balçova anadolu lisesi sessiz dergisi sayı 4
DESCRIPTION
Sizin sesiniz!TRANSCRIPT
Balçova Anadolu Lisesi Dergisi
Sizin sesiniz
İÇERİK *Sessiz Yayın Grubu *
Balçova Anadolu Lisesi Adına Sahibi
Murat KARABUDAK
Genel Yayın Yönetmeni
Nursen ÇITIR
Tasarım ve Düzenleme
Deniz GÖR
Bilişim Teknoloji
Baran TAYLAN – M. Emrah KAPTAN
Kapak Resmi
Çağla KARABULUT
Onur Mahallesi Eren Sk. No:9 Balçova
Tel: (0232) 259 65 82
Faks: 278 49 93
Web Adresi
balcovanodolulisesi.meb.k12.tr
Dergi
www.sessizdergisi.net
* İçindekiler *
Felsefe Olimpiyatı…………………………3 Felsefi Sohbet……………………………….7 Aşk Sorguda…………………………………10 Şiir Köşesi……………………………………..11 Şaire Açık Mektup……………………….13 Şiirli Bir Gün………………………………..14 Bir Günden Bende Kalan …………….16 Bizden Biri…………………………………..18 Kilim……………………………………………19 Libyalı………………………………………….20 Annem………………………………………..21 Psikolojik Hikayeler……………………..22 Kötü Bir Ruh Halinin Üstesinden Nasıl Gelinir?..........................................23 Kırmızı Kar…………………………………..24 Senden Benden Bizden………………..26 Sonbahar…………………………………….27 İroni…………………………………………….28 Ansa Adını……………………………………29 Büyük Gün Batımı Senfonisi………….30 Kim Bilir……………………………………….31 Ayna……………………………………………32 Yenilen Bir Sonbahar Yaprağı……….33 Çevre…………………………………………..34 Uzay Mekiği Arkası Yazılar……………36 Eğlenceli Matematik…………………….37 8 Sorulu Zeka Testi……………………...38 Okul Efsaneleri…………………………….40 Küçük Yalanlar…………………………….41 9/D’den Sevdiğimiz Şarkı Sözleri….43 Duygusal Zeka Ölçeği…………………..45 Benimle Oynar Mısın?...................48 Başarılarımız ve Eğlenceli Matematik Cevapları…………………………………….50 Zeka Testi Cevapları………………..….51
Dün Akşamüstü
Dün akşamüstü her zamanki gibi İzmir kalabalıktı, Saat Kulesinin
karşısında biraz oturdum, birkaç kişi başıyla selam verdi, şu an
hatırlayamıyorum kimlerdi. Tuhaf! Meğer bu şehirde çok tanıdığım varmış.
İskeleye yürüdüm, iyot kokusu muydu içime çektiğim, denizin kendisi mi
bilmiyorum. Rüzgâr dalgalarla oynaştaydı, beni gördü bir esişlik yüzüme deniz
suyu vurdu, teşekkür etmedim, bu kadarcık yağmur hissi gönlüme yetmedi ki!
Martıları seyrediyordum, aşk geldi kondu omzuma, ayakucum uçurum
değildi, uçurumlar içimdeydi oturdum bir kayanın ucuna. Sevince insan böyle
severmiş, düşünce aklına dengesini kaybeder, düşmeyi göze alırmış. Kaç kere
düştüğümü hesaplamaya çalıştım, ellerimdeki yara izleri pek ipucu vermedi,
sonra vazgeçtim hesaptan öylece bıraktım, kendimi aşkın darağacında
buldum.
Hep derdim zaten inkâr etmiyorum, unutmak insan doğasında yoktur. En
fazla benim gibi ötelersiniz unutmak istediklerinizi, / nereye kadar / işte
böyle bir kayanın ucuna ilişene kadar.
Her şeyi orada bırakıp duraklara yürüdüm…
Dün akşamüstü durakta karşılaştık, Havadan sudan konuştuk, bir denizin
kumsalında yalın ayak yürür gibi, yüzeysel derinlerden uzakta
emniyetteydim. İçimin gözleri yaşardı hissettirmedim, göz bebeklerime baktı
gülümsediğimi sandı. Söyleyecek fazla bir şeyi yoktu belki, “İyi misin?” dedi,
“İyiyim!” dedim… / iyi / değildim gözlerime de sonunda yalan söylettim.
Nevim Karahan
Şansımız varmış..
Birkaç kıta gezdik.
Şunu iddiayla söyleyebilirim…
Dünyanın hiçbir yerinde İzmir’deki
kadar güzel batmaz güneş.
Yine öyle bir vakit…
Bitmeyen enerji, kavuniçi top
olmuş, trajik yangının
küllerinden yeniden doğan
şehrin ufuk çizgisinde, körfeze
usul usul iniyor.
Rakının dibine vurma saati…
Takvimler 1923’ü gösteriyor.
Adres, numara 248, Kordon…
Naim Palas.
İkinci Kat.
Cumbada oturuyor Gazi.
Sevmez fazla yemeği.
Leblebi var yine önünde…
E D E B İ Y AT
Garson titriyor.
Çünkü çocuk, Rum.
Sesleniyor, şefkatli ses tonuyla…
“Vre Dimitri” diyor, “Gel bakayım.”
Çocuk, “Buyur Pasam” diyor, ş’lere dili dönmeyen,
kırık dökük Türkçesiyle.
“Sizin Kosti” diyor, işgal sırasında
İzmir’e gelen Yunan kralı Konstantin’i
kastederek…
-Sizin Kosti, geldi mi buraya?
-Geldi Pasam…
-Oturdu mu bu masaya?
-Oturdu Pasam.
-Güneş batarken rakı içti mi?
-İçmedi Pasam.
-E o zaman sormadın mı çocuk, ne halt etmeye almış İzmir’i?
Yılmaz ÖZDİL
İzmir'de Bir Gün…
Saat 07.00 perdemin desenlerinden sızan turuncumsu gün ışığı doluyor
odama… Kalkıp çayımı koyuyorum ve çay demlenirken gidip köşedeki
Mardinli Ahmet abiden iki bir söylüyorum. - İki biri bilmez çoğunuz biz
uzatmayı pek "sevmiyoz" iki boyoz bir gevrek "demiyoz" iki bir "diyoz". - Evim
Göztepe'de ve o eşsiz manzara penceremde… Manzaraya karşı kahvaltımı
yaptıktan sonra hazırlanıp evden çıkıyorum. 7.50 vapuruna yetişmek için hızlı
adımlarla yürürken Ahmet abiden bir gevrek daha alıyor ve vapura ulaşıyorum.
Vapuru takip eden martılara katık oluyor elimdeki gevrek. İş
yerim Karşıyaka'da. İki zıt şehri birbirine bağlayan tek şey Göztepe - Karşıyaka
vapuru… Çarşıyı geçip iş yerime geliyorum. Patron biraz sinirli gözüküyor
neyse ben masama geçiyor işime devam ediyorum.
Saat 13.00 öğle paydosu elimde yemek fişim ilerlerken bir yazı takılıyor
gözüme; "Ağrısız kulak, burun delinir, yemek fişi geçerlidir" Kendi kendime
gülüyorum ve yemek fişimi bu şehirde yemek dışında yapılacak başka bir şey
bulurum belki düşüncesiyle cebime sokuyorum… Karşıma çıkan ilk
kumrucudan karışık yengen söylüyorum yanına da büyük boy ayran. İş saati
geliyor apar topar iş yerime dönüyorum.
"Akşama büyük müsabaka var" diyor gülümseyerek Burak. Aylin; "amazon
kadınlarının gücünü göreceksiniz" diyor. İzmir'e yeni gelen bir çılgınlıktan
bahsediyorlar; "Lazer Oyun" olması lazım adı. Hilton'a efsane eğlence mekânı
Famecity yeniden açılmış. - Eski Famecity yok tabi ortada. - Ordaymış bu Lazer
Oyun. Akşam 20.30 için sözleşiyoruz. Saat 18.00 paydos.
E D E B İ Y AT
Hiç eve gidesim yok hava gerçekten çok güzel… Merve'ye mesaj atıyorum
YKM'nin önünde buluşalım mı diye? Zaten akşama Merve de gelecekti. Bu
arada Merve nişanlım bu yaza evlenmeyi düşünüyoruz. Konak'a geçmek için
vapura biniyorum. Çayımı yudumlarken içeriye uzun boylu orta halli bir adam
giriyor.Elindeki çantadan mucize alet diye tanımladığı ufak bir plastik çıkarıyor
ve ekliyor; "ipliği iğneye takar" Yanına eşantiyon bir iki ürün daha çıkartıp
hepsinin bir lira olduğunu söylüyor. Toplamda iki tane satıyor ben bu adam nasıl
kar ediyor diye düşünürken vapur iskeleye yanaşıyor.
Merve'yi beklerken karşıdan gelen kâğıt helvacıdan iki kâğıt helva alıyorum -
Merve çok sever kâğıt helvayı - Eve dönmeye çalışan insanların kalabalığından
bir genç kız sıyrılıp yaklaşıyor yanıma. Bazen bu güzelliği hak etmiyor muyum
diye düşünüyorum aslında. Günbatımını seyretme için sahilde bir banka
oturuyoruz. Kâğıt helvama attığım ilk ısırıktan Güneş'in batarken çıkardığı
kırmızımsı ışık parlıyor…
Güneşin batmasıyla beraber karnımın acıktığını hissediyorum. Kemeraltı'nda
bir İskenderciye oturuyoruz. "Bol tereyağlı iki dubleiskender çek usta" diye
sesleniyor garson. Sıcak bir akşam yemeği sonrası buluşma saatinin yaklaştığını
fark ediyor ve hesabı ödeyip kalkıyoruz. Künefeye zaman kalmadı yine.
Buluşma noktasına doğru yürümeye başlıyoruz.
Herkes gelmiş bizi bekliyorlar. Hemen oyun alanına gidiyoruz. Kızlar kırmızı
takım erkekler ise yeşil takıma geçiyor. Görevlilerden biri oyunun kurallarına
anlatırken diğeri oyun kıyafetlerini giymemize yardımcı oluyor. Oyun çok basit
rakip takımın üzerindeki ışıklı bölgeleri elinizdeki silahtan çıkan lazerle
vuruyorsunuz. Ve 20 dakikalık eğlence başlıyor. Başlarda iyi gitmemize rağmen
Aylin haklı çıkıyor ve ufak bir farkla da olsa oyunu kızlar kazanıyor. Midyeleri
yine biz ısmarlayacağız anlaşılan.
Sahile iniyoruz hep birlikte. Kordon boyu turlarken yanımızdan bir sürü
çiğdemci, falcı ve gülcü geçiyor. Kordon'un gerçek renkleri onlar bence.
Karşımıza çıkan ilk midyeciyle sıkı bir pazarlık yaptıktan sonra tezgâhtaki tüm
midyeler için tam 35 liraya anlaşıyoruz. Zaten akşam saati çok fazla midye
kalmamış anca bize yeter. Biz midyelere kendimizi kaptırırken birden Cansu
ayağa kalkıp Türk Sanat Müziği konseri veriyor bizlere. Bu mini konserin
bitmesiyle biz de midyeleri bitirmiş bulunuyoruz. O sırada Cenk ayağa kalkıp
baykuşa kalmayalım gençler diyor ve duraklara yürümeye başlıyoruz. Duraklara
geldiğimizde herkes ayrılıyor Göztepe tarafına giden bir ben varım.
Baykuştan önceki son otobüsle evime dönüyorum ama İzmirliyiz işte hemen
yatıp uyuyamam. Gecenin bir vakti açık boyozcu bulup üç iki söylüyorum. Ama
bu üç iki farklı üç boyoz iki yumurta. Evime gidip internetten gazete
manşetlerini okuyor ve arkasından yatıyorum çünkü 07.50 vapuru geç kalanı
affetmez…
Barış Azar
İ Z M İ R ' İ M E
Keşke çözülseydi dilim, ah çözülebilseydi de içimi dökebilseydim sana
İzmir...
Bazen öyle yalnız hissediyorum ki kendimi kaybediyorum, benliğimi.
Ve seni düşünüyorum İzmir. Sahillerinde yürümeyi özlüyorum, körfezin
ayaklarımı okşarken, kalp kırıklarımı serpiyorum üzerine. Ve derinliklerine
alarak sahipleniyor onları hırçın dalgaların.
Ağlamak istiyorum dalgalarla konuşurken ve kahkahalarla gülmek
istiyorum bazen. Şehrin kalabalığına dönüp arkamı, dalgaları süsleyen
yakamozları izliyorum gün batımında. Ve etrafımdaki uğultuları
duymaktan, avaz avaz susuyorum yalnızlığımla...
Ve bazen kendimi yalnızlıktan öte hissediyorum İzmir. Bir ben diyorum,
bir de koluma takıp gezdiğim yalnızlık.
Çünkü seni seven, seni gerçekten seven her insan bilir ki sen sessiz,
fakat çok sadik bir şehirsin. Sen İzmir'sin...
Seni liseli, genç bir kıza benzetiyorum İzmir. Defalarca saçılsa da
kitapları, yılmadan toplayan, dağılan saçlarına inat, rüzgara kafa tutan,
hırslı, cesur ve o cıvıl cıvıl kızlara. Bazen bana da çok benziyorsun İzmir,
ben suskunluğumu seninle paylaşıyorum sadece. Çünkü sen,
arkadaşların, öğretmenlerin ve onu tanıyan herkesin bildiği, gururlu, sır
saklayan ve her şeye rağmen çok iyi bir dostsun. Defalarca kızsam
da sana somurtarak geçip gitsem de saat kulesinin önünden, tekme atıp
savursam da taşını toprağını, hatta kimi zaman selam bile vermesem
dalgalara, sen her yolumu kaybedişim de ellerimi tutup beni doğru yola
götüren ve ne zaman düşecek olsam tutup sırtımdan bana destek veren
o sadık dostumsun. Sen bir şehirsin. Sen İzmir'sin...
İlknur Kaçmaz
E D E B İ Y A T
Sana tutsak kalbimi de sürükleyip gidiyorsun
bugün. Alışamadım gitmelerine, alışamadım
sensizliğe. Küçükken, annemin, uyuduğumu sanıp
odamı terk edişlerinden sonraki bedenimin
soğumasını, ufacık ellerimin korku terleriyle
ıslanmasını yaşıyorum her gidişinde.’Sanırım ben
hep terk edilişlerden korkuyorum, sevdiklerimin
geri dönmemek üzere beni terk etmesinden
korkuyorum.’ diyordum en başlarda; ama sonra
anladım sevgilim! Aslında ben senin gidişlerinde
ilk adımımı topraklarına bastığım, bahçelerinde,
parklarında güle eğlene oynadığım, denizinin
kokusunu doya doya içime çektiğim bu şehirde bir
yabancı olmaktan korkuyorum, sürgün olmaktan!
Deniz Yutkun
Ege’nin İ ncisi
Aşkların şehri
Şairlerin ilham kaynağı İ zmir
Bana hiç zevk vermiyor
Kendimi yalnız,aşksız
Susuz hissediyorum
Zorla kafese konulmuş kuş gibi
Ben buraya oturmaya değil
Tatile geldim
Kendime yalan söylesemde
İ nanma adaba,şeftalisi bile
Güzel değil,sizsiz olunca
Damla Kocaoğlu
E D E B İ Y AT
İ ki sonbahar geçti üstünden
Mevsimim hep kıştı oysa
Ellerim hep soğuk
İ zmir’in havasından mıdır?
Sadece bakışlarımda kar yağışı
Gerçek olmasını bin bir özlemle
beklemekte
En ufak bir beyazda sokağa koşarken
Ben insanlar içimdeki aşkta sakladım
beyazlığını
Eğer İ stanbul’da olsaydım
Bende koşardım sokaklarda
Kalbimin trafiğini kapsa da
Kar tanelerinin içimizdeki ürpertisinin
Aynı olmasının avuntusu olurdu
Keskin bir ayrılık acısı taşımakta İ zmir
rüzgarı
Oysa, yüreğimde kar yumuşaklığı
Eğer İ stanbul’da olsaydım
Bu denli uzak olmazdım sana
Eğer İ zmir’e gelmeseydim
Birbirimizden habersiz olurduk
İ stanbul Sokaklarında
Afra Gasgar
İ zmir
Bir sevgili gibidir, ne desin daha şair?
Yüzüne her bakışta, ilham olur bir şiir.
Gündüz telaş içinde, ağırlar konuğunu,
Gece ayrı güzeldir, mehtapta canım İ zmir!
İzzet Kocadağ
E D E B İ Y A T
İ zmirli olduğunuzu nasıl anlarsınız biliyor musunuz?
-Eğer “Kordon” dendiğinde aklınıza
elektrikli ev aletlerinin dışında
bir yer ismi geliyorsa
-Körfez kokusu nedir biliyorsanız
-"TAM 35" ve "35 BUÇUK"
kavramları size bir şey ifade
ediyorsa
-"Gevrek", "Çiğdem", "Domat",
"Nohut" gibi kavramları
kullanıyorsanız
-Arapsaçı, turpotu, dalagan,
istifno, ebegümeci , deniz
börülcesi nedir biliyorsanız
-Konuşurken arada bir diliniz, siz
istemeseniz de "geliyom, gidiyom,
gelcen, yapcan, etcen" seklinde
sürçebiliyorsa
-Gördüğünüz her gökdeleni
Hilton'la kıyaslıyorsanız
-Kış nedir bilmiyorsanız
-"Ağustos Sıcağı" kavramından
nefret ediyorsanız
-9 Eylül size üniversite dışında
şeyler de hatırlatıyorsa
-Kumru'nun aslında bir kus
olmadığını, çok da lezzetli
olduğunu düşünüyorsanız ;)
-Attila İlhan, Can Yücel, Sezen Aksu
isimlerini duyduğunuzda şöyle bi
kabarıyorsanız
-Şimdiye kadar bir kere bile olsa
Sevinç'in önünde buluştuysanız
-Sıcakkanlıysanız
-Hayatınızın önemli bir bolumu
belediye otobüslerinde geçiyorsa
- Yaya geçidi kavramından
habersizseniz - Nisan ve Ekim ayları arasında
hafta sonlarını Güzelbahçe, Urla,
Seferihisar, Çeşme, İnciralti,
Sahilevleri, Mordoğan, Karaburun,
Gümüldür, Kuşadası, Dikili, Foça
vb. de geçiriyorsanız
-Başka bir şehirdeyken insanların
giyimleri ve davranışları size ters
geliyorsa
- Montrö ve Lozan, size Avrupa
şehirlerini hatırlatmıyorsa
-Otobüste size biletini ya da kent
kartını veren kişi karşılığında
para almamakta ısrar ediyorsa
-"Okulu asmak" ya da "okulu
kırmak" yerine "okulu ekmek"
diyorsanız
-Uzaktayken "Aahh şimdi
İzmir'de olsaydım..."
diyorsanız
Siz “İ ZMİ RLİ Sİ Nİ Z “
demektir. :)
Hazırlayan: Deniz Gör
Bir Başka Baharda
Şimdi bir kar tanesi gibi bembeyazdır
yüreğim
Yağmak için kışını bekler
Küçüktür, ağır ağır düşer tanelerim
İçinde neler neler gizler
Tatlı bir sıcaklık kaplar ya etrafı
Hani doyamadığımız o hırçın yağmurlardan sonra
Mevsimliktir, bilirim gelir geçer
Belki yine aşık oluruz bir başka baharda
Bulutlar yaşlı gözlerini silmek için uğraşır o kış
Yürekleri yeniden ısıtmak için gün sayar güneş
İnsanlar bekler, umut eder, hep sever
Sanki kırılan kalpleri değilmiş gibi ümidine ümit ekler
Bir başka baharda elbet güneş yeniden doğar
Oysa yüreğimin kışında bile güneş var
Şimdi bu yağmurlar gelip geçici
Dinecek bu sağanak, açacak gökkuşağım
Belki yine aşık oluruz bir başka baharda
Belki yeniden aşık oluruz bir ilkbahar sabahında…
Deniz GÖR
E D E B İ Y A T
Üzülünce savrulan bir ağlayıştır
yapraklar. Alıştıra alıştıra gelen kötü bir
haber belki de.. Şehri kaplayan bir sisli
kalp, binlerce ışık ve karanlık
içerisinde..Islak adımlarla ağırlaşan bir
hasta.. Soğuğu damarlarında barındıran o
ılık ironi.. Kırışmış topraklarda yeşermeyi
bekleyen, yaşayamadıklarıma susuz bir
tohumum. Saatlerimi kulemden söküp
attım. Soğuğa mahcubum.
Zaman arkasından geçiyor meydandaki lal
kulenin. Harap yelkovanımın yitik
vuruşları çınlıyor sırtımda. Kesik
öksürüklerinin nedeni; yüreğindeki ihaneti
arındırmak belki de… Aşk kadar, cesaret
kadar, huzur kadar uzak olsun istiyor
düşlerine. Her gece yarısı yeniden on
ikiyi çalmak değil yoran; hamd etmek bir
duaya olmayacağını bile bile… Hasta; bir
mevsim daha görmeyeceğini bilse, yine
değiştir mi ki yaz güneşini duvar suratlı
buzdan kalelere…
İmkânsız bir imge sızmış şileplere…
Tanışamayan ayrı iki yabancı; hastaya
ilacı sunabilecek güçte. Dalgalarında
kavrulup yok olan, öyle bir aşk ki;
yokluğuna yenik tezat iki fedai… Ocağın
lodosu ile temmuzun meltemi…
KURT KIZ
Sağır bir günde kaybetmiştim sevilenleri, benim tarafımdan
Kucakladığım, saçlarını okşamaktan hiç çekinmediğim duygularımın
sonuna geldim o gün.
Değiştirebildiklerimle yaşarken sessizce,
Yeni yeni insanlar dikişler dikiyordu kalbime
Kapacaktı kız, kurdu.
Son bir kaç saat notasını çalmadan hayatın
Son yudumu almadan dünya denen fincandan...
Değer verebileceğim daha çok şey bulmalıydım;
Biraz daha nefes alabilmek için,
Koşmak için...
Hızlandığım her adımın az gelmesi gibiydin insana
Senin tadına vardıkça, daha fazlasını arzulayan
Fazlasını alamadığında yetinebildiklerine alıştıran
Sen tam bir hayat gibiydin insanda
Yalancı sessizliklerden biraz daha uzak, güzel.
Son seferinden daha masum her defasında, has.
Benim seni daha çok istediğimdin biraz daha
Gittim.
Aklımdaki tek sorumsuz düşünceydi.
Kızın kurdu kapması...
Görüyorum ki gitmiştin.
Anladım, o an bitmiştim
Meltem ÖCÜTER
E D E B İ Y A T
kimi sevsem sensin / hayret
sevgi hepsini nasıl değiştiriyor
gözleri maviyken yaprak yeşili
senin sesinle konuşuyor elbet
yarım bakışları o kadar tehlikeli
senin sigaranı senin gibi içiyor
kimi sevsem sensin / hayret
senden nedense vazgeçilemiyor
her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet
sarışın başladığım esmer bitiyor
anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli
dudakları keskin kırmızı jilet
bir belaya çattık / nasıl bitirmeli
gitar kımıldadı mı zaman deliniyor
kimi sevsem sensin / hayret
kapıların kapalı girilemiyor
kimi sevsem sensin / senden ibaret
hepsini senin adınla çağırıyorum
arkamdan şımarık gülüşüyorlar
getirdikleri yağmur / sende
unuttuğum
hani o sımsıcak iri çekirdekli
senin gibi vahşi öpüşüyorlar
kimi sevsem sensin / hayret
in misin cin misin anlamıyorum
Dario Moreno (1921 - 1968)
3 Nisan 1921 İzmir doğumlu, Gitarist, Artist.
Asıl adı David Arugete olan
Dario Moreno, 3 Nisan 1921
tarihinde İzmir Mezarlıkbaşı
semtinde doğdu. Tren
istasyonunda çalışan babası
trajik bir şekilde vurulup
ölünce yetim kaldı. Dört
kardeşi daha olan Moreno
annesi Madam Roza
tarafından yetimhaneye (Nino
De Guerfanos) verildi. Dört
yaşına kadar yetimhanede
kalan Moreno daha sonra
Yahudi ilkokulunu bitirdi.
Gençlik yıllarında pek çok farklı işte çalıştı. En yakın çocukluk dostu Alber
Dinar'dır. Çalıştığı esnada kendini yetiştirdi ve Kardıçalı işhahında yanında getir
götür işlerinde çalıştığı İzmir'in ünlü avukatlarından birinin katipliğine yükseldi.
Ayrıca geceleri Milli Kütüphane'ye gidip Fransızca çalışıyordu. Yine bu sıralarda
başlayan gitar merakını eline geçen bir gitar vasıtası ile geliştirdi.
M Ü Z İ K
Aynı dönemlerde Bar-Mitsva törenlerinde şarkılar söylemeye başladı. Gençlik
çağlarında semtinde ve İzmir'de iyice tanınır olmuştur. Moreno İkinci Dünya
Savaşı sıralarında askerliğini piyade olarak Akhisar Orduevi'nde yaptı. Burada
caz orkestrasında solistlik yaptı ve yine Konya ile Adana'daki askeri yerlerde
sahnedeye çıktı. Askerlik döneminde
müzik ile daha içli dışlı olan Moreno
İzmir Kordon'da bulunan NATO
binasının yerindeki Marmara
Gazinosu'nda da sahneye çıktı.
Moreno ilk konserini ise Konak vapur
iskelesinin üzerindeki gazinoda verdi.
Moreno müzisyenliğini biraz daha
ilerletince annesi Madam Roza ile
birlikte Mithatpaşa Caddesi üzerinde
bulunan Karataş semtindeki Asansör
Sokağı'na taşındı. (Sokağın bugünkü
adı Dario Moreno Sokağı'dır. Halk
arasında bu sokak ve çevresi
"Asansör" olarak anılır.) Gittikçe daha
da ünlenen Dario Moreno'nun şöhreti
İzmir Palas otelinde iyice parladı.
DARIO MORENO SOKAĞI / ASANSÖR
Askerlikten sonra ise Moreno bir süre İstanbul Fenerbahçe'deki Belvu
gazinosunun sahnesine çıkmaya başladı. Bu arada Moreno, Ankara'da bulunan
Bomonti gazinosunda sahne almak üzere iki gün için Ankara'ya gitti. Ancak iki yıl
Ankara'da kaldıktan sonra tekrar İstanbul'a dönebildi ve Fritz Kerten'in
orkestrasına solist olarak girdi. Moreno Ankara'da kaldığı yıllarda Orhan Veli ile
oda arkadaşlığı da yapmıştır.
İstanbul'da bir yıl boyunca
çalıştıktan sonra Atina'ya geçti.
Burada çalışırken Paris'te bir
emprezaryoya telgraf çektikten
sonra Paris'e gitti. Moreno
burada ilk olarak Perto Del Sol
müzikholünde sahneye çıktı.
Paris'teki ilk yılları başarısızlık
yıllarıdır. Almanya'daki Amerikan
askeri kulüplerinde bir müddet
şarkı söyledikten sonra Fransa'da
ilk defa Jezabel şarkısı ile
olağanüstü bir başarı elde etti.
Paris'te daha sonra Cannes Palm Beach otelinde şarkı söyleyen Moreno daha
sonra söylediği Adieu Lisbon ve Cou Courou Cou Cou isimli kalipsolar ile ününü
pekiştirdi. İstanbul'da yanında çalıştığı Fritz Kerten ile annesini yanına aldırdı.
Fritz Kerten'in adını Andre Kerr'e çevirterek piyanist olarak yanına aldı.
Sezen Cumhur Önal ve Fecri Ebcioğlu Moreno'nun şarkılarına Türkçe söz
yazmışlardır. Moreno Jacques Brel'in yazıp sahneye koyduğu ve başrolünü
oynadığı L'Homme de la Mancha adlı müzikal eserde Sancho Pancho rolünü
üstlendi. Dario Moreno ayrıca 32 filmde rol almıştır.
Moreno'nun ölümü ile ilgili rivayetler değişiktir. Bunlardan birisi 1 Aralık 1968
günü İstanbul Hilton otelindeki odasında ölü bulunduğudur. Diğeri ise
havaalanına taksi ile giderken geçirdiği bir kalp krizi sonucunda öldüğüdür.
Kendisi İzmir'de gömülmesini vasiyet ettiği halde, ölümünün hemen ardından
annesi Madam Roza oğlu Moreno'yu gömülmek üzere İsrail'deki Holon kenti
mezarlığına götürmüş ve Moreno orada defnedilmiştir.
İzmir, tatlı ve sevgili şehrim..
Bir gün şayet senden uzakta ölürsem,
Beni sana getirsinler.
Fakat mezarıma götürürlerken, "Öldü" demesinler.
"Uyuyor" desinler koynunda...
Tatlı İzmir'im...
Buluşlara Göz Atalım…
KLİMALI CEKET
Hindistan'ın Haydarabad kentinde yaşayan bir mühendis ve ekibi giyenleri aşırı soğuklarda sıcak tutan, aşırı sıcaklarda serinleten bir pilli ceket icat etti.
Kranthi Kiran Vistakula'nın geliştirdiği, pilleri sekiz saat dayanan ve bir kilogram
ağırlığındaki ceket, termo elektrik bir cihazla, hafif Peltier plastik levhalar
barındırıyor. Hindistan ordu personelinin Siachen buzulunda denediği ceketlerin
eksi 40 derece soğukta bile başarıyla kullanılabildiğini kaydeden Hintli mühendis,
bu teknolojiyi başka alanlara da yaymak istediklerini, örneğin donmaya karşı aynı
şekilde geliştirdikleri ayakkabıların da askerlerce beğenildiğni ifade etti.
Cambridge'deki ünlü Massachusetts Teknoloji Entitüsü'nden (MIT) mezun olduktan
sonra doğum yeri olan Haydarabad'a dönen Vistakula, bu giysileri boyun, diz ve
dirsek ağrılarına iyi gelecek şekilde tıbbı malzeme olarak da geliştirmek
istediklerini söylüyor. Keşfini geniş çaplı üretime dönüştürmek üzere Haydarabad
yakınlarında bir fabrika kurmakta olan Vistakula, ceketlerin yanı sıra, ayakkabı,
atkı, eldiven ve soğuğa karşı kullanılan kulaklık imalatına geçmeyi tasarlıyor.
İneklerin serin ortamlarda daha fazla süt verdiklerini fark eden Hintli mucit, yaz
aylarında süt üretimini artırmak amacıyla inekler için de "dev beden" ceketler
yapmayı düşünüyor.
F İ Z İ K
Buluşlara Göz Atalım…
KATLANABİLİR MOTOSİKLET
Amerikalı bir mucit tarafından geliştirilen katlanabilir motosiklet yoğun trafik sıkışıklığında hareket imkanı sağlarken, binanın içine kadar girebiliyor hatta asansöre sığabiliyor.
İngiliz Daily Mail gazetesinin haberine göre, Uno 3 bir düğmeye basılarak, tek
tekerlekli bir taşıttan ''Transformer'' gibi konvansiyonel bir motosiklete dönüşüyor.
İki paralel arka tekerleğinde dengede durabilen elektrik motorlu aracın ön
tekerleği, arka tekerleklerin arasına girerek dar yerlerde manevra imkanı sağlıyor
ve bir asansöre rahatlıkla sığabiliyor. Yol müsait olduğunda ön tekerlek ileri doğru
kayıyor ve arka tekerlek çifti de geriye gidiyor. 3 ila 4 saat şarjla 50-60 km yol
katedebilen araç böylece saatte 50 km hıza ulaşabiliyor. Genç Amerikalı mucit
Benjamin Gulak, yeni aracı Çin'e bir seyahatinden sonra geliştirdi. Gulak'ın orijinal
Uno 1 prototipinden geliştirilen Uno 3 kent merkezindeki kalabalık ve yoğun
trafikten otoyoldaki hızlı trafiğe rahatlıkla geçebiliyor. Gulak'ın ABD'nin
Massachusetts eyaletindeki Cambridge kentinde bulunan BPG Motors adlı
motosiklet tasarım şirketinde üretilen yeni taşıt, bina içine sığabilecek kadar
küçük, aynı zamanda karayolunda çabucak ulaşımı sağlayacak güce sahip. Aracın
satış fiyatının 7 bin 500 dolar civarında olması bekleniyor.
UÇAN KAYKAY!
Paris Diderot Üniversitesi tarafından geliştirilen ve yerden birkaç santimetre
yükselerek üzerindekini taşıyabilen "uçan kaykay" (MagSurf) kamuoyuna tanıtıldı.
100 yıl önce keşfedilen bu fenomenin görsel ve sportif bu ilk uygulamasının
tanıtımında, Paris Diderot Üniversitesi Fizik Bölümü Başkanı Profesör Alain
Sacuto, şimdiye kadar kimsenin üzerinde insan taşıyabilen bir kaykayın
yapılabileceğini hayal bile etmediğini söyleyerek, kuantum fiziği sayesinde görsel
bakımdan çok beğenilecek ideal bir obje geliştirdiklerini kaydetti.
Sacuto, Paris Diderot Üniversitesi Kuantum Laboratuvarı'nda geliştirilen kaykayın
oyun parklarından kullanılabileceğini söyledi. Hollandalı fizikçi Heile Kammerlingh-
Omnes tarafından 100 yıl önce keşfedilen süperiletkenlik, daha önce Japonya'da
manyetik tren, manyetik rezonans görüntüleme, parçacık hızlandırıcı gibi alanlarda
uygulama bulmuştu.
Paris'te Bilim Festivali'nin açılışında sunulan ve üzerinde üniversitenin rektörü
Vincent Berger ile başka birçok kişiyi üzerinde taşıyan süperiletken uçan kaykay
şimdilik sadece beş metre boyunca hareket edebiliyor. Süper iletken materyaller,
elektrik akımını bir parça enerji dahi kaybetmeden iletebiliyor. Bir süperiletken,
geçen manyetik alanı dışarı iterek, etkileyici havaya kaldırmayı sağlayabiliyor.
Süperiletkenliğini sağlamak için MagSurf adlı kaykay, sıvı azotla eksi 195 dereceye
kadar soğutuluyor. Depo kapasitesi 4 litre civarında olan uçan kaykay, manyetik
rayın üzerinde en ufak bir sürtünme olmadan 2 cm kadar yükselebiliyor ve 100
kilodan ağır insanları taşıyabiliyor. Fizikçi Heile Kammerlingh-Omnes 8 Nisan
1911'de helyumun içinde eksi 269 derecede soğuttuğu cıvanın elektrik akımını çok
daha iyi ilettiğini keşfetmişti. Önceleri eksi 250 derecenin altında olan
süperiletkenlik şimdi eksi 109 derecede mümkün. Bunun için şimdi sıvı helyum
yerine kullanımı daha kolay olan sıvı azot kullanılırken, hala çevredeki sıcaklıklarda
kullanılacak malzeme mevcut değil.
BİLİM ADAMLARI BAKTERİDEN FÜZE ÜRETTİ
Hollandalı bilimadamları, ilkel bir bakterinin, füze yakıtı olarak kullanılabilecek bir
maddeyi doğal olarak üretebilen bir protein kokteyli geliştirdiğini tespit ettiler.
Biyologlar, birkaç yıl önce "Kuenenia stuttgartiensis" bakterisinin, oksijene
ihtiyaç duymadan, suyu kirleten maddelerden olan ammonyumu azot gazına
çevirebildiğini ortaya çıkarmışlardı.
"Annamoks" adı verilen bu tip bakteriler, atmosferdeki azotun yüzde 30 ila yüzde
50'sini üretebildiğinden okyanus bilimciler, iklim bilimciler ve su arıtma
uzmanlarının büyük ilgisini çekiyor. Bu bakteriler, su arıtma tesislerinde bir süredir
kullanılıyor.
Hollanda'nın Radboud Üniversitesinde görevli mikrobiyolog Profesör Mike Jetten
ve ekibi, K. stuttgartiensis bakterisinin aynı zamanda füzelerde yakıt olarak
kullanılan bir kimyasal madde olan hidrazini (N2H4) üretmek için de ammonyumu
kullandığını gördüler.
Mike Jetten, idrarda bolca bulunan bu azot oluşumundan füze yakıtı üretilmesi
konusuna Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi'nin (NASA) büyük ilgi gösterdiğini
belir.
UÇAN ARABA ARTIK YOLLARDA OLACAK!
ABD Savunma Bakanlığı‟na bağlı teknoloji geliştirme ajansı Darpa, 2015yılında ilk
uçuş testinin yapılmasını istediği uçan otomobil projesi için prototip çağrısı yaptı.
Kurumun yayınladığı teknik şartnameye göre bir SUV arazi aracı becerilerine sahip
olacak araç, tam teçhizatlı dört komandoyu, bir destek elemanını ve bir askeri dok-
toru taşıyacak kapasitede olacak. Yer ve hava modları arasında hızlı
transformasyon geçirmesi beklenen araç, ayrıca tam otomasyonla pilotsuz
uçmasını ve yerde gitmesini sağlayacak akıllı bilgisayar sistemleriyle donatılmış
olacak.
Darpa‟nın talepleri arasında ayrıca aracın dikey kalkış ve iniş yapabilmesi, hava
seyri sırasında 10,000 feet (3,000 metre) irtifaya ulaşabilmesi, tek depoyla yerde en
az 400 km yol yapabilmesi de bulunuyor. Ajans, şartlar arasında yer almasa da,
hibrit elektrikli mekanizma, gelişmiş batarya, çok seçenekli kanat modülasyonu,
hafif metal teknolojileri gibi özellikleri de „olumlu‟ karşılayacak.
Resmileşmese de Transformer adıyla anılan araç projesinin geliştirilmesi ve
prototiplerinin testi için 55 milyon dolar bütçe ayrıldı. Darpa, resmen 2008 yılından
beri bir “uçan otomobil” geliştirmek istediğini duyurmuştu. Sonuçlardan memnun
kalınırsa, bu araçlardan öncelikle bir askeri ambulans filosu kurulması planlanıyor.
JAPONLAR ROBOTSİNEK KUŞU YAPTI
Japon bilim adamları, boyutları gerçek sinek kuşu ile aynı ve maliyeti 2.1 milyon dolar
olan robot sinek kuşu yaptı.
Enkaz altındakileri aramak için de kullanılabilecek bu robotun ağırlığı 2,6 gram,
uzunluğu ise 10 santimetredir.
Japonya'nın Chiba Üniversitesi bilim adamları, robot sinek kuşu yapmayı
başardıklarını duyurdu. Robotun boyutlarının gerçek sinek kuşu ile bire bir aynı,
ağırlığı 2,6 gram, uzunluğu ise 10 santimetredir. Chiba Üniversitesi öğretim üyesi Prof.
Dr. Hiroshi Liu, robotun bir adet mikro motora ve 4 kanada sahip olduğunu söyledi.
Liu, robot sineğin saniyede 30 kez kanat çırpabildiğini sözlerine ekledi. Kızıl ötesi
sistemle yönetilen robot, bir helikopterden daha düzgün bir şekilde havada "8" rakamı
çizebiliyor. Robotun bütün özelliklerinin, doğadaki sinek kuşları izlenerek yapıldığını
ifade edildi.
Profesör Liu, yaptıkları robotu daha da geliştirmek istediklerini, Mart 2011'de robot
sinek kuşuna bir mikro kamera eklemeyi planladıklarını bildirdi. Japon bilim adamı,
"Bu projenin toplam maliyeti 2,1 milyon dolar. Bu robotlar, ileride enkaz halindeki
binalara ulaşımda veya Mars'ta yapılan araştırmalara çok yardımcı olacağını
düşünüyoruz." dedi.
Hazırlayan: Damla YALÇIN
KUANTUM
"Kuantum teorisi karşısında şaşkınlığa uğramayanlar bu teoriyi
anlamamış demektir." diyen fizikçi Niels Bohr , bu teorinin ne kadar
zor anlaşıldığına dikkat çekiyor.
Asil ERGÜN
Elektronların varlığını biliyoruz. Bunları bilmemize
rağmen Kuantum Teorisine göre hızın ve konumun
belirlenememesi bence çok tuhaf!
Sinem TOPUZ
Kuantumda yapabileceğimiz en iyimser şey ,
elektronun olası yörüngelerini bulmak.
Alper ÇAKMAKLI
Kuantum mekaniği kurucusu Heinsenberg belirsizlik
ilkesinde kısaca "Elektron kadar küçük olan parçacığın
hem pozisyonunu hem de momentumunu belirlemek
kesin olarak mümkün değildir." demektedir.
Simge DURUKAN
Dalga ve parçacığı aynı anda net bir şekilde
saptayamama durumu , Heisenberg'in ünlü belirsizlik ilkesinin özüdür.
Sinhal CEYLAN
K İ M Y A
Kuantum Teorisi , atomik olaylardaki enerjiyi
açıklamaya yarayan bir fizik teorisidir.
Berk AKKAVAK
Foton ; elektromanyetik radyasyon kuantumudur.Kuantum teorisi enerjinin devamlı olmadığını ve
seviyelere sahip olduğunu , bu enerji seviyelerin küçük kademeler halinde değişebileceğini
matematiksel ifadelerle açıklar.
Meltem ÖCÜTER
Işık hızı ile hareket eden kuantumlar Albert Einstein tarafından
foton olarak adlandırılır.
Ahsen Tuba SATILMIŞ
Niels Bohr şöyle dedi:
"Bir süre önce yine burada Kopenhag'da özellikle olguculuk yanlılarının katılmış olduğu bir felsefe
konferansı vardı.Bunda Viyana Okulu'nun üyeleri büyük rol oynadılar.Bu filozofların önünde kuantum
teorisinin yorumunu yapmaya çalıştım.Konferansımı verdikten sonra karşıt hiçbir düşünceyle ve zor
herhangi bir soruyla karşılaşmadım.Ama bunun benim için çok korkunç olduğunu itiraf
etmeliyim.Çünkü bir insan Kuantum Teorisi'nden ürkmezse, onu anlaması da olanaksızdır.Belki de o
kadar kötü bir konferans verdim ki, kimse neden söz ettiğimi anlamadı."
Şahin KAYACAN
Elektron sayısı birden fazla olan atomların ve iyonların emisyon
spektrumlarını ve maddeye manyetik bir alan uygulandığında oluşan
etkiyi açıklayamaması Bohr terosinin eksikliklerindendir.
Ruken TEKİN
Işığın parçacık gibi davranabileceğinin kesin delili, 1922'de Compton tarafından bulundu. Compton;
yaptığı deneyde, fotonun momentumu varmış gibi parçacık hareketi yaptığını gözlemledi.
Bedrettin Burak ALTUNIŞUK
Planck'in deneysel temellere dayanan önerisi, enerjinin kesik
kesik ya da paket paket alınıp verildiği şeklindeydi.
Ege ÖZGÜLTEKİN
Bir temel enerji seviyesinde bulunan ikincil kuantum
sayısının adedi başkuantum sayısı kadardır.
Selen Mine SÜRÜK
Kuantumla İyileşmenin Sırrı!
Süreç, hafif bir dokunuşla işliyor. Anında ve kendiliğinden,
Derin tedavinin gerçekleşebileceği atmosferi yaratıyor. Bu
müthiş kişisel gelişim yöntemini kullanmak ve uygulamak çok
kolay. Herkes uygulayabilir.
Süheyla HASLAK
Kuantum Uygulaması: hızlı, kanıtlanmış, derinlikli, bedeni
ve zihni iyileştiren bir süreçtir.Kolayca öğrenilen ve etki eden
Kuantum Uyguluması, hem uzmanlar hem de bu alanda
uzman olmayanlar için etkili bir araç.
Seçkin BURAK
Bir iş esnasında durup dalgınlık geçirdiğimiz anlar bilincin
sınır bölgelerinde "zihnin alacakaranlığı" denen bölgede bulunuruz.
Ve bir çok olasılığı birinin üzerinde özellikle durmaksızın
seyrederiz, yaşarız.
Hatice İnci ŞENER
Hazırlayan: 10/B
Normal bir gündü, her zamanki gibi geçiyordu gün... Ve o saat...13.41... Ölüme ilk defa bu kadar yakındım... Yer altından gelen tuhaf sesler, annemin korku dolu bakışları, kardeşimin çığlıkları... Evden çıktığımızda ambulans sesleri, ağlamaklı gözler, neler olduğunu anlamaya çalışan küçük çocuklar... Her pazar saat 13.41'i gösterdiğinde içinizin sızlaması, gözlerinizin korku ile bakması nasıldır, bilir misiniz?
Ey şehr-i Van! Çok yorgunsun biliyorum. Kırgınsın ayrıca bizlere, seni bırakıp gidenlere... Hey gidi Van! Ağlıyor bütün sokakların, gidenlere o kadar bağlısın ki her gidenin ardından döktüğün gözyaşını hisseder gibiyim. Kor yağıyor; bomboş cadden, sokakların... Kartopu oynayan çocuklar yok, eğlenen yok, gülen yok. Bembeyaz karın üstünde kapkara yarınların... Çaresizlik gizlenmiş duvarların; suskunsun, yorgunsun. Özledim seni, eski günlerini... Herhangi bir şehir yerini tutabilir mi? Asla!... Bir başkadır benim memleketim. Ağzımda hep o şarkının aynı yeri:
Havasına, suyuna, taşına, toprağına / Bin can feda bir tek dostuna! Biliyorum eski günlerin gelecek ,yine şen şakrak olacaksın... Van! İn artık o salıncaktan, bıkmadın mı sallanmaktan?...
Çağlanur ÇELİK
C O Ğ R A F Y A
Van depremi felaketini
yaşayan arkadaşımız
Çağlanur anlatıyor…
Hepimizin okul hayatımızda zaman zaman derslerde sıkıldığı anlar olmuştur. Bu anlarda çoğu kez bu bilgi bizim hayatımızda ne işimize yarayacak, çok gereksiz diye düşünmüşüzdür. Hatta bazen öğretmenlerimize sitem ettiğimiz olmuştur
“ Ama öğretmenim bunu öğrensek ne olur, öğrenmesek ne olur, boş verin “ demişizdir. Bu sitemler özellikle bizim ilgi alanımıza girmeyen veya üniversite sınavında soru yanıtlamayacağımız derslerde daha çok olmaktadır.
Ancak yaşamın ileride bize ne getireceğini hiçbir zaman bilemeyeceğiz.
İşte sürprizler ile dolu bu yaşama bizi hazırlayan kurum okuldur. Okul insanlık tarihi boyunca edinilmiş olan bilgi, beceri ve deneyimleri en sistematik şekilde bize kazandırmaktadır. Bu noktadan hareketle derslerde bize kazandırılmaya çalışılan bilgi, beceri ve deneyimlerin ileride bir gün hiç ummadığımız bir anda işimize yarayabileceğini ve de hayatımızı ya da hayatları kurtarmamıza neden olabileceği geçeğini unutmayalım.
Bir coğrafya öğretmeni olarak bu noktada birçok öğrencinin pek
sevemediği coğrafya dersine dikkatleri çekmek istiyorum. Bugün ülkemizde hala daha pek anlaşılamasa da coğrafya yaşamın içinde her zaman var olan bir derstir. Özellikle doğa olayları bunların nedenleri sonuçları ve insan üzerine olan etkileri konuları işlendiği zaman edinilen bilgiler yaşamın daima içinde olmaktadır.
Burada size doğa olayları, bunların etkileri vb. noktalarını
anlatmayacağım. Son yaşadığımız Van ve ardından gelen Erciş depremlerinden sonra; ülkemiz bir deprem ülkesidir. Bu nedenle deprem öncesinde şunları yapmalıyız, deprem anında şunları, şunları, deprem sonrasında da bunları yapmalıyız diyerek uzun uzun bilgi de vermeyeceğim. Bunları coğrafya derslerinde öğretmenleriniz yeterince anlatıyordur. Ben sizlere derslerde öğrendiklerimizin ne kadar yaşamsal önem taşıdığını 2004 Endonezya ve 2011 Van depreminde gerçekleşen iki olay ile bir kez daha anımsatmak istedim.
C O Ğ R A F Y A
2004 yılında Hint Okyanusunda okyanus tabanında 1600 Km lik bir fay kırılması sonucunda 9 şiddetinde bir deprem oldu. Depremin hemen arkasından ise 25-30 m yükseklikteki bir tusinami dalgası Endonezya’yı ikinci kez vurdu. Sonuçta 300 bin insan yaşamını kaybetti. Ancak İngiliz öğrenci 10 yaşındaki Tilly Smith sayesinde 100 kişi hayatını kurtardı. Çünkü Tilly deniz kıyısında oynarken suların geri çekilmeye başladığını, su yüzeyinde kabarcıklar oluştuğunu, kumların hareket ettiğini ve baloncuklar oluştuğunu gördü. Tilly koşarak annesinin yanına geldi ve ona iki hafta önce derste coğrafya öğretmeninin deprem konusunu anlatırken bu durumları gördüklerinde birkaç dakika içinde dev dalgaların kıyıya vuracağı anlamına geldiğini söylediğini belirtti. Annesi de hemen otel görevlilerine haber verdi. Kumsal kısa sürede boşaltıldı ve 100 kişi Tilly sayesinde hayatını kurtardı. Bu haber 02.01.2005 tarihli gazetelerde yayımlandı.
Van depreminde Erciş’te enkaz altında kaldıktan 108 saat sonra kurtarılan Ferhat Tokay’ın söyledikleri. “ Yanımda ayakkabı dolabı vardı. Oradaki ayakkabı kutularını yastık yaptım. Öğretmenlerim depremde neler yapılması gerektiğini derste öğretmişti. O bilgileri uygulayarak ve yağmur sularını içerek hayatta kaldım.” . Bu haber 29.10.2011 tarihli gazetelerde yayımlandı.
Okul yaşamında öğrendiğiniz bilgi, beceri ve deneyimleri yaşamınızda hep güzellikler için kullanmanız dileği ile…
Erhan ERGÜRHAN
Coğrafya Öğretmeni
20052005 sayısının rakamları arasına 3
adet virgül yerleştirerek öyle dört sayı oluşturun ki, bu sayıları birer kez kullararak ve sadece toplama ve
çarpma işlemleri yaparak 2005 sayısı elde edilebilsin.
Üç takım arasında bir futbol turnuvası düzenleniyor. Her takımın
diğer takımlarla birer kez karşılaştığı turnuvanın sonunda bir
puan cetveli oluşturuluyor. Ancak bu cetvelin bazı yerleri siliniyor. Puan cetvelini inceleyerek oynanan
tüm maçların kaç kaç bittiğini bulunuz.
(Galibiyet:3 puan, Beraberlik:1 puan, Mağlubiyet:0 puan.)
İki kitaptan birinin sayfa sayısı diğerinin iki katıdır. Bu iki
kitaptaki tüm sayfa numaralarını yazmak için 999 rakam gerektiğine göre
kitapların kaçar sayfa olduğunu bulunuz.
Dört farklı harften oluşan bir sözcüğü bulmak için tablodaki tahminler yapılmıştır.
Tahminlerin yanındaki her “+” işareti, doğru yerde bulunan
bir harfe, her “-“ işareti ise yanlış yerde bulunan bir harfe karşılık gelmektedir. Bu bilgileri
kullanarak sözcüğü bulunuz. Örnek: (PARS + -) (DEMO -) (SALI +) (KONU + +) --> SORU
M A T E M A T İ K
M A T E M A T İ K
Soruların cevapları son
sayfadadır.
Atatürk, how muchwe
loveyou?
Theonlypersonwe
lookupto.
Beautifulblueeyes,
whereareyou?
Wishyoucouldcameback,
wemissyou.
Ourheartsbeatwithyou.
Is there a possiblewayto
thankyou.
Justtoseeyourfaceonce,
Wecouldfacetogoallthe
waythrough…
İ N G İ L İ Z C E
*10-C & Sibel Arıkoğlu *
2010-2011 Eğitim ve Öğretim Yılı
Büyük büyük binalar düşünün.Gökyüzünün parlak mavisinde
kaybolmuş binalar...İçlerinde kaybolmuş insanlar...
Havada parlak bir güneş, etraf yemyeşil ama insanların
umurunda değil.Daha doğrusu kimse farkında değil.Onlar için
önemli olan tek şey "demir yığınları".Başka bir değişle
dünyanın yeni hükümdarları.
Herkes halinden memnun gibi.Mutluluğun yeni tanımı sabah
bir demir yığını tarafından uyandırılıp, koca ekranların
başında kahve içerek oyun oynamak!
Önceden insanlar ufacık bir yeşillik görmek, temiz havayı
soluyabilmek için parklara akın ederdi.Vakitleri olmadığından
yakınırdı.Şehrin ağır havasında oradan oraya
koşuştururlardı.Temiz su bulabilmek
işkence gibiydi.Hatta bir ara su savaşları bile çıktı(III. Dünya
Savaşı).Sonunda insanlık çareyi bu demir yığınlarında buldu.
Yüzyıllar önce bir proje başlatıldı.İlk hedef dünyayı tertemiz
yapmaktı.Yaptılar da.İkinci hedef ise insanları bir araya
getirmekti.Onca savaştan sonra hayatta kalmış bir avuç insanı
dünyanın merkezi olarak kabul ettikleri bir yerde
topladılar.Merkezin dışına çıkmak yasaktı.Çünkü merkezin
çevresi koruma alanıydı, doğaydı.İnsanlar tekrar dünyayı
kirletmesin diye düzenin iplerini demir yığınlarının eline
verdiler.Demir yığınlarını sadece ekranlardan görmek,cahil
kalmalarını sağlamak, birbirlerini sadece ekrandan görmek,
her türlü konforu sağlamak gibi konularda
programladılar.Düzen şöyle işliyor:
1) Nüfusun dengede tutulması için sadece biri öldüğünde
çocuk yapılabiliyor.Böylece nüfus hiç değişmiyor, yaşadıkları
alanla yetinmeleri sağlanıyor.Ancak karı-kocanın bir araya
F E L S E F E
A T YEŞİL KAFES
gelmesine izin verilmiyor.Çocuklar laboratuvar ortamında
hazırlanıyor.Uzun zamandır böyle süregeldiği için; kadınlar
annelik duygularını, erkekler cinsellik duygularını
içgüdülerinden silmiş durumdalar.
2) Para,mal,mülk kavramları yok.Her şeyin sahibi demir
yığınları.Mallar, insanlara eşit bir şekilde bir süreliğine
veriliyor.
3) Eğitimleri, günlük hayattaki makineleri(çay makinesi, oyun
konsolu...) kullanma kılavuzlarını okuyabilecek kadar
veriliyor.
4) İnsanlara düşük düzeyde eğitim verildiği için sanat, felsefe
gibi insanlığın ortak değerlerinde gelişim yoktur.Bilim sabit
bir noktada.Bozulan makineleri bir başka makine, o makineyi
de bir başkası tamir ediyor.
5) Bilgisayar oyunları; en büyük eğlence kaynağı.
6) Bütün insanlar "gudika" dinine bağlı.Demir yığınları onları
çocukluklarından itibaren kendilerinin kutsal olduğunu
öğretiyorlar.
7) Kimse merkezden ayrılmadığı için sınırları korumaya gerek
yok...
Sistem o kadar güzel yerleşti ki.Zaten televizyonlardan,
bilgisayarlardan, telefonlardan ekranlara alışık olan insanlık
bu yeni ortama çabucak ayak uydurdu.Bu demir yığınları,
uzun zamandır dışarı çıkmamaları konusunda insanları
uyarmıyor.Çünkü çıkmak isteyen yok.İnsanlar kalkıyor,
makineler ne söylerse yapıyor ve uyuyor.
Onlar uçsuz bucaksız evrenin ucunda yapayalnızlar ve onları
kurtarabilecek kimse yok...
Öykü YÜCE - Türkay ÇAM
MURAT BOZ
En büyük takıntısı Elma...
Boz, elma görünce yemeden
duramıyor. Gördüğü her elmayı
yemek ihtiyacı hisseden şarkıcı, bir
elmayı görüp yiyememesi
durumunda güzünden yaşlar
geldiğini belirtiyor. En zor onlarını
ise konserlerinde hayranları
tarafından sahneye atılan elmalar
yüzünden yaşadığını ifade ediyor.
SEREN SERENGİL
Gittiği her restorandna köpekleri
için porselen tabaklarda servis
yaptırıyor.
DEMET ŞENER KUTLUAY
Eski manken Demer Şener Kutluay’ın en
büyük takıntısı uzun tırnaklar ve bu
takıntısı yüzünden kendisi de tırnaklarını
uzatamıyor. “Uzun tırnaklardan nefret
ederim” diyen Kutluay, bu konuda
gerçekten son derece hassas...
P S İ K O L O J İ
D E B İ Y A T
Mantıksız Olduğu Bilindiği
Halde Zihinlerden Atılamayan
Takıntılar, Ünlülerde De Var..
CEM YILMAZ
Gösteriye çıkmadan önce
mutlaka kulisindeki kanepede
şekerleme yapıyor. Böylece
enerji depoladığına inanıyor.
MADONNA
Pop müziğinin ünlü sesi Madonna da güzelliğini takıntılarına borçlu. Tam bir spor fanatiği olan seksi yıldızın son yıllarda yogaya taktiği söyleniyor. Aşırı sporun çok
kas yaptığında yogaya geçen Modanna, her gün saatlerce minderin üzerinde kalıyor.
MAZHAR ALANSON
Her yurtdışı seyahatinde mutlaka peruk alıyor. Evinde yaklaşık 200 adet
peruğu var.
TÜLİN ŞAHİN
Mutlaka ince belli bardaktan
çay içiyor. Peynir ve
çikolata takıntısı da var.
Günün her saatinde
sınırsızca tüketmek istiyor.
MESİLA SÖZEN
Sabah bir fincan sade Türk Kahvesi içmeden ayılmadığını
ifade ediyor. Takıntılarında biri de her yemekte mutlaka
yoğurt yemek.
ELİZABETH HURLEY
Hurley'in en büyük takıntısı
da kilo almak. 42 yaşındaki
Hurley, kilo almamak için
yemeklerini çocuk
kaşıklarıyla yiyor.
CAMERON DIAZ
Onun takıntısı da sivilceleri. Bazen yüzünü
sivilceler bastığında haftalarca evden çıkmayan
Diaz, gala gecelerini bile iptel ediyor.
JULİA ROBERTS
Ünlü yıldız film setlerinde çekime
başlamadan önce kendisine şans
getirmesi için sırt üstü uzanıyor.
ÖZGE ÖZPİRİNÇÇİ
“Melekler Korusun” dizisiyle
ünlenen genç oyuncu Özge
Özpirinçci de takıntıdan muzdarip
isimlerden. Onun takıntısı dolap
kapakları... “Dolaplar açık
olduğunda uyuyamam” diyen
Özpirinçci, bu yüzden kapakları
kontrol etmeden asla yatmıyor.
METİN AROLAT
Metin Arolat’ın en büyük takıntısı,
güzel kokular... Fakat bu takıntı
sıradan değil. Yatmadan önce
yatağına mutlaka parfüm sıktığını
söyleyen Arolat, bu alışkanlığından
ne kadar uğraşırsa uğraşsın
vazgeçememiş!
DAVID BECKHAM David Beckham'ın simetri takıntısı var.
Etrafındaki her şeyin simetrik olmasına özen
gösteren ünlü İngiliz futbolcunun bu halinden
eşi Victoria Beckham'ın pek de memnun
olduğu söylenemez. Spice Girls grubunun
yıldızı, eşinin bu takıntısıyla ilgili şunları
söylüyor: 'Etrafında olan her şeyin simetrik
olmasını istiyor. Bu konuda obsesif.
KAYNAK: TAKVİM GAZETESİ
R E H B E R L İ K
Bugün,mesela dünyanın bir ucundaki insanla öbür ucundaki insanın iletişime
geçmesi saniyeleri bile aşmayan bir süre içerisinde mümkün oluyor.Ya da
dünyanın öbür ucunda olan bir olayın elimize geçmesi..Dünyayı giderek daha
iyi tanıyor ve neredeyse ona hükmetmeye başlıyoruz.Günümüz insanın çağı
artık. Peki dünyayı avucumuzun içi gibi bildiğimiz,ürettiklerimizle
hakimiyetimizi biraz daha pekiştirdiğimiz bu yüzyılda sorunlar çıkmıyor mu hiç
karşımıza? Çıkmaz mı? Dünyayı ele geçirebiliriz, hatta evrene
hükmeder,doğayı karşımızda diz çöktürür,uçan arabalarımızla uzaya kolayca
gidip gelebilir,uzaylıları da hakimiyet altına alabilir,yaptığımız gençlik veya
ölümsüzlük haplarıyla dünyaya sonsuzluk halatını geçiriveririz belki ama kendi
içimizdeki çatlakları kapamanın ilacını bulamayız belki de hiç aramayız. Peki
nedir bu hayal dünyamızın sınırlarını aşan,şatafatlı çağın her geçen gün
büyüyen çatlağı? 'Şiddet' tabi ki.Dünyanın her yerine insanla birlikte
hükmetmeye başlayan,insan geliştikçe gelişen 'şiddet'.
Az önce saydıklarım hoş,ilgi çekici şeylerdi değil mi? Peki ya günlük hayatta
şiddete başvuranların sayısının giderek arttığını söylesem,yapılan
araştırmalara göre her yirmi kişiden birinin kapı komşusuyla en az bir kere
kavga ettiğini,ülkemizde her üç kadından birinin kocasının ya da sevgilisinin
fiziksel şiddetine maruz kaldığını, ne yazık ki eşine şiddet uygulayanların
yüzde ellisinin çocuklarına da şiddet uyguladığını, toplumlarda şiddetin
meşrulaşmaya başladığını,tabii karşılandığını,çağımızın 'öfke ve şiddet' çağı
olduğunu söylesem pek iç açıcı olmaz sanırım. Tüm bunların yanı sıra şiddete
ciddi anlamda 'dur' diyen, en azından demeye çalışan insanların sayısı pek az
dünyamızda. Ya da durup tüm bu olan kötü şeyler hakkında düşünen, ne
yapılabilir diyen bir nesil göremiyorum desem daha doğru olur. Peki nasıl biz
fark etmeden sinsi bir hastalık gibi ele geçiriyor toplumuzu şiddet ve nasıl dur
denilebilir bu hastalığa?
Günümüz çağı
teknoloji,bilim,yenilikler çağı...On
yıl öncesinde hayal bile
edemeyeceğimiz yenilikler,icatlar
yapılıyor her geçen gün.
Aslında şöyle bir durup, bilinçli bir şekilde etrafa bakıp 'Şiddet nerede,
nasılyayılıyor?'diye sorulunca çok rahat görülebilir. Çünkü artık her yerde
şiddet..Tarihimizde,sokaklarımızda,televizyonlarımızda,oyuncaklarımızda,oynadığım
ız oyunlarda sinsice barınıyor.
Olaya en başından başlayalım. Haydi beş-altı yaşlarımıza geri dönelim ve tek derdi
oyuncakları, izlediği çizgi filmler olan bir erkek çocuk olalım. O yaşlarda bir çocuğun
şiddetle ne alakası olabilir ki diyeceksiniz şimdi? Şöyle anlatayım ; oyuncakçıdan
aldığı plastik tabancanın şarjörüne doldurduğu her boncuk/mermi onu biraz daha
yaklaştırır bu sinsi hastalığa ya da ışıklı,ses efektli kılıcı.Televizyonlardan gördüğü
dövüş sahnelerini plastik tabancasıyla taklit etmeye çalıştığı an dünyadaki en kötü,
en tehlikeli andır bence bir çocuk için. Ailesinin kendisine doğrultulan oyuncak
tabanca karşısında gülerek ölü taklidi yapması da bir o kadar meşrulaştırır şiddeti
çocuk için. İşte böylece, şiddetle tanışmış olur bu mini minnacık, masum yavrumuz.
Daha sonra, izlediği diziler,filmler takip eder bunu ve yerini tehlikeli bir dostluğa
bırakır bu tanışıklık. Belinde sanki telefon,cüzdan gibi bir ihtiyaçmış gibi tabanca
taşıyan ağabeyler görür televizyonda. Bu ağabeyler ‘iyikarakter'i canlandırmazlar mı
bir de? Canlarını sıkan bir durum oldu mu bir yumruk bir tekme o da yetmedi bir
kurşun 'tak' sorun çözüldü. Daha sonra, komedi dizilerinde bile görmeye başlar
çocuk bunu. Karısını döven adam izleyenleri kahkahalara boğar. Nasıl
boğmasın,nasıl keyiflendirmesin ki dayak yiyen kadın da,yüzü gözü mor sırıttıkça
televizyonda? Kadın çıkar o haliyle evden, arkadaşlarının yanına gider hepsi
sırıtırlar. 'Yine mi dövdü bu seni?' derler ve her şey güllük gülistanlık.. Ne de komik
ve eğlenceli bir şeymiş şiddet meğer de ; kurgusal bir dizi olmayan dünyamızda
kocasından dayak yiyen kadın bilmiyormuş bunu. Daha sonra bu masumluğu
üzerinden sıyırıp yavaş yavaş atmaya başlayan ama hala minik olan ufaklığımız
okula gider. Tarih,savaşların tarihi. Her şey dövüşerek kazanılmış bu tarihte.
Sanata,savaşa girmeyen insanlara ve kadınlara yer yok bu tarihte. Savaşla
elde edilir her şey. 'Şiddet' olağanca hızıyla beynine doluşur ufaklığımızın.
'Savaşmak güzeldir'... Gün geçtikçe ufaklığımız boylanır,akıllanır ve bir erkeğin
savaşçı doğduğunu,asla duygusallaşamayacağını, göz yaşı pınalarlarının erkek
vücudunda bulunan bir kusur olduğunu anlar. 'Maço','taş fırın erkeği'
tabirlerinin kesinlikle kendisini yansıttığını etrafındaki erkek arkadaşlarına
kanıtlamaya çalışır. Aksi halde o eksik bir erkektir. O, etrafındakilerin
hayatlarını ele geçiren, çözüme şiddetle ulaşmaya çalışan,kadınların
konuşmasına izin vermeyen bir 'maço' olmalıdır.Aksi halde eksik kalacaktır
erkekliği.. Ya bir de aile içi şiddet görüyorsa bu çocuk? Babasından mesela. Ya
da annesi babasından görüyorsa.. Tamam işte, o anda sorunların şiddetle
çözülebileceği fikrine kapılır ufaklığımız ve bu yanlış fikir onun aklından hayatı
boyunca çıkmaz ve büyüyünce babasının o 'doğru' taktiğini uygulamaya başlar
çevresindekilere. Sorunlar bir bir çözülür bu taktikle...
Olaya şu ana kadar erkek üzerinden gittik. 'Kadın' üzerinden de gidersek
durumun vahimliğini belki iyice anlamış oluruz. Geçen gün üç-dört
yaşlarındaki kuzenime oyuncak almaya gitmiştik. E kuzenim kız olduğu için
bebek reyonunda geziniyorduk biz de. Hani şu düğmesine basınca konuşan
bebekler vardır ya işte o pembe giysili,şirin bebeklerden. Düğmesine basınca
bas bas 'yemek yap,temizlik yap.' diye bağırıyordu bebek. Şiddet erkeklere
şatafatlı,ışıklı plastik kılıçlar içinde sunulurken, kızlara da şirin,masum
görünümlü bebekler eşliğinde şiddete boyun eğmeleri,sadece yaptıkları
yemeklerin tuzsuz olup olmadığını sorgulamaları gerektiği mesajları veriliyor.
Ufak kızımız büyüdükçe tarihin,dünyanın sahibinin erkekler olduğunu
öğreniyor,susuyor,boyun eğiyor..
İşte böylece şiddeti doğal bir eylem sanan bireyler yetişiyor toplumlarda.
Çatlak büyüyor ve tehlikeli bir hal almaya başlıyor. Belki ufacık şeylere dikkat
etsek,onları değiştirmek için çabalasak her şey çok farklı olurdu.
R E H B E R L İ K
Televizyon,medya şiddeti meşrulaştırmayı durdursa,oyuncaklar gerçekten
göründükleri kadar masum olsa, tarih sadece savaşları kapsamasa,mesela
kadınların hakları için şiddete başvurmadan nasıl savaştığını gösterse, aileler
bilinçlendirilse,her aileye düşen bir aile danışmanı olsa,şiddetin onları çözüme
ulaştırmayacağı tam tersi bir kaosa sürükleyeceği, ve sonunda hayatlarını dahi
ellerinden alabileceği öğretilse, birileri çıkıp çözümün birbirlerini
dinlemekten,anlamaktan geçtiğini anlatsa,bir adam çıkıp 'erkekliğimi şiddetle
ölçemezsin' diye haykırsa,yasalar bir gözden geçirilse ve toplum şiddete dur
dese çok şey değişmez miydi? Yanılıyor muyum?
Rojda KURUŞ
Graffiti
Graffiti, en temel anlamıyla, duvar yazıları ve resimler yoluyla kendini ifade eden
bir görsel uygulamadır. Graffitiyi, kimi çevreler bir sanat dalı olarak kabul ederken, bir
başka bakış açısı Vandalizm olarak değerlendirmektedir.
Eski Mısır döneminde insanların geçtikleri yerlerdeki duvar ve kayalara
bıraktıkları çeşitli şekil ve yazılardan oluşan mesajlar, graffitinin ilk adımları sayılsa da,
günümüzdeki anlamıyla graffitinin ana çıkış noktası 1940'lı II. Dünya Savaşı günlerine
denk gelmektedir. Almanya'yı Doğu ve Batı şeklinde ikiye bölen Berlin Duvarı'nın her
iki yanı protest kişilerce boyanarak, yazı ve sloganlarla bezendi. 1960'lı yıllarda
ABD'de politik grupların görüşlerini duyurmak için bu yöntemi tercih etmesi, gençlerden
oluşan sokak çetelerinin, kendi denetimleri altındaki alanları belirlemek için duvar
yazılarını kullanmasına yol açtı. Ardından bağımsız bireyler graffitiyi geliştirdi. Sosyal
içerikli iletiler dışında, bireysel seçimleri de yansıtmaya başlayan graffitiler giderek
renklendi. Günümüzde graffiti sanat olarak görülmese de birçok meslek dalı bundan
yararlanmaktadır. Yurtdışında hemen hemen her sokakta graffitiye rastlamak
mümkünken ülkemizde graffitiye karşı olan ön yargı ve karşıtlıktan ötürü çok az
rastlamaktayız.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde başta duvarlar olmak üzere uygun olan hemen
hemen her zemin; graffitiler için uygun yer oluşturuyor, sprey boya, fırça gibi çeşitli
araçlar devreye girerek, neredeyse beğeni yarışması haline dönüştürüldü. Graffitinin
genel olarak illegal (yasadışı) bir uygulama olması, bu konuda yasa eksiklikleri, tarihsel
eserler, özel konutlar dahil, herhangi birçok yerin rastgele boyanarak graffiti zemini
kabul edilip uygulama yapılması, graffitiye bakış açısının ağırlıklı vandalizm olarak
kabul edilmesinde rol oynamış, uygulayanlar hakkında yasal işlemler yapılmıştır.
Vandalizm olarak kabul edilmesi de graffitinin sanat olarak görülmesine engel
olmaktadır. Büyük bir uğraş ve yetenek gerektirse de graffiti günümüz de yasadışı bir
uygulamadır.
1-S İ _ _ M İ Z
2-S E _ _ _ İ N E
3-A H _ _ _ A Z
4-K A _ _ M B A
5-S İ _ _ L E F
6-F İ L _ _ C İ
7-I T _ _ M A K
8-S U L _ _ _ I K
9-İ Y _ _ E L
10-A S _ _ G İ
BOŞLUK DOLDURMA
Boşluklara nokta sayısı kadar harf koyarak anlamlı iki sözcük oluşturun.
B U N A K I L
Bunak ve akıl okunmakta
B U L M A C A
ör
örörmnek
1- 2-
3- 4-
5- 6-
4 KELİME
Merkeze öyle bir hece yazın ki ; verilen dört heceyle de ayrı
ayrı anlamlı bir kelime oluşturun.
nek Es
ör
be
tar
Benek-örnek –esnek-nektar sözcükleri okunmakta
kar
ya
ka
man
nnn
met
fi
re
pi
ke
ge re
it
sa
ci pe
aye
kel
in
mek
yel
man
cı sın
lu
7- 8-
CEVAPLAR
Boşluk doldurma
1-te 2-def 3-enk 4-zı 5-te 6-iz 7-ır 8-tan 9-ot 10-il
4 kelime
1-sa 2-de 3-sim 4-kin 5-ek 6-av 7-ar 8-şe
Hazırlayan:
Yasemin KARAHAN
sak
mut k
if
ka
kil
ker
kö
Cevap 1:
200, 5,
200, 5
((200+200)x5 + 5)
Cevap 2:
A 4 - 4 B
A 2 - 3 C
B 1 - 2 C
Cevap 3:
135 ve 270 sayfa. (Birinci kitap için 297,
diğeri için 702, toplam 999 rakam).
Cevap 4: CEZA
Matematik Cevap Anahtarı
OKUL-AİLE BİRLİĞİMİZ
Murat Akçalı Hümeyra Taşkıran
Fikret Akkaya
Emin Özağaç
Nilgün Kocaoğlu
Canan Berberoğlu
Gülgün Engiz
Yıllar Öncesinin İzmir’i
Yıllar Öncesinin İzmir’i