vd. diğer örnekler. Burada evler, ‘malikane’ türü. (2) Sıra, Ayala Buluntuevi’nde (müze). 2. katta, 1946 öncesinin Filipinler’i için 60 tane üçboyutlu vitrin var; sergi, İÖ yaklaşık 750 binden, Cagayan Koyağı yaşantısından başlıyor. Aynı katta, ülkenin ‘bağımsızlık’ dönemi siyasal tarihinin (1946 sonrası), ‘ İşleyen Bir Elerkine (Demokrasi) Doğru’ (1946-1972), ‘Özgürlüğün Yitirili şi’ (1972-1983) ve ‘Halk İktidarı’ (1983-1986) biçiminde ulamlandığını görüyorsunuz. Burada Corazon Aquino’ya (1933-2009; yönetimi: 1986-1992) dek tüm generk (devlet) başkanlarının resimleri var; ama kanemici Marcos (1917-1989; yönetimi: 1965-1986) yok. Halk İktidarı bölümünde, görüntülükten eski görüntüler gösteriliyor, sesli bilgi veriliyor. Bu bölüm, tümüyle Marcos karşıtı. 1946-1972 ve 1972-1983 dönemleri için de görüntülükten eski görüntüler ve belgeler geçiliyor. Herşey İngilizce elbette. (Filipinler’deki derin sömürgeciliğin bir başka göstergesi.) Sergi, bağımsızlık sonrası siyasal dönemi vermesi açısından değerli. Ancak sermaye düzeni muhalifliği yerine Marcos karşıtlığı var. Sanki Aquino başa geçince yoksulluk bitti. E, zaten, buluntuevi, Filipinli zengin bir soyağın (ailenin); ne beklenirdi ki... Dönemin ‘halk iktidarı’ olarak adlandırılması bir aldatmaca. Ama bu aldatmacaya girmeden, tarihten birkaç yaprağı çevirelim: Marcos, 1972’de sıkıyönetim ilan ettiğinde, Yeni Halk Ordusu’nu gerekçe gösterdi. Gerçek nedenler şunlardı: Marcos, Anayasa’ya göre 3. kez generk başkanı olamıyordu. İkinci neden, ABD’nin ortaklaşmacılık (komünizm) korkusuydu. Marcos, sıkıyönetim ilan edebilmek için kendi Savunma Bakanı’na (Juan Ponce Enrile) suikast düzenletip suçu Filipin Komünist Partisi’nin (FKP) üstüne atmıştı. “Bu kargaşayı ancak ordu çözer”di. Umduğunun tersine, Marcos’un sıkıyönetimi, FKP ve Yeni Halk Ordusu’na katılımları arttırdı. Sıkıyönetim döneminde, 50 bin muhalif, askeri kamplarda hapsedildi; sürgün edildi ya da öldürüldü. Sıkıyönetimle birlikte Marcos, ülkeyi

Page 108: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

108

yabancı sermayeye iyice açtı. Marcos döneminde, Clark’teki ve Subic Koyu’ndaki Amerikan üsleri, Amerikan askerlerini Vietnam-Amerikan Savaşı’na hazırlıyordu. Bu üsler sayesinde vahşi Marcos düzeni ayakta kalabiliyordu. Marcos’un muhalifi olan Ninoy Aquino (1932-1983), 1983’te ABD’den Filipinler’e dönüyor ve havaalanında Marcos’un adamlarınca öldürülüyor. (Bugün, Ninoy’un öldürüldüğü Manila Havaalanı’na onun adı verilmiş durumda.) Evet, 1981’de Marcos, sıkıyönetimi kaldırıyor, doğru; 1983’te Ninoy öldürülüyor; bu da doğru. Yalnız, Ninoy da ABD’den dönmüştü. Gerçekte, bir Amerikancı’dan bir başka Amerikancı’ya devrediliyor ülke. (Tarih kitapları bunu yazmıyor işte.) Ninoy’un cenazesine 2 milyon kişi katılıyor! 1986’daki seçimlerde Marcos, Ninoy’un eşi olan Corazon Aquino’ya karşı kazanıyor. Halk, seçimlerde sahtecilik yapıldığını ileri sürerek sokaklara dökülüyor. Ordu ve iki bakan da halka katılınca, Marcos, ülkeyi terketmek zorunda kalıyor; ayakkabı biriktirisiyle (koleksiyon) ünlü eşi İmelda ile birlikte, Amerikan Hava Gücü tarafından, Hawaii’ye kaçırılıyor. Aquino, böylece generk başkanı oluyor. Bu hareket, ‘Halk İktidarı Hareketi’ ya da ‘EDSA (Epifanio de los Santos)’ diye biliniyor. (Gözden kaçan bir nokta da şu: Halk İktidarı eylemcileri dindarlardı. Ayaklanmalarında, Ninoy’u bir İsacı şehidi, eşini bir melek saymalarının etkisi de vardı. Ayaklanma, geniş kitleleri biraraya getirse de; başı çekenler rahipler olmuştu. Corazon’u başkanlık seçimlerinde Kilise ve dindarlar destekliyordu. Halk İktidarı Hareketi, 1986’daki ayaklanmada Haç ve İsa yonutları taşıyordu; bu nedenle ordu, halka ateş etmeye yanaşmadı.) Marcos 1989’da ölüyor. Eşi İmelda, yolsuzluktan aldığı 18 yıl hapis cezası kaldırılarak 1998’deki başkanlık seçimlerine bile katılıyor! Yeni generk başkanı, İmelda’yla ilgili tüm davalar için af çıkarılmasını sağlıyor. Arroyo (d.1947; yönetimi: 2001-2010) ise, rüşvetten ve yolsuzluktan hapse giren o zamanki generk başkanına af çıkarıyor. Yani egemenler didişiyor gibi görünseler de birbirlerini aklıyor. Marcos’un yerine Türkiye’deki asker egemenliğini; Corazon’un yerine serbestçileri (liberal) koyalım; aynı resim çıkıyor. Egemenlerin iki kanadının atışması, Amerikan güreşine benziyor. Birbirlerine gerçekten vuruyorlarmış gibi görünüyorlar, ama herşey anlaşmalı gerçekte. Birbirlerine şakadan, halka gerçekten vuruyorlar. Anayasa, görüntüde ‘özgürlükler’i genişletiyor ama zenginlere dokunmuyor. (Bu yalancıktan güreşin adının ‘Amerikan güreşi’ olması cuk oturmuş!) 1998’de başa geçen eski oyuncu (ve ‘oyuncu’ sözcüğünün diğer anlamıyla yeni oyuncu) Estrada (d.1937; yönetimi: 1992-1998), 2. Halk İktidarı Hareketi’yle düşürülüyor; yerine geçen Arroyo, çok sayıdaki insan hakları çiğneyimlerinin gölgesinde, Amerikan güreşinin yeni (b)ölümleriyle karşımıza çıkıyor. Estrada’nın bir karşı-ayaklanma çıkarma girişimi başarısız olurken, Arroyo, ‘yıldırganlıkla (terörizm) savaş’ adı altında Amerikan askerlerini Filipinli direnişçilerin önüne sürerek, koltuğunu sağlama almanın hesabını yapıyor. 2004’teki seçimlerde yeniden seçilen Arroyo’nun, oy sayımında hile yaptığını kanıtlayan kayıtlar ortaya çıksa da, egemenler, her zamanki gibi birbirlerini kolluyor. (3) Ayala Buluntuevi’nin (müze) 4. katında, Filipin sömürge dönemi öncesi altınları sergisi var. Konuklar, girişte bir kısa izitle (film) karşılanıyorlar; hoş bir karşılama. Bir sürü altın buluntu var sergide. Tutumyapı (iktisat) tarihini düşünmek açısından ilginç. İki ayrı görüntülükte (ekran), biri altın tarihi, biri de Avustronezya insanları

Page 109: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

109

konularını işleyen iki ayrı izit var. İzlemeye değer izitler bunlar. 3. katta Filipinli ressamların resimlerine bakıyorsunuz. Buluntuevinden çıkarken, Makati-Ayala Altgeçidi’nde, Gabriela Silang’ı anan bir duvar plakası görüyorsunuz. Gabriela Silang (1731-1763), 18. yüzyılda İspanyollara karşı ayaklanıp öldürülen kocasından önderliği devralıp direnmiş; 4 ay sonra yakalanıp asılmış bir kadın önder. Anımsanması çok güzel. Plakada, İspanyol sömürgecilere karşı savaşımda önderlik edip can verişi özellikle belirtiliyor. Onun anısına kurulan kadın örgütü Gabriela Partisi’ni ve Serap Baykal’ın Solun Doğusu’nda çıkan yazısını anımsıyorsunuz (‘Kadınların örgütlü gücü: Gabriela’). Ayala Durağı’na döndünüz Das Mariñas’tan. Filipinler’de dönerin yaygın olması, dikkatinizi çekiyor. Malezya’da, Kuala Lumpur’da da böyleydi. Dev alışveriş özeklerinden birine giriyorsunuz. Bildiğiniz sıkıcı bir ortam. Bir çevre gönüllüsüyle karşılaşıyorsunuz; kredi kartıyla para yardımı istiyor. Yaptıkları çalışmalara bakıyorsunuz; yoksullar için ne yaptıklarını soruyorsunuz. Zengin-yoksul ayrımına girip çevre sorunlarının bundan bağımsız olmadığını söylüyorsunuz onlara; “zenginlerin % 90’ı, Marcos döneminin zenginleri. Çevreye gelene dek çok sorun var ülkede” diyorsunuz; şaşırıyor ve yadırgıyor. Sonunda Makati’den çıkıp Manila’yı, eski kenti görmeye karar verdiniz. Sabah, Manila’ya, Rizal Gezeneği’ne (Park) ya da Filipinlilerin bildiği adıyla Luneta’ya gidiyorsunuz. Filipin Halkı Buluntuevi’ne yöneliyorsunuz. Corazon Aquino’nun doğumgünü için, Rizal Gezeneği çevresine asılmış Ninoy ve Corazon bayraklarını görüyorsunuz. Binlerce bayrak... Sanki aç yok ülkede. Buluntuevinde de, Corazon resimleri sergisi var üstelik. Eski Manila olan İntramuros’a (İspanyolca’da ‘suriçi’ anlamında) geliyorsunuz. Bir sürü tarihsel yapı var burada. İspanyol sömürgeciler gelmeden önce Manila, Muhammedci bir kentti. Ondan önce Hindu ve Budacı’ydı. Ondan önceyse cancı (animist). Sömürge dönemi Manilası, 1571’de kuruluyor. Suriçi’ne giderken, yol üstündeki çitli gezeneğin önünde, bir sürü evsiz yatıyor yerlerde; ki buradaki çitli yeşil alan, golf sahası! Eski yönetim sarayını görüyorsunuz; yakınında, İspanya Kralı 2. Felipe’nin (1527-1598; yönetimi: 1556-1598) yonutu var. ‘Filipinler’ Adı, 2. Felipe’den geliyor; ‘Filip’in adaları’ anlamında. Ülkenin adı değiştirileceği yerde, kralın yonutu, hâlâ yerli yerinde duruyor! Bağımsızlık savaşı verip kazanmış birçok ülke, masabaşı anlaşmalarıyla yeniden sömürge yapıldı. En çarpıcı örnekler, Filipinler, Haiti ve Endonezya. Gerçi Filipinler’in yeniden sömürge olacağı, önderlerin adlarından belliydi. Hepsi İspanyol adlarıydı. Güney Amerika’da da böyle; ama yine de, Cristóbal Colón (Kristof Kolomb) Yonutu yıkılabildi Venezuela’da ve üstelik, sömürge dini İsacılık dipdiriyken yapıldı bu. Oysa Filipinler’de sömürgecilerin adları, hâlâ sokaklara veriliyor ve ülkeye adını veren İspanya Kralı 2. Felipe’nin Yonutu, gördüğünüz gibi, kentin orta yerinde duruyor. Sömürgecilik karşıtlığı, bağımsızlık savaşıyla bitmez. Dil ve din boyutu var: Filipinler, İsacı zaten, oradan sömürgeleştirilmi ş. İngilizce yaygın olarak ve Filipince’yle karıştırılarak kullanılıyor. (Bu, çok dile getirilmese de, yeri gelmişken belirtelim: Muhammedcilik de, Türkiye’nin sömürge dinidir. Türkiye halklarının Araplaştırılması, din ve dil eliyle olmuştur. Ancak, Türkiye, dinden ayrıklık ve dil devrimi gibi büyük adımları atabilmiş ya da atmaya çalışmış en azından.) Filipinler’in gerçekten bağımsız olabilmesi için, siyasal ve tutumyapısal (ekonomik) bağları koparma yanında; ülke adının değiştirilmesi; insan adlarının, sokak adlarının ve dilin İspanyolca ve

Page 110: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

110

İngilizce’den arındırılması ve İsacılık’tan kurtulunması zorunlu. Gerçekte Türkçe’de de bir sürü Fransızca sözcük var. Ama bu sözcükler Türkçeleşmiş. Tutup Fransızca yazıldığı biçimiyle Türkçe’de yazılması gibi bir zorlama durum, birkaç bilimsel söz dışında geçerli değil. Oysa Filipince’de İngilizce sözcüklere karşılık bulmak diye bir dert yok; zaten hepsi olduğu gibi İngilizce. Bilim sözleri, Filipince’ye çevrilmiş değil; tümüyle İngilizce. Bir de, Türkçe’de, dil değiştirme (code switching), görülmeyen bir olay: Bir insan Türkçe konuşurken İngilizce’ye; İngilizce konuşurken Türkçe’ye geçerse yadırganır. Filipinler’de, İngilizce-Filipince geçişleri doğal karşılanıyor! Generk (devlet) yetkilileri, basın açıklamalarında bile böyle yapıyor! Filipince söz dağarının % 20’si, İngilizce; % 15’i (hatta kimilerine göre % 40’ı), İspanyolca kökenli. Yeni sözcük üretimi yok. Filipinler’de sayılar için ayrı ayrı İngilizce, İspanyolca ve Filipince kökenli sözcükler var. Üstelik, Filipince’de gün ve ay adları İspanyolca. “Nasılsın?” bile İspanyolca! (Gerçi Türkçe’de de “ne haber?” yarı yarıya Arapça.) (4) Manila’da Suriçi çevresinde dolaşmayı sürdürüyorsunuz. Manila’nın ortasından geçen Pasig Irmağı üstünden geçiyorsunuz; kirli ama pis kokulu değil. Karşısı, Binondo (Çin mahallesi). Sokaklar çok kirli. Yürümek için güneş korunakları konulmuş da değil. Sokaklarda bir sürü evsiz görüyorsunuz. Bu kadar yoksullukta nasıl yaşıyor insanlar? Filipinler’de gördüğünüz, aynı öykü: “Bu dünyada yoksul olsam da öbür dünyada Cennet’e gideceğim. Tanrı benim yanımda.” Egemenler suçlu; ama yoksullar da, bu kadar yoksunluğa karşın direnmedikleri için suçlular. “Akrep gibisin kardeşim” dedirtmiş benzeri bir durum, Nazım Hikmet’e... Ve “direnmesi gerekenlerin dilenci olduğu ülkelerde, ezilenler, yenilmeye mahkumdur” (Gezgin, 2009). Manila’nın yarısı, gecekondularda yaşıyor; görebildiğiniz kadarıyla, nüfusun onda biri evsiz. Suriçi yakınlarındaki Tondo, Filipinler’in en yoksul bölgelerinden biri. Burası, dünyanın en nüfus-yoğun bölgesi. Nüfusu, 630 bin; alanı 9.102 km2 ve böylece, kilometre kareye 69,216 kişi düşüyor! Tondo, Dumanlı Dağ (Smokey Mountain) ile ünlü. Dumanlı Dağ, 2 milyon tondan fazla çöpten oluşan bir çöp dağı. Bu, günde 4 bin ton çöp üreten Manila Anakent Bölgesi’nin 40 yıllık çöp alanı. Burada çıkan yangınlarda ölenler oluyor. Dağın adı, bu yangınlardan geliyor. Ama bunlar, Manila yoksullarının şanslı olanları belki de. Başlarının üstünde damları var; evsiz değiller. Oy toplamak için yoksullara yapılan duygu sömürüsü üst düzeyde. Malk mülk sahipleri, “ben de yoksuldum, sizi anlarım, bana oy verin” diyor; yoksulları armağanlarla kandırıyor. Oyuncu ve eski generk (devlet) başkanı Estrada (yolsuzluktan hapse konmuştu; afla çıktı), Tondo doğumlu. Sokak satıcılarının kasalarında, Estrada’nın resimlerinin olması, dikkatinizi çekiyor. Estrada yandaşları dipten çalışıyor demek ki... Ama bir başka Tondolu, daha ayrıntılı olarak anmaya değer: Andres Bonifacio (1863-1897). Bağımsızlıkçılar arasındaki iç çatışmada öldürülen Bonifacio, İspanyol sömürgecilerince kurşuna dizilen Jose Rizal (1861-1896) ile birlikte, Filipinler’in (varolmayan) bağımsızlığının önderleri olarak anılıyor ve birçok anıtta yaşatılıyor. Makati’de döner satan Akdeniz aşevinde, seçkenin (menü) son sayfasında, ‘Bonifacio Acısı’ diye aşırı acı bir sostan sözediliyor. Bonifacio’nun yaşamı anlatılıyor ve sosun adı, ‘Bonifacio’nun Öcü’. Bonifacio’nun böyle garip bir biçimde de olsa yaşatılması

Page 111: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

111

ilginç. Bonifacio, yeraltı örgütünü Tondo’da kuruyor. Filipin Halkı Buluntuevi’nde (müze), Bonifacio’nun mason olduğunu öğreniyorsunuz! Filipin bağımsızlık örgütünü kurarken gizli mason örgüt yapısından esinleniyor! Bağımsızlık simgeleri, mason simgeleri! Diğer önderler de (Rizal ve Aguinaldo); Filipinler’in ilk generk başkanları da mason! İspanyol adlarıyla, beyninde İsacılık’la, dilinde İspanyolca’yla bağımsızlık bu kadar olabilirdi zaten... Aynı buluntuevinde, ‘Savaş ve Muhalefet’ (1898-1915) Sergisi var. Tümüyle sömürgecilik karşıtı ve Amerikan karşıtı, ama sermaye karşıtı değil. Üstelik, bir ulusal kenter soyağını (burjuva ailesi) (Lopezler) göklere çıkarıyor. Günümüzdeki sömürgeciliğe karşı çıkış da yok. Sanki sömürgeciler gidince tüm sorunlar çözüldü. Sonra Rizal Gezeneği’nin yanından geçiyorsunuz: Gezenekteki Rizal Anıtı’nın önünde 2 Filipin askeri, o güneşin altında kıpırtısız bekliyor, Anıtkabir’de ve Dolmabahçe’de olduğu gibi. Rizal Yonutu’ndan sonra, Bonifacio Yonutu’nu buluyorsunuz. İleride, Bonifacio’nun kurduğu yeraltı örgütü Katipunan’ı anan bir yonut var. Anlam kayması yaşıyor bunlar sizin için. Eski kale duvarını buluyorsunuz, duvar boyunca yürüyorsunuz. Bir sürü okul olarak kullanılan eski yapı var burada. Yol üstünde 20 kişilik bir gösteri görüyorsunuz; yolun yanından selamlıyorsunuz hakkını arayan işçileri; selamınızı karşılıksız bırakmıyorlar; yüzlerinde tanıdık, sıcak bir umut. Filipinler’de ve diğer dönencesel (tropikal) ülkelerde, gölgede ya da kapalı ortamda iş yapanlar, en şanslılar. Güneşte kavrulmuyorlar günboyu. İşçiler ve köylüler için ise öyle değil. Sıcak ülkelerde, işçi ya da köylü olmak, bir kat daha zor bu nedenle. Sokaklarda bir sürü at arabası ve üçtekerli yolcu taşıma bisikleti var. Yolda sürekli önünüzü kesiyor atçılar, dolar bozdurucular, şucular, bucular. Yapışıyorlar, rahat yürüyemiyorsunuz. Kaldığınız gezmenevinde (otel), kayıt kabulde şöyle yazıyor: “Lütfen fatura alın; fatura alırsanız; vergi, generke gidecek; böylece para, ülkenin kalkınmasına gidecek.” Böyle olacağından kuşku duyuyorsunuz, rüşvet var sonuçta; ama bunu yazmaları, yine de ilginç. Bunu, generkin birçok işletmeye astırdığını öğreniyorsunuz sonradan. Oda, yadırgatıcı: Bir sürü resim arasında, girişte, kapının hemen üstünde, Meryem Ana resmi var (elbette). Ayrıca küçük bir oda var, İncil okumak için. Kapısında, İsa’yla ilgili kısa bir yazı var. “Askerle giremiyorsan rahiple gir” siyasası, Filipinler’de tıkır tıkır işlemiş (gerçi askerle de girmişler). Das Mariñas’ta, evlerin dışduvarlarında ve kapılarında, İsa ve Meryem resimleri görmüştünüz zaten. İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2009). Küçük Asya Büyük Asya (2): Kısrağın kuyruğundan “kısrak başı gibi uzanan memleket”e... Yeni Harman Dergisi, sayı 134 (Ekim 2009). (5) Bu sabah, 2. Paylaşım Savaşı’nda, savaşın yazgısını belirlemiş yerlerden biri olan Corregidor Adası’na gideceksiniz. Önce biraz tarih: Filipinler, yaklaşık 300 yıl İspanyol, 50 yıl Amerikan sömürgesi oldu. Güney Amerika’yla karşılaştırıldığında, Filipinler’deki dillerin hâlâ yaygın olarak kullanılıyor oluşu, dikkat çekici. İspanyol

Page 112: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

112

sömürgeciler, askerleriyle birlikte rahipleri de getirdiler; yerli halkları zorla İsacı yaptılar. Oysa Avrupalılar gelmeden önce, bölgede, Muhammedcilik, Hinduculuk ve Budacılık, kılıç zoruyla değil; alsatçılık (ticaret) yoluyla yayılmıştı. Avrupalı sömürgecilere bölgede direnenler, Muhammedciler’di (Bugüne dek boyun eğdikleri görülmemiştir). İspanyol sömürgeciler, 1571’de Muhammedci kenti Manila’yı (o zamanki adıyla ‘Maniylad’) ele geçirip her yana kiliseler diktiler. Filipinler’in sömürgeleştirilme sürecinde, Muhammedci Filipinliler, Mindanao bölgesinde, direnişlerini sürdürdüler (bugün de öyle); ve İspanyol gemilerine, bölgede tehdit oluşturanlar, Mindanaolu Muhammedci korsanlar oldu. Muhammedci egemenliğinden daha birkaç yüzyıl önce çıkmış olan İspanyollar (İspanya’daki son Muhammedci kale, 1492’de düşüyor), bu direnişçileri ‘Moro’ olarak adlandırdı. Moro, ‘Kuzey Afrikalı Muhammedci’ anlamına geliyor. (Filipinler’in % 5’i, Muhammedci. Filipin Muhammedcileri, Sünni. Mindanao’daki Muhammedcilerin özerk yönetimi var.) Manila’da İspanyol sömürgecilerine direnen diğer bir öbek (Muhammedciler ve yerliler dışında), Çinliler’di. Sömürgeciler, bunun için kenti surla çevreleyip Çinlileri kente sokmadılar; Çin yerleşimi, sur dışında gelişti. Çinliler (‘Mal Adaları’ olarak adlandırdıkları) Filipin Adaları’yla İÖ 2. yüzyıldan beri alsatçılık ilişkileri içindeydi. Magellan, Filipinler’e 1521’de ayak basıyor ve adaları İspanya toprağı ilan ediyor; ama Manila tarihi, Çinlilerin, yerlilerin ve Muhammedcilerin ayaklanmalarıyla dolu. İspanyol sömürgecileri, Filipinli halkları zorla İsacılaştırırken, onları ‘eğitmek’ için, geleneksel tiyatroyu dincileştiriyor. İspanyollar’ın ülkeye getirdiği ‘sinakulo’ oyunları, İsa’nın yaşamını anlatırken, ‘moro-moro’ oyunları, İsacılarla Muhammedcilerin arasındaki savaşları konu alıyordu. 20. yüzyılın başında ise, halk, ‘sarsuela’ adlı oyunlarla Amerikan işgalini protesto ediyordu. Bugün Filipinler’in % 90’ı, İsacı; % 80’den çoğu, Katolik. Filipinler, Asya’nın İsacı çoğunluklu tek ülkesi. Ülkede, siyaseti, Katolik Kilisesi belirliyor. İspanyol-Amerikan Savaşı sonunda yapılan anlaşmayla (1898), ABD; Filipinler, Guyam ve Porto Riko’yu 20 milyon Dolar’a satın alıyor. Sömürge dönemi alsatçılık ili şkisi nedeniyle, Meksika ile Filipinler’in; sömürgecilik karşıtı savaşım nedeniyle, Küba ile Filipinler’in geçmişi ortak. (Amerikan karşıtı savaş nedeniyle ise, Vietnam’la Küba’nın geçmişi ortak.) 50 yıl, ülkeyi Amerikanlaştırma’ya yetmiş durumda: Filipinler için, kimi Amerikalılar, “ABD’nin 51. altbirliği (eyaleti)” diyor; “tek sorun, biraz uzak olması”. Bu sömürgeleşme geçmişi dolayısıyla, Filipinler, Avrupalılaşma açısından da ilginç: İsacı ve Asyalı. Yıllar geçiyor ve Manila, Varşova’dan sonra, 2. Paylaşım Savaşı’nda en çok yakılıp yıkılmış ikinci kent oluyor. Filipinler, 1941-45 arasında Japon işgali altında. Manila’da son Japon-Amerikan Savaşı’nda, 150 bin Filipinli sivil ölüyor; 2. Paylaşım Savaşı’nda ise, toplam 1.1 milyon Filipinli ölüyor. Bu tarihsel bağlamda, Filipinler’e savaş anıları için gelen eski Japon ve Amerikan askerleri ve yakınları var. Manila ve çevresinde bolca savaş anıtı var. Corregidor Adası’ndasınız şimdi. (Genbinitin (otobüs) yanları açık. Gezmenlik (turizm) bölgelerinde, genbinitler böyle olmalı. Güzel bir düşünce.) Neşeli bir rehberiniz var. Ama Japonlarla ilgili ağır şakalar yapıyor. Tümüyle Amerikancı bir anlatımı var. 2 bin Japon askerinin, topluca kendi canlarına kıymalarını hissiz bir biçimde anlatıyor. Yansız değil; Amerikan yağdanlığı bir bakış. Japonlar için turların ayrı olduğunu söylüyor. (Adada bir Japon mezarlığı var.) Onlar, savaşa, öbür taraftan baktıkları için, ayrı ayrı tur olması mantıklı. 2. Paylaşım Savaşı’nda, Malta’dan sonra

Page 113: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

113

en çok bombalanmış ada, Corregidor. Savaştan sonra yeşil kalmıyor adada; sonradan tohum atıyorlar havadan. Corregidor, İspanyolca’da ‘düzeltici’ demek. Manila’ya ve genel olarak Filipinler’e gelen gemiler, önce burada denetlenirmiş. Adanın adı buradan geliyor. Yeşil bir ada, fakat kimi kıyıları kirli. Bu yeşil ve güzel adayı, kışla, baraka ve orduevi yıkıntılarıyla tanıtıyorlar. Tümüyle savaş gezmenliği yaklaşımı. (Amerikan işgali döneminden kalma yapılar, gezmenlik için, yıkık dökük olarak korunuyor. Yıkıldı yıkılacak durumdalar. Başka amaçlarla kullanıma açılsalar daha iyi olurdu.) Bolca MacArthur (o dönem bölgeden sorumlu Amerikan generali) ve Amerika pohpohlaması. Adanın küçük bir buluntuevi (müze) var; burada, duvarda, Pasifik ve çevresini gösteren bir savaş haritası var. Yanlarda, Japonya’ya karşı savaşmış ülkelerin bayrakları var; Sovyetler de var burada. Ama tavana asılı bayraklar içinde kızıl bayrak yok. Yanda anıt var; ABD ve Filipinler bayrakları, birlikte dalgalanıyor. Çok Amerikancı bir ülke Filipinler... (6) Defterimizde kalan Filipin dipçelerini paylaşarak yolculuğa son veriyoruz: - Filipinler’de 7,107 ada var. Adaların yalnızca üçte birinde insan yaşıyor. 11 en büyük adada yaşayan insanlar, ülke nüfusunun % 95’ini oluşturuyor. - Filipinler’in dindışı dinlenceleri şunlar: Yılbaşı (31 Aralık-1 Ocak), Halk İktidarı Günü (25 Şubat), Bataan Günü (9 Nisan- Japon işgali sırasında tutsak kamplarına yürümeye zorlanan 66 bin Filipinli askerin 20 bininin yolda, 25 bininin hapiste öldüğü Bataan Direnişi anılıyor.) İşçi Bayramı (1 Mayıs), Bağımsızlık Günü (12 Haziran), Ninoy Aquino Günü (21 Ağustos), Ulusal Kahramanlar Günü (Ağustos’un son pazarı), Bonifacio Günü (30 Kasım), Rizal Günü (30 Aralık). - Filipinliler’in onda biri, yurtdışında çalışıyor ve toplamda, soyaklarına (aile), yılda ülke TYÜ’sünün (Toplam Yerel Üretim) onda birini gönderiyorlar. Generk (devlet), işçilerin yurtdışında çalışmasını destekliyor bu nedenle. 92 milyonluk Filipin nüfusu, Asya’nın en hızlı artan nüfuslarından. Bu hızlı nüfus artışının nedenlerinden biri, çoğunluğu Katolik olan ülkede, Katolik Kilisesi’nin doğum denetim yöntemlerine karşı çıkması. Nüfus artışı, yerinde sayan tutumyapıyla (ekonomi) birlikte, kişibaşı TYÜ’yü düşürüyor. Nüfusun çoğu genç ve yarısı kentlerde yaşıyor. Filipinliler’in sekizde biri, Manila Anakent Bölgesi’nde yaşıyor. - 1991’de Clark ve Subic Koyu’ndaki Amerikan üslerinin kapanmasının nedeni, yakındaki Pinatuba Yanardağı’nın patlayarak bölgeyi kor püskürtü altında bırakması. Filipinli solcu rahipler “Tanrı’dan buldular sonunda; dualarımız gerçek oldu” demiş olmalılar. Filipin egemenleri, bu üslerin kapatıldığı döneme dek, Amerikan Ordusu’ndan yıllık 100 milyon Dolar kira alıyordu. Üslerin kapatılması konusu, Filipin Yasama Kurulu’nda (Millet Meclisi) büyük tartışmalara yol açmıştı. (Japonya’da hâlâ kapatılamıyor bu üsler ve ABD’nin Filipinler’de başka üsleri de var.) - Dünyanın en büyük 10 alışveriş özeğinden üçü, Filipinler’in TYÜ’sünün üçte birini oluşturan Manila Anakent Bölgesi’nde. Üçünün de sahibi, bir Çinli-Filipinli. - Filipinler’de toplam gelirin % 97’si, nüfusun % 15’inin elinde. - Filipinler, dünyanın en çok hintcevizi üreteni, üçüncü büyük muz üreteni. Bir muz cumhuriyeti! Ya da hintcevizi cumhuriyeti! Ülkede hintcevizinin özel önemi var: Filipinler’in geleneksel mimarlığı, nipa kulübesi (hintcevizi kulübesi). Bunlar, palmiye damlı tahta ya da bambu yapılar. İspanyollar’ın gelişiyle taş evler (bahay na bato) geliyor. Ayrıca, Filipinler’de deyim olarak, beyin, hintcevizine karşılık geliyor. “Beyni kullan” anlamında “hintcevizini çalıştır” deniyor. (Türkçe’de ise “saksıyı

Page 114: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

114

çalıştır” diye bir söz var.) ‘Hintcevizi’ sözü, AB(D)li gibi yaşayan Filipinliler için de kullanılıyor: Dışı kahverengi, içi beyaz! - Manila’da gezmenlerin (turist) gidip rahatlıkla gezmenevi (otel) ve tur bulabilecekleri özel bölgeler bulunmuyor. Bu, gezmenlik açısından olumsuz. Gezmenlere yönelik üçkağıtçılık yaygın. - Manila’da birçok Kore aşevi (lokanta) var; çünkü İngilizce öğrenmeye Manila’ya gelen birçok Güney Koreli öğrenci var. - Filipinler’de madencilik ve kerestecilik nedeniyle, ormanlık alanlar hızla yok oluyor; yerli halklar (örneğin Manobolar), yerlerinden yurtlarından ediliyor. Filipinler’in güzelim mercan adaları, küresel ısınma, kirlilik ve çevre düşmanı balıkçılık etkinlikleri nedeniyle hızla yitip gidiyor. - Ezen ülkede yayılmacılığa/sömürgeciliğe karşı çıkmakla, ezilen ülkede karşı çıkmak farklı. Yazar Mark Twain, ABD-Filipinler Savaşı sırasında yayılmacılığa karşı çıkan ABD’lilerin başını çekiyor. - Filipinler’de 400 bin seks işçisi olduğu sanılıyor. Yani ülkede yaklaşık olarak 228 kişiden biri seks işçisi ve bunların beşte biri 18 yaş altında. (Bu sayılar, abartılı görünüyor.) Japon mafyası yakuza, Filipinler’e seks turları düzenliyor. Ülkede seks işçiliği, kağıt üstünde yasak olsa da; polislere rüşvet verilip durum geçiştiriliyor. Angeles ve San Fernando (Manila’nın kuzeyinde 1,5 saat uzaklıkta), ülkenin seks satım özeği. Çocuk seksi var burada. Angeles içinde ise Balibago, Kırmızı Fener Sokağı. Eskiden Amerikan üssünün bulunduğu Angeles’te, bugün 10 bin seks işçisi olduğu sanılıyor; üssün açık olduğu dönemlerde 10 katıymış bu sayı. - Filipinler’de birçok üniversitenin başı rahip! Din, sokakta pek etkili görünmese de, siyasette etkin. Bunun dışında, feribotlar kalkarken, görüntülükte (ekran) bir İsacı duası gösteriliyor ve okunuyor. Malezya’da ve Filipinler’de, Muhammedcilik’in ve İsacılık’ın hep söylenegelen ‘yardımsever’liğine karşın, sokaklar, evsiz dolu. Kendilerinden başka kurtarıcıları yok onların! İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (39): Dünden bugüne Filipinler... (3 bölüm olarak) Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 199, 27 Nisan 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=29750 Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 200, 4 Mayıs 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=30172 Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 201, 11 Mayıs 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=30618 Gezgin, U. B. (2007). Asya yazıları. İzmir: Ara-lık Yayınevi. (bitti) Asya-Pasifik’te Bu Hafta (133): Toplumsalcı Alsatçılık: “Biz Ortak, Biz Pazar” Avrupa Birliği ve Bolivar Birliği tartışmalarının dorukta olduğu günümüzde, Rusça’sıyla SEV’i ya da İngilizce kısaltmasıyla COMECON’u anımsayalım. Açılımı, Tutumyapısal (Ekonomik) Karşılıklı Yardımlaşma Kurulu. Biz de Türkçe’de bu açılımı kısaltarak, TKYK sözünü kullanalım. TKYK, Marshall Yardımları görüntüsünde dünyayı kendine bağlamayı tasarlayan ABD’ye toplumsalcı dünyanın yanıtıydı. Amerikan yardımı yerine, toplumsalcı

Page 115: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

115

ülkeler ve onlara yakın duranlar, birbirlerine yardım etmeliydi. 1949’da Moskova’da kurulan TKYK’da SSCB, Bulgaristan, Çekoslavya, Macaristan, Polonya ve Romanya kurucu üyelerdi; Arnavutluk (1950), Doğu Almanya (1950), Moğolistan (1962), Küba (1972) ve Vietnam (1978) daha sonra katıldı. TKYK toplantılarına Kuzey Kore ve bir dönem için Çin, gözlemci olarak katılıyordu. Yugoslavya ise özel katılımcı konumundaydı. Finlandiya, Irak, Meksika, Nikaragua, Mozambik ve diğer çeşitli ülkeler, TKYK ile işbirliği ili şkisi içindeydi. 1986’da, Afganistan, Etiyopya, Laos, Nikaragua ve Güney Yemen de gözlemci olarak TKYK’ye kabul edildiler. SSCB, TKYK’nın başını çekiyordu; TKYK toplam nüfusunun % 70’ine ve TKYK Toplam ‘Ulusal’ Geliri’nin % 65’ine sahipti. TKYK çerçevesinde SSCB, Doğu Avrupa’ya ucuz yeryağı (petrol) ve hammadde sağlarken; Doğu Avrupa, SSCB’ye makineler ve tüketim ürünleri sağlıyordu. Tutumyapısı daha ileride olan SSCB ve Doğu Avrupa, az gelişmiş olan Moğolistan, Küba ve Vietnam’a (MKV), TKYK dolayısıyla yardım eli uzatmış oluyordu. TKYK’nın bankası olan Uluslararası Yatırım Bankası’ndan MKV, düşük faizle borç alabiliyordu. Doğu Avrupa, Küba’dan nikel ve şeker; Moğolistan’dan ise molibden ve bakır alıyordu. SSCB, MKV’ye, Doğu Avrupa’ya sağladığından daha ucuza yeryağı sağlıyordu. Vietnam, buna karşılık, SSCB’ye ve Doğu Avrupa’ya işçilerini gönderiyordu. Bu ilişki dolayısıyla, bugün eski Sovyet ülkelerinde ve Doğu Avrupa’da birçok Vietnamlı işçi soyağı (aile) yaşamakta. Bu TKYK desteği sayesinde, MKV, 1984’te TKYK ülkeleri içinde en yüksek büyüme oranlarına sahip olmuştu. Bunun dışında, TKYK, 1985’te Afrika, Asya ve Güney Amerika’da yüzü aşkın yoksul ülkeye yardımda bulunmuştu. TKYK’nın etkinlikleri arasında, üye ülkelerin demiryollarını ve elektrik düzenlerini birbirlerine bağlamak ve Doğu Avrupa-SSCB arasındaki Dostluk Boru Hattı’nı kurmak da vardı. TKYK’nın temel gerilimi, ülkelerüstü tasarlama çabası ile tek tek her bir ülkenin kendi tutumyapısal siyasalarını gütme istekleri arasındaydı. Bugün AB’de de görüldüğü gibi, görece kalkınmış olan Doğu Avrupa ülkeleri, az gelişmiş üyelere yardımda bulunmak istemiyordu. Onlar, ancak, yardımda başı çeken SSCB’nin zorlaması ile yardımda bulundular. Bir diğer sorun, uluslararası işbölümü yaklaşımıyla, kimi ülkelere tarımda uzmanlaşma önerisi getirilmesiydi. Bu ülkeler, SSCB gibi kalkınmış bir ülke olmak istiyor; tarım ülkesi olarak geri kalmak istemiyorlardı. Özeksel tasarlamanın (merkezi planlama) ülke düzeyinden taşıp TKYK düzeyinde uygulanması, öne konmuş bir ülküydü. 1971’le birlikte, TKYK ülkeleri arasındaki alsatçılıkta, ederler (fiyat) için özel bir hesap yapılmaya başlandı. Bir malın son beş yılda dünyadaki ederlerinin ortalaması alınıp bu ortalama üzerinden 5 yıllık anlaşma imzalanıyordu; hesap, TKYK üyelerinin 5 Yıllık Tasarısı’na giriyordu. Böylece TKYK’da ederler, dünya ederlerinden farklı oluyordu. Bu, toplumsalcı tutumbilim için önemli bir konudur; çünkü pazarsız bir düzende ederleri belirlemek için başka düzenekler geliştirilmesi gereklidir. TKYK’da “onlar ortak, biz pazar” değildi; “biz ortak, biz pazardı”. MKV tutumyapılarının çöküşü, önce TKYK arasındaki alsatçılık ilişkilerinin kesilmesi ve sonra gerçel toplumsalcılığın ve TKYK’nın dağılmasıyla geldi. Moğolistan’da toplumsalcılık çöktü; Küba, gezmenliğe (turizm) ve sağlığa odaklanarak, bunalımı büyük oranda aştı; Vietnam ise, Çin’den esinlenerek karma tutumyapıya geçti. TKYK dağıldıktan sonra da, ‘son toplumsalcı ülkeler’ olarak adlandırılan Çin, Vietnam, Küba, Kuzey Kore ve Laos arasındaki devrimci dayanışma

Page 116: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

116

az-çok sürdü. Rusya’da ‘Leningrad’ adı değiştirilse de, Moskova’daki Ho Çi Min Meydanı’nın adı değişmiş değil. Çin ve Vietnam, 1979’da savaştıkları için, o zamandan beri aralarının düzeldiğini söylemek zor. 1990’lara dek, Vietnam okullarında, Vietnam-Laos dostluğu şarkısı öğretiliyordu öğrencilere. Aynı yılda, 1975’te toplumsalcı düzene kavuşmuş komşu ülkeler olan Vietnam ve Laos, o zamandan beri, siyasal ve tutumyapısal ortaklar. Yine 1990’lara dek, Vietnam’da, ortaokullarda, öğrenciler, aralarında herbiri 1 Kuruş-2 Kuruş vererek, Küba’ya yardım gönderiyordu. Vietnam’la Kuzey Kore’nin ilişkisi sürerken; bir yandan Vietnam, Güney Kore’yle iyice yakınlaşmış durumda. Küba’nın, uzaklık nedeniyle, diğer dört toplumsalcı ülkeyle pek bağı kalmadı. Çin, herşeye karşın, Kuzey Kore’ye desteğini esirgemeyen tek ülke. Çin ile Rusya arasında tost olan Moğolistan, Sovyetler yıkılmadan önce yalnızca Rusya ile bağlantıdayken, bugün iki ülkeyle de ilişkilerini geliştirmiş durumda. Asya’nın eskileri arasındaki devrimci dayanışma güçsüzleşirken, Güney Amerika, Che’nin düşlediği bölgesel bütünleşmeye daha da yaklaşıyor. Dünya, bir kez daha Güney Amerika’dan sarsılacak!

Page 117: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

117

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (132): İklim Değişikli ği ve Rantsal Dönüşümcüler Kıskacında Asya Kentleri...

Küresel iklim değişikli ği tüm dünyayı etkiliyor elbette. Ancak en büyük zarar, Pasifik Adaları ve Asya kentleri üstünde. Bir kere, sonlamlardaki (kutup) buzulların erimesiyle, Pasifik Adalarının ve Maldivlerin haritadan silinmesi bekleniyor. Bu, kaçınılmaz bir olay. Bunun dışında, birçok Asya kenti, hem deniz kenarında hem alçak hem de çatalağız (delta) üstüne kurulmuş kentler. Bu lanetli üçleme, Asya kentlerinin küresel iklim değişikli ğiyle en büyük zararı görmelerine yol açıyor. Himalayaların ve akarsu kaynağı olan diğer dağların doruklarındaki buzullar da eriyor. Bu buzullar, Asya’nın düzlük kentlerine, ırmak taşkınları, sular, seller olarak dönüyor. Birçok Asya kenti (özellikle Güneydoğu Asya kentleri), küresel iklim değişikli ğiyle gelen ve gelecek yıkımlara hazırlıklı değil. ‘Kent geliştirmeci’ diye pazarlanabilir bir adla anılan rantsal dönüşümcüler, Asya kentlerindeki tarım alanlarına gözlerini dikmiş durumdalar. Kentlerde çiftçilik yapanların, topraklarını yalnızca tarım için kullanma hakları var. Tarla, arsadan elbette daha az değerli. İşte uluslararası rantsal dönüşümcüler, bu noktada, iki anlamda da yeşil sahalara iniyor; bugünün tarlalarını/geleceğin arsalarını çok ucuza kapatıyor; sonra yerel yönetime gidip “ben burayı kalkındıracağım; yeter ki, bu tarlalara toplukonutlar, villalar, işyerleri, alışveriş özekleri vd. kurmama izin verin” diyerek baskı yapıyor. Böylece, çiftçiye verilmeyen, toprağı başka amaçlarla kullanabilme hakkı, yöneticilerin cebine konulan paralarla, rantsal dönüşümcülere veriliyor. Diyelim ki 1 Dolar olan alan; bir bakmışız ki, 100 Dolar; o da az gelmiş, 1,000 Dolar oluyor. 1 Dolar ile 1,000 Dolar arasındaki fark, kimin cebine giriyor? Rantsal dönüşümcülere ve rüşvete. Ana konumuza dönersek, bu vurguncul (spekülatif) rantsal dönüşümcüler, alçak bölgelere, onlarca, yüzlerce yapı dikiyorlar; ama küresel iklim değişikli ğinden kaynaklanabilecek yıkımlara karşı (örneğin su baskını), bent kurmak gibi basit önlemleri bile almaya yanaşmıyorlar. Zaten rüşvet ödenmiş, sesini çıkaran olmuyor böylece bu duruma. 5 yıl, bilemedik 10 yıl sonra, uluslararası rantsal dönüşümcü, başka ülkelerde sağlayamayacağı kazancı sağlayıp, hooop, bir bakmışız ki başka bir ülkeye geçmiş; orada başka bir izdüşüye (proje) başlamış. Sonra ‘kalkındırdığı’ bölgeyi sel alınca kimden çıkıyor para? Rantsal dönüşümcülerden değil vergi ödeyenlerden elbet. Böylece, görüntüde, Asya kentleri kalkınıyor; ama ne yıkımlar için önlem var ne bu izdüşüler, yoksulları evsahibi yapmaya yönelik oluyor ne de varlığı alttakilere doğru dağıtıyor. Bu kentleşme siyasaları, yeşil alanların talan edilmesine yol açmaları yetmezmiş gibi, hem rüşveti hem vurgunculluğu hem adaletsizliği besliyor. Sözgelimi, Vietnam’ın en zengininin binlerce toplukonutu var ülkenin dört bir yanında. Oysa Küba’da bir yurttaş, bir kentte, bir de kırsalda olmak üzere en fazla iki ev sahibi olabiliyor. Bu, elbet, vurgunculluğu önlemek için alınmış bir önlem. Yeşil alanlara dönelim: Küresel iklim değişikli ğinin bir boyutu, su düzeyinin çeşitli nedenlerle yükselmesiyse; diğer boyutu, iki nedenle, kentlerdeki hava sıcaklığının artışı. Birincisi, sera gazı etkisi nedeniyle, dünya ölçeğindeki hava sıcaklıklarında artış var. Bu artış, hemen hemen tümü dönencesel (tropikal) iklime sahip Güneydoğu Asya kentlerini cehenneme çeviriyor. İkincisi, kentlerde ‘ısı adası etkisi’ sözkonusu. Kentlerde, rantsal dönüşümcüler sağolmasın, yeşil alanların talan edilişiyle ve kentin sıcağını yumuşatan ve aynı zamanda gölge de sağlayan ağaçlık ortamların

Page 118: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

118

yokedilmesiyle, kentin ciğerleri sökülüp atılmış oluyor. Bugün ısı haritalarında Asya kentlerinin en sıcak yerleri, gökdelen bölgeleri. Dünyada son yıllardaki su baskınlarının çoğu, Asya kentlerinde. Bu su baskınları elbette gökdelenlere dokunmuyor. Gökdelen bölgelerinde, saygınlık ve hava atma adına en ileri altyapılar kuruluyor. Ama biraz ilerideki evleri su basıyor. Elbette, en çok zarar görenler, gecekondu bölgeleri. Zaten birçok ülkede, yerel yönetimin gecekondu bölgelerinde su taşkınına karşı önlem almasını geçtik; bu yerleşimler yasal sayılmadığı için, temel altyapı hizmetlerinden de yoksunlar. Üstelik, sıcaklık artışı, dönencesel kentlerde elektrik faturalarını da kabartıyor. Ama haramiler için sorun değil bu elbette. Yağmurun haramileri ıslattığı görülmemiştir sermaye düzenlerinde; güneş, onları yakmaz. Çölleşme de uğramaz zengin mahallesine. Bir bölge çölleşiyorsa yoksullara bırakılır zaten. Ama öte yandan, küresel iklim değişiklikleri, sınıfsal çelişkileri derinleştirdiğinden, dünya devrimlerine taze kan olacak belki de. “Bir yıkım, bin öğütten iyidir” (“Bir musibet, bin nasihatten iyidir”) denmemiş boşuna... Sürdürülebilir kalkınma bile, sündürülebilir, süründürülebilir insanlar yaratarak sürdürülemez çelişkiler doğuruyor, söndürülemez ateşler yakıyor. Sömürü düzeni süngülenene dek; sömürü düzeni sönümlenene dek böyle gider bu...

Page 119: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

119

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (131): Asya Ekin Dörtlüsünün Dokunulamaz Kalıtları UNESCO, bir ‘Dokunulamaz Kalıt (Miras) Dizelgesi’ hazırlıyor son yıllarda. Bunun gerekçesi, ekinsel ve sanatsal öğelerin küreselleşme çağında yitip gitmesini önlemek. ‘Dokunulamaz’la demek istenen, bu kalıtların, yapılar gibi elle tutulur olmamaları; şarkı, gelenek, şenlik, oyun, dokuma vb. olmaları. Türkiye’den bu döküme girenler, Karagöz, aşıklık geleneği, Nevruz/Newroz, Meddah ve Mevlevi gösterisi. Dizelgede ABD’nin olmaması anlamlı. ABD dışındaki ülkelerdeki geleneklerin korunması, Amerika’daki yerli halkların geleneklerinin korunmasından daha önemli görünüyor belki de. ABD’deki soykırıma karşın yine varkalan yine sağkalan yerli yaşantısının dünyanın dokunulamaz kalıtlarına girmeyeceğini ileri sürmek, ayrımcılık sayılmalı. Asya’ya dönersek, koca anakara, bu dökümdeki zengin katkısıyla dikkat çekiyor. Asya’nın dört ülkesi, dünya ekini için önemli çekim özekleri. Bunlar, Çin, Japonya, Hindistan ve Güney Kore. Çin, 29 kalıtla, dünyada, bu döküme en çok katkı veren ülke. Sichuan’da keçi kurban edilen Qiang yılbaşı kutlamaları; Li azınlığının dokumacılık kılgısı (teknik); Fujian ve Zhejiang’daki tahta kemer (giysi değil yapı anlamında) yapımı; Çin’in genelinde hâlâ yaşamakta olan geleneksel kağıt baskısı kılgıları; Çin güzelyazımı (hüsnühat, kaligrafi); geleneksel kağıt kesim sanatı; geleneksel tahta süsleme sanatı; Çin Korelileri’nin geleneksel dansları; Tibetlilere, Moğollara ve Tu azınlığına ortak olan Gesar gösterileri ve anlatıları (bunlar, eskil dönemden kalma bir kahramanın öyküleri); Dong azınlığının dev bir koro olarak söylediği şarkılar (Dong dilinde, “müzik ruhun gıdasıdır” sözüne karşılık gelen “pirinç bedeni besler, müzik ruhu besler” diye bir söz var); 9 azınlığa ortak olan Hua’er şarkıları; Çin Kırgızlarının ve tüm dünya Kırgızlarının baş destanı Manas; Çin Moğollarının gırtlak şarkıları (khoomei); Minnanlıların Müzik Tanrısı için düzenledikleri Nanyin adlı gösterileri; Budacı rahiplerin doğal boyalarla yaptıkları resimler, yonutlar ve süslemeler (regong); ipek işçiliği, dokumacılığı ve İpekböceği Tanrıçası için yapılan törenler; ay takviminin beşinci ayının beşinci gününde Yangtze Irmağı’nda gerçekleştirilen, ejderha başlı gemilerle yapılan yarışmalar; Meizhou Adası’nda yaşamış olduğuna inanılan Deniz Tanrıçası Mazu için yapılan törenler; geleneksel mühür baskı sanatı; kabartmalı kumaş dokuma sanatı; çini ocağı yakma kılgısı; Xuan ağaç kabuğundan kağıt yapma sanatı; Tibet operası; Xi’an Üflemeli ve Vurmalı Çalgılar Topluluğu; şaolin kungfusu karşılaşmalarının –Amerikan güreşinin tersine- gerçekten sergilendiği Yueju operası (sanatsal kızaklamayla (artistik patinaj) birlikte, sanatla sporu biraraya getirmenin ilginç bir yolu); Kun Qu operası; Çin küçük kanunu gujinle çalınan şarkılar; güreş, okçuluk ve at yarışı şenliklerinde çalınan Moğol uzun şarkıları (urtiin duu) ve Sincan/ Doğu Türkistan’dan Uygur Makamları (müzik ve dans), Çin’in dokunulamaz kalıtları arasında. Japonya’dan girenler, Shimane’deki geleneksel kağıt yapımı (Sekishu-Banshi); geleneksel Ainu (Utari) dansları; Kyoto Gion Şenliği’ndeki törenler; kabuki tiyatrosu; kukla tiyatrosu (Ningyo Johruri Bunraku); noh ve kyogeni içeren Nogaku tiyatrosu; Kuzey Japonya’daki Akiu no Taue Odori şenliği; Kanagawa’daki yılbaşı şenliği olan Chakkirako; Nara’daki müziksiz samuray dansı/tiyatrosu (Daimokutate); Kuzey Japonya’dan yılbaşı şenliği (Dainichido Bugaku); Japonya’nın en eski gösteri sanatı olan Gagaku; bir yüzlüklü (maskeli) dans gösterisi olan Hayachine Kagura; Hitachi

Page 120: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

120

kentinde kiraz şenliği için düzenlenen, kukla gösterili tören geçidi (Hitachi Furyumono); Shimo-Koshiki Adası’nda Yılbaşı’nın öngününde konuk göksel varlıklar için düzenlenen bir şenlik olan Koshikijima no Toshidon; rami bitkisinden kumaş yapımı (Ojiya-chijimi, Echigo-jofu) ve Honşu Adası’nda iki yılda bir yapılan tarım şenliği (bu şenlikte, konuk göksel varlık gerçekten eve gelmiş de görünmezmiş gibi yapılıyor). Hindistan’dan dizelgeye girenler, Kerala’nın en az 2 bin yıllık Sanskrit tiyatrosu geleneği Kutiyattam (bu tiyatroda, tek bir oyun 40 gün sürebiliyor!); Kuzey Hindistan’ın Ramman Şenliği; izleyicilerin katılımına da olanak veren, 1 ay kadar sürebilecek ünlü Ramayana gösterileri (Ramlila) ve 3,500 yıllık geçmişi olan Veda zikir geleneği. Hindistan’ın daha çok zenginliği var gerçekte. Hindistan, hâlâ yeterince keşfedilmiş değil. Güney Kore ise, Seul’da Jongmyo Ölü Tapınağı’nda Joseon Kralları için düzenlenen törenler; davul eşliğinde doğaçlama bir öykü anlatma geleneği olan ve 8 saate dek sürebilecek Pansori (ki bu, Kore’nin Şamancı geçmişinden bir kalıntı); Gangneung Kenti’nde her yıl düzenlenen Gangneung Danoje Şenliği; Buda’nın Lotus Sutra’yı yazışını temsil eden Yeongsanjae Şenliği; Jeju Adası’nda şamanların Yel Tanrıçası için gerçekleştirdiği törenler (Jeju Chilmeoridang Yeongdeunggut); henüz evlenmemiş köylü kızların dans ettiği Ganggangsullae şenliği ve kötü şansı kovmak için düzenlenen saray dansı Cheoyongmu ile bu döküme katılıyor. Kalkınma ile yitip gidenlere karşın, Asya, yine de, geçmişini yaşamayı sürdürüyor.

Page 121: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

121

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (130): Ho Çi Min Kenti’ne Kala(maya)nlar Eski adı Saygon olan Ho Çi Min Kenti’nin göbeği, kapalı çarşı, opera yapısı, kilise ve ırmak dörtgeninde bulunuyor. Bu dörtgendeki en önemli sokaklardan biri, Dong Khoi. Dong Khoi, Vietnamca’da ‘ayaklanma’ anlamına geliyor. Güney Vietnam döneminde sokağın adı, Özgürlük (Tu Do) idi. (Bunun, Vietnam’daki tüm polis karakollarının kapısında bulunan sarı-kırmızı yazıyla garip bir yakınlığı var. Tüm karakolların kapısında, Ho Çi Min’in sözü olan “Hiçbirşey özgürlükten daha önemli değildir” yazıyor.) Evet, sokağın bugünkü adı, ‘Ayaklanma’; ama bu sokak, ne yazık ki, kentin en alsatçı sokağı. Ünlü markalar, plazalar, alışveriş özekleri, lüks gezmenevleri (otel) hep burada. Fransa’dan gelen bir dostun sözleri, duruma bir kuşbakışı veriyor: “Burası aynı Paris. Paris’te bulunup da burada bulanmayan hiç bir ürün ve hizmet yok!” Dong Khoi’un Paris havası vermesinin diğer bir nedeni, Fransız sömürgeciliği döneminden kalma yapılar. 300 yıllık Ho Çi Min Kenti’nin kalıtlarını (miras) 5 başlık altında değerlendirebiliriz: 1) Vietnam Öncesi Kalıtlar: Vietnam ordusu, Saygon’u ele geçirmeden önce, burası, bir Khmer (Kamboç) yerleşimiydi. Vietnam, Osmanlı örneğinde de olduğu gibi, tarihte eski bir sömürgeci. Kızıl Khmerlerin 1978’de Vietnam köylerine saldırı düzenlemesi, tarihsel sınırlara geri dönme isteğinden ileri geliyordu. Bugün Ho Çi Minliler, Kuzey’de kalan başkent Hanoi’dakilere göre daha esmerler, çünkü Orta Asya’dan gelen Türkler örneğinde de olduğu gibi, yerli halkla karışma sözkonusu. Kuzey ve Güney Vietnam arasındaki ekinsel farklılıklar, hem iklime hem de bu Khmer geçmişine bağlanabilir. Bu dönemden, kente, karışmış insanlar dışında pek birşey kaldığı söylenemez. 2) Fransız Sömürgeciliği Öncesindeki Dönem: Bu dönemden pek kalan yok. Fatih Sultan Mehmet’in, Konstantin’in mezarının bulunduğu kiliseyi yıktırıp aynı yere, mezar ve kilise taşlarını da kullanarak Fatih Camisi’ni diktirmesi gibi, Fransız sömürgecileri de, kentin göbeğindeki tapınağı yıkıp kilise dikiyorlar. Bu kilise, bugün, Fransızlarca sömürgeleştirilmi ş Vietnam İsacıları’nın buluşma noktası. 3) Fransız (ve Amerikan) Sömürgeciliği Dönemi: Ho Çi Min Kenti’ne en çok kalan kalıt, bu dönemden. Birçok sömürge yapısı, bugün ya gezmenevi ya alışveriş özeği ya da aşevi. Kentin en pahalı hizmetleri bu yapılarda. Toplumsalcı (sosyalist) bir düzende bunlar ya buluntuevi (müze) ya da okul olarak kullanılmalıydı. Ancak bugünün Vietnamı için, para herşeyden önce geliyor. 4) Sömürgecilik-karşıtı Dönem: Sömürgecilik varsa, eytişimin (diyalektik) bir gereği olarak, onun karşıtı da olur. Vietnam sömürgeciliği karşıtı Khmerlerden hiçbirşey kalmasa da, Fransız ve Amerikan sömürgeciliği karşıtı Vietnamlılardan kalan çok var. Bir kere, Vietnam’da kimi sokaklar, sömürgecilik karşıtı adlar taşıyor. Vietnam, bir suikastçinin adını sokağa veren az sayıdaki ülkeden biri. Nguyen Van Troi (1947-1964), 1963’te Amerikan Savunma Bakanı McNarama’ya suikast girişiminde bulunan 16 yaşındaki işçi. Yakalanma haberini alan Venezuelalı savaşçılar, bir Amerikan subayını kaçırıp Nguyen Van Troi’un serbest bırakılması için pazarlığa başlıyorlar. Pazarlık başarısız oluyor. Nguyen Van Troi, 17 yaşında kurşuna diziliyor; son sözü, ‘Yaşasın Vietnam!’ oluyor. Nguyen Van Troi adı, bakana saldırı düzenlediği sokağa ve Küba’da bir spor sahasını da içermek üzere dünyanın farklı ülkelerinde birçok yere veriliyor. Sokakta anıtı var. Venezuela büyükelçisi, bu devrimci dayanışmayı anmak üzere, 2009’da Nguyen Van Troi Anıtı’nın önüne İspanyolca ve Vietnamca bir plaka çaktırdı, tören yapıldı. Diğer bir sokağın adı, Ly Tu Trong. Vietnam Devrimci

Page 122: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

122

Gençlik üyesi Ly Tu Trong (1914-1931), bir Fransız sivil polisi öldürdüğü için 17 yaşında idam ediliyor. Sokak adları ve kentin yükselen ölçeğiyle birlikte minicik kalan anıtlar dışında, sömürgecilik-karşıtı dönemden kalan pek yok. Ho Çi Min, 1945’te Hanoi’da Vietnam’ın bağımsızlığını ilan ederken, aynı gün, aynı bildiri, Saygon’da da okunmuştu. Ho Çi Min Kenti’nde bağımsızlığın ilan edildiği yapı, yıktırılıp plaza yapılmış durumda! Hanoi, daha iyi bir koruma altındayken ve Hanoi’lular bu tür konulara çok duyarlıyken, Ho Çi Min Kenti’nde koruma çabaları zayıf. Şimdiye dek görülmedik bir durum, kamusal alan olarak kabul edilip alsatçı tasarlamalara sokulmayan gezeneklere (park) de ilişilmesi. Dong Khoi’da bir gezeneğe bir gökdelen daha yapılıyor. Savaştan sonra doğmuş genç kuşak (ki nüfusun % 65’ini oluşturuyorlar), son derece bilinçsiz. İçlerinden Saygon gibi güzel bir kenti tasarlayıp geliştirdikleri için Fransızlara teşekkür edenler bile var! 5) Bağımsızlık Sonrası Dönem Bu dönemden belki de en önemli kalıt, Ernst Thalmann Lisesi. Ernst Thalmann (1886-1944) Hitler döneminde Alman KP başkanı idi; 1933-1944 arasında Hitler tarafından hapiste tutuldu ve 1944’te “savaşta öldü” süsü verilerek Naziler tarafından öldürüldü. Adı, Vietnam’da bir okul yanında Küba’da küçük bir adada (Cayo Ernesto Thaelmann) yaşatılıyor. Bu dökümde, 3. dönem dışındaki kalıtları bilenler yok denecek kadar az. Nguyen Van Troi ve Ly Tu Trong, bugün Vietnam’da değil Afganistan’da ve Irak’ta yaşıyor ve yaşatılıyor...

Page 123: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

123

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (129): Başka Bir Dünya, Başka Bir Kent... Ho Çi Min Kenti’ne 125-130 km. uzaklıkta olan 140 km2’lik, 200-240 bin nüfuslu Vung Tau Yarımadası, kentin en işlek gezmenlik (turizm) bölgesi. Vung Tau’nun tutumyapısı (ekonomi), kıyı açıklarında çıkarılan yeryağı (petrol) ve doğal gaz, gemicilik, gezmenlik ve balıkçılığa dayanıyor. Vung Tau’nun gezmenler için çekici noktaları şunlar: Kumsallar (ki Güneydoğu Asya’da kış yok, her zaman denize girilebiliyor), tapınaklar, Fransız başsömürgecisinin ‘Beyaz Saray’ olarak adlandırılan yazlığı, ‘Küçükdağ’ ve ‘Büyükdağ’ olarak adlandırılan tepeler, Deniz Feneri, Şehitler Anıtı, Golf Alanı ve dev İsa yonutu (heykel). Bu ‘çekici’ noktalar, Vietnam tarihinin değişik dönemlerini yansıtıyor: Kumsallar ve tepeler, insanlar varolmadan önce de vardı. Tapınaklar, onların gelişiyle yapıldı. Sonra Fransız sömürgecileri Vietnam’ı ele geçirdiler ve gösterişli bir yazlık diktiler buraya. 1945 sonrasında ise, Amerika’nın kuklası olan Güney Vietnam yönetimi, İsacı bir baskı düzeni olarak, Budacı rahipleri düşman belleyip halkı İsacı olmaya zorladı. Fransız sömürgecilerinin getirdiği rahipler (“askerini sokamıyorsan rahibini sok” siyasası) ve Güney Vietnam’ın İsacı uygulamaları nedeniyle, 85 milyonluk Vietnam’da, bugün 7 milyon İsacı var. Güney Vietnam’da bugün en büyük yonut olan Vung Tau İsa yonutunu, çokları, din özgürlüğü adına selamlasa da, gerçekte, o ve genel olarak Vietnam İsacılığı, sömürge döneminin kalıntısı. Bir Ermeni’nin ya da Rum’un İsacı olmasıyla, bir Vietnamlı’nın İsacı olması arasında bu nedenle büyük fark var. Sonra Vietnam, bağımsızlık savaşı veriyor; ülkenin dört bir yanından gençler, canlarını bağımsızlık için veriyor. Bu nedenle, irili ufaklı tüm Vietnam kentlerinde, şehit mezarlıkları var. Vung Tau’daki Şehitler Anıtı, o günleri anıyor. Sonra bir bakmışız ki, Vietnam, karma tutumyapıya geçmiş ve dört bir yanda, zenginlerin gönlünü hoş etmek için golf alanları açılmış; tarıma ayrılması gereken yeşil alanlar, cepleri şişkin ama bir o kadar da miskin olanların ‘spor’ diye adlandırdıkları golf için kurban edilmiş. Karma tutumyapıya geçişle birlikte, kentin özeği (merkez) de özek olmaktan çıkıyor. Dünyanın bir çok kentinde özeği özek yapan, pazar ya da dikkat çekici bir yapıdır (dinsel yapı, anıt, gezenek (park), gökdelenler vd). Elbette, başka tür özekler de var: Japonya’da illerin de ilçelerin de göbeği, tren duraklarıdır; Malezya’nın en büyük kenti olan Kuala Lumpur’da ise göbek, bağımsızlığın ilan edildiği Merdeka (bağımsızlık) Meydanı’dır. Vung Tau’da ise, yoksul-zengin ayrımının keskinleşmesiyle birlikte, yoksulların takıldığı kamusal alanlarla zenginlerin gezindiği kamusal alanlar da ayrışıyor. Yoksullar, rıhtım çevresindeki gezeneklerde zaman geçirirken, zenginler (ve onlara özenenler), plazaların çevresine doluşuyor. Kent tasarlaması açısından bakıldığında, şu gözlemler sıralanabilir: Vung Tau’nun altyapısı (yol vb.), Ho Çi Min Kenti’ndekinden daha iyi. Vung Tau, gezmenlik bölgesi olarak biliniyor; ancak, bölgede yabancı gezmen görmek düşük bir olasılık; hedef kitle, yerli gezmenler. Tam da bu nedenle, kumsallar alsatçılaşmış (ticarileşmiş) değil; dünyanın birçok kumsal kentinin tersine, Vung Tau kumsallarında cıstak cıstak müzik çalmıyor. Bölge, Ho Çi Min Kenti’ne göre daha güvenli olduğundan olsa gerek, aşevlerinde (restoran) çit bulunmuyor; aşevlerinin kilitlenebilecek kapıları da yok. Bu, büyük kentlerde görülemeyecek bir durum. Vung Tau’da sömürge döneminden kalma dikkat çekici yapılar bulunsa da; bunların konuklara yönelik özel bir tanıtımı yok. Oysa, bu yapılar, birçok gezmenin ilgisini çekebilir. Hepsinden önce ise, Vung Tau’nun iki yüzünün olması anmaya değer: Birinci yüz, gemiden

Page 124: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

124

inildiğinde görülen alsatçı yüz; diğeri ise, bu anayüzün arkasında kalan, yosun ve kurutulmuş balık kokularının yoğun olduğu balıkçı mahallesi – ki burası, pek bilinmiyor. Kente daha fazla gökdelen, alışveriş özekleri, akvaryum, Disneyland ve safari gezeneği açılması tasarlanıyor. Böylece bir balıkçı kasabası görüntüsünü hâlâ az-çok koruyan Vung Tau, daha da çirkinleşecek; diğer çirkin kentlere benzemek için yarışacak. Oysa, bu balıkkente gereken, başka kentlere benzemek değil; başka kentlerden ayrılmak. Vung Tau’nun, konukları kendisine çekebilmek için, yerel bir kimlik oluşturması gerekiyor. Bunun için, balıkçı köyü daha görünür kılınmalı. Rıhtıma, konuklara “hoşgeldin” diyecek bir balıkçı yonutu dikilmeli. Bu balıkçının attığı ağlarda balıklar ve gemi kalıntıları olmalı. Konuklara balıkçılık ve denizcilik dersleri alma olanağı sunulmalı. Akvaryum yanında bir deniz ve balık buluntuevi (müze) açılmalı. Hatta gerekirse, Vung Tau’nun korsanlık geçmişinden yararlanarak, bir korsan buluntuevi ve korsan gezeneği açılmalı. Bu önerileri yöneticilere ilettiğinizde size şöyle diyorlar: “Ama gezmenler, alışveriş istiyor; alışveriş onlar için daha önemli.” Bizim yanıtımız ise şu: “İstekler değiştirilmez değildir. Konuklar, yabancı bir kentte alışveriş yaparlar; çünkü kentler, onların alışveriş yapmalarını özendirecek biçimde tasarlanıyor. Başka bir insan, başka bir kent tasarlamasıyla olanaklı. Başka bir dünya olanaklı olduğuna göre, başka bir kent de öyle!”

Page 125: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

125

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (128): Vietnam’da Kentsel/ ‘Rantsal Dönüşüm’ Bugün tarihin tozlu raflarına kaldırılmış Güney Vietnam’ın başkenti Saygon’un ardılı olan Ho Çi Min Kenti, 1986 sonrasında karma tutumyapıya (ekonomi) geçen ‘toplumsalcı Vietnam’ın alsatçılık özeği. 10 milyon nüfuslu Ho Çi Min Kenti’nin tutumyapısı, 4 milyon nüfuslu başkent Hanoi’unkinden daha büyük. Dış yatırım, çoğunlukla Ho Çi Min’e akıyor. Son yıllarda dış yatırımın ve alsatçıların en sıcak izdüşüsü (proje), Thu Thiem. Kentin göbeğindeki bir yarımada olan Thu Thiem, kent özeğinden yalnızca Saygon Irmağı’yla ayrılan, yeni-zenginlerin lüks evleriyle dolup taşan 2. İlçe’de (Fransız sömürge döneminin bir kalıntısı olarak, Ho Çi Min Kenti’nde kimi ilçeler, numaralı. 1. İlçe, kent özeği. 12. ilçeye dek numaralı adlandırma var) yeşil kalmış son alanlardan. 130 hektarı ırmak olmak üzere 770 hektarlık olan bu alanda, gökdelenler, 6 yıldızlı lüks bir gezmenevi (otel), lüks toplukonutlar, kentin en büyük gezeneği (park), yazılım gezeneği, Vietnam’ın ilk metrosu, Vietnam’ın ilk sualtı tüneli vb. gibi büyük yatırımlar için, yabancı yatırımcılar, Vietnam yönetiminin eşiğini aşındırıyor. Kent özeğini yarımadaya bağlayacak 5 köprü, Vietnam’ın kalkınmasının simgeleri olarak sunuluyor. Anatasara (masterplan) göre, Thu Thiem’de 110-120 bin kişi yaşayacak; 350 bin kişi çalışacak. Bu sayılar bile, birşeylerin yanlış olduğunu sezdiriyor. Bölge, zenginlerin üssü olacak; bunların kimi çalışıyor, kimi çalışmıyor; kimi, evi ileride vurgun (spekülasyon) yapmak için satın alıyor, kendisi oturmuyor. Yine de diyelim ki, bu 110-120 binin hepsi bölgede çalışacak. Bu durumda, hergün 230-240 bin kent yoksulu (aşkonukçular (garson), temizlikçiler vb.), çalışmak için yarımadaya akacak. Bu sayı, zaten, hergün müthiş trafik sıkışıklığı olacağını gösteriyor; çünkü metro, bu sayıyı karşılamaktan uzak. Daha da kötüsü, bölge, sürekli selin alıp götürdüğü, gel-gitte bir bölümü sular altında kalan, tabanı çöken bir kara parçası. Harcanan milyarların iki anlamda da batması sözkonusu. Durum, tutumbilimdeki ‘batık tutar’ kavramına karşılık geliyor... Fransız sömürge döneminden beri, bölgenin yapı dikmeye uygun olmadığı biliniyor. Ancak, kimbilir hangi yolsuzluklarla, bu apaçık durum, görmezden geliniyor. Thu Thiem İzdüşüsü, 1996’da onaylandı; 2025’te tamamlanması umuluyor ya da umuluyordu. Bölgede yaşayan 40 bin kişi, yavaş yavaş, başka bölgelere yerleştiriliyor. Vietnam’a dışarıdan bakanlar, Thu Thiem’deki süreci görünce şaşkına dönebilir. Tek parti yönetimine sahip Vietnam’da, halkların hiç bir söz hakkı olmadığı; generkin (devlet) emir verdiği; halkların, zorla, generk ne isterse onu yaptığı sanılabilir. Vietnam’da halkların, yeniden yerleştirme konusunda, gecekonduluları polis zoruyla kovan Türkiye’nin halklarından daha çok özgürlüğü var. Thu Thiem yaşarlarına iki olanak verilmiş durumda: Ya generkin verdiği paraya razı olup bölgeyi boşaltacaklar ya da generkin gösterdiği yeniden yerleştirme bölgelerine taşınacaklar. Generkten para alıp bölgeyi boşaltanlar, daha sonra, parayı yetersiz buldular; tepkilerini dile getirdiler; generk, ödemeyi 4 katı arttırmaya söz verdi. Üstelik, bu, bölgeyi boşaltmış olanlar için de geçmişe dönük olarak geçerli. Öte yandan, birçok Thu Thiem’li, söz verilen parayı henüz alabilmiş değil; bekliyorlar. Thu Thiem’lilere ödenecek toplam para, dudak uçuklatıyor: 1.35 milyar Dolar! Bu, İstanbul’daki kentsel/ rantsal dönüşümde kıyısından köşesinden geçilmeyecek bir sayı. Ancak, yine bu uçuk toplam ve Thu Thiem’lilerin tatlı dille ikna edilmesi süreci nedeniyle, izdüşünün takvimi sürekli ilerletiliyor. Generk, bu parayı ödemek için borçlanıyor. Kim, nasıl ödeyecek bu borcu? İlk akla gelen, bölgeye yerleşecek şirketlerden yüksek vergi almak. Ancak, generkin belirlediği siyasa, bunun tam tersi:

Page 126: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

126

Şirketlerin Thu Thiem’e yerleşmesini özendirmek için, düşük vergi uygulaması getiriliyor. Zaten sorun, Thu Thiem’lileri başka bölgelere yerleştirmekle de bitmiyor. Onların yerleştirildikleri yeni bölgelerde de, başkaları, yerinden yurdundan edilmiş oluyor. Sonuçta, bu yerinden yurdundan edilme, Thu Thiemli olmayanları da etkiliyor. Üstelik, Thu Thiem, Ho Çi Min’deki eli yüzü düzgün ev açığını kapatmaktan uzak; çünkü Thu Thiem evleri, tümüyle zenginlerin yaşayabileceği harcama düzeylerinde tasarlanmış durumda. Yıkılan evlerle, Ho Çi Min Kenti, kendi ev sürümünü (arz) de –belki farkında olmadan- düşürmüş oluyor. Sonuç olarak, Thu Thiem, İstanbul’daki kentsel/rantsal dönüşümlerden çeşitli noktalarda ayrılırken, alsatçılığı özendirmekte birleşiyor. Bölgeyi ziyaret eden bizler, Thu Thiemliler’in meraklı ve kuşkulu bakışlarıyla karşılaşıyoruz. Bizi generkin gönderip göndermediğini soruyorlar. Kimi evler yıkılmış; kimi evlerse, çevrelerindeki tüm yapıların yıkılmasına aldırmadan öylece duruyor. Kentsel/rantsal dönüşümle birlikte, geleneksel Vietnam mahallesi de ortadan kalkıyor –ki o mahalleler, kendine yetebilen, dar sokaklı kapalı düzenler olarak, Vietnam insanının ortaklaşacılığını, imecesini besliyordu. Yüksek yapıların gölgesinde, bizcillik de yitip gidiyor...

Page 127: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

127

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (127): Neydik, Ne Olduk… Japonya için hep ‘gelenekle kalkınmanın/kılgıbilgisinin (teknoloji) birarada olduğu ülke’ denir. Oysa, sokaklar başka söylüyor: Genç kuşağın geleneklerle uzaktan yakından ilgisi yok. Hele kızlar! Japon kızlarda sürekli görülen bir giyim türü var: Ayaklarına dize dek uzanan çizme ya da yine dize uzanan siyah çorap (ya da her ikisi) giyip siyah mini etek ya da şort giyiyorlar; böylece bacaklarının dizlerinin üstünde kalan bölümünün beyazlığı iyice belirginleşiyor (siyah-beyaz karşıtlığı). Yüzlerce binlerce Japon kızı böyle giyiniyor. ‘Baldırı çıplaklık’ olarak adlandırabileceğimiz bu izlenti (moda), belki de bir anime ya da manga kişili ğinden kaynaklanıyor. İlkokul öğrencisi küçük kızlar bile ablaları gibi dizüstü giyiyor. Erkeklerde ve kızlarda, saçını sarıya ve özellikle açık kahverengiye boyatmak yaygın. Sokaklardaki görüntü (giysiler, yüzyazmaları (makyaj) vb.), ABD’nin Çin mahallelerindeki görüntülere daha çok benziyor. Yaşlı kuşak ise, giysilerindeki ve yüzyazmalarındaki yalınlık ile gençlerden ayrılıyor. Ayrıca, yaşlı kuşak, Türkiye’de ve Vietnam’da olduğu gibi, daha çiçekli ve daha basmalı giysileri yeğliyorlar. Bunlar, genç kuşak için, aşağı görülen köylülük simgeleri. Genç kızlar ve orta yaş kadınlar, aşırı bakımlı. Kozmetiğe çok para harcadıkları kesin. Kızların yüzleri aşırı bakımlıyken, akılları, bir o kadar bakımsız görünüyor. Sokakta cep aynasıyla yüzbakımı yapanlar ve cep sesleğini (telefon) ayna gibi kullanıp yüzbakımı yapanlar, olağan görüntüler. Japonya’da kimonolu kızlar da çok nadir olarak görülüyor. (Kore’de ise hanboklu kız (hanbok: geleneksel Kore giysisi) neredeyse hiç görülmüyor.) Peki Japonyalı gençler, zamanlarını nasıl geçiriyor? Sözlü eşlik (karaoke) -spor (tabantopu (beyzbol) ve golf) -paçinkolar (makine ve bilgisayar oyunları), gençlerin de yaşlıların da şeytan üçgeni. Japon izleçlerinde (televizyon) en yaygın olarak gösterilen izlenceler, samuray izitleri, tabantopu karşılaşmaları ve saçma sapan magazin ve yarışma izlenceleri. Ülkede tabantopu çok yaygın. (Güney Kore’de de öyle. Ancak Dünya Kupası’ndan sonra ayaktopu da yaygınlaşıyor.) Birçok genç, gezeneklerde ve sahalarda tabantopu alıştırması yapıyor. Golf ise, yaşlılarda en yaygın spor. Gezeneklerde tabantopu oynayan gençler ve golf oynayan yaşlılar birlikte görülüyor. Spor dışında, gençler ve yaşlılar, zamanlarını, sözlü eşlikte, çoğunlukla tek başına söyleyerek geçiriyorlar. Ancak, bu ilk ikiden (spor ve sözlü eşlik) daha yaygın olan boş zaman etkinliği, paçinkolar. Her köşe başında paçinko evleri var. Langırt türü oyunlar olan paçinkolar, kumar makinesi işlevi görüyor; ancak kumar yasak olduğundan, kazanan, para değil atmalık (jeton) ya da ufak tefek armağanlar alıyor; bunlar paçinko evi dışında paraya çevrilebiliyor. Japon mafyası yakuza ve diğer komşu mafyalar, paçinkolarda kara paralarını aklıyor. İşin garibi, Japonya’da paçinko evlerinin yarısının sahibi, Güney Koreli; % 30-40’ı Kuzey Koreli ve gerisi Japon. (Paçinkolar, Japonya’ya ve eski sömürgesi Tayvan’a özgü. Diğer Asya ülkelerinde her köşe başında kumar ve oyun makinesi bulunmuyor.) Paçinko sahipleri, gelenlerden daha çok para sızdırmak için makineleri değişimliyor (manipülasyon). Japon egemenleri, kumarın yasak olduğu ülkede, halkın her köşebaşındaki kumarhanelerde tüm ömürlerini geçirmelerine göz yumuyor. “En iyi halk, uyuşturulmuş halktır.” Japonya’da bu üç yaygın etkinlik de, yalıtılmış etkinlikler. Paçinko zaten tek başına oynanıyor; sözlü eşlik, çoğunlukla tek başına yapılıyor; tabantopu ve golf ise en az

Page 128: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

128

düzeyde takım oyunu niteliği taşıyan oyunlar. Bu üç etkinlikle, bireyler, toplumsallaşmak yerine daha çok parçalanıyorlar. Sonuçta, ortaya, umursamaz, yardımsevmez, arkadaş cansızı bir toplum ortaya çıkıyor. Sıradan bir tüketim toplumu. Ülkenin kılgıbilgisel ileriliği, ortalama halka yansımıyor. Toplumda müthiş bir bilim sevgisi yok. Japonya’da bolca okunduğu doğru, ama bunlar arasında çokça çizgi roman var. Samuray, ninja, sensei, kamikaze, geleneksel sanatlar, harakiri, kimono, haiku, karate; bunların hepsi, geçmişte kaldılar. Yine de, Japonya’da hâlâ Heisei Takvimi kullanılıyor. Bu takvime göre, 2010, 22 yılı oluyor. Takvim, Japon başyayılmanının (imparator) tahta çıkışıyla başlatılıyor (1989). Japonya’nın geçmişinde bu kadar güzel öğe varken, gelenek olarak kala kala bu kalmış! (Bu arada, Japon Komünist Partisi’nin ilk hedeflerinden biri, tahtı kaldırmak...) Japonya’da geleneksel sanatlara değer veriliyor olsaydı, Çin’de olduğu gibi, bir kanal, geleneksel tiyatroya ayrılırdı. Japonya’yı kalkındıranlar, bir önceki kuşaklardı; sonraki kuşaklar, onun çöküşüne tanıklık edecek. Japonya’nın bugünü değil dünü ilginç. Yanlış zamanlarda doğmuşuz. İnsan, bir yandan, 100 yıl, 1000 yıl, 10,000 yıl sonra dünyada ne olacağını merak edip heyecan duyuyor; bir yandan da, 100 yıl önceye göre, bugün, toplumsal olarak daha geride olduğumuzu düşünerek, ileride ne olacağını düşünmek bile istemiyor.

Page 129: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

129

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (126): Japonya’ya Celali Gerek... Dr. Ulaş Başar Gezgin, [email protected] Kent tasarlaması açısından Tokyo’yu düşündüğümüzde şu gözlemleri sıralayabiliriz: - Tokyo’da çokça ırmak kolu ve kanal var. Özenli kent tasarımıyla, Asya’nın Venedik’i olabilirdi. Oysa tüm sular griyle çevrili. Tokyo çevresi de betonlanmış durumda. Örneğin, Yokohama’da tren durağının hemen yanından geçen Aratama ve Katabira Irmakları güzel. Çevreleri tümüyle gri; ama ırmak suyu, yeşil. (Seul’u ortadan ikiye ayıran Han Irmağı’nın çevresi de öyle. Güzelim ırmağın kıyıları, tümüyle gri yapılarla dolu. Bu, halkın isteklerini umursamayıp ne isterse onu yaptığı için ‘yoldüzler’ (buldozer) olarak adlandırılan Seul’un eski uray (belediye) başkanı ve Güney Kore’nin şimdiki generk (devlet) başkanı, Lee Myung-bak’ın paragöz siyasalarına bağlanıyor.) Aynı biçimde, İstanbul Boğazı’nın görüntüsü, kent tarihinin değişik dönemlerini simgelerken, Tokyo Koyu, gri, gıpgri. İstanbul’a ilk kez gelen bir yabancı olsaydınız, yolunuzu camilerden bulabilirdiniz. Çünkü yerli gözüyle olmasa da, yabancı gözüyle en görünür yapılar, camiler. Gerçi, yükseklikte, camilerin yerini gökdelenler almış durumda. Ama yine de İstanbul, Tokyo denli gökdelenleşmiş bir kent değil. Bu betonlaşmayı görünce, insan, sormadan edemiyor: Bu çirkin Tokyo kenti, savaş sonrasındaki mimarlık anlayışlarının mı bir ürünü; yoksa uygulayımsallık (pratiklik) adına, mimarlık yaklaşımları çöpe mi atılmış? Tokyo’nun çirkinliğinde, yaygın tren yolları ve duraklar çok etkili. Bunların hemen hemen hepsi gri. Oysa katılımcı sanat yaklaşımıyla, kent yerleşimcileri, duvarları boyamak üzere özendirilebilirdi. Olumlu bir örnek olarak, Asakusa Metro Durağı, tapınak görüntüsünde; güzel bir minil yapı. Japonya’nın tren durakları böyle olsaydı daha iyi olurdu. En azından üst geçitlere graffitiler yapılabilirdi. (Seul metro durakları ise daha sanatsal. Örneğin Chungmuro Durağı, mağara biçiminde tasarlanmış durumda. Gyeongbokgung Sarayı’nın aynı adı taşıyan metro durağı, Saray’dan geleneksel tasarımlar ve öğelerle donatılmış durumda. Tarihsel durumun tersine, bu kez, Kore’nin Japonya’dan değil, Japonya’nın Kore’den öğrenecekleri var.) Aynı biçimde, Tokyo’nun gezenekleri (park) güzel olsa da, kentte, yeşillik, gezeneklerle kısıtlı; günlük yaşamla içiçe değil. (Bu, Seul’da da böyle.) Tokyo, öğrenciler için de kötü bir kent: Üniversitelerinin birçoğu, yerleşkesiz, düz yapı ya da gökdelen katlarından oluşuyor. Öte yandan, kentin olumlu bir yanı, deprem sırasında halkın güvende olabileceği yerlerin belirlenmiş olması. Her yerleşim biriminde, tren ve metro duraklarının girişlerindeki haritalarda ‘Güvenli Boşaltma Alanı’ gösteriliyor. Japonya için hep “yeri dar” denir; ama Japonya’nın kırsal bölgelerinde çokça toprak var. Sorun, kentlilerin köylerde yaşamak istememesi. Sayılardan çıkan resim şu: İstanbul ve Tokyo, yaklaşık 13 milyon nüfuslu; ancak Tokyo, alan olarak İstanbul’dan biraz büyük. Bu alan büyüklüğü nedeniyle, gerçekte, İstanbul’daki nüfus yoğunluğu, Tokyo’dakinden daha yüksek! İstanbul’un yeri daha dar! Ancak, Japonya’nın toplam alanı, Türkiye’ninkinin yaklaşık yarısı. Japon hükümeti,toplam nüfustaki oranı üçte biri bulan 65 yaş üstü nüfusu köylere yerleştirerek kentlerdeki nüfus yoğunluğu sorununu çözebilir. Zaten yaşlı nüfus, doğaya yakın yaşamayı sever. Türkiye ve

Page 130: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

130

Japonya’daki kentsel nüfus oranı, aşağı yukarı aynı: % 69.6’ya % 66.8. Fakat Türkiye’de, yaşlanan nüfus gibi bir sorun yok; doğum oranı yüksek. Tokyo, engelli dostu, çocuk dostu ve hayvan dostu bir kent. Kimi üstgeçitlerde engelliler ve yaşlılar için inerçıkar (asansör) var. Biraların üstünde bile, görme engelliler için Braille yazısı var. Japonya’da sokaklarda çok fazla bebek ve çocuk var. Elde veri olmasaydı, ülkedeki doğum oranının düşük olduğuna inanmak zor olacaktı. (Seul sokaklarında ise, bebek ve çocuk görmek zor.) Japonya’da bisikletlere bebekleri ve çocukları bindirmek için ek oturaklar konmuş durumda; bunlar çok yaygın. Kimi gezeneklerde, bebek arabalarını durgulamak için özel durgu yerleri (park) var ve bebek arabası kiralama olanağı da var. Japonyalılar, hayvanat bahçesine –doğal olarak- hayvanları görmek için gidiyor; bizse onları görmek için gidiyoruz. Bizim için Hayvanat Bahçesi, İnsanat Bahçesi. Burada, hayvanlara çok yer ayrıldığını görüyoruz; hayvanların barınakları, evsizlerin barınaklarından daha iyi, daha bakımlı! Anlıyoruz ki, hiç arkadaş canlısı olmayan Japonyalılar için hayvanlar, insanlardan daha ilginç ve hayvanlara, engellilere ve çocuklara, evsizlerden daha çok değer veriliyor. Tokyo, engelli dostu bir kent, evsiz dostu değil; yoksul dostu da değil; çocuk dostu bir kent, sanat dostu değil; hayvan dostu bir kent, çevre dostu değil. Asakusa’dan Tokyo Koyu’na dek irili ufaklı 13 köprü var. Her köprüaltını ev bellemiş evsizler. 1.-2. Boğaz Köprüsü’nü andıran ünlü Gökkuşağı Köprüsü, Odaiba Adası’nı anakaraya bağlıyor. Gökkuşağı Köprüsü’nün altından geçiyoruz. Dileğimiz gerçekleşecek mi? Adalet yerini bulacak mı? Bunun için köprünün altından geçmeye gerek yok; onun yerine, köprüyü ve Köprülüler’i altüst etmek gerekiyor... Köprünün başını tutan Deli Dumrullar’a karşı, yeniden Celali olmak gerekiyor...

Page 131: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

131

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (125): Duraklama Devri’ndeki Japonya... Osaka-Tokyo Hızlı Treni’ne bindiniz. 15 dakika sonra, Kyoto’da yaşlı bir adam, söylene söylene yanınıza oturuyor. Sizinle de konuşuyor ama Japonca! “Anlamıyorum” deyince nereli olduğunuzu soruyor, Türkiyeli olduğunuzu söyleyince seviniyor ve şaşırıyor. Bu, Keio Üniversitesi’nden emekli profesör Takao Hoca. Hoca, 83 yaşında bir dilbilim ve Avrupa yazınları uzmanı. Kyoto’daki bir üniversiteye konuşma yapmaya çağırılmış, onun için gelmiş. 1950’de Türkiye’de bulunmuş; birçok sözcüğü ve atasözünü anımsıyor! Bu, sizi çok şaşırtıyor! Çok güzel bir sohbet oluyor; 83 yaşında hâlâ çok iyi bir belleği olmasına şaşıyorsunuz. Dilleri karşılaştıran kitaplar yayınladığını; Cambridge’de, Avustralya’da ve başka birçok yerde hocalık yaptığını öğreniyorsunuz. Başlıyor anlatmaya: 2. Paylaşım Savaşı sırasında tıp öğrencisiymiş. Muhammedcilik’i araştırmak için birçok Muhammedci ülke dolaşmış yıllar önce. Uzmanlığını sorduğunuzda, anlambilim (semantik) diyor. Öyle ya; dünyadaki karmaşaya bir anlam verecek birilerine gereksinimi var insanlığın. Çocuklarından ve torunlarından açılıyor konu; hiçbirinin araştırmacı olmamasına şaşırdığınızda, Japonya’da yeni kuşağın ne kadar farklı olduğundan dem vuruyor. Japon hayranlığı içinde geldiğiniz ülkede yaşadığınız hayal kırıklıklarınızı anlattığınızda, eskiden Japonya’nın böyle olmadığını; ülkenin çok değiştiğini söylüyor. Bundan sonra, yaşlı kuşağa çok selam veresiniz geliyor. Zaten daha önce, yaşlıların sürekli belden aşağıya eğilerek vedalaştıklarını gözlemlemiştiniz ve gençlerin vedasının böyle olmayışı, dikkatinizi çekmişti. Birlikte, Avrupa-Amerika-merkezcilik eleştirisi yapıyorsunuz. Kimi konuları anımsayamayınca, “ben ihtiyar” diyor Türkçe olarak! Dönüp dolaşıp yaşlılığa geliyor konu. Yazları dağların eteklerinde; kışları kızlarının yanında kaldığını söylüyor. Sanki o an trende o dağ havasını almış gibi, size köylere gitmenizi öneriyor. Japon köylülerinin ‘gerçek’ Japon toplum yapısını koruduklarını söylüyor. “Ağalık da mı, kast düzeni de mi korunuyor o zaman?” diye sorasınız geliyor; ama onun yerine, dünyanın her yanında, en geleneksel insanların köylerde yaşadıklarını ve üretim biçimi dolayısıyla, değişik ülkelerin köylülerinin birbirlerine çok benzediklerini söylüyorsunuz. Türkiye’den konuşuyorsunuz sonra. Büyük bir merak içinde. En son 1950’de kalmış göstergeler. Zazaca-Lazca vd. araştırmacısı olan Japon profesörü tanıyor. Konu, konuyu açıyor. 3 saatlik yolun nasıl geçtiğini anlayamıyorsunuz hoş sohbet dolayısıyla. “Size nasıl ulaşabiliriz bir dahakine?” diye soruyorsunuz; “ben ihtiyar” diyor yine, “ben ihtiyar” ve Şibuya’da trenden inip yaşlı kuşaktakiler gibi belden selamını veriyor. Neyse ki, resmini çektiniz, belleklerde kalacak. Tokyo’dasınız: Egemenlerin araştırmacıları, dünya ülkeleri arasında yaşam pahalılığı farkını görebilmek için bir Mc Donalds hamburgerinin değişik ülkelerdeki ederini karşılaştırırlar. Siz de aynı biçimde karşılaştırma yapabilmek için KFC’ye gidiyorsunuz. Aynı büyük seçke (menü), Vietnam’da 3 Dolarken, Japonya’da 10 Dolar (870 Yen). Yalnız o da değil: Vietnam’da KFC’de çalışanlar, yeni bir İngilizce sözcük öğrenmek ve kendini geliştirmek için uğraşırken, Japon KFC’lerinde yabancılarla yalnızca Japonca konuşuluyor; yabancının Japonya yaşarı olduğu varsayılıyor; ‘teşekkür’ bile Japonca. Buna ulusalcılık-küreselleşme karşıtlığıyla bir açıklama getirilebilir elbette. “Vietnam gençliği, küreselleşme dalgasının peşinden gidiyor; Japonya, ulusal ekinini koruyor” denebilir. Bu, doğru değil. Japonya, dünyanın ikinci büyük tutumyapısı (ekonomi) olarak kendini dünyanın iki egemeninden biri olarak görüyor; Japon gençliği ise, açıkça ve gizlice AB(D)’lilere

Page 132: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

132

özense de, İngilizce öğrenmek gibi bir çaba içine girmiyor. Çünkü İngilizce bilmeseler de işlerini yürütebiliyorlar. Oysa Vietnam’da, DTÖ üyeliğiyle birlikte, her kesimden şirkette, İngilizce bilen çalışan gereksinimi var. Ayrıca, Japon tutumyapısı, gezmenlik (turizm) gelirlerine dayanmıyor ve Japonya’nın yabancı yatırımcıyı çekmek gibi bir amacı yok. Zaten nasıl çekecek ki bu pahalılıkta... Japonya, yatırımcı aramıyor; kendisi zaten yatırımcı. Bu nedenle, ABD’lilerin İngilizce’den başka bir dil bilmeden hemen hemen her tür işe girebilmeleri gibi (çünkü Amerikan yayılmanlığı düzeninde ABD’lilerin İngilizce dışında bir dil öğrenmesi yerine, ABD’li olmayanların İngilizce öğrenmesi zorunlu kılınıyor), Japon genci için İngilizce de o kadar önemli değil; Japonca yeterli oluyor. Bir diğer nokta, Japonya’nın göçmen siyasasıyla ilgili: Japonya, yabancıların uzun süre ülkede kalmasını istemiyor; yabancılara ayrımcılık yanında yeni yasal engeller çıkarılıyor. Böylece Japonya, ne kendi yanlışından ne de başkasının yanlışından ders çıkarmış oluyor; bu kafayla Japonya’nın tutumyapısal durgunluğu daha uzun sürer. Tüm bunların üstüne, Japonya’da doğum oranı düşerken, ömür uzuyor. Bugün Japon nüfusunun üçte biri yaşlı. Japonya’da ileride yeterince işgücü olamayacak. ‘Mucize’ olarak görülen ülke, 90’lardan beri durgunluk içinde. Duraklama Devri, Çöküş/Dağılma Devri’nin habercisi.

Page 133: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

133

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (124): “Japon Yapıyor Abi”... Japon hayranı olanların gözlerinden kaçırdıkları birçok nokta var. Bunlardan biri, Japonya’daki yaşam pahalılığı. Bir ülkenin bu kadar pahalı olması, ne kadar alsatçılaştığını da gösterir. Böyle bir ülke, bireyin kendini daha güçsüz duyumsamasına neden olur. Kısacık yol bile kaç para tutuyor. Japonya’da yoksulluk sınırı, 5,000 Dolar. Oysa yasal olarak enaz aylık (asgari ücret), yaklaşık 1,200 Dolar. Görüldüğü gibi, işçiler, bu pahalılık ölçüsünde yüksek bir aylık almıyor. Günlük harcama hesaplarına bir de çocuk giderleri eklenince uçuyor sınır. Elbette bu 5,000 Dolar, çeşitli yollardan düşürülebilir: Az yemek yerseniz, küçücük bir evde 4 kişi kalırsanız, oturduğunuz evin sahibiyseniz vb. Bir de bu gider hesabı, Tokyo dışında, doğal olarak daha düşük. Özekteki ev/oda pahalılığının, nüfus yoğunluğunun yüksek olmasından ileri geldiği düşünülebilir. Başkentte basit bir pilav bile 10 Dolar. Bu durum, birçok soruyu akla getiriyor: Japonya’da yiyeceklerin pahalılığı, kaynakları kıt bir ülke olmasından mı ileri geliyor? Tarih boyunca yüksek miydi yiyecek ederleri? Küba’da da kaynaklar kıt, ama yiyecek ucuz yine de. Japonya, kalkınmadan sonra mı böyle soğuk ve pahalı oldu, yoksa başından beri böyle miydi? Japon tutumyapısı (ekonomi) çok kırılgan. Temel besinler ateş pahası. Diğer Asya ülkeleri, besin üretiminde markalaşma yoluna gitseler, Japon pazarını silip süpürürler. Zaten Çin ürünleri, Japonya’yı dağıtmaya tek başına yeter. Kendi besin şirketleri/üreticileri batar böylece. Kimisi, Japonya’daki inmişliği (deflasyon) Çin mallarına bağlıyor zaten. Japonya, ulusal sosu olan vasabiyi bile, ülkede yeterince üretim olmadığından, Çin’den, Tayvan’dan ve (ve Yeni Zelanda’dan!) alıyor! Ucuz işgücünün uzun erimli bir üstünlük olmadığı, Çin’in ve Vietnam’ın kalkınmasının bu nedenle sürdürülebilir olmadığı söylenir durur. Oysa Japonya, o kadar pahalı ki, Çin ve Vietnam’ın ucuz işgücüne dayalı kalkınması onyıllar sürebilir. Yabancı yatırımcı için de, Japon yatırımcı için de, Japonya, en mantıksız yatırım yeri. Japon yatırımı ve küresel yatırım, ucuz işgücü ülkelerine kaydıkça, onyıllar içinde, bu ülkelerde yaşam pahalılığı artacak; artan gelir düzeyi, pahalılığı da arttıracak. Japonya gibi pahalı ülkelerde ise, ucuz işgücü ülkelerinde üretilen malların pahalı ülkelerde satılması dolayısıyla, yaşam ucuzlayacak; ama bu ucuzlama, birçok pahalı ülke şirketinin çöküşüne ya da ana şubelerini başka ülkelere kaydırmasına eşlik edecek. Dolayısıyla, bu süreç, pahalı ülkelerde işsizlik yaratacak ve zaten şimdiden yaratıyor. Öte yandan, yaygın bir kanı, elektronik ürünlerinin dışasatımına dayalı tutumyapıların daha sürdürülebilir olduğu. Elektronik gelirlerinin kattığı değer yüksek. Oysa elektroniğe aşırı odaklanma, diğer ürünlerin az gelişmesini de getiriyor. Durum, Arap ülkelerinin çoğunda, yeryağından (petrol) başka bir kesimin olmamasına benziyor. Birçok Japon kentinde, ucuzluk pazarları var. Dünyanın tüm ucuzluk pazarlarında satılan aynı mallar, 105 Yen’e (yaklaşık 1,25 Dolar) satılıyor; bu, Japonya için çok düşük bir eder. Gerçekte, dünya ölçeğinde de olağan. Buralarda satılanlar, tümüyle Çin malı. Aynı biçimde, dünyanın çeşitli ülkelerindeki Japon pazarlarında satılanlar, gerçekte Çin malı. Japon şirketleri, ürünün tasarımını gönderip üretimi Çinli şirketlere veriyor. Böylece, ortaya, Japon görüntülü Çin malları çıkıyor. Günümüzde Çin’siz bir Japonya olanaksız. Zaten Japonya’nın adını bile Çinliler vermiş, ‘güneş ülkesi’ anlamında; çünkü Çin’e göre doğuda kalan Japonya, güneşin doğduğu yer. ‘Anadolu’ da, benzer bir anlam taşıyor.

Page 134: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

134

Bu bağlamda, şu soruları da deşmeli: Tutumyapısal büyüme nasıl olur? Doğal kaynaklar, eğitimli i şgücü, yabancı yatırım, aşırı çalıştırma, ucuz işgücü, dıştanalım-yerineci (ithal ikameci) siyasalar, kadınların işgücüne katılımı ve özel olarak kadın emeğinin sömürüsü. Kalkınmanın bilinen olumsuz toplumsal sonuçları yanında (aşırı çalış(tırıl)ma nedeniyle ölümler (‘karoşi’, bkz. Gezgin, 2007), kuşaklar arası uçurum, aşırı yarışmacı okullar nedeniyle yitip giden gençlik vb.), kadınların işgücüne katılımı ve kadın-erkek rollerinin değişmesi de, büyük dönüşümlere yol açıyor: Düşük doğum oranı, genç nüfus-yaşlı nüfus dengesizliği, aile kurumunun çöküşü, aile işlevlerinin alsatçılaşması (seks işçiliği, çamaşırhaneler, dışarıda yeme, temizlikçilik, bebek bakıcılığı, hatta taşıyıcı annelik (Japonya, taşıyıcı anneliğin en yaygın olduğu ülkelerden. Bebeği karnında taşımak istemeyen anneler, kendi bebeklerini, başkası karnında taşısın diye, özellikle Filipinli kadınlara para veriyor. Çocuk doğduktan sonra, taşıyıcı anne kovuluyor)). Bu hızlı kalkınma, bu kadar çok sorun ve köprüaltlarında ve metro önlerinde bu kadar çok evsiz yaratmışken, “değer mi böyle kalkınmaya?” diye sorası geliyor insanın. Pahalılık, evsizlik, aç uyku. Japon, robot yaparken, “bunları da yapıyor abi”... “Japon yapıyor abi...” İlgilisine Kaynak Gezgin, U.B. (2007). Karoşi: Japonya’nın kalkınmasının altındaki kanlı gerçek. Asya Yazıları içinde, s.104-106. İzmir: Ara-lık Yayınevi.

Page 135: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

135

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (123): Tokyo ve Seul Sokaklarından İzlenimler... Bu yazıda, Tokyo ve Seul sokaklarından izlenimlere yer veriyoruz ve bu iki kenti karşılaştırıyoruz: Tokyo sokakları çok sessiz, kırk yılın başında çocuklar geçiyor şen şakrak, ama onların şenşakraklığı da Türkiye’dekinin ve Güneydoğu Asya’dakinin (GDA) onda biri bile değil. İnsanlar birbirlerine bakmıyor, selamlaşmıyorlar, düşünceli düşünceli geçip gidiyorlar. Arkadaş canlısı değiller, soğuklar. Türkiye’de ve GDA’da olsa, bir yabancıyı yolda gördüklerinde merak ederler en azından, ‘merhaba’ derler, Tokyo’da o da yok. Türkiye’de ve GDA’da genbinit (otobüs) durağında yanına oturan yabancıyla üçbeş laf etme, ona yardımcı olma geleneği vardır; Tokyo’da bu da yok. Seul’de ise insanlar, orta düzeyde yardımsever yine de. Koreliler, daha sıcak ve Japonların tersine, yolda birbirlerinin yüzüne bakıyorlar. Bu, insanlık adına büyük bir adım! - Tokyo’da tren durağından çıkarken, yaşlı bir adam, size ters ters bakıp üstünüzü işaret edebilir. Neden yaptığını bilemezsiniz ve bir anda kaybolur. Bu çok az insanın yolda yüzünün güldüğü (o da arkadaşlarıylalarsa), insanların yolda birbirine bakmadığı ülkede, insanlara bakıp onlara gülümseyerek, kaçkınları üstünüze çekmiş oluyorsunuz. Ve böylece anlıyorsunuz ki, siz de kaçkın sayılırsınız biraz. Akıllılık, böyle soğuk ve donuk olmaksa, varsın kaçkın olalım. Yine duraktan çıkarken, bir Japon, nereye gittiğinizi sorabilir ve yolu tarif edip para isteyebilir! Dünyanın en zenginlerinden olan ülkede bu kadar adaletsizlik, bu kadar evsizlik olursa, olacağı budur. Daha az evsizin olduğu Seul sokaklarında ise, Koreliler, siz sormadan yardımcı olmaya çalışıyorlar ve para koparmak gibi bir dertleri yok. - Çevrenizde konuşulan Japonca’yı Türkçe sanıp kafanızı çevireceksiniz sürekli. Seslerin birbirine benzemesine şaşacaksınız. Korece’nin ise Aydınca’yı andırdığını fark edip meraklanacaksınız. (Korece’de birçok tümce –iyo/-eyo ile biteyo’). Tokyo ve Seul sokaklarında oturup soluklanırken, Türkçe’nin bir Altay dili olarak bu iki dille akraba olduğuna iyice inanacaksınız. - Tokyo’da, sokaklarda, tek tük de olsa elfalcısına rastlanabiliyor. Seul’da ise, sokak falcılığı, çok yaygın; boyunbağlı işadamları bile, sokak falcılarının muşambadan kulübelerinde avuç açıyor. Seul’da 0’ın altındaki soğukta bile, çokça sokak yemekçisi bulunuyor; Tokyo’da ise, sokakta yemek bulmak, çok düşük olasılık. Seul’un sokak yemeklerinin İstanbul’unkilerle ortaklıkları var: Kışın, kestane, mısır ve ceviz yaygın (dükkanlarda, kestane dondurması satılıyor!). Bunların dışında, ‘Kore suşisi’ olarak adlandırılan gimbap, tatlı patates, kırmızı mercimek ezmeli çörekler, kızartılmış ipekböceği kurtçuğu, sosis, et ve deniz ürünü mangalları ve hepsinden önce, Kore mutfağının vazgeçilmezi olan kimçi (Kore turşusu), sokaklarda satılan yemeklerden. Kore’nin çeşit çeşit yemeği, çeşit çeşit içkisi ve çeşit çeşit çayı var. Ülkede öyle çok içki çeşidi var ki, kimileri, “Koreliler, taştan bile içki üretir” diyorlar. Ayrıca, Güney Kore, içkinin yemekten ucuz olduğu bir ülke. İçki, neredeyse su parasına. - Tokyo’nun en geleneksel, en yeşil ve en şirin ilçesi olan Ueno’da, alışveriş sokaklarında, dönercilerle karşılaşacaksınız. Burada Afrikalılar’ın çalıştığını görüp şaşıracaksınız. Ek olarak, ‘Fars döneri’ satanları görmek de olası. Seul’de ise, Amerikan üssünün ve Seul Merkez Camisi’nin bulunduğu Itaewon (evet, garip bir Amerikan-Muhammedci karışımı), Arap ve Türk aşevi kaynıyor. Seul’un başka bölgelerinde de Türk aşevi bulmak olası (örneğin Jong-no). Tokyo’da yüzlerce Hint aşevi var. Hint yemekleri, kap başına oranlanırsa, birçok Japon yemeğinden daha

Page 136: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

136

ucuzlar. Hint aşevlerine gidenlerse, Hintlilerden çok, Japonlar. Seul’de ise, Hint aşevleri yaygın değil. Kore aşevleri, karınca yuvası gibi işlek. Öte yandan, ‘Paris Baguette’ adlı unlu ürünler satıcısının Seul’de yüzlerce kolu var. - Tokyo’da, durak önlerinde, bir caz üçlüsünün dinletisine tanık olabilirsiniz: Bir saksafon, bir bas, bir de davul. Dinleyen mutlu, dinleten mutlu iken, iki zabıta gelir; “yassah hemşerim yassah” der; kalabalık dağılır; bir tek, davullarını toplayan davulcu kalır ortada. Oysa Seul, sokak sanatçılarına daha açık. Örneğin, zabıtanın arıza çıkarmadığı İnsadong’da (İnsadong, Seul’un Beyoğlusu), Kore’nin halkoyunları olan şamancı dansları (bu dansların adı, ‘samulnolri’) izleyip kendinizden geçebilirsiniz ve bu halkoyunlarının Türkiye’deki halkoyunlarıyla kimi benzerliklerini farkederek, Anadolu’da hâlâ yaşayan Şamancılık’ın izlerini sürebilirsiniz. Güney Kore, geleneklerini korurken; Japonya’da, sokakta, çağdaş müzikle karşılaşmak daha olası. Üstelik, Seul’de halkoyuncuları, gösterilerini para kazanmak için yapmıyor; “halkoyunları unutulmasın” diye yapıyorlar. Gösterinin sonunda, halkoyuncuları, üstlerini çıkarıyor; “üstü kaval altı şeşhane” sözüne uygun olarak, geleneksel giysilerinin altından ‘çağdaş’ giysiler çıkıyor ve sonra arabalarına atlayıp dağılıyorlar. Sonuç olarak, Güney Kore, Japonya’dan her yönüyle daha sıcak.

Page 137: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

137

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (122): Japonya İzlenimleri: Osaka, Kyoto, Hiroşima, Kobe Bu yazıda, Tokyo’yu başka bir yazı için dışarıda bırakarak, Japonya’nın dört kenti Osaka, Kyoto, Hiroşima ve Kobe ile ilgili izlenimlerimize yer veriyoruz: Osaka’da yollar geniş ama ıssız. Ana duraktan ırmağa ulaşılabilir, oradan da bir o kadar yürüyüp ötelere gidilebilir. Hiç bir özelliği olmayan, sıkıcı ve bakımsız bir kent. Altyapısı, dökülüyor; sokakları ve yapıları kırık dökük ve paslı. Osaka’da çok fazla bisiklet var; Tokyo’dakinden fazla. Kentin eğlence bölgesinin (bu bölgenin adı, Namba) Tokyo’dakinden farkı yok. Kyoto, küçük, sıkıcı ve sessiz bir kent. Kentte yapılacak pek bir şey yok. Kyoto Tren Durağı’ndan çıkışta, solda bir ırmak-üstü köprüsü görünüyor. Bu köprüyü geçince, karşınıza Kyoto’nun tapınaklar bölgesi çıkıyor. Dağların eteklerine tapınaklar ve mahalleler kurulmuş; birçok Japon orada yaşıyor. Burada bir dağ köyü havası var. Bölge, orman içinde. Onlarca tapınak var. Birkaç saat gezip temiz hava almak için güzel. (Ama o kadar.) Şirin bir kent, ama dağdan ve tapınaktan başka birşey yok. Kyoto’da birçok ev, ahşap; Kyoto, bu açıdan, Vietnam’ın HoiAn kentine benziyor. Kyoto’da, tapınaklar bölgesinde, Kyoto’ya özgü çeşit çeşit armağanlıklar satılsa çok alıcısı olurdu. Orada yalnızca bir çömlekçi bulunuyor. Kyoto, tapınak kenti olarak dünyada yaygın olarak tanındığı için, Kyoto Tren Durağı’nın bir yüksek sanat örneği olacağını düşündüyseniz, düşkırıklığına uğrayacaksınız. Kyoto’nun tren durağı, herhangi bir Japon kentinin durağı gibi sıradan. Oysa, orası, Kyoto olduğuna göre, tasarımda, Kyoto yapılarından yerel öğeler kullanılmalıydı. Japonya için işlev, güzellikten önce geliyor. Tersine, yerel öğe kullanımına, Bali Havaalanı başarılı bir örnek. Zaten bir kentin tasarımı, onun havaalanından anlaşılır. Tokyo’nun Narita Havaalanı da tren durakları kadar gri ve sanatsız. Kyoto’ya dönersek, tren durağı, 11 katlı. Trenler için yalnızca ilk iki kat kullanılıyor. Gerisi, alışveriş özeği olarak tasarlanmış. 11. katta, kamuya açık bir kent görüşü alanı var. ‘Gökbahçe’ olarak adlandırılan bu alandan kente kuşbakışı yapılabiliyor. Kentin görüntüsü, ne yazık ki fazlasıyla gri. Dikkat çekici bir nokta şu: Osaka ve Kyoto’da kentin göbeğinde, ekilmiş tarla bulmak olası; Tokyo’da bu, elbette olanaksız. Tapınaklarıyla tanınan Kyoto’nun Japonya dışında az bilinen bir özelliği var: Kyoto’da Japon Komünist Partisi (JKP), çok güçlü. 2008 uray (belediye) başkanlığı seçimlerinde, JKP’nin adayı, % 37 oy alarak yalnızca bin oyla seçimi kaybetti. Kyoto’da kimi duvarlarda Japon Komünist Partisi’nin asılarını (poster) görmek olası. Hiroşima, hiç bir özelliği olmayan, sıradan bir Japon kenti. Kentin göbeğinde, bu kente atom bombası atılmış olduğunu gösteren hiç bir iz yok. Yalnızca, kentin her yanında iplere asılı milyonlarca kağıt turna var. Bunun dışında tümüyle alsatçı (ticari), tipik bir Japon kenti. İnsanları, diğer Japon kentlerinde olduğu gibi soğuk. Hiroşima’da, görülmeye değer olarak bir tek tapınaklar var; onlar da diğer kentlerdeki tapınaklardan farklı değiller. Dilinizde, Nazım Hikmet’in ‘Japon Balıkçısı’ ve ‘Kız Çocuğu’ şiirleriyle/şarkılarıyla dolaşırken, (olumlu anlamda) herşeyin geçmişte kaldığı düşüncesi egemen oluyor. Zaten Nazım Hikmet pek tanınmıyor Japonya’da.

Page 138: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

138

Kobe ise, ilk başta, gözünüze güzel görünebilir. Tren anadurağı, gür ormanlı bir dağın eteğinde. Etekte, uzaşar (teleferik) var. Anadurağın hemen önünden aşağı doğru bir dere akıyor. Dere boyunca bir sürü gezenek (park) var. Ama Kobe de, diğer Japon kentleri gibi betonlaşmış durumda. Kentin yaygın rengi, gri. Hemen dağ eteğinde, çirkin, gri bir gökdelen yükseliyor. Oradan ayrılıp balık pazarlarını dolaşabilirsiniz. Ancak, kente özel hiç bir şey olmadığını görerek sıkılacaksınız. Sıradan bir Japon kenti. İnsan, Japon kentlerini dolaşırken, İstanbul’un değerini daha iyi anlıyor. Üstelik İstanbul, toplu taşımada, dünya kentleriyle karşılaştırıldığında, (yabancılar için) ucuz. Bir yabancı, İstanbul’da genbinite (otobüs) atlayıp ucuza bol bol gezebilir. Oysa Japonya’da böyle değil. Sonra okuma-yazma sorunu olmaz. Oysa Japonya’da, Japonca bilmeyen için, kendi başına gezmenevi (otel) bulmak bile olay. Sonra İstanbul’da insanlar, yabancıyı güleryüzle karşılar (kentte çokça dolandırıcı olsa da). İstanbul’da yabancı, İngilizce konuşan ya da konuşmaya çalışan bir sürü gençle tanışır. Japonya’da bu son ikisi de yok. Japon kentlerinden sonra, anlaşılıyor ki, İstanbul, gezmenler (turist) için cennetmiş. Zaten, dünya kentlerini, bilinçaltınızda İstanbul’la karşılaştırdığınız için, tüm kentler yavan gelebilir. Yüzyılların başkenti yanında, diğer kentler ne ki zaten. Japon kentlerini sıkıcı yapan, grilik, yapaylık ve insanların soğukluğu. Japon kentleri, pahalı ve aşırı betonlaşmış kentler. Mühendislikte en ince ayrıntıyı tasarlayan Japon aklı, kentleri tasarlarken titiz davranmamış. Trafik, iyi tasarlanmış; ama yapılar öyle değil. Yapılarda sanat ve çevre dostluğuna yer yok. Bir kez daha anlaşılıyor ki, kentleri tasarlayanlar, kentlerde yaşayanlardan daha güçlü. İşte bunun için, kentler, katılımcı bir biçimde tasarlanmalı. Katılımcı tasarlama, Japonya’nın da Türkiye’nin de çok uzağında.

Page 139: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

139

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (121): Japonya’da Toplu Taşıma ve Ulaşım Demiryolu, Japonya’nın ulaşımında başköşede. Daha Tokyo Narita Havaalanı’ndan kente girilirken bile, tren, demiryolunu ayrı bir yere koymamız gerektiğini söylüyor. Havaalanı ile Tokyo arasındaki Narita Hızlı Treni’nde şu noktalar dikkat çekiyor: Birincisi, tren gelirken, güvenlik görevlisi, trene asker selamı veriyor. İkincisi, bir tren, ters yöne gidecekse, tüm koltuklar tek tek döndürülüyor (koltuklar, hızla döndürülecek biçimde tasarlanmış). Üçüncüsü, tüm yazılar ve duyurular, Japonca, İngilizce, Çince ve Korece (trenlerdeki bu çokdillilik, Amerikan işgalinden mi kaynaklanıyor; gezmenleri (turist) çekmek için mi; yoksa her ikisi birden mi?). Dördüncüsü, trenlerde, ağır çantalar için, giz-imli (şifreli) yüklükler var. Japon kentlerinin ve ilçelerinin özelliği, hepsi trenle bağlı olduğu için, özeklerinin tren ana durağı çevresinde olması. Tokyo’nun birçok ilçesinde tren durakları geniş, alışveriş özeği işlevi görüyorlar ve çevrelerinde çokça aşevi oluyor. Kimilerinde, örneğin, Akanabe, Ueno, ve Shinagawa’da vd., tren durağının hemen yanında, trafiğe kapalı alışveriş sokağı var. Kimi durakların yakınlarında gezenek (park) var. Bu ‘alışveriş özeği olarak durak’ tasarımının en uç örneği, elbette Tokyo Ana Durağı: Durak, altgeçitlerle geliştirilmi ş ve genişletilmiş durumda; bir yeraltı kenti kurulmuş ve bu, ‘Tokyo Durak Kenti’ olarak adlandırılıyor. Burada yüzlerce dükkan var ve ‘Tokyo Durak Kenti’, altgeçitlerle gökdelenlere bağlanıyor. Japonya’daki tren duraklarıyla ilgili bir başka ilginç nokta, küçük ve büyük çantaları koyabilmek için kilitli dolapların bulunması. Dolaplar, günlük olarak kullanılabiliyor. Bunun için dolabın kumbarasına para atılıyor. 3 günden fazla kalan çantalar, depoya kaldırılıyor. Bu dolaplar, güvenlik açısından tehlikeli; çünkü rahatlıkla bomba konabilir. Pakistan’a bu dolap düzenini getirmek, en mantıksız işlerden biri olurdu herhalde. Yalnızca dolaplar da değil, genel olarak, Japon trenleri ve metrolarında güvenlik açığı var. Japonya, Irak ve Afganistan işgaline destek verdikçe, Çin örneğinde de olduğu gibi, El Kaide’nin yeni hedefi olabilir; tren/metro yolcuları arasında yüksek ölü sayısı olabilir. Zaten 1995’te 12 kişinin zehirlenerek ölümüne neden olan sarin gazı saldırısı da Tokyo metrosunda yapılmıştı. Japon trenleri çok dakik. Nereden nereye kaç dakikada gidileceği baştan belli. Görevliler, tren vagonuna girerken ve çıkarken belden eğilerek selam veriyor. Uzun yol trenlerinde seslek (telefon) var. Bu uzun yol trenlerinde konukçu (kadın), yiyecek-içecekle arada dolaşıyor; bunlar, uçaktakilerin tersine (ve doğal olarak) ücretli. Trenlerde Japonlar çoğunlukla uyuyor; ikinci sıradaki tren etkinliği, cep sesleği ve oyunu. Cep sesleği, çok zamanlarını alıyor; çünkü Japon imcelerini basmak, zor bir uğraş. Ancak bu ikisinden sonraki tren etkinliği, kitap okumak. Tokyo trenlerinde cep sesleklerinin sessize alınması duyurusu yapılıyor, “trende seslekle konuşmayın” deniyor. Japonya’da tren durağı yapıları, birbirinin aynısı; hiçbir sanatsal duyarlılık yok. İşlev, görüntüden önce geliyor. Hemen hemen tüm tren durakları (Asakusa vd. dışında), çirkin ve gri yapılar. Durakların her yerinden yapaylık akıyor. Örneğin, Yokohama Tren Durağı’nda kuşlar ötüyor. “Neredeler?” diye bakınınca makineyi görüyorsunuz; sesler, yapay. Ama bu, kimsenin dikkatini çekmiyor. Öte yandan, duraklar, kullanıcı

Page 140: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

140

dostu. Örneğin, Tamaçi Tren Durağı’nın ayakyollarında, bebekleri koymak için özel oturak, şemsiye koymak için tutacak var. Hızlı trenlerde Japon türü ve Avrupa türü olmak üzere iki ayrı ayakyolu var! Japonya’da trafik sorunu nasıl çözülmüş?. Şu nedenler sıralanabilir: Tren ve metro; bunlar sayesinde insanların kent dışında yaşayıp iş için kente gidebilmeleri; motosikletlerin azlığı; bisikletlerin yaygınlığı. Öte yandan, ülkede trafik kurallarına tümüyle uyulmuyor; geçen yoksa, sürücüler durmuyor; zamanları yok; beklemiyorlar. Sanki yeşilin anlamı, yaya geçişi değil, yayalara öncelik gibi. Yani yeşil ışıkta, trafik, yine de akıyor. “Japonya’da trafik kurallarına uyma oranı, % 90” diyebiliriz. Bisikletler, kaldırımı kullanıyor; motosiklet az ve çok sayıda yaya geçiti var. Bunlar kaza olasılığını düşürüyor. Ama aynı zamanda, trafik ışığı çokluğu, yayaların da sürücülerin de dakikalarını ışık beklerken boşa harcamalarına neden oluyor. Sokaklarda korna, neredeyse hiç çalınmıyor. Tokyo sokaklarında en gürültülü ve en çok çevreyi kirleten araçlar ise, motosikletler. Tren, hep solculuğun simgesi olarak görüldü; sağcılar, karayolunu destekliyordu. Oysa Japonya örneği gösteriyor ki, hızlı trenle taşıma ve dolayısıyla üretim tutarlarının düşürülmesi, sermaye düzeninin de toplumsalcı düzenin de yararına. “Kentte tren olmaz; tren, kentler arasında olur” diyenlere, tüm kentleri ve kentiçi yerleşimleri trenle bağlı olan Japonya, bir karşı-yanıt veriyor. O zaman bize bu noktada şöyle demek düşer: “Zanila İstanbul des” (“sonraki durak İstanbul”).

Page 141: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

141

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (120): (Çöp)Sanat ve Kent... Sanatın kentteki yeri ne? Sanatçıları kentlere çeken ne? Bu ve benzeri sorular, kent tasarlamasında yükselen tartışmalardan biri. Currid (2007), tutumyapısal (ekonomik) verileri ele alarak, New York’ta sanatın ya da daha doğrusu, yaratıcı etkinliklerin (ki buna ürün, yazılım, giysi vb. türünden her tür tasarım giriyor) New York’un gelirinin önemli bir bölümünü oluşturduğunu gösteriyor. New York, Currid’e göre, diğer tüm dünya kentlerini ve Amerikan kentlerini geride bırakarak, bir dünya sanat başkenti niteliği taşıyor. Bu görüşün Amerikan egemenliğinin bir ürünü olduğu düşünülebilir; ancak, sayısal açıdan bakıldığında, ‘dünya sanat başkenti olarak New York’ görüşü, doğru. Fakat soru şu: Hangi sanatın başkenti? Dünyanın dört bir yanında Amerikan ve Amerikancı kanallarda pompalanan çöpsanatın. Yine de dünya çöpsanat başkenti olarak New York’un incelenmesi, bir dünya sanat başkenti tasarlamak için gerekli. Currid’e göre, New York, tarihsel olarak hep nitelikli i şgücünün ve hizmet kesiminin ağırlıklı olduğu bir kentti. 1970’lerde yapımevlerinin (fabrika) başka kentlere kaymasıyla, hizmet kesimi büyüdü. Birçok araştırmacı, bu süreci ‘işleyim-sonrası (post-industrial) dönem’ olarak adlandırıyor. Bu dönemin iki dikkat çekici özelliği var: Hizmet kesiminin ve akçalamanın (finans) önemi ve oranı artıyor. İkincisi, şirketler, bir ürünün tümünü üretmek yerine parçalarını üretiyorlar. Örneğin, bir bilgisayar üretiminde, bir şirket, kasayı; ötekisi, fareyi; bir diğeri, yazıncağı (klavye) üretiyor. Sonra başka bir şirket, bunları birleştiriyor. Bilgisayarcılar diyarı Silikon Vadisi’nin başarısının altında yatan nedenlerden birinin bu parçalanma olduğu söyleniyor. Bu esnek özelleşme (flexible specialization) ile şirketler, ürünün küçük küçük parçaları üstünde uzmanlaşabiliyorlar. Oysa eskiden, bir şirket, ürünün tümünü üretip hatta satımını da yapardı. Bu, işçiler açısından, iki katmanlı bir yabancılaşma anlamına geliyor: Marks’ın zamanında, işçilerin ürettiklerine yabancılaşmalarının nedeni, her işçinin, ürünün bir parçasını üretmesiydi. İşleyim-sonrası dönemde ise, şirketler, ürünü değil ürünün parçalarını ürettiklerinden, işçi, parçayı bile değil, parçanın parçasını üreterek bir kat daha yabancılaşıp robotlaşıyor. Bu esnek özelleşme, üniversitelerde de görülüyor: Günümüzde tek yazarlı bilimsel makaleler çok az; bir makaleyi en az üç araştırmacı yazıyor; herbiri, makalenin bir bölümünü hazırlıyor. Dönelim yaratıcı sınıfa: İşleyim-sonrası dönemde, sanatsal ürün, bir kişiden değil, birkaç kişiden çıkıyor. Bu nedenle, yaratıcı sınıf için, geniş ağlar gerekiyor. İlişkiler ikiye ayrılıyor: Yakın ili şkiler ve uzak ilişkiler. Bir yaratıcının birkaç kişiyle yakın ilişkide olmasındansa, birçok kişiyle uzak ilişkide olması, yaratıcılık açısından daha yararlı. Daha yararlı çünkü bir sanatsal ürünün üretiminde, yaratıcı, az tanıdığı ama çalışmasında işbirliği yapabileceği diğer yaratıcılarla kolaylıkla iletişime geçebilmeli. Bunun için, elbette, büyük bir kent gerekli. Ama yalnızca o da değil: New York’ta yaratıcı sınıf, çok dar bir alanda, yüksek yapıların ve içkievlerinin yaygın olduğu bir ortamda etkileşiyor. Bu dar alanda, araca binmeden, yürüyerek, birbirleriyle görüşebiliyorlar. Yaratıcıların, yoğun olarak bulundukları bir bölge var. Currid’e göre, yaratıcılık için, yüzyüze görüşmeler, zorunlu olduğundan, böyle bir yoğunlaşma (concentration) gerekli ve aynı nedenle, Currid, yaratıcılığı arttırmak adına, New York yönetiminin, gece yaşamını desteklemesi gerektiğini savunuyor! Sanat, ona göre, içkievlerinden çıkıyor.

Page 142: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

142

Buradan Asya’ya geçelim: Asya’da gece yaşamının başkenti (hatta belki dünya gece yaşamı başkenti), Bangkok (Tayland); ama Bangkok’tan, bırakalım sanatı, çöpsanat bile çıkmıyor. Onun yerine, uyuşturucu ve seks işçiliği çıkıyor. Zaten New York’tan dünyaya yayılan çöpsanat da bir tür uyuşturucu; sermaye düzeninin kendini korumak için kullandığı boyalı kalkan. Kaldı ki, neden daha fazla çöpsanatçı gerekli ki?! Zaten MTV’yle ve ‘yerel’ şubeleriyle çöpsanatçılar, koşarken arkalarına çalı bağlamışlarmış gibi çok toz kaldırıyorlar. Ho Çi Min Kenti’nde sanat ortamına bakıldığında, en büyük sorunlardan birinin, sanatçıların yoğun olarak bir bölgede yaşamamaları olduğu görülüyor. ABD’li yaratıcılar, öğle yemeğinde, yürüme uzaklığındaki bir içkievinde buluşabilirken, Ho Çi Min Kenti’nin dört bir yanından kentin göbeğine gelen sanatçılar, zaten, yalnızca gidiş-geliş için en az 1 saat harcıyorlar. Dolayısıyla, Ho Çi Min’li sanatçılar, öğlenleri değil akşamları buluşuyor. Zaten gündüzleri, sokaklar, sıcak ve nemli oluyor. Öte yandan, kentte sanatçılara özel aşevleri ve içkievleri, yok denecek kadar az. Bu yerlerde, sanatçıların birlikte çalışması için gerekli araçlar da (örneğin yazı-çizi tahtası) yok. Tasarımcılar için gerekli olan kablosuz bağlantı da yaygın değil. Ho Çi Min Kenti’ndeki (çöp)sanat ortamının New York’unkine benzememesine sevinmeli mi üzülmeli mi... İlgilisine Kaynak Currid, E. (2007). The Warhol economy. New Jersey: Princeton Üniversitesi Yayınevi.

Page 143: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

143

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (119): Auroville (Tankent) Üstüne... (1) İnsanlık tarihinde Plato’nun ‘Devlet’ kitabından bu yana birçok iyidüş (ütopya) ve kötüdüş (distopya) kitabı yazıldı. Bunlardan en çok bilineni, Thomas More’unki idi. Az bilinen iyidüş tasarımlarından biri, günümüzde erkekler için vazgeçilmez olan traş bıçağının buluşçusu King Camp Gillette’inki (1855-1932). Gillette’in iyidüşü, dev toplukonutlarda yaşayan, kendi kendine yeten bir toplumdu. İyidüşlerin hemen hemen tümü, adı üstünde, düş olarak kaldı. Uygulamaya dökülenler, kısa sürede dağıldılar. Ancak, bir tanesi var ki, 1968’den beri sürüyor. Bu iyidüş, Auroville ya da (Türkçesi’yle) Tankent. Tankentin iki kurucusu var (gerçi, kent, birinin ölümünden sonra kuruluyor). Bunlar Hintli gizemci düşünür Sri Aurobindo (1872-1950) ve Fransız yol arkadaşı Mirra Alfasa (1878-1973). Aurobindo, 7 yaşındayken, babası tarafından, İngiltere’ye bir İsacı soyağa (aile) gönderiliyor. Babası, oğlunun Hint ekininden tümüyle kopuk olarak bir İngiliz gibi yetiştirilmesini istiyor. Aurobindo, okulunda çok başarılı oluyor; birçok Avrupa dili öğreniyor. Cambridge’deki son yılında okulu bırakıyor: O zamanlar, yabancı öğrencilerin, Cambridge’i bitirmek için, memurluk sınavına girme zorunluluğu var. Bu memurluk sınavının bir parçası olan ata binme yetileri bölümüne girmeyerek mezun olmuyor ve 21 yaşında Hindistan’a dönüyor. Ondan çok dil bilen Aurobindo, Hindistan’da gazetecilik yapıyor. Çok geçmeden, İngiliz sömürgecilerine karşı bir bombalama eylemine karıştığı gerekçesiyle tutuklanıyor. Hapiste dalınca (meditasyon) girip dine dönüyor, salıverilince siyasal yaşamı bırakıyor. Böylece dinsel yaşamı başlıyor ve bu, ölene dek böyle sürüyor. İngilizce olarak yazdığı 30 derimlik (cilt) kitabında, Avrupa bilimini Hint gizemciliğiyle birleştirmeye çalışıyor. İnsan evriminin ‘ruhsal’a doğru sürdüğünü düşünüyor. Ona göre, Nirvana örneğinde olduğu gibi, insan evrimi, ruhsal olarak sürüyor. Evrimin bir ileri basamağı için, içsel yoga yapılması gerektiğini ileri sürüyor. (Asıl konumuz Tankent olduğu için ayrıntılara girmiyoruz.) Fransız yönetimindeki Pondicherry kenti, o zamanlar, İngiliz sömürgeciliğinden kaçan Hint bağımsızlıkçılarının sığınma noktalarından. İngiliz sömürge polisince izlenen Aurobindo da, son çare olarak, Pondicherry’ye yerleşiyor. Hindistan’ın 1947’deki bağımsızlığından sonra, Pondicherry’nin bağımsızlığı, ancak, 1954’te geliyor. Aurobindo, hep özlemini çektiği Hindistan bağımsızlığını gördükten 3 yıl sonra (belki de “ölsem de gam yemem artık” diyerek) ölüyor. Tankent’in gerçel kurucusu, Mirra Alfasa (1878-1973), Tankent’te ‘Ana’ olarak biliniyor. Ana, bir Osmanlı Yahudisi babayla Mısır Yahudisi ananın çocuğu. Aurobindo’yla tanışmadan önce, Rodin ve Anatole France’la arkadaşlık eden bir ressam. Alfasa’nın Hindistan’da Aurobindo’yla tanışması, tüm yaşamını değiştiriyor. O, kendini dalınca (meditasyon) vermiş, dış dünyaya kapalı olan Aurobindo’nun tersine, tapınağın günlük işlerini yönetiyor. Aurobindo’nun ölümünden sonra, tüm yönetsel işleri üzerine alıyor ve Tankent’in en ince ayrıntılarını tasarlamaya başlıyor. 1968’de 90 yaşındayken Tankent’i kuruyor; birkaç yıl sonra da ölüyor. Tankent, Güney Hindistan’daki Pondicherry kentine bağlı. Tankent’te bugün 2 bin kişi yaşıyor. Tankent, gerçekte ne köy ne kent. Kimi kent öğeleri, kimi köy öğeleri taşıyor. Tankentliler, 93 topluluk biçiminde yaşıyor. Toplulukların dikkat çekici adları

Page 144: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

144

var: Macera, Dua, Verim vb. Mahallelerin Sanskritçe, Tamilce, İngilizce, Fransızca vd. adları var. Kentin tasarımı, gökada (galaksi) biçiminde. Yerleşimin tam ortasında bulunan dev bir altın küre biçimindeki yapı dikkat çekiyor. ‘Matrimandir’ (‘ananın tapınağı’ anlamında) olarak adlandırılan bu kürenin çevresinde, 12 bahçe, açık hava tiyatrosu ve Hint dinlerinde kutsal sayılan banyan ağacı var. Matrimandir, minaresiz bir Hint camisine benziyor. Kürenin çevresindeki Barış Bölgesi’nde kural, sessizlik. Tankentliler, burada sessizce düşünüyorlar. Yerleşim, kürenin çevresindeki dört alan ve onları çevreleyen Yeşillik Ku şağı olarak tasarlanmış durumda. Bu alanlar, Yerleşim Alanı, İşleyim (Endüstri) Alanı, Ekin ve Eğitim Alanı ve Uluslararası Alan. Yerleşimi çevreleyen Yeşil Kuşak’ta çiftlik ve koruluk var. Tankentli olmak isteyenlerden, önce Tankent’te deneme amaçlı olarak 3 ay yaşamaları isteniyor. Tankent yönetiminin olurundan sonra, Hint büyükelçilikleri, Tankent’e yerleşmek isteyenlere ‘gönüllü’ konumunda görüldü (vize) veriyor. Katılım için, yabancıların (176 Dolar) ve Hintliler’in (89 Dolar) yaptığı önödeme dışında, tüm yerleşimcilerin, Tankent Fonu’na, her ay 33 Dolar ödemesi gerekiyor. 44 ülkeden gelen yerleşimcilerden oluşan Tankent nüfusunun çoğunluğu, Hintli (toplamın üçte biri), Fransız ve Alman. İngilizce, Fransızca, Sanskritçe ve Tamilce, Tankent’in kamusal dilleri; ancak tüm yazışmalar, İngilizce yapılıyor. İngilizce bilmeyenlere, İngilizce öğrenme olanağı sağlanıyor. Kentte konuklar ve yerleşikler tarafından çok çeşitli alanlarda öğrenceler (dersler) veriliyor; böylece Tankentliler, kendilerini sürekli geliştiriyorlar. (2) Tankentliler’in günlük yaşamında doğaüstü öğelerin büyük bir önemi var. Zaten Tankentliler’i birarada tutan, dinsel/ruhani/doğaüstü inançlar. Kentliler, dinsel/ruhani/doğaüstü etkinliklere büyük zaman ayırıyor. Boşinançlar yaygın. (Tankent’teki kimi çeşmelerdeki su, suya Bach ve Mozart dinletilerek daha sağlıklı duruma getirilmişmiş!!!) Kuruluşundan başlayarak, kavramsal bir sorun, bir yandan, Tankent’in tüm dinlerden insanlara açık olduğunun söylenmesi ama öte yandan, Aurobindo’cu olmayanların kente kabul edilmemesi. Yani Tankent, “gel, gel, ne olursan ol gel” demiyor. Ayrıca, Tankent, tembellerin kenti değil; yalnızca, kente katkı yapacak çalışkan insanlar kabul ediliyor. ‘Kumsal’ (the Beach, 2000) izitindeki gibi uyuşturucu cenneti uman AB(D)liler, Tankent’te düş kırıklığına uğruyor. Zaten Tankent’te içki bile yasak. İçki içmek isteyenler, yerleşimin dışındaki yarı-gizli içkievine gidiyor. Tankent, başlangıçta kafa emeği ve kol emeğinin ayrışmadığı, herkesin imeceyle her işi yaptığı bir yerken, ilerleyen yıllarda, kol işleri için çevredeki Tamil köylerinden köylüler çalıştırılmaya başlandı. Tankent, böylece, tüm yüce ülkülerden uzaklaşmış oldu. Şimdi Tankent, kölelere dayalı eskil Yunan elerki (demokrasi) gibi. Durum, İsrail’de eşitlikçi ülkülerle çıkıp sonra ağır işlerde Araplar’ı ve Afrikalılar’ı çalıştıran kibbutz denemelerine benziyor. Buna bağlı olarak kentte sıklıkla konuşulan bir konu, çevredeki köylerden başvuru yapan Tamil köylülerin kente kabul edilip edilmeyeceği. Köylüler, tutumbilimsel (ekonomik) nedenlerle Tankent’te yaşamak istiyor. Ancak, yönetim, kendine bakamayacak durumda olanların gelişiyle Tankent’in çökmesinden

Page 145: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

145

korkuyor ve ayrıca, onları, Tankent’e kabul edilecek kadar ‘ruhani’ bulmuyor. Zaten, yönetim, bu konuda yumuşak olsaydı, 1.13 milyar nüfuslu Hindistan’da, Tankent’e kısa sürede onbinlerce insan doluşurdu. Ancak, kuruluştaki sayısal hedef (50 bin) karşılanacaksa, dışarıdan gelenlere açık olmak, bir zorunluluk oluyor. Tankentlilerin evleri, yerleşimciler arasındaki eşitsizliği yansıtıyor: Lüks villaların hemen yanında, ortaklaşa kullanılan toplukonutlar var. Birçok yapı, geleneksel Tamil öğeleri kullanırken, diğerleri, tüm Hindistan’ın en gelecekçi (fütüristik) yapılarından. Kuruluşta, Ana, Tankent’te özel mülklüğün olmasını istememişti. Herşey herkesin olacaktı. Ancak onun ölümünden sonra, mülklük gelişiyor; Tankent evleri alınır satılır oluyor. Bugün yerleşimde yaşayanların bir bölümü, kendi evlerinin sahibi değil. Dahası, kentte, Avrupalılar ve Kuzey Hindistanlılar üst konumda; Tamiller, alt konumda. Tankentliler, genel olarak Hint dinlerine ilgi duyuyor ama bölgenin yerel ekini olan Tamil ekiniyle bir ilgileri yok. Ana’nın dileği, Tankent’te para kullanılmamasıydı. Ancak, uygulayımsal (pratik) nedenlerle, bu, gerçekleşemedi. Ama para kalksa bile, ondan da beteri var: Kentin göbeğindeki Matrimandir’in dış yüzeyi altın. Yapının altın yüzeyli oluşu, kentin ülküleriyle ters düşüyor. Durum, malı mülkü reddeden Buda’nın yüzyıllar sonraki izleyicilerinin, onun için altın heykeller ve tapınaklar dikmelerine benziyor. Başından beri altını göbeğe koyan bir kentin alsatçı (ticari) olması değil olmaması şaşırtıcı olurdu. Thomas More’un iyidüşünde (ütopya), bunun tam tersine, altın, değersiz. Düşadada, altın, kolaylıkla bulunduğundan, köleleri ve suçluları bağlamak için altın zincirler kullanılıyor; altın, ağır işçiliğin ve suçun simgesi sayılıyor. Tankent’in Thomas More’dan öğrenecekleri var. Tankent’te çokça sorun var. Gerçekler, kurucu ülkülerle uyuşmuyor. Ancak, yine de, kentte güzel çalışmalar da yapılıyor: Kentin çevresindeki Yeşil Kuşak’ta, yıllar süren ağaçlandırma çalışmalarının bir ürünü olarak 3 milyon ağaç var. Tankent, Hindistan’ın en yeşil yerleşimlerinden biri. Yerleşik ve konuk araştırmacılar, birçok çevre dostu ürün ve seçenek enerji araçları geliştiriyor. Kentin ana aşevi, güneş enerjisiyle çalışıyor. Öte yandan, Tankent’in geleceği parlak görünmüyor: Kentin genişlemesi çok zor, çünkü çevresindeki topraklar, geçen yıllarda çok pahalılandı. Diğer bir sorun, Tankent’in 7-8 kilometre yakınında olan Bengal Koyu’ndan gelen tuzlu suyun tarıma verdiği zarar. Herşeye karşın, sıfırdan ikibin kişilik bir yerleşim kurmak kolay değil; kentin 1968’den bu yana varkalması bile tek başına büyük bir olay. Tankent’te doğup büyüyen ikinci kuşak, kentle ilgili birçok olumsuz düşünceye sahip. Avrupalı yüksek gelirli yetişkinler, Tankent’e ülkelerindeki hızlı yaşamdan kaçarak gelmişken, ikinci kuşak için kent, bir tür hapishane. Gençler, eğitim yıllarını Tankent’te geçirdiklerinden, dış dünyayla bağları kopuk; dışarıda iş bulmaları zor. Toplumbilimin babalarından Durkheim’a göre, toplumsal kuralların sayısı, nüfus yoğunluğuyla doğru orantılı: Çok sayıda insan, dar bir alanda yaşadığında, daha çok sorun ortaya çıkıyor. Tankent, gelecekte büyürse, sorunları da büyüyecek. Küçük olsun Tankent olsun o zaman... İlgilisine Kaynak

Page 146: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

146

Pillai, S. (2005). Auroville: Philosophy, performance and power in a transnational utopian community in South India. Doktora savı. New York Üniversitesi. (bitti)

Page 147: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

147

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (118): Vietnam’da ve Japonya’da Kadın Olmak İki Asya ülkesi olan Vietnam ve Japonya’da kadın sorunları, kimi farklı kimi benzer özellikler taşıyor. Vietnam’da kadınları doğrudan etkileyen toplumsal yönelimler şunlar: - 85 milyonluk Vietnam’da 1.2-1.6 milyon bebek aldırma olayı var ve bunların %20’sinde bebeği aldıranlar, onlu yaşlardaki anneler. Vietnam, dünyadaki en yüksek çocuk aldırma oranlarından birine sahip. Bunun altında, ataerkil toplum yapısı ve kılgıbilimsel (teknolojik) ilerleme yatıyor: Soyaklar (aile), erkek çocukları yeğliyor ve geçmişteki durumun tersine, bebeğin cinsiyeti, doğum öncesinde bilinebiliyor. - Vietnam’da, erkek çocuğun yeğlenmesinin genel olarak üç nedeni var: Birincisi, erkeğin ‘ekmek kazanan’ olarak görülmesi ve erkek çocuğa, ana-baba için, yaşlılıkta güvence olarak bakılması. İkincisi, soyla ilgili kimi dinsel törenleri yalnızca erkeklerin yönetebiliyor oluşu (bu, kadın imam tartışmasının bir benzeri). Üçüncüsü, soyadını erkeklerin sürdürmesi. - Vietnam’daki evliliklerin beşte birinde eviçi şiddet var. Eviçi şiddetin temel öncülleri, içki, uyuşturucu bağımlılığı, kumar, aldatma ve kıskançlık. - Vietnam’da, kalkınmayla birlikte, üç kuşağın (anneanne-anne-kız vb.) birarada yaşadığı evlerin oranı düşüyor. - Vietnam’da yakın zamana dek pek görülmeyen boşanma olgusu yaygınlaşıyor. - Vietnam’da kentli nüfus oranı, 1999-2009 arasında % 23.5’tan % 29.6’ya sıçradı. Bununla birlikte kız-erkek oranı düşüyor. - 2009’da Vietnam’da, bebeğin cinsiyetinin doğum öncesinde açıklanması yasaklandı; ama birçok hastanede bu bilgi, gizlice veriliyor. - Vietnam’da işyerinde kadın-erkek ayrımcılığını yasaklayan yasalar yeni yeni çıkıyor. Japon kadınlarını etkileyen gelişmeler ise şunlar: - Tokyo Yüksek Mahkemesi, bir şirketi, 1992-2008 arasında, kadın çalışanlarına cinsiyet ayrımcısı ücretler ödediği için 72 milyon Yen (yaklaşık 800 bin Dolar) ödence (tazminat) cezasına çarptırdı. Osaka Mahkemesi ise, 2005’te, başka bir şirketin 4 kadın çalışana 63 milyon Yen (yklş. 700 bin Dolar) ödence ödemesini kararlaştırdı. 2009’daki bir başka davada, bir şirket, Tokyo Mahkemesi’nden çıkan karar dolayısıyla, 50 milyon Yen (yklş. 560 bin Dolar) ödence ödedi. Yine de, Japonya’da kadın çalışanların aylığı, erkek çalışanlarınkinden % 33 daha düşük ve Japonya’daki aylık uçurumu, dünya ortalamasının iki katı. Japonya’daki uçurum, Çin’dekinden ve Güney Kore’dekinden bile daha kötü. Bu eşitsizliği besleyen iki olgu daha var: Birincisi, esnek üretim kipçikleri (model) dolayısıyla, Japon işgücü, yarı-zamanlılaşıyor. Yarı-zamanlı çalışanların 2/3’ü kadın. Bu süreçte, kadın-erkek eşitli ği gözetilmiyor. İkincisi, birçok Japon şirketinde, kadınlar, sekreterlik gibi işlere yönlendirilirken, erkekler, yönetici olmak üzere yetiştiriliyor. İşte bu ve benzeri nedenlerle, birçok araştırmacı, “Kalkınmış bir ülke olan Japonya, kadın-erkek eşitli ği konusunda gelişmekte olan bir ülke” diyor. - 2006’da, Japonya’da, şirketlerin kadın çalışanları gebelik gerekçesiyle atması yasaklandı. - Aynı yetenek ve düzeyde kadınlara daha düşük ücret veren şirketlerin para cezasına çarptırılması yasalaştırıldı. - Japonya’da, boşanmış bir kadının yeniden evlenebilmesi için 6 ay beklemesi yasal bir zorunluluk. Erkekler içinse böyle bir zorunluluk yok.

Page 148: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

148

- Japonya’da doğum oranı düşük. Bu, iki biçimde açıklanıyor: Birincisi, dünyanın en pahalı ülkelerinden olan Japonya’da çocuk büyütmek için çok para gerekiyor. İkincisi, aynı pahalılık nedeniyle, erkeğin de kadının da çalışması bir zorunluluk. Çalışan kadınların çocuk yapmak yerine işlerine odaklandığı ileri sürülüyor. (Gerçi bu görüş çok tartışmalı; çünkü hem çocuk büyüten hem de çalışan birçok başarılı örnek var.) Vietnam’da yasamacıların (milletvekili) % 26’sı, üniversite mezunlarının % 40’ı, yüksek lisans derecelilerin % 30’u ve doktoralıların % 10’u kadın. Bu oranlar, Japonya’da daha düşük. Japon Alt Yasama Kurulu’nun (Millet Meclisi) % 9.4’ü ve Üst Yasama Kurulu’nun % 18.2’si kadın. Kadınların Yasama Kurulu’ndaki oranı açısından Japonya, 189 ülke arasında 106. sırada (Ruanda, % 48’le birinci). Japonya’da uray (belediye) başkanlarının yalnızca % 0.9’u kadın ve ülkedeki kadın mezun oranı, OECD ortalamasından daha düşük. Oysa Vietnam, Asya’daki en yüksek kadın yasamacı oranına sahip. Gerçi, siyasal katılımın artması, sorunları kendiliğinden çözmüyor. Birçok ülkede kadın siyasetçiler, kadın hakları adına çaba göstermiyor; kimi kadın siyasetçiler, erkekten de erkekçi. Vietnam ve Japonya kadınlarını karşılaştırdığımızda, bunların dışında iki nokta dikkat çekiyor: Birincisi, Japonya’da dişilci (feminist) hareket cılız; Vietnam’da ise hiç yok. Ancak, Vietnam’da generkin (devlet) bir kolu olan kadın örgütleri, güçlü. İkincisi, Japonya’da savaşlarda kadınlar, evlerinde oturdular; en ‘eşitlikçi’ örneklerde hemşirelik yaptılar. Vietnam-Amerikan Savaşı’nda ise, kadınlar, erkeklerle aynı askeri görevlerde yer alıyordu. Vietnam’da günümüzde de, tüm lise mezunu gençler, kız-erkek demeden 1 ay atış eğitimi alıyor. Kalkınma, iki ülkenin kadınları için farklı anlamlar taşıyor; ama tek başına kalkınma, toplumun değil yalnızca erkeklerin kalkınması anlamına geliyor.

Page 149: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

149

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (117): Yasukuni: Ölüler Üstüne Kurulu Tarih... (1) Yasukuni Ölü Tapınağı, Japonya’yla Çin ve Güney ve Kuzey Kore’nin arasını bozmayı sürdüren, Japon yayılmacılığının en önemli simgesi. Japon başbakanlarının, tapınağı ziyareti, kimi Asya ülkelerinde gösterilere yol açıyordu. Eylül 2009’da başa geçen başbakan Hatoyama, Yasukuni’yi ziyaret etmeyerek bir ilke imza atmış oldu. Yolunuz Tokyo’ya düşerse, bu gösterilere yol açan tapınağı aramadan bulabilirsiniz. Tapınak, Ulusal Çağdaş Sanat Buluntuevi’nin (müze) ve Bilim Buluntuevi’nin yakınlarında; Tokyo Bilim Üniversitesi’nin hemen karşısında. Tapınağın girişinde, üstünde sömürgeci Japonya’nın bayrağıyla, geleneksel bir Japon çalgısı çalan yaşlı bir adam göreceksiniz. Japonya’nın savaş dönemlerine özlem duyan eski bir asker olduğunu, Japonca bilmeseniz de şıp diye anlayacaksınız. O, dilenci değildir; şarkısına karşılık para beklemez. Onu geçip tapınağa girdiniz. Bir yanda, denk gelirse, bir caz bandının çaldığını duyacaksınız; üstüne de içli Japon dansları (yelpaze dansı) gösterisi gelecek. Yasukuni’ye gelen Japonlar’ın, diğer birçok tapınakta da yaptıkları gibi, iki kere belden selam verdiklerini, ellerini iki kere önde çırptıklarını ve başlarını öne eğip Buda selamıyla bir süre beklediklerini göreceksiniz. Ve hepsinden önce, öndeki tahta sandığa bozuk para attıklarını görüp şaşıracaksınız. “İçlerinden dua ediyor ve adak adıyor olmalılar” diyeceksiniz kendi kendinize belki de. Yasukuni’nin yanındaki buluntuevinde (Yuşukan Buluntuevi), sömürgeci Japonya döneminin bayrağını ve simgelerini içeren nesnelerin (oyuncaklar, armağanlıklar, süslükler, videolar, kılıçlar, kamalar vb) ve sömürgeci Japon bakışıyla yazılmış savaş kitaplarının satıldığını; bunların yasaklanmış olmadığını görüp bir daha şaşıracaksınız. Şaşıracaksınız, çünkü askeri üslerinde hâlâ 50 bin Amerikan askerinin bulunduğu, işgal altındaki bir ülkede, Amerikan-karşıtı ve (fakat) faşist bir adanın var kalabilmesi dikkat çekici. Yasukuni’de, çoğunluğu Japon ve erkek olmak üzere 2,460,000’den fazla savaş ölüsünün ‘ruh’ları anılıyor (Japon olmayan ölüler, Japon ordusu için savaşmış Koreliler’e, Tayvanlılar’a vd. ait). Bu ‘savaş ölüsü’ sözü, ‘şehit’ sözünün bir başka karşılığı. Tapınak, 1869’da kuruluyor. O zamandan beri, Japonya’da savaş ölülerinin anıldığı en büyük tapınak. Yasukuni ziyareti, Hac ziyareti olarak da algılanıyor (Şintocular’ın Haccı). Tapınağın hemen yanındaki Yuşukan Buluntuevi, ‘savaş ölüleri’nden kalan nesneleri sergiliyor. Buluntuevi’ndeki 19 sergi salonu, Japonya’nın yakın tarihini ulusalcı bir açıdan sunuyor. Sergi salonlarının adları şunlar: Samuray Ruhu, Japon Askeri Gelenekleri Tarihi, Meiji İyileştirmesi, Satsuma Ayaklanması, Yasukuni Tapınağı’nın kuruluşu, Başyayılman Soyağı (Kraliyet Ailesi), Çin-Japon Savaşı, Rus-Japon Savaşı, Japon Tapınağı Örneği, Çin Olayı, Büyük Doğu Asya Savaşı ve Yasukuni’deki ruhlardan anı kalıntılar. 19 salondan 5’inin Büyük Doğu Asya Savaşı’na ve 4’ünün Yasukuni’deki ruhlardan anı kalıntılara ayrılması, 1939-1945 döneminin, buluntuevindeki ağırlığını gösteriyor. Bu salonlardan birinin adının ‘Çin Olayı’

Page 150: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

150

olması dikkat çekici. Japon ulusalcılarının ‘Çin Olayı’ diye kestirip attıkları toplukıyımlarda, Japon Ordusu, Çin kentlerinde onbinlerce sivil Çinli’yi öldürdü. ‘Çağdaş’ Japon Ordusu (‘çağdaş’, tırnak içinde; çünkü birçok ordunun ‘çağdaş’lı ğı, kaç leşleri olduğundan anlaşılıyor), 19. yüzyılda, Hollanda Ordusu örnek alınarak oluşturuluyor. 1872’de Japonya’da zorunlu askerlik düzeni getiriliyor. Bu yüzyıl, Japonya’nın imzalamak zorunda kaldığı, ağır koşulları olan (örneğin Japonya’da yaşayan yabancıların dokunulmazlığı) anlaşmalarla geçiyor. Ülkede, bu dönemde, yabancı karşıtlığı güçlü olsa da, Saray ve başkomutan (şogun), AB(D) ordularının gücü karşısında sesini çıkaramıyor. Japonya, bu süreçte, sömürge olmamak için sömürgeci oluyor. Buluntuevi kitabı, Meiji döneminden (1868-1912) bir generk adamı için (Yoshida Shoin Mikoto), “yayılmacılığın içten bir savunucusuydu. Ondan sonra gelenler, onun yayılmacılığının ardından gittiler” diyor! 19. yüzyılda ordusunu çağdaşlaştırmaya çalışan Asyalı güçler, kendilerine saldıran Avrupalı ordulara karşı, “düşmanımın düşmanı dostumdur” diyerek, onların düşmanı olan Avrupa ülkelerine yanaşıyordu. Almanya’ya yanaşan Osmanlı gibi, Japonya da Hollanda’ya yanaşmıştı. Burada bir farklılık yok. Şaşırtıcı olan, 19. yüzyılda, Osmanlı’nın neden Japonya’da olduğu gibi dünyaya kafa tutacak ordulara sahip olamadığı. Elbette Osmanlı Ordusu, birçok savaş kazandı; ama Japonya’dakiler yanında Osmanlı yengileri küçük kalıyor. Temel bir nedenin din olduğu söylenebilir: Din, Japonya’da, Osmanlı’da olduğu kadar güçlü olmadı hiç. Ama aynı zamanda din, askerlere özgüç veren önemli bir araç oluyor. (Bu konuyu başka bir yazıda işledik.) Japonya’nın 19. yüzyılı, ayrıca, Osmanlı’daki Avrupalılaşma karşıtı yeniçeri ayaklanmaları gibi, samuray ayaklanmalarına tanık oldu. Geleneksel güçler, samuray giysileriyle ayaklanırken, onları, Avrupalı giyimli saray ordusu bastırıyordu. (‘Son Samuray’ (2003) iziti, bu ayaklanmalardan esinlenen kurgusal bir yapıt.) Japon ulusalcı tarihyazımı, 19. yüzyıldaki ayaklanmalarda, Japon çağdaş ordusu yanlısı. Yasukuni’de saray askerlerinin ruhları anılırken, ayaklanmacılara elbette yer yok. Kapıkulu tarihçiliği bu. Kul olunan kapılarda Celaliler’e yer yok.

Page 151: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

151

(2) Japon yayılmacılığı, Kore üstündeki Çin-Japon çekişmesiyle başlıyor. Bu dönemde, Çinci ve Japoncu Koreliler’in kendi iç çatışmaları (ne kadar iç olabilirse) yaygın. Çatışma sonundaki anlaşmayla Japonya, Tayvan’ı ele geçiriyor (1895). 1910’da Japonya, bir Koreli ulusalcının bir Japon generali öldürmesini gerekçe göstererek Kore’yi işgal ediyor. Bu dönemin ve sonrasının sergilenmesiyle ilgili anmaya değer noktalar şunlar: - Japon ulusalcıları, Japon yayılmacılığı dönemine girilirken, haklı olarak, Japonya ve çevresi dışındaki tüm Asya’nın Avrupalı güçlerce paylaşılmış oluşuna dikkat çekiyor. Diğer bir deyişle, Japonya, bölgedeki tek yayılmacı güç değildi. Ancak, 2. Paylaşım Savaşı’nın bitiminde, AB(D)ci tarihler, AB(D) sömürgeciliğini hasıraltı edip Japon sömürgeciliğini masaüstüne çıkardılar. Oysa AB(D) de, sütten çıkmış ak kaşık değil(di) ve hiç olmayacak. - Bu dönemden kalma, 10 bin Japon kadının saçından yapılmış savaş gemisi halatı, dikkat çekici (en azından, kandan bayrak yapmaktan daha insancıl!). - Japon ulusalcı tarihyazımı (JUT), Türkiye’de de olduğu gibi, savaşın karşı tarafını anmaktansa, ‘düşman’ diyor. “Çin-Japon Savaşı’nda, düşman, yiğit askerlerimizi katletti” yazıyor. - JUT, hızını alamayıp Rus-Japon Savaşı’ndaki ‘savaş kurbanı’ Japon askerlerinden sözediyor. Oysa, savaş kurbanlarının sivil olmasını bekleriz. - JUT’a göre, Japonya’nın AB(D)li güçlere kafa tutması, Asya’daki bağımsızlık hareketlerine güç verdi; onların bağımsızlık umutlarını inandırıcı kıldı. (Bir başka palavra.) - JUT’un, Japon Ordusu’nun Çin’de yaptığı toplukıyımlar için ‘Çin olayı’ demesinin nedeni, iki tarafın savaş ilan etmeden çatışmaya girmiş olması. (Hiç inandırıcı gelmedi.) - JUT, Japon Ordusu’nun toplukıyım yaptığını da kabul etmiyor. Onlara göre, öldürülen Çinliler, sivil değil, sivil giyimle kendilerini gizlemiş olan askerlerdi. Onlar da ‘teröristlik’ yapmasalardı. - Japonya, Çin işgalini sürdürürken, sık sık duygu sömürüsüne başvuruyor elbette: Çinli çocuklar, Japon çocukları dövüyorlarmış vb. - Savaş döneminde, Filipinler’i, Endonezya’yı vd. işgal eden Japon askerleri için ‘Göklerden/ Cennet’ten gelen askerler’ gibi kahramanlık şarkıları yazılıyordu. - Japonya’da intihar bombacılığının belki de ilk örneği, 1932’de, Çin’de, dikenli telleri etkisizleştirmek için üstlerine bomba bağlayıp patlatan üç Japon askeri (Sakue, Kitagawa ve Enoshita). - Japon ulusalcı tarih kitapları, savaş dönemindeki Japon yönetiminin, Çinli ortaklaşmacılara karşı, Çin ulusalcılarını saflarına çağırdığını yazıyor. Buna göre, Çin ve Japonya, ‘kızıl tehlike’ye karşı birleşmeliydi. - Japon işgalindeki Çin’de ve Kore’de, bağımsızlıkçı hareketler eksik olmadı. JUT, bu bağımsızlıkçıları ‘terörist’ olarak adlandırıyor ve işgalleri, bu ‘terörist’ eylemlere karşılık olarak gerekçelendiriyor. Haritalarda ise, savaş sırasında ÇKP’nin denetiminde olan bölgeler, ‘komünist işgali altındaki bölgeler’ olarak adlandırılıyor. - JUT’a göre Japon-Amerikan Savaşı, ABD’nin, Japonya’ya 1941’de yeryağı alımsatım yasağı (petrol ambargosu) getirmesiyle başladı. Onu da önceleyen ana

Page 152: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

152

neden, ABD’nin, Japonya’nın can düşmanı olan Çin’e (Chiang Kai-shek’e (okunuşu: Cang Cie Şı)), askeri ve akçal (finansal) yardımda bulunmasıydı. - 1941’de Japonya’nın ABD’ye ve Britanya’ya savaş ilan ettiği metin, “dünya barışını sağlamak için ABD ve Britanya’ya savaş açmak zorunda kaldık” gibi yaman bir zıtlamayı (oxymoron) içeriyor. 1. Paylaşım Savaşı’nda Japonya’nın büyük bir katılımı olmadı. Japonya, Pasifik’teki Alman sömürgesi olan adaları ele geçirdi (adalar, savaş bitiminde Japonya’da kaldı), Sibirya’ya saldırıda bulundu ve Almanya’ya karşı Malta’ya donanma gönderdi. Bugün, Malta’da, Japon donanması anısına dikilmiş bir anıt var. JUT, Japonya’nın 2. Paylaşım Savaşı’ndaki yenilgisini gengüdüm (strateji) yanlışına bağlıyor ve “yenildik ama onurlu bir biçimde” diyor. Japonya, 1. Paylaşım Savaşı’nda doğru ata, 2. Paylaşım Savaşı’nda yanlış ata oynadı. Japonya’da şaşırtıcı olan, ulusalcılığın yükselişi değil. Şaşırtıcı olan, 2. Paylaşım Savaşı’nda yenilen Japonya’da, Osmanlı’daki durumun tersine, bir bağımsızlık hareketinin çıkmamış oluşu. Savaşın üstünden 60’ı aşkın yıl geçmesine karşın, ülkede hâlâ Japon üsleri var ve bu gidişle, bir 60 yıl daha kalacak o üsler. Japonya’da, savaş sonrasında, bir bağımsızlık hareketinin varolmamasının iki temel nedeni şu: Birincisi, Japon halkı, başyayılmana (imparator) aşırı bağlıydı ve başyayılman, teslimiyetçiydi. İkincisi, teslimiyet karşıtı olan Savaş Bakanı General Anami Korechika Mikoto, Hiroşima ve Nagasaki’nin bombalanmasından sonra canına kıymıştı; böylece, emir-komutaya tümüyle bağlı olan Japon Ordusu ve Japon toplumu, üstten çökertilmiş oldu. (Savaş döneminde, yenilen ya da yenilgi bekleyen Japon askerlerinin özkıyımı yaygındı; bunu onurlu bir ölüm adına yapıyorlardı. Oysa kendi canlarına kıyarak, Japonya’nın yenilgisini hızlandırmış oldular.) Japonya üstündeki Amerikan işgali de, Japon sağcılarının ölüler üstüne kurulu tarihi kutsaması da, Japon genç kuşağının ilgisizliği, umursamazlığı, bilinçsizliği (buraya bir sürü –sızlık, -sizlik eklenebilir) düşünüldüğünde, böyle onyıllarca sürecek gibi görünüyor. İlgilisine Kaynak Yasukuni Ölü Tapınağı. (2009). Yasukuni Jinja: Record in pictures of Yushukan. Tokyo: Kindai. (bitti)

Page 153: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

153

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (116): Japonya’da Budunsal (Etnik) Ayrımcılık Japonya için hep ‘türdeş (homojen) ülke’ denir. Japonya, türdeş; çünkü 2. Paylaşım Savaşı sonunda, sömürgelerinden kovulup ana adalarına hapsedildi. Yoksa bugün Kore, Tayvan, Mançurya, Kuzey Pasifik Adaları, hâlâ Japonya’nın elinde olsa, kim türdeşlikten söz edebilirdi... (Yine de, güneyde Ryukyu azınlık; kuzeyde Ainu azınlık var.) Japonya’nın türdeşliğinin ikinci nedeni, göçmenlerin yurttaşlık almalarının zor olması. Ainular, Kuzey Japonya’nın yerlileri. Bugün Japonya’da 20-50 bin Ainu’nun yaşadığı sanılıyor. Ainular, dillerini yitirmiş durumda. 1996’daki bir araştırmaya göre, anadillerini konuşabilen Ainular’ın sayısı, yalnızca 15! 1868’den başlayarak, Meiji İyileştirmesi döneminde, Ainular’ın kimliği, yok edilmeye çalışıldı; dilleri yasaklandı ve onlara Japonca ad alma zorunluluğu getirildi. Ainular, o dönemden başlayarak, Japon balıkçılık şirketlerinde köle gibi çalıştırıldılar. Bugün Ainular, kendilerini ‘Utari’ (yoldaş) olarak adlandırıyorlar; ‘Utari’yi, ayrımcılığı çağrıştıran ‘Ainu’ sözcüğüne yeğliyorlar. Utariler’in anayurdu olan adanın, Meiji İyileştirmesi’yle (ne kadar iyileştirmeyse bu. Utariler için kötüleştirme gerçekte) Utari dilindeki adı değiştirildi, ‘Hokkaido’ yapıldı. Japonya, yüz yıldan uzun bir süre, Japonya’da herkesin Japon olduğu ve Japonya’da azınlık bulunmadığı yalanını yineledi durdu. Bu yok sayma ve bastırma siyasaları, 2008’e dek sürdü. Utariler, ulusalcı Japon yönetiminin bölgeye Japon göçmenleri yerleştirme siyasasının bir sonucu olarak, bugün, kendi anayurtlarında azınlık durumundalar. Durumları, nüfus açısından, kendi yurtlarında azınlığa düşen Uygurlar’ın ve Batı Papualılar’ın durumuna benziyor. Japonya’nın diğer azınlığı olan Ryukyular, bugün ‘Okinawa’ olarak adlandırılan bölgenin yerli halkı. Ryukyular, 1609’a dek bağımsız, bu tarihten 1879’a dek özerktiler; onlar da Japon ulusalcılığının kurbanı oldular. Onlar, kendilerini önce ‘Okinawalı’ ve ancak ondan sonra ‘Japon’ olarak adlandırıyor. 2. Paylaşım Savaşı’ndan sonraki Amerikan işgalinden başlayarak, Okinawa Adası’na Amerikan üsleri kuruldu; üsler, Okinawa Adası’nın neredeyse beşte birini oluşturuyor; halk, tepkili. Japonlar’ı ülkedeki budunsal azınlıklardan ayırmak amacıyla, onlar için ‘Yamato’ deniyor. Yamato, tarihte Japon Sarayı’na verilen ad. Yani Yamato, bir açıdan, Topkapı’ya karşılık geliyor. Japonya, hâlâ bir yayılmanlık (imparatorluk); en faşist döneminde bile, tam anlamıyla bir ulus-generk (ulus-devlet) değildi. Japon çoğunluk için ayrı bir nitelemenin olması, tam da bundan. Osmanlı yıkılmasaydı, herkes ‘Osmanlı’ ve yalnızca kimileri ‘Türk’ olacaktı. Bu da ona benziyor. Utariler ve Ryukyular dışında, geleneksel Japon kast düzeninin dokunulmazları olan ve sayıları 2-3 milyonu bulan Burakuminler, budunsal bir azınlık sayılmıyorlar; ama onlara yönelik ayrımcılık, az-çok sürüyor. Japonya’daki en büyük yabancı nüfus, Koreliler. Onları, sırasıyla, Çinliler (ve Tayvanlılar), Brezilya yurttaşı Japonlar’ın çoğunluk olduğu Brezilyalılar, Filipinliler, yine Japon kökenlilerin çoğunluk olduğu Perulular ve ABD’liler izliyor. ABD’nin Japonya’daki 50 bin askeri, bu sayılara eklenirse; ABD’liler, Koreliler’den sonra ikinci büyük yabancı nüfus oluyor. Bunların dışında, ülkede çok sayıda yasadışı

Page 154: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

154

göçmen var; ama diğer birçok ülkede de olduğu gibi, sayıları bilinmiyor. Japonya’da yaşayan Koreliler’in çoğu, Kore’deki Japon işgali sırasında (1910-1945) Japonya’ya getirilen köle işçilerin ya da topraklarını Japonlar’a kaptırdıkları için Japonya’ya iş aramaya gelenlerin torunları. Japonya’nın Korelileri, Güney Kore’yi ve Kuzey Kore’yi destekleyenler olarak ikiye bölünmüş durumda. Japonya’nın yerleşik yabancıları olan Koreliler ve Çinliler, ‘zainiçi’ (‘Japonya’da yaşayanlar’ anlamında); daha sonradan gelen İranlılar ve Güneydoğu Asyalılar ise ‘rainiçi’ (‘Japonya’ya gelenler’ anlamında) olarak adlandırılıyor. İkinciler, Japon toplumunun bir parçası olarak görülmüyorlar. Aynı biçimde, ‘gaijin’ olarak adlandırılan AB(D)’li yabancılar da, geçici göçmen sayılarak, Japon toplum yapısının dışında tutuluyorlar. Çinliler, Koreliler ve Ruslar, Japon polisi tarafından, ‘suça eğilimli’ (ya da ‘olağan şüpheli’) olarak değerlendiriliyor; poliste de ayrımcılık var. Bu üç kesim, Japon dazlakları olan uyokuların değişmez hedefleri oluyorlar. Japon sağcıları, suç oranlarındaki yabancı katkısının büyüklüğüne dikkat çekseler de; gerçekte, Japonlarca işlenen suçlar da az değil ve Japon mafyası yakuzanın gölgesindeki ülkede, kayıtlara geçen suçlar, geçmeyenlerden çok daha az. Japonlar arasındaki anlaşmazlıkları, polise gitmeden, mafya çözüyor; yabancılarla olan anlaşmazlıklarda ise, mafya, polisi devreye sokuyor. Böylece, yabancılarla ilgili suçlar, daha çok kaydediliyor. Ayrıca, yabancıların suç oranından, süresi geçmiş görüldüyle (vize) kaçak olarak kalma olayları düşüldüğünde, geriye çok fazla yabancı suçu da kalmıyor. Japonya’nın ayrımcılığa karşı savaşım için ayrı yasaları yok. Japon Anayasası’nın 14. maddesi, her tür ayrımcılığı reddedip ayrımcılıkla savaşımı anayasal güvence altına almışken, Japon sokaklarının anayasası farklı. Sokaklarda da işleyen eşitlikçi bir anayasa, Japon azınlıklarının büyük özlemi...

Page 155: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

155

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (115): Japonya’nın Mafyası: Yakuza Japonya’yı inceleyen yabancıların ilginç bulduğu konulardan biri, yakuza. Kimi güncel alsatçı izitlerde (örneğin ‘Hızlı ve Öfkeli: Tokyo Yarışı’), bir gerilim öğesi olarak yer verilen yakuza, Japon mafyası. Yakuza, temel olarak 4 takımdan oluşuyor; başı çeken bir takım, Japonya’daki tüm mafyanın yaklaşık yarısını oluşturuyor. 40 bin-80 bin Japon’un yakuza olduğu sanılıyor. Durum, kimi açılardan, Türkiye’dekinden farklı değil: Türkiye’deki ülkücü mafya örneğinde olduğu gibi, Japonya’da da, yakuzayla Japon derin sağının örtük ve açık ilişkileri var. 2. Paylaşım Savaşı sonunda Japonya’yı işgal altında tutan ABD, kimi yakuzaları hapisten çıkarıp ‘pis işler’de görevlendirdi. Bu ‘pis işler’ arasında, o dönem, Japonya’da güçlü olan solu bastırmak yer alıyordu; yakuzalar, grev kırıcı olarak işçilerin arasına sokuluyordu. Japonya üstündeki Amerikan işgaline tepki gösteren gençlerin üstüne ABD ve Amerikancı Japon yönetimi tarafından yakuza salınıyordu (durum, Türkiye’nin ‘kanlı pazar’larını anımsatıyor). Bugün Japon/Amerikan derin generkinin (devlet) yakuzaya pek gereksinimi yok; Japon solu, eskisine göre oldukça zayıf (gerçi, yine de, Japonya Komünist Partisi’nin (JKP) oyu, % 7’lerde). Bugün yakuza, olağan etkinliklerine odaklanmış durumda. Nedir bu etkinlikler? Güneydoğu Asyalı, Çinli ya da Güney Amerikalı genç kızları ‘Japonya’da iyi bir iş’ sözüyle kandırıp seks kölesi/işçisi yapmak; Hawaii üstünden getirilen silahları Japonya’da pahalıya satmak; Tokyo başta olmak üzere, büyük kentlerde, eğlence yerlerini ve dükkanları haraca bağlamak; küçük şirketlerin utanca (skandal) yaratabilecek açıklarını/gizlerini yakalayıp karabaskı (şantaj) yaparak para sızdırmak; güreş karşılaşmaları düzenlemek; bilgisayar oyunevi ve kumarhane işletmek; nitelikli dolandırıcılık; arsa alımı-satımı; borsada –sözcüğün iki anlamıyla da- oynama; uyuşturucu satışı. Ayrıca yakuzanın ABD’de ve Kanada’da arsaları, gezmenevleri (otel), golf alanları, yatırımları vb. var. Yakuza, Japonya’da polisle içiçe; üstelik, Kobe depreminde (1995) arama-kurtarma çalışmalarında etkin görevler üstlenmeleri gibi olaylar, ortalama Japon insanının gözünde onları kahramanlaştırıyor. Yakuzanın % 70’i, Japon paryaları olan burakamin kökenli. Burakumin, derebeylik Japonyası’nın en alttakileri; ‘kirli’ işler (örneğin dericilik) yapanlar. Onlar, geçmişte, ayrı mahallelerde yaşıyorlardı. 1871’de yasal olarak özgür oldular; ancak bu tarihten sonra da ayrımcılık yaşadılar. Japonya’daki nüfuslarının bugün 1-2 milyon olduğu düşünülüyor. 1871’den önce burakuminler, diğer kastların tapınaklarına giremezlerdi. Başka kastlardan insanlarla karşılaştıklarında şapkalarını çıkarmaları gerekirdi. 1 kast üyesi, 7 burakumine bedeldi. Burakuminler vergi ödemezdi; çünkü vergi, pirinç tarlasına dayanırdı ve burakuminlerin tarla sahibi olması yasaktı. Meiji İyileştirmesi’yle burakuminlerin aşağı konumu kaldırıldı. Son yıllarda ayrımcılık gittikçe azaldı; ama yine de kimi bölgelerde sürdüğü düşünülüyor. 1975’te burakumin olan adların ve bölgelerin kapsamlı bir dökümünü yapan bir kitap yayınlandı; birçok büyük Japon şirketi, iş alımlarında bu kitabı kullanıyordu. Kitabın satılması yasak olsa da hâlâ kullanıldığı düşünülüyor. 2. Paylaşım Savaşı sonrasında, Buraku Kurtuluş Birliği kuruldu; ayrımcılığa karşı savaşımda etkili oldu. Bir de JKP’nin bir kolu olan Ulusal Buraku Kurtuluş Birlikteli ği (Alliance) örgütü var. 2004’te örgüt, artık gerek kalmadığı gerekçesiyle kendini dağıttı; onun yerine bir insan hakları örgütü kuruldu. Geçmişte BKB de

Page 156: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

156

UBKB de, ayrımcılık yaptığı saptananları kaçırıp halk mahkemesi türünden gizli mahkemelerde yargılayıp dövüyordu. Yani bugün pek görülmese de, 70’lerde sol yakuzalar da vardı (Burada, Türkiye’den sol bir yakuza örneği olarak Cüneyt Arkın’ın başoyuncu olduğu Yıkılmayan Adam (1977) izitini anabiliriz (bkz. Gezgin, 2009)). Yakuzanın bir diğer bölümü ise, Japonya’da yerleşim izni olan ama yurttaşlık hakları olmayan Koreliler’den ve Çinliler’den oluşuyor. Buradan çıkarılabilecek sonuç, yakuzanın türdeş olmadığı. Yakuza, kurgusal açıdan zengin bir konu; “Mario Puzo’nun ‘Baba’sı ve ‘Kurtlar Vadisi’, yakuzanın kurgusal zenginliği yanında solda sıfır kalır” diyebiliriz. Yakuzaların kendi içlerindeki törenler, çağdaş orduya geçişle ortadan kaldırılan samurayların yaşantısına dayanıyor. Bir kişinin yakuza olup olmadığı, tüm bedeninde bulunan dövmelerden; takım giysisinden ve havalı havalı yürümesinden anlaşılıyor. En az iki Akira Kurosawa izitinde, konu, yakuza: Sarhoş Melek (1948) ve Yojimbo (1961). Yakuzayla ilgili olarak çekilmiş en az 60 Japon iziti var. Japonya, mafyasıyla ünlü birkaç ülkeden biri; ama aynı zamanda suç oranı en düşük ülkelerden. Bu ikisi birden nasıl birarada olur? Oluyor çünkü insanlar, yakuzadan korktukları için polise gitmiyorlar. Zaten polis de yakuzaya ilişmek istemiyor. Japonya’nın suç oranı, kamusal kayıtlardan daha yüksek gerçekte. İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2009). Yarınsız halk, yıkılmayan halk... (yayınlanmayı bekleyen yazı)

Page 157: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

157

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (114): Güneydoğu Asya’nın Akıl Hocalarına... FETP (2008), Güneydoğu Asya (GDA) kalkınmasıyla Doğu Asya (DA) kalkınmasını ayırıyor. Birincilerin (temel olarak Malezya, Tayland, Endonezya) tutumyapısal büyümesinin sürdürülebilir olmadığını; ikincilerin ise (Japonya, Tayvan, Güney Kore, Hong Kong, Singapur (GDA’da olmasına karşın Singapur, kalkınma kipçiği açısından DA sayılıyor bu yazanakta)) sürdürülebilir olduğunu söylüyor. Çin ve Vietnam’ı ikisinin arasında bir yere koyuyor. Buna göre, Doğu Asyalılar varsıl ve sağlıklı; bu ülkelerde çevre kirliliği az ve dünya çapında üniversitelere sahipler. GDA ise ucuz işgücüne ve doğal kaynakların kullanımına dayanıyor. Malezya dışında tüm GDA ülkelerinde toplumsal karışıklıklar var ve rüşvet yaygın. Endonezya’da, Tayland’da ve Filipinler’de kitle gösterileri ve askeri darbelerle yönetimler değişti. GDA’da kentin içinde akan ırmaklar pis ve gecekondular yaygın. Son olarak, Güneydoğu Asyalılar, nitelikli eğitim ve sağlık hizmeti alamıyor. Kısacası, FETP’ye göre, GDA, siyasal süreksizlik ve toplumsal eşitsizlikle nitelendiriliyor. FETP’nin bu ayrımında az da olsa doğruluk payı var; ancak, görüşlerin çoğu, yanlış ve bu yanlış görüşlerin, tutumbilim alanında sıklıkla yapıldığı gibi, sonul doğrular olarak sunulması, insanı çileden çıkarıyor. Bir kere, Güney Kore’de de, GDA’da olduğu gibi darbe oldu; 1961’deki darbeden sonra, darbecibaşı Park Chung-Hee (1917-1979), ülkeyi OHAL’le yönetti; 1979’da ölene dek 18 yıl, ülkenin başına kara bir bulut gibi çöktü. O öldükten sonra, bir başka general Chun Doo-hwan (d.1931) çöktü ülkenin üstüne bu kez, 1980’den 1988’e. O gitti, yerine bir general daha geldi: Roh Tae-woo (d.1932), o da 1988-1993 arası Koreliler’in anasını ağlattı. Sonra, Güney Kore halkı, kitle gösterileriyle bilinen bir halktır. Diğer bir deyişle, FETP’in değerlendirmesinde Güney Kore, ‘Doğu Asyalı kalkınma’ nitelemesine uymuyor; ama yine de, en yüksek gelirli ülkelerden. Rüşvete gelirsek, rüşvette de Japonya ve Tayvan üst sıralarda. Tayvan’ın eski generk (devlet) başkanının, yönetimi sırasındaki yolsuzluk ve rüşvet olayları nedeniyle ömürboyu hapis cezası aldığını burada anımsatalım. Dolayısıyla, Japonya ve Tayvan da ‘Doğu Asyalı kalkınma’ nitelemesine uymuyor. Eğitime gelirsek, eğitimde Doğu Asyalılar’ın dünya çapında üniversiteler kurduğu doğru; bunların bu noktaya nasıl geldiklerini başka bir yazıda incelemeli. Ancak, eğitime erişim konusunda, en azından Japonya ve Güney Kore’de adaletsizlik var; çünkü bu iki ülkedeki okulların çoğu özel. “Parayı veren düdüğü çalıyor.” Üstelik, gelir adaletsizliği de GDA’ya özgü değil. Güney Kore ve Japonya’nın gelir göstergeleri, gelir uçurumunun bu ülkelerde de yüksek olduğunu gösteriyor. Kirlilik konusunda ise FETP haklı: DA’da çevre kirliliği, büyük oranda denetim altında; GDA’da ise yaygın. Fakat bunun bu DA-GDA ayrımıyla açıklanamayacak nedenleri var: Bir kere, GDA’da işgücü ucuz ve çevre düzenlemeleri zayıf. Emek-yoğun olan birçok uluslararası yapımevi, GDA’ya kayıyor. Emek-yoğun olanlar en kirli kesimler. Diğer bir deyişle, bölgedeki çevre kirliliğinin, bir küresel işbölümü boyutu var. DA, kirli yapımevlerini GDA’ya kaydırarak kendisini temiz tutuyor. Yabancı sermayeyi çekmek için neredeyse kalkıp göbek atacak GDA ülkeleri, yabancı şirketlerin yarattığı kirlili ğe göz yumuyor. İşleyimsel (endüstriyel) kirlilik yanında, GDA’da hane kirliliği de gözlemleniyor; kentliler de kenti kirletiyor. Bu ise, çarpık kentleşmeden, kırdan kente hızlı göçten, insanların gelir düzeyinin çevre için ek ödeme yapacak kadar yüksek olmamasından vb. ileri geliyor (bkz. Gezgin, 2009). Dolayısıyla, soru, DA

Page 158: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

158

ülkelerinin kırsal göçü engellemek için ne yaptığıdır. Bir de ne görelim: ‘DA’ diye sayılan beş ülkeden ikisi (Hong Kong ve Singapur), kent-generki! Bu ülkelerde kırsal kesim diye bir bölge zaten yok. Dolayısıyla, uzak bölgelere eğitim, sağlık ve uran (belediyecilik) hizmeti sunmak gibi yüksek giderli sorunları da yok! Bu nedenle, karşılaştırma, anlamsız. Yine de, Güney Kore, Japonya ve Tayvan’ın, kırsal göçü engellemek için neler yaptıklarını incelemek gerekir. Son olarak, başarı öyküsü olarak sunulan Japon tutumyapısı, 1990’lardan beri durgunluk yaşıyor. Japonya, örnek alınacak bir tutumyapı olsaydı; durgunluğa girmemesi gerekirdi. Kaldı ki, FETP’in kimi değerlendirmeleri, 2008 Akçal Bunalımı’ndan (Finansal Kriz) sonra geçersiz durumda. Bunalımdan en çok etkilenenler, küresel pazarlara en çok bağlı olanlar oldu (özellikle Singapur ve Japonya). Güneydoğu Asya’nın akıl hocalarının şapkayı önlerine koyup düşünmeleri için zaman geldi de geçiyor bile… İlgilisine Kaynak FETP (2008) “Choosing success: The Lessons of East and Southeast Asia and Vietnam’s Future. A Policy Framework for Vietnam’s Socioeconomic Development, 2011-2020.” Siyaset Tartışma Yazanağı No.1. Fulbright Tutumbilimsel Öğretim İzlencesi (FETP), Harvard Vietnam İzlencesi. Ho Çi Min Kenti, Ocak. Gezgin, U. B. (2009). The social consequences of environmental degradation in Vietnam: A country-level and city-level pollution haven analysis. 9. Asya Pasifik Toplumbilim Derneği Konferansı, 13-15 Haziran 2009, Bali, Endonezya.

Page 159: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

159

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (113): Pasifik’te Bir Gezinti... (1) 10 bin kişilik adaların bile bağımsız olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Küçük ülkeler, büyük ülkeler denli bilinmiyor. Bu yazıda, Pasifik’in ada-ülkelerini inceliyoruz. Pasifik ülkelerinden oluşan 15 üyeli Pasifik Adaları Forumu (PAF), ‘Güney Pasifik Adaları Forumu’ adıyla 1971’de kuruldu; daha kapsayıcı olmak için, 2000’de, baştaki ‘Güney’ sözcüğü kaldırıldı. Forum üyeleri, Avustralya, Yeni Zelanda, Papua Yeni Gine ve küçücük Pasifik ada-generkleri (devlet). Avustralya nüfusu, tüm diğer üyelerin toplam nüfusunun 2 katı; ayrıca, Avustralya tutumyapısı (ekonomi), diğer üyelerin toplam tutumyapısının 5 katı. PAF, kendi ortak barışgücünü oluşturmuş durumda. Forumun kapsadığı toplam nüfus, yaklaşık 34 milyon. AB’nin tersine, PAF’ın ortak bir para birimi bulunmuyor; ama Avustralya, Avustralya Doları’nın PAF’ın ortak para birimi olmasını öneriyor. Adalar, bu, bir tür yeni-sömürgecilik olacağı için, buna karşı çıkıyor. Kimi Pasifik ülkeleri, ABD Doları; kimileri, Avustralya Doları; diğerleri ise Yeni Zelanda Doları kullanmakta. Güneydoğu Asya Birli ği’nin tersine, PAF’ın siyasal yaptırım gücü var: Fiji’de askeri yönetim, seçimlere gitmediği için, PAF, Fiji’nin üyeliğini askıya aldı. Pasifik adalarının ortak özellikleri şunlar: - Adaların ortak sorunları, kendine yetmezlik, kaynak kıtlığı, deprem, etkin yanardağlar, tsunami, tayfunlar ve elbette küresel ısınma nedeniyle sular altında kalma tehlikesi. Bu kadar küçük olan ülkelere büyük sorunlar düşüyor. - Adaların gelir kaynakları, gezmenlik (turizm), deniz ürünleri ve balıkçılık, tarım ürünleri, tükenmek üzere olan maden kaynakları, yabancı yardımı ve yurtdışında yaşayan Pasifikliler’in ana-babalarına gönderdikleri harçlıklar. (Solomon Adaları’nda, bu temel gelir kaynaklarına ek olarak, Arap ülkelerine canlı yunus satımı da yapılıyor; buna, çevreciler karşı çıkıyor.) - Pasifik adalarının çoğunluğu İsacı; kendi hallerinde kabile yaşamı süren yerlilere, okuma-yazma, rahipler tarafından öğretildi; ‘yamyamlar’ı yola getirip sevap kazanmak için çırpınıp duran rahipler, sıkıştıklarında, askerleri yardıma çağırdılar. Pasifik Adaları’nın çoğunun sömürgeleştirilmesinde, temel başlangıç olayı, bu rahiplerin İsacılaştırma girişimleri, adalarda hoş karşılanmayınca, topu tüfeği yardıma çağırmaları biçiminde. Bu filmi daha önce izlemiştik Asya’da... - Fiji ve Tonga dışında hiçbir Pasifik adasında ordu bulunmuyor; adaları koruma görevi, dış güçlere verilmiş durumda. Bu, barışçıl olmalarından değil, büyük generklere güçlerinin yetmemesinden ileri geliyor. - Pasifik Adaları’nın çoğunda, geleneksel olarak, kadınların toplumsal konumu, erkeklerinkinden daha yüksek. Soy, toprak ve mal varlığı, babadan oğula değil anadan kıza geçiyor. - Pasifik adalarının çoğunda, eğitim, 15 yaşına dek zorunlu ve ücretsiz.

Page 160: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

160

- Pasifik adalarının çoğu, “ABD bize bir üs açsa da, halka iş olanağı doğsa” diye çırpınıyor. - Adalar, bir yandan da, Çin ile Tayvan’ın çekişmesine sahne oluyor; birçok adada, yatırım çekmek için, daha önce Tayvan’a siyasal tanınırlık gösterilmişken, bugünlerde, Tayvan’la ilişkiler, yavaş yavaş kesiliyor; Çin’e yönelim var. Bu temel noktalara girdikten sonra, Pasifik ada-ülkeleriyle ilgili anmaya değer ayrıntılara girebiliriz: Pasifik’te ABD, Avustralya, Fransa, İngiltere ve Yeni Zelanda’nın sömürgeleri var hâlâ. Fransa’nın Pasifik’teki üç sömürgesi, Fransız Polinezyası, Yeni Kaledonya ve Wallis ve Futuna Adaları. Ressam Gauguin’in sığınağı olan Tahiti’nin bir parçası olduğu Fransız Polinezyası, 260 bin nüfuslu bir sömürge. Fransa, Fransız Polinezyası’nı nükleer denemeler için kullandı. Fransız Polinezyası’nda, günümüzde, bağımsızlıkçılar ile Fransızcılar arasında çekişme var. Generk başkanı, bağımsızlıkçı olsa da, Meclis’ten yeterli desteği almış değil. 2007 Fransa generk başkanlığı seçimlerinde, Fransız Polinezyası’nın bağımsızlıkçıları, Royal’ı desteklerken, Fransızcılar, Sarkozy’yi destekledi. İşin ilginci, ülkenin Fransızcıları’nın başı, Çinli kökenli. Durum, bir Japon kökenlinin (Fujimori) Peru’nun generk başkanı olmasına benziyor. Dahası, bağımsızlıkçıların başının kökeninde de Çinlilik var. Fransa’nın Pasifik’teki üç sömürgesinde kamusal dil, Fransızca; genç kuşaklar, yerel diller yerine Fransızca’yı yeğliyor; dil sömürgeciliği, acı meyvelerini veriyor. Bağımsız Pasifik ada-generklerinin tersine, Fransız Polinezyası’nda sağlık, parayla. Bir diğer Fransız sömürgesi, 245 bin nüfuslu Yeni Kaledonya. Yeni Kaledonya’nın bağımsızlık oylamasının, 2014-2019 arasında yapılması öngörülüyor. Yeni Kaledonya, dünya nikel yataklarının dörtte birine sahip. Bölgenin neredeyse tüm dışasatımı, nikel. Yeni Kaledonya’nın bağımsızlıkçıları, Fransa’yı, bölgedeki yerli nüfusun oranını düşürmek için; Fransız göçmenleri bölgeye yerleştirmekle suçlarken, bölgenin Fransızcıları’nı, Cezayir’in bağımsızlığından sonra Cezayir’den ayrılıp Yeni Kaledonya’ya göçen Fransızlar oluşturuyor. Fransa’nın üçüncü Pasifik sömürgesi, Wallis ve Futuna Adaları ise, 14 bin nüfuslu. (2) Amerikan Samoası, Guyam, Hawaii ve Kuzey Mariana Adaları, ABD’nin Pasifik’teki sömürgeleri. 70 bin nüfuslu Amerikan Samoası, 1899’dan beri sömürge. 80 bin nüfuslu Kuzey Mariana Adaları, geçmişte, İspanyol, Alman, Japon ve Amerikan sömürgesi oldu. 1945’te Amerikan uçakları, Hiroşima’yı ve Nagasaki’yi bombalamak için Kuzey Marianalar’dan kalktılar. (2. Paylaşım Savaşı sonunda teslim olmayıp gizlenen bir Japon askeri, 1972’de Guyam’da bulunduğunda herkesi şaşırttı.) Bugün Kuzey Marianalar, ABD’nin bir parçası olmalarına karşın, Amerikan iş yasalarının uygulanmadığı bir bölge; adaların gündemi, köle işçi ve çocuk işçi haberleriyle çalkalanıyor. 178 bin nüfuslu Guyam ise, geçmişte, İspanyol, Amerikan ve Japon sömürgesi oldu. Guyam’ın temel gelir kaynağı, gezmenlik ve Amerikan ordusu. Guyam’ın yüzölçümünün üçte birinde Amerikan üssü var. 2010-2015 arasında, Okinawa’daki (Japonya) Amerikan üssünün de 8 bin askeriyle birlikte Guyam’a taşınması tasarlanıyor.

Page 161: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

161

Bağımsız ya da en azından kağıt üzerinde bağımsız olan Pasifik adalarının çoğunun durumu, iç açıcı değil: - 105 bin nüfuslu Kiribati, 1892’de İngiliz sömürgesi oldu; 1979’da ise bağımsız oldu. Kiribati’nin kimi adaları, 1960’larda ABD ve İngiltere tarafından nükleer denemeler için kullanıldı. Ülke, küresel ısınmadan en çok etkilenen ülkelerden. İlerleyen yıllarda, adanın tümüyle sulara gömüleceği bekleniyor; bu nedenle, Kiribati’nin generk başkanı, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın tüm Kiribatililer’i yurttaşlığa geçirmesini istiyor. Ülkeye bağlı iki küçük ada, zaten çoktan sular altında kaldı. Kiribati’nin TYÜ’sünün (Toplam Yerel Üretim) % 25’i-50’si, zaten, İngiltere ve Japonya’dan gelen yardımdan oluşuyor. - 1994’te ABD’den bağımsız olan Palau’da, yalnızca 21 bin kişi yaşıyor. Zaten ülkenin yüzölçümü, yalnızca 459 km2. Palau, geçmişte İspanyol, Alman, Japon ve Amerikan sömürgesi oldu. Bağımsız olsa da, ülkeyi koruma görevi, ABD’ye verilmiş durumda. Kağıt üstünde bağımsız olmasına karşın, gerçekte ABD’ye tümüyle bağımlı olan ülke, 2004’ten beri, BM’nin Küba’ya yönelik yarım yüzyıldır süren Amerikan ambargosunu kınayan kararına karşı oy kullanan üç üyeden biri (diğerleri, ABD ve İsrail). Palau, Haziran 2009’da Guantanamo’dan aklanarak salıverilen 17 Uygur sığınmacıyı kabul etmesiyle adını duyurdu. Bu minil ülke, ABD’den, buna karşılık, düşük sayılabilecek bir para yardımı aldı. Palau, kendine yeten bir ülke olmadığı için, ABD’ye yakınlığını her durumda sergilemek istiyor; ABD ise, Çin’i dengelemek için, Palau’yu bir askeri sıçrama tahtası olarak görüyor. Durum, Palau’ya özgü değil: ABD, Pasifik ülkeciklerini, BM’de kimi kararlarda kendi oyunu arttırmak için kullanıyor. - 552 bin nüfuslu Solomon Adaları, 1890’larda İngiliz sömürgesi, 1978’de bağımsız oldu. Adalarda, 1998’den beri budunsal (etnik) çatışma var; bu nedenle, 2003’te, Avustralya Barışgücü adalara yerleştirildi. Budunsal gerilim, tüm generk katlarını etkileyecek denli büyük. Örneğin, 2002’de, savaşçılar, Akçalama (Finans) Bakanı’na silah zoruyla çek imzalattılar. 2006’da, yeni başbakanın, milletvekillerini satın almak için Çinli işadamlarından rüşvet aldığı biçimindeki söylentiler nedeniyle, Çinli-karşıtı ayaklanma çıktı; Çin mahallesi yakılıp yıkıldı; Çin yönetimi, yurttaşlarını Çin’e getirmek için uçak gönderdi. - Tonga, 112 bin nüfuslu, 748 km2’cik bir ülkecik. Ülke, tümüyle sömürgeleştirilmemiş ve yerel bir kralı olan tek Pasifik ada-ülkesi. Tonga Kralı, zevk ve sefa içinde yaşarken, halk, yoksul. Ancak, ülkede 14 yaşına dek ücretsiz zorunlu eğitim ve herkes için ücretsiz sağlık hizmeti var. Ülkedeki okuma-yazma oranı, % 98. Yani Tonga’nın eğitimli ama yoksul bir nüfusu var. Tonga, Amerikancı bir ülke olarak, Irak’a asker gönderenlerden. Ülke, küçük olan ordusundan bir avuç askeri 2004-2008 arasında Irak’ta konuşlandırdı. Krallık kurumuna, Tayland’da olduğu gibi Tonga’da da, halkın büyük saygısı olsa da; bir önceki kralın yaptıkları, büyük tepkilere yol açtı. Eski kral, iyi para getireceğini umduğu şu izdüşülere (proje) imza attı: Tonga’yı uluslararası nükleer çöplük yapmak (!), Tonga Özel Geçişlikleri’ni (pasaport) yabancılara satmak, İnterpol’ün aradığı bir suçluyla kumarhane açmak vb. Birçok ülkede olduğu gibi, Tonga’yı da bir takımerki (oligarşi) yönetiyor. Örneğin, 2000-2006 arasında, prens, başbakandı (baba, kral; oğul, başbakan). Ülkedeki şirketlerin çoğu, krallık soyağının (aile) ve soyluların elinde. Ülkede, kral karşıtı olmasa da, kralın yetkilerini kısıtlamaya yönelik gösteriler düzenleniyor. Tanrıdan da tanrıcı olan ülkenin anayasasında, pazar, kutsal gün olarak özellikle belirtiliyor; pazar günleri tüm etkinlikler duruyor. Tonga, Mormonlar’ın en yüksek oranda olduğu

Page 162: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

162

(nüfusun yaklaşık yarısı) ülke olarak da dikkat çekiyor. Tonga’ya ‘parayı verene Tonga yurttaşlığı’ uygulamasıyla gelen Çinli göçmenler, 2006’daki ayaklanmada hedef alındı; çoğu, Çin’e geri kaçtı. Ülkenin dünya çapında bir başka ilginçliği, Nauru’yla birlikte dünyanın en şişman nüfusuna sahip olması. Tongalılar’ın % 70’i ve Naurulular’ın % 90’ı aşırı kilolu. (3) - Para birimi olarak Avustralya Doları’nı kullanan Nauru, 21 km2’lik alanıyla, Vatikan’dan ve Monako’dan sonra dünyanın en küçük yüzölçümlü üçüncü ülkesi (karşılaştırmak için belirtelim: İstanbul’un Büyükada’sı, 5.4 km2). Ülkecik, 10 binlik nüfusuyla, Vatikan’dan sonra en küçük nüfuslu ikinci ülke. Nauru’yu savunma sorumluluğu, bugün, Avustralya’da. Ülkecik, 19. yüzyıl sonunda Alman sömürgesi, daha sonra, İngiliz, Avustralya ve Yeni Zelanda sömürgesi oldu; 1968’de bağımsız oldu. Zengin fosfat yataklarıyla, 1980’lerde, dünyanın ikinci en yüksek kişibaşı TYÜ’süne sahip olan Nauru, bugün, fosfatın tükenmesiyle birlikte, Merkez Bankası batık bir ülke. Nauru’da gelir vergisi yok; işsizlik, % 90’larda ve çalışanların % 95’i, generke çalışıyor. Nauru, kıt kaynaklı bir ülke olduğu için, kara para aklama özeği olarak ve Avustralya’ya girmesine izin verilmeyen sığınmacıları, Avustralya’nın isteğiyle barındırma uygulaması dolayısıyla, Avustralya’dan gelen para yardımıyla gelir kaynağı yaratmaya çalışıyor. Bir diğer gelir kaynağı, Tonga’da olduğu gibi, parayı basana yurttaşlık verme uygulaması. - Tuvalu, 12 binlik nüfusuyla, Vatikan ve Nauru’dan sonra en az nüfuslu üçüncü ülke. Ülkecik, ayrıca, 26 km2’lik yüzölçümüyle Nauru, Monako ve Vatikan’dan sonra dördüncü en küçük yüzölçümlü ülke. 19. yüzyıl sonunda bağımsız olan Tuvalu, 1978’de bağımsız oldu. Ülke, Maldivler’den sonra dünyanın en alçak ikinci ülkesi. Tuvalu’daki en yüksek nokta, 4.5 metre! Bu nedenle, küresel ısınmadan ilk etkilenecek iki ülke, Maldivler ve Tuvalu. Tuvalu’nun toprakları verimsiz, uzak olduğu için pek gezmen gelmiyor. Gelir kaynağı, Pasifik adalarında ortak olan kaynaklara ek olarak, genelağda (internet) ülkenin sanal uzantısının (.tv) satımı. - 1986’da ABD’den bağımsız olan 155 bin nüfuslu Mikronezya Üstbirliği (federasyon), yalnızca 702 km2. Bugün para birimi olarak ABD Doları’nı kullanan Mikronezya, geçmişte, İspanya, Almanya, Japonya ve ABD’nin sömürgesi oldu. ABD, Mikronezya’nın savunmasından sorumlu. Mikronezya yurttaşları, yapılan özel antlaşmaya göre, Amerikan yurttaşı olmadan da Amerikan askeri olabiliyorlar. - Marshall Adaları, 1986’da ABD’den bağımsız olmuş 181 km2’cik bir ülke. Para birimi ABD Doları olan ülke, Mikronezya için de olduğu gibi, geçmişte İspanyol, Alman, Amerikan ve Japon sömürgesi oldu. 1946-1958 arasında ABD, sömürgesi olan Marshall Adaları’nda nükleer silah denemeleri yaptı; bununla da kalmayıp nükleer silahların etkisini yerliler üstünde denedi.

Page 163: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

163

- Geçmişte Almanya ve Yeni Zelanda sömürgesi olmuş 190 bin nüfuslu Samoa, 1962’de Yeni Zelanda’dan bağımsız oldu. Bağımsızlıkçı hareketin 1910’lardan beri güçlü olduğu ülke, Pasifik’te ilk bağımsız olan ada olmuştu. ABD, Samoa’nın yarısını, ‘Amerikan Samoası’ adıyla elinde tutuyor. Sanat dünyası dopdolu olan, sanatçıları birçok uluslararası ödül alan bir ülke olan Samoa’da herkesin seçme hakkı var ama yalnızca kabile şeflerinin seçilme hakkı var. Kaynaklar kıt olduğundan, bağımsızlık istemeyen Pasifik adaları da var. Yeni Zelanda’ya bağlı 1,500 nüfuslu 10 km2’lik Tokelau, BM’nin, adaların bağımsızlığını istemesine karşın, halkoylamasında bağımsızlık için yeter sayıda oy çıkmadığından, Yeni Zelanda’ya bağlılığını sürdürüyor. Bu bağlılık, adanın bu ülkeden yardım almasını sağlıyor. Aynı biçimde, 1,400 nüfuslu Niue de Yeni Zelanda’ya bağlılığını sürdürüyor. Sömürge döneminde Pasifik adalarından birçok erkek, sömürgeciler tarafından, köle işçi olarak tarlalarda çalıştırılmak üzere o adadan bu adaya taşındı; birçok adada yerli nüfusun neredeyse soyu tükeniyordu; o da yetmedi, üstlerinde nükleer silahlar denendi. Ama bağımsızlık da onlara mutluluk getirmedi; ülkeler küçük ve kaynaklar kıt. Yazımızı Tonga’dan bir şiirle bitirelim... Tongalı’yım Beşikten Mezara! Ey kimliğim! Yalvarırım, beri gel! Karanlığın gölgesi çöküyor üstüme, Yitirmi şim irademi, sersemlemişim, Tuzağa düşmüşüm insanlar arasında, tanıdık yüzler arasında, İstemez! Tongalıyım ben beşikten mezara! Bastırdı istilacılar, Batı kültürü, Yerden kesildi ayağım, hipnoz altındayım, Sonunda, kendi gazinomun assolistiyim, Özgürüm artık, özgürüm artık, bir yıldız, İstemez! Tongalı olmak, daha iyisi. Sürüp gidiyor deri muhabbeti, ırkçı muhabbetler, Açıklığı koyuluğu teninin, ne feci. Utanması yok mu bu efendilerin, Bak bakalım derinine! Özdür göreceğin, Tongalı gururudur, bir incidir, derinde yatar. Filipinli, Meksikalı ya da Anglosakson? Çeşit çeşit etnik kesit, peki ya ben neyim? Ah evet, Samoalı’yım ve bu mu tek bildiğim? Salla gitsin! Sonuçta insan değil miyim? Değil miyim Tongalı? Ve gururluyum bunun için!

Page 164: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

164

Soruyorlar, “nerelisiniz bayan? Görüntü yabancı ve eleveriyor aksan da” Diyorum “sorabilir miyim niye bu kadar önemli?” “Özür dilerim, başvuru için gerekli.” “Tongalı’yım beşikten mezara, beşikten mezara!” “Nerede ola ki bu ‘Tonga’ dedikleri? Kitaplara bakalım, neti açalım, galiba, Saklı bir yer idi Afrika cangıllarında,” İyi niyetlisiniz ama yetmez! Güney Pasifik’te bir mücevher! Mücevher. nokta, yaşam hızı, fare yarışı, Sürüp gidiyor Tongalı yaşantı, Sürüyor o, demet demet dalga dalga, Güç var mayasında kültürünün, geleneğinin, Tongalı’yım, Tongalı’yım beşikten mezara! Tongalı’yım beşikten mezara! (Yazanı bilinmiyor) Çeviren: U.B. Gezgin

Page 165: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

165

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (112): Fiji’de Darbe, Karşı-Darbe ve (Karşı-)Darbe Karşıtlığı... (1) 1874’te Britanya sömürgesi olan ve 1970’de bağımsızlığını kazanan Fiji, Güney Pasifik’te 322 adadan oluşan 838 bin nüfuslu bir ada-generki (devlet). Fiji’nin ordusu da küçük; yalnızca 3,500 askeri var. Ancak, bağımsızlıktan bu yana, Fiji’de, ikisi, 1987’de; ikisi, 2000’de ve sonuncusu 2006’da olmak üzere beş darbe oldu. (Fiji, Pasifik’te bir orduya sahip birkaç ülkeden biri. Diğer birçok Pasifik ada-ülkesinde askeri darbe olanaksız; çünkü ordu yok.) Fiji’nin öyküsü, ordu ile siyaset ilişkisi açısından dikkat çekici olduğu için, bu yazıyı bu konuya ayırdık. Engin okyanus kaynaklarına sahip Fiji, hükümetin yanlış siyasaları nedeniyle, besinde kendine yeten bir ülke değil; bir ada ülkesi olmasına karşın, deniz ürünlerini ve balığı başka ülkelerden satın alıyor. Fiji nüfusunun % 54’ü yerli Fijili; % 38’i ise Hintli. Fiji yerlilerinin çoğu, İsacı; Hintliler’in çoğu ise Hindu. Fiji Hintlileri’nin neredeyse tümü, 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında İngiliz sömürgeciler tarafından tarlalarda çalıştırılmak için getirilmiş işçilerin torunları. Bunların % 77’si, Hindu; % 16’sı, Muhammedci. Fiji Hintlisi işçiler, 20. yüzyıldan başlayarak grevlerde başı çekmeleriyle dikkat çektiler. Ülkenin belli başlı iki partisi, Fiji Emek Partisi (FEP) ile milliyetçi bir parti olan Birleşik Fiji Partisi. FEP, 1982’deki büyük öğretmen grevinin ve üniversite mezunlarının açlık grevinin yarattığı sol dalgayla 1985’te sendikacılar tarafından kuruldu. Kuruluşundan yalnızca 2 yıl sonra iktidara geldi ve bir yıl geçmeden darbe oldu. 1987’deki iki darbede, FEP başkanı ve Çiftçi Sendikası eski başkanı Fiji Hintlisi Mahendra Chaudry (d.1942), Akçalama (Finans) ve Tutumyapısal (Ekonomik) Tasarlama Bakanı’ydı. Partiye sendika başkanı olarak katılmıştı. 1991’de FEP başkanı oldu. 1999 seçimlerinde FEP’in başını çektiği Halkın Güçbirliği (Koalisyon), 71 koltuktan 58’ini aldı. Mahendra Chaudry, ülkenin ilk Hint kökenli başbakanı oldu. Chaudry, Hintlilik üstünden siyaset yapmak yerine, Bakanlar Kurulu’nun üçte ikisini Fiji kökenlilere ayırdı. Chaudry, 1987’den bu yana girdiği hiç bir seçimde Meclis dışı kalmadı. FEP, Toplumsalcı Uluslararası İşçi Örgütü’nde (Sosyalist Enternasyonel) gözlemci olarak yer alıyor. Parti, tüm işçiler için toplumsal güvenceyi (sosyal sigorta) ve temel besinlerin ucuzlatılmasını savunuyor. FEP’in iktidara geldiği iki seçimden (1987 ve 1999) sonra da, darbe oldu. 2000’de Chaudry, toprak reformu önerisinde bulundu; bunu duyan Fijili haramiler, ayaklandılar; çünkü bu, topraklarının elden çıkması anlamına geliyordu. 19 Mayıs 2000’de, hükümetle anlaşmaları iptal edildiği için iflas eden bir işadamı (George Speight), birkaç kişiyle birlikte Meclis’e gitti; kimi Fijililer de ona katıldı. Bu topluluk, başbakanı ve bakanların çoğunu rehin aldı. Başbakan ise, asıl nedenin toprak reformu olmadığını; olayları, işadamlarını ihya eden anlaşmaların yolsuzlar nedeniyle iptal edildiğini gören alsatçıların başlattığını söylüyordu. İşadamları iflas edince Meclis’i basmışlardı. Meclis baskını, yerlilerin toprak hakları adı altında yüceltildi; ancak sonradan görülebildiği kadarıyla, ayaklanmayı başlatanlar, eski yönetim döneminde kereste işinden zenginleyenlerdi. Yeni yönetim, onların ayrıcalıklarını kesince, damarlarına basılmıştı. Ayaklanmacılar, yerlileri, kendi parasal istekleri için kullanmış oldu. Daha sonraki soruşturmalar, bu sivil

Page 166: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

166

görünümlü darbenin ardında, asker ve polisin gizli bir kanadının olduğunu ortaya çıkardı. Asker ve polis, ‘ayaklanmacıları’ eğitmişti. Başbakan Chaudry, 2000’deki bu sivil görünümlü darbeden sonra, darbeciler tarafından 56 gün rehin tutuldu. Sivilimsi darbe, 19 Mayıs 2000’de olurken, ordu, sahaya iniyor. Bu sivilimsi darbeye karşılık olarak, Genelkurmay Başkanı Tuğamiral Bainimarama, 29 Mayıs 2000’de yönetime el koyuyor. Bainimarama, darbeyle düşürülen Hint kökenli başbakan Chaudry’yi, kendisi Hint kökenli olmamasına karşın açıkça destekliyor ve bugün de desteklemeyi sürdürüyor. 2006’daki seçimde, milliyetçi parti, seçimleri, Fiji Emek Partisi’ne karşı küçük bir farkla kazanıyor. Bu seçimlerde Fiji Hintlileri’nin % 80’i, FEP’e oy veriyor. FEP, bir yandan da, Parti’ye çokça Fijili kabul ederek Hint partisi havasından kurtulmaya çalışıyor. Fiji Meclisi’nde üyelikler, budunsal (etnik) temelli. 71 koltuğun 19’u Hintliler’e ayrılmış durumda. Bu uygulama, Hintliler’le Fijililer’in kaynaşmasına engel olduğu için, FEP, bunun kaldırılmasını istiyor. 1950’lerden 80’lere dek, Fiji Hintlileri, Fijililer’den sayıca daha fazlaydı; Meclis’te Hintliler’e yalnızca 19 koltuk ayrılmasının nedeni, onların siyasal olarak egemen olmasının önüne geçmekti. Bugün, Hintliler’in Fiji dı şına göçü ve Fijililer’in doğum oranının yüksek olması nedeniyle, onların toplam nüfustaki oranı, % 38’lere dek geriledi. Fiji toplam nüfusunun % 52’si İsacı, % 33’ü Hindu; ama generk, halkın çoğu İsacı’ymış gibi açıklamalar yapıyor. Hatta Kilise, Hintli karşıtı uygulamaları alkışlayıp Fiji’nin bir İsa generki yapılmasını bile savunuyor. (Bir de, Hintli haklarını savunmak yerine İsacılık’ı yücelten işbirlikçi İsacı Hintliler var.) İşte bu milliyet ve din bulamacında, 2006, sıcak bir yıl oluyor. (2) Fiji’de 1987’deki ve 2000’deki toplam dört darbeden üçü, Hintli başbakanlara ya da Hintliler’in çokça yer aldığı yönetimlere karşı yapıldı. 2000’deki darbenin başı olan Tuğamiral Bainimarama (d.1954), milliyetçi başbakan Qarase’yi 2006’da yeni bir darbeyle yönetimden aldı. Qarase, sürgüne gönderildi. Gerekçeler boy boy: Yönetimin ırkçı ve rüşvetçi olması; Fiji Hintlileri’ne yönelik ayrımcılık; 2000’deki karşı-darbeyi düzenleyen Bainimarama ve yandaşlarına verilen yargılanmama sözünün tutulmama olasılığı; sivilimsi darbecilere yönelik olarak hazırlanan genel af tasarısı; sivilimsi darbecilere yumuşak davranılması ve onların erken salıverilmesi; hükümetin, kamuya ait olan Fiji kumsallarını Fijili haramilere vererek kumsallarda işletmeleri bulunan Fiji Hintlileri’ni bunların kiracısına çeviren peşkeş tasarısını Meclis’ten geçirmek istemesi. Bainimarama, özellikle bu son tasarının geri çekilmesi istedi; yönetim, kabul etmedi. Bainimarama, Fijili bir İsacı olmasına karşın, Fiji ırkçılığına karşı olması ve Fiji Hintlileri’nin haklarını korumak adına verdiği savaşımla tanınıyor. Bainimarama’nın iktidarı almasıyla, devlet görevlerinde bulunan Fiji Hintlileri’nin sayısı arttırıldı. Öte yandan, Bainimarama’yı eleştirenler, kendisinin de bir karşı-darbeci olarak yargılanması gerektiğini ileri sürüyor. Yine de, Tuğamiral, çok sevilgen (popüler). Örneğin, o, yurtdışındayken hükümet onu görevden aldırıyor; ama ordu, buna kesinlikle karşı çıkıyor; bunun üzerine görevden alma kararı geri çekiliyor.

Page 167: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

167

Chaudry, 2000’deki sivil darbeden sonra da muhalefet önderi olarak siyasal yaşamını sürdürdü. Milliyetçi başbakan Qarase’nin kendisine yönelik uydurma yolsuzluk iddialarına karşı kerelerce iftira ve tazminat davaları açıp kazandı. Chaudry, sivil darbecilerin affedilmesini eleştirirken, buna karşılık, kendisine, 1978’de bir yayaya çarpıp kaçarken yakalanıp suçlu bulunup yalnızca 3 gün sonra serbest bırakılması anımsatılıyor. 2007’de başbakan olan Bainimarama, Chaudry’yi Akçalama (Finans) Bakanı yaptı; Chaudry, 2008’de bu görevden ayrıldı; o zamandan beri, Bainimarama’yı buyurganlıkla (diktatörlük) suçluyor. Bainimarama, 1998’den beri Fiji Genelkurmay Başkanı, 2007’den beri başbakan ve 2006-2007 arasında generk (devlet) başkan vekilliği de yaptı. Getirdiği yeni yasalarla, Fijililik’i bir üstkimlik yapmaya ve göçmen olmayanları ‘itaukei’ (Fijililer’in kendi dillerinde kendilerine verdikleri ad), Fiji Hintlileri’ni ise ‘Hint kökenli Fijili’ olarak adlandırmayı yaygınlaştırmaya çalışıyor. Bainimarama’nın diğer yasalaştırma çalışmaları içinde, Kilise ile Generk’in ayrılması; bundan sonra olabilecek darbelerin toplumsal nedenlerinin ve koşullarının ortadan kaldırılması; ordunun güçlü konumunun seçimler sonrasında da sürdürülmesi; tüm okullarda Fijice ve Hintçe’nin öğretilmesi; generk marşının Fijice, Hintçe ve İngilizce olmak üzere üç dilde yazılması ve Meclis’teki budunsal tabanlı koltuk düzeninin kaldırılması var. Bainimarama’nın bu çabalarını Katolik Kilisesi ve FEP desteklerken, Fijili İsacılar’ın çoğunluğunun bağlı olduğu Yöntemci (Methodist) Kilise, karşı çıkıyor. Bainimarama’nın bu çalışmaları, birçok ilerici tarafından övgüyle karşılanmakla birlikte, katılımcı olmayıp tepeden inmeci olduğu için eleştiriliyor. Fijililer’in yaklaşık yarısı bu çabaları desteklerken, diğerleri desteklemiyor. Bainimarama’nın önerilerinin ilerleyen yıllarda Anayasa’da yer alması bekleniyor. Nisan 2009’da Yargıtay, 2006’daki darbeyi hukuksuz buluyor; bunun üzerine, Bainimarama, başbakanlık görevinden ayrılıyor. Bir gün sonra, generk başkanı, Anayasa’yı kaldırdığını ve Yargıtay’ı görevden aldığını açıklayıp Bainimarama’yı yeniden başbakan olarak atıyor. Kimileri, generk başkanının Anayasa’yı kaldırmasını, yeni bir darbe olarak değerlendiriyor. Nisan 2009’da ilan edilen OHAL’le Fiji gazetelerine sıkıdenetim (sansür) ve özsıkıdenetim geldi. Kimi yabancı gazetecilerin görüldüleri (vize) iptal edildi ve sınırdışı edildiler. Nisan 2009 gelişmeleri nedeniyle, Pasifik Adaları Forumu, Fiji’nin üyeliğini askıya aldı; BM, Avustralya ve Yeni Zelanda, Bainimarama’yı sert bir biçimde kınadı. Yeni Bainimarama yönetimi (2009), seçimlerin 2014’te yapılacağını açıkladı. Bu seçimlerde, Hintliler için ayrı koltuk olmayacak; tüm oylar, eşit olacak. Bainimarama, iyi niyetli olsa bile, önerileri ve bunların üstünden yapacağı değişikliklerle yeni darbelere ve karşı-darbelere zemin hazırlayacak; çünkü katılımcı bir karar alma süreci olmadıkça, değişiklikler kalıcı olamayacak. Fiji Emek Partisi ise, bir Hintli partisi havasından sıyrılmak için daha çok çaba göstermek durumunda. Fijililer’le Hintliler arasında, işsizlikte büyük fark var. Toplamda Hintliler’de işsizlik oranı % 7 iken; Fijililer’de % 9.8. Aradaki fark, kentlerde daha da açılıyor: % 13.8’e % 10.5. Yüksek işsizlik oranı, dünyanın birçok yerinde olduğu gibi, milliyetçiliği besliyor. Bainimarama siyasalarının başarısı, herşeyden önce, insanların aç açık bırakılmamasına bağlı. Yoksa en özgürlükçü anayasa bile karın doyurmuyor sonuçta. (bitti)

Page 168: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

168

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (111): Asya-Pasifik Orduları (1) Dünyanın en kalabalık ordusu, Çin Ordusu. Çin’in 2.26 milyon askeri var; yedekler ve yarı-askerler de (para-militer) eklenince, bu sayı, 7 milyona çıkıyor. İlk 10 şöyle (ayraç içindeki sayılar, yedekleri ve yarı-askerleri içermiyor): Çin (2.26 milyon), ABD (1.47 milyon), Hindistan (1.41 milyon), Kuzey Kore (1.11 milyon), Rusya (1 milyon), İran (945 bin), Güney Kore (687 bin), Pakistan (619 bin), Türkiye (515 bin) ve Vietnam (484 bin). İlk ondaki 6 ülkenin Asyalı olması dikkat çekici; hatta buna İran ve Rusya da eklenebilir. Dahası, Türkiye’yi de Asya sayacaksak (örneğin, Vietnam kamusal (resmi) kaynakları, Türkiye’yi Asya sayıyor), ABD dışındaki en kalabalık 9 ordu, Asya’da. Yedekler ve yarı-askerler eklenirse, sıralama değişiyor; en kalabalık toplam ordu, Halk Savaşı anlayışı doğrultusunda, tüm lise ve üniversite öğrencilerine atış eğitimi verilmesi dolayısıyla, Vietnam. Vietnam’ın 9.56 milyon toplam askeri var. Toplam asker sayısında sıralama şöyle: Vietnam (9.56 milyon), Çin (7 milyon), Kuzey Kore (6 milyon), Güney Kore (5.19 milyon), Hindistan (3.86 milyon), Rusya (3.8 milyon), ABD (3.39 milyon), Tayvan (1.97 milyon), İran (1.7 milyon) ve Brezilya (1.69 milyon). Yine bu sıralamada da, 8 ülkenin Asyalı olması dikkat çekici. Bin kişiye düşen toplam asker sayısında da farklar var. Bu durumda, birinci, Kuzey Kore. Kuzey Kore’de 4 kişiye 1 asker düşüyor. Sırasıyla, Ermenistan, Küba, Letonya, Vietnam, Güney Kore ve Finlandiya’da yaklaşık olarak 10 kişiye 1 asker düşüyor. Bunları, Eritre, İsrail ve İsviçre izliyor. Çin ve Hindistan orduları kalabalık; ama nüfusları da kalabalık olduğundan, bu ülkelerde, 200-300 kişiye bir asker düşüyor. Burada verilen sayılar, yalnızca asker sayısını içeriyor. Oysa bir ordunun gücü, yalnızca sayıca çokluğa ve askerlerin ve halkın savaş hazırlığına değil; gelişmiş silahlara sahip olmasına da dayanır. Sözgelimi, en çok tanka sahip ordu, Rusya Ordusu iken; ABD en fazla savaş uçağına sahip. Orduları silahlar açısından karşılaştırmak, sayfalar alacağından, bu yazıda bu konuya girmiyoruz. Dünyada toplam askeri harcama, yaklaşık 1.5 trilyon dolar. Bu, dünya tutumyapısının yaklaşık % 2’sini oluşturuyor. Diğer bir deyişle, dünyada her yüz liradan ikisi, askeri harcamalara gidiyor. 1.5 trilyonluk dünya toplam askeri harcamasının 1 trilyon doları, NATO ülkelerinden. Askeri harcamada ilk on, sırasıyla şunlar: ABD (636 milyar dolar), AB (312 milyar dolar), Çin (70 milyar dolar), Japonya (49 milyar dolar), Rusya (40 milyar dolar), Hindistan (33 milyar dolar), Arabistan (32 milyar dolar), Türkiye (31 milyar dolar), Güney Kore (29 milyar dolar) ve Brezilya (24 milyar dolar). Elbette, bu sayılar, yabancı paralar arası değişim oranından etkileniyor ve harcamalar, bir ülkenin tutumyapısının (ekonomi) büyüklüğüne dayanıyor. Yine de, NATO, ABD ve AB’nin askeri harcamalarının yüksekliği, anmaya değer. Tutumbilimsel büyüklük etkisini ortadan kaldırmak için, askeri harcamaların Toplam Yerel Üretim (TYÜ) içindeki payına bakılabilir. Bu açıdan bakınca, çok farklı bir sonuç ortaya çıkıyor: İlk 7’nin tümü, Güneybatı Asya’da (ya da egemenlerin deyişiyle ‘Ortadoğu’da): Umman (% 11.4), Katar (% 10), Arabistan (% 10), Irak (% 8.6), Ürdün (% 8.6), İsrail (% 7.3) ve Yemen (% 6.6). Dolayısıyla, daha önceki sıralamada en büyük askeri harcamaya sahip ABD, AB, Çin, Japonya, Rusya ve Hindistan’ın en büyük oranda askeri harcama yapmadıkları ve askeri harcamaların büyüklüğünün bu

Page 169: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

169

ülkelerin tutumyapılarının büyüklüğünden ileri geldiği ortaya çıkıyor. Yoksa bu ülkelerin, TYÜ’deki askeri harcama payında da yüksek çıkması beklenirdi. Askeri harcama büyüklüğünde ilk onun TYÜ içindeki askeri harcama payı şöyle (ilk sayı, pay; ikinci sayı, dünyada paya göre sıralama): ABD (% 4.1; 26), AB (AB ülkelerinde bu pay, % 0.7-4.3 arasında değişiyor; tam veri yok), Çin (% 1.7; 96), Japonya (% 0.8; 150), Rusya (% 3.9; 29), Hindistan (% 2.5; 66), Arabistan (% 10; 3), Türkiye (% 5.3; 17), Güney Kore (% 2.7, 58), Brezilya (% 2.6; 62). Bu verilerden, en çok askeri harcama yapan ilk on içinden, TYÜ’de en yüksek payı askeri harcamalara ayıranların, sırasıyla, Arabistan, Türkiye, ABD, Rusya ve Güney Kore olduğu ortaya çıkıyor. Buna ek olarak, dörtte biri gizlice kara borsada dönen dünya silah pazarlarının en çok silah satanları, sırasıyla, ABD, Rusya, Almanya, Fransa, Ukrayna, Hollanda, İngiltere, Güney Kore, İtalya ve İsveç. Dünyada nükleer silahlara sahip 9 ülke var: ABD, Rusya, Britanya, Fransa, Çin, Hindistan, İsrail, Pakistan ve Kuzey Kore. Bu ülkelerin beşinin Asya’da oluşuna burada dikkat çekelim. ABD, Britanya, Fransa ve İsrail, nükleer silahlara sahipken; İran ve Kuzey Kore’ye yaptırım uygulanması ve Suriye ve Myanmar’ın baskı altında tutulması, çifte ölçünlülük (çifte standard) ve ikiyüzlülük. Asya-Pasifik’in en küçük orduları ise, en küçükten sırasıyla (ayraç içindekiler, asker sayısı); Tonga (450), Doğu Timor (1,500), Papua Yeni Gine (3,100), Fiji (3,500), Tacikistan (6,000), Brunei (7,000) ve Yeni Zelanda (9,700). Birçok Pasifik ada-ülkesinde ordu bulunmuyor; çünkü hem nüfuslar küçük hem de bu mini ülkeler, savunma için büyük güçlerden medet umuyor. (2) Vietnam Halk Ordusu (VHO), bölgede en uzun ve en yoğun savaş deneyimine sahip ordu. Ordu, 1975’e dek 30 yıl Fransız ve Amerikan sömürgecilerine karşı savaştı. (VHO’nun tersine, Kore Halk Ordusu, 1953’ten beri bir savaşa girmiş değil.) VHO, 1944’te ‘Ulusal Kurtuluş için Silahlı Propaganda Birliği’ adıyla Ho Çi Min tarafından kuruldu. 1975’te Vietnam/Amerikan Savaşı’nın bitiminden sonra Kızıl Khmerler’in Vietnam sınırındaki saldırıları sonucu, VHO, 1979’da, Kamboçya’nın başkenti Phnom Penh’e girip Kızıl Khmer yönetimini devirdi; ordu, 1989’a dek Kamboçya’da kaldı. Vietnam Halk Ordusu’nun günümüzdeki temel sorunu, Spratly Adaları’yla ilgili olarak Çin’le anlaşmazlık ve bu anlaşmazlığın bir parçası olarak, Çin’in Vietnamlı balıkçıları ve denizcileri tartışmalı kara sularda öldürmesi. Vietnam’da üniversite mezunu olmayanlara 2 yıl zorunlu askerlik var. Tüm lise öğrencileri 2-3 hafta atış eğitimi görüyor; tüm üniversite öğrencileri ise, üniversitede birinci yılın sonunda, yaz dinlencesinde 2 aylığına kışlada askeri eğitim alıyor. Böylece ülkede herkes silah kullanmayı biliyor (ama günlük yaşamda silaha erişim zor). Vietnam Ordusu’nun Çin’deki durumun tersine, kendi insanına silah doğrultmuyor oluşu da anmaya değer. Kore Halk Ordusu (Kuzey Kore) (KHO), kuruluş yılını Japon-karşıtı savaşçı ordusunun kurulduğu 1932 yılı olarak kabul ediyor. KHO, sayı olarak güçlü; ama kılgıyapısal (teknolojik) güçsüzlüğü ve sürekli olarak işgal tehdidi altında olması nedeniyle, yayılmacılara karşı, caydırıcı bir güç olarak nükleer silahlar geliştirmek

Page 170: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

170

zorunda bırakılıyor. Kuzey Kore’nin Güney Kore gibi sırtını yaslayabileceği ABD türünden bir büyük güç bulunmuyor. Eskiden Çin, Kuzey Kore’ye destek olurken; şimdi ABD’ye daha yakın. Şimdiye dek hiç bir zaman nükleer silah kullanmamış Kuzey Kore’yi kınayanlar için, ABD’nin Hiroşima ve Nagasaki’ye atom bombası atmasına karşın yargılanmamasına dikkat çekmek isteriz. Kuzey Kore’nin düzenini severiz ya da sevmeyiz; ama bundan bağımsız olarak, Kuzey Kore’nin savunma amaçlı nükleer silah geliştirmesi, bulunduğu koşullar açısından doğaldır. Kore Yarımadası’ndaki Amerikan üsleri kapatılmadıkça, barış olanaksızdır. Yine Kuzey Kore’yi kınayanlar, “ya nükleer silah kullanacak sert bir yönetim Kuzey Kore’nin başına geçerse!?” diye insanları yanıltmaya çalışıyor; oysa, ABD’nin istediği ülkeyi işgal edecek kadar gözü dönmüş bir güç olarak, Kuzey Kore’den kat kat tehlikeli bir ülke olduğu unutuluyor. George Bush gibi bir eli kanlıyı iki kez seçmiş bir ülkenin nükleer silahlara sahip olması, çok daha büyük bir tehlikedir. Aynı biçimde, Filistinliler’e karşı kimyasal silah kullanmaktan geri durmayan İsrail’in nükleer bir güç olması, onun kadar büyük bir tehlikedir. Çin Halk Kurtuluş Ordusu (ÇHKO), 1927’de ÇKP’nin askeri kanadı olarak kuruluyor ve kuruluşundan 1949’da Çin Halk Kamuerki’nin (Cumhuriyet) ilanına dek ulusalcı güçler ve Japon Ordusu’yla savaşıyor. Çin, 1950’de Kore Savaşı’na (Kuzey Kore, bu savaşı ‘Anayurt Kurtuluş Savaşı’ olarak adlandırır) katılarak bölgenin yazgısını değiştirdi; işgalci ABD güçleri ve Türkiye gibi ortakları, anlaşma yapmak zorunda kaldı. (Küçük ama dikkat çekici bir ayrıntı: Kore Savaşı’nda ölen Çinli gönüllüler arasında, Mao’nun ilk oğlu Mao Anying de (1922-1950) vardı.) ÇHKO, 1962’de Hindistan’a karşı, 1979’da Vietnam’a karşı savaştı. Çin Ordusu, 1965-1970 arasında Vietnam’a destek verse de; Çin’in ABD’yle alsatçılık (ticaret) anlaşması imzalamasından birkaç yıl sonra Vietnam sınırına dayandı; ancak, geri püskürtüldü. Günümüzde ÇHKO, işgalcilere karşı savaşımı ya da dost ülkelere desteğiyle değil, ayaklanmaları bastırmasıyla tanınıyor. Bir ayaklanmada doğan ÇHKO’nun ayaklanma bastırma noktasına gelmesi, Çin’in yıllar içindeki dönüşümünün de bir göstergesi. Ordu, ilerleyen yıllarda, yalnızca baş imcelerini (harf) korudu: Çin Halk Kurtuluş Ordusu idi; Çin’in Halktan Kurtuluş Ordusu oldu. Oysa, askerlik tarihinde, Çin Ordusu’nun (ve Arnavutluk Ordusu’nun), bir dönem rütbelerin kaldırılması ve herkesin büyük oranda eşit olması dolayısıyla özel bir yeri vardı. Çin Ordusu’nun günümüzdeki temel sorunları, Tayvan’ın bağımsızlık ilan etme olasılığı, Spratly Adaları anlaşmazlığı (bkz. Gezgin, 2008) ve elbette, ordunun ‘iç güvenlik’ amacıyla, ayaklanmaları bastırmak üzere kullanılması. Ordunun 1990’lara dek temel kaygısı, Rusya’yla (ve Sovyetler’le) savaştı; bu kaygı, ortadan kalktı. Rusya ve Çin, günümüzde, ortak savaş alıştırmaları yapıyor. ÇHKO büyük bir ordu ama ABD ve Rus ordularının tersine, yurtdışında üsleri bulunmuyor. Japonya’ya gelirsek, ülkede 1945’teki ABD işgali nedeniyle ordu kaldırılıp onun yerine sivil yasalara bağlı özsavunma güçleri oluşturulmuştu. O dönemin bir sonucu olarak, Japonya’da askeri yargı diye ayrı bir kurum bulunmuyor. Ülkede askerlik zorunlu değil; askerliği seçenler, genelde, Hokkaido gibi kırsal bölgelerden ve işsiz kesimden geliyor. Bu nedenle, Japonya’da asker, toplumun gözünde, “işsiz, niteliksiz, ikinci sınıf adam” olarak görülüyor. İlgilisine Kaynak

Page 171: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

171

Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (27): Paylaşılamayan adalar. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 186, 27 Ocak 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=23113 (3) Okyanusya’nın en büyük nüfuslu ülkesi Avustralya, 53 bin askeriyle bölgenin en büyük ordusuna sahip. Avustralya Ordusu da, Japon Ordusu gibi, başından beri, ABD Ordusu’nun askerlik arkadaşı oldu. Vietnam-Amerikan Savaşı’na, Irak-Amerikan Savaşı’na ve Afganistan-Amerikan Savaşı’na Yeni Zelanda’yla birlikte asker gönderdi. Avustralya Ordusu, birçok göçmen ülkesinin ordusunda olduğu gibi, genel nüfusun yaşlanması ve doğum oranının düşük olması nedeniyle, asker bulmakta zorlanıyor; ülkeye nice umutlarla göçüp iş bulamayan göçmenler, orduya katılıyor. 2009 yılbaşında Avustralya Donanması, görevli azlığından, 2 ay dinlenceye ayrıldı; tüm denizciler 2 aylığına ücretli izne çıktı. Çok sayıda asker, Avustralya Ordusu’ndan çeşitli nedenlerle ayrılıyor. Avustralya Ordusu, Okyanusya bölgesinin en büyük ordusu olarak, bölgenin büyük abisi. Küçük bir ülke olan Yeni Zelanda ise, diğer birçok Pasifik ülkesi için de geçerli olduğu gibi, savunmasını Avustralya’ya bırakmış durumda. Avustralya’nın büyük abisi ise, ABD. Avustralya’da ABD’nin ve Singapur’un askeri üsleri bulunmakta. Bölgenin diğer 3 belli başlı Amerikancı ordusu, Tayland, Güney Kore ve Singapur orduları. Tay Krallık Ordusu, ABD Ordusu’nun bir basamağı olarak Kore Savaşı’na da, Vietnam/Amerikan Savaşı’na da, Irak/Amerikan Savaşı’na da asker gönderdi. Aynı biçimde, Güney Kore, Vietnam/Amerikan Savaşı’nda Amerikan güçlerine destek olmak amacıyla 300,000 askerini gönderdi! Singapur Ordusu ise, İsrailli askeri uzmanlar tarafından kuruldu. Singapur’da ABD’nin çeşitli askeri birimleri bulunmakta. Daha önce belirttiğimiz gibi, Pasifik’teki birçok ada-generkinde (devlet) (Kiribati, Nauru, Palau, Samoa, Tuvalu, Solomon Adaları ve Mikronezya) ordu bulunmuyor. Zorunlu askerliğin (ZA) olmadığı Asya-Pasifik ülkeleri şunlar: Afganistan, Avustralya, Bangladeş, Bhutan, Brunei, Çin, Fiji, Filipinler, Hindistan, Japonya, Maldivler, Myanmar, Nepal, Pakistan, Papua Yeni Gine, Seyşeller, Sri Lanka ve Yeni Zelanda. Asya-Pasifik’in yarıdan fazlasında ya ordu yok ya da ZA yok. Çin’de, kağıt üstünde, ZA olsa da; gönüllü çok olduğu için uygulamaya geçirilmiyor. Ayrıca, Çin’de ve Hindistan’da, ZA’nın olmamasının bir diğer nedeni, nüfusun çok büyük olması (Hindistan, 1.13 milyar; Çin, 1.3 milyar nüfuslu). O kadar askeri besleyecek olanak yok. Çin’de ZA olsaydı; her yıl yaklaşık 10 milyon erkeğin askere alınması gerekecekti! (Bir o kadar da kadın!) Bunun yerine, ülkede lise ve üniversite öğrencileri, 1-4 hafta askeri eğitim alıyor. Bu eğitim, önemi azalsa da sürüyor. Filipinler’de de ZA yok ama lise ve üniversitelerde yönergenin (müfredat) bir parçası olarak askeri eğitim var. Bu eğitimi tamamlamayan, mezun olamıyor. Tayland’da askerlik için erkekler kura çekiyor. Kurada askerlik çıkanlar, 2 yıl asker oluyor. Yeni Zelanda ve Avustralya’da ZA, Vietnam/Amerikan Savaşı’nın bitimine yakın olarak, 1972’de kaldırıldı. ZA, Güney Kore’de ve Singapur’da 2 yıl ve Tayvan’da 1 yıl.

Page 172: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

172

Singapur’da askerliğin bitmesinden sonraki 10 yılda gençler her yıl 40 günlük eğitim görüyor. Dünyanın dört bir yanında ZA yanlıları ve karşıtları var. ZA karşıtları, ZA’nın insan haklarına aykırı olduğuna, kölelik olduğuna; ZA ordusunun şiddeti, ulusalcılığı, orduculuğu ve erilliği beslediğine dikkat çekiyorlar. Bu bakışa göre, ZA, topluma boyun eğdirme aracı. Uzmanlık açısından bir bakış ise, ZA karşıtlığını, ZA olan ülkelerde ordunun düşük nitelikli oluşuna ve genç işgücü kaynağının boşa harcanışına dayandırıyor. ZA yanlıları ise, kimi askerlerin okuma-yazma ve ilkyardım gibi temel bilgileri ZA ordusunda edinişine dikkat çekiyor. Ayrıca, ZA, gençlere, ‘kendini feda etmek’ gibi yüce değerlerin verildiği bir kurum olarak da çalışabiliyor. Örneğin, Vietnam’da, askere gidenlerle gitmeyenler arasında değerler açısından farklar gözlemleniyor. Uzmanlık açısından ZA yanlılığı, şu noktalara dikkat çekiyor: Ordu, ZA’nın getirdiği büyük işgücüyle ve her iş kolundan insanın katılımıyla zenginleşiyor. Aynı sayıda bir gönüllü ordusu oluşturulsa, tutumyapı (ekonomi) çökebilecekken, ZA, savunmanın düşük tutarla gerçekleştirilebilmesini sağlıyor (Gezgin, 2009a). Hindistan Komünist Partisi (Marksist)’in de ZA’yı savunduğunu daha önce yazmıştık (bkz. Gezgin, 2009b). Saf bir barışçıllık düşüncesiyle halkları savunmasız bırakmak, kuramda şık görünebilir; ancak, gerçek yaşamda, ordular bir gereklilik ve zorunluluk (bkz. Gezgin, 2007). Sorun, ordunun varlığı değil; sorun, ordunun nasıl olacağı. Halkın ordusu mu, Nazım Hikmet’in deyişiyle “23 sente satılan askerler”in ordusu mu... İlgilisine Kaynak Gezgin, U.B. (2009a). Gazetecileri barışçıllaştırmak yerine barışçılları gazetecileştirmek (yayınlanmayı bekleyen çalışma). Gezgin, U. B. (2009b). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (84): “Komünistler Hindistan’a!” Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 245, 15 Mart 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=47910 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (6): 1973 Nobel Barış Ödülü’nü reddeden Vietnamlı devrimci ve karşı-orduculuk. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 165, 26 Ağustos 2007. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=15938 (bitti)

Page 173: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

173

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (110): Uygur/Çin Sorunu Üzerine... (1) Konuya girmeden, adlandırmadan başlayalım. Aynı ülkeye Rusya’nın ‘Çeçenya’, Çeçen direnişi yanlılarının ‘Çeçenistan’ demesi gibi; Sincan/Doğu Türkistan konusunda da dilsel bir karşıtlık var: Çinliler, bölgeyi ‘Sincan’ olarak adlandırıyor; Uygur direnişçilerse, ‘Doğu Türkistan’ olarak. Bölgenin Çince adı (Xinjiang), ‘yeni bölge’ anlamına geliyor. Mançuca’da ise ‘Sincan’, ‘yeni sınır’ anlamında; bu ad, Mançular’ın Çin’e egemen olduğu dönemde verilmişti. Bunun dışında, bölge için daha önce kullanılmış ‘Çin Türkistanı’ ve ‘Uyguristan’ sözleri de var. ‘Doğu Türkistan’ ve ‘Uyguristan’, ülkeyi ulus üzerinden tanımladığı için, milliyetçi sözler. ‘Sincan’ ise, açıkça Çin sömürgecisi bir niteleme. Bu yazıda, bu iki adlandırmayı da doğru bulmamakla birlikte, iki tarafın da görüşlerine yer verip üçüncü bir taraf yaratma çabasına gireceğimiz için, ‘Sincan’ ya da ‘Doğu Türkistan’ demek yerine, ‘Sincan/ Doğu Türkistan’ diyeceğiz ve fazla yer kaplamamak için, bunu ‘S/DT’ olarak kısaltacağız. Çin’in % 91.6’sı (1.2 milyar), Han Çinlisi. Çin’in kamusal olarak tanıdığı diğer 55 budunsal öbekten (etnik grup) toplam 105 milyon azınlık var. Uygurlar, nüfusça en büyük 5. azınlık; Tibetliler ise, 9. büyük azınlık. Türkiye’deki durumun tersine, Çin’de azınlıklar, toplam nüfusun % 10’unu bile oluşturmuyor; ama yine de, Çin’in nüfus büyüklüğü dolayısıyla, 105 milyon gibi büyük bir toplam sayıya sahipler. Dünyada toplam 11.4 milyon Uygur yaşıyor; S/DT dışında, toplam yaklaşık 3 milyon Uygur’un yaşadığı ülkeler şunlar: Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkiye, Türkmenistan, Rusya, Tacikistan ve Pakistan. Bugün S/DT’nin % 45’i, Uygur; % 41’i, Han. 1949’da bölgedeki Han Çinlisi oranı, % 6 iken; göçmen yerleştirme siyasaları sonucu, bugün Hanlar’la Uygurlar’ın oranı, neredeyse yarı yarıya. Türkiye’nin yakın geçmişteki siyasalarının tersine, Çin’de “Uygur yoktur, Çin’de herkes Çinli’dir” denmiyor. Mao döneminden başlayarak, azınlıklara eşit değil eşitten daha iyi davranılması siyasası getirildi –ayaklanmadıkları sürece. Mao’nun ölümünden sonra da, azınlıkların özel hakları korundu. Örneğin, Çin’de silah taşımak, yasak; ama Moğol azınlık, ekinlerinin bir parçası olarak kılıç taşıyabiliyor. Çin’de, tek çocuk yapma zorunluluğu var. Ancak, azınlıklara bu siyasa uygulanmıyor. Özerk bölgelerde kamusal belgeler, Çince ve yerel dilde olmak üzere iki dilli. Çin parasında beş dil var. S/DT’de yaklaşık 50 tane azınlık dili gazetesi bulunmakta. Azınlık dillerinin bastırılması ve yok sayılması sözkonusu değil. Azınlıklar, ana dilde eğitim alabiliyorlar; ama bir yerel dili öğrenip Çince öğrenmemiş bir insanın iş bulması zor. Uygur öğrenciler, okulda Çince de görüyorlar; ancak, anadilleri Çince olmadığı için ve abece farkları nedeniyle, birçoğu, Çince’yi ileri bir düzeyde öğrenemiyor. Yalnızca din değil, abece de farklı. Çinli öğrencilere okullarda okutulan yazın kitaplarında, Çin dili metinleri dışında, azınlık dilleri metinlerinden pek örnek verilmiyor. Budunsal öbekler birarada değil ayrı ayrı yaşıyor. Vietnam’da olduğu gibi Çin’de de, yutucu (yoksaymacı/ inkarcı/ ‘özbeöz’cü) ve kusucu (Sabetaycı tartışmaları gibi dışarıda bırakıcı/ “o(nlar) bizden değil”ci) yaklaşımlar geçerli değil (bkz. Gezgin, 2008). Çin’de askerlik zorunlu değil. Türkiye’de Türk-Kürt-Çerkes ve diğer Muhammedci öbeklerin kurtuluş savaşına katılımının tersine, Çin’in kurtuluşunda azınlıkların ya da

Page 174: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

174

diğer budunsal öbeklerin bir katılımı bulunmuyor. (Tam da tersine, 1943’te S/DT’nin egemeni olan Çinli savaş ağası, Mao’nun kardeşi Mao Zemin’i (1896-1943) ve yanındaki diğer ÇKP’lileri bölgeyi ziyaretleri sırasında öldürttü.) Türk kamusal (resmi) görüşünün Dersim ayaklanmasını ‘feodal’ bir ayaklanma olarak görmesi gibi; Çin kamusal görüşünde, azınlık ayaklanmaları, ‘feodal’ başkaldırı olarak çerçeveleniyor. Bu anlatıya göre, Çin Halk Kurtuluş Ordusu, tarihte, derebeylerinin ayaklanmasını bastırarak çeşitli budunsal öbeklerden köylüleri özgürlüğe kavuşturdu; sömürü düzenini alaşağı etti. Sincan/ Doğu Türkistan (S/DT), Türkiye’nin iki katı büyüklüğünde; ama yaklaşık 20 milyon nüfuslu özerk bir bölge. Bu sayılardan çıkarsanabileceği gibi, nüfus yoğunluğu, Türkiye’ye göre düşük. Bölge, madenler açısından zengin. Bölgenin tutumyapısının (ekonomik) % 60’ı, yeryağı (petrol) ve petrokimya kesimine dayanıyor. Ancak bu zenginliğin Uygurlar’a yansıdığını söylemek zor. Şanghay gibi Doğu Çin kentleri gelişirken; Tibet ve S/DT gibi Batı Çin bölgeleri, en düşük gelir düzeyine sahip olmayı sürdürüyor. Çin’le Kazakistan arasındaki enerji hatları, S/DT’den geçiyor. Çin’in Kazakistan’dan enerji satın alması, onun ABD’ye bağımlılığını azaltacak bir gelişme. Kazakistan Kaşagan yeryağı kaynakları, dünyanın en büyük beşinci ve Güneybatı Asya (ya da egemenlerin deyişiyle ‘Ortadoğu’) dışındaki en büyük yeryağı kaynağı. İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (49): Vietnam’da azınlık siyasaları ve Hmonglar. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 211, 20 Temmuz 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=34784 (2) Sincan/ Doğu Türkistan (S/DT), bugüne dek hep önemliydi. Geçmişte İpek Yolu nedeniyle büyük öneme sahipti; bugünse, Çin’in altıda birini oluşturan bölge, Çin’in Orta Asya’ya uzanan en uç noktası olarak ve Tibet özerk bölgesi, Hindistan, Moğolistan, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan ve Pakistan’ın komşusu olarak önemli bir kavşak noktası. Dahası, 1962 Çin-Hindistan Savaşı’nda, Çin Ordusu’nun Hindistan’dan aldığı Keşmir’in küçük parçası Aksai Çin de S/DT sınırları içinde. Tarih kitapları, son 2000 yılda, Çin’in, Moğol generklerinin (devlet) ve daha az güçlü generklerin bölgedeki sömürgeciliği ve bölge halklarının direniş örnekleriyle dolu. Halklar bir yeniyor, bir yeniliyorlar ve bolca göç oluyor. Daha önce Gök-tengrici, Manici, Budacı ve hatta İsacı olan Uygurlar’ın 10. ve 11. yüzyıllarla birlikte Muhammedci oluşu, bölge yapısını büyük oranda değiştirip karmaşık denkleme bir de din ayrımını sokuyor. Direniş ve ezen/ezilen anlatılarına, din farkı da eklenmiş oluyor. Kimi Uygurlar, Gök-tengrici, Manici, Budacı ve İsacı olarak varlıklarını sürdürürlerken, yüzyıllar içinde onlar da Muhammedci oluyor.

Page 175: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

175

Çin, 18. yüzyılda bölgeyi tümüyle ele geçiriyor; bölgeye Çinliler’in yerleştirilmesi siyasası da o zamanlardan başlıyor; ama bölgenin tarihinde ayaklanmalar ve başkaldırılar hiç eksik olmuyor. Yalnızca 1759-1864 arası, Doğu Türkistan’da 42 ayaklanma çıkıyor. 1864’te Uygur hareketi, Çin yönetimini alt edip ülkenin adını ‘Yedişehir’ koyarak bağımsızlık ilan ediyor. 1876’ye dek varkalan Yedişehir, Rusya, Osmanlı ve Britanya tarafından tanınmış bir generkti. Rusya ve Britanya, Yedişehir’i, Çin’i bölüşme tasarıları dolayısıyla desteklemişti; Osmanlı’nın ise din bağı vardı. 1876’dan sonra ülkeye Çinliler ve Mançu Hanedanlığı tarafından ‘Sincan’ adı verildi. 1933’te Kaşgar’da Doğu Türkistan Kamuerki (cumhuriyet) (diğer adıyla, Uyguristan Kamuerki) ilan ediliyor; ayaklanma, bir yıl sonra bastırılıyor. 1944’te ise, 2. Doğu Türkistan Kamuerki ilan ediliyor; İran Mahabat Kürt Kamuerki (1946-1947) gibi Sovyet desteğiyle kurulan ve ayakta kalan bu yönetim, 1949’da bölgeye Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun (ÇHKO) girişiyle son buluyor. Bölge, bir oldubittiyle, Çin yönetimi altında, ‘Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ adını alıyor. Bölgede bağımsızlığı ve özerkliği oylamak için hiç bir zaman halkoylaması yapılmıyor. Asıl dikkat çekici nokta, ÇHKO, Doğu Türkistan’a girerken, 2. Doğu Türkistan Kamuerki’ni destekleyen Sovyetler’in bunu engelleme girişiminde bulunmaması. O zamanlar, Çin ve Sovyetler kardeşti ve bu konu, daha sonra, Çin-Sovyet ayrılığının pek fazla gündeme getirilmeyen nedenlerinden biri de oldu. Sovyetler’e göre Doğu Türkistan, bir Orta Asya ülkesi olarak Sovyet Kamuerki yapılmalıydı; Çin’e göre ise S/DT, Çin’in bir parçasıydı. Çin’e göre Uygur halkı, 1949’da bölgeye giren ÇHKO’yu çiçeklerle karşıladı; Uygur kaynaklarına göre ise tam tersi. ÇHKO işgaline karşı Uygur ayaklanmaları, Mao’nun emriyle kanlı bir biçimde bastırıldı. Öte yandan, bölgeye 1955’te özerklik verildi. Mao döneminde, ‘Çinli’ kavramı, bir üstkimlik olarak yeniden kuruldu. Çinli çoğunluğu nitelemek için ‘Han’ sözü kullanılmakta. Tam da bu noktada sormalı: Çinli ne? Hanedanlığın 100 yıl Moğol ve 250 yıl Mançu olduğu Çin’de Çinli ne demek gerçekten? Gerçekte, Osmanlı ne kadar Türkse, Çin de o kadar Çinli’dir. ‘Çin’ sözcüğü, ‘Osmanlı’ sözcüğünde de olduğu gibi, bir ulus adı değil, hanedanlığın adıdır. Tarihte Çin Hanedanlığı’nın uyruklarına, dini ve budunu ne olursa olsun, ‘Çinli’ denmişken; anadili Çince olanları ayırmak için ‘Han Çinlisi’ deniyor. Peki Han ne? Han da, Çin Hanedanlığı’ndan sonra gelen hanedanlık. Onun da budunsal bir anlamı yok gerçekte. ‘Çinli’ diye saf, yabancılarla karışmamış bir ulus olmadığı gibi, saf bir Uygur ulusu da yok. Bölgede, Kırgız, Göktürk, Moğol vb. sayısız oymak, tarih boyunca birbirleriyle karıştılar. Uygur Yayılmanlığı’nın (imparatorluk) (İS 744-840) kısa bir süre de olsa Çin’i denetimi altına aldığı düşünülürse, Çinliler’le Uygurlar’ın karışmamış olması da olanaksız. Kaldı ki, Muhammedci Çinliler (Huiler), 9.8 milyonluk nüfuslarıyla Çin’in üçüncü büyük azınlığı. Dünyanın tüm kurtuluş hareketlerinde olduğu gibi, Uygurlar içinde de iki ses duyuluyor: Birinciler, Çin’le işbirliği yaparak palazlanmış Uygurlar. Bunlar, bağımsızlığı istemiyorlar; çünkü bağımsızlık, onları konumlarından/koltuklarından edecek. Bağımsızlıkçıların istekleri ise, din, budunsallık ve yoksulluk sorunlarıyla içiçe geçmiş durumda. 1991, Uygur hareketi için bir dönüm noktası oldu; çünkü bu yılda Sovyetler dağılıp Orta Asya kamuerkleri bağımsız oldu. Eskiden Sovyetler’e yaslanan Uygur hareketi, bugün, tam da, Kuzey Irak Kürt yönetimi örneğinde olduğu gibi, ABD’ye yaslanıyor.

Page 176: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

176

Çin Halk Kamuerki döneminde, 2009’dan önce de, S/DT’de, ayaklanmalar hiç eksik olmadı. Bu ayaklanmalardan, 1962, 1990, 1997 ve 2008’de olanları, özellikle anmaya değer. Diğer bir deyişle, Uygur direnişi, yeni değil; ama yeni olan, Uygur hareketinin Amerikancılaşması. (3) Dünya Uygur Kurultayı, 2004’te Uygur hareketlerini birleştirmek için kurulmuş bir çatı-örgüt. Rabia Kadir (d.1947), 2006’dan beri Kurultay başkanı. Kurultay, Almanya-Münih tabanlıyken, başkanlığı Kadir’in almasıyla, o da ABD’ye kaydı; Kadir’in başkanlığıyla, Kurultay, tümüyle Amerikancılaştı. Çin, Kurultay’ı ‘terörist’ sayarken; örgüt, açıkça ABD’den fonlanıyor; ABD parasıyla sözümona muhalefet yapıyor. Kurultay’ın fon aldığı ABD kamusal (resmi) kurumunun diğer ‘pis işleri’ arasında, Doğu Avrupa, Ukrayna ve Gürcistan’daki renkli (turuncu, kadife vb.) sivil darbeleri fonlamak da var. Dünya Uygur Kurultayı, Temsil Edilmeyen Uluslar ve Halklar Örgütü’nün (Unrepresented Nations and Peoples Organization) 57 üyesinden biri. Örgütte, Çeçenler, İran Kürtleri, Kanada yerlileri, Kırım Tatarları, Tibetliler, Avustralya yerlileri vb. var. Bu örgüt, adı ve üyeleri dolayısıyla, bir kardeş halklar izdüşüsü (proje) sanılabilir. Oysa, örgüt, 1991’de ABD eliyle kurulmuş bir kumpas. Örgütün amacı, 1991’de dağılan Sovyetler’den sonra, ‘ulusal kurtuluş’ hareketlerini tekeline alıp Amerikancılaştırmak. Rabia Kadir, Çin’de 6 yıl hapis yattıktan sonra 2005’te yurtdışına geçmiş bir Uygur işkadını. Kadir, Çin yönetimiyle aralarının açılmasından önce, ülkenin bir avuç zengininden biriydi. Sorulması gereken soru şudur: Rabia Kadir’in ülkesinde çoğunluk yoksulken, kendisi nasıl zengin oldu? Kendi halkını sömürmeden ve Çin’le işbirliği yapmadan ülkenin bir avuç en zengini arasına girmek olanaklı mı ki?! Kadir, yurtdışından aldıklarını Uygur kardeşlerine fahiş fiyata satarak zenginlemiş bir harami idi. Haramiliğiyle yalnızca alsatçılıkta değil, Çin generk (devlet) katlarında da yükseldi; 1997 olaylarında, Çin yönetimini açıkça eleştirdiği için görevlerinden alındı. 2000-2005 arasında, Çin devlet sırlarını ABD’ye sızdırmakla suçlanarak hapis yattı; ama ABD’nin baskısıyla erken salıverildi. 2007’de Bush’la özel olarak görüşen Kadir, tüm dünyaya ‘özgürlük(!)’ ve ‘demokrasi(!)’ götüren Bush’un da övgüsünü kazandı. Uygur-Çinli çatışması, 2009’da birdenbire çıkmış bir olgu değil: 2008’deki olaylar da, bir Uygur’un gözaltında öldürülmesiyle başlamıştı; halk, tepki olarak kendiliğinden bir gösteri düzenlemişti. Bu olaydan birkaç ay sonra, Uygur bağımsızlıkçıları, birkaç gün arayla, iki polis karakoluna bombalı saldırı düzenlemişti ve toplam 18 polis ölmüştü. Ancak, 2009, örgütlü şiddetin toplu olarak sivil Çinliler’e yöneltilmesi dolayısıyla, büyük bir fark taşıyor. Bilindiği gibi, 5 Temmuz olaylarının fitilini ateşleyen gelişme, 26 Haziran’da, Guandong’da, toplam onaltıbin işçiden sekizyüzünün Uygur olduğu bir yapımevinde (fabrika), 6 Uygur işçinin 2 Han kadını taciz ettiği ya da onlara tecavüz ettiği biçimindeki suçlama idi. Sonradan, suçlamanın, işten atılan bir işçi tarafından uydurulduğu ortaya çıktı. Söylentiyi yayan iki işçi, 7 Temmuz’da tutuklandı.

Page 177: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

177

Sincan/Doğu Türkistan’daki (S/DT) Uygurlar’ın 26 Haziran’daki olaya tepki göstermeleri, doğal; ancak, kendi bölgelerindeki duruma değil, S/DT’ye oldukça uzaktaki bir olaya tepki göstermeleri, dikkat çekici. Kimi araştırmacılar, 5 Temmuz 2009 S/DT olaylarının, Çin, Rusya ve İran arasındaki bağları güçlendiren Şanghay İşbirliği Örgütü toplantısından birkaç gün sonra olmasına dikkat çekiyorlar. Bunlara göre, 26 Haziran’da Guangdong’da Han Çinlisi kadınları taciz ettikleri ve hatta onlara tecavüz ettikleri savıyla iki Uygur işçinin dövülerek öldürülmesini, Amerikancı Kurultay, karışıklık çıkarmak için kullandı. 5 Temmuz Urumçi olaylarının Amerikancı Rabia Kadir tarafından kışkırtıldığı ve günler öncesinden hazırlık yapıldığı, birçoklarınca kabul edilen bir gerçek. 5 Temmuz olaylarındaki 184 ölüden 137’si, Han Çinlisi; 46’sı Uygur’du. (Toplam ölü sayısı, daha sonra, 197 olarak açıklandı.) Ölen Uygurlar’ın çoğu, Han sivillere saldırırlarken kolluk güçlerinin ateş açması sonucu öldürüldü. Çin açısından, bu, büyük bir felaket. % 91.6’nın Çinli olduğu ülkede, bir ayaklanmada ölenlerin çoğu, Han Çinlisi olabiliyor. Birçok Çinli, bu nedenle kızgın; daha sert güvenlik önlemleri alınmasından yanalar. Ayrıca, Çin’de azınlıklara yönelik olumlu ayrımcılığı -özellikle tek çocuk siyasasının azınlıklar için geçerli olmamasını- eleştiriyor ve azınlıkların kayırıldığını düşünüyorlar. ABD, yalan haber üretirken; Çin de bundan geri kalmıyor. Çin’in Uygur hareketini bastırmak için “terörist saldırıyı son anda önledik” türünden kışkırtıcı yalan haberler yaptığını ileri sürenler var. Öte yandan, daha önceki Tibet olaylarındaki durumun tersine, Çin’in ayaklanmadan birkaç gün sonra yabancı gazetecileri bölgeye kabul etmesi, uluslararası kamuoyunda olumlu bir gelişme olarak anıldı. Olaylardan birkaç gün sonra, yerel kanallarda, Han Çinlisi ve Uygur şarkıcılar, koro olarak, “Hepimiz aynı ailenin bir parçasıyız” şarkısını söyledi. Çin, bununla yetinmeyip bir de Arapça kanal açtı! Kanalı, budunsal sorunları çözmek için açmadılar; “Arap ülkelerinde Çin imgesi zedelenmesin; Araplar’la alsatçılık ilişkilerimiz bozulmasın” diye açtılar. Çin, “krizden fırsat doğurma” çabası içinde, sinekten bile yağ çıkarıyor. (4) Türkiye, sol ve dünya, Sincan/ Doğu Türkistan (S/DT) 2009 olaylarını nasıl algıladı? Bu sorunun Türkiye ayağında, belki de en dikkat çekici olan nokta, ölenlerin çoğunun Han Çinlisi olmasına karşın, Türkiye gazetelerinin çoğunda buna yer verilmemesiydi. Türkiye’den bakışlar, iki taraftan birini, çoğunlukla da Uygur tarafını tutmakta. Uygur tarafını tutanlar; Türkçüler, solcular, dinciler, Amerikancılar. Böyle geniş bir yelpazeyi tek bir çatıda birleştiren başka bir olay az bulunur. Çin tarafını tutanlarsa, az sayıda ‘solcu’ ve güvenlikçi. Bunun dışında, Türkiye’de “Çinli ve Uygurlu emekçiler kolkola versin, barış olsun, kardeşlik olsun” türünden pembe düşler kuranlar/ yazanlar oldu. Çin’le ilişkileri dolayısıyla Uygurlar’ı Kürtler’le eşitleyenler oldu. Tutucu kesimlerin Çin’i hâlâ ‘komünist’ sandığı bir kez daha ortaya çıktı. (Çin’i ‘komünist’ sananlar için bkz. Gezgin, 2009; 2008). TRT’de daha birkaç yıl önce, ulusalcı bir gezi izlencesinde, sunucunun “bakın, aslında Çin’de insan hakları ihlalleri yok; bunların

Page 178: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

178

hepsi, Çin’in yükselişini çekemeyen ABD’nin yalanı” deniyordu. Çinetaparlar’la Türkçüler, Temmuz 2009’dan sonra iyice ayrıştı. Soğuk Savaş’ın bitimiyle, ABD’nin dünyada milliyetçilere gereksinimi kalmadı. Bu değişimin sonucu olarak, birçok ülkedeki milliyetçiler de, Türk milliyetçileri de, 2000’li yılların ilk onyılında, Amerikancı olmayan bir görüntü veriyorlar ya da vermeye çalışıyorlar. Ancak, son yıllarda Uygur hareketinin Amerikancılaşması, Türk milliyetçili ğini de yeniden Amerikancılaştırabilir. Gerçi, Türkiye’de Amerikan karşıtlığı, Irak işgali nedeniyle, diğer birçok ülkedekine göre daha güçlü. Türkiye, alsatçılık ilişkileri zarar görmesin diye, Çin’e pek sesini çıkarmadı. Türkiye’nin egemenleri, “ben ülkemi pazarlamakla mükellefim”den daha öteye geçip S/DT’ye de el attılar. Uygurlar’ın acısını paylaşanların çoğu ise, insan hakları açısından değil; ‘Türklük’, ‘ İslamlık’ gibi evrensel olmayan, bencilce açılardan bakıyorlar. Olaylardan sonra, Muhammedci ülkelerin çoğu, Çin’i kınarken; Çin’le sıkı ilişkileri olan Rusya gibi ülkeler, “bu, Çin’in içişleridir” diye açıklama yaptılar. Pakistan ve Tayvan’ın Çin yanlısı açıklama yapması dikkat çekiciydi. Kosova bağımsızlığından ağzı yanan Sırbistan ve Tamil Kaplanları’nı yeni alt etmiş Sri Lanka da Çin yanlısı açıklama yaptı. Uygur hareketinin Amerikancılaşması, yurtdışında yaşayan Çinlileri de siyasallaştırıyor: Avustralya’da Uluslararası Melbourne İzit (Film) Şenliği’nde, Rabia Kadir’le ilgili bir belgeselin gösterilecek olması nedeniyle, birçok Çinli yönetmen, tepki olarak yapıtlarını Şenlik’ten çekti ve Şenlik’in ağsayfası, Çinli ağ korsanlarınca (hacker) ele geçirildi. Öte yandan, “ABD’ye karşı olacağız” diye Çin’i desteklemek gibi büyük bir yanlışa düşmemeli. Çin, ABD’nin gerilemesiyle, bölgenin ve dünyanın en büyük sömürgecisi olma yolunda. Özellikle Vietnam, bu durumdan çok rahatsız. Bin yıl Çin sömürgesi olmuş Vietnam, yine de, S/DT Temmuz 2009 olaylarında Çin’i destekledi; çünkü olaylar, başından beri, bir bağımsızlık ya da kurtuluş hareketi yerine kör şiddet izlenimi verdi. Ayrıca, Vietnam, ilkeli siyaset yapmanın başka nedenlerle de çok uzağında; ancak konumuz bu değil. Türkiye solunun ve dünya solunun sorması gereken soru şudur: “Amerikan güdümünde bağımsız bir Uygur ülkesinin kurulmasını destekleyecek miyiz, desteklemeyecek miyiz?” Sonuçta, Amerika güdümlü bir Doğu Türkistan ya da daha doğru bir sözlemeyle, Amerikan Doğu Türkistanı, eşitlikçi bir toplum olmayacak; varsılın, yoksulun ümüğünü sıkışı sürecek. Kaldı ki, bu bağımsızlık, bölgedeki Amerikan gücünü pekiştireceği için, sonuç, dünyanın ilerici güçleri için olumsuz olacak. Dahası, din temelli bir Uygur generki (devlet) kurulacaksa; bu, ülkede Muhammedci olmayanların ezilmesini getirecek. Üstelik, Uygur generki, bir ulus-generk (ulus-devlet) olacaksa –ki bağımsızlık hareketi, ulusalcılık üstüne kurulmuş durumda-, bölgedeki Uygur olmayan nüfus, baskı görecek. Bir kere, bugün S/DT’nin % 41’ini oluşturan Han Çinlileri, Uygurlar’ın bağımsız oluşuyla, ülkeden/bölgeden kovulacak mı? (Bağımsız bir Uygur ülkesi kurulacaksa, Han Çinlileri’nin Çin’e doğru olası bir göçü, 1947’de Pakistan’ın Hindistan’dan ayrılmasından sonraki karşılıklı göç kadar büyük bir göç olacak.) Hadi onlar kovuldu diyelim. Bölge nüfusunun bugün %

Page 179: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

179

14’ünü oluşturan Kazak ve Hui (Çinli Muhammedciler) gibi azınlıklara, bağımsız generkin bakışı ne olacak? Türkiye ve dünya solu, bu ve benzeri soruları Kürt/Türkiye/İran/Irak/Suriye sorunu için sordu. Kimisi, Amerikancı bir bağımsızlığı, bağımsızlık getireceği için olumlu karşılarken; kimileri, Amerikancı olduğu için olumsuz karşıladı. S/DT konusunda da dünya solunda benzer bir bölünme sözkonusu. İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2009). Çin ve Vietnam’da yeni-serbestçilik ve direniş. Barış Çoban (der.) Küreselleşme, direniş, ütopya - Yeni toplumsal hareketler: Küreselleşme çağında toplumsal muhalefet içinde. İstanbul: Kalkedon Yayınları. Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (54): Çin’de komünizm doğdu mu? Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 209, 6 Temmuz 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=33662 (5) ABD’nin Sovyetler’in sönümlenmesinden sonra Orta Asya’yı tümüyle ele geçirememiş olması ve bölgenin hâlâ büyük oranda Rusya etkisinde olması (Kırgızistan’daki üs tartışması bunun bir örneği) nedeniyle, ABD, S/DT gibi bir kavşak noktasında Amerikancı bir ülkeye gereksinim duyuyor. Gerçekte, Muhammedci olmayan ve barışçıl görüntüsüyle dünyanın sevgisini kazanan Tibet, ABD için S/DT’ye göre daha kolay bir av ve daha uygun. Tibet, bağımsız olursa, burada güçlü bir ulusalcı dalga olmayacak; ABD, Tibet’e ne isterse onu yaptıracak. Oysa Doğu Türkistan’da tüm Amerikancılığa karşın bunun dışında kalan bir dalga var. S/DT, ekinsel olarak, diğer Orta Asya Türksü kamuerklerine (cumhuriyet) yakın; onlardan biri. Bunun için Kazakistan, Kırgızistan vb. gibi bağımsızlık istemesi doğal. Kazakistan nasıl bağımsızsa, Uygurlar da aynısını istiyor. Bu açıdan, S/DT bağımsız olacaksa; bu, Orta Asya kamuerklerinin desteğiyle olacak. Bunun için de, bu kamuerklerinin tek yumruk olmaları, AB gibi bölgesel bütünleşme girişimlerinde bulunmaları gerekiyor. Orta Asya kamuerkleri böyle dağınık oldukça, Uygur bağımsızlığı çok uzak olacak. İkincisi, Çin’le Rusya’nın yakınlaşması ve Türksü kamuerklerinin hâlâ Rusya etkisinde olması, Uygur bağımsızlığını uzak bir olasılık olarak değerlendirmemize yol açıyor. Kısa erimde, bu, olanaklı görünmese de; uzun erimde çözüm, Orta Asya’nın bölgesel bütünleşme çabası içinde ABD ve Rusya ekseninden çıkması olacaktır. Bu, tüm sorunları çözmeyecektir elbette; ama yine de, bugün fazlasıyla Amerikancı olan Uygur hareketine Amerikancı olmayan bir seçenek olduğunu gösterecektir. Bu Orta Asya Birliği çabasında, bölgede yaşayan anayurtdışı (diaspora) Uygurları’nın büyük önemi olacaktır. Bu çabanın bir parçası olarak, Türkiye solu, Amerikancı olmayan ve İslamcı olmayan Uygurlar’ın görüşlerine yer vermelidir; onların sesinin daha gür çıkması için çabalamalıdır. Uygurlar’ın sözcüsü olarak bir zengini değil yoksulları temsilci saymalıdır. Zaten, ‘ulusal kurtuluş

Page 180: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

180

hareketleri’ içinde, Uygurlar örneğinde olduğu gibi, bir zenginin başkan olması, eşine az rastlanır garip bir durumdur. Tüm çatışmaların en az iki tarafı olur. Çin ve ABD kaynaklı haberlere boğulurken; S/DT çatışmasının altyapısını oluşturanın, bölgeyi Çinli göçmenler eliyle Çinlileştirme siyasası olduğu unutulmamalıdır. Evet, ölenlerin çoğu Han’dı; Han Çinlisi sivillerin kör şiddete kurban gitmeleri hiç bir biçimde kabul edilemez; ancak, Uygurlar’ı bölgede çoğunluktan azınlığa düşürmek için uygulanan Han yerleştirme siyasalarından Uygurlar’ın rahatsız olması çok doğal. Bu siyasaların bir sonucu olarak, S/DT’nin başkenti Urumçi’de Uygurlar çoktan azınlığa düşürülmüş durumda: Urumçi’nin % 75’i Han Çinlisi; % 13’ü Uygur. Uygurlar, Batı S/DT kentleri dışında büyük bir farkla azınlıklar. Yaklaşık 20 milyonluk nüfusun 8.4 milyonu, Uygur; 7.5 milyonu Han Çinlisi. Öte yandan, Çin’in tipik bir sömürgeci olmadığı da gözden kaçırılmamalıdır. Çin’de azınlıkların birçok ülkedekine göre daha çok hakkı bulunmakta. Tüm Çin paralarında Uygurca’yı içermek üzere 5 dil yer alırken ve azınlıkların resimlerine yer verilirken; ABD paralarında İngilizce dışında, Türkiye paralarında Türkçe dışında dilin yer almaması anlamlıdır (dünya paraları için bkz. Gezgin, 2009). Temmuz 2009 olaylarının, Çin’in dış siyaset etkinliklerinde çeşitli değişikliklere yol açması beklenmeli. Bugün, Çin, ABD’nin tersine, başka ülkelerdeki çatışmaların tarafı olma gibi bir çaba içinde değil. Mao Çini, devrimi dünyaya yaymak için etkin bir uluslararası ilişki ve destek ağı oluşturmuşken; 78 sonrası Çin, oldukça farklı. Yarın öbürgün Çin, Çin dışında daha etkin olma yoluna girerse, belki de ilk işi, kendisine karşı boykot çağrıları yapılan Türkiye’ye karşı, Kürtler’i desteklemek olacak. Bu, bugün gerçekdışı görünse de; Uygur/Çin sorunu, kısa erimde ortadan kalkmayacağına göre, Çin, birçok değişim olasılığını düşünmek durumunda kalacak. Çin, ileride, Uygurlar’dan daha fazla Han Çinlisi’nin öldüğü olayları, iç siyaseti hoşnut etmek için “adeta soykırım” diye niteleyen Türk egemenlere karşılık, sözgelimi, Diyarbakır’daki olayları “adeta soykırım” biçiminde haberleştirme yoluna gidebilir. Belki, Türkiye, aynadaki imgesiyle başkasındaki imgesi arasındaki farkı, böylece daha iyi anlayabilmiş olacak. Türkiye’deki Uygurlar ve Kürtler ise, sokaklara birlikte çıktıklarında, içtenliklerini tüm dünyaya kanıtlamış olacaklar. Ancak, bu sokağa birlikte çıkış için, Uygur hareketinin büyük bir dönüşümden geçmesi gerekiyor. Bitirirken, şunu da belirtmeli: Bu yazının geç kalmış bir yazı olduğu düşünülebilir. Tozun dumanın kalkması için bekledik; acele edip yanlış sonuçlara varmaktan böylece büyük ölçüde geri durduk. İleride, bu yazının, Çinci, Amerikancı ve İslamcı olmayan Uygurlar’ın görüş ve yorumlarıyla devamı gelecek. Bu yazı, geç kalmış değil; çünkü Çin sömürgeciliği de Uygur direnişi de uzun yıllar sürecek. İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2009). Dünya paraları: Resimlerle örnekler ve yorumlar. http://www.slideshare.net/dr_gezgin/dunya-paralari-gezgin (bitti)

Page 181: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

181

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (109): 1998’de Endonezya 1998, Endonezya için çok önemli bir yıl: Asya Akçal (Finansal) Bunalımı’nın bir sonucu olarak, 1998’de, Endonezya’da, 32 yıldır yönetimi elinde tutan Suharto istifa etmek zorunda kaldı ve Endonezya’da bir dönem kapanmış, yeni bir dönem açılmış oldu. Kimi gözlemciler, Suharto’nun düşüş sürecini, süte yapılan zamla başlatıyor. Şubat 1998’de anneler, süt zammı nedeniyle eylem yaptılar. 5 Mayıs’ta gaza yapılan %71 zam, bardağı taşıran son damla oldu. Asya Akçal Bunalımı nedeniyle Endonez parası Rupiah, % 80 oranında değer kaybetti; ederler (fiyat) uçtu; işsizlik patladı. Öğrenci hareketi, 1998’de Endonezya’da birdenbire ortaya çıkmadı. Suharto döneminde öğrenci muhalefeti her zaman var oldu; bu muhalefet, hapis cezalarıyla bastırıldı. Öğrencilerin temel eleştirisi, Suharto’nun rüşvetçiliği, kendi soyağını (aile) ve yalakalarını kayırması ve ülkenin yabancı sermayeye peşkeş çekilmesiydi. Fakat bu hareketler, kitleselleşemiyordu. Bir kere, sol hareket, toplukıyımlarla ortadan kaldırılmıştı. Ayrıca, öğrenci hareketi, savaşımını diğer kitle hareketleriyle ve sokaktaki siyasete ilgisiz insanların sorunlarıyla birleştirebilecek bir yapıdan yoksundu. 1997-98 Asya Akçal Bunalımı, nesnel bir koşul olarak, öğrenci hareketine bu yapıyı armağan etti. Öğrenciler, kimi üniversite hocalarından da destek aldılar. Birleşik hareket, bir ay kadar kısa bir sürede ülkenin birçok yerindeki toplu gösteriler ve ayaklanmalarla ‘yıkılmaz’ denilen 32 yıllık Suharto yönetimini tuzla buz etti. 12 Mayıs’ta barışçıl bir gösteride, kolluk güçleri, 6 öğrenciyi öldürdü. Bu öğrenciler, ‘devrim’in simgesi oldular. Onlar, ‘reform yiğitleri’ (reform pehlivanları) olarak bugün de anımsanıyorlar. Bu olaydan sonra, öğrenci hareketiyle, muhalefet önderi ve Sukarno’nun kızı olan ve daha sonra generk (devlet) başkanı olacak olan Megawati, omuz omuza verdiler. 13-14 Mayıs’ta, yaşam pahalılığı ve rüşvet nedeniyle öfkeli olan halk, Endonezya’nın birçok kentinde ayaklandı; birçok işyeri yağmalandı ve ateşe verildi; alışveriş merkezleri yakıldı. Zenginliğin ve rüşvetin simgesi olarak Endonezya Çinlileri hedef alındı. Bin kişi öldü. Bu ayaklanmaların, Suharto’yu düşürmek isteyen ordu tarafından bilinçli olarak kışkırtıldığını bildiren tanıklıklar var. Ancak, konu, geçen on yıl sonunda tümüyle aydınlatılabilmiş değil. Çeşitli yorumculara göre, o dönem, ordu bölündü; ordunun bir kolu, açıktan açığa gençleri destekliyordu. Yarım milyon kişinin katıldığı gösterilerin düzenlendiği doruk noktasında, öğrenciler, Meclis’i işgal etti. Ordunun gençleri destekleyen kolu, öğrencilerin Meclis’e girmesine engel olmadılar. Suharto, 21 Mayıs 1998’de istifasını açıkladı. Oysa 2 ay önce, Meclis, Suharto’yu yeniden generk başkanı seçmişti. Çok kısa sürede, tüm şakşakçıları, onu yüzüstü bıraktı. Kendi bakanları, partisi ve Meclis’i eylemcilere açan ordudan da öte; Soğuk Savaş’tan sonra ortaklaşmacılığa karşı Suharto’ya gereksinim duymayan ABD de onun istifasını istedi. Gerçi, Suharto’nun istifasından sonra, O’nun isteğiyle başa geçen generk başkanı yardımcısı Habibie de, onun kadar harami idi; ama yol açılmıştı bir kere. Devrilen, egemenler değil Suharto oldu. Halka yalancı meme verildi. Bu nedenle, 1998’i bir devrim olarak değil, egemenlerin el değiştirmesi olarak görenler var. Evet, Suharto’nun düşüşüyle partiler üstündeki baskı kaldırıldı; siyasal mahkumlar salıverildi. Peki rüşvet kalktı mı? O, eskisi gibi yerli yerinde duruyor. Egemenlerin, yalnızca, adları değişti. Yoksulların koşulları iyileştirilmi ş değil; yoksulluk ortadan kaldırılmış hiç değil.

Page 182: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

182

Bir Endonez şair, durumu çok güzel anlatıyor. Yazıyı onun şiiriyle noktalayalım. Sahte Şiir “Günaydın han’fendi, günaydın bey’fendi” diyor öğrenci Sahte kibarlık ile. Ve çalışıyorlar sahte tarihi Sahte ders kitaplarında yazan. Okul bitti mi Dehşete düşüyorlar gördüklerinde karnelerini. Üniversiteye giremediler öyle değil mi; O zaman evine gidiyorlar öğretmenlerinin, Sahte saygılarını sunmak ve para dolu bir zarf vermek için. Değiştirsin diye öğretmenler, eski sahte karneleri Yeni sahte karnelerle. Nice dönem geçer Ve onlar doğarlar yeniden, ne olarak? Sahte iktisatçı, sahte avukat, sahte mühendis, sahte bilimci. Sahte öğretmen, sahte bilgin, sahte sanatçı olur kimileri. Koştururlar, sahte ekonomiye dayalı Sahte kalkınma politikalarıyla doldurmak için ceplerini. Görürler sahte ihracata, sahte ithalata dayalı Sahte ticareti, sunarak sahte yüksek kalite ürünleri. Sahte bankalar; sahte armağanlar ve sahte ikramiyeler vermekle meşguller; Sahte merkez bankasının sahte görevlilerince İmzalanmış sahte güvence mektupları üstünden Kredi verirken sessizce. Sahte döviz kuru üzerinden dönen Sahte para ile alışveriş yapar toplum ise. Uymaz sahte paralar sahte değişim değerine, Çökene dek bütün yapı, bütün düzen Ve çökertene dek kriz, sahte hükümetleri, Sahte kötü şans ile. Sahte halk ise sevinç ile Haykırır ve tartışırlar sahte düşünceleri Sahte seminerlerde, kutlarlar gelişini Sahte demokrasinin, Çok alacalı bulacalıdır o demokrasi Ve çok ama çok ama çok sahte. Agus Sarjono, Çeviren: Ulaş Başar Gezgin

Page 183: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

183

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (108): 40 Yıllık Suskunluk ve Gencer-Gencer Daha önce bu konuda yazdık (bkz. Gezgin, 2009): 1965’te Endonezya’da 300,000-1 milyon solcu ya da solcu yakını, ordunun ve İslamcı örgütlerin işbirliğiyle topluca öldürüldü. Konu, Endonezya’da hâlâ özgürce tartışılamıyor. Bu tabuyu devirmek için çeşitli giri şimler var. ‘40 Yıllık Suskunluk: Bir Endonez Ağlatısı’ (40 Years of Silence: An Indonesian Tragedy), Dr. Robert Lemelson’un yönetmenliğini yaptığı, 1965 toplukıyımlarını ele alan 2009 tarihli bir belgesel. İzit (film), 4 ailenin tanıklığına dayanıyor. Bu 4 aile, 1965 öncesindeki yaşamlarını, 1965-1966 arasını ve 1966 sonrasını anlatıyor. Bu aileler, hâlâ baskı görüyor, tehdit ediliyor. 10 yılda çekilmiş olan ve 300 saatlik görüşmelere ve 10,000 sayfalık görüşme kayıtlarına dayanan belgeseldeki birinci kişi, Kereta. Kereta’nın babası, kendi akrabalarının ihbar etmesiyle gözlerinin önünde öldürülüyor. İkinci kişi Lanny de, babasının öldürülmesine tanık oluyor. Üçüncü kişi olan Degung, babasının ölümüyle sokağa atılıyor, seks işçileri tarafından büyütülüyor. Şimdi, bir insan hakları eylemcisi. Dördüncü kişi olan Budi, toplukıyımlardan çok sonra doğmasına karşın, babası eski siyasal hükümlü olduğundan, köylüler tarafından sürekli baskı gören bir çocuk. Onu korumak için, ailesi, onu bir yetimhaneye veriyor. Yetimhanede büyüyen Budi, büyüyüp hesap sormak üzere köye dönüyor. Yine daha önce yazdığımız gibi, toplukıyımlara gerekçe olarak, ortaklaşmacıların darbe düzenleyip altı generali öldürmesi gösteriliyordu. Princeton Üniversitesi araştırmacısı Bradley R. Simpson, kitabında (‘Economists with Guns: Authoritarian Development and US-Indonesian Relations, 1960-1968’), ABD ve İngiltere’nin toplukıyımlar için silah ve para desteğinde bulunduğunu, Ordu ve EKP’nin arasını açmak için çeşitli gizoyunlar (komplo) düzenlediğini gözler önüne seriyor ve darbeyi düzenleyenin EKP olmadığı sonucuna varıyor. ‘Ölen öldü ama kalan sağlar’ için yaşam, hiç de kolay olmadı. Hapisten çıkanlara “devlete, bana yapılanlar için dava açmayacağım” diye bir yazı imzalatılıyordu. 1981’de çıkan bir yasayla, siyasal ‘suç’lardan hapse girmiş olanların kimlik kartlarına ‘eski siyasal mahkum’ anlamına gelen bir damga vuruluyordu. Ayrıca, her ay, karakola görünmeleri gerekiyordu. Damgalılar, oy kullanamıyor; öğretmen ya da memur olamıyordu. Bu ‘kalan sağlar’dan biri de, 14 yıl hapiste ve bunun üstüne 13 yıl ev hapsinde tutulmuş olan ve bugün Endonezya’nın en tanınmış yazarı olan Paramudya (1925-2006) idi. ‘40 Yıllık Suskunluk’, konuyla ilgili ilk izit değil. Uzun süre hapis yatmış solcu Endonez yazar Putu Oka, daha önce belgeseller çekti. Yine de, yabancı bir yönetmenin iziti, her zaman daha çok ilgi çekiyor. Bu kırk yıllık suskunluğu kırmak açısından bir diğer önemli gelişme, Endonezya dışında gerçekleşti: Singapur’da Haziran 2009’da ‘1965-1966 Endonez Öldürümleri Yeniden’ (The 1965-1966 Indonesian Killings Revisited) adıyla bir toplantı düzenlendi. Suharto döneminde, bu toplukıyımlar üstüne konuşmak ve öldürülenleri anmak yasaktı. (Durum, İran’da solcu öğrencilerin mezarlarının talan edilmesine benziyor.) Bu toplukıyımları yoksaymanın ötesinde, ‘haklı saymak’ için, daha önce, Suharto yanlısı izitler yapılmıştı. Ders kitaplarında 1965 toplukıyımına elbette yer verilmiyor.

Page 184: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

184

Bu kitaplarda ortaklaşmacılar, ‘şeytan’ olarak gösteriliyor. İnsan hakları eylemcileri tüm bunlara karşı, bir Gerçek ve Uzlaşma Kurulu’nun oluşturulmasını istiyorlar. ‘40 Yıllık Suskunluk’ belgeselinin dikkat çekici bir özelliği, belgesel müziğinin 40 yıllık yasaklı olan bir şarkı olması. Parçanın adı, ‘Gencer-Gencer’. Gencer, Endonezya’da yaygın olan bir ot. Bu ot, varlık zamanında hayvanlara yem olarak verilen, yokluk zamanında yoksulların yediği bir ot. Gencer, Japon işgali sırasındaki darlıkta temel yiyecekti. Bu şarkı, bu açıdan, yoksulluğu ve savaş dönemindeki zorlukları çağrıştırıyor. Ancak, sözlerinde, yasaklanmayı gerektirecek bir neden bulabilene madalya takmalı. İşte şarkının sözleri: Gencer, gencer, dağılmış, tarlada Topluyor onları bir kadın Bir sepeti dolduruyor gencerle, eve gidiyor sonra Pazara götürülüyor gencerler şafak vakti Sıkıca bağlandılar ve sunuldular. Çokça alıyor Cebeng Ana Pişirmek için hazır şimdi. Muhammed Arif, bu parçayı 1943’te besteliyor. Daha sonraki yıllarda Endonezya Komünist Partisi’ne katılıyor. Parça, Suharto öncesinde öyle sevilgen (popüler) oluyor ki kimi kukla gösterilerinin sonunda Gencer çalıyor. Parçayı, EKP, seçim kampanyalarında kullanıyor. 1965’te Suharto bir darbeyle başa geçince, Arif’in evi ateşe veriliyor; besteci yakalanıyor ve ondan bir daha haber alınamıyor. Suharto döneminde, gencer yemeyi bırakanlar bile oluyor. Ya şimdi? Şimdi genelağ (internet) var artık. Genelağ, yasak masak dinlemiyor. Gencer, Endonezya’da seyrek olarak da olsa yeniden çalınmaya başlandıkça, ülkenin kanlı geçmişiyle yüzleşmesinde yeni bir adım daha atılmış oluyor. İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (79): Endonezya ve tarihyazımı. Evrensel Hayat Eki, sayı 238, 25 Ocak 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=44300 Belgeselin ağsayfası: http://www.40yearsofsilence.com/ Gencer-Gencer şarkısını dinlemek için: http://www.youtube.com/watch?v=9mX7kKVLwlQ

Page 185: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

185

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (107): Endonezya’da Daha Çok Bomba Patlayacak... 17 Temmuz 2009’da Cakarta’daki intihar bombası saldırısında 9 kişi öldü. Endonezya’da İslamcı yıldırganlık (terörizm) yeni değil. En büyük saldırı, 2002’de gerçekleşmişti. 12 Ekim 2002’deki Bali bombalamalarında 202 kişi ölmüştü. Bunların 164’ü yabancıydı ve neredeyse yarısı (88 kişi) Avustralyalı’ydı. İki bomba, Bali’nin en kalabalık kumsal bölgesi olan Kuta’daki gece klüplerinde patlatılırken; bir bomba da, Bali’nin bağlı olduğu Denpasar kentindeki ABD büyükelçiliğinde patlatılmıştı. Saldırıları İslami Cemaat örgütünün gerçekleştirdiği sanılıyor. Patlamalardan bir hafta sonra, Bin Ladin, açıklama yaparak, bunun, ABD’nin saldırılarına ve Avustralya’nın Doğu Timor’un Endonezya’dan ayrılmasındaki rolüne yanıt olduğunu bildirdi. Patlamaları örgütledikleri sonucuna varılan üç kişi, idam cezasına çarptırıldı; ceza, 9 Kasım 2008’de kurşuna dizme biçiminde uygulandı. Burada, 2002’deki Bali saldırılarında, bombacıların Balili değil Cavalı olduğunu vurgulamalı. Bombalama için Bali’nin seçilmesi, bölgenin, Endonezya’da en çok yabancının bulunduğu yer olmasından öte; çoğunluğu Muhammedci olan Endonezya’da, Bali’nin, çoğunluğu Hindu olan bir bölge olarak göze batmasından da ileri geliyor olabilir. Bali halkı, bombalamaları onaylamıyor; zaten bu patlamada 38 Balili de öldü ve Bali’ye gelen gezmenlerin (turist) sayısı düştüğü için, Bali’nin tutumyapısı (ekonomi) göçtü. Bugün Bali’de, 2002’de ölenler anısına bir anıt var; anıtta, adak çiçekleri eksik edilmiyor. Bombalamalar, 2002’den sonra da hızını kesmedi. 5 Ağustos 2003’te, Cakarta’da, bir intihar bombacısı, ABD Büyükelçiliği yetkililerinin sıklıkla kaldığı bir gezmenevine (otel) bombalı arabayla saldırı düzenledi; 12 kişi öldü. 9 Eylül 2004’te bir intihar bombacısı, Cakarta’daki Avustralya Büyükelçiliği bombaladı; 9 kişi öldü. Dahası, 1 Ekim 2005’te, Bali’de ikinci bir intihar bombası saldırısı gerçekleştirildi; 20 kişi öldü. Ölenlerin 15’i Endonez’di. Bu bombalamayı da, İslami Cemaat’in düzenlediği sanılıyor. Araştırmacılar, din konusunda genel olarak ılımlı bir ülke olarak değerlendirilebilecek Endonezya’da bu saldırıların nasıl olup da gerçekleştirilebildiğine şaşıyorlar. Dünyanın her yerinde, genel toplamda daha uçta olan insanlar vardır elbette; bu, Endonezya’ya özgü değil. Ancak, yine de, güleryüzlü insanların ülkesini İslamcı yıldırganlıkla bağdaştıramıyorlar. Oysa Endonez gazetelerinde son bir ayda çıkan haberleri incelemek, bu şaşkınlığı dağıtmaya yetiyor da artıyor bile: Endonezya’nın en büyük din örgütü olan Nahdlatul Ulama (NU), cep telefonu ve Facebook ile karşı cinsle konuşmayı haram sayan bir fetva çıkardı. Gerekçe ise, iletişimin zinaya yol açabileceği. Kimi bölgelerde devlet memuru kadınlara ve kız öğrencilere başörtüsü zorunluluğu getirildi. ‘İslam’dan sapmış’ bir akım olarak görülen ‘Ahmediye’ tarikatı, Endonezya’da baskı görüyor. 3 generk (devlet) başkanı adayı da, dindar kesimden oy toplamak için yatılı din okullarını dolaştı. Endonezya’da çok sayıda yatılı İslam okulu var. Bombacılar, bu okullardan mezun oluyor. Ama generk, toplumsal kargaşaya yol açmamak için, bu okulları kapatmak gibi gerekli olan bir siyasadan kaçınıyor. 2009’daki son bombalı saldırıyı düzenleyenlerden biri, 2002’deki Bali saldırısı sonrasında tutuklanıp daha sonra salıverilmiş bir İslam okulu mezunu. Aynı okulun bir başka mezunu, 2003’te Cakarta’yı kan gölüne çevirmiş başka bir intihar bombacısı. Kimi araştırmacılar, okulu suçlamayı doğru bulmuyor. Ancak, bu din

Page 186: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

186

okulu, sivilleri rastgele öldürmenin ‘günah’ olduğunu öğretemiyorsa ve bombacılar hep bu okullardan çıkıyorsa, okullar, önleyici bir eğitim vermedikleri için suçlanmalı elbette. Kimileri ise, bombalamalar için hâlâ “İslami Cemaat örgütünü suçlamayın; İslam’da şiddet yoktur” diyor. Oysa, Endonezya, 1993 Sivas yangınından daha büyük kıyımlara gebe. Bomba haberlerinde, İslamcılar’ın ABD eliyle nasıl yaratıldığı verilmiyor; bombacı örgütün açıklamalarına da yer yok. “Bunlar cani” deniyor, o kadar; haber içeriklerinin gerisi, “şunlar öldü, şunlar yaralandı” biçiminde. Sorgulamacı gazetecilik yok. Bombaların patlaması bile, gazetecilerin sorgulayıcı bir bakış edinmesi için yetmiyor. Öyleyse bunları biz anımsatalım: Hareket, uluslararası bağlantılarını Afganistan’da Sovyetler’e karşı direnişte kazandı. Afganistan’dan ve Pakistan’dan dönenler, harekete taze kan sağladı. İslamcı hareketlerin askerileşmesi, yalnız Endonezya’da değil, Filipinler ve Güney Tayland’da da gözlemleniyor. Eskiden dinsel konular dışında eğitimsiz olan dindarlar, ABD’nin eliyle Afganistan’da ve Pakistan’da askeri eğitimden geçirildi. Zaten Rambo da, mücahitlere destek için Afganistan’a gitmiyor muydu?!.. Endonezya’da ise, Suharto, Asya’nın ÇKP’den sonra en kitlesel ortaklaşmacı partisi olan Endonezya Komünist Partisi’ne karşı ‘Yeşil Kuşak’ siyasasını uyguladı. Tarihi geriye dönderemeyiz. Ancak, Endonezya’da çözülmesi gereken sorun, bombalamalar değil, kıyımlara eğilimli bir din yorumuna karşı savaşım sorunudur. Kıyımcı din yorumu mahkum edilmedikçe, Endonezya’da daha çok bomba patlayacak.

Page 187: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

187

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (106): Batı Papua: Endonezya’nın ‘Güneydoğusu’ Endonezya’yla ilgili ilk izlenim, “bu kadar farklı dilden, dinden, ekinden insan nasıl birarada yaşayabiliyor?” oluyor. İnsanların genellikle neşeli olması, bu şaşkınlığı pekiştiriyor. Ancak, Endonezya’nın bir ‘Batı Papua’sı var ki, bu şaşkınlığı hüzne bırakıyor. Batı Papua, 1828’den 1963’e dek bir Hollanda sömürgesiydi. Papua’nın yarısı, Endonezya’nın; diğer yarısı, Papua-Yeni Gine’nin elinde. 2.6 milyon nüfusa 270 dilin düştüğü Batı Papua’nın çoğunluğu İsacı. Batı Papua, 1963’ten beri Endonezya’nın işgali altında. Bölge, Soğuk Savaş’ın bir diğer kurbanı. ABD, Batı Papua konusunda, Hollanda’ya karşı Endonezya’yı desteklemişti; çünkü Endonezya ile Hollanda arasındaki yeni bir savaş nedeniyle, Endonez ortaklaşmacılarının (komünist) güç kazanmasından korkuyordu. 1963’te Endonezya, BM kararıyla, adanın sahibi oldu. Anlaşmaya göre, 1969’da Batı Papua’da yapılan hileli oylamayla, bölge, kamusal olarak Endonezya’nın bir parçası yapıldı. O zamandan beri, Endonezya, yabancı şirketlerle birlikte, Batı Papua’nın altın, bakır, yeryağı (petrol) ve nikel yataklarını sömürüyor. Durum, her yanıyla bir sömürgecilik örneği. ‘Endonezya’nın güneydoğusu’ olarak adlandırabileceğimiz Batı Papua, 3. Dünyacılık’ın yanlışını bir kez daha gösteriyor: Hollanda’nın eski sömürgesi olan Endonezya’nın kendisi de bir sömürgeciye dönüşüyor. Batı Papua’nın altın ve bakır madenlerini 1967’den beri işleten Freeport Şirketi, bir Amerikan şirketi. Şirketin Batı Papua’da işlettiği altın kaynağı, dünyadaki en büyük altın kaynağı. Kurulduğundan beri, şirkete karşı birçok gösteri ve şiddet eylemi gerçekleştirildi. Temmuz 2009’da ise, şirketten ve madenlerden gelen gelirleri paylaşma konusunda, polis ve asker arasında anlaşmazlık olduğu için silahlar konuştu; ölenler oldu. Polis ve asker, şirketi korumak için para koparıyor. Şirketin kendi açıklamasına göre, şirketi korumak üzere polise ve askere 2008’de 1 milyon Dolar’dan fazla para verildi. Askeri yönetim, polis yönetimine dönüşürken, eskiden askere giden para, polise gidiyor; ordu, bundan hoşnut değil. Şirketin geliri milyar dolarları bulurken, Batı Papua halkı yoksul ve en temel hizmetten bile yoksun. Endonezya, 1966’dan beri, Batı Papua dağlarını ve koyaklarını bombalıyor; köylüleri önce kendi mezarlarını kazmaya zorlayıp sonra da öldürüyor; yabanıllar, cesetlerle dolup taşıyor; köylüler elleri bağlanıp ya da boyunlarına taş bağlanıp denize atılıyor. Faili meçhuller yaygın. Sağlık hizmetinde ayrımcılık olduğu için, binlerce Batı Papualı, basit hastalıklardan öldü ve ölmeye devam ediyorlar. Batı Papua nüfusunun altıda birinin 40 yıllık Endonez işgali sırasında öl(dürül)düğü düşünülüyor. Kıyımlar, ibret olsun diye, köylülerin gözü önünde yapılıyor. Ölülerden toplanan kulak ve dudak koleksiyonları yaygın. 1975’ten bu yana uygulanan göçmen siyasalarının bir ürünü olarak, bugün bölge nüfusunun en az yarısı, göçmen. Batı Papualılar’ın topraklarına el konuluyor ve Endonezya’nın diğer bölgelerinden gelen ‘muhacir’ler buralara yerleştiriliyor. Endonez sömürgeciliği, Hollanda sömürgeciliğinden geri kalmıyor. Üstelik, Batı Papua’nın komşusu olan ‘bağımsız’ ülke Papua Yeni Gine, soydaşlık ili şkisine karşın, Batı Papualı sığınmacıları geri yolluyor; onların ölümüne yol açıyor. 1971’de Batı Papualı yurtseverler, bağımsızlık ilan ettiler; ancak hareket, bastırıldı. Özgür Papua Hareketi, Batı Papua’nın bağımsızlığı için savaşım veriyor. Özgür Papua

Page 188: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

188

Hareketi’ne karşı, kimi yerliler, koruculuk düzeninde olduğu gibi silahlandırılıyor; Papualı’yı Papualı’ya öldürtme tasarısı uygulanıyor. İşadamları ve yabancılar, korucular tarafından öldürülüp suç, Özgür Papua Hareketi’nin üstüne atılıyor. Ancak, cinayetleri kimin işlediğini bulup çıkarmak aslında o kadar zor değil; çünkü Özgür Papua Hareketi, Endonez Ordusu’nun elindekiler kadar gelişmiş silahlara sahip değil. Bir cinayet, gelişmiş silahlarla işlenmişse, bu, ordu ya da korucular tarafından işlendiğinin kanıtı sayılıyor. Öte yandan, hareketin, az sayıda da olsa, asker ve polis silahlarını ele geçirdiği biliniyor. Yani, durum, sanılandan daha karışık. Korucular eliyle olay çıkartılarak, “askere hâlâ gerek olduğu” havası verilmeye çalışılıyor; böylece, bölgede ordunun varlığı gerekçelendirilmiş oluyor. Batı Papualılar, bütün bunlara karşı, barışçıl bir tepki olarak, bağımsızlık bayrağını dalgalandırıyorlar. Bayrağı dalgalandıranlara, sorgusuz sualsiz ateş açılıyor. Endonez Ordusu’nun sivillere ateş açması, sıradan bir olay. Bağımsızlığı simgeleyen Sabah Yıldızı bayrağını dalgalandırmanın cezası, 7-20 yıl hapis. Batı Papualılar, yine de, bu gösterileri yıllardır sürdürüyor. Batı Papua, Doğu Timor gibi bağımsızlığını kazanabilecek mi? Bunu öngörmesi zor. Zor çünkü Doğu Timor’un bağımsızlığı da beklenmedik bir olaydı. Ancak, Doğu Timor’un bağımsızlığı, daha düşük olasılıklıydı. Endonezya, sömürgecilikten vazgeçip Batı Papualılar’ın olanı kendilerine verirse ve askeri düzeni bırakıp sivilleşirse; bağımsızlık isteği için en büyük nedenlerden ikisi ortadan kalkmış olacak. Ancak, Endonez egemenlerinin böyle büyük bir rant kapısını öylece bırakacaklarını sanmak, saflık olur...

Page 189: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

189

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (105): Yarım Yüzyıl Sonra ‘Bağlantısızlar’ 15. Bağlantısızlar Hareketi (BH) toplantısı, 15-16 Temmuz 2009’da Mısır’da gerçekleşti. BH üyesi ülkeler, toplamda dünya nüfusunun yarısından fazlasını oluşturuyor. BH’nin 118 üyesi, 15 gözlemcisi var. Çin ve Brezilya üye değil, gözlemci. Kuzey Kore’nin üye olması ama Güney Kore’nin olmaması, anmaya değer. Neredeyse tüm Asya ülkelerinin bulunduğu BH’de, ABD’nin ‘askerlik arkadaşı’ Japonya’nın yer almaması da dikkat çekici. Üye olmayıp konuk olanlar (yalnızca açılışı ve kapanışı izleme hakkı olanlar) arasında, Avustralya, Almanya, İspanya, İtalya, Kanada, Rusya, Vatikan ve Yeni Zelanda var. BH dışında, bir de BH başhanımları (first lady) toplantısı yapılıyor. Bu toplantının varlığı bile, siyasetin ne kadar eril olduğunu gösteriyor. BH, Hindistanlı Nehru, Mısırlı Nasır, Yugoslavyalı Tito, Endonezyalı Sukarno ve Ganalı Nkrumah tarafından oluşturuldu. ‘Bağlantısızlar’ sözü, ilk kez Nehru tarafından kullanıldı. BH’nin kökleri, 1955’te Endonezya’da Bandung Asya-Afrika Toplantısı’nda atıldı. Kuruluş amacı, her tür sömürgeciliğe ve yabancı karışmalarına karşı dayanışma idi. Bağlantısızların 1961’de, Belgrad’da, Tito’nun girişimiyle yapılan ilk toplantısında 25 ülke vardı. Bağlantısızların temel çıkış noktası, ABD ile Sovyetler’in arasındaki Soğuk Savaş’ta taraf olmama; daha doğrusu, taraf olmayarak üçüncü bir taraf olma çabası idi. BH, kuruluşundan beri, dağılmamak için, gevşek bir yapı olarak varlığını sürdürdü. BH’de üç yıllık dönüşümlü başkanlık düzeni var. Hareket’in BM’de bir de elçisi bulunuyor. BH’nin kuruluş ilkeleri şunlar: Birbirinin toprak bütünlüğüne ve egemenliğine karşılıklı saygı, karşılıklı saldırmazlık, birbirinin içişlerine karışmama, eşitlik ve karşılıklı yarar, barışçıl eşyaşam. Bu ilkeler, 1962’deki Hint-Çin Savaşı’ndan başlayarak BH üyeleri arasında sürekli olarak çiğnendi. Soğuk Savaş döneminde Hindistan, Sovyetler’e; Pakistan, ABD’ye yaklaştı ve iki ülke arasındaki çatışmalar durulmadı. 1979’da Sovyetler, Afganistan’ı işgal ettiğinde, Hareket, dağılma noktasına geldi. Malezya ve Endonezya, birlikte varolmaya başladıkları ilk yıldan başlayarak o ya da bu biçimde, ya çatışmada ya da çatışmanın eşiğindeler. Yine bir yandan İran ve Irak; ve diğer yandan Irak ve Kuveyt savaşmıştı. İkinci binyılın ilk yıllarını karşılıklı olarak gergin geçiren Tayland ve Kamboçya da BH üyesi. Bu, BH’nin kendi ilkelerine bağlı kalmamasının ötesinde, ne kadar etkisiz olduğunu da gösteriyor. Aynı biçimde, BH’ye katılım koşullarını, neredeyse hiç bir üye karşılamıyor. Koşullar şöyle: Bağlantısız dış siyasa; çokyanlı askeri örgütlere üye olmama; ulusal kurtuluş hareketlerine destek; büyük güçlerin, ülkede askeri üs açmasına izin vermeme; büyük güçlerle askeri anlaşma yapmamış olmak. Bu ve çeşitli nedenlerle, kimi yazarlar, ‘BH’ yerine ‘sözde BH’ diyorlar. BH, AB’ye seçenek bir ezilenler birliği olmaktan elbette uzak; çünkü BH, ülkelerin egemenleri tarafından temsil ediliyor. Ezilenlerin Birli ği, her ülkenin ezenlerinden değil ezilenlerinden oluşmalı. Yine de, bir Uluslararası İşçi Örgütü’nden (Enternasyonel) beklenmesi gerekeni, BH’den bekleyenler var. Oysa BH, sömürgecilik-karşıtı söyleminde, sömürgecilik sonrasında kökleşmiş yerli egemenleri ve yerli sömürgecileri aklamaya çalışıyor. Bandung Toplantısı’nın on ilkesi arasında, yoksulluk ve gelir adaletsizliğinin bir kez bile geçmemesi anlamlı. BH’nin altmetinlerinde sınıflar ve yoksullar yok; devletler ve uluslar var. Böyle olunca, BH,

Page 190: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

190

sınıfların sorunlarıyla değil, devletlerin sorunlarıyla ilgileniyor. Verilen ileti şu: “Senin yoksulluğun, devlet yüzünden değil, yabancılar yüzünden”. BH, ABD’nin Irak’ı işgaline, Yıldırıcılığa (Terörizm) Karşı Savaş’a, ABD’nin İran ve Kuzey Kore’ye yönelik tutumuna, Siyonculuk’a, Filistin’in i şgaline ve İsrail’in Filistin’de gerçekleştirdiği kıyımlara karşı çıktı. Ancak, karşı çıkınca ne olmuş oldu? 50 yıldır karşı çıkışlarının sonucu neydi? Suharto gibi bir toplukıyımcıya 30 yıl evsahipliği yapmış bir hareketten ne beklenebilirdi ki!?.. Örneğin, BH’den, bir İsrail’i boykot kararı çıkmıyor. İsrail, BH’nin kurucu üyesi olan Hindistan için temel silah satıcısı. Üye ülkelerin çoğunun birincil ya da ikincil alsatçılık (ticaret) ortağı, ABD. BH, Soğuk Savaş’ın bitimiyle varlık nedenini yitirdi. Ayrıca, tutumbilimsel (ekonomik) konuların Ö-77’ye (77 ülkenin oluşturduğu öbek) bırakılması da, BH’yi silikleştiren bir diğer etmen. BH ve Ö-77, birbirleriyle çakışıyorlar. Yine de, özellikle Küba’nın etkisi dolayısıyla, BH’den, BM’ye göre ileride kararlar çıkıyor: Örneğin, 2006’daki toplantı sonunda, BH, nükleer enerji konusunda İran’ın yanında olduğunu ve İsrail’in nükleer kurumlarının denetime açılması gerektiğini belirten bir açıklama yaptı. Ancak, sözden öte bir adım atıldığı yok. -Üçüncü toplantıyı saymazsak- Üç yılda bir yapılan BH toplantıları, 2012’de Tahran’da yapılacak. Başkanlık, 2009’la birlikte, Küba’dan Mısır’a geçti; 2012’de İran’a geçecek. ABD işgali baskısıyla karşı karşıya kalan İran’ın 2012-2015 arasında BH başkanı olacak olması, Hareket’i keskinleştirecek bir gelişme olabilir; ya da tersine, Soğuk Savaş’tan sonra işlevini yitirmiş olan BH’nin dağılmasını tetikleyebilir.

Page 191: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

191

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (104): Endonezya Seçimleri Endonezya’da generk (devlet) başkanlığı seçimleri, 8 Temmuz 2009’da yapıldı. Yaklaşık 170 milyon seçmenin oy kullanması nedeniyle, Endonezya; Hindistan ve ABD’nin ardından, nüfus olarak en büyük üçüncü ‘demokrasi’ olarak geçiyor. Bu, Endonez tarihinde halkın devlet başkanını doğrudan seçtiği ikinci seçim. Yarışanlar, şuanki generk başkanı SBY (Susilo Bambang Yudhoyono’nun kısaltması. Birçok Endonez gazetesinde, SBY olarak kısaltılıyor; olumsuz bir anlam içermiyor); şuanki generk başkanı yardımcısı Yusuf Kalla; ve Endonezya’nın ilk generk başkanı Sukarno’nun kızı olan ve kendisi de bir dönem generk başkanı olmuş (2001-2004) Megawati Sukarnoputri idi. Kesin sonuçları, Temmuz sonuna doğru açıklanacak olan seçimde, şimdiye dek yapılan sayımlara göre, SBY’nin kazandığına kesin gözüyle bakılıyor. Yine aynı açıklama yapılıyor: “Halk, sürekliliği oyladı.” SBY’nin seçilmesi, rüşvetle savaşmasına, düşük gelirliler için geliştirdiği izlencelere ve yoksullara yaptığı para yardımlarına bağlanıyor. Ancak, yoksulluk, egemenlerin gelirini azaltmadan ortadan kaldırılamayacağına göre, bu sorunu çözmesi olanaksız. Yoksullar, sonuçta, birileri varsıl olduğu için yoksullar. Ve zaten, yoksullar, kendilerine verilen sadakalar nedeniyle, bu ‘bir hayli yoksul dostu’ olan ‘devlet büyükleri’ne oy verdiklerine göre; ‘devlet büyükleri’nin yeniden seçilebilmesi için, yoksulluğun sürmesi gerekir. SBY, karanlık bir kişilik; çünkü 1998 öncesinde, Suharto’nun has adamıydı. Endonezya’nın insan hakları örgütleri, onun, bu dönemdeki hak çiğneyimleri ile ilgili olarak yargılanması gerektiğini söylüyorlar. Megawati’yi ise, birçokları, yeteneksiz buluyor. Bir ev hanımı olduğu için, ülkeyi yönetecek nitelikte olmadığını düşünüyorlar. Daha önceki generk başkanlığı döneminde ‘etkisiz eleman’ olduğundan, onu ‘Megawati’ yerine ‘Miniwati’ olarak adlandırıyorlar. Seçimler, Endonezya’da, -belki de ilk kez- başörtüsü konusunu gündeme getirdi: SBY’nin eşinin ve Megawati’nin başları açıkken; üçüncü aday olan Kalla’nın eşi, başörtülüydü ve bunun üzerinden siyaset yapıp oy toplamaya çalıştı. “Bakın; diğerleri, dininde imanında değil; benimki ise, dinine bağlı bir aile” diyordu. Fakat bu yöntemi, işe yaramadı; seçilmedi. Çoğunluğu Muhammedci olan ülkede, Türkiye’deki durumun tersine, ‘dindar’ ya da ‘dinci’ olmak, seçilmek için yeterli olmuyor. Yine de, SBY’nin partisi, İslamcı partilerle güçbirliğine dayanıyor. Kalla, seçilebilmek için, yalnızca din kartını değil ulusalcılık kartını da oynadı: “Malezya, Endonez karasularına izinsiz girmeyi sürdürürse savaş açacağız” buyurdu. Sonuçta bu da seçilmesine yetmedi. Birçok kitle örgütü, seçimleri boykot etti. Anavatanın Kurtuluşu için Halk Savaşımı Gönüllüleri (SPARTAN), seçimden önce, Genel Seçim Kurulu önünde, yeni-serbestçi (neo-liberal) generk başkanı adaylarının, adaylıklarının düşürülmesi için gösteri düzenledi. Bu eylemde göstericiler, SBY’nin yeni-serbestçi olduğunu savsözleriyle (slogan) vurguladılar. SBY’ye karşı eylem yapanlar arasında, yönetimin, yoksulluk sorununu çözmediğinden yakınan ev hanımları/ev işçileri de vardı. Aynı biçimde, Endonezya Gençlik Savaşım Cephesi, seçimlerden bir gün önce, seçimleri boykot etme çağrısında bulunan izinsiz bir gösteri düzenledi. Bu eylemin pankartlarından

Page 192: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

192

birinde, “düşünüyorum, öyleyse boykot ediyorum” yazıyordu. Katılımcıları az sayıda olmakla birlikte, Endonezya’da çokça direniş var; sorun, dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi, muhaliflerin kendi yaygın basın-yayın uzuvlarına sahip olamamaları. Endonez DKÖ’lerinin ortak görüşü, Suharto’nun devrilmesinin ezilenlere bir yararının olmadığı. Aynı kötü koşullar sürüyor; Suharto’nun yerine, başka ezenler geçti başa. Hindistan’da da olduğu gibi, seçimleri boykot edenler, yalnızca solcular değildi. Keşmir örneğine benzer bir biçimde, bağımsızlık hareketinin güçlü olduğu Batı Papua’da, bağımsızlık yanlıları, seçim bürolarına saldırılarda bulundu. Papua Adası’nın doğu bölümü, Papua-Yeni Gine’de; batı bölümü ise, Endonezya’da. Batı Papualılar, ülkeye yerleştirilen Endonezler’den ve güvenlik güçlerinin baskısından rahatsız. (Batı Papualılar, ‘ilksel’ bir yaşam sürüyorlar. Örneğin, seçim bürolarına saldırı, ok ve yayla gerçekleştirildi.) Daha önceki seçimlerde, bölgedeki farklı olaylarda 10 kişi ölmüştü. Daha önceki bir yazımızda, yoksulluk ve gelir adaletsizliği gibi, hemen hemen tüm ülkelerde ortak olan sorunlar dışında, Endonezya’nın temel sorunlarının şunlar olduğunu belirtmiştik: Malez-Endonez gerginliği; bakımsızlıktan ve vurdumduymazlıktan kaynaklanan hava kazaları; sağlığın alsatçılaştırılması (ticarileştirilmesi) ve sağlık dolandırıcılığı; nükleer tehlike ve seçenek (alternatif) enerjilerin kullanımı. Bunlara, budunsal (etnik) ve dinsel çatışma ve din-devlet ili şkileri de eklenebilir elbette. Bu konularda SBY, önceki döneminde (2004-2009) bir çözüm üretmedi; yeni dönemde de (2009-2014) bir çözüm üreteceği beklenemez. Ülkenin sorunlarının çoğu, ülkenin pazarlaştırılması ve pazarlanmasından ileri geliyor. SBY, bunun tersi bir siyasa izlemediğine göre, sorunlar, çığ gibi büyüyecek. Halk hareketleri, aynı oranda büyüyecek mi? İleriki yıllarda göreceğiz...

Page 193: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

193

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (103): Endonez-Malez Gerginliği Endonezya’da savaş tamtamları çalıyor. Birçok Endonez, Malezya’yla ortak dil ve geçmişlerine ve din kardeşliklerine karşın, Malezya’nın varsıl bir ülke olması nedeniyle, Endonezya’yı aşağı gördüğünü düşünüyor. Son gelişmeleri bu açıdan yorumluyorlar. Sukarno zamanındaki gibi bir Endonez-Malez çatışmasının koşulları yavaş yavaş oluşuyor gibi görünüyor. Konunun alevlenmesi, üç güncel olaydan ileri geliyor: - Endonez hizmetçilerin Malezya’da sürekli dövülmesi, - Malez gemilerinin sürekli olarak Endonez karasularına girişi, - Malez prensin Endonez güzelini dövmesi ve ona işkence etmesi vb. Bölgede Filipinler’den sonra dışarıya en fazla işçi gönderen ülke Endonezya. 2005 sayılarına göre Endonezya, yaklaşık 4 milyon işçisini yurtdışına gönderdi. Bunların %75’i kadın işçi; çoğu ise hizmetçi. ‘Hizmetçilik’ kavramsal olarak da toplumsal olarak da işçilikten ayrılıyor. Malezya’da hizmetçiler, işçi sayılmadıkları için, sendikalar, onların haklarını arayamıyor. ‘Hizmetçi’ sözü, yalnız kavramsal olarak yanlış değil; aynı zamanda hak kayıplarına neden oluyor. Bu nedenle, ‘hizmetçi’ yerine ‘ev işçisi’ sözü kullanılmalı. Bu, ‘kutsal aile’ tartışmalarını yanında getirebilecek bir öneri: ‘Ev hanımı’ ne zaman ‘ev işçisi’ olur? ‘Ev işçisi’, emeğini satmak zorundadır; geçimini böyle sağlar. Gerçekte ‘ev hanımı’ da böyledir. Geçimi, eşinden alacağına bağlıdır ve bu alacak, açıkça belirtilmese de, ev hanımının sunduğu hizmetlere dayanır. Bu konu, başka bir yazıda daha uzun ele alınmalı; ama dönelim Endonezya’ya. Endonezya’da yaygın görüş, Malezler’in Endonez ev işçilerini aşağıladıkları yönünde. Ancak ev işçilerini suçlayanlar da var. “O kadar ‘salak’lar ki, gittikleri heryerde dayak yiyorlar” diyorlar. Benzer bir biçimde, kimileri, Malezya’daki Endonez ev işçilerine kızıyor, “ne işiniz var Malezya’da; Malezler’e, size şiddet uygulama olanağını siz kendiniz veriyorsunuz. Endonezya’da ücret düşük ama böyle olaylar başına geldiğinde mutlaka bir yardım eli uzanır” diyorlar. Diğerleri buna karşı çıkıyor: “Endonezya’da koşullar öyle kötü ki, genç kızlar tek çıkar yol olarak Malezya’ya gidiyor”. Kimi Malez, bu Endonez ev işçilerine yönelik şiddet olaylarının Malezya Çinlisi ailelerde yaygın olduğunu, çünkü bu ailelerin parayı ödeyince ev işçisini 24 saatlik köle gibi gördüğünü söylüyor. Bu Malezler, Endonez ev işçilerine, dini-dili bir olan Malez ailelerde çalışmalarını öneriyor. Kimilerine göre, Endonez devlet büyükleri, Malezya’da işkence gören ev işçileriyle ilgilenerek oy toplamaya çalışıyor. Yoksa ilgilenmezlerdi. Bu nedenle, “keşke her yıl seçim olsa” diyenler var. Kimileri, bu olayların Endonezya’da iç siyaset aracı yapılmasından rahatsız. Endonez egemenleri, “bakın biz iyiyiz, ne güzel bir ülkemiz var. Kötü olanlar biz değil, Malezler” demeye getiriyor. Oysa dev kaynakları olan Endonezya’nın yoksullarının yabancı ülkelerde çalışmak zorunda kalmalarından, çoğunluk adına siyasalar geliştirmeyen egemenler sorumlu. Yoksa kimse gurbet elde çalışmak istemezdi. Bir başkası, “ev işçileri olmasaydı, kim temizlerdi evi, kim bakardı çocuklara, kim yıkardı çamaşırları?!” diyor ve ekliyor, “ev işçileri olmasa, boşanma oranları tavan yapardı.” Çözüm, ev işçilerinin örgütlenmesi ya da -‘Vernel yumuşaklığı’nda bir ‘sivil toplum ağzı’yla konuşacaksak, çözüm- akran topluluklarının oluşturulması.

Page 194: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

194

Endonez hükümeti ise, Malezya’da Endonez ev işçilerinin sendika haklarına kavuşması için çabalamak yerine, Malezya’ya Endonez işçi gönderimini durdurma önerisini tartışıyor. Bir de, gerektiğinden fazla dikkat çeken Manohara olayı var. Manohara, Malez prensinin kendisine dayak attığını, işkence ettiğini savlayarak ülkesine kaçan 17 yaşındaki Endonez model. Devlet güvenliği açısından en ciddi sorun ise, Ambalat bölgesindeki karasu anlaşmazlığı. Endonezya, Malez gemilerinin bölgeye girişini Endonezya’nın deniz haklarının çiğnenmesi olarak görüyor. Endonez Ordusu’na göre, Malezya, Endonez karasularına izinsiz olarak 2008’de 23 kere, 2007’de 76 kere ve 2009’un ilk yarısında 14 kere girdi. Endonez Ordusu, bölgeye giren Malez gemileriyle başa çıkamıyor; çünkü ordu, eski kılgıyapılarına (teknoloji) sahip. Endonezya, daha önceki bir sınır anlaşmazlığında, Malezya’nın, konuyu, Uluslararası Adalet Divanı’na götürmesi sonucu, iki adasını yitirmişti. Yani bu olay da bir ilk değil. Kimi Endonez diplomatlar, Endonez gazetelerinde, “Endonez Ordusu, yenilenmeli; Endonez karasularına izinsiz girenlere, uyarılara karşın bunu sürdürüyorlarsa, ateş açılmalı” gibi yazılar yazıyorlar. İki ülkenin Güneydoğu Asya Birliği (ASEAN) kurucu üyeleri olması, savaş tamtamlarını susturamıyor. Endonezya tarafına göre, Endonezya, Güneydoğu Asya Birli ği’ni dış siyasette öncelik olarak belirlerken; Malezya için, kendi çıkarları, Güneydoğu Asya Birliği’nden önce geliyor. İleri yaşlardaki kuşaklar, savaşa bir olasılık vermiyor. Savaşta iki taraf da kaybedecek. Ama Malezya’da ev işçilerinin sendikal hareketi gelişmedikçe ve karasuları anlaşmazlıkları çözülmedikçe, bu Malezya düşmanlığı, Endonez siyasetine ekmek çıkarmaya devam edecek.

Page 195: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

195

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (102): Seçimlerden Hemen Önce Endonezya Gündemi (1) 8 Temmuz’da devlet başkanlığı seçiminin ilk turunun gerçekleşeceği Endonezya’nın gündeminin başkonusu elbette seçimler. 1998’de Suharto’nun devrilişini ve sonrasında değişenleri ve değişmeyenleri ele almadan, Endonezya seçimleri tartışmalarının hakkını vermek olanaksız (1998 öncesindeki ve sonrasındaki Endonezya’nın ayrıntıları için bkz. Gezgin, 2008a). 1998’de Suharto’nun bir halk ayaklanmasıyla alaşağı edilmesine olumlu bakanlar, çoğunlukta. Buna göre, 1998’le birlikte Endonezya’ya ‘demokrasi’ geldi; değil mi ki baskıların olmadığı bir çokpartili düzene geçilmişti. Üstelik, ülkede 2004’te ilk kez, devlet başkanını doğrudan halk seçti. Ancak, sayıca az da olsalar, 1998 sonrasını olumsuz bulanlar da var. Bunlardan biri olan Endonez profesör Seda’ya göre, 98 sonrasında, rüşvet, daha da yaygınlaştı. Bu durum, şöyle açıklanabilir: Özeksel (merkezi) ve sürekli olan yönetimlerde (örneğin Çin) rüşvetin kime verilmesi gerektiği bellidir; özeksizleştirilme ise, rüşveti de özeksizleştirir. Bu durumda, Afrika’da olduğu gibi, rüşvetin kime verilmesi gerektiği belli olmaz. Ayrıca, yöneticiler, seçimden seçime değiştiği için, rüşvet verilecek kişiler de değişiyor (bkz. Gezgin, 2009a). Öte yandan, ABD’nin has adamı Suharto’nun zimmetine geçirdiği 15-35 milyar Dolar, Endonez bankalarına değil İsviçre bankalarına yatıyordu. Dolayısıyla, Endonezya’daki rüşvetin Kuzey Atlantikli destekçilerini unutmamalı (Gezgin, 2008b). Aynı biçimde, Singapurlu toplumbilimci Hadiz, 98 öncesi ile sonrası arasında, toplumsal siyasalar açısından bir fark olmadığına dikkat çekiyor. Ona göre, 98, bir başarı değil başarısızlıktı; çünkü ezilenler, daha toplumsal siyasalar oluşturabileceklerken, devrim, eski adaletsiz yapıları korudu. Ayrıca, Hadiz, yaklaşan seçimlerde, partilerin ezilenlerden yana siyasalar önermemelerine dikkat çekiyor; ülkede bu kadar yoksulluk ve işsizlik olmasına karşın, ezilenlerden yana hareketler olmamasına şaşırıyor. Oysa, Hadiz’in ilk yorumu geçerli olsa da, şaşkınlığını, masabaşı yazarlığına vermeli. Endonezya’da, özellikle başkent Cakarta’da, cılız da olsa birçok gösteri oluyor. Ülkede bolca gösteri oluyor olmasına ama bunlar gazetelerde ya hiç yer almıyor ya da kısa kısa yer alıyor. Sanatçılar, öğrenciler, yoksullar, köylüler, Muhammedci gençler, gösteri üstüne gösteri düzenliyor. Bu eylemlerin etkisiyle olsa gerek, Endonezya’da ‘neo-liberal’ sözü, bir küfür ya da bir hakaret olarak algılanıyor. Kimi siyasetçiler, seçilebilmek için, ‘neoliberal’ olmadıklarını üzerine basa basa belirtmek zorunda kalıyor. Örneğin, devlet başkanlığı seçiminde yarışan üç büyük adaydan biri olan eski devlet başkanı Sukarnoputri, ‘neo-liberalizm’in Endonezya’nın kurucusu olan babasının (Sukarno) düşüncelerine ters olduğunu vurgulayarak oy toplamaya çalışıyor. Dahası, ülkenin yakın geçmişi düşünüldüğünde, asıl Hadiz’in şaşkınlığına şaşırmak gerekiyor: Endonezya’da sol hareket, Türkiye’de de olduğu gibi vahşice dağıtıldı. 1965’te 300,000-1 milyon solcu ya da solcu sanılan yurttaş vahşice öldürüldü. Birçokları hapis yattı. Dolayısıyla Endonezya’nın son durumu, şaşırtıcı değil. İnsanlar, ılımlı olsalar da; Endonezya, yine de dinin güçlü olduğu bir ülke. Zaten devrimcilerin katli, temel olarak, toprak ağalığı ve din ağalığının içiçe geçtiği

Page 196: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

196

düzende, onların toprak reformu istemelerinden ileri geliyordu (bkz. Gezgin, 2009b). Din (Endonezya genelinde Muhammedcilik ve çoğunluğun Hindu olduğu Bali’de Hinduculuk), o toprak sahipleri için, sömürülerini meşrulaştıracak düşünyapısal bir araçtı(r) ve toplukıyımın düşünsel altyapısını oluşturmuştu(r). Endonezya’da 1965 toplukıyımı hâlâ bir tabu. İnsanlar bu konuda hâlâ kısık sesle konuşuyor. Mağdurların yakınlarının nerede oldukları, ne yiyip ne içtikleri bile belli değil. Birgün, 1965, özgürce tartışılabildiği zaman, Endonez demokrasisi için önemli bir adım atılmış olacak. Suharto’nun düzenlediği 1965 darbesi dolayısıyla, 1965-1979 arasında hapis yatmış, 1979-1992 arasında ise ev hapsinde tutulmuş, Endonezya’nın bugün en tanınan yazarı olan Paramudya’nın (‘Pramoedya’ diye yazılıyor, ‘Paramudya’ diye okunuyor) (1925-2006) yapıtlarının kitapçılarda rahatlıkla bulunabilmesinin bir başlangıç olmasını umalım. Demokrasi, tarihle barışık olunmadıkça olanaksız... İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2009a). Vietnam & Asia in flux, 2008: Economy, tourism, corruption, education and ASEAN regional integration in Vietnam and Asia. Darmstadt: H@vuz Publications. http://www.dergi.havuz.de/001-OCAK-SUBAT-2009/ulas-basar-gezgin.html Gezgin, U. B. (2009b). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (79): Endonezya ve tarihyazımı. Evrensel Hayat Eki, sayı 238, 25 Ocak 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=44300 Gezgin, U. B. (2008a). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (31): Dünden bugüne Endonezya... Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 187, 3 Şubat 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=24594 Gezgin, U. B. (2008b). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (43): Asya ve rüşvet. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 203, 25 Mayıs 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=31452

Page 197: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

197

(2) ‘Reformasi’ olarak adlandırılan 1998 sonrası dönem, Endonezya’da araştırma şirketlerini uçurdu. Ülkede, artık, hava tahmini yapar gibi seçim tahmini yapan çokça araştırma şirketi var. Dört farklı araştırma şirketinin yaptığı tahminlere göre, Endonezya’nın şu anki devlet başkanı Yudhoyono yeniden seçilecek. Ama bu kurumların ne kadar bağımsız olduğu tartışmalı. Endonezya’da devlet başkanı, doğrudan halk tarafından seçiliyor; başbakanlık yok. Endonezya’nın kurucusu Sukarno, ‘güdümlü demokrasi’ düşüncesi doğrultusunda başbakanlığı kaldırmıştı. Seçimlerde diğer bir tartışma konusu, şu anki devlet başkanının yeniden seçilebilmek için devlet kaynaklarını kötüye kullanma olasılığı. Devlet başkanının asker kökenli olması, bu olasılığı güçlendiriyor. Milletvekillerine kıyak emeklilik, bir diğer konu. Üçüncü bir konu, para yardımlarıyla oy avcılığı. Seçimler dışında, Endonezya gündeminin ana konularından biri, Malezya’da şiddete maruz kalan bir Endonez güzel ve Endonez hizmetçiler ve Malez gemilerinin Endonez karasularına sürekli girip durması dolayısıyla alevlenen Malez-Endonez gerginliği. Endonezya’da Malezya karşıtı çokça gösteri yapılıyor; savaş tamtamları çalıyor. Konu, uzun; görüşler, çeşitli. Bu nedenle, bu konuyu seçimlerden sonra ele alacağız. İkinci bir ana konu, sürekli çakılan Endonez hava araçları. Yalnızca 2009’un ilk yarısında 7 askeri hava aracı düştü, 200’e yakın kişi öldü. Bunu savunma harcamalarına ayrılan payın düşük olmasına bağlayanlar var. Bunlar, kurucu Sukarno döneminde savunma harcamasının % 29 olduğuna, oysa bugün bu payın yalnızca % 1 olduğuna dikkat çekiyorlar. Orduya ayrılan pay düşük olduğundan, hava araçlarının bakımı yapılamıyor. Endonezya hava gücünün durumunun, Sovyetler’den devralınan Rus hava gücününküne benzemesi dikkat çekici. Diğerleri, kazaları, orduda rüşvetin yüksek olmasına bağlıyor. Rüşvetle Savaşım Kurulu, ordudaki rüşvete karışamıyor; yetkili değil. Başkalarına göre ise, kazaların nedeni, ordu kaynaklarının verimli bir biçimde kullanılmaması. Öte yandan, bu yüksek hava kazası sayısı, yalnız askeri araçlara özgü değil. Sivil kaza da çok. Bu nedenle, AB, Endonezya uçaklarının Avrupa uçuşlarını yasakladı. Endonezya’daki sivil havacılık kazaları da bakım eksikliğine bağlanıyor. Ama tüm bunlar Atlantik’te Boeing uçağının düşüşüyle yeni bir anlam kazanıyor. Durum, bugünlerde ‘yerli malı kullanmalı’ kampanyaları yapan ABD’nin durumunu andırıyor. Hava sahalarını Endonez uçaklarına kapatanların da uçağı düşüyor. Üçüncü bir ana konu, sağlık. Gazetelerde, sürekli olarak, bir Endonez hastanesiyle hastaneden yakınan hastaların haberleri çıkıyor. Bu dalga, hastanenin kendilerinden yakınan bir kadını iftiradan dava etmesiyle başladı. “Hastane, sert kayaya tosladı” ya da “baltayı taşa vurdu” diyelim. Bu ilk dava, basına yansıyınca, başka şikayetçiler de hastaneye dava açtılar. Endonezya’da sağaltmanların (doktor) sapasağlam insanları soyup soğana çevirmek için, onlara hasta olduklarını söylemeleri, sapasağlam insanlardan film ve tahlil istemeleri, hatta hastanede yatmalarını önermeleri, sıradan olaylar.

Page 198: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

198

Devlet başkanlığı adaylarının dikkate almadığı, ancak korkunç sonuçları olabilecek dördüncü ana konu, nükleer santral yapımı. 2008’de Endonezya, OPEC (Yeryağı (Petrol) Dışasatan Ülkeler Örgütü) üyeliğinden çıkarıldı; çünkü yeryağında ‘saf dışasatar’ (net exporter) olma konumunu yitirdi; Endonezya’nın yeryağı tükenmişti. Bu nedenle, nükleer santral açılması düşünülüyor. Fakat bu, büyük yıkımlara neden olabilir; çünkü Endonezya, bir deprem bölgesi. Dünyanın en büyük yanardağları Endonezya’da. Deprem kaynaklı bir nükleer sızıntı, bütün bölgeyi etkileyebilir. Endonezya egemenleri, bu konuda, birçok konuda oldukları gibi vurdumduymaz davranıyorlar. Bunun, seçime giden partilerin eleştiri noktalarından biri olmaması garip. Oysa Endonezya, bir yanardağ bölgesi olarak, yer-ısıl (jeotermal) enerjiden daha çok verim alabilecek bir ülke. Üstelik, nükleer santralin Endonezya’nın en kalabalık adası olan Cava’da yapılması tasarlanıyor. Bir sızıntı durumunda, yıkım, büyük olabilir. Ayrıca hava kazalarında olduğu gibi, nükleer santrallerin bakımının yapıl(a)maması olasılığı da var. Bu vurdumduymazlıkla onca hava aracının düşmesini takmayanların nükleer santrallerde de sorumlu davranmayacağı açık. Ülkede, ilkokulun ilk dört sınıfını Endonezya’da, Cakarta’da okumuş; üvey babası Endonez olan Obama’ya büyük ilgi var. Öte yandan, İslamcı muhalefet, ağırlığını koruyor. Bu kesimler, Obama’nın sözlerini boş buluyor. Obama’nın konuşmasını ikiyüzlü buluyorlar; çünkü ABD Ordusu, Irak’ta ve Afganistan’da katletmeye devam ediyor. Obama’nın Bush’tan daha tehlikeli olduğunu düşünüyorlar; çünkü Obama, tatlı dille, Muhammedci din kardeşlerinin aklını çelebiliyor. Türkçe konuşsalardı, “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz” diyeceklerdi. Bu kesimler, Yahudi soykırımını vurgulaması nedeniyle, Obama’nın Filistin konuşmasını da içten bulmuyorlar. Endonezya’da çok sorun var; dolayısıyla Endonez gazetelerinde okunacak çok haber var. Endonezya, devingen, dirik (dinamik) bir ülke; üstüne sayfalarca yazılabilir; biz de öyle yapacağız. (bitti)

Page 199: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

199

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (101): Hindistan Seçimleri (1) Türkiye’de temel siyasal çatışma, dinci-laik çatışması olarak görülüyor ve bu çatışmanın Türkiye’ye ya da Muhammedci çoğunluk ülkelerine özgü olduğu sanılıyor. Oysa dünyanın dört bir yanında aynı kavga var: AİDS’in yayılmasının engellenmesi için kılıf kullanılmasına karşı çıkan Papa, Afrika değil Avrupa yurttaşı. Filipinler’de, Katolik olmayanların hükümette görev alması olanaksız; dahası, ülkede her yıl birçok insan, İsa’nın acısını paylaşmak için kendilerini gerçek çivilerle çarmıha gerdiriyor (Gezgin, 2007). Avustralya, daha önce yazdığımız gibi (Gezgin, 2009a), gezmenevlerinde (otel) İncil bulunduruyor. Devlet dinsizliğinin ilk örneklerinden Rusya’da, Ortodoks Kilisesi’ne büyük ilgi var. Hatta, eski toplumsalcı ülke yurttaşları için şöyle deniyor: “Toplumsalcı düzen çöktüğünden, birçok insan, sermaye düzenini umut olarak gördü; ona sığındı; sermaye düzeninin de işlemediği ortaya çıkınca, insanlar, bu kez, dine yöneldiler.” Japonya’da geleneksel din Şintoculuk’un (ya da ‘Güneşçilik’ diyebiliriz) özellikle yabancı bir din olarak gördükleri Budacılık üstünde baskısı var; Japonya’da, Budacılar’ın laikliğe gereksinimi var. Nepal’da, daha sonra istifa etmiş olan Maocu hükümetin önündeki en büyük iki sorun, kral ordusu ile Maocu savaşçıların yeni bir orduda birleştirilmesi –ki zaten buna engel olunduğu için, başbakan Praçanda yoldaş istifa etti- ve kralcılığın hortlamasına zemin hazırlayan dinsel boşinançlara karşı savaşım verilmesiydi. Söylemeye gerek yok belki: İsrail, İran kadar şeriatçı. Üstelik, Yahudi geleneklerine göre, tüm insan etkinliklerinin durdurulduğu Yom Kippur Bayramı’nda araba kullananlar taşlanıyor, tartaklanıyor. ABD’de ise, temel çatışma, Demokratlar ile Cumhuriyetçiler arasındaymış gibi görünse de; toplumsal düzeyde, aynı dinci-laik kavgası gözlemleniyor. (Bu çatışma, Stephen King’in aynı adlı romanından uyarlanan ‘Öldüren Sis’ (The Mist, 2007) adlı filmde ustaca işleniyor.) ABD, evrim kuramını dinsel gerekçelerle reddeden (evrim kuramı, bilimsel gerekçelerle reddedilebilir; sözümüz, onun dinsel gerekçelerle reddedilmesine) milyonların ülkesi olarak, Ortaçağ karanlığının anayurdu. İşte sonuçları 16 Mayıs 2009’da açıklanan Hindistan seçimleri, bu küresel bağlamda yerli yerine oturuyor: Hindistan’da temel çatışma, bağımsız Hindistan’ın kurucusu olan ve Gandhi’nin de partisi olan laik Kongre Partisi ile Hinducu Bharatiya Janata Partisi (BJP) arasında. Kongre Partisi, bağımsız, çağcıl Hindistan tarihinin başından beri, tüm dinlere eşit uzaklıkta olmayı savunuyor. Karşıtları olan BJP ise, çoğunluğu Hindu olan ülkede, Hinducu bir Hindistan’ı savunuyor. Bu partinin yandaşları, budunsal (etnik) sorunları kaşımakta ustalar ve Hindistan’da Hindu olmayanlara, özellikle Muhammedciler’e ve İsacılar’a yönelik kıyımlardan ve saldırılardan sorumlu tutuluyorlar. Hindistan, şimdiye dek saydığımız dünya ülkelerinden, 3. Cephe ile ayrılıyor. 3. Cephe, ülkenin en büyük sol gücü olan Hindistan Komünist Partisi (Marksçı)’nın (HKP-M) (bkz. Gezgin, 2009b) önderliğinde kurulmuş bir ‘çatı partisi’. Hindistan’ın hemen hemen tüm sol partileri ve altbirliklerin (eyalet) yerel partileri, bu cephede. HKP(M)’nin değerlendirmelerine geçmeden önce, seçimle ilgili genel bilgilere ve sonuçlara bakalım: Bu seçim, milletvekili seçimi. Hindistan’ın 714 milyon kayıtlı seçmeni var. Bu nedenle, Hindistan, ‘dünyanın en büyük demokrasisi’ olarak adlandırılıyor. Ayrıca, Hindistan’da, bir siyasal partiye üye olanların oranı,

Page 200: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

200

AB(D)’dekinden yüksek. Hint demokrasisi, çok geniş olmamakla birlikte, komünist partilerin kitleselleşecek ölçüde örgütlenmesini engellemediği için birçokları tarafından selamlanıyor. Ülkede çok seçmen olduğu için, seçimler, bir günde değil; ardarda gelen beş perşembenin, oy günü olarak saptanması dolayısıyla, yaklaşık bir ay sürüyor. Son meclis seçimlerinden bu yana (2004), kayıtlı seçmen sayısının 41 milyon artması dikkate değer. 543 koltuğun 131’i, yoksul katmanlar ve aşiret/kabile insanlarına ayrılıyor. Haydi soralım: TBMM’ye kaç tane yoksul girebiliyor?.. Dünyanın en çok okumaz-yazmazına sahip olan Hindistan’da (bkz. Gezgin, 2009c) 300 milyondan fazla seçmen, partileri görsel simgelerinden ayırt edebiliyor. Hindistan solu, Hint devlet laikliğinin her zaman siper yoldaşı olarak görülüyor; ancak, Kongre Partisi, ABD’yle yakınlaştığı için solun desteğini yitirdi. HKP(M), bu seçimde, Amerikancı olmayan tüm laiklerle yine birarada olacağını söylüyor. BJP’nin başkanı Advani, 1992’de, kutsal Hindu tapınağı olduğu gerekçesiyle bir caminin yıkılması olayında başı çekmiş azılı bir saldırgan. Yargılanması ve ceza alması gerekirken, parti başkanı oluyor. Bu nokta, size tanıdık geldi mi? BJP’nin ikinci adamı, 2002’de, bir saldırıda, binden fazla Muhammedci’nin öldürülmesine göz yummakla, hatta kıyımı el altından desteklemekle suçlanıyor. ‘Mayawati’ adlı öne çıkan kadın siyasetçi ise, yoksul katmanların sözcüsü olarak görülüyor; elmaslara olan tutkusu, pahalı doğum günü partileri ve milyonlarca dolarlık varlığı dışında. Göze çarpan bir diğer nokta, parti başkanlarının çoğunun 70 yaş ve üstünde oluşu. Bir diğer nokta ise, yerel partilerin gücü. Her altbirliğin (eyalet) güçlü yerel partileri var; Aydın’ın ayrı bir Aydın partisi, Elazığ’ın ayrı bir Elazığ Partisi olması gibi. (2) 16 Mayıs 2009’da açıklanan seçim sonuçlarına göre, Kongre Partisi, 262 milletvekili çıkartarak, Meclis’teki koltukların %48’ini almış oldu. Bu, Kongre’nin bu seçimde 43 koltuk daha aldığını gösteriyor. Bu, Kongre için büyük başarı. BJP ise, 23 koltuk yitirerek 158 koltukta kaldı. Bu, BJP’nin %29’a gerilediğini gösteriyor. Bu sonuç, şaşırtıcı; çünkü Mumbai saldırıları nedeniyle, seçmenin, Hindu faşisti BJP’yi oy sağanağına tutacağı bekleniyordu. Dünyanın her yerinde, iktidardaki parti yeniden seçildiğinde, aynı gerekçe sunulur: “Halk, istikrarı oyladı”. Belki bu yorum, Hindistan seçimleri için de geçerli olabilir. Sonuçlar, Hindistan solu için tam bir hezimet! Bir önceki 2004 seçimlerine Sol Cephe ile giren HKP(M), toplam 43, Sol Cephe ise toplam 59 milletvekili çıkarmıştı. 2009 seçimlerinde HKP(M) önderliğindeki Sol Cephe, yerel partileri de içeren 3. Cephe’ye önderlik etti. Sol Cephe’nin koltuğu, 24’e kadar geriledi. HKP(M)’nin 30-40 yıldır meclis seçimlerinde değil altbirlik seçimlerinde sürekli kazanıp yönettiği iki kalesinde durum daha da kötü: Kerala Altbirliği’nde, 2004’te, Hint solu, 20 koltuktan 15’ini almıştı (HKP(M) (12), HKP (3)); 2009’da yalnızca 4 koltuk aldılar. Batı Bengal Altbirli ği’nde, 2004’te, Hint solu, 41 koltuktan 34’ünü almıştı (HKP(M) (26), HKP (3), Tüm Hindistan İleri Bloğu (2), Devrimci Sosyalist Parti (2)). 2009’da ise yalnızca 15 koltuk aldılar. HKP(M)’nin üçüncü fakat yeni kalesi Tripura Altbirliği’nde ise sonuçlar aynı: Parti, 2004’te de 2009’da da tüm koltukları (yalnızca 2 koltuk) aldı. Yeri gelmişken, küçük bir anımsatma: Batı Bengal’in nüfusu, 80 milyon; Kerala’nın nüfusu, 32 milyon; Tripura’nın nüfusu, 3 milyon. Yani Hindistan’ın ortakçıları,

Page 201: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

201

Türkiye’dekinden daha büyük bir nüfusu yönetiyor. HKP(M)’nin Batı Bengal’de oy yitirmesinin nedeni, HKP(M) yönetiminin, hep Parti’ye oy vermiş köylülerin toprağına yapımevi (fabrika) yapmak üzere el koyması olarak görülüyor. Kerala’da ise, oy kaybının nedeni, parti içindeki anlaşmazlıklar. Temmuz 2008’de, HKP(M)’nin başı çektiği Sol Cephe, Hindistan ile ABD arasında yapılan sivil amaçlı nükleer enerji kullanımı anlaşması nedeniyle, hükümetteki Kongre Partisi’nden desteğini çekince, hükümet, çökme tehlikesi geçirmiş; güvenoylamasını kılpayı kazanmıştı. Temmuz 2008’den bu yana geçen bir yıldan kısa sürede, Kongre Partisi’nin, seçimleri açık arayla kazanması, yukarıda belirtildiği gibi, beklenmedik bir sonuç. Seçimlerin 2004’ten beri, ikinci kez, elektronik makinelerle yapılması da bir diğer dikkat çekici nokta. Seçmen, oyunu, makinede tuşlara basarak atıyor. Seçim için, 828,804 seçim merkezinde, 1,368,430 seçim makinesi kullanılması, seçimin sayısal büyüklüğünü bir kez daha gözler önüne seriyor. Ormanlık bir bölgede, seçim merkezinin, yalnızca tek seçmeninin (bir Hindu rahip) olması, haber bültenlerinde sık sık yer aldı. Partilerin ortak sözverisinin (vaat), ucuz pirinç ve ücretsiz elektrik olduğu seçimlerde, Kongre Partisi, seçim kampanyası için ‘Kenar Mahalle İti Milyoner’ filminin anaşarkısını kullandı. Parti’nin savsözü (slogan) şu idi: “Sokaktaki adam ilerliyor. Ve onun her adımıyla Hindistan gelişiyor.” Bu, Türkiye’deki dindarlar için, şaşırtıcı gelebilir; ancak, Hindistan’da laiklik, Hint Muhammedcileri’nin yaşam güvencesi. Kongre Partisi gibi laik bir parti olmasa (gerçi, laikliği CHP’ninki kadar tartışılır; ama en azından, Muhammedciler’e yapılan saldırıları el altından desteklemiyor), Muhammedciler’e saldırılar, Hindu faşistlerinin yönetiminde doruğuna varırdı. Hint Muhammedcileri –Keşmir dışında- bunun bilincindeler. Bu nedenle, 150 milyonu bulan (toplam nüfusun %13.4’ü) Muhammedciler, Kongre Partisi için oy deposu oluyor. Kongre Partisi’nin güçbirliğinde, Tüm Hindistan Meclis-ül-İttihad-ül Müslimin gibi Muhammedci partiler de yer alıyor. Hatta Muhammedciler, kimi bölgelerde HKP(M)’ye oy veriyor. Temel olarak, Hindistan seçimlerini boykot eden iki hareket var: Birincisi, Keşmir’deki bağımsızlık yanlıları. İkincisi, 40 yıl önce HKP(M)’den koparak yeraltına çekilmiş Maocu Naksallar. HKP(M), Naksallar’ı kıyasıya eleştiriyor ve onların eylemlerinin, sınıf savaşımını olumsuz etkilediğini ileri sürüyor. Naksallar, oy kullanımını engellemek için, birçok bölgede, seçim merkezlerine saldırılarda bulunup seçim makinelerini yaktılar. Hindistan halklarının, seçimden umutlarını kesmeleri için çokça nedenleri var aslında. Ortalama seçmen eleştirilerini aşağıda sıralayalım. - Hindistan milletvekillerinin %24’ü ya adli suçlar için yargılanıyor ya da ceza almış durumda. - HKP(M), sınıf partisi değil kast partisi olmakla eleştiriliyor. Bu eleştiriye göre, ortakçılar da diğer tüm partiler de, kast partileri; birbirini tutmaktan öte bir işlevleri yok. - Bir başka eleştiri, okumaz-yazmazların kararlarının ne kadar doğru olacağını sorguluyor. Okumaz-yazmazlar, birçok bölgede, kendi sınıf çıkarlarına aykırı olmasına karşın, Hinducu partilere ve yerel partilere oy veriyor. Kimi bölgelerde, Türkiye’deki benzerleri gibi, pirinç, para ve kadınlar için bindi (Hint kadınlarının

Page 202: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

202

alınlarının ortasına yapıştırdıkları nokta) dağıtarak, oy patlaması yapan siyasetçiler var. - Seçmenler, kötünün iyisini seçmeye çalışıyorlar. Seçim düzeni, Türkiye’de de olduğu gibi, parayı verenin düdüğü çalmasına engel olmuyor. - Seçim düzeni, Hindistan’ın 300 milyon yoksulunu, İsviçre’de toplam 1.5 trilyon Dolarlık banka hesapları olduğu düşünülen Hint varsılları karşısında boynu bükük bırakıyor. - Meclis’te kadınlar için koltuk ayrılması gündeme bile getirilmiyor. Oysa Bangladeş’te, 300 koltuklu Meclis’te, kadınlara ayrılan 45 koltuk var (Gezgin, 2008). - Hindistan’ın haramileri, siyasal konumları, hizmet götürmenin değil daha fazla zengin olmanın aracı olarak görüyor. - Yine Türkiye’de olduğu gibi, parti-içi demokrasi işlemiyor. İşte bu nedenlerle, HKP(M), temiz hükümet isteyenlerin umudu; Naksal hareketi ise, seçim düzeniyle hiçbirşey değiştirilemeyeceğini düşünenlerin buluşma noktası. (3) HKP(M), Kongre iktidarının 2004-2009 arası yönetimini şöyle eleştiriyor: Bağımsız dış siyasa yerine Amerikancı çizgi izlendi. Yeni-serbestçi (neo-liberal) siyasalar, Hint tutumyapısının (ekonomi) rekor hızda büyümesini sağladı, ama bu büyümenin yoksullara pek bir etkisi olmadı; Hindistan, aynı zamanda, milyarder sayısının dünyada en çok arttığı ülke oldu; dünyanın en zengin on haramisinden dördü Hintli. Yetişkin nüfusun %39’u, hâlâ okumaz-yazmaz. Çiftçi özkıyımları (intihar) artıyor. Hükümet, yaşam pahalılığını düşük gösteriyor; yiyecek, pahalı. Bütün giderleri kamusal kesim karşılıyor, tüm kazancı özel kesim alıyor. Hükümet, din ve budun (etnisite) kökenli saldırıları ve kıyımları önlemek için yeterince çaba göstermiyor. Diğer partilerin milletvekillerini satın almak, bu hükümet döneminde yaygınlaştı. Hükümet, ABD’yle gizli askeri anlaşmalar imzaladı. Bunun bir parçası olarak, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nda İran’a karşı oy kullandı. Hükümetin İsrail’le yaptığı anlaşmalar sonucu, İsrail, Hindistan’ın en büyük silah sağlayıcısı oldu; kuşkusuz, bu Hint paraları, Filistinliler’e toplukıyım için kullanılıyor. Bitirirken, bir CHP-AKP/Kongre-BJP karşılaştırması yapılabilir. İlk bakışta, CHP’nin Kongre Partisi’ne benzediği düşünülebilir. Benzerlikler şunlar: İkisi de kurucu parti; İkisi de, laikliği temel siyaset merkezi olarak alıyor (gerçi, ne kadar laik oldukları elbette tartışmalı); ikisi de tek-adam partisi niteliği taşıyor (Gandhi’den ve bağımsız Hindistan’ın ilk başbakanı olan Nehru’dan sonra, Kongre Partisi’nin başkanlığına, Nehru’nun akrabaları dışında gelebilen yok neredeyse. Bu açıdan, CHP ve Kongre ayrılsa da, tek-adam particiliğinde ikisinin de üstüne yok); ikisi de, bağımsızlıkçı gibi görünse de, üstlerindeki boyayı kazıdığınızda, Amerikancılık çıkıyor. Farklılıklar ise daha fazla: Kongre, laiklik adına, Hindistan’daki Muhammedci, İsacı ve diğer dinsel azınlıklara sahip çıkıyor; CHP’nin milletvekilleri ise, büyük bir şevk ve heyecanla, devlet başkanının Ermeni kökenli olup olmadığını araştırıyorlar. Kongre, “Hindistan, Hintliler’indir” demiyor, Hindistan’ın tüm halklarını kucaklamaya çalışıyor; CHP’ye göre ise, yalnız insanlar değil, dağ-taş da özbeöz Türk. BJP ise, dini öne çıkarması, merkez partisi olan Kongre’ye karşı bir çevre partisi olarak ortaya çıkması ve Amerikancılığı ve yeni-serbestçiliği dolayısıyla AKP’ye benzese de, Kongre Partisi de Amerikancı ve yeni-serbestçi. BJP, kıyımlardaki rolü nedeniyle, MHP ve BBP’ye

Page 203: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

203

benzetilebilir. Ancak, Hindistan’da din ve ulus (Hinduluk ve Hint) içiçe geçtiği için, dinci saldırılar, aynı zamanda milliyetçi saldırı niteliği de taşıyor. Türkiye’de ise, dinci ile milliyetçi farklıdır. Din, sonradan gelmiştir. Hindistan’da ve İsrail’de ise, ulusu ulus yapan, din olmuştur. Bu da siyasette farklı sonuçlara neden oluyor. Seçim sonuçlarına göre, Kongre Partisi, aldığı güçle, Amerikancı ve yeni-serbestçi siyasalarını sürdürecek; eğitim ve sağlık haklarının gaspı yaygınlaşacak. Bunun, seçim düzeninden umudunu kesenlerin sayısını arttıracağına kuşku yok. İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2009a). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (95): Melbourne izlenimleri. (2 bölüm olarak) Evrensel Hayat Eki, sayı 250, 19 Nisan 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=49490 Evrensel Hayat Eki, sayı 251, 26 Nisan 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=49926 Gezgin, U. B. (2009b). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (84): “Komünistler Hindistan’a!” Evrensel Hayat Eki, sayı 245, 15 Mart 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=47910 Gezgin, U. B. (2009c). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (97): Hindistan’da ve Çin’de bilişim... Evrensel Hayat Eki, sayı 253, 10 Mayıs 2009. Gezgin, U. B. (2008). Asya’da kalkınma ve kadın (yayınlanmayı bekleyen çalışma). Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (9): Asya’da İsacılık ve Budacılık: İki fırtına arasında kalmak... Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 168, 16 Eylül 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=17083

Page 204: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

204

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (100): Çin’de Yüksek Eğitimin Sorunları Çin’de yüksek eğitimin temel sorunları, eğitimin kitleselleştirilmesi, özelleştirilmesi ve bunlarla bağlantılı diğer süreçler. Sıcak konulardan biri, dünya çapında Çin üniversiteleri kurulması. Bu, hem, beyin göçüne çözüm olarak düşünülüyor hem de dünya siyasetinde söz sahibi olan bir dev olmanın, diğer bir deyişle saygınlığın bir ölçüsü olarak. Dünya çapında üniversite yaratmak için, birçok üniversite birleştiriliyor; tıp üniversiteleri, daha büyük üniversitelere bağlanıyor. Bu çaba, temel olarak iki noktada eleştiriliyor: Birincisi, devlet, dünya çapında üniversite oluşturmak için, ilköğretimin ve ortaöğretimin yaygınlaşmasına harcanabilecek kaynağı üniversitelere ayırıyor. Çin’in, ileride, dünya çapında bilişim uzmanları yetiştiren ama aynı zamanda dünyanın en fazla sayıda okumaz-yazmazını barındıran ikinci bir Hindistan olmasından korkuluyor. İkincisi, Çin üniversiteleri, dünya çapında olma yarışında, daha çok makale basmaya ağırlık veriyorlar; çünkü dünya üniversiteleri sıralaması, temel olarak, bilimsel makale sayısına dayanıyor. Oysa, bu makale basmaya verilen ağırlık, üniversitenin, toplumun gerçek sorunlarına çözüm bulma işlevini geri tasara atmasına yol açıyor. Böylece, Çin üniversiteleri, dişe dokunmayan bolca makale basıyorlar. İkinci bir sıcak konu, üniversiteye giriş sınavı. Sınava karşı çıkanlar, sınavın, öğrencinin yetenekleri ve ilgileriyle üniversitelerin önkoşullarını eşleştirmekte başarısız olduğunu ileri sürüyor. Sınavı savunanlar ise, yoksul olsun zengin olsun, büyükşehirli olsun taşralı olsun, kentli olsun köylü olsun tüm öğrencilerin aynı sınavı alması nedeniyle, sınavın, öğrenci seçme ve yerleştirme için işe koşulabilecek diğer yöntemlerden daha adaletli olduğunu ileri sürüyorlar. Bu, doğru olmakla birlikte, eğitimde adaleti güvence altına almıyor. Türkiye’de de olduğu gibi, parası olan, dersaneye gidebiliyor, özel öğrence (ders) alabiliyor. Zaten taşralı ya da köysoylu bir çocuğun nitelikli eğitim alabilme olasılığı çok düşük. Çin’e köy enstitülerini önermeli! Üçüncü bir sıcak konu, Çin’de üniversiteli öğrenci sayısının arttırılması. Çin, zaten, akla sığmakta zorluk çıkaran sayılarıyla ünlü: Ülkede 600,000 okul, 10 milyon öğretmen ve 200 milyondan fazla öğrenci var. İşte bu aklı zorlayan sayıların üstüne, üniversitelerdeki öğrenci sayısının arttırılması, çeşitli sorunlar yaratıyor. Bu arttırımın dört nedeni olduğu belirtiliyor: Birincisi, Çinli işgücünün, ülkedeki üniversiteli sayısı arttırılarak daha nitelikli bir duruma getirilmesi amaçlanıyor. İkincisi, yüksek eğitime olan yoğun aranımın (talep) karşılanması hedefleniyor. Üçüncüsü, lise mezunlarının işgücüne katılımının geciktirilmesi amaçlanıyor. Çin’de, işgücüne katılan milyonlarca genç nedeniyle, devlet, zor anlar yaşıyor. Milyonlarca yeni işçiye yeni işler bulmak gerekiyor. Daha fazla liseliye üniversite okutarak, devlet, üzerindeki iş sağlama baskısını ertelemiş oluyor ve böylece zaman kazanıyor. Dördüncüsü, aileler, çocukların giderleri için para harcayacağından, tutumyapısal (ekonomik) etkinliğin böylece canlanması umuluyor. Bu üniversiteli sayısını arttırma siyasasının dört olumsuz sonucundan sözediliyor: Birincisi, bu süreç, eşitsizliği daha da arttırıyor. Çin’in üst düzey üniversitelerinde taşralı ve köysoylu öğrenci oranı düşük. İkincisi, eğitimin niteliği düşüyor. Üçüncüsü, Çin üniversiteleri, bu yeni siyasalarla, üniversite mezunu bir işsiz ordusu yaratıyor. Dördüncüsü, üniversite hocalarının da niteliği düşüyor. Bu Çin resmi ile Türkiye resmi arasında 7 değil, 1 tane bile fark bulan olursa, “anlatılan, senin (de) hikayendir” sözümüzü geri alacağız.

Page 205: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

205

Çin, bir yandan, dünya çapında üniversite kurma, üniversiteye giriş sınavı ve üniversiteli sayısının arttırılması gibi sorunlarla uğraşadursun; bir yandan da, yabancı üniversiteler ile Çin üniversitelerinin birlikte yürüttükleri ortak lisans ve yüksek lisans izlenceleri de mantar gibi bitmekte. 1995’te yalnızca iki tane olan ortak izlenceler, 2004’te 745’e kadar dayandı. Bu ortak izlencelerin yarısından çoğu, Avustralya ve ABD üniversiteleri ile Çin üniversitelerinin ortaklığında oluşturulmuş durumda. Bunların çoğu, ticaret ve işletme gibi alanlarda. Bilim alanlarında, o ölçüde ortaklık yok. Çin, bir ‘hal çaresi’ bulmalı. Çin’de 1990’larla birlikte artan yaşam pahalılığı, yaşamın alsatçılaştırılması (ticarileştirilmesi) ve eğitim ve sağlık haklarının gaspedilmesi dolayısıyla, halk arasında yeni bir deyim türedi: “üç yeni dağ”. Bu üç yeni dağ, eğitim giderleri, sağlık giderleri ve kira idi. Bu yazıyı, Hasan Hüseyin Korkmazgil’in şiiri, Grup Ekin’in bestesiyle bitirelim o zaman: “Dağ yürümez bre oğul Yürüyecek yine sensin. Durmasana bre oğul Durduracak yine sensin.” İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2009). The currents and trends in the Vietnamese education system within the international(ized) context: A comparative perspective. 3. Karşılaştırmalı Eğitim Konferansı, 16 Ekim 2009, Ho Çi Min Kenti, Vietnam. http://ciecer.org/joomla/index.php?option=com_content&task=view&id=223&Itemid=44

Page 206: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

206

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (99): Vietnam’da Eğitim Sorunları 2009’un ilk yarısında gazetelere yansıdığı kadarıyla, Vietnam’da belli başlı eğitim sorunları şunlar: - Nitelikli eğitime erişimde eşitsizlik - Yoksulluk nedeniyle okuldan ayrılan öğrenciler - İş eğitimi - Eğitimin özeksizleştirilmesi (merkezsizleştirilmesi) - Eğitimin ölçünlenmesi (standardlaştırılması) - Beyin göçü - Öğretmenler için özendiriciler - Lise bitirme sınavı - Tutumyapısal (ekonomik) durgunluğun etkileri. Türkiye’de de olduğu gibi, nitelikli eğitime erişimdeki eşitsizlik, anaokuluna dek geriye gidiyor. Pahalı anaokullarında küçükler, İngilizce ve temel okuryazarlık öğreniyorlar ve böylece ilköğretime üstünlüklü olarak başlıyorlar. Yıllarca süren eşitsizlik, lise bitirme ve üniversiteye giriş sınavlarında doruğa varıyor. Bu iki sınav için, parası olan düdüğü çalıyor, dersaneye gidebiliyor. Üniversitede, öğrencilerin, harcı, gelir düzeylerine göre vermesi tasarısı var. Buna göre, yoksul öğrenciler daha az harç ödeyecek. Yine de, anaokulundan bu yana gelen eşitsizlik, adaletli bir eğitim düzeninin kurulmasında en temel engel. Yoksul öğrencilerin ve köysoylu öğrencilerin –ki bunlar elbette çoğunluğu oluşturuyor- nitelikli eğitim alma olasılığı düşük. Bir yandan da, araştırma kurumları, devletten gelen ödeneklere yaslanmayıp kendi kaynaklarını yaratmalarını sağlamak amacıyla, şirkete dönüştürülüyor. Böylece, Vietnam’da kör-topal da olsa yürüyen bilim, tümüyle alsatçı (ticari) amaçlara teslim edilmiş oluyor. Ancak, bu, Vietnam’a özgü değil. Dünyanın birçok ülkesinde, insanlık adına tehlikeli olan aynı eğilim var. Yeni-serbestçi (neo-liberal) devlet, eğitimi ve araştırmayı kamusal bir hizmet olarak görmediği için, bilim kurumları, ‘piyasanın görünmez eli’nin yazgısına bırakılıyor. İş eğitimi, Vietnam’ın bir diğer sorunu. İşgücünün yarıdan çoğu, hâlâ, tarım ve orman kesimlerinde. Fakat tarım alanlarının işleyim (endüstri) ve yerleşim alanlarına çevrilmesi, ve kırsalda ve taşrada iş olanaklarının kıt olması nedeniyle, Vietnam köylüleri, akın akın, büyük kentlere göçüyor. Ancak, tarımsal yetileri, kentlerdeki işleyim ve hizmet işlerinin isterlerini karşılamaktan uzak. Bu nedenle, devletin, 2010’da 830,000 kırsal işçiye meslek eğitimi vermek gibi büyük bir tasarısı var. 85 milyon nüfuslu Vietnam’da 60,000 öğrenci yurtdışında okuyor. Yurtdışında okuyan Vietnamlılar’ın yalnızca %30’u ülkeye dönüyor. Ülkede yavaş yavaş açılan yabancı üniversitelerin ve ortak izlencelerin olumlu yanı, yurtdışında eğitim görmüş Vietnamlılar’a iş olanağı sağlaması. Akademik olanaklar açısından, Türkiye ile Vietnam arasındaki uçurum, Türkiye ile Avrupa arasındaki uçurumdan daha geniş. Ülkenin öğretmenleri çok düşük aylıklar alıyorlar. Öğretmenlerle diğer beyaz yakalıların aylıkları arasında büyük fark var. Bu nedenle, öğretmenlik, bir meslek olarak, parlak gençleri çekmekten uzak. Türkiye’de de gözlemlendiği gibi, düşük aylık ve toplumdaki kadın-erkek rolleri nedeniyle, öğretmenliğin Vietnam’da daha da dişilleşeceğini ileri sürebiliriz. Vietnamlı kadın öğretmenlerin oranı, her yıl artacak;

Page 207: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

207

çünkü erkek, evin ekmeğini (ya da pirincini) kazanan kişi olarak görülüyor ve öğretmenlik, çocuk bakımı türünden bir kadın işi olarak algılanıyor. Vietnam’ın gelecekteki yönelimleri üstüne şunlar söylenebilir: Devlet, önlem almazsa; yabancı üniversiteler artarken, işletme bölümleri, aranımın (talep) yüksek olması nedeniyle büyüyecekler; ama bilim bölümleri, aynı ölçüde büyümeyecek. Günümüzün savaş yüzü görmemiş Vietnamlı gençleri, fizikçi olmak yerine yönetici olmayı yeğliyor. Yabancı üniversiteler özel olduğu için, onların varlığı, nitelikli eğitime erişimdeki eşitsizliği arttıracak. Varolan eğitim düzeni, adaletsizlikleri yeniden ve yeniden üretecek. Küresel ölçekte, Vietnam eğitim düzeninin önünde, iki birbirini dışarıda bırakmayan seçenek var: Yabancı izlenceler dolayısıyla eğitimin uluslararasılaşması ve Güneydoğu Asya Birliği’nin bütünleşme çabaları içerisinde eğitimin bölgeselleştirilmesi. İlk seçenek, dünyanın birçok ülkesinde, aşağı-yukarı aynı biçimlerde gerçekleşiyor. Bölgeye özgü ikinci seçenek ise, Vietnam’a önemli açılımlar getirebilir: Öncelikle, yönergeler, bölgesel olarak geliştirilebilir. Yeryazım (coğrafya) öğrencesinde, Güneydoğu Asya ülkelerine özel ağırlık verilebilir. Yazın öğrencelerinde bölgenin yazınlarından örnekler okutulabilir. Ayrıca, bölge dilleri, üye ülkelerde seçmeli ders olarak sunulabilir. En zoru ise, ortak bir bölgesel tarih kitabı yazmak; çünkü tüm üye ülkeleri hoşnut edecek bir tarihyazımı anlayışı geliştirmek çetin bir iş. Vietnam, bu bölgesel yolu izlerse, 10 üye ülkenin açacağı ortak yerleşkelerle, eğitim, daha iyi bir noktaya gelecek; ancak bu gidişle, eğitimde adaletsizlik çığ gibi büyüyecek… İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2009). The currents and trends in the Vietnamese education system within the international(ized) context: A comparative perspective. 3. Karşılaştırmalı Eğitim Konferansı, 16 Ekim 2009, Ho Çi Min Kenti, Vietnam. http://ciecer.org/joomla/index.php?option=com_content&task=view&id=223&Itemid=44

Page 208: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

208

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (98): Vietnam’da Çevre Kirlili ği Çevre kirliliği ile tutumyapısal (ekonomik) büyüme ilişkisi üstüne en ünlü sav, ters U biçiminde olan Kuznets eğrisi. Buna göre, büyümenin başlarında çevre kirliliği artar; tavan yaptıktan sonra düşer. Belli bir noktadan sonra, toplumsal yapı, temiz kılgılar (teknik) üretmeye başlar ve gelir düzeyi de aynı zamanda arttığı için, insanlar, çevre dostu ürünleri satın alma gücüne sahiptir. Kötümser ve gerçekçi olan bakış ise, tutumyapıya, daha ucuz oldukları için, kirli kılgıların ve çevre düşmanı ürünlerin egemen olacağını ileri sürer. Bu iki bakış yanında, bir diğer bakış, tarım toplumlarının işleyim (endüstri) ve hizmet toplumlarına geçişiyle çevre kirliliği arasındaki ilişkiye dikkat çeker. Küresel tutumyapıya odaklanan dördüncü bir bakış ise, yüksek-gelirli ülkelerin, kirli işleyimlerini düşük-gelirli ülkelere aktardığını; bir başka deyişle, varsıl ülkelerin, pis işlerini yoksul ülkelere yaptırdığını belirtir. Düşük-gelirli ülkelerde, çevre koruma yasaları gevşektir ve dahası, düşük-gelirli ülkeler, yabancı sermayeyi çekmek için onların çevreyi kirletmesine göz yumarlar. İşte bu görüşler açısından Vietnam’daki çevre kirliliğini değerlendirelim. Vietnam; Çin ve Hindistan’dan sonra, dünyanın en çok motosiklete sahip üçüncü ülkesi. Vietnam’daki hava kirliliğinin % 70-80 kadarı, arabalar ve motosikletlerden ileri geliyor. Ülkenin en büyük kenti olan Ho Çi Min Kenti’nde, kamusal sayılara göre 6.6 milyon, kestirimlere göre 10 milyon olan kent nüfusuna 4 milyondan çok motosiklet düşüyor. Toplu taşıma, yok denecek kadar kötü. Toplumsalcı geçmişi olan bir ülkede, toplu taşımanın gelişmemiş olması, şaşırtıcı. Dahası, kentte, hergün, 50 ton plastik torba fırlatılıp atılıyor; bu da, hergün, 10 milyon plastik torba atıldığı anlamına geliyor. Plastik torba için, “Güney Afrika’nın çiçeği” deniyor; çünkü Güney Afrika’nın her yanı, plastik dolu. O çiçek, Vietnam’da da bolca yetişiyor. Son ayların sıcak konusu, Tayvanlı bir şirket olan Vedan. Vedan, Ho Çi Min Kenti’nin komşusu olan Dong Nai’da 1994’ten beri, fabrikanın altına döşediği gizli borularla, atıklarını Thi Vai Irmağı’na boşalttı. 2000’den fazla çiftçi, balık ve deniz ürünü üreticisi, atıklar nedeniyle 11 milyon Dolar zarara uğradı; ancak, hükümet görevlilerini soruşturma açmaya ikna etmeleri, 14 yıl aldı. Şirket, açılan soruşturma sonucu, zarar gören üreticilere, 1.1 milyon Dolar ödence (tazminat) vermeye razı oldu. Üreticiler, bu öneriyi ellerinin tersiyle geri ittiler elbette. İşin kötüsü, Vedan, ırmak boyunca atıklarını boşaltan bin şirketten yalnızca biri. Daha kötüsü; Thi Vai Irmağı’nın bundan sonra yeniden gürül gürül akması, zor görünüyor. İşte yazının başında ele aldığımız görüşlerin gözden kaçırdığı nokta tam da bu: Temiz kılgılar ve çevre dostu ürünler yayılana kadar süreceği beklenen çevre kirliliği, doğayı geriye döndürülemez bir biçimde kirletiyor. Dolayısıyla, “ülke zengin olsun da ondan çevre sorunlarını çözeriz” düşüncesi yanlış. Bu geriye döndürülemez zarar, yalnızca doğaya yönelik değil. Herşeyden önce, uzun erimde, kirlilik nedeniyle insanlar ölüyor. Ülke, zengin olunca; kirlilikten ölmüş insanlar dirilmeyecekler sonuçta. Vietnam’da bir yapımevine (fabrika) atıksu düzeneği kurma gideri, çevreyi kirletmek nedeniyle ödenen cezadan daha yüksek. Bu nedenle, şirketler, atıksu düzeneği kurmak yerine, çevreyi kirletiyor, yakalandıklarında ceza ödüyor ve çevreyi kirletmeye devam ediyorlar. Durum, yalnızca, varsıl ülkelerin, kirli işleyimlerini yoksul ülkelere kaydırması değil: Yoksul ülkeler de kendi içlerinde, kirli işleyimlerini büyük kentlerden taşraya kaydırıyor. Taşralılar, iş olanağı buldukları için seviniyorlar.

Page 209: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

209

Ancak, bu kirli yapımevleri, aynı zamanda, taşralıların sağlığını da olumsuz etkiliyor. Yapımevleri, çevre kirliliği nedeniyle kapatılınca, taşralılar işsiz kalıyorlar. Böylece taşralılar, bir açmazla karşı karşıya kalıyorlar: Ya işsizlik ya kirlilik. Vietnam’da orman mafyası çok güçlü; ormanlar talan ediliyor; ormanları korumaya çalışan ormancılar öldürülesiye dövülüyor. Atıksular nedeniyle, balıkçılar ve çiftçiler, borçlarını ödeyemiyor; tüm umutları (atık)suya düşüyor. Çeşme suyu ise, kaynatılmadan içilmemesi gereken bir tehlike. Say, say, gider bu… Hava kirliliği için, kısa erimde çözüm, toplu taşıma düzeninin kurulması. Genbinitler (otobüs) nitelikli hizmet sunarsa, Vietnamlılar’ın motosiklete binmelerine gerek kalmaz. Hem, genbinit, motosikletin giderinden her zaman daha ucuz. Üstelik, kaza tehlikesi daha az. Uzun erimde çözüm ise, Vietnam’ın tutumbilimsel büyüme kipçiğini (model) yeniden gözden geçirmesi; büyüme değil, insan ve doğa odaklı bir yaklaşım benimsemesi. Yeşil tartışmaların yavaş yavaş başladığı Çin’in tersine, Vietnam, çözüm önerilerinin kısa-erimlisinden de uzun-erimlisinden de uzak görünüyor. İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2009). The social consequences of environmental degradation in Vietnam: A country-level and city-level pollution haven analysis. 9. Asya Pasifik Toplumbilim Derneği Konferansı, 13-15 Haziran 2009, Bali, Endonezya.

Page 210: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

210

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (97): Hindistan’da ve Çin’de Bilişim... Batıyanlıcı (oryantalist) ‘Outsourced’ ve ‘Mumbai Calling’ adlı filmlerde de resmedildiği gibi –ki bu filmlerde güldürü öğesi, kalın çizgilerle çizilerek abartılmış iki uygarlığın uyumsuzluğudur-, Hindistan’ın bilişim kesimi, gün geçtikçe büyüyor. Bu büyümeyi selamlayanlar kadar eleştirenler de var. Selamlayanlar ve eleştirenler, Hindistan’daki bilişim patlamasının nedenleri sorulunca şunları sıralıyorlar: - Bağımsız Hindistan’ın ilk başbakanı Jawaharlal Nehru’nun (1889-1964) döneminde (yönetimi: 1947-1964) bilim ve kılgıyapı (teknoloji) alanında yapılan büyük atılımlar; bilim ve kılgıyapı eğitimine verilen önem. - Bu dönemdeki siyasalar dolayısıyla güçlü kılgıbilim kurumlarının ve okullarının kurulması. - İngilizce’nin Hindistan’ın yirmiyi aşkın kamusal dilinden biri olması ve Hindistan’ın sömürge geçmişi nedeniyle, ülkede İngilizce bilen çalışan bulmanın kolaylığı. - Hindistan’ın 9. başbakanı Rajiv Gandhi’nin (1944-1991) bilgisayarları yaygınlaştırma çabası. - 1991’de Hindistan’ın kendini uluslararası sermayeye açması dolayısıyla, kılgıbilgisi devlerinin ülkeye akın etmesi. Uluslararası sermayenin Hindistan’a akın etmesi ise, temelde iki nedene bağlanıyor: Birincisi, Hindistan, İngilizce üstünlüğü ve üniversitelerinin yüksek düzeyi nedeniyle, nitelikliyi de niteliksizi de içermek üzere, bir ucuz işgücü cenneti. Sermayenin kazancını ençoklamak için bulunmaz fırsat, Hindistan; çünkü sermaye, işgücünü yetiştirmek için uğraşmaz; ister ki, insanlar, kamusal kaynaklarla yetişsin; sonra da “armut piş, ağzıma düş” olsun. İkincisi, 1.1 milyarlık nüfusuyla Hindistan, yeni yeni gelişmekte olan dev bir pazar. Bu yüksek nüfus, özellikle cep sesleği (telefon) şirketlerinin ağzını sulandırmış durumda. Bu iki etmen, Çin için de geçerli. Bu nedenle, yazgı birliğine sahip, iki kalabalık ülke. Ama bir yandan da, çeşitli açılardan ayrılıyorlar: Çin, bir İngiliz sömürgesi olmadığı için, bir İngilizce üstünlükleri yok. Çin’de de Sovyetler’den esinlenerek güçlü okullar kurulmuştu; ancak bunların uygulamaya dönük üretim ayakları zayıftı. Şimdi Çin, bu eksiği giderme sürecinde. Hindistan’da okur-yazarlık düşük. Dünyanın en çok okumaz-yazmazı, Hindistan’da. Çin’de ise okur-yazarlık yüksek. Hindistan’da şirketler ve devlet, bir ürün geliştirirken, yurttaşların okumaz-yazmaz olabileceğini dikkate almak zorunda; bu nedenle, görsel öğelerin öne çıktığı tasarımlar geliştiriliyor. Çin’de ise bu sorun yok. Üstelik Hindistan’da onlarca dil var; her dil için ayrı tasarım geliştirmek gerekiyor. Çin’de ise, Çince tasarım yeterli oluyor. Hindistan’ın bilişimdeki yükselişini eleştirenler, gerçekte Hindistan’da bilişimde pek bir gelişme olmadığını; uluslararası sermayenin çağrı merkezleri gibi en niteliksiz işleri Hindistan’a kaydırdığını, hepsinin bu olduğunu söylüyorlar. Zaten ülkenin en nitelikli bili şimcileri, ABD’deki Silicon Vadisi’ne geçiyor; beyin göçü yaygın. Ayrıca, eleştirenler, eğitimde fırsat eşitli ğinin olmayışına; dünyanın en çok okumaz-yazmazının ve yoksulunun Hindistan’da olmasına; bir avuç dünya sıralaması düzeyindeki üniversiteye ve araştırma kurumuna, genel olarak ilköğretim ve ortaöğretimin geri kalması pahasına kaynak ayrıldığına; diğer bir deyişle, her yanı dökülen ilköğretime ve ortaöğretime ayrılması gereken kaynağın, bu bilişimle ilgili

Page 211: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

211

üniversite ve araştırma kurumlarına aktarıldığına; hep göklere çıkarılan ‘Hint bilişim devrimi’nin birkaç büyük kentle kısıtlı olduğuna dikkat çekiyorlar. Öte yandan, devletin çeşitli bili şim çalışmaları, kırsal kesimin toplumsal dokusunu da değiştirmeye aday: Örneğin, 76 milyon nüfuslu Andhra Pradeş Üstbirliği’nde bütün tapu kayıtları bilgisayara aktarıldı. Gerçi, bu aktarım sürecinde, eşrafın, kayıtları, küçük toprak sahiplerinin topraklarını gasp edecek bir biçimde tutturduğu söyleniyor; ancak yine de, bu uygulama, ‘köy muhasebecileri’ olarak adlandırılan ve köylülerin devletle işlerinde onları tefeci gibi soyup soğana çeviren asalak sınıfı büyük oranda ortadan kaldırdı. Gerçi, okumaz-yazmaz köylüler yine de bu muhasebecilere muhtaç. Uygulama daha da geliştirilebilir. Bunlar, elbette çözüm değil; adaletsizliğin kökünü kazımayacak; ama köylünün yaşamını kolaylaştırmak açısından anlamlı. Bir diğer uygulamada, balıkçılar, balığa çıkmadan, devlet sesyayarlarından (hoparlör) hava durumunu öğreniyorlar; hava uygun değilse, balığa çıkmıyorlar. Bili şim, toplumsal adaleti gözeten bir iktidarın elinde önemli bir araç olabilirdi. Hindistan da Çin de bu iktidar anlayışından çok uzak. Çin’de köy ve kent, gelir ve olanaklar olarak ne kadar uzaksa, Hindistan’da da bir o kadar uzak. İşin kötüsü, Çin, 1949’dan 1978’e dek köylülerin el üstünde tutulduğu bir toplum oldu; ama bugün, bir Çin köyüyle Hint köyü, olanaklar açısından farklılık göstermiyor. İşte tam da bu nedenle, bu iki ülke, tarih boyu oldukları gibi, dünyanın iki büyük devi olacak; fakat ince ipin üstünde dengede durmaya çalışan, düşüşü korkunç olabilecek iki dev...

Page 212: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

212

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (96): “Yazar, Ne Yazar (,) Ne Yazamaz (?)” (*) Kıbrıslırum kökenli Avustralyalı Harry Nicolaides (d.1967), son zamanlarda Avustralya basınında dikkat çeken yazarlardan biri. Yazar, 31 Ağustos 2008’de Bangkok Havaalanı’nda, daha önce yazmış olduğu bir romanda Tay Kralı’na hakaret ettiği gerekçesiyle hücreye atıldı; ertesi sabah mahkemeye çıkarılıp kelepçelenmiş olarak, Bangkok Tutukevi’ne götürüldü. Yokluğunda (gıyabında), kitabı nedeniyle yargılandığını, havaalanında gözaltına alındığında öğrendi. Avustralya’nın bir avuç boyasız dergisinden biri olan the Monthly’de yazarın tutukluluk günceleri yayınlandı. Bu güncelerde dikkati çeken noktaları paylaşalım. 15 yıla dek hapis cezasıyla yargılanan ve kefalet istemi 4 kez reddedilen yazarın içeride tanıdıkları çok renkli: Ünlü Avustralyalı mafya babasıyla, Rus silah kaçakçısıyla (ki bu kaçakçı, yazara özgüç (moral) veriyor), Sri Lankalı sığınmacılarla, Tayland’a geçişliksiz (pasaport) girip bir inşaatta çalışıp ay sonunda yasadışı göçmen olmalarını gerekçe gösteren işverenin aylıklarını ödememesi nedeniyle çıkan kavgada kolluk güçlerinin tutukevine tıktığı Burmalı göçmenlerle, yasal olan belgeleri yanlışlıkla sahte sanılan Afrikalılar’la tanışıyor. Yazar, tutukevi görevlilerinin bacaklarını ovan mahkumlar gördüğü gibi, başarısız bir kaçış çabasına da tanık oluyor. Ölümler, öldürümler, özkıyımlar geçiyor hücrelerden... Yazar, herşeye karşın, bir yabancı olarak, ayrıcalıklı. Dışarıdan yemek isteyebilmekte; Avustralya büyükelçisi ve Tay kız arkadaşı, kimi zaman, onu ziyarete gelmektedir. Yine de, duruşmalara çıkarken, diğer mahkumlara yapıldığı gibi, yazarın ayaklarına da pranga takılır. Pranga, gün boyu kalır. Yazarın daha sonra geçtiği koğuş, zengin yabancıların koğuşu. Orada, güvenliğe parayı basan, istediğini aldırıyor; güvenlik, istenenleri çaktırmadan içeriye sokuyor. Bundan sonra yazar, her gün tavuk yiyebiliyor örneğin. Sonunda yazar, 6 yıl hapse çarptırılıyor; cezası, ‘suç’unu kabul ettiği için 3 yıla düşürülüyor. Ceza aldıktan sonra yazarın ailesi, Avustralya Büyükelçiliği’nin desteğini alarak Kral için bir özür mektubu yazıyor ve Kral’ın, yazarı affetmesini rica ediyor. Mektubun, Kral’a ulaşmasının, aradaki bir sürü bakanlık birimi nedeniyle 3 yılı bulacağı düşünülüyor. Ceza aldığı duruşmaya yoğun bir yabancı basın ilgisi olduğu için dünyanın dört bir yanından mektuplar almaya başlıyor. Ama tanınırlığı, diğer mahkumların ona öfke duymalarına neden oluyor. Dünyanın dört bir yanında, adına vaazlar okunduğunu, mumlar yakıldığını, hatta bir kabile töreni bile yapıldığını öğreniyor. İnsanlar, dünyanın dört bir yanından, onun için, İngiltere Kraliçesi ve Tayland Kralı’na mektuplar gönderiyorlar. Sonunda, haber, Tayland Kralı’na basın nedeniyle hızlı ulaştığından; yazar, kısa sürede Kral tarafından affedilip serbest bırakılıyor. Tutukevinin özel odasında kendisine Kral’ın af mektubu okunuyor ve Kral’ın büyük resmi önünde diz çöküp ona teşekkür etmesi isteniyor, o da öyle yapıyor. Yazar, 6 ay hapis kaldıktan sonra, 21 Şubat 2009’da bu biçimde salıveriliyor. Yazarın tutuklanmasına neden olan sözlere bakalım: Kralın ve prensin aşk yaşamından söz ediyor; kralın ve prensin bolca kadını olduğunu; bir kadın, prense ihanet ederse ortadan kaldırıldığını yazıyor. Gerçekte, Harry’ye ‘yazar’ demek herhalde, yazarlara haksızlık olurdu. Harry’nin yargılandığı kitap, kendi bastırdığı ve yalnızca 7 tane satan bir kitap. Kimileri, Harry’nin, Kral yasalarını bilmesine karşın,

Page 213: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

213

ilgi çekmek ve kitabını tanınan bir yayınevinde bastırabilmek için bu bölümleri özellikle koyduğunu söylüyor. Doğrusunu bilmek zor; ancak, kralın yarattığı çürümüş toplumla ilgili yazmak yerine, aşk yaşamına girerek belaltına vurmak, bir yazara yakışmıyor olsa gerek. Şimdi herkes Harry’ye ‘yazar’ diyor; hapse girmeden önce kimse bilmiyordu onu. Evet, Tayland, insanları karalamanın en kolay yolunun “Kral’a hakaret etti” demek olduğu; “Kral’a hakaret var” denilerek Youtube’un kapatıldığı, The Economist gibi dergilerin toplatıldığı; ülkenin parasına basarsanız “Kral’ın paradaki resmine bastı” diye dayak yiyebileceğiniz bir ülke. Gerçek ‘yazar’, Kral’ı, yurttaşlara alışveriş merkezi ve dilenmek ya da etini satmak dışında bir seçenek verilmediği için; gelir dağılımındaki adaletsizlik için; gökdelenlerin ve sarayların gölgesinde, barakalarda yatan yoksullar için eleştirmeli. Zaten Harry, aydın olsaydı; Tayland Kralı’nı değil, ülkesi Avustralya’nın hâlâ devlet başkanı olan İngiltere Kraliçesi’ni eleştirirdi. Hindistan, İngiltere’nin boyunduruğundan çoktan çıkmışken; Avustralya, hâlâ İngiltere Kraliçesi’nin toprağı (bkz. Gezgin, 2008)... Haydi Harry, göster kendini! (*) Aziz Nesin’in ‘Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’ yapıtına gönderme. İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (34): Bağımsız (!) Avustralya’da yıl 1975. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 193, 16 Mart 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=27179 Nicolaides, H. (2009). The king & I. The Monthly, sayı 44, Nisan 2009.

Page 214: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

214

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (95): Melbourne İzlenimleri 14.04.2009 (1) Avustralya’da, Melbourne’de havaalanında indiğiniz gibi bindiğiniz otobüs, hem tasarımının İstanbul’dakilere benzerliğiyle hem de yüzlerin çoğunun Türkiye’deki yüzlere benzemesiyle size İstanbul’daymışsınız gibi bir hava verebilir, Türkiye’de pek seyrek olan Asyalı yüzleri saymazsak. Kentin merkezinde trafiğin düşük yoğunluklu oluşu ve ücretsiz tramvay hattı, elbette İstanbul’u (Beyoğlu ve Bahariye) anımsatıyor insana. Aslında burada özel bir şey yok. Sermaye düzeni, her yeri aynı biçimde işgal ediyor: Alışveriş merkezleri, alacalı bulacalı dükkanlar vb. Kentte çok fazla yabancı lokanta var, diğer ülkelerin yemeklerini yemek sıradan bir etkinlik... Zaten ‘Avustralya mutfağı’ diye bir şey yok. Haydi gelin, dostlarınıza armağan almak için hediyelik eşya dükkanlarına girelim: Oyuncak ayılar, diğer hayvanlar, Avustralya biçiminde kül tablası, şort, t-gömlek, bumerang, bir Avustralya yerlisi çalgısı olan diceridu, elbette Avustralya bayrağı vb. İşin gülünç yanı, bunlar, Çin malı! Evet, bayraklar bile Çin malı çıkabiliyor! Bu, Türkiye’de olsaydı, herhalde büyük tepkiye yol açardı. (Bunu duyan Pakistanlı bir arkadaş, birçok Muhammedci ülkede, seccadelerin ve tespihlerin bile Çin malı olduğunu anımsattı.) Oysa Avustralya’da, yoksayılan az sayıdaki yerli dışında Avustralyalı yok zaten. “Avustralya, Avustralyalılar’ındır” sözü, oldukça anlamsız. Ülkede pek bir üretim varmış gibi görünmüyor. Avustralya, kalkım kalkım kalkınmış bir ülke olarak, tarımdan sanayiye oradan hizmet kesimine çoktan geçmiş durumda. Çin üretiyor; onlar yiyor, giyiyor. Ülkede en çok bulunan işletme, herhalde, lokantalar olmalı. (Elbette, kent çevresini ve diğer kentleri gezmeden ve verileri incelemeden böyle bir sonuca varmamalı, ama ilk izlenim olarak bunu yazabiliriz.) Avustralya yurttaşı olan Bangladeşli bir arkadaşla daha önce şu sonuca varmıştık: Yazar dediğin, sanatçı dediğin, Türkiye’den, Bangladeş’ten çıkar; Avustralya, esini öldürür. Sorunlar, insanı yaşam ustası yapar; sorunları olanlar, herzaman daha zekidirler. İşte kafada bu düşünceyle, sanatçıları bir bulalım dedik. Kentte bolca sanat etkinliği var; ama çoğunluk, pek ilgileniyormuş gibi görünmedi. Anımsatalım: Melbourne, Avustralya’nın spor başkenti olarak geçiyor. Çeşit çeşit sporun her yıl yarışması yapılıyor. Spora olan ilgi, sanata yönelik olsa, zaten Melbourne’de sokak çalgıcıları görmeyecektik. Sahi, neden bu kadar sokak çalgıcısı var kentte? Bu, kentte sanat ve yazın dergilerinin yokluğu ve her tarafı bol boyalı dergilerin doldurmuş olmasıyla ilişkili olabilir mi? Oysa, İstanbul’da herhangi bir dergicide bile, boyalı dergiler dışında, çeşit çeşit anmaya değer dergiye raslarsınız. İstanbul’un Melbourne’e öğreteceği ne çok şey var... Başlarken, Beyoğlu’yla Melbourne’ü karşılaştırdık; oysa, Melbourne’ün toplamında, Beyoğlu’ndaki kadar okuyan yazan insan bulamazsınız. Görüntüde, Melbourne’de bu kadar çok sanat etkinliği var, ama yine dönelim sokak çalgıcılarına: Melbourne’de sanatçılar sokağa düş(ürül)müş; onlara gökdelenlerde yer yok. Genişlemesine değil, uzunlamasına bir kent bu. Asansörler, otobüslerden daha önemli. Uzunlamasına kentlerde bankalara, şirketlere, alışveriş merkezlerine hep yer

Page 215: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

215

vardır da, gelin görün ki sanata yer yok. Vietnam’da sokak çalgıcısı görmezsiniz pek. Bu, Vietnam’da sanatçılara herzaman bir kapı olduğunu mu gösteriyor; yoksa Vietnam’da, Avustralya’nın tersine, sokakta çok polis olduğu için mi sokak çalgıcısı yok? Yani Vietnam’da çalgıcılar, sokakta çalmak istiyor ama polis nedeniyle mi göremiyoruz onları? Yanıtlamak zor; fakat Vietnam’da sanata daha çok değer verildiği söylenebilir. Gerçekten bu kadar kötü mü bu kent? Bir tüketim kenti mi tümüyle? Tam da değil. Yolda, Uluslararası Af Örgütü üyeleriyle sohbet edip dünyanın bilmediğiniz bir köşesindeki (örneğin Kongo’daki) bir mağdur için imza atabilirsiniz. Ama sakın ha, Kongo’yla ilgili bilgi sormayın, çünkü onların o uzak ülkeyi sizden de az bildiğini görüp şaşırabilirsiniz. Hele de “bu tüketim toplumunda, herşeye karşın, sizi görmek çok güzel bir duygu” derseniz, bir gülümsemeyle değil yadırgayıcı bir bakışla karşılaşmanız olası. Haydi, biraz daha durun sokaklarda ve Sri Lanka’da çarpışmakta olan Tamil Kaplanları’nın yandaşlarının gösterisine tanık olabilirsiniz böylece. Tamil Kaplanları’nın önderinin resmini taşırlar en başta ve pankartlarında: “Avustralya hükümeti, lütfen müdahale et, soykırımı durdur; Sri Lanka, ölümleri durdur; Tamil Kaplanları, Tamil halkının gücüdür” vb. yazar. “İki taraf da toplukıyım yapıyor” demeye kalkarsanız, aman dikkat, arada gümbürtüye gidebilirsiniz. Hem, zaten Asya dövüş sporları çalışan bir sürü insan, öğrendiklerini denemek için dövecek adam arıyor. Yakınlık duyamazsınız elbet bu eyleme; ulusalcı ve Avustralyacı bulursunuz eylemi ve uzaklaşırsınız oradan büyük olasılıkla. Zaten polislerin de pek umursamadığını görürsünüz eylemi; Avustralya’nın temellerine dinamit koymuyorlar ya... (2) Haydi bakalım, görelim, neden çınlatıyor Melbourne’ü gür sesleriyle şu karşıdaki iki genç: Bizi İsa’nın yoluna çağırıyorlar. Ellerimize tutuşturdukları kağıtlarda ‘kurtuluş’a giden yolu anlatıyorlar. İşte birçok ülke, böyle kendine Müslüman, kendine Hıristiyan. Sokaklarda, bu biçimde, insanları Muhammed yoluna çağırabilir mi birileri örneğin? Sanmıyoruz... Dahası var: Avustralya otellerinde her odada bir İncil bulunuyor (bunu duyan Pencaplı arkadaşlar, Güneydoğu Asya’da pahalı olan birçok otelde, aynı biçimde, İncil bulundurulduğunu söyledi; Pakistanlı arkadaşsa, “Pakistan otellerinde Kuran bulunmaz oysa” dedi). Hoşgörülü olsalardı, her odada yüzlerce kitap olması gerekirdi; çünkü yüzlerce farklı inanç var dünyada ve dahası, yüzlerce farklı inançsızlık da var. Ve insanları inançları üstünden tanımlamak ne kadar doğru... Bu kentin sıvasını dökünce din çıkıyor... Öte yandan, Melbourne Mezarlığı’nda Elvis Presley anısına yapılmış mağara biçimindeki mezarlık dikkat çekiyor... Bu kadar mı kötü bu kent gerçekten? Öyle olabilirdi, ama bir anda başkalaşıyor Melbourne, gözünüzde: Bir üniversitede, Marks üstüne 3 günlük bir forum düzenleneceğini öğreniyorsunuz. Buldunuz mu üniversiteyi? Kent merkezinde insandan başka canlı yoktu değil mi, ne bir kuş, ne bir böcek... Ama bakın bu üniversite yerleşkesi capcanlı... Sanki burası Boğaziçi... Ve o tarihsel yapının

Page 216: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

216

duvarında (‘tarihsel’ denildiğine bakmayın; İstanbul’daki gibi 2500 yıl değil 200 yıllık; 200 yılcık) ne yazdığını okuyabildiniz mi? Şöyle yazıyor: “Nisan 1856’da, bu yapı için çalışan taş işçileri, çekiçlerini bırakıp kente aktı ve yapı işçileri için 8 saatlik çalışma gününü kazanan hareketi başlattılar. Bu zafer, işçi hareketi tarihinde uluslararası bir dönüm noktası oldu.” İşte bunun için, gökdelenlere doğru gitmektense, o işçilerin gömüldüğünü düşündüğünüz hemen yandaki Melbourne Mezarlığı’na gitmek istediniz. Ama durun, ölü değil o düşünce, haydi foruma gidelim. Öğrenci Birliği yapısını dolaşıyorsunuz ilk konuşma öncesi. Bakıyorsunuz ki üstte, sol kitaplar satılıyor. Şaşırıyorsunuz. O gökdelenlerin gölgesinde bu kitaplar satılabiliyor yine de ve burjuvazinin kendi mezar kazıcılarını yarattığını; burjuvazinin kendi mezarını yanında taşıdığını bir kez daha anlıyorsunuz... Salona girdiğinizde, “i şleri ve evleri kurtarın, bankaların kârını değil” pankartı karşılıyor sizi. Yunanistan’dan gelme konuşmacı, ayrıntılı olarak tanıklığını anlatıyor: “Basın, doğruyu söylemiyor” diyor; “efendisiz bir hareket değil Yunan hareketi. İçimizde efendisizler var ama onlar azınlık.” Gözyaşartıcı gazları biten Yunan polisinin İsrail’den gözyaşartıcı gaz satın aldığını söylüyor. Bunlar, Filistinliler’e karşı kullanılan aynı gazlarmış. ‘Küresel sermaye düzeni göz yaşartıyor’ gibi bir başlık geçiyor aklınızdan. “Kendiliğinden olan bir hareketti; biz kitleyi sürüklemedik, onların peşinden koştuk” diyor. En yaygın sloganın “Bankacılara milyarlar, öğrencilere kurşun” olduğunu söylüyor. Salona şöyle bir göz gezdiriyorsunuz: Salonda çok az Asyalı ve siyah olması dikkatinizi çekiyor. Salonda bir sürü kefiyeli/ puşili beyaz var. Filistin’le dayanışmak için taktıklarından, onlara sorarsanız, taktıkları, puşi değil kefiye. Ama siz, onları hem puşili hem kefiyeli olarak görmekte serbestsiniz nasılsa... Yunan konuşmacı devam ediyor: Eylemlere lise öğrencilerinin ailelerinin de öğretmenlerinin de katıldığını söylüyor. Uluslararası basına da yansıyan yılbaşı ağacı olayını birebir tanıklığıyla aktarıyor. Bu oldukça fotoğrafik olay, aklınızda imgeler uçuruyor hemen... Coşkulu lise öğrencileri kadar, Avustralya’da Vietnam-Amerikan Savaşı protestolarına katılıp deneyimlerini paylaşan görüntüsü yaşlı, aklı genç insanlar da var yorum yapanlar arasında... Programa bakıyorsunuz. “Yok, yok” deseniz yeridir: Yunanistan’dan, Lübnan’dan, Mısır’dan, Çin’den ve ABD’den konuşmacılar var; gelmişler, Avustralya’nın dünyanın öbür ucu olmasına aldırmadan... Neleri konuşacaklar: Hizbullah’ı, Arap dünyasında ortaklaşmacılığı ve ulusalcılığı, sınıf çözümlemesinin değişen dünyadaki anlamını, cinsiyet ayrımcılığını, Filistin’i, tekkutuplu dünyanın son buluşunu, sermaye düzeninin çöküşünü, savaş karşıtı hareketi, sömürgecilik kuramını, kimlik sorunlarını vb. Çıkarken, Avustralya yerlilerinin bayrağına destek iletinizi yazmayı unutmayın. Yerinden yurdundan edilen bu insanlar, en ezilmişleri bu ülkenin, en sahipsizleri; çocukları kaçırılıp İsacı yatılı okullara zorla yazdırılmış bir halk bu... Devşirme düzeni heryerde aynı... Ama bakın, onlar da buradalar şimdi... Evet, bu, bambaşka bir Melbourne artık. İnsanların soğukluğuna, yolda kimsenin birbirine bakmamasına, bu kentte varsıllar dışında herkesin ‘hiçkimse’ olmasına pek de aldırış etmiyorsunuz artık; çünkü bu kent, öbür yüzünü de gösterdi size. Anlıyorsunuz ki, kent değil, insanlar güzeldir. İnsanlar ne kadar güzelse, kentler de o kadar güzeldir... Onun için özel hiçbirşey yok Melbourne’de ve bir o kadar da çok özellik var bu kentte, insanlara baktığınız sürece... (son)

Page 217: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

217

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (94): Halktan Yana Tarih... ‘Hint tarihçiliği’ denince akla ilk gelenlerden biridir Damodar Dharmananda Kosambi (1907-1966). Aynı zamanda örnek bir doğabilimci ve kavga insanıdır. Eğitimi matematik alanında olmasına karşın, marksçı Hint tarihinin temellerini atmıştır. Kosambi’nin çözümlemesinin temel birimi, birey değil toplumsal topluluklar. Buna getirdiği açıklama şöyle: Suyun tek tek molekülleri herhangi bir yöne doğru hareket edebilir; ama asıl hareket, ırmağın hareketidir. Irmağın akışı yanında, tek tek moleküllerin hareketi önemsiz. Kosambi, bir Hintli olarak, Marks’ın Hindistan’a dışarıdan bakışına katılmaz; Hint tarihi için, sınıf çatışmasına dayalı olarak, özgün gelişim aşamaları ileri sürer. Ancak, bu bakışında, yine de, tarihin merkezine üretim araçlarının gelişimini koyar. Örneğin, eskil (antik) Hint’te sabanın kullanılmasından kaynaklanan değişime odaklanır. Bu noktayla bağlantılı olarak, Hint toplumunu, tarih boyunca değişmeyen, duruk (statik) bir yapı olarak gören Kuzey Atlantikli bakışı eleştirir. Hint tarihinin birçok süreksizlikle dolu olduğunu örneklerle göstermektedir. Kosambi, döneminin tarihçilerini, Brahminlerin (üst kast) tarihini yazmakla suçluyor. Oysa, Kosambi’ye göre, alt sınıfların bambaşka bir dünyası var; ve alt sınıflar, uluslararası ve ulusal etkilerden daha uzak olduklarından, tarih araştırmaları için çok değerli bir hazine. Diğer bir deyişle, Kosambi, (yeniden) yazdığı tarihi, halkbilime dayandırıyor. Ayrıca, Kosambi, tarihçileri, Hint felsefesine odaklandıkları, ama bunun hangi toplumsal koşullar altında çıktığına eğilmedikleri için eleştiriyor. Kosambi’nin babası, Gandhi’nin yakın arkadaşlarındandı. Baba Kosambi’nin (1876-1947) filmlere konu olacak bir yaşamı vardı: 5. sınıftan terk bir köylü genci olarak, hindistan cevizi ağaçlarından ürün toplama işini yaparken, eline geçen kitaplarla budacılığı tanımış ve Buda’yı daha iyi öğrenebilmek için, yanında bir şişe, küçük bir kilim ve üç-beş kuruşla 7 yıl diyar diyar dolaşmıştı; değişik ülkelerde budacı rahiplik yapmış; Hint bağımsızlıkçılarının kurduğu ulusal okulda budacılık dersi vermesi istenince, bir dönüm noktası yaşamıştı. Artık, eskil Hint’in dünyaca tanınan bir avuç uzmanından biri olarak kabul ediliyordu. Daha sonra Buda uzmanı olarak Harvard’a davet edildi ve bir yolculuğu sırasında bulunduğu İngiltere’de bir Hollandalı tüccar, ona marksçılığı öğretti. Baba Kosambi, daha sonra, çeşitli aralıklarla Harvard’da çalıştı; Hindistan’a dönüp Gandhi’nin kurduğu okulda görev aldı; Sovyetler’de Leningrad Üniversitesi’nde budacılık üstüne dersler verdi. Hint bağımsızlık kavgasında, Gandhi’nin verdiği görevleri yerine getirdi; bağımsızlık ateşini yoksullar arasında yaydı; bunun için tutuklandı, salıverildi. Baba Kosambi, 70 yaşında, eli ayağı tutmadığı için, geleneksel yöntemle, kendini öldürme amaçlı olarak ölüm orucuna yattı ve böyle öldü. Baba Kosambi, marksçı okumaları dolayısıyla, budacılığın tanrısızlığa uzanan yelpazesinde yer aldı; bir dindardan çok, bir bilgin olarak yaşadı. O, budacı olduğu için toplumsalcı olmuş bir gönül insanıydı. Hint bağımsızlık kavgasıyla toplumsalcı düşünceleri tanıştıran bir avuç insandan biri olmuştu. Özgürlük ve bağımsızlık düşüncesi ve toplumsal eşitsizliğe karşı çıkma tutkusu, babadan oğula geçecekti.

Page 218: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

218

Bundan sonrası, oğul Kosambi ile ilgili: Kosambi, 1939’la birlikte, kendi alanı olan matematik dışında, tarih ve marksçı yaklaşım üstüne de makaleler yayınlamaya başlıyor. İlk tarih çalışmaları, eskil paralarla ilgili sayılama (istatistik) çözümlemeleriydi. İlerleyen yıllarda, Kosambi, Hindistan Komünist Partisi’nin yayınlarında bilim üstüne yazılar yazdı. 1945’te, dönemin Hindistanı’nın bir numaralı araştırma kurumu olan Tata’ya geçti. 1948’de Tata’nın araştırmacısı olarak ABD’ye gitti, Einstein’la görüştü, orada dersler verdi ve dönüşte, o zamanlar çok yeni olan bilgisayar bilimlerini Hindistan’a taşıdı. 1956’da yayınlanan ‘Hint Tarihi Çalışmasına Giriş’ (Introduction to the Study of Indian History) adlı kitabı, Hint tarihçiliği alanında bir başyapıt sayılmakta. 1965’te, ölümünden bir yıl önce, daha sonra çeşitli dillere çevrilecek ‘Eskil Hindistan Ekini ve Uygarlığı’ (The Culture and Civilization of India) adlı başyapıtı yayınlandı. 1951’den başlayarak Kosambi, Dünya Barış Konferansı Hindistan temsilcisi olarak birçok ülkede görüşmelerde bulundu; nükleer enerji yerine güneş enerjisini savundu. 1959’da, bir sayılama kurumu oluşturmak üzere Çin’den resmi olarak çağrı aldı; Çin’deki toplumsal deneylerden etkilenerek, Hindistan’da bunların uygulanması için çaba gösterdi; halk için bilim ve kılgıbilgisi (teknoloji) anlayışını savundu. Bugün Kosambi, Hindistan’da tarihi halktan yana yeniden yazanların başvuru kaynağı olarak anımsanıyor. Türkiyeli okurlara tanıtmak da bize düştü... İlgilisine Kaynak Deshmukh, Ch. (2009). Dr. Damodar Dharmananda Kosambi: Life and work. http://www.vidyaonline.net/arvindgupta/ddkbio.pdf

Page 219: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

219

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (93): Doktorun Ölümü... 14.03.2009 Vietnam-Amerikan Savaşı’nın iki tarafı da konuyla ilgili birçok roman yazıp film çekti. Bunlarda sanatsallıktan çok belgeselcilik ağır basıyordu. Savaşın bitiminden (1975) 34 yıl sonra, bu savaş anlatılarının sayısı yok denecek kadar azaldı. Yine de, son yıllarda bir günce kitabı dikkat çekiyor: Deli dolu bir genç kız olan Doktor Dang Thuy Tram’ın ‘Dün Gece Barışı Düşledim’ başlığıyla yayınlanan güncesi, 24 yaşındayken gönüllü doktor olarak katıldığı kurtuluş savaşında, 1968-1970 arasını kapsıyor. 1970’de Doktor, ABD askerleri tarafından öldürülür; güncesi, direnişçilerden kalan tüm ‘gereksiz’ belge ve eşyalarla birlikte yakılacakken, bir ABD askeri, çevirmeninin önerisiyle günceyi saklar. Günce, 35 yıl sonra ortaya çıkıp içten anlatımı ve doktorun ağlatılı sonu nedeniyle çoksatar oldu. 2005’te Vietnam’da yayınlanan kitap, 1,5 yıl içinde 450,000 sattı. Doktor Dang’ın öyküsü, aynı zamanda devrimci bir Feride öyküsü. Doktor, babanın cerrah, annenin üniversite hocası olduğu köklü bir soyaktan gelmektedir; başkentte kalıp mesleğinde ilerleyebilecekken, kurtuluş savaşına katılır; dağ başlarında, yeraltı sığınaklarında, bombalar altında doktorluk yapar. Lise yıllarından beri aşık olduğu Bay M de direnişe katılmıştır (aynı yerde değillerdir); fakat günce boyunca, Bay M’nin O’nu, O’nun Bay M’yi sevdiği kadar sevmediğini düşünen Doktor’un aşkı söner. Doktor’un yüreği iki aşkı birden taşıyamaz belki de. O, ölüm döşeğindeki savaşçıların son günlerinde aşık oldukları kadındır artık; her bir ölümde bir parça eksilir ondan. Güncenin ilk sayfalarında Doktor, Vietnam Komünist Partisi üyesi yapılmadığı için üzüntülüdür, ‘burjuva’ kökenli olduğu için kendisine güvenilmez. Doktor, bunun nedeninin, kendisini kıskanmaları olduğunu düşünür, üzülür. Hatta, kendi çıkarlarını güden (Amerikan bombaları altında hangi bireysel çıkarları kastettiği açık değildir) parti kadrolarının işgalci düşmandan daha tehlikeli olduğunu yazar. Daha sonraki günlerde Parti’ye kabul edilir. Günceleri, kendisinin parti üyeliğini bireysel bir başarı olarak gördüğü gibi bir hava vermekte. Dolayısıyla, Parti’nin eleştirisi haklı sayılabilir. Che ve Marcos günceleriyle karşılaştırma yapılmaksızın bile denilebilir ki, Doktor’un günceleri, oldukça kişisel; bir kent kökenlinin iç çelişkilerini yansıtıyor; güncelerin büyük bölümü, Doktor’un ailesine ve kentteki yaşamına olan özlemine ilişkin. Hatta Doktor’un kendisi de, “düşüncelerim devrimci olsa da, duygularım burjuva” diyor. Günceler, “herkes beni sevmeli” gibi çocuksu bir bencillikle dolu; ancak, devrimci bir doktorun tanıklığını sunması ve onun insan yanını anlatılaması açısından değerliler. Doktor, Orta Vietnam’daki çarpışmaların birebir tanığı. Güncelerde, ‘Ve Çeliğe Su Verildi’ romanına ve Sefiller’e yapılan göndermeler de, metinleri bireycilikten uzaklaştırıyor. Ayrıca, güncelerde, aşağıdaki türden birçok bölüm var: 4 Ağustos 1968

Page 220: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

220

“Küçük güncemi kanlı sayfalarla doldurmayı sürdürmeli miyim? (...) Yurttaşlarımızın son yirmi yıldır döktüğü tüm kanı ve kemikleri, teri ve gözyaşını tümüyle kaydedelim. Ve bu ölümcül savaşımın son günlerinde her bir feda, sayılmaya ve anımsanmaya daha da değer. Neden? Çünkü uzun yıllar savaştık ve bedel ödedik; umut, parlak bir ışık gibi parladı yolun sonunda; bugün hedefimize yakınken düşüyor nicelerimiz.” (s.41) Doktor, 22 Haziran 1970’de öldürülüyor. Yanında bu günce yanında Vietnamlı bir subayın (Bay M) resmi ve ona yazdığı şiirler bulunuyor. Bugün Doktor’un mezarı, ziyaretçi akınına uğruyor ve adına hastane açılmış durumda. Ama yaşasaydı, ülkesiyle ilgili pek olumlu düşünceleri olmayacaktı: “Saygon’da attığı her adım, dumur etmiş onu. Adını, Hitler’e karşı devlet başkanı adayı olan, sonra Hitler tarafından hapse atılıp öldürülen Almanya KP başkanı Ernst Thalmann’dan alan okulun hemen orada, neon ışıklarıyla bir yanıp bir sönen ‘Perfect America’ [mükemmel Amerika] yazısını görünce, neredeyse bayılacakmış. (...) Doktor, sokaklarda birçok boyacı çocuk, bisikletçi, dilenci görmüş. Ama bunları, 5 yıldızlı otellerin yanında görerek daha da şaşırmış. Saygon’un neonlu kapitalizmine öfkelenerek bir sinemaya girmiş. Sinemada ‘Elveda Lenin’ adlı bir film oynuyormuş. Herkes filme gülerken, koca salonda bir tek o ağlamış. Demek, sosyalizm, çoktan dağılmıştı. Demek, kızıl bayrakların hala dalgalandığı ülke, Vietnam, ruhunu çoktan teslim etmişti.” (...) (Gezgin, 2009) Öyküde dirilen Doktor, Irak’taki direnişe katılır ve orada bir kez daha ölür: “Tüm haber ajanslarında bir numaralı haber olarak verilen, Irak’ın ünlü Vietnamlı doktorunun ölüm haberi üzerine ise, Vietnam’da, Saygon dilencileri ve sokak çocukları dışında hiç kimse, bu öldürülen doktorun, Vietnam-Amerikan Savaşı günceleri yoksatan/ çoksatan Doktor Dang Thuy Tram’ın ta kendisi olduğuna inanmadı.” (Gezgin, 2009) Iraklı doktorların günceleri 35 yıl sonra mı ortaya çıkacak? İlgilisine Kaynak Gezgin (2009). Doktorun ölümü. “Filmlik öyküler: Gezgin 2009 Vietnam” içinde. Dang Thuy Tram (2005). Last night I dreamed of peace: The diary of Dang Thuy Tram. New York: Harmony Book.

Page 221: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

221

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (92): Çekik Gözler, Düz Gözler... Şimdiye dek Asya’yla ilgili çokça sorulmuş bir soru, Asyalılar’ın neden çekik gözlü olduğu... Bu yazıda, Asyalı gözler ve beden yapısıyla ilgili açıklamalara yer verelim ve günümüzde çekik gözlülükle ilgili algıyı ele alıp bitirelim. İnsansoyunun ataları Afrika’dan çıktıktan sonra Güneybatı Asya’da yaşıyor, daha sonra Hindistan’ın içlerine yönelerek Dravidler’i (Güney Hindistan halkları) oluşturuyor. Dravidler, sıcak iklime uygun olarak binlerce yıl içinde evrimleşiyorlar. Daha sonra Himalayalar’dan Orta ve Kuzeydoğu Asya’ya göçen Dravidler, bu kez bölgenin soğuğuna uygun olarak evrim geçiriyorlar. Oradan Güneydoğu Asya’ya göçenlerse, sıcak iklim nedeniyle yeniden evrim geçiriyorlar. Genç görüntülü (neotenik) yüzler şöyle: Kulaklar ve burun, küçük; gözler, büyük; deri, yumuşak ve gözler, parlak. Yaşlanınca bunlar gidiyor: Kulak ve burun büyüyor; yüz büyüdüğünden, göz daha küçük geliyor (aslında gözün büyüklüğünde değişme yok, ama yüz büyüyor); deri sertleşiyor; gözler, parlaklığını yitiriyor. Saç ve yüzdeki yağ da diğer göstergeler. Genç görünüşlülerin yüzleri yağlı oluyor. Alında daha fazla saç var. Dravidlerin uzuvları, yüzleri vb. büyük; bu, sıcağı bedenden daha kolay atmalarını sağlıyor. Himalaya’ya doğru gidince, az önce andığımız genç nitelikler varkalım değeri taşıyor. Soğuğa uyum için kıllılık daha iyi; ama genç niteliliklilik daha uyumsal. Bu nedenle, Doğu Asyalılar’ın kılsız olduğu düşünülüyor. Dravidler’se, tersine, kıllı. Burunların biçimi ise, sıcaklıkla ilgili. Sıcak ülkelerde burunlar, sıcaklığı bedenden daha kolay atmak için basık. Hindistan’da basık uzun burun; Güneydoğu Asya’da basık geniş burun yaygın. Doğu Asya’da ise çıkıntı (düz) burunlar yaygın; çünkü Doğu Asya, sıcak değil. Doğu Asyalılar’ın gözlerinin çekik olması, soğuk iklim nedeniyle. Dravidler, Himalaya’yı geçince soğuk iklimle karşılaşıyorlar ve kuşaklar boyu değişime uğruyorlar. Asyalı gözler, gerçekte çekik değil kapaklı. Gözkapaklarında daha çok yağ var. Bu yağ, soğuk iklimde bedenin sıcak kalmasını sağlıyor. Dravidler, Güneydoğu Asya’ya geçince, sıcak iklimde yaşadılar; gözlerindeki bu yağ tabakası küçüldü. Doğu Asyalı gözlerle ilgili bir diğer dikkat çekici nokta, Asyalı gözlerin yalnızca kahverengi oluşu. Dravidler’in saçları, kıvırcık ya da dalgalı ve ince. Bu, kafa derisinin bedenin sıcağını daha kolay atmasını sağlıyor. (Afrikalılar’da ve Güneybatı Asyalılar’da kıvırcık ve dalgalı saçın bu nedenle yaygın olduğu düşünülüyor.) Deri rengi de, havayla doğrudan ilgili elbette. Doğu Asyalılar’da ise, saçlar, sıcağı tutabilmek için düz ve kalın. Aynı nedenle, Doğu Asyalılar’ın yüzlerinde daha çok yağ var. Asyalı saçlar yalnızca kara ve kahverengi; bunun da, soğuk havada en fazla sıcak tutan saç rengi olması nedeniyle olduğu düşünülüyor. Dravidler ve Güneydoğu Asyalılar daha çabuk terliyor; terleyerek gövdelerini soğutmuş oluyorlar. Asyalılar ise daha az terliyor.

Page 222: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

222

Bu kuramda çok boşluk olsa da, yine de açıklayıcı. Gelelim günümüze: Asyalılar’ın Kuzey Atlantik ülkelerinde ayrımcılık yaşaması ve güzellik imgelerinin Avrupalı gözler üstünden pompalanması nedeniyle, önce Kuzey Atlantik ülkelerinde başlayan Asyalı gözleri düzeltme (Avrupalılaştırma) işlemleri, daha sonra özellikle Japonya’da yaygınlık kazandı. Bu işlemler, Asyalı erkeklerin yeğlemediği, yalnızca Asyalı kadınların gözdesi olan işlemler. Bunların yaygınlığı, Avrupa sömürgeciliğinin bir yan ürünü. Çin’in yükselişiyle güzellik kavramının daha az Avrupalı olması beklenirse de, Asya kalkınması, bu göz düzeltme işlemlerinin sayısını büyük bir hızla arttırıyor. Ancak, son yıllarda, Asyalı gözlerini Avrupalılaştırmak için değil daha da güzelleştirmek için göz düzeltme işlemlerine başvuran Asyalı kadınların sayısı da artıyor. Bunlar, işlem sonrası, Avrupalı gözlere değil, güzelleştirilmi ş Asyalı gözlere sahip oluyorlar. Bu da, Çin’in yükselişine bağlanabilir. Dünyanın en iyi ilk on hastanesinden birine sahip olan Bangkok, bu işlemlerin de diğer sağlık işlemlerinin de merkezi olmuş durumda. Hatta Kuzey Atlantikliler de sağlık işlemleri için Bangkok’a geliyor. Asyalı milyonlarca kadının özdeğerleri, beden güzelliğine dayandığı için; Bangkok’ta her yıl milyonlarca dolar, bu güzellik işlemlerine harcanıyor. ‘Asya güzellik piyasasında’ diyelim, göz düzeltme dışındaki bir diğer eğilim de, her yıl milyon dolarlar harcanan deri beyazlatma kremleri. Kuzey Atlantikliler, bronzlaşmak için büyük paralar harcarken; Asyalılar, beyazlamak için harcıyor aynı parayı. Asya’da birazcık kahve derili olmak bile, aşağılanma nedeni olabiliyor; çünkü kahve derililerin tarlalarda çalışırken kahveleştiği ve beyaz derililerinse evlerinde sefa sürerek beyaz kaldığına inanılıyor. Bu inancın merkezi, elbette, kast düzeninin anayurdu Hindistan. Asyalılar’ın, özellikle Asyalı kadınların kendi imgeleriyle barışması, dünya ölçeğinde Asyalılar’a ve Asya ülkelerinde kahve derililere karşı ayrımcılığın kalkmasına bağlı. Belki de tam tersi: Ayrımcılığın kalkması, benlikle barışık olunmasına bağlı... İlgilisine Kaynak Asian Race Hub. http://kennethomura.tripod.com

Page 223: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

223

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (91): Asya Takvimleri ve Dinlenceleri Asya takvimleri konusuna Gezgin (2003)’te ve Gezgin (2008)’de girmiş olsak da, Asya takvimleri ve dinlenceleri, bir yazıyı daha hak ediyor. İşte Asya’dan dikkati çeken takvimler ve dinlenceler: Bengal Takvimi’nde yılbaşı 14 Nisan (Bangladeş’te) ya da 15 Nisan (Hindistan’da). Bengal takviminde yıl, her zaman, AB(D) takviminden 593 yıl geride. Bu takvim, Babür Başyayılmanı (imparator) Ekber (yönetimi 1556-1605) tarafından geliştirildi; Muhammedci ve Hindu takvimlerinin karışımından oluşuyor. Britanya, Hindistan’ı sömürgesi yapınca ve böylece, Babür Devleti dağılınca, Hindistan’da bu takvim bırakıldı; ancak kullanımı Bengal bölgesinde sürdü. Takvim, Bengal’in 6 süremine (mevsim) karşılık geliyor: Yaz (Nisan-Haziran), yağışlı mevsim (Haziran-Ağustos), güz (Ağustos-Ekim), kuru mevsim (Ekim-Aralık), kış (Aralık-Şubat) ve ilkyaz (Şubat-Nisan). Bengal Takvimi’nde gün, gündoğumuyla başlıyor; AB(D) takvimlerindeki gibi gece 12:00’de başlamıyor. Bali Takviminde ise 1 yıl, 210 günden oluşuyor. Geleneksel Japon Takvimi’ndeki ay adları şöyle: Duygusal ay, giysi değiştirme ayı, baharın başladığı ay, çiçek ayı, oruç ayı, su ayı, kitap ayı, yaprak ayı, uzun ay, tanrıların ayı, don ayı, rahiplerin ayı. Japonca’daki gün adları, hem evrenin beş temel öğesi olduğuna inanılan ateş, su, tahta, maden ve toprağa ve yin ve yanga hem de 7 gök nesnesine karşılık geliyor. Japon ekininde bir de, dönemi, Yayılman’ın başa geçmesinden başlatan Yayılmanlık Takvimi var. Buna göre biz şu an, Heisei 21 yılındayız (Heisei, 1989’da başa geçen Japon Yayılmanı Akihito’nun dönemine karşılık geliyor). Çin’de 1911 öncesinde de aynı uygulama vardı. Tayvan’da, tarihi, 1911’deki Çin Cumhuriyeti’nin ilanı ile başlatan Çin Cumhuriyet Takvimi kullanılmakta. Çin Cumhuriyet Takvimi’ne göre 98 yılındayız. Çin Takvimi’nde ay adları, tarıma dayanıyor: İlk ay, kayısı ayı, şeftali ayı, erik ayı, nar ayı, nilüfer ayı, orkide ayı, osmanthus ayı, kasımpatı ayı, iyi ay, kış ayı, son ay. Çin Takvimi’ndeki 60 yıllık döngüler, 12 hayvanla 5 öğenin birleşimine dayanıyor: Toprak, maden, su, tahta ve ateş ile sıçan, öküz, kaplan, tavşan, ejderha, yılan, at, koyun, maymun, horoz, köpek, domuz. Aylara hayvan adları verilmesiyle ilgili şu öykü anlatılıyor: Çok eski zamanlarda, hayvanlar, takvimde öncelik almak için kavga ederlermiş. Bunun üzerine konu, tanrılara gitmiş; tanrılar, hayvanlara, “ırmakta kim en hızlı karşıya geçerse, ilk yıla onun adı verilecek” demiş. Sıçan ve kedi, dostlarmış; birlikte öküzün sırtına binmeye karar vermişler; nasılsa, öküz, ağır olduğundan, sırtındaki bu hafif yükü farketmeyecekmiş. Sıçan ve kedi, öküzün sırtında ırmağı geçerken, sıçan, kediyi suya iteklemiş; sıçan, öküz kıyıya gelmek üzereyken kıyıya atlamış. Böylece, ilk yılın adı ‘sıçan’, ikinci yılın adı ‘öküz’ olmuş. Tembel domuz, sona kalmış. Kedi ise, bu olay üzerine, sıçanın sonsuza dek düşmanı olmuş. Asya’nın en büyük iki bayramı, Ay Yılbaşısı (‘Çin Yılbaşısı’ olarak da adlandırılıyor) ve Divali.

Page 224: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

224

Divali, Hindular’ın, Sikler’in, Budacılar’ın ve Cainler’in ortak bayramı. Işık Bayramı olarak biliniyor, iyinin kötüye karşı yengisi için fenerler yakılıyor; evler ışıklarla süsleniyor; şeker ve armağan dağıtılıyor. Yine iyinin kötüyü yenmesini simgelemek üzere havai fişekler patlatılıyor. Nepal’de Divali ile ilgili farklı gelenekler var: İlk gün, göksel haberciler oldukları düşünüldüğü için kargalara yemek veriliyor; ikinci gün, dürüstlükleri nedeniyle köpeklere tapılıyor; üçüncü gün, ineklere tapılıyor; dördüncü gün, Yılbaşı olarak kutlanıyor; beşinci günde ise, kardeşler birbirlerini konuklayıp birbirlerine armağanlar veriyorlar. Malezya’da ise Divali’de Hindistan kökenli Malezyalılar, evlerini, yemek için, her dinden insana açıyorlar. Dünyanın en az 45 ülkesinde çocuklar için ayrılmış Çocuklar Günü var. Birleşmiş Milletler, 20 Kasım’ı Evrensel Çocuk Günü olarak ilan etti. Fakat yine de, Çocuklar Günü’nün tarihi her ülkede aynı değil. Çin, Vietnam, Laos, Moğolistan ve Orta Asya kamuerklerini (cumhuriyet) de içermek üzere hemen hemen tüm eski toplumsalcı ülkelerde Çocuklar Günü, 1 Haziran’da kutlanıyor; çocuklar için şenlik ve eğlenceler düzenleniyor. Hong Kong’da ve Tayvan’da ise, Anneler Günü, Kadınlar Günü ve Çocuklar Günü, aynı günde kutlanıyor (4 Nisan). Asya, takvimleri ve dinlenceleriyle farklı olduğunu gösteriyor bir kez daha. İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (24): Yeni yıl ama hangi takvimle?.. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 183, 6 Ocak 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=23113 Gezgin, U. B. (2003). Takvim sorunu üzerine ya da hangi takvim? İsa takvimi mi, Muhammed takvimi mi, yoksa Buda takvimi mi? Radikal İki, 20 Temmuz 2003. http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=2391&tarih=22/07/2003&ek_ta\rihi=20/07/2003 http://ulas.teori.org/index.php?option=com_content&task=view&id=124&Itemid=27

Page 225: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

225

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (90): Yunan (Makedon)-Hint Etkileşimi Günümüzde Avrupa-merkezciliğin bir sonucu olarak, eskil (Antik) Yunan düşüncesi, göklere çıkarılırken, bu düşüncenin özgün ve gökten zembille inmişçesine bağımsız olarak geliştiği varsayılıyor. Oysa, eskil dönemlerden başlayarak Yunan ve Hint düşüncesi etkileşim içindeydi. Helen’gil dönemde (İÖ 323-İÖ 30), bugün siyasal nedenlerle Makedon değil Yunanlı olarak gösterilen İskender’in (Yunanistan’daki ulus-devlet kurma sürecinde, özbeöz Makedon olan İskender, Yunanlılaştırıldı) Doğu’daki seferleri ve O’nun ardından gelenlerin kurduğu devletler dolayısıyla İran ve Hindistan’la Grek dünyası arasında etkileşme dönemi başladı. Çıplak sufiler (jimnosophist), Hindistan’ın çıplak düşünürleridir. İskender, Hindistan Seferi’nde bu çıplak düşünürlerle karşılaşmıştı. Bugün Hindistan’da Cain dininin rahipleri hala çıplak yaşamaktadır. Kimi eskil Yunan düşünürlerinin bu çıplak düşünürlerden etkilendiği biliniyor. Bunlardan biri, Pyrrho (İÖ 360-270). Pyrrho, İskender’in Hindistan Seferi’ne katılmış; Hindistan’da çıplak sufilerle ve İran’da ‘Magi’ olarak adlandırılan din insanlarıyla tanışmış; onlardan etkilenmiş; Yunanistan’a dönünce, bilinemezcilik ve kuşkuculuk görüşünü benimsemiş; yaşam felsefesi olarak ‘ataraksia’yı önermişti (“hiçbirşey bilinemeyeceğine ve kesin doğrular olmadığına göre; insan, yaşamında sıkıntıdan bağımsız olup huzura ermeli” idi). Pyrrho’ya göre, olaylara anlam veren, bizim yargılarımızdır; yargılarımızı askıya alırsak daha mutlu oluruz. Bu, tümüyle Hint çileçilerinden alınmış bir görüştür. Köpeksi (sinik ya da kinik) düşünürlerin görüşlerinde yoğun bir Hint çileciliği etkisi bulmak olanaklıdır: En ünlüsü Sinoplu Diogenes (İÖ 404 ya da 412-323) olan bu düşünürler, mutluluğu, Hint çilekeşlerinin yaptığı gibi, malı mülkü reddedip “insanlar ne der” düşüncesini hiçe sayarak sokakta köpekler gibi yaşamakta görüyorlardı. Köpekler gibi çıplak ve çıplak ayaklı yaşıyor; kendine yetmeyi savunuyor; topluma, yalnızca düşüncede değil yaşantılarıyla da en sert eleştirileri yöneltiyorlardı. Diogenes, bilindiği gibi, bir fıçı içinde yaşaması, gündüzleri fenerle insan araması, İskender’e “gölge etme başka ihsan istemez(m)” deyişi, ilk kez ‘kozmopolit’ (dünya yurttaşı) sözünü kullanması, ölüsünün kent sınırları dışında yabanıl hayvanlara verilmesini istemesi, yerleşik değerleri sorgulamasıyla vb. tanınıyor. Kimilerine göre İsa da, daha sonra, köpeksi düşünürlerden esinlenecekti. Aynı biçimde, bu görüşler, çağdaş görececiliğin büyükanasıdır. Ancak, bu Hint-Yunan ilişkisi tek yönlü değil. Yunan düşüncesi, Hint düşüncesi üstünde büyük bir etkiye sahip olmasa da, İskender’in askerlerinin torunları, Budacılık’a büyük bir katkı yaptılar: Bugünkü Buda yonutlarının (heykel) çıkışının Yunanlı Budacılar dolayısıyla gerçekleştiği düşünülüyor. Buda öldükten sonra uzun süre yonutları yapılmadı çünkü Buda, bedenine tapılmasını istememişti. Oysa, yaklaşık iki yüzyıl sonra, Kuzey Hindistan’da birçok Yunanlı, Budacı olmuş; Yunanistan’da varolan yonut sanatını Budacılık’a uygulamışlardı. Bu, dinden bir sapma olarak görülse de, Budacılık’ın yayılmasına yoksanamaz bir katkısı oldu: Yonutlarla Buda dini, görsel bir güç kazandı. Buda’yı uyurken, düşünürken vb. gösteren yonutlar, insanların bedensiz bir Buda yerine insan bir Buda’ya daha fazla

Page 226: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

226

yakınlık duymalarını sağladı. Ayrıca, Budacılık’taki kimi göksel varlıklar da, Yunan putataparlığından geçme. Yine aynı biçimde, Yunan Budacıları’nın Hindistan’daki Budacılık’la (‘Kuzey Bölüntüsü’ ya da ‘Mahayana’ olarak adlandırılıyor) Güneydoğu Asya’daki Budacılık (‘Güney Bölüntüsü’ ya da ‘Theraveda’ olarak adlandırılıyor) arasındaki ayrımların kaynağı olduğu düşünülüyor. Örneğin, Buda, tanrının varlığını reddetmişken, Kuzey Budacılığı’nda Buda, tanrı ilan edilmiştir. Yunan putataparlığında insan-tanrılar ve tanrı-insanlar yaygın olduğundan, Yunan Budacıları’nın Buda’yı tanrılaştırdığı düşünülüyor. Dolayısıyla, Yunan etkisi yaşamamış Güney Budacılığı, Budacılık’ın ilk çıkış biçimine daha yakın. Ancak, Budacılık, kuşkusuz, bir Yunan dini değil; çünkü Budacılık, zaten Yunanlılar’ın Hindistan’a gelişinden önce çıkmış bir din. İskender’in seferleri, yalnızca Buda yonutlarını doğurmadı; Kafiristan da öne sürülen bir kalıt: Kafiristan, Afganistan’ın güneydoğusundaki 100,000-300,000 nüfuslu Nuristan’ın eski adı. Bölge, 1896’da zorla Muhammedci yapılırken, ‘İslam’ın nurunun ulaştığı yer’ anlamında ‘Nuristan’ adını aldı. 1896 öncesi Kafiristanlılar, çoktanrıcılığa, şamancılığa ve cancılığa (animizm) bağlıydı. Kimilerine göre Kafiristanlılar, İskender’in Hindistan Seferi’nde geri dönmeyen askerlerinin torunları. Sonra ulus-devletler icat oldu, mertlik bozuldu; dünyanın dört bir yanında, toplumlar, tarihte ‘ulus’ları kendi başlarına gelişmişmiş gibi yaptı, kendi attıkları yalana inandı. Etiyopya kökenli kahve için, “Türk kahvesidir”, “Yunan kahvesidir” diye kavga eder oldu... Eskil Yunan (Makedon)-Hint etkisi ise, bize bu sonradan yazılmış tarihlerin yanlışını gösteriyor...

Page 227: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

227

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (89): Asya Dilleri ve Asya Birli ği Daha önce çeşitli yazılarda (örneğin Gezgin, 2008a; 2008c ve 2007), Asya-içi toplumsal farklılıklar nedeniyle bir değil birden çok Asya’nın olduğunu belirtmiştik. Asya dillerinin çeşitlili ği de, bu ‘birden çok Asya’ görüşüne bir başka destek sunuyor. Tek bir dil soyağından (aile) dillerin (Hint-Avrupa dil soyağına bağlı İspanyolca, Portekizce ve İngilizce) yaygın olduğu Amerika anakaralarının tersine, Asya’da Avustronezya dil soyağı, Çin-Tibet dil soyağı, Güney Asya (Avustro-Asya) dil soyağı, Tai-Kadai dil soyağı, Afro-Asya (Hami-Sami) dil soyağı, Altay dil soyağı, Dravid dil soyağı ve Hint-Avrupa dil soyağı başta olmak üzere en az 8 dil soyağı bulunmakta. Bu kadar çok dil soyağının bulunması, Asya Birliği’nin önündeki temel engellerden biri. Ayrıca, Asya abeceleri de büyük farklılar taşıyor: Kiril, Arap, Çin, Japon, Kore, Hint dilleri abeceleri, ayrı ayrı dünyalar. Dahası, Gezgin (2008b)’de belirttiğimiz gibi, tek başına Papua-Yeni Gine’de, 7000 kişiye ve 544 km2’ye bir dil düşüyor! Dilbilim alanındaki belli başlı ağsayfalarından Ethnologue’a göre, dünyada konuşulmakta olan 6,912 dil var. Dünyada anadil olarak konuşan sayısına göre en çok konuşulan dil soyakları sırasıyla şunlar: Hint-Avrupa, Çin-Tibet, Nijer-Kongo, Afro-Asya, Avustronesya, Dravid, Altay, Güney Asya, Tai-Kadai, Japon. Dünyada en çok dili kapsayan dil soyakları ise şöyle: Nijer-Kongo (1,514 dil), Avustronezya (1,268 dil), Yeni Gine ardı (564 dil), Hint-Avrupa (449 dil), Çin-Tibet (403 dil), Afro-Asya (375 dil), Nil-Sahara (204 dil), Pama-Nyunga (178 dil), Oto-Manguea (174 dil), Güney Asya (169 dil), Sepik-Ramu (100 dil), Tai-Kadai (76 dil), Tupi (76 dil), Dravid (73 dil), Maya (69 dil). Dünyada en çok konuşulan 20 dilin 12’si Hint-Avrupa dili (bu sıralama, Hintçe ve Urduca’yı ayrı diller olarak değerlendiriyor): İspanyolca, İngilizce, Hintçe, Portekizce, Bengalce, Rusça, Almanca, (yine bir Hindistan dili olan) Marathi dili, Fransızca, İtalyanca, Pencapça ve Urduca (Çin’in 1,3 milyarlık nüfusuyla, Çince, dünyanın en çok konuşanı olan dili elbette). Avustronezya dilleri, Madagaskar’dan Paskalya Adası’na çok geniş bir alanı ve 1268 dili kapsıyor. Formosa ve Malayo-Polinezya diye iki kola ayrılıyor. Madagaskar’da konuşulan Malagasy dili de Avustronezya dili. Avustronezya dillerinin çıkış yerinin Formosa olduğu düşünülüyor; çünkü 10 kolun 9’u Formosa’da. (Burada, dilin en çok çeşitlendiği yerin, onun anayurdu olduğu varsayımı var.) Kazıbilimsel bulgulara göre, Avustronezya halkları, ilk kez, 8000 yıl önce Güney Çin’de ortaya çıkıp Tayvan’a geçti. 6000 yıl önce ise, Tayvan’dan diğer Pasifik adalarına yayıldıkları düşünülüyor. Avustronezya dilleri, Tayvan, Malezya, Endonezya, Filipinler ve diğer Pasifik adaları dillerini kapsıyor. Ayrıca, Yeni Zelanda yerlilerinin dili olan Maori de bu diller arasında. Dravid dil soyağı ise, 73 dili kapsıyor. Bu diller, çoğunlukla Güney Hindistan’da konuşuluyor. En belli başlıları, Tamilce, Kerala’da konuşulan Malayalam, Telugu ve Kannada. Bugün pek anımsanmasa da, 19. yüzyılın son çeyreğinde, milliyetçilik yapmadan ortak bir dil konuşmak üzere ortaya atılan yapay bir dil olan Esperanto dili, bu noktada anılmaya değer. Esperanto, ortak söz dağarını ve dilbilgisini Avrupa dillerinden derlemişti; çünkü zaten neredeyse tüm Avrupa dilleri, Hint-Avrupa dil soyağının üyeleri olarak ortak özellikler taşıyorlardı. Ancak bir Asya Esperantosu

Page 228: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

228

oluşturmak, Asya’nın en az 8 dil soyağı olduğu düşünüldüğünde olanaksız görünüyor. Elbette toplumları ortaklaştırmak için ille de yapay bir ortak dil yaratmaya gerek yok, ancak bu kadar dil çeşitlili ğinin de ortaklaşmak için olumlu olduğunu söylemek zor (Esperanto konusunun Hindistan’daki dil çeşitlili ği bağlamında bir tartışımı için bkz. Gezgin, 2003). Sonuç olarak, dil ve abece çeşitlili ği de Asya birliği önünde büyük bir engel... İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (48): Asya’da akademik dünya. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 210, 13 Temmuz 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=34083 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (41): Papua-Yeni Gine ve Begonvil: Sömürülenin sömürmesi. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 202, 18 Mayıs 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=31106 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (33): Asya Birliği’ne doğru (mu?) Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 192, 9 Mart 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=26765 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (19): Asyacılık üstüne. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 178, 25 Kasım 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=20955 Gezgin, U. B. (2003). Hindistan'ın ilk 'ulusalcı' şairinin bir şiirinden, Hindistan Bağımsızlık Marşı'ndan ve Hindistan 'Ulusal' Marşı'ndan kalkarak, 'ulusal'lık sorunu ve 'evrensellik' x yerellik karşıtlığı üzerine yeniden. http://ulas.teori.org/index.php?option=com_content&task=view&id=117&Itemid=30

Page 229: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

229

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (88): Asya’nın Yeni Çağ Dinleri Son yarım yüzyıldır çeşitli nedenlerle ‘Yeni Çağ dinleri’ olarak adlandırılan dinler yükselişte. Bu dinler, geleneksel dinlere az-çok yaslanmakla birlikte, onlardan -bilim-kurgu romanlarını çağrıştıran- uzaylılar gibi konularda ayrılıyorlar. Bu dinler, kentleşmenin ve onun getirdiği sorunların bir ürünü ve Yeni Çağ izleyicileri, geleneksel dinlerin bu sorunlara çözüm üretmediğini düşünerek bu yeni dinlere yöneliyorlar. Yeni Çağ dinlerinin yükselişi, daha çok Kuzey Atlantik ülkelerine özgü olsa da, bu izlenti (moda), Asya’ya da sıçramış durumda. Japonya’da Aum Şinrikyo ve Çin’de Falun Gong dinleri, Asya’ya özgü Yeni Çağ akımları olarak dikkat çekiyorlar. Aum Şinrikyo, 1984’te Shoko Asahara tarafından kurulmuş bir din. 1995’te Tokyo metrosuna sarin gazı saldırısı yapışıyla adını duyurdu. Aum Şinrikyo, ‘Yüce Doğru’ anlamına geliyor. 1995’te 9,000’i Japonya’da olmak üzere 40,000 üyesi varken, 2005 sayılarına göre, üye sayısı 1650. Yoga, Budacılık, İsacılık ve Nostradamus metinlerinin bir karışımı. 1992’de Asahara bir kitap yazıyor, bu betikte kendisini İsa olarak ilan ediyor, böylece herkesin günahlarını alıp onları kötü karmadan kurtaracakmış. Ayrıca Yahudiler ve Masonlar’la ilgili gizoyun (komplo) savları var bu kitapta. Asahara, 1997’de nükleer savaş nedeniyle dünyanın sonunun geleceğini, yalnızca Aum’cuların sağ kalacağını ileri sürdü. ABD’yi Japonya’ya saldıracak bir canavar olarak ilan etti. 1989’da, ayrılmak isteyen bir üye, kuşkulu bir biçimde ölü bulundu. Aynı yıl Aum’culara dava açan bir avukat ve ailesi kayboldu. 1995’te ise, Aumcular tarafından öldürülmüş oldukları ortaya çıktı. Aumcular, 1993’te, ölümcül etkileri olan sarin gazını üretmeye başlıyorlar. 1994-1995 arası birçok suikastte sarin kullanıyorlar. 20 Mart 1995’te Tokyo metrosunda 5 trende yaptıkları sarin gazı saldırısında 12 yolcu ölüyor. Bunun üzerine, Fuji Dağı eteğinde olan merkez üslerine baskın yapılıyor; patlayıcılar, kimyasal ve dirimbilimsel (biyolojik) silahlar ve bir Rus askeri uçardöneri (helikopter) ele geçiriliyor. 4 milyon kişiyi öldürebilecek kadar çok sarin gazı bulunuyor. Milyonlarca dolarlık altın, para ve kimyasal yapmak için deneylikler ve Aumcular’ın tutsak aldığı kişilerle dolu hücreler de ortaya çıkıyor. Asahara kaçıyor; bulunan kimyasalların gübre olduğunu; Tokyo saldırısını, Aum’cuları oyuna getirmek isteyen ABD’nin düzenlediğini ve Japon devletine ayağını denk almasını; yoksa 15 Nisan’da, Kobe depreminden beter bir yıkım olacağını söylüyor. Bunun üzerine Japonya’da OHAL ilan ediliyor; ancak o gün birşey olmuyor. İlerleyen günlerde Tokyo metrosunda binlerce kişiyi öldürebilecek siyanürlü bombalar bulunuyor, neyse ki patlamamışlar. 16 Mayıs’ta Asahara yakalanıyor, ilerleyen yıllarda O ve üst düzey Aum’cular, ölüm cezasına çarptırılıyor. Aynı biçimde Falun Gong, 1992’de Çin’de kurulmuş bir Yeni Çağ dini. 70-100 milyon izleyeni olduğu düşünülüyor. Falun, ‘Yasa Tekeri’ anlamına geliyor. Falun, 1992-1999 arası Çin devletinin desteklediği bir din. Ondan sonra işler değişiyor. 1998’de Birleşmiş Milletler’de Falun Gong dersleri veriliyordu. 1995’te Falun Gong’un ana kitabı, Çin’de çoksatar oluyor. Çin’de 1999’a dek, sabahları gezeneklerde (park) milyonlarca Çinli, Falun Gong alıştırmaları yapıyor, dalınca (meditasyon) giriyorlardı. Çin büyükelçilikleri, Çin ekinini tanıtmak üzere çeşitli

Page 230: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

230

Falun Gong kolları açıyorlardı. Ortaklaşmacılığı bırakmış 1978 sonrası Çini’ne Çin’deki çeşitli dinleri harmanlayacak bir din gerekiyordu; bu da Falun Gong oldu. Herşey, 1999’da bir sağaltmanın (doktor) yayınladığı eleştiri yazısıyla tuzla buz oldu. Falun Gong uygulamalarını eleştiren; bunların sağaltım gücü olmadığını söyleyen yazıya karşı falungongcular gösteri yaptı; gösteri, sert bir biçimde dağıtıldı; bunun üzerine falungongcular başka bir gösteri düzenledi. Sonunda, kamusal düzeni bozdukları için falungongculara yönelik toplu tutuklamalar ve baskınlar başladı. O zamandan beri, din, Çin’de yasak; yakalanan falungongcuların işkence gördüğü iddiaları da yaygın. Elbette herşey bir anda olmadı; ÇKP, Falun Gong’un yaygınlaşıp kendisine seçenek bir güç olmasından rahatsız oluyordu; bu gösteriler, dini bastırmak için gerekçe oldu. Dine gelen yasak ve sonrasındaki baskılar, Falun Gong’un bilimsel olarak eleştirilebilmesini zorlaştırıyor. Çin dışında, Falun Gong’un ne olduğunu bilmeyenler bile, bu dini, düşünce özgürlüğü adına destekliyor. Çin dışında birçok Çinli, falungongcu, ve Çin dışında devlet yanlısı Çinliler’le falungongcular arasında kimi zaman çatışma çıkıyor. Yeni Çağ dinleri, çarpık kalkınmanın çürük yemişleri... Yeni Çağ dinlerinin Asya’daki gücü, kılgıbilgisindeki (teknoloji) ilerlemenin, bilimsel düşüncenin yaygınlaşmasını doğurmadığını gösteren bir başka örnek (bkz. Gezgin, 2007). İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2007). “Aaa! Bu burç sayfasında yazanlar, tam beni anlatıyor!” ya da Barnum etkisi üzerine. Bili şsel bilimler elkitabı içinde. Lulu. http://www.lulu.com/content/1232419

Page 231: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

231

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (87): Asya’nın ‘Çağdaş’ Boşinançları Dünyanın birçok bölgesinde olduğu gibi, Asya’da da bolca boşinanç var. Bu boşinançlarda dikkati çeken nokta, bunların Asya’nın kalkınmasıyla birlikte sönümlenmek yerine daha da palazlanması... Bu durum, elbette Asya’ya özgü değil... Dünyanın hemen hemen her yerinde, bilimin ilerleyişiyle birlikte insanların daha ussal olmadığını; hatta daha da gerilediklerini gözlemliyoruz (konuyla ilgili bir araştırma için bkz. Gezgin, 2007). Aşağıda Asya’dan çeşitli örnekler sunuyoruz. Kore’de, geceboyu çalışan estirecin (vantilatör) havadaki oksijeni alacağı için ya da beden sıcaklığını aşırı düşüreceği için insanın o gece ölümüne neden olacağı inancı yaygın (evet, geceboyu açık estireç, insanın hastalanmasına neden olabilir; ama burada inanç, doğrudan ve bir gecede ölüme neden olduğu biçiminde). Bu nedenle, Kore’deki estireçlerde belli bir süreden sonra estirecin kendiliğinden kapanmasını sağlayacak elektronik göstergeler var. Birçok Koreli sağaltman, estireçlerin ölüme yol açtığı biçimindeki bu boşinancı ciddi ciddi savunuyor. Kore dışında bu tür ölümler olmadığı anımsatılınca, “belki de Koreliler’in beden yapısından kaynaklanıyordur” diye yanıtlıyorlar. Oysa ölümler, estireçlerden bağımsız olarak, kalp ve akciğer hastalıklarından ileri geliyor; ancak Güney Kore boyalı basını, olayları abartarak dikkat çekmek için, ölümleri estireçten kaynaklanmış gibi gösteriyor. İkinci örnek, kan öbekleri... Japonya ve Kore’de değişik kan öbeklerine sahip olanların değişik kişiliklere sahip olduğuna inanılıyor. 0 kan öbeği; ‘savaşçı’ olarak adlandırılıyor; bunlar, bağımsız, tutkulu, kıskanç, özgüvenli vb. A kan öbeği, ‘çiftçi’ olarak adlandırılıyor; bunlar, sakin, sabırlı, duyarlı ve inatçı. B kan öbeği, ‘avcı’ olarak adlandırılıyor. Bunlar, bireyci, iyimser, yaratıcı, zıpır. AB kan öbeği, ‘insancıl’ olarak adlandırılıyor. Bunlar, ussal, havalı, sevilgen (popüler), eleştirel vb. Bu kişilik tanımlarının çokça sürümü bulunmakta; kimisinde aynı özellikler, değişik öbeklerde çakışmakta. Bu tanımlamaları ‘Japonya’nın yıldız falı’ olarak adlandıranlar bulunmakta. Bu boşinanca göre, aynı kan öbeğinden olmayan çiftler uyuşamazlar; ‘kan uyuşmazlığı’ var. Japonya’nın yakın geçmişinde, okullarda sınıfların kan öbeğine göre bölündüğü de oldu; şirketlerin, şirkette çalışacakları, kan öbeğine göre seçtiği de.... Üçüncü örnek, Çin’deki sayı çılgınlığı... Çin’de 4, uğursuz sayılıyor, çünkü 4’ün Çince’de okunuşu, ‘ölüm’ sözcüğünün okunuşuna karşılık geliyor. 99, sonsuzluğa; 168, 518, 814, 888, 5189, 5918, 516289, varsıllığa; 1314 ise sonsuz yaşama karşılık geliyor. Bu sayılar, bu nedenlerle uğurlu sayılıyor. Çince’de 8 için kullanılan sözcük, ‘varlık’ ve ‘zenginlik’e karşılık geliyor; bu nedenle, 8, uğurlu sayılıyor. Çin’de, tüm basamakları 8 olan bir seslek (telefon) numarası, 270,000 Dolar’a alıcı bulabiliyor! Çin Olimpiyatları, bu inanışa göre, en uğurlu zamanda başla(tıl)dı: 8 Ağustos 2008’de akşam saat 8’i 8 dakika 8 saniye geçe. Aynı biçimde, 520 1314 biçimindeki seslek numarası, Çince’de ‘seni sonsuza dek seveceğim’ tümcesini çağrıştırdığı için coşumsal (romantik) bir numara olarak görülüyor. Dahası, 4, uğursuz sayıldığından, Çin’de birçok yüksekkonutta (apartman) 4. kat bulunmuyor. Hatta kimi gökdelenlerde, 4’e yer vermemek için, 4., 14., 24., 34. ve 39.-50. arası katlar bulunmuyor.

Page 232: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

232

Bu üç örneğe Asya’dan bolcası eklenebilir. İlk akla gelen, herhalde, hortlak öyküleri... Bunlar, Doğu Asya’nın çoksatarları arasında. ‘Hortlak avcıları’, gizemli hortlak kovma törenlerinden ve muskalardan her yıl büyük para kazanıyor. Geçen yıl, Kamboçya’da, evinin giriş katında Buda yonutu biçiminde böcek yuvası olan ‘seçilmiş kişi’ konukların akınına uğradı. Nepal’de ise, tanrı ilan edilen çocuklar mı ararsınız; uçaklar bozulmasın diye keçi kurban eden mi ararsınız, hepsi var... İnsanbilim (antropoloji) tarihinin 3 döneminden söz edilebilir: İlk dönemde, sömürgeciler, ‘geri’ toplumlara bakarak insanlığın geçmişini anlamak için insanbilimi kurdular; ‘beyaz adamın üstünlüğü’ egemendi. İkinci dönemde, ‘beyaz adamın üstünlüğü’ geri tasara atıldı ama bu kez, ‘aklın üstünlüğü’ öne çıktı; akla dayanmayan tüm uygulamalar ‘geri’ydi. Üçüncü dönemde, bu uyduruk boşinançlar, ‘ekinsel zenginlik’ adı altında bilimin tam da göbeğine boca edildi. “Hiç bir inanış diğerinden üstün değil”di, “hepsinin ayrı bir değeri var”dı. ‘Görececilik’, bilim diye yutturuldu. Günümüzde, bu görececilik yavaş yavaş sorgulanıyor; çünkü bu görececilik, bireyleri ve toplumları yüzlerce yıl öncesinin karanlığına boğuyor. Sermaye düzeninin 2008’deki bunalımının, bu görececiliğin sorgulanmasına büyük katkısı olacağını düşünebiliriz; çünkü bu görececilik, yeni-serbestçiliğin (neo-liberalizm) bilgi alanındaki karşılığı idi... Yeri gelmişken, sorgulanmayan bilimin de dine dönüştüğünü anımsatarak bitirelim... İlgisine Kaynak Gezgin, U. B. (2007). “Aaa! Bu burç sayfasında yazanlar, tam beni anlatıyor!” ya da Barnum etkisi üzerine. Bili şsel bilimler elkitabı içinde. Lulu. http://www.lulu.com/content/1232419

Page 233: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

233

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (86): Sıcak Ülke Keşmir... Yılda 2,500 olayın yaşandığı Keşmir, dünyanın en sıcak bölgelerinden biri. Bölgede 1989’dan beri süregelen silahlı ayaklanmada kimilerine göre 43,000; kimilerine göre 86,000 kişi yaşamını yitirdi. Savaştan en çok etkilenen, kadınlar oldu. İki taraf için de tecavüz hedefi oldular. Keşmir’in çoğunluğu Muhammedci, çünkü 14. yüzyıldan başlayarak Muhammedci yöneticiler, Hindular’ı ya kırdı ya sürdü. 1947’de Britanya Hindistanı, din temelli olacak biçimde Pakistan ve Hindistan olarak ikiye ayrılınca, Keşmir’in yönetsel durumu belirsiz oldu. Keşmir’in bir parçası olduğu Cammu ve Keşmir Bölgesi’nin başyöneticisi, bir Hindu’ydu. Aynı yıl, Hindistan’la yaptığı bir anlaşmayla, Keşmir, Hindistan’ın bir parçası oldu. Oysa diğer yandan, Keşmir, Pakistan İslam Cumhuriyeti’nin temel öğelerinden biri olarak görülmüştü: ‘Pakistan’ sözcüğü, Muhammedciler’in çoğunluk olduğu, Pencap, Afganistan ve Keşmir’in ilk imcelerinden (harf) oluşuyor. Bugün Pakistan, Keşmir’in 1/3’ünü; Hindistan’sa yaklaşık yarısını (gerisi Çin’in elinde) elinde tutuyor. Keşmir nüfusunun çoğunluğu, Hindistan Keşmiri’nde ve bunların çoğunluğu Muhammedci. Keşmir’in bağımsızlığı için 1989’da silahlı savaşım başlatıldı. (Hindistan resmi kaynakları, 1989’da Keşmir’de silahlı savaşımın başlamasını, Afganistan’da savaşın bitimiyle yeni ülkelere yönelen dinsavaşçılarına (mücahit) bağlıyor.) İlk bakışta, Muhammedci çoğunluğun Keşmir’in Pakistan’a katılmasını istediği gibi bir sonuç çıkıyor; Hindistan ise, Keşmir’in Pakistan’a katılmasıyla Hindistan’ın dağılma sürecine girmesinden korkuyor (Hindistan’ın, 27 kamusal dili olduğunu ve her bölgede ayrı dil konuşulduğunu anımsatalım). Oysa bölgede doldurulan soru demetlerinden (anket) farklı sonuçlar çıkıyor: Hindistan Keşmiri’nde yapılan Pakistan yanlısı çalışmalarda çoğunluğun Pakistan’a katılmak istediği çıkıyor; Hindistan yanlısı çalışmalarda çoğunluğun Hindistan’ın bir parçası olarak kalmak istediği çıkıyor. İki tür araştırmada da azımsanmayacak sayıda insansa, bu iki ülkenin bir parçası olmaktansa bağımsız olmayı yeğliyor. Bugün Muhammedci olanların Muhammedci atalarının çok azı, bile isteye Muhammedci oldu; çoğunluğuysa kılıç zoruyla oldu. Bugün Hindistan’da milyonlarca Muhammedci’nin yaşaması da, Britanya sömürgeciliği öncesinde, Muhammedci bir başyayılman (imparator) tarafından yönetilmenin bir sonucu. Keşmir Sorunu’nun arkatasarı, bu bol çatışmalı geçmişten oluşuyor. Bölgenin geleceğini belirlemek için, 1947’den beri halkoylaması yapılması öneriliyor. Halkoylamasından, Pakistan’a katılma kararı çıkacağı kesin. Ama Keşmir’in Pakistan’a katılması, birçok değil-Muhammedci’nin bir İslam Cumhuriyeti olan Pakistan’da ayrımcılığa uğramalarına neden olacak. Dolayısıyla, iki ucu pis bir değnek var karşımızda. Pakistan destekli Keşmir savaşçılarına karşı, Hindistan, Keşmir’de OHAL uyguluyor; bir zanlı. İnsan hakları çiğneyimleri yaygın. Hint kolluk güçlerinin gözaltında kaybettiği çokça ayrılıkçı var. Ancak, ayrılıkçıların insan hakları çiğneyimleri de yaygın. Pakistan’a göre, ayrılıkçılar, özgürlük savaşçıları; Hindistan’a göre ise yıldırganlar (terörist).

Page 234: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

234

Hindistan’ın kurucu başbakanı Nehru, 1947’de zaten halkoylamasını savunmuştu. Yani ‘işgalci Hindistan’ imgesi doğru değil. Ancak, Hindistan, bu halkoylamasının yapılabilmesi için Pakistan’ın, elinde tuttuğu bölgelerden çekilmesini istiyor; Pakistan’sa buna yanaşmıyor. Temel bir sorun, Pakistan’ı ve Kuzey Hindistan’ı sulayan ırmakların kaynağının Keşmir’de olması. Bu nedenle, Keşmir’in iki ülke için de gengüdümsel (stratejik) önemi var. Hindistan ve Pakistan, Keşmir nedeniyle 3 kez (1947, 1965 ve 1999’da) savaştı. İki ülke, birbirlerine gözdağı vermek için, nükleer denemelerini sürdürüyor. 1989’dan bu yana Keşmir, dünya gündemine, patlayan bombalar ve iki tarafın kıyımlarıyla geliyor. 1990’da 1 milyondan fazla Keşmirli’nin katıldığı gösteride, Hint kolluk güçlerinin ateş açması sonucu, 40 gösterici yaşamını yitirdi. 1996’da seçimler için görevlendirilen 1.5 milyondan fazla Cammu ve Keşmir Altbirli ği (eyalet) devlet görevlisi, seçimleri boykot edip 18 gün işbırakımı eylemi yaptı. 2001’de İslamcı bir öbek, Hindistan Büyük Millet Meclisi’ne silahlı saldırı düzenledi. Saldırının, Pakistan tarafından desteklenen Keşmirli ayrılıkçılarla bağlantılı olduğu düşünülüyor. 2005’te ise Pakistan Keşmiri’ndeki depremde yaklaşık 80,000 kişi öldü. Bu depremin, dünyanın birçok yerinde olduğu gibi, iki ülkeyi birbirine yaklaştırması beklenirken öyle olmadı. Dahası, 80,000 kişinin öldüğü bu büyük deprem, uluslararası kamuoyunda pek dikkat çekmedi. 11 Eylül saldırısı, ilk bakışta, tartının dengesini Hindistan’dan yana bozmuş gibi görünüyor. (Son Mumbai Saldırısı’nı ‘Hindistan’ın 11 Eylülü’ olarak adlandırmak da yaygın.) Yine de, Hindistan’ın pek de güçlü olmadığı görülüyor. Şöyle ki, ABD’ye saldırı olunca, 2 ülke işgal edildi; halbuki Hindistan’a saldırı olunca savaş bile çıkmadı. Ama bugün savaş çıkmaması, yarın savaş çıkmayacağını göstermiyor...

Page 235: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

235

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (85): Elde Kafatasıyla Yeni Bir Tarih Yazmak... Yakın tarihte, siyasal nedenlerle öne sürülmüş çokça ‘bilimsel’ kuram var. Örneğin, bugün Türkiye’de yaygın kabul gören; ancak bilim dünyasında çok tartışmalı olan Ural-Altay dil ailesi düşüncesi (Ural dilleri, 20 milyon kişinin konuştuğu 39 dili kapsıyor. Bunların başında, Estonca, Fince, Macarca ve Samice geliyor. Altay dilleri ise, 348 milyon insanın konuştuğu 66 dili kapsıyor. Bunların başında, Türkçe, Moğolca ve Tunguzca geliyor. Bu dizelgeye, Korece ve Japonca’yı ekleyenler de var. Ural-Altay dil ailesi dolayısıyla, Orta Asya dilleri ve Estonca, Fince, Macarca ve Samice akraba sayılıyor. Ya da sayılıyordu, 1950’lere dek), 19. yüzyılda, sömürgeci İsveç tarafından, Finliler’in ve Samiler’in Asyalı aşağı ırklar olduğunu göstermek için kullanılıyordu; bu halklar, Orta Asya’daki halklarla benzer bir dil konuştuklarına göre, ‘aşağı ırklar’ olmalılardı; İsveç, bu ‘aşağı ırklar’ı sömürgeleştirmesini buna dayandırıyordu. Ural-Altay düşüncesinden daha fazla etki etmiş, dünyayı yerle bir etmiş başka siyasal gerekçeli ‘bilimsel’ kuramlar da bulunmakta. Bunların başında, elbette, Aryan kuramı geliyor. Sanskritçe’de ‘Aryan’, ‘soylu’ anlamına geliyor. Aryancılar’a göre, üstün Aryan ırkı, sarı ya da kızıl saçlı, mavi-yeşil-gri gözlü, uzun boylu, geniş omuzlu ve ak tenli idi. Aryanlar’ın kafatasları uzun idi (buna, ‘dolikosefal’ deniyor; ama bu kuramın sefaleti nedeniyle, ‘dolikosefalet’ demek, belki de daha doğru). Kuramın çeşitli sürümleri olmakla birlikte, birçok Aryancı, Avrupa’yı 3’e ayırıyordu: Kuzeyliler, Alpliler, Akdenizliler. İlki, Aryanlar’ın torunuyken; son ikisi, ‘geri’ ırklardı. Bu Aryan bakışın en büyük sorunu, ‘geri’ ırk olan Akdenizliler’in, nasıl olup da, hemen hemen tüm büyük uygarlıkları (Mezopotamya, Mısır, Yunan, Roma, Kuzey Afrika) yaratabildiği olacaktı. Aryanlar, üstün insanlar olduklarından, Kuzey Avrupa dilleri, en güzel ve en üstün dillerdi. Ancak, üstün Aryan ırkı, başka ırklarla karışarak bozulmaya yüz tutmuştu; bu nedenle, Aryan olmayan ‘düşük’ insan(ımsı)lar, kovulmalı ya da yok edilmeliydi. Aryancılar’a göre, Aryanlar, Kuzey Avrupa’dan çıkıp Eskil (antik) Dünya’da Hint-Avrupalılar’ın ataları olarak Hint uygarlığını kurduktan sonra birçok eskil uygarlığa da etki ettiler. Aryancılık, Nazicilik’in düşünsel altyapısını oluşturuyordu. Nazi Almanyası dışında, sömürgeci İngiltere de bu kuramı kullandı: Aryancılar, Hindistan’a kast düzenini, kara tenli yerli Hintliler’le karışmamak için beyaz tenli Aryanlar’ın getirdiğini ileri sürüyordu. Bunlara göre, beyaz tenli Aryanlar, günümüzden 3000-4000 yıl önce Hindistan’ı ele geçirmiş, kara tenli Hintliler’i egemenlikleri altına almıştı. Bu Aryanlar, hem Avrupalılar’ın hem de Hint kast düzeninde en üstte olan beyaz Hintliler’in atasıydı. Öyleyse İngilizler ve beyaz Hintliler, Hindistan’ı yönetme hakkına sahipti. Aryan kuramı, Hindu dininin ve Vedalar’ın çıkışını Aryanlar’a bağlıyor; oysa bu konuda çeşitli görüşler bulunmakta: Birçok Hindu ulusalcısına göre, Hinduculuk, Aryanlar’ın Hindistan’a gelişinden önce çıkmış bir din. Ama başka ulusalcılar, bu kuram dolayısıyla kökenlerini Avrupalılar’a dayandırabildikleri için bu kuramı destekliyorlar. Hatta Hitler’i Hindu tanrılarından birinin ete kemiğe bürünmüş biçimi olarak gören yazarlar vardı.

Page 236: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

236

Bu Aryan kuramı, eskiden (1950’lere dek) bilimsel bir kuram olarak kabul görürken, son yarım yüzyıldır bilimsel bir kuram olarak değil siyasal amaçlarla yapılmış bir çarpıtma olarak görülüyor. Birincisi, yapılan çalışmalar, Aryanlar’ın ilk çıkışının, Kuzey Avrupa’da değil Orta Asya ya da Karadeniz dolaylarında olduğunu gösteriyor. İkincisi, Avrupa’da en yüksek zeka böleni (IQ), Kuzey Avrupalılar’da değil. Üçüncüsü, buyrutbilim (genetik) çalışmaları, saf bir (Kuzey, Orta ve Güney) Avrupalı ırkının var olmadığını gösteriyor. Ayrıca, bugün bilim çevrelerinde yaygın kanı, Aryanlar’ın Kuzey Hindistan’ı ele geçirişi savının doğru olmadığı yönünde. Bu konu, yine de çok tartışmalı. Hindu ulusalcılarının çoğu, günümüzde, Aryan göçü kuramını reddediyor; Hindu dininin ve uygarlığının dışarıdan gelmediğini, Hindistan doğumlu olduğunu savunuyor. Ek olarak, bu bakış, Hint-Avrupa dillerinin doğum yeri olarak Hindistan’ı gösteriyor. Bu bakış, Hindular’ın kutsal kitabı olan Vedalar’ın tarihlendirilmesine dayandırılıyor. Araştırmacılar, kitapta kullanılan ve kullanılmayan sözcüklerden ve göndermelerden kalkarak, Vedalar’ın, Aryanlar’ın Hindistan’a geldiği ileri sürülen tarihten çok önce yazıldığını ileri sürüyor. Tartışmalarda dur durak yok. 1935 öncesinde İran’ın uluslararası alandaki adı ‘Persia’ iken; Şah (Rıza Şah Pehlevi), ülkenin eski adı olan ‘İran’ı ülke adı olarak belirledi. ‘İran’, ‘Aryan ülkesi’ demektir ve Şah, bu “‘Persia’ yerine ‘İran’ kullanma” emriyle Hitler’e yaranmayı amaçlıyor; Alman ve Pers halklarının ortak geçmişine dikkat çekiyordu. Diğer bir deyişle, bugün ‘ İran’a, ‘Persia’ ya da ‘Acemistan’ değil de, ‘İran’ deyişimiz, Aryancılar’a dayanıyor. (b) Bu noktada, svastika, Aryanlar’ın, Hint dinlerinin ve Naziler’in simgesi olarak karşımıza çıkıyor: Svastika, Sanskritçe’de ‘uğurlu nesne’ anlamına geliyor. Svastikanın ilk örneği, İÖ 1500-3000 yıllarından kalma bir Hint damgası. Svastika, Hinduculuk, Budacılık ve Cain dininin simgesi. Eskil Roma ve Yunan’da da, Hindistan’la kurulan ilişkiler dolayısıyla kullanılmış bir simge. Svastika, Nazi simgesi yapıldıktan sonra, dünyada anlamı da değişmiş durumda. Oysa, 19. yüzyıl sonunda, Avrupa’da bir uğur simgesi olarak svastikanın kullanılması yaygınlaşmıştı. Bugün svastika, Çin etyemez (vegeteryan) hazır yemeklerinin etyemezler için olduğunu gösteren bir simge. Çin’de çocukları kötü ruhlardan korumak için kollarına svastika bandı takılıyor. Kızılhaç ve Kızılay’ın din temelliğine karşı, Budacı ve Hindular’ın Kızılhacı/ Kızılayı, svastika simgesini kullanıyor(du). 2. Paylaşım Savaşı öncesinde, Japon-Çin çatışmalarında, Kızıl Svastika, önemli insansal yardımlarda bulunmuştu. Bugün küçük çapta da olsa, Kızıl Svastika’nın insansal yardım çalışmaları sürüyor; örgütün Singapur’da ve Hong Kong’da ‘Kızıl Svastika’ adıyla iki okulu bulunmakta. Avrupa’nın eskil tarihinde de svastikanın çokça örneğine raslanıyor. Amerika yerlileri içinde de değişik anlamlarda da olsa svastikayı kullananlar bulunmakta. Nazi bayrağı olarak svastika ise, Hitler tarafından 1920’de geliştirildi. 1935’te ise svastika, Nazi Almanyası’nın kamusal (resmi) simgesi oldu. Üstünde Hinduculuk ve Budacılık’ın simgesi olarak svastika taşıyan Hint ve Çin malları, Avrupa ve Kuzey Amerika’da, Nazi simgelerinin yasaklanmasıyla ilgili

Page 237: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

237

düzenlenme nedeniyle yasaklanıyor. Dahası, Doğu Avrupalı (özellikle Macaristanlı) kimi sağcı siyasetçiler, Naziler’le komünistleri bir tutup, Avrupa’da orak-çekicin de yasaklanmasını savunuyorlar. Elbette, 2008’de AB’de ilk kez bir komünistin devlet başkanı oluşu (Güney Kıbrıs, Dimitris Hristofyas), bu sağcı siyasetçilerin savunusuna yeni bir renk katıyor. Tacikistan ise, Aryancılık’ın ve svastikanın dirildiği ülke: Tacikistan’da 2006, Aryan ekin yılı ilan edildi. Eski bir Sovyet Kamuerki (Cumhuriyet) olan Tacikistan, yeni kimliğini ararken, İslam yerine, Muhammedcilik öncesi tarihine sarılıyor; Aryanlar’ın çıktığı yer olarak Tacikistan, kavramsal olarak, uygarlığın beşiklerinden biri olma konumuna yükseltiliyor. Svastika da, bu yeni kimlik arayışında, Aryanlar’ın ve dolayısıyla Tacikler’in simgesi olarak yeniden kullanıma sokuluyor. % 90’ı Muhammedci olan Tacikistan, dinsel geçmişine çizgi çeken nadir ülkelerden (ayrıca Gezgin (2008)’de Nepal dışında Asya’da en yüksek oyu alan KP’nin Tacikistan KP (%20.63) olduğunu belirtmiştik). Tacikistan, Türkiye’de, Türksü Kamuerkleri’nden (Türki Cumhuriyet) biri olarak sayılsa da, bugün, Tacikistan’daki kamusal görüş, Tacikler’in Türksü değil Aryan oldukları yönünde. Dolayısıyla, Tacikistan, Aryan geçmişi sahiplenerek Türksü tarih(in)e de bir çizgi çekmiş oluyor. Fakat Tacikistan’ın svastikayı kamusal (resmi) simge olarak benimsemesinden rahatsız olan Tacikler de var: Bunların bir bölümü, 2. Paylaşım Savaşı’nda Naziler’e karşı Kızıl Ordu saflarında savaşırken ölen ya da yaralanan Tacikler’in yakınları; diğer bir bölümü ise, Rusya’da -Tacikler’i de içermek üzere- yabancılara saldıran Rus Yeni-Nazileri’nin (hatta 2004’te Leningrad’da (egemenler, ‘St. Petersburg’ olarak adlandırıyor bu kenti) 9 yaşındaki bir Tacik kız çocuğunu Rus Yeni-Naziler öldürmüştü) svastikayı simge olarak kullandıklarına dikkat çekenler. Bugün, Asya’nın dört bir yanında, Hindu ve Budacı tapınaklarının birçoğunda, svastika simgesi görülmekte. Gerçekte, svastikanın AB’de yasaklanması, AB’nin simgesel baskıcılığını gösteriyor. Verilen ileti, “senin svastikaya ne anlam verdiğin beni ilgilendirmiyor; benim verdiğim anlam, Nazilik’tir; o yüzden svastika yasaklanmalıdır” biçiminde. AB’nin bu anlam tekeli, Naziler, svastika yerine ‘haç’ kullanmış olsalardı, kimbilir nasıl olacaktı?! Bu durumda, bir Nazi simgesi olarak ‘haç’ yasaklanacak mıydı? Yasaklanmayacaksa, bu, Asya dinlerine karşı ayrımcılıktır. Kaldı ki, bu yasaklar, simgelerin özden daha önemli sayılması gerektiğini varsayıyor. AB’de, yükselen Nazicilik yerine, Nazi simgelerine karşı savaşım veriliyor. Tüm Nazi simgeleri ortadan kalksa da; Nazilik’i yeniden ayağa kaldıran koşullar mercek altına alınmadıkça, Nazicilik sürer. Üstelik, Nazicilik, herkesin günah keçisi olarak, ABD’nin Nazicilik’ten geri kalmayan işgalciliğine yönelik tepkiyi söndürmek için bir iç siyaset aracı olabiliyor. Öz yerine simgeye takmak, egemenlerin işine geliyor... İşin özü, svastika yasaklanacaksa, ABD bayrağı da yasaklanmalı ve zaten, günümüzün Aryancılar’ı, ‘aşağı ırklar’a ‘uygarlık’ götüren ABD’den başkası değil... Ama yine, simgeyle değil özle savaşmalı... Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (69): Asya partileri. Evrensel Hayat Eki, sayı 229, 23 Kasım 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=40991

Page 238: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

238

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (84): “Komünistler Hindistan’a!” Hindistan Komünist Partisi (Marksçı) (HKP(M)), Hindistan’ın köklü birkaç partisinden biri olarak dikkat çekiyor. HKP(M)’nin 1,1 milyar nüfuslu ülkede yaklaşık 1 milyon üyesi; ancak toplam 520 koltuklu Avam Kamarası’nda 44 koltuğu var. HKP(M), 28 altbirlikli (eyalet) Hindistan’da 3 altbirlikte egemen: Kerala, Batı Bengal ve Tripura. HKP(M), 1964’te HKP’den ayrılan bir öbek tarafından kuruldu (HKP ise, kimine göre 1920’de, kimine göre 1925’te kuruldu. 1957’de Kerala Altbirliği seçimlerini kazanan HKP, dünyada seçimle gelen ilk KP olma özelliğini taşıyordu). HKP(M)’nin HKP’den ayrılma nedeni, 1960’lardaki Çin-Sovyet ayrılığı ve Hindistan-Çin Savaşı (1962) idi. HKP’nin yarısı, Çinci çizgide; yarısı, Sovyetçi çizgide idi. Hindistan’ın Sovyetler’le ilişkisi geliştikçe, HKP’nin Sovyetçileri, Hindistan devletine daha yakın bir çizgi izlemeye başladı. Çinci kanat ise, Çin ve Hindistan arasındaki benzerliklere odaklanıyor, ağalık düzenine ve kırsallığa vurgu yapıyordu. 1962’de iki ülke arasında savaş çıkınca, bu ayrım daha da sertleşti: Savaşta, Sovyetçiler, Hint Ordusu’nu; Çinciler, Çin Halk Ordusu’nu desteklediler. Çinciler’e göre, bir sermaye düzeni olan Hindistan’a karşı, toplumsalcı (sosyalist) olan Çin desteklenmeliydi. HKP yönetiminin çoğunluğunda Sovyetçiler olduğundan, Çinciler ayrılarak HKP(M)’yi kurdular. HKP(M) kurulduktan sonra, Hintçi-Sovyetçi HKP, devlet tarafından korunurken, HKP(M)’liler, Çin’i desteklediklerinden ‘vatan haini’ ilan edildiler ve birçok keyfi tutuklama yaşadılar. HKP’nin bölünmesiyle 1967 seçimlerinde sol oylar da bölünmüş oldu. %9.5’lik oyun yaklaşık yarısı, HKP’ye; diğer bölümü, HKP(M)’ye gitti. Altbirlik seçimlerinde ise, Kerala ve Batı Bengal’i HKP(M) aldı. 1971’de Bangladeş, Pakistan’a karşı bağımsızlık ilan edince; Hindistan, Bangladeş’e asker desteği sağladı. Devlet yanlısı HKP, Hindistan’ı ve Bangladeş’i desteklerken, Çinci HKP(M), Pakistan’ı destekledi. (Çin’e göre “düşmanımın düşmanı dostum”du.) Bugün Çin Halk Cumhuriyeti’nin de Sovyetler Birliği’nin de yerinde yeller esiyor. Yine de bu konu, Hint solunu ayırıcı bir sorun olmaktan çıkmış değil. Bugün, solu, Hint devlet partisinden ayıran temel konu, Hindistan’ın 1990’larla birlikte ABD’ye yaklaşması. Bugün HKP(M)’nin sol muhalifleri, partiyi, yeni-serbestçi çizgiye kaymak ve sınıf siyasetini çöpe atıp kimlik siyasetini öne çıkarmakla suçluyor. Daha soldaki hareketlerse, HKP(M)’yi düzen partisi olmakla suçluyorlar. Partinin bağrından 1964’ten bu yana çokça parti çıktı: HKP(ML), HMKP, KMP vd. HKP(M)’nin laiklik eleştirisi şöyle: Hindistan’ın egemenleri, laikliği çarpıtıyorlar; din ve devlet işlerinin ayrı tutulması yerine, her dinin devlet işine karışmasını koyuyorlar. (Çok-ekinlilik adına ileri sürülen ‘Osmanlı toplumculuğu’, tam da, HKP(M)’nin bu eleştirisine karşılık geliyor: “Sünni Muhammedcilik yerine diğer dinler ve mezhepler de devlet işlerine karışsın” demekle, “devlet, her yurttaşına inançlarından (ve inançsızlıklarından) bağımsız olarak davransın” demek arasında dağlar kadar fark var. Aynı biçimde, dinsizleri dışarıda bırakan, değişik dinlerin bayramlarını seçmeli dinlence yapma tasarısı ile; insanların mutluluğu, şenliği ve bayram dinlenceleri

Page 239: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

239

üstündeki din tekelinin kırılmasını savunmak, ayrı duruşlara karşılık geliyor. Yine aynı biçimde, “zorunlu din dersi olmasın” demekle, “değişik dinler için zorunlu din dersi olsun” demek arasında dağlar kadar fark var. Görüldüğü gibi, HKP(M)’nin eleştirisi oldukça anlamlı.) Dünyanın hemen hemen tüm KP’leri, patron (ve ağalık) düzenine karşı ezilenleri savunur. Bu noktada HKP(M), farklı değil. Ama buna ek olarak, HKP(M), yukarıdaki laiklik duruşunu ve zorunlu askerliği savunuyor. HKP(M)’ye göre, Hindistan’ın bağımsızlığını korumak için, eli silah tutan herkese askeri eğitim verilmesi gerekli. HKP(M), bunu, sömürgecilere ve sömürücülere karşı halk savaşı düşüncesi nedeniyle savunuyor. (Aynı düşünceyle, Vietnam’da, kız-erkek tüm gençlere 1 ay atış eğitimi verilmektedir. Böylece, bir işgal durumunda milyonlarca milis, direnişe geçebilir.) Ulusal sorun konusunda HKP(M), toplumsal hakların genişletilmesini savunuyor; Hindistan’daki ayrılıkçı hareketlerin, ABD yayılmacılığının ekmeğine yağ sürdüğünü vurguluyor. ‘Ezilen ulus ulusalcılığı’nın ilerici bir yanı olmadığını, her tür ulusalcılığın tehlikeli olduğunu belirtiyor. Altbirlik düzeyine gelirsek, Batı Bengal, 1977’den beri HKP(M) tarafından yönetiliyor ve dolayısıyla, HKP(M), dünyada seçimle iktidara gelip de en uzun süre iktidarı elinde tutmuş KP olarak biliniyor. HKP(M)’nin uzun süredir başta olduğu ikinci altbirlik ise Kerala. Kerala, yoksulluk sorunu çözülememiş olsa da, HKP(M)’nin eğitime ve sağlığa yaptığı yatırımlar dolayısıyla, yüksek gelirli ülkeler düzeyinde yaşam niteliğine sahip. Çevre bilinci açısından, AB(D)’den daha ileri ve Hindistan’da rüşvetin en düşük olduğu bölge. HKP(M), “başka bir dünya mümkün!” diye haykırıyor. “Komünistler Moskova’ya” sözü yerine, “komünistler Hindistan’a” sözünün yaygınlaşması yakındır belki de...

Page 240: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

240

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (83): Kardeş Sofrası Çağımızın bilgi çağı olduğu söylenir durur; bilginin sınır tanımadığı, bilgilerin artık çok hızlı yayıldığı sıklıkla dile getirilir. Genelağ (internet) yaygınlaşmadan önce, dünyada en kolay dolaşan nesneler, yiyeceklerdi. Türkiye yemekleri yediğimizi sanırken, gerçekte, yediklerimiz, dünyanın dört bir yanından gelme... Hele domates, patates, biber vd.’nin Türkiye mutfağı için vazgeçilmez olduğunu düşünüyorsanız; aşağıdaki kökenbilgisi dökümü, ilginizi çekebilir: Domates, Güney Amerika kökenli bir sebze. Dünyaya, İspanyol sömürgecilerince yayıldı. Domates, 16. yüzyıla dek, Avrupa’da da Asya’da da bilinmiyordu. Ancak, ‘ketçup’ sözcüğü, Avrupa dillerine ve dolayısıyla birçok dünya diline, Çince’den geçme bir sözcük; ketçabın ilk örneklerini, domatesi Avrupalılar’dan öğrenen Çinliler yapmıştı. Türkçe, Hintçe ve diğer birçok dildeki ‘çay’ sözcüğü de Çince’den gelme. Biber türlerinin Güney ve Kuzey Amerika’da İÖ 7500’den beri yetiştiği biliniyor. Biber de, dünyaya, İspanyol sömürgecilerince yayıldı. Patates de Güney Amerika (And dağları) kökenli. O da, dünyaya, İspanyol sömürgecilerince yayıldı. Mısır da Orta Amerika’dan İspanyol sömürgeciler eliyle yayıldı. Patlıcanın anayurdu Hindistan; fakat İsa’dan önceki dönemlerde bile Avrupa ve Çin’de biliniyordu. Salatalık ve kavun da Hindistan kökenli. Hindistan, İran ve çevresinin dünya mutfağına katkısı büyük: Nar, İran ve Kuzey Hindistan (Himalayalar) kökenli; havuç, Afganistan kökenli; bezelye, Kuzey Hindistan ve Pakistan kökenli; ıspanak, Nepal ve Hindistan kökenli; maydanozsa, İran kökenli (zaten, kimi dillerde ‘maydanoz’ için kullanılan sözcük, ‘Pers otu’). Ceviz, Fransa ve İran; zeytin, Doğu Akdeniz ve Kuzey İran kökenli. Her yanı saran tarçın kokularıyla ünlü Sri Lanka ise, tarçının anayurdu (ancak Türkçe’ye ‘Çin ağacı: dar-ı Çin’ anlamıyla geçmiş). Dünya mutfağına belki de en büyük katkı, uygarlığın beşiği olan Güneybatı Asya’dan (Mezopotamya) geliyor. Mercimek, sarmısak, kayısı ve erik, Güneybatı Asya kökenli. Ayrıca, küçükbaş ve büyükbaş hayvanlar, insanlık tarihinde ilk kez Güneybatı Asya’da evcilleştirildi ğinden, günümüzde yediğimiz hayvan etlerinin ve sosisin ilk kez Güneybatı Asya’da yendiği düşünülüyor (evcilleşme döneminden önce, elbette, yabanıl hayvan etleri yeniyordu). Evcilleşme dolayısıyla, süt ve tereyağının ilk kez Güneybatı Asya’da tüketime girdiği düşünülüyor. Peynirin ve pırasanın anayurdu ise, Mısır ve Güneybatı Asya. Kıvırcık salatayla ilgili ilk yazılı metin, Eskil (Antik) Mısır’da. Hurmanın anayurdu, öngörülebileceği gibi, Arabistan ve Güneybatı Asya. Fasülyenin anayurdu, Mısır ve Kuzey ve Güney Amerika olarak görülürken; soğanın anayurdu, Mısır, Hindistan ve Güneybatı Asya olarak görülüyor. Kestane, Kuzey Amerika, Avrupa ve Güneybatı Asya kökenli. Ekmeğin yendiğine ilk kanıt, Eskil Mısır ve Güneybatı Asya’da. Ancak, ekmek yapımının daha da geriye gidebileceği düşünülüyor. Ekmeğin, İran, Hindistan, diğer Güneybatı Asya ülkeleri, Etiyopya ve çeşitli Avrupa ülkelerinde değişik türleri var. Ekmek, insanlığın tarım toplumuna geçerek, buğday ekmeye başlamasının bir sonucu. Belki de, insanlık için büyük bir buluş olarak anılmalı. Doğu Asya’da, ekmekten daha

Page 241: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

241

yaygın olan pirinç ise, Çin kökenli. İÖ 8,000-10,000’de Çin’de, İÖ 5000’de Hindistan’da, sonrasında Kore, Japonya ve (Endonezya, Filipinler ve Tayland başta olmak üzere) Güneydoğu Asya’da yetiştirildi ği düşünülüyor. ‘Anadolu kahvesi’ için Türk ve Yunan ulusalcılarının “Türk kahvesidir!”; “hayır, Yunan kahvesidir!” diye kavga etmesi boşuna... Birincisi, kahve, iki toplumu birbirinden ayıran değil ortaklaştıran bir içimlik olarak öne çıkarılmalı. İkincisi, kahvenin anayurdu zaten Etiyopya. Bamya da Etiyopya kökenli. Afrika’nın güneyi ise, karpuzun anayurdu. Muz ve portakal, Güneydoğu Asya; limon, Hindistan, Myanmar ve Çin; şeftali ve mantar, Çin; çay, Güney Çin ve Güneydoğu Asya; şeker, Güney Asya ve Güneydoğu Asya kökenli. Kiraz, Giresun; elma, Doğu Anadolu; incir, Kuzey Anadolu ve Güneybatı Asya; nohut, Anadolu ve Güneybatı Asya; lahana, Akdeniz; ahududu, Anadolu ve Kuzey Amerika; üzüm, Akdeniz ve Orta Asya; ayva, Güneybatı Asya ve Kafkasya; enginar, Kuzey Afrika ve Akdeniz kökenli. Yoğurt ve armut, Orta Asyalı ve ilk kez Orta Asya’da içildiği düşünülen ayran, bugün, Türkiye, Balkanlar, Güneybatı Asya ve Orta Asya’nın ortak içeceği. Bugün yemek için kullanılan çatal ve çubuk, Avrupa ve Asya ekinlerini ayıran önemli bir simge olarak görülüyor. 17.-18. yüzyıla dek Avrupa, elle yiyordu; çatal, Avrupa’da çok geç yaygınlaştı. Hindistan’da ise, elle yemek hala yaygın. Türkiye’de, elle yemek yerine, çatal kullanmak, ilerleme belirtisi sayılıyor; çünkü ülkemiz, 150 yıldır, Hintlileşmeye ya da Çinlileşme’ye değil Avrupalılaşma’ya çalışıyor. Ancak gelin görün ki, yediğimiz yemekler ne Avrupalı ne Asyalı ne Afrikalı ne Amerikalı. Hepsinden bir parça var. Sebzeler ve meyveler, dünyanın en dünya yurttaşı varlıkları... Onlar, bize, dünyada sınırlar çizilmeden önceki ortak geçmişimizi anımsatıyor.

Page 242: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

242

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (82): Öğretmenler Günü ve Öğretmen Olmak Evet 24 Kasım çoktan geçti ama Öğretmenler Günü, farklı ülkelerde farklı günlerde kutlanmakla kalmıyor; kutlanma nedenleri de farklılaşıyor. Öğretmenler Günü, Tayland’da 16 Ocak; Moğolistan’da Şubat’ın ilk haftası; Güney Kore’de 15 Mayıs; Malezya’da 16 Mayıs; Singapur’da 1 Eylül; Hindistan’da 5 Eylül; Çin’de 10 Eylül; Tayvan’da 28 Eylül; Filipinler ve Pakistan’da 5 Ekim; Vietnam’da 20 Kasım; Endonezya’da ise 25 Kasım’da kutlanıyor. Öğretmenler Günü tarihi, Asya-Pasifik dışında da çeşitlilik gösteriyor: Öğretmenler Günü, Arjantin’de 11 Eylül’de; Brezilya’da 15 Ekim’de; Ekvator’da 13 Nisan’da; El Salvador’da 22 Haziran’da; Meksika’da 15 Mayıs’ta; Peru’da 6 Temmuz’da ve Şili’de 16 Ekim’de kutlanıyor. Öğretmenler Günü, kimi ülkelerde dinlence; kimi ülkelerde ise işgünü. Hindistan’da Öğretmenler Günü, 5 Eylül’de kutlanıyor çünkü bu gün, Hindistan’ın ilk devlet başkanı yardımcı ve ikinci devlet başkanı ve felsefeci Sarvepalli Radhakrishnan’ın (1888-1975) doğum günü. Bu günde öğrenciler okula gelip günboyu Öğretmenler Günü etkinliklerinde bulunuyorlar. Malezya’da ise Öğretmenler Günü 16 Mayıs’ta kutlanıyor çünkü Malezya’da eğitimin temelini atan belge, 16 Mayıs 1956 tarihini taşıyor. Tayvan’da Öğretmenler Günü 28 Eylül’de kutlanıyor çünkü bu, Kong Usta’nın (Konfüçyüs) doğum günü. Bu nedenle, Tayvan’da Öğretmenler Günü, ‘Kong Usta Bayramı’ olarak da biliniyor; tören sabah 6:00’da Kong Usta Tapınakları’nda gong çalınmasıyla başlıyor. Bu törenlerde, inek, keçi ve domuz kurban ediliyor. Vietnam’da Öğretmenler Günü, 20 Kasım’da kutlanıyor çünkü 1957’de Varşova’da toplumsalcı (sosyalist) ülkeler arasında yapılan eğitimle ilgili bir toplantıda, bu günün tüm toplumsalcı ülkelerde Öğretmenler Günü olarak kutlanması kararı alınmıştı. Bugün o toplumsalcı ülkelerin yerinde yeller esiyor, yine de Vietnam’da Öğretmenler Günü aynı gün kutlanıyor. Öğretmenler Günü dünyada farklı günlerde kutlansa da, sorunlar çoğunlukla aynı: Düşük ve orta gelirli ülkelerde öğretmen başına düşen öğrenci sayısı yüksek; yüksek gelirli ülkelerde ise düşük. Elbette bu oran, her bir ülkenin her bölgesinde aynı değil, bölgelere göre çeşitlilik gösteriyor. Bu oran, eğitime erişimde önemli bir gösterge olarak görülüyor: Oran, varsıl bölgelerde daha düşükken, yoksul bölgelerde daha yüksek. Bu açıdan yapılan karşılaştırmalarda, en adaletsiz ülkeler şunlar: Arjantin, Brezilya, Kanada, Çin, Mısır, Hindistan ve Peru. Ayrıca, genç ve deneyimsiz öğretmenler, birçok ülkede, en yoksul kesimlerde çalış(tırıl)ıyor; bu da, yoksulların daha nitelikli eğitim almasını engelleyen nedenlerden biri. Diğer bir nokta, bayan öğretmenler ve kız öğrencilerle ilgili: Bayan öğretmenlerin yaygın olduğu bölgelerde kız öğrenciler de yaygın. Ancak birçok ülkede, bayan öğretmenler, güvenlik vb. nedenlerle, yoksul bölgelere gönderil(e)miyorlar. Böylece yoksul kız öğrenciler, nitelikli eğitimden 2 katı yoksun kalıyor. Yoksulluk zaten yoksunluk demektir... Düşük ve orta gelirli ülkelerin çoğunda öğretmenlerin, yüksek gelir düzeyindekilere göre, daha genç ve deneyimsiz olduğu biliniyor; bu da, eğitim niteliğinde düşmenin bir nedeni ve aynı zamanda göstergesi. Öğretmenlerin çoğunun genç olmasının temel

Page 243: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

243

nedenlerinden biri, İMF’nin devleti küçültmek adına dayattığı erken emeklilik siyasaları dolayısıyla, orta yaş ve üstü dilimdeki öğretmenlerin emekli edilmesi. Ayrıca, düşük ve orta gelirli ülkelerde öğretmenlik eğitiminin süresi daha kısa. Kimi ülke ve bölgelerde, ilkokul mezunu olanlar (hatta olmayanlar bile), ilkokul öğretmeni olabiliyor. Kuzey Amerika’da ve Avrupa’da, ilkokul öğretmenlerinin %84’ü kadınken, diğer bölgelerde bu oran, yarıdan az. Gezgin (2008)’de belirtti ğimiz gibi, bayan öğretmen oranının yüksek oluşu, kadın-erkek eşitli ğinde ilerleme olduğunu göstermiyor. Dünyanın dört bir yanında, öğretmene verilen düşük ücretle bayan öğretmen oranı arasında anlamlı bir ilişki var: Öğretmen ücretlerinin düşük olduğu ülkelerde kadın öğretmen oranı yüksek. Ayrıca özellikle anaokulu ve ilkokul düzeyinde öğretmenlik, toplumda, bir tür çocuk bakımı olarak görüldüğünden, anaokulu ve ilkokul öğretmenliğinin kadın işi olarak düşünülmesi yaygın. Böylece kadınların anaokulu ve ilkokul düzeyinde çoğunlukta olması, kadın-erkek eşitli ğine doğru gidildiğini değil eşitsizliğin bir kez daha perçinlendiğini gösteriyor. Geleneksel olarak öğretmenlere çok değer verilen Asya’da, kalkınmayla birlikte, öğretmenlere olan saygı, topçulara ve popçulara duyulan hayranlığa dönüşüyor. Herşey para oldukça, para getirmeyen bir iş olarak görülen öğretmenlik, yavaş yavaş, önemsiz bir iş olarak görülmeye başlanıyor. Yani ‘Doğu Cephesi’nde Yeni Bir Şey Yok’... İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (73): Asya’da kadın olmak. Evrensel Hayat Eki, sayı 231, 7 Aralık 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=41711 UNESCO (2006). Teachers and educational quality: Monitoring global needs for 2015. Montreal: UNESCO.

Page 244: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

244

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (81): Japon Sömürgeciliği ve Ulusalcılığın Yükselişi Japonya’nın yakın tarihine farklı bakışlar var. Bu bakışlar, Japonya’da ulusalcılığın yükselişiyle de yakından ilişkili... Bir yanda, 1945 öncesi Japonyası’nı şer gücü olarak görenler var; bir yanda da, Japonya’yı ‘balıkçının’ ya da ‘kapıları çalan kız çocuğunun suçsuzluğu’ olarak görenler var. Gezgin (2007)’de bu konuya girmiştik:

1 Eylül, Dünya Barış Günü ve ‘Dünya Barış Günü’ denince akla ilk gelen konulardan biri, elbette, Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan atom bombaları ve 62 yıl önce bugün (2 Eylül 1945), Japonya’nın teslim oluşuyla, 2. Paylaşım Savaşı’nın (1939-1945) son buluşu... Nazım Hikmet’in iki etkileyici şiirinin (‘Kız Çocuğu’ ve ‘Japon Balıkçısı’) gücü ve yaygınlığı nedeniyle, Türkiye’de, “Japonya’nın 2. Paylaşım Savaşı’nda hiç bir suçu yok” biçiminde yanlış bir kanı var. Bu yanlış kanının, Nazım Hikmet’in, şiirlerinde, Japonya’nın savaş suçlarını anmamasından ileri geldiğini görmek, üzücü ve daha üzücüsü, Asya tarihi üstüne kanılarımızın, kitaplarla ya da gazete yazılarıyla değil, şiirlerle biçim bulması... (Gezgin, 2007)

İlk bakışa dönersek, sömürgeciliği Japonya’ya özgü bir durum gibi görmek doğru değil çünkü o dönemde, Hindistan, Myanmar ve Malezya, İngiltere’nin; Vietnam, Kamboçya ve Laos, Fransa’nın; Endonezya, Hollanda’nın; Sibirya, Rusya’nın ve Filipinler önce İspanya’nın sonra ABD’nin sömürgesi idi. Yani Asya-Pasifik, Avrupalı sömürgecilerce zaten çoktan paylaşılmıştı. Tarihinden hiç sömürge olmamış Siyam (Tayland) dışında, geriye bir tek, güçten düşmüş Çin sömürgeciliğinin elinde tuttuğu Tayvan, Kore, Moğolistan ve Mançurya kalmıştı; Japon sömürgeciliğinin ilk işi de bu 4 bölgeyi ele geçirmek oldu. Japon yayılmacılığı, yayılmacılık gerekçesinde, Nazi yayılmacılığıyla aynı (zaten sömürmekte tarihsel olarak geç kalmışların gerekçesi hep aynı): Hammadde gereksinimi (Hitler bunu ‘lebensraum’ olarak adlandırıyordu). Ülke kalkınmıştı kalkınmasına ama doğal kaynağı dıştan alıp işlenmiş ürün dışasatıyordu. Ama Japonya’nın küçük birkaç ada oluşu, bu gerekçeyi daha da güçlendiriyordu. Ülkedeki nüfus artışı, ilerleyen onyıllarda, küçük Japonya’nın milyonlarca insana yetmeyeceğini gösteriyordu (2007 sayılarıyla, Türkiye’de kilometre kareye 93 kişi düşerken; Japonya’da 337 kişi düşüyor. 1,3 milyar nüfuslu Çin’de bile, kilometre kareye düşen kişi sayısı 140.) Japon yayılmacılığı, Nazi yayılmacılığından birçok öğe almıştı; ancak Nazi yayılmacılığı da, İngiliz ve Fransız yayılmacılığını örnek alıp bunları ‘Alman ulusu’na uyarlamıştı. Japon yayılmacılığı, çoğu zaman, Başyayılman (İmparator) Hirohito (1901-1989) ile özdeşleşmiş olarak görülür. Hirohito, 1926’da tahta geçiyor (ondan önce Japon Ordusu, zaten 1. Çin-Japon Savaşı’nı (1894-1895) ve Rus-Japon Savaşı’nı (1904-1905) kazanmış, 1910’da Kore’yi ele geçirmişti); Japonya, 1931’de Mançurya’yı; 1937’de Pekin’i; 1940’da Hindiçini’ni işgal ediyor. 1941’de Japonya’nın Pearl Harbor Saldırısı sonucu, ABD savaşa giriyor. Aynı yıl Japonya, Hong Kong’u; 1942’de Singapur’u ve Filipinler’i alıyor ve Avustralya’yı bombalıyor. Ondan sonra Japonya’nın yenilgileri başlıyor. Bu yayılmanlık (imparatorluk), atom bombasıyla sona eriyor. Bu atom bombaları, zaten teslim olmak üzere olan Japonya’yı durdurmak için değil SSCB’ye gözdağı vermek üzere patlatılıyor. Bu nedenle, birçok tarihçi, Soğuk Savaş’ı, Hiroşima’ya ve Nagasaki’ye atılan bombalarla başlatır.

Page 245: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

245

2. Paylaşım Savaşı’nda, Pearl Harbor Saldırısı, savaşın dönüm noktası olarak görülür; çünkü Japonya, Pearl Harbor’a saldırınca, ABD savaşa girmiş ve savaşın yazgısını belirlemiştir. Ancak asıl dönüm noktası, ABD’ye saldırı değil; Japonya’nın Asya’dan Sovyetler’e saldırmak yerine Güneydoğu Asya’ya ve Pasifik’e saldırmasıdır. Japonya’da Avrupalı sömürgecilere karşı, Pasifik’te egemenliği öncelikli görenler çoğunluk olmasaydı; Asya anakarasını ele geçirmeyi öncelik olarak koyanlar Japonya’da daha güçlü olsaydı, belki de Nazi Almanyası ve Japonya arasında sıkışıp kalacak Sovyetler, yenilecek; Sovyet toprakları Almanya ve Japonya arasında paylaştırılacaktı. Yayılmanlık Japonyası’nın ana savsözü, “ülkeyi zenginleştir, orduyu güçlendir” (fukoku kyohei) idi. (Gerçekte bu savsöz, Çin tarihinden (ç)alıntı idi.) Japon Ordusu’nun saldırı narası (‘Allah Allah’ı) ‘banzai’ idi. Banzai, “onbin yıl yaşa İmparator” ya da “çok yaşa İmparator” anlamına geliyordu. Japon askerleri ‘düşman’ askerlerine ‘banzai’ diyerek saldırıyor; Japon intihar uçakları hedefin kalbine ‘banzai’ diyerek giriyordu. ‘Onbin yıl’, Çin’de ve Japonya’da, Arap ülkelerinde 1001’in ‘bitimsiz’ anlamına gelmesi gibi, ‘sonsuz’ anlamına geliyordu. Bugün ‘banzai’, içki ortamlarında ‘şerefe’ anlamına geliyor. Japon askerleri, boyunlarında, ‘bindikişli’ (senninbari) olarak adlandırılan bir muska taşıyorlardı. Bu muskayı taşıyana kurşun işlemeyeceğine inanılıyordu. Muska, askerin annesi ve kızkardeşi tarafından (ve evliyse, karısı tarafından) hazırlanıyordu. Kimi muskalara kadın saçı, kimisine bozuk para konuyordu. Muskalara dikişle savaş savsözleri (slogan) yazılıyor ya da kaplan imgesi işleniyordu. (b) Yayılmacı Japonya’da, eğitim ulusalcılaştırıldı; tüm okullarda, Başyayılman’a bağlılık için bir ant okutuluyordu ve “‘üstün Japon ulusu’nun şanı yürüsün” diye, suçluların, engellilerin, akıl hastalarının çocuk sahibi olması engelleniyor, kısırlaştırma izlenceleri uygulanıyordu. Aynı biçimde, Japonya’da çalışan Koreli işçilerle Japon kadınların evlenmesine izin verilmiyordu çünkü ‘bozuk soylu’ Koreliler, üstün Japon ırkını böylece kirletmiş oluyorlardı. Bu arısoycu (eugenics) yaklaşımlara, kimi ulusalcılardan da tepki geliyordu: Bunlara göre, bu çalışmalar, güneşin soyundan gelen kutsal Japon insanlarını, çiftleştirilecek hayvanlara indirgiyordu. Oysa ister düşük zekalı ister yüksek zekalı olsun, tüm Japonlar kutsaldı. Yayılmanlık Japonyası üstüne yorumların çoğunda, savaşa Japon şirketlerinin desteği unutuluyor. Örneğin, 2. Paylaşım Savaşı sırasında, Japon savaş uçaklarını Mitsubishi yapıyordu. Üstelik şirket, üretimde savaş tutsağı ve Çinli ve Koreli köle işçi çalıştırıyordu ve birçok işçi ölmüştü. Hatta kimi yazarlar, Japon şirketlerinin yükselişinin nedenlerinden biri olarak, savaş sırasında kullanılan köle ve tutsak emeğini saymaktalar. Savaş bittikten sonra, ABD İşgal Gücü, bu şirketlere dokunmadı. 2. Paylaşım Savaşı sonrasında, 1946-1948 arasında toplanan ve 11 yengili devletten birer yargıç tarafından yönetilen Tokyo Savaş Suçları Mahkemesi, Çin’e, ABD’ye, Britanya’ya, Hollanda’ya, Fransa’ya (Hindiçini) ve SSCB’ye savaş açmaktan, savaş tutsaklarına kötü davranmaktan ve toplukıyımdan yaklaşık 5,700 Japonyalı’yı yargıladı. Sömürgeciler sömürgecileri yargılıyordu. Başyayılman ve ailesi başta

Page 246: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

246

olmak üzere birçok savaş suçlusu, bu yargılamalardan ayrı tutuldu. Bütün suçlar, bir avuç siyasetçiye ve askere yüklenirken, Başyayılman’a özellikle dokunulmadı. ABD İşgal Ordusu, Başyayılman’ın yargılanıp idam edilmesi durumunda, Japon halkının ayaklanacağından korkmuş olmalıydı. Üst düzeydekilerin birçoğu aklandı; suçların çoğu orta düzeydekilere yıkıldı. Sonunda en üst düzey suçlardan alt tarafı 7 savaş suçlusu idam cezası aldı. Bunların 3’ü bakan, 4’ü komutan idi. 16 suçlu, ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Bunlar da, 1955’teki afta salıverildiler. Savaş döneminin Dışişleri Bakanı Mamoru Shigemitsu (1881-1957), 7 yıla çarptırıldı; 1950’de afla çıkıp yeniden Dışişleri Bakanı oldu. Daha hafif suçlardan yargılanan 5,700 zanlının yaklaşık 1000’i idam edildi; yaklaşık 500’ü ömür boyu hapse çarptırıldı. ABD’nin, savaş tutsakları üzerinde ilaç ve hastalık denemeleri yapmaktan yargıladığı Japon sağaltmanlar, ABD tarafından, kimyasallarla ilgili gizli bilgileri vermeleri karşılığında yargılamalardan ayrı tutulup, mahkemeden ellerini kollarını sallaya sallaya çıkıp gittiler. Aynı biçimde, savaş suçlularının bir bölümü, ABD İşgal Gücü’ne hizmet karşılığında serbest bırakıldı. Bunlar, 1945 sonrası yükselen sendika hareketi ve toplumsalcı muhalefete karşı saldırgan olarak kullanıldı. (Savaş sonrasında gizil ulusalcılığa karşı en büyük muhalefet, Japon Öğretmenler Sendikası ve Sendika’nın yakınlık duyduğu JSP’den (Japon Sosyalist Partisi) geliyordu. Ulusalcılar ve savaş suçluları, öğretmenlerin ve JSP’nin üzerine salındı; hatta bir ulusalcı, 1960’da JSP Genel Başkanı İnejiro Asanuma’yı (1898-1960) canlı yayında öldürdü.) Japonya’da ulusalcılık, gizil ve küçük bir hareket olarak 1945 sonrasında da varoldu; ancak son zamanlardaki yeniden yükselişi, ülkenin 1990’larda girip hala çıkamadığı tutumyapısal (ekonomik) bunalımın bir ürünü. ‘Japon tansığı (mucize)’ olarak geçen 40-50 yıldan sonra, ülkenin tutumyapısı durgun; bu, yeni arayışlara neden oluyor. Günümüzde Japon yayılmanlığını en uç noktasını, Japon Nazi Emek ve Refah Partisi temsil ediyor. 1982’de kurulan partinin Japon siyasetinde pek bir etkisi yok. Parti, tüm-Altaycı (Turancı) bir çizgiye sahip; buna göre, Altay kökenli olan Koreliler, Moğollar, Türkler, Macarlar, Finler ve Estonlar birleşmeli; bir Altay Devleti kurmalılar. Bu birlik, Altay kökenli olmayıp Çin-Tibet kökenli olan Çin’i dışarıda bırakıyor. Parti, Çin’e karşı, Altay olmamasına karşın Tibet’i ve Altay kökenli olan Uygurlar’ı destekliyor. Partiye göre, 2. Paylaşım Savaşı’nda Japon Ordusu’nun toplukıyım yaptığı, Yahudi Soykırımı kadar yalan. Ulusalcı öbekler, dünyanın dört bir yanında olduğu gibi, toplumsalcılara karşı kullanıldı ama Sovyetler’in çöküşünden sonra, ABD’nin ‘sivil faşist’ kullanmasına gerek kalmadı; böylece ulusalcıların konumu da değişti. Eskiden tümüyle ABD’ye kapılanan Japon ulusalcılarının bir bölümü, bugün ABD karşıtı. Ama ABD karşıtı olmaları, elbette ilerici ya da sömürgecilik karşıtı olmalarından değil; onların istediği, dünyaya ABD yerine Japonya’nın egemen olması. Günümüz Japonyası, tek tük de olsa bu öbeklerin eylemlerine (örneğin Çin Büyükelçiliği’nin kapısına genbinitle (otobüs) vargücüyle çarpma; gazetecilerin tartaklanması; Japonya, Çin ve Tayvan arasında paylaşılamayan Kardak gibi ıssız adacıklara deniz feneri ya da tapınak dikme vb.) tanık oluyor. (c) Bugün Yasukuni Tapınağı, Japonya ve Asya siyasetinde önemli bir gündem noktası oluşturuyor. Yasukuni Tapınağı, savaşlarda Başyayılman ve Japonya için ölenler adına kurulmuş bir tapınak. Japonya’nın 2. Paylaşım Savaşı’ndaki toplukıyımlarını

Page 247: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

247

yoksaymanın simgesi olduğu için, Japon devlet görevlilerinin tapınağı ziyareti tartışma yaratıyor; özellikle savaştan en çok zarar görmüş olan Kore, Tayvan ve Çin’de büyük tepkiyle karşılanıyor. Anılanların ezici çoğunluğu (yaklaşık 2 milyon), 2. Paylaşım Savaşı’nda Japon Ordusu tarafında çarpışanlardan oluşuyor. Tapınakta, Japonya’nın 2. Paylaşım Savaşı’nda kendini savunduğu ve saldırı amacı olmadığı yalanını işleyen temsiller bulunmakta. Ayrıca, Tokyo Savaş Mahkemesi’nin Hindistanlı yargıcı için de bir anıt var. (Hindistanlı yargıç, Mahkeme’yi, haklı olarak, ABD’nin atom bombası başta olmak üzere savaş suçlarını ve diğer sömürgecilerin suçlarını kapsama alanına almaması nedeniyle eleştirmişti. Ancak, sömürgecilerin sömürgecileri yargıladığı mahkemeden ne bekliyordu ki... Mahkemenin, sömürgeciliği Japonlar’a özgüymüş gibi gösterip, Avrupa’nın sömürgeciliğini aklayacağı, zaten başından belliydi.) Yalnızca tapınak da değil: Japon tarih ders kitapları, Japon ulusalcılarının yoksaymacı yalanlarıyla dolu. Bu kitaplar, özellikle ‘i şgal’ gibi sözcüklerden kaçınıyor. Bu kitaplara göre, Japonya, Çin’i ‘işgal’ etmedi; Çin’e doğru ‘ilerledi’. Japon Ordusu’nun işgal ettiği ülkelerde, sokaktaki kadınları tutuklayarak ordu için ayrılmış genelevlere kapatması; köle işçiler gerçeği ve elbette Japon Ordusu’nun toplukıyımları yoksayılıyor. Bir diğer çarpıtma da, kimi bölgelerde, ABD’nin eline geçmektense, Japon Ordusu tarafından kendi canlarına kıymaya zorlanan ve böylece kendi canlarına kıyan onbinlerce insanın, yaşamlarına kendi istekleriyle son vermişlermiş gibi gösterilmeleri. Dahası, Japon işçilerinin içler acısı durumunu ve sendikaların savaşımını anlatan ders kitaplarının önerilen kaynaklar içine girmesi engelleniyor. Bu ders kitabı kavgasında öne çıkan kişi, Saburo Ienaga (1913-2002) oldu. Ienaga’nın yazdığı kitap, 1953’te resmi ders kitabı olarak kabul edildi; ancak kitap, sıkıdenetime tutulmuş; resmi görüşe ters düşen birçok bölüm, ‘maddi hata’ denilerek kesilip kırpılmıştı. Ienaga, kitaplarının kırpılmasını engellemek için neredeyse yarım yüzyıl hukuk savaşı verdi. Bu savaşımında Ienaga, Noam Chomsky ve diğerleri tarafından 1999’da ve 2001’de Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi. Savaştan sonra çeşitli kereler, Japon bakanları ve başbakanları, Japon Ordusu’nun Asya halklarına verdiği zarar için özür dilediler; ama bu özürler, çoğunlukla yarım ağızla dilendiğinden ve bu özürlerden hemen sonra, iç siyasetten parsa kapmak için ulusalcı demeçler sürdüğünden, bu özürler, kimseyi mutlu etmedi. 1999’da yayılmanlık dönemi Japonyası’nın ulusal bayrağının ve Başyayılman’a 8,000 kuşak egemenlik dileyen devlet marşının yeniden kabul edilip kullanıma sokulması, Japon siyasetinin gündem noktalarından birini doğurdu: Marşın okunması okullarda zorunlu kılınınca, yayılmacılığı doğru bulmayan birçok öğretmen ve çalışan (sayıları 1999’dan bu yana 400 kişiyi aştı) bayrağa ve marşa saygısızlıktan ceza aldı, işinden oldu. Marş, Japonya’nın savaş sonrası anayasasına aykırı olmasına karşın hala geçerli. İşte yukarıda saydığımız gelişmeler, Japonya’da ulusalcılığın devlet düzeyinde de yükselişte olduğuna sağlam kanıtlar. Fakat bu devlet ulusalcılığı, korkak bir ulusalcılık: ABD’nin Japonya’daki üsleri konusunda gıkı çıkmıyor; Japonya, eskiden düşlediği gibi, Asya’nın önderi olmak istiyor ama ABD gölgesinde bir Asya önderliği... Üstelik, bugünkü Asya, 1930’ların, 1940’ların Asyası’na hiç mi hiç benzemiyor. Çin, güçlü bir orduya sahip ve Japonya’yı ABD’den ve AB’den sonraki dünya üçüncüsü konumundan hergün daha fazla düşürüyor. Zaten, Japonya’da ulusalcılığın yükselişinin bir diğer nedeni de, Çin’in hem askersel olarak hem de diğer açılardan güçlenmesi...

Page 248: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

248

Dolayısıyla, yazının başına dönersek, ne sömürgecilik Japonya’ya özgüdür (Japonya, Avrupa sömürgeciliğini taklit etmiştir) ne de Japonya, savaşta suçsuzdur. Ama burada bitmemeli: Çin ve Kore de o eski ‘mazlum’ Çin ve Kore değil. Japon tarih kitaplarının ulusalcılığına karşı gösteri yapan Çinliler ve Koreliler, kendi tarih kitaplarına aynı eleştirel gözle bakmıyorlar. Bir kere 20. yüzyıl başının Çin’i, ‘mazlum’ değildir; başarısız bir sömürgecidir. Avrupa ve Japon sömürgeciliğine karşı, ‘mazlum’ olduğundan değil, geleneksel sömürgeci olduğundan başarısız olmuştur. Çin, 20. yüzyılın başında, sömürülen değil, yenik bir sömürendir, tıpkı Osmanlı gibi... Bundan sonra Japonya’da ulusalcılık daha da yükselişte olacak. Japonya üstündeki ABD gölgesi de öylece kalacağa benzer... İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (7): Barışı düşünürken, kapıları çalamayan çocukları duyabilmek... Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 166, 2 Eylül 2007. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=16307

Page 249: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

249

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (80): Dünden Bugüne Hindistan Hindistan Cumhuriyeti (HC) Anayasası’na göre, Hindistan, egemen, toplumsalcı (sosyalist), laik ve demokratik bir cumhuriyet. Toplumsalcılık Anayasa’ya 1976’da eklendi. Toplumsalcılıktan kasıt, toplumsal ve tutumyapısal (ekonomik) eşitlik. Bu ilkeye göre kimseye, kastı, inancı, rengi, cinsiyeti vb. nedeniyle ayrımcılık yapılamaz. Devlet, varlığın bir avuç varsılda toplanmasını önlemek ve her yurttaşa yaşanılır bir düzey sağlamakla görevlidir. Laiklik de yine 1976’da eklendi. Laiklikten kasıt, devletin kamusal (resmi) bir dininin olmaması, devlet okullarında zorunlu din dersinin ya da eğitiminin bulunmaması, din ve devlet işlerinin ayrı tutulması ve devletin her dine ve her dinden yurttaşına eşit davranması. Kamutay’da (meclis) alt kesimler ve değişik öbekler için ayrılmış milletvekili koltukları bulunmakta. 61 yıllık HC tarihinde 48 yıl, Kongre Partisi baştaydı. 1977-1980, 1989-1991 ve 1996-2004 arası dışında hep Kongre Partisi başta oldu. 2004 seçimlerini de Kongre aldı. Kurucu önder Jawaharlal Nehru’nun (1889-1964; başbakanlığı, 1947-1964) ölümünden 2 yıl sonra, Nehru’nun kızı İndira Gandhi (1917-1984; başbakanlığı, 1966-1977 ve 1980-1984) başa geçti. İndira, HC tarihindeki ilk ve tek kadın başbakan. İndira, bankaları devletleştirdi, toplumsalcı siyasalar uyguladı. Bangladeş’in bağımsızlık savaşımına Hindistan Ordusu destek çıktığında, ABD, Hindistan’a gözdağı vermek üzere Bengal Koyu’na donanma gönderince, İndira, ABD’den kopup tümüyle SSCB’ye yaklaştı. İndira, bu dönemde, Hindistan Solu’nun büyük desteğini aldı. Ancak, ‘tek adamcı’ yönetimi nedeniyle, halk desteğini yitirdi. 1974’te Allahabad Yüksek Mahkemesi, İndira’yı devlet olanaklarını seçim için kötüye kullanmaktan suçlu buldu. Yasalara göre başbakanlığı düşmüş oldu. İstifasını isteyen onbinlerce eylemci evini ve kamutayı (meclis) sardı, genel grevler yapıldı. Bunun üzerine 1975’te OHAL ilan edildi. OHAL sonrası 1977’deki seçimlerde ilk kez Kongre’li olmayan bir siyasetçi, Morarji Desai, başbakan oluyor. İndira ve oğlu Sanjay, yolsuzluk ve insan hakları çiğneyimlerinden yargılanıyor ve tutuklanıyor. Ama Desai’nin yönetimi de (Canata Partisi) sevilgen (popüler) olamıyor, Hindistan’ın sorunlarını çözemiyor, 1980’deki seçimlerde İndira yeniden seçiliyor. Ancak bu dönemde, dinlerarası çatışmalar yaygınlaşıyor. 1984’te Sik militanların eylemine hükümet sert yanıt verince, İndira’nın iki Sik koruması O’nu öldürüyor. Sonrasında da çatışmalar durulmuyor. İndira’dan sonra diğer oğlu Rajiv Gandhi başbakan oluyor. Rajiv, HC tarihinin en genç başbakanı. Kongre Partisi, O’nun adaylığında, HC tarihinde en büyük çoğunluğu kazanıyor. Rajiv, anasının çizgisini bırakıp ABD’ye dönüyor yüzünü. Devletin tutumyapı üstündeki denetimini azaltıyor; böylece yabancı sermaye, ülkeye akmaya başlıyor. Rajiv’in serbestleştirmeleri, yoksul çoğunluğa yaramadığı için, halk desteği düşüyor. Üstelik o zamana dek ‘Bay Temiz’ olarak Rajiv’in imgesi, rüşvet olaylarıyla sarsılıyor. Bu rüşvet olaylarını, Rajiv’in hükümetinde Akça (Maliye) Bakanı olan Vişvanat Pratap Singh açığa çıkarıyor; bu nedenle O’nu Kongre Partisi’nden atıyorlar. O da Canata Dal Güçbirliği’nin (koalisyon) başında 1989 seçimlerinde başbakan oluyor. Ancak Singh, alt kasttakilere daha fazla temsil hakkı istediği ve Hindu tutuculara karşı laikliği savunduğu için, Janata Partisi, desteğini çekiyor; hükümet, böylece düşüyor.

Page 250: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

250

1987’de Hindistan Barış Gücü, Sri Lanka’da Tamil Kaplanları ile Sri Lanka Ordusu arasındaki çatışmada arabulucu oluyor ama bu süreçte iki tarafın da düşmanlığını kazanıyor. 1991’de Rajiv Gandhi, Hindistan’ın güneyindeki Tamil Nadu Eyaleti’nde seçim çalışması yaparken, Tamil Kaplanı bir kadın savaşçı, üstündeki bombayı patlatarak Rajiv’i öldürüyor. Seçimlerde Kongre Partisi yine kazanıyor; Narasimha Rao, başbakan oluyor. Dinsel çatışmalar bu dönemde durulmuyor. Rao döneminde, Hindistan, daha da dışa açılıyor. Rao’nun son ayları, rüşvet olaylarıyla sarsılıyor; 1996’daki seçimde, Kongre Partisi, HC tarihinde en düşük oyu alıyor. Bu seçimden sonra birkaç hükümet kısa sürede kurulup dağılıyor. 1998’de Canata Partisi, bir güçbirliği oluşturuyor. 2004’te Kongre Partisi başkanı Sonia Gandhi (Rajiv Gandhi’nin eşi), başbakan seçiliyor ama yabancı bir ülkede doğmuş birinin başbakan olup olamayacağı tartışmasıyla ülkeyi çalkalamamak için parti başkanlığını, bugün de başbakanlığı sürdüren Dr. Manmohan Singh’e (d.1932) bırakıyor. Singh, HC tarihinde ilk Sik başbakan. 1982-1985 arası Hindistan Merkez Bankası başkanı, 1991-1996 arası Akça Bakanı idi. Daha önce İMF’de ve BM’de de çalışmıştı. Hindistan Solu, kendisini ilk başta desteklese de, hükümetin ABD’yle yakınlaşması sonucu, bu destek geri çekildi. 28 eyaletli Hindistan’da yalnızca 3 eyalette (Batı Bengal, Kerala, Tripura) Hindistan Komünist Partisi (Marksçı)’nın başı çektiği Sol Cephe iktidarda. Geleceği kestirmesi zor görünüyor, ancak bundan sonra Hindistan’ın daha Amerikancı hükümetleri olacağına kuşku yok.

Page 251: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

251

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (79): Endonezya ve Tarihyazımı Endonezya Komünist Partisi (EKP), Asya’da kurulan ilk KP’dir. ÇKP’den bile önce kurulmuştur. Kurucusu, Henk Sneevliet (1883-1942) olarak bilinir. Henk, Rotterdam doğumlu Hollandalı bir ortaklaşmacı (komünist) idi. 1911’de Hollanda Demiryolu Sendikası başkanı oldu. Aynı yıl, o zamanlar Hollanda sömürgesi olan Endonezya’ya geçti. Endonezya’da Hollanda sömürgeciliğine karşı savaşım verdi. Endonezya Demiryolu Sendikası’nı ve Endonezya Sosyal Demokrat Derneği’ni kurdu. Endonezya’daki ayaklanma nedeniyle 1918’de Endonezya’dan kovuldu. Kurduğu dernek daha sonra Endonezya Komünist Partisi’ne dönüştü ve 1920’de EKP temsilcisi olarak Moskova’da uluslararası toplantılara katıldı. Henk, Nazi Almanyası’nın Hollanda’yı işgal etmesi üzerine, diğer devrimcilerle, Marks-Lenin-Lüksemburg Cephesi’ni kurdu. 1942’de Naziler’e karşı direnişte öldürüldü. Henk’in ve Cephe’nin diğer önderlerinin ölüme Enternasyonel Marşı’nı söyleyerek gittiği anlatılır. Henk ile EKP’nin ilişkisi, ulusalcı bakışla İslamcı bakışı aynı saflarda buluşturuyor: Bu iki bakışa göre, Henk, Hollanda hükümeti tarafından, Endonezya’ya gizli görevle, İslamcı ve ulusalcı muhalefeti komünizm virüsünü bulaştırarak ve nifak tohumları ekerek dağıtmak üzere gönderildi. Bu gizoyun (komplo) kuramcılığında ve yabancı düşmanlığında, bu iki karşıt bakış, çok güzel buluşuyor. Oysa devrimcinin Hollandalısı da Endonezyalısı da olmaz; sömürgecinin Hollandalısı ya da Endonezyalısı olmayacağı gibi (Endonezya, mazlumlukla zalimlik arasında nasıl bir ince çizgi olduğunu Doğu Timor’daki toplukıyımlarıyla açıkça gösterdi (bkz. Gezgin, 2008))... Ayrıca, komünizm, hiç bir ülkeye dışarıdan gelen bir görüş değildir. Tüm ülkelerin tarihinde, ortaklaşmacı ve eşitlikçi eğilimleri olan kişiler ya da hareketler varolmuştur. Komünizm, bunların yalnızca çağcıl biçimidir. Tarihi Müslümanlar ile münkirler/ zındıklar/ münafıklar arasında bir çatışma olan gören tarihçilik anlayışı, 14. yüzyılda yaşamış İbn Haldun’un (1332-1406) tarih anlayışından daha geri. Aynı biçimde, tarihi sömürgeci ülkeler ile sömürülen ülkeler arasındaki bir kavga olarak gören tarihçilik anlayışı da, sömürülenlerin bürüngen (bukalemun) gibi bir anda sömürgeci olabildiği gerçeğini yoksayıyor. Elbette, bu iki yaklaşım, çelişkiye odaklandıkları için eytişimsel (diyalektik) bir bakış sağlıyor ama yanlış gladyatörleri dövüştürüyor. EKP, Endonezya’da yaşayan Hollandalı ilericilerin derneği olarak kuruldu; kısa sürede hem Endonezyalı üyeler çoğunluk oldu hem de dernek, EKP adını aldı. EKP, 1965’te toplukıyımla darmadağın edilene dek, 3 milyon üyesi ve işçi, köylü, gençlik ve kadın örgütlerindeki 15 milyon yandaşıyla SBKP ve ÇKP’den sonra, dünyanın üçüncü büyük KP’si idi. 1924’te dernek resmen EKP adını aldı. 1926’daki ayaklanma sonucu çok sayıda üyesi tutuklandı. Bundan sonra parti, tümüyle yeraltına çekildi. 1945’te Endonezya’nın bağımsızlık savaşımında büyük rol aldı. Parti, bağımsızlık sonrası, Endonezya’nın kurucu önderi Sukarno’nun Avrupa ve sömürgecilik karşıtı duruşunu destekledi. 1955 seçimlerinde EKP, %16 oy aldı. 1958’de ABD yanlısı askerler, ayaklanıp iki bölgede kendi hükümetlerini kurduklarını ilan ettiler ve ilk iş olarak EKP’lileri tutukladılar.

Page 252: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

252

Sukarno, bu ayaklanmayı bastırdı; bu olay sonunda EKP ile Sukarno daha da yakınlaştı. 1959’da ordunun EKP kurultayını engellemeye kalkmasına karşı, Sukarno, bizzat kurultaya katılıp destek konuşması yaptı. 1960’da ise, 3 M (Marks, Muhammed, Mustafa) sözünü önceleyerek, ULDİNOR ilkesini açıkladı: ULusalcılık, DİN ve ORtaklaşmacılık (komünizm). 1962’de EKP, hükümetin bir parçası oldu. EKP gittikçe daha da büyüyordu. 30 Eylül 1965’te bir darbe oldu; daha doğrusu olmuş gibi gösterildi. Sonra da bu darbe, EKP’lilerin üstüne atıldı; buna karşı 2 Ekim’de Amerikancı asker Suharto, darbe düzenledi ve çizgisi EKP’ye iyice yaklaşan Sukarno’yu görevinden aldı. Ve böylece komünist avı başladı. CİA, Suharto’ya komünist olduğundan kuşkulanılanların bir dökümünü vermişti; ama bu döküme pek de gerek kalmayacaktı; 300,000-1 milyon komünistin ve yakınlarının toplukıyımının çoğunu, zaten sivil İslamcılar cihat adına gerçekleştirecekti; gerisini de ordu yaptı. Toplukıyımı anlatan Time Dergisi, dehşet içinde, ırmakların cesetlerle dolu olduğunu dile getiriyordu. Çok sayıda Hindu’nun yaşadığı Bali Adası’nda ise toplukıyımlar, Hinduculuk adına yapıldı. Asıl neden, EKP’nin toprak reformu yanlısı siyasalarının toprak ve din ağalığı düzenini alaşağı etmesi idi; din, bahane edildi. Zaten varsılların çıkarlarını yoksul çoğunluğun çıkarlarıymış gibi göstermenin en kolay yolu, din... Bugün ortalama bir Endonezyalı’ya sorarsanız, toplukıyım olmadı; bu, bir komünist yalanı. Daha yaşlı bir Endonezyalı’ya sorarsanız, “onlar zaten haketmişti”... Ülke tarihleri ne kadar çok benziyor birbirine... İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (40): Doğu Timor: Yeni bir ülke doğarken... Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 189, 17 Şubat 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=25392

Page 253: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

253

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (78): Çin’in Birlik ve Beraberliği Çin Şi Huang (İÖ 259-210; yönetimi İÖ 247-210), Birleşik Çin’in ilk ilhanı (imparator). Çin’in ad babası. Şi Huang’a dek Çin, beyliklere ayrılmıştı; Şi Huang, bunların hepsini bir bir ele geçirdi; Çin, tarihte ilk kez tek bir yönetim altında birleşti. Şi Huang, olağan büyüklüklerindeki 8000’den fazla asker, 130 araba ve 770 attan oluşan pişmiş topraktan ordusu ile birlikte gömülü olduğu bir kent büyüklüğündeki anıtmezarı ile ünlü. Bu anıtmezar için 700,000 işçi çalışmıştı. Herşey gerçek ölçülerinde idi (askerlerin boyu, 183-195 santim). Anıtmezarı, ölümden sonra İlhan’ın kullanabileceği dev bir saray olarak yapılmıştı. Tüm askerler ve atların, birbirlerinden farklı olduğu görülüyor ve dolayısıyla ordunun en ince ayrıntısına dek düşünüldüğü anlaşılıyor. Ordu, 1970’lerde günyüzüne çıktı. Şi Huang’ın mezarı ise açılınca bozulmasından korkulduğu için henüz açılmadı. Şi Huang’la ilgili görüşlerde son yüzyılda çeşitli değişiklikler oldu. Önce bunun nedenlerini görelim, sonra bu değişikliklere mercek tutalım: Şi Huang gericilikle kavgasında, Kong’cu (Konfüçyüsçüler) bilginleri diri diri gömdürdü (gerçi bunun gerçekten olup olmadığı belli değil); kendinden önce yazılmış kitapların hepsini yaktırdı; evinde kitap bulunduranları ‘köle işçi’ olarak çalışmak üzere Çin Seddi’ne gönderdi. Öte yandan, kitapları yaktırması, gericilikten değil; tersine, beylikler döneminden kalma gerici görüşlere karşı ülkenin birlik ve beraberliğini korumak içindi. İlhan, Kongculuk’a karşı, yasacılığı getirdi. Buna göre, herşey, yasalara dayanmalıydı ama bu yasalar, ussal oldukları için değil, korkuyla kabul edilmeliydi. Şi Huang, İÖ 221’de Çin’i birleştirdi. Kendini ilhan ilan ettikten sonra, beylikler hortlamasın diye, derebeylik düzenini kaldırarak ve eski beyleri merkezde hapis tutarak, Çin’i 36 yönetim bölgesine ayırdı; bir kişide aşırı güç toplanmasın diye, her bölgeye ayrı ayrı bir asker bir de sivil yönetici atadı. Sivil yönetici, asker yöneticiden üstün idi. Bir bölgede bir takım güç kazanmasın diye, yöneticilerin yerini birkaç yılda bir değiştirdi. Çin’in ölçü birimlerini ölçünledi (standardizasyon). Çin yazısını da birleştirdi. Kuzey Çin’de varolan koruma duvarlarını birleştirerek, büyülterek ve sağlamlaştırarak bugünkü Çin Seddi’nin temellerini attı. Ülkenin dört bir yanına yol yaptırdı; çok sayıda yurttaş, aşırı çalıştırılmaktan öldü. Bu uygulamaları, halkın öfkesini biledi. Kendisine suikast düzenlendikten sonra, önlem olarak, yüzü kendisininkine benzeyenleri yanında tuttu; böylece olası suikastlerde, suikastçi, kimin İlhan olduğunu anlayamayacaktı. Şi Huang, ölümsüz olmak için içtiği cıva karışımı nedeniyle İÖ 210’da öldü. Ölümüyle, Çin’de iç savaş başladı. Ölümünden sonra Kong’culuk egemen oldu. Tarihçiler de Kongcu olduğundan, Şi Huang hakkındaki bilgiler yanlış olabilir çünkü Kongcu tarihçilerin, Kongculuk’u yasaklayan Şi Huang’a nesnel bakmaları olanaksız. Şimdi gelelim, Şi Huang’a bakıştaki değişikliklere: Yakın tarihe gelindiğinde, Kongculuk, kutsal bir görüş olarak değil de, Çin’in çağdaşlaşmasını engelleyen bir ayakbağı olarak görülmeye başlandığında, Şi Huang’a yönelik olumsuz bakış da değişti. Hatta, Çin İç Savaşı sırasında, Chiang Kai-Shek’i Çin’i birleştirme çabasında olan çağdaş Şi Huang olarak gören ulusalcılar çokçaydı. Çin Halk Cumhuriyeti’nin ilk onyıllarında ise, resmi tarihte, Şi Huang, tüccarın dostu, yoksul halkın düşmanı olarak görüldü; kendisine yönelik başkaldırılar, ezilenlerin kavgası olarak değerlendirildi.

Page 254: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

254

Ama Çin’in toplumsalcılığı bırakıp karma tutumyapıya (ekonomi) geçmesi ve sonrasında dünyanın büyük gücü olmaya oynaması nedeniyle, Şi Huang, Çin’in birlik ve beraberliğini sağlamış büyük bir siyasetçi olarak göklere çıkarıldı. Çin’in gelmiş geçmiş en büyük tarihçisi olan Sima Çian’ın (ykl. İÖ 135 ya da 145-86) tarihinde anlattığı, Şi Huang’a başarısız bir suikast düzenleyen Jing Ke de, bu tarihyazımsal dönüşten payını alıyor: Eskinin devrimci, halkçı Jing Ke’si, bugün daha çok bir bozguncu ya da ‘terörist’ olarak görülüyor... Bugün Çin ve Hindistan toplumları arasındaki farkın Şi Huang’a uzandığını söyleyebiliriz. Merkezin herşeyin üstünde olduğu Çin ile toplulukların merkezden daha önemli olduğu Hindistan arasında büyük fark var. Hatta bir Çin Seddi varken Hint Seddi olmaması belki de buna bağlanabilir. Hindistan da Çin gibi tarih boyunca kuzeyden saldırıya uğrayıp durdu ama Hindistan’daki devletler, bir Hint Seddi kurdurabilecek kadar güçlü olmadı. Hindistan’ın Çin Seddi’ne eşdeğer olabilecek en yakın örneği, herhalde Tac Mahal olabilir ama Çin Seddi yanında hem çok küçük kalıyor hem de askeri amaç taşımaması dolayısıyla Çin Seddi’nden ayrılıyor. Ayrıca Hindistan’ı birarada tutan, ülke laik olmasına karşın, Hindu dini (Halkın %80’i Hindu); Şi Huang döneminde ise, toplumun çimentosu din değil, hanedanlık olarak karşımıza çıkıyor. Bu açıdan, Şi Huang’ın öyküsü ve sonrasındaki bakışlar, Osmanlı ve Cumhuriyet Tarihi’ni yorumlamak için anmaya değer bir karşılaştırma noktası sağlıyor.

Page 255: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

255

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (77): Dünden Bugüne Moğolistan Çin’le Rusya arasında sıkışıp kalmış bir ülke olan yaklaşık 3 milyon nüfuslu Moğolistan, akıncı tarihinden sonra 17. yüzyıl sonunda Çin sömürgesi oldu; 1911’de bağımsızlık ilan etti; 1921’de Çin’den resmen bağımsız oldu. 1924’te Moğolistan Halk Cumhuriyeti kuruldu; toplumsalcılık (sosyalizm) iktidar oldu. O zamandan beri Moğolistan ikiye bölünmüş durumda. Yarısı bağımsız; diğer yarısı Çin sömürgesi. 2. Paylaşım Savaşı dolayısıyla yapılan Yalta Toplantısı’nda (1945) SSCB, İç Moğolistan’ı Çin’in bir parçası olarak kabul ederken; Çin, Dış Moğolistan’ı bugünkü bağımsız Moğolistan olarak tanıdı. Böylece, Moğolistan’ın iki parçalılığı günümüze dek geldi. Moğolistan, 1955’te BM’ye üyelik için başvurdu; Moğolistan’ı Çin’in bir parçası olarak görüp bağımsız Moğolistan’ı tanımayan Tayvan (ki o zaman Tayvan, Çin’in dışa kapalı olduğu bu dönemde, Çin’i temsil etme savındaydı (daha doğrusu “asıl Çin biziz” diyorlardı)) bu başvuruyu olmazladı; ancak daha sonra Moğolistan, Sovyetler’in desteğiyle BM üyesi olabildi. 1990’da ülkede toplumsalcı düzen çöktü; çokpartili düzene ve karma tutumyapıya (ekonomi) geçildi. Moğolistan’ın siyaseti herzaman, eski sömürgecisi Çin’e karşı bağımsızlığını korumak için Sovyetler’e yaslanmak biçiminde olmuştu. Sovyet-Çin ayrılığında, Moğolistan’ın isteğiyle Kızıl Ordu birlikleri, Moğolistan’da konuşlanıyordu. Sovyetler çökünce geleneksel denge bozuldu. Sovyetler’in çöküşüyle birlikte Moğolistan, Sovyetçi çizgiden, hem Rusya’ya hem de Çin’e boncuk veren bir çizgiye evrilmek zorunda kaldı; çünkü büyük Sovyet desteği artık yoktu. 1992’de, devletin kamusal adında ‘Halk Cumhuriyeti’ nitelemesi kaldırıldı. Bugün Moğolistan, Irak’a asker gönderen şer güçlerinden. Dünyanın karasal yüzölçümünün %22’si kadar büyük bir bölgesini ele geçirerek tarihin en büyük ilhanlığını (imparatorluk, yayılmanlık) oluşturmuş Cengiz Han ve ordusu, Moğolistan tarihinde elbette en çok dikkati çeken nokta. Moğolistan tarihine baktığımızda, en merak uyandırıcı soru, bu savaşçı toplumun nasıl bugünkü barışçıl duruma döndüğü (bu soru, Vikingler ve günümüzün İskandinav ülkeleri için de sorulmaktadır). Yanıt, Tibet Budacılığı. Kubilay Han, o zamanlar çoğunluğu şamancı ve tengrici olan Moğolistan’ı Budacı yapmak için Tibet’ten rahipler getirdi; zaten çöküş de bununla ilgili. Budacılık’ın şiddet karşıtlığı, savaş ruhunu söndürdü. (Elbette çöküşte taht kavgaları ve yeni kılgılara (teknik) ayak uyduramamanın da etkisi büyük.) Bugün Moğolistan’da en yaygın din, Tibet Budacılığı. %50 Tibet Budacısı; %40 dinsiz; kalanı Şamancı, İsacı ya da Muhammedci (Kimi kaynaklarda ‘%90’ı Budacı’ diye geçiyor çünkü dinsizlikle Budacılık’ı ayırmak zor.) Toplumsalcı ülkelerde yönetim, komünist partilerde iken, Moğolistan Halk Cumhuriyeti’nde iktidarda olan parti, ‘MKP’ değil, ‘Mo ğol Halkın Devrimci Partisi’ (MHDP) adını taşıyordu. MHDP, 1924-1996 arası iktidarda idi. 1990’daki büyük çaplı gösteriler sonucu kansız bir biçimde çokpartili düzene geçildi. Ama MHDP, 2000-2004 arası yeniden iktidara geldi ve 2000-2006 arasında güçbirliği (koalisyon) ortağı oldu. Bugün MHDP, ML çizgiyi bırakmış durumda; parti, kendini Tony Blair hayranı sosyal demokrat bir parti olarak konumluyor. MHDP, 2003’ten beri, (CHP

Page 256: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

256

gibi) Sosyalist Enternasyonel üyesi. (Ne kadar sosyalistse artık.) MHDP’nin muhaliflerine göre, parti, demokrat olduğunu ileri sürse de, 1990 sonrasında, insan hakları çiğneyimlerinde sicili kabarık. 2006’da, güçbirliğindeki MHDP’li bakanlar, erken seçime gidilebilmesi için görevlerinden ayrıldılar. Bu olay, MHDP yanlısı ve karşıtı gösterilere neden oldu. Haziran 2008’deki seçimlerde MHDP yengiyle çıktı. Ancak, MHDP karşıtları, oylarda sahtecilik yapıldığını ileri sürerek büyük gösteriler düzenlediler; MHDP yapılarını ateşe verdiler. 4 gün OHAL ilan edildi. Moğolistan’da gerginlik hala durulmuş değil, durulacağa da benzemiyor. Günümüz dünyasında Moğolistan, dünyanın en küçük borsasına (Ulan Batur Borsası) ya da dünyanın en düşük nüfus yoğunluğuna sahip ülkesi oluşuyla değil; göçebe yaşamıyla tanınıyor. Moğolistan’daki göçebe yaşam, sık sık yabancı belgesellere konu oluyor. Ayrıca, Moğolistan tarihindeki ilk Budacı başrahip Öndör Gegeen Zanabazar (1635-1723) da özellikle Budacı dünyada ilgi konusu. Zanabazar, çeşitli bilim ve sanat dallarındaki çalışmaları dolayısıyla ‘Asya’nın Michalengelosu’ olarak adlandırılıyor. Zanabazar, Moğolca için, Tibetçe’den esinlenerek yeni bir abece (Soyombo abecesi) geliştirmesiyle de tanınıyor. Bugün yalnızca Budacı Moğol rahiplerin kullandığı Soyombo, Moğolistan’ın kamusal simgesi: Moğolistan Bayrağı’nda bir soyombo imcesi (harf) bulunmakta... Bugün Moğolistan, Rusya’ya büyük borcu olan ve dıştanalımının yarısından fazlasını Rusya’dan ve Çin’den yapan ve dışasatımının çoğu Çin’e yönelik olan bir ülke. Yani bu aralarında sıkışıp kaldığı iki ülkeye göbekten bağlı. Böyle de sürecekmiş gibi görünüyor...

Page 257: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

257

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (76): Asya’nın Geleceği ABD resmi kurumları, geçenlerde, 2025 öngörülerini sunan bir yazanak (rapor) yayınladılar (bkz. NIC, 2008). 2025 için öngörüler şöyle: Çokkutuplu dünyaya geçilecek. Çin’in, Hindistan’ın ve diğerlerinin önemi artacak. ABD yine en güçlü ülke olacak ama gücü eskisi kadar olmayacak. Güneybatı Asya’daki (Ortadoğu) gerilimde, Rusya, Çin ve Hindistan daha etkili olmaya başlayacak. Devletlerin gücü düşerken, şirketlerin, cemaatlerin ve suç çetelerinin gücü artacak. (Bu yazanak, Kasım 2008’de yayınlanmış olmasına karşın, ABD’deki tutumyapısal (ekonomik) bunalımdan önce yazılmış gibi görünüyor. Oysa, bunalımdan sonra, devletlerin etkinliğinin daha da artması olası ve şirketlerin, cemaatlerin ve mafyanın etkinliğini arttırması yerine, devletlerin şirketleşmesi, dincileşmesi ve mafyalaşmasını bekleyebiliriz. ABD resmi görüşü, bu olasılığı da dile getiriyor. Ayrıca resmi görüş, Rusya’da devletle mafyanın içiçe oluşunu da vurguluyor.) Daha fazla ülke, Çin’deki kalkınma kipçiğini (model) örnek alabilir. 2025’le birlikte dünya 1.2 milyar daha kalabalık olacak; yiyecek, enerji ve su kıtlığı ortaya çıkabilir. 2040-2050 gibi, Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’in (bu dört ülke, ‘BRHÇ’ olarak kısaltılıyor; ‘briç’ olarak okunabilir) dünya toplam üretimindeki oranı, G-7 ülkelerininkiyle (ABD, Almanya, Britanya, Fransa, İtalya, Japonya ve Kanada) aynı olacak. 2025’te Çin’in dünyanın ikinci tutumyapısı olması bekleniyor. Aynı yıl Çin’in dünyanın en büyük doğal kaynak dıştanalımcısı ve en büyük çevre kirleticisi olması bekleniyor. Rusya, insanları eğitmeye yatırım yapmaz ve tutumyapısını çeşitlendirmezse, seçeneksel (alternatif) yakıtlara geçildikçe güçten düşecek çünkü gücü, yeryağı (petrol) ve gazdan geliyor. 2025’te en büyük tutumyapılar, sırasıyla, ABD, Çin, Hindistan, Japonya, Almanya, Britanya, Fransa ve Rusya olacak. Brezilya kökenli tarım ve enerji şirketlerinin; Hindistan kökenli bilişim, ilaç ve araba parçaları şirketlerinin; Çin kökenli çelik, ev eşyaları ve uziletişim (telekomünikasyon) şirketlerinin dünya çapında yükselişine tanıklık edeceğiz. Aynı kaynağa göre, özellikle doğal kaynakları ellerinde tutan kamu işletmelerinin de yükselişini göreceğiz. 2025’te Çin nüfusunun 100 milyondan fazla artması, Hindistan nüfusunun ise 240 milyon artması bekleniyor. Aynı yıl, Doğu Avrupa, Rusya ve Japonya nüfuslarının %10 azalması bekleniyor. ABD’nin 40 milyon; Kanada’nın 4.5 milyon; Avustralya’nın 3.5 milyon artması bekleniyor. Rusya’nın bugünkü 141 milyonluk nüfusununsa, tersine, 2025’te 130 milyona düşmesi bekleniyor. 2025’te dünya toplamında, çalışma çağında olan her 3 kişi başına 1 yaşlı düşecek; Japonya’da ise bu oran, 2’ye 1 olacak. Aynı yıl, Avrupa’da düşen nüfus oranları nedeniyle, her 6 ya da 7 kişiden biri göçmen olacak; bunun çatışmaları arttırması bekleniyor. ABD resmi kaynaklarının gelecekle ilgili çizdiği belirsizlikler şunlar: Yeryağı ve gaz yerine seçeneksel yakıtlara geçilebilir. Seçeneksel yakıtlara geçilirse, Rusya ve İran başta olmak üzere yeryağı ve gaz dışasatan ülkeler, gücünü yitirecek. İklim değişikli ği su kıtlığına yol açabilir. Avrupa ve Japonya, yaşlı nüfusun artması ve genç nüfusun azınlık olması nedeniyle güçten düşebilir. ABD resmi kaynakları 4 gelecek oyunluğu (senaryo) sunuyor:

Page 258: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

258

1) Asya’nın AB(D)’yi tahtından indirip bir numara olması, 2) Önemsenmeyen küresel iklim değişikliklerinin beklenmedik sonuçları olması (örneğin, Kuzey Buz Denizi’nin buzlarının erimesi dolayısıyla ulaşıma açılmasının Rusya ve Kanada’nın ulaşım giderlerini düşürerek tutumyapılarını şaha kaldırması), 3) BRHÇ arasında kaynak paylaşımı kavgaları ve hatta savaşları. 4) Devletdışı uluslararası kuruluşların (özellikle STK’lar) çevre sorunlarıyla ilgili etkili çalışmalar içine girmeleri, sözlerinin devletler düzeyinde dinlenir olması. ABD resmi kaynaklarına göre, 2015’te Çin’in TYÜ’sünün (Toplam Yerel Üretim) Japonya’nınkiyle; 2036 ise ABD’ninkiyle eşitlenmesi beklenirken; Hindistan’ın TYÜ’sünün Japonya’nınkiyle eşitlenmesi beklenen yıl, 2026. Ancak, buna karşın, kişi başına düşen gelirde Çin ve Hindistan, geride olmayı sürdürecek çünkü nüfusları yüksek. Bu noktada sorulması gereken soru şu: Böyle sürebilecek mi bu düzen peki?! Bunca adaletsizlik varken sürdürülebilir bir kalkınma olabilecek mi bu?!.. Tam da bu noktayla ilişkili olarak, bu resmi kaynaklarda, gelir dağılımındaki adaletsizlikten ve yoksulluktan soyut olarak sıkça sözedilse de, Çin’de yükselen emek muhalefeti ve Güney Amerika’daki birlik çabaları görmezden geliniyor. Bu görmezden geliş, bu çabaların henüz cılız olmasından da ileri gelebilir; ABD’nin kendini dev aynasında görüyor oluşundan da... Hangisi olursa olsun, İbn Haldun’un sözünü anımsamak gerekli: “Her uygarlık, kendi yıkımının tohumlarını içinde taşır...” İlgilisine Kaynak NIC (2008). Global trends 2025: A transformed world. http://www.dni.gov/nic/PDF_2025/2025_Global_Trends_Final_Report.pdf

Page 259: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

259

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (75): Maldivler’de Yeni Bir Yüz... Güney Hindistan’ın güneybatısında, Hint Okyanusu’nda bulunan 300,000 nüfuslu Maldivler Cumhuriyeti, 250’sinde insanın yaşadığı 1,192 adacıktan oluşuyor. 12. yüzyıla dek halk, Hinducu ve Budacı iken, 12. yüzyılla birlikte Muhammedcilik yaygınlaştı. Maldivler, bugün çoğunluğu Muhammedci olan bir ülke. 16. yüzyılda Portekiz; 17. yüzyılda Hollanda; 19. yüzyıl sonunda Britanya sömürgesi oldu. 1965’te Maldivler Sultanlığı olarak Britanya’dan bağımsız oldu; 1968’de cumhuriyet ilan edildi. Asya’nın en küçük ülkesi ve Muhammedci çoğunluğa sahip en küçük ülke olarak biliniyor. Maldiv’in anayasası açıkça şeriatçı: Anayasaya göre devlet, İslam’a dayanmaktadır; Muhammedci olmayanlar Maldiv yurttaşı olamaz; Maldivler’de İslam’a aykırı hiçbir ilke uygulanamaz ve şeriatın yapılmasını yasaklamadığı herşeyin yapılması serbesttir. Maumoon Abdul Gayoom (d. 1937), 1978-2008 arası Maldivler’in 30 yıldır devlet başkanı idi. 1980, 1983 ve 1988’de 3 askeri darbe atlattı. Son darbede Tamil Kaplanları, adaya çıkarma yapıp ülkeyi ele geçirmeye kalktı; Hindistan’ın asker göndermesi sonucu, Gayoom, son anda kurtuldu. Son olarak, 8 Ocak 2008’de kendisine başarısız bir suikast düzenlendi. Gayoom, Maldivler’de devletin burs vererek yurtdışında okuttuğu bir avuç yetenekli gençten biri idi. Mısır’da ünlü El Ezher Üniversitesi’nden fakülte birincisi olarak, Şeriat ve Medeni Hukuk derecesi aldıktan sonra, aynı alanda yüksek lisans yaptı. Diplomasını Mısır’ın destansı önderi Nasır’dan almıştı. Gayoom ve Mısır’da eğitim gören 14 arkadaşı, Maldivler devlet başkanının İsrail’le diplomatik bağ kurması üzerine, imzalı bir tepki mektubu gönderince bursu kesildi. Mısır yıllarında Gayoom, Müslüman Kardeşler Örgütü ile yakın ilişkide oldu. Daha sonra Maldivler’e döndü. 1973’te devlet başkanını eleştirmekten tutuklandı; 5 yıl sürgün cezasına çarptırılıp cezanın 5 ayını çektikten sonra afla serbest kaldı. 1974’te kısa süreliğine bir kez daha tutuklandı. (1978’de devlet başkanı olduktan sonra, tutulduğu cezaevini yıktırdı.) 1978’de devlet başkanlığına seçildiğinde Ulaştırma Bakanı’ydı. 1978-2008 arasında tüm seçimlerde aldığı oy, %90’dan aşağıya düşmedi. Dünyada bir avuç varsılın, cenneti aratmayan kumsalları nedeniyle tanıdığı Maldivler, 2000’li yıllarda başka olaylarla dikkat çekti: 2003’te bir mahkumun işkenceyle öldürüldüğünün ortaya çıkması sonucu halk ayaklandı. Olaylar sırasında, gardiyanların mahkumlara ateş açması sonucu 3 mahkum öldü; buna karşılık kimi devlet yapıları yakıldı. Mahkumu işkenceyle öldürenler göstermelik bir mahkemeyle yargılanıp hüküm giydi; ama asıl emri veren üst düzey görevliler yargılanmadılar bile. Cezaevinde 3 mahkumun öldürülmesi olayı ise, devlet güvenliği gerekçe gösterilerek hasıraltı edildi. 2004’te 4 siyasal tutuklunun serbest bırakılması için büyük bir gösteri yapıldı; bunun üzerine Olağanüstü Hal (OHAL) ilan edildi, OHAL’in bir parçası olarak genelağ (internet) kapatıldı.

Page 260: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

260

Bu süreçte Muhammed Naşid (d.1967), muhalefet önderi olarak öne çıkmaya başladı. Naşid, Sri Lanka ve Britanya’da eğitim almıştı. (Kendisinin bir Britanya Üniversitesi’nden denizcilik derecesi var.) Naşid, daha önce, yazdığı makaleler nedeniyle birkaç kez hapse girdi çıktı. 2000’de milletvekili seçildi. 2004’te Britanya, Naşid’i siyasal sığınmacı olarak tanıdı. 2005’te Maldivler Demokrat Partisi’ni kurdu. Partiyi kurduktan sonra, ‘terörist’ olduğu gerekçesiyle bir kez daha tutuklandı. 8 Ekim 2008’de ülke tarihinin ilk çokpartili seçimi yapıldı. Yarışanlar arasında, Adalet Partisi, Maldivler Demokrat Partisi, Maldivler Halk Partisi ve İslami Demokrat Parti gibi partiler vardı. Naşid, Maldivler Demokrat Partisi başkanı olarak, devlet başkanlığı için Gayoom karşı yarıştı. Naşid, seçimlerin 2. turunda %54 oy alarak devlet başkanı oldu. (Gayoom yine de %46 oy almıştı.) Bugün Naşid’in önündeki sorunlar şunlar: 2004’te yerel gelirin büyük bir bölümünü silip süpürmüş tsunaminin açtığı yaraları sarmak, gençlerin arasında yaygınlaşan uyuşturucuyla savaşım, adalarda küresel ısınmanın etkileri üzerine girişimlerde bulunmak ve işsizlik. Maldivler, dünyanın en alçak ülkesi: En yüksek nokta, yalnızca 2.3 metre yükseklikte ve ortalama yükseklik yalnızca 1.5 metre. Küresel ısınmadan ilk etkilenecek ülke olacağına kuşku yok. (Elbette yapay yükseltiler ve yüksek yapılar da var.) Naşid, küresel ısınma önlemi olarak, gezmenlikten (turizm) gelen gelirle Hindistan, Sri Lanka ve Avustralya’dan toprak satın almayı düşünüyor. Adaların batması durumunda halk bu topraklara sığınabilecek. Başta belirttiğimiz gibi, Maldivler, şeriat yasalarıyla yönetiliyor. Bu yasalar kaldığı sürece, Naşid’in demokrasisi, bir yalancı dolma olacak. Bununla bağlantılı olarak, kadınların siyasette temsili de önemli bir sorun. (Mecliste 50 sandalye var, 20 adadan ve başkentten 2’şer erkek temsilci seçiliyor; geriye kalan 8 temsilciyi devlet başkanı seçiyor.) Naşid de, Gayoom gibi, daha önce tutulduğu hapishaneyi yıktırır mı bilinmez...

Page 261: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

261

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (74): Amartya Sen ve Asya Değerleri 1998 Nobel Tutumbilim (İktisat) Ödülü’nü alarak bu ödülü alan ilk Asyalı olan Amartya Sen (d.1933), “işsizliği, yoksulluğu ve gelir dağılımındaki adaletsizliği umarsamayıp büyümeyi herşeyin üstünde tutan” (Gezgin, 2008) büyüme fetişçilerine karşı, eğitim ve sağlık gibi temel insanlık değerlerini kapsayan yaşam niteliği çalışmalarıyla tanınıyor. Bu amaçla İnsansal Gelişim Göstergesi’ni ortaya atan araştırmacı olarak da bilinen Sen, tutumbilim ve felsefe bilmeni (profesör). Muhalif tarihçi Eric Hobsbawm’a göre, Nobel, Sen’e geç geldi çünkü Nobel’i dağıtan İskandinavyalılar, 70’lerden 98’e dek, serbest pazarların tutumbilimin en iyi kipçiği (model) olduğunu düşünüyorlardı. Hobsbawn’a göre, Nobel Ödülü’nün Sen’e verilmesi, serbest pazara güvenin düştüğü 1997 Asya Bunalımı nedeniyle oldu. Sen, Tagore’a yakın, aydın bir aileden geliyor. Tagore, dedesinin arkadaşıydı; hatta adını Tagore’un verdiği söyleniyor. ‘Amartya’, ‘ölümsüz’ anlamına geliyor. (Tagore da 1913’te Nobel Yazın Ödülü’nü alan ilk Asyalı olmuştu.) Sen’in amcası ve kuzeni, toplumsalcı oldukları için hapis yatmıştı. Sen, kendisini ‘demokratik solcu’ olarak adlandırıyor. Solda durduğunu ama çokpartili düzeni savunduğunu söylüyor. Sen, önceden Nehru çizgisindeyken, kimi eleştirmenler, son yıllarda serbest pazara karşı çıkmamaya ve anadalgaya yaklaşmaya başladığını söylüyor. Bu araştırmacılar, Sen’i ortayolcu buluyor. Sen, bugün Dünya Bankası ve BM’nin has adamı. Yine de Sen’in, Asya değerleri ile ilgili görüşleri anılmaya değer: Sen, Asya’nın kendine özgü, yetkecilik (otoriterlik) gibi değerleri olduğu ve Asya devletlerinin, bu değerlere uyması gerektiği, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin Asya değerlerini yoksaydığı, gerçekte devletin çıkarlarının bireyin çıkarlarından önce gelmesi gerektiği biçimindeki çeşitli görüşleri eleştiriyor. Bu görüşler, en çok da Çin ve Singapur’un kamu görevlileri tarafından dile getiriliyor. Sen’e göre bu Asya değerleri tartışmasının 2 boyutu var: 1) Tarihsel bir sav olarak Asya değerleri: Bu açıdan, Asya değerleri, Kong Usta (Konfüçyüs) gibi kökleşik (klasik) Asya kaynaklarına dayanılarak gerekçelendiriliyor. 2) Tutumyapısal kalkınma kipçiği (model) olarak Asya değerleri: Bu açıdan, yetkecilik ve baskıcılık, Asya kalkınmasının temel nedeni olarak ve kalkınma formülü olarak sunuluyor. İstenen, kul yurttaş, köle işçi. 1. noktada Sen, Avrupa felsefesinde de, Platon ve Augustine gibi yetkeci ve boyuneğmecilerin olduğunu söylüyor. Kong Usta’nın dışında da Asya’da etkili olmuş birçok düşünce insanının olduğunu, örneğin Buda’nın özgürlüğe ve bireye vurgu yaptığını belirtiyor. Ayrıca, Kong Usta’nın metinlerinde bile eleştirel öğeler bulunduğuna dikkat çekiyor. İÖ 3. yüzyılda yaşamış Hindistan Kralı Aşoka’nın hoşgörü ve çeşitlili ği savunduğunu; Babür ilhanı (imparator) Ekber’in değişik din ve inançlara gösterdiği hoşgörüyü ve aynı dönemde Avrupa’da Engizisyon’un egemen olduğunu anımsatıyor. Sen, 2. noktayı, yetkecilik ve değil-yetkeciliğin doğrudan kalkınmayla ilişkili olmadığını göstererek yanlışlıyor.

Page 262: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

262

Sen’in egemen bakış açısıyla göremediği noktaların bir bölümü şunlar: Bu ‘Asya değerleri’ görüşünün altyapısında, Asya toplumlarını uyum toplumu olarak gören egemen yansıbilim (psikoloji) ve siyasetbilim yaklaşımları var. Bu egemen bakışlar, Çin, Vietnam ve Nepal devrimlerini; Asya’nın yakın geçmişindeki bağımsızlık hareketlerini ve günümüzde Çin, Güney Kore, Hindistan vö. ülkelerdeki başkaldırıları yoksayıyor. Oysa yalnızca bunları incelemek bile, Asya toplumlarının uyum toplumları olmadığına kanıttır. Zaten Asya toplumları uyum toplumları olmadığı için, Çin ve Singapur devletleri, yetkeciliği, bir Asya değeri diye yutturmaya çalışıyor. Gerçekte, uyum toplumu kavramına en uygun toplumlar, Avrupa toplumlarıdır: Bu toplumlarda neredeyse hiç bir zaman, sertlikle hükümet değişimi olmadığı gibi, hükümet kararlarında az-çok uzlaşma ve oydaşım (consensus) aranmaktadır. Üstelik, AB(D), Çin ve genel olarak Asya için demokrasi ve özgürlükleri savunur görünse de; içten içe bu yetkeci Asya değerleri kavramını destekliyor, çünkü baskıcı bir Çin, AB(D) sermayesinin işine geliyor. Şöyle ki, çok düşük ücretle çalıştırılan milyonlarca işçinin büyük çapta ayaklanmasını engelleyen temel neden, Çin devletinin baskıcılığıdır. Çin’de demokrasinin %1’i olsaydı, işçilerin hak araması kolaylaşacak, ücretler bir bir arttıkça AB(D) sermayesi, kazancını ençoklayamamaya başlayacaktı. Zaten bunları yazsaydı, kimse Nobel vermeyecekti Sen’e... İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (58): Büyüme fetişçiliğine karşı. Evrensel Hayat Eki, sayı 219, 14 Eylül 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=37307 Sen, A. (1998). Human rights and Westernizing illusion. the Harvard International Review, 20(3). Sen, A. (1997). Human rights and Asian values: what Kee Kuan Yew and Le Peng don’t understand about Asia. The New Republic, 217(2-3), 33-41.

Page 263: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

263

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (73): Asya’da Kadın Olmak Dünya Ekonomik Forumu, geçtiğimiz günlerde Küresel Cinsiyet Uçurumu Yazanağı’nı (Rapor) yayınladı. Yazanak verileri, Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Emek Örgütü gibi uluslararası kuruluşların 130 ülkeyle ilgili verilerinin derlenmesinden oluşuyor. Çalışmada herbiri alt dallara ayrılmak üzere 4 altölçek var: 1) Ekonomik Katılım ve Fırsat (kadının işgücüne katılımının erkeğinkine oranı; benzer iş için kadın ve erkek arasındaki ücret eşitli ği oranı; kadın gelirinin erkek gelirine oranı; kadın yasa-koyucuların, üstdüzey görevlilerin ve yöneticilerin erkek denklerine oranı, kadın beyaz yakalıların vve kılgısal (teknik) çalışanların erkek denklerine oranı) 2) Eğitim Düzeyi (kadın okuryazarlığının erkek okuryazarlığına oranı; kadınlarla erkeklerin ilköğretime kayıt oranı; kadınlarla erkeklerin ortaöğretime kayıt oranı; kadınlarla erkeklerin yükseköğretime kayıt oranı) 3) Siyasal Erklendirme (Empowerment) (kadın milletvekili oranı; kadın bakan oranı; kadın başbakan ve devlet başkanı oranı (son 50 yıl)) 4) Sağlık ve Varkalım (Survival) (kadınlarla erkeklerin beklenen ömür oranı, doğumlarda cinsiyet oranı). Dünya genelinde kadın-erkek eşitli ğine hergün daha çok yaklaşıldığı düşünülüyor. Ancak, özellikle ekonomik katılım ve fırsat, ve siyasal erklendirmede hala büyük eşitsizlikler var. Asya ülkelerinin sıralaması şöyle: Yeni Zelanda (5), Filipinler (6), Sri Lanka (12), Avustralya (21), Moğolistan (40), Kırgızistan (41), Tayland (52), Çin (57), Vietnam (68), Singapur (84), Tacikistan (89), Bangladeş (90), Maldivler (91), Endonezya (93), Kamboçya (94), Malezya (96), Japonya (98), Brunei (99), Güney Kore (108), Hindistan (113), İran (116), Nepal (120), Pakistan (127). (Bu arada, Küba, 25.; ABD, 27.; Türkiye, 123.; Suudi Arabistan’sa 128. sırada.) Eğitim düzeyinde, Avustralya, Maldivler, Moğolistan ve Filipinler, dünya birincisi olan 24 ülke içinde. Sağlık ve varkalımda, Kamboçya, Kırgızistan, Moğolistan, Filipinler ve Tayland, dünya birincisi olan 36 ülke içinde. Siyasal erklendirmede, Sri Lanka (5), Yeni Zelanda (6), Bangladeş (13), Filipinler (22) ve Hindistan (25), sıralamanın başındalar. Bangladeş, çoğunluğu Muhammedci olan ülkeler içinde bu sıralamada en yukarıda olan ülke. O’nu Endonezya izliyor. Diğer Muhammedci çoğunluk ülkeleri ise, sıralamanın en altında. Yazanak, ayrıca kadın/erkek işsizliği oranı ve ilköğretimde, ortaöğretimde ve yükseköğretimde kadın öğretmen oranı gibi ek veriler de sağlıyor. Ancak, burada şu gerçek gözden kaçıyor: Kadınlara düşük ücret verildiği sürece, kadın işsizliği düşecektir çünkü kadın, ataerkil toplumda ucuz işgücü oluyor ve bu düzende, öğretmenlik, düşük gelirli bir iş olduğu sürece, kadınlar öğretmenliğe yöneltilmektedir. Dolayısıyla, kadın işsizliğinin düşüşü ve kadın öğretmenlerin oranının yüksekliği, kadın-erkek eşitli ğinin bir göstergesi sayılamaz. Aynı biçimde,

Page 264: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

264

bir ülkede kadın devlet başkanı, başbakan, bakan, milletvekilinin varlığı ve bunların tarihsel olarak sayısı, tek başına kadın-erkek eşitli ğinin bir göstergesi sayılamaz çünkü bu görevlere birçok ülkede, kadın gövdeli erkek kafalı birçok kadın geliyor. Asıl gösterge, eşit ücret ve işle ilgili diğer göstergeler olmalıdır. Ne yazık ki, Dünya Ekonomik Forumu’nun oluşturduğu bu gösterge, kapsayıcı olmaktan uzak. İçermediği bir çok konu var. Örneğin, kadın seks işçiliği. Yazanakta, birtakım ek veriler var ama göstergenin sayımlanmasında kullanılmış değiller. Göstergeye girmemiş iki önemli konu, ortalama evlenme yaşı ve kadın başına doğurganlık. Ortalama evlenme yaşında Asya’da büyük bir çeşitlilik var: Avustralya (29), Bangladeş (19), Çin (23), Endonezya (23), Filipinler (24), Hindistan (20), İran (22), Japonya (29), Kamboçya (22), Kazakistan (23), Kırgızistan (22), Malezya (25), Moğolistan (24), Nepal (19), Özbekistan (21), Pakistan (21), Singapur (27), Sri Lanka (25), Tacikistan (21), Tayland (24), Vietnam (22), Yeni Zelanda (25). (Türkiye’de ortalama evlenme yaşı 22 ve ABD’de 26). Dünyada en yüksek ortalama evlenme yaşı, İsveç’te (32) ve en düşük ortalama evlenme yaşı, Çad, Mali ve Mozambik’te (18). Asya’da kadın başına doğurganlıkta da büyük çeşitlilik var: Avustralya (1.8), Bangladeş (2.9), Brunei (2.4), Çin (1.7), Endonezya (2.2), Filipinler (3.3), Güney Kore (1.2), Hindistan (2.9), İran (2), Japonya (1.3), Kamboçya (3.3), Kazakistan (5), Kırgızistan (2.5), Maldivler (2.6), Malezya (2.7), Moğolistan (1.9), Nepal (3.4), Özbekistan (2.6), Pakistan (3.6), Singapur (1.3), Sri Lanka (1.9), Tacikistan (3.5), Tayland (1.8), Vietnam (2.2), Yeni Zelanda (2). (Türkiye’de kadın başına doğurganlık oranı 2.3, Küba’nınki 1.5 ve ABD’ninki 2.1). Dünyada en yüksek kadın başı doğurganlık oranı, Uganda’da (6.6); en düşük doğurganlık oranı, Belarus, Çek Cumhuriyeti, Güney Kore, Polonya, Slovakya ve Ukrayna’da (1.2). Ortalama evlenme yaşının ve kadın başı doğurganlık oranının kadın hakları için önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. İlgilisine Kaynak Hausman, R., Tyson, L. D. ve Zahidi, S. (2008). The global gender gap report. İsviçre: World Economic Forum.

Page 265: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

265

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (72): Darbeler Ülkesi Bangladeş 29 Aralık 2008’de yapılacak seçimle yeni bir yön alması beklenen Bangladeş siyaseti, Türkiye siyasetine, tümüyle olmasa da çok benziyor: En büyük iki parti, İslamcılar’la yakın ilişkileri olan Bangladeş Ulusalcı Partisi (BUP) ve daha solda duran, laik Bangladeş Halk (Avam) Partisi (BHP). BUP’un İslamcılar’la yakın bağları olsa da, 2005’te BUP, iki İslamcı partiyi kapattırdı. 1947’de Hindistan, din farkı gerekçe gösterilerek, Britanyalı sömürgecilerce Hindistan ve Pakistan olmak üzere ikiye bölünürken, doğuda kalan Bangladeş, Pakistan’ın bir parçası oldu; Bangladeş, o zamanlar ‘Doğu Pakistan’ olarak adlandırılıyordu. Ülke, bağımsızlık savaşımı sonucu, Hindistan’ın doğrudan asker desteğiyle bağımsız oldu. Savaşım önderi ve yeni ülkenin kurucusu, Şeyh Mucibur Rahman (1920-1975) idi. Mucib, 1972’de ilk anayasaya imza attı ve kurduğu Bangladeş Halk Partisi’nin 4 oku, ulusalcılık, laiklik, toplumsalcılık (sosyalizm) ve demokrasi idi. BHP, büyük bir çoğunluk oyuyla iktidar olmuştu. Mucib, birçok işletmeyi kamulaştırdı, toprak reformu yaptı. Ancak, son zamanlarında, İslamcılar’ın desteğini kazanabilmek için, içki üretimi ve satışını yasakladı. 1975’te kendini ömürboyu devlet başkanı ilan etti. Mucib ve ailesi (iki kızı dışında), 1975’te askerler tarafından öldürüldü. Bu kıyımda CİA’nın parmağının olduğunu düşünenler var. Bangladeş, Mucib’in öldürülüşünden 1991’e dek, bir darbeler ülkesi oldu. Kendisinden sonra gelenler, Bangladeş-İslam bireşimini benimsedi; toplum, İslamcılaştırıldı ve toplumsalcılık da çöpe atıldı. 1975’te yönetimi Genelkurmay Başkanı Ziya ür Rahman (1936-1981) aldı; sıkıyönetim ilan ettikten sonra, 1978’de Bangladeş Ulusalcı Partisi’ni kurup %76 oyla başa geçti. Ziya da, 1981’de askerler tarafından öldürüldü. Ondan sonra, 1982’de Genelkurmay Başkanı Hüseyin Muhammed İrşat (d.1930) başa geçti. 1986’da çeşitli anayasal hakların geri verilmesinin ardından, yeni bir seçim yapıldı. (İrşat da, Catiya (Ahali) Partisi’ni kurdu; bu parti, son seçimde %7.25’le en yüksek oy alan 3. parti.) 1986’daki seçimin en önemli özelliği, günümüzdeki Bangladeş siyasetinin temel kişiliklerinin ve kutuplarının üç aşağı beş yukarı belirlenmiş olmasıdır: BUP, Ziya’nın dul eşi Halide Ziya (d.1945) tarafından yönetilirken; Bangladeş’in kurucusu olan Şeyh Mucibur Rahman’ın ailesinden sağ çıkan iki kişiden biri olan kızı Şeyh Hasina (d.1947), BHP’nin başına geçti (*). Bundan sonra gelecek yıllarda Bangladeş siyaseti, bu iki demir kadının çekişmesiyle eşanlamlı olacaktı ve hala da öyle. 1990’da, Bangladeş’in kısa tarihinde ilk kez, bir devlet başkanı, İrşat, yaygın gösterilere dayanamayarak kendi isteğiyle görevinden ayrıldı. 1991’de İrşat, rüşvet suçlamasıyla hapse atıldı; 1997’e dek çıkamadı; ilerleyen yıllarda Yargıtay, tutuklanmasını yasadışı bulduysa da artık çok geçti. İrşat’ın düşüşünün bir diğer nedeni, Sovyetler’in çöküşünden sonra, AB(D)’nin İrşat gibi toplumsalcılık düşmanı bir askere gerek duymamasıydı. Toplumsalcılık zaten güçten düşmüştü. 1991, Bangladeş için dönüm noktası oldu: 1991-1996 arası Halide Ziya, 1996-2001 arası Şeyh Hasina ve 2001-2006 arası yeniden Halide Ziya başbakan oldu. 2006’da yapılması tasarlanan seçimler yapılamadı; geçici hükümet, birbirlerine saldırarak, Bangladeş’in aynı sığ sularda boğulmasına neden olan bu iki yöneticiden, Şeyh

Page 266: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

266

Hasina’dan ve Halide Ziya’dan kurtulmanın peşinde; ikisine de siyaseti yasaklamak için yollar aranıyor. İkisi de, öncülleri İrşat gibi, rüşvet ve vergi kaçırma suçlamalarıyla karşı karşıya; ikisi de bu suçlamalar nedeniyle hapse girdi çıktı. Sonuç şu: Bangladeş’in bağımsızlığı kimseye mutluluk getirmiş değil hala... Ülke, Pakistan’ın ya da Hindistan’ın bir parçası olsaydı, belki daha süreğen bir yönetim olacaktı... Ülkenin büyük partilerinin yoksulları umursadığı da yok elbette... Yıllar, boşuna akıp gidiyor. (*) 1972’deki ilk anayasa, Meclis’te kadınlar için 15 ek koltuk eklenmesini yasalaştırdı; ilerleyen yıllarda da bu uygulama, koltuk sayısı 45’e çıkartılarak sürdü. Bu çaba iyi niyetli olsa da, kadınların koşullarını iyileştirip iyileştirmeyeceği tartışılır; çünkü ataerkil yapı dağıtılmadıkça, bu koltukları, erkeklerin çıkarını kendi çıkarı gibi gören kadınlar dolduruyor. Yani gövdeleri kadın; akılları erkek kadınlar... Asya’da (özellikle ölen) bir siyasetçinin eşinin ya da kızının siyasete soyunması yaygın. 10 Asya ülkesinde (Sri Lanka, Filipinler, Pakistan, Hindistan, Bangladeş, Endonezya, Myanmar, Malezya, Güney Kore, Japonya), 13 örnek var. Bunlar, ataerkil yapının kırılmasından çok, demokrasiden hanedanlığı anlamanın belirtileri gerçekte... Suikaste kurban giden 4. başbakanın eşinin 3 kez başbakan olduğu; kızının da devlet başkanı olduğu Sri Lanka özellikle incelenmeye değer. Üstelik, 1994-2000 arası, anne-kız, ülkeyi birlikte yönetti! (ayrıntılar için bkz. Gezgin 2008) İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2008). Asya’da kalkınma ve kadın.

Page 267: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

267

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (71): Asya Partileri Asya’nın 33 ülkesindeki oy dağılımları büyük çeşitlilik gösteriyor. Bu yazıda çeşitli Asya ülkelerine bu açıdan yaklaşalım. Nepal Federal Demokratik Cumhuriyeti’ndeki dağılım şöyle: Nepal Komünist Partisi (Maocu) (%30.52), Nepal Kongre Partisi (%22.79), Nepal Komünist Partisi (Birleşik Marksçı-Leninci) (%21.63). Geçtiğimiz aylarda krallığı kaldırıp seçimlere giden Nepal’de kayıtlı olan 74 parti var; böylece 400,000 kişiye bir parti düşüyor. Yukarıdaki yüksek oy alan partiler dışında, Nepal Komünist Partisi (Marksçı-Leninci), Nepal Komünist Partisi (Birleşik), Nepal Komünist Partisi (Marksçı) ve Nepal Komünist Partisi (Birleşik Marksçı) gibi benzer adlı ayrı ayrı partiler de bulunmakta. İnsan, seçmenlerin bu partileri nasıl karıştırmadığına hayret ediyor. Maocular’ın iktidar, Leninciler’in muhalefet olduğu Nepal dışında, komünist partilerin etkili olduğu 3 Asya ülkesi var: (Etki sırasına göre) Tacikistan, Hindistan, Japonya. Dağılımlar şöyle: Tacikistan Cumhuriyeti: Tacikistan Halkın Demokrasi Partisi (%64.5), Tacikistan Komünist Partisi (%20.63), Tacikistan İslami Yenidendoğuş Partisi (%7.48), Demokratik Parti (%7.36). Tacikistan, Orta Asya’da, komünist partinin hala –az da olsa- söz sahibi olduğu tek eski Sovyet ülkesi olarak ayrıca incelenmeye değer. Hindistan Cumhuriyeti: Hint Ulusal Kongresi (%26.53), Hint Halk Partisi (%22.16), Hindistan Komünist Partisi (Marksçı) (%5.66), Bahucan Samac Partisi (%5.33), Sosyalist Parti (%4.32), Telugu Toprak ve Halk Partisi (%3.04), Ulusal Halk Partisi (%2.41), Halk Partisi (Birleşik) (%2.35). Yeri gelmişken belirtelim: Hindistan’da 200’ü aşkın parti var. Herhalde dünyanın en yüksek sayıda partisine sahip ülkesi olmalı. Bu partilerin simgeleri de oldukça yaratıcı ve ilginç: Örneğin Sosyalist Parti’nin simgesi bisiklet. Hindistan’daki partileri ayrı bir yazıda ele alacağız. Japonya: Japon Demokratik Partisi (%39.5), Serbestçi (Liberal) Demokratik Parti (%28.1), Temiz Hükümet Partisi (%13.2), Japonya Komünist Partisi (%7.5), Sosyal Demokratik Parti (%4.5). Ayrıca, Moğolistan’da en yüksek oyu alan partinin ‘Moğolistan Halkın Devrimci Partisi’; üçüncü olan partininse ‘Sivil İrade Partisi’ olması dikkat çekici. Bunlar dışında, çeşitli Asya ülkelerinde anmaya değer dağılımlar ve partiler var: Kamboçya Krallığı: Kamboçya Halk Partisi (%58.11), Sam Rainsy Partisi (%21.91), İnsan Hakları Partisi (%6.62), Norodom Ranariddh Partisi (%5.62), Funcinpec (%5.05). İkinci parti Sam Rainsy, partinin (yaşayan) önderinin adı. İnsan hakları üstünden parti kurmak, Kamboçya için olduğu kadar Türkiye için de önemli. Temel insan haklarının olmadığı tüm ülkelerde bir İnsan Hakları Partisi’ne büyük gereksinim var. (Hatta

Page 268: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

268

Türkiye’de yapay gündemlerden ve eski etiketlerden arınmış bir ‘Dar Gelirliler Partisi’ kurulsa, herhalde ençok oyu o alırdı.) Norodom Partisi, Kamboçya kralının adını taşıyor. Funcinpec adı ise oldukça garip: Funcinpec, ‘Bağımsız, Tarafsız, Barışçıl ve Eşgüdümsel Kamboçya için Ulusal Birleşik Cephe’nin Fransızcası’nın baş harflerinden oluşuyor! Tayland Krallığı: Halkın Gücü Partisi (%36.63), Demokrat Parti (%30.3), Tay Ulus Partisi (%8.87), Anavatan için Partisi (%9.19), Tarafsız Demokratik Parti (%5.36), Tay Birleşik Ulusal Kalkınma Partisi (%4.73), Kralcı Halkın Partisi (%2.27). Halkın Gücü Partisi, bugün rüşvetçi olduğu gerekçesiyle protesto edilen, hükümeti protestocular tarafından kuşatılan parti. Bu partinin 2007’deki askeri darbeden önceki öncülünün adı, Tay Tay’ı Sever Partisi idi. Sanıldığının tersine, eylemciler, gerçekten demokrasi yanlısı değiller. Büyük çoğunluğu kralcı. Zaten, eylemlerin iki temel nedeninden biri, hükümetin kral-karşıtı değerlendirmeler yaptığı iddiaları idi. Yani gerçekte bugün Tayland’da gördüklerimiz, V. Abdülhamit (II.’den sonra çokçası geldi) yanlılarının Meclis-i Mebusan’ı basması türünden bir olay. Bu konu, üstüne ayrı bir yazı yazmayı gerektiriyor. Britanya’nın eski sömürgelerinden Avustralya ve Yeni Zelanda’nın siyaseti, Britanya’nınkinin bir eşlemi (kopya). Temel çekişme, İşçi Partisi ile ‘bırakınız yapsınlar’cı tutucular arasında. Dağılımlar şöyle: Avustralya: Avustralya İşçi Partisi (%43.38), Avustralya Serbestçi (Liberal) Partisi (%36.61), Avustralya Yeşilleri (%7.8), Avustralya Ulusal Partisi (%5.49), Önce Aile Partisi (%1.99). Yeni Zelanda: İşçi Partisi (%41.1), Ulusal Parti (%39.1), Önce Yeni Zelanda Partisi (%5.72), Yeşiller (%5.3), Birleşik Gelecek Partisi (%2.67), Maori (Yerli) Partisi (%2.12). Son olarak, Asya’nın genelinde, bir diğer dikkat çekici nokta; Avrupa’da geçmişte olduğu gibi, anakara ulusalcısı partilerin olmayışı. ‘Anakara ulusalcısı’ derken, Avrupalılığı bir üst-ulus olarak gören partilerden söz ediyoruz. Aynı biçimde, AB sürecinde Avrupa ve çevresinin her ülkesinde mantar gibi büyüyen AB’ci partilere benzer, Asya-Birlikçi partileri de görmüyoruz. Asya’nın bütünleşme çabaları yaygınlaştıkça belki Asya’da da birlikçi partilerin yaygınlaşmasını göreceğiz.

Page 269: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

269

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (70): Sermayeci ‘Psikoloji’, ‘Hasta’ Japonlara Karşı Japonya, hep özkıyım (intihar) eğilimli bir ülke olarak görülür. Çünkü Japon tarihinde samurayların ele geçmektense kendi canlarına kıymalarının (harakiri) onurlu bir davranış olarak görüldüğünü (oysa bu, ele geçen samuraylara en ağır işkencelerin yapıldığı düşünüldüğünde, onurlu bir davranış değil; kendini kurtarma davranışı olarak görülmeli) ve 2. Paylaşım Savaşı’nda Japon pilotlarının uçaklarını özkıyım bombası olarak kullandığını (kamikaze) biliriz ve Japonya’da özkıyım yaygınlığını, ekinsel (kültürel) etmenlere bağlarız. Bu yazıda, bu görüşü gözden geçireceğiz. Geçen yıl Japonya’da her gün yaklaşık 100 kişi kendi canına kıydı. Özkıyımların büyük bir bölümünü 60 yaş üstü kesit oluşturuyor (%36.6). Bu yaş diliminin özkıyım nedeni, hastalık ve borç. Birçok yorumcu, yaşlı özkıyımlarının artışını, toplumsal güvenceyle ilgili kamusal yatırımların kesilmesine ve geniş aile yapısının sönümlenmesine bağlıyor. Yaşlılar, gereken düzeyde sağlık hizmeti alamıyorlar. Gerçekte, yaşlı özkıyımlarının sorumlusu, yaşlıları yazgılarına terkeden yeni-serbestçi (neo-liberal) siyasalardır. Özgürlük yalanıyla sermaye düzenine açılan, kamu mülkleri talan edilen eski Sovyet ülkelerinde (örneğin, Rusya, Ukrayna ve Baltık ülkeleri), özkıyım oranlarının Japonya’dakinden de yüksek oluşu, bu görüşe önemli bir destek sağlıyor. Eski Sovyet ülkelerindeki yüksek özkıyım oranı, ayrıca, “Japonya’da yüksek özkıyım oranı, ekinden (kültür) ileri geliyor” biçimindeki yaygın kanıyı da suya düşürüyor. Elbette, samuray geleneğinde özkıyım var ve Japonya’nın ana dinleri Şintoculuk ve Budacılık, dünyanın diğer çoğunluk dinlerinin tersine, özkıyımı yasaklamıyor. Ekin, en önemli etki olsaydı; en yüksek özkıyım oranlarının Japonya’da olması gerekirdi. Asıl nedenin tutumyapısal (ekonomik) olduğunu düşünenler, şu gerçeklere dikkat çekiyor: 1990’larda Japon tutumyapısının kötüye gitmesiyle özkıyım oranlarında artış gözlemleniyor. Bir kere, kendi canına kıyanların yarısı işsiz. Özkıyım notlarının beşte birinde, parasal sorunlar dile getiriliyor. Hatta kimileri, kendi canına kıyarak, geriye kalan aile üyelerinin sigortadan para alabilmesini sağlıyor. Bunlar yaygınlaştığı için, bu ‘özkıyım kayıpları’nı azaltmak üzere, sigorta şirketleri, özkıyımdan sonra ödemeyi 2-3 yıl geciktiriyor. Ayrıca, metroda ya da demiryolunda kendi canına kıyanların ailelerinden, temizlik ve yaratılan rahatsızlık için para ödemeleri isteniyor! Japonya’da yüksek özkıyım oranı, devletçe, son yıllara kadar bir sorun olarak görülmüyordu; çünkü tutumyapısal düşüş (recession) ile özkıyım oranı arasında anlamlı bir ilişkiye raslanmıştı: İşsizlik arttıkça özkıyım artıyordu. İşsizlikle mücadele ettikçe, özkıyım oranı da düşecekti. Ancak son yıllarda, özkıyım oranlarında, tutumyapısal düşüşten bağımsız olarak artış gözlemlendi. Yükselen özkıyım oranları, özellikle yaşlılardaki özkıyımlardan kaynaklandığına göre, yükselen özkıyım oranları ile yeni-serbestçi (neo-liberal) siyasalar arasında bir ilişki olduğu söylenebilir. Yaşlılar, işgücü içinde sayılmadıkları için, işsizliğin artışı ya da düşüşü onları doğrudan etkilemeyecektir. Japon devleti ise, yüksek özkıyım oranını ağbağda (internet) özkıyımla ilgili bilgilerin yaygınlığına bağlıyor! Buna bağlı olarak, devletin önerdiği ilk çözüm, ağbağla ilgili. Devletin ikinci çözümü, metro ve tren önüne atlayarak kendi canına kıymanın

Page 270: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

270

yaygınlığına odaklanıyor: Metro raylarının iki yanına ‘özkıyım önleyici’ engeller konmuş durumda. Ayrıca, demiryollarına, insanların kendi canlarına kıyarken yüz ifadelerini görerek vazgeçmelerini sağlamak üzere büyük aynalar konmuş durumda. Devletin üçüncü çözümü, daha fazla yansıbilimsel (psikolojik) yardım sağlamak. İşte sermaye düzeninin yansıbilimi çıkarlarına alet edişinin bir başka örneği: Sen insanları sömür, aşırı çalıştır, ölsünler; hala yaşıyorlarsa, kredi borcuna boğ, yaşlandıklarında sağlık hizmetini kıs, borçlarını kabart ha kabart, ondan sonra da yansıbilimcilere at topu. Nedeni kişisel olmayan bir sorunu, yansıbilimci ne kadar çözebilir?!.. Gezgin (2008)’de belirttiğimiz gibi, Amerikancı ve sermayeci yansıbilime karşı, ezilenlerin yansıbilimini kurmak gerekiyor. Sermayenin çıkarlarına değil insanlığın çıkarlarına hizmet eden bir yansıbilim! (Sonnot: Bu yazıda, yaşlı özkıyımlarına odaklandık. Yine de, Japonya’da genç özkıyımları ve toplu özkıyımlar da elbette yaygın. Ama büyük resimdeki orana bakılırsa, bunların sayısı daha az. Fakat medyada bunlar daha çok yer alıyor çünkü gencecik bir insanın özkıyımı, bir ortayaşlının özkıyımından daha çarpıcı geliyor. Aynı biçimde, bu yazının, “bütün özkıyımlar, yeni-serbestçi siyasalardan kaynaklanıyor” gibi bir tezi yok. Yazının özeti: Japonya’da artan özkıyım oranı, ekinle açıklanamaz. Bu, yaşlılarda özkıyımın artmasından ileri geliyor. Bunun sorumlusu da, yeni-serbestçi siyasalardır.) İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (63): Amerikancı ‘psikoloji’ Asyalı ‘böcek’lere karşı. Evrensel Hayat Eki, sayı 220, 21 Eylül 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=37654

Page 271: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

271

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (69): Or’da, Bir Halk Var Uzakta! Bir ülke düşünün ki, bu ülkede 5 milyon insan, komünist partiye oy veriyor olsun (ve bu partinin 400,000 üyesi olsun) ve 5 milyon insan, şunları savunsun: Sorunlara askeri değil siyasal çözüm. Ülkedeki ABD üslerinin kapatılması. Ülkenin orducu tarihinin ve kanlı savaşlarının simgesi olduğu için milli marşın ve bayrağın değiştirilmesi. Ülkenin geçmişteki savaş suçları nedeniyle özür dilemesi. İşte bir parti, bunları savunmasına karşın 5 milyon oy alıyor. Ülkede ilk toplumsalcı (sosyalist) dernek, 1896’da kuruluyor. 1901’de ise ilk toplumsalcı parti kuruluyor. 1920’de ilk 1 Mayıs yürüyüşü yapılıyor. Bu ülkenin ortaklaşmacı (komünist) partisi ise, 1922’de kuruluyor. Bu ülke; Japonya! 2. Paylaşım Savaşı’nda 3 milyon Japon ve (Japon ölümlerini dışarıda bırakmak üzere) 20 milyon Asyalı öldürüldü. Bu 23 milyon ölünün ardında, elbette Japon imparatorluğu ve sömürgeciliği vardı. Japonya’nın en vahşi sömürgeciliği sürdürdüğü 20. yüzyılın ilk yarısında Japonya Komünist Partisi (JKP), o zamanlar Japonya’nın sömürgesi olan Kore ve Tayvan için kendi yazgısını belirleme hakkını savunuyordu. JKP, 2. Paylaşım Savaşı sonrası Japonya’nın ABD tarafından işgal edilmesine ve Japonya’nın hala bir ABD sömürgesi oluşuna karşı çıkıyor. Parti, Japonya’nın son zamanlardaki askerselleşmesini ABD çıkarlarına bağlıyor. ABD’ye bağımlı bir Japonya ordusu, Amerikan çıkarlarına daha uygun. Japonya’da hala 130 Amerikan üssü var; Okinawa’daki üs, Asya’daki ABD üslerinin en büyüğü. Ayrıca, JKP vekilleri, meclisi İmparator açtığı için, meclis açılışlarını boykot ediyor. “İktidara gelirsek imparatorluğu kaldıracağız” diyorlar. JKP, Japonya’daki emekçilerin içler acısı durumuna dikkat çekiyor: Avrupa’daki durumun tersine, çalışma saatleri uzun; işyükü ağır; emekçiler uzun saatler çalışmaya zorlandıklarından, ‘karoşi’ olarak adlandırılan aşırı çalışma nedeniyle ölümler yaygın (bkz. Gezgin, 2007) ve işten çıkarılma ile ilgili bir düzenleme bulunmuyor. JKP’ye göre ‘Japon mucizesi’ tam da bu koşullara dayanıyor. Ayrıca yüksek gelirli ülkeler içinde Japonya, toplumsal güvence türü temel kamu yatırımlarının en düşük oranda gerçekleştiği ülke. JKP, ‘sömürü özgürlüğü’ne son vereceğini söylüyor. Bu yazıdan “JKP’nin her dediği doğrudur” türü kör bir görüşümüz olduğu sonucu çıkarılmasın. Örneğin, JKP’nin Gürcistan-Rusya Savaşı ile ilgili açıklamasında ABD’den bir kez bile söz edilmiyor. JKP’nin çizdiği, işgalci Rusya-mağdur Gürcistan resmi. Gürcistan’ın bölgedeki ABD çıkarlarının bir temsilcisi olduğu, savaşın asıl nedeninin enerji olduğu, iki tarafın da haksız olduğu gibi oldukça açık gerçekleri göremeyen, ama kendi ülkesinde Amerikan egemenliğine karşı çıkan JKP’nin sağlam bir kuramsal temeli olmadığı ortaya çıkıyor. Diğer konulardaki siyasalarının da, bu kuramsal zayıflıktan etkileneceği kuşkusuz.

Page 272: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

272

Partinin, siyasetini ML üstünden de sınıf üstünden de kurmadığını görüyoruz. Partinin çizgisi, tekelci burjuvaziye karşı, küçük ve orta burjuvaziyi de içermek üzere en geniş cepheyi oluşturmaya dayanıyor. Bir işçinin çıkarıyla küçük/orta burjuvazinin çıkarının uyuşmayacağı açık. Ancak, JKP, önüne ilk hedef olarak demokratik devrimi koyduğundan, bu uyuşmazlık yerine, tekelci burjuvaziyle tüm ‘ötekiler’ arasındaki çelişkiye odaklanıyor. Parti, üretim araçlarının kamulaştırılmasını da açıkça savunmuyor; karma tutumyapıdan yana bir çizgide. JKP’nin hemen hemen tüm tezlerini sosyal demokrat partiler de söylüyor. İşte tam da bu nedenlerle, partinin ‘komünist’ olarak adlandırılması doğru değil. JKP’ye oy verenlerin kesitlerini incelemeden bu konuda daha fazla değerlendirmede bulunmak zor. Savaştan hemen sonraki yıllarda, umutvar olan parti, JKP değil, Japonya Sosyalist Partisi (JSP) idi. JSP, 1947’de, savaş sonrası ilk seçimde kısa bir süre için iktidar bile olmuştu. (Yeri gelmişken, Japonya’da kadınlara seçme ve seçilme hakkının 1947’de verildiğini belirtelim.) JSP, 1958’de %32.9 oy aldı. Japonya’da toplumsalcı devrim yakındı. Yıllar geçtikçe, JSP, bölündü de bölündü. 1986’da oyu, %17.2’ye düştü. 1990’da, yeni kadın önderi ile %24.4’lük bir çıkış yaptı. Ne olduysa ondan sonra oldu: Sovyetler’in dağılmasıyla JSP de dağıldı. Önce adını değiştirip ‘Sosyal Demokratik Parti’ yaptı; üstüne de, toplumsalcılıktan vazgeçtiğini açıkladı. Sendikalara dayanan JSP’nin tabanı, bu nedenle partiden koptu. Bugün bu partinin yalnızca birkaç milletvekili var. JKP, yerinde yeller esen JSP’nin oylarının bir bölümünü alıyor bugün. Gerisi, berhava... Öyle ya da böyle, devlet insanları ile iş insanlarının (‘devlet adamı/kadını’ ve ‘iş adamı/kadını’ anlamında) içiçe olduğu; birbirlerinden kız alıp kız verdiği (erkek alıp erkek verdiği); kimin elinin kimin cebinde olduğunu bırakın, hangi elin kimin eli olduğunun bile belli olmadığı Japon sermaye düzeni, yoluna devam ediyor JKP’yle ya da JKP’siz... İlgilisine Ek Kaynak Gezgin, U. B. (2007). Karoşi: Japonya’nın kalkınmasının altındaki kanlı gerçek. ‘Asya yazıları’ içinde, s.104-106. İzmir: Ara-lık Yayınevi.

Page 273: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

273

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (68): ‘Amerika Birleşik Sosyalist Devletleri’ ‘Amerika Birleşik Sosyalist Devletleri’... Gazeteci William Pesek, ABD’deki tutumyapısal (ekonomik) çöküşü böyle adlandırıyor. Bu yazıda bir yandan bu sözün yanlışlığını ortaya serecek, bir yandan da çöküşün Asya için anlamını ele alacağız. Olan ne? Küresel sermayenin simgeleri bir bir batıyor –daha doğrusu, patronların cebini daha çok doldurmak için, batırılmış gibi gösteriliyor- ve/ ya da ABD tarafından devralınıyor. Pesek’in sosyalizmin bir karikatürünü sunduğu çok açık. Sosyalizm, batık kurumları devletin devralması değildir. Devlet, batık ve batık olmayan kurumları tümden devralsa, yine ‘sosyalist’ olarak adlandırılamaz. Bu örnekte, bir devleti ‘sosyalist’ yapan, bankaları halk yararına devralıp almadığıdır. Aynı nedenle, ünlü bir haberalmacı (istihbaratçı), “ABD, çıkarına uygunsa komünist de olabilir” dediğinde, komünizmin bir karikatürünü sunmaktaydı. Çünkü komünizm, ABD’nin egemenlerinin çıkarına tümüyle ters bir yönetimdir. Ancak, bu iki yorumda da, önemli ve dikkat çekici varsayımlar var: Pesek’in görüşü, aslında, kendisinde bulunan sosyalizm karikatürüne değil; ABD egemenlerinde ve çoğunluğunda bulunan karikatüre dikkat çekiyor. ABD’nin resmi görüşlü tutumbilimcilerine (iktisatçı) sorarsanız, devletin piyasalara küçücük bir müdahalesi bile sosyalizmdir. Serbest piyasa ve serbest ticaret, onlara göre, tüm sorunların çözümüdür; devlet, sorun çözücü değil, sorun yaratıcıdır; devletin düzenlemeleri arttıkça, yurttaşlar özgürlüklerini yitirir ve devletin kölesi konumuna düşer. Oysa, bu tutumbilimciler, ‘devlet köleliği’nin seçeneği olarak ‘şirket köleliği’ni önererek, özgürlükten ne anladıklarını göstermiş oluyorlar. Aslında onların istedikleri, varsılların daha çok özgür olması. İşte bu nedenle, ‘neo-liberalizm’i ‘yeni-serbestçi’, ‘liberter’i ise ‘özgürlükçü’ olarak çevirmek gerekiyor. Serbestlik (serbest piyasa, serbest ticaret vb) ile özgürlük (özgür düşünce, özgür tutsak) farklı kavramlar. Serbestlik, insanları şirketlerin açgözlülüğüne terketmektir. ‘Özgürlük’ gibi yüce bir kavram bu biçimde kirletilmemeli. Hele dev şirketler battığında, onbinlerce işten çıkarılana karşın, başyöneticilerin (CEO) milyon dolarlık aylıklarıyla mutlu mesut yaşadıkları anımsanırsa, ‘özgürlük’ kavramının kirletilmesi, daha da can yakıcı oluyor. İkinci yoruma gelirsek, ikinci yorum, ABD’nin çıkarları uğruna herşeyi yapabileceği düşüncesini varsaymaktadır ki bu, tümüyle doğrudur. ‘Serbest piyasa’ savunuculuğu yapıp dünyanın öbür ucuna asker de gönderir; kurumları batırır, devralır vb. ABD, büyük güç olmanın şımarıklığıyla, Asya’ya, Afrika’ya ve Güney Amerika’ya hep kendini örnek olarak dayattı. Başka ülkeler hep geri kalmıştı, ABD ileri idi. Neden? Çünkü ABD’de serbest piyasa vardı. Milyonlarca insan, bu safsatalara inandı. Köylülükten yeni çıkmış güzelim toplumlara para hırsı şırıngalandı; altta kalanın canı çıksındı. Sonra bir bakmışsınız ki, bu aşı, acı meyvelerini verdi; dünyanın en varsıl 100 insanı içinde, 10’u Hindistan’dan, 3’ü Hong Kong’dan, 1’i Brunei’den, 1’i Endonezya’dan ve 1’i Malezya’dan olmak üzere 16’sı Asya’dan çıktı. 456 milyon insanı günde 1.25 Dolar’dan az kazanan ve dünyanın tüm (en) yoksullarının üçte birini barındıran Hindistan’ın bu 10 varsılının toplam varlığı, dünyadaki tüm yoksulların 6 aylık toplam gelirinden bile fazla. ABD’nin öğütlerine kimse inanmayacak artık. Asya, kendi başının çaresine bakacak...

Page 274: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

274

Bu çöküş ne ilk ne son; ama bu kadar büyüğü beklenmiyordu. Çağımız Keynesgil siyasaların yeniden yükselişini görecek. Neydi Keynesgil siyasa, anımsayalım: İşsizlik, toplam aranımın (talep) düşüklüğünden kaynaklanır. Toplam aranımı arttırmak için, genişlemeci mali siyasalar izlenmeli; devlet yatırımları arttırılmalıdır. Ama soralım Keynes’e, ne için? İnsancıllık adına mı? (Grup Yorum’un bir parçasını anımsayarak) “Aç çocuklar doysun diye” mi? Hayır! Keynes’e göre, işsizlik sorunu çözülmezse yeni Hitler’ler başa geçer. İşte Keynes’in bu açıklaması, devlet yatırımlarını arttırmanın sosyalizm demek olmadığının bir başka kanıtı... Doğu Asya dışasatımının büyük bir bölümü, ABD pazarına yönelik ve Doğu Asya ülkelerinin çoğu, dışasatım-tabanlı bir tutumyapıya sahip. Dolayısıyla, Asya, ABD’ye göbekten bağlı. ABD’nin bunalımı, Doğu Asya’yı da bunalıma sürüklüyor. Asya’dan, tek-kutuplu Amerikan başatlığını iki-kutupluya çevirecek güçlerin çıkacağını düşünenlere kötü haber. Yine de, devletin piyasalar üstündeki denetiminin yaygınlaşmasını ilerici bir gelişme olarak görenler olacaktır elbette. Ancak, devlet, halk cumhuriyeti olmadığına göre ve halk, iktidar olmadığına göre; devletin artan denetimi, sermaye düzeninin kendini kurtarma çabası olarak okunmalıdır. Artan denetim, ancak ayaklar baş olduğunda ilerici bir gelişme sayılabilir. Bunun ayak olacak başlar için ne korkunç bir kıyamet olduğunu düşünün! Son gelişmelerin başlar için ‘kıyamet alameti’ olup olmadığını önümüzdeki yıllarda göreceğiz...

Page 275: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

275

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (67): Hint Felsefesinin Aykırıları: Caincilik ve Budacılık (1) Toplumsal yansıbilim (psikoloji) bize şunu söylüyor: Bilmediğimizi ve/ ya da ötekileri türdeş sayarız. Bunun kavramsal ve algısal düzeyde çokça örneği vardır: Örneğin, Doğu Asyalılar’la uzun süre yaşamamışsak, bize, hepsi birbirine benziyor gibi gelir; binlerce dilin konuşulduğu Afrika’da, bize, birkaç dil konuşuluyormuş gibi gelir –öyle ya, tüm ‘siyahlar’ birbirine benzer- ve dahası, Muhammedci bir ülke olduğu için, İran’ın resmi dilinin Arapça olduğunu sanabiliriz. Daha ötesi var: İngilizce’de ‘Gürcistan’ ve ‘bir ABD eyaleti’ olarak iki karşılığı bulunana ‘Georgia’ sözcüğü nedeniyle, Rusya-Gürcistan savaşı haberlerini izledikten sonra penceresini açıp “hani!? Ben (Rus) tank(ları) görmüyorum” diyen Georgia eyaleti yaşarı ABD’liyi düşünüerek, ABD’lilerin ne kadar salak olduklarına güleriz; çünkü, bize ne kadar akıllı olduğumuzu gösterir. Oysa, İstanbul’daki ortalama insanımız, haritada, değil Georgia eyaletini ya da Gürcistan’ın yerini; Siirt’in yerini bile gösteremez; hatta Kütahya’yı, Yozgat’ı, Gümüşhane’yi bile gösteremez. Her ülkede halkların ahmaklaştırıldığını; bunun ABD’ye ya da Türkiye’ye özgü olmadığını unuturuz. Bu köşenin, başından beri amacı, ötekinin ‘bizim’ kadar çeşitli olduğunu göstermek oldu. İşte bu düşünceyle, bu yazıda, Türkiye’de, gizemci ve ruhçu olmaktan öte pek bir anlam taşımayan Hint felsefesini ele alıyoruz. ‘Hint felsefesi’ deyince, akla, ilk önce Hinduculuk geliyor. Oysa, Caincilik, Budacılık ve özdekçi (materyalist) Çarvakalar da, bu geleneğin bir parçası; çatlak sesleri... Çabamız, çatlak sesler gür çıksın diyedir. Hint felsefesi, temelde 3 felsefeyi kapsar: Hindu, Budacı ve Cainci felsefeler. Bu 3 felsefenin ortak özelliği, kendini aşmanın yollarının aranması ve farklı sürümlerle de olsa “ne ekersen onu biçersin” biçiminde özetlenebilecek karma görüşünün benimsenmesidir. Hint felsefesi altında, Avrupa felsefesinden kat kat çeşitli görüşler bulunmakta. Bu görüşler, temelde, astikalar (düzinançlılar; ortodokslar) ve nastikalar (aykırılar, heterodokslar) olmak üzere ikiye ayrılmakla birlikte, bu iki ayrım altında onlarca hatta yüzlerce düşünce okulu bulunmakta. Astika-nastika ayrımı, Hinduculuk’un kutsal kitapları Vedalar’a bağlı kalınıp kalınmadığına dayanıyor. Böylece, Hinducular, astika; Hinducu inançlara başkaldıran Cainciler ve Budacılar, nastika olarak sınıflandırılıyor. Bunların dışında, Hindulara karşı çıkan ve daha devrimci olan Çarvakalar, kimilerince nastika olarak değerlendirilirken, kimilerince nastikanın da dışında değerlendiriliyor. Günümüze, Vedalar’da kendilerinden söz edilmesi dışında pek bir kaynak ulaşmayan Çarvakalar, Cana ve Hubli Purana Opera Librettosu’nda şöyle anlatılmakta: “Evet, ne garip, yabancılar,/ Gizemci falan sanırlar biz Hinduları,/ Gizemci, ruhçu, boşinançlı tümden…/ Oysa evet, Hubli, Çarvakalar,/ “Tanrı yoktur, ruh da yoktur” diyorlar./ Başkacası yoktur bu dünyanın,/ Bu dünyada çekilen,/ Acılardır cehennemse…/ Çürüyüp gitmesidir bedenin, kurtuluş…/ Vedalarsa, boş sözleridir düzenbazların…/ İnsan, ölünce, kaybolur bilinci, (...)// “Dahasını da söyler Çarvakalar, Cana,/ Bu dünyanın ihtiyacı yoktur tanrıya!/ ‘Ayin’ desek, ‘tören’ desek sahtekarlık,/ Pahalıdır törenler, at kurbanları da…/ Açlık çekerken toprağın çocukları,

Page 276: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

276

Brahmanlar doymaz paralara,/ Ve bizi de savaşlara sürerler, Sürsün diye daha çok, saltanatları…/ Ve benim öldürdüğüm o çocuk, Cana,/ O da toprağın bir evladı,/ Sürmüşler önüme vurayım diye,/ Ya vurayım ya vurulayım diye…// “Cennete gidiyorsa kurban edilen hayvanlar,/ Önce babalarını kurban etseler ya” demiş Çarvakalar,/ Cennete gidiyorsa kurban edilen hayvanlar,/ Brahmanlar, çocuklarını savaşa yollasalar ya…” (Gezgin, 2007) Türkiye’de çok az bilinen ve Budacılık’a göre daha eski olan Caincilik’in İÖ 550 yıllarında Hindistan’da Mahavira tarafından geliştirildi ği biliniyor. Cainciler’e göre, Mahavira, kurucu değil, 24. ve son öngörücü/ cina idi. Cainciler, “cinaların yolundan giden anlamına geliyor”. Cina, Türkçe’deki ‘cin’e karşılık geliyor. (‘Cin’ sözcüğünün Arapça’ya eski Hint dillerinden geçmiş olması olası.) Cinalar, ‘hak yolu bulan utkulular (muzafferler)’ olarak tanımlanıyor. Dolayısıyla, Caincilik’te peygamber yok; peygamber yerine, cin var. Dahası, Cainciler’e göre tanrı da yok. Cainciler’e göre, evren, öncesiz ve sonrasızdır. Bir yaratıcı gücün varlığı gereksiz ve olanaksızdır. Bu yaratıcı güç, evreni yoktan yaratmış olamaz; yoktan yaratmış olsa bile, kendisinin varlığı kavramsal bir sorun yaratır: Evreni yaratıcı yaratmışsa, yaratıcı nasıl yaratılmıştır? Onun bir yaratan varsa, bu kez onu yaratan nasıl yaratılmıştır? Bu soru sonsuza dek gider. Ortaçağ sonrasında Avrupa’da ortaya çıkan bu görüş, Cainciler tarafından çok önce dile getirilmiştir. İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2007). Cana ve Hubli Purana opera librettosu. İstanbul: Çekirdek Sanat. http://www.pandora.com.tr/urun.asp?id=157378

Page 277: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

277

(2) Geçen hafta Cainciler’in inanışlarından söz ettik. Cainciler, başkaldırdıkları Hindu felsefesini de derinden etkilemiş; neredeyse onun bir parçası olmuştur. Yüzyıllarca yeniden yazılıp geliştirilen, Hindular’ın kutsal kitapları olan Vedalar’da, Cainciler’in yaradılış anlayışının işlendiğini görürüz: “Yaradılış/// Oluştan önce, olmayıştan bile önce, hava yoktu, yoktu gökkubbe./ Nefes alan neydi peki? Ve nerede? Ve kimin emriyle? Ve su/ var mıydı bitimsizcesine derin?/ Ölümden önceydi bu ya da ölümsüzlükten. Bölünmemişti/ gün ve gece, ama nefes alış veriş vardı içgüdüsel olarak, rüzgarsız nefes alış veriş ve dahası değil./ Öyle karanlıktı ki görünmüyordu karanlık, karanlıkta. Suyun/ hiçbirşey yoktu her yerde olduğunu gösterecek. Ve bir örtüydü boşluk/ sıcaklıktan çıkmış Oluş’un üstünde./ Deldi geçti Oluş’u arzu, zihnin ilk tohumu ve bilge şair azizler/ yokladılar kalplerinde, olmayıştaki oluşun düğümünü,/ ve bu ipi, gerdiler onlar… ne? Var mıydı yukarı? Aşağı?/ Tohum saçıcılar vardı ve doğurgan güçler, itki yukarı ve/ erke aşağı,/ ama kim bilebilir gerçekten ve söyleyebilir burada? Nereden geldi bu/ yaradılış? Sonradan geldiler tanrılar, kim bilebilir öyleyse, kaynağı?/ Kimse bilmiyor yaradılışın kaynağını. Kendinden doğdu o. Ya da doğmadı. Yüce/ göklerden aşağı bakan bilir. Ya da bilmez belki” (Rig Veda, çev.U.B.Gezgin) Yukarıdaki metnin bitimindeki “belki bilir, belki bilmez” görüşü, Caincilik’in düşünce tarihi bir diğer katkısıdır: Caincilik, Anekantavada ilkesi altında, Avrupa’da görececilik düşüncesinin gelişmesinden yüzlerce yıl önce, gerçekliğin farklı açılardan farklı farklı algılanabileceğini ve tek tek hiç bir bakışın doğru olamayacağını ileri sürmüştür. Bu yönüyle, gerçekte, Marksçılık’taki düşünyapı (ideoloji) ve yanlış bilinç tartışmalarının büyükannesi sayılmalıdır. Cain rahipleri, Budacılar gibi, ben ve ben-değil’i bir bütün olarak aldıklarından, gözle görülemez canlıları bile öldürmemek için maskeyle soluk alırlar. Sanırız, etyemez olduklarını söylemeye gerek yok. Hindular’ın ilk dönemlerinde uygulanan hayvan kurbanı geleneğinin (örneğin, geçen hafta, Cana ve Hubli Purana Opera Librettosu’ndan yaptığımız alıntıda, at kurbanı törenini andık), etyemez Cainciler’in Hint toplumuna olan etkisi nedeniyle ortadan kalktığı düşünülmekte. Cainciler’e göre dünya adildir; “ne ekersen onu biçersin” biçiminde özetlenebilecek karma inancını benimsemektedirler; ancak, karma, Cainciler’e göre, fizik yasası gibidir; karmayı yöneten ruhsal bir güç yoktur. Dolayısıyla, Cainciler’deki karma inancı, Türkiye’deki ‘ilahi adalet ticareti’ yapan dizi filmlerden ayrılır. Frank Coraci’nin yönettiği ve başrolü Adam Sandler’ın oynadığı 2006 yapımı ‘Click’ (‘Tıkla’) adlı film, tam da Cainci karma düşüncesini yansıtır: Kahramanımıza birgün özel bir uzaktan kumanda armağan edilir. Bu kumandayla, yaşamınızı ileri alabilmekte, ses kısabilmektesinizdir vb. Sonra kumanda, sizin isteğiniz dışında, yaşamınızı hızla ileri alır ve kumandanın kölesi olursunuz; yaşamınızın daha önce yaptıklarınızı üstünde biçimlendiğinizi görürsünüz ve geri dönüşünüz yoktur. Dolayısıyla, Cainci görüşe göre, karma içinde özgür istenç (irade) vardır; Caincilik, yazgıyı, kahpe feleği, belirlenimciliği reddeder. Bu da, düşünce tarihine önemli bir katkıdır.

Page 278: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

278

Son olarak, Caincilik’in 5 ahlak ilkesi bulunmakta. Ama bu ilkelere bağlılık, tanrı ya da cehennem korkusuna dayanmaz; çünkü yukarıda belirtildiği gibi, Caincilik’te tanrı inancı bulunmamakta. Bu 5 ilkeye bağlı olanların, kendini aşıp ruhsal acı döngüsünden kurtulacağı inancı var. Yani Cainciler, bu ilkelere kendilerini aşmak için bağlı kalıyor. Bu 5 ilke şunlar: Saldırmazlık, mülksüzlük, çalmama (hırsızlığın karşıtı anlamıyla), doğruluk, bakir(e)lik. İkinci ve üçüncü ilke, özel mülklüğü ahlaksız bulması nedeniyle, Caincilik’in ortaklaşmacılığa (komünizm) yakın bir duruşu olduğunu gösteriyor. Caincilik’in genel olarak düşünce tarihine katkısını değerlendirdiğimizde ise, bireysel kurtuluşu, görececiliği ve varolan inanışları sorgulamayı öne çıkaran Caincilik’in, bireyselci görüşün olumlu anlamdaki ilk örneklerini verdiğini görmekteyiz. Çünkü devrim, bireyde başlar. Kendi devrimini gerçekleştirmemiş bireyden devrimci olamaz. Caincilik, Budacılık’tan daha eski olduğundan Budacılık’ı da etkilemiş olması olası. Budacılık da, Caincilik gibi, tanrısız ve peygambersiz bir din. İkici (dualist; ruh ve maddenin bağımsız varlığına inanan) Cainciler’in tersine, Budacılar, özdekçi; ruh varlığı görüşünü reddediyorlar. Evrenin yaradılışında Caincilik’le benzeri görüşler sahipler. Haftaya Budacılık’ı ele alacağız. İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2005). Yaradılış (çev. U.B. Gezgin), Arta Dergisi, sayı 13, s.36 (Almanya’da Almanca-Türkçe-Farsça yayınlanan dergi). http://www.ookkdk.de/index.php?option=com_docman&task=doc_view&gid=1&Itemid=28

Page 279: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

279

(3) Geçen hafta Caincilik’i ele aldık; bu hafta Budacılık’ı ele alıyoruz. Öncelikle, Buda, kendisi ve Budacılar tarafından, peygamber olarak görülmüyor çünkü ‘peygamber’ eski İran dillerinde ‘tanrıdan haber getiren’ anlamındadır; ancak, Budacılık’ta tanrı inancı yok. Buda, aydınlanmış bir öğretmen olarak görülüyor; ancak, Buda, kendisinin insanları aydınlatamayacağını söylüyor; yalnızca insanların aydınlanmasına yardımcı olabileceğini söylüyor. Bu yönüyle, Budacılık, dikkate değer bir eğitim kuramı ileri sürüyor: Öğretmenlik, öğrencinin kafasını bilgiyle doldurmak değildir; öğrencinin kendini geliştirip kendi kişili ğini oluşturmasını sağlayacak kavramsal araçlar ve seçenekler sunabilmektir. Ve ‘kendini aşmış’ anlamına gelen ‘Buda’, kendisinden önce de Budalar olduğunu, kendinden sonra da olabileceğini; herkesin Buda olabileceğini söyler. Bu önderlik anlayışı, Caincilik’te olduğu gibi, bireyciliğe olumlu vurgusu nedeniyle, örnek alınası bir yönetim biçimidir. Ayrıca Budacılık, insan algısının, algılama aracı olan duyularından etkilendiğini ileri sürerek, kendine dönük olan eleştirinin, yani özeleştirinin ilk örneklerini vermiştir. Cana ve Hubli Purana Opera Librettosu’nun ‘Buddha Parvan’ adlı 8. bölümünde, Buda’nın görüşleri şöyle dile getirilmektedir: “Öyle boyun eğerek bakmayın bana/ Ben de bir insanım herkes gibi./ Haber getirmedim tanrıdan, tanrılardan,/ Ben bir öğretmenim yalnızca./ Yıllar, yıllar, yıllar geçti/ Ve oturdum birgün, bir ağacın gölgesine./ Ve kalkmadım oradan/ Aydınlanana kadar!// Görüşmeseydim kimseyle,/ Kapansaydım ormana,/ Ben aydınlanmış olacaktım yalnızca./ Ama yardım etmeye karar verdim başkalarına da.../ Ben kimseyi aydınlatmam, aydınlatamam./ Yardımcı olurum aydınlanmaya yalnızca./ Benden önce de aydınlanmışlar vardı,/ Olacaklar benden sonra da!// “Saygıdeğer Buddha/ Söyle bize” dedi Cana./ “Nereye gitti Hubli ölünce?/ Ve nasıl oldu da geldi/ Bir fil olarak, yeniden, ömrüme?/ Sonsuza mı gider ölenler/ Sonsuz mudur ömürse?”// “Ne sonlu ne sonsuz/ Ne ‘ne sonlu ne sonsuz’/ Ne de ‘hem sonlu hem sonsuz’// Yanıtlamıyorum bu soruyu/ Çünkü şuna benzer bu soru:/ Bir adam yaralanmıştır/ Zehirli bir okla/ Ve ölecektir kısa sürede,/ Oku kimse çıkarmazsa./ “Ama” der yaralı/ adam/ “Öğrenmeden kimin okudur bu,/ Çıkartmam yaradan oku.”/ Öğrenir dostları hemen,/ Tatminsizdir adam oysa:/ “Uzun mudur kısa mıdır oku atan,/ Öğrenilmeden, / Çıkartmam oku ben”/ Der bu sefer.// Öğrenir dostları hemen./ Soru üstüne soru sorar/ Ve bu iş, böyle gider.// İnsan, kafa yoracağına/ Sonsuzluk üstüne,/ Çıkarsa ya zehirli oku,/ Herşeyden önce...// Sonsuz olsa da, olmasa da yaşam,/ Sonsuzluğa ya da sonluluğa uğurlansa da ölüler,/ Bir gerçek, hiç değişmez:/ İnsan, varoldukça,/ “Bir güvercinin tedirginliğidir bu”/ Hep acı çeker./ Bütünleşemediği için değil evrenle,/ Atamadığı için benliğini/ Yokluğun derinliklerine.// Hem, ‘ölüm’ dediğimiz,/ Uğramıştır her haneye./ Varsa bir tane bile/ Ölümün uğramadığı hane,/ Ondan alalım hardal tohumunu/ Ve ölümsüz olalım böylece!/ Ama yok ki böyle bir hane/ Yok ki böyle bir hane...// Kurtuluş/ Ne eziyet etmede bedenine/ Ne de yaşamakta zevk ve sefa içinde./ Mutluluk, bu iki yaşantıyı, ortada bir yerde/ Dengelemede.//

Page 280: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

280

Yener hayvan yanı insanın,/ Devirmesi gibi rüzgarın,/ Zayıf bir ağacı./ Yener hayvan yanı,/ İnsan, teslim olur ise/ Eziyet etmeye bedenine,/ Geçirmeye ömrünü zevk ve sefa içinde.”// “Peki ne yapmalı saygıdeğer Buddha,/ Ne yapmalı ki,/ Dönebilsin yeniden Hubli,/ Dönebilsin yeniden insana?”// “Yerle göğün birleştiği yere gitmelisin/ Bunun için./ Suyla göğün/ Ve suyla yerin.// Kanatlarını da götürür uçan bir kuş;/ Götür oraya, seni götürenleri de./ Ayaklarını da götürür yürüyen bir fil;/ Götür oraya, seni götürenleri de./ Yüzgeçlerini de götürür yüzen bir balık;/ Götür oraya, seni götürenleri de./ Bin gönüllü olsun yanında,/ Bin gönüllü...Dokunmamış olsun kimseye/ Onların kötülüğü...”// (...) “Uzundur gece,/ Uyuyamayan için./ Uzundur yol,/ Yorgun için./ Uzundur yaşam,/ Bilmeyenler için/ Evrenin dilini.// Karşılaşmadıysanız yolda/ Sizinle eşit/ Ya da derin anlayışlı birine,/ Hiç zaman kaybetmeyin,/ Yolunuza devam edin./ Yolda her çeşit insan olur,/ “Benim hazinem var” diyen olur./ Nasıl sahip olunabilir ki hazineye,/ Diğer nesnelere;/ Sahip olamazken insan,/ Kendine bile...// Bir bilgelik vardır yine de,/ Akılsızlığını bilende./ Akılsızlığını bilmeyen/ Akılsızlar ise,/ En akılsızlardır/ Tüm insanlar içinde.// Verin böyle bir akılsızı,/ Bir bilgenin yanına,/ Olsun O’nun çırağı/ Tüm ömrü boyunca;/ Bir kaşık ne kadar algılarsa/ Çorbanın tadını,/ Akılsız da o kadar anlar/ -Bilgeyle yaşamasına karşın yıllarca-/ Evrenin yasalarını./ Gelecekten sesler duyar gibi olur insan/ Böyle zamanlarda:/ “Eşşek hoşaftan ne anlar” ve/ “Yok, değil; soyluluk mu verir hiç üniforma,/ Altın semer vursan eşşek, eşşektir hala...”/ Hatta/ Bilgeymiş şu sözü diyen de:/ “Yalnız gideceksin/ Doğru bildiğin yolda...” (Gezgin, 2007). İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2007). Cana ve Hubli Purana opera librettosu. İstanbul: Çekirdek Sanat. http://www.pandora.com.tr/urun.asp?id=157378

Page 281: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

281

(4) Geçen haftadan Budacılık yazısını sürdürelim: Budacı felsefesinin dikkate değer diğer yönleri şunlar: Benlik, geçicidir; varlık, kalıcıdır. Gerçek, algıladıklarımız değil, benlikten bağımsız olarak varolandır. Bu yerinde görüşün, Budacılık’ın değişik okulları içinde, “duyularımız yanıltıcıdır; öyleyse gerçeklik yoktur” biçiminde hiççi (nihilist) sürümleri de bulunmaktadır. Buda’ya göre evrenin bir ilk nedeni yoktur ve herşey, neden sonuç ilişkisiyle açıklanabilir. Aynı biçimde, bedende yaşayan ruh yoktur çünkü evrende hiç bir varlığın hiçlik dışında bir özü yoktur. İnsanı da içermek üzere, evrendeki tüm varlıkların arasındaki fark, nitel değil niceldir. Örneğin, bir insan da bir dağ da, aynı canlı ve cansız öğelere sahiptir. Dağ-olanla dağ-olmayan, öğeleri açısından birdir. Demek ki, Budacı felsefeye göre, Aristo mantığının ve eytişimsel (diyalektik) düşüncenin tersine, A da A-değil de A’dır. İşte tam da bu nedenle, Budacılar’ın büyük bir bölümü, etyemezdir; çünkü ben ile ben-olmayan birdir; ikisi de, ‘ben’in parçasıdır. Hayvan eti yemek, kendi etini yemek anlamına gelir. Bu, A ve A-olmayanın bir sayılışı, Budacılık’ta ben’i aşma, yol alma ve evreni anlama arasında kopmaz bir ili şkinin kurulmasına neden olmuştur. Yine Cana ve Hubli’den alalım haberi: “Kuyucuların yürütmesi gibi suyu,/ İstedikleri yöne;/ Yönlendirmesi gibi oku,/ Okçunun;/ Biçim vermesi gibi marangozun/ Kaba bir tahtaya./ Siz de bakın bu yolculukta/ Kendinize, derinliklerinize/ Ve biçim verin kendinize/ Kuyucu gibi/ Okçu gibi/ Marangoz gibi.../ Budur anlamı yolculuğun,/ Yoksa Everest meverest bahane...// (...) Bir insan/ Bin kere bin insanı/ Yense savaş meydanında,/ Ve bir başka biri,/ Yense yalnızca kendini,/ Ondadır en büyük zafer./ Zafer, yenendedir kendini./ Yenmekten iyidir bin insanı bin kere,/ Yenmesi insanın kendi kendini/ Ve yok etmesi böylece benliğini.// (...) “Öğreneceksiniz orada, evrenin dilini./ Yeni bir dildir gereken, size,/ Aşmak için kendinizi./ “Bir dil nasıl dönüştürebilir ki evreni?”/ Diye soranlar, bilmeyenlerdir o dili./ Göreceksiniz, evrenin sınırları,/ Sınırları mıdır o dilin/ Yoksa aynı şey midir ikisi.../ Öğreneceksiniz düşünürken/ Varlıkla yokluk arasına karışmayı...// Rüzgar gibidir evrenin dili./ Kalın mıdır, ince midir rüzgar;/ Bilinmez, nasıl ki,/ Dokunan olmamıştır rüzgara şimdiye kadar./ Ve görmeyiz rüzgarı/ Ve görürüz yalnızca, onun etkilerini./ İşte böyle birşeydir evrenin dili./ Zordur, rüzgara dokunmak denli,/ Konuşmak, evrenin dili üstüne.// O zaman duymaya başlayacaksınız, işte o zaman,/ Evrenin her yanında olan/ O esintiyi./ Kulaklarınızda uğultu, derinizde hareket!/ Görülmemiş, koklanmamış varlığı esintinin./ İşte o zaman anlayacaksınız/ İnsan yaşamı,/ Değildir esintiden başkacası./ Sallar, silkeler kimi zaman ağaçları/ Ve bu kadar./ Yine de bu koca evrenin,/ Esintilere de ihtiyacı var.// Ve farkedeceksin öğrenince/ Rüzgarın dilini;/ Sen O’nu görmesen de/ Var Hubli, evrenin bir yerlerinde.../ Henüz görmedin Everest’i/ Ama vardır Everest de!// Gökle yerin birleştiği yerden,/ Himalayalardan/ Çıkar, göksel ırmaklar da/ Ve bitimsizce karışırlar yamaçlardan/ Uçsuz bucaksız okyanusa.// Dağlar hep boşalır,/ Dolar durur okyanussa.../ Bitimsizdir akıntılar./ Kimi der, “gündüz dağdan okyanusa/ Boşalır ırmaklar./ Tersine akar ırmaklar geceleriyse,/ Okyanustan dağlara...”//

Page 282: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

282

İşte o zaman öğreneceksiniz o zaman,/ Hem bur’da varolmayı/ Başka yerde hem de./ Alevi gibi ateşin,/ Bir o yönde, bir bu yönde./ Ve yitip gideceksiniz yine de,/ Küller çoğalıp söndüğünüzde./ Yokolacaksınız bir süre önce,/ Hem bur’da hem başka yerde/ Olan siz değilmişsiniz gibi.../ İşte böylesine güçlüdür, güçlüdür/ Evrenin dili!// Benliğini bırakıp taşımak evrenin yükünü,/ Böyledir ‘evrenin dili’ denilen türkü...”// “Ya sonra saygıdeğer Buddha, ya sonra?/ Dönüşecek mi Hubli insana?”// “Dev yağmur bulutları göreceksiniz tepede ve sis;/ Buzlu, karlı göreceksiniz tepeyi,/ Ve o dev yağmur bulutları,/ Bıraktıklarında yüklerini size,/ Yeni bulutlara/ dönüşeceksiniz siz de/ Varlıkla yokluk arasında./ Ve göreviniz, kuraklıktan çatlamış insanlara,/ Boşaltmak olacak yükünüzü/ Bundan sonra.// İşte o zaman,/ Görebileceksiniz gözünüzü kendi gözünüzle,/ Bakmadan aynaya./ Duyabileceksiniz kulağınızı./ Tadabileceksiniz dilinizi./ Koklayabileceksiniz burnunuzu işte o zaman.// Yürüyebileceksiniz kafanızla,/ Düşünebileceksiniz elinizle,/ Tutabileceksiniz ağzınızla tüm evreni/ Ve doyurabileceksiniz karnınızı/ Gözlerinizle.// Silinecek, gölgeniz, ardınızda/ Ne de düşecek önünüze,/ Güneşli günlerde./ İşte böyle saydam, şeffaf bir varoluş/ Verecek Everest size!// Bakıyor ama göremiyorsunuz şimdi evreni,/ Bir körün yalnızca/ Karanlığı görmesi gibi/ Bakıyor ve görüyorsunuz aynı şeyleri./ Everest, öğretecek, size, görmeyi,/ Uzaktaki bir daldaki böceği,/ Böceğin gözlerini,/ Gözlerindeki gölgeyi...// Yeni bulutlara dönüşeceksiniz siz de/ Varlıkla yokluk arasında./ Ve göreviniz, kuraklıktan çatlamış insanlara,/ Boşaltmak olacak yükünüzü/ Bundan sonra.” (Gezgin, 2007)

Page 283: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

283

(5) Hint felsefesinin aykırılarını ele aldığımız ilk 4 bölümde, Caincilik ve Budacılık’ın çok olumlu bir resmini çektik. Oysa, Budacılık’ın çıktığı ülke Hindistan olmasına karşın, bugün Hindistan’da, tanrısız Buda, Hindu dinindeki tanrılardan birinin başka bir bedenle dünyaya gelmiş görüntüsü (buna ‘avatar’ denir; çağdaş dillerde, ağbağda (internet) ‘bir ağ kullanıcısının ‘sanal görüntüsü’ ya da ‘sanal kesit’ olarak ikinci bir anlamla yaygınlaşmaktadır; sözcüğün bu biçimde ikinci bir anlam kazanmasının, bilgisayar dünyasında yaygın olan Hindu yazılımcılardan ileri gelip gelmediği, ayrı bir inceleme konusu) olarak yeniden tanımlanarak, Buda’nın eleştirel ve devrimci yönü tırpanlanmıştır. Hindistan’da tanrının görüntüsü sayılan Buda’ya bugün tanrısız Buda olarak değil, tanrı olarak inanılmaktadır. Budacılık’ın özdekçi ve devrimci yönü ilgi çekici gelse de, ‘Dalai Lama şeriatı ve Budacılık karanlığı’ başlıklı, 9 Eylül 2007 tarihli Evrensel Hayat yazımızda belirttiğimiz gibi, din, felsefe, bilim ve siyaseti ayırmayan bir inanış, laik bir hesaplaşmanın sonucu olarak kendini yenilemediği ölçüde bağnazlık ve şeriat üretmiştir ve üretecektir. Günümüzde, Budacılık’ın şiddete eğilimli bir din olmaması dışında, inanışlardaki tutuculuk açısından diğer dinlerle bir ayrımı bulunmamaktadır. Yine de, Budacılık’ın çıkışında, Buda’nın prensliği bırakıp aydınlanmak umuduyla ormana çekilmesi ve Hindu toplumunun atar ve toplardamarı olan kast düzenini reddetmesi, düşünce tarihinde önemli bir katkı olarak yer etmiştir. Marks’ın dinin halkın afyonu olduğu biçimindeki ünlü görüşüne (gerçekte, günümüzde bu konuda anlam kayması var: Marks zamanında, afyon, yaygın bir ağrıkesici olarak kullanılıyordu; bu nedenle, Marks, bu görüşüyle, aynı zamanda, dinin, acıları dindirici bir düş olmasına vurgu yapmıştı) belki de en iyi örnek, Hinduculuk’tur. Hinduculuk’ta, bilindiği gibi, birbirleriyle ilişkileri kesin sınırlarla ayrılmış ‘kast’ adlı toplumsal sınıflar bulunmaktadır (‘Cana ve Hubli Purana Opera Librettosu’, tam da bu sınıfları, bunların yıkımını, bin insanın yüzünü Budacılık’a dönüp dağlardan yağmur bulutu olarak ülkeye süzülerek yeni bir dünya kurmalarını anlatır); ve bu toplumun en alt tabakası olan dalitler (‘ezilenler’ diye çevirebiliriz), kastların bir parçası bile sayılmaz. Brecht’in şu şiirindeki inerkalkar (tahteravelli, çöğüncek) benzetmesi, tam da bu durumu anlatır: Tahtaravalli/// İyice görüyorum artık düzeni./ Orada, bir avuç insan oturuyor yukarıda,/ aşağıda da bir çok kişi./ Ve bağırıyor yukardakiler aşağıya:/ "Çıkın buraya gelin ki,/ hepimiz olalım yukarıda."/ Ama iyice gözlediğinde görüyorsun, /neyin saklı olduğunu/ yukardakilerle, aşağıdakiler arasında./ Bir yol gibi gözüküyor ilk bakışta./ Yol değil ama./ Bir tahta bu./ Ve şimdi görüyorsun açıkça;/ Bu bir tahtaravalli tahtası./ Bütün düzen bir tahtaravalli aslında./ İki ucu birbirine bağımlı./ Yukardakiler durabiliyorlar orada,/ sırf ötekiler durduğundan aşağıda.// Ve ancak;/ aşağıdakiler, aşağıda oturduğu sürece/ kalabilirler orada./ Yukarıda olamazlar çünkü,/ ötekiler yerlerini bırakıp çıksalar yukarı./ Bu yüzden isterler ki; aşağıdakiler sonsuza dek/ hep orada kalsınlar./ Çıkmasınlar yukarı./ Bir de, aşağıda daha çok insan olmalı yukardakilerden./ Yoksa durmaz tahtaravalli./ Tahtaravalli./ Evet, bütün düzen bir tahtaravalli.”

Page 284: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

284

Hindu toplumunda en ‘pis’ işler, birçok toplumda olduğu gibi, en alttakilere yaptırılır; en alttakilerin görevini, adı Ankara’daki Tandoğan Meydanı’na verilmiş Ankara valisi ve belediye başkanı (1929-1946) Nevzat Tandoğan’ın (1894-1946) sözleri çok iyi açıklamaktadır: "Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek."(Vikipedi, Nevzat Tandoğan girdisi). Evet, bu durum, hemen hemen tüm toplumlarda görülür; ancak, kuralların Hindu toplumundaki meşrulaştırılma biçimi farklıdır: Bu kurallara uymayanlar, “yeniden doğumunda engelli ya da hayvan olarak doğacaksın” diye korkutulmuştur/ korkutulmaktadır. ‘Denizlerden, Irmaklardan, Dağlardan Konuşmalı...’ başlıklı, 12 Ağustos 2007 tarihli Evrensel Hayat yazımızda da belirttiğimiz gibi, Hindistan’da en alttakilerin daha eşitlikçi bir düzen öneren Muhammedcilik’e yönelmesine işte bu nedenle şaşmamak gerekir. İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2007a). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (8): Dalai Lama şeriatı ve Budacılık karanlığı. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 167, 9 Eylül 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=16717 Gezgin, U. B. (2007b). Cana ve Hubli Purana opera librettosu. İstanbul: Çekirdek Sanat. http://www.pandora.com.tr/urun.asp?id=157378 Gezgin, U. B. (2007c). Asya-Pasifik’te Bu Hafta(4): Denizlerden, ırmaklardan, dağlardan konuşmalı... Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 163, 12 Ağustos 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=15214 Vikipedi (2008). Nevzat Tandoğan. http://tr.wikipedia.org/wiki/Nevzat_Tando%C4%9Fan

Page 285: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

285

(6) Bu son yazımızda, Caincilik ve Budacılık ile ilgili görüşlerimizi özetliyoruz: Önceki 5 bölüm boyunca, Caincilik’i ve Budacılık’ı ele alırken işlediğimiz temel bir konu, bu iki felsefenin olumlu anlamda bireyselliğe ve eleştirelliğe yaptıkları katkılar ve vurgudur. Avrupa felsefenin ve Aydınlanma düşüncesinin temeli olarak görülen bireysellik ve eleştirellik, gerçekte Avrupa felsefesinin çıkışından yüzyıllarca önce Hindistan’da ileri sürülmüş ve hatta aşılmıştır. “A şılmıştır” diyoruz çünkü Avrupa’da Aydınlanma düşüncesinin baskıcı yüzünün tartışmaya açıldığı 20. yüzyıldan yine yüzlerce yıl önce Buda, “ben sizi aydınlatamam; aydınlanacak olanlar sizlersiniz; ben size yalnızca yardımcı olabilirim” diyerek hem ‘Aydınlanma’nın baskıcılığını hem de Gramsci’nin ileri sürdüğü geleneksel aydın-uzuvsal (organik) aydın görüşünü aşmış görünmektedir. Budacı aydının görevi, kitleye bilinç götürmek ya da bilgisini dayatmak değil; kitlenin kendi bilincine kavuşacağı kavramsal araçları sağlamaktır. Dolayısıyla, Budacı bakış, öğretmenle öğrenci arasındaki uçurumu çok önce geri çevirmiş; öğretme görevi yerine, öğrenmeyi kolaylaştırıcı olma görevini ortaya koymuştur. Aydın, ‘öğreten adam’ değil; öğrenmeyi kolaylaştırıcı kişidir. Aynı biçimde, Caincilik, bize, görüşlerimizin baktığımız açı nedeniyle eksik olabileceğini söyleyerek, çağdaş anlamdaki görececiliğin büyükanneliğini yapmıştır. Yine Caincilik’in, ‘ilahi adalet’e dayanmayan karma inancı ile ve yaratıcı güç kavramını reddedişiyle sunduğu katkı gözardı edilemez. Son olarak, bu iki felsefe de, özel mülklüğe karşı çıkarak, ilk ortaklaşmacı (komünist) düşünceler olarak insanlık tarihinde yerlerini almışlardır. Türkiye’de Budacılık’ın yanlış tanınmasında Orhan Hançerlioğlu’nun büyük etkisi vardır. Öyle görülüyor ki, Hançerlioğlu, ‘tektanrılı’ dine sahip bir toplumdan gelmiş bir insan olarak, her dinde ‘peygamber’ aramış ve Hindular’ın yorumlarını, Buda’nın gerçek görüşleri kabul ederek, ‘peygamber’ olmadığını kerelerce dilegetiren Buda’yı ‘peygamber’ ilan etmiştir!: “Tektanrıcı dinlerin başka bir niteliği olan peygamber de bir süre sonra Buda’nın kişili ğinde meydana çıkacaktır. Onun meydana çıkışına kadar peygamberlik görevini güçlü bir sınıf halinde kendilerine brahman adını vermiş olan rahipler yapmışlardır. Budist inançlarına göre Buda, bütün bilgilerini Brahma’dan almıştır, artık olgunlaştığını ve bildiklerini başkalarına öğretmesi gerektiğini kendisine Brahma söylemiştir, Buda da Brahma’dan aldığı bu buyrukla kalkıp Benares’e gelmiştir. Buda’nın ünlü Benares söylevi, Brahma’nın kendisine verdiği bilgilerin ürünüymüş.” (Hançerlioğlu, 1995, s.40). Zaten Hançerlioğlu, aynı kitabında, yukarıdaki ‘miş’li yorumuyla çelişmektedir: “Budizmde olduğu gibi, din düşüncesinde bir adım daha ilerleme, engin evrenin varlığını anlamak ve açıklamak için tanrı düşüncesinin gerekmediğini, bu anlama ve açıklamanın tanrısız da yapılabileceğini ilerisürer” (Hançerlioğlu, 1995, s.23). O zaman Hançerlioğlu’na sormak isterdik: Budacılık, tanrısızsa nasıl peygamberli olacak...

Page 286: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

286

Hançerlioğlu yerine, Türkiye’nin en üretken hintbilimcisi Prof.Dr. Korhan Kaya’nın çalışmaları, daha aydınlatıcı olacaktır. Özellikle, ‘Hint Mitolojisi Sözlüğü’ (İmge, 1997) ve ‘Hintliler’de Tanrı’ (Kaynak, 1998) okunmaya değer. Günümüzde, Caincilik’in ve Budacılık’ın sevilgen (popüler) biçimleri yaygınlaşıyor: Başlarına kötü birşey gelmesin diye iyilik yapan Budacılar ve varsıl olma umuduyla pahalı adaklar sunan Cainciler, bu iki felsefenin devrimci niteliğini zedeliyor. Ancak, yine de, bu uygulamalar, bu iki akımın, Hint felsefesinin çatlak sesleri olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Ben-özekçiliğin ve imparatorluk geçmişinin bir ürünü olarak, Şeyh Bedreddin’i ilk toplumsalcı (sosyalist); Tasavvuf’u da Anadolu’nun özgün bir bireşimi gibi görenler, Buda’da ve Mahavira’da, Şeyh Bedreddin’den 2000 yıl öncesinin toplumsalcılarını ve tasavvuf görüşlerini bulacaklardır. Umarız, bu yazı dolayısıyla, ‘gizemli ve ruhçu Hint felsefesi imgesi’ tuzla buz olmuştur. Hint felsefesi, Avrupa felsefesi kadar varsıldır; yalnızca önümüze ve Avrupa’ya baktığımızdan ve arkada gözlerimiz olmadığından, Asya’daki bu büyük hazineyi göremiyoruz. Sözlerimizi, “Ellerin Kabesi var, benim Kabem insandır”ın (Ruhi Su) Buda diline çevirisi ile bitirelim: “Kendini aşan insana tapan insanlar,/ Aşamazlar kendilerini, kendi başlarına.../ Kendini başkasına açan, kendine kapatan insan,/ Açamaz kendini, kendine; başkaları olmadıkça...// Ve dağlar da düzlenemez, ovalar yükselemez,/ Okyanus durulamaz, yollar uzanamaz,/ Yağmurlar dinmek bilmez, güneş doğamaz,/ İnsan kendin' aşmak için yaşamadıkça!// Kendini aşan insana tapan insanlar,/ Aşan insanlar olsunlar, kendilerine tapsınlar!.../ Kendini aşan insana tapan insanlar,/ Kendilerine tapan insanlar olmalıdırlar!...// Kendini aşan insana tapan insanlar,/ Ancak kendilerine taptıklarında insan olacaklar!” (Gezgin, 2007) (son) İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2007). Gezgin şiirleri (2000-2005). Lulu. http://www.lulu.com/content/1232382

Page 287: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

287

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (66): Vietnam’da Müzecilik Gezgin (2008)’de belirttiğimiz gibi, odağında hâlâ Vietnam-Amerikan Savaşı bulunan Vietnam turizmi, çoğunlukla bir karanlık turizm ülkesi; ancak yıllar geçtikçe deniz ve dağ turizmine yönelim var. ‘Karanlık turizm’ ne idi anımsayalım: “ İnsana mutluluk değil üzüntü vermeyi amaçlayan turizm türüne ‘karanlık turizm’ adı veriliyor. Bu kavram, ilk kez 1996’da kullanıldı. Yahudi soykırımı bölgelerinin ziyaret edilmesi, Afrikalı Amerikalıların atalarının izini sürmek üzere Afrika’daki eski köle bölgelerini ziyaretleri ve Güney Afrika’da ırk ayrımcılığı (apartheid) bölgelerinin ziyaret edilmesi, karanlık turizm için ilk akla gelen örnekler” (Gezgin, 2008). Dağ ve deniz turizmi bir yana, dinsel yapıları, sarayları ve açık-alan savaş ve toplukıyım bölgelerini saymazsak, 85 milyon nüfuslu Vietnam’da yaklaşık 46 müze bulunmakta. Bu müzelerin çoğunluğu karanlık turizm müzeleri: Örneğin, başkent Hanoi’daki (‘Hanoy’ diye okunuyor) Hava Kuvvetleri Müzesi, düşürülmüş ABD uçaklarını sergiliyor (1961-1975 arasında, Güney Vietnam’da, 33,068 ABD savaş uçağı ya düşürüldü ya da Vietnamlı savaşçılar tarafından ele geçirildi; 1964-1973 arasında Kuzey Vietnam’da 4,181 ABD savaş uçağı düşürüldü). 1967-1973 arasında, Vietnam halkına uçağından bomba yağdırırken uçağı düşürülmüş ve halkın linçinden Vietnam ordusu tarafından kurtarılmış savaş suçlusu ve bugünün ABD başkan adayı John McCain’i de ağırlamış olan Hoa Lo Cezaevi Müzesi (bu cezaevi, Fransız sömürge yönetimince Vietnamlı devrimcileri tutsak etmek için kullanılmıştı; bağımsızlıktan sonra, ABD’li savaş suçluları için kullanıldı. ABD’nin o zamanki askerleri, biraz tersinleme ile, Hoa Lo Cezaevi’ni ‘Hilton Hanoi’ olarak adlandırıyorlardı), Hanoi’un ünlü karanlık turizm müzelerinden biri. Hanoi’da bunun dışında, çeşitli savaş ya da devrim müzeleri de bulunmakta. Bunların belli başlıları, Ordu Müzesi; Kuzey Vietnam ile Güney Vietnam arasındaki silah ve savaşçı akışını sağlayan ve ‘Ho Çi Min Geçidi’ olarak adlandırılan gizli yollarla ilgili nesneleri sergileyen Ho Çi Min Geçidi Müzesi vb. 10 milyon nüfuslu Ho Çi Min Kenti’nde, 4 milyon nüfuslu başkent Hanoi’dakinden daha çok müze var. Ayrıca, kara savaşları çoğunlukla Güney Vietnam’da yaşanmış olduğundan, Güney Vietnam’ın kalbi olan Ho Çi Min Kenti’nde sergilenecek daha çok savaş nesnesi var: Bunların başlıcası, Gezgin (2008)’de de ele aldığımız Ku Çi (Cu Chi) Tünelleri ve aynı adlı savaş tarihi müzesi. Rehberiniz ne yazık ki Amerikan yanlısı olabiliyor ve ama yine de, tünellerde gizlenip ABD’li sömürgecilere dünyayı dar etmiş binlerce savaşçıyı orada duyumsayabiliyorsunuz. Ho Çi Min Kenti’nde, en çarpıcı karanlık turizm müzesi ise, Savaş Kalıntıları Müzesi: Bu müzede gördüğünüz vahşet resimleri, yıllarca düşünüze girecek kadar korkunç. Kentteki karanlık turizmin iki ek uğrak noktası, Ho Çi Min Kenti Müzesi ve Askeri Müze. Karanlık turizm müzeleri başka kentlerde de bulunmakta; ancak en çok, bu iki en büyük kentte bulunmaktalar. Bu karanlık turizm müzeleri dışında, 6 kentte (Can Tho, Danang, Hanoi, Ho Çi Min Kenti, Hue, Pleiku) yine bu tür altında değerlendirilebilecek Ho Çi Min müzeleri var. Bu müzelerde, önder Ho Çi Min’le ilgili nesneler sergileniyor. Bunların dışında, Hanoi’da kadınlarla ilgili özel bir müze; Hanoi, Ho Çi Min ve eski imparatorluk başkenti Hue’de birer güzel sanatlar müzesi; 11 kentte (Buon Ma Thuat,

Page 288: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

288

Quy Nhon, Pleiku, Nha Trang, Tra Vinh, Soc Trang, Dalat, Danang, Thai Nguyen, Hoi An, Hanoi) Vietnam’ın (Vietnamlı çoğunluğu da içermek üzere) 54 halkının yaşantısını yansıtan nesnelerin sergilendiği budunbetim (etnografya) müzeleri bulunmakta. Bunlardan en önemlisi, Orta Vietnam’ın Danang kentinde bulunan Çam Mimarlık Müzesi. Bu müzede, Kamboçyalılar gibi, Hindu ekininden etkilenip Hindu tanrıları için büyük tapınaklar yapmış; Orta Çağ’da büyük imparatorlukları yıkıldıktan sonra, Hindistan’dan gelen Muhammedcilerden etkilenerek Muhammedci olmuş olan Çam halkının Hindu dönemlerinden heykeller ve yapılar sergileniyor. Mimarlık biçimi, Kamboçya’daki Angkor Wat tapınak-kenti ile büyük benzerlikler taşıyor. Thai Nguyen’deki Vietnam’ın Budunsal Öbeklerinin Ekinleri Müzesi de, ülkenin en büyük budunbetim müzesi olması nedeniyle görülmeye değer. Türkiye’de bu tür bir budunbetim müzesi olmaması üzücü. Sözgelimi, bir Laz Müzesi, etkileyici olabilirdi. Toplumlar, anımsamak istediklerini koyarlar müzelere; geçmiş, acı da olsa; tatlı da olsa… Bir gün kazanacak olan Irak direnişinin ardından, belli ki, Irak müzeleri de Vietnam müzeleri gibi olacak… Yaralar sarılana dek, belki 50 yıl, Irak’ın en önemli müzeleri karanlık turizm müzeleri olacak. İşte bu nedenle “keşke Vietnam’ın karanlık turizm müzelerini daha çok insan gezseydi de, savaş-karşıtlarının sesi daha gür çıkabilseydi” diyoruz. İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (28): Vietnam’da ‘karanlık turizm’. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 190, 24 Şubat 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=25837

Page 289: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

289

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (65): Amerikancı ‘Psikoloji’ Asyalı ‘Böcek’lere Karşı Sayılarla başlayalım: Vietnam (Amerikan) Savaşı’nın sonuçları şöyle: Vietnam: 2 milyon Vietnamlı sivil ölümü; 1,1 milyon Vietnamlı şehit, 600,000 gazi; 300,000 kayıp (görevdeyken kayıp); 2 milyon engelli; 2 milyon kimyasal maddelerden etkilenmiş Vietnamlı; 500,000 engelli doğan bebek; o zamanlar toplam nüfusu 18 milyon olan Güney Vietnam’da 500,000 seks işçisi; 370,000 yetim; 50,000 ABD’li babadan olma terkedilmiş çocuk; 3 milyon işsiz; 4 milyon okumaz-yazmaz. ABD: 57,692 ölü; 300,000 savaş yaralısı (haklı bir savaşta yaralanmadıklarına göre, ‘gazi’ değil ‘savaş yaralısı’ demeli) ve 100,000 savaş engellisi. ABD’nin toplam savaş harcaması: 1,647 milyar Dolar ya da o dönemde ABD’de her vergi ödeyen başına 19,965 Dolar. Toplam 6.5 milyon ABD’li, değişik dönemlerde Vietnam’da çarpıştı. Bunların 4,649,000’i, 30 yaşın altında idi (*). Bu sayıların konumuz açısından dikkat çektiği üç nokta var: Birincisi, bu savaş, ‘psikolojik’ (yansıbilimsel) bir savaştır (**). Ölen 2 milyon Vietnamlı yanında, ölen 57,692 ABD askeri, devede kulak kalır. Bu savaş, fiziksel gücün de ötesinde, yansıbilimsel yöntemlerle kazanılmıştır. ABD, ölen asker sayısı, Vietnamlılar’ın kayıplarına göre az olmasına karşın, yenileceğini anladığı zaman ve ABD’de savaş karşıtı eylemler doruğa vardığı zaman, geri çekilmek zorunda kalmış; savaşı vietnamlılaştırmayı yeni siyasa olarak belirlemiştir: Vietnamlılaştırma siyasası, ABD askerinin çekilip yerini Güney Vietnam ordusunun alması; ve ABD ile Vietnamlılar’ın savaşması yerine, Vietnamlı’nın Vietnamlı’ya kırdırılması olarak belirlenmiştir. Aynı sürecin, Irak’ta da yaşanacağına kuşku yok. İkincisi, büyük olasılıkla, ABD ordusu, Vietnam ve ABD kayıplarını yukarıdaki gibi sayısal olarak karşılaştırmamıştı; çünkü ‘Müfreze’(‘Platoon’, 1986, yön: Oliver Stone) ve ‘Günaydın Vietnam’ (‘Good Morning, Vietnam’, 1987, yön: Barry Levinson) adlı filmlerde de görüldüğü gibi, ABD ordusu için, Vietnamlılar, insan değil, böcek idi. Dünyanın birçok ülkesinde ‘psikoloji’ bir kurum olarak Amerikancı olsa da, yine de şu konu çalışılabilmiştir: Yapılan araştırmalara göre, bir uçaktan bomba atarak insan öldürmek, bir insanı kurşuna dizerek öldürmekten çok daha kolaydır. Uçaktan, insanlar, karınca gibi görünür; onların acısı görülmez; yüzyüze öldürümde ise sonuç, yakından görülür. İlkinde, karınca; ikincisinde insan öldürülmektedir. Ancak ABD ordusu, yaptığı toplukıyımlarla, ikisinin de kolay olduğunu göstermiştir. Bu konuya benzer olarak, kimi araştırmacılar; İngiliz ve Fransız sömürgeciliği arasında sömürülene bakış açısından fark olduğunu söylerler: Fransız Aydınlanması, kendi dışındakini insandan saymamış; sömürülene eğitim vermemiş; onları ‘basık burunlu cahil maymunlar’ olarak bırakmıştır (örneğin, Vietnam, Kamboçya, Laos). İngiliz sömürgeciliği ise, sömürüleni, gücüne güç katmak üzere, değerli işgücü olarak görmüş; onları kendi insanı kadar eğitmiştir (örneğin, Hindistan, Hong Kong, Singapur). Çok tartışmalı ve uzun bir konu. Burada duralım.

Page 290: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

290

Üçüncüsü ve belki de en önemlisi şu: Muhalif insanlar bile, bir yerlerden, ‘Vietnam sendromu’ diye bir söz duymuştur ve hatta kimisi bunu bilimsel bir kavram gibi kullanıyor. Bilindiği gibi, Vietnam sendromu, Vietnam’da savaşmış ABD askerlerinin savaş sonrasında yaşadığı yansıbilimsel sorunlara karşılık gelmektedir. Savaştan dönenler, aşırı gergindirler ve kendilerini hâlâ savaşta sanmaktadırlar. Oysa, Vietnamlılar’ın yaşadıkları ne incelenmiştir ne de Vietnamlılar’ın yaşadıkları örselenmeler (travma) için yansıbilimsel yardım sağlanmıştır. Frantz Fanon’dan ve diğer sömürgesizleştirme kuramcılarından esinlenerek, ezenlerin ürettiği ve sürdürücüsü olduğu ‘psikoloji’yi bir yapısökümüne uğratmak gerekiyor. ‘Vietnam sendromu’ çalışmaktansa, ABD sömürgeciliğinin vahşetine kurban giden ve gitmekte olanların yaralarını sarmak üzere ‘Amerikan sendromu’ diye bir alan açıp çalışmak gerekiyor. Bu çalışmalar daha da genellenerek, ezilenlerin örselenmesi incelenmeli ve duyarlı yansıbilimcilerin tüm dünyadaki ezilenlere ellerini uzatmaları gerekli. Bu konuları Türkiye’de canlı tutan sayfadaşım Doç. Dr. Serdar Değirmencioğlu’na yeri gelmişken, teşekkür etmek isterim. (*) Sayısal veriler, şuradan: Nguyen, H.T. (2006). Vietnam: The war and liberation (1945-1975). Hanoi: The Gioi (Dünya) Yayınları. (**) ‘Psikoloji’ için ‘yansıbilim’ sözcüğünün kullanılmasıyla ilgili olası yorumlara yanıt olarak, Ekşisözlük yazarı Poturgil’in Potur, ‘yansıbilim’i şöyle tanımlıyor: “Sovyet dönemi psikoloji biliminin felsefi-bilimsel yaklaşımını benimsemiş "yansıbilimci"lerce türkçe'de, psikoloji veya ruhbilim yerine kullanılması daha uygun görülen tabir. burada yansı kelimesi ruh vs. gibi kavramların bir bilimin temel inceleme nesnesi olmaması gerektiği düşüncesinden ve Pavlov gibi bilim adamlarının psikolog sözünü reddedip kendilerini refleksolog şeklinde tanımlamasından kaynaklanmaktadır.” http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=yansibilim

Page 291: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

291

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (64): İneklere Yüklenen Küresel Isınma Bu hafta, yalnızca Asya’yı değil tüm yerküremizi etkileyen bir konuyu ele alıyoruz: Herzaman acı mı olacakmış gerçekler; konu, oldukça gülünç, ama gerçek: Son zamanlarda, çeşitli ‘uzmanlar’, küresel ısınmada, ineklerin yellenmesinin büyük payı olduğunu söyleyip inek eti tüketimini azaltmamızı öneriyorlar. Gerçekten de, bu nedenle, bolca küçükbaş (4 milyon insan ve 70 milyon koyun!) ve büyükbaşı olan Yeni Zelanda’da, büyükbaş hayvan yetiştiricileri için ‘yellenme vergisi’ olarak da adlandırılan bir çevre vergisi bulunmakta. İnek eti tüketimini azaltırsak gezegeni kurtarabilirmişiz. İlk akla gelen, diğer hayvanların toplam yellenme oylumunun ineklerinkinden daha düşük olup olmadığı. Ama dahası var: Birincisi, bu inek eti düşmanlarının bir bölümü, Hindu. Bilindiği gibi, Hindular, inek eti yemeyi günah sayıyor ve inekler, Hindu dininin kutsal hayvanı. Dolayısıyla, bu inek eti tüketimini azaltma önerisinin, Hindu dininin gereklerinin gizlice önerilmesi ve yaygınlaştırılması çabası olduğundan kuşkulanılabilir. Düşünce şu: “İnek eti tüketimini azaltırsak, inek yetiştiricileri, yetiştirdikleri inek sayısını azaltmak zorunda kalırlar; böylece, ineklerin küresel ısınmaya katkısı da azalmış olur.” Oysa daha yalın bir çözüm var: İnekleri kesmek! Aslında, bu denkleme göre, Hindular, besleyip kutsal saydıkları milyonlarca inek nedeniyle, küresel ısınmanın baş sorumlusu. Bu mantıkla, “küresel ısınma, Hindular’dan kaynaklanıyor” ve “küresel ısınmayı Hindular’ın sayısını azaltarak engelleyebiliriz” diyebiliriz. Dahası, Hinduların sayısını azaltmak üzere, Hindistan’da Hinduculuk dini dışındaki dinleri yaygınlaştırma çabası içine girebiliriz. Ne kadar çok Muhammedci, Musacı, İsacı, Budacı vb. o kadar az küresel ısınma... İkincisi, diyelim inek eti tüketimini azalttık. Tutumbilim çizgeleri açısından bakarsak, tüketimin azaltılması, aranım (talep) eğrisinin sola kaymasına yol açar. Böylece, sürüm (supply) düşer ama eder de (fiyat) düşer. Yani tüketimi azaltınca, inek yetiştiricileri daha az inek yetiştirecek, ama aynı zamanda inek eti daha ucuz olacak. Bu demek oluyor ki, inek eti tüketimini azaltmak, uzun erimde inek etinin daha çok tüketilmesine yol açacak çünkü inek eti daha ucuz olacak. Benzeri bir örnek, köle ticaretini önlemek için para toplayıp köle satın alarak, kölelere aranımı arttıran ve böylece sürümü de arttıran insan hakları eylemcileri örneğidir. Sonuç olarak, inek eti tüketiminin azaltılması, inek eti üretimini düşürmeyecek, tersine arttıracaktır. Peki çözüm ne? Sorun, ineklerin yellenmesi ise, iki tutumyapısal çözüm bulunuyor: Birincisi, Yeni Zelanda’daki gibi, inek yetiştiricilerine ek bir çevre vergisi koyarak, inek yetiştiricili ğinin kazançlı bir iş olmasını engellemiş oluruz; böylece inek eti üretimi azalır. İkincisi, inek etinin yerine-geçerlerini (substitute) değerlendirebiliriz. Sözgelimi, inek eti ve tavuk eti, insanların gözünde benzer ürünler diyelim. Bu durumda, insanlar, inek eti pahalılandığında tavuk etini yeğleyecektir. Demek ki, inek eti satışını, ya inek etini vergiler yoluyla pahalılandırarak azaltabiliriz ya da inek etinin yerine-geçeri olan tavuk etini ucuzlatarak azaltabiliriz. Tavuk etini ucuzlatmak için, ya tavuk üretimini tümden kamulaştırabiliriz ya da tavuk üreticilerine devlet olarak parasal destek sağlarız ki, tavuk eti üretimi daha ucuza gelsin.

Page 292: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

292

Yukarıda, “sorun, ineklerin yellenmesi ise” dedik. Sorunun bu olduğunu varsaydık. Ama acaba sorun bu mu? Değil. Fikret Başkaya, eğlenceli ve iğneleyici yazısında tam bu durumu anlatıyor gerçekte:

Zaman zaman medyada “Türkiye’nin en büyük tarihçisi” “en büyük iktisatçısı” vb türü haberler yer alır. Söz konusu adamlar neden “en büyüktür”? Kilolarından dolayı mı?, Boylarından dolayı mı? Yoksa tartışılması gerekeni tartışmama konusundaki manipülasyon ve kıvırtma “yeteneklerinden” ötürü mü ? “En büyüktür” zira, rejimin tabu saydığı sorunlara dokunmadan geçme “başarısını” göstermiştir. Mayınlı tarlaya girmeme konusundaki yeteneğidir onu “en büyük” yapan. (Fikret Başkaya, ‘“Reel Üniversite”nin Sefaleti’, Özgür Üniversite ağsayfası)

Başkaya, bu görüşleriyle, ABD eski başkan yardımcısı (1993-2001), yeni çevreci Al Gore’un (d.1948) 2007’de Nobel Barış Ödülü’nü nasıl aldığını açıklamış oluyor. Aynı biçimde, yukarıdaki inek eti düşmanı çevre uzmanları, tam da Başkaya’nın tanısına uyuyorlar. Küresel ısınma konusunu, ineklere yükleyip asıl sorunu yoksayıyorlar. Oysa gerçek sorumlu, yeni yeni pazarlaştırdığı, demek ki talan ettiği Asya, Afrika ve Güney Amerika’da kâr hırsıyla yeni yeni fabrikalar açan yerli ve yabancı sermaye düzenidir. ‘Ucuz işgücü cenneti’ olan ve yabancı sermayeyi kaçırmamak amacıyla çevre vergisi konulmayan bu yeni pazarları doyumsuzca sömüren sermaye düzenidir asıl sorumlu olan! AB(D)’de ırmaklar çağıl çağıl akarken Asya’da koca ırmaklar neden kurbağalıdereye dönmüşse, işte aynı nedenle küresel ısınma sorunu büyüyor, büyüyecek...

Page 293: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

293

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (63): ‘Hannah Hanoi’: Amerikan Ordusunun Korkulu Düşü Vietnam Savaşı nasıl kazanıldı? Bu soruya önderlik ve halk ordusu ile ilgili çok çeşitli yanıtlar verilebilir. Az bilinen bir nokta ise, Vietnam radyosunun Amerikan askerlerine yönelik İngilizce radyo yayını. Bu yayınların savaşın kazanılmasında büyük etkisi oldu. Bu yayınların konuşmacısı, anadili gibi İngilizce konuşan, Amerikan askerlerinin ‘Ejderha Hanım’ ya da ‘Hannah Hanoi’ olarak adlandırdığı Vietnamlı devrimci Trinh Thi Ngo (d. 1931) idi. Ngo (Vietnamca’da adlar sonda, soyadlar başta yazılır), anadili gibi konuştuğu İngilizcesi ile, içinde birazcık insanlık kalmış Amerikan askerlerinde firar isteği, toplukıyımcı Amerikan askerlerinde ise korku uyandırıyordu. Ngo, savaş haberlerini verirken, “bugün bir Amerikan askeri daha öldü, ama şehit olmadı, haksız bir savaşta işgal askeri olarak öldü. Ey Amerikan askerleri, sizin Vietnam’da işiniz ne? Kimin için savaşıyorsunuz? Vietnam halkı, vatan için savaşırken, sizin bir nedeniniz var mı savaşmaya? Bu haksız savaşa ‘dur!’ deyin artık. Boşu boşuna telef olup gideceksiniz” biçiminde konuşmalar yapıyordu. Toplukıyımcı askerleri korkutan ise, Ngo’nun radyoda, hergün, ölen Amerikan askerleriyle ilgili bilgileri en ince ayrıntısına kadar sunması idi. Nerede, nasıl öldükleri, ne kadar süredir asker oldukları, daha önce nerelerde çarpıştıkları gibi bilgileri Ngo, radyodan harika İngilizcesi’yle Amerikan askerlerine aktarıyordu. Bu ayrıntılar, Amerikan askerlerinin moralini bozuyordu, çünkü Vietnam’ın her yerde casusu olduğundan kuşkulanıyorlardı. Yoksa Ngo nasıl olur da kimsenin bilmediği en ince ayrıntıyı bilirdi… Oysa, Amerikan askerlerinin bilmediği, bu ayrıntıların Amerikan askeri yayınlarından derlendiği idi. Bu yayınlara erişimi olmayan Amerikan askerleri, uçan kuştan bile korkar olmuşlardı. Ngo, askerlerin daha da moralini bozmak için, ölen Amerikan askerlerinin doğum günlerini kutluyordu! Askerlerde firar isteği uyandırmak içinse, İngilizce olarak savaş karşıtı şarkılar söylüyordu. Amerikan ordusuna göre, Ngo’nun yayınlarının ordu üstünde hiç bir etkisi olmamıştı; askerler, dalgasını geçiyordu. Ama gerçekler öyle söylemiyor. Ngo ne ilk ne de sondur. Savaş yaymacasının (propaganda) tarihi zaten, Vietnam Savaşı’ndan çok önceye, 1. Paylaşım Savaşı’na kadar uzanır. Ayrıca, Naziler’in radyoyu kullanma biçimleri üstüne de çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu örneklerden belki de en ünlüsü, ‘Tokyo Gülü’ olarak adlandırılan İva İkuko Toguri D'Aquino (1916-2006) idi. İva, 2. Paylaşım savaşında Japon radyosunda anahaber yayını yapan Japonyalı-Amerikalı bir konuşmacı idi. Bu işi yapmaya zorlanmıştı; yine de Amerikan karşıtı yayın yapmadı. Buna karşın, Japonya’nın yenilgisinden sonra vatan hainliğinden hüküm giyip 1977’de affedildi. Vietnam Savaşı sürerken, Amerikan askerleri, Ngo’yu korkutmak için, O’na İva’nın parmaklıklar arkasında çekilmiş bir resmini gönderdiler. İva’nın Amerikan karşıtı yayın yapmamışlığı bir yana, bu, Ngo’yu korkutmadı. Ngo, “Vietnam’ın kazanacağına inancım sonsuzdu, o nedenle korkmuyordum” diyordu. Amerikan ordusu için en büyük tehlike, cangıllar (dev ağaçlı tropikal ormanlar) idi. Vietnamlı savaşçılar bu cangıllarda saklanıyor, Amerikan askerleri bubi tuzaklarında telef oluyorlardı. Amerikan ordusu, cangıllardaki yaprakları döküp Vietnam’ı cangılsızlaştırarak savaşçıların kökünü kazımak için, kimyasal bir madde olan portakal gazını kullandı. Portakal gazından 2 milyon Vietnamlı etkilendi; onbinlerce ölüm oldu, 50,000’den fazla Vietnamlı bebek, biçimsiz bedenlerle dünyaya geldi.

Page 294: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

294

Hastalıklar kuşaktan kuşağa geçtiğinden, portakal gazı Vietnam’da hala etkisini göstermekte. Portakal gazından yalnızca Vietnam halkları değil, Amerikan askerleri de etkilendi: Portakal gazı emrini verenlerden Deniz Amiral Elmo Zumwalt Jr.’ın Vietnam savaşına katılan oğlu, portakal gazı nedeniyle kanser oldu, torunu ise kanserli bir beyinle dünyaya geldi. Amiral, emirleri sorgulamaya başladığında artık çok geçti. Bugün görünen o ki, Vietnam, savaşı kazandı; ama 1986’dan sonra karma tutumyapıya geçilmesiyle ve 1993’ten sonra, Bill Clinton’un ve Amerikalı gazilerin çabalarıyla Vietnam-ABD ilişkilerinin düzelmesi ve ABD’li iş insanlarının (adamlarının ve kadınlarının) yatırım yapmak üzere Vietnam’a çağrılmasından sonra savaş yine yitirilmiş oldu. İki taraftan da aynı soru sorulabilir: Madem ülkeyi açacaktınız, o kadar insan boşuna mı öldü… Bugün ABD’de başkan adayı olan John McCain (d.1936 ) de bir Vietnam gazisi. Yarbay John McCain’in 1967’de Vietnam’da sivillerin üstüne bomba yağdırırken uçağı düşürüldü; halk, McCain’i linç edecekken, Vietnam askerleri, O’nu halkın elinden zor aldı ve McCain, barış görüşmelerinin yapıldığı 1973’e dek Vietnam’ın başkenti Hanoi’da savaş suçlusu olarak tutuldu. Bugün O’nu yakalayan Vietnam askerine McCain’i soruyorlar, “ABD’li olsam McCain’e oy verirdim” diyerek insanı hayretler içinde bırakıyor. Yalnızca bu Vietnam askeri değil yön değiştiren. Phan Thi Kim Phuc (d.1963) da Vietnam’dan kaçıp Kanada yurttaşı oldu. Phuc, Vietnam savaşıyla ilgili 3 ünlü resimden birinin baş kişisi. Birinci resim, bir toplukıyım resmi idi (My Lai Toplukıyımı, 16 Mart 1968). İkinci resim, sokak ortasında, Güney Vietnam Emniyet Genel Müdürü’nün ‘zanlı’ Nguyen Van Lem’i tabancasıyla öldürmesi idi. Üçüncü resim ise, köyüne bomba düşmüş Vietnamlı çocukların kaçışının görüntüsü idi. Bu çocukların ortasında kaçmakta olan çırılçıplak bir kız çocuğu Vietnam Savaşı’nın unutulmaz simgelerinden biri idi. İşte o kız çocuğu, Phan Thi Kim Phuc idi. 1986’da eğitimi için Küba’ya gönderilen Phuc, 1992’de Kanada’ya sığındı. Üzerinde ne baskı vardı ne de parasal sıkıntısı vardı. Bu durum, kişilik bozukluğundan başka bir açıklamaya yer bırakmıyor. Gerçi, Stalin’in 1967’de ABD’ye kaçan ve ABD yurttaşı olan kızı Svetlana Alliluyeva (d.1926) olayı düşünüldüğünde bu olay solda sıfır kalıyor. Bugün 78 yaşında olan Ngo, saf değiştirenlere karşın, yine aynı yerden, 30-40 yıl önce neredeyse aynen oradan bakmayı sürdürüyor yaşama. Savaştan sonra, sessiz bir yaşam sürdü. İnmeli eşi için işini bırakıp evhanımı oldu. Televizyonun başhabercisi olup unutulmaz üne kavuşabilirdi. Oysa bugün Vietnam gençleri O’nu anımsamıyor. Vietnam’ın adsız kahramanlarından biri işte. Ngo’dan öğreneceklerimiz ne kadar çok… İlgilisine Kaynak Nguyen, H.T. (2006). Vietnam: The war and liberation (1945-1975). Hanoi: The Gioi (Dünya) Yayınları.

Page 295: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

295

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (62): Nasıl Bir Kent? Değil mi ki, kentlerden kaçıp köylere sığınanlar var; “nasıl bir kent?” diye sormadan önce, “kentte mi köyde mi yaşamak istersiniz?” diye sormak gerekli demek ki... Dünyada köyden kente göç yaygınken; özellikle ileri yaşlardakilerin kentten köye göçleri de, daha düşük yoğunlukta olmakla birlikte, gözlemlenebilir bir olgu. Bunlardan belki de en ünlüsü, bir Pasifik Adası olan Tahiti’ye kaçan ünlü ressam Paul Gauguin (1848-1903) idi. Çeşitli uluslararası kuruluşlar, “nasıl bir kentte yaşamak istersiniz?” sorusunu yanıtlamak için çeşitli ölçütler ve bu ölçütlere dayalı göstergeler geliştirmiş durumda. ‘Mercer Yaşam Niteliği Araştırması’ olarak geçen bir çalışma, dünyanın belli başlı kentlerini aşağıdaki 10 ölçüte göre karşılaştırıyor: 1) Siyasal ve toplumsal çevre (siyasal kalımlılık (istikrar), suç, yasaların uygulanması vb.) 2) Tutumyapısal (ekonomik) çevre (döviz değişme düzenlemeleri, banka hizmetleri vb.) 3) Toplumsal-ekinsel çevre (kırpım (sansür), kişisel özgürlükler üstündeki kısıtlamalar vb.) 4) Sağlık ve sağlık önlemleri (ilaçlara ve sağlık hizmetlerine erişim, bulaşıcı hastalıklar, kanalizasyon, çöp yönetimi, hava kirliliği vb.) 5) Okullar ve eğitim (uluslararası okulların düzeyi ve bu okullara erişim olanakları vb.) 6) Kamu hizmetleri ve toplu taşıma (elektrik, su, toplu taşıma, gidişgeliş (trafik) yoğunluğu vb.) 7) Eğlence (lokantalar, tiyatrolar, sinemalar, sporlar ve boş zaman etkinlikleri vb.) 8) Tüketim malları (yiyecek, günlük tüketim maddeleri ve arabaların bulunabilirliği vb.) 9) Barınma (barınma, ev araç-gereçleri, ev eşyaları, bakım hizmetleri vb.) 10) Doğal çevre (iklim, doğal yıkım kayıtları vb.) İlk 50’de, yalnızca, Avrupa ülkeleri, ABD, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya ve Singapur kentleri var. İlk 50’de, hiç bir Afrika ya da Güney Amerika kenti bulunmuyor. Asya’dansa yalnızca Japonya ve Singapur var. İlk 50’deki Asya-Pasifik kentleri şunlar: Oklınd (Yeni Zelanda) (5), Sidniy (Avustralya) (10), Velingtın (Yeni Zelanda) (12), Pört (Avustralya) (21), Edıleyd (Avustralya) (29), Singapur (Singapur) (32), Brisbeyn (Avustralya) (34), Tokyo (Japonya) (35), Yokohama (Japonya) (38), Kobe (Japonya) (40) ve Osaka (Japonya) (44). Mercer araştırması, ayrıca, belli başlı kentleri, kişisel güvenlik düzeyine göre karşılaştırıyor. İlk 50’deki anakara dağılımı aşağı yukarı aynı. En güvenli Asya-Pasifik kentleri şunlar: Singapur (Singapur) (9); Oklınd ve Velingtın (Yeni Zelanda) (10- iki Yeni Zelanda kenti, onunculuğu paylaşıyor); Katsuyama, Omuta, Tsukuba ve Yokkaiçi (Japonya) (18- dört Japonya kenti, onsekizinciliği paylaşıyor); Melbörn, Pört (29) ve Sidniy (Avustralya) (29- üç Avustralya kenti, yirmidokuzunculuğu paylaşıyor), Papite (Fransız Polinezyası) (32); Kobe, Nagoya, Osaka, Tokyo ve Yokohama (Japonya) (35- beş Japonya kenti, otuzbeşinciliği paylaşıyor); Hong Kong

Page 296: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

296

(Hong Kong) (43); Edıleyd ve Brisbeyn (Avustralya) (49- iki Avustralya kenti ikincili ği paylaşıyor). Asya-Pasifik kentlerine daha ayrıntılı baktığımızda şu bulgularla karşılaşıyoruz: Yaşanılır ülke sıralamasında, Pekin, 116. ve Hong Kong, 70. sırada. Hindistan’da en yaşanılır kent olan Bangalor, 140. ve Mumbai, 142.. Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur, 75.; Tayvan’ın başkenti Taipei, 84.; Güney Kore’nin başkenti Seul, 86.; Tayland’ın başkenti Bangkok, 109.; Endonezya’nın başkenti Cakarta ise, 146.. Bangladeş’in başkenti Daka, Asya-Pasifik’in en yaşanmaz kenti olarak karşımıza çıkıyor (elbette, yalnızca karşılaştırmada yer alan kentler içinde). Kişisel güvenlik açısından en tehlikeli Asya-Pasifik ülkesinin Pakistan olduğu görülüyor: Pakistan kentleri, Karaçi (213), İslamabad (203) ve Lahor (192), yalnız Asya-Pasifik’in değil, tüm dünyanın en tehlikeli kentlerinden. Karaçi’nin 213. olması çok çarpıcı, çünkü sıralamanın sonunda yer alan işgal altındaki Bağdat bile 215. sırada. Kudüs ve Beyrut bile, kişisel güvenlik açısından, Karaçi’den daha yukarıda, 199. sıradalar. İç savaş nedeniyle sürekli sıcak olan Sri Lanka’nın başkenti Kolombo, 204. sırayı alarak, 201. sıradaki Dhaka’yı bile geride bırakıyor. Cakarta (189) ve Filipinler’in başkenti Manila (178), kişisel güvenliğin oldukça düşük olduğu kentler olarak karşımıza çıkarken, en güvenli Asya-Pasifik ülkesi, yukarıdaki sıralamadan da anlaşılabileceği gibi, bir kent-devlet olan Singapur (9). Bu karşılaştırmalar, ilk başta çekici geliyor insana. En azından, “yaşanılır bir kent nasıl olur?” sorusuna, üzerinde tartışılıp geliştirilebilecek somut ölçütler getiriyorlar. Ancak, değişik kesimlerin kenti deneyimlemesindeki farklara değinmiyorlar. Son model arabasıyla gecelerini kulüplerde, gündüzlerini Boğaz’ı gören büyücek evlerinde geçirenlerle, yıkıldı yıkılacak gecekondularında karnını zar zor doyurabilenlerin kentten alabildikleri oldukça farklı. Bu gözle yukarıdaki 10 ölçütü yeniden değerlendirelim: İkinci ölçüt, bankalardan ve dövizden söz ediyor. Paranız yoksa, bankalar ve döviz değiştirme olanağı neye yarar... Dördüncü ölçüt, sağlıkla ilgili. Ancak, bu araştırmayı yapanlar, değişik kesimlerin sağlık hizmetlerine erişimindeki ayrımcılığı dikkate aldılar mı acaba? Parayı verenin düdüğü çalıp sağlıklı olabildiği ülkelere düşük değer verilmiş mi, verilmemiş mi, belli değil. Beşinci ölçüt olan eğitim haklarında da aynı sorular geçerli. Yine aynı biçimde, altıncı ölçüt için, “kamu hizmetlerinden herkes eşit oranda yararlanabiliyor mu?” sorusunu sormak gerekir. Yedinci ölçüt için, “yoksulun kara kutudan başka eğlencesi var mı?” diye sormak gerekiyor; yoksula başka eğlenceler de varsa, o kente yüksek değer verilmeli. Sekizinci ölçüt için, tüketim mallarından hangi malların kastedildiğini sormak gerekiyor. Dokuzuncu ölçüt için, kiraların gelir içindeki yüzdesi, önemli bir ek ölçüt olabilir. İkinci bir ölçüt, evsahibi olanların genel nüfusa oranı olabilir. Doğal çevre içinse, çok çeşitli çevrebilinç (ekoloji) göstergeleri bulunmakta. Ve hepsinden önce, bu ölçütler, bir ülke içindeki kentler arasındaki farkları ve köy-kent arasındaki farkları da dikkate almalı. En yaşanılır kent yanında, kimilerimiz, en yaşanılır köyü de bilmek ister, öyle değil mi... Umarız bu yazı, size, “nasıl bir kent?” sorusunu yanıtlayabilmek için ipuçları verebilmiştir. İlgisine Kaynak

Page 297: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

297

Mercer (2008). Quality of Living global city rankings – Mercer survey. http://www.mercer.com/referencecontent.htm?idContent=1307990

Page 298: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

298

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (61): (Eski) Katil Enver Şeyh ve Düşünceleri Enver Şeyh (Anwar Shaikh) (1928-2006), kendi itiraflarıyla eski bir katil ve önemli bir eleştirmen (Birgün Gazetesi yazarı Ahmet Tonak’ın çalışma arkadaşı olan Enver Şeyh’le karıştırılmamalı, ikisi farklı kişiler). Pakistan kökenli Britanyalı yazar Enver Şeyh, eski bir dinci olarak, Muhammedcilik’i kaynaklarıyla yerden yere vuran ve bu nedenle hakkında ölüm fetvası çıkmış bir yazar olarak tanınıyor. 12 Ağustos 2007 tarihli Evrensel Hayat’taki Asya-Pasifik yazısında, 1947’de Hindistan’ın, din farklılığı gerekçe gösterilerek, sömürgeci Britanya tarafından bölündüğünü (“Muhammedciler, Pakistan’a; Hindular, Hindistan’a”) ve bu ayrışma sırasında, toplam 1 milyon insanın öldü(rüldü)ğünü belirtmiştik (Gezgin, 2007). 1928 doğumlu Enver Şeyh, tam da bu süreçte, Muhammedcilik adına 3 Sih’i öldürüyor (Sih dini, başta Muhammedcilik ve Hinduculuk olmak üzere çeşitli inanışların bir karmasından oluşuyor. Aslı, ‘Sik’ olsa da, bu sözcüğün Türkçe’de bir küfür olması nedeniyle ‘Sih’ sözcüğü yeğleniyor). Ama 25 yaşına geldiğinde, Muhammedcilik’ten kuşku duyuyor; lise müdürlüğünden istifa ederek Britanya’da iş adamı olarak yaşamaya başlıyor; 1973’ten başlayarak temel olarak Muhammedcilik’i eleştiren ‘Özgürlük’ (Liberty) adlı dergiyi çıkartıyor. 3 Sih’i öldürmekten sürekli utanç duyuyor, Muhammedcilik eleştirisini affedilmek için bir yol olarak görüyor. 1995’te hakkında ölüm fetvası çıkartılıyor; ancak bu fetva, Muhammedci ülkelere ayak bastığında geçerli olacak biçimde yazıldığı için, Britanya’da yaşamını güvenli bir biçimde sürdürüyor. Çoğu dinciye göre, Enver Şeyh; Salman Rüşdi ve Teslime Nesrin’den daha büyük bir şeytan (Anımsanacağı gibi, Salman Rüşdi (d. 1947) hakkında, ‘Şeytan Ayetleri’ (1988) kitabı nedeniyle ölüm fetvası çıkarılmıştı; Teslime Nesrin (d. 1962) ise, din eleştirileri nedeniyle sık sık ölüm tehdidi alan Bangladeşli dişilci (feminist) bir yazar). Enver Şeyh’in kendisi de bu yoruma katılıyor: Salman Rüşdi’nin Muhammedcilik’le, öykü ve roman gibi anlatısal metinler üzerinden didiştiğini; kendisininse doğrudan kavramsal eleştiri getirdiğini belirtiyor. Enver Şeyh, öncelikle, Hindistan’ın üç parçaya (Hindistan, Pakistan, Bangladeş) bölünmesinin Muhammedcilik’ten kaynaklanışına vurgu yapıyor ve bu nedenle, Muhammedcilik’in Hindistan’ın toprak bütünlüğü için büyük bir tehdit olduğunu belirtiyor. Enver Şeyh’e göre, Muhammedcilik, Arap sömürgeciliğinin değişik vitrinle yeniden sürümü. Hac’ın, Mekke’nin tutumyapısal (ekonomik) gücünü arttırmak için ortaya atıldığını söyleyip bugün Mekke kentinin tüm varsıllığının din turizminden ileri geldiğine dikkat çekiyor. Enver Şeyh, 11 Eylül sonrasında şu soruyu soruyor: “11 Eylül, yoldan çıkmış bir avuç aşırıcıdan mı kaynaklanmaktadır yoksa Muhammedcilik’in kendisi zaten şiddet eğilimli midir?” Ve ekliyor: “Bugün Muhammedcilik adına cana kıyan insanların yargılanabileceği şeriat hükmü var mıdır?” Enver Şeyh’e göre, 11 Eylül, bir avuç yoldan çıkmıştan değil, Muhammedcilik’in kendi içindeki şiddet eğiliminden ileri gelmektedir ve onların yargılanabileceği şeriat hükmü bulunmamaktadır, çünkü Muhammedcilik’e göre, din adına cana kıymak, cennetin anahtarı olarak öne

Page 299: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

299

sürülmüştür. Bu görüşü kanıtlamak için Enver Şeyh, Kuran’dan ve hadislerden çokça örnek veriyor. Enver Şeyh, basbayağı Yahudi olan İbrahim’in nasıl Arapmış gibi sergilendiğine dikkat çekiyor ve aslında, Muhammedcilik’in ‘kitap dini’ olarak adlandırılan Musacılık ve İsacılık’a hoşgörülü olmadığını belirtiyor. Enver Şeyh’e göre, kitap dinlerine hoşgörü, Muhammed, askeri olarak güçlü olmadığı zaman ortaya çıktı; daha sonra, uygulamadan kalktı; savaş ganimeti olarak Muhammed’e sunulan Yahudi kadınlar, Musacı inançlarına bağlı kaldıkları sürece Muhammed’in odalığı, Muhammedci oldukları sürece ise, Muhammed’in karısı yapıldı. Öte yandan, Enver Şeyh, sanılanın tersine, Muhammedci karşıtı değil. Birçok yakınının Muhammedci olduğunu, sorunun Muhammedciler değil Muhammedcilik olduğunu belirtiyor. Ayrıca, Şeyh, Muhammedcilik’teki bu içkin (inherent) şiddet eğiliminin Avrupa devletlerini polis devletlerine çevirdiğini ve bu nedenle sağ siyasetin güç kazandığını belirtiyor. Muhammedcilik’i eleştirenler yabancı düşmanlığıyla suçlanıyor, oysa aynı kişilerin güvenlik tehdidi oluşturmayan Budacılar’a karşı sert bir tutumu bulunmamakta. Enver Şeyh’in eleştirileri önemli olmakla birlikte, İsacılık’ı ve Musacılık’ı da içermek üzere tüm dinlerin bir eleştirisini sunmadığı ve eleştirilerini Muhammedcilik’le kısıtladığı için, sık sık, İsacılık’ın, Musacılık’ın ve Hinduculuk’un tutucu kesimlerine yedekleniyor. Enver Şeyh, dinsiz olmasına karşın; Salman Rüşdi gibi, gücünü, Britanyalı sömürgecilerden ve Hinducu tutuculardan alıyor. Oysa, tutarlı bir Muhammedcilik eleştirisi, bize göre, tüm dinlere eşit uzaklıkta olmayı gerektirir. Enver Şeyh’in kitapları şunlar: ‘Islam: the Arab national movement’ (Muhammedcilik: Arap milli hareketi), ‘Islam: sex and violence’ (Muhammedcilik: Cinsellik ve şiddet), ‘Islam and human rights’ (Muhammedcilik ve insan hakları), ‘This is jihad’ (İşte cihat), ‘Islam: the Arab imperialism’ (Muhammedcilik: Arap yayılmacılığı), ‘Eternity’ (Sonsuzluk), ‘Faith and deception’ (İnanç ve aldatı), ‘Taxation and liberty’ (Vergilendirme ve özgürlük). ‘Muhammedcilik ve insan hakları’ ve ‘Muhammedcilik: Arap yayılmacılığı’ kitaplarının İngilizce tam metnine ağbağdan ulaşılabiliyor. Enver Şeyh’in şimdiye dek hiç bir kitabı Türkçe’ye çevrilmedi. Diğer dinlerin tutucularına yedeklenmesi dışında, ‘Pakistan’ın Turan Dursun’u’ olarak adlandırılabilecek yazarın kitaplarını basacak yayınevleri aranıyor. (Bu yazıda ve birçok yazıda, Muhammedcilik’in kutsal ve göksel olduğu varsayımını kabullenmemek ve onun herhangi bir felsefe ya da dünya görüşü olduğuna dikkat çekmek için, ‘Müslüman’ ve ‘İslam’ yerine ‘Muhammedci’ ve ‘Muhammedcilik’ sözlerini kullandık.) Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta(4): Denizlerden, ırmaklardan, dağlardan konuşmalı... Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 163, 12 Ağustos 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=15214 (Ayrıca, Britanya sömürgeciliğinin bir eleştirisini yapmayan ama Pakistan-Hindistan bölünmesindeki insanlık ağlatısını gözler önüne seren ‘Partition’ (Bölünme, 2007, yönetmen: Vic Sarin) adlı film izlenebilir. Ek olarak, Tarık Ali’nin oyunluğunu (senaryo) yazdığı aynı adlı, fakat az bilinen 1987 yapımı bir film de bulunmaktadır.)

Page 300: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

300

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (60): Büyüme Fetişçiliğine Karşı! Vietnam (Amerikan) Savaşı’nda Güney Vietnam’daki yeraltı hareketinin yöneticisi olan Nguyen Van Linh (1915-1998) (‘Van Lın’ diye okunuyor), savaştan sonraki düşünsel arayışları nedeniyle ‘Vietnam’ın Gorbaçov’u’ (aslı, ‘Gorbaçyov’) olarak tanınıyordu. Karma tutumyapıya göz kırpan değerlendirmeleri nedeniyle, çeşitli kereler Vietnam Komünist Partisi’nden uzaklaştırılmıştı. Ancak, 1986’da Vietnam tutumyapısı, %400 enflasyonla çöküşe girince, ‘halaskargazi’ (kurtarıcı) olarak parti genel sekreteri yapıldı. Devamına geçmeden, ‘%400 enflasyon’ konusuna girelim: 1986’da Vietnam’daki yüksek enflasyon, Gorbaçov’un yeni dış siyasaları nedeniyle, Sovyet yardımının kesilmesinden ileri geliyordu. Daha savaşın üstünden 11 yıl geçmişti ve ülkenin ağır işleyim (sanayi) atılımı için daha çok zamana gereksinimi vardı. Vietnam, o dönemde yeryağı (petrol) üretmiyordu. Ülke tümüyle tutumyapısal bunalıma sürüklendi. Vietnam’da 1986’yla birlikte ‘yenilenme’ (doi moi) adı altında karma tutumyapıya geçiş, işte bu koşullara çözüm olarak önerildi. Yenilenmeyle, yabancı sermaye ülkeye girecek, verim artacak ve kılgıbilgisi (teknoloji) yenilenecekti. Kendilerini ‘sonra-kendicil (post-otistik) tutumbilimciler’ olarak adlandıran bir öbek araştırmacı, ‘büyüme fetişi’ diye önemli bir kavramı dilegetiriyorlar. Büyüme fetişçileri, işsizliği, yoksulluğu ve gelir dağılımındaki adaletsizliği umarsamayıp büyümeyi herşeyin üstünde tutuyor. Bu nedenle, sürekli büyüyen Çin ve Vietnam, yalnızca büyüme fetişçileri açısından bir başarı örneğidir; büyüme dışındaki diğer noktalarda sınıfta kalıyorlar. Kaldı ki, bir ülkenin Kişi Başına Düşen Yerel Geliri’nin yüksek olması, o ülke insanlarının çoğunun varsıl olduğunu göstermez; yüksek gelir, bir avuç varsılın aşırı varsıl olmasından da ileri gelebilir. Bugün Vietnam’da kime sorsanız Van Linh’ı bilir ve ‘iyi bilirdik’ derler. Oysa Linh, tutumyapısal büyüme uğruna Vietnam’da toplumsalcı düzenden geri dönüşün, gelir uçurumunun ve yoksulluğun en büyük nedeni. Bunları, şu an, Nguyen Van Linh Bulvarı’ndan yazmak da karışık duygular yaratıyor. Ama sonra, Van Linh’ın, 1998’de ölmezden önce, karma yapıya geçişten 10 yıl sonra, 1996’da, kendi başlattığı yenilenme (doi moi) siyasasını yerin dibine batırdığını görüyoruz. Van Linh’a göre, yenilenme, yoksulu daha yoksul, varsılı daha varsıl yaptı; kılgıbilgisinde de büyük ilerlemeler olmadı. Vietnam’ın az sayıda aydını, verimsizliğin kamusal mülklükten değil başka nedenlerden kaynaklandığını ve dolayısıyla çözümün, küçük ölçek (micro) düzeyinde (ar-ge kurumlarına yatırım yaparak ve emekçilere, geniş anlamdaki üretici niteliklerini geliştirmek üzere sürekli eğitim vererek) üretkenliği geliştirmek olduğunu görmeye başladılar, ama hem azınlıktalardı hem de bunun için artık çok geçti... Vietnam iyi askerler ve savaşçılar yetiştirmişti, ancak taklit değil özgün düşünceler ve siyasalar ileri sürecek tutumbilimciler yetiştirememişti. Elbette, Van Linh, Gorbaçev’den ve özellikle de Çin’de 1978’te başlayan karma yapıya geçiş sürecinden etkilenmişti. Öyleyse Çin’de olanları bir alıntıyla analım: “1978, toplumsalcı Çin’in, verimi toplumsal faydanın üstüne koyduğu ilk yıldır. 1978’le birlikte Çin’in karma tutumyapıya geçişi, o bilindik gerekçeyle sağlanmıştı: Kamu işletmelerinin verimi düşük; ve toplumsal gönenç (refah) devleti, toplumları

Page 301: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

301

tembelliğe alıştırıyor (bkz. Xinping 2000: 118). Bu değerlendirme, yeni-serbestçi olsa da, geçiş, bir yandan da, Lenin’in ‘Yeni Ekonomik Politikası’ ile temellendiriliyordu. Buna göre, toplumsalcılığın gelişimi için kısa bir süreliğine (oysa ne kadar kısa olacağı belirsiz) özel mülklüğe geçiş gerekli idi (Greenfield ve Leong 1997: 96). Verimsizliği ve özendiricisizliği (teşviksizlik) toplumsal düzenlere özgü sayan yaklaşımlar, verimsizlik sorununun anamalcı şirketlerde de olduğunu unutuyor ve sanki verimsizlik, çözülemeyecek bir Gordiyom Düğümü gibi önümüze sürülüyor. Oysa, örneğin, anası-babası varsıl olan bir çocuğun, üniversitede derslere çalışmaktaki isteksizliği de, aynı verimsizliğe ve özendiricisizliğe örnektir. Aynı mantıkla, varsıllığı kaldırmak gerekir, çünkü varsıllık, varsıl çocuklarını tembelliğe alıştırıyor! 1978’in temel felsefesi, toplumsalcılığın, yoksulluğun değil varsıllığın paylaşılması olduğu düşüncesiydi. Yoksul Çin’i varsıllaştırmak için özeksel tasarlama yetmiyordu; varsıllamak için pazarlar gerekiyordu. Önce bir azınlık varsıllayacak; sonra varsıllık, Çin’in geneline yayılıp yaşam düzeyini yükseltecekti (Lê ve Liu 2006). Çin’in siyasalarını yakından izleyip büyük çoğunluğunu uygulayan Vietnam’da da gerekçe aynıydı. Vietnam da, SSCB’nin çöküş imleri verdiği 1986’da karma tutumyapıya geçecekti. Oysa geçen yıllar, Vietnam’da da, Çin’de de daha büyük gelir uçurumlarını getirdi ve beklenen varsıllık genişlemesi bir türlü yaşanmadı. Üstüne bir de, Dünya Ticaret Örgütü üyesi olununca, varsıllığın değil ama gelir uçurumunun genişlemesi hız kazandı (Xinping 2001: 242)” (Gezgin, 2008). Vietnam ve Çin hükümetleri, ne yazık ki, büyüme fetişçiliğine çok bağlı. Her yerde gökdelenler dikiliyor ve bu, toplumun gelişmesinin bir belirtisi sayılıyor. Daha fazla kalkınmak içinse, devletin tutumyapı üzerindeki düzenlemelerinin kaldırılması düşünülüyor. Oysa aynı nedenle, Vietnam ırmakları, kurbağalı dereye dönmüş durumda: Düzenleme olmayınca, ‘piyasanın görünmez eli’ çöplerini ırmaklara atıyor. Ama herşeyi de hükümetlere yüklememek gerekiyor: Vietnamlı emekçilerin %80’i ortalama 60 Dolar alırken başkaldırmıyorlarsa, yapılacak pek bir şey yok. Çin ve Vietnam’ın geleceği, bundan sonra tümüyle emekçilerin mücadelesine bağlı... Resmi toplumsalcılığa karşı gerçek toplumsalcılığı savunmaksa, ek bir sorun olarak önlerinde duracak... Araştırmacılara düşense, tersten fetişçilik yapıp yalnızca yoksulluk ya da gelir dağılımına odaklanmamak ve “bunlar gerçekler” diyerek her tür saptırmaya başvuran anadalga görüşlerin büyüme fetişçiliğini gözler önüne serip kurbağalı dereleri ve işçi barakalarını anımsatmak... İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2008). Çin ve Vietnam’da yeni-serbestçilik ve direniş (yayınlanmayı bekleyen çalışma). Lê, Hữu Tầng ve Liu, Han Yue. 2006. Economic Reform in Vietnam and in China: A Comparative Study. Hanoi: The Gioi Publishers. Xinping, Guan. 2000. “China’s Social Policy: Reform and Development in the Context of Marketization and Globalization”, Social Policy & Administration 34(1): 115-130.

Page 302: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

302

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (59): Asyalı Öğrencilerde Yaratıcı Düşünme Geçen hafta, Asyalı öğrencilerde eleştirel düşünme konusunu ele aldık; bu hafta kaldığımız yerden sürdürüyoruz; ancak bu kez, Asyalı öğrencilerde yaratıcı düşünme konusuna odaklanıyoruz. “Asyalılar’da yaratıcılığı nasıl geliştirebiliriz?” türünden çeşitli kitaplar çıkıyor ama bu kitaplar, sermaye düzeninin ve üniversiteye giriş sınavlarının yaratıcılığı baltaladığını unutuyorlar. Siz sınıfta ne yaparsanız yapın, bu giriş sınavı ve bu sermaye düzeniyle yaratıcı öğrenci yetiştirmeniz çok zor. İşte Japonya örneği: Japonya’daki üniversiteye giriş sınavı, ‘cehennem’ olarak adlandırılıyor. Dinlencelerde, öğrenciler, otele kapanıp özel öğretmenlerden saatlerce ders alıyorlar. Yalnızlık nedeniyle intihar etmesinler diye aileleri de onlarla birlikte bulunuyor. 1 haftalık ‘otel okulu’nun tutarı 6000 Dolar! Öğrenciler, başlarına ‘Kesin Kazanacak!’ yazılı bantlar takıp öyle çalışıyorlar. Yoğun ders haftası, dinsel törenle başlıyor. Şintocu rahipler, öğrencinin kazanması için deyişler söylüyor. Tören sonrası, öğrenciler ve ana-babalar, yumruklarını kaldırıp “çocuğumuz mutlaka kazanacak!” türünden savsözler (slogan) atıyorlar. Avrupa ile Asya’daki üniversiteye giriş düzeni karşılaştırılırken en önemli nokta unutuluyor: Avrupa’da işsizlik aylığı var, bu nedenle öğrencilerin bölüm seçimleri de daha özgür olabiliyor. Avrupalı öğrenci, sözgelimi, fizik bölümünde okumayı seçerken, işsizlik gibi bir kaygı taşımıyor. Oysa Asyalı öğrenci, şirketlerin dayattığı kesite uymadığında işsiz kalıyor ve çoğu Asya ülkesinde işsizlik aylığı gibi bir uygulama yok. Sermaye düzenindeki yaratıcılık da, zaten, tasarım ve reklamcılık alanı dışında, pek istenmeyen bir özellik. Ne de olsa Warhol’un eşlemlenebilir (kopyalanabilir) nesneler çağında yaşıyoruz. Gerçekte, Avrupa’nın yaratıcılığı/ eleştirelliği de, Aydınlanma’dan önceye gitmez. Yunan felsefesine hem ‘Avrupalı’ demek zor hem de köleliği sorgulamadıkları için, tümüyle eleştirel bulmak da zor. İlk uygarlıkların Güneybatı Asya’dan çıktığı gerçeği ve bu uygarlıkları Avrupalı ya da Asyalı olarak sınıflamanın olanaksızlığı da ortada. Üstelik, Yunanistan üstündeki Doğu Akdeniz ve özellikle Mısır etkisi biliniyor. Buna karşın, Yunan felsefesinin Avrupa uygarlığının kökeni olarak önümüze sürülmesinin ardında art niyet aramak gerekiyor belki de... Kast düzenini reddeden Buda, çoktanrılı Yunanistan’dan daha eleştirel aslında. Üstelik Hindular’ın kutsal kitaplarında, Yunan felsefesinin çıkışından çok önce, dinsizliğin tartışıldığını görürüz. Aynı biçimde, kendinden sonra gelen tüm Güneybatı Asya dillerini esinleyen, ‘peygamber’ (eski Farsça’da ‘haber (peyam) veren’ anlamına geliyor) sözcüğünü ilk dile getiren Zerdüşt dinini, Avrupalı saymak da olanaklı, Asyalı saymak da... Hele Zerdüşt’ün, Ötenehir’de (Maveraünnehir) doğduğu düşünülürse, durum daha da karmaşıklaşıyor. Elbette, bu konuyu irdelemeden önce, yaratıcılıktan ne anladığımız üstünde oydaşmamız gerekiyor. Aşağıdaki uzun alıntıda belirtildiği gibi, yaratıcılığa, temel olarak, 5 bakış bulunmakta:

Page 303: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

303

Birinci bakış, tarihteki yaratıcı insanlara (örneğin, Einstein, Newton, Gauss vö.) bakıp onlardaki ortak özellikleri saptamaya çalışır. İkinci bakış, insanlara, yaratıcılığı ölçmek için çeşitli ölçekler verir; puvanlara göre, “ şu şu şu insanlar yaratıcı; şunlarsa değil” der. Bu ilk iki yaklaşım, y-yaratıcılık (yansıbilimsel yaratıcılık) ve t-yaratıcılık (tarihsel yaratıcılık) arasında ayrım yapmamaktadır. Yansıbilimsel yaratıcılık, bir bireyin kendi kafasında daha önce hiç olmayan bir düşünce ya da ürün taslağı ortaya koymasıdır. Tarihsel yaratıcılık ise, bir bireyin, tarihte hiç olmayan bir düşünce ya da ürün taslağı ortaya koymasıdır. Üçüncü bakış, kişilere değil, ürünlere bakar. Bu ürünler, sanat yapıtları da olabilir mühendislik yapıtları da. Kişisel değil kurumsal sıçramalara bakılır. Dördüncü bakış da, tarihsel olmakla birlikte, üçüncü bakıştaki gibi geriye dönük değil, ileriye dönüktür. Şöyle ki, diyelim ki, bir sanat yapıtını değerlendiriyoruz. Yalnızca o sanat yapıtına bakarsak, yapıt, çok yaratıcı gelebilir. Ancak, yapıta, bu yapıttan önce gelen yapıtlar açısından bakarsak, yapıtın pek de yaratıcı olmadığı ortaya çıkabilir. (...) Beşinci bakış, yaratıcılığı, diğer ussal süreçlerden farklı olmayan bir görüngü olarak görür: Girdiler vardır, çıktılar vardır, kısıtlamalar vardır, yöneylemciler (operatör) vardır ve son olarak arama alanı vardır. Yaratıcılık, arama alanına yöneylemciler uygulamak ya da eldeki yöneylemcilere bakarak yeni yöneylemciler üretmekten ibarettir. Bunun için, bu bakışa göre, bilgi birikimi çok önemlidir: Arama alanı ne kadar geniş olursa, yöneylemciler de o kadar kapsayıcı olur (...)(Gezgin, 2007). Birinci bakışa göre, Asyalı ve Avrupalı yaratıcı insanların karşılaştırılması ve aradaki farkların ve ortaklıkların saptanması gerekmektedir. Bu konuda yeterince çalışma bulunmamaktadır. İkinci bakışı göre yaratıcılığı, “neden Asyalılar ve değil-Asyalılar, ölçeklerden belli tür puvanlar alıyor?” sorusu üzerinden düşünmek gerekiyor. Üçüncü bakış, Asya toplumlarındaki ve eğitim kurumlarındaki karşı-yaratıcı öğeleri saptamayı gerektirir ve bu konuda çok sayıda çalışma bulunmakta ve temel neden, üniversiteye giriş sınavı ve ekinsel farklar olarak sunulmaktadır. Dördüncü bakışa göre yaratıcılık, geçmiş bilgisine dayanır ve bu konuda, Asyalılar’ın geride kalmasına neden olabilecek hiç bir engel yok. Beşinci bakış, zaten, toplumsal koşullardan bağımsız bir açıklama getirmektedir ve demek ki, Asyalılar’daki yaratıcılık süreçlerinde fark olmadığı sonucunu çıkarır. Bu beş bakışta da sermaye düzeni etmeni eksik: Her toplumdan yaratıcı bireyler çıkar ama bir toplumdan çok sayıda yaratıcı çıkabilmesi, para getiren bilginin değil, kendi içinde bilginin ve toplumsal duyarlılıklı bilginin yüceltilmesiyle olanaklıdır. Bir bilim insanı, alan bilgisi, ilgi çeşitlili ği ve insanlığa duyduğu sorumluluk ölçüsünde yaratıcı olacaktır. Curie’lerin ve Einstein’ın bize öğrettikleri tam da budur... Asya’nın yaratıcılığı da başka bir yol izlemiyor ve izlemeyecek... İlgilisine Kaynak (Yaratcılıkla ilgili çalışmalar ve tartışmalar için bkz.) Gezgin, U. B. (2007). Bilişsel bilimler elkitabı. Lulu. http://www.lulu.com/content/1232419

Page 304: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

304

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (58): Asyalı Öğrencilerde Eleştirel Düşünme Dünyada genel kanı, Asyalı öğrencilerin eleştirel olmadıkları ve uyarlıklı (itaatkar) oldukları yönünde. Dolayısıyla ilk akla gelen iki soru, bu genel kanının kültür sömürgeciliğinin bir ürünü olup olmadığı ve gerçeklik payının bulunup bulunmadığı... Araştırmacı Vandermensbrugghe (2004), Avustralya üniversitelerinde okuyan uluslararası ve özellikle Asyalı öğrencilerde eleştirel düşünce üstüne önemli saptama ve değerlendirmelerde bulunuyor. Öncelikle, sanıldığının tersine, eleştirel düşünmenin tanımı üzerinde bir uzlaşma bulunmuyor. Ancak, yazara göre, eleştirel düşünme tanımlarını, yine de ikiye ayırabiliriz: Eleştirel düşünmeyi mantık kurallarının sorunlara uygulanmasından ibaret olarak görenler (bilişsel tanım); eleştirel düşünmeyi varolan toplumsal düzeni ve kabul edilegelen bilgileri sorgulamak olarak görenler (toplumsal tanım). Söylemeye gerek bile yok sanırım: Şirketler, eleştirel düşünmeye sahip olanları değil, -beyaz, mavi ya da pembe yakalı olsun olmasın- işgücü niteliklerine sahip olanları işe alıyor. Eleştirel düşünmeye değer veren az sayıdaki şirket ise, elbette, toplumsal değil de bilişsel tanımı yeğliyor. Yoksa toplumsal tanımıyla eleştirel düşünme, patronların korkulu düşüne dönüşür kuşkusuz... “Üniversitelerde eleştirel düşünme yetisi geliştirilsin” diyenlerin çoğu da, eleştirel düşünme kavramından, “kârı nasıl ençoklarım?” sorusuna yanıt vermeyi anlıyor. Zaten bunun için olmasaydı, ticaret vb. dersleri yerine felsefe ve toplumbilim derslerinin zorunlu kılınmasını savunmaları gerekirdi. 1950’lere dek, felsefe, birçok üniversite öğrencisinin zorunlu olarak aldığı bir ders idi. Bilimlerin felsefeden kopup kendi evlerine çıkışları henüz sıcaktı. Bugünse, küreselleşme adı altında, kuramsal açmazlarıyla kâr getirme olanağı kalmamış felsefe dersleri yerine, ticaret yetenekleri vb. türden dersler açılıyor. Gerçekte, eleştirel düşünmenin kendi üniversitelerinin ayırt edici özelliği olduğunu söyleyen birçok ülkenin eleştirel düşünceyle uzaktan yakından ilgisi yok. Bu da, bu yorumların, kültür sömürgeciliğinin bir ürünü olduğu düşüncesini güçlendiriyor. Vandermensbrugghe (2004)’e göre, Asyalı öğrenci kalıpyargısı (stereotype), 4 temel öğeden oluşuyor: Yetersiz İngilizce, yok-eleştirel (eleştirel olmayan) düşünme biçimi, yüzeysel öğrenme (ezber) ve kopyeciliğin yaygınlığı. Birincisi, Avustralya’da okuyan Asyalı öğrencilerde gözlemlendiği söylenen yok-eleştirel düşünme biçimi, tümüyle İngilizce yetersizliğinden kaynaklanıyor olabilir. Aslında, Avustralyalı öğrenciyle Avustralya’da okuyan Asyalı öğrenciyi bu biçimde karşılaştırmak yanlış; çünkü Asyalı, anadili dışındaki ikinci bir dilde eğitim görürken; Avustralyalı, kendi anadilinde eğitim görüyor. Tutarlı bir karşılaştırma, anadili dışında bir dilde eğitim gören Avustralyalı ile yapılmalıdır. Dahası, Avustralya’da eğitim gören Asyalı öğrencilerin büyük bir çoğunluğu, varsıl ailelerden gelmektedir. Her sınıftan gelen Avustralyalı öğrenciyle varsıl aileden gelen Asyalı öğrencinin karşılaştırılması yanlıştır; çünkü arada ‘sınıf’gibi yoksayılamayacak kadar önemli bir değişken var. Üçüncüsü, Asyalı öğrenciler, Avustralya’da geçici vizelerle okumaktadırlar ve Avustralya’daki genel kanı, Asyalılar’ın yok-eleştirel olduğu yönünde olduğuna göre, gerçekte öğrenciler, yabancı bir ülkede geçici olarak bulunmanın verdiği kaygıyla, onlara ayrılmış kavramsal boşlukları doldurmaktadırlar.

Page 305: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

305

Durum, ABD’li general Phil Sheridan’ın ünlü sözünü de hafif hafif andırmaktadır: “En iyi Kızılderili, ölü Kızılderili’dir”: “En iyi Asyalı, yok-eleştirel Asyalı’dır.” Bu Asyalı-AB(D)li ayrımlarını daha önceki yazılarda da eleştirdik. Ancak, burada, özel olarak eğitim alanında, şunları da anabiliriz: Bugün AB(D) ve Avustralya’da çok sayıda Asyalı yaşadığından, AB(D)-Asya ayrımı, yavaş yavaş silinmektedir çünkü aynı nedenle, ‘AB(D)’ kavramı da değişim geçirmektedir. İkincisi, küreselleşme, Asya’daki eğitim kurumlarını da AB(D)’lile ştirmektedir. Bununla bağlantılı olarak, birçok AB(D) üniversitesi, Asya’da ek yerleşkeler açmaktadır. Gerçekte, Avustralya’ya okumaya giden Asyalı öğrencilerin ezici bir çoğunluğu, zaten AB(D) türü eğitim veren liselerden, ilköğretim okullarından, hatta anaokullarından çıkıp gelmektedir. Ortada bir ayrım varsa, bu ayrım, Asyalı ile AB(D)li arasında değil, eğitim hakkından yoksun bırakılmış çoğunluk ile sınıfsal konumu dolayısıyla seçkin eğitimi alan bir avuç azınlık arasındadır. Toplumsal yansıbilim bize şunu söylüyor: Her kalıpyargılama, tümleyeni de kalıpyargılamayı içerir. Asyalı kalıpyargısı, Asyalı olmayanı da kalıpyargılamaya dayanıyor. Dolayısıyla, Asyalı kalıpyargısını çalışmak, AB(D)li kalıpyargısını da çalışmayı gerektirir. AB(D)li’nin olumlu anlamda bireyci olduğu ve eleştirel olduğu söylenilir durur; oysa, bunlar, Aydınlanma’nın ülküleriydi ve bugün, AB(D)’de Aydınlanma’nın savunduğu olumlu bireyciliğin yerini, büyük oranda, dinlere, milletlere, şirketlere vb. bağlılık almış durumda. AB(D) bugün bireyci falan değil. Kaldı ki, AB(D), eleştirel düşünmenin anayurdu da değil: Sözgelimi, ilk diyalektik düşünce, Hindistan ve Çin’de çıkıyor. Çin’i birleştiren Çin Hanedanlığı’ndan bu yana, 2000 yıl kadar, Çinli memur adayları, memur olabilmek için deneme yazmak zorundalardı. Eleştirel düşünmenin yazındaki başlangıcı olarak görülen roman türünde de, Asya, anayurt: İlk roman, sanıldığının tersine, Don Kişot değil. İlk roman, Don Kişot’tan 500 yıl önce, bir Japon kadın yazar tarafından yazıldı (ayrıntılar için bkz. Gezgin, 2007). Son olarak, eleştirel düşünmenin yukarıdaki toplumsal tanımından yola çıkarsak, nüfus düzeylerini sabit tutarak, Avustralya ile Asya ülkelerindeki toplumsal ve siyasal eylemlerin toplam sayısını karşılaştırabiliriz. Asya’nın, özellikle Çin’in ve Güney Kore’nin eylemlerle dolup taşması, zaten, Asya’da çok sayıda eleştirel düşünceli insanın yaşadığını göstermeye yeter de artar bile... İlgilisine Kaynak

Gezgin, U B 2007, ‘‘Hayır! Don Kişot, insanlık tarihinin ilk romanı değildir! ya da zamanımızdan bin yıl önce Japonyalı bir kadın yazar tarafından yazılmış ‘Genji Hikayesi’ üstüne’, Asya Yazıları içinde, Ara-lık Yayınevi, İzmir, s. 55-62.

Vandermensbrugghe, J 2004, ‘The unbearable vagueness of critical thinking in the context of the Anglo-Saxonisation of education’, International Education Journal, cilt 5, sayı 3, s. 417-422.

Page 306: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

306

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (57): Türkiye Yenilmeli! 24.06.2008 (Almanya maçından önce) Son zamanlarda Asya’da ‘Türkiyeli’ olduğumu her söyleyişimde futbolu sevip sevmediğim soruluyor. Ben de her keresinde, futbolu 4 nedenle sevmediğimi ve sevemeyeceğimi söylüyorum: Birincisi, ülkemin (evet, sermayenin vatanı yok ve ‘vatan’ emekçiler için oluşturulmuş bir kurgu, ama başka başka diller konuşulan ülkelerde yaşadığınızda ‘ülkem’ demek zorunluluk olmaya başlıyor; çünkü biz ve ötekinin bir noktada yeniden kurulması gerekebiliyor) sanatçıları, yazarları ve bilim insanları 3 kuruş parayla açlık koşullarında yaşatılırken, futbolcuların kollarındaki mankenlerle onbinlerce yoksulun gelirinden daha yüksek gelir sahibi olmalarını doğru bulmuyorum. İkincisi, dünyanın hemen hemen tüm ülkesinde, hükümetlerin futbol coşkusunu kötüye kullandıkları görülmüştür ve görülmektedir. Bu nedenle, kişisel olarak, Türkiye’de bu ara bir zam dalgası beklemekteyim, çünkü halkın futbol coşkusuyla zamların ve gerçel gelirlerindeki düşüşü gözden kaçıracaklarını düşünüyorum. Üçüncüsü, popüler olmak için futbol yazıları yazan sözümona ‘aydın’ların yazdıklarının tersine, futbolun zeka gerektiren üst düzey bir spor olmadığnı düşünüyorum. Birincisi, savaşlar, insanlarda iç-dayanışmayı ne kadar güçlendirebilirse, futbol da takım oyununu ve toplumsal dayanışmayı o kadar güçlendiriyor: Bir düşmana karşı dayanışabilirsiniz ama düşmanlığa dayanan dayanışma, fetihçi ve kısa süreli bir dayanışmadır; insanların bireysel rızalarına dayanan dayanışma ise, toplumsal bağları uzun süreli olarak insancıllaştırıcı bir niteliğe sahiptir. Öte yandan, satranç da fetihçi bir nitelik taşır; satrancın bu yönü reddedilmelidir. Ama yine de, satranç, futbolun tersine, zeka ve bellek gerektirir. Herkes futbol oynayabilir. Evet, kimisi daha iyi oynar; ama futbol, o ya da bu biçimde, herkesin katılabileceği bir oyundur. Bu yönü bile, futbolun ne kadar düşük düzeyde olduğunu gösterir. Oysa sözgelimi, jimnastik, herkesin yapabileceği bir spor değildir ve fetihçiliğe dayanmaz. Jimnastikte gösterinin sanatsallığı ve sporcunun bedensel hazırlığı değerlendirilir. Bu ikisi, bir arada, çok daha yüksek bir sporculuk ölçütü sunmaktadır. Benim kişisel tercihim ise, artistik patinaj. Artistik patinajı sevme nedenim, operayı sevme nedenimle aynı: Artistik patinaj, çok çeşitli sanatların ve sporcu niteliklerinin bir araya gelmesinden oluşuyor; tıpkı operanın müzik, görsel sanatlar ve şiirin en üst bileşimlerinden biri olması gibi. Herkes futbolcu olabilir; ama herkes artistik patinaj yapamaz. Bunun için, hem dans etmeyi bilmeleri; hem de ritimleri izleyebilme yeteneğine sahip olmaları gerekir. Dahası, özel hareketler için denge duyguları üst düzeyde gelişmiş olmalı ve kesinlikle jimnastik eğitimi almış olmalılar. Hele de çiftli oyunlar için, takım oyununu bilmeleri gerekir ki; artistik patinajdaki takım oyunu, futboldaki takım oyunundan çok daha ileridir.

Page 307: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

307

Futbolu sevmememin son nedeni ise, insanların bir topun çevresindeki tepişmelere para yanında aşırı zaman da ayırması. “Eline bir kitap al” deseniz “vaktim yok” diyen insanların zamanlarını futbol için heba edişlerini izlemek, “ne olacak bu eğitim düzeni” diye hayıflanmaktan da daha acı... Ülkem, futbolla ve yabancı tecavüzleriyle değil sanatla, bilimle, insancıllıkla tanınsın isterim. Asya’da kimsenin bana Nobel almış Orhan Pamuk’u sormamasını yadırgıyorum. Oysa biliyorum ki Orhan Pamuk, en azından Tayland’da ve Japonya’da kitapseverler arasında oldukça bilinen bir yazar. Elbette, Nobel haberi, 2006’daydı; diyelim unutuldu. Ama daha birkaç hafta önce, Nuri Bilge Ceylan, rekor kırarak Cannes’dan yine ödülle döndü. Asya’da, Türkiye’yi Cannes’da rekor kıran yönetmeniyle tanıyan yok. Zaten Türkiye’deki fanatiklere Nuri Bilge Ceylan’ı sorun, O’nu da bilmezler. İşte tüm bu nedenlerle, Türkiye yenilsin istiyorum. Futbolcuların gelirlerini, özellikle eğitim ve sağlık alanındaki kamusal yatırımları arttırmak için ağır (% 90 kadar ağır) vergilere çarptıran bir devlet istiyorum. Tribünden maç izlemeyi reddeden, uluslararası film festivallerinde ve uluslararası sanat ya da bilim ödülleri törenlerinde sıradan bir sandalyeden Türkiye’nin gururu olmuş sanatçıları ve bilim insanlarını alkışlayacak bakanlar istiyorum. Biliyorum ki daha çok erken bunlar için. Yıl, yalnızca 2008. Bu kadar çok şey istemek için daha çok erken... Ama sanatçısıyla, bilimcisiyle, insancıllığıyla anılan bir Türkiye görmeden ölmek istemiyorum.

Page 308: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

308

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (56): Çin’de Komünizm Doğdu mu? Asya üstüne bilgili-bilgisiz, eksikli-fazlalı çok sayıda gezi yazısı yazılıyor. Bunlarda doğal olarak kişisel bir yön var ve bu nedenle, kişi eleştirisi de gerektiriyor. Köşemizde, kişisel eleştiriye yer vermeyi uygun görmediğimiz için, şimdiye dek, gezi yazıları üstüne bu köşede hiç bir şey söylemedik. Ancak, Radikal’de 25-29 Haziran 2008 arasında, Çin gezisi ile ilgili 5 parçalık yazı dizisine ‘Çin’de Komünizm Öldü mü?’ gibi kışkırtıcı bir alt-başlık atıldığından, burada, bu gezi yazılarını ele almak şart oldu. Aslında yazar Emel Alptekin, akıcı ve içten biçemiyle keyifli bir okuma sağlıyor ve kimi tümcelerinde okuru güldürüyor. Genel olarak, başarılı bir gezi yazısı. Bu nedenle içimizden “keşke ‘Çin’de Komünizm Öldü mü?’ gibi iddialı bir alt-başlık atmasaydı” demek geçiyor. Zamanı olmayanlar için, aşağıda söyleyeceklerimizi özetleyelim: Ne yalnızca çok okuyan ne de yalnızca çok gezen bilir; Kant’ın “Algısız kavramlar boş, kavramsız algılar kör” deyişini andırırcasına, “gezmeden okuyan bilgin boş, okumadan gezen bilgin kördür” diyoruz. Konuyla ilgili hiç bir kaynak incelemeden, Çin’de birkaç gün geçirip “Çin’de komünizm ölmüş” ya da “Çin’de komünizm ölmemiş” diye sonuç çıkarmak ne kadar mantıklı olur, varın siz düşünün... Şimdi, “Çin’de komünizm öldü mü?” sorusunu yanıtlamadan, -ilkel toplumları saymazsak, çağdaş anlamıyla- tarihte hiç bir komünist diğer bir deyişle ortaklaşmacı toplumun henüz varolmadığını anımsayalım. Ortaklaşmacılık, dünyadaki tüm devletlerin sönümlenmesiyle gelecek ortaklaşacılık (kollektivizm) düzenidir ve demek ki, ortaklaşmacılığa geçişi hedefleyen toplumlar, ortaklaşmacı değil en fazla toplumsalcı, diğer bir deyişle sosyalist olabilir. Yani birçoğumuzun bildiği gibi, toplumsalcı düzen, sermaye düzeninden sonra gelen aşamadır. Henüz ortaklaşmacı bir tek toplum bile varolmadığına göre, günümüzdeki devletler, ortaklaşmacı da olamaz, çünkü bu iki kavram (ortaklaşmacılık ve devlet) birbiriyle çelişir. Ancak, devlet, ortaklaşmacılığı hedefliyor olabilir. Ve böylece sorunun doğru biçimine geliriz: “Çin’de devlet, ortaklaşmacılığı hâlâ hedefliyor mu?” Ama ‘Çin’de Komünizm Öldü mü?’ alt-başlıklı ve ‘Olimpiyata Doğru Pekin’ başlıklı dizi yazıya bakınca bir de ne görelim. Yazar diyor ki; “Pekin dönüşü çokça sorulan sorulardan biri. ‘Komünizm ölmüş mü? Varlığı hiç mi hissedilmiyor?’ İlk bakışta, evet bitmiş. Hele turist turist gezerken hiç hissedilmiyor. İkinci bakışta, “Bitti” denilen yönetim biçiminin nimetleri ve külfetleri her köşeden “Ben buradayım” diye fısıldıyor. Örneğin: Pekin’de bolca Çince/İngilizce broşür basılıyor. Metro, havalimanı vesaire ile ilgili. Broşürlerde tombik çizgi karakterler, “Yürüyen merdivende sağda durunuz, yaşlılara yer veriniz” türü mesajlar veriyor. Aylak aylak yürürken karşıma çıkan afişte de yine bir ‘uyaran adam’ var. Bu defaki tombik, bir polis. “Bu bölgede 24 saatten fazla kalan yabancılar, kendilerini polis merkezine bildirmeli” diyor. Yani devlet kim kimin evinde kalıyor, hâlâ bilmek istiyor” (‘ Olimpiyata Doğru Pekin-4’, 28 Haziran 2008, Radikal). Yazarın bu yorumundan, ‘komünizm’den ne anladığı ortaya çıkıyor: Hantal bir bürokrasi ve “büyük birader sizi gözetliyor.” Aslında yazarı suçlamamak gerekiyor. 11 Mayıs 2008’de, Radikal İki’de, ‘Marksizmle Tartışma Çağrısı’ başlıklı yazısında, Sungur Savran’ın özeleştiri istediği ve Vefa Saygın Öğütle’nin 25 Haziran 2008’de, Radikal’de, ‘Sömürü mü Tahakküm mü?” adlı yazısında, çözümlemenin özeğine

Page 309: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

309

sömürüyü değil tahakkümü koyarak gittikçe marksçı bakıştan uzaklaştığını söylediği Radikal İki yazarları, yıllarca, ne yazık ki, ‘komünizm’i bürokrasi ve büyük biradere indirgediler. Çünkü sömürüyü özeğe koymazsanız, tek ayrım noktanız, özgürlükçü ve ‘ceberrut’ devletler ayrımı olacaktır. Bunun da marksçı bakışla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Dolayısıyla, komünizm, devletin sönümlenmesi anlamına geldiğine göre, hantal bürokrasi ve büyük biraderle komünizm yanyana anılamaz; olsa olsa, komünizme geçiş evresi olarak görülen sosyalizm, hantal bürokrasi ve büyük biraderle yanyana gelebilir. Öte yandan, bu ikisi, sosyalizmin temel özellikleri değildir. Radikal İki yazarlarının ekonomik çözümleme eksikliği nedeniyle yüzü soluk olan yazılarında unuttukları nokta, devletlerin belirleyici özelliğinin kamu ve özel mülklük dağılımı oluşudur. 1978 öncesinde Çin’i sosyalist yapan, insanların kızıl bayrak sallaması değil, özel mülklüğün ortadan kaldırılıp yerine kamu mülklüğünün getirilmiş olması idi. Kaldı ki, sosyalizm, asık yüzlü olmak zorunda değildir her zaman. Dahası, yazar, Pekin’deki yoksulluğu anmasına karşın, aşağıdaki sözlerinde, Çin kalkınmasının altında yatan sömürüyü göremiyor: “Çin, son 25 yıldaki ekonomik hamlesiyle, bu nüfus içinde yüzmilyonları yoksulluktan çekip çıkardı. Bunu da milyonları evinden ayıran şehirleşme atağıyla yaptı” (‘Olimpiyata Doğru Pekin-3’, 27 Haziran 2008, Radikal). “1980 yılında nüfusunun yarısı yoksulluk sınırlarının altında yaşayan Çin, bugün dünyanın en büyük dördüncü ekonomisi” (‘Olimpiyata Doğru Pekin-3, 27 Haziran 2008, Radikal). “Almanlar tarafından metrekaresi 500 avroya üretilen malzemenin fiyatı, firmanın Çinlilerle kurduğu ortak üretim sonucu (Çin mucizesi) neredeyse yarıya inmiş” (‘Olimpiyata Doğru Pekin-2, 26 Haziran 2008, Radikal). Birincisi, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların yoksulluk sınırı, günde 1 Dolar’dır. Günde 1 Dolar’ın üstünde geliri olanı ‘yoksul-değil’ olarak sınıflıyorlar ve üstelik, bu sınırın üstünde olanların artışını, yeni-serbestçi (neo-liberal) siyasaların başarısı olarak görüyorlar! 30 Dolar’la kira mı ödersiniz, mutfağı mı döndürürsünüz, yazara soralım. Üstelik, gerçekte, ‘şehirleşme atağı’nın halk için hiç de olumlu sonuçları olmadı. Aynı biçimde, dünyanın dördüncü büyük ekonomisi olması, ülkedeki gelir dağılımıyla ilgili hiç bir şey söylemiyor. Ve son olarak, yazarın ‘Çin Mucizesi’ dediği, Çinli genç kızların ve köyden yeni göçmüş işçilerin kölelik koşullarında, düşük ücretle, sözleşmesiz ya da en iyi durumda, kısa süreli sözleşmeli olarak sömürülmesine dayanıyor. Çin’de de Almanya’da da aynı makineler, girdiler-çıktılar ve yönetim biçimleri kullanıldığına göre, tek fark, ucuz işgücü sömürüsü (ayrıntılar için bkz. Gezgin baskıda 1; Gezgin baskıda 2). Yazar, Marks’ın neden sermaye düzeninin kârlarının düşmesi nedeniyle kendi yıkımını hazırladığını söylediği üstüne çalışmış olsa idi, bu ‘Çin mucizesi’ yanılgısına düşmemiş olacaktı. Öteki Çin’e 1 Haziran 2008’de değinmiştik. İşte yazarın görmediği öteki Çin: “Çin için yukarıda ‘çelişkilerin ve çatışmaların ülkesi’ dedik. Türkiye’de olduğu gibi, bölgesel gelir uçurumu gözleniyor: Şanghay’da kişi başına düşen gelir 7,000 Dolar’ken, Tibet’te 700 Dolar... İşsizlik % 4.2 düzeyinde ama bu da, yaklaşık 60 milyon işsiz anlamına geliyor! Çin’in % 34.9’u, günde 2 Dolar’la geçinmeye

Page 310: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

310

çalışıyor! Bu da, 400 milyondan fazla yoksul anlamına geliyor! İşte, önümüzdeki yıllarda patlak verebilecek Çin devriminin nesnel koşulları! Dışarıya pek yansıtılmasa da, yalnızca 2005 yılında, hem de hükümet kaynaklarına göre, 87,000 ayaklanma, gösteri, işgal vb. gerçekleşti! Bu, günde 238 eylemlilik anlamına geliyor! 2004’te de 60,000 fazla eylem gerçekleşmişti! Şimdilik bu eylemlilikler dağınık ve kendiliğinden gelişiyor... Ama Çin kalkınması, önümüzdeki yıllarda yoksulu daha yoksul yapacağına göre, bu dağınıklık er ya da geç biraraya gelecek... Çin’de hakça bir düzen kurulduğunda, belki böyle bir yazı yazmaya da bir daha gerek kalmayacak” (Gezgin, 2008). Çin’in 1978’den beri, kapılarını uluslararası sermayeye açtığını, karma bir yapıya geçtiğini dünyanın öbür ucundaki sağır sultan bile duydu ama imparatorluk geçmişimiz yüzünden, Nasreddin Hoca fıkrasındaki gibi, ayağımızı bastığımız yeri, yaşadığımız ülkeyi dünyanın merkezi sayıyoruz ya; o nedenle, dünyadaki gelişmeleri izlemek gibi bir sorumluluk da duymuyoruz. Güneşin dünya çevresinde döndüğünü sanat Ortaçağ uleması gibi, biz de, jeopolitik ve stratejik önemi –sanki başka ülkelerin hiç önemi yokmuş gibi- sık sık dilegetirilen ülkemizin dünyanın merkezi olduğunu sanmaya devam edelim. Çin’in karma yapıya geçtiğini, gördüğünüz gibi, 30 yıl sonra, yeni bir olaymış gibi sunuyoruz. Soruya yanıt vererek bitirelim: “Çin’de komünizm öldü mü?” Çin’de komünizm hiç doğmadığına göre, ölmüş de olamaz. Ama soru “Çin’de sosyalizm öldü mü?” biçiminde sorulsaydı, yanıt “30 yıl önce öldü” olacaktı. Sosyalizmin ölümü, Türkiye’ye İpek Yolu’yla bile ulaşsa, 30 yıl sürmezdi. Ama Çin’i hâlâ ‘komünist’ sanan çoğunluk insanlarımızla, kungfu konuşmaktan başka yapılacak birşey kalmıyor... İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (baskıda 1). Çin ve Vietnam’da yeni-serbestçilik ve direniş. (Yayınlanmayı bekleyen bilimsel makale.) Gezgin, U. B. (baskıda 2). Doğu Asya’da kalkınma ve kadın. (Yayınlanmayı bekleyen bilimsel makale.) Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (46): Sayılarla Asya ve Çin. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 204, 1 Haziran 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=31821

Page 311: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

311

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (55): Pasifik Bayrakları Pasifik Okyanusu bölgesi, ‘Asya’ kavramının içerdiği Endonezya gibi ülkeleri ve Avustralya ve Yeni Zelanda’yı saymazsak; nüfusları, çoğunlukla, onbinlerle ya da yüzbinlerle ifade edilen ada-devletlerden oluşuyor. Pasifik ada-devletleri, çoğunlukla, ya yalnızca birkaç onyıl önce bağımsız olmuş ya da hala (yarı-)sömürge olan ülkeler. Bağımsız olanlar, genelde, bağımsızlık hareketinin başarısı nedeniyle değil sömürgecilerin kâr-zarar çözümlemesinde, adaları elde tutmanın kârdan çok zararı olduğu anlayışı nedeniyle bağımsız olmuş durumda. Adaların bu aşırı-belirlenimci ortamında, Pasifik bayrakları da doğal olarak, birbirlerine benzer özellikler taşıyor. Pasifik bölgesi, 19. yüzyılın 2. yarısından başlayarak, genel olarak 3’e ayrılıyor: Mikronezya, Melanezya ve Polinezya. Mikronezya, Endonezya ve Filipinler’in doğusunda ve Papua-Yeni Gine’nin kuzeydoğusunda yer alıyor. Bölgenin adı, Yunanca ‘küçük-ada’dan (mikros: küçük; nesos: ada) geliyor. Mikronezya; Guyam, Kiribati, Kuzey Mariana Adaları, Marshall Adaları, Mikronezya Federal Devletleri, Nauru ve Palau’dan oluşuyor. Melanezya, Avustralya’nın kuzeydoğusunda ve doğusunda bulunan, Doğu Timor, Fiji, Papua Yeni Gine, Solomon (Süleyman) Adaları, Vanuatu gibi ülkeleri kapsıyor. Araştırmacılar, bölge halklarının diğer Pasifik bölgelerine göre daha kara olduğunu düşünüp Yunanca ‘melas’ (kara) sözcüğünden ‘Melanezya’ (kara-ada) sözcüğünü türettiler. Doğu ve Güney Pasifik’teki binden fazla adayı kapsayan Polinezya ise, Yunanca ‘polla’ (çok) ve ‘nesia’ (ada) sözcüklerinden türetilmiş olup ‘çok-ada’ anlamına gelmektedir. Polinezya; Amerikan Samoası, Cook Adaları, Fransız Polinezyası, Hawaii, Niue, Paskalya Adası (yerli adıyla Rapa Nui), Pitcairn Adaları, Samoa, Tonga, Tuvalu ve Yeni Zelanda’yı içermektedir. Mikronezya’da, Amerikan sömürgesi olan 175,000 nüfuslu Guyam’ın bayrağı, lacivert arkatasar ve kırmızı çerçeve ve ortada, bir duvar deliğinden bakarcasına küçük, badem biçimli bir parça içinde, bir hindistan cevizi, deniz, sahil ve yelkenli resminden oluşuyor. Türkiye’de, yılbaşı haberlerinin vazgeçilmezi; saat farkı nedeniyle yeni yıla ilk giren Kiribati’deki kutlamaların gösterilmesidir. 1979’da İngiltere’den bağımsız olmuş 105,000 nüfuslu ada-ülke Kiribati’nin bayrağı, yılbaşı haberleriyle uyumlu bir biçimde, okyanusta doğan güneş resminden oluşuyor! Doğan güneşin üstünde ülkenin yerel deniz kuşu kanat açıyor. Güneşin ışınları, ülkeyi oluşturan adaları; üç büyük dalga ise, üç büyük ada öbeğini simgeliyor. 85,000 nüfuslu Amerikan sömürgesi Kuzey Mariana Adaları’nın bayrağında, lacivert arkatasar üstüne, ortada ak yıldız, çelenk ve çelengin ortasında adalara özgü bir dikme-taş örneği bulunmakta. 1986’da ABD’den bağımsız olan 62,000 nüfuslu Marshall Adaları’nın bayrağındaki lacivert arkatasar, elbette okyanusu temsil ediyor. Bayrağı köşegenden kesen iki şerit, Ekvator’u; Ekvator’un üstündeki 24 köşeli yıldız ise, 24 yöreli ülkeyi temsil ediyor. Demek ki, Marshall Adaları bayrağı, aslında bir harita. Toplam 110,000 nüfusa sahip Mikronezya Federal Devletleri’nin bayrağı, okyanusu temsil eden mavi arkatasar üstüne, Federasyon’u oluşturan 4 ada-ülkeyi temsil edecek biçimde 4 ak yıldızdan oluşuyor. 1968’de bağımsız olan 9,500 nüfuslu Nauru’nun bayrağı, yine okyanusu temsil eden lacivert arkatasar ve bayrağı yatay olarak tam ortadan ikiye bölen sarı şerit (ekvatoru simgeliyor) ve sarı-şeritin hemen sol altında ülkenin 12 oymağını temsilen 12 köşeli ak yıldızdan oluşuyor. Nauru’nun bayrağı, Kuzey Yarımküre’de kalan Marshall Adaları bayrağı gibi, aslında bir harita;

Page 312: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

312

çünkü ülke, ekvatorun biraz güneyinde. 1994’te ABD’den bağımsız olan 20,000 nüfuslu Palau ada-devleti, Filipinler’in doğusunda ve Tokyo’nun güneyinde. Palau bayrağı, yine okyanusu simgeleyen mavi üstüne, ortada ay’ı simgeleyen sarı bir çemberden oluşuyor. Bayrak, bir çemberden ibaret olan yalınlığıyla Japonya ve Bangladeş bayraklarını andırıyor. Mikronezya’dan sonra, Melanezya’ya geçiyoruz: 1970’de İngiltere’den bağımsız olmuş 900,000 nüfuslu ada-devleti Fiji’nin bayrağında, sol üst köşede İngiltere bayrağı var. Bu da, ülkenin aslında yalnızca kağıt üstünde bağımsız olduğunu bir kez daha gösteriyor. Fiji bayrağı da, okyanusu simgeleyen mavi bir arkatasara sahip. Bunun üstüne bayrağın sağında bir kalkan var. Kalkanın üst parçasında, pençesinde hindistan cevizi tutan bir aslan görülüyor. Kalkanın alt kısmı, kırmızı bir haçla dörde ayrılıyor. Ayrılmış üç karede, ülkenin tarımsal etkinlikleri resimleniyor: Şeker kamışı, hindistan cevizi ve muz. Son karede ise, ağzında yeşil bir dalla temsil olunan bir barış güvercini (ak güvercin) var. Papua-Yeni Gine bayrağı, bir köşegenle ikiye ayrılmış durumda. Alt üçgen, kara; üst üçgense, kırmızı arkatasara sahip. Alt üçgende, Güney Yarımküre’den görülen, ‘Güney Haçı’ olarak adlandırılan beşli yıldız kümesi var; sağ üstte ise bir cennet kuşu gösteriliyor! Dikkate değer bir diğer nokta ise, bu bayrak tasarımını, 15 yaşında bir öğrencinin yapmış olması ve ülke çapındaki bayrak tasarımı yarışmasında birinci gelmesi. Bu bayrak, yaklaşık 40 yıldır kullanılmakta. 1978’de İngiltere’den bağımsız olan 552,000 nüfuslu Solomon (Süleyman) Adaları’nın bayrağı, güneşin parıldamasını temsil eden sarı bir köşegen-şeritle ikiye ayrılıyor. Üst üçgende, okyanusu temsil eden mavi arkatasar üstündeki 5 ak yıldız, 5 Solomon Adası’nı; alt üçgenin yeşil arkatasarı ise, toprağı simgeliyor. 1980’de Fransa ve İngiltere’den bağımsız olan 215,000 nüfuslu Vanuatu’nun bayrağı, 4 renkten oluşuyor: Yeşil, adaların varsıllığını; kırmızı, adalarda bolca bulunan yaban domuzlarının ve insanların kanını; kara, Vanuatu halkını simgeliyor. Sarı, renk uyumu açısından daha sonra bayrağa eklenmiş. Renklerin dizilimi, yana yatık ‘y’ biçiminde ve ‘y’, ‘ İncil’in adalara yaydığı ışığı’ simgeliyor! Melanezya’dan sonra, son olarak, Polinezya’ya geçiyoruz: Yüzyıldan fazla bir süredir Amerikan sömürgesi olan Amerikan Samoası ada-devletinin bayrağında kartal var. Ancak, kartal, özgürlüğü ya da bağımsızlığı değil, adayla ABD’nin ilişkisini temsil ediyor! Yeni Zelanda yakınlarında bulunan ve bu ülkeye yarı-bağımlı olan 19,000 nüfuslu Cook Adaları’nın bayrağında, lacivert arkatasar üstüne sol üst köşede İngiltere bayrağı bulunmakta. Sağda ise 15 Cook adasını temsil eden 15 ak yıldız var. Adı üstünde Fransız sömürgesi olan, 260,000 nüfuslu Fransız Polinezyası’nın bayrağı, Kiribati bayrağına benziyor. Ortadaki çemberde, doğan güneş ve okyanus üstünde yol alan bir gemi resmediliyor. Kimine göre ABD eyaleti, kimine göre Amerikan sömürgesi olan 1,3 milyon nüfuslu Hawaii’nin bayrağı, ABD eyaletleri ve sömürgeleri içinde (sol üst köşesinde) İngiltere bayrağını taşıyan tek bayrak. Bayrağın gerisi, her biri Hawaii’nin bir adasını temsil eden 4 değişik renkli toplam 8 şeritten oluşuyor. 1898’de ABD tarafından işgal edilen Hawaii’nin 1959’da eyalet konumuna getirildiğini yeri gelmişken anımsayalım. Yalnızca 2,000 nüfuslu Niue Adası, Yeni Zelanda’ya bağlı. Bayrağında, yine sol üst köşede, İngiltere bayrağı var; ancak, Nieu, dünyada, İngiltere bayrağı üstünde değişiklik yapmış tek ülke: İngiltere bayrağı üstünde 4 sarı yıldız var. Bayrağın arkatasarındaki sarı renk ise, Amerikan Samoası’nın bayrağını kavramsal olarak andırır bir biçimde, Yeni Zelanda ve Niue arasındaki dostluğu simgeliyor. Paskalya Adası, Pasifik’in en batısında, Şili yakınlarında ve Şili’ye bağlı 4,000 nüfuslu bir ada. Paskalya Adası’nın bayrağı, beyaz

Page 313: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

313

arkatasar üstüne, yöreye özgü bir tahta oyması örneğinden oluşuyor. Yaklaşık 50 kişinin yaşadığı Pitcairn Adaları, hâlâ İngiltere’nin sömürgesi. Bayrağında, sol üstte İngiltere bayrağı var ve sağ yanda, elarabası, adaya özgü sarmaşık bir bitki ve üstünde İncil ve çıpanın bulunduğu bir kalkandan oluşan karmaşık bir simgeye sahip. Bayrağında elarabası bulunan tek ülke... 1962’de Yeni Zelanda’dan bağımsız olan 215,000 nüfuslu Samoa’nın bayrağında da, ‘Güney Haçı’ olarak adlandırılan beşli yıldız kümesi var. Çeşitli dönemler İngiltere’nin korumasında da olsa, yerli yönetimini hiç yitirmediği için Pasifik’te özel bir yeri olan 112,000 nüfuslu Tonga’nın 1875’ten beri kullanılagelen bayrağı, kırmızı arkatasar üstüne sol üstte beyaz bir kare içinde kırmızı haçtan oluşuyor. 1978’de İngiltere’den bağımsız olan 12,000 nüfuslu Tuvalu’nun bayrağında da, sol üstte İngiltere bayrağı var. Bayraktaki 9 yıldız, Tuvalu’nun 9 adasını temsil ediyor. 1995’te, bayraktan İngiltere bayrağı çıkarıldıysa da; İngilizci çoğunluk, 1997’de eski bayrağa dönülmesine neden oldu. Son olarak, Yeni Zelanda bayrağı da sol üstte İngiltere bayrağını taşıyor. Bayrakta, Avustralya ve Papua-Yeni Gine bayrağında da olduğu gibi, Güney Yarımküre’den görülen ‘Güney Haçı’ yıldız kümesi var. Ancak, 5 yıldızdan küçüğü eksik. Pasifik bayraklarına baktığımızda, en dikkat çekici özellik, çoğunluğunun okyanus ve/ ya da gökyüzünü simgeleyen öğeler içermesi. 22 Pasifik ülkesinden 4’ü (Guyam, Kuzey Mariana, Amerikan Samoası ve Hawaii) hâlâ ABD sömürgesi. Fransa’nın tek bir sömürgesi (Fransız Polinezyası) kalmış durumda. 22 Pasifik ülkesinin 7’sinin (Fiji, Cook Adaları, Hawaii, Niue, Pitcairn Adaları, Tuvalu ve Yeni Zelanda) bayrağında hâlâ İngiltere bayrağı var. İngiltere’nin bölgedeki gücünün azalmasıyla oluşan güç boşluğunu ABD’nin doldurduğu açık. ABD, nükleer bombaların insanlara etkisini incelemek üzere, 1946-1958 arasında, o zamanki sömürgesi Marshall Adaları’na bağlı Bikini Mercanadası’nda yaptığı atom bombası denemeleriyle, ‘insancıl’ yüzünü, bölge halklarına zaten çoktan göstermiş durumda... Kuşkusuz, ABD anakarasındaki yerli mücadelesi yükseldikçe, Pasifik halklarının sesi de daha gür çıkmaya başlayacak...

Page 314: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

314

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (54): Asya Bayrakları Çok-bayraklılık yerine bayraksızlığı yeğlesek de; bu duruş, bizi, devlet yapılarının önemli bir yansımasını veren bayrakları incelemekten alıkoymamalı. Sovyetler’in yıkılmasıyla birlikte, 1992’de Moğolistan bayrağındaki komünizm yıldızı kaldırıldı. Bugünkü Moğolistan bayrağı, 1949’dan beri kullanılan bayrakla, yıldız dışında aynı: Dikey olarak, kırmızı, mavi, kırmızı 3 parça ve ilk parçanın üstündeki, ateş, güneş, ay, dünya, su ve ‘yin-yang’ı temsil eden sarı renkli özel bir simge. Orta Asya’nın 5 ülkesi de, aynı biçimde, Sovyetler’in yıkılmasıyla birlikte, bayraklarındaki komünist imgeleri kaldırdılar. Bugünkü Kazakistan bayrağı, mavi arkatasar üstünde, hepsi altın renkli olmak üzere, solda Kazak süslemelerini, ortada 32 ışınlı güneşi ve onun hemen altında, uçan bir bozkır kartalını içeriyor. Mavi arkatasar, diğer Türksü toplumları, göktengriyi ve Kazakistan’ın bütünlüğünü simgeliyor. Kartal, bağımsızlık ve özgürlüğün simgesi. Kırgızistan bayrağı, kırmızı arkatasar üstüne 40 ışınlı sarı güneşten oluşuyor ve 40 ışın, 40 Kırgız boyuna karşılık geliyor. Tacikistan bayrağı, 3 dikdörtgen ve ortada altın rengi taht ve onun üstünde 7 altın rengi yıldızdan oluşuyor. 3 renkten kırmızı, ulusun birliğini; beyaz, pamuğu; yeşil, doğayı temsil ediyor. Türkmenistan bayrağı, yeşil arkatasar üstüne solda altın rengi iki zeytin dalı üstünde 5 kilim deseni ve bunun yanında, ak hilal ve 5 ak yıldızdan oluşuyor. 5 ak yıldız, ülkenin 5 bölgesini; 5 kilim deseni ise, 5 boyu temsil ediyor. Zeytin dalları ise, barışa değil, Türkmenistan’ın devletlerarası yansızlığına karşılık geliyor. Son olarak, Özbekistan bayrağı, mavi, beyaz ve yeşil olmak üzere 3 yatay dikdörtgenden, bu üçlünün arasında sınır olan 2 kırmızı şeritten ve mavi dikdörtgen üzerindeki ak hilal ve 12 ak yıldızdan oluşuyor. Mavi, suyu ve gökyüzünü; beyaz, kutsal barışı; yeşil, doğayı ve kırmızı şeritler, yaşamın gücünü simgeliyor. Kırmızı arkatasar üstüne sol üstte büyük bir sarı yıldız ve onu yarı-çemberinde çevreleyen dört küçük sarı yıldız, 1949’dan bugüne dek kullanılmakta olan Çin Halk Cumhuriyeti bayrağına karşılık geliyor. Diğer birçok bayrakta olduğu gibi, kırmızı arkatasar, (bu kez, devrim uğruna) dökülen kanı; yıldızların sarılığı, Çin’in ‘şanlı tarihini’; büyük yıldız, Çin Komünist Partisi’ni; 4 küçük yıldız, Mao’ya (1893-1976) göre kenetlenmesi gereken 4 sınıfı (işçiler, köylüler, küçük burjuvazi, ‘milli’ burjuvazi) temsil ediyor. Bugün artık kullanılmayan Hong Kong bayrağının arkatasarı, kırmızı idi. Bunun nedeni, milliyetçiliği ve kutlamaları temsil etmesi yanında, aynı zamanda anakara Çin’iyle (Çin Halk Cumhuriyeti) Hong Kong’un ayrılmaz bütünlüğünü temsil ediyordu (çünkü az önce belirtildiği gibi, Çin bayrağının arkatasarı da kırmızıdır.) Hong Kong bayrağı, bu kırmızı arkatasarın üstünde birliği ve uyumu temsil eden bir çiçekten oluşmaktadır. Hong Kong, daha önce, İngiltere sömürgesi idi. Türkiye’de daha az tanınan Makao (Macau), Portekiz sömürgesi idi. Makao’nun bayrağı da çiçekli idi; ancak bu kez, nilüfer... Vietnam bayrağı, daha Vietnam bağımsız olmadan, 1940’ta Vietnam kurtuluş mücadelesinin simgesi olarak ortaya çıktı. Bayrak, kızıl arkatasar üstüne sarı yıldızdan oluşuyor. Sovyet Kızıl Ordu bayrağına oldukça benzeyen bu enazcı (minimalist) bayrağın ilk başlarda geleneksel yorumları bile vardı. Bu yorumlara göre, yıldızın 5 noktası, konfüçyüsçü geleneksel toplumdaki 5 sınıfa karşılık geliyordu: bilginler, köylüler, elişçiler, tüccarlar ve askerler. İlerleyen yıllarda 5 nokta, işçiler, köylüler, aydınlar, ordu ve gençlik olarak yorumlandı. Bağımsızlık mücadelesini simgelediği söylenen kırmızı ise devrim ve

Page 315: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

315

proleteryanın kanı olarak yorumlandı. 1975’te kabul edilen Laos Demokratik Halk Cumhuriyeti bayrağındaki kırmızı iki parça ve lacivert orta parça ise, sırasıyla, bağımsızlık için dökülen kanı ve ülkenin varlığını simgeliyor. Ortadaki beyaz daire, Mekong Irmağı üstünde çıkan Ay yanında, ülkenin birliğini temsil ediyor. Kuzey Kore bayrağı, altta ve üstte uzanan lacivert şerit ve ortadaki kızıl arkatasarda beyaz çember içindeki kızıl yıldızdan oluşuyor. Kızıl arkatasar, devrimci yurtseverliği; lacivert şeritler, ‘Kore halkının tüm dünya devrimci halklarıyla birleşme ve bağımsızlık, arkadaşlık ve barış düşüncesinin yengisi için savaşma isteği’ni temsil ediyor. Güney Kore, Japon işgali öncesindeki bağımsız Kore’nin eski bayrağını kullanıyor. Bayrak, Taoculuk dininin simgesi ‘yin-yang’ın güneşin gölgelerini simgeleyen dört biçimle çevrelenmesinden oluşuyor. Japonya’nın bayrağı da, oldukça enazcı: Beyaz arkatasarın ortasındaki kırmızı daire, köklü Japon dini Şintoculuk’ta tanrı konumuna yükseltilmiş olan güneşi temsil ediyor. Bayrağın, Şintoculuk’la koşut olması nedeniyle, uzun bir geçmişi var. Singapur bayrağı, insanın evrensel kardeşliğini ve eşitli ğini simgeleyen kırmızı dikdörtgenden ve saflık ve erdemi simgeleyen beyaz dikdörtgenden oluşuyor. Kırmızı arkatasar üstünde bir beyaz hilal, beş de ak yıldız var. Hilal, yükselişte olan genç bir ulusu; 5 yıldız ise, demokrasi, barış, ilerleme, adalet ve eşitlik ülkülerini simgeliyor. Halk Kurtuluş Ordusu’na karşı aldığı yenilgi sonucu Tayvan adasına kaçan ve orada ayrı bir devlet kuran Çan Kay Şek (1887-1975) ve yandaşlarının Milliyetçi Çin’inin (Tayvan) bayrağı ise, kızıl toprak, mavi gök ve ak güneşten oluşuyor. Bu bayrak, gerçekte, Çan Kay Şek’in komuta ettiği, ‘Çin Milliyetçi Ordusu’ olarak da adlandırılabilecek Kuomintang’ın 1917’den beri kullanılan bayrağı idi. Brunei bayrağı, İslam’ı temsil eden hilalden, sultanlığı temsil eden sultan şemsiyesinden ve hilal ve şemsiyenin iki yanında, göğe açılmış iki avuçtan oluşuyor. Bayrağın üstünde Arapça olarak ülke adı ve ‘herzaman Allah’ın hizmetinde’ yazıyor. Arkatasardaki sarı, krallığın soyluluğunu; ak ve kara, vezirleri temsil ediyor. Malezya bayrağının şeritli arkatasarı, ABD bayrağıyla aynı; ancak, sağ üst köşede, yıldız yerine ay-yıldız var ve yıldız, 5 değil 14 noktalı. 14 şerit ve 14 noktalı yıldız, bir federasyon olan Malezya’nın merkez yönetimini ve 13 federal devleti temsil ediyor. Hilal bir kez daha, Malezya’nın da resmi dini olan İslam’ı temsil ediyor. Maldiv Adaları bayrağı, kırmızı bir arkatasar üstüne, adalardaki hindistan cevizi ağaçlarını temsil etmek üzere yeşil bir dikdörtgen ve onun içinde, İslam’ı temsil etmek üzere, ak hilalden oluşuyor. Afganistan, 1747’den bu yana değişen 24 bayrakla, dünyanın en çok bayrak değiştiren ülkesi. Son 20 yılda 8, son 30 yılda 12 bayrak değiştirildi. 2004’te kabul edilen son bayrak, diklemesine olmak üzere, siyah, kırmızı ve yeşil 3 dikdörtgenden ve ortadaki kırmızı dikdörtgendeki cami temsilinden oluşuyor. Pakistan bayrağı iki renkli: Yeşil ve beyaz. Bayrak, küçük bir beyaz dikdörtgen ve büyük bir yeşil dikdörtgen ve yeşil parça üstünde ak hilal ve yıldızdan oluşuyor. Yeşil, büyük parça, çoğunluk olan muhammedcileri; beyaz, küçük parça, dinsel azınlıkları temsil ediyor. Ak hilal, ilerlemeye; yıldız, ışık ve bilgiye karşılık geliyor. Endonezya bayrağı da enazcı ve köklü geçmişe sahip. Bayrak, bir kırmızı bir de beyaz parçadan oluşuyor; kırmızı, cesurluğu; beyaz, ‘ruhsallığı’ temsil ediyor. Bangladeş bayrağı, Japonya bayrağını andırıyor: Yeşil arkatasar üstüne kırmızı daire. Daire, yine güneşi ve ek olarak, bağımsızlık için ölenlerin kanını; yeşil ise, Bangladeş’in verimli toprağını simgeliyor.

Page 316: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

316

Bhutan bayrağı, sarı ve turuncu iki üçgenden ve ortadaki ejderhadan oluşuyor. Sarı, krallığı; turuncu, Budacılık’ı temsil ediyor. Ülkenin asıl adı, ‘ejderha ülkesi’ anlamına geldiği için, bayrakta ejderha var ve ejderha, varlığı simgelemek üzere, her pençesinde mücevher tutuyor. Nepal bayrağı, dünyada, dikdörtgen olmayan tek bayrak: Bayrak, yaklaşık olarak iki üçgenden oluşuyor. İki üçgen, Himalaya Dağları’nı ve Budacılık ve Hinduculuk’u temsil ediyor. Cesurluğu temsil eden kırmızı arkatasarın sınırları barış ve uyumu temsil eden lacivertle çizilmiş; birinci üçgenin içinde, ay; ikinci üçgenin içinde güneş var. Kamboçya bugün, Kızıl Khmerler öncesindeki bayrağı kullanıyor: Arkatasardaki lacivert ve kırmızı, Kamboçya’nın geleneksel renkleri olarak biliniyor. Bayrak, tüm bayraklar içinde özel bir yere sahip: Bir yapıyı simgeleyen iki bayraktan biri (diğeri, Afganistan bayrağı). Ünlü tapınak-kent Angkor Wat temsili, Kamboçya bayrağının ayırıcı özelliği... 1917’den beri kullanımda olan Tayland bayrağı, 3 renkten oluşuyor. Kırmızı, ulusu; beyaz, dini; lacivert (mavi), kralı temsil ediyor. Genç ülke Doğu Timor’un bayrağı, kırmızı arkatasar üstüne, bir sarı üçgen, onun üstüne bir kara üçgen, onun da üstüne bir ak yıldızdan oluşuyor. Sarı, koloniciliğin Doğu Timor üstüne düşen gölgesini; siyah, aşılması gereken karanlığı; ak yıldız, barışı ve kırmızı, kurtuluş mücadelesini temsil ediyor. Filipinler bayrağı, bir beyaz üçgen ve bir kırmızı ve bir de lacivert parçadan oluşuyor. Beyaz üçgen, eşitlik ve kardeşliği; kırmızı parça, yurtseverlik ve yiğitli ği; lacivert parça ise, barış, doğruluk ve adaleti simgeliyor. Beyaz üçgenin 3 köşesinde, 5 noktalı birer yıldız var. Bunlar, Filipinler’in 3 bölgesini temsil ediyor. Üçgenin ortasında ise, 8 ışınlı sarı bir güneş var. Her bir ışın, 1898’de İspanyol sömürgeciliğine karşı ayaklanan yöreleri simgeliyor. Hindistan bayrağı, 3 renkten ve ortada 24 oklu bir tekerden oluşuyor: Safran rengi, rahip giysisi rengi olarak elçekmişliği; beyaz, barışı; yeşil, doğayı simgeliyor. Ortadaki teker ise, bir yandan ünlü bir dinsel simge, bir yandan da, hareketi, Hindistan’ın kendini kapatmayan, değişime açık bir ülke olma ülküsünü simgeliyor. Kendini 1974’ten beri ‘sosyalist cumhuriyet’ olarak adlandıran ancak ‘sosyalizm’le zerrece ilgisi olmayan Myanmar’ın bayrağında, işçileri simgelemek için çark; köylüleri simgelemek için pirinç var. Pirinci çevreleyen çarkı çevreleyen 14 yıldız, Myanmar’ın 14 bölgesine karşılık geliyor. Beyaz, saflığı; lacivert, barışı; kırmızı, cesurluğu temsil ediyor. Sri Lanka’nın bayrağında, her bir köşesinde, Sri Lanka’nın ünlü ağacı bo (ya da banyan inciri) ağacının yapraklarının olduğu kızıl dikdörtgen içinde, ön pençesinde kılıç tutan altın renkli bir aslan var. Dikdörtgenin yanında, biri yeşil, biri turuncu olmak üzere iki dikey dikdörtgen var. Bu üç dikdörtgen, sarı arkatasar üzerinde. Bayrak, yoğun bir simgesellik taşıyor: Aslan, Sri Lanka’da çoğunluğu oluşturan Sinhal halkını; bo yaprakları, Budacılık’ı; aslanın ön pençesindeki kılıç, ulusal egemenliği; yeşil dikdörtgen, muhammedcileri; turuncu dikdörtgen, Tamiller’i ve sarı arkatasar, Sri Lanka’nın diğer azınlıklarını temsil ediyor. Aslında, bayraklar, bize, bu (Papua-Yeni Gine’yi dışarıda bırakarak) 30 Asya ülkesini sınıflandırma olanağı sağlıyor: 1) Eski komünistler (Kazakistan, Kırgızistan, Moğolistan, Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan) 2) Yarı-komünistler (Çin, Kuzey Kore, Laos, Vietnam) 3) Kalkınmışlar (Güney Kore, Japonya, Singapur, Tayvan)

Page 317: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

317

4) İslam toplumları (Afganistan, Bangladeş, Brunei, Endonezya, Malezya, Maldivler, Pakistan) 5) Krallıklar (Bhutan, Kamboçya, Tayland) 6) Diğerleri (Doğu Timor, Filipinler, Hindistan, Myanmar, Nepal, Sri Lanka) ‘Di ğerleri’ ulamı, birbirine hiç benzemeyen ülkelerden oluşuyor. Nepal nere, Doğu Timor nere... Ancak, 5’li sınıflama, en azından, 24 ülkeyi açıklıyor. Bayraklar, Asya’yı anlama çabamızda bize biraz olsun ışık vermişse, ne mutlu...

Page 318: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

318

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (53): Asya-Pasifik’te Savaş ve Barış Küresel Barış Göstergesi sonuçları, Türkiye’deki basına da yansıdı; İzlanda’nın 1., Türkiye’nin 115. ve en son sıradaki Irak’ın 140. olduğu yazıldı; ancak, bu sıralamanın neye göre yapıldığı belirtilmedi ve doğal olarak, Asya-Pasifik değerlendirmesi yapılmadı. Aslında sıralama, oldukça anlamlı ölçütlere dayanıyor: 2001-2006 arası iç ve dış çatışma sayısı; örgütlü iç ve dış çatışmalar sonucu ölü sayısı; örgütlü iç çatışma düzeyi; komşu ülkelerle ilişkiler; yurttaşın yurttaşa duyduğu güvensizlik; yerinden yurdundan edilmiş insan sayısının ülke nüfusuna oranı; siyasal istikrarsızlık; insan haklarını saymama düzeyi; 100,000 kişiye düşen cinayet sayısı; şiddet suçu düzeyi; şiddet doğuracak gösteri olasılığı; 100,000 kişiye düşen mahkum sayısı; 100,000 kişiye düşen iç güvenlik görevlisi ve polis sayısı; askeri harcamaların Toplam Ülke Geliri içindeki yüzdesi; 100,000 kişiye düşen silahlı kuvvetler görevlisi sayısı; 100,000 kişiye düşen silah dışalım (ithalat) ve dışsatım (ihracat) oylumu (hacmi); Birleşmiş Milletler’e ayrılmış silahlı kuvvetlerin toplam silahlı kuvvetler içindeki yüzdesi; 100,000 kişiye düşen ağır silah sayısı; tabanca türü hafif silahlara erişim kolaylığı ve askeri karmaşıklık düzeyi... Bu ölçütlerin değişik ağırlıklarla hesaplanması sonucu elde edilen dünya sıralamasında ilk 10, sırayla şöyle: İzlanda, Danimarka, Norveç, Yeni Zelanda, Japonya, İrlanda, Portekiz, Finlandiya, Lüksemburg, Avusturya. Son 10 ise 131.’den başlayarak şöyle: Rusya, Lübnan, Kuzey Kore, Orta Afrika Cumhuriyeti, Çad, İsrail, Afganistan, Sudan, Somali, Irak. “Bize zaten kim saldıracak; yanıbaşımızdaki dostumuz Avustralya bizi korur” diyerek Hava Kuvvetleri’ni dağıtan Yeni Zelanda’nın ilk 10’da olması şaşırtıcı değil elbette. Japonya ise, 2. Paylaşım Savaşı sonrası silahlı kuvvetlere yönelik ağır kısıtlamalar sonucu ilk 10’da olsa da, askeri harcamaların ağırlığını yavaş yavaş artıyor. Irak’ın, Afganistan’ın, İsrail’in ve Lübnan’ın barışı-düşük ülkeler olmasının oldukça bilinen ve açık nedenleri var. Kuzey Kore ise, ABD tehditi altında, daha da askerileşiyor. Bu da, oldukça bilinen bir nokta... Sovyetler sonrası, mafya yönetimine dönmüş Rusya’nın barış yoksunu oluşu da çok doğal... İşte Türkiye, küçük Amerika olduğunu bir kez daha kanıtlıyor: ABD, 97.; Türkiye, 115. sırada ve Küba, 62. sırada... Küba; ABD ve Türkiye’ye göre yüksek barışlı bir ülke... En barışlı toplumların çoğu, gelir düzeyi yüksek Avrupa ülkeleri... Ama Şili ve Uruguay, Avustralya ve Hollanda’ya göre daha barışlı toplumlar... Bu ilginç sonuç için elbette ayrıntıları görmek gerekiyor. Bölgesel karşılaştırmalara gelirsek, araştırma, dünyayı 7 parçaya bölmüş durumda: Afrika, Asya ve Avustralya, Orta ve Doğu Avrupa, Orta ve Güney Amerika, ‘Ortadoğu’ ve Kuzey Afrika, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa. En barışlı bölge başta olmak üzere sıralama şöyle: Batı Avrupa, Kuzey Amerika (ABD’nin dibe vurmuş barışını, 11. sıradaki Kanada’nın yüksek barışı kurtarıyor), Orta ve Doğu Avrupa, Asya ve Avustralya, Orta ve Güney Amerika, ‘Ortadoğu’ ve Kuzey Afrika, Afrika... Dolayısıyla, Asya-Pasifik, bölgesel olarak, dünyanın tam ortasında bulunuyor (baştan 4. ve sondan da 4.)...

Page 319: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

319

25 Asya ülkesinin ortalama barışı, ABD ve Türkiye’den daha yüksek. 25 Asya ülkesinden 17’si ABD’den; 19’u Türkiye’den daha barışlı... Türkiye’den daha az barışlı olanlar, daha azdan başlayarak, Afganistan, Kuzey Kore, Pakistan, Myanmar, Sri Lanka ve Tayland. Pakistan, Bhutto’nun öldürülmesi olayında da görüldüğü gibi, şiddete alışık; ordunun toplum üstündeki etkisi ağır; Myanmar’ı zaten ordu yönetiyor; Sri Lanka’da Tamil Kaplanları, şiddeti hep sıcak tutuyor; Tayland’da ise güneydeki şiddet sürmekte... Ayrıca Tayland, suç örgütlerinin önemli bir paya sahip olduğu bir ülke... Türkiye’de, yumuşak, huzurlu ülke olarak bilinse de güneydeki şiddet ve suç örgütleri, Tayland’ı, şiddete oldukça alışık olan Türkiye’den bile geriye itiyor. Elbette, bunun yanında, Tayland, 2005’ten beri, etkisi pek de duyumsanmayan bir askeri yönetime sahip; bu da, Tayland’ı barışta aşağı çekiyor... Tayland’dan sonra gelen, Filipinler’den başlayarak ele aldığımız tüm Asya ülkeleri (toplam 19 ülke), Türkiye’ninkinden daha yüksek bir barış düzeyine sahip. Düşük barıştan yüksek barışa doğru sürdürelim: Filipinler, yıllardır devletin bir yandan İslamcılar’la bir yandan da marksçılarla sürdürdüğü düşük yoğunluklu savaş nedeniyle, Türkiye’yi az bir arayla geçiyor. Hinducu-Muhammedci kavgasının durulmadığı Hindistan’ı, 18 Mayıs 2008 tarihli ‘Papua-Yeni Gine ve Begonvil: Sömürülenin sömürmesi’ yazımızda andığımız Papua-Yeni Gine--Begonvil savaşı nedeniyle olacak- Papua-Yeni Gine izliyor. Evet, ondan sonra gelen Kamboçya, yakın geçmişte yaşanılan toplukıyımlara karşın, ABD’den de Türkiye’den de daha yüksek bir barış düzeyine sahip... Bangladeş’teki şiddetin ise, yoksulluktan ileri geldiği çok açık. Birbirine çok yakın değerleriyle Çin ve Endonezya, dünya sıralamasında 67 ve 68’deler. Dünya sıralamasında ilk 50’de olan Asya ülkeleri, yüksek barıştan başlayarak şöyle: Yeni Zelanda (4), Japonya (5), Hong Kong (23), Bhutan (26), Avustralya (27), Singapur (29), Güney Kore (32), Vietnam (37), Malezya (38), Tayvan (44). Budacılık’ın huzurlu ülkesi olarak bilinen Himalaya ülkesi Bhutan’ın ilk 10’da olmaması şaşırtıcı... Maocuların iktidarı nedeniyle, bu aralar oldukça sıcak olan Himalaya ülkesi Nepal ise, veri eksikliği nedeniyle sıralamada yer almıyor. Vietnam’ın yüksek barışı, iki çarpışan eğilimden kaynaklanıyor: Bir yandan, ordunun payı ve etkisi yüksek; askerlik 1,5 yıl olmak üzere erkeklere zorunlu; dahası, kadın ve erkek tüm yurttaşlar, halk ordusu ve halk savaşı anlayışının bir gereği olarak, genç yaşlarda, lisede ya da yaygın eğitim merkezinde 1-2 aylık zorunlu atış eğitiminden geçiriliyor; ama bir yandan da, Vietnam’da sivillerin silah bulabilmesi olanaksız. Atış eğitimi veriliyor ama silah taşımak yasak... Silah taşımak yasak olunca, 100,000 kişiye düşen cinayet sayısı da, örgütlü şiddet olayları ve onlardan doğan ölümler de çok düşük oluyor. Vietnam’ın lümpen gençleri, silah değil, samuray kılıcı çekiyor. O kılıçları taşıması zor, hem de silah kadar etkili değiller. Kaldı ki, ‘şiddete tetiklemeci yaklaşım’ olarak adlandırılan yansıbilim (psikoloji) bakışı, masanın üzerinde bir silah durmasının bile tek başına insanların şiddet düzeyini arttırdığını deneylerle göstermiş durumda... Bundan sonra ne olur Asya’da? Barış mı gelişir savaş mı? İlan edilmemiş bir savaşa daha yakın olacak, Asya. Çünkü bir yandan Pakistan ve Hindistan arasındaki Keşmir ve diğer nedenlerle süregelen atışma, bir yandan Myanmar’daki cunta, Filipinler’deki İslamcı ve marksçı savaşçılar, Sri Lanka’da Tamil Kaplanları, Tayland’ın güneyindeki şiddet, Japonya’nın giderek askerileşmesi, Çin’in askeri harcamalarını arttırması, kuşatılmışlık düşüncesi gün geçtikçe daha da derinleşen Kuzey Kore ve işgal sürdükçe şiddetin dozunun daha da artacağı Afganistan... Bu kara tablo,

Page 320: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

320

gelecekte barışı değil savaşı yükselten bir Asya’yı gösteriyor bize... Sonuç olarak, Asya’nın ne bugünü ne de geleceği, o yumuşak, budacı toplumlardan oluşan Asya kalıp-yargısına uyuyor. Ve Asya nasıl ki barış düzeyi açısından 7 bölgenin tam da ortasında bulunuyor, dünyanın barışı en yüksek 4. ülkesiyle (Yeni Zelanda), dünyanın savaşı en yüksek 4. ülkesini (Afganistan) aynı bünyede taşıyacak kadar çeşitlilik gösteriyor. İlgilisine Kaynak http://www.visionofhumanity.org/

Page 321: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

321

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (52): Yıldızlarını Sökmüş General: Vo Giap Tarihe genel olarak iki tür bakış vardır: Birinci ve en yaygın bakış, tarihi, bireyler üstünden açıklar. Bu bakışa göre, tarihte büyük önderler vardır ve tarihi onlar yaparlar. İkinci bakışsa, belirlenimcidir; tarihi, toplumsal koşullara bağlar ve özneleri sıfırlar. Bu bakışa göre tarih, fizik yasaları gibi ilerlemektedir. Üçüncü bir bakış ise, önderlerin/ partilerin rolünü kabul etmekle birlikte, onları yaratan toplumsal koşulları ve onları sırtlarında taşıyan halkı ve ‘küçük’ insanları göz ardı etmez. Bu üçüncü bakışın belki de en billur örneği, 1954’te Fransız işgaline karşı ve sonrasında, 1975’te Amerikan işgaline karşı, Vietnam’ı bağımsızlığa taşıyan General Vo Nguyen Giap (‘Vo Nuvin Zap’ olarak okunuyor). Giap’ın, ‘Halk Savaşı- Halk Ordusu’ kitabı, Türkiye’de bir dönemin elkitabı idi neredeyse (yanılmıyorsak, Türkçe’de ilk baskısı, M. Ardos çevirisiyle 1968’de Sol Yayınları’ndan çıkmıştı). Giap, tarihin en karanlık kişiliklerini bile ‘kahraman’ ilan edip kapağına taşıyabilen, bireysel tarih anlayışına sahip Time Dergisi muhabirinin “siz bir kahramansınız” biçimindeki yorumuna, 2006’da, 95 yaşındayken bile, “yengimiz, benim ‘kahraman’lığımı değil, Vietnam halkının, yurtseverlik ruhuyla, olağanüstü şeyler yapabileceğini göstermektedir” diye yanıt veriyordu. Giap, 1,100,000 Vietnamlı’nın şehit olduğu, 2 milyon Vietnamlı sivilin öldüğü, 600,000 Vietnamlı askerin/ savaşçının gazi olduğu, 300,000 Vietnamlı askerin/ savaşçının kayıp olduğu, 2 milyon Vietnamlı’nın sakat kaldığı, 2 milyon Vietnamlı’nın ABD Ordusu’nun ormanlara sıktığı kimyasallardan etkilendiği, ve sonunda, kimyasallar nedeniyle 500,000 bebeğin engelli doğduğu savaşa en üstten değil, en alttan bakarak, kendisi için, ‘kahraman’dan başka, yeni bir sözcük üretme zorunluluğu doğuruyor insanda. O, Vo Giap. Yıldızlarını sökmüş general. Öte yandan, Giap’ın askeri kitaplarını inceleyen kimi ABD’li araştırmacılar, ‘halk savaşı’ kavramını anlayamadıklarından olsa gerek, generali, boşu boşuna adam harcamakla suçluyorlar. Oysa aynı taktikler, inanç dışında her açıdan üstün olan ABD Ordusu’na yenilgiyi tattırdı. Çoğunluğun bilgisi, Giap’ın bir general olduğundan öteye geçmese de, generalin bir askerinkinden oldukça farklı bir yaşamöyküsü var: 1911 doğumlu olan Giap’ın yaşamının ilk önemli olayı, lisedeyken, diğer birçok liseye de sıçrayacak biçimde boykot örgütleyip okuldan atılması. Sonrasında bugünkü başkentte üniversite okuyup politik ekonomi ve hukuk alanlarında derece alıyor. Aynı yıllarda Hindiçini Komünist Partisi’ne katılıyor (o zamanlar, Kamboçya, Laos ve Vietnam, ayrı ayrı partiler yerine, tek bir Hindiçini Komünist Partisi’ne sahipti). 1930’da 1 yıl kadar hapis yatıyor. 1930’larda, Vietnamca ve Fransızca olarak bağımsızlık yanlısı 10’a yakın gazete ve dergi çıkarıyor; bunların tümü, Fransız kolonici yönetimince bir süre sonra kapatılıyor. Bu yayınlarda gibi zaman, tüm yazıları takma adla kendisi yazar. Bunun için O’na bir gece yetmektedir. 1939’da, Ho Çi Min’le görüşmek üzere, eşini ve çocuğunu Vietnam’da bırakıp Çin’e geçiyor. O, Çin’deyken, karısı; bugün adı, Ho Çi Min Kenti’nde büyük bir caddeye

Page 322: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

322

verilmiş olan baldızı (Nguyen Thi Minh Khai) ve kayınbabası işkenceden geçirilerek öldürülüyor. Yıllar sonra, ailesinden tek sağ çıkan, kızı oluyor. O da, general gibi, hala yaşamakta... Giap, Çin’de çoğunlukla siyasal, kısa bir süre de askeri eğitim aldıktan sonra, 1944’te, ailesine olanlardan habersiz, Vietnam’a dönüyor; haberi alınca kaskatı kesiliyor; ama bu, mücadele azmini güçlendiriyor. 2. Paylaşım Savaşı sonrası bağımsızlık ilan eden Ho Çi Min Hükümeti’nde içişleri bakanı oluyor. 1945 ve sonrasında, Ho Çi Min’le Vietnam-Çin sınırında mağaralarda kalıp direniş planları yapıyorlar. Bölgede o zaman da bugün de çok sayıda azınlık yaşamaktadır. Bölgeyi örgütlerken, çeşitli azınlık dillerini de öğrenmek zorunda kalıyorlar çünkü azınlık köylüler, anadillerinden başka dil bilmiyor. Askeri altyapı yapmak amacıyla uzun süre gizleniyorlar, kolay ve kısa sürede gelebilecek yengilerin ardında koşmuyorlar. Son saldırı için aylarca, yıllarca hazırlık yapıyorlar. Ve gün dönüyor, kurtarılmış köyler zamanla artıp önce kurtarılmış bölgelere, sonra da kurtarılmış bir ülkeye dönüşüyor! Giap’ın 1945’ten sonraki yaşamı, savaşın bittiği 1975’e dek, düzenli ve düzensiz ordu yönetimi ve askeri kitaplar yazmakla geçiyor. Az önce belirttiğimiz gibi, eski bir gazeteci olan Giap, ordu yönetimini gazete çıkarma sürecine benzetir. Askerleri, sayfa düzeni gibi yerleştirmektedir! General, 1980’de emekliye ayrıldı. O zamandan beri, anıları, kendisiyle yapılan söyleşiler, hakkında yazılan kitaplar ve güncel konular üstüne çok nadir olarak yazdığı gazete yazılarıyla gündeme geliyor. Sosyalizmi çoktan bırakmış Vietnam’da, eğitimin ve sağlığın özelleştirilmesini ve kalkınma adına azınlığın daha varsıl, çoğunluğun daha yoksul olmasını savunanların kulağını çekiyor. O’nun da, Ho Çi Min gibi, ayağındaki sandaletinden başka birşeyi olmadı dünyada. Ho Çi Min, sağlığında, adının şehirlere verilmesine, büstlerinin yapılmasına, resminin paralara basılmasına izin vermedi; Vietnam, ‘sosyalist’ olarak bilinen birçok ülke arasında, bu olumlu noktayla ayrı bir yerde durur. Ho Çi Min’in de, Vo Giap’ın da, yatı, sarayı, çiftli ği olmadı. İşte bu nedenle, bugünkü Vietnam hükümetini sağdan eleştirenler bile, Kumandan Giap’a hala saygı duyuyor. Kumandan, artık 97 yaşında. Yakında ölecek ve cenaze töreni, belli ki, Vietnam’ın en kalabalık töreni olacak...

Page 323: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

323

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (51): Vietnam’da Azınlık Siyasaları ve Hmonglar Türkiye’den bakınca belki de bu sayı fazla gelebilir: 85 milyonluk Vietnam’da, çoğunluğu dağlık bölgelerde olmak üzere, 54 değişik budunsal öbek (etnik grup) yaşıyor. Kimisi, hala kabile dönemi yaşarken; diğerleri, tarım toplumu evresinde. Türkiye’deki durumdan oldukça farklı olarak, azınlık değil çoğunluk olan Vietnamlılar’ın da kendi budunsal öbek adları var: Azınlıklar üstüne konuşulduğunda, çoğunluğu imlemek için ‘Kinh milleti’ sözü kullanılıyor; çünkü azınlık ya da çoğunluk kökenli olan herkes, Vietnamlı üst-kimliğinde buluşuyor. Bu nedenle, “Türkiyeli’yim” dediğinizde “onu anladık da, Türk müsün, Kürt müsün, Ermeni misin?” gibi sorularla karşılaşabiliyorsunuz. Aynı biçimde, Vietnamca’da Türkiye üstüne ana kaynak olan, ilk baskısı 1990’ların başında yapılmış ‘Tho Nhi Ky (Türkiye)’ adlı kitapta, ‘Türkiye Halkları’ bölümünde, 4 halk, ayrı ayrı ve farklı örnek-resimlerle tanıtılıyor: Türkler, Lazlar, Hemşinliler ve Kürtler. Herşey bir yana, Hemşinliler’in ayrı bir öbek olarak sayılması ilginç ve elbette ayrı bir tartışma konusu. Sıralama da elbette ilginç... Vietnam’da budunsal kökenlerin önemi, azınlık siyasalarının farklılığını gösteriyor: Şöyle ki, Vietnam’da ne yutan (yoksaymacı/ inkarcı/ ‘özbeöz’cü) ne de kusan (Sabetaycı tartışmaları gibi dışarıda bırakıcı/ “o(nlar) bizden değil”ci) bir azınlık siyasası var: Dolayısıyla, diğer birçok Asya ülkesinin tersine, Vietnam’da kimseye “sen Vietnamlı değilsin, soyun bozuk/ dönme” ya da “sen özbeöz Vietnamlı’sın” denmiyor. Vietnamlı çoğunluk da, 54 azınlıktan biri olarak görülüyor! 21 Ekim 2007 tarihli ‘Sıcak Ülke Çin ve Sıcak Para Renminbi’ adlı yazımızda belirttiğimiz gibi; azınlıkların resimlerini, 5 dildeki parasına basan Çin’de de geçerli olan bu azınlık siyasası, elbette, bu iki ülkenin marksçı ortak geçmişinden ileri geliyor. Dahası, Vietnam Komünist Partisi Genel Sekreteri, azınlık kökenli ve bunu üstüne basa basa söylemesinden kimse rahatsızlık duymuyor. Vietnam üniversitelerinde azınlıklar için özel kota var, ama o kotalar genelde dolmuyor. Belki bu yazının asıl konusu, o azınlık kotalarının dolmamasının nedenleri olmalıydı. Kimisinin toplam sayısı 1 milyonu bile aşan Vietnam azınlıkları, ülkenin dört bir yanında yaşıyorlar. Kuzey’deki azınlıkların çoğu, bir yüzyıl kadar önce Güney Çin’den göçme. İlk gelenler düzlüklere yerleşmiş; geç gelenlere dağlar kalmış. Dolayısıyla en kötü durumdakiler, geç gelenler. Bunlardan en ünlüleri, Vietnam-Çin sınırı yakınında bulunan, başkent Hanoi’a yakınlığı nedeniyle çokça turistin uğradığı Sa Pa Kasabası’nda yaşamakta olan Hmonglar... Adı gibi sapa ve dağlık olan Sa Pa, Fransız koloniciliği döneminde bir dağ birliği barındırması dolayısıyla tarih turizmi ve dağları ve manzaraları ile dağ turizmi ve azınlıkları nedeniyle kültür turizmi açısından önemli bir bölge olarak kabul ediliyor. Doğu Karadeniz’i tanıyanlar için oldukça bilindik bir ortam: Engebeli yapı nedeniyle, dağınık yerleşim, taraça tarımı, bebeklerini sırtlarında taşıyan kadınlar... Bölgede binlerce Hmong yaşıyor ve iş görenler, yine bir Doğu Karadeniz klasiği olarak kadınlar... Aynı biçimde, sokaklarda satıcı vb. olarak çalışan Hmonglar’ın neredeyse tümü kadın... Öte yandan, bitki örtüsü cılız; Karadeniz’in ulu ağaçlarını aramak boşuna...

Page 324: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

324

Bölge, 1993’te turizme açıldı. Turizm, Hmonglar’ın tutucu bir biçimde en geleneksel biçimiyle yaşantılarını korumalarını sağladı; çünkü farklı giysileri ve yalnızca dokuma ve tarıma dayanan yaşam biçimleri, Vietnamlılar’a ve AB(D)’li turistlere ‘ilginç’ geliyordu! Bugün Sapa’daki 7-8 yaşındaki birçok Hmong kız çocuğu, turizmin etkisi nedeniyle, İngilizce’yi Vietnamca’dan daha iyi konuşuyor! Öte yandan, çoğunluğu hiç okula gitmemiş genç Hmonglar, anadilleri yanında İngilizce ve çat-pat Vietnamca konuşabilseler de (bu gençler, Vietnamlılar’la yalnızca İngilizce üzerinden iletişim kurabiliyor!), okuma-yazmaları yok! Hmonglar, hep aynı biçimleri dokuyorlar ve geleneksel giysileri içinde kadınlar ve kız çocukları, turistlerin kollarına yapışarak, “bunu satın al” diye diye büyük bir toplumsal kirlilik yaratıyor. Ama sorun, yalnızca toplumsal kirlilik de değil: Turistler, dokumaları satın aldıkları için, aynı zevksiz dokuma biçimleri, Hmonglar’da kuşaktan kuşağa aktarılıyor. (Daha da kötüsü, son dönemde, Hmonglar, evde günlerce dokumayla uğraşmak yerine, Çin’den hazır dokumayı satın alıyor, kendileri dokumuşmuş gibi satıyorlar.) Hmong kızları, aileleri tarafından, dokumacı ve dokuma satıcısı olmaya; erkekleri ise, sürücü olmaya özendiriliyor! Devletin, insancıl azınlık siyasalarıyla açtığı okullar da bomboş ve işte bu yüzden, üniversitelerdeki azınlık kotaları da dolmuyor. Azınlıklar, yoksullukta önde geliyorlar. Ama bu, daha çok, ilkel üretim kılgılarından ve fiziksel kısıtlardan ileri geliyor. Traktör girmeyecek dağlık bölgelerdeki yaşantılarıyla, artık para getiren gelenekselcilikleri ve tutuculuklarıyla binlerce yıllık geriliklerini bu gidişle 22. yüzyıla da taşıyacaklar. Oysa o dokumacılar, bir biçimde sanat eğitimi alsalar; çocuklar üniversitede tarım mühendisliği okuyup tarladan daha çok verim almayı öğrense; olmadı, kente göçseler artık... Budacılık’ın olumlu bir yanı, bir kez daha ortaya çıkıyor: Budacılık, Asya’da göçebelikten yerleşikli ğe geçişte önemli bir etmen: Budacılık, tapınak dikmeyi gerektiriyor; tapınak, bir kez kuruldu mu göçebeler, onun çevresinde yerleşmeye başlıyor. Tarım tutumyapısı (ekonomisi), göçebelikten daha ileri bir üretim biçimi... Hmonglar ve diğer birçok azınlık ise, cancılık (animizm) gibi Budacılık öncesi dinlere bağlı... Cancılık, yani her varlığın canı olduğu biçimindeki inanç, tapınak kurmayı gerektirmiyor ve böylece, yerleşik yaşama geçişi de sağlamamış oluyor... İşte kentliliğin doruğu olan üniversitelerin azınlık kotaları da, yerleşikli ğe tümüyle geçemeyişin ya da hiç geçemeyişin zincirleme bir sonucu olarak dolmuyor... Hmonglar, kentlileştikçe, daha fazla Hmong genci üniversitede okuyabilecek...

Page 325: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

325

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (50): Asya’da Akademik Dünya Yayın sayılarını karşılaştırdığımızda, Asya’daki akademik dünyada, Japonya, 1996-2006 arası çıkardığı yaklaşık 1,000,000 metin ile başı çekiyor. Japonya’yı ilk yirmide, sırasıyla Çin, Hindistan, Güney Kore, Tayvan, Hong Kong, Singapur, Tayland, Malezya, Pakistan, Endonezya, Bangladeş, Filipinler, Vietnam, Özbekistan, Sri Lanka, Kazakistan, Nepal, Moğolistan ve Brunei izliyor. Japonya’nın yayın sayısı o kadar çok ki, Çin dışındaki tüm Asya ülkelerinin toplam yayın sayısı, Japonya’nın sayısına ulaşmıyor. Uluslararası sıralamada ise, Japonya, İngiltere ve Fransa’yı bile geride bırakarak, ABD’den sonra dünya ikincisi. 5. sırada olan Çin ise, Fransa, Kanada, İtalya ve İspanya’yı geride bırakmış durumda. 12. sıradaki Hindistan, Hollanda’yı; 14. sırada bulunan Güney Kore ise İsveç ve İsviçre’yi geride bırakmış durumda. 17. sıradaki Tayvan’ın geride bıraktığı ülkelerden biri, dünya sıralamasında 21. olan Türkiye. Dolayısıyla, Türkiye, yayın sayısı açısından, Japonya, Çin, Hindistan, Güney Kore ve Tayvan’ın gerisinde... Japonya, Türkiye’nin 8 katı kadar yayın yapmış durumda... Ancak, yayın sayıları çeşitli nedenlerle yanıltıcı olabiliyor. Bu nedenlerden biri, nüfusların farklı olması. Yayın sayısı toplam nüfusa oranlanınca, az-çok farklı bir sıralama ortaya çıkıyor. Yalnızca ilk yirmiyi içeren yeni sıralama, ayraç içindeki sayılar, 1000 yurttaşa düşen yayın sayısı olmak üzere şöyle: Singapur (13), Hong Kong (10), Japonya (8), Tayvan (7), Güney Kore (5), Brunei (1), Malezya (0.7), Çin (0.6), Tayland (0.4), Hindistan (0.25), Moğolistan (0.24), Kazakistan (0.16), Sri Lanka (0.15), Özbekistan (0.14), Pakistan (0.09), Nepal (0.08), Filipinler (0.07), Vietnam (0.06), Bangladeş (0.04), Endonezya (0.03). Bu sayılar, bilim-toplum içiçeliği açısından bir fikir vermekte. 1000 yurttaşa 13 yayın düşen 4.3 milyonluk nüfusuyla Singapur, bilimin en yoğuşuk olduğu toplum. Singapur’u, 1000 yurttaşa 10 yayın düşen 7.1 milyon nüfuslu Hong Kong izliyor. Toplam yayın sayısında ikinci sırada olduğunu gördüğümüz 1,313 milyar nüfuslu Çin ise, bilimin toplumsal yoğunluğunda Malezya’nın bile gerisinde. Çin’de bilimin hala halklaşmadığını; nüfusa oranla görece dar bir çevrenin etkinliği olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye, 1000 yurttaşa düşen 2 yayınla, Singapur, Hong Kong, Japonya, Tayvan ve Güney Kore’nin çok gerisinde. Dünyadaki tüm akademik yayınların 1/5’i tıp alanında iken, 1/10’u, mühendislik alanında. % 9, biyoloji ve genetik çalışmalarını kapsarken; fizik ve gökbilim araştırmaları, tüm yayınların % 7-8’ini oluşturuyor. Her 20 çalışmanın biri, kimya alanında; diğer biri, tarım alanında; diğer biri, maden bilimi gibi konuları kapsayan malzeme bilimlerinde. Her 25 çalışmadan biri ise, toplumsal bilimler alanında. Bu dağılımlar, ülke ülke çeşitlilik gösteriyor. Türkiye’de her 3 çalışmadan 1’i tıp alanında iken, çalışmaların yalnızca % 6,5-8’i mühendislik alanında. Diğer bir % 6,5-8, biyoloji ve genetik bilimlere ayrılmış durumda. 3’er tane % 5-6,5, tarım bilimlerine, kimya bilimlerine ve fizik ve gökbilime ayrılmış durumda. Asya’nın toplam yayın birincisi Japonya’da, tıp, tüm yayınların % 18-19’unu oluştururken; mühendislik, % 10-16’ya karşılık geliyor. Biyoloji ve genetik, % 11-

Page 326: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

326

13’e; fizik ve gökbilim, bir diğer % 11-13’e karşılık geliyor. Diğer ülkelerden farklı olarak, Japonya’da ilaç bilimlerine karşılık gelen yayın payı, 20’de 1’e ulaşmış durumda. Çin’de, diğer ülkelerden farklı olarak, tıp alanında yapılan yayın sayısı oranı düşük (yalnızca % 5-8); mühendislik ise, % 17 ile 26 arası. Çin’de diğer ülkelerdeki düşük orandan farklı olarak her 20 yayından 1’i, bilgisayar alanında. Ayrıca, tarım bilimlerinin oranı oldukça düşük. Bu tablo, Çin kalkınmasının bir işareti sayılabileceği gibi, Çin’in kırsal kalkınma düşüncesini terkedişi biçiminde de yorumlanabilir. Çin ve Japonya’nın tersine, Hindistan’da her 10 yayından 1’i, tarım alanında. Hindistan’ın bir diğer farkı, her 20 yayından 1’inin çevre bilimleri alanında olması. Malezya da, tarım yayınları oranı (% 7-14) ve çevre bilimlerinde görece yüksek oran (% 3-5) ile Hindistan’a daha yakın duruyor. Güney Kore, düşük oranda tarım çalışmaları ve % 14-20’lik mühendislik yayınları oranıyla, daha çok Çin ve Japonya’yı andırıyor. Ancak, ek olarak, matematik (% 3-6) ve bilgisayar (% 5-8) yayınları oranında, bu iki ülkeden ileride. Hong Kong da, yüksek matematik (% 5-6) ve bilgisayar (7-8,5) yayınları oranıyla, Güney Kore’yle yakın bir seyir izliyor. Singapur, % 19-26’lık mühendislik yayın oranı yanında, matematik yayınlarında % 5 oranına, bilgisayar yayınlarında ise % 7-10’lara ulaşmış durumda. Tayvan, bir mühendislik (% 17-24) ve tıp ülkesi (% 14-15) ülkesi iken Tayland, bir tıp (% 21-32) ve tarım ülkesi (% 9-11)... Pakistan da bir tıp (% 17-39) ve tarım (% 10-17) ülkesi olarak Tayland’a yakın duruyor. Endonezya ise, bir tarım (% 16-21.5), toplumsal bilimler (% 4-6) ve çevre bilimleri (% 6-9) ülkesi... Bangladeş de, bir tarım (% 11-20), toplumsal bilim (% 4-6) ve çevre bilimleri ülkesi (% 4-7,5)... Bir üçüncü tarım (% 22-38), toplumsal bilimler (% 2-10) ve çevre bilimleri (% 5-8) ülkesi olan Filipinler’in oldukça yüksek olan tarım yayın oranı dikkat çekiyor. Bir dördüncü tarım (% 13-23), toplumsal bilimler (% 4-6) ve çevre bilimleri ülkesi, Sri Lanka (% 6-13)... Nepal ise, bir tıp (% 27-40), tarım (% 11-20), çevre bilimleri (8-11) ve toplumsal bilimler (% 3-8) ülkesi... Doğal koşulları nedeniyle, Moğolistan da, tarım (% 6-20) ve çevre bilimleri (% 4-9) yayın oranları yüksek ülkelerden... Öte yandan, Brunei yayın dağılımı, Moğolistan’ınki gibi, yıldan yıla büyük farklar gösteriyor. Yine de 2006’da tarım bilimleri (% 11,5), çevre bilimleri (% 9) ve tıp (% 24) göze çarpıyor. Vietnam, bir tarım (% 12-17) ve matematik (% 7-14) ülkesi... Özbekistan, Sovyet geçmişinden olsa gerek, diğer ülkelerden çok farklı bir biçimde, bir fizik (% 23,5-31), kimya (% 16-30), matematik (% 4-10) ülkesi! ‘Sovyet geçmişi’ni anıyoruz çünkü Kazakistan da bir fizik (% 11-20), kimya (11-28%) ve matematik (% 3-8) ülkesi... 25 Kasım 2007 tarihli ‘Asyacılık Üstüne’ adlı yazımızda, Asya ülkeleri arasındaki çeşitlili ğe vurgu yapmış; bunun, Asya Birliği’nin ve tek bir kavramsal ulam olarak ‘Asya’nın varlığına önemli bir engel olduğunu belirtmiştik. İşte, Asya ülkeleri arasındaki akademik öncelikler de, bu engelleyici çeşitlili ğe ek bir örnek... Bir tarafta tarım ve çevre bilimleri ülkeleri, bir tarafta mühendislik ülkeleri... Belli ki, çoğunluğu hala köylerde yaşayan Asya’nın kentleşmesiyle birlikte tarım ve çevre araştırmalarının yerini mühendislik ve bilgisayar bilimleri alacak...

Page 327: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

327

İlgilisine Kaynak SCImago. (2007). SJR — SCImago Journal & Country Rank. Erişim: http://www.scimagojr.com

Page 328: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

328

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (49): Asya Gazeteciliği Asya gazeteciliği, AB(D) gazeteciliğinden farklı mı? Natarajan ve Xiaoming (2003), bu soruya, ‘Asya gazeteciliği’ yaptığını ileri süren genç Singapur kanalı Channel News Asia ile CNN’yi karşılaştırarak yanıt bulmaya çalışıyor. Çıkardıkları sonuç, içerik ve bakış açısı olarak iki kanalın çok da farklılaşmadığı... Oysa CNN’yle bir Singapur kanalını karşılaştırarak zaten baştan yanlış bir seçim yapmış oluyorlar. Bir Singapur kanalı yerine, Çin, Japon, Kore, Malezya ve Endonezya kanallarını inceleselerdi, elbette farklı habercilik anlayışlarıyla karşılaşacaklardı. Fakat bu farklılık, Asyalılık’tan değil, Asya devletlerinin varoluşsal temellerinden ve çıkarlarından ileri geliyor. Tibet konusu, Çin ve AB(D) basınını bölen oldukça belirgin bir konu. Aynı biçimde, Antarktika’da, et ve yağ için balinalara vahşice kıyan (çünkü balina-burger, Japonya’nın yaygın yemeklerindendir) Japon ‘bilimciler’/ balıkçılar (‘bilimciler’ diyoruz, çünkü balina toplukıyımlarını, balinaları ticari amaçlarla değil bilimsel araştırmalar amacıyla öldürdükleri yalanıyla meşrulaştırmaya kalkıyorlar) ve onlara karşı kutup soğuğunda mücadele eden Greenpeace eylemcileri de, Japon ve AB(D) basınlarını uzaksayan bir örnektir. Güney Kore’nin, son zamanlarda, “onlar bizim soydaşımız” diyerek düşman gözüyle değil aynı ailenin hayta çocuğu gözüyle gördüğü Kuzey Kore de, Güney Kore ve AB(D) basınını bölmekte... Malezya ve Endonezya’daki habercilik ise, doğal olarak, Muhammedcilik’le ilgili hemen her konuda, AB(D) basınından farklı bir noktada yer almakta. Ama zaten ABD’yle serbest ticaret antlaşmasına sahip birkaç ülkeden biri olan Singapur, köysüz bir kent-devlet olarak ve yaklaşık 30,000 Dolarlık kişi başı geliriyle, toplumsal olarak, bir Asya ülkesi değil Avrupa ülkesi sayılmalı. Dolayısıyla, andığımız makaledeki CNN- Singapur kanalı karşılaştırması, daha da anlamsızlaşıyor. O zaman ne gerek var karşılaştırmaya? Gerek var çünkü AB(D) haberciliğinin, AB(D) dışını hep ‘olumsuz’ olaylarla ele alması gibi bir eğilimden söz ediliyor: “Biz üstün AB(D)’liler ve sorunlu varlıklar olan diğerleri...” Araştırmacıların da kısaca ele aldıkları gibi, gerçekte, dünyanın birçok ülkesinde, olumlu haberler değil, ‘olumsuz’ haberler dikkat çekiyor... Bir tayfun haberi, tayfundan zarar görmüş insanlara yeni konutlar verildiği haberinden daha ilgi çekici oluyor. Aslında, ‘diğerleri’ ile, ‘öteki’ ile ilgili haberler, yalnızca ‘olumsuz’ olduklarında gizli bir istek uyandırıyorlar. Çünkü ‘öteki’nin ‘olumsuzluk’ları, AB(D)li kimlik imgesinin başını göğe erdiriyor; ‘dışarıdaki olumsuzluk’, AB(D) kimliğini daha da olumluyor. Peki ama AB(D)’li benliğin ‘öteki’si, AB(D) dışı ile mi kısıtlı? Elbette hayır. Benlik, oldukça dağınık, ‘heryerde birden olan bir olgu’. Ortalama bir AB(D)’li izleyicinin ‘öteki’si, aynı zamanda, AB(D)’de yaşayan göçmenler, yoksullar, evsizler vb. oluyor. ‘Olumsuzluk’, onlarla ilgili, yani ‘toplumun artık çöpleri’ ile ilgili olduğu sürece, AB(D)’li üstün benliği yine perçinlenmiş oluyor. AB(D)-Asya karşıtlığının kuramsal anlamsızlığı üstüne zaten çoktan anlaşmış olmamız gerekir (bkz. Gezgin, 2005). En azından şunu söyleyebiliriz: Artık, Asya, göçmenler eliyle / dolayısıyla, AB(D)’nin göbeğinde. O korkulan Osmanlı Ordusu askerlerinin torunları da, Almanya’da 2,5 milyon işçi ve onlar, artık, AB(D)’liliğin ayrılmaz bir parçası...

Page 329: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

329

Yukarıda andığımız araştırmacılar, yanlış bir karşılaştırmayla başlasalar da, sonunda bir ışık yakıyorlar: Öncelikle, AB(D)’nin / merkezin, Asya’yı / çevreyi ‘olumsuz’ gösterdiği haber oranının çok da yüksek olmadığını söyleyen çalışmalara vurgu yapıyorlar. Ayrıca, 1960’lar ve 1970’lerin ‘kalkınma gazeteciliği’ne dikkat çekiyorlar. Kalkınma gazeteciliği, yeni kurulmuş, henüz devletin temellerinin çok da sağlam olmadığı, yokluk ve yoksulluğun en yaygın olgu olarak belirdiği toplumlara özgü gazetecilik. Bir kere, yapısal nedenlerle, Asya’da çatışma da fazla. Asya üstüne ‘olumsuz’ haberlerin çıkması, demek ki, toplumsal ve siyasal açıdan sıcak bir bölge olması nedeniyle, doğal. Öte yandan Asya, bölgesel anlamda dengesizce kalkındığından, kimi bölgelere yönelik haberlerin daha sık yer almasını bekleyebiliriz: Örneğin, Nepal ve Hindistan’ı, ‘kalkınmış’ Singapur ve Hong Kong’a göre, uluslararası haberlerde daha sık görmeyi bekleyebiliriz. Ve gerçekten öyle... Demek ki, ‘Asya haberciliği’ kavramsallaştırması yanlış ve ‘kalkınma haberciliği’ kavramsallaştırması daha anlamlı. Zaten Asya-AB(D) ayrımı da, kalkınma/ kalkındırılma ve kalkınamama/ kalkındırılamama çiftlisinden bağımsız bir nitelik taşımıyor. İlgilisine Kaynak Gezgin, U. B. (2005). Doğu? Batı? http://ulas.teori.org/index.php?option=com_content&task=view&id=22&Itemid=27 Natarajan, K. Ve Xiaoming, H. (2003). An Asian voice? A comparative study of Channel News Asia and CNN. Journal of Communication, 53(2), 300-314.

Page 330: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

330

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (48): “Bu nasıl dünya, kaybedene sordun mu?” (*) ‘Tarih savaşları’ Avustralya’nın son on yıllık gündemini oluşturan konulardan biri... Bu savaşlar, Avrupalı göçmenlerin yerliler ile ilişkisi üzerinden kuruluyor: Muhalif tarihçilere göre bu, toplukıyımlarla dolu kara bir tarih; resmi tarihçiler içinse bir ‘uygarlaştırma’ tasarısı... Tartışma, Avustralyalı kimliğini doğrudan etkiliyor; çünkü Avustralya yerlileri, yakın zamanlara kadar, uygar Avustralyalı kimliğinin bir parçası olmayı reddeden ilkeller olarak görülüyorlardı. Avustralya’daki tarih tartışmaları, Türkiye’de de olduğu gibi, ilköğretim ve liselerde kullanılan ders kitaplarını da etkileyecek nitelikte... Bununla kalmayıp müzeciliği de etkiliyor: Müzeler ne sergileyecek: Toplukıyım kalıntılarını mı; Avrupalı yerleşimcilerinin büyük ‘başarı’larını mı?.. Ayrıca, bu tartışma, tarihsel belgelerin güvenirliği sorununu da gündeme getiriyor. Resmi Avustralya tarihi, ABD tarihinde de olduğu gibi, yerlilere yönelik toplukıyımları yok sayıp Avrupalı göçmenlere yönelik saldırıları abartarak uygarlığa yapılmış saldırılar olarak yeniden çerçeveliyor. Bu bakışın yanlışlığının ötesinde, Avustralya’nın bir ceza kolonisi olduğu, diğer bir deyişle ‘uygar insan’ olarak Avustralya’ya gönderilenlerin azılı adi suçlular olduğu unutuluyor. Bu noktada, yerlilerin sözlü tarihi önem kazanıyor ama kuşkusuz, sözlü tarih de tümüyle yanılmaz ve doğru değil. Örneğin, elimizde yalnızca Güney Amerikalı yerlilerin (sözlü) tarihi olsaydı, Güney Amerika’ya ilk ayak basan Avrupalılar’ın İspanyol sömürgeciler değil tanrısal varlıklara (at) binmiş insanüstü varlıklar olduklarını sanacaktık... Yerli tarihinde, mitle tarih içiçedir çünkü yerli kültürlerde felsefe ile din ve siyaset ile din, ne birbirinden ayrılmış ne de birbirleriyle hesaplaşmışlardır. Ötekilerin tarihi, Avustralya’daki Avrupalı yerleşiminin geometrik olarak (iki anlamda da; hem katlana katlana hem de bölge bölge büyüyerek) artışıyla yüzbinlerce yerlinin öldürülüşü arasındaki –resmi tarihçe gözden uzak tutulmuş- ili şkiye dikkat çekiyor. Avustralyalı ‘öteki tarihçi’ler, ‘karakolluk’lular olarak adlandırılıyor çünkü onlar Avustralya’nın yakın geçmişini parlak bir ‘uygar’laşma öyküsü olarak değil kapkara bir toplukıyım öyküsü olarak okuyorlar. Öte yandan, tarihte ezilenlere duygudaş (empatizan) olurken, ezileni tümüyle suçsuz, ezeni tümüyle suçlu gören yaklaşımlar da tarihin ancak bir karikatürünü veriyor. Ezene “niye ezdin?” diye hesap sorarken, ezilene de “niye direnmedin?” diye hesap sorulmalıdır. Dolayısıyla, ezilenlerden yana ve bununla birlikte gerçekçi de olan bir tarih, ezilenlerin ezenleri alaşağı edememelerinin de nedenlerini içermek durumundadır.(**) Avustralya yerlilerinin adlandırılma biçimi bile, zaten bir tarih kavgasına karşılık geliyor: Avustralya yerlilerine ‘aborijin’ deniyor. Bu, Latince, ‘kökene doğru’ (ab + orijin) gibi bir anlam taşıyor. 1788’den başlayarak anakaraya ayak basan Avrupalılar’a göre, karşılaştıkları yerli insanlar, “o kadar ilkeldiler ki, Afrika yerlileri bile onların yanında daha uygar kalırdı. Dolayısıyla, bu yerliler, en ilkel insanlar olarak insanın kökenine en yakın olanlardı.” Daha önce kimliklerin başkaları tarafından giydirilmesi bağlamında Asya’yı ele aldığımız gibi (***), Avustralya yerlilerine de aynı açıdan bakabiliriz: Aslında, bir değil çok sayıda yerli topluluk var ve bunlar, birkaç değil, 200’den fazla dile sahip. Ama dışarıdakiler, içeridekileri hep ‘birbirine benzer’ görürler; toplumsal yansıbilim, bize bunu öğretmiştir...

Page 331: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

331

Avustralya’daki ‘tarih savaşları’yla doğrudan ilgili ana konu, ‘çalınmış kuşak’... ‘Çalınmış kuşak’lar, ‘uygar’laşma adına yerli olan ailelerinden devlet eliyle kaçırılan çocuklara karşılıkgeliyor. Koreli şair Yi Sang-Hwa’nın (1900-1943) Japon işgalindeki ülkesini düşünerek yazdığı ‘Çalınmış Tarlalara da Gelir mi Bahar?’ şiiri (****), en çok bu kuşağa yakışır... Bu devşirme uygulamalarını, egemen tarihçiler, yerli çocukları kötü koşullardan kurtarmak olarak yazıyorlar. Çocuk Esirgeme Kurumu’nun müdahalesini gerektirecek anlamda, kötü durumda çocuklar olduğu ve bunların devletçe ‘kurtarıldığı’ doğru ama kurtarılanların kat kat fazlasının da, ‘uygarlaştırma’ adına, kaba kuvvetle yerli ailelerinden koparıldıkları biliniyor. Ortaya çıkan belgeler şöyle diyor: 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında, en az 100,000 yerli çocuk, özellikle Kilise’nin etkisiyle ailelerinden koparılıp yetimhanelerde büyütüldü. Bu uygulama, kimi eyaletlerde, 1950’lerde bile sürüyordu! Resmi tarihe göre, devletin yetiştirdiği bu çocuklar, Avrupalı-yerli karışımı oldukları için yerli topluluklarca istenmeyen çocuklardı. Ancak, belgeler, tersini söylüyor. İşte gerçek anlamıyla bir ‘tarih savaşları’ örneği... Çocuk kaçırmada Osmanlı’dan geri kalmayan Avustralya’nın tarihi, hukukun nasıl güçlüden yana çalıştığına çok zengin örnekler sunmaktadır: Batı Avustralya, devletin tüm yerli çocuklar üstünde vasiliğini yasal güvenceye almıştı; böylece, yerli aileye sorulmadan, yerli bebek, hastanede doğduğu gibi annesinin kucağından koparılıyordu. Avustralya’nın bir önceki başbakanı, ödence (tazminat) isteminde bulunulabileceği korkusuyla, ‘Çalınmış Kuşak’ı kabule yanaşmadı. Şu anki başbakan ise, özür dileyerek Avustralya devleti adına bir ilke imza attı ve bu özrün ödence de gerektirdiğini zaten kendisi dile getirdi. Ancak, ödencenin önünde büyük bir hukuksal engel bulunuyor: Yerlilerden çocuk kaçırma, daha önceki yıllarda Avustralya yasalarıyla güvence altına alındığı için, bugün ‘Çalınmış Kuşak’ın davalarına bakan Avustralya mahkemeleri, en insancılları bile, yasadışı bir durum göremiyor. Demek ki, ödence davalarının yetkili makamı, Avustralya mahkemeleri değil uluslararası insan hakları/ ceza mahkemeleridir. Resmi özür, çok önemli bir gelişme... Gerçi, sayıya vursak, 20 milyonluk Avustralya’da, 500,000 yerli yaşıyor; alt tarafı, % 2.5. Ancak bu, aslında tüm Avustralyalılar’ı ilgilendiriyor çünkü bu sorunun çözümsüzlüğü, bir Avustralya kimliği oluşturulmasında temel engel... Avustralyalılar, bu dünyanın nasıl bir dünya olduğunu, kaybedene sormaya başladılar. Kaybeden, çoktan kaybetmiş ama Altay Atlı’nın dikkat çektiği gibi, alınacak ödencenin, geriye kalan 500,000 yerlinin yaşam koşullarını iyileştirmeye harcanması, özrün simgeselliğini ete kemiğe büründürmekte önemli bir adım olacak... (*) Söz ve müziği Hüsnü Arkan’a ait olan ‘Temmuz’ adlı parçadan bir dize (‘Ezginin Günlüğü’, ‘A şk Yüzünden’ (1998) Albümü). (**)bkz. Gezgin, U. B. (2007). Edward Said’in ‘Kültür ve Emperyalizm’ kitabı üzerine. İzinsiz Gösteri Dergisi, sayı 149 (Haziran-Temmuz 2007). (***) Bkz. Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta: Asyacılık üstüne. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 178, 25 Kasım 2007. (****)Yi, S.-H. (2007). ‘Çalınmış Tarlalara da Gelir mi Bahar?’ U.B. Gezgin ‘Asya yazıları’ içinde, s.94-95. İzmir: Ara-lık Yayınevi.

Page 332: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

332

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (47): Vietnam’da Eğitim ve Toplum İnanması zor ama Vietnam, 33 yıl önce biten savaştan beri hala belini doğrultamamış bir ülke... Elbette yıllar geçtikçe gelişiyor, büyük ilerlemeler var. Ancak ülke, hala, İnsansal Gelişim Göstergesi açısından, Cezayir ile Filistin arasında! Halkın % 30’u aşırı yoksul. Öte yandan, 3,071 Dolar’lık düşük kişi başı gelirin tersine, okuma-yazma göstergeleri yüksek: Okuma-yazma oranı % 90.3. Bu oran Türkiye’de % 87.4. 1975’te kazanılan zaferden sonra sosyalizm, yalnızca 1986’a dek sürdü. 1986’da % 400’ü bulan enflasyon nedeniyle ve Sovyetler’deki glasnost ve perestroika siyasalarından esinlenerek, karma ekonomiye geçildi ve geçiş, o geçiş... Vietnam, genç bir ülke: nüfusun % 30’u 15 yaşın; % 65’i 35 yaşında altında...Ülkede yalnızca ilkokul zorunlu. Okuma çağındaki 544,000 çocuk okul dışında. Bunların da büyük çoğunluğu köylerde... Vietnam, hala büyük oranda köylü bir nüfus: Nüfusun % 73.6’sı, diğer bir deyişle 60 milyon Vietnamlı, köylerde yaşıyor. Bu değer, Türkiye için % 32.7; Bhutan için % 88.9 (Himalayalardaki Budacı ülke Bhutan, dünyanın en köylü ülkesi); Sri Lanka için % 84.9; Nepal için % 84.2; Kamboçya için % 80.3; Laos için % 79.4; Bangladeş için % 74.9; Hindistan için % 71.3; Myanmar için % 69.4; Tayland için % 67.7; Pakistan için % 65.1. Aynı değer, kent-devletleri Hong Kong ve Singapur için % 0, Güney Kore için % 19.2; Malezya için % 22.7; Brunei için % 26.5; Japonya için % 34.2. Köylü ağırlıklı birinci tür ülkelerle kentli ağırlıklı ikinci tür ülkelerin eğitim sorunları da farklı oluyor: Daha az köylü toplumların her köye eğitim olanağı götürmek gibi ağır bir yükü bulunmuyor. Daha köylü toplumlar ise, Vietnam’da da olduğu gibi, köyden kente doğru büyük bir eğitimsiz kır emeği göçünün sonuçlarıyla boğuşuyor. Kır emeğinin nitelikleri kentlerin isterlerini karşılamaktan uzak... Aslında Vietnam, kırsal göç ve kalkınma gibi nedenlerle, Türkiye’nin özellikle 60’lı ve 70’li yıllarını anımsatıyor... (1975’te Türkiye’nin % 58.4’ü köyde idi.) Bu nedenle, gerçel sol dünyadan yana olması dışında, Aziz Nesin’in Vietnam’da çok sevilmesinin nedeni, usta yazarın ‘bize özgü’ güldürülerinin aslında geçiş toplumlarına özgü nitelikler taşıması... Eğitim altyapısındaki eksikler, üniversite eğitimini ve bu nedenle insan kaynağını doğrudan etkiliyor. Üniversite sınavına giren 1.5 milyonun üstünde öğrencinin her yıl yalnızca % 15’i bir yüksek öğretim kurumuna yerleştirilebiliyor. Görece daha nitelikli üniversiteler, başkent Hanoi’da ve (İstanbul-Ankara ilişkisinde de olduğu gibi) Hanoi’dan nüfusça 2,5 kat daha büyük olan Ho Çi Min Kenti’nde bulunuyor. Bunların dünya üniversitelerindeki sıralaması ise, 2000. ile 4000. arasında değişiyor (Türkiye’nin en nitelikli üniversiteleri, 450. ya da 500. sıra dolaylarında...). Kimileri, üniversitelerin temel sorununun kaynak yetersizliği olduğunu söylüyor; kimileriyse, asıl sorunun bu değil, kaynakların saydam ve etkili bir biçimde kullanımı olduğunu ileri sürüyor. İkinciler, Vietnam’ın eğitime ayrılan bütçesinin her yıl artmasını kanıt olarak sunuyorlar. “Madem ki, kaynaklar her yıl artıyor; demek ki sorun, kaynak yetersizliği değil, kaynakların etkin kullanımı... Eğitime bilimsel yöntemler getirilmedikçe, çoktan seçmeli sınavlar ve geleneksel öğretim yöntemleri kaldırılmadıkça, en büyük kaynak bile fayda etmez” diyorlar...

Page 333: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

333

Üniversitelerin öğretim kadroları içler acısı: Toplam 164 Vietnam üniversitesinde görev yapan toplam 22,500 öğretim üyesi ve görevlisinin % 85’i doktorasız ve %75’i yüksek lisans derecesine bile sahip değil. Türkiye’de de olduğu gibi, çok sayıda özel ve devlet kondu-üniversitesi bulunmakta... Üniversite mezunlarının % 63’ü işsiz; % 37’si, okuduğu alanla ilgisiz bir iş yapıyor. Özellikle kentleşmeyle birlikte, e-toplumsallaşma da (e-socialization: toplumun e-bağlarla örülüp e-bağsız yapamayacak duruma gelme süreci) yükselişte: 2007 değerlerine göre, 85 milyonluk ülkede 39 milyon telefon; 29 milyon cep telefonu abonesi, 16 milyon internet kullanıcısı ve 750,000 ADSL abonesi var. Bu değerler, Vietnam’ın bilişimci açığını kapatmaktan elbette çok uzak: 2010’da Vietnam’da 10,000 nitelikli bilişimci açığı olacağı hesaplanıyor... Köylü nüfusun yaygınlığıyla bağlantılı olarak, 42.5 milyonluk işgücünün % 58’i tarım kesiminde; % 17, işleyimde (endüstri) ve % 25’i, hizmet kesiminde... Tarım kesimi, kırdan kente göçle birlikte düşüşte. Kentlerdeki yapılaşma nedeniyle yapı kesimi ve uluslararası ticaretteki açılımlar nedeniyle balıkçılık yükselişte. Her yıl 1.2 milyon Vietnamlı işgücüne katılırken, yaklaşık 1,785,000 (% 2.1) Vietnamlı işsiz... Bu değer, Türkiye’deki işsizlik oranından kat kat düşük.... Demek ki, Vietnam’ın sarabildiği savaş yaraları da varmış... Vietnam’a bir eğitim reformu gerektiği kesin... Bunun üniversite öğretim kadrosunu eğitmekten geçtiği de kuşkusuz... Ama kırdan kente göç olgusu, kolay çözülebilecek bir sorun değil... % 73,6’sı köylü Vietnam, % 73,6’sı kentli Vietnam’a dönüşene dek hem yıllar geçecek hem de kaynakların verimli kullanımı konusu sürekli olarak gündeme gelecek...

Page 334: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

334

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (46): Sayılarla Asya ve Çin Asya kavramına Güneybatı Asya’yı da (egemenlerin deyişiyle, ‘Ortadoğu’; bizim deyişimizle, ‘Güneybatı Asya’, çünkü Mezopotamya, yalnızca AB(D)’den bakınca doğuda ve ortada sayılır) eklersek; anakara, dünya karalarının yaklaşık % 30’unu oluşturuyor. Ayrıca 3.9 milyarlık toplam nüfusu ile –ki bu da, dünya toplam nüfusunun % 60’dan fazlasına karşılık geliyor- en kalabalık anakara... Aslında, sayıyı büyütmek adına, Asya kavramına Güneybatı Asya’yı da eklemeye gerek yok; çünkü zaten 1.313 milyarlık nüfusuyla Çin ve 1.134 milyarlık nüfusuyla Hindistan, toplamda neredeyse 2.5 milyar gibi bir nüfusa ulaşıyorlar! Çin ve Hindistan’ı, 226.1 milyonla Endonezya; 158.1 milyonla Pakistan; 153.3 milyonla Bangladeş ve 127.9 milyonla Japonya izliyor. Asya’nın en az nüfuslu ülkesi ise, ada ülkesi, Maldivler (300,000). Sri Lanka yakınlarında olan Maldivler, 1988’de Tamiller’in adayı ele geçirme girişimiyle dünya gündemine oturmuştu. Maldivler’i, 400,000 nüfusla petrol varsılı ülke Brunei ve 600,000 nüfusla, dünyanın çatısı Himalayalar’daki Budacı ülke Bhutan izliyor... Asya ülkeleri arasında, ekonomik gelişmişlik, eğitim düzeyi ve sağlık koşulları verilerinin birararaya getirilmesinden oluşan insansal gelişim göstergeleri açısından büyük uçurumlar var. Yüksek gelişim düzeyine sahip olanlar, dünya ülkeleri arasındaki sıralarıyla ve kişi başına düşen gelirleriyle birlikte şöyle: Japonya (8.; 31,267 Dolar), Hong Kong (21.; 34,833 Dolar), Singapur (25.; 29,633 Dolar), Güney Kore (26.; 22,029 Dolar), Brunei (30.; 28,161 Dolar) ve Malezya (63.; 10,882 Dolar). Türkiye ise, 8,407 Dolarlık kişi başına düşen gelir ve 84. sıra ile, bu 6 ülkenin çok gerisinde... Kazakistan, Tayland ve Çin de, sıralamada Türkiye’den daha üstteler... Büyük çelişkilerin ve çatışmaların ülkesi Çin, dev nüfusu, % 90.9 okuma-yazma oranı ve 6,757 Dolar’lık kişi başına düşen geliriyle, 81. sırada... Nüfus büyük olduğu için, yüzdelerin karşılık geldiği değerler de oldukça büyük oluyor. Örneğin, Çin’de resmi olarak, 55 etnik öbekten 120 milyon kadar azınlık var ve çoğu etnik azınlıklardan olmak üzere 125 milyon insanın (yaklaşık % 9,1) okuma yazması yok. Bunun temel nedeni, elbette ki yoksulluk; ama bunun ötesinde, farklı dilleri yazabilecek Çince ya da başka türden bir abece oluşturmakla ilgili bilişsel sorunlar da var... Sovyetler, her dile az-çok uygun Kiril abeceleri geliştirmişti... Ancak, oldukça karmaşık olan Çin harflerini başka dillerin abecesi olarak kullanmak büyük zorluk doğuruyor. İşte tam da bu nedenle, yazı için yüzyıllarca Çin harflerini kullanmış Vietnam’da son yüzyıldan beri Çin harfleri kullanılmıyor, kullanılamıyor. 125 milyon okuyamaz-yazamazın ötesinde, Çin’de 1.5 milyon sokak çocuğu ve aynı sayıda hükümlü ya da tutuklu bulunmakta... Çin, hükümlü-tutuklu sayısında, yaklaşık 300 milyon nüfuslu, ancak 2,186,130 hükümlü-tutukluya sahip ABD’den sonra ikinci geliyor. Çin’i ilk 10’da, izleyen ülkeler, sırasıyla ve hükümlü-tutuklu sayılarıyla şöyle: Rusya (869,814); Brezilya (361,402); Hindistan (332,112); Meksika (214,450); Ukrayna (165,716); Tayland (164,443); Güney Afrika (157,402); İran (147,926). Öte yandan, ABD ve Rusya, 100,000 kişiye düşen 738 (ABD) ve 611 (Rusya) kişi ile, bu iki ülke için sık sık dile getirilen ‘hapishane toplumu’ nitelemesine uygun özellikler gösteriyorlar. Oysa Çin’de, nüfus büyük olduğu için, 1.5 milyonluk hükümlü-tutuklu sayısı, 1.3 milyarlık nüfusta, okyanusta damla gibi yitip gidiyor... Asya özelinde ise, Türkmenistan, yine 100,000 yurttaşa oranlarsak, en fazla ‘hapishane toplumu’

Page 335: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

335

nitelemesine uyan Asya ülkesi (489)... Onu izleyenler ise, sırasıyla ve 100,000 kişiye düşen hükümlü-tutuklu sayılarıyla şöyle: Singapur (350), Maldivler (343), Kazakistan (340), Kırgızistan (292), Moğolistan (269), Tayland (256)... Türkiye’de ise 65,458 hükümlü-tutuklu var ve 100,000 kişiye 91 hükümlü-tutuklu düşüyor... Çin için yukarıda ‘çelişkilerin ve çatışmaların ülkesi’ dedik. Türkiye’de olduğu gibi, bölgesel gelir uçurumu gözleniyor: Şanghay’da kişi başına düşen gelir 7,000 Dolar’ken, Tibet’te 700 Dolar... İşsizlik % 4.2 düzeyinde ama bu da, yaklaşık 60 milyon işsiz anlamına geliyor! Çin’in % 34.9’u, günde 2 Dolar’la geçinmeye çalışıyor! Bu da, 400 milyondan fazla yoksul anlamına geliyor! İşte, önümüzdeki yıllarda patlak verebilecek Çin devriminin nesnel koşulları! Dışarıya pek yansıtılmasa da, yalnızca 2005 yılında, hem de hükümet kaynaklarına göre, 87,000 ayaklanma, gösteri, işgal vb. gerçekleşti! Bu, günde 238 eylemlilik anlamına geliyor! 2004’te de 60,000 fazla eylem gerçekleşmişti! Şimdilik bu eylemlilikler dağınık ve kendiliğinden gelişiyor... Ama Çin kalkınması, önümüzdeki yıllarda yoksulu daha yoksul yapacağına göre, bu dağınıklık er ya da geç biraraya gelecek... Çin’de hakça bir düzen kurulduğunda, belki böyle bir yazı yazmaya da bir daha gerek kalmayacak... İlgilisine Ek Kaynak Gezgin, U. B. (2007). Çin’de halk bugün savaşıyor. ‘Asya yazıları’ içinde, s.81-84. İzmir: Ara-lık Yayınevi.

Page 336: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

336

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (45): Asya ve Rüşvet Asya’ya AB(D)ci bakışlar, Asya’nın bir rüşvet batağı olduğunu ileri sürer durur. Bu bakışlara göre Asya’da rüşvetin yaygınlığı, kültürden ileri gelmektedir. Bu bakışlar, bu genelleme içerisinde, rüşveti, ‘üst düzey rüşvet’ ve ‘alttakilerin rüşveti’ diye ikiye ayırma zahmetine girişmezler. Oysa, başbakanın aldığı milyon dolarlık rüşvetle, evine ekmek götürmekte zorlanan bir memurun aldığı rüşveti aynı kefeye koymak, ancak, Dünya Bankası türü kuruluşların, konakladıkları beş yıldızlı otellerde, yoksulluğu önleme edebiyatı yapan araştırmacılarına özgüdür... İşte bu nedenle, bu yazı için daha uygun ama uzun bir başlık, “Asya’da rüşvet konusu nasıl çalışılmamalıdır?” olabilir... Bir kere, rüşvete karşı çıkan uluslararası fon kurumlarının rüşvet rahatsızlığı, ahlaksal nedenler ya da “parayı veren düdüğü çalar” kuralını doğru bulmayışlarından ileri gelmiyor. Rüşvete, kalkınmayı engellediği ya da yavaşlattığı için karşılar. Bu rüşvet karşıtlığının öyle uzunca bir mazisi de bulunmamakta: Son on yıla kadar bu kuruluşlar, rüşvetin siyasal bir konu olduğunu ve kendilerinin yalnızca ekonomik konularda uzmanlıklarını sergilediklerini ileri sürerek, rüşvet batağına en fazla batmış iki devlet başkanını, Endonezya’nın Suhartosu’nu (1921-2008) ve Filipinler’in Marcosu’nu (1917-1989) fonlara boğuyorlardı. Neden? “Çünkü biz, ülkelerin siyasal yapılarına karışamayız. Rüşvet ekonomik değil, siyasal bir konudur. Biz siyaset yapmayız.” Dolayısıyla, aslında, Asya’da büyük rüşveti besleyenler de, bizzat bu uluslararası fon kurumları olmuştur; daha dün Yeltsin’i (1931-2007) ve O’nun haramilerini, Sovyetler’i tümüyle yıkmak adına besledikleri gibi... Şimdiyse ‘rüşvetle mücadele’ kisvesi altında, ‘paralı asker hesabı paralı darbeler’ tezgahlıyorlar her yerde ve bunlara, bu toplumların köylü kökenli olmasından esinlenerek olacak, çiçek adları veriyorlar. Kimbilir hangi reklamcı önermiştir bunu; kimbilir hangisi demiştir: “Bunlar köylü toplum. Hala çocuklarına çiçek adları veriyorlar. Çiçek adlı bir hareketi daha kolay benimserler” diye... Kimi araştırmacılar, Afrika ile Asya arasında rüşvet açısından bir karşılaştırma yapmaktalar: Asya’da rüşvet, kurumsallaşmış durumda. Kimin kaç parayı kime ödeyeceği belli. Dolayısıyla, Asya’da rüşvet, sabit bir gider olarak geçiyor kalemlere... Bir kere ödediniz, bitti... Afrika’da ise, iktidar sahipleri kısa ömürlü oluyorlar. Rüşveti kime vereceğiniz de belli değil, ne kadar ödeyeceğiniz de... Birine rüşvet verdiniz, ama bir yıl sonra bir bakıyorsunuz, iktidar başkasının eline geçmiş... Dolayısıyla Afrika’da rüşvet, değişen bir gider olarak görülüyor ve bu nedenle, yatırım kararlarını etkiliyor. Afrika’daki yüksek riskli rüşvet yerine, uluslararası sermaye, Asya’daki düşük riskli rüşveti yeğliyor. Kimi araştırmacılar, Asya’da rüşvetin yaygın olmasına karşın kalkınmanın etkilenmemesini tam da buna bağlıyor. Ama aynı araştırmacılar, Fransız sermayesinin Afrika’da rüşvetin yaygınlık kazanmasındaki büyük rolünü de anmayı unutmuyorlar. Asya’nın kültür nedeniyle rüşvetçi olduğunu ileri sürenlerin, Afrika, Asya, Güney Amerika ve ABD arasındaki kültür ortaklığı konusunu açıklamaları gerekir. Öyle ya; bunların hepsinde rüşvet yaygın olduğuna göre, ortak kültür değerleri bulunmalı... Boşuna bir arayış; çünkü kültürü, dar paradigmasıyla açıklayamadığı herşey için bir çöp kutusu olarak gören bu yaklaşım yanlış...

Page 337: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

337

Rüşvet ikiye ayrılır: Yoksulların aldığı rüşvet ve varsılların aldığı rüşvet... Birgün tüm dünyada sınıflı toplumlar yerli yerinde kalıp rüşvet ortadan kalkmış olursa, bundan en çok etkilenenler, yalnızca en tepedeki varsıllar değil; geliri, enflasyon baskısı altında eriyip gitmekte olan yoksul memurlar olacaktır. Birgün yoksul memurların rüşvete karşı değil rüşvetle mücadeleye karşı ayaklandıklarını görebiliriz işte bu yüzden... Ey, uluslararası rüşvetle mücadele masaları, deyin bize, büyük rüşvetini almış bakan, parasını nereye yatırır? Endonezya bankasına mı yatırıyor yoksa Vietnam bankasına mı? İsviçre bankalarına yatırıyorlar! Avrupa’nın göbeğine... Çünkü orada bu kara paraların kaynağı sorulmuyor... Siz önce İsviçre’deki bankaları şeffaflaştırın, ondan sonra sıra Asya’yla Afrika’ya gelsin... Şu gerçek artık es geçilmemeli: Rüşvet ağları, Avrupa sayesinde dallanıp budaklanmıştır... Bunun da ötesine geçip rüşvet konusunda uluslararası düzeyde veri toplayan ve rüşvetle mücadele konusunda en öne çıkan kurum olan Transparency International’ın (Uluslararası Şeffaflık Örgütü) yöntemine bakalım: Dünyanın 200 ülkesinde, insanlara soruyorlar: “Sizce ülkeniz ne kadar rüşvetçi?” Ondan sonra da, ülkeleri bu sorulara verilen yanıtlara göre sıralıyorlar. Bir kere bu, gerçekte varolan rüşvetin özellikleri ile ilgili değil, rüşvet algısıyla ilgili bir yöntem. Gerçek rüşvetin kaydı olmadığından, onun üstünde çalışılabilecek bilimsel bir yöntem de bulunmuyor; bu nedenle, örgüt, rüşvet algısını çalışıyor. Oysa rüşvet algısıyla gerçek rüşvet arasında dağlar kadar fark olabilir; çünkü algıyla gerçek farklı olabilir. Haberlerinde sık sık rüşvet davaları çıkan ülkelerde, insanlar, rüşvetin çok yaygın olduğunu düşünebilirler. Oysa başka ülkeler vardır ki; bu ülkelerde, dev rüşvet ağları gün yüzüne çıkmaz ve çıkmamıştır. İşte bu ülkeler, daha temiz görünüyor. Bunun ötesinde, evet, Bush’u sevmiyoruz; ama 2004’te bir daha seçilmemesi için O’na karşı kampanya yapıp Bush karşıtı partiye milyon dolarlar akıtan Soros da rüşvetçidir; hem de bunu açıktan yapmaktadır... Ayrıca, insanlara “Sizce ülkeniz ne kadar rüşvetçi?” diye sorulurken, ülkelerini 200 ülkeyle karşılaştırıp onlar arasında sıralama yapmaları istenmiyor. Zaten karşılaştırmaları, bilgi eksikliği nedeniyle olanaksız... Ülke karşılaştırması ve sıralaması içermeyen bir soru üstünden, ülkeleri rüşvet sıklığına göre sıralamak, basbayağı yanlıştır. Toplumbilim bölümü 1. sınıf öğrencisinin bile bu yanlışı yapmaması beklenir... Fon kuruluşlarının cehaleti ya da kötü niyeti (kimisi, iyi niyetli cahil; kimisi, kötü niyetli cahil oluyor çoğunlukla) burada da bitmiyor: Onlara göre rüşvet sorununu çözmenin yolu, devletin etkinlik alanını daraltmak ve demek ki özelleştirmeler... Oysa dünyanın dört bir yanındaki özelleştirmelerde baskıcı bir devlette alınandan katbekat daha çok rüşvet alındığını bilmeyen kalmadı; beş yıldızlı otellerden yoksulluk öğütleri veren fon kurumu araştırmacıları dışında... Yanlış şurada: Rüşvetin devlete özgü olduğu sanılıyor; oysa özel kesimde de bolca var rüşvet... “Selam verdim, rüşvet değildir deyu almadılar” diyen Fuzuli’yi de burada selamlamalı...

Page 338: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

338

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (44): Aceh: Tsunamiyle Gelen Barış... Avustralya’da 2005 yılında ‘Kara Yol’ (‘The Black Road’) başlıklı bir belgesel yapıldı. Belgeselin konusu, Aceh bağımsızlık hareketi ve onu haberleştirmek için bölgeye gidip harekete katılmış bir Avustralyalı gazetecinin kişisel öyküsü idi... Böylece konu, uzun süre Asya-Pasifik gündeminde kaldı; bu aralarsa, yavaş yavaş unutuluyor. Peki nedir Aceh bağımsızlık hareketinin içyüzü ve bugün Aceh, ne durumda? Bu yazıyı, bu iki temel soruya ayıralım... Aceh’te 15. yüzyıldan beri, aynı adlı bir sultanlık olduğu biliniyor. 19. yüzyılda Hollanda, Endonezya’yı denetimi altına alıp bölgeyi ‘Hollanda Hint Adaları’ olarak adlandırdığında, Aceh’i bütünüyle denetimi altına alamamıştı; din tabanlı direniş, yüzyıl kadar etkili olmuştu; ama yine de Aceh, haritalarda, ‘Hollanda Hint Adaları’nın bir parçası olarak gösteriliyordu. 2. Paylaşım Savaşı’ndan sonra Endonezya bağımsız olunca, Aceh’i kendisinin bir parçası saydı. Anlaşmazlık zaten burada başlıyor. Acehliler, zaten hiç bir zaman gerçel olarak Hollanda Hint Adaları’nın bir parçası olmamış olan ülkelerinin Endonezya’ya katılmasına karşı çıktılar. 1970’lerle birlikte, Aceh’te çıkan petrol ve doğal gazdan gelen gelirin Cakarta yönetimine gitmesi ve bölge için kullanılmaması, son damla oldu. Son Aceh Sultanı’nın soyundan gelen Hasan di Tiro (1930- ), 1976’da Aceh’in bağımsızlığını ve kendisinin sultanlığını ilan etti. Daha sonra, kendisi ve üst düzey yöneticiler, İsveç’e sürgüne gitmek zorunda kaldılar. Çatışmalar yaklaşık 30 yıl sürdü, ta ki 2004 sonundaki tsunamiye dek... Bağımsız Aceh Hareketi, 230,000 Acehli’nin ölümüne yol açan felaketten sonra barış masasına oturdu. Toplukıyımlardan sorumlu Endonezya ordusunun bölgeden çekilmesine karşılık, Aceh’e özerklik verildi. Tüm siyasal tutuklular serbest bırakıldı; buna karşılık, Aceh Bağımsızlık Ordusu, silah bıraktı ve eski savaşçılar, sivil yaşama katıldılar; bir bölümü, yapılan eyalet seçimlerinden sonra siyasal görevler aldılar. Türkiye’de sömürgecilik tartışmalarında, ‘parçala-yönet’ siyasasına özel vurgu yapılıyor. Buna göre, özellikle ABD sömürgeciliği, büyük ve güçlü devletlerdense, küçük ve güçsüz devletleri yeğliyor; çünkü küçük devletleri boyunduruk altına almak daha kolay. Oysa sömürgeciliğin, bunun tersi siyasayı güttüğü de görülmüştür: ‘Birarada tutarak yönet’. Bu durumda, büyük bir devlet, Amerikancı ise, onun üzerinden bölgeyi yönetmek, onu parçalayıp ayrı ayrı birimler altında yönetmekten daha kolaydır. Aceh ve sömürgecisi Endonezya’ya gelirsek; Osmanlı, bir yüzyıl kadar dağılmamasını nasıl ki Britanya’nın bölge siyasalarına borçluydu; Endonezya’nın bölünmesi de ABD açısından olumsuz. ‘Birarada tutarak yönet’in üstünlükleri bir yana; Endonezya’nın parçalanması ya da daha güzel sözlerle, Iraklaştırılması ya da Balkanlaştırılması, bölgedeki ABD çıkarlarının diğer güçlerce güneş tutulmasına uğratılması anlamına geliyor ki, ABD buna yanaşmaz. Dolayısıyla Aceh, temelde, ‘parçala-yönet’ yerine ‘birarada tutarak yönet’ ilkesinin egemen olduğu bir bölgede bağımsız olmaya çalıştığı için bağımsız olamamıştır. Brunei de bağımsız oldu. Hem de çok geç bir tarihte, 1984’te bağımsız oldu. İngiltere’nin eski sömürgesi idi. Brunei, sultanlıkla yönetilen petrol varsılı bir şeriat düzeni. Aceh ile tümüyle aynı nedenle, tarihte bölgede bir sultanlık olarak varolmasını gerekçe göstererek bağımsız oldu. Aceh, “denizaşırı sömürgelere kaynak

Page 339: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

339

ve enerji harcayıp durmaktansa onları uzaktan yönetmek daha karlı” diyerek Hindistan, Pakistan, Burma, Malezya, Singapur, Brunei vd.’den çekilen Britanya’nın sömürgesi olsaydı; çoktan bağımsız olmuştu. Ama Britanya’nın değil, Hollanda’nın bölgeden çekilmesinden sonra yeni-sömürgeci rolüne soyunan Endonezya’nın egemenliği altında. Aceh’in engin petrol ve doğal gaz kaynakları da, bağımsızlıktan sonra Aceh’e yeterince güç sağlardı... Aceh, Kutupçuluk akımının bir uygulama tahtası olarak görülebilir. Kutupçuluk, Mısır Müslüman Kardeşler Örgütü’nün ileri gelen fikir babalarından Seyid Kutup’un (1906-1966) yorum ve değerlendirmelerinden oluşmuş bir dünya görüşüdür. Kutupçuluk’a göre, günümüzde, Muhammedci dünya, yeniden Cahiliye Dönemi’ne dönmüştür; İslam’ın gerekleri, şeriatı uygulamayan Muhammedci ülke yöneticileri elinde yerine getirilmemektedir. Muhammedci dünyanın bu yeni Cahiliye Dönemi’nden çıkabilmesi için, Muhammedci dünya yeniden fethedilmelidir. Kutupçuluk, Aceh toplumunu birebir açıklıyor. Endonezya’nın en kuzeyinde olup Güney Tayland Muhammedcileri’nden yalnızca bir boğazla ayrılan bölge, tarihte, Endonezya’nın ilk Muhammedci olan bölgesi ve Muhammedcilik’i Endonezya geneline ilk yayan bölge olarak biliniyor. Aceh, çoğunluğu Muhammedci olan Endonezya’nın ‘sulandırılmış İslam’ına karşı, tümüyle şeriatın uygulandığı bir düzen istiyor. Aceh uleması, yer sarsıntısının ve tsunaminin Aceh’e yakın bir yerde başlamasını ve Aceh’ten 230,000 can almasını, şeriatın yeterince uygulanmamasına bağladığı için; 2005’le birlikte bölgede şeriat düzeni daha da katı bir biçimde uygulanmaya başlandı. Dinsel açıdan belki de daha önemli nokta ise, Endonezya’nın bölgedeki Şiilik’in merkezi olması... 29 yıldır süren çatışmalar, tsunamiyle bitiverdi. Bangladeş’in bağımsızlığı ise (bağımsızlık öncesinde ‘Doğu Pakistan’ olarak geçiyordu), bölgedeki kasırgadan sonra yeterince yardım etmediği ileri sürülen Pakistan’a karşı gerçekleşmişti. Bir bağımsızlık, kasırgayla geliyor; bir bağımsızlık hareketi, tsunamiyle son buluyor... Belki Aceh de, Bangladeş bağımsızlığında olduğu gibi, yeni bir tsunami sonunda yeterince yardım etmeyen Endonezya’ya karşı yeniden ayaklanacak...

Page 340: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

340

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (43): Papua-Yeni Gine ve Begonvil: Sömürülenin Sömürmesi Papua Yeni Gine, Avustralya’nın hemen kuzeydoğusunda, Endonezya ile Papua Adası’nı yaklaşık yarı yarıya paylaşan, % 18’lik kent nüfusuyla en az kentlileşmiş ülkelerden sayılan, % 85’i geçimlik tutumyapıya (ekonomi) dayanan bir ada-ülke... Ülkenin en çarpıcı özelliği, yaklaşık 6 milyon nüfuslu ülkede 850’yi aşkın dilin bulunması. Bu sayıyla, bir yandan, tüm dünya dillerinin % 12’sine sahipken, kişi başı değerleri de, insanı şaşkına çeviriyor: Ülkede, 7000 kişiye ve 544 km2’ye bir dil düşüyor! Ülkenin üç resmi dili var: İngilizce, en çok konuşulan yerli dili ve Tok Pisin olarak adlandırılan karma (ana)dil (kimi için creole (karma anadil), kimi için pidgin (karma dil)). Tok Pisin, İngilizce tabanlı olmak üzere, sömürgecilerin ve sömürülenlerin dillerinin karmasından oluşan bir aşure. Ülkede, sürekli, yeni ‘ilkel’ yaşam biçimleri ve hayvan ve bitki türleri bulunuyor. Dağlık, yağmur ormanları ve bataklıklarla kaplı bir yeryapı (coğrafya). Ekvator’a yakın olmasına karşın, dorukları karla kaplı dağları var. Ülke, çoğunlukla dağlık olduğu için, Papua Yeni Gine, Yeni Zelanda gibi, yerlilerin soykırılması pahasına ‘uygar’ olmaktan kurtulmuş. Yeni Zelanda’nın tersine, yerli dinler yaşıyor ama nüfusun % 97’si İsacı olarak geçiyor. Gerçi, bu İsacılık, yerli dinlerle içiçe geçmiş, değişik bir İsacılık... Zaten, daha hala başlık parasını deniz kabuğu olarak kabul eden bir toplumdan İsacı olmasını beklemek zor... Papua Yeni Gine, aslında iki ülke. Papua ve Yeni Gine. Bu iki ülkenin uluslararası konumları farklı idi; bu nedenle, ayrı ayrı devletler olarak bir araya getirildiler. Yeni Gine, doğrudan Britanya sömürgesi idi; Papua ise, bir Britanya sömürgesi olan Avustralya’nın sömürgesi idi. Doğrudan ve dolaylı sömürge olmanın hukuksal konumları farklı oluyor. ‘Papua’, Malayca/ Endonezce’de ‘kıvırcık’ anlamına geliyor; bu, ada yerlilerinin kıvırcık saçlarına gönderme yapan bir adlandırma. ‘Yeni Gine’ ise, adayı Afrika’daki Gine kıyılarına benzeten İspanyalı denizcilerin adlandırması... Ada, 1884’te Almanya’nın, 1904’te Britanya’nın ve 1. Paylaşım Savaşı’ndan sonra Avustralya’nın sömürgesi oldu; Papua Yeni Gine, 1975’te, Doğu Timor’un bağımsızlık ilanından yaklaşık 2 ay önce bağımsızlık ilan etti ve kansız bir biçimde bağımsız oldu. Denizaşırı sömürgeleri elde tutmak, onları uzaktan yönetmekten daha pahalıya patlıyordu... Bugün, Papua Yeni Gine, devlet başkanı II. Elizabeth olan 16 ülkeden biridir ve Britanya, ülkede, Avustralya’da da olduğu gibi, bir genel vali tarafından temsil edilmektedir. Yukarıda belirttiğimiz gibi, Papua Adası’nın bir yarısı (batı yarısı) Endonezya’nın elinde, çünkü batı parçası, Hollanda sömürgesiydi ve Endonezya, Hollanda’dan bağımsız olunca, Batı Papua da Endonezya’nın eline geçti. Batı Papua halkının % 85-90’ı, diğer parçayla birleşmek adına bağımsızlık istiyor ama bu girişim, Endonezya tarafından kanla bastırılıyor. 1971’deki bağımsızlık ilanı başarısız oldu. Endonezya işgalini protesto etmek için Batı Papualılar, her yıl 1 Aralık’ta, bir uygar uymazlık eylemi olarak bağımsızlık bayrağını dalgalandırıyorlar. Cezası, 7 yıldan 20 yıla kadar hapis olsa da, bayrak her yıl dalgalanıyor.

Page 341: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

341

“Bir sömürge, sömürgeci olamaz” diyenler bulunmakta. Oysa, Endonezya’nın Aceh, Doğu Timor ve Batı Papua ile ilişkisi; Amerikancı Endonezya, eski sömürgeci Hollanda’nın bölgeyi boşaltmasından sonra yeni-sömürgeci rolüne soyunduğu için, bu görüşü açıkça yanlışlıyor. Bu “sömürgeydim, sömürgeci oldum” akımına, Papua Yeni Gine’nin Begonvil Adası’yla olan ilişkisi de örnektir. Begonvil, bakır ve altın yönünden varsıl bir adadır. Ada, 1975’te, Papua Yeni Gine’nin bağımsızlığından 15 gün önce bağımsızlık ilan etti. Ancak bağımsızlık, uluslararası kamuoyunda kabul görmedi. Kendilerini sömürge geçmişi ve kültür nedeniyle daha yakın buldukları komşu ada-ülke Solomon (Süleyman) Adaları’yla birleşme girişimleri de başarısızlıkla sonuçlandı. Bunun üzerine yeniden Papua Yeni Gine’ye bağlandılar. Adada, ‘Panguna maden ocağı’ adlı varsıl bir bakır ocağı var. Bu, uluslararası ‘ünlü’ şirket ‘Rio Tinto’ tarafından işleniyor. 1987’de, şirketin çevreye verdiği büyük zarar üzerine, şirkette daha önce yerölçmeci olarak çalıştığından, şirketin içyüzünü iyice görmüş olan Francis Ona (1953-2005) önderliğindeki halk, ayaklanıyor. Adada akan ırmağın kirlili ğinden, hastalıklı doğumlardan ve adanın simgelerinden olan meyve yarasasının soyunun tükenmesinden şirketi sorumlu tutuyorlar. Şirketin milyar dolarlık kazancının yarısının, toprağın sahibi olan ada halkına verilmesini ve adanın kalkındırılması için kullanılmasını savunuyorlar. Papua Yeni Gine hükümeti, şirketi destekliyor ve şirket, tüm suçlamaları reddediyor. Bunun üzerine, Ona, Begonvil Devrimci Ordusu’nu kurup şirkete karşı sabotaj eylemlerine girişiyor. Ocak, 1989’da kapatılıyor. Papua Yeni Gine, 1990’da Begonvil’e ambargo uyguluyor, bu ambargo nedeniyle açlıktan ölenler oluyor; bunun üzerine, Ona, Begonvil’in bağımsızlığını ilan edip Begonvil Geçici Hükümeti’ni (BGH) kuruyor. Halkın desteğini almak için, kendini kral ilan ediyor. Fakat BGH’nin gücü uzun sürmüyor; adadaki kabileler iktidar kavgasına tutuşuyor. Kabilelerin kavgaları nedeniyle adada şiddet tırmanıyor. Papua Yeni Gine, Begonvil’i yeniden ele geçirmek için, Avustralya ve Yeni Zelanda’dan yardım istiyor; bu iki ülke, Papua Yeni Gine’nin adadaki kirli insan hakları sicili nedeniyle yardımı reddediyor. Bunun üzerine, İngiltere tabanlı bir şirketten İngiltereli ve Güney Afrikalı paralı asker kiralıyorlar. Bu, kamuoyuna sızınca büyük protestolar oluyor; ordu da ayaklanıyor ve hükümet düşüyor. 1997’de barış imzalanıyor; adaya özerklik verilmesinin ardından, 2005’te Begonvil’de ilk devlet başkanı seçiliyor. Barış görüşmelerine karşı çıkan Ona da aynı yıl öldüğünden, adada artık sular durulmuş biçimde. Evet, özerklik alındı ama şirket, ada halkına verdiği zararları kabul etmediğine göre, “Ona, barış görüşmelerini reddetmekte haklıydı” denebilir... Sorun, özerk olmaktan çok; gelir paylaşımıdır aslında... Aceh ve Bangladeş başta olmak üzere birçok bağımsızlıkçı hareketin temel çıkış noktası, bölgede varolan kaynakların gelirlerinin ülkenin başka bölgelerine aktarılmasıdır. Açlıktan, hastalıktan ve savaştan ölen 10,000-20,000 insanından sonra 175,000’lik nüfusuyla Begonvil, özerk olup da Paguna bakır madeni gelirleri yine şirkete ya da Papua Yeni Gine hükümetine gidecekse ve şirket, ada halkına verdiği zararlara yenilerini ekleyecekse, o özerkliğin kimseye bir faydası olmaz... 2010’larda yapılması kararlaştırılan bağımsızlık halkoylamasından çıkacak sonuç da, özerklik tartışmalarından çok, yukarıdaki noktalara dayanacak...

Page 342: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

342

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (42): Doğu Timor: Yeni Bir Ülke Doğarken... 16. yüzyılda Portekiz sömürgesi olup 1975’e dek ‘Portekiz Timoru’ olarak geçen ‘Doğu Timor’, 21. yüzyılın ilk yeni ülkesi olarak değerlendiriliyor. Ülkenin özgün adı ‘Timor Leste’, ‘Doğu Doğu’ ya da ‘Doğu’nun Doğusu’ anlamına geliyor. Şöyle ki, Timor, Endonezce/ Malayca’da ‘doğu’ anlamına geliyor. ‘Leste’ ise yerli dil Tetumca’da ‘doğu’ anlamına geliyor. Dolayısıyla, ülkenin adı, ‘Doğu’ sözcüğünün iki farklı dilde yanyana gelişi. Ada, Endonezya’nın doğusunda; Doğu Timor da, Timor (Doğu) Adası’nın doğusunda... Ülke adının, ‘Timor’ değil de ‘Doğu Timor’ olmasının nedeni, adanın Hollandalı ve Portekizli kolonicilerce ikiye bölünmesi. Hollanda, adanın batısını alıp o zamanlar ‘Hollanda Hint Adaları’ olarak adlandırılan Endonezya’ya kattı; Doğu Timor ise, Portekiz egemenliğindeydi. Ülke, 1975’te Portekiz’deki Karanfil Devrimi sonucu bağımsız oldu. Portekiz sömürgeleri Angola ve Mozambik’teki kurtuluş hareketleri, Portekiz’de iktidarın el değiştirmesine yol açmış; yeni iktidar, sömürgelerden çekilme kararı almıştı. Doğu Timor’un 1975’teki bağımsızlık ilanına karşılık, eski kolonici Portekiz’in yerini, 1945’te Hollanda’dan bağımsız olan Endonezya almak istiyordu. Endonezya, bağımsızlık ilanından 9 gün sonra Doğu Timor’u ele geçirip 1975’ten 1999’a dek, Avustralya’nın burnunun dibinde (Doğu Timor, Avustralya’nın hemen kuzeyindedir) soykırım uyguladı. İşgalin dinsel boyutu da bulunmakta idi; çünkü 200 milyon nüfuslu Muhammedci ülke Endonezya, Asya’da Filipinler dışında çoğunluğu Katolik olan tek ülke olan ve 1 milyondan daha az nüfusa sahip Doğu Timor’u eritmeye çalışıyordu. Bu nedenle, kimilerine göre, Doğu Timor halkı İsacı olmasaydı; uluslararası kamuoyu, ilerleyen yıllarda, ülkeyle bu kadar ilgilenmeyecekti. Peki dünya, işgale neden ses çıkarmadı? Çünkü Endonezya’da koloni karşıtı devlet başkanı Sukarno (1901-1970) çoktan iktidardan düşürülmüş; yerine, Amerikancı Suharto (1921- ) gelmişti. Doğu Timor’un işgali, Amerikancı Endonezya tarafından yapıldığına göre, ABD’nin bölge çıkarlarına uygundu. Ayrıca, ABD, Doğu Timor direniş güçlerinin komünist hareketlerle ilişkili olduğunu düşünüyordu. Vietnam işgalinde etkili olan ‘komünizmin Asya’da domino taşı gibi yayılması korkusu’, Endonezya işgaline ses çıkarılmamasını getirmişti. 24 yıllık direnişte ölen Doğu Timorlu sayısı 200,000 idi. Bu da, ada nüfusunun üçte birine karşılık geliyordu. Toplukıyımlara uğratılanların cesetleri okyanusa atılıyor; dünya devletleri, ABD’nin denetimi altında, ABD-Endonezya silah ticareti zarar görmesin diye, bu kıyımlara göz yumuyordu. Muhammedci dünya da, elbette bu küçük İsacı devleti değil, en büyük Muhammedci nüfusa sahip ülke olan Endonezya’yı destekleyecekti. Endonezya için ise, Doğu Timor işgali, Cakarta’nın, Endonezya’nın binbir çeşit değişik kültüre sahip diğer 26 bölgesine verdiği gözdağı idi. Aceh gibi, bağımsızlık istemeye kalkarlarsa, onları da Endonezya ordusu işgal edecekti. Ülke, uluslararası baskılara dayanamayan ve kendi çıkarına uygun sonuçlar çıkacağına emin olan Endonezya’nın bağımsızlık için halkoylaması yapılmasına izin vermesi sonucu, bağımsız oldu. 1999’da yapılan halkoylamasından bağımsızlık çıkarken, ülke, uluslararası kamuoyunda resmen 2002’de bağımsız bir devlet olarak kabul gördü ve aynı yıl, Birleşmiş Milletler’e üye oldu. 2006’da Karadağ’ın üyeliğine dek, BM’nin en geç üyesi idi. Aynı yıl, Bin Ladin, bir kayıtta, çoğunluğu yabancı 202

Page 343: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

343

kişinin ölümüne yol açan Bali Bombalamaları’nın (12 Ekim 2002), Avustralya’nın ‘Doğu Timor’un ayrılması’na verdiği desteğe İslam’ın yanıtı olduğunu belirtti. Ülke, resmen bağımsız olmasına karşın, henüz tümüyle kendi ayakları üzerinde duramıyor. 2006’da ülkede patlak veren şiddet olayları, ordu tarafından bastırılamayınca, Avustralya, Malezya, Yeni Zelanda ve Portekiz, ülkeye barış gücü gönderdi. Hükümet yanlılarıyla hükümet karşıtları arasındaki çatışma, 2007’de de sürdü. Doğu Timor’un bağımsızlığı, genellikle, uluslararası insan hakları örgütlerinin ve barışçıl örgütlerin yoğun çabalarına bağlanıyor. Oysa, ikinci ve bu çabalardan daha önemli bir neden, ABD’nin Sovyetler’e karşı Endonezya’ya biçeceği bir oyunun artık kalmamasıdır. Soğuk Savaş sonrası Endonezya, diğer birçok bölge ülkesi gibi, ABD için stratejik önemini yitirmiştir. Bağımsızlığa üçüncü neden, Timor Adası’nın güneydoğusunda, yani Avustralya’ya en yakın bölgede, Doğu Timor Denizi’nde bulunan petrol ve doğal gaz reservleridir. Bağımsız bir Doğu Timor, Avustralya için, Endonezya’nın boyunduruğundan çıkıp Avustralya’nın kendi etki alanına girmeye hazır bir Doğu Timor anlamına gelmektedir. Bağımsızlık sonrası Avustralya’yla çok sayıda petrol ve doğal gaz anlaşması imzalanmıştır. İki resmi dili (yerli dil Tetumca ve Portekizce) ve iki yaygın dili (İngilizce ve Endonezce) ve 15 diğer yerli dil ile yeni bir ülke doğdu, doğuyor. Petrol ve doğal gaz, bugün, kişi başına düşen geliri yalnızca 800 Dolar olan ülkenin yaşam koşullarını yükseltecektir kuşkusuz. İlerleyen yıllarda göreceğiz, yeni ülke, halkın açlığı pahasına, petrol varsılı yeni şeyhler mi çıkaracak; yoksa Pasifik Okyanusu’nda ikinci bir Venezuela mı belirecek, işgalci Endonezya’nın sularının çekilmesinden sonra...

Page 344: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

344

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (41): Dünden Bugüne Filipinler... Filipinler, 88 milyon nüfuslu, 7,107 adadan oluşan Endonezya ve Malezya’da olduğu gibi, dinin (ama bu kez Katoliklik’in) siyasette çok etkili olduğu bir ülke... Ülkenin bir koloni olarak tarihi, 16. yüzyılda başlıyor. 1571’de bugünkü başkent Manila, yeni İspanyol kolonisinin başkenti olarak ilan ediliyor. Adanın adı, İspanya Kralı II. Filip’ten geliyor; “Filip’in adaları anlamında”... Demek ki, ülke aydınlarının ülke adını reddedip yeni bir ad önermeleri için geçerli bir nedenleri var. Yaklaşık 300 yıl İspanyol sömürgesi oldukları için, Filipinliler’in ezici çoğunluğunun adı ve soyadı, İspanyolca’dır. Hollanda sömürgesi olmuş ama adlarını ve soyadlarını korumuş Endonezyalılar’a bakınca, Filipinler, kolonici dönemin bugüne dek izlerini belli eden utanç tablosu olarak ortaya çıkıyor. 1898’deki bağımsızlık ilanına dek, çok sayıda yerli ayaklanması oluyor, ama bunları ulusalcı İspanyol tarihi kitapları, görmezden gelirler. 19. yüzyılın ikinci yarısında, bağımsızlıkçı hareket güçleniyor. Ayaklanma önderi Emilio Aguinaldo (1869-1964), daha 29 yaşında bağımsızlık ilan edip devlet başkanı oluyor. Böylece Filipinler’in ilk ve en genç devlet başkanı oluyor. 1895’te bağımsızlık yanlısı gizli örgüte katılıyor; 1897’de geçici hükümetin başkanı oluyor. 1897’de, İspanya’nın Filipinler’e 3 yıl içinde bağımsızlık vermesi karşılığında, önerilen 800,000 Meksika Doları’nı da alarak sürgüne gitmeyi kabul ediyor. Ama bağımsızlıkçı köylüler ve işçiler, bu pazarlığı doğru bulmayıp savaşı sürdürüyorlar. 1898’de artık ABD’nin desteğini almış olan Aguinaldo, Filipinler’e dönüyor. Aynı yıl, temel olarak Küba ve Filipinler’de sömürge paylaşımı anlaşmazlığı nedeniyle İspanya-ABD Savaşı patlak veriyor. Savaşta yenilen İspanya, Küba’yı ve Filipinler’i bırakmak zorunda kalıyor. İspanya-ABD Savaşı, 1899’da Filipinler-ABD Savaşı’na dönüşüyor. Aguinaldo, 1901’de ABD’nin eline geçiyor. Diğerleri bağımsızlık için mücadeleyi sürdürürken, Aguinaldo, tutsaklığının daha ilk haftasında ABD’ye bağlılık andı imzalıyor. Aguinaldo, 1901’den sonra, Devrim Gazileri Derneği’ni kurması dışında, toplumsal yaşamdan elini eteğini çekti. 1935’te ABD, Filipinler’e özerklik verdiğinde, devlet başkanlığı için yarıştı; kazanamadı. 2. Paylaşım Savaşı’nda, bir Japon işbirlikçisi olarak, Japonya yanlısı radyo konuşmalarıyla tanındı. Savaş bitince, Japon işbirlikçili ğinden hapse atıldı; 1946’da Filipinler bağımsız olunca, devlet başkanının affıyla serbest bırakıldı. 1964’de 94 yaşında öldü. 1935’te Filipinler’in özerkliği ile birlikte, Filipinler tarihinde ilk kez seçilerek başa geçmiş Manuel L. Quezon (1878-1944) devlet başkanı oldu. Quezon, Aguinaldo’nun askerlerindendi. 1935’teki başkanlık seçiminde, eski generaline karşı yarışıp başkan oldu. Devlet başkanı olmadan önce, uzun yıllar, ABD Temsilciler Meclisi’nde Filipinler temsilcisi olarak, Filipinler’e özerklik veren yasa tasarısının onaylanması için mücadele etmişti. 2. Paylaşım Savaşı’nda Japonya, Filipinler’i işgal edince, ABD’de sürgün hükümeti kurdu. 1944’te ABD’de öldü. Jose P. Lorel (1891-1959) ise, Japon işgali altındaki Filipinler’de 1943’ten 1945’e dek devlet başkanı idi. Babası, Aguinaldo’nun hükümetinde memur idi. Devlet başkanı olmadan önce, çeşitli üst düzey yargı görevlerinde bulunmuş bir hukukçuydu. Çeşitli konulardaki davaları, örnek-olay (vaka) incelemeleri olarak ülkenin hukuk

Page 345: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

345

fakültelerinde hala okutulmaktadır. Lorel, gençliğinde, sevdiği kızın erkek arkadaşını öldürmekten yargılanmış; dava uzayıp Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuş ve kendi kendi savunup beraat etmişti. Önceki devlet başkanı Quezon, sürgüne giderken, Laurel’in özellikle Filipinler’de kalmasını istemişti; çünkü Laurel, Japonya’da, Tokyo Üniversitesi’nden onursal doktora verilecek kadar sevilen bir hukukçuydu. 1943’te Filipinli bir gerillanın saldırısından sağ kurtulduktan sonra, Japonya kuklası yönetimde 2 yıl devlet başkanlığı yaptı. Japonya’nın 2. Paylaşım Savaşı’nda teslim olmasından sonra hakkında 132 vatan hainliği davası açıldı; ancak, davalar, Aguinaldo’yu da kurtaran devlet başkanlığı genel affıyla düştü. Sürgündeki Filipinler Hükümeti’ne dönersek, 1944’te ölen Quezon yerine, 2 yıl için, Quezon’un yardımcısı Sergio Osmena (1878-1961) devlet başkanı oldu. Osmena, da, Aguinaldo’nun kuryesi ve savaş muhabiri idi. Osmena, 1946’da, ABD’nin Filipinler’e bağımsızlık vermesi sonrası devlet başkanlığı seçimine katılıp başkanlığı Manuel Roxas’a kaptırdı. Manuel Roxas (1892-1948), ‘bağımsız’ Filipinler’in ilk devlet başkanı olarak 1948’deki ani ölümüne dek silik bir yöneticilik sergiledi. İlerleyen yıllarda, bir tek, Japon işbirlikçileri için genel af ilan etmesiyle anımsandı. 2. Paylaşım Savaşı’nda ise, ABD ordusunun bir askeri gibi yer almış, Filipinler gerilla hareketine karşı kontr-gerilla olarak çalışmıştı. ABD, O’nu devlet başkanlığıyla ödüllendiriyordu. Dolayısıyla, Filipinler’in 1946’daki bağımsızlık ilanına karşın, ne kadar bağımsız olduğu tartışılır. Bu, günümüzde de tartışılmaya devam etmektedir. Roxas’ın ölümünden sonra, yerine, yardımcısı Elpidio Quirino (1890-1956) geçti. Quirino, 1948’den 1953’e dek başkanlık yapacaktı. Quirino’nun başkanlık yılları, Japon işgaline karşı kurulmuş ve savaş sonrası önüne iktidar olma hedefini koymuş komünist gerilla hareketi Hukbalahap’la savaşmakla geçti. Quirino’dan sonra gelen Ramon Magsaysay (1907-1957), 1953’ten 1957’deki ölümüne dek devlet başkanı olacaktı. Kendinden önce gelenlerden farklı olarak yoksulluk kökenli idi: Demirci babayla öğretmen annenin, üniversitede okurken geçimini şoförlükle sağlayan oğlu idi. Adı, İspanyol olsa da; soyadı, daha önceki başkanlarınkinden köken olarak farklı idi. Soyadı, İspanyol kökenli değil yerli kökenlidir. Magsaysay, 2. Paylaşım Savaşı’nda, Japon işgaline karşı gerilla hareketinde yüzbaşı idi. Devlet başkanı olmadan önce, gerilla hareketindeki deneyimiyle, komünist gerilla hareketini ezmek için Milli Savunma Bakanlığı’na getirilmişti. Magsaysay’ın dönemi de, önceki devlet başkanı Quirino’nun dönemi gibi, komünist gerilla hareketiyle mücadeleyle geçti. Filipinler’in, başından beri Amerikancı olan devlet yapısı, Soğuk Savaş’ın da etkisiyle, Amerikancılık’ta doruğa ulaştı. Magsaysay’ın ölümüyle, yerine yardımcısı Carlos P. Garcia (1896-1971) geldi. Şair ve hukukçu Garcia, bu görevi 1957’den 1961’e dek sürdürdü. Garcia, Filipinler tarihinde ilk kez, yüzleşmeci bir tavrı olmasa da, ulusal korumacı yaklaşımı temsil ediyordu. 1961 seçimlerinde, yerine yardımcısı Diosdado (Tanrıverdi) Macapagal (1910-1997) başkan oluyordu. (b) 1961-1965 arası başkanlık yapmış hukuk ve iktisat doktoralı Macapagal, Filipinler’in bugünkü başkanı Gloria (Görkem) Arroyo-Macapagal’ın da babası. Zaten Arroyo, seçilmesini babasının görece temiz adına borçlu... Soyadı, Magsaysay gibi yerli

Page 346: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

346

kökenli olan Macapagal, yoksulluktan gelme idi. Macapagal, Japon işgali sırasında, ABD yanlısı gerillalara destek amaçlı istihbarat görevlisi olarak çalışmıştı. Macapagal zamanında Filipinler, Asya’nın, kalkınmada, Japonya’dan sonra, en ileri ikinci ülkesi idi. Yoksulluktan gelen bir başkan olarak yoksullara destek olan siyasalarıyla ve rüşvete karşı mücadelesi ile tanındı. Toprak Reformu, O’nun eseriydi. O’nun zamanında, ABD, 2. Paylaşım Savaşı’nda Filipinler’e verdiği zararları kabul etmeyince, tepki olarak, bağımsızlık günü, ABD’den bağımsız olunan 4 Temmuz 1946 tarihi yerine, 12 Temmuz 1898’e çekildi. Bu, ABD’nin Filipinler’i 1901-1946 arası bir sömürgeci gibi sömürdüğünü söylemekle eşdeğerdi ve bunu, Macapagal dışında hiç bir devlet başkanı söylemeyecekti... Macapagal’ın ölümü, Filipinler’de bir dönemin bitişiydi. 1965’te O’ndan sonra gelen Ferdinand Marcos (1917-1989), ülkeyi yıllarca demir yumrukla yönetecek; yönetimi, insan hakları ihlalleri, toplukıyımlar, rüşvet ve skandallarla dolup taşacaktı. Yönetim dönemi, aynı zamanda, yüksek tutarlı altyapı yatırımlarının dönemiydi. Bu yönüyle, Güney Kore’deki Park Chung-Hee (1961-1979) cuntasına tıpatıp benzemektedir. Vietnam’a Vietnamlılar’ı öldürmek için gönderilen Filipinler askeri de Marcos zamanında gönderilmiştir. Marcos da hukukçuydu; ama dönemi, hukuğun hiçe sayıldığı bir dönem oldu. Marcos da, Japonya işgali sırasında işgal karşıtı gerillalarla birlikte savaşmıştı. Bir hukuk öğrencisiyken, babasını milletvekilliği yarışında yenen diğer adayı öldürmekten tutuklanmıştı; ancak, içerideyken baro sınavını kazanıp kendi savunmasını yapıp savunmanın üst düzey niteliğine hayran kalan mahkeme tarafından serbest bırakılmıştı (Bu yönüyle, 3. Devlet Başkanı Laurel’e benzemektedir). Marcos, ilk döneminden sonra (1965-1969), ikinci seçimde, seçim hileleri ve oy satın almayla ikinci kez devlet başkanı oldu. İkinci döneminde (1969-1972), ekonomik bunalım, şaha kalkan öğrenci hareketleri ve komünist hareketin gücü nedeniyle zor anlar yaşadı. Öğrencilerin Adalet Bakanlığı’nı –kısa bir süre de olsa- işgal edebildiği ve komünist hareketin en güçlü zamanlarını yaşadığı bu dönem sonunda, Marcos, 1972’de, ülke genelinde olağanüstü hal (OHAL) ilan etti. OHAL, 1981’e dek sürdü. Resmi olarak belirtilmese de, gerçekte, OHAL, Marcos’un 1986’da bir halk ayaklanmasıyla düşüşüne dek sürdü. OHAL’in kağıt üstünde kaldırılmış gibi gösterilmesinin temel nedeni, Papa 2. Jean Paul’un Filipinler’i ziyareti için OHAL’in kaldırılmasını şart koşması idi. 1981’deki başkanlık seçimlerinde Marcos, yine hileyle devlet başkanı seçildi. OHAL döneminin yasaklıları arasında, Marcos’un rakibi olarak görülen Benigno (İyicil) S. Aquino, Jr. (1932-1983) de vardı. 1980’de, 7 yıl hapislikten sonra yurtdışına çıkmasına izin verildi. 3 yıl ABD’de sürgünde kalan Aquino, 1983’te Filipinler’e döndü ve uçaktan iner inmez öldürüldü. Suikast, Marcos’un işiydi elbette; ama Marcos, suikasti, komünistlerin üstüne yıktı. Marcos, 1986’da halk ayaklanması sonucu düştüğünde, tek ortaya çıkan, bu suikastteki sorumluluğu değildi; milyar dolarlık hesapları ve mülkleri de ortaya çıkmıştı. Marcos, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’in (1952- ) son 5 yılda varsıllara karşı izlediği siyasayı daha yetmişli yıllarda izlemişti. Putin’in, 2003’te Rusya’nın en varsılı olan, ancak kendisini desteklemeyen Mihail Hodorkovskiy’i (1963- ) dolandırıcılıktan hapse atması ve bunun geniş halk kesimleri tarafından,

Page 347: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

347

haksız kazanç sağlayanlara karşı adil bir mücadele olarak görülmesi ve fakat Putin’in kendisini destekleyen varsılları dolandırıcılıktan hapse attırmaması olgusunun öncülü, Marcos dönemindedir. Marcos, Filipinli olmayan, Çinli ya da İspanyol melezi olan iş adamlarının/ kadınlarının şirketlerine el koyup bu şirketleri kendi ailesine ve eşine-dostuna dağıtıyordu. Geniş halk kitleleri, bu girişimin yalnızca birinci bölümünü görüp haksız kazanca karşı verilen bu ‘adil’ mücadeleyi desteklerken; Marcos’un bu şirketleri ailesine ve eşine-dostuna peşkeş çektiğini göremiyordu. Marcos da, Putin yönetiminin yaptığı gibi, devlet eliyle ‘terörist’ saldırılar düzenleyip bunları komünistlerin üstüne atarak (Putin örneğinde, Çeçen direnişçilerin üstüne atarak), gücüne meşruluk üstüne meşruluk katıyordu. Rusya örneğinden farklı olarak Marcos, Soğuk Savaş Dönemi’nde, komünizmin Asya’da yayılmasına karşı, ABD’ye sığınıyordu. 21 yıl başta kalmasının ana nedeni, zaten ABD desteği idi. Aslında, Marcos’u düşüren, Aquino suikasti oldu. Protestolar, suikast sonucunda doruğa ulaştı; ülkenin turizm geliri düştü; uluslararası saygınlığı tuzla buz oldu. 1986’da yapılan seçimde Marcos, Aquino’nun eşi Corazon Aquino’yla devlet başkanlığı için yarıştı. Marcos, herzamanki gibi hile yaptı. Bunun üzerine halk sokaklara döküldü. Seçim sonuçları, uluslararası kamoyunda da hileli olarak kabul edildi. ‘Halk İktidarı Hareketi’ olarak adlandırılan yüzbinlerce gösterici, Marcos’un ülkeden kaçmasını ve Corazon’un devlet başkanı olmasını sağladı. Marcos, Reagan’ın izniyle Hawaii’ye yerleşti ve 1989’da orada öldü. Marcos’un 2,500 çift ayakkabısıyla ünlü (!) eşi İmelda Marcos (1929- ), ABD’de, zimmetine para geçirme suçlamasından aklandı; ancak, hakkında, Filipinler’de açılan çok sayıda rüşvet davası var. Marcos, 1965’te 1 milyar dolar olan dış borcu, 1986’da hükümetten düştüğünde 28 milyar dolara çıkarmıştı! Bugün ülkenin gelirinin yarısı, hala bu dış borcun yalnızca faizini ödemeye gidiyor! Ayrıca, Marcos devrilmiş olsa da, O’nun koyduğu yasaların birçoğu, Filipinler’de hala geçerlidir. Çeşitli uluslararası kuruluşlara göre Marcos, gelmiş geçmiş en rüşvet varsılı ikinci devlet başkanı (Endonezya eski devlet başkanı Suharto’dan sonra). Ne yazık ki, bugünkü Filipinler yönetimi de, bu açıdan temiz bir yönetim değil. (c) Marcos’un yerine, eşinin hatrına başa geçmiş Corazon (Kalp) Aquino (1933- ), Asya’nın ve dolayısıyla Filipinler’in ilk kadın devlet başkanı idi. 1986-1992 arasındaki yönetiminin geçiş dönemi olması dışında bir belirginliği yoktu. O’nun zamanında Marcos Anayasası değiştirildi ve yönetimi, 7 darbe girişimi ve ayaklanmalarla geçti. 1992’de, Corazon’un yerine, ülkenin ilk ve tek Protestan devlet başkanı olacak Fidel V. Ramos (1928- ) geçti. Çoğunluğu Katolik olan ülkede, Ramos’un Protestan olması, devlet başkanlığını zar zor almasına yol açtı. Bu, İsa için kendini gerçek çivilerle çarmıha geren meczupların çokça bulunduğu ülkede, siyaset üstündeki İsacı etkisine bir başka örnektir. Ramos, Marcos zamanında Emniyet Genel Müdürü idi; ancak, Halk İktidarı Devrimi yaklaşırken, halk hareketine katılmıştı. Ramos, Kore’ye gönderilen Filipinler birliklerinde yer almıştı ve Vietnam’a gönderilen Filipinler birliklerinin başkomutanıydı. Marcos döneminde, komünist

Page 348: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

348

gerillalarla savaşmak için, komutanlığı sırasında insan hakları ihlalleriyle gündeme gelen Özel Kuvvetler’i oluşturmuştu. 1986’da, O’nun halk hareketinden yana tavır alması, ordunun çözülmesinde ve dolayısıyla Marcos iktidarının düşmesinde önemli bir etken oldu. Corazon döneminde, Genelkurmay Başkanı ve Milli Savunma Bakanı olarak görev yaptı; Corazon’a karşı gerçekleştirilen 7 darbeyi savuşturdu. Başkanlığı döneminde, yabancı yatırımcıları ülkeye çekti. Ayrıca, 1987’de Corazon tarafından kaldırılmış olan idam cezasını 1996’da yeniden getirdi. İdam cezası, 2006’da yeniden kaldırılacaktı. Ramos, Marcos dönemindeki insan hakları ihlalleri için yargılanmadı; hakkındaki rüşvet suçlamaları yeterince incelenmedi ve gerçekleştirdiği özelleştirmelerle halkın yoksulluğuna katkısı yeterince değerlendirilmedi. Ama beterin beteri vardı. O’nun yerine 1998 seçimlerinde, eski bir ‘artiz’ olan Joseph Estrada (1937- ) devlet başkanı olacaktı. 1998’den 2001’de 2. Halk İktidarı Hareketi tarafından indirilene dek başkanlık yapmış Estrada, 1965-1989 yılları arasında, tam tamına 147 filmde oynamıştı. Estrada, Arnold Schwarzenegger’in (1947- ) Kaliforniya Valisi olmasından 5 yıl önce, 1998’de, Filipinler’in devlet başkanı oldu. Putin’den önce Marcos’u yaratan Filipinler siyasal yapısı, Schwarzenegger’den önce Estrada’yı yaratarak ne kadar ileri (!) olduğunu bir kez daha gösteriyordu. Estrada, lise yıllarında çeteci olduğu için okuldan atılmış; ailesi, O’nu reddetmiş ve aile soyadını kullanmasını yasaklamıştı. İlerleyen yıllarda, çetecilikten vurdulu-kırdılı filmlerde oynamaya yükseldi. Filmlerde, çoğunlukla, yoksulları canlandırdığı için, devlet başkanlığı seçimlerinde, halk kitlelerinden büyük destek aldı (Aman, Türkiye’de benzerleri bu öyküyü duymasın...). Seçilmesinin tek nedeni, yoksul çoğunluğun, Estrada’nın yoksulları oynadığı filmleri dolayısıyla yoksul dostu bir yönetim getireceğini sanmasıydı. Estrada, 2001’de milyon dolarlık rüşvet ve yolsuzluk suçlamaları ayyuka çıkınca, ‘2. Halk İktidarı Devrimi’ olarak adlandırılan halk ayaklanması tarafından iktidardan indirildi; suçlamalar nedeniyle hapse atıldı. 2007’de rüşvet ve yağmadan ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı ama cezası, şu anki devlet başkanı Gloria Macapagal-Arroyo tarafından affedildi. Durum, ABD devlet başkanı Richard Nixon’ın (1913-1994; yönetimi, 1969-1974), Watergate Skandalı nedeniyle suçlu bulunup kendisinden sonra gelen başkan Gerald Ford (1913-2006; yönetimi, 1974-1977) tarafından affedilmesine bir hayli benziyor. Gloria Macapagal-Arroyo (1947- ), Estrada’nın yönetimi sırasında başkan yardımcısıydı. 2001’de halk ayaklanınca ordu Arroyo’dan yana taraf oldu. Böylece Arroyo, devlet başkanı oldu. Uluslararası kamuoyu da bu iktidar değişimini tanıdı. İlerleyen aylarda, Estrada’nın yiyiciliğinden haberdar olmayan yoksullar ve Estrada yandaşı yiyiciler, Estrada’nın serbest bırakılması ve yeniden başkan olması için büyük çaplı gösteriler düzenlediler. Gösteriler, kısa sürede bastırıldı. Gloria (Görkem) Macapagal-Arroyo, Filipinler’in şu anki devlet başkanı. Arroyo, daha önce belirttiğimiz gibi, gücünü, yoksul dostu olarak tanınan eski devlet başkanı Diosdado Macapagal’ın kızı olmasından alıyor. Bu yönüyle, gücünü babası Zülfikar Ali Bhutto’dan almış olan Benazir Bhutto’ya benziyor. Halkı hayal kırıklığına

Page 349: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

349

uğratmakta ve rüşvetçilikte de Bhutto’yla ortak. 2001’de Estrada’yı rüşvetçi diye indirip yerine geçen ekonomi profesörü Arroyo’nun Estrada kadar rüşvetçi olduğu söyleniyor. Arroyo’nun ilk döneminde (2001-2004), ayaklanmalar, askeri darbe girişimleri ve islamcı ve marksçı hareketler eksik olmadı. 2004’te düzenlenen seçimlerde 6 yıl daha devlet başkanı oldu. Seçimlerde hile yapıldığı yönlü suçlamalar dur durak bilmedi. 2005’te Seçim Komisyonu’yla Arroyo arasındaki 1 milyon oyluk pazarlığın band kayıtlarıyla ilgili dava, hasıraltı edildi. Arroyo, Şubat 2006’daki darbe girişimine karşı, 1 hafta sıkıyönetim ilan etti; ayaklanmayı kışkırttıkları gerekçesiyle solcu siyasetçileri tutuklattırdı. Arroyo, Irak’a, işgal için, sağlıkçılardan ve mühendislerden oluşan bir Filipinli asker gücü gönderdi. O da, Kore’ye ve Vietnam’a asker gönderen önceki devlet başkanları gibi Amerikancı idi. Filipinli asker gücü, 2004’te Filipinli bir kamyon sürücüsünün Irak direniş güçlerince kaçırılması sonucu geri çekildi. Uluslararası Af Örgütü’ne göre, 2006’da, siyasal görüşleri nedeniyle öldürülenlerin sayısı 115’e çıktı. Bu sayıyı 830’a çıkaran insan hakları örgütleri de bulunmaktadır. Filipinler’de 2003’ten beri 23 gazeteci öldürüldü. Arroyo, insan hakları ihlallerine yönelik uluslarası tepkileri yatıştırmak için, 2007’de siyasal mahkumlara af ilan etti... İşte Filipinler’in 1898’deki bağımsızlığından bu yana 110 yılı... Tablo hep aynı: Milyonlarca insan, açlık sınırında yaşıyor. Özellikle 1965 sonrasında, rüşvetçi olmayan hükümete rastlamak zor... Her hükümet birbirinden Amerikancı... Darbesiz bir hükümet dönemi bulmak da zor...Her dönemde yoksullar, o ya da bu biçimde ayaklanıyor... Bu tablo, yoksulların son(ul) ayaklanmasına dek süreceğe benzer...

Page 350: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

350

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (40): Hindistan, Gandhi Sayesinde Değil Gandhi’ye Rağmen Bağımsız Olmuştur... Asya ile ilgili gözden kaçan yüzlerce gerçeğin arasında, bir tanesi var ki, diğer bir çoğundan daha çarpıcı: Yaygın kanıya göre, Hindistan, 1947’de bağımsızlığını uygar uymaz (sivil itaatsiz) Gandhi’nin (1869-1948) önderlik ettiği barışçıl bir hareketle aldı. Bu, doğru değil; ama daha da ötesi, Britanya kolonicilerinin aslında iyi niyetli olduğunu varsayıyor (!) “Yazık bu Gandhi’ye ve kardeşlerine ettiğimiz gayri. Zaten ağlamaktan fenalık geçirdik. Yeter artık, tası tarağı toplayıp Hindistan’ı bırakıyoruz” demiş değil Britanya’nın vahşi koloni yönetimi... Britanya, Hindistan’dan iki nedenle çekilmek zorunda kalmıştır: Birincisi, Hindistan Ulusal Ordusu’nun 2. Paylaşım Savaşı’nda Britanya’ya yönelik (zayıf da olsa var olan) saldırıları ve 2. Paylaşım Savaşı sonrasında bununla bağlantılı olarak Britanya Hint Ordusu’nda ve halk genelinde çıkan ayaklanmalar... Bunların ikisi de kanlı olmuştur ve hatta denebilir ki; Hindistan, Hindistan’ın bağımsızlık yanlıları, Gandhi’nin barışçıl çağrılarını dinledikleri için değil, dinlemedikleri için bağımsız olabilmiştir. Yoksa, tüm hareketler, Gandhicilerden oluşsaydı, Hindistan, bağımsızlığı uzun yıllar bekleyecekti. Hindistan’ın kimi müzelerinde ‘Hindistan Bağımsızlık Kahramanı’ olarak, Netaji (Netaji, ‘ulu önder’ anlamına geliyor) Subhas Chandra Bose’nin (1897-1945) adı öne çıkarılmaktadır. Bose, 2. Paylaşım Savaşı yıllarında, Japonya’nın desteğiyle kurulmuş Sürgünde Hint Hükümeti ve Hindistan Ulusal Ordusu’nun önderi idi. Hindistan’ın bağımsızlıkçı ana partisi Ulusal Kongre Partisi’nin başkanlığını yapmış (Gandhi’nin, Bose’nin başkan seçilmesine yorumu, “O’nun yengisi, benim yenilgimdir” olmuştu), bir dönem Kalküta Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na seçilmiş, kolonici Britanya tarafından 11 kez tutuklanmış, Avrupa’ya sürgüne gönderilmiş, 1941’de Sovyetler Birli ği’nden Almanya’ya geçerken Britanya tarafından düzenlenen suikastten sağ çıkmıştı. Bose’ye göre, bağımsız Hindistan’ın Britanya koloniciliği karanlığından silkinebilmesi için, “Mustafa Kemal yönetimi gibi yirmi yıllık bir tek partili kuruluş dönemi yaşaması gerekiyordu”. Hatta Bose, Mustafa Kemal’le görüşmek istemiş ama görüşme isteği Britanya tarafından engellenmişti. Gandhi’yle şiddet kullanımı konusunda başından beri anlaşamamışlardı. Bose, kendisine tokat atan birine öbür yanağını uzatmaktansa, bir tokata karşılık iki tokat atmayı savunuyordu. Bose’ye göre Gandhicilik, bağımsızlık hareketini zayıflatıyor ve bağımsızlığın gecikmesine neden oluyordu. 2. Paylaşım Savaşı başında Bose, Sovyet önderleriyle görüşmek üzere Hindistan’dan gizlice ayrıldı. Sovyetler’de, Almanya’da ve Japonya’da Hindistan bağımsızlık davasına destek aradı. Stalin’den ve sonrasında Hitler’den umduğu desteği bulamadı. Destek arayışlarının sonunda, “düşmanımın düşmanı dostumdur” düşüncesinin ve bir sömürgeciliği ötekine kırdırmanın tek çıkar yol olduğu sonucuna vararak, Asya genelinde, İngiltere’nin yaptıklarından daha da vahşi toplukıyımlar gerçekleştirmiş kolonici Japonya’nın desteğiyle, Sürgünde Hint Hükümeti ve Hindistan Ulusal Ordusu’nu oluşturdu. Bose, bir yandan bağımsızlığın bir numaralı ismi iken; bir yandan da, güncel siyasetin bir gereği olarak ya da gerçekten öyle düşündüğü için, Naziler’e ve Japon yayılmacılığına övgüler düzüyordu.

Page 351: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

351

Japonya’nın 2. Paylaşım Savaşı’nda Güneydoğu Asya’da Britanya, Fransa ve Hollanda yönetimi altındaki bağımsızlık yanlısı güçleri desteklemek biçiminde bir siyasası olmuştur. Bunun da çok doğal bir nedeni vardı: Böylece, Avrupa’nın Asya’daki gücü zayıflayacak; oluşan güç vakumunu Japon yayılmacılığı dolduracaktı. Dolayısıyla, aslında Japonya, bağımsızlığı savunurken, Avrupa’dan bağımsız olup Japonya’nın boyunduruğu altına girilmesini kast ediyordu. Vietnam başta olmak üzere Hindiçini’nde ve Malaya’da, Japonya, kendine bağımlı kılacağı ‘bağımsızlıkçı’ hareketleri boşuna aradı; çünkü bu iki bölgede de, güçlü bir Japonya karşıtı komünist direniş vardı. Endonezya’da, daha sonra Endonezya’nın kurucusu olacak Sukarno (1901-1970) ve çok sayıda Endonezya kurucusu, 2. Paylaşım Savaşı’nda, Hollanda yönetimine karşı Japonya’dan destek görecek ve fakat savaştan sonra, kendi başlarına bağımsızlık ilan edeceklerdi. Burma’nın bağımsızlığı da aynı biçimde olmuştur. Japonya eğitimli Burma bağımsızlıkçı orduları, Britanya yönetimini alaşağı etmiştir. Demek ki, bağımsız devletler ikiye ayrılır: Ayıya ‘dayı’ deyip bağımsız olanlar (Burma, Endonezya, Hindistan) ve ayıya başından beri ‘ayı’ deyip bağımsız olanlar (özellikle Vietnam). Hindistan’a dönersek, Japonya, aynı formülle, Bose’yi, savaş sırasında bulunduğu Almanya’dan denizaltıyla Japonya’ya getirtmiştir. Bose, bir Alman denizaltısıyla Ümit Burnu’na getirilmiş, buradan Japon denizaltısına aktarılarak Japonya’ya ulaştırılmıştır. Durum, bir yönüyle, Lenin’in sürgündeyken Çarlık Rusyası’na dönmesi için Almanya’nın izin vermesine ve yardımcı olmasına benzemektedir. Almanya’nın, Lenin’in Rusya’ya dönmesinin doğal bir sonucu olarak, 1. Paylaşım Savaşı’nda Rusya’nın iç karışıklıklar nedeniyle gücünü yitireceği hesabını yapması gibi; Almanya ve Japonya da, Bose’yi, 2. Paylaşım Savaşı’nda, İngiltere’nin Hindistan üzerindeki hesaplarını bozacak baş oyuncu olarak değerlendiriyorlardı. Japonya’da, Bose, kısaca ‘Azad Hind’ (Özgür Hint) olarak da adlandırılan hükümeti ve orduyu kurmuştur. Japonya yönetimi altındaki Asya ülkelerinde halka açık konuşmalar yapan Bose, değişik ülkelerde yaşayan Hindistanlılar’ın desteğini kazanmış; Hint diasporasının, her açık hava konuşması sonrası, bağımsızlık için topladığı para, milyon dolarları bulmuştur. Bose, Hindistan’ın bağımsızlığı için 3 milyon askerli bir ordu gerektiğini düşünüyordu; ama başlangıçta, ancak, 50,000 kişilik bir ordu kurulabildi. Ordu da hükümet de savaşta büyük etkinlik gösteremedi ama Azad Hind’in asıl etkisi, Japonya’nın 2. Paylaşım Savaşı’ndaki yenilgisinden sonra, Bose’nin bir uçak kazasında ölmesinden sonra olacaktı. (Aslında, Bose’nin ölüm nedeni ya da nerede ve ne zaman öldüğü belirsizdir, çünkü uçak kazası bir yana, sözü geçen uçağın var olup olmadığı bile kesinlik kazanmamış; Bose’nin cesedi de bulunamamıştır.) Azad Hind askerleri ve yöneticileri, savaş sonunda Hindistan’a getirilip vatan hainliği suçlamasıyla yargılandılar ve üst düzey yöneticiler idam edildiler. Bu, Hindistan bağımsızlığı yanlısı kesimleri bir araya getiren bir olay oldu ve büyük gösteriler düzenlendi. Böylece, vatan hainliği mahkemeleri, Hindistan bağımsızlıkçılarını tek bir elde birleştirdi ve bunun bir sonucu olarak, protestolar, Britanya’nın çokça güvendiği Britanya Hint Ordusu’na sıçradı. Britanya, bağımsızlıkçıları bastırmak için kullandığı Britanya Hint Ordusu’nun da bağımsızlık yanlısı ayaklanmalara katıldığını görünce, ufukta görünen mata karşı, oyundan çekildi. Dolayısıyla, aslında, Hindistan’a bağımsızlık getiren, Gandhi’nin barışçıl eylemleri değil, Britanya kolonicilerinin Azad Hind protestoları nedeniyle ve Britanya Hint Ordusu içindeki ayaklanmalar

Page 352: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

352

nedeniyle, koloniciliği sürdüremeyecek duruma gelmesidir. Bu durumda, başta söylediğimiz gibi, Hindistan’ın bağımsızlığını Gandhi’ye bağlamak, tarihsel bir yanlış olmanın ötesinde, kolonicilerin özünde iyi niyetli olduğunu varsayar ki; bu, hiç iyi niyetli bir varsayım değildir...

Page 353: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

353

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (39): Japonya’da Ölmek... 9 Aralık 2007 tarihli ‘Asya’da Ölmek’ başlıklı yazımızda, çeşitli Asya ülkelerinden değişik ölüm törenleri örnekleri vermiştik. Bu ölüm törenlerinin çeşitlili ğinin aslında tek bir Asya değil birden çok Asya olduğu yönlü görüşe bir başka destek olduğunu belirtmiştik. Belli bir izlek içinde kaldığımız için ve yer darlığı nedeniyle tek tek ülkelere odaklanamamıştık. İşte şimdi bunun tam sırası... Çinliler’in, ölü için, üstünde Kennedy ve eski Çin hükümdarlarını da içermek üzere çok çeşitli resimler bulunan sahte paraları yakmaları, oldukça ilginç olsa da; Asya’da ölüm törenleri içinden belki de en ilginci, Japonya’daki ölüm törenleri... Çünkü bu törenler, bir yandan geleneksel Japonya’yı, bir yandan da ekonomik olarak kalkınmış Japonya’yı imliyor. Ölen Japonyalılar’ın % 99’u yakılıp gömülüyor. Dünyanın en pahalı ölüm törenleri, Japonya’dakiler. Bunun temel nedeni, elbette, Japonya’nın yüzölçümünün küçük olması dolayısıyla yer darlığı. İkinci neden ise, Tayland’da da görülen, Türkiye’de de bir aralar pahalı cankurtaranlar örneğinde ortaya çıkan, ölümün ve acil durumların parasal olarak suistimal edilmesi. Şöyle ki, kimse, cankurtaran için ya da cenaze giderleri için pazarlık yapmaz. Ölüm töreni şirketleri de bu durumdan faydalanarak yüksek rakamlar biçiyorlar. Üçüncü neden ise, Japonya’nın zaten genel olarak pahalı olması. Kimi araştırmacılar, Norveç ile Japonya’yı dünyanın en pahalı iki ülkesi olarak değerlendiriyorlar. Japonya’da ortalama bir ölüm töreni bedeli, yaklaşık 18,000 YTL! Japonya’nın çoğunluğu, güneş dini Şintoculuk’a bağlı. Düğünler, Şintocu ve -‘batılılaşma’nın etkisiyle- İsacı bir nitelik taşırken; ölüm törenleri, tümüyle Budacı. Hindistan kökenli yabancı bir din olarak görülen Budacılık’ın bir yandan ölüm törenleri üstünde tekele sahipken, bir yandan da Şintocu çoğunluk tarafından özellikle ulusalcı nedenlerle (çünkü Şintoculuk, Japonlar’ın ‘öz-be-öz milli’ dini olarak görülüyor) baskıya uğraması şaşırtıcı. Ölüm törenleri, geleneklerin Japonyası’nda her gün gerçekleşmez. Kimi günler düğün için, kimi günler ölüm törenleri için daha iyidir. Bunu, Budacı rahipler belirler. Rahipler, ölene yeni bir ad verirler; bu, ölünün ‘ruh’unun, ölü her anıldığında dünyaya geri gelmesini engellemek içindir. Cenazeye her katılan, özel bir zarf içinde başsağlığı parası verir. Tören bitiminde her katılımcıya, törene katılıp kalanların acısına ortak oldukları için bir armağan verilir. Her katılımcının ödediği miktar, bir deftere kaydedilir. Dolayısıyla, bu başsağlığı parası-armağan ilişkisinin, Türkiye’deki düğünlerdeki “damada kim ne kadar para taktı” sığlığına dönüşmesi her zaman olasıdır. Ölü beden yakıldıktan sonra, geriye kalan, yanmamış küçük kemikleri ayıklamak gerekmektedir. Bunu, ölünün yakınları yapar. Yemek yemek ve yemek hazırlamak için kullanılan çubuklara benzer çubuklarla, ölünün kemikleri, yakınları tarafından ayıklanıp ayrı bir kaba konur. Kimi zaman, iki akraba, çubuklarla aynı kemiği tutabilir. Çubuklarla aynı nesnenin tutulması, bir tek ölüm törenlerinde

Page 354: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

354

gerçekleştiğinden; günlük yaşamda, iki kişi yemek yerken aynı yemek parçasının çubukla kavranması, ölümü çağrıştırması nedeniyle uğursuz sayılmaktadır. 7 Ekim 2007 tarihli ‘Japonya’da Boşta Çalışanlar’ başlıklı yazımızda, Japon şirketlerinin, çalışanların aynı şirkette ömür boyu çalışmasını özendirdiklerini belirtmiştik. İşte bu düşüncenin bir ürünü olarak, Japon mezarlıklarında, çalışanların birarada gömüldüğü şirket mezarları bulunmakta! Ortak mezartaşı, kimi zaman, şirketin çalışma alanına göre biçimlenebiliyor: Bir kahve şirketi için kahve biçiminde mezartaşları görülebiliyor. Demek ki, ömür boyu çalışmak da yetmiyor... Sermaye düzeninin geldiği son nokta! Dahası, herhangi bir insanın mezarını ziyaret eden işadamları/ işkadınları, mezarın yanına özel olarak konulmuş kart kutusuna kart-vizitlerini bırakıyorlar! Böylece, sonradan gelenler, mezarı kimlerin ziyaret ettiğini anlayıp gerekirse bağlantıya geçebiliyorlar! Demek ki neymiş; sermaye düzenine son nokta yetmiyormuş; onun da ötesine geçesi varmış... Japonya’da her yıl yaklaşık 1 milyon kişi ölüyor. Yukarıda, ortalama giderin 18,000 YTL olduğunu belirtmiştik. Böylece, her yıl, ölüm, Japonya’ya 18 milyar YTL kazanç sağlıyor! (Ana ölüm hizmetinin dışında, çiçekçilik ve düzenli dua gibi yan hizmetlerin yarattığı gelir/gider durumunu saymadık bile!) Ölü Japon, yaşayan Japon’dan daha çok para ediyor. Bir ölüyü yakmak, 1,5 saat gibi kısa bir zaman alıyor. Japonlar’ın ölüsü, 1,5 saatte ülkeyi kalkındırıyor. Türkiye’nin Japonya’yı örnek almasını önerenler, umarız bunu kastetmiyordur. Ölümlerle kalkınma; ölümlü kalkınma, ölümsüz kalkınma... Çünkü her ölümlü öleceğine göre, ölüm hizmetleri üzerinden gelişen kalkınma, ölümsüz olacak...

Page 355: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

355

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (38): Uzaklarda Bir Yahudi Devleti Yahudiler’in kaç ülkesi var? Yanıt: “1. İsrail”. “Aslında iki tane var” dediğimizde, “Herhalde ABD kastediliyor” denecektir. Sayı doğru ama ülke doğru değil: Yahudiler’in iki ülkesi var; biri İsrail, biri de Rusya Federasyonu’na bağlı, Rusya-Çin sınırında (eski SSCB-Çin sınırı) bulunan Yahudi Özerk Bölgesi (Birobidcan). Bölge, 36,000 km2; yani, yüzölçümü 20,770/ 22,072 km2 olan İsrail’den büyük. Ancak, nüfusu, İsrail’in 7 milyonluk nüfusundan kat kat küçük: 190,000. Bu nüfusun çoğunluğunu Ruslar oluştururken, bölgedeki Yahudi nüfusu, kimilerine göre 2,000; kimilerine göre 30,000. Rusya’nın genelinde ise Yahudi nüfusu, 1 milyon. Birobidcan, 1934’te, Stalin’in ‘ulusal sorun’ siyasalarının ve Yahudilerle ilgili uluslararası topludurumun (conjuncture) bir ürünü olarak kuruldu. Stalinci yaklaşım, “her ulusun toprağı olmalı” gibi çarpık bir düşünceye dayanıyordu. Stalin dönemi ve sonrasında; dinlerin, dillerin ve ulusların üstüne çıkmış Sovyet insanının, yeni sosyalist insanın yaratılması yerine; bireylerin dinlerinin, dillerinin ve uluslarının özellikle vurgulandığı bir ‘ulusalcılık’ anlayışı geliştirildi. Kavramsal sınırlar, öyle ulusal özcü bir biçimde çizilmişti ki; sanki, değişik dinlerden, dillerden ve uluslardan insanların biraraya gelmesi ve geçmişlerini bırakıp Sovyet düzeninde yeni bir ortak kültür oluşturmaları olanaksızdı. Bu nedenle, ulusalcılıklar, sosyalizm sonrasında ortaya çıkmadı; zaten sosyalizm, o ulusları kendi yaratmıştı. Bugün Rusya Federasyonu’na bağlı olan ulus tabanlı özerk yönetimler, bölgeler ve cumhuriyetler, er ya da geç patlayacak bomba gibidir. Hepsine Sovyet Dönemi’nde bayrak bile hazırlanmıştır. Bu bayraklar, hala kullanılmaktadır. Bugün küresel ölçekte düşünürsek, dünya üzerinde, 200 ülke, 6912 dil bulunmaktadır. Stalinci çözüme göre, dünya üzerinde 200 değil 6912 devlet olmalıdır; çünkü dil, ulus demektir. Bu görüşün çarpıklığı, umarız bir gün anlaşılır. Dönelim Birobidcan’a... 20. yüzyıl, Siyonculuk’un, diğer bir deyişle, bugün ‘İsrail’ olarak adlandırılan bölgenin Yahudiler’e verilmesini, Yahudiler’in bölgede devlet kurmasını savunan görüşün yükseliş yılı olmuştu. 1948’de resmen kurulacak İsrail’e yoğun Yahudi göçü yaşanmaktaydı. Stalin, bu Siyoncu siyasaların Sovyet Yahudileri’ni etkilemesini önlemek için, İsrail’e karşı ikinci bir Yahudi ülkesi, sosyalist bir İsrail kurmayı tasarlamıştı. İlerleyen yıllarda, Birobidcan’a, Sovyet Yahudileri yanında, İsrail devletinden hayal kırıklığına uğramış Orta ve Doğu Avrupa sosyalist Yahudiler’i de göç etti. Dünya Yahudileri’nin, nüfustan da anlaşılacağı gibi, Birobidcan’a büyük bir talebi olmamıştır. Öte yandan, Stalinci siyasanın şöyle bir olumlu yanı olmuştur: Dinin etkisini kırmak ve laik Yahudilik’i özendirmek üzere, Birobidcan’da din dili İbranice yerine, Orta ve Doğu Avrupa dilleriyle İbranice’nin karışmasından oluşan Yidçe kullanılmıştır. Stalin, Yahudiler’e neden taaa SSCB-Çin sınırında ülke vermiştir? Aslında, 2. Paylaşım Savaşı öncesinde, Sovyet Yahudileri’nin çoğunluğu, Ukrayna ve Beyaz Rusya’da yaşamakta idi ve bu nedenle, Stalin, Ukrayna’da ve özellikle Kırım’da bir Yahudi Sovyet Cumhuriyeti kurmayı düşünmüştü; ancak, bölgedeki Yahudi-karşıtlığı oldukça güçlüydü. Ayrıca, Sovyetler’in batısında, Nazi tehlikesi yavaş yavaş yükseliyordu; bu nedenle, Yahudiler’e Doğu’da toprak verildi. SSCB-Çin sınırında

Page 356: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

356

toprak verilmesi ise, bir taşla üç kuş vurmak anlamına geliyordu: Bir yandan, Yahudiler’e toprak veriliyordu; bir yandan, Yahudiler, savaşın yaklaşmakta olduğu Batı’dan uzaklaştırılmış oluyorlardı; bir yandan da, yazlarında muson özellikleri, kışlarında neredeyse Sibirya soğuğu gösteren, neredeyse kimsenin yaşamadığı bölgeye yerleşen Yahudiler, bölgeyi az-çok kalkındıracaktı ve bu durum, sınır güvenliğine olumlu etki edecekti. 1948’de İsrail’in kurulmasından 1953’te Stalin’in ölümüne dek, Sovyet Yahudileri’ne yönelik siyasalarda dalgalanmalar oldu. Sovyet Yahudileri’nin çoğu, İsrail’i kuran Yahudiler’in akrabasıydı ve İsrail, bir Amerikan tasarısıydı. Bu nedenle, Stalin, Yahudiler’e olan güvenini yitirdi; hatta 1952’de ‘doktorlar komplosu’ (Stalin’in, Yahudi doktorların yaşlı Sovyet yöneticilerini görünüşte ilaç vererek zehirlediği biçimindeki iddiası) olarak adlandırılan olaydan başlayarak, Sovyetler’de Yahudi avı başladı; birçok Yahudi idam edildi. Stalin’in ölümünden sonra, Sovyet devleti, tüm davaların düzmece olduğunu açıklayarak davaları düşürdü. Birobidcan, ilerleyen yıllarda unutulup gitti; ama hep uzaklarda varoldu. 74. kuruluş yıldönümünde anımsatmak da bize düştü...

Page 357: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

357

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (37): Sri Lanka’da Tamil-Sinhal Çatışması ve Tamil Kaplanları Tamil Kaplanları, çoğunluğu Tamil değil Sinhal olan toplam 20 milyon nüfuslu Sri Lanka ada devletinin kuzeyinde ve doğusunda bağımsız devlet kurmak amacıyla 1975’te Velupillai Prabhakaran (1954- ) tarafından kurulmuş silahlı bir örgüt. Örgüt, önce bağımsızlık yanlısı diğer Tamil örgütlerinin binlerce üyesini toplukıyıma uğratmasıyla tanındı; sonrasında ise, sivillere yönelik vahşi saldırılarıyla... Ama örgüt, ‘ün’ünün doruğuna, Hindistan Başbakanı Rajiv Gandhi’yi (1944-1991) ve Sri Lanka Devlet Başkanı Ranasinghe Premadasa’yı (1924-1993) intihar bombacıları yollayarak öldürtmesiyle ulaştı. Örgüt, İslamcı hareketlerden çok önce, güncel anlamda intihar bombacılığını bir yöntem olarak ilk öne süren örgüt olarak tanınıyor. Örgüt, ayrıca, 2007’de bir hava saldırısı düzenleyerek bir ilke daha imza attı. Yine 2007’de, örgütün, tsunami mağdurları için para toplayıp parayı kendi hesabına aktardığı ortaya çıktı. Örgütün 33 yıldır önderliğini yapan Velupillai Prabhakaran, kendini ‘sosyalist devrimci’ olarak adlandırıyor, oysa basbayağı milliyetçi. Sri Lanka’nın tam adı ise, ‘Sri Lanka Demokratik Sosyalist Cumhuriyeti’; ama Tamil Kaplanları’nın çıkışına neden olan temel olay, sosyalizmle birlikte, Tamiller’i damıtmak adına Sinhalce’nin Sri Lanka’nın resmi dili olarak ilan edilmesiydi. Yani herkesin “sosyalistim” dediği, kimsenin ‘sosyalist’ olarak yaşamadığı bir tablo var ortada. Sri Lanka, Hindistan’la yaklaşık olarak aynı tarihte, 1948’de, İngiltere’yle yasal bağlarını az da olsa korur bir biçimde bağımsız olmuştu. Ülkenin ilk başbakanlarından Solomon Bandaranaike (1899-1959), sosyalistliği ve Sinhal milliyetçiliğini aynı bünyede barındırmıştı ve milliyetçiliği, 1959’da bir Tamil eliyle suikaste kurban gitmesine yolaçacaktı. Ülke, 1970’de, İngiltere’den yasal olarak tümüyle bağımsız olacaktı. 1978’de ise, ‘Sri Lanka Demokratik Sosyalist Cumhuriyeti’ ilan edilecekti. Bugün ülkenin resmi adı hala bu biçimdedir. 80’li yıllarda Tamil-Sinhal çatışması şiddetlenecek ve iç savaşa dönüşecekti. 1983’te, Tamil Kaplanları’nın Sri Lanka askerlerini öldürmesi üzerine, Sinhaller, Tamiller’in evlerini ve işyerlerini yakıp yıkacak ve rastladıkları Tamiller’i linç edeceklerdi. Olaylar sonunda 400 kişi öldü. 60’lardan beri Sri Lanka ve Hindistan devletlerince özendirilen Tamiller’in Hindistan’a göçmesi olgusu, olaylardan sonra hız kazanacaktı. Tamiller’in büyük çoğunluğu Hindistan’da yaşadığı için, Hindistan, kendini taraf olarak görüyordu. Hindistan’da yaşayan Tamiller, Sri Lanka’daki ‘soydaş’larına yardım etmek için girişimlerde bulunacaktı. Böylece 1987’de Hindistan, Sri Lanka’daki Tamiller’e uçakla gıda yardımı yapacak ve gelişen süreçte, bölgede, Hindistan Ordusu’ndan oluşan Hindistan Barış Gücü konuşlanacaktı. Ancak, Tamil Kaplanları, Hindistan Ordusu’nu da bölgede istemiyordu; çünkü Hindistan, güneyiyle Sri Lanka’nın kuzeyinin bağımsız bir Tamil ülkesi olmasını, ülke çıkarları açısından kabul etmiyordu. Öte yandan, Hindistan, Sri Lanka ile, federal bir Tamil ülkesi kurulması için anlaşma yapmaya hazırdı. Tamil Kaplanları, bağımsız devlet istemiyle, federasyon anlaşmasını da reddettiler. İşte bu nedenle, Tamil Kaplanları, Hindistan Ordusu’na yönelik büyük saldırılar düzenledi ve bunun üzerine, Hindistan Barış

Page 358: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

358

Gücü, 1990’da bölgeden çekilmek zorunda kaldı. 2001’de örgüt, bağımsız devlet istemini bırakıp özerklik istemeye başladı, ancak 1987-1990 arasındaki elverişli dönem çoktan geçip gitmişti. Tamil Kaplanları, Rajiv Gandhi suikastinden sonra, daha önce en büyük desteğe sahip olduğu Hindistan’da ‘terör örgütü’ ilan edildi. Çoğunluğu Budacı olan Sinhaller’in toplam nüfusu, 15 milyon ve bu 15 milyonun 14 milyonu Sri Lanka’da yaşıyor. Çoğunluğu Hindu olan Tamiller’in toplam nüfusu, 77 milyon ama yalnızca 3 milyonu Sri Lanka’da yaşıyor. Tamiller’in ezici çoğunluğu (61 milyon), Hindistan’ın güneyinde yaşıyor. Dolayısıyla, Sinhaller, Sri Lanka’da çoğunluk ama Tamiller’in genel nüfusu, Sinhaller’in 5 katına ulaşıyor. “Sri Lanka kimin ülkesi?” sorusuna, “Sri Lanka’da ilk önce kim yaşıyordu?” düşüncesiyle yanıt vereceksek –ki aslında, bu düşüncenin çeşitli nedenlerle iler tutar yanı bulunmamaktadır, o zaman “Sri Lanka, Sinhaller’indir” demek gerekecek çünkü Sinhaller, adadaki tarih sahnesine Tamiller’den önce çıktılar. Aynı soruya “kim çoğunluk?” düşüncesiyle yanıt vereceksek, yine “Sri Lanka, Sinhaller’indir” dememiz gerekecek çünkü Sri Lanka’nın % 70’i Sinhal. Bu yönüyle aslında Tamil Kaplanları, özgürlük savaşçısı değil, eski yayılmacı olarak ortaya çıkıyorlar. Hindistan’dan gelip Sinhal ülkesi Sri Lanka’yı ele geçirmeye çalışan Tamiller... Tamil-Sinhal çatışmasından çıkarılacak dersler var... O dersleri de okurlara bırakalım...

Page 359: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

359

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (36): Bağımsız (!) Avustralya’da Yıl 1975 Avustralya için ‘bağımsız’ mı dediniz? Elbette diyebilirsiniz. Günümüzde hala ‘Büyük Britanya’ (neresi büyükse artık), Avustralya, Kanada ve Yeni Zelanda başta olmak üzere 16 ülkenin yasal olarak en üst yöneticisi, İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth. İngiltereliler’in çoğunluğu ve İngiltereli olmayan İngilizciler, Hollandacılar’la ağız birliği edip “olur mu canım, Avrupa’daki krallıkların simgesel bir niteliği var, siyasette bir etkisi yok” diyeceklerdir. “O zaman krallık mallarını niye yoksullara dağıttırmıyorsunuz? O simgesel dediğiniz krallıkların halklara karşı açtıkları savaşlar dolayısıyla edindikleri ganimetlerle kaç yoksul çocuk okula gidebilir haberiniz var mı?” ya da “madem ki simgesel, neden kralların/ kraliçelerin adlarını devlet marşlarında anıyorsunuz ve neden onların doğum günlerini kutlamak gibi oldukça demokratik (!) tepkiler gösteriyorsunuz?” gibi sorular sorabilirsiniz; onlara da, susmak düşer. Ya da en iyi olasılıkla size “en azından, bizim kralımız, kendini Japon İmparatoru gibi (güneş-)tanrının oğlu ilan etmiyor” diyebilirler (2. Paylaşım Savaşı’ndan sonra gelen Amerikan işgaline kadar, Japonya halkları, Japon imparatorlarının soyunun güneş-tanrıdan geldiğine inanıyordu ya da daha doğrusu, buna inandırılıyorlardı. Yenik imparator Hirahito’nun (1901-1989) işgalci ABD’nin baskısıyla, halk önünde, kendisinin güneş-tanrı soyundan gelmediğini ve dolayısıyla, imparatorluğunun kutsal olmadığını açıklamasına dek, bu 20. yüzyıl firavunluğu sürmüştü). Ama diyelim ki, bütün bu söylediklerinize tutarlı bir açıklama getirdiler. O zaman, anılan krallıkların simgesel olmayışına çarpıcı bir örnek ekleyelim: 1975’te, İngiltere tarafından atanmış Genel vali eliyle görevinden alınan Avustralya başbakanı Gough Whitlam (1916- ). Olay, ‘1975 Avustralya Anayasal Bunalımı’ olarak anılmaktadır. Avustralya genel valisi, anayasanın kendisine verdiği yetkiye dayanarak, seçilmiş başbakanı görevden alıp muhalefet liderini başbakan yapıyor (Türkiye’nin siyasal tarihinde böyle bir valiyi dört gözle bekleyen ne de çok muhalefet lideri oldu!). Başbakan Gough Whitlam, 23 yıllık tutucu hükümet döneminden sonra İşçi Partisi temsilcisi olarak iktidara gelmişti; fakat Lordlar Kamarası’ndaki çoğunluk, tutucuların elindeydi. İşçi Partisi, Lordlar Kamarası’nın ortadan kaldırılması yanlısıydı çünkü Lordlar Kamarası (Senato), Avam Kamarasının (Temsilciler Meclisi) tersine, seçilmişlerden değil, atanmışlardan oluşuyordu. İşçi Partisi, Avam’da çoğunlukken, Lordlar’da değildi. Lordlar Kamarası, Whitlam’ı, daha yeni seçilmiş olmasına karşın, erken seçime zorladı. Erken seçimi sağlamak için, bütçe görüşmeleri gibi en önemli hükümet gündemi toplantılarını boykot ettiler. Avustralya Anayasası’nda genel valinin yetkileri ile ilgili önemli bir boşluk bulunmakta idi: Genel valinin başbakanla ilişkisi danışma ve fikir paylaşımı ile sınırlı iken bir yandan da genel valinin –sıfatının tersine- özel durumlarda, meclisi askıya almak gibi geniş yetkileri de bulunmakta idi. Kerr, başbakanı görevden alırken, “bunu, İngiltere Kraliçesi’nin Avustralya siyasetini doğrudan belirlemesini önlemek ve Avustralya Anayasası’nın saygınlığını korumak için yaptım” diyecekti! Kerr, başbakanı görevden almakla kalmayıp meclisi de dağıttı. Bu noktadan sonra kukla ipleri biraz karışıyor; çünkü 1975 İngilizci darbesini, İşçi Partili Başbakan Whitlam’ın Avustralya’daki CİA ağlarına açıkça tavır almasına

Page 360: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

360

bağlayanlar da bulunmakta. Whitlam, Avustralya’daki Amerikan üslerinin kapatılması için de girişimlerde bulunmuştu. Avustralyalı anayasa hukukçuların çoğunluğu, 1975 Anayasal Bunalımı’nı, Avam Kamarası ve Lordlar Kamarası arasındaki güç savaşına bağlıyorlar. Zaten bu İngilizci darbeyi ‘darbe’ yerine ‘anayasal bunalım’ olarak adlandıranlardan daha farklı bir görüş beklenemezdi. Ama asıl belirsiz durum, bunun İngilizci bir darbe mi Amerikancı bir darbe mi olduğu... Darbe, Avustralya’yı ABD’ye daha da yaklaştırdığına göre, Amerikancı bir darbe olma olasılığı daha yüksek... Keşke karanlıkta kalmış tüm olaylar aydınlatılsa da, biz de olasılıklardan değil gerçek olaylardan söz edebilsek... İplerin birbirine karıştığı bu kukla tiyatrosunda, sahne de koltuklar da karanlık... Bugün genel valilerin ve kralların/ kraliçelerin gücü, 15 koloniye çok da yetmiyor. Avustralya’da, Kraliçe’ye karşı cumhuriyet isteyenlerin sayısı, nüfus gençleştikçe daha da artıyor. Bağımsızlık ve cumhuriyetleşme adına, kolonilerde yeni yeni yasalar çıkıyor. Ancak unutulmamalıdır ki, Büyük Britanya başta olmak üzere 16 ülkenin resmi devlet başkanı hala Kraliçe 2. Elizabeth’tir. Yarın ilan edilecek cumhuriyetler de, 1975’teki İngilizci darbeyi bize unutturmamalı...

Page 361: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

361

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (35): Asya Birliği’ne Doğru (mu?) ASEAN (Güneydoğu Asya Birliği), 10 Güneydoğu Asya ülkesinin bölgesel bütünleşme çabası. 1967’de, Endonezya, Malezya, Filipinler, Singapur ve Tayland tarafından, yükselen Asya komünizmine karşı ve dünyanın diğer bölgelerindeki bölgesel bütünleşme çabalarına bir tepki olarak doğdu. Kurulmasından hemen önce, Sukarno’nun başta olduğu Endonezya, Malezya ile koloni-karşıtlığı adına savaşmış; savaş, Sukarno’nun yerine ABD dostu Suharto’nun Endonezya devlet başkanı olması ile son bulmuştu. Dolayısıyla, Güneydoğu Asya Birliği’nin tarihi, Endonezya’nın amerikancılaşmasıyla başlar. ASEAN, 1990’lara dek olan dönemde, bölge siyasaları güden ABD, SSCB ve Japonya gibi süpergüçlerin gölgesinde, silik bir birliktelik sergiledi. 1978-1989 arası dönemdeki temel işi, Kızıl Khmerler’e karşı Kamboçya’yı işgal etmiş Vietnam’ın Kamboçya işgalini sonlandırma çabası oldu. Bu konuda ASEAN, süpergüçlerin arasında, cılız bir ses bile çıkartamadı. Denklemler, 1990’larda değişmeye başladı: 1995’te ASEAN’ın ana düşmanı Vietnam, üyeliğe kabul edildi. Laos ve Myanmar 1997’de; Kamboçya ise 1999’da kabul edildi. Petrol zengini küçük ülke Brunei ise, 1984’te Britanya’dan kansız bir biçimde bağımsız olduktan sonra, ilk iş olarak, ASEAN’a üye olmuştu. 1995’te Vietnam, ASEAN’a kabul edildi çünkü birliğin tehdit algısı, Sovyet Bloğu’nun çöküşünden sonra, komünizmden Çin yayılmacılığına kaymıştı. Endonezya, Vietnam’ı ASEAN’a almakla, Çin’in az da olsa gücünü kırmak istemişti. Onyıllardır askerlerce yönetilen Myanmar’ın birliğe kabul edilmesi de benzer bir nedene dayanır: Amaç, uluslararası kınamalar nedeniyle dünyadan tümüyle yalıtılmış olan Myanmar’ı, ASEAN’a alarak Çin etkisinden çıkarmaktı. İki siyasa da başarısız oldu. 1999’dan bu yana, ASEAN, Doğu Timor dışındaki tüm Güneydoğu Asya ülkelerini kapsıyor; oysa, bu ülkeler arasında tutumyapı (ekonomi) ve siyasal yapı açısından uçurumlar bulunmakta: Yoksul ülke Laos’la varsıl Brunei arasındaki gelir uçurumu, neredeyse Avrupa ile Afrika arasındaki uçuruma denk. Brunei’de sultanlık, Laos ve Vietnam’da Komünist Parti önderliğindeki tek partili yönetim; Myanmar ve Tayland’da asker yönetimi; Singapur ve Malezya’da çok partililik görünümlü tek partililik ve Kamboçya, Endonezya ve Filipinler’de çokpartililik var. 1997 Asya Finans Bunalımı’na dek, ASEAN’ın, uluslarası kamuoyunda yine de bir saygınlığı vardı. Ne de olsa ‘Asya Kaplanları’ydılar onlar. Ve kimi yanılgılı araştırmacılara göre, bu Asya mucizelerinin altında, ‘Asya değerleri’ yatıyordu. Bu görüşler, 1997 Asya Finans Bunalımı’yla tuzla buz oldu. Tayland’da başlayan bunalım, özel kesimin yüksek tutarda kredi alıp sonra karlı yatırımlar yapamadığı için kredileri geri ödeyememesinden kaynaklanmıştı. Tayland’da başlayan bunalım, Meksika dansı gibi, en çok, Endonezya’yı, Filipinler’i ve oradan, ASEAN üyesi olmayan Güney Kore’yi etkiledi. Toplumsal yansıbilim (sosyal psikoloji) açısından bakarsak, bu, bir örselenme (travma) idi ve böylece, öbek kimliğini daha da güçlendirmesi beklenirdi. Savaşan iki devlete ortak bir düşman bulursanız, savaşmayı kesip üçüncü bir devlete düşmanlıkta ortak olabilirler. Asya Finansal Bunalımı ise, ASEAN mayasını sağlamlaştırmak yerine, zayıflattı. Çünkü birincisi, ‘Asya Kaplanları’ imgesi tuzla buz olmuştu ve ikincisi, bunalım sonrası, ülkeler, birlik

Page 362: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

362

(ASEAN) düzeyinde ortak siyasalar gütmeyip “her koyun kendi ayağından asılır” hesabı, kendi başlarının çaresine bakmıştı. ASEAN’ın tarihi, ülke çıkarlarının üstünde çıkarlar gibi bir kaygı güdülmediği için, çelişkilerle doludur: ASEAN kurucu üyesi Endonezya, 1975’te Portekiz’den bağımsız olan Doğu Timor’u işgal etmiş; Doğu Timor’un 1999’da bağımsız oluşuna dek bölgede toplukıyımlar gerçekleştirmişti. Aynı ASEAN, Vietnam’ın Kamboçya’dan çekilmesinin ateşli savunucusu olmuştur (Vietnam’ın Kamboçya işgalini eksileri ve artıları ile başka bir yazıda ele alacağız). ASEAN, 1997’de asker yönetimi altında inim inim inleyen Myanmar’ı, cuntayı olumlar biçimde üyeliğe kabul etmiş; ama aynı ASEAN, 1997’de alacağı Kamboçya’yı, askeri darbe olduğu üstünde bir oydaşım (consensus) bile bulunmayan 1997 Temmuz Olayları nedeniyle üyeliğe almamıştır. Kamboçya, ancak 1999’da üye olabilmiştir. Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı gibi, ASEAN, bir ülkeyi üyeliğe almadan önce demokratikleşme ve sivilleşme yönünde adımlar atılmasını şart koşmuyor. Aslında, ASEAN üyesi olmanın hiç bir koşulu bulunmamakta. İşte bir toplumsal yansıbilim olgusu daha: Zor girilen öbeklerin kimlikleri daha güçlüdür. Oysa, otobüse binen yolculara benzer, girip çıkması kolay öbekler... Öbek oluşturdukları bile kuşkuludur. Birliktelikleri geçicidir; çünkü biri, az sonra inecek; ardından başkaları binecektir. Kısacası, girişte koşul koymayan, ortak amacı ve düşmanı bulunmayan, üyeleri arasında büyük gelir uçurumu ve siyasal düzen farkları olan günümüzdeki ASEAN için iyimser bir gelecek düşünmek zor. Ama yine de, 30 yıl önce, ASEAN’ın ‘komünizm karşıtlığı’ ortak paydasını bırakabileceğini düşünmek olanaksızdı... Bakalım 30 yıl sonra hangi başkalaşımla ne hale gelecek ASEAN...

Page 363: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

363

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (34): Hala ‘Soğuk Savaş’an Malaya... Malaya’nın (Malezya, Singapur ve Brunei) ve Endonezya’nın 1960’lardaki siyasal koşulları, çok kişinin canına mal olurken; Singapurlu Sosyalist Parti milletvekili Chia Thye Poh’un (1941- ; milletvekilliği: 1963-1966) 32 yılını tutsaklık koşullarında geçirmesine neden olacak ve bağımsız Endonezya’nın kurucusu Sukarno’nun da (1901-1970; yönetimi: 1945-1967) bir CİA darbesiyle iktidardan düşmesine yol açacaktı. Poh, Çin’de fizik eğitimi almış Çin kökenli bir Singapurlu. Üniversitede fizik dersleri verirken, 22 yaşında, Singapur’da Sosyalist Parti milletvekili oluyor. Vietnam’daki savaş için ABD’yi protesto etmek üzere izinsiz gösteri düzenlemekten 1966’da tutuklanıyor ve kısa bir süre sonra salıveriliyor. Ne oluyorsa ondan sonra oluyor: Birkaç ay sonra, Singapur’da halk ayaklanması düzenlemekten tutuklanıyor. Diğer örgütleyiciler pişmanlık dilekçesi vererek salıverilirken, Poh, dilekçe vermeyi reddediyor. 1989’a dek, 23 yıl, yargılaması yapılmadan, hakkında hiç bir yasal suçlama olmaksızın, İngiliz Koloni döneminden kalma İç Güvenlik Yasası’na dayanılarak hapiste tutuluyor. 1989’da salıverildiğinde, üstüne bir de, 9 yıl ev hapsinde tutuluyor. Toplam 32 yıllık hapisliği ile, 27 yıl hapis yatmış olan Nelson Mandela’dan bile daha uzun süre tutsaklık yaşamış oluyor. 32 yıl sonra, tüm yurttaşlık hakları geri verildikten sonra, yurtdışına çıkıyor; kalkınma ekonomisi üstüne yazdığı tezle doktor oluyor. Singapur’da hala siyasi yasaklılar arasında... Şaşırtıcı olan, Poh’un bu kadar uzun süre hapis yatması yanında, Çin’in O’nun salıverilmesi için bir çaba göstermemiş olması. Oysa Poh, hem Çin kökenli hem de Sovyet tipi sosyalizme değil, Çin tipi sosyalizme yakınlık duyuyordu. Karma ekonomiye geçen Çin, belki de, Poh’u, 1972’de, ABD başkanı Nixon’un Çin’i ziyaretiyle başlayan iki ülke arasındaki ticaret adına unuttu. Poh’un serbest bırakılması, Çin sayesinde değil, Nelson Mandela’nın hapisten çıkışı sonrası Singapur Devleti üstünde artan uluslararası baskılar dolayısıyla oldu. Ev hapsinin kaldırılması ise, Singapur’da yapılacak bir insan hakları toplantısı dolayısıyla yine Singapur Devleti üstünde artan uluslararası baskılar sayesindedir. 1947’de Hindistan’ı ve Pakistan’ı bağımsızlık yanlılarına bırakan Kolonici İngiltere, -o zamanki adıyla- Malaya’yı bırakmamakta kararlıydı. En büyük korkusu, bölge 2. Paylaşım Savaşı’nda Japon işgalindeyken direnen, Malaya Komünist Partisi önderliğindeki Malaya Halk Kurtuluş Ordusu’nun İngiltere’yi bölgeden kovabilecek güçte olması idi. 1945’te Hollanda’dan bağımsız olan Endonezya ise; bir yandan, ABD’ye de Sovyetler’e de tavır alan devletlerden oluşan Bağlantısızlar Hareketi’nin önderliğine soyunurken; bir yandan da, koloni-karşıtlığı nedeniyle, komünist çizgiye yakın bir duruş sergilemişti. Bölgenin, İngiltere’nin koruyuculuğu altında yeni bir koloni yönetimine dönüşmesi tasarısına karşı, Endonezya, Malezya’ya savaş ilan etmişti. ‘Endonezya-Malezya Yüzleşmesi’ (1962-1966) olarak adlandırılan düşük yoğunluklu savaş döneminde, Endonezya, küçük birlikleri Malezya’ya sızdırmış; Malaya Komünist Partisi’yle işbirliği içinde İngiltere’yi ve bölgenin İngilizcileri’ni iktidardan düşürmek için çeşitli eylemliliklerde bulunmuşlardı. Malaya Komünist Partisi, İngiltere’nin yeni-kolonici birlik tasarısına karşı, başka bir birlik tasarısıyla çıkmıştı. Yüzleşme, Endonezya’nın 1966’da pes etmesiyle son bulacaktı. 1965’te CİA, koloni-karşıtı duruşuyla komünistlere yakınlık duyan, bağımsız Endonezya’nın

Page 364: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

364

ilk devlet başkanı Sukarno’yu devirmek için bir darbe tezgahlamış; Sukarno’yu düşürmekle kalmamış, 300,000-1,000,000 Endonezya Komünist Partisi üyesini de toplukıyıma uğratmıştı. Endonezya-Malezya Yüzleşmesi’nin bitiminde, artık, Endonezya’nın başında, komünizm-karşıtı, ABD dostu bir devlet başkanı (Suharto) vardı. Yüzleşmeden bir yıl sonra, 1967’de, Endonezya, Malezya, Tayland, Filipinler ve Singapur gibi nam salmış ABD uyduları, Vietnam’dan ve özellikle Çin’den gelmesi beklenen ‘komünizm tehlikesi’ne karşı, Güneydoğu Asya Birliği (ASEAN) örgütünü kurdular. Bu örgüt, 1995’te Vietnam’ı da üye olarak kabul etmiş; ilerleyen yıllarda kuruluş amacından neyse ki saparak, Güneydoğu Asya’nın 10 ülkesinden Avrupa Birliği gibi bir birlik oluşturma çabası içine girmiştir. Güneydoğu Asya Birliği’ndeki dönüşüme karşın, Bugün, Singapur’da, Malezya’da ve 1984’te İngiltere’den bağımsız olan petrol zengini küçük ülke Brunei’de, ‘komünizm korkusu’yla kolonici İngiltere tarafından getirilmiş İç Güvenlik Yasası geçerli. Brunei, zaten bir sultanlık olarak, ‘mutlakiyet’le yönetiliyor. Çeşitli etnik öbeklerden oluşan Singapor’da bu çeşitlilik ve bundan doğabilecek olası kargaşayı önlemek adına, haber alma özgürlüğü engelleniyor. Malaya, hala ‘soğuk savaş’ıyor! Singapur, Brunei ve Malezya’nın yüksek yaşam standartları sürdükçe (dünya ölçeğinde, yaşam standartları açısından, Singapur, 25.; Brunei, 30. sırada; Malezya, Türkiye gibi, ilk 50’de değil), Soğuk Savaş dönemi baskı siyasalarına pek fazla karşı çıkan olmayacak. Asıl muhalefet, bu üç ülkede ekonomik bunalım yaşandığında ortaya çıkacak...

Page 365: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

365

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (33): Dünden Bugüne Endonezya Endonezya, Hollanda’dan bağımsız olduğu 1945’ten bu yana, o ya da bu biçimde, ‘Pancasila’ olarak adlandırılan 5 İlke ile yönetiliyor ve bu özellik, 6 Ok’u andırıyor; fakat içerikte farklılaşma var. Beş ilke şöyle: 1) ‘Tevhid’ İlkesi: Endonezya Devleti, tek Allah/ Tanrı inancına dayanır; 2) ‘Adil ve Uygar İnsanlık’ İlkesi: Sömürünün olmadığı bir düzenin savunusudur; 3) ‘Endonezya’nın Birliği’ İlkesi: “Endonezya bölünmez bir bütündür”de billurlaşan saldırgan ulusalcılığın ta kendisidir; 4) Oydaşma (Consensus) İlkesi: Bu ilke, ki çoğunlukla uygulanmamıştır, kararların tepeden inmeci bir biçimde değil, tarafların bir çözümde anlaşması ile alınması ilkesidir. 5) Toplumsal Adalet İlkesi. Pancasila, 1945’te, Endonezya bağımsızlığının önderi Sukarno (1901-1970; yönetimi: 1945-1967) tarafından ortaya atılmış; Suharto (1921- ; yönetimi: 1967-1998) tarafından üniversite eğitimi için zorunlu kılınmış ve daha da ötesi, Pancasila’ya dayanmayan partiler, yasadışı ilan edilmiştir. İlk ilke, İslamcılar arasında, şeriatı açık olarak benimsemediği için ve İsacılık gibi diğer tektanrılı dinleri de içerdiği için çoğunlukla reddedilmiştir. Öte yandan, Endonezya’daki yerli dinlere inanan çok sayıda insan, çoktanrılı inanışlara sahip oldukları için bu ilkeyi reddetmiştir. Üçüncü ilke, 1975’te Endonezya’nın Doğu Timor’u işgali ve sonrasında Endonezya ordusunun Doğu Timor’daki toplukıyımları için dayanak yapılmıştır. Dördüncü ilke, Endonezya’nın kurucusu olduğu Güneydoğu Asya Birliği’nin (ASEAN) karar düzeneği olarak belirlenmiş ve böylece, birliğin neredeyse hiç bir zaman kayda değer bir karar alamamasını sağlamıştır (çünkü tüm devletlerin üzerinde anlaşabileceği bir karar bulmak neredeyse olanaksız). Aslında, Pancasila, 6 Ok gibi, çeşitli Avrupa düşünyapılarının (ideoloji) bir karışımından oluşmaktadır. 3. ilke, Nazilerden; 2. ve 5. ilke açıkça, toplumsalcı dünya görüşünden esinlenmiştir. Sukarno, bu ilkelere ülkede saygınlık kazandırmak için, sanki bu ilkeler, Avrupa’dan alınmamış da, Endonezya’nın yerli geleneklerinde kökleri varmış gibi yeni bir tablo çizmiş; O’ndan sonra gelen Suharto ise, Pancasila’yı tümüyle yerlileştirmiştir. Endonezya bağımsızlığının önderi Sukarno, 1955’te Bandung Konferansı’nda, ABD ve Sovyetler’e karşı bağımsız bir siyaset izleme çabası içerisinde olan Yugoslavya, Çin ve Mısır gibi ülkelerin önderliğine soyunsa da; herzaman Sovyetler’e ve Çin’e yakın bir çizgiye sahip olmuştu. O’nun döneminde, temel dayanak noktalarından biri olan Endonezya Komünist Partisi, sosyalist ülkeler dışında, en çok üyesi olan komünist parti olarak nam salmıştı. O’nun düşüşüyle, partinin düşüşü çakışacaktı. 1965’te Endonezya’nın ABD yörüngesi dışındaki duruşundan rahatsız olan CİA, darbe düzenlemeye kalktı; olaylar uzadı ve sonunda CİA piyonu asker Suharto, Sukarno’yu görevden uzaklaştırmakla kalmadı; 300,000-1,000,000 Endonezyalı komünisti ülke çapında öldürttü. O’nun dönemi, Türkiye’deki 12 Eylül sonrası Türk-İslam bireşimi gibi ‘Endonez-İslam bireşimi’ dönemi olarak anılacaktı. Bu dönemde, Suharto, 31 yıllık iktidarını korumak için; bir, Endonez (ulusalcı) ayağına kaydı; bir, İslam ayağına kaydı. Ama bu sarkaç gibi salınımları ne yönde olursa olsun, şu konularda şaşmadı: Sukarno’nun kamulaştırdığı işletmeleri ve diğerlerini

Page 366: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

366

özelleştirme; Endonezya’yı yabancı sermayeye açma; daha fazla yoksulluk; İMF gibi kurumlardan alınan kredilerin Suharto’nun kendi hesabına geçirilmesi (kimi kaynaklarda, 31 yılda zimmetine geçirdiği toplam 15-35 milyar dolarla, dünyanın kendi zimmetine en çok para geçiren başkanı olarak nitelendirilmektedir); öğrenci eylemlerinin kanla bastırılması; vitrinlik demokraside, hükümet karşıtı karar alan parti kongrelerinin askerlerce basılması vb. Suharto, 1998’de, Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra Asya komünizmine karşı ABD uydusu rolünün artık gereksiz olması, Asya Finans Bunalımı’nın bir sonucu olarak enflasyonun tavan yapması, Doğu Timor’da Endonezya Ordusu’nun gerçekleştirdiği toplukıyımlara uluslararası tepkiler ve Sukarno’nun kızı Sukarnoputri’nin etkin muhalefet çalışmaları sonucu, iktidardan düşürüldü; ancak, siyasetkırım (politicide, siyasal nedenlerle yapılan toplukıyım), rüşvet ve zimmetine para geçirme suçlamalarıyla yargılanamadı; çünkü doktorları, Suharto’nun bozulan sağlığının yargılamaya izin veremeyeceğini ileri sürüyorlardı. O’nun yerine, yine rüşvet batağına batmış oğulları yargılandı ve hapis cezasına çarptırıldılar. Nehirlerin kan aktığı söylenen günlerde (1965’te), Suharto’nun emriyle, İslamcılar tarafından kör bıçaklarla öldürülen yüzbinlerce komünistin kanı ise hala yerde duruyor... 1998’de, Suharto’dan sonraki seçimlere kadar geçici bir süre devlet başkanı olan Yusuf Habibi (Jusuf Habibie, 1936- ; yönetimi: 1998-1999), Endonez-İslam bireşiminin İslam’a kayışının temsilcisi idi. Yine de, ülkede özgürlük alanının genişletilmesine katkısı oldu: Kısa süreli yönetiminde, partiler üzerindeki Pancasila kısıtlaması kaldırıldı; siyasal tutsaklar serbest bırakıldı. Ülkede yaşayan çok sayıda Çinli’ye baskı yapan, onlara zorla Endonez adları veren Suharto yönetiminin siyasasının tersine, Çinliler’e çeşitli özgürlükleri iade edildi. Uluslararası baskılara dayanamayan Habibi, Doğu Timor’da halkoylaması yaptırdı; hiç ummadığı bir sonuçla, Doğu Timor halkının çoğunluğu bağımsızlık istedi ve Habibi, kararı kabul etmek zorunda kaldı; bu nedenle çok eleştirildi. Habibi’den sonra gelen, babası Endonezya’nın ilk Diyanet İşleri Bakanı olan ve kendisi de Mısır ve Irak’ta din eğitimi almış, Suharto sonrasında Ulusal Uyanış Partisi’ni kurmuş Abdurrahman Vahit (Abdurrahman Wahid, 1940- ; yönetimi: 1999-2001), ülkenin İslam’a kayışının doruğu idi. Yine de, görece ılımlı olduğu için ülkenin İslamcıları tarafından pek de sevilmeyen bir başkan idi. Ülkede 1965’ten beri yasak olan, marksçı-leninci yayınlara, Vahit döneminde, hoşgörü adına serbestlik tanındı. Çinliler’in koşulları daha da rahatlatıldı. Yine de, Vahit’in yönetiminde skandallar ve yönetim beceriksizlikleri eksik olmadı. Vahit de, Suharto gibi, Sukarnoputri’yi başkanlık koltuğunda görmek isteyen halk gösterileri sonucu iktidardan düştü. 1998’de Suharto’nun 31 yıllık iktidarını tuzla buz eden büyük halk ayaklanması, 2001’de Sukarno’nun kızı Sukarnoputri’yi (1947- ; yönetimi: 2001-2004) iktidara taşıyacaktı. Evhanımı olan Sukarnoputri’nin siyasetle aslında hiç bir ilgisi yoktu, başkanlığı sırasında da silik bir önderlik sergiledi. Ülkenin ilk kadın devlet başkanı idi, ama bu görevi taşıyacak düşünsel donanıma sahip değildi. Rüşvete bulaşmadığı için ve herşeyden önemlisi Sukarno’nun kızı olduğu için büyük halk desteğine sahip olan Sukarnoputri’nin özel ilgi alanlarını en başta astroloji ve falcılık oluşturuyordu! Sanırız daha fazla söze gerek yok.

Page 367: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

367

Sukarnoputri’den sonra gelen bugünkü devlet başkanı Susilo Bambang Yudhoyono (1949- ; yönetimi: 2004- ), ordu kökenli bir aydın. Başkan olmadan önce, görüşleri nedeniyle ‘Düşünen General’ olarak adlandırılıyordu. Çeşitli ülkelerde bir asker olarak eğitim almış, ‘Yoksulluk ve İşsizliği Önleme Çabası Olarak Kırsal ve Tarımsal Kalkınma: Mali Siyasanın Politik Ekonomik Çözümlemesi’ adlı teziyle doktor olmuştur. O’nun yönetiminde, ücretsiz eğitim ve ücretsiz sağlık yönünde girişimlerde bulunulmuştur. Öte yandan, Susilo, Doğu Timor işgalinde üst düzeyde görev yapmış bir komutandır ve bu nedenle, bir savaş suçlusu olarak yargılanması gerekmektedir. Ama elbette yargılanmamıştır. Doğu Timor, diğer birçok küçük ülke gibi, tam da küçük olması nedeniyle, bağımsızlıkla yetinmeyi yeğliyor; toplumkıyımların hesabını sormuyor ya da soramıyor. İşte Endonezya’nın 63 yılı... Önce toplumsal adaletten yanalık, sonra ABD’nin Muhammedci ülkelere dayattığı Endonez-İslam bireşimi ve sonra, Soğuk Savaş sonrası oluşan yeni ortam... Geleceği kestirmek zor olsa da, Endonez ve İslam öğelerinin gelecekte de, öyle ya da böyle, etkili olacağına kuşku yok. S.S. (Suharto’dan Sonra) Notu: İşte o eli kanlı Suharto, 27 Ocak 2008’de öldü. Ölümü Endonezya için büyük bir kayıp olmadı; büyük bir değişikli ğe de yol açmadı. Çünkü Endonezya’nın şu anki devlet başkanı, dünyanın gelmiş geçmiş en rüşvet zengini devlet başkanı Suharto için yas ilan etti ve halkları bu ‘büyük’ önder için dua etmeye çağırdı. Oysa, halklar, dua yerine lanet okuyorlar yıllardır ve yas tutmak yerine bayram ediyorlar bugün. En büyük üzüntüleri ise, yargılanmadan ölmesi. Suharto’nun ölümüne bu yazıda çok az yer ayırıyoruz. 3 nedenle: Birincisi, bu konuda yeterince yazıldı çizildi. İkincisi, Suharto’nun getirdiği baskıcı kurumların çoğu yerli yerinde duruyor. Dolayısıyla, Suharto hala ölmüş değil. Üçüncüsü, Suharto, -bu büyük olduğu ileri sürülen ‘küçük adam’- dünya halklarının adalet kavgasında küçük bir nokta yalnızca... O halklar ki nicesini devirdi şimdiye dek...

Page 368: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

368

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (32): Yılbaşı’nın Vietnam’da Farklılaşmış Anlamı Üstüne Yılbaşı denince Türkiye’de aklımıza – yüzümüzü AB(D) ‘uygar’lığına dönmemiz nedeniyle, Noel Baba ve çam ağaçları gibi imgeler gelir. 31 Aralık’ın bitiminde yeni bir yıl başlamaktadır. Vietnam’da ise, Çin’de de olduğu gibi, daha doğrusu, Vietnam, tarihte bin yıllık Çin yönetimi altında az-çok Çinlileştiği için, yılbaşı, Ocak sonunda ya da Şubat başında kutlanıyor. Vietnam’da yılbaşı, en büyük dinlence zamanı ve aylar öncesinden yer ayırtılıyor. Çoğunlukla tüm oteller ve tüm yolculuk biletleri, 2 ay önceden ayırtılmış oluyor. Gelenekler açısından, Vietnam ve Çin arasında hemen hemen hiç bir fark bulunmamakta: Vietnamca’da ‘Tet’ olarak adlandırılan Yılbaşı, uzaklarda yaşayan aile üyelerinin biraraya geldiği bir bayram. Evler, ölülerin hatrına çiçeklerle süsleniyor. Yeni bayramlıklarını giymiş çocuklara büyükler kırmızı zarflar içinde harçlık veriyor. Yılbaşı gününde kimse, davet almadan bir başkasını ziyaret etmiyor çünkü Yılbaşı’nda eve ilk gelenin ailenin yazgısını belirleyeceği düşünülüyor. Kimi zaman, ev sahibi, geceyarısı gidip sabaha karşı eve dönerek, eve Yılbaşı’nda ilk giren kişi oluyor ve böylelikle bu inançtan gelen kaygı da çözülmüş oluyor. Yılbaşı’nda ev süpürmenin ve yakını yeni ölmüş birinin ziyaretinin uğursuzluk getireceğine inanılıyor. Ayrıca, Yılbaşı’nda saat (zamanın geçtiğini anımsattığı için), kedi (Vietnamca’da ‘yoksulluk’ sözcüğüne yakın bir sözcük olduğu için), ilaç (hastalığı anımsattığı için) gibi armağanların da uğursuzluk getireceğine inanılıyor. Çin’de de olduğu gibi, bu batıl inançlar, sosyalizm altında sönmüş değil ve karma ekonomiye geçişle birlikte, sağlık odaklı yılbaşı dileklerinin yanına zengin olma ve paranın su gibi akması gibi dilekler eklenmiş durumda. Öte yandan, Çin’den farklı olarak, Yılbaşı’nın, Vietnam’da, yakın siyasal tarih nedeniyle yüklendiği 40 yıllık yeni bir anlamı var: 1968 yılbaşında, Viet Kong, 155 irili ufaklı yerleşim biriminde aynı gün saldırı düzenlemiş; saldırıda ABD ve müttefiklerinden yaklaşık 6,500 askere karşılık yaklaşık 100,000 Viet Kong savaşçısı ölmüştü. ‘Yılbaşı Saldırısı’ ya da ‘Tet Saldırısı’ olarak adlandırılan saldırıdaki orantısız kayıplara karşın, Viet Kong için saldırı, bir gambit idi. Diğer bir deyişle, savaşı kazanmak için, çok sayıda askerin feda edilmesi gerekiyordu. Viet Kong, gerçekte, saldırıdan bu kadar kayıp beklememişti; ancak, Yılbaşı Saldırısı, ABD ordusuna ve kamuoyuna büyük bir psikolojik darbe indirmişti. O zamana dek “Direnişi ezmek üzereyiz, hiç güçleri kalmadı” türü açıklamalarla dolup taşan sansürlü ABD basın-yayını ve genel olarak uluslararası kamuoyu, direnişin gücünü görerek şaşkına dönmüş, böylece ABD’nin güvenirliği ve saygınlığı tuzla buz olmuştu. Bundan sonra ABD, kamuoyuna uydurma bilgiler veren taraf olarak anımsanacaktı. İşte bu nedenle, kimi araştırmacılara göre, 2. Hindiçini Savaşı, 1975’te, kalan son ABD kalesi Saygon’un (bugünkü Ho Çi Min Kenti) Viet Kong’a geçmesinden çok önce, 1968’de Yılbaşı Saldırısı’nın psikolojik etkisiyle bitişe yaklaşmıştı. ABD ve Güney Vietnam istihbaratı, büyük çaplı bir saldırı olacağını sezmişti; ancak, Viet Kong’un böyle büyük bir feda eylemi yapacaklarını akıllarının ucundan bile geçirmiyorlardı. Viet Kong, Che’nin sözünü benimsemiş, “gerçekçi olup imkansızı istemişti”. Viet Kong, Yılbaşı Saldırısı’ndan önce, toplamı 1.2 milyon askeri bulan ABD, Güney Vietnam, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Kore ve Tayland silahlı güçlerinin dikkatini dağıtmak için, açık savaş koşullarında üstünlüğün kesinlikle ABD

Page 369: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

369

güçlerinde olduğu Kuzey Vietnam-Güney Vietnam sınırında saldırılar düzenledi. Böylece işgal orduları, Güney Vietnam’ın kıyı yerleşimlerini ve iç bölgelerini bırakıp sınıra yığınak yaptı. 155 saldırıdan biri de Güney Vietnam’ın başkenti Saygon’da idi. Saygon saldırısındaki hedeflerden biri, Ulusal Radyo idi. Ho Çi Min’in Güney Vietnam halkını ayaklanmaya çağıran konuşmasının banttan yayınlanması amaçlanıyordu; ancak, bu, başarıya ulaşamadı. Bir diğer hedef, ABD Büyükelçiliği idi. Bu da, başarısız bir saldırı oldu. Ancak, 155 yerde aynı günde yapılan saldırı, işgal güçlerinde büyük bir moral bozukluğu yaratmıştı. Yılbaşı Saldırısı, Mayıs başında 119 noktada yinelecek ve bunu Ağustos’ta 3. saldırı dalgası izleyecekti. Kimi araştırmacılara göre, Amerikan Savaşı’nın düğüm noktası olan Yılbaşı Saldırısı, uluslararası kamuoyunu harekete geçirmekle kalmamış; Viet Kong’un halk gözündeki meşruluğunu da gözler önüne sermiş ve böylelikle, barış görüşmelerinde, Viet Kong’un ‘Güney Vietnam Geçici Devrimci Hükümeti’ adı altında taraf olabilmesini sağlamıştı. Dolayısıyla, Yılbaşı Saldırısı, yitirilen yüzbin cana karşın, bağımsızlığın yolunu açmıştı. İşte bu nedenle, Türkiye’de ‘yılbaşı’ denince akla Noel Baba, çam ağaçları vb. gelirken, Vietnam’da Yılbaşı, bağımsızlık kavgasıyla anılıyor...

Page 370: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

370

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (31): ABD’nin Oyundan Düşmüş Piyonu Bhutto Üstüne 30.12.2007 Benazir Bhutto’nun (1953-2007) öldürülmesi sonucu dünyada tepkiler yağdığını söylüyor gazeteler. Elbette, bu şiddet eylemini kabullenmek olanaksız; ancak, Bhutto’nun ölümü, bizim ““merhumu nasıl bilirdiniz?”, “iyi bilirdik”” türü bir bakışla, Bhutto’nun kimliğini yadsımamızı getirmemeli. Bhutto’nun babası Zülfikar Ali Bhutto (1928-1979; 1971-1973, Pakistan Devlet Başkanı; 1973-1977, Pakistan Başbakanı), bir İslam sosyalisti idi; ancak sınıfsal köken olarak, bir toprak ağası bile değil, Bhutto aşiretinin başı idi. Aslında, Bhutto’nun kadın olmasına karşın, çoğunluğu Muhammedci bir ülkede iki kez başbakan olarak seçilebilmesinin tek nedeni, Bhutto Hanedanlığı üyesi olmasıydı. Bunun örneğine başka Asya ülkelerinde de rastlanmaktadır: Endonezya’da Megawati Sukarnoputri (1947- ), Endonezya’nın kurucusu Sukarno’nun (1901-1970) kızı olmaktan aldığı siyasal güçle, devlet başkanlığına kadar yükselmiştir. Burma’da, Nobel Barış Ödüllü insan hakları eylemcisi Aung San Suu Kyi’nin (1947) babası (Aung San, 1915-1947), bağımsız Burma’nın birkaç kurucusundan biri idi. Hindistan’da, Mahatma Gandhi’nin (1869-1948) onursal gelininden (İndira Gandhi, 1917-1984; yönetimi: 1966-1977, 1980-1984) sonra, onursal torunu (Rajiv Gandhi, 1944-1991; yönetimi: 1984-1989) başbakan olmuştu. Başbakanlığı sırasında, bir başka aşiretin (Zardari aşireti) başı olan ve aldığı milyon dolarlık komisyonlar nedeniyle ‘Bay % 10’ olarak adlandırılan eşi Asıf Ali Zardari’yi (1956- ) Yatırım Bakanlığı’na getirecek kadar ve 1993’te bir daha başbakan olduğunda, rüşvetten hapis yatan eşini serbest bıraktıracak kadar yüzsüz bir rüşvetçi olan Benazir Bhutto, bir halk cumhuriyeti anlayışına sahip olsa idi; Bhutto Hanedanlığı’ndan olmasının halkın çıkarları açısından çok önemi olmayabilirdi. Çünkü Asya’da iki tane sosyalist kral örneği bulunmaktadır: Kamboçya’nın sosyalist kralı Sihanuk yanında, bir de, Laos’un 3 prensinden biri olup, Amerikancı olan ve tarafsız olan diğer iki prensin tersine, sosyalist olan ve 1975’teki devrimden sonra Laos Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin 1975-1991 arası devlet başkanlığını yapmış Yoldaş (Prens) Suphanuvong (1909-1995) örneği var. Ancak, Benazir Bhutto, milyonlarca dolarlık rüşvet davalarıyla ve ABD piyonu olarak öldü. Rüşvetle edindiği milyon dolarlık malvarlığını açıklamış olsaydı; O’nu, belki de, intihar bombacısından önce, bugün Pakistan’da O’nun adına ağıtlar yakanlar öldürecekti. Aslında, O’na yönelik yoğun halk desteği de, Türkiye’deki duruma benzer bir nedenden kaynaklanıyordu: Pervez Müşerref’in (1943- ) bir alternatifi bulunmuyordu. Halk, Müşerref’in karşısına çıkacak her seçeneği elbette destekleyecekti. Ayrıca, kır yoksulları, hala, cipten inip kir pas içindeki yoksul insanları kucaklar biçimde anımsadıkları baba Bhutto’nun (Zülfikar Ali) hatrına Benazir’i destekliyorlar. Oysa, gerçekte, Pervez Müşerref’le Bhutto arasında rüşvetçilik açısından bir fark bulunmamakta. Bhutto’nun Pakistan’a dönüşü nasıl olmuştu, anımsayalım: Rüşvet suçlamaları nedeniyle sürgüne gönderilip Dubai’de keyif çatmış; o süreçte, Bush’la çok sayıda

Page 371: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

371

görüşme yapmış ve Pakistan’ın Taliban’la ve El-Kaide’yle mücadeledeki başarısızlıklarına vurgu yaparak, Bush’u, kendisinin Pakistan’ı daha iyi yöneteceğine; ‘teröristlerin başını daha iyi ezeceğine’ ikna etmişti. Bunun üzerine, Bhutto, Pakistan’a, Pervez Müşerref’ten, rüşvet davalarından muaf olma sözü alarak dönmüştü. Yine bir başka Amerikancı olan Pervez Müşerref, ABD’nin “Bhutto’yla güçlerini paylaş!” dayatmasına ‘hayır’ dememiş; ama bir yandan da, Bhutto’yu ülkede istemediği için, Pakistan devleti içindeki Bhutto’dan rahatsız olan güçleri engellememiştir. Kasım’da Müşerref, Olağanüstü Hal ilan etmiş; buna karşılık olarak, Bhutto, New York Times Gazetesi’nde (3 Kasım 2007), Bush’un özgürlük ve demokrasiyle ilgili yüce (!) değerlerinden dem vurup ABD’yi Pakistan’a müdahale etmeye çağırmıştır! Bakın bu ‘demokrasi havarisi’ olduğu söylenen, Harvard’da Uluslararası Hukuk ve Diplomasi eğitimi almış Benazir Bhutto, Irak işgaliyle ilgili ne diyor: “Pakistan, bu gidişle Irak’a dönecek. Irak’ta ne olduğunu görüyoruz. Bir diktatörlük vardı; halk, ayaklandı ve kanlı son.” (*) Bhutto, Irak işgalini kınamak bir yana, Bush’un ağzıyla konuşuyor. Irak’ta işgal yok, demokrasi mücadelesi var O’na göre... O’na sürgünde kucak açan Arap petrol şeyhleri, ne kadar Irak işgali-karşıtı ise, O da elbette o kadar olacak... 1996’da, bölgede istikrarı sağlama gerekçesiyle Taliban’a bile destek olmuş olan Benazir Bhutto, daha önce iki kere (1988-1990; 1993-1996) başbakan olmuştu. Pakistan yasalarına göre, üçüncü kez başbakan olması olanaksızdı. Bhutto’nun seçimlere girebilmesi için yasaların değişmesi gerekiyordu. Ama iktidara doymayan Bhutto’ya iki kez başbakanlık yetmemişti; sırtını yasladığı ABD, elbette bu yasa değişikli ğinin çaresini bulurdu. Herşeye karşın, Bhutto, bir suikastle ölmemeli; onun yerine uluslararası saygınlığı olan bir mahkemede önce rüşvetten, yani halkının milyonlarca dolarını çalmaktan (çünkü Bhutto’nun, Pakistan’ın yoksulluğunda büyük bir payı var aslında); daha sonra, gelecekte, Irak’taki savaş suçlarıyla ilgili kurulacak uluslararası bağlayıcılığı olan bir mahkemede, savaş suçlularıyla işbirliği yapmaktan yargılanması gerekirdi. Ölümünden sonra, pek fazla çatlak ses çıkmayacak. Ahali, elbette, “iyi bilirdük” diyecek; ama işte, tarih, ahaliden daha iyi tutuyor kaydı... (*) Bhutto’nun Irak işgaliyle ilgili sözleri, Irak işgaliyle ilgili direniş yanlısı haberler yayınlayan uruknet.info ağsayfasından alıntıdır.

Page 372: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

372

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (30): Vietnam’da ‘Karanlık Turizm’ İnsana mutluluk değil üzüntü vermeyi amaçlayan turizm türüne ‘karanlık turizm’ adı veriliyor. Bu kavram, ilk kez 1996’da kullanıldı. Yahudi soykırımı bölgelerinin ziyaret edilmesi, Afrikalı Amerikalıların atalarının izini sürmek üzere Afrika’daki eski köle bölgelerini ziyaretleri ve Güney Afrika’da ırk ayrımcılığı (apartheid) bölgelerinin ziyaret edilmesi, karanlık turizm için ilk akla gelen örnekler. Güneydoğu Asya’da Kamboçya siyasetkırımı (‘politicide’, etnik nedenlerle değil, daha genel siyasal nedenlerle yapılan toplukıyım. Kamboçya’da yaşananlar, ‘soykırım’ değil ‘siyasetkırım’dı) alanları ve Tayland’da 2. Paylaşım Savaşı’nın daha sonra bir filmle ünlü edilmiş Kwai Köprüsü, karanlık turizmin bölgedeki örnekleri olarak gösteriliyor. Sanılanın tersine, karanlık turizm, karanlık gerekçelerle yapılan bir turizm değil. Ancak, Kamboçya’dan ve Tayland’dan daha çarpıcı olarak, 1. Hindiçini Savaşı (1945-1954) (Fransa’ya göre ‘Vietnam Savaşı’, Vietnam’a göre ‘Fransız Savaşı’) ve 2. Hindiçini Savaşı (1963-1975) (ABD’ye göre ‘Vietnam Savaşı’, Vietnam’a göre ‘Amerikan Savaşı’) kalıntıları ve en önemli çarpışma bölgeleri, çoğunlukla Vietnam’da bulunuyor. Karanlık turizmin, turizm araştırmacıları için en dikkat çekici özelliği, çalışma konusunu, turizm bölgesinden, turistin kişisel özelliklerine yöneltmesi. Karanlık turizm, kişisel özelliklere odaklanmayı gerektiriyor çünkü bir çok insan için, üzüntü verici bir turizm anlayışı fazlasıyla garip. Neden kimi insanlara karanlık turizm çekici gelirken başkalarına gelmiyor? Bu soruyu yanıtlamak için araştırmacılar, itme ve çekme etmenleri ayrımı yapma gereksinimi duyuyorlar. İtme etmenleri, turistin taşıdığı özellikler; çekme etmenleri ise, turizm bölgesinin taşıdığı özellikler. Çeşitli araştırmacılara göre, turistleri karanlık turizm bölgelerine iten nedenler şunlar: Miras (karanlık turizm bölgelerini kişisel geçmişleri nedeniyle ziyaret edenler var. Örneğin, yıllar sonra Vietnam’ı ziyaret eden eski Amerikan askerleri), tarihe yönelik ilgi, suçluluk (yine kişisel geçmişle ilgili bir nokta), merak, ölüm duyguları (ölümün bireyler için anlamı nedeniyle) ve nostalji (yine kişisel geçmiş). Çekme etmenleri ise, bölgenin eğitim değeri, anımsanma niteliği, kalıntıların niteliği ve bölgenin kutsanması (özellikle büyük çarpışmaların gerçekleşmiş olduğu yerler, daha sonra simgesel bir nitelik kazanarak yüceltiliyor). Vietnam’ın belli başlı karanlık turizm bölgeleri şunlar: Dien Bien Phu (Viet Minh güçlerinin 1954’te son Fransız birliğini yenip bağımsız Vietnam’a kavuştuğu bölge), Askerden Arındırılmış Bölge (1954’ten 1975’e dek Kuzey Vietnam ve Güney Vietnam’ı ayıran bölge), Thien Mu Tapınağı (Budacılara baskı yapan İsacı Güney Vietnam hükümetini protesto etmek için 1963’te kendini yakarak can veren Budacı rahibin tapınağı), My Lai (Amerikan ordusunun sivilleri toplukıyıma uğrattığı, uluslararası kamuoyunda büyük yankı uyandırmış vahşetin gerçekleştiği bölge), Ho Çi Min Geçidi (Kuzey Vietnamlıların Güney’deki savaşçılara lojistik destek sağlamak için kullandıkları yol), Ku Çi (Cu Chi) Tünelleri (yeraltında direniş için oluşturulmuş

Page 373: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

373

kilometrelerce uzayan, içinde hastaneler bile bulunan dev direniş tünelleri) ve ABD’nin savaş suçlarını sergileyen çeşitli müzeler. Vietnam karanlık turizminde temel sorun, algı çarpışması. Bir insanbilimcinin dediği gibi, Vietnam, yabancı turistler için, bir film. Bir film olan Vietnam algısı, Vietnamlıları duygusuz ve barbar yerliler olarak temsil ediyor ve bunun ötesinde, ABD’nin savaş suçlarıyla ilgili kanıtlar gösterildiğinde “ABD bunu yapmaz. Benim ülkemde demokrasi var. Bunlar belli ki komünist Vietnam’ın propaganda yalanı” diye ‘akıl’ yürütüyor. Bu çarpık algı, daha önce kukla Güney Vietnam Ordusu’nda ABD’nin desteğiyle kendi insanını öldürmekte uzmanlaşmış, sonra 1975’te savaşın bitmesinden sonra turist rehberi olarak çalışan Amerikan yanlısı Vietnamlıların sundukları çarpık bilgilerle de destekleniyor. Vietnam, turistlerin Amerikancılığı dışında da bir ikilem yaşıyor: Daha fazla turist çekmek için, AB(D)li turistlerin çarpık algısına ters düşmemek gerekiyor; ancak bu, 1 milyon şehidin yoksayılması anlamına geliyor. Sözgelimi, direnişin temel odağı olmuş yeraltı tünelleri, bugün turistler için ambalajlanmış herhangi bir turizm bölgesine dönüştürülmüş durumda. Kimisi, direniş tünellerine, “Vietnam’ın Disneyland’a yanıtı” bile diyebiliyor... Yine de, Vietnam’la ilgili propaganda amaçlı ABD filmleri bile, ülkeye turist çekmekte önemli bir araç oluyor. “Reklamın iyisi kötüsü olmaz” sözü buna karşılık geliyor olsa gerek... Yıllar geçtikçe, 1 milyon şehit de, savaş da, Amerikan filmleri de unutuluyor. Gerçekte, yıllar ilerledikçe, Vietnam, bir karanlık turizm ülkesi olmaktan çıkıyor. Karanlık turizmden ‘aydınlık’ turizme (plajlar, doğa turizmi vb.) ilerliyor Vietnam... (*) İlgilisine Kamboçya siyasetkırımı ile ilgili kaynak: Gezgin, U. B. (2005). Khmer Rouge (Kızıl Kmerler) ve ölüm tarlaları. Bunun sorumlusu kim? (çev. Elif Taşkan). İzinsiz Gösteri Dergisi, sayı 67. http://www.izinsizgosteri.net/asalsayi67/ulas.basar.gezgin.2_67.html

Page 374: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

374

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (29): Paylaşılamayan Adalar Brunei’yi, Çin’i, Filipinler’i, Tayvan’ı, Malezya’yı ve Vietnam’ı birbirine düşüren bir bölge, Güney Çin Denizi’ndeki yaklaşık 45 adadan oluşan Spratly Adaları bölgesi... Bu insan yaşamaz küçük adacıklar üstünde kopartılan fırtınanın, ulusalcılıkların azdırdığı, çakıl taşı kavgası türünden önemsiz bir sorun olduğu düşünülebilir. Ancak, ayrıntılı bir inceleme, bölgede çakıltaşından oldukça fazlasının olduğunu gösteriyor! Bölgede 1968’de petrol bulundu! Çin’in hesaplamalarına göre, bölgedeki toplam petrol ve doğal gaz reservi, Kuveyt’tekinden fazla! Hesaba göre, bölge, dünyanın en büyük dördüncü rezerv yatağı. Ayrıca, bölge, dünya balıkçılığının yaklaşık olarak % 8’ine sahip. Petrol ve doğal gaz reservleriyle balıkçılık gelirleri birleştirildi ğinde, ortaya yaklaşık 1 trilyon YTL gibi dev bir rakam çıkıyor! Bölgeden günde en az 270 gemi geçiyor ve bölgedeki tanker trafiği, Süveyş Kanalı’ndan 3 kat, Panama Kanalı’ndan 5 kat daha büyük! Günümüzde, dünya tanker trafiğinin yarıdan fazlası bölgede yoğunlaşmış durumda. Böyle bol gelirli bir bölge, elbette çevredeki tüm devletlerin iştahını kabartır. Ülkeler arasındaki anlaşmazlıkların temel bir nedeni, bölgenin açık denizde, çevredeki ülkelerin sınırlarından uzağa düşmesiyse; bir diğer nedeni, önce bölgesel sömürgecilerin sonra da Avrupalı sömürgecilerin arasında el değiştirmesi. Bölgenin dünya gündemine gelmesi, Vietnam’ı sömürgeleştirmiş Fransa’nın, 1932’de adaları topraklarına katmasıyla oldu. 1941’de bölge, Japonya tarafından işgal edildi; Çin’i işgal eden Japonya, Çin’in kolonicisi olarak, adalar Çin’e ait olduğu için adalarda hak iddia ediyordu! 2. Paylaşım Savaşı’nın bitiminde, Çin, askerlerini bölgeye gönderdi. Fransa, Çin askerlerinin bölgeden çekilmesini istedi, çekilmediler. 1951’de, hala Fransa yönetiminde olan Vietnam, Japonya’yla yapılan ve Çin’in katılmadığı San Fransisko Barış Anlaşması Konferansı’nda, adalar üstünde hak iddia etti; bu iddialara karşı çıkan olmadı. 1956’da ise Filipinler, bölgenin bir bölümünü işgal ederek, bölgenin adını ‘Özgürlük Ülkesi’ koydu! Bunu, Çin, Tayvan, Fransa, Güney Vietnam ve İngiltere dışında, Hollanda da kınadı çünkü Hollanda, bölgeyi, sömürgesi olan Hollanda Yeni Ginesi’nin bir parçası olarak görüyordu! Kuzey Vietnam, Çin’in hak iddialarına karşı çıkmıyordu çünkü Fransa ordusunu daha yeni püskürtmüş (1954) Kuzey Vietnam’ın o zamanlar en büyük yardımcısı, Çin’di. Filipinler, aslında, ABD’ye güvenerek bu işgali gerçekleştiriyordu. Bir süre sonra, bölge, çeşitli devletler tarafından, tek taraflı olarak paylaşıldı ve bu nedenle, özellikle Vietnam ve Çin arasında, çakışan hak iddiaları var. Vietnam da Çin de, günümüzde, Amerikan şirketlerine petrol arama için izin veriyor ama izin verdikleri yerler birbiriyle çakışıyor; bu nedenle, iki ülke arasındaki ilişkiler, kimi zaman gerilebiliyor. Aslında, olan, çevre ülkelerden gelen balıkçılara oluyor. Sahil güvenlik tarafından Çinli balıkçıların ya da Vietnamlı balıkçıların öldürülmesi olağan sayılıyor. Vietnam’ın Sovyetler’e yakınlaşması ve dolayısıyla Çin’den uzaklaşması nedeniyle, daha önce önemsiz gibi görülen sorun, ciddi bir çatışma noktasına dönüşüyor. Çin’in adalar üstünde hak iddialarını gerekçelendirmesi şöyle: Adalarda, Çin çömleği ve Çin madensel paraları türünden kalıntılar var. Fransa 1932’de, bölgeyi ele geçirdiğinde, Çinli balıkçılarla karşılaşmıştı. 2000 yıldır Çin haritalarında bölge var. (Ancak, haritalar sömürgeci Çin’in haritaları. Bugünkü Vietnam’ı, Kore’yi ve

Page 375: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

375

Malezya’yı içeriyorlar. Aynı mantıkla, bu üç ülke topraklarının da Çin’e verilmesi gerekirdi.) Bölgeden, ülke genelinde tüketilen petrolün % 15’ini çıkaran Filipinler, sırtını yasladığı ABD ile, sorunu, uluslarası bir kuruluş olan Dünya Deniz Mahkemesi’ne götürmek istiyor ve bir takımada ülkesi olarak, uluslararası yasalara göre, kara devletleri olan Vietnam ve Çin’e karşı, adalar üstünde hakkı olduğunu ileri sürüyor. Çin de buna yanaşmıyor çünkü bölge düzeyinde, ikili görüşmelerde Çin, daha güçlü; uluslararası görüşmelerde ise, diğer güçler, Çin’in etkisini zayıflatabiliyor. Vietnam da, Çin gibi, bölgede tarihsel nedenlerle hak iddia ediyor. Bugün bir öbek ada, Vietnam’ın; bir öbek ada, Çin’in; bir öbek ada da, Filipinler’in elinde. Bölgenin hemen yanı başında olan Parasel adaları da, bir başka tartışmalı bölge. Tarihsel olarak, Spratly Adaları’yla sömürülme öyküsü aynı; tek farkı, Parasel Adaları için 1974’te Çin ve Güney Vietnam arasındaki bir deniz savaşı oluşu ve sonuç olarak Çin’in adaları ele geçirişi... Bu, “hepsi benim” diye bağıran petrol açı ülkelerin gür sesleri arasından, cılız bir sese kulak verelim: Spratly Adaları’nda 1878’de İngiltereli kaptan James George Meads tarafından, bir ‘İnsanlık Krallığı’ kurulmuştu! Bu yeni ülke, Avrupalı yoksulların ve ezilenlerin yuvası olarak kurulmuş; 1888’de ülkede yaklaşık 2000 kişi yaşamıştı. Bu iyi-düş (ütopya) ülkesi, 1932’deki Fransız işgaline dek varlığını sürdürdü. Bölgenin bu büyük geliriyle, gelecekte savaşsız bir biçimde paylaşılacağı pek olası görünmüyor. Oysa dünyada tek bir adil devlet olsaydı, bölgeden sağlanan 1 trilyon YTL’lik gelir, dünyanın tüm açlarını doyurmaya yeter de artardı bile...

Page 376: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

376

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (28): Sosyalizm ve ‘Milli Tarih’ Vietnam’daki cadde adlarının genel olarak 3 kaynağı var: Vietnamlı devrimciler ve ulusal kahramanlar ve Vietnamlı olmayan bilim insanları. Caddelere yabancı adlar verilmesinin tek ayrıcalıklı durumu, birkaç bilim insanı için oluyor. Örneğin Ho Çi Min Kenti’nde, bilim adamı Louis Pasteur (1822-1895), bilim adamı Alexandre Emil John Yersin (1863-1943) ve bugün kullanılan Latin harflerine dayalı Vietnam abecesini oluşturan ve ilk Portekizce-Latince-Vietnamca sözlüğü yazan Alexander de Rhodes (1591-1660)’dan adını alan caddeler var. Ho Çi Min Kenti’nin en büyük caddesinin adı, ‘Ayaklanma’ anlamına geliyor. Bir başka cadde, adını eski Vietnam Komünist Partisi Genel Sekreteri (1960-1986) Le Duan’dan (1907-1986) alıyor. 14. yüzyılda yaşamış generalin adının verildiği sokak olan Pham Ngu Lao Sokağı, bugün Ho Çi Min Kenti’nin turist sokağı. Vietnam’dan en kopuk bölge. Bu sokakta kalan turistler, ki çoğu burada kalır, Vietnamlıların paradan başka birşey düşünmediği gibi bir kanıya kapılabilir. Bu sokağa kimin adı verilse, o kişiye hakaret sayılmalı. Bir diğer cadde olan, Ly Tu Trong Caddesi, Vietnam, Fransız sömürgesiyken, bir Fransız sivil polisi öldürdüğü için 17 yaşında idam edilen devrimcinin adını taşıyor. Fransız kolonicilerine karşı gerçekleşen köylü ayaklanmasının önderi, Fransız ordusuna karşı 100,000 askerli bir köylü ordusu kurmuş De Tham da (1858-1913), ayaklanma sonucu yakalanıp idam edilen Tran Cao Van (1866-1916) da cadde adlarında yaşıyor. Kuzey Vietnam’ın Ho Çi Min’den sonraki devlet başkanı Ton Duc Thang (1883-1980) da, adı caddelerde yaşayanlar arasında. Gençliğinde devrimci bir liman işçisi ve denizci olduğu için olsa gerek, adını verdiği cadde, hemen Saygon Irmağı kıyısında. Bir diğer cadde, 1788-1792 arasındaki yönetimi sırasında Vietnam’ı birleştirmeyi başarmış Kral Nguyen Hue’nin (1753-1792) adını taşıyor. Le Loi (1384/1385-1433) da, adını caddelere vermiş Vietnam kralları arasında; hatta, hanedanlık kurucusu olduğu için, en başta o geliyor. Tran Hung Dao (1228-1300) da, Pham Ngu Lao gibi, ismi caddelere verilmiş Vietnamlı komutanlardan. Kubilay Han’ın utkulu ordusunu geri püskürterek dünya askeri tarihine adını çoktan yazdırmış bulunuyor. Hai Ba Trung (ykl. İS 12-43), Çin işgaline karşı Vietnam’ı savunmuş iki kız kardeş. Onlar da caddelerde yerlerini alıyorlar. Nguyen Du (1765-1820), ünlü bir şair olarak cadde adlarında yaşatılıyor. Bütün bu adlandırmalar, geçmişe ilişkin ve tarihi, sosyalist bir açıdan yeniden yazmaya yönelik. Fakat bu bakışın, Vietnam’a -Rusya’dan farklı olarak- sosyalizmin bağımsızlıkla birlikte gelmesi nedeniyle, ulusal tarih anlayışıyla uyuştuğu noktalar bulunuyor. Krallar, Vietnamlı sosyalist tarihyazımı açısından, bağımsızlık yanlısı oldukları için yüceltilirken, ulusal tarih de onları benzer nedenlerle göklere çıkarıyor. Vietnam’da bir nazici devlet olsaydı; elbette devrimcilerin adı, sokaklara verilmeyecekti; ama kralların adı, mutlaka verilecekti. Daha önceki bir yazımızda, Kamboçya’nın sosyalist prensi Sihanuk nedeniyle, sosyalizmin bir ekonomik düzen olarak, sosyalist düşünceye sahip bir kralın siyasal yönetimiyle çelişmeyebileceği biçiminde görüşler ortaya atıldığını söylemiştik. Evet,

Page 377: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

377

Sihanuk için, bu, doğru olabilir belki; ancak, tarihteki Vietnam kralları, sosyalist düşüncede oldukları için değil, Vietnam kralı olup Çinlilere karşı savaştıkları için yüceltiliyor. Aslında, bu, düpedüz ulusalcılıktır. Türkmenistan’da, Saparmurat Atayeviç Niyazov (1940-2006) da, aynı nedenle, getirdiği yeni takvimde, Haziran’a ‘Oğuz’, Ağustos’a ‘Alp Arslan’ adını vermişti. Tarihsel diyalektiği geçmişe uygularken, bundan, yalnızca devlet içi çatışmaları ve devletçi bir kalın çizgiyi anlarsanız, Türkiye’de kimileri gibi, Alp Arslan’ı Bizans’a karşı bir ‘ilkel sosyalist’ ve dolayısıyla ‘ilerici’ olarak adlandırabilirsiniz. Oysa Alpaslan, bir ayaklanma önderi değildir. Tarihi, diyalektikten okurken, sınıf çatışmalarını devlet-içi ve devletler-arası çatışmalara indirgeyeceksek, o zaman diyalektiğe gerek de kalmıyor. Çünkü geleneksel tarih anlayışı, zaten, devlet içinde tutucularla yenilikçilerin çatışmasından ve devletler-arası savaşlardan başkacasını söylemiyor. Sokak adları, anlaşılan o ki, Vietnam hükümeti tarafından, bu çarpık tarihsel diyalektik anlayışına dayalı bir ‘yaygın eğitim’ aracı olarak kullanılıyor. Oysa sosyalist bir devlet, yüzünü geçmişe değil geleceğe dönmeli; sokak adları da, geleceğe yönelik olmalıdır. Çünkü zaten ders kitapları, Vietnam’ın genç kuşağına yeterince tarih bilgisi sağlıyor ve çünkü zaten geçmişe gömülü bir toplum, geleceğin sosyalist insanını yaratmaktan da oldukça uzaklaşıyor... Birgün bu konudaki yeni bir yazıyı, ‘Kral Bilmemkim Sokağı’ yerine ‘Yeni İnsan Sokağı’nda yazmak dileğiyle...

Page 378: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

378

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (27): Ha Asya Ha Amerika...

Asyalılarda uyarlık (itaat) eğilimi olduğu, otoriteye boyun eğmenin yaygın olduğu düşünülür. Bu yanlış düşüncenin altında, Asyalıları bir ‘öteki’ olarak birbirinin aynısı koyunlar olarak gören AB(D) bakışı bulunmaktadır. Asyalıların hiyerarşiye bağlı olmalarını çeşitli araştırmacılar, Konfüçyüs (Kongfuzi, İÖ 551-479) değerlerine bağlarlar. Bu düşünceye dayalı olarak, AB(D) eğitimli Asyalı araştırmacıları da içermek üzere çok sayıda araştırmacı, Asyalıların uyarlıklı (itaatkar) olduğu sonucuna kerelerce vardı; çünkü onlar, bulmak istediklerini arıyorlardı. 2005’te Japan Siyaset Bilim Dergisi’nde yayınlanan bir çalışma ise, önceki sonuçların sorgulanmasına yol açabilecek bir avuç çalışmadan biri... Bu çalışma, siyasetbilim açısından da önemli çünkü “Asyalılar uyarlıklı oldukları için Asya’da AB(D) türü demokrasi olanaksızdır” biçimindeki ek-düşünceyi de sarsıyor. 2005’teki araştırmanın bulguları şöyle: ABD, Kanada ve Avustralya ile ‘Doğu Asya toplumları’ olarak adlandırılan Endonezya, Singapur, Vietnam, Japonya, Güney Kore ve Çin arasında, otoriteye boyun eğmede, aile büyüklerine uyarlıkta, otoriteye bağlılığın demokrasi önünde engel olduğu düşüncesinde ve demokrasinin en iyi düzen olduğu konusunda (gerçi, Çin ve özellikle Vietnam’da, ‘demokrasi’ denildiğinde, halk komiteleri eliyle işleyen halk demokrasisi kastedilmektedir) büyük farklar olmadığı ortaya çıkıyor. Ayrıca, aile büyüklerine uyarlık ile siyasal otoriteye uyarlık arasında bir ili şki bulunmuş değil. Diğer bir deyişle, aile büyüklerine uyarlığı önemseyen bir insanın siyasal otoriteye boğun eğme yönelimli olması zorunluluk değil. Dolayısıyla, 2005 çalışmasının bulguları, AB(D)’li araştırmacıların Asyalı kalıp-yargılarını (stereotip) tuzla buz ediyor... Hadi diyelim bu aradıklarını bulmak için Asya toplumunu çalışan araştırmacılar, farklı sonuçları olan diğer araştırmaları okumuyor; krala uyarlık istenen Nepal’daki gerilla hareketini, nice iktidarlar düşürmüş Güney Kore öğrenci hareketini, Asya’nın en kanlı düzenine karşı göğüslerini siper eden Burmalı rahipleri, Malezya’nın ‘beka’sı için kayıtsız şartsız uyarlık isteyen eski Malezya başbakanı Mahathir Muhammed (1925- ; yönetimi: 1981-2003) ve ardılı Ahmet Bedevi’ye (1939- ; yönetimi: 2003- ) karşı düzenlenen gösterileri; Pakistan’da Pervez Müşerref’e (1943- ) karşı büyük muhalefeti, Endonezya’da (1998) ve Filipinler’de (1986) halk hareketlerinin hükümeti düşürebildiğini, Çin’de gelir dağılımı adaletini artık gözetmeyen devlete karşı her ay onlarca eylem ve gösteri düzenlendiğini haberlerde hiç mi duymamışlar?.. Bunlardan bir tanesini duysalardı, şunu sormaları gerekirdi: “Neden bizim araştırma bulgularımız, Asya’nın güncel siyasetinin hareketliliğiyle örtüşmüyor?” Ancak, Malezya’nın ve Güney Kore’nin kalkınmasında, kanla sağlanan uyarlığın ana ilke olduğu da unutulmamalıdır. Sözgelimi, Güney Kore, 2. Hindiçini Savaşı’nda (1954-1975), ABD’den yüklü bir miktar kaynak sözü üzerine, Vietnam’a ABD’nin alt-ordusu gibi görev yapacak toplamda 300,000 asker göndermiş; alınan yüklü miktardaki kaynak, Güney Kore cuntası önderi Park Chung-Hee (1917-1979; yönetimi: 1961-1979) tarafından, cuntasını güçlendirmek üzere, yüksek tutarlı dev

Page 379: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

379

teknoloji yatırımlarına ayrılmıştır. Evet, Güney Kore kalkınması, Park cuntasının uyarlık isteğiyle gerçekleşmiştir ama yönetimi sırasında öğrencilere ateş açıldığı, uyarlığın böyle sağlandığı unutulmamalıdır. Demek ki, Asya’nın kimi toplumları, uyarlık sayesinde değil, uygar uymazlığa (sivil itaatsizlik) karşın kalkınmış. Uygar uymazlığın olduğu ülkelere, ‘hiyerarşik Asya toplumu’ adını vermek ise, araştırmacıların, araştırmalarını, her ülkenin turist bölgesindeki 5 yıldızlı otellerde kalıp hiç dışarı çıkmayarak ve gazete okumayarak yaptıklarına ya da gittikleri her ülkede, uyarlığın doğal olarak bekleneceği ordu konukevlerinde kaldıklarına kanıttır... Ya da krala (Kral Bhumibol Adulyadej, 1927- ; yönetimi: 1946- ) müthiş bağlı olan Taylandlıları -ve yalnızca Taylandlıları- inceleyip Asya’ya genellemiş olmalılar... Öyle ya da böyle, uymazlık açısından, gerçekte, Asya ile AB(D) arasında bir fark bulunmamakta. Belki geçmişte farklıydı, ama bugün bir fark bulunmuyor... İlgilisine Kaynak Dalton, R.J. ve Nhu-Ngoc, T.O. (2005). Authority orientations and democratic attitudes: A test of the ‘Asian values’ hypothesis. Japanese Journal of Political Science, 6, 211-231.

Page 380: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

380

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (26): Yeni Yıl ama Hangi Takvimle?.. Asya, takvim zengini bir anakara... Hindistan’da İsacı takvim yerine, 6 değişik takvim kullanılıyor. Bunların başlangıc yılı, İsa’nın doğumundan önceye gidiyor ve ne güneş takvimi ne ay takvimi olarak sınıflanabilirler. Onun yerine, güneş ve ayın konumsal ili şkilerine dayalı oldukları için, ‘güneş-ay takvimi’ olarak adlandırılıyorlar. Ayrıca, Hindistan takvimlerinde, 60 yıllık döngülerin, Türkçe’de 100 yıl için ‘asır’ sözcüğü kullanışımız gibi, değişik adları var. Çoğunluğu, Hindistan’ın 28 eyaletinden biri olan Tamil Nadu’da ve Sri Lanka’da yaşayan Tamillerin takvimine göre şu an 2039 yılındayız. Tamil takvimi, İsa’dan yaklaşık 30 yıl önce doğduğu düşünülen Tamil bilgesi Thiruvalluvar’ın doğumuyla başlıyor; bu nedenle, ‘Thiruvalluvar takvimi’ olarak da adlandırılıyor. Yılbaşı, Tamil söylenbilgisine göre 2 tanrıdan doğan 60 çocuğu anmak üzere Nisan ayında kutlanıyor. Saka takvimi kullanan Bali’de (Endonezya), ay döngüsüne göre yılın ilk günü, Mart sonu ya da Nisan başlarına denk geliyor ve yeni yılın ilk günü, ‘sessizlik günü’ olarak adlandırılıyor. Bu günde herkes susuyor; çalışmak ya da yolculuk etmek, geleneklerce yasaklanmış durumda. Bu niteliğiyle, gelenek, Musacıların cumartesine benziyor; ancak, Bali’de, yeni yılın ilk günü iş bırakmanın nedeni farklı: Bali inanışına göre, yeni yılın ilk günü sessiz olunursa, Bali Adası’na gelen cinler, adada kimsenin yaşamadığını sanıp başka adalara gidecekler. Sessizlik günü, aynı zamanda, bireyin kendisiyle hesaplaşması için ayrılmış bir gündür. Tayland’da kullanılan Budacı takvimine göre şu an 2550 yılındayız ve birkaç saat sonra 2551’e geçeceğiz; çünkü Budacı takvimi, Buda’nın (ykl. İ.Ö. 563-483) aydınlandığı yıl olan İ.Ö. 543’le başlıyor. Vietnam yılbaşısı olan Tet, ülkenin en önemli bayramı. Tet’in tarihi, Çin takvimine dayanıyor ve Tet, sözcük anlamı olarak, ‘ilk sabah şöleni’ne karşılık geliyor. Tet, Çin Yeni Yılı’yla aynı zamanda kutlanıyor... Çin takvimi, bir ay takvimi örneği ve 12 yıl döngüsü içinde her yıl, bir hayvana denk geliyor. Sözgelimi, 2007, Domuz Yılı; 2008 ise, Fare Yılı... Elbette, Muhammedci takvimi kullanan 300 milyonu aşkın Güneydoğu Asyalı da bulunmakta... Toplumdan topluma değişen takvimler bir yana, bir de takvimleri değiştiren devletler var: Eski Türkmenistan Devlet Başkanı (1990-2006) ve eski Türkmenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Genel Sekreteri (1985-1991) Saparmurat Atayeviç Niyazov (1940-2006), uluslararası basına geniş oranda yansıdığı gibi, ‘Türkmenbaşı’ adını kendisine yakıştırırken, bir yandan da, ay ve gün adlarını Türkmen tarihiyle ilişkili olarak değiştirmişti. Öte yandan, kişi kültünde sınır tanımayıp Ocak ayına kendi adını, Nisan ayına da annesinin adını vermişti. Ancak, yine İsacı takvimi kullanıyordu. Niyazov’un takvimi yine İsa’nın doğumuyla başlıyordu. Bu takvim, Türkmenistan’da, Niyazov’un ölümünden sonra da hala kullanılmaktadır.

Page 381: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

381

1975’te iktidarı ele geçiren Kızıl Khmerlerin getirdiği yeni takvim ise, 1975’i ‘sıfır yılı’ olarak ilan ediyor; demek ki tarihi, Kızıl Khmerlerin iktidarı almasıyla başlatıyordu. Kızıl Khmer kadroları, bu değişiklikte, Fransız Devrimi’nden esinlenmişlerdi. Fransa, Kızıl Khmer kadrolarının eğitim görmüş oldukları ülke olarak, ana esin kaynaklarından biriydi. 1975, ‘sıfır yılı’ olarak ilan edilmişti çünkü Kızıl Khmerlere göre Kamboçya, sıfır yılından önce, tarihöncesinin karanlık yıllarını yaşamıştı ve şimdi, yeni bir toplum doğuyordu. Yeni bir toplumun, yeni bir takvimi olmalı idi. Türkiye’den bakınca, bize, kullandığımız takvim çok doğal geliyor, ama işte Asya’da çeşit çeşit takvim var ve yılbaşları da farklı farklı oluyor. Hangi takvimi kullandığımızı da, ne zaman yılbaşı kutlayacağımızı da 19. yüzyılın kolonici güçleri belirledi. Çin takvimi, Tamil takvimi ve Bali takvimi gibi takvimler, koloniciliğin dayattığı İsacı takvime direndiler; biz ise, onu olduğu gibi kabul etmişiz... Evet, “Türkiye’de takvimler değişmeli” demek uçuk bir öneri olabilir ama Asya’dan baktığımızda, yeni bir takvim, doğal bir isteğe dönüşüyor. Çünkü takvimler, tarihi parçalama biçimleriyle, zihnimizi belirliyorlar... Kolonisizleştirme çabalarının takvimleri de gündemine alacağı o uzak günleri düşleyerek, kolonicilerin takvimiyle ‘mutlu yıllar’ dileyelim yine de...

Page 382: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

382

Asya-Pasifik’te Bu Yıl: Asya-Pasifik 2007 30.12.2007 1960’lardaki ya da 1970’lerdeki Asya-Pasifik’le karşılaştırırsak, 2007’de bölgedeki gelişmelerin çok büyük olmadığı sonucuna varılabilir. Yine de, 2007’de, Asya-Pasifik, Avrupa’daki gelişmelere göre yaşamın daha hızlı aktığı bir bölge oldu. 2007, Çin’in askeri odaklı uzay araştırmalarını geliştirdiği bir yıl oldu. Bundan en çok rahatsızlık duyan ülke, Japonya. 2007, ayrıca, Çin için, insan hakları dosyaları kabarık Afrika ülkeleriyle yakınlaşma yaşanan bir yıl oldu. Çin, bu ülkelerle bağlarını geliştirmesi nedeniyle uluslararası tepkilere neden oldu. Ama Çin en büyük tepkiyi, Burma cuntasını desteklediği için aldı. Çeşitli uluslararası kuruluşlar, bu nedenle, 2008 Pekin Olimpiyatları’nı boykot etme yönlü kampanyalar düzenliyor. 2007, Çin için iki bilindik skandalı da getirdi: Birincisi, üst düzey bir görevli, rüşvet aldığı gerekçesiyle idam edildi; ikincisi, ‘Komünist Parti (!)’ yönetimindeki Çin’de sayısız yurttaşın köle işçi olarak, karın tokluğuna çalıştırıldığı ortaya çıktı. 2007’de Japonya’da seçim yapıldı. Başbakan Şinzo Abe, eski oy oranına artık sahip olmasa da yeniden başbakan seçildi, bir süre sonra da istifa etti. Japonya’yı geçtiğimiz yıl meşgul eden konu, “Küresel ölçekte çalışan Amerikan savaş gemilerine Japonya’nın sağladığı yakıt desteği sürmeli mi, sürmemeli mi?” oldu. 2007, Korelerin birleşmesi için umut verici bir yıl oldu: Kore yarımadasının ikiye ayrılmasından sonra ilk kez, diğer bir deyişle 56 yıldan beri ilk kez, yolcu trenleri Kuzey-Güney sınırından geçti; iki Kore’nin başbakanları 15 yıldan beri ilk kez yeniden görüştü ve savaşın resmen bitmesi için adımlar atıldı (Kore Savaşı’ndan sonra barış anlaşması imzalanmadığı için, iki ülke, hukuk açısından hala savaş halinde sayılıyor). Öte yandan 2007, Güney Kore’nin ABD ile serbest ticaret anlaşması imzaladığı yıl oldu ve aynı zamanda, bu anlaşma nedeniyle artan eylemlerin yılı oldu. Avustralya, 2007’de tutucuların ve 11 yıldır başbakanlık yapan John Howard’ın, başbakanlığın ötesinde, parlamentodaki sandalyesini bile yitirmesine tanıklık etti. Buna en çok, göçmenler ve ilerici Avustralyalılar sevindi. Yeni hükümetin ilk işi, Kyoto Protokolü’nü imzalamak; ikinci işi, Avustralya’ya deniz yoluyla gelen kaçak göçmenleri Pasifik Adaları’na yerleştirme uygulamasına son vermek oldu. Kyoto Protokolü, çevreye zararlı gazların kısıtlanmasına yönelik bir belge olma niteliği taşıyor. Avustralya, sosyal demokrat hükümete böylece ‘merhaba!’ derken; Yeni Zelanda’da, Yeni Zelanda’nın yerli halkı Maorilerin hakları için çalışmalarda bulunan 17 eylemci tutuklandı ve Yeni Zelanda polisinin bu tutumu, uluslararası kamuoyunda tepkilere yol açtı. Malezya’da 2007’de, daha önce eski başbakan Mahathir Muhammed’e İMF siyasalarını dayatmaya kalkan ve sonra Muhammed’in komplosuna kurban giderek 6 yıl hapis yatan (Türkiye’deki kimi köşe yazarlarının ayrıntılı incelemeden ‘Malezya’nın Tayyip Erdoğan’ı’ olarak yanlış adlandırdıkları) Malezya eski başbakan

Page 383: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

383

vekili ve Muhammed’in eski sağ kolu Enver İbrahim, siyaset yasağı süresinin dolmasının ardından yeniden siyasete girdi. 2007’de Filipinler’de başarısız bir darbe girişimi oldu. Ayrıca, eski devlet başkanı Estrada’nın yargılanması son buldu: Estrada, rüşvetten ömür boyu hapse çarptırıldı, sonra şu anki devlet başkanı tarafından affedildi ve serbest bırakıldı. 2007’de Hindistan’da ilk kez bir kadın cumhurbaşkanı seçilirken, Nepal’de, Maocu savaşçılar önce yasal zemine kayıp meclise girdiler; daha sonra meclisi boykot ederek yeniden yeraltına çekildiler. 2007, Sri Lanka’da ise, Tamil Kaplanları’nın ilk hava saldırısı gerçekleştirdiği yıl oldu. 2007’de, genel olarak, ekonomik büyümenin hız kesmediği ama gelir dağılımı adaletsizliğinin de hız kesmediği bir Asya’dayız. Asya’nın yaklaşık 4 milyarlık nüfusu içinde 600 milyon Asyalı, diğer bir deyişle, Asyalıların % 15’i, günde 1.5 YTL’den daha az harcama yapıyor ve uluslararası tanıma göre, yoksulluk sınırının altındalar. Aslında bu sınır, bir açıdan bakılırsa, düşük bir sınır. 1.5 YTL yerine 3 YTL sınırı alınırsa, Asya’daki yoksulların oranı katlanıyor. Asya’da, gelir dağılımı adaletsizliğinin en yüksek olduğu ülkeler, 2007’de Çin ve Nepal oldu. Hindistan ise, Çin ve Nepal’e göre, gelir dağılımının daha dengeli olduğu bir ülke; ancak, gelir dağılımı adaletsizliğiyle yoksulluk, birbirinden farklı kavramlar. İlki, görece; ikincisi, mutlak bir oran. Şöyle ki, bir ülke insanlarının çoğu yoksulsa, ülkede gelir dağılımı adaletsizliği düşük demektir; çünkü çoğunluk yoksul. Dolayısıyla, gelir dağılımı adaletsizliğinin yüksek olduğu ama yoksulluğun düşük olduğu ülkeler de olanaklı. Hindistan’a baktığımızda ise, gelir dağılımı adaletsizliğinin görece daha düşük ve fakat yoksulluğun yüksek olduğu bir tablo ile karşılaşıyoruz. Hindistan’daki gelir dağılımının bir başka özelliği ise, İngilizce bilen, üniversite eğitimlilerin aylıklarıyla niteliksiz işgücü aylıkları arasındaki uçurumun daha da derinleşmesi. 2007, bölgesel bütünleşme çabaları için önemli bir yıl oldu. 10 Güneydoğu Asya ülkesinin birleşmesinden oluşan ASEAN (Güneydoğu Asya Ulusları Birliği), tarihsel bir belgeye imza attı: Yakın gelecekte ‘Asya Birliği Anayasası’ niteliği taşıyacağı söylenen belgeyle birlikte, Güneydoğu Asya, bölgede ‘Avrupa Ortak Pazarı’ benzeri bir oluşuma daha yakın. Son gelişmeye umutlu bakıp yakında bir 'Asya Ortak Parası’ oluşturulacağını umanlar kadar, gelişmeyi önemsiz bulanlar da var. Önemsiz bulanlar, 10 ülkenin ekonomik düzeylerinin (örneğin, yoksul Laos ve varsıl Singapur arasındaki, Avrupa ülkelerinin kendi aralarındaki farktan kat kat büyük fark) ve siyasal yapılarının (Vietnam Komünist Partisi yönetimindeki Vietnam ve kendini piyasaya vermiş Singapur) çok farklı olduğunu, bunun için ortaklığın er ya da geç parçalanacağını söylüyorlar. Diğer bir parçalanma noktası, Burma cuntasına yönelik tutum. Burma, 1997’de ASEAN’a kabul edildiğinde de benzer iç gerilimler yaşanmıştı yaşanmasına; ancak, bu kez, Burma cuntasının protestoculara yönelik vahşi tutumu, ASEAN’ı ikiye böldü: Brunei, Endonezya, Filipinler, Malezya ve Singapur, cuntaya tavır alınmasını savunurken; 2006 Eylülü’nden beri askeri yönetimin başta olduğu Tayland, hem askerlerce yönetilmesi nedeniyle hem de Burma’nın enerjisine muhtaç olduğu için, Burma cuntasına daha yakın bir tavır sergiledi. Yeni ortaklık belgesi, insan hakları için 10 ülke çapında bir oluşuma gidilmesini öneriyor; ancak çeşitli uzmanlar, ASEAN’ın bunu hep yaptığını, karar alıp sonra uygulamadığını, çünkü ASEAN’ın aldığı kararların her ülkeyi bağlayıcı olmamasının, ASEAN’ın tek geçerli ilkesi olduğunu söylüyorlar ve bu nedenle

Page 384: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

384

ASEAN’ın geleceğinden umutlu değiller. Örneğin, özellikle Filipinler (demokrat olduğu için değil, ‘ABD’ diye de adlandırılan Rambo öyle istediği ve Filipinler de Rambo’nun bölgedeki temel uydularından biri olduğu için), Burma cuntasına, insan hakları eylemcisi Sukyi’nin (Aung San Suu Kyi) salıverilmesi için baskı yapıyor; ancak bu, ASEAN’ın ortak kararı olarak benimsenmiyor. Zaten ortaklık belgesinde, insan haklarını çiğneyen ülkelere ne gibi yaptırımlar uygulanacağı da belirtilmiyor. Bir diğer bölgesel işbirliği çabası da, APEC (Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği Örgütü). APEC toplantısı bu yıl Avustralya’da (Sydney) yapıldı. APEC, şu ülkelerden oluşuyor: ABD, Avustralya, Brunei, Çin, Endonezya, Filipinler, Güney Kore, Hong Kong, Japonya, Kanada, Malezya, Meksika, Papua Yeni Gine, Peru, Rusya, Singapur, Şili, Tayland, Tayvan, Vietnam, Yeni Zelanda. APEC’in ASEAN’dan farkı, öncelikle, daha geniş bir alandan üyeleri olması ve ABD uyduları yerine ABD’nin ta kendisinin örgütte yer alması. Ayrıca, ASEAN’dan farklı olarak, APEC’te, AB türünden bir Asya Birliği oluşturmak gibi bir çaba yok; APEC, yalnızca ticaret amaçlı bir oluşum. Bu yıl, APEC, bağlayıcı olmayan bir iklim değişimi belgesinin imzalanmasıyla son buldu. Protestolar yanında, yaklaşık 150 milyon YTL (yaklaşık 130 milyon Avustralya Doları) harcanan güvenliğin ne kadar boş olduğunu göstermek üzere, televizyoncuların eğlence amaçlı eylemleri de oldu. Bunlardan biri olan, Chaser Olayı’nda (olayın adı, televizyon izlencesinin adından geliyor), iki televizyoncu, üstünde, “bunun gerçek bir giriş kartı olmadığı bariz belli” yazan sahte giriş kartlarıyla, güvenlik kordonlu bölgelere girdiler ve Kanada Devleti’nin geçit töreniymiş gibi, her yanından Kanada bayrakları dalgalanan arabalarla Bush’un kaldığı otele kadar geldiler. Konvoyun gerçek olmadığını, Avustralya polisi, Kanada bayraklı arabadan ‘Arap şeyhi’ kılıklı bir televizyoncu çıkınca anladı! Sonuç olarak 2007’de Asya’da yaşam, oldukça hızlı aktı! 2008’de de hızlı akacağına kuşku yok... Ne de olsa güneş, Asya’dan doğuyor...

Page 385: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

385

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (25): Mikro-kredicilik Üstüne ‘Mikro-finans’ kavramı, Birleşmiş Milletler’in 2005’i Uluslararası Mikrokredi Yılı ilan edişi ve 2006’de Nobel Barış Ödülü’nü alan Bangladeşli iktisatçı Muhammed Yunus’un (1940- ) çalışmaları dolayısıyla dünyada tartışılır duruma geldi. Mikro-finans, dünyanın dört bir yanında, yoksulluğun çözümü olarak öneriliyor. Mikro-finans uygulamaları, genel olarak, teminat göstererek borç alıp küçük çapta iş kurma olanağına sahip olmayan yoksullara bir çözüm olarak öneriliyor. Sözgelimi, 150 YTL gibi bir miktar, Bangladeşli bir yoksulun bir meyve tezgahı açmasını sağlayabiliyor. Geleneksel bankacılık, 150 YTL kadar düşük bir borç vermez ve borç verdiğinde de teminat ister. Muhammed Yunus’un 1976’da kurduğu Gramin Bankası (‘Köy Bankası’ anlamına geliyor) ise, düşük miktarda ve teminatsız borç verirken, yoksulların da iş kurma yeteneğine sahip olduğu inancına dayanıyor. Ancak uygulama, beklenilen sonuçları vermiş değil: Mikro-kredi alanlar çok yoksul olduklarından, aldıkları mikro-krediyi, sözgelimi meyve tezgahı açıp para kazanmak için kullanmak yerine günlük temel gereksinimlerini karşılamaya harcamak zorunda kalıyorlar. Yunus’un çabasının iyi niyetli bir çaba olduğuna kuşku yok. Nobel konuşması, iyi niyetli olduğunu ortaya çıkaran bir ana metin. Ancak, Yunus’un dile getirdiği başarı öykülerinin tersine, uygulamada başarılı olduğu söylenemez. Başarılı olsaydı, ülkesi Bangladeş, 31 yıllık mikro-kredi uygulamasına karşın neden hala dünyanın en yoksul ülkelerinden biri?.. Yunus, buna yanıt olarak, “bir otuz yıl daha gerekli” diyecektir belki; oysa sorun, zaman değil gelir düzeyi, pazar düzeneği ve devlet yapısından ileri geliyor. İnsanlar, temel gereksinimlerini karşılayacak yaşam standardlarına kavuşmadıkça, mikro-krediyi temel gereksinimleri yerine küçük çapta bir iş kurmak için kullanamayacaklar. İkincisi, mikro-kredi uygulamacıları, mikro-girişimcilerin oluşturacağı pazarı düzenlemesiz bir biçimde bırakırlarsa, eski yoksulların, aldıkları mikro-kredi ile birbirlerinin kuyusunu kazma peşinde koşacaklarını görecekler. Mikro-kredi verilip küçük bir tezgah sahibi yapılanlar, kendi çıkarından başkacasını düşünmeyen küçük çaplı bencillere dönüşebiliyor. Üçüncüsü, gelir dağılımı adaletinden yana olmayan bir devletin olduğu bir ülkede, ne kadar mikro-kredi sağlanırsa sağlansın, boşa gider. Öyleyse, Yunus, neden adil bir devlet düzeni yerine mikro-kredi uygulamasını savunduğunu açıklamalıdır. Evet, kolayca sezilebileceği gibi, mikro-kredi yaklaşımı, bilimsel sosyalist yaklaşımla yakın geçmişte didişmiş ve bugün de didişmekte olan ütopik sosyalizm deneylerini andırıyor. Bununla bağlantılı olarak, Yunus, mikro-kredilerle, köylülerin, tefecilerin ağından kurtulduğunu söylüyor; ancak, tefeciliğin adil bir devlet eliyle ortadan kaldırılması yerine, neden mikro-krediciliği benimsediğini açıklayamıyor. Yunus, mikro-kredilerin çoğunluğunu kadınların aldığını gururla söylüyor, ama erkeklerin özellikle borç yükü altına girmediğini ve kadınların aldığı kredileri eşlerinin ve oğullarının çar çur etmesinin önünde bir engel olmadığını unutuyor. Dahası, Yunus ve diğerleri, yoksulluğu, varsılların bol paralı olması değil de yoksulların parasızlığı olarak tanımladıkları için, Robin Hood adaletinden bile geriye

Page 386: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

386

düşüyorlar. Varsıllardan almaya değil yoksullara vermeye odaklanıyorlar. ‘Yoksulluk tuzağı’ olarak adlandırılan, hastalık ve doğal afetler gibi konuları gözden kaçırıyorlar. Yoksullar, düşük yaşam standardı nedeniyle, sağlık sorunları yüksek bir kesittir. Düşük yaşam standardı, hastalığa, hastalık da, borçla karşılanan sağlık harcamaları nedeniyle daha fazla yoksullaşmaya yol açar. Doğal afetler de benzer bir nitelik taşırlar. Yurttaşına sağlık sigortası sağlamayan adaletsiz bir devlette, değil mikro-kredi, makro-kredi gelse, yoksulluk çözülmez. Pir Sultan, “bozuk düzende sağlam çark bulunmaz” diye boşuna söylememiş... Mikro-kredi kuramcıları, neden adil bir devleti yeğlemediklerini aslında sezdiriyorlar: Onlara göre devlet işletmeleri verimsiz oluyor. İşte böylece, mikro-krediciler, İMF’nin ağzından konuşmuş oluyorlar. Birincisi, devlet işletmelerinin tümü verimsiz değil; ikincisi, gelir adaletsizliğinin çözümü, piyasanın görünmez eline ve yoksulların ‘giri şimci ruh’una güvenmekten değil, adil bir devletin yönetimindeki işletmelerin verimini arttırmaktan geçiyor. Önce adil bir devlet, sonra verim... Ne kadar çok adalet, o kadar az yoksulluk...

Page 387: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

387

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (24): Vietnam ve Irak ABD’nin Vietnam ve Irak işgallerini karşılaştıranlar, daha çok, benzerliklere dikkat çekiyorlar. 1. Körfez Savaşı’nda Irak’ın Kuveyt’i işgalini Nazi Almanyası’nın Polonya’yı işgal etmesi gibi, bir domino işgal setinin başlangıcı olarak görmeyi sağlayan ‘insan zihni’ denilen makine, bu benzetmeyle, ABD’yi savaşa çekmişti. Aynı makine, ABD’nin iki işgaldeki başarısızlığına odaklanarak, bu kez de, Irak işgalini Vietnam işgaline benzetiyor; fakat bu kez, bu benzetme, ABD’nin bölgeden bir an önce çekilmesini önermek üzere işe koşuluyor. Bu yazıda, bu benzerliklere yapılan aşırı vurguyu, farklara odaklanarak dengeleyeceğiz. Vietnam işgali, Soğuk Savaş’ın bir ayağıydı. Sosyalizme geçmiş Çin’le, her yönden sosyalizme koşan Hindiçini ülkeleri (temel olarak, Burma, Kamboçya, Laos, Tayland ve Vietnam), ABD resmi kuramcılarında, sosyalizmin, domino taşları gibi tüm Asya’yı sallayacağı korkusu yaratmış; Havai’den ve Havana’dan gelecek ‘komünizm tehlikesi’ne karşı, kızıllarla Amerikan topraklarında savaşmaktansa Asya’da savaşmak yönünde bir eğilim oluşmuştu. Oysa, Irak işgalinde, 1. Körfez Savaşı’ndaki benzetmenin tersine, bir domino korkusu görmüyoruz. İşgal, dominodan değil, petrolden kaynaklanıyor. Vietnam işgali, Soğuk Savaş’ın bir alanı olduğundan, ABD’ye karşı mücadele eden Vietnam Halk Ordusu’na destek verecek Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti gibi dengeleyici unsurlar vardı. Vietnam Halk Ordusu, ABD Ordusu’na karşı, bu iki gücün askeri olanaklarıyla silahlandı. Oysa, Irak’taki direnişin destek alabileceği dengeleyici unsur bulunmamakta. Başta petrol zengini, Amerikan beslemesi Arap ülkeleri olmak üzere, dünya güçleri, Irak direnişine sırtını dönmüş durumda... Viet Kong savaşçılarına (Viet Kong, ‘Vietnamlı komünist’ anlamına gelir. Aslında, Vietnamlı savaşçılar içinde komünist olmayanlar da vardı; ancak, ABD ve kukla Güney Vietnam hükümeti, başkaldıranların tümünü ‘Viet Kong’ olarak adlandırdığı için adları öyle kaldı. Bu, kimliklerin ‘öteki’ eliyle oluşturulmasına bir başka örnek), sınıfsal (toprak reformu yapmayan kukla Güney Vietnam yönetimi altında inim inim inleyen topraksız köylülük) ve ekinsel (İsacı Güney Vietnam yönetiminin çoğu Budacı olan halka yaptığı dinsel baskılar) nedenlerle büyük halk desteği varken, Iraklı direnişçiler, sivillere yönelik kör şiddet kullandıkları için halk desteğine sahip değiller; mezhepler ve etnik köken nedeniyle de bölünmüş durumdalar. Ayrıca, Vietnam direnişinin sınıfsal niteliğiyle bağlantılı olarak, Vietnam direnişi, daha çok, kırsalda etkinken; Irak direnişi, daha çok, şehirlerde etkinlik gösteriyor. Irak’ta, din tabanlı direniş ön-tasarda; Vietnam’da ise, İsacı kukla yönetim, Budacılara baskı yapsa da, bu durumun doğurduğu büyük bir din tabanlı direniş yoktu.

Page 388: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

388

Irak işgalinde, ülkenin üçe bölünmesi sözkonusuyken; Vietnam işgalinde, tersine, savaşın iki tarafı da, Kuzey Vietnam ve Güney Vietnam olarak ikiye bölünmüş ülkenin birleşmesinden yanaydı. Ancak, birleşik Vietnam’dan anladıkları farklıydı: Amerikancılıkta birleşecek bir Vietnam ve sosyalizmle birleşecek bir Vietnam, karşı karşıya idi. Vietnam işgali sırasında (1954-1975), medya, bugünkü kadar güçlü değildi; ülkeler arasındaki iletişim bağları da bu kadar sıkı değildi. Yine de Vietnam’da Amerikan Ordusu eliyle gerçekleşen kıyımların haberi dışarıya sızabiliyor ve sızdığında, dünyada büyük protestolara yol açabiliyordu. Şimdiyse, Amerikan Ordusu’nun Irak’taki kıyımlarıyla ilgili haberler, diğer ülkelere daha kolay ulaşıyor ama kıyım, kanıksanmış durumda ve dünyada işgale karşı koyacak büyük muhalefet hareketleri artık bulunmuyor. Vietnam işgalinde Amerikan Ordusu’ndan firar eden çok sayıda asker bulunuyordu, Irak işgalinde firar edenlerin sayısı az. Temel neden, Vietnam işgalinde Amerikan Ordusu’nun Amerikan gençlerini zorunlu olarak askere alması, Irak işgalinde ise zorunlu çağrılmanın olmayışı... Ver herşeyden önemlisi, Irak direniş hareketlerini tek elde toplamayı başarabilecek, üstün yöneticilik özellikleri gösterecek Ho Çi Min (Türkçe’de yanlış olarak yazılıyor: ‘Ho Şi Minh’ değil ‘Ho Çi Min’) gibi kadrolar henüz Irak siyasetinde ortaya çıkmış değiller...

Page 389: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

389

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (23): Asya’da Ölmek Türkiye’de hala ölüm töreni üzerinde din tekeli var. Dinsiz olanlar bile muhammedci olarak gömülüyorlar. Aslında, dünyada ve Türkiye’de dinlerin gücünü aldığı temel kaynak, zaten ölümün ta kendisi. Sovyetler’de dinin ölüm üzerindeki tekelini kırmak üzere ölünün gömülmesi yerine yakılması destekleniyordu. Nazım Hikmet’in ünlü şiirindeki kavanozdaki küller imgesi de bundan esinlenmiş olmalı. AB(D)’de ölü yakma yaygınlaşırken, hatta laik ölü yakımevleri oluşturulurken, Asya, çeşit çeşit ölü töreniyle büyük bir tören zenginliği sergiliyor. Budacılar, Hindular, Sihler ve Japonların çoğu, ölülerini yakarlarken, Vietnam’da ölüler ya gömülüyor ya yakılıyor. Aslına bakılırsa, ülkesinde hala yer olanlar gömerlerken, kalmayanlar ya yakıyorlar ya da Japonya usülü sıkışık gömmenin ya da kar mantığıyla geçici gömmenin yollarını arıyorlar. Hindistan’da ölüler binyıllardır yakılıyor. Çin’de daha önce gömme ve yakma, kişisel tercihe bağlıyken şimdi yer sıkıntısı nedeniyle, yakma özendiriliyor. Çin’de ölüm törenine her yerleşim biriminde özel bir devlet dairesi bakıyor ve devletin denetimi dışında ölüm töreni yapmak yasak. Hindistan ve Çin, toplamda 2,5 milyara varan nüfuslarının ölümüyle yaratmakta oldukları ve olacakları hava kirliliğiyle, çeşitli araştırmacıların şimdiden tepkisini çekmiş durumda. Dünyanın bu neredeyse yarısını bulan nüfus, 100 yıl içinde ölecek ve yakılmakta olan ve yakılacak ölülerin yakma sırasında yaymakta olduğu ve yayacağı karbon, dünyamıza küresel ısınma olarak geri dönecek. Bu konuya dikkat çekenler, Fransa ve ABD’nin Pasifik Adaları’nda gerçekleştirdikleri nükleer vb. bomba denemelerini kınamayı nedense unutuyorlar. Yaklaşık 3000 yıllık bir geçmişi olduğu söylenen Zerdüşt dini, ölülerini yüksek kulelerde (bunlardan bir tanesi Azerbaycan-Bakü’deki Kızkulesi’dir) akbabalara bırakıyor; ancak bugün çoğunluğu Hindistan’da yaşayan zerdüştçülerin bu aralar büyük bir sorunları var: Akbabaların sayısı azaldığından, ölüler kulede kalıyor. Bunun için zerdüştçü ulema, iki çözüme odaklanıyor: Birincisi, ölüm töreni yöntemini değiştirmek. İkincisi, akbaba çiftlikleri kurup akbaba yetiştirip gerektiğinde aç koyup kulelere doğru salıvermek... Çoğunluğu budacı olan Siyam’da (Tayland), ölüm, gün geçtikçe daha da ticarileşiyor ve giderek bir şov aracına dönüşüyor. Aile, en pahalı gösteriyi düzenleyerek, ölüyü değil de kendisini yüceltmiş oluyor. Bu gösterilerin de çeşitlemeleri kısıtlı. Birçok AB ülkesinin tersine, dinin kalıplarının dışına çıkmak olanaksız. Toprağı oldukça dar olan Hong Kong ve Singapur’da ölü gömecek yer kalmamış durumda. Onlar da yakmaya yöneliyor. Çoğunluğu muhammedci olan Endonezya, adalardan oluşuyor ve kimi adalarda yer sorunu, ciddi bir sıkıntı oluşturuyor. Ülke çoğunlukla muhammedci olduğu için, gömme yerine yakma yeğlenemiyor. Bunun yerine, geçici gömme yöntemini benimseyen bölgeler var. Aileyle sözgelimi 3-5 yıllığına ölünün A mezarlığında kalması için anlaşma yapılıyor, ne kadar kalacaksa o kadar para ödeniyor; ödeme sürmezse, dolan sürenin ardından, ölü, mezarlıktan kaldırılıyor! Ama buna gönlünüz el vermiyorsa, yüklü bir para ödeyip yakınınızı özel

Page 390: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

390

bir mezarlığa gömdürüyorsunuz. Neden mi yer yok? Çünkü her yere gökdelenler dikiliyor, gökdelenlerden mezarlıklara yer kalmıyor. Tibetlilerinse ölülerini akbabalara ya da başka hayvanlara yedirmelerinin nedeni, gökdelenlerden yer kalmaması değil, Tibet’te yakacak odun bulma sıkıntısı ve zeminin ölü gömmek için elverişsiz olması... Kuşlara ve diğer hayvanlara verilen ölü bedenler, onlara verilmiş sadaka olarak görülüyor. Bu geleneğe ‘ölüyü göğe gömme’ adı veriliyor. Tibet inanışlarına göre, ölümden sonra beden, bir et yığınından başkaca değil. Hatta ölü bedenleri hayvanlar için parçalara ayırdıkları törenlerde Tibetli din insanları gülüyorlar; nasılsa, et doğramış oluyorlar alt tarafı. İşte Asya’daki ölüm törenleri de, bir yandan, bir Asya değil birden fazla Asya olduğuna bir kez daha tanıklık ederken, bir yandan da, bize, dinlerin ölüm üstündeki tekelinin kalkmakta olduğunu gösteriyor. Ölüm törenlerinin çeşitlenmesi, önce ölüm üstündeki din tekelinin ve daha sonra dinin ta kendisinin sorgulanmasını getiriyor.

Page 391: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

391

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (22): Ana-çizgileriyle Vietnam Ekonomisi Vietnam ekonomisi, ilk bakışta, Sovyet tipi merkezi planlamadan serbest piyasaya geçiş örneği olarak görünüyor. Oysa Çin’de de olduğu gibi, KİT’lerin ekonomideki payı hala büyük ve ‘serbest piyasa’ olarak adlandırılan düzen üstünde devletin sıkı denetimi var. Ayrıca, özelleştirmeden sonra, devlet denetimini sağlamak üzere, devletin eski KİT’ler üstündeki payı yüksek tutuluyor. Türkiye’deki durumun tersine, devlet, yalnızca zarar eden KİT’leri özelleştirmeye açıyor. 19 kesim, özelleştirmeye kapalı. Bunlardan biri de basın-yayın. Yine de televizyonlarda ‘Televole’ türü izlenceler çıkabiliyor. Vietnam ekonomisi şu biçimde özetlenebilir: Özelleştirme çabaları, arz tabanlı siyasalar üzerinden ekonomik büyüme, gün geçtikçe artan gelir adaletsizliği, basına yansıyan rüşvet olayları ve bunları engelleme çabaları... Vietnam’da rüşvet yaygın çünkü asgari ücret, yaklaşık 65 YTL. Yine de Vietnam, birçok rüşvet ve yoksulluk zengini(!) Güney Amerika ülkesinin tersine, “ülkemizde rüşvet olduğu yalan!” türü bir yoksayıcı siyasa gütmüyor, rüşvetle mücadelenin yollarını arıyor. Bu nedenle, üst düzey devlet görevlileri bile kolaylıkla hapis cezasına çarptırılabiliyor. Rüşvet haberleri son zamanlarda gazetelerde sıklıkla yer alıyor ama bu, rüşvetin daha da yaygınlaştığını göstermiyor; tersine, rüşvetle açıkça mücadele edildiğini, rüşvetin hasır altı edilmediğini gösteriyor çünkü gazeteler üstünde zaten devlet tekeli var. Dolayısıyla, devlet tekelindeki gazetelerde çıkan rüşvet haberleri, devletin özeleştirisi niteliği taşıyor. Vietnam ve Çin’deki geçişle Rusya ve Doğu Avrupa arasındaki geçiş arasında büyük farklar var. Rusya ve Doğu Avrupa, ekonomiyi ve siyaseti aynı anda açtı ve devrimin teslimi ve toplumun çöküşü hızlı oldu. Bu nedenle, Rusya ve Doğu Avrupa’daki geçiş için, evrenbilimdeki ‘Büyük Patlama’ terimi kullanılıyor, Çin ve Vietnam’daki durum ise ‘adım adım geçiş’ olarak adlandırılıyor. Vietnam’daki emek gücünün temel sorunu, nitelikli emek açığı. Vietnam, hızla endüstrileşirken, işgücü, daha çok, kırsal nitelikler taşıyor. Aynı biçimde, nitelikli yönetici açığı da yoğun bir biçimde duyumsanıyor. Dahası, üniversiteler, ekonomik yapının aradığı nitelikte mezun yetiştirmekten çok uzak. Ülke hızla değişirken üniversiteler yerinde sayıyor, bu nedenle çok sayıda üniversite mezunu işsiz var. Vietnam, pirinç, kahve, kauçuk, ham petrol, tekstil, ayakkabı, deniz ürünleri, tahta ürünleri, elektronik, bilgisayar ve kömür ihraç ediyor ve makine parçaları, araç gereç, işlenmiş petrol, makine yağı, çelik, kumaş, elektronik, bilgisayar parçaları, deri, plastik, kimyasal ürünler ve hayvan yemi ithal ediyor.

Page 392: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

392

Ekonomik dönüşümün, Çin’de de olduğu gibi, gelir uçurumunu büyütmenin yanında, ekonomik büyümeye olan katkısı yadsınamaz. 1986’da dönüşüm kararı alınmadan önce, Vietnam’da enflasyon % 400’dü. Vietnam’a Sovyet yardımının kesildiği noktada ülkede petrol bulundu. Vietnam, şimdilik petrol işleyecek olanaklara sahip değil, bu nedenle dışarıya petrol değil, ham petrol satıyor ve ülkede petrol çıkmasına karşın Vietnam, işlenmiş petrolü dışarıdan alıyor. Vietnam, 1976’dan beri İMF ve Dünya Bankası üyesi. 2006’da da Dünya Ticaret Örgütü’ne üye oldu. Bu üç kurumun Vietnam hükümetiyle yakın ilişkileri var ama hükümet, bu üç kurumun önerilerini tümüyle uygulamıyor ve hızlı değil adım adım değişme yanlısı. Yoksulluk, Vietnam’da, Çin’de de olduğu gibi, daha çok kırsal ve bölgesel bir olgu. Özellikle dağlık bölgelerde yoksulluk daha ağır duyumsanıyor. Ancak 1992’ye göre yoksul oranında büyük düşüş var. Kimi araştırmacılar, Vietnam’ın, yoksulluğun en hızlı düştüğü ülke olduğunu söylüyor. Sosyalizm, yokluğun değil varlığın paylaşılması olduğuna göre, sosyalist bir devlet, insanların yoksul ama eşit değil varsıl ve eşit olmasını sağlamalı. Bir 20 yıl önce, Vietnam’ın bugün geleceği noktayı kestirmek olanaksızdı. Vietnam, bugün, Çin’le birlikte, lokantaları, yer ayırtmak için değil binanın yıkılıp yenisinin yapılıp yapılmadığını öğrenmek için aradığınız bir ülke... 20 yıl sonra kimbilir ne durumda olacak...

Page 393: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

393

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (21): Asyacılık Üstüne 21. yüzyılın parlayan yıldızının Asya olduğu/ olacağı sıklıkla söyleniyor. Bunun için, Asya’nın ve dolayısıyla dünyanın geleceğine yönelik kestirimlerde bulunuluyor. Yine Asya’nın yükselişine ek olarak, “21. yüzyıl, Pasifik yüzyılı olacak” diyenler var. Malezya’nın eski başbakan vekili ve maliye bakanı Enver (Anwar) İbrahim’in (1947- ) 1995’te bir Asya dergisinde yayınlanan makalesinde de bu konu ele alınıyor... İbrahim, konuya bir Asyalı gözüyle bakarak öncelikle kimliğe odaklanıyor: Avrupa’nın ‘Karanlık Çağ’, ‘Yeniden Doğuş’, ‘Fransız Devrimi’ ve ‘Aydınlanma’ gibi ortaklıklar üzerinden birleşik bir tarihi olduğunu söylüyor. Oysa aslında, bunlar, Avrupa’nın ortaklıkları değil, günümüzden bakarak tarihe giydirilen ortaklıklar... Asya’nın ortak bir dininin olmadığına ve Avrupa’da dinin birleştirici bir nitelik taşıdığına dikkat çekiyor İbrahim. Oysa, Avrupa’da mezhep çatışmalarının da ayrı bir dinlermişçesine ayrıştırıcı bir nitelik taşıdığını unutuyor. Gerçekte, Asya’yı düşünmek, diğer anakaraları da düşünmeyi gerektiriyor. Asyalılık, Avrupalılık’ı, Afrikalılık’ı ve elbette, Güney Amerikacılık’ı (Bolivarcılık) düşünmeyi gerektiriyor. Güney Amerikacılık’la karşılaştırıldığında, Asyacılık’ın şansı, oldukça düşük. Güney Amerika’yı birleştiren özellik, bölgenin neredeyse tümünü geçmişte aynı kolonicinin sömürmüş olması; kolonici, ortak olmasa, binbir çeşit dili ve kültürüyle, Güney Amerika’yı biraraya getirme düşüncesi de olmayacaktı. Ortak kolonicilik geçmişi, melez kültür yanında, tüm anakarada ortak bir dilin konuşulmasını sağlıyor. Oysa Asya’da ne koloniciler ortak (örneğin Hindistan ve kolonicisi İngiltere; Vietnam ve kolonicisi Çin ve Fransa; Filipinler ve kolonicisi İspanya; Endonezya ve kolonicisi Hollanda; Kore ve kolonicisi Japonya) ne de konuşulan ortak bir dil var: 1.3 milyarlık nüfusuyla Çin ve 1.2 milyarlık nüfusuyla Hindistan, ayrı ayrı dünyalar. Enver İbrahim de Asya’nın geleceği üstüne düşünürken benzer bir noktaya dikkat çekiyor: Asya’nın geleceği üstüne konuşmanın zor olduğunu, tek tek Asya ülkelerinin geleceği üstüne konuşmanın daha kolay olduğunu söylüyor. Asya, düşünce tarihinde birçok genellemelerin kurbanı oldu; ‘Asya tipi üretim tarzı’ adı altında ötekileştirildi; yoğun tartışmalara konu oldu. Düşünce insanlarının % 99’u, hala, ‘Asya’yla ‘Doğu’yu aynı sözcüklermiş gibi kullanıyor. Oysa aslında, kültürel olarak ‘doğu’ diye bir bütün yok; ‘doğu’ ancak bir coğrafya terimi olarak anlamlı olabiliyor. ‘Doğu’ yok; onun yerine, bir yandan Vietnam gibi köylülükten kentliliğe geçmeye çalışan Asya ülkeleri var (ve hatta Moğolistan gibi göçebelikten yerleşikli ğe geçmeye çalışan Asya ülkeleri de var), bir yandan da Kore ve Japonya gibi bilişimin büyük rol oynadığı karmaşık toplumlar var... Bir Asya değil, çok sayıda Asya var, ama dışarıdan tek bir Asya gibi görünüyor. Bu durum, birbirlerinden tümüyle farklı olan Avustralya yerlilerinin aynı kavramla (‘Aborijinler’) ili şkilendirilmesine benziyor... Gerçekte, Trabzonlular’ın kendilerini

Page 394: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

394

Trabzon’da değil de İstanbul’da ‘Trabzonlu’ yerine ‘Karadenizli’ olarak tanımlamaları gibi, Asyalılar da, en çok, Asya dışındaki ülkelerde yaşadıklarında kendilerini Asyalı olarak tanımlıyor. Asya ülkelerinde ise, Asyalı değil Çinliler, Japonlar, Hintliler vb. Örneklerden anlaşılacağı gibi, Asya kimliği başta olmak üzere hemen hemen tüm kültürel kimlikler, başkaları tarafından verilmiştir... Durum, Asya’ya özgü değildir, Avrupa kimliği de dışarıdan (daha çok, Attila’nın, Emeviler’in, Selçuklu’nun ve Osmanlı’nın varlığı ve gücü nedeniyle ve Haçlı vahşetindeki ortak tarihsel geçmişle) oluşturulmuştur. Tüm bunların elbette sosyal psikolojik bir açıklaması var. Türkiye insanının çekik gözlüleri neden birbirinden ayıramadığı konusu da, sosyal psikolojik bir açıklama gerektiriyor. Ancak bu gidişle yazımız fazla akademikleşecek. Bu nedenle, burada durup konuyu uzun bir yazıya bırakalım... İlgilisine Kaynak İbrahim, A. (1995) The next 50 years. Far Eastern Economic Review: Telling Asia’s Story, 50th Anniversary Issue.

Page 395: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

395

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (20): “Laiklikleriniz itinayla suistimal edilir” Benazir Bhutto (1953-...)... Pakistan’a geçtiğimiz günlerde dönen eski başbakan... “Hep din mi suistimal edilecek, laiklik de suistimal edilebilir” dedirten laik rüşvet anası... Bugün, hakkında Pakistan’ı geçtik, İsviçre’den Polonya’ya dek rüşvet davaları bulunan Bhutto için ne ümitler beslemişti insanlar; bir kere, partisinin adı ‘Halk Partisi’ olduğuna göre, elbette halktan yana tavır alacaktı. 1988’de başbakan olduğunda, yalnızca 35 yaşındaydı ve çoğunluğu Muhammedci olan ülkeler içerisinde en genç yaştaki başbakan olmakla kalmıyor, bir de o ülkelerin tarihindeki ilk kadın başbakan oluyordu. Ulemaya sorulursa, bir kadının elindeki süpürgeyle hem de Muhammedci bir ülkeyi yönetmesi, bin lanet okunması için yeterli bir neden olabilecekken; O, Orta Asya bölgesinde istikrarın sağlanması adına, Taliban yönetimine destek verdi; Taliban’a yardımcı olmaları amacıyla, az sayıda da olsa, bir asker gücünü Pakistan’dan Afganistan’a gönderdi. Belki bu da, ulemayı yanına çekme çabası olarak görülebilir... Kadındı; Pakistan’da namus cinayetleri ve çeşitli biçimlerde uygulanan şeriat yasalarıyla inim inim inleyen kadınlara kurtuluş sözü vermişti. Ama başbakanlık dönemlerinde (1988-1990; 1993-1996), kadınlığın biyolojik değil toplumsal bir nitelik olduğunu gösterdi. Başka ülkelerdeki, kadın hakları mücadelesi vermeyen kadın başbakanlar da ilerleyen yıllarda bunu gösterecekti. Bir insanın, kadın haklarını savunması için kadın olması gerekmez ve kadın olması, kadın haklarını savunacağı anlamına gelmez. Zaten, Bhutto da dahil olmak üzere, kadın haklarını yoksayan milyonlarca kadın var... Benazir Bhutto, geçtiğimiz günlerde, 1998’den beri kaldığı Dubai’den, 9 yıl sonra Pakistan’a döndü. Dönmeden önce hükümetle anlaştı: Hükümet, Pakistan’a dönebilmesi için, rüşvet davalarından yargılanmayacağı sözünü veriyordu. Destekçilerine bakılırsa, bütün rüşvet savları, siyasal komplonun bir parçası... Hepsi komplo olsa bile, bu durum, İsviçre bankalarındaki milyon dolarlık hesapları açıklamaya yetmiyor... Zaten, Bhutto’ya ilişkin rüşvet suçlamalarının uluslararasılaşması, rüşveti, Pakistan’a yatırım yapmak isteyen uluslararası şirketlerden istemesinden kaynaklanıyor. Bhutto, İslamcı bombalarla karşılandı Pakistan’ın en büyük kenti Karaçi’de. Olan, onu korumak için çevresinde canlı kalkan olan Halk Partisi yandaşlarına oldu. 100’ü aşkın parti yandaşı öldü... Halk Partisi, Benazir Bhutto’nun babası Zülfikar Ali Bhutto (1928-1979; 1971-1973, Pakistan Devlet Başkanı; 1973-1977, Pakistan Başbakanı) tarafından 1967’de kurulduğunda, İslamcı sol (evet, ‘İslamcı sol’ ne kadar sol olabilirse o kadar) bir çizgi izliyordu. Kuruluş ilkesi, “İslam, inancımız; demokrasi, siyasamız; sosyalizm, ekonomimizdir; tüm iktidar halka!” idi. Baba Bhutto da 1963’te, Benazir Bhutto’nun başbakan olduğu yaşta, Pakistan’ın Dışişleri Bakanı olmuştu. Bakanlık yıllarında Pakistan, Sovyetler’le ekonomik ve Çin

Page 396: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

396

Halk Cumhuriyeti’yle siyasal yakınlaşma yaşamış; İslam Birliği adına Endonezya ve Suudi Arabistan başta olmak üzere İslam ülkeleriyle işbirliği çabası içinde olmuştu. 1971’de devlet başkanı olduğunda yaptığı ilk iş, ağır sanayiyi kamulaştırmak, sendikaların gücünü arttırmak ve işçi haklarını yasalaştırmak oldu. Kırsalda ise, toprak reformu çalışmalarına girişildi. Öte yandan, Pakistan’ı bir ‘İslam Cumhuriyeti’ ilan eden yeni anayasa da Zülfikar Ali Bhutto’nun elinden çıkmaydı. Yeni anayasaya bağlı kalarak, devlet başkanlığını bırakıp 1973’te başbakan oldu. 1971’de, kanlı çarpışmaların ardından ve Hindistan’ın asker desteğiyle, o zamana dek ‘Doğu Pakistan’ olarak adlandırılan Bengal bölgesi, ‘Bangladeş’ adıyla bağımsız oldu; Bhutto’nun Bangladeş’i resmi olarak tanımasının ötesinde, Bangladeş’in bağımsızlık şehitleri anısına yapılmış bir anıta çiçek bırakması, Pakistanlı ulusalcıların büyük tepkisini çekti. Buna eşlik eden başka siyasaları nedeniyle, çok geçmeden, Zülfikar Ali karşıtı güçlü bir muhalefet ortaya çıktı. 1977’de, daha önce kendi eliyle devlet katlarını arşın arşın atlattığı General Muhammed Ziya ül Hak (1924-1988) darbe yaptı ve Zülfikar Ali Bhutto, göstermelik bir mahkemeyle 1979’da idam edildi. İşte Benazir Bhutto, böyle bir babanın kızı ve Zülfikar Ali Bhutto’nun kızı olduğuna bin şahit ister... Ama bu kadar rüşvet davasıyla ve Pakistan’da rüşvet davalarından muaf olmasına yönelik aldığı sözle, o bin şahiti de bulur elbet, hepsi yalancı şahit olacak olsa da... Bize düşense, halk partisi, laiklik, İslam ve sosyalizm gibi kavramları, baba-kız Bhutto’ların yaşamları eşliğinde yeniden düşünmek...

Page 397: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

397

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (19): Kore ve Bir Yanardöner Devlet Başkanı... Güney Kore’nin bugünkü devlet başkanı Roh Moo-hyun (1946- ), göreve gelmeden önce özellikle siyasal öğrenci davalarında yer almış eski bir insan hakları avukatı. Roh, Amerikan karşıtlığıyla biliniyordu. Seçim kampanyasında, başkan olursa ABD’yi ziyaret etmeyeceğini söylemişti; ama ziyaret etmekle kalmadı, Bush’un yanında poz verip “ABD olmasaydı şimdi burada değil bir toplama kampında olacaktım” dedi. Dahası Roh, Güney Kore’nin Irak’a asker göndermesini sağladı! Bu beklenmedik siyasa, Güney Kore’de az sayıda olmayan Amerikancıların desteğini kazanmaya yönelikti. Sola yaptığı açıklama ise şöyleydi: “Güney Kore askeri, Irak’ta barış için bulunacak. Kuzey Kore’yle yakınlaşabilmemiz için, ABD ile nükleer bunalımın çözülmesi gerekiyor. Dolayısıyla, ABD’nin desteği olmadan Kuzey Kore’yle yakınlaşamayız. Irak’a Güney Kore askeri göndererek, ABD’nin Korelerin birleşmesi konusunda desteğini sağlamaya çalışıyoruz.” En iyimser olasılıkla, diyebiliriz ki, Güney Kore’deki oy/ destek vb. kaygısı ve yalnızca bu kaygı, Irak halkına bomba olarak patlıyor. En kötümser olasılıkla, Kore solunun dediği gibi, “söylemleri bir yana, bir diğer Amerikan kuklasıyla karşı karşıyayız”. Irak’a asker gönderme siyasası, Roh’un, solun desteğini yitirmesinin ana nedeni. Bunun yanında, Irak’ta İslamcı direniş güçlerinin bir Güney Kore askerini kaçırıp kellesini uçurması ve rehine krizi ile ilgili sorumsuzluk, yalnız solun değil genelin de desteğini yitirmesine yol açtı. Yine de, Roh’a hala % 20’lik bir destek var. Güney Koreli gençler, Kuzey Kore’ye daha sıcak bakıyor ve gençler arasında Amerikan karşıtlarının oranı daha yüksek. Yaşlı kuşaklar ise Kuzey Kore’yi düşman olarak görüyorlar ve Amerikancılar. Güney Kore ordusu, Roh’un devlet başkanlığına başlarda karşı çıksa da, Amerika’dan daha Amerikancı siyasasıyla Roh, tutucuların yeni gözdesi... Yine de, iki Kore, onun yönetiminde, birleşmeye ya da en azından karşılıklı açılmaya, şimdiye dek olmadıkları kadar daha yakın. BM’nin ve ABD’nin karşı çıkmasına karşın, Güney Kore’den Kuzey Kore’ye giden besin ve petrol yardımının altında Roh’un imzası var. Roh, “Kuzey Kore’ye yardım ederek, oradaki devleti güçlendirmiş oluyorsunuz. Yaptığınız yardım, halka değil orduya gidiyor” gibi değerlendirmelere kulak asmıyor. Ama aynı Roh, 2006’dan beri, ABD’yle serbest ticaret antlaşması yapma peşinde. Oysa Roh’un yaşam öyküsü, Kore solu için çok umutlandırıcı idi: Daha 14 yaşında lisede bir protesto eylemi örgütlemişti. 31 yaşında bölge savcısı olduktan sonra, 1980’de, ordunun protestocu öğrencilere ateş açtığı ‘Gwangju Toplukıyımı’ olarak adlandırılan vahşet sonrası, işkence görmüş öğrencilerle tanışmış ve ondan sonra, insan hakları mağdurlarının avukatlığını yapmaya başlamıştı. Roh, 1988’de milletvekili oldu ve hükümete, rüşvet iddiaları ve hükümetin Gwangju vahşetindeki rolü konularında hesap sormasıyla tanındı. 2000 yılında Deniz İşleri ve Balıkçılık Bakanı oldu. Ve son olarak, Aralık 2002’de büyük arayla devlet başkanı seçildi.

Page 398: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

398

Amerikancılığı bir yana, iktidarın insanı bozabileceği söylenir sık sık... Roh da, devlet başkanlığının daha ilk yılında rüşvet iddialarıyla anıldı. Aslında, iddialar, kendisine yönelik olmaktan çok, danışmanlarına yönelikti. Bu iddiaları karşılamak için, Roh, referandum önerdi. Halk kendisini istemiyorsa gidecekti. Ancak, bu referandum, anayasa engeline takıldı. Rüşvet iddiaları hala sürüyor. 2005 ve sonrasında, düşen kamuoyu desteği oranı nedeniyle ve bu desteği yeniden arttırmak adına, kendi partisine karşı ana muhalefet partisi niteliği taşıyan ikinci büyük partiyle (tutucu bir parti) koalisyon çağrısında bulununca, partinin artık herhangi bir statüko partisinden farksız olduğunu söyleyen çok sayıda partili, istifa etti. Roh, daha fazla kamuoyu desteği almak için, Japonya ile Kore arasındaki gerginliği de suistimal ediyor. İki ülke arasındaki ekonomik ilişkileri geliştirmek adına, Japonya devlet başkanına bir yandan, “Japonya’nın son yüzyılda Kore’de işlediği insanlık suçları için özür dilemesine gerek yok” diyor; bir yandan da, Kore televizyonlarında Korelilere konuştuğunda, ulusalcı bir tavır takınıyor. Sonuç ne mi? Ne Roh eski Roh ne Kore eski Kore. Ve görünen o ki, genç kuşakta Amerikan karşıtlığı yükselişte olduğuna göre, önümüzdeki onyıllarda, Amerikancı yaşlı kuşak ölüp gittikten sonra, genç kuşaklar etkinliğini daha bir duyuracak ve belki sonunda Güney Kore’deki Amerikan üsleri kapatılacak ve zaten bu, Korelerin birleşmesinin önündeki belki de en büyük engel...

Page 399: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

399

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (15-16-17-18): Köhne Burma (1948- ) ya da (1948-2007) Değerli taşlarıyla (örneğin yakutla) varsıl olabilecekken dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olan Burma, bu özelliğiyle ve 45 yıllık cuntası ve askeri oligarşisiyle, bir Asya ülkesinden çok, Afrika ülkesini andırıyor. Burma yurttaşları, devletin köle işçileri olarak, karın tokluğuna, ağır koşullarda çalıştırılıyor. Yakut madenlerinde çalıştırılan işçilere ağır koşullarda ve daha uzun süre çalışabilmeleri için, çeşitli uyarıcı maddeler şırıngalanıyor. Çocuk işçi oranı da oldukça yüksek. 1948’de Britanya’dan bağımsız olan Burma, dünyada Kuzey Kore ile birlikte en yalıtılmış ülke. 1983’te, Kuzey Koreli ajanların Burma’da Güney Kore devlet başkanını hedef alan saldırısında, heyette bulunan Güney Koreli bakanları da içermek üzere 20 kişinin ölmesi ve saldırının özellikle de şehitliklere ve oldukça ünlü bir pagodaya (tapınak) yakın bir yerde düzenlenmesi sonucu, Burma ile Kuzey Kore arasındaki ilişkiler kopsa da; bugün, bu iki ambargo ülkesi, birbirine gün geçtikçe yakınlaşıyor. Ülke, 1886’da Britanya Hindistanı’nın bir parçası oldu. 1937’de ise, Britanya tarafından, ayrı bir koloni yapıldı. Burma’nın bir kolonicilik vahşeti coğrafyası olarak uluslararası kamuoyunda dikkat çekmesi ise, ‘Hayvan Çiftliği’ ve ‘1984’ adlı kitaplarıyla tanınan George Orwell’in (1903-1950) ‘Burma Günleri’ (1934) adlı romanıyla oldu. Kitabın eleştirelliği nedeniyle, yayınevi, kitabı korka korka bastı ve kitap, Hindistan ve Burma’ya sokulmadı. 1961’de BM’nin başına, bir Burmalı olan U Thant (1909-1974) geçti. Kendisi, AB(D)li olmayan ilk BM başkanı (BM tarihindeki 3. başkan) idi. U Thant (‘U’, Burmaca’da ‘bay’ anlamına geliyor), 1957’de, BM’nin Burma sürekli temsilcisi oluyor. Vietnam’daki Amerikan Savaşı’nda (1959-1975) Vietnam’dan yana tavır aldığından, ABD’nin düşman bellediği bir genel sekreterdi. Ne acıdır ki, O, BM genel sekreteri iken, ülkesi Burma, 45 yıldır sürmekte olan cunta yönetiminin “bitti bitecek” düşüncesiyle katlanılan ilk 9 yılını yaşıyordu. Cunta yönetimi, U Thant’tan nefret ediyordu. Uluslararası başarıları dolayısıyla kutlamak bir yana, 1974’te akciğer kanserinden öldüğünde, cenazesinin Burma’ya getirilmesinde sorun çıkarıldı. Cenazesi, ülkesine getirildiğinde, cenazeyi muhalif öğrenciler kaldırmak istedi; olaylar çıktı, çok sayıda öğrenci, kolluk güçlerince öldürüldü. Ama ‘tarihin cilvesi’ diye boşuna dememişler: Binlerce öğrencinin kıyımından sorumlu cunta önderi Ne Win (1910/1911-2002; yönetim dönemi: 1962-1988) de, 2002’de, ev hapsinde tutulurken, sessiz sedasız ölecek; Burma gazetelerinin büyük çoğunluğu, O’nun ölüm haberine, birkaç satırcık da olsa yer vermeyecekti... 1962’de Ne Win’in önderliğindeki cunta, ülkeye, sosyalist sistemi yerleştirmek üzere geliyor: Ekonomi kamulaştırılıyor, Burma Sosyalist Program Partisi’yle tek parti yönetimi geliyor. Ülkenin tam adı, 1974’ten 1988’e dek ‘Burma Sosyalist Cumhuriyet Birli ği’ biçiminde. Dolayısıyla, cuntanın ‘sosyalizm’ adına hareket ettiğini unutmamak gerekiyor. Cunta, yönetime, ulusal bir sol çizgiyle (evet, ulusal olan bir iktidar ne kadar sol olabilirse o kadar) başladı: ‘Burma tipi sosyalizm’ görüşüne koşut olarak, tarım dışında herşey kamulaştırıldı ve bu kamulaştırmalara, azınlıkları toptan

Page 400: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

400

yoketme siyasası ve alternatif sosyalistleri tümüyle ezme hedefi eşlik etti. Cunta, ‘sosyalizm’den, dünyadan tümüyle yalıtılmayı, yabancıların tümüyle kovulmasını vb. anlıyordu. ‘Sosyalizm’in sosyalist ülkeler arasında bir blok kurmak biçiminde bir karşılıklı bağımlılık ili şkisiyle gelişip serpileceğini ya bilmiyordu ya da bilmek istemiyordu. Dünyada, cuntanın ‘sosyalizm’den anladığının ‘sosyalizm’ olduğunu sanan çok sayıda ‘sosyalist’ bulunduğu için, bu noktada, bir anımsatmada bulunalım: Ho Çi Min (1890-1969) başta olmak üzere, hiç bir devrim önderi, ‘bağımsızlık’ derken, ‘dünyaya kapanma’ ya da ‘yalıtılma’yı kastetmemiştir. Avrupa’nın bugün ‘Avrupa Birliği’ varsa, sosyalist devletlerin de, Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi (COMECON, 1949-1991) gibi birlikleri vardı. ‘Sosyalist’ devletler, gerçekte, ülkelerinin bağımsızlığını değil, kapitalist dünyadan bağımsızlığı hedeflerler. Karşılıklı bağımlılık ilkesi, bugün, Venezuela’ya binlerce sağlık görevlisi gönderen Küba ve Küba’ya petrol gönderen Venezuela örneğinde de bir kez daha billurlaşmaktadır. Dolayısıyla, ‘Burma tipi sosyalizm’ görüşü, siyasal niteliğini tartışmaya bile gerek kalmadan, ekonomik olarak ‘sosyalist’ olmadığını daha bu noktada belli ediyor. Cuntanın ‘sosyalizm’ adına faşist bir düzen oluşturduğunu belirtirken, cuntaya karşı direnen güçlü bir alternatif sosyalist hareketin varlığı da unutulmamalı. Burma Komünist Partisi, cuntanın daha ilk yılından başlayarak, orduya karşı büyük bir direniş sergiledi. 1990’larda zayıflamasına dek, cuntanın korkulu düşü oldu. **** 1988’de, Burma’da, büyük gösteriler yapıldı. Gösterilere, Türkiye’deki 555K örneği (5 Mayıs, saat 5, Kızılay) gibi, ‘8888 eylemi’ deniyor; çünkü eylem, 8 Ağustos 1988’de gerçekleşti ve eylemcilerin parolası bu idi. İşportacıları, öğretmenleri, rahipleri ve az sayıda askeri de içeren kalabalık kitle, cuntayı titretiyor; ama düşüremiyor. Binlerce muhalif, devlet güçlerince öldürülüyor. Aynı yıl, artan uluslararası tepkileri yumuşatmak için, yabancı sermaye, Burma’ya buyur ediliyor ve özelleştirmeler başladı. Belli ki cunta, ‘Burma tipi sosyalizm’ yerine, ‘Burma tipi kapitalizm’in daha çok para getireceğini anlıyor. Ülke, turizme açılıyor. Öte yandan, muhalifler, turizm, cuntayı daha da güçlendireceği için, turist adaylarına, Burma’ya turist olarak gelmeyerek, demokrasi güçlerine değillemenin değillemesi biçiminde (diğer bir deyişle, demokrasi güçlerinin karşıtı olan cuntanın ekonomik olarak daha güçlü olmasını engellemek biçiminde) destek olmaları çağrısında bulunuyor, hala da bulunmaktalar. 1989’da, ülkenin adı, ‘Myanmar’ olarak değiştiriliyor. Başkente, ‘Rangoon’ yerine ‘Yangon’ deniyor. Burmalı muhalifler, ‘Myanmar’ adını reddediyorlar, çünkü cuntanın ülkeyi yeniden adlandırmasını meşru görmüyorlar. (‘Tayland’ da, cunta tarafından verilmiş bir addır; bir yandan ulusalcıdır, bölgedeki herkesin Tay olduğunu zorla varsayar ve İngilizce bir addır: ‘Thai-land’ (Tay memleketi). Bu nedenle, ‘Tayland’lı aydınların bir bölümü, ülkeleri için eski adı yeğliyorlar: Siyam.) Yine de, Burma cuntası, en azından, Türkmenistan eski devlet başkanı Saparmurat Türkmenbaşı’nın (1940-2006, yönetim dönemi: 1985-2006) yaptığı gibi, ay adlarını değiştirip Nisan ayına anasının adını vermiyor. İnsan hakları eylemcisi Sukyi’nin (Aung San Suu Kyi (1945- )) partisi olan Demokrasi için Ulusal Birlik, 1990’da, halk oyunun % 60’ını alarak, meclisteki 489

Page 401: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

401

sandalyeden 392’sini kazandı. Cunta, bu nedenle, seçimi geçersiz saydı. 1990’daki seçim, 30 yıl sonra ilk kez yapılan seçimdi. 1991’de Sukyi, Nobel Barış Ödülü’nü alıyor. Sukyi, uluslararası hukukta suç sayılmayan bir nedenle yıllardır cezasını doldurmaya çalışıyor. Belki O’nun da, ülkesini özgür kılabilmek için, Nelson Mandela (1918- ) gibi, 26 yıl tutsak olması gerekiyor. Güney Afrika’da ırk ayrımcılığını yenebilen insan istenci, Burma’da da kuşkusuz ki, er ya da geç kazanacak... Günümüze gelelim: Ağustos-Ekim 2007 Ayaklanmaları’nı önceleyen görece küçük çaplı eylemliliklerin çıkış noktası ekonomik idi. Aynı biçimde, Ağustos-Ekim 2007’deki ayaklanmalar, hayat pahalılığı ve devlet görevlilerinin aylığını arttırmak için benzine % 500 zam yapılması nedeniyle patlak verdi. 1988’de özelleştirmelere girişen cunta, bir yandan kendi eliyle bir askeri burjuvazi ya da asker yakını burjuvazisi oluştururken, ortalama halk için bu, daha çok açlık anlamına geliyordu. Son ayaklanmaların çıkışı ekonomikken, eylemlilikler zamanla siyasal bir nitelik kazandı. Hayat pahalılığı yerine, yavaş yavaş, demokrasi ve özgürlük istemleri yükseltildi. Bu siyasallaşmanın bir parçası olarak, örneğin, 22 Eylül 2007’de, binlerce eylemci rahip, yıllardır ev hapsinde tutulan Sukyi’nin evine doğru yürüdü ve evin önünde, balkona çıkan Sukyi’yle birlikte, dinsel tören yaptı. Sanıldığının tersine, rahipler, ilk kez eyleme çıkmıyor. Daha 1919’larda, İngiliz koloniciliğine karşı direnişte de, onlar, başı çekmişti. İngilizler, Budacı tapınaklarına ayakkabılarını çıkarmadan girmeye kalkınca, rahiplerle İngilizler çatışmış; rahiplerin önderi, müebbete mahkum edilmişti. Bir diğer rahip, koloni zindanlarında, safran sarısı rahip elbisesini giymesine izin verilmediği için, açlık grevine başlamış; açlıkla geçen 166 gün sonunda ölmüştü. Uluslararası basında, Ağustos-Ekim 2007 Ayaklanmaları, bir rahip hareketi olarak gösteriliyor. Oysa, rahip eylemlilikleri ayrı, bir halk hareketi olduğu için rahipleri bile kucaklayan bir eylemlilik ayrı. Ağustos-Ekim 2007 Ayaklanmaları, bir rahip hareketi değildir; başı çekenler arasında rahiplerin de olduğu, ancak, halkı kucaklayan, düzenleyicileri arasında, 1988 eylemlerini düzenleyenlerin de bulunduğu bir ayaklanmadır. Rahipler görsel olarak dikkat çekiyorlar, çünkü giysileri birörnek (standard) ve saçsız başlarıyla kitleler arasında kolaylıkla ayırt edilebiliyorlar. Eyleme katılan doktorlar, sözgelimi, beyaz önlükleriyle sokaklara çıksalardı, belki de, uluslararası basın, eylemi, bir ‘doktor devrimi’ olarak adlandıracak ve ‘turuncu devrim’ gibi ‘renkli devrimler’e bağlamak adına, ‘beyaz devrim’ ya da ‘pamuk devrimi’ diyecekti. Rahipler, bir uygar uymazlık (sivil itaatsizlik) biçimi olarak, son zamanlarda, askerlerin dinsel işlerini görmemek gibi bir tavır almışlardı. Rahiplerin tepkisi, henüz sokaklara inmemişti. Oysa şimdi, eylemlerde, 1988’deki muhalif öğrencilerin daha önce taşımış olduğu tavuskuşu simgeli bayrağı dalgalandırıyorlar! Bu, bir bayrak yarışı; 1988’in bayrağı, devir teslim edilmiş, 2007’de aynı gelenekten beslenerek, elden ele taşınıyor. ***

Page 402: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

402

Ayaklanmaları bastırmak için Burma cuntası, en hafif önlem olarak, rahiplerin elbiselerini elinden alıyor; en ağır önlem olarak ise, bir ordu için olabilecek en basit çözümü kullanıyor: Toplukıyım. Bir yandan da, ajanlarının kafasını kazıtıp rahip elbisesi giydirip, harekette karışıklık çıkarmak üzere, gerçekten rahiplermiş gibi halkın arasına dağıtıyor. Aynı biçimde, 12 Ekim 2007’de cunta, halkı zorla alanlara doldurarak, hükümet-yanlısı bir gösteri düzenletti. Katılmayanlar, işlerinden atılmakla tehdit edildiler; buna karşın, katılım yine de düşüktü. Öte yandan, 1988 Toplukıyımı’nın temel oyuncusu olan Burma Ordusu ile, 2007’deki Burma Ordusu arasında büyük farklar var: Bir kere, sınıfsal olarak, 2007’deki ordu, daha bir köylü ve genel olarak daha fazla halk tabanlıdır, çünkü 1988’den sonra, ordudaki asker sayısı arttırıldı. ‘Asker sayısının arttırılması’, ordunun sınıfsal tabanının daha çok halklaşması ve köylüleşmesi anlamına geliyor. Bugün Burma Ordusu, 400,000 askeriyle, asker sayısında, dünyada 12. sırada. Ordu askerlerinin aileleri köylerde yaşıyor ya da kentlerdeki yoksul kesimdenler. Dolayısıyla, ülkedeki ekonomik bunalımlar, alt düzeydeki onbinlerce askeri doğrudan etkiliyor. Bu nedenle, ordu içinde alt ve üst düzeylerde, halktan yana tavır alıp ‘vur!’ komutuna uymayan ve istifa eden askerlerin sayısı artıyor. Ayrıca, 1988’deki ordu, azınlıkları topluca yok etme siyasası içerisinde, toplukıyım deneyimi kazanmıştı; 2007’deki ordu üyelerinin ise bir (düşük yoğunluklu) savaş deneyimi yok. 27 Eylül 2007’de, halka rasgele ateş açan cunta güçleri, Japonyalı fotoğrafçı-muhabir Kenji Nagai’yi de içermek üzere, 9 kişiyi öldürdüler. Kenji’nin ölü bedeni ve kamerası, dünya basınında büyük yankı uyandırdı. Cunta, artık, Burmalı olsun olmasın, özellikle kameralıları hedef alıyordu. Herşeye karşın, çeşitli eylem ve kıyım görüntüleri, yasaklı ağbağdan (internet) kamuoyuna ulaştı. Gelen bilgiler arasında, yaralı rahiplerin, cunta güçlerince, Budacı ölüyakımevlerinde (krematoryum) diri diri yakıldığı haberleri var. Uluslararası arenada, Burma’nın cuntasını, Çin ve Rusya destekliyor. Cunta, halka ateş açarken, Çin ve Rus yapımı silahlar kullanıyor. Çeşitli kuruluşlar ve kişiler, Çin’in Burma üzerindeki büyük etkisini bildiklerinden, Çin’in Burma’daki ayaklanmaların barışçıl bir biçimde çözülmesinde kilit görevini görebileceğini ileri sürerek, Çin’i birşeyler yapmaya çağırıyor. Bu kişi ve kuruluşlar, Çin’in, Burma’daki demokrasi güçleri için çaba sarfetmediğini görerek, 2008 Pekin Olimpiyat Oyunları’nı protesto çağrılarında bulunuyor. Çağrıcılar, bu durumu, Nazileri protesto etmek için boykot edilen 1937 Berlin Olimpiyat Oyunları’na benzetiyorlar. Burma’daki yabancı şirketlerin etkinliklerini durdurmasını ve Avrupa devletlerinin Burma ürünlerini boykot etmelerini istiyorlar. (Ancak, unutuyorlar ki, boykotlar, hiç bir ülkede, varsılları güçsüz bir duruma getirmemiştir; tersine, yoksulları daha yoksul yapmıştır. Örneğin, Irak’a 1990’larda uygulanan ambargoda, ilaçsızlıktan ölen çocuklar, yönetici katmanın ve varsılların değil, yönetilenlerin ve yoksulların çocuklarıydı elbette. Gelir adaletsizliği sorunu çözülmeyen ülkelerde, uluslararası boykotlar, yönetilenleri daha güçsüz duruma düşürdüğü için, yöneticilerin elini görece olarak güçlendirmekten başka bir sonuç doğurmaz. Üstelik, halk arasında, gözü bir kara bir ulusalcılığı da tetikler.) Yeniden, Burma ve Çin’e dönersek, Burma ve Çin’in kendi halklarına ateş açma konusunda engin bir dostlukları var. 1988 Burma olaylarından hemen sonra, 1989’da

Page 403: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

403

Çin’de Tiananmen Toplukıyımı gerçekleşecek, tanklar Çin halklarına çevrilecekti. Çin, hiç bir ülkenin içişlerine karışmamayı, uluslararası diplomaside bir ilke olarak benimsiyor ve diğer ülkelerden de kendisine böyle davranılmasını istiyor. Diğer bir deyişle, “devletin baskısıyla ezilme olasılığı bulunan ortalama yurttaşımı, devletimin engin gücü karşısında, güçsüz ve yalnız bırakın” diyor. Aynı biçimde, “bu, Burma’nın iç işidir, karışmayın” diyor. Durum, “Bu Almanya’nın iç işidir, Hitler’e karışmayın” demeye benziyor. Cunta, ayaklanmaları, dünyanın birçok cunta ya da cuntamsı yönetiminde olduğu gibi, ‘dış mihraklar’a bağlıyor. Cuntaya göre ayaklanmaların ‘kökü dışar’da’. *** Burma’da, Ağustos-Ekim 2007 Ayaklanmaları, uluslararası basında, rahiplerin safran sarısı giysileri nedeniyle, ‘safran devrimi’ olarak adlandırılarak, ‘renkli devrim’lerle (buldozer devrimi, Yugoslavya, 2000; gül devrimi, Gürcistan, 2003; turuncu devrim, Ukrayna, 2004; sedir devrimi, Lübnan, 2005; lale devrimi, Kırgızistan, 2005) yanyana konulmaya çalışılıyor. 1988 ayaklanmasına Soros desteği açık ve Ağustos-Ekim 2007 hareketinin baş-destekçilerinden biri de Bush. Bush, her ABD devlet başkanının yaptığı gibi, ekonomik çıkarı herşeyin üstünde tutuyor. ABD dış siyasasında ilkesellik aramak boşuna. ABD’nin Burma’daki demokrasi güçlerini desteklemesi, tümüyle bölgedeki Amerikan çıkarlarına dayanıyor. Ayrıca, ABD, hiç bir zaman, yakında yıkılacağı bilgisini almadığı bir cuntaya karşı, demokrasi güçlerini desteklememiştir. Hindistan da, aynı biçimde, Burma üstündeki Çin etkisini kırmak adına, Burma’daki demokrasi güçlerini destekledi ve fakat demokrasi güçlerinin iktidarı ele alamayacağı sonucuna vardığında, Hindistan, Burma’daki demokrasi güçlerini yüzüstü bıraktı. Burada, araya, beklenmedik bir biçimde, Rambo giriyor! Daha önceki üç filmde (‘İlk Kan-1’ (1982), ‘İlk Kan-2’ (1985) ve ‘Rambo-3’ (1988)), Vietnam ve Afganistan’da kahramanlıklar gösteren (bunu ‘bir insanın ne kadar vahşileşebileceğini gösteren’ olarak okuyalım), Vietnam’daki daha önceki toplukıyımlardan sorumlu ‘Vietnam gazisi’ Rambo, 2008’de gösterime girecek yeni filmde, İsacı misyonerleri kurtarmak üzere Burma’ya gidiyor, cuntayla çarpışıyor! İlk iki filme senaryo kaynağı olan Kanadalı romancı David Morrell (1943- )’ün ‘İlk Kan’ (1972) adlı romanının, aslında, ‘Vietnam Savaşı’na’ eleştirel yaklaşan bir roman olduğunun ve Amerikan yayılmacılığını temsil eden film Rambo’suyla uzaktan yakından ilişkisi olmadığının gözden kaçışını geçtik; ABD ile demokrasi ne kadar yanyana gelebilirse, Rambo’yla özgürlük de o kadar yanyana gelebilir. İşte bu da unutuluyor. Bunlar uluslararası kamuoyunda unutuldukça, Rambo’nun yolu, mutlaka, İran’a ve Kuzey Kore’ye de düşecek... Rambo’nun getireceği ‘özgürlük’ ve ‘demokrasi’yi Burma’daki halk hareketi reddedebilecek mi?.. ABD’nin amacı, Çin’in Burma üzerindeki artan etkinliğini kırmak. Çin, Burma sayesinde, Hint Okyanusu’na açılıyor. Cuntanın sürekliliğiyle sağlanan istikrar, Çin çıkarları açısından oldukça kazançlı. ABD, bunu engellemek adına, Burma’daki demokrasi güçlerini destekliyor. Burma halkları, iki kötüden birini mi seçecek; Rambo’nun bazukalarla getireceği ‘özgürlük’ mü, cuntanın kanlı düzeni mi... Cuntanın yalıtılmışlığı, Burma’daki halk hareketini de, ülkesinin dışını düşünemez bir duruma getiriyor. Ulusal cuntanın, halk hareketini ulusallaştırması için, tek başına varlığı bile yetiyor. Bundan sonra, Burma halklarına, Irak, Nepal ve Venezuela’daki siperdaşları gibi, ABD’siz bir çözümü düşünmek ve hareketi

Page 404: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

404

uluslararasılaştırmak düşüyor. Yoksa, cuntanın gidişi, en kötü olasılıkla, Endonezya ve Filipinler gibi, kaynak üleşiminde değil de, rüşvet ve yolsuzluklarla zengin bir Burma yaratacak; o da, olası bir iç savaş, bir gün sonuçlanacaksa... Bundan sonra Burma ne olur? Bir kere, halk hareketinin iktidarı alması için, iç savaş bir zorunluluk olarak ortaya çıkıyor. Ordu, bölündüğüne göre, halk, halkçı askerlerin sağladığı silahlarla silahlanacak. Çeşitli araştırmacılar, sınıfsal kökenleri nedeniyle, halktan yana tavır alan genç askerleri, Jön Türklere benzetiyor. “Burma’ya Jön Türkler gerekli” diyorlar. Gerçekten de, Burma’daki genç subayların duruşu, Burma’nın tüm yazgısını değiştirecek güçte. ‘Jön Türkler’, Asya ülkeleriyle ilgili tartışmalarda ilk kez ele alınmıyor. Burma’yla ‘Jön Türkler’in yanyana anılmasından çok önce, 1981’de Tayland’da, kendini ‘Jön Türkler’ olarak adlandıran, özellikle Askeri Okul’dan 1960 mezunu subaylar darbe yaptılar. 2 gün boyunca iktidarı ellerinde tuttular. Ama Tayland Kralı’nın darbeyi onaylamadığını açıklaması üzerine teslim oldular! Sonrasında, darbenin başarısızlığının bir sonucu olarak ordudan atıldılar. Tayland siyasal tarihinde, ‘Jön Türklük’ darbecilikle özdeşken, Burma’ya işte tam da ‘Jön Türkler’ gerekiyor. Burma’nın genç subayları, Burma’nın yazgısını belirlerken, belki de, Asya’da, ‘Jön Türklük’ün adını da temize çıkarmış olacaklar...

Page 405: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

405

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (14): Sıcak Ülke Çin ve Sıcak Para Renminbi (Halkın Parası) Çin Halk Cumhuriyeti’nin para birimi, Renminbi ve ‘renminbi’, ‘halkın parası’ anlamına geliyor. Renminbinin, Çin Komünist Partisi’nce, iktidarı almadan önce kullanılmaya başlanması ise, renminbiyi, dünya paraları içerisinde ayrı bir yere koymamız için ikinci bir neden... 2006’dan beri, Çin’deki tartışma konularından biri, renminbiden Mao’nun resimlerinin çıkarılıp çıkarılmayacağı ve renminbilere hangi resimlerin ve simgelerin basılacağı. Bu tartışmaların Türkiye için bir anlamı var elbet; yoksa da, olmalı artık... “Mao (1893-1976) resimleri yerine, Çin erken devriminin (1911) öncüsü Sun Yat Sen’in (1866-1925) ve (kalkınma adına, yoksulu daha yoksul, varsılı daha varsıl eden ekonomik reformlarıyla) eski ÇKP önderi Deng Xiaoping’in (1904-1997) resimleri olsun” diyenler var. Çünkü bu görüşe göre, Çin, bugünkü kalkınmasını, Deng’in ekonomik reformlarına borçlu. “Mao resimleri kaldırılsın” diyenlerin temel olarak gerekçeleri şu: Maocu politikaların neredeyse tümü, bugünkü Çin hükümeti tarafından reddedilmiş durumda. Bir diğer görüş, “tüm kişi resimleri kaldırılsın” diyor ve şunu ekliyor: “Bu bir AB(D) geleneğidir. Çin tarihindeki hanedanlıkların birçoğunda, hükümdarın resmini paraya basmak biçiminde bir düşünce yoktu.” Ama elbette, daha önce, baskı makineleri, günümüzdeki kadar gelişkin de değildi... Üçüncü görüş ise, “renminbide, Konfüçyüs, ilk Çin hükümdarı, Çin Seddi, Çin tarihinde yer etmiş kişilikler, Çinli şairler gibi izlekler olsun” diyor. Elbette kadınlar da olmalı... Dördüncü görüş, “Ki şileri yüceltmek yerine, renminbilerde, geleneksel Çin müziği çalgıları olsun” diyor. Beşinci görüş, önceki görüşlere eleştirel yaklaşarak: “Sun Yat Sen’le Deng’i madem ki çok seviyorsunuz, düşüncelerini yaşatsanıza! Renminbilere resimlerini basarak, onları yüceltiyor olduğunuza emin misiniz?” diyor. Altıncı görüş, beşinciden daha eleştirel: “Hangi insan, resmini paralara bastırmaya değecek kadar yücedir ki?! Tüm bu sayılanların, olumsuz yanları da vardı. Örneğin, Çin’i birleştiren ilk Çin hükümdarı, despotun tekiydi ve Çin’i birleştirme adına, kendinden önce yazılmış metinleri yaktırmıştı.” Yedinci görüş, önceki görüşleri dikkate alarak, “renminbilere geleneksel Çin felsefesi ilkeleri konsun” diyor. Sekizinci görüş, “renminbilere panda resmi koyup dünyanın sempatisini kazanalım” diyor. Ama bu, Çinlilere değil, Çinli olmayanlara hitap edecek bir öneri. Oysa, renminbiyi, yabancılardan çok, 1,3 milyar Çinli kullanacak.

Page 406: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

406

Dokuzuncu görüş, “kalkınmayı özendirmek adına, renminbilere, Çinli varsılların resimlerini koyalım ya da Çin’in kalkınmasında kilit olan ürünlerin resimlerine yer verelim.. Böylece, Çin halkını varsıl olmaya, para kazanmaya özendirmiş oluruz” diyor! Onuncu ve sonuncu görüş, Avustralya, İsveç vb. ülkeleri örnek göstererek, renminbilere, şairlerin, yazarların, bilimcilerin resimlerinin konulmasını öneriyor. Bugün renminbilerde, etnik azınlıkların resimleri, Mao ve Çin’in Çin Seddi gibi tarihsel ve turistik yerlerinin resimleri kullanılıyor. Azınlıklara eşitlik adına, tüm renminbiler, (Uygurlar için, Arap harflerini de içermek üzere) 5 dilde. Hatta ulusalcılar, bu durumu eleştiriyor: “Onları, para biriminde bile farklı olarak kabul edersek, nasıl çinlileştirebiliriz ki!..” diyorlar. Burada, Çin’deki azınlık durumuyla ilgili yorum yapmıyoruz; çünkü bu, başka bir yazıda tek başına ele alınması gereken bir konu. Şimdilik en azından şunu diyebiliriz: Çin, bölgede ne geleneksel anlamda sömürgeci ne de ortam, tümüyle güllük gülistanlık... İnsanlar, Batı Çin’de açlıktan, Doğu Çin’de aşırı yemekten ölüyor ama başkaları da kalkmış renminbilere ne resmi konacağını tartışıyor... Renminbi, sözcük anlamıyla, ‘halkın parası’ olduğuna göre, belki de renminbilerde, halktan insanların resimleri olmalı. Her bir kağıt-parada, farklı farklı Çinli ailelerin resimleri olabilir. Böylece, renminbi, bir yandan, sözcük anlamının dışında, üstündeki resimlerle de halkın parasına dönüşür; bir yandan da, Andy Warhol’un ünlü sözünü anıştırırcasına, halktan insanları, bir kağıt-paralık da olsa, böylece ünlü eder...

Page 407: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

407

Asya-Pasifik’te Bu Hafta(13): Çin ve Vietnam’da Günlük Yaşam... 80 milyonluk nüfusuyla Vietnam, 1.3 milyarlık nüfusa ve Vietnam’ın ülke büyüklüğünün 30 katına sahip Çin için, küçük bir nokta olarak görülebilir. İki ülke, tarihte çok savaştı. Vietnam, 1000 yıl kadar, Çin’in sömürgesiydi. Öte yandan, Çin, Vietnam’ın Fransa’ya karşı bağımsızlık savaşında (1945-1954), Vietnam’a tam destek sağladı. Geçmişteki, sömüren-sömürülen ilişkisi bir yana bırakılmış ve kızıl düşüncede ortaklık, iki ülkeyi biraraya getirmişti. Ho Çi Min’in kod adı bile Çince idi. Sonrasında, Vietnam’ın Sovyetlerle yakınlaşmasıyla, ara, bozuldu; zaten o ara bozulurken, Çin de ABD’yle yakınlaşmaya başlamıştı. Sovyetçi Vietnam, Vietnam’dan toprak talebinde bulunan Çin yanlısı Pol Pot ve yandaşlarını etkisizleştirmek adına Kamboçya’ya girdiğinde, Çin de Vietnam’a saldırdı. Çin-Vietnam sınırındaki savaşta, Çin yenildi. Vietnam, ABD’nin üstüne, bir büyük gücü daha, dize getirmiş oluyordu. ‘Toplumsalcı (sosyalist) pazar’ düşüncesi, 1980’lerle birlikte, bu iki ülkeyi yeniden biraraya getirdi. İki ülke de, kalkınma adına, yoksulluğa ve gelir adaletsizliğine kızıl bayraklar altında göz yumdu ve göz yumuyor. Güney Amerika’daki çabaların tersine, ABD’yi en yakın ticaret ortakları olarak benimsiyorlar... 1 Ekim 1949, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulduğu yıl. Bu nedenle, 1 Ekim, ‘ulusal gün’ olarak geçer ve yasal olarak dinlence günüdür. Vietnam ise, bağımsızlığını 2 Eylül 1945’te, Ho Çi Min’in sesiyle ilan etti. 2 Eylül de, Vietnam’ın dinlence günüdür. 2 Eylül’de ve diğer birçok günde, Vietnam sokaklarında, orak-çekiçli parti bayrakları, sık sık açılırken; 1 Ekim’de Çin’de, orak-çekiçli parti bayrağı neredeyse hiç bir yerde görülmez. Buradan, toplumsal yapıyla ilgili bir sonuca varmak ne kadar doğru olur, tartışılır; ancak, kızıl bayrak, iki ülkede de, kızıl düşüncenin simgesi olarak kabul gördüğüne göre, “Çin, tümüyle kendini bırakmış; Vietnam, az da olsa değerlerini koruyor” diyebiliriz. Gelir adaletsizliği göstergelerinde, Çin’in, Vietnam’dan daha kötü bir yerde olduğu da görülüyor. Bunun, kuşkusuz, Çin’in, dünyanın beşte birini oluşturan dev nüfusundan kaynaklandığı ileri sürülebilir. Aslında, iki Çin var: Batı Çin ve Doğu Çin. Şanghay’ın başını çektiği Doğu Çin, yabancı yatırımlarla ihya olurken, Batı Çin, ortalama bir düşük-gelirli ülke izlenimi veriyor. Çin’de ağbağ (internet) üzerinde aşırı denetleme var. Çin’le ilgili olmayan Vikipedi sayfalarına bile erişim engelleniyor. Vietnam’da ise, görece özgürlük var; ağ günceleri (blog) üzerindeki kısıtlamaları saymazsak... Çin’de, Çince dışında bir dilde gazete bulmak çok zor; Vietnam’da ise, yaygın dillerdeki gazeteler, heryerde rahatlıkla erişilebilir durumda. Vietnam’da, arabalara uygulanan lüks vergisi nedeniyle, yollarda milyonlarca motosiklet var. Çin’de ise araba, Vietnam’ın yarı fiyatına. Çin trafiğinde, motosikletler ve bisikletler azınlıkta (elbette burada, Doğu Çin-Batı Çin farkını gözden kaçırmamak gerekiyor).

Page 408: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

408

Vietnam’da Amerikan savaşının bittiği 1975 sonrası, resmi siyasa, nüfusu arttırmaya yönelikti. Bu nedenle, Vietnam’da çok çocuklu ailelere rahatlıkla rastlanabilir. Bu resmi siyasanın doğrudan sonucu olarak, Vietnam’ın nüfusunun % 65’i, bugün, 30 yaşın altındadır. Çin’de ise, tek çocuk siyasası var. Bu nedenle toplum yapısı da değişmiş durumda. Çinli varsıllar, fazladan para ödeyip ya da rüşvet verip birden fazla çocuğa sahip oluyorlar. Resmi siyasa, ‘her yurttaş için bir çocuk’ değil, ‘her evlilik için bir çocuk’ biçiminde olduğundan, birden fazla çocuk sahibi olmak için ayrılan eşler yaygın. Çin’de 1978’deki (geri) dönüşümle birlikte, Çin Komünist Partisi’ne bağlı olan köylü kökenliler, kalkınma adına, han-hamam sahibi yapıldı. Vietnam’da ise, 1986’dan başlayarak, Parti’ye bağlı olanlara ek olarak, devrim öncesi, özellikle Güney Vietnam’da, ticaret deneyimi olanlar ihya oldu/ edildi. Amerikan vb. işbirlikçisi olduğu için Vietnam’dan kaçmak zorunda kalmış Vietnamlılara ve emekli Amerikan askerlerine, işadamı/ işkadını olarak kolaylık gösterilmekte. Vietnam’da partiye bağlı olanlar yanında, Parti’nin yıllarca çarpıştığı güçler de varsıllıyor... Aslına bakılırsa, artık, ‘Çin’ ve ‘Vietnam’ sözcükleriyle, ‘kızıl bayrak’ sözünü aynı tümcede kullanmak, kendi içinde çelişiyor. Çünkü gökdelenlerin en tepesinde dalgalanan kızıl bayraklar, orada dalgalanana kadar, kızıllıklarını çoktan yitirmiş oluyorlar...

Page 409: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

409

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (12): Japonya’da Boşta-çalışanlar

Geleneksel olarak ‘işsiz’in tanımı, ‘emek gücü içinde etkin olarak iş arayan ama bulamayan’ biçimindedir. Dolayısıyla, bir iş yapmayan ama bir iş de aramayan bir insan, tutumbilimde (iktisat) ‘işsiz’ sayılmaz; çünkü iş aramadığı için, emek gücünün bir öğesi olarak kabul edilmez. Küreselleşmeyle birlikte gelen esnekleşme dalgası ve özellikle Japonya’da ‘boşta-çalışanlar’, bu yalın ‘işsizlik’ tanımını buğulandırarak, konuya, “ya var ya yok” üstünden tanım yapmaya girişen klasik aristocu mantık yerine, seçenekleri derecelendiren saçaklı mantığı dayatıyor. Bu yazıda, çalışanlar ile işsizler arasındaki gri alanlardan birine, ‘boşta-çalışanlar’a çeviriyoruz kameramızı... ‘Boşta-çalışan’ sözcüğünü, Japonca’ya ‘free’ (İngilizce’de ‘özgür, serbest’) ve ‘arbeiter’ (Almanca’da ‘işçi’) sözcüklerinin birleşimiyle geçmiş ‘freeter’ sözcüğünün karşılığı olarak ilk kez burada öneriyoruz. Japonca’da olduğu gibi, Türkçe’de de, ‘boşta gezen’ sözcüğüyle ‘çalışan’ sözcüğünü biraraya getirerek ‘boşta-çalışan’ sözünü kullanıyoruz. ‘Boşta-çalışan’ sözü, Japonya’da 1980’lerde kullanılmaya başlandı. Japonya’da, çalışanlar, genellikle, aynı kurumda ömür boyu çalışırlar; şirketler de zaten aynı şirkette ömür boyu çalışılmasını özendirir. Oysa 80’lerle birlikte, genç kuşakta geçici işlerde çalışma eğilimi başgösterdi. Gençler, bir önceki kuşak gibi, ömürlerini, Japonya’daki şirketlerin uzun çalışma saatlerine harcamak (ya da gençlerin diliyle ‘gömmek’) istemiyorlardı. Onların bu isteksizlikleri, daha esnek çalışma koşullarına yol açan kondu tipi şirketlerin yarattığı dalgayla birleşince, ‘boşta-çalışan’ kavramı ortaya çıktı. Boşta-çalışanlar, yüksek aylık veren ama bağlılık isteyen bir işte çalışmaktansa, düşük aylık veren ama geçici olan işleri yeğliyorlardı. ‘Boşta-çalışanlar’ için, o zamanlar, ‘parça-işçi’ sözcüğü de kullanılabilirdi. Bunlar, şirkete ya da fabrikaya bağlı olarak çalışmak yerine, iş parçasına bağlı olarak çalışıyor ve iş bitince, başka bir geçici işe yöneliyorlardı. Tüm toplumlarda, geçici işçiler, o ya da bu biçimde görülmüştür; ancak, işsizlikten değil, gönüllü olarak geçici işlerde çalışmak, bu kadar kitlesel olarak, ilk kez Japonya’da görülüyordu... Şirketlerin tümüyle bilgisayarlaşması ve bilişim toplumlarına özgü ağ tasarımı vb. parça-işlerin yaygınlaşmasıyla, ‘boşta-çalışan’ kavramı da yeni bir nitelik kazandı. Bugün, Japonya’da kimi araştırmacılar, ‘boşta-çalışan’ları, ‘gönüllü olarak geçici işlerde çalışan’ olarak oldukça geniş bir biçimde tanımlarken, bir diğer araştırmacı öbeği ise, ‘ağbağ (internet) tabanlı parça iş yapıp ağbağ kahvelerinde ve bilgisayar kullanılabilen lokanta gibi ortamlarda sabahlayan güvencesiz bilişim işçisi’ olarak tanımlıyor. Yaklaşık 130 milyonluk Japonya nüfusunda, boşta çalışanların sayısının 2000’li yıllarda 2-4 milyon olduğu söyleniyor. Orana vurulduğunda, boşta çalışanların genel topluma etkisinin az olduğu düşünülebilir; ancak, bu 2-4 milyonluk güvencesiz bilişim işçisi alt-sınıfı, tutumbilimde ‘çarpan etkisi’ olarak adlandırılan olgu gibi, topluma, katlana katlana etki ediyor: Bir kere, Japonya’nın nüfusu yaşlanıyor: 7 milyon Japonyalı, 80 yaş üstü ve 27.5 milyon Japonyalı, 65 yaş üstü! Boşta-çalışanların toplumsal güvencesi yok ve toplumsal güvence dizgesine de katkıları yok. Yaşlanan nüfus ve yaygınlaşan boşta-çalışma nedeniyle, Japon tutumyapısının

Page 410: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

410

(ekonomi) önümüzdeki 30 yıl içinde çökeceği düşünülüyor ve geçenlerde istifa eden Japonya Başbakanı Abe’nin de toplumdaki saygınlığının ve oylarının büyük düşüşü, toplumsal güvence ile ilgili sorunlara bağlanıyor. Abe’nin toplumsal güvenceden kesinti yapmaya yönelik siyasa önerileri, 27.5 milyon yaşlı Japonyalı’nın oy’unu yitirmesine yol açtı... Bu tabloya, boşta-çalışanların oranının yavaş da olsa her yıl arttığını ekleyelim. Artan yaşlı nüfus oranıyla, çöküşe doğru giden Japonya toplumu, bu sorunu çözmek için, boşta-çalışanları, sürekli emek gücüne katmaya çalışıyor; insan-işçilerin yerini alacak robot-işçi çalışmalarına ağırlık veriyor ve kaçak göçmen işçilere göz yumuyor. Eski bir Japonya geleneği ise, ölüme çok yaklaşmış anne-babayı ulu bir dağa bırakıp gitmek biçimindeydi... Japonya’nın hangi çözümü/ çözümleri benimseyeceğini kestirmek zor... İster o çözüm olsun ister bu çözüm olsun, Japonya’da gençlik de yaşlılık da ayrı sorun...

Page 411: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

411

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (11): Meczuplardan Devrimci Olur mu... Bütün dinleri bir araya getirme çabası, tümünden bir çorba yapma çabası yeni değil. Özellikle Hindistan’da çok kere hazırlandı bu çorba... Ama hiçbiri, Victor Hugo ve Çin Erken Devrimi’nin isacı öncüsü Sun Yat Sen’in yandaşı olan Gao Day (Cao Dai) kadar ilginç ve kapsayıcı değildi. Gaoday, bir erken Yeni Çağ dini. Japonya’daki binbir çeşit yeni dinden (anımsanırsa, bunlardan biri olan Aum Şinrikyo, 1995’te Tokyo metrosunda sarin gazı saldırısı düzenlemiş, olayda 12 kişi ölmüştü) çok önce, 1926’da, Güney Vietnam’da ortaya çıkmış şiddet karşıtı ve otobur (vejetaryen) bir karma din ve günümüz vietnamında 3 milyon izleyicisi var. Gaoday, ‘yüksek yer’ anlamına gelen yaygın bir kısaltma; açılımı, ‘Vahiy ve Kurtuluşun 3. Dönemi’nin Büyük Dini’. Gaodaycılara göre, Gaodaycılık’ın kurucusu, Tanrı! Tapınaklarda kutsal gözle temsil olunan Tanrı’dan önce, ‘Tao Te Çing’ adında sonsuz ve biçimsiz bir kaynak vardı ve sonra, büyük bir patlamayla, Tanrı oluştu. Sonra Tanrı, evreni oluşturabilmeleri için Yin (karanlık) ve Yang’ı (aydınlık) yarattı. Yin ve Yang, birlikte, bir tanrıça yarattılar; tanrı, Yang’ı; tanrıça, Yin’i üstlendi ve evren ortaya çıktı. Gaodaycılara göre, 72 tane gezegende zeki yaşam var ve birincisi, cennete en yakını ve ikincisi, cehenneme en yakını... Dünya, bu sıralamada, 67. gezegen... Gaoday, tarihi üçe bölüyor: Azizlerin, bilgelerin ve Musa’nın öğretilerini yaydıkları 1. dönem; Buddha, Lao Zi, Konfüçyüs, İsa ve Muhammed’in öğretilerini yaydıkları 2. dönem ve Gaoday’a karşılık gelen 3. dönem... Baştapınağın mimarlığı, Katolik, Budacı ve Muhammedci simge dünyasından öğeler taşıyor. Azizler arasında, medyumlar da anılıyor. Gaodaycılık, kutsal kitaplarını ve günlük kutsal bilgilerini ruh çağırma oturumlarından oluşturarak, ruh çağırmayla vahiy arasında bir bireşime varıyor. Gaodaycılık, yurtsever bir nitelik de taşıyor. Başından beri, açıkça siyasal; siyasallığı, kimi dinler gibi örtülü değil. Vietnamlı yurtsever şair Trang Trinh (1492-1587), Victor Hugo (1802-1885) ve 1911 Çin Devrimi’nin öncüsü Sun Yat Sen (1866-1925), gaodaycılığın 3 azizi olarak kabul ediliyor; Gaoday tapınaklarında bu üçlüyü yanyana getiren duvar resimleri bulunuyor. Gaodaycılar, bu üçlünün ruhlarının dünyayı sık sık ziyaret ettiklerine inanıyor. Gaodaycılık’a kısa bir bakış bile, fazlaca dile getirilmeyen şu gerçeği bir kez daha su yüzüne çıkarıyor: “Bütün dinler, yapıları gereği, siyasaldırlar. Dini, çeşitli düşünce akımlarından ayıran temel nokta, dinin insanların yaşamını düzenliyor olmasıdır. Hiç bir din, siyasete alet edilemez çünkü dinin kendisi zaten siyasettir. Siyaset, siyasetin aleti olamaz.” Zaten, Gaodaycılar da Irak’taki Şiiler ve Hindistan’daki Sihler gibi, 1940’lı yıllarda bir ordu kuruyor: ‘Cennetin Yolu Askerleri’... 25,000 askeri bulan bu ordu, Amerikan işgali sırasında, Vietnam halklarına karşı, daha sonra ‘kukla ordusu’ olarak adlandırılacak ABD güdümlü Güney Vietnam ordusuna katılacaktı. Gaodaycıların Trang Trinh, Victor Hugo ve Sun Yat Sen üçlüsünü aziz ilan etmeleri ve kolonicilik karşıtı düşünceleri nedeniyle, Vietnam Komünist Partisi Genel

Page 412: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

412

Sekreteri (1960-1986) Le Duan (1907-1986), ‘Vietnam’daki Toplumsalcı (Sosyalist) Devrim’ adlı kitabında, gaodaycıların yurtsever ve iyi niyetli insanlar olduğunu söyler ve Amerikan güdümlü Güney Vietnam yönetimi tarafından baskıya uğradıklarını dile getirir ve Gaoday papa’sının bu nedenle 1959’da Kamboçya’ya kaçmak zorunda kaldığına dikkat çeker. Bir yandan da, Duan, Gaodaycıların tabanının yurtsever olmasına karşın, yöneticilerinin işbirlikçi olduğunu belirtir. Duan, bunları yazarken, ABD’ye karşı büyük bir savaş veriliyordu. Bu nedenle Duan, ayrıştırıcı değil birleştirici yorumlar yapmak durumundaydı. Ancak, savaş bittiğine göre, şimdi sakin kafayla düşünebiliriz: Akla değil, vahye ve ruh çağırma oturumlarına dayanan bir sömürgecilik karşıtlığı, güvenilmezdir. Bir meczup çıkıp tanrının kendisine toplumsalcı (sosyalist) devrimi yayma görevini verdiğini söylese, sözlerinin içeriğine değil dayanağına bakılmalıdır. Bugün tanrıya dayanarak devrime katılan, yarın yine tanrıya dayanarak tam tersi yöne kayabilir... Victorhugocu ve sunyatsenci Gaodaycıların ilerleyen yıllarda amerikancılaşması gibi... Çünkü devrim, herşeyden önce, aklın devrimi olmalıdır, yalnızca iktisat ilişkilerinin değil... (Resim için, Ali Rıza Arıcan’a teşekkürler...)

Page 413: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

413

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (10): Nepal: Kral, Everest’ten Daha Yüksek Değildir Elbette! Bir 10 yıl öncesine dek Everest’le, dağcılarla ve görkemli tapınaklarıyla tanınan Nepal, maocu gerillaları ve yıkıldı yıkılacak krallığıyla tanınıyor bugün. Asya toplumları üstüne ‘barışçıl toplumlar, huzur toplumları, değişmenin olmadığı durağan toplumlar’ vb. genellemeler yapmaktan geri durmayanların eski gözdesi Nepal, bugün “yeni bir dünya olanaklı” diyenlerin, Venezuela ile birlikte yakından izledikleri bir ülke; öte yandan da, 3-5 yaşındaki çocuklara, tanrı/ tanrıça ya da çeşitli ruhların yeniden dirilişi oldukları düşünüldüğü için hala tapınılan ülke... Nepal, İnsansal Gelişim Göstergesi’ne göre, yaklaşık 200 ülke içinde 138. sırada (Türkiye, 92. sırada). Nüfusun yaklaşık % 70’i, günlük 2,5 YTL’nin (2 Amerikan Doları) altında harcamayla yaşıyor (Türkiye’de bu değer, yaklaşık % 20). Gini göstergelerine göre Nepal, gelir dağılımındaki eşitsizlikte, ABD’den biraz daha kötü bir durumda (Türkiye, şaşırtıcı olmayacak bir biçimde, bu konuda da ABD ile aynı). Gelir dağılımı eşitsizliği en az olan ülkeler, İskandinav ülkeleri ve Japonya iken, eşitsizliğin en fazla görüldüğü ülkeler, çeşitli Afrika ve Güney Amerika ülkeleri... 20. yüzyılın ilk yarısında, yoksulluk ve gelir dağılımındaki eşitsizlik açısından, Çin’deki durum, Nepal’dekinden de beterdi. Bunun ötesinde, bir de kır-kent arasının açılması olgusu sözkonusu idi. Köylerdeki yoksulluk, kentlerdeki varsıllığa göre daha sık görülür bir olguydu. Aslında şu an, Çin, yoksulluk, gelir dağılımındaki eşitsizlik ve kır-kent arası açısından, maocu devrim için nesnel koşulları taşıyor, ama öznel koşullara sahip değil. Yine bu göstergelerle söylenebilir ki, devrimlerin, günümüzde, Afrika ve Güney Amerika ülkelerinde görülebilme olasılığı daha yüksektir ve görülmeleri en düşük olasılıklı yerler ise İskandinav ülkeleri ve Japonya’dır... Nepal ise, ABD’dekine yakın bir gelir dağılımı eşitsizliği ama 28 milyonluk ülkedeki 20 milyon yoksulla, devrimin nesnel koşullarını elbette taşıyor ve Çin’in tersine, devrimin öznel koşullarına, yani bir halk hareketine de sahip... Nepal’de, 2001’de, sarhoş prens, bir öfke nöbetinde kral ve kraliçe başta olmak üzere krallık ailesi üyelerini öldürdükten sonra kendi canına kıydı. Toplukıyım sonrası tahta geçen Gyanendra, hala tahttadır ama maocu hareket, tahtı Kral’a dar ediyor ve son 2 yıldır, “Kral devrilmek üzere” haberleri sık sık duyuluyor... ABD’nin Asya’yla ilişkisi, herzaman “bu Asyalılara demokrasi fazla; bunlarda itaat kültürü var. O nedenle, bunlarda herzaman bir kral ya da imparator olmalı. Amerika düşmanlarına, yani uygarlık düşmanlarına karşı herzaman kralları desteklemeliyiz” biçiminde oldu. Japonya’da 2. Paylaşım Savaşı sonunda imparatora dokunulmadı, ülkeyi tümüyle denetim altına almak için, imparator, Amerikancı yapıldı. Laos’ta ABD, komünistlere karşı kralı piyon olarak öne sürdü 1975’te kral devrilene ve Laos bir sosyalist devlet olana dek. Tayland’da Amerika, krala karşı elbette demokrasi yanlılarını desteklemeyecekti. Değil mi ki o körcesine tapınılan Tayland Kralı, ABD doğumludur ve hatta Amerikan yurttaşı olduğunu söyleyenler var... Ama

Page 414: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

414

Kamboçya’da bu formül, tersine çevriliyor çünkü Kral Sihanuk, eski bir sosyalist prens... Nepal’de ise, aynı formül yineleniyor: Nepal Kralı, Amerika’nın gözdesi... Nepal’de Maocu gerilla savaşı, 1995’te Nepal Komünist Partisi’nden ayrılan Puşpa Kamal Dahal (kod adı: Praçanda Yoldaş) tarafından başlatıldı. Savaş, onbinlerce köylüyü seferber etti. Kentlerde de büyük ayaklanmalar düzenlendi. Bunlardan birinde, 1 milyon Nepalli, başkentteki Krallık Sarayı’nı kuşatıp kralı alaşağı etmek istedi; ama bu girişim, oldukça kanlı bir biçimde bastırıldı. Gelinen son noktada, kral, meclisi yeniden açmak zorunda kaldı ve maocular meclise girdiler. Kralın yetkilerini kısıtladılar: Kral’ın ordu üstündeki yetkisi kaldırıldı; ünvanındaki dinsel kutsama öğeleri silindi (6 sıfır silmekten 6 kat büyük birşey bu); artık, kral da, her yurttaş gibi vergi ödeyecek. Anayasa değişikli ği gündemde ve bu değişiklik, bir büyük ayaklanma daha olmayacaksa, kralı tahttan düşürecek son gelişme olabilir. Nepal’de son olarak, paranın üstündeki kral resmi kaldırıldı; yerine, Everest’in resmi kondu... Kral, Everest’ten daha yüksek değildir elbette... Ve krallar, geçicidirler; azmin zaferini temsil eden Everest ise tüm sarayların, tüm gökdelenlerin üstünde... Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (10): Nepal: Kral, Everest’ten daha yüksek değildir elbette! Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 169, 23 Eylül 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=17475

Page 415: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

415

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (9): Asya’da İsacılık ve Budacılık: İki Fırtına Arasında Kalmak... “ İki fırtına arasında kalmak...” Evet, Asya’da İsacılık ve Budacılık ilişkisi, belki de bu biçimde resmedilebilir... Herkesin kendine muhammedci, kendine isacı, kendine budacı olduğu bir dünya... Budacılık, özellikle Güneydoğu Asya’da İsacılık’ı yaymaya çalışan ve bölgedeki açlık ve yokluk nedeniyle başarılı olan sömürgeci isacılara karşı, yerli halkın elinde kalan tek ekin (kültür) öğesiydi. Geçici bir süre için de olsa, ilerici bir nitelik taşıyordu. Amerikan güdümündeki Güney Vietnam hükümetinin (1954-1975) seçkinleri, çoğunlukla isacıydı ve Budacılık’ı gerilik olarak görüyor; budacılara baskı yapıyorlardı. Bir budacı rahip, isacı hükümetin baskılarını protesto için kendini yakarak can verdiğinde, devlet başkanının eşi “ne olacak canım, kendi çaplarında mangal partisi yapıyorlar işte” diyordu vahşi vahşi! Şimdiyse, isacılar, Vietnam’da baskı gördüklerini söylüyorlar! Vietnam’da bağımsız medya olmamasından dem vuruyorlar. Doğrudur, Vietnam’da basın-yayın üstünde devlet tekeli var. Ama bağımsız medya herhalde Vatikan tarafından yönetilen bir medya değildir! Bağımsız medya, Vatikan’dan da bağımsızlığı gerektirir. Vietnam’ın isacıları ya bunu göremiyor ya da görmek istemiyorlar. Bugün, Asya’da isacı olmak bir üstünlük... Bu, küreselleşmenin doğal bir sonucu... Küreselleşme, birçok Asya ülkesinde, daha fazla isacılaşma olarak gözlemleniyor. Uluslarası iş bağlantılarında elbette isacılar yeğleniyor. Kore’de isacı nüfus, gittikçe artıyor; Filipinler’de ise, İsa’nın acısını paylaşmak adına, kendini gerçek çiviyle çarmıha gerecek kadar vahşi isacı yobazlıklar bol bol görülüyor. ‘Hoşgörü toplumu’ diyenler, her tür gericiliğe hoşgörülü olmamızı istiyorlar. Yönetici katmandaki ilerlemenin bu gericiliklere hoşgörülü davranmamaktan geçtiğinden söz etmiyorlar. Türkiye’de, bozulan bir uçak için deve kesilirken; Nepal’de yine bozulan bir uçak için Hindu gök tanrısı adına keçi kurban ediliyor. Ve hoşgörü toplumu, “bırakınız kessinler” diyerek, din-tanımlı toplulukları, değişmez varlıklara indirgiyor. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler, bırakınız kessinler”... Japonya gibi kalkınmış bir ülkenin bile, çoğu zaman, İsacılık’ı uygarlıkla bir tutuşu, kalkınmasının ne kadar kof olduğunu gösteriyor. Japonya’da da, çoğunluğu isacı olmayan birçok Asya ülkesinde de, düğünler, dinsel ve resmi düğün dışında kilisede yapılıyor, evlenenler isacı olsun ya da olmasın... Aslında zaten, kilisede, ‘batılılaşma’ adına yapılan düğünlerde, nikahı kıyanların papaz olması da gerekmiyor. Papaz gibi giyinenlerin çoğu da, tanrıtanımaz beyaz derililerden oluşuyor. Beyaz tenli yabancılar, bu işi ek gelir için yaparken, evlenen Japonyalı çiftler de, beyaz adamın verdiği onayla uygarlığa adım atmış oluyor! Bir toplum, ucuz Amerikan filmlerinden bu kadar çok mu etkilenir... Kilise düğünü klişelerine bu kadar çok başvuru niye... Kof kalkınma... Japonya’nın kofluğunun tek göstergesi, bu kilise düğünü özentiliği değil elbet. Japonya’da resmi din, Şintoculuk (güneşçilik). Güneşçiler, Japon imparatoruna,

Page 416: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

416

güneşin oğlu olarak tapıyorlar! 2. Paylaşım Savaşı’ndaki intihar uçaklarının (kamikaze) düşünsel altyapısı buna dayanıyor. Bu güneşçi gericiliği doğrudan ulusalcılığa bağlamak adına az çaba sarfedilmedi. Japon sömürgeciliği, 20. yüzyılın ilk yarısında, “Japonlar en üstün ırktır çünkü güneş ilk önce Japonya’da doğar” diyorlardı ve milyonlarca 11 Eylül eğilimli Japonyalı, buna inanıyordu! Şimdi, Japonya’da, güneşçiliği yeniden canlandırmak adına budacılara baskı yapılıyor. Sonra, kulaklarımıza, Taliban’ın -“Filipinli hemşirelerle birlikte dünyanın en ucuz misyonerleri” olarak adlandırılan- Güney Koreli misyonerleri kaçırdıkları haberi çalınıyor... Taliban’ın vahşili ğinden dem vuranlar, o Güney Korelilerin orada ne aradığını sormuyorlar. Gerçekte –hangi dinden olursa olsun- hiç bir misyoner ‘iyilik için iyilik’ yapmıyor. Büyük ülküler değil onlardaki... Tanrıya hizmet etmek için yapılıyor misyonerlikler, cennetten küçük de olsa bir arsa kapabilmek için... Bu nedenle, Hindistan’daki 40 yıllık insancıl çalışmaları için 1979’da Nobel Barış Ödülü’ne değer görülen Rahibe Theresa’dan, bu ödül geri alınmalıydı. Çünkü insanlığa değil tanrıya hizmet için yaptı iyilikleri... Dopingle rekor kırmış bir koşucu gibi, derecesi elinden alınmalıydı. O zaman kimse ağlamasın; kendini yakan Budacı rahiplere ağlamayanlar, gözyaşlarını pembe dizilere harcasın...

Page 417: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

417

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (8): Dalai Lama Şeriatı ve Budacılık Karanlığı Yazımızın başlığı garip gelmiş olmalı. O zaman onunla başlayalım: Şeriatın Muhammedcilik’e özgü olduğu düşünülür. Oysa bütün dinlerin şeriatı vardır... Türkiye’den bakıldığında yumuşak ve hatta (kavramsal çelişkiyi göze alarak) laik bir din izlenimi veren Budacılık’ın bile şeriatı vardır... Budacı bir ülke olan Tayland’da, rahipler eylem üstüne eylem yaparlar “Budacılık resmi din olsun” diye. Şimdilik, Budacılık resmi din değil, çünkü krallıkla yönetilen ülkede, krala biat eylediğiniz sürece, millet-i sadıka olduğunuz sürece sorun yok (burada, krallığın geriliğini vurgulamak üzere özellikle Osmanlıca kullandık)... Ya da sorun yok gibi görünüyordu... Geçen yıl, hoşgörü toplumu olarak pompalanan Tayland’da ‘Erawan olayı’ diye bir olay patlak verdi. (Bu Erawan’ın, Erivan/ Yerevan’la bir ilgisi yok, ad benzerliği...) Erawan, turistlerin yoğun olarak gezindiği Sukhimvit Sokağı’nda bir otel ve otelin hemen yanında bulunan bir adak yeri... Otel, yıllar önce, Budacılık’a göre uğursuz bir günde yapıldığı için, hemen yanına adak yeri yapılıyor; burada, sofu Budacılar, ruhlar ve hayaletler yesinler diye, adak olarak, pirinç, mandalina vb. sunuyor; adak yeri çiçeklerle donatılıp sayısız tütsü yakılıyor... “Durun, ne yapıyorsunuz?! Buda, tarihteki ilk materyalistlerdendi; siz de tutmuşsunuz, ruhlardan, hayaletlerden söz ediyorsunuz. Sizin nereniz budacı? Buda, sizi görse, “ben marksçı değilim” diyen Marks gibi, “‘Budacı değilim’ derdi” demeyin; bunu demenin sonuçları kötü olabilir... Hoşgörü toplumu olduğunu sandığınız bir toplumun, İslam dışındaki bir din üstünden nasıl şeriat ürettiğini görürsünüz, hayal kırıklığına uğrarsınız... Daha uğramadınız mı hayal kırıklığına? O zaman ekleyelim: Tayland’da Budacı rahipler, Türkiye’deki üfürükçüler gibi, yazdıkları muskalardan zengin oluyor... Ülkede en çok okunan kitaplar, hayalet çizgi-romanları ve hayalet öyküleri... Sofu budacılar, boyunlarında bilmemkaç kiloluk bir sürü muska taşıyorlar “şans getirsin” diye. Başkalarına iyiliği “ şans getirsin” diye yapıyorlar. Karma inancı, “ne ekersen onu biçersin” diyor ve budacıların çoğu da iyiliği kalpten yapmıyor, çıkar için yapıyor... Buda’nın dünya görüşünde dua yoktu, çünkü Buda’ya göre tanrı yoktu; tanrı yoksa, ondan istekte de bulunulamaz... Ama budacılar bugün, özel mülkiyete karşı olan Buda’nın kesinlikle reddettiği altından tapınaklarda, varsıl olmak için dua edip “şans getirsin” diye iyilik yapıyorlar... Budacılık’ın çıktığı yer olan Hindistan’da ise Hindular, budacılığı, Buda’yı tanrı ilan ederek bitirdiler... Budacılık’ı bitiren bitirene... Burada, dönemi açısından ama yalnızca dönemi açısından ilerici olan budacılığı mutlaklaştırmak yanlış... Felsefe ile dini ayıramayan bir düşünce okulu, dinle devleti zaten hiç ayıramaz... Bu nedenle, hoşgörü simgesi olarak görülen Dalai Lama da, Malezya’da, karılarını “boş ol” biçimindeki 3 cep iletisiyle boşayanlar kadar şeriatçıdır; tek fark, elinde gücün olmamasıdır. Felsefe, ancak akla dayalı olduğunda, hoşgörüyü tartışabilir duruma gelir...

Page 418: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

418

Dönelim Erawan’a... Geçen yıl bir tabudeviren, Erawan’daki kutsal sayılan Buda heykellerini kırma girişiminde bulundu... Taksiciler hemen toplandılar ve oracıkta adamı linç ettiler. Olayın ertesinde kimse “yazık oldu adama” diye üzülmezken; çoğunluk, “kutsal değerlerimize hunhar saldırı!” diyerekten, Erawan adak yerini adak, tütsü ve çiçek yağmuruna tuttu! Aziz Nesin’lik bir olay... Sonradan, tabudevirenin bir muhammedci olduğu ortaya çıktı... Kabe’deki putları devirir gibi Budaları devirmek istemiş olmalıydı (‘Put’ sözcüğünün ‘Buda’ sözcüğünden geldiğini düşünenler var). Ama hangisi hoşgörülü ki şimdi; putatapan da değil, putkıran da değil... Bu iki öbeği de reddedip akla dayalı bir dünya kurmanın öylesine uzağındayız ki... Türkiye’de Doğu Asya dinlerine yoğun ilgi var son zamanlarda... İlgi duyanların çoğunun ‘ruhani’ gereksinimleri var ama laik kalmak adına, hacıya, hocaya gitmiyorlar; laik olduğunu düşündükleri Doğu Asya dinlerine yöneliyorlar... Evet, Budacılık, tarihte, üç ‘büyük’ dine göre daha az kan dökmüştür, ama her din gibi, şeriatı vardır; akla değil, dogmalara, üstelik de çarpıtılmış dogmalara dayanır... Hoşgörü toplumu savunusu yapan ünlü bir romancımız, dünya barışı için, değişik dinlerden insanların biraraya gelip topluca dua etmesini canhıraş savunmuştu, çünkü toplu duayla açığa çıkan büyük olumlu düşünce, şiddeti ortadan kaldıracaktı! Gülelim mi ağlayalım mı, yoksa devreye giren diyalektiğe mi çevirelim yüzümüzü: Şiddeti ortadan kaldıracağı söylenen çözüm, din tabanlı oluşuyla şiddeti doğuruyor... “Şiddete savaş açacağım” diyen şiddet-karşıtı bir eski dostun duruşu gibi...

Page 419: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

419

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (7): Barışı Düşünürken, Kapıları Çalamayan Çocukları Duyabilmek... 1 Eylül, Dünya Barış Günü ve ‘Dünya Barış Günü’ denince akla ilk gelen konulardan biri, elbette, Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan atom bombaları ve 62 yıl önce bugün (2 Eylül 1945), Japonya’nın teslim oluşuyla, 2. Paylaşım Savaşı’nın (1939-1945) son buluşu... Nazım Hikmet’in iki etkileyici şiirinin (‘Kız Çocuğu’ ve ‘Japon Balıkçısı’) gücü ve yaygınlığı nedeniyle, Türkiye’de, “Japonya’nın 2. Paylaşım Savaşı’nda hiç bir suçu yok” biçiminde yanlış bir kanı var. Bu yanlış kanının, Nazım Hikmet’in, şiirlerinde, Japonya’nın savaş suçlarını anmamasından ileri geldiğini görmek, üzücü ve daha üzücüsü, Asya tarihi üstüne kanılarımızın, kitaplarla ya da gazete yazılarıyla değil, şiirlerle biçim bulması... Bu iki üzücü olgunun biraz olsun önüne geçmek için, bu yazımızda, Japonya’nın hala kabul edip özür dilemediği savaş suçlarını sıralayacağız. Elbette, milyonlarca Asyalı’nın canına mal olan bu savaş suçları, bir ülkeye atom bombası atmak için gerekçe olamaz; ama bir çok örnekte olduğu gibi, mazlumlar (Japonya), masum değiller; mazlumlar, ellerinde güç olmadığı için zalimlik yapamamışlar; daha doğrusu, zalimliklerini sürdürememişler. Japonya’nın gaddarca katlettiği milyonlarca sivil Asyalı, Hiroşima’da ve Nagasaki’de ölenlerden daha az değerli değildir. Umarız, aşağıda sıralayacağımız savaş suçları, bundan sonra, Hiroşima ve Nagasaki’yi anan Türkiyelilerde, Japonya’nın katlettiği milyonlarca Asyalı’yı da anma düşüncesi uyandırır. Nazım’ın şiirine dönelim: Kapıları çalan Japon kız çocuğunu anarken; kapıları çalmasına bile izin verilmeden katledilmiş ya da üzerlerinde Nazi deneylerini aratmayacak biçimde salgın hastalık deneyleri yapılmış Asyalı çocukları da anmak gerekiyor, hatta onları daha çok anmak gerekiyor. Savaş sırasında, Japonya’nın 23 milyonu Çinli olmak üzere toplam 30 milyon Asyalı’yı öldürdüğü öne sürülmekte. Onbinlerce savaş esiri ve sivil, anestezisiz deneylere maruz bırakıldı; deney amaçlı olarak, kolları, bacakları kesildi; bedenlerine salgın hastalıklar şırınga edildi ve bunları yapanlar, Nazi örneğine benzer bir biçimde, Japonya’nın en yetenekli doktorlarıydı. Bu doktorlar, savaş bitiminde, cezalandırılmadılar ve içlerinden, hala huzur içinde yaşayanlar bulunmaktadır. ABD, Yahudilerin de baskısıyla, Nazi savaş suçlularını en küçük delikten bile çıkarıp cezalandırırken, Japonya’nın kasapları, ellerini kollarını sallaya sallaya gezmişlerdir. Üstelik, Japonya, Çinli sivil halka karşı, çeşitli kereler, kimyasal silah kullanmıştır ve savaş esirleri üzerinde de kimyasal silahların etkilerini denemiştir. Japonya, 1945’te, Vietnam halklarının pirinç ekmelerini yasaklayarak, 2 milyon Vietnamlı’nın çok kısa bir sürede, açlıktan ölmesine yol açmıştır. Sorumlular, bu vahşet için de yargılanmamıştır. Dahası, savaş esirleri, köle işçi olarak kullanılmıştır. Yalnızca bir tek demiryolu yapımında bile, 100,000 Asyalı yaşamını yitirmiştir. Japonya’nın savaş suçları saymakla bitmez. Savaş sonrasında kurulan Savaş Suçları Mahkemesi, suçlu bulduklarını idama mahkum ederken, bu suçlardan birebir sorumlu olan birçok üst düzey yetkiliyi görmezden geldi. Vahşetin baş sorumlusu Japonya İmparatoru Hirohito, en ufak bir ceza bile almadı ve biz, hala, kapıları çalmalarına bile izin verilmeyen o Asyalı

Page 420: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

420

çocukların sesini duyamıyorsak; bu durum, o çocukların sesinin daha cılız oluşundan kaynaklanmakta... Bu yazıda, kapıları çalanların değil çalamayanların sesi olabildiysek, ne mutlu bize... Birgün bir Japonyalı’yla tanışırsanız ya da bir Japonyalı arkadaşınız varsa, ona önce Hiroşima ve Nagasaki ile ilgili üzüntünüzü belirtebilirsiniz ama ondan sonra, Japonya’nın savaş suçlarıyla ilgili olarak ne düşündüğünü sormanızı öneririz. “Yok suç-muç falan, yiğit askerlerimiz kahramanca çarpıştılar; üstelik, “biz onları kesmedik, onlar kesti bizi”” diyorsa, bizce en doğrusu, Hiroşima ve Nagasaki ile ilgili üzüntü sözlerinizi geri almanızdır. Çünkü bir kez daha, mazlum görünenin aslında zalim olduğu bir örnekle karşı karşıyasınız demektir...

Page 421: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

421

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (6): 1973 Nobel Barış Ödülü’nü Reddeden Vietnamlı Devrimci ve Karşı-Orduculuk Daha önce Martin Luther King’e (1964), Dalai Lama’ya (1989), Mihail Gorbaçev’e (1990), Nelson Mandela’ya (1993), Yaser Arafat, Şimon Perez ve Yitzhak Rabin’e (1994) ve Uluslararası Af Örgütü (1977) ve Sınırsız Hekimler Örgütü (1999) gibi kuruluşlara verilmiş olan Nobel Barış Ödülü’nü alan Asya-Pasifikliler de var. Ödül sahipleri şu ülkelerden: Bangladeş (2006), Kore (2000), Doğu Timor (1996), Myanmar (eski adı Burma ya da Birmanya) (1991) ve Vietnam (1973). Orhan Pamuk ve Nobel çevresinde dönen tartışmalarda, Nobel Ödülü’nün sömürgeci ve kolonici olduğu görüşünü öne sürenler, ödülün, üst düzey bir Amerikalı diplomat olduğu için yargılanamayan, çok sayıda savaş suçunun ve toplukıyımın sorumlusu olduğu ileri sürülen Henry Kissinger’a verilmesini kanıt olarak sundular. Barış adına ve sanat adına verilen aynı adlı iki ayrı ödülü karşılaştırmak ne kadar doğru, tartışılır; ama konumuz, bu değil. Le Duc Tho (Lê Ðức Thọ) (1911-1990) da, Ho Çi Min gibi, Hindiçini Komünist Partisi’nin bir avuç kurucusu arasındaydı (1930). Toplam 11 yıl, Fransız kolonici yönetiminin zindanlarında kaldı. 1945’te Vietnam’ın bağımsızlığının ilanından sonra işgalci Fransa ordusuna karşı yürütülen bağımsızlık savaşında (1945-1954) ön saflardaydı. 1954’te Vietnam, Kuzey ve Güney olarak ikiye bölündü. Le Duc Tho, Amerikan güdümündeki Güney Vietnam’daki direniş hareketini yönetiyordu. ‘Le Duc Tho’ adının dünya basınında geniş yer bulması, 1973’te Vietnam ve ABD arasındaki savaşı bitiren Paris Barış Görüşmeleri nedeniyle oldu. Tho ve Amerikan temsilcisi Kissinger’ın yaptıkları görüşmeler sonucunda ateşkes imzalandı. Ateşkes, Vietnam için tam anlamıyla diplomatik bir zaferdi. Ek görüşmelerle birlikte savaş son buldu ve ABD ordusu, Vietnam’dan çekildi. Tho ve Kissinger, barışa yönelik çabaları nedeniyle 1973’te Nobel Barış Ödülü’ne değer görüldüler; ancak, Tho, “ülkemde barış hala sağlanamadı” diyerek ödülü reddetti. Ödül, savaşın bitişinden sonra, yani 30 Nisan 1975’ten sonra verilmiş olsaydı, belki de kabul ederdi. Kissinger ise, ödülü gururla aldı! Zaten Le Duc Tho ve Sartre dışında kimse şimdiye dek Nobel Ödülü’nü geri çevirmedi. Aslında, günümüzden, karşı-orducu (antimilitarist) açıdan bakarsak, şaşırtıcı olan, ödülün Kissinger’a verilmesi değil, savaşın iki tarafına verilmesidir. Barış görüşmeleri de yapsalar, biri, insanlık suçlarından sorumlu; diğeriyse oldukça sert ve kanlı bir direnişi yönetiyordu. Öte yandan, 1973’te Kissinger’ın insanlık suçları, bu kadar bilinmiyordu. Bu nedenle, Kissinger, içinde bulunduğumuz yıllardaki Nobel ödülleri için aday bile gösterilemez büyük olasılıkla. Adaylığı bile bugün büyük tepki toplar. Bugünkü durum ne olursa olsun, Tho, ödülü geri çevirdiği için, çoğunluk, 1973 Nobel Barış Ödülü’nün bir tek Kissinger’a verildiğini sanıyor.

Page 422: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

422

Böylece, Asya-Pasifik’ten az-çok taşarak, karşı-orduculuk konusuna ve barışa geliyoruz: Muhalifler arasında, sözgelimi, direniş dönemi Vietnam şiirinde savaşın ve şiddetin sıklıkla anılmasını doğru bulmayanlar var. “Bu şiirler, “Her Vietnamlı asker doğar” türü hamaset örnekleri” diyorlar. Aslında, bir işgal durumunda karşı-orduculuk, işgal edilen için bir lüks, işgal eden ülkenin aydınları içinse bir zorunluluk ve sorumluluktur. İşgal eden ABD ise, Amerikalı aydınlar karşı-orducu olmalıdır; ama karşı-orduculuk, işgal edilen ülke halkı için teslimiyet anlamına gelir. Sözgelimi, bugün Irak’ta karşı-orduculuk adına silahsızlanmayı savunmak, Irak halkına “direnmeyi bırakın” demek anlamına gelir. Karşı-orduculuğun daha derinlikli bir tanımı, “bir ülkenin ordusunun olmaması ve o ülkenin bu biçimde savunmasız bırakılması” değil, ordunun siyaset üzerinde etkisinin olmaması ya da zayıf olmasıdır. Demek ki, Le Duc Tho’yu, Kissinger’ı ve Nobel Barış Ödülü’nü Asya-Pasifik’ten bir bakışla düşünürken, barış ve savaş kavramlarının yeniden tanımlanmasına bir kez daha gereksinim duyuyoruz...

Page 423: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

423

Asya-Pasifik’te Bu Hafta(5): Sihanuk: Sosyalist Prenslikten Karaoke Krallığına! Kamboçya, güzellik yarışmalarını “Kamboçya’da çoğu insan, karnını doyuracak pirinç bulamazken, güzellik yarışmaları lükstür” diyerek yasakladı geçenlerde ve Kamboçya’nın bir baba-kralı var ki, bu kral, başka kral... Dünya, O’nu, 1960’larda, Kamboçya’nın sosyalist prensi olarak tanıdı... Sosyalist bir prens oluşu, çeşitli sol siyaset kuramlarına esin kaynağı oldu. Bu kuramlara göre, ekonomi ve siyaset birbirlerinden ayrı kavramlar olarak ele alınmalıdır. Sosyalizm, bir siyaset tasarısı değil, ekonomi tasarısıdır. Dolayısıyla, bir ülke, ekonomik açıdan sosyalist olup siyasal olarak krallıkla yönetilebilir. Bir krallık da proleterya diktatörlüğü gibi, özel mülkiyete son verebilir. Bu konu çok uzar gider ve yazımızdan taşar. Biz yine sosyalist prensimizden alalım haberi... 1922 doğumlu Sihanuk, Kamboçya’nın 1953’teki bağımsızlığından başlayarak 1970’e dek Kamboçya Kralı idi; 1970’den sonraki yıllarda da başbakanlık ve devlet başkanlığı gibi çok çeşitli üst düzey görevlerde bulundu. Şu an, oğlu, tahtta ve Sihanuk, ‘Kamboçya’nın kurucu kralı’ ve ‘baba-kral’ olarak anılıyor. Sihanuk’un adı Sanskritçe’de ‘kaplan ağzı’ anlamına geliyor. Baba-kral, eğitimini Kamboçya, Vietnam ve Fransa’da tamamladı. Kamboçya bir Fransız kolonisiyken Sihanuk, ülkesinin bağımsızlığı için mücadele etti ve bunun için 1953’te, Kamboçya’nın bağımsızlığından aylar önce, Tayland’a sürgüne gönderildi. Vietnam’daki Amerikan Savaşı sırasında (konu açılmışken söyleyelim: Amerikalılar, o savaşı ‘Vietnam Savaşı’ olarak adlandırırken, Vietnamlılar ‘Amerikan Savaşı’ olarak adlandırıyor. Aynı biçimde, ‘Vietnam sendromu’ sözü de, dilimize pelesenk olmuş, Amerikan propagandası kokulu bir söz...), Sihanuk, Vietnam’ı destekledi; Doğu Kamboçya’da Vietnam gerilla üslerinin açılmasını sağladı. Maocu kral, 1970’de yurtdışındayken tahttan indirildi. Bunun üzerine, Pekin’e kaçtı ve yavaş yavaş yükselişe geçen Kızıl Khmerler’i destekledi. Kızıl Khmerler iktidara gelince Sihanuk’u devletin simgesel önderi olarak tanıdılar, ancak bir süre sonra Kızıl Khmerler de O’nu görevden aldı ve bir kez daha sürgüne gönderildi. Vietnam’ın Kamboçya’yı işgali sırasında, sürgünlük yıllarını bu kez de Çin ve Kuzey Kore’de geçirdi. 1989’da Vietnam ordusunun Kamboçya’dan çekilmesinden sonra, sonunda 1991’de sürgünden dönen Baba-kral, hala Kuzey Kore’yle yakın ilişkide. Kuzey Kore için ‘ikinci vatanım’ diyor. Kuzey Kore görüşmelerinde arabulucu olarak da adı geçti. Kuzey Kore’ye duyduğu yakınlık nedeniyle, kimi zaman hükümetle çatışıyor.

Page 424: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

424

Baba-kral, gerçekten baba bir kral: Sorunu olan, gazetede baba-krala mektup yazıyor; Sihanuk’un yanıt-mektubu, gazetede yayınlıyor. İşte böyle baba bir kral. Kralı eleştirmek serbest. Bu yönüyle, Tayland’da Budacılık adına sergilenen kral-tapıcılığına taban tabana zıt bir tablo çiziyor... Ne de olsa O, eski bir sosyalist prens... Sihanuk’u anlatmaya sayfalar yetmez, yaşamını yazsak birkaç ırmak-roman çıkar... Elbette bu kadarı da Sihanuk’un ilginçliğini ortaya çıkarmaya yeterdi ama Sihanuk, dünyayı şaşırtmaya devam ediyor! Film yönetmenliği yanında, son yıllarda, sanal ortamdaki krallık ağsayfasındaki müzik klipleriyle tanınıyor: 85 yaşındaki Baba-kral, çalgıcılar eşliğinde, Fransızca, İngilizce, Khmerce, Çince, Laoca, Tayca, Endonezce, Takalogca (Filipinler’in üç ana dilinden biri) şarkılar söylüyor ve bu klipler, Kamboçya Krallığı resmi sayfasından indirilebiliyor! Sihanuk’un acılar, sürgünlükler, olgunluk ve deneyimle dolu buğulu sesi, insanda, “Asya’nın Frank Sinatra’sını siyasete kurban vermişiz meğer” düşüncesini uyandırıyor... Müzik ve film çalışmaları nasıl olursa olsun ve dünya, nereye savrulursa savrulsun, O, gerçek bir kral ve sosyalist prens olarak Kamboçya halkının kalbinde ve insanlığın ortak düşünsel tarihinde yaşamaya devam edecek...

Page 425: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

425

Asya-Pasifik’te Bu Hafta(4): Denizlerden, Irmaklardan, Dağlardan Konuşmalı... 15 Ağustos 2007, Hindistan’ın bağımsızlığının 60. yıldönümü ve Hindistan, devlet marşında, milliyetçilik, ırkçılık ya da dincilik bulunmayan; kandan, ölmekten, öldürmekten söz etmeyen bir avuç ülkeden biri... Bilge şair Rabindrath Tagor tarafından yazılmış Hindistan devlet marşında, Hindistan’ın eyaletlerinden, ırmaklarından ve dağlarından sözediliyor... Bu öyle bir marş ki, marş gibi yazılmamış ve tatlı bir şarkı gibi kulaklarınızı doldurduğunda, Hindistan, insanda, barış ve huzur ülkesi olarak canlanıyor... Ve yine Hindistan devlet marşı, bangır bangır bandoyla çalınmayan ve böyle çalındığında dünyanın belki de en kötü marşına dönüşen marş... “Bizim de birgün, bizi üç tarafımızdan çeviren denizleri, o güzelim ormanları, sıra sıra dağları anlatan bir marşımız olacak mı...” sorusunu bırakıyor... 1947, büyük bir yıl... İki ülkenin birden yanyana -ya da belki, “ayrı ayrı” demek daha doğru- doğduğu yıl: Hindistan ve ‘din ayrılığı’ gerekçe gösterilerek ayrılan Pakistan. ‘Pakistan’ adının ‘temiz’ anlamına gelen ‘pak’ sözcüğünden geldiğini söyleyenler olsa da, ‘Pakistan’ adı, bir kısaltma: kolonici İngiltere’nin Hindistan’ı parçalamak için 5 Kuzey bölgesine verdiği ad: Pencap, Afganistan, Keşmir, Sindh, Belucistan. Baş harfler ve Belucistan’ın son hecesi, ülkenin adını veriyor... 1947’de, bu ayrışma ve iki ayrı bağımsız devlet kurma sürecinde, toplamda 1 milyon insan, din kavgasında ya öldü ya da öldürüldü. Niyazi Berkes, bilgi yanlışları ve eksikleriyle dolu 1976 basımı ‘Asya Mektupları’ adlı kitabında, bağımsız Pakistan’ın ilk yıllarına tanıklık eder ve Pakistan’ın din gerekçesiyle ayrılması nedeniyle, İslami devlet tartışması dışında bir tartışmanın olmadığını aktarır... Pakistan devlet marşı da, Berkes’in gözlemlerini aratmayacak bir biçimde, dinsel öğeler taşır... Ve ayrılmadan 60 yıl sonra, yine din nedeniyle insanlar ölüyor Hindistan’da; ama bir yandan da çoğunluğu Hindu olan Hindistan’da, görevini daha yeni devreden devlet başkanı, Muhammedci olabiliyor... Neden birbirini öldürüyor Hindular ve Muhammedciler? Tarihe baktığımızda, dinsel ya da düşünsel olduğunu sandığımız birçok çatışma, gerçekte, çıkar çatışması olagelmiştir... Bunun en açık örneği, Haçlı Seferleri’dir... Haçlı Seferleri, tümüyle ekonomik nedenlerle düzenlenmiştir; din de bu ekonomik nedenleri gerekçelendirmek adına kullanılmıştır... Muhammedci-Hindu kavgası da gerçekte, bundan farklı değildir: Muhammedcilik’te bilindiği gibi, cihat düşüncesi vardır. Hoşgörü toplumundan sözedilse de, herzaman, dini, kılıçla ya da kılıçsız yayma düşüncesi olmuştur. Muhammedcilik’te sözgelimi, bir yabancıyla evlenen Muhammedci’ye, eşini Muhammedci yapması telkin edilir. Bir hoşgörü dini olsaydı, inananların Muhammedci olmayan eşlerini Muhammedci yapma gibi bir yönelimi olmazdı...

Page 426: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

426

İlk bakışta, bu kandökümünün ardında, bu yayılmacılık düşüncesi varmış gibi görünüyor. Ama yalnız bu değil: Hindu dininde de, bu kandökümünü arttırıcı bir özellik var: Hindu dini, kast düzenine dayanıyor. Bir yandan, kastın en altındakiler var; bir de, kasttan sayılmayan, Gandhi’nin, duygudaşlık göstererek ‘tanrının çocukları’ olarak adlandırdığı dalitler var. Dalit, ‘ezilen’ anlamına geliyor ve Hindu toplumunda, çok ağır toplumsal koşullar altında yaşamak zorunda kalıyorlar. Öte yandan, Muhammedcilik’in olumlu yanı, dikey değil görece yatay bir düzen önermesi... Muhammedcilik, kast düzenini reddettiği için, dalitler ve Hindu toplumunun alt kesimleri, Budacılık ve İsacılık gibi dinler yanında Muhammedcilik’e de kayıyor... Muhammedcilik nedeniyle Hindu toplumu, ‘köle’lerini yitiriyor! İşte kavga için iki temel neden: Muhammedcilik’teki yayılmacılık ve Hindu toplumunun alt kesimindeki başka dinlere kayış eğilimi... Hindistan’da insanlar, vitrinde din gerekçesiyle, gerçekte gizli gündemleriyle, birbirlerini öldürmeyi sürdürürken; bize, barış için ağır açlık grevine yatmış bilge insan Mahatma Gandhi’yi anımsamak düşüyor... Ve bir de, Hindu Gandhi’yi, Muhammedcilere çok ödün verdiği gerekçesiyle öldürenin, bir Hindu olduğunu anımsamak...

Page 427: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

427

Asya-Pasifik’te Bu Hafta(3): “Şu Çılgın Vietnamlılar!” Tarihte bağımsızlık için 1 milyon şehit vermiş başka bir halk yok ama 1 milyon şehit verip de kızıl bayraklar altında serbest piyasaya geçen de yok. Vietnamlılar, iki açıdan da çılgın... Vietnam tarihini bilmeyenler, elbette kendi ulusal damarlarını kabartmak adına, ne kadar çılgın olduklarını anlatan kalın kitaplar yazabilirler; ama tarih, asıl çılgınların kim olduğunu iyi bilir... Geçiş sürecini, VKP (Vietnam Komünist Partisi), ‘serbest piyasa’ değil ‘sosyalist yönelimli pazar ekonomisi’ olarak adlandırıyor. VKP’ye göre, Vietnam, az gelişmiş bir ülke olduğu için, ülkede sosyalizmin uygulanması olanaksız. Sosyalizm, VKP’ye göre, ancak, devlet denetimindeki pazar ekonomisinin ortaya çıkaracağı kalkınmayla olanaklı olacak. VKP, “evet, sosyalizmi uygulayamıyoruz ama kalkındıktan sonra birgün mutlaka sosyalizmi uygulayacağız” diyor. Çin’deki uygulamayla Vietnam’daki uygulama arasında küçük bir ayrım var: ÇKP, ‘sosyalist pazar ekonomisi’ sözünü kullanırken, VKP, ‘sosyalist yönelimli pazar ekonomisi’ sözünü kullanıyor çünkü ÇKP’ye göre Çin, belli bir yılda sosyalizme geçti ama VKP’ye göre Vietnam, az gelişmiş olduğu için, henüz sosyalizme geçemedi. O nedenle, VKP, ‘sosyalizm yönelimli pazar ekonomisi’ sözünü kullanırken, ÇKP ‘sosyalist pazar ekonomisi’ sözünü kullanıyor. Ama biz bu konunun ayrıntısını başka bir yazıya bırakıp gazilere ve şehitlere gelelim. 27 Temmuz 2007, Vietnam’da ‘Gaziler ve Şehitler Günü’nün 60. yıldönümüydü ve bu yıl da, Portakal Gazı mağdurlarının kampanyaları hala sürmekte. Portakal Gazı, bir kimyasal silahtır ve Amerikan ordusu, Vietnam’da bu kimyasal silahı yoğun olarak kullanmıştır. Portakal Gazı, genetik bozukluklara yol açmaktadır ve savaşçıların 3. kuşak torunlarında bile engelli doğumlar olmaktadır. Mağdurlar, portakal gazını üreten Amerikan şirketlerine dava açtılar ve dava sürüyor ama Amerika’da devlet düzeyinde genel kanı, engelli doğumların portakal gazıyla ilişkilendirilemeyeceği yönünde! Ama durun bir dakika, buradaki bir nokta dikkatinizi çekiyor mu? Silahı kullanan, Amerikan Ordusu; peki dava niye şirketlere açılıyor?.. Amerikan Ordusu’nu doğrudan karşıya almamak için, şirketler günah keçisi yapılıyor. Şirketler cezalandırılsa ne olur?.. Amerikan devleti, o şirketlere izin vermeseydi, o şirketler Portakal Gazı üretebilir miydi... İlkeli bir diplomasiye sahip kaç ülke kaldı acaba dünya üzerinde?.. Amerikan Ordusu’nun Vietnam’da işlediği insanlık suçları için yargılanmaması nedeniyle, bugün Amerika, Irak’ta bu kadar kolay at oynatabiliyor... Vietnam’sa, insanlığa karşı sorumluluğunun farkında bile değil. Onun yerine, bugün artık, en yakın ticaret ortağı olan ABD ile, askeri düzeyde de işbirliği yapma çabası içinde... “1 milyon şehit boşuna mı verilmiş ve uzak ülkelerde, örneğin Türkiye’de Vietnam için eylem yapanlar, Büyükelçi’nin arabasını yakan ODTÜ öğrencileri, boşuna mı dayak yedi meydanlarda...” gibi sorular geliyor akla ve bu sorular, sayfalar dolusu uzatılabilir.

Page 428: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

428

ABD’nin Irak’ı i şgaliyle ilgili görüşleri sorulan Vietnamlı yetkililer, “ikisi farklı olaylar” diyorlar, “Vietnam direnirken, dünyanın dört bir yanından halkımıza destek yağıyordu” diyorlar. Ve böylece, Vietnam, Amerikan işgali altındayken, ABD’yle anlaşmalar yapan Çin gibi; Vietnam da, işgal edilenlerin değil i şgalcilerin yanında yer alarak kalkınmaya çalışıyor... Evet, Irak, farklı bir durum. Dünyada ilericilerin duygudaş olabilecekleri Iraklı direniş hareketleri neredeyse hiç yok. Kafa kesenler, yabancı sömürgecilerden çok farklı değiller. Ama yine de bu, kalkınma adına, 1 milyon şehidin kemiklerini sızlatmayı gerektirmez, gerektiremez... Buradaki düşüncelerimiz, ‘sol sapma’ olarak değerlendiriliyor. Temel insanlık değerlerinin bile ‘sol sapma’ sayıldığı bir çağda “bayraklardan orak-çekiç neden hala çıkarılmamış?” gibi ‘sağ sapma’ sayılabilecek sorular da sormak gerekiyor...

Page 429: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

429

Asya-Pasifik’te Bu Hafta (2): Asya Basınında Türkiye’deki Seçimler ve Dahası... Elbette insan, Asya basınında geniş yer ayrılmasını bekliyor Türkiye’ye... Genel seçim olmuş, ötesi var mı... Ama Türkiye’deki gazetelerde bir Asya ülkesinde seçimler ne kadar ele alınıyorsa, Asya basınında Türkiye de o kadar yer alıyor. Asya gazetelerinde çalışan Türkiye uzmanları yok ve zaten Türkiye gazetelerinde çalışan Asya uzmanlarının sayısı ise yok denecek kadar az (Akla bir tek Altay Atlı geliyor). Yukarıdaki tümceler, Türkiye’nin bir Asya ülkesi değil bir Avrupa ülkesi olduğunu varsayıyor: Türkiye ve Asya kavramlarını karşıtlıklar olarak almış oluyoruz. Oysa Asya-Pasifik’te Türkiye’nin sınıflandırılışı ülkeden ülkeye değişebiliyor: Türkiye, Vietnam Komünist Partisi’nin resmi yayınlarında Asya ülkeleri arasında sıralanıyor. Öte yandan, Yeni Zelanda’da Türkiye, bir Avrupa ülkesi olarak görülüyor... Böylece Vietnam’da, Nazım Hikmet’in “Kardeşlerim bakmayın mavi gözlü olduğuma/ Ben Asyalıyım, Afrikalıyım” dizeleri de gereksizleşiyor. Zaten Vietnam’da şairin gözüne bakmıyorlar, çoktan Asyalı saymışlar Türkiye’yi... Şairin dizeleri, Vietnam’a birşey ifade etmese de, Yeni Zelanda’ya ediyor ama Yeni Zelanda da kendini Asya ülkesi olarak tanımlamıyor, bir Avrupalı Pasifik ülkesi olarak görünüyor! Kendini Asyalı saymadığına göre, şairin yakınlığını dışa vurması için, Asyalı olduğunu belirtmesi anlamsızlaşıyor... Asya gazetelerindeki seçim haberleri aşağı-yukarı Türkiye, Amerika ve Avrupa gazetelerinde yazılanları derlemekten ibaret. Yine de, fotoğraf sanatçısının çektiği resimde neyi çekmeye değer bulduğu üzerinden öznellik üretişi gibi, Asya gazetelerinin Türkiye’deki seçimleri çerçevelemesinde birtakım farklar buluyoruz. Gazetelerin ötesinde, Çin kanallarında, AKP’nin daha önce uygulamaya kalktığı alkol yasağı anılıyor; bir Vietnam gazetesinde ise, Erdoğan’ın başbakanlığı sırasında, zinanın suç sayılması için girişimlerde bulunduğu anımsatılıyor, anahtar konumlara İslamcıları getirmesine dikkat çekiliyor. O zaman Türkiye’deki seçimi bir yana bırakalım, nasılsa bu konuda Türkiye’deki gazetelerde çok yazıldı, çizildi, daha da yazılır... Başka bir ülkeye dikkat çekelim ve soralım: Dünyanın ilk kadın başbakanı kim? Hangi ülkeden? Hayır, bir Avrupa ülkesinden değil; Sri Lanka’dan ya da 1960’daki adıyla Seylon’dan. 1916’da doğup 2000’de ölen Sirimavo Bandaranaike, o sırada başbakan olan eşi Solomon Bandaranaike’nin bir suikaste kurban gitmesi sonucu, 1960’da başbakan oluyor. Birçok yanlış uygulamaya imza atsa da ilginç bir siyasal yaşama sahip: Bir kere, bir başbakanın kızının aynı dönemde devlet başkanı oluşu, Türkiye’de olsa akıllara durgun verirdi herhalde. Sirimavo, 60’larda ve 70’lerde aralıklarla başbakanlık yapıyor; bir sosyalist olarak, eşinin bankaları kamulaştırma girişimini sürdürüyor; O’nun sayesinde, ülkenin resmi

Page 430: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

430

adı hala ‘Sri Lanka Demokratik Sosyalist Cumhuriyeti’ diye geçiyor. Ama öte yandan, Sinhal dilini zorunlu kılıp, nüfusun % 20’sini oluşturan Tamillere dayatmada bulunarak Tamillerin kaplan kesilmesine yol açıyor yine bir sosyalist olarak ve böylece görüyoruz ki nasyonel sosyalistlikle (kısaltması, bilindiği gibi ‘Nazi’dir) sosyalistlik arasında ince bir dil çizgisi var. Yani yine onun sayesinde Tamil Kaplanları kendilerini dağlara vuruyor, savaşıyor, savaşıyor ve savaşıyor... Türkiye’de çok kolay, bir olay olduğunda, “bu, bir tek Türkiye’de olur” demesi ya da “Türkiye şu şu şu açılardan en birşey birşey ülke” türünden tümceler kurması... Asya-Pasifik’teki gelişmeleri aktarırken bir hedefimiz, Türkiyeli okurları Asyalılaştırmak, onlara uzaklardan haber vermekse; diğer hedefimiz, Türkiye insanının imparatorluk geçmişi nedeniyle kendini dünyanın merkezi olarak görmesi durumuna bir son vermek... Yani sevgili okur, yarın öbürgün, “başbakanın oğlu nasıl cumhurbaşkanı olur? Bu, bir tek Türkiye’de olur” gibi tümceleri duyarsak, dünyanın ilk kadın başbakanının uzun mu uzun adını anımsayamasak da “Sri Lanka” diyebiliriz... “Sri Lanka...”

Page 431: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

431

Asya-Pasifik’te Bu Hafta(1): Başlarken Ne Yazmalı... 17.07.2007 Başlarken alıyor insanı bir kararsızlık... O kadar geniş bir bölge ki Asya-Pasifik ve o kadar ihmal edilmiş ki ülkemizde, “neresinden anlatmaya başlasam kolay olur okurlar için” gibi bir düşünce oluşuyor insanda... Önden söyleyelim: Haftaya “Türkiye’deki genel seçim, Asya basınına nasıl yansıdı?” sorusuna odaklanacağız; ondan sonraki hafta ise, Vietnam’da 27 Temmuz Şehitler ve Gaziler Günü dolayısıyla, Vietnam’ın dünü ve bugününe kısaca gireceğiz (ayrıntılar, daha sonra bir kitapta toplanacak). Yani en azından iki haftanın konusu belli. Sonrasında da konular üç aşağı beş yukarı belli, ama bu ilk yazıda hangi konuyu ele alalım?.. Kuzey Kore’deki nükleer santraller konusuna mı girelim, Robert de Niro’nun Mao ve Çin Devrimi üstüne bir film yapma hazırlığı içinde olduğu haberini mi verelim? Bugün Ho Çi Min Kenti’ne konuşma yapmaya gelen Oriya dilinin usta kalemi Hindistanlı büyük şair Ramakanta Rath’ın şiirlerini mi analım, Vietnamlı genç ressam Ngo Thi Thuy Duyen’in son resim sergisi üstüne yorumlara mı yer verelim? Çin’de gölge oyunu, Vietnam’da su kuklası tiyatrosu... Bu gidişle bir kuşak sonra yitip gidecekler... Onlar yitip gitmeden, bu ilk yazıda bu iki özgün sanat türüne mi dikkat çekmeli? Sri Lanka’daki Tamil savaşçılarını mı yoksa Nepal’da büyük güce ulaşan maocu savaşçıları mı konu edinelim? Peki Çin’de neler oluyor? Sol tümüyle yenildi mi orada? Yoksa yeni filizlenen hareketler mi var? Parti, tümüyle teslim mi etti ülkeyi serbest piyasaya? Ünlü Yasak Kent’te açılmasına izin verilen uluslararası kafe devi Starbucks’ı kepenk indirmek zorunda bırakan nedenler nelerdi? Çin’de rüşvete karşı mücadele ne durumda? Yurttaşlarının karın tokluğuna köle gibi çalıştırılmalarına hükümet göz mü yumuyor yoksa bu durumu engellemeye mi çalışıyor? Tüm bunlardan önce: Orak-çekiçli bayrakların hala dalgalandığı Çin, Vietnam, Kuzey Kore ve Laos, nereden geldi buraya ve nereye gidiyor? Elbette, önce Laos’u anlatmalı bu soru için. Kendini ‘budacı sosyalist’ olarak adlandıran küçük ülke Laos, ülkemiz insanının bilinmeyenler hanesinde. Laos, yazılmaya değer bir ülke...

Page 432: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

432

Hindistan, ilk kadın cumhurbaşkanını seçmeye hazırlanıyor. Çoğunluğu Hindu olan 1,2 milyarlık ülkede başbakan, başka bir dinden olabiliyor: Başbakan, Hindu değil, Sih dinine bağlı. Dahası, şu anki cumhurbaşkanı, bir muhammedci! Muhammedciler ve Hindular her gün sokaklarda birbirlerini yiyorlar ama cumhurbaşkanı, muhammedci olabiliyor. Demek ki Hindistan’da laiklik elden gitmiyor, din de elden gitmiyor... Malezya’da, ufak çapta bir ‘karikatür krizi’ yaşanıyor. ‘Nuh’un Gemisi’ anlatısı üstünden güncel kurgu yapan, Haziran 2007 tarihli ‘Evan Almighty’ (Herşeye Gücü Yeter Evan) adlı film, dine hakaret ettiği gerekçesiyle muhammedcilerce protesto ediliyor. Bize de, “ne olacak bu muhammedcilerin hali...” demek kalıyor... İmparatorun güneşin oğlu sayıldığı Japonya’nın 2. Paylaşım Savaşı ve öncesindeki gibi askerileşme yönündeki çabaları, Asya-Pasifik’e ve genel olarak dünyaya neler getirir? Japonya’nın bir yandan bir kalkınma modeli olarak alınması, bir yandan da özkıyımın en yüksek olduğu iki ülkeden (diğeri Kore) biri olması, neye bağlanabilir? Telaşlanmaya gerek yok; bu köşede sırası geldikçe bu konuların hepsini ele alacağız. Demek ki “şunu mu ele alalım, bunu mu ele alalım?” sorusu çerçevesinde, gerçekte ‘Asya-Pasifik’te Bu Hafta’ köşesinin yol haritasını çizmişiz de farkında değilmişiz... Farkında olmadığımız öyle çok şey var ki... İşte bu köşede, birlikte, Asya-Pasifik’le ilgili bir farkındalık kazanmaya çalışacağız. Avrupa ve Amerika karşıtı muhaliflerimizin bile, Avrupalı, Amerikalı kaynaklara dayanarak konuşmaları biçimindeki açmazın önünü almanın tek yolu belki de budur...

Page 433: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

433

Küçük Asya Büyük Asya (1): Kore’den Tayland’a Bir Yolculuk... Büyük Asya’nın bu ayki sıcak ülkeleri, Kuzey Kore-Güney Kore, Çin, Japonya, Filipinler, Endonezya, Pakistan, Afganistan, Kamboçya ve Tayland. ABD eski başkanı Clinton, görüşme yapmak üzere Kuzey Kore’ye gitti; ülkeye yasadışı yollardan girmekten hapse atılmış iki ABD’li gazetecinin salıverilmesini sağladı. Kuzey Kore’nin bunu durduk yere yapmayacağı, gizli anlaşmalarda ABD’den çeşitli ödünler kopardığı sanılıyor. ABD’lilerin İran’da da Kuzey Kore’de de serbest bırakılması, uluslararası adaletin çarpıklığını bir kez daha gösteriyor. Amerikan vatandaşları salıverilirken, ABD, hapsettiği Küba beşlisini serbest bırakmıyor. Üstelik, bu ‘kurtarılan’ Amerikan vatandaşları, sonra bize ‘demokrasi gazisi’ diye paketleniyor. Hani Rambo’nun yumuşağı, güleryüzlüsü... Güney Kore’de komandolar, grevi bastırmak üzere işçilerin üstüne salındı. Kuzey Kore’ye ‘diktatör’ diyenler, Güney Kore’yi ‘demokrat’ sanmazlar artık umarız... Bu olaydan birkaç gün sonra, ülke, bir ölümle çalkalandı: Eski devlet başkanı Nobel Barış Ödüllü (2000) Kim Dae-Jung öldü. Kim, Güney Kore devlet başkanı olarak (1998-2003), Kuzey Kore’ye zeytin dalı uzatması dolayısıyla, halkların kardeşliğinden (daha doğrusu, bu örnekte, halkların değil halkın kardeşliği, çünkü tek bir halktan sözediliyor; Kore halkı) yana olanların sevgi ve desteğini kazanmıştı. Kim, uzun yıllar, Güney Kore derin devletinin baskısı altında yaşamış, karanlık güçlerce kaçırılmış, yıllarca hapis yatmış bir eylemciydi. Ölüm töreni dolayısıyla, Kuzey Kore’nin özel temsilci göndermesi, barışçıl bir gelişme olarak görülüyor. Çin’de bu ayın sıcak konusu, iki farklı olayda kurşun zehirlenmesi geçiren yaklaşık bin Çinli çocuk. Öykü aynı: Fabrikalar, atıklarını atarken, kim ölür kim kalır umursamıyor. Mao döneminin tersine, bugün Çin’de örnek vatandaş, köşe dönmeci ve kamu kaynaklarını ve halkı soymada usta. “Benim memurum işini bili”yor da zaten. Çin’den bir sürü Türk filmi konusu çıkar: Sonradan görmeler, para hırsıyla yanıp tutuşanlar, günde onbinlerce dolar harcayan şımarık tek çocuklar, dünyanın en vahşi sömürü düzenlerinden birinde yaşayan işçiler, “Pekin’in (ya da Şanghay’ın) taşı toprağı altın” diye köyden kente inenler, gecekondu yaşamı; böyle gider bu… Çin, kalkınmayı herşeyin önüne koyarak büyüyor büyümesine ama çevre kirlili ğini, adaletsizlikleri ve direnişi de büyütüyor. Japonya’da gündemin baş köşesinde seçimler ve düşük doğum oranı var. Japonya, dünyanın en düşük doğum oranına sahip ülkelerinden biri. Ülkede her beş kişiden biri 60 yaşın üstünde. Üstelik Japonya, en uzun ömürlü nüfusa da sahip. Doğum oranını arttırmak için çeşitli teşvikler düşünülüyor: Çocuk doğurana, çocuk başı 277 Dolarlık aylık para yardımı; vergi indirimi; ücretsiz anaokulu vb. Bir yandan da, Hiroşima’ya ve Nagasaki’ye atom bombasının atılışı anılıyor; ama Japonya, Asya’nın Güney Kore ve Filipinler’le birlikte en Amerikancı ülkelerinden. “Celladına aşık olmak” diye buna denir... Filipinler’de Corazon Aquino (1933-2009) öldü. 1986 Halk İktidarı Hareketi önderiydi diktatör Marcos’a karşı, ve onun düşürülüşünden sonra devlet başkanı (1986-1992) olmuştu. ABD’nin de övgüsünü kazandığından, Aquino’dan açıkçası kuşku duyduk. Ancak Filipinli muhaliflerin onun üstüne olumlu yazılar yazdığını görünce, daha dengeli bir bakış edindik. Kimi durumlarda, kimi önderler, ABD’nin

Page 434: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

434

övgüsüne karşın yine de iyi olabiliyorlarmış demek ki. Oysa ABD, Filipin halkını inim inim inleten Marcos diktatörlüğünün (1965-1986) temel dayanağıydı. Zaten Marcos, devrildiğinde, ABD ona kucak açmış; soluğu Hawaii’de almıştı. Durum, ABD’nin İran-Irak Savaşı’nda Saddam’ı desteklemesine benziyor. Kullan kullan at ya da bozdur bozdur harca... Temmuz 2009’da Cakarta’da patlatılan bombalardan sonra, Endonezya, bombacıları ararmış gibi yapıyor; oysa devlet görevlileri içinde bombacıları şehit sayan çokça karanlık kişilik var. Endonezya’da bunlar olurken, bir yandan da Pakistan’da ve Afganistan’da, insansız uçaklar, sivil halkları öldürüyor; halklar, kişi başına düşen bomba sayısıyla özdeşleştirdikleri ABD’ye karşı, akın akın Taliban’a katılıyor. Kamboçya’da Pol Pot dönemi toplukıyımlarıyla ilgili dava sürüyor. Gözden kaçan noktalar ise, Pol Pot’un arkasında Çin’in oluşu ve Kızıl Kmerler’in bu Çin desteğiyle, Vietnam-Amerikan Savaşı’ndan yeni çıkmış Vietnam’a saldırışı ve bunun üzerine Vietnam Ordusu’nun 1979’da Kamboçya’ya girip Pol Pot yönetimini devirişi. Kızıl Kmerler’in toplukıyımlarını, solu karalamak için kullananlara, bu toplukıyımlarla ilgili ilk bilgi ve belgeleri toplayanın Vietnam olduğunu anımsatalım. Üstelik, Vietnam Ordusu, 1989’a dek Kamboçya’da kalırken, Pol Pot’un yakalanamamasının ve yargılanmadan eceliyle ölebilmesinin nedeni, Vietnam’a karşı, ABD’nin ve Tayland’ın Kızıl Kmerler’i desteklemesi idi. Ayrıca, Kızıl Kmerler, üç-beş kişiden oluşmuyordu; halkın geniş kesimlerinin büyük desteğini almıştı; çünkü ABD, bugün Pakistan’da ve Afganistan’da da yaptığı gibi, Kamboçya’ya da (Vietnamlı gerillaları destekliyorlar diye) tonlarca bomba yağdırmıştı. Bombaların altındaki Kamboçya halkı için, Kızıl Kmerler, tek kurtuluş olarak görülmüştü. Toplukıyım mahkemelerinde bu bilgilerden söz eden yok; çünkü mahkemelerin amacı, geçmişi tek yönlü olarak yargılayarak vicdanları rahatlatmak; yoksa amaç, bundan sonra olacak ve şu an olmakta olan toplukıyımları engellemek değil. Öyle olsaydı, ABD’nin toplukıyımlarının soruşturulması, tek başına, birkaç on yılı alırdı zaten. Endonezya’da 1965-66’da 1 milyon solcunun öldürülmesi ve tek bir kişinin bile toplukıyımdan yargılanmaması da yok bu Amerikancı belleklerde. Tayland’da ise, V. Abdülhamitçilerle 5. Cumhuriyetçiler’in kavgası sürüyor. 2006’da rüşvet olayları nedeniyle askeri darbeyle iktidarından düşürülen iktidar-obur, para-obur, taht-obur Taksin, yurtdışından ‘muhalefet’ini sürdürüyor. Onbinlerce Taksin yanlısı, başharaminin Kral tarafından affedilmesini istiyor. Diğerleri ise buna yanaşmıyor. Kimilerine göre Taksin, Tayland’da krallığı ortadan kaldırarak adını tarihe yazdırmak istiyor. Oysa, ayrıntıya inilince, farklı bir resim çıkıyor. Durum, Rusya’da, ülkenin en zenginlerinden olan Hodorkovskiy’in Putin’e karşı diye ipinin çekilip ya da biletinin kesilip Sibirya’ya sürülmesine benziyor. Halktan ise, Küçük Asya’da da olduğu gibi, iki kötüden bir iyi çıkarması bekleniyor; oysa iki yanlış, bir doğruyu götürüyor. Başta kral da olsa, anti-kral da olsa, halkın payına düşen, aynı. Halk, elini hep göğe açıyor; gökten üç elma tam düşecekken, uçakları ve helikopterleriyle gelen kral, anti-kral ve anti-anti-kral, hapur hupur götürüyor elmaları. Halktan ne isteniyor? Şöyle demesi: “Ooo, ne güzel yediler elmaları, ben kendim yemiş kadar oldum.” Tayland’da halkın çoğu, ne yazık ki, kraldan da kralcı... Oysa Tayland’ın halktan da halkçı önderlere ihtiyacı var, Küçük Asya’da da olduğu gibi...

Page 435: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

435

Büyük Asya’da haberler böyle. Büyük Asya’dan bir atasözüyle Küçük Asya’ya selamlarımızı iletiyoruz: “İyi bir insan olduğun için dünyanın sana adil davranacağını ummak, etyemez olduğun için boğanın sana saldırmayacağını ummaya benzer.” (Pakistan atasözü) İlgilisine Ek Okumalar Gezgin, U. B. (2009). Çin ve Vietnam’da yeni-serbestçilik ve direniş. Barış Çoban (der.) Küreselleşme, direniş, ütopya - Yeni toplumsal hareketler: Küreselleşme çağında toplumsal muhalefet içinde. İstanbul: Kalkedon Yayınları. http://www.pandora.com.tr/urun.aspx?id=175792 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (107): Endonezya’da daha çok bomba patlayacak. Evrensel Hayat Eki, sayı 263, 2 Ağustos 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=55484 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (79): Endonezya ve tarihyazımı. Evrensel Hayat Eki, sayı 238, 25 Ocak 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=44300 Gezgin, U. B. (2007). Asya yazıları. İzmir: Ara-lık Yayınevi. http://www.ideefixe.com/kitap/tanim.asp?sid=C84V6SORQY4Y6K2QTXEF http://asyayazilari.blogcu.com Gezgin, U. B. (2005). Khmer Rouge (Kızıl Kmerler) ve ölüm tarlaları. Bunun sorumlusu kim? (çev. Elif Taşkan). İzinsiz Gösteri Dergisi, sayı 67. http://www.izinsizgosteri.net/asalsayi67/ulas.basar.gezgin.2_67.html

Page 436: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

436

Küçük Asya Büyük Asya (2): Kısrağın Kuyruğundan “Kısrak Başı Gibi Uzanan Memleket”e... Çin’de sıcak konulardan biri, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 60. yıldönümü (1 Ekim 2009) için çekilmiş olan ‘Bir Cumhuriyetin Kuruluşu’ adlı film. Bu filmde 172 ünlü oyuncu yer alıyor. Tartışma konusu ise, bu oyunculardan 21’inin, yabancı ülke yurttaşı oluşu. Kimileri, “öyle bir ülkeyiz ki; yetenekli insanlarımız, başka ülkelere kaçıyorlar” diyorlar. Kimileri, “bu, vatana ihanettir; yabancı ülke vatandaşlığına geçmişleri bu filmde görmek istemiyoruz” diyorlar. Kimileri, “bir insan, Çinli olmasa bile, bir çinseverse, bu filmde yer alabilir” diyorlar. Başkaları ise, “başka ülke vatandaşlığına geçmeleri, onların, Çin’i sevmediğini göstermez; ülkemizi seviyoruz ama ülkemizin düzenini sevmiyoruz” diyorlar. Filmle ilgili anlatısal sorunlar da bulunmakta: Bu film, kurgusal mı olmalı belgesel mi? Sonu bilinen bir öykü (Cumhuriyet ilan ediliyor), insanlar için neden ilgi çekici olsun; yalnızca ünlü oyuncular oynuyor diye mi? Ünlü oyuncuların olması bile, sonu bilinen bir öyküyü kurtarmaz. Zaten film, tarihsel gerçekliğe bağlı kaldığı için, kurgu değil belgesel tadında oluyor. Bu durumda, ünlü oyuncuların tarihsel kişilikleri oynaması, tarihsel imgelerin de eğilip bükülmesine yol açacak bir gelişme. Gerçekçi bir yapıt olması için, 60 yıl sonrasını da göstermeleri gerekir. 60 yıl sonra ne olduğu sorusuna, Çin’den, başka bir gündem konusuyla yanıt verelim: Geçenlerde belgeselciler, kimi Çin ilkokullarına gidip öğrencilere sorular soruyorlar. Sordukları sorulardan biri, tüm dünyada yaygın olan bir soru: “Büyüyünce ne olacaksın?” 6 yaşındaki bir öğrenci: “Devlet görevlisi olacağım” diyor. “Yani tam olarak ne olacaksın?” diye üstelendiğinde, yanıtı: “Memur olacağım, rüşvet alan cinsinden.” “Çocuktan al haberi” derler ya, o hesap... Çin Komünist Partisi üyeleriyle, ülkenin ileri gelen işadamları aynı kişiler. ‘Çin Kapitalist Partisi’ dense yeridir. Bugün Mao’yu Çinliler’in çok azı seviyor; hatta paradan Mao’nun resminin çıkarılmasını isteyenler var; ama hiç kimse, “Mao rüşvet yedi” demez; çünkü Çin’de rüşvet, ülkenin 1978’de dışa açılması ve pazar ekonomisinden medet ummasının bir ürünü. Eskiden herkes yoksuldu ama eşitlerdi. Belki burada iki noktaya daha girmeli: Birincisi, bağımsızlıklarını kurtuluş savaşıyla kazanmış ülkeler (örneğin, Türkiye, Yunanistan, Vietnam, Çin) ile bağımsızlıklarını kağıt üstünde kazanmış ülkeler (örneğin Singapur) arasında, ülkenin kuruluşuna bakışla ilgili farklar var. Cumhuriyet’in anlamı, Çin’de ve Singapur’da oldukça farklı. Taraf’tar serbestçilerin hoşuna gidecektir bu, ilk bakışta: “keşke Singapur gibi olsaydık biz de; keşke biz de bağımsızlığı savaşla değil kağıt imzalayarak alsaydık; böylece askerin kılıcı, demokrasinin üstünde, Demokles’in kılıcı gibi asılı durmazdı”. Oysa, bağımsızlığını (ona ‘bağımsızlık’ denirse) masabaşında alan ülkelerde de, doğrudan, burjuvazi, Demokles’in kılıcı oluyor... İkincisi, İbn Haldun’un üç kuşak kuramını bu noktada anabiliriz (gerçi, onun bu kuramı ortaya attığı bağlam farklıydı (Kuzey Afrika); yine de bütüncül bir bakış sağlaması açısından önemli): Birinci kuşak, kenti, at sırtında ele geçirir; ikinci kuşak, kahramanlık destanlarıyla büyür; üçüncü kuşaksa, kentlidir artık, yerleşiktir, süt kuzusudur. Bir başka göçebe topluluğu, üçüncü kuşağın yönetimindeki kente saldırır, onu ele geçirir. Bu, özellikle Vietnam’da görülen bir olgu: Ülke nüfusunun % 65’i, Vietnam-Amerikan Savaşı’nın bitiminden (1975) sonra doğdu. 1990’larda, ABD-Vietnam ilişkilerinin düzelmesinden başlayarak, iki ülkenin alsatçılık ilişkileri büyüdü. Bugün ABD, Vietnam’ın birinci alsatçılık ortağı. “Amerika, sizi yaktı yıktı; şimdi ise, her yerde Amerikan şirketleri var; bu, nasıl olur? Milyon kişiye kimyasal

Page 437: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

437

sıktı; hâlâ engelli doğuyor çocuklar. Ne bir özür dilendi ne zararlar karşılandı. Nasıl olur bu?” dediğinizde, “o eskidendi. Amerika, şimdi savaşmak değil alım-satım yapmak istiyor” diyorlar. Irak’ı sorduğunuzda, “Irak Savaşı’yla Vietnam Savaşı farklı” diyorlar. 50 yıl sonra, savaşı anımsayan kalmayacak; belki yine, Amerikan Ordusu, Vietnam’a gelebilecek; o zaman da “o eskidendi, şimdi Amerika, barışçıl bir ülke” diyecekler... Hindistan’a geçiyoruz: Dünyanın dört en yoksulundan birinin yaşadığı Hindistan’da, yalnızca Temmuz 2009’da, 60 çiftçi kendi canına kıydı. 1.2 milyar insanın, 456 milyon en yoksulun olduğu ülkede, 60, bir sayı olarak pek birşey ifade etmese de, çeşitli nedenlerle “köylü, milletin efendisidir” deme eğiliminde olanlar için, bu, önemli bir olay. (Büyük Asya’da sık sık intiharla gündeme gelen üç ülke, Japonya, Güney Kore ve Hindistan). Borca giren çiftçiler, tarım ürünlerinin, giderlerini karşılayamaması nedeniyle, canlarına kıyıyor. İkibin-beşbin Hintli çiftçi, devletin kendilerine sahip çıkmadığını belirterek, hükümeti toplu intiharla tehdit ediyor. Ama bir yandan da, başka çiftçiler, akın akın Maocu harekete katılıyor. Direnmesi gerekenlerin dilenci olduğu ülkelerde, ezilenler, yenilmeye mahkumdur. Japonya için ise, “başka bir gezegen” desek yeridir: Japonya’nın yeni başbakanının eşi (başhanım oluyor bu durumda), kendisini uzaylıların kaçırdığını ve Venüs’e götürdüğünü açıkladı. Yeni başbakanın takma adı, garip yüz ifadesi nedeniyle, ‘uzaylı’ zaten; uzaylılığı böylece onanmış oldu. Gariplikler ülkesi Japonya. Masanızın kısa gelen ayağının altında, denge olarak koyarsanız, daha çok işe yarayabilecek bir kitap olan ‘Mutfak’ta (‘Kitchen’, bu uluslararası çoksatarın yazarı: Banana Yoshimoto), eşi ölen bir adam, çocuğunu çok sevdiğinden, cinsiyet değiştirerek, onun annesi oluyor; annesiz çocuk, babasız çocuğa dönüşüyor. (Bu, ilginç bir kurgu olabilirdi; kitapta birkaç satırla geçiştirilmeseydi.) Geçelim Tayvan’a: Tayvan’da, tayfun sonucu, 700’den fazla yurttaş öldü; halk, hükümeti ihmalle suçlayarak birçok gösteri düzenledi. Birkaç güne kalmadı; bakanlar kurulu istifa etti. Ama bizde ne deniyor? “Irmağın intikamı”, “Allah’ın yarattığı doğayı katlettik böyle oldu”. Küçük Asyamız, bir de AB’ye girmeye çalışıyor. Avrupalılaşmaya değil Asyalılaşma’ya çalışsa, İstanbullular için, çok daha iyi olurdu belki de... Bitmedi! Tayvan’da eski devlet başkanı, yönetimi sırasındaki rüşvet ve yolsuzluk nedeniyle, ömür boyu hapse çarptırıldı. Birçokları, bu kararı sevinçle karşıladı ve soruyorlar: “bu, birgün Çin’de de olabilecek mi?” Kimileri ise, bu cezayı, Tayvan’ın Çin’le uzlaşma sürecinde, uzlaşmadan yana olmayanların ortadan kaldırılmasına bir örnek olarak görüyor. “Çin, Hindistan, Japonya, Tayvan” derken, yazıyı burada noktalıyoruz. Kısrağın kuyruğundan “kısrak başı gibi uzanan memleket”e selamlarımızı gönderiyoruz!

Page 438: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

438

İlgilisine Ek Okumalar Gezgin, U. B. (2009). Vietnam & Asia in flux, 2008: Economy, tourism, corruption, education and ASEAN regional integration in Vietnam and Asia. Darmstadt: H@vuz Publications. http://books.google.com.vn/books?id=Wgbm9xvYIjwC&printsec=frontcover&hl=en&source=gbs_navlinks_s#v=onepage&q=&f=false http://www.amazon.de/Vietnam-Asia-Flux-2008-Gezgin/dp/3981217055/ref=sr_1_17?ie=UTF8&s=books-intl-de&qid=1249400172&sr=8-17 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (68): Sermayeci ‘psikoloji’, ‘hasta’ Japonlara karşı. Evrensel Hayat Eki, sayı 228, 16 Kasım 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=40627 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (54): Çin’de komünizm doğdu mu? Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 209, 6 Temmuz 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=33662 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (22): Vietnam ve Irak. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 181, 16 Aralık 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=22056 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (13): Çin ve Vietnam’da günlük yaşam... Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 172, 14 Ekim 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=18700 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta(3): “Şu çılgın Vietnamlılar!” Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 162, 5 Ağustos 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=14829

Page 439: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

439

Küçük Asya Büyük Asya (3): Dostumun Dostu Düşmanım( mı)dır(?) 2009’un sonlarına geldiğimiz bugünlerde, dünyadaki çatışmalara bir kuşbakışı yapalım: Günümüzdeki çatışmaların çoğu, devletler arasında değil, devlet içinde. Bunun ayrıcalıklı durumu, Rusya-Gürcistan, Pakistan-Hindistan, Azerbaycan-Ermenistan, Tayland-Kamboçya ve Lübnan-İsrail gibi örnekler (Filistinliler’in bir devleti olmadığından, İsrail-Filistin çatışması, devletlerarası bir çatışma olarak değerlendirilmiyor). Taraflar, siyasal nedenlerle, toprak ya da kaynak (örneğin kara sularında petrol çıkarma) anlaşmazlığı nedeniyle, özerklik ya da sömürge olmaktan kurtulma isteği nedeniyle, işgal amacıyla ya da yerel ve uluslararası güç olma güdüsü dolayısıyla çatışıyor. Günümüzde çatışmaların çoğunluğu, siyasal nedenlerle; siyasal nedenli çatışmaların çoğunluğu ise, bir İslam devleti kurmak için. Ve bunun yanında, teröristin en büyüğü, Amerikan ve Birleşmiş Milletler işgal güçleri. ‘Teröristbaşı/ bebek katili’ Amerika ve BM, siyasal olmayan ve dindar olmayan ortalama insanı bile, birçok ülkede İslamcı’ya dönüştürüyor. “Etkiye tepki” diyelim. Çatışma sayısı, devlet sayısına bölündüğünde, egemenlerin ‘Ortadoğu’ (Batı’dan bakınca ‘Doğu’ olan Ortadoğu), bizimse ‘Güneybatı Asya’ diye adlandırdığımız bölge ile Kuzey Afrika bölgesi, devlet başına en çok çatışmanın olduğu bölgeler. Güney Amerika’da sol hareketler; Asya’da İslamcı ve ayrılıkçı hareketler; Avrupa’da ayrılıkçı ve özerklikçi hareketler (örneğin, Korsika, Bask, Katalanya ve Kuzey İrlanda) güçlü. Afrika ise, en çok darbenin olduğu anakara. Rusya, Sovyetler’in dağılmasından sonra, ABD’nin kanatları altına giren eski Sovyet Cumhuriyetleri’yle sürekli olarak sorun yaşıyor. Doğu Avrupa’da ve Orta Asya’da, ABD’yle Rusya’nın büyük çekişmesi var. Bu çekişme, Gürcistan örneği dışında, sıcak çatışmaya dönüşmüyor. Soğuk Savaş’ın, Sovyetler’in çöküşüyle bittiği söylenilir hep; ama bugün, durum, biçim değiştirmiş bir Soğuk Savaş görüntüsü veriyor. Soğuk Savaş döneminde, ABD ve (Sovyet) Rusya, karşı karşıya gelmiyor; ama yandaşı devletleri ya da örgütleri savaştırıyordu. Bugün Rusya’nın, yandaşı devletleri savaştırmak gibi bir olanağı yok; onun yerine, kendisi savaşıyor. Ancak, ABD’nin Rusya’yla çekişmesi, bu durumun tersine, Amerikancı ülkeler üstünden oluyor. Rusya yanlısı ülkeler arasında, Sırbistan dikkat çekiyor. Tüm eski Sovyet ülkelerinde AB(D)’ci ve Rusyacı güçler, siyasal iktidarı almak için çarpışıyor. Rusya-Gürcüstan Savaşı’nda, neredeyse tüm Doğu Avrupa ülkeleri, Gürcüstan tarafını tuttu; savaş, Doğu Avrupa’yı, NATO’ya daha da yaklaştırdı; bölgede yeni üslerin açılması gündemde. Savaşın bir diğer sonucu da, Rusya ile Güney Amerika’nın yakınlaşması. Rusya dışındaki Rus üsleri, Amerikan üsleri denli yaygın değil; ama yaygınlaşabilir. Daha önce de, tek tük Sovyet ve daha sonra, Rus üsleri vardı; bunlardan en büyüğü Vietnam’daydı; fakat bugün, Rusya’nın, dünya ölçeğinde aldığı konumda, önemli farklılaşmalar var. Dolayısıyla, Vietnam’daki bugün varolmayan Sovyet üssüyle bugünkü Rus üslerinin anlamları farklı. Bu üslenme çekişmesinin en sıcak örneği, Kırgızistan oldu. ABD, Kırgızistan’ı, Afganistan saldırıları için kullanıyor ve burayı, Amerikan İmparatorluğu’nun ömrü elverdiğince kullanmak istiyor. Kırgızistan’daki Amerikan üssü kapatıldı; sonra yeniden anlaşmaya varıldı. Kırgızistan’da Rusya’nın 2003’ten beri, ABD’nin 2001’den beri üssü bulunuyor. Fransa’nın ağabeyliğe

Page 440: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

440

soyunduğu bölge ise, Afrika. Çin’in, Afrika ve Güney Amerika’daki yatırımları büyürken, bu ilişki, askeri bir nitelik taşımıyor. Son yıllarda kurulan devletler de anmaya değer: Karadağ (2006) ve Kosova (2008)’in üstüne, Güney Osetya ve Abhazya, 2008 savaşı sonunda, Rusya’nın desteğiyle, bağımsızlıklarını ilan etti; ama onları tanıyan fazla ülke yok (tanıyan ülkeler: Rusya, Venezuela ve Nikaragua). Güney Osetya ve Abhazya, Rusya’nın, Kosova ve Karadağ’a yanıtı oldu. AB(D)’nin kanatları altında ‘bağımsızlığa’ karşı Rusya’nın kanatları altında ‘bağımsızlık’... Dünyadaki tüm çatışmaların üçte biri, Asya-Pasifik’te. Asya-Pasifik’i Afrika izliyor. Hindistan’da Maocular ve İslamcılar; Keşmir ve diğer Hint bölgelerinde ayrılıkçılar; Pakistan’ın kimi bölgelerinde ayrılıkçılar ve İslamcılar; Afganistan’da, işgal güçlerine karşı İslamcılar; Filipinler’de Marksçılar ve İslamcılar; Güney Tayland’da İslamcı ayrılıkçılar savaşıyorlar. Bunun yanında, Sri Lanka’da, Tamil Kaplanları, Mayıs 2009’da, tarih sahnesinden silindi ya da şimdilik silinmiş gibi görünüyor. Nepal’deki çatışma da bitti ya da bitmiş gibi görünüyor. Sri Lanka Tamilleri’nin yaşam koşullarında bir gelişme olmadığı için, Tamil Kaplanları’nın ileride yeniden yükselme olasılığını gözden kaçırmamalı. Bunun dışında, Endonezya’da, adı konmamış iki savaş var: Batı Papua’da, Endonez ordusu, kıyımlarına, hergün bir yenisini eklerken; Güneydoğu Asya İslamcıları’nın ‘kafir yöneticiler’e karşı verdiği savaş, patlayan bombalarla kendini belli ediyor. Muhammedci ülkelerde dikkati çeken bir diğer çatışma, Şii-Sünni çatışması. Bu çatışmanın örnekleri, Yemen’den Pakistan’a ve Endonezya’ya dek görülebiliyor. Ek olarak, Hindistan’da, Hindu-Muhammedci-İsacı gerilimi durulmuyor. Tapınaklar, kiliseler, camiler yıkılıyor/yakılıyor; insanlar ölüyor. Benzeri bir durum, Endonezya ve Nijerya’da da geçerli. Asya-Pasifik’te birçok toprak anlaşmazlığı bulunuyor: Japonya-Çin, Japonya-Tayvan, Japonya-Güney Kore ve Japonya-Rusya arasında paylaşılamayan adalar var. Bu anlaşmazlıklar nedeniyle, bu beş (Tayvan’ı Çin’in bir parçası sayarsak dört) ülkenin arasında, tepki olarak, karşı tarafın büyükelçisinin kulağını çekmek ya da kendi büyükelçisini geri çağırmak, alışkanlık oldu artık. Aynı biçimde, Çin, Tayvan, Vietnam, Filipinler ve Brunei arasındaki adalar ve kara suları paylaşılamıyor. Bölgede petrol bulunduğunu, söylemeye gerek var mı, bilmiyoruz... Malezya’yla Singapur arasında da, ufak çapta da olsa, toprak anlaşmazlığı ya da daha doğru bir sözle, toprak paylaşamazlığı var. Çin’de Tibet ve Uygur sorunları yanında, Tayvan’la anlaşmazlık sürüyor. Gerçi, Tayvan’a gelen yeni yönetimle birlikte, Tayvan-Çin gerginliğinin düştüğü söylenebilir. Ancak, aynısını Tibet ve Uygur sorunları için söyleyemiyoruz. Kuzey Kore-Güney Kore gerginliği hız kesmiyor. Malezya ve Endonezya, Endonez işçilerin Malezya’da dövülmesi, Malez ulusal marşının bir Endonez şarkısından çalıntı olduğu yönündeki haberler ve tartışmalı kara sularda patlayan silahlar nedeniyle gergin. Tayland-Kamboçya sınırındaki Dünya Mirası sayılan tapınak paylaşılamıyor. İki ülke, bu nedenle birbirine girdi; ölen askerler oldu. Daha önce de Kamboçyalılar, bir Tay oyuncunun, Kamboçya’nın simgesi olan Angkor Wat Tapınağı’nın, aslında Tayland’ın olduğunu savunduğu biçimindeki söylenti nedeniyle, Kamboçya’nın başkentindeki Tayland Büyükelçiliği’ni yakıp yıkmışlardı. Pakistan-Hindistan sınırında da, kimi zaman, karşılıklı olarak ateş açılıyor. Pakistanlı İslamcılar, Hindistan’a geçip bomba patlatıyor. Pakistan’la Hindistan arasında, kuruluş ya da ayrılışlarından beri (1947), kin ve nefret var. Bir İslam Cumhuriyeti olan Pakistan, İngiliz sömürgecilerinin birleşik bir Hindistan’a engel olma çabası içinde, Muhammedciler’e başka bir ülke verme oyununun bir ürünü. Bir

Page 441: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

441

açıdan, Pakistan-Hindistan gerginliğinin, nükleer savaş anlamında, Kuzey Kore-Güney Kore gerginliğinden daha tehlikeli olduğu söylenebilir. Arada Keşmir gibi paylaşılamayan bir bölge de var. Koreler arası gerginlikte, iki tarafın da aynı ulustan olması dolayısıyla, yakınlaşmalar olabiliyor; ancak, nükleer silahlı güçler olan Pakistan ve Hindistan arasında, böyle bir yakınlaşma yok; sürekli uzaklaşma var. Çin-Hindistan savaşında (1962), Pakistan, Hindistan’a karşı Çin’i destekledi; buna karşılık Hindistan, Bangladeş’in Pakistan’a karşı bağımsızlık savaşımında (1971), Bangladeş’i destekledi. “Düşmanımın düşmanı dostumdur.” Ya dostumun dostu, düşmanım olsaydı? Sevgilimin sevgilisi düşmanım olur örneğin, sevgilimin sevgilisi ben olmadığım sürece ve tekeşlilik sözkonusuysa... Düşmanlıklar hep varolacak, dostluklar da öyle... Birgün düşmanlıkları değil dostlukları anan bir yazıda buluşmak üzere, Büyük Asya’dan Küçük Asya’ya selamlarımızı gönderiyoruz... İlgilisine Ek Okumalar Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (103): Endonez-Malez gerginliği. Evrensel Hayat Eki, sayı 260, 12 Temmuz 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=54224 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (51): Asya-Pasifik’te savaş ve barış. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 213, 3 Ağustos 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=35101 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (27): Paylaşılamayan adalar. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 186, 27 Ocak 2008. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=23113 Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta(4): Denizlerden, ırmaklardan, dağlardan konuşmalı... Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 163, 12 Ağustos 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=15214

Page 442: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

442

Küçük Asya Büyük Asya (4): Asya Yüzyılı ve Asya’nın Toplumsal Sorunları Geçen onyılda, dünya üzerindeki egemenliğin (Doğu) Asya’ya kayacağını ve 21. yüzyılın ‘Asya Yüzyılı’ olacağını ileri süren yazarların sayısı az değildi. Ben bu görüşün destekçilerinden olsam da, yine de kimi kuşkularım var. Asya ülkeleri, aşağıda sıraladığım sorunları çözerlerse, bu görüşten kuşku duymaya gerek kalmayacak. Asya toplumlarında ortak olan ve sürekli görülen sorunlar şunlar (diğer yazılarda egemenlerin deyişini reddederek ‘Güneybatı Asya’ olarak adlandırdığımız ‘Ortadoğu’yu, yazının konusunu çok dağıtmamak için, burada kapsamdışı bırakıyoruz) : - Çatışmalar ve Çatışma Sonrası Sorunlar Çeşitli dökümlere göre, dünya üzerindeki tüm çatışmaların üçte biri, Asya’da geçiyor. Bangladeş, iki büyük parti arasındaki çarpışmalara tanık oluyor. Çin, Çinli halkın gösterileri yanında, Tayvan, Tibet ve Uygur çatışmalarına da sahip. Hindistan’da topluluksal, ayrılıkçı, dinci ve İslamcı şiddet ve Maocu ayaklanma, Keşmir Sorunu’yla birlikte en sıcak sorunlar. Endonezya, İslamcı şiddetten, Batı Papua bağımsızlık hareketinden ve Aceh’teki çatışma sonrası sorunlardan çekmeye devam ediyor. Japonya, Güney Kore, Tayvan ve Rusya, birden fazla ülkenin hak iddia ettiği adalar (Senkaku/Diaoyutai Adaları, Kuril Adaları ve Dokdo/Takeshima Adaları) nedeniyle yerel bir Soğuk Savaş yaşıyor. Aynısı, Vietnam, Çin ve Filipinler’de çatışmaya neden olan Spratly Adaları ve çevre adalar için de geçerli. Kazakistan, Kırgızistan, Malezya, Myanmar ve Tayland’da, hükümete karşı muhalefet ve muhalefete karşı karşı-muhalefet, gazetelerde üstbaşlıklarda. Myanmar’ın karnesine Rohingyalar’ı da ekleyelim. Nepal ve Sri Lanka, çatışma sonrasında sancılı günler yaşıyor. Kuzey Kore ile Güney Kore, Japonya ve ABD arasındaki çatışma sürüp gidiyor. Pakistan ve Afganistan, Amerikan işgali, Amerikan devlet terörizmi, İslamcı şiddet, ayrılıkçılık ve Sünni-Şii çatışması nedeniyle paramparça. Dahası, Pakistan ve Hindistan arasında, tam da kuruluş yılına uzanan çatışma, şiddetli ve şiddetsiz olmak üzere çeşitli kanallarda sürüyor. Filipinler, çatışma dökümüne İslamcı-ayrılıkçı hareket ve Marksçı ayaklanmayla büyük bir katkı sunuyor. Tayland’ın bu çatışma dökümüne katkısı ise, güney bölgelerdeki İslamcı-ayrılıkçı şiddet ve sınırdaki tapınakla ilgili olarak Kamboçya’yla anlaşmazlık. Endonezya ve Malezya, Ambalat karasuları sorunu, Malezya’da Endonez ev işçilerinin dövülmesi ve Malez ulusal marşının bir Endonez halk şarkısından çalındığı iddiası nedeniyle, sürekli psikolojik savaş içindeler. - Kadın Hakları, Eviçi Şiddet ve Seks Endüstrisi Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu’na göre, kadın hakları, şu öğelerden oluşuyor: Ekonomik katılım, eğitim düzeyi, siyasal erklendirme, sağlık ve varkalım. Asya, bu göstergelerde türdeş değil. İkincisi, eviçi şiddet, özellikle Çin ve Vietnam’da yaygın. Üçüncüsü, Japonya, Tayland, Filipinler ve Endonezya’da seks işçiliği yaygın. - Kırdan Kente Göç, Çarpık ve Hızlı Kentleşme ve Kirlilik Asya köylerinin makineleşmesi ve iş olanaklarının yokluğu nedeniyle, Asyalı köylüler, dışasatım endüstrisi için en ucuz işgücü olmak üzere kentlere akıyor. Çarpık kentleşmenin bir sonucu olarak, Güneydoğu Asya’da, trafik kazaları yaygın. Dahası, hızlı kentleşme ve küresel işbölümü nedeniyle, neredeyse tüm Güneydoğu Asya

Page 443: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

443

ülkelerinde, çevre kirliliği, gün geçtikçe daha da kötüleşiyor. Yüksek gelirli ülkelerin kirli endüstrileri, emeğin ucuz olduğu ve çevre kirliliği düzenlemelerinin yabancı sermayeyi çekmek için gevşek tutulduğu Güneydoğu Asya’ya kayıyor. - Yoksulluk, Gelir Adaletsizliği ve Ekonomik Bunalım Vaşington kodamanlarına göre, ekonomik büyüme siyasaları, milyonlarca Asyalı’yı yoksulluk batağından çekip çıkardı; küreselleşme, va’dettiklerini verdi. Oysa, sonuçlar, bir hayli yanlı ve kuşkulu; çünkü Asya hükümetleri, verileri, iktidarlarını meşrulaştırmak için kullanıyorlar. İkincisi, dışasatım-yönelimli siyasalar, yalnızca bir avuç azınlığın işine yaradığı için, Asya, gün geçtikçe daha eşitsizleşiyor. Dahası, eğitimin özelleştirilmesi, yaygın bir eğilim. Japonya’da ve Güney Kore’de, okulların çoğunluğu özel. Asyalılar, eğitime erişimde eşit değiller. Üstelik, her yerde olduğu gibi, sermaye sahipleri kurtarılırken, Asyalı yoksullar, onları zar zor geçindiren aylıklarını kuruşuna dek soyan piyasanın görünmez elinin insafına bırakılıyor. İlk atılanlar, kayıtdışı işçiler oluyor; gerçi, sözleşmeli işçiler de, düşük ücret ödenen, kayıtdışı, yarı-zamanlı kadın işçilere yer açmak için işlerinden atılıyorlar. - Nüfus Sorunları: Tek Çocuk Siyasası, Yaşlanan Nüfus ve Doğumdaki Cinsiyet Dengesizliği Çin’de tek çocuk siyasası nedeniyle, kız bebekler, ana karnından düşürülüyor; doğumdan sonra sokağa atılıyor ya da öldürülüyor. Çin’de, Vietnam’da ve Hindistan’da, kız bebeklerin düşürülmesi, perçinlenmiş ataerkil ve ataçizgil yapı ve tıp teknolojilerinin ceninin cinsiyetini saptayabilmesi nedeniyle, bugünlerde sık görülen bir olay. Çin’in tek çocuk siyasasının, uzun erimde, iki ciddi soruna yol açması bekleniyor: Birincisi, Çinli nüfus, yaşlanıyor; ortalama yaşam beklentisi yüksek ve genç kuşak, daha yaşlı kesimleri sayıca karşılayacak kadar kalabalık değil. Bu, önümüzdeki onyılda, Çinli işgücündeki artışın, gerekenden az olacağını gösteriyor. İkincisi, doğum oranındaki tehlike sinyalleri veren dengesizlik nedeniyle, milyonlarca Çinli erkek, bekar kalacak ve suçbilim açısından, bekarlar, suça daha eğilimli bir kesim olarak değerlendiriliyor. (Ailenin, toplumsal bir kurum olarak, bir emniyet sübabı olduğu ileri sürülüyor.) - Diğer Sorunlar: - İntiharlar İntiharlar, Hindistan’ın kırsal kesimlerinde, Güney Kore’de ve Japonya’da yaygın. Güney Kore ve Japonya’daki intiharlar için çeşitli açıklamalar getirildi; bu iki ülkenin hükümetleri, konuyu, kişisel bir sorun olarak değerlendiriyor. Onlara göre, intihar, psikolojik bir olay; oysa intiharların bir bölümünün yeni-serbestçi siyasalardan kaynaklandığı biliniyor. - Doğal Yıkımlar Tsunamiler, depremler ve tayfunlar, (Doğu) Asya’da çok yaygın ve bu yıkımlara karşı alınan önlemlerde büyük farklar var. Aynı şiddetteki deprem, Japonya’da daha az; Endonezya’da daha çok can alıyor. - Uyuşturucu Bağımlılığı ve Suç Oranları Asya, iki büyük uyuşturucu üretim bölgesine sahip olduğu için, uyuşturucu bağımlılığı, sürekli bir sorun; ama Asya’nın ekonomik büyümesiyle birlikte, bu, iyice rayından çıkıyor. Kentleşme, yükselen yönelimler olarak, uyuşturucu bağımlılığıyla ve suç oranıyla at başı gidiyor.

Page 444: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

444

- Rüşvet Hemen hemen tüm Asya ülkeleri, her yerde olan ve herşeye gücü yeten rüşvet dolayısıyla kötü bir üne sahip. - Göçmen İşçilerin Sorunları Başta belirttiğimiz gibi, Endonez ev işçileri, Malez işverenleri tarafından dövülüyor ve bu olaylar, Malezya’ya ya da Endonezler’e özgü değil. Hong Kong, Singapur ve Tayvan da kara listede. Asya hükümetlerinin bu sorunları nasıl çözeceklerini göreceğiz. Bu sorunları çözerlerse, küresel yönelim, Batılılaşma değil Doğululaşma olacak belki de. İlgilisine Ek Okumalar Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (107): Endonezya’da daha çok bomba patlayacak. Evrensel Hayat Eki, sayı 263, 2 Ağustos 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=55484 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (103): Endonez-Malez Gerginliği. Evrensel Hayat Eki, sayı 260, 12 Temmuz 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=54224 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (71): Asya’da kadın olmak. Evrensel Hayat Eki, sayı 231, 7 Aralık 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=41711 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (58): Büyüme fetişçiliğine karşı. Evrensel Hayat Eki, sayı 219, 14 Eylül 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=37307 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (51): Asya-Pasifik’te savaş ve barış. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 213, 3 Ağustos 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=35101 Gezgin, U. B. (2008). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (43): Asya ve rüşvet. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 203, 25 Mayıs 2008. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=31452

Page 445: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

445

Küçük Asya Büyük Asya (5): 2009’da Çin Birçok dergide ve gazetede, yıl sonunda ya da yılbaşında, geçen yıl olanların bir dökümü yapılır. Biz de geçtiğimiz yıl Çin’de olanları ele alalım (burada, daha önce başka bir yazıda ayrıntılı olarak ele aldığımız için Uygur/Sincan olaylarına yer vermiyoruz): 15 Ocak’ta Çin’in 2007 TYÜ’sünün (Toplam Yerel Üretim- Gayrısafi Yurtiçi Hasıla) Almanya’yı geride bırakarak dünya üçüncüsü olduğu açıklandı. (Gerçi Çin kamusal sayılarına güvenmemek için çokça neden var.) 2 Şubat’ta Çin Merkez Kurulu başkanına (başbakana karşılık geliyor) İngiltere’de bir Alman tarafından ayakkabı fırlatıldı. 9 Şubat’ta Yunnan’da 24 yaşındaki Li Qiaoming’in gözaltındayken beyin kanamasından öldüğü açıklandı. Polis, Li’nin saklambaç oynarken (!) öldüğünü ileri sürdü. Kayıtlara göre, Li, bir diğer tutukluyla saklambaç oynarken, tutuklu, Li’ye sinirlendi ve onun kafasını duvara vurarak ölümüne neden oldu. Öte yandan, kamera kayıtları ve otopsi raporu hasıraltı edildi. Olay, büyük tepkiye neden oldu. 14 Şubat’ta eleştirel gazeteci-yazar Xu Lai, Pekin’de konuşma yaptığı bir kitapçıda bıçaklandı. Birçok muhalif, bunu devletin işi olarak değerlendiriyor. 21 Şubat’ta madenci ölümleriyle kötü üne sahip Shanxi’deki maden patlamasında 74 işçi öldü. Çin madenlerinin çoğunluğunda ölüm tehlikesi yüksek. Yalnızca 2008’de 3,200 madenci öldü. 8 Mart’ta bir Amerikan gözetim gemisinin Güney Çin Denizi’nde Çin karasularına girmesi ve Çin gemilerince çatışmasız bir biçimde kovulması nedeniyle gerginlik yaşandı. Sömürgeci ABD, istediği heryere gemilerini sokmanın, uluslararası denizcilik yasalarının kendisine verdiği bir hak olduğunu ileri sürüyor! Bir Çin gemisi ABD karasularında dolaşsaydı yeni bir dünya savaşı çıkardı oysa. 17 Mart’ta Güney Çin Denizi’nde Vietnam’ın ve Çin’in hak iddia ettiği karasularına, Çin, gemilerini gönderdi. Vietnam, buna tepki gösterdi; ancak birşey de yapamadı. Geçmişte Çin’in, Sovyetler’e karşı, sırtını ABD’ye yaslaması gibi, Vietnam da Çin’e karşı ABD’ye yakınlaşıyor. ‘Vietnam-Amerikan dostluğu’ adına, Amerikan donanması, Vietnam limanlarında ağırlanıyor. 17 Mayıs’ta Tayvan’da ‘517 gösterisi’ olarak adlandırılan eylem düzenlendi. Gösterinin nedeni, Tayvan devlet başkanının Tayvan’ın egemenliğini Çin’e havale etmesiydi. Birçok Tayvanlı, Tayvan’ın Çin’in bir parçası olmasıyla birlikte, özgürlüklerinin ellerinden alınmasından korkuyor. 30 Mayıs’ta Chongqing’teki maden patlamasında 30 işçi öldü. 5 Haziran’da Chengdu’da, altmışlarındaki işsiz bir adam, bindiği otobüsü ateşe verdi. Kendisiyle birlikte 26 yolcu daha yanarak can verdi. Olay, ‘kalkınan Çin’ imgesinin arkasındaki ‘öteki Çin’in varlığını gösteren korkunç bir toplukıyım olarak belleklere kazındı. 19 Haziran’da Hubei’de bir şef-garson, otelin önünde ölü bulundu. Bu ölümü intihar diye sunup katilleri korudukları düşünülen polise karşı 10 bin Çinli ayaklandı. Ayaklanma, 2 gün sürdü. Eylemciler, otel sahibinin bir devlet görevlisi ve belediye başkanının akrabası oluşuna ve otelin, polisin gözetimindeki bir uyuşturucu yuvası oluşuna dikkat çekerek, şef-garsonun, uyuşturucu işini bırakmak istediği için öldürülmüş olabileceğini ileri sürdüler. 6 polis arabası enkaza dönerken, katil olduğu ileri sürülen kişinin oteli yakıldı. Olay sonrasında, otelin bodrumunda, daha önce

Page 446: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

446

öldürülmüş 3 kişinin daha cesedi bulundu. Ancak, şef-garsonun bedeni üstünde yapılan otopside, olayın gerçekten de intihar olduğu ortaya çıktı. 23 Haziran’da insan hakları eylemcisi Liu Xiaobo, ‘devletin temellerine dinamit koymak’tan tutuklandı. Onun salıverilmesi için, Amerikan Dışişleri, hemen olaya el koydu. Birçokları, sömürgeci ABD’nin, insan hakları bahanesiyle diğer ülkelerin içişlerine karışmasından rahatsız. ABD’nin ve Amerikancı sivil toplum örgütlerinin, insanlara, gösteri yapmaları için para verdikleri biliniyor. Bu kiralık göstericiler yüzünden, gerçekten demokrasi için savaşanlar da, halkın gözünde güvenirliklerini yitiriyorlar. Halka iki seçenek verilmiş durumda: Ya baskıcı Çin ya sömürgeci Amerika. Dünyanın üçüncülere büyük gereksinimi var şu an. Liu Xiaobo’ya dönersek, Liu, Çin’de birçoklarınca sevilmiyor; çünkü eski konuşmalarından birinde şöyle diyor: “Çin’in kalkınması için 300 yıl sömürge olarak kalması gerekir. Bakın Hong Kong’a, 100 yıl sömürge oldu da öyle kalkındı. Çin için 300 yıl bile yetmeyebilir.” 10 Temmuz’da Şanghay’da, 4 Rio Tinto Maden Şirketi çalışanı, rüşvet yoluyla devlet sırlarını elde edip bunun üzerinden maden pazarlarını değişimlemek gerekçesiyle tutuklandı. Çalışanlardan biri, Avustralyalı olduğu için, bu, Çin ile Avustralya arasında gerginliğe yol açtı. 24 Temmuz’da bir KİT olan Tonghua Demir-Çelik’te, işçiler, özelleştirmeye karşı çıkıp ayaklandılar. Aylıkları 100 Dolar’ı geçmeyen işçiler, polisle çatışıp, ayaklanan işçileri işten atmakla tehdit eden ve 438 bin Dolar (!) aylık alan genel müdürü, ayaklanma sırasında döve döve öldürdüler. Özelleştirilme tasarısı geri çekildi. 25 Temmuz’da Uygur-Sincan olaylarından sonra Arap yatırımcıları kaçırmak istemeyen Çin, Arapça bir devlet kanalı açtı! Kanaldaki tüm izlenceler Arapça! 15 Ağustos’ta Çin-Tayvan yakınlaşmasını pekiştirmek amacıyla, Çin’den Tayvan’a yüzme etkinliği düzenlendi. 8 Eylül’de Henan Madeni’ndeki patlamada 67 işçi yaşamını yitirdi. 11 Eylül’de Tayvan’ın eski devlet başkanı (2002-2008) Chen Shui-bian, yönetimi sırasındaki yolsuzluklar nedeniyle ömür boyu hapse çarptırıldı. 1 Ekim’de Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 60. yıldönümü kutlandı. 12 Ekim’de Tiananmen (1989) gösterisi önderlerinden Zhou Yongjun, ABD’den sahte pasaportla Hong Kong’a girerken, Hong Kong polisi tarafından tutuklanıp Çin’e teslim edildi. Zhou, 1989’dan beri, yaşamını, bir Çin’de hapis yatıp bir ABD’ye kaçarak geçirdi ve son olayda görüldüğü gibi, böyle geçirmeyi sürdürüyor. 21 Ekim’de Luquan’da, köylüler, bir anayolu 6 saat trafiğe kapattı. Bir şirketin bir köylü kadının tarlasına inşaat yapması üzerine, karşı çıkan kadının, şirketin çalışanları tarafından dövülmesi sonucu, köylüler ayaklandı. Olay, kapatılan, çok işlek bir anayol olduğu için yankı buldu. 8-9 Kasım’da Mısır’da, Çin-Afrika İşbirliği Forumu düzenlendi. Hızlı kalkınma nedeniyle enerji açlığı çeken Çin, Afrika ülkeleriyle işbirliğini son yıllarda arttırıyor; birçok Afrika ülkesinden petrol alıp tarım araçları ve tarım uzmanları gönderiyor. Bu durumdan en çok rahatsız olan ülke, birçok Afrika ülkesinde üsleri bulunan, kara anakaranın büyük abisi Fransa. 21 Kasım’da Heilongjiang Madeni’ndeki patlamada 108 işçi yaşamını yitirdi. 14 Aralık’ta Orta Asya-Çin Gaz Boru Hattı açıldı. Hat, Türkmenistan’dan başlayıp Uygur/Sincan’da bitiyor. Bu, Uygur/Sincan’ın Çin için konumsal öneminin bir başka göstergesi.

Page 447: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

447

Çin’de, 2010’da, hızlı kalkınma, Çin-Amerika çekişmesi, Amerikancı insan hakları eylemcileri ve Amerikan’sız ve Çin’siz halk ayaklanmaları sürecek. Çin, bir halk cumhuriyeti olarak yeniden doğana dek... İlgilisine Ek Okumalar Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (78): Çin’in birlik ve beraberliği. Evrensel Hayat Eki, sayı 237, 18 Ocak 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=43902 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (97): Hindistan’da ve Çin’de bilişim... Evrensel Hayat Eki, sayı 253, 10 Mayıs 2009. http://evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=50695 Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (110): Uygur/Çin Sorunu Üzerine... (5 bölüm olarak) Evrensel Hayat Eki, sayı 265, 16 Ağustos 2009. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=56235 Evrensel Hayat Eki, sayı 267, 30 Ağustos 2009. Evrensel Hayat Eki, sayı 268, 6 Eylül 2009. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=57383 Evrensel Hayat Eki, sayı 269, 13 Eylül 2009. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=59148 Evrensel Hayat Eki, sayı 270, 20 Eylül 2009. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=59167

Page 448: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

448

10 Soruda Kuzey Kore (Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti) 1) Kuzey Kore, nükleer bir tehdit mi? Kuzey Kore’nin nükleer bir tehdit olarak algılanması, uluslararası basın-yayın mafyasının bir oyunu. Nükleer silahlara sahip olan ülkeler şunlar: ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Çin, Hindistan, İsrail ve Pakistan (İran gibi kimi ülkelerin de nükleer silahlara sahip olduğu söyleniyor; ancak kesin bir doğrulama bulunmadığından, bu ülkeleri burada anmıyoruz). Şimdi, bu ülkeler, nükleer silahlara sahipken; “Kuzey Kore, nükleer silah denemesi yaptı” diye Türkiye’de kimi sol kesimlerde bile tepki gösterilmesi, bu basın-yayın mafyasının gücünü gösteriyor. Kuzey Kore, hiç bir zaman nükleer silah kullanmamıştır. ABD ise, Hiroşima ve Nagasaki’nin hesabını hâlâ vermiş değil. Şimdi “belki nükleer silah kullanır” diye korktuğumuz bir ülke mi daha tehlikeli; yoksa atom bombası atmış olup da yine de cezalandırılmamış bir ülke mi... ABD’nin yanında, İsrail de, nükleer silahlı bir ülke olarak tehlikeli. Peki bu durumda, İran, nükleer silahlara neden sahip olmasın? Gerçekte, nükleer silahların caydırıcı etkisi var. Hiroşima ve Nagasaki’nin, ABD’nin Sovyetler’e meydan okuyuşu anlamına geldiği söylenir. Japonya, zaten yenilmişti; ABD, atom bombası atmadan da Japonya’yı teslim alabilirdi. Ancak, hem atom bombası denemesi yapacak bir olanak bulmuş oldular; hem de o sırada Sovyetler’in elinde olmayan atom bombasıyla, dünyanın en büyük gücü oldular. Bu buluşla, tek-kutuplu dünyaya geçilmişti; Sovyetler’in de atom bombasına sahip olmasıyla, çok-kutupluluğa geri dönülmüş oldu. Kuzey Kore, ordusu, eski silahlara sahip olduğundan; nükleer silahları, caydırıcı bir güç olarak kullanıyor. Bu onurlu ülke, nükleer silahlara sahip oldukça; sömürgeciler, saldırı kararı alırken birkaç kez daha düşünmek zorunda kalıyor ve kalacak... Kuzey Kore, kafası estiğinde, sivillere fosfor bombası atan ya da çok uzağındaki bir ülkeyi uydurma kanıtlarla işgal eden bir güç de değil. Amerikan sömürgeciliğini eleştirmeyip Kuzey Kore’yi ‘şer gücü’ sayanlar, liberal yalanlara fazlasıyla kanmış insanlardır. 2) Güney Kore’nin savaş gemisini (Cheonan) Kuzey Kore mi batırdı? Kuzey Kore, bu iddiayı reddediyor. Bunun gerçek olup olmadığını bilemiyoruz. Neden bilemiyoruz? Çünkü ABD, Vietnam-Amerikan Savaşı’nı da benzer bir biçimde başlatmıştı: ABD, 4 Ağustos 1964’te Kuzey Vietnam güçlerinin bir Amerikan gemisine saldırdığını ileri sürerek, Güney Vietnam’a Amerikan askeri göndermeye başlamıştı. Bu tarih, sıcak savaşın başlangıcı olarak görülmektedir. Yıllar sonra kamuya açılan gizli belgelerle birlikte, bu olayın hiç gerçekleşmediği; tümüyle uydurma olduğu; ABD’nin ‘komünist’ Kuzey Vietnam ve diğer sol güçlere karşı, Güneydoğu Asya’yı kaybetmekten korktuğu için böyle bir yalan attığı ortaya çıktı. ABD’nin, yakın tarihte, bu türden sayısız çarpıtması ve yalanı olduğu için, Kuzey Kore kaynakları, bize, Amerikan ve Amerikancı Güney Kore kaynaklarından daha inandırıcı geliyor. Kuzey Kore’nin bağımsız bir soruşturma yapılması isteğinin sudan gerekçelerle reddedilmesi ise, zaten bu işin içinde bir iş olduğunu gösteriyor. Belki de, Kuzey Kore’nin işidir, bilemiyoruz. Olabilir. Ancak, bu yönde, bağımsız olarak

Page 449: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

449

ikna edici kanıtlar çıkmış değil. Peki, şimdi neden ABD, böyle bir olaya gerek duyuyor? Fidel Castro’ya ve çeşitli muhalif yazarlara göre, ABD, Çin’in güçlenmesi dolayısıyla, bölgede etkinliğini yitirmekten rahatsız. Ayrıca, Japonya’da, Okinawa’daki Amerikan üssünün Okinawalıların kabaran tepkisi nedeniyle kapatılması sözkonusuydu. Bu durumda, ABD, önemli bir sıçrama tahtasını yitirecekti. Bu gemi batırma olayı, o üssün açık kalabilmesi için bahane olarak öne sürüldü. 3) Kuzey Kore, hanedanlıkla mı yönetiliyor? Hanedanlıktan ne anlıyoruz? Kuzey Kore’ye geçmeden önce, başka bir soru: Küba, hanedanlıkla mı yönetiliyor? Önce Fidel, sonra Raul. Kolaylıkla görülebileceği gibi, sorun, tek başına, Kuzey Kore’ye özgü bir sorun değil. Solda daha fazla tartışılması gereken konu, kişiliklerin yüceltilmesi konusu. Bu konu, Kuzey Kore’deki hanedanlık tartışmasıyla doğrudan ilişkili. Halkın iktidarında, başdevrimcinin büstleri her yerde olacak mıdır? Onun yüceltilmesi, onun akrabalarının da yüceltilmesi anlamına gelecek midir? Bu başdevrimcinin resmi, paralara basılacak mıdır? (Başka bir yerde bu konulara girdiğimiz için daha fazla uzatmayacağız.) Hanedanlığı, iktidarın babadan oğula geçmesi olarak tanımlarsak, Kuzey Kore, bir hanedanlıktır. Babadan oğula; oğuldan toruna geçiş sözkonusu. Bu durum, yalnız Kuzey Kore özelinde değil, sol kuram genelinde, tartışma konusu yapılmalıdır. Görünüşte halk komiteleri var; ancak, herşey, tepeden geliyor. Her yer, büyük önderin resimleriyle donatılmış durumda. Kuzey Koreliler, yakalarında ya da göğüslerinde bile büyük önderin resimlerini taşıyorlar. Büyük önderi, oğlunu, torununu eleştiremezsiniz. Zaten çoğunluk da, okullarda öğretilen büyük önder öğretileri dolayısıyla, size hoş bakmaz/bakmayacaktır. Bu ülke, ekonomik olarak, mülklük ili şkileri açısından sosyalist olabilir; ancak, siyasal olarak kesinlikle sosyalist bir ülke değil. 4) Kuzey Kore’nin insan hakları sicili nasıl? Hanedanlık sorusuyla ilişkili bir soru. Pek iyi olduğu söylenemez. Ancak, kendi ülkesini eleştirmekten kaçınan kimi uluslararası insan hakları örgütlerinin Kuzey Kore’yle ilgili yorumları, kimi zaman, Amerikan yalanlarına dayanıyor. Kuzey Kore’nin en büyük eksikliği, tabandan tavana doğru giden bağımsız sivil toplum örgütlerinin olmayışı. Bunlar olmadığında, iktidarın halk iktidarı niteliğini koruyacak denetleme düzenekleri çalışmaz duruma geliyor. Öte yandan, onyıllardır her an Amerikan işgali tehdidi altında olan bir ülkede, bu düzeneklerin başarılı bir biçimde çalışabileceğini beklemek, zaten mantıklı değil. 5) Kuzey Kore, Amerikan karşıtlığını halkı oyalamak için mi kullanıyor? Bir liberal yalanı daha. Amerikan karşıtlığı, Kuzey Kore’nin bir ülke olarak kuruluşunda var; mayasında var. Ülke, Amerikan işgalinin küllerinden doğdu. Amerikan askerlerinin hem Kuzey Koreli hem de Güney Koreli sivil halka yönelik kıyımları, uluslararası basın-yayın mafyası tarafından yok sayılır. Kuzey Koreliler, bu kıyımları andıklarında; bu, propaganda sayılır. Gerçeğin propaganda, (Amerikancı)

Page 450: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

450

progapandanın gerçek sanıldığı bir başka örnek daha... Kaldı ki, Kuzey Kore, kurulduğu günden bu yana, Amerikan işgali tehdidi altında. Kuzey Koreli çocuklar, olası bir Amerikan saldırısında ne yapacakları üstüne eğitim alarak büyüyor. Olası bir nükleer saldırı durumunda, yeraltı sığınaklarına kaçışın hızlı ve başarılı olabilmesi için, çeşitli aralıklarla alıştırmalar yapılıyor. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, dünyada en Amerikan karşıtı halk, Kuzey Koreliler’dir. O hep övgüyle sözettiğimiz Küba’da bile, Amerika’ya kapağı atmaya çalışan birçok genç var; seks işçiliği var... Kuzey Kore, böyle bir yer değil... 6) Madem sosyalizm bu kadar başarılıydı, Kuzey Koreliler neden açlıktan ölüyor? Bunu bir Kuzey Koreli’ye sorarsanız, size ‘ABD’ diyecektir. Amerikan ambargosu, öldürmeye devam ediyor. Konuya yakın tarih açısından bakarsak, Güney Kore’nin göz kamaştırıcı yükselişi, çok yeni bir olgudur gerçekte. Kuzey Kore, 1970’lere dek, Güney Kore’den, ekonomik olarak daha ilerideydi. Ağır sanayi hamlesi yapmıştı. Ancak, temel sorun, öz-dayanım (‘Juche’) kavramını devletin temeli yapan bu ülkenin, ironik biçimde, ekonomide Çin’e ve SSCB’ye bağımlı oluşuydu. Şimdi de, çok farklı olduğu söylenemez. Sovyetler gitti; Kuzey Kore bitti; Küba’da da olduğu gibi. “Onlar da, Çin ve Vietnam ve genel olarak Doğu Asya ülkeleri gibi, dışasatım (ihracat) tabanlı bir kalkınma yaklaşımını uygulasınlar” diyenler olacaktır. Ama işte, burada da, Amerikan ambargosu devreye giriyor. Kuzey Kore, en iyi ürünleri çıkarsa bile; bu ürünler, uluslararası dolaşıma giremiyor. Kuzey Kore’nin içine kapanıp siyasal sosyalizmden siyasal milliyetçiliğe doğru önlenemez savruluşunda bu ekonomik açmazlar etkili. Bunların üstüne, bir de üst üste gelen doğal yıkımlarla, Kuzey Kore, belini bir türlü doğrultamaz duruma geldi/getirildi. Liberaller, bize, bunun, sosyalizmin verimsiz olmasından; insanları üretmeye teşvik etmemesinden kaynaklandığını söyleyeceklerdir. Ancak, onların gözden kaçırmak istediği, sosyalist ülkelerde, birçok teşvik yönteminin bulunduğudur. Kaldı ki, asıl çalışanı teşvik etmeyen düzen, kapitalizmdir: Bize sunduğu, ücretli kölelik düzeni. “Kiramı ödeyeyim, karnımı doyurayım, artan para kalmadı ama eh artık ayın sonunu getirdik, bir dahaki aya bakalım” düzenidir bu... Üstelik, benim sırtımdan birileri servetine servet katarken, ben hangi istekle daha fazla üreteyim... Ne kadar çok üretirsem üreteyim; yine de, bu düzen, gelir uçurumlarıyla ve tüm diğer adaletsizlikleriyle sürüyor... Dahası var: Ben, herşeye karşın, çok üretsem; bu kez de, kapitalizm, aşırı üretimden, alkol komasına girer gibi krizlere giriyor da bir türlü çıkamıyor ya da ayılamıyor... Bu liberaller, insanların, vatan adına, yüce ülküler adına, insanlığa yol göstermiş düşünceler adına, yani insana dair güzel olan ne varsa, tüm o güzelliklerin adına çalışabileceğini; bunların fazlasıyla güçlü teşvikler olduğunu gözümüzden kaçırmaya çalışıyor... 7) Kuzey Kore de, Çin ve Vietnam gibi kendini tümüyle sermaye düzenine ve onun getirdiği adaletsizliklere teslim etmeye mi hazırlanıyor? Kuzey Kore’nin inatçılığı burada. Hazırlanmıyor. O kadar Kuzey Koreli açlıktan öldü; yine de hazırlanmıyor. Çin ve Vietnam, kapitalizmde AB(D)’yi geçti. Kuzey Kore’de çeşitli denemeler olsa da, bunlar büyük ölçekli değil. Çin ve Vietnam’da yeni

Page 451: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

451

zenginlerin borusu ötüyor; Türkiye’de de olduğu gibi, sermayenin vesayeti sözkonusu. Kuzey Kore’de ise, ülkenin yazgısına etki eden kararları ne okyanusötesi cemaatler ne de bütçeleri birçok Afrika ülkesininkinden büyük olan şirketlerin fazlasıyla demokratik bir biçimde sahibi ve yöneticisi olan bir avuç oligark alıyor. Kuzey Kore, dünyanın en eşit ülkelerinden biri. Burada, “ama partililerle partili olmayanlar arasında farklar yok mu?” denecektir. Doğrudur, farklar var; ama o farklar, herhangi bir kapitalist ülkedeki evsizlerle bir avuç zengin arasındaki kadar derin değil. 8) Güney Koreliler, Kuzey Kore ve Kuzey Koreliler hakkında ne düşünüyor? Geçmişe göre, Güney Koreliler, Kuzey’e ve Kuzeyliler’e karşı çok daha dostça yaklaşıyor. Bu, Güney Kore egemenlerinin Amerikan güdümünde döndürdüğü Ali-Cengiz oyunlarına karşın, yine de böyle. Amerikan ve Güney Kore gazetelerinde Kuzey Kore ile ilgili haberlerin içerik çözümlemesi yapıldığında, Güney Kore gazetelerinde, Kuzey Kore’yle ilgili olarak daha az saldırgan bir dil kullanıldığı ortaya çıkıyor. Güneyliler’e göre, ne olursa olsun, Kuzeyliler, onların kardeşleri... Güney Kore hükümetinin tepkili tutumuna karşın, birçok Güneyli kuruluş, en gergin zamanlarda bile, Kuzeyli kardeşlerine yardım gönderiyor. Güneyliler, Kuzeyliler’i, kültürlerini korumuş; yabancı kültürlerden ve özellikle İsacılık’tan etkilenmemiş özbeöz Koreliler olarak görüyorlar. Bu görüşlerinde haksız da sayılmazlar. Güney’de yitip giden birçok gelenek (özellikle Kore’nin şamancı geçmişiyle ilgili olanlar –ki bu geçmişi, Koreliler, eski Türklerle paylaşmaktalar), Kuzey’de korunuyor ve gelecek kuşaklara aktarılmak üzere belgeleniyor. 9) Güney Kore ve Kuzey Kore arasında savaş çıkar mı? Çeşitli yorumculara göre, tüm gerginliklere karşın, savaş falan çıkmaz; çünkü iki taraf da, bir kez daha tümüyle yakılıp yıkılmayı göze alamaz. Kuzey Kore’nin ‘Anayurt Kurtuluş Savaşı’ olarak adlandırdığı Kore Savaşı’ndan bu yana, nice gerginlik oldu; ancak, savaş çıkmadı. Birçok Güney Koreli, bu duruma alışmış durumda. Kuzey Kore’de, halk ordusu anlayışı sözkonusu. Tüm halk, olası bir saldırıda milis olarak görevlendirilmek üzere, askeri eğitimden geçiyor. Amerikan üslerindeki binlerce askere güvenen Güney Kore’de ise, erkekler için 2 yıl zorunlu askerlik var. Güneyliler’in Kuzeyliler’e bakışının değişmesiyle birlikte, vicdani retçi Güneyliler’in sayısı da artıyor (Güney Koreli gencin ağzında en az 4 dişi eksikse, askere alınmıyor. Vicdani retçiler yanında; askere gitmemek için sağlam dişlerini kıran gençlerin varlığı, konuyla ilgili olarak Güney Kore basınına yansıyanlar arasında). Ufukta savaş yok ama barış da yok... 10) Kuzey Kore’nin geleceği ne olur? Çok zor bir soru. Çok bilinmeyenli bir denklem... Bölgedeki güç dengesi(zliği), bu soruyu yanıtlamak için çözülmesi gereken bir yapboz. Bölgede ve küresel ölçekte, Çin’in yükselişini görüyoruz. Çin, Kore Savaşı’nda, Kuzey Kore’nin yanında yer alarak, savaşın yazgısını değiştirmişti. Hatta savaşta ölen Çinli gönüllüler arasında, Mao’nun ilk oğlu Mao Anying de (1922-1950) vardı ve mezarı, Kuzey Kore’nin

Page 452: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

452

başkenti Pyongyang’da. Çin’in, ABD’nin bölgesel heveslerine karşı, sesini daha da kalınlaştıracağına kuşku yok. Dolayısıyla, Kuzey Kore’ye yönelik bir Amerikan saldırısı, çok da olası görünmüyor; çünkü böyle bir savaşla, ABD, hem Çin’i hem de Rusya’yı karşısına alacaktır; ve böyle bir durum, bu iki gücün bir blok olarak hareket etmesi gibi, ABD’nin istemeyeceği bir hamleye yolaçacaktır. Kuzey Kore’nin önünde iki yol var: Çin’in desteğiyle varlığını sürdürürken, ya şimdi olduğu gibi varolmayı sürdürecek ya da siyasal olarak da ekonomik olarak da Çin’e benzemeye başlayacak. İki olasılıkta da, Kuzey-Güney birleşmesi beklemiyoruz. Fakat ilerleyen onyıllarda, Çin’in daha da güçlenmesiyle birlikte, yükselen gücün arabuluculuğuyla, çeşitli önerilerin barış masasına konacağını beklemek mantıksız olmaz. Barışın önündeki en büyük engellerden biri, Güney Kore’deki Amerikan üsleri... Onların kapanmasıyla, Çin’in aracılığı, daha etkili olmaya başlayacak...

Page 453: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

453

Vietnam’ın Gelin İhracatı Artıyor... Güney Kore’de en çok yabancı gelin, Vietnam’dan. Vietnam’da ve Güney Kore’de birçok yasadışı gelin bulma şirketi var; bunlar, kırsal kesimden topladıkları Vietnamlı gelin adaylarını Güney Koreli damat adaylarına bağlıyor. Güney Kore, ataerkil bir toplum olarak, erkeklere daha çok değer veriyor; nüfusta erkek-kadın oranı dengesizliği var. Bu nedenle, birçok Güney Koreli erkek, diğer ülkelere ve özellikle Vietnam’a yöneliyor. Güney Koreliler, Vietnam’da en yüksek sayıda bulunan yabancı nüfus. Bu ikili nüfus ilişkisi, hem karma ailelerinin doğuşuna hem de alım-satım ili şkilerinin gelişmesine yarıyor. 2010’a dek, 40 bin Vietnamlı kız, Güney Korelilerle evlendi. Fakat bu evliliklerin tümüyle mutlu olduğu söylenemez. Güney Kore’deki Vietnamlı hamımlardan birçok intihar haberi geliyor ve Vietnamlı kadınların Güney Koreli kocaları tarafından öldürüldüğünü bildiren haberlerin sayısı az değil. Birçok Vietnamlı kadın, parasızlıktan, çaresizlikten, Güney Korelilerle evleniyor; sonra, kocalarının emir verici tutumlarıyla başlıyor kavgalar. Kadınlar, Güney Kore’ye, memleketlerine geri dönmemek üzere gittiklerinden, sonuç, öyle ya da böyle ölüm oluyor. Tayvan ve Japonya da, Vietnamlı gelinlerin gittikleri diğer ülkeler. Tayvan’da, 100 bini aşkın Vietnamlı gelin var. Bu, toplam yabancı gelinlerin üçte biri anlamına geliyor. Güney Kore de Tayvan da, kadınlardan boyun eğmelerini isteyen ve kadınları geleneksel rollerle tanımlayan toplumlar. Vietnam ise, kadınların özgürlüklerinin daha geniş olduğu bir ülke. Bu nedenle, Tayvan’da, Vietnamlı gelin-Tayvanlı damat evliliklerinde, aile içi şiddet, yaygın. Vietnam’da kadınların işgücüne katılma oranı, Tayvan ve Güney Kore’dekine göre daha yüksek. Bu iki ülkedeki birçok kadın, evhanımı; hanımın, ev dışında bir işte çalışması hoş karşılanmıyor. Birçok Vietnamlı ana-baba, herşeye karşın, kızlarını yabancılarla evlendirmeye çalıyor; çünkü kızlarının kendilerine para göndereceğini ve böylece yoksulluktan kurtulacaklarını umuyorlar. Yoksulluk, insan ihracatına bile yol açıyor... Ve herşeye karşın, Vietnam’da Güney Korelilerle evlenenlerin sayısı, gün geçtikçe artıyor...

Page 454: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

454

Kamboçya’da Kim Yargılanıyor? Kızıl Khmerlerin önderlerinden 75 yaşındaki Duch’la ilgili insanlık suçları davası sonuçlandı; Duch, 35 yıl hapis cezası aldı. Herkes, vicdanlarını rahatlatmış oldu. Kimilerine göre, böylece, Kamboçya’da, ağlatılı dönem son bulmuş oldu. Öte yandan, dünya basınında çıkan bu ve benzeri ana düşünceli haberler, birçok önemli noktayı gözden kaçırıyor. Birincisi, Kızıl Khmerlerin çıktığı dönemde, bu harekete büyük bir halk desteği vardı. Kızıl Khmerler ortaya çıktığında, Vietnam Savaşı (Vietnamlılar, bu savaşı ‘Amerikan Savaşı’ olarak adlandırır) sürüyordu. Kamboçya’nın sosyalist prensi Sihanuk (ki, Kamboçya’nın güneyindeki kumsal kenti Sihanoukville, adını Sihanuk’tan alır), ABD’ye karşı, Vietnamlı direnişçilere el altından destek veriyordu. (Sosyalist prens Sihanuk’un öyküsü, sayfaları doldurur; burada girmeyelim. Ayrıntısını görmek isteyenler, Gezgin (2007)’ye bakabilir.) Vietnamlı direnişçiler, Kamboçya üzerinden, Güney Vietnam ve Kuzey Vietnam arasında seferler düzenliyorlardı. Buna karşılık, ABD, Kamboçya’yı sürekli bombalıyor; taş üstünde taş bırakmıyordu. Kamboçya halkının bu yoğun bombalamalar nedeniyle, ABD’ye ve Amerikancı Kamboçya hükümetine büyük bir öfkesi vardı. Kentler, Amerikancıların yuvasıydı. ABD, kentlere dokunmuyor; köyleri bombalıyordu. Dolayısıyla, kentler, köylü çoğunluk için ABD’yi temsil ediyordu. Amerikancı olan Kamboçya hükümeti ve sosyalist prens Sihanouk, bir süre birlikte çalışıyorlar; sonra prens, sürgüne gönderiliyor. Onun sürgüne gönderilmesiyle, Kamboçya üstüne düşen Amerikan bombaları da artıyor. Kızıl Khmerlerin ortaya çıktığı dönemde, 350 bin Kamboçya köylüsü, Amerikan bombardımanında öldürülüyor. Bombaların toplam gücü, Japonya’ya atılan bombalardan fazla. İşte bu bağlamda, Kızıl Khmerler, üç-beş caninin örgütü değil, bir halk hareketi olarak ortaya çıkıyor; Amerikan bombalarıyla öldürülen 350 bin Kamboçya köylüsünün intikamı olarak doğuyor. İkincisi, Kızıl Khmerler, Vietnam’ı tarihsel nedenlerle düşman olarak görmüş; Vietnam-Amerikan Savaşı sürerken bile Vietnam köylerine saldırmıştır. Bu bilgi önemlidir; çünkü Kızıl Khmerlerin kıyımları, bütün eşitlikçi düzenlere mal edilmeye çalışılıyor. Üçüncüsü, Kızıl Khmerlerin Vietnam köylerine saldırması dolayısıyla, Vietnam-Amerikan Savaşı’nın bitiminde, 1978’de, Vietnam, Kamboçya’ya savaş ilan etmiş ve 1978-1989 arasında Vietnam Halk Ordusu, Kamboçya’da kalmış; bu dönemde, Kampuçea Halk Cumhuriyeti kurulmuştur. Dolayısıyla, yaygın kanının tersine, Kamboçya halkını, Kızıl Khmerlerin vahşetinden, ABD ya da Avrupa değil, Vietnam kurtarmıştır. Kızıl Khmerlerin düşüşünden sonra çekilen ilk kıyım resimleri, Vietnamlı fotoğrafçıların kameralarından çıkmıştır. Dördüncüsü, Kızıl Khmerler Maocu’ydu; Vietnam ise Sovyetçi’ydi. Sovyetler’in ve Çin’in arası çoktan açılmış; Çin, Vietnam’a Vietnam-Amerikan Savaşı’nın sonlarında yardımını kesmiş; hatta Amerikan başkanı Nixon’la Mao, Pekin’de buluşup anlaşma imzalamıştı. Vietnam’ın Kamboçya’ya girişi dolayısıyla, 1979’da Çin, Vietnam’a kuzeyden saldırmıştı. Çin yenilmiş; Kızıl Khmerlerin iktidarı yeniden alma umudu suya düşmüştü. Demek ki, Vietnam, Kızıl Khmerlerin iktidarı yeniden almaması için bedel de ödemiştir.

Page 455: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

455

Beşincisi, Vietnam’ın Kamboçya’ya girmesinden sonra, ABD ve birçok uluslararası kuruluş, Vietnam’a ve Sovyetlere karşı, Pol Pot’u desteklemiş; onu Kamboçya’nın gerçek başkanı olarak kabul etmişti. Pol Pot, Çin’in, ABD’nin ve Tayland’ın desteği dolayısıyla yakalanamadı; uzun yıllar, Tayland-Kamboçya sınırı yakınlarında saklandı ve yargılanamadan, eceliyle öldü. Dolayısıyla, Pol Pot’u ve Kızıl Khmerleri yaratan ve sonra Vietnam’a karşı koruyup kollayan, ABD’dir. ABD bombardımanı olmasaydı; Kızıl Khmerlere halk desteği olmayacaktı. ABD, Kızıl Khmerleri Vietnam’a karşı koruyup kollamasaydı; Pol Pot, Vietnam eliyle, yargının karşısına çıkacak ve cezasını çekecekti ve Duch’la ilgili olarak alınan karar bu kadar gecikmeyecekti. ABD’nin Pol Pot’u desteklediğine inanmayanlar çıkacaktır elbette; onlara, birçok örnek arasından, Saddam’la ABD ilişkisini anımsatmak isteriz. ABD, 1980’lerde İran-Irak Savaşı’nda, İran’a karşı Irak’ı destekliyordu; sonra Saddam için kullandıkları uzaktan kumandanın pili bitince, onu düşman bellediler. Altıncısı, ABD, onca ülkeyi bombalamasına karşın hâlâ cezalandırılmamıştır. Gazetelerin, Kızıl Khmer şefinin aldığı cezaya yer verirken, asıl suçluya dokunmaması, onları, suç ortağı yapıyor. Asıl suçlunun yargılanmaması, mahkemeye de karara da gölge düşürüyor. Ulaş Başar Gezgin İlgilisine Ek Okuma Gezgin, U. B. (2007). Asya-Pasifik’te Bu Hafta(5): Sihanuk: Sosyalist prenslikten karaoke krallığına! Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 164, 19 Ağustos 2007. http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=15565

Page 456: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

456

Vietnam’ın Irmakları Kurbağalıdere’ye Dönerken... Vietnam’ın ırmaklarına 1994’ten bu yana, yeraltına döşediği borularla atıklarını atarak, milyonlarca dolarlık zarara yol açan Tayvan şirketi Vedan, verdiği zararı karşılayacak mı karşılamayacak mı? Vietnam gazeteleri, hemen hemen her gün, bu konuda haber yapıyor. Bu olay, küreselleşme ve çevre kirliliği arasındaki ilişki üstüne bir örnek olarak değerlendirilebilir. Bu ilişkiyle ilgili temelde üç görüş var: Birinci görüşe göre, yüksek gelirli ülkeler, kirli fabrikalarını düşük gelirli ülkelere aktarıyor; böylece, düşük gelirli ülkelerde, kirlilik artıyor. Düşük gelirli ülkelerde, çevre düzenlemeleri gevşek; yüksek gelirli ülkelerde ise, çevreyi kirletmenin cezası ağır. Bu şirket, aynısını kendi ülkesi Tayvan’da yapsaydı; ağır cezalar alacaktı. Düşük gelirli ülkeler, yabancı sermayeyi çekmek için taklalar atıyor; yabancı sermayenin kirlisinin gelmesine ses çıkarmıyor. Bu tür ülkeler, kısa süreli kazançların peşine düşüyor; çevreye verilen uzun erimli zararı dikkate almıyor. Çiftçiler, tarım ürünü, balık ya da deniz ürünü üretmek için borç alıyorlar; sonra sulama için kullandıkları ırmaklar kirletiliyor ve tüm ürünlerini yitirip borçlarıyla başbaşa kalıyorlar. İkinci görüşe göre, yüksek gelirli ülkelerde üretim, temiz teknolojilerle yapılıyor ve bu ülkelerin yatırımcıları, düşük gelirli ülkelere gittiklerinde bu temiz teknolojileri de taşımış oluyorlar. Yani durum, birinci olayın tam tersi. Üçüncü görüşe göre ise, ne biri ne öbürü; değişik ürünler için farklı durumlar sözkonusu. Vietnam’da ortaya çıkan olay, birinci görüşün doğru olduğunu gösteriyor. İşin kötüsü, sözkonusu ırmak boyunca, bir değil yüzü aşkın fabrika var. Bu fabrikaların atık teknolojilerinin de incelenmesi gerekiyor. Kaldı ki, çevreyi kirletenin yerlisi yabancısı olmuyor; yerli sermaye de yabancı sermaye kadar kirletebiliyor. Daha da kötüsü şu: Irmaklar, kentlere içme suyu sağlamak için kullanılıyor; ırmakların kirlenmesi, içme suyunun, hastalıkları milyonlarca insana taşıması anlamına geliyor. Yani küçük, basit, yerel bir olay gibi görünenler, doğa döngüleri içinde büyük etkilere yol açıyor. Şirket, zararı karşılasa bile; aynı ırmak üstündeki yüzlerce fabrika ve diğer ırmaklar üstündeki sayısız fabrika, çevreyi kirletmeyi sürdürdükçe daha çok canlar yanacak. Atık düzeneği kurmak, çevreyi kirletmenin cezasından daha pahalı olduğu sürece; fabrikalar, kirletmeyi sürdürecek...

Page 457: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

457

Güney Kore’de “Dayak, Cennetten Çıkma” Güney Kore, hızlı kalkınmasına karşın, günümüzde en Kongcu (Konfüçyüsçü) toplumlardan. Kongculuk düzeni, yaşamın her alanında astın üste boyun eğmesine dayanıyor. Bu düzene göre, karı ile koca, öğrenci ile öğretmen, işçi ile işveren, baba ile çocuk, yurttaş ile devlet gibi eşit olmayan ilişkilerde, güçlü olanın ağırlığı olmalı. İşte bu toplumsal çerçevede, Kongcu ülke, ilkokul öğrencilerine hoca dayağı videolarıyla çalkalanıyor. Güney Koreli genelağ (internet) kullanıcılarının yoğun olarak girdikleri Güney Kore paylaşım sayfası, dayakçı hocanın adını açık olarak verdi. Seul Eğitim Kurumu, bu olaya yanıt olarak, ‘Öğrencilerin İnsan Hakları Yönetmeliği’ adıyla yeni bir düzenleme getirmeyi tasarlıyor. ‘Öğrencilerin İnsan Hakları’ndan Yurttaşların İnsan Haklarına Kore Öğretmenler Derneği Üstbirliği ise, yönetmeliğe karşı çıkıyor ve Güney Kore toplumunda artık saygı gösterilmeyen öğretmenlerin, çıkar yollarının kalmadığını ileri sürüyor. Şu an yürürlükte olan Güney Kore Eğitim Yasası’na göre, öğretmen, kaçınılmaz durumlar ortaya çıkmadıkça, öğrenci üstünde şiddet uygulayamıyor. Yasa, bu ‘kaçınılmaz durumlar’ın neler olduğunu tam olarak belirtmediği için, öğretmen, öğrenciyi dövüp cezasız kalabiliyor. Öğrencilerin İnsan Hakları Yönetmeliği’ni destekleyenler, öğretmen-öğrenci ilişkisinin şiddete dayanmasıyla, devlet-yurttaş ili şkilerindeki sorunlar arasındaki koşutluğa dikkat çekiyor. Demokratik bir ülkede, siyaset de okullar da demokratik olmalı. Diğerlerine göre ise, kimi öğrenciler, ‘tekdirle uslanacak’ türden değil; ‘hakları, kötek’. Dayak yiye yiye büyümüş orta kuşak kimi Güney Koreliler ise, okulda yedikleri dayakları, bugünden, yetişkin gözüyle baktıklarında doğru buluyor; yönetmeliğe karşı çıkıyor. Diğerleri ise, okulda yenen dayağın, Güney Kore’de aile içi şiddetin yaygınlığı üstündeki gözden kaçırılamaz nitelikteki etkisine dikkat çekiyor. Öğretmenden dayak yiyen, daha sonra büyüyüp karısını ve çocuğunu dövüyor. Güney Koreli işverenlerin Güney Kore dışındaki işletmelerinde işçileri dövdüklerine ilişkin haberler de çeşitli ülkelerin gazetelerine yansıyor. O zaman Güney Kore okullarında dayağın kaldırılmasının, uzun erimde, işçilerin koşullarını iyileştireceğini umanlar çıkacaktır. Güney Kore’de dayak, cennetten değil okuldan çıkma...

Page 458: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

458

Asyalı Hava Korsanı Yine Sahnede! 1993’te bir Bangkok uçağını kaçırıp Vietnam’a, Ho Çi Min Kenti’ne götürdü; uçaktan Vietnam karşıtı bildiriler attı; paraşütle indiği Vietnam’da 20 yıl hapis cezası alıp 6 yıl hapis yattı. 2000’de bir uçak kiralayıp Havana üstünde Küba karşıtı bildiriler attı; savaş nedeni olabilecek bu eyleminden dolayı hiç bir ceza almadı. Aynı yıl, Bill Clinton’ın Vietnam’a gelişinden birkaç saat önce Tayland’dan bir uçak daha kaçırıp Ho Çi Min Kenti’ne yine kuşlama yaptı; uçağı, vuruldu; sağsalim yere indi ve 7 yıl hapis aldı. Amerikan yurttaşı olduğu için erkenden serbest bırakıldı; 2001’de Bangkok’taki Vietnam büyükelçiliğinin bombalanması davasından yargılandı. 2008’de bir Güney Kore uçağını kaçırırken yakalandı. Belki bu kez Kuzey Kore’ye uçacaktı; ama elbette, Kuzey Kore, Vietnam ve Küba gibi yumuşak değil; affetmez. Amerikan basınına göre ‘özgürlük savaşçısı’; Vietnam’a göre ‘Vietnam düşmanı bir gerici’ olan Vietnam kökenli Amerikan yurttaşı Ly Tong, Temmuz 2010’da, bu kez de, kadın kılığına girip, ABD’de dinleti veren Vietnamlı bir sanatçıya biber gazı sıktığı için bir daha hapse girdi. ‘Küçük Saygon’ olarak adlandırılan Kaliforniya, ABD’nin besleyip kendi insanının üstüne saldığı Güney Vietnam ordusu askerlerinin ve diğer Amerikancı Vietnamlıların yoğun olarak yaşadığı bir yer. Ly Tong da, Güney Vietnam ordusunda pilottu. Vietnam’ın ABD karşısındaki şanlı zaferinden sonra, bir süre hapis yatıp ABD’ye kaçtı; ABD yurttaşı oldu. Bir gazetecinin dediği gibi, Ly Tong için Vietnam Savaşı (ya da Vietnamlıların deyişiyle ‘Amerikan Savaşı’) sürüyor. Tek sorun, yenilmiş olduğunu unutmuş olması. Küba ve Vietnam, yeni bir savaşa yol açmasını istememelerinden olacak; bu hava sahası tecavüzlerine sert bir yanıt vermiyor. Ancak, 11 Eylül saldırısından sonra Ly Tong’un bu kadar kolay hareket edemeyeceği açık. Kuzey Kore hava sahasında uçmaya kalkarsa; bu, sonu olacak...

Page 459: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

459

Sumocu Ahlakı Yerlerde Sürünüyor! Sumonun ulusal spor olduğu Japonya’da, kamuoyu, sumocuların kumar skandalıyla çalkalanıyor. Japonya’da at yarışı ve motor sporları dışında bahis oynamak yasak. Sumo dünyasıyla Japon mafyası yakuzanın ilişkileri, zaten bilinen bir gerçek. Birçok sumo kuruluşunun sahibi ya da yöneticisi yakuza. Ancak, işin içine kumar girdiği için, Japon basını, harekete geçmiş durumda. Japonya’da tabantopu (beyzbol) ve sumo, en yaygın sporlar. Kimi ünlü sumo güreşçilerinin tabantopu üstüne oynadıkları bahisler dolayısıyla onbinlerce dolar borçta olduğu ortaya çıkmış durumda. Japon Sumo Güreşçileri Derneği, bu karanlık ilişkiler nedeniyle, en az 10 sumocuya meslekten men cezası verdi. Oysa kimilerine göre, dernek yönetiminin yakuzayla bağı da sözkonusu; dernek, birkaç güreşçiyi atarak kendini temize çıkarmaya çalışıyor. Olaylar, yakuza üyesi iki sumo güreşçisi arasındaki şantajla başlıyor; ondan sonra bütün mesleğe yayılıyor. 80 sumocu, bir basın toplantısı yaparak, topluma kötü örnek oldukları için topluca özür diliyor. Bunun bir yararı olduğunu söylemek zor: Sumocuların üstüne düşen gölge, Japon televizyonlarının sumo karşılaşmalarını canlı olarak yayınlamayı reddetmeleri ve turnuva sponsorlarının desteklerini çektiklerini açıklamaları gibi büyük çaplı sonuçlar doğurdu. Televizyonun açıklamasına göre, karşılaşmalar, sumo izleyicilerinin skandala duydukları tepki dolayısıyla kaldırıldı. Birçok sumo hayranı, toplu biletlerini iade edip paralarını geri istediler. Bunlar, sumocuların bu skandallara dek, yüksek ahlaklarıyla topluma örnek olarak gösterildiği ülkede, beklenmedik gelişmeler. İşin ilginci, sumo şampiyonunun bir Moğol oluşu ve sumo liginde birçok yabancının, üst sıralarda yer alması. Yakuzanın yabancı sumocularla ilişkisi ve sumo karşılaşmaları üstüne de bahis oynayıp oynamadığı, açığa çıkarılmayı bekleyen gündem başlıkları...

Page 460: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

460

Siyam’ın Farang Sadrazamına İlgi Artıyor! Tayland tarihini inceleyenlerin mutlaka dikkatini çeken bir konudur bu: 17. yüzyılda Siyam’da (o zamanki Tayland), Siyam Kralı’nın sadrazamı, bir Yunanlı: Konstantinos Folkon (ya da Gerakis) (Κωνσταντίνος Γεράκης) (1647-1688). Tayca’da ‘Chao Phraya Wichayen’ (เจา้พระยา วิชาเยนทร์) olarak bilinen Folkon, İtalya ile Yunanistan arasındaki İyon Denizi’ndeki Kefalonya Adası’nda Kıbrıs Rumu bir babayla Venedikli bir anaya doğuyor. Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı’ya katılan Kefalonya’yı (1479), 2. Bayezit zamanında (1500) Venedik geri almıştı. Yani Folkon, bir Osmanlı Rumu olmasa da, yaşadığı ve büyüdüğü yerlerde, yoğun Venedik ve Osmanlı etkileri altında yaşıyor. Tayland’ın İlk Faranglarından! Tayland’ın ilk ‘farang’larından olan Folkon, İngiliz sömürge ticaretini yönlendiren ünlü Doğu Hint şirketinde çalıştıktan sonra, 1675’te bir tüccar olarak Siyam’a ayak basıyor. Çok dil bilen ve yeni diller öğrenmeye yatkın olan farang, Tayca öğreniyor ve Saray’ın dikkatini çekerek, Osmanlı’nın deyişiyle ‘dragoman’ (çoğunlukla Rum kökenli olan Osmanlı saray çevirmeni) oluyor. Siyam’dayken Katolik oluyor ve Japon-Portekiz-Bengal kökenli bir Katolik’le evleniyor. Dönemin kralı, Narai. Başkent ise, Bangkok değil; şu an çoğunlukla yıkıntı durumunda olan Ayutthaya (อาณาจกัรอยธุยา). Kral Narai’ın (สมเด็จพระนารายณ์มหาราช) zamanı, Ayutthaya ülkesinin (1351-1767) en zengin dönemleri olarak anımsanıyor. Narai zamanında, birçok yabancı, danışman olarak, Siyam’a davet edildi; ticaret ilişkileri güçlendirildi; özellikle, Fransa’yla yakınlaşma gerçekleşti. Narai zamanındaki Siyam, ondan sonra dönemlerde de olacağı gibi, Avrupalı sömürgeciler ve Çin’e karşı sömürge olmama çabası içinde, onlara çeşitli ödünler verilmesinin ilk örneklerini sergiledi (Siyam’ın tarihte hiç sömürge olmadığını; ama buna karşılık, çeşitli kereler toprak yitirdiğini anımsatalım). Bu ‘soğuk barış’ stratejisinin, İngiltere’ye karşı savaş açılmasıyla, küçük çaplı sıcak çatışmalara dönüşmesi de sözkonusu oldu. Kral Narai, İngiltere’ye karşı Fransa’nın desteğini aldı. Bu Bizans oyunları türünden kördüğümlerde, Folkon, merkezi bir rol oynadı; Kral Narai’ın en yakın adamı ve sırdaşı oldu. Fransa’yı yanına çekmek amacıyla, Katolik olduğu için Fransa tarafından desteklenen Folkon’a geniş yetkiler verdi. Folkon, Fransa’nın isteğiyle, Kral Narai’ı Katolik yapmaya çalıştı; ancak, Narai, çeşitli dinlere ilgi duyuyordu; tarih kayıtlarında Katolik olduğunu gösteren bilgiler yok. Öte yandan, tarih, Fars Şahı 1. Süleyman’ın da Kral Narai’ı Müslüman yapmak için Siyam’a bilginler gönderdiğini ve bu çabanın da başarısız olduğunu söylüyor. Siyam’da Devrim!!! O dönemde yaşamış bir Fransız diplomatına göre, Folkon, tümüyle çıkarcı biriydi; Katoliklik’i, inandığı için değil, kendini destekleyeceği için benimsemişti. Fransız askerlerinin birgün Siyam’a girmelerini ve kendisini kral yapmalarını umuyordu. Umutları boşa çıktı. 1688’de Kral Narai rahatsızlandı; ölüm döşeğindeyken, Prens Phetracha, Narai’dan gizlice, Folkon’u ve adamlarını öldürttü. Bir süre sonra Kral

Page 461: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

461

Narai öldü ve Kral Phetracha (สมเด็จพระเพทราชา), yabancılara göre ‘yabancı düşmanı’, Taylara göre ‘tam bağımsız’ ve ulusalcı bir düzen getirdi. Phetracha, Fransız etkisini silip süpürdü; Bangkok’ta Fransız Hisarı’nı kuşattı ve yapılan anlaşmayla, Fransızlar, Siyam’dan ayrılmak zorunda kaldılar. ‘1688 Siyam Devrimi’ diye geçen ayaklanmayı, sarayın geleneksel yönetici kesimi olan mandarinlerin ve Budacı din adamlarının, Saray üstündeki Avrupa etkisine ve (Kral’ı da içerecek biçimde) Katoliklik’in yaygınlaştırılmasına tepkisi olarak değerlendirmek, günümüzde kabul gören bir yaklaşım. Folkon, isyancılara karşı, Fransa’nın asker göndermesini istiyor; gönderiyorlar da; ama Siyamlı isyancılar baskın çıkıyor. Kral Narai, ölüm döşeğindeyken, kızını -ölümünden sonraki- Kraliçe olarak ilan ediyor ve ondan, iki prensten birini seçmesini istiyor. Bu prenslerden biri, Phetracha. Phetracha, Narai’ın ölümünü beklemeden, harekete geçiyor; Folkon’un etkisini kırmak durumunda. Ayaklanma, kimine göre ‘devrim’, kimine göre ‘darbe’. Ayaklanma sonrasında, Phetracha, Kral olabilecek tüm adayları temizliyor; Narai’ın ailesini tümüyle kılıçtan geçiriyor. Narai, Saray’da, hapis benzeri koşullarda ölüyor. Prenses, Phetracha’yla evlenmek zorunda kalıyor. Saray’ın Başaşçısı! Kimilerine göre, Folkon, çıkarcı bir yabancıydı; Narai’dan sonra, başa, etkisiz birini getirip onu kukla olarak oynatacak; ülkeyi kendi yönetecekti. Kimilerine göre ise, günah keçisi yapılmıştı. Folkon’un Ayutthaya doğumlu karısı Maria Guyomar de Pinha (d. 1664) (Taycası, Thao Thong Kip Ma (ทา้วทองกีบมา้)), yeni kral tarafından, kralın ölümüne dek (1703), mutfak kölesi yapıldı. Daha sonra, Saray’ın başaşçısı olarak Saray’da kaldı ve sonrasında ticarete atıldı. Bugün kimi Tay yemeklerinin onun buluşu olduğu söyleniyor. “Reklamın iyisi de kötüsü de reklamdır”! Folkon’un ölümünden yaklaşık 150 yıl sonra, sömürgecilerin eliyle bağımsızmış gibi kurulan Folkon’un memleketi Yunanistan’da, 1833’ten, -kısa bir arayı saymazsak- 1973’te krallık kaldırılana dek, Yunanistan Kralı, Almanya ve Danimarka prensleri arasından seçildi (*). Yunanistan’ı Almanya ve Danimarka yönetiyordu! Folkon’da birazcık yurtseverlik varsa (ki yoktur ama, hadi diyelim ki var), Siyamlıların ona ve diğer yabancılara karşı ayaklanması gibi; onun da Yunanistan’ı yöneten Almanlara ve Danimarkalılara karşı ayaklanması beklenecekti. Günümüzde Folkon’a ilgi artıyor. Folkon hakkında yazılmış Yunanca, Fransızca ve İngilizce romanlar bulunuyor. Başa dönüyoruz: Tayland tarihini inceleyenlerin mutlaka dikkatini çeken bir konu, Konstantinos Folkon (1647-1688). Çıkarcıydı ya da günah keçisiydi; öyle ya da böyle, tarihe geçti. “Reklamın iyisi de kötüsü de reklamdır” sözünü anımsayarak, “tarihe geçmenin iyisi de kötüsü de tarihe geçmedir” diyerek noktayı koyalım. (*) Meraklısı için sözümona ‘bağımsız’ Yunanistan’ın krallarının bir dökümünü yapalım: Kral 1. Otto (yönetimi: 1833-1862), Alman prensi; 1. George (yönetimi: 1863-1913), Danimarka prensi; 1. Konstantin (yönetimi: 1913-1917 ve 1920-1927), 1. George’un oğlu; Aleksandır (yönetimi: 1917-1920), 1. George’un oğlu; 2. George

Page 462: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

462

(yönetimi: 1922-1924; (1924’te krallık kaldırılıyor; 1935’te yeniden getiriliyor) ve 1935-1947), 1. Konstantin’in oğlu; Paul, 1. Konstantin’in oğlu (yönetimi: 1947-1964) ve son olarak, 2. Konstantin (yönetimi: 1964-1973), Paul’un oğlu. 1973’te krallık kaldırılıyor.

Page 463: Asya pasifik hattinda_secme_yazilar

Gezgin Asya-Pasifik Yazıları Veri Tabanı ( -2003) Dr. Ulas Basar Gezgin-Vietnam

463

Vietnam’da ve Ho Çi Min Kenti’nde Büyüme Vietnam’da ekonomik büyüme, 2010’un ilk yarısında, % 6.1 düzeyinde seyretti. Fakat uzmanlar, bu büyümenin sürdürülebilir olamayacağı kanısında; çünkü dış ticaret açığı, gün geçtikçe artıyor. Sözkonusu dönemde, Vietnam’ın dış ticaret açığı, toplam ihracatın beşte biri idi. Vietnam’ın ithalatının büyük çoğunluğu, sanayileşme hamlesi yapmak isteyen ülkenin satın aldığı araç-gereçten oluşuyor. Öte yandan, yavaş yavaş da olsa ortaya çıkan orta sınıfın araba ve elektronik eşya gibi dıştan alımları, dış ticaret açığını büyütüyor. Vietnam, ihracatı, çoğunlukla, tarım ürünleri (çay, kahve, pirinç vb.) ve tekstil olan bir ülkeden kalkınmış bir ülkeye evrilmeye çalışırken, büyüme sancıları çekiyor. Ho Çi Min Kenti belediye başkanı, Ho Çi Min Kenti’nin ekonomisinin, 2010 yılında, beklenen yüzde olan % 10’un üstünde, % 12 düzeyinde büyüyeceğini açıkladı. Kentin Gayrısafi Yurtiçi Hasılası, 2010 yılının ilk yarısında % 11 arttı. En çok büyüyen kesimler, hizmet, sanayi, yapı ve tarım kesimleri oldu. Kentin enflasyonu, yıllık % 4.8 düzeyinde seyrediyor. Öte yandan, belediye başkanı, yatırımın büyümesini engelleyen yüksek faiz oranlarından ve üretimi yavaşlatan elektrik kesintilerinden yakınıyor. Basın toplantısına katılan yurttaşlar ise, trafik sıkışıklığına, kentin göbeğinde biten gökdelenlere ve çevre sorunlarına dikkat çekiyorlar. Vietnam, ekonomik durgunluk döneminde ekonomik olarak büyümeyi sürdüren az sayıdaki ülkeden biri olarak uluslararası kuruluşların övgüsünü kazandı ve kazanıyor. Ülkenin ihracatı, çöken dünya ekonomileriyle birlikte düşse de; 2009’da Vietnam, yine de % 5.32 büyüme gösterdi. Ülke, sonsuza dek, yabancı yatırımcı için ‘ucuz işgücü cenneti’ olamayacağından, uzmanların Vietnam için önerisi, uzun erimde, teknolojiye ve eğitime yatırım yapılması. Ayrıca, iç pazarların geliştirilmesi, karayolu ve elektrik gibi altyapı çalışmalarının güçlendirilmesi ve nüfusunun % 72’i kırsal kesimde yaşayan ülkede, hızlı kentleşme ve bu sürecin getirdiği toplumsal sorunlara karşı öngörülü siyasaların uygulamaya sokulması da öneriler arasında. Vietnam’ın ejderha görüntüsündeki haritası, ateşler saçıyor... Ulaş Başar Gezgin, Ho Çi Min Kenti Vietnam, [email protected], http://ulas.teori.org