bizbiriz dergisi 4 5 sayi

68
Bizbiriz Dergisi 1 ÜÇ AYLARIN FAZİLETLERİ VE MÜBAREK GECELER Sayı: 4-5 Mayıs - Haziran 2013 ISSN: 2147-642 Bizbiriz d e r g i s i “Allah’ım! Recep ve Şaban ayını bize mübarek kıl ve bizi Ramazan ayına kavuştur.”

Upload: biz-biriz-dernegi

Post on 31-Mar-2016

265 views

Category:

Documents


12 download

DESCRIPTION

Üç Ayların Faziletleri ve Mübarek Geceler

TRANSCRIPT

Page 1: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi1

ÜÇ AYLARIN FAZİLETLERİ VE

MÜBAREK GECELER

Sayı: 4-5Mayıs - Haziran 2013ISSN: 2147-642

Biz

biri

zd

e r

g i

s i

“Allah’ım! Recep ve Şaban ayını bize mübarek kıl ve bizi Ramazan ayına kavuştur.”

Page 2: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi
Page 3: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi3

Gariban bir vatandaşın kapısına iki araba ya-naşıyor. Kadınlı erkekli on kişi arabadan iniyor ve ekibin başındaki muhtar kapıyı çalıyor. Kom-şular, hane sahibinden önce tedirgin oluyor.

Hane sahibi ise kapıyı açarken titremeye başlamış durumda. Gözleri kucağımızı doldu-ran “ON HAFTA SOHBETLERİ” kitaplarına ve BİZ-BİRİZ DERGİSİ’ne takılınca bir anda rahatlıyor ve bizi içeriye buyur ediyor.

BİZBİRİZ DERNEĞİ gönülleri olarak her hafta bir mahalledeyiz. Mahalle muhtarının eşliğinde ihtiyaç sahibi ailelere karınca kaderince destek olmak amacıyla hareket ediyoruz. Maddi an-lamda, karınları doyuracak kadar yardımda bu-lunabiliyor muyuz bilmiyorum ama gönülleri doyurmanın daha çok gayretindeyiz. Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (ks) Hocamızın sohbetle-rinden oluşan kitapların, bedene şifa, gönle cila, ruha gıda olacağından hiç şüphemiz yok. Yeter ki, gönül ehlinin eline geçsin. İncileri bataklığa dökmemek de ayrı bir hassasiyetimiz. Bu ziya-retlerimizde, dergimizi de kitapların yanında bir özet gibi sunuyoruz, gönül ehillerine…

* * *

Kitap ve dergi çalışmaları tarihe düşülen nottur. Nesillere hitap eder. Kağıda yazılan, ek-rana yazılandan muteberdir. Kağıt; cömerttir, her daim bereketini gösterir. Vefalıdır, ihanet etmediğin sürece seni terk etmez. Kağıda hor davranmazsan, üzerine emanet ettiğini koru-maktan vaz geçmez.

BİZBİRİZ Dergisi ve ON HAFTA SOHBETLE-Rİ ile tarihe notlar düşmenin azmindeyiz. Onu koruyacak, bedelini ödeyecek ve hakkını teslim edecek gönüllere ulaşması için gayret ediyoruz ki, sadaka-i cariye özelliğini yitirmesin. Kim, bu sayfalardan bir ilim öğrenir ve hayatına tatbik ederse o ve onun evlatlarının ömrünce hase-natımızın devam edeceğine inanmışız bir kere. Aksamalara hedef olsak da durmak ve vaz geç-mek yok. Dergimizin neşriyatına devam ediyo-ruz. Ama siz değerli okurlarımızdan da destek bekliyoruz. Dergimizin bedeli, okumak ve haya-ta tatbik etmektir. Lütfen bu dergi elinize geçti-ği andan itibaren bedelini ödemeye başlayın ki biz de neşriyat azmimizi yitirmeyelim.

* * *Dostlar bu sayıda kalemlerini üç ayların fa-

ziletini, bereketi, feyzini ve iştiyakını anlatmak için kağıtla buluşturdular. Allah (c.c) hepsinden razı olsun. Her hareketleri kendilerine ve ailele-rine hasenat olarak dönsün. Rabbim yazanları, gönderenleri, baskıya hazırlayan ve basanla-rı ve elbette okuyup hayatına tatbik edenleri korktuklarından emin eylesin, umduklarına nail eylesin.

Biz sözü uzatıp, değerli dostların anlamlı yazıları ile buluşmanızı geciktirmeyelim. Allah (c.c) yar ve yardımcımız olsun derken sözü Ra-sululllah (sav) Efendimiz duası ile bağlayalım:

“Allahım, Recep ve Şaban aylarını bizler için mübarek kıl ve bizi Ramazan ayına ulaştır” (Amin)

EDİTÖRDEN

Bizbiriz Dergisiİmtiyaz SahibiBizbiriz Derneği adına Yön.Krl.Bşk. M. Emin DoğanGenel Yayın KoordinatörüKadir AydınEditörDuran ToklucuGrafik – Tasarım Yasin CandanFotoğraf Bahadır AktaşReklam KoordinatörüAhmet NavruzSamet Dünsöz

Yayın KuruluAli HaydarEslem ErcanFaruk KulEbubekir Onhan Selman BaharSafa AkAyşe TunçÜmmü HaramBaskı TarihiHaziran 2013Baskı Erman Ofset Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti.Yeni Matbaacılar Sit. Yayın Cad. 6. Blok No:14 KonyaTel : 0 332 342 01 55 Fax : 0332 342 21 63www.ermanofset.com

Bizbiriz Dergisinde yayınlanan yazı, şiir, söyleşi, fotoğraf, illüstrayon, infografik ve makalelerin elektronik ve basılı ortamlarda çoğaltılma hakkı Bizbiriz Derneği’ne aittir.Yayın TürüAylık, yaygın süreli yayınBizbiriz Derneği Şeyh Sadrettin Mahallesi Turgutoğlu Sokak No:9 Meram / KONYATel : 0 (332) 353 27 000 (541) 248 65 28 - 0 (507) 577 22 25

Page 4: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

İstiâze ve Besmelenin

Tefsiri6

KültürelÇöküş

10

Hadis17

Siyer-i Nebi18

Aşk35

Sahabe-i Güzin36

Surelerden12

Fıkıh14

Tasavvuf22

Üç Ayların Faziletleri ve

MübarekGeceler

31

Page 5: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Müslüman Bilimadamları

41

İlm-ü Hal44

ArapçaRabca’ya Götürür

53

Haydar56

Üstad Necip Fazıl

60

Tarih’te Mayıs62

“Toprağı Kaybedilmiş

Kubbe: Gönül Dünyamız”

49

‘Sınır’sızKardeşlikler...

51

İlginç Bilgiler57

Altın oran: Evrenin

Matematiği58

Page 6: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi6

İstiâze ve Besmelenin Tefsiri

Hamide ERBAYBeşiktaş İlçe Vaizi

İstiâzeninAnlamı: Kur’an-ı Kerim okumaya başlamadan

önce istiâze etmek, Allah-u Teâla’nın emridir. Nahl Sûresi’nin 98. ayetinde şöyle buyrulmaktadır: “Kur’an okuduğun zaman kovulmuş şeytândan Allah’a sığın. ”Sözlükte “sığınmak, korunmak” anlamındaki “avz” kökünden türeyen istiâzenin terim anlamı, her türlü kötülükten korunabilmek için sözle Allah’ın yardım ve himayesini istemektir. Bunun için eûzu, maâzallah (Allah’a sığınırım), neûzubillah (Allah’a sığınırız) ibareleri kullanılır. Aynı kökten türeyen taavvüz de aynı anlamdadır.1

Şeytân kelimesi Arap dilinde “şatn” kökünden gelmekte olup, hayırdan uzak olan anlamına gelmektedir. Hakk’a başkaldırıp o dergâhtan kovulduğu için İblis’e şeytân denilmiştir.

Er-racîm ise, taşlamak anlamındaki “rcm” kökünden sıfattır. Taşlanmış, kovulmuş anlamındaki racîm, Allah’ın huzurundan kovulan şeytanın sıfatı olmuştur.2

Kur’an-ı Kerim’de ve Hadislerde İstiâze:Kur’an-ı Kerim’de istiâze Allah lafzı

1 ”İstiâze”md.,Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (TDVİA), c.XXIII, s.318.2 Süleyman Ateş, Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c.I, s.71.

ile yedi, rab ile sekiz, rahmân ismi ve cin kelimesiyle birer defa olmak üzere onyedi ayette geçmektedir. Bu ayetlerde Hz. Nuh bilmediği şeyi istemekten (Hud 11/7), Hz. Yusuf kendisine şehvetle yaklaşan kadından ve kardeşleriyle arasında cereyan eden olaylarda hata yapmaktan(Yusuf 12/23,79), Hz. Musa(a.s.) kavmine karşı alaycı tavır takınmaktan (Bakara 2/67), ve âhirete inanmayan kibirlilerle (Mümin40/27), onların düşmanlıklarından (Duhan 44/20), Allah’a sığınmışlar ve onun yardımını istemişlerdir. Hz. Peygamber’e de, başta şeytânların vesveseleriyle kalpleri kin dolu olanlardan ve hiçbir delile dayanmadan Allah’ın âyetleri hakkında tartışanların kötü niyet ve davranışlarından olmak üzere çeşitli şerlerden istiâzede bulunması emredilmiştir(Araf7/200; Nahl 16/98;Mü’minûn 23/97-98; Mümin 40/56; Fussilet 41/36;Felak 113/1-5;Nas 114/1-6). Kur’an’da ayrıca İmran’ın zevcesinin (Al-i İmran3/36) ve kızı Meryem’in (Meryem19/18) istiâzelerinden söz edilmektedir. Cin suresinin 6. ayetinde ise, insanlardan bazılarının bir kısım cinlere sığındıkları bildirilmiş ve bunun doğru olmadığı belirtilmiştir.

İstiâze konusuna hadislerde de genişçe yer verilmiştir. Bu hadislerde Hz. Peygamber

Page 7: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi7

bütün kötü sıfatlardan, fayda vermeyen işlerden, şeytanın vesvesesinden, dünya ve ahirette insana eziyet veren şeylerden Allah’a sığınmış, bu maksatla daha çok İhlas, Felak ve Nâs sûrelerini okumuş, bunu ashabına da tavsiye etmiştir.3

İstiâze Lafızları:İstiâze, Kur’an’dan bir âyet değildir. Hz.

Peygamber’den gelen en kuvvetli rivayete göre istiâze sözü: “Eûzu billahi mine’ş-şeytâni’r-racîm(Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım)” ifadesidir. Başka bir rivayete göre de Peygamberimiz “Eûzubillahi’s-semii’l-alimimine’ş-şeytâni’r-racîmiminhemzihi ve nefhihi ve nefesihi(Şeytan’ın aldatmacasından, üfürmesinden ve okumasından herşeyi bilen ve işiten Allah’a sığınırım)” derdi. Hadisin metninde geçen “hemz” ölüm ve boğulmayla, “nefh” kelimesi kibirle, “nefs” kelimesi şiirle tefsir edilmiştir.4 Özellikle sabah namazının ardından yapılan Kur’an tilavetlerine “Eûzubillahi’s-semîi’l-alimimine’ş-şeytâni’r-racîm” diyerek başlamak İslam ülkelerinde gelenek halini almıştır. Bu geleneğin oluşması, sabah vakitlerinde Haşr sûresinin son üç ayetini sözü edilen istiâze ile başlayarak okumanın fazileti hakkında rivayet edilen hadise dayanmaktadır.(Müsned, III:50, V:26; Ebu Davut, “Salat”,123; Tirmizi “Mevakıt”, 65; “Sevabü’l-Kur’an”, 22).5

İstiâzenin hükmü: “Kur’an okuyacağın zaman kovulmuş

şeytândan Allah’a sığın” (Nahl 16/98) mealindeki ayette geçen emirden vücûb hükmünü çıkaranlar varsa da âlimlerin çoğunluğu bunun müstehap olduğu ve Kur’an okumaya başlamadan önce istiâze yapılmasının daha isabetli olacağı görüşündedir. Namaz dışında Kur’an okunurken dinleyici varsa istiâzenin aşikâre yapılması gerekir, zira bu husus kıraâtin sesli olacağının ilan edilmesi anlamına gelir. Hanefi mezhebine göre birinci rekâtte Fatiha sûresinden önce istiâze okumak sünnettir. Namazda istiâze Hanefi ve Hanbeli mezheplerine göre birinci rekâtte, Şafi mezhebine göre her rekâtte sünnettir. Malikiler

3 “İstiâze”md.,TDVİA, c.XXIII, s.318.4 Süleyman Ateş, a.g.e.,s.71., İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c.II, s.25.5 “İstiâze” md.TDVİA, c.XXIII, s.318.

ise, bunu farz namazlarda mekruh görmekle birlikte nafile namazlarda gizli okunmak kaydıyla sünnet kabul ederler. Cemaatle kılınan namazlarda imam uyan kişinin istiâzede bulunması gerekmez. Çünkü istiâze namaz için değil, Kur’an okumak içindir. İmam Şâfi’nin, aşikâre okunan namazlarda istiâzenin sesli ve sessiz olarak iki şekilde yapılabileceğini söylemesine karşılık, Ebu Hanife ve Ahmed b. Hanbel sessiz okunmasını tercih etmişlerdir.6

İstiâzenin Hikmeti: ‘Eûzu’nun hikmeti, izin isteme ve kapıyı

çalmaktır. Çünkü hükümdarlardan birinin kapısına gelen kişi, onun izni olmadan içeri giremez. Aynı şekilde Kur’an okumak isteyen kişi, dost ile söyleşmeye başlamak istemektedir. Bunun için temiz bir dile muhtaçtır. Dil fuzûli söz, malâyani ile kirlenir, istiâze ile temizlenir. Marifet ehli demişler ki: Bu kelime Allah’a yaklaşanların vasıtası, Allah’tan korkanların sarıldığı ip, suçluların başvuracağı nokta, felakete düşenlerin dönüş yeri, muhiplerin rahatlama mahallidir. Besmelenin istiâzeden sonraya bırakılmasının sebep ve hikmeti, kalbi güzel şeylerle süslemeye başlamadan önce, mâsivâdan temizlemek, Allah’tan başka her şeyden yüz çevirmek, Allah’a dönmek ve yönelmektir.7

Besmelenin Anlamı: Besmele (Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla),

Arapçada menhût bir isim ve mastardır. İslam’dan önce Araplar işlerine bazen “bismi’l-Lâtve’l-Uzzâ” diye putlarının adıyla, bazen de “bismikellâhümme” diye başlarlardı. Neml sûresindeki besmele âyeti (27/30) nâzil olduktan sonra, Hz. Peygamber hep bu ibareyi kullanmış, besmelenin yazıldığı ilk satıra başka hiçbir şeyin yazılmamasını emretmiştir.8

‘Bâ’ Edatı: Bâ edatının asıl anlamı “yapıştırmak”tır. Hakiki her ilmin bir tek konusu vardır. Kur’an-ı Kerîm’in konusunun Allah ile âlem ve özellikle de insanlık âlemi arasındaki ilişki ve münasebeti bildirmekten ibaret olduğunu söylemek mümkündür. Besmelenin başındaki bâ edatı (be harfi) bu ilişkiyi ortaya koymakta ve kulun yaratanından yardım

6 “İstiâze md”, TDVİA, c. XXIII, s. 319.7 İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyân8 “Besmele md.”, TDVİA, c. V, s.530.

Page 8: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi8

isteyerek hep ona bağlı kalışını ifade etmektedir. Arapça cümle yapısı itibariyle “bâ”nın ilgili bulunduğu gizlenmiş bir fiil vardır. Bu besmele ile başlanacak herhangi bir fiildir. Allah’tan yardım dileyerek başlıyorum veya okuyorum, yahut Allah adına okuyorum gibi.9

İsm: Yükseklik anlamındaki “sümüvv”den gelir. İsm, varlıklara ad olan kelimeye denir.

Allah: Hak ilahın zât ismi ve özel ismidir.10

Kur’an, “er-Rûhu’l-Emîn’in Hz. Peygamber’in kalbine düşürdüğü vahy-i ilâhidir. Kur’an’ın sûreleri besmele ile başlar. İlk inen vahiyde Alak sûresinde, “rabbinin adıyla oku” buyurulmaktadır. O halde besmele şu anlamı ifade eder: “Ey Muhammed rahmân ve râhîm Allah’ın adına oku. Bu söz senin sözün değil, O’nun sözüdür. Sen bu sözü kendi adına değil, Allah adına söylüyorsun, Allah adına insanlara duyuruyorsun.”11

Er-Rahmân: Yalnız Allah için kullanılan bir isim olan er-Rahmân, zât ismi değil sıfat ismidir. Tam anlamıyla Türkçe karşılığı yoktur. “Rahm” ve “rahmet” kökünden türemiş, çok merhametli, çok rahmet sahibi manasına gelen bir sıfattır. Rahmân’ın rahmeti ezeli rahmettir. Bu bakımdan bu rahmet, iyiye de kötüye de; mümine de kafire de şamildir. Allah’ın her şeyi yaratması, Rahmân’lığının rahmetinden ileri gelmektedir. Bu fıtrî rahmetten uzak kalan hiçbir şey yoktur.

Er-Rahîm: Yüce Allah’ın sıfatlarından biridir, çok merhametli anlamına gelir. Rahmân ismi gibi özel isim olmayıp, Allah’tan başkası için de kullanılır. Yüce Allah’ın Rahmân oluşu ezele (başlangıcı olmayışa), Rahîm oluşu “lâ yezâle” (ölümsüzlüğe) göredir. Yaratılanlar, Rahmân ismiyle başlangıçtaki rahmetinden, Rahîm ismiyle de sonuçta meydana gelecek

9 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.I, s.38.10 Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e.,c.I, s.38-39.11 Süleyman Ateş, a.g.e., c. I, s.73.

merhametinden doğan nimetler içinde büyürler ve ondan faydalanırlar. Bu sebeple, Rahmân, bütün mahlukatı rahmetiyle yaratıp besleyen; Rahîm, âhirette müminlere lütfuyla cennet, kafirlere de adaletiyle azab edendir, diye tefsir edilmiştir.12

Besmeleden Çıkan Hükümler: Mushaf-ı Şerifte iki tür besmele vardır. Biri Nem lsûresinin 30. ayetinde geçen besmeledir (Mektub Süleyman’dandır ve Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla başlamaktadır). Bu besmelenin Neml sûresinin ayetinin bir parçası olduğu açıktır.13

Diğeri ise, Tevbe sûresi dışında, sûre başlarında yazılan ve sûreleri birbirinden ayıran besmeledir. Bu 113 besmelenin sûrelerden bir ayet mi, yoksa başlı başına bir Kur’an ayeti mi

olduğu konusu tefsir ve usûl ilminde tartışmalı bir mesele olmuştur ki, bilhassa iman, namaz ve kırâat konularıyla ilgilidir. Birinci görüşe göre bu besmelelerden hiçbiri Kur’an ayeti değildir. Bu görüş İmam Malik hazretlerine aittir. Bu sebeple Malikîler namazda besmeleyi okumazlar. İkinci görüşe göre her biri başında bulunduğu sûreden bir ayettir. Bundan dolayı namazda okunması farzdır ve yüksek sesle okunur. Bu görüş İmam Şâfi’ye aittir. Üçüncü

görüşe göre, sûrelerin başındaki besmele başlıbaşına bir âyet olarak Kur’an’dan’dır. Bu görüş Hanefi mezhebine aittir. Hanefiler besmeleyi müstakil bir âyet olarak kabul ettikleri için, Fâtiha’dan önce gizli olarak besmele çekmenin sünnet olduğu görüşündedirler.14

Besmelenin yerine göre farz, vacip, sünnet, haram ve mekruh gibi hükümleri vardır. Enâm sûresinin 121. ayetinde “üzerlerinde Allah’ın adı anılmayan hayvanların etinden yemeyin” ve

12 Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., c. I, s.49-51.13 Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., c. I,s.36.14 Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., c.I, s. 36-37.

Page 9: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi9

Mâide sûresinin 4. ayetinde de “yetiştirdiğiniz avcı hayvanların size tutuverdiklerinden de yiyin ve üzerine Allah’ın adını anın” buyrulduğu için, hayvan keserken ve av üzerine hayvanı gönderirken veya silahı çekerken besmele çekmek farzdır. Mushaf yazarken Tevbe sûresi dışındaki sûrelerin başına besmele yazmak da farzdır. Namaz dışında Kur’an okumaya başlarken sûrenin başında eûzu besmele çekmek âlimlerin çoğunluğuna göre sünnet, sûrenin başından değil de herhangi bir yerinden başlanırsa menduptur. Tevbe sûresiyle tilâvete başlayan ise yalnız eûzu okumakla yetinir, besmele çekmez. İslamın yaygın muaşeret kurallarından biri de yemek yemeye başlarken besmele çekmektir. Konu ile ilgili hadiste belirtildiği üzere eğer başında unutulursa hatırlandığı zaman “ başında ve sonunda Allah’ın adıyla anlamında” (bismillahifievvelihi ve âhirihi) demek sünnettir(Ebu Davud, “Et’ime”, 15; Tirmizi, “Et’ime”, 47).

Neml sûresinin 30. ayetinde yer alan besmele sebebiyle fakihlerin çoğunluğu “cünüp ve hayız olan Kur’an’dan bir şey okuyamaz” (İbnMâce, Tahâret, 105, Tirmizi, Tahâret, 9 8 ) m e â l i n d e k i hadisine dayanarak bu durumda olanların Kur’an okumak maksadıyla besmele çekmelerini haram saymışlar, dua ve senâ maksadıyla okunmasında ise bir mahzur görmemişlerdir.15

Lutûf ve ihsanı ile herkesi ve her şeyi kuşatan Allah(c.c.) Kur’an-ı Kerîm’i indirirken, ilahî ismini öne almak suretiyle başlamanın kutsal edebini öğrettiği gibi, besmele düsturunu her şeyin anahtarı olarak ihsan ederek, İslam ümmetinin bütün iş ve ihtiyaçlarının başında iktibas edecekleri ve uyacakları kıymetli bir gelenek kılmıştır. Nitekim Resul-i Ekrem de hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Besmele her kitabın anahtarıdır”, “Besmele ile başlamayan her mühim iş sonuçsuz kalır”. Mutlaka Allah (c.c.) ismi ile başlamayan her iş O’nun yüce huzuruna

15 “Besmele” md.,TDVİA, c. V, s.531.

sunulamaz, sonuçsuz ve tamamlanmamış olarak kalır.16

Abdullah Murat Şükrüoğlu hocamız sohbetlerinde asıl önemli olanın, istiâze ve besmelenin manalarını değil mahiyetini anlamak ve hayata tatbik etmek olduğunu vurgulayarak bizi şu şekilde uyarmaktadır:

Eûzu’yu anlamak, Bismillahirrahmânirrâhim’i yaşamaktır.Eûzu “sığınırım”;billahi “O Allah’a”;mine’ş-şeytan “şeytandan”;racîm “taşlanmış, horlanmış, kovulmuş” şeytandan, kötü ve kötülükler yapan, kötü ve kötülüklere davet eden nefsimin şerrinden, Hak ve hakikate davet edilince riyakârlık yaparım düşüncesi içerisine girip de “Yaptıklarımla dediklerim birbirini tutmuyor, o zaman köşeye çekileyim” diyenin şerrinden. Sığınmanın ne olduğunu bilmeyen, nereye sığındığını bilmeyen bir insanın Eûzü demesi kadar abes, desturun

ne anlama geldiğini bilmeden, mahiyetini bilmeden insanlara destur demesi kadar abes bir durum yoktur. Elbette kelime manalarını değil, mahiyetini anlamaktır asıl olan. Hayata tatbik etmek için anlamaktır. Evvelki âlimlerden bir tanesinin ölüm vakti geliyor, sekerâta yatıyor. Has talebesini çağırıyor;

Evladım ! Elli senemi istiâzeyi anlatarak geçirdim, vefatımdan sonra halefim sensin, sen de Bismillahirrahmânirrahîm’i anlat bu kalan zümreye, diyor.

Ne âlim bıkmış elli sene Eûzü’yü anlatmaktan; ne de cemaat bıkmış Eûzü’yü dinlemekten. Elli sene sonra talebesine şunu söylemekte: “En iyi anlayan sensin, bundan sonra anlat Bismillahirrâhmanirrâhîm’i bu kalan arkamızdaki zümreye!.

Yüce rabbimiz bize ve bütün mü’min din kardeşlerimize anlamayı, anlatmayı, hayatımıza tatbik etmeyi nasib eylesin. Âmin.17

16 Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., c.I, s. 61.17 Abdullah Murat Şükrüoğlu, On Hafta Sohbetleri,c. 3, s. 12-13.

Page 10: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi10

KÜLTÜREL ÇÖKÜŞ

SELMAN BAHAR

Eğer Müslümanlar güçlü bir devletin ça-tısı altında İslam’ı yaşamak istiyorlarsa, her yazımızda değinmeye özen gösterdiğimiz üzere kendileri önce güzel Müslümanlar olacaklar. Sonra çevrelerine yayacaklar ve devletlerinin kültürünü İslamlaştıracaklar. Fakat tam tersine kültürümüzün nadide güzelliklerini kaybetmeye, İslam’ın güzel-liklerini ötesine itmeye başlayan bir nesil yetişmekte. Bu durumun devamındaki tehlike sonraki nesillerin yozlaşmış, değer-leri boşalmış bir kültür yaşadıklarını bile anlayamayacak hale gelmesidir.

Dünya tarihi dile getiriyor; insanlığın, gelişmişlik serüveninin zirvesine varıp dü-şüşe geçeceği eşiğe yaklaştığını, kulak ve-rip dinleyebilene. Unutulan coğrafyaların, bırakın teknolojik imkânlardan yoksunlu-ğunu hala teknoloji kelimesinden bi haber olduğunu unutan “gelişmiş” medeniyetler var. 20. Yüzyılda büyük savaşlardan ideo-lojik ve ekonomik kârlarla ayrıldığını düşü-nüp zararını küçük devletlerin sırtına yük-leyen “büyük” devletler var. Hissettiğimiz tedirginlik, gelişmiş devletlerin gelişmişlik ve modernleşme çizgisinde evrensel hoş-görüyü kaybetmeye ve medeniyetler ara-sındaki çekişmenin şiddetli –bazen soğuk bazen sıcak her halükarda can yakıcı- sa-

vaşlar haline dönüşmesine zemin hazırla-masının meydana getirdiği tedirginliktir.

Son yüzyılda iki farklı kültürü simgele-yen Avrupa ve İslam devletlerinin yaptığı bütün faaliyetlerinin sadece dünyaya za-rar vermek olduğu düşüncesi acı ve doğ-ru bir tespit. Artık Doğu-Batı çekişmesinin Dünya siyaset ve sosyal hayatına hırs, öfke ve ölümcül rekabetten başka bir şey ka-tamadıkları aşikâr bir tablo olarak gözler önündedir. Avrupa yalancı zaferlerle ken-dini şımartırken; Doğu bu zaferlerin yala-nına inanarak kendilerini nefret gölgesine itmekteler. Nefret gölgesinde perçinlenen sinirler bir kıvılcımda alev topu olmakta ve Batıya ulaşamadan kendi içlerinde pat-lamaktadır. Bu durum sadece İslam dev-letlerinin manevi havasını kaybetmesine değil, azalan maneviyatla beraber İslam halklarının sosyal yaşamlarında ahlaki çöküntülere neden oluyor. İman mefhu-munu yanlış algılamış olmak; imanın bize önce bireysel sonra kitlesel güzel getiriler sağlamasından öte hayatımızdaki mu-habbeti, hoşgörüyü, saygıyı ve onurlu bir yaşam adına gereken bütün erdem yüklü özellikleri kaybettiriyor.

Şöyle denebilir ki; eğer “Amerika ve İsrail

Page 11: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi11

gibi anti-İslamist altyapıya sahip büyük güçler! İslam üzerinde oynadıkları oyun-larda hiç mi başarılı olmadılar, onların hiç mi suçu yok?” diye sorarsanız “Muhakkak ki İslam devletlerinin yaşadığı bunalımda dış etkenlerin payı var.” deriz. Ama eğer Irak’ta bir Sünni, Şii mahallesine üstünde bom-bayla gidip onlarca canı katledebiliyorsa ve iç mihraklar bu Sünni kişiye “kahraman, şehit, Allah’ın direnişçisi” diyerek övgüler yağdırabiliyorsa burada büyük bir sorun vardır. Bu sıkıntının müsebbibi İslam ahlak ve şuurunu zamanla kaybedip, kendini yoz-laşmaktan kurtaramayan Müslümanlardan her biridir.

Bizler Müslüman olarak en kötü Müslüman’ın en iyi kâfirden hayırlı oldu-ğunu anlayamamışız demektir. Bizler ne olursa olsun zulme karşı farklı renkler ola-rak birleşemiyorsak, kolayca farklılıklarımızı kullanarak bizi oyuna getiriyorlar demektir.

Hâlbuki insanın, hele de Müslüman ise tek gayesi şuurlu, ahlaklı ve onurlu bir şekil-de yaşamını bitirmesi değil midir?

İnanç mefhumu kötü niyetli insanlar elin-de hafife alınmayacak kadar tesirli bir silah haline dönüşebilirken, biz Müslümanların en çokta imanımızı ihmal etmemizin ne-resi şuurlu bir yaşamdır? Müslümanları birbirine kırdırmanın en etkili yolu İslam ahlakını yozlaştırmakken, bizlerin en çokta yanlış anlaşılmış “modernizm” kisvesi altın-da Batılılaşma çabamızın neresi ahlaklı bir yaşamdır? Dünyalık zaferlerin telaşı içinde körelttiğimiz manevi saadet arayışımızın neresinde onurlu bir yaşamın izi vardır? Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocamızdan Allah razı olsun çok güzel söylemiş;

“Hele bakın şu dünya düzenine,

Kim neyi nasıl cehennem etmiş kendine.

İnsanoğlu cehennem eder dünyayı ken-di kendine”

İntikamın iki belirgin sebebi vardır; kin ve ego… Kin sakıncalı ve hoşgörüyü yıkan keskin bir hastalıktır. Ego biraz daha ma-sum görülebilir. Fakat her halükarda ikisi de zalim bir insan haline dönüştürür intikam peşinde koşan insanı. Tek istisna ise kendi geçmişimizle yarışıp hatalarımızı düzelt-mek için kendi kendimize giriştiğimiz in-tikamdır. Başka her türlü dünyalık rekabet bizde kin ve öfkeye sebep olacak ve her zaman için daha fazlasına göz diktirecek bir ahlaksızlığa sürükleyecek.

Bunu devletler bazında düşünemez mi-yiz? Düşünmek zorundayız. Eğer gerçekten vatanperver olduğunu kabul edecekse bir insan önce İslam’ca düşünecek. Diyecek ki “Benim devletimin zulümle, kibirle, can yakmayla ne işi ola? Tek işi daha huzurlu so-kaklar inşa etmek, selam verdiğimde önyar-gısız selamımın alındığı sokaklar… Benim devletimin işi İslam’ın rahatça ve her İslami âdetin özgürce yaşandığı şehirler inşa et-mek. Bir ucunda yaşanan felaketi dindir-meye diğer ucunun canla başla koştuğu bir vatan inşa etmek benim devletimin işi. Benim devletimin başka topraklarda gözü olmamalı. Bu yüzden benimde başkasının ekmeğinde gözüm olmamalı.”

Bizim daha iyi yaşama çabamız diğer in-sanların hakkını gasp etmemize sebep olu-yorsa bir şeyleri yanlış yapıyoruz demektir. Başka coğrafyalarda zulmün gölgesinde yaşamak zorunda bırakılmış kardeşlerimi-zi unutuyorsak hak ve hukuku bilmiyoruz demektir. Biz bütün Müslümanların iyiliği için çabalayacağız, eğer çabalayamıyorsak kötü insanlar olmaya başlamışız demektir. İnsanlara İslam’ın Nuru’nu ulaştırmaya ça-lışacağız. Biz kendimizden başlarsak dillen-dirmeye halkalanarak dağılacak salih niye-timiz çevremize. Böylece ne kötü insanlar gibi vicdanı ardımıza atmış olacağız ne de bir Müslüman’ın gözyaşını kanına akıtacağız.

Page 12: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi12

İhlas Suresi

SURELERDENS.GÜLSOY

“Sığınırım Allah’a, kovulmuş şeytandan”

“Rahman Rahim olan Allhah’ın adıyla”

1 - De ki; O Allah bir tektir.

2 - Allah eksiksiz, sameddir (Bütün varlıklar O’na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir.)

3 - Doğurmadı ve doğurulmadı.

4 - O ‘na bir denk de olmadı.

Page 13: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi13

İhlas suresi, Kur’an’ın 112. suresidir. Mekke döneminde nazil olmuştur. Kur’an’daki en kısa surelerden biridir. Bu sure İslam dininin temeli olan “Allah’ın birliği (tevhit)” ilkesini en güzel, en özlü bir şekilde açıklar.

RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAHIN ADIYLA

İhlas ne demektir?

İhlas, samimi olmak, dine içten bağlanmak, dinin esaslarını sırf Allah rızası için uygulamak, her türlü hurafe ve batıl inançlardan samimiyet-le arınmaktır.

Câbir bin Abdullah (r.a) anlatıyor:

Resûlüllah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Kim her gün elli defa İhlâs sûresini okursa, kıyâmet gününde kabrinden şöyle çağrılır: ‘Kalk, ey Allâh’ı öven kişi, cennete gir!”1

KUR’ÂN’IN ÜÇTE BİRİNE MUÂDİL BİR SÛRE

Ubeyy bin Ka‘b, Ömer bin Hattâb, EbûMes‘ûd el-Ensarî, Simâk, Enes bin Mâlik ve Ebû Eyyûbi’l-Ensârî (radıyallâhüanhüm) tarafından rivâyet edilen bir hadîs-i şerifte Peygamberimiz (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Herhangi bir akşam İhlâs sûresini okuyan, o gece Kur’ân’ın üçte birini okumuş olur”2

Buhârî’nin (r.h)Ebû Saîdi’l-Hudrî’den (r.a), Müslim’in (r.h) Ebudderdâ’dan (r.a) rivâyet ettik-lerine göre Resûlüllah Efendimiz(s.a.v):

- Kur’ân’ın üçte birini bir gecede okumak size güç gelir mi? diye sordu. Ashâb-ı kirâm:

- Buna hangimizin gücü yetebilir, yâ Rasûlellah? Dediler.

Resûlüllah (s.a.v) Efendimiz:

- İhlâs sûresi (Kul hüvellâhüehad) Kur’ân’ın üçte birine denktir, buyurdu.1 Taberânî, Mu‘cemü’s-Sağîr, 2/7812 Tirmizî, Sünen, Fedâilü’l-Kur’ân, 2

Müslim’de yer alan Ebû Hüreyre’nin (r.a) rivâ-

yetinde ise, Resûlüllah Efendimiz (s.a.v), kendile-

rine Kur’ân’ın üçte birini okuyacağını bildirerek

ashâbını toplar İhlâs sûresini okur ve hücre-i

saâdetine girer Bir süre sonra çıkar ve:

-“Size Kur’ân’ın üçte birini okuyacağım demiş-

tim Dikkat ediniz! Bu sûre, Kur’ân’ın üçte birine

muâdildir” buyurur.

Ashâb-ı kiramdan Muâviye bin Muâviye el-

Müzenî (r.a) Medine’de vefât etmişti. O sırada

Tebük’te bulunan Resûlüllah Efendimize (s.a.v)

Cebrâil (a.s) haber verdi ve cenâze namazını

kılmayı isteyip istemediğini sordu Resûlüllah

Efendimizin (s.a.v) “Evet” cevabı üzerine,

Müzenî’nin (r.a) cenâzesi Resûlüllah’ın önüne ge-

tirildi Resûlüllah Efendimiz, arkasında her biri 70

bin melekten teşekkül eden iki safla birlikte ce-

naze namazını kıldı Sonra Resûlüllah Efendimiz

(s.a.v) , merhûmun bu mazhariyete nasıl ulaştığı-

nı sordu Cebrâil (a.s):

- İhlâs sûresini sevmesi; otururken, (yanları

üzerine) yatarken, yürürken, dururken her hâl ü

kârda onu okuması sayesinde! cevabını verdi3

KUR’ÂN-I KERİM’İN GÜNLÜK HAKKI

Ebu’l-Fârûk Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s) haz-

retleri de, Kur‘ân-ı Kerim ve İhlâs-ı Şerif’le alâkalı

olarak buyurmuşlardır ki:

“Her gün hakk-ı Kur‘ân (Kur‘ân-ı Kerim’in gün-

lük hakkı) 200 âyettir; elli İhlâs-ı Şerif okunursa,

Kur‘ân-ı Kerim’in hakkı ödenmiş olur Buna riâyet

eden, bu vesîle ile dünyada hiç bir sıkıntı gör-

mez, rızkı da geniş olur.”3 Aliyyü’l-Karî, Mirkâtü’l-Mefâtîh, 2, 355

Page 14: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi14

Denizde, hamamda, kaplıcada, “Hepimiz erkeğiz veya hepimiz kadınız” diyerek, erkek erkeklerin yanında, kadın kadınların yanında tesettürsüz rahatça durabiliyorlar, bunun hükmü nedir? İzah eder

misiniz?

Avret

FIKIHAYŞE TUNÇ

Değerli Kardeşim, öncelikle islamda, ka-dın ve erkeğin avretini izah etmek gerekir. Şöyle ki;

بسم الله الرحمن الرحيموا من ابصارهم ويحفظوا قل للمؤمنين يغضفروجهم ذلك ازكى لهم ان الله خبير بما يصنعون ﴿٣٠﴾ وقل للمؤمنات يغضضن من ابصارهن ويحفظن فروجهن ولا يبدين

... زينتهن

“Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haram-dan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu dav-ranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haber-dardır. ﴾30) Mü’min kadınlara da söyle, gözle-rini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusun-lar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstes-na, zînet (yer)lerini göstermesinler. “

Avret, insan vücudunda başkası tarafın-dan görülmesi haram sayılan yerlerdir. “Avret” kelimesi Kur’ân-ı Kerimde terim olarak iki ayet-te geçer. Birincisi, “Mü’min kadınlara söyle gözlerini sakınsınlar, ırzlarını ve namusları-nı korusunlar, görünmesi zaruri olan yerler dışında ziynetlerin açmasınlar; ancak koca-

larına, babalarına, kocalarının babalarına, oğullarına, kendi kardeşlerine, kardeşlerinin oğullarına, kız kardeşlerinin oğullarına, ka-dınlara, köle ve hizmetçilerine, erkeklikten kesilmiş yaşlılara ve kadınların avretlerinden habersiz çocuklar müstesnadır. Gizledikleri ziynetleri anlaşılsın diye ayaklarını da yere vurmasınlar. Hepiniz Allah’a tövbe edin ki felaha eresiniz” 1ayetinde geçmektedir. İkinci de “Ey iman edenler! Hizmetçileriniz ve sizin henüz buluğa ermeyen çocuklarınız odala-rınıza girecekleri zaman üç vakit sizden izin istesinler. Sabah namazından önce, öğle sı-cağında odanıza çekildiğiniz zaman ve yatsı namazından sonra… Bu üç vakit sizin avret vaktinizdir. Bu üç vaktin dışında izin isteme-lerine gerek yoktur”2 ayetinde geçmektedir. Bu ayetlerde avret kelimesi başkalarının görmesi yasak olan bölgelerin açık bulunabileceği vakit-ler olarak geçmektedir.

Avret ikiye ayrılır. Birincisi, Kur’ân-ı Kerimde “Sev’e” olarak geçen kadın ve erkek cinsel or-ganları anlamındadır.3 Maide Suresinde de ört-mek ve kapatmak anlamında “sev’e” kelimesi kul-lanılmıştır.4 Buna “Avret-i Galiz” denir. Bir insa-nın nikâhlı eşi dışında kimseye gösteremeyeceği avretidir.

İkincisi, Cinsel organların dışında nerelerin

1 (Nur, 24:31)2 (Nur, 24:58)3 (Â’raf, 7:20, 22, 26, 27; Taha, 20:121)4 (Mâide, 5:31)

Page 15: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi15

avret olduğu hususu Rasulullah’ın (s.a.v) hadisle-rinde düzenlenmiştir. Rasulullah (s.a.v) erkekler için gerek namaz kılmak ve ibadet etmek gerek-se namaz dışında evde ve toplum içinde avret olan ve örtünmesi gereken yerleri belirlemiştir. Hadislere göre erkekler için avret olan ve ör-tülmesi gereken yerleri göbeği ile diz kapağı arasıdır. Kadınlar için Rasulullah’ın (s.a.v) avret olarak belirlediği yerler yüz, el ve ayak dışındaki bütün bedendir (Ayak tartışmalıdır). Kadınlar ge-rek ibadet ve namaz için gerekse evinden çıktığı zaman yabancılar, yani nikâhı düşen ve nâ-mah-rem, yani kendisine nikâhı haram olanlar dışında el ve yüz dışında bütün bedeni avret sayılır ve örtünmesi gerekir.

Birde, kadının kadına ve erkeğin erkeğe karşı avreti konusu vardır ki şöyledir:

Erkeğin erkeğe karşı avreti: Resûl-i Ekrem (s.a.v)’in: “Müslüman erkeğin uyluğu (diz kapağı ile kalçası arası) avrettir.” buyurmaktadır.5Hanefi fûkahası, erkeğin göbeği ile diz kapağı arası avret-tir, diz kapağı da dahildir derken, diğer üç mezhe-be göre diz kapağı avret değildir.

Resûlullah (s.a.v) Hz. Huzeyfe (r.a)’i mescidde dizi açık olarak görünce:

- “ Dizini açma! Çünkü orası avrettir” buyurmuş-tur.6

Öyle ki Resul-i Ekrem (s.a.v) diğer bir Hadis-i Şeriflerinde de:

“Avret yerinizi açmayınız (yalnız iken de açma-yınız). Çünkü yanınızdan hiç ayrılmayan kimseler (melekler) vardır. Onlardan utanınız ve onlara saygılı olunuz”.7

Ümm-i Seleme diyor ki, Meymûne ile birlikte Resûlullahın yanında idik. İbn-i Ümm-i Mektûm izin isteyip içeri girdi. Resûlullah bunu görünce bize:

-Perde arkasına çekiliniz! buyurdu.

-O âmâ değil midir? Bizi görmez dedim.

-Sizde mi körsünüz? Onu görmez misiniz? bu-yurdu.8 (Yâni, o kör ise de, siz kör değilsiniz ya, buyurdu.)

5 (Müsned, III, 478)6 (Sünen-i Tirmizi)7 (Eşi’at-ül-Lemeât)8 (imam-ı Ahmed ve Tirmüzî ve Ebû Dâvüd)

Kadının kadına karşı avreti: Diz kapağı ile göbeği arasıdır. Kadın kadına da olsa bu kısma bakamaz haramdır, çünkü avret-i galizdir. Ancak Müslüman bir kadının, gayr-i müslim (Yahudi, Hıristiyan vs..) bir kadına karşı avreti hususunda muhtelif görüşler ortaya konulmuştur. Şöyle ki; Âyet-i Kerîme’de geçen “kendi kadınları” tabirini, Müslüman kadınlar manasına ele alan ûlema, Müslüman bir kadının, gayr-i müslim (Yahudi, Hristiyan vs.) kadınlara vücudunu göstermesi haramdır demiştir.

Hz.Ömer(r.a)ın görevlisi Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh’a yazdığı emir mektubunda:

-“Haber aldığıma göre, gayrı müslim vatan-daşların (zimmîlerin) kadınları, Müslüman ka-dınlarla beraber hamamlara giriyorlarmış. Bunu yasakla ve buna engel ol. Çünkü zimmî bir kadın, Müslüman bir kadının avretine bakamaz” diye emir vermiş.

Ebû Ubeyde de bunu yürürlüğe koymuş ve:

-”Hangi kadın özrü olmaksızın, sırf yüzü-nü parlatmak amacıyla hamama giderse, yüz-lerin aklanacağı gün-de Allah onun yüzünü kara eylesin!” diye ilân etmiştir.9

Kadının “Kendi Kadınlarına” göre avre-ti, erkeğin erkeğe göre avreti gibidir, yani göbeği ile dizkapağı

arasından ibarettir. Ancak İmam Azam’ dan bir rivayete göre, kadının “Kendi Kadınları” na göre avreti de, mahremi olan erkeklere göre avreti gi-bidir, karnını ve sırtını da gösteremez.10

Rasulullah Efendimiz (s.a.v) hamam ko-nusunda şöyle buyurur:

Câbir’den (r.a) rivâyete göre, Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse peştamalsız hamama girmesin. Allah’a ve ahiret gününe inanan hanımını hamama sok-masın. Allah’a ve ahiret gününe inanan üzerinde içki içilen masalara oturmasın.”11

Ebû’l Melîh el Hüzelî’den (r.a) rivâyete göre, Hıms ve Şam halkından bazı kadınlar Âişe’nin ya-nına girdiler, Âişe onlara şöyle dedi:

9 (Kurtubî )10 (Zeylaî, Tebyîn VI/18.)11 (Tirmizi)

“Avret yerinizi açmayınız (yalnız iken de açmayınız). Çün-kü yanınızdan hiç ayrılmayan kimseler (melekler) vardır. On-lardan utanınız ve onlara saygılı olunuz”.

Page 16: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi16

-Siz öyle kadınlarsınız ki hamamlara gidiyor-sunuz. Ben ise Resûlullah (s.a.v)’dan şöyle derken işittim: -“Herhangi bir kadın, kocasının evinden başka bir yerde elbisesini çıkarırsa Rabbiyle ara-sındaki haya perdesini yırtmış olur.” 12

Ya’lâ’ dan rivayet olunduğuna göre;

Resulullah (s.a.v) kırda peştamalsız olarak yı-kanan bir adam görmüş ve minbere çıkıp Allah’a hamd ve senada bulunduktan sonra:

-”Muhakkak ki Aziz ve Celîl olan Allah utan-gaçtır, (ayıplara) kapalıdır, utanmayı ve örtün-meyi sever, biriniz yıkandığı zaman örtünsün” buyurmuştur.13

Abdurrahman b. Ebî Saîd el-Hudrînin) ba-basından rivayet olunduğuna göre; Rasulullah 12 (Ebû Dâvûd, Hamam, Tirmizi, edeb 43; ibn-i mâce edeb 38: Dârimi, islizan 23; Ahmed b. Hanbel 4l. 173. 199 267.362)13 (Ebû Davud vitr 23: Nesâi. gusl 7; Ahmed b. Hanbel IV 224)

(s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Erkek erkeğin avret yerine bakamaz. Kadın da kadının avret yerine bakamaz. (Aralarında bir engel olmadan) bir erkek bir elbise içerisinde di-ğer bir erkeğin tenine dokunamaz. Kadın da bir elbise içerisinde diğer bir kadının tenine doku-namaz. 14

Kaynaklarda yer alan ayet ve hadislerden de anlaşıldığı üzere, kadın ve erkeğin, hamama, kaplıcalara ve denize gitmesi caiz görülmemiş, yasaklanmıştır. Günümüzde bazı kimselerin yap-tıkları gibi sere serpe yıkanmak, kadın kadınayız veya erkek erkeğeyiz diye fütursuzca hamama, kaplıcalara veya denize girmek, gösterilmesi ha-ram yerlerini açmak kesinlikle yasaktır, haramdır. Hamamda, kaplıcada ve denizde bulunup ta baş-kalarının avret yerlerine bakmak da haramdır.14 Müslim Hayz/78, Nikâh/123, 124)

Page 17: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi17

ادعو الله و انتم موقنون بالاجابة واعلموا اأن الله تعالى لا يستجيب دعاءا من قلب غافل لاه

Ebu Hureyre (r.a.)’ın rivayet ettiğine göre, Muhamed Mustafa (s.a.v) buyuruyor ki;“Allah’a dua ediniz fakat kabul olacağına inanarak, biliniz ki, Allah-u Teala

gafil olan kalbin duasını kabul etmez.”

Allah’a dua edin, kabul olacağına inanarak. Yalnız, başka şeyle, faydasız amelle, faydasız kül-türle, faydasız bilgiyle veyahut şüphe içerisinde Allah’a dua edilirse, Allah (c.c.) duayı kabul et-mez.

Ayet-i celile de Rabbül Alemin öyle buyuru-yor;

“Duanız olmasa ne işe yararsınız?”

Allah’ın Rasulü (s.a.v) de diyor ki;

“Kabul olmayan duadan Rabbim sana sığını-rım.”

Allah Rasulü (s.a.v), kabul olmayacak duadan sana sığınırım derken, biz sanki emir erimiz ve-yahut bir hizmetkarımız varmış da emrediyor-muşuz gibi dua ediyoruz. Getirmese ben de onu yapmam dercesine, ibadetler edersek veyahut kalbimiz dünyayla meşgul, dünyalıkla meşgul iken yaptığımız dualar.

Aman ya rabbi! Ben sana şu ibadeti yapıyo-rum, sende bana şunu ver, der gibi dualar eder-sek Allah (c.c.)onu size verir. Lakin sizin yüzünüzü kendisinden başka bir yere çevirir bunu da bilin. İnsanların okuduğu birçok dua vardır. Bin salat-ı terficiye okur yahut salat-ı tüncina okur veyahut kırk tane ya-sin okur yada bin Yasin okur hatme-der. Allah’ın melekleri o kulun yanına gelir, o kul ‘Allah (c.c.) Allah (c.c.) dese, Allah’ın melekleri onu kuşatır. Allah ‘da; ‘ lebbeyk’ der. Lakin kalbine bakar, dünyalıkla meşgul, bu işi nasıl yapsam, na-

sıl iş bulacağım gibi şeylerle meşgul. Böyle dua edenin duasına icabet edilmez. Allah (c.c) ‘leb-beyk’ dediydi lakin kalbin meşgul. Dilin diyor ki Allah’ım ver. Ne verecek ‘lebbeyk’ diyor istediğini söylemiyorsun. O havalede 40 tane ya-sin oku-muşsun, çok mu önemli Allah (c.c.) için okunma-yan hiçbir şeyde hayır yoktur. Ancak Allah (.c.c.) için okursun, Allah (c.c.) için ibadet edersin.

İsteyin diyor Allah sınırsız isteyin ama kalbi meşgul aklı meşgul olarak değil. İmam-ı Ali gibi,

huzura durduğunda kırk hale girecek, Allah’ı görüyor olduğunun bilincine varacak. Ben gör-müyorum Allah’ı ama Allah beni görüyor. Ben duymuyorum Allah’ı ama Allah (c.c.) beni du-yuyor diyen insanın duasına tez icabet edilir. Allah’a hüsnü niyet içinde yapılan dualar tez ka-bul edilir. Sen hangisini kabul edersen onu seç. Küfür içinde de yaptığın dua kabul olur. Lakin Allah (c.c.) sırf sana verir, kendisinden uzaklaştı-rır. İbadetinden uzaklaştırır, sevdiği insanlardan uzaklaştırır. Verir sana dünyalığı verir ama ahret-liği sevenleri, Allah (c.c.)kendi sevdiklerini size sevdirmez.

Gel duanı şeksiz şüphesiz et. Allah –u Teala dualarının karşılığını verecek. Mutlaka verecek. Gönüllerinizi oyalamadan, ellerinizi açtığınızda Allah’ın sizi duyduğunu gördüğünü bilin. Çünkü Allah muhakkak ki işiten ve görendir.1

1 ON HAFTA SOHBETLERİ 2. CİLT

HADİS

Page 18: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi18

ما اجمل راع راعنا

BİZİM ÇOBANIMIZ NE GÜZEL !Gül Goncası ömrünün 10. Yılları içindeyken

geçimi sıkıntılanan amcasına yardım etmek için izin istedi. Efendimiz (s.a.v) bu konuda ki ısrarları sonucunda amcasına destek olmaya, hem onun hem de Kureyşlilerin koyunlarını dolaştırıp, otlatmaya başlamıştı.

Böylece hem amcasına yardım etmiş hem de koyunlarla gün boyu dolaşırken âlemi te-fekkür etmeye başlamıştı. Üstelik bu vazife sayesinde toplumun içinde bulunduğu cahi-liye hayatlarından uzakta kalıyordu. Çobanlık Araplar arasında sıradan bir meslek değil ak-sine zengin çocuklarının da yaptığı bir işti. Ayrıca çobanlık birçok peygamberin de uğraş-tığı derin bir meslekti.

“Herkes ne için yaratılmışsa onun için

çalışır yahut kendisi için kolaylaştırılıp ha-zırlanan şey için çalışır.” 1

Rasul-i Ekrem konu üzerine söyledikleri bu hadisi şerifte insanların uğraşlarının misyon-ları ile orantılı olduğunu, yapılan işlerin ileriye yönelik bir hazırlık görevi taşıdığını aktarmak-tadır.

Nübüvvet vazifesi verildikten sonra saha-beleriyle bir gün Merruzzahran mevkiinde beraberce misvak ağacının yemişini topluyor-lardı. O aydınlık sima, sadru’ş- şifa Efendimiz (s.a.v) sahabelerine şöyle buyurdu;

“Siz bu yabani yemişlerin karalarını ter-cih ediniz. Çünkü onun siyahı en lezzetlisi-dir!”

O gül cemalin muhatabında ki Sahabeler, merak ve hayret içinde;

- “Ya Rasulallah !..” “Bu yemişin iyisini 1 el-Buhari, 82 kader 2, (VII, 211).

SİYER-İ NEBİM. DİKKATLİ

Page 19: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi19

kötüsünü çobanlar bilir. Siz de koyun güttünüz mü?” dediler.

Nebi’yi Ekrem Efendimiz (s.a.v) hasretinden çatlayan gönüllerin, görme muradıyla yananla-rın, hasretine düşenlerin derdine deva gülümse-mesiyle;

“Hiçbir peygamber yoktur ki koyun güt-memiş olsun!”2 Cevabını verdiler.

Peygamberlik ile çobanlık arasında benzer-liklerin çokluğundan bahsetmiş nice âlimler. Zira çoban sürüsünü ne yapar? Elinden geldi-ğince sürüyü zorlar. Peygamberler de ahrette rahat etmesi adına ümmetlerini dünyadayken zorlar. Şu süslü görünen dünya çukuruna ayağı-mız kaymasın diye binbir zahmetle doğru yola iletmeye çalışır. Yine Peygamberler koyunların sorumluluklarını üstlenerek ümmetlerinin işleri hakkında, yöneticilik ve idare sanatı gibi konu-larda tecrübe edinirler. Koyunlarla bulunarak onlara karşı merhamet, vakar, hilm ve hoşgörü duyguları gelişir. Koyunun tabiatı gereği davra-nışlarına sabır ve anlayış artar. Sürülerini zarar verici hayvanat ve hırsız cinsinden düşmanların-dan korumak için sab-rederler. Hayvanların farklılıklarını, zayıflıkla-rını, bir arada yaşamaya olan ihtiyaçlarına rağ-men aralarında ki şid-detli çatışmaları görerek ümmeti anlamakta yol kat ederler. Böylece üm-mete karşı derin bir şef-kat, anlayış noksanlarına karşı şiddetli bir sabır ve tahammül örneği sergilemek daha mümkün hale gelir. Çobanlıktan elde edilen bu ön çalışma neticesinde, ümmetin davranışlarının vereceği zorluk ve ağırlık bu işe birden bire girenlere göre daha az olur. Özellikle koyun çobanlığının örnek verilmesi, koyunun tabiat gereği daha zayıf, bağ-la sabitlenmediklerinden dağılmaya daha müsa-it olmalarına rağmen emirlere uymasının daha çabuk oluşunun insanoğlu ile benzerlik göster-mesindendir. Rasul-i Zişan Efendimiz (s.a.v) bu konuya işaretle;

“Sükûnet ve va kar, ko yun bes le yen ler de-dir.” 3 bu yur muş tur.

2 Buhari, Sahih. c. 2, s. 247248; Müslim, Sahih, c. 6, s. 125; İbni-Mace, Sünen, c. 12, s. 727.3 (Bu hari, Me na kıb, 1; Müs lim, İman, 84/52)

Habibi Kibriya Muhammed Mustafa Efendimiz (s.a.v) inananları dünya ve ahirette rahata, huzu-ra erdirmek görevinin izlerini daha küçüklüğün-den itibaren dolu dolu taşıyordu, yaşatıyordu. Yaşamı anlamamız ve insan olmanın sorumlulu-ğuna varabilmemiz adına bizi aydınlattığı hadis-i şeriflerinden bir tanesiyle O’nu anlama yolunda gidelim inşallah;

أمير كلكم راع، وكلكم مسؤل عن رعيته، والاراع والرجل راع على اأهل بيته، والمراأةراعية على بيت زوجها وولده فكلكم راع وكلكم

مسؤل عن رعيته

İbn Ömer (r.a)’in rivayet ettiğine göre, Nebi (s.a.v) şöyle buyurdu;

“Hepiniz çobansınız ve hepiniz elinizin al-tındakilerden sorumlusunuz. Yönetici bir ço-bandır. Erkek aile halkının çobanıdır. Kadın,

kocasının evi ve ço-cukları için çobandır. Hepiniz çobansınız ve hepiniz çoban-lık yaptıklarınızdan sorumlusunuz.”4

Mevla-yı Zülcelal’in terbiyesinde bir senele-rini bu şekilde nübüv-vete hazırlık yolunda koyun gütmekle geçir-mişlerdir.

Artık 12 yaşlarının içinde, akranları arasın-

da her anlamda seçkin bir genç olan Efendimiz yalnız çobanlıkta değil ticarette de amcasına yar-dımcı olmak istemiş ve hazırlanan Suriye/ Şam kafilesine onunla birlikte katılmışlardır.

Arazisi tarıma uygun olmayan bu beldede Kureyşliler hayatlarını ticaretle kazanırdı. Buna bağlı olarak Peygamber Efendimizin büyük de-desi Haşim b. Abdimenaf devrinde gerçekleşti-rilen ticari anlaşmalar sayesinde Mekkeliler, yaz aylarında Suriye’ye, kış aylarında ise Yemen ve Habeşistan’a seyahat ederlerdi.5

Kervan, uçsuz çöllerin, sıcak ve zorlukla geçen uzun yolculuğun ardından Busra’ ya vardı ve bu-rada mola verdi. Busra, Şam ile Kudüs arasında-

4 (Buhari,Nikah,91)5 İbn Sa’d, Tabakat,I,75; İbn Esir, el-Kamil,II,16.

Peygamberler de ahrette rahat etmesi adına ümmetlerini dünyadayken zorlar. Şu süslü görünen dünya çukuruna ayağımız kaymasın diye binbir zahmetle doğru yola iletmeye çalışır.

Page 20: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi20

6suyu bol ve bahçelerle kaplı bir kasabaydı. Busra panayırının yakınlarında ki manastırda

yaşayan hatırı sayılır rahip Bahira7, gelen ker-vanda bazı olağandışı durumlar fark ederek bir ziyafet düzenlemiş ve olayı anlamak üzere ker-vanı davet etmişti. Suriye ticaret yolu üzerinde bulunan bu manastırdan daha önce böyle bir iltifat ve ilgi görmeyen kafile şaşkınlıkla da olsa davete icabet etmişti. Gelecek olan Hatem-i Nebi’ nin özellik ve alametlerini bilen bilge rahip gelenler içinde aradığı nuru, nübüvvet kokusu-nu bulamamanın hayal kırıklığıyla, ‘Kervan içe-risinden yemeğe katılmayan kimse var mı?’ diye sorar. Herkesin geldiğini, yalnızca küçük bir ço-cuğun eşyaları beklemek için bırakıldığını öğre-nen Bahira, O’nun da getirilmesi için ısrarcı olur. Mukaddes kitapları incelemiş, Kur’an-ı Kerim’ de belirtildiği ehli kitabın ilim verilenlerinden8olan Bahira, Nur-i Cenan Efendimiz (s.a.v)’i görmesiy-le hayran olmuş, aradığını bulmuştu. Efendimiz (s.a.v)’e sorduğu sorulardan aldığı cevaplar kar-şısında kanaati kuvvet-lenmiş, emin olmuştu. Amcası Ebu Talib’le gö-rüşerek;

“Yeğenini hemen memleketine geri gö-tür. Onu Yahudilerden koru. Vallahi, Yahudiler çocuğu görüp, benim fark ettiklerimi fark ederlerse ona kötülük-te bulunurlar. Çünkü senin bu yeğenin ileri-de büyük şan ve nam kazanacaktır. Durma, onu hemen geri götür.”9

Bahira’ nın bu uyarıları üzerine Ebu Talib,  yol-culuğun geri kalan kısmından vazgeçerek mal-larını orada sattı ve yeğeni ile birlikte Mekke’ye döndü.10

Muhbir-i sadık Efendimiz (s.a.v) küçük yaşta sorumluluk almış, amcası Ebu Talib ile yaptığı bu ilk seyahatte ticaret ve insan ilişkileri adına birçok şey öğrenmiştir. On yedi yaşlarında bulunduğu yıllarda da amcaları Zübeyr ve Abbas ile bir tica-

6 Şam’ın 90 km. güneyinde, Eski Şam da denilen mevki.7 Arami dilinde “seçilmiş” manasına gelen Bahira kelimesini un-van olarak alan bu rahibin asıl adı, Circis veya Sercis’tir. Avrupalı tarihçiler, “Serciyus” derler. Bir Yahu di alimi iken, sonraları Hıristi-yanlığı kabul etmiştir.(İbn Hişam, Sire, c. 1,s.191,dipnot 1); Fayda, Mustafa, “Bahira”, İslam Ansikl., TDV Yay., İst., 1991, IV, 486.8 Bakara diye meşhur sure/ 146.9 Tabakat, 1/153-155; Ensab, 1/96-98; Taberi, 1/194-195.10 İbn Sa’d,I,155.;Ensab, 1/97.

ret kafilesiyle beraber Yemen’e gidip gelmiştir.11

Kendisine insanlar içinde ki duruşu, ticaret alanında ki doğruluğu ve dürüstlüğü sebebiyle güvenilir kişi manasında “El-emin”  lakabı veril-mişti. Rabbi Rahim’in şefkat kanadıyla büyüyen Muhammed’ül Emin Efendimiz (s.a.v) cahiliye çamurundan uzakta büyümüş, zamanın ve in-sanların kötülüklerinden de emin bir şekilde yetişmiştir. Hayatında hiç içki içmemiş, putlara tapmamış, putlar için yapılan törenlere katılma-dığı gibi onlar adına kesilen etlerden de hiç ye-memiştir. Tertemiz soyuyla, tertemiz büyüyen bu Güzeller Güzeli Ümmetin Efendisi (s.a.v)’e cahili-ye adetleri hiç çekici gelmemiştir. Rasul- i Ekrem (s.a.v) o günlere ait bu durumu Hz. Ali (kr)’ nin rivayetiyle şöyle anlatmışlardır;

“Ben, ca hi li ye in san la rı nın yap tık la rı bir şe yi yap ma ya iki de fa te şeb büs et miş tim. An cak Al-lah be ni on lar dan mu hafa za bu yur du.

Bir ge ce, Mek ke’nin yu ka rı ta rafl a rın da, Ku-reyş li bir kaç genç le ko yun la rı mı zı ot la tı yor-duk. Ar ka da şı ma:

“Eğer ko yun la rı ma ba kar san, ben de di ğer genç ler gi bi Mek ke’ye gi dip ge ce soh bet le ri ne ka tı la yım.” de dim.

Ar ka da şım:Olur, na sıl is ter sen

öy le yap! de di.Bu nun üze ri ne yo la

çık tım. Mek ke’ye yak-laş tı ğım za man, def,

ka val ve ıs lık ses le ri işit tim.“Bu ne dir? Di ye sor dum.Fa lan er kek ile fi lân ka dın ev le ni yor! de di ler.He men otu ra rak o ta ra fa doğ ru bak ma ya

baş la dım. O es na da Al lah ku lak la rı ma bir ağır-lık ver di ve ora cık ta uyu ya kal dım. Al lah’a ye min ede rim ki, gü neş üze ri me do ğun ca ya ka dar uya-na ma dım. He men dö nüp ar ka da şı mın ya nı na gel dim.

- Ne yap tın? di ye sor du.- “Hiç bir şey ya pa ma dım!” de dim ve ba şım-

dan ge çen le ri ona an lat tım.Baş ka bir ge ce, ay nı şey te ker rür et ti. Ben yi ne

Mek ke’ye ge ce soh be ti için git ti ğim de Al lah-u Te ala ta ra fın dan üze ri me çö ken ağır lık la gü neş

11 Tarih-i Din-i İslam, 2/33.

Kendisine insanlar içinde ki duruşu, ticaret alanında ki doğruluğu ve dürüstlüğü sebebiyle güvenilir kişi manasında “El-emin” lakabı verilmişti.

Page 21: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi21

do ğun ca ya ka dar uyu ya kal dım. Dö nüp ar ka da-şı mın ya nı na gel dim.

Rab bim be ni pey gam ber lik le şe refl en di rin-ce ye ka dar bun la rın ha ri cin de, hiç bir kö tü şe ye mey let me dim!”12 

Bulunduğu beldenin kuraklığından beter ku-rutan cahiliye batağından, çölünden daha yakıcı karmaşasından Allah-u Teala’ nın himayesinde, O’nun serinliğinde ve derininde huzur bulmuş, iyiden başka bir şey bilmemiş, hayırdan başkası-na meyletmemiştir.

Dünya denilen kör kuyudan, su yerine karga-şa dolu bu çukurdan ancak iman ile çıkılacağını göstermiştir. Vahiy suyuna hazırlanan beden kabı en safi haliyle muhafaza edilmiştir.

FETRETTEN, KARGAŞADAN İYİ ÇÖL MÜ OLUR!İMAN ÇÖL ORTASINDA, ELİNİZE GEÇMİŞ

VAHİY SUYUDUR.13

RASULULLAH (S.A.V)’ İN ŞEMAİLİEfendimiz (s.a.v)’in saçıŞemailin ilk bölümünde Nübüvvetin genel bir

sınırı çizildikten sonra detaya geçilmiş, Mübarek Başlarından başlanarak sırasıyla devam edilmiş-tir. Bu başlık altında saç tıraşları ile saç tarama şekli bahis edilecektir.

Tirmizi, tarihçi Ebu Said ve muhaddis Ebu Davud bu meseleye derli toplu en geniş yer ve-ren müelliflerdir. Eldeki yazılı vesikalara göre Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)’in saç biçimi en kısa şekli kulak yumuşağına kadar olup, en uzun şekli de omuzlarına dokunur derecede olacak şekilde 3 türlü ifade edilmiştir.

Bu ifadelerden birkaç örneğe bakarsak;Enes b. Malik anlatıyor;“Hazreti Peygamber’ in saçları, kulaklarının

orta hizasına kadar uzamıştı.”Hz. Aişe validemiz aktarıyor;“Ben ve Rasulullah Efendimiz (s.a.v) bir kapta

boy abdesti alırdık. Rasulullah’ ın mübarek saçla-rı, omuzlarına değmiyordu ama kulak yumuşak-larını geçiyordu.”

Bera b. Azib anlatıyor;“Peygamber Efendimiz, orta boylu idi.

Omuzları da genişçeydi. Saçları ise, kulak yumu-şaklarını döğerdi.”12 (İbn-i İs hak, s. 58-59; İbn-i Ke sir, el-Bi daye, II, 292)13 Sadırdan Satıra Sohbetler, Abdullah Murad Şükrüoğlu, Bizbi-riz Derneği Yay. 2013/ Konya.

Katade naklediyor: Enes b. Malik (ra)’ e;- “Hz. Peygamber’in mübarek saçları nasıl idi?”

diye sordum.- “Kıvırcık da değildi, düz de değildi. Saçları ise

kulak yumuşaklarına kadar ulaşıyordu.” Dedi.Bu kaynaklardan anlaşıldığı üzere mübarek

saçları hac ve umre zamanları14 dışında ustura traşlı değil, uzun şekildedir.

Hatta Ümmü Hani’15nin rivayet ettiği bir ha-dis-i şerifte;

“Rasulullah Efendimiz Mekke’ye geldiklerinde evimize teşrif etmişlerdi. Bu sırada mübarek baş-ları dört belikli (örgülü) idi.”

Mekke’ nin fethinde Efendimiz (s.a.v)’in mü-barek saçlarının dört belik halinde örülü olduğu rivayet edilmiş. Fakat Ümmü Hani dışında başka hiçbir sahabe tarafından tespit edilmeyen bu saç şekli genel uygulamalardan değildir. 60 ya-şını geçmiş olan Resul-i Ekrem’in fetih esnasında neden böyle ördüğü konusunda herhangi bir yorum kaydedilmemiştir.

Saç tarama şekilleriyle ilgili İbn-i Abbas (ra)’ın rivayetine bakarsak;

“Hazreti Peygamber, saçlarını mübarek alın-ları üzerine salıverirlerdi. Zira puta tapan müş-rikler, saçlarını önden ikiye ayırarak sağa- sola sarkıtırlar; ehl-i kitab olan Hıristiyan ve Yahudiler de ayırmadan alınlarının üzerine salarlardı. Rasulullah Efendimiz ise hakkında bir emir gel-meyen hususlarda, - müşriklere benzememek için- ehl-i kitabın adetlerine uymayı severlerdi. Fakat sonraları, bu adetlerini değiştirerek, saç-larını önden ayırdılar ve bir daha alınları üzerine salmadılar.”

Bu metinden anlaşıldığına göre Hz. Muhammed (s.a.v)’ in devr-i saadetlerinde Hicaz bölgesinde iki türlü saç tarama biçimi moda idi. Ehl-i kitap olanlar, kaküllerini önlerine düz tararlardı. O günün putperestleri ise perçemle-rini ortadan ikiye ayırarak yanlara bırakırlardı. Efendimiz (s.a.v)’ in yalnızca ahlak ve davranış-larda değil, kılık- kıyafet gibi dış disiplin konula-rında gösterdiği titizlik ile toplumda saç tarama şeklinde üçüncü bir grup oluşmuştur.16

14 Daha geniş bilgi için; İbnSa’d, Tabakat, II,98.15 Ebu Talib’in kızı olup, Hz. Ali (kr)’in kız kardeşidir. Kocası Hübeybe b. EbiVehb müslüman olmayı kabul etmediği için kendisi Mekke’nin fethine kadar Müslümanlığını açıklayamamış-tır. Mekke fethedilince kocası Necran’a kaçmıştır. Resul-i Ekrem Efendimiz fetih sırasında onun evinde misafir olmuştur. 16 Buhari, el- Camiu’s-Sahih, IV, 166.

Page 22: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi22

TASA

VV

UF

Z.BİLMEN

Tasavvuf, İnsan İlmidir...

Page 23: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi23

Biz şeriatın ne bir milim dışında, ne bir milim içindeyiz.

Biz şeriatın tam orta yerindeyiz.

Tasavvuf, maddenin mana yönü, zahir olan şeriatın batın yönüdür. Dinin özüdür. Tüm muta-savvıfların hemfikir olduğu bu hakikat, hadim-i Rasul (s.a.v) Abdullah Murad Şükrüoğlu Hoca efendinin sadrından yukarıdaki beyitle satıra dö-külür.

Tasavvufa göre bâtın ilmi İslâm’ dan ayrı ve onun dışında bir ilim değil dir. Bu ilim esasen nasların derîn ve ince manalarından ibaret olup Rasulullah (asm) tarafından bazı sahâbî-lere öğretil miştir. Nitekim onun sırdaşı -sâhibü sırri’n-nebî- Huzeyfe b. Yemân’a bazı sır-lar tevdi ettiği, ayrıca Ebû Hüreyre’nin, “Hz. Rasul’den iki ilim öğ-rendim; birini yaydım, öbürünü saklı tuttum, onu da yaysaydım başımı keserlerdi.” dediği ri vayet edilir.1 Rasulullah (asm)’in din-de fakih olması için dua ettiği İbn Abbas’ın ilmi-nin de bâtın ilmi olduğu söylenir.

Cüneyd-i Bağdadî, Hz. Musa (a.s)’ın Hızır’-dan öğrendiği “ledün ilmi” ile Hz. Ali’nin (r.a) bildiği bâtın ilmi nin aynı şey olduğunu söy-ler. Serrâc’a göre Kur’an’ın, hadisin ve İslâm’ın da za hir ve bâtını vardır. Geniş anlamıyla “şe riat ilmi” bu ikisini de ihtiva eder. Bu sebeple ehl-i tasavvuf, “zahire aykırı düşen her şey bâtıl-dır” il kesini düstur edinmiş, şeriatı tasavvufun mihenk taşı kabul etmiştir. Tasavvuf, şeriatı inkar etmez. Ancak ve ancak isbat eder. Sırat-ı müsta-kim üzere sabit eyler.

Rasulullah (asm)’ın varisleri bu ledün yahut batın ilmine sahiptirler. Gereken kimselere, ge-rektiği kadarını verirler. Çünkü,

1 Buhârî, “ilim”, 42

LEDÜN İLMİ ALANLAR,

HEM SATIRDAN HEM SADIRDAN OKURLAR.2

Şeriatin özünü, hikmetlerini; ibadetlerin asıl amacı olan kulluk bilincini en etkili şekilde, biz-zat yaşayarak ifade ederler. Baştan ayağa kul kesilirler. Batınlarında Allah-u Teâla’nın aşkı kay-nayan, zahirlerinde ise başı semaya ulaşan dağ gibidirler. Siz hiç bir dağın namaz kıldığını, bu-lutlara değen başının haşyetullah içinde rükuya vardığını gördünüz mü? Allah dostlarıyla namaz kılanlar, bu Hak namazına şahit olurlar.

Allah erleri aynı membadan, Muhammedi Kevser’den sulandıkları için asırlar değişse de sözleri birbirini tamamlar. Yunus Emre (rh);

‘Bir kez gönül yık-tın ise, Bu kıldığın na-maz değil.

Yetmiş iki mil-let dahi, Elin yüzün yumaz değil’ der-ken, Abdullah Murad Şükrüoğlu (ks), asrımız-da şöyle söyler;

‘Gül deren, gülde kusura bakmaz.

Dost isteyen, dostta kusura bakmaz.

Hak abdesti alma-dan, namaz kılınmaz.

Kusurla gelen, ku-surla gider’.

Nedir Hak abdesti? Madden ve manen temiz-lenmenin hakikati nedir? “Her işi ehline sorunuz” ayet-i kerimesi düsturunca Allah-u Teala’yı irfan derecesinde tanıyan ariflerden dinleyelim ceva-bını. Hocamız Abdullah Murad Şükrüoğlu (ks) şöyle tanımlar tahareti ve abdesti;

‘Taharetin hakikati, kalbini Müslümanlar hakkında ki kötü fikirlerden temizlemek-tir. Hak abdesti ise, batıldan, hurafelerden, Kur’an’la ve sünnetle arınmaktır.’3

2 Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar3 Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar

Bayezid Bistami : ‘Ne zaman gönlümden dünya düşüncesi geçse abdest, ahret düşüncesi geçse gusül yaparım. Zira dünya hadestir; yani sonradan olmadır ve pistir ve de ona ilişkin düşün-ce de hadestir. Ahret yeri ise gay-bet yeri, yani kendinden geçme mahallidir. O halde ahretten de zevk almak cünüplüktür. Ne dün-ya ne ahret; sadece hak!

Page 24: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi24

Kalp fitne, fesat ile; ruh ve akıl, dinde olma-yan şeylerle kirlenmişken, bunları kula ema-net eden Rabbin huzuruna nasıl varılır? Oysaki Muhammed Mustafa(s.a.v) kudsi bir hadisinde şöyle buyurur;

“Allah sizin dış görünüşünüze bakmaz, fakat kalplerinize ve işlerinize bakar.”4

Abdestten maksat ilahi huzura çıkıp niyazda bulunmak için hazırlık yapmaktır. Hallac-ı Mansur (rh) idam edileceği zaman önce ayakları kesildi. Hallac ayaklarından akan kanı alıp yüzüne ve el-lerine sürdü. Neden böyle yapıyorsun diyenlere cevap verdi: ‘Abdest alıyorum. Aşk abdesti. Aşkta kılınacak namazın abdesti kanla alınırsa ancak o zaman sahih olur. Ciğer kanıyla abdest alınmaz-sa, aşk müftüsüne göre namaz sahih olmaz.’

 Bayezid Bistami : ‘Ne zaman gönlümden dün-ya düşüncesi geçse abdest, ahret düşüncesi geç-se gusül yaparım. Zira dünya hadestir; yani son-radan olmadır ve pistir ve de ona ilişkin düşünce de hadestir. Ahret yeri ise gaybet yeri, yani kendinden geçme ma-hallidir. O halde ahret-ten de zevk almak cü-nüplüktür. Ne dünya ne ahret; sadece hak!

  Hatem-i Esam’a soruldu: Namazı nasıl kılıyorsun? Cevap ver-di: ‘Vakti gelince hem dış abdestimi hem de iç abdestimi alırım. Dışımı su, içimi tevbe ile yurum.’

وقالوا لجلودهم لم شهدتم علينا قالوا اأنطقنا

ل الله الذي اأنطق كل شيء وهو خلقكم اأو

ة واإليه ترجعون مر“Derilerine: “Aleyhimize niçin şahitlik ettiniz?”

derler. “Bizi, her şeyi konuşturan Allah konuştur-du. Sizi önce yaratan O’dur ve O’na döndürülü-yorsunuz” cevabını verirler.”5

4 Müslim,, birr, 32,33; İbn Mâce, zühd5 Fussilet/21

GÖREN GÖZLERE, İŞİTEN KULAKLARA, BİLEN DİMAĞLARA,

DÜNYADA DERİLERİMİZ SES VERİR.

ONU ANCAK HAL LİSANINDAN ANLAYANLAR BİLİR.6

İnsanın bedeni, tüm azaları günahlarının en yakın şahididir. Çünkü bizatihi onlarla günah iş-ler, hata eder. Her bir uzvun günahı kendi işlevi-ne göredir. Abdest alırken her uzvu için işlevine göre tevbe eder, af diler. Kul besmele ile Allah’ın yardımını dileyerek abdeste başlar. Ağıza ve bu-runa su verirken insan şöyle düşünür veya duâ eder: “Allah’ım, adını anmak ve senin kitabını okumak için bana yardımcı ol. Cehennem koku-sunu uzaklaştırıp bana cennetin kokusunu kok-lat.”

Yüzünü yıkarken: “Mevlâm, senin dostlarının yüzleri ağaracağı gün yüzümü ağart, o sırada benim yüzümü kara çı-karma.” der.

Sağ kolunu yıkarken: “Allah’ım, beni defteri sağ taraftan verilenler-den eyle, hesabımı kolay kıl.” Sol kolunu yıkarken “Allah’ım beni, defteri sol taraftan verilenlerden eyleme.” der.

Başını meshederken: “Ya İlâhî rahmetin beni bürüsün, üzerime feyzini ve bereketini indir, senden başka hiçbir kimse-nin gölgesinin bulunmayacağı yerde beni Arş’ın gölgesinde gölgelendir.” der.

Kulaklarını meshederken: “Allah’ım, beni söz dinleyip sözün en güzeline uyanlardan kıl, iyiler-le birlikte cennete çağıran sesi işitmemi nasip et” diye der.

Boynunu silerken: “Allah’ım beni cehennem-den âzat et, boynuma mahcupluk zinciri geçir-me.” der.

Ayaklarını yıkarken: “Rabbim, ayağımı doğru yolda, sâbit kıl, beni senin yolundan ayırma.” der.

6 Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar

Tasavvuf, insan ilmidir. Âlem-den sıyrılarak kendi rûhunda derinleşen insan, hikmet ve hakî-katler sarayının kapısına ulaşır. Kur’ân-ı Kerîm’i anlayan ve onu gerçek îmânın yolu olarak yaşa-yanlar, hakîkî mutasavvıflardır.

Page 25: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi25

Daha sonra kelime-i şehadet getirip şöyle ni-yazda bulunur: “Ya Rabbi, tövbemi kabul et, zira Sen tövbeleri kabul edensin. Beni pişmanlık du-yanlardan ve tertemiz olanlardan kıl, iyi kulları-nın arasına kat. Beni çokça şükreden, sabreden ve Seni ananlardan eyle.”

Su nasıl maddî kirleri temizliyorsa, tövbe de manevî kirleri yok eder. Abdest dışı temizler, tev-beyle akıtılan gözyaşı ise içi temizler. Şemseddin Sivasi’nin ifade ettiği gibi:

“Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede Hak.

Pâdişah konmaz sarâya hâne ma’mûr olmadan”.7

Yar’dan gayrısını gönül evinden sürüp, çıkar-madıkça, iki dünyada Yar’imiz olan Allah-u Teala nazar etmez. Ancak böyle bir abdestle Hak na-mazı için huzurun kapıları açılır.

Namazı sandılar eğil eğil kalk.

Hani huzur, hani huşu, bir düşün bak.

Oysa;

Namaz; huzur-u kalp ile yönelmek Mevlaya,

Ruh ile uruç etmektir cemalullaha.8

Tüm namazlar tek bir namaz için, miraç edilecek namaz için kılınır. Varlığın da yoklu-ğun da yok olduğu sidretü-l müntehanın ötesine geçen miracın sahibi Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (asm) efendimiz şöyle buyuruyor;

“Namaz kıldığında dünyaya veda eden kişinin namazı gibi namaz kıl.”9 Çık dünyadan ve seni dünyaya bağlayan her şeyden; geç cennetten ve cehennemden; var Hakkın huzuruna. Namaz madde âleminden, mana âlemine; görünür, şe-hadet âleminden, gayb âlemine yürümektir, dünyaya veda etmektir. Böylesi bir salat için za-hir-batın bütün şartları yerine getirir.

Hadesten ve necasetten taharet: Hak ve haki-

7 Bk. Büyük Türk Klâsikleri (Ötüken Söğüt), IV, 3288 Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar9 İbni Mace, Hakim, Beyhaki

kat abdestini alarak maddi ve manevi kirlerden ve pisliklerden arınmaktır.

Setr-i avret: Bütün ayıplarını, günahlarını, sır-larını setreden, örten bir Rabbi olduğunu bilip, O’na sığınmak ve içinin içini bilen Rabbinin hu-zuruna çıktığını bilmektir.

İstikbal-i kıble: Kıble tarafına doğru yönel-mektir. Hani derler ya; Döndüm kıbleye, kıb-lem Kabe’ye. Kabe, beytullah yani Allah’ın evi. Mübarek Sunullahi Gayyibi (ks);

Ey maksadı Kabe olan,

Kabe benem, Hac bendedir, diyerek bize şu hadis-i şerifin hakikatini anlatır;

“Mümin kulun kalbi, Rahman olan Allah’ın ar-şıdır.” 10

Namazda kıblesi Kabe’ye yönelen kişi, insani ilişkilerinde ku-lun kalbinin Allah-u Teala’nın kulda nazar ettiği tek yer olduğu-nu bilmeli ve gönle yönelmelidir. İnançlı-inançsız tek bir kulun dahi gönlünü incitmek-ten kaçınmalıdır. Kabe taştandır, onu insanlar yapar. Lakin gönül Hak Teala’nın kudret elinden sudur etmiştir. Mevlânâ Celâleddin Rumi (rh) ise:

‘Bir kez gönül yıkmak, Kâbe’yi yıkmaktan daha kötüdür’ der.

Vakit: Zahirde her namazı farz olan vakit içerisinde eda etmenin batınen çok derin mana-ları vardır. Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:

“Ben insanlığın ikindi vaktinde geldim.” 11

Bu hadis-i şeriften Hatemül-Enbiya olan Muhammed Mustafa (s.a.v)’in geldiği zamanı insanlığın ikindi vaktine benzeterek, insanlığın ömrünü bir gün kabul etmiştir. Buradan yola çıkarak diyebiliriz ki; İnsanın ömrü de bir güne benzer.

10 K. Hafâ: 2/130 11 Ahmed bin Hanbel. İlel.sh. 89

İlimler ikiye ayrılır;

1-Kesbi İlim; okuyarak, yaza-rak, dinleyerek kişinin gayreti sonucu elde ettiği, kazandığı ilim.

2-Vehbi İlim; Allah-u Teala’nın dilediği kullarına katından lut-fettiği ilim. Buna ilm-i ledün de denir.

Page 26: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi26

Sabah namazı; insanın doğuşunu temsil eder. Öğle namazı; ergenlik ve gençlik çağını, ikindi namazı; en verimli olduğu orta yaş, kırk yaşını, akşam namazı; ömür güneşinin batmaya yönel-diğini, ihtiyarladığını, yatsı namazı; günün yani ömrün bitip, görünen âlemin sona erip, ahret âleminin başladığını anlatır.

Niyet: her namazın vaktiyle beraber farzının veya sünnetinin belirtildiği niyet, her daim hu-zurda olma bilinci olup, ahrete yönelme, yüzünü âlemlerin Rabbine çevirmektir.

İftitah tekbiri: Namaza başlarken Allah-u Teala’yı birleyerek iki elimizi kulak hizasına gö-türmektir. Eller Kabe-i Muazzama’da Hacerül Esved’in karşısındaymış gibi öne uzatılır ve;

الله اكبر كبيرا والحمد لله كثيرا وسبحان

الله بكرة واصيلاdiyerek istilam edilir. Sağ el zahiri, dünyayı

temsil eder; sol el ise, batını, ahreti temsil eder. Böylece ellerimizi öne itelemekle hem dünya ve arzularını hem de ahret ve arzularını iteler, el-lerimizi kaldırarak da bu ikisini arkamıza atarız. Çünkü namazda mekan ve zaman kavramı kal-kar. Ben şu anda bütün dünyevî kaygıları ve mad-dî düşünceleri, kısacası Hak’tan gayri her şeyi eli-min tersiyle arkaya atıyor ve yüce Mevlâ’nın hu-zuruna çıkıyorum, der. Ne dünya vardır artık ne ahret. Yalnız Allah Azze ve Celle vardır. O yüzden “Namaz müminin miracıdır”.

Arkasından eller bağlanır. Sağ el sol elin üze-rine örtülür. Aynı zamanda zahiri ifade eden sağ el, batını ifade eden sol eli örtmüştür.

Kıyam: NAMAZ; RUH FOTOĞRAFINIZIN ŞEKİLLENDİĞİ KARANLIK ODANIZDIR.12

“Evimizin önünden akan bir nehir olsa, günde beş defa bu nehirde yıkansanız, üzerinizde kir-den pastan hiç eser kalır mı? İşte beş vakit namaz böyledir, günahları siler süpürür.”13

12 Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar13 Müslim, Mesacid, 283

NAMAZDA SANIK SANDALYESİNDESİN.

HAKİM-Ü ZÜ’L-CELAL’E HESAP VERMEKTESİN.14

Kul kıyama durduğu vakit, Hakimler Hakimi Allah-u Teala’nın huzurunda hesap verir. Bir sa-nık gibi ellerini bağlar, suçunu, aczini itiraf eder. Muhasebe günü gelmeden önce kendini mu-hasebe eder. Mihrab, harb edilen yer demektir. Namazdaki insan, bir cengin içindedir. Nefsinin bütün çirkinlikleri gözler önünde iken Rabbine sığınır. Karanlık odasında ruhunun fotoğrafı, or-taya çıkar tüm çıplaklığıyla.

وكفى بنفسك اليوم حسيبا–“Hesap görücü olarak bugün sana nef-

sin, yeter.”15 ayeti sanki o an ona okunmaktadır. Adeta şöyle der;

ŞAHİT OLARAK YETERSİN SEN, SANA.

GAYRISINI ŞAHİT ARAMA!16

Kıraat: kulun Sahibi- zül Celal’le konuşmasıdır. İlk okunan dua; Sübhanneke duası. “Sübhâneke” kelimesinin anlamı “Allahım seni tesbih ve tenzih ederim, sen en yücesin, sen en büyüksün” demek-tir. Daha sonra “Fâtiha” suresi okunur. Bir kudsi hadiste Yüce Allah şöyle buyurur:

“Ben namazdaki Fâtiha suresini kulumla ken-di aramda yarı yarıya bölüştürdüm, kulumun istediği onundur.” der ve şöyle devam eder: Kul “Elhamdü lillâhi Rabbi’l’âlemîn” dediği zaman, Allah: “Kulum beni senâ etti” der. Kul: “Mâliki yev-middîn” dediği zaman, “Kulum beni övdü” der. Kul “İyyakena’budu ve iyyakenestain” dediği za-man: Allah: “Bu kulumla benim aramdadır ve ku-lumun istediği hakkıdır” der. Kul: “İhdine’ssırâta’l-müstakîm sırâtallezine en’amte aleyhim gayri’l-mağdubi aleyhim ve le’ddallîn” dediği zaman Allah: “İşte bu kulumundur ve kulumun istediği hakkıdır” buyurdu.”17 Fatiha suresi ile kul; ‘Ya Rabbi! Bana kulluk etme gücünü veren Sensin, hamd sanadır. Beni nimet verdiklerinden eyle’ diyerek dua etmektedir.

Rüku: Aliyyül Hamid, Azizül Hakim olan 14 Abdullah Murad Şükrüoğlu, A.g.e15 İsra/1416 Abdullah Murad Şükrüoğlu, A.g. 17 Müslim, Salât, 37

Page 27: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi27

Allah’ın huzurunda saygı ve tazim ile boyun eğmektir. Boyun kişinin hürriyetini ifade eder. Kur’an-ı Kerim’de kadın köleyi hürriyetine ka-

vuşturmak için ‘رقبة تحرير’ denilir. Kadın köle demek olan ra-ka-be Arapça’da boyun anlamın-dadır. Rükuya eğilen kişi de boynunu efendisinin önünde eğerek, ‘ben senin kölenim’, sahibim, Rabbim Sen’sin demektedir.

Sücud: Ebû Hüreyre (ra)’den rivayet edildiği-ne göre Resûlullah (sav)şöyle buyurdu:

“Kulun Rabbine en yakın olduğu hal secde hali-dir. İşte bu sebeple secdede çok dua etmeye bakın”.18

Secde; sidretü’l müntehanın ötesine geçmek-tir.

Secde insanın nefis mekanının, alnının yere değmesidir. ‘Topraktan geldik, toprak olacağız’ demektir. Fizik olarak ta bir nevi topraklanmadır secde. İçteki nefsi, şeytani kötü elektriği temiz ve temizleyici toprakla gidermektir. İnsanın Adem olmasıdır. Sözlükte Adem kelimesi “yokluk, hiçlik, varlığın zıddı ve varlığın yaratılmasından önceki hal” demektir. Yani kul, yegane var olan Vacid Allah-u Teala’nın huzurunda fani olur. Tüm benli-ğinden soyunur da O’nun varlığında hiç olur.

Tahiyyat: Uzun miraç yolculuğunun sonunda Hak Teala ile Habib-i Kibriya (asm) efendimiz ara-sında olan muhabbeti dinleme, dinlenme, aşkla demlenmedir. Tahiyye duası ile mü’min,

لوات والطيبات التحيات لله والص“Bütün kavlî (tahiyyat), bedenî (salâvat) ve

malî (tayyibât) ibadetler Allah’a mahsustur.” diye-rek, önce Allah’a selâm ve saygılar sunmaktadır.

Ardından Rasulullah (sav)’e hitaben

لام عليك اأيها النبى ورحمة الله وبركاته الس“Ey Rasulüm! Selâm ile birlikte Allah’ın rahme-

ti ve bereketi sana olsun.” demektedir. Bundan sonra mü’min kendisi ve ibadette bulunan kar-deşleri için Allah’a karşı yapılan vazifenin fayda ve tesirlerini Rabbinin koruyup sağlaması ümi-diyle bizlik şuuru içinde

18 Müslim, Salât 215, Ebû Dâvûd, Salât 148; Nesâî, Tatbîk 78.

الحين لام علينا وعلى عباد الله الص الس «Selâm bize ve Allah’ın salih kullarının üze-

rine olsun.» şeklindeki duasıyla tahiyye ve selâmı bütün salih kullara gönderir. Böylece mü’min, dualarının kabul edilmesi ümidiyle diğer mü›minleri de ibadetine katarak onla-rı da bu samimi duaya ortak etmiş olmaktadır.

Bundan sonra mü’min,

دا اأشهد اأن لا اإله اإلا الله واأشهد اأن محمعبده ورسوله

“Şahadet ederim ki Allah’tan başka haki-ki mabud yoktur. Yine şahadet ederim ki Hz. Muhammed (sav) Allah’ın kulu ve rasulüdür.” diyerek, nimet verenin Allah olduğuna şeha-det ederek, O’nun sonsuz nimetlerine kavuş-makta ve bu nimetlere ulaşmaya vesile olanın da Efendimiz olduğunu hatırlayıp içten gelerek Allah’ın tek ve eşsiz ilâh olduğuna şehadetini ilan eder.19

“İşte onlar her daim namazdadırlar”.20 Her an huzurda olduğunu, bir an dahi olsa Allah’tan ga-fil olmanın huzursuzluğunu ruhlarında hisseder-ler. Basir ve Semi’ olan Allah-u Teala’ya karşı haya içinde ve istiğfar halindedirler.

Alnı secde görenin,

Gönlü gam görmez.

Bu yazıyı sohbetlerinden derlediğimiz Abdullah Murad Şükrüoğlu (ks) Hocaefendi; ‘Efendim, Hak namazı kılmak için ne yapmak gerekir’ diyen talebesine şu kısa lakin konunun özünü hatırlatan şu cevabı verir;

-Önce namaza kalkmak gerek!

لاة حي على الفلاح حي على الص

Allah’ım! Ömrümüzün kalan kısmını, geçen

.kısmından hayırlı eyle! Amin

فى امان الله

19 Kurtubî, el-Cami Liahkâmi’l-Kur’ân20 Mearic /23

Page 28: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi28

Page 29: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi
Page 30: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bed

enin

sıhh

ati,

nam

azdır

Ruh

un m

iracı,

duad

ır.Va

risün

-Neb

i A

bdul

lah

Mur

ad Ş

ükrü

oğlu

Page 31: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

VarisÜn-NebiAbdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızın sohbetinden...

Bizbiriz Dergisi31

AyınSohbeti

ÜÇ AYLARIN FAZİLETLERİ VEMÜBAREK GECELER

“Allah’ım! Recep ve Şaban ayını bize mübarek kıl ve bizi Ramazan ayına kavuştur.”     

İnsanlar, dünyevi işlere kendilerini bazen çok fazla kaptırıyorlar ve uhrevi görevlerini ikinci plana itiyorlar. Zamanın normal seyri sırasında aynı meşguliyetlerle devam eden hayat sıradanlaşıyor, hatta sıkıcı olmaya başlıyor. Allah-u Teala hem manevi hayattan uzaklaşmamızı önlemek, hem de sıradanlaşan zamana ve hayata manevi bir canlılık katmak için bazı ay, hafta ve günlere özel bir değer atfetmiştir.

Allah, zaman içinde özel ve değerli anlar yaratmıştır. Bunlar, bayram günleri ve geceleri, Cuma geceleri, üç aylar diye adlandırdığımız Recep, Şaban ve Ramazan ayı ve Kandil geceleridir.  Üç aylar mevsimi aynı zamanda kandiller mevsimidir. 

Beş kandil gecesinin dördü  üç aylar içerisinde yer alır.

Üç aylarda yer alan kandiller:

Regaib Kandili: Recep ayının ilk Cuma gecesidir

Miraç Kandili:  Recep ayının 27. gecesi ve

Efendimizin miraca çıkması olayıdır.

Berat Kandili:   Şaban ayının 15.gecesidir

Kadir gecesi:     Ramazan ayının 27. gecesidir

Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v), üç aylar girince şu duayı yaparmış;

اللهم بارك لنا في رجب وشعبان

وبلغنا رمضان

“Allah’ım! Recep ve Şaban ayını bize mübarek kıl ve bizi Ramazan ayına kavuştur.”  Amin.

 Üç Aylar ve Kandiller Muhasebe Ayıdır

Allah-u Teala’ ya yakınlığım nasıl? Onun istediği bir kul olabildim mi? Beni ondan uzaklaştıran kötü alışkanlıklarım var mı?  Her an ölüm gelecek olsa buna ne kadar hazırlıklıyım? Ahretimi mamur edecek bir hazırlığım var mı? sorularının sorulduğu, nefsin hesaba çekildiği aylardır üç aylar.

İşte bakın, bir sene boyunca geçtiğiniz sırat!

Page 32: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

İlk önce Mevlid kandili, doğduk; ardından Regaib, sevdik, meylettik; sonra Miraç, yüceldik, uruç ettik; ondan sonra Beraat; geçmişimizden azat olduk ve Kadir, Kadir-i Mutlak olan Allah’ın kudretinden geleceğimizi istedik. Bundan sonra bayram eder de insan, dilinden düşürmez;

Ama Sen!!! Hepsinden b-i habersen, Mevlid’te tevhit tohumunu gönlüne ekmediysen, Regaib’te besleyip, büyütmediysen, Miraç’ta yücelere erdirmediysen, Beraat’te azat edilmediysen, Kadir’de kıymetini istemediysen, Hak ve Hakikat bayramına eremezsin.

Receb Ayı

Receb, tazim ve saygı anlamına gelir, İslam öncesi Araplar Receb ayına ayrı bir ehemmiyet verirler, saygı gösterir ve şanını yüceltirlerdi. Receb ayı gelince kılıçlar kınına sokulur, oklar torbalarına yerleştirilir, derin ve kanlı husumetlerin üzerine geçici de olsa bir sükûnet örtüsü çekilirdi. Artık o gürültülü ve korkunç çöller tatlı bir huzurun baharına dalar, her taraf bir güven ve selâmet sahasına dönerdi. Öyle ki, bu ayda bir kimse babasının katiline rastlasa bile başını kaldırıp kaşına bakmazdı. Bu aya “sağır ay”denilmesi de sükûnet mevsimi olmasındandır.

Receb ayına sağır denmesinin bir başka anlamı da şöyle ifade edilir: Bu ayın bereketi hürmetine, bu ayda işlenen günah ve hataları manen bu ay duymamakta, mü’minlerin sadece ibadet ve sevaplarına şahitlik etmektedir. Böylece Cenab-ı Hak mü’min kullarının bu ayda işlemiş oldukları günahları bağışlamaktadır.

İslâmiyet gelince de Receb ayına mahsus olan saygı devam ettirildi. Bilhassa Regaib ve Mi’rac gibi tecellilerle şereflendirildi.

Receb ayın, “recm ayı” da denir. Buna göre, mü’minlerin eziyet ve zahmet vermemesi için şeytanlar bu ayda taşlanır, kovulup uzaklaştırılır.

Receb ayına “mutahhar” denmesinin sebebi, bu ayı oruçlu geçirenlerin günah ve hatalarından temizlenip paklanmasıdır. Receb ayının Nebiler tarihinde ayrı bir yeri vardır. Meselâ, Nuh (a.s) ve kavmi Receb ayında gemiye binmiş ve tufandan kurtulmuşlardır.

Receb ayı Hicrî ayların yedincisi ve Ramazan ayından iki ay öncesidir. Fazileti bakımından ayrı bir yeri vardır. Regaib ve Mi’rac gibi mübarek geceleri içinde bulundurması faziletini daha da arttırmaktadır. Ayrıca, Kur’ân’da haram aylar olarak geçen dört aydan birisi olması, Müslüman

kalplerdeki yerini bir kat daha artırmıştır.

“Allah’ın, gökleri ve yeri yarattığı günden beri, ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü, haram (hürmetli) olan aylardır.” (Haram aylar, Receb, Zilkade, Zilhicce ve Muharremdir.)1

“Recep ayı Allah’ın ayı, Şaban benim ayım, Ramazan da ümmetimin ayıdır.”2

“Receb ayında Allah-u Teala’ya çok istiğfar edin; çünkü Allah-u Teala’nın, Receb ayının her vaktinde Cehennemden azat ettiği kulları vardır. Ayrıca Cennette öyle köşkler vardır ki, ancak Receb ayında oruç tutanlar girer.” 3

“Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez; Regaib gecesi, Şabanın 15. gecesi, Cuma gecesi, Ramazan bayramı ve Kurban bayramı gecesi.”4

“Cennette öyle köşkler vardır ki, onlara ancak Receb ayında oruç tutanlar girer.” 5

“Receb-i şerifin bir gün başında, bir gün ortasında ve bir gün de sonunda oruç tutana, Receb’in hepsini tutmuş gibi sevab verilir.”6

“Ramazan ayı dışında Allah rızası için bir gün oruç tutan, iyi bir yarış atının bir asırda alacağı mesafe kadar Cehennemden uzaklaşır.” 7

1 İbni Cerir2 Acluni, Keşfu’l-Hafa, 1/4233 Deylemi4 İ.Asakir5 Miftahü’l-Cenne6 Gunye7 Taberani

Bizbiriz Dergisi32

Receb ayına sağır denmesinin bir başka anlamı da şöyle ifade edilir: Bu ayın bereketi hürmetine, bu ayda işlenen günah ve hataları manen bu ay duymamakta, mü’minlerin sadece ibadet ve sevaplarına şahitlik etmektedir. Böylece Cenab-ı Hak mü’min kullarının bu ayda işlemiş oldukları günahları bağışlamaktadır.

Page 33: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

“Allah-u Teala, Receb ayında oruç tutanları mağfiret eder.”8

“Allah-u Teala Receb ayında hasenatı kat kat eder. Bu ayda bir gün oruç tutan, bir yıl oruç tutmuş gibi sevaba kavuşur. 7 gün oruç tutana, Cehennem kapıları kapanır. 8 gün tutana Cennetin 8 kapısı açılır. 10 gün tutana, Allah-u Teala istediğini verir. 15 gün oruç tutana, bir münadi, “Geçmiş günahların af oldu” der. Allahü teâlâ Nuh aleyhisselamı Receb’de gemiye bindirdi. O da, Receb ayını oruçlu geçirip oradakilere oruç tutmalarını emretti.”�

Yukarıda ki hadis-i şeriflerden anlaşıldığı üzere Recep ayında oruç tutmak pek faziletlidir. Çünkü Rasulullah (s.a.v) efendimiz bu ayda oruç tutmuştur. Bazı yıllarda tamamına yakınını oruçlu geçirmiş, bazı yıllarda da az bir kısmını oruçlu geçirmiştir.

-“Recep ayı, Allah’ın ayıdır; Şaban ayı, benim ayımdır, Ramazan ayı ise ümmetimin ayıdır”.

Recep ayının niçin Allah’ın ayı olduğu sorulduğunda;

-“Çünkü bu ayda özellikle mağfiret boldur. Bu ayda, halkın kan dökmesine mani vardır. Bu ayda, Allah-u Teala, Peygamberlerinin tövbelerini kabul buyurmuştur. Allah-u Teala bu ayda, peygamberlerini düşmanlarından korumuştur. Bir kimse, Recep ayını oruçlu geçirirse, Allah-u Teala üç şeyi onun için gerekli kılar. Şöyle ki, 8 Gunyet’üt Talibin, Abdulkadir Geylani

Geçmiş günahlarının tümünü bağışlar. Kalan ömrünün temiz geçmesini temin eder. Büyük huzura çıkılan kıyamet gününün susuzluğundan da onu emin kılar.”

Rasulullah (s.a.v)’e sorarlar;

“Ya Rasulullah! Recep ayının tümünü oruçlu geçirmeye gücüm yetmez.

-“O halde, ilkinden bir gün, ortasından bir gün, sonundan da bir gün tutarsın. Böyle ettiğinde ayın tümünü oruçlu geçirmiş olursun. Zira, yapılan iyilikler on misli sevap getirir”�

Recep Ay’ın da yapılan dualar kabul edilir, günahlar affedilir. Bu ayda günah işleyenin mükafatı da, cezası da kat kat olur. Hz. Hüseyin (r.a) anlatır;

Kabe’yi tavaf ederken yanık sesle Allah-u Teala’ya dua eden birinin sesini işittik. Babam bunu çağırmamı emretti. Güzel yüzlü, temiz bir kimse idi. Ancak sağ tarafı felç olmuş, kurumuş, hareketsiz idi. Ona:

-Sen kimsin, durumun ne böyle? dedim. O kimse dedi ki:

-Adım Menazil. Ben çalgı çalmak, şarkı söylemekle şöhret salmış, Arabistan’ın ünlülerinden bir gençtim. Hep nefsin arzularımın peşinde koştum. Recep ve Şaban Ay’larında bile bu günahlara devam ederdim, Salih ibadetler işleyen babam beni bu günahlardan kurtarmaya çalışırdı. Bana ‘Allah-u Teala’nın azabı şiddetlidir, bir anda kahredebilir, kötü arkadaşlardan vazgeç, kötü işleri bırak, melekler bu aylarda senden şikayet ediyorlar’ dedi. Nasihate hiç tahammülüm yoktu. Babamın üzerine yürüyüp, döverek susturdum. ‘Beytullah’ a gidip şerrinden kurtulmak için Allah-u Teala’dan yardım dileyeceğim’ dedi babam. Bir hafta oruç tutup, Kabe’ye giderek;

– Ey Rabbim! Mazlumların ahını yerde bırakmazsın, bu ayda bu mübarek yerlerde yapılan duaları reddetmezsin. Hakkımı oğlumdan al, onu felç et, diye dua etti.

Henüz duası bitmeden sağ tarafım felç oldu. Beni gören ‘baba bedduasına uğramış kişi’ derdi. Hz. Hüseyin (r.a);

-Baban bu hale ne dedi, buyurdu.

-Babamdan özür diledim, onun da babalık şefkati galip gelerek, beni bağışladı. Beddua ettiği yerde bu sefer şifa bulmam için hayır dua etmek üzere deve ile gelirken devenin

Bizbiriz Dergisi33

Çünkü bu ayda özellikle mağfiret boldur. Bu ayda, halkın kan dökmesine mani vardır. Bu ayda, Allah-u Teala, Peygamberlerinin tövbelerini kabul buyurmuştur. Allah-u Teala bu ayda, peygamberlerini düşmanlarından korumuştur. Bir kimse, Recep ayını oruçlu geçirirse, Allah-u Teala üç şeyi onun için gerekli kılar. Şöyle ki, Geçmiş günahlarının tümünü bağışlar. Kalan ömrünün temiz geçmesini temin eder. Büyük huzura çıkılan kıyamet gününün susuzluğundan da onu emin kılar

Page 34: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

ürkmesiyle babam düşüp, öldü. Şimdi çaresizim. Üzüntülü ve kırık kalple bu aylarda oruç tutup, geceleri ibadet ediyorum, dedi.

Hz. Ali (r.a) gence dua etti, Recep Ay’ının da bereketiyle bu dua Allah kabul etti ve o felçliye şifa verdi.

Yine eski kavimlerden bir hanım, Kudüs’te Mescid-i Aksa’nın günlük temizliğini yaparmış. Recep Ay’ı girince on iki sefer İhlas Suresi’ni okuyarak temizlermiş. Rabbü zü’l-Celal Hz. bazı kullarına ölümünü muştular. Bu kadına da vefat edeceği müjdelenince oğluna diyor ki:

-Oğlum ben Hakk’a yürüdüğüm zaman, beni kefenle değil de Recep Ay’ını saygı ve tazim ile geçirdiğim üstümdeki elbiseyle defnet.

Ve hanım vefat ediyor. Vefatından sonra oğlu annesinin vasiyetini tutmuyor, bir kefen alıyor ve kefenle annesini defnediyor. O gece oğlunun rüyasına gelen anne:

-Evladım, sana hakkım haram olsun. Sen benim vasiyetimi tutmadın, elbisemle defnetmedin, deyip gözden kayboluyor.

Can hıçkırıklarıyla uyanan genç, ertesi gün hemen kabristana koşup annesinin kabrini açıyor. Annesinin orada olmadığını görüyor. Lakin şehitler ölmez, bedenleri çürümez. Ve ne yapacağını bilemiyor. Ertesi gün tekrar rüyasında bir ses;

-O bize döndü, onun duvağı gelinliğiydi, diyor.

Regaip KandiliRegaib Nedir? Regaib, arapça bir kelimedir

ve “re-ğa-be” kökünden gelmektedir. “Re-ğa-be”, kelime olarak, herhangi bir şeyi istemek, arzulamak, ona karşı meyletmek ve onu elde etmek için çaba sarf etmek demektir. “Reğîb”

kelimesi ise, “reğabe”’den türemiş olan bir isimdir ve kendisine rağbet edilen, arzulanan, taleb edilen şey demektir. Müennesi, “reğîbe”dir. “Reğîbe”nin çoğulu da “reğâib” dir. Kelime olarak “Regâib”in aslı budur.

Receb’in ilk cuma gecesine Regaib gecesi denir. Bu geceye Regaib gecesi ismini melekler vermişlerdir. Her Cuma gecesi kıymetlidir. Bu iki kıymetli gece bir araya gelince, daha kıymetli oluyor. Allah-u Teala, bu gecede, müminlere, ragibetler [ihsanlar, ikramlar] yapar. Bu geceye hürmet edenleri affeder. Bu gece yapılan dua kabul olur, namaz, oruç, sadaka gibi ibadetlere, sayısız sevaplar verilir.

Regaip Kandilinde Yapılması Müstehab Tesbihat

300 Salavat-ı şerife,

101 Fatiha-i şerife,

101 İhlas-ı şerife,

101 Kadir suresi

Hizb-i Muhammed (s.a.v) kitabımızın günlük evradın son salavatınının ilk 5 salavatı 101 defa, geri kalan salavatlar 33’er defa okunur.

Recep Ayına saygı ve tazimi arttırın. İbadetlerinizi arttırın. İhlas Suresi’ni çok okuyun. Fatiha- ı Şerife’yi, Ya-sin, Tebareke, Nebe surelerini çok okuyun, namazlarınızı Kur’an’ı hatmederek kılın.

Recep Ayı’na tazim eden muhakkak ki tazim görür. İnşallah Rabbü zü’l- Celal Hz. bizi ve bütün kardeşlerimizi, inanan mü’minleri affetsin. Rabbim Bir Ramazan Ayı’nda ağzımız oruçlu, dilimiz dualı ve zikirli, Hak aşkıyla kendimizden geçerek, şehadet ederek aşk ve muhabbetle kendine kavuşanlardan eylesin. Amin.

Bizbiriz Dergisi34

Page 35: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

AŞK

Söyletme sen dilimi,

Gönlüm yalnız, seni bilsin.

Ayır bedenimden ruhumu,

Ruhum huzur-u hakkı bilsin.

Aşka doymaz bir kere tadan,

Aklı fikri bir yana koyan.

Görünmez gözüne cümle cihan,

Hem dünyada, ahirette olan.

Aşığın alası yok,

Gözünde karası yok,

Rabbe karşı niyazı çok,

Cennet Cehennem tasası yok.

Âşık oldu rabbine,

Dünya görünmez gözüne,

Yürür gider ateş üstüne,

Hem korkusu, tasası yok.

Âşık olmak muradı,

İstemez şanı nişanı,

Yaktı aşkın çırası,

Gözünde gayrısı yok..

Aşktır Mekke’ de doğan,

Tüm kâinata yayılan,

Aşktır Adem’ in alnında olan,

Alemi bir anda nura boğan,

Aşktır Muhammed (s.a.v)’i habibullah yapan

ABDULLAH MURAD ŞÜKRÜOĞLU

Page 36: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi36

SAHABE-İ GÜZİN

Hz. Ali (r.a)

Burak Çınar (Edb.Fak. Tarih Böl. 3. Sınıf)

Resulullah’ın amcasının oğlu, damadı, dör-düncü halife. Babası Ebû Talib, annesi Kureyş’ten Fâtıma binti Esed, dedesi Abdulmuttalib’tir. Kün-yesi Ebu’ı Hasan ve Ebû Tûrab (toprağın babası), lâkabı Haydar; ünvanı Emîru’l-Mü’minin’dir. Ayrıca ‘Allah’ın Arslanı’ ünvanıyla da anılır.

Hz. Ali küçük yaşından beri Resulullah’ın ya-nında büyüdü. On yaşında İslâm’ı kabul ettiği bi-linmektedir. Hz. Hatice’den sonra müslümanlığı ilk kabul eden odur. Hz. Peygamber ile Hz. Hatice’yi bir gün ibadet ederken gören Hz. Ali’ye Peygam-berimiz şirkin kötülüğünü, tevhidin manasını anlattığında Hz. Ali hemen müslüman olmuştu. Mekke döneminde her zaman Resulullah’ın ya-nındaydı. Kâbe’deki putları kırmasını şöyle anlatır: “Bir gün Resul-u Ekrem ile Kâbe’ye gittik. Resul-u Ekrem omuzuma çıkmak istedi. Kalkmak istediğim zaman kalkamıyacağımı anladı, omuzumdan indi, beni omuzuna çıkardı ve ayağa kalktı. Kendimi is-

tesem ufukları tutacak sanıyordum. Kâbe’nin üze-rinde bir put vardı, onu sağdan soldan ittim. Put düştü, parça parça oldu. Resulullah’ın omuzların-dan indim. İkimiz geri döndük.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 384).

Resul-u Ekrem, en yakın akrabasını uyarmak ve hakkı tebliğ etmek hususunda Allah’u Teâlâ’dan emir alınca onları Safa tepesinde toplayıp ilâhî emirleri tebliğ edince, Kureyş müşrikleri onun-la alay etmişti. İkinci toplantıyı yapmasını Hz. Ali (r.a.)’ye bıraktı, Ali de bir ziyafet hazırlayarak Hasi-moğullarını davet etti. Resulullah yemekten son-ra: “Ey Abdülmuttaliboğulları, ben özellikle size ve bütün insanlara gönderilmiş bulunuyorum.

İçinizden hanginiz benim kardeşim ve dostum olarak bana bey’at edecek” dedi. Yalnız Ali (r.a.) kalktı ve orada Resulullah’a onun istediği sözlerle bey’at etti. Bunun üzerine Resul-u Ekrem, “Karde-

Page 37: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi37

şimsin ve vezirimsin “ diyerek Hz. Ali’yi taltif etti.

Hz. Peygamber hicret etmeden önce elinde bulunan emanetleri, sahiplerine verilmek üzere Ali’ye bıraktı ve o gece Hz. Ali, Resulullah’ın yatağı-nı da yatarak müşrikleri şaşırttı. Böylece Hz. Ali, Hz. Peygamber’i öldürmeye gelen müşrikleri oyalaya-rak onun yerine hayatını tehlikeye atmış, bu suretle Peygamber’e hicreti sırasında zaman kazandırmıştır. Hz. Ali, Peygamberimiz’in kendisine bıraktığı ema-netleri sahiplerine verdikten sonra Medine’ye hicret etti. Medine’de de Hz. Peygamber’in devamlı yanında bulundu, bütün cihat harekâtlarına katıldı, Uhud’da gâzî oldu. Bedir’de sancaktardı. Aynı zamanda keşif kolunun başındaydı; hakim noktaları tesbit ederek Hz. Peygamber’e bildirdi. Bu mevkiler işgal edilerek, Bedir’de önemli bir savaş harekâtını başarıya ulaştır-dı. Bedir gazasının başlamasından önce, Kureyşliler’le teke tek dövüşen üç kişiden biriydi. Bu döğüşte, has-mı Velid b. Muğire’yi kılıcı ile öldürdüğü gibi, Hz. Ebû

Ubeyde zor durumdayken yardımına koştu ve onun hasmını da öldürdü. Kendisine “Allah’ın Arslanı” lâka-bı ve Bedir ganimetlerinden bir kılıç, bir kalkan ve bir de deve verildi.

Hz. Ali, Bedir savaşından sonra Hz. Peygamber’in kızı Hz. Fâtıma ile evlendi. Nikâhını Hz. Peygamber kıydı. O zamana kadar Resulullah’la oturan Hz. Ali nikâhtan sonra ayrı bir eve taşındı. Hz. Ali’nin, Hz. Fâtıma’dan üç oğlu, iki kızı dünyaya geldi.

Hicret’in üçüncü yılında Uhud savaşında, müs-lüman okçuların hatası yüzünden müşrikler müslü-manların üzerine saldırmışlar ve Hz. Peygamber de yaralanarak bir hendeğe düşmüş ve düşman onun öldüğünü yaymıştı. Halbuki o sırada döğüşe döğü-şe gerileyen Hz. Ali, Hz. Peygamber’in içine düştüğü hendeğe ulaşarak, onu korumaya almıştı. İki tarafın da kazanamadığı bu savaşta Hz. Ali birçok yerinden yaralanarak gazi oldu.

Page 38: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi38

Uhud savaşından sonra Hz. Ali “Benu Nadr” Ya-hudilerinin hainlikleri üzerine bu kabile ile yapılan savaşı bizzat idare etti. Bütün çarpışmalarda Hz. Ali kahramanca döğüşmüş ve müşriklerin en meşhur savaşçılarını öldürmüştür. Hudeybiye barışında sulh şartlarının yazılmasında o memur edildi. Hz. Ali, sul-hnameyi yazmaya şöyle başladı: “Bismillâhirrahmâ-nirrahîm . Muhammed Resulullah....” Ancak müşrikler bu ifadeye itiraz ettiler. Hz. Peygamber, “Resulullah” yerine “Muhammed b. Abdullah” yazmasını Hz. Ali’ye söylemiş fakat Hz. Ali “Resulullah” ifadesinin yazımın-da ısrar etmiştir.

Hz. Ali Mekke’nin fethi sırasında yine sancaktar-dı. “Keda” mevkiinden Mekke’ye girdi. Mekke kan dökülmeden fethedildi. Hz. Peygamber ile birlikte Kâbe’deki bütün putları kırdılar.

Mekke’nin fethinden sonra Resulu Ekrem, Hâlid b. Velid’i Benu Huzeyme kabilesine gönderdi. Bu kabi-le ya cehaleti, ya da bedevî olmalarından, “müslüman olduk” anlamındaki “eslem-na” kelimesi yerine “sab-bena” dediği için Hâlid b. Velid hiddetlendi ve onlarla harp etti. Hz. Peygamber olayı duyunca çok üzüldü. Hz. Ali’yi bu hatayı telâfi ile görevlendirdi. Hz. Ali Benu Huzeyme’ye giderek öldü-rülenlerin diyetini ödeyip mağdur olanların zararları-nı telâfi etmişti.

Huneyn gazasında müs-lümanlar bir ara bozulup dağıldılar. Sayıları binleri bulduğu halde içlerinden ancak birkaç kişi sabredip dayanabildi. Hz. Ali bu savaşta yalnız sabırla taham-mül etmekle kalmayarak gösterdiği yiğitlik ve ku-mandanlıkla İslâm ordusunun kendi safında topar-lanmasını sağladı.

Resulu Ekrem hicretin 9. yılında Tebük seferi-ne çıkarken Hz. Ali’yi ehl-i beytin muhafazası için Medine’de bıraktı, ancak bu sefere katılamadığı için müteessir oldu. Bunun üzerine Resulullah: “Musa’ya göre Harun ne ise, sen bana karşı o olmak istemez misin?” dedi. Ali, bu iltifattan çok memnun oldu.

Berae suresinin ayetleri nazil olunca, Resulullah Hz. Ali’yi Mekke’ye gönderdi. Bu suretle hiçbir müş-rikin artık Kâbe-i Şerîfi bundan sonra haccedemeye-ceğini bildirdi.

Yemen bölgesinin İslâm’a girmesi zordu. Görev yine Ali b. Ebi Talib’e verildi. Hz. Ali “Bu çok güç bir iş” dedi. Resulullah da “Ya Rabb, Ali’nin dili tercümanı, kalbi hidayet nurunun memba olsun” diye dua edin-ce, Ali, siyah bir bayrak alarak Yemen’e gitti, kısa süren irşadları sayesinde Yemen’in bütün Hemedan kabile-si müslüman oldu.

Hz. Peygamber’in vefatı sırasında, hücresinde bu-lunanların başında geliyordu. Hz. Ebu Bekir halife se-çildiği sırada Hz. Ali Resulullah’ın hücresinde tekfin ile meşgul idi.

Hz. Ömer devrinde devletin bütün hukuk işleriyle ilgilenip adeta İslâm devletinin baş kadısı olarak gö-rev yaptı. Hz. Ömer’in şehâdeti üzerine yine devlet başkanını seçmekle görevlendirilen altı kişilik şûra heyetinde yer alıp, bu altı kişiden en sona kalan iki adaydan biri oldu.

Hz. Osman’ın hilâfeti dö-neminde idarî tutumdan pek memnun olmamakla birlikte İslâm devletinin muhtelif vilâyetlerinden gelen şikayetleri hep Hz. Osman’a bildirmiş ve ona hâl çareleri teklif etmişti. Hz. Osman’ı muhasara edenleri uzlaştırmak için elinden ge-len gayreti sarfetti.

Hz. Osman’ın şehâdetin-den sonra İslâm’ın ileri ge-len şahsiyetleri ona bey’at ettiler. Ancak onun bu dö-nemi Allah’ın bir takdiri ola-rak son derece karışık bir dönem oldu. Hilâfete geçti-ğinde hâlledilmesi gereken

bir çok problemle karşı karşıya kaldı. Bu karışıklıklar Cemel ve Sıffın gibi iç çatışmaları doğurdu. İslâm dev-leti bünyesindeki bu ihtilâfları giderme konusunda büyük fedakârlık ve gayretler gösterdi.

Nihayet, Kûfe’de 40/661 yılında bir Hârici olan Ab-durrahman b. Mülcem tarafından sabah namazına giderken yaralandı. Bu yaranın etkisiyle şehid oldu.

Hz. Ali devamlı olarak Hz. Peygamber (s.a.s.)’in ya-nında bulunduğu için Tefsir, Hadîs ve Fıkıhta sahabe-nin ileri gelenlerindendir. Hatta Resulullah’ın tabiri ile “ilim beldesinin kapısı” olarak ümmetin en bilgini idi. Hz. Peygamber yolunda insanları hakka iletmek için büyük gayretler sarfetmiş ve hilâfet dönemi iç karı-şıklıklarla dolu olmasına rağmen İslâm’ın öğretilmesi ve öğrenilmesi hususunda büyük katkıları olmuştu.

Resulu Ekrem hicretin 9. yılında Tebük seferine çıkarken Hz. Ali’yi ehl-i beytin muhafazası için

Medine’de bıraktı, ancak bu sefere katılamadığı için

müteessir oldu. Bunun üzerine Resulullah: “Musa’ya

göre Harun ne ise, sen bana karşı o olmak istemez

misin?” dedi. Ali, bu iltifattan çok memnun oldu.

Page 39: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi39

Medine’de duruma hakim olup yönetimi tam ola-rak eline aldıktan sonra öğretim için merkezde bir okul kurdu. Arapça gramerin öğretilmesini Ebu Esved ed-Düeli’ye, Kur’an okutma ve öğretme işini Abdur-rahman esSülemi’ye, Tabiî ilimler konusunda öğret-menlik görevini Kümeyl b. Ziyâd’a verdi. Arap edebi-yatı konusunda çalışma yapmak üzere de Ubade b. esSamit, ve Ömer b. Seleme’yi görevlendirdi. Devlet yönetimi ve hizmetlerini; maliye, ordu, teşrî ve kaza gibi bölümlere ayırarak yürütüyordu. Malî işleri, da-ğıtma ve toplama diye iki kısma ayırmazdı.

Ümmetin malını ümmete dağıtırken de son de-rece titiz davranırdı. Kendisine bir pay ayırma nokta-sında gayet dikkatli olup, kimsenin hakkına tecavüz etmemekte de büyük bir örnek idi. Kendisini Kûfe’de görenler, kışın soğuğunda ince bir elbisenin altında tir tir titreyerek camiye gittiğini aktarırlar. Devlet yö-netici ve memurlarının nasıl davranmaları gerektiği konusunda şu yönetmeliği hazırlamıştı.

1. Halka karşı daima içinizde sevgi ve nezaket bes-leyin. Onlara bir canavar gibi davranmayın ve onla-rı azarlamayın .

2. Müslüman olsun olmasın herkese aynı davranın. Müslümanlar kardeşleriniz, müslüman olmayanlar ise sizin gibi bir insandır.

3. Affetmekten utan-mayın. Cezalandırmada acele etmeyin. Emriniz altında bulunanların ha-taları karşısında hemen öfkelenip kendinizi kaybetmeyin .

4. Taraf tutmayın, bazı insanları kayırmayın. Bu tür davranışlar sizi zulme ve despotluğa çeker.

5. Memurlarınızı seçerken zalim yöneticilere hiz-met etmemiş ve devletin suçlarından ve zulümlerin-den sorumlu olmamış bulunmalarına dikkat edin.

6. Doğru, dürüst ve nazik kişileri seçin ve çıkar um-madan ve korkmadan acı gerçekleri söyleyebilenleri tercih edin.

7. Atamalarda araştırma yapmayı ihmal etmeyin.

8. Haksız kazanç ve ahlâksızlıklara düşmemeleri için memurlarınıza yeterince maaş ödeyin.

9. Memurlarınızın hareketlerini kontrol edin ve bunun için güvendiğiniz samimi kişileri kullanın.

10. Mektuplar ve müracaatlara bizzat kendiniz ce-

vap verin.

11. Halkın güvenini kazanın ve onların iyiliğini is-tediğinize kendilerini inandırın .

12. Hiç bir zaman vaadinizden ve sözünüzden dönmeyin.

13. Esnaf ve tüccara dikkat edin; onlara gereken önemi gösterin, fakat ihtikâr, karaborsa ve mal yığ-malarına izin vermeyin.

14. El işlerine yardım edin; çünkü bu yoksulluğu azaltır, hayat standardını artırır.

15. Tarımla uğraşanlar devletin servet kaynağıdır ve bir servet gibi korunmalıdır.

16. Kutsal görevinizin yoksul, sakat ve yetimlere bakmak olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayın. Me-murlarınız onları incitmesin, onlara kötü davranma-sın. Onlara yardım edin, koruyun ve yardımınıza ih-tiyaç duydukları her zaman huzurunuza çıkmalarına engel olmayın .

17. Kan dökmekten kaçının, İslâm’ın hüküm-lerine göre öldürülmesi gerekmeyen kimseleri öl-dürmeyin.

Hz. Ali bütün bu emir-leri kendi nefsinde eksik-siz uygulayan bir halifey-di. Beş yıllık halifeliği çok önemli olaylarla, savaş ve sıkıntılarla geçmişti. Fit-nelere karşı sonuna kadar doğru yoldan sabırla mü-cadele etmek istedi so-nunda şehid oldu.

Hz. Ali İslâm’ın bütün güzelliklerine vakıftı. Çün-kü o, Resulullah’ın daima yanında bulunmuştu. Vahiy kâtibiydi, hâfız, müfessir ve muhaddisti. Hz. Peygamber’den beş yüzden fazla hadis rivayet etti. Ahkâmın nazariyatından çok amelî keyfiyetine ba-kardı: “Halka anladıkları hadisleri söyleyiniz. Allah ile Peygamber’in tekzip edilmesini ister misiniz?” (Buhârî, İlim) demiştir.

Hz. Ali’nin, Hz. Fâtıma’dan Hasan, Hüseyin, Muh-sin adlı oğulları ve Zeynep, Ümmü Gülsüm adlı kızları oldu.

Hz. Ali âbid, kahraman, cesur, iyilikte yarışan, tak-va sahibi ve son derece cömertti. Medine’de müslü-manların durumu düzeldikten sonra, Hz. Ali de bir hizmetçi almaya karar verip, Resulullah’a gitti. Re-sulullah kızıyla damadının arasına girerek: “Ben size

Üzerinde farz namaz borcu olan kimse, kazasını kılmadan nafile kılarsa boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazasını ödemedikçe Allah’u Teâlâ onun nafile namazlarını kabul etmez.

Page 40: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi40

hizmetçiden daha hayırlısını haber vereyim. Yatarken otuzüç kere Allahü ekber, otuzüç kere Elhamdülillah, otuzüç kere de Subhanallah deyin” buyurdu. Yine bir gün yiyecek çok az yemekleri olan Hz. Ali ile ailesi sofraya oturdukları sırada kapılarına bir dilenci geldi, onlar da yemeği dilenciye verdiler. Ertesi gün gelen bir yetime, üçüncü gün gelen bir esire yemeklerini verdiler. Bu olay üç gün sürdükten sonra şu ayet-i ke-rime indi: “şüphesiz en iyiler mizacı kâfur olan bir tas-tan içerler. Allah’ın kullarının taşıra taşıra içeceği bir kaynak. Adağı yerine getirirler ve şerri yaygın olan bir günden korkarlar. İçleri çektiği hâlde yiyeceği, mis-kine, yetime ve esire yedirirler. ‘Biz sizi ancak Allah’ın rızası için doyuruyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Doğrusu biz oldukça asık suratlı zorlu bir günden dolayı Rabbımızdan korkuyoruz’ derler. Allah da bu günün şerrinden onları korur. Onlara par-laklık ve sevinç verir.” (İnsan, 5/11)

Hz. Ali’nin “Zülfikâr” adı verilen meşhur bir kılıcı vardı. Kılıcın ağzı iki çatallı idi ve Hz. Ali’ye Resulullah tarafından hediye edilmişti.

Hz. Ali’nin cömertliği, insanîliği, Resulullah’a olan yakınlığıyla edindiği büyük manevî miras onu yüzyıl-lardır halk inançlarında destani bir kişiliğe bürün-dürmüştür. Bir gün onun dört dirhemi vardı. Birini açıktan, birini gizliden birini gündüz, birini de gece infak etti ve hakkında şu ayet-i kerime indi: “Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık ola-rak infak edenler. Onlar için Rabbleri katında karşılıkları vardır ve üzülecek de de-ğillerdir.” (el-Bakara, 2/274).

Hz. Ali’nin peygamberimizden rivayet ettiği bazı hadis-i şerifler: “Günah işleyen biri pişman olur, ab-dest alır namaz kılar ve günahı için istiğfar ederse Allah’u Tealâ Nisâ suresinde ‘Biri günah işler veya ken-dine zulmeder sonra pişman olup Allah’u Teâlâ’ya is-tiğfar ederse Allah’u Teâlâ’yı çok merhametli ve af ve mağfiret edici bulur’ buyurmaktadır.”

“Üzerinde farz namaz borcu olan kimse, kazasını kılmadan nafile kılarsa boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazasını ödemedikçe Allah’u Teâlâ onun nafile namazlarını kabul etmez. “

“Malınızın zekâtını veriniz. Biliniz ki, zekâtını ver-meyenlerin bunu vazife kabul etmeyenlerin namazı, orucu, haccı ve cihadı ve imanı yoktur. “

Peygamberimiz (s.a.s.) Hz. Ali’ye buyurdu: “ Ya Ali, altıyüzbin koyun mu istersin, yahut altıyüzbin altın mı veya altıyüzbin nasihat mı istersin ? “ Hz. Ali dedi: “Altıyüzbin nasihat isterim.” Peygamberimiz buyur-du: “Şu altı nasihate uyarsan altıyüzbin nasihata uy-muş olursun: 1. Herkes nafilelerle meşgul olurken sen farzları ifa et. Yani farzlardaki rükünleri, vacipleri sünnetleri, müstehapları ifa et. 2. Herkes dünya ile meşgul olurken sen Allah’u Teâlâ’yı hatırla. İslâm’a uygun yaşa; İslâm’a uygun kazan; İslâm’a uygun har-ca. 3. Herkes birbirinin ayıbını araştırırken sen kendi ayıplarını ara. Kendi ayıplarınla meşgul ol. 4. Herkes dünyayı imar ederken sen dinini imar et, zinetlendir. 5. Herkes halka yaklaşmak için vasıta ararken, halkın rızasını gözetirken sen Hakk’ın rızasını gözet; hakka yaklaştırıcı sebep ve vasıtaları ara. 6. Herkes çok amel işlerken sen amelinin çok olmasına değil, ihlaslı ol-masına dikkat et.”

Hz. Ali buyurdu: “Kişi dili altında saklıdır. Konuştu-runuz, kıymetinden neler kaybettiğini anlarsınız.”

“İnsanın yaslanıp Rab-bini bildikten sonra ölmesi, küçükken ölüp hesapsız Cennet’e girmesinden daha hayırlıdır. “

“Kul ümidini yalnız Rabbi’ne bağlamalı ve yal-nız günahları kendini kor-kutmalıdır. “

“Cahil, bilmediğini sor-maktan utanmasın. Âlim, içinden çıkamayacağı bir meselede en iyisini Allah’u Teâlâ bilir’ demekten sakın-

masın.”

“Sizin için korktuğum şeylerin en başında, nefsi-nin isteğine uymak ve uzun emelli olmak gelir. Birin-cisi hak yoldan alıkoyar; ikincisi ise ahireti unutturur. “

“Amellerin en zoru üçtür. Bunlar; nefsin hakkını verebilmek, her halde Allah’u Teâlâ’yı hatırlayabil-mek, kardeşine bol bol ikramda bulunabilmektir. “

“Takva, hataya devamı bırakmak; aldanmamaktır.“

“Kalpler, kaplara benzer. Hayırlı olanı, hayırla dolu olanıdır.”

“Bana bir harf öğretenin kölesi olurum. “

Hz. Ali bu ümmetin en ileri gelenlerinden biri ola-rak İslâm’ın bize kadar gelmesinde büyük rolü olan sahabelerdendir .

Amellerin en zoru üçtür. Bunlar; nefsin hakkını verebilmek,

her halde Allah’u Teâlâ’yı hatırlayabilmek,

kardeşine bol bol ikramda bulunabilmektir.

Page 41: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi41

MÜSLÜMAN BİLİMADAMLARI

Ebu’l-Velîd Muhammed Ibn-i Ahmed Ibn-i Muhammed Ibn-i Rüşd 1126’da Kurtuba’da doğdu. Ailesi fıkıh sahasındaki derin bilgi-siyle tanınıyordu, babası ile dedesi Endülüs başkadılığı (Kâdıu’l-kudât) gürevinde bulun-muşlardı. Bu dindar sülale ona İslami araştır-malarda yüksek bir seviyeye ulaşma fırsatı verdi. Bir alimden aldığı derslerle Kur’an ,tef-sir, hadis, fıkıh arap dili ve edebiyatına dair ilimleri öğrenen İbn-i Rüşd, babasından Ma-likilerin kitabı Muvatta’yı okuyarak ezberledi. Ayrıca matematik, fizik, astronomi, mantık, felsef ve tıp gibi sahalarda ilmî araştırmaları-nı sürdürdü. (El-Ehvani, 1990, s.163-64).

İbn-i Rûşd siyasal şartların oldukça karışık olduğu bir ortamda yaşadı. Düşünür Murâ-bıtların hükümranlığı sırasında doğmuştu ve hanedan 1148’de Kurtuba’yı ele geçire-cek olan Muvahhidler tarafından 1147’de Marrâkuş’ta devrilmişti.

Ebû Yakûb emir olduğu zaman İbn Rüşd’e,

Aristo’nun eserlerine şerhler yazmasını em-retti. Marrâkuşî’nin verdiği bilgilere göre İbn Rüşd emirle tanışmasını şöyle anlatır:

“Müminlerin emiri Ebû Ya’kûb’un huzu-runa çıktığımda, onu Ebu Bekr İbn-i Tufeyl ile başbaşa buldum. Ebû Ya’kûb ailem ve cedlerimden bahisle beni övmeye başladı. Mü’minlerin Emiri’nin bana söylediği ilk şey filozofarın görüşüne gönderme yaparak şu

Ancak Ibn-i Rüşd’ün Islâm aleminde hemen hemen hiç

bir öğrencisi yàhut halefi olmamıştır. Hatta O’nun

münekkitleri bile yok denecek kadar azdır. İbn-i Teymiye

(öl. 1327) istisna edildiğinde, onlardan hiç biri İbn-i Sina’nın

büyük münekkidi Gazâlî mesâbesinde değ’ildi.

FARUK KUL

Page 42: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi42

oldu:’Felekler hakkında ne dersin? Kadîm mi-dir? Yaratılmış mı?’ Beni bir korku ve bocala-ma sardı... Fakat Mü’minlerin emiri benim bu korku ve bocalayışımı anlayışla karşılayıp İbn Tufeyl’e döndü ve Aristo, Eflatun ve öteki fi-lozofların fikirlerini zikrederek bana sorduğu soru hakkında onunla konuşmaya başladı...” (zikr:El-Ehvani, 1990, s.165)

Böylece İbn-i Rüşd Aristo’nun eserlerine şerhler yazmaya aşladı. Bu onun “Şarih” ünva-nını almasını sağladı ve Ortaçağ Avrupa’sında da bu özelliğiyle tanındı.( El-Ehvani, s.165)

İbn-i Rüşd, Emir tarafından İşbiliye’ye kadı olarak atandı. Düşünür hayatının bu bölümün-de resmi görevin yanında Aristo felsefesiyle de yoğun şekilde ilgilenmeye başladı. Önce Aristo felsefesinin özünü ve esasını bulmak ve sonra da bunu şerh ve tefsir etmek için araş-tırmalara koyuldu. O sene Aristo’nun Kitabu’1-hayávan’ını telhis etti. 1171’ de ise terfi ede-rek Kurtuba’ya kadı tayin edildi. On seneden fazla bu görevde kaldı. Aristo’nun kitaplarını

búrada şerh etti. 1182’de Emir onu Merakeş’e çağırdı ve Baştabiblik görevine getirdi. Daha sonra kadı’l-kudat görevi ile tekrar Kurtuba’ya gönderildi.

Emir Yusuf’un vefatından sonra onun yeri-ne geçen Emir Yayub b. Mansur da İbn-i Rüşd’e itibar gösterdi. Ancak daha sonra çekemeyen çevrelerin israrlı baskıları üzerine İbn-i Rüşd Yahudilerle meskün bir kasaba olan Elisana’ya sürüldü

İbn-i Rüşd’ün sürgündéki hayatı çok sür-memiş, İşbiliÿe’nin ileri gélénlérinden bir gru-bun İbn-i Rüşd hakkında ricaları üzerine, Emir yaptığına pişman olmùş, onu affetmiş, an-cak bu hadiseden çok geçmeden İbn-i Rüşd 1198 yılında vefat etmiştir.(Uludağ,1985, s.15 vd;Fahri, 1987, s.215)

İbn-i Rüşd ölümünden sonra İslam dün-yasından ziyade Batı’da tanındı. Düşünür yeni felsefesiyle Batı’da “İbn-i Rüşdcü Latin Okulu”nun kurulmasına ortam hazırladı. XII. yüzyılların sonlarına doğru Aristoculuğun Avrupa’da canlanmasıyla birlikte İbn-i Rüşd kısa zamanda Yahudi ve Hristiyanlar arasında şüphe götürmez bir lider olarak kabul edil-di. Musa b. Meymûn (Maimonides öl: 1204) ve öğrencisi Yusuf b. Yahûda tarafından ona duyulan büyük saygı, O’nun önde gelen bir Aristo müfesiri olarak Yahudiler arasında şöh-retini sağlamlaştırdı. XII. yüzyılın bitiminden önce İbn-i Rüşd’ün eserleri, felsefï kültürleri, Renán’ın ifadesiyle “İslam kültürünün yan-sımasından başka bir şey olmayan” Yahudi âlimlerce Arapça olarak okunuyordu. Bunun-la birlikte XIII. yüzyılın başlarında Yahudilerin Prene’lerin ötesine ve Ákdeniz sahili boyunca dağılması O’nun eserlerinin Ibranice’ye tercü-me edilmesini geréktirdi. Moses ben Tibbon, Jacob ben Abba Mari, Simeon Anatoli, Solo-mon ben Joseph ben Job, Zeráchia ben Isaac ve Joseph ben Machis O’nun XIII. yüzyıllardaki en tanınmış mütercimleridir; Calonymus ben Calonymus, Calónymus ben Todros ve Samuel

Page 43: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi43

ben Judah ben Meshullan O’nun XIV.yy’daki mütercimleri arasındadırlar. XIV.yy’ın belirgin bir özelliği İbn-i Rüşd’ün şerhleri üzerinde tam bir süper şerh dalgasının yükselmesidir.

Yahudilerle Hristiyanlar arasında kül-türel bağların yakınlığı ve Batı Avrupa’da İbranice’nin óldukça yaygın olárak biliniyor olması sebebiyle, Roger Bacon (öl:1294) ve Raymond Martin (öl : 1284’ten sonra)’in du-rumlarında görüldüğü gibi genellikle Ibrani-ce yoluyla Arapça felsefi eserlerin Lâtincé’ye tercüme edilmesi XIII.yy’ın başlarında yúk-sekce bir seviyeye ulaşmıstı. 1217-1230 yıl-ları arasında Michael te Scot, İbn-i Rüşd’ün eserlerinden çoğunu Lâtince’ye tercüme etti. Öte yandan Hermann the German 1240-1256 yılları arasında Poetica ve Ethica Nicomachea’nın özetlerini çevirdi. Toplam olarák İbn-i Rüşd’ün otuz sekiz şerhinden 15 tanesi Arapça’dán Lâtince’ye XIII. asırda ter-

cüme edildi.

Ancak Ibn-i Rüşd’ün Islâm aleminde he-men hemen hiç bir öğrencisi yàhut halefi olmamıştır. Hatta O’nun münekkitleri bile yok denecek kadar azdır. İbn-i Teymiye (öl : 1327) istisna edildiğinde, onlardan hiç biri İbn-i Sina’nın büyük münekkidi Gazâlî me-sâbesinde değ’ildi..Ne var ki O’nun Batı’daki münekkitleri parlak bir galaksi teşkìl ederler : Máimonides, Siger de Brabant, Moses ben Tibbon, Levi ben Gerson; AIbert the Great, St. Thomas Aquinas bazılarıdır.(Fahri,1987, s.215 vd)

Onun İslam felsefesiyle ilgili en önemli eseri İmam-ı Gazali’nin Tahafütü’l-Felasifesi-ne karşı yazdığı Tehafütu’t-Tehafüt ve genel-likle kendisinin tevhid anlayışını ortaya koy-duğu Faslu’l-Makal ile el-Keşf an minhaci’l edille adlı risalaeleridir.

Page 44: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi44

GUSLبسم الله الرحمن الرحيم

لاة فاغسلوا يا اأيها الذين اآمنوا اإذا قمتم اإلى الصوجوهكم واأيديكم اإلى المرافق وامسحوا

برءوسكم واأرجلكم اإلى الكعبين واإن كنتم روا واإن كنتم مرضى اأو على سفر اأو جنبا فاطهجاء اأحد منكم من الغائط اأو لامستم النساء با فامسحوا موا صعيدا طي فلم تجدوا ماء فتيمبوجوهكم واأيديكم منه ما يريد الله ليجعل ركم وليتم عليكم من حرج ولكن يريد ليطه

نعمته عليكم لعلكم تشكرون

“Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi ve -başları-nıza mesh edip- her iki topuğa kadar da ayakla-rınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz, iyice yıkanarak temizlenin. Hasta olursanız veya seferde bulunur-sanız veya biriniz abdest bozmaktan (def-i hacet-ten) gelir veya kadınlara dokunur (cinsel ilişkide bulunur) da su bulamazsanız, o zaman temiz bir toprağa yönelin. Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin (Teyemmüm edin). Allah, size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez. Fakat O, sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak is-ter ki şükredesiniz.”1

Sözlükte gusül (gasl ve gusl) “bir şeyi su ile yı-kamayı”, fıkıh ilminde ise “bütün vücudun temiz 1 el-Mâide 5/6

AYŞE TUNÇ

ilm-ü hal

Page 45: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi45

su ile yıkanması şeklinde yapılan hükmî temizlik işlemi”ni ifade eder. Fıkıhta abdeste küçük temiz-lik, abdest almayı gerektiren hallere küçük kirlilik (hades-i asgar), gusle büyük temizlik, guslü ge-rektiren hallere de büyük kirlilik (hades-i ekber) denilir. Guslün Türkçe’deki bir başka adı da boy abdestidir.

Kur’an’da “Eğer cünüp iseniz iyice temizle-nin” buyrularak cünüplük halinden kurtulmak için guslün gerekliliği bildirilmiş, ayrıca,” Sana, kadınların aybaşı hali hakkında da sorarlar, de ki: “O bir ezadır (rahatsızlıktır)”. Aybaşı halin-de iken kadınlardan el çekin, temizlenmeleri-ne kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman, Allah’ın size buyurduğu yoldan yakla-şın. Allah şüphesiz daima tevbe edenleri se-ver, temizlenenleri de sever”2 ayeti mucibince de, hayzın (ay hali) kadınlar için mazeret hali ol-duğu belirtilerek gusledip temizleninceye kadar onlarla cinsel ilişki kurulma sı yasaklanmıştır. Cünüplük hali ile kadınların hayız ve nifas kan-larının kesilmesi halinde guslün gerekli olduğu ve bunun nasıl yapılması gerektiği hususuna Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v)’in söz ve uygulamaları da muhakkak ki önemli açıkla-malar getirmiştir.

Abdest gibi gusül de esasen hükmî temizlen-me ve arınma vasıtasıdır. Böyle olmakla birlikte bunların maddî ve manevi temizlenmeyi de sağ-ladığı, ayrıca birçok tıbbî yararlar içerdiği de inkâr edilemez. Guslün insan sağlığı açısından önemi ve yararı Doğulu ve Batılı ilim adamlarınca ayrı ayrı dile getirilmiş, boy abdesti temizliği müslü-man milletlerin belirgin özelliği, İslâm medeni-yetinin beden temizliğine ve sağlığına verdiği önemin âdeta simgesi olmuştur. Gusül ile hayız, nifas ve cünüplük halinin vücutta bırakabileceği maddî bir kalıntı ve bulaşıklar iyice temizlenmiş olur. Ayrıca gusül, cünüplük halinin vücutta yol açacağı yorgunluk ve gevşekliği giderme, be-2 “(el-Bakara 2/222)

dende yeni bir denge kurma, kan dolaşımını dü-zene koyma ve kişiyi hükmî kirlilikten kurtararak ibadet atmosferine hazırlama gibi beden ve ruh sağlığı açısından birçok yararı içinde barındırır. Buna ilâve olarak, bilinebilen veya bilinemeyen birçok hikmet ve fayda taşıdığı inancıyla Allah’ın bu emrini yerine getiren mümin, Allah’a kayıtsız şartsız itaat etmenin haz ve sevabına kavuşur.

GUSLÜ GEREKTİREN DURUMLAR

Esasen guslün sebebi hükmî kirliliktir. Bu se-beple hükmî kirlilik hali sayılan cünüplük, ha-yız ve nifas halleri guslü gerektiren üç temel sebeptir. Bu sebeplerden dolayı gusül farzdır, bir de şehid olmayan müslüman bir ölüye gusül aldırılması, İslâm toplumuna yüklenen kifâî bir farzdır. Ancak bu üç durumun (cünüplük, hayız, nifas) büyük kirlilik olarak anılması, bu durum-daki kimselerin dinen necis sayıldığı anlamına gelmez. Mümin necis olmaz. Hatta müşriklerin necis olduğu meâlindeki âyet de3 onların hükmî kirliliklerine işaret olarak anlaşılmıştır. Bu sebep-ledir ki, cünüp olan, hayız ve nifas gören kimse-lerin hükmî kirliliği, onların namaz, tilâvet sec-desi, Kâbe’yi tavaf, Kur’an’ı eline alma ve Kur’an okuma, mescide girme gibi belirli ibadetleri veya ibadetle yakından ilgili fiilleri yapmak için gerekli ruhî ve mânevî hazırlığa sahip olmadıkları anla-mına gelir.

a) Cünüplük

Fıkıh dilinde cünüplük (=cenâbet), cinsî mü-nasebet veya ihtilam ve benzeri bir yolla meni-nin gelmesi (inzal) sebepleriyle meydana gelen ve belirli ibadetlerin yapılmasına engel olan hük-mî kirlilik halinin adıdır.

İhtilam; uyku ya da uyanıklık hâlinde, bakmak veya düşünmek yolu ile vücuttan “menî” denilen sıvının gelmesi durumudur.

İhtilam, sadece erkeklere mahsus bir hâl de-3 (et-Tevbe 9/28)

Page 46: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi46

ğildir. Kadın da ihtilâm olabilir. Ümmü Seleme (r.a)’dan şöyle dediği nakledilmiştir:

“Enes’in annesi Ümmü Süleym dedi ki:

-Ey Allâh’ın elçisi! Allah, hakkın söylenmesin-den hayâ etmez. İhtilâm olduğu zaman kadının gusletmesi gerekir mi?”

Rasulü Ekrem (s.a.v):

-Evet, yaşlık görürse gerekir.” buyurdu.

Bunun üzerine orada bulunan Ümmü Seleme Vâlidemiz:

-Kadın da ihtilam olur muymuş?” diye sordu. Rasulü Ekrem (s.a.v):

-Hay Allah iyiliğini versin. Kadın ihtilam ol-mazsa, peki çocuğu ona nasıl benzer ki?” buyur-dular.4

Meni ; şehvetin artmasıyla (doyuma ulaşma-sıyla) cinsel uzuvdan basınçla dışarı çıkan yoğun sıvının adıdır. Cinsiyet uzvundan meni dışında gelebilen iki çeşit sıvı daha vardır, bunlar mezi ve vedi’dir. Mezi; cinsel duygu, heyecan, tenle temas vb. sonunda meni değil de daha az, açık renkli, yapışkan ve fışkırmayan bir sıvıdır (Bu sı-vının kadınlardan gelenine ise “kazi” denir); me-ziden dolayı gusül gerekmez, yalnızca abdest alınır.

Rasulullah (s.a.v) bu hususta da şöyle buyu-rur:

“Mezide abdest, menide gusül vardır.” 5

Ancak mezinin gelmesi ile abdest bozulaca-ğı için kişi avret mahallini yıkar ve abdest alır. Nitekim Rasulü Ekrem (s.a.v) mezi için:

“Herhangi birinizin idrar yolundan mezi gelir-se, avret yerini yıkasın ve namaz için abdest al-sın.” buyurmuştur. 6

Vedi ise; İdrardan sonra veya başka zaman-4 (Buhârî; 130 , Müslim;236)5 (Şevkânî, Neylü’l Evtâr, I, 218)6 (Muvattâ, Taharet 53; Buhârî, Gusl, 13)

larda cinsel etkilenme, haz, uyanma sözkonusu olmadan gelen açık renkli, fışkırmayan, yapışkan ve az miktardaki sıvıya denir, bu da yalnızca ab-desti bozar.

Meni gelsin veya gelmesin cinsî münase-bet sonunda kadın da erkek de cünüp olur. Cünüplüğe yol açan cinsî münasebetin ölçüsü ve başlangıç sınırı, erkeklik organının sünnet kıs-mının duhulü iledir. Erkek veya kadından şehvet-le (cinsî zevk vererek) meninin gelmesi cünüplü-ğün ikinci sebebidir. Meninin uyku halinde veya uyanıkken, iradî ya da gayri iradî gelmesi sonucu değiştirmez. Şâfiîler hariç fakihlerin çoğunluğu, cünüplük için meninin şehvetle gelmesini şart gördüklerinden, ağır kaldırma, düşme, hastalık gibi sebeplerle meninin gelmesini cünüplük se-bebi saymazlar. Şafiilerde ise meninin şehvetle gelmesi şart değildir.

Uykudan uyanan kimse, yatağında, çamaşı-rında veya bedeninde bir yaşlık görünce bakılır:

Eğer rüyada cinsel ilişkide bulunduğunu ha-tırlıyorsa, gusletmesi gerekir. Yaşlığın meni olup olmamasında şüpheye düşmesi bir önem taşı-maz. Ancak ihtilam olduğunu hatırlamadığı tak-dirde, yaşlığın mahiyetinin ne olduğu üzerinde durulmaz ve gusül gerekmez. Çünkü akıntının şehvetle geldiği bilinmemektedir. Bu mesele İmam Ebû Yusuf’a göredir, İmamı Azam ile İmam Muhammed’e göre, gelen akıntının mezi oldu-ğunu anlıyorsa, gusl etmesi gerekmez. Fakat meni olduğunu biliyor veya şübheye kapılıyorsa, gusletmesi gerekir. İhtiyata uygun olan da bu-dur. Onun için fetva buna göredir.7

Cünüp olan erkek idrarını yapmadan veya uyumadan önce yıkansa ve namaz kılsa, daha sonra kendisinden menî kalıntısı gelse Ebu Yusuf’un aksine, Ebû Hanife ve Muhammed’e göre yeniden yıkanması gerekir. Fakat ittifak-la, kıldığı namazı iade etmesi gerekmez. Ancak 7 Ömer Nasuhi Bilmen/ilmihal

Page 47: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi47

idrarını yaptıktan veya biraz yürüdükten veya uyuduktan sonra şehvetsiz olarak gelecek menî guslü gerektirmez. Çünkü bu durumda, o menî yerinden şehvet olmaksızın ayrılmış bulunur. Yine bir kadın, yıkandıktan sonra, kocasının me-nisi çıkacak olsa yeniden yıkanması gerekmez8

Sarhoş veya bayılmış olan bir kimse uykusun-dan uyanıp da, kendisinde meni bulacak olsa, gusletmesi gerekir. Mezi bulacak olsa yıkanması gerekmez.

Cünüp olan kimsenin yapamayacağı iş-ler; farz veya nâfile herhangi bir namaz kılma-sı, tilâvet secdesi yapması, Kâbe’yi tavaf etmesi, Mushaf’ı eline alması, camiye girmesi ve orada bulunması câiz görülmez. Bu kimseler dua ve zikir maksadıyla besmele çekip Fâtiha, İhlâs gibi sûre ve âyetleri okuyabilirler. Cünüp kimsenin bu halini herhangi bir farz namazın ifası vaktine ka-dar geciktirmesi ve bu arada yeme içme de dahil beşerî ve sosyal faaliyetlerini sürdürmesi fıkhen câiz ise de bir an önce cünüplükten kurtulması, bunun için de ilk fırsatta boy abdesti alması, de-ğilse cinsel organını, el ve ağzını yıkaması tavsiye edilmiştir.9

b) Hayız ve Nifas

Hayız (ay başı) ve nifas (loğusalık) kanlarının kesilmesiyle veya bu iki hal için öngörülen âzami sürelerin dolmasıyla gusül gerekli olur. Bu süreyi aşan kanamalar özür hali (istihâze) sayıldığından bu tür kanamanın sona ermesi halinde gusül ge-rekmez.

Hayız ve nifas halindeki kadının hükmü cü-nüp kimseninki gibidir. Ayrıca bu durumdaki kadınların cinsel ilişkide bulunması haramdır10, oruç tutması da câiz değildir. Kadınlara mahsus haller ve bunların fıkhî hükmü daha sonraki ko-nularda izah edilecektir.8 (el-Fetâvâl-Hindiyye, I, 14; İbn Âbidin, Reddü’l Muhtar, İstan-bul 1984, I, 159 vd.)9 İsam 10 (el-Bakara 2/222)

Yeni müslüman olmuş bir kimsenin sırf bu se-beple gusletmesi Mâlikî ve Hanbelî fakihlerine göre vâcip, Hanefî ve Şâfiîler’e göre ise mendup bir davranıştır. Cünüp ise gusletmesinin gerekli-liğinde ittifak vardır. İslâm dinine giren kimsenin bu sebeple guslü, geride kalan mânevî kirlilikten ve günahlardan arınıp yeni bir hayata tertemiz başlangıç anlamını taşır.

Gusül almanın sünnet ve müstehap oldu-ğu durumlar; cuma ve bayram namazları önce-sinde, hac veya umre niyetiyle ihrama girerken ve Arafat’ta vakfe için gusletmek sünnet, cenaze yıkama, hacamat olmak, Mekke ve Medine’ye girme, Berat ve Kadir gecelerini ihya etmeyi is-teme, husuf ve kusuf namazı kılma, yağmur dua-sına çıkma,yoldan gelme, bir toplantıya katılma, yeni elbise giyme, bir günahtan tövbe etme gibi çeşitli sebep ve durumlarda gusletmek de müs-tehap görülmüştür.11

GUSLÜN FARZLARI

Gusül, ilgili âyette de12 işaret edildiği gibi bü-tün vücudun kuru bir yer kalmayacak şekilde ta-mamen yıkanmasından ibarettir. Bunda bütün fakihlerin ittifakı vardır. Ancak Hanefî ve Hanbelî mezhebinde ağız ve burnun içi gusülde bedenin dış kısmından sayılmıştır. Böyle olunca Hanefi mezhebinde guslün;

1- Ağza su almak (mazmaza).

2- Burna su çekmek (istinşak).

3- Bütün vücudu yıkamak.

şeklinde üç farzından söz edilir. Lakin talim için ayrı ayrı sayıldığında on birdir. Buna göre:

4- Açılmasında zorluk olmayan, sünnet edil-memiş kabuğun içini yıkamak.

5- Göbeğin içini yıkamak.

6- Kapanmamış olan küpe deliğinin içini yıka-11 Nimet-i İslam12 (el-Mâide 5/6)

Page 48: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi48

mak.

7- Erkeklerin örgülü saçlarını çözüp içini yıka-ması, kadının eğer su örgünün köküne sirayet ediyorsa, örgülü saçı çözmesi gerekli değildir.( Hanbelîler hayız ve nifas sebebiyle gusül için ör-günün çözülüp saçın yıkanmasını gerekli görür.)

8- Sakal sık dahi olsa cildi yani diplerini yıka-mak.

9- Bıyığın diplerini yıkamak.

10- Kaşların altını yıkamak.

11- Kadınlarda ferç ve makadın, erkeklerde ise makadın normal oturuş halinde dışta kalan kıs-mının yıkanması, farzdır.13

Mâlikî ve Şâfiîler ile Şîa’dan Caferîler’e göre ağız ve burnun içini yıkamak sünnettir. Gusülde niyet Hanefîler’e göre sünnet, diğer mezheplere göre farzdır. Mâlikîler’e göre vücudu ovalamak ve ve gusül işlemlerinin arasını açmamak da gus-lün farzlarındandır.

Gusül mutlak su denilen nehir, pınar, kuyu, deniz, kaynak ve yağmur suları ile yapılır. Gusül esnasında, bedendeki yara üzerinde sargı varsa bakılır; şayet yıkama yara için zararlı olmayacak-sa sargı çözülüp yıkanır, değilse sargı üzerine meshedilir.

Ayrıca deri üzerinde olup suyun deriyle tema-sını önleyen ve izâlesinde (temizlenmesinde)de güçlük bulunan boya ve benzeri maddeler, gus-le mani değildir. Bu sebeple vücudun maddî te-mizliğini imkân ölçüsünde ve sabun kullanarak yaptıktan sonra deri üzerinde kalıp, suyun deriye ulaşmasına mani olan boyacının tırnağı üzerin-deki boya, rençberin tırnağındaki kir vs. gusle mani değildir.

GUSLÜN SÜNNETLERİ ve ÂDÂBI

İbadetlerin ifası, bir mezhebin belirlediği 13 Nurul İzah

farz çizgisinin altına düşmediği müddetçe kişiyi

prensip olarak sorumluluktan kurtarırsa da, ma-

demki ibadetler Allah’ın rızâsını kazanmak, ona

kulluğumuzu ve bağlılığımızı en iyi şekilde arz

etmek için yapılır, o halde ibadetlerin mümkün

olduğu ölçüde bütün farz, sünnet ve âdâbıyla

yapılması gerekir.

Guslün Sünnetleri ve Adabı:

1- Besmele ve niyet ile başlamak,

2- Öncelikle elleri ve avret yerini yıkamak,

3- Bedenin herhangi bir yerinde kir ve pislik

varsa onu gidermek,

4- Namaz abdesti gibi abdest almak,

5- Abdestten sonra önce üç defa başa, sonra

sağ, sonra sol omuza su dökmek,

6- Sonra diğer uzuvları yıkamak, her defasın-

da bedeni iyi ovuşturmak,

7- Her âzayı üçer defa yıkamak,

8- Suyun kullanımında aşırı davranmamak,

9- Avret yerlerini örterek yıkanmak,

10- Gusül esnasında konuşmamak,

11- Gusülden sonra çabucak giyinmek,

guslün belli başlı sünnet ve âdâbındandır.

Abdestin âdâbı sayılan diğer güzel davranışlar

gusül için de geçerlidir. Lakin gusülde, abdest-

ten farklı olarak kıbleye dönülmez ve dua okun-

maz, mekruhtur.14

Yazımızın son cümlesini Abdullah Murad

Şükrüoğlu (k.s) söylüyor;

TAHARETİ OLMAYANIN ABDESTİ OLMAZ.

ABDESTİ OLMAYANIN NAMAZI OLMAZ. NAMAZI

OLMAYANIN DİNİ OLMAZ…14 Nurul İzah

Page 49: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi49

Hep merak etmişimdir, Mehmet Akif ERSOY’a bu satırları yazdıran sebebi. “...   Ağlarım ağlatamam; hissederim söyleyemem,   Dili yok kalbimin bundan ne kadar bizarım.   Oku, şayet sana hisli bir yürek lazımsa,   Oku, zira onu yazdım iki söz yazdımsa....” Varlık içinde yokluk, gurbet içinde gurbet yaşadığımız şu günlerde belki daha faz-la geçmişin muhasebesini yapmak lazım. Asırlardır üzerimize serpilen ölü toprağını bir kenara atıp, ufuklar ötesine uzanan sah-ralarda dolaşmak lazım bir kere daha. Ansı-zın bedenimizi okşayan yağmurun farkına varmak için, belki biraz daha fazla hissetme-liyiz gönüller arası meltem seyrini. Bir kere daha denemeliyiz, yalnızlıklar koğuşunun parmaklıkları arkasından çıkıp, buhar buhar akmakta olan Asr-ı Saadet damlacıkları ara-sında gezinmeyi. Belki de peşinden koşmayı bırakmalıyız dünyevi hislerin; sonra aynaya bakıp halimizi tahayyül ederek Üstad’ın dediği gibi : “Sükut... kıvrım kıvrım uzaklık uzar; Tek nokta seçemez Dünyadan nazar. Yerinde mi acep ölü ve mezar

Yer yüzü boşaldı, habersiz miyiz? Güneşe göç varda kalan biz miyiz? Ses demir, su demir ve ekmek demir... İstersen demirde muhali kemir, Ne gelir elden kader bu emir... Garip pencerecik, küçük, daracık; Dünya ya kapalı, Allah’a açık.” Tekrar etmeliyiz hakikati... Bir önceki sayımızda “Toprağı kaybedilmiş kubbe: Gönül Dünyamız” ismi altında göz-lere ve gönüllere bir nebze de olsa seyr ettiğimiz acizane hakikat olarak gördüğüm önemli hususları, birazda şekva haliyle hem sizlerin gönüllerine hem de dünya haline tercüman olmaya çalışmıştım. Biz, “Kana-yan Yaramız: Müslüman Coğrafyası” derken aslında geçmişin ve geleceğin muhasebe-sini yapmaya davet ediyoruz. Birlik içinde beraberlik içinde ruh ve mana itibariyle inkisara uğramayan bir fikriyatın; mazluma Eren, Zalime Mucahit olma yolunda binlerce başın tereddütsüz feda edileceği Davay-ı Nübüvvet’i ve Nam-ı Celili Muhammed’i (s.a.v) soluk soluk bütün bedenlerde tenef-füs ettirebilme, islamı yeryüzünde bütün uzak ve uzaklaşmış gönüllere uğramasını

Ebubekir ONHAN

TOPRAĞI KAYBEDİLMİŞ KUBBE:“GÖNÜL DÜNYAMIZ 1 ”

Page 50: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi50

kendisine gaye kabul etmiş gönül insanları-nın bir arada kardeşlik şuuruyla yaşamanın, tasada ve kıvançta bir olmanın zuhurunu ifade etmeye çalışıyoruz. Bizlik şuuru ile; Asr-ı Saadetin o güzel esintisini geçmişten alıp geleceğe uzatan bir tertemiz eli tutmayı anlıyoruz ve anlatmaya ömrümüz vefa gös-terirse devam edeceğiz. Yıllar var ki hasret namzeden sineleri göremedik. Yaşantımız hüsran içerisinde enelik şuuruyla geçmekte iken sadece tesirsiz müeyyidelerde bulun-makla yetindik. Suların arkında yatak yapa-rak aktığı şu günlerde yine ayrılığı ve ayrı kalmayı kendimize şiar edindik.  Sorumuzun cevabını artık verelim ve bir-likte analiz etmeye çalışalım. Mehmet Akif sadece bir örnek. Ve tertemiz bir örnek. Sadi Şiraziler, Nedimler, Bakiler, Fuzuliler, Yaman Dedeler... Ve ismini sayamadığım tertemiz gönüller... Kıymetli dostlar, yanık gönüllerden ses hep aynı çıkmaktadır. Tek bir fark var o da söy-lemlerin farklı farklı, anlamların aynı kapının kilidi olmasıdır. Bu husus bile bizim zaman zaman geçmişin ve geleceğin muhasebesini yapmamıza yeterlidir. Muhterem Büyüğümüz Abdullah Murat Sukruoglu; ben ve benim gibi hayırsız iki üç kardeşimizle sohbet halkalarında ne zaman bulunsak hep söylediği, dile getirdiği, bir iki önemli husus var. Kerbela ve Kanayan Ya-ramız Müslüman Coğrafyası. Çözümünü de konuyu etraflıca analiz ettikten sonra bu-yuruyorlar: “Kardeşlik... Kardeşler arasındaki bağlılık...” Bir iki hafta kadar önce mübarek sohbetlerinden ayrı kaldık bu sebepten dolayı. Kendileri kardeşlik konusunda insan-ların adeta et ve kemik gibi bir arada bulun-malarını şiddetle istiyor ve tavsiye buyuru-yorlar: “ Sadırdan satıra, kulaktan akıla nur olur dolaşır;   Ruhta ilim amelle birleşince kılıcı gülleştirir,   Ümmeti birleştirir...”

Page 51: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi51

‘SINIR’SIZKARDEŞLİKLER...

Euzubillahimineşşeytanirracim

Bismillahirrahmanirrahim

Ziyaret ettiğimiz her aile, çaldığımız her kapı belleğimizde bir iz bırakıyor. Bu kapıla-rın ardında yaşanan hayatların gönül yakan-ları, yürek burkanları, hayrette bırakanları, ibretlik olanları var. Hazinelerle ölçülemeye-cek kıymetteki götürdüğümüz kitaplarımıza ve gönül dolusu samimiyetimize karşılık, bir tebessüm, birkaç damla gözyaşı, hayır duala-rı ve gönüller dolusu muhabbet buluyoruz. Karşılığını yalnızca Allah’tan (c.c.) bekleye-rek uzattığımız eller hiç boş dönmüyor Biiznillah. Aldığımız dersler ise caba-sı Elhamdülillah. Rabbimiz amellerimizi boşa çıkart-masın, Amin.

Sarı ışıklar yayan sokak lambalarının aydınlığında ilerliyoruz. Erkek kardeş-lerimiz bize yol gösteren mahalle muhtarıyla birlik-te önümüzde, bizde ha-nım kardeşlerimizle daha geride yürüyoruz. Muhtar babacan tavırlarıyla gide-ceğiz aileler hakkında bilgi-

ler veriyor. Aramızda hayli mesafe olmasına rağmen akşamın sessizliğinde sesler bize ra-hatlıkla ulaşıyor. Muhtar Filipinli bir aileden bahsederken, karanlık bir çıkmaz sokağa gi-riyoruz.

Tek katlı, müstakil bir evin bahçe kapısını çalıyor muhtar amca. Bir yandan da ev sahi-besi hanımı ismiyle çağırıyor. Orta yaşın üs-tünde bir hanım açıyor kapıyı. Muhtarla bir şey konuşuyorlar. Bu arada eşim bizi bilgilen-diriyor.

Ziyaret edeceğimiz ev kapısını çaldığımız evin arkasındaymış. Aile Filipinlerden Türkiye’ye ge-lirken hanımın kocası vefat etmiş. kadın iki kız çocuğu ile kalmış. Bize kapıyı açan teyze bahçesindeki iki oda-lı eve o hanımla çocukla-rını bedelsiz olarak Allah (c.c.) rızası için yerleştirmiş. Etraftan gelen yardımlar-la geçiniyorlarmış. Hanım memleketinde yüksekokul okumuş, bilgili bir kültürlü bir hanımmış.

Hikaye hepimizin ilgisi-ni çekiyor. Denizler, dağlar

Ümmü HARAM

Page 52: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi52

aşarak Türkiye’ye gelirken, eşini ebedi hayata uğurlayan sonrada Konya’nın ücra bir mahal-lesinde iki çocuğuyla hayat mücadelesi ve-ren bu kahraman kadını merak ediyoruz.

Ev sahibesi hanım, yanımıza yaklaşıyor. Selamlaşıp tanışıyoruz. Abdullah Murad Şük-rüoğlu Hoca’nın talebeleri olduğumuzu, Biz-biriz Derneği çatısı altında hizmet verdiğimi-zi anlatıyor, Hocamızın kitaplarından takdim ediyoruz. Hanımda memnuniyetini ifade ediyor. Bizi evinin yanındaki dar yoldan arka taraftaki eve doğru götürüyor. Tek katlı müş-temilatın önünde duruyoruz. Geldiğimizden haberdar edilmiş olsa gerek, ev sahibesi bizi büyük bir muhabbetle kapıda karşılıyor.Ar-kasında iki küçük kız çocuğu ile siyahi bir hanım... Biri altı, diğeri yedi yaşında. Kıvır-cık saçları, karası kapkara, beyazı bembeyaz gözleri ilkten cezbediyor girenleri... Annesi bizim selamımıza mukabele edip bizi karşı-larken, onlar şaşkınlık içinde çevreyi süzüyor-lar. Onlarında başını okşayıp sevgimizi gös-teriyoruz. Pespembe dudakları tebessümle açılırken tenlerinin esmerliğine inat inci gibi ışıldayan bembeyaz dişleri görünüyor. Öyle tatlılar ki insan gözlerini alamıyor.

Aklımıza altı yaşında, Ebva’da annesini defnedip Ümmü Eymen’le Mekke’ye dönen, babasını zaten hiç görmemiş Allah’ın Rasu-lü Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) geliyor. Bu yetimlerin başlarını bütün yüreğimiz par-

maklarımızın ucundaymış gibi okşuyoruz.

Meryem ve Fatma anneleri ile vatanların-dan çok uzakta hısımsız, akrabasız... Kimse-sizlerin kimsesi olan Allah’a tam bir tevekkül içindeler... Gerçek kardeşliğin din kardeşliği olduğunun şuurundalar... Rasulullah (s.a.v) Farisli Selman’a (r.a.) ‘’Selman ehli beyttendir.” buyuruyor ya; akrabalık için kan bağı gerek-miyor, kardeşlik için aynı karında büyümek, aynı babadan olup, aynı anadan doğmak ge-rekmiyor.

Rabbimiz Hucurat diye şöhret bulmuş su-re-i celilede ‘’Ancak Müminler kardeştir.’’ bu-yurmuyor mu? İşte sözün bittiği yer...

Dilimizi çat pat konuşabilen dünyanın ne-redeyse öbür ucundan kalkıp gelmiş, rengi başka, ırkı başka ama aynıyız. Biriz, kardeşiz, Adem (a.s.)’ın, Nuh (a.s.)’ın çocuklarıyız. Bir Allah’a inanmış, bir vücudun azaları olmuşuz.

Öyle bir muhabbet akıyor ki bakışlarımız-dan... Konuşuyor, halleşiyoruz bakışlarımızla. Gözlerden dökülen birkaç damla o andaki duygu yoğunluğunun en saf hali...

Yardımımızı ve kitaplarımızı takdim edi-yoruz. Bize mukabele olarak hayır duaları ediyorlar. Muhabbetle uğurlanıyoruz. Dün-ya tatlısı iki karabiberi ve annelerini Allah’a emanet edip bir başka adrese doğru yola çı-kıyoruz.

Page 53: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi53

ARAPÇA RABCA’YA GÖTÜRÜR

N. HADRA

Page 54: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi54

MUTTASIL ZAMİRLER

CEMİ TESNİYE MÜFRED

همonların

هماikisinin

هOnun

MÜZEKKER

هنonların

هماikisinin

ها Onun

MÜENNES

كم Sizlerin

كما ikinizin

ك Senin

MÜZEKKER

كن Sizlerin

كماikinizin

كSenin

MÜENNES

نا Bizim

نا Bizim

ي Benim

ORTAK

Muttasıl zamirler Kelimenin sonuna bitişir ve aitlik anlamı katarÖrnek

Benim kitabım كتا بي

Onun okulu مدرسته

Onun evi بيتها

Bizim kalemimiz قلمنا

Sizin çantanız حقيبتكم

Onların defteri دفترهم

Page 55: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi55

Ulaşım Araçları وسائل النقل

Arabaسيارة

Bisikletاجة در

Gemi سفينة

Motosiklet اجة نارية در

Otobüs حافلة

Tren قطار

Uçak طائرة

Vapur باخرة

Page 56: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi56

HAYDARAhmet NAVRUZ

Bir anda dışarıdan bir patlama sesi geldi ve çatışma çıktı.Komutan ne olduğunu anla-mamıştı.Peçeliyi yakalamaya gelmişti, tam yakaladım diye sevinirken peçeli tarafından baskına uğramıştı.Peçeli küffarı bir bir yere seriyordu.Allah Allah nidalarından korkan israil askerleri kaçarken birbirlerine kaçın ordu geliyor diye bağırıyorlardı.Tek başına bir ordu gibi saldırıyordu peçeli.Ve sani geçen gün yaralanan o değil sanki hiç bir şey olma-mış gibi hareketleri kusursuzdu.

İlk patlama sesinden beri ağzını açmayan komutan ilk kez konuşuyordu:

-Geri çekiliyoruz! Zaten yer yer kaçan askerler bunu duyunca arkalarına bakmadan kaçmaya başladılar.

……………

Haydar kanlar içinde baygın yerde yatıyordu.Peçeli içeri girip Haydarın kendine gel-mesini sağladıktan sonra dışarıdan yardım çağırdı.Yasir Amca ve diğer komşular yardıma geldiler.Yasir amcanın gözünde yaş ‘’benim yüzümden kıydılar yiğidime’’ diye ağlıyordu.eçeli halkın geldiğini görünce her zaman ki gibi ortadan kaybolmuştu.

Bir taraftan birkaç kişi Haydarın yarasını sarıyordu ama kalabalığın arkasından gelen sesler Yasir Amcayı sinir etmeye yetmişti.

-Ben demiştim bu Türkden Peçeli falan olmaz diye ne zaman bizimle savaştı da şimdi bizim için savaşacak.

Bir diğeri:

-Baksana adamlar tekme tokat dövdü elini kaldıramadı.Allahdan gerçek peçeli geldi kurtuldu.diyorlardı.Bunları duyan Yasir Amca ‘’Bir yararınız yok konuşmayan bari’’ diye kı-zarak kalabalığı kovaladı.

……………

Aradan geçen bir hafta Haydarın dinlenmesine yardımcı olmuştu.Günler sonra dük-kanı açmak için erken kalkmış kahvaltısını hazırlarken kapı çalınmaya başladı.Kapıyı açan Haydar hem sevinç hem şaşkınlıktan tutula kaldı.Gelen tek dostu,kardeşi,ne zaman dara düşse hemen oracıkta biten Muhammeddi.Muhammet Türkiyeden arkadaşı idi ergen-lik dönemlerinde hep beraber güreşirlerdi ama yenişemezlerdi.Muhammedde Haydar gibi kimse tarafından sırtı yere getirilememiş bir yiğitti.Tek yenemediği Haydardı.Haydarı öyle şaşkın görünce ‘’kardeşim tanıyamadın mı?’’diyerek sarıldı…

Hasret gideren iki arkadaş beraber dükkana geçtiler.Haydar:’’Ne zaman geldin karde-şim ‘’ diye sorunca Muhammet biraz afallayıp ‘’Daha dün geldim kardeşim’’ diye cevap verdi.Buna bir anlam veremeyen Haydar gelen müşteri ile ilgilenmek için ayağa kalk-mişti ama Muhammeti gören müşteri ‘’Ooo kardeş geleli bir hafta oldu Haydara baskın yapılmadan bir gün önce gelmiştin nerelerdesin sen’’ diye siteme başladı.Konuşmalar geçerken Haydarın tek düşündüğü ‘’Muhammedin kendisine niye yalan söylediği idi…

Page 57: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi57

İlginç BilgilerHamamböcekleri

yaklaşık olarak 250 milyon yıldır yaşadık-ları halde hiçbir deği-şime uğramamışlar-dır.

Hapşırdığınız za-man, kalbiniz de dâhil olmak üzere bütün vücut fonksiyonlarınız bir an için durur.

Hapşırırken Burnu ya da Ağzı Kapamak, Felce Neden Oluyor.

Havuca rengini karoten verir.

Günümüzde, evle-nenlerin yüzde ellisi boşanmaktadır.

Hawaii alfabesinde sadece 12 harf bulun-maktadır.

Her 25 kişiden biri astım hastasıdır.

Hipopotamlar insandan daha hızlı ko-şarlar.

İleri doğru bir adim atıldığında, insan vücudundaki 54 kas çalışır.

İnciler sirkede erir.

İnek sütünün pH değeri 6’dır.

İnsan beyninin % 80’i sudur.

İnsan beyninin ortalama ağırlığı

1.3kg’dır.

İnsan elinde, en ya-vaş uzayan tırnak baş-parmağınki, en hızlı uzayan tırnak ise orta parmağınkidir.

İnsan vücudundaki en güçlü kas dildir.

İnternetin yıllık bü-yüme yüzdesi 314.000’dir.

Kangurular geri geri yürüyemezler.

Kaşları yukarı kaldırmak için 30 kaşı ha-rekete geçirmek ge-rekiyor.

Kelebekler ayakla-rıyla tat alırlar.

Kıta isimlerinin hepsi ayni harfle baş-layıp ayni harfle biter.

Kirli kar, temiz kardan daha kolay erir.

Kopeklerin ter bezleri ayaklarındadır.

Kutup ayıları solaktır.

Haz. Ahmet NAVRUZ

Page 58: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi58

ESLEM ERCAN

Evrende görebileceğimiz tüm nesne ve varlıkların parçaları arasında bir uyumun olduğunu ve binlerce yıldır hiç değişmediği saptandığı için Allah’ın matematik sistemi olarak bilinen bağıntıya “altın oran” denilmektedir. Sanatta ve matematikte çok kez karşılaşabileceğimiz bu oran, aslında basit bir kural üzerine oturtulmuştur. Fakat gözlemleyebildiğimiz bütün varlık aleminde bu oranın geçerli ve tutarlı olarak göze çarpması, insanları şaşkına çevirecek kadar ciddi bir sistemi ortaya koyuyor. Evrenin var oluşundan bu yana tutarlı olarak bütün varlıklarda 1,618’e karşılık gelen bir oranın bulunması, dünyaca ünlü matematikçilerin de hayranlıkla incelediği ve kendi çalışmalarında kullandıkları bir konu alanı olmuştur.

İnsanlık tarihinin başlangıcından beri, evrendeki düzeni keşfetme güdüsü de

var olmuştur. Geçen on binlerce yıl içinde yapılan tüm çalışmalar, evrenin alelâde bir düzen içinde yaratılmadığını, hâlâ insan aklının alamayacağı kadar sistematik bir ölçü içerisinde yaratıldığını ortaya koymuştur. Evrenin bu sistemi, kuşkusuz sayılar üzerine oturtulmuştur. Var olan her şey, bir sayıya karşılık gelmektedir. Dil bilimi bile matematiksel kurallar sayesinde gelişim göstermektedir. Ve biz bu sayıları, daha çok gündelik matematik hesaplamalarında, ölçüp tartmada, mühendislikte ve bunun gibi basit konular üzerinde incelemeye çalışıyoruz. Felsefi boyutta düşünüldüğünde, varoluşun ve doğa yasalarının temelinde de bu sayılar bulunmaktadır. Bu anlamda evrene hâkim olan sayıların yasası, kuşkusuz Allah’ın matematik düzenini ortaya koyacaktır. İşte bu düzeni görmemizi sağlayacak anahtar, altın orandır…

ALTIN ORAN: EVRENİN MATEMATİĞİ

Page 59: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi59

İlk olarak kimler tarafından keşfedildiği bilinmese de, Mısırlıların ve Yunanlıların bu konu üzerinde yapmış oldukları bazı çalışmalar olduğu görülmektedir. Öklid, milattan önce 300’lü yıllarda yazdığı “elementler” adlı tezinde “ekstrem ve önemli oranda bölmek” olarak altın oranı ifade etmiştir. Mısırlıların keops piramidinde, Leonardo da Vinci’nin “İlahi Oran” adlı çalışmada sunduğu resimlerde ve aşağıda onlarcası sayılacak nesne ve çalışmalarda kullanıldığı bilinen altın oran, “Fibonacci Sayıları” olarak da bilinmektedir. Orta Çağ’ın en ünlü matematikçisi olan İtalyan kökenli Leonardo Fibonacci, birbiri arasında ardışık ilişki ve olağanüstü bir oran bulunduğunu iddia ettiği sayıları keşfetmiştir. Evrendeki muhteşem düzenle birebir örtüşen bu sayıları keşfetmesi nedeniyle, altın orana da adının ilk iki harfi olan “Fi” (Φ) sayısı denilmiştir.

İnsan başta olmak üzere bütün canlılar âlemi de bir düzen içerisinde var olmakta ve yaşamlarını devam ettirmektedirler. Dünyamızdaki bütün doğal olaylar belli bir düzen ve intizam içerisinde oluşmakta, gelişmekte ve devam etmektedir. Yeryüzünde, denizlerde ve atmosferde bir düzenin varlığı müşahede edilmekte, canlı varlıkların da yine belirli yasalar çerçevesinde hiçbir aksama olmadan yüzdükleri, yürüdükleri ya da uçabildikleri görülmektedir. Düşünebilen herkesin rahatlıkla gördüğü bu düzen bizlere her şeyin arkasındaki bir düzenleyicinin varlığını haber vermektedir.

Dünyanın değişik kültürlerinde yetişen insanlar çeşitli şekillerde bu düzeni ve estetiği dile getirmekte, onunla ilgili felsefî, edebî veya dinî eserler yazmaktadır. İnsan benzer duygular içerisinde yaşadığı dünyayı algılamış ve içi aşk dolu kitaplar kaleme almıştır. Bir şairin şiiriyle, ressamın resmiyle ya da mimarın eseriyle duygulanan İnsan, Tanrı’nın sanatı karşısında da heyecanını gizlememiş ve daima hayranlığını ifade etmiştir. Daha önce de ifade edildiği gibi birçok ateist dahi karşılaşmış olduğu bu heyecanla inkârdan vazgeçmiş ve Tanrı’nın varlığına kanaat getirmiştir. Yine âlemdeki

mevcut intizam ve estetikten hareketle pek çok filozof da mutlak ateizmin mümkün olmadığı düşüncesine ulaşmıştır.

Teleolojik kanıtın önemle üzerinde durduğu konu evrendeki düzen, intizam, canlı ve cansız varlıklarda görülen gaye ve amaçlılıktır. Aralarında Kindî (v. 866) , Farabî (v. 950), İbn Sînâ (v. 1037), Gazzâlî (V. 1111) ve İbn Rüşd (1126- 1198) gibi Müslüman düşünürlerle, R. Tennant (1866-1957) ve W. Paley (1743-1805) gibi Hıristiyan düşünürlerin bulunduğu pek çok kişi bu kanıtı iki şekilde ele almış ve Tanrı’nın varlığını ispatlamaya çalışmışlardır:

Filozoflar bu kanıt çerçevesinde birinci olarak evrendeki gaye ve nizamdan yola çıkmış ve Tanrı’nın varlığına ulaşmışlardır. Bazan da Tanrı’nın varlığından ve niteliklerinden hareket ederek evrendeki düzen, gaye ve güzelliği açıklama yoluna gitmişlerdir. Yani onlar her fırsatta ya âlemin nizamından ve intizamından bahsederek Tanrı’nın varlığına gitmiş ya da Tanrı’nın inayetini, adaletini, cömertliğini ve güzelliğini anlatırken sözü evrenin yapısına getirmiş ve görüşlerini bu yolla açıklamaya çalışmışlardır.(49)

Meselâ Kindî âlemdeki varlıklarda bir düzen, âhenk, irtibat, güzellik ve amaç bulunduğunu dile getirmiştir.(50) Kindî’ye göre evrenin mükemmel yapısı, düzeni, parçalarının birbiriyle olan ahenkli irtibatı, her şeyin iyiyi koruyacak, kötüyü yok edecek tarzda düzenlenmesi, ilim sahibi bir düzenleyicinin varlığının en iyi işaretidir.

Fârâbî ve İbn Sina da eserlerinde evrenin düzenine ve güzelliğine işaret etmişlerdir. Fârâbî’ ye göre Tanrı, âlemin düzenleyicisidir. Evren de bu ilâhî düzenin eseri olarak vardır. Bu nizamda da ilâhî adalet tecelli ettiği için orada adaletsizlik söz konusu değildir. Yine Gazzâlî’ ye göre Tanrı evrende hiçbir şeyi boşu boşuna yaratmamıştır. İnsan vücudundaki azaların birbirine bağımlı ve uyumlu olması gibi evrendeki her şeyde bir uyum ve ahenk söz konusudur. Dolayısıyla önemli olan şey evrene ibretle bakmak ve bütün varlıklardaki hikmeti görmektir.

Page 60: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi60

26 Mayıs 1904’te, Perşembe günü sabaha karşı, İstanbul’da büyük bir konakta doğdu. Babası o sırada hu-kuk öğrencisi olan ve daha sonraki yıllarda Bursa’da âzâ mülazımlığı, Gebze savcılığı ve Kadıköy hâkimliği görevle-rinde bulunan hukukçu Abdülbaki Fazıl Bey; annesi, Girit muhacirlerinden bir ailenin kızı olan Mediha Hanım’dır. Ai-lenin tek çocuğu idi. Ailesi ona “Ahmet Necip” adını verdi. Necip adını, babasının büyükbabası Necip Efendi’den aldı. Aslen Maraşlı bir ailenin çocuğudur. Kayıtlı bir şecereyle, Alâüddevle devrinin Şeyhülislâmı Mevlâna Bektût Haz-retlerine dayanan ve Osmanoğullarından daha eski bir fa-milya olan Dulkadiroğulları’na bağlı ‘Kısakürekler’ soyuna mensuptur.

Necip Fazıl, ilk dinî telkin ve terbiyesini, dedesi Mehmet Hilmi Efendi’den aldı; okuyup yazmayı henüz 5-6 yasların-dayken ondan öğrendi. Ağır ve ciddi hastalıklarla dolu bir çocukluk geçirdi. Çocukluk yıllarında geçirdiği bu hastalık-ları pek çok şiirinde dile getirmiştir.

Bahriye Mektebi’ne gireceği 1916 senesine kadar Büyükdere’de Emin Efendi isimli bir hocanın işlettiği ma-halle mektebinden başlayarak çeşitli okullara devam etti. Fransız Papaz ve Kumkapı’da ki Amerikan kolejinin ardın-dan Serasker Riza Pasa yalısındaki Rehber-i Ittihad mekte-bine verildi. Yatılı olan bu mektepte de fazla kalamayınca, bir süre için Büyük Resit Pasa Numûne mektebine ve sefer-berlik sebebiyle gidilen Gebze’nin Aydınlı köyünde, köyün

ilk mektebine yazıldı. İlk mektebi, Heybeliada Numûne Mektebi’nde bitirdi.

1916 yılında, Mekteb-i Fünunu Bahriyey-i Şahane’ye, bu-günkü adı ile Deniz Harp Okulu’na imtihanla girdi. Beş yıl öğrenim gördüğü bu okulda Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Akseki gibi Hamdullah Suphi Tanrıöver gibi tanın-mış isimler görev yapmakta idi. Türk şiir ve düşünce haya-tının Necip Fazıl’a göre zıt kutbunda yer alacak olan Nâzım Hikmet Ran aynı okulda iki sınıf üstte öğrenci idi.

Necip Fazıl, Bahriye Mektebi’ndeki öğrencilik dönemin-de şiirle ilgilenmeye başladı, tek nüsha elle yazılmış “Nihal” isminde haftalık bir dergi çıkararak ilk yayıncılık faaliyetine başladı. Okulda iyi derece İngilizce öğrenerek Lord Byron Oscar Wilde, Shakespeare gibi batılı yazarların eserlerini orijinal dilden okuma imkânını buldu. Ahmet Necip olan adının “Necip Fazıl” olması bu okulda gerçekleşti. Bahriye Mektebi’nde üç yıllık öğrenimini tamamladıktan sonra ilave edilen dördüncü sınıfı bitirmedi ve okuldan ayrıldı. İstanbul’un işgali sırasında annesi ile birlikte Erzurum’daki dayısının yanına giden Necip Fazıl, bu arada henüz çok genç yaşta olan babasını kaybetti. 1921 yılında İstanbul Darülfünûnu Edebiyat Medresesi Felsefe Şubesi’ne girdi. Bu okulda Ahmet Haşim, Yakup Kadri, Faruk Nafiz, Ahmet Kutsi gibi dönemin ünlü edebiyatçıları ile tanıştı. Yakup Kadri ve arkadaşlarının çıkardığı Yeni Mecmua dergisin-de ilk şiirlerini yayımladı. 1924 yılında Maarif Vekâleti’nin

ÜSTADNECİP FAZIL

Page 61: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi61

Avrupa ülkelerine eğitim hayatlarının devamı için gön-derilecek lise ve Darülfünun öğrencileri arasında ilk grup için açtığı sınavda gösterdiği başarı sonucu, üniversitedeki eğitimini resmen tamamlamış sayıldı ve Paris’e gönderildi. Sorbonne Üniversitesi Felsefe bölümüne girdi (1924). Bu okulda sezgici ve mistik filozof Henri Bergson ile tanıştı. Paris’te bohem bir yaşam sürdü, kumar sevdasına tutuldu. Bir yılın sonunda bursu kesildi ve yurda dönmek zorunda kaldı.

Paris’teki bohem hayatına bir süre İstanbul’da da de-vam etti. 1925’te ilk şiir kitabı “Örümcek Ağı”nı bastırdı. O yıllarda yeni bir meslek olan bankacılık alanında çalış-tı. 1934 tarihi, Necip Fazıl yaşamında ve eserlerinde bir dönüm noktası oldu. O yıl, bir Nakşî şeyhi olan Abdül-hakîm Arvâsî hazretleri ile tanıştı. Ahmet Arvâsî ile Eyüp Sultan’daki Pierre Loti Mezarlığı yanındaki Kaşgari Tekkesi Camii’ndeki sohbetleri sayesinde ciddi bir fikir ve zihniyet dönüşümü yaşadı. Ahmet Arvasi ile tanışmasını kendisine milat kabul eden Necip Fazıl’ın şiirlerinde bu tanışmadan sonra tasavvufi düşüncenin izleri görülmeye başladı.

Arvâsî ile tanışmasından sonra yaşadığı derin fikir buh-ranın ardından hayatının yeni dönemindeki ilk önemli eseri olan “Tohum” adlı tiyatro oyununu yazdı (1935). Müs-lümanlık ve Türklük vurgusunun ön planda olduğu eser, Muhsin Ertuğrul tarafından İstanbul Şehir Tiyatroları’ndan sahnelendi. Oyun, sanat çevrelerinden büyük ilgi gördü-ğü halde halkın ilgisini çekmedi. 1936’da bir kültür –sanat dergisi olan “Ağaç Mecmuası”’nı çıkarmaya başladı. İlk sayı-sı 14 Mart 1936’da Ankara’da çıkarılan dergi, ilk altı sayıdan sonra İstanbul’da çıkarılmaya başladı. Dergi, spirütalist özelliklere sahipti ve Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı gibi önemli edebiyatçılardan katı sağlanmaktaydı. Büyük ölçüde İş Bankası tarafından finanse edilen derginin yayın hayatı 16 sayı sürdü.

Necip Fazıl Kısakürek, 1943 yılından itibaren siyasal tavrını ve Türk modernleşmesine eleştirisini ortaya koyan faaliyetlerine başlamıştır. Muhalefet anlayışını ifade eden araç, 17 Eylül 1943 günü ilk sayısını çıkardığı “Büyük Doğu” dergisidir. Büyük Doğu, o dönemde çıkarılan tek İslamcı dergidir. Başlangıçta dönemin ünlü isimlerinin yazılarının da yer aldığı dergide daha sonra değişik takma adlarla Ne-cip Fazıl’ın yazdığı yazılar egemen olmuştur. Necip Fazıl’ın takma isimlerinden bazıları şunlardır: B.A.B, İstanbul Çocu-ğu, BÜYÜK DOĞU, Fa, Tenkitçi, N.F.K., ?, Ne-Mu, Ahmet Abdül-baki, Abdinin Kölesi, HA.A.KA, Adı değmez, Bankacı, Be-De, Prof. Ş.Ü., Dilci, İstanbullu, Muhbir, Dedektif X Bir…

Büyük Doğu çıktığı günden itibaren çeşitli nedenler ileri sürülerek birçok defa kapatıldı ve Necip Fazıl hakkında birçok soruşturma açıldı. Hatta bu soruşturmalar sonucu dara dü-şen Necip Fazıl geçimini sağlamak için evindeki tüm eşyaları satmak zorunda kaldı.

Sanatçı, 28 Haziran 1949’da Büyük Doğu Cemiyeti’ni kurdu. 1950’de derneğin ilk şubesi Kayseri’de açıldı. Necip Fazıl’ın 1951’deki mahkûmiyet kararı ile ilgili hastaneden aldığı tecil raporunun süresinin dolduğu sırada 22 Ma-yıs 1952’de “Malatya Hadisesi” meydana geldi. O gün Va-

tan gazetesinin sahibi ve başyazarı Ahmet Emin Yalman Malatya’da bir suikast teşebbüsü ile yaralanmıştı. Necip Fazıl, Hüseyin Üzmez’i azmettirmekle suçlandı. 1951’deki mahkumiyeti sebebiyle 9 ay 12 günlük hapis cezasını çe-kerken “Maskenizi Yırtıyorum” başlıklı bir broşür yayımlaya-rak 1943’ten beri başına gelenlerin ve Malatya Hadisesi ile ilgili yaşananların geniş bir muhasebesini yaptı (11 Aralık 1952). [3] Malatya hadisesi davası halen devam etmekte olduğundan 1951 mahkûmiyeti ile ilgili cezası dolduktan sonra bir süre daha tutuklu kaldı. Malatya Davası’ndan suçsuz bulununca 1953 yılını Aralık ayında serbest kaldı. 1957’de çeşitli davalardan gecikmiş cezaları nedeniyle 8 ay 4 gün daha hapis yattı.

Serbest kaldıktan sonra, önce Yeni İstiklal, sonra Son posta gazetelerinde yazarlığa baş-ladı. 1963-1964’te Türkiye’nin çeşitli yerlerinde konferanslar verdi. 1965’te “B.D. Fikir Kulübü”nü kurdu. Konferanslar serisini ve günlük yazılarını sürdürdü; bazı eserlerini gazetelerde tefrika etti. 1973 yılında Hacca gitti. O yıl oğlu Mehmet’e Bü-yük Doğu Yayınevi’ni kurdurdu.‘’Esselâm” isimli manzum eserinden başlayarak daha evvel çeşitli yayınevlerince basılmış eserlerinin düzenli yayı-nına başladı 23 Kasım 1975’te Milli Türk Talebe Birliği tarafından Mücadelesinin 40. Yılı müna-sebetiyle bir “Jübile” tertiplendi. 1976’da, dergi-kitap şeklinde, 1980 yılına kadar 13 sayı sürecek “Rapor”ları, 1978’de de SON DEVRE Büyük Doğu dergisini çıkardı. 26 Mayıs1980’de Türk Edebiyat Vakfı tarafından “Şairler Sultanı” ve 1982 yılında yayınlanan “Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu” isimli eseri münasebetiyle de “Yılın Fikir ve Sanat Adamı” seçildi

12 yaşında şiire başlayan Necip Fazıl’ın ilk şiir kitabı daha 17 yaşında iken yayınlandı ve şiirleri MEB’in ders kitaplarında okutuldu. Genç yaşta yazdığı tiyatro eserleri, dönemin tiyatroların-da aylarca kapalı gişe sahnelendi. Paris dönüşü yayımladığı Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir kitapları onu çok genç yaşta ünlü yaptı. Henüz otuz yaşına basmadan çıkardığı yeni şiir kitabı Ben ve Ötesi (1932) ile takdir toplamayı sürdürdü. Bir çok kişi tarafından da çok sevilen şair “Üstad Necip Fazıl Kısakürek”, olarak anılmaya başlandı. Necip Fazıl, Yaşar Nâbi tarafından, “bir mısrası Türk milletini ihya etmeye yeter” denilerek övül-müştür.

Üstad Necip Fazıl, 25 Mayıs 1983’te evin-de hayatını kaybetti. Cenazesi, Eyüp Sultan Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Page 62: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi62

3 Mayıs 1481’de, Fatih Sultan Meh-met vefat etti.

3 Mayıs 1920’de, TBMM’nin ilk kabi-nesi kuruldu.

6 Mayıs 1955’te, bestekâr ve mü-zik bilgini Hüseyin Sadettin Arel öldü. İstanbul’da doğan Arel, Meh-met Emin Efendi’nin oğlu, adliye nazırlığı yapan kazasker Ali Haydar Arsebük’ün kardeşidir. Hukuk öğre-nimi görmüştür. Adliye nezaretin-

de çevirmenlik, mektubi müdürlüğü, deniz ticaret mahkemesinde yargıçlık (1909), Makedonya illerin-de adliye müfettişliği, ceza işleri müdürlüğü, adli-ye müsteşarlığı (1911), Şurayı Devlet üyeliği (1913), Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü (1915), Şurayı Devlet Tanzimat Dairesi Başkanlığı (1915) yaptı. Şu-rayı Devlet kaldırılınca avukatlığa başladı. 1910’da Washington’da toplanan Uluslar arası Hukuk Kongre-sine Osmanlı Devleti’nin delegesi olarak katıldı. Fran-sızca, İngilizce, Almanca, Arapça, Farsça bilen Arel, 1908’de Şehbal adlı dergiyi, 1939-1940’ta da aylık Türklük dergisini yayımladı.

10 Mayıs 1795’te, Halıcıoğlu’nda ilk topçuluk okulumuz Mühendishane-i Berri Hümayun” açılmıştır. Bu okul, III. Selim devrinin en hayırlı teşeb-büslerinden biridir. Yeniçeri ocağı-nın kaldırılmasından sonra Mühen-dishane daha çok önem kazanmıştır.

10 Mayıs 1799’da, Fransızlar Akka Kalesi’ne saldırıya geçtiler.

11 Mayıs 1876’da, Sadrazam Mah-mut Nedim Paşa’nın vükela meclisin-den çıkarttığı bir kararla İstanbul’da ve taşrada basılan gazetelere sansür konmuştur. Bizde basına konan ilk sansür budur. Ondan önce, ileri fikir-leri çekemeyen devlet cihazı, Şinasi

ve Namık Kemal gibi inkılâpçı simaların faaliyetine set çekmek istemişse de sansür konmamış, yani ya-yınlar basılmadan önce bir tetkike tabi tutulmamıştır.

11 Mayıs 1897’de, Gazi Ethem Paşa’nın Yunanlıları mağlup ettiği zafer yaşanmıştır.

11 Mayıs 1920’de, Mustafa Kemal ve arkadaşları İstan-bul Hükümeti tarafından idama mahkum edildiler.

11 Mayıs 1954’te, Sait Faik Abasıyanık öldü. Adapazarı’nda doğdu. Türk öykücülüğünün en önde gelen kişilerinden birisidir. Liseyi İstanbul ve Bursa’da okudu. Babasının isteği üzerine Lozan’a iktisat öğre-nimi için gitti (1931), daha sonra Grenoble’a (Fransa) geçerek 3 yıl orada kaldı. Dönüşünde öğretmenlik ve muhabirlik yaptı. Hatta bir ara ticarete bile atıldı; ama yaşamı boyunca hep edebiyatla uğraştı.

12 Mayıs 1868’de, Galatasaray Lisesi kuruldu.

12 Mayıs 1881’de, Bordo Antlaşma-sı ile Tunus, Fransızların hÂkimiyeti altına girmişti. Uzun yıllar Osmanlı

İmparatorluğu’na bağlı olarak yaşayan bu Müslüman ülke, 19. yüzyıl içinde pek karışık bir tarih yaşamıştır. Fransa, Tunuslu bazı kabilelerin Cezayir topraklarına girerek beş Fransız askerini öldürmesini bahane ede-rek 30000 kadar bir kuvvetle yürüyerek Tunus Beyini bu antlaşmayı imzaya mecbur etmiştir.

13 Mayıs 1915’te, Seddülbahir savaş-ları olmuştur.

14 Mayıs 1560’ta, Türk donanma-sı Celbe önlerinde büyük bir deniz savaşı kazanmıştır. Sabahın erken saatlerinde Piyale Paşa merkeze, Kurdoğlu Ahmet Paşa sağ kanada, Midilli Beyi Mustafa Bey sol kanada kumanda ederek adaya doğru yürü-meye başlamıştı. Türk denizcilerinin

1314

36

10

11

12

Tarih’te MayısHaz. A.Kadir AYDIN

Page 63: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Bizbiriz Dergisi63

her zamanki kahramanca savaşı karşısında düşman kuvvetleri tarumar olmuştu.

15 Mayıs 1812’de, Ruslarla Bükreş Antlaşmasını imzalamıştık. Eflak ve Buğdan işlerini bahane eden Ruslar, Tuna üzerine yürümüşler ve Bükreş’e girmişlerdi. Alemdar Mustafa Paşa, Tertköy’deki meydan muharebesini kazanmış, fakat bu sırada iç işlerimiz

karışmış ve padişahlar değişmiş ve Alemdar da şehit olmuştu. İmzaya mecbur olduğumuz bu antlaşma ile Prut suyu hudut sayılmıştır.

15 Mayıs 1919’da, İzmir işgal edildi.

17 Mayıs 1880’de, devlet adamı şair Ziya Paşa öldü. Ziya Paşa, 1825’te İstanbul’da doğmuştu. İstibdada karşı savaştı, Tanzimat devri yazar-larının siyasi ve sosyal düşünceleri-ni paylaştı. Abdülmecit’in sarayında katip olan Ziya Paşa, Abdülaziz pa-

dişah olunca, sadrazam Ali Paşa yüzünden saraydan uzaklaştırıldı ve İstanbul dışında çeşitli yerlere atandı. İstibdada karşı kurulan Yeni Osmanlılar Cemiyeti” ne girdi. Bu öğrenilince 1867’de Namık Kemal ile Paris’e kaçtı. Avrupa’da Türkçe gazeteler çıkardı. Siyasi ve sosyal düşüncelerini savunan Terkib-i Bend” adlı ese-rini yazdı. Rousseau’dan Emile” çevirisini yaptı. II. Ab-dülhamit tahta çıkınca, devrin anayasasının hazırlan-masına katıldı. Milletvekili seçileceği lafları üzerine, zaten Meşrutiyetten korkan Abdülhamit tarafından Suriye ve Adana valiliklerine uzaklaştırıldı ve orada öldü. Eserleri Külliyat-ı Ziya Paşa” ismiyle birkaç defa yayımlanmıştır. Çevirilerini (en önemlisi Moliere’in Tartuffe’ü) çoğu basılmıştır.

19 Mayıs 1919’da, Mustafa Kemal Samsun’a çıktı.

20 Mayıs 1878’de, 16. Osmanlı pa-dişahı II. Osman tahtan indirilmiş ve Yedikule zindanlarına götürülerek feci bir şekilde öldürülmüştür. Tarihe adı Genç Osman diye geçen bu talih-siz hükümdar inkılap ve yenileşme

hareketlerine bir başlangıçtır. Henüz 18 yaşında iken, ileri düşüncelerinin kurbanı olmuştur.

21 Mayıs 1556’da, Zigetvar kuşatma-sı yapıldı.

22 Mayıs 1955’te, Nene Hatun öldü. Kadın kahramanlarımızdan birisidir. 1877-1878 Türk-Rus savaşı sırasında Erzurum şehrinin savunmasına katıl-mış, Aziziye Tabyası’nda, diğer kadın ve erkeklerle beraber kahramanca çarpışmıştır. 1955 yılında Yılın Anne-

si” seçilmiştir.

23 Mayıs 1944’te, ressam Şevket Dağ öldü. Şevket Dağ, daha çok cami re-simleriyle tanınmıştır. Birçok uluslar arası ödül kazanmıştır.

25 Mayıs 1807’de, Kabakçı Mustafa isyanı meydana gelmiştir. Osmanlı tarihinde padişah III. Selim’in taht-tan indirilmesiyle sonuçlanmış bir isyandır. III.Selim’in başlattığı Nizam-ı Cedit ıslahatı, çıkarları elden giden bazı kimselerin ve Yeniçerilerin işle-

rine gelmemiştir. 28 Mayıs’ta III. Selim Nizam-ı Cedit’i resmen kaldırmak zorunda bırakıldı. 29 Mayısta da Topal Ataullah Efendi’nin fetvasıyla tahttan indirildi ve sonra da öldürüldü.

25 Mayıs 1895’te, Ahmet Cevdet Paşa öldü. Ünlü Ta-rih-i Cevdet” ve Kısas-ı Enbiya” eserlerinin yazarı olan Türk devlet adamı, bilgini ve tarihçisidir. İlk adliye nazırıdır. Fuat Paşa ile birlikte yazmaya başladıkları Kavaid-i Osmaniye” adlı ilk Osmanlı grameri ni daha sonra tek başına tamamlamıştır.

25 Mayıs 1957’de, Mahmut Kemal İnal öldü. Tanınmış bir tarihçimizdir.

26 Mayıs 1512’de, Sultan II. Bayezid öldü. Sekizinci Osmanlı Padişahıdır. Fatih Sultan Mehmet’in Gülbahar Hatun’dan olan oğludur. Fatih’ten sonra Osmanlı padişahlarının en bil-gini olarak bilinir.

29 Mayıs 1453’te, Fatih Sultan Meh-met İstanbul’u feth etti.

31 Mayıs 1601’de, Tiryaki Hasan Paşa komutasındaki küçük bir Türk kuv-veti, kendisinden en az 15 defa bü-yük bir orduya karşı koyarak Kanije Zaferi’ni kazanmıştır.

Kaynak tarih portalı

15

17

1920

21

22

2325

262931

Page 64: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi
Page 65: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi
Page 66: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi
Page 67: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi
Page 68: Bizbiriz dergisi 4 5 sayi