blog dergisi sayi 20

58
blog dergi2i Ekim 2011 Sayı: 20 www.blogdergisi.com Sinema: Özgürlüğe Kaçış S38 Kişisel Gelişim: Yeni Bir Hayata Başlarken S31 TV: Yeni Sezonun Yeni Serileri S46 Moda: Yeni Mevsim Yeni Trendler S52 Panpiş İllüzyonu S05 Gönüllü İşler, Ama Nasıl İşler S08 Mini Bangkok Rehberi S12 Otomobillerde Kültürel Etki S26 Röportaj Fatmanur Erdoğan S34 Blog Dergisi 2. yılında yeni sayıları ile yeniden!

Upload: yasin-yuksel

Post on 29-Mar-2016

292 views

Category:

Documents


6 download

DESCRIPTION

Blog Dergisi Sayi 20 Ekim 2011

TRANSCRIPT

Page 1: Blog Dergisi Sayi 20

blogdergi2iEkim 2011 Sayı: 20 w w w. b l o g d e r g i s i . c o m

Sinema:ÖzgürlüğeKaçış S38

Kişisel Gelişim:Yeni Bir HayataBaşlarken S31

TV: Yeni Sezonun YeniSerileri S46

Moda: YeniMevsim YeniTrendler S52

Panpiş İllüzyonu S05

Gönüllü İşler,Ama Nasılİşler S08

Mini Bangkok Rehberi S12

Otomobillerde Kültürel Etki S26

Röportaj Fatmanur Erdoğan S34

Blog Dergisi 2. yılında yeni sayıları ile yeniden!

Page 2: Blog Dergisi Sayi 20

Genel Yayın Yönetmeni& Grafik Tasarım

Yasin YÜ[email protected]

Editör / Yazı İşleriİbrahim MUMCU

[email protected]

YazarlarAlp SOLAK

[email protected]ıhan GÜNDÜZ

[email protected] YILDIRIM

[email protected] KUZU

[email protected] KARA

[email protected]İbrahim MUMCU

[email protected]ğuz ASLAN

[email protected]ğuz AKDENİZ

[email protected] GÜRLEYEN

[email protected]Özgür KURU

[email protected] AYTUNÇ

[email protected] KAZANCI

[email protected]ümra ÇELİK

[email protected]

Sosyal Medya SorumlusuRahim AYTUNÇ

[email protected]

Konuk Blog YazarıGülin MANAV

[email protected]

Dergide yayımlanan yazı, fotoğraf, harita, illüstrasyon vekonuların sorumluluğu yazarına aitir. Blog Dergisi’ndeyayımlanan yazıların her hakkı saklıdır. Hiç bir içerik izinsizkullanılamaz. Blog Dergisi, www.blogdergisi.com üzerindenyayımlanmaktadır. Tüm görüş, öneri ve sorularınız iç[email protected] adresine e-posta gönderebilirsiniz.

BLOGDERGİSİ

BLOG DERGİSİ

Panpiş = 459.651

Mini Bangkok Rehberi

Otomobillerde Kültürel Etki

05

12

26

2 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

Page 3: Blog Dergisi Sayi 20

www.blogdergisi.com 01/2011 BLOG DERGİSİ | 3

İÇİNDEKİLER

Gönüllü İşler, Ama Nasıl İşler?

Yeni Bir Hayata Başlarken

Süpriz Aşk

Torpilimin Adı Evren

Bir Sıkıntı Var İçimde

Altın Kelebek

Yeniden Heyecan Sarmışken Bizi

31 34

24

20

1008

18

22

Röportaj: Fatmanur Erdoğan

Page 4: Blog Dergisi Sayi 20

4 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

BLOG DERGİSİ

Düz Yazı ve Karikatürler

Yeni Mevsim Yeni Trendler

EMMY’den Galip Çıkanlar

Vizyondakiler ­ Ekim

55

52

48

42Özgürlüğe Kaçış

Her Şey Yeni Başladı Ama...

Müzik Kutusu

Yeni Sezonun Yeni Serileri

54

38

46

50

Page 5: Blog Dergisi Sayi 20

Panpiş = 459.651

26 Eylül 2011 saat 00:31 itibariyle Hilal Cebeci’ninTwitter’daki takipçi sayısı 459.651’e ulaştı. Bu sayıTürkiye’nin 81 ilinin 37’sinin nüfusundan dahafazla. Türkiye’de Panpiş’ten daha fazla takipçisiolan ünlülerin sayısı ise bir elin 5 parmağını geç‐miyor.

Türkiye’de yaşamak, her zaman her duruma hazır‐lıklı olmak demektir. Ancak bu hazırlık sanıldığıüzere olaylara karşı önlem alma, gereken duyarlı‐lığı gösterme falan değildir. Bu hazırlık hiçbir olayıgarip karşılamama ve hayatın içinde görmek ile il‐gilidir. Kısaca bu ülkede yaşayanlar için hiçbir şeysürpriz değildir. Türkiye’nin en çok benzediği yada benzemeye çalıştığı ülke ise arada sırada pek se‐vilmiyor gibi gösterilmeye çalışılsa da bariz bir şe‐kilde Amerika Birleşik Devletleri’dir. Amerika’datutan, popüler olan bir şeyi 15 gün bilemedin 1 ayiçerisinde burada görebilirsiniz. Amerika’da popü‐

ler olan bir diziyi birkaç ay içinde burada Türkçealtyazılı seyredebilirsiniz. Amerika’da moda olanherhangi bir saçmalığı, birkaç ay sonra burada yap‐maya çalışanların olduğunu görebilirsiniz. Ameri‐ka’da da Türkiye’de de cinsellik ve magazin satar,bundan emin olabilirsiniz.

Alp SOLAK/ alpsolak.com

Kim Kardashian’ın Twitter’da paylaştığı resmi

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 5

>>Panpiş = 459.651 SOSYAL MEDYA

Page 6: Blog Dergisi Sayi 20

Ay ne kadar sosyal biriyim! Bundan birkaç yıl önce Amerika’da ortaya çıkan veülkemizde gecikmeli olarak popülerleşen Twitter,sosyal medyada var olan herkese kendi kanalındandünyaya seslenme şansı verdi. Dünyada ünlülerle,ünsüzlere aynı şartlarda yayın yapmaya olanaksağlayan ilk platform olmasa da fikrin basitliği vemobil cihazlarla uyumluluğu kısa sürede kullanıcısayısının milyonlara ulaşmasını sağladı. Twitterüzerinden yardımcı uygulamalar kullanarak fotoğ‐raf ve video paylaşımının yapılması ise Twitter’ınpopülerleşmesinin en önemli nedeniydi. Artık in‐sanlar gittikleri her yerde deliler gibi Tweet atıyorve “Bakınız ben buradayım, konserdeyim, resto‐randayım, yurtdışındayım ne kadar sosyal bir ha‐yatım var” demeye çalışıyordu. Kısaca Twitter,tuvaletlerde gördüğümüz “Tosunlu” duvar yazıla‐rının sanal ortama yazılmasını sağlamakla birlikteinsanlara ego tatminleri için müthiş bir platformsunuyordu.

Popülersen iş yaparsınTwitter ünlüler ve ünsüzlere eşit sansı sunan birplatform demiştim biraz evvel. Ben dediysem desiz pek inanmayın. Hayatta hiç ünlü ile ünsüz, zekiile akıllı, güzel ile çirkin, statükocu ile bohem, din‐dar ile ateist, etik ile goygoycu bir olur mu? Olmaztabi… Twitter ya da diğer sosyal paylaşım sitele‐rinde de bu böyledir. İnsanoğlu her zaman ünlü‐nün yani popülerin yanında olmak, onlarlailgilenmek ister. Kıyıda köşede kalmışlara dönüpbakan, farklıyı arayan ve yapılmamışı deneyen okadar azdır ki, bu insanlar ömürlerinin uzun za‐manını zaten yalnız kalırlar ve anlaşılmazlar. Do‐layısıyla Twitter’da da en çok izlenenler veönemsenenler popüler, ün yapmış, yazılı‐görselmedyaya konu olmuş insanlardır. Kısaca sen ünlüolmak için TV’de görünmen gereken 5 dakikayı iyikullanıp kendini o âlemin içine başarılı bir şekildekonuşlandıramamışsan Twitter’da da pek ilgi çek‐mezsin. Bunun istinası var mıdır? Elbette vardır:Güzel kız olmak, cinsel içerikli Tweet’ler atmak, gi‐zemli takılmak, bol küfür etmek…

Tuvalet ve yatak odaları halkın hizmetine açıldıTwitter’ın kısa sürede popülerleşerek kullanılmayabaşlanması Amerikalı ünlülerin kısa zamanda ilgi‐sini çekmişti. Oyuncular, mankenler, sporcular, si‐yasetçiler, sanatçılar, şarkıcılar, iş adamları birbiriardına hesap açıyor ve sosyal medya üzerinden dü‐şündüklerini, o an yaşadıklarını ve yeni projelerinipaylaşıyorlardı. Tabi cinsellik ve magazin satar ku‐ralı yine değişmemişti. Daha fazla ilgi çekmek,daha fazla konuşulmak ve paylaştığı Tweet’in kon‐vansiyonel ya da dijital basında haber olmasını is‐teyen ilgi fetişistleri, tuvalette ayna karşısında, yada yatak odasında çıplak ya da yarı çıplak çekilenfotoğraflarını paylaşmaya başladılar. Bu tarz fotoğ‐raflar sayesinde hem ilgi çekiyor hem de takipçi sa‐yılarını giderek artırıyorlardı.

Türkiye’de Panpiş bir milattır Twitter, belki ilk çıktığında Türkçe olmaması, belkiFacebook’un çok yaygın kullanılması, ya da insa‐

SOSYAL MEDYA

Demet Akalın’nın sezonu kapattığından bahsettiği tweeti

6 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

Page 7: Blog Dergisi Sayi 20

>>Panpiş = 459.651

nımızın 140 karaktere düşüncelerini sığdırmayaalışık olmaması sebebiyle Türkiye’de kısa zamandaçok sayıda kullanıcı sayısına ulaşamadı. Ne zamanTwitter’a Amerika olduğu gibi Türk ünlüler el attıve oradan paylaşımlarda bulunmaya başladılar, ozaman Türk halkı da sevdiği, merak ettiği ünlüler‐den haber almak ya da onlarla birebir paylaşımşansı yakalamak için bu siteye üye olmaya başladı.Panpiş’e kadar Twitter’da paylaşım yapan Türk ün‐lüler arasında Amerikalı ünlülerin “soyun‐çek‐yolla” taktiğini uygulayan biri olmamıştı. HilalCebeci, ister beğenin ister beğenmeyin Türkiye’debir ilki gerçekleştirerek, 4‐5 ay içinde 0 takipçi sa‐yısından 459.651 takipçiye çıktı. Yazının spotundada belirttiğim gibi bu sayı Türkiye’deki 81 ilin37’sinin nüfusundan daha fazla.

Twitter kullanım oranı arttıHilal Cebeci, Twitter’a yüklediği “yaratıcı” fotoğ‐rafları ve “Panpişlerim” hitabıyla Twiter’da kenditakipçi sayısını artırmakla kalmadı, bu sosyal pay‐laşım sitesinin Türkiye’deki kullanım oranını daönemli ölçüde arttırdı. Sadece Hilal Cebeci’yi takipetmek için günde binlerce insan Twitter hesabı açıpbelki hiç kullanmayacağı bu siteyi kullanmaya baş‐ladı. Kısaca, cinsellik ve magazin yine başardı veyanıltmadı.

Ne yani biz de mi soyunalım?Dostlarım, arkadaşlarım… Beni okuyan bu güzelülkenin, akıllı ve yetenekli insanları… “Cinselliksatar” diye ben ve toplumun neredeyse tamamıgidip seks filmi çekmiyoruz değil mi? Elbette aklı‐selim herkes, bu ülkede bu tarz aktivitelerle popü‐ler olmaya çalışmamalı ve kendi yaşamına usluuslu devam etmelidir. Evet, Panpiş basit bir yollakendisine ilgiyi çekmiş ve popüler olmuştur…Ancak şunu biliniz ki, Türkiye’de zaten düzgün vü‐cutlu kadın sayısı oldukça azdır, düzgün vücutluerkeklerinden soyunup konuşulma şansı yoktur.Ayrıca bizim toplumumuz her ne kadar Ameri‐ka’ya benzese de onlar kadar geniş değildir. Dola‐yısıyla elbette Panpiş’in yanına yenileri yakın

zamanda eklenir ama bunlar da gelip geçer. Dün‐yada kalıcı olan ise sizin yaptığınız güzelliklerdir.Bunu unutmayın ve takipçilerinizi çalışkanlığı‐nızla, başarılarınızla ve zekânızla artırmaya çalışın.Elbet birileri sizin içinizdekilerinin farkına varacak‐tır.

Yazar Notu: Uzun bir aradan sonra dergimizBlog’un yayın hayatına dönmesini “olumlu”karşıladığımı belirtmek isterim. Neden mi?Çünkü insanların normal akıp giden hayatla‐rında kendilerine sunulan haber ve bilgilerinçeşitlenmesinin her zaman olumlu olduğunudüşünürüm. İnternet, herkese sonsuz bir alanve demokrasi sunduğuna göre (!) ne kadar çokbilgi ve düşünce dijital ortamda olursa o kadarçok tadından yenmez gibi bir durum ortayaçıkar. Bu vesileyle dergimizde emeği geçenherkese ve aramıza yeni katılan genç arkadaş‐larımıza teşekkür eder, başarılar dilerim. Ay‐rıca bizi okuyan ya da okumayan herkeseselamlarımı gönderirim.

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 7

Page 8: Blog Dergisi Sayi 20

RENGARENK

Blog Dergisi ile tanışmam neredeyse bir yıl oldu. Her ay; “bukez yazacağım...” şeklinde giden yazı yazma planları hep bir şe-kilde ertelendi, ertelendi, ertelendi... Kısmet bugüneymişmeğer. Uzun bir sürenin ardından yeni bir başlangıç için kollarısıvayan ekibin içerisinde artık aktif bir rol olman gerekiyordu.Nitekim bu işler gönüllü işlerdi ve her zaman yapılacak çok şeyolurdu. Ve işte benim yazmam gereken konunun “gönüllüişler” olmasına böyle karar verdim.

Gönüllü işlerin yürütüldüğü yer öyle bir mutfaktır ki, kimsekimseye neyi nasıl yaptığını söylemez, söylemek istemez. Or-tada duran bir hedef vardır. Ve insanlar bu hedefler için yapıl-ması gerekenler içerisinden kendisine düşeni yapar veya listedışından bir şeyler yaparak katkı vermeye çalışır. Bu süreçlerbelli bir yaşam evresi üzerinden gider. Kimse bu evreyi belir-lemez. Bu süreçler doğal olarak gelişen süreçlerdir. Ve ekibinher süreç için verdiği tepki organizasyonu başarıya yada ba-şarısızlığa sürükleyen etkendir.

İlk olarak incelenmesi gereken nokta, bu süreçlerin nasıl işle-diği. İlk başlarda heyecan ve azimin yoğun olduğu başlangıçdönemi herşey çok güzeldir. Planlar yapılır, en hızlı ve en iyişekilde plana uymaya çalışılır ve neticesinde güzel bir yola gi-rilmiş ve ilk mesafeler hızlıca kat edilmiş olur. Herşey hafif dü-zene girecek gibi olduğunda başlangıç evreside kapanır vegelişme evresi artık yavaş yavaş kendini göstermeye başlar.

Gelişme evresine doğru artık ekibe yeni arkadaşlar katılmayabaşlar. Böylece yeni heyecanlar ve yeni bir şevk desteği gel-miştir, gönüllü olarak yapılan girişim artık istenilen hıza erişmişolur. Bu evre uzun bir süredir, evre içinde ekip sürküle olur.Zaman zaman isim değişiklikleri yaşanır. Gelişme süresinceplanlar sık sık gözden geçirilir, nasıl daha iyi işler çıkartırız so-rusuna cevap aranır. Gelişme evresinin belli bir zamanı yoktur.Ne zaman ki ekibin içerisinde tabir-i caiz ise tüm fanteziler ger-

Gönüllü İşler,

Ama Nasıl İşler?Özgür KURU / ozgurkuru.net

8 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

Page 9: Blog Dergisi Sayi 20

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 9

>>Gönüllü İşler, Ama Nasıl İşler?

çekleştirilip, yapılabilecekler yapıldığında gelişme ev-resi sona yaklaşmış olur. Ekip artık tüm isteklerini yap-mış ve hayat monotonlaşmaya başlamıştır. Yavaş yavaşduraklama dönemine geçiş yapılır.

Duraklama dönemini anlatmaya gerek yok, sonu yakötü biten ama her zaman iyi şeylere imza atılmış birçalışma geride kalır, ya da olması gerektiği gibi yeni-lenme yaşanır.

Duraklama dönemi tüm gönüllü işler için var olan birevre bana göre. Ama bu gönüllü çalışmaların tarih ol-ması anlamına gelmiyor. Gönüllü çalışmalar bir kısırdöngü olmalı. Duraklama dönemine girildiği anda tek-rar başlangıç dönemine geçiş olmalı. Bu geçişte geç-miş süreçlerde yaşananlardan alınan dersler ve olumlunoktalarla ekip daha iyi işlere imza atacaktır.

Ekibin - çoğu zaman amatör ruhlu insanlardan oluşur- bir şekilde kendisini yenilemesi ve yeni hedefler koy-ması gerekir. Bunu yapan bir organizasyon hayatınıdevam ettir. Bu yolda iki yöntem mevcut bana göre.

İlk olarak ekibin yenilenmesi. Ekip zaman içerisindeyeni insanlar alıp, artık deneyimli insanların pasif des-teğe geçip yenilerin önünü açması şeklinde yorumla-nabilir bu durum. Böylece çalışmanın başına geçenyeni kişiler ilk günkü o heyecan ve azimle iş yapmayabaşlarlar ve başlangıç evresine geri dönüş yapılmışolur. Bu süreçte deneyimli üyeler yenilere geçmiş de-neyimlerinden destek alarak yol gösterici davranırlar.Geçmiş deneyim ve yenilenmiş heyecanla tekrar yoğ-rulan ekip güzel işlere imza atmaya başlar.

Bu süreçte var olan en önemli sorun yeni üyeler ile eskiüyeler arasında ki anlaşmazlıklardır. Yeni gelenler “işleribiz devraldık, kendi borumuzu öttürürüz” şeklindedavranırlarsa son çok net ortadadır; “Başarısızlık”. Tabiaksi durum da mevcuttur. Yani eski üyelerin sıkı bir şe-kilde yenilere isteklerini yaptırma durumu. Kısacasıyeni yürütme ekibi, deneyimli üyelerden gerektiğindedestek almayı bilmeli, deneyimli ekipte gerekmedikçesüreçlere müdahale etmekten çekinmelidir. Bu orta yolbulunursa tüm gönüllü işler istenilen düzeyde devameder.

İkinci yöntem ise, profesyonelleşmek. Yani ekip içeri-sinde ki yapıyı daha kurumsal ve daha ciddi bir yapıyagetirerek, gönüllü bir işten çok sosyal bir sorumlulukolayı haline dönüştürmek. Böylece keyfi davranışlar ve“ya bir dahakine ben yaparım” şeklinde ki düşünceleryavaş yavaş ortadan kaybolmuş olur. Kişilere olan ba-ğımlılık azalır. Süreç içerisinde kim ne yapması gerek-tiğini, ne zaman bitirmesi gerektiğini net bir şekildebilir.

Bu yöntem sonucunda yapılan gönüllü çalışmalar artıkbir iş haline dönüşebilir. Gerçekten başarılı bir süreçsonucunda artık ticari faaliyetler yapılabilen bir sürecegelinmesi zorunlu olmamakla birlikte mümkündür. Bugeçişi ben hobilerden para kazanmaya benzetiyorum.

Her şey iyi güzel ama neden her çalışma bunları yaşa-mak zorunda kalıyor? Basit bir soru aslında, çünkü in-sanlar para kazanmıyor bu işlerden. Sözü çok uzatıpfelsefe yapmaya gerek yok bu soru için. Çünkü insan-ların hayatta ki öncelikleri farklı. Ve genelde gönüllüişler en alt sıralarda oluyor. Bu sözlerimle insanları yar-gılamıyor ve suçlamıyorum. Sadece gönüllü çalışma-ların bu evreleri ve yaşayacakları süreçleri iyi algılamasıgerektiğini düşündüğüm için söylüyorum. Aksi ha-linde, “bu kadar uğraştık bunun için miydi...” pişmanlığıhep var olacak ve her şey bir yerlerde kaybolmaya yüztutacak.

Bu süreçler içerisinde ekipten kopmalar, yeni katılımlar,küslükler, barışlar hep olacak şeylerdir. Önemli olan birekibin nasıl çalışabildiği, ve çalışan bir ekibin yüküm-lülüklerini yerine getirmesinde ki ciddiyettir. Her nekadar gönüllü bir süreç işliyor olsa da, disiplin ve zam-anlama çok önemli faktörlerdir.

Bir süre ara verip, yeni bir sayı çıkartmayan Blog Dergiside bu süreçlerden geçti. Ekip olarak ara vermeyi tercihedip, yapılanmamızı ve çalışmalarımızı gözden ge-çirme fırsatı bulduk. Şimdi dönüp baktığımızda ger-çekten güzel bir şekilde geri dönüş yapıyorolduğumuzu görüyorum. Duraklama sürecini iyi birşekilde geçiren, ara verip ekibin daha fazla yıpranma-dan, dinlenmiş olarak iş başı yapmayı başardık. Halaamatör ruhlarla bu işleri yapıyor ve geride bıraktığımızgüzel işleri devam ettirmek için çalışıyoruz.

Page 10: Blog Dergisi Sayi 20

RENGARENK

Bir dönem, bir an, birle başlayanzaman bazen seyrelmeyi gerektirdi-ğinden kopuşlar olur ama gönül biryerlerde buluşmayı istediğinde zama-nın yeniden isimlendirmesini bekler.Bakabilmek için beklemekle eş değermidir? Bilemem. Ancak özlemleri per-çinlediğini söyleyebilirim. Bu perçin-lemelerde olgunlaşmayı kolaylaştırırve sanırım bu sadece sabrımız değil-dir. Sonuçta gelip geçmeler olur veyeni başlangıçlarda kelimelerin an-lamı olur. Mişli zamanları geride bırak-tığımızı anlatmak için “yeniden”başlıkları atmak, teşekkürle eskileri veyenileri bir arada anarak yeniden BlogDergisiyle olmak bildik heyecanlarımıdoğurur. Nihayet söylemleri hayatbulur ve her şey aynen kaldığı yerdendevam eder…

Soluklanma nihayet bitti ve senibeni anlatan birçok detaylarda yazmaheyecanını yaşamaya devam ediyorolmak iki kez keyifli. Edindiğim mis-yonda ilerleme kat etmek dışındadaha keyifli olmak da motivasyon açı-sından oldukça besleyici. Şarkı sözügibi kafiyeli sıralanan cümlelere aldırışetmeyeceğinizi umarak sevinciminsize de yansıdığını umut etmek istiyo-rum. İlk’in kelime anlamına uygun ilk-lerin heyecanı sarmış beni. Zamanyeniden size merhaba deme zamanışimdi. Kocaman merhaba der ve yep-yeni sayılarla hayat bulmayı dilerim.

Serap KAZANCI / tuykalem.org

10 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

>>Yeniden Heyecan Sarmışken Bizi...

Page 11: Blog Dergisi Sayi 20

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 11

>>Doğduğumda Evliydim...

Karadeniz sahilinde otobüsle yolculuk ederken özel-likle kış aylarında penceresi kapalı otobüslerde hava-sızlık içinde yolculuk etmeyi göze almışsınızdırdemektir. Bu darlıkta insanın kafasını dağıtması içinmuhabbet etmesi, aslında o an için çok büyük şanstır.Bir de otobüs boşsa ve şoför bey radyo dinleme konu-sunda özürlüyse; kulaklarınızı başkalarının sözlerinekabartmak zorunda kalıyorsunuz.

İşte böyle bir an da bey amcanın lafıyla bir anda irkil-dim: '' Ben doğduğumda evliydim zaten... '' Dönüpbaktım, 40larında gösteren bey amcanın lafı sonrasıhazır yeri deyip muhabbete daldım: '' abi herhaldebeşik kertmesi demek istedin, sanırım buralı değilsin.'' Ama tipinden tam bir Karadenizli olduğunu anladı-ğım bey amcanın çoğu dişinin olmaması ve gülmeyeçalışması; insanın içten gülmesine sebebiyet veri-yordu; cevabını zaten bir Karadenizli atikliğiyle yaptı:'' Hayır, kendimi öyle hissediyorum. Buralıyım, 16 ya-şında evlendim ve şuan 10 yaşında torunum var. Ço-cuklarımla büyüdüm anlayacağınız. '' Tam o sıra dişlerikonusundaki düşüncelerimi anlamış olacak ki sözüneşu cümleyi de eklemeyi ihmal etmedi: '' Bu dişleri nasılyok ettim sanıyorsun? Ekmeğimi taştan çıkartacağımderken, taş yedim herhalde. '' Gülmeye başladı; o an kigörüntüsü esprisinden daha komikti. Biz de muavin ileeşlik ettik.

Genç yaşta evlenmiş ve çoluk çocuğa karışmıştı. Ara-dan yıllar geçmesine rağmen, hala ilk başladığı işte bir

hastanede görevliydi. Çocuklarını evlendirmiş, torunsevgisini tatmış ama küçüklükten beri hayali olan biraraba sahibi olma sevdasının peşinde koşarken ken-dini bu otobüste bulmuş. Yeni bir araba almaya gidi-yormuş.

Asıl Karadenizli zekasını ise ben ücretimi muavineöderken ortaya çıkardı bey amcamız. O kadar güldümki ve bir o kadar da anlamlıydı ki: 20 TL olarak uzattığımpara üstünü 10 TL ve 5 TL vermek isteyen muavin abi-miz, elinde 5 TL olmayınca iki adet 5 TL aramaya baş-ladı. Bu bey amcamıza sorunca, kendisi üstündeolduğunu hatırladığını söyledi. Ve başladı tüm ceple-rini karıştırmaya. Pantolonunun 4 cebinden de paralarçıkardı, yetmedi ceketinden çıkardı, yetmedi cüzdanın-dan çıkardı. Şaşırmış bir şekilde yaşananları izleyen biz-lerin ağzının açıklığını muavin bey yardımcı olarakkapatmamıza vesile oldu: “Kardeş her cebinden parayağıyor, bir arada neden tutmuyorsun?” Bey amcamızo nüktedanlığıyla olaya cevabını yapıştırıyor: ”Hırsızlarparamı gasp ettiğinde, eve gidecek param olsun diye!“

Ben erken indiğim için, benden sonra neler yaşandı bi-lemiyorum; ama bu güzel sohbet arasında muavininanlattığı bir hikayeyi bir sonraki yazıma bırakıyorum.

İyi yolculuklar!

Doğduğumda Evliydim...

Hakan KARA / hknkr.com

Page 12: Blog Dergisi Sayi 20

RENGARENK

Mini Bangkok RehberiBerk YILDIRIM / nifblog.com

Görsel: http://traveltravelthailand.com

Bangkok Tayland'ın kalbi Asya'nın tapınak başkenti... Bangkok ve çevresinde gidilecek aslında yüzlerceyer var ama ben size daha konsantre bir Bangkok turu yaptırmayı düşünüyorum. Bangkok Asya daözellikle görülmesi gereken bir tarih başkenti. Belli bir süre sonra bu kadar çok tapınak olduğunainanamıyorsunuz, 24 saat yaşayan bir şehir, günün her saati sokaklarda insanları görebilirsinizrahatlıkla... O zaman tapınaklarla (wat) başlayalım...

Grand Palas & Wat Phra Kaew Grand Palas dediğimiz yer aslında kraliyet sarayıdırve tapınak değildir. Çok geniş bir arazi üzerine ku-rulmuş Thai stili saray, binalar ve tapınaklardanmeydana gelmiştir. Burayı gezmek için bir gün ayır-manızı öneririm, belki açılış saatinde gidersenizhızlı bir geziyle öğlen çıkabilirsiniz. Grand Palas'ıniçinde bulunan Wat Phra Kaew'in içinde budistleriçin çok kutsal olan Emerald (zümrüt) Buddha bu-lunmakta ve tapınaktan içeri girer girmez diz çök-meniz için uyarılacaksınız, şaşırmayın... Kesinlikleiçinize dolan enerjiyi hissedeceksiniz. Bangkok'dagörülmesi gereken en önemli yerlerden bir tanesibu kompleks yapı ve bu büyülü dünyaya açılan ilkRoyal Palace

12 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

Page 13: Blog Dergisi Sayi 20

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 13

>>Mini Bangkok Rehberi

kapı olduğunu unutmayın, bu sadece başlangıç...Grand Palas'a gitmeden önce sizi uyarmam gerekenbir durum var, kıyafetlerinize dikkat edin, Kızların giy-diği askılı kıyafetler, kısa şort ve eteklerle girilmesineizin verilmiyor ve bu durum erkekler içinde geçerli!Saat sabah 08.30 da açılıp 16.30 da kapanıyor. Ücretiise 300Baht (17-18 TL ya da 10$)

Wat Pho

Reclining Buddha ya da Sleeping Buddha olarak ad-landırılıyor. 46 metre uzunluğunda 15 metre yüksek-liğinde yan yatıp dinlenen bir buda heykeli ilekarşılaşacaksınız içeri girdiğiniz zaman. İhtişamı ve du-ruşu sizi hayretler içinde bırakacak... Söylenenleregöre burası Bangkok'un en eski ve en büyük tapınağıimiş ve bu yapının etrafında bulunan heykellere hay-ran olmamak elde değil. Saat sabah 8 de açılıp akşam5’te kapanıyor.

Wat Arun

Buranın diğer tapınaklardan çok farklı olduğunu ilkgörüşte anlayacaksınız... Yapıldığı yıllarda nasıl bir tek-nikle yapıldığını hayal etmek bile kolay değil. Dik ba-samaklardan üstüne çıkabilir ve Chao Phraya nehrinive diğer tapınakları görebilirsiniz ama o basamaklar-dan çıkmak gerçekten cesaret istiyor çünkü çok dikler.Buraya gitmek için Wat Pho'nun yakınlarında bulunanTha Tien Pierden 3 baht karşılığında nehirden karşıyageçiren teknelere binip gidebilirsiniz. Saat sabah 8 ileakşam 5 arası açık.

Wat saket (Golden Mount)Turistlerin değimiyle Golden Mount. Tapınak bir tepeüzerine kurulmuş ve aslına bakarsanız yukarıda gör-meyi değecek bir şey yok ancak bu tepeden görünenBangkok manzarası inanılmaz derecede güzel. Özel-likle akşam üstleri çok güzel olduğu söylense de saat5’te kapanması bunu zorlaştırıyor. Sabah 9 akşam 5arası açık.

Wat Traimit (Golden Buddha) Tam bir dev... Beş buçuk ton altından yapılmış dev birbuda heykeli. Görkemli ve insan saatlerce tapınağıniçinde oturup izleyebiliyor. Sabah 9 akşam 5 arası açık.Önemli tapınakları bitirdiğimize göre diyeceğim amaBangkok’ta ortalama 100’den fazla tapınak bulun-makta ancak birçoğu birbirine benzediği için hep ta-pınağa gitmek istemeyeceksiniz... Peki, tapınağagitmeyeceksek nereye mi gideceğiz? işte size diğergörmeniz gereken yerler için öneriler...

China Town (Yaowarat Street)Adından da anlaşılacağı gibi Çin Mahallesi. Özelliklegitmeniz gereken kısım Yaowarat Street (caddesi). Bucadde sağlı sollu dükkanlardan oluşan ve genelde res-torantlarla ve sokak satıcılarıyla dolu bir cadde. En iyiBird Nest (Kuş Yuvası) ve Shark Fin (Köpek Balığı yüz-geci) çorbasını veya kuru halde alabileceğiniz yerlerdolu... Çinliler bu çorbalarını çok lezzetli bulurlar ve fi-yatı içinde kaç gram bulunduğuna göre değişir. De-neme fırsatım olmadı. Çin Mahallesinde bulunan köşebaşı deniz ürünleri satan yerler vardır... Oralarda ke-sinlikle mavi yengeç, tiger prawn (karides azmanı) veoyster (istiridye) soslu sebzeleri deneyin. 2 kişi orta-lama 700-800 baht (40-50 TL) arası tutar... Barbeküşeklinde pişirilmiş olarak isterseniz sizin için iyi olur.Çünkü diğer türlü gerçekten acı olabiliyor.

Wat Arun

Wat Pho

Page 14: Blog Dergisi Sayi 20

14 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

RENGARENK

Damnoen Saduak Floating (Yüzen) MarketBu marketin ismini bir kenara yazın çünkü birden fazlayüzen market olduğu için sizi farklı bir yere götürebi-lirler. Bu en büyük olanı. Bu market için turu oteldenayarlıyorsunuz ve sabah gelip sizi otelden alıp götü-rüyorlar ama otobüsle gitme şansınızda olsa da pazarçok erken saatlerde açıldığı için tavsiye edilmiyor. Bumarketin özelliği çeşitli köylerden buraya tropik mey-veleri satmak için gelen kişilerin kanolar aracılığı ilenehirde satması. Sizde bir kano kiralayıp hem alışverişyapıp hem de değişik bir deneyim tecrübe edebilirsi-niz. Ayrıca bu kanallarda çekilmiş James Bond filmleride bulunmakta. Fiyatlar 30-100$ aradı değişmekte...

Chao Phraya Nehri

Burada turlar yapabilirsiniz ama ben önermiyorumturlarla gezmenizi. Zaten gittiğiniz mekanlara tekrargötürüp fahiş fiyatlar istiyorlar, o yüzden nehrin üze-rinde bulunan ring tekneler var, bunlarla nehir turuyapmak hem 100 kat daha ucuz hemde kimseye bağlıolmuyorsunuz. Nehir turunu akşam üstüne doğru ya-parsanız ayrı bir keyfi olduğunu görürsünüz. Ortalamagit gel 200 baht (12tl) bile tutmuyor.

Patpong Night BazaarBuraya ulaştığınızda bir pazar göreceksiniz ama asılpazar gördüğünüz pazar olmayacak... Biraz karışık mıanlattım? Sadeleştirmem gerekirse bir kare düşünün,bu karenin içi pazar (taklit t-shirt, çanta) olsun kareninkenarları ise a go go (striptiz klübü diye çevirebilirizFloating MarketG

örs

el:

http://tra

veltr

ave

lthaila

nd.c

om

Görs

el:

http://w

files.

bro

thers

oft.c

om

Chao Phraya Nehri

Page 15: Blog Dergisi Sayi 20

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 15

ama değil ) barlarla dolu olduğunu göreceksiniz...İçeri girecek bile olsanız dikkatli olun, üst katlardakiyerleri tercih etmeyin, içkinize sahip çıkın, uyku ilacıgibi şeyler konulabilir...

Siam SquareBangkok’un alışveriş merkezlerinin bulunduğubölge. En önemli alışveriş merkezi olan ve Bang-kok'un gururu olarak anılan Siam Paragon'un bulun-duğu bölge... Siam Paragon dev bir alışveriş merkezi.İçinde aradığınız tüm lüks markaları bulabileceğinizgibi üst katlarda bulunan Lamborghini ve Porschemağazalarından araba alabilirsiniz ama direksiyonunsağ tarafta olduğunu unutmayın. Siam Square de sa-dece Siam Paragon yok, 2 tane daha alışveriş mer-kezi bulunmakta, onlara da göz atmakta fayda varancak en lüksü tabiki Siam Paragon.

Bangkok Under Water WorldBangkok Sualtı Dünyası'nın Asya'nın en büyüğü ol-duğu söyleniyor. Böyle şeylerden hoşlanıyorsanız,paranız ve zamanınız varsa kesinlikle gidin derim.Siam Paragon'un içinde saat sabah 10 ile akşam 21arası hizmet vermekte. 900 baht (50tl yaklaşık) girişücreti var. Tayland'da giriş ücreti en pahalı olan yer.Gidilesi ve görülesi.

Lumphini ParkYapay bir gölün bulunduğu dev bir park. Her şeydensıkıldığınızda çimenler üzerinde kaçamak yapabile-ceğiniz şehrin göbeğinde bir park. Havanın ve çi-menlerin keyfini çıkartın. Şehrin manzarası daburadan fena değil.

Jim Thompson’s HouseEfsanevi ipek tüccarı Jim Thompson'un evi... Güzelbir mekan ancak ben çok çekici bulmasam da turist-lerin uğrak yerlerinden biri... Ev bu yüzyılın başla-rında yapılmış ve öylece korunmuş, rehberleraracılığı ile gezebiliyorsunuz ve siz o dönemle veevle ilgili bilgiler veriyorlar. Benim en çok sevdiğimyer ise bahçedeki havuzun içinde bulunan dev kap-lumbağalar... Karidesle besleniyorlar keyifleri ye-rinde... Mağazasından ipekle yapılmış her türlüçanta, şal gibi ürünleri alabilirsiniz.

Gezmeyi tozmayı gündüz bitirdikten sonrahala haliniz kaldıysa gecelere akmanız için bir-kaç önerim olacak size. Bangkok'da gece ha-yatını birkaç güzide mekanını görmeden buşehri terk etmeyin.

>>Mini Bangkok Rehberi

Page 16: Blog Dergisi Sayi 20

16 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

RENGARENK

Lebua Hotel (Sirocco & Sky Bar)

Lebua Hotel'in 63. katında bulunun Sky Bar Siroccodünyanın en iyi sky barı ödülüne sahip. Bir gecenizi deolsa ayırıp gidin. Hava karardıktan sonra tüm şehre veChao Phraya Nehri'ne tepeden bakabileceğiniz gü-zide bir mekan. Hava koşulları elverişli olduğu süreceaçık oluyor. Özellikle bayanlar üstlerine hafif bir şalgibi bir şey alırlarsa üşümezler. Şıpıdık terlikle gireme-yeceğiniz bir yer unutmayın ve fiyatları biraz pahalıolsa da kesinlikle sonuna kadar değiyor. Ortalama içkifiyatları kokteyller için 400 Baht (25 TL) civarı ama budeneyim için kesinlikle gözden çıkartılabilir bir fiyat.

Bed SupperclubYemek yiyebileceğiniz ve ayrıca dans edebileceğinizeşsiz bir mekan. 5 duyu organınıza hitap edecek herşey burada. Konsept partileri ünlüdür hatırlatmadı de-meyin.

Khao San RoadBu trafiğe kapalı cadde sağlı sollu barlardan ve üstle-rinde ucuz motellerden oluşan bir cadde. Geneldebackpacker turistlerin kaldığı ve ucuz mekanların ol-duğu bir yer... Ben çok sevemesem de her şey ayrı birdeneyim olarak bakıyorsanız kesinlikle gidin ama dik-katli olun ve çok geç saatlere kalmayın.

Calypso Ladyboy ShowLadyboyların hiç bu kadar güzel olabileceğini düşü-nemeyeceksiniz. Güzel bir ortam, güzel bir gösteri. Bugösteriyi izlemek için dünyanın dört bir yanında bin-lerce turist geliyor. Önceden rezervasyon yaptırıpgidin yoksa giremeyebilirsiniz. 1200 baht biraz pahalı

görünse de paranıza kıyın gidin, uzun süre anlataca-ğınız bir anınız olacak...

Ulaşım

Havaalanının 1. katından Taksiler ve otobüsler kalk-makta. Tercihinizi taksi yönünde kullanmanızı öneri-rim... Otelin bulunduğu bölgelere göre fiyat değişsede çok fazla bir fiyat karşınıza çıkmayacak... Ortalama400 Baht + 60 Baht otoban ücreti yani 27 TL gibi birfiyat çıkmakta karşınıza... Otobüsler ise sizi belli nok-talara götürse de otele kadar bırakmıyor. Fiyatları cüziolsa da bilmediğiniz bir şehirde ilk sefer için taksiyikullanmanız daha garantili olur...

Gezi turunuzu yaparken Skytrain (metro) ile giderse-niz hem ekonomik hem de Bangkok'un trafiğine ya-kalanmamış olursunuz. 15 kullanımlık biletleri 300Baht + 70 Baht kart depozitosu vererek alabilirsiniz.Skytrain tavsiyemdir.

Taksiler çok ucuz kullanın ama bindikten sonra taksimetre açtırmayı unutmayın... Hatta o kadar ucuz kibütün gezileriniz taksi ile yapabilirsiniz ama Bangkoktrafiği sizi yıldıracak unutmayın...

Tuk tuklar genelde 2 kişilik triportörler... Bangkok'agidince 1 defa da olsa binin ama trafikte egzoz du-manı koklama kısmı çok fena olabiliyor... Fiyatları yük-sektir pazarlık yapın. Devletin tuk tukları var amaeğitimli gözler dışında anlamak çok zor, bulabilirsenizbinin çok ucuzlar.

Lebua Hotel

Görs

el:

http://s

kysc

rapers

ight.blo

g.c

om

Görs

el:

choco

late

-fis

h.n

et

Page 17: Blog Dergisi Sayi 20

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 17

Uyarılar--Pazarlık yapmayı unutmayın.

-Üstünüze uzun kollu ama ince bir şey alın. Kapalı me-kanlar ve Skytrain'de klimalar çok fena çarpabilir, tatilihasta olarak geçirmeyin.

-Yemekler çok ACI, sipariş etmeden acılı olup olmadı-ğını sorun... Acı yerim demeyim. Ben acı yerim diyenadamın bir ayda yediği acıyı bir öğünde yiyorlar...

-Sokakta meyve satıcılarını görürseniz, alın yiyin, tro-pik meyveleri deneyin, çok ucuz. 10-20 Baht

-Türkiye’deki kahvaltıları bulamayacaksınız kendinizihazırlayın.

-Yemek yemek için büyük alışveriş merkezlerinde yada şehir merkezinde bilindik markaları tercih edin.Thai yemekleri yenmeyecek kadar acı. Tavsiyem FujiRestaurant.

-Havalimanına iner inmez internet sim alın akıllı tele-fonunuzla yönleri bulmak kolaylaşır.

-Lonely Planet Thailand veya Bangkok kitabı edinin,eliniz ayağınız olacak.

-Skytrainler de ücretsiz şehir haritaları var alın, tümmetro duraklarını ve gideceğiniz tapınakları bu hari-talarda kolayca bulabilirsiniz.

-Go go barlara girerken dikkat edin.

-Döviz bozdururken bankalarda bozdurmaya özengösterin.

-Pasaportunuzun bir fotokopisini her zaman yanınızdataşıyın.

-Her köşe başında bulunan 7/11 marketleri 24 saataçıktır, Her türlü ihtiyaç maddesini bulabilirsiniz, Şam-puandan tutunda tosta kadar. 7/11’ler aynı zamandaturist polis ulaşım merkezleridir. Başınız belaya girerse7/11lardan turist polise ulaşabilirsiniz. 7/11’lerın içi ge-nelde 18-20 derecedir dikkat edin üşütmeyin... İyi Yolculuklar

Görs

el:h

ttp://fro

mblo

wnsp

eake

rs.d

evi

anta

rt.c

om

>>Mini Bangkok Rehberi

Page 18: Blog Dergisi Sayi 20

RENGARENK

Torpilimin Adı Evren. Sen De Tanırsın Onu…

Aslıhan GÜNDÜZaslihangunduz.blogspot.com

Hayatında “torpil” kelimesinden bile hoşlanma-yan ben kendime geçen zaman dilimlerinde dedeneyimlediğim bir “torpil” buldum. Bağıra ba-ğıra söyleyebilecek kadar sağlam bir “torpil” hemde. Yıllar önce aslında farkında olmadan kendi-siyle tanışmışım. Son zamanlarda bunu çok çokdaha iyi anladım. Üstelik tanıştığımıza da gayetmemnun olmuşuz. Aslında siz de tanıyorsunuzonu. “Nasıl yani?” demeyin, gerçekten tanıyorsu-nuz. Hemen sizi tanıdığınız ama farkında olma-dığınız torpilinizle tanıştırayım:Sen: Merhaba,Evren: Merhaba,Aynı anda önce nezaketen (sonra ise gerçektenkuracaklar cümleyi): Memnun oldum.Tanıştıktan sonrası çok kolay… Siz ne istersenizonu yapıyor ama bazen uzunca bir zamanın geç-mesi gerekebiliyor. Sabretmek gerek bazen… Ben kendisiyle ilkokul beşinci sınıfta yılsonu gös-terimizin sunuculuğunu üstlendiğim görev sıra-sında tanıştım. O günden sonrada ondan hep;“spiker, muhabir, yazan (o zaman editörün anla-mını bilmiyorum)”olmayı istedim. İkimizde inat-çıydık ama kazanan ben oldum. İnatçı ruhum,Evren’in bana istediğim mesleği sunması ile birsıfır öne geçti. Şimdi ise ikinci golü atma çabala-rındayım. O da berabere kalma yollarında.Zaman …Klasik olan ve de hepimizin bildiği bir cümlevarya hani; “ne kadar çok istersen illaki olur” bucümleye katılıyorum. İsteklerle doğru orantılıdırher şey ama sadece istemekle olmuyor tabiî ki.

Evren’in sana isteğinisunması için o yoldangitmelisin, çabalamalısın,uğraşmalısın, şansa inan-malısın, bazen şansını ken-din yaratmalısın, okumalısın,sormalısın, gezmelisin, susmalı-sın, konuşmalısın… Aslında elin-den gelenin fazlasını yapmalısın!Yapmalısın ki Evren’i inatçı ve de is-teki ruhunla kandırabilesin…Ben Evren’i şuanki mesleğime ulaşmamdaen büyük torpil olarak görüyorum. Önümüzdekizaman dilimlerinde tanışıklığımızı da kullanarakkendisinden bir istekte bulunacağım. Belli miolur torpilimin de torpili olur…Ben yani Evren’in gücüne inanan, eninde so-nunda herkesin istediği düşünceye kavuşaca-ğına sonsuz inancı olan Aslıhan; BOL TORPİL dilersize Evren’den…Unutmadan dediklerim:Utanmayın ya da sıkılmayın ve uçan balonbulup, üzerine postitler yapıştırın (tabi üzerlerinenotlarınızı da yazın mutlaka) sonra Evren’e gön-derin.Sahil boyu yürürken denizin sonsuzluğuna kapı-lın, düşüncelerinizi de akıtın suya. Mavi iyidir, suda…Rüzgar’ın isteklerinizi, isteklerinize göre savur-masına izin verin. En önemlisi inanmadan tanışmaya kalkmayın Ev-ren’le!

18 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

Page 19: Blog Dergisi Sayi 20

>>İki Durak Arası “Rüzgar” Molası

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 19

Page 20: Blog Dergisi Sayi 20

20 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

RENGARENK

Altın bir kelebeğin kozadan çıkışını görüyo‐rum. Kanatları keskin varaklar gibi, saf altından vesanki gözün görme yetisinin ulaşamayacağı bir in‐celikle işlenmiş. Altın kelebek uçuyor, her hareketiçok kırılgan. Bu güzellik en küçük bir esintide yokolacak gibi narin. Kelebek bulutlar arasından ini‐yor, ormanları buluyor. Burayı aradığını biliyo‐rum, daha ilk durağı burası. Gideceği çok yer var,nereden biliyorum bunları emin değilim. Sankiben o kelebeğim ama hem de her şeyin dışında‐yım. Kelebek ağaçları tanıyor ve çiçeklerle cilvele‐şiyor. Bir dala konup titreştiriyor gümüş tellerebenzeyen antenlerini. Notalar çalınıyor kulağıma,teker teker gelen hüzünlü bir şarkının parçaları.Çok uzaktan gibi ama çok net, git gide güçleniyor.Öyle tatlı bir ezgi ki, ormanın rüzgârda söylediğisözler gibi ve ırmağın akışı gibi. Kelebek de donupkalıyor şarkının güzelliği karşısında. Neden kor‐kutuyor bu güzellik beni? Kelebeğin daha yapacakçok işi var, gitmesi gereken yerler, görmesi gerekenharikalar var. Bir hayat var önünde uzanana amao müziğin tutsağı oluyor daha ben bundan şüphe‐lenirken ve işte sesin sahibi de geliyor. Bir kavalcı,incecik bir kız. Saçları deniz gibi akıyor ve adımlarıkuşların canı kadar narin. Kelebek gidip kızın et‐rafında dönüyor ve saçlarına konuyor. İşte oradaölüyor kelebek, kızın başına altın bir toka oluyor.

Kadir kan ter içinde doğrulup boş gözlerle et‐rafa baktı. Gecenin bir yarısıydı. Karanlık odasındatek ışık penceresinden duvara yansıyan sokak lam‐bası, tek ses de nefes alırken ciğerlerden gelen gü‐rültüsüydü. Garip bir rüyadan uyanmış veyeniden evinin yalnızlığına döndüğü için kalbisanki biraz burulmuştu. Daha neler gördüğünühatırlamaya çalışırken yeniden uykuya daldı.

Saatinin çalmasına fırsat vermeden uyandı de‐likanlı, sanki sadece onun gözleri mahmur değildide dünyanın kendisi zamansızca uykusundan kal‐dırılan bir çocuk gibi olanlara anlam veremez birhaldeydi. Gece yağan çiğ sokakları soğuk ve ıslakbırakmıştı. Sis hala otomobil gürültülerinin içindeboğulmamış sokakların üzerinden kalkan bir örtügibi yavaş yavaş dağılıyordu. Kadir böyle saatlerdegiderdi işe ve ancak hava karardığında geri döne‐biliyordu. Birbirinin aynısı aptal ve devasa giyimmağazalarının birinde tezgâhın başında duruyorya da yüzlerine bakmaktan bile nefret ettiği insan‐lara efendim diye hitap etmek zorunda kalıyordu.Para kazanması gerekiyordu ve çok çalışıyordu.Bazı zamanlar emeklerinin gerçek değerinin nekadar ettiğini merak ederdi ama ancak hayatta ka‐lacak kadar bir maaş alabiliyordu. Yine de tama‐mıyla ümitsiz değildi. Arkadaşları vardı, çoğuzaman akıllarından geçeni tahmin etmeye çalıştığıkişiler, yüzlerine bakar, onlar başka bir şey anlatır‐ken gerçeğin, salt gerçeğin ne olduğunu merakederdi. Sanki karşısındakinin başını yarıp içindenmerak ettiği her şeyi, en yalın dürüstlüğü söküpalabilecekmiş gibi geli‐yordu.

Başka bir hayaldünyasında yazdığı hi‐kâyeler vardı ve bir dekitabı. Sanki herkesokumak istiyormuş gibisaklardı kitabını kimse‐

ALTIN KELEBEKOnur GÜRLEYEN / komikliklerim.blogspot.com

Page 21: Blog Dergisi Sayi 20

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 21

nin gelip gitmediği evinin gizli yerlerine. Oysa biryandan da aklında hep yazdıklarını bir bilene gös‐termek, insanların değer vereceği bir şeyler yap‐mış olduğunu ulu orta haykırmak vardı. Çoğuzaman hikâyeleri yarım kalıyordu, ya uzun sürenyazma sürecinde belki de kendisi de değiştiği içinartık tasarladığı sondan memnun olamıyor ya dahiçbir son tasarlamadan giriştiği işte tıkanıp kalı‐yordu. Fakat cesaretini toplamış ve birkaç telefonkonuşması yapmıştı, nihayet tek izin günündeerken kalkmak pahasına bir görüşme ayarlamıştı.Yazdıklarını artık kendine saklamak istemiyorduve her nereye varırsa varsın bu işin sonunu geti‐recekti. Kendinde hala yapacak bir şeylere sahipbirini görebildiği için mutluydu.

Büyük günün evveli akşamında arkadaşların‐dan biri ile dışarı çıktı, yakın bir arkadaşı değildigenel kriterlere göre ama diğer tanıdıkları gözönüne alınırsa en yakın arkadaşıydı ve bu durumonun için hep bir hüzün kaynağıydı. Ertesi günerken saatte görüşmesi olduğu için geç saatlerekadar kalmak istemiyordu ama arkadaşı ısrar‐cıydı ve oda çabuk ikna olan biriydi. İstanbul’unışıklı sokaklarında gezdiler. Sanki oralarda yal‐nızca bu ışıklar insanı bir sokak serserisi tarafın‐dan bıçaklanmaktan koruyabilirdi. Çoğu zamankendilerini ilgilendirmeyen şeylerden bahsedi‐yordu iki arkadaş, istemedikleri hayata daima yal‐nızken ağlıyor, bir araya geldiklerinde olmadıkşeylere kahkahalarla gülüyorlardı. Kadir bir anciddileşip asık bir yüzle, hayatının bir parçasınıanlatır gibi rüyasından bahsetti ama arkadaşıonun bu halini anlamadı, sinirlendi ve güldü. Ne‐vizade’ye gidip içtiler, en derinde hiç de sevme‐

dikleri sohbetlerini daha da zorlaştırmak için gü‐rültünün kalbine yürüdüler. Müzik kulaklarınavuruyordu sanki. Sonra bir şey oldu, adeta herkessustu, tüm gürültü birden kesildi de Kadir tek birçalgının notalarını dinler oldu. Sahnede sigara du‐manının etrafına bir sis gibi dolandığı bir kızvardı. Gitar çalıyor ve bir yandan içiyor, daha çokçalıyor ve daha çok içiyordu. Salaş bir hali, dağı‐nık saçları vardı ama Kadir vurulmuştu sanki.Müziğe âşık olmuştu ve kızın gölgeler içindekiyüzünü görmek için can atıyordu. Zaten kaderçoktan ağlarını örmüş, notaların her birine kızınbusesini kondurmuştu. Şarkısı bitince kız sahne‐den inip Kadirlerin masasına geldi, arkadaşı ileselamlaştı, uzaktan bir tanıdığıydı ve dönüp Ka‐dir’e baktı. Gözlerinin rengi yoktu ama sadece de‐rinliği vardı. O kalabalığın içinde fısıldaşır gibikonuştular, kızın her sözü bir cilveydi adeta.Kadir orada bağlandığını hissetti, geri dönemeye‐ceğini hissetti. Saat iyice geç olmuştu. Arkadaşıylaayrıldılar. Kızla karanlık sokaklarda aceleyle yü‐rüdüler. Nihayet dar sokakların birinde yaşlı biradama benzeyen evine vardılar. Kız Kadir’i evineçağırdı, delikanlı tereddüt etti. Yapması gerekenişler vardı, hayalleri vardı çünkü. Yarınki görüşmeve sonra daha başka işler, hep kendisi için hayalkurmuştu. Kız bir daha sordu evine gelmesi için,beraber merdiven‐lere oturdular. Kedi‐lerin daracık bir yeriaydınlatan sokaklambalarının altındaçöpleri karıştırırkenne kadar titiz olduk‐larını izlediler. Kızson defa yukarı gel‐mesini istedi Ka‐dir’in. Delikanlıyapacak işleri olduğunu söylemek istedi, hayalleriolduğunu söylemek istedi, daha yapacak işlerimvar diyebilmek istedi. Rüyasını anlattı, başka birşeye gerek yoktu.

“Belki de bu da başka birinin rüyasıdır.” dedikız ve delikanlının elini tuttu, birlikte yaşlı bina‐nın kapısından girdiler.

>>Altın Kelebek

Page 22: Blog Dergisi Sayi 20

22 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

RENGARENK

Ben her zaman aşık olacağım kadına bir yerlerde birşekilde rastlayacağımı sanırdım. Mesela bir yerdeyürürken çarpacaktım ona, o kitaplarını yeredüşürecekti, sonra biz göz göze gelecektik ve aşıkolacaktım tepeden inercesine. Aslında tepedenyuvarlanır gibi içine yuvarlanacaktım. Tıpkı filmlerdekigibi... Bizi bir sürü entrika terbiye edecekti ama biz hiçbirine yenilmeyecektik. Ya da bir kavgayla başlayacaktıaşkım. Kavga ederken o sinirli gözlerindekaybolacaktım. Ya da yanımdan geçerken saçlarınısavuracaktı, kokusuna tutulacaktım…

Benim hayalimdeki aşk filmleri hep sürpriz bir biçimdegelişirdi. Bir sürpriz olmalıydı mutlaka. Kocaman birsürpriz yaşardım belki... Sonra pat diye aşık olurdum.Ama benim aşkım hiç de beklediğim gibi gelişmedi.Ben O’na üniversite sıralarında aşık oldum. Aslında ik-inci sınıftan beri tanışıyorduk. Yanımda otururduçoğunlukla. Ortak derslerimiz çok fazlaydı. Dersçıkışlarımızda kantinde soluklanırdık ya, yinedibimdeydi. O zamanlar kanka modası fazla. Ama bizkanka olmaya yanaşmıyorduk. Bir ders iptalinihatırlıyorum da dün gibi… İşte o gün çok başkaydı…Bir sonra ki dersimize daha 2 saat vardı. Beraber bir şeyyapma kararı almıştık. Evet, beraber… Neredenbilebilirdim ki o günden sonra o hep benimle olacak?

O gün beraber üniversiteli gençlerin oturduğu omeşhur kafelere gittik. Oturduk. Konuşmaya başladık.O kadar çok ortak noktamız vardı ki… Ruh eşim mineydi? Hani filmlerde olurdu ya? Evet, ben onunla biryerde çarpışmadım, bir yerde saçını savurmadı dasuratıma, aslında tasvir edemeyeceğim kadar güzeldiyüzü. Umarım kimse ben gibi görmüyordu onu. Bentanıdıkça sevdim onu. O anlattıkça sevdim.Konuştukça sevdim…

Arkadaşlarımızdan gizli yaşamaya başladık ilişkimizi.Bizim ilişkimiz onlarınkine benzememeliydi ne de olsa.Biz başkaydık. Onlar gibi değildik. Onlar “canım” ke-limesini o kadar kolay harcarlardı ki… Ama biz de öyledeğildi. Bizim için oldukça zordu canım demek. İlkcanım dediğim günü hatırlıyorum da… Lafın arasınaöylesine sıkıştırmıştım. O da utanmıştı ölesiye, bende… Daha önce böyle bir duygu tatmadığımdan ola-cak, kalbim yerinden fırlayacak gibi olmuştu. Heysadece canım dedim değil mi? Onunla yaşadığım heran süperdi. O da benim gibi meraklıydı çocuklara. Be-raber yetimhaneye gider, çocukları eğlendirirdik.Onları eğlendirmeden günümüzü geçirdiğimizdebüyük bir kayıptı bizim için. Yaptığı her hareketinehayran oluyordum ben. O çok başkaydı. Gülüşü,konuşması… Hayatımda tanıdığım diğer kadınlar biryana, o çok başka bir yanaydı.

SÜPRİZ AŞK

Büşra BAYRAM / hayalmeyalbuschra.blogspot.com

"İlk yazımla hepinize kocaman bir merhaba.Şimdi size yaşanmış bir hikaye anlatacağım.Karşı cinsin ağzından olayı kurgulamanınzorluğunu biliyorsunuzdur eminim. Elimdengeldiğince duygularını dile getirmeyeçalışacağım. Karakterler ve yaşanılanlargerçektir fakat olaylarda kurgu kaçınılmazdır."

Page 23: Blog Dergisi Sayi 20

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 23

>>Süpriz Aşk

Üniversitenin son yılındaydık. Farklı şehirlerdeyaşadığımızdan okul bitince ayrı şehirlerdeuyanacağımızın düşüncesi bile bizi yıpratmaya yetiy-ordu. Bir gün kantinde otururken arkadaşlarımızdanbir tanesinin O’na karşı boş olmadığını fark ettim. Bizhala gizli yaşıyorduk ilişkimizi. Bunu o farklı bir şehirdeolduğundan,okumaya geldiğinden mi yapıyordukbilmiyorum ama aslında ikimiz de böyle istiyorduksanırım. İlişkimize değişik bir saygımız vardı. O arkadaşbenim sevgilime hepimizin içinde çıkma teklif etti. İşteo an kan beyne nasıl sıçrarmış anladım. Elim ayağımboşaldı. Ne yapacağımı şaşırdım. Hiç konuşmadım. Ogereğini yaptı zaten. O kadar güzel tersledi ki hiçbiryumruğum O’nun yaptığını yapamazdı. Diyorum yahayrandım ben O’na…

Asla O’na seni seviyorum demedim. Taa ki ayrılık vak-timiz gelene kadar. Mezuniyet günü ailelerimizitanıştırdık. Birbirlerini sevdiler. Hatta beni hep ailesineanlatıyormuş. Arkadaş olarak… Ailesi bana çokgüveniyordu. Ben O’nun en iyi arkadaşıydım. Aslındabiz sevgiliden çok ötedeydik. Arkadaştan, dosttan,kardeşten… Karımdı o benim asla aynı odayıpaylaşmadığım. Karımdı o benim elini tutmayaçekindiğim. Karımdı o benim sokakta sarıpsarmalayamadığım…

O şehrine gitti… Ben ise kaldım. Gitme diyemedim…Neye güvenip diyecektim ki? Erkek milletini bilirsiniz,önünde bir sürü engeli vardır. Askerlik yapmamgerekiyordu, sonra iş bulunacaktı. Ancak evimi tutuncakarşısına çıkabilirdim… Farklı şehirlerde ayda yılda birkez buluşarak sürdürdük ilişkimizi… Hala seviyordumO’nu ölesiye… Sonra askere gittim. Asker olduğum yerO’nun yaşadığı şehre o kadar yakındı ki… Sanırım 3saatlik bir mesafedeydik. Artık daha rahatgörüşebileceğiz sevinci kaplamıştı tüm bedenimi.

2009 yılı. Yılbaşı denen o lanet gündeydik. Bir günönce konuştuk telefonda. O’nu ne kadar özlediğimianlattım. O da beni bir o kadar özlemişti. “Yılbaşlarınıayrı geçiren sevgililer hep ayrı kalırlarmış” dedim tele-fonu kapatırken. Gülerek “Batıl inanç bunlar” dedi.“Keşke yanımda olsan, bu yılbaşında ve diğer heryılbaşında” dedim. Telefon kapandı…

Onunla son konuşmam olduğunu bilseydim, eminimbaşka şeyler söylerdim. O’na söylemeye çekindiğim“seni çok seviyorum” cümlesini kurardım belki. Ne bi-leyim, hayatımın bir parçası olduğunu, hatta beden-imde bir uzvum gibi yer kapladığını söylerdim. Amasöyleyemedim. Ben O’na hiçbir şey söyleyemedim.Telefon kapandı…

Gece 3 sularında telefonum çaldı. Arayan O’ydu.Yatakhaneye zorla soktuğum telefonumlayakalanmayayım diye asla bu saatte aramazdı. Aslındao beni hiç aramazdı hep ben arardım müsait olunca.Heyecanla açtım telefonu, kısık sesle konuştum.Karşımda tanımadığım bir adam sesi vardı. Polisolduğunu ve karımın hastaneye kaldırıldığını söyledi.En son benimle konuştuğu için ben aranmışım. Karımmı? Beni ne diye kaydettiğini o an düşünemedim bile.Koşarak kumandandan izin aldım. O kadar kötü birhaldeydim ki, izin verildi. Hatta hastaneye kadar birarkadaşım da eşlik etti.

Hastaneye geldiğimde ismini söyledim. Hastamı kay-bettiklerini söylediler. Hastamı kayıp mı etmişlerdi?Koskoca kız nasıl kaybolurdu? Nasıl yani? Bir an beyn-imle kalbimin arasındaki o bağların kopupkaybolduğunu hissettim. Tüm iç dünyam, dış varlığım,her şeyim birbirine geçmişti. Kilitlenmiştim… Sinir krizigeçirdim. Gözlerimi açtığımda yanımda arkadaşımvardı. Ağlıyordu. Sonra ben de ağladım. Beraberağladık. Askerlik arkadaşı başka derlerdi de,inanmazdım. Sarılarak, bağıra bağıra ağladım…

Varlık ile yokluk ne kadar farklı şeylerdi. Bir vardı, sonrayok oldu. Yok demek ne kadar kolaydı. Kolay ve ağır...O’nu son bir kez görmek istediğimi söyledim. Hastan-eye annesi ve babası da gelmişti. Bana sarılarak ağladıannesi. “Oğlum seni görmeye geliyordu, şu yılbaşışeysi için sürpriz yapacaktı…” dedi bana. İste o an ce-hennem kesildi dünyam başıma. Ben.. Ben kelimelerinbittiği yerdeyim..

Hani en başta dedim ya sürprizle başlayacaktı aşkhayatım diye, sürprizle başlamadı ama acı bir sürprizlebitti.

Page 24: Blog Dergisi Sayi 20

24 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

RENGARENK

Gidiyor, çok uzaklara gidiyor. Amaaan sende teknolojiden bihaber misin, internetdenilen bir şey var, telefon var, cep tele-fonu var, mail var diyeceksin… Ama insa-nın sevdiğinin yanı başında olmasındandaha güzel ne olabilir ki… İnsanın sevdi-ğinin kokusunu, hangi koku tutabilir, sev-diğinin öpüşünü hangi öpüş tutabilir,hangi bakış, hangi dokunuş…Gidiyor işte, bense ardından sadece bakı-yorum. Bir şeyler söylemeye yüreğim elvermiyor. Sanki içimdeki sıkıntıyı kelime-lere döksem, seslendirsem onu da ken-dimi de yaralayacağım, bir daha asladüzelmeyecek yaralar açacağım bedenle-rimizde.

Yutkunuyorum cümlelerimi, yutkunuyo-rum gözyaşımı. İçimde derin bir acı, tasvi-rinin imkanı yok. Midem buruluyor, sankigünlerdir açım… Sarılmak istiyorum sı-kıca. Ağlamak istiyorum deliler gibi. Birşeyleri kırıp döksem rahatlar mıyım? Öf-kemi alsam sağdan soldan, camı çerçeveyiyerle bir etsem… Ne geçecekki elime ogittikten sonra.

Kocaman bir sıkıntı var içimde, bütün duy-gularımı, bütün insani duygularımı sömü-rüyor. Kara bir delik sanki, yanına yaklaşanher şeyi bilinmeze sürüklüyor.Nasıl bir aşkbu, içim acıyor!

“Eğer gerçekten seviyorsan, eğer gerçek-ten seviyorsa uzaklık anlamsızlaşır…“ de-meyin bana... Bu zamanda insan kimseyegüvenemiyorki, sevdiğinin değişmeyece-ğine inansın. Benim ona inancım sonsuzda işte değişen ben olursam… Korkumbüyük, korkum beni mahvediyor. Ayrangönüllülük değil bu. Başkasını bulurumfalan da demiyorum. Seven insan beklerdiyeceğinizi de biliyorum, ama yaşamşartlarımı da bir ben biliyorum. Hayatınkoşuşturmacasında aramalar azalacak,mesajlar seyrekleşecek, sohbet bir yerdensonra tıkanacak… Farklı şehirlerde farklıhayatları yaşıyor olacağız. Artık aynı havayısolumayacağız, aynı şeylere yan yana gü-lemeyeceğiz, sıkıntılarımızı baş başa veripdüşünüp, tartışamayacağız.

Bir Sıkıntı Var İçimdeSemiha ÇAKAR / bitlipirelibirminikkedi.blogspot.com

Page 25: Blog Dergisi Sayi 20

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 25

>>Bir Sıkıntı Var İçimde

İnsanlar değişiyor… İnsanların duyguları, düşünceleri,hissettikleri değişiyor. Yaşam koşulları değişen insanfarklılaşıyor. O bir sene sonra geldiğinde değişmeyentek şey dış görüntüsü olacak… Belki de dış görüntüsübile aynı olmayacak. Ne bileyim kilo alacak ya da kiloverecek… Her neyde değişecek işte… Bakışlarındakio sıcaklık aynı kalmayacak. Ben gözlerinin içinde ken-dimi göremeyeceğim. İkimiz arasındaki çekim beklidegeri dönmemek üzere çevremizden yok olup gide-cek… Kim bilir…

Zamana hakim olamıyorum ki. Zamanı durduramıyo-rum ki… Keşke elimde sihirli bir değnek olsaydı da za-manı ileri alabilseydim. Zamana ileri alsaydım dayaşayacaklarımın neler olacağını görüp, ona göre kararverebilseydim. Neden sihirli bir değneğim yok ki…Hokus pokusla ilişki mi yürürmüş demeyin. Bir kararvermem gerek ve bu karar beni günlerdir uykusuz bı-rakıyor. Bu sorumluluğun altından nasıl kalkarım, nasılona olmaz yapamam derim…

Kabul ediyorum çok bencilce hareket ediyorum. Her-şeyi sadece kendi açımdan düşünüyorum. Ama insanzaten bencil bir varlık ve aşk zaten bencilce bir duygudeğil mi? O zaman niye kendimi bu kadar yargılıyo-rum?

Üzülmesin istiyorum. Onu yaralayan en son insan benolmalıyım. Sevgimle sarıp sarmalaya bilsem… Hüz-nümü kör kuyulara atabilsem… O giderken ardındangülümseyerek el sallayabilsem…

Ama içim öyle demiyor işte! Gitme kal de hadi ona,gitme de, durdur onu… Ya hayatı, ya istekleri, ya ide-

alleri ne olacak? Benim için sevdiği şeylerden vaz mıgeçmeli? Bir ilişki de illaki özverili mi davranmakgerek?

Bu onun hayatı, bu onun seçimi! Ona engel olamam.Benim ondan isteyeceğim şeyler, onun özveriyle dav-ranıp kabul edebileceği türden şeyler değil! Hayatınıısklamasını istiyorum resmen. Hayır hayır yapamam bunu. Bu ona haksızlık.Ama ya ben ne olacağım? Ya benim örselenen, harapolan duygularım ne olacak. Kaybolmuşluğun içindeyitip gideceğim. O hayatına bensiz devam edecek. Benhayatıma nasıl onsuz devam ederim? Nasıl olur da onu hayatımın merkezine koyabilirim bukadar kısa sürede hem de gideceğini bile bile…

Geleceğimin üzerine lades oynamışım gibi hissediyo-rum. Değişecek misin bekleyecek misin sorusu yankı-lanıyor kulaklarımda! Lanet olasıca tüm seslerdüşmanlığınız ne bana? Seviyorum işte, deli gibi sevi-yorum. Ama gururum var ya o başı eğilmez guru-rum… Ona söz geçiremiyorum. Ya değişirse, yabaşkasını severse, ya beni unutursa… Bir de kendime güvenmiyorum diye bahanelerin ar-dına gizleniyorum. Kendime bile yalan söyler oldum.Bu işin içinden nasıl çıkacağım. Ne yapacağım, ne yap-malıyım? Keşke akıl danışacağım birileri olsaydı çev-remde… Güzin ablalık yapsaydı ya biri bana…

O yeni bir başlangıç için gidiyor buralardan. Bense ar-dında yeni başlangıçlara gebe ruhumla, gözleri yaşlıbedenimle kala kalacağım. Hayallerim avuçlarımda pa-ramparça, umutlarım yitip gitmiş… Rüyalarımda bileyalnız olacağım. Şimdi gelse ya, aniden sarılsa ya…

Görsel: http://carbalhax.deviantart.com

Page 26: Blog Dergisi Sayi 20

26 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

otomobillerde

KONUK BLOG YAZARI

Köklü toplumların hepsinde tepeden tırnağa yerleşmiş bir kültür vardır ve bu kültürün etkilerinimutfaktaki tabaktan sokaktaki apartmana kadar her yerde görebilirsiniz. Elbette ürettikleri oto-mobillerde de. Otomobil tasarlayabilen, boş beleş kavgalar yerine bir şeyler üretmekten anlayantoplumlar için söylüyorum bunu.

Bir otomobil markasına sahip olan toplumlar, gerek ihtiyaçtan, gerek ülke reklamı amacıyla kendiaralarında farklılıklar sergilerler. Mesela İngilizler kraliyetin, aristokrasinin getirdiği lüksü kullanırkenAmerikalılar her şeyde olduğu gibi otomobilde de müsrif davranırlar.

KÜLTÜREL ETKİ Akay PERKER / pitcafe.com

İngiliz aristokrasisinin, köklü kraliyet ve burjuvazi geleneğinin eseridirİngiliz otomobilleri. Zenginliğe, zarafete, gurura ve kaliteye, köklü adet-lere verilen önemi simgelerler adeta. Spor otomobillerde bile perfor-manstan ziyade parça kalitesi, el işçiliği ve konfor ön planda tutulur.Törelerine ve geçmişlerine bağlılıkları otomobillerine de yansır, çizgilerikolay kolay değişmez. Morgan yıllar öncesinin çizgilerini bugüne ta-şırken Rolls-Royce lüks ve zenginliği, Aston Martin kalite ve zarafetitaşır üzerinde.Sözün özü, İngiliz otomobilleri zengin burjuvaziden ziyade gururluaristokrasiye hizmet ederler.

“Tüket, daha çok tüket, hep tüket” mottolu Amerikan yaşam tarzınınsimgesidir Amerikan otomobilleri. Kocaman pizzalarla, karpuz kadarhamburgerlerle beslenen Amerikalılar, gövdesi büyük, motoru güçlü,su gibi benzin yakan otomobiller üretmeyi tercih ederler. Londra’nındar sokakları için Mini gerekli olabilir veya Roma’nın “viccolo”larındaFiat 500 iyi gidebilir. Fakat Route 66 cüsseli bir Chevrolet ile çekilir. Ne-redeyse bedavaya gelen yakıt, bitmeyecekmiş gibi görünen araziler veher şeyi müsrifçe harcamaya alışkın Amerikalıların minik ve tutumluotomobiller yapmalarını beklemek abes olur. O nedenle de en büyükSUV'ler, en kocaman spor otomobiller ABD’den çıkar.

İngiliz otomobilleri:

Amerikan otomobilleri:

Page 27: Blog Dergisi Sayi 20

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 27

>>Otomobillerde Kültürel Etki

Alman disiplini ve azminin getirilerini otomobillerde görmeye şaşma-mak gerek. Uzun ömürlü, teknolojik ve kullanışlı otomobiller çıkar Al-manya'dan. Her zaman rekabete açık davranırlar, gelişmek için kendiaralarında bile rekabete girerler. Modellerini hızla geliştirmeleri, yeniteknolojilere anında adapte olabilmeleri 1945'in paramparça Al-manya’sından günümüzün güçlü Almanya’sına nasıl ulaştıkları hak-kında epey fikir verir.

Nasıl ki İngilizler aristokrasiyi paradan önemli buluyorlarsa, İtalyanlar dabunun tam tersini yaparlar. İtalyanların işi dikkat çekmektir. Bunu birPrada ile de yapabilirsiniz, bir Ferrari ile de. Burberry'nin sakin ve rahattasarımlarına Prada'nın dikkat çekici tasarımlarla karşılık vermesi gibi,Aston Martin'in ağır abi duruşuna Ferrari ve Lamborghini lastik yakarakyanıt verir. İtalyan otomobilleri her ortamda dikkat çekmeyi seven İtal-yan kültürünün bir yansımasıdır. Öncelikli amaç gösteriştir, kalite dahasonra gelir. Bunu Alfa Romeo'nun tasarımlarında bile görebilirsiniz.İngilizler Londra’nın dar sokakları için Mini gibi bir çözüm üretirken, İtal-yanlar da Roma’nın daracık ve tarih kokan sokaklarına Fiat 500 ile çarebulurlar.

Alman otomobilleri:

İtalyan otomobilleri:

Fransızların mağrur, gururlu, "ben yaptım oldu" du-ruşunun etkilerini görürüz otomobillerinde. Tekno-lojiye pek hızlı adapte olamamaları bir yana,İngilizce sorduğunuz soruya Fransızca karşılık ver-meleri gibi müşteriler beğenmese bile kendilerincefarklı tasarımlar yapmakta inat ederler. Renault'nunkamyonlarını 500 metreden tanıyabilirsiniz. İtalyan-larla dip dibe uzun süre yaşadıklarından olsa gerek,dış görünüme önem verip içeriyi pek sallamamahuyu bunlara da bulaşmıştır. Renault olsun, Citroënolsun, Peugeot olsun hepsinin iç tasarımlarında birboşluk, bir tuhaflık vardır. Dışarıdan zengin görünenmodellerin bile konsolları o zenginliği taşıyacak se-viyede değildir. Ancak başta da dediğim gibi, "benyaptım oldu" kafası burada "ister al ister alma" ola-rak çıkar karşınıza.

Fransız otomobilleri:

Page 28: Blog Dergisi Sayi 20

28 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

KONUK BLOG YAZARI

Arı gibi vızır vızır bir millet olan Japonlar, çeviklikleri, çalışkanlıkları vetutumluluklarıyla dikkat çekerler. Otomobilleri de öyle. 120 m² dairedenbahsettiğinizde “bütün sülale aynı yerde mi yaşayacaksınız, ne gerek varkocaman eve?” diye soran Japon mantığı, en önemli kriteri fiyat / per-formans oranı olan otomobillere çalışır. Hızlı, çevik, üretimi ucuz ve kolayolan otomobiller, Japon kültürünü birebir yansıtırlar. Savaşçı ve istilacıJapon ruhuyla kendilerinden kat kat üstün olan Çin'i boydan boya işgalettikleri gibi, uygun fiyatlı, dayanıklı ve hızlı otomobilleriyle de dünyaotomobil pazarını işgal etmenin peşine düşebilirler. Dünyanın en çokotomobil satan markası Toyota'yı “masrafsız otomobil” dendiğinde aklailk gelen markalardan biri olan Honda kovalarken Subaru, Nissan, Mit-subishi gibi markalar da diğer segmentlerde Japon kültürünü temsil et-meye devam ederler.

Japon otomobilleri:

Japonlarla aynı havayı soluyan, benzer kültürleri taşıyan Koreliler deJaponlarla benzer otomobiller üretir. Hyundai ve Kia Avrupa markala-rına göre çok çok genç olmalarına rağmen pazar payı konusunda id-dialı bir konuma çoktan ulaştılar. Japon ve Kore otomobillerinin birortak yanı da, yüksek cirolara rağmen kârlılığın düşük kalmasıdır. Dahaçok marka çıkarabilmek ve Avrupalı firmalarla mücadele edebilmekiçin kârlı markalarını bebek markalarının gelişiminde kullanırlar. Bu ne-denle Hyundai hem yük gemisi hem CD, Samsung hem buldozer hemPC monitörü, Daewoo hem mutfak robotu hem kamyon üretirken Mit-subishi bir yandan klima üretip bir yandan Evo’yu geliştirebilir. Markabazında kârlılık yüksek görünse de ana firmanın yaptığı çoğu zamannakit çevirmek olur ve bunların Korelilerin otomobil kültürüyle ne ala-kası var, ben de anlamadım.

Kore otomobilleri:

Demir perde ortadan kalksa da Rusların sağlam metallere ve ağırsanayiye olan ilgisi iliklerine işlemiştir. Sibirya soğuklarında sağ-lam kalmak, sürekli sorunlarla boğuşmamak isteyen Rusya, kızlarısayesinde güzelliğe yeterince doyduğu için görselliği hiç umur-samadan, sağlamlığa bakar. Dört bir yana ördüğü tren yolları sa-yesinde doğuda Kars'a kadar giren, batıda Almanya'ya direnenRusya, trenlerin çirkinliğini ve sağlamlığını otomobillerinde bir-leştirir; ortaya Lada, Moskvitch gibi markalar çıkar.

Rus otomobilleri:

Page 29: Blog Dergisi Sayi 20

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 29

Rus kültürünü Avrupa ile harmanlayan soğuk diyarların ülkesi İsveç,otomobillerinde de Rus ve Avrupa karışımı bir yol izler. Ruslar gibi sağ-lam yapmaya çalışırken bir yandan da Almanlar gibi teknolojik olmayaçalışır. Ancak ülkenin küçüklüğünün ve diğer Avrupa ülkelerindeki sö-mürgeci zihniyete pek sahip olmamasının da etkisiyle gemiyi yürüte-cek rüzgârı bir türlü bulamaz, markaları sürekli sıkıntı yaşar. Bata çıkailerlerken en sonunda batan Saab, güvenlik dendiğinde akla ilk gelenmarka olmasına rağmen bir türlü istenen pazara ulaşamayan Volvo vekamyonculuk sektöründeki sağlam ve güvenilir imajına rağmen pazarpayında rakiplerinin gerisinde kalan Scania, İsveç'in otomotiv sektö-ründeki durumunu açıklar. Koenigsegg bile tüm muhteşemliğine rağ-men İsveç'in elinde ziyan olmuş markalardan biridir. Avrupaülkelerindeki gibi sömürge yeteneği olsaydı bunu otomobil kültürünede yansıtır ve dünyanın çeşitli yerlerinde fabrikalar açarak daha satışrakamlarını yükseltebilirdi İsveç. Olmadı, kısmet.

Evet, artık onlar da var dünya otomotiv pazarında. Özellikle Chery veGeely, "şu Çinliler de her şeyi taklit ediyorlar canım" söylemlerini ispat-lamak istercesine çeşitli markalardan apardıkları tasarımları yeni modeldiye sunarlar piyasaya. Güven vermeyen ama ucuz olan her şeyin yatağıolan Çin, ucuz iş gücünü otomobillere de yansıtarak kendi markalarınıtüm dünyaya satar.

İsveç otomobilleri:

Çin otomobilleri:

Türkler otomobil üretmeyi beceremezler.

Türk otomobilleri:

Kuzey Kore, militarist diktanın emrine amade olduğundantam bir asker gibi davranır. Kimseyi umursamadan yurtdışın-dan model getirtir, kalıbını çıkarıp taklidini yapar. İhraç etme-diği, dünyayla ilişkisi sınırlı olduğu için kimse karışmaz, o dakafasına göre takılır.

Kuzey Kore otomobilleri:

>>Otomobillerde Kültürel Etki

Page 30: Blog Dergisi Sayi 20

KONUK BLOG YAZARI

Globalleşmenin getirdiği kültür erozyonu, her işi ol-duğu gibi otomotiv sektörünü de etkiledi. Tokyo so-kaklarında kimonolu kadınlar, İzmir’de efeler yok. LosAngeles’da kebap, Diyarbakır’da Big Mac yiyoruz.İtalyan kültürünün ürünü pizza, ABD markaları tarafın-dan pazarlanıyor dünyaya. Starbucks kahve kültürünükökten değiştirdi, lahmacun bile Hacıoğlu sayesindeMcDonald’s sistemine tutundu.Hollanda Spyker ile günümüzün global pazarınauygun spor otomobil yapmaya çalışırken, İran Samandile, Hindistan Tata ile kısıtlı bütçelere ulaşmaya çalışı-yor.Milli firmalar azalıyor, Araplar İngilizlere, AmerikalılarAlmanlara ortak olarak birlikte projeler geliştiriyorlar.Böylesi bir ortamda ortaya çıkan yeni otomobil mar-kalarının da anavatanlarının kültürüne sadık olmasıbeklenemez. O nedenle son dönemlerde ortaya çıkanmarkalar ve bundan sonra çıkacak olanlarda bu tip kül-türel izler göremiyoruz, göremeyeceğiz.

Türkiye otomobil üretemez dedim yukarıda, onu da kı-saca açıklayayım:

En olmadık zamanlarda en olmadık işleri başarmıştırbu toprağın insanları. Beklenmedik anlarda büyük işleryapabilirler. Fakat devletçidirler, en başarılı olduklarımeslek askerliktir. Zaten bununla gurur duyarlar, “her

Türk asker doğar!” diye bağırmak onları mutlu eder. Gelgör ki bu millet, kazandığı her şeyi yine kendi arasındakavgaya tutuşarak kaybetmekte de çok başarılıdır.Tarih boyunca onlarca devlet kurmuşlar, hepsini yinekendileri yıkmışlar, yıkamadıkları zaman darbe yapmış-lardır. Birlik ve beraberlikten pek anlamazlar, koordineişleri, uzun vadeli planları pek beceremezler. Çok şahsidüşünen bir millet olmanın yanında, başarılı olanlaradestek vermek yerine haset etmekte, başarısını balta-lamaya çalışmakta da üstlerine yoktur.

Türklerin otomobil macerası da böyledir. En zor za-manlardan birinde, yine bir darbe sonrasında, yine biraskerin emriyle otomobil üretmeye çalışmışlar; sadece130 günde sıfırdan bir otomobil üretmişler ve tarihi te-kerrür ettirip ürettikleri otomobili elleriyle çöpe atmış-lardır. Sonrasında bir kaç deneme daha yapılmış fakatyine kendi içlerinde bulunan destek yerine köstekolma düsturu yüzünden tüm otomobil girişimcilerinigiriştiklerine pişman etmişlerdir. Türkler bunu havacı-lıkta da, denizcilikte de tekrarladıkları için teknolojidünyasında varlıklarından pek söz edilemez.

Otomobil üreticisi ülkelerin kültürlerinin ürünlerine et-kisi bugüne kadar böyle gitti. Gelecekte neler olaca-ğını, el değiştiren markaların neler yapacağını da hepbirlikte göreceğiz.

Diğer ülkelerin otomobilleri:

30 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

>>Otomobillerde Kültürel Etki

Page 31: Blog Dergisi Sayi 20

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 31

KİŞİSEL GELİŞİM>>Yeni Bir Hayata Başlarken

Temmuz 1999İlk defa tek sınavlı sisteme geçilmişti o yıl. Heyecandorukta. Sınav tarihini beklerken soruların çalınma-sıyla iyice karman çorman olmuştuk. O zamana kadarbir çok sınava girmiştim ve ilk defa sınavımın iyi geç-tiğini ifade edebiliyordum. Sınav sonucunu öğrenmekiçin kilitlenen internet sitesinden başka çare yoktu.Hele bir de bu haberi, internet bir kenarda dursun, tel-evizyonun çekmediği, radyolardan da en iyi ihtimalleTRT FM’i dinleyebildiğimiz köyümüzde beklemek,stresi birkaç kat artırıyordu. Sabah saatlerinden itiba-ren şehirde interneti olan tanıdıklarımızın sonuçlarıöğrenme denemeleri başarısız olunca umudumu kes-miş, bahçenin arka tarafındaki küçük dağlara yürü-yüşe çıkmıştım. Ablam o dik yokuşu koşaraktırmanmış ve arkamdan yetişmişti. “Gazi’yi kazandın”.Yeni hayat o zaman başladı benim için.

Eylül 1999Annem ve babamla birlikte Ankara’ya geldik. Okuldakayıt işlemlerimizi yaptık ve onlar Elazığ’a döndüler.Başkentte yapayalnız kalmış olmaya mı üzülürsün,artık üniversiteli olduğuna mı sevinirsin…Lise psikolojisinden çıkmak biraz zaman aldı. Birincisınıfta olmalarına rağmen sanki yıllardır üniversitedeokuyormuş gibi davranan sınıf arkadaşlarımı kıskanı-yordum. Yanlarında Anadolu’nun bağrından kopupgelmiş, sessiz sakin, silik bir tip gibi duruyordum. Hocasınıfa girdiğinde lisedeki gibi ayağa kalkacak kadarşaşkın değildim belki. Ama şehri, insanları, farklılıklarıanlamaya çalışmak beni zorluyordu. Yaşım on altıydıve sınıf arkadaşlarım yaşımı öğrendiklerinde lisedeokuyan kardeşleriyle yaşıt olduğumu söyleyerek benibaştan aşağı tekrar süzüyorlardı.

YENİ BİR HAYATA BAŞLARKENOğuz ASLAN / oguzaslan.net

Page 32: Blog Dergisi Sayi 20

32 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

KİŞİSEL GELİŞİM

Yurdum insanının karşısına bu kadar çok kişisel geli-şim kitabı çıkmamıştı henüz. Üniversite ve bölüm ter-cihimizi ebeveynlerimiz yapıyordu. (Sanırım hâlâbirçok aile aynı şekilde) Babam edebiyat veya hukukokumamı istiyordu. Dershanedeki hocamla iki tercihlistesi yapmıştık. Biri benim istediğim ve başarılı ola-bileceğimi düşündüğümüz bölümler, diğeri de baba-mın tercih etmemi istediği bölümlerden oluşuyordu.Eve gidip iki listeyi babamın önüne koydum. “Birisenin istediğin diğeri benim istediğim liste” diyip oda-dan çıktım. (Türk filmlerindeki sahnelere benziyordu)Babam anlayışlı davranarak kararıma saygı gösterdi.O nedenle okuduğum okul ve seçtiğim bölüme ken-dimi daha fazla ait hissediyordum.

Hepimizin içinde bir potansiyel var ya hani. Bütün ma-rifet onu açığa çıkartmakta. Ben bununla ilgili adımıokulun ikinci yılında attım. Hayatımı değiştiren, dörtyıl gönüllü olarak çalıştığım dünyanın en büyük öğ-renci organizasyonunda yer aldım. Dikkatli okuyucu-lar, ikinci sınıfta girdiğim organizasyonda dört yılkaldığımı fark etmiştir. Evet ben de okulu uzattım. Piş-man mıyım? Hayır.

Büyük şehrin nimetlerinden faydalanan sınıf arkadaş-larım (mezuniyete yaklaştığınızda bu kişilere “rakipler”diyoruz) daha sosyal daha girişken kişilerdi. Benimönce onlarla aynı seviyeye gelmem sonra da kendimigeliştirerek birkaç adım daha öne geçmem gereki-yordu. Hep bunun için uğraştım. En büyük avantajımise kariyer planımı üniversite ikinci sınıfta yapabil-mem oldu. Şimdi üniversitelere bakıyorum. Benim deverdiğim seminerlere konuyla ilgili ilgisiz herkes katı-lıyor. Evet gelişim ve ilerleme, sürekli öğrenme çok iyi.Ancak kendini keşfedip bir alanda uzmanlaşma,doğru sonuca ulaşmanın anahtar noktası. Geçtiğimizgünlerde bir Zaytung haberi okudum ve çok güldüm.“Üniversite yaşamını liderlik ve kişisel gelişim semi-nerleriyle geçiren bir genç daha KPSS’ye girdi” diye.Evet, durum tam olarak da bunu ifade ediyor. Yavrudeve annesine sormuş:

-Anne bizim neden büyük toynaklarımız var?-Çölde yürürken kuma batmamak için.-Anne bizim neden hörgüçlerimiz var?-Çölde hiçbir şey yemeden ve içmeden uzun yolcu-luklar yapabilmemiz için.

Page 33: Blog Dergisi Sayi 20

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 33

-Anne bizim boynumuz neden bu kadar uzun?-Çölde yürürken uzaktan gelen tehlikeleri daha erkenfark edebilmemiz için.-Peki anne, bizim Atatürk Orman Çiftliği’nde ne işimizvar?

Bu fıkrayı ilk Ahmet Şerif İzgören’in “Avucunuzdaki Ke-lebek” kitabında okumuştum. O gün bugün sorarımkendime; “Atatürk Orman Çiftliğinde yaşayan bir devemiyim?” diye.Ankara Eylül ayında karman çorman olur. Yeni hayat-larına başlayan, gözleri ışıl ışıl üniversite öğrencileri,yaşayacakları yeni şehre ilk adımlarını atarlar. Bu cüm-lelerim, güzel ülkemin herhangi bir yerinde herhangibir üniversitesine başlayan arkadaşlarım için:Eğer ne yapmak istediğinizi biliyorsanız, hangi alandauzmanlaşacağınıza karar verdiyseniz ve o alanda öğ-renim görmeye başlıyorsanız, çok şanslısınız. Bualanda bilgi ve deneyiminizi geliştirebileceğiniz hertürlü eğitimi, semineri, staj, iş deneyimini, seçmelidersi yakından takip edin. Öyle ki okulunuz bittiği-nizde etrafınızdaki herkes, sizin bu konuda bilgili ol-duğunuzdan emin olsun.

Ne yapmak istediğine henüz karar verememiş ve oku-duğu bölüme pek de istemeden girmiş olanlar için debirçok seçenek var. Kendinizi tanıyın, bölümünüzü ta-nıyın ve kendinizi mutlu hissedeceğiniz alanda birşeyler yapmaya başlayın.

Üniversitelerin çoğunda topluluklar, sivil toplum ku-ruluşlarının temsilcilikleri var. Yoksa bile sizler kurabi-lirsiniz. İş dünyasında yaşananlara çok benzer şeylerlekarşılaşacağınız bu ortamlar size büyük deneyim ka-zandıracaktır. İllâ ki yönetim ile ilgili organizasyon-larda yer almanız gerekmez. Fotoğrafçılıktopluluğunda farklı bakış açılarına sahip olmayı, halkdansları topluluğunda takım oyuncusu olmayı, filmve sineme topluluğunda, proje yapmayı ve yürüt-meyi, gezi topluluğunda araştırma yapmayı, sosyalsorumluluk projelerinde girişimciliği öğrenebilirsiniz.Tüm bunların size neler kattığını iş hayatına girdiği-nizde çok daha net göreceksiniz.Üniversite öğrencisi olan tüm okurlara başarılı ve ve-rimli bir yıl diliyorum. Bu yazıyı okuyup benim gibiüniversite yıllarını özlemle anan okurların da duygu-larını paylaşıyorum.Muhabbetle.

>>Yeni Bir Hayata Başlarken

Page 34: Blog Dergisi Sayi 20

RÖPORTAJ

FatmanurErdo∫anRöportajı

Rahim AYTUNÇ / aytuncrahim.tumblr.com

34 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

Page 35: Blog Dergisi Sayi 20

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 35

>>Fatmanur Erdoğan

Önceki sayılarımızda olduğu gibi bu sayımızda dasizler için bir röportaj gerçekleştirdik. Bu ayki ko-nuğumuz Fatmanur Erdoğan. Lafı çok fazla uzat-madan sizi şöyle alıyorum.Öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz içinteşekkür ederim. Bize kendinizden biraz bahsedermisiniz? Fatmanur Erdoğan kimdir?

Girişimci bir yöneticiyim. Girişimci yöneticiler değişimive gelişimi körükleyerek içinde bulundukları ortamıileri doğru hareket ettirebilenlerdir.Özgürlüğüne düşkün biriyim, Yaratabilmek için özgürdüşünce ve harekete ihtiyaç vardır. Bir yerde çok uzunsüreler durduğumda kıpırdanmaya başlıyorum. Ra-hatlık batıyor. Durağanlık pek bana göre değil. Neredehareket orada bereket hesabı yaşıyorum.Hayata karşı tutkuluyum. Hayatın içinde ki hemenhemen her şeye merak duyuyorum. Bu yüzden de sü-rekli bir şeyler öğreniyorum, araştırıyorum ve enönemlisi edindiğim bilgileri uygulamaya koymayı se-viyorum.Deniz tutkunu bir insanım. Yüzmeyi çok seviyorum vedeniz ile ilgili her tür aktivite bana hayat enerjisi veri-yor.Yeni yerler keşfetmek, yeni insanlarla tanışmak, bilin-meyene yolculuk etmek bir yaşam stili benim için.Kendimi bildim bileli böyleyim. Bu yüzden gözlem ye-teneğimin gelişmiş olduğunu söyleyebilirim. Bir deiçinde bulunduğum topluma tam entegre olmak-tansa biraz yabancı kalmayı seviyorum. Yurt dışındayaşamak bana bu yüzden cazip geliyor. Etrafınıza hafifyabancı durabilmeniz sosyal baskı ve beklentiler doğ-rultusunda hareket etmektense inandığınız hayatdoğrultusunda yol almanıza imkân tanır. Daha cesa-retli davranabilmenizi sağlar. Farklı anlayışları, düşün-celeri ve eğilimleri görmenizi mümkün kılar. Dahaatak hareket ederek yenilikçi girişimlerde bulunma-nıza olanak verir.

Peki, bu şekilde yaşarken yakın çevrenize (aile, ar-kadaşlar) uyum sağlama problemleri yaşıyor mu-sunuz veya bu gibi sıkıntılarla karşılaştığınızoluyor mu?

Ne kadar çok farklı kültürlerden, farklı yapılardan vefarklı geçmişlere sahip insanla temas halinde olursanızo kadar çok farklılıklara nasıl yaklaşmanız gerektiğini

öğrenirsiniz. Dolayısıyla daha geniş bir perspektiftenhayatı, olayları ve insanları değerlendirebiliyorsunuz.

Benim için yurt dışında olmak her zaman daha kolayoldu. Uzun yıllar yurt dışında yaşadıktan sonra Türki-ye'ye döndüğümde re-expatriation dediğimiz durumsöz konusuydu. Yani kendi kültürümü yeniden öğren-mek durumunda kaldım. Düzensizliğin yoğun olduğuİstanbul’a alışmak ve buradaki davranış modellerinikabul etmek zamanımı aldı. Hatta öyle ki bir gün tra-fikte "hem suçlu hem güçlü" davranan Türk insanınıanlamaya çalışmanın çok anlamsız olduğunu düşün-düm. Sistem benden daha büyüktü ve laçka olmuştrafik düzenini ve davranışını değiştiremeyeceğimi an-lamak bende bir çaresizlik hissi yarattı. Bir müddet di-rendim ama baktım ki mutsuz oluyorum. Fark ettim kidüzensizliğin içinde ki insanlar sadece İstanbul’a göçetmiş olanlar değil, sizin benim gibi eğitimli olanlar veher gelir seviyesinden kesim de aynı şekilde davrana-biliyor. Aslında İstanbul insanı kaos içinde yaşamayıseviyor. Düzen olduğu zaman hoşlanmıyor. O zamankabul etmek zorunda olduğumu gördüm ve burasıTürkiye hayat böyle diyerek tek başıma düzen getire-meyeceğime ikna oldum. Benim için çok zor olduçünkü değişime ve gelişime böyle önem veren bir in-sanın sistemin çarpıklığı yanında çok küçük kaldığınıkabul etmek kolay olmadı.

İstanbul'da yaşayanların kaosu sevdiği söylemi-nize kesinlikle katılıyorum. Bir düzen içinde yaşa-yamıyorlar. İşletme, grafik tasarımı ile pazarlama ve psikolojiokudunuz. Peki, neden tek bir alanda ilerlemeyiseçmediniz?

Tutkulu bir insanım o yüzden neye tutku duyuyorsamonun arkasından gidiyorum. Farklı alanlarda bilgiedinmek multidisipliner bir anlayış kazandırır. Eğiti-mini aldığım konular mesleğimde işime yarayan ko-nular üstelik. Dikkatli bakacak olursanız pazarlama veiletişim alanında meslek sahibi birinin tasarımdan psi-kolojiye farklı alanlarda bilgili olması büyük bir avan-tajdır. Bu yetkinliklere sahip olabilen az sayıda kişivarsa, siz her zaman daha değerli olursunuz. Çünküfarklı açılardan konuları değerlendirebildiğiniz için, di-ğerlerine oranla daha iyi bir farklılık yaratabilirsiniz.

Page 36: Blog Dergisi Sayi 20

36 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

Daha önce verdiğiniz bir röportajda "hangi üniver-sitede ne okuduğunuzun, nasıl okuduğunuzunönemli olmadığını düşünen profesyonellerdenim"demişsiniz. Sizce gerçekten mezun olduğunuzokulun, elinizde bulunan diplomanın bir önemiyok mu?

Kesinlikle yok. Günümüzde 250 üzerinde üniversiteeğitimlerini online olarak dünyaya açmış durumda.Artık Harvard, MIT ya da Stanford’dan dersler almakistiyorsanız, online ve ücretsiz olan bu derslere katıla-bilirsiniz. Dünyanın en büyük şirketleri nereden dip-loma aldığınıza değil öğrendiklerinizle şirketlerinenasıl fayda sağlayacağına bakıyor. İnsan önce kendigücüne inanmalı. Gücümüzü kendimizden aldığı-mızda ileri doğru hareket etmemiz daha kolay olur.Tabii bu demek değildir ki "Harvard’da okumak an-lamsız". Elbette bu doğru bir önerme olmaz. Bu üni-versitelerin öğrencilerine sağladığı araştırma vegeliştirme imkânları çok iyi. Ayrıca bir arada bulundu-ğunuz öğrencilerin de öğrenme sürecinize etkisi ve işnetworkünüze katkısı yüksektir. Harvard mezunu ol-mamak daha az öğreneceğiniz ya da daha az networ-künüz olacağı anlamına da gelmez. Bu anlamda SteveJobs ve hatta Bill Gates iyi bir örnek olabilir.Sorumuza bir anlamda "önemi yok" diyorsunuz,peki insanlar neden illa "x üniversitesi" mezunuolmak için çabalıyor. Mezun oldukları üniversite-nin, kişilerin geleceklerinde bir artısı olmayacakmı?

Unvanlar bize kredibilite ve saygınlık verir. Marka ya-ratmak isteme çabamız da bu yüzdendir. Harvard say-gın ve dünyanın en başarılı beyinlerini yetiştirmekleün saldı. Dolayısıyla Harvard mezunuyum demek size

sosyal statü kazandırır. Sosyal beklentiler de bizleri ko-şullandırır. Seçimlerimiz biraz böyle şekillenir. Aynı za-manda isim yapmış bir üniversitede okumak da bellibir eğitim kalitesinin göstergesidir. Eğer X üniversitesiY üniversitesinden daha iyi öğrenci yetiştiriyorsa,doğal olarak tercih X yönünde olur.Ben diyorum ki öğrenmek isteyen insana hangi üni-versitede okuduğu vız gelir. Bu kişiler istedikleri bilgiyialmak için içlerinden gelen bir motivasyonla hareketederler. Kaynakları yüksektir. Elde etmek istedikleriniyapabilmek için azimlidirler, girişimcidirler, antenleriaçıktır. Yani hayatları ya da başarıları üniversiteden al-dıkları diplomaya bağlı değildir.

Bu güzel cevabınız için çok teşekkür ederim. Ke-sinlikle haklısınız. Size blogunuzdan ulaşıp, geleceğini belirlemekiçin fikir danışanlar oluyor mu?

Elbette. Kariyeryolculugu.com Türkiye’nin ilk kariyeryönetim blogu. Açıldığından bu yana hiç aralıksızdevam eden sayılı saygın bloglar arasında. Yüzlerceöğrenci, mezun ve çalışana kariyer yönetimlerinde, işarayışlarında, yeteneklerini bulmalarını ve kullanma-larını sağlamada, CV ve ön yazılarını hazırlamakta gö-nüllü destek oldum. Hala da destek olmaya devamediyorum. 2011 yılında da ilk defa blog açıldığındanbu yana tasarımını yeniledim. İlgi inanılmaz arttı. Sa-nıyorum doğru bir adım attım.

Yönlendirmeniz sonucunda gerçekleştirmek iste-diği hayaline kavuşmuş, başarmış olup, sonra-sında küçük bir "teşekkürle dahi olsa dönüş yapanoldu mu?

RÖPORTAJ

http://kariyeryolculugu.com/blog/

Page 37: Blog Dergisi Sayi 20

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 37

Elbette. Nasıl sanatçılar için alkış için yaşar derler, buda öyle bir şey bir anlamda. Yaptığım işin sadece te-şekkürle değil kişilerin hayatlarında olumlu bir deği-şim ve gelişimle sonuçlandığını görmek tatmin edicibir duygu. İçten bir yaklaşımım vardır ve genelde banayakın hisseder danışanlar. O yüzden irtibatımız kop-maz.

Peki, blogunuz sayesinde belki de hiç tanımadı-ğını insanları yönlendirebilmek, onlara destek ola-bilmek nasıl bir duygu?

Şahane bir duygu, insanların hayatına dokunmayı se-viyorum ve bu mecra bana çok daha büyük kitleleredestek olabilme imkanı verdi. Sadece Türkiye'dendeğil aynı zamanda dünyanın dört bir yanında yaşa-yanlara da destek oluyorum.

‘İngilizce Bilmiyorsanız, Geriden Takip Edersiniz"başlıklı yazınızda "İngilizcenizin yeterli düzeydeolmadığını düşünüyorsanız, hemen işe el atın.Mümkünse, bir kaç yılınızı yurt dışında geçirinama öğrenmeden gelmeyin. Artık yabancı dil bil-meyene kariyer yok!" diye bitirmişsiniz. Peki, ka-riyere bu kadar odaklanmak ve hatta insanları daböyle yönlendirmek size bir şeyleri eksik yaşadı-ğınızı düşündürtmüyor mu?

Ben hayatımızın bir anlamı olması gerektiğine ve oanlam doğrultusunda yaşamımıza yön verdiğimizdemutlu ve tatminkâr bir hayat yaşayabileceğimize ina-nıyorum. Kariyer yapmak diye bir şeye inanmıyorumanlayacağınız. Eğer blogumun sıkı takipçilerindense-niz, fikirlerimin bu alandaki profesyonellerden farklılıkgösterdiğini göreceksiniz. Kariyeryolculugu.com ‘ka-riyer ve yaşam dengesi üzerine profesyonel rehberlik’veriyor. Dolayısıyla blogun bir odak noktası var. Başa-rılı bir blog, odağını kaybetmeden ama konulara genişperspektiften bakabilendir.Günümüzde kaynakların (kitapların ve araştırmaların)büyük bir çoğunluğu İngilizcedir. İngilizce bilmiyorsa-nız bu kaynaklara ulaşmakta zorluk çekersiniz. Birile-rinin sizin yerinize tercüme edip, özetlemesinibeklemeniz gerekir. Sosyal medya çağında, bilgininışık hızında yayıldığı bir dönemde bu kadar bekle-meye zamanınız varsa, diyebileceğim bir şey yok.Bunun dışında tek dil, tek insan derler ya, küresel bir

dünya düzeninde sadece tek bir dilde, tek bir kültürleanlaşabilmek gelişim açısından yeterli kalmıyor. Ülke-ler artık ‘multicultural’ hale geliyor. Yani birçok kültürüiçinde bulunduruyor. Türkiye’de bile bu dönüşüm baş-ladı. Farklı kültürlerden vatandaşların ülkemizde ya-şamayı tercih ettiğini görüyoruz. Bir insanı anlamanınen iyi yolu o insanın dilini anlayabilmektir.Internet Türkçe değildir. Blog kelimesi de Türkçe de-ğildir. Bunların ne anlama geldiğini anlayabilmek içinbundan da öte bu tür inovasyonlar yapabilmeniz içinortak bir dile ihtiyaç vardır. Şimdilik bu dil çoğunluklaİngilizce olarak karşımıza çıkıyor. Yani İngilizce bilmekdünyayla temas halinde olabilmek demektir.

Bir kişiyi çocukluğundan itibaren tek amaca yön-lendirilmek doğru bir davranış mı? Çocuğun yara-tıcılığını köreltmez mi?

Bir konuda uzmanlaşmak için o konuyla yıllarca uğ-raşmak gerekiyor. Bu da zaman alıyor. Eğer yönlen-dirme doğruysa ve geniş açıya sahipse faydalıdır. Nevar ki insanların beklentileri ve tercihleri zaman içeri-sinde değişebilir. Her değişiklik ya da yeni arayış birönce ki kararın yanlış olduğu anlamına gelmez. Yara-tıcılığı körelten bakış açısıdır, tek bir alana yönelmekdeğil… Bana biraz önce neden multidisipliner bir eği-tim tarzım olduğunu sordunuz. Sebebi budur; Multi-disipliner olmak tek alanda ilerlerken geniş açıylahareket edebilmeyi mümkün tutar.

10 yıl boyunca Türkiye, ABD, Singapur ve Norveçdâhil olmak üzere dünyanın birçok yerinde çalış-mış ve 40’ın üzerinde ülkeyi ziyaret etmişsiniz. Bukadar farklı kültürleri tanımanın ve hatta iç içe ol-manın size kazandırdığı en önemli şey nedir?

Her kültürün arasında çok rahat olabilmeyi ve onlarıanlayabilmemi sağladı sanırım. Yabancılar kendilerinibenim yanımda çok rahat hissederler ve bunu hepsöylerler. Yani onlardan biri gibi olduğumu hissederler.Bu biraz doğal bir yetenek galiba bende, birazı da bilgive tecrübeyle gelen bir şey. Farklı kültürler arasındaolmak ruhuma iyi geliyor. Yaratıcılığımı kamçılıyor vebeni stimüle ediyor gördüğüm değişik yapılar, kültür-ler, insanlar…Samimi cevaplarınız için Blog Dergisi adına tekrarteşekkür ederim.

>>Fatmanur Erdoğan

Page 38: Blog Dergisi Sayi 20

38 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

Peter Weir’in 1998’de yönettiğive Jim Carrey'nin başrolünüüstlendiği The Truman Showşüphesiz ki yönetmenin en iyifilmiydi. Bunun ardından2003'te vizyona giren "Dünya-nın Uzak Ucu" ile kalbimizi birkez daha kazanmıştı. Bundantam 7 Yıl Sonra karşımıza Öz-gürlük Yolu ile çıkıyor Weir.Özgürlük Yolu, Slavomir Ra-wicz'in "Long Walk" adlı kita-bından sinemaya uyarlanmış.Kitap 1956'da yayımlamış ve500.000 satıp 25 dile çevrilmiş.Film komünist rejimin hapset-

tiği bir grup insanın Sibirya’daçürümeye yüz tuttuklarıkamptan kaçıp 1940 YılındaGobi Çölü’nü Aşıp Hindistan’aulaşana dek yaşadıkları dramıanlatıyor.

Weir, Stalin döneminde do-ruğa ulaşan baskı ve terör po-litikasını çok çarpıcı bir dilleyansıtmış. Adalet sloganlarıylagelen Bolşevikler’in ardından‘kızıl devrim’in akabinde kuru-lan Sovyetler Birliği, sunulanvaatlerden vazgeçmiş ve birinsan olarak vicdanen kabulle-

nemeyeceğimiz maddi-manevi baskılara yönelmiştir.Suçlulardan oluşan toplamakamplarında neler yaşandığınıtarih derslerinden ve izlediği-miz belgesellerden az çok bili-yoruz.

Film 7 cesur adamın özgürlük-leri uğruna verdiği savaşın hi-kayesidir ve Janusz (JimSturgess)’un işlediği iddia edi-len suçu itiraf etmeyi reddet-mesiyle başlar. Karısı yapılanişkenceler sonucunda tanıklıkeder ve Janusz diğer bütün

Gizem KUZU / gizemkuzu.wordpress.com

SİNEMA

ÖZGÜRLÜĞE KAÇIŞ

"1941 yılında üç adam Himalayaların üzerinden Hindistan’a yürüdü. Özgür-lüklerine ulaşmak için yürüdükleri 6.500 km yol boyunca hayatta kaldılar. Bufilm onlara adanmıştır…”

Page 39: Blog Dergisi Sayi 20

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 39

suçlularla birlikte Gulag’a gön-derilir. Özgürlükleri ellerindenalınan ve geri kazanmak içinyapmayacakları şey olmayan 6kişiyle daha tanışır Janusz bu-rada.

Gulag’da yaşam zordur, bura-daki suçluların hapishaneleriSibirya, gardiyanları acımasızdoğadır. Umudunu yitirmekve iyi niyet sahibi olmak bu-rada hayatlarını kaybetmele-rine sebep olur. Ölümkorkusuyla birlikte soğukkanlıolmaya çabalamak, vicdanlı ol-duğun halde vicdansızlık yap-maya zorlanmak, repliklerledaha da acı bir şekilde dile ge-tirilir;

“Nezaket. Burada ölümünesebep olabilir.” der Mr. Smith(Ed Harris). Ed Harris kendi ha-linde oturaklı bir karakteresahip Amerikalıdır burada.

Bir diğer öneri ise Khaba-rov’dan gelir Janusz’a;

"Stalin'in her yerde gözleri vekulakları var, burada bile. Çokdikkatli olmazsan bir yıl sonraölür gidersin. Gerçek anlamdaolmasa bile ruhun ölür gider."der Khabarov (Mark Strong).Strong benim sevdiğim ortahalli oyunculardan biri, ge-nelde 5. önemli adam olarakgörürüz filmlerde yani arkaplanın başrol oyuncusudurhep. Burada 58-14 yani sabo-tajdan suçlu sayılmıştır. Biraristokratı canlandırmasıylagelen eski zamanlardaki soylu-luğun prestijini yükselttiği id-diası yani bir diğer deyişleyaptığı iyi oyunculuk 10 yılınamalolmuştur.

Ardından Colin Farrell’ı görü-rüz inanılmaz Rus aksanıyla.Şimdiye kadar nedendir bil-

mem hiçbir role yakıştıramadı-ğım, her seferinde bana iticigelen Farrell burada Rus suçluValka rolü ile yükseldi gö-zümde.Başta Jim Sturgess olmaküzere Ed Harris, Colin Farrell,Saoirse Ronan ve Mark Stronginanılmaz oyunculuklara imzaatmışlar.

Filmin devamında bu özgürlüksavaşçısı grup canları pahasınada olsa acımasız Sibirya soğu-ğunu hiçe sayarak düştüklerihapis ve kölelik hayatından ka-çarlar. Ancak Sibirya’nın o don-durucu soğuğunda hayattakalmak o kadar da kolay değil-dir. İlk kayıplarını burada verirsavaşçı grup. Yollarında ilerle-dikçe kara kışın soğuğundanuzaklaşırlar ancak bu sefer yi-yecek sıkıntısı baş gösterir. Bul-dukları her hayvan leşini,yakalayabildikleri her balığı

>>Özgürlüğe Kaçış

Page 40: Blog Dergisi Sayi 20

40 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

SİNEMA

paylaşırlar. Susuzluklarını din-direceklerini ve yemek bula-caklarını umdukları BaykalGölü’ne yaklaştıklarında arala-rına bir kişi daha katılır. Onlarıyolun yarısında takip edenIrena (Saoirse Ronan)’dır bu.Grubun bayan elemanı her ka-rakterin sakladıkları öyküleriniöğrenmemizde yardımcı olurbize.

Rusya’yı geride bıraktıklarındaacımasız karakter Valka’yı dageride bırakırlar. Trans SibiryaDemiryolu’nu geçerek Moğo-listan’a vardıklarında ise çar-pıcı soğukların yerini güneşinyakıcı sıcağı alır. Yürümekten

her birinin ayakları inanama-yacağınız bir şekilde şişer, herbiri her adım atışında acı çekerama hiç birinin bundan şika-yet ettiğini duymazsınız. Çölsıcakları baş gösterdiğinde be-raberinde susuzluğu da getirir.İnsan susuz bir şekilde aç kal-dığında yaşadığının yarısıkadar bile yaşayamaz. Bu yüz-den çölde serap sandıklarıama yaşadıkları kadar gerçekolan su kuyusunu buldukla-rında o ana kadar çektikleriher acıyı bir an da olsa unutur-lar. Her ne kadar orada kalmakisteseler de hala özgürlükle-rine kavuşmaları için katetme-leri gereken uzun bir yol vardır

önlerinde. Açlık ve susuzluğunüzerine çölde karşılaştıklarıkum fırtınası bile durdurama-mıştır bu savaşçıları.

Baykal gölünün hemen önce-sinde aralarına katılan Irena’yaçölün dayanılmaz sıcağındaveda ederler.

Geride kalanlar için Sibirya’daölümlerine sebep olacak “ne-zaket” burada hayatlarını kur-tarır. Kimseyi geride bırak-mamaya çalışsalar da veda et-tikleri her kişi “en azındanözgür bir birey olarak ölür”.

Page 41: Blog Dergisi Sayi 20

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 41

Yola çıktıklarında onlara kös-tek olan kar, Çin Seddi’ninhemen ardında onları tekrarbeklemektedir. Yürüdükleritüm yol boyunca 4 mevsimibirlikte yaşarlar. Onca zamanözgürlük özlemiyle yanıp tu-tuştuktan sonra artık önle-rinde tek bir engel kalır,Himalayalar. Yine zorlu biryolun ardından Hindistan’ınyerlilerince karşılanırlar. Vücut-larının bir kısmı güneş birkısmı soğuk yanıklarıyla dolu,“pasaport ve kimlik lütfen”diyen Hint görevliyi duyuncahepsinin yüzünün aldığı okomik şekli izlemeden biletahmin edebilirsiniz.

Son olarak tek bir diyalog du-yulur:

-“Nereden geliyorsunuz?”-“Sibirya”.-“Sibirya mı? Peki nasıl gel-diniz?”-“Yürüdük.”-…

Tam anlamıyla belgesel ta-dında bir hikaye. Film toplam2 saat 15 dakika. Başından so-nuna kadar hayret ve saygıylaizledim. Yalnızca yaşamak içindeğil özgür bir şekilde yaşa-mak için bir grup insanın neleryapabileceğini izledim. Özgür-lüğün ne kadar değerli bir şey

olduğunu tekrar anladım böy-lece.

Bence film şimdiye kadar öz-gürlük adına verilen savaşı,mücadeleyi anlatan gerçekhayattan alınmış hikayeleriçinde üst sıralarda kendine biryer bulmuş. Dışarıdan bir ek-leme yapılmadan konuyasadık kalınmış sade bir film. Mücadele lafı geçtiğinde yal-nızca aksiyon aramayan izleyi-cilerin kesinlikle sıkılmadanizleyeceği türden bir yapımolmuş.

Herkese iyi seyirler…

>>Özgürlüğe Kaçış

Page 42: Blog Dergisi Sayi 20

42 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

VİZYONDAKİLER

Gösterim tarihi: 07 Ekim 2011 Yönetmen: Glenn Ficarra, John RequaTür: Biyografi, Dram, Tarih Oyuncular: Ryan Gosling, Steve Carell, Juli‐anne Moore, Kevin Bacon, Emma Stone,Marisa Tomei, Jonah Bobo, Liza Lapira,Joey King, Jenny Mollen, Reggie Lee, BethLittleford, Katheryn Rodriguez

Cal eşi tarafında terkedilir ve hayatı alt üst olur. Dahasonra Jacob ile tanışır o da tam bir fırlamadır. Cal,Jacob sayesinde hayatını düzene sokmaya başlamak‐tadır. Daha sonre kendine güvenmeye başlayan Caleşini yeniden kazanmak için herşeyi denemeye başlar.

Çılgın Aptal Aşk(Crazy Stupid Love)

Gösterim tarihi: 07 Ekim 2011Yönetmen: Julien MagnatTür: Dram, Gerilim, Korku, PsikolojikOyuncular: Milla Jovovich, Sarah WayneCallies, Julian McMahon, Michael Shanks,Sandrine Holt, Marianne Faithfull, Valen‐tina Vargas, David Atrakchi

Bir seri katilin saldırısından güç bela kurtulan bir ka‐dının gözlerini hastanede açmasıyla başlayacakfilmde, Jovovich prosopagnosia (yüzleri tanıyamama)adı verilen bir bozukluğa yakalanacak ve hayata ye‐niden tutunmaya çalışacak. Geride tanık bırakmış is‐temeyen katil ise her geçen gün ona biraz dahayaklaşacak.

Katilin Yüzü(Faces in the Crowd )

Page 43: Blog Dergisi Sayi 20

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 43

Gösterim tarihi: 07 Ekim 2011Yönetmen: Mikael HåfströmTür: Dram, Gerilim, Gizem, RomantikOyuncular: John Cusack, Jeffrey Dean Mor‐gan, David Morse, Ken Watanabe, Yun‐FatChow, Franka Potente, Li Gong, Rinko Ki‐kuchi, Daniel Lapaine, Chow Yun‐fat

Paul ismindeki bir amerikan askeri ikinci dünya sa‐vaşında japonlar tarafından işgal edilen Şangay’agider Paul’ün amacı orada katledilen asker arkadaş‐larının ölümü ile ilgili bir soruşturma yürütmektir.Paul orada tanıştığı bir kadına aşık olur... İkincidünya savaşının başlarında geçen filmde Çin’in Şan‐gay kentindeki tüm dünya ajanlarının gizli mücade‐lerini konu alıyor..

Şengay(Shanghai)

Gösterim tarihi: 14 Ekim 2011Yönetmen: Lone ScherfigTür: Dram, Komedi, RomantikSeslendirenler: Anne Hathaway, Jim Stur‐gess, Romola Garai, Patricia Clarkson, Ge‐orgia King, Jodie Whittaker, Josephine DeLa Baume, Amanda Fairbank‐hynes, Cathe‐rine Laine, Emilia Jones, Filippo Delaunay,Gino Picciano, Jamie Sives

Dexter ve Emma’nın ilk tanıştıkları yer 1988 yılın‐daki mezuniyet balosudur. O tarihten sonra, birbir‐lerini yalnızca yılda bir kez düzenlenen okuletkinliklerinde görmeye başlarlar ve bu 20 yıl bo‐yunca devam eder.

Bir Gün(One Day)

>>Vizyondakiler / Ekim

Page 44: Blog Dergisi Sayi 20

44 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

Gösterim tarihi: 21 Ekim 2011Yönetmen: Henry Joost, Ariel SchulmanTür: Gerilim, Gizem, Korku Oyuncular: Cher, Katie Featherston, Spra‐gue Grayden, Mark Fredrichs, Lauren Bitt‐ner

İyi bir seri yakalayan filmlerden olan serinin sonfilmi Paranormal Activity 3 ile karşımıza bir kezdaha çıkmaya hazırlanıyor filmi izle. Doğaüstü olay‐ların kameraya kayıt edilmesiyle başlayan seri, sonfilminde de çok konuşulacağa benziyor. Serinin sonfilminin konusu her ne kadar sır gibi tutulmaya çalı‐şılsa da serinin tutkunları bu son filmi az çok tah‐min ediyor. Bu sonbaharda vizyona girmesibeklenen film düşük bütçesine rapmen müthiş birhasılat elde etmeyi başarıyor.

Paranormal Activity 3

Gösterim tarihi: 28 Ekim 2011Yönetmen: Andrew Niccol Tür: Bilim Kurgu, GerilimSeslendirenler: Justin Timberlake, AmandaSeyfried, Alex Pettyfer, Cillian Murphy, Oli‐via Wilde, Johnny Galecki, Matthew Bomer

İnsanların yaşlanmayı durdurduğu yakın bir gelecektegeçecek olan filmde insanlar 25 yaşından sonra artıkdaha fazla yaşlanmayacağını ve ölümsüzlüğün sırrınaerişildikten sonra yaşananları anlatan bir yapım " pa‐rası olanın sonsuza kadar yaşayabileceği bir dünya‐nın”. Filmde, zamanın altın değerinde olduğu bu yenidünyada insanlar, ölümsüzlüğün peşinde koşarak ha‐yatta kalma mücadelesi anlatılıyor.

Zamana Karşı(In Time)

VİZYONDAKİLER

Page 45: Blog Dergisi Sayi 20

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 45

Gösterim tarihi: 28 Ekim 2011Yönetmen: Serdar AkarTür: Aksiyon, Polisiye, DramOyuncular: Nejat İşler, Hazal Kaya, ErdalBeşikçioğlu, Cansu Dere, Tardu Flordun,Rıza Kocaoğlu, Hakan Hatipoğlu

Yapılan bir ihbar üzerine Gençlik Parkı’na giden cina‐yet büro ekipleri, gömülü b...ir tabut bulurlar. Tabu‐tun içinde yaşlı bir kadın vardır. Yapılan ilkincelemede kadının canlı canlı gömüldüğü ortayaçıkar. Hayata karşı işlenen suçlar uzmanı Behzat Ç.,ilk defa böyle bir cinayet karşılaşmaktadır. Behzat Ç.,bir yandan gizemli ve zeki bir katil olan Red Kit’eulaşmaya çalışır, diğer yandan ise bu olayların açığaçıkmasını istemeyen gizli örgütten kendisini ve eki‐bini korumaya çalışmaktadır.

Behzat Ç. Seni KalbimeGömdüm

Gösterim tarihi: 28 Ekim 2011Yönetmen: Michael BrandtTür: KomediOyuncular: Richard Gere, Odette Yustman,Stephen Moyer, Topher Grace...

Washington D.C.’de bir parlamento üyesi, çok önce öl‐düğü tahmin edilen Cassius adlı Sovyet bir casusunizlerini taşıyan cinayete kurban gider. Katili yakalaya‐bilmek için CIA, genç ve sabırsız bir ajanla, bütün ha‐yatını Sovyet casusu yakalamaya adamış kıdemli özeldedektif Paul’den bir ekip oluşturur. Ancak kimseninbilmediği bir gerçek vardır; Paul aslında Cassius’unta kendisidir. Genç ortağı yavaş yavaş onun gerçekkimliğine yaklaşırken, Paul de Cassius’u taklit edendüzenbazı bir an önce yakalamak için zamanla yarış‐maya başlar.

The Double

>>Vizyondakiler / Ekim

Page 46: Blog Dergisi Sayi 20

46 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

Yeni sezonun başlamasıyla birlikte merak edilen dizilerde bir bir sezona merhaba dediler. Bunların içindebenim en merak ettiğimdi New Girl. E tabi dizinin baş-rolünde Zooey Deschanel olması yayın saatinde aldığıreytinglerle bir numaraya çıkmasında büyük bir rol oy-namış.

Açıkçası her filmde büründüğü rolden pek farklı değilburada da Zooey, sevimliliğinden ve alışılmışlığın dı-şındaki davranışlarından pek bir şey kaybetmemiş. Enson 500 Days of Summer ile akıllarda kalan Deschanelburada yaşadığı kötü ayrılıktan sonra 3 bekar erkeğinyanına taşınan savunmasız, budala ve inanılmaz dere-cede dürüst 20li yaşlarda bir bayanı canlandırıyor. Ya-nına taşındığı 3 ‘müzmin’ bekarla birlikte yaşadıklarınıanlatılıyor. Bana göre yeni sezonun Big Bang Theory’sidiyebilirim. Salı akşamlarının vazgeçilmez eğlencesiartık New Girl.

YENI SEZONUN

YENI SERILERI

Ekranların Yeni Kız Çocuğu:New Girl

Gizem KUZU / gizemkuzu.wordpress.com

.

. . .

TV SERİLERİ

Page 47: Blog Dergisi Sayi 20

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 47

15 Eylülde ilk bölümünü izlediğimiz ve baş-rollerini Gale Harold ile Britt Robertson’ınpaylaştığı bu yeni soluklu dizimizin konusuda şöyle;

Cadı olan bir aileden gelen Cassie, annesinibir kazada kaybettikten sonra büyükannesi-nin yanına taşınır ve ailesiyle ilgili bilmediğibir çok şeyi burada öğrenir. Buna kendisininsafkan bir cadı olması da dahildir.

İlk bölümden biraz klişe bir konu gibi gö-zükse de karakterlerin sağlamlığı diziyi kenditürleri arasında bir adım ileri taşır diye düşü-nüyorum. En azından soğuk kış gecelerindecan sıkıntısından kurtulmak için biraz gizemarayanlara bire bir.

Bir Cadı Hikayesi Daha: The Secret Circle

ABC’nin yeni sezon drama dizisi Çarşamba akşamlarıyayınlanıyor. Yapımcı Mike Kelley’i Jericho, The O.C. gibidizilerden de biliyoruz. Dizinin ilk bölümünü 21 Ey-lül’de izledik ve aslında sevdik diyebilirim. Dizi, küçükbir kızken çevrelerindeki insanlarca tuzağa düşürülenbabasından uzun bir süre ayrı yaşayan Amanda’nın in-tikamı üzerine kurulu.

Bir nişanda işlenen cinayetin ardından 5 ay öncesinedönülüyor ve intikam almak için eski yaşadığı yereEmily olarak dönen Amanda’nın büyük bir ailenin içinenasıl sızdığını izliyoruz.

Emily rolünde gördüğümüz Emily VanCamp’in sima-sına daha önce izlediğimiz birkaç filminden aşinayız,geri kalan kadro çok tanıdık olmasa da oyunculuklartatmin edici. Entrika ve drama sevenlerin kaçırmamasıgereken türden bir yapım olmuş.

İntikam Sevenlere: Revenge

>>Yeni Sezonun Yeni Serileri

Page 48: Blog Dergisi Sayi 20

48 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

Modern Family’i ilk sezonundan beri takip ediyo-rum dolayısıyla bu sonuca pek şaşırmadım doğ-rusu. Her biri birbirinden değerli dizi üyelerialdıkları ödülü sonuna kadar hak ettiler.Diziyi hiçizlemeyenler için; Christopher Lloyd ve StevenLevitan tarafından yaratılmış yarım saatlik bir ko-medi. Evli ve Çocuklu’daki Al Bundy karakteri ilehatırladığımız Ed O’Neill burada saf çapkın babarolünde. Üç aile ile üç farklı aile yaşamını komikbir perspektifle yansıtıyor dizi, benim en sevdik-lerimden biri.

Mad Men’in yalnızca ilk sezonunu izlemişbiri olarak dizi hakkında atıp tutmak iste-miyorum ama senelerdir aldığı ödüllerlekendini kanıtlamış olduğuna inanıyorum.İstemediğimden değil bir türlü havasınagirip de ikinci sezonuna başlayamadığım-dan devam edemedim diziye. 2007’den buyana gösterimde olan dizi drama türününbaşyapıtı haline geldi. 1960’lar Amerika-sı’nda geçip, New York’taki Sterling Cooperadlı reklam şirketinde yaşananları anlat-maktadır.

Downton Abbey Julian Fellowes tarafından yazılmış bir dönem draması. Ben bir solukta izlemiştim, 1900’lerinİngilteresi’ni sevenler kaçırmasın derim. Downton Malikanesi’nde soylular ile hizmetçilerin hikayeleri bir çatıaltında toplanıyor. Konusu geçen dönemi gerçekten başarılı bir şekilde yansıtmışlar. Kostümlerinden tutunkarakterlerin mimiklerine kadar adeta bir başyapıt niteliğinde.Kadrosunda başarılı oyuncuları barındıran dizinin ilk sezonunda yaşanan kaostan sonra Crawley ailesinin vehizmetkarlarının hayatları sonsuza dek değişmişti. Önümüzdeki sezon ise diziye katılan yeni yüzler ile birliktezaten yaşanmış olan savaşlara bir yenisi daha eklenecek gibi görünüyor.

En İyi Komedi: Modern Family – ABC

En İyi Drama: Mad Men – AMC

En İyi Mini Dizi: Downton Abbey – PBS

TV SERİLERİ

EMMY’DEN GALİP ÇIKANLAR

Page 49: Blog Dergisi Sayi 20

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 49

>>Emmy’den Galip Çıkanlar

Ve hepimizin yüzünde bir gülümseme belirir…Şüphesiz son zamanların dizi karakterleri arasındaki en komik yüz Parsons’ın canlandırdığı

Sheldon Cooper oldu. Geçtiğimiz günlerde yeni sezonuna merhaba dediğimiz The Big Bang The-ory adlı dizinin obsesif naçizene karakteri Sheldon. Ve tabi benim de en sevdiklerimden birisi.

Canlandırdığı karakter tam anlamıyla arıza. 3 nefeste gülüşünden “you’re sitting in myspot” diye haykırışına kadar eşi benzeri bulunmayan bir insan yaratmışlar, tabi kimsenin birlikteolmak istemeyeceği türden. Şimdiye kadar diziyi izlemeyen var mıdır bilmiyorum ama eğerolmuş da es geçmişseniz daha fazla vakit kaybetmeden izleyin derim.

En İyi Aktör (komedi) : The Big Bang Theory – Jim Parsons (Sheldon Cooper)

DramaEn İyi Dizi: Mad MenEn İyi Yönetmen: Boardwalk Empire - Martin ScorseseEn İyi Senaryo: Friday Night LightsEn İyi Kadın Oyuncu: Julianna Margulies (The GoodWife)En İyi Erkek Oyuncu: Kyle Chandler (Friday Night Lights)En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Margo Martindale (Justi-fied)En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Peter Dinklage (Game ofThrones)

VaryeteEn İyi Program: The Daily Show with Jon StewartEn İyi Reality Program: Amazing RaceEn İyi Senaryo: The Daily Show with Jon StewartEn İyi Yönetmen: Saturday Night Live

KomediEn İyi Dizi: Modern FamilyEn İyi Yönetmen: Modern Family - Michael Alan SpillerEn İyi Senaryo: Modern FamilyEn İyi Erkek Oyuncu: Jim Parsons (The Big Bang Theory)En İyi Kadın Oyuncu: Melissa McCarthy (Mike & Molly)En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Julie Bowen (Modern Fa-mily)En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Ty Burrell (Modern Fa-mily)

Minidizi/TV FilmiEn İyi Minidizi/TV Filmi: Downtown AbbeyEn İyi Yönetmen: Downtown Abbey - Brian PercivalEn İyi Senaryo: Downtown AbbeyEn İyi Kadın Oyuncu: Kate Winslet (Midred Pierce)En İyi Erkek Oyuncu: Barry Pepper (The Kennedys)En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Maggie Smith (Down-town Abbey)En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Guy Pearce (Mildred Pi-erce)

Page 50: Blog Dergisi Sayi 20

50 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

MÜZİK

KISA KISAMüzik Kutusuİbrahim MUMCU / ibrahimmumcu.com

Coldplay’ın 24 Ekim’de yayınlanacak Mylo Xylotoadlı albümünde 'Princess of China’ şarkısında Ri-hanna ile birlikte düet yapacak. Albüm daha çık-madan adı ile uzun bir süre gündeme konuk oldu.Hala daha gündemden düşmemiş görünüyor.

Coldplay ile Rihanna Düeti

Twilight Saga serisinin çok yakında yayınlanacak olan filmiBreaking Dawn’ın 1. bölümünde Bruno Mars’ın It Will Rainadlı şarkısı da yer alacak. Film çıkmadan internete sürülenşarkı oldukça güzel, bir o kadar da filmi merak ettirici.

Bruno Mars’tan Breaking Dawn Soundtrack’ı

Page 51: Blog Dergisi Sayi 20

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 51

Ayın ŞarkısıAyın Albümü

1.Poison - 3:472.Killer Love - 3:523.Don't Hold Your Breath - 3:174.Right There - 4:025.You Will Be Loved - 4:166.Wet - 3:377.Say Yes - 3:298.Club Banger Nation - 4:069.Power's Out (featuring Sting) -

4:10F10.Desperate - 3:2711.Everybody - 3:5012.Heartbeat (Enrique Iglesiasfeaturing Nicole Scherzinger) -3:3213.Casualty - 4:2114.AmenJena - 5:22

Nicole Scherzinger - Killer Love

Adele - Someone LikeYou

>>Müzik Kutusu: Kısa Kısa

Sinema’nın efsanevi filmlerinden Dirty Dancing filmi Justin Timber-lake ve Lea Michele başrollüğünde tekrar çekilecek. Neredeyse tümsahneleri ezbere bildiğini söyleyen Timberlake böylesine güzel birfilmde yer almaktan mutluluk duyduğunu belirtmiş.

Dirty Dancing Tekrar Çekilecek

Page 52: Blog Dergisi Sayi 20

52 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

MODA

Yeni Mevsim, Yeni Trendler ve Yeni Ben...Merhabalar! Blog Dergisi verdiği kısa aranın ardındanyayın hayatına bomba gibi geri döndü, hem de birçokyenilikle birlikte.. Bu yeniliklerden en büyüğü herhaldedergiye katılan yeni yazarlar.. Ben de onlardan biriyimve çok mutluyum. Bu yeni başlangıç ve paylaşımlar içinde çok heyecanlıyım. Bundan böyle moda bölümündebirlikteyiz. Eleştiriler, dedikodular, zevkler, renkler vedahası hep birlikte burada olacağız.

Yeniliklerden bahsetmişken, güzel bir başlangıç yap-mak adına, etkilerini yeni yeni hissettirmeye başlayansonbahardan bahsetmek istiyorum. Sonbaharı kimiçok sever, kimi ise pek sevmez. Maalesef işte ben o peksevmeyenlerdenim. Havanın bulutlanması, soğuması,yağmurlar bende pek pozitif bir etki yaratmıyor. AncakEylül ayı içinde moda adına o kadar güzel aktivitelerbarındırıyor ki, İstanbul’da yaşayan biri olarak, heye-canlanmamak ve kayıtsız kalmak mümkün değil. İstan-bul Fashion Week, Vogue Fashion’s Night Out, İstanbulDesign Week, yurtdışında gerçekleşen diğer süper

moda haftaları ve ödül törenleri bu etkinliklerin baştagelenleri. Hal böyle olunca sonbahara karşı bir sempatioluşuyor tabii ki. Ayrıca romantik komedi filmlerindeyaşanan turuncu sonbahar yaprakları arasında yaşa-nan aşk sahneleri ve “Kasım’da Aşk Başkadır” ruh halleride sonbaharı sevmemi sağlıyor. Umarım sizin sonba-harı sevmek için hiç böyle sebeplere ihtiyacınız yokturancak varsa biraz renk katmak için birkaç küçük modatüyosu vereceğim. Zaten keyfiniz yerindeyse ne ala, sa-dece tüyolarımın tadını çıkartın.

Her yıl, her mevsim yepyeni trendlerle karşılaşıyoruz.Kimini benimsiyoruz, kimini benimsemiyoruz. Bazenkendimize uyumlu buluyoruz, bazen hiç bizlik olmu-yor. Aslında neredeyse her trend, herkese ‘bir şekilde’yakışıyor, önemli olan ‘nasıl’ olduğunu keşfetmek, tabibunun için de denemek denemek denemek. Birazcesur olmak gerek.. Ben de bu düşüncelerden yola çı-karak, 2011-2012 sonbahar kış modasından bahset-mek istedim ilk yazımda. Bu trendlerden bazılarıaramıza yeni katılıyor, bazıları ise etkisini devam ettiri-yor. O zaman hadi başlayalım.

Renkler Renkler Renkler…Her sezon hiç aksatmadan yenilenmeyi başaran ve en kolay uygulanabilen

trend, kuşkusuz renkler… O sezon hangi renk modaysa, gardırobumuz-daki o renk kıyafetleri daha çok severiz, o renk ojeler süreriz, aksesuarlaralırız.. Ufacık bir damlasını bile taşısak o rengin, eksta mutlu oluruz. Bu

yüzden bu sezonun popüler renkleri ile başlayalım. Önceliklesonbahar kış deyince hemen siyahlara grilere bürünmeyi,kasvetli renkleri bu sezon unutun! Bildiğiniz gibi geçtiğimizilkbahar yaz en canlı en fosforlu renklerin bayramıydı. Böylekuvvetli trendler hemen alıp başını gitmiyor, etkileri devamediyor. Hazırsanız sayı-yorum: Hardal Sarısı, Çam Yeşili,Bordo, Bej, Zeytin Yeşili ve Deniz Mavisi..

Aaa bunlar çok canlı, bu mevsimde ben bu renkleri kullanamam derseniz,ona da tamam, o zaman size daha az dikkat çekecek, pastel ve uçuk renk-ler öneriyorum. Bunlar da: Narenciye sarısı, bebek mavisi, uçuk pembe,

açık yeşil ve leylak tonları..

Zümra ÇELİK / lunaparkqueen.blogspot.com

Page 53: Blog Dergisi Sayi 20

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 53

>>Yeni Mevsim, Yeni Trendler, Yeni Ben...

Bebe YakalarAramıza yeni katılan bu trende hoş geldin diyoruz, sonra da hemen bu yakadaki giysilerimizigardıroplarımızın ön kısımlarına yerleştiriyoruz, hatta gidip birkaç tane daha alıyoruz. Aslında

işin en eğlenceli kısmı, bu yakaların tak-çıkar olanları ve birçok gömleğe tişörte bambaşka birhava katarak uyum sağlayabileceği durumu.. Hatta biraz becerikliyseniz, evde kendinize böyle

bir yaka hazırlayabilirsiniz.

Ankle BotlarBu bilek hizasında biten botları birkaç sezondur görmekteyiz, ancaksonbahar için benim favorim bağcıklı, kalın topuklu ve bileği kürklü

olanlar.. Hatta benim tercihim toprak tonları. Bu modelde kahverengi, siyaha göre çokdaha kendini gösteriyor. Hele benim gibi ince ayak bileklerine sahipseniz, bilek hizasın-daki kürkler ayağınızı ısıtmakla kalmayacak, görsel olarak da kurtarıcınız olacak. Ben çok-tan bir tane edindim bile…

Bir Taşla Üç KuşNasıl mı? Şöyle ki üç trendi tek görsel üzerinde kolaycaanlatacağım. Bildiğiniz gibi yazın püfür püfür maxi etekler giymeyiçok sevdik ve havalar soğuyor diye de vazgeçmek istemiyoruz. Buyüzden içine tayt ya da külotlu çoraplarla, eteklerin kumaşlarındabirkaç oynamayla giymeye devam edebiliriz. İkinci kısım ise, desen-ler.. Leopar hala baskın bir trend, kullanmaya devam ama abartma-dan, en fazla 1-2 parça leoparı birlikte kullanın.. Hatta bence sadece1 parça. Diğer desen ise puantiye.. Farklı irilikte, renkte puantiyeyedevam.. Sezonun renkleriyle kombinlediniz mi harika olacak.. Diğer

trendy desenin ise piton olduğunu hatırlatarak üçüncü aşamaya geçiyorum. Yazınkendini gösteren transparan modası, kullanması cesaret istese de etkisini sürdürüyor.

Tavsiyem, özel akşam davetlerinde ve içine uygun parçayı giyerek uygulamanız. Böylece hem daha ‘derli toplu’hem de daha modaya uygun ve çekici görünebilirsiniz.

Ve Makyaj…Son olarak da biz kadınların kurtarıcısı, küçük sırlarımızın or-tağı makyaj trendlerinden de bahsetmezsek olmaz. Önceliklerenkler kısmında bahsettiğim o çarpıcı renkleri makyajınızdakullanarak farklı bir görünüm yakalayabilirsiniz, özellikle gözmakyajı için tavsiye ediyorum. Fashion weekler’den de göz-lemlediğimiz gibi bu sezon öne çıkan iki çeşit makyaj stili var.Biri tamamen naturel ve toprak tonlarını kullanarak yüzü şe-killendirmek ve sadeliğin gücünü kullanmak.. İkincisi ise bizePin up modasını anımsatan, Marilyn Monroe’ya da sevgileri-mizi göndermemize vesile olan, siyah eyeliner ve kırmızı-bordo ruj ikilemi…

Herkese yeni trendleri uygulayabildiğiniz, çok mutlu olduğunuz ve bol bol güldü-ğünüz bir ay diliyorum.. Her türlü sorunuz ve öneriniz için bana ulaşabilirsiniz. Gelecek ay tekrar görüşenekadar, kendinize iyi bakın, gülümseyin!

Page 54: Blog Dergisi Sayi 20

Bu sene lig oldukça keyifli hale gelmeyebaşladı... Kadrosunu oldukça iyi yıldızlar iletakviye eden Galatasaray, birkaç tanedaha Portekizli ve brezilyalı alarak gitgideoyun yapısı değişen Beşiktaş,ve lige katılıpkatılmayacağı bile belli değilken lige dahilolan ve bu duruma rağmen yaptığı trans-ferler ile güçlenen Fenerbahçe…

Hazırlık dönemleri pek ölçü olmaz ama Fe-nerbahçe bu dönemde oldukça iyi bir gra-fik çizmişti. Şimdi ise son Manisaberaberliğine rağmen hala futbol oyna-maya çalışan, kanat oyuncularının sürative kalitesi sayesinde forvetteki deneyimlive genç ayaklarını besleyen bir ekip gö-rüntüsünde. Bienvenue çok isabetli birtransfer, 1-2 seneye kalmaz daha iyi yer-lere geleceği kuşkusuz.

Top tekniği ve akılcı oyunu avantajı..Fener-bahçe orta sahası ise Alex ‘in liderliğindeSantos gibi önemli bir oyuncu gitmesinerağmen yardımlaşan ve az koşmasına rağ-men faydalı bir görüntüde..Fenerbahçedaha iyi olacaktır.Beşiktaş ise istikrarsız birgörüntü çiziyor. Deplasmanda Rus ekibinekaybettikleri maçta neredeyse hiç oyna-

madılar. Holosko’dan daha fazla yararlan-mak şart… Guti ise bazen oyunda bazendışarıda. Yönetim Guti konusunda kesinkararını mutlaka vermeli... Eğer ki Edu, Al-meida ikilisi uyum sağlarsa büyük ka-zanç…

Galatasaray ve Trabzonspor ise biraz bo-calıyor gözüküyorlar. 2 takımın da kadroyapısı tamamen değişti. Gelen isimler ka-liteli olmasına rağmen alışma devresi ge-çiriyorlar. Trabzonspor Galatasaray’ aoranla biraz daha şanslı. Colman, ZokoraMierjiewski gibi oyuncuların kalitesi velige çabuk ısınması onların gol yollarındasıkıntı çekmeyeceklerini gösteriyor.Kalecileri ise gün geçtikçe kalitesini arttır-makta.Bu sene şampiyonluk yolunda bu ekiplerönemli maçlar oynayacaklar. Diğer takım-ların bu 4 takım kadar şansı elbette yokgibi. Ancak futbol sadece kadro, oyuncukalitesi ya da kulüplerin gücü ile pek oran-tılı değil. İstikrar şans ve inanmak da çokönemli. Bursaspor ‘un şampiyonluk yaşa-ması elbette önemli bir devrimdi. Ancakbu devrim bu sene etkisini hissettirir mi?Birlikte göreceğiz…

Her Şey Yeni Başladı Ama...Oğuz AKDENİZ / zoomlabakalim.blogspot.com

54 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

Page 55: Blog Dergisi Sayi 20

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 55

MİZAH >>Düz Yazı

İnsan en nihayetinde hayvanın önde gideni. Bak-mayın insan dediğime tüm eylemlerimiz aslındahayvani içgüdülerle yapılmış şeyler ya da o kadarolmasa da çok derinlerde bu içgüdüler yatıyor.Şimdi çok fena ahkâm kesiyormuş gibi oldum ama

kendimden biliyorum. Ben de hayvanım ama hiç ol-mazsa hayvanlığını kabul ediyorum. Tüm sevgiyi ken-dim için istiyorum, tüm ilgi bende olsun, herkes banatapsın istiyorum. Sonra biraz daha hayvan olunca pri-mat olduğumu hatırlıyorum. Tüm insan ilişkileri may-mun atalarımızdan yadigâr kalmış. Bunu en çok daarkadaş gruplarında gözlemliyorum, çok eğlencelioluyor. Bir kere erkek ve kadın sürüleri kesin çizgilerleayrı, isteyen istediği kadar modern, istediği kadar ile-rici olsun bu çizgiyi kaldıramaz çünkü doğanın kanun-larında var. Oysa ben de isterim iki cins arasındaki busınırlar kalksın ama hayat işte.

Erkek sürüsünde daima baskın bir primat vardır ya dabaskın olabilmek için çekişenler vardır. Bunu eskidensuratlarına dışkılarını atarak yapan atalarımıza nazarandaha medeni bir yolla, laf sokma gibi tekniklerle yapı-yoruz artık. Sonra bu baskın primat grubuna kendinikabul ettirme vardır, sürünün bir parçası olabilme.Bunun için çabalayan insanları seyretmek de zevklidir.Kızlar arasında işler nasıl işliyor bilmiyorum, henüzdâhil edilmedim oraya. Tahminim o ki orada da işlerbundan farklı yürümüyor. Bunlar çok doğal, kabuledilmesi gerek şeyler tamam, fakat yine de bazen bas-kın olabilmek için yapılan maymunluklara gülmedenedemiyorum. Maymunluk yapmak derken atalarımızıgücendirmek istemem tabi. Efendim bazı zat-ı muh-teremler var ki ilgi odağı olabilmenin yolunu “farklı”olmakta bulmuşlar. Özünde farklı olan insana sözümyok, onu öper başımın üstünde gezdiririm ama bensırf farklı görünebilmek için davranışlarını sapıtan in-sanlara kılım. He bir de baskın olabilmek için gruptanbirini seçen ve onun üstünden prim yapmaya çalı-şana, onu ezerken baskınlığını diğerlerine kanıtlayanakılım. Herkes ne yapıyorsa sen onu yapma, herkes neyiseviyorsa sen onu sevme. İşte bu fikirde yaşayanlarçok mu yalancılar ne? Farzı misal geçenlerde isminivermek istemediğim birisi, aslında ismini vermek iste-diğim birisi ama vermeye çekindiğim birisi, pek sev-diğim ve kitlelerce de pek sevilen bir film hakkındaşöyle bir yorum yaptı;

“Yok ya beğenmedim çok saçma sapan bi’ film hiç ol-mamış”

Onur GÜRLEYEN / komikliklerim.blogspot.com

Page 56: Blog Dergisi Sayi 20

MİZAH

İşte o sırada hiç sinirlenmedim, aslında daha çokmerak içindeydim. Zira benim göremediğim bir şeygörüp beğenmemiş olabilirdi filmi ama neyi beğene-mediğini sorduğumda. “Ya beğenmedim işte, saçmageldi yani ne bileyim” gibi aslında hiçbir şey ifade et-meyen bir cümle kurdu. Yani bu zatı muhterem belkide filmi anlamamış bile ama sırf insanlar beğendi diye,

sırf İMDB’de 8.9 puan alabilmiş diye, farklı olabilmekadına böyle saçmalıyor. Gerçi bunlar bir değil iki değil.Daha önce de Yüzüklerin Efendisi için kötü film diyen-ler oldu, hem mazereti şu; “Ne gereği var ki yani öyleyüzük falan” böyle saçma insanlar yaşıyor işte. Gerçionları da mı mazur görmek lazım acaba, sonuçta hüc-relerine ne kodlanmışsa onu yapıyorlar.

Şimdi arkadaşlarınızla buluşun ve gözlem yapın, sev-gilisi olan erkeğin diğer erkekleri nasıl tehdit olarakgördüğünü, nasıl bir aslan edasıyla dişisini korurkenmedeniyetini silip attığını izleyin. Sevgilisiz erkeklerintüm dişileri potansiyel seks olarak görüşünü izleyin vedişilerin en güçlü erkeği arayışını izleyin, her ne kadarinkâr etseniz de bunlar oluyor. Ya da olmuyor da ola-bilir sonuçta uzman değilim kafandan atıyorum.

Zaten insan ilişkileri konusunda tavsiye vermek pekakıl kârı değil. Önce bu konuyu yalayıp yutmuş olmakgerekir, öyle bir durumda da danışılan kişinin herkesile mükemmel geçinen, hatta ikna kabiliyeti sayesindeAmerikan başkanı olmuş bir kişi olması gerekmez mi?Gerekmez tabi, ancak onda üçünüz “gerekmez” dedi

biraz önce, fark etmedim sanmayın. Tavsiyeden zarargelmez zaten eğer siz hangi tavsiyeye uyacağınızı bi-liyorsanız. Benim takip etmekten çekinmediğim tavsi-yeler net olanlarıdır. Şimdi konumuz insan ya, bukonuda verilen tavsiye örneğin; “rahat olun” özgüvensahibi” olun gibi şeyler olabilir. A benim canım bakkal-dan mı alayım ben onlar. Oysa “kızla ilk buluşmadasakın memelerini elleme” gibi net tavsiyeler ne ala, on-ların başımın üstünde yeri var. Doğru tavsiyelerle banaistediğinizi yaptırabilirsiniz, yaptıramayabilirsiniz de,sonuçta hayat garipliklerle dolu.

Unutmayın siz evinizde huzur içinde otururken birileribir yerlerde “Akasya Durağı”nı çekiyor, yapacak bir şeyyok yani.

56 | BLOG DERGİSİ 10/2011 www.blogdergisi.com

>>Düz Yazı

Page 57: Blog Dergisi Sayi 20

www.blogdergisi.com 10/2011 BLOG DERGİSİ | 57

>>Karikatürler

Onur GÜRLEYEN / komikliklerim.blogspot.com

MİZAH

Page 58: Blog Dergisi Sayi 20

www.blogdergisi.comblogdergisi