· büyük pay bilime aittir. bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler...

226
GÖK BİLİMİNDE TÜRK-İSLÂM BİLGİNLERİ

Upload: others

Post on 10-Jul-2020

12 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

GÖK BİLİMİNDETÜRK-İSLÂM BİLGİNLERİ

Page 2:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

GÖK B‹L‹M‹NDETÜRK-İSLÂM BİLGİNLERİ

A. Azime Doğan

TÜRKSAT A.fi. Kurumsal ‹letiflim Direktörlü€ü

İhsan Toy

İlhami Durmaz

Murat Aydemir

Muhammed Ali

Bayram Doğan

Erkam Matbaas›

2010, ‹STANBUL

www.aadajans.com

Semerkand Gözlem Evi

978-9944-5373-4-6

YAYIN YÖNETMENİ

YAYIN KURULU

YAYIN KOORD‹NATÖRÜ

SANAT YÖNETMEN‹

TEKNİK HAZIRLIK

TEKN‹K KOORD‹NATÖR

MATBAA KOORDİNATÖRÜ

BASKI-CİLT

B‹R‹NC‹ BASIM

YAPIM

KAPAK RESM‹

ISBN

Dr. Necmi Dayday(I., II., III. ve IV. Bölümler)

Prof. Dr. Vural Alt›n(V. Bölüm)

YAZARLAR

Page 3:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

GÖK BİLİMİNDETÜRK-İSLÂM BİLGİNLERİ

Dr. Necmi Dayday - Prof. Dr. Vural Altın

Page 4:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

“Ben her kişinin kendi çalışmasında yapması gerekeni yaptım:öncellerinin başarılarını minnettarlıkla karşılamak,

onların yanlışlarını çekinmeden düzeltmek,kendisine gerçek olarak geleni gelecek kuşağa

ve sonrakilere emanet etmek.”

El-Bîrûnî

Page 5:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

Dünyanın bugünkü medeniyet seviyesine ulaşmasında en

büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde

de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-

sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslüman bilim adamla-

rı olduğunu görüyoruz. Türk - Müslüman bilim adamlarının dünyanın bugün sahip olduğu

uzay bilimleri bilgisine ve hatta şu anda sahip olduğumuz yüksek medeniyete, çok büyük

katkılarda bulunduğunu gururla söylemek isterim.

Bîrûnî’den Bedîüzzaman Cezerî’ye, Farabi’den Gazali’ye, Harezmi’den İbn-i Firnas’a, Ca-

bir Bin Hayyan’dan İbn-i Sina’ya kadar birçok isim dünya bilimine, gök bilimine şekil ver-

di, yön verdi.

Dokuz ile on beşinci yüzyıllar arasında Türk-İslâm ülkelerinin ortaya koydukları kültür olgu-

ları ve değerler sisteminin, o dönemde olduğu kadar bugün de büyük ölçüde insan haya-

tını etkilediğini görüyoruz.

Söz konusu dönemde, bütün Türk- İslâm ülkelerinde matematik, tıp, uzay bilimleri ve daha

birçok ilimin okutulduğu eğitim kurumlarının ve rasathanelerin yanı sıra, dönemin en gelişmiş

teçhizatı ile donatılmış hastaneler, herkese açık kütüphanelerin bulunduğunu biliyoruz.

Bilimin gelişmesi de bu nedenledir ki; Türk-İslâm ülkelerinden Avrupa’ya doğru gelişmiştir.

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “Bizim dinimiz en makul ve en tabiî dindir. Ve ancak

bundan dolayıdır ki, son din olmuştur. Bir dinin tabiî olabilmesi için akla, fenne, ilme, man-

tığa uygun düşmesi gereklidir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygun düşer” sözleri de, bi-

limin neden Türk-İslâm ülkelerinden başlayarak geliştiğini özetler niteliktedir.

Günümüzde de telgraf ile başlayan, internet, televizyon, cep telefonu ile devam eden bu-

luşların büyük çoğunluğu, uzay bilimlerinin gelişmesi ile Türk-İslâm bilginlerinin katkıları

ile kullanılabilir hâle geldi.

Türk-Müslüman bilim adamlarının, bilimin gelişmesine yaptığı katkıları anlatan bu eser

bize gurur verecek bir yapıttır.

Bakanlığımıza bağlı TÜRKSAT A.Ş. tarafından Türk yayın hayatına kazandırılan, “Gök Bili-

minde Türk-İslâm Bilginleri” kitabının gelecek kuşaklar için güvenilir bir kaynak olacağına

ve Türk Gök Bilimi literatüründe önemli bir yere sahip olacağına inanıyorum.

Binali YıldırımUlaştırma Bakanı

SUNUŞ

Page 6:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

6

Sunuş ............................................................................ 05Önsöz ............................................................................ 11Giriş .............................................................................. 12

I. BÖLÜM: ESKİ UYGARLIKLARDA GÖK BİLİMİ 17

Eski Mısır’da Gök Bilimi .................................................. 19Eski Mezopotamya’da Gök Bilimi .................................... 21Eski Çin’de Gök Bilimi .................................................... 23Eski Ege Uygarlığı’nda Gök Bilimi ................................... 27Erken Dönem İyonya Gök Bilimi ...................................... 29İskenderiye Ekolü (Hellenistik Gök Bilimi) ........................ 34 Eski Hindistan’da Gök Bilimi ........................................... 39

II. BÖLÜM: İSLÂM UYGARLIĞINDA GÖK BİLİMİ 45

Orta Çağ Arap Devletlerinde Gök Bilimi ................................... 47İslâm Dünyasında Bilimin Gelişmesine Genel Bir Bakış ..... 47İslâm Biliminin Başlangıç Dönemi (650 - 800) .................. 47Yeni Bir Kültür ve Bilim Geleneğinin Oluşması ................. 48Çeviriler ve Bilimsel Öğrenim Dönemi (800 - 925) ........... 48Özgün İslâm Bilimi Dönemi (925 - 1600) ........................ 49

Orta Çağ İslâm Dünyasında Gök Bilimi ..................................... 50İslâm Gök Biliminde Devreler .......................................... 50Başlangıç Dönemi (600-750) .......................................... 51 Çeviriler Dönemi (750-850) ............................................ 51

Endülüs Emevî Devleti Dönemi (756-1492) .............................. 53Maslama El-Mecritî ........................................................ 53El Zerkâlî ........................................................................ 53Câbir Bin Eflâh ............................................................... 55El-Bitrûcî ........................................................................ 55

Öğrenme ve Özümseme Dönemi (850-1025)............................ 57Abbasî Devleti’nde Gök Bilimi .................................................. 57Gözlem Evleri Ve Gök Bilimciler ............................................... 57

Ebû Mansur ................................................................... 57El-Harezmî ..................................................................... 57El-Fergânî ...................................................................... 58El-Mervezî ..................................................................... 58 Benû Mûsa Ailesi (Mûsa Bin Şakir Ve Oğulları) ................ 58

Ebû Ma’şer El-Belhî ........................................................ 58Sabit Bin Kurra ............................................................... 58El- Battanî ...................................................................... 58El-Sûfî ............................................................................ 59Ebu’l-Vefâ El-Buzcânî ..................................................... 59El Kûhî ........................................................................... 59El-Hucendî ..................................................................... 59Ebu Said El Siczî ............................................................. 59İbn Yunus ...................................................................... 59 İbn El-Heysem ................................................................ 59El-Bîrûnî ......................................................................... 60

İslâm Gök Biliminin Özgün Dönemi ‘Altın Çağ’ (1025-1600) ..... 60

Orta Çağ Türk Devletlerinde Gök Bilimi .................................... 65 Eski Türklerin Gökle İlgili Görüşleri .................................. 65Türklerin İslâmîyete Girişi ................................................ 65Orta Çağ Türk-İslâm Devletleri ........................................ 65Türkler Ve İslâm Uygarlığı ............................................... 67 Türklerin İslâm Dünyasında Bilimsel Kurumlara Katkıları .. 67Kütüphaneler ................................................................. 69Medreseler .................................................................... 69Gözlem Evleri ................................................................ 71 Türk Bilginlerinin İslâm Uygarlığındaki Etki ve Katkılarına Genel Bir Bakış .............................................................. 71

Yeni Çağ Türk Devletlerinde Gök Bilimi .................................... 75Giriş .............................................................................. 75 Osmanlılarda Matematiksel Bilimlere Genel Bir Bakış ....... 77 Osmanlı Gök Biliminin Altın Çağı .................................... 79Müneccimbaşılar Dönemi ............................................... 83

III. BÖLÜM: GÖK BİLİMİNİN TÜRK-İSLÂM ÖNCÜLERİ ................................. 85

El-Harezmî ..................................................................... 87El-Fergânî ...................................................................... 89Ebû Ma’şer el-Belhî ........................................................ 91Benû Mûsa Ailesi ........................................................... 93Âmâcûr el-Tûrkî Ailesi .................................................... 95 El-Sûfi ............................................................................ 97 Ebu'l- Vefâ el- Buzcânî ................................................... 99

İÇİNDEKİLER

Page 7:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

7

El-Bîrûnî ....................................................................... 101İbn-i Sînâ ...................................................................... 105 Ömer el-Hayyâm ........................................................... 109 Ebu’l Feth el-Hazinî ....................................................... 111El-Çağmînî .................................................................... 113Tûsî .............................................................................. 115El Kâşî .......................................................................... 121Uluğ Bey ....................................................................... 125Kadızâde-î Rûmî ............................................................ 129Ali Kuşçu ...................................................................... 133Mirim Çelebi ................................................................ 139Muvakkit Mustafa ......................................................... 141 Takiyüddîn el-Râsid ....................................................... 143

IV. BÖLÜM: TÜRK-İSLÂM GÖZLEM EVLERİ ...... 153

Gözlem Evleri Tarihine Kısa bir Bakış .............................. 153Giriş ............................................................................. 153 İslâm Ülkelerinde Kurulan Gözlem Evleri ........................ 153Avrupa’da İlk Gözlem Evleri ........................................... 155

Meraga Gözlem Evi ................................................................ 157 Meraga Gözlem Evi’nde Kullanılan Aletler ..................... 163

Semerkand Gözlem Evi ........................................................... 165 Semerkand Gözlem Evi’nde Kullanılan Aletler ................ 165

İstanbul Gözlem Evi ................................................................ 169 İstanbul Gözlem Evi’nde Kullanılan Aletler ..................... 169 Gözlem Evinin Hazin Sonu ............................................ 173

V. BÖLÜM: TÜRK-İSLÂM GÖZLEM ALETLERİ .. 177

Türk-islâm Gözlem Evlerinde Kullanılan Gözlem Aletleri .......... 177Alidad ......................................................................... 177Usturlap ....................................................................... 179Pusula ......................................................................... 185Kadranlar, Güneş Kadranları ......................................... 189Ekvatoryum ................................................................. 189Küreler ........................................................................ 191Küresel Usturlap ........................................................... 193Mekanik Takvim-Bilgisayar ............................................ 193

Mekanik (Çarklı) Usturlap ............................................. 195Gök Bilimi Saati ........................................................... 195Venedik Kalyonu .......................................................... 207Kadran (Çeyrek) ........................................................... 209Denizci Usturlabı .......................................................... 200Düzlemküre ................................................................. 200Birbirine Dik Düzenli Ağ ............................................... 200Kavuşumlar Plakası ...................................................... 200 Bölgeler Plakası (Gezegenler Bilgisayarı) ....................... 200Ortografik Usturlap ..................................................... 201Kamal .......................................................................... 201Doğrusal Usturlap ........................................................ 201Torkuvetum ................................................................. 201Evrensel Usturlap ......................................................... 202Volvelle ........................................................................ 203

Takvimler............................................................................... 205Güneş Takvimi ............................................................. 207Kanopus Takvimi .......................................................... 207Jülyen Takvimi .............................................................. 207Miladî Takvim ............................................................... 207Gregoryen Takvimi ....................................................... 207Celalî Takvimi ............................................................... 207Ay Takvimi ................................................................... 208Hicrî Takvim ................................................................. 208Ay-Güneş Takvimi ........................................................ 208Türk-İslâm Takvimleri .................................................... 208 Osmanlı Dönemi Takvimleri .......................................... 211Muvakkithaneler .......................................................... 211

Türk-İslâm Eserlerinin Avrupa’ya Geçiş Yolları ......................... 213Giriş ............................................................................ 213Endülüs ve Sicilya ......................................................... 213Haçlı Seferleri ............................................................... 213Tercümeler ................................................................... 213Ticaret ......................................................................... 215Kurumlar ..................................................................... 215

Gök Bilimi Deyimleri Açıklamalı Sözlüğü ................................. 215

Kaynaklar .................................................................... 219

Page 8:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

Hadis-i fierif hatt›: Necmeddin Okyay, tezhip: Muhsin Demironat.

Page 9:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

E n y ü k s e k r ü t b e i l i m d i r .Hadis-i fierif

Page 10:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü
Page 11:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

Yaşadığımız çağda uzay bilimlerinin ve bu bilimlere bağlı

uygulamaların insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar günde-

lik hayatımızın içine girdiğine şahit oluyoruz.

İnternet, televizyon, cep telefonları gibi teknolojik araçlar,

var oluşlarını uydu ve uzay teknolojilerine borçludur.

Günümüz dünyasında küresel bilgi havuzunda toplanan bilgiye ve bilgi kaynaklarına ulaş-

mak teknolojik gelişmeler sayesinde çok kolaylaşmıştır. Bilimsel bilgiyi kullanıyor olmaktan

çok daha önemlisi bilimsel bilgiyi ve buna dayalı teknolojiyi üretebilmektir.

Medeniyet bütün ulusların ortak malıdır. Günümüzde ulaşılan bilim ve medeniyet seviye-

sinde her milletin az ya da çok payı bulunmaktadır. Tarihi süreç içinde Mısırlı, Yunanlı, Çinli,

Hindu, İranlı, Arap ve Türk bilginler yaptıkları katkılarla bilimi ve medeniyeti yüceltmişlerdir.

Ancak Ortaçağ’da Türk-İslâm bilginleri bilimsel gelişmelere daha fazla öncülük etmişlerdir.

İbn-i Sina’nın Kitab-ül Şifa adlı eseri yüzlerce yıl Aristo’nun eseri olarak Avrupa’da okutul-

muş, Bîrûnî Yerçekimi Yasası’nı Newton’dan önce bulmuş, Cabir Hayyan 8. Yüzyılda akıl

yoluyla insanın kopyalanabileceği tezini ortaya atmış, Harezmî 9. Yüzyılda günümüz bilgi-

sayar biliminin ve elektroniğin temeli olan ikilik (binary) sayı sistemini ve “0” (sıfır) rakamı-

nı bularak matematik biliminin bugünkü düzeyine ulaşmasına katkı sağlamıştır...

Uzun yıllar Batılı bilim insanlarının icat ettiği sanılan bazı buluşlar ile günlük hayatta kul-

lanılan âlet ve cihazlar Türk ve İslâm bilginleri tarafından yüzyıllar öncesinden icat edilmiş-

lerdir.

Türk ve Müslüman bilim insanlarının, bilimin gelişmesine yaptığı katkıları detaylı olarak an-

latacak olan Gök Biliminde Türk-İslâm Bilginleri isimli telif eser Türk ve Müslüman okurlar

için bir özgüven ve onur vesilesi olacaktır.

İslâm medeniyetinin hiçbir uygarlıkta olmadığı kadar gökyüzüne dönük bir hayat tarzı tesis

etmiş olmasından hareketle, uzay çalışmalarına Türk-İslâm dünyasının önemli katkılar sağ-

ladığına dikkat çekmek, Müslüman Türk bilim adamlarının isimlerini yaşatmak ve emekle-

rinin aziz hatırasına bu eserle saygımızı sunmak istiyoruz.

TÜRKSAT A.Ş. olarak, elinizde bulunan Gök Biliminde Türk-İslâm Bilginleri kitabı vesilesiy-

le Türk -İslâm medeniyetinin gök bilimi alanındaki önemli katkılarının göz ardı edilemeye-

ceğini hatırlatarak gelecek kuşaklara güvenilir bir kaynak eser bırakıp, bu alandaki litera-

türe katkı sağlamayı amaçlıyoruz.

Saygılarımla,

ÖNSÖZ

Dr. Özkan DalbayTÜRKSAT A.Ş. Genel Müdürü

Page 12:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

İslâm öncesinde, Araplar, İranlılar ve Türklerin, bilim ve teknolojide büyük bir var-lık gösterdiklerine dair kesin bilgilere sahip değiliz. Ancak, İslâm dini ile insanlığa sunulan, ilk önce Arap toplumunda oluşmaya başlayan ve fetihlerle yayılan, yeni bir dünya görüşünün etkileri sonucu bu milletlerde bilgiye ve bilime karşı büyük bir ilgi ve duyarlılık oluşmuştu.

8. Yüzyılın ortalarından başlayarak çeşitli milletlerin, farklı dillerin ve değişik kültürlerin etkileşimi ve karışımıy-la oluşmaya başlayan İslâm dünyası, daha önceleri birbirinden kopuk ve karşılıklı etkileşimleri hemen hemen yok denecek kadar az olan, çeşitli düşünce okullarının birbiriyle serbestçe bağlantı kurduğu ve düşüncelerin aşılandı-ğı yaratıcı bir ortam oluşturdu.

Hz. Muhammed’in önderliğinde İslâm’ın ortaya çıkışı, özellikle bilim yönünden ele alındığında, Orta Çağ’da büyük bir ‘bilgi uygarlığı’nın yaratılmasına yol açmıştır. Bilim için gerekli yaratıcı ortamın doğmasının ana nedeni, Kur’an-ı Kerim’in akla, düşünmeye ve bilgiye verdiği olağanüstü önemdir. Hazreti Muhammed’in peygamberliği-ni bildiren ve belgeleyen ilk vahyin“Oku” emriyle başlaması, okumanın ve öğrenmenin imânî bir görev olduğunu gösterir. Öyle ki; Müslümanlar bu emre uydukları zaman, büyük başarılar elde etmişler tersine durumlarda ise, ça-ğın gerisinde kalarak, acze düşmüşlerdir. Ne yazık ki, İslâm ülkelerinin tarihi bunun olumsuz örnekleriyle doludur.

İslâm’da, ilm (bilgi) kavramı ve önemi özellikle vurgulanmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de insan ilişkilerini düzen-leyen 250 kadar âyetin varlığına karşılık, müminleri doğayı incelemeye, aklı en iyi şekilde kullanarak düşünmeye özendiren yaklaşık 750 âyetin varlığı, İslâm’da bilginin ve bilimin önemini en iyi vurgulayan olgudur1.

Asr-ı Saadet’ten yaklaşık bir yüzyıl sonra İslâm dünyasında, o devirde bilinen tüm bilimlere karşı büyük bir ilgi uyanmıştır. Bunda, Abbasî halifelerinin Eski Yunanca ve Sûryanice’den Arapçaya çevirttirdikleri eserlerin etkisi bü-yüktür. Bu eserler yoluyla Müslümanlar Sokrat, Eflatun, Aristo, Öklit, Pitagor, Batlamyus, Hipokrat gibi Eski Çağ bilginlerinin düşüncelerini ve öğretilerini özümsemiş ve özellikle de Eski Çağ Yunan filozoflarının eserlerini, özgün bir şekilde yorumlamaya başlamışlardır.

Müslümanların, başka milletlerin fikirlerini, bilim ve bilgilerini hiç bir sakınca görmeksizin özümsemelerine olanak veren önemli bir neden vardır. Bu neden, Yale Üniversitesi İslâm Edebiyatı ve Tarihi Profesörü Franz W. Rosenthal’ın, ‘İslâm’da Klasik Dönemin Mirası’ adlı kitabında özlü bir şekilde belirttiği gibi2: “Yabancı eserlerin Arapçaya çevirilmesinde gösterilen büyük gayretlerin nedenini açıklayabilmek için, pratik veya kuramsal fayda-cı sebeplerin varlığını ileri sürmek yetersiz bir açıklamadır. Aslında İslâm dininin, özellikle bilime karşı tutumunun iyi bilinmesi gerekir. İslâm’ın bu tutumu sadece dînî yaşam değil, insan yaşamının bütün yönleri için en büyük itici güç olmuştur. Öğrenmenin, bilimin peşinden koşmak ve insanlığın ortak malı olan bilgilere ulaşmak için, kapıları açmakta en büyük etken, işte İslâm’ın bu tutumu olmuştur. Aksi takdirde, çeviri çalışmaları sadece gündelik ha-yatın kaçınılmaz gereksinimlerini karşılamakta yararlı olacak konularla sınırlı kalacaktı.”

Abbasîler’den başlayarak; Bağdat, Kahire, Güney Anadolu, Orta Asya ve Hindistan’da ‘Beytü’l Hikme’ adı ve-rilen üst düzey araştırma kuruluşlarının ve Şemmâsiyye denilen gözlem evlerinin açılması, çeşitli düşünce akımları ve okullarının doğmasına yol açmıştır. Bu da, düşünce ve bilim hayatına canlılık getirmiştir.

Müslüman egemenliği altında, İspanya’da Tuleytula (Toledo) ve Kurtuba (Cordoba) medreseleri (üniversitele-ri), Hristiyan gençlerin bilim öğrenmek için her türlü özveride bulunarak ulaşmaya çalıştıkları eğitim yuvaları ol-muştur. Bu üniversiteleri örnek alan İmparator II. Frederic’in emriyle, 1231’de Sicilya’da kurulan Salerno Tıp Oku-lu da, Tuleytula ve Kurtuba üniversiteleri gibi, İslâm dünyasında gelişen bilim ve teknolojilerin Avrupa’ya geçişin-de atlama taşı rolünü oynamıştır.

Avrupa’da bilimsel düşüncenin yeniden doğuşuna ve, medreselere benzeyen, üniversitelerin kurulmasına ön-cülük eden İslâm dünyasının bu onurlu dönemini, bilim tarihinin öncü kurucularından olan ünlü bilim tarihçisi Ge-orge Sarton beş ciltlik “Bilim Tarihi” adlı anıtsal eserinde; bilimlerin gelişme tarihinin nirengi noktalarını her yarım yüzyıllık dönem için merkezi bir bilim adamı saptayarak, sınıflandırmıştır.3

Bu sınıflandırmaya göre Sarton; örneğin, M.Ö. 450 - 400 yılları arasındaki döneme “Eflatun Çağı” demekte ve bunu Aristo’nun, Öklit’in ve Arşimed’inkiler gibi çağlar izlemektedir. 750 - 1100 yılları arasındaki her elli yıllık dö-nemi ise sırasıyla: Câbir, Harizmî, Râzî, Mes’ûdî Vefa, Birûnî ve İbn-i Sînâ, İbnü’l - Heysem ve Ömer Hayyâm aydın-latmaktadır. Bu 350 yıllık dönem, dünya bilim tarihinde “İslâm Çağı” olarak yerini almaktadır.

Sarton’un sıralamasında, ilk Avrupalı isimlere ise, ancak 11. Yüzyıldan sonra rastlanmaktadır. Tarihçi, bu ta-rihten sonraki dönemlerde de, yaklaşık iki yüzyıl kadar süreyle, Batılı bilim adamlarının yanında, İbn Rüşd’ü, Nasirüddîn Tûsî’yi ve kan dolaşımını Harvey’den çok önce bulmuş olan, İbn Nefs’i de saymaktadır.

GİRİŞ

Page 13:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

Sarton, İslâm tarihinde ilk beş yüzyılı, bilimin gelişmesinde bir “Altın Çağ” olarak kabul eder ve 12. Yüzyıldan başlayarak da İslâm dünyasında bilimsel çalışmaların hızlı bir düşüşe geçtiğini ileri sürer. Ancak Sarton’un bu dü-şüncesinin tümden doğru olduğu kabul edilemez. Zira; özellikle gök bilimi ve matematik alanında, 13. Yüzyılın ortasından başlayan bazı parlak dönemler de görülmektedir. 15. Yüzyılın ilk yarısında Semerkand’da Uluğ Bey’in döneminde, 15. ve 16. Yüzyılların ikinci yarısında İstanbul’da ve 18. Yüzyılın başlarında Delhi’de, Türk-Moğol İm-paratorluğu döneminde, gerçekleşen parlak, ne yazık ki uzun sürmeyen, dönemler olmuştur.

Oysa 20. Yüzyılın başlarında, özellikle de son yarım yüzyılda, “Altın Çağ” olarak nitelenen dönemden sonraki dönemlerde yetişmiş Türk-İslâm bilim adamlarının yapıtları üzerinde yapılan yeni çalışmalar, bu değerlendirmenin yanlışlığını göstermiştir. 13. ve 16. Yüzyıllar arasında, Selçuklular, Timurlular ve Osmanlılar döneminde yetişmiş olan, Tûsî, Kutbeddîn el-Şîrazî, İbn el-Şatır, Uluğ Bey, Kadızâde-i Rûmî, Ali Kuşcu, Gıyaseddin el-Kâşî, Mîrim Çele-bi, Takîyüddîn ve Şemseddin el-Kefrî gibi bilim adamlarının adlarını sıralamak bile bu görüşün yanlışlığını kanıtlar.

Bugün ülkemizde bile, gök bilimi konusundaki ders kitapları dahil, pek çok yazı incelendiğinde, Orta ve Yeni çağlarda bir İslâm gök biliminin var olmadığı, gök bilimi çalışmalarının Kopernik ve Galile ile başlamış olduğu gibi bir sanıya kapılır insan. Üstelik, Dünya’yı evrenin merkezi olarak kabul eden, yanlışlığı çok uzun zamandır bilinen, Batlamyus’a da geniş yer verilir. Ne hazindir ki, Batlamyus ile Kopernik arasında kalan yaklaşık bin yıllık dönem-de gerçekleşen, bilim tarihinin kaydettiği, İslâm gök bilimi çalışmalarından pek fazla söz edilmez. Birûni, Fergânî, Ebü’l Vefa, Uluğ Bey ve Ali Kuşçu gibi büyük Türk bilginlerinden dahi nadiren ve kısaca söz edilir. Oysa ki bu bi-lim adamları bilim tarihinde başarılı eserleriyle yerlerini almıştır. Örneğin, Uluğ Bey’in 500 yıl önce yaptığı gök bi-lim hesaplarının modern yöntemlerle yapılan hesaplarla olan yakınlığı bilim adamlarını şaşırtmaktadır. Öyle ki, Wil-helm Barthold, İslâm Medeniyeti Tarihi adlı eserinde şöyle yazıyordu4: “... Duvarına “İlim tahsil etmek, erkek ve kadın her Müslümana farzdır.” hadisi yazılı olan Buhara’daki medrese ile, Semerkand’daki rasathane... büyük işler görmüştür... Hey’et cetveli ve yıldızların fihristi de onun adına tanzim edilmiştir. Bu eser, orta zamandaki hey’etin en son sözü ve ilmin, teleskop icat edilinceye kadar erişmiş olduğu en son derecesidir... Uluğ Bey’in sarayındaki talebelerden biri de Ali Kuşçu’dur.”10

Burada vurgulanması gereken diğer bir konu da, Osmanlı Türklerinde İlim adlı, konunun ilk monografisini ya-zarak, Türkiye’de bilim tarihi alanında öncü olan, A. Adnan Adıvar’ın Osmanlılar hakkında ileri sürdüğü5: “Batı bi-limi noktasından, dışarıya karşı kuvvetli bir setle ve adeta Batıyla hiçbir temas olmamış” şeklindeki tezinin, özel-likle Ekmeleddin İhsanoğlu, Aydın Sayılı ve Sevim Tekeli’nin araştırmaları sonucu, artık pek geçerli olmadığıdır. 6, 7

Adıvar’ın ve onun bu görüşünü paylaşan Türk düşünürlerinin bu yaklaşımlarının önemli bir nedeni, Sarton’un bu konudaki, yukarıda değindiğimiz, temel görüşüdür. Onun bu görüşü de kültür, bilim ve her türlü düşünce et-kinliklerinde Bağdat’ın 1258’de İlhanlılar’ın eline geçmesinden sonra herhangi bir ilerlemenin olmadığı, İslâm dün-yasının düşünsel açıdan gerilediği ve özellikle Türk Soylu Hanedanlar’ın egemenliği döneminde karanlıklara girdiğini ileri süren, 19. Yüzyılda ortaya çıkmış olan, genel bir inanışın bilim tarihi dalındaki belirtisi olarak görülebilir.

Başta Ernest Renan olmak üzere,19. Yüzyıl Avrupası düşünürlerinin büyük bir bölümü, Eski Çağ Yunan kültü-rünü, Avrupa kültürü ve ve modern bilimin başlangıcı sayar. Oysa, Eski Yunan düşüncesi, doğa olaylarını ve mad-denin değişimlerini açıklamaktan çok, gizemini çözmeye yönelmiş, kuramsal ve felsefî çalışmaları aşamamış, bi-limsel yöntem ve deneysel çalışma yönünden, teknik bilgilerin düzeyi açısından ilkel kalmıştı. Bertrand Russell bu konuda şunları yazmıştı8 : “... Eski Yunan kültürü teknik bilgi ve düzeyi bakımından ilkeldi. Bilimi ise, bugünkü ölçü, anlayış ve özellikle deneysel eğilimler yönünden bir olağanüstülük göstermiyordu. Bu yüzden, ne kendinden öncekilerle, ne de kendinden sonrakilerle ilim ve gelenek bakımından ilişkilendirilemeyen Arşimed’i ayrı tutmak gerekir. Bu bakımdan, deneysel bilim geleneğini İslâm uygarlığı ile başlatmak, kuşkusuz gerçeğe daha uygundur.” Bu açıklamalar, bilimsel araştırma ve deneysel yöntemin ve dolayısıyla modern bilimin çıkış kaynağının İslâm uy-garlığı olduğunu göstermektedir.

Birçok tarihçi, Orta Çağ’ı, insanlık tarihinin “karanlık bir dönemi” olarak niteler. Ancak Batı kaynaklı olan bu kanı içe dönüktür; Karanlık olan, Vatikan’ın ve onun baskısı altındaki Batı’nın Orta Çağı’dır. İslâm ülkelerinin bi-lim, teknik, teknoloji ve ekonomi gibi alanlarda, günümüzde Batı’dan geride olmasına karşın, 9. ve 16. Yüzyıllar

Türkler bilgiye çok önem verirler ve yöneticilerinin bilgili kişiler olmasını isterlerdi. Bundan dolayı Türk ve Türk-Moğol hakanları Bilig/ Bilge lakaplarını hak eden kimselerdi. Öyle ki, tarihte, imparatorluk kuruculuğu yanında yıkıcılığı ile de ünlenen Cengiz Han hükümdarlığının simgesi, kılıç veya yay gibi bir silâh değil, kamış kalem idi! Bunun yanında, hükümdarın şahsı bir yay, vasalı ve ulağı tüylü oklar, dünyevi iktidar› ise bir kupa temsil ediyordu.O29.1 Tüylü oklar simgesi açıkça, Oğuz Destanı’nın Üç Ok-Boz Ok motifini çağrıştırıyordu. Kupa simgesi de, elinde bir kupa tutan Göktürk heykellerini akla getirmektedir.) O29.1 Toumarkine, A., Türkolog Jean-Paul Roux’nun Ardından; Türklerin İslâm Öncesi Dinlerinden Fransa’da ‹slâm Sanatına, Toplumsal Tarih 191, Kasım 2009, s. 42-47.]

Page 14:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

arasında ‘olağanüstü’ sözcüğü ile nitelendirilebilecek bir gelişim yarattığı unutulmamalıdır. Oysa bu çağlarda Av-rupa, skolastik ve dîni dogmalara dayanan bir anlayış içinde, bilimsel düşünceye kapalı bir hayat sürmekteydi. Av-rupa, akıl dahil bütün bilgi araçlarını yadsımakta, maddenin fiziksel ve kimyasal değişimlerini, gök cisimlerinin ha-reketlerini, hastalıkları ve toplumsal olayları bir takım ‘büyülü’ kuvvetlere bağlamakta ve çözümü İncil’de aramak-taydı. Kısacası, Avrupa için karanlık olan Orta Çağ, Doğuda Müslümanlar için apaydınlık idi.

Bu dönemin büyük başarıları, O. Neugebauer, G. Sarton, F. Rosenthal, W. Durant, A. Sayılı, A. I. Sabra, G. Sa-liba ve T. E. Huff gibi ünlü bilim tarihçileri tarafından da teslim edilmektedir. Örneğin, Sarton bu gerçeği güçlü bir şekilde vurgulamaktadır: “8. Yüzyılın ikinci yarısından 11. Yüzyılın sonuna kadar, Arapça, insanlığın bilimsel ve ilerici dili idi... O dönemde Batıda örnekleri olmayan birkaç büyük isimi burada anmak yeterli olacaktır. Cabir ibn Hayyan, el-Kindî, el-Harezmî, el-Fergânî, el-Râzî, Sabit ibn Kurra, el-Battanî, Huneyn ibn İşak, el-Farabî... Ebül Vefa,... el-Bîrûnî, İbn-i Sina, İbn-i Yunus, İbn el-Heysem,... el-Zerkâlî, Ömer Hayyâm!.. Birisi size, Orta Çağ’ın bi-limsel yönden kısır olduğunu söyler ise ona, tümü de göreceli olarak kısa bir sürede, 750-1100 yılları arasında ba-şarı kazanmış bu kişilerden söz edin.”9

Benzer bir görüş, Francis Ghiles tarafından, 1983 yılında saygın bilim dergisi Nature’da çıkan bir yazısında dile getirildi: “Müslüman dünya, 1000 yıl önce doruktayken, bilime, özellikle de matematik ve tıp konularında çarpıcı katkılarda bulunmuştu. Görkemli günlerdeki Bağdat’ta ve Güney İspanya’da, binlerce kişinin akın ettiği, üniversi-teler kuruldu. Yöneticiler çevrelerini bilim adamı ve sanatçılarla doldurdular. Museviler, Hristiyanlar ve Müslüman-lar, bir özgürlük ruhu içinde yan yana çalışabildiler. Bugün bunlar birer anıdan başka bir şey değildi.”10

İslâm Peygamberi’nin getirdiği yeni “hak” kavramı ve ona uygun hukuk sistemine dayanan kamu düzeni, bü-yük İslâm devletlerinin ön koşullarını hazırlamıştır. Bunların, Emevî ve Abbasîler tarafından kurulan ilk ikisi hariç, büyük çoğunluğu Türkler tarafından kuruldu.

İslâmîyeti kabul ettikten sonra, çok kısa bir sürede bu kültür çevresine giren, Karahanlılar, Harzemşahlar, Gaz-neliler ve Selçukluların yönetiminde, Türkler bilim, sanat ve düşünce alanında önemli katkılar yaptılar. Ancak, bu devletler kurulmadan önce de Türkler, bireysel veya toplu halde İslâm’a girdiklerinden, İslâm kültürüne daha er-ken dönemlerde katılmış ve katkılarda bulunmuştur.11, 12, 13, 14, 15

Bu kültürün gelişerek, “Eski Dünya”nın büyük bir bölümünü etkilemiş olan, bir uygarlık hâline gelmesinde onur payının Tüklere ait olduğu yadsınamaz. Bu yüzden, literatürde sıkça rastlanan “Arap Uygarlığı” terimi, gerçeği yan-sıtmamaktadır. Biz bu terim yerine “İslâm Uygarlığı” terimini tercih ediyoruz. Zira bu uygarlık sadece Araplar’ın eseri olmayıp, İslâmî değerleri benimseyen milletlerin ortak kültürlerinin bir bileşkesidir. Arapça, Kur’an-ı Kerim’in dili olduğu için, İslâm ülkelerinde yaygın bir yazı dili olmuştu. Ancak, bu dilde yazılı eser meydana getirenlerin tümü, hiç bir zaman, yalnızca Araplar değildi. Başta Türkler ve İranlılar olmak üzere diğer milletler de, İslâmîyeti kabul ettikten sonra, bu dile ve bu kültüre unutulmaz hizmetlerde bulunarak, ortak bir uygarlık yarattılar. İslâm Uygarlığı deyimi bu ortak uygarlığın adıdır. Ortaya koydukları kültürel olgular ve değerler sistemi de evrensel uy-garlığının temel taşlarındandır. İslâm uygarlığı, Orta Çağ’da, insanlığın yükselişini ve ilerleyişini temsil etmiş, kül-tür ve bilgi birikimine önemli ve özgün katkılar yapmıştır. Batı’nın, yaşadığı “Karanlık Orta Çağ” döneminden kur-tularak, Aydınlanma’ya ve Bilimsel Devrim’e ulaşması, Doğunun oluşturduğu bu birikim temelinden yükselmesiy-le olmuştur.

Benzer şekilde, “Arap Bilimi” ve “Arap Bilimi Tarihi” gibi, yanıltıcı içerikli, terimler kullanılmaktadır. Biz, bu te-rim yerine “İslâm Bilimi” ile “İslâm Bilim Tarihi” terimlerini yeğlemekteyiz. Zira, söz konusu ‘bilim’ ve ‘bilim tarihi’ büyük ölçüde İslâm topraklarındaki bilimin ve onun tarihidir. Ancak bu terim de tam gerçeği yansıtmaz. Çünkü bilim, İslâm uygarlığının beşiği olacak bölgede, Hz. Muhammed’in zamanından birkaç yüzyıl önce başlamıştı ve, ileride göreceğimiz gibi, bilimle uğraşanlar arasında farklı din, inanç ve ırktan kişiler vardı. Bundan dolayı, bu te-rimlere, dine veya ırka dayalı anlamlar yüklemek doğru bir yaklaşım olmaz.

Bu kitapta kullanılan, ‘Türk-İslâm bilginleri’ teriminden, özellikle ilk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılar’la başlayan ve Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar süren dönemde yaşamış, Türk-İslâm devletlerinin yönetiminde-ki topraklarda yetişmiş ve eserlerini çoğunlukla, devrin bilim dili olan Arapça veya Arap alfabesiyle Türkçe yazmış olan bilginler anlaşılmalıdır.

Abbasî halifelerinden Harun Reşid döneminde (786-809) Bağdat’ta, devlet yönetiminde, bilim ve sanatta etkin olan “Türk bilge aile”lerinden Bermekoğulları’ndan başlayarak; Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar geçen yaklaşık 11 yüzyıl boyunca Türkler İslâm’ın her alanda koruyucusu oldukları gibi düşünce, bilim ve sanat alanında da isim-

Page 15:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

leri dünyada saygı ile anılan büyük insanlar yetiştirdiler. Türklerin toplu hâlde Müslüman olmalarının üzerinden bir yüzyıl bile geçmeden, İslâmî ve temel bilimlerde ulaştıkları yüksek düzeye Arap-İslâm dünyası ancak üç yüzyılda ulaşmıştır. Bu durum, Türklerin bilgiye ve bilime çok değer verdiğini gösterdiği gibi, bu konularda yetenekli olduk-larının da işareti sayılabilir. Nitekim, Abbasîler devri kültür tarihinin önemli isimlerinden olan Celaleddîn Ebu Ca-fer Muhammed bin Taceddîn Ebû’l Hasan Ali (İbn Tıktıkâ), 1302’de yazdığı Kitab el-Fahrî adlı eserinde; “Türklerin; felsefe ve edebiyat ilimlerini bir tarafa bıraktıklarını ve ekseriye matematik, siyâkat, tıp ve gök bilimi gibi ilimlere çok ehemmiyet verdiklerini” yazmış ve yaşadığı devir için çok ilginç bir saptamada bulunmuştu.16

İbn Tıktıkâ’dan 700 yıl sonra, Hintli bilim adamı N. Kamal Ayyubi de benzer bir yargıya varmıştı17;

“Türkler; daima ilim aşığı bir millet olmuşlardır. Orta Çağ’da ilim, ilâhiyat ile eş anlamlı olduğundan, kısa bir süre sonra İslâm ilâhiyatı onların dikkatini çekmiş ve Türk araştırmacıları, matematiğin yanı sıra, Arap sözbilimi, mantık, felsefe, İslâm tarihi, hadis, fıkıh, Kur’an tefsiri konularında çok değerli çalışmalar yapmışlardır. Ayrıca, bu-günkü modern üniversiteleri andıran çok büyük medreseler de yine Türkler tarafından kurulmuştur. Türkler, diğer bilimlerin de aşığı olmuşlar ve bilimlerin bütün dallarında öne çıkmışlardır. Bilim tarihindeki yerleri kesin olduğu gibi, katkıları çok büyük ve etkileri de büyük olmuş ve uzun sürmüştür...”

Bu arada vurgulanması gereken bir özellik de; Türk hükümdarlarının, Türk- İslâm bilim adamlarına kurdurduk-ları, Melikşah, Meraga, Semerkand ve İstanbul gözlem evleri gibi büyük kurumlar, din, dil ve ırk farkı gözetilme-den bilim adamlarının hizmetine sunulmuş birer uluslararası araştırma merkezi niteliğindeydi.

Dikkat çekici bir diğer konu da; Türklerde, temel İslâmî bilimlerde olduğu gibi, gök bilimi, matematik, mate-matiksel coğrafya, tıp ve mekanik âletler yapımı gibi fen ve doğa bilimlerinde sivrilmiş ailelerin varlığıdır18:

Abdülhamid ibn Türk el-Cîlî ve soyundan gelenler, Bermekoğulları Ailesi, Ebû’l Vefa el-Buzcânî ve soyundan gelenler, Âmâcûr Ailesi ve Musa oğulları.

Bu aileler bilimsel etkinliklerini çok uzun yıllar devam ettirmiş olan ailelerdir.

Elinizdeki bu eserde, Eski Çağ’dan Yeni Çağ’a, bilimin sürekliliği içinde aktarılan bilgilerin geliştirilmesinde ve yeni bilgilerin ortaya konmasında özgün çalışmalarıyla büyük katkılar yapmış olan gök bilimcileri, özellikle de Türk-İslâm gök bilginleri, oldukça ayrıntılı bir şekilde ele alınmaktadır. Böylece, Türk-İslâm uygarlığının, Karahanlı-larla başlayan, Gazneliler, Selçuklular ve Timurlularla gelişmeye devam ederek Osmanlılarla doruk noktasına ula-şan, Türk-İslâm uygarlığının gök bilimi alanındaki etkinlikleri ve katkıları gözden geçirilmektedir.

1 Özemre; Ahmed Y., “İslâmîyette İlim”, İslâmî İlimler Araştırma Vakfı Semineri, 27 – 28 Ekim 1984 (Türk Petrol Vakfı Lâle Mecmuası S. 3 eki).

2 Rosenthal, F., The Classical Heritage in Islam, Routledge & Kegan Paul Ltd ,UK 1975, p.19.

3 Sarton, G., Introduction to the History of Science, (3 vols in 5), Carnegie Institution of Washington, Publication no. 376, Baltimore: Johns Hopkins U. P., 1927-1948, vol. 3 part 1.

4 Barthold, W., İslâm Medeniyeti Tarihi, çev. M. F. Köprülü, bs. 2, Ankara 1963, s. 69-70.

5 Adıvar, A. A., Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi Kitabevi, İstanbul 1970.

6 İhsanoğlu, E., Osmanlılar ve Bilim: Kaynakların Iışığında Bir Keşif, Etkileşim Yayınları, İstanbul 2007, .s.127-230.

7 İhsanoğlu, E., ”Ottoman Science in the Classical Period and Early Contacts with European Science and Technology”, Transfer of Modern Science & Technology to the Muslim World. Ed. E. İhsanoğlu. İstanbul: İslâm tarih, Sanat ve Kültür araştırma Merkezi (IRCICA), 1992.

8 Russel, B., The Scientific Outlook, (Turhan, M., Kültür Değişimleri, bs. 2, İstanbul 1959, s. 38’den naklen).

9 Ref. nu. 3, s. 17.

10 Ghiles, F., “What is Wrong With Muslim Science?”, Nature, 24 March 1983.

11 Şeşen, R., İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler Ve Türk Ülkeleri, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Seri: VII, S. 8, Ankara 1998, s. 1- 10.

12 Kitapçı, Z., Hz. Peygamberin Hadislerinde Türk Varlığı, Selçuklular, Moğollar, Osmanlılar, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, bs. 2, İstanbul 1988, s. 34-36, 55- 64.

13 Kitapçı, Z., Selçuklu ve Osmanlılardan Önce Orta Doğuda Türkler, Konya 2008.

14 Frye, H. R., Sayılı A., “SelçuklardanEevvel Ortaşarkta Türkler”, Belleten, C. 10, S. 37 (Ocak 1946), s. 97-131.

15 Günaltay, M. Ş., “Abbas Oğulları İmparatorluğunun Kuruluş ve Yükselişinde Türklerin Rolü”, Belleten, C. 6, S. 23-26, s. 177-205.

16 Kitapçı, Z., Orta Asya Türk İslâm Medeniyeti, Matematik, Tıp, Eczacılık ve Gök bilimi İlminin gelişmesinde Türklerin yeri, Konya 2008, s. 5.

17 Ayyubi, N. A., “Contribution of Khwârizmî to Mathematics and Geography”, Acts of İnternational symposium on Ibn Turk, Khwârizmî, Fârâbî, Beyrûnî, and Ibn Sînâ, Ankara, 9-12 Sept., 1985, p.213.

18 Ref. nu. 15, s. 15. Kitapçı, Z., Orta Asya Türk İslâm Medeniyeti, Matematik, Tıp, Eczacılık ve Gök bilimi İlminin gelişmesinde Türklerin yeri, Konya 2008, s.

KAYNAKÇA

Page 16:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

I

Page 17:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

ESKİ UYGARLIKLARDA GÖK BİLİMİESKİ MISIR’DA GÖK BİLİMİ

ESKİ MEZOPOTAMYA’DA GÖK BİLİMİ

ESKİ ÇİN’DE GÖK BİLİMİ

ESKİ EGE UYGARLI⁄I’NDA GÖK BİLİMİ

ESKİ HİNDİSTAN’DA GÖK BİLİMİ

Page 18:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

MATEMATİĞİN UYGULAMASINI İÇE-

REN İLK BİLİMSEL İNCELEME DALI-

NIN GÖK BİLİMİ (ASTRONOMİ) OLDUĞUNU SÖY-

LEMEK MÜMKÜNDÜR. GÖKLERİN DÜZENLİ HA-

REKETİNİ TAKVİM VEYA SAAT OLARAK KULLA-

NABİLMEK SAYILARA İHTİYAÇ GÖSTERİR. BEN-

ZER ŞEKİLDE, AY VE YILDIZLARIN UFKA OLAN

UZAKLIKLARINI ÖLÇMEK VE BELİRLEMEK İÇİN

DE SAYILAR GEREKLİDİR. ANCAK, BU DURU-

MUN DİĞERİNDEN FARKLI BİR KONUMU VAR-

DI; GÖZLEMCİ, BİR GÖK CİSMİNİN UFUK ÇİZ-

GİSİNDEN NE KADAR YÜKSEKTE OLDUĞUNU

BELİRLEMEK İÇİN, ULAŞAMIYACAĞI BİR UZAK-

LIĞI ÖLÇMEK ZORUNDAYDI. BU UZAKLIĞI BE-

LİRLEMEK ÜZERE BİR YÖNTEM GELİŞTİRMESİ GE-

REKİYORDU. BUNUN İÇİN, GÖK CİSMİ İLE UFUK

ARASINDAKİ AÇIKLIĞIN DEĞERİNİ BELİRLEMEYE

YARAYAN AÇI ÖLÇME YÖNTEMİ ÇOK ESKİ DE-

VİRLERDEN İTİBAREN GELİŞTİRİLMİŞTİR. AÇI ÖL-

ÇÜMLERİ, GEOMETRİNİN VE TRİGONOMETRİ-

NİN GELİŞTİRİLMESİNİ GEREKTİRECEKTİ.

GİRİŞ

Page 19:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

19M.Ö. 4000 ile 3000 yılları arasında Cilalı Taş Devri kültürü Mezo-

potamya ve Mısır’a tamamen yerleşmişti. İlk düzenli devletler ve kent-ler bu bölgelerde kurulmuştu. Mısırlılar, piramitler gibi dev yapılar ve heykeller yapmakta büyük beceri gösterdiler. Ancak, bunları gerçek-leştirmede inşaatçıların elinde bilimsel bir kuramdan çok, sağlam ve pratik tecrübeye dayanan bilgilerin olduğuna inanılmaktadır.

Mısırlıların, uygulamaya olan yatkınlıkları yanında, kurama ve felsefî kurguya olan ilgisizlikleri gök biliminde de görülür. Eski toplum-lar içinde zamanı belirlemeye en çok değer veren Mısırlılar için gök bili-mi, zamanı hesaplamaya yarayan faydalı bir yöntem olaral ele alınmış-tır. Mısır gök bilimi, Güneş ve Ay kuramlarıyla ilgilenmediği gibi, geze-genlerin yıldızların arasında dolandığını bilmelerine rağmen, gezegen-lerin hareketleri konusunda kayda değer fikirler ortaya koyamamıştır. Gerçi yıldızları sınıflandırmışlardır. Ancak bu sınıflandırma öylesine kar-maşıktır ki, pek az örnek dışında, belirledikle-ri takımyıldızlardan hangilerinin daha sonraki devirlerde görülen takımyıldızlara karşılık gel-diğini anlamak mümkün olamamıştır. Örne-ğin, kuzey yarıküredeki takımyıldızların içinde yalnızca Büyükayı günümüzde tanınabilen tek yıldız takımıdır.

Mısırlıların gök bilimine yaklaşımının bir örneği, Londra’da British Museum’da bulunan, Amon-Ra Rahibesi Prenses Nesitanebtaşu’nun Teb şehrindeki mezarından çıkarılan, yaklaşık M.Ö. 970’e tarihlenen, Greenfield papirüsün-de betimlenmiş olan yer tasvirinde görülebilir. Tanrı ve tanrıçalarla dolu olan bu çizimde ev-ren tamamen simgesel bir şekilde düzenlen-miştir. Burada, evrenin başlangıcının mitolojik tasviri olan din temel-li bir kozmogoni vardır.

Mısır’ın rahip-astronomları Güneş’in gökyüzündeki yıllık hareke-tini belirlemede takım yıldızları kullanmış ve eski çağların en geliş-miş takvimini icat etmişlerdi. Mısırlılar, Nil nehrinin yıllık taşmasının,

Sothis olarak adlandırılan ve gökyüzünün en parlak yıldızı olan Sirius’un doğu ufkunda, uzun bir görünmezlik döneminden sonra or-taya çıkması ve şafak sökmeden hemen önce görünmesiyle çakıştığı-nı gözlemlemişlerdi.

Mısır takvimi, her biri 29 veya 30 gün çeken 12 aydan oluşan ve Ay’ın evrelerinin 29,5 günlük döngüsüne bağlı, toplam 354 günlük bir takvimdi. Her üç veya bazen de iki yılda bir, ayların arasına veya takvi-min sonuna 1 ay eklenmekteydi. Daha sonraları mevsimleri temel ala-rak, ay uzunluklarının sabit kaldığı, düzensiz aralıklarla ay eklenme-sini gerektirmeyen daha dakik ve mevsimlerle uyumlu bir takvim ge-liştirdiler. Bu takvimde, bir yıl 12 aydan, her mevsim 4 aydan , her ay da 30 günden oluşmaktaydı. Bu durumda, güneş yılı ile resmî yıl ara-sında ortaya çıkan farkı kapatmak için, resmî yılın sonuna 5 gün ekle-yerek takvimde düzeltme yapmaktaydılar. Bu takvimin, M.Ö. 2937 ile

M.Ö. 2821 yılları arasında kullanılmaya baş-landığı düşünülmekte.

Diğer uygarlıklarda olduğu gibi, Mısır’da da ilk zamanlarda Ay takvimi kullanılmıştı. Dini bayramlar, 365 günlük resmî takvim ka-bul edildikten sonra bile, Ay takvimine göre belirlenmekteydi. Gerçek astronomik yılın 365,25 gün olması sebebiyle, iki yüzyıl sonra Güneş ve Ay takvimleri arasında 50 günlük bir fark ortaya çıkmaktaydı. Bu durumu düzelt-mek yoluna gidilmemiş, Güneş takvimine pa-ralel ve onunla uyum içinde ilerleyen bir Ay yılı (Kamerî yıl) kabul edilmişti. Böylelikle, yaklaşık M.Ö. 2500 yılından itibaren Mısır’da üç çeşit takvim kullanılmıştır.

Mısırlılar, Güneş’in doğuşundan bir sonraki doğuşuna kadar süren bir günü 12’şer saatlik iki eşit devreye bölmeyi tasarlamışlar-dır. Gecenin 12 saate bölünmesini, gece boyunca doğan ve batan yıldızların hareketini temel alarak yapmışlardı. Bunun nasıl ya-pıldığına dair, günümüzde en çok kabul gören açıklamaya göre;

ESKİ MISIR’DA GÖK BİLİMİ

Eski Mısır Mitolojisinde, Tanrıça Nut göğü, Şu havayı ve Geb de toprağı temsil ederdi. MÖ 1025’e tarihlenen

bir papirüsteki bu çizim (“Greenfield Papirisü”), Nu’nun vücudunu, Şu ile Geb’in taşıdıkları göstermektedir.

Page 20:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

20

Mısırlı gök bilimcilerin, Güneş takvimini baştan sona tarayarak yılın her on günlük diliminin (Eski Mısırlılarda bir ‘hafta’) ilk gününde gün doğumu yapan bir yıldızı ve yıldız kümesini belirlemiş olmaları muhte-meldir. Bundan sonra, böyle bir yıldız veya yıldız kümesinin tandoğu-şuyla bir sonrakinin tandoğuşu arasındaki süreyi bir ‘saat’ kabul etmiş olmalıdırlar. M.Ö. 2150 civarında, bu saatlerin sayısı 12 olarak tesbit edilmişti. Her ne kadar bu şema her ‘gece’ 18 yıldız kümesinin geçti-ğini gösteriyorsa da, kümelerden bazıları, gerek gün batımından son-ra ve gerek gün ağarmasından önce oluşan alacakaranlık içinde kay-bolmuş olmalıdır. Tüm bu bilgiler, döneme ait mezarların tavanına çi-zilmiş olan “yıldız saatleri”nin incelenmesinden ortaya çıkarılmıştır. 12 saatlik ‘gündüz’ de 12 saatlik ‘gece’yi dengelemek için benimsenmişti.

Gündüzleri zamanı ölçmek için güneş saatleri kullanılmaktaydı. Fi-ravun III. Tutmosis dönemine (M.Ö. 1490-1436) ait bir örneğin gös-

terdiği gibi, bu saatler beş taksimatı bulunan düz bir tahtanın ucu-

na tutturulmuş olup, yukarı yöne bakan bir koldan oluşmaktaydı. Bu

saatler, gündüzün ilk ve son saatleri alacakaranlıkta kaybolduğun-

dan, yalnızca on saatlik bir zaman diliminde yararlıydılar. Mısırlılar, gü-

neş saati yanında ‘su saati’ de (clepsydra) kullanmışlardır. Firavun III.

Amenhotep’in döneminde (M.Ö. 1397-1360) yapılmış bir su saati gü-

nümüze kadar gelmiştir. Saatin üzerine, M.Ö. 1540 yılının takvimi res-

medilmiş olduğundan, bu tip saatlerin ilk defa Yeni Krallık (XVIII. Sü-

lale, M.Ö. 1567-1086) devrinde tasarlandığı düşünülmektedir. Su saa-

tinin icadı, daha kesin ve hassas yöntemlerle icat edilmiş olan yeni bir

tip resimli ‘yıldız saati’nin de habercisi olmuştur. VII. Ramses’ten başla-

yarak (yaklaşık M.Ö. 1142), Ramses sülalesi firavunlarının mezarların-

da görülen yıldız saatleri bu türdendir.

Amon Ra Tap›na€›'ndan bir duvar resmi.

Page 21:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

21Eski Yunanca’da “Nehirler arasındaki ülke” anlamına gelen Mezo-potamya sözcüğü, Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki lığlı (alüvyon) düz ovaların yer aldığı bölgeyi belirtir. Bu bölge, insanoğlunun en eski yer-leşim alanlarından biridir. Elimizde kaydı bulunan en eski yerleşim mer-kezi Eriha’dır (Jericho). Etrafının surlarla çevrili olduğu bilinen ilk kent, bölgenin güney kısmında, Fırat yakınında Sümer-ler tarafından kurulmuş olan Uruk kentidir. Sümer-ler, bölgenin yerli halkı değildiler. Fakat kendileri-ni, göçebelerden ve “ev nedir bilmeyen ve buğ-day yetiştirmeyen kuzeyin dağlılarından” üstün gördüklerini daha M.Ö. 3000’de kaydetmişler-di. Hakikaten Sümerler, eleştirdikleri kuzeyde ya-şıyan Sami topluluklarından çok farklıydılar. M.Ö. 3000’den önce güneydeki bataklıkları kurutmuş, araziyi sulamaya başlamış, öküzü, sığırı, eşeği, ko-yun ve keçiyi ehlileştirmişlerdi. Bunu yanında, te-kerlekli araba kullanıyor ve kerpiçten evlerde ya-şıyorlardı. Sümerler, başlangıcı en az bin yıl önce-sine dayanan bir kültürün mirasçıları gibi görün-mektedir. Kil tabletlere yazabilmek için uygun özel işaretler icat ederek, yazının doğuşunu sağlayan-ların Sümerler olduğu bilinmektedir. Yazının icadı, bilginin ve soyut bilimin gelişmesinde ve yayılma-sında son derece etkili olmuştur. En eski yazılı ka-yıtların, ilk Sümer medeniyetinin (M.Ö. 3000’den önce) rahipleri tarafından tutulmuş olduğu tahmin edilmektedir.

Mezopotamya’da ortaya çıkan Sümer, Akad, Elam ve Babil kültürlerini, günümüze kadar ulaşa-bilmiş olan çok sayıdaki çivi yazılı tabletler sayesin-de öğrenmekteyiz. Tablet incelenmelerinden, Sümerlerin ve Eski Babil-lilerin (M.Ö. 7. ve 6. Yüzyıllardaki ’Yeni Babil’ uygarlığından ayırt et-mek için bu ad verilmiştir), bugün bizim cebir olarak adlandırdığımız matematik yöntemini kullandıklarını anlıyoruz. Ticarette, arazi ölçü-münde, mimarlıkta ve inşaatta karşılaşılan meselelerin çözümü için

ihtiyaç duyulan matamatiksel denklemler kelimelerle yazılmakta ve çö-zümleri, denenmiş bazı kurallara uyularak yapılmaktaydı. Babilliler, bi-rinci, ikinci ve hatta üçüncü dereceden denklemleri çözebilmekteydi. Eski Babillilerin ve tahminen Sümerlerin incelediği diğer bir matema-tik dalı da geometriydi.

Ne yazık ki, Sümerlerin ve Babillilerin matema-tikteki başarıları daha sonraki dönemlerde sürdü-rülememiştir. Cebir, her ne kadar İyonyalılar (Eski Yunanlılar) tarafından kısa bir süre uygulanmış ise de, 9. Yüzyılda İslâm matematikçileri tarafından canlandırılıncaya kadar tümüyle unutulmuştur.

Uzun süre okunmadan kalmış olan, Eski Babil matematiğini tanıtan çivi yazılı tabletler, Sümer-Babil gök bilimi ve Keldânîlerin katkıları hakkında da bilgi sağlamaktadır. Bu bilgiler bu toplumların, gök biliminde bilimsel gözlem yöntemini keşfet-tiğini açıkça ortaya koymaktadır. Hatta, kozmo-loji, yani evrenin doğası gibi çok kurgusal bir ko-nuda dahi, pek de hâyale ve efsaneye dayalı ol-mayan bir betimleme yapmayı başarmışlardır.

Sümerlerin evreni, tanrı ve tanrıçalarla dolu olmasına rağmen, Mısır modeline göre daha maddi ve doğayı tasvir edici fiziksel özellikler ta-şımaktaydı. Güneş gündüzleri gökyüzünde hare-ket eder, geceleri ise Yer’in alt tarafına geçerdi. Ay’ın hareketi de böyleydi. Ayın evrelerine gelin-ce; evreler ile Güneş arasında ilişki kurmuş ve bu arada, Ay ışığının Güneş ışığının yansımasından kaynaklandığını anlamışlardı. Yıldızların gökkub-beye tutturulmuş olduğunu düşünmüş, fakat di-

ğer devredaş toplumlardan farklı olarak, bu düşünceyi bu evrede bı-rakmayıp geliştirmişlerdir. Mısırlılarda olduğu gibi, yıldızları takımyıldızlar hâlinde düzenlemişler ve onlara, mevsimlere göre değişik görüntüler at-fetmişlerdir. Gezegenlerin hareketlerini ayrıntılı olarak incelemiş ve ge-zegen yörüngelerinin ekliptiğe yakın dolaştığını belirlemişlerdir.

ESKİ MEZOPOTAMYA’DA GÖK BİLİMİ

Venüs gezegeninden bahseden M.Ö. 7. Yüzyıla tarihlenen Babil tableti.

Page 22:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

22

Sümerlerin Gılgamış Destanı’nda tüm gökkubbe, her biri değer-li taşlardan yapılmış üç ayrı katmandan oluşmuş olarak anlatılır. Bu üç tabaka yerin üç bölümlü yapısını yansıtmaktaydı: Tanrıların bulun-duğu dağlar, insanların yaşadığı alçak ve düz araziler ile ölülerin di-yarı olan toprak altı. Gökyüzünün kıymetli taşlardan oluştuğu düşün-cesi daha sonra Tevrat’a ve İncil’e yansımıştır. Yağmurun gökte top-lanarak depolandığı ve gökyüzünde delikler açıldığında aşağıya aktı-ğı fikri de İncil’de yer almaktadır. Bununla beraber, yağmurun bulut-lardan geldiği fikrini ileri süren bir diğer görüş de vardı. Gökyüzü ile ilgili gözlemlerin yapıldığı kesindir. Yıldızların tan doğuşu ve batışları gözlenmiş, gezegenlere de büyük ilgi gösterilmişti. Gezegenler, yalnızca doğuş ve batış anlarında değil, ‘karşıt konum’da (opposition) olduk-ları durumlarda da gözlenmişti. Gecele-ri gökyüzünün en parlak cisimlerinden biri olan Jüpiter’in hareketlerine bü-yük ilgi gösterilmişti.

Kral Ammisaduga döneminde (yaklaşık M.Ö. 1921 ile 1901 arası), akşamları ve sabahları çok erken gö-rünen parlak Venüs gezegeni de büyük ilgi çekmişti. Gözlemleri için ne tür dü-zenek ve aletler kullandıkları kesin ola-rak bilinmiyorsa da, güneş ve su saat-lerinden yararlandıkları tahmin edil-mektedir. Kral I. Tukulti-Ninurta döne-minde (M.Ö. 1260-1232) bir gök cis-minin tam güney noktasında bulun-duğu anı belirlemek için bir çeşit ‘ge-çiş aleti’ kullandıkları zannedilmekte-dir. Kayan yıldızlar ve kuyruklu yıldızlar gibi gökyüzü cisimlerinin yanında, Güneş ve Ay tutulması olayları da gözlenip kaydedil-mekteydi. Gözlemler genellikle bir zigguratın tepesinden yapılıyordu.

Güneş’in, Ay’ın, gezegenlerin ve yıldızların tanrılar tarafından, insanlığın iyiliği ve faydası için gökyüzüne yerleş-tirildiği düşünülmekteydi. Bu gökcisimlerinin, Tanrıların gücünü gös-termek, ülkenin ve halkının geleceği ile ilgili işaretler vermek ve takvi-me temel sağlamak gibi görevleri olduğuna inanılıyordu. Takvim saye-sinde halk, tarımı doğru bir şekilde düzenleyebilir, Baştanrı Marduk’a ve diğer tanrılara adanan dini bayramlarını da zamanında kutlayabilir-di. İlk başlarda, Sümerler de Mısırlılar gibi yılın 360 gün olduğunu dü-şünmüşlerdi; bu 60 tabanlı sayı sisteminin parlak bir uygulanmasıydı. Günü; gündüz için 3, gece için yine 3 olmak üzere 6 bölüme, kısacası 4 saatlik parçalara ayırmışlardı. Gündüz ve gecenin uzunlukları mev-simlere göre değiştiğinden, bu parçalar eşit süreli değildi. Gök bilimin-de kullanılmaya pek elverişli olmayan bu yöntemin yerine daha son-raları, toplamda 360 birimlik bir bölümlendirmeye yol açan bir yön-tem kullanarak, günü birbirine eşit 12 kısma ve bu kısımları da ‘giş’ adını verdikleri bir birim cinsinden 30’ar eşit parçaya ayırdılar. 360’a bölme gökyüzüne de uygulanmış ve bu da bize, hâlen kullanmakta

olduğumuz 360 derecelik daireyi vermiştir. Sümerlerin, temelde ma-tematiğe dayanan 360 günlük yılının oluşumunda Ay takviminin de etkisi vardır. Ay takvimi, Ay’ın evrelerine bağlı olarak 30 veya 29 gün çeken ayların düzenli olarak peşpeşe sıralanmasıyla yapılmıştı. Bu tak-vimdeki 12 ay, toplamda 354 gün etmekteydi. Ay takvimi ile mevsim-ler arasında uyum sağlamak için, gerektiğinde araya fazladan bir ay eklenmekteydi. Bu eklemenin çok erken devirlerden başlayarak yapıl-mış olduğu tahmin edilmektedir. Zira Ur şehrinde M.Ö. 2294-2187 arasındaki dönemde, her sekiz yıllık bir dönemden sonra takvime bir

ay eklenmesi gerektiği biliniyordu. Bu tak-vim ilk İyon ve Roma takvimlerinin oldu-ğu gibi, İbranî takviminin de temelini oluşturmuştur.

Mezopotamya gök biliminin Keldânî dönemi olarak adlandırılan son döne-minde (M.Ö. 7. ve 6. Yüzyıllar), tapı-naklardaki gözlem ve bilimsel çalışma-lar, Keldânî (Kaldeli) rahipleri tarafın-dan yapılmıştır. Bu rahipler, M.Ö. 6. ve

4. Yüzyıllar arasında yer alan Pers istilala-rı ve Büyük İskender’in M.Ö. 332-323 yıl-larındaki fetihleri sırasında ve sonrasında

da gözlem ve çalışmalarına devam etmişler-di. Keldânîler İskender sonrası dönemde, ma-

tematiksel analizi gök bilimine, çağdaşları olan İyonyalılardan oldukça farklı bir şekilde uygula-mışlar ve böylece büyük bir gelişme sağlamışlardır.

Keldânîler, Eski Babillilerden zodiyakı mi-ras almış ve özellikle Ay ve gezegenlerle ilgili bir

dizi, uzun süreli gözlemler yapmışlardır. İyonyalı-ların aksine, ortaya bir gezegenler kuramı koymamış-larsa da, gezegenlerin gelecekteki hareketleri hakkın-da öngörüde bulunabilmek üzere, bunların geçmişte-ki hareketlerini gösteren ayrıntılı cetveller düzenlemiş-lerdir. Bunu, gökkubbede hareket eder gibi görünen

gezegenlerin değişen hızlarını ifade etmek için aritmetik yöntemle-ri kullanarak başarmışlardır. Kullandıkları yöntem, hareketin zaman-la değişimine dayanarak, gezegenlerin yörüngesini nasıl işaretledik-lerini gösteren basit bir grafikle kolayca anlaşılabilir. Güneş’in hare-ketlerini öngörmek üzere yaptıkları ilk çalışmalarda, Güneş’in iki fark-lı hızda, kışın yaza göre daha hızlı hareket ettiği varsayımından yola çıkılmaktaydı. M.Ö. 181-49 yılları arasında, gözleme dayalı bilgileri-nin artmasıyla, durumun aslında daha karmaşık olduğunu anlamış-lardı. Keldânîler, matematik bilgilerini kullanarak, Güneş, Ay ve geze-genler için zigzag şeklindeki fonksiyonları matematiksel olarak çöz-müşlerdir. Bu bir yenilik içeren, tümüyle bilimsel bir çalışmadır. Bu ça-lışma yöntemleri daha sonra sürdürülememiş, ancak çok uzun bir za-

man sonra Batı Avrupa’da yeniden ortaya çıkmıştır. Gök biliminin yoz-

laşmış bir şekli olan astrolojiyi, bugünkü bilinen şekliyle ortaya koyan-

lar da yine Keldânîler olmuştur.

“Halley Kometi”nden bahseden gök bilimi ile ilgili çivi yazılı bir tablet.Kaynak: British Museum

Page 23:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

23Olağanüstü pratik bir zekâya sahip olan Çinliler, bilgilerini pratik amaçlı kullanmada daima büyük beceri göstermişlerdir. Uygulamalı bi-limler söz konusu olduğunda, bütün eski toplumlar içinde en başarı-lı olanı Çin toplumuydu. Konumuz bilim ve teknoloji tarihi olmadığın-dan, Çinlilerin, etkin körük ve pompaların tasarımı, demir ve çelik üre-timi, gemi yapımı, derin burgu ve porselen yapımı vb. gibi çok sayıdaki teknik keşiflerinden bahsetmeyeceğimiz gibi, mekanik saat hariç, meka-nik konularında sahip oldukları beceri ve yaratıcılığın ürünleri üzerinde de durmayacağız. Ancak, bazı durumlarda Çin’nin Batı’dan yaklaşık bin yıl ileride olmuş olduğuna da işaret etmek gerekir. Çinliler o zaman için çok ileri bazı bilimsel düşünce ve görüşler de ortaya koymuştu.

Yöneticilerin davranış ve yönetim şekillerinin gökleri, uyarılan tep-kilerle etkilediği fikri, evreni canlı bir varlık olarak gören Çin düşünce-sinin temelini teşkil eder. Bu canlı varlığın bölümlerinden birinin sağlıklı ya da hasta olması, varlığın diğer bölümlerini de etkilemektedir. Bu dü-şünce tarzı, yöneticileri gözlemevleri kurmaya ve gök bilimcilere, gök-yüzünü inceleyip gözlemlerini kaydetmekle görevlendirmeye yönelt-miştir. Yönetim aynı zamanda, takvimi doğru hesaplayabilmek üze-re gökbilim bilgilerine ihtiyaç duymaktaydı. İmparatora bağlılık yemi-ni edenlerin resmî takvime uymaları bir zorunluluk idi. Bu takvimin ye-terince doğru olması, tarihlerinin mevsimlerle uyum sergilemesi gere-kiyordu.

Çinlilerin gök cisimlerinin gökyüzündeki konumlarını belirlemede kullandıkları yöntem, zamanın Batılı gök bilimcilerinin kullandığından farklı ve üstündü. Bu iki yöntem arasındaki fark, basit bir şekil yar-dımıyla kolayca anlaşılabilir. Yıldız konum ölçümleri her zaman açılar yardımıyla yapıldığından, yıldızları bir kürenin içinde asılı kabul etmek, daima uygun bir varsayım olmuştur. Bu varsayım altında, konum be-lirlemek için iki yöntem vardır. Birincisi Güneş’in ekliptiğini, yani görü-nür yörüngesini referans sistemi alarak, diğeri ise gök ekvatoruna da-yanarak konum belirlemektir. Gök ekvatoru ile ekliptik dairesi; ‘eki-noks noktaları’ denilen iki noktada kesişir. Güneş tam bu noktalardan geçerken, gece ve gündüz, büyük yaklaşıklıkla eşit uzunluktadır. Bu yüzden, gökküredeki bu noktalarla ilgili anlar, ‘gün-tün eşitliği’ olarak da anılırlar. Güneşin gök ekvatorunu güneyden kuzeye geçtiği nokta

“ilkbahar ekinoksu”dur. Örneğin X noktasındaki bir yıldızın konumu, Batlamyus’un ve İyonyalıların yaptığı gibi, ekliptiğe bağlı koordinatlar kullanılarak belirlenebilir. O zaman X yıldızının gök boylamı, ekliptik boyunca A noktasından C noktasına kadar ölçülen açının derece cin-sinden değeri olur. Yıldızın gök enlemi ise, C’den X’e kadar olan açısal uzaklıktır. Bu ikiliye ‘ekliptik koordinat sistemi’ deniyor. Diğer seçenek ise; gök ekvatoru boyunca A’dan B’ye, sonra da B’den yukarı, X’e doğ-ru açı ölçümü yapmaktır. Buna da ‘ekvatoryal koordinat sistemi’ deni-yor. Bugün gök bilimcilerin kullandığı yöntem budur. AB açısal uzaklı-ğına ‘sağ açıklık’ veya ‘bahar açısı’ adı verilmektedir. BX açısal uzaklığı-na ise, ‘dik açıklık’ veya ‘deklinasyon’ denir. Çinliler bu modern yönte-mi uygulamış, ancak yıldızın deklinasyonu yerine, kuzey kutbuna olan uzaklığını, yani NX açısal mesafesini kullanmışlardır. NX mesafesini ter-cih etmeleri, gök kutbuna verdikleri büyük önemin bir sonucudur. Zira Çinliler için gökkubbenin kuzey kutbu, imparatoru temsil eder. İmpa-rator, ülkenin merkezi olduğu gibi, kuzey gök kutbu da göklerin mer-kezi idi. Kuzey yarım kürede yer alan Çin için, kuzey gök kutbu daima gökyüzünde yer almaktadır. Gündüzleri görünmese bile, yine orada-dır. Kutup bölgesi yıldızları da her zaman ufkun üstünde kalır ve hiç-bir zaman batmaz. Benzer sebeplerden, kuzey gök kutbu ve kutup yıl-dızları çok büyük önem taşımış, bu durum da Çinlilerin takımyıldızla-ra bakış açısını ve Güneş’in gökyüzündeki konumunu ölçme yöntemi-ni etkilemiştir.

Daha önce bahsedildiği üzere, mevsimlere dayalı bir takvim yap-mak için Güneş’in konumunu bilmek gerekir. Bu konumu belirlemek-te Eski Akdeniz ve Mezopotamya uygarlıklarında tan doğuş ve ba-tışları izlenirken, Avrupa’nın kuzeye doğru olan bölgelerinde, örne-ğin İngiltere’de Stonhenge’de olduğu gibi, dikey şekilde sıralanmış taş sütunlardan yararlanılmaktaydı. Bunların yanında, Güneş’in takım-yıldızlar arasındaki yerini belirlemekte kullanılabilecek farklı bir yön-tem daha vardır. Bu ise gece yarısı tam güneyde hangi yıldızların bu-lunduğunu gözlemlemeye dayanır. Çünkü bu yıldızlar Dünya’ya göre, Güneş’in tam karşıt konumunda yer alırlar. Çinliler bu yöntemi kullan-mışlardı. Yöntemi uygularken, Güneş ve Ay’ın gökkürede birbirine çok yakın, hemen hemen aynı görünür yörüngeyi izlemesine dayanarak,

ESKİ ÇİN’DE GÖK BİLİMİ

Page 24:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

24

Eski Pekin Gözlem Evi'nde bulunan çemberli küre.

Page 25:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

25

içinden Ay’ın geçer gibi göründüğü “gök konakları” diye adlandırdık-ları 28 takımyıldızdan yararlandılar. Bunları bir kere belirledikten son-ra, her takımyıldızın ilk doğuşundaki sağ açıklık konumlarını, aynı sağ açıklığa sahip olan belirli bir kutup yıldızıyla özdeşleştirmişlerdi.

Bütün eski uygarlıklarda olduğu gibi, Çin’de de mevsimleri belir-lemek için, Güneş takvimi yanında Ay takvimi de vardı. M.Ö. 1400’e doğru Çinliler, Güneş yılının uzunluğunun 365 1/4 gün ve bir Yeni Ay’dan bir sonraki Yeni Ay’a kadar geçen süre olan ‘Kamerî ay’ın 29 ½ gün olduğunu bilmekteydi. 12 Kamerî aydan oluşan 354 günlük dev-reyi kullanmışlar ve buna, mevsimlerle uyumu sağlamak için zaman za-man 29 veya 30 günlük bir ay eklemişlerdi. Daha sonraları, 19 yıllık bir devre geliştirip kullandılar. Bu 19 yıllık devre Batı’da, M.Ö. 430 yılın-da Atinalı gök bilimci Meton ve Öktemon tarafından geliştirildiği için ‘Meton Devresi’ olarak tanınır. Hâlbuki Çinliler bu devreyi Meton’dan yüzyıl önce kullanmışlardı. Bu 19 yıllık devre, 12 Kamerî aylık 12 yıl ile 13 Kamerî aylık 7 yılın toplamı olan 235 Kamerî aydan meydana gelmekteydi. Bu devrenin sonunda Güneş ve Ay takvimleri arasındaki fark, yalnızca 5 gündü. Bu durumda ortalama hata, yılda 0,25 günden biraz fazla olmaktadır. Diğer yönteme göre üstün olan 19 yıllık devre yöntemi, genel olarak M.Ö. 3. Yüzyılda onun yerini almıştır. Bu şekil-deki takvim hesaplamaları, “ilkbahar başlıyor”, “yağmur suyu”, “bö-ceklerin hareketleri”, ‘ilkbahar ekinoksu’ vb. isimlerle adlandırılan ve 24 noktadan oluşan bir “meteorolojik” devreyle de uyumluydu. Bu noktaların her biri, Güneş’in, ekliptiğin 15º üzerindeki ve yaklaşık 14º sağ açıklıktaki görünür hareketine karşılık gelmekteydi. Kamerî ayla-rın bu noktalardan birini içermediği durumlarda takvime bir ay eklen-mekteydi. Böylece Çinlilerin, Güneş’in ve Ay’ın görünür hareketlerine dayalı yetkin bir takvim sistemine sahip olmuş olduklarını söyleyebiliriz.

Bu takvimlerin yanında Çinlilerin basit bir gün sayma yöntemi daha vardı. Güneş ve Ay’a bağlı olmayan ve bir kehanet sistemine dayanan bu yöntem, 12 “dünyevî gövde” ile 10 “göksel dal”ın birleşimlerin-den oluşturulmuştu. Her biri 60 gün olan iki ayrı dönem oluşturan bu yöntemin kullanımı, Şang Sülalesi dönemine kadar (M.Ö. 1520-1030) uzanmaktadır. Bu devrelerin her biri, 10’ar günlük 6 döneme bölün-mekteydi. 7 günlük hafta, İmparator Sung döneminde (960-1279), İranlılar veya Orta Asyalı tüccarlar tarafından, 1000 yıllı civarında Çin’e getirilinceye kadar, bu 10 günlük “hafta” kullanılmıştır.

Eski Çin’de gezegenlerin hareketleri de çok erken dönemlerden beri gözlenip kaydedilmiştir. Çinliler, o zamanlarda bilinen yegâne ge-zegenler olan Jüpiter, Mars, Merkür, Saturn ve Venüs’ün hareketlerini gözlemlemiş, ancak İyonyalıların yaptığı gibi bu hareketleri açıklamak için kuramlar geliştirmemişlerdi.

Çinliler, dolanım süresi yaklaşık 12 yıl (tam olarak 11,86 yıl) olan Jüpiter’e özel bir ilgi göstermekteydiler. Çünkü bu dolanım süresi, 12 döngülü “dünyevi gövde” ile ve ayrıca bir yılı oluşturan 12 Kamerî ay ile uyumluydu. Diğer eski uygarlıklarda olduğu gibi Çin’de de çeşit-li devirler belirlenmişti. Bunlardan en uzunu; bütün diğer devirleri bir araya toplayan, “Ulu ve Nihai Büyük Başlangıç” denilen döngü, en az 23.639.040 yıl uzunluğundaydı. Bu döngünün sonunda, bütün gökci-simlerinin göreli konumlarının başlangıçtakine döneceğine ve aradaki bütün değişimlerin tekrarlanacağına inanılıyordu. Çinliler, gezegenle-rin gözlemlenmesi yanında, Ay ve Güneş tutulmaları, kuyruklu yıldızlar

veya ender görülen yıldız patlamaları gibi çok çeşitli gök olaylarını da gözlemlemiş ve kaydetmişlerdi. Bu tarihi kayıtlar günümüz gök bilim-cisi için çok önemli başvuru kaynakları oluşturuyor. Bu kayıtlardan an-laşıldığına göre, çok erken dönemlerden beri Güneş tutulmalarına bü-yük önem verilmekteydi. Son derece ayrıntılı ve güvenilir olan bu kayıt-lar, M.Ö. 720’den itibaren başlamakta olup, Batlamyus’un (Ptolemeus) Almagest adlı yapıtında verdiklerinden 300 yıl öncesine uzanmaktadır.

Çinlilerin, Batı’da olduğu gibi, gökcisimlerinin değişmez ve karar-lı mükemmel yapılara sahip oldukları şeklinde bir önyargıları yoktu. Bu yüzden, Avrupa’da ancak 17. Yüzyıldan itibaren kaydedilmiş olan Gü-neş lekelerini gözlemlemiş ve kaydetmişlerdir. M.Ö. 28 yılında başla-yan bu kayıtlar, gök bilimcilerin elindeki en eski ve eksiksiz tarihi ka-yıtlardır. Batı ile karşılaştırıldığında, Çin’de gözlemin önyargılar yüzün-den kısıtlanmadığını gösteren bir diğer örnek, patladıkları zaman çev-relerinde sıcak ve parlak gaz kuşakları oluşturan nova ve süpernova-lar ile ilgili kayıtlardır. Han döneminin ortalarından itibaren (yaklaşık 50), Çinliler bu tip yıldızlar için “misafir yıldızlar” gibi uygun bir de-yim kullanmıştır. Batı’da ise, göklerin mükemmel ve kusursuz oldu-ğu dogması, kuramsal olarak yeni yıldızların ortaya çıkmasının olası olmadığı düşüncesine yol açtığından, bu tip yıldızların varlığı en azın-dan açıkça kabul edilmemekteydi. Ender görülen ve çok büyük patla-malar olan süpernovalarla ilgili, 1006, 1054, 1572 ve 1604 yıllarına ait Çin kayıtları bulunmaktadır. Son iki patlama, Avrupalıların evrenin mükemmel olduğu şeklindeki dogmalarının yıkılmasından sonraki ta-rihlerde gerçekleştiğinden, Doğu’da olduğu gibi Batı’da da kaydedil-miştir. 1054’deki patlamanın Japonya’da da kaydedildiği sanılmakta-dır. Çinliler M.Ö. 352 ile 1604 yılları arasında, en az 75 “misafir yıldız” gözlemleyip kaydetmişlerdir.

Gözlemlenen ve kaydedilen gökcisimleri arasında kuyruklu yıldız-lar da vardı. Hazırlanan kuyruklu yıldız listeleri, M.Ö. 613 yılından baş-layıp 1621’e kadar süren, 22 yüzyıldan uzun bir süreyi kapsamaktadır. Halley kuyruklu yıldızı da listede önemli bir yer almaktadır. Günümüz gök bilimcileri, Halley kuyruklu yıldızının erken dönemlerdeki hareket-lerini incelemelerinde bu kayıtlardan yararlanmaktadır. Çinliler, gökta-şı düşmeleriyle de ilgilenerek kayıtlar tutmuş, göktaşı kalıntıları üzerin-de incelemeler yaparak, bilimsel nesnellikte ayrıntılı raporlar yazmışlar-dır. Bu çalışmaları, Batı’da bu gibi nesnel bilimsel raporların ortaya çık-masından çok daha önce yapmış, dönemsel göktaşı yağmurlarının ka-yıtlarını da tutmuşlardı.

Çinliler, ilk sistemli yıldız kataloğunun da hazırlayıcılarıdır. M.Ö. 4. Yüzyılda, Gan De (Kan Te), Shih Shen (Şı Şın) ve Wu Xien (Vü Hsien) adlı üç gökbilimcinin herbirinin hazırladığı ayrıntılı üç katolog, 1000 yıl boyunca kullanılmıştı. Batı’da ise ilk yıldız kataloğu, M.Ö. 2. Yüzyıl-da derlenmişti. Çin’de uzun süre ayrı ayrı kullanılan bu kataloglardan yararlanan gökbilimci Ch’en Cho, 4. Yüzyılda bir gök atlası hazırlaya-rak bu katologları birleştirmişti. Bu atlasın benzeri gök atlasları, yüzyıl öncesinde de vardı; ancak takımyıldızları göstermiyorlardı. Günümüz-de genel kullanımda olan yıldız atlaslarında takımyıldızları göstermek için kullanılan, takımı oluşturan yıldızların çizgilerle birleştirilmesi yön-temini de Çinliler bulmuştu. Erken dönem yıldız haritalarından birisi, 5. Yüzyılda “İmparator Gökbilimcisi” Qian Lo-Chih (Ch’en Lo Chih) tara-fından yapılan gök haritasıdır. 940 yılında ortaya çıkan ve “Tunhuang” (Dunhuang) adıyla anılan harita, en dikkat çekici olanıdır.

Page 26:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

26

Haritanın özelliği, yıldızların gökkubbede göründükleri durumu düz-lemsel yapıdaki bir haritaya aktarmada kullanılan yöntemden kaynak-lanmaktadır. Bu problem, bir kürenin, örneğin yeryüzünün, düz bir harita şeklinde gösterilmesine eşdeğer güç bir meseledir. Bu güçlüğü gidermede, 2. Yüzyılda Batlamyus’un açıkladığı izdüşümleme (projek-siyon) yöntemlerinden, günümüzde harita ve atlas yapımında kulla-nılmakta olan Merkator izdüşümlemesine kadar çeşitli yöntemler kul-lanılmıştır. Qian Lo-Chih’nin kullandığı yöntem, Merkator izdüşümle-mesine eşdeğerdir. Ancak, Hollandalı haritacı Gerhard Mercator bu yöntemi 1569 yılında, yani Qian Lo-Chih’den yaklaşık bin yıl sonra ta-sarlamıştır. 940’dan itibaren Çin’de yaygın bir şekilde kullanılan bu iz-düşümleme yönteminden Mercator’un haberdar olup olmadığı bilin-memektedir. Fakat bir zamanlar sanıldığı gibi, Batının bu konuda ön-cülük yaptığı savının doğru olmadığı açıktır.

Çinliler, merkezinde gök kutbu bulunan daire veya dairemsi şe-kilde gökyüzü haritaları da yapmışlardır. Merka-tor izdüşümlemesinden farklı bir yöntemle yapılan bu haritalar, gök kürenin, gök kutbunun tepesin-den kuşbakışı görünümünü yansıtmaktadır. Bu iz-düşümleme yöntemiyle yapılmış en kapsamlı hari-ta, 12. Yüzyıla ait olup, taş üzerine oyulmuştu. Bu haritada kutup noktası, ekliptik, ekvator ve “gök konakları” resmedilmiş, Ay’ın “beyaz yol” diye ad-landırdıkları yörüngesi gösterilmiş ve Güneş ile Ay tutulmalarının doğru açıklamaları verilmişti. Tutul-maların bilimsel sebepleri Çinli gök bilimci tarafın-dan, yaklaşık 1. Yüzyıldan beri bilinmekteydi.

Çinliler çok çeşitli gözlem aletleri ve düzenek-leri kullanmışlardı. Bunların arasında gölge çubu-ğu (Gnomon) ve çemberli küre gibi, diğer uygar-lıklar tarafından da kullanılmış olanlara benzer aletler vardı. Daha sonraları, Müslümanların öne-risiyle, taştan dev gök bilimi aletleri yaptılar. Bun-lardan biri, Güneş’in gölgesini ölçmek için, Ho-nan eyaletinde 1276’da inşa edilen Zhou Kung (Çoğ Kung) Kulesi’ydi. Yüksekliği 12 metre olan bu kulenin tabanında, uzunluğu 36 metreyi aşan, derecelendirilmiş taştan bir cetvel vardı. 12 metre yüksekliğin-deki bir dikey çubuğun gölgesi bu cetvelin üzerine düşürülmekteydi. Çinlilerin kullandığı gözlem aletlerinin tümü başka yerlerde tasarlan-mış değildi. Kendi tasarımları olan pek çok alet de yapmışlardı. Bun-ların en eskilerinden biri, yeşimtaşı veya pişmiş kilden yapılmış olan, ölçeklendirilmiş (kalibre edilmiş) standart boyuttaki dikey çubuktur. Bunların, M.Ö. 2. Yüzyıla veya daha erken bir tarihe ait olduğu düşü-nülmektedir. Bir diğer alet ise, Kutup çevresi takım yıldızlarının şablo-nuydu. Gök kutbu yakınındaki bazı yıldızların veya gök kutbunun ko-numunu belirlemek için kullanılan bu alet, merkezinde bir delik bulu-nan yeşim taşından yapılmış bir daire şeklindeydi. Alet yıldızların gö-ründüğü açıları da gösterebildiğinden, kutba yakın yıldızlarının “gök-teki konak”larını belirlemeye de yarıyordu.

Çinliler ayrıca, gök biliminin önemli bir parçası olan zaman öl-çümü ile de ilgilenmişlerdir. Bu bağlamda, kökeni Mezopotamya ve Mısır’a giden su saatlerini kullanmış ve geliştirerek çok daha dakik hâle getirmişlerdi. Bunun yanında, terazi şeklinde bir su saati ile, kısa

zaman sürelerini ölçmek amacıyla, su yerine daha düzenli akış hızları sergileyen cıvayı kullanan ve bir çeşit kronometre işlevi gören, küçük yeşim taşından yapılma minyatür saatler icat etmişlerdir.

Çinlilerin bu alandaki en önemli katkısı, maşalı mekanik su saatini icat etmiş olmalarıdır. Maşa düzeneği ilk kez, 8. Yüzyıl başlarında ta-sarlanmıştı. Düzenek aynı yüzyılda çemberli küreye de uygulandı. An-laşıldığı kadarıyla bu uygulamanın amacı, gökyüzünün günlük dönü-şünü gösteren bir alet yapıp, gözlem işlemini kolaylaştırmak değildi. Amaç, başka bir çemberli küre yardımıyla gözlenen gerçek dönüşün kıyaslanabileceği bir standart düzenek sağlamaktı. Böylece; görevle-ri, gökyüzünü gözlemleyerek bilinenlerden farklı olayları kaydetmek, olan gök bilimci kayıtlarını bu standartla karşılaştırarak, kayıtlarındaki çelişkileri kolayca farkedebilecekti.

Bu düzeneğin en dikkat çekici uygulaması 11. Yüzyılda gökbilimci Su Sung tarafından Kaifeng’de inşa edilen büyük ‘saat kulesi’dir. Bu kule, su saatiyle zamanı göster-diği gibi, tepesinde su saatinin maşa tertibatı yar-dımıyla döndürülen bir çemberli kürenin bulunma-sından dolayı gözlemciler için önemliydi. Bu küre, Güneş’in ve yıldızların gökteki görünür hareketini otomatik olarak izleyecek şekilde işlemekteydi.

Çinliler, bu konularda Batı’dan çok ileriydiler. Mekanik saat Avrupa’ya, Çin’de maşa düzeneği-nin icadından yedi yüzyıl sonra, ancak 14. Yüz-yıl başında geldi. Mekanik gözlem aletleri ise 18. Yüzyıldan önce yapılamadı.

Erken dönem Çin Gök Biliminin evren hakkın-daki düşüncelerine de özet bir şekilde değinmek yerinde olur. Çin’de başlıca üç değişik evren kura-mı vardı. Bunlardan en eskisi, Babil’den miras alın-mış gibi görünen, “yarım küresel kubbeler” diye adlandırılan kuramdır. Bu kurama göre; gök bir kubbe şeklinde olup, altında halka şeklinde bir ok-

yanusla çevrilmiş olan kubbe şeklindeki Yer bulunmaktaydı. ‘Gökkü-re kuramı’ olarak tanınan ikincisi ise, evrenin görünümünü daha ger-çekçi bir şekilde tasvir ediyordu. Bu kuramın ana fikirleri daha M.Ö. 4. Yüzyıldan itibaren bilinmekteydi. Yer’in küre şeklinde olduğu fikri de bu kuramla bağlantılıydı.

Çinlilerin evren hakkındaki üçüncü kuramı olan “sonsuz boş uzay” kuramı, üç kuramın en gelişmiş ve en fazla yaratıcılık taşıyanıdır. Bu kuramı Geç Han Dönemi’nde (25-220) yaşamış olan gökbilimci Ch’i Ming’in ortaya attığı sanılmaktadır. Bu kuram’a göre, gökler boş, maddeden yoksun ve sınırsızdı. Ay, Güneş ve yıldızlar boşlukta yüz-mekteydi. Ancak, izledikleri yolda onları hareket ettiren güç neydi? Bunu açıklamak üzere Çinliler, muhtemelen Taocu felsefeden kay-naklanan “sert rüzgarlar” kavramına başvurmuşlardı. Kuramın bütü-nü tamamıyle özgün bir fikirdi. Gerçekten de; ister sert, ister hafif ol-sun; rüzgar gücüyle hareket ettirilen gök cisimlerinin içinde yüzdüğü sonsuz boş evren fikri çok gelişmiş bir kavramdır. Günümüzün evren kavramıyla da çok yakınlık taşıyan bu kuram, zamanının diğer kuram-larından, örneğin İyonların değişmez ve mükemmel katı küreler kura-mından daha az sınırlayıcı, gelişmelere çok daha açıktı.

Zhou Kung (Çoğ Kung) Kulesi

Page 27:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

27

ESKİ EGE UYGARLIĞI’NDA GÖK BİLİMİ

Giriş

Bugünkü Yunanistan ve Türkiye’nin batı bölgelerinin yer aldığı Ege denizi çevresinde oluşan ve gelişen uygarlık, Mısırlılara, Mezopotam-yılılara ve Fenikelilere çok şey borçludur. Bu uygarlık aynı zamanda, Mezopotamya’da Sümer, Mısır’da Eski Krallık dönemi ile çağdaş olan, çok eski iki Ege çevresi uygarlığının, Minos ve Miken uygarlıkları dö-neminin de ürünüdür.

‘Yunan’ sözcüğü, Anadolu’nun Batı Ege kıyısında yaşamış olan İyonyalıların isminden kaynaklanmıştır. Türkler, İyonyalılarla karşılaştık-larında tüm bu kültürlere ve insanlara ’Yunan’ demiş, daha sonra kur-dukları devlete de Yunanistan adını vermiştir. Bu nedenle, Eski Ege Uygarlığı’ndan bahsederken, aslında “Eski Grek” teriminin kullanılması gerekirken, biz pek doğru bir nitelen-dirme olmayan ‘Eski Yunan’ deyimi-ni kullanıyoruz. Bu yüzden konumu-zu, alışılagelmişten biraz farklı olarak

“Eski İyonya Gök bilimi” ve “Eski Grek Gök bilimi” başlıklı bölümler altında ele alacağız.

Günümüzde, gök bilimi çalışma-larında, hem matematik, hem de fi-zik çok önemli rol oynar. Buna karşı-lık, bu bölümde ele alınan M.Ö. 700 ile M.S. 300 yılları arasındaki Eski Ege uygarlığında yapılan gök bilimi çalış-maları, salt matematiksel ve gözlem-sel yöntemleri içeriyordu. Fiziksel kav-ram ve yaklaşımlardan uzaktı.

Bu dönemde ve daha sonraları Roma devrinde de, Yer’in, tüm yıl-dızların asılı olduğu küre şeklindeki bir evrenin merkezi olduğuna ina-nılmaktaydı. Bu gökküre, durağan olduğu düşünülen Yer’in çevresin-de doğudan batıya doğru dönmekte ve beraberinde Güneş’i, geze-genleri ve yıldızları taşımaktaydı. Bu evren kavramı, 18. Yüzyılda ‘Yer merkezli’ (geocentric) model olarak adlandırılmıştır. Gerçekte Güneş,

yıldızlar gibi Yer’in dönme eksenine dik bir daire değil, bu eksenle dik-ten farklı bir açıyla kesişen bir daire çizer. Bu daire ‘ekliptik dairesi’ ola-rak adlandırılır. M.Ö. yaklaşık yediyüzlerde, gök biliminin konusu te-melde zaman belirlemeleriyle ilgiliydi. Gece ve gündüzün gösterdiği sı-ralı ve düzenli değişimin, bir zaman ölçüsü yaratması doğaldı. Benzer şekilde, Ay’ın periyodik değişimlerinin de, belirli zaman aralıkları dü-şüncesini oluşturması olağandı. Bu değişimler, o devirdeki zamanı be-lirleme yöntemlerinin temelini oluşturmaktaydı. Önemli bir zaman sü-resi olan ‘yıl’ın aylar cinsinden belirlenmesi ise, pek kolay değildi. An-cak, tahıl ve benzeri besin maddelerinin üretilmesi sürecinde, bir yıl-lık sürenin, yaklaşık olarak da olsa, belirlenmesi yaşamsal bir önem ta-şımaktaydı. Bunu sağlayacak yöntemlerin geliştirilmesi gerekliydi. O çağda çiftçiler, ekim ve ekin toplama zamanlarını takım yıldızların do-

ğuş ve batış periyodlarına göre belir-liyorlardı. Dolayısıyla, yüzlerce yıl bo-yunca gök bilimciler, bu doğuş ve ba-tışlarla ilgili çalışmalar kaleme almış-lardı. İlk evrelerde yapılan 30’ar gün-lük 12 aydan oluşan bir zaman be-lirlemesi ile, Ay’a göre yapılan ara-sında, kısa bir süre sonunda bir fark ortaya çıkmaktaydı. Bu durumu dü-zeltmek üzere, M.Ö. 600 yıllarında, 30’ar günlük 6 ay ile 29’ar günlük 6 ay’dan oluşan bir takvim yapıldı. An-cak, bu ‘düzenleme’, iklim periyotları ile güneş yılı arasında daha büyük bir uyumsuzluğa yol açmıştı. Bu durumu düzeltmek isteyen Atinalı devlet ada-

mı Solon, iki yıllık periyodu içeren bir takvim yaptırdı. Bu takvimde, her iki yıllık süre içinde; 30’ar günlük 13 ay ile, 29’ar günlük 12 ay vardı. Bu durumda 1 yıl 369 gün ve 1 ay da ortalama 29,5 günden oluşmak-taydı. Ancak, ay takviminin kullanılmasına devam edildi.

Sonuç olarak, gök bilimi, değişik takvimler arasındaki uyumsuzluk-ların düzeltilmesi için çok gerekli olan bir bilim dalı hâline geldi.

Ege bölgesinin tarihi haritası; Eski Çağda İyonya olarak adlandırılan, Anadolu’nun Batı bölgeleri birkaç yüzyıl boyunca önemli felsefî ve bilimsel

düşüncelere beşiklik etmiştir.

Page 28:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

28

Kâtip Çelebi'nin Cihannuma adl› eserindeki Batlamyus Evren Modeli.

Page 29:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

29

Erken Dönem İyonya Gök Bilimi

Zamanının gelişmiş bir ticaret bölgesi olan İyonya; doğudan, gü-neydoğudan, Mezopotamya’dan ve daha uzaklardaki İran, Hindistan ve hatta Çin gibi ülkelerden gelen tüccarların sık uğradıkları bir mer-kezdi. Bu durum her yerden çok, özellikle İyonya’nın ana limanı olan Milet şehri için geçerliydi. Böylece, İyonyalılar çeşitli düşünce ve inanış-ların buluştuğu uyarıcı bir ortamda yaşamaktaydılar.

Milet’li Tales

Kendinden sonraki kuşaklarca felsefe ve matematiğin kurucu-su olarak kabul edilen Tales, M.Ö. 624-546 yılları arasında Milet’te doğmuştur. Kendisinden yaklaşık yüzelli yıl sonra yaşayan tarihçi Heredot’a (Herodotus) göre, Tales’in ününü artıran başarılarından bi-risi, M.Ö. 28 Mayıs 525 yılında meydana gelen Güneş tutulmasını ön-ceden haber vererek, savaşmak üzere olan Medler ve Lidyalılar arasın-da altı yıldır süren düşmanlığın sona ermesine sebep olmasıdır. Ancak, günümüzde birçok bilim tarihçisi Tales’in bu öngörüsünü, en azından Herodot’un kaydettiği gibi olayın meydana geldiği yer ve zaman ara-lığı için yapmış olmasının mümkün olmadığı düşüncesindedir. Bunun ona ölümünden sonra yakıştırılmış bir başarı öyküsü olduğu kabul edilmektedir. Bu tip yakıştırmalar başka filozoflar için de yapıl-mıştı. Örneğin, filozof Anaksagoras’ın da, önceden tah-min edilmesi imkânsız olan, büyük bir göktaşının düş-me olayını önceden haber verdiğine inanılmaktaydı.

Tales’in Mısırlılar ve Babillilerden etkilendiği bi-linmektedir. Gerek Herodot ve Aristo (Aristote-les), gerekse Ödemos (Eudemos), Greklerin ma-tematik bilgilerini Tales vasıtasıyla Mısır’dan al-dıklarını ileri sürmüşlerdir. Babilliler de, Tales’den en az iki yüzyıl önce, ay tutulmalarını öngören hesaplamalar yapabiliyorlardı.

Milet’li Anaksimander

Tales’in genç bir çağdaşı olan Anaksimander, M.Ö. yaklaşık 610’da Milet’te doğdu ve 547’den bir süre sonra öldü. Tales için olduğu gibi, Anaksimander için de elimizde bilgi ola-rak, yalnızca daha sonraki Yunan filozoflarının pek güvenilir olmayan rivayetleri var. Bu kaynaklara göre, Anaksimender ekinoksları ve eklip-tiğin eğilimini belirlemiştir. Ancak, onun bu çalışmaları yapmış olması pek olası değildir. Çünkü bu bilgiler zaten Babil’de bilinmekteydi. An-tik çağlarda Anaksimander’in güneş saatini icat ettiği ve ilk gökküreyi yaptığı ileri sürülmüşse de, aslında bu Babil aletlerini Eski Greklere ilk tanıtan kişi olmuş olsa gerektir. Buna karşılık, o devirde insanların ya-şadığı bölgenin ilk haritasını çizdiği biliniyor.

Sisam’lı Pitagor

İyonya Okulu filozoflarından hiçbiri, M.Ö. 569 yılı civarında Sisam (Samos) adasında doğan Pitagor kadar, gelecek kuşakların inanç ve düşünceleri üzerinde etkili olmamıştır. Evrenin sayılara bağlı olarak mükemmel bir uyum içinde işlediğine inanıyor ve bu inançla da in-sanları ahenkli bir hayat yaşamaya ikna ediyordu. Kurduğu okuldan, Pitagorcular olarak anılan çok sayıda filozof yetişmiştir. Pitagor Mısır

ve Babil’de uzun süre yaşamış ve burada, matema-tik ve gök bilimiyle ilgili bilgiler edinmişti. Pitagor’un,

gök biliminde Babillilere çok şey borçlu olduğu bilinmek-tedir. Babilliler gibi, Pitagorcular da gök cisimlerinin kutsal ol-

duklarına inanıyorlardı. Yine Babilliler gibi, gezegenlerin Yer’den farklı uzaklılarda bulunduklarını ve yıldızlardan daha yakın olduklarını düşü-nüyorlardı. Pitagorcular gezegenlerin Yer’den uzaklıklarını, onların pe-riyodik hareketlerini inceleyerek belirlediler. Gezegenleri Yer etrafında-ki dolanım hızlarından faydalanarak; Yer, Ay, Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter ve Satürn şeklinde sıraladılar. Daha sonraları, Merkür ve Venüs dışındaki gezegenlerin Güneş’in önünden geçmediğini de göz-lemlediler. Bu gözleme dayanarak, Merkür ile Venüs’ü Güneş’in arka-sına yerleştirerek sıralamada düzeltme yaptılar. Bu sıralama, eğer Ay’ı gezegen saymaz ve Yer yerine de Güneş’i merkez seçersek, günümüz-deki sıralama ile aynı olur. Pitagorcular Yer’in küre şeklinde olup, ev-renin merkezinde yer aldığını ileri sürüyorlardı. Aynı zamanda, diğer gökcisimlerinin Yer’in çevresinde dairesel yörüngeler üzerinde döndü-ğüne ve gezegenlerin sabit hızlarla hareket ettiğine inanıyorlardı. Ev-ren hakkındaki Pitagorasçı görüşler arasında en şaşırtıcı olanı, bizzat Pitagor’un öğrencilerinden olan Filolaos (Philolaos) tarafından ileri sürüldüğü sanılan; Yer’in diğer gezegenler gibi yörüngesi olan bir

Rönesans ressamlarından Rafaello Sanzio’nun Atina Okulu isimli tablosundan bir bölümde, Pitagor’un bir temsili resmi görülmektedir. (Üstte)

Roma İmparatoru Decius (201-251) zamanında basılan bir parada Pitagor’un temsili resmi. (Yanda)

Page 30:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

30

gezegen olduğu görüşüdür. Bu görüş, Yer’in hareketli olduğu düşün-cesini taşımaktaysa da, Yer’in Güneş’in çevresinde döndüğünü ifade etmiyordu. Pitagor, Ay’ın yörünge düzleminin, Yer’in ekvator düzlemi ile bir açı yaparak kesiştiğini kabul ediyordu. Çoban Yıldızı’nın, hem gece hem de gündüzleri görünen bir yıldız olduğunu da bilmekteydi.

Sakızadalı Onepid

M.Ö. 490’da Sakızadası’nda (Chios) doğan ve M.Ö. 420’de ölen Onepid’in, M.Ö. 450 civarında ekliptik düzleminin ekvatoru 24°’lik bir açıyla kestiğini belirlediği ve bulduğu bu değerin, M.Ö. 250 yılında Erastothen tarafından daha dakik bir değer bulununcaya kadar kul-lanıldığı ileri sürülmüştür. Buna karşılık bazı bilim adamları, Önepid’in ekliptik düzleminin eğik olduğunu keşfettiğini, ancak ölçüm yapmadı-ğını düşünmektedirler.

Onepid’in, 730 aydan oluşan, “Büyük Yıl” olarak adlandırılan 59 yıllık dönemlere dayalı bir takvim önerdiği de kaydedilmiştir. Aşağı yu-karı aynı zamanda Philolaos, Onepid’inkine benzeyen, fakat 729 ay içeren bir takvim önermişti. Ancak bu önerinin, gök bilimin-den çok, Pitagorcuların sayılara olan mistik inancına dayandığı düşünülmektedir. Zira inanışlarına göre; Ay’ın ve Yeryüzü’nün sa-yıları, sırasıyla 27 ve 9’du. 729 sayısı ise 27² ve 9³’e eşittir.

Grek Yarımadası’nda Gök bilimi

İyonya’da doğan bilimsel düşünce, uzun süre bu bölgeyle sınırlı kalmadı. İyon-ya kentleri, M.Ö. 530’da Persler tarafın-dan işgal edilmiş, bölgenin en önemli ken-ti Milet, birkaç yıl sonra tamamen yıkılmış-tı. Ksenofanes, Pitagor vb. birçok filozof ül-keyi terkederek, Yunan Yarımadası’na ve İtalya’nın güney batı kıyısında bir liman ken-ti olan Elea’ya göç etti. Böylece bilimsel dü-şünce Ege’nin bir başka bölgesine aktarıldı.

Greklerin en önemli kenti Atina’da kül-

tür, Güney İtalya’daki Grek kolonileri veya

İyonya kentlerinde olduğu kadar erken ge-

lişmemişti. Ancak, burada gelişen kültür

daha kararlı ve uzun ömürlü oldu. İyonyalıların elinde olan Karade-

niz kıyısındaki kolonilerle yapılan ticaret, İyonya’nın işgalinden son-

ra Perslere karşı izlenen politikada Grek kentlerinin önderliğini yapan

Atina’nın eline geçmişti. Perslere karşı kazanılan zaferden sonra, Ati-

na zenginleşip, büyüme dönemine girdi. Büyük devlet adamı Perikles

(M.Ö. y.495-429), Milet’in son filozofu Anaksimenes’in öğrencilerinden

Anaksagoras’ı, kültür yaşamına katkıda bulunması için Atina’ya getir-

mişti. Böylece Atina’da etkin bir düşünce ortamı oluşmaya başladı.

Anaksagoras

Milet’ten fazla uzak olmayan Lidya kenti Klazomenea’da doğan Anaksagoras (M.Ö. y.488-428), İyonyalı bir filozof idi. Ona göre Yer-yüzü bir silindir şeklindeydi. Bağlı olduğu okulun diğer öğrencileri gibi, Anaksagoras da, Güneş hariç bütün gök cisimlerinin Yer’den kopmuş olduklarına inanıyordu. Güneş’in kor hâline gelmiş bir kaya parçası ol-duğunu düşünüyordu. Ancak Pitagorcuların aksine, bunların kutsal ol-madıklarına inanmıştı.

Anaksagoras, Ay’ın güneş ışığını yansıtması sonucu parladığını ve tutulmaların, Ay’ın gölgesinin Yeryüzü’ne ve Yeryüzü’nün gölgesinin Ay’ın üzerine düşmesi sonucunda oluştuğunu dile getiren ilk kişidir.

Meton ve Öktemon

Anaksagoras’ın yaşamının sonlarına doğru, Atina’da gökyüzü göz-lemleri Meton tarafından yapılmaktaydı. Meton bu gözlemleri, mes-lekdaşı Öktemon ile birlikte yürütüyordu. Özellikle, tropikal yılın süre-sini bulmak için Güneş’in günöte noktalarını gözlemliyorlardı. Meton

M.Ö. 432’de yapılan Olimpiyat Oyunları sı-rasında, sonraları Meton Döngüsü adı veri-len buluşunu açıklamıştı. Aslında bu çevrim Eski zamanda, Mezopotamyalılar tarafın-dan biliniyor ve ‘Resmî Takvim’ çevirilerinde kullanılıyordu. Meton’un döngüsüne dayalı takvim, Grekler tarafından pek uygulanma-mışsa da, Hipparkus ve Batlamyus gibi gök bilimcilerin çalışmaları için önemli gözlem verileri sağlamıştır.

Eflatun (Platon)

Atina’da etkin bir Filozof olan Sok-rat (M.Ö. 470-399), öğrencisi Ksenefon’a (M.Ö. 570-500) göre, gök bilimini “bir za-man kaybı” olarak görmekteydi. Onun öğ-rencisi olan Eflatun da (M.Ö. 427-347), esa-sında hocasının düşüncelerini sürdürmüş-tür. Ancak Eflatun, genellik iddiası olan bir felsefenin mutlaka, evrenin doğası ile ilgi-li bir kuramının da olması gerektiğini düşü-nüyordu. Böyle bir kuram, ilâhiyata, ahlâka, politikaya hizmet edebilir ve eğer uygun bir şekilde çerçevelenirse, bunların inandırıcılı-ğını da artırabilirdi. Bu düşünceye dayana-rak geliştirdiği doğa felsefesi, kendisinin

politika ve ilâhiyata ilişkin görüşleriyle uyumlu ve onlara hizmet eder nitelikteydi. Eflatun, kendisinden önceki pek çok düşünür gibi, evrenin başlangıcında, kendiliğinden var olan bir kaosun bulunduğuna inanı-yordu. Kaos’un evrene dönüşümü, İyonyalı filozofların ileri sürdüğü gibi mekanik bir süreç sonucu olmayıp, doğaüstü bir gücün tasarladı-ğı matematiksel bir plana göre olmuştur.

Plutark’ın dediği gibi; Eflatun, “doğa yasalarını kutsal prensiplerin otoritesine bağımlı kılarak, gök bilimi çalışmalarından tanrı tanımazlı-ğın gölgesini kaldırmıştır”.

Ressam Rafael’in 1509’da yaptığı Atina Okulu adlı freskinden bir ayrıntı. Eflatun (solda) ile Aristo tartışırlarken resmedilmiştir.

Page 31:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

31

O dönemde hakim olan inanış, başta Ay, Güneş ve gezegenler ol-mak üzere, bütün gökcisimlerinin ilâhî bir yaratılışta kutsal varlıklar ol-dukları şeklindeydi. Bu nedenle o dönemin bilgisiz insanları, gökcisim-lerinin kutsal varlıklar değil, ateş küreleri olduklarını söyleyen İyonyalı filozofları dinsizlikle suçlamaktaydı.

Eflatun, Pitagorcuların, gök cisimlerinin kutsal, hareketlerinin mü-kemmel, düzgün ve dairesel olduğu şeklindeki görüşlerini benimse-miş ve hatta daha da ileriye götürmüştü. O, gök bilimcilere gökyüzü-ne değil de kendi içlerine, yani akıllarına ve inanışlarına başvurmalarını önerdi. Zira, akıl onlara, yıldızlı gökyüzünün Yer’in çevresinde dairesel olarak döndüğünü gösterecekti. Aslında, mükemmel olan gökyüzüne yakışan hareket biçimleri, biçimlerin en kusursuzu olan dairesel hare-ketlerdi. Nitekim, Eflatun gezegenlerin hareketlerinde gözlenen “dü-zensizliği” kabul etmiyor ve bunun bir yanılgı olduğunu ileri sürüyor-du. “Bütün gökcisimleri, değişiklik sergilemeyen, aynı ve tek cins dai-resel yörüngelerde hareket ederler, çeşitlilik sadece görünüştedir” de-mekteydi. Eflatun bu inancına uygun olarak, öğrencilerini, “gezegen-lerin görünürdeki düzensiz hareketlerini açıklayacak özel dairesel de-vinimleri matematik yoluyla bulmaya” yöneltmişti. Ama, o bununla gök gözlemlerini özendirmekten çok, gök bilimini matematiğin bir dalı hâline getirmeyi amaçlıyordu; “Gök bilimini geometride olduğu gibi, matematik problemleri olarak ele alacak ve yıldızlı gökleri yalnız bıra-kacağız” demekteydi. Eflatun’un, ortaya attığı bu problemi çözmek için kendisinin ciddi bir çalışma yapmadığı bilinmektedir. Onun bu dü-şünceleri, dönemin bilgisiz ve geri kafalı kişilerini tatmin etmişti. Ne var ki bu düşünce, bilim dünyası için çok pahalıya maloldu. Zira, 17. Yüzyı-la, Kepler’e gelinceye dek, yaklaşık 20 yüzyıl boyunca, hemen hemen tüm gök bilimci, bu yanlış öneriyi ispat etmek için sürekli çaba harca-dılar. Zamanla akıl onlara, yıldızlı gökyüzünün Yer’in çevresinde daire-sel olarak döndüğünü gösterecekti.

Knidos’lu Ödoksos

Kendisinden sonra gelen önemli filozoflardan bazılarının Eflatun’un düşüncelerinden uzaklaşmasına rağmen, bu düşüncelerin genel olarak etkinliği devam etmiştir. Ancak, Atina’da kurduğu Akademi’de yetişir-diği, başta Knidos’lu (Datça’lı) Ödoksos olmak üzere kendi öğrencileri bile, gök cisimlerinin hareketlerini açıklamak için geometrik yöntemler yanında, onun inanmadığı, “gözlemler yoluyla gerçeğe varmak” yön-temini de kullandılar.

M.Ö. yaklaşık 410’da İyonya’da Knidos’ta (Datça) doğan Ödok-sos, kısa bir süre Eflatun’un öğrencisi olmuştu. Gençliğinde Mısır’a gitmiş, orada bir müddet Heliopolis kentinde kalmıştı. Sekiz yıllık bir takvim döngüsünü orada hesapladığı söylenir. İyonya’ya dönünce Anadolu’nun batısında, Frigya bölgesinde kendi okulunu kurdu.

Ödoksos niceliksel gök bilimini, kurgusal (spekülatif) nitelikli olan kozmolojiyle birleştirerek, evrenin işleyiş şeklini belirlemek üzere, salt düşüncenin yanına gözlemi de katan ilk kişi olarak tarihe geçti.

Ödoksos’un gezegenler Modeli (Yer merkezli evren modeli)

Ödoksos zamanında, Babilliler, gökyüzündeki karmaşık periyodik olayları, az sayıda “basit periyodik hareketlerin bileşimi” olarak adlan-

dırılabilecek bir yöntemle, aritmetik yoldan çözüyorlardı. Ödoksos, bu yöntemden esinlenerek meseleyi geometrik yolla çözmek üzere küre üzerindeki daire ve yayların geometrisini inceledi; buradan hareketle yeni bir kuram geliştirdi. Ödoksos, bugün esas olarak “Eşmerkezli Kü-reler Kuramı” veya “Yer Merkezlilik Kuramı” adı verilen kuramı ile ta-nınmaktadır. Bu kuram, Ödoksos’tan sonra, Kepler’e gelinceye kadar 20 yüzyıl boyunca çok etkili olmuştur.

Bu kurama göre, bir gök cisiminin her basit devinim hareketine, Yer merkezli bir küresel kabuk karşılık geliyordu. Bu küresel kabuklar-dan biri gökyüzünün günlük, bir diğeri aylık veya yıllık devinimini tem-sil etmekteydi. İçteki kabukların dönme eksenleri, dıştaki kürelerin yü-zeylerine çakılıydı. Bütün küreler birbiri içine geçen, fildişinden yapıl-mış Çin topları gibi eşmerkezliydi ve merkezde Yer bulunuyordu. Bu küreler fiziksel olmayan matematiksel nesneler olduklarından görüle-mezlerdi.

Çok zekice yapılmış olan bu tasarım gezegenlerin, çizdikleri basit yörüngelerin yanında, yıldızların yer aldığı gökkubbe üzerinde bazen bir yönde bazen diğer yönde hareket ediyor, hatta duraksıyormuş gibi görünmelerini de açıklayabiliyordu. Tasarımda Güneş’in, Ay’ın ve ge-zegenlerin görünen hareketlerini açıklayabilmek üzere; sabit yıldızlar için bir, Güneş ve ay için üçer ve o çağlarda bilinen 5 gezegenin (Ve-nüs, Merkür, Mars, Jüpiter, Satürn) her biri için de dörder tane olmak üzere, toplam 27 küre kullanılmıştı. Model oldukça karmaşıktı ve yeni gözlemlerin ortaya koyduğu her yeni periyodik hareket, modele ek-lenen yeni küreler ve çemberler yardımıyla açıklanmaya çalışılıyordu. Ödoksos’un öğrencisi Kalippus, yedi gök cisminin her birine yeni bi-rer küre ekleyerek toplamı 34’e çıkarmıştı. Aristo ise bunlara 22 küre daha ekledi. Zamanla bu kürelerin sayısı 80’e çıktı.

Modelin nasıl çalıştığını göstermek üzere, Ay’ın hareketini ele ala-lım: Ay, herhangi bir gök cismi gibi doğar ve batar. Yer’in çevresinde-ki hareketini bir ‘Ay günü’nde tamamlar ve aynı zamanda, bir aylık sü-rede kat ettiği bir yörünge üzerinde de hareket eder. Öte yandan, 18 yıldan biraz uzun süren bir tutulmalar devresini tamamlayacak şekilde hareket eder. Bu durumda modelin; birincisi günlük, ikincisi aylık ha-reketleri ve üçüncüsü de tutulmalar devresini açıklayabilmek için 3 kü-reye ihtiyacı vardır. Ancak, kürelerin bu sırada dizilmiş olmaları gerek-mez. Ödoksos, büyük bir olasıklıkla önce Ay’ın günlük hareketini ele aldı ve bu hareketi, döngüsünü 24 saate tamamlayan bir küre ile açık-ladı. Bu kürenin ekseni, durağan saydığı Yer’in kutupları doğrultusun-daydı. Bu günlük hareketi temsil eden kürenin içinde, tutulmalar küre-si denilen ikinci bir küre vardı. Tutulum dairesinin (ekliptik) merkez dik-mesi (Güneş’in gökteki görünür yörüngesine dik eksen) etrafında dö-nen bu küre, döngüsünü 18 yılda tamamlayacak şekilde çok yavaş ha-reket etmekteydi. Üçüncü küre, Ay’ın aylık hareketini açıklamak için gerekliydi. Yer’in dışında kalan en içteki bu kürenin ekseni, ortadaki küreninki ile 5°’lik bir açı yapmakta ve devinimini ayda bir tamamlıya-cak bir hızla dönmekteydi.

Ödoksos’un, Pitanel’li Autolycus (M.Ö. y.360-y.290) gibi bazı çağ-daşları, onun eş merkezli küreler kuramını eleştirmiş ve bu kuramın, gezegenlerin yörüngelerinde dolanırken parlaklıklarında gözlenen de-ğişimleri açıklamadığını belirtmişlerdi. Kuram aslında, her gök cisminin Yer’den sabit birer uzaklıkta olduğu varsayımına dayandığı için, daha

Page 32:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

32

Batıktan çıkartılmış olan Antikythera’nın kırık ana parçaları.Antikythera’nın modeli (rekonstrüksiyonu)

Page 33:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

33

başlangıçta bilinenlere ters dü-şüyordu. Örneğin, Mars ve Ve-nüs gibi gezegenlerin parlak-lık değişiminin, Yer’e bazen ya-kın ve bazen de uzak olmala-rından kaynaklandığı bilinmek-teydi. Ayrıca, güneş tutulmaları bazen tam, bazen de halkalı şe-kilde gözlemleniyordu. Bu de-ğişim, Ay ve Güneş’in Yer’den uzaklıklarının zamanla değişti-ğine işaret ediyordu.

M.Ö. 1. Yüzyılda yaşayan İs-kenderiyeli gökbilimci Sosige-nes şöyle diyordu; “Ödoksos’un bağnaz taraftarlarının küreleri,

bu olayları açıklayamıyor. Onlar, kendilerinden sonra keşfedilen olayla-rı izah edemedikleri gibi, kendilerinden önce bilinen ve kendilerinin de doğru kabul ettikleri şeyleri açıklayamamışlardır.”

Günümüzde gök bilimi tarihçileri, Ödoksos modelinin, gezegenle-rin gerileme hareketlerinin birkaçını kaba bir yaklaşıkla, diğerlerini ise hiçbir şekilde açıklayamadığını ortaya koymuşlardır.

Yetersizliklerine karşın, Ödoksos kuramının çağdaşları ve sonraki-ler üzerinde çok büyük etki yaptığı kesindir. Onun eşmerkezli kürele-ri, Ortaçağda Batılı gök bilimcilerin elinde “kristal kürelere” dönüştü.

Pontuslu Heraklit

Gök cisimlerinin Yer merkezli dairesel bir yörünge üzerinde sabit hızlarla devindiği şeklindeki önyargı nedeniyle, Ödoksos sisteminin ba-şarısı sınırlıydı. Milattan önce bugünkü Karadeniz Ereğlisi’nin yerinde kurulmuş olan Hereclea kentinde doğup yaşamış olan Heraklit (M.Ö. 387-312), bu sistemin bazı güçlüklerini aşabilmek üzere, Merkür ve Venüs’ün Güneş’in çevresinde dairesel yörüngeler üzerinde devindik-leri şeklinde bir görüş ileri sürdü. Heraklit bu görüşünü, bu gezegenle-rin hiçbir zaman Güneş’ten uzaklaşmadıkları gözlemine dayandırıyor-du. Böylelikle, bunların görünen parlaklıklarındaki değişimler açıklan-mış oluyordu.

Heraklit, evrenin sonsuz ve her yıldızın kendi içinde bir evren ol-duğu görüşündeydi. Yer’in kendi ekseni etrafında, doğudan batıya doğ-ru 24 saate bir devinim yaptığını ve gökyüzünün günlük dönmesinin bun-dan kaynaklandığını da ileri sürdü. Güneş merkezli evren modelini ilk öne-renin o olduğu iddia edilmişse de, bu görüş genel kabul görmemiştir.

Kalippus

Ödoksos’un öğrencisi Kalippus (M.Ö. y.370-y.300), ören yeri Bandırma-Erdek yolu yakınında bulunan Küzikos (Cyzicus) kentinde doğmuş olan bir matematikçi ve gökbilimcidir. Kalippus, mevsim sü-relerini duyarlı bir şekilde ölçmüş ve ilkbahardan başlayarak; 94, 92, 89 ve 90 gün olduklarını bulmuştur. Mevsim sürelerinin eşit olmama-sı, Güneş’in Yer etrafındaki görünür hızının değiştiğini göstermektey-di. Bu sonuç, Eflatun Okulu filozoflarının öğretileriyle çelişik olduğu

için, ‘Güneş Anomalisi’ diye adlandırılıyordu. Kalippus bu çelişkiyi çöz-mek üzere, Ödoksos modelindeki Ay ve Güneş kürelerine ikişer küre daha ekledi. Böylece kuram ile gözlem arasındaki çelişkiyi ‘açıklamış’ oluyordu.

Kalippus, Güneş ve Ay yılları arasındaki uyuşmazlığı gidermek amacıyla, 940 aydan oluşan 76 yıllık devrelere dayalı bir takvim yap-mıştı. Meton takviminden daha doğru olan bu takvim, M.Ö. 330 yılın-da resmen kabul edildikten sonra ve uzun yıllar boyunca gök bilimci-ler tarafından kullanıldı.

1900 yılında Yunanistan’ın Akdeniz kıyısındaki Antikythera kenti açıklarında bulunan bir batıktan çıkartılan ve “Antikythera Mekaniz-ması” adı verilen, gök bilimik takvim hesaplamalarında kullanıldığı dü-şünülen bir düzenekte (artifact), 76 yıllık “Kalippus Devresi’nin kulla-nıldığı düşünülmektedir.

Aristo

Eflatun’un öğrencisi, Büyük İskender’in hocası olan Aristo (M.Ö. 384-322), Ege’nin kuzey kıyısındaki Kalidikya Yarımadası’nda, gü-nümüzdeki Stagira köyü yakınlarında, İyonyalılar tarafından M.Ö. 655’de kurulmuş olan antik Stageiros kentinde doğdu. 18 yaşınday-ken Atina’ya giderek Eflatun’un Akademi’sinde öğrenci oldu. Aristo, kendinden önceki düşünürlerin görüşlerinin sentezini yapmış, yeni meseleler ortaya atmış ve etkisi çağlar boyu sürerek, günümüze ka-dar gelmiş bir düşünür idi. Felsefî görüşleriyle, hem Hristiyanlığın hem İslâmîyetin felsefî düşüncelerini etkilemiş, hem de bilim alanında tek otorite olarak etkisini iki binyıl devam ettirmiştir.

Aristo’nun, gökyüzünün doğası ile ilgili çalışmaları, yöntem açısın-dan kurgusal olup, içerik açısından Ödoksos’u izliyordu. Fakat kendi-si, gökcisimlerini taşıyan kürelerin, Ödoksos’un öngördüğü gibi sade-ce soyut birer geometrik şekil olmayıp, gerçek fiziksel varlıklar oldu-ğunu düşünüyordu. Filoloas’ın öne sürdüğü Yer’in hareket edebilece-ği düşüncesini reddetmekteydi. O’na göre: Yeryüzü, evrenin merke-zinde hareketsiz olup; 4 ana elementten (toprak, su, ateş, hava) yapıl-mıştı. Buna karşılık, gök küreleri, ‘Esîr’* diye adlandırdığı, saf ve bo-zulmaz bir beşinci özden meydana gelmişti. Gökcisimlerinin parlama-ları onların ateşten yapılmış olduğu hissini veriyorsa da, gerçekte öyle değildi. Zira onlar, ebedî ve kusursuz olan Esîr’den meydana gelmiş ol-duklarından; bozulmaz, ebedî ve kusursuzdular; değişme ve dönüşme yalnızca dünyadaydı.

Gök cisimlerinin mükemmelik düzeyi evrenin merkezinden olan uzaklığına bağlıydı. Bunların arasında, merkeze en yakın olan Ay, “le-keli” yüzüyle en az, en uzakta olan sabit yıldızlar küresi ise, en mü-kemmel olanıydı. Aristo’nun ileri sürdüğü modele göre; her küre, ken-di hareketini hemen altındaki küreye aktarmaktaydı. Böylece, sabit yıl-dızları taşıyan en dış küre, ekseni çevresindeki günlük dönüşü ile altın-daki bütün küreleri ve bunlara bağlı gökcisimlerini harekete geçiriyor-du. En dıştaki küreyi (Primum Mobile) harekete geçiren, ilk hareket et-tirici olan “Tanrı” idi.

Aristo kürelerin etkileştiğini ileri sürüyor, fakat etkileşmelerin hangi fiziksel olayların sonucu olduğunu ve nasıl meydana geldiğini açıklamı-yordu. Birçok alanda modern bilim anlayışına yakın yöntemlerle çalı-

Batlamyus Yer Modeli.

*Ether; Esîr : Maddenin insanın beş duyusu ile algılayamadığı; katı, sıvı ve gaz hallerine oranla yoğunluğu daha az, vibrasyonel hızı daha yüksek, daha süptil ve daha akışkan hâli.

Page 34:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

34

şan Aristo’nun gök bilimine yaklaşımı tamamen kurgusaldı. Gök bi-limiyle ilgili yazılarında, sağlam kanıtlara dayanmayan, dolayısıyla de-ğersiz sayılan, çok sayıda kurgusal düşünce bulunmaktadır. Bu durum gök biliminin gelişmesi açısından çok talihsiz olmuştur. Çünkü, Aristo yüzyıllarca otorite olarak kabul edildiğinden, doğruları ortaya koyan gök bilimci düşüncelerini kabul ettirmekte çok büyük sıkıntılar çekti.

İskenderiye Ekolü (Hellenistik Gök bilimi)

Aristo’nun Atina’da kurduğu ‘Lise’nin (Lyceum) başına, öğrencisi Lapsekili Strato (M.Ö. y.335-y.269) geçmişti. Aristo’nun yerbilimleriyle ilgili olan kitabı Meteoroloji’yi (Meteorologica) Strato’nun yazdığı söy-lenir. Strato’nun eserlerinden, gözlemden deneye geçtiği anlaşılmak-tadır. Strato, Aristo’nun “esîr” kavramını reddediyordu. Strato sonrası Atina’dan, bilimsel değeri olan çok az eser kalmıştır. Bilimin ana mar-kezleri, zamanla başka yerlere; özellikle de Mısır’da Büyük İskender ta-rafından kurulan İskenderiye şehrine kaymıştır.

Büyük İskender’in Mısır valisi olan Ptoleme Soter (M.Ö. 323-283), onun ölümünden sonra, Mısır’da kendi adına yeni bir krallık kurmuş-tu. Ardından tahta geçen oğlu II. Pto-leme, Lyceum modeline göre çalı-şan ancak ondan çok daha geniş bir araştırma ve öğretim kurumu olan bir ‘Müze-Üniversite’ kurdu. Ptoleme, za-manının değerli bilginlerini, eski çağ-ların en tanınmış kütüphanesi olan ‘İskenderiye Kütüphanesi’nin de için-de yer aldığı, bu üniversitede topla-mıştı. İskenderiye, daha sonraki kral-ların da aynı geleneği devam ettirme-leri sayesinde, Romalıların Mısır’ı fet-hine kadar süren üç yüzyıl boyunca, çok önemli bir bilim merkezi olmuştu.

İyon, Güney İtalya ve Atina okul-larının adeta bir devamı, bu itibarıy-la pozitif bilimin etki merkezlerinden en önemlisi sayılan İskenderiye Okulu, Ortaçağ’da bilimin oluşmasına temel oluşturan çok önemli bir kaynak olmuştur. Bu Okul’da yetişmiş veya hocalık yapmış olanlar arasında; Öklid, Strato, Sisamlı Aristarhus, Ar-şimed, Apollonius, İznikli Hipparhus, Batlamyus, Heron ve Pappus gibi büyük bilim ve teknik adamlarını sayabiliriz. Bunlar arasından, gök bili-mi için çok önemli olan Aristarhus ile, İznikli Hipparkus ve Batlamyus’u ayrıntılı olarak ele alacağız.

Sisamlı Aristarhus

Aslında Sisam’lı olan Aristarhus (M.Ö. 310-230), İskenderiye’de Strato’nun öğrencisi olmuştu. Uzun yıllar kaldığı İskenderiye’de, ma-tematik ve gök bilimi konularında önemli çalışmalar yaptı. Çağının en büyük bilginlerindendir ve Yer yerine evrenin merkezi olarak Güneş’i kabul eden, “Güneş Merkezli Model”i açık kanıtlarla ortaya koyan ilk kişidir. Ne var ki, ileri sürdüğü bu model zamanının felsefî ve dini gö-rüşlerine aykırı bir görüştü. Bu yüzden, Stoacı filozof Kleantes (y.M.Ö.

301-232), Aristarhus’un; evrenin kalbinin hareketli olduğu söyleyerek dinden çıkma suçundan mahkeme edilmesinin, Grekler için bir görev olduğunu ilan etmişti. Bu modele inanan, az sayıda gökbilimci var-dı. Bunlardan kesin olarak Aristarhus’u desteklediği belgelenen biri-si, Aristarhus’dan yüzyıl sonra yaşamış olan tanınmış gökbilimci Kal-deli Selevkos’tur.

Aristarhus’un ileri sürdüğü güneş merkezli kuram, çağı için çok ile-ri bir görüştü. Filozoflarla birlikte hemen herkes, Yer’in evrenin merke-zinde olduğunu ve hareketsiz durduğunu kabul etmişti. Diğer taraftan Ödoksos, Aristo ve ardıllarının geliştirmiş olduğu Yer Merkezli Model; hem o döneme dek elde edilen gözlem sonuçlarına, hem de sağduyu-ya uygun düşmekte idi. Gezegenlerin hareketlerini doğru şekilde yo-rumlamaya yarayacak olan bu kuram, Nikolas Kopernik tarafından ye-niden canlandırılıncaya kadar, 1800 yıl boyunca unutuldu!

Aristarhus’un ileri sürdüğü güneş merkezli kuram o çağ için çok ileri bir görüştü. Filozoflarla birlikte herkes Yer’in evrenin merkezi ve hareketsiz olduğunu kabul etmişlerdi. Diğer taraftan Ödoksos, Aris-to ve daha sonrakilerin geliştirdikleri Yer Merkezli Model, hem o dö-

neme dek elde edilen gözlem sonuç-larına ve hem de sağ duyuya uygun düşmekte idi. Aristarhus’tan sonraki daha sonraki yüzyıllar içinde, geze-genlerin hareketlerini doğru şekilde yorumlamaya yarayacak olan bu ku-ramı benimseyen, Nikolas Kopernik de dahil olmak üzere, bir çok gök bi-limci vardı.

Apollonius

Antalya yakınlarında hâla harabe-lerine rastladığımız Antik Perge ken-tinden olan Apollonyus (M.Ö. 262-190), İskenderiye Üniversitesi’nde öğ-retim kadrosunda çalışmış olan bü-yük bir matematikçidir. O da Öklid gibi, bilim tarihine tek bir eserin (Ko-

nikler Hakkında) yazarı olarak geçmiş olup; gezegenlerin hareketlerini geometrik yöntemlerle açıklamaya dönük matematiksel gök biliminin önemli kurucularından biridir.

Yazdıklarından günümüze yalnızca; “Yer, Ay ve Güneş’in Görece-

li Büyüklükleri Hakkında” adlı eserinin, 10. Yüzyılda yapılmış bir kopya-sı ulaşmıştır. Aristarhus bu çalışmasında, Yer’in Ay’a ve Güneş’e olan uzaklıkları ile, Ay ve Güneş’in çaplarını; konuyu yer merkezli görüş açı-sından ele alarak; Yer’in çapı cinsinden, geometrik bir yöntemle he-saplamıştır. Ancak, bulduğu sonuçlara göre; Güneş’in Yer’den uzak-lığı Ay’ınkinin yaklaşık 20 katıydı ve Güneş Ay’dan 20 kat büyüktü. Hâlbuki bugünkü değerlere göre; Güneş’in yarıçapı Ay’ınkinin yaklaşık 400, Yer’e olan uzaklığı da Ay’ınkinin 375 katıdır. Kullanılan matema-tik yöntemin tamamen doğru olmasına rağmen hatanın bu kadar bü-yük olmasının nedeni; hesaplamalarda kullanılan verilerin yeterli du-yarlılığa sahip olmamasıdır.

Apollonius’un Yer, Ay ve Güneş’in Göreceli Büyüklükleri Hakkında adlı eserinin, 10. Yüzyılda yapılmış bir kopyası.

Page 35:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

35

Aristarkus, Yer yörüngesini içeren kürenin, sabit yıldızlar küresine göre ihmal edilebilecek kadar küçük olduğunu açıkladı. Pontuslu Heraklit’i izleyerek, sabit yıldızlar küresinin hareket etmediğini ve yıldızların gö-rünen hareketinin, Yer’in kendi ekseni etrafında dönüşünden kaynak-landığını ileri sürdü.

Hipparkus

M.Ö. 190 yılında İznik’te (Nicaea) doğan Hipparkus, çalışma haya-tının yaklaşık 20 yılını Rodos Adası’nda geçirmiş ve muhtemelen M.Ö. 120 yılında orada ölmüştür. Hayatı hakkındaki sınırlı bilgiler, daha son-ra yaşamış olan İskenderiyeli bilgin Batlamyus sayesinde günümü-ze ulaşmıştır. Hipparkus’a ait elimizdeki tek orijinal metin, Stoacı şair Aratos’un, onun gökbilim çalışmaları hakkında yazdığı kısa bir açıkla-madır. Yine de bu bilgilerden, Hipparkus’un; yıldızların ve gezegenle-rin hareketi, Güneş ve Ay’ın uzaklıkları, yılın uzunluğu gibi konularda önemli başarılar kaydetmiş olduğu anlaşılmaktadır. Kendisi ayrıca, bir

“kirişler cetveli” hazırlamıştı. Hazırlanması çok zor olan bu cetvel, trigo-nometrinin henüz bilinmediği zamanlarda, gök cisimlerinin konumla-rını hesaplamada çok önemliydi.

Hipparkus, gezegenlerin hareketi konusunda çok önemli katkılar getirmediyse de, Apolliniyus’un ilmek (epicycle) modelini uygulama-sındaki bazı zayıf noktaları buldu ve düzeltti. Gök biliminin geometrik temeli Ödoksos’un eşmerkezli küreler modeli idi. Ancak, araştırmalar-da kolaylık sağlamak açısından, gezegen hareketlerini bir düzlem üze-rinde temsil etmek daha uygundu. Buna dönük olarak Hipparkus, ge-ometrik esaslarını Apollonius’un hazırlamış olduğu “çember üzerin-de çember” diyebileceğimiz ilmekleri ve dışmerkezli çemberleri, geze-genlerin ve özellikle de Güneş ile Ay’ın hareketlerini açıklamak için ‘Yer Merkezli Sistem’e uyguladı. Ay için, bir taşıyıcı çember ve bir de ilmek kullanmıştı. Modelin uygulamasından elde ettiği sonuçların gözlem-lerle çok da uyuşmadığını gösterdi. Kuram ve gözlem arasındaki uyuş-mazlığı ilk olarak Batlamyus’un ortadan kaldırdığı sanılmaktadır. Hip-parkus, Güneş’in, Ay’ınkine göre daha basit olan hareketini açıklamak için kullandığı basit bir ilmek modeliyle, Güneş’in hızındaki değişim-leri ve mevsim sürelerinin farklılığını açıklayabilmişti. Ancak diğer ge-zegenler için geçerli modeller ortaya koyamadı. Bu kuram, matematik mantığı bakımından kesin olması sayesinde, “görünüşü kurtarıcı” bir kuramdı. Daha sonraları bu kuramdan yararlanan Batlamyus’un yaptı-ğı çalışmalar, daha başarılı olmuştur.

Hipparkus, M.Ö. 7. Yüzyıldan beri tutulan Babil kayıtları ile İyonyalı-ların ve Greklerin tuttuğu kayıtları toplamış ve karşılaştırmıştır. Bu çalış-malar sonucunda, tropik yıl ile yıldız yılı (sidereal) sürelerinin farklı oldu-ğunu keşfetti. ‘Bahar noktaları’nın (gün-tün eşitliği, ekinoks) ‘kayması’ (precession) olarak bilinen ve bugünkü değeri 50 saniye olan bu sap-mayı, oldukça iyi bir yaklaşıklıkla, bir yılda 36 saniye olarak bulmuştu.

Hipparkus’un en önemli katkısı, gözlemsel gök bilimi alanında ol-muştur. Kendisi çok dikkatli ve yetkin bir gözlemci idi. Gözlemlerinin çoğunu, diyoptra, çemberli küre ve çemberli güneş saati gibi, o zaman bilinen aletlerle yapmıştı. Bunlara, muhtemelen kendisinin icat ettiği, düzlem usturlabı da ekledi.

Yaptığı gözlemler sonucunda, 850 yıldızın konumlarını belirledi ve bunları 6 parlaklık derecesine (kadir) göre sınıflandırarak, bir yıldız ka-

taloğu hazırladı. Bu, Batı dünyasında yapılan ilk yıldız kataloğuydu. Bu katalogda Hipparkus, yıldız konumlarını Güneş’in görünür yörünge-si (ekliptik) boyunca ve onun kuzeyi veya güneyine doğru ölçtüğü iki açıyla verdi. Ekliptik boyunca yapılan açısal ölçümlerin başlangıç nok-tası olarak, bu görünür yörüngenin gök ekvatoruyla kesiştiği iki nok-tadan birini almıştı. Bu iki nokta aynı zamanda, ‘gün-tün eşitliği’ (eki-noks) noktalarını belirtiyordu. Çünkü Güneş göklerdeki yıllık dolanı-mı sırasında, ilkbahar ve sonbaharda bu noktalara ulaştığında, gece ve gündüz birbirine eşit olmaktaydı. Hipparkus’un tercihi, gözlemlerin daha rahat yapılabildiği ‘ilkbahar noktası’ olmuştu.

Hipparkus’un başlatmış olduğu yıldız katalogu yapımı bir gelenek hâline gelmiş ve yaptığı katalog, 964 yılında al-Sufi, 1543’te de Koper-nik tarafından güncelleştirilmiştir. Türk gökbilimcisi Uluğ Bey 1437’de, Hipparkus kataloğundaki yıldızlardan, Semarkand Gözlem Evi’nden görülebilenlerin tümünü, onun elde ettiği yaklaşıklıkla gözlemleyerek kaydetmişti.

Gözlemleri geliştikçe ve sayıları çoğaldıkça, Hipparkus, ilkba-har noktasının durağan olmadığını keşfetti; hem bu nokta, hem de bu noktanın gök kürenin diğer tarafındaki karşılığı, yavaş yavaş ge-riye doğru kaymaktaydı. ‘Bahar noktalarının kayması’nın öğrenilmesi, daha sonraki dakik gök bilimi çalışmaları için çok yararlı bir buluş oldu.

Hipparkus ayrıca, yıl süresini de büyük bir doğrulukla hesapladı ve değerini 365,2467 gün olarak belirledi. Bu değer, bugünkü 364,2422 günlük değere çok iyi bir yaklaşıklıktadır. Aristarkus’un Güneş ve Ay’ın büyüklükleri ve uzaklıkları hakkında yaptığı çalışmaları sürdüren Hip-parkus, çok daha iyi sonuçlar elde etmişti. Ay’ın uzaklığını hesaplama-da zekice bir yöntem kullandı. M.Ö. 190 yılında gerçekleşen tam Gü-neş tutulmasının aynı meridyen, fakat farklı enlemler üzerinde olan iki yerden, İskenderiye ve Çanakkale Boğazı’ndan gözlenmesini sağla-mıştı. Bu gözlemlerin sonuçlarını ve geometri yöntemlerini kullanarak Ay’ın uzaklığının, Yer yarıçapının 59 katından daha büyük ve 67,33 ka-tından daha küçük olması gerektiğini buldu. Hipparkus, Güneş ve Ay tutulmaları üzerindeki incelemelerine devam ederek, Güneş’in uzaklı-ğının Yer yarıçapının 2500 katı, Ay’ın uzaklığının ise 60.5 katı olduğu-nu hesapladı. Her ne kadar Güneş için verdiği değer bugünkü değerin onda biri ise de, Ay için verdiği değer, 60,25 olan bugünkü değere çok yakındır. Güneş’in büyüklüğü için bulduğu değer çok küçük olmakla birlikte, Ay için bulduğu oldukça doğruydu.

Kaldeli gök bilimci, 269 ayrıksı ayın yaklaşık olarak 251 sinodik aya eşit olduğunu da biliyorlardı. Hipparkus tutulmaların, bu sürenin 17. tekrarının ardından, yani yaklaşık 126007 gün 1 saatlik bir döngüyle (~345 yıl), hemen hemen aynı şekilde tekrarlanacağını bulmuştu.

Eski Çağ gök bilimcileri arasında bir zirve oluşturan Hipparkus; bir kuramı ortaya koymadan önce ilgili tüm gözlem verilerini derleyip, daha sonra gözlem sonuçlarıyla uygunluğu olan bir kuram geliştirme yöntemi ve kuramdan hareketle öngörüde bulunma kavramı ile, gü-nümüzde de en büyük bilginler arasında sayılır .

İskenderiye Okulu’na dönecek olursak; bu okul bir bilim merkezi ola-rak, uzun yıllar otoritesini devam ettirmiş; fakat yavaş yavaş zayıflaya-rak, Mısır’ın Roma hâkimiyetine girmesinden (M.Ö. 30) sonra, özellik-le Hristiyanlığın dogmatik yaklaşımlarının etkisinde kalması dolayısıyla,

Page 36:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

36

doğa bilimlerinden daha çok, ilâhiyat ve felsefe öğretimine ağırlık ver-meye başlamıştır. Bu dönemde, gök biliminde çok etkili olacak olan Batlamyus (Claudius Ptolomeus) dışında önemli bir bilim adamı yetiş-memiştir.

Batlamyus

İskenderiye Ekolü’nün gök biliminde en önemli özelliği, gözlem ile matematiksel yöntemleri birleştirmesidir. Bu yönde en büyük adımı at-mış olan Hipparkus’un çalışmalarının sonraki devirlere ulaşması, kendi-sinden üç yüz yıl sonra yaşamış olan matematikçi ve gökbilimci İsken-deriyeli Batlamyus (M.S. 90-y.168) sayesinde olmuştur. Batlamyus’un hayatı hakkında, Smyrna’lı (İzmirli) filozof ve matematikçi Teon’dan (M.Ö. y.70-135), muhtemelen İskenderiye’de eğitim almış olduğu dı-şında, bilgimiz bulunmamaktadır.

Batlamyus gök bilimi, matematik, coğrafya ve optik alanların-da, kendi zamanından önce varolan bilgilere kendi katkılarını ekle-yerek, sistemli derlemeler yapmıştır. Eserlerinin arasında en tanınmışı, gök bilimi alanındaki kitabıdır. Bu derleme kitabında yazılanların bü-yük bir kısmı, Hipparkus’un gözlemlerine ve temel görüşlerine dayanır. Bu eser, Yunanca’da önce Matematik Derlemesi (Mathematik Sýntaxis) daha sonra En Büyük Derleme (H Megál Sýntaxis) olarak adlandırılmış-tır. İslâm gök bilimcileri eseri, al-kitabu-l-mijisti olarak aldılar ve bu baş-lık, kitabın Arapça’dan Latince’ye yapılan çevirilerinde Almagest’e dö-nüştü. Eser günümüzde de hâlen, Arapça-Latince olan bu başlıkla ta-nınıyor. İslâm dünyasında Macesti diye bilinir.

Batlamyus’un en dikkate değer kitabı olan Almagest, gök bilimi konusunda Eski Çağ’dan günümüze ulaşabilmiş olan tek kapsamlı derlemedir.

Almagest’in ilk Arapça tercümesi 9. Yüzyılda Abbasi halifesi el-Me’mun tarafından yaptırıldı. Buna karşılık Batı’da 12. Yüzyıla kadar Almagest hemen hemen hiç bilinmiyordu. İlk defa 12. Yüzyılda İspan-yolcaya çevirildi. Aynı dönemde biri Sicilya’da Eski Yunanca’dan, diğe-ri İspanya’da Arapça’dan olmak üzere, iki Latince çevirisi daha yapıldı. Sonraki birkaç yüzyıl içinde İspanyolca, Eski Yunanca ve Arapçasından Latinceye pek çok çevirileri yapılmışsa da, Cremona’lı Jerard‘ın 1175 civarında Arapça kopyasından yaptığı çeviri, Batı’da Rönesans’a kadar en çok kullanılan çeviri olmuştur.

Yaklaşık 1400 yıl süreyle gök bilimi öğretimi ve çalışmalarının temel taşı olmuş olan Almagest’e, Orta Çağ’da, hem Batı hem de İslâm dün-yasında çok önem verilmiştir. Bu yüzden, Yer Merkezli Evren Modeli’nin varlığını 1400 yıl boyunca sürdürebilmesinde de çok büyük katkısı ol-muştur. Bu nedenle, eseri oldukça ayrıntılı olarak ele alacağız.

Özellikle, geometrinin Gök bilimi alanında uygulanması anlamın-da ‘ansiklopedik’ bir eser olan Almagest, İskenderiyeli ünlü matema-tikçi Öklid’in ‘Elementler’ (Stoikheia) adlı eserinde olduğu gibi; her biri ‘Kitap’ olarak nitelendirilen 13 bölümden oluşur :

1. Kitap’ta, Aristo’nun evren görüşü ana çizgileriyle anlatılmakta ve “kirişler” hakkında bilgiler ile kiriş cetvelleri verilmektedir. Bu kitap-ta, tutulum çemberinin eğimi ile ilgili gözlemler ve küresel trigonomet-riyle ilgili giriş niteliğinde bilgiler içeren bir bölüm de bulunmaktadır.

2. Kitap’ta, Gök cisimlerinin doğuş ve batış zamanlarının, gün sü-resi uzunluğunun, enlemlerin, Güneş’in tepe noktasında bulunduğu noktaların, bahar noktalarının ve gündönümlerinin belirlenmesi gibi konular ele alınmaktadir. Ayrıca, tutulum çemberinin ufuk düzlemiyle yaptığı açılar incelenmekte ve değerleri cetveller hâlinde verilmektedir.

3. Kitap, Güneş’in devinimini ve yıllık süreyi ele alır. Batlamyus, Hipparkus’un buluşu olan ‘bahar noktalarının kayması’ (presesyon) anlattıktan sonra ilmekler (epicyles) kuramını da açıklamaktadır.

4. ve 5. Kitaplar, Ay’ın hareketini ve aylık süreyi konu edinir. Ay’ın ve Güneş’in büyüklükleri ile Yer’e olan uzaklıklarını, Ay’ın ıraklık açı-sını (paralaksını) ve yeröte noktasının hareketini tartıştığı gibi, bir göz-lem aleti olan usturlabın yapılışı ve kullanılışı hakkında da ayrıntılı bil-giler verir.

6. Kitapta, Ay ve Güneş tutulmaları incelenir.

7. ve 8. Kitap, bahar noktalarının kayması da dahil olmak üzere yıl-dızların görünürdeki hareketleriyle ilgilidir. Batlamyus’un 1022 yıldızın parlaklıklarını ve takım yıldızlar içindeki konumlarını verdiği durağan yıldızlar kataloğunu içerir.

Batlamyus yıldızların parlaklık sıralamasını, Hipparkus’un derece-lendirme sistemine göre yapmıştır. Hipparkus ise, gözle görülebilen bütün yıldızları, algılanan parlaklıklarına göre altı sınıfa ayırmıştı. Par-laklık derecesi 1. kadirden 6. kadire doğru azalarak gidiyordu. En par-lak görünen yıldızlar 1. kadirden, en sönük görünenler ise 6. kadirden yıldızlar olarak nitelenmişti.

Batlamyus, Hipparchus’un 850 yıldız içeren yıldız kataloğunu 1022 yıldıza çıkarmıştır. Ancak, Almagest’de kullanılan gözlemsel yıldız ko-numu değerlerinin büyük çoğunluğu, Batlamyus’un yazdığının aksine, Hipparkus’a aittir. Ünlü gökbilimci Thyco Brahe’nin 1598 yılında ileri sürmüş olduğu bu kanaat, daha sonraları başka gök bilimci tarafından da açık bir şekilde paylaşılmıştır.

9. Kitap’ta, teleskopsuz gözlenebilen 5 gezegen (Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Saturn) için sunulacak hareket modellerinin genel so-runları yanında, Merkür’ün hareketiyle de ilgili bilgiler verilmektedir.

10. Kitap’ta, Venüs ile Mars gezegenlerinin hareketleri incelen-mektedir.

11. Kitap’ta, Jüpiter ile Satürn’ün hareketleri incelenmektedir.

12. Kitap’ta, gezegenlerin duraksama noktaları ele alındığı gibi, gerileme hareketleri de incelenmektedir. Burada Batlamyus bu özellik-lerin, dış gezegenler için olduğu kadar, iç gezegenler, yani Merkür ve Venüs için de geçerli olduğunu ileri sürmektedir.

13. Kitap’ta, gezegenlerin yörüngelerinin tutulum çemberine göre sapmaları ele alınmaktadır.

Bilim tarihçileri arasında, onüç kitaptan gezegenlerin hareketleri-ne ayrılmış olan son beşinin, Batlamyus’un özgün katkılarını da içer-diği düşüncesi yaygındır.

Batlamyus çalışmalarında; Babilliler’in, Hipparkus’un, İskenderiyeli iki gözlemci-gökbilgini Aristillus ile Timokaris’in verilerinin yanında, eski İyon ve Grek gök bilimcilerinin verilerini kullanmıştı. Bu çalışmaları sonucunda,

Page 37:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

37

hem gezegenlerin hem de Ay ve Güneş’in hareketlerini, matematiğe dayalı olarak, ayrıntılı bir biçimde belirledi. Hipparkus’un “Dışmerkez-liler ve İlmekler” (”Eksantrikler ve Episikl’ler”) modelini benimseyen Batlamyus, bu sistemi daha da geliştirmişti. Artık gökte bilinen dön-güsel olayların sayısı çoğaldığından, bunları açıklamak üzere, hesap-larında 80 kadar çember kullanıyordu. Bunun sonucunda, sistem çok karmaşık bir hâl almıştı.

Batlamyus’un sistemi fiziksel olmaktan çok, geometrik bir açıkla-ma idi. Bununla birlikte, gezegenlerin hareketlerinde gözlenen sap-ma ve aykırılıkların matematiksel bir biçime sokulması, bilim tarihin-de erişilen önemli bir aşamadır. Ortaya koymuş olduğu kuram, izle-yen 15 yüzyıl boyunca Hristiyan ve İslâm Dünyası’nda gök bilimin te-melini oluşturmuştur. Bir bakıma, Ortaçağ gök bilimi Almagest üzeri-ne kuruludur.

Dolayısıyla, Batlamyus’un kitaplarının Ortaçağ’da Hristiyan ve İslâm bilim dünyasında, özellikle de Avrupa Kültürü üzerinde büyük etkisi olmuştur. Öyle ki, Katolik Kilisesi, Batlamyus’un Yer merkez-li modelini Kilise’nin resmî görüşü olarak benimseyerek, Hristiyan ilâhiyatı ile birleştirmiştir.

İlk olarak, Ebu Ma’şer (785-886), İbn-i Heysem (965-1039) ve Birunî (973-1051) gibi İslâm asıllı gök bilimcileri, Batlamyus’un kura-mındaki çelişkileri 10. Yüzyıldan beri ortaya koymaya başladılar ve dü-zeltilmesi yönünde çalışmalar yaptılar. Çelişkileri ortaya çıkan bu ku-ramın terk edilmesi kolay olmadı. Batı’da ise 15. Yüzyıla gelindiğin-de, bazı gelişmeler yaşanmaya başlandı. İlk olarak Nikolas Kopernik (1473-1543), Batlamyus’un kuramında yanlışlıklar bulunduğunu, ev-renin merkezinin Yer değil Güneş olduğunu, 1543 yılında basılan “De

revolutionibus orbium coelestium libri VI” (Gök cisimlerinin dolanımları hakkında altı kitap) adlı eserinde ortaya koydu. Eser basılmadan önce, Katolik Kilise’sine karşı çıkmış olan Martin Luther (1483-1546) dahi, içeriğine sert itirazlarda bulunmuştu. Luther, “bu deli bütün gök bi-limini tersine çevirecek. Ama, Kutsal Yazıtlar’ın açıkladığı gibi, Yeşu-va (Joshua) hareketsiz kalması için Güneş’e değil Yer’e emir vermiş-tir” ifadesini kullanmıştı. Kitap, yayınlandıktan sonra da sert hücum-lara uğradı.

Öyle ki, zamanla daha da sertleşen Kilise, Galile Galileo’nun (1564-1642) “Dialogo sopra i due massimi del mondo” (İki temel ev-rensistemi üzerine konuşma) adlı kitabı 1632’de yayınlandığında, kitabı fazla Kopernik yanlısı bularak Galilei’yi 1633’de Engizisyon Mahkemesi’nde yargıladı. Bu büyük bilim adamını fikrini değiştir-meye zorlayarak, ev hapsine mahkum etti. Kopernik kuramını kabul eden, evrenin sonsuz olduğunu ve birçok Dünya’nın varlığını ileri sü-ren, Galile’nin çağdaşı bilgin Giordano Bruno’nun (1548-1600) sonu ise, çok korkunç oldu. On yıla yakın süren hapis hayatından sonra, Engizisyon tarafından yargılanarak ölüme mahkum edildi. 16 şubat 1600’de kazığa bağlanarak yakıldı.

Oysa ilerleyen yüzyıllarda, Dünya’nın Güneş etrafında dolanan bir gezegen; Güneş’in Samanyolu Galaksisi’nin içindeki milyarlarca yıldız-dan biri, Samanyolu’nun ise sayısı bile tam olarak belirlenemeyen yıl-dız kümelerinden yalnızca bir tanesi olduğu ortaya çıktı.

Bazı Batılı gök bilimciler, Batlamyus’un kuramındaki çelişkilerin varlığını görmelerine ve kabul etmelerine rağmen, Kilise tarafından bu kurama verilen büyük destek ve dini baskılardan dolayı, susmak zorunda kalmışlardı. Öyle ki, Türk gökbilimcisi Ali Kuşçu’nun çağdaşı olan ünlü Danimarkalı gökbilimci Tycho Brahe (1546-1601), inanışlarla gözlemleri bağdaştırmak üzere, 1574 yılında Yer-Güneş merkezli mo-deli ortaya attı. Bu modele göre; Ay ve Güneş Yer’in etrafında döner-ken, diğer beş gezegen Güneş’in etrafında dönmekteydi. Bu kuram, Yer merkezli modelin çelişkilerinin farkında olan, ancak Yer’in hareket-li olduğunu kabul etmekte zorlanan Batılı gök bilimciler için güvenli bir çıkış yolu olarak algılandı.

Alman gökbilimcisi Johannes Kepler (1571-1630), 1596 ile 1621 yılları arasında, Kopernik ve Tycho Brahe’nin görüşlerini birleştiren bir matematiksel yorumla gözlemleri ele aldığı eserler yayınlamıştı. Kitap-larından biri, “Kopernik Gök bilimi’nin Özeti” (Epitome Astronomiae Copernicanae) başlığını taşımaktaydı. Bu kitapta ortaya koyulan ku-ram, gezegenlerle ilgili gözlemleri basit bir şekilde açıklayabilmekteydi.

Bu çalışmalar, Katolik Kilisesi üzerinde de etkisini göstermeye baş-lamıştı. Öyle ki, 1616 yılında Kilise tarafından; Güneş merkezli mode-lin Kutsal Yazıtlar’a ve felsefeye aykırı olduğu, ancak gerçekle ilişki-si olmayan bir hesap yöntemi olarak kabul edilebileceği şeklinde bir açıklama yapıldı. Bu resmî açıklamadan sonra, Güneş merkezli kura-mın taraftarları hızla artmaya başladı.

Johannes Regimontanus’un “Batlamyus Özeti” (Epytoma Ptolomei) 1496 tarihli Latince yazılmış kitabından bir temsili resim. Ortaçağ‘da Batlamyus’un Ptoleme

Hanedanı’na mensup olduğu sanıldığından, resimlerinde başında taç olan bir kral gibi gösterilmiştir.Kaynak: Viyana Üniversitesi Gözlem Evi Nadir Kitaplar Kataloğu

Page 38:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

38

Eski Hind'de kozmik zaman ça€›n› ifade eden bir minyatür.

Page 39:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

39

ESKİ HİNDİSTAN’DA GÖK BİLİMİ

Giriş

Hindu Bilimi’nin, diğer bir deyişle İslâmîyet’in Hindistana Türk-Moğul Sülâlesi ile on altıncı yüzyılda girişinden önce, Hindistan’da ge-lişen bilimin tarihi henüz yeterince araştırılmamıştır. Yine de, Hindu Bilimi’nin öz katkılarını, Batı, İslâm dünyası ve Çin ile arasında gerçek-leşen etkileşmelerdeki önemli rolünü ana çizgileriyle ortaya koymak mümkün olmuştur.

Hindu Gök bilimi

Eski toplumların hepsinde olduğu gibi, Hindistan’da da gök bilimi dinsel inançlardan kaynaklanan astrolojinin bir yan ürünü olarak ortaya çıkmıştır. M.Ö. yaklaşık on beşinci yüzyılda yazılmış olan dinsel metinler-de değinilmiş olan evren ile ilgili gürüşler, M.Ö. onuncu yüzyıl civarında,

“Vedalar” diye adlandırılan dinsel ilâhilerle geleneksel hâle gelmişti. Bu dönemde evreni; Yer, yıldızlar ve gök şeklinde üç farklı bölgeye ve bun-ların her birini de yine üçe bölmüşlerdi. Yer’in kendi kendini taşıyan bir küre şeklinde olduğu inancı da ortaya çıkmıştı.

Erken dönem Hindu gök bilimcileri, yıldızlarla fazla ilgilenmiş gibi görünmemektedir: Çinliler ve Akdeniz çevresi uygarlıklarında olduğu gibi yıldız katalogları düzenlememiştiler. Yıldız gözlemleri, takvim ha-zırlamak için bilinmesi gereken, Ay ve Güneş’in hareketlerini belirlemek amacıyla yapılmıştı. Öyle ki, yalnızca ekliptik boyunca sıralanmış yıldız-larla ilgilenmişlerdi. Yine de, bazı yıldız kümelerini bildikleri gibi bazı parlak yıldızları da adlandırmışlardı: Ülker Takım Yıldızı (Süreyya Burcu) [Pleiades takım yıldızı], Kastor ve Polluks, Antares, Vega ve Spica bun-ların başlıcalarıdır. Bu dönemde, Hinduların gezegenlerle de çok yakın-dan ilgilenmiş oldukları söylenemez. Ancak, ilginç bir durum vardır: gök bilimci, çıplak gözle görülebilen Güneş (“Sûrya, Ravi”), Ay (“Candra, Soma”); Merkür (“Buda”); Venus (“Çukra”); Mars (“Mangala”); Jupı-ter (“Brihaspati”) ve Satürn (“Çani”) gibi 7 gezegene ilaveten Râhu ve Ketu adını verdikleri iki gök cismi de tasarlamışlardı. Bu cisimler Ay ve

Güneş tutulmalarını açıklamak için kullanılıyordu. Buraya kadar sözü edilen görüşler, daha sonra Cayna (“Jaina”) inanışı mensuplarını tara-fından da geliştirildi. Bu inanç, M.Ö. 6. Yüzyılda erken dönem ortodoks Veda ayinlerine tepki gösteren Vardhamana Mahavira tarafından kurul-muştu. Dualist bir inanış olup, gerçeğin iki özden meydana geldiğini ka-bul ediliyordu. 1

Bu yüzden de, gök bilimi söz konusu olduğunda, iki Güneş’in, iki ay’ın ve iki Râhu’nun bulunduğuna inanıyorlardı. Bunlardan, “Dhruva Rahu” Ay’ın evrelerinin oluşmasına, her yöne düzensiz hareketler ya-pan “Parva Rahu” ise Güneş’i ve Ay’ı örterek veya ışığını keserek tutul-malarına sebep oluyordu. Bir yılda, en fazla dört tutulmanın olabilece-ğine inanmışlardı.2

Hindular, Güneş’in yörüngesini de incelemişlerdi. Bu inceleme, Çinli-lerde olduğu gibi, gece yarısı, hangi yıldızların güneyde (Güneş’in karşı-sında) olduğu belirlemek suretiyle yapılmıştı. Aynı zamanda, Ay gözlem-leri de yapılıyordu. Gözlem bilgilerinden yola çıkarak, Ay ve Güneş’in hareketlerini temel alan çeşitli takvimler de hazırlamışlardı. Takvim he-saplarında kullanılan temel birim “Ay günü” idi. Bir aylık süreyi hesap-lamada iki yol izlendiği düşünülmektedir: birinci yöntemde dolunaydan dolunaya, ikincisinde ise yeni aydan yeni aya olan süre sayılmıştır. Genel kabul gören ikinci yöntemde: her bir aylık süre, dolunayla başlayan ve biten evreler (dolunay-ilk dördün-yeni ay-son dördün-dolunay) iki bölü-me ayrılıyordu. Dolunayla başlayan ilk on beş günü “parlak yarı”, son-raki on beş günü de “karanlık yarı” diye adlandırıyorlardı. 12 aylık süre 1 yılı oluşturuyor, bir yıl içinde de her biri ikişer aylık süreyi kapsayan 6 “mevsime” bölünüyordu. Bu takvim, dini amaçlar için çok eski zamanlar-dan beri kullanılmakta olup, bugün de geçerlidir.

Milattan önce bin yıllarında, Veda ilâhilerinde, yaklaşık 360 gün sü-reli bir “Güneş yılı her biri 27 veya 28 günlük 12 “Kamerî ay”a ayrılmıştı.

1 Cayna inanış sistemi, manastırlarda dünyevi zevklerden el çekmiş bir hayat tarzıyla insanların doğasını mükemmelleştirmeyi hedef alan, yaratıcı tanrı fikrini reddeden ve bütün yaşayan canlılara zarar vermemeyi öğretiyordu.

2 Sanskritçe bir sözcük olan Râhu: “Ay’ı yutan kötü ruh” anlamını taşımaktadır. Bîrûnî’nin anlatımıyla: “Canavarın kafasına Râhu, kuyruğuna Ketu denir. Hindular genelde Râhu’dan söz eder ama Ketu’ya pek değinmezler. Ancak, gökyüzünde görülen “kuyruklu gezegenleri” Ketu diye adlandırırlar”. Ketu sözcüğüyle anlatılanın bir komet olduğu açıktır.

Page 40:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

40

Bu durumda ortaya çıkan uyumsuzluğu gidermek üzere her 60 ayda bir ”artık ay” ekleniyordu.

Daha sonraki yıllarda, bu devrenin değişikliğe uğramış olduğu an-laşılmaktadır. Zira milattan önce 100 tarihli bir Veda metninde, 30 günlük “kuramsal” bir aydan söz edilmektedir. Ancak bu bile, Güneş yılından 5,25 gün daha kısa olan bir takvim yılı veriyordu. Veda dönemi Hinduları, bu eksikliği gidermek için aylardan bir veya birkaçına 5 veya 6 gün ekleyerek, Ay ve Güneş yıllarının uyumu sağlanmıştı.

Bazı eski uygarlıklar da, örneğin Mayalar’da olduğu gibi, Hindu gök bilimcileri de; “kalpa” veya “Brahma Günü” diye adlandırdıkları çeşitli “Kozmik Zaman Çağı” (gökcisimlerinin evrenin başlangıcın-daki konumlarına dönmeleri için geçen süreler) belirlemişti. Bir

“kalpa” da; Satya Yuga (Hakikat Çağı), Treta Yuga (İnsanlık Çağı), Dwápara Yuga (İnanç-sızlık Çağı) ve Kali Yuga (Kötülük Çağı) 4 Yuga’ya (alt çağ) ayrılıyordu. 4 Yuga döne-minin toplam süresi 4.320.000 Güneş yılı olup, bu süreye de bir Mahayuga günü deniliyordu.3

4.320.000 sayısı, 1.080.000 sayısının 4 katı olup, bir yıl-lık süre 365,25874 gün olarak alındığında, tam sayıda tak-vim günü içeren en kısa yıldır. Bu süre, günümüzde ölçü-len 365,25964 değerine çok iyi bir yaklaşıklıktadır. Daha sonraları, dönemin önde gelen gökbilimcisi Aryabhata I (476-550), “Hakikat Çağı”, “İnsanlık Çağı” ve “İnançsızlık Çağı” olarak adlandırılan dönemler için sıra ile 1.728.000, 1.296.000 ve 432.000 yıllık değerler vermişti. Hindu takvi-mine göre bu son çağ, tüm gezegenlerin kavuşum hâlinde olduğu (gökyüzünde aynı anda göründükleri) MÖ 3102 yılı-nın 18 Şubat günü gece yarısı (Jülyen Takvimine göre) başla-mıştır. Bu çağın sonunda, tüm gezegenlerin başlangıçtaki ka-vuşum konumlarına geleceklerine inanılmaktaydı.4

Okuyucu, yukarıda anlatılanlardan, Eski Hint gök biliminin salt kurgusal olduğu, hassasiyetten yoksun ve matematiksel olmaktan uzak olduğunu düşünmemelidir. Tam tersine, son-raki yüzyıllar boyunca, Hindu filozof ve gök bilimcilerigök bi-liminin çeşitli alanlarında çalışmalar yapmış ve diğer uygarlık-larla da etkileşim içinde olmuşlardı. Milattan önce 5. Yüzyılın so-nunda İranlı Akamenid Krallığı’nın kuzeybatı Hindistan’a hük-mettiği yıllarda, Babil gök bilimi, M.Ö. 2. Yüzyıl civarında, Grek astrolojisi ve daha sonraları İskenderiye Okulu kaynaklı gök bili-mi öğretileri ülkeye girmişti.

Hindu gök bilimciler, kendi zamanlarına kadar olan matematik ve gök bilimiyle ilgili çalışmaları derlemişler ve kendi çalışmalarını da ekle-yerek “Öğreti” (“Siddhanta”) genel başlığı altında toplanan önemli eser-ler ortaya koymuşlardır5. Gök bilimci, incelemelerinde sayısal yöntem ve

ölçümlerin uygulanmasını konusuna da büyük ilgi göstermişlerdi. Gup-ta Hanedanı döneminde (320-510) matematik, tüm çağdaş ülkeler için-de, muhtemelen Hindistan’da en üst düzeydeydi. Devrin yazıtlarından, ondalık sistemin ve sıfır rakamının kullanıldığı anlaşılmaktadır. Araplar, Hint rakamlarını öğrenmişlerdi. Onların aracılığı ile bu rakamlar Orta Çağ Avrupa’sına iletilmişti. Bu yüzden, bu rakamlar Batı’da “Arap ra-kamları” diye adlandırılmaktadır. Gupta döneminde ve sonrasında, ge-zegenlerin konumlarını gösteren cetvellerin düzenlenmesi, gezegen ku-ramı, Ay ve Güneş’in büyüklük ve uzaklıkları gibi konularda çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalarda, özellikle 6. Yüzyıldan başlamak üzere, ma-tematik yöntemler uygulanmıştır.

Aryabhata I

Hindu döneminin önde gelen gökbilimci ve matematikçisi Ar-yabhata I (476-550), 499’da yazdığı Aryabhatiya adlı kitabında, ma-

tematik ve gök bilimi konularını şiir diliyle anlatmıştı. Bu kitap, İran Sasani Krallığı (224-651) yoluyla İslâm Gök Bilimi’nin baş-lamasında etken olmuştur6. Aryabhata I bu eserinde, Ay ve Güneş tutulmalarını, ılımları ve gündönümlerini açıklamış,

Batlamyus Modeli’ni benimsemiş olmasına rağmen, Yer’in küre şeklinde olduğunu ve kendi ekseni çevresinde dön-düğünü ileri sürmüştü. Bu arada, çağı için çok ileri olan bir

görüş de ortaya koymuştu: “Gök kubbe durağandır. Geze-gen ve yıldızların doğuş ve batışları, Yer’in kendi ekseni çev-resinde dönüşünden dolayı meydana gelmektedir” diyordu. Avrupa’da bu görüş ancak Rönesans Dönemi’nde ortaya ko-nabilmişti.

Aryabhata’nın yaptığı Ay ve Güneş’le ilgili boyut ölçüm-lerinin, genelde Almagest’ten kaynaklandığı ve Hipparkus’un yöntemlerine dayandığı görüşü yaygındır. Elde ettiği veriler ve değerler onlarınkinden pek farklı değildi. Bu değerler, Ay için gerçek değerlerden biraz büyük; Güneş için ise 28 kere küçüktü. Buna karşılık, Güneş yılı için verdiği 365,3586

günlük değer, günümüzdeki değere çok yakındır. Aryabha-ta, geceyarısını günün başlangıcını olarak alan ilk gök bilimci-den biridir.

O’ndan sonra gelen, Varahamira (505-587), Bhaskara I (~600?) ve Brahmagupta (598-668) gibi matematikci ve gök bilimci Aryabhatiya’dan aktardıkları bölümleri eserlerinde mu-hafaza etmişlerdi.

Varahamihira

Varahamira (505-587), tıpkı Batlamyus’un yaptığı gibi, zamanında bi-linen matematiksel gök bilimi ile ilgili tüm bilgileri derleyip düzenleyerek,

3 Brahma Günü 4.32 milyar güneş yılı olup, Güneş’in tahmini yaşı olan 4.59 milyar yıla çok yakın bir değerdir.4 Yuga’lar, mükemmeliyetlerine göre adlandırılıyor ve azalan sürelerine göre de sıralanıyordu. Her birinin sonunda Dünya’nın kısmen yok olacağına inanılıyordu. Kali-yuga’nın (Kali; “Mahşer Şeytanı”) sonunda ise Dünyanın ateş ve su ile tümden yok olacağına, bu “yokluğun” (“Brahma gecesi”), “Kali-Yuga”dan bir önceki devreye eşit bir süre sonunda biteceği ve Dünyanın yeniden yaratılacağı inancı vardı. Bu inanç hâla devam etmektedir.5 Sanskritçe olan bu sözcük: Gelenek, kesin sonuç, benimsenmiş gerçek, öğreti ve doktrin gibi anlamlar taşır.6 Arapça’ya tercüme edilen bu kitap, İslâm gök bilimcileri tarafından “al-arjabar” diye adlandırılmıştır.

Aryabhata'n›n heykeli.

Page 41:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

41

575 civarında, Beş Öğreti (Panca-Siddhantika) adılı bir kitapta toplamış-tır. Bu kitap, asılları günümüze erişmemiş olan, eski Hindu gök bilimi eserleriyle ilgili bilgiler de sağlamaktadır. Varahamira, yalnız Hindu gök bili-mini değil, Akdeniz Çevresi Uygarlıkları’nın Gök bilimi öğretilerini de yakın-dan bilmekteydi. Bu bilgileri, beş bölümlük kitabın, Roma Öğretisi (Roma-ka Siddhanta) ve Paul Öğretisi (Paulisa Siddhanta) başlıklı son iki bölümün-de vermektedir. Büyük Türk Bilgini Bîrûnî bu konuda, Tahkik ma li’l-Hind adlı eserinde, ayrıntılı bilgi vermiştir.

Varahamira, Yer’in ekvator çapını 12 845 km ve çevresini de 40 350 km olarak bulmuştu. Bu değerler günümüzde kabul edilen değerlerden (12 756 km ve 40 075 km) çok farklı değildir.

Brahmagupta

Brahmagupta (598-665), Aryabhata’dan sonra gelen Hindu matematik ve gök bilimcilerinin en ünlü ve verimlisidir. Ujjain kentindeki gözlem evinin başkanlığını yürüttüğü yıllarda matematik ve gök bilimi konularında dört ki-tap yazmıştır. Bunlardan, 628’de şiir şeklinde yazdığı, “Düzeltilmiş Brahma Öğretisi” (Brahmasphuta-siddinhata) adlı kitabı bir başyapıt olarak tanınır. Bu kitapta, kendi dönemine kadar gelen Hindu gök bilimi öğretilerini derle-miş ve kendi çalışmalarını da ekleyerek düzenlemişti.7

Brahmagupta, cebirsel yöntemleri gök bilimine uygulayan ilk gökbilim-cidir. Kitabın yirmi beş bölümünden yirmi üçü gök bilimine, ikisi matemati-ğe ayrılmıştır. Yirmi üç bölümde: gezegen konumları ile kavuşumlarının he-sap ve gözlem yoluyla belirlenmesi, gezegenler için gökgünlüğünün (efe-merid) hazırlanması, zaman ve takvim hesaplamaları, Ay, Güneş tutulmaları ve Ay evrelerinin hesap yoluyla belirlenmesi vb. konular ele alınmıştır.

Brahmagupta, gezegenlerin ani hızlarını hesaplamış, doğru bir paral-laks denklemi ortaya koymuş ve Isaac Newton’dan bin yıl önce, yer çekimin varlığını da ileri sürmüştür. Kitaplarından, MS 665’de yazdığı “Khandakhad-yaka” adlı yıldız cetveli (ziyç), İslâm gök bilimcileri tarafından Zîc al-Arkand diye tanınır.

Aryabhata ve Brahmagupta’nın çalışmaları, daha sonraları Baskara I (7. Yüzyıl), Lalla (8. Yüzyıl), Vateshvara (9. Yüzyıl) ve Şrpati (10. Yüzyıl) tarafın-dan devam ettirilmiştir.

Bhaskara I

Aryabatha Öğretisi’nin yandaşlarından olan matematikçi I.Bhaskara (~600-~680), üç gök bilimi kitabı yazmıştır: “Bhaskara’nın Büyük Kitabı” (“Mahabhaskariya”), “Bhaskara’nın Küçük Kitabı” (Laghubhaskariya”) ve

“Aryabhatiya’nın Yorumu” (“Aryabhatiyabhashiya“). Bu eserlerinde: geze-genlerin boylamları, helyakal (Heliacal) doğuş ve batışları ve kavuşumları-nı; Güneş ve Ay tutulmaları ile Ay’ın evrelerini, yıldız kavuşumlarını incele-miş ve matematiksel gök bilimi konularında yöntemler ortaya koymuştur. Mahabhaskariya’da, Aryabhata’ya atfen verdiği, trigonometrik sinüs fonk-siyonunun tam kesirlerle açılımını veren formül, şaşılacak derecede doğru sonuçlar vermektedir.8

Bhaskara I, Aryabhatiyabhashiya adlı kitabında (629), küçük bir yuvarlak şeklinde gösterdiği sıfır rakamı dahil olmak üzere, sayıları Hint-Arap onda-lık sayı sisteminde yazmıştır.

Bhaskara II

Hindistan’da, “Öğretmen Bhaskara” (“Bhaskaracharya”) diye tanı-nan Bhaskara II (1114-1185), Brahmagupta gibi, Ujjain kentindeki göz-lem evinin başkanlığını yapmıştır. Ujjain kentini, Varahamihira ve Brahma-gupta gibi sıradışı matematikçi ve gök bilimcilerin çalıştığı, Hindistan’ın en önde gelen matematik merkeziydi. Bu bilginler, Ujjain’de çok güçlü bir matematiksel gök bilimi “Okul”u (Ekolü) kurmuşlardı.

Bhaskaracharya, pek çok açıdan, 12. Yüzyıl matematiğinin zirvesi sayılır. Batı, O’nun sayı sistemleri ve denklem çözümleriyle ilgili bilgi ve kavrayış düzeyine, ancak birkaç yüzyıl sonra ulaşabilmiştir.

Bhaskaracharya’nın yazdığı bilinen altı eserinden gök bilimiyle il-gili olan üç önemli eseri vardır: “Kesinlik Tacının Mücevheri” (Siddhan-tasiromani), “Gök Bilimsel Harikaların Hesabı” (“Karanakutuhala”) ve 8. Yüzyıl Hindu gök bilimcilerinden Lala’nın “Öğrencinin Zihnini Açan Ki-tap” (Şişyadheviddhida) adlı eserine yazdığı yorum kitabı olan “Vivara-na”.

Bhaskaracharya’nın en önemli eseri, milattan sonra 1150’de yazılmış olan Siddhantasiromani, daha önceki dönemlerin “siddhanta”larında görülen plana uygun olarak yazılmış matematiksel gök bilimi kitabıdır. İki ana bölümden oluşan kitapta konular yirmibeş başlık altında top-lanmıştır. Bhaskaracharya, kitaplarında: gezegenlerin ortalama ve ger-çek boylamları ile yükseklikleri, gezegenler arası ve gezegenler ile sabit yıldızlar arasındaki kavuşumlar, gezegenlerin ortalama hızı, gezegen-lerin eksantrik (ilmik) modeli, Ay ve Güneş tutulmaları, Ay’ın evreleri; Güneş’in doğuş ve batış zamanı denklemi, evren bilim, gözlem aletleri, küresel geometri ve trigonometri gibi konuları incelemiştir.

Bhaskaracharya’nın başarıları ülkesinde çok büyük takdir görmüş-tür; öyle ki, 1207 yılında, eserlerini incelemek üzere, adını taşıyan bir eğitim enstitüsü kurulmuştur.

Madhava

Aryabhata Okulu’nun öğretilerini izleyen Madhava (1350- 1425), güneybatı Hindistan’da Kerala Matematik ve Gök Bilimi Okulu’nun kurucusu sayılır. Kerala Okulu, gök bilimi ile ilgili çalışmaları sırasında önemli matematik kavramlar da ortaya koymuşlardı. Bu alanda, trigo-nometrik fonksiyonları çok iyi yaklaşıklıklarla veren seri açılım formül-leri en önemli katkılarıdır. Madhava, her 36 dakikada bir Ay’ın konu-munu ve gezegenlerin hareketlerini belirlemeye yarayan yöntemler keşfetmişti. Geç dönem Kerala gök bilimciler, gezegen merkezlerinin yörünge denklemlerini vere formüller ortaya koymuşlardı.

Mahendra Suri

Milattan sonra 14. Yüzyılda yaşamış olan Mahendra Suri, Tuğluk Hanedanı’ından Firuz Şah döneminde (1351-1388) saray müneccimi olmuştu. Mahendra, bu dönemde Hindistan’a getirilmiş olan, usturlab üzerine yazılan ilk Sanskritçe eser olan “Aletlerin Şahı” (“Yantraraja”) adlı kitabı yazmış (1370) ve ekvatoryal ve elliptik koordinatlar ile Gno-mon hakkında da açıklama eserleri kaleme almıştır.

7 Abbasi Halifesi el-Me’mun zamanında (813-833) Bağdat’ta, “Sindhind” adıyla Arapçaya tercüme edilmiştir. Eserin, İslâm Matematiği ve Gök bilimi üzerinde önemli etkileri olduğu kabul edilmektedir.8 Günümüzde kullanılan matematiksel simgelerle; sin x = 16x (π - x)/[5π2 - 4x (π - x)] şeklinde yazılan bu formülün uygulanmasıyla elde edilen değerlerdeki en büyük hata %1’den küçüktür.

Page 42:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

42

Jaipur gözlem evinde bulunan "Yüce Alet" (Samrat Yantra)

diye adlandırılan, ekinoksal güneş saatinin görünüşü.

Dünyanın en büyük güneş saati olan bu aletin yüksekliği yaklaşık

27,50 metre, eni 44,80 metre uzunluğundadır.

Alet, iletki şeklinde olan bir "gnomon"

(gölge düşüren) ile onun sağında ve solunda bulunan, her biri

genişliği 3 metre ve yarıçapı 17,50 metre olan mermerden yapılmış

derecelendirilmiş iki çeyrek daireden (kadran) oluşmaktadır.

Page 43:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

43

Nilakanthan Somayaji

Kerala Okulu’nun en büyük gökbilimci ve matematikçisi sayılan Nilakanthan (1444-1544), “Tantrasangraha” adlı eserinde (1500), I. Aryabhata’nın Merkür ve Venüs gezegenleri modelini gözden geçire-rek ileriye götürmüştür. Bu gezegenlerin merkez yörüngeleri için bul-duğu denklem, 17. Yüzyılda Kepler’in zamanına kadar ortaya konan-ların en doğrusu olarak kabul edilmiştir. “Aryabhatiya”ya yazdığı yorum kitabında, Güneş merkezli dairesel yörüngeler üzerinde dönen Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn’den oluşan sistemin, Yer’in çevresinde döndüğünü ileri süren “Kısmi Güneş merkezli gezegen modeli”ni or-taya koymuştu. Tycho Brahe’nin 16. Yüzyılın sonlarına doğru ortaya attığı modele benzeyen bu model matematik yönden daha elverişliydi. Bu sistem, kendisinden sonra gelen Kerala gök bilimcilerinin pek çoğu tarafından kullanılmıştır.

Gözlemevleri ve aletleri

Hindu gök bilimcileri, diğer Eski Çağ Uygarlıkları’nda kullanılan gözlem aletlerinin hemen hemen her türünü kullanmıştır. Bunlar ara-sında gnomon, gök cisimlerinin ekliptiğe olan uzaklığını ve ufka yük-sekliğini kullanılan çember ve yarım çemberle; çemberli küre, Güneş ve su saatleri vardı. Daha sonraları, 14. Yüzyılda Müslümanlardan öğ-rendikleri usturlabı ve kendilerinin icat ettiği bazı gözlem aletlerini de kullandılar. Taşınabilir olan bu aletlerin yanında, 18. Yüzyılda inşa edi-len gözlemevlerinde, taştan inşa edilmiş olan, sabit dev gök bilimi alet-leri de kullandılar.

İslâm dünyasında görülen gözlem evi ve dev boyutlu aletler ya-pımı geleneği Hindistan’da da devam etmiştir. Timur zamanında Semerkand’da Uluğ Bey ile birlikte çalışan gök bilimci tarafından ya-pılan gök bilimi ve matematiksel coğrafya çalışmaları, Babür Şah’ın M.S. 932’de Moğol İmparatorluğu’nu kurmasından sonra, siyasî güç-le birlikte Hindistana kaymıştı. Türk-Moğol Sultanı Muhammed Şah’ın (1702-1748) isteği üzerine, Hindu bilgin ve devlet adamı Jaipur Mih-racesi Jai Sing II (1688–1743), Uluğ Bey’in Semerkand’da 15. Yüzyıl-da kurmuş olduğu gözlem evinden esinlenerek, Delhi, Jaipur, Benares, Ucaya (“Ujjain”) ve Madura kentlerinde 1724 ile 1738 yılları arasında beş gözlem evi kurdu. Bunların içinde en büyüğü Jaipur gözlem evidir.

Açık alanlarda bulunan bu gözlemevlerine “Jantar Mantar” denir. Bu adlandırma, “alet” anlamındaki “jantar” ile “formül, hesap” an-lamındaki “mantar” sözcüklerinden yapılmış olup “hesap aleti” an-lamındadır. Bu aletler olağanüstü boyutlardaki taş yapı aletlerdir. Bu yüzden, bu tür aletlerin yerleştirildiği alanlar da, gözlem evi anlamın-da, “jantar mantar” diye adlandırılmıştır.

Türk-Moğol hakimiyetindeki Hindistan’da yapılan gök bilimi aletle-rinin en etkileyici olanlarından biri de tek parçadan yapılma, ek yerle-ri olmayan gökkürelerdir. Bu gökkürelerin imali hem mühendislik hem de metalürji açısından hayret verici bir başarıdır. Modern teknolojiyle bile elde edilmesi çok zor olan bir imalat şeklidir. Bu kürelerden, 1590 ile 1842 yılları arasında toplam 21 tane imal edilmiştir. En eski olanı Kaşmirli Ali İbn Lokman tarafından 1590’da, Arapça ve Sanskritçe ya-zılı olan ikincisi ise, yaklaşık 80 yıl sonra, Muhammad Salih Tahtawi ta-rafından ve en son gökküre ise Hindu metalurjist Lahorlu Lala Balhu-mal tarafından 1842’de yapılmıştır.

Karşılıklı etkileşimler

Budizm’in, Geç Han Dönemi’nde (MS 25-220) Çin’de kabulü ile beraber, Hindu gök biliminin de yayıldığı ileri sürülmektedir. Özellik-le, Tang Hanedanı Dönemi’nde (618-907), gözlem evinin yönetici-si olan Devanagari Gotama Siddha’nın, Çinceleştirilmiş adıyla; Kutan Şida (“Qutan Xida”), yazdığı “Ciuçi-li” (“Jiuzhi-li”) adlı eserde Hindu gök bilimi sistemi tanıtılmıştır.

Milattan sonra sekizinci yüzyıldan kalma bazı yazı parçalarından elde edilen bilgiler; İslâm gök bilimcilerinin, sinüs fonksiyonlarını Hin-du gök bilimciden aldıklarına işaret etmektedir. Diğer bir alıntı ise za-manı takip etmekte kullanılan bir yaklaşık zaman denklemidir. Yaklaşık on yüzyıl sonra, Türk-Moğol İmparatorluğu döneminde Hindu ve İslâm gök bilimi sentezi ortaya çıkmıştı. Öyle ki; İslâm gözlem aletleri ile Hin-du hesap yöntemleri birleştirilmişti. Gezegenler kuramı ile çok ilgilen-memiş görünseler de, Hindistan’daki Müslüman ve Hindu gök bilim-cileri, gözlemsel gök biliminde ilerlemeler göstermiş ve yüz kadar da Ziyç meydana getirmişlerdi.

Hint gök bilimi, İslâm gök bilimi ve Arapçaya tercüme edilen Hint matematik ve gök bilimi eserleri aracılığıyla, Batı Gök bilimi’ne de etki etmiştir. Muhammed el-Fezari’nin, “Surya Siddhanta’’ya ve Brahmagupta’nın Brahmasphutasiddhanta adlı eserine dayanarak ha-zırladığı “Az-Zîj al Sind al-Arab” veya kısaca “Sindhind” kitabı, Latince’ye Tercümeler Dönemi’nde (12. yy.), 1126 yılında Latinceye tercüme edil-miş ve etkili olmuş bir eserdi. Bu tercümeler yoluyla, Hint rakamlarının İslâm ve Batı dünyalarına aktarıldığı düşünülmektedir.

Daha sonraları, 18. Yüzyılın başlarında, Jai Sing II Avrupa’dan Ciz-vit gök bilimcilerini, yaptırmış olduğu gözlemevlerinden birine davet etmişti. Bu gök bilimci yanlarında, Fransız gökbilimcisi Philippe De la Hire’in (1640-1718) hazırladığı gök bilimi katalogları getirmişler-di. Bundan dolayı; bazı araştırmacılar, Kerala Matematik ve Gök bilimi Okulu’nun öğretilerinin, Cizvit Misyonerleri tarafından Avrupa’ya ak-tarıldığı ileri sürülmüştür.

Lahor’da 1630’da prinçten, dikişsiz ve kaynaksız yapılmış olan bir gökküre. Bu

gökküre, gökyüzü haritası görevi gördüğü gibi gök bilimi hesapları içinde dakik bir

araç olarak da kullanılıyordu.

Page 44:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

II

Page 45:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

İSLÂM UYGARLIĞINDA GÖK BİLİMİORTA ÇAĞ ARAP DEVLETLERİNDE GÖK BİLİMİ

ORTA ÇAĞ TÜRK DEVLETLERİNDE GÖK BİLİMİ

YENİ ÇAĞ TÜRK DEVLETLERİNDE GÖK BİLİMİ

Page 46:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

Batlamyus'un evren modeli.

Page 47:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

47

ORTA ÇAĞARAP DEVLETLERİNDE

GÖK BİLİMİ

İslâm Dünyasında Bilimin Gelişmesine Genel Bir Bakış

Batlamyus’un 2. Yüzyılın ortalarında İskenderiye’de yaptığı çalış-malardan sonra Hellenistik Bilim, özellikle de gök bilimi, büyük ölçü-de duraklamıştı. İskenderiye’deki Kütüphane ve Müze’nin 5. Yüzyı-lın başlarında, bir Hristiyan ayaklanması sonucu, yakılıp yıkılmasından sonra, değişik din, inanç ve felsefî görüşteki bilim adamları, eserleri veya kopyalarını yanlarına alarak İskenderiye’yi terk etmeye başlamış-tı. Bunlardan bir bölümü Bizans topraklarına, özellikle Constantinopo-lis (İstanbul), Nicaea (İznik) ve Antioche (Antakya) gibi kentlere yerleş-mişti. Daha az bir bölümü ise, Orta Doğu’nun önemli kültür kentleri-ne gitmişti. Bizanslı ve Bizans’a giden din ve bilim adamlarından bazı-ları, dini görüş ayrılıkları nedeniyle, Bizans’tan kaçarak Edessa (bugün-kü Urfa) kentinde bir ilâhiyat okulunu kurmuşlardı. Bu okul, başlangıç-ta Suriyeliler için bir Hristiyan ilâhiyat okulu olarak kurulmuş, zaman-la Nestûri Hristiyanların merkezi hâline gelmişti1. Bu yüzden okul 489 yılında Bizans İmparatoru Zeno tarafından kapatılınca, bazı Nestûriler, Sâsâni Kralı I. Şapur tarafından 271’de kurulmuş olan, büyük kültür merkezi Cünd-i-Şâpûr kentine göç ettiler. Daha önce Batı Roma İm-paratoru Valerianus (195- 264) zamanında Suriye’den kaçan sanat-çı ve bilginler de bu kente sığınmıştı. Bu düşünür ve bilim adamla-rının, İslâm dünyasındaki ilk bilimsel faaliyetlerin başlaması ve geliş-mesinde önemli rolleri olmuştur. Onların eski Yunanca’yı; Suryanîce’yi ve Arapça’yı iyi bilmeleri birçok Eski Çağ bilim eserinin Arapça’ya ka-zandırılmasına yol açmıştır. Bunu yanında, Cünd-i-Şâpûr’da Farsça’yı ve Sanskritçe’yi de öğrendiklerinden, eski Fars ve Hint eserlerinden de çeviriler yapmışlardı2. Arapça’ya çevirilen bu eserler arasında Efla-

tun, Aristo, Öklit, Batlamyus, Apolonius, Hippokrat ve Galen gibi Eski Ege-Akdeniz kültürünün önde gelen temsilcilerinin eserleri önemli yer tutmaktaydı.

Aşağıda, Orta Çağ İslâm bilim tarihi, az çok belirgin 3 döneme ay-rılarak, genel çizgileriyle gözden geçirilecektir.3

İSLÂM BİLİMİNİN BAŞLANGIÇ DÖNEMİ (650 - 800)

İslâm’dan önce Araplarda bilimsel düşünce, okul gibi eğitim kurumla-rı yoktu. Ancak sözlü edebiyat, özellikle şiir çok yaygındı. Fakat İslâmîyetle beraber durum değişmeye başlamıştı. Müslümanlar, tarih sahnesine çıkışla-rının ilk yirmi yılı içinde önce Romalıların, daha sonra da Bizanslıların elinde bulunan Suriye ve Mısır’daki kültür merkezlerini ele geçirdiler. Böylece, eski bilim kaynaklarına ulaşmaya başladılar.

Asr-ı Saadet’ten yaklaşık bir yüzyıl sonra İslâm dünyasında, o çağ-da bilinen bütün ilimlere karşı büyük bir ilgi uyanmıştı. Müslüman-lar, Kur’ân-ı Kerîm’deki, Hazreti Muhammed’in peygamberliğini bil-diren ve belgeleyen, ilk vahyin Ikr’a! (Oku!) emrine gönülden uymuş-lardı. Öyle ki; daha ilk yüzyılda okuyup yazmaya ve öğrenmeye ilgi bir tutku gibi bütün İslâm dünyasını sarmıştı. Ortaçağ Hristiyan Dünya-sı karanlık bir dönemden geçerken, Ortadoğu’da İslâm dini doğmuş; ve bu dinin mensupları olan Müslümanlar, yavaş yavaş Hristiyanların talip olmadıkları eski bilim ve felsefe mirasını sahiplenmeye başlamış-tı. Emevî Halifeleri döneminin başlarında başkent olan Şam, daha ön-ceden Süryanî bilim merkezlerinden biriydi. Burada, başlangıçta bi-lim Müslüman olmayanların elinde olmasına rağmen, Emevîler bilim-

1 Nestûrîler, İstanbul'da beşinci yüzyılda yaşayan , İsa'nın insan ve Tanrı özelliklerinin birbirinden ayrı olduğunu savunan patrik Nestorius’un fikirlerine sadık olduklarından, Efes Konsili'ndeki Ortodokslar tarafından Heretik (sapkın) olarak kabul edilmişlerdi. Ancak İran' daki Hristiyan Kilisesi bu doktrini kabul etmiş ve Efes'te verilen mahkumiyet kararına karşı çıkmıştı. Dolayısıyla, Nestûriler Edessa (Bugünkü Urfa) kentinde güven içinde yaşayabilirdi. Onlar, yalnızca Eski Çağ bilim öğretisinin devamına yardım eden bilim adamları arasında bulundukları için değil, aynı zamanda eski Yunanca ile yazılmış birçok eseri Süryanice'ye çevirerek yayılmasına katkıda bulundukları için önem taşır. Daha sonraları, İslâmiyetin doğuşunu takiben, bu eserlerin Arapça'ya çevirilmesine yardımcı oldukları için bilim adamı olarak şöhretleri devam etmiştir. Nestûrî bilim adamlarından bir kısmının, çeviri çalışmaları yanında, İslâm ülkelerinde erken tarihlerde kurulmuş olan gözlem evleri ile tıp kurumlarında görev aldıkları, bazılarının da Arapça olarak yazdıkları eserlerle İslâm Dünyası'nda bilimsel çalışmaların şekillenmesinde etkin oldukları da bilinmektedir.2 Cünd-i-Şâpûr, büyüklük açısından Sâsânîler devletinin ikinci kentiydi. I. Hüsrev (531-579) zamanında burada Yunan-Suriye Tıp Okulu kurulmuştu. Bu okulun, sonradan Araplar’a tesiri olmuştur.3 Batı ve Arap kaynaklarında, genellikle “Arap Bilimi” olarak nitelendirilen bilim, aslında ‘Orta Çağ İslâm Bilimi’ şeklinde anlaşılmalıdır. İslâm BilimiTarihi de, büyük ölçüde İslâm topraklarında geliştirilen ve yazı dili Arapça olan biliminin tarihidir. İslâm uygarlığının beşiği olan bölgede bilim, Hz. Muhammed'in zamanından birkaç yüzyıl önce başlamıştır. İslâm ülkelerinde bilimle uğraşanlar arasında; farklı din, inanç ve ırktan kişiler vardı. Bundan dolayı bu terimlere; dine dayalı ’Müslüman Bilimi’ gibi anlamlar yüklemek doğru bir yaklaşım olmaz.

Page 48:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

48

sel çalışmaları ve bilim adamlarını desteklediler. Bu dönemde, Basra ve Kûfe kentleri de birer yeni bilim merkezi olma yolunda ilerliyordu. Ancak bunun yanında, Dört Halife döneminde (632-661) gü-cünü kaybeden şiir, Emevîler döneminde yeni-den önem kazanmıştı. Cahiliye devrinde ol-duğu gibi, Emevilerde de okul benzeri ku-rumlar henüz yoktu. Halifeler çocuklarını, güzel Arapça konuşmayı, ata binme, ok ve yay gibi silâhları kullanmayı öğrenmeleri için çölde yaşayan bedevilerin yanına gönderirlerdi. Halk arasında Arapça’yı bilenler ve iyi konuşan-lar, ok atma, ata binme, yüzme vb. sporları ya-panlar beğenilir ve kültürlü sayılırdı.4 Büyük bir bölümü savaşlarla geçen Emevîler döne-minde kayda değer bir bilimsel veya felsefî eser ortaya konmamıştır. Başlangıç döne-minde bilim ve felsefe diye bir şey yoktu; bunlar İslâm dünyasına ancak Abbasîler dö-nemi (750-1025) içinde girmeye başladılar.5 Bu dönemdeki başlıca bilim adamları:

Cabir bin Hayyan (721?-776): Kimyacı, fi-lozof, gök bilimci, matematikçi ve doktor,

Muhammed Ebu Abdullah Temimî (?-786): kimyacı ve filozof,

Muhammed bin İbrahim Fezarî (?-803?): çevirmen, gök bilimci,

Hasan ibn-I Hüseyb (?-?805): gök bilimci,

Maşaallah (?730-815): gök bilimci, yıldızbilimci ve çevirmen,

Ahmed bin Muhammed el-Nihavendî (?-?); Müslüman gök bi-limcilerin en eskisi, gözlem yapan ve zîc hazırlayan ilk Müslüman gök bilimci,

Utarid el-Bağdadî (?-821): gök bilimci ve matematikçi. Abbas bin Said Cevheri: 9. yy.Türk-İslâm matematikçi ve gök bi-

limcisi.

YENİ BİR KÜLTÜR VE BİLİM GELENEĞİNİN OLUŞMASI - ÇEVRİLER VE BİLİMSEL ÖĞRENİM DÖNEMİ (800 - 925)

Müslümanlar, Abbasîler döneminden itibaren, temasa geçtiği eski uygarlıkların eserlerinden ve bilgilerinden yararlanmaya büyük önem verdiler. Genelde İslâm biliminin, özelde de İslâm gök biliminin, temel-leri bu dönemde atılmaya başlandı.

İslâm’ın ilk iki yüzyılında, özellikle de Abbasîler döneminde, İslâm bilimine temel olacak olan bilgileri içeren eski Yunan, Süryanî , Hindu

ve Fars el yazmalarının Arapçaya sistemli çevi-rileri yapıldı. Abbasi halifelerinden el-Mansur

(754-775) ile başlayan bu sürece, Avrupa’da efsaneleşmiş Harun el-Reşid (786-809) ve el-Me’mun’un (813- 833) çok önemli katkı-ları olmuştur. Bu çeviriler, çoğunlukla gayri-müslimler tarafından yapılıyordu. Çevirmen-

lerin çoğunluğunun, Yakın Doğu ve Orta Asya’ya yayılan okullarda belli bir eğitim ge-

leneğini sürdüren Nestûrî ve Sabî6 inançlarına mensup olduğu biliniyor. Bu çeviriler sayesinde, başta Müslüman düşünürler ve bilim öğrenmek

isteyenler olmak üzere, İslâm ülkelerindeki dü-şünürler ve bilim öğrencileri; Eflâtun, Sokrat, Aristo, Öklit, Batlamyus, Galinos, Hipokrat, Brahmagupta ve benzeri eski bilginlerin eser-

lerini tanımışlardır. Bu eserleri okumak, anlamak ve öğrenmek üzere büyük gayret gösteren felsefe

ve bilim öğrencileri, çok geçmeden bu eserlerdeki düşünceleri in-celemeye, özellikle de eski Yunan filozoflarını cesaretle yorumlama-ya başlamışlardı. İslâm dünyasındaki bilimsel gelişmenin bu ilk aşa-ması temelde dıştan alınan bilginin özümsenmesi idi.

Eski uygarlıklarla İslâm düşüncesinin karşılaşmasından doğan di-namizm, Bağdat’ta, Güney Anadolu’da, Kahire’de, Endülüs’te, Türkis-tan ve İran gibi pek çok İslâm ülkesinde, devlet adamlarının deste-ği ve koruması altında, Beytü’l Hikme (‘Bilgi Evi’), Medrese gibi ad-lar verilen üst düzeyde eğitim ve araştırma kurumları ile ‘Şemmasi-ye’ ve Râsadhane denilen gözlem evlerinin kurulmasına yol açmıştır. Buralarda, birbirleriyle yarışma ve bazen de çatışma hâlinde bulunan düşünce akımları ve okulları ortaya çıkmıştır. Matematiksel bilimler, özellikle gök bilimi, İslâm dünyasını çok yakından ilgilendirmişti. Zira, İslâm dininin imân, ibadet ve ahkâm esaslarını içeren Kur’an-ı Kerîm ve Hadis’lerde ibadet vakitleri ve dîni günler, Güneş ve Ay’ın hareket ve konumlarına sıkı sıkıya bağlı idi. Bu zorunluluk, İslâm devlet adamları-nın da gök bilimine ilgisini artırıyordu. Bu ilginin sonucu olarak, İslâm dünyası, başta gök bilimi olmak üzere, bilim ve teknoloji alanında yak-laşık 7 yüzyıl boyunca büyük gelişme göstermiş ve Batı’ya da 17. Yüz-yıl başlarına kadar önderlik etmiştir. Bu dönemin sonlarına doğru ge-lindiğinde, çeviri işi tamamlanmış, önemli eserler ortaya koyan Müslü-man bilimcilerin sayısı da artmıştı. Bunların içinde en önemlileri:

Habeş el-Hasib el-Mervezî (ölm. 864-874): Abbasiler Dönemi’nde, önde gelen Türk asıllı gök bilimci ve matematikçi,

El-Harezmî (780-850): Abbasiler Dönemi’nde, önde gelen Türk asıllı matematikçi, gök bilimci, coğrafyacı,

4 Halifeler halkın eğitimi için çeşitli yerlere hocalar gönderirlerdi. Bunlar haftanın belirli günlerinde ve özellikle de Cuma günleri din konularında bilgiler verirlerdi. Ayrıca cami veya evlerde Kur’an’ı bilenler, halka dersler verirdi. 5 Emevî halifelerinin ilki olan Muaviye’nin torunu Halid bin Yezid Emevî (ölm.704), Halifelikle ilgili hak iddaları reddedilince kendini tıp ve simya öğrenmeye vermişti. “Meryanus” adında bir Rum rahibinden simya ve tıp öğrenmiştir. İstifan-ı Kadim (‘Yaşlı Stefan’) adlı bir hristiyana simya kitabını çevirtmişti. Bu çeviri İslâm tarihinde ilk defa yapılan çeviri olma niteliğini taşıyor. Ayrıca, “Masercuye” adında Basralı bir Yahudiye de “Ehrun bin Ain” tarafından yazılmış tıp konusundaki “Kinaş” adlı Suryanice kitabı Arapça’ya çevirtti. Halid, gök bilimi dersleri almış ve bunun hakkında bazı eserlerin tercümesi ile uğraşmış, gözlem âlet ve gereçleri satın almıştır. Çoğunluğu simya ile ilgili 7 eseri bilinmektedir.6 Sabîler, yıldızların kutsal özelliğine olan inancın ve yıldızlar bilgisinin (Astroloji) (her ikisi de eski Mezopotamya kaynaklıdır) kuvvetle etkisinde kalmış olan eski bir inançın mensuplarıdır. Sabîliğin, İslâmiyetle birlikte yaşamasına izin verilen çok sayıdaki din ve inanç sistemlerinden biri olması, Müslüman hükümdarların dini hoşgörüsü hakkında bir fikir vermektedir; buna rağmen Sabîlik 11. Yüzyıl içinde yok olmuştur.

Evrensel günefl çemberi.

Page 49:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

49

Ebû Bekir Zekeriya el-Razî (865-932): tıp, fizik, gök bilimi, matema-tik, felsefe, simya, ilâhiyat ve mantık konularında ünlü bilgin,

El-Fergânî (ölm.870): Abbasiler Dönemi’nin önde gelen Türk asıllı gök bilimci, matematikçi ve coğrafyacısı.

El-Kindî (801?-873): Filozof, matematikçi, gök bilimci ve doktor,

Mûsaoğulları (ölm. 9. yy. Sonu); Abbasiler Dönemi’nde, önde gelen Türk asıllı gök bilimci, matematikçi ve mekanik alet ve gereç yapımcı-sı aile,

Ebu Ma’şer el-Belhî ( 787-886): Abbasiler Dönemi’nde, önde gelen Türk asıllı gök bilimci, matematikçi,

Sabit bin Kurra (836-901): gök bilimci, matematikçi,

Abdülhamid bin Vâsî ibn Türk el-Hitlî / Hûttalî / Cîlî (?-854): Ab-basiler Dönemi’nde, önde gelen Türk asıllı matematikçi ailenin ilk atası,

El- Battanî ( 850-929): gök bilimci, matematikçi ve çevirmen,

El-Neyrizî (ölm. 932): Matematikçi ve gök bilimci,

Görüldüğü gibi dönemin başta gelen bilim adamlarının büyük çoğun-luğu Türk asıllıdır.

ÖZGÜN İSLÂM BİLİMİ DÖNEMİ (925 - 1600)

Bu dönemde, artık Eski Yunanca değil, Arapça bilimsel ve felsefî düşüncenin, Batı’da Latince’nin olduğu gibi Lingua Franca’sı (‘Aracı dil’) oluyordu. Ayrıca, ilk iki dönemin aksine, İslâm ülkelerindeki bilimcilerin büyük çoğunluğu Müslümandı. İslâm uygarlığı bu dönemde Batı’da em-salleri olmayan değerde bilim adamları yetiştirdi:

Âmâcûr el-Türkî kardeşler (ölm. 9. yy): Türk gök bilimci ve matematikçi,

Farabî (870-950): Türk filozof, matematikçi ve fizikçi,

Ebu Kamil Şûca (ölm. Ölm.951): Türk matematikçi,

El-Hazin el-Horasani (ölm. 960): Türk-İslâm gök bilimci ve matematikçi,

El-Sûfi (903-986): Türk gök bilimci,

Ebu’l-Vefâ el-Buzcânî (940-998): Türk matematikçi ve gök bilimci,

El Kûhî ( ~940 - ~ 1000): gök bilimci ve matematikçi,

El-Hucendî (~940-1000):Türk gök bilimci ve matematikçi,

Maslama el-Mecritî (ölm. 1007/1008): gök bilimci ve matematikçi

Ebu Said el-Siczî (~945 -~1020):gök bilimci ve matematikçi,

İbni Yunus ( 950-1009): gök bilimci,

İbni Sina (980-1037): Türk doktor, filozof, gök bilimci ve fizikçi,

İbni Heysem (965-1039); matematikçi, fizikçi, gök bilimci ve filozof,

Bîrûnî (973-1051); Bîrûnî (973-1051); Türk gök bilimi, matematik, fi-zik, tıp, çoğrafya, tarih ve dinler tarihi başta olmak üzere çeşitli alanlar-da önemli eserler veren, Türk-İslâm tarihinin dünyada en tanınmış bilim adamı,

El-Zerkalî (1029-1087); Endülüslü gök bilimci ve matematikçi,

Ömer Hayyâm (1044-1125), gök bilimci, matemaikçi, şair ve filozof,

Câbir bin Eflâh (11. yy. sonu-12. yy. ortası): Endülüslü gök bilimci ve matematikçi,

El-Hirakî Bahaeddin el-Mervezî (1076-1139); Türk gök bilimci, filo-zof ve din bilgini,

El-Bitrûcî (ölm. 1204): Endülüslü gök bilgini ve matematikçi,

Ebû’l-İzz el-Cezerî (1136-1206): Türk-İslâm mekanik otomatlar ve si-bernetik bilimcisi,

Çağmînî (ölm.1221) Türk gök bilimci, matematikçi ve doktor,

Nasîrüddin el-Tûsî (1201-1274): Türk gök bilimci ve matematikçi,

Kutbeddin Şirazî (1236-1311): gök bilimci ve matematikçi,

Ali bin Aydemir bin Ali el-Cildakî (?-1342?): Türk-İslâm kimyacı,

Alaaddin ibni Şatır (1304-1376): Gök bilimci ve matematikçi,

Giyaseddin el-Kaşi (ölm.1424?): Türk-İslâm gök bilimci ve matematikçi,

Kadızâde-i Rûmî (ölm.1435)Türk gök bilimci ve matematikçi,

Uluğ Bey (1395-1449): Türk gök bilimci ve matematikçi,

Ali Kuşçu (ölm.1474). Türk gök bilimci, matematikçi ve din bilgini

Bedrettin Sîbt el-Mardinî (1423-1498): Türk gök bilimci ve mate-matikçi,

Mîrim Çelebi (?ölm. 1525): Türk gök bilgini, matematikçi ve din bilgini,Şemseddin el-Kefri (ölm. 1550), Türk-İslâm gök bilimci ve matematikçi,

Takîyüddîn el-Rasid (1521-1585); Türk gök bilimci, matematikçi ve din bilgini.

Antik Dönem bilimsel düşüncesi, madde ve doğanın değişimleri ile olayların oluşumlarının açıklanmasında, ‘nasıl’ sorusuna cevap ver-mekten çok, bunların ‘gizemini’ çözmeye yönelik ‘niçin, neden’ soru-suna kuramsal ve felsefî cevap arayan çalışmalara yönelikti. Ünlü filo-zof Bertrand Russell, eski Yunan ilmî düşüncesinin, çok az sayıda dü-şünür ve bilim adamı hariç, bu anlayışı taşıdığını şöyle ifade ediyordu: “Eski Yunan kültürü teknik bilgi ve düzey bakımından ilkeldi. Biliminin ise, günümüzdeki anlayış ve ölçüler, özellikle de deneysel eğilimler açı-sından herhangi bir olağanüstü durumu yoktu. Onun için, ne kendin-den öncekilere, ne de kendinden sonrakilere, ilmî devamlılık ve gele-nek yönünden bağlanamayan Arşimed’i ayrı tutma gerekir. Bu bakım-dan, ‘deneysel bilim’ geleneğini İslâm uygarlığı ile başlatmak kuşku-suz gerçeğe daha uygundur.” B. Russell’ın vurguladığı gibi, İslâm bili-mini antik bilimden ayıran en önemli özellik, gözleme ve deneye bü-yük önem vermesiydi. Modern bilimin, kuramsal düşünce ve modelleri bilimsel deneylerle sınama yönteminin çıkış kaynağı İslâm bilim adam-larının ortaya koyduğu yöntemler idi.

Yaklaşık bir yüzyıl süren bir özümseme döneminden sonra, İslâm dünyasındaki bilim adamları; başta matematik olmak üzere gök bili-mi, matematiksel coğrafya, fizik gibi matematiksel bilimlerde, tıp, kim-ya, jeoloji, meteoroloji, mineraloji, zooloji ve veterinerlik, genel biyo-loji ve botanik gibi doğa bilimleri konularında özgün eserler ortaya koymaya başladılar. Bunun yanında fizik teknolojisi alanında; gözlem âletleri, saatler, otomatlar, hassas teraziler ve optik aletler gibi çeşit-li âlet ve düzenekler geliştirdiler ve icad ettiler. Gök bilimi ve onunla

Page 50:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

50

ilgili matematik konusundaki çalışmalar dışındaki bilimleri ele almaya-cağız. Okuyucu, diğer konularda bilgi edinmek için, kitabın Kaynakça bölümlerinde verilen, eserlere başvurabilirler.

ORTA ÇAĞ İSLÂM DÜNYASINDA GÖK BİLİMİ

İslâm Gök Biliminde Devreler

İslâm uygarlığı’nın, 9. Yüzyıldan 17. Yüzyıla kadar süren, İslâm uy-garlığının Hindistandan İspanya’ya kadar olan topraklarında geliştiği çağ, genel olarak “İslâm Uygarlığı’nın Altın Çağı” olarak adlandırılan bir dönemdir.7 Bu çağ, Batı İslâm ülkelerinde, Hristiyanların yeniden güçlenerek, yaklaşık 1000’den 1500’e kadar süren Reconquista (Yeni-den Fetih) ile Müslümanları İspanya’dan çıkarmasıyla son buldu. Doğu İslâm ülkelerinde ise, en yüksek noktasına eriştiği Osmanlı toprakların-da kurulan, İslâm topraklarında kurulmuş büyük gözlem evlerinin so-nuncusu olan, İstanbul Gözlem Evi’nin 17. Yüzyılın başında yıkılmasıy-

la sona erdi. Bu çağ, İslâm biliminde en yaratıcı ve özgün çalışmaların yapıldığı dönem olmuştur.

İslâm gök bilimini 4 ana devreye ayırabiliriz:

Birinci devre: ‘Başlangıç Dönemi’ (600-750). İslâm öncesi Arap ve Doğu Emevî Halifeleri Dönemi (600-750).

İkinci devre: ‘Çeviriler Dönemi’ (750-850); Eski Yunan, Hint ve Sâsani gök biliminin çeviriler yoluyla öğrenilmesi dönemi. Abbasî Dev-leti döneminde 750 ile 850 yılları arası.

Üçüncü devre: ‘Öğrenme ve Özümseme Dönemi’ (850-1025); Batlamyus sisteminin incelenmesi, modelin özümsenmesi.

Abbasî Devleti döneminde, 850 ile 1025 yılları arası. Bu devir-de yer alan Türk-İslâm devletleri: Mısır’da Tulunoğulları (868-905) ve Akşitoğulları (935-969), Mâverâünnehir’de Samanoğulları (874-999), Türkistan’da Karahanlılar (932-1212), Afganistan ve Kuzey Hindistan’da Gazneliler Devleti (962-1183).

Bilimleri yabancı kültürlerden İslâm dünyasına ulaştıran yollar.

7 Batı’da 19. Yüzyılda ortaya çıkan, özellikle de bilim tarihinin en başta gelen kurucularından George Sarton’nun temel görüşü olan, genel bir görüşe göre; İslâm tarihinde ilk 5 yüzyıl, İslâm biliminin gelişmesi için “Altın Çağ” olarak kabul edilir. 12. Yüzyıldan başlayarak İslâm dünyasında bilimsel etkinliklerin hızlı bir düşüş gösterdiği ileri sürülür. Türk sülâlelerinin yönetimi altında, özellikle Bağdat’ın 1258’de İlhanlıların eline geçmesinden sonra, önemli bir ilerlemenin olmadığı, İslâm âleminin kültür, sanat, bilim ve her türlü düşünsel etkinlikler açısından karanlık bir döneme girdiği işlenir. Bunun doğru olmadığı, 19. Yüzyılda az sayıda Batılı bilim tarihçisi tarafından yazılıyor ve söyleniyordu. Ancak, son elli yıldır bu yanlış “Altın Çağ” anlayışı, hem Müslüman ve hem de Batılı bilim adamlarının çalışmaları sonunda, artık geçerliliğini yitirmeye başlamıştır.

Page 51:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

51

Dördüncü devre: ‘Özgün İslâm Gök bilimi Dönemi’; Batlamyus sisteminin eleştirisi ve modelde değişikliklerin yapılması. Büyük göz-lem evlerinin kurulması. İslâm dünyasında gök bilimin ‘Altın Çağı’. En-dülüs Emevî Devleti döneminde 1050 ile 1125, Türk-İslâm devletle-ri döneminde 1025-1600 yılları arası. Bu devirde yer alan Türk-İslâm devletleri: Mısır’da Tulunoğulları (868-905) ve Akşitoğulları (935-969), Mâverâünnehir’de Samanoğulları (874-999), Türkistan’da Karahanlı-lar (932-1212), İran’da, Büveyhoğulları Devleti (933-1055). Afganis-tan ve Kuzey Hindistan’da Gazneliler (962-1183) ve Gûrlular (1148-1215) devletleri, Kuzey Afrika ve Mısır dışındaki tüm Abbasî toprak-larında kurulan, Büyük Selçuklu Devleti (1040-1157), Kirman Selçuk-lu (1041-1187), Suriye Selçuklu (1078-1117) ve Anadolu Selçuklu (1075-1318) beylikleri, Hârezm’de Harzemşahlar Devleti(1077-1231), Mısır ve Suriye’de, Eyyubiler (1174-1250) ve Memlükler (1250-1517) devletleri, Azerbeycan, İran, Mezopotamya ve Anadolu’da İlhanlılar Devleti (1258-1365), Timur İmparatorluğu (1370-1507), Hindistan’da Babür İmparatorluğu (1516-1707).

BAŞLANGIÇ DÖNEMİ (600-750)

İslâm öncesi Arap ve Doğu Emevî Halifeleri Dönemi Arapların, İslâmîyet’in doğuşuna yakın yıllarda, gökle ilgili bazı pratik bilgileri var-dı. Güneş’in doğuş ve batış noktaları ile günlük hareketlerinden, gece ve gündüz sürelerini belirlerlerdi. Gökküredeki 28 takım yıldızın görü-nürdeki durumlarından da mevsim uzunluklarını belirliyorlardı. Gece yolculuklarında, Ay ve bazı parlak yıldızların görünürdeki durumların-dan yaralanıyorlardı. Medine’deki İslâm toplumunda, Ramazan Ay’ını, dini bayramlar ile diğer kutsal gün ve geceleri de belirlemek için, dini emirler gereğince, Ay’ın görünürdeki ilk Yeni Ay durumu esas alını-yordu. Bu maksatla düzenli Ay gözlemleri yapılmaktaydı. Halife Ömer, 638 yılı civarında, İslâmî kurallara uygun bir Ay Takvimi ortaya koymuş-tu. 12 aydan oluşan bu takvimin başlangıcını belirlemek için, Ay’ın ilk hilâl durumu gözleniyordu. Ay takvimine göre belirlenen yıl, Güneş yı-lına göre 11 gün daha kısaydı.

ÇEVİRİLER DÖNEMİ (750-850)

İslâm dünyasında bilimsel çalışmaların bilinçli olarak teşvik edilmesi Abbasîler dönemiyle başlamıştır. Bilimsel alandaki gelişmelerde, başta Abbasî halifeleri olmak üzere, devrin devlet adamlarının, özellikle de Türk asıllı vezirleri Bermekoğulları’nın, çok önemli rolü olmuştur. Yö-neticiler gibi zengin aileler de bilimsel çalışmaları ve bilginleri maddî ve manevî olarak desteklemişlerdir. “Mârifet, iltifâta tâbidir!” atasö-zü uyarınca, pek çok Müslüman ve gayrimüslim bilim adamı, filozof ve sanatkâr Bağdat’a akın etmişti.

Akıllı ve yetkin bir hükümdar olan el-Me’mun, yönetiminin ilk za-manlarında baş gösteren bazı sorunları çözdükten sonra, Bağdat’a yerleşmişti. Barış ve refahın hüküm sürdüğü kenti kısa bir süre için-de tam bir sanat ve bilim merkezi hâline getirmişti. Me’mun, 830’da Bağdat’da, İran’daki Cünd-i-Şâpûr Akademisi’ni örnek alarak, Beytü’l Hikme (Hikmet Evi / ‘Bilgelik Evi’) adlı bir çeviri, eğitim ve araştırma merkezi kurdu. Beytü’l Hikme, bağımsız bir yapı olmayıp, saraya bağ-lı ve idari yapılanması olan bir kurumdu. Başında, Sâhibu Beytü’l Hik-me adı verilen bir yönetici vardı. Görevlilerden, Hazinler, idari görev-

lerden çok; çeviri, çeviri kontrolleri, yazı düzenlemesi yanı sıra, baş-ka ülkelere giderek , oradaki kütüphaneleri dolaşıp, Bağdat’ta bulun-mayan eserleri temin ediyorlardı. Öyle ki; Me’mun, Selm el-Harranî, Ebû Yahya İbn el-Batrîk (ölm. ?796-806). Haccac bin Mattar ve Hu-neyn İbn İshâk (809-877) gibi çevirmenleri Bizans’a kitap araştır-ması ve edinimi için göndermişti. Harun el-Reşid’in kitap toplamak

için Bizans’a sefer düzenlediği, fetihlerde elde ettiği tüm kitapları

Bağdat’a getirttiği kaydedilir. Özellikle Me’mun, bu konuda büyük

gayret gösteriyordu. Öyle ki; Bizans’la yaptığı bir savaş sonunda, Bi-

zans imparatoru III. Mikail’e bir mektup göndererek; kendisine, sa-

vaş tazminatı olarak, bilimsel eserler ile çevirmenler göndermesini is-

tedi. İmparator, bu isteğe uyarak Öklit’in eserleri de dahil olmak üze-

re bir çok kitapla birlikte birkaç çevirmen gönderdi. Toplanan kitap-

lar, Beytü’l Hikme’de Arapça’ya kazandırılmıştır. Bu görevde çalışan

çevirmenlerin sayısı 50 civarındaydı. Beytü’l Hikme’nin yapımı ve Hel-

lenistik, Hint ve İran kültürünün temel yapıtlarının Arapça’ya sistem-

li bir çeviri seferberliği içinde kazandırılması, Bağdat’ı kitap merkezi

durumuna getirmişti.

Abbasîler, İslâm bilimine temel olacak olan Eski Yunanca el yazmala-

rının çeviri konusunu sistemli bir şekilde ele almışlardı. Beytü’l Hikme’de,

çeşitli din ve inanç sahibi birçok çevirmen ve bilgini bir araya topladı. Bu

aydın halifenin başkanlığında bir araya gelen Müslüman, Hristiyan, Ya-

hudi dinine ve Sabî inancına mensup bilim adamları, yeni çeviriler yapı-yor, eskilerini düzeltiyor ve aynı zamanda ilmin çeşitli alanlarında çalış-malar yapıyorlardı. Burada çalışmış olan çevirmenlerden birisi Ebû Yah-ya İbn el-Batrîk’tir (ölm. 796-806). Galen’in ve Hipokrat’ın eserlerini ve Batlamyus’un, yıldızbilim konusundaki Quadribiblos (‘Dört Kitab’) adlı eserini çevirmiştir. Sabit bin Kurre de Batlamyus’un Almagest‘ini Arapça’ya çevirdi. Diğer bir çevirmen, daha çok tıpla ilgili çeviriler yapmış olan, Yuhanna İbn Mâseveyh’dir (ölm. 857). Beytü’l Hikme’deki çevir-menlerin en ünlüsü Huneyn İbn İshâk’tır (809-877). Me’mûn, Nesturî çe-virmenlerinin başı olan olan Huneyn İbn İshâk’a, çevirdiği kitapların ağır-lığı kadar altın ödediği söylenir. Başlangıçta bir çeviri kurumu niteliğin-de olan Beyt’ül Hikme, zamanla bir ‘Bilimler Akademisi’ hâline dönüştü.

Bu dönemde, Hint gök bilimi İslâm gök biliminin biçimlenmesin-de etkili olmuştur. İslâm dünyasının gök bilimi eserleriyle ilk önemli bi-limsel ilişkisi, 8. Yüzyılda Hindistan’dan getirilen iki gök bilimi kitabının Sanskiritçe’den Arapçaya çevirisi ile başladı. Halife Mansur, 628’de Brah-magupta tarafından yazılmış olan Brahmasphutasiddhanta adlı gök bi-limi kitabının çevirisinin yapılmasını ve bu bilimle ilgili bir de kitap ya-zılmasını emretmişti. Eser, gök bilimci İbrahim Fezârî’nin oğlu Muham-med İbn İbrahim Fezârî (ölm.796-806 arasında) ve Yakup bin Târık tara-fından, 772/773 yılında Sanskritce’den Arapça’ya, el-Zîc el-Mahlul min el-Sindhind li-Darajat Daraja adıyla çevirildi. Bu çeviri Hint rakamlarının da İslâm’a geçmesine aracı olmuştur. İslâm gök bilimcilerince Sindhind adı verilen kitap, el-Memûn zamanına kadar gök bilimi için yegâne kay-nak hâline gelmiştir. Bu kitabın, el-Harezmî’nin Zîc el-Sindhind adlı eseri ile yalnızca bir isim benzerliği vardır. El-Fezârî ve Târık, çeviri eserler ya-nında, usturlab ve gökyüzü koordinatlarını ölçmeye yarayan Zât el-Halâk (‘Çemberli-küre’) hakkında olduça özgün eserler ortaya koymuşlardı.

Page 52:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

52

Sevilla Katedrali’nin La Giralda adıyla ünlü

çan kulesi

Page 53:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

53

Müslümanlar aynı zamanda Hind kitaplarından trigonometri ile il-gili ceyb (sinüs) fikrini de aldılar. Gerçekte; Hindu matematikçi ve gök bilimciler, ceybi ne trigonometrinin bir unsuru olarak düşünmüş ne de açık bir bir sinüs bağıntısı kurmuşlardı. Yakub bin Târık’ın, Kitab tekti Kardacat el-ceyb adı ile bilinen eseri kaybolmuş ise de içeriğin-de sinüs ile ilgili cetvellerin var olduğu kabul edilmektedir. Bu dö-nemde gerçekleşen ve İslâm ülkelerinin çehresini baştanbaşa değişti-ren bilimsel uyanış döneminde, yoğun olarak yapılan çeviriler arasın-da, Eski Yunanca’ dan Arapça’ya çevirilen eserlerin etkisi, diğer diller-den yapılanlara göre daha fazla olmuştur. Özellikle gök bilimi konu-sunda Batlamyus’un Almagest’i ile Aristo’nun “Gökyüzü Üzerine” adlı kitaplarının etkileri çok derin olmuştur. Bu dönemde, Orta Farsça di-linde yazılmış gök bilimi eserleri de Arapça’ya çevirildi. Bunların için-de en önemlisi, Sâsani döneminde iki yüzyıl boyunca derlenmiş olan zîclerden meydana getirilen Zîc el-Şah adlı kitaptır.

ENDÜLÜS EMEVÎ DEVLETİ DÖNEMİ (756-1492)

Giriş

Gök bilimiyle ilgili çalışmalar Emirlik döneminde başladı. Bu dö-nemde önemli gök bilimci olarak Maslama el-Mecritî’yi görmekteyiz. Halifelik döneminde ise pek kayda değer bir çalışma görülmez. Tavaifî Mülûk döneminde iki önemli gök bilimci, El Zerkâlî ve Câbir bin Eflâh, yaptıkları özgün çalışmalarla öne çıkar. Bu iki bilim adamını, Murabıt-lar Döneminde yaşayan El-Bitrûcî izledi. Bu gök bilimcilerden sonra kayda değer özgün çalışmalar yapılamadı.

Maslama el-Mecritî (ölm. 1007/1008)

Endülüs’de el-Mecrit (Madrid) kentinde doğan el-Mecritî, Endü-lüs halifelerinden II. Hakem ile II. Haşim döneminde Kurtuba’da yaşa-mıştır. Doğu ülkelerine yaptığı geziler sırasında satın aldığı eski bilim kitaplarını İspanya’ya getirmiş ve tercüme etmişti. Matematik ve gök bilimi, Mecritî ile Endülüs’te gelişmeye başladı. Maslama, 979 yılında gözlemler yaptı, el-Harezmî’nin zîcini düzelterek geliştirdi ve yeniden yayınlayarak Batı’da tanınmasına yol açtı. Bu eser 1126’da Latince’ye tercüme edildi. Maslama, Battani’nin Zîc-i Sâbî adlı eserinin özetini yapmış ve bu eser de Latince’ye çevirilmişti. El Mecriti’nin usturlab ve kullanımı hakkında yazdığı kitap da 12. Yüzyılda Latince’ye çevirildi. Batı dünyasının trigonometri, özelikle sinüs ve tanjant kavramlarıyla ilk karşılaşması da Maslama’nın çalışmaları sayesinde olmuştur.

El Zerkâlî (~1030-~1087)

Doğu İslâm gök bilimi, Bîrûnî ve İbn Yunus’tan sonra, yaklaşık yüz yıl süren bir yavaşlama dönemine girmişti. Buna karşılık, 11. Yüzyılda Endülüs’de yetişmiş en ünlü gök bilimcilerden birisi olan Ebu İshak el-Zerkâlî, Tuleytula (Toledo) kentinde ileri düzeyde çalışmalar yapıyordu. Batı’da genellikle “Arzachel” adıyla tanınan, Tuleytula’da sanatkâr bir aileden gelen el-Zerkâlî, gök gözlemi çalışmalarını, 1061 ile 1080 yıl-ları arasında bu kentte yaptı. Kastilya kralı VI. Alfons’un kenti işgalin-den sonra Kurtuba’ya (Cordoba) giderek çalışmalarına orada devam etti. İsmini bilim tarihine yazdıran yeni buluşlar yapan el-Zerkâlî, o za-mana kadar bilinen zîcler içinde doğruluğu ve ayrıntılarıyla ünlü, Tole-

do Cetvelleri diye tanınan zîcin hazırlanmasında önemli rol oynamıştı. Toledo Cetvelleri 12. Yüzyılda Latince’ye tercüme edildi. 13. Yüzyılda, kral IV. Alfons tarafından hazırlatılan Alfons Tabloları büyük oranda bu zîce dayanır. el-Zerkâlî’nin hazırladığı almanak (İspanya Arapçası’nda al manakh, takvim anlamını taşır) da ünlüdür. Bu almanakta, Kıpti, Rûmî, Kamerî ve Farsî ayların başladığı günleri bulmaya yarayan çizel-geler yanında Ay ve Güneş tutulmalarını önceden kolayca öngörmeye yarayan çizelgeler de vardı. el-Zerkâlî aynı zamanda, enlem ve boylam cetvelleri de derlemişti. Bu açıdan, bugünkü anlamda bir almanak or-taya koymuştu. Öyle ki; gök cisimlerinin konumunu, hesaba gerek bı-rakmayacak şekilde hazırlanmış verilerle bulmak kolaydı. Eserde, 1088 ile 1092 yılları arasında, 4 yıl için Güneş, Ay ve gezegenlerin günlük konumları veren çizelgeler bulunuyordu.

Ebu İshak, günöte noktasının ekliptik çemberi üzerindeki, yıldızla-ra göre yıllık hareketinin değerini, çok dakik olarak belirledi. Elde et-tiği yıllık 12,09 saniyelik değer günümüzde kabul edilen 11,46 sani-yelik değerle hemen hemen örtüşmektedir. Bu değer ve bununla il-gili olarak geliştirilmiş olan modelle ilgili bilgiler, Kopernik’e Georg Puerbach’ın Theoricae Planetarium’u (Gezegenler Kuramı) ve Johan-nes Regiomontanus’un Epitome’si (Özet) adlı derleme eserlerle ulaş-mıştı. Yakın geçmişte yapılan karşılaştırmalı bir inceleme sonucun-da, el-Zerkâlî’nin Güneş kuramını hazırlarken kullandığı çizelgelerin, Kopernik’in De revolutionibus (Devinimler Hakkında) adlı eserindeki çizelgelerle, neredeyse bire bir örtüştüğü ve model kurgulamasında da büyük bir uyum gösterdiği ispatlanmıştır.

El-Zerkâlî, Batlamyus’un Merkür gezegeninin devinimini açıklamak için yapmış olduğu karmaşık modeli incelerken, ana episikl çemberi-nin merkezinin, diğer gezegenlerde olduğu gibi daireden farklı bir yö-rünge çizdiğini buldu. Bu yörünge yaklaşık olarak elips şekilindeydi.

Johannes Kepler, el-Zerkâlî’nin günöte noktası çalışmalarından ha-berdardı. Bundan dolayı, Kepler’in Mars gezegeninin yörüngesinin elips şeklinde olduğuna dair açıklamasının, el-Zerkâlî’nin Merkür’ün yörüngesinin ovalliğine işaret eden açıklamasıyla bağlantılı olacağı dü-şünülmekte.

Kuramsal bilgisiyle teknik becerisini birleştiren el-Zerkâlî, gözlem âletleri ve saat yapımında da çok ustaydı. Usturlap yapımında, sonraki ilerlemeleri etkilemiş olan buluşlardan birisi de onun imzasını taşımak-tadır. Kendi buluşu olan, “Safihatü’l-Zerkiyl” diye adlandırılan, Orta Çağ Avrupasında Saphaea olarak tanınan bir cins usturlap yaptı. Düz-lemsel bir daire şeklinde olan bu usturlap, yeryüzünün herhangi bir noktasında kullanılabilir olduğundan, “evrensel disk” olarak bilinir. Bu alet Avrupa’da yaygın bir şekilde kullanılmıştır. El-Zerkâlî’nin, bu alet-le ilgili olarak yazdığı, Risaletün el-Zerkaletü’l-Marufetün bi’il Safiha-ti adlı hacimli bir eseri vardır. Eser, 13. Yüzyılda kral VI. Alfons’un em-riyle İspanyolca’ya çevirildi. Devrin ünlü Libros del Saber de Astrono-mia (Gök bilimi Bilgileri Kitabı) adlı kitabının “Libros de los laminas de los vii planetas” başlıklı bölümünü bu çeviri oluşturur. Zerkâlî’nin ese-ri, Latince, İbranice ve bir kaç Avrupa diline çevirilmiştir.

Çok yetkin bir sanatkâr olan el-Zerkâlî’nin “Tuleytula Acibesi” diye ünlenen, gündüz ve gece saatleri ile Kamerî takvime göre günleri gös-teren bir su saati yaptığı da biliniyor.

Page 54:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

54

Cihânnumâ’dan burçlar minyatürü.

Page 55:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

55

Câbir bin Eflâh (11. yy. sonu-12. yy. ortası)

Batı’da, Latinceleştirilmiş adıyla, Geber olarak tanınan, matema-tik ve gök bilimci Ebu Muhammed Câbir bin Eflâh, Endülüs’ün İşbi-liye (Sevilla) kentinde doğmuştur. Yaşadığı tarih kesin olarak bilinmi-yorsa da, 12. Yüzyılda yaşadığı tahmin edilmektedir. Sevilla’da 1190 yılında bir gözlem evi yaptırarak burada gözlemler yapmıştır. “Yeni-den Fetih” döneminde; 1248’de Kastilya kralı III. Ferdinand tarafın-dan ele geçirilen kentteki gözlem evini, o zamana kadar bir gözlem evi görmedikleri için, günümüzde La Giralda diye adlandırılan, çan ku-lesi olarak kullanmışlardır. Câbir’in en önemli eseri, İslâh el-Macestî (Almagest’in Düzeltilmesi) adıyla da tanınan, Kitab el-Heye (Gök bili-mi Kitabı) adlı eseridir. Eser, Latince ve İbranice’ye çevirildi. Cremona-lı Gerardo (1114-1187) tarafından Latinceye Gebri filli Affla Hispalen-sis de Astronomialibri XI in quibus Ptolamaeum, alioqui doctissimum, emendavit adıyla çevirilen eser, 1534’de Almanya’da Nürnberg’de ba-sıldı. Eser, Akdeniz çevresi ve Batı Avrupa matematik ve gök bilimcile-ri üzerinde güçlü bir etki yarattı.

Dokuz bölümlük kitabın birinci bölümü trigonometri, özellikle de küresel trigonometriye ayrılmıştır. Gerardo’nun çevirisi sayesinde Ba-tılı matematik ve Gök bilimciler, İslâm bilim adamlarının trigonomet-ri yöntemlerini öğrendiler ve kendilerine mâl ettiler. Öyle ki; 15. Yüz-yıl Avrupasının en etkili matematik ve gök bilimcilerinden, Latince Re-giomontanus takma adıyla tanınan Johann Müller’in 1463’de yazdı-ğı matematik kitabı nerdeyse satırı satırına Câbir’in eserinin aynısıy-dı. Ortaçağ’ın ünlü İtalyan matemetik ve fizikçisi Gerolama Cardano (1501-1526), kitaplarından birinde bu durumu “intihal” olarak yo-rumlamıştı. Benzer şekilde; Kopernik’in, çığır açan eser olarak nitele-nen, gezegenlerin güneş etrafında dolanımları konusundaki kitabı De Revolutionibus’un trigonometriyle ilgili birinci bölümünü Câbir’den “esinlenerek” yazdığı düşünülüyor.

Bin Eflâh, İslâh el-Macestî’sinde Batlamyus’un Almagest adlı eserini eleştirdiği gibi bazı değişiklikler de önermişti. 12. Yüzyılda Endülüs’de, El-Heysem tarafından ve 11. Yüzyılda Endülüs’de yazıldığı düşünülen el-İstidrâk ala Batlamyûs “Batlamyus’un Düzenlenmesi” adlı, yazarı bi-linmeyen bir eserde, Batlamyus’a yönetilmiş olan eleştirilere kendi eleş-tirilerini de katan pek çok filozof ve gök bilimci vardı. Bunlardan; İbn Rüşd (1126-1198), ibn Tufeyl (ölm. 1185) ve ibn Bacce (1095-1138) gibi düşünürler ile bin Eflah, el-Bitrûcî (ölm.~1204) gibi gök bilimcile-rin eleştirilerin hareket noktası Aristo’nun evren modeliydi. Bu eleştirile-re göre; Batlamyus Modeli’nden matematik yöntemlerle elde edilen de-ğerlerle, gözlemlemlerden elde edilen değerler arasında yeterli bir yak-laşıklık vardı. Ancak, model salt geometrik çizimlerdi ve “gerçek” ola-mazlardı; çünkü Aristo’nun fizik öğretisine ve evren modeline uymu-yordu. Gök bilimciler, filozofların kuramsal eleştirilerine karşılık, Batlam-yus Modeli’ndeki tutarsızlıkları düzeltmeler yoluyla iyileştirme çalıştılar.

Bu yönde çalışan Câbir İslâh el-Macestî’de, Batlamyus’un 10 “yan-lışı” diye nitelendirdiği sorunlu konuları sırayla açıklıyor, çözümleri için yapılan çalışmaları anlattıktan sonra kendi çözüm önerilerini sıralıyordu. Örneğin; Batlamyus’un eserindeki önemli sorunlardan birisinin, geze-genlerin Yer’e olan uzaklıları olduğu düşünülüyordu. Zira, Batlamyus’un verilerine göre Güneş paralaksının açısal değeri 3 dakika kadardı. Buna karşın, Venus ve Merkür için hiç bir paralaks olayı gözlemlenmemişti.

Buradan da, Câbir bu gezegenlerin Güneş’ten daha uzakta oldukları so-nucuna varıyordu. Bu durumda Merkür ve Venüs, Aristo’nun Gök Kü-reler Düzeni’ne göre, Güneş’in küresinin üzerinde olmalıydı. Öte yan-dan Câbir, Venüs ve Merkür’ün episikl dairelerinin çaplarının birbirine olan oranı ile taşıyıcı dairelerinin birbirine olan oranını kullanarak yap-tığı hesaplar sonucu her iki gezegenin de yaklaşık 6 ile 7 derecelik bir paralaksı olması gerektiğini de ispat etti. Ayrıca, Batlamyus’un geze-genler sıralamasında Merkür ve Venüs, Yer ile Güneş arasında yer alı-yordu. Bu konumda olan gezegenlerin Yer çevresindeki devinimleri sı-rasında Güneş’in önünden geçmeleri gerekirdi. Ancak, ne Batlamyus ne de diğer gök bilimciler böyle bir olayı gözlemlemişti. Bu konuda Batlamyus’un açıklaması pek sudandı ve haklı olarak Câbir ve El-Bitrûcî bu açıklamayı yeterli bulmamıştı. Bu çelişki karşısında, Bin Eflâh şöyle yazıyordu; “Bu kişi beni şaşırtıyor ve aklımı karıştırıyor, zira kendi kendi-siyle çeliştiğinin farkında bile değil.” Gezegen uzaklıklarının mutlak de-ğerleri yeterli bir kesinlikle belirlenemediği için, gezegenlerin sıralanması sorunu bir kaç yüzyıl daha sürdü. Bin Eflâh’ın; torquetum veya turquet adı verilen, ufuk, ekvatoryal ve ekliptik referans sistemlerinden herhan-gi birinde elde edilen ölçüm değerlerini diğer sistemlere çevirmeye ya-rayan bir gök bilimi âletini yapan ilk kişi olduğu ileri sürülmüştür. Ancak bu âletinin bugüne kalan tek örneği 16. Yüzyıla aittir.

El-Bitrûcî (ölm. 1204)

Batlamyus’a eleştiri getiren en önemli İslâm gök bilimcilerden olan, Avrupa’da Latince “Alpetragius” adıyla tanınan, Ebû İshak Nûreddîn el-Bitrûcî Fas’ta doğmuş, İspanya’da İşbiliye (Sevilla) kentinde yaşamış-tır. Bitrûcî, kendisinin ve ibn Rüşd’ün hocası olan filozof ibn Tûfeyl’in, Batlamyus’un eksantrik ve episikl düzeneklerini kullanmayan bir mo-del kurguladığını ileri sürmüştü. Eflâh’ın eleştirilerinden de haberi olan Bitrûcî, Ödoksos’un “ortak merkezli iç içe küreler” modelini anımsa-tan bir model ileri sürdü. Öncellikle bu modelini geliştirmek üzere Kitâb el-Hey’e (Gök bilimi hakkında kitap) adlı bir kitap yazdı. Bitrûcî bu ese-rinde, Batlamyus ve Zerkâlî’ninkiler dâhil, Ödoksos modeline değişiklik-ler getiren görüşlerin pek çoğunu sıralamıştı. Onun önerdiği değişiklik, öncülleri olan ibn Tûfeyl’inkilerin değiştirilmiş bir şekliydi. Tüm gök hare-ketlerinin, ilk hareket ettiricinin bulunduğu 9. gök küreden kaynaklandı-ğını kabul ediyordu. Böylece, Bitrûcî çözemeyeceği bir sorun ortaya atı-yordu; 9. gök küreden, aşağıdaki 8 gök küreye hareket nasıl iletiliyor-du? Bir diğer varsayımı da; M.Ö. 4. Yüzyılda Demokritos tarafından ile-ri sürülmüş olan, sabit yıldızlar küresinin en hızlı, Ay küresinin ise en ya-vaş döndüğü şeklindeydi. Bütün olarak ele alındığında, Bitrûcî’nin mo-deli yer yer dâhiyane yapılmış olmasına rağmen başarılı olmadı. Kuramı-nın geçerli olmasına önemli bir matematiksel engel vardı; Bitrûcî, üç bo-yutlu küreler düzeneğinde, iki boyutlu Batlamyus Modeli’nin değişken-lerini kullanıyordu. Okuyucu, bir küre üzerindeki noktaların, bir düzlem üzerine izdüşümü yoluyla haritasının yapılmasındaki zorlukların neler ol-duğu göz önüne alırsa, ters yöndeki bir işlemde de ne gibi sorunların olacağını kolayca anlayacaktır.

Bu çalışmanın sonuçları, gözlemsel verilerle uyuşmadığı gibi, hiç bir zaman gözlemlenmemiş olan, yıldızların sarmal şekilde hareketlerinin varlığını da öngörüyordu. O zamana kadar yapılmış olan gözlem sonuç-larıyla olan uyuşmazlığa bir örnek olmak üzere Satürn ile ilgili sonuçla-rı ele alalım: Bitrûcî’nin hesaplamalarına göre, Satürn’ün yörüngesinin

Page 56:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

56

9. Yüzyılda Grekçe yazılmış Vatikan Kütüphanesi’nde bulunan en eski Almagest el yazmalarından iki sayfa.

Page 57:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

57

ekliptik düzlemiyle yaptığı en büyük açı 260 derece olabilir. Oysa ki bu-nun 30 dereceden fazla olmadığı biliniyordu. Ne Bitrûcî’nin ne de En-dülüs okulu’nun yaptığı benzer modeller, gözlem sonuçlarıyla uyuşmak-ta, Batlamyus Modeli kadar başarılı olamadı. Endülüs yaklaşımı terkedil-di ve Batlamyus Modeli kullanmaya devam edildi.

Bitrûcî’nin bu başarısızlığına rağmen kuramı, Batı Dünyası’nda Batlamyus yerine Aristo’yu tercih eden birçok kişi tarafından şaşırtı-cı derecede kabul gördü. Kitâb el-Hey’e, 1217’de Michael Scott ta-rafından De motibus celorum adıyla Latince’ye, 1259’da Moshe ben Tibbon tarafından İbranice’ye çevirildi ve 1531’de Viyana’da ilk bas-kısı yapıldı. El-Bitrûcî’nin düşünceleri, 1230’dan başlayarak, Albertus Magnus, Robert Grosseteste ve Roger Bacon gibi 13. Yüzyıl Avrupa bilginleri tarafından Batlamyus eleştirilerine dayanak olarak kullanıl-dı. Öyle ki, Grosseteste, Batlamyus sistemine karşı yazdığı eserlerin-de, Bitrûcî’nin düşüncelerini intihale varacak derecede kullandı. Etki-si 15. Yüzyıla kadar devam etti. Öyle ki, Kopernik De revolutionibus adlı eserinin “Güneş altı gezegenler” (Ay, Merkür ve Venüs) bölümün-de Bitrûcî’nin kuramından da bahsediyordu. Böylece, Bilim Tarihi’nde ender görülen bir şekilde; yanlış bir kuram, daha sonraki doğru kura-mın ortaya atılmasına yardımcı oldu.

ÖĞRENME ÖZÜMSEME DÖNEMİ (850-1025)

Abbasî Devleti’nde Gök Bilimi Gözlem Evleri ve Gök Bilimciler

9. Yüzyıl ortalarından 11. Yüzyılın başlarına kadar olan dönemde, diğer sistemlere üstün olduğu kabul edilen, Batlamyus sistemi İslâm bilim adamlarınca öğrenilerek incelenmiş, üzerinde yorumlar yapılmış ve içeriğine önemli katkılarda bulunulmuştur. Abbasî halifeleri tarafın-dan güçlü bir şekilde desteklenen gök bilimi çalışmalarının ana mer-kezleri, başta Bağdat ve Şam olmak üzere Gazne ve Kahire kentleri idi. Bu yüzyılda, İslâm gök bilimi alanındaki en önemli aşama, gök gözlem evlerinin ilk kez Islâm topraklarında kurulmasıdır. Gözlem evleri, ancak yüzyıllar sonra Batı’ya geçmiştir.

Ödoksos, Hipparkus ve gezegenler kuramıyla yüzyıllarca bilim dün-yasını olduğu kadar Kilise’yi de etkilemiş olan Batlamyus’un, elde ta-şınabilen bazı araç ve gereçlerle gökbilim gözlemleri yaptıkları bilin-mektedir. Ancak bu gözlemler için kullanılmış olan sabit âletlerin bu-lunduğu bir gözlem evine sahip oldukları yönünde kesin bilgiler yok-tur. Içinde sabit gözlem araçlarının bulunduğu ve gökyüzü gözlemle-ri yapan uzman kişilerin olduğu gözlem evi benzeri bir kuruluşun, ilk olarak Muaviye’nin saltanat yıllarında (661-680) Şam’da kurulmuş ol-duğuna bazı eserler işaret etmektedir. Ancak birçok kaynakta; örneğin Birunî’nin Tahdid’inde, İslâm gözlem evlerinin el-Me’mun zamanında kurulduğu yazılıdır. Me’mun halifeliği sırasında, Bağdat’ta Şemmâsîye ile Şam’da Kassîyun gözlem evlerini kurmuştur (~ 826). Böylece; gök cisimlerini gözlemek amacı ile sabit gözlem araçlarının yer aldığı, işbir-liğine dayanan, örgütlenmiş bir kuruluş olarak gözlem evinin ilk kez İslâm dünyasında ortaya çıktığı kabul edilebilir. Orta Çağ İslâm uygar-lığının kurduğu ve geliştirdiği gözlem evleri, Müslümanların bilim dün-yasına, dolayısıyla da evrensel uygarlığa sunduğu büyük armağanla-rından biridir.

Bilgelik Evi’nin kuruluşundan hemen sonra, bu gözlem evlerin-de çalışan Yakub el-Kindî , el-Harizmî, el-Fergânî, Sabit bin Kurra ve el-Cevherî gibi bilim adamları, gök biliminin hem matematik hem de gözlem yönüne önem veren çalışmalar yaptılar.

10. Yüzyılın sonunda, gözlem istasyonlarının yerini, büyük göz-lem evlerinin aldığını görüyoruz. Bu yeni kuruluşlar, gözlem evlerinin gelişim yönünden, yepyeni bir evreyi temsil eder. Zira, gözlem evle-ri belli yerlere yerleşmiş ve uzmanlaşmış kurumlar hâline getirilmiş, büyük boyutlarda, dolayısıyla duyarlı ve dakik, âletlerle donatılmış-tır. Zamanın en önemli gözlem evi Büveyhoğulları meliki Şeref-ül-Devle’nin (~960 -988/989), Bağdat’taki sarayının bahçesine yaptır-dığı gözlem evidir. Bu gözlem evinde, uzun yıllar dönemsel gözlem-ler ve gezegenlerin gözlemini kapsayan düzenli çalışmalar yapılmıştır. Dönemin ünlü gökbilimcileri, Batı’da “Azoph”i adıyla tanınan, Ab-durrahman el-Sûfi ile ebu’l Vefa el-Buzcânî burada uzun yıllar düzen-li olarak gözlemler yaptılar.

El-Sûfi, 964 yılında, Almagest’de bulunan yıldızları da içeren göz-lemler yaptı. Sabit yıldızların konumlarını, kadir derecelerini, parlaklık-ları ve renkleri ile birlikte ve burçların çizimlerini gösterdiği ünlü kitabı, “Sabit Yıldızlar Kitabı’’nı hazırladı.

Mısır’da ise gök cisimleri gözlemlerine 10. Yüzyılın sonlarında Fâtimi Halifelerinden Aziz devrinde başlandı ve Halife el-Hakim döne-minde de (996-1021) devam etti. lslâm’ın en büyük gök bilimcilerin-den, ünlü Zîc eI-Hakim adlı eseri yazan, Abdurahman ibn Yunus, göz-lemlerini bu gözlem evinde yapmıştır.

Ebû Mansur (ölm. 833)

Bu gözlem evlerinde çalışan gök bilimcilerinden biri de Yahya bin ebû Mansur idi (ölm.833 ). Mansur, kendisinin ve yöneticisi olduğu Kassîyun gözlem evindeki araştırmacıların yaptığı gözlem ve araş-tırmalara dayanarak bir zîc hazırladı. Mümtahan olarak tanınan bu eserde, Almagest’te verilmiş olan değerler yenilenerek düzenlenmiş-tir. Mansur ve arkadaşları, Şemmâsiyye gözlem evindeki Zât el-Halâk (Çemberli Küre) başta olmak üzere çeşitli gözlem âletleri kullanarak, Batlamyus’un Almagest’inde açıklanmış yöntemi izleyerek, değişik za-manlarda, Ay ve Güneş’in konumlarını gözlediler. Gözlemler sonuçlan-dıktan sonra Me’mun, gök bilimi konusunda bilgi edinmek isteyenle-rin gereksinmelerini karşılamak amacıyla, tüm gözlemleri ve sonuçla-rını içeren bir kitap hazırlattı.

El-Harezmî (780-850)

9. Yüzyıl başında yaşamış Türk gök bilginleri arasında en önemli-lerden biri, Ebu Cafer Mahmud bin Musa el-Harezmî idi. 780 yılı civa-rında, Aral Gölü’nün güneyinde Harzem’de doğmuş, uzun yıllar çalıştı-ğı Bağdat’ta 847’de ölmüştür. Eski Latin kaynakları, kendisinden “Alka-rismi” veya “Algorismi” şeklinde bahseder. Harezmî’nin en önemli kat-kıları matematik alanında olmakla beraber, gök bilimi, coğrafya konu-larında da öne çıkan eserler yazdı. 830 yılında Harezmî, İslâm âleminde gözlemsel gök biliminin ilk önemli çalışması olan Zîc el-Sind adlı eseri-ni yazdı. Eser, Hindu ve Batlamyus sistemlerinin İslâm bilim dünyasına

Page 58:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

58

tanıtılmasında önemli rol oynamıştır. Kitapta, Güneş’in, Ay’ın ve o de-virde bilinen 5 gezegenin hareketleri ile ilgili bilgileri veren zîcleri içeri-yordu. Harezmî, Şemmâsiyye ve Kassîyun gözlem evlerinde yapılan göz-lemlerden de yararlanarak Harezmî Zic’ini hazırladı. Bu çalışma, İslâm gök biliminde bir dönüm noktası olmuştur. Bu eserle, İslâm gök bilimci-leri, geleneksel yöntemlerden uzaklaşmaya başlayarak yeni hesap yön-temleri kullanan, araştırmacı ve sorgulayıcı bir tutum içine girmişlerdir.

El-Fergânî (ölm. 870)

9. Yüzyılda Bağdat’ta çalışmış olan ilk gök bilginlerinden bir diğeri de Batı bilim dünyasında “Alfrangus” diye tanınan, Türk-İslâm dünyası-nın önde gelen matematik ve gök bilgini ebu’l Abbas Ahmed el- Fergânî idi. Fergânî, 850’de yazdığı “Kitab fi Cevami İlm en-Nücum ve’l Harekat es-Semavviye” (Yıldızlar Bilimi Mecmuası ve Gökyüzü Hareketleri Husu-sunda Kitap), kısa adıyla ‘Gök Biliminin Unsurları’ adlı eserinde, Batlam-yus sisteminin özetini yaptı. Kendi döneminden önce yaşamış olan İranlı gök bilimcilerin bulgularına dayanarak, sistemin bazı yanlışlarını da dü-zeltti. Fergânî, Güneş’in gezegenler gibi, fakat farklı yönde harekete sa-hip olduğunu ileri süren ilk gök bilimcisidir.

El-Mervezî (ölm. 864-874)

Me’mun’un ölümünden sonra Türk Hasib el-Mervezî (ölm.864-874 arası), Güneş ve Ay yörüngeleriyle ilgili olarak; Bağdat ve Şam’da yapıl-mış olan gözlemleri Almagest’teki gözlemlerle karşılaştırdı. Eleştirel bir yaklaşımla yaptığı bu çalışmada Batlamyus’dan beri geçen süre içinde gezegenlerin yörüngelerindeki değişimi araştırdı.

Benû Mûsa Ailesi (Mûsa bin Şakir ve Oğulları)

Şemmâsiyye ve Kassîyun gözlem evlerinin yerini, yaklaşık 10. Yüz-yılın sonuna kadar, birkaç bilim adamının çalıştığı gözlem istasyonla-rı almıştır. Bunların en tanınmış olanları, 9. Yüzyılın başlarında yaşıyan, Mûsa bin Şakir’in üç oğlu Muhammed (ölm. 872), Ahmed (ölm. 878) ve Hasan’ın (?-?) Bağdat yakınlarında Rakka’daki evlerinde kurdukları özel gözlem evidir. Bu bilginler, 850 ile 870 yılları arasında düzenli göz-lem çalışmaları yaptı.

Ebû Ma’şer el-Belhî (787-886)

Halife Me’mun zamanında Bağdat’a gelen Ma’şer’in asıl adı Ca’fer İbn Muhammed el-Belhî olup, Horasan’nın Belh kentinde doğmuştur. 9. Yüzyılın sonuna doğru, Ebû Ma’şer’in, güneş merkezli model olarak yo-rumlanabilecek bir gezegen modeli geliştirdiği ileri sürülmektedir.

Sabit bin Kurra (836-901)

Hikmet Evi’nde çalışan Sabîlerden, Urfa Harran doğumlu, Sabit bin Kurra gözlemci olmaktan çok kuramcı bir gök bilimci idi. Aslında, ma-tematikçi olan Sabit bin Kurra, gök bilimi konularında da çalışmış, Yu-nanca, Süryanice ve Arapça’ya olan hâkimiyetini gösteren, başarılı çe-viriler yapmış ve ayrıca özgün eserler ortaya koymuştu.

Bin Kurra, gün-tün eşitliğinin yörüngesinde ilerleyen noktasının (presesyon) kesin olarak belirlenmesi için geliştirilmiş gözlem ve ölçüm-ler yapmıştır. İlerleme için bulunan değer, Batlamyus ve Hipparkus’a

göre 100 yılda 10 iken Kurra’ya göre 66 yılda 10’dur. Daha sonrala-rı, gök bilimciler daha dakik değerler belirlediler. Örneğin; 13. Yüzyıl-da el-Tûsî matematik yöntemle ilerlemenin 70 yılda 10 olduğunu he-sapladı. Bu değer, günümüzde geçerli olan 72 yılda 10 derecelik değe-re çok iyi bir yaklaşıklıktadır. Bin Kurra, uzun süreli gözlemleri sonucu, günöte noktasının sabit yıldızlara göre hareket ettiğini bulan ilk gök bilimci olmak şerefini de kazandı. Bu hareketin en yüksek ve en düşük hız değerlerinin kesin belirlenmesi, 10. Yüzyılın sonlarına doğru Bîrûnî tarafından yapılmıştır.

11. Yüzyılın sonlarına doğru, Endülüslü gök bilimci El-Zerkâlî gü-nöte noktasının ötelenmesinin değerini 279 yılda 10 (yılda 12,09”) olarak bulmuştu. Bu değer, günümüzde kabul edilen 11,46” değerine çok iyi bir yaklaşıklıktadır.

El- Battanî ( 850-929)

Batı dünyası bilim tarihinde “Albatenius” ve “Albategni” adıyla ta-nınan, İslâm dünyasının önde gelen gök bilimi ve matematik bilginle-rinden biri olan Battanî, 850’de Urfa yakınlarında, Harran’da doğmuş-tur. Sabî inancına mensup olan bilgin, 929 yılında, kendisi için yaptır-dığı gözlem evinin bulunduğu Rakka’da ölmüştür. Battanî, Rakka’daki gözlem evinde 887 yılından 918 yılına kadar Ay tutulmalarını ve di-ğer gök olaylarını gözlemledi. Yaptığı gözlemlere dayanarak, adını bi-lim tarihinde ebedîleştiren eseri Zîc-i Sabî’yi hazırladı. 911/912 yılından itibaren düzenlenen bu zîc, bu konuda yazılmış en geniş ve kapsamlı eserdir. Battanî, zîc’inde büyük bir doğrulukla Güneşin gerçek ve orta-lama hareketleri, mevsimlerin süreleri, Ay ve diğer gezegenlerin hare-ketleri ile Ay’ın görünme durumları gibi gök olayları hakkında bilgiler verdi. Battanî, ekliptik eğimininin değerini 23° 35’, yalpalama (preses-yon) açısının değerini de 54.5” olarak dakik bir şekilde belirlemeyi ba-şardı. Güneş yılını, çok iyi bir yaklaşıklıkla, 365 gün 5 saat 46 dakika 24 saniye olarak belirledi. Günöte noktası boylamının Batlamyus’un (150 yılları) gözlemlerinden bu yana 16° 47’ arttığını buldu. Bu değişim, günöte ve günberi noktalarının hareketli olduğunu gösterdi. Battanî, 880-881 yıllarını kapsayan, bir sabit yıldızlar cetveli de hazırladı.

Bilgin, Güneş’in eksantrik yörüngesinin yönünün değiştiğini bul-du. Bu buluşun, Yer’in Güneş’in etrafında ekliptik bir yörünge üzerin-de hareket ettiğine işaret ettiği ileri sürülmektedir. Büyük bilginin ku-ramsal çalışmalar yanında, çeşitli gözlem âletleri de yaptığı bilinmek-tedir. Battanî, gök biliminde olduğu kadar, tüm bilimlerde de önem-li gelişmelere yol açan; geçmişte yapılmış olan gözlemlerin yeni göz-lemlerle denetlenmesi gereğini ileri sürerek, bir çeşit ‘denetleme yön-temi’ ortaya attı. Bu yeni kavramı benimseyen Müslüman bilginler, 11. Yüzyıldan başlayarak yüksek duyarlık ve dakiklikdeki gözlem ve deney yöntemleri geliştirerek kullandılar. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak,10. Yüzyılın sonunda, gözlem istasyonlarının yerini büyük gözlem evlerinin aldığını görüyoruz. Yeni kurulan gözlem evleri, gelişim yönünden, yeni bir evreyi temsil eder. Zira, gözlem evlerinin, uygun seçilmiş yerlere kurulmaları, uzmanlık kurumları durumuna getirilmelerinin yanında, büyük boyutlarda ve dolayısıyla duyarlı âletlerle de donatılmıştır. Za-manın en önemli gözlem evi Büveyhoğulları meliki Şeref-ül-Devle’nin (928-988/989), Bağdat’taki sarayının bahçesine yaptırdığı gözlem evi-dir. Bu gözlem evinde, uzun yıllar dönemsel gözlemler ile bütün geze-genlerin gözlemini kapsayan düzenli çalışmalar yapılmıştır.

Page 59:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

59

El-Sûfî (903-986)

10. Yüzyılın büyük bir bölümünde, İslâm gök bilimcileri genelde gezegen hareketlerinin incelenmesine ağırlık vermişlerdi. Fakat bu yüzyılın sonlarında bu kuralın dışına çıkan dikkate değer bir gök bi-limcisi vardı; Büveyhoğulları hükümdarı Azuddevle’nin hocası, Batı’da “Azoph”i adıyla tanınan, ünlü bir yıldızbilimci de olan Ebu’l-Hüseyin Abdurrahman el-Sûfî.

Ebu’l-Vefâ el-Buzcânî (940-998)

9. Yüzyılın başlarında Bağdat’ın kurulmasından sonra gelişen ma-tematik ve gök bilimi ekolünün son büyük temsilcisi olan büyük Türk bilgini Ebu’l-Vefa Horasan’da, Herat’la Nişabur kentleri arasındaki, Bozcan kasabasında 10 Haziran 910 yılında doğdu.

El Kûhî ( ~940 - ~ 1000)

970 ile 1000 yılları arasında Bağdat’ta bulunan bir başka ma-tematik ve gök bilimcisinin adı da de el-Kûhî idi. Şeref’üddevle’nin Bağdat’taki gözlem evinin başında bulunan Kûhî, yaz ve kış gün dö-nümleri ve Ay ile gezegenler’in hareketlerini gözlemledi. Onun göz-lem çalışmaları, 10. Yüzyılın sonunda ulaşılabilecek en yüksek duyar-lılıkta yapılmış ölçümler olarak dikkat çeker. Matematik ve gök bili-mi konularında çok sayıda önemli eserler vermiştir. El-Kûhî, bir cisi-min ağırlığının, Yer merkezine olan uzaklığı ile orantılı olarak değişti-ğini ilk bulan kişidir .

El-Hucendî (~940-1000)

Doğum yeri ve tarihi belli olmayan Ebu Mahmud Han el-Hucendî’nin Hucend Hanları sülalesine mensup olduğu sanılmaktadır. Büveyh oğul-larından Fahrüd’devle döneminde (976-997) Rey Gözlem Evi’nde ça-lışmıştır.

Ebu Said el Siczî ( ~945 -~1020)

9. Yüzyıldan îtibaren İslâm dünyasında gezegenler sistemi üze-rinde tartışmalar başlamıştı. İslâm gök bilimcileri, Dünya’nın yuvar-lak olduğu fikrini Yunanlılardan ve İranlılardan alarak kabullenmişti. Bazı bilim adamları Güneş’in Dünya etrafında döndüğünü, bazıları ise Dünya’nın ve diğer gezegenlerin Güneş etrafında döndüğünü ileri sü-rerken, üçüncü bir görüş sahiplerine göre ise gezegenler, Güneş ve Dünya ile birlikte çok büyük bir süratle bir sonsuzluğa doğru ilerle-mekteydi. En çok taraftar bulan görüş ise; Dünya’nın kendi etrafın-da, gezegenler ve Güneş’in de, Dünya çevresinde döndükleri görü-şüydü. Bu görüşün en tanınmış taraftarlarından biri 10. Yüzyılın ikin-ci yarısında yaşayan meşhur gök bilimci ve matematikçi Ebu Said Ah-met bin Muhammed el Siczî idi. Hayatı hakkında ayrıntılı bilgiye sahip değiliz8 Bîrûnî’ye göre hocası Siczî, “Yer’in Güneşin etrafında döndü-ğü şeklinde bir fikir ileri sürmüştü ve Bîrûnî’de buna pek itiraz etme-mişti”. Siczî’nin, Dünya’nın kendi etrafında döndüğü prensibine daya-nan, “zuraki” adı verilen bir usturlab yaptığı bilinmektedir. Siczî siste-minin ayrıntılarını öğrencisi Ebû Reyhan el-Bîrûnî’den öğrenmekteyiz.

İbn Yunus (950-1009)

Ortaçağ İslâm gök bilimcilerinin en önde gelenlerinden biri olan ebu’l Hasan bin Yunus el-Mısrî, Fatimi halifelerinden Ali Mansur’un (yön. 997-1021) Mukattam tepesinde yaptırdığı gözlem evinde 977 ile 1003 yılları arasında gözlem yapmıştır. Gözlemlerinde kullandığı, çeşitli aletler arasında, yaklaşık 1,4 metre çapında olan çok büyük bir usturlap ile dokuz çemberli ve yaklaşık bir ton ağırlığında dev bir Zât el-Halâk (çemberli küre) de vardı. Bu boyutlardaki aletlerle dakik öl-çümler yapıyordu.

Yunus’un, ismini Halife el-Hakîm’den alan, El-Zîc el-Hakîmî el-Kebir (El-Hakîm’in Büyük Gök Bilimi Cetvelleri) adlı eseri ünlüdür. Bu eser, tutulmalardan gezegen kavuşumlarına kadar bütün gök olayla-rıyla ilgili ayrıntılı bilgiler içermekteydi. Dört cilt olan eser, Battani’nin ünlü Zîcinden çok daha hacimli olup, 81 bölümden meydana gelmiş-ti ve cetvellerinin sayısı da Az-Zij as-Sabi’dekinin yaklaşık iki katıydı. Yunus’un Zîcinde kullandığı matematik yöntemleri ve matematik cet-velleri zamanının en ileri düzeyindeydi. Gök bilimine çok değerli bir katkı olan Yunus’un Zîci, on birinci yüzyıl boyunca aşılamadı.

Yunus’u, çağdaşlarından ayıran bir özelliği; kendi yaptığı gözlem-lerle birlikte, kendisinden önceki gözlemcilerin gözlemlerini de listeler hâlinde kaynak belirterek vermesidir.

Zîci Hakîmî’nin ilk bölümünde, İslâm, Pers, Süryani ve Kıpti takvim-lerini gösteren tablolar ile bu takvimler arasında tarih çevirimleri işle-mini yapmak üzere cetveller bulunuyordu. Ayrıca, Paskalya tarihini be-lirlemek üzere hazırlanmış cetveller de vardı. Yunus Zîcinde, 1000’de meydana gelen, 40 tane gezegen kavuşumu ile 30 tane Ay tutulması-nı ayrıntılı bir şekilde yazmış ve dakik verileri de çizelgeler hâlinde or-taya koymuştu. Bugünkü bilgilerimiz, Yunus’un gezegenlerle ilgili an-latımının ve derecenin üçte birine varan dakik açısal uzaklık hesapla-rınının doğruluğunu saptamaktadır. Bu çalışmalar, yüzyıllar sonra bile o kadar güvenilir bulunuyordu ki; Amerikalı gökbilimci Simon New-comb, 19. Yüzyıl sonlarında yaptığı Ay kuramı çalışmasında bu veri-leri de kullandı.

Gök bilimcinin bir diğer temel çalışması, dîni günlerin, bayramla-rın ve namaz zamanlarının belirlenmesi ile ilgiliydi. Dîni günlerin, bay-ramların ve namaz vakitlerinin dakik olarak belirlenmesi için, Güneş ve Ay’ın günlük görünür hareketleri, konumları ve hilâl durumunun ke-sin olarak bilinmesi gereklidir. Bu konuda, Yunus’un sağlam matema-tik yöntemlere dayanan cetvelleri mükemmel olduğu kadar geniş kap-samlıydı. Örneğin; Güneş’in bir yıl boyunca bulunduğu konumlarla il-gili 10.000 kayıt içermekteydi. Bu olağanüstü dakik ve ayrıntılı cetvel-ler, Mısır’da 19. Yüzyıla dek kullanıldı.

İbn el-Heysem (956-1039)

Batı’da Alhazen adıyla anılan, Ebu Ali el-Hasan ibn el-Heysem, fi-zik, Matematik, gök bilimi ve felsefe konularında yazdığı eserleri, İslâm ve Avrupa bilim dünyasında etkisini uzun yıllar sürdürmüş olan büyük İslâm bilginidir.

8 (Siczî hakkında, F. Sezgin ve A. Ğorbani tarafından çeşitli kaynaklardan derlenerek özetlenmiş bilgiler için kaynak: F. Sezgin’in “Geschicte des Arabischen Schriftums”, leiden, Brill, Band V (1974),p.329-334, Band VI 81978), p.224-226 ve Band VII (1979), p. 409-410.)

Page 60:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

60

Birûni ve İbn-i Sînâ ile çağdaş olan Heysem de onlar gibi çağının hemen hemen tüm ilimlerinde yetkin eserler verdi. Adı bilinen, yakla-şık 100 eserinden 55’i günümüze kadar gelmiştir. En önemli eserle-rinin ana konusununu optik, gök bilimi ve matematik konuları oluş-turur. En ünlü ve en geniş kapsamlı eseri 7 ciltlik, bir başyapıt olan, Kitab-ül-Menazir’dir (Optik Kitabı). Optik Kitabı’nın 15. ve 16. bölüm-leri gök bilimi konularına ayrılmıştı. Eserin, Orta Çağ’da yapılan beş Latince çevirisinin ilki, 1270’de Opticae Thesaurus Alhazeni adı altın-da yapıldı. 16. ve 19. Yüzyıllar arasında çeşitli baskıları yapıldı.16. Yüz-yıla kadar önemini kaybetmeyen bu özlü eser, Avrupa üniversite ve bi-lim merkezlerinde kullanılan başvuru kitabı durumundaydı. Eski uy-garlıklardan kalan matematik ve gök bilimi eserlerini incelemiş olan Heysem, bunların yorum ve eleştirilerini yaptığı gibi, bu alanlarda ken-di kuramlarını da geliştirdi.

Heysem, çalışmalarında, Aristo’nun fizik kuramını, uygulamalı ma-tematik, optik ve geleneksel gök bilimi ile birleştirdi. Bununla bera-ber, Aristo’nun Doğa metafiziğini, Batlamyus’un kinematik gezegen-ler modelinin dinamik açıklamasına yol açan fiziksel bir kurama dönüş-türmeyi başardı.

Bilgin’in, yukarıda sözü edilen eserinin yanında gök bilimiyle ilgili pek çok eseri vardır. Ay ve Güneş tutulmalarının şekilleri ve Ay yüzün-deki lekeler, yer’in şekli, Ay ve yıldızların ışığı, gökkuşağı, hâle ve kıble-nin bulunması gibi konular, eserlerinde işlediği konulardan bazılarıdır. Gök bilimi konularındaki eserlerinden bazıları şunlardır:

Kitab-ül-Ezlal; Ay ve Güneş tutulmaları ile ilgilidir.

Kitabun fi Hayat el-Alem; gezegenlerin ve diğer gök cisimlerinin konumları ve hareketleri hakkındaki kuramını ortaya koyduğu eser (İs-panyolca, Latince ve İbraniceye çevirilmiştir).

Makale fi Hareket el-Kamer; Ay’ın hareketleri hakkındadır. Şerh-ü Mecisti ve Telhisihi; Almegesti’nin yorumu ve düzeltilmesi ile ilgilidir. Makaletün fi İstihracı Semt el-Kıble; Bütün dünyanın o za-manki yerleşim merkezlerinde kıblenin nasıl bulunacağının hesaplan-ması ve bunların cetvelleri ile ilgilidir.

Risaletün fi Şerhi İtticah-il-Kıble; Kıblenin bulunması hakkındadır.

Makale fi Kavs Kuzah ve’l Hâle; Gökkuşağı ve hâlesi hakkın-dadır. Heysem, Al-Shukuk ala Batlamyus (Batlamyus [kuramları] hak-kında Şüpheler) adlı eserinde, Batlamyus’un Almagest’ine, Gezegen-ler Modeli’ne ve Optik adlı eserine eleştiriler getirdi. Bilgin, gezegen hareketlerinin bazı temel yönlerinin Batlamyus’un gözünden kaçmış olduğuna inanmıştı; Onun, gezegenlerin hareketiyle ilgili kuramının pratik bakımdan mümkün olamayacağını ileri sürdü. Özellikle de ta-şıyıcı çemberin, (Ekuant) düzgün dairesel hareketin fiziksel şartlarını yerine getirmediğini düşünüyordu. Ayrıca, gerçek fiziksel hareketle-ri, sanal matematiksel noktalar, çizgiler ve çemberlerle açıklamanın saçma olduğunu da düşünüyordu. Heysem bir bakıma haklıydı. Zira; Batlamyus’un “yanlışları”, gök cisimlerinin bütün hareketlerinin teme-linde düzgün dairesel hareketin yer aldığını varsaymasından kaynakla-nıyordu. Heysem, Batlamyus Modeli’ni Aristo’nun Doğa Metafiziğiyle çeliştiği için eleştiren bazı gök bilimcilerin aksine, Model’i iç çelişkile-rin varlığı, gözlem ve deney sonuçlarıyla bağdaşmadığı için eleştiriyor-du. Ayrıca, gök cisimlerinin fizik kanunlarına uymalarının zorunlu ol-duğunu ileri sürüyordu.

Heysem, Batlamyus sistemindeki gök kürelerin katı maddeden olu-şamıyacağını, atmosferin dış bölgelerindeki yoğunluğunun havadan çok düşük olduğunu bulan ilk bilim adamıdır. Bu görüşlerin, Kopernik ve Tycho Brahe sistemlerinin ortaya çıkmasında etken olduğu ileri sü-rülmektedir.

Aristo ve Batlamyus’a ait olan; ‘Dünyanın evrenin merkezi olduğu’ şeklindeki görüşleri üzerinde de şüphelerini belirtmişti. Dünya merkez-li bir evren sisteminin kesinlikle var olmayacağını, uzayda daha başka sistemlerin de bulunabileceğini ve güneş sisteminin mevcut olduğu-nu ileri sürmüştü. Nitekim İbn-i Heysem’den yüzlerce yıl sonra, önce İbn-i Şatır (1304 –1375) ve el- Batruci ( ?- 1204) ve daha sonra Kepler (1571-1630) ile Newton (1634-1727, Güneş Sistemi kuramını gelişti-rerek, Yer’in de bu sistem içinde yer aldığını ortaya koydu.

El-Bîrûnî (973-1051) Ebu Ma’şer’in çağdaşı olan el-Bîrûnî, 973’de Harezm’de9 doğdu.

Bilimle uğraşmaya çok erken yaşta başlayan Bîrûnî, daha henüz on yedi yaşındayken bir kadranı yarımşar derecelik açılara bölmüş ve yap-tığı bu aletle Güneş’in meridyen yüksekliklerini ölçmüştü. El-Bîrûnî daha çok gök bilimi temelli coğrafya ile ilgilendi. Yeryüzündeki yerlerin boylamlarını belirlemek için tutulmaları kullandı ve gözlemleri sonu-cunda bir meridyen derecesinin uzunluğunu ölçtü. Bununla beraber. tek ilgi alanı gök bilimi değildi; matematik, coğrafya, tıp, kıymetli taş-lar ve yıldız ilmi (astroloji) konularında da çalışmış ve eserler vermiştir.

İSLÂM GÖK BİLİMİNİN ÖZGÜN DÖNEMİ ‘ALTIN ÇAĞ’ (1025-1600)

İslâm dünyasında, Eski Yunan ve Hindu eserlerden 9. Yüzyılın orta-larına kadar yapılmış olan çeviriler yoluyla öğrenilen matematik ve gök bilimi konularında, 10. ve 11. Yüzyıllar arasında özgün çalışmalar ya-pılmıştı. Gök bilimciler, bir yandan çeşitli âletlerle gökyüzü gözlemle-ri yaparken, bir yandan da elde ettikleri verileri düzenleyerek yorumla-maya çalışıyorlardı. Gözlemsel gök biliminde, kurdukları gözlem evle-ri, yaptıkları araç, gereç ve geliştirdikleri yeni tekniklerle büyük atılım yaptılar. Ancak, kuramsal gök biliminde, Batlamyus Evren Modeli’ni pek fazla sorgulamadan benimsemişlerdi. Modelin ilmek ve yörünge dışmerkezlilik düzenekleri, önemli değişiklikler yapılmaksızın kullanılı-yordu. Yorumlarında, Ay, Güneş ve diğer 5 gezegen ile yıldızlara ilişkin gözlem verilerini, hareketli dairesel düzeneklerle, salt matematiksel bir yaklaşımla anlamlandırıyorlardı.

Kuramsal gök bilimi açısından, özellikle 10. ve 11. Yüzyılda, İslâm gök bilimcileri iki ana gruba ayrılabilir: Birinci grup: Batlamyus Modeli’ni ve geometrik yapısını yeterli bulanlar. Bu görüşte olanlara göre;bu sistem, gök cisimlerinin devinimlerini, gezegenlerin konum-larını, matematiksel olarak, doğru bir şekilde vermektedir. Kuram-sal hesap sonuçları ile gözlemler arasında yeterli yaklaşıklık var-dır, özünde de gök biliminin amacı budur. ‘Kinematik Görüş’ diye adlandırdığımız bu görüşün en önemli temsilcisi büyük Türk bil-gini Bîrûnî’dir. İkinci grup: Batlamyus Modeli’ni ve geometrik ya-pısını yeterli bulmayanlar. Bu görüşte olanlar gezegen devinimle-rinin sadece matematiksel bir nitelik taşımadığını, fiziksel neden-leri gözönüne almayan bir modelin yeterli olamıyacağını ve ‘fizik-

Page 61:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

61

sel gerçeği’ yansıtamıyacağını ileri sürüyorlardı. Gezegenlerle ilgi-li fizik kanunların ile devinimleri yaratan kuvvetlerin de gözönü-ne alınması gerektiğini düşünüyorlardı. Ancak bu görüşte olanlar da ikiye ayrılıyordu.

Aristo evren biliminin ‘Ortak Merkezli Küreler Sistemini’ be-nimseyenler ile, Aristo ve Batlamyus’un kuramlarını birleştirerek, ‘Küre Katmanları Sistemi‘ denilen, yeni bir sistem ortaya koyan-lar. Bu sistemde, Batlamyus’un düzlemsel olan ilmek ve yörünge dışmerkezlilik daireleri yerine üç boyutlu küreler göz önüne alın-maktaydı. Kürelerin, soğan katmanları gibi iç içe geçmiş, ortak bir merkez çevresinde döndükleri varsayılıyordu. ‘Mekanik Görüş’ diye adlandırdığımız bu sistemin ilk önemli temsilcisi, büyük bilgin fizikçi İbn el-Heysem’dir. 12. Yüzyılın sonlarına doğru Endülüs’te, İbn Bace (905-1138), İbn Tufeyl (ölm. 1186) ve İbn Rüşd (1126-1198) filozoflar ile Zerkâli (1029-1087), Câbir bin Eflâh (12. Yüz-yıl) ve özellikle de el-Bitrûcî (ölm. ~1204) gibi gök bilimcilerin yaptığı çalışmalar ile, Mekanik Görüş’ün Batı’da kabul görmesi-nin yolu açılmıştı.

12. ve 13. Yüzyıllarda, Endülüs’te Kinematik Görüş gelişirken, Doğu’da, Heysem’in fikirleri ile Meraga Gözlem Evi’nin kurucu-su ve yöneticisi olan Nasîrüddin-i Tûsî’nin (1201-1271) kuram-larını benimseyen “Meraga okulu” gök bilimcileri Mekanik Gö-rüş temelinde çalışmalar yapıyor, eserler ortaya koyuyordu.10 Ge-nelde bu okulun mensupları, Meraga Gözlem Evi ile, onun deva-mı niteliğini taşıyan, Semerkand ve İstanbul gözlem evlerindeki gök bilimciler idi. Bunlar içinde en önemlileri: el-Urdî (ölm. 1266), el-Kazvinî (ölm.1294), Kutbeddin el-Şirazî (1236-1311), İbn el-Şatır (1304-1375), Kadızâde-i Rûmî (1337-1412), Çağmînî (13. yy), Ali Kuşçu (ölm. 1474), el-Burcendî (ölm.1525) ve Şemseddin el-Kafrî’dir (ölm. 1550).

Batı Dünyası’nda yazılmış olan pek çok kitap başta olmak üze-re genelde, Kopernik’in 1543’de yayınladığı De revolutionis or-bium coelestium libri VI (Gök cisimlerinin dolanımı üzerine 6 Ki-tap) adlı, Güneş Merkezli Model’i ortaya koyduğu eserde, doğru-dan doğruya Batlamyus’un Almagest’de ortaya koyduğu şema-yı izlediği anlatılır. Bu düşünüşte olanlara göre; Kopernik ile Bat-lamyus arasındaki yaklaşık 13 yüzyıllık olan süre içinde, Batlamyus Modeli ile ilgilenen, üzerinde çalışan, eleştirilerde bulunan ve öz-gün katkılar yapanlar olmamıştır. İslâm gök bilimcilerinin ayrıntılı çalışmalarının anlatıldığı bölümlerden de anlaşılacağı üzere, 9. ve 16. Yüzyıl arasında İslâm bilginlerinin yaptığı çalışmalar ve yazdık-ları eserler bu boşluğu fazlasıyla dolduruyordu. Bu eserlerin Latin-ce çevirilerinden, dönemin Avrupa gök bilimcileri önemli derece-de yararlanmış ve etkilenmişler idi.

Kopernik, Meraga Ekolü’nün Yer Merkezli Model’ini, Güneş’i merkeze koyarak uygulamıştı. Ayrıca; Güneş merkezli bir sistem

düşüncesi Samos’lu Aristarhus’tan beri bir çok bilim adamı ta-rafından da ileri sürülmüştü (bkz. s. 34 “Eski Ege’de Gök Bilimi: “Aristarhus” maddesi).

İslâm gök bilimcileri gözlemleri ve hesaplarında hassasiyet ve dakikliğe büyük önem veriyorlardı. Bunun için de, uzun yıl-lar süren gözlemler ve araştırmalar yapmaktan çekinmiyorlardı. Batlamyus’un gezegenler modelini, bir çalışma ve araştırma ara-cı olarak benimsedikten sonra, Batlamyus’un yaptığı gözlemlerin ve zîcin hassasiyetini ve dakikliğini de sorgulamaya başlamışlardı. Onun elde ettiği sonuçları, gelişmiş âletlerle donatılmış, yetkin bi-lim adamlarının takım hâlinde çalıştığı büyük gözlem evleri kurdu-lar. Bağdat, Isfahan, Meraga ve Semerkand gibi kentlerde kurduk-ları bu ‘araştırma merkezler’inde yaptıkları çalışmalar ilerledikçe de, Batlamyus Modeli’ni daha derinden sorguluyorlardı.

Türk-İslâm Gözlem Evleri

İslâm gök biliminin bu döneminde, o zamana kadar eşi görül-memiş bir örgütlenme içinde çalışan büyük gözlem evleri kuruldu ve çalışmalar yapıldı. Bu dönemde ortaya çıkan gözlem evlerinin çoğu Türkler’in yönetimi altındaki kentlerde kurulmuştur.

11. Yüzyılın ikinci yarısında, Endülüs’te Tuleytula (Toledo) ken-tinde, el-Zerkâlî ve arkadaşlarının, ilginç gözlemler yaptıkları bilin-mektedir. Bu bilim adamlarının Batı gök bilimcileri üzerinde etkisi büyük olmuştur. Batı’da “Toledo Tabloları” olarak bilinen bu zîcler daha sonraki çalışmaların temelini oluşturmuştur.

12. Yüzyılın en önemli gözlem evi, Selçuk Sultanı Melikşah’ın 1075’de İsfahan’da Ömer el-Hayyâm’a kurdurduğu, Melikşah Göz-lem Evi’dir. Bu gözlem evi, o zamana dek İslâm âleminde en uzun ömürlü olan gözlem evi ünvanını kazanmıştır. 1074-1075 yılları arasında Melikşah ve veziri Nizam-ül-Mülk, devrin en değerli bi-lim adamlarını bir araya getirmişti. Bunlar arasında Ömer Hayyâm, Ebû’l Muzaffer el-Asfizârî, Meymûn bin Necîb el-Vâsitî gibi bilim adamları bulunuyordu. Bu gözlem evine ait çalışma programın-da gezegen gözlemleri de yer alıyordu. Melikşah Gözlem Evi’nde, 1075 yılında Güneş‘in ilkbahar noktasında bulunduğu günü yıl başı olarak kabul eden, Celâlî Takvimi denilen, bir takvim de dü-zenlenmişti. Bu takvim, bugün bir çok ülke tarafından kullanılan Gregoryen Takvimi’nden çok daha doğrudur. Bağdat’ta, Selçuk-luların Doğu Sarayı’nda, Bedî’el-Zaman Ebû’l Kâsım el-Usturlâbî (ölm. 1139) gözlemler yapmaya başlamış, ancak bunlar tamam-lanmamıştır. Selçuklu sultanı Muiz el-Dîn Mahmûd adına, Zîc-i Mahmûd olarak bilinen bir zîc hazırlayan Usturlâbî, yaptığı göz-lem âletleri, özellikle de usturlaplar ile ünlüydü. Abdürrahman el-Manşûr el Hâzinî, Melikşah’ın oğlu Sultan Sencer adına El-Zic el- Mu’teber el-Sancarî adıyla tanınan, 1135-1136 yıllarındaki sa-bit yıldız konumlarını içeren, bir zîc hazırladı. Hâzinî, İsfahan’da

9 Harezm veya Harizm: Batı Türkistan'da Amu Derya (eski Ceyhun) Nehri'nin aşağı çığrında, Kızılkum ve Karakum çölleri arasındaki tarihi bölgenin adıdır. Günümüzde Türkmenistan ve Özbekistan cumhuriyetleri arasında bölünmüştür. “el-Harezmî” veya “el-Harizmî” adıyla anılan pek çok bilgin, yüksek bir uygarlık merkezi olan bu topraklarda yetişmiştir.

10 Gök bilimi tarihinde Mera€a Okulu’nun düşünceleri ve çalışmaları “Mera€a Devrimi” adı altında, gök biliminde devrim olarak nitelendirilir. Eski Yunan, İskenderiye ve Hindu gök bilimcileri gezegen kuramının matematiksel yapısı ile fiziksel ilkeler arasında uyumun varlığını gerekli görmüyorlardı. İslâm gök bilimcileri için ise, matematik model ile bu modelin betimlemek istediği ‘gerçek evren’ arasında uyumun varlığı şarttı. “Meraga Devrimi”, Aristo evren biliminin temel felsefi ilkelerinden ve Batlamyus Sistemi’nden uzaklaşan, gözlemlere, deneye ve gök biliminde matematik yöntemlere daha çok önem veren bir anlayış değişimini (paradigma değişimi) belirtir. Bu değişimin önde gelen örnekleri özellikle: Tûsî ile öğrencisi el-Şatır’ın, Ali Kuşçu, el-Burcendî’ ve el-Kefrî’nin eserlerinde görülür.

Page 62:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

62

El Heysem'in optik kitabının Latince çevirisi olan, Witelo’nun Thesaurus opticus kitabının, 572’de İsviçre’nin Basel kentinde yapılmış olan baskısının ön kapağındaki gravür; Arşimed'in, parabolik aynalar aracılığıyla, Sirakuza kentini kuşatan Roma gemilerini yakmasını betimliyor.

Kaynak: Bavyera Devlet Kütüphanesi, Münih.

Page 63:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

63

tutulma düzleminin eğimini ölçmüş, tutulma ve kavuşum zaman-larından yola çıkarak, Güneş ve Ay’da olduğu gibi, bütün geze-genler için gözlenen ve hesap edilen konumları karşılaştırmış ve uygunsuzluklan ortaya koymuştur.

13. Yüzyıl İslâm gözlemsel gök bilimciliği açısından çok önem-li bir dönemdir. Bu döneme İslâm gök bilimciliğinin rönesansı ola-rak bakılmaktadır. Bu yüzyılda, İlhanlı hükümdarı II. Hulâgû Han döneminde, Nasîrüddin el-Tûsî yönetiminde Merâğa Gözlem Evi kuruldu (1259). Gözlem evi, gerek âletlerinin zenginliği, gerek-se orada çalışan bilim adamlarının sayısı ve seçkinliği bakımından ünlü idi. Gözlem evinde, biri Çinli olmak üzere, tanınmış 15 bi-lim adamının çalıştığı bilinmektedir. Türkler tarafından kurulan, Merâğa ve onun ardılları olan Semerkand ve İstanbul gözlem ev-leri, Avrupa’da ilk düzenli gözlem evlerinin doğmasına öncülük etmiş olan kurumlardır. Merâğa’da Tûsî ve yönetimindeki bilim adamları, hükümdar adına Zîc-i Hâni veya Zîc-i ilhanî adı verilen bir zîc düzenlemiştir.

14. Yüzyılda, Merâğa Gözlem evini bir çok kez gezmiş ve ince-lemiş olan, İlhanlı Hükümdarı Gazan Han da Tebriz’de bir gözlem evi kurdurdu. Yapımına 1300 yılı civarında başlanan gözlem evi, 1304 yılından önce tamamlanmıştır. Bu gözlem evi de, Merâğa’da olduğu gibi, uluslararası bir araştırma merkezi görümündeydi.

Gazan Han, Celâlî Takvimi gibi Güneş yılına dayalı bir takvim hazırlattı. Hânî Takvimi denilen bu takvimde, Celâlî Takvimi’nin aksine, Farsça ay isimleri yerine Türkçe isimler kullanılmıştır. Merâğa Gözlem Evi’ni, Uluğ Bey (1394-1449) tarafından 1421’de Semerkand’da açılan gözlem evi takip etti. Uluğ Bey, araların-da Gıyaseddin Cemşid el-Kâşi (ölm. 1429), Kadızâde-i Rûmî ve Ali Kuşçu gibi, çağının büyük gök bilimci ve matematikçilerini toplayarak yeni bir zîc hazırlama çalışmalarını yürüttü. Bu Zîcle, Zîc-i İlhanî’nin eksik ve yanlışlarının düzeltilmesi amaçlanıyordu. 1437’de tamamlanan, “Zîc-i Gürgânî”, “Zîc-i Hâkânî”, “Zîc-i Uluğ Bey” ve “Zîc-i Cedîd-i Sultânî” gibi adlarla tanınan bu zîc, kısa za-manda İslâm dünyası ve Batı gök bilimcileri arasında kullanılma-ya başlandı. Bu zîc Osmanlılarda Zîc-i Uluğ Bey adıyla büyük yay-gınlık kazanmıştır. Öyle ki, Osmanlılar’da özellikle on altıncı yüz-yılın başlarından itibaren, zîc denildiğinde Uluğ Bey Zîci akla gel-mekteydi. Semerkand Gözlem Evi’nin kuruluşundan yaklaşık bir buçuk yüzyıl sonra, büyük bilgin Takîyüddîn, Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa ve Hoca Saadettin Efendinin destekleriyle, Sultan III. Murad’ı İstanbul’da bir gözlem evi kurulması konusunda ikna etti. İkna konusunda Takîyüddîn, daha önceki gözlem evlerinin kurul-masında etkili olduğu sınanmış olan, ‘eski zîcin, gelişmiş yeni bir zîc ile değiştirilmesinin şart olduğu’ savını kullandı. Kullanılmakta olan Uluğ Bey Zic’inin gününü doldurduğunu, günün ihtiyaçları-na cevap vermediğini, dolayısıyla yeni gözlemler ışığı altında yeni cetveller hazırlanmasının gerektiği ileri sürüldü. Sultan III. Murad 1575 yılında Takîyüddîn’i, kendi adıyla anılacak bir zîc hazırlamak-la görevlendirdi. İleri düzeyde çalışmaların yapıldığı örnek bir göz-lem evi olan İstanbul Gözlem Evi’nin ömrü ne yazık ki çok kısa oldu. Büyük ümitlerle kurulan, “Osmanlı’nın uzaya bakan gözü” olmaya aday gözlem evi 1580 yılında yıktırıldı. Bu üzücü olayla da, İslâm gök biliminin ‘Altın Çağı’ kapanmış oldu.

Gazan Han Kaynak: Silsilenâme, Ankara Etnografya Müzesi, Yazmalar Katalogu. Nu. 8457 levha 16-A.

Page 64:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

64

Turfan'daki Murtuk Tap›na€› duvar›nda, yedi kat gö€ü ifade eden Uygur freski.

Page 65:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

65

ORTA ÇAĞ TÜRK DEVLETLERİNDE

GÖK BİLİMİ

Eski Türklerin Gökle İlgili Görüşleri

Orta Asya’da yaşayan eski Türkler, evreni, Altın Kazık veya Demir Kazık adını verdikleri Kutup Yıldızı’nın çevresinde, düzgün bir hızla dönen kubbe şeklinde algılıyorlardı. Burçları taşıdığı düşünülen tutul-ma dairesi ise bu “kazığa” dik olarak yerleştirilmişti. Gökteki bu dü-zenin Yeryüzüne de yansıdığına inanılıyordu; Kutup Yıldızı’nın tam al-tında, Yeryüzü’nün yöneticisi olan hakanın oturduğu, Orda veya Or-dug adı verilen, başkent bulunuyordu. Bu kentin kuruluş düzeni gök-sel düzenin yansıması gibiydi; merkezde dik kesişen iki ana yol var-dı, Hakanın Otağ’ı bu merkezde bulunuyordu. Nasıl gök kubbe, Ku-tup Yıldızı’nın çevresinde dönüyorsa, toplumdaki işlerde hakanın çev-resinde dönüyordu.

Eski Türkler için Güneş, Ay ve yıldızlar önemli olan gök cisimleriy-di. Oğuz Destanı’nda, “Bozoklar gökten inen bir ışık içinden çıkan bir kadından doğmuştur”, denmektedir. Bundan dolayı, onların hanları; Gün Han, Ay Han ve Yıldız Han olarak adlandırılıyordu. Güneş, doğa-ya hayat veren bir güç olduğu kadar koruyucu bir güç olarak betimle-niyordu. Türklerde bugün bile kutlanan Nevruz bayramı Güneş’in ha-reketi ile ilgilidir. Güneş, yıllık hareketini ilkbahar gün-tün eşitliğinin ol-duğu gün tamamlar. İlkbaharın başlangıcı olan bu gün aynı zamanda, çeşitli şenliklerle kutlanan, yeni yıl’ın da başlangıcıdır.

Türkler tarafından Sabah Yıldızı ve Akşam Yıldızı diye adlandırılan, Venüs ve Merkür gezegenleri, Türklerin en iyi bildikleri gezegenlerdir.

Türklerin gök bilimi, her ne kadar diğer gök cisimlerine, özellik-le de Güneşe önem verseler de, bir yıldız gök bilimidir. Göksel hesap-lamalarını, diğer gök cisimlerine göre daha sabit olan, yıldızlara göre düzenlemişlerdir.

Türk adını taşıyan ilk devlet olan Göktürk Devleti döneminde (552-745) 12 hayvanlı Türk Takvimi kullanılıyordu. Bu takvimde her yıl; sı-çan, öküz, kaplan, tavşan, ejder, yılan, at, koyun, maymun, tavuk, kö-pek ve domuz şeklinde bir hayvan adı ile adlandırılmıştır. Oniki yıllık her devreden sonra aynı adları taşıyan ikinci bir devre başlar. Her hay-van, adını taşıyan yılın özelliklerini belirliyordu. Bu takvimde bir gün, iki saate karşılık gelen çağ denilen 12 eşit bölüme ayrılıyordu. Bu çağ-

lara da yine 12 hayvanın adı veriliyordu. Gün başlangıcı gece yarısı, 4 mevsime ayrılan yılın başlangıcı ilkbahardı. Bir yıl, 60 günlük 6 haftaya bölünüyordu. Günümüzde bu takvim, Çin başta olmak üzere, bir çok Asya ülkesinde kullanılmaktadır.

Türklerin İslâmîyete girişi

İslâm ve hattâ dünya tarihinde çok önemli bir yeri olan İpek Yolu’ nun geçtiği bir çok kenti içeren Mâverâünnehir ve Horasan bölgeleri-nin 7 ile 12. Yüzyıllar arasındaki tarihi, Türklerin siyasî tarihi açısından olduğu kadar, uygarlık ve kültür tarihleri ile bilim tarihi bakımından da çok önemlidir. İslâm kültürünün gelişerek dünya çapında bir uygarlık olmasında bu bölge olağanüstü bir rol oynamıştır.

Müslüman Araplar, Halife Osman zamanında (644-656), halkının çoğunluğu Türk olan Horasan bölgesini ele geçirdikten sonra doğu-ya doğru ilerlemeye başladılar. İslâm orduları, Türklerin büyük yoğun-lukta olduğu topraklara ilk defa Emeviler devrinde (661-750), özellikle Kuteybe bin Müslim’in Horasan valiliği döneminde (670-715) girmeye başladılar. 705 ile 715 arasında Mâverâünnehir’i ve oraya sınırdaş olan bölgeleri ele geçirdiler. 751 yılına gelindiğinde, Nişabur, Herat, Merv, Buhara, Baykent, Semerkand, Kabul ve Multan gibi önemli kentlerin yer aldığı bölgeler Emevilerin yönetimine girmişti.

Orta Çağ Türk-İslâm Devletleri

Türklerin, devlet dini olarak İslâmîyeti resmen kabul etmeleri, 10. Yüzyılda Batı Karahanlıların lideri Satuk Buğra Han’ın (ölm. 955) Ab-dülkerim adını alarak Müslüman olmasıyla başlamıştır. Ancak, bun-dan önce de İslâmîyete girmiş, onu benimsemiş, onun uğrunda çar-pışmış boylar ve toplumlar arasında çok sayıda Türk de vardı. Örne-ğin; Emevi hanedanını yıkarak yerine geçen Abbasîlerin ilk üç halifesi-nin devletin yüksek görevlerine getirdiği ünlü Bermek (Barmak) Aile-si, Belh Türklerindendir.

Halife Me’mun (813-833) ve Mutassım’ın (833-842) anneleri Türk olduğu gibi; Afşin, Kara Buğa, Ferganalı Ömer, Semerkandlı Haris gibi Türkler Abbasî ordusunun en ünlü kumandanlarıydı. İleride gök

Page 66:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

66

Rubu tahtas› kullan›m›n› anlatan gök bilimci ve ö€rencisi.

Page 67:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

67

bilimci, matematikçi olarak da adlarını göreceğimiz Âmâcûr Ailesi’nden emirler 9. Yüzyılda Şam kentinin yöneticileriydiler. Emir Tekin 880’ler-de Irak’ı yönetirken, Afşin’in akrabalarından Mengûçur Azerbaycan valisiydi. Adana ve Tarsus kuruluşlarından başlayarak Tulunoğulla-rının yönetimindeydi. Böylece, Abbasî Devleti’nin kuruluşuyla bir-likte Türklerin, Bizansın elinden alınan ülkelere yerleşmeleri ve Anadoluyu işgal etmeleri Selçukluların kuruluşuna kadar he-men hemen aralıksız devam etmiştir.

Abbasî İmparatorluğu parçalanmaya başladıktan son-ra Türkler, Mısır’da Tulunoğulları (868-905), Akşitoğul-ları/Ihşidler (935-969), Mâverâünnehir’de Samanoğul-ları (874-999), Türkistan’da Karahanlılar (932-1212), Afganistan ve Kuzey Hindistan’da Gazneliler (962-1183), Gûrlular (1148-1215) adlarıyla birer devlet kurmuşlardı. Oğuz Türklerinden olan Selçuklular, Selçuk Bey’in ölümünden sonra, neredeyse top-luca İslâmı kabul ettiler. Selçuk Bey’in torunla-rı Tuğrul Bey ve Çağrı Bey zamanında, Mısır hariç, bütün Abbasî İmparatorluğu’nu yöne-timleri altında birleştirerek çok geniş top-raklar üzerinde Büyük Selçuklu Devleti’ni kurdular (1040-1157). Tuğrul Bey öl-düğünde (1063), Orta ve Batı İran, Mezopotamya, Suriye Selçukluların elinde bulunuyordu. 1071’de, Ma-lazgirt Zaferi’nden sonra da Ana-dolu kapıları Türklere açılmış-tı. Sultan Alpaslan’ın oğlu Melik-şah döneminde (1072-1092) Sel-çuklu Devleti Orta Çağ’ın en bü-yük devleti olmuştu. Bununla birlikte, bazı Selçuklu boyları ayrılarak, Kirman (1041-1187), Suriye (1078-1117) ve Anadolu’da (1075-1318) diğer Selçuklu beyliklerini de kurdular. Gazneli Mahmud zamanında 1041’de Türk idaresine geçmiş olan Hârezm bölgesi de, Büyük Selçuk-lu Devri’nde atanan valilerce yönetiliyordu. Ancak, Alaaddin Muham-med döneminde (1200-1220) Hârezm tam bağımsızlık kazanmıştır. Bu bölge valilerine, Perslerden kalma bir gelenekle, Hârezmşah dendiğin-den, kurulan devlet Harzemşahlar (1077-1231) olarak adlandırılmıştır.

Cengiz Han’ın kurduğu imparatorluğu oğullarından dördü ara-sında bölüştürdüğünde, Orta Tanrı Dağları bölgesi ve Doğu Türkistan ikinci oğlu Çağatay’a düşmüştü. Çağatay hanlıklarının birinin başın-da bey olan Timur’un (1336-1405) Mâveraünnehir’e egemen olarak Semerkand’da tahta çıkarak Timurlular Devleti’ni (1370-1507) kurdu.

Türkler ve İslâm Uygarlığı

Böylece, 9. Yüzyıl ortalarından başlayarak, İslâm uygarlığı çerçe-vesinde gelişmeye başlayan Türk kültürü ve yönetimleri, Orta Asya, İran, Kuzey Hindistan, Irak, Suriye ve Anadolu’yu içine alan çok ge-niş topraklarda etkili olmuş ve buralarda büyük İslâm uygarlığına önemli katkılarda bulunmuştur. Orta Çağ İslâm dünyası bilim adamla-rı arasında bir çoğu, bugünkü İran’nın kuzeydoğusundaki Horasan ve Mâveraünnehir bölgelerindendirler. Bu bölgeler halkının büyük bir bö-lümü, bugün olduğu gibi, geçmişte de Türk asıllı idi. Bilim adamlarının

hepsi de eserlerini, devrin yaygın bilim dili olan Arap-

ça ile yazmış oldukları için, İbn Türk el-Cîli, Âmâcûr el-

Türkî, Ahmed el-Cûzcanî (İbn el-Türkmânî ) ile kardeşi Alaeddîn ibn

el- Türkmânî, Cemaleddîn el-Suğdî el-Türkistanî gibi pek azı, Türklükle-

rini doğrudan gösteren lakapları kul-lanmış veya korumuşlardır.

Burada üzerinde önemle durulma-sı gereken konu şudur; Türklerde düşün-

ce ve bilim tarihini ve Türk-İslâm gök bilim-cilerini ele alırken sunulan her bilim adamının

kesinkes Türk olması gerekmez. Çünkü uygar-lıklarda, yerel kültür ve ırk aşıldığından, evrensel

bir kültür oluşturulmuştur. Böyle bir evrensel kül-tür içindeki her birey, milliyeti ne olursa olsun, bu

uygarlığın yaratılmasına katkıda bulunmuştur. İslâm uygarlığı içinde yer alan her millet bu tarih mirasını sa-

hiplenmek isteyebilir. Ancak bunun kabul edilebilir ol-ması için, iddiayı ileri süren milletin; bireyin yetişmesin-

de, çalışmalarını yapmasında ve eser vermesinde katkıları-nın azımsanamaz bir ölçüde olması gerekir. Ayrıca, bu uygar-

lığa egemen olan dünya görüşünün dili, o uygarlığın nerdey-se resmî dili olarak, tüm yönetimsel, kültürel ve bilimsel etkin-

liklerde kullanılmış olmalıdır.

İslâm uygarlığının yaratıcı bir üyesi olan Türkler, bu uygarlığın dili olan Arapça ile eğitim almışlar ve tüm eserlerinin büyük bir bö-

lümünü bu dilde yazmışlardır. Bunun yanında Türkler, bilim ve kül-tür adamlarına, dinleri ve milliyetleri ne olursa olsun, sahip çıkmışlar ve onları desteklemişlerdir. İleriki sayfalarda yaşamları, çalışmaları ve eserleri ayrıntılı olarak ele alınan bazı gök bilimciler de, bu anlayış ve ku-ramsal çerçeve içinde, Türk-İslâm gök bilimcileri olarak nitelendirilmiştir.

Türklerin İslâm Dünyasında Bilimsel Kurumlara Katkıları

İslâmîyet devrinde bilimle, teknolojiyle ve eğitimle uğraşanların bü-yük çoğunluğu Arap asıllı olmayan milletlere mensuptu. İslâm uygarlı-ğı kökleşmesini diğer milletlere, özellikle Türklere ve İranlılara borçludur. Abbasîlerin iktidara geçmesinden sonra tomurcuklanmaya başlayan bi-limsel etkinliklerin yaratılmasında Türklerin rolü büyük oldu. Tek tek bi-reyler olarak İslâm dünyası bilim ve düşün adamları arasında ön saflar-da yer almaktan başka, Türkler gerek bilimsel çalışmaların teşvik ve ko-runmasında ve gerekse eğitim ve bilimsel kurumların oluşturulup geliş-tirilmesinde, erken tarihlerden başlayarak, büyük katkılarda bulundular.

Türklerin toplu olarak İslâmîyeti kabulü, dünya tarihinde çok önem-li bir olaydır; Türkler, kısa sürede, İslâmîyetin hem en güçlü koruyucu-ları, hem de en ileri temsilcileri olmuşlardır. Türkler, İslâm kurumları-nı kısa bir zamanda benimseyerek hızla geliştirmiş, düşüncede, sanat-ta ve bilimde diğer İslâm ülkelerinin öncüleri durumuna gelmişlerdir.

İslâm dünyasında, 10. Yüzyıldan itibaren kurulan Türk devletleri, özellikle eğitim ve öğretime büyük önem vermişler ve hâkim olduğu her

1804-188 y›llar›n›n ruznâmesi (almanak).

Page 68:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

68

Semerkand Gözlem Evi'nden bir detay.

Page 69:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

69

yerleşim bölgesinde birçok cami, kervansaray, hastane, köprüler ve su yolları gibi sosyal yapılar ile kütüphane, medrese ve gözlem evleri gibi bilimsel kurumlar kurmuşlardır.

Türk devletleri yöneticileri, özellikle Selçuklular, bilginlere büyük saygı göstermişler, onları korumuşlar ve desteklemişlerdir. Bu durum, yalnızca kendi ülkelerindeki Müslüman bilginler için değil, dini, mez-hebi ne olursa olsun yerli ve yabancı bilginler için de geçerliydi. Bu du-rum, düşünce özgürlüğüne verilen değerin bir göstergesidir.

Kütüphaneler

En eski kütüphane kurucuları ve kitapseverler arasında Türklerin şerefli bir yere sahip oldukları bilinmektedir. Bunlar arasında, 9. Yüz-yıl gibi erken bir çağda Feth ibn Hâkan ibn Gartûc’u ve Ahmed ibn Tulun’u, 10. Yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan Ebu Bekr es-Sûlî de ünlü kitap severler arasında anılmaktadır. Zengin bir kitaplığa sahip olan Sûlî, burayı bilim adamlarına ve araştırmacılara açık tutmaktaydı.

Samanoğulları hükümdarı Nuh’un kurduğu ve İbn Sina’nın yarar-landığı kütüphane zamanın en önemli kütüphanelerinin başında ge-liyordu. Gazneli Sultanı Mesud’un başkent Gazne’de kurduğu kütüp-hane de, büyük kütüphaneler arasındaydı. Alp Arslan’ın emri üzerine, veziri Nizamülmülk (1018-1092) tarafından 1063’de Nişabur’da kuru-lan ilk medresede ve onu izleyen medreselerde de önemli kütüphane-ler bulunmaktaydı.

Büyük Selçuklu Sultanı Sencer’in döneminde (1117-1157) med-reseleriyle, kütüphaneleriyle bir kültür merkezi olan başkent Merv’de 12 000 kayıtlı kitap bulunuyordu. 13. Yüzyılda Merv’de, vezirlerin ve ileri gelenlerin yaptırdığı 10 kütüphane bulunuyordu. Bu kütüphane-lerin çoğundan rehinsiz kitap alınabiliyordu. Kirman Selçuklularından Mugîsiddin Mehmet’in yaptırdığı, medrese, hastahane, cami, zaviye ve kendi türbesi’ni kapsayan Küllîye’de bulunan Dârül-kütüp’e (kü-tüphaneye) 5 000 kitap vakfetmişti. Kervansaraylarda dahi kütüphane odaları bulunmaktaydı. İlhanlı hükümdarı Hülâgu’nun Meraga Göz-lem Evi’nin yakınında yaptırdığı, Moğollar tarafından, Suriye, Irak, İran ve Türkistan’dan yağmalanarak getirilen kitaplarla oluşturulmuş, 400 000 cilt kitabın yer aldığı kütüphane ünlüdür.

Semerkand Gözlem Evi’nin kütüphanesi de devrinin en önemli kü-tüphanelerinden biriydi.

Türklerin yönetiminde olan ülkelerdeki çok sayıda kütüphanenin varlığı, Türk devlet adamlarının ve ileri gelenlerinin kitaba, dolayısıyla bilgiye verdiği önemi ortaya koymaktadır.

Medreseler

Orta Çağ’ın ‘yüksek eğitim kurumları’ olan medreseler, başından sonuna kadar bir Türk kuruluşu olarak başlamış ve gelişmiştir. Gazneli Mahmud döneminde Nişabur’da kurulan 4 medrese ilk medreselerdir.

Batı Karahanlı Devleti’nin kağanı Tamgaç Buğra Karahan İshak İb-rahim bin Nasr’ın (1040- ~ 1067) mallarını vakfederek Semerkand’da kurduğu büyük medrese’nin (1064) vakıf belgesinde ilk defa, İslâm ta-rihinde resmî olarak, öğrenciye burs verildiğini görülüyor; “Hakan, bi-lim ve din adamlarının öğretim ve toplantı yeri olacak bir okulun (med-rese) kurulması için emir verdi. Bu okulun, bir camii, dershaneleri, bir kütüphanesi halk için Kur’an okuma salonu, eğitim (edep) öğretmeni için bir oda, küçük odalar, bir avlusu, bir bahçesi olmasını istedi...” Va-kıf belgesi, öğrenciye hangi koşullarda burs verileceğini, bunun mikta-rının ne kadar olacağını, öğrencinin başarı durumuna göre, hocaların önerisi üzerine burs miktarının artırılabileceğini kaydetmektedir.

Buğra Han, mallarının bir bölümünü de, Semerkand’da kurulan medresenin yanında, tıp okulu olarak da yararlanılan bir hastahane ya-pımına vakfetmiştir.

Orta Çağ’ın en önemli medreseleri, İslâmı dağılmaktan kurtaran Selçuklular devrinde kurulmuştur. Bunların ilki, Alp Arslan’ın emri üze-rine veziri Nizamülmülk11 tarafından 1063’de Nişabur’da kuruldu. Bundan sonra medreseler hızla gelişti, sayıları çoğaldı. Sultanlar, vezir-ler, beyler ve hatunlar tarafından, Bağdat, Herat, Isfahan, Merv, Belh, Musul ve Basra başta olmak üzere bir çok kentte Nizamiye adı verilen medreseler kuruldu.

Vakıf kurumları olan Nizamiye’ler, kitaplıkları, yatakhaneleri ve ye-mekhaneleriyle öğrencilerine her türlü hizmeti sağlıyordu. Bunun ya-nında, bilimsel çalışmaları teşvik için vakıf gelirlerinden 100, 500 ve 1000 akçe tutarında ödüller konuyordu.

Gazzâli gibi ünlü bilginlerin ders verdiği bu medreselerle, dört yıl-lık yüksek öğretim kurumları, yani bugünkü üniversiteler, Batı Dünya-sından önce kurulmuş oluyordu.

Bir kamu kurumu olarak 10. Yüzyılda Karahanlılar devrinde başla-yan medrese yapımı Gazneliler, Büyük Selçuklular ve Harezmşahlar dö-nemlerinde devam etti. 1220’deki Moğol istilasına kadar, 10-13. Yüz-yıllar arasında, Mâveraünnehir ve Horasan Bölgelerinde, kuşaklar arası bilgi aktarımını sağlayan eğitim ve öğretime süreklilik kazandıran, pek çok medrese yapıldı. Ancak, Moğol istilası sonunda büyük çoğunluğu yıkıldı. Örneğin; Belh’te 400 medrese varken Moğollarla beraber hep-si yok oldu.

İlhanlılar devrinde (1256-1336) önemli bayındırlık çalışmaları ya-pıldı, bu arada pek çok medrese inşa edildi. Bölgede İlhanlıların yeri-ni alan Kert hanedanlığının (1245-1389) Herat başta olmak üzere çe-şitli kentlerdeki bayındırlık çalışmaları sırasında çeşitli medresler inşa edildi. 1381 yılında Herat’ı alıp Kert hanedanına son veren Timur ve kendisinden sonra gelen hükümdarlar ile mirzalar, hatunlar, vezirler, beyler gibi ileri gelen kişilerin bayındırlık çalışmaları hızlanarak de-vam etti. Timurlular Devleti’nin (1370-1507) yönetimi altında, 14. ve 15. Yüzyıllar Türkistan’ın görkemli yılları olmuştur. Timurlular devri

11 İslâm dünyasının en tanınmış devlet adamlarından olan Nizamülmülk, Tûs kenti yakınlarınmda doğmuş, ilk önce Gaznelilerin Horasan valisinin hizmetine girmiş, daha sonra Alpaslan tarafından vezir olarak atanarak kendisine Nizamülmülk adı verilmiştir. Melik şah döneminde de görevini sürdürmüştür. Devlet idaresiyle ilgili ünlü Siyâsetnâme adlı eseri yazmıştır. Asker ve toprak hukukuna uyguladığı ikta, zeamet ve timar daha sonraki Türk devletlerinde de temel olmuştur.

Page 70:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

70

K›rflehir Caca Bey Medresesi.

Page 71:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

71

“bilgin hükümdarlar” devridir.12 Eğitim, bilim ve sanata çok değer ve-ren Timur ve onu izleyenler; Mâveraünnehir’de 50, Horasan’da 10 ve diğer bölgelerde 9 olmak üzere 69 medrese kurdular.

Bunun sonucunda; Semerkand başta olmak üzere, Herat ve Bu-hara üçgeninde yeni bir kültür ve bilim çevresi yükselmeye başladı. Bu devir, bilim adamlarının el üstünde tutulduğu, kültürel ve bilimsel et-kinliklere hız vermek için başta hükümdarlar olmak üzere, il beylerine dek herkesin birbiriyle yarış ettiği bir dönemdir. Timurlu Devleti, günü-müzde “üstün beyin gücü” denen, bilim ve sanat alanında iyi yetişmiş kimseleri kapsayan yetişkin insan gücüne son derece önem veren bir politika gütmüşlerdi. Öyle ki, ülkelerine gelecek yabancılara her türlü kolaylığı göstermeyi, yasal metinleri olan Tüzükât-ı Timurin’e (Timur Yasaları) geçirmişlerdi13. Bundan dolayı, yetkin bilim adamlarının, uz-manların ve sanatkârların Timurluların yönetiminde olan ülkelere doğ-ru aktığı görülmekteydi.

Timur’un ölümünden sonra, Timurlular Devleti oğullarından Mi-ran Şah ile Şahruh Mirza arasında paylaşıldı. Miran Şah, Bağdat ve Azerbaycan’da, Şahruh da Horasan’da devlet kurdu. Şahruh ve oğlu büyük bilgin Uluğ Bey zamanında, Mâveraünnehir kentleri parlak bir kültür yaşamı geçirdi. Uluğ Bey, 60 civarında bilim adamını, başkent Semerkand’da kurduğu, matematik ve gök bilimi başta olmak üzere, özellikle fen bilimlerin okutulduğu Semerkand Medresesi’nde ve Se-merkand Gözlem Evi’nde toplamıştı. Bunların arasında; matematik ve gök bilimi konularında hocası olan Bursalı Kadızâde-î Rûmî, Gıyased-dün Cemşid el Kâşî, Ali Kuşçu ve Muinüddin el Kâşî gibi ünlü bilim adamları gelmekteydi.

Sadece Semerkand’da değil, Türkistan’ın bir çok kentinde kurdu-ğu eğitim kurumlarıyla anılan, bilim ve kültür aşığı bir hükümdar olan Uluğ Bey’in uzak görüşlülüğünü gösteren; ‘Gök bilimi konusunda iler-lemeyen milletler, büyük millet olamaz’ özlü sözü, yaklaşık 5 yüzyıl sonra Atatürk’ün ünlü, ‘Gelecek göklerdedir’ özlü sözü ile ülkemizde yankısını bulmuştu.

Timurlular’dan Hüseyn Mirza Baykara yönetiminde (1469-1506), Horasan ve başkent Herat, Türk-İslâm tarihinin önemli kültür merkez-lerinden biri hâline geldi. Öyle ki, 10-15. Yüzyıllar arasında, Türklerin yönetimi altında; Balasagun, Buhara, Kaşgar, Semerkand, Taşkent ve Yarkent gibi Doğu ve Batı Türkistan kentlerinde yüzlerce medrese ku-rulmuştur.

Alp Arslan’ın 1071’deki Malazgirt Zaferi’nden sonra 11-13. Yüzyıl-lar arasında Anadolu’da kurulan; Danişmentliler, Mengüçekler, Artuk-lar ve Anadolu Selçukluları belli başlı Türk Devletleridir. Büyük Selçuk-luların devamı olan bu devletlerin eğitim kurumları da yine medreseler oldu. Bu medreselerin, özellikle erken dönemde kurulanların, ana ga-yesi; iyi eğitim almış, bilgili devlet adamı yetiştirmekti.

1096-1190 yılları arasındaki üç Haçlı Seferi sırasında, Anadolu Sel-çukluları Haçlı ordularıyla savaşmakta olduklarından, medrese kur-maya 12. Yüzyılın ortalarında başlamışlardır. Anadolu’da camiler gibi ilk medreseler de Danişmentli ve Artuklu yönetiminde ortaya çıkmış-tır. Anadolu’da ilk medrese Artukoğulları’nın 1113’de Urfa Ulu Ca-mii Medresesi’dir. Anadolu Selçukluları’nın kurduğu en eski medre-se, Eskişehirde yapılan Battal Gazi Medresesi’dir (1207/1208). Bundan sonra pek çok kentte büyük medreseler kurdular. İçlerinde en ünlüle-ri; Konya’da Karatay Medresesi , Kayseri’de Seraceddin Medresesi ile Sivas, Erzurum ve Amasya’daki Gök Medreseleridir. Anadolu’da, 12. Yüzyıl ortasından 15. Yüzyıla kadar sayısız medrese yapılmıştır.

Medreseler, dini öğretim ve İslâm hukuku yanında, tıp öğretimi ve uygulaması için şifâhâne (hastahane) ve gözlem evi gibi çeşitli öğretim kurumlarını da içeriyordu.

Bunlardan, Kırşehir’de 1272 yılında kurulan, Caca Bey Medresesi’nin bir gözlem evi vardı. Burada gök gözlemlerinin yapıldığı ve gök bilim derslerinin verildiği bilinmektedir.

15. Yüzyılın ilk yarısında Kütahya Vâcidiyye Medresesinde gök gözlemlerinin yapıldığı ve gök bilim derslerinin verildiği bilinmektedir.

Gözlem evleri

Orta Çağ İslâm dünyasında kurulan çok sayıdaki gözlem evlerinin büyük çoğunluğu Türkler’in yönetimi altında olan topraklarda kurul-du. Bu gözlemevleri arasında en önemlileri:

1. Isfahan emiri Celaleddin Alâü’d-Devle’nin isteğiyle İbn-i Sînâ (980–1037), tarafından, Hamedan‘da kurulan Hamedan Gözlem Evi (~ 1023),

2. 1074-1075 yılları civarında Selçuklu Sultanı Celâleddin Melikşâh’ın (1072-1092) emriyle Ömer Hayyâm’ın (1045-1123) yöne-timinde inşa edilen Melikşâh Gözlem Evi,

3. İlhanlı hükümdarı Hülâgu’nun (ölm. 1265) emriyle, Nasîrüddin-i Tûsî (1201-1274) tarafından, 1259’da Merâğa’da kurulan Merâğa Gözlem Evi,

4. İlhanlı Hükümdarı Gazan Han tarafından Tebriz yakınlarında kurdurulan Gazan Han Gözlem Evi (~ 1300),

5. Uluğ Bey tarafından Semerkand’da 1421’de kurulan Semer-kand Gözlem Evi.

Türk Bilginlerinin İslâm Uygarlığındaki Etki ve Katkılarına Genel bir Bakış

Türklerin, İslâm uygarlığının her dalında büyük katkıları olmuştur. Düşünce alanında; İslâm dünyasında naklî bilimlerin, yani İslâm dini ile yakın bağ kurma durumunda olan, fikıh, tefsir ve hadis gibi konularda

12 Türkler bilgiye çok önem verirler ve yöneticilerinin bilgili kişiler olmasını isterlerdi. Bundan dolayı Türk ve Türk-Moğol hakanları Bilig/ Bilge lakaplarını hakeden kimselerdi. Öyle ki, tarihte, imparatorluk kuruculuğu yanında yıkıcılığı ile de ünlenen Cengiz Han hükümdarlığının simgesi, kılıç veya yay gibi bir silah değil, Kamış kalem idi!

Bunun yanında, hükümdarın şahsını bir yay, vasalı ve ulağı tüylü oklar, dünyevi iktidarı ise bir kupa temsil ediyordu. Tüylü oklar simgesi açıkça, Oğuz Destanı’nın Üç Ok-Boz Ok motifini çağrıştırıyor. Kupa simgesi de, elinde bir kupa tutan Göktürk heykellerini akla getirmektedir.13 Timurlu sultanlarının, beylerinin sarayları, birer bilim ve sanat akademisi niteliğindeydi. Bu nedenle dışarıdan gelecek yabancı bilim, sanat ve düşünce adamlarının ilgi görmeleri için kurulmuş olan, Terk Edilmiş Mallar Veziri’ nin başında bulunduğu örgüt, bir çeşit Turizm ve Tanıtma Bakanlığı niteliğindeydi.

Page 72:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

72

El-Cezeri'nin 1200 y›l› civar›nda yapt›€› el-Câmî Beyn el-‹lm ve'l Amer adl› eserinde tarif etti€i "Filli Su Saati". Kaynak: ‹stanbul Topkap› Saray› III. Ahmet Kütüphanesi Nu.3472.

Page 73:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

73

Türkler önemli eserler ortaya koymuşlardır. Müslümanlarca Kur’an’dan sonra en sağlam ve güvenilir bir hadis derlemesi olarak kabul edilen ünlü Sahih-i Buharî , Mehmet İsmail adında bir Buharalı Türk tarafın-dan yazıldı. O devrin hukuka ait olan eserlerinin birçoğu Türk bilgin-leri tarafından kaleme alındı. Ancak Türkler, İslâmîyeti tanıtan ve an-latan yapıtlarla yetinmediler, bilimin çeşitli alanlarında yapıtlar verme-ye başladılar. Bu dönemde; Kaşgarlı Mahmud’un 1072’de tamamladı-ğı, Türk dili ve kültürünün kaynak bilgi hazinesi olan, Türkçe-Arapça sözlük, Divanü Lûgati’t-Türk’ü, Yusuf Has Hâcib’in 1069’da yazdığı, bir siyasetnâme ve nasihatnâme şaheseri olan Kutadgu Bilig (Kutlu Bil-gi) adlı eseri ile Edip Ahmet Yüknekî’nin Atebettü’l-Hakâyık adlı ese-ri Türkçe olarak yazıldı. Türkler, özellikle felsefe ve aklî bilimler (pozi-tif bilimler) alanında başarılı çalışmalar yaptılar. Dünya bilim tarihine adını yazdırmış olan: bilim tarihinde, cebir konusu ile ilgili ilk eserle-ri yazan Türk matematikçileri olan Abdülhamid ibn Vâsi ibn Türk (İbn Türk el-Cîli de denir) (ölm.~ 850) ve Muhammed ibn Musa el-Hârezmî (~780-~850), Muhammed ibn Kesir el-Fergânî (ölm. 870), Ahmed bin Abdullah el-Hasib el-Mervezî (ölm. 874) ve Ebû Ma’şer Cafer ibn Mu-hammed el-Belhî (785-886) gibi matematikçi ve gök bilimciler, Ebû Nasr Muhammed Fârâbî bin Muhammed bin Tarkan bin Uzluğ (~870-950) gibi filozoflar, Ebû Nasr Abdullah ibn Ali el-Sarrâc (ölm. 988) ve Ebu’l Leys el-Semerkandî (ölm. 984), İmam-ı ebû Mansur Mâtûrîdî (ölm. ~944) gibi düşünürlerin ve ilâhiyatçıların Türkler arasından çıktı-ğı bilinmektedir.

Bu arada, matematik, tıp, gök bilimi gibi temel fen bilimlerinde bir çok “Türk Bilim aileleri” de çıkmıştır;

– İbn Türk el-Cîli’nin soyundan gelenler,– Musa Oğulları ve onların soyundan gelenler, – Amâcur el-Türkî ailesi, – Ebü’l-Vefa el-Bozcanî ve soyundan gelenler adları ilk akla gelen

“Bilge Aileleri”dir.

Orta Çağ’da kurulan Müslüman Türk devletlerinin, Buhara, Gazne, Semerkand, Kaşgar ve Herat gibi başkentleri kısa bir zamanda önem-li, eğitim, kültür ve bilim merkezlerine dönüştü. İbn Sina, Bîrûnî (973-1048) gibi uluslararası ünlü bilginler ve düşünürler orada yetişmiştir. Sul-tan Gazneli Mahmud, çeşitli uluslara mensup sanatçı ve bilginleri baş-kent Gazne’de topladı. Gazne kentinde o devrin en yüksek akademisi sayılabilecek bir ilim çevresi oluştu. Ünlü Acem şairi Firdevsî, bütün dün-yada tanınan Şâhnâme’sini (1010), Orta Çağ’ın en büyük bilginlerinden olan Bîrûnî, matematik ve gök bilimi başta olmak üzere bir çok eseri-ni, Gaznelilerin sağlamış olduğu olanaklar içinde hazırlamış ve yazmış-tır. Gazne sarayına bağlanan bilginler arasında14, Abdüssamed ibn Ab-düsselam el-Hâkim ve Bîrûnî’nin hocası matematikçi ve gök bilimci Ebu Nasr ibn Irak (ölm. 1035) gibi alanlarında isim yapmış kimseler vardı.

Anadolu Selçukluları döneminde de, tıp başta olmak üzere, mate-matik, gök bilimi ve mühendislik alanında çalışmalar yapılmıştır. Bu dö-nemde yazılmış bilimsel ve teknik eserler arasında en özgün ve ünlü

olanı; Artukoğulları zamanında Diyarbakır’da yaşamış olan Ebu’l-İzz İs-mail İbni’l- Ruzzaz el-Cezerî’nin El-Câmî Beyne’l-İlm ve’l-Ameli’n-Nâfi fî Sınaâti’l-Hiyel (Makine Yapımında Yararlı Bilgiler ve Uygulamalar) adlı ki-tabıdır. Cezerî, eserini 1206 yılında kaleme aldı. Eserde 6 ana başlık al-tında özellikle su gücü ile işleyen saatler ve otomatlar gibi 50 mekanik düzeneğin çalışma yöntemleri açıklanmış ve çizimleri verilmiştir. Ünlü bi-lim tarihçisi G. Sarton bu eser hakkında şöyle yazmıştır; “Bu eser, türü-nün en şeçkin örneği olup, Müslümanların başarı çizgisinin tepe nokta-sı olduğu düşünülebilir.”

Anadolu Selçukluları döneminde yazılmış ilk bilimsel kitap olarak ni-telendirilen, 1096 yılı civarında Ebû’l-Kemal İlyas bin Kayserî’nin yazdı-ğı Keşfü’l Akabe adlı kitaptır. Büyük bölümü gök bilimine ayrılmış olan eser, fizik, felsefe ve din ile ilgili konuları da içermektedir.

Aynı dönemde yazılan matematik alanındaki eserler, İslâm dünya-sındaki bilgi birikimine dayanmaktadır. İlm-i Hesab diye adlandırılan ce-bir konusunda, genellikle 1. ve 2. dereceden denklemler ele alınmak-taydı. Bu konuda eserleri olan matematikçilerden en tanınmışı İsmail bin İbrahim Şemseddin el- Mardinî’dir (1194-1239 veya 1252). Matematik konusunda üç eseri bulunuyor:

1. Kitab al-Adad el-Esrar Fi’l-Esrar al-Adad; aritmetik kitabı olan bu eserde sayı sistemleri üzerinde yoğunlaşılmıştır.

2. Kitabü’l-İrşafi’l-Hisab fi’l-Hussab fi’l Maftuh min İlmi’l-Hisab; eser-de bazı aritmetik hesaplama yöntemleri anlatılmaktadır.

3. Nisab’il-Habr fi’l-Hisabi’il-Cebr; bu cebir kitabında 1. ve 2. derece-den denklemlerin çözümleri verilmektedir. Bu eserin, Hasib el-Gürcî’nin (ölm. 1106) yazdığı el-bedi’ fi’l-cebr ve’l mukabele adlı eserin özeti ol-duğu sanılıyor.

Sonuç olarak: 9-12. Yüzyıllar arasında fen bilimlerinin merke-zi Bağdat iken, Orta Asya Türkleri’nin İslâmîyeti kabul etmelerinden sonra; diğer İslâm ülkelerinden ve hatta Bizans’tan öğrenciler yük-sek eğitim almak için, Türk ülkelerine geliyorlardı. Bu kentlerde yazıl-mış ve günümüze ulaşmış olan el yazması kitapların zenginliğini anla-mak için, sadece İstanbul’daki; Ayasofya, Fatih, İslâm Eserleri Müzesi ve Süleymaniye kütüphaneleri gibi belli başlı kütüphanelerinin kata-loglarına göz atmak yeter.

Bilim ve düşünce adamları, sanatkârlar; düşüncelerine ve çalışmala-rına değer veren ve onlara uygun ortamlar sağlayan Türk yöneticilerin bulunduğu ülkelere gidiyorlardı. Dînî ve bilimsel bağnazlıklardan uzak olan, düşünce özgürlüğünün olduğu bu ülkelerde uzun süreler kalmış-lar ve hatta oradan ayrılmayarak, Bîrûnî, Tûsî, Kadızâde-i Rûmî, Mevla-na ve Takîyüddîn,..vb pek çok bilim adamı ve düşünür, ömürlerini o ül-kelerde tamamlamıştır.

Orta Çağ Türk bilim ve düşünce adamlarının çalışmaları ve katkılarıy-la meydana gelip, şekillenmiş ve güçlü Türk imparatorlukları ve devletle-ri eliyle yayılmış olan Orta Çağ İslâm uygarlığı, evrensel uygarlığın çok önemli bir aşamasını oluşturmuştur.

14 995-1017 arasında Harezm ‘e egemen olan Me’mun oğullarının sonuncusu olan Ali bin Me’mun bilime ve bilginlere çok önem veren bir yöneticiydi. Bu yüzden sarayı âdeta bir bilginler meclisi olmuştu. Sarayında bulunanlar arasında; Bîrûnî, İbn-i Sina, ebu Sehl Mesihi, Bağdat’tan getirttiği doktor ebu’l-Hayr el-Hammar gibi alanlarında ünlü bilginler vardı. Gazneli Mahmud, Ali bin Me’mun’dan bu bilginleri istediği zaman, ibn-i Sina ile ebu Sehl kabul etmeyerek kaçtılar. Bîrûnî ile hocası Ebu Nasr ise 1017’de Gazne’ye gittiler. Bu olayda dikkati çeken bir durum göze çarpıyor; Harezmi 1017 Temmuzunda ele geçiren Gazneli Mahmud’un, savaştan önce, bilim adamlarının kendisine gönderilmesini istemesidir. Bunu Sultan Mahmud’un bilginlere verdigi değere, onları savaşın olası zararlarından koruma isteğine bağlayabiliriz.

Page 74:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

74

Sultan III. Selim'in fermanlar›ndan biri.

Page 75:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

75Giriş

Aşağıdaki bölümlerde geçen “Osmanlı Bilimi” terimini, ünlü İslâm bilimi tarihçisi Ekmeleddin İhsanoğlu’nun açıkladığı anlamda kullan-maktayız; “Osmanlı Bilimi terimi, Osmanlı dönemi boyunca İmpara-torluğun yayıldığı coğrafya üzerinde gelişen ilmî faaliyetleri kapsar”.

Genel olarak bilim tarihimizde Osmanlı Bilimi değerlendirilirken, bilimsel etkinlikler, “gelenekçi dönem” veya “klasik dönem” ve “yeni-likçi dönem” veya “modernleşme dönemi” olmak üzere iki dönem al-tında ele alınır. Ancak, 19. Yüzyılın ikinci yarısına kadar Osmanlılar, kar-şılaştıkları kültürel ve bilimsel problemlerin çözümünü, Selçuklular ara-cılığıyla aktarılan geleneksel İslâm kültür ve biliminin kurumları ve ku-ramları çerçevesi içinde aramışlardır. Batı geleneğine doğru bir geçiş” olarak adlandırılan, yaklaşık 17. Yüzyıldan Türkiye Cumhuriyeti’nin ku-ruluşuna kadar sürdüğü varsayılan, “modernleşme dönemi”, 9. Yüz-yılda Beyt’ül Hikme ile başlayan çeviriler dönemi ile onu izleyen öğren-me dönemine paralellikler gösterir. Modernleşme Dönemi’nde Batı bi-liminden, çok seçici bir yaklaşımla bazı aktarmalar yapılmış, gelenek-sel yöntemlere dayanarak yazılmış binlerce esere karşılık, çok az sayı-da eser, özellikle Fransızca’dan, çevirilmiştir. Bu dönem, gelenekçi dö-nem içinde yer almış ve onunla birlikte yanyana devam etmiştir. Batı biliminin kuramsal ve deneysel yöntemlerinin Türkiye’de genel kabul görmesi ve yaygın bir şekilde uygulanması ancak Cumhuriyet dönemi-nin başlamasıyla gerçekleşmiştir. Bundan dolayı Osmanlı Gök Bilimi’ni, yaklaşık altı yüzyıl süren bir ‘geleneksel dönem’ içinde değerlendirerek ve iki ana alt bölüme ayırarak ele almaktayız.

Bu dönem içindeki iki alt dönem:

1. 15-17. Yüzyıllar dönemi; özellikle Fâtih’le 15. Yüzyıl ortaların-dan başlayan, İstanbul Gözlem Evi’nin yıktırılmasından (1580) sonra,

Takîyüddîn’in 1585’de ölümü ile sona eren dönem. Bu dönemi, ‘Os-manlı Gök Biliminin Altın Çağı’ olarak nitelendiriyoruz.

2. 17-19. Yüzyıllar dönemi: büyük ve dakik gözlem âletleri kulla-narak gök gözlemlerinin yapılmadığı “Müneccimbaşılar dönemi”. Bu dönem içinde yer alan; 17. Yüzyıl ortalarında başlıyarak, 1950’li yılla-rın sonlarına kadar sürmüş olan ve belli ölçüde de hâlen devam eden bir ‘Batıdan Çeviriler Alt Dönemi’ vardır.

Geleneksel dönemde eğitim ve bilimin başlıca yaygın kurumu ve kaynağı medreselerdi.

Osmanlılar’da din ve din dışı bilimsel çalışmaları yürüten bilim adamları, genellikle medrese kurumuna mensup kişiler idi. Bazı bi-lim adamları, daha sonraları kurulan uzmanlık kurumlarında çalışmaya başlamıştır. Medreseler yanında, Sultan II. Bayezıt döneminden (1481-1512) itibaren, Saraya bağlı Müneccimbaşılık15 gibi kurumlar oluşup yerleşmiş, bunu yanında büyük camilerin bulunduğu külliye gibi va-kıf kurumlarının temel bir öğesi olan Muvakkithaneler yaygınlaşmıştır.

18. Yüzyılda kurulmaya başlayan ve 19. Yüzyılda sayıları artan Batı tipi yeni eğitim kurumlarına rağmen, bu klasik kurumlardan, medrese-ler ve muvakkithaneler gibi birçoğu işlevlerini imparatorluğun sonuna kadar devam ettirmişlerdir.

Osmanlı medreseleri, Orhan Bey’in 1331’de İznik’te kurduğu ilk medreseden, Fâtih Sultan Mehmet’in 1463-1470 yılları arasında yap-tırdığı Fâtih Külliyesi içindeki Sahn-ı Semân medreseleri kuruluncaya kadar, medreseler naklî ilimler (Dinî bilimler) konusunda yoğunlaşmış-tı. Dolayısıyla Osmanlı Bilimi değerlendirilmelerinde, 1299’da Osman-lı Devleti’nin kuruluşundan Fatih Sultan Mehmet’in tahta çıktığı 1451 yılına kadarki sürede, matematiksel bilimlerin pek fazla rağbet görme-diği düşüncesi yaygındır.

YENİ ÇAĞTÜRK DEVLETLERİNDE

GÖK BİLİMİ

15 Genel olarak Müslümanlar gök bilimine ”ilmü’l-Heye” ( ‘Evrenin Görünümü’), “İlmü’l-Eflak” (‘Gök Bilimi’)ve “İlmü’n-nucûm”(‘Yıldız Bilimi’) adlarını vermişlerdir. Yıldızbilimi, İslâm’ın kehanette bulunarak gelecekten haber vermeyi yasaklamasından dolayı, İslâm’ın ilk üç yüzyılında ‘devlet münecimlerine’ rastlanmaz. Ancak, yıldızbilimi konusu İslâm biliminde çekişmeli bir konu olmuştur. Maşaallah (730?-815), El-Kindi (803-872), Ebu Ma’şer (785-886) ve hatta Bîrûnî gibi bazı gök bilimciler, yıldızbilimini, bir bilim olduğunu ileri sürerek, savunmuşlar ve bu konuda eser vermişlerdir. Öte yandan, İbn-i Sînâ, İbn Rüşd ve Gazâlî gibi bilginler ise yıldızbilimini bir bilim olarak kabul etmemişlerdir. İslâm’ın ilk üç yüzyılında devlet münecimlerine rastlanmaz.

Osmanlılardan önceki Türk-İslâm devletlerinde olduğu gibi Osmanlılarda da müneccim sözcüğüyle hem gök bilimciler hem de yıldızbilimciler (astrologlar) kastedilmiştir.

Page 76:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

76

Süheyl Ünver’in Fatih Medresesi çizimi.

Page 77:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

77

Aklî ilimlerin (pozitif bilimler) okutulması, ilk olarak Fâtih’in ve daha sonra Kanunî Sultan Süleyman’ın kurdukları medreselerde ger-çekleşmiştir. Bu medreselerin vakfiyelerinde, Uluğ Bey’in Semerkand Medresesi’nde görüldüğü gibi, naklî ilimlerin yanında aklî ilimlerin de okutulması şart koşulmuştu. Ancak bunlara dayanarak bu medrese-lerde aklî ilimlerin öğretimine ağırlık verildiği sonucuna varamayız. Bu okullarda okutulmuş matematik kitaplarına bakıldığında, bunların bi-limsel konuları ve kavramları ana çizgileriyle tanıtan, pek çoğu özgün olmayan, ders kitapları olduğu anlaşılır. Bu düzeydeki bir matema-tik öğrenimiyle, matematik, fizik, gök bilimi gibi matematiksel bilim konularında, ileri düzeyde ve özgün eserler ortaya konulmasının pek mümkün olmadığı açıktır.

İstanbul’u fetheden Fâtih, kentin bir kültür merkezi olması için büyük gayret sarfetmiştir. Kültürün temeli olan eğitimin önemini çok iyi bilen Padişah, bu işe önce eğitim kurumları kurmakla başladı. Fâtih Vakfiyesi’ne göre; Fâtih, Osmanlı’nın yeni başkenti İstanbul’u “dâr’ül ilim” (İlim Merkezi) yapmak için Fâtih Camii’nin çevresinde sekiz bü-yük medrese ile bu medreselerin arkasında “Tetimme” adıyla bilinen sekiz küçük medrese inşâ ettirmişti. Kanunî’nin 16. Yüzyılda büyük Türk mimarı Sinan’a inşa ettirdiği Süleymaniye medreseleriyle, med-reselerin gelişmesinde son evreye ulaşılmıştı. Dârülşifa (Tıp merkezi),

Dârülhadis (Hadis merkezi) ve Dârülkurra (Doğru Kur’an Okuma mer-kezi) adında uzmanlık medreseleri kuruldu16

Osmanlılardan önceki İslâm devletlerinin kurumları içinde bulunma-yan, Müneccimbaşı, Müneccim-i sâni (Müneccim Yardımcısı) ve müneccim-lerden oluşan Müneccimbaşılık kurumu bir Osmanlı Devleti kurumudur.

Bir saray görevlisi olan müneccimbaşılar, ilmiye sınıfından seçilirdi. En önemli görevleri; her sene nevruzda (21 Mart günü) takvim, rama-zan için imsakiye hazırlama, hanedan üyeleri ile yüksek rütbeli devlet adamları için zayiçe17 hazırlamak idi.

Osmanlılarda Matematiksel Bilimlere Genel Bir Bak›fl

Bu bölümde, 15. Yüzyılın ortasından 19. Yüzyıl ortasına kadar olan dönemdeki matematiksel bilimler konusunu genel çizgileriyle ele alırken, gök bilimi ve yakından ilişkili olduğu matematik konularını bi-raz daha ayrıntı olarak ele alınacaktır.

Osmanlı bilim adamlarının eserlerinden çok az bir bölümü ayrıntılı olarak incelenmiştir.18 Ne yazık ki bunların dışında kalan pek çok eser henüz ayrıntılı olarak incelenmediğinden, bu eserlerin bilimsel etkinlik-leri ve özgünlükleri konusundaki bilgilerimiz yeterli değildir.

Osmanlı gök bilimi ve onunla yakından ilişkili olarak matematik, İslâm dünyasında daha önce var olanların devamıdır. Osmanlı İmpara-torluğunda matematiksel bilimlerde ilk eserler, 15. Yüzyılın başların-dan itibaren görülür. Osmanlı bilim adamları yaklaşık 15. Yüzyıldan sonra matematiksel ve doğa bilimlerinde elsine-i selase denilen üç dil-de (Arapça, Farsça ve Türkçe) eserler vermeye başlamıştır.

Büyük Selçuklu ve Timurlular devletlerinin ünlü kültür merkez-lerinde yetişmiş bilginler, bilim adamlarını ve sanatçıları destekleyen ve koruyan Sultanlar19, özellikle de II. Murat döneminde (1574-1595) Anadolu’ya gelmeye başlamışlardı. Anadolu’da yüksek matematik ve gök bilimini başlatan, Semerkand Medresesi ve Gözlem Evi’nde Kadızâde-i Rûmî’nin öğrencisi olan Fethullah Şirvanî bin Abdullah (1417-1453) bunlardan biridir. Bu durum Fâtih döneminde de, arta-rak devam etti. Fâtih, sanata, felsefeye, dinî konulara ve bilime karşı gösterdiği ilgi ve destek ile Yeni Çağ’ın en büyük ilim ve irfan koruyu-cularından biri olmuştur. En yüksek bilginlerle tartışmalara bolca vakit ayıran Fâtih, özellikle ilim ve felsefeye karşı olan eğilimini bütün haya-tı boyunca göstermiştir. Fâtih, İstanbul’u bir kültür merkezi hâline ge-tirmek için, yerli ve yabancı ünlü bilginleri davet ediyor, bu konuda hiçbir özveriden kaçınmıyordu. Gök bilimci ve matematikçi Ali Kuşçu

16 Darülşifa, Darülhadis ve Darülkurra sıra ile kısaca; ‘Tıp Merkezi’, ,‘Hadis Merkezi’ ve ‘Kuran Okuma Merkezi’ şeklinde adlandırılabilir. 17 Yıldızların belli bir zamandaki yerlerini ve konumlarını gösteren cetvel demek olan zayiçe, ‘uğurlu saati’ hesaplamak için yapılan hesapların tümüne verilen isimdir. Zayiçe hazırlamak Müneccimbaşı’nın önemli görevlerindendi. Müneccim başı veya kıdemli yardımcılarından biri sultanların tahta çıkışı, saraydaki düğün, doğum ve sünnet günleri, kızaktan gemi indirilişi gibi önemli olaylar için uğurlu gün ve saatleri (Eşref saati) ile uğursuz zamanları belirleyip ilgili padişah ve devlet adamlarına bildirirlerdi Ayrıca, Güneş ve Ay tutulmalarını, kuyruklu yıldızlar ve benzer gök olaylarını, deprem ve yangın felaketlerini izler, elde ettiği bilgileri kendi yorumları ile Saray’a iletirdi. Muvakkithanelerin yönetiminden de Müneccimbaşı sorumluydu. Cumhuriyet dönemine kadar yaşatılan bu kurum, 1924 yılında kaldırılmış, yerine 1927 yılında Başmuvakkitlik kurulmuştur. Bu son kurum da 20 Eylül 1952’de kapatılmıştır. 1924 yılına kadar 37 müneccimbaşı görev yapmıştır.18 Türkiye’de 2008’e kadar, Türk Gök bilim tarihi ile ilgili olarak, 15 kitap, 161 makale yazılmıştır. 15 kitaptan 9’u ve 167 makaleden 107’si özgün kaynaklara dayanan metin çalışmalarıdır. Özgün çalışmaları içeren 9 kitaptan 6’sı, Türklerin gök bilimine ilişkin yazdıkları Arapça eserlerin çevirileri veya Eski Türkçe’den sadeleştirilmeleri şeklinde hazırlanan kitaplardır. Üzerinde en çok çalışılmış olan gök bilimciler ve konular: Ali Kuşçu, Takîyüddîn, Uluğ Bey ile Semerkand ve İstanbul Gözlemevleridir. 19 Osmanlı sultanları bilim adamlarına çok değer verir, öğretmenlerini en ünlü bilginler arasından seçerlerdi. Din bilgini ve matematikçi Mehmet Şemseddin Fenari’nin (Molla Şemseddin) Yıldırım Bayezid ve II. Murat döneminde şeyhülislamdan sonra büyük söz sahibi Hocazâde Müslihiddin Mustafa (?-1485) ile Yusuf Sinadüddin (1437-1486) idi. Fâtih, Yusuf Sinadüddin’i önce paşa (Sinan Paşa) ve sonra da sadrazam yapmıştı. Ancak Sinan Paşa 1476 yılında Padişah’ın gözünden düşmüş ve hapse atılmıştı. Ama dönemin dalkavuk olmayan bilginleri durumu şiddetle kınayarak, Sinan Paşa hapisten çıkarılmazsa, kendi eserlerini yakarak ülkeyi terk edeceklerini Fâtih’e bildirmişlerdi. Bunun üzerine Sinan Paşa serbest bırakılmış ve bir süre sonra da kendisine tekrar vezirlik derecesi verildi.

Fatih Sultan Mehmet’in bir minyatürü

Page 78:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

78

Cihânnumâ'dan kuzey ve güney gök yar›küresine iliflkin tak›m y›ld›z haritas›.

Page 79:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

79

(ölm.1474), (Alaüddin’i Tûsî ve tarihçi İdris-i Bitlisî (ölm.1521) onun gay-retleriyle İstanbul’a gelmişlerdir.

Osmanlı Devleti kurulduğu sırada, İlhanlılar devrinde kurulan Me-raga Gök Bilimi Okulu’nun etkisi doruk noktasındaydı. Nasîruddîn el-Tûsî (ölm. 1274) ve çevresindeki gök bilimciler gözlemler yapıp Zîc-i İlhani’yi hazırlamışlar, gök bilimi ile ilgili çok sayıda eser yazmışlardı.

Diğer taraftan 14. Yüzyılda Şam’da yaşayan İbn el-Şâtır (ölm. 1375) ve arkadaşlarının temsil ettiği başka bir okul da vardı. Bu okul, el-Mizzî (ölm. 1349), İbn el-Mecdî (ölm. 1447), Abdülazîz el-Vefâî (ölm. 1469), Sıbt el-Mardînî (ölm. 1506), Muhammed ibn Ebû’l-Feth el-Sûfî (ölm. 1536) gibi bilim adamları ile Osmanlılar’ın Şam ve Mısır’ı ele geçirmelerine kadar devam edecektir. Yavuz Sultan Selim Şam ve Mısır bölgelerini 1517 yılında fethedince, buralarda yaşayan gök bilim-ciler Osmanlıların hizmetine girdiler. Osmanlı Devleti’nde gök bilimi il-minin merkezleri İstanbul ve Kahire olmuş böylece, “Meraga Okulu” yanında “Şam-Mısır Okulu”nun etkisi de hissedilmeye başlanmıştır.

1492 yılında Müslümanların İspanya’daki son devleti olan Grana-da Sultanlığı’nın düşmesi ile başlayan Müslüman ve Yahudi göçü ile bir çok bilim adamı da Osmanlı koruması altına alındı. Bu ilim adamların-dan bazıları İstanbul’a ve Selanik’e, bazıları da Kuzey Afrika’ya yerleş-tirilmiştir. Bu bilim adamlarının getirdikleri bilgiler ve eserler, İslâm bi-limine, özellikle de Osmanlı bilimine katkılar yapmıştır. Sultan II. Baye-zid ve Yavuz Sultan Selim dönemlerinde yaşamış olan, tıp, gök bilimi, geometri ve aritmetik alanında geniş bilgisi olan Abdüsselam el- Müh-tedi, daha sonraları yaşayan matematikçi İbrahim bin Muhammed el-Endülüsî (1582’de sağ) bunlara örnektir.

Osmanlı Gök Biliminin Altın Çağı

Bu çağ, 600 yıllık Osmanlı Devletinin varlığı boyunca, ülkede gök bilimin, gelişimi ona onunla yakından ilişkili olarak matematiğin yer-leşmesi ve gelişmesi açısından en önemli dönemdir. Bu dönem için-de yapılan gök bilimi ve matematik alanındaki çalışmalar, ‘İslâm Gök Bilimi’nin, Meraga ve Semerkand okullarında eriştiği yüksek düzeyi korumuş ve hatta bazı konularda aşmıştır.

Osmanlılar devrinde gök bilimi ile ilgili olarak ilk çalışmalar 15. Yüz-yılın başlarında yapılmıştır. Bu yüzyıl başında şair ve çevirmen Ahmed-i Dâî (1421'de sağ), Tûsî'nin gök bilimi ve yıldız bilimi hakkında özlü kısa bilgiler içeren, Risâle-i Sî Fasıl (Otuz Bölümlük Risale) adıyla ünlü olan, el-Muhtasar fî İlmi’t-Tencîm ve Marifeti’t- Takvîm (Gök Bilimi ve Takvim Bil-gisi Hakkında Özet Kitap) adlı eserini Türkçe'ye çevirmiştir. Dâî’nin kita-bı, Osmanlılarda gök bilimi konusunda ilk tercüme olması ve bu konuda-ki Arapça terimlerinin Türkçe karşılıklarını vermesi bakımından önemlidir.

Aynı yıllarda Abdülvâhid Kütahyavî (?-1434) ise Sî fasl'a Arap-ça bir yorum yazmıştır. Hasan bin Ali el-Komanatî (ölm. ~1429) el-Buzcânî Zîc’ine bir yorum kitabı yazmıştır. Bu yüzyılda yaşamış olan

matematikçi ve gök bilimci Şahabeddin el-Mecdî (1358-1446), mate-matik konusunda 5, takvim konusunda 3 kitap yazmıştır.

Bu yüzyılda yaşayan Bursalı Kadızâde-î Rûmî (ölm. ~1435) Osman-lı Türklerinin ilk büyük gök bilimcisi ve matematikçisidir. Bursa’da aldı-ğı eğitimini ilerletmek için önce Horasan’a sonra da Semerkand’a gitti. Semerkand'da Uluğbey ile tanışmış, onun hocası olmuş ve Semerkand Medresesi ve Gözlem Evi’nde görev yapmıştır. Anadolu’ya dönmeyen Kadızâde’nin, Osmanlı bilim geleneğinin ve literatürünün gelişmesine, eserleriyle doğrudan, Anadoluya gelen öğrencilari Fethullah Şirvanî ve Ali Kuşçu aracılığı ile dolaylı olarak büyük katkıları olmuştur. Eserlerin-den, Çağmînî'nin el-Mulahhas fî’l-Hey’e adlı kitabına yazmış olduğu Arapça yorum kitabı Şerh el-Mulahhas fî’l-Hey’e, Osmanlı’daki ilk ba-ğımsız kuramsal gök bilimi eserini oluşturmaktadır.

Osmanlılarda matematik alanında kullanılan ilk kuramsal eserler de yine Kadızâde’nin Geometri konusunda yazdığı Tuhfet el-Re’is Şer-hü Eşkal el-Te’sîs ile trigonometri ile ilgili ‘Risale fî İstihraci Ceybi Dere-ce’ adlı yorum eserleridir. Kadızâde’nin yazdığı eserlerin çoğu Osmanlı medreselerinde çok uzun süre ders kitabı olarak okutulmuştur.

Şirvanî Kastamonu’ya yerleşmiş, Hocası Kadızâde’nin Şerh-i Eşkali’l Te’sis ve Şerh el-Mulahhas fî’l-Hey’e adlı eserlerine açıklamalar yazmıştır. Şirvanî yaptığı çalışmalarla Semerkand matematik-gök bili-mi okulunun birikimini aktararak burada bilimsel bir canlanma yarat-mıştır.

Matematiksel bilimler alanında, diğer pek çok alanda olduğu gibi, özellikle Fâtih döneminde çok önemli adımlar atılmıştır; Türk matema-tik ve gök bilimi tarihinde, Anadolu’da yüksek matematik ve gök bi-limini başlatanın Fethullah Şirvanî olduğu, asıl atılımın ise, Fâtih dö-neminde, ünlü Türk bilgini Ali Kuşçu ile yapıldığı kabul edilir. Fâtih'in daveti üzerine, 1570 yılı civarında ise İstanbul'a gelen Ali Kuşçu çok yönlü bir bilim adamıydı. Hazırlanmasına katkıda bulunduğu Uluğbey Zîc’ine yazdığı yorum kitabı yanında, özellikle gök bilimi ve matema-tik konularında başka kitaplar da yazdı. Bunlar arasında, İslâm Hey’et Geleneği’nin örneklerinden biri olan, el-Fethiye önemlidir. Bu eser Os-manlılar devrinde, Hocası Kadızâde’nin Şerh-i Eşkali’l Te’sis ve Şerh el-Mulahhas fî’l-Hey’e kitabından sonra Osmanlılar’da en çok işlenen ve çok okunan kuramsal gök bilimi eseridir.

Osmanlı medreselerinde müderrisler aritmetik konusunda genel-likle “muhtasar-müfid” denilen orta düzeyde ve boyuttaki kitapları okutmuştur. Eski ve yeni yazılan çeşitli kitapları kullanmalarına rağmen Ali Kuşçu’nun El-Muhammediye Fî’l Hisab ile Bahaeddin el-Amilî’nin (1547-1621) Hülasat’ül-Hisab adlı kitaplarını okutmuşlardır.

Fatih’in ölümünden sonra, Padişahlar ve yüksek yöneticiler arasın-da matematiksel bilimlere gösterilen ilgi bir yüzyıl kadar, ancak azala-rak sürmüştür. Fâtih’ten sonra tahta geçen oğlu Sultan II. Bayezıd da, babası gibi bilim adamı ve sanatkârları korumuş, böylece Osmanlı top-raklarında kültürün gelişmesi devam etmiştir.20

20 Osmanlı padişahları içinde, kendisine en çok kitap ithaf edilen padişah II. Bayezıd’dır. Bu kitapları okumuş, eser sahiplerini ödüllendirmiş, bilgin ve edebiyatçılara maaş bağlamıştır. Bu işler için 1503 yılında 86 bin gümüş akça harcamıştır.

Page 80:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

80

Meçhul bir yazarın İstanbul Gözlem Evi aletlerinin tasvirini veren Âlât-ı Rasadiye li Zîc-i Şehinşâhiye adlı yazmadan sayfalar.

Page 81:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

81

Takîyüddîn’nin yaptığı Zât el-Halâk (Çemberli Küre)Kaynak: İstanbul Topkapı Sarayı, Hazine, 452, f.89

Page 82:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

82

Kandilli Rasathanesi yazmalar koleksiyonunda bulunan Mecmua-i Hey'et

Page 83:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

83

Ali Kuşçu'dan sonra yetişen en önemli matematikçi ve gök bi-limcilerinin başında, torunu Mîrim Çelebi (ölm.1525) gelir. Çelebi, Ali Kuşçu'nun Semerkand Okulu’nun yöntemleri ve konuları çerçevesinde İstanbul'da başlattığı kuramsal gök bilimi çalışmalarını devam ettirmiş, bu konuda çok sayıda eser vermiştir.

Fâtih ve II. Bayezıd’ın dönemlerinde yaşayan: Molla Lütfî (Sarı Lütfî) (?-1495),21 Muzafferüddin Şirazî (?-1516), Kâtip Sinan (?-1524), El-Bircendî (?-1525) matematiksel bilimlerde öne çıkan bilim adam-larıdır. Bunlardan Şirazî ve Bircendî İran’daki karışıklıklardan kaçarak İstanbul’a gelmiş, Sahn-ı Semân medreselerinde ders vermiştir. Fâtih döneminde başlamış olan önemli bir gelişme de, bilginlerin eserlerini zamanla giderek artan bir oranda, Türkçe yazmaya başlamalarıdır. 16. Yüzyıl başından itibaren Türkçe bilimsel kitapların, özellikle de gök bi-limi konusundaki eserlerinin, çoğalmaya başladığı görülür. Örneğin; Kâtib Sinan'ın (?-~1504) 13 eserinden altısı, Seydi Ali Reis'in (?- 1563) 6 eserinin hepsi ve Muvakkit Mustafa ibn Ali’nin (Koca Saatçi) (~1490- 1571) 22 eserinden 19'u Türkçe'dir. Bundan sonra Türkçe yazılan eser sayısı artmaya devam etmiştir. Kanûnî ve II. Selim zamanında, uzun süre İstanbul Yavuz Sultan Camisi’nin muvakkitliğini yaptıktan sonra, III. Murat tarafından Müneccimbaşı’lığa atanan Koca Saatçi, çok sayı-da eseri ile tanınmış olan bir gök bilimcidir.

16. Yüzyıl Osmanlı gök bilimi ve onunla yakından ilişkili olan ma-tematiğin doruk noktasıdır. Osmanlı gök bilimcileri ve matematikçileri-nin en ünlü isim, gök bilimi ve matematik alanında önemli özgün eser-ler bırakan, Batı’da da en çok tanınan Takîyüddîn el-Rasıd bu yüzyıl-da yaşamıştır (1526-1585). Takîyüddîn, büyük Türk gök ve matema-tik bilginleri zincirinin, Osmanlı topraklarında yetişen son halkasıdır. Batı’nın, Kopernik (1473-1543), Thyco Brahe (1546-1601) gibi ünlü bilim adamlarıyla rahatça boy ölçüşebilen ve hatta onları aşan bir Türk bilginidir. Osmanlı İmparatorluğu en geniş sınırlarına III. Murat döne-minde erişmişti. Buna paralel olarak, İstanbul’da kurulan, 1571’de ‘Müneccimbaşı’ olarak atanan Takîyüddîn’in yönetimi altındaki ünlü İstanbul Gözlem Evi ile Osmanlı bilimi ve onun temsil ettiği kadar İslâm biliminin de doruk noktasına erişilmişti. Ne varki, İmparatorluk güçlü bir dünya devleti olmasına karşın duraklama belirtileri de başlamıştı.

Sultan III. Murat döneminde Osmanlı bilim hayatında en önemli iki olay yaşandı: İstanbul Gözlem Evi’nin kurulması (1575) ve kısa bir süre sonra da kişisel çekememezlik ve bağnazlık sonucu, bir gece için-de topa tutularak yıktırılmasıdır (22 Ocak 1580). Bu olaydan sonra bi-limde, özellikle de gök bilimi ve matematik alanında İmparatorluğun küçülme süreci boyunca sürecek düşük düzeyli bir ‘durumu koruma’ / ‘statükoyu koruma’ sürecine girilecektir.

Müneccimbaşılar Dönemi

Gözlem Evi’nin yıkılması ve kısa bir süre sonra da Takîyüddîn’in ölümüyle, bu dönemdeki Müneccimbaşıların gök bilimi çalışmaları, takvim, zayiçe hazırlama ve dinî vakitleri belirlemek gibi çalışmalarına indirgendi. Bu dönemde, temel gök bilimi ve matematik eğitimin ve-rildiği medreseler dışında, gök bilimi ve ilgili matematik eğitimleri, uy-gulamalı gök bilimi çalışmalarının da yürütüldüğü muvakkithanelerde usta-çırak usulü ile yapılmaya başlanmıştır.

Müneccimler, görevlerini yerine getirirken öncelikle, yıldızlar ve gezegenlerin konumlarını, uzun gözlemler ve hesaplamaların sonu-cunde hazırlanmış olan, zîcler kullanırlardı. Yapılan çalışmaların doğ-ru sonuçlar vermesi kullanılan zîcin doğruluğuna ve dakikliğine çok bağlıdır. Bundan dolayı Osmanlı müneccimlerinin kullandığı zîclerin başında, çok güvenilir buldukları, Uluğ Bey Zîci gelir. Buna karşın Takîyüddîn, Hoca Sadeddin Efendi’ye sunduğu raporda, Uluğ Bey Zîc’inin artık yeni gözlemlerle düzeltilmesi gerektiğini, zira bu Zîc’e göre yapılan hesapların doğru olmadığını bildirmişti. İstanbul Göz-lem Evi bu gerekçeyle kurulmuştu. Osmanlılar’da Uluğ Bey Zîc’inden sonra en rağbet gören zîc, İbn el-Şatır’ın (ölm. 1375) Al-Zîc’idir. 19. Yüzyıl sonlarına kadar kullanılmıştır.

Uluğ Bey Zîc’inden sonra kısa bir zaman için kullanılan bir zîc de; Tezkireci Köse İbrahim Efendi’nin 1660-1664 yıllarında, Secencel el-Eflak fî Gayet el-idrâk adıyla ilkin Arapça’ya sonra Türkçe’ye çevirdiği, Fransız Noel Durret’nin (ölm.1650’ler) Novae Motuum Caelestium Ep-hemerides Richeliane adlı zîcidir (1637). Tezkireci, eserini zamanın baş-müneccimi Müneccimek Şekibî Mehmet Çelebi’ye göstermiş, ancak Müneccimek “Frenklerin bu kabil fodulluğu çoktur” diyerek küçümse-miştir. Fakat Tezkireci’nin yeni zîce göre hazırladığı takvimin, Uluğ Bey Zîc’ine ve diğer zîclere göre hazırlananlardan daha doğru olduğunu öğ-renince beğenmiş ve eseri kopya etmişti. Takîyüddîn’den iki yüzyıl sonra, Uluğ Bey Zîc’i üzerinde çalışan Jacques Cassini (1677-1756), yeni göz-lemlerle bu zîcin yanlışlarını düzelterek ‘Tables Astronomiques’ (Gök Bi-limsel Cetveller) adıyla yayınladı (1740).22 Bu eser Kalfazâde İsmail Efen-di tarafından 1770’de, Tuhfe-i Behic-i Rasini Tercüme-i Zîc-i Kassinî adıy-la Türkçe’ye çevirdi. Padişah III. Selim’in emriyle, 1799-1800 yılından başlayarak, takvimler bu zîce göre düzenlenmeye başladı. Ancak bu zîc de uzun süre yürürlükte kalmadı. Fransız gök bilimci Joseph-Jérome La-lande (ölm. 1807) tarafından yazılan Tables Astronomiques (1759) adlı daha dakik bir zîc, müneccimbaşı yardımcısı Hüseyin Hüsnü Efendi tara-fından Zîc-i Cedid adıyla ilkin Arapça’ya (1814) sonra Türkçe’ye (1826) çevirildi. Sultan II. Mahmut’un emriyle 1832 yılından başlayarak, Cassi-ni Zîc’i terkedilmiş ve Lalande Zîc’i kullanılmaya başlanmıştır.23

21 Sinan Paşa’nın öğrencisi, ünlü matematikçi ve din bilgini Molla Lütfî 1447’de Fâtih’in kütüphanesine müdür atanmışt›. Sinan Paşa’nın azledilmesi üzerine görevinden ayrıld›. II. Beyazıt’ın tahta çıkışından sonra Sinan Paşa ile birlikte İstanbul’a döndü. Bursa, Edirne ve Fatih medreselerinde müderrislik yaptı. Açık sözlü ve eleştirici olması kendisine, özellikle ulema arasında, çok düşman kazandırmıştı. Bunlardan bazıları, onun Yunan Felsefesi ile uğraştığını ileri sürerek, Padişah’a şikayet ettiler. Lütfî, dinsizlikle suçlanarak yargılandı ve 1495’de idam edildi. Kendisini yargılayanlardan fakat Lütfî’yi şikayet edenlerden olan, Hatipzâde ile Molla İzarî katline fetva verilmiştir. II. Bayezıt bu kararı önce onaylamamış, ancak ısrarlar, özellikle Hatipzâde’nin, karşısında onaylamıştı. Bu olay hem devrin bilim adamlarını olumsuz etkilemiş, hem de Osmanlı İmparatorluğu’nda var olduğuna inanılan hoş görü ve düşünce özgürlüğü darbe almıştır. 22 Paris Gözlem Evi müdürü olan J. Cassini, babası J. D. Cassini’nin teleskopla yaptığı dakik gözlemlere dayanarak bu zîci hazırlamıştı. Bu eser, Sultan III. Ahmed tarafından, 1720 yılının sonuna doğru, Fransaya elçi olarak gönderilen 28. Mehmed Çelebi’nin Paris Gözlem Evi’ni ziyareti sırasında Çelebi’ye armağan edilir. İstanbul’a getirilen eser, yaklaşık yarım yüzyıl sonra, astrolojiye meraklı olan III. Mustafa’nın dikkatini çekince Türkçe’ye tercüme edildi. Bu eserle birlikte teleskop aracılığıyla elde edilen dakik gözlem bulguları yanında, J. Napier'nin 1614'de ortaya koydu€u logaritma yöntemi de Osmanlı bilim adamları tarafından tanınmaya başlamış ve kullanılmıştır.23 19. Yüzyılın ortalarından itibaren, müneccimbaşılar, takvimlerini ve zayiçelerini Paris Gözlem Evi tarafından her yıl yayınlanan zaman cetvellerinden çeviri yoluyla hazırlıyorlardı. Connaisance du Temps (Zaman Bilgisi) adı altında Fransızca olarak yayınlanan bu takvimler, her yıl yapılan yeni gözlemleri içerdiğinden, eski zîcler yavaş yavaş terkedildi. Görünen o ki; gözlem evi olmadığı için, gözleme dayanan ‘gerçek gök bilimi’ çalışmaları yapılamıyor, dolayısıyla yabancıların verecekleri bilgilere ihtiyaç duyuluyor.

Page 84:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

III

Page 85:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

GÖK BİLİMİNİN TÜRK-İSLÂM ÖNCÜLERİHAREZMİ

FERGÂNÎ

EBU MA’ŞER EL-BELHÎ

ÂMÂCÛR EL-TÜRKÎ AİLESİ

BENÛ MÛSA AİLESİ

SÛFÎ

EBU’L-VEFÂ EL- BUZCÂNÎ

BÎRÛNÎ

İBN-‹ SÎNA

ÖMER EL-HAYYÂM

HAZİNÎ

ÇAĞMÎNÎ

TÛSÎ

KÂŞÎ

ULUĞ BEY

KADIZÂDE-İ RÛMÎ

ALİ KUŞÇU

MÎRÎM ÇELEBİ

MUVAKKİT MUSTAFA İBN ALİ

TAKİYUDDÎN

Page 86:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

86

D 780 - Ö 850

el-Harezmî

Page 87:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

87

El-Harezmî (780-850)

Dokuzuncu yüzyıl başında yaşamış gök bilginleri arasında en önemlilerinden biri, Ebu Cafer Mahmud bin Musa el-Harezmî idi.1 780 yılı civarında, Aral Gölü’nün güne-yinde Harzem’de doğmuş, uzun yıllar çalış-tığı Bağdat’ta 847’de ölmüştür. Eski Latin kaynakları, kendisinden Alkarismi, Algoritmi veya Algorismi şeklinde bahseder.

Harezmî’nin en önemli katkıları matema-tik alanında olmakla beraber, gök bilimi, coğ-rafya konularında da öne çıkan eserler yazdı. Gezegen ve yıldızların konumlarını gösteren bir dizi zîc hazırladı. Harezmî önemli eserleri-ni, Me’mûn döneminde kütüphane görevlisi olarak çalıştığı, Beytü’l Hikme’de hazırlamış-tır. Rosenfeld ve İhsanoğlu, Harezmî’nin gök bilimi eserlerinin sayısını 20 olarak veriyor.

Zîc el-Sind-Hind: Harezmî İslâm âleminde gözlemsel gök biliminin ilk önemli çalışma-sı olan bu eserini 820 yılı civarında yazdı. Bu eserle, Batlamyus'un Almagest'i ile ha-life Mansur döneminde el-Fezârî tarafın-dan Arapça'ya çevirilmiş olan Hindu gök bi-limi cetvelleri Siddhanta’lardan yararlanarak, İslâm coğrafyası için geçerli olan bir zîc ortaya konmuştu. Bu zîcin en önemli yanı; tümüyle özgün hâlde olmasa da, günümüze gelebil-miş olan İslâm gök bilimi eserlerinin ilki olma-sıdır. Eser, Hindu ve Batlamyus sistemlerinin İslâm bilim âlemine tanıtılmasında da önem-li rol oynamıştır. Kitapta, Güneş’in, Ay’ın ve o devirde bilinen 5 gezegenin hareketle-ri ile ilgili bilgileri veren cetveller bulunuyor-du. Harezmî, Şemmâsîye ve Kassîyun gözlem evlerinde yapılan gözlemlerden de yararla-narak, kendi adıyla anılan Harezmî Zîc’ini de hazırladı. Eserin günümüze ulaşan güvenilir bir kopyası olmamasına rağmen, eser üzerin-de çalışıldığı ve alıntıların yapıldığı bilinmek-tedir. Bîrûnî ve İbn Yunus, bu eserden yarar-lanan bilim adamlarının başında gelmektedir. Bu eser üzerine eleştirisel yorum yazan gök bilimcilerin içinde, el-Fergânî ve Muhammed bin Abdülazîz el-Hâşimî en önemlileridir. Her ikisi de yazdığı Ta’lîl li-Zîci’l- Harezmî adını ta-şıyan birer yorum kitabı yazmıştır.

Harezmî’nin kayıp olan özgün Arap-ça eseri ile ilgili, elde bulunan en eski ki-tap, Endülüs’lü gök bilimci Maslama İbn Ah-med el-Mecritî’nin özgün eserden yaptığı yo-rumlu özetin İngiliz Bathlı Adelard tarafın-

dan 1126’da yapılan Latince çevirisidir. Zîc-i Harezmî, Bağdat’taki gök bilimcileri tarafın-dan olduğu kadar, Orta Asya’dan Endülüs’e kadar uzanan İslâm ülkeleri gök bilimcile-ri tarafından da biliniyordu. 1060 yılında İspanya’da derlenen Toledo Cetvelleri, bazı-ları el-Mecritî’nin özetinde bulunmayan, Zîc-i Harezmî’ye ait cetvelleri içermektedir.

Bu eser üzerinde, Batılı bilim adamları ta-rafından bir çok çalışma yapılmıştır. Bunla-rın başında, İslâm Bilimi tarihçisi Heinrih Su-ter gelir. Suter, Bath’lı Adelard’ın Latince çe-virisini, açıklamalar da ekleyerek, 1914’de Almanca’ya çevirdi. Yine ünlü bilim tarihçi-lerinden Otto Neugebauer de eseri, bir gi-riş bölümü ile açıklayıcı notlar ekleyerek, İngilizce’ye çevirdi.

Harezmî, Yunan, İslâm ve daha sonra da

Batı gök biliminin en önemli âleti hâline ge-len usturlap hakkında da ilk eserlerden olan, Kitab amal’el-Usturlab (Usturlab Yapımı) ve Kitab’el-A’mal b’il-Usturlab (Usturlabın kulla-nımı) adlı iki kitap da yazmıştır. Bu iki eser-de günümüze ulaşmamıştır. Ancak bu eser-lerin varlığını, el-Fergânî’nin bir eserinde, Harezmî’nin gök problemlerini usturlap ara-cılığı ile nasıl çözdüğünü açıklayan bir par-çadan anlamaktayız. Bilgin, Antik Çağ Yahu-di takvim sistemi ile ilgili önemli bir kaynak olan, Risâle fi’istihrâci tarih’il-Yehûd adlı bir eser de kaleme almıştır. Su ve güneş saatle-ri hakkında yazdığı eserler arasında, mermer yüzey üzerine güneş saati yapımıyla ilgili olan Amal el-Sâ’ât fî Basît el-Ruhâme adlı eseri ta-nınmıştır. Harezmî, zamanının ileri gelen kişi-lerin yıldız falını da içeren, Kitâb el-Târîh adlı bir politik tarih kitabı da yazmıştır.

İlk İslâm coğrafyacıları arasında da yer alan Harezmî, Kitabı Suret’el-Arz (Kitâbü’l -Coğrafya) adlı önemli bir coğrafya kitabı yazmıştır. Bu eserde, bir dünya haritasına te-mel olmak üzere, 2402 yerleşim yeri ile bazı bölgelerin enlem ve boylamları verilmiştir.

Harezmî’nin çalışmaları, İslâm gök bi-liminde bir dönüm noktası oldu. Bu eserle, İslâm gök bilimcileri, geleneksel yöntemler-den uzaklaşmaya başlayarak yeni hesap yön-temleri kullanan, araştırmacı ve sorgulayıcı bir tutum içine girmişlerdi.

Harezmî’nin gök bilimi dışındaki eserle-rinden matematikle ilgili olan 4 kitabı vardır. Ama onu ölümsüz yapan iki eseridir:

Kitab el-Muhtasar fi’l-Hisab el-Cebr v'el-Mukâbele: Harezmî bu eseri ile ilk defa cebir sözcüğünü kullanan matematikçi olmuş ve bu isim, algabra, algébre ve algebra şeklinde Batı dillerine geçmiştir. 2 İlk olarak bu eser ile cebir, matematik alanında “Hisâb İlîmi” (Arit-metik) konusundan ayrı bir matematik dalı olarak ele alınmaya başlamıştır.

Kitab’l-Hisâbi’l-Hindî: İslâm dünyasına, dolayısıyla da Avrupa’ya, Hint rakamları ve ondalık sayı sistemi Harezmî’nin bu eseri ile girmiştir. Aslı kayıp olan bu eser, 12. Yüzyılda İspanya’da Algoritmi de numero Indorumadı altında Latince’ye çevirilmiştir.3 12. Yüzyılda bu esere dayanarak Latince yazılmış 7 eserin olduğu bilinmektedir.

Tahran Emir Kebir Teknoloji Üniversitesi Matematik Fakültesi önünde bulunan, Harezmî’yi elinde bir

usturlabla gösteren heykeli.

Namaz vakitlerini belirlemekte kullanılan pergel.

Page 88:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

88

Ö 870

el-Fergânî

Page 89:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

89

El-Fergânî (ölm. 870)

9. Yüzyılda Bağdat’ta çalışmış olan ilk gök bilginlerinden bir diğeri de, Türk-İslâm dünyasının önde gelen matematik ve gök bilgini ebu’l Abbas Ahmed el-Fergânî idi. Fergânî, Türkistan’ın Fergana bölgesinde ye-tişmiş, 870 yılında Bağdat’ta ölmüştür.1

Halife Me’mun Batı bilim dünyasın-da “Alfrangus”, “Alfraganus” veya “Alf-ragano” adlarıyla tanınır. Halife Me’mun, Mu’tasım, Vâsık ve Mütevekkil dönemlerinde devrin önde gelen gök bilimci ve matematik-çileri arasında yer alan Fergânî, devlet hizme-tinde mühendis olarak da çalıştı. Me’mun’un, Musul’un batısında Sincar ovasında jeodezi ölçümleri yapmak üzere oluşturduğu kurulda da görev yaptı. Halife Mütevekkil döneminde el-Kindî’nin yerine zîclerin hazırlanması göre-vini sürdürdü.

Gök bilimi alanında 8 eser kaleme almış olan Fergânî’nin en tanınmış eseri, 850’de yazdığı “Kitâb fî Cevâmi İlm en-Nücûm ve’l Ha-rekat el-Semâviye” (Yıldızlar Bilimi Derleme-si ve Gökyüzü Hareketleri konusunda Kitap) kısa adıyla ‘Cevâmi’ diye anılan eseridir. Bu eser Batı dünyasında kısaca Elementa Ast-ronomica (Gök Biliminin Öğeleri) adıyla anı-lır. Fergânî’yi İslâm dünyasından çok Batı’da üne kavuşturan Cevâmi, Almagest’in bir öze-ti niteliğindedir. Ancak, 30 bölümlük eserin, ilk iki bölümünde gerek takvimler ve tarihler-le verdiği bilgiler, gerekse Batlamyus sistemi-ne yaptığı bazı eleştirisel yorumlar açısından ayrı bir öneme sahiptir.

Eserin çeşitli bölümlerinde Arap, Kıptî, Pars, Rum ve Suryânî takvimleri; Yer’in uzay-daki konumu ve devinimleri, tutulma düzle-minin eğimi; başlıca kentler; yeryüzü ölçüm-leri, Ay, Güneş, gezegenler ve yıldızların ko-num ve devinimleri; Ay ve Güneş tutulma-ları gibi çeşitli konular ele alınmıştır. Daha önce birçok Müslüman gök bilimcinin eser-leri Latince’ye çevirildiği hâlde, hiçbiri Av-rupalı bilim adamları üzerinde Cevâmi ka-dar etkili olmamıştır. Bunda Batlamyus siste-minin yalın, açık ve ayrıntılı bir şekilde açık-lanması kadar, kitabın düzenleniş şekli de rol oynamıştır. Batı’da çok beğenilen eser bir kaç kez, değişik zamanlarda, İbranice’ye ve Latince’ye çevirilmiştir. İlk olarak İspanya’da Johannes Hispalensis (İspanyalı Johannes) ta-rafından Differentia Scientie Astrorum adı al-

tında 1137’de Latince’ye çevirildi. Bu çeviri, 1493’de Ferrera’da, 1537’de Nuremberg’de ve daha sonra 1546’da Paris’de basılmıştır. İkinci bir çevirisi ise 1175 civarında Gherardo Cremonese (Cremonalı Gerard) tarafından Li-ber de aggregationibus Scientie Stellarum et Principiis Celestium Motuum adı ile yapılmış-tır. Eser üçüncü defa Latince’ye Jacob Christ-mann tarafından Muhammedis Alfrangi Ara-bis Chrolonogia et Astronomica Elementa adı altında çevirilmiş, 1590 ve 1618 yılların-da Frankfurt’ta basılmıştır. Bu çeviride eserin, Jacob Anatoli’nin 1231-1235 arasında Quiz-zur Almagest adıyla yaptığı, İbranice çeviri-sinden yararlanılmıştır. Cevâmi’nin son ola-rak Hollanda’lı Jacob Golius tarafından yapı-lan çevirisi de 1669’da Amsterdam’da basıl-dı. Fergânî’nin eserinin bu kadar çok çevirisi-nin ve baskısının yapılması, onun bir başvuru ve ders kitabı olduğunu gösteriyor.

Gerçekten de Cevâmi, Elemen-ta Astronomica adıyla, 13. Yüzyılda Paris Üniversitesi’nde ders veren, İngiliz bilim ada-mı J. Sacrobosco’nun Tractatus de Sphaera (Küreler Kitabı) adlı gök bilimi kitabı çıkana kadar (~1230), temel el kitabı olarak kulla-nıldı. Aslında Sacroboso, kitabını yazarken de

Fergânî’nin eserinden büyük ölçüde yararlan-mıştı. Batı’da bu kadar etkili olmasına karşı-lık İslâm gök bilimcileri arasında, Cevâmi üze-rinde yorum eseri yazan üç kişi vardır: Ebu’l Sakr el-Kabîsî (ölm. 967), Ebû Ubayd Cûzcânî (11.yy) ve Bîrûnî (11. yy). Fergânî’nin, ustur-lap konusunda yazılmış ve günümüze erişmiş olan en eski eserlerden ikisini kaleme almış-tır. El-Kitâb el-Kâmil fî San’at’il-Usturlâb (‘Us-turlap Yapım Sanatı Konusunda Yetkin Ki-tap’) adlı usturlab yapımı ile ilgili olanı önem-lidir. Fergânî, Harezmî'nin usturlab hakkın-daki eserini geliştirdiği bu eserinde, usturla-bın temelinde yatan matematik kuramını or-taya koyduğu gibi, o devirde yapılan ustur-labların merkezindeki dairenin, çok kez yan-lış olan, geometrik çizimlerini de düzeltti. Us-turlab konusundaki ikinci eseri, usturlap ara-cılığı ile yapılabilen gözlem ve işlemleri anla-tığı Kitâb el-Amel bi’l Usturlâb adlı kitabıdır.

Fergânî’nin yazdığı eserler arasında, Harezmî’nin İlelü Zîci’l-Harezmî adlı eserinin eleştirisel açıklamasını yaptığı, Tahlil el- Zîci’l-Harezmî adlı kitabı da Orta Çağ gök bilimin-de etkili olmuştur. Bîrûnî, Kitâb İstihrâc el- Avatâr adlı eserinde, Fergânî’nin eserinden faydalandığını belirtir.

Fergânî’nin, Özbekistan’nın Fergana kentinde, al-Fargânî Parkındaki heykeli.

Page 90:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

90

D 787 - Ö 886

Ebû Ma’şer el-Belhî

Page 91:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

91

Ebû Ma’şer el-Belhî (787-886)

Halife Me’mun zamanında Bağdat’a ge-

len Ma’şer’in asıl adı Ca’fer İbn Muham-

med el-Belhî olup, Horasan’nın Belh kentin-

de doğmuştur. Önce Hadis ilmi eğitimi alarak

din âlimi olmuş, kırkyedi yaşını aştıktan son-

ra matematik ve daha sonra da gök bilimi eği-

timi almıştı. 9. Yüzyılın sonuna doğru, Ebû

Ma’şer’in, güneş merkezli model olarak yo-

rumlanabilecek bir gezegen modeli geliştirdi-

ği ileri sürülmektedir. Bu modelde gezegen-

ler, Yer’in etrafında değil Güneş’in etrafında

dönmektedir. Bununla ilgili eseri günümüze

ulaşmamıştır. Ancak, kullandığı gözlem veri-

leri daha sonraları el-Hâşimi, Bîrûnî ve el-Sizi

tarafından kaydedilmişti.

Yıldız biliminde de çok usta olduğu söy-

lenen Ma’şer’in eserlerinden bir çoğu astro-

loji konularında olmakla beraber, İran takvi-

mine göre hazırladığı, Zîc’i Ebu Ma’şer adıy-

la bilinen bir zîc de vardır. Batı’da, Latince Al-

bumassar, Albusar ve Albuxar adlarıyla tanı-

nan ebû Ma’şer’in bu eseri dahil olmak üze-

re, eserlerinin pek çoğu Latince’ye çevirilmiştir.

Ebu Ma’şer’in, 850 tarihli Kitab al-Madhal ilâ İlm Ahkâm al Nücûm adlı el yazması kitabından bir sayfa.

Page 92:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

92

D 836 - Ö 901

benû Mûsa

ailesi

Page 93:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

93

Benû Mûsa Ailesi

Şemmâsiyye ve Kassîyun gözlem evle-rinden sonra, büyük gözlem evlerinin yeri-ni, yaklaşık 10. Yüzyılın sonuna kadar, bir-kaç bilim adamının çalıştığı gözlem istas-yonları almıştır. Bunların en tanınmış olan-ları, 9. Yüzyılın başlarında yaşıyan, Mûsa bin Şakir’in üç oğlu Muhammed (?-872), Ahmed (?-878) ve Hasan’ın (?-?) Bağdat yakınlarında Rakka’daki evlerinde kurdukları özel gözlem evidir. Bu bilginler, 850 ile 870 yılları arasında düzenli gözlem çalışmaları yaptı. Üç kardeş, gün-tün eşitliğinin devinme olayını sapta-mak amacı ile çalıştıkları gözlem evinde yedi yıl süre ile yıldız gözlemleri yaptı. Bu gözlem evinde usturlab, gnomon, yatay ve düşey gü-neş saati, küre, paralaktik cetveller ve yarıça-

pı bir metreden büyük bir duvar çeyreği (du-var kuadrantı) bulunuyordu.

Kardeşlerden en yaşlısı olan Muhammed, gök bilimi, mühendislik, geometri ve fizik ko-nularında geniş bilgisiyle tanınıyordu. Hasan matematik bilimlerinde, Ahmed ise mekanik ve uygulamalı konularda yetkindiler. Muham-med, bir süre Beyt’ül Hikme’nin yöneticiliği-ni de yaptı. Musa bin Şakir Oğulları, Bizans ülkelerine giderek araştırmalar yaptıkları gibi, kurullar göndererek kitaplar getirtmiş, bun-ların çevirilerini de yapmış ve yaptırmışlardı. Bu açıdan da, üç kardeş, İslâm Dünyası’na ve dolayısıyla da uygarlığa büyük hizmette bu-lunmuştur.

Muhammed, uzun yıllar yaptığı gözlem-lerinden yararlanarak, gök cisimlerinin hare-

ketleri hakkında al-Sendhend adı verilen bir zîc hazırladı. Bu eser, gök bilginleri tarafın-dan uzun süre kullanılmıştır. Muhammed, Yer için geçerli olan fizik prensiplerinin gök cisim-leri ile gök kürenin hareketleri içinde geçer-li olduğu varsayımını ortaya atan ilk kişidir. Newton’un öncüsü olarak ileri sürülen bu ya-zar, “çekim gücü” hakkında bir de kitap yaz-mıştır.

Kardeşlerin, düz ve küresel şekiller üze-rinde ölçümlerle ilgili olan ortak eseri Kitab el-Misahat el-Eşkâl el Basita ve’l-Küriya, 13. Yüzyılda Cremona’lı Gerardo tarafından Liber Trium Fratum de Geometria adıyla Latince’ye çevirildi. Bu eserin, 13. ve 14. Yüzyıllarda Avrupa’daki geometri çalışmaları üzerinde büyük etkisi oldu.

Ahmed ibn Musa ibn Şakir’in mekanik aletler konusundaki Kitab el-Hayl (“Olağanüstü Araçlar Kitabı”) eserindeki

çizimlerden, fitil boyunu kendi ayarlayan bir kandilin çizimi.

Page 94:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

94

D 9.yy - Ö 10.yy

Âmâcûr el-Tûrkî

ailesi

Page 95:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

95

Âmâcûr el-Tûrkî Ailesi

Âmâcûr el-Tûrkî ailesi, ölüm ve doğum tarihleri bilinmeyen, fakat 9 ile 10. Yüzyıl ara-sında yaşamış oldukları kesin olan, bir Müs-lüman Türk gökbilimci ailedir. Ebu'l-Kasım Abdullah bin Âmâcûr el-Tûrkî, oğlu Ebu'l-Hasan Ali ve bazı kaynaklarda yine oğlu ola-rak tanıtılan, ancak ünlü bio-bibliografi ya-zarı ibnü’l Kıftî'nin yazdığına göre, kardeşi olması muhtemel Ali bin Âmâcûr ile Ebu'l-Hasan'ın kölesi Muflih bin Yunus, Orta Çağ gök bilimi tarihinde en uzun gözlem çalış-maları yapan ve sonuçlarını çeşitli zîclerde biraraya getiren bir ailedir.

Gözlem çalışmalarıyla dikkati çeken Âmâcûr ailesi, 887 ile 934 tarihleri arasında, yaklaşık 50 yıl gözlem yaptılar ve sonuçlarını çok sayıda eserde kaydettiler. Çalışmalarının

büyük bir kısmını Bağdat'da, çok az bir bö-lümünü de Şiraz'da yapmışlardır. Ortaçağ’da, 30 ile 50 yıl arasında düzenli ve sürekli, en uzun sabit yıldızlar, Güneş, Ay ve gezegen gözlemleri yapmış olan bu ailenin, bir göz-lem evine sahip olduğuna inanılmaktadır. Öte yandan, günümüze ulaşan gözlem kayıtların-dan Âmâcûr ailesinin etrafında çalışmaların-da kendilerine yardımcı olan büyük bir gru-bun bulunduğunu anlaşılmaktadır.

Aile, özellikle de ebu’l Kasım Abdullah bin Âmâcûr, gözlemlerini çeşitli zîclerde biraraya getirmiştir. Bunlardan, Kitab el- Zîc el-Bedi İbn Yunus’un kullandığı kaynaklarından biri-dir. Âmâcûr ailesinin, Ay ve Güneş tutulma-sı ile gezegenlerle ilgili olarak 918’de yaptı-ğı gözlemlerin bir bölümü, İbn Yunus'un ölm. 1009) Zîc el-Hakimî adlı kitabında kaydedil-miştir. Âmâcûr ailesinin gözlem çalışmaların-

da kullandığı araç ve gereçlerle ile ilgili ayrın-tılı bilgi yoktur. Ancak Abdullah bin Âmâcûr, yaptıkları iki Güneş tutulması gözleminden bahsederken, gözlemleri hangi aleti kulllana-rak ne şekilde yaptıklarını anlatır. Bunu de-ğerlendiren Caussin bu aletin çok dakik de-receleri verebilecek büyüklükte olması gerek-tiğini belirtmiştir.

9. Yüzyılın sonlarına doğru Ali bin Âmâcûr, İlk olarak Harezmî tarafından yüz-yılın başlarında hazırlanmış olan, namaz va-kitlerine ilişkin cetvellin geliştirilmişi olan bir cetvel hazırladı. Bu cetvel, her enlem ve boy-lam için namaz vakitlerini oldukça iyi bir yak-laşıklıkla veriyordu. Gök bilimci aynı zaman-da Bağdat kenti için geçerli olan, trigono-metrik formüllere dayalı, dakik bir zaman tablosu da hazırlamıştı.

Mühendislik şekilerinin çizimini içeren el yazması

Page 96:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

96

D 903 - Ö 986

el-Sûfî

Page 97:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

97

El-Sûfi (903-986)

10. yüzyılın büyük bir bölümünde, İslâm gök bilimcileri genelde gezegen hareketleri-nin incelenmesine ağırlık vermişlerdi. Fakat bu yüzyılın sonlarında bu kuralın dışına çıkan dikkate değer bir gök bilimcisi vardı; Abdur-rahman el-Sûfi.

Sûfi’nin aile ve meslek hayatı hakkında pek az bilgi vardır. Ancak, Almagest’de bulu-nan yıldızları da içeren yıldız gözlemleri, çalış-maları ve yıldızlarla ilgili betimlemeleriyle ün kazandı. 964’de yazdığı, resimli “Kitab Suver el–Kevakib el-Sâbite” (Sabit Yıldızların Kitabı/Takım Yıldızların Kitabı) adlı eseri, İslâm gök biliminin klasik bir eseri oldu.

Eser daha sonra Batı dünyasına geç-ti; yapılan Latince çevirilerde yazarın adı “Azophi” olarak geçer. Bilgin, bu kitabında, Batlamyus’un yıldız cetvelini tenkitçi bir göz-

le ele almış ve kendi dikkatli gözlemlerinden elde ettiği bilgileri de ekleyerek, sonuçlarını açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bu eserde, takım yıldızlar teker teker ele alınmış, her biri-nin içinde yer alan yıldızların konumu, kadiri-ni (parlaklık derecesi) ve rengini kaydetmiştir. Ayrıca, her takım yıldız için iki çizim vermiş-ti; birinci çizimde, takım yıldızın bir gök küre-sinin dışından gözlenmesi durumundaki gö-rünüşü, diğerinde ise içeriden bakıldığındaki görünümü, yani gökyüzündeki gerçek görü-nümü ile gösterilmişti.

Kitaptaki yıldız konumlarını ve parlaklık-larını gösteren cetvellerde kullanılan, çoğu Arapça olan, yıldız isimlerinden oldukça önemli bir bölümü günümüzde de kullanıl-maktadır. Örnek olarak: Aldebran, Algeu-ze, Altair, Betelgeuse, Mirac ve Rigel gibi yıl-dız adlarını saymak yeterlidir. Sûfi’nin kitabı Doğu’da ve Batı’da yüzyıllar boyu kullanıldı.

Sûfi, biri yıldız bilimi (astroloji) diğeri de usturlap hakkında olmak üzere iki kitap yaz-dığı gibi, Iyi bir gözlemci olarak, çeşitli göz-lem aletleri yaptı.

Usturlapla ilgili eserinde; âletin, gök bili-mi, yıldızbilim, burçlar, zaman ve Kıble’nin belirlenmesi, deniz trafiği gibi konularda, bine yakın değişik kullanım şeklini anlattı.

Sûfi, bugünkü bilgilerimize göre , And-romedea Bulutsu’sunu gözlemleyen ilk gök bilginidir. Andromedea’nın görünümünü “küçük bir bulut” olarak betimlemiş ve res-mini de çizmiştir. 1612’de Alman gök göz-lemcisi Simon Marius, teleskop yardımıyla, Andromedea’yı “yeniden bulmuştur”.

Büyük Magellan Bulutsusu’nu da ilk defa Sufi Sabit Yıldızlar Kitabı’nda “al Bakr” (Ak Öküz) adı altında kaydetmiştir.

Page 98:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

98

D 940 - Ö 998

el-Buzcânî Ebu'l Vefâ

Page 99:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

99

Ebu'l-Vefâ el-Buzcânî (940-998)

9. Yüzyılın başlarında Bağdat'ın kurulma-sından sonra gelişen matematik ve gök bili-mi ekolünün son büyük temsilcisi olan büyük Türk bilgini Ebu'l-Vefa, Horasan’da, Herat’la Nişabur kentleri arasındaki, Bozcan kasaba-sında 10 Haziran 910 yılında doğdu.

İlk matematik eğitimini amcalarından alan Ebü'l Vefa, on dokuz yaşında gittiği Bağdat'ta Sabit bin Kurra’nın öğrencisi oldu.

Ebu'l-Vefâ, bilim adamları ve sanatçıla-rın koruyucusu olan, Büveyhoğulları’ndan Adud ed Devle tarafından Bağdat’a davet edildi. Adud ed Devle’nin oğlu olan melik Şeref’üddevle Ebû el-Fevâris Şîrdil’in 988 yı-lında, Bağdat'taki sarayının bahçesine yap-tırdığı gözlem evinde, yine kendisi gibi ma-tematikçi olan el-Kuhî’nin yönetiminde, ça-lışmalar yaptı.1 Aslen matematikçi olan ebu’l Vefa, zamanın geleneğine uyarak, Kitab el-Kâmil (el- Mecistî) adlı, trigonometri ve gök biliminden bahseden bir ders kitabı yazdı. Bu

eser, matematik açısından eksiksiz olup; gök bilimi problemlerine zarif, açık ve seçik çö-zümler getirmekteydi. Eserde yer alan konu-lar arasında trigonometri ile gök bilimi konu-larında Ay’ın devinimi ile ilgili kuramsal konu-lar dikkate değer özgün niteliktedir.

Bilginin, gök bilimi alanındaki en ünlü eserlerinden olan el-Zîc el-Şâmil, Osmanlı gök bilimcisi Seyyid Hasan bin Ali el-Kûmnâti tarafından yorumlandı. Kûmnâti, Zîc el-Kâmil adını verdiği bu eserini Çelebi Sultan Mehmed’e sunmuştur. Ebu’l Vefa’nın, yıldız gözlemleri için ilk duvar kadranını yapan kişi olduğu söylenir.

Ebu’l Vefa, trigonometride, modern an-lamıyla, tanjant kavramını ilk ortaya atan kişi olduğu gibi, trigonometri cetvellerinin ma-tematik hesapları için yeni yöntemler ve kü-resel trigonometrinin bazı problemlerine de özgün çözüm yöntemleri getirmiştir. Ayrıca, Ay’ın yörüngesi hakkındaki eseri Kitab el-Macesti’de, sinüs ve tanjant değerlerini 15’er dakikalık aralıklarla veren cetveller hazırladı,

kotanjant ile kosekant kavramlarını ortaya koyarak çalışmalarında kullandı.2 Hazırladığı trigonometri cetvellerinde, Batlamyus’un vir-gülden sonra 3. haneye kadar doğru olarak verdiği değerlere karşılık, kullandığı değerler virgülden sonra 8. haneye kadar doğrudur.

Kitab fi İstihrac el-Evtar adlı eserinde de, yaylar ve kirişlerle ilgili 6 trigonometrik bağın-tıyı incelemiştir.

Yaptığı gözlemlerle ekliptiğin eğimi-ni ölçmüş, mevsim sürelerinin farklarını bul-mak üzere gün-tün eşitliğini gözlemlemiş ve Bağdat’ın enlemini belirlemiştir. Bîrûnî ile bir-likte yaptıkları 997’deki Ay tutulumu ile ilgili ortak bir çalışma sonucu, Harezm ile Bağdat arasındaki tutulma zamanları arasında 1 sa-atlik bir fark olduğunu saptadılar. Bu bilgiden yola çıkarak, iki kent arasındaki boylam farkı-nı da doğru olarak buldular. Ayrıca her iki bil-gin de, Ay’ın tutulma düzlemi açısını 230 37’ olarak belirledi. Gök bilimine yaptığı büyük katkılardan dolayı Ay’daki kraterlerden birine onun adı verilmiştir.

Ebu’l-Vefâ el-Buzcânî

Page 100:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

100

D 973 - Ö 1040

el-Bîrûnî

Ebû

Reyh

an

Muh

amm

ed ib

n A

hmed

Page 101:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

101

el-Bîrûnî (973-1040)

Bîrûnî bilim tarihinde, İslâmîyet’in en önde gelen, hatta tüm tarihteki en büyük bilim in-sanlarından biri sayılır. Şimdiki Özbekistan’ın Hîve kenti yakınlarında, zamanın Samanî Devleti’nin Harezm bölgesinde doğdu. Soya-dı doğum yeri olan, Kath şehri civarındaki ka-sabalardan Birun’a atıfta bulunuyor olabilir. Ailesi ve çocukluğu hakkında pek az şey bi-linmektedir. Babasını küçük yaşta kaybettiği, geçimini bir söylentiye göre odun toplayarak sağlayan annesi tarafından büyütüldüğü sa-nılıyor. Fakat buna rağmen, Ortaçağ’daki ge-leneksel İslâm eğitiminin ilk ve orta aşamala-rını oluşturan mektep ve medrese-yi bitirdi. Dolayısıyla, ailesinin prens ailesiyle bir bağlantısının olması ola-sılığı var. İslâm geleneğinde, seya-hat edip değişik okulların düşünce-leriyle tanışmak, eğitimin parçası sa-yılırdı. O da bu geleneğe uygun bir şekilde, 25 yaşına kadarki eğitimi-ni, Aral Gölü’nün güney sahillerin-deki çeşitli merkezlerde sürdürdü. Hocaları arasında saydığı Abu Nasr Mansur’dan, matematik ve gök bili-mi öğrendi. 998’den itibaren uzun-ca bir süreyle, Hazar Denizi’nin gü-neydoğu sahilindeki Curciyan’da ve Tahran yakınlarındaki Rey kentinde yaşadı. Rey’in bilim camiasında ileri sürdüğü görüşler, başlangıçta eleş-tiri ve tartışmalara yol açmıştır. Fa-kat zamanla, kendisine burada say-gın bir yer edindi.

1008 yılında memleketi olan Harezm’e döndü ve 7 yıl sürey-le, Harezmşah sarayında, siyasî ve akademik danışman olarak çalışır-ken, prenslerinden birine ders ver-di. Fakat ülke 1016 yılında, Gaz-neli Mahmut tarafından fethedilince, asker-lik ve bilim alanlarındaki ileri gelenler arasın-da, Gazne’ye tutsak olarak götürüldü. Gaz-neli Mahmut’un ordusuyla birlikte, İslâm eği-timini yaymak üzere, kuzeybatı Hindistan’a gitti. Bu ülkenin bilim ve felsefesiyle tanış-tı. Ülkeye büyük ilgi duydu ve bilinen ilk et-noğrafya incelemesini oluşturan ünlü ese-ri El-Hind’i, 1017-1031 yılları arasındaki bu seyahatleri sırasında yazdı. Kendisine tutsak-lığı sırasında iyi davranıldı. Asıl yakın dostu, Gazneli Mahmut’un oğlu Mesut’tu. Nitekim,

1031 yılında tamamladığı gök bilimi ansiklo-pedisi niteliğindeki kitabını, Kanun-u Mes'udî (Latince Canon Mas’udicus) adıyla ona adadı. Çok çeşitli dallardaki akademik çalışmalarını, 1048 yılında veya muhtemelen birkaç yıl son-ra Gazne’de ölünceye kadar sürdürdü. Bilin-diği kadarıyla hiç evlenmedi ve kanaatince bir akademisyenin yapması gerektiği gibi, “dün-ya zevklerinden uzak” durdu.

Özbekistan coğrafyasının yetiştirdiği en büyük bilim insanı olan Bîrûnî, anadilinden başka, Arapça ve Farsça biliyordu. Fakat eser-lerini Arapça’da yazdı. Ayrıca en az dört dil daha; Grek, Sanskrit, Süryanî ve belki Berber

dillerini öğrenmişti. Eserlerinde, Harezmli’leri İran halklarından biri olarak nitelendirir, fa-kat kendi etnik kimliğinden söz etmez. İlaç-lar adlı eserinin önsözünde, kendi anadi-linde bilim yazmasının mümkün olmadığı-nı ifade ile, memleketi olan Harezm’de bili-min gelişmesi olasılığının, bir devenin tesadü-fen Kabe’ye yönelmesi kadar düşük olduğu-nu söyler. Hâlbuki, İran dil grubundan olan Harezmce’nin bu açıdan, Farsça kadar olma-sa da, yetkin olması gerektiği düşünülebilir

ve bu noktadan hareketle, Bîrûnî’nin anadi-linin Türkçe olmuş olduğu da ileri sürülebi-lir. Nitekim, o dönemde bölgedeki Türk nüfu-su artmaktaydı. Fakat Bîrûnî’nin Arapça yaz-mış olmasının, çağdaşı olan Firdevsî’nin ya-ratmaya çalıştığı ‘Yeni Farsça’dan hoşlanma-yışından kaynaklandığı da söylenir. Pek çok diğer büyük insan gibi, farklı kültürlerin sa-hiplenmekle onur duyduğu bir isimdir. Şim-diki genel kanı, Tacik bir aileden geldiği ve kültürel olarak Farsî olduğu doğrultusunda-dır. Ay’daki bir krater, El-Bîrûnî adını taşır. Özbekistan’ın Taşkent ve Afganistan’ın Kapi-sa kentlerinde birer üniversiteye, Ebû Reyhan el-Bîrûnî adı verilmiştir.

Eserleri

Bîrûnî’nin bilindiği kadarıyla; 35’i gök bilimi, dördü usturlaplar, 5’i kro-noloji ve ikisi zaman ölçümü, 9’u coğ-rafya, 10’u jeodezi ve haritacılık ku-ramı, 15’i matematik, ikisi tıp ve far-makoloji, biri meteroloji, ikisi değer-li taşlar ve mineral bilimi, dördü ta-rih alanında, ikisi Hindistan hakkında, üçü din ve felsefe üzerine; 16’sı ede-biyat eseri, ikisi büyü hakkında ve 9’u da sınıflandırılmamış çeşitli konular-da olmak üzere, toplam 146 eseri var. Eserlerinden sadece 22’si günümüze ulaşmış olup, bunların 6’sı gök bilimi alanındadır.

Gök bilimi olaylarıyla ilgili olarak, gözlemlerin yanısıra ayrıntılı deneyler de yapan ilk bilim insanıydı. Bu amaç-la, yeni bazı yöntem ve aletler geliştir-di. Horasan’da 8 Nisan 1019’da ger-çekleşen Güneş ve 17 Eylül 1019’daki Ay tutulmalarını gözlemleyip kay-da geçirdi; önemli yıldızların Ay tu-tulması sırasındaki enlemlerini belirle-

di. Güneş’in Dünya’ya en uzak olduğu nok-tanın (apogee) hareketinin, yalnızca bahar noktalarının yalpasından kaynaklanmadığı-nı ve Dünya ile Güneş arasındaki uzaklığın, Batlamyus’un tahmininden daha fazla oldu-ğunu keşfetti.

Güneş’in yıllık görünür hareketinin de-ğişkenleri daha önceleri, Hiparkos’un buldu-ğu yöntemle; ekliptik üzerindeki, mevsim sü-relerinden yararlanılarak belirlenen iki karşıt nokta çiftinde yapılan ikişer gözlemden

Page 102:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

102

Kaynak: Sezgin, F., Neubauer, E., “İslâm’da Bilim ve Teknik, C. II., Arap-İslâm Bilimleri Tarihi Enstitüsü Aletler Koleksiyonu Kataloğu, Astronomi” İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Yayınları, 2. basım, İstanbul 2008, s. 164-165.

Bîrûnî'nin mekanik gök bilimsel takviminin modeli.

Page 103:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

103

hareketle hesaplanmaktaydı. Bîrûnî aynı amaç için, ‘üç nokta gözlemi’ olarak anılan ve ikisi ekliptiğin bir karşıt nokta çiftinde, üçün-cüsü ise herhangi bir noktasında gerçekleş-tirilen, daha duyarlı yeni bir gözlem yönte-mi geliştirdi. Bu yöntem altı asır sonra, Taki el-Din, Tycho Brahe ve Nikola Kopernik tara-fından Güneş’in görünürdeki yıllık yörüngesi-nin ve en uzak noktasının hareketinin hesap-lanmasında kullanıldı.

Batlamyus’tan farklı olarak, elindeki göz-lem ve verilerin hepsini, açıklamaları zora sok-sun ya da sokmasınlar, göz önünde bulundu-ran ‘objektif deneyselci’ bir yaklaşıma sahipti.

Bazı bilim tarihçilerine göre, onun bilimsel ki-şiliğini akranları arasında önde kılan ayırt edi-ci özelliği budur. Gözlemlerdeki hata payları-nın yuvarlanmasına büyük özen gösterdi ve hata analizi yöntemleri kullandı.

1031 yılında tamamlayıp Sultan Mesud’a atfettiği, kapsamlı gök bilimi ansiklopedisi ni-teliğindeki, Kanun-u Mes'udî başlıklı eserin-de; gök bilimi alanındaki buluş ve bulgularını kayda geçirdi; usturlap, halkalı usturlap, altı-dabir açıölçer (sextant), gök kürenin (ortog-rafik) projeksiyonu ve ilk yıldız atlasını oluş-turan düzlemyuvar üzerindeki ilk incelemele-ri yazdı, gök bilimi tabloları hazırladı. Bu ese-rinde, gezegenlerin ivmelerini irdeleyen ma-

tematik yöntemlerini tanıttı. Gölgeler Hak-kındaki Kapsamlı İnceleme kitabında, bir gü-neş saati göstergesinin düşürdüğü gölgeden hareketle ezan vakitlerinin nasıl hesaplanabi-leceğini açıkladı.

Uygulama alanında; katedilen mesafeyi ölçmeye yarayan ‘kilometre sayacı’nın (odo-metre) erken bir şeklini keşfetti. Hem Ay’ın evrelerine ve hem de Güneş’in yıllık görünür hareketine dayanan Ay-Güneş (lunisolar) tak-vimi hesaplamalarını yapabilen bir çarklar dü-zeneği geliştirdi. Bu, mekanik bilgi işleme ay-gıtlarının ilk örneklerinden biriydi. İnceleme-lerinde, ‘gözlem tüpü’ kullanan ilk gökbilim-

ciydi. Mercek içermemekle birlikte, ışığın gi-rişimle dağılmasını azaltarak görüntüyü net-leştiren ve daha sonra Avrupa’da da benim-senen bu tüpler, teleskopun geliştirilmesinde rol oynamış olabilir.

Kuramsal alanda, Aristo’nun gökcisimle-rinin yalnızca dairesel yörüngelerde hareket edebileceği görüşünü eleştirip, elips yörün-gelerin de mümkün olduğunu ve gökküre-lerin, bu elipslerin kısa eksen etrafında dön-dürülmesiyle oluşan ‘elipsoid’ler olabileceği-ni savundu. Yer’in yuvarlak olduğu ve ken-di etrafında döndüğü görüşüne katılıyordu. Güneş merkezli sistem önerilerine karşı çık-madı. Elindeki gözlem verileriyle gök bilimi

hesaplamalarının, kendi etrafında dönen ve Güneş’in etrafında dolanan bir Dünya tasa-rımıyla çelişmediğini ifade ederek, Güneş ya da Yer merkezli bir sistem kurgusuyla eşit yet-kinlikle açıklanabileceğini savundu. Ona göre iki sistem arasındaki fark, Gök bilimi açısın-dan matematiksel bir sorun oluşturmadığı gibi, birini veya diğerini savunmak, yalnızca bir felsefe tercihinden ibaretti. Bunun öte-sinde, arada bir fark varsa da, bunun fizik-sel olup, fizikçiler tarafından incelemesi ge-rektiği görüşünde ve bu zor problemin ken-di yaşamında çözülemeyeceği kanaatindeydi. Yer’in kendi etrafında döndüğü düşüncesine

karşı çıkan Brahmagupta’nın; “eğer Yer kendi etrafında dönüyor olsaydı her şey uzaya savru-lurdu” şeklindeki, Varahamihira’dan alıntıladı-ğı teze karşılık; yerkürenin yuvarlak olduğunu ve “her şeyin Yer’in merkezine doğru çekildi-ğini” savundu. Böylelikle, ‘yerçekimi’ni ilk dile getiren bilim insanlarından biri oldu.

Bazı görüşleri, çağının hayli ötesindeydi. Samanyolu Galaksisi’ni, çok sayıda bulutsu ve yıldızlardan oluşan bir yapı olarak nitelendir-mişti. ‘Astroloji’yi ‘gök bilimi’den ayırt eden ilk

bilim insanıydı. Astrolojiyi, kullandığı yöntem-lerin deneysel değil, sanal ve tahminlere daya-lı olduğu gerekçesiyle eleştirdi.

Bîrûnî'nin ‹stî'ab adl› yazmas›nda mekanik gök bilimsel takvim çizimi. Bîrûnî'nin ‹stî'ab adl› yazmas›nda mekanik gök bilimsel takvim çizimi.

Page 104:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

104

D 980 - Ö 1037

ibn-i Sîna

Page 105:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

105İbn-i Sînâ (~ 980-1037)

Ünlü bilim tarihçisi George Sarton, İbn-i Sînâ’yı şöyle tanıtıyor; “İslâm’ın en ünlü bi-lim adamı ve tüm ırkların, ülkelerin ve za-manların en ünlülerinden biri; fikirlerinin Or-taçağ felsefesinin doruk noktasını temsil et-tiği söylenebilir.”

Batı’da Avicenna, İslâm Âleminde ise Şeyh el-Reis adıyla tanınan, tam adı Ebu Ali el-Hüseyn bin Abdullah ibn-i Sînâ olan İbn-i Sînâ 980 yılı civarında, Buhara’ya bağlı Har-maysan kentine yakın Afşana köyünde doğ-du. İbn-i Sînâ, bir çok bilgini, sanatkârı ken-dine çeken zengin bir kültürel hayatın oldu-ğu Buhara’da çok iyi bir eğitim aldı. Fıkıh, ke-lam ilminin yanı sıra mantık, felsefe ve mate-matik öğrendi. Bu arada tıp eğitimine de baş-ladı. Eğitimi sırasında İbn-i Sînâ, Samanoğul-ları sarayındaki kütüphaneden çok yararlan-mıştır. O sıralarda onsekiz yaşında olan İbn-i Sînâ, Maveraünnehir’e hakim olan Samano-ğullarından Sebük Tekin’i (II. Nuh bin Man-sur) hastalığını (dönemi; 976-997) başarı ile tedavi edince, kütüphanenin müdürlüğüne atandı. Mansur’un ölümünden sonra başla-yan siyasî kargaşalar sonunda Buhara’dan ayrılan bilgin, 1005 ile 1012 arasında önce Harezm’de Ürgenç kentinde yaşadı. Burada, Yer’in evrenin merkezinde yer almasının ne-denlerini açıklayan, Kiyamü’l-Arz fî Vasat’il -Semâ adlı eserini yazdı. Gazneli Mahmut’un daveti üzerine gittiği Cürcan’da (1012-1014) el-Ersad el- Külliye (Genel Gözlemler), Muh-tasar el-Majistî (Almagest Özeti) adlı eserle-

ri ile Cürcan’ın boylamını belirlenmesi hak-kındaki inceleme yazısını kaleme aldı. 1014 ile 1015 arasında Rey kentinde yaşayan İbn-i Sînâ, Büveyhoğullarının parçalandığı ve kü-çük emirliklere ayrıldığı bu dönemde, bir emirlikten diğerine sığınarak, çok zor bir ha-yat yaşadı. Daha sonra, Isfahan, Hemedan ve Yezd eyaletinin emiri Alaüddevle ebu Cafer Kakuyâ’nın döneminde (1007-1041), 1015-1024 yılları arasında Hemedan, 1024 yılın-dan ölümüne kadar da Isfahan kentlerinde yaşadı.

Alaüddevle ile yakın arkadaş olan İbn-i Sînâ, bir gün ona eski gök gözlemlerine daya-narak yapılmış olan geleneksel takvimlerin ek-siklikler ve yanlışlıklar içerdiğinden yakınmıştı. Bunun üzerine Alaüddevle onu Hemedan’da bir gözlem evi kurmakla görevlendirmiş ve ge-rekli parasal kaynağı emrine vermişti. Bunun üzerine bilgin öğrencisi Ebu Ubeyd el-Cuzcânî ile birlikte işe koyuldu. el-Cuzcânî gerekli araç ve gereçlerin yapımını üstlendi. Gerçi, Alaüd-devle ile yaptığı geziler ve diğer başka engel-lerden dolayı gözlemler sık sık aksamışsa da, İbn-i Sînâ elde ettikleri sonuçları Kitab el-Alâ’î adlı eserinde kaydetmiştir.

Gözlem evinin yapısı hakkında kesin bilgi-ler yoktur. Ancak, Cuzcânî ile birlikte yaptık-ları, Zat el-Semt ve el-İrtifa adı verilen, azimut ve yükseklik ölçmeye yarıyan büyük boyut-lu bir gözlem âleti yaptıkları biliniyor. Azimut halkasının çapı yaklaşık 7 metre olan ve uzun bacakları dakika ve saniyelere göre de dere-celendirilmiş olan bu araçla açı ölçümünde

yüksek kesinlik sağlanmaktaydı. Bu âletle or-taya konmuş olan ölçüm ilke ve yöntemi daha sonraları; Portekizli gök bilimci ve matematik-çi Pedro Nunes’in 1542’de yaptığı, usturlab-larda kullanılan “Nonius ölçeği”nde, Fransız matematikçi Pierre Vernier’nin 1631’de yap-tığı verniye âletinde (kumpas) ve 17. Yüzyıl-da İngiliz gök bilimci ve bilimsel âlet yapımcı-sı William Gascoigne tarafından, yıldızlar ara-sındaki açısal uzaklıkları ölçmek üzere teles-koplara uygulanan mikrometrik vidalı âlette de izlendi.

İslâm kültürünün yetiştirdiği en büyük bil-ginlerden biri olan İbn-i Sînâ, başta tıp olmak üzere, fizik, metafizik, matematik, kimya, gök bilimi, jeoloji vb. konularda çok değerli çalış-malar yaptı. Uzun sayılamayacak yaşamı bo-yunca, bilim ve felsefenin hemen hemen bü-tün dallarında, çok sayıda kıymetli eser yazdı. İbn-i Sînâ Arapça yazmış olan ilk sistematik fi-lozof olarak kabul edilir.

İbn-i Sînâ’nın bilimsel alandaki en önemli eserinin, tıp alanında anıtsal bir eser olan el-Kanun fî’t –Tıb adlı eseri olduğu kuşkusuzdur. Bir tıp ansiklopedisi niteliğinde olan, yaklaşık bir milyon sözcük içeren bu eser 19. Yüzyıla kadar Doğu ve Batı Dünyasında el kitabı ola-rak kullanılmıştır. Bilginin yüzlerce eseri oldu-ğu söyleniyor ve yazılıyorsa da, eserleri çok çeşitli adlar altında tekrar tekrar yazıldığından bu yanlış sonuca varılmaktadır. Ana konumuz olan gök bilimi alanında İbn-i Sînâ’nın, kendi-sinin yazmış olduğu kesin olan, 9 eseri vardır:

Page 106:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

106

8 Haziran 2004 tarihinde Venüs'ün güneşin önünden geçişi.

Page 107:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

107

1. Tahrîr al-Majistî; Almagest’in geniş bir özeti olan bu eser, 1012 ile 1014 yılları arasın-da yazıdı. Almagest’in, özellikle Batlamyus’un gezegen modellerinin boyutlarını ayrıntılı ola-rak ele alan, IX., X. ve XI. kitaplarını tek kitap hâline getirdi. Bunu yaparken,matematik ke-sinlikten uzaklaşmadan, Batlamyus’un uzun kanıtlamalarının pek çoğunu kısalttı, yalın ve anlaşılır bir hâle getirdi. Batlamyus’un Mars, Jüpiter ve Saturn gezegenlerinin yörünge-lerinin dışmerkezliliklerini kanıtlamak üzere kullandığı, X. ve XI. kitaplara dağılmış olan, gözlem verilerini İbn-i Sînâ Tahrîr’in dördün-cü bölümünde toparlayarak düzenledi. Daha sonraları bu eserini, Kitab el-Şifâ adlı büyük ansiklopedik eserinin matematikle ilgili 4. bö-lümünü oluşturacak şekilde genişletti.

2. el-Ersad el- Külliye (Geniş Kapsam-lı Gözlemler); dokuz bölümden oluşan bu eserde; Güneş ve Ay’ın hareketleri, Yer’in, Güneş’in ve Ay’ın boyutları, gün-tün eşitli-ği, gündönümleri, gezegenlerin hareketleri gibi konular kısaca işleniyor. El-Cuzcânî, İbn-i Sînâ’nın ölümünden sonra bu eseri, hocası-nın Kitâb el-Najât adlı ansiklopedik eserine ekledi.

3. Makâle fi el-Alet el-Rasadiyye; Isfa-han’da yazdığı, gözlem âletleri konusundaki bu inceleme eseri, İbn-i Sînâ’nın gözlem ko-nusunda dakik ölçümlere ne kadar önem ver-diğini göstermektedir.

4. Fit-ül Curâcan; Bu eser günümüze ulaş-mamışsa da, Bîrûnî,Tahdîd el-Emâkin (“jeo-dezi”) adlı eserinde bu incelemeden sözet-mektedir. Cürcan kentinin boylamının doğ-rulanması ve düzeltilmiş değerini belirlenme-si konusundaki bu eserde İbn-i Sînâ, bir yerin enlemini diğer yerlerin enlemleriyle karşılaştı-rarak belirlemeye dayanan alışılagelmiş olan yöntemden farklı bir yöntemle boylamı belir-lemişti. Ay’ın boylam geçişini gözlemleyerek Curcan ile Bağdat arasındaki boylam uzaklı-ğını 9.20º olarak belirledi. Bu değer, gelenek-sel olarak kullanılagelen 8.0º değerine göre, günümüzde kullanılan 10.3º değerine çok daha yakındır.

5. El-Semâ ve’l-Alem (Gök ve Yer Hakkın-da); Aristo’nun De Caelo adlı eserinin yoru-mu olup muhtemelen Kitâb el-Şifâ adlı an-siklopedik eserinin aynı adı taşıyan bölümün-de de kullanılmıştı. 6. Makâle fi el-Ecrâm el-Semâviye/ Makâle fi el-Ecrâm el-Ulviyye;

Gök cisimleri üzerine inceleme yazıları olup, 5 numaralı eserde olduğu gibi, doğa bilimi ve evrenbilim açısından kaleme alınmıştır.

7. Kiyamü’l-Arz fi Vasati’l-Semâ (“Yer’in Konumu”); Yer’in evrenin merkezinde bulun-masının gerekçeleri ortaya konmakta.

8. İbtalü Ahkâmü’l–Nücûm; Yıldızbilimi-ni kınayan ve redden İbn-i Sînâ, bu eserin-de, yıldızbilimcilerin yargılarının yanlış ve ge-çersiz olduğunu, hem bilimsel hem de dîni ilkeleri kullanarak belirtti. Yıldız bilimcile-rin yöntemlerinin, gözlem ve deneyler yeri-ne salt varsayımlara dayandığını, öngörüleri-nin çoğu zaman yanlış çıktığını ortaya koydu-ğu gibi, yıldızbiliminin İslâm inanışıyla çelişti-ğini, Kuran’dan ve hadislerden örnekler vere-rek güçlendirdi.

9. Makâle fî Havass Hatt-istiva (Ekvatorun nitelikleri hakkında yazı).

İbn-i Sînâ’nın gök bilimi konusundaki bil-gisinin ve eserlerinin , el-Heysem ve Bîrûnî gibi çağdaşı olan bilginlere göre daha az ol-duğu ileri sürülebilir. Gök biliminde onlar gibi büyük bir ilerleme ve atılım yapmamıştır. An-cak, eserlerinde gök ve evren bilim konula-rındaki bazı sorunlarla ilgili olarak ortaya koy-duğu keskin kavrayış ve sorunları açık ve se-çik bir şekilde tanımlama biçimi, kendisinden sonra İslâm ve Batı dünyasında yapılan çalış-malarda büyük etki yapmıştır.

Onun, gök bilimi alanındaki çalışmalarında, gözlemsel gök bilimine ağırlık vermesine karşın kuramsal ve matematiksel gök bilimi konula-rıyla çok fazla ilgilenmediği göze çarpar. Göz-lem çalışmalarının bir bölümünü Hemedan, bir bölümünü de Isfahan’da yaptı. Bu gözlemler-den doğru sonuçlar çıkardı. Örneğin; 24 Mayıs 1032’de, Venüs gezegeninin Güneş’in önün-den geçişini1 gözlemiş ve Tahrîr al-Majistî’de Venüs’ün “Güneş’in yüzünde bir ben gibi dur-duğunu “ yazmıştı. İbn-i Sînâ bu gözlemine da-yanarak, Venüs’ün Yer’e, Güneş’ten daha yakın olduğu sonucunu çıkardı.

Bazı Ortaçağ İslâm gök bilimi eserlerin-de de Venüs geçişleriyle ilgili kayıtların var-lığı bilinmektedir. Ancak, İbn-i Sînâ’ya özgün olan, gezegenlerin sıralanması açısından, çok önemli bir olguyu ortaya koymuş olmasıdır.2 İbn-i Sînâ’nın gözlem ve yorumuna, daha sonraki gök bilimciler (örneğin Tûsî) tarafın-dan, Batlamyus’un gezegen sıralamasının ka-

nıtı olarak atıfta bulunulmuştur.

Bilgin eserlerinde, Hipparkus ve

Batlamyus’un kullandıkları gözlem âletlerinin

ve yaptıkları gözlemlerin yetersizliğini de

eleştirmişti. Almagest’teki savların ve sonuç-

ların, diğer doğa bilimlerinin akla ve mantı-

ğa uygun verileriyle uyumlu olması gerekti-

ğini ileri sürüyor, örneğin; gezegenlerin ha-

reketlerinin nasıl sağlandığının açıklanması-

nın gerekli olduğunu savunuyordu. Ayrıca,

Almagest’in yazılmasından sonra yapılmış

olan ve Almagest’te varılan sonuçlarla uy-

gunluk gösteren ve göstermeyen gözlemleri

de eserlerinde belirtmişti. Kuramla uyuşma-

yan gözlem verisine bir örnek olmak üzere,

gün-tün eşitliği düzleminin eğiminin Batlam-

yus tarafından 23.51º, el-Me’mun dönemin-

de 23.35º ve kendisinin ise 23.33,30º olarak

belirlediğini, bu durumun, söz konusu eği-

min zamanla değiştiğine işaret ettiğini belirt-

mişti. Gerçektende eğim, yaklaşık 20500 yıl-

lık bir süre içinde, 24.35º’lik maksimum de-

ğer ile 22.63º’lik minumum değer arasında

değişmektedir.

İbn-i Sînâ, Aristo’nun yıldızların ışığını

Güneş’ten aldığı şeklindeki görüşünü eleşti-

rerek; yıldızların kendiliğinden ışıklı oldukları-

nı ileri sürüyor, öte yandan, gezegenlerin de

kendiliğinden ışıklı olduklarına inanıyordu.

İbn-i Sînâ’nın evrenbilimsel eserleri, ma-

tematiksel gök biliminden çok geleneksel

doğa felsefesi görüşüyle kaleme alınmıştır. El

Hey’e yöntemine uygun hazırlanmış bir eseri-

nin varlığı bilinmiyor. Bilgin, gök biliminin ye-

niden tanımlanmasında ve sınıflandırılmasın-

da etkin bir rol oynamış, İlm el-Hey’e’yi (ma-

tematiksel gök bilimi), doğa felsefesinin bir

parçası olarak sınıflandırdığı yıldızbiliminin-

den ayırmıştır.

İbn-i Sînâ gibi bir diğer Türk bilgini ve ilim

dünyasının kutbu olan çağdaşı Bîrûnî, bir çok

defalar onunla buluşarak bilimsel konularda

danışmış ve tartışmalar yapmıştı. Güneş, Ay ve

Yer’in hareketleri, güneş tutulması, akşam ka-

ranlığı, kentlerde kıblenin belirlenmesi gibi ko-

nularda yüksek düzeyli tartışmalar yapıyorlar-

dı. Bîrûnî, el-Âsaru’l-Bâkıyye adlı ünlü eserinde

bu tartışmaları ayrıntılı bir şekilde anlatır.

Page 108:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

108

D 1064 - Ö 1129

el-HayyâmÖmer

Page 109:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

109

Ömer el-Hayyâm (~1044-~1123)

11. Yüzyıl, siyasî ve toplumsal karışıklık-lar ve ayaklanmalar dönemi olmakla birlik-te, doğuda Büyük Selçuklular devrinde, ba-tıda 12. Yüzyılda İspanya’da üslenmiş bir as-keri Müslüman güç olan, Muvahhidler döne-minde düzen yeniden sağlandı; bilim adam-ları yeniden destek görmeye başladı. Batı ve Doğu Dünya’sında daha çok şair olarak tanı-nan el-Hayyâm da devlet adamlarından teş-vik görüyordu. Yetişme yıllarını Afganistan’ın Belh Kentinde geçiren Hayyâm, daha son-ra Semerkand’a gitti. Orada, yalnız şiirle il-gilenmekle kalmadı; matematik, gök bili-mi ve müzik konularında da önemli çalışma-lar yaptı. O günlerde bilim adamı olmak için ya zengin olmak ya da zengin bir destekçi-ye ihtiyaç vardı; Hayyâm da Semerkand Baş Kadı’sından destek gördü. Bilimsel yetenek-leri sayesinde kısa bir sürede üne kavuşun-ca, 1070’de henüz 22 yaşındayken Şelçuklu Sultanı Celâleddin Melikşah bin Alparslan ve başveziri Nizam-ül Mülk tarafından İsfahan’a davet edildi. Melikşah, 1074-1075 yılları ci-varında yaptırdığı Melikşah Gözlem Evi’nin yönetimine Hayyâm’ı getirdi. Orta Çağ’ın en büyük matematikçilerinden olan Hayyâm’ın gök bilimi alanındaki çalışmaları da önemli-dir. Ömer Hayyâm, İslâm Dünyası’nda Hakîm ünvanı verilen; Harezmî, Bîrûnî, İbni Sina ve el-Heysem gibi çok yönlü İslâm bilginlerinden birisidir. Büyük bilim tarihçisi George Sarton 1927’de yazdığı, Introduction To The History of Science (Bilim Tarihine Giriş) adlı 5 cilt-

lik anıtsal eserinde, 12. Yüzyılın ikinci yarı-sını “Ömer Hayyâm Dönemi” olarak adlan-dırıyor. Melikşah Gözlem Evi’nde 18 yıl ka-lan Ömer Hayyâm burada, el-Hazinî, Ebu el-Muzaffer el-İsfizari ve Meymun bin Necib el-Vâsiti gibi ünlü bilginlerle çalıştı. Bir yan-dan yeni bir zîc düzenlemek üzere gözlem-ler yaparken bir yandan de, Melikşah’ın iste-ği üzerine, yeni bir takvim yapmaya hazırlanı-yorlardı. Hayyâm ve arkadaşları bir Güneş yılı-nı 365.24219858156 gün olarak belirlediler. Bu derece dakik bir sonuc bildirmeleri, Me-likşah Gözlem Evi gök bilimcilerinin gözlem ve hesaplarına olan güvenini göstermektedir. Bu günkü bilgilerimize göre ; ortalama bir in-san ömrü kadar bir sürede, Güneş yılı süresi virgülden sonra altıncı basamaktan başlaya-rak değişik değerler almaktadır. Örneğin ; bu değer 19. Yüzyılın sonunda 365.242196 iken günümüzde 365.242190 gündür. Bu açıdan baktığımızda, Hayyâm’ın verdiği değer olağa-nüstü doğruluktadır.

Bu çalışmalar sonucunda; 1079’da, hem Zîc-i Melikşâhî (Melikşâh Zîci) adlı zîc, hem de Târîh el Celâlî (Celâlî Takvimi/ Celâleddin Takvimi) düzenlenmiştir. Hâlen İran ve Afganistan’da kullanılmakta olan bu Takvim, yaklaşık 5 yüzyıl sonra yapılan ve bugünde kullanılan Gregoryen Takvimi’nden çok daha dakiktir. Öyle ki, Gregoryen Takvimi’nde her 3300 yılda bir günlük bir hata oluşurken, bu hata Celâlî Takvimi’nde 5000 yılda bir gün olmaktadır. Melikşah’ın Horasan valisi olan oğlu Sancar, 1117’de Selçuklu Sultanı olun-

ca, Merv kentini başkent yaptı. Kenti bü-yük bir İslâm uygarlığı merkezi hâline getiren Sancar’ın daveti üzerine Merv’e giden Ömer Hayyâm matematikle ilgili eserler vermeye devam etti.

Bilginin pozitif bilimlerle ilgili eser-lerinden bazıları şunlardır;

Fizik:

- Muhtasar fi’il Tab’iiyat,

- Mizan el-Hikem

Matematik:

- Müşkülât el-Hisab,

- fi’l Berahini an-el Mesail men Musade-rat Kıtab-e Öklides,

- fi’l Berahini an-el Mesail el-Cebr ve’l Mukabele,

- Risale fi’l Taksim Rub’ el Daire

Gök bilimi:

- Zîc-i Melikşâhî,

- Târîh el Celâlî

İklim:

- Levazım el-Emkina

Ömer Hayyâm’ın eserlerinden pek çoğu Batı dillerine çevirilmiş ve 19. Yüzyıl başlarına kadar, bilim adamları tarafından zaman zaman kaynak ve başvuru eseri olarak kullanılmıştır.

Hayyâm’ın, üçüncü derece cebir denklemlerinin koni kesitleri yardımıyla çözümünü gösteren, iki bölümlük bir el yazmasından ilk sayfa.

Eser Tahran Üniversitesinde bulunuyor.

Page 110:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

110

12.yy

el-HazinîEbu’l Feth

Page 111:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

111

Ebu’l Feth el-Hazinî (12. yy.)

12. Yüzyılda, gençlik ve çalışma hayatını Merv’de geçiren bir diğer gök bilimci de Ebu’l Feth el-Hazinî idi. El-Hazinî’nin bu dönemle-ri Hayyâm’ın son zamanlarına rastlamıştı. Ha-yatı hakkında fazla bir bilgi yoktur. Bizans-lı olarak doğmuş olan el-Hazinî, Ali el-hazin el-Mervezî adında Selçuklu saray hazneda-rının, Müslümanlığı kabul etmiş bir kölesiy-di. Merv’de birinci sınıf eğitim görmüş, ma-

tematik ve felsefe öğrenmişti. Gök bilimi ve fizik alanlarında çalışmış, özellikle İslâm fizi-ğinde kendisine önemli bir yer yapmıştı. Me-likşah devrinde, kendi gözlemlerine dayanan ve tutulmalarla ilgili dikkat çekici çalışmalar içeren el-Zîc el-Mu’teber el-Sancarî adlı bir zîc hazırladı (1122). Merv bölgesi için Hazinî zîcinde, gezgenlerin ve Almagest’teki verileri-ni kullandığı 46 yıldızın 1116 yılındaki konu-munlarını belirledi. Aynı eserde, Hazinî ken-

disinin tasarlayarak yaptığı 24 saat süreli bir “gök bilimik su saatinin” yapımını da anlat-mıştı. Bu eser, 13. Yüzyılda Bizanslı gök bilim-ci Gregory Choniades tarafından Yunanca’ya çevirildi ve üzerinde çalışmalar yapıldı.

Hazinî, Risala fi’l-Alat (Aletler Kitabı) adlı eserinde, usturlab, altılık ve kadran gibi çeşit-li gözlem âletleri hakkında bilgiler vermiş ve bunlar arasında kendi icadı olan “üçgen şe-killi” bir gözlem âletinden de bahsetmişti.

Hazinî'nin hassas terazi çizimi.

Page 112:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

112

Ö 1221

el-Çağmînî

Page 113:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

113

El-Çağmînî (ölm.~ 1221)

Devrinin ünlü gök bilimcilerinden olan Mahmud bin Muhammed bin Ömer el-Harezmî el- Çağmînî, Harezm’in Çağmin ka-sabasında doğmuştur. El - Çağmînî adıyla ta-nınır. Doğum tarihi bilinmemektedir. Ölüm tarihinin, bilim tarihçileri arasında uzun za-man süren tartışmalardan sonra, 1221 yılı ci-varında olduğu kabul edilmiştir. Çağmînî’nin tanınmış eserleri şunlardır:

Gök bilimi konusunda:

1. el-Mulahhas fi’l Heye (Gök Biliminin Özeti)

2. Tasrîh şerh el-Mulahhas fi’l Heye (Gök Bili-mi Özetinin Açık Yorumu)

3. el-Mulahhas fi’l Heye el-Basîta (Sadeleşti-rilmiş Gök Bilimi Özeti)

Matematik konusunda:

1. Risâle-i Muhtasar fi’l Hisâb (Aritmetikle il-gili kısa bir inceleme)

2. Küresel trigonometri konusunda bilimsel bir inceleme.

Çağmînî’ye İslâm gök biliminde “Büyük Gök Bilimci” lakabının verilmesine yol açan eser, 1220’de Harezmde yazdığı, el-Mulahhas fi’l Heye adlı Arapça eseridir. Eser, bir giriş bö-

lümü ile iki kitaptan oluşmakta. Eserin giriş bölümünde, basit ve karmaşık cisimler ve gök kürelerle ilgili bilgiler ve açıklamalar bulunu-yor. İlk kitap, gök bilimi konularını ele almak-ta. İkinci kitapta ise:

1. coğrafya,

2. kronoloji,

3. trigonometri ve

4. yıldızbilim

konuları işlenmiştir.

Yüzyıllar boyunca, en az 15 gök bilimci, Çağmînî’nin eseriyle ilgili olarak, Fars ve Arap dillerinde yorumlar yazdı. Bunların içinde en ünlüleri; Fadullah el-Ubeydî (ölm. 1350), Ke-maleddin el-Türkmanî (ölm.1377), Kadızâde-î Rûmî (ölm. ~1435) ve Seyyid el Şerif el-Cürcânî (1340 - 1413) gibi bilim adamlarının yazdığı, yüksek nitelikli açıklamalar ve ekle-meler içeren yorumlardır.

Kadızâde’nin Şerh el- Çağmînî adıyla ta-nınan yorumuna, Fatih Sultan Mehmed’in is-teği üzerine, Sinan Paşa’nın (ölm. 1486) yaz-dığı açıklama ile, Kadızâde’nin öğrencisi olan Fethullah el-Şirvanî’nin (ölm. 1453) yazdı-ğı açıklamadan başka el-Burcendî de (ölm. ~1525) bir açıklama yazmıştır.

El- Mulahhas fi’l Heye el-Basîta, ispatlar içermeyen; yer ve gök âleminin yerleşim şek-li ve yapısı, gezegen yörüngeleri ve Yer ile Ay arasındaki bölgelerle ilgili temel bilgiler ve-ren bir eserdir. Kitap, bir giriş ile iki ana konu bölümünden oluşmakta. Girişte, genelde ci-simlerin sınıflandırılmasıyla ilgili bilgiler veril-mekte. 5 bölüme ayrılmış olan birinci kısım-da, gezegen yörüngeleriyle ilgili konular işlen-mekte ve açıklayıcı bilgiler verilmekte. Üç bö-lüm olan ikinci kısım da ise, Yer ve Yer ile ilgili; ekvator, meridyen ve kıblenin belirlenmesi gibi konularda bilgiler ve açıklamalar bulunuyor.

Eser, 1893 yılında G. Rudloff ve A. Hoch-heim tarafından Almanca’ya çevirilerek “Die Astronomie des Mahmûd ibn Muhammad ibn ‘Omar al Çağmînî.” başlığıyla yayınlandı.

El-Mulahhas’dan kaynaklanan ve yak-laşık beşyüz yıl devam eden bu süreç, İslâm Âleminde, canlı bir gök bilimi eğitimi gelene-ğinin varlığının önemli bir göstergesidir. Ay-rıca; Berlin, İstanbul, Kahire, Leyden, Paris, Tahran ve Oxford kütüphanelerinde bulunan, el-Mulahhas’ın aslından veya yorumlarından yapılmış, el yazması kopyaların çokluğu da bunu göstermektedir.

Çağmînî’nin bir eserinden eksantrik gezegen küreleri

Page 114:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

114

el-Tûsî

1201 - O.1274D. . .

Page 115:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

115

Tûsî (1201-1274)

Devrinin ve kendinden sonra yetişen ma-tematik ve gök bilimcilerin en tanınmışların-dan olan Muhammed Nasîrüddin Tûsî bin Fahreddin Muhammed Razî 1201’de, bugün İran’ın sınırları içinde bulunan, Horasan’ın Tûs kentinde doğdu. Nasîrüddin Tûsî çok yönlü bir bilgin olup, pek çok konuda üstün yetenek, bilgi ve çalışma sergilemiş ve bilim adamları yetiştirmiştir. Gök bilimi, geometri ve trigono-metri başta olmak üzere bilimin ve felsefenin çeşitli alanlarında çalışmalar yapan ve eserler veren Büyük Türk bilgini Tûsî’nin çalışmaları iki ana başlık altında toplanabilir: Gök bilimi, geometri, trigonometri, fizik, müzik, coğraf-ya, felsefe, ilâhîyât, mantık ve etik konula-rında, Farsça ve Arapça yazılmış, üç ana dizine ayrılan, 80 civarında eser.

Meraga Gözlem Evi’nin kurulması.

Nasîrüddin eserleriyle, İslâm ülkelerinde olduğu gibi, Batı'da da birçok matematik ve gök bilimciyi etkilemiştir. Öklid'in Stoichea (Öğeler/Parçalar) adlı geometri eseri üstüne yazdığı yorumları ve eklemelerini içe-ren Tahrir-i Usul’ül-Öklides (Ök-lid Yöntemi hakkında Yazı) dizi-ni, geometrinin gelişmesine katkı sağlamıştır. Öklid’in kitabının, Hac-cac bin Matar’ın (786-833) ve Sabit bin Kurre tarafından Arapça’ya yapı-lan çeviri, düzeltme ve düzenlemeleri ye-terli bulmayan Nasîrüddin eserini ilk defa 13 bölüm hâlinde düzenleyerek hazırladı. İkinci defa, eserini genişleterek 15 bölüm üzerin-den düzenledi. Tahrir-i Usul’ül-Öklides 1544 yılında Latince’ye çevirildi. Tûsî’nin trigono-metriyle ilgili çalışmaları, gök biliminde oldu-ğu kadar, matematik alanında da önemlidir. İslâm bilginleri, başlangıçta trigonometriyi, yalnız gök bilimine ilişkin araştırmaları ve he-saplamalarında kullanıyorlardı. Bu yüzden de trigonometri ile ilgili bilgilere, gerekli ve ye-terli olduğunu düşündükleri oranda, gök bili-miyle ilgili eserlerinin başında yer veriyorlardı. Tûsî’nin eseri çıkana kadar, salt trigonometri konusunda bir eser yazılmamıştı. Bu alandaki ilk özgün eseri Nasîrüddin, Kitab Şekl el-Katta (Kesen Türleri kitabı) adlı trigonometri kitabıy-la ortaya koydu. Bu eserde, düzlem ve küresel

trigonometri bir yöntem içinde incelenmiştir:1.Geometrik oranlar ve orantılarla ilgili

önermeler,

2.Tam dörtgenler kuramı,

3.Düzlem trigonometri,

4.Küresel dörtgenler,

5.Küresel trigonometri.

Tûsî, küre üzerine çizilmiş üçgen ve dört-genlerle ilgili çalışmaları, onun bu alandaki üstün bilgisini gösterir. Ayrıca, üç açısı bili-nen küresel bir üçgenin çözümünü, polar üç-genden yararlanarak, günümüzdeki gibi üç kenarı bilinen üçgen çözümüne dönüştüren

geometrik dönüşüm yöntemini de ilk orta-ya koyan kişidir.

Bu eserle trigonometrinin, mate-matiğin bir alt bölümü hâline geli-

şinin yolu açılmıştır. Aynı anlayışın Avrupa’da yerleşmesi ise, ancak 15. Yüzyılda, Johann Müller’in (Regiomontanus) De Triangulis (Üçgenler Hakkında) adlı ese-rini yazmasından sonra oldu.Yüzyılın ikinci yarısında, Çin’de ortaya çıkan trigonometri ese-rinin de temelinde Tûsî’nin etki-sinin olduğu düşünülmektedir.

İlhanlı Hakanı Hülagu’nun is-teği ve desteği üzerine, Nasîrüddin

Tûsî 1259 yılında, Tebriz kenti yakın-larındaki Meraga’da dönemin en ileri

gözlem evini kurdu ve yöneticiliğini yap-tı. Hülagu döneminde (1256-1265), Tûsî ile

birlikte çalışan, aralarında Muhyiddin el-Urdi, Kutbeddin Şirazî, 15 bilgin, gözlem ve hesap-lamalara dayanan uzun çalışmalar sonucu, Zîc-i İlhanî adıyla anılan yeni bir zîc hazırladı. Zîc, Hülagu Han’ın ölümünden sonra tamam-landığından, yerine geçen oğlu Abaka Han’a ithaf edildi. Farsça yazılmış olan Zîc-i İlhanî, kısa bir zaman sonra Arapça’ya çevirildi.

İçinde çok sayıda matematik, gök bilimi ve coğrafya ile ilgili cetveller bulunan Zîc-i İlhanî 4 bölümden oluşur. İlk bölümü, Yez-digird, Selökid, İbrani, Hicrî, Melikî ve Çin-Uygur takvimleriyle ilgili bilgiler içerir. İkinci bölümde gezegenlerin hareketleri incelenir. Bu bölümde, sinüs ve tanjant fonksiyonları-nın değerlerinin sırlandığı trigonometrik cet-veller ile küresel gök bilimiyle ilgili bilgileri içeren tablolar bulunmaktadır. Burada, Yer’in

Silsilenâme yazmas›nda el-Tûsî betimlemesi.

Page 116:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

116

Tansuknâme'den; Tûsî'nin gök bilimcilerle ders esnas›nda.

Page 117:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

117

ekvator ile ekliptik düzlemi arasındaki açısının değeri 23.30º olarak verilmiştir. Bugunkü değerin 23.44° olduğu gözönüne alınınca, Zîc-i İlhanî’deki değerin ne kadar dakik olarak belirlenmiş olduğu anlaşılır. Üçüncü ve dördüncü bölümler yıldızbilimine ve uygulamalarına ayrıl-mıştır. Eserde, 13. Yüzyılda tanınmış, yaklaşık 250 kentin coğrafi koor-dinatları ile 35 kentin en uzun gün sürelerini gösteren cetveller de bu-lunmaktadır.

Zîc-i İlhanî 14.ve 16. Yüzyıllar arasında bir çok kez Arapça’ya çevi-rildi, üzerinde yorumlar yapıldı ve yeni düzenlemelerle tekrar tekrar ya-yınlandı. Eser, Tûsî’nin yönetiminde Meraga Gözlem Evi’nde çalışmış olan Şemseddin el-Buharî’nin öğrencisi, Bizanslı Gregory Chioniades (ölm. 1320) tarafından 1290’da Bizans Grekçe’sine çevirildi. Zîc, 14. Yüzyılın ortalarına doğru ikinci kez Bizans Grekçe’sine çevirildi.

Zîc’in coğrafya ile ilgili olan bölümünün İngiliz matematikçi John Greaves tarafından yapılan Latince çevirisi, Gök Bilimica Quaedam adı altında 1652 yılında yayınlandı. Zîc-i İlhanî, 16. Yüzyıla kadar gök bi-limciler arasında bir başvuru kitabı olarak kullanıldı. Meraga’da yaptı-ğı bir çalışmada Tûsî, gün-tün eşitliği noktasının ilerlemesinin (preses-yon) her 70 yılda 1° ya da 51”/yıl olduğunu hesap yoluyla buldu. Bu değerin, günümüzde kabul edilen 72 yılda 1° ya da 50”/yıl değerine ne kadar iyi bir yaklaşıklık olduğu açıktır.

Yukarıda bölümlerde değindiğimiz üzere; Batlamyus tarafından geliştirilen, taşıyıcı ve dış merkezli dairesel düzenekler yardımıyla geze-

genlerin hareketlerini geometrik bir modelle açıklamaya yönelik olan model, Orta Çağ İslâm Dünyası’nda matematik, fizik ve felsefî açılar-dan eleştirilere uğramıştı. Nasîrüddin Tûsî de bu yönde çalışan İslâm gök bilimcilerinin başında geliyordu.

Tûsî’nin gözlemsel gök bilimi ve hatta Zîc-i İlhanî ile ilgili eserleri-nin pek çoğunda özgün ve yenilikçi yönler çok fazla değildir. Buna kar-şın, gezegenler kuramıyla ilgili çalışmaları çok yeni yaklaşımlar içeren özgün eserlerdir. Bu eserlerinde Batlamyus sistemini içerdiği tutarsız-lıklardan, özellikle de gökdeki hareketlerin düzgün dairesel hareket-ler olduğu ilkesiyle olan çelişkisinden, arındırmayı amaçladı. Ayrıca, Batlamyus düzeneklerinden eksantrik merkez (ekuantın) fiziksel açı-dan sorunlu olduğunu ileri sürüyordu. Kuhistan valisi Nasîrüddin ebu’l Feth’in oğlu Muhiddin için 1235’de yazdığı, el-Risale el-Mu`inniye fi İlm el-Heye (Muhiddin için gök bilimi incelemesi) adlı Farsça eserinde “düzeltilmiş Batlamyus modelleri” ile ilgili açıklamalar yaptı. 1247’de yazdığı Tahrir el-Macesti (Almagest’in Açıklanması) adlı eserinde, Bat-lamyus Sistemi’nin sorunlarını sıraladı. Aynı zamanda, bu sorunları çö-zeceğini düşündüğü, günümüzde Tûsî Çifti diye adlandırılan; dairesel hareketi doğrusal harekete çeviren, geometrik bir düzenekle ilgili bir teoremin basit bir şeklini ortaya koydu.

Nasîrüddin 1261 yılında Meraga Gözlem Evinde yazdığı, el-Tezkire fi İlm el-Heye (Gök bilimi hakkında inceleme yazısı) adlı Arapça ese-rinde, Tûsî Çifti ile ilgili teoreminin tam bir ispatını verdiği gibi,

Tûsî Çifi çizimlerinin karşılaştırılması; soldaki Tûsî’nin çizimi (1261), sağdaki ise Kopernik’in çizimini (1514) göstermektedir.

Page 118:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

118

Tûsî’nin, el-Tezkire fi İlm el-Heye (Gök bilimi hakkında inceleme yazısı) adlı Arapça eserinde Tûsî Çifti çizimlerini gösteren iki sayfa.

Kaynak: Vat. ar. 319 fols. 29 recto - 28 verso math19 NS.15

Page 119:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

119

genelleştirerek, daireler yerine küreleri kul-landı. Tezkire’de daima evrenin bir fiziksel ya-pısı üzerinde durulmaktadır. Bu fiziksel yapı-nın temelini katı bir cisim olduğu düşünülen, içi boş gökküreler oluşturmaktadır.

En basit hâliyle bu düzenek, 118. Sayfa-daki Resim’de görüldüğü gibi, iç içe geçmiş ve birbirlerine teğet olan hareketli iki daire-den oluşmaktadır. Büyük dairenin çapı küçük olanın iki katı olup, daireler birbirine ters yön-de dönmektedir. Küçük dairenin dönme hızı, büyük dairenin dönme hızının iki katıdır. Tûsî, bu durumda küçük daireyle büyük dairenin değme noktası G’nin ADB çapı üzerindeki iz-düşümünün AB doğrusu üzerinde ileri geri hareket edeceğini kanıtladı.1

Tûsî, matematik alanındaki bu buluşunu, Ay, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn gibi geze-genlerin Yer Merkezli modellerine uyguladı. Her gezegenin yörüngesine iki küçük ilmek ekleyerek, gezegenlerin tekdüze olmayan ha-reketlerini düzenli dönen iki dairenin bileşke-si olarak elde etti. Bu uygulamayla, düzgün dairesel hareketten sapmadan Batlamyus’un elde ettiği sonuçları bulmayı başarmış oldu. Nasîrüddin, buluşunu ve teoremini yazdığı Tezkire’nin 11. bölümünde, Merkür gezege-ni için; “Merkür için henüz inandırıcı bir çö-züm bulamadım. İnşallah bulduğumda bura-ya ekleyeceğim” diye yazıyordu. Bu ekleme-nin yapılıp yapılmadığı bilinmemektedir. Kar-maşık olan çözümü, 1350 civarında öğrencisi ibn el-Şatır ortaya koydu.

Tûsî böylece, evrendeki hareketlerin yal-nızca dairesel veya doğrusal olacağını ileri sü-ren Aristocu görüşü de çürütmüş oluyordu. Ancak, bu düzenekle Batlamyus sisteminin bazı önemli sorunlarını çözüldüyse de, tam başarılı bir kuram meydana getirilemedi. Zira, eleştiri konularından biri olan, eksantrik mer-kezin Yer’in içinde olmaması durumu, yeni yöntemle de düzeltilemedi.

Tûsî’nin öğrencisi Kutbeddin el-Şirazî ve Meraga gök bilimcilerinden Muhiddîn el-Urdî de başka bir model ortaya koydular. Ancak bu seçeneklerde, felsefî açıdan kabul görme-yen, eksantrik yapıyı içeriyorlardı. 1350’lerde Şam’da çalışmalar yapan İbn el-Şatır, Tûsî’nin yöntemine benzeyen bir yöntem kullanarak, ortak merkezli iç içe olan daireler modeli or-taya koydu. Şatır, eleştirilerin hedefi olan eku-antı ortadan kaldırdığı gibi, Batlamyus düze-

neklerinin kabulu zor olan bazı dairelerini de ortadan kaldırmıştı. Meraga’da yapılan çalış-malar İslâm ve Batı gök bilimcilerini derinden etkilemiştir. Kopernik’in (1473-1543) Güneş Merkezli Model’inin matematiksel yapısının kuruluşunda gereksinim olan iki teorem, ilk kez Meraga Gözlem Evi’nin bilim adamları ta-rafından ortaya atılmıştı. Bunlar ile El Urdi’nin Urdî Yardımcı Teoremi’dir. Kopernik bu teo-remleri kullanmış fakat ispatını vermediği gibi kimlere ait olduğunu da belirtmemişti.

Bilim tarihçisi J. L. E Dreyer 1906 yılında yazdığı History of the Planetary Systems from Thales to Kepler (Tales’den Kepler’e Geze-genler Kuramının Tarihi) adlı eserinde Tûsî ile Kopernik arasında bir bağ olduğunu ileri sür-müştü. Eserin 269. sayfasındaki dipnotunda Kopernik’in De Revolutionibus adlı eserinin üçüncü kitabının 4. bölümünde, Tûsî Çifti’ni kullandığını kaydetmiş, ancak herhangi bir yorum getirmemişti. Bu bağıntı yarım yüzyıllık bir aradan sonra umulmadık bir şekilde tekrar bilim tarihinin gündemine girdi. Beyrut Ame-rikan Üniversitesi’nde matematik profesörü olan E. S. Kennedy, Tûsî’nin öğrencisi Şatır’ın Nihayet el-Suvel fi el-Tashih el-Usul (İlkelerin Düzeltilmesi İçin Son Araştırma) adlı eserini gözden geçirirken, Batlamyus Modeli’nden farklı bir modelin ortaya konmuş olduğunu farkeder. Kennedy ve öğrencisi Victor Ro-berts, 1959 yılında yazdıkları bir bildiriyle du-rumu bilim tarihçilerinin dikkatine sundu. Al-man bilim tarihçisi Willy Hartner, 1973 yılın-da yaptığı bir çalışmada, Kopernik’in Tûsî Çif-ti çizimindeki kesişme noktalarını göstermek-te kullandığı Latince harflerin ses değerlerinin bile Tûsî’nin kullandığı Arapça harflerle bire bir örtüştüğünü belirledi.

Ünlü bilgin, Yer Merkezli Model’e bağ-lı kalmakla beraber, Batlamyus’un Yer’in ha-reketsiz olduğunu ispat için gözlemsel veri-lere başvurmasını yetersiz buluyor ve bun-ların belirleyici olamayacağını belirtiyordu. Yakın zamanlarda yapılan bazı çalışmalar, Tûsî’nin kullandığı savlara çok benzeyen sav-ları Kopernik’in de kullandığını gösterdi. Ön-cülleri olan, Birûnî, İbn-i Sînâ ve el-Heysem gibi, Tûsî de çağının hemen hemen tüm ilim-lerinde önemli eserler ortaya koydu. Yakla-şık 80 eseri günümüze kadar gelmiştir. En önemli eserlerinin ana konularını; gök bilimi, matematik, optik ve tasavvuf felsefesi konu-ları oluşturur.

Konularına göre eserlerinin sayısı:Gök bilimi: 30Edebiyat: 1Ekonomi: 1Eleştiri: 1Felsefe: 6Fizik: 6 Matematik: 30 Mineraloji: 1Müzikoloji: 1

Tûsî’nin Dizin (Külliyat) olarak tanınan üç eseri vardır:

Tahrir-i Usulü’l-Oklides (Öklid Yöntemi Hakkında İnceleme),

Tahrir el-Macesti ve (Almagest Hakkında İnceleme) ve

Tahrir el-Mutavassıt (Ara İncelemeler)

Tahrir el-Mutavassıt 18 kitapçıktan (risa-le) oluşmaktadır. Bilgin, Usul ile el-Macesti arasında okunması ve öğrenilmesi gereken konuları bu kitapçıklarda işlemiştir. Böylece Nasîrüddin, eserlerinin sırasında ve zorluk se-viyelerinde, günümüzdeki eğitim yöntemine çok benzeyen eğitimsel bir yol takip etmek-te. Eserleri, en temel bilgilerden en ileri ku-ramsal bilgi ve yenilikleri içeren bir dizin özel-liği gösterir.

Tûsî’nin gök bilimiyle ilgili eserlerinin sayı-sı 30 olup, devrin gök biliminde geçerli olan her konuyu kapsayacak kadar çok ve çeşitli-dir: Örneğin: Tahrir el- Macesti gibi kuramsal, Zîc-i İlhanî ve Zîc-i Şahî gibi gözlem ve hesa-ba dayanan zîcler, belirli zamanlar için geze-gen konumlarını veren si fasl der marifeti tak-vim gibi “Takvimler”, usturlap özellikleri ve kullanımıyla ilgili Risaleyi Bist Bad Der Mari-fet Usturlab, yıldızbilim el kitabı ile evren bili-mi alanlarında hazırladığı eserler vardır. Eser-lerinin hemen hemen tümü üzerinde, birkaç yüzyıllık süre içinde, önemli gök bilimciler ta-rafından çok sayıda açıklamalar ve yorum ki-tapları yazıldı.

Ünlü bilginin eserlerinin özellikleri göz önüne alındığında, Tûsî’nin eserlerinin ister İslâm ülkelerinde ister Avrupa’da olsun, ma-tematiksel bilimlerle uğraşanların gözdesi ol-duğu kolayca anlaşılır. Gök bilimi eserlerin-den bazılarının, İngiltere gibi uzak bir ülkede dahi 17. Yüzyıla kadar eğitim amaçlı kullanıl-ması dikkat çekiçidir.

Page 120:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

120

D ... - Ö 1429

el-Kâşî

Page 121:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

121

El Kâşî (?-1429)

Giyaseddin Cemşid el Kâşî Semerkand ya-kınlarında Kâş kentinde doğdu. Doğum tarihi bilinmediği gibi ölüm tarihi de 1424 ile 1436 yılları arasına tarihlenmekte, en olası tarih olarak 1429 yılı benimseniyor. Kendisiyle il-gili olan en eski kayıt 2 Haziran 1406 yılına aittir. Zira, o tarihte olan bir Ay tutulmasını Kâş’ta gözlemlemiş ve Zîc-i Hakanî adlı ese-rinde kaydetmişti.

Öğrenimini Kâş'da yapmış olan Cemşid, gök bilimi ve matematik konularında çalışma-larına bu kentte başlamıştı. Kâşî’nin, Farsça ve Arapça yazdığı eserlerinin zamansal sıralama-sı bilinmemekle beraber bazen, eserini nere-de ve hangi tarihte tamamladığını, sözkonu-su olan eserinde kesin bir şekilde belirtmiştir.

Cemşid, Zîc-i Hakanî adli eserinde, Kâş'da olduğu gibi, bulunduğu Orta İran kentlerinde de fakir bir hayat sürdüğünü yazmıştı. Tüm Orta Çağ kültür ve bilim adamlarının yaptığı gibi, O da bir hâmi (destekci, koruyucu) arı-yordu. 1406 ile 1416 yılları arasında yazdığı gök bilimi eserlerini çeşitli devlet adamlarına sunmuştur.

1 Mart 1407’de Kâş kentinde tamamla-dığını Sellem el-Sema (Göğün Merdiveni) adı eserini Kemaleddin Mahmud adlı bir vezire it-haf ettiğini kaydetmişti.

Bilginlere, edebiyatçılara, sanatkârlara büyük önem veren ve koruyan Timurlular’dan Sultan İskender’in (Fergana 1384-1415) ida-resinde çalışırken, 1410-1411 yılları arasında yazdığı, Muhtasar der İlm-i Hey’et (Gök Bilimi Özeti) eserini Sultan İskender’e sundu. 1413-

1414 yılları arasında yine aynı kentte tamam-ladığı Zîc-i Hakanî der Tekmil-i Zîc-i İlhanî (İl-han Zîc’ini Tamamlayan Hakanî Zîc’i) adlı ese-rini Uluğ Bey’e ithaf etti.

1416'da, zamanın Karakoyunlu sultanı İs-kender için, gök bilimi aletlerine ilişkin Risâle der şerh-i Âlât-i Rasad adlı bir inceleme ya-zısı hazırlamıştı. 1416 civarında Herat ken-tine giden Kâşî, Timur’un (Kaş 1336-Semer-kand 1405) oğlu ve Uluğ Bey’in babası, Sul-tan Muiniddin Şahruh Bahadır Mirza (Kaş 1337- Rey 1446) tarafından desteklendi. 1409’da Semerkand Emiri olan Uluğ Bey’in, 1417 ile 1420 yılları arasında kurduğu ünlü Semarkant Medresesi’nde ders vermek üze-re davet edildi. 1420’de Uluğ Bey’in bilimsel çevresine katıldığı düşünülüyor. Bu çevrenin en önde gelen bilim adamlarından olan Kâşî,

Page 122:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

122

Page 123:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

123

matematik ve gök bilimi alanlarındaki çalış-maları yanında, Uluğ Bey’in kurulmasını iste-diği gözlem evinin hazırlık çalışmalarında ve örgütlenmesinde etkin çalışmalar yaptı. Uluğ Bey, Kâşî’yi gözlem evinin yöneticiliğine ge-tirdi. Semerkand Gözlem Evi’nin en tanınan ürünü olan Uluğ Bey Zîc’inin hazırlanmasında büyük katkıları oldu.

Orta Çağ’ın bir çok gök bilimcisi gibi Kâşî de, gök biliminin yanı sıra matematikle de il-gilendi. En önemli eserlerini Semerkand yılla-rında yazdı. Matematik alanında yazdığı bili-nen 7 eserinden üçü çok önemli sayılır:

1. Temmuz 1424’de tamamladığı Risâlet’ül Muhîtiyye adlı eserinde bir dai-re çemberiyle çapı arasındaki oranı, yani π sayısını, belirlemek için kullandığı yöntemi anlatır. Bu yöntemle Kâşî, π sayısının değe-rini, 17 rakamlı (virgülden sonra 16 hane) 3,1415926535898732 bir şekilde belirledi. Bugünkü π = 3,1415926535897932 olan değeriyle uygunluk derecesi açıkça görülü-yor. Avrupa’da bu dakikliğe, 1597 yılında Hollandalı matematikçilerden Adriaan Van Roomen, 15 haneyi doğru belirleyerek, yak-laştı Ludolf van Ceulen ise, 1615’de basılan eserinde, 20. ve 32. haneye kadar hesapladı. Matematik tarihi açısından çok önemli olan eser bir çok dile çevirilmiştir.

2. Miftah’ül-Hisâb (Aritmetiğin Anahta-rı). Kâşî’nin, son ve en önemli eseri olarak kabul edilen bu eserin 1427’de Uluğ Bey’e takdim ettiği sanılmaktadır. Orta Çağ İslâm Dünyası'ndaki matematik bilgisininin bütün yönleriyle sergilendiği bu ansiklopedik eser; öğrencilerden, uzman kişilere kadar uza-nan geniş bir okuyucu kitlesine cevap vere-cek şekilde hazırlanmıştır. Eser girişi takibe-den 5 bölümden oluşmaktadır. Birinci bölü-münde tam sayılardan, ikinci kısımda kesir-li sayılarla aritmetik işlemlerden, üçüncü kı-sımda gök biliminde kullanılan hesap yön-teminden (60’lık sistem), dördüncü kısımda düz yüzey ve şekillerin alanlarının belirlenme-sinden ve beşinci bölümde de problemlerin cebirsel yolla çözümlerinden bahsetmektedir; burada vermiş olduğu bilgiler daha sonra 16. Yüzyılın meşhur matematikçi ve gök bilginle-rinden Takîyüddîn tarafından kullanılmış, tri-gonometri ve gök bilimine uygulanarak ge-liştirilmiştir.

Bu büyük hacimli eser, Orta Çağ’ın en iyi matematik yapıtlarından biri olup; yazarın engin bilgisine ve eğiticilik yeteneğine tanık-lık etmektedir. Eserin, yüksek niteliklerinden dolayı, çok sayıda kopyası yapılarak yüzlerce yıl başvuru kitabı olarak kullanılmıştır.

3. Risâlet’ül-Veter ve’l Ceyb (Kirişler ve Si-nüs Hakkında İnceleme) adlı eserinde Kâşî, 1º yayın sinüsünü geometri ve cebir yoluyla he-saplamış ve böylece trigonometrik tablola-rın düzenlenmesi işini sistemli bir temele bağ-lamıştır. Cemşid, kendi buluşu olan bir yön-temle, sin 1º= 0,017452406437283571 bul-muştur. Çemşid’in bu eserleri Osmanlı med-reselerinde ders kitabı olarak okutulmuştur.

Giyaseddin Cemşid el Kâşî’nin gök bilimi konularında 17 eserinin varlığı bilinmektedir: Şimdiye kadar bunlardan yalnızca üçü derin-lemesine incelendi.

Kâşî’nin 1 Mart 1407’de Kâş kentinde ta-mamlayıp, Kemaleddin Mahmud adlı bir vezi-re ithaf ettiği Sellem el-Sema (Göğün Merdi-veni) adlı eseri. Risâlet’ül Kemaliyye adıyla da tanınan bu eser, 7 bölümden oluşan tipik bir gök bilim kitabıdır. Ay’ın, Güneşin, gezegen-lerin ve sabit yıldızların Yer’e olan uzaklıkları, gök cisimlerinin hacimleri gibi konularda bil-giler vardır.

2. Zîc-i Hâkanî der Tekmil-i Zîc-i İlhanî. Kâşî, Meraga Gözlem Evi'nde yapılmış olan gözlemleri içeren Zîc-i İlhânî adlı zîcteki tab-loları, yaptığı hesaplarla güncelleştirerek ta-mamladığı bu Farsça eserini 1413’de yazmış-tır. Eserde, Tûsî’nin Zîc-i İlhânî ‘nin hazırlan-masında izlediği genel düzenlemeye uyul-muştur. O zamana kadar cetveller 15’er daki-ka ara ile düzenlendiği hâlde, Kâşî bu eserine dakikası dakikasına hesap edilmiş sinüs cet-veli ile 45º’ye kadar yine dakikası dakikasına hesaplanmış bir tanjant cetveli de eklemiştir.

3. Nüzhet’ül–Hadâik. 1416 yılında ya-zılan bu eserde, Gıyaseddin’in Semerkand Gözlem Evi’nde kullanılmak üzere icat ettiği Tabakatü’l-Manatık (“Ekliptik Diski”) ve Levh el-İttişâlât (“Kavuşum Levhası”) diye adlan-dırdığı iki gözlem aletinin yapımından ve kul-lanılışından bahsedilmektedir. Bunların ilki, Avrupa’da ekvatoryum olarak tanınan aletin en ileri gelişimini temsil etmekte. Bilgin, ayrı-ca üç alet daha tanıtmıştır. Bu âletlerin; yıldız takvimi, göksel enlem, gezegenlerin Yer’den

uzaklıkları, Ay ve Güneş tutulmaları ve diğer gök bilimi problemleriyle ilgili hesap ve be-lirlemeler için gerekli olduğunu bizzat yazar ileri sürmüştü. Kâşî’nin yazdıkları ile Alman haritacı ve gök bilimcisi Sebastian Münster’in (1488-1552), Ay ve güneş kavuşumuna ve tutulmalarına yönelik olan üç aleti arasında bir bağlantının varlığı araştırılması gereken bir konudur.

1406, 1407 ve 1416 yıllarında Kâş ken-tinde yaptığı Ay tutulması gözlemlerinin ka-yıtları da bu eserdedir. Ayrıca, yine bu eser-de kendisi tarafından yapılmış bir yıldız tak-vimi de bulunmaktadır. Arapça olan eserin ilk yazılımı 10 Şubat 1416’da Kâş’ta, gözden geçirilmiş ikinci yazılımı da Haziran 1426’da Semerkand’da tamamlandı.

4. Risâle der Şerh-i Alet-i Rasad (Gözlem Aletleri ile ilgili Açıklama Kitabı). 1416 yılında yazdığı bu eserde Kâşî, Semerkand Gözlem Evi’nde kullanılan âletlerden 8 gözlem âletini kısaca tanıtmaktadır:

1) Triquetrum,

2) Çemberli küre,

3) Gün-tün eşitliği çemberi (ekinoksal çember),

4) Çift çember,

5) Fahrî altılığı,

6) Yükseklik ve azimut ölçme âleti,

7) Dikey ölçek üzerinden sinüs ve ters sinüsü belirleme âleti,

8) Alhidade (mastara) takılmış olan kü-çük çemberli küre.

Kâşî, altıncı âletin daha önceki göz-lem evlerinde kullanılmadığını yazıyor. An-cak, Meraga Gözlem Evi’nde çalışmış olan el-Urdî (ölm. 1266) yazdığı Risâle fî Keyfiyet el-Raşad ve mâ Yuhtâcu ilâ İlmihî veya kısa adıyla Risâlat el-Raşad adlı eserinde (~1262), Meraga için yapılmış olan aletler arasında el-âle zât el-ceyb ve-s-semt (‘Sinüslü ve Azimut-lu Araç’) adlı bir âleti tanıtıyor. Fakat bu âleti kimin icat ettiğini belirtmiyor. Bu âlete çok benzeyen bir âlet, Avrupa’da Tycho Brahe ta-rafından, 1602’den önce, Paralaccticum ali-ud sive regulas tam altitudines quam azimut-ha expedientes adıyla yapılmış ve tanıtılmıştır.

Page 124:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

124

D 1394 - Ö 1449

Uluğ Bey

Page 125:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

125

Uluğ Bey (1394-1449)

Timur’un oğullarından Şahruh Baha-dır Mirza’nın (Semerkand 1337-Rey 1446) oğlu olan Uluğ Bey, 1394 yılında güney Azerbaycan’daki Sultaniye şehrinde dünyaya gelmiştir. Asıl adı Muhammed Tarağay olarak kondu ise de, Timur hayatta iken bile, onun Farsça-Arapça ünvanı olan Amîr-el Kabîr’in (Büyük Emir) Türkçe karşılığı olan Uluğ Bey adı

kullanılmaya başlanmış, asıl adı unutulmuş-

tur. Timur’un sarayında büyüyen Uluğ Bey on

yaşındayken, annesi doğrudan doğruya Cen-

giz Han soyundan gelen, yeğeni Aga Bîkî Ha-

tun ile evlendirildiği için Cengiz Han’ın da-

matlarına verilen Küreken / Gürgân lakabıyla

da anılır. Şahruh’un hükümdarlığı sırasında,

1411 tarihinden itibaren merkezi Semerkand

olmak üzere tarafından Mâverâünnehir’in ve

yörelerinin genel valiliğine atanan Uluğ Bey,

siyasi yaşamında babasına bağlı kalmış ve yö-

netimini babasının yardımlarıyla sürdürmüş-

tür. Uluğ Bey, belki kudretli bir devlet adamı

değildi ama, büyük bir bilim ve kültür adamı

idi. 1447 ile 1449 arasındaki iki yıllık hüküm-

darlığı ile birlikte 39 yıllık yöneticiliği devrin-

de, bilime ve İslâm kültürüne büyük hizmet

yaptı. Kendisi, din, mimari, güzel sanatlar ve

Ulu€ Bey'in Semerkand'taki Heykeli

Page 126:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

126

Zîc-i Uluğ Bey ilk sayfa resmi.

Page 127:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

127

bilim konularına, özellikle matematiğe ve gök bilimine, yoğun ilgi göstermiş ve hayatı bo-yunca, matematik ve gök bilimiyle uğraşmış-tır. Uluğ Bey’in Arapça, farsça, Türkçe, Mo-ğolca ve biraz da Çince bildiği söylenir. Arap-ça söz dizimi kurallarını çok iyi bilir ve bu dil-de şiir yazardı.

Yazar, sanatkâr ve bilim adamı olan Uluğ Bey, Semerkand’ı islâm uygarlığının merke-zi yaparak, dedesi Timur’un rüyasında gör-düğünü gerçekleştirdi. 1417’de temeli atılan büyük medresenin yapımı 1421’de tamam-landı Medresenin başmüderrisliğine (rektör-lüğüne) Kadızâde’yi getirdi. Semerkand Med-resesi, uzun yıllar her çeşit eğitim, öğretim ve bilim merkezi oldu. Uluğ Bey, kurduğu med-resede kendini yetiştirmek için derslere gir-miş, yapılan tartışmalara katılmış ve dersler de vermiştir.

Ne yazık ki, Semerkand, Uluğ Bey’in 1449 yılında oğlu Abdüllatif Mirza tarafından öldürtülmesinden kısa bir süre sonra, kültür ve bilim merkezi olma özelliğini kaybetmeye başlamıştır. Medresedeki ve gözlem evinde-ki bilimsel çalışmalar azalmış ve bir süre son-ra da durmuş ve konularında uzman olan ki-şiler kenti terketmeye başlamıştı.

Medresenin yapımından bir süre sonra, devrin en büyük gözlem evi olan Semerkand Gözlem Evi’ni yaptırdı. Gözlem evinin müdür-lüğüne de ünlü bilgin Kâşî’yi atadı. Kâşî’nin ölümünden sonra Kadızâde, onun ölümün-den sonra da Ali Kuşçu bu göreve getirildi. Uluğ Bey’in çevresine topladığı bilim adamla-rının sayısı yüzü aşkındı.

Semarkant Gözlem Evi’nde 1424 ta-rihinde başlayan gözlemler 1435’de ta-mamlanmış, 12 yıl süren gözlemlerin ürü-nü, Zîc-i Uluğ Bey, Zîc-i Cedîd-i Sultânî veya Zîc-i Gürgânî denen eserdir. Eserin önsözün-de Uluğ Bey Zîc’i, Kâşî ve Kadızâde’nin yar-dımlarıyla, onların ölümünden sonra da Ali Kuşçu’nu yardımıyla tamamladığını söyler. Eserin yazılış tarihi (1437 ile 1440 arası) ke-sin olmadığı gibi, en eski tarihli olanı Farsça yazılmış olan eserin, orijinalinin yazıldığı dil de kesin olarak bilinmiyor.

Zîc-i Uluğ Bey 4 kitaba bölünmüştür.

Kitap I: Takvimler ve kronoloji konusun-da olup, Hicrî, Yezdigird, Selökid, Melikî ve Çin-Uygur takvimlerini içerir.

Kitap II: Küresel ve pratik gök bilimiyle (gözlemlerin nasıl yapıldığına ve nasıl kulla-nıldığına dair bilgiler) ilgili bilgiler yer alır. Si-nüs, kosinüs, tanjant ve kotanjant cetvelleri-ni içere trigonometrik fonkisyonları; gökkü-resi üzerindeki ekvator, ekliptik ve ufuk koor-dinatları gibi referans sistemlerini; coğrafi ko-numları, kıblenin belirlenmesini içerir.

Kitap III: Gezegenler ve yıldızlara iliş-kin olup, Güneş, Ay ve gezegenler’in Yer’in çevresindeki hareketlerine; Ay ve Güneş’in Yer’den uzaklıkları gibi konular işlenir. Bura-da yer alan yıldız kataloğu, Batlamyus siste-mine göre düzenlenmiştir. 1018 yıldıza ait ve-rileri içeren bu katalog, Batlamyus’dan Tycho Brahe’ye kadar olan yaklaşık1450 yıl içinde hazırlanmış olan en kapsamlı katologdur.

Kitap IV: Yıldızbilimine ayrılmıştır.

Zîc’in en dikkate değer yanı, cetvelle-rin temelinde yatan gözlemler ve hesapla-malardır. Zîc’te yer alan trigonometrik cet-vellerde bir derecelik açının sinüsü için, biri Uluğ Bey’in diğeri de Kâşî’nin bulduğu yön-teme dayanan iki yöntem kullanılmış, sin 1º = 0.017452406437283571 değeri bulun-muştur. En etkileyici bölümü olan, el yazma kopyalarında 18 sayfa tutan, sinüs cetvelleri üçer dakikalık (3’) aralıklarla belirlenmiştir. 0º ile 87º arasında belirlenen değerler 9 onda-lık basamağına, 87º’den 90º’ye kadar olan-lar ise 11 ondalık basamağına karşı gelen de-ğerlerdir. Verilen değerler gerçek değerle-re çok yakındır. Örneğin; sin 20º için gerçek değer 0.232020143 iken, buradaki değer 0.232020142 olarak verilmiştir. Ayrıca, trigo-nometrik cetvellerde, 45º’ye kadar her dere-ce için ve 45º’den 90º’ye kadar her 5º için ol-mak üzere sinüs ve tanjant değerleri de bu-lunmaktadır.

Gezegenlerle ilgili cetvellerdeki veriler de, Batlamyus’unki dahil, daha önceki cetveller-den çok daha dakiktir. Örneğin; Venüs için gerçek değer 224º 17’ 30” olup, Zîc’de 224º 17’ 32” değeri verilmiştir. Venüs için olduğu gibi, diğer 4 gezegen için de, iki değer ara-sındaki fark, saniyeleri belirten sayının son rakamındadır.

Uluğ Bey’in yönetiminde yapılan çalışma-larda, gün-tün eşitliği düzleminin açısı, 23º 30’48”olan gerçek değerden az bir sapmayla, 23º 30’17” olarak belirlenmiştir. Ilımların ön-celiminin yıllık değeri de 51.4” olarak belirlen-

mişti. Bu değer de 51.27” olan gerçek değer-den çok fazla bir sapma göstermemektedir.

Zîc-i Uluğ Bey’de 240 kentin enlem ve boylamları cetveller şeklinde verilmiştir. Se-merkand kentinin, günümüzde 39º 40’ k (kuzey) olarak belirlenen enlemi için, 39º 37’ 33” k değeri belirlenmişti.

Zîc-i Uluğ Bey, 17. Yüzyıla kadar yazılmış olan gök bilim katologlarının en mükemmeli-dir ve bu yüzyıla kadar konumsal gök bilimi-nin temel kitabı olarak kullanılmıştır. İranlı, Arap ve İbrani bilim adamları tarafından de-ğişik bölgeler ve yerler (Buhara, Kahire, Del-hi, Tunus) için uygulamaları yapılarak eser-ler kaleme alındı. Çeşitli zamanlarda Arap-ça ve Türkçe’ye çevirildi Osmanlılar’da en çok kullanılan zîc bu zîctir. Mirim Çelebi, el-Şirvanî, İbn Ebu’l Feth el-Sûfî (ölm. 1543) ve Vesim Abbas bin Abdurrahman bin Abdul-lah (1688?-1760) gibi bilim adamlarının Zîc-i Uluğ Bey üzerine çalışmaları vardır. Ayrıca de-ğişik tarihlerde yazılmış yorumları ve özetle-ri vardır. Yorumlardan en ünlüleri, Ali Kuşçu, Mîrim Çelebi ve Bîrcendî tarafından yazılan-lardır. 15. Yüzyıldan 19. Yüzyıla kadar 40 ka-dar gök bilimi kitabında, temel alınarak, kul-lanılmıştır.

Zîc-i Uluğ Bey, İslâm ülkelerinde olduğu ka-dar Batı’da da etkili oldu. Avrupa’da bu cetvel-lere dikkati, eserin bazı bölümlerini yayınlayan, Oxford’da profesör olan John Greaves (1642-1648) çekmiştir. Thomas Hyde (1636-1703) ise zîcin yıldız kataloğu bölümünü, yıldızların Farsça ve Latince adlarıyla birlikte, 1665’de Oxford’ta yayınladı. 17. Yüzyılda, İngiltere’de Greenwich Gözlem evi’ni kuran John Flams-teed (1646-1719) Historia Coelestis Britanni-ca (Britanya Gök Tarihi) adlı eserini hazırlar-ken sabit yıldızlar katalogu için, Batlamyus ve Tycho Brahe’nin katalogları yanında Zîc-i Uluğ Bey’den de yararlanmıştır. Flamsteed’in hazır-ladığı bu katalog, Isaac Newton (1675-1727) tarafından da kullanıldı.

Ünlü alman gök bilimcisi Johan Heinrich von Mädler (1794-1874), 1836 yılında ya-yınlanan 4 ciltlik Ay haritasında gösterdiği kraterlerden birine Uluğ Bey ismini vermişti. Uluslararası Astronomi Birliği de, 1961 yılın-da bu ismi resmen kabul etti.

Page 128:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

128

D ~1360 - Ö ~1435

Kadızâde-î Rûmî

Page 129:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

129

Kadızâde-î Rûmî (~1360 - ~ 1435)

Asıl adı, Salahaddin Musa ise de, Bursa’da kırk yıl kadılık görevi yapan dedesinden dola-yı, Kadızâde diye ün yapmıştır. Bursa’da do-ğan ve Semerkand’da ölen Kadızâde’nin do-ğum ve ölüm tarihleri belirsizdir. İlk eğitimi-ni, aynı kentte kadı olan ve Bursa Manas-tır Medresesi’nde de hocalık yapan Molla Fenârî’den (ölm. 1431) aldı. Eğitimini bura-da tamamladıktan sonra, hocasının teşvikiy-le, özellikle matematik ve gök bilimi konula-rındaki bilgisini artırmak üzere önce Horasan bölgesine, sonra da Semerkand’a gitti. Zira, 15. Yüzyılda, bu bölgelere hükmeden Türk hükümdarların idaresi altında, bilim, felsefe ve kültür hayatı yeni bir uyanış dönemine gir-mişti. Timur’un (1336-1405) başkent yaptı-ğı Semerkand ile çevresindeki Türk kentleri, özellikle Timur’un torunu olan Uluğ Bey za-manında eğitim ve kültür dünya çapında bir aşama göstermiş, çeşitli İslâm ülkelerinden gelen bilginler ve öğrenciler için bir bilim yu-vası hâline gelmişti.

Kadızâde, dönemin önde gelen bilginle-rinden olan kelâmcı, matematik ve gök bilim-ci Seyyid Şerîf Cürcâni’den (ölm. 1413) aldı-ğı dersleri yeterli bulmayarak, Semerkand’a gitti. Burada, Anadolulu olduğu için “Rûmî”

diye tanındı1. Uluğ Bey’in yönetiminde par-lak günler yaşayan kente yerleşen Kadızâde, kısa zamanda Uluğ Bey’in matematik ve gök bilimi konularında özel hocası olduktan kısa bir süre sonra, Semerkand Medresesi’ne baş-müderris (başhoca, “rektör”) olarak atandı. Medresede matematik ve gök bilimi dersle-ri okuttu. Semerkand Gözlem Evi’nin yöne-ticiliğini yapan El-Kâşî’nin ölümü üzerine de 1429‘da Gözlem Evi’nin yöneticiliğine geti-rildi. Kadızâde-î Rûmî, Semerkand Gözlem Evi’nde yapılan gözlemlerin en önemli ürünü olan Uluğ Bey Zîc’inin (Zîc-i Gurganî de denir) hazırlanmasına katkıda bulundu.

Medrese başhocalığı sırasında Kadızâde, eğitim kurumunun özerkliğini ön planda tut-muştu. Öyle ki, Uluğ Bey’in sebepsiz yere Medresenin bir eğitim üyesini azletmesi üze-rine, derslere girmeyerek evine kapanmış ve bu şekilde, bir devlet adamının ilim yuvasına karışmasını adeta protesto etmişti. Bu durum karşısında Uluğ Bey, Kadızâde’yi evinde ziya-ret ederek, ders vermemesinin nedenini sor-duğunda şu tarihi cevabı vermişti: “Biz mü-derrisliği hiç bir kimseye alaka ve irtibatı ol-mayan bir mansıp zanneder ve mansıp ted-risi azil cari olmayan menasibden addeyler-dik. Hâlbuki şimdi bunun da zimamkâranın

kabze-i tasarrufunda olduğunu gördük. Bina-berin bizde emr-i tedristen ferağat eyledik”2. Bunun üzerine özür dileyen Uluğ Bey, azledi-len öğretim üyesini tekrar görevine iade etti. Bu şekilde gönlü alınan Kadızâde de ders ver-meye geri döndü. Bu hareketiyle Kadızâde, siyasî yönetimlerin bilimsel kurumların işleyi-şine karışmamaları gerektiğine dair, devrinde ve hatta günümüzde az görülen bir cesaretle, güzel bir örnek vermiştir.

Kadızâde, buluş, yenilik ve yaratıcılık içe-ren özgün eserler ortaya koymamıştır; mate-matik ve gök bilimi eğitiminde önemli olan, birçok matematik ve gök bilimi eseri üze-rine, yorum ve açıklama eserleri kaleme al-mıştır. Yazdığı eserlerin çoğu Osmanlı med-reselerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. Bunlardan birisi, son dönemlere kadar Os-manlı medreselerinde de okutulmuş olan, Çağmînî’nin el-Mulahhas fî’l-Hey’e adlı ki-tabına yazmış olduğu Şerh el-Mulahhas fî’l-Hey’e adlı yorum kitabıdır. 1412’de yazdığı ve Uluğ Bey’e sunduğu bu eser Kadızâde’nin gök bilimi alanında yazdığı en önemli eseri-dir. Eser, eğitime uygun olmasından dola-yı yaygınlaşmış ve Osmanlı Medreselerinde “orta düzeyli” gök bilimi ders kitabı olarak okutulmuştur. Bu eser, gök bilimi alanında,

Page 130:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

130

Semerkand’ın kuzey-doğusunda bulunan Şah-ı Zinde anıtkabrinden bir görünüş.

Page 131:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

131

Osmanlılarda en çok işlenen kitaplardan bi-risi olup, 15. ve 20. Yüzyıl arasında yapılmış 300’ü aşkın yazma kopyası vardır. Eser üze-rine 15 ve 16. Yüzyıllarda pek çok yorum ve açıklama yazılmıştır. Kadızâde’nin yorumuna, Fatih Sultan Mehmet’in isteği üzerine Sinan Paşa’nın (ölm. 1482) yazarak Fatih’e sundu-ğu, Abdülalî el-Bircendi (ölm. 1528) ve Abdur-rahman Cebertî’nin (ölm. 1774) açıklamala-rından başka, Osmanlı gök bilimcileri tarafın-dan yazılan, üçünün yazarı bilinmeyen 5 yo-rum daha vardır. Eser, Fatih’in emriyle, Ham-za İbn Hacı İbn Suleyman tarafından Tercüme el-Mülahhas fî’ilm el-Hey’e adıyla Farsça’ya çevirildi. Kadızâde’nin eserinin bütünü üzeri-

ne yazılan yorumların yanında, bazı bölümler üzerinde de tanınmış bilginlerce yorumlar ya-zılmıştır. Bunlardan Mîrim Çelebi (ölm. 1525) ve Nebi Efendizâde (ölm. 1786), eserin kavs-i kuzah (Gök kuşağı) ile el-tezârîs el-Tedaris (“dünyadaki en yüksek dağın yeryüzünün ça-pına oranı”) bölümleri üzerine yorum yaz-mışlardı. Hint gök bilimcilerinden İmamüddin İbn Lütfullah el-Mütekadim’in, Kadızâde’nin yorumuna yazdığı yorumun Hindistan’daki çalışmalara etkisi olduğu bilinmektedir. İlki 1854’de Hindistan’da olmak üzere, Tahran (1869), Lucknow (1873, 1885), Delhi (1875, 1895 ve 1898) ve İstanbul’da (1879) basıl-mıştır. Şerh el-Mulahhas fî’l-Hey’e’nin gördü-

ğü bu rağbete bakarak, eseri “Osmanlı Al-magesti” diye adlandırmak pek yanlış olmaz.

Kadızâde-î Rûmî, matematik alanında da, kendisinden önceki matematikçilerden bazı-larının eserlerinin yorumunu yapmıştır. Bun-lardan Eşkal el-Tesîs adlı eseri geometri ala-nında Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. Kadızâde’nin, gök bi-limiyle ilgili, özgün sayılabilecek matematik kitabı Risâle fî İstihrâc-il-Ceyb derece vahide adlı trigonometri eseridir. Bu eser Kâşî’nin, 1º’lik bir açının sinüsünün hesaplanması için geliştirdiği cebirsel yöntem hakkında bir yo-rumdur. Yazar, Kâşî’nin yöntemini genelleş-tirmiş, kanıtlama ve uygulama biçimini sade-leştirmiş, daha kolay anlaşılır bir hâle getir-miştir. Risâle fî istihrâc’da bulunan değer, sin 1º= 0,017452406437283’e eşdeğer olup, günümüzde kullanılan değere eşittir.

Türk Bilim Tarihi’nin büyük ismi Salih Zeki Bey, Kadızâde’nin zamanının en cid-di ve gerçek gök bilimcisi olduğunu överek, eserlerinde o zamanlar çok beğenilen ve ge-çerli olan, yıldızbilimine ait bir tek satırın bile bulunmadığını söylemiş ve bunun için Os-manlı Türklerinin ilk gerçek gök bilimcisi sa-yılması gerekir demiştir.

Kadızâde, çalışmalarını ve eserlerini Os-manlı topraklarında koymamasına rağmen; Türkistan’da yetiştirdiği öğrencilerini, öğren-cilerinden Fethullah Şirvanî’nin (1417-1486) Şerh el-Tezkire fî İlm el-Hey’e adlı eserinde belirttiği gibi, özellikle Osmanlı Ülkesi’ne git-meye teşvik etmiştir. Bu öğrencilerden olan ve daha sonra İstanbul’a gelenlerden biri-si de Ali Kuşçu’dur (ölm. 1474). Şirvanî de, Anadolu’ya gelerek, başta Kastamonu ol-mak üzere çeşitli medreselerde Semerkand matematik-gök bilimi okulunun birikimini ak-tarmıştı. Başta bu iki gök bilimci olmak üze-re, Kadızâde’nin Anadolu’ya gelen öğrenci-leri, matematik ve gök bilimini bu topraklar-da yaymışlardır. Bu yüzden Taşköprülü-zâde (1495-1561), Osmanlı bilim ve kültür dünya-sından 502 seçkin kişinin hayat hikayelerini yazdığı, el-Şekâik-el-Numaniyye adlı eserinde Kadızâde’yi Osmanlı bilginlerinin en önemli-lerinden biri olarak kaydetmiştir.

Semerkand’da vefat eden Kadızâde’nin naaşı, Uluğ Bey’in hocasına karşı duyduğu büyük saygının bir ifadesi olarak, Şah-ı Zinde3 (Yaşayan Şah) anıtkabirine defnedildi.

Page 132:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

132

Ö 1474

Ali Kuşçu

Page 133:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

133Ali Kuşçu ( ölm. 1474)

Türk-İslâm dünyasının önde gelen bir gökbilimci, matematikçi ve kelam bilgini olan Alâeddin Ali bin Muhammed el-Kuşçî’nin Maveraünnehir’in neresinde ve ne zaman doğduğu bilinmiyor. Babası Muhammed, ünlü Türk Sultanı ve bilim adamı Uluğ Bey’in “doğancı başısı” olduğu için, ailesi ‘Kuşçu’ lakabıyla tanınıyordu.

Küçük yaştan itibaren matematik ve gök bilimine ilgi duyan Ali Kuşçu, Semerkand’da devrin en büyük bilim adamları olan Kadızâde-i Rumî, Gıyâseddin Cemşîd el Kâşî; Uluğ Bey ve Muînuddîn el-Kâşî’den matema-tik ve gök bilimi dersleri aldı. Aldığı dersle-ri yeterli görmeyen Kuşçu, daha sonra bilgi-sini artırmak için Kirman’a gitti; Hall-ü Eşkâl-i Kamer (Ay evrelerinin Açıklanması) adlı kısa bir kitap ile Tûsî’nin Tecrid el-Kelam (Sö-zün Sadeleştirilmesi) adlı eserini yorumlaya-rak Şerh-i Tecrîd adlı eserini yazdı. Kirman’da öğrenimini tamamlayarak Uluğ Bey’in yanı-na döndü ve Semerkand Gözlem Evi’nin mü-dürü Kadızâde ölünce gözlem evine yönetici olarak atandı.

Semerkand Gözlem Evi’nin genç yöneti-cisi Kuşçu ve arkadaşları, bilimsel gerçekle-re yenilerini katacak gözlemler ve kuramsal çalışmalar yapıyordu. Bu çalışmalar, gözlem-lerle kontrol edilebilen, değişmez kuralların ve ilkelerin belirlenmesine yarıyordu. Gözlem evinde yapılan çalışmalarla, zamanın en doğ-ru sonuçları elde ediliyordu.

Uluğ Bey’in ölümünden sonra meydana gelen karışıklıklar ve sürekli hükümdar deği-şiklikleri, Sultan’ın koruması altında çalışan bi-lim adamlarını çok rahatsız etmişti. Huzur ve bilime saygı gösterilen bir ortam arayan bilim adamları, Horasan’dan, Maveraünnehir’den ve Azerbeycan’dan göç etmeye başlamış-lardı. Otuz yıla yakın Semerkand’da çalışmış olan Ali Kuşçu da ailesi ve bazı öğrencileriyle birlikte, kentten ayrılarak Taşkent’e göçtü. Bir süre burada kaldıktan sonra, Herat’a yerleşti. Burada, 20 yıla yakın, Timurlular Devleti’nin Sultanı Ebu Said’in yanında bulundu. Ebu Said, Akkoyunlular Padişahı Uzun Hasan’a (1423-1478) yenilince, Kuşçu Tebriz’e geçti (1469). Uzun Hasan kendisine büyük saygı gösterdi. Fatih Sultan Mehmet’in bilgin oldu-ğunu, bilginlere büyük saygı gösterdiğini bi-len Uzun Hasan, Kuşçu’yu, Akkoyunlular ile

Osmanlılar arasında bir barış antlaşması sağ-lamak üzere, İstanbul’a elçi olarak gönder-di.1

Ali Kuşçu, Fatih’ten büyük iltifat gördü. Çünkü, Semerkand Medresesi’nde ve Göz-lem Evi’ndeki çalışmalarından, bu kentten çok uzaklarda bulunan İstanbul’daki hüküm-darın haberi vardı. Eserleri Saray’da olduğu kadar İstanbul’un ilim çevrelerinde de bili-niyordu.

Fatih Kuşçu’ya, Osmanlı başkentine ge-lerek, bilgisiyle İstanbul medreselerinde ilim heveslisi gençleri yetiştirmesini teklif etti. Ama, dürüst bir ilim adamı olan Ali Kuşçu, beklemediği bu iltifata, “Hünkârım izin ve-rirlerse önce Tebriz’e döneyim. Çünkü bura-da bulunuşumun gerçek sebebi, Akkoyunlu Hükümdarı’nın elçisi olmamdır. Elçiye zeval olmaz. Gerektir ki, hünkârımın lütûfkâr dave-tini kabul etmeden önce vazifemi iyi bir sonu-ca ulaştırdığımı, beni gönderen, bana güven-miş olan insana bildireyim...” Ali Kuşçu’nun bu özürünü beğenerek kabul eden Fatih, bu bilgin ve bilgin olduğu kadar da mert ve ahlâklı olan insanı, bir süre daha misafir et-tikten sonra kendisine izin verdi. Değerli bil-gin Ali Kuşçu, sözünü tuttu. İki yıl sonra, ai-lesiyle ve öğrencileriyle birlikte Tebriz’den İstanbul’a hareket etti. Fatih; sınırda karşıla-narak İstanbul’a kadar geçecek yolculuğu-nun her günü için 1000 akçe yolluk verilme-sini ve İstanbul sınırında törenle karşılanma-sını emretmişti. Ali Kuşçu, 200 akçe maaşla, Ayasofya Medresesi’ne profesör olarak atan-

Ali Kuşçu, Fatih Sultan Mehmet’e Fethiyye adlı eserini sunarken

Page 134:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

134

Hülasatü’l- Heye yazmasında tutulmalar çizimi.

Page 135:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

135

dığı gibi, Padışahın özel kitaplığının yönetici-liğine de getirildi (1472).

Ali Kuşçu’nun İstanbul’daki yaşamı çok kısa olmasına rağmen etkisi önemlidir; çün-kü onun çalışmaları sonucunda, İstanbul Medreselerinde, özellikle Gök bilimi ve mate-matik alanında büyük gelişmeler görülmeye başlanmıştır. Semerkand Medresesi ile Göz-lem Evi’nin deneyimine sahip olan bilginin te-siri ile Fatih dönemi medreselerinin vakfiye-lerinde bir değişiklik meydana gelmiştir. Fa-tih, müderrislerin naklî ilimlerde olduğu gibi aklî ilimlerde uzmanlık sahibi olmaları zorun-luluğunu getirmişti. Ali Kuşçu, yalnız yazdığı eserlerle değil, verdiği eğitim ve öğretim ile de dönemini aşan bir bilgindi. Verdiği ders-ler çok rağbet görmüş, İstanbul’un ünlü bilim adamları da matematik ve gök bilimi ders-lerini izlemişti. Kuşçu, beşi İran’da beşi de İstanbul’da olmak üzere, adı bilinen, 10 öğ-renci yetiştirmiştir. Gök bilimine verdiği önem sonucu, Osmanlı topraklarında, Hoca Sinan Paşa, Molla Lütfi ve Mehmed (Mirim) Çele-bi gibi kıymetli gök bilimcilerinin yetişmesine

yol açmıştır.

Ali Kuşçu, matematik, gök bilimi, dilbi-limi, kelâm gibi, çeşitli konularda çalışmalar yapmış ve eserler vermiş bir bilgindir. Yazdığı yorum eserleri genelde, orijinallerinden daha fazla popüler olmuştur. Kendi eserlerine ve yazdığı yorumlara da, çok sayıda yorum yazıl-mıştır. Pek çoğu medreslerde okutulmuş olan eserlerinin binlerce kopyası günümüze kadar gelmiştir. Kuşçu’nun gök bilimi ve matema-tik dışında kalan konularla ilgili eserlerinden yalnızca, Tûsî’nin el-Tecrît el-Kelâm adlı eseri-ne yazdığı yorum olan, Şerh-i Tecrît el-Akaid (İnançların soyutlanması üzerine yorum) ese-rine kısaca değinmek gerekir. Çünkü, mate-matiksel bilimlere büyük önem veren Semer-kand okulunun bakış açısını özümsemiş olan Kuşçu’nun, bu eserde ileri sürdüğü görüşleri yazdığı gök bilimi eserlerine yansımıştır.

Kuşçu’nun eserleri hem Doğu ve hem de Batı’daki etkileri açısından önemlidir. Eserin bir bölümü bilim tarihcisi F. C. Ragep tarafın-dan incelenmiş, eserin gök bilimi ve fizik açı-sından önemi vurgulanmıştır; “...gök bilimi-

nin Aristo fiziğine olan bağımlılığından vaz-geçmesi gerektiği şeklinde, beklenmedik bir sav ortaya koyar. Üstelik, bundan daha şa-şırtıcı olanı; Yer’in hareketsizliğini kanıtla-yan yeterli gözlemsel verilerin olmaması ve Aristo’nun alışılmış felsefî savlarına bağlı kal-mayı da istememesinden dolayı, Yer’in hare-ketli olmasının olası olduğu savını ileri sür-mesidir”. Bilginin bu görüşlerinin, Doğu ve Batı bilim dünyasında etkileri olduğu, özel-likle de G. Peurbach, J.Regiomontanus ile Kopernik’in çalışmalarında etkileri olduğu belirtiliyor.

1. Risâle der ’İlm-i Heye (Gök Bilimi Ki-tabı); 1458’de Semerkand’da Farsça yazılan eser, geometri ve fiziğin ilkeleri hakkında bir giriş bölümü ile iki kitaptan oluşmaktadır: 1. kitapta; küresel gök bilimi, evrenin yapısı ile Güneş, Ay ve gezegenlerin hareketi, 2. kitap-ta; coğrafya, kronoloji, kıblenin belirlenme-si, Güneş, Ay ve gezegenlerin büyüklükleri ve Yer’e olan uzaklıklarının belirlenmesi konuları ele alınmıştır. Eser, Sanskritçe’ye, Özbekçe ve Rusça’ya çevirilmiştir.

Ali Kuşçu’nun Fethiye adlı eserinden iki şema.

Page 136:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

136

Abdullah Perviz'in Ali Kuflçu'nun İlm-i Heyet’e ilişkin iliflkin Farsça risalesinin tercümesi, Mirkat’ül Sema adl› yazmas›ndan eksantirik yörünge çizimleri.

Page 137:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

137

Eserin, 16. Yüzyılda Müslihiddin el-Larî (ölm. 1574) tarafından Şerh-i Risâle der İlm-i Heye adıyla Farsça yazılmış bir yorumu yapıl-mıştır. Ayrıca, Molla Abdullah Perviz (ölm. 1579) tarafından, Mirkât el-Semâ (Göğün Basamakları) adıyla Türkçe’ye çevirilmiştir.

El-Risâle el-Fethiyye; Risâle der ’İlm-i Hey’e’nin Arapça çevirisidir. Kuşçu bu eseri-ni Fatih’e sunmuştur (1473).2 Ali Kuşçu bu eserinde, ekliptik düzleminin eğimini 23º 30’ 17” olarak belirledi. Bugün kullanılan değe-rin 23º 27’ 00” olduğu göz önüne alındığın-da, Kuşçu’nun gök bilimindeki üstün bilgisi-nin varlığı daha da belirginleşiyor.

Osmanlı medreselerinde orta derece ders kitabı olarak uzun süre okutulmuş olan bu gök bilimi ve matematiksel coğrafya eseri-nin çok sayıda kopyası vardır. Esere, 1485’de Sinanüddin Yusuf (ölm. 1506) ve Kuşcu’nun torunu Mîrim Çelebi tarafından, Arapça yo-rumlar yazılmıştır. Ayrıca, 1527 ile 1824 yıl-ları arasında yapılan üç Türkçe çevirisi vardır. 1824’de Seyyid Ali Paşa’nın (ölm. 1845) yap-mış olduğu çeviri Mekteb-i Mühendishane’de okutuluyordu.

2. Şerh-i Zîc-i Uluğ Bey, Uluğ Bey Zîci üze-rine Farsça yazdığı bir yorum kitabıdır. Semer-kand Gözlem Evi’nin “Sâhib-i Raşad” (Göz-lem Şefi) olarak bir süre hazırlanmasına ka-tıldığı Zîc’i eleştirel bir tavırla yorumlamış ve yanlışların varlığına işaret etmiştir.

3. Fâide fi Eşkâli Utârid (Merkür’ün Bi-çimleri); Arapça olan bu eserin Risale fî Hall

el-Eşkâl Muaddil el-Kamer li’l-Mesîr adlı eser-le aynı olduğu sanılıyor. Kuşçu, bu kuramsal eserinde, Batlamyus’un Merkür ile ilgili görüş ve düşünçelerini eleştirerek düzeltmektedir.

4. Risale fî Hall Eşkâl Muaddil li’l-Mesîr (Ekuant Sorununun Çözümlenmesi Üzerine); eserde, Batlamyus’un Merkür kuramı eleşti-rilmekte, aynı zamanda yeni bir model orta-ya konmakta.

5.Risale fî Asl el-Hâric Yumkinu fî-Sufliyyeyn (İç Gezegenler için Eksantrik kura-lı); bu kuramsal eserde, Merkür ve Venüs ge-zegenleri için dışmerkezli çemberlerin kulla-nılmasını ortaya atarak, bu düşüncenin Bat-lamyus ve onu izleyen, el-Şirâzî gibi pek çok gök bilimcinin düşüncelerine aykırı olduğunu söylemektedir.

7. Şerh el-Tuhfe el-Şâhiyye fî el-Heye; el-Şirâzî’nin el-Tuhfe el-Şâhiyye adlı ünlü gök bilimi eserinin, başından daireler bölümüne kadarının, yorumudur.

Matematik kitapları:

1.Risâle der İlm-i Hisâb adıyla Semerkand’ da yazdığı Farsça eserini Arapça’ya el-Risâle el-Muhammediye fî el-Hisâb adıyla çevirerek 1472’de Fatih’e sundu. Bu kitaplar, medre-selerde orta dereceli ders kitabı olarak oku-tuldu.

2. Risâle fî enne küllü m risâle mâ yusta-melu bi’l şekleyn el-mugnî ve el-zıllî yumki-nu an yustamelu bi’l-mıstara ve el-fercâr min gayrı hisâb; Sinüs ve tanjant denklemlerinde

bilinmeyen değerlerin cetvel ve pergel yardı-mıyla bulunması konusundadır.

3. Risâle fî istihraç makâdîr el-zevâyâ min makâdîr el-adla; Küresel üçgenlerde, kenarla-rın uzunluklarının bilinmesi durumunda, açı-ların belirlenmesine ilişkindir.

4. Risâle fî el-kavâid el-hisâbiyye ve el-dalâi el-hendesiyye; el-Kâşî’nin eserinin yorumudur.

5. Risâle-i kusûr (Kesirler kitabı) Hulâsat el- hisâb (Aritmetiğin Özeti) Risâle der Hisâb u handasa (Aritmetik ve geometri kitabı)

Ali kuşçu, İstanbul’un enlem ve boyla-mını belirlemek üzere de çalışmalar yapmış-tır. Kendisinden önce, 41º14’ olarak belirlen-miş olan enlem değerini kabul etmişti. Buna karşılık, kendisinden önce 60º olarak belirlen-miş olan boylamı 59º olarak ölçmüştür. Gü-nümüzde, 41º 01’ ve 57º 56’ olarak kabul edilen değerlere olan yaklaşıklık açıktır.

Kuşçu’nun, eğitim ve araştırma çalışmala-rına ek olarak, İstanbul’da ilk Osmanlı güneş saatini yapmış olduğu çeşitli kaynaklarda ile-ri sürülmektedir. 1473 yılında Fatih Camisinin sağ minaresinin peteği altındaki güneş saa-ti ile Topkapı Sarayı avlusundaki yatay güneş saatinin Kuşçu tarafından yapıldığı sanılıyor.

Osmanlı gök bilimine önemli katkıları olan büyük bilgin Ali Kuşçu, 16 Aralık 1474 tarihinde İstanbul’da ölmüş ve Eyüp Sultan Türbesi civarına gömülmüştür.

Ali Kuşçu’nun Fethiye adlı eserinden.

Page 138:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

138

D 1475 - Ö 1525

Mîrîm Çelebi

Page 139:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

139

Mirim Çelebi (1475-1525)

Mirim Çelebi diye tanınan Mahmud ibn Muhammed el-Rûmî, Osmanlı Devleti'nde, Kadîzade-i Rûmî ve Ali Kuşçu'dan sonra yeti-şen en önemli matematikçi ve gök bilimcileri-nin başında gelir.

Mirim Çelebi , dedesi Hocazâde (ölm. 1495 ) ve Sinan Paşa (ölm. 1486) gibi dö-nemin önemli bilim adamlarından ders aldı. Mezun olduktan sonra, Gelibolu, Edirne Taş-lık ve Bursa Manastır Medresesi medresele-rinde ders verdi. Özellikle gök bilimi ve ma-tematik konularında döneminin en tanınmış bilim adamı idi. Sultan II. Bayezid’e matema-tik ve gök bilimi dersleri verdi. 1519’da, Ya-vuz Sultan Selim döneminde, Anadolu kazas-kerliğine getirilen Mirim Çelebi , kısa bir süre sonra azledilerek emekliye ayrılınca, Edirne'ye yerleşti. 1525’de burada öldü.

Mirim Çelebi , bilimsel açıdan, genelde dedeleri Kadızâde-i Rûmî ile Ali Kuşçu'nun temsîl ettiği Semerkand okulunun çizgisini iz-lemiştir. Özellikle Ali Kuşçu'nun, İstanbul'da başlattığı kuramsal gök bilimi çalışmalarını Semerkand Okulu’nun yöntemleri ve konu-ları çerçevesinde devam ettirmiş; bu okulun ele almış olduğu konulara, ayrıntılarda katkı-lar yapmıştır.

Mirim Çelebi , eserlerini, döneminin bilim dilleri olan Arapça ve Farsça yanında Türkçe olarak da yazmıştır. Günümüze ulaşan eserle-rinin çoğu gök bilimi, optik ve yıldızbilimi ko-nularında olan Mirim Çelebi , ele aldığı konu-ları, geniş bir matematik analizini yaparak iş-lemiştir. En değerli eserleri gök bilim konusun-da olanlarıdır:

1. Şerh el-Fethiyye fi 'İlm el-Hey'e: Mirim Çelebi 'nin kuramsal gök bilimi konusunda-ki en önemli çalışması, Ali Kuşçu'nun El-Risâle el-Fethiyye adlı eserine yazdığı yorumdur. Ya-zar, bu eserine, Batlamyus’un Merkür ve Ay

modellerine ilişkin sorunları inceleyeceği bir bölüm ekleyeceğini belirtir. Böyle bir ek bö-lümünün bir kopyası henüz bilinmemektedir. Yine de, bu kayıt, Mirim Çelebi 'nin Koper-nik modeline giden yolda, Ali Kuşçu gibi, kla-sik gök biliminin en önemli iki sorunuyla uğ-raştığını, Semerkand Okulu’nun bu konuda-ki çalışmalarını sürdürdüğünü göstermektedir.

2. Düstûr el-'Amel ve Tashîh el-Cedvel (İş-lemin İlkesi ve Cetvelin Düzeltilmesi): Mirim Çelebi 'nin en önemli gök bilimi kitapların-dan birisi olan bu eser, 1499'da tamamladığı, Zîc-i Uluğ Bey'in Farsça yorumudur. Bu eserini Sultan II. Bayezid'a sundu. Bu yorum eserinde Mirim Çelebi , Cemşid el-Kaşî'nin Zîc-i Hâkânî der Tekmil-i Zic-i İlhanî ile Ali Kuşçu'nun Şerh-i Zîc-i Uluğ Bey adlı eserlerinden de ya-rarlandı. Öğretici bir yaklaşımla yazılmış olan eserde, Mirim Çelebi , bir derecelik açının si-nüsünün hesaplanmasında, Kadızâde ve Ali Kuşçu’nun çalışmalarına dayanan, geçerli beş çözüm yolunu örneklerle gösterdi.

Günümüze 30’u aşkın kopyası erişen Dustûr'un, Osmanlı gök bilimcileri tarafından yaygın bir şekilde kullanıldığı biliniyor.

2.Risale fî Mes'elet el-Tedaris: Kadızâde'nin Şerh el-Mulahhas fi 'İlm el-Hey'e el-Basita adlı eserinin 'tedaris', yani 'dünyadaki en yüksek dağın yerkürenin çapına oranı', konusunu ele alan çalışmasında Mirim Çelebi sorunu geo-metri ve hesap yardımıyla çözdü.

3. Risâle fî Halli ‘Ukadi Ba’z el-Mevâzi’ el-Mu’zilâ mîn Ta’dil el-Ulûm (????): Sadr el-Şari’a el-Sani’nin (???) Ta’dil el-Ulûm (Bilim-lerin Tadili ??? Değişiklik/Düzeltme/Onarım/?) adlı eserinin gök bilim ile ilgili bölümlerine yaptığı yorumları içeren bir eser. Mirim Çelebi bu eserini de Sultan Bayezid’e sundu.

4. Şerh-i Zïc-i İlhanî li’l Tûsî, Tûsî’nin Zîc-i İlhanî adlı çalışmasına yazdığı bir yorum eseridir.

5. Risâle fï’l-Rub al-Muceyyeb (Altmış-

lık Sinüs Kadranı İnceleme Kitabı). Bu gözlem

âletinin yapımı ve kullanımı hakkında bir eserdir.

6. Risâle el-Ceyb el-Câmi’a (Altmışlık Si-

nüs Kadranı Hakkında Genel İnceleme Kitabı);

1494’de yazılan 16 bölümlük bu eser de Sul-

tan Bayezid’e ithaf edilmiştir.

7. Risâle-i Rub-i Câmi’a (Çift Kadran Hak-

kında Genel İnceleme Kitabı); takvim konusu

ele alınmıştır.

8. Risâle der Mâ’rifet’Amel bi’l-Rub’ el-

Şikazî, çift kadranlı usturlab ile yapılabilecek

gözlemlerle ilgili bilgiler içermektedir.

9. Risâle der şikazî ve-Zerkale ez Alât-ı

Rasadîyye; el-Zerkalî'nin icad ettiği Zerkalî us-

turlabı ve çift kadranlı usturlab adlı gözlem

âletlerini inceleyen ve gözlemler için nasıl kul-

lanılacaklarını açıklayan bir eserdir. Mirim Çe-

lebi ’nin Farsça yazılmış olan bu hacimli ese-

ri, bu iki gözlem âletinin tarihi, gökbilimsel ve

matematiksel özelliklerinin tanıtılması açısın-

dan son derece önemlidir.

10. Risâle fî Semt el-Kıble; bu eser, değişik

yerüzü konumlarında, kıblenin gök bilimsel-

matematik hesaplamalarla nasıl belirlenebile-

ceği konusunda yazılmış bir araştırmadır.

11. Risale fî el-Hâle ve Kavsi Kuzah (Gök-

kuşağı ve Hâle Kitabı): Mirim Çelebi , özellikle

optikle ilgili olan bu eserinde, görme olayı, ışık

ile ışığın yayılımı, kırılımı, renkler, gökkuşağı ve

hâle'nin oluşumu gibi olayları incelemiştir.

Mirim Çelebi , müsbet bilimlerdeki eserle-

rinin yanında, döneminin isteğine uyarak, El-

Makâsid adıyla yıldızbilimiyle ilgili bir kitap da

yazmıştır. Eserlerinin çoğunun üzerinde henüz

araştırma yapılmadığı için, içerikleri hakkında

pek fazla bilgi yoktur.

Page 140:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

140

D ... - Ö 1571

Muvakkit Mustafa

ibn Ali

Page 141:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

141

Muvakkit Mustafa (ölm. 1571)

16. Yüzyılda, Kanunî Sultan Süleyman dö-neminde yaşamış, gök bilimi alanında yetiş-miş önemli Osmanlı gök bilimcilerinden olan Muvakkit Mustafa ibn Ali’nin hayatı hakkın-da çok kesin bilgilere sahip değiliz. Uzun süre İstanbul’da Sultan I. Selim Camiinde muvak-kitlik yapmıştı. Bu görevinden ötürü “Koca Saatçi” adıyla ünlenmişti. Daha sonra, Sultan II. Selim tarafından başmüneccim (Baş Yıldız-bilimci) seçilince, Müneccimbaşı Mustafa Çe-lebi adıyla tanınmıştır. Eserlerinin hemen hep-si gök bilimiyle ilgili olan Muvakkit Mustafa, vakit belirleme konusunda, bir kaçı Arapça geri kalanı Türkçe olan, 24 eser hazırlamıştır. Sade bir Türkçe ile yazılmış eserleri özgün ol-mayıp, çeviri ve derlemelerden, özellikle mu-vakkitlerin gereksinim duydukları bilgilerin derlenmesinden oluşmuştur.

Koca Saatçi genel olarak gök gözlem âletleriyle ilgili Türkçe eserleriyle tanınır. İlk

eseri, Kanunî Sultan Süleyman’nın sadraza-mı Makbul/Maktul İbrahim Paşa’ya sundu-ğu, Türkçe olarak kaleme aldığı Ferah Feza adlı kitabıdır. Burada, kendi icadı olan “rub’-ı âfâkî” (“Ufuklar için sinüs kadranı”) adlı âletin kullanılışından söz eder. Bu eserin 40 civarında yazma kopyası vardır. Rub’-ı Mu-kantara (Rubu Tahtası’nın üstüne gökyüzü-nün izdüşümünün çizildiği yüzü) ile ilgili ese-ri ise 1529’da Türkçe yazdığı, Kifâyet el-Vakt lî-Ma’rifet el-Dâ’ir ve Fazlihî ve el-Semt (“dö-nüşünü, fazlalığını ve azimutu belirlemek için yeterli zaman”) adlı kitaptır. Yazar, mukanta-ra adı verilen âleti tanıtır ve bununla ölçüm-lerin nasıl yapılacağını anlatır. Eser, bir giriş ile 12 bölümden oluşmuştur. Eserin sonun-da 10 Osmanlı kentinin enlem ve boylamla-rı verilmiştir. Yaklaşık 120 kopyasının günü-müze ulaşmış olmasından, bu eserin çok be-ğenildiği ve elden ele dolaşmış olduğu anla-şılmaktadır.

1531 yılının Aralık ayında tamamladığı,

İstanbul’un enlemine göre ekvatoryal çem-berin hesaplanması ile ilgili, Risâle fî Hall-i Da’ire-i Muaddilü’l-Nehar adlı eserini Ayas Paşa’ya sundu. Bu eserin de yaklaşık 20 yaz-ma kopyası Türkiye kütüphanelerinde bulun-maktadır.

Arapça yazdığı Risâla fi’l-Amâl bi’l Rub’ al-Mucayyab, Risâla fî Ma`arifat al Sa`at ve Risâla-i A`mal-i Asturlab adlı eserleri ile yine rub’-ı müceyyeb, usturlab, zatü’l kürsü gibi gözlem âletlerinin yapımı ve kullanımı ile ilgi-li pek çok eserinden bazılarıdır.

Muvakkit Mustafa’nın 1525’de Türkçe kaleme alarak Kanunî’ye sunduğu, İ’lam el-‘İbad fî A’lam el-Bilâd adlı eseri de çok tanın-mıştır. Burada, Çin’den Fas’a kadar olan böl-gede bulunan 100 tanınmış kentin, İstanbul’a kuş uçuşu uzaklığı, en kısa ve en uzun günle-ri ve kıble sapması değerleri gibi coğrafya ve gök bilimi ile ilgili bilgiler verilmiştir.

Muvakkithane

Page 142:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

142

D 1526 - Ö 1584

Takiyüddîn

Page 143:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

143

Takiyüddîn el-Râsid (1526-1585)

14 Haziran 1526 yılında Şam'da do-ğan Takîyüddîn el-Râsid bin Muhammed bin Mâ'rûf, Osmanlı Devleti’nin yetiştirdiği Türk gök bilimci ve matematikçilerinin en önem-lisidir. 1526’da Kahire’de doğan Takîyüddîn, 1585’de İstanbul’da vefat etmiştir.

Şam’daki Sibâiyye ve Takaviyye medrese-lerinde müderris olan babası Mehmed bin Mâ'rûf başta olmak üzere, Şam ve Mısır’daki bilim adamlarından çeşitli konularda ders aldı. Matematik konularını Şihabeddin el-Gazzî’den, gök bilimi konularını ise Muham-med bin Ebü’l Feth el-Sûfî’den (ölm.~1543) öğrenmişti. Takîyüddîn, eğitimini tamamla-dıktan sonra, kısa bir süre Şam’da müderrislik yaptı. 1550 yılı civarında İstanbul’a geldi. Dö-nemin ünlü bilginlerinin toplantılarına katıla-rak bilgisini arttırdı. Daha sonra Mısır’a döne-

rek, Kahire'deki Şeyhuniyye ve Sarğıtmişiyye medreselerinde müderris oldu. Sadrazam Se-miz Ali Paşa döneminde İstanbul’a geldi, Edir-nekapı Medresesi'nde kısa bir süre müder-rislik yaptı. Ali Paşa’nın Mısır’a vali atanma-sı üzerine, Mısır'a dönerek müderrislik ve ka-dılık yaptı. Sultan II. Selim devrinde, kazasker ve Mısır Kadısı olan Abdülkerim Efendi’nin ve onun babası, Ali Kuşçu ve Hocazâdenin to-runu Kutbeddîn’in oğlu olan Kutbeddînzâde Mehmed teşvikiyle, Takîyüddîn matematik ve gök bilimi alanında yoğun bir şekilde çalış-maya başladı. Kutbeddînzâde ona Ali Kuşcu, Çemşid el-Kâşî ve Kadızâde-i Rûmí’nin mate-matik ve gök bilimi ile ilgili eserleri ile gözlem âletleri konusundaki bazı kitapları sağladı. Takîyüddîn el-Râsid, ilk gözlem çalışmalarına, 25 metre derinlikteki bir gözlem kuyusuna1 monte ettiği bir gözlem âletiyle, Mısır’da baş-ladı ve ilk eserlerini de burada yazdı.

1570 yılında, dönemin bilim ve sanat mer-kezi olan İstanbul'a dönen Takîyüddîn, bir yıl sonra Müneccimbaşı Mustafa Çelebi’nin ölü-mü üzerine, Sultan II. Selim (dönemi 1566-1574) tarafından Müneccimbaşı olarak atan-dı. Bu arada dönemin ünlü bilgini ve Saray’ın itibarlı kişisi Hoca Sâdeddin Efendi’nin yakın dostluğunu ve koruyuculuğunu da kazandı.

Takîyüddîn’in bilimsel çalışma ve hizmet-ler 6 başlık altında toplanabilir:

1. İstanbul Gözlem Evi’ni kurması ve bu-radaki bilimsel çalışmaları yönetmesi,

2. Meraga ve Semerkand gözlem evlerin-de kullanılan gözlem âletlerini geliştirmesi ve yeni gözlem âletleri icad etmesi,

3. Matematik konusundaki eserleri,

4. Gök bilimi konusundaki eserleri,

5. Optik konusundaki eserleri,

6. Mekanik konusundaki eserleri.

İstanbul Gözlem Evi’ni kuruluşu ve yapılan bilimsel çalışmalar

Takîyüddîn, Sidrâtü Muntehe’l-Efkâr adlı Zîc’inde, İstanbul’daki gözlem çalışmalarına 1573 yılında on beş yardımcısı ile birlikte baş-ladığını yazmıştır. Galata Kulesi’nde küçük gözlem âletleriyle yapılan gözlem çalışmala-rı, Sadrazam Sokollu Mehmed Paşa ve Sul-tan III. Murad’ın (dönemi 1574-1595) hoca-sı Hoca Sâdeddin Efendi’nin dikkatlerini çek-

mişti. Bu durumdan yararlanan Takîyüddîn, Uluğ Bey Zîc’inin yeni gözlemlerle düzeltil-mesi gerektiğini, çünkü o Zîc’e göre yapılan hesapların sonuçlarının her zaman doğru çık-madığını belirten raporunu Sâdeddin Efendi-ye sundu. Sultan’ın katında sözü geçer olan Sâdeddin Efendi, bu rapora önem vererek, İstanbul’da Tophane sırtlarında bir gözlem evi kurulması için III. Murad’tan izin aldı. Sul-tan bir fermanla, gözlem evinin hemen yapıl-masını emrettiği gibi, yöneticiliğine ve yapı-mına da Takîyüddîn’i atadı. Tophane sırtların-da, bugünkü Fransız Konsolosluğu’nun (eski “Fransız Elçilik Sarayı”) bulunduğu yerde, ya-pımına 1575’de başlanan gözlem evinin yapı-mı 1577’de tamamlandı. Gök bilimi ve mate-matik alanındaki önemli eserler ve âletler bu gözlem evinde toplandı.2

Takîyüddîn, 1573 yılından İstanbul Göz-lem Evi’nin 22 Ocak 1580’de yıkılışına kadar, İstanbul’da yaklaşık yedi yıl gözlem çalışmala-rı yapmıştır. İstanbul Gözlem Evi’nde yapılmış olan gözlemler hakkındaki bilgilerimiz, onun yazdığı üç zîc eserine dayanmaktadır. Örne-ğin; Sidretü Müntehe’de, 1577’de yapılan iki gün dönümü (solstis) gözlemi ile İstanbul’un enleminin belirlemek üzere yapılan gözlem-lerden söz ediliyor. Aynı yıl yapılan gözlem-lerin en ilginci; Kasım ayı boyunca İstanbul semalarında görünmesiyle halk arasında kor-kuya yol açan kuyruklu yıldızla ilgili gözlem-lerdir. Kuyruklu yıldız gece ve gündüz sürek-li gözlemlenmiş, gözlem sonuçları Sultan’a sunulmuştur. Bu vesileyle Takîyüddîn, Sultan Murad’la ilgili kehanetlerde bulunmuş, bu olayı sevindirici haberler olarak yorumlamıştır.

1579 yılında bir gün-tün eşitliği gözle-mi ile iki Güneş gözlemi yapılmıştır. İstanbul Gözlem Evi’nde yapılan gözlemler sonucun-da Takîyüddîn, Güneş parametrelerinin be-lirlenmesi için yeni yöntemler ortaya koydu. 1581’de 69 sabit yıldızla ilgili bir çizelge hazır-lamıştır. Bu çizelgede yıldızların boylamı, enle-mi, dikaçıklık, sağaçıklık (bahar açısı) ve geçiş derecesi gibi gözlem sunuçları verilmiştir.

Uluğ Bey Zîc’inden daha doğru bir zîc hazırlamaya yönelik gözlem çalışmaları so-nunda Takîyüddîn, asıl amacı olan, Güneş ve Ay çizelgelerini içeren zîcler hazırlayarak III. Murad’a sunmuştur. Bilginin, 23º 28’ 40” olarak belirlediği tutulmalar düzleminin eğimi ile, günümüzde kabul edilen 23º 27’’lik eğim

Page 144:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

144

arasında çok az bir sapma vardır. Takîyüddîn’nin kurduğu gözlem evi, bağnaz-lık yüzünden, 22 Ocak 1580’de tüm top ate-şiyle yıktırılınca, Osmanlı topraklarında 20. Yüzyılın başlarına kadar kayda değer bir göz-lem yapılamadı. Bu değerli bilim adamının gözlemlerine devam edebilmiş olması duru-munda Kepler Kanunları’nı, Kepler’den önce keşfetmesinin olası olduğu, bazı bilim tarihçi-leri tarafından ileri sürülmüştür.

Takîyüddîn’in, İstanbul Gözlem Evi için yaptığı araçlar

Takîyüddîn, daha önce İslâm dünyasın-da, özellikle de Meraga ve Semerkand göz-lem evlerinde kullanılan gözlem âletlerini ge-liştirmiş ve yeni gözlem âletleri icad etmiştir. İstanbul Gözlem Evi için yapılan gözlem araç-ları şunlardır:

1. Zât el-Halâk (Halkalı Araç /Çemberli Küre),

2. Zât el-Şubeteyn (Cetvelli araç/Turquetum)

3. Zât el-Sakbeteyn (İki Delikli Araç/Dioptra)

4. Libne (Duvar Kadranı)

5. İtidal Halkası ( Halka el-Üstüva, Ekvatoryal halka)

6. Zât ül-Evtâr (Kirişli Araç): Güneş’in gün-tün eşitliği noktalarına gelişini saptamaya yarayan bu araç Takîyüddîn’in icadıdır.

7. Zât el-Semt ve’l-İrtifâ (Azimut Yarım Halkası)

8. Rub-ı Mıstara (Tahta Kadran/Cetvelli Kadran)

9. Müşebbehe bi’l Menâtik: Takîyüddîn’in icat ettiği bir cins Altılık (Sekstant). Herhangi bir düzlemde iki veya üç yıldız arasındaki açıyı ölç-meye yarayan bu araç, 16. Yüzyıl pratik gök bilimi alanındaki en önemli icatlarındandır.

10. Zât el-Ceyb ( Sinüs Cetveli)

11. Saatler: Takîyüddîn gözlemlerinde, göz-lem evinde kurmuş olduğu ahşap duvar kad-ranını ve “saatleri, dakikaları ve saniyeleri gösteren kadranlı bir mekanik saat inşa et-tik, her dakikayı beşer saniyeye böldük” diye anlattığı, kendi yapımı olan bir mekanik saat kullanmıştır. Saatin icâdı ve gözlemlerde kul-lanılması ölçümlerin duyarlılığını artırması açısından son derece önemli bir gelişme ol-muştur Takîyüddîn’in yaptığı saat, daha evvel kullanılan saatlerden daha dakik olduğu için,

uygulamalı gök bilimi alanında, 16. Yüzyılın en önemli icatlarından biri olarak kabul edilir.

12. Sindi Cetveli: Büyük boyutta daire çizme-ye yarayan bir âlettir.

Takîyüddîn’in Batı bilim dünyasında üne ulaşmasının nedenlerinden biri, onun bazı gözlem âletleri icat etmiş olmasıdır. Takîyüddîn'in icat ettiği gözlem âletlerinin ne-redeyse bire bir benzerleri, onun çağdaşı olan ünlü gök bilimci Thyco Brahe’nin 1576’da kurduğu Uraniborg Gözlem Evi’nde de kul-lanılmıştır. Ancak, T. Brahe’nin âletlerinin bü-yük bir bölümünün yapım tarihleri 1575 yılın-dan çok sonradır. Bu durumda, bugünkü te-mel gözlem âletlerinin öncüllerini icat etmiş olmak onurunun Takîyüddîn’e ait olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Eserleri

Gök bilim ve matematik başta ol-mak üzere, birçok alanda eserleri bulunan Takîyüddîn'in, özgün eserleri, özellikle tri-gonometri alanındaki çalışmalarını yansı-tan eserleridir. Eserlerini Arapça yazmış olan Takîyüddîn’in; matematik alanında 5, gök bi-liminde 27, optik ve mekanikle ilgili üçer, tıp, zooloji konularında birer, ölçü ve tartılarla il-gili bir eseri vardır. Klasik Osmanlı bilim gele-neğinin en yüksek düzeydeki temsilcisi olarak nitelenen Takîyüddîn, eserlerinde öncüllerinin konuyla ilgili çalışmalarını incelemeyi ilke ola-rak benimsemiş ve incelediği eserlerin eleşti-risini yapmıştır. Eserleri bilimsel açıdan oldu-ğu kadar öğretim yönünden de, açıklamala-rının sadeliği, anlaşılabilirliği ve konuları ör-neklerlerle açıklamasından dolayı, didaktik eserler olarak dikkati çeker.

Matematik Eserleri

Büyük bilginin, Matematik alandaki en önemli eseri, daha önce Ahmed ibn İbrahim el-Öklidîsî (10. yy. ) ve el-Kâşî gibi İslâm mate-matikçiler tarafından geliştirilen, ondalık ke-sirleri ele aldığı Buğyet’üt-Tullâb min İlmi’l-Hisâb (Aritmetikten Beklediklerimiz) adlı kita-bıdır. Takîyüddîn bu eserinde, ondalık kesirle-rin altmışlık kesirlerin yerine bir seçenek ola-cağını gösterdikten sonra, ondalık kesirli sa-yılarla aritmetik işlemlerinin nasıl yapılacağı-nı ve bu şekilde ifade edilmiş kesirler arasın-daki dönüşüm işlemlerinin nasıl yapılacağını birer örnekle açıklar. Ayrıca, göksel konum-

ların belirlenmesinde kullanılagelen altmışlık yöntemiyle yapılan hesaplamaların çok vakit alan sıkıcı ve güç bir iş olduğunu belirtir. On-luk yöntemle, kesir basamakları ne kadar çok olursa olsun, çarpma ve bölme işlemleri ko-laylıkla yapılabileceği için, gezegenlerin gök-yüzündeki devinimlerini gösteren çizelgeleri hazırlamanın ve kullanmanın daha kolay ola-cağını anlatır.

Takîyüddîn, ondalık kesirlerin trigono-metri ve gök bilimiye nasıl uygulanabileceği-ni kuramsal olarak gösterdikten sonra, yön-temini ilk olarak 1580 yılında tamamladığı Teshîlü’z-Zîci’l-Â’şâriyyi’ş-Şehinşâhiyye (Sulta-nın Onluk Yönteme Göre Düzenlenen Çizel-gelerinin Yorumu) adlı gök bilimi eserinde uy-guladı. Takîyüddîn; 1584 yılında tamamladı-ğı Cerîdetü’d-Dürer ve Hârîdetü’l-Fiker (İnci-ler Topluluğu ve Düşüncelerin İncisi) adlı gök bilimi eserindeki Sinüs-Kosinüs ve Tanjant-Kotanjant çizelgelerini de hazırlamakta kullan-dığı bu yöntemde, referans dairesinin yarıçapı-nı 10 birim yerine 1 birim kabul etmiş olsaydı, adını, bugün kullanmakta olduğumuz trigono-metrik sistemin yaratıcısı olarak, matematik ta-rihine de yazdırmış olacaktı.

Gök bilimcilerin hesaplamalarında en çok başvurdukları şey, eskiden kiriş, daha sonra da Sinüs çizelgeleriydi. dakik çizelgelerin hazır-lanmasında gerekli olan kiriş 1º değerinin ye-terli yaklaşıklıkdaki değeri, Batlamyus’dan öz-gün eserleri, beri yapılan çalışmalaraözellikle karşın, bulunamamıştır. İslâm Dünyası’nda ki-rişlerin yanı sıra kullanılmaya başlanan sinüs-ler içinde aynı durum vardı. Bu kez sinüs 1º nin kabul edilebilir bir kesinlikle hesaplanma-sı olanaklı olmamıştı. Takîyüddîn, Batı’da uzun süre dikkat çekmeyen bu konu üzerinde, yap-tığı verimli çalışmayı Sidretü Müntehe’l Efkâr fî Melekûti’l-Felekki’l-Devvâr (“Gökler Bilgisinin Sınırı”) adlı eserinde anlatmıştır.

Gök Bilimi Eserleri

Gök bilimine ilişkin 20’den fazla eser ka-leme alan Bilgin'in ilk önemli eseri, Sidretü Müntehe’l-Efkâr fî Melekûti’l-Felekki’l-Devvâr adını taşıyan kitabıdır (1577/1578-1580). Takîyüddîn bu eseri, Mısır ve İstanbul’da yap-tığı gözlemlerinin sonuçlarına göre, Uluğ Bey Zîc’inin düzeltmek ve tamamlamak üzere ha-zırladı. Yapılan gözlemlere, bazen Rasad-üc-Cedid-üs-Sultani, bazen de Rasad-üc-Cedid–ül-Murad Hânî gibi isimler konulmuştur. Ese-rin ilk 40 sayfasında trigonometri konusu ele

Page 145:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

145

1577 yılında İstanbul semalarında bir ay boyunca görülen ve Takîyüddîn tarafından gözlemlenen kuyruklu yıldızın resmi.

Page 146:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

146

İstanbul Gözlem Evi’nde Takiyuddin ve çevresindeki Osmanlı gök bilimcileri

Page 147:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

147

alınmış, sonra Güneş saatleri, gök daireleri, tak-vimler gibi konular işlenmiştir. Daha sonra göz-lem âletleri ve yöntemleri, Güneş ve Ay’ın hare-ketlerinin gözlemleri ile, başta sinüs olmak üze-re, altmışlık tabana göre hesaplanmış olan tri-gonometrik fonkisyonların incelenmesi gelmek-tedir. Ünlü Türk Bilim Tarihçisi Sevim Tekeli tara-fından incelenmiş olan bu eserde, trigonometri ve gök bilimine ilişkin şu sonuçlar belirlenmiştir:

– Açıların ölçülmesinde, İslâm gök bilim geleneğine uygun olarak, kirişler yerine, sinüs, kosinüs, tanjant ve kotanjant gibi trigonomet-rik fonksiyonlar kullanılmıştır.

-– Uluğ Bey’den esinlenerek, el-Kâşî’nin 3. dereceden bir denklem şekline indirgediği si-nüs 1º değerini belirlemek için farklı bir yön-tem geliştirmiş ve bu değeri daha dakik olarak bulmaya çalışmıştır .

– Güneş parametrelerinin hesabında, Ko-pernik ve Tycho Brahe’nin de haberdar olduk-ları, “üç gözlem noktası” yöntemini uygula-mıştır.3 Takîyüddîn, Kopernik ve Brahe’nin bu yöntemi uygulayarak yaptıkları hesaplar sonu-cu, Güneş’in dışmerkezlilik (eksantrisite) de-ğerlerini sırayla; 2º 0’, 1º 56’ ve 2º 9’ 0” ola-rak belirlemişlerdir. Bu değerler içinde doğru-ya en yakın olanı Takîyüddîn’inkidir. Ayrıca, gü-nümüzde 61” olarak belirlenmiş olan Güneş’in günötesi noktasının yıllık hareketini 63” ola-rak hesaplamıştı. Kopernik’in 24” ve Brahe’nin 45” olarak belirlediği değerler de göz önüne alındığında, Takîyüddîn’in hesaplamalarının, diğer iki gök bilimcinin kullandığı yöntemlere göre daha gelişmiş olduğu ve dakik sonuçlar verdiği görülüyor.

Bunlara dayanarak,16. Yüzyılda dünya gök biliminde, Takîyüddîn’in çalışmalarının, Güneş parametrelerinin belirlenmesinde konusunda en başarılı çalışmalar olduğu kabul edilir.

– Sabit yıldızların boylamlarının belirlen-mesinde, Ay’ı referans alarak hesaplama yön-temini terketederek, Venüs gezegenini ve tu-tulum düzlemine yakın olan Aldebaran ve Spi-ca Virginis yıldızlarını referans alan bir yöntem geliştirmiştir.4

Bilgin, ikinci zîc kitabı olan Teshîlü’z-Zîci’l-Â’şâriyyi’ş-Şehinşâhiyye adlı eserini 1580 yılın-da hazırladı. Ondalık sisteme göre hazırlandı-ğı bilinen ilk zîc kitabı olan eserde, yay ve açı-ların derece cinsinden değerleri ondalık kesir-lerle ifade edilmiş ve hesaplamalar için gereken aritmetik işlemler basitleştirilmiştir. 36 gözlem çizelgesi içeren Zîc’in en önemli yönü, Batlam-

yus modeli ilkelerine uygun olarak, ayrınıtı-lı hazırlanmış gezegen çizelgelerini kapsama-sıdır. Istanbul Gözlem Evi’nde yaklaşık 5 yıl bo-yunca yapılmış gözlemlere göre düzenlenen, geleneksel kuramsal bilgilerin yer almadığı bu eser, tamamen gözlem çizelgelerinden oluşan bir katalog özelliği taşımaktadır.

Takîyüddîn’in gök bilimi alanındaki üçün-cü ve en önemli eseri, 1584’de tamamladığı, Cerîdetü’d-Dürer ve Hârîdetü’l-Fiker adlı zîc kitabıdır. Eser, başta gezegenlerin ve yıldızla-rın konumlarının belirlenmesi olmak üzere, na-maz ve oruç gibi dîni vecibelerle ilgili vakitle-rin belirlenmesi, usturlap ve rubu tahtası gibi gözlem âletlerin çizimi, güneş saatleri, takvim-ler, Ay ve Güneş tutulmaları, İstanbul boylamı-na göre yapılan gözlemler gibi konular ve bun-larla ilgili zîc çizelgeleri-ni içermektedir. Bu eser-de, ondalık kesirlerin tri-gonometriye ve trigono-metrik fonksiyonlara uy-gulanması geniş bir şe-kilde ele alınmış, ayrıntılı sinüs-kosinüs ve tanjant-kotanjant çizelgeleri ve-rilmiştir.

Takîyüddîn’in, yuka-rıda adı geçen üç önemli eserinin yanında, gök bi-liminin çeşitli konularına değinen, ikinci derecede önemli, çok sayıda ese-ri vardır. Bunlardan biri, kısmen geometri ile ilgili olan, kürenin düzleme iz-düşümünü (projeksiyonu-nu) ele alan Düstûr el Tercih li Kavaid el-Tastih adlı eseridir. Diğer bir eseri, 1567’de kaleme aldığı, Reyhânetü el-Rûh fî Resmî el- Saat alâ Mustevî el-Sutûh adını taşımaktadır. Bu eserde, mermer yüzeyler üzerine çizilen güneş saatle-rinin yapımı ve özellikleri anlatılmıştır. Bu eser, Takîyüddîn’in öğrencisi olan Sirâc el-Dîn Umar ibn Muhammed el-Fâriskûrî (ölm. 1609/1610) tarafından yorumlanmış ve bu yorum da 17. Yüzyılın başlarında, adı bilinmeyen biri tarafın-dan Türkçe’ye çevirilmiştir.

Takîyüddîn’in gözlem bulgularını içeren çi-zelgeler, yazdığı üç zîce dağıtılmıştır ve bu ne-denle, geleneksel şekilde hazırlanmış olan Uluğ Bey Zîci gibi zîclerde görülen bütünlükten yoksundurlar. Bu yüzden, Takîyüddîn’in zîcleri Osmanlı gök bilimcileri tarafından pek kulla-

nılmamıştır. Takîyüddîn’in yapmış olduğu çalış-maların; özellikle de ondalık kesirlerle ilgili kat-kılarının, 17. Yüzyıl ve sonrası Osmanlı mate-matikçileri ve gök bilimçilerinin eserlerinde ye-

terince yer almayışından, bilginin adından ve eserlerinden sıkça söz edilmeyişinden dolayı, Osmanlı bilim hayatı üzerindeki etkilerinin ol-dukça sınırlı kaldığı söylenebilir.

Optik konusundaki eserleri

Bilginin optik ve mekanik alanında yaz-dığı eserlerin, gök bilimi ile ilgili yönleri var-dır. Takîyüddîn, optik konusunda, Öklid, el-Heysem ve Kemâleddin el-Fârisî’nin (~14. yy) optik ile ilgili eserlerinine dayanarak, Kitâbu Nûr-i Hadakati’l-Ebsâr ve Nûr-i Hadîkati’l-

Enzâr adlı optik kitabını yazdı. Bu eser, büyük bir olasıllıkla, Osmanlı İmparatorluğu döne-minde optik konusunda yazılmış tek eserdir.

Eserde, teleskopu akla getiren, gök bili-mi tarihi açısından önemli bir anlatım dikka-ti çekmektedir. Takîyüddîn, yaptığı optik âleti ve kullanımını şöyle anlatmaktadır:

“Ben uzakta bulunmaları nedeniyle gö-rülmeyen (gözden gizlenmiş olan) eşyayı en ince ayrıntılarıyla gösterebilen ve ortalama uzaklıkta bulunan gemilerin yelkenlerini bir ucundan tek bir gözle baktığımızda görebile-ceğimiz ve (daha önce) Yunanlı bilginlerin ya-pıp, İskenderiye kulesine5 yerleştirmiş olduk-larına benzer bir billur (mercek) yaptım.”

Takiyyuddin’nin Paralaks aleti

Page 148:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

148

Takîyüddîn'in Sidretü Müntehe’l-Efkâr fî Melekûti’l-Felekki’l-Devvâr adl› yazmas›ndan Batlamyus modelinde tafl›y›c› daireleri gösteren iki sayfa.

Mekanik konusundaki eserleri

Yetenekli bir mühendis olan Takîyüddîn, Güneş saatleri ve mekanik saatler de yap-mıştı. Bu alandaki çalışmalarını anlattığı iki eserden en önemlisi, 1558’de yazdığı, İslâm dünyasında mekanik saatler ve saat yapı-mı konusunda yazıldığı bilinen ilk eser olan, el-Kevâkib el-Dürriye fî Vadi el-Bengamâti el-Devriyye (Mekanik Saat Yapımına Dair En Parlak Yıldızlar) adlı kitabıdır. Bilgin eserin önsözünde, eserin hazırlanmasında, Semiz Ali Paşa’nın özel kitaplığında bulunan eserler ile hazinesindeki Avrupa yapısı mekanik sa-atlerden yararlandığını belirtmektedir. Eser-de, Takîyüddîn mekanik saatlerden, bunla-

rın çeşitlerinden ve yapım ilkelerinden söz et-mekte ve her tür saatle ilgili bilgi vermekte-dir. Bu eser, Batı dünyası da dahil olmak üze-re, 16. Yüzyılda, bu konuda kaleme alınmış en kapsamlı kitaptır. Saniye bölümü olan ilk saati yapan ve gök gözlemlerinde kullanarak bir çığır açan Takîyüddîn’in bu eseri, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa ve Asya’ya önder-lik ettiği dönemde, zaman saptaması konula-rında da insanlığın gelişimine katkı sağladığı-nı ortaya koymaktadır.

Takîyüddîn’in mekanik alanındaki ikin-ci eseri 1585’de tamamladığı , el-Turuku el-Seniyye fî el-Âlâti el-Ruhaniyye (“Otomatlar Üzerine Yüce Yöntemler) adlı kitabıdır. Bilgin, 26 yaşındayken yazdığı bu eserinde, daha

önce Mûsâoğulları ve el-Cezerî’nin incele-diği, klasik İslâm uygarlığında “ilmü’l-hıyel” denilen konuları ele almıştır.

Takîyüddîn’in, bilimsel bilgiye ulaşmada, araştırma, gözlem ve deneye dayalı yöntem-lerden yararlandığı kesindir. Eserlerinin ince-lenmesinden onun, hassas gözlem sonuçları-na ulaşabilmek için, gerek gözlemcilerin duyu organlarından gerekse ölçüm âletleriden kay-naklanan hataların belirlenmesini ve azal-tılması yönünde çok titiz davrandığı anlaşıl-maktadır. Bununla birlikte, gök bilimi ile ilgi-li hesaplamalarda, dakik sonuçları daha kısa yoldan elde etmek üzere, ondalık kesirleri tri-gonometriye uygulaması onun bilimsel yön-tem geliştirmekteki ustalığını göstermektedir.

Page 149:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

149

El-Harezmî

1 Harezm veya Harizm: Batı Türkistan'da Amu Derya (eski Ceyhun) Nehri'nin aşağı çığrında, Kızıl-kum ve Karakum çölleri arasındaki tarihi bölgenin adıdır. Günümüzde Kive veya Kiva adıyla anılan böl-ge, Türkmenistan ve Özbekistan cumhuriyetleri arasında bölünmüştür. “el-Harezmî” veya “al-Harizmî” adıla anılan pek çok bilgin, yüksek bir uygarlık merkezi olan bu topraklarda yetişmiştir.

2 “El-cebr v'el-mukâbele”; ‘Yeniden kurma ve dengeleme’ anlamını taşır. Bununla, denklemlerin yeniden kurulması kastedilmektedir. İtalyan çevirmen Cremonalı Gerard, 12. Yüzyılda eseri Latince’ye çevirirken bu Arapça adı aynen almıştır. Böylece “algabr” sözcüğü, sonraları algebra, algébre gibi şekillere girerek, Batı dilleri sözlüklerinde yerini alır.

3 Çeviri şöyle başlar: “Dixit algorithmi: laudes deo rectori nostri atque defensori dicamus dignas” (“Al-goritmi şöyle der: Allah’a şükürler olsun ki, onun iyilikseverliğine ve korumacılığına sığınabildim”). Al-goritmi sözcüğünden, Batı dillerindeki algorithma ve algorithme gibi sözcükler ile Türkçe’de ki algorit-ma terimi üretilmiştir.

El-Fergânî

1 Eski kuzey İpek yolu üstünde bulunan tarihi Fergana kenti Batı Türkistan’da bölgesinde bulunan Fer-gana Vadisi’nde yer alır. Bugün Özbekistan sınırları içinde bulunan kent, Kırgızistan ve Tacikistan sını-rındadır. Coğrafi konumundan dolayı sürekli olarak savaşlara sahne olan bölge, 8. Yüzyılın ilk yarısın-da, Abbasilerle Çinli Tang Hânedanı arasında yapılan şavaşlar sonunda Müslümanların eline geçti. Kaş-garlı Mahmut, Türkçe'nin en eski ve değerli sözlüklerinden Divânu lügat’it-Türk’te, Fergana için; "Oğuz-larla, Oğuzlara uyanlara göre "köy", Türklerin büyük bir kısmına göre "şehir" demektir. Bundan alına-rak Fergana kasabasına "Özkend" adı verilmiştir, "kendimizin şehri" demektir” diyor. “el-Fergânî veya al-Farganî” adıyla anılan pek çok bilgin, yüksek bir uygarlık merkezi olan bu bölgede yetişmiştir. Babür İmparatorluğu'nun kurucusu Babür Şah da burada doğmuş, devletini burada kurmuştur.

2 Ünlü İtalyan şairi Dante, eserlerinde gök ve evren bilimlerine ilişkin konuları ele almıştır. Şairin, 1306-1321 yılları arasında yazdığı; Cehennem, Âraf ve Cennet’e yaptığı sanal seyahati anlattığı ünlü eseri İlâhi Komedya’nın Âraf ve Cennet bölümlerini oluşturan Canto’larında, Orta Çağ biliminin bir özetini yapar. Dante’nin, Vita nuova ve Convivio adlı kitaplarındaki evren betimlemesi, Fergânî’nin, Elementa astrono-mica adıyla Latince’ye çevirilen eserinde ortaya konan evren görüşünden alınmadır. Şairin, Convivio adlı, ahlakî, felsefî ve siyasi konuları işlediği, eserinin özellikle ikinci kitabı gök bilimi ile ilgilidir.

Ebu'l-Vefâ

1 Ünlü biyografi yazarı İbn-ün-Nedim, Kitâb-ül-Fihrist’ini Ebu’l Vefa zamanında yazdığı hâlde, bilginin ününden dolayı onu da eserine almıştır.

2 Her ne kadar Habeş ül-Hasib’in Zîc ül-Mümtehan’ında sinüsle kosinüsün oranı şeklinde büyüklüklerin tablosu varsa da, bir çok Batılı bilim tarihçisinin kabul ettikleri gibi; tanjant, sekant ve kosekant’ın, açının fonksiyonu olarak tarif ve uygulama şerefi, Ebül Vefa’ya aittir.

İbn-i Sîna

1 Venüs gezegeni, Güneş’in önünden 243 yıllık periyotlarla geçer; aralarında 8 yıllık bir süre bulunan ar-dışık iki geçişten sonraki ilk geçiş 105.5 yıl, bu geçişi izleyen geçiş de yine 8 yıl sonra olur. Yani, bir ge-çişi izleyen 121.5 yıl içinde 4 geçiş olur. 21. Yüzyılın ilk geçişi 8 Haziran 2004 tarihinde gerçekleşti. İkin-cisi ise 6 Haziran 2012’de olacaktır. Ondan sonrakiler, 2117 ve 2125 Aralık aylarında gerçekleşecektir. 2004’den önceki en son iki geçiş, 1874 ve 1882 yıllarının Aralık ayında oldu.

2 Gezegenlerin sıralanması sorununu Batlamyus Almagest’in ıx. kitabının 1. bölümünde ele almış ve so-runun çözümü için yeterli kanıt bulunmadığı sonucuna varmıştı. Bu yüzden, en akla yatkın olan sırala-mayı kabul etmek gerekir diyerek, Yer, Ay, Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter ve Satürn şeklindeki sı-ralamasını yaptı.

Tûsî

1 Tûsî Çifti, düzgün dairesel hareketlerin bileşiminden doğrusal basit harmonik hareket elde etmenin bir yoludur. İzdişüm noktasının hareketi D merkezine göre periyodik bir harekettir. Günümüzde, düz-gün dairesel hareket elde etmenin olağan yöntemi olarak fizik derslerinde öğrendiğimiz, birbirine dik iki basit harmonik hareketin bileşimi yönteminin, ters yöndeki işlemidir sadece. Bu açıdan; Tûsî, “hızla-rın bileşkesi” ve “hız bileşkeninin, bileşenlere ayrıştırılması” kavramlarına da öncülük etmiştir diyebiliriz.

Kadızâde

1 Dönemin Arapça’sında, Bizans ve Osmanlı İmparatorlukları “al-Rûm” diye adlandırıldığından, Anado-lulu olan kişiler “al-Rûmi” lâkabıyla anılıyordu. Bu gerçeği bilmeyen, dört ciltlik ünlü Matematik Tarihi adlı eserin yazarı J. É. Montucla, Rûmî lâkabından dolayı, Kadızâde’nin Rum’dan dönme olduğunu yaz-makla yanılgıya düşmüştü.

2 Günümüz Türkçesi ile; “Ben, tavsiye üzerine, sultanların azil yöntemiyle müdahale etmediğini zannet-tiğim, eğitim-öğretim hayatını seçtim. Gördüm ki, burada da ilim sahibi azledilebiliyormuş; bundan do-layı öğretim hayatını terkettim.”

3 Şah-ı Zinde; Halife Osman döneminde, Semerkand kuşatması sırasında Efrâsîyab tepesinde şehit dü-şen, sahabeden Kussem İbn-i Abbas’a, şehitlerin hakiki canlılar olduğunu bildiren âyete dayanarak ve-rilen ünvandır.

Ali Kuşçu

1 Uzun Hasan, daha önce, Ali Kuşçu’yu Çin’e elçi olarak göndermişti.

2 Fatih’e sunulmuş olan bu esere Fethiyye adının verilmesi; Kuşçu’nun, aslı Farsça olan bu eserini Arapça’ya çevirmeye, Fatih Sultan Mehmet’in İran seferi sırasında başlaması ve Otlukbeli Savaşı’nda Osmanlı ordusunun Uzun Hasan komutasındaki Akkoyunlu kuvvetlerini yendiği gün tamamlanmasın-dan dolayıdır.

Takiyüddîn

1 Gözlem kuyusu, Doğulu ve Batılı bazı yazarların sandığı gibi, gündüzleri dibinden yıldızları gözlemlemek için kazılmış bir kuyu olmayıp, Semerkand Gözlem Evi’nde olduğu gibi, çok büyük boyutlardaki gözlem âletlerini, rüzgar gibi dış etkenlerin yaratacağı sarsıntılardan korumak üzere, boylam yönünde kazılmış büyük boyutlu bir yarıktan ibarettir.

2 Sultan III. Murat’ın, İstanbul kadısına gönderdiği hüküm şöyledir: “İstanbul kadısına hüküm ki mütevef-fa Lütfullah’ın vakfı olan müneccim kitapları mahmiye-i mezburede Mimar Sinan Mahallesinin imamı ve müezzini ellerinde olduğu ilân olunmağın alınıp rasadhaneye verilmek emredüp buyurdum ki varduk-ta tehir etmeyüp müteveffa-yi mezburun nücüma ve ilm-i hey’ete ve hendeseye müteallik olan kitapla-rı eğer mezkûrun ellerindedir ve eğer âhardadır her kimde ise getirip dahi bilfiil rasad hizmetinde bulu-nan Mevlânâ Takiyeddin’e cümlesin teslim ettiresin fi 12 safer 986.”

3 Sâbit yıldızların boylamlarının belirlenmesinde, Batlamyus’dan beri Ay bir aracı referans noktası olarak kullanılıyordu. Ayın günlük hareketinin hızlı olmasından dolayı ölçüm sonuçları dakik olmuyordu. Batı’da T. Brahe, günlük hareketi Ay’a göre çok az olan Venüs gezegenini aracı olarak kullanmıştı. Aldebaran, Boğa takımyıldızının (burcunun) 1. kadirden en parlak yıldızının Arapça adıdır. Süreyya (Farsça) ve Ül-ker (Türkçe) adlarıyla da bilinir. Spica Virginis ise, Arapça’da Sünbüle, eski Türkçe metinlerde (bu arada Uluğ Bey’in tanımlamalarında) Salkım denilen Başak takımyıldızının 1. kadirden en parlak yıldızının Latin-ce adıdır. Çıplak gözle görünen en parlak yıldızlardan oldukları için kolayca gözlemlenirler.

4 Batlamyus modeline göre Güneş, Yer’in çevresinde dışmerkezli dairesel bir yörünge üzerinde (mer-kezi ,yerin merkezi ile çakışmayan dairesel yörünge) bir yıllık sürede dolaşmaktadır. Burada belirlenme-si gereken dışmerkezliliğin, yani Yer merkezine göre olan kaydırılmanın, büyüklüğüdür. Batlamyus tara-fından uygulanan yöntem büyük hataya yol açtığından, Birûnî, Tûsî, el-Urdî ve Takiyüddîn gibi İslâm gök bilginlerinin geliştirip kullandıkları “üç gözlem noktası” yöntemi 16. Yüzyılda Kopernik ve Tycho Brahe gibi Avrupalı bilim adamları tarafından da “yeniden keşfedilerek” kullanılmıştır.

5 Takiyüddîn’in İskenderiye Kulesi olarak adlandırdığı yapı, Antik Çağda Dünya’nın Yedi Hârikası’ndan biri olan, M.Ö. 3. Yüzyılda Mısır’da İskenderiye kenti limanının ağzındaki Pharos adasında inşa edilmiş olan İskenderiye Feneri’dir. 135 m yüksekliğindeki fenerin tepesinde; geceleri ateş yakılarak, gündüzle-ri ise tunçtan yapılmış dev bir parabolik ayna ile güneş ışınları yansıtılarak, gemilerin çok uzak mesafe-lerden limanı tespit etmeleri sağlanıyordu. Takiyüddîn’in sözünü ettiği “mercek” ile ilgili bir bilgi yoktur. Fener 10. Yüzyıl ile 14. Yüzyıllar arasında, depremler sonucu yıkılmış, 1482’de Memluk Sultanı Kayıt-bay yerine bir kale yaptırmıştı.

D‹PNOTLAR

Page 150:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

IV

Page 151:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

TÜRK-İSLÂM GÖZLEM EVLERİ MERAGA GÖZLEM EVİ

SEMERKAND (ULUĞ BEY) GÖZLEM EVİ

İSTANBUL GÖZLEM EVİ

BAĞDAT (Şemmâsiyye) GÖZLEM EVİ

ŞAM (KASSİYÛN) GÖZLEM EVİ

REY (ESKİ TAHRAN) GÖZLEM EVİ

KAHİRE GÖZLEM EVİ

HAMEDAN GÖZLEM EVİ

MELİKŞAH (ISFAHAN) GÖZLEM EVİ

TEBRİZ GÖZLEM EVİ

DELHİ GÖZLEM EVİ

JAİPUR GÖZLEM EVİ

MADURA (MATHURA/MUTTRA) GÖZLEM EVİ

UCAYA (UJJAİN) GÖZLEM EVİ

BENARES (VARANESİ) GÖZLEM EVİ

Page 152:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

152

Gözlem yapan Osmanlı astronomları.Kaynak: İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi

Page 153:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

153GÖZLEM EVLERİ TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ

Giriş

Gözlem evlerinin tarihi Sümer, Mısır, Bâbil gibi eski uygarlıklara kadar uzatılabilir. O çağlarda, Ay, yıldız ve Güneş gözlemlerinin ya-pılması, dini tören günlerini ve ibâdet zamanlarınını belirleme ihtiya-cından doğmuştur. Bu uygarlıklarda ve daha sonraki Hint, Yunan ve Maya uygarlıklarında da, bugünkü anlamda; bir çok gök bilimcisinin takım hâlinde çalıştığı, sabit gözlem araç ve gereçleriyle donatılmış özel olarak inşa edilmiş yapılardan oluşan gözlem evleri yoktu. Oysa, gök cisimlerinin belli bir noktadan çıplak gözle veya âletlerle gözlen-mesiyle elde edilen verilerin uzmanlar tarafindan değerlendirilmesi, gök bilimi çalışmalarının temelini oluşturur. Gözlem verilerinin güve-nilir olması için boylamı ve enlemi belli sabit bir noktadan uzun süreli gözlemlerin yapılmasi gerekir.

İslâm Ülkelerinde Kurulan Gözlem Evleri

Yukarıdaki koşullara uygun gözlem evleri, ilk olarak İslâm Dünyası'nda ortaya çıkmış önemli bir araştırma kurumudur. Gözlem evleri çok büyük harcamalar yapılarak kurulan, uzun yıllar boyunca tam teşkilâtlı olarak ve sistemli çalışmaları gereken, bir yapıda olduk-ları için büyük harcamalara ihtiyaç gösterir. Bu nedenle, bu kurum-lar halifeler, sultanlar ve devlet adamları tarafından kurulmuş ve des-teklenmiştir. Ayrıca, kurucuları tarafından gözlemevlerine bağlı vakıf-lar yaratılmıştır.

Uzun süreli gözlemlerin yapıldığı İslâm gözlem evlerinin esas ama-cı, takvim hazırlamak için gerekli zîclerin hazırlanması ve yeni gözlem-lerden elde edilen bilgilerle eski zîclerin düzeltilmesi idi.

İslâm Dünyası’nda, 9. ve 18. Yüzyıllar arasında kurulan çok sayı-daki gözlem evinin büyük bir bölümü Türkler’in yönetimi altında olan topraklarda kurulmuştur.

İslâm ülkelerinde kurulan büyük ve önemli gözlem evleri şunlardır:

Bağdat (Şemmâsiyye) Gözlem Evi,Şam (Kassiyûn) Gözlem Evi,

Rey (Eski Tahran) Gözlem Evi, Kahire Gözlem Evi,

Hamedan Gözlem Evi,

Melikşah (Isfahan) Gözlem Evi,

Meraga Gözlem Evi,

Tebriz Gözlem Evi,

Semerkand (Uluğ Bey) Gözlem Evi,

İstanbul Gözlem Evi,

Delhi Gözlem Evi,

Jaipur Gözlem Evi,

Madura (Mathura/Muttra) Gözlem Evi,

Ucaya (Ujjain) Gözlem Evi ve

Benares (Varanesi) Gözlem Evi.

İlk gözlemler, doğrudan doğruya gezegen gözlemlerine dayandı-ğı için, gezegenler içinde en uzun döngü süresine (30 yıl) sahip olan Zuhal (Satürn) gezegeninin bir döngüsü gözlemlendikten sonra, göz-lemevlerinin terkedildiği görülmektedir. Ayrıca, sıkça değişen devlet adamlarının gözlem evlerine önem vermemesi ve, muvakkithane adı verilen kurumların yaptığı bazı sınırlı gözlemlerin yeterli görülmesi de rasathanelerin uzun ömürlü olmasını engellemiştir

Abbasi halîfesi Me’mun zamanında (813- 833) Bağdat’da Şemmâsiyye ile Şam’da Kassiyûn tepesinde Kassiyûn gözlem evleri kuruldu. Şemmâsiyye’nin kuruluşuna ilişkin rivayetteki ilginç nokta, bu gözlem evinin eski bir sinagogdan ibaret olmasıdır.

Bu gözlem evlerinde çalışan Hârezmî (780-850), gezegenlerin ko-numlarını ve yörüngede dolanım sürelerini cetveller hâlinde gösteren Ziyc-ül-Hârezmî adlı eseri hazırladı.

Bu dönemin en önemli gözlem evi Büveyoğulları meliki Şeref’üddevle’nin 988 yılında, Bağdat'taki sarayının bahçesine yaptır-dığı gözlem evidir. Bu gözlem evinde, uzun yıllar dönemsel gözlemler ile bütün gezegenlerin gözlemini kapsayan düzenli çalışmalar yapıl-mıştır. Devrin tanınmış bilgini, gök bilimci ve matematikçi, el-Kuhî’yi gözlem evinin yönetimiyle görevlendirmişti.

TÜRK-‹SLÂM GÖZLEM EVLER‹

Page 154:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

154

İslâm dünyasında gözlem evleri.

Page 155:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

155

Bağdat’taki bu ikinci gözlem evinin kurulmasından kısa bir süre sonra, yine Büveyhoğulları’ndan Ali bin Rüknüddevle döneminde (976-997) gök bilimci el-Hucendî’nin isteği üzerine, 994 yılında Rey kentinde (bugünkü Tahran’nın güneyindeki eski Raghae kenti) bir gözlem evi kuruldu.

Fâtımî Halîfesi el-Aziz (ölm. 996) ve el-Hakim (990-1021) döne-minde Kahire’de Makdam tepesinde bir gözlem evi yaptırmış ve dö-nemin önde gelen bilginlerinden İbn-i Yunus’u başkan olarak görev-lendirmişti. Yunus, gözlemlerini çok büyük boyutlu araç ve gereçlerle yapmıştı. Bunlardan biri, yaklaşık 1.4 metre çapında olan dev bir us-turlab idi. Uzun yıllar boyunca yaptığı binlerce gözlem sonucu olarak, el-Hakim’e ithaf ettiği, ünlü eseri Zij al-Kabir al-Hakimi yazdı (.~1000).

İbn-i Sînâ (980-1037), 1023 civarında, Isfahan Emiri Celaleddin Ala’üddevle adına, Hamedan Gözlem Evi’ni kurdu. İbn-i Sînâ bura-da öğrencisi Ebu Ubeyd el-Cuzcani ile birlikte, mikrometrenin öncü-sü sayılan, gök cisimlerinin azimut ve yüksekliklerini ölçen, Çapı 7 metre olan, Zat el-Semt ve el-irtifa (Azimut Yarım Halkası) ası verilen bir araç yaptı. Gök bilimine meraklı olan Büyük Selçuklu Sultanı Me-likşah bin Alparslan (1054-1092), 1075’te İran’da Melikşah Gözlem evi’ni yaptırdı.

İlhanlı hükümdarı Hülagü han, 1259 yılında, Meraga şehrinde ör-nek bir gözlem evi kurdurdu ve başına da ünlü bilgin Nasîrüddin-i Tûsî'yi getirdi. Tûsî ile birlikte çalışan yaklaşık onbeş kişilik bir gök bi-limci gurubu, Zîci İlhanî adıyla anılan bir zîc hazırladı. Yine bu dönem-de, M. S. 1300 civarında, Gâzân Han tarafından Tebriz yakınlarında bir gözlemevi yaptırıldı.

Timur'un torunu, Horasan ve Mâverâünnehr Hükümdarı Uluğ Bey (1394-1449) 1420 yılında Semerkand'da, bilim dünyasında Semer-kand Gözlem evi olarak bilinen, olağanüstü bir gözlemevi yaptırdı. Bu bilim merkezinde, Bursalı Kadızâde-î Rûmi, Giyasüddin Cemşid ve Ali Kuşçu gibi devrin ünlü bilginleri yanında birçok gökbilimci çalışmıştı. Bu bilginlerin yaptıkları çalışmalar sonucu 1449 yılında, son bölümü Uluğ Bey tarafından tamamlanan, Uluğ Bey Zîc'i olarak tanınan, uzun yıllar Batı gözlem evlerinde temel başvuru kitabı olarak kullanılan, bü-yük bir eser hazırlandı.

Anadolu'da, Kırşehir'de 1272 yılında Caca Bey Gözlem Evi'nde ve 15. Yüzyılın ilk yarısında Kütahya Vâcidiyye Medresesinde gök göz-lemlerinin yapıldığı ve gök bilim derslerinin verildiği bilinmektedir.

Osmanlı Sultanı III. Murat (1574-1595), ünlü gökbilimcisi Takiyûddin er-Râsıd’ı görevlendirerek, 1576’da İstanbul’da Tophane tepesinde büyük bir gözlem evi yaptırdı. Bilim tarihinde İstanbul Göz-lem evi olarak bilinen bu yapı, 1581 yılı sonu veya 1582 yılı başında topa tutularak yıktırıldı.

Osmanlı döneminde iki gözlem evi daha kuruldu; 1868’de Rasad-hane-i Âmire ile 1911 yılında kurulan ve günümüzde de görevini sü-düren Kandilli Rasathanesi.

İslâm Dünyası’nda, devlet adamlarına ait olan büyük gözlem ev-leri yanında, zengin aileler ve kişiler tarafından kurulmuş olanları da vardı. En eski özel gözlem evleri arasında; Mûsâ bin Şâkir ve “Beni Mûsa” olarak tanınan oğullarının, Bağdat yakınındaki Rakka’da 840-870 yılları arasında, ebu Hanife el-Dinavarî'nin 850 sıralarında çalışan gözlem evi ile el-Battanî'nin 887-918 yılları arasında Rakka’da gözlem

yaptığı özel mekanlar sayılabilir. Osmanlı döneminde, Erzurumlu İb-rahim Hakkı (1703-1780) kendi dergâhındaki gözlem kulesinde çalış-malar yapıyor ve eserler ortaya koyuyordu.

Türk-Moğol Sultanı Muhammed Şah’ın isteği üzerine, Hindu bil-gin ve devlet adamı Jaipur Mihracesi Jai Sing II (1688–1743), Del-hi, Jaipur, Benares, Ucaya ve Madura kentlerinde 1724 ile 1738 yıl-ları arasında 5 gözlemevi kurdu. Bunların arasında en büyüğü Jai-pur gözlem evidir. 8. Yüzyıl ile 17. Yüzyıl arasında varolan İslâm göz-lem evleri akademik bir nitelik taşıyor, çoğunluğunda çağın ilerisin-de olan yöntemlerle eğitim ve araştırma çalışmaları yapılıyordu. Bir kurum olarak gözlem evinin yaratılması ve gelişimi göz önüne alın-dığında, İslâm Dünyası’nın İslâm öncesi dönemlerden önemli sayıla-bilecek etkiler almış olduğuna dair bir kanıt bulunmamaktadır. Göz-lem evinin Türk-İslâm Dünyası’nda görülen gelişme şekli İslâmiyetin hâkim olduğu yıllarda Endülüs'te de devam etmiştir. Ancak, Endülüs ve Mağrip ülkeleri, Doğu İslâm dünyasındaki gözlem evlerinin önemi-ni kavrayıp, gelişimini izlememiş, dolayısıyla düzeyleri el Me’mun dö-nemi gözlem evlerinin düzeyinde kalmıştır. 9. ve 16. Yüzyıllar arasın-da Doğu İslâm Dünyası'nda gelişen bu kurum, en ilerlemiş düzeyde Türk-İslâm Dünyası’dan Batı’ya geçmiş, böylece erken dönem Avrupa gözlem evleri ortaya çıkmıştır.

Avrupa'da İlk Gözlem Evleri

Avrupa topraklarında ilk gözlem evi çalışmaları XIII. Yüzyıl-da Müslümanların yönetimindeki İspanya'da ortaya çıkmıştır. Göz-lem evinin Doğu İslâm Dünyası’nda görülen gelişme şekli, İslâmiyetin hâkim olduğu yıllarda Endülüs'te de devam etmiştir. Buradan da, orta Avrupa'ya geçerek, Batı’da da gözlem evlerinin kurulmasına yol aç-mıştır.

Avrupa'da gözlem evleri 1400 yıllarında kurulmaya başlandı. 1418’de, yalnız denizcilik maksadı ile güneşin doğuş batış ve yüksek-liğini belirlemek için Portekiz'in Vincent şehrinde bir gözlem evi kurul-du. Bundan sonra; Almanya’da, Nürngerb (1471) ve Hollanda’da Ley-den (1532) gözlemevleri kuruldu.

Avrupa'da gök gözlemleri için ilk defa, Almanya’da Kassel ken-tinde Hessen Kontu VI. Wilhelm tarafından, 1561 yılında İslâm göz-lem evi benzeri bir kurum oluşturulmuş fakat 1593 yılında kapatılmış-tır. Bu faaliyetin devamı olarak, Danimarkalı astronom Tycho Brahe (1546-1610) tarafından Hween Adasında 1576-1580 yılların arasında kurulan Uraniborg ve onun çok yakınında, 1581 civarında kurduğu Stjerneborg Danimarka Krallık Gözlem Evi kuruldu. Burada kullanılan araç ve gereçler ile İstanbul Gözlem Evi’ndekiler arasında dikkat çeki-çi büyük benzerlikler vardır.

1609 senesinde teleskopun bulunması ile gözlem evlerinde büyük gelişmeler oldu. Avrupa kentlerinde kurulmuş ve zamanımıza kadar sürekli gelişme göstermiş gözlem evlerinin başlıcaları şunlardır:

1. Danimarka’da Kopenhag (1636),

2. Fransa’da Paris (1669),

3. İngiltere’de Greenwich (1675) ve

4. Almanya’da Berlin (1700) gözlemevleri kuruldu.

Page 156:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

156

Mera€a Gözlem Evi'nde kullan›lan duvar kadran›n›n modeli (Solda).

Page 157:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

157

MERAGA GÖZLEM EVİ

Cengiz Han’nın torunu Hulâgû han, 1256 yılında Alamut kalesi-ni ele geçirdiğinde, Haşaşinler tarafından orada tutuklu olan ünlü bil-gin Nasîrüddin-i Tûsî’yi 1256’da kurtarmış ve kendisine de danışman yapmıştı. Hulâgû, Tûsi’nin önerilerine uyarak, 1258’de Bağdat’ı aldık-tan ve Abbasîleri ortadan kaldırdıktan sonra, İlhanlı Devleti’ni kurmuş ve Meraga kentini de başkent yapmıştı.1 Hülagu, yine Tûsî’nin öneri-siyle, gök bilimci Muhyiddin el-Urdi ile oğlu Mahmud’un gözetimi al-tında, 1259’da Meraga’da örnek bir gözlem evi yapımına başlandı. Yapımın bitiriliş tarihi kesinlikle bilinmiyor. Gözlem evinin 1270 yılı ci-varında, yani Hulâgû’nun ölümünden (1265) bir kaç yıl sonra çalışma-ya başladığı düşünülüyor. Hulâgû’dan sonraki 7 İlhanlı hükümdarının dönemlerinde de etkin çalışmaların sürdüğü Meraga’da, Olcaytu’nun ölümünden (1316) sonra çalışmalar durdu.

Hulâgû, gözlem evinin başına Tûsî’yi atadı. Gök bilimi tarihinde, Meraga Gözlem Evi’nin kurulması, çok önemli bir adım olarak de-ğerlendirilir. Burası, zamanının en büyük gözlem evi idi. 150m x 350 m2’lik bir alana kurulmuş olan bir çok binadan oluşuyordu. Binalardan biri, ortasında Güneş ışığının geçmesine imkân veren bir açıklık bulu-nan, bir kubbe ile örtülü idi. Gözlem evi, araç ve gereçlerinin çeşitliliği ve zenginliği, yüksek nitelikli gök bilimci, matematikçi ve fizikçilerden oluşan geniş kadrosu, burada yapılan çalışmaların önemi ve 400 000 cilt kitabın bulunduğu kütüphanesi ile de daha önce kurulmuş olan gözlem evlerinden çok ileri düzeydeydi. Meraga Gözlem Evi’nin ünü Çin’den İngiltere’ye kadar yayılmıştır.

Tûsî, gözlem ve gözlem aletleri yapacak en iyi uzmanları Meraga Gözlem Evi’ne toplamıştı. Uluslararası uzman bir kadro oluşturmuştu; İran’dan, Anadolu’dan, Suriye’den, Çin’den ve başka ülkelerden ge-len, adları bilinen, en az yirmi gök bilimcisi vardı. Bunlar arasında, Muyi el-Din el-Magribi (ölm. 1283), Muhiyeddin el-Urdi (ölm. 1266), Kut-beddin el-Şirazî ve Esirüddin el-Ebherî en tanınmışlarıydı. Hulâgû’nun Çinli gök bilimcisi Fao Munci’de çalışanlar arasındaydı. Çinli gök bi-limcinin, Tûsî tarafından kullanılan Batlamyus modelinin geliştirilmesi-ne yardımcı olduğu düşünülüyor. Bizans İmparatorluğu’ndan, Gregory Choniades gibi bazı bilim adamları, Meraga’ya gelmiş, Tûsî’nin yöne-timinde çalışan Şemseddin el-Buharî’nin öğrencisi olmuştu. 12 yıl sü-ren yoğun gözlem çalışmalarıdan sonra, Tûsî ve arkadaşları, Zîc-i İlhanî adlı ünlü zîci hazırladı. Bu zîc, gök bilimcilerin elinden düşmemiş ve bir başvuru kitabı olarak 15. Yüzyıla kadar kullanılmıştır. Gregory Choni-ades Zîc-i İlhanî’yi, Bizans Grekçesine çevirmiş ve İstanbul’a dönerken de yanında götürmüştür. Bu eserdeki bilgilerin, özellikle “Tûsî Çifti” ile ilgili bilgilerin, Kopernik’in Güneş Merkezli Sistemi’nin kurulmasın-da etkin rol oynadığı düşünülüyor. Burada yapılan çalışmalar, gözlem-sel gök bilimi alanında olduğu kadar, kuramsal alanda da pek çok kat-kılar yapmıştır.

13. Yüzyıl Doğu İslâm gök bilimcileri, başta Tûsî olmak üzere, Bat-lamyus modeli ve düzeneklerine karşı önemli eleştiriler yapıyordu.

El Urdi'nin "Aletler" kitab›nda duvar kadran› (Lebine veya Rub) çizimi.

1 Eski bir uygarlık merkezi olan Meraga kenti, bugünkü İran’nın Tebriz kenti yakınlarında idi.

Page 158:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

158

Mera€a Gözlem Evi'nde kullan›lan çemberli kürenin modeli (Zât el-Halâk).

Page 159:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

159

El Urdi'nin "Aletler" kitab›nda çemberli küre çizimi. a.g.e

Page 160:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

160

Mera€a Gözlem Evi'nde kullan›lan Çift kadranl› alet modeli.

Page 161:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

161

Mera€a Gözlem Evi'nde kullan›lan gök küresi modeli.

Page 162:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

162

Mera€a Gözlem Evi'nde kullan›lan Mükemmel Alet modeli (el-Ale el-Kamile).

Page 163:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

163

Bu gök bilimciler için sorun; Batlamyus’un gözlemlerine uygun sonuç-lar verecek, matematiksel olduğu kadar fiziksel yönden de tutarlı ola-cak modeller ortaya koymaktı. Bu görüşü paylaşan bilim adamlarının hemen hemen hepsi Meraga Gözlem Evi’nde çalışanlar ve onların öğ-rencileri oldukları için, bu görüşte olanlar literatürde, “Meraga Okulu” diye nitelendirilir. Meraga okulunun yaptığı çalışmalar Doğu ve Batı gök bilimini derinden etkilemiştir. Öyle ki, bu süreçte yapılan özgün çalışmalar da “Meraga Devrimi” şeklinde nitelendirilmektedir.

Meraga Gözlem Evi’nde Kulanılan Âletler

Meraga Gözlem Evi için yapılmış olan gözlem âletleri, gök biliminin gelişimini sürekli ve derin bir biçimde etkilemiştir. Gözlem âletleri ya-pımında, daha Şam’dayken ünlü olmuş olan, Muhiyeddin el-Urdî’nin büyük tecrübesi sayesinde Meraga Gözlem Evi’nde son derece başarılı gözlem araç ve gereçleri yapılmıştı. Urdî, Risalet-ün Fi Keyfiyet-il Ersad adlı eserinde 10 âlet tanımlamış ve bunlardan: “Çift Kadranlı Âlet”, “Çift Bacaklı Âlet”, ve “Mükemmel Âlet” adlı âletlerin kendi buluşu olduğunu yazmıştır. Meraga Gözlem Evi’ndeki gözlem âletlerinin baş-lıcaları şunlardı:

1. Duvar Kadranı (Lebine veya Rub),2. Çemberli Küre (Zât el-Halâk), 3. Gündönümü Halkası (âle li-mârifet meyl felek el-burûc), 4. Ekinoksal Çember (Halkat el-istivâ ), 5. Hareketli Nişangahlı Âlet (Zât el-şubeteyn ),6. Çift Kadranlı Âlet (Zât el-rubeyn), 7. Çift Bacaklı Âlet (el-âle zât el- şubeteyn), 8. Yükseklik ve Azimut Ölçme Âleti (el-âle zât el-ceyb ve’l-semt), 9. Dikey Ölçek Üzerinden Sinus Belirleme Âleti (el-âle zât el-cuyûb ve’l-sehm),10. Mükemmel Âlet (el-âle el-kâmile) ve 11. Gök Küresi

Bu âletlerden, Urdî’nin oğlu Mehmed tarafından 1279’da yapılmış olan gök küresi dışında, günümüze ulaşmış olanı yoktur. 1562 yılından önce Avrupa’ya ulaşmış olan bu gök küre, Almanya’da Dresden ken-tindeki ünlü Zwinger Pavyon’undaki, “Matematik-Fizik Salonu”nda bulunan Âlet Sanatları Müzesi’nde sergilenmektedir. Buradan yola çı-karak, Meraga Gözlem Evi’nin Avrupa’da erken dönemde tanınmış ol-duğu hiç kuşku duymadan kabul edilebilir. Meraga Gözlem Evi, Batı’da da kurulanlara örnek olduğu gibi, Doğu’da da Pekin, Semerkand ve İstanbul’da kurulan gözlem evlerine örnek olmuştur.

Urdî’nin âletler hakkında ayrınıtılı betimlemeler içeren eseri sa-yesinde, Meraga’da kullanılan âletlerin benzerlerini yeniden yapmak mümkün olmuştur.2

2 Bu alanda yapılan en önemli çalışmalar, İslâm Bilim Tarihi’nin büyük isimlerinden Prof. Dr. Fuat Sezgin’in yönetiminde gerçekleştirilmiştir. Sezgin, 1982’de Frankfurt Johann Wolfgang Goethe Üniversitesi’ne bağlı Arap-İslâm Bilimleri Tarihi Enstitüsü’nü ve 1983 yılında da buranın müzesini kurdu. Enstitüye bağlı olarak kurulan müzede, özellikle “İslâm Biliminin Altın Çağı”na ait 800’den fazla tarihi bilimsel âlet, araç, gereç ve harita topladı veya örneklerini yaptırdı. Müzede, Müslüman bilim ve teknik adamları tarafından yapılmış âletlerin, bilimsel araç ve gereçlerin, yazılı kaynaklara dayanarak yapılan model ve örnekleri sergilenmektedir. 2003 yılında , Müzede bulunan objeleri tanıtmak ve İslâm Uygarlığı’nın ulaştığı bilimsel ve teknik gelişmeyi göstermek üzere hazırladığı “Wissenschaft und Technik im Islam” adlı kataloğu yayınladı. Eser, İngilizce, Fransızca ve Türkçe’ye çevirilerek yayınlandı. Prof.Dr. Fuat Sezgin son olarak, Arap-İslâm Bilimleri Enstitüsü için hazırlardığı bilimsel araç ve gereçlerden bazılarının eşini yaptırarak, 25 Mayıs 2008 tarihinde Başbakan R. Tayyip Erdoğan'ın açılışını yaptığı, İstanbul İslâm Bilim ve Teknoloji Müzesi’nin kurulmasına da öncülük etmiştir.

El Urdi'nin "Aletler" kitab›nda Mükemmel Alet çizimi. a.g.e.

Page 164:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

164

Page 165:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

165

SEMERKAND GÖZLEM EVİ

1421’de devrin en büyük gözlem evi olan Semerkand Gözlem Evi’ni yaptırdığında Uluğ Bey 25 yaşında genç bir bilgin hükümdar idi. Kendisi de gök bilimci olan Uluğ Bey’in gözlem evi kurma girişiminin esin kaynağının Meraga Gözlem Evi olduğu söylenir. Binanın yapımı-nın başlangıç ve bitiş tarihleri kesin bir şekilde bilinmemektedir. Yapı, Kühek Tepesi adı verilen, 21 m. yüksekliğinde 85 m. eninde ve 170 m. boyunda kayalık bir yükselti üzerinde kurulmuştu. Çapı 23 m. yük-sekliği 30 m. olan silindir şeklindeki bina üç katlı anıtsal bir yapı idi. Ya-pının anıtsallığı kadar, dev boyutlu sekstant ölçeğinin varlığı, bu göz-lem evinin uzun ömürlü bir kurum olarak tasarlandığını düşündürüyor.

Türk-İslâm Uygarlığının en ünlü gözlem evlerinden biri olan, Se-merkand Gözlem Evi’nin kalıntılarını yeri, 20. Yüzyılın başlarına ka-dar belirsizdi. Gözlem evinin yeri, Rus İmparatoru’nun memuru olan J. L. Viatkin tarafından, 1665 tarihli bir vakıf belgesinde verilen bilgi-lere dayanarak ortaya çıkarılmıştır. Viatkin başkanlığında 1908’de yü-rütülen kazılarda, Semerkand Medresesi’nde kullanılanlara benzeyen, ana yapı malzemesi ile bol miktardaki çini ortaya çıkarıldı. Bu arada, Semerkand Gözlem Evi’nin ana gözlem âleti olan dev sekstantın ka-lıntıları da ortaya çıkartıldı.1 Eldeki bilgilere göre, sekstantın yüksekliği yaklaşık 50 m. idi. Bu yükseklik, yaklaşık olarak, İstanbul’daki Ayasof-ya Camii’nin yüksekliğine eşittir.

Uluğ Bey, gözlem evinin ilk yöneticiliğine ünlü bilgin Çemşid el-Kâşî’yi, onun ölümünden sonra Kadızâde-i Rûmî’yi bu göreve getir-di. Onun ölümünden sonra da ünlü bilgin Ali Kuşçu bu görevi devral-dı. İslâm gözlemevleri arasında önemli bir yer işgal etmiş olan, yüksek matematik ve gök bilimi akademisi niteliğindeki Semerkand Gözlem Evi, Uluğ Bey döneminde yaklaşık 30 yıl etkin çalışmalara sahne oldu. O’nun ölümünden sonra da çalışmalar, gök bilimine meraklı olan oğlu Abdüllatîf zamanında, bir süre daha devam etmiştir. Semerkand Göz-lem Evi’nde pek çok gözlem yapılmış ve gezegenler ile yıldızlara ilişkin bu gözlemler sonucunda, dönemin en önemli eseri olarak kabul edilen Uluğ Bey Zîci hazırlanmıştır. İslâm ülkelerindeki sabit yıldız gözlemleri-nin en kapsamlısı, Semerkand Gözlem Evi’nde yapılanlardır.

Semerkand Gözlem Evi’nde Kullanılan Âletler

Semerkand Gözlem Evi’nde kullanılan âletlerin çoğunluğu, el-Kâşî’nin 1416’da yazdığı Risâle der Şerh-i Âlât-i Raşad adlı eserin-de anlattığı âletlerden oluşmaktaydı. Buna göre Semerkand Gözlem Evi’nde kullanılan başlıca başlıca araç ve gereçler:

1. El-Fahrî Sekstantı,2. Çemberli Âlet, 3. Ekvatoriyel Çember, 4. Çift Çember, 5. İki Bacaklı Âlet, 6. Azimut ve Yükseklik Ölçme Âleti,7. Sinüs ve ters sinüsü Belirleme Âleti ve8. Küçük Çemberli Âlet.

1 Viyatkin’e göre, Semerkand Gözlem Evi doğal bir yıkım sonucu yok olmamıştır. Büyük bir olasıllıkla, mermerleri ve diğer kıymetli yapı malzemelerini başka yapılarda kullanmak üzere, yıktırılmıştır.

Page 166:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

166

Page 167:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

167

Semerkand Gözlem Evi’nin el- Fahrî altılığı (el- Fahri sekstantı), kayaya oyulmuş 60º’lik 40 m yarı çapında bir yay şeklindedir. Bir bölümü onarılmış olan altılının derecelendirilmiş yüzeyi beyaz mermerden olup, yan duvarlarının da beyaz mermerle kaplı olduğu biliniyor (üstte).

Semerkand Gözlem Evi'nin restore edilmifl temelleri ve girifl kap›s›.

Page 168:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

168

Takîyüddîn’nin yaptığı Zât el-Halâk (Çemberli Küre). Kaynak: İstanbul Topkapı Sarayı, Hazine, 452, f.89

Page 169:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

169

Tycho Brahe'nin çemberli küresi. Kaynak: Danimarka Kraliyet kütüphanesi.

İSTANBUL GÖZLEM EVİ

Osmanlı İmparatorluğu’nda, 16. Yüzyılın üçüncü çeyreğine değin bir gözlem evi kurulamamıştı. 1571’de Sultan II. Selim tarafından, Sa-ray Müneccimbaşılığı’na atanan ünlü gök bilimcisi Takîyüddîn, Sidrâtü Muntehe’l-Efkâr adlı zîc’inde, İstanbul’daki gözlem çalışmalarına 1573 yılında 15 yardımcısı ile birlikte başladığını yazmıştır. Bu gözlem çalış-maları, Galata Kulesi’nde küçük gözlem âletleriyle yapılmaktaydı. Sul-tan III. Murat döneminin başlarında Takîyüddîn’in, Uluğ Bey Zîci’ndeki yanlışların yeni gözlemlerle düzeltilerek yeni bir zîc hazırlanması ge-reği konusundaki bir raporu üzerine, Sadrazam Sokulu Mehmet Paşa ve Hoca Sadeddin Efendi, Padişahı bir gözlem evi kurulması konusun-da ikna ederler; konu Dîvan’a götürülür, onaylanır ve tam bir benzer-lik bulunduğunu göstermiştir.

III. Murat tarafından, gözlem evini kurmak, yönetmek ve Padişahın adıyla anılacak bir zîc (el-Zîc el-Şehinşâhî ) hazırlamakla görevlendirilir.

Tophane sırtlarında, Dar el-Rasad el-Cedi (Yeni Gözlem Evi) adı veri-len bugünkü Fransız Konsolosluğu’nun (“Fransız Elçilik Sarayı”) bulun-duğu yerde, “İstanbul Gözlem Evi”nin yapımına 1575’de başlandı ve 1577’de tamamlandı. Gök bilimi ve matematik alanındaki önemli eser-ler ve âletler bu gözlem evinde toplandı. Hükümet yapım için 10 bin al-tın harcamıştı. Ayrıca Takîyüddîn’e de yıllık 3 bin altın ödenek ayrılmıştı.

Gözlem evinin yapısı ve büyüklüğü konusunda tam bir bilgimiz yoktur. Ancak, İstanbul Gözlem Evi, gök bilimciler ve idari görevliler için çalışma odaları ve kalacağı yerler ile bir de kütüphane içerecek büyüklükte, özenli yapılmış bir yapı idi. Binanın yanında “Küçük Göz-lem evi” olarak adlandırılan bir binanın da olduğu kaynaklarda belir-tilmektedir.

İstanbul Gözlem Evi’nde Kullanılan Âletler

Takîyüddîn İstanbul Gözlem Evi’nde, 16. Yüzyılın en mükemmel gözlem âlet, araç ve gereçlerini yapmış ve kullanmıştır. Burada kullanı-lan âletlere ilişkin üç önemli özgün kaynak vardır:

1. İstanbul Gözlem Evi’nin âletlerini betimleyen Âlât-ı Rasadîye li Zîc-i Şehinşâhîye (‘Âletler Kitabı’) adlı yazarı bilinmeyen bir dergi,

2. Takîyüddîn’in Sidret el-Müntehâ adlı eseri ve

3. Aladdin Mansur’un, Şehin Şâhnâme adlı, İstanbul Gözlem Evi hakkındaki şiir kitabı.

Bu kaynaklara göre Takîyüddîn’in, İstanbul Gözlem Evi’ndeki göz-lem ve ölçümler için, yaptığı ve kullandığı 12 araçtan belli başlı 9 araç şunlardı:

1. Zât el-Halâk (Çemberli Küre); Takîyüddîn’in kullandığı Çem-berli Küre, çapı yaklaşık 8 m. olan 6 çemberden yapılmıştır. Aletler Kitabı’nın verdiği bilgilere göre, bu dev âleti kullanmak için 5 kişi ge-rekmekteydi.

2. Zât el-Şubeteyn (Cetvelli Araç)

3. Zât el-Sakbeteyn (İki Delikli Araç),

Page 170:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

170

Takîyüddîn’nin yaptığı Libne (Duvar kadranı).Kaynak: İstanbul Topkapı Sarayı, Hazine 452, f. 9a.

Page 171:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

171

Tycho Brahe'nin duvar kadranı. Kaynak: Danimarka Kraliyet kütüphanesi.

4. Libne (Duvar Kadranı); büyüklüğü yaklaşık 7x7 m., çeyrek yayın çapı ise 6 m. idi. 16. Yüzyıla kadar Avrupa’da bu tip duvar kadranına rastlanmamaktadır. Böyle bir araç, Avrupa’da ilk defa Tycho Brahe ta-rafından kullanıldı.

5. Zât el- Semt ve’l-İrtifâ (Yıldızların Yüksekliklerini ve Azimutları-nı Belirleme Âleti / Azimut Yarım Halkası ); Teodolit’in öncüsü olan bu araç, İslâm ülkelerinde İbn-i Sinâ’dan beri kullanılıyordu. Meraga’da en mükemmel düzeye ulaşmış olan bu araç, Batı’da ilk defa Tycho Bra-he tarafından kullanılmıştır. İstanbul Gözlem Evi’ndeki aracın ölçüm düzeneğini taşıyan silindir biçimindeki yapı yaklaşık 6 m. yüksekliğin-deydi. Yarım dairenin çapı bildirilmemiştir. Ancak, taşıyıcı yapının bo-yutundan yola çıkılarak, çapın yaklaşık 5 m. olduğu tahmin ediliyor.

6. Rub-ı Mıstara (Tahta Kadran / Cetvelli Kadran); Eldeki verile-re göre bu âlet ilk defa Takîyüddîn ve Tycho Brahe tarafından kullanıl-mıştır. Takîyüddîn’in kullandığı Rub-ı Mıstara, 450 cm. yarı çapında bir çeyrek dairedir.

7. Müşebbehe bi’l-Monâtık (Yıldızlar Arasındaki Uzaklığı Ölçme Âleti); Müşebbehetü bi’l-Monatık, Takîyüddîn’in buluşlarından birisi-dir. Bu âlet yardımıyla iki yıldız arasındaki açısal uzaklıklar belirlenebili-yordu. Takîyüddîn, Müşebbehetü bi’l-Monatık yardımıyla Koç takımyıl-dızı içinde bulunan iki yıldızın açısal uzaklığını ölçmüştür.

8. Zât el-Evtar ( Kirişli Araç); Takîyüddîn, gün-tün eşitliği noktaları-nın saptanmasına yarayan bu âletin, kendisinin buluşu olduğunu söyler.

9. Saatler; İstanbul Gözlem Evi’nde çeşitli saatler kullanılmıştı. Bu saatler içinde en önemlisi Bengam’dır. Takîyüddîn’in yapmış oldu-ğu, kendi icadı olan bu âlet, bir tür mekanik saattir. Sidret el-Münte-hâ’dan anlaşıldığı üzere, ayrı ayrı üç saat makinesi takımını kapsamak-tadır. Her takım geniş bir daire üzerinde bir yelkovanı ile iki akrebi dön-dürür. Her üç takımı birden hareket ettiren kuvvet ise, kısa bir ipe bağ-lanmış olan büyük bir ağırlık tarafında sağlanmaktadır. Akrebin biri saat sayısını, diğeri ise derecelere taksim edilmiş bir daire üzerinde, Güneş’in saat açısını, yelkovan ise dakikaları göstermekteydi. Yelkova-nın bulunduğu daire 360’a bölündüğünden her bölüm arası 10 sani-yeyi göstermekteydi. Böylece bunun yarısını alarak, zamanı 5 saniye-lik bir dakiklikle belirlemek mümkündü. Takîyüddîn’in yaptığı ve kul-landığı gök bilimsel bir saattir. Böyle bir saatin bulunuşu ve gözlemler-de kullanılması ölçümlerin duyarlılığını artırması açısından son derece önemli bir gelişme olmuştur

İstanbul Gözlem Evi’nin kurulduğu yıllarda, Danimarkalı ünlü gök bilimci Tycho Brahe tarafından Hvenen Adası’nda 1576-1580 yılların arasında Uraniborg Gözlem Evi ile onun çok yakınında olan Stjerne-borg Danimarka Krallık Gözlem Evi, Danimarka kralı II. Frederic’in hi-mayesinde kuruldu. Yapılan araştırmalar, bu gözlem evlerinde kullanı-lan araç ve gereçler ile Meraga ve İstanbul Gözlem Evi’ndekiler arasın-da büyük benzerlikler bulunduğunu göstermiştir.

İstanbul Gözlem evi’nde Güneş, Ay ve gezegenlere ilişkin gözlem-ler yapılmıştı. Bu gözlemler Sidret el-Müntehâ, Teshîl Zîc el-Aşlârîyye el-Şehinşâhîyye (Sultanın Onluk Sisteme Göre Düzenlenen Tablolarının Yorumu) ve Cerîdet el-Dürer ve Hâridet el-Fiker (İnciler Topluluğu ve Görüşlerin İncisi) adlı zîclerde toplanmıştı.

Page 172:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

172

Takiyuddin’nin Mushabbaha fi’l Mânatık (Altılık/ sextantı).Kaynak: İstanbul Topkapı Sarayı Kütüphanesi 452, f. 14b

Page 173:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

173

Tycho Brahe'nin y›ldızlar›n birbirine olan uzakl›€›n› ölçme sekstant›. Kaynak: Danimarka Kraliyet kütüphanesi.

Gözlem Evinin Hazin sonu

İstanbul Gözlem Evi’nde oldukça başarılı çalışmalar yapılmasına karşın, Osmanlılar’da yeni bir çığır açılamadı. Çünkü, İstanbul Göz-lem Evi’nin ömrü kısa sürmüştü. Gözlem evinin kurulmasına öncü-lük etmiş olan, Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa ve Hoca Saadettin Efendi’nin, padişah katında öneminin artmasını çekemeyenler, gözlem evini ona karşı kullanmak istediler. Başta, Kadızâde adıyla anılan dev-rin Şeyhülislâmı Ahmed Şemseddin (ölm. 1580) olmak üzere bazı ile-ri gelen devlet adamlarının istedikleri fırsat, 1577 yılında ellerine geç-ti. 1577’nin Kasım ayında, İstanbul’da bir kuyruklu yıldızı gözlemlen-mişti. Takîyüddîn kuyruklu yıldız gözlemi vesilesiyle Sultan Murad’a ait kehanetlerde bulunmuş ve bu olayı iyi haberler müjdeleyicisi olarak yorumlayarak İranlılara karşı Türk kuvvetlerinin başarılı olacağını söy-lemiştir. Ancak, bu gözlemin ardından, 1578’de İstanbul’da bir veba salgını baş göstermişti. Böylece gözlem evine karşı oluşmuş olan kar-şıt tavır artmaya başlamış ve saraydakiler bu fırsattan yararlanarak, gözlem evinin kurulduğu her yerde felâketlerin birbirini kovaladığını, Uluğ Bey’in öldürülmesini de örnek göstererek, kanıtlamaya çalıştılar. Şeyhülislâm Padişah’a bir fetva vererek, gözlem yapmanın uğursuz, göklerin sırlarını öğrenmeye cüret edenin âkıbetinin malum olduğu-nu ve eğer bir memlekette zîc hazırlanacak olursa o memleket bayın-dır iken harap ve devletin binalarının deprem ile toprak olacağını bil-dirmiştir:2

Bunun üzerine Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa’ya bir Hatt-ı Hüma-yun gönderildi. Bir İtalyan devşirmesi olan Kılıç Ali Paşa, 22 ocak 1580 Perşembe günü, denizden açtırdığı top ateşiyle gözlem evini tüm âletleriyle birlikte yerle bir ettirdi. Takîyüddîn, büyük bir olasılık-la Hoca Saadettin Efendi sayesinde hayatını kurtarmış, iki sene son-ra da vefat etmiştir.

Bu pozitif bilim yuvasının yıkılması Türk bilimine indirilmiş çok bü-yük bir darbe olmuştur. İstanbul Gözlem Evinin yok edilmesi, İslâmîyetin elinde bulunan çok önemli bir bilim alanının tamamen Avrupa’nın eli-ne geçmesine sebep oldu.

Ali Kuşçu ve onu takip eden Mîrim Çelebi gibi kuramsal gök bi-limcilerden sonra, önemli bir kuramsal gök bilimi eseri ortaya koyamı-yan Osmanlı gök bilimi, bu olaydan sonra, gözlemsel gök biliminde de yüzyıllar sürecek bir duraklama dönemine girmiştir. 16. Yüzyılın so-nundaki bu hazin olaydan olumsuz etkilenen Osmanlı bilim adamla-rı, matematiksel bilimler alanında Cumhuriyet dönemine gelinceye ka-dar, uluslararası bilimsel değeri olan özgün eserler ortaya koyamamış-tır. Bu olayın ülkemizde ve hatta İslâm ülkelerindeki etkisi günümüze kadar sürmüş, bilimsel ve teknolojik alanlarda ileri bir düzeye erişile-memesinde önemli bir etken olmuştur.

2 Şeyhülislam Kadızâde’nin fetvası, "İhracı rasad meş'um ve perde-d esrar-ı felekiyeye küstahane ıttılaa cür'etin vehamet ve akibeti meczumdur, hiç bir mülkte mübaşeret olunmadı ki mamur iken harap ve bünyan-ı devleti zelzelenaki inkilap olmaya" şeklinde başlıyordu. Yeniliği, devrimi (inkılâp)yasaklayıcı anlayıştaki bu fetvanın, bu giriş bölümünün günümüz Türkçesine çevirisi: “Göklerin sır perdesini aralayıp anlamaya çalışmak uğursuzluğuna cesaret etmenin vahim sonu malumdur. Hiçbir yerde (ülkede) meydana gelmiş bir inkılâp yoktur ki devlet düzenini bir zelzelenin tesiri gibi mamur iken harap yapmış olmasın”. Talihin garip bir cilvesi olarak, 1868 yılında İstanbul’da İstiklâl Caddesi’nde bir apartman katında çalışmaya başlayan, Osmanlıların ikinci gözlem evi olan Rasadhâne-i Âmire, 31 Mart 1909 ayaklanmasında, ilk kurulan gözlem evinin akibetine uğrayarak, tahrip edilmiş ve âletleri parçalanmıştır.

Page 174:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

V

Page 175:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

TÜRK-İSLÂM GÖZLEM ALETLERİALİDAD

USTURLAP

PUSULA

KADRANLAR, GÜNEŞ KADRANLARI

EKVATORYUM

KÜRELER

KÜRESEL USTURLAP

MEKANİK TAKVİM-BİLGİSAYAR

MEKANİK (ÇARKLI) USTURLAP

GÖK BİLİMİ SAATİ

VENEDİK KALYONU

GÖLGE KARESİ

KADRAN (ÇEYREK)

DENİZCİ USTURLABI

DÜZLEMKÜRE

BİRBİRİNE DİK DÜZENLİ AĞ

KAVUŞUMLAR PLAKASI

BÖLGELER PLAKASI (GEZEGENLER BİLGİSAYARI)

ORTOGRAFİK USTURLAP

KAMAL

DOĞRUSAL USTURLAP

TORKUVETUM

EVRENSEL USTURLAP

VOLVELLE

Page 176:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü
Page 177:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

177

TÜRK-İSLÂM GÖZLEMEVLERİNDE KULLANILAN GÖK BİLİMİ ALETLERİ

Alidad (alhidade): Arapça’da ‘cetvel’ anlamına gelen bu sözcük, gökcisimlerinin konumunu belirlemekte kullanılan bir aygıtın adı. Ay-gıt, İslâm gök bilimciler tarafından keşfedilip geliştirildi. Basit hâliyle, iki ucuna dikine sabitlenmiş iki gözlem yarığı bulunan bir çubuktan oluşur. Yarıklardan birinden bakıldığında, diğer yarıkta bir gökcismi görünüyorsa bu; çubuk gözlemciden gök cismine uzanan doğru üze-rinde yatıyor demektir. Böylelikle gökcismine yöneltilmiş olan çubu-ğun, yatayla yaptığı açı, gökcisminin ufuk düzlemine göre yükseltisini; yatay bir masa düzlemi üzerindeki bir başvuru çizgisi, örneğin kuzey yönü ile yaptığı açı da, gökcisminin yatay açısını verir.

Çubuk; dikey düzlemde yatan çeyrek dairenin merkezi etrafında dönerken, uzak uç çeyrek çember üzerinde kaymakta; ayrıca, çeyrek dairenin dikey düzlemi, yatay düzlem üzerinde döndürülebilmektedir. Yükseltiler dikey çeyrek dairenin, yatay açılar ise, çeyreğin üzerinde döndüğü tam dairenin taksimatlarından okunur.

Alidad eski zamanlarda, pek çok gök bilim aygıtının bir parçasını oluşturmaktaydı. Örneğin usturlaplarda olduğu gibi, taksimatlı bir da-irenin merkezine oturtulmuş olanlara ‘diyopter’ de denirdi. Zamanımızda ise alidad ismi, ‘düz-lem masalı alidad’ örneğinde olduğu gibi, çok daha kapsamlı işlevler gören aygıtların parçası olarak kullanılıyor.

Halkalı usturlap (armillary sphere): Halka-lı usturlap, bilinen en eski gök bilimi aygıtların-dan birisi. Eski çağlarda eğitim amacıyla, takvim belirlemede ve bazı gözlemleri kabaca yapmak için kullanıldı. Merkezinde, evrenin merkezin-de durağan olduğu düşünülen Dünya’yı temsil eden bir küre ve etrafında, gök kürenin önem-li çemberlerini temsil eden halkalardan oluşuyor-du. Kopernik sisteminin kabulünden sonra, mer-keze Güneş’i temsil eden bir küre konmaya baş-landı. Grek gökbilimci Hiparkos (MÖ. 190-120), bu aleti Eratostenes’in (MÖ. 276-194) keşfetti-ğini söyler. İlk hâlinde, yerkürenin etrafında sa-dece; gündönümü noktalarından ve kutuplar-dan geçen, ekvatora dik, tek bir meridyen hal-kası vardı. Daha sonra, bu halkaya ve keza ek-vatora dik olup, Güneş’in tırmanışının durduğu dönence noktalarından ve kutuplardan geçen ikinci bir halka daha eklendi. Zamanla, halkaların sayısı arttı. Hiparkos muhtemelen dört halkalı bir usturlap kullanmıştı. İslâm bilginleri çok daha gelişmişlerini yaptılar. Avrupa’ya Endülüs kanalıyla geçti ve te-leskop icat edilene kadar, en önemli gök bilimi aygıtı olarak kullanıldı.

Üstteki şekil’de gelişkin bir halkalı usturlap görülüyor. Ana bileşen-leri şöyle:

Ekvator halkası (A); ekvator koordinat sisteminde güneşin sağa-

çıklığını (deklinasyon) derece cinsinden veya zaman olarak göstermek üzere, ilkbahar gündönümünden başlayarak 360 dereceye ve 24 saa-te bölünmüş.

Ekliptik (B); Güneş’in ekliptik üzerinde bulunduğu noktayı derece cinsinden veya zaman olarak göstermek üzere; her biri 30’ar dereceye ayrılmış olan 12 burca ve yılın ayları ile günlerine bölünmüş.

Yengeç dönencesi halkası (C); Güneş’in tırmanışının durduğu üst noktadan (e) geçiyor ve ekliptiğe, yengeç burcunun başladığı bu nok-tada değiyor.

Oğlak dönencesi halkası (D); Güneş’in tırmanışının durduğu alt noktadan (f) geçiyor ve ekliptiğe, oğlak burcunun başladığı bu nokta-da değiyor; her iki dönence halkası da ekliptik halkasıyla 23,5 derece-lik açı yapmakta.

Kuzey kutup (arktik) çemberi (E) ve güney kutup (antarktik) çem-beri F; her biri ilgili kutuptan 23,4’er derecelik açı konumunda.

Gündönümü halkası (G); ilkbahar ve sonbahar gündönümü nok-taları ile, kuzey ve güney gökküre kutuplarından geçiyor. Gündö-nümü noktalarından başlamak üzere, kutuplara kadarki her çeyreği;

Güneş’in, Ay’ın ve yıldızların dikaçıklıklarını gös-termek amacıyla, 90’ar dereceye bölünmüş.

Güneşin durma halkası (H); Yengeç ile Oğ-lak dönence halkalarının ekliptik halkasına değ-diği üst ve alt durma noktaları (e, f) ile, kuzey ve güney gökküre kutuplarından geçiyor. Dur-ma noktalarından (e, f) başlamak üzere, eklipti-ğe dikmenin gökküreyi kestiği noktalara (b, d) kadarki her çeyreği; yıldızların enlemlerini gös-termek amacıyla, 90’ar dereceye bölünmüş.

Ekliptiğin kuzey kutbunda bir somun (b), buna bağlı çeyrek dairelik bir tel ve telin diğer ucunda, Güneş’i temsil eden bir top var (Y); so-mun döndürüldükçe, Y küresi ekliptik üzerinde (B-B) hareket ediyor. Ekliptiğin güney kutbun-da ise bir perçin (d), buna bağlı çeyrek dairelik başka bir tel ve telin diğer ucunda Ay’ı temsil eden bir top var (Z). Elle de hareket ettirilebilen bu topu, bir düzenek; ekliptiği 5½ derecelik bir açıyla, “Ay’ın düğüm noktaları” denilen iki kar-şıt noktasında kesen bir yörünge üzerinde do-landırılabildiği gibi, ayrıca, bu iki noktayı ekliptik üzerinde, Ay’ın düğüm noktalarının gökkürede

yaptığı gibi geriletebilmekte. Bu halkaların içinde, kutuplar arasında uzanan bir eksenin (K) üzerine sabitlenmiş küçük bir yerküre var (I). Ek-senin uçlarına, enlice bir yassı halka şeklindeki ‘gökküre meridyeni’ (L L) sabitlenebilmekte; gerektiğinde gevşetip yerküreyi döndürerek bu meridyeni, yeryüzündeki herhangi bir noktanın üzerine denk getir-mek mümkün. Meridyen taksimatlandırılmış olup, yeryüzü merid-yenlerininkine benzer işleve sahip. Meridyenin içine, yine yassı bir

Halkalı usturlap.

Page 178:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

178

Page 179:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

179

halka şeklindeki, hareket ettirilebilen bir ‘ufuk’ oturtulmuş (M M). Ufu-ğun güney ve kuzey yönlerinde birer çentik var ve meridyen, bu çen-tiklerin içinden geçiyor. Ufuk ayrıca, doğu ve batı noktalarından çıkan birer telle, yerkürenin ekvatoru boyunca uzanan bir girintiye oturtul-muş olan ve bu girintinin içinde kayarak, altındaki yerkürenin bağımsız olarak dönmesine izin veren bir halkaya, karşıt iki noktasından bağlı.

Güney kutbunda, en dıştaki halkaya sabitlenmiş, 24 saate taksi-matlandırılmış bir çember ve yerküre ekseni etrafında döndürüldüğün-de bu çember üzerinde dolanan bir ibre var.

Yapı, N ayağı üzerine oturtulmuş olup, O eklemi etrafında; Q ko-luna sabitlenmiş olan ve fakat dikey R ayağının içinde kayarak hare-ket edebilen P yayı aracılığıyla, 0’dan 90 dereceye kadar istenen açıy-la yükseltilip alçaltılabilmekte. R ayağının üzerinde, P yayını sabitlemek için bir vida var.

T kutusunda iki çark ile, uçları V ve U noktalarında dışarı çıkan iki dişli çubuk var. Çubuklardan isteneni, üzerine W kolu takılıp döndü-rülebilmekte. Kol V eksenine takılıp da diyelim ‘saat yönünde’ döndü-rüldüğünde, yerküre, ufuk ve gökküre meridyeniyle birlikte sabit ka-lırken, tüm diğer halkalar; doğudan batıya doğru dönerek, Güneş kü-reciği Y ile Ay küreciği Z’yi aynı yönde beraberlerinde taşıyarak onla-rın, saat döngüsünün belli anlarında ufuğun birer noktasından doğup başka birer noktasında batmalarını sağlarlar. Fakat, kol U eksenine ta-kılıp da ters yönde döndürüldüğünde, güneş ve ay kürecikleri sabit ka-lırken, ufuk ve meridyeniyle birlikte yer küreciği dönerek, onlara doğru kalkıp iner. Böylelikle, güneş ve ay; ufuğun daha önce doğup battıkla-rı noktalarında ve saat döngüsünün aynı anlarında doğup batıyor gö-rünürler. Bu arada, yerküre döndürülürken saat ibresi saat çemberinin üzerinde, dıştaki halkalar döndürülürken ise, saat çemberi ibrenin al-tında döner. Böylelikle aygıt, dünyanın gerçek hareketini veya da gök-cisimlerinin görünür hareketini gösterebilmektedir.

Aleti, bulunulan gözlem yerinde kullanıma hazır hâle getirmek için; R dikey ayağındaki r vidası gevşetildikten sonra Q kolu tutulup, ta ki istenen yerin enlemi R ayağının yanında görünene kadar dön-dürülür. Böylelikle alet; eğer bir pusula yardımıyla kuzey-güney doğ-rultusunda yerleştirilecek olursa, ekseni Dünya’nınkine paralel olacak hâle getirilmiş olur. Bu yapıldıktan sonra, gökküre meridyeni L üzerin-de; kuzey kutbundan başlayarak ufkun kuzey çentiğine doğru, bulu-nulan yerin enlemi kadarlık bir açı işaretlenip, ufuk buradaki çentiğe oturtulur. Böylece, ufuk çemberi, bulunulan yerin ufuk düzlemine pa-ralel hâle gelmiş olur. Daha sonra b somunu, güneş küreciği Y eklip-tik üzerinde istenen günün hizasına gelinceye kadar döndürülür. Gü-neş, o gün için olması gereken konumdadır. Ay’ın tırmanış düğümü ve o günkü yeri de, gökyüzü tablolarından yararlanılarak, benzer şekil-de ayarlanır. Son olarak, W kolu; halkaların hareket etmesi isteniyorsa, güneş küreciği L meridyenine veya yerküreciğinin hareket etmesi iste-niyorsa, meridyen güneş küreciğine gelene kadar döndürülüp, saat ib-resi XII’ye, öğlene ayarlanır.

Alet hazırdır. Kolu çevirip, Ay’ın ve Güneş’in ufukta doğup batma-larını izleyebilir, ilgili zamanları saatin ibresine bakarak okuyabilirsiniz.

USTURLAPUsturlap (astrolabe): Usturlap eskiden gök biliminde, astrolojide

ve ulaşımda kullanılmış olan tarihsel bir gök bilimi aygıtıdır. Yıldızların, Güneş’in, Ay’ın, gezegenlerin konumlarını belirlemek veya öngörmek, yerel enlem biliniyorsa zamanı veya zamandan hareketle yerel enle-mi hesaplamakta kullanılırdı. Ayrıca, kadastro ve üçgenleme işlemleri başta olmak üzere, çok çeşitli başka kullanım alanları da vardı. Batı’da, Eski Grek döneminde, MÖ. 200 civarına, muhtemelen Hiparkos tara-fından keşfedildi. Orta Çağ’da İslâm bilginleri tarafından, kısmen de kıblenin ve namaz vakitlerinin belirlenmesi amacıyla geliştirildi. Bilindi-ği kadarıyla İslâm dünyasında ilk kez, 8. Yüzyıl matematikçisi Muham-med el-Fazari tarafından yapıldı. Matematiksel temeli, el-Battani’nin (L. Albategni, Albatenius, 858-929) 920 yılı civarında yazdığı Kitab az-Ziç adlı eserinde verildi. Batı’da Arzachel olarak bilinen Endülüs-lü matematikçi El-Zarkali (1029-1087), ”Saphaea” denilen ilk evrensel usturlabı keşfetti. Aygıt Batı Avrupa’nın diğer kısımlarına 11. Yüzyılda girdi. Günümüze ulaşan en eskisi 928 yılından kalma.1

Bronzdan yapılan aletin görünüşü, 10-15 cm. çapında, kulplu bir duvar saatine benzer. Genellikle, alt ikisi sabit, üst ikisi oynak olmak üzere, dört parçadan oluşur; bir ana gövde, içinde enlem plakası, üze-rinde bir yıldız atlası, en üstte de bir cetvel.

Ana gövdenin içi hafifçe çukur, yaklaşık 6 mm. derinlikte; ortasın-da sabit bir mil ve çeperinde, taht da denilen (Arapça kürsi) bir kulp var. Çeper yassı bir halka biçiminde, üzerinde günün saatleri işaretlen-miş. Ya da, bazen 360 dereceye taksimatlandırılmış olabilmekte. Örne-ğin buradaki şekilde; kulpun sol yarısında sabah, sağ yarısında akşam saatleri yer almakta. Yani öğle saati, kulpun tam altına denk getirilmiş.

Gövde ve içindeki enlem plakası

1 Frye, R. N., The Golden Age of Persia, London: Butler & Tanner Ltd., 1989, s. 163.

Page 180:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

180

Page 181:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

181

Nedeni daha sonra görüleceği üzere, Güneş’le yapılacak ölçümlerde, enlem plakası böyle konumlandırılmak zorunda.

İkinci parça, aletin kullanılacağı enleme göre tasarımlanmış olup, merkezinden, gövdenin ortasındaki mile oturtulur. ‘Enlem diski’ de de-nilen bu plaka, o enlemin ufuk düzlemini temsil etmektedir. Plaka üze-rinde, birbirleriyle kesişen iki takım eğri var. Bunlar gök kürenin, ufuk

düzleminin üstünde kalan yarısına ait olan eş yükselti ve eş azimut çemberlerinin, ekvator düzlemi üzerindeki ‘stereografik izdüşüm’lerini temsil ediyor.

Usturlapta izdüşüme temel olarak, gökyüzünün güney kutbu alınır. Yani, yarı gök kürenin herhangi bir noktasının ekvator düzlemi üzerin-deki izdüşümü, şekilde görüldüğü gibi; o noktayı gökyüzü güney kut-buna bağlayan doğrunun ekvator düzlemini kestiği noktadır. Bu durum-da, gökyüzü kuzey kutbunun izdüşümü, en ortadaki nokta olur. Gök-yüzü ekvatorununki kendisidir. Dönencelerinki ise birer dairedir ve yen-geç dönencesi ekvatorun içinde kalırken, oğlak dönecesi dışında yer alır.

Hâl böyle olunca, kuzey kutbu, plakanın ortasındaki deliğe denk gelir ve gözlemcinin meridyeni bu noktadan, düz bir doğru olarak ge-çer. Yandaki şekilde 44° 34’ kuzey enlemi için hazırlanmış bir plaka

görülüyor. Plakanın merkezi etrafında saatin tersi yönde döndürülme-si; Dünya’nın kendi etrafında batıdan doğuya doğru dönmesine kar-şılık gelir ve ufuk düzlemi de birlikte döner; çeperdeki saatlerle uyum-lu bir şekilde.

Gözlemcinin konumu meridyeni üzerinde olup, kuzey kutbundan (π/2–enlem) kadar, 45° 26’ aşağıdadır. Plaka orta deliğe, örneğin göz-lemcinin konumu delikle kulp arasında kalacak ve meridyen doğrusu kulpa bakacak, yani öğle saatine denk gelecek şekilde yerleştirilmiş ol-sun. Plaka üzerindeki eğriler bu durumda; öğle vaktinde yüzünü gü-neye çevirmiş olan gözlemcinin; ufuk düzleminin üstünde kalan ya-rım gökküreye ait çemberlerin, ekvator düzlemindeki stereografik iz-düşümlerini nasıl göreceğinin bir resmini oluşturur. Gözlemcinin konu-mu, 90°‘lik yükselti çemberini temsil eden başucu noktasındadır (ze-nit). Onu çevreleyen yaklaşık daire şeklindeki kapalı eğriler, 0°‘ye doğ-ru giderek azalan eşyükselti çemberlerinin (almukantar) izdüşümleri-dir. Yükselti çemberlerini yaklaşık dik keserek konum noktasına ulaşan yaylar, azimut çemberlerinin izdüşümleridir. 0°‘lik yükselti eğrisi, ufuk çemberini temsil etmekte ve ekvatoru, ufuk düzleminin doğu ve batı noktalarında kesmektedir. Doğu noktası gözlemcinin sol, batı nokta-sı sağ tarafındadır. Ufuk çemberi ekvatoru (π/2–enlem=) 45° 26’ açıyla kestiğinden; izdüşümünün güney yarısının bir kısmı, oğlak dönencesi-ninkinin dışında kalır. Ufuk düzleminin güney noktası bu yüzden, kul-pun yukarısında kaldığından, plakada görünmemektedir. Ufuk çizgisi-nin altında kalan kesikli eğriler ise, Güneş’in ufuk düzleminin altına in-mesinden sonra gökyüzünün ne kadar karanlık olacağını belirlemek-te kullanılan, ‘negatif’ eşyükselti eğrileridir. Güneş birincisine inmiş-se, gökyüzünde yalnızca en parlak yıldızlar görülebilir ve buna ‘mede-ni karanlık’ denir. ‘Denizcilik karanlığı’nı temsil eden ikincisinde, daha soluk yıldızlar da görülebilir. ‘Gökyüzü alacakaranlığı’ denilen üçüncü-sünde, gökyüzü artık olabildiğince kararmış olur.

Usturlabın farklı enlemlerde kullanılabilmesi için, gövdenin içinde birden fazla enlem plakası saklanabildiği gibi, plakaların arka yüzleri de başka enlemler için hazırlanıp, aynı plaka, tersini çevirmek suretiy-le farklı bir enlemde kullanılabilmekte idi.

Gökküre güney kutbuna göre stereografik izdüşümü

44° 34’ için enlem plakası Atlas diski

Page 182:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

182

Usturlab›n ön ve arka yüzü görünümü.

Page 183:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

183

Usturlabın, enlem diskinin üstüne yerleştirilen üçüncü parçası; ‘örümcek’ de denilen bir yıldız atlası. Disk şeklindeki harita; gökcisim-lerini enlem plakasındaki eğrilerin üzerinde, yani gökyüzünde dolan-dırmaya yarıyor. Disk, üzerindeki işaretleri taşıyan ince şeritlerin dışın-da, hemen tümüyle oyulmuş hâlde; tıpkı bir örümcek ağı gibi, adı o yüzden ‘örümcek’. Dolayısıyla, dönerken veya dururken, altındaki en-lem plakasının eğrileri görülebilmekte. Yandaki şekilde, bu amaçla ha-zırlanmış bir ‘atlas diski’ var. Ortası delik olan disk, kuzey yarımkürede-ki bir gözlemcinin görebileceği yıldızların bir atlasını içermekte. Atla-sın üzerindeki işaretler, ilgili yıldızların, ekvator düzlemi üzerindeki ste-reografik izdüşümleri. İzdüşümlerinin gök kürenin hangi andaki gö-rüntüsüne karşılık geldiği önemli değil; önemli olan, göreli konumlar. Ortadaki delik, kuzey kutbunun izdüşümüne karşılık gelmekte. Yani, delik olmasaydı, yerinde kutup yıldızının (Polaris) bulunması gerekir-di. Disk, merkez miline bu delikten geçirilip, milin etrafında serbestçe döndürülebilmekte. Diskin döndürülmesi; saat yönünde ise Dünya’nın kendi ekseni etrafında batıdan doğuya doğru dönmesine, yani yıldız-ların doğup batmasına; saatin tersi yönde ise, ekliptiğin dönmesi göz önüne alındığında, Dünya’nın yörünge hareketine, yani burçların gün-den güne batıya doğru kaymasına karşılık geliyor. Gelelim ölçümlere; önce yıldız ölçümleri, onlar görece kolay...

Yıldızların görünürdeki günlük hareketi, kutup eksenine dik ve ek-seni merkez alan daireler çizdiğinden, yörüngelerinin ekvator düzlemi üzerindeki izdüşümleri, iç içe çemberler şeklindedir. Dolayısıyla, örüm-cek merkez etrafında döndürülürken, üzerindeki yıldız işaretlerinin çiz-diği daireler, bize bu izdüşüm çemberlerini verir. Herhangi bir yıldız, 360°’lik çemberini yaklaşık bir günde tamamladığından (23 s 56 dk); her saat batıya doğru 15° kayar (24x15=360). Dolayısıyla, belli bir yıl-dızın meridyenimizden ardışık iki geçişi arasındaki süre, yaklaşık bir gündür. O hâlde, meridyenimizden en son h

1 anında geçmiş olan bir yıldızın, içinde bulunduğumuz h2 anında, meridyenimizin A=(h2-h1)x15° batısında olması gerekir. Bu ise yıldızın hâlen üzerinde bulundu-ğu gökküre boylamının, meridyenimizle yaptığı ‘saat açısı’dır. Sonuç olarak, h1 biliniyorsa; yıldızın saat açısı A’yı ölçüp şimdiki saati bulmak veya şimdiki saat h2 de biliniyorsa, yıldızın gökküre boylamını hesap-lamak mümkündür (h2=h1+ A/15 veya A=15x(h2-h1). Usturlabın kulla-nımı bu işlemleri gerçekleştirir...

Örümcek üzerindeki yıldızlardan belli birinin, meridyenden han-gi saatte geçeceği, yıldız kataloglarından bulunabilir. Enlem plakası, meridyenin güney ucu çeperde o saati gösterene kadar döndürülür. Böylelikle enlem plakası, o yıldızın meridyenimizden son geçişine göre ayarlanmış, üzerindeki azimut ve yükselti eğrileri amaca uygun şekilde konumlandırılmış olur.

Enlem plakası bu durumda iken, eğer saat belirlenmek isteniyorsa; sözkonusu yıldızın o anki yükseltisi ölçülüp, bu sefer örümcek, ta ki yıl-dız enlem plakası üzerinde, ölçüm değerinin belirlediği eşyükselti çem-berini kesene kadar döndürülür. Yıldızın oturduğu nokta, azimutunun yanında gökküre boylamını da belirler. Merkezden yıldıza uzanan doğ-ru, gökküre boylamını temsil etmektedir ve çeperi kestiği nokta, saati verir. Bu sonuncu işlem, varsa, usturlabın en üstteki dördüncü parçası-nı oluşturan cetveli merkez etrafında döndürüp kenarını yıldıza daya-mak suretiyle, daha duyarlı bir şekilde yapılabilir. Cetvelin üzerinde ay-rıca, ilgilenilen gökcisminin ekvator düzlemine açısal uzaklığını (dika-çıklık) veren taksimatlar da bulunmaktadır. Ya da, gün ve saat bilini-yorsa eğer, tersine; örümcek, ta ki yıldız çeperdeki ilgili saate bakana kadar döndülüp, altına denk gelen enlem plakası koordinatlarına ba-kılarak; yıldızın o anki gökküre konumu belirlenebilir. Her iki şıkta, bu arada hem de; örümcekteki diğer gökcisimleri gözlemciye göre, o an bulunmaları gereken konumlara yerleşmiş olurlar. Dolayısıyla, gökkü-redeki yerleri gözlenebilir. Yıldızlarla ölçümler böyle, Güneş’inki farklı;

Ay’ın veya gezegenlerinki de...

Güneş’e bakarak saati belirlemek için, enlem plakası hep, meridyenin güney ucu öğle saa-

tini gösterecek şekilde yerleştirilir. Çün-kü tanımı itibariyle, öğle anı, Güneş’in

meridyenimizden geçişine karşılık gelir. Örümceğin kullanımı da yıl-dızlarınkinden biraz farklı...

Uzak yıldızların gökkürede-ki konumları, yaklaşık olarak sa-bittir. Dolayısıyla, Dünya döner-

ken, gökkürede hep aynı dairele-ri çizerler. Örümceğin döndürülme-

si bu yüzden, Dünya’nın kendi ek-seni etrafında dönmesine karşılık gelir.

Hâlbuki, Dünya ayrıca Güneş’in etrafında dolandığından, Güneş’in gökkürede çizdi-ği daire, yıl boyunca değişmektedir. Gerçi hep ekvatora paralel kalır; fakat yazın üs-

tüne çıkıp, kışın altına iner. Güneş’in görünür hareketinin bu bileşe-nini, ekliptik çemberi belirler. Bu yüzden, örümceğin üzerinde, eklip-tik çemberinin ekvator düzlemindeki izdüşümüne karşılık gelen, yak-laşık bir çember de bulunmaktadır. Çember günlük bölümlere ayrılmış ve her bölümün üzerine, Güneş yılın hangi gününü o bölümde geçire-cekse, o günün tarihi işaretlenmiştir. Dolayısıyla, eğer zaman Güneş’e bakılarak belirlenecekse, Güneş’in o sırada ekliptiğin hangi bölümün-de bulunduğunun, yani o günün takvimin hangi günü olduğunun bi-linmesi ve yükseltisinin ölçülmesi gerekir. Örümcek, ekliptiğin üzerin-deki o günün tarihi, Güneş’in ölçülmüş olan yükselti değerinin enlem plakasında belirlediği eş yükselti çemberini kesene kadar döndürülür. Kesişme noktasını merkeze bağlayan doğrunun, çeperde işaret ettiği saat zamanı verir. Gündüz Güneş’in, ya da o gece görünen bir yıldı-zın yükseltisini belirlemek için, usturlabın arkasında bir alidad bulunur ve bu arka yüz ayrıca, başka işlemlere yarayacak bazı bilgiler de içerir.

Usturlap cetveli

Düzlemküresel usturlap, Muhammed İbn el-Fatuh el-Humeyri, 1217-1218 Fas.

Page 184:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

184

Kıble gösterici, 18. Yüzyıl, İran

Page 185:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

185

Arka yüzde, Güneş’in hangi tarihte hangi burçta olacağını önce-den belirlemeye yarayan bir takvim ölçeği, bunun dışında bir burçlar ölçeği ve en dışta da, ekliptikteki konumlara karşı gelen yükseltilerin ölçeği bulunur. Orta kısımda mevsim saatlerini belirleyen yaylar, onun altında da, tanjant hesaplamaya yarayan bir gölge kutusu yer alır.

PUSULAIslak pusula: Doğal olarak mıknatıslanmış magnetit minerali, ser-

best hareket edebildiğinde, kutuplar doğrultusuna yönelir. Aristo’ya göre bu olgudan ilk kez, M.Ö. 6. Yüzyıl düşünürü Miletli Tales bahset-miştir. Fakat olgu büyük olasılıkla Çin’de daha erken keşfedildi; mag-netitin demiri çektiği, M.Ö. 4. Yüzyılda yazılı kayda geçti2 ve en geç 2. Yüzyılda, muhtemelen, binaların ve eşyaların yerleştirilirken yönlendi-rilmesinde kullanıldı. Pusula niteliğindeki ilk ‘yön bulucu’nun anlatımı, çok daha sonraya, 11. Yüzyıl Song Hanedanı dönemine ait. Bu ‘ıslak pusula’, suda yüzmeye bırakılan balık şeklindeki bir tahta parçasının içine mıknatıslanmış bir iğne yerleştirilerek yapılmıştı.3

Kuru pusula: Islak pusula denizcilikte, gemi sürekli sallandığından, pek kullanışlı değildi. Kuru pusula aynı yüzyılda, iğnenin bir ipek lifi-nin ucuna, ortasından mumla yapıştırılarak asılmasıyla ortaya çıktı. De-nizcilikteki kullanımına ilk atıf, Zhou Yu’nun 1119 baskısı bir kitabında var. Fakat ıslak pusulalar da, 18. Yüzyıla kadar kullanıldılar.

Gök bilimi pusulası: İslâm dünyasında pusula 13. Yüzyılda, denizci-likte kullanılmaya başlandı. İlk pusula, ‘suda yüzen demir’ türünden-di. Bu daha sonra, ortasında bir kutunun içine iğnelenmiş ibre şeklini alarak, ‘kuru pusula’ya dönüştü. Bilinen en eski kuru pusulalardan bi-

risi, 1282 yılında, Yemen Sultanı El-Eşref tarafından yapılmıştı. El-Eşref daha sonra bu aygıtı, kıblenin yönünü bulmak ve ezan zamanlarını be-lirlemek üzere geliştirince, pusula gök bilimi aletleri arasına girdi. Tri-gonometride kaydedilen ilerlemeler çok geçmeden, evrensel bir ‘kıble gösterici’nin geliştirilmesini sağladı.

Kıble göstergesi: Yeryüzünün herhangi bir noktasında kıble yönü-nü bulmak, o noktanın ve Kabe’nin enlem ve boylamını bilmeyi gerek-tirir. Hâlbuki pusula ile ancak, boylamın doğrultusu, yani coğrafya ku-zeyi bulunabilir. Bu bile, duyarlılık istendiğinde, göründüğü kadar ba-sit bir işlem değildir.

Dünya’nın dönme ekseni, kütle merkezinden geçer ve yaklaşık ola-rak sabittir. Dolayısıyla, eksenin yeryüzüyle kesiştiği ‘coğrafya kutup-ları’, merkeze göre karşıt konumlardadır ve pek değişmez. Hâlbuki Dünya’nın manyetik alanı, kökenindeki iç dinamiklerle birlikte, zaman-la yavaş da olsa değişir. Manyetik alanın yeryüzüne dik olduğu ‘man-yetik kutuplar’ bu yüzden, bir çap üzerinde yer almayabildikleri gibi, değişkendirler de. Örneğin, kuzey manyetik kutup hâlen, kuzey coğ-rafya kutbunun 1600 km. sağında yer almaktadır. Bu, merkezden ba-kıldığında 13,5 derecelik bir açıya karşılık geliyor. Dünya’nın manye-tik alanında ayrıca, yüzeyindeki bir noktadan diğerine, yerkabuğunun yerel yapısındaki farklılıklar nedeniyle, ‘yerel sapma’lar da var. Toplam sapma 20 dereceyi bulabilmekte.

Pusulanın ibresi, bulunduğu konumdaki manyetik alanın yönünü gösterir. Gerçek kuzeyden bu yöne, saat yönünde ölçülen açıya, ‘man-yetik açıklık’ denir. Dolayısıyla, pusulayla gerçek kuzeyi bulmak, ibre-nin gösterdiği yönün, bu açıyla düzeltilmesini gerektirir. Bulunan ger-çek kuzey, o konumdan geçen meridyenin doğrultusunu vermektedir. Kıble yönünü belirlemek, bundan öte; kuzey kutbundan konuma ve Kabe’ye inen meridyen parçalarıyla, konumdan Kabe’ye uzanan yayın oluşturduğu ‘küresel üçgen’le ilgili bir problemdir. Şöyle ki: Bu küresel üçgenin, ufuk düzlemine izdüşümünün, bulunulan noktayı köşe alan iç açısı; kıble yönünün, gerçek kuzey ile yaptığı açıyı verir. Problemin birden fazla çözüm şekli var...

Bîrûnî (973-1048) 11. Yüzyılda bu çözümleri, El-Battani’nin (L. Al-bategni, Albatenius, 858-929) 10. Yüzyılda geliştirmiş olduğu bazı tri-gonometri ilişkilerinden yararlanarak vermişti. 1300 yılında Mısırlı gök-bilimci İbn Sim bir eserinde, kıbleyi gösteren bir pusuladan söz etmek-tedir. Ancak bu pusulada gösterge kartı yoktu. Kart pusulaya daha sonra Avrupa’da ilave edildi.

14. Yüzyılda Ebu'l Hasan İbn el-Şatir (1304-1375), çeşitli kentleri enlem ve boylamlarına göre bölgelere ayırıp, böyle bir kıble gösterge-si geliştirdi. Aygıt bir pusulaya benziyor. Ancak, ibreye ek olarak, ikinci bir, kıbleyi gösteren sabit ok var. Kutunun döndürülebilen çeperinde, bölge numaraları sıralanmış ve kapağında, çeşitli kentlerin bölge nu-maraları listelenmiş. Kapağa bakıp, bulunulan kentin bölge numarası-nı belirledikten sonra, çeperi; bu numara tam pusula ibresinin üstüne gelinceye kadar döndürünce, sabit ok kıbleyi gösteriyor. Aygıt, bir gü-neş saati ile de donanımlı.

Arka yüz

2 National High Magnetic Field Laboratory: Early Chinese Compass. Florida State University. http://www.magnet.fsu.edu/education/tutorials/museum/chinesecompass.html. Retrieved 2009-02-05.3 Needham, Joseph; Lu Gwei-Djen (1985). Trans-Pacific Echoes and Resonances: Listening Once Again. World Scientific. p. 252.

Page 186:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

186

Kıble gösterici, detay.

Page 187:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

187

Kıble gösterici.

Page 188:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

188

Seville’de bir Endülüs kadranı (Günefl saati).

Page 189:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

189

Kadranlar, güneş kadranları: Dünya kendi ekseni etrafında dö-nerken, güneşin görüntüsü gökyüzünde her gün; bu eksene dik, ek-vatora paralel bir daire çizer. Dolayısıyla, Dünya’nın durup Güneş’in dolandığını ve duran Dünya’nın yerini sabit bir eksen çubuğunun aldı-ğını varsayarsak; Güneş gün boyunca çubuk etrafında dolanır ve do-ğudan batıya doğru hareketi sırasında, çubuğun gölgesi ekvator düz-lemi üzerinde, batıdan doğuya doğru hareket ederek, bir daire çi-zer. Gölgenin açısal hızı, gün boyunca sabit olup, saatte 15 derecedir (15°x24=360°). Çubuk ne kadar uzunsa; gölge o kadar uzun olur, da-ire o kadar büyüktür. Dairenin üzerinde, kuzey yönü öğle vaktine, bu-nun soluna ve sağına 15’er derecelik aralıklarla çizilen yarıçap çizgileri de, öğleden önceki ve sonraki saatlere karşılık gelir.

Bu hayali durumu, Dünya’nın herhangi bir yerinde gerçekleştirmek mümkündür: Yeter ki, çubuk dönme eksenine paralel, yani kuzey-güney doğrultusunda, gölge düzlemi de ona dik, yani ekvatora paralel olsun. Güneş saatleri bu temel esasa göre çalışırlar ve çubuğa, saatin ‘kalem’i (stylus) denir; gölge ‘gösterge’yi, gölge düzlemi de ‘kadran’ı oluşturur. Kalemi kutup eksenine paralel olan saatlerin, ‘kutupsal ek-senli’ olduğu söylenir.

Öte yandan, Dünya’nın dönme ekseni, yörünge düzlemine (eklip-tik) eğik olduğundan, Güneş’in ekvator düzleminden yüksekliği, yıl boyunca değişir. Güneş yükseldikçe çubuğun gölgesi kısalır, alçaldıkça uzar; yani gölge günden güne, yarıçapı değişen daireler tarar. O gün-kü daire çapına bakılıp, yılın hangi günü olduğu belirlenebilir. Çubuk yerine bir yarık da kullanılabilir; bu durumda, gölgenin yerini parlak bir çizgi alır. Ya da çubuğun ucunda bir delik varsa, delikten geçen ışın, gölgenin ucunda parlak bir nokta oluşturur ve ışın gün boyunca bir koni tararken, parlak nokta daire çizer. Yani, daire, ışının taradığı koni-nin kadran düzlemiyle kesişme eğrisidir; bir ‘koni kesiti’. Burası önem-li; çubuk kadrana dik değil de eğikse, kesişme eğrisi daire olmaktan çı-kar; aradaki açıya bağlı olarak, parabol veya hiperbole dönüşür; diğer koni kesitleri... Hem de, saat çizgileri düz işaretlenmiş ise, göstergenin açısal hızı gün boyunca değişir. Nihayet, kalem niyetine çubuk yerine, bir plaka da kullanılabilir. Bu durumda gösterge, gölgenin dış kenarı-dır ve plakaya dik yönde ilerler.

Güneş saatlerinde gölge bazen yere, yani ufuk düzlemine veya bir binanın duvarına düşürülür. Bu durumda saat, enleme bağlı yerel za-manı gösterir ve kadrana saat çizgilerinin doğru olarak işaretlenmesi, koni kesitlerinin incelenmesini gerektirir. Ayrıca, Dünya’nın yörünge hareketi, elips şekli nedeniyle, Güneş’e yakınken daha hızlıdır. Bu du-rum ‘güneş günü’nün yıl boyunca biraz değişmesine, sonbahar gün-dönümünden ilkbahar gündönümüne kadarki yarısında, diğer yarıya göre biraz daha uzun olmasına yol açar. Sümerlilerin bildiği, günde 15 dakikayı bulan bu değişime, ‘zamanın denklemi’ deniyor. Dolayı-sıyla, kadran taksimatı düz çizgili olan bir güneş saati, günü eşit di-limlere böldüğünden, gösterdiği saatlerin gerçek uzunluğu yıl boyun-ca değişir.

Dolayısıyla, İslâm bilginleri namaz vakitlerini duyarlı bir şekilde gös-teren kadranlar hazırlamaya yöneldi. Başta Muhammed İbn-Musa el-Harezmi (780-850) olmak üzere, çeşitli İslâm bilginleri, vakitlerin doğru hesabı için trigonometri tabloları hazırladılar. Kalemi kutupsal olan bir güneş saatinin, yılın her gününde ve Dünya’nın her yerinde doğru za-

manı göstereceği; Habash el-Hasib el-Marwazi’ye (764,774-864,874) ait olan, güneş saati kadranlarının yapımı hakkındaki bir metne göre; 9. Yüzyılın başlarında Bağdat’ta, Harezmi tarafından biliniyordu. Daha sonra El-Battani (L. Albategni, Albetenius, 858-929) yeni trigonomet-ri formülleri geliştirdi. Ebu'l Hasan İbn el-Şatir, kutupsal güneş saati-nin evrenselliğinin farkındaydı. Şam’daki Emevi Camii’nin minarelerin-den birine, zamanın en duyarlı kadranını inşa etti. 1371 yılında, günün uzunluğundaki değişmeyi hesaba katıp, yılın tümüne yayarak, yıl bo-yunca sabit saat uzunluğu kullanma fikrini ilk öneren o oldu. Bundan sonradır ki ‘ortalama güneş zamanı’ kullanılmaya ve güneş saatlerin-de kalemin altına, gösterilen zamanın ortalamadan sapmasını veren 8 şeklindeki grafik eğrisi (analemma) konmaya başlandı.

Kıble göstergeleri daha sonra Safavi Dönemi’nde (1501-1737), Kabe’yi merkez alan ve zamanın önde gelen yerleşim merkezlerinden Mekke’ye olan yaklaşık uzaklığı belirten haritaların yapımına yol açtı. Bu ilerlemeler, haritacılık bilimine (kartografi) önemli katkılar sağladı.

EKVATORYUMEkvatoryum 1015 yılı civarında Endülüs’te, Ebu İshak İbrahim el-

Zarkali (L. Arzachel, 1029-1087) tarafından keşfedildi. Ay’ın Güneş’in ve gezegenlerin, geçmiş ve gelecekteki boylamlarını ve konumlarını, Ptolemi’nin Dünya merkezli modeline göre, hesap yapmaksızın belir-lemek için geliştirilmişti. Problemi, cismin ortalama ve anomalistik ko-numlarını temsil eden bir geometri düzeneği ile çözüyordu.

Dünya’dan bakan birisi için, gökyüzünün günlük görüntüsündeki değişmeyi belirleyen ana etken, Dünya’nın kendi etrafında dönmesi-dir. Bu hareketin açısal hızı çok büyük. Dünya’nın bir de yörünge do-lanımı var. Açısal hızı çok daha düşük olan bu hareket ise, gökyüzünün görüntüsünü, ancak günden güne, yıl boyunca etkiliyor. Bu belirleme-lerin ışığında, gökcisimleri görünür hareketlerine göre üç gruba ayrıla-bilir; yıldızlar, Ay ve Güneş, gezegenler...

Yıldızlar çok uzak ol-duklarından; görüntüleri ne kendi özgün hareket-leri, ne de Dünya’nın yö-rünge hareketinden pek etkilenmez. Fakat, Dün-ya batıdan doğuya doğru dönerken, günlük olarak; doğudan batıya doğru, hep birlikte ve birbirine paralel şekilde, aynı hız-la akıyor görünürler. Gü-

neş de keza öyle; ama yakın olduğundan, Dünya’nın yörünge hareke-tinden de etkilenir. Dünya, yörüngesi üzerinde, kuzeyden bakıldığın-da saatin tersi yönde ilerledikçe, günde bir derece kadar sola, doğu-ya kayar. Güneş bu yüzden, yıldızlardan daha yavaştır ve arka planda-ki burçlara göre konumu, yıl boyunca geriler. Ay da Güneş gibi, Dün-ya dönerken; tümüyle Dünya’nın gölgesinde kalmadıkça; akşam do-ğudan doğup, sabah batıdan batar. Fakat Ay Güneş’ten farklı olarak;

Page 190:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

190

Ekvatoryum

Page 191:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

191

Dünya’nınn yörünge hareketine eşlik ettiği gibi, bir de etrafında dola-nır. Bu ikincisi Ay’ın, hem aylık evrelerine, hem de günlük hareketin-de yıldızlardan geride kalmasına yol açar. Ama bu gerileme, yörün-ge hızı Dünya’nınkinden daha düşük olduğundan, Güneş’inkine göre daha azdır. Kısacası, Güneş’le Ay’ın günlük görünür hareketleri, birbi-rine benzer, düzenlidir ve yıldızlarla hep aynı yönde, ama biraz daha yavaştır. Üçüncü grubu oluşturan gezegenler için, durum her zaman böyle değil...

Gezegenler de Dünya dönerken, o gece görüş alanında iseler, akşam doğudan do-ğup sabah batıdan batar ve genelde, yıl-dızların yönünde hareket ederler. Fakat, Güneş’ten farklı olarak, kendi yörünge ha-reketleri de var. Açısal hızı Güneş’ten uzak-laştıkça azalan bu hareketler; Dünya’ya ya-kın iken yıldızlardan daha hızlı, uzakta iken daha yavaş hareket ediyor görünmeleri-ne yol açar. Hem de bu ikinci durumda, Güneş’e Dünya’dan daha uzak olan ‘yük-sek’ gezegenler, daha yakın olan ‘alçak’ ge-zegenlerden, aslında daha yavaş olmaları-na rağmen, daha hızlı hareket ediyor gö-rünürler. Öte yandan, bazen alçak bir ge-zegen, yüksek bir gezegeni yakalayıp ge-çer. Geçerken de, yüksek gezegen, bir an için durup, bir süre ters yönde hareket et-tikten sonra (retrograde), tekrar yıldızlar-la aynı yönde yola koyulmuş gibi görünür (prograde). Yani, gezegenler; yıl boyunca yıldızların peşinden koşarak, bazen de du-rup yaramaz çocuklar gibi bir süre geri git-tikten sonra dönüp tekrar peşlerine takıla-rak, akşamları ufkun bir ucundan doğup, sabahları diğer ucundan ba-tarlar. Ancak, alçak gezegenler, yani Merkür ve Venüs; sadece Güneş doğar ya da batarken, onun etrafında görünürler. İçtedirler çünkü; ge-cenin büyük kısmında Dünya’nın Güneş’e bakan tarafında kaldıkların-dan ve doğmalarının ardından Güneş de doğduğundan, kısa bir süre için görülebilirler.

Ptolemi Dünya merkezli modelinde, gezegenlerin görünür hare-ketlerindeki bu gariplikleri, Aristo’nun ‘kusursuz daireler’iyle açıkla-mak için; Eski Grek döneminden beri bilinen, merkezi büyük bir daire-nin (deferent) etrafında dolanan küçük daire (epicycle) fikrini kullan-mıştı. Bu tasarıma göre, her gezegen küçük bir daire üzerinde dola-nıyor, fakat bu dairenin merkezi büyük dairenin etrafında yol alıyordu. Gezegenin hareketinde hala bir sapma varsa, küçük dairenin üzerine bir dairecik daha ekleniyordu. Ptolemy, o zamanın bilinen 5 gezegeni için, 80 dolayında daire ve dairecik kullanmıştı. Bu geometri şekilleri; içteki Merkür ve Venüs, dıştaki Mars, Jüpiter ve Satürn için; farklı dav-ranışları nedeniyle, iki gruba ayrılmaktaydı.

Ekvatoryum, bu model üzerine inşa edildi. Ön yüzünde üç küçük taksimatlı disk var. Bunlardan biriyle Ay’ın, diğer ikisiyle iç ve dış geze-genlerin hareketleri incelenebiliyor. Modele göre Güneş de bir geze-gen; fakat onun konumu, yıldızlarla birlikte, aygıtın arka yüzündeki bir usturlapla belirlenmekte. Dolayısıyla, Ptolemi’nin gök bilimindeki bü-tün unsurları, tek bir aygıtla bulmak mümkün. Aygıtın tıbbi astrolojide kullanıldığı sanılmakta.4

KÜRELERYerküre: Bir kürenin yüzeyini düzlem

hâline getirmek; bazı yerlerini yırtıp ayırmak-sızın veya esnetip yaymaksızın, imkânsızdır. Dolayısıyla, kendisi yaklaşık bir küre olan Dünya’nın en iyi temsilcisi, bir yerküredir. Fa-kat Dünya’nın bir küre olduğu fikri, en azından Eski Grek döneminden beri var olmakla be-raber, yavaş yayıldı. Bu yüzden, yerküre yapı-mı, gökkürelerden çok daha sonra ortaya çık-tı. Bilinen en eski yerkürenin, M.Ö. 150 yılın-da Çukurova’da (Kilikya), Mallus’lu Krates ta-rafından yapıldığı söylenir. Fakat o zamanın sı-nırlı coğrafya bilgisiyle, neye benzediği bilinmi-yor. ‘Eski Dünya’nın tümünü kapsayan ilk yer-küre, İslâm coğrafyacıları tarafından 9. Yüzyıl-da, Abbasi Halifesi Me’mun zamanında yapıl-dı.5 Amaç, yeni doğmakta olan coğrafya bili-mini öğretmekti. Bu alandaki bilgiler arttıkça, özellikle Magellan’ın 16. Yüzyıldaki seyahatle-rinden sonra, haritacılıkla birlikte geliştirildiler. En ilginçlerinden biri, 998 yılında Keşmir’de, Akbar Han zamanında imal edilen eksiz küre

idi. Yapımında kullanılmış olan yöntem henüz kesin olarak anlaşılama-mış olmakla beraber; erimiş metalin, küresel bir kabuk için hazırlanan içi mum dolu bir kalıba dökülmesi ve metalin eriyen mumun yerini alma-sı suretiyle gerçekleştirildiği sanılmakta.6

Gökküre: Yıldızları bir kürenin üzerine işaretleyip, doğru parçala-rıyla kümeler hâlinde birleştirme geleneği, Kaldeliler’e ve Eski Mısır’a uzanır. Güneş, Ay ve gezegenler; yıldızlara göre konumları değişken olduğundan gösterilemezken, Güneş’in yörünge düzlemi (ekliptik) be-lirtiliyordu. Amaç, deniz ulaşımında yön bulmanın yanında; yıldızların göreli konumlarını öğrenmek ve diğer gökcisimlerinin hareketlerini in-celeyip, geçmiş ya da gelecekteki konumlarıyla ilgili gök bilimi prob-lemlerini çözmekti. Eski Grek bilginleri de, M.Ö. 4. Yüzyılda Ödoksus’la birlikte gökküre kullanmaya başladılar. Gökküre kullanımı daha sonra, bin yıllık bir kesintinin ardından, 10. Yüzyılda Abbasi döneminde belirdi ve 15. Yüzyılda Batı dünyasına girdi. İlk taşınabilir gökküre 12. Yüzyılda, Cabir İbn Eflah (Geber) tarafından yapıldı.7

Selçuk dönemi gökküre; Yunus ibn el-Hüseyin el-Usturlabî, 1145.

4 King, David A., (1999), World-Maps for Finding the Direction and Distance to Mecca: Innovation and Tradition in Islamic Science, Brill/Al-Furqan, Leiden/London, xxix+638 pp, HB, ISBN 90 04 11367 35 Glick, T. F., Livesey, S. J., Wallis, F., (2005), Medieval Science, Technology, and Medicine: An Encyclopedia, Routledge, s. 30, ISBN 0415969301.6 Savage-Smith, E., (1985), Islamicate Celestial Globes: Their History, Construction, and Use, Smithsonian Institution Press, Washington, D.C.7 Covington, R., (2007), Saudi Aramco World, May-June 2007: 17–21, http://www.saudiaramcoworld.com/issue/200703/the.third.dimension.htm, retrieved 2008-07-06

Page 192:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

192

Gökküre

Page 193:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

193

Küresel usturlap: Usturlap ile çemberli kürenin işlevlerini birleş-tiren bu aygıt, Cabir b. Sinan el-Harrani (858-929) tarafından keşfedil-miş olabilir.8 Ayrıntılı ilk anlatımı en-Neyziri’ye (892-902) ait. Günümü-ze ulaşan en eskisi, Musa adlı bir usta tarafından 1480 yılında yapılmış. Düzlemsel usturlapta olduğu gibi izdüşüm eğrilerinden yararlanmadı-ğından, kullanımı kolay, ama taşınması daha zordu.

Küresel usturlap, gökcisimlerinin hareketini betimlemenin en sadık aracıdır; küresel parçalar kullanıldığından, izdüşüm almaya gerek kal-maz. Zamanla geliştirildiğinden, çeşitli tasarımları var. Esas olarak iki parçadan oluşur; içte bir küre ve dışında, yaklaşık yarımküre şeklinde, bağımsız dönebilir bir örümcek. Kürenin yüzeyinde bir ufuk koordinat sistemi, yani yükselti ve azimut çemberleri çizilmiştir. Azimut çember-lerinin kesişme noktası, başucu noktasıdır. Bu nokta aynı zamanda, 90°’lik, sıfır yarıçaplı yükselti çemberini temsil eder. Küre, bu noktasın-dan asıldığında, ufuk düzlemi yatay hâle gelir. Azimut çemberlerinden birisi, aynı zamanda meridyendir; başucu noktasından geçer ve ufuk düzlemini, kuzey ve güney noktalarında keser. Dolayısıyla, bu yönler, ufuk düzleminde işaretlidir.

Bu ufuk koordinat sisteminin hangi enleme ait olduğu, başucu doğrultusunun Dünya’nın dönme ekseniyle yaptığı açıya bağlıdır. Ba-şucu doğrultusu ekvatorla enlem kadar açı yaptığına göre, ekvatora dik olan dönme ekseniyle de, (π/2-enlem) kadar açı yapar. Dolayısıyla, kuzey kutbunun; meridyen üzerinde ve başucunun (π/2-enlem) kadar kuzeyinde olması gerekir. Dünya’nın dönme ekseni, bu noktadaki bir delikten sokulan ve kürenin merkezinden geçirilip, çap karşıtı ikinci bir delikten çıkartılan bir çubukla belirlenmiştir. Meridyen üzerinde böyle, farklı enlemlere karşılık gelen, başka delik çiftleri de var. Eksen değiş-tirildiğinde, aynı azimut ve yükselti çemberleri ailesi, başka bir enleme hizmet ediyor olur. Ekvator şeridi, dönme eksenine dik bir büyük dai-re şeklinde; üzerinde günün saatleri, ya da derece taksimatı var. Dön-me ekseni değiştirildiğinde, yalnızca açısı değiştirilerek, yeni eksene dik hâle getirilebiliyor. Üzerindeki taksimat, başlangıcı meridyene denk gelecek şekilde ayarlanmış. İçteki küre bu kadar...

Örümcek, gökkürenin o enlemden görülebilen kısmını temsil et-

mekte. Üzerinde belli bazı gökcisimleri, doğru göreli konumlarıyla işa-retli. Örneğin, Polaris’in olması gereken yer, gökküre kuzey kutbuna karşılık geliyor. Örümcek bu noktadaki bir kulpla, kürenin kuzey kut-buna tutturulmuş; ancak kulpun etrafında, küreden bağımsız olarak serbestçe dönebiliyor. Örümceğin eteğine, ekliptik şeridi sabitlenmiş. Burçlar kuşağını temsil eden şerit taksimatlandırılıp; 30’ar derecelik 12 burca, her burç da kendi içinde 5’er dereceden 6 bölüme ayrılmış (5x6x12=360). Dolayısıyla, dereceler yaklaşık olarak, takvim günleri-ne karşılık geliyor.

Ölçüm ve hesaplamalar, düzlemküresel usturlaptakine benzer şe-kilde yapılıyor. Şöyle ki; usturlabı başucu noktasındaki kulptan asarak, ufuk düzlemini yatay hâle getirelim. İçteki küreyi dönme ekseni etra-fında, ta ki ekvatorun üzerindeki o anın saati ufkun güneyine gelene kadar döndürdükten sonra sabitleyelim. Dıştaki örümceği de başucu noktasındaki kulpun etrafında, ekliptik şeridindeki o günün tarihi keza ufkun güneyine gelene kadar döndürdüğümüzde; örümcekteki gökci-simleri, yüzü güneye dönük olan gözlemciye göre, o anki doğru göre-li konumlarını alırlar. O kadar ki; usturlabı bütünüyle döndürüp, ufkun güneyini gerçek güneye yöneltirsek; örümceğin üzerinde işareti bulu-nan herhangi bir yıldız, kürenin merkezinden işarete uzanan doğru-nun gökküreyi kestiği noktadadır. Güneş’le ilgili gözlemlerde, ekliptik şeridinin hemen üstünde kaydırılabilen, sivri uçlu bir gölge göstergesi kullanılıyor. Kürenin merkezinden dışarı doğru uzanan gösterge, tam Güneş’e çevrildiğinde, gölgesi kendi üzerine düştüğünden, gündüzle-ri saati ve Güneş’in konumunu belirtebilmekte.

MEKANİK TAKVİM-BİLGİSAYAR

Güneş takvimi Güneş’in görünür hareket döngüsüne, Ay takvimi Ay’ın evrelerine dayalıdır. Güneş takviminde tarihler, içinde bulunu-lan mevsimi, Ay takviminde Ay’ın evresini belirtir. Bu iki döngüyü bir-likte kullanan Ay-Güneş takvimlerinde ise, tarih; hem mevsim, hem de Ay’ın evresini belirtir. Bu takvimler arasındaki geçişleri hesaplamak, bir

Küresel usturlap, Musa, 1480/81

Mekanik çarklı usturlap, Muhammed Ebu Bekir, 1221, İsfahan

8 Savage-Smith, E., (1993). Book Reviews, Journal of Islamic Studies 4 (2): 296-299.

Page 194:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

194

fiato saati.

Page 195:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

195

kesirli aritmetik işlemleri dizisine eşdeğerdir. Ebu Reyhan Bîrûnî bu he-saplamalar için, sekiz çarklı bir düzeneği olan mekanik bir aygıt geliş-tirdi.9 Aygıt, sabit yazılmlı bilgi işlemcilerin ilk örneklerinden birini oluş-turmakta.10

MEKANİK (ÇARKLI) USTURLAPİsfahanli Ebu Bekir 1235 yılında, Bîrûnî’nin mekanik takvim-

bilgisayarından hareketle, usturlabı, bir çark düzeneği aracılığıyla tak-vimi izleyebilir hâle getirdi. Pirinçten yapılmş olan bu mekanik ustur-lap, günümüze eksiksiz ulaşan çarklı makinaların en eskisi.11

GÖK BİLİMİ SAATİGök bilimi saatlerinin ilki 1206 yılında, El-Cezeri tarafından keşfe-

dildi. Şato saati olarak da anılan düzenek, proglamlanabilir analog bil-gi işlemcilerin ilklerinden sayılır.

O zamanlar, gündüz ve gece eşit sa-atlere bölünmüş; Güneş’in doğuşundan batışına 12, tekrar doğmasına kadar bir 12 saat daha... Hâlbuki gece ve gün-düz biribirine, yılın sadece iki gününde eşit. Dolayısıyla saat, gece ve gündüz farklı hızlarda çalışmak zorunda. Saat, 12 metre yüksekliğinde bir yapı. Ön du-varın üstünde, üst yarısı görülebilen da-iresel bir kadran var; ‘Güneş-Ay’ kad-ranı, iç içe üç halkadan oluşuyor. En dıştaki halkaya burçlar işaretli; herhan-gi bir anda, yalnızca altısı görülebilmek-te. Ortadaki halkanın üzerinde Güneş’i, en içtekinde de Ay’ı temsil eden birer cam yuvar var. Gün ilerledikçe, üç halka birlikte dönüyor. Ay yuvarı, saydam bir cam, yalnızca gece işlevsel; Ay’ın o ge-ceki şekline sahip bir oyuktan gelen kandil ışığını dışarı sızdırıyor. Gü-neş yuvarı ise, altın yaldızla kaplı ve yalnızca gündüz işlevsel; gün ışı-ğında parlıyor. Dışındaki burçlar halkası Güneş’in o gün burçlar arasın-da bulunduğu konumunu gösteriyor. Halkanın arkasında, burç dizisi-ni günden güne kaydırıp, Güneş’in konumunun yıl boyunca değişimi-ni sergilemek üzere, 360 tane yuva var.12

Güneş-Ay kadranı zamanı grafik olarak gösteriyor. Günün saatle-ri onun altındaki, gündüz ve gece kadranlarınca belirtilmekte. Gündüz kadranı, altlı üstlü yatay iki dizi halindeki, 12 çift küçük kapıdan olu-şuyor. Bunların altında enlemesine uzanan bir yarıktan çıkan L şeklin-de bir çubuk, ucunda bir hilal taşımakta. Çubuk gün boyunca yarıkta

ilerlerken, ucundaki hilal bir kapı çiftini geçtiğinde, kapılar açılıyor ve üsttekinde bir insan şekli, alttakinde bir yazı beliriyor. Bu, bir gündüz saatinin daha sona erdiği anlamına gelmekte. Yarığın altındaki iki gi-rintide konumlandırılmış olan bakır gövdeli iki şahin maketi, yeni saa-tin habercileri; yuvalarından çıkarak, kanatlarını gerip gagalarını açıyor ve ağızlarından çıkardıkları bronz birer topu, önlerindeki vazoya bıra-kıp, tekrar geri çekiliyorlar. Gündüzün 6’cı, 9’cu ve 12’ci saatlerinin so-nunda, en alttaki bir müzisyen grubu, vazolardaki çınlamaların ardın-dan bir konser de veriyor.

Şahin yuvalarının arasında, bir yarım daire üzerine, 12 cam yuvar dizili. Bu yarım daire, gece kadranını oluşturmakta. Gecenin saatleri ilerledikçe, cam yuvarlar art arda, geride yanan bir kandilin ışığını geçi-rir hâle gelip, adeta yanıyor. Yalnız, gece saatlerinde sessizliği bozma-mak için, şahinler top düşürmedikleri gibi, müzisyenler de sadece ge-cenin başında ve sonunda konser veriyor.

Saat enerjisini su gücünden almakta. Bunun için, saatin bulundu-ğu duvarın arkasında, altında ayarlanabilir bir musluğu olan, büyük,

su dolu bir silindir var. Silindir, ‘içe akışlı bir su cimrisi’ (clepsyhydra) gibi çalışıp, bir basınç düzenleyicisine su aktarıyor. Basınç düzenleyicisi ise, ‘dışa akışlı bir su cimri-si’ gibi çalışıp, çıkışındaki musluğun akışı-nı sabit tutmakta.

Silindirdeki suyun yüzeyine, içine kıs-men kum doldurup ağırlaştırılmış bir şa-mandıra yerleştirilmiş. Şamandıra iple, bir makara üzerinden, büyük bir palanganın diskine bağlı. Musluktan su akarken silin-dirdeki su azaldıkça, şamandıra alçalıyor ve net ağırlığıyla ipi çekip, palanga diski-ni döndürüyor. Bu disk bir şaft aracılığıy-la, duvarın ön yüzündeki gece kadranının diskine bağlı; onu döndürmekte. Kadran diskinin çeperinde, 180 derecelik bir şe-rit oyulmuş. Disk dönerken bu oyuk ilerli-yor ve cam yuvarların daha fazla sayıdası-

nın ışık geçirmesine imkân vererek, gecenin saatlerini belirtiyor. Gün-düz saatlerinde ise, oyuk tümüyle altta kaldığından, cam yuvarlar ör-tülmüş oluyor; bu sırada zaten işlevsel değiller.

Palanga diskinin çeperinde iki yuva var. Bunlardan geçen iki ip hal-kasından biri; yukarıdaki bir diğer palanganın diskine sarılı, onu dön-dürüyor. Diğeri ise, kapıların gerisinde yanlamasına hareket edebilen bir arabayı çekiyor. Araba kapıların altından geçerken, üstündeki bir kanca, en üstte asılı bir insan şeklinin düşerek, üst kapyı düşürüp yeri-ni almasına, bu da yazılı bir tabletin düşerek, alt kapıyı düşürüp onun yerini almasına yol açıyor. Arabanın kancası aynı zamanda, kapıların hizalarındaki yuvalara yerleştirilmiş bronz top çiftlerinden, hangisinin

9 Hill, Donald Routledge (1985). Al-Bîrûnî's mechanical calendar, Annals of Science 42, s. 139-163.10 Oren, Tuncer (2001). Advances in Computer and Information Sciences: From Abacus to Holonic Agents, Turk J Elec Engin 9 (1), s. 63-70 [64].11 Astrolabe gearing, Museum of the History of Science, Oxford, 2005. http://www.mhs.ox.ac.uk/astrolabe/exhibition/gearing.htm. Retrieved 2008-01-22.12 Salim Al-Hassani (13 March 2008). How it Works: Mechanism of the Castle Clock. FSTC. http://muslimheritage.com/topics/default.cfm?ArticleID=901. Retrieved 2008-09-06.

Page 196:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

196

Venedik Kalyonu (Navicula de Venetiis)

Page 197:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

197önünden geçiyorsa, onları düşürüyor. İki top birer kanaldan ilerleye-rek, şahinlerin kafalarina ulaşıp içlerine giriyor. Şahinler ağırlığın etki-siyle öne doğru eğiliyor ve eğilirken, yuvalarına iplerle bağlanmış olan kanatları açılıyor. Bu sırada gagalara doğru ilerleyen toplar, gagaları açıp vazolara düşüyor ve ağırlıktan kurtulan şahinler, dikleşip, yuvala-rına geri çekiliyor. Öte yandan; 6’cı, 9’cu ve 12’ci saatlerin bitişini be-lirleyen kapıların düşüşü, iplerle bağlı oldukları birer tıpanın yerinden çıkmasını da tetikliyor.

Silindirin altındaki musluktan akan su, bir çubuğun üstünde döne-bilen bir tepsinin içinde birikiyor ve kenarındaki çıkıştan akıp, üç böl-meli bir tankın bölmelerine, sırayla doluyor. Bu bölmelerden sırası ge-lenin, 6’cı, 9’cu veya 12’ci saatte, altındaki tıpa çekildiğinde, içinde-ki su, alttaki ortak bir bölmeye akıyor. Bu arada tepsi, çıkışı bir sonraki bölmenin üstüne gelene kadar döndürülmüş oluyor. Tankın üst bölme-lerinin herhangi birinden akan su, alttaki ortak bölmede birikip, küçük kaşıklı bir su türbinine yönlendiriliyor. Türbine bağlı bir şaft dönerken, üzerindeki çarklar, duvardaki bazı manivelaları tetikliyor. Bu manivela-lar, müzisyenlerden ikisinin kollarını, aşağı yukarı hareket ettirip, onla-ra davul çaldırmakta. Türbin çıkışındaki su ise, bir hazneye yönlendiri-liyor ve hazen dolarken, sifon etkisiyle, flütçülere giden borulara hava basılmasına yol açıyor. Flütçüler de böylelikle, davulculara eşlik ediyor.

Bir görevli sabahleyin, silindiri o gün için yetecek kadar suyla dol-durup, musluk açıklığını ayarlarak, saati kuruyor. Gündüz saatleri bi-tince, geceyarısı aynı işi, gece saatleri için de yapmak zorunda.

El-Cezir’in saati, döneminin bir mühendislik harikası olmakla birlik-te, pek duyarlı değildi. Daha sonra Rönesans döneminde, Avrupa’da daha gelişmişleri yapıldı. Fakat bunlar dahi, zamanın çark imalat tek-nikleri yeterli olmadığından, gök biliminde kullanılabilir nitelikte değil-diler. Önemli binaların cephelerine, halkı bilime özendirmek ve eğit-mek amacıyla yapılırlardı. Gök bilimi amaçlı ilk saatin tasviri, Osman-lı mühendisi ve gökbilimcisi Takiyuddin’in 1565 yılında yazdığı En Par-

lak Yıldızlar ve Mekanik Saatlerin Yapımı başlıklı eserde verilir. Ağırlıkla çalışan bu saat, çarpıcı bir çarklar dizisi tasarımı içeriyor ve salınımları-nı, testere dişli çark üzerindeki ‘çift yapraklı çubuklu kaçış düzeneği’yle yapıyordu. Saat ve dakika kollarının yanında, bir de saniye kolu vardı. Gerçi dakikalar beşer saniyeye ayrılmıştı. Fakat duyarlılık düzeyi, gök bilimide kullanılabilecek kadar yüksekti. Ayrıca, saatin alarmı vardı ve kadranı, burçları ve Ay’ın evrelerini de gösteriyordu. Ptolemy, Büyük Kitap (Almagest) olarak anılan eserinde, “eğer zamanı daha iyi ölçe-bilseydim, bu hesaplamaları çok daha doğru yapabilirdim” demişti. Ta-kiyuddin; “Ptolemi’nin dileği, Tanrı’nın izniyle, bize kısmet oldu” der.13

GÖZLEM TÜPÜGökyüzünü gözlerken belli bir bölgesine doğrultup, dikkati bu-

radaki gökcisimlerine odaklamakta kullanılan tüp şeklinde, basit bir araç. İlk atıf el-Battani’ye (L. Albategni, Albatenius, 858-929), ayrıntılı bir anlatımı ise el-Bîrûnî’ye (973-1048) ait. Gerçi bu tüpler merceksiz-di. Fakat yine de, ışığın dağılma ve girişimini azaltarak, gözlem duyar-lılığını arttırıyorlardı. Daha sonra Avrupa’da, merceklileri yapıldı.

VENEDİK KALYONU (NAVİCULA DE VENETİİS)

Merkezine bir çekül bağlı, yarım daire şeklinde düzlemsel bir aygıt. Yıldızlara veya Güneş’e bakarak, tarih biliniyorsa günün saatini, saat biliniyorsa bulunulan enlemi belirlemekte kullanılırdı. Kökeni 9. Yüzyıl

13 Sayili, Aydin (1991). The Observatory in Islam. pp. 289–305. (cf. Dr. Salim Ayduz (26 June 2008). "Taqi al-Din Ibn Ma’ruf: A Bio-Bibliographical Essay".

Page 198:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

198

Bağdat’a uzanıyor. Ortaçağ Avrupası’nda Venedik kalyonu biçiminde yapıldığından, ‘minik Venedik gemisi’ anlamındaki bu adı aldı. İlkleri belli bir enlem için çalışırken, daha sonra Regiomontus tarafından, her enlemde çalışabilecek şekilde geliştirildi. Rönesans döneminin en gü-venilir zaman belirleme aygıtıydı.

Çapın iki ucunda birer burç, burçlarda birbirine bakan birer delik var. Çap bu hâliyle bir gözlem çubuğu işlevi görmekte. Bir gökcismine bakılırken, cisim her iki delikte birden görünüyorsa, çap; gözle cisim arasındaki doğru üzerine hizalanmış oluyor. Bu durumda, çapla ufuk düzlemi arasındaki açı, gökcisminin yükseltisidir. Çapın ortasından inen sarkacın, çapa dik olan yarıçapla yaptığı açı, bu yükseltiye eşittir.

Sarkacın ipi üzerinde, konumu ayarlanabilen bir de boncuk var. Ayrıca, yarım daire üzerinde, çapa dik olarak, birbirine paralel 12 doğ-ru inmekte. Bu ‘saat doğruları’, gündüz veya gecenin 12’şer saati-ne karşılık geliyor. İp gergin tutulup merkez etrafında döndürülürken boncuğun çizdiği yay, Güneş’in gün boyunca gökyüzünde çizdiği ya-yın ufuk düzlemine dik olan izdüşümüne karşılık gelmekte. Bu yayı 12 eşit parçaya bölen noktalar, ya da bu noktalardan ufuk düzlemine in-dirilen dikmelerin yükseklikleri, günün saatlerini belirler. Aletin üzerin-deki ‘saat doğruları’, bu dikmelere karşılık geliyor. Ancak, aletin kul-lanılacağı günde hangi yayın geçerli olduğunun, yani boncuğun mer-kezden ne kadar uzağa konulacağının bilinmesi lazım...

Güneş’in günlük yörüngesi, Dünya’nın dönme hareketinden kay-naklandığı için, ekvatora hep paraleldir. Fakat dönme ekseninin eğik-liği nedeniyle, yıl boyunca ekvatorun 23,5° kuzeyine kadar tırmanıp, 23,5° güneyine kadar iner. Bu sırada, ılınımlarda, ekvatorla iki kez ça-kışır. Günlük yörüngelerin ekvatora paralelliği, belli bir enlemin ufuk düzlemiyle hep aynı açıyı yaptıkları anlamına gelir (π/2-enlem). Dolayı-sıyla, yörüngelerin ufuk düzleminin üstünde kalan yayları ve bu yayla-

rın ufuk düzleminden zirve yükseltisi, yıl boyunca değişir. Ölçüm günü geçerli olan yayı, zirve yükselti belirler ve boncuğun konumu, bu yük-seltiye göre ayarlanır. Bunun için, aygıtın yarım dairesinin çeperinde-ki tarihlerden veya derece taksimatından yararlanılır. Şöyle: Aygıt, sar-kacın çeperdeki, o günün tarihini veya zirve yükseltisini gösteren çizgi-den geçeceği şekilde eğilir. Aygıt bu durumda iken, sarkacın ipi, öğle vaktini gösteren 12. ‘saat doğrusu’nu nerede kesiyorsa, o günün zirve yükseltisi o noktaya karşılık gelir ve boncuk, ipin o noktasında sabitle-nir. Artık, ip gergin tutulup merkez etrafında döndürüldüğünde, bon-cuk o günün Güneş yayını çiziyor olacaktır. Bu ayar yapıldıktan sonra, aygıt Güneş’e doğrultulup, boncuğun hangi saat doğrusunun üzerine denk geldiğine bakılarak zaman okunur.

Gügeş’in günlük yörüngesi ektvatorda, ufuk düzlemine hep diktir; yarısı ufuk düzleminin üstünde, yarısı altında kalır ve bu yüzden, gece ile gündüz hep eşittir. Diğer enlemlerde ise, yörünge ufuk düzlemine eğiktir ve ufuk düzleminin üstünde kalan kısmı, yazın daha büyük, kı-şın daha küçüktür. Öte yandan, yılın belli bir günü için, kuzey yarımkü-rede enlem arttıkça, yörüngenin ufuk düzleminin üstünde kalan kıs-mı yazın büyüyüp, kışın küçülür. Buna paralel olarak, yörünge merkezi ufuk düzleminin daha fazla üstünde veya altında yer alır. Aygıtın, her enlemde kullanılabilen ‘evrensel hâli’ bu değişime ayak uydurabilecek şekilde yapılmış. Şöyle ki; sarkacın bağlı olduğu nokta, yarım dairenin çapına dik doğrultuda, merkezden aşağıya veya yukarıya doğru kay-dırılabilmekte. Bunun için, geminin direği, yarım dairenin içindeki bir oyukta hareket ettirilebilir kılınmış. Direğin üzerinde, enlemlere karşılık gelen derece taksimatı var. Aygıt hangi enlemde kullanılacak ise, sar-kacın sabit noktası, o enlemin derecesine kaydırılıyor. Bunun dışında, zaman belirleme işlemi aynı...

13. Yüzyıla kadar, yılın günleri birbirine eşit uzunlukta sayılır ve gece ile gündüz, 12’şer eşit saate bölünürdü. Hâlbuki, gündönümleri (solstis) haricindeki günlerin uzunlukları, gün-tün eşitliği (ılım, ekinoks) haricinde de gündüz ve gece birbirine eşit değil. Dolayısıyla, gece ve gündüz saatlerinin uzunlukları, iki ılınım günü haricinde; birbirine eşit olmadığı gibi, günden güne de değişir. Buna ‘eşit olmayan saatler’ de-niyor. Eşit olmayan saatlere göre, örneğin gündüz zamanını belirlemek için, Güneş’in günlük yörüngesinin ufuk düzlemi üzerinde kalan kısmı-nı, her gün için 12 eşit, fakat günden güne değişen büyüklükte parça-lara ayırmak gerekir. Bu durumda, aygıtın yüzeyindeki ‘saat doğruları’, ‘saat eğrileri’ne dönüşür. Bunun dışında, zaman belirleme işlemi aynı-dır. Öte yandan, öğleden önceki ve sonraki eğriler, birbirlerinin simet-riği olduğundan, 6 adet saat eğrisi, amaç için yeterlidir. Yandaki şekil-de, böyle bir Venedik Kalyonu görünüyor. Yarım dairenin sol yarısın-da, tanjant hesaplamalarına yarayan bir ‘gölge kutusu’ var. Arkasın-da da büyük olasılıkla, çeşitli kentlerin enlemleri tablo hâlinde verilmiş.

‘Saat eğrileri’ göze hoş göründüklerinden, aygıtlara estetik değer de katıyordu. Daha sonra 14. Yüzyılda ‘eşit saatler’ uygulaması yaygın-laşınca, eğrilerin yerini ‘saat doğruları’ aldı. Eğrilerin çizimi, karmaşık bir trigonometri formülünün kullanımını gerektiriyordu. Bu formül, 9. Yüzyılda Bağdat’ta geliştirildi.14 Orta Çağ Avrupası’nda trigonometri, o kadar ileri değildi. Buna rağmen, o dönem Avrupası’nda yapılan ay-gıtlardan bazılarının arka yüzlerine ‘saat eğrileri’nin işlenmesine, este-tik amaçla devam edildi.

Güneş’in günlük yörüngesi, RFC dairesi; yandan görülüyor, gecesi gündüzden uzun. Daire, zirve nokta C’den başlanarak, 15°’lik 24 eşit yaya ayrılmış; yaylar saatlere karşılık

gelmekte (24x15°=360°). Saat 0, gece yarısı; Güneş 7:30 civarında, doğunun biraz kuzeyinde doğuyor; 16:30 civarında, batının biraz kuzeyinde batıyor. Saat noktalarından ufuk düzlemine çizilen paraleller, eşyükselti eğrileri. Bu paraleller, Güneş’in yörüngesinin

ufka dik izdüşümü DBC’yi, RFC ile aynı oranlarda kesiyor.

Page 199:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

199

Gölge Karesi: Güneş ışınlarının ufuk düzlemiyle yaptığı açı, Güneş’in yükseltisine, bir cismin yüksekliğinin gölgesinin boyuna ora-nı da, bu açının tanjantına eşittir. Dolayısıyla, yükselti ve gölge boyu ölçüldükten sonra, yükseltinin tanjantı kullanılarak cismin yüksekliği hesaplanabilir. Gölge karesi bu amaca hizmet eden, bir tanjant hesap-lama aracıydı. 9. Yüzyıl Bağdat’ta Muhammed İbn Musa el-Harezmi tarafından geliştirildi. Alidadla birlikte kullanılır ve usturlaplar başta ol-mak üzere, pek çok ölçüm aletinin bir tarafında yer alırdı. İki kenarı uzunlukça taksimatlandırılmış bir kare, çeperde belirtilen açıların tan-jantını almaya yarar.

KADRAN (ÇEYREK)Çeyrek daire şeklinde, 90°’ye kadar yükselti açılarını ölçmeye yara-

yan bir aygıt. Kenarlardan, gözlem çubuğu işlevini gören birinin üze-rinde iki gözlem halkası, merkezden inen bir çekül ve çeperde derece taksimatı ya da coğrafya enlemleri var. Gözlem kenarı bir gökcismi-ne doğrultulup da, cisim iki halkada birden göründüğünde, bu kenar gözle cisim arasındaki doğrultuya hizalanmış olduğundan, sarkacın di-ğer kenarla yaptığı açı, cismin yükseltisini verir. Güneş’in yükseltisi öl-çülürken, Güneş’e doğrudan bakmamak için, bir kanatçığa düşen ışın-larının diğer kanatçıkta oluşturduğu gölgeden yararlanılır. Yükseltiden hareketle saat belirlenebilir. Bu amaçla kullanılanlara ‘saat kadranı’ denildi. Aygıt, Hipparkus tarafından usturlaba basit bir seçenek olarak önerilmişti. Belli bir enlem için ‘eşit olmayan saatleri’ ölçen hâli, 9 Yüz-yıl Bağdat’ta Muhammed İbn Musa El-Harezmi tarafından geliştirildi. Bu tasarımda, kenarlardan birini veya ikisini 60 eşit parçaya bölen çiz-gilerden oluşan, kareli kağıda benzer bir ızgara vardı. Kartezyen koor-dinat sistemine öncülük eden bu ızgara sayesinde, çeperdeki açı tak-simatlarına bakılarak, sinüs hesapları yapmak mümkündü. Bu neden-le alete, ‘sinüs kadranı’ (Arapça: rubul mucayyab) denildi. Avrupa’da ise, ‘eski kadran’ (quadrans vetus) adını aldı.15

11. Yüzyılda Mısır’da, usturlabın simetrik plakasının yarısını temel alan ‘usturlap kadranı’ geliştirildi. ‘Almukantar kadranı’ da denilen ta-sarım, Avrupa’ya ‘yeni kadran’ (quadrans novus) olarak geçti. Ahşap-tan yapıldığı ve kullanımı kolay olduğu için, hızla yayıldı. Usturlaptan sonra en yaygın olarak kullanılan aletti. Evrensel olarak saat belirleme-de kullanılanlar, ‘saat kadranı’na dönüştü ve yol açtığı ‘Venedik Kalyo-nu’ tasarımıyla, 19. Yüzyıla kadar kullanıldı. Çağdaş mekanik saatler-de gösterge yüzeyine, tam bir daire olmasına karşın, hâla ‘kadran’ de-niyor olmasının nedeni bu.

14. Yüzyılda Suriye’de bütün enlemlerde çalışan, ‘evrensel’ mode-li geliştirildi. ‘Şakkaziye ağı’yla donanımlı bu aygıtla, ya belli bir enlem için ‘eşit’, ya da tüm enlemler için ‘eşit olmayan saatler’, yaklaşık ola-rak belirlenebilmekteydi. Ayrıca, çeşitli gök bilimi problemlerinin çözü-mü için arkalarına, İbn el-Sarrac’ın geliştirdiği evrensel usturlaba ben-zeyen bir ‘evrensel kadran’ da işlenirdi. Celal el-Dini el-Maridini’nin

geliştirdiği ‘şakkaziye kadranı’, küresel gök bilimi problemlerini çöze-bilen bir analog bilgisayar niteleğindeydi.

Osmanılar ve Memluklar zamanında çok yönlü olarak geliştirilen kadranlar, usturlaba seçenek olarak yaygın kullanım alanı buldu.16 Ni-tekim, günümüze ulaşan örnekleri, çoğunlukla bu iki coğrafyaya ait.

Sekstant (Altıdabir): Saat kadranları, gökcisimlerinin yükselti-lerini ölçmek için yeterince duyarlı değildi. Gök bilimi çalışmaları için, gözlemevlerinde çok daha büyükleri yapıldı. ‘Duvar kadranları’, ko-numun boylamı üzerinde, kuzey-güney doğrultusunda inşa edilmiş bir duvara yerleştirilirdi. Sadece 60°’lik derece taksimatına sahip olanla-ra, ‘altıda bir’lik anlamında ‘sekstant’ denirdi.

Duvar Kadranı, Uluğ Bey, Semerkand

Duvar sekstantlarının ilki 994 yılında, Ebu Mahmud el-Hucandi (940-1000) tarafından, ekliptiğin eğikliğini ölçmek amacıyla, İran’ın Rey kentinde yapıldı. Hucandi bu alete, zamanın Buyi hükümdarına atıfla, ‘Fahri Sekstant’ adını vermişti. Uluğ Bey 15. Yüzyılda, yaklaşık 40 metre yarıçapındaki bir benzerini Semerkand’da inşa ettirdi. Sani-ye düzeyinde duyarlılığa sahip ölçümler, duvarın içine gömülü olan çe-perin iki tarafındaki merdivenler kullanılarak yapılıyordu.

Çerçeveli Kadran

Duvar sekstanları tek bir doğrultuda kullanılabildiği için, gökcisim-leri üzerinde ayrı ayrı ölçümler yapmak gerekmekteydi. Bir sonraki aşamada, metal bir çerçeveye yerleştirilip bir ayağın üzerine oturtul-muş, doğrultusu değiştirilebilen ‘çerçeveli sekstant’ geliştirildi. Bu ay-gıtta, merkez etrafında dönebilen ikinci bir gözlem çubuğu, alidad iş-levi görüyordu. Dolayısıyla, kenar çubuğu ile alidadı, iki kişinin aynı anda, iki farklı gökcismine hizalayıp, aralarındaki açıyı doğrudan ölç-meleri mümkündü. Aygıt dikey eksen etrafında da döndürülebildiğin-den, yükseltiye ek olarak, azimut ölçme yeteneğine de sahipti.

İstanbul Gözlem Evi’nde Gök Bilimci

Takiyuddin 1577-80 arasında İstanbul Gözlem Evi’nde, gün-tün eşitliğini belirlemek amacıyla çerçeveli bir sekstant geliştirdi. Tycho Brahe (1546-1601) daha sonra, yıldız konumlarını gözlemlemek için, bu aletin bir benzerini kullandı.17

Trikuvetrum

Trikuvetrum: Batlamyus’un paralaks ölçmekte kullandığı ‘trikuvetrum’un adı, Latince’de ‘üç köşeli’ anlamına geliyor. Üç çubuk-tan oluşan, üçgen şeklinde, iki kenarı oynak bir yükselti ölçme aygıtı. Çubuklardan ikisinin birer ucu, ufuk düzlemine dik duran üçüncünün uçlarına iğnelenmiş. Bu iki çubuktan üsttekinin diğer ucu, alttaki çu-buğun içindeki yuvada kayabilmekte. Üstteki çubukta gözlem halka-ları var. Bu çubuk gökcismine doğrultulurken, alttakiyle birlikte boyu, dolayısıyla da, çubukların oluşturduğu üçgenin iç açıları değişiyor. Hi-

14 King, D. A., World Maps for Finding the Direction and Distance to Mecca: Innovation and Tradition in Islamic Science, s. 351, Brill Academic Publishers (June 1999), ISBN-10: 9004113673.15 King, D. A. (2002), A Vetustissimus Arabic Text on the Quadrans Vetus, Journal for the History of Astronomy 33: 237–255.16 King, D. A. (1983), The Astronomy of the Mamluks, Isis 74 (4): 531–555, doi:10.1086/35336017 Tekeli, S. (1960), Nasiruddin, Takiyuddin ve Tycho Brahe'nin Rasat Aletlerinin Mukayesesi. Ankara Universitesi, Dil ve Tarih-Cografya, s.4.

Page 200:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

200

zalamadan sonra, kenar uzunluklarından hareketle ve sinüs tabloların-dan yararlanarak, üçgenin iç açılarını ve nihayet gökcisminin yüksel-tisini hesaplamak mümkün. Kadranlar için çeyrek dairenin yapımı ve derecelendirmesi zor olduğundan, trikuvetrum kadranın yerini aldı ve 17. Yüzyılda teleskopun keşfine kadar, yaygın olarak kullanıldı.

Denizci usturlabı

Denizci usturlabı: İlk denizci usturlabı, bilindiği kadarıyla İslâm dün-yasında yapıldı ve Orta Çağ’da yaygın olarak kullanıldı.18 Aslında us-turlap olmayıp, daha basit bir aygıt; derecelendirilmiş bir halka ve göz-lem çubuğundan oluşuyor. Gemide genellikle bir ipte asılı tutulurdu. Rüzgarda sallanmaması, havayı içinden geçirebilmesi için, oyuklu çer-çeve şeklindeydi. Dalgalı seyirde kararlı olması için ağır olması gerek-tiğinden, dökme pirinçten yapılır, hatta alt kısmına ek kütle ilave edilir-di. Paslanmaya dayanıklı olduğundan, günümüze ulaşan epey örneği var. Ölçüm için gökcismine yöneltilip, gözlem çubuğu cisme hizalana-rak, yükseltisi çeperden okunurdu. Yarıçapı küçük olduğu için, ölçüm-leri fazla duyarlı değildi. Ama denizcilikte çoğu zaman önemli olan, bir enlem belirleyip onu izleyebilmek olduğundan, 17. Yüzyıla kadar yay-gın olarak kullanıldı. Daha sonra yerini, aynalı sekstanta bıraktı. Ay-nalı sekstantta, yükselti açısının yarısı ölçüldüğünden, 120°’lik bir açı aralığı kapsanabiliyordu.

Düzlemküre

Düzlemküre (Planisphere): ‘Düzlemküre’, gök kürenin düz-lemsel izdüşümü anlamına geliyor. Belli bir enlemde; tarih biliniyorsa, gökcisimlerine bakarak saati belirlemek, her ikisi de biliniyorsa, gökci-simlerini bulmak için kullanılabilen, eğitim amaçlı bir aygıt. 11. Yüzyıl-da Ebu Reyhan el-Birûnî tarafından tasarımlandı. ‘Düzlemsel usturlap’ olarak da anılmakla beraber, farklı, basit bir tasarıma sahip. Bir pla-ka ile, merkezi etrafında döndürülebilen bir kapaktan oluşuyor. Enle-me bağlı olarak hazırlanan plaka, bir yıldız atlası içermekte; çeperinde yılın günleri sıralı. Atlas; o enlemden görülebilen gökcisimlerinin, ge-nellikle güney gökküre kutbuna göre ekvator üzerindeki izdüşümlerin-den oluşuyor. Merkez etrafında dönebilen kapağın ise, çeperinde gü-nün saatleri işaretli ve üzerinde; merkezi içeren, ama dışmerkezli, ba-sık elips şeklinde saydam bir pencere var. Merkez, gökküre kuzey kut-bunu, pencere de, o enleme ait ufuk dairesinin ekvator üzerindeki, gü-ney gökküre kutbuna göre stereografik izdüşümünü temsil ediyor. Bu hâliyle, atlas ve çeperindeki tarihler, Dünya’nın yörünge hareketini be-timlerken, kapağın dönmesi, Dünya’nın kendi ekseni etrafında dön-mesine karşılık gelmekte. Şöyle...

Herhangi bir enlemin ufuk düzleminde; batıyı sağımıza, doğuyu solumuza alıp, yüzümüz güneye dönük olarak durduğumuzu düşü-nelim. Önce Dünya’nın dönmediğini varsayarak, yılın herhangi bir gü-nünde, diyelim geceyarısı gökyüzüne bakarken, karşımızda bir dizi gökcismi görürüz. Ertesi geceyarısı baktığımızda, Dünya bu arada yö-

rüngesi üzerinde, kuzeyden bakıldığında saatin tersi yönde 1° kadar-lık bir yol katetmiş olduğundan, ufuk düzlemimiz de kutup ekseni et-rafında, doğuya doğru 1° kadar dönmüş olur ve gökyüzü manzarası biraz değişir. Geceleri Güneş’e zıt yönde gördüğümüz burçların de-ğişiyor olmasında olduğu gibi... Yılboyunca Dünya yörüngesinde bir tur atarken, biz de her geceyarısı yaptığımız gözlemlerle, gökyüzünün; ardışık gecelerde kısmen çakışan, fakat hepsi birden 360°’lik bütünü oluşturan farklı dilimlerini taramış oluruz. Dolayısıyla, atlasın çeperin-deki herhangi tarih, yaklaşık 1°’lik bir merkez açısı görüyor ve atlasın o 1°’lik dilimi, enlemimizden o tarihte güney yönüne baktığımızda gö-rebileceğimiz gökcisimlerinin izdüşümlerini içeriyor.

Atlasın üzerindeki kapağın döndürülmesi ise, Dünya’nın günlük hareketine karşılık gelmekte. Dünya kendi ekseni etrafında döner-ken, günün saati ilerledikçe, bulunduğumuz konumda yerküreye te-ğet olan ufuk düzlemimiz de, kutup eksenine yapışık olarak birlikte dönmekte ve kapaktaki şeffaf pencere bize, o an gökyüzünün göre-bileceğimiz kısmını göstermektedir. Kapağın çeperindeki saatler bu yüzden... Pencerenin sol tarafı doğu, sağ tarafı batı ufkumuza kar-şı gelmekte; merkeze en yakın noktası kuzey, merkezden en uzak, yani çepere en yakın noktası da güney yönüne işaret etmektedir. Gü-ney yönü, çeperdeki saat işaretlerine bakıyor. Güneyi coğrafya güne-yine yönelttikten sonra, aleti ters çevirip başımızın üzerine kaldırarak baktığımızda, pencerede gökcisimlerinin gerçek konumlarını seyredı-yor oluruz.

Bazı düzlemkürelerde, kutupsal stereografik yerine, ortogonal iz-düşüm kullanılmakta.

Birbirine Dik Düzenli Ağ: İslâm gök bilimcilerinin 9. Yüzyıldan başlayarak usturlap plakalarında ve kadran yüzeylerinde kullandıkla-rı eğri kümeleri, haritacılıkta da kullanım alanı buldu ve kartografinin gelişmesine katkıda bulundu. Uzayı ve düzlemi boşluksuz taramakta kullandıkları ‘ortogonal’ veya ‘düzenli’ ‘ağ’lar, günümüzün grafik ka-ğıtlarıyla aynı.19

Kavuşumlar Plakası: Gezegenlerin aynı gökküre boylamından geçme hâli olan ‘kavuşum’ların, günün hangi satinde gerçekleşeceğini hesaplayan bir aygıt. 15. Yüzyılda Cemşid el-Kaşi tarafından geliştiril-di.20 İlgilenilen kavuşumun günü gökküre takvimlerinden bulunuyor, günün hangi saatinde gerçekleşeceği ise, doğrusal kestirim yapabilen bu aygıtla hesaplanabiliyordu.

Bölgeler plakası (Gezegenler Bilgisayarı): Cemşid el-Kaşi’nin 15. Yüzyılda keşfedip, Nüzhet el-Hadayık adlı eserinde tarifini verdiği iki aygıttan biri.21 Güneş’in, Ay’ın ve gezegenlerin, gökküre enlemle-rinden hareketle boylamlarını hesaplamaya yarıyor. Yörüngelerin elips olduğu varsayımıyla tasarımlanan aletin bir alidad ve cetveli de var.

Ortografik Usturlap: Gökcisimlerinin ekvator düzlemi üzerin-deki, ‘stereografik’ yerine ‘ortografik izdüşüm’üne dayalı usturlap.

18 Islam, Knowledge, and Science. University of Southern California. http://www.usc.edu/dept/MSA/introduction/woi_knowledge.html. Retrieved 2008-01-22.19 Kahn, David, (March 1980), On the Origin of Polyalphabetic Substitution, Isis (University of Chicago Press) 71 (1): 122–127 [126], http://www.jstor.org/stable/230316, retrieved 2009-10-13.20 Kennedy, E. S., Al-Kushi's Plate of Conjunctions, Isis, Vol. 38, No. 1/2 (Nov., 1947), pp. 56-59.21 Kennedy, E. S., A Fifteenth Century Computer: Al-Kushi's ‘Tabak el-Mantık’, parts I and II, Isis, Vol. 41 (1950), pp.180-183 and Vol.43 (1952), pp.41-50.

Page 201:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

201

Cisimlerden ekvator düzlemine indirilen dikmelerin düzlemi kestiği noktalardan oluşan bu tasarım, 11. Yüzyılın başlarında, Ebu Reyhan el-Bîrûnî tarafından geliştirildi.22 Farklı izdüşüm yöntemlerinin gelişti-rilmesi daha sonra, haritacılık alanında kaydedilen ilerlemelere önem-li katkılarda bulundu.

tanA=a/b.

Kamal: Enlemi kabaca belirlemeye yarayan, basit bir aygıt. Arap denizciler tarafından 9. Yüzyılda keşfedilip, 10. Yüzyıldan itibaren Hint

Okyanusu’nda kullanıldı.23 Dikdörtgen bir kartla, bir ucu kartın merke-zine bağlanmış bir ipten oluşuyor. İpin üzerinde, bağlı ucundan dışarı doğru, uzunluk taksimatı işlevi gören düğümler var. İlgilenilen gökcis-minin yükseltisini belirlemek için; ip bir yerinden tutulup, yatay hâlde geriliyor ve tutulan uç göz hizasına getirildikten sonra, kart ileri geri hareket ettirilirken ipin gergin uzunluğu, ta ki gökcismi kartın üst ke-narında ortalanıncaya kadar ayarlanıyor. Bu durumda, ipin tutulan ucu, kartın merkezi ve üst kenarının orta noktası, bir dik üçgen oluş-

turur. Kartın yarı yüksekliğinin, ipin gergin kısmının uzunluğuna ora-nı, cismin yükseltisinin tanjantına eşittir. Kullanıcıyı tanjant hesabı yap-mak zorunda bırakmamak için ipin üzerindeki düğümler belli açılara karşılık gelen konumlara yerleştirilmiş olduğundan, açının değeri dü-ğüm sayarak belirlenirdi. Yöntem pek duyarlı olmamakla beraber, en-lemi kabaca belirlemek için yeterliydi. Çünkü Hint Okyanusu’nda rüz-garlar çoğu zaman enlemler doğrultusunda estiğinden, denizciler belli bir enleme tırmanıp rüzgarı arkalarına alarak, hedefe yaklaşıncaya ka-dar o enlemi izlemeyi tercih ederdi.

Doğrusal usturlap: “Tusi’nin Asası’ olarak da bilinen doğru-sal usturlap, yapısı basit, fakat küresel geometri problemlerinin çözü-mü açısından güçlü bir aygıttı. Şerafeddin el-Tusi (y.1135-1213) tara-fından 12. Yüzyılda keşfedildi.24 Üzeri çentikli bir çubuk ve çentiklere bağlanan iki iplikten oluşuyordu. Gözlem halkaları yoktu. Çalışma il-kesi şöyle...

Çubuk, meridyenimizin ufuk düzlemimize dik olan izdüşümüne karşılık gelmektedir. Bu aynı zamanda, başucu-ayakucu (zenit-nadir) doğrultusudur ve ufuk düzleminde kullanılan koordinat sistemi, yani yükselti ve azimut; bu doğrultuyu ana eksen olarak alır. Örneğin ufuk düzlemine paralel olan eşyükselti çemberleri, çubuğa dik olup, çu-buk merkezlidirler. Çubuk üzerindeki bir dizi çentik, bu merkezle-ri temsil eder; aralarındaki uzaklıklar eşit olmayıp, yükselti arttıkça kı-salır. Çünkü çentikler, gökküredeki eşit uzunluklu yayların izdüşümle-rine karşılık gelecekleri şekilde işaretlenmişlerdir. Dolayısıyla, çentik-lerden birine bağlı bir ipin döndürülmesi, belli bir eşyükselti çemberini temsil eder. Öte yandan, ufuk düzlemine dik olan azimut çemberleri, başucu-ayakucu ekseninin iki ucundan geçer ve merkezleri, bulundu-ğumuz konumda, yani çubuğun ortasındadır. Dolayısıyla azimut çem-berleri, çubuğun ortasına bağlı ikinci bir ipin döndürülmesiyle temsil edilebilir. İplerin çizdiği çemberlerin kesişme noktası bize, ilgilenilen gökküre noktasının koordinatlarını verir.

Tusi’nin çubuğunu, boyunca uzanan bir oyuk aracılığıyla Güneş’e doğrultup, ortasına bağlı bir şakülün ipiyle yaptığı açıya bakıp tümle-rini alarak, Güneş’in yükseltisini ölçmek de mümkündü. Yükseltiden hareketle zamanı belirlemek için, Güneş’in ekliptik üzerindeki konu-munun bilinmesi gerekir. Ekliptik ise çubuk üzerinde, Güneş’in farklı burçlara girdiği anlardaki yükselti değerlerine karşılık gelen çentikler-le işaretlenmişti. Fakat, aygıt daha çok akademik amaçlı olduğu için, anlaşılan yaygın kullanılmadı. Basıt yapısıyla sanat değeri sergileme-diğinden, kolleksiyoncular arasında rağbet görmedi. Ahşaptan yapıl-dığından, dayanıklı da değildi. Sonuç olarak, günümüze ulaşan örne-ği yok.

Torkuvetum: Cabir İbn Aflah (Geber) (y.1100-1150) tarafından 12. Yüzyılda keşfedilmiş olan, mekanik bir gözlem ve ölçme aleti.25 Gök biliminde kullanılan üç çeşit; ufuk, ekvator ve ekliptik koordinat sistemleri arasında dönüşümler yapabilen bir analog bilgisayar nite-liğinde. Bu yüzden, Orta Çağ’ın bilgelik sembolleri arasına girdi ve

Kamal

22 Scheppler, Bill (2006), Al-Bîrûnî: Master Astronomer and Muslim Scholar of the Eleventh Century, The Rosen Publishing Group, ISBN 140420512823 McGrail, Sean (2004), Boats of the World, Oxford University Press, p. 316, ISBN 019927186024 Houtsma M. T., van Donzel, E., (1993), E. J. Brill's First Encyclopaedia of Islam, Brill Publishers, ISBN 900408265425 Lorch, R. P. (1976), The Astronomical Instruments of Jabir ibn Aflah and the Torquetum, Centaurus 20 (1): 11–34, doi:10.1111/j.1600-0498.1976.tb00214.x

Page 202:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

202

Hans Holbein’ın (Genç) Sefirler tablosunda yer aldı. Yandaki şekilde bir modeli görülen alet, bir dizi plaka ve daireden oluşuyor. Alttan yuka-rıya doğru şöyle...

Taban plakası, ufuk düzlemini temsil etmekte. Bir üstteki plaka-da, saat taksimatı ve göstergesiyle birlikte, ekvator diski var. Bu plaka bir açı ayar çubuğu aracılığıyla, ufuk düzlemine göre eğik hâle getirile-biliyor. Eğim açısı bulunulan konumun enleminin tümlerine eşit oldu-ğunda (π/2-enlem), ekvator diski ufuk düzlemine göre doğru konum-landırılmış oluyor. Aletin bundan sonraki kısmı, ekvator diskinin mer-kezindeki bir eksen etrafında dönebilmekte. Bu, Dünya’nın kendi ek-seni etrafında dönmesine karşılık geliyor.

Ekvator diskinin hemen üstünde, ekliptik diski yer almakta. Ara-larındaki açı bir ayar çubuğu ile, 23,5 °’ye ayarlanmış. Ayar çubuğu bilyalı olup, ekvator diskinin çeperinde, kayarak dönebilmekte. Ek-liptik diskinin üzerinde, hem derece taksimatı, hem de burçlar kuşa-ğı işaretli; 30’ar derecelik 12 burcun her biri, kendi içinde 5’er derece-den 6 bölüme ayrılmış (5x6x12=360). Dolayısıyla, dereceler yaklaşık olarak, takvim günlerine karşılık gelmekte. Disk ayrıca, yatay bir ali-dad taşıyor.

Ekliptik diskinin de üstünde, merkez ekseninin etrafında dönebi-len, 360 dereceye taksimatlandırılmış dikey bir disk yer alıyor. Eklip-tik diski ekvator plakasına yatırıldığında gökküre meridyenlerini tem-sil eden bu disk, aynı zamanda alidad işlevi görmekte. Ortasındaki ya-tay mile bir hizalama çubuğu, ‘nişangah’ takılı. Hizalama çubuğunun

iki ucundan bir iletki asılı, ortasında çekül var. Kullanımına gelince...

Önce, ilk olarak; alttaki üç plakayı, açı ayar çubuklarını çıkartıp, ya-tay hâle getirdiğimizi varsayalım. Alet bu durumda, ufuk düzleminde çalışan bir gözlem aracı hâline gelir. Meridyen diskindeki alidad ufuk düzlemine göre yükselti ölçerken, ekvator diskindeki derece taksima-tının 0’ı kuzey yönüne getirildiğinde, ekliptiğin alidadı da azimut öl-çebilir.

Sonra, ikinci olarak; ekvator plakasını kaldırıp, eğimini enlemin tümlerine eşitleyelim. Ekvator diskinin merkez ekseni, Dünya’nın dön-me eksenine paralel hâle geldiğinden, alet bu durumda, ekvator düz-lemine göre ölçümler yapabilir. Ekvator diskindeki saat göstergesi, gökcisimlerinin sağ açıklığını, meridyen diskindeki alidad da dikaçıklık-ları (deklinasyon) ölçüyor olur. Sağ açıklığın sıfır noktasını ilkbahar ılı-nımı, dikaçıklığınkini ise ekvator düzlemi oluşturmaktadır.

Nihayet, üçüncü olarak; ekliptik diskini ekvator plakasına göre eğimlendirirsek; şekilde olduğu gibi; alet ekliptik koordinatlarda ça-lışır hâle gelir. Meridyen dairesindeki alidad, gökküre enlemlerini öl-çer; ekliptiğin yukarısındaki enlemler artı, altındakiler eksi olmak üze-re, 0’dan 90 dereceye kadar... Ekliptik diskinin üzerindeki alidad ise, gökküre boylamlarını ölçmektedir; ya burçlar kuşağındaki işaretleme-lere göre, ya da ilkbahar ılınımından doğuya doğru, 0’dan 360’a ka-dar derece olarak...

Dolayısıyla, tek bir aletle üç ayrı koordinat sisteminde ölçüm veya hesaplamalar yapıp, birinden diğerine dönüştürmek mümkün. Neden üç farklı koordinat sisteminin kullanıldığına gelince; ufuk koordinatla-rıyla çalışmak, gözlemci açısından en kolay olanı. Ancak, yapılan öl-çümler konuma bağlı olduğundan, farklı yerlerde yapılan gözlemler arasında dönüştürme gereksinimi var. Ekvator koordinat sistemi, yıl-dızların hareketlerini incelemek açısından en uygun olanı. Çünkü yıl-dızların hepsi, yıl boyunca her gün, ekvatorun etrafında aynı dairele-ri çizip duruyorlar. Hâlbuki gezegenlerle Güneş’in; günlük hareketle-ri yıldızlarınkine benzer olmakla birlikte, yıllık hareketleri veya birbirle-rine göre hareketleri oldukça karmaşık. Karmaşık, fakat ekliptik düz-lem etrafındaki dar bir şeritte sınırlı. Bu hareketleri incelemek için en uygun olanı da, ekliptik koordinat sistemi.

Evrensel usturlapta izdüşüm

Evrensel usturlap (Saphaea): Evrensel usturlap tasarımının te-mel fikri, 9. Yüzyılda Bağdat’ta, Habaş el-Hasib el-Marvazi tarafından ortaya kondu. 11. Yüzyılda el-Sicci, Güneş merkezli modele dayalı bir örneğini yaptı.26 Bîrûnî, zuraki olarak bilinen bu usturlabı gördüğünü ve beğendiğini söyler. Bilinen ilk evrensel usturlap, 11. Yüzyılda To-ledo, Endülüs’te, Ali İbn Halaf el-Şakkaz tarafından yapıldı. Herhan-gi bir enlem için küresel gök bilimi problemlerinin çözümüne yarayan bu oldukça karmaşık alet daha sonra sonra, 1048 civarında Toledo’da, Ebu İshak İbrahim el-Zarkali (Arzachel) tarafından geliştirildi. Alet 13. Yüzyıldan itibaren Avrupa’ya, Saphaea adıyla yayıldı.27 İsim aslında,

Torkuvetum

26 Hannah, R., (1997). The Mapping of the Heavens by Peter Whitfield, Imago Mundi 49, pp. 161-162.

Page 203:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

203

Arapça’da ‘plaka’ anlamına gelen ‘el-Safihat’ sözcüğünün kısaltılmışı.

Ekvator düzlemi üzerine kutupsal stereografik izdüşüme dayalı us-turlaplar, enlem bağımlı olmak zorunda. Gerçi evrensel usturlapta da stereografik izdüşüm kullanılıyor. Fakat, izdüşüm merkezi olarak, gü-ney kutbu yerine ılınım noktalarından birisi, izdüşüm düzlemi olarak da, ekvator yerine, gündönümleriyle kutuplardan geçen büyük daire alınıyor; ‘gündönümü yakası’. Yani gökküreye, altından değil, yandan bakılıyor. Bu duruma ekvator dairesi yatay bir çizgi, ekliptik dairesi de onunla 23,5°’lik bir açı yapan eğik bir çizgi olarak görünür. Güneş yı-lın yarısı boyunca ekliptik çizgisinden yukarı doğru tırmanmakta, diğer yarısında aşağı inmektedir. En yüksek ve en alçak noktalar, ilkbahar ve sonbahar gündönümlerine karşılık gelir.

Yandaki şekilde ekvator koordinat sisteminin, yani sağ açıklık ve dik açıklık yaylarının, gündönümü yakası üzerindeki izdüşümlerinden oluşan ağ görülmekte. Yaklaşımın güçlü yanı şu: Eğer bu ağ, kutup-sal çap ekliptik çizgisine dik olacak şekilde döndürülürse; ekliptik ko-ordinat sistemi yaylarının ağına dönüşür. Öte yandan, eğer ağ, kutup-sal çap herhangi bir enlemin ufuk çizgisine dik olacak şekilde döndü-rülürse; ufuk düzleminin ‘yükselti ve azimut’ yaylarından oluşan koor-dinat ağıyla çakışır. Dolayısıyla, bu sistemle, gök kürenin üç tür koor-dinat sistemi arasındaki geçişleri hesaplamak daha kolay. Ancak, he-saplamalar trigonometri bilgisi gerektirdiğinden, herkesin yapabilece-ği bir iş değildi. Zarkali bu nedenle, aletin arka yüzüne bir de düzlem-sel usturlap koymuştu.

Volvelle: Genellikle karton veya plastikten yapılmış, elde tutulup bilgi aramaya veya basit hesaplamalar yapmaya yarayan, daire şeklin-deki tablo.

Kağıttan yapılmış analog bilgisayarların ilk örneklerinden biri sayı-lır. Kökeni daha eskilere gitmekle beraber, Bîrûnî, gelişimine önemli katkılarda bulundu. 28

Evrensel usturlapta izdüşüm

Evrensel usturlap (Saphaea), el-Zarkali (Arzachel), 11. Yüzyıl

27 Harley, J. B., Woodward, D., (1992), The history of cartography, 2, Oxford University Press, p. 29, ISBN 022631635128 David Kahn (March 1980), On the Origin of Polyalphabetic Substitution, Isis (University of Chicago Press) 71 (1): 122–127 [126], http://www.jstor.org/stable/230316, retrieved 2009-10-13

Page 204:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

204

Takvim-i Sal, 1697-1698 y›l›n›n takvimidir.

Page 205:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

205

TAKV‹MLER

Zaman bize akıp gidiyormuş gibi gelir. Geçmişi hatırlar, ama gele-ceği hatırlayamayız ve geçmiş olayları, bu akış içerisinde birbirine göre sıralamak ihtiyacı hissederiz. Bu sıralama bizim, özelde bireysel, genel-de de toplumsal hafızamızı oluşturur. Sıralamadan hareketle, sebep sonuç ilişkileri türetir ve geleceğe doğru yürüyüşümüzde, bu ilişkileri kullanırız. Dolayısıyla, zamanın kaydını tutmak önemli. Özellikle tarı-mın keşfinden sonra, mevsimlere uyabilmek için...

Zamanı izleyebilmek, ölçülmesini gerektirir. Bunun için ise, ‘tik tak’lara ihtiyaç var; yani zaman birimine... Kendini olabildiğince aynı şekilde tekrarlayan herhangi bir olay, zaman birimi oluşturur. Doğada böyle pek çok döngü mevcut, kullanılmaya hazır ‘saat’ler. İlk akla ge-lenler; hayatımızı doğrudan, ciddi ve apaçık bir şekilde etkileyen gün ve yıl, ya da gözlenmesi kolay olan Ay döngüleri. Nitekim bu birimler, tarihin başlangıcından beri, tüm medeniyetler tarafından kullanılmış.

Asıl zaman birimi olan gün; Güneş’in ardışık doğuş veya batışla-rı, ya da öğle vakti zirveleri arasındaki süreler olarak alınabilir. Takvim ise günleri toplumsal, dini, ticari veya yönetim amaçlarıyla düzenleme yöntemi. Bunun için genellikle günler; hafta, ay, yıl gibi daha uzun birimlerde gruplandırılıp isimlendirilir. Her güne verilen ‘isim’e ‘tarih’ denir. Takvimin ay ve yıl gibi bölümleri, çoğunlukla Güneş ve Ay dön-güleriyle eş zamanlı seçilir. Örneğin, haftalar Ay’ın evrelerine, aylar da evre döngülerine karşılık gelebilir. Ancak böyle bir uyum, zorunlu de-ğildir. Değişik medeniyetler, uygun gördükleri farklı yöntemler kullan-mış. Çeşitliliğin ana nedeni, doğal döngülere dayalı herhangi bir yı-lın içindeki gün sayısının tamsayı olmaması. Bunu aşmanın iki yönte-mi var. Birincisi, belli sayıda günü yapay bir takvim yılı olarak alıp, bir yandan da takvimi, doğal yıl döngüsünden sapmasını periyodik ola-rak azaltmak için, ay veya gün eklemeleri yapan formüllere bağlamak. Böyle takvimlere ‘aritmetik takvim’ deniyor. Kullanımı kolay olan böy-le bir takvimin sakıncası; ufak da olsalar, sapmaların zamanla birikip, takvimi eskitmesi. Diğer seçenek, takvimi doğrudan gözlemlere da-yandırmak. ‘Gök bilimi takvimi’ denilen böyle takvimlerde, sapma ola-sılığı yok. Ancak, gözlemlerin iklim koşulları nedeniyle her zaman ya-pılamayışı ve gelecekteki bir tarihin hangi güne geleceğini önceden bi-lememek gibi zorlukları var. Tarihte kullanıldığı bilinen takvimleri üç

gruba ayırmak mümkün; Güneş takvimi, Ay takvimi, Güneş-Ay takvi-mi.

‘Tam’ bir takvim sisteminde, her gün farklı bir tarihle eşleştirilir. Örneğin yalnızca hafta döngüsüne dayanan, ya da yıl içindeki günle-ri isimlendirmekle beraber yılı belirtmeyen bir sistem, tamam bir tak-vim oluşturmaz. En basit takvim sistemi zamanı yalnızca, tarihsel bir olaydan başlayan yıllarla ölçer. ‘Tarihin başlangıcı’ olarak alınan nok-ta (‘epoch’); örneğin İskender’in ölümü, Hz. İsa’nın doğumu veya Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göçü gibi tarihsel bir olaydır. Ölçülen zaman aralığına ‘çağ’ ya da ‘devir’ denir (‘era’). Daha karma-şık takvim sistemleri yıla ek olarak, ay ve gün gibi, birden fazla dön-gü kullanır. Takvimde kullanılan döngülerin doğal döngülerle olabil-diğince eşzamanlı seçilmesi, takvimin takibini kolaylaştırır. Örneğin ‘Güneş takvimi’nde üçer aylık dönemler, mevsimsel değişimleri yan-sıtacak şekilde seçilebilir; örneğin İran takviminde olduğu gibi... ‘Ay takvimi’nde aylar, Ay’ın görece kolay gözlenebilen evrelerini izler. Ör-neğin Hicri takvim, böyle bir takvimdir. Güneş-ay takvimi ise, Güneş ve Ay döngülerini birlikte izlemeye çalışır. Buna örnek, eski Babil ve geleneksel İbrani, Çin ve Hint takvimleridir.

Gün ve Yıl: Günü Dünya’nın dönme, yılı ise yörünge hareketine borçluyuz. Çünkü Dünya kendi etrafında, yaklaşık sabit bir periyot-la dönerken, Güneş ve yıldızlar da Dünya etrafında, düzenli bir şekil-de dönüyor görünür. Güneş’in meridyenimizden ardışık iki geçişi ara-sındaki süreye ‘Güneş günü’, belli bir yıldızınkine de ‘yıldız günü’ de-nir. Bu ikisi, aynı uzunlukta değil. Çünkü, yıldızların gökyüzündeki ko-numu, uzak olduklarından, Dünya’nın yörünge hareketinden etkilen-mez. Dolayısıyla, Dünya kendi etrafında bir tur döndüğünde, yıldızlar da turlarını tamamlamış olur. Hâlbuki Dünya, Güneş meridyenimizden bir kez geçtikten sonra 360° döndüğünde, bu sırada yörüngesinde sa-atin tersi yönde 1°’lik bir yay katettiğinden, Güneş 1° doğuya kaymış olur ve Güneş’in meridyenimizden tekrar geçmesi için, Dünya’nın 1° daha dönmesi gerekir. Bu nedenle, Güneş günü yıldız gününden 4 dakika daha uzundur (24st.60dk.1°/360°=4dk). Yani, Güneş yıldızla-ra göre her gün biraz geride kalır ve bu gecikmeler, günden güne biri-kir. Güneş’in yıldızların arasındaki belli bir konumdan ardışık iki geçişi

Page 206:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

206

arasındaki süreye ‘Yıldız Yılı’ denir: 365,2564 gün. Bu süreyi, Güneş’in yıldızlara göre konumunu doğrudan gözleyerek belirlemek zordur. Çünkü, Güneş parlarken yıldızlar görünmez. Gerçi, gece yarısı me-ridyenimizden geçen yıldızlara bakıp, Güneş’in o anda tam tersi yön-de, gök kürenin yıldız atlasında hangi ‘karşıt nokta’da olması gerekti-ğini saptamak mümkün. Bir başka seçenek, Güneş doğarken etrafın-daki yıldızlara bakmaktır. Bir sabah ‘Güneş’le beraber’ (‘heliyakal’) do-ğuş yapan yıldızlar, ertesi sabah, Güneş yıldızlara göre geciktiğinden, daha erken doğar ve Güneş doğduğunda, yükselmiş olurlar. Aradaki fark, günden güne artar. Dolayısıyla, “Güneş’le beraber doğan” yıl-dızlar, sabahtan sabaha değişir. Belli bir yıldızın Güneş’le birlikte ardı-şık iki doğuşu arasındaki süre yıldız yılını verir. Bazı medeniyetler yılı ölçmek için bu yöntemi kullanmış. Örneğin Eski Mısır, Akyıldız’ın (Sir-yüs) Güneş’le birlikte doğuşunu yılbaşı olarak almış. Hâlbuki ‘Güneş yılı’nı ölçmek, görece daha kolay...

Tropik Yıl: Dünya’nın yörünge hareketi sırasında Güneş, dönme ekseni yörünge düzlemine eğik olduğundan, yörüngenin yarısında ek-vatorun üstünde, diğer yarısında altında görünür. Birinci yarı kuzey yarımküre için ılık, ikinci yarı soğuk dönemdir. Bu sayede, Dünya’nın herhangi bir anda, yörüngesinin hangi noktasında olduğunu sapta-mak mümkündür. Dünya’nın, yörüngesindeki herhangi bir noktadan ardışık iki geçişi arasındaki süreye ‘Güneş Yılı’ denir. Çeşitleri var...

Güneş’in ekvatorun ku-zeyine çıkarken, tam ekva-tordan geçtiği; yani kuzey yarımkürede ılık dönemin başladığı ana, ‘ilkbahar ılı-mı’ denir. Benzer şekilde; Güneş’in ekvatorun güneyi-ne inerken, tam ekvatordan geçtiği; yani kuzey yarımkü-rede soğuk dönemin baş-ladığı ana, ‘sonbahar ılımı’ denir. Bu iki noktanın, yıl-dızların arasındaki konum-ları, gökkürede yaklaşık sa-bittir. Ilımlar bir gün boyun-

ca değil, belli bir anda gerçekleşir ve içinde yer aldıkları iki günde, gün-düzle gece Dünya’nın her yerinde, yaklaşık eşit olur.29 Uzun sözün kı-sası; Güneş’in ilkbahar ılım noktasından ardışık iki geçişi arasındaki sü-reye ‘tropik Güneş yılı’ denir. Tanımda ilkbahar ılımının tercih edilmiş olmasının nedeni, bu mevsimde gözlem koşullarının genelde, sonba-hardan daha elverişli olması.

Dünya’nın dönme ekseni, aslında sabit değil; hem yörünge hare-keti, hem de ekvatordaki şişkinliği üzerine Ay, Güneş ve diğer geze-genler tarafından uygulanan kuvvetler nedeniyle, kuzeyden bakıldı-ğında saat yönünde, 26.000 yıl periyotla, bir koni çizmekte. Bu olgu, Dünya’nın bünyesinde sabit sayılan ekvator koordinat sisteminin za-manla dönmesine eşdeğer olup, yörünge elipsinin ana ekseninin saat

yönünde dönmesine yol açmakta. Dolayısıyla, yörüngesinde saatin tersi yönde hareket eden dünyamız; örneğin ilkbahar ılım noktasından bir kez geçtikten sonra, ikinci geçişine yaklaşırken, ılım noktasını ken-disine yaklaşmış bulur. Tropik yıl bu yüzden, yıldız yılından 20 dk ka-dar daha kısadır. Öte yandan, ılım noktalarının gerilemesi, Dünya’nın hızı yörünge boyunca değiştiğinden, tropik yılın uzunluğunun, yıldan yıla biraz değişmesine yol açar. Çeşitli tarihlerde yapılan ılım gözlemle-rinden hareketle hesaplanan ‘ortalama tropik yıl’ uzunluğu: 365,2422 gün.

Güneş Ayı (Şemsi Ay): Güneş yıl boyunca, yıldızlarla yarışında geri kalırken, ekliptiğin çeperindeki farklı takımyıldızların arasında gö-rünür. Bu sayede ekliptiği, ‘burçlar kuşağı’ denilen 12 takımyıldızın kapsadığı yaklaşık eşit yaylara bölüp, güneş ya da yıldız yılını, Güneş’in bu yaylarda harcadığı süreleri temsil eden ‘ay’lara bölmek mümkün. Bunlara ‘güneş ayı’ deniyor, ya da ‘şemsi ay’...

Ay Ayı (Kamerî Ay): Ay, Dünya etrafındaki bir turunu, kendi et-rafındaki dönme süresinde tamamlar. Bu yüzden, bize hep aynı yüzü-nü gösterir. Öte yandan Dünya’nın etrafında; diğer gezegenlerin uy-dularının çoğundan farklı olarak; ekvator düzlemine değil, ekliptiğe yakın dolanır. Nitekim, yörünge düzlemi ekliptiğe, yalnızca 5,14° eğik-tir. Dolayısıyla, yörüngesinin bir kısmı ekliptiğin üzerinde, bir kısmı al-tında kalır. Yörüngenin ekliptiği kestiği noktalara ‘düğüm noktaları’ deniyor. Ay ekliptiğin altından üstüne çıkarken ‘tırmanış’, üstünden al-tına inerken de ‘iniş’ düğümünden geçer. Bu sırada eğer, Güneş dü-ğüm noktalarını birleştiren doğru üzerindeyse, ‘tutulma’lar gerçekle-şir: Ay, ya Dünya ile Güneş arasındadır ve Güneş tutulmasına yol açar, ya da Dünya’nın arkasındadır ve kendi tutulur.

Ay tutulmadığı sürece, yüzeyinin yarısını Güneş aydınlatmaktadır. Ancak bu parlak yarının bizim görebildiğimiz kısmı, yörünge turu bo-yunca, Güneş’e göre konumlara bağlı olarak; %100 ile %0 arasında değişir. Bu sürekli değişimin belli aşamalarına, Ay’ın ‘evreleri’ deniyor. Örneğin Ay tutulurken, mutlaka ‘dolunay’dır. Evreler döngüsü genel-likle, Ay’ın Dünya ile Güneş arasındaki ‘kavuşum’dan ardışık iki geçişi arasındaki süre olarak tanımlanır ve yaklaşık 29,53 günde tamamlanır. Süre için ‘ay’ sözcüğü kullanıldığında, genellikle bu ‘kavuşum ayı’ kas-tedilir; ‘Ay ayı’ veya ‘Kamerî ay...’

29 Ilım günlerinde Güneş’in merkezi, günün yarısında ufuk düzleminin üstünde, yarısında altındadır. Güneş nokta bir cisim olmadığından, aydınlanma süresi, yani gündüz biraz daha uzun olur. Gündüzle gecenin gerçek eşitliği (equilux), aslında ılımlardan önceki bir günde gerçekleşir.

Page 207:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

207

Güneş Takvimi: Güneş takvimi, yakla-şık 365,2422 gün uzunluktaki tropik yılı iz-lemeye çalışır. Kesri takvime yansıtmanın, çeşitli yöntemleri var. Takvim yılı genellikle, eşit ya da farklı uzunluklardaki 12 ayda gu-ruplandırılan 365 gün olarak alınır. Örne-ğin Eski Mısır takvimi, 30’ar günlük 12 ay ve ardından eklenen 5 günden oluşan 365’er günlük yıllara dayalı bir güneş takvimiydi. Aylar 10’ar günlük üç haftadan oluşurdu. Yıl; ‘sel’ (aket), ‘büyüme’ (peret) ve ‘hasat’ (şemu) olmak üzere üç mevsime ayrılmıştı ve Akyıldız’ın (Siryüs) Güneş’le birlikte (heliya-kal) doğuşuyla başlardı. Yılbaşı olgusu za-manla takvim içinde kayıyor ve ‘Siryüs Dön-güsü’ de denilen 1460 yıllık sürenin sonun-da, aynı tarihe geri dönüyordu. Eski Mısır’ın bu takvimi keşfi en az iki (MÖ.2782), bazı tarihçilere göre de üç döngü öncesine da-yanmakta (MÖ. 4242).

Kanopus Takvimi: Ancak, tropik yıl yaklaşık 365,2422 gün olduğundan, geri-de kalan 0,2422 gün, yıldan yıla birikir ve takvim her asırda, tropik döngünün 24 gün önüne geçer. Bu kaymayı azaltmak için, İs-kender sonrasında Mısır’ı yöneten haneda-nın krallarından III. Ptolemi Euergetes MÖ. 238 yılında, ‘Kanopus Taşı’na iki dilde kazı-lan buyruğuyla; takvimdeki 5 artık gün sa-yısının dört yılda bir 6’ya çıkarılmasını ka-rarlaştırdı. Bu düzenleme, tarihte ayrıntıla-rı bilinen ilk takvim reformuydu. Böylelik-le, ortalama yıl uzunluğu 365,25’e çıkarılıp, tropik yıldan sapma, yıl-da 0,0078 gün fazlalığa indirilmiş oldu. Dolayısıyla, ‘Kanopus takvimi’ olarak bilinen takvim 128 yılda, tropik yıldan bir gün geri kalır. Antik dünyanın tanıştığı en duyarlı takvimdi. Ancak, Mısır halkı benimseme-diğinden, formül tutunamadı. Önce Roma’da hayata geçirilip, Mısır’a oradan geri döndü. ‘Rumi’ olarak nitelendirilen takvimlerin öncüsü-dür. İskender’in Suriye’deki mirasçıları tarafından benimsenen şekli, ‘Selevkos Takvimi’, başlangıç yılı olarak İskender’in ölümünün 12. yılı-nı aldı; yani MÖ.312’yi...

Jülyen Takvimi: Roma’nın kuruluşuyla başlayan ve değişik uzun-luklarda 12 aydan oluşan 355 günlük eski güneş takvimi, Julius Sezar iktidara geldiğinde, mevsimleri artık doğru bir şekilde yansıtamaz ol-muştu. MÖ.46 yılında, İskenderiyeli Grek bilgin Sosigenes yeni bir tak-vim hazırlamakla görevlendirildi. Ertesi yıl yürürlüğe giren reformla; ayların uzunlukları yeniden düzenlenip, dört yılda bir Şubat ayına bir gün ekleyen ‘artık yıl’ uygulaması getirildi. Jülyen Takvimi, Rumi tak-vimlerin ilkidir. MÖ.25 yılındaki Augustus reformuyla, Mısır’da da uy-gulanmaya başlandı. İskenderiye Takvimi olarak da bilinir. Koptik Kili-sesi tarafından bir benzeri, hâla kullanılmakta...

325 yılında İznik’te toplanan I. Ekümenik Konsey, Paskalya gibi

kutsal günlerin, ilkbahar ılımına göre hesap-lanması kararını aldı. Gerçi Jülyen Takvimi, yürürlüğe girdiği MÖ.45 yılından, 325 yılına kadar, 2,89 gün geri kalmıştı. Fakat, yapı-lan yeni bir ılım gözlemiyle, ilkbahar ılımının o yıl 21 Mart’a denk geldiği belirlendi. Dini olaylarda bu mihenktaşının korunmasına ka-rar verildi.

Miladi Takvim: Jülyen takviminin yılla-rı, Roma’nın kuruluşundan (MÖ.732) itiba-ren sayılmakta ve görev başında olan konsü-lün adıyla anılmaktaydı. Roma’da görev ya-pan Dionysus Exiguus adlı bir rahip 532 yılın-da, takvimin İsa’nın doğumuyla başlatılma-sını önerdi. Bu çağ başlangıcı, Anno Domi-nis adıyla önce Batı’da yayıldı. I. Jüstinyen’in konsül atamalarına son vermesinin ardından, Hristiyanlık dünyasında Jülyen takviminin yıl-ları İsa’nın doğumundan itibaren sayılmaya başlandı.

Gregoryen Takvimi: İslâm dünyasında Miladi adını alan bu takvim, 325 yılındaki İz-nik Konseyi’nden 1582 yılına kadar 9,8 gün (=1257x0,0078) geri kalmıştı ve ilkbahar ılı-mı 10 Mart’a kaymıştı. O yıl Papa XIII. Gre-gory tarafından, yeni bir gözleme dayandı-rılarak yapılan reformla, takvim 10 gün ile-ri alınıp, ilkbahar ılımı tekrar 21 Mart’a ge-tirildi. Ayrıca, bundan sonraki sapma hızı-nı azaltmak amacıyla, ‘artık yıl’ kuralının asır başlarına uygulanmasına, ince bir ayar ge-

tirildi. Asır başları, dördün katı olduklarından, Jülyen takviminde-ki eski kurala göre, artık yıl sayılmaktaydı. Hâlbuki yeni kurala göre, asır başları, eğer 400’ün katı değilseler, ‘artık yıl’ olmaktan çıkarıla-caktı. Örneğin 1600’e, 400’ün de katı olduğundan gün eklenecek, fakat 1700’e, 400’ün katı olmadığı için eklenmeyecekti. Böylelik-le, her 400 yılın içindeki artık yılların sayısı, Jüliyen Takvimi’ne göre üç azalmış olacağından, ortalama yılın uzunluğu da 0,0075(=3/400) gün azaltılarak, 365,25’ten 365,2425 ‘ortalama güneş günü’ne indirilmiş oldu. Bu durumda, 365,2422 günlük ‘ortalama tropik yıl’a göre faz-lalık, yalnızca 0,0003 gündü. Eski deyimle Efrenci Takvimi de deni-len Gregoryen Takvimi hâlen, Dünya’da en yaygın kullanılan takvim; 3333(=1/0,0003) yılda 1 ‘ortalama güneş günü’ gecikmesi var. ‘İlkba-har ılımı yılı’na (365,24237 gün) göre sapması ise, bunun yarısından az. Yalnız; Doğu’nun Ortodoks kiliseleri, Roma’daki Papa’nın gerçek-leştirdiği bu reformu kabul etmedi, Jülyen takvimini kullanmaya de-vam etti. Dolayısıyla, aralarında 10 günlük bir fark oluştu. Çünkü, Gre-goryen takvimi ta baştan 10 gün ileri gitmişti; 1700, 1800, 1900 yılla-rına gün eklemeyince, üç gün daha ileri gitti. Bu yüzden, Jülyen takvi-miyle Gregoryen takvimi arasında hâlen, 13 günlük bir fark var.

Celali Takvimi: Ömer Hayyâm başkanlığındaki bir kurulun Sel-çuklu Sultanı Celaleddin Melikşah için hazırladığı ve 1079 yılında

Page 208:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

208

yürürlüğe konulan Celali Takvimi de bir güneş takvimi. Günleri, öğ-leden öğleyedir. İlkbahar ılımını yılbaşı olarak alır. Ekliptik çember, burçlara ait yaylara bölünmüş ve yıl, Güneş’in burç sınırlarından ge-çişleri arasındaki süreler olarak, uzunluğu 29-32 gün arasında deği-şen 12 aya ayrılmıştır. Başlangıçtaki tanımı yılbaşının gözlemle saptan-masını öngördüğünden, kuramsal olarak tropik yıldan sapma olasılığı yoktur. Ancak, yılbaşının belirlenmesi için gözlem ya da yıldız takvi-mi (‘almanac’) hesaplamalarına gerek duyulması ve Güneş’in sınır ge-çişleri yıldan yıla 24 saate kadar oynayabildiğinden ayların uzunlukla-rının da yıldan yıla değişebilmesi nedenleriyle, uygulaması oldukça zor bir ‘gök bilimi takvimi’ydi. Bu yüzden, sonradan değişik ‘artık yıl’ for-mülleri geliştirilip, ‘aritmetik takvim’ hâline getirildi. Kullanılan formü-le bağlı olarak, ortalama tropik yıldan sapması, 5,000 yılda 1 günden az olabilmekte.

Celali Takvimi Dünya’nın en uzun süredir kullanılan takvimi. İran’da hâla kullanılıyor. Kullanımını kolaylaştırmak amacıyla, Pehlevi Hanedanı’nın başlangıcında, 1925 yılında, takvimde bazı değişiklikle-re gidildi. Ayların uzunlukları sabitlenip, ‘artık yıl uygulaması’ getirildi. Buna göre; ilk 6 ay 31, sonraki 5 ay 30, son ay 28 veya artık yıllarda 29 çekiyor. Yılın ilk 6 ayının 186, son 6 ayının ise 178 veya 179 gün olma-sı, kuzey yarımkürede ilkbahar-yaz döneminin sonbahar-kış dönemin-den uzun olmasını yansıtıyor. Çünkü Dünya, basık da olsa elips şeklin-deki yörüngesini katederken; sonbahar ılımı civarında Güneş’e daha yakın olduğundan hızlanıp, ilkbahar ılımı civarında yavaşlar ve yörün-genin güz yarısını 186,42, diğer yarısını 178,83 günde kateder. Tak-vimin yılbaşısını oluşturan ilkbahar ılımına dair hesaplar, ‘İran Standart Zaman’ meridyenine (53,5° E, GMT3,5h) göre yapılmakta.

Ay Takvimi: Gerçek bir ay takvimi yalnızca, Ay’ın evreler döngü-sünü izler. Dolayısıyla, takvimin hem ayları hem yılı, bu döngüye bağ-lıdır ve bir ‘Kamerî yıl’, 12 ‘Kamerî ay’dan oluşur. Döngünün uzunlu-ğu, yaklaşık 29,53 güneş günüdür. Kesri takvime yansıtmak için ge-nellikle; aylar sırayla, 29 ve 30 gün çektirilir. Bu durumda Kamerî ay, ortalama 29,5 gün olur. Döngüden 0,03 gün kısa kaldığından; 33,3 ayda (=1/0,03), yani 2,78 yılda bir gün ileri gider. Bu sapmayı törpü-lemek için, üç yılda bir aylardan birine bir gün ekleyerek, ortalama ay uzunluğunu 29,533’e çıkarmak mümkündür. Sapma 0,003 gün fazla-ya indirilmiş olur ve takvim 28 yılda bir gün geri kalır. Daha duyarlı dü-zenlemeler yapmak da mümkün. Bunlar, ‘aritmetik’ ay takvimleri. Di-ğer seçenek; sapmadan kurtulmak amacıyla, ayları gözleme dayandı-ran bir ‘ay takvimi’ kullanmak.

Her iki durumda da; 12 Kamerî ay, ortalama yaklaşık 29,5 günden, 354 gün eder. Dolayısıyla, gerçek bir Ay takvimi, güneş takviminden yılda 11-12 gün geride kalır ve yaklaşık 33 yılda bir, yılbaşısı güneş yılı içinde aynı konuma geri döner. Kamerî ayların başlangıcı olarak, Ay’ın herhangi bir evresi seçilebilir. Örneğin Eski Roma kurulduğunda be-nimsenen takvim, gerçek bir ay takvimiydi. Krallık döneminde, bazı yıl-lara artık ay eklenerek ‘ay-güneş’ takvimi hâline getirildi. Bu takvim de mevsimleri izlemekte zorlanınca, Jülyen takvimine geçildi.

Hicri Takvim: Hâlen kullanılan yegâne gerçek ay takvimi, İslâm ülkelerinde dini amaçlarla, Suudi Arabistan’da ticari amaçla da kullanı-lan, Hicri takvim. Geleneksel olarak ayın, ilk hilalin günbatımından he-men sonra gözlendiği günün batımından başlatılması zorunlu. Dola-

yısıyla; hangi ayın 29, hangisinin 30 gün çekeceği; gözlemle belirlenir, önceden bilinemez. Eğer herhangi bir nedenle, 29’cu günün batımın-dan hemen sonra ilk hilal gözlenememişse, o ay 30 çektirilip, yeni ay ertesi gün başlatılır. Gözlemin birden fazla güvenilir insan tarafından yapılmış ve şahitliklerinin dini bir kurul tarafından onaylanmış olması gerekir. İlk hilalin şart koşulan biçimde gözlenebilmesine ve bunun için de gerçekleşeceği günün önceden hesaplanmasına duyulan ihtiyaç, İslâm bilginleri arasında gök bilimine duyulan ilgiyi arttıran ana unsur-lardan birini oluşturdu ve İslâmîyetin bilimdeki, asırlar süren öncülüğü-ne katkıda bulundu. Ancak, takvim mevsimleri izlemediğinden, devlet yönetiminde ciddi zorluklara yol açtı. Çoğu İslâm ülkesi artık, sivil ya-şamda güneş takvimi kullanıp, Hicri takvimi dini olaylarla sınırlıyor ve kullanırken de, koşulların gözleme elvermediği durumlarda, ilk hilalin doğuşu hesaplamayla belirliyor. Örneğin Suudi Arabistan’da, Ramazan ayının başlangıcı ve Hac zamanı gibi dini olaylar hâla gözleme dayan-dırılırken, yönetim amacıyla, hesaplamaya dayalı Umm-el-Kura takvi-mi kullanılmakta. Bu yüzden ve batıya gidildikçe Ay Güneş’ten giderek daha geç battığından, İslâm ülkeleri arasında Ramazan ayının başlan-gıcı ya da Hac gibi olayların tarihi bir gün farkedebiliyor.

Ay-Güneş Takvimi: Çoğu Ay takvimi, Güneş’i de izlemeyi he-defler. Hâlbuki bir tropik yıl, 12,368266 Ay döngüsüne eşittir. 12 Kamerî aydan oluşan Kamerî bir yıl bu yüzden; 354,367 gün uzunlu-ğunda olup, tropik yıldan 11 gün kadar kısadır. Bu fark üç Kamerî yıl-da, yaklaşık bir Kamerî ay eder. Dolayısıyla, Kamerî takvimin tropik yılı izlemesi isteniyorsa; her üçüncü Kamerî yıla, 13’cü bir Kamerî ay ek-lenebilir. Buna ‘artık ay’ deniyor. Yıl içindeki tarihler hâlâ, mevsimle-re değil de, Ay’ın evrelerine işaret etmekte; fakat yıllar, güneş yıllarıy-la uyumlu ilerlemektedir. Daha duyarlı artık ay sistemleri oluşturmak da mümkün. Örneğin: Ay 19 güneş yılında 235 kez kavuşumdan ge-çer. Yani 19 güneş yılında, 228 güneş ayına karşılık, 235 Kamerî ay bulunur. Dolayısıyla 19 güneş yılının sonunda, ay takviminde 19 yıl 7 ay geçmiş olur. Eğer fazlalık 7 ay, 19 yılın bazılarına 13. ay olarak ek-lenirse, iki takvimin yılları 19 yılda bir, neredeyse denkleşir. Babillile-rin bildiği sanılan bu döngüye, batıya tanıtan Grek bilimcinin adına at-fen ‘Meton Döngüsü’ denmekte. Sonuç; Kamerî aylarıyla Ay’ın evre-lerini, 19 yıllık bir döngüyle de güneşi izleyen bir ‘aritmetik ay-güneş’ takvimi olur.

Örneğin Eski Mezopotamya’da, ‘ay-güneş’ takvimi kullanılırdı. 354 gün tutan 12 Kamerî aya eklenen 11 günlük kısa bir ay, yılı oluş-tururdu. Kökeni MÖ. 21. Yüzyıla, Sümer’in III. Ur dönemi hükümdarla-rından Şulgi’nin ‘Umma takvimi’ne dayanmaktaydı. Babillier ise, göz-leme dayalı bir ‘ay-güneş’ takvimi kullandı. Yıl; her biri yeni hilalin gün batarken batı ufkunda gözlenmesiyle başlayan 12 ay ve üç yılda bir ek-lenen 33 günlük bir ‘artık ay’dan oluşmaktaydı. Düzenlemenin ama-cı, 1 Nisan’ı hep yılbaşına getirmekti. İbraniler tarafından benimsen-dikten sonra, artık ay uygulaması Meton döngüsünün bir çeşidiyle, 19 yılda 7 tane olmak üzere kurala bağlanıp, takvim ‘aritmetik’ hâle ge-tirildi. Geleneksel Çin ve Hint takvimleri de birer ay-güneş takvimidir. Aylar İbrani takviminde ilk hilal, Çin takviminde yeni ay, Hint takvimin-de dolunayla başlar.

Türk-İslâm Takvimleri: Türklerin, önceleri mevsimleri izlemekle yetindiği, daha sonra yıldız gözlemlerine dayalı bir takvim oluşturduk-

Page 209:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

209

ları sanılıyor. Kullandıkları bilinen en eski takvim, Orhun Yazıtları’ndan anlaşıldığına göre, 12 ay içeren, 365 günlük bir takvimdi. Yıllar ayrıca, 12’şerli ‘devir’lere ayrılmakta ve her biri, Çin-Uygur takviminde olduğu gibi, birer hayvan adıyla anılmaktaydı: Sıçgan (sıçan), Ud (öküz), Bars (pars), Tavışgan (Tavşan), Lu (ejder), Yılan, Yond (kısrak), Koy (koyun), Biçin (maymun), Taguk (tavuk), İt (köpek), Tonguz (domuz). Aylar; ilki ve sonuncusu, Aram ay ve Çapşaput ay hariç; sayılarla anılırdı. Ayrı-ca, 5 devirden oluşan 60 yıllık bir döngü daha vardı ve bu döngünün yılları, hayvan ismine kutsal sayılan bir maddenin adı eklenerek sayılır-dı; Sıçgan-Demir, Bars-Ateş gibi...30 İslâmîyetin kabulünden sonra Hic-ri takvime geçildi. Gerçi ‘hayvanlı takvim’in kullanımına, bazı devlet-lerde devam edildi. Ancak, ayrıntılar hakkında fazla bir şey bilinmiyor.

Arapların İslâmîyet öncesinde kullandığı takvim, 12 Kamerî aydan oluşan Kamerî yıla dayalı, gerçek bir ay takvimiydi. Aylardan bazıla-rı kutsal sayılıp, bu aylarda savaş yasaklanmıştı. Böylelikle, belli dö-nemlerde ticaret ve hac ziyaretleri serbestçe yapılabilmekteydi. An-cak, kurbanlık hayvanların ve ticarete konu olacak malların bolluğu, mevsime bağlı seyrettiğinden, her zaman hac zamanına denk gelmi-yordu. Bu yüzden, Hicret’ten 200 yıl kadar önce; kutsal sayılan ayla-rın yıl içinde dönmesi anlamına gelen ‘nasi’ uygulamasına geçildi. Uy-gulamanın ayrıntıları bilinmiyor. Büyük olasılıkla, gerekli görülen yıl-larda bir artık ay ilavesiyle, kutsal aylar mevsimlere uyacak şekilde kay-dırılıp, hac mevsimi iki aya uzatılıyordu. Yani, takvim bir ‘ay-güneş tak-vimine dönüştürülmüştü. Ancak, nasi yöntemi her nasıl idiyse, uygu-laması Hicret’in 10. yılında, Bakara Suresi’yle yasaklandı. Öte yandan eski takvimde yılları, yıl içinde yer alan bir olaya bağlı olarak isimlen-dirme geleneği vardı. Örneğin, Hz. Muhammed’in doğduğu 570 yılı-nın, Hristiyan Habeş Krallığı’nın Kabe’ye filler eşliğinde saldırısına sah-ne olduğu için, ‘Fil Yılı’ olarak anılmasında olduğu gibi.

İkinci halife Hz. Ömer zamanında, Basra Valisi Ebu Musa el-Aşari, kendisine gelen emirlerde tarih olmadığından hangisinin en son oldu-ğunu belirlemekte zorlandığını bildirmişti. İslâmîyet’in kendi takvimini oluşturması gerektiğine karar verildi. Bu, gerçek bir ay takvimi olmak zorundaydı. Dolayısıyla, 638 yılında yapılan bir düzenlemeyle, Hicri olarak bilinen ay takvimi benimsendi. Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göç ettiği yıl, takvim başlangıcı olarak alındı. Ancak, günü tam bilinmediğinden, Hicret yılbaşı yapılmayıp, Muharrem ayı, eskiden olduğu gibi, yılın ilk ayı olarak bırakıldı.

Ay takviminin mevsimleri izlemeyişi, özellikle ekvatora yakın bölge-lerde mevsimler arasında ciddi farklar olmadığı için, toplum yaşamın-da fazla önemli değildi. Ama devlet yönetiminde sıkıntılara yol açtı. Çünkü, kamu harcamalarının takvime göre yapılıyor olması, vergile-rin yılın belli aylarında toplanmasını gerektiriyordu. Hâlbuki tarımsal üretim mevsime bağlı olduğundan, mükellefin ödeme gücü yıldan yıla farklı Kamerî aylarda oluşmaktaydı. Öte yandan, vergileri ürüne, yani mevsime bağlamanın; yönetim zorluğu yanında, mali sakıncaları vardı. Çünkü, Kamerî yılın güneş yılından kısa olması, devlet harcamalarının üretimden hızlı, önden seyrine yol açmaktaydı. Bu durum, 33 Kamerî yıl yaklaşık 32 güneş yılına eşit olduğundan; 33 Kamerî yıllık harcama-nın, 32 mevsimlik vergiyle karşılanması anlamına geliyordu. Nitekim, Abbasi halifesi Tayiullah (929-1003) döneminde, harcamalar tüm hı-zıyla devam ederken, hazinenin boş olduğu görülünce; artık ay uygu-

lamasının, dince yasak olmakla birlikte, devlet işlerinde kullanılabilece-ğine karar verildi ve yaklaşık bir hesapla; 33 Kamerî yıl, 32 güneş yılı-na eşitlendi.

İran ise, Araplar tarafından fethedildiğinde, Sasani yönetimindey-di. Ülkenin kayda geçmiş en eski takvimi, Aşameni dönemine ait olup, Babil takvimine benziyor ve 30’ar günlük 12 ay ile, altı yılda bir ekle-nen 13. bir aydan oluşuyordu. Sasani Hanedanı’nın kurucusu I. Arda-şir, 224 yılında yaptığı reformla, yıl sonuna 5 gün ekleyip, artık ayı kal-dırdı. Torunu I. Hormizd, Jülyen takviminin bir çeşitlemesi olan bu tak-vimi, kutsal günleri birleştiren bir düzenlemeyle değiştirdi. III. Yezdi-cürd (590-628) üçüncü bir değişiklikle, takvimin başlangıcını krallığı-nın ilk yılına aldı. Hz. Ömer bu sırada kendisine, İslâmîyet’e teslim ol-masını isteyen bir mektup yazmıştı. Mektuba sert yanıt verdi. Hâlbuki ülkesi, Bizans’la savaşlardan yorgundu. Takvimi yürürlüğe konduğu yıl devrildi.

Büyük Selçuklu dönemine gelindiğinde, biriken sapma takvimin mevsimlerle uyumunu bozmuştu. Alparslan’ın oğlu I. Celaleddin Me-likşah zamanında, Ömer Hayyâm başkanlığında bir kurul, yeni bir tak-vim hazırlamakla görevlendirildi. Kurul, hâlen ‘Celali Takvimi’ ola-rak bilinen öneriyi hazırladı. Kurul bu arada tropik yılın uzunluğunu, 365,24219858156 gün olarak hesaplamıştı; o zamanki 365,2422464 günlük değere hayli yakın. İran’da hâlen, 1925 yılında gerçekleştiri-len bazı değişikliklerle, bu takvim kullanılmakta. Afganistan’da da...

Osmanlı devletinde ise, Hicri takvimin kullanılması, vergi dönem-lerinin mevsim kayması nedeniyle hasat zamanına uzak düştüğü yıl-larda, ciddi gelir sorunlarına yol açıyordu. 1677 yılında (H.1087), Sul-tan IV. Mehmet zamanında, Defterdar Hasan Paşa; mali yılın bir gü-neş yılı uzunluğunda olması ve kullanılmakta olan hicri takvime para-lel bir mali takvimin oluşturulması önerisinde bulundu. Öneriye göre; mali takvimin yılları, Hicri yılların rakamlarıyla sayılacak; fakat güneş yılı Kamerî yıldan 11 gün uzun olduğundan, her 33’cü Kamerî yıl at-lanacaktı. Amaç; mali takvimde, hicri takvimin yıl rakamlarını kullan-maktı. Atlanması gereken yıla, ‘sıvış yılı’ deniyor. Önerinin kabulüyle, Jülyen takviminin bir türü benimsenmiş oldu. Ancak bu takvim de, düzenlenmesi ve uygulanmasındaki hatalar nedeniyle, mali sorunları hafifletmekte başarılı olamadı.

1740 yılında (H.1152), Sultan I. Mahmut zamanında, Defterdar Atıf Efendi’nin önerisiyle, vergi ödemeleri ve hükümet işleriyle ilgili mali yılbaşı, Muharrem ayından 1 Mart’a alındı. 1794 yılında (H.1208), Sultan I. Abdülhamit zamanında, Defterdar Moralı Osman Efendi’nin önerisiyle, mali takvimin kapsamı, tüm hükümet harcamaları ve öde-melerine genişletildi. Mali takvim 13 Mart 1840’ta (H.1256) da, Sul-tan I. Abdülmecid’in tahta çıkmasından kısa bir süre sonra, tanzimat düzenlemelerinin bir parçası olarak, bütün sivil işlerde kullanılmak üze-re, resmî takvim olarak kabul edildi. Yeni takvim 1256 hicri yılındaki 1 Mart’a karşılık gelen günden başlayacak, ilk yılı 1256 olacak, bundan sonra da Jülyen takviminin ay ve günlerini kullanacaktı. Roma köken-li olduğundan, takvim ‘Rumi takvim’ adını aldı. O yıl, Rumi ve Jülyen takvimleri arasında, 584 yıl fark vardı (=1840-1256). Artık ay takvi-minden güneş takvimine geçilmiş olduğundan, fark bu değerde don-du. Gregoryen takvimle ayrıca, bir de 12 günlük fark oluşmuştu. Hic-ri takvim ise bundan sonra, artık yalnızca dini işlerde geçerli olacaktı.

30 Rıza Nur, Türk Tarihi, c. XII, s. 239.

Page 210:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

210

Ayasofya Muvakkithanesi.

Page 211:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

211

Batı ile yazışmalarda, borçlanmalarda ve mali konularda, takvim farkı nedeniyle yaşanan sorunlar giderek arttı. Ahmet Cevdet Paşa (1822-1895), Takvim-i Edvar adlı eserinde takvim sistemlerini incele-mişti. 1917 yılında Ahmet Muhtar Paşa tarafından Meclis’e sunulan tasarıda, bu eserden örnekler sunularak, Celali Takvimi’nin benimsen-mesi önerildi. Kesintili görüşmelerin ardından; Rumi ve Gregoryen tak-vimler arasındaki 13 güne çıkmış olan farkın kaldırılması kararlaştırıldı, 584 yıl farkı korundu. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra, 1925 yılında, yıl farkı da kaldırılıp, Batı dünyasının kullandığı Gregor-yen Takvim’e geçildi.

Osmanlı Dönemi Takvimleri

Osmanlı takvimlerinin en eskisi, I. Bayezid için hazırlanmış olan, 1444 yılına ait Farsça takvim. İlk takvimlerin, saray dışından, konu-da bilgili insanlar tarafından hazırlanıp saraya sunulduğu anlaşılı-yor. Müneccimbaşı’lığın resmî devlet kurumu hâline getirilmesi, Fa-tih (1451-1481) ve oğlu II. Bayezid (1481-1512) zamanında gerçek-leşti. Bu kurumun Osmanlılar’a, İran’dan geçtiği sanılmakta. Nitekim, ilk müneccimbaşılardan Selman’ın İranlı olduğu, Farsça hazırladığı tak-vimlerden ve yaptığı gök bilimi-astroloji çalışmalarından biliniyor.31

Takvimlerin hazırlanmasında, 19. Yüzyılın başına kadar, Uluğ Bey’in 1437 yılında Semerkand Gözlem Evi’nde tamamladığı zic kullanıldı. Oxford’dan John Greaves’in dikkatini çeken ve 1665 yılında Hyde ta-rafından Latince’ye çevirilen bu zicin, artık saatlere varan hata birik-tirmiş olduğu anlaşıldı. Batı’da ise Kopernik devrimi yaşanmıştı, yeni gök bilimi tabloları yayınlanıyordu. Bunların ilklerinden biri, Fransız Kardinal Richeliue’nin başmüneccimi olan Noel Durret tarafından ha-zırlanmıştı. Bu eser, Köse İbrahim Efendi tarafından 1660-1664 yılla-rı arasında, Secencel el-Eflak fi Gayret el-İdrak adıyla Türkçe’ye çeviril-di. Çeviri, Kopernik Sistemi’nden bahseden ilk Türkçe eserdi. Münec-cimbaşı Müneccimek Mehmed Efendi’ye (1660-1667) takdim edildi. Ancak, tercüme düzenli temize çekilmemiş olduğundan kullanılma-dı.32 1740 yılında Fransız gökbilimcisi Jaques Cassini’nin, Tables Astro-nomiques adıyla Paris’te yayınladığı zic, 1772 yılında Çinari Halifeza-de İsmail Efendi tarafından, önce Arapça’ya, sonra da Türkçe’ye ter-cüme edildi. III. Selim’in emriyle, müneccimbaşılar 1800 yılından itiba-ren, Türkçe’de Cassini Zici olarak bilinen bu tabloları kullanmaya baş-ladı. 1832 yılına gelindiğinde II. Mahmut, Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi ile Müneccimbaşı Hüseyin Hüsni Efendi’nin önerisi üzerine, Cas-sini Zici’nin terkedilip, yerine Joseph Jeorm-Lalande’ın Tables Astrono-miques adlı eserinin kullanmasını emretti. 19. Yüzyılın ortalarından iti-baren de zic devri sona erdi; Osman Şaib ve Ahmet Tahir gibi münec-cimbaşılar takvimlerini ve ziclerini, Fransa Gözlem Evi’nın Connaissan-ce du Temps adıyla yayınladığı yıllık zaman cetvellerinden hareketle ha-zırlamaya başladılar. Cedvel-i evkat adıyla terüme edilen cetveller, yıllık gözlemleri içerdiğinden, eski ziclerin yerini aldı.

Takvimler genellikle iki bölümden oluşurdu. Birinci bölümde, ta-rih ve astroloji bilgileri yer alırdı. İlk takvimlerde bu bölüm, Adem’den başlayarak peygamberlere, halifelere, Selçuklulara, Karamanoğulları-na, Osmanılara ait önemli tarihi olayların zaman listesini de içerirdi ve

peygamberler hakkındaki bilgiler, hurafelerle karışıktı. İkinci bölüm, takvimin asıl kısmıydı ve Takvim-i sal denilen ‘Yılın Takvimi’nden oluşu-yordu. Takvim, Celali takviminin yapısına uygun, 13 sayfa hâlinde dü-zenlenirdi. İlk 12 sayfada, 30’ar günlük 12 ayı temsil eden 30’ar, 13. sayfada da artık günleri temsil eden 5-6 satır vardı. Bunlar, Sultan-i Celali’yi oluşturmaktaydı. Sayfaların sağında iki sütun hâlinde, Hicri ve Rumi tarihlerle, karşı gelen ay ve günleri yer alırdı. İlk 12 sayfada, Güneş’in burçlardaki konumları belirtilir, 13. sayfada Güneş ve Ay tu-tulmaları hakkında bilgiler verilirdi. Osmanlılar, Büyük selçukluları ken-dilerine pek çok yönden örnek almıştı. Resmî takvimin Hicri olmasına karşın, hazırlanana takvimlerde Celali takvim düzenine uyulmasında, eski ziclerin olduğu kadar, bu etkinin de rolü vardı.

Müneccimbaşılar yıl takviminin yanı sıra, bir de o yıl için; hangi günlerde hangi işlerin yapılmasının uygun olacağı, hangilerinden ka-çınılması gerektiğini belirten ‘ahkam’ takvimi hazırlardı. Ahkam-ı sal veya Tali-i sal denilen bu takvimler, başta padişah olmak üzere, devlet görevlilerine dağıtılırdı. İki takvim önceleri bir arada basılırken, son-ra ayrıldı.

Muvakkıthaneler: İslâmîyet’te namaz ve oruç vakitlerinin öne-mi nedeniyle, zamanın kaydını tutan ‘muvakkıt’lar baştan beri vardı. Emeviler zamanında Şam’daki Büyük Emevi Camii Muvakkıthanesi’nin kurulmasıyla, bu görev kurumsallaştı. Genellikle camilerin bahçesinde birkaç odalık bölümler hâlinde, ‘muvakkıthane’lerin inşası yaygınlaştı.

Osmanı döneminde, İstanbul’un fethinden önce de bazı kentler-de muvakkıthaneler kurulmuşsa da, bunlar hakkında kayıtlı bilgi yok. İstanbul’daki ilki, 1470 yılında inşa edilen Fatih Camii’nin avlusunda kuruldu. Bunu daha sonra, sırasıyla Bayezid ve Yavuz Sultan Selim ca-milerinin muvakkıthanelieri izledi.

Muvakkıtlar 17. Yüzyıla kadar; usturlab, rubu tahtası, kadran, gü-neş saati gibi gök bilimi aletleri kullanarak ölçümler yapıp, sonuçla-rı müezzinlere bildirirdi. Muvakkıthaneler Müeccimbaşı’na bağlı ola-rak çalışırdı. Yeni elemanlar göreve sınavla alınır ve ilgili aletleri kulla-narak yükseklik ölçme, konum belirleme gibi becerilere sahip olmaları beklenirdi. 17. Yüzyıldan sonra mekanik saatler yaygınlaşmaya başla-yınca, zamanı daha duyarlı izleyen bu aletler, Batı’dan ithal edilip kul-lanılmaya başlandı. Gözlem yapma ihtiyacı azaldı, işler kolaylaştı. Eski gök bilimi aletleri, daha ziyade sergilenir hâle geldiler. Yine de, merak-lı olan bazı muvakkıtlar, alet yapmayı sürdürüyor, bu becerilerini ilgi-lenenlerle paylaşıyordu. Ancak, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerin-de, özellikle Sultan II. Abdülhamid döneminde saat kulelerinin yapıl-maya başlanması, muvakkithanelerin işlevini iyice zayıflattı. 19. Yüzyı-lın ikinci yarısında; gerçi halkın ilgisi devam ediyor, duvarlarına asılı sa-atlerden saat ayarı yapılıyordu; fakat, görevliler aldıkları ücretlerin ye-tersizliği nedeniyle ikinci işlerde çalışmaya başladılar, mesleğe ilgi azal-dı. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, 1924 yılında Müneccim-başılık kaldırılıp, görevleri ‘başmuvattıklık’ adıyla oluşturulan yeni bir kuruma devredildi. Muvakkıthaneler kapatıldı ve binaları, başka hiz-metler için kullanılmaya başlandı.

31 Kandilli Rasathanesi El Yazmaları Kataloğu.32 İhsanoğlu, E., Osmanlılar ve Bilim, Nesil Yayıncılık.

Page 212:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

212

Avrupa'da yer alan tercüme merkezleri.

Page 213:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

213

TÜRK-‹SLÂM ESERLER‹N‹N AVRUPA’YA GEÇ‹fi YOLLARI

Giriş

Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra Avrupa Orta Çağ’a girdiğinde, Klasik Çağ’ın Eski Grek eserlerinden çoğu kaybolmuştu. Hâlbuki başta Aristo’nunkiler olmak üzere bu eserler 6. ve 7. Yüzyıl-larda, Doğu Hristiyan kiliselerinin, Antakya, Filistin ve İskenderiye’de yaşayan Nasturi, Malaki (Melekite) ve Yakubi (Jacobite) rahipleri tara-fından Grekçe’den Süryani diline çevirilmişti. İslâm dünyası bu eserle-ri korudu, Arapça’ya çevirip geliştirdi. 832 yılında, Bağdat’taki Bilgelik Evi’nde (Beyt el-Hikmet), binlerce metin birikmişti. Bu bilgi birikimi, 11-13. Yüzyıllar arasında, çeşitli yollarla Avrupa’ya geçti.

Endülüs ve Sicilya

İslâm dünyasındaki birikimin Avrupa’ya geçişi ağırlıklı olarak, iki kültür arasındaki ana temas noktalarını oluşturan Sicilya ve Endülüs üzerinden gerçekleşti. Arapların 965 yılında fethettiği Sicilya’nın 1091 yılında Normanlar tarafından tekrar ele geçirilmesinden sonra, Arap-larla Normanlar arasında yoğun bir kültür alışverişi başladı. İki kültü-rün adeta harmanlandığı bu dönemi temsil eden yöneticilerin başın-da, sarayında Müslüman askerlere, şair ve bilim adamlarına yer vermiş olan II. Roger gelir. Kültürler arasındaki bu sıcaklık, yakın coğrafyala-ra da yansıdı. Örneğin, Orta Çağ’ın en önemli coğrafya incelemelerin-den birini yazan Faslı Muhammed el-İdrisi, eserini, Kitab-ı Raccar (Ta-bula Rogeriana) adıyla bu krala atfetmişti.

Müslüman İspanya’da ise, özellikle Toledo kenti, 1085 yılında Kas-til Kralı VI. Alphonso tarafından ele geçirilmesinden sonra, yoğun ter-cümelere sahne oldu. Kentin özelliği, önemli bir kültür merkezi olması ve Arapça konuşan büyük bir Hristiyan Mustarib nüfusa sahip bulun-masıydı. Dolayısıyla, işgal sonrasında kültür geleneğini ve kitap zen-ginliğini koruyabildi. Kente atanan ilk piskoposlar, Arapça’nın pek ko-nuşulmadığı Fransa’dan gelmişti ve bu dili bilmiyordu. Yönetim ihtiya-cı gereği, katedrali, “Batı’nın kültür tarihinde emasli olmayan ölçekte ve önemde” bir tercüme merkezine çevirdiler.33

Haçlı Seferleri

Haçlı seferleri Avrupa ile, başta Antakya olmak üzere Levant kent-leri arasındaki kültür etkileşiminin yoğunlaşmasına yol açtı. Bu et-kileşmede İtalya’nın kent devletleri öncülük yaptı. Pisa’lı Burgondio (ö.1193) Antakya’da Aristo’nun kayıp metinlerini bulup, Latince’ye çe-virdi.

Vakıf kuruluşları Avrupa’ya, Haçlı Seferleri sırasında taşındı. Paris’teki ilk hastahane IX. Louis tarafından, 1254-1260 arasındaki Haçlı Seferi’nden döndükten sonra kuruldu. Bundan sonradır ki, İbn-i Sina’nın Tıbbın Kanunu (1025) adlı eserin Latince çevirisi Avrupa’ya dağıldı.

Tercümeler

12. Yüzyılda çevirmenler, ağırlıklı olarak bilim, felsefe ve bir dere-ceye kadar da din metinleri üzerinde yoğunlaştı. İlk çevirilerden biri-si, İbn-i Sina’nın Şifa Kitabı idi. Harezmi’nin geliştirdiği, Hint-Arap ra-kamlarıyla aritmetik yöntemlerini içeren El-Cebir el-Mukabele kitabı, Chester’li Robert tarafından 1145 yılında Latince’ye çevirildi. Takma adıyla Fibonacci olarak tanınan Pisa’lı Leonardo (1170-1250), 1202 yılında yayınladığı Liber Abaci (1202) adlı eserinde, Kuzey Afrika’da Araplarla birlikte okula giderken öğrendiği Arap rakamlarıyla aritme-tiği Avrupa’ya tanıttı.34 12. Yüzyılın sonunda, Toledo’lu Mark, Kuran-ı Kerim’i tercüme etti. Tercümeler diğer Avrupa ülkelerine yayıldı. İngiltere’de Bath’lı Adelard (1080-1152), El-Harezmi’nin trigonometri eserlerini ve Gök Bilimi Tabloları’nı, Öklid’in geometrisini çevirdi.

Toledo’daki çevirmenlerin en üretkenlerinden biri olan Cremona’lı Gerard (1114-1187), 87 Arapça eseri Latince’ye çevirmişti. Çevirileri arasında; Aristo’nun eserlerinin çoğu, Batlamyus’un Büyük Kitap’ı (el-Magest), Harezmi’nin el-Cebir el-Mukabele, Arşimed’in Çemberin Öl-çümü, Öklid’in Geometrinin Temelleri, Cabir İbn Eflah’ın Gök Biliminin Temelleri, Kindi’nin Optik Üzerine, Fergânî’nin Gökyüzü Hareketlerinin

33 Burnett, C., Arabic-Latin Translation Program in Toledo, pp. 249-51, 270.34 Bieber, J. B., Medieval Translation Table 2: Arabic Sources, Santa Fe Community College.

Page 214:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

214

Bilimleri İslâm dünyasından Avrupaya ulaştıran yollar.

Page 215:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

215

Gök Bilimsel Temelleri, Farabi’nin Bilimlerin Sınıflandırılması, el-Razi’nin (Rhazes) kimya ve tıp alanlarındaki eserleri, İbn el-Haytam’ın Optik Ki-tabı dahil bazı eserlerinin yanında; Tabit İbn Kurra, Hüneyn İbn İzhak, Zarkali (Arzachel), Cabir İbn Eflah, Banu Musa, Ebu Kamil, Ebu el-Kasım gibi İslâm bilginlerinin eserleri de vardı.

Bunlardan İbn el-Haytam’ın (Alhazen, 980-1037) Optik Üzerine adlı eseri (1021), optik ve görme konularındaki hakim anlayışta bir devrim başlattığı gibi 35, deneye dayalı bilimsel yöntemi Avrupa’ya ilk tanıtan kitaptı. Kitap daha sonraki Avrupalı bilim adamlarından, Roger Bacon, Okkam’lı William, Leonardo da Vinci, Francis Bacon, Johennes Kepler, Galileo Galilei gibi pek çoğunun çalışmalarını etkiledi; Newton ve Des-cartes tarafından başvuru metni olarak kullanıldı. Bazı bilim tarihçileri bu yüzden, El-Haytam’ı çağdaş optiğin ve deneysel fiziğin babası, kita-bını da Newton’un Principia Mathematica’sının yanında, fizik tarihinin en etkili kitaplarından biri sayar.36

Muhammed el-Fazari’nin, Hint gök bilimi kitabı Surya Sidhanta’yı ve Brahmagupta’nın kitaplarını inceleyen Büyük Sindhind adlı eserinin çevirisi, Avrupa’yı Hint bilimiyle tanıştırdı.37

Bizans İmparatorluğu’nda ise, 13. Yüzyılda; aralarında El-Hazinî’nin Zic as-Sancari‘si (1115-1116) ve Maraga Gözlem Evi’nin İlhani Zici’nin de bulunduğu bazı zicler, Gerogry Choniades tarafından Arapça’dan Grekçe’ye çevirilip incelendi. 38

Avrupalı düşünürler, “Tanrı’nın evreni yaratırken kullandığı geo-metri ve harmoni ilkeleri”ni aramaya koyulmuştular. İbn-i Sina’nın (Avicenna) ve Endülüslü İbn Baccah’ın (Avempace) hareket kuramla-rı, Jean Buridan’ın ‘itici güç’ (impetus) kuramını geliştirmesinde rol oy-nadı. Bu ikincisi, atalet ve momentum kavramlarının öncülünü oluş-turdu ve Gelileo Galilei’nin klasik mekanik çalışmalarını etkiledi.39 El-Bîrûnî’nin ve El-Hazinî’nin mekanik, özellikle de istatistik ve dina-mik konularındaki çalışmaları, Orta Çağ Avrupası’nda benimsenip ge-liştirildi.

Battani’nin ve İbn Rüşt’ün (Averroes) Batlamyus modelinde öner-diği değişiklikler, Muayyeduddin Urdi, Nasreddin Tusi, İbn el-Şatir gibi İslâm bilginlerinin, yeni modeller geliştirmesine yol açmıştı. Bu yeni modeller, Copernicus’un güneş merkezli modeline uyarlandı. El-Bîrûnî’nin Tarih el-Hind ve Kitab el-Kanun el-Mesudi adlı eserleri; In-dica ve Canon Mas’udicus başlıklarıyla Latince’ye çevirildi. Avrupa; İbn el-Haytam, Ömer Hayyâm ve Nasreddin Tusi’nin cebir ve geometri eserlerinin çevirileriyle, Öklid geometrisi dışındaki kavramlarla tanıştı. El-Cayyani’nin Bir Kürenin Bilinmeyen Yayları Kitabı’nın çevirisi, küresel geometri konusundaki ilk Latince eserdi.

Ticaret

13. Yüzyıla kadar; Avrupa, Orta Doğu ve Hint Yarımadası arasında-

ki uluslararası ticarette tercih edilen para, Bizans’ta veya Mısır’da ba-

sılan altın sikkelerdi. 8. Yüzyıl İngiliz krallarından Mercia’lı Offa gibi

bazıları, bu sikkeleri taklit etti. 13. Yüzyılda İtalya’nın, Floransa, Ce-

nova ve Pisa gibi denizcilik kentleri, piyasalardaki para hacmini takvi-

ye etmek üzere, kendi paralarını basmaya başladı. Artan ticari güçle-

riyle Avrupa’yı, Doğu’dan getirdikleri teknoloji ürünleriyle tanıştırdılar.

Gözlem çubuğu, usturlap, kadran gibi gök bilimi aletleri Avrupa’ya

götürülüp, kopyaları yapıldı.

Kurumlar

İslâm dünyasındaki; örneğin vakıf, hastahane, ruh sağlığı merkez-

leri, halk kütüphanesi, medrese, gözlem evi ve araştırma merkezi gibi

bazı hukuk, sağlık, bilim ve eğitim kurumları, Avrupa’ya yansıdı.

İslâm dünyasında medreseler, vakıflar tarafından desteklenir ve ge-

nellikle bir camiye bağlı olarak, İslâm hukuku ve teoloji ağırlıklı eğitim

verirdi; yüksek öğrenim kurumlarının ilkleriydiler. Öğrenciler hocaların

karşısında, Hz. Muhammed’in varlığında bulunmuş olanlar gibi ‘ay-

rıcalıklı’ (sahabe) sayılırdı. Kendi aralarında ‘akran’dılar. Bir sandalye-

de oturan ‘hoca’nın etrafına çember şeklinde dizilip, ya hocanın ver-

diği ‘okuma’yı yapar (kıraat), ya da aralarında bir konuyu tartışırlar-

dı. Avrupa’nın ilk yüksek okulları da benzer bir yapıya sahipti; hayır-

sever kuruluşların (charity) kaynaklarıyla (trust) kurulup desteklendi-

ler. ‘Kürsü’ sistemine dayalıydılar (chair). Hocalar kendi aralarında ‘ak-

ran’ (peer), aralarına yeni katılanlar ‘ayrıcalıklı’ydı (fellow). Akademik

‘çevreler’de (circles) ‘tartışma’lar (discourse) yer alır, ‘okuma’lar yapılır-

dı (reading).40

Eğer üniversite lisans ve lisansüstü dereceler de veren bir yüksek

öğrenim ve araştırma kuruluşu olarak tanımlanacak olursa, 9. Yüzyıl-

dan itibaren, İslâm dünyasında böyle okullar belirdi. Örneğin, Fas’ın

Fez kentindeki El-Karavin Üniversitesi 859 yılında kuruldu; dünyanın

en eski üniversitesi sayılabilir. Fakat, daha sonra Avrupa’da kurulan

üniversitelerden önemli bir farkı, verilen lisans derecesinin, okul tara-

fından değil, hoca tarafından imzalanan bir yetkilendirme (icazet) şek-

linde olmasıydı. Doktora derecesinin kökenleri, 9. Yüzyılda gelişen

şekliyle İslâm hukuku öğreten okulların verdiği, ’hukuki görüşler be-

lirtme ve öğretme yetkisi’ne dayanır.

35 Sabra, A. I.; Hogendijk, J. P. (2003), The Enterprise of Science in Islam: New Perspectives, MIT Press, pp. 85–118, ISBN 0262194821, OCLC 23787542436 Salih, H. , Al-Amri, M., El Gomati, M. (2005), The Miracle of Light, A World of Science 3 (3), UNESCO.37 Joseph, G. G., The Crest of the Peacock, p. 306.38 David Pingree (1964), Gregory Chioniades and Palaeologan Astronomy, Dumbarton Oaks Papers 18, p. 135-160.39 Ernest A. Moody (1951), Galileo and Avempace: The Dynamics of the Leaning Tower Experiment (I), Journal of the History of Ideas 12 (2): 163-193.40 Makdisi, George (April-June 1989), Scholasticism and Humanism in Classical Islam and the Christian West, Journal of the American Oriental Society 109 (2): 175–182 [175–77],

Page 216:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

216

Alidad, (mastara): Bakış açısını uzak gökcisimleri-

ne kilitleyip, ufuk düzlemine göre yükseklik açıları-

nı ölçmeye yarayan, masa düzlemli, sabitlenebilen

bir aygıt.

Altıdabirlik açıölçer, (sekstant): Esas olarak deniz

ulaşımında yön bulmak amacıyla, Güneş’in veya bir

gökcisminin ufuk düzleminden yükseliğini ölçmek

için kullanılan altıdabirlik, dairenin altıda biri şeklin-

de bir aygıttır. Kullanıcı, Güneş’in boylamdan ge-

çerkenki yüksekliğinden hareketle, sayısal tablolar

aracılığıyla, gözlem noktasının enlemini belirleyebi-

lir.

Ay ayı, (Kamerî ay): Ay takvimlerinde, birbirinin

aynı durumdaki ardışık iki Yeni Ay veya Dolunay

arasında geçen ortalama süre; yaklaşık olarak 29

gün, 12 saat, 44 dakikaya eşit.

Ayakucu, (nadir): Gökküredeki, başucu noktasının

tam zıt konumunda ve gözlemcinin dikey altında

bulunan nokta. Görünüşü yerküre tarafından en-

gellendiği için, gözlemci göremez.

Burç: Uluslararası Astronomi Birliği’nin (IAU) gök-

yüzünü böldüğü, kesin sınırlarla ayrılmış, 88 resmî

alandan biri. Her burç, alanındaki tüm yıldızları ve

diğer gök cisimlerini de içermekte. Bölümler ço-

ğunlukla, Orta Çağ’dan bize kadar ulaşmış olan ve

‘burçlar kuşağı’ denilen, Güneş’in kuzey yarımkü-

re gökyüzünde üzerinden geçtiği ve aralarında Koç,

Boğa, Başak gibi burçların da bulunduğu, dolayısıy-

la özel kültürel anlama sahip olan 12 burcu da içe-

ren Eski Yunan geleneğine dayalıdır.

Burçlar kuşağı, (zodiyak): Deyimle aslında gök-

küredeki, Güneş’in yıl boyunca gökyüzünde izler

göründüğü patikanın, yani ekliptiğin iki tarafına

8’er derece uzanan sanal bir şerit kastedilir. Ay’ın,

Güneş’in ve Pluto hariç tüm gezegenlerin görünür

hareketlerinin patikaları bu şeridin içinde kalır. Gök

biliminde, ekliptik boyunca aynı şeridin içinde olan

ve Güneş’in yıl boyunca üzerinden geçer görün-

düğü 13 takımyıldıza burçlar kuşağı takımyıldızla-

rı denir. Yıldızbiliminde ekliptik, burç haneleri de-

nilen ve her birine başat takımyıldızının adı verilmiş

olan 12 eşit gökyüzü boylamı aralığına ayrılmıştır.

Burçlar kuşağı bu hâliyle, ekliptiği enlem başlangı-

cı, Güneş’in ilkbahar gündönümündeki konumunu

da boylam başlangıcı olarak alan bir gökyüzü koor-

dinat sistemi oluşturur. Fakat astronomideki burç-

lar kuşağı takımyıldızları’nı, yıldızbiliminde bunlar-

la ilişkilendirilmiş olan burç haneleri’nden ayırdet-

mek gerekir. Bu sadece, gündönümü yalpasından

dolayı birbirlerine göre hareket ediyor göründükle-

ri için değil, aynı zamanda, farklı takımyıldızların,

farklı biçim ve şekillerinden dolayı ekliptik üzerinde

farklı genişliklere yayılmış olmalarından dolayı böy-

ledir. Örneğin Başak, çok daha geniş olduğundan,

Akrep’in tam beş misli kadar geniş bir ekliptik boy-

lam aralığı kapsar.

Büyük yıl: Deyim, gök bilimi ile ilgili gerçek veya

sanal herhangi bir döngüye atıfta bulunuyor olabil-

mekle birlikte, en sık olarak, gündönümlerinin yal-

pa döngüsünün tam bir devir yapması için gereken

ve ardından Güneş ile Ay’ın hareketlerini tekrarla-

maya başladığı, yaklaşık 25.800 yıllık süre kastedilir.

Çeyrek, (kadran): Genellikle yıldızların yüksekliğini

ölçmek amacıyla astronomide ve yön bulmada kul-

lanılan, bölüntülendirilmiş 90°’lik bir yay içeren bir

aygıt. İlk olarak Ptolemi tarafından, daha iyi bir us-

turlap türü olarak önerildi. Daha sonraları Orta Çağ

İslâm gök bilimcileri tarafından birkaç çeşiti yapıldı.

Dekan: Eski Yunanca’da, 10 sayısı anlamına gelen

deca sözcüğünden türetilmiş olan bu terimle, bir yıl-

dızın veya yıldız grubunun, Güneş’le birlikte doğu-

şundan sonraki 10’ar günlük üç periyodundan her-

hangi biri kastedilir.

Diyoptra: MÖ. 3. Yüzyıldan kalma, klasik bir gök

bilimi ve kadastro aygıtı. Bir tezgaha bağlı bir göz-

lem tüpünden veya iki ucunda nişangah bulunan

bir çubuktan oluşuyordu. İletkilerle de donatıldığın-

da, açı ölçmekte kullanılabilir.

Dünya merkezli küreler: Evrenin, Dünya’yı mer-

kez alan ve farklı eksenler etrafında dönen bir dizi

küreden oluşan, eski bir modeli. Küreler üzerlerin-

de gömülü olduğu düşünülen Ay’ı ve bilinen geze-

genleri, Güneş’i ve yıldızları taşıyor; Dünya güya sa-

bit.

Duvar çeyrek açıölçeri, (mural kadran): Bir duva-

rın üzerine oturtulmuş veya içine inşa edilmiş olan

bir açı ölçme aygıtı. Gök bilimi amaçlı olarak kul-

lanılabilmeleri için, bu duvarlar tam yerel boylamın

üzerinde yatacak doğrultuda inşa edilmiş.

Eğim, (Eğiklik): Bir gezegenin yörünge eğimi, yö-

rüngesinin düzlemi ile tutulma düzlemi arasındaki

açıdır. Yapay veya Ay gibi doğal bir uydunun yörün-

ge eğimi, eğer yeterince yakınsa, etrafında dolandı-

ğı cismin ekvator düzlemine göre ölçülür.

Ekvator çemberi: Ekvator çemberi, Helenistik dö-

nemde, ilkbahar ve sonbahar gündönümlerinin tam

zamanını belirlemek için kullanılmış olan bir gök bi-

limi aygıtıdır. Halka herhangi bir enlemde, ekva-

tor düzlemine paralel olarak, doğu-batı yönünde

yerleştirilir ve gündönümlerinde Güneş tam olarak

doğu-batı yönünde hareket ediyor göründüğün-

den, halkanın üst yarısının gölgesi alt yarının; diğer

zamanlarda olduğu gibi bir veya diğer tarafına de-

ğil; tam üzerine düşer.

Ekvitoryum: Takvim amacıyla Ay’ın, Güneş’in ve

gezegenlerin konumlarını, hesaplama yapmaksızın,

bir geometrik modelden yararlanarak belirlemekte

kullanılan bir gök bilimi aygıtı.

Geçiş: Hakim bir konumdan görüldüğü kadarıy-

la bir gök cisminin, yörünge hareketi nedeniyle bir

diğerinin yüzeyinden geçişi. Örnekler; Venüs ve

Merkür’ün, Dünya’dan gözlenirken Güneş’in önün-

den geçişi. Deyim ayrıca bir gökcisminin, Dünya’nın

dönmesi nedeniyle yerel boylamdan veya sabit bir

teleskopun merceğinden geçişini de kastediyor ola-

bilir.

Gök günlüğü, (efemeris): Gök cisimleri hakkındaki

verileri, zamanın fonksiyonu olarak listeleyen tablo.

Gök günlükleri genellikle gökcisimlerinin; bahar açı-

sı da denilen sağaçıklık, dikaçıklık, görünürdeki uza-

nım açısı ve parlaklık (parlaklık derecesi) değerlerini

içerir. Güneş’ten ve Dünya’dan uzaklık, faz açısı ve

Ay’ın evreleri de günlükte yer alır.

Gökküre: Gök bilimi ve yön bulmada gökküre,

Dünya ile eşmerkezli olup onunla aynı eksen etra-

fında dönen, yarıçapı gelişigüzel büyüklükte, sanal

bir küredir. Gökyüzündeki bütün cisimlerin gökkü-

reye yansıtılmış olduğu düşünülebilir ve gezegenle-

rin hareketli, yıldızların ise sabit göründüğü bu du-

rum, gökküreyi konumsal Gök bilimi için faydalı bir

araç kılar. Dünya ekvatorunun ve kutuplarının gök-

küredeki yansımaları, gökküre ekvatoru ile gökküre

kutupları’nı oluşturur.

Gökküre ekvatoru: Dünya’nın ekvator düzleminin

gökküreyi kestiği büyük çember; dönme ekseninin

yatıklığı nedeniyle, tutulma düzlemine ~23.5° eğik.

Gökkutbu: Bknz. gökküre.

Göktaşı: Güneş Sistemi’ndeki, iriliği kum tanesi ile

kaya parçası arasında değişen ve Dünya’nın atmos-

ferine girdiğinde ardında görünür bir iz bırakan mo-

loz parçası. ‘Kayan veya yanan yıldız’ olarak da ad-

landırılır ve gökyüzünde, saniyeden azdan birkaç

saniyeye kadar çok kısa bir süre seyahat ederler.

GÖK BİLİMİ DEYİMLERİ AÇIKLAMALI SÖZLÜĞÜ

Page 217:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

217

Eğer yere ulaşır ve çarpışmaya dayanabilirse, buna

meteor denir.

Gökyuvarlağı: Gök kürenin, gök bilimi ve yıldızbili-

mi hesaplamalarında kullanılmak üzere tasarımlan-

mış olan katı bir modeli. Sabit yıldızları taşıyan söz-

de ‘sekizinci küre’nin takımyıldızlarını ve gökküre-

yi betimleyen; ekvator, meridyen, Yengeç ve, Oğlak

dönenceleri, kutup çemberleri ve tutulma çemberi

gibi çemberleri gösterir.

Gün dönümü, gün durması, (solstis): Yılda iki

kez, Dünya’nın dönme ekseninin eğikliğinin tam

Güneş’in gökyüzündeki konumuna veya tersi yöne

bakmasıyla gerçekleşen astronomi olayı. Dünya yö-

rüngesinin bu noktalarında Güneş, ekvatordan en

uzaktaki en kuzey veya en güney konumuna ulaş-

mış görünür; kuzeye veya güneye doğru görünür

hareket, yön değiştirmeden önce durur.

Günberi, (perihelion): Güneş etrafında dolanan bir

cismin yörüngesinin, Güneş’e en yakın olan nokta-

sı. Günöte’nin karşıtı.

Güneş gözlem aracı: Göze zarar vermeksizin

Güneş’i gözlemeye yarayan aygıt. Yöntem, Güneş’in

bir teleskoptan gelen görüntüsünü, karanlık bir oda-

ya asılan beyaz bir kağıdın üzerine düşürmeye daya-

nır. Benedetto Castelli (1578-1643) tarafından keşfe-

dilip, Galileo (1564-1642) tarafından geliştirilmiştir.

Güneş merkezli: Güneş’in sabit ve evrenin merke-

zinde olduğu kastediliyor. Güneş merkezli bir yö-

rünge, yörünge elips ise iki odağından birinde veya

dairesel ise merkezinde Güneş’in yer aldığı bir yö-

rüngedir.

Güneş saati: Zamanı Güneş’in konumuyla ölçen

bir alet. Örneğin yatay güneş saati gibi en yaygın

tasarımlarda, bir gösterge ucu vardır. Bu, üzeri gü-

nün saatlerini gösteren çizgilerle işaretlenmiş düz

yatay bir yüzeye gölge düşüren ince bir çubuk veya

dar açılı köşelerinin birinden bir üçgen kesilip çıkar-

tılmış olan paralelkenar şeklindeki bir plakadır. Gü-

neş saatinin doğru zamanı gösterebilmesi için, gös-

terge ucunun Dünya’nın dönme eksenine parallel

durması, yani gerçek kuzeye doğru bakması, dola-

yısıyla yatay düzlemle yaptığı açının coğrafya enle-

mine eşit olması gerekir.

Güney açısı, (azimut): Bir gözlemcinin boylamı ile,

bir gök cisminin merkezinden geçen dik daire ara-

sındaki açı. Genellikle ufuk düzleminde, gözlem-

cinin boylamının izdüşümünden, yani coğrafya

kuzey-güney çizgisinden başlayarak saat yönünde,

dik dairenin izdüşümüne kadar, derece cinsinden

ölçülür. Gök bilimciler kuzeyi 0, doğuyu 90, güneyi

180, batıyı da 270 derece olarak alırlar

Günlük hareket çemberi: Dünya’nın ekseni etra-

fındaki günlük dönüşü nedeniyle bir yıldızın gökyü-

zünde izler göründüğü yörünge çemberi. Gökyüzü

ekvatoruna paraleldir.

Günberi, (perihelion): Bknz. günöte.

Günöte, (apohelion): Güneş etrafındaki bir geze-

gen, kuyruklu yıldız veya yapay bir uydunun yörün-

gesindeki, Güneş’e en uzak olan nokta; günberi’nin

zıttı. Dünya etrafında dolanan cisimler için yerö-

te kullanılır.

Gün-tün eşitliği, (ekinoks): Güneş’in görünürde-

ki yörüngesini izlemesi sırasında, merkezinin gök-

küredeki, gökküre ekvatoru ile tutulma düzlemi-

nin kesiştiği iki zıt noktasından birinden geçtiği an-

lar. Deyim, gündönümü noktaları olarak adlandırı-

lan bu iki nokta için de kullanılıyor: ilkbahar gündö-

nümü ve sonbahar gündönümü. Gündönümleri her

yıl, iki bütün gün boyunca değil, iki belli anda ger-

çekleşir. Bu anlar, tam; Dünya’nın ekvatoru üzerin-

de, Güneş’in merkezinin dikey olarak yukarıda göz-

lenebildiği bir konumun bulunabildiği anlardır. Her

yıl 20/21 Mart ve 22/23 Eylül civarında gerçekleşen

bu anlar, ilkbaharın ve sonbaharın başlangıcı olarak

alınırlar. Bu anlarda, büyük bir yaklaşıklıkla; gece ile

gündüzün uzunluğu birbirine eşittir ve Güneş, tam

doğudan doğup, tam batıdan batar.

Çemberli usturlap: Gök kürenin; ekvator, tutul-

ma, dönenceler vb çemberlerini temsil eden metal

çemberlerden yapılmış, döner modeli. Eski Çağ gök

bilimcileri tarafından yıldızların konumlarını belirle-

mekte kullanılmış olan bir gök bilimi aletinden ge-

liştirilmiştir.

İlmek, (Episikl): Merkezi başka bir dairenin çembe-

ri üzerinde hareket eden bir dairesel devimin çizdiği

yörünge. Kepler'den önce gezegenlerin gerçek yö-

rüngelerinin böyle olduğu tasarlanırdı.

Karşıt konumluluk: İki gök cisminin, genellikle yer-

yüzündeki belli bir noktadan gözlendiğinde, gökyü-

zünün karşıt taraflarında görünmeleri durumu. İki

gezegen, gökküre boylamları arasındaki fark 1800

olduğunda karşıt konumludurlar. Ay Güneş’e göre,

Dünya tam araya girdiğinde karşıt konumludur.

Kozmoloji, (evrenbilim): Fiziksel evreni; yapısı, di-

namiği, kökeni, evrimi, sonu dahil geleceğiyle bir-

likte bütünüyle inceleyen bilim dalı. Gök biliminden

farklı olarak, evrenbilimin konuları cok daha geniş

konuları kapsar.

Kozmogoni, (evrenin oluşumu): Evrenin oluşumu

ve kökeni hakkındaki herhangi bir kuram, model,

mit veya diğer anlatım. Deyim, özel olarak uzay bi-

limleri ve gök bilimi bağlamında, Güneş Sistemi’nin

oluşumuyla ilgili kuram ve incelemelere atıfta bu-

lunur. Kozmogoni, evreni bütünüyle ve varolduğu

sürenin tümünde inceleyen, fakat oluşumunun kö-

kenlerini doğrudan sorgulamayan kozmoloji’den

ayrı tutulabilir. Bu iki terim bazen bir birinin yerine

kullanılmaktadır.

Küre: Dünya’nın yüzeyini (yerküre) veya gök boşlu-

ğunu (gökküre) temsil eden bir küre.

Kuyruklu yıldız: Güneş Sistemi’ndeki küçük bir ci-

sim. Gevşek buz, toz ve küçük kayak parçacıkların-

dan oluşan bir çekirdeğe sahiptir ve büyüklüğü bir-

kaç yüz metreden birkaç kilometreye kadar değişe-

bilir. Güneş’e yeterince yaklaştığında, çekirdek gü-

neş ışınlarının etkisiyle kısmen gaz hâline geçerek,

koma denilen, görülebilir yaygın bir atmosfer veya

bazen de, Güneş’e ters yönde gazdan bir kuyruk

oluşturur.

Parlaklık derecesi, (kadir): Bir gök cisminin par-

laklığının; belli bir dalgaboyu veya geçiş aralığında,

fakat genellikle görünür ışık veya kızılaltına yakın

dalgaboylarındaki; logaritma tabanlı ölçüsü. Sayısal

değer ne kadar küçükçse, cisim o kadar parlak. Öl-

çek logaritma tabanlı olduğundan, parlaklık dere-

cesindeki birim fark, parlaklıkta 2,5 kat değişikliğe

karşılık geliyor. 5 birimlik fark ise, tam olarak 100

misli değişiklik olarak tanımlanmış.

Saat çemberi: Gök biliminde bir gök cisminin saat

çemberi, cisimden ve gökküre kutuplarından geçip,

gökküre ekvatrounu dik açılarla kesen büyük çem-

berdir. Dünya üzerindeki boylamın benzeri.

Sağaçıklık, (bahar açısı): Dikaçıklık’la birlikte, ci-

simlerin gökküredeki konumunu belirlemek için

kullanılan ‘ekvator sistemi’nin iki koordinatından

birisi. Sistemi, Dünya üzerindeki enlem ve boylam-

ların gökküreye yansıtılmış hâli olarak düşünmek

mümkün. Sağaçıklık veya bahar açısı; gökküre ek-

vatoru üzerinde, Mart’ta geçilen ilkbahar gündönü-

mü noktasından başlayarak doğuya doğru, gökcis-

minden geçen saat çemberiyle kesişme noktasına

kadarki, zaman olarak saat, dakika ve saniye cin-

sinden ifade edilen açısal uzaklıktır. “Bir saatlik ba-

har açısı 15°’ye eşittir.” 24 saatlik bahar açısı var

ve 24’üncü saat çizgisi daima 0 saatle çakışık sayılır.

Sinüs çeyreği, (sinüs kadranı): Ortaçağ Arap gök-

bilimcileri tarafından kullanılmış olan bir tür çeyrek

açıölçer. İngilizce konuşulan coğrafyalarda ‘sinecal

Page 218:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

218

quadrant’ olarak da biliniyor. Aygıt; gökyüzü açıla-

rını ölçmekte, zamanı belirlemekte, yön bulmakta

veya gök cisimlerinin görünürdeki konumlarını be-

lirlemekte kullanılabiliyordu. Muhammed ibn Musa

el-Harezmi tarafından 9. Yüzyılda tarif edilmişti.

Sothis: Siryüs veya Akyıldız’ın eski çağlardaki adı.

Süpernova: Yeterince büyük kütleli bir yıldızın, öm-

rünün sonuna doğru, çekirdek kısmının kütleçekimi

nedeniyle çökmesi sonucunda, şiddetle patlaması.

Patlama, parlaklığı çoğu zaman kısa bir süre için yıl-

dızın bulunduğu bulutumsununkini (galaksininkini)

aştıktan sonra birkaç hafta veya ayda kaybolan bir

ışık fışkırmasına yol açar. Yıldızı oluşturan malzeme-

nin büyük bir kısmı veya tamamı 30.000 km/s, ışık

hızının onda biri hızla fırlatılır ve etraftaki yıldızlara-

rası ortama, bir şok dalgası yayar. Dalganın süpür-

düğü gaz ve toz, giderek büyüyen ve süpernova ka-

lıntısı denilen bir kabuk oluşturur.

Tersine: Deyim, bağlı bir gök cisminin yörünge

veya dönme hareketinin, merkezdeki birincil cis-

minkine göre ters olmasına atıfta bulunur, düz veya

doğru’nun karşıtıdır. Güneş sistemimizdeki 8 geze-

genin hepsi de Güneş’in etrafında, Güneş’in dön-

düğü, yani gökküre kuzey kutbundan bakıldığında

saatin tersi yönde dolanır. Altısı aynı zamanda, aynı

yönde dönerler. Kural dışlı olan Venüs ve Uranus,

tersine dönüşlü olup, kuzeyden bakıldığında saat

yönünde döner. Deyim ayrıca, dönme ekseninin yal-

pa ve eğilme hareketleri veya bir cismin, örneğin

Dünya gibi bir başka cisimden bakıldığında görünen

yörünge hareketi için de kullanılabiliyor.

Torkurtum: Üç çeşit; ufuk, ekvator ve tutulma

düzlemi (ekliptik) koordinat sisteminde ölçümler ya-

pıp birbirine çevirmek için tasarımlanmış olan bir

Orta Çağ astronomi aygıtı. Bir bakıma, analog bir

bilgisayar.

Tutulma, (eklips): Bir gökyüzü cisminin bir diğeri-

nin gölgesine girmesiyle gerçekleşen gök bilimi ola-

yı. Deyim çoğunlukla, ya Ay’ın gölgesinin Dünya yü-

zeyinin üzerinden geçmesi durumunda gerçekleşen

Güneş tutulması veya Ay’ın Dünya’nın gölgesinden

geçmesi hâlinde gerçekleşen Ay tutulması için kul-

lanılıyor.

Tutulma düzlemi: Dünya’nın Güneş veya Güneş’in

görünürde Dünya etrafında izlediği yörüngenin

düzlemi. Böyle isimlendirilmiş olmasının nedeni,

Güneş tutulmasının yalnızca, Ay’ın bu düzlemi geç-

mesi hâlinde gerçekleşmesi. Diğer gezegenlerin çe-

kim kuvveti düzlemi etkileyebilir, böylelikle gökkü-

re tutulma düzlemi’ni değiştirebilir. Zamanla değiş-

tiğinden, tanımlamalarında, genelde 1950.0 veya

2000.0 şeklinde ifade edilen bir dönem başlangıcı-

nın belirtilmesi gerekir. Tutulma düzleminin konu-

mu ne olursa olsun, Dünya’nın dönme ekseni düz-

leme dik olmayıp, ona hep aynı açıyla eğiktir. Tutul-

ma düzlemi ve gökküre ekvatoru birbirini, çap üze-

rindeki, ilkbahar ve sonbahar gündönümü denilen

iki sanal noktada keser.

Tutulma düzleminin eğimi (eğikliği): Dünya’nın

dönme ekseninin, tutulma düzlemine yatıklığı.

Usturlap: Yerel enlemi belirlemek amacıyla

Güneş’in veya yıldızların yüksekliğini ölçmek için

kullanılmış olan eski bir gök gözlem ve yön bulma

aracı; altıdabirlik açıölçerin eski bir şekli.

Uzaklık açısı, (paralaks): Deyim genellikle, bir göz-

lemci hareket ettiğinde, yakın cisimlerin uzaktaki-

lere göre hareket ediyor görünmesine atıfta bulu-

nur. Bu göreli hareket, daha yakın olan cisimler

için daha uzaktakilere göre daha büyük olduğun-

dan, uzaklık belirlemekte kullanılabilir. Gök bilimin-

de ise bu deyimle, bir gök cisminin doğrultusunun,

cisimle aynı doğru üzerinde olmayan iki farklı nok-

tadan gözlemlendiğinde değişiyor görünmesi kas-

tedilir. Örneğin Dünya üzerindeki belli bir nokta-

dan farklı zamanlarda veya iki farklı noktadan aynı

anda gözlenen bir yıldızın doğrultusunun değişiyor

görünmesinde olduğu gibi. Yıldızların açısal sap-

ması Dünya’dan, Güneş etrafındaki yörüngenin iki

karşıt noktasında ölçülür ve Dünya-Güneş uzaklığını

yıldızdan gören açının yarısı olarak tanımlanır.

Uzanım: Genelde Dünya’dan bakan bir gözlemci-

nin, Güneş sistemindeki bir cisimle Güneş arasın-

da gördüğü açısal uzaklık. Bir gök cisminin faz açı-

sı, ki genellikle Güneş sistemindeki bir cisim kaste-

dilir; bu cisimden bakan bir gözlemcinin gördüğü,

Dünya’nın Güneş’ten uzanımıdır.

Yerberi, (perije): Dünya etrafında dolanan bir cis-

min yörüngesinin, Dünya’ya en yakın olan noktası.

Yeröte’nin karşıtı.

Yerel boylam: Gökküredeki, hem ufuk düzlemi-

ne ve hem de gökküre ekvatoruna dik olan büyük

sanal çember. Dünya’nın kuzey yarımküresinde-

ki bir gözlemci için, ufuk düzlemine coğrafya ku-

zeyinde değer, gökküre kuzey kutbundan ve başu-

cundan geçip, ufuk düzlemine coğrafya güneyinde

değdikten sonra, gükküre güney kutbundan geçer.

Yerel ufuk düzlemine değdiği noktada sabitlendiği

için, yıldızlar dahil tüm gök cisimleri Dünya döndük-

çe yerel boylama doğru akıp, 24 saat içinde üzerin-

den geçiyor görünürler ve tam üzerinden geçerken,

ufuk düzleminden en yüksek noktalarına ulaşırlar.

Yerküre: Dünya’nın üç boyutlu ve çoğunlukla, yak-

laşık 1:40 milyon ölçeğinde yapılan modeli. Üzerin-

de genellikle, görülebilmesi için yükseklikleri abar-

tılmış olan topoğrafya kabartmaları bulunur. Çağ-

daş kürelerin çoğunda ayrıca, gezegen yüzeyinde-

ki belli bir noktanın koordinatlarını, ölçek nedeniy-

le yaklaşık olarak da olsa belirlenebilmesi için enlem

ve boylamlar da çizilidir.

Yeröte, (apoje): Bknz. yerberi.

Yıldızıl döngü, (sideral): Dönme döngüsünün Gü-

neş yerine yıldızlara göre ölçülmesi.

Yörünge: Bir gezegen veya uydunun, uzaydaki bir

başka cisim etrafındaki devirli dolanma hareketi sı-

rasında izlediği patika.

Yörünge dış merkezliliği, (eksantriklik): Bir gök-

cisminin yörüngesinin merkezi ile, etrafında dön-

düğü cismin merkezi arasındaki uzaklığın, yörün-

ge ana ekseninin yarı uzunluğuna oranı. Yörünge-

nin, mutlak şeklini ve bir daireden sapmasını veren

önemli bir değişkeni.

Yükseklik çemberi: Gökkürede, bir gök cisminden

geçen, ufuk düzlemine parallel, imgesel bir çember.

Cismin yüksekliğini belirlemekte kullanıldığından,

‘yükseklik çemberi’ olarak da biliniyor.

Dikaçıklık, (deklinasyon): Gök biliminde kullanı-

lan ‘ekvator koordinat sistemi’nin iki koordinatın-

dan biri; diğeri sağaçıklık veya saat açısı. Gökküre-

ye yansıtılmış enleme benzediğinden, gök cisminin

gökküre ekvatorundan yukarıya veya aşağıya doğ-

ru açısal uzaklığının derece cinsinden değerine eşit.

Dolayısıyla, gökküre ekvatorunun kuzeyindeki nok-

talar pozitif, güneyindekiler ise negatif dikaçıklığa

sahip.

Yükseklik, (altitude): Bir gökcisminin ufuk düzle-

miyle (0°) yaptığı, başucuna (+90°) doğru ölçülen

açı; yükseklik açısı olarak da biliniyor. Ufuk düzle-

minin altındaki cisimler için, ayakucuna (-90°) kadar

uzanan eksi değerler de alabilir.

Zîc: 8. ve 16. Yüzyıllar arasında İslâm gök bilimci-

lerinin hazırladığı yıldız katalogları’nın Arapça adı.

Başta yıldızlar olmak üzere gök cisimlerinin, gerçek

ve görünür konumları hakkındaki bilgilerin yanında,

hareketlerinin çizimlerini de içeriyorlardı.

Page 219:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

219

Aoboe, A., Episodes from the Early History of Astronomy, Springer, New York, 2001,

p. 62-65.

Berry, A., A short story of astronomy, New York, 1961.

Bulmer-Thomas, I.; Oenopides of Chios, Dictionary of Scientific Biography, New York

1970-1990), vol. 10 pp. 179–182.

Charles, G., Kahn, H., Anaximander and the Origins of Greek Cosmology, New York,

Columbia University Press, 1960.

Delambre, J. B. J., History of Ancient Astronomy, Paris, 1817, vol. 2, p. 284.

Dicks, D. R., Early Greek Astronomy to Aristotle (London, 1970).

Dreyer, J. L., Tycho’s Opera Omnia, Copenhagen, 1913-1929, vol. 3, p. 337.

Goldstein B. R., Bowen, A. C., A new view of early Greek astronomy, Isis 74 (273)

(1983), 330-340.

Haskins, C. H., Studies in the History of Mediaeval Science, New York: Frederick Un-

gar Publishing, 1967, reprint of the Cambridge, Mass., 1927 edition.

Heath, T. L., A History of Greek Mathematics I, Oxford, 1921.

Heath, T. L., A history of Greek mathematics I, II, (Oxford, 1931).

Jones, A., “The Adaptation of Babylonian Methods in Greek Numerical Astronomy”,

in “The Scientific Enterprise in Antiquity and the Middle Ages”, p. 99.

Jones, A., The adaptation of Babylonian methods in Greek numerical astronomy, Isis

82 (313) (1991), 441-453.

Jones, A., The adaptation of Babylonian methods in Greek numerical Astronomy, Isis

82 (313), 1991, 441-453.

Jones, A., “Hipparchus”, In Encyclopedia of Astronomy and Astrophysics, Nature

Publishing Group, 2001.

Kirk, G. S., Raven, J. E., Schofield, M., The Presocratic Philosophers: A Critical History

with a Selection of Texts, Cambridge, CUP 1983.

Lloyd, G.E.R., Early Greek Science: Thales to Aristotle., W.W. Norton, 1970.

Longrigg, J., Biography in Dictionary of Scientific Biography, (New York 1970-1990.

Neugebauer, O., The exact sciences in antiquity, Providence, R.I., 1957.

Neugebauer, O., A History of Ancient Mathematical Astronomy, New York, 1975.

Neugebauer, O., The History of Ancient Astronomy ProbleM.S. and Methods, Journal

of Near Eastern Studies 4 (1) 1995 , p. 1-38.

O’Connor, J. J., Robertson E. F., “Calippus”, MacTutor History of Mathematics archive,

http://www-history.mcs.st-andrews.ac.uk/Biographies/Callippus.html. Erişim tarihi; 15.11.2009.

Pannekoek, A., A history of astronomy, New York, 1989.

Pecker, J. C., Understanding the Heavens: Thirty Centuries of Gök bilimical Ideas from

Ancient Thinking to Modern Cosmology, Springer, 2001, p. 311.

Peters C. H. F., Knobel, E., The standard edition of Ptolemy’s star catalogue, Carne-

gie Institute of Washington, 1915.

Price, Derek de Solla, (1956), “Clockwork before the Clock (b)”, Horological Journal

98: pp. 31–35, 1956.

Price, Derek de Solla, Gears from the Greeks. The Antikythera Mechanism: A Calen-

dar Computer from ca. 80 B.C., Transactions of the American Philosophical Society,

new series, 64, no. 7 (1974), pp. 1-70.

Rawlins, D., Publications of the Gök bilimical Society of the Pacific, volume 94,

pp.359-373, Figure 2, 1982.

Ronan, Colin A., Science: It’s History & Development among World Cultures, New

York, Hamlyn Publishing Gp Ltd, 1982.

Russo,L., The Forgotten Revolution: How Science Was Born in 300 BC and Why It

Had To Be Reborn, Berlin, Springer, 2004.

Sarton, G., Chaldaean Astronomy of the Last Three Centuries B.C., Journal of the

American Oriental Society 75 (3), 1995, p. 166-173.

Southern, R. W., The Making of the Middle Ages, Yale University Press, New Haven,

1953, p. 64-65.

Tony Freeth, Alexander Jones, John M. Steele,Yanis Bitsakis, Calendars with Oly-

mpiad display and eclipse prediction on the Antikyhera Mechanism, Nature 454 (July

31, 2008), 614–617. URL: http://www.antikythera-mechanism.gr/node/35

Toomer, G. J., “Hipparchus and Babylonian Astronomy”, in “A Scientific Humanist:

Studies in Memory of Abraham Sachs”, ed. Leichty, E., Ellis, M. de J., Gerardi, P., Phila-

delphia: Occasional Publications of the Samuel Noah Kramer Fund, 9.

Toomer, G. J., (1980), Hipparchus’ Empirical Basis for his Lunar Mean Motions, Cen-

taurus 24, 97-109

KAYNAKLAR (ESKİ EGE UYGARLIĞINDA GÖK BİLİMİ)

Page 220:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

220

A. Dallal, “Science, Medicine and Technology”, The Oxford History of Islam edited

by John Esposito, Oxford University Press, 1999. p.162.

A. L. Basham, La Civilisation de l’İnde Ancienne, Les Éditions Arthaud, Paris, 1988, p.

280-283.

Bîrûnî, Le livre de l’Inde, Sinbad, Édition UNESCO, 1996.

C. B.Boyer, A History of Mathematics (Second Edition ed.). John Wiley & Sons,

Inc,1991.

C. K. Raju,”Computers, Mathematics Education, and the Alternative Epistemology of

the Calculus in the Yuktibhasa”, Philosophy East and West,2001, 51 (3): 325-362.

C. Sikdar, Eclipses of the Sun and Moon according to Jaina astronomy, in Proceedings

of the Symposium on the 1500th Birth Anniversary of Aryabhata I, New Delhi, 1976,

Indian J. Hist. Sci. 12 (2) (1977), 127-136.

D. A. King, “A Vetustissimus Arabic Text on the Quadrans Vetus”, Journal for the His-

tory of Astronomy,2002, vol. 33: 237-255, p. 240.

D. E. Smith and L. C. Karpinski: The Hindu-Arabic Numerals ,Boston, USA, 1911.

D. F. Almeida, et al., “Keralese Mathematics: Its Possible Transmission to Europe

and the Consequential Educational Implications”, Journal of Natural Geometry,2001,

20:77-104.

D Pingree, “History of Mathematical astronomy in India.”, Dictionary of Scientific Bi-

ography, vol.15, pp.533-663, Charles Scriber’s Sons,New York, 1978.

E. Savage-Smith, Islamicate Celestial Globes: Their History, Construction, and Use,

Smithsonian Institution Press, 1985.

F. Sezgin, İslâm’da Bilim ve Teknik, C. II, s. 74, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür

A.Ş. Yayınları, İkinci basım, 2008.

G. Abraham, “Gnomon in India”, Encyclopaedia of the History of Science, Techno-

logy, and Medicine in Non-Western Cultures (2nd edition) edited by Helaine Selin, pp.

1035-1037, Springer, 2008.

G. G. Joseph, The Crest of the Peacock: Non-European Roots of Mathematics, Pengu-

in Books, London, 2000, p. 408.

G. Ifrah, Histoire universelle des chiffres, Éditions Robert Laffont, Paris, 1994.

J.A.B. van Buitenen, calendar, Encyclopedia Britannica, 2008.

J. Needham, W. Ling, Mathematics and the Sciences of Heavens and Earth, 1995,

Vol.3, P.103].

Jainism, Encyclopedia Britannica, 1982, v. 10, p.8.

K. Klaus Klostermaier, “Hinduism, History of Science and Religion”, Encyclopedia of

Science and Religion edited by J. Wentzel Vrede van Huyssteen, pp. 405-410, Macmil-

lan Reference USA, 2003.

K. Ramasubramanian et al., “Modification of the earlier Indian planetary theory by

the Kerala astronomers (c. 1500 AD) and the implied heliocentric picture of planetary

motion”, Current Science, 66, 1994, pp. 784-790.

K. S. Shukla, “Use of Calculus in Hindu Mathematics”. Indian Journal of History of

Science 19, 1984, pp. 95–104.

K. V. Sarma, “Lalla”, Encyclopaedia of the History of Science, Technology, and Me-

dicine in Non-Western Cultures (2nd edition) edited by Helaine Selin, p. 1215, Sprin-

ger, 2008.

K.V. Sarma, “Astronomy in India”, Encyclopaedia of the History of Science, Techno-

logy, and Medicine in Non-Western Cultures (2nd edition) edited by H. Selin, pp. 317-

321, Springer, 2008.

K. V. Sarma,, “Armillary Spheres in India”, Encyclopaedia of the History of Science,

Technology, and Medicine in Non-Western Cultures (2nd edition) edited by Helaine Se-

lin, p. 243, Springer, 2008.

O’Connor, John J.; Robertson, Edmund F., “Bhaskara I”, MacTutor History of Mathe-

matics archive, http://www-history.mcs.st-andrews.ac.uk/Biographies/Bhaskara_I.html.

Sharma, V.N., Sawai Jai Singh and His Astronomy, Motilal Banarsidass, 1995, pp. 8-9.

S. Kak, History of Indian Science, 31 July 2002, p. 6. Louisiana State University.

T. Hayashi, “Aryabhata I”, Encyclopedia Britannica, 2008.

T. Hayashi, “Varahamihira”, Encyclopedia Britannica, 2008.

T. Hayashi, “Shripati”, Encyclopedia Britannica, 2008.

T. Hayashi, “Bhaskara I”, Encyclopedia Britannica 2008.

T. Hayashi, Bhaskara I, Encyclopedia Britannica, 2008.

Y. Ohashi, “Gök bilimical Instruments in India”, in Encyclopaedia of the History of Sci-

ence, Technology, and Medicine in Non-Western Cultures (2nd edition) edited by Hela-

ine Selin, Springer Verlag, 2008, pp. 269-273.

W. Durant, “Our Oriental Heritage”, The Story of Civilization, vol.1,p. 526,The Easton

Pres, Norwalk, Connectıcut, USA, 1992.

Z. Baber, The Science of Empire: Scientific Knowledge, Civilization, and Colonial Rule

in India, State University of New York Press, 1996.

KAYNAKLAR (ESKİ HİNDİSTAN’DA GÖK BİLİMİ)

Page 221:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

221

“Abbasiler”, Tarih II, Kemalist Eğitimin Tarih dersleri (1931-1941), (yay. Haz. Tarih

Heyeti),Kaynak Yayınları, İstanbul 2003, S. 149-167

Açıkgenç, A., “İlk Müslüman Türklerde Düşünce ve Bilim”, Türkler, (yay. hzl. H. C. Gü-

zel, K. Çiçek, S. Koca), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, C. 5, s. 623-644

Adıvar, A. A., Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi Kitabevi, İstanbul 1970.

Ahmad, I.A., The Rise and Fall of Islamic Science: The Calendar as a case study”,

Faith and Reasons: Convergence and Complementarity, Al Akhawayn University,

http://images.agustianwar.multiply.com/attachment/0/RxbYbQoKCr4AAD@kzFY1/

IslamicCalendar-A-Case-Study.pdf. Erişim tarihi: 27.12.2009

Ahmet CEVDET PAŞA, “Takvîmü’l-Edvâr”, Hazırlayanlar: Remzi Demir ve Yavuz Unat,

Ankara, 1966.

Akgür, N., “Oniki Hayvanlı Türk Takvimi”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı 64, Şubat

1990, s. 169-210.

Akgür, N., “Celâli Takvimi”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı 61, Ağustos 1989, s.

169-183.

Akgür, N., “Göktürklerin Hayvan Takvimi”, Yıllarboyu Tarih, Mart 1981.

Akgür, N., “Hayvanlı Takvimden Miladi Takvime”, Yıllarboyu Tarih, Nisan 1981.

Akgür, N., “Tarih Boyunca Türklerin Kullanmış Oldukları Takvimler, Eski Mısır Takvimi

ile Bundan Alıntı Kıptî Takvimi, Eski fars ya da Yezdicürd Takvimi”, Türk Dünyası Araş-

tırmaları, Sayı 74, İstanbul, 1991, s 157-194.

Akgür, N., “Uluğ Bey Dönemi Takvimciliği”, Uluğ Bey ve Çevresi Uluslararası Sempoz-

yumu Bildirileri, Ankara, 1996, s. 25-54.

Al-Hassani, Salim T.S. (ed), Elisabeth Woodcock and Rabah Saoud (co. eds), 1001 In-

ventions, Muslim Heritage in our World, Foundation for Science, Technology and Civi-

lisation (FSTC), UK 2007, 2nd Edition.

Al-Hassani, Salim T. S., The Machines of Al-Jazari and Taqi Al-Din, FSTC Limited, Lon-

don.

url: HYPERLINK http://muslimheritage.com/topics/default.cfm?ArticleID=466

Alavi, S. M. Z., “Arab geography in the 9th and 11th centuries, Dept. of Geography,

Aligarh Muslim University, Aligarh 1965.

Alavi, S. M. Z., “Arab geography in the 9th and 11thcenturies, Dept. of Geography,

Aligarh Muslim University, Aligarh 1965, p.36

Al-Hassan, A.Y., et al. (eds.), Science and Technology in Islam, part 1;The Exact and

Natural Sciences, UNESCO, 2001.

Arnold, Sir T. and Guillaume, A. (editors); The Legacy of Islam, first edition, Oxford

University Press, 1931.

Arat, R. R., “Türklerde Zaman ve Vakit Tesbiti”, Türk Tarihi Kongresi, Ankara, 1952, s.

94-108.

Aslanapa, O., Türk Sanatı, İstanbul,1984.

Aulie, R. P., “Al-Ghazali Contra Aristotle: An Unforeseen Overture to Science In

Eleventh-Century Baghdad”, Perpectives on Science and Christian Faith 45. p. 26–46.

Aydın, C., “Ebü’l-Vefa el-Bûzcânî ”, B15, C. 10, İstanbul 1997, s. 348-349.

Aydın, H., “Orta Çağ İslâm Dünyasında Bilim veFelsefe Neden Geriledi?”, Bilim ve

Ütopya, sayı 94, Nisan 2002, İstanbul, s. 54-55

Aydüz, S., “Taqi al-Din Ibn Ma`ruf: A Bio-bibliographical Essay”, FSTC,

url: http://muslimheritage.com/topics/default.cfm?ArticleID=

Aydüz, S., “Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık”, Osmanlı Bilimi Araştırmaları (yay.

hzl.: F. Günergün), İstanbul, 1995, s. 159-207.

Ayyubi, N. Akmal, “Contribution of Khwârizmî to Mathematics and Geography”, in

Acts of theİnternational Symposıum on Ibn Türk, Khwârizmî, Fârâbî, Beyrûnî end Ibn

Sînâ, Ankara, 9-12 September 1985,

Bammate, H., İslâm’ın İnsanlık Kültürüne Katkısı, (Çeviri: Sadık Usta), Kaynak Yayınla-

rı, İstanbul, Eylül 2008. (Kitabın özgün adı: Der Beitrag des Islams zum Kulturgut der

Menschheit), Cenevre İslâm Merkezi, 1962.

KAYNAKLAR (İSLÂM UYGARLIĞINDA GÖK BİLİMİ)

B1 Brockelmann, C., “Geschichte der Arabischen Litterature”, Weimar, 1898; reedi-

ted 1949.

B2 Encyclopaedia Iranica Online, in 14 volumes, 1988-2010, available at: http://www.

iranica.com/newsite/home/index.isc

B3 Encyclopædia of Islam, 2nd Edition., 12 vols. with indexes and etc., Leiden: E. J.

Brill Academic Publisher, Leiden 1960-2005.

B4 Gillespie, C.C. (ed.), “Dictionary of Scientific Biography”, Charles Screibner's Sons,

New York, 1970-1980. (DSB)

B5 Gillespie, C.C. (ed.), “Dictionary of Scientific Biography”, Charles Screibner's Sons,

New York, 1970-1980, supplement 1. (DSBS1)

B6 Hockey, T., et al. (eds.). The Biographical Encyclopedia of Astronomers, Springer

Reference. New York: Springer, 2007.

B7 Karakaş,M.; Müsbet İlimde Müslüman Âlimler, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları sayı:

1289, Ankara, 1991.

B8 M.E. B. İslâm Ansiklopedisi; C.1-13, Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakülte-

si, Eskişehir, 1997.

B9 Rosenfeld A. B., İhsanoğlu E., “Mathematicians, Astronomers, and Other Scholars

of Islamic Civilization and their works (7th -9 th c.)”, İstanbul, 2003.

B10 Sarton, G., Introduction to the History of Science, (3 vols in 5), Carnegie Instituti-

on of Washington Publication no. 376, Baltimore: Johns Hopkins U. P., 1927-1948.

B11 Selin, H. (Edit.); “Encyclopedia of the History of Science, Technology, and Medici-

ne in Non-Western Cultures”, 2nd edition, Springer Verlag, 2008.

B12 Sezgin, F., “Geschichte des Arabischen Schriftums” vol. VI for Astronomy, E. J.

Brıll, Leıden, 1978.

B13 Suter, H., Die Mathematiker und Astronomen der Araber und ihre Werke, B.G.

Teubner, 1900.

B14 Taşköprülüzâde; Osmanlı Bilginler, çev. Muharrem Tan, İz Yayıncılık, İstanbul

2007.

B15 T.C. Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (TDVİA), C. 1-37, İstanbul 1997.

NOT: Kaynaklarda biyografi ile ilgili olanlar içinde biyografi kaynağı, B harfleriyle gös-

terilmiştir.

B‹YOGRAF‹ KAYNAKLARI

Page 222:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

222

Baltacı, C., Osmanlı Medreseleri, İstanbul, 1976.

Barthold, W., İslâm Medeniyeti tarihi, çev. M. Fuad Köprülü, T.C. Diyanet İşleri Başkanlı-

ğı Yayınları, 6. basım, Ankara, 1984, s.11.

Barthold, W., İslâm Medeniyeti tarihi, çev.: M. Fuad Köprülü, T.C. Diyanet İşleri Başkan-

lığı Yayınları, bs. 6, Ankara, 1984, s.11.

Barthold, W., İslâm Medeniyeti; Açıklamalı ve İlâveli Tercüme, M. Fuat Köprülü, Anka-

ra, 1973. Barthold, W., Uluğ Bey ve Zamanı, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, 1000 Temel

Eser Dizisi, S. 147, Ankara, 1990, çev. İsmail Saka.

Baykara, T., “ Türklerde Gökyüzü İnceleme Merakı ve Uluğ Bey”, Uluğ Bey ve Çevresi

Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, Ankara, 1966,.

Bayrakdar, M., İslâm’da Bilim ve Teknoloji Tarihi, TDV Yayınları, Ankara, 1985.

O4.1[O4, s. 206]

Ben-Zaken, A., “Osmanlı İmparatorluğunda Kopernik Sistemi”, Türkler, (yay. hzl.: H. C.

Güzel, K. Çiçek, S. Koca), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, C. 11, s. 289-302.

Biçer, R., “Türk Düşünce Tarihinde Selçuklular Devrinin Yeri ve Önemi”, Türkler, (yay.

hzl.: H. C. Güzel, K. Çiçek, S. Koca), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, C. 5, s. 509-

517

Bilhan, S., Orta Asya Bilgin Türk Hükümdarları Devletinde Eğitim-Bilim-Sanat, Türkiye

Diyanet Vakfı yayınları, Ankara, 1998.

Bîrûnî, Le livre de l’Inde, Sinbad, Édition UNESCO, 1996, p.154-155, 208

Braudel, F., “Grammaire des civilization”, Édition Flammarion, Paris, 1987.

Carmody, F.J., Arabic Astronomical and Astrological Sciences in Latin Translation, Ber-

keley, 1956.

Carra de Vaux, B., Les Penseurs de l’Islam, v.1-5, Paris, 1921.

Carra de Vaux, B.,“Astronomy and mathematics in İslâm”, in The Legacy of Islam, edit.

Sir Thomas Arnold, Alfred Guillaume, first edition, Oxford University Press, 1931.

Caussin de Perceval, A. P., “Le livre de la grande table Hakémite”, Notices et extraits

des manuscrits de la Bibliothèque Nationale 7, Paris 1804, pp.16-240.

Crowe, M., Theories of the World from Antiquity to the Copernican revolution, Dover

Publications, 1990.

Çay, M. A., “Türk Takvimi, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi”, (Dün/Bugün/Yarın), S.15, İs-

tanbul 1986.

Dallal, A., “The Interplay of Science and Theology in the Fourteenth-century Kalam”,

From Medieval to Modern in the Islamic World, Sawyer Seminar at the University of

Chicago, 2001-2002: http://humanities.uchicago.edu/orgs/institute/sawyer/archive/

İslâm/dallal.html. Erişim tarihi:09.01.2010.

Dallal, A., “Science, Medicine and Technology”, The Oxford History of Islam edited by

John Esposito, Oxford University Press, 1999.

Delambre, J. B. J., “Histoire de l’astronomie au moyen âge”,tome III, Mme Ve Courci-

er, Paris, 1819.

Demir, R., “İstanbul Rasathanesi’nde Yapılmış olan Gözlemler”, Belleten, C. 57, S. 218,

Ankara 1993,

Demir, R., “Takîyüddîn’in Ceride el-Dürer ve Hariede el-Fiker adlı yapıtında bulunan on-

luk trigonometrik cetveller (Düzenleniş ve kullanışları)”, Osmanlı (yay. hzl. G. Eren, K.

Çiçek, C. Oğuz), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999, C. 8, s. 399-410.

Demir, R., Takîyüddîn’in Optik Kitabı; Işığın Niteliği ve Görmenin Oluşumu, T.C. Kültür

Bakanlığı, Ankara, 1999.

Demir, R., “Melhameler ve bir onyedinci yüzyıl Osmanlı âlim ve edîbi Cevrî Çelebi’nin

Melhamesi”, Osmanlı (yay. hzl. G. Eren, K. Çiçek, C. Oğuz), Yeni Türkiye Yayınları, An-

kara 1999, C. 8, s. 431-441 [s.440].

Demir, R., Takiyuddin’de Matematik ve Astronomi, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı

Yayını, Sayı 126, Ankara 2000. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu.

Demirci, M., Beytü’l-Hikme, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996.

Dilgan, H., Matematiğin Tarih ve Tekamülüne Bir Bakış, İ.T.Ü Kütüphanesi, 1955.

Dilgan, H., Büyük Matematikçi Ömer Hayyâm, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2009.

Dilgan, H., Büyük Matematikçi Ömer Hayyâm, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2009.

Dilgan, H., Büyük Türk Alimi Nasîrüddin Tûsi, İstanbul Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi,

İstanbul 1956.

Dizer, M., “Büyük Türk Düşünürü Ali Kuşcu’nun Astronomiye Katkısı”, Bilim ve Teknik,

C. 10, Sayı 115, 1977, s. 13-15.

Dizer, M., “İlk Rasathaneler ve Türklerde Rasathaneler”, Bilim ve Teknik, C. 2, Sayı 22,

1969, s. 23-23.

Dizer, M., “İslâm’da ve Osmanlıda Saat, Bilim-Birlik- Başarı”, İzmir, C. 12, Sayı 45,

1986.

Dizer, M., “Osmanlı Türklerinde Astronomi ve Rasathaneler, İstanbul Rasathanesinde

Sarkaçlı Saat Kullanıldı mı?” TÜBİTAK, VII. Bilim Kongresi, BAYG Grubu, 1980.

Dizer, M., “Osmanlıda Rasathaneler, Fatih’ten Günümüze Astronomi”, Prof. Nüzhet

Gökdoğan Sempozyumu, İstanbul, 1994, s. 27-68.

Dizer, M., “Rasathane-i Amire”, Bilim Tarihi, Cilt II, Sayı 16, Şubat 1993, s. 3-10.

Dizer, M., Taküyiddin, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1000 Temel Eser, no: 148, Ankara

1990.

Döğen, Ş., İslâm ve Astronomi, Gençlik Yayınları, İstanbul, 1992.

Dölen, E., “18. ve 19. Yüzyıllarda Osmanlı Bilimsel Literatürü”, Osmanlı (yay. hzl. G.

Eren, K. Çiçek, C. Oğuz), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999, C. 8, s. 62- 68.

Dreyer, J. L., A History of Astronomy from Thales to Kepler; Dover Publications Inc, New

York, 1953. (Chapter 11, p.6-56 is on Islamic astronomy).

Duhem, P., To Save the Phenomena: An Essay on the Idea of Physical theory from Plato

to Galileo, University of Chicago Press, Chicago, 1969, p.28.

Duman, A.,” Bîrûnî”, TÜRKLER, C. 3, s. 662-680, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002.

Durant, W., The Story of Civilization, Vol. IV;” the Age of Faith”, the Eastern Press,

Norwalk, Connecticut, 1992.

Eberhard, W. Çin Tarihi, TTK, XIII. Seri, no. 3, Ankara, 1947.

El-Bizri, N., “A Philosophical Perspective on Alhazen’s Optics”, Arabic Sciences and Phi-

losophy, Vol. 15, Issue 2, Cambridge University Press 2005, pp. 189-218.

Esin, E., “The Figurative Astral Represenations of the Uyghur Turks, İslâm’da Rasathane

Sempozyumu”, Kandilli 1977, İstanbul, 1980, s. 53-89.

Esin, E., Türk Kosmolojisine Giriş, İstanbul, 2001.

Esposito, J. (edit.); The Oxford History of Islam, Oxford University Press, New York,

1999.

Eyice, S., “Mescid”, B8, C. 8, s.1-118 s. 51-77.

Faruqi, M. (2006). “Contributions of Islamic scholars to the scientific enterprise”, In-

ternational Education Journal 7 (4): 395-396.

Fazlıoğlu, İ., “İbn el-Hayyâm, eserleri ve El-Fevâid al-Bahâiyye fiel-Kavâid el-

Hisâbiyye’deki çözümsüz problemler bahsi”, Osmanlı Bilimi Araştırmaları (yay. hzl.: F.

Günergün), İstanbul, 1995, s. 69-127.

Fazlıoğlu, İ., “Harizmî”, B15, C. 16, İstanbul 1997, s. 224-227.

Fazlıoğlu, İ., “Osmanlı Felsefe-Bilim Dünyasının arka planı olarak Semerkand Matema-

tik, Astronomi Okulu”, Dîvân İlmî Araştırmalar Dergisi, İstanbul 2003/1, sayı. 14, s.

1-66.

Fazlıoğlu, İ., “Taqî al-Dîn” in B6, pp1122-1123.

Page 223:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

223

Frank, J., Die Verwendung des Astrolabs nach al-Chwarismi, Erlangen, 1922.

Frye, H. R., Sayılı A., “SelçuklardanEevvel Ortaşarkta Türkler”, Belleten, C. 10, S. 37

(Ocak 1946), s. 97-131.

Ghiles, F., “What is Wrong With Muslim Science?”, Nature, 24 March 1983.

Gilman, D. C., Peck, H. T., Colby, F. M., “The New international encyclopædia, Volu-

me 2, Dodd, Mead and Company, 1902. p. 341.

Gingerich, O., “Islamic Astronomy”, Scientific American, v.254 p.74 (10), April 1986.

Glick, T.,”İslâmic and Christian Spain in the early Middle Ages”, Princeton University

Press, 1979.

Glick, T. F., Livesey, S. J., Wallis, F., Medieval Science, Technology, and Medicine: An

Encyclopedia, Routledge Publishers, 2005.

Goldstein, B. R., Al-Bitruci: On the Principles of Astronomy, New Haven: Yale Univ.

Pr., 1971, vol. 1, pp. 78-79.

Goldstein, B. R., “Theory and Observation in Medieval Astronomy”, Isis 63 (1), March

1972, p. 39-47.

Gökdoğan, M. D., “Osman Gazi’den Mehmed Vahideddin’e Osmanlı Bilimi ve Kültü-

rü”, Türkler (yay. hzl. H. C. Güzel, K. Çiçek, S. Koca), Yeni Türkiye yayınları, Ankara

2002, C.11, s. 175-209.

Gökdoğan, N., “Takvim Sorunu ve Osmanlılarda Takvim”, Uluslararası Türk-İslâm Bilim

ve Teknoloji Tarihi Kongresi, İstanbul 1981, s. 87-93.

Gökdoğan, N., Türk Astronomi Tarihine Bir Bakış, Tanzimat Kitabı, İstanbul 1940, s.

469-477.

Göker, L., “Ölümünün 703. Yıldönümü Vesilesiyle Nasîrüddin-i Tûsi ve Meraga Rasad-

hanesi”, Milli Kültür, C. 1, S. 6, Ankara 1977, s. 66-69.

Göker, L., Fen Bilimleri Tarihi ve Türk-İslâm Bilginlerinin yeri, T.C. Milli Eğitim Bakanlığı

Yayınları, no. 2950, İstanbul, 1998.

Göker, L., Uluğ Bey Medresesi ve Rasathanesi, T.C Milli Eğitim Bakanlığı, Bilim ve Kül-

tür Eserleri Dizisi Sayı 681, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995.

Gökmen, F., “İbnüzzerkale”, B8, C. 5/2, s. 876-878.

Grant, E., Planets, Stars, and Orbs: The Medieval Cosmos, 1200-1687, Cambridge:

Cambridge University Press, 1994, pp. 563-564.

Grousset, R., Civilizations of the East, London, 1931; Vol. I: The Near and Middle East.

Guillaume, Sir Thomas Arnold, Alfred (edit.); The Legacy of Islam, 1st edition, Oxford

University Press, 1931.

Gunther, R. T., “Severus Sebokht, description of the Astrolabe”, sayfa 82-103, Astro-

labes of the World, Oxford, 1932.

Günaltay, M. Ş., “Abbas Oğulları İmparatorluğunun Kuruluş ve Yükselişinde Türklerin

Rolü”, Belleten, C. 6, S. 23-26, s. 177-205.

Günaltay, M. Ş., Antik Felsefenin İslâm Dünyasına Girişi, sadeleştiren İ. Bayın, Kaknüs

Yayınları, İstanbul, 2001,

Günaltay, M. Ş., age, s. 68 (Dipnot 52).

Günergün, F., “Sciences”, Encyclopedia of the Ottoman Empire, New York 2008, p.

506-511.

Haramundanis, K., Chioniades, Gregor [George], in Thomas Hockey at al (eds.).The

Biographical Encyclopedia of Astronomers, Springer Reference, New York: Springer,

2007, p.229.

Hartner, W., “The Mercury Horoscope of Marcantonio Michiel of Venice”, Vistas in

Astronomy, 1 (1955): 84-138, at pp. 118-122.

Heiderzadeh, T., “İranlı alimlerinin Osmanlı Devletine gelişi ve Osmanlı bilimine kat-

kıları (Timurdöneminin başından Safevi döneminin sonuna kadar), ”, Osmanlı Bilimi

Araştırmaları (yay. hzl.: F. Günergün), İstanbul, 1995, s. 211-242.

Hell, J., The Arab Civilization, Cambridge University Press, 1926.

Hitti, P. K., “History of the Arabs”, 10th edition, MacMillan & Co.Ltd, London, 1970.

Huff, E. T., The rise of early modern science, Islam, China, and the West, Cambridge

Unıversity Press, 1993, p.217-218.

Hunke, S., Batı’yı Aydınlatan Doğu Güneşi, Kaynak Yayınları, Bilimin Türk-İslâm Kay-

nakları Dizisi Sayı 5, İstanbul, Birinci Basım: Eylül 2008. (Kitabın özgün adı: “Allahs

Sonne über dem Abendland”, Deutsche-Verlags-Anstallt, Stuttgart, 1960, çev. Işık So-

ner)

İhsanoğlu, E., “Batı Bilimi ve Osmanlı Dünyası: Bir İnceleme Örneği Olarak Modern

Astronominin Osmanlı’ya Girişi (1660-1860)” , TTK Belleten, Cilt 51, Sayı 217, s. 727-

774 ve 6 resim.

İhsanoğlu, E., ”Ottoman Science in the Classical Period and Early Contacts with Euro-

pean Science and Technology”, Transfer of Modern Science & Technology to the Mus-

lim World. Ed. E. İhsanoğlu. İstanbul: İslâm tarih, Sanat ve Kültür araştırma Merkezi

(IRCICA), 1992.

İhsanoğlu, E., Şeşen, R. ve diğerleri, Osmanlı Astronomi Literatürü Tarihi, C. 1-2

(OALT), İstanbul 1997.

İhsanoğlu, E., “Osmanlı Bilimine Toplu Bakış”, Osmanlı (yay. hzl.: G. Eren, K. Çiçek, C.

Oğuz), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999, C. 8, s. 17-24.

İhsanoğlu, E., Kaçar, M., “Osmanlı İmparatorluğunda Klasik Bilim Geleneğinin Tarihçe-

si”, Türkler, C. 11, editörler: H. C. Güzel, K. Çiçek, S. Koca, Yeni Türkiye Yayınları, An-

kara 2002, s. 155-174.

İhsanoğlu, E., Osmanlılar ve Bilim: Kaynakların Işığında Bir Keşif, Etkileşim Yayınları, İs-

tanbul 2007.

İzgi, C., “Osmanlı Medreselerinde Aritmetik ve Cebir Eğitimi ve Okutulan Kitaplar”,

Osmanlı Bilimi Araştırmaları (yay. hzl.: F. Günergün), İstanbul, 1995, s. 129-158.

İzgi, C., Osmanlı Medreselerinde Bilim, 2 cilt, İstanbul, 1997.

Jourdain, A., Mémoire sur les Instruments employés à l’Observatoire de Méragah, Ma-

gasin Encyclopédique içersinde (Paris) 6/1809/p. 43-101 (Tekrarbasım: Islamic Mathe-

matics and Astronomy serisi C. 50, s. 95-153).

Kaçar, M., Durukal, Z. (editors), Essays in honour of Ekmelleddin İhsanoğlu, in 2 vols.,

IRCICA, İstanbul, 2006.

Kafesoğlu, İ., Harezmşahlar Devleti Tarihi, Türk tarih Kurumu, Ankara, 1984.

Kahya, E., “Osmanlılardaki Bilimsel Çalışmalara Genel Bir Bakış”, Osmanlı, (yay. hzl.:

G. Eren, K. Çiçek, C. Oğuz), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999, C. 8, s. 25-34.

Kahya, E., “Eski Türklerde Bilim”, Türkler, (yay hzrl. : H. C. Güzel, K. Çiçek ve S. Koca)

yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, C. 3, s.400-418.

Kahya, E., Topdemir, H. G., “İlk Müslüman Türk Devletlerinde Bilim”, Türkler, (yay.

hzrl. : H. C. Güzel, K. Çiçek, S. Koca, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, C. 5, s.

583-613.

Kahya, E., “Türkiye Selçuklularında Bilimsel Çalışmalar” Türkler, (yay hzrl. : H. Güzel,

K. Çiçek ve S. Koca), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, C.7, 540-559.

Karaköse, H., Ortaçağ Tarihi ve Uygarlığı, Ankara 2002, s. 86.

Karahan, A., Türk Kültürü ve Edebiyatı, MEB Yayınları, İstanbul, 1998.

Kâtib Çelebi; Keşf’el- Zunun, Şerafettin Yaltkaya ve Rıfat Bilge Çevirisi, Milli Eğitim Ba-

sımevi, İstanbul, 1971.

Kennedy, E. S., “A Survey of Islamic Astronomical Tables”, Transactions of the Ameri-

can Philosophical Society, New Series, v.46 no.2, Philadelphia, 1956.

Kennedy, E. S., “The Heritage of Uluğ Beğ”, in Proc. of the International Symposia

Page 224:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

224

on Science in Islamic Civilisation & Science And Technology in The Turkish and Islamic

World, editör: E. İhsanoğlu, F. Günergun, İslâm Tarih Sanat ve Kültür Araştırma Merke-

zi (IRCICA) Yayını, İstanbul 2000, s. 97-109.

Kenneth, G. J., ‘The Search for the Nebulae – I’, Journal of the British Astronomical

Association, Vol. 78, No. 4 (1968), p. 256-267. Reprinted in: The Search for the Nebu-

lae. Chalfont St. Giles, 1975.

Kepple, G. R., Sanner G. W., “The Night Sky Observer’s Guide”, Volume 1. Willmann-

Bell, Inc. 1198, p. 18.

King, D. A., “Astronomy in the Islamic World”, Encyclopedia of the History of Science,

Technology, and Medicine in Non-Western Cultures, Edit. Helaine Selin, Kluwer Aca-

demic Publishers, 1997, p.130-131.

King, D. A., “Astronomy and Islamic Society: Qibla, gnomonics and timekeeping”,

Encyclopedia of the History of Arabic Science, ed. Roshdi Rashed, , New York, 1996,

v. I, p. 173-176.

King, D. S., “Yunus Biography”, in Dictionary of Scientific Biography, vol. 10, New

York: Charles Screibner’s Sons, 1970-1990.

King, D. A., “Ibn Yunus on lunar crescent visibility”, Journal of the History of Astro-

nomy, 19 (3), 1988, pp. 155-168.

Kitapçı, Z., Hz. Peygamberin Hadislerinde Türk Varlığı, Selçuklular, Moğollar, Osmanlı-

lar, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, bs. 2, İstanbul 1988. [s. 34 - 36, 55- 64].

Kitapçı, Z., Selçuklu ve Osmanlılardan Önce Orta Doğuda Türkler, Konya 2008.

Kitapçı, Z., Moğollar Devrine Kadar Orta Asya Türk İslâm Medeniyeti: III, Orta Asya

Türk İslâm Medeniyeti Matematik Tıp Eczacılık ve Astromi İlminin Gelişmesinde Türkle-

rin Yeri, Temel Fen Bilimlerinin Türk Asıllı İlk Öncüleri, Konya, 2008. [s. 5] ve [s.15]

Köprülü, M. F., Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Başk. Yayınları, Anka-

ra, 1981. Krisciunas, K., “Astronomical Centers of the World”, Cambridge University

Press, Cambridge, 1988.

Langerman, Y. T., Ibn al-Haytham’s ‘On the configuration of the world’, New York,

1990, pp. 8-10.

Leichter, J., “The Zij as-Sancari of Gregory Chioniades”, Internet Archive. http://www.

archive.org/details/TheZijAs-sanjariOfGregoryChioniades.

Erişim tarihi 2009-11-02.

Lorch, R. P., “The Astronomical Instruments of Jabir ibn Aflah and the Torquetum”,

Centaurus 20 (1). 1976, p.11–34.

Micheau, F., “The Scientific Institutions in the Medieval Near East”, in Rashed, R. (with

collaboration of Morelon, R.):” Encyclopedia of the History of the Arabic Science”,

Routledge, London and New York, 1996, v. III, p.1002 – 1005.

Mieli, A., “La Science Arabe et son role dans l’Évolution Scientifique Mondiale”, Lei-

den, 1938.

Mirbabayev, A.K., “The Islamic Lands and Their Culture”, History of Civilization of

Central Asia, c. IV, Unesco 2000, s. 38.

Nasr, S. H., İslâm ve Bilim, İslâm Medeniyetinde Aklî İlimlerin Tarihi ve Esasları, çev. İl-

han Kutluer, İstanbul, 1989. (Kitabın özgün adı: Islamic Science, An Illustrated Study,

World of Islam, Festival Pub. Co. Ltd, England, 1976). Nasr, S. H., An Introduction to

the Islamic Cosmological Doctrines, 2nd. Edition, State University of New York State,

1993.

Nasr, S. H., Science and Civilization in Islam, 2nd edition, The Islamic Texts Society,

1987. p.179-181] .

Neugebauer, O., Astronomy and History, Springer Verlag, 1983, pp. 491-505.

Oryan, M. H., “Osmanlı İmparatorluğu’nda Matematik Bilimi”, Osmanlı, (yay. hzl.: G.

Eren, K. Çiçek, C. Oğuz), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999, C. 8, s. 383-398.

Özbilgen, E., Bütün Yönleriyle Osmanlı, Âdâb-ı Osmanâniyye, İstanbul 2003, s. 310-

312.

Özden, Ö., “İbni Sînâ (980-1037) Hayatı ve Felsefesi”, Türkler, (yay. hzrl. H. C. Güzel,

K. Çiçek, S. Koca), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, C. 5, s. 535-544.

Peterson, I., Fragments of the Past; url: http://www.maa.org/mathland/math-

land_1_20.html. Erişim tarihi: 14.01.2009.

Pines, S., Studies in Arabic Versions of Greek Texts and in Mediaeval Science, Brill Pub-

lishers, Leiden, 1986, pp. 438-449.

Pingree, D., “Gregory Chioniades and Palaeologan Astronomy”, Dumbarton Oaks Pa-

pers 18, 1964, p. 135-160.

Pingree, D., “Banu Musa”, in B2, V.3, 1989. Erişim tarihi: 12.01.2010.

Pingree, D., “Some fourtenth-Century Byzantine Astronomical Texts”, Journal of The

History of Astronomy, v. 29, 1998, pp.103-108.

R. T. Gunther, “Severus Sebokht, description of the Astrolabe”, sayfa 82-103, Astrola-

bes of the World, Oxford, 1932.

Ragep, F. J., Tusi: Abu Jafar Muhammad ibn Muhammad ibn al-Hasan Nasir al-Din al-

Tusi, in B6, pp.1153-1155, at 1154.

Ragep, F. J.; “Freeing Astronomy from Philosophy, An Aspect of Islamic influence on

science”, Osiris, v. 16, 2001, pp. 49-71.

Ragep, F. Jamil, “Tusi and Copernicus: The Earth’s Motion in Context”, Science in

Context Cambridge University Press, 14 (1-2), 2001,

Ragep, F. Jamil, “On dating Jaghmînî and his Mulakhaş”, in Kaçar, M., Durukal,

Z.(editors), Essay in honour of Ekmelleddin İhsanoğlu, in 2 vols., IRCICA, İstanbul,

2006, p. 461-466.

Rashed, R. (with collaboration of Régis Morelon):” Encyclopedia of the History of the

Arabic Science”, 3 vols., Routledge, London and New York, 1996.

Rashed, R., “The Celestial Kinematics of Ibn al-Haytham”, J. of Arabic Sciences and

Philosophy, Cambridge University Press 17 (2007).pp. 7–55.

Rashed, R., “A Polymath in the 10th Century”, Science 297 (5582), 2002, p. 773.

Ronan, C., Arabian Science, in The Cambridge Illustrated History of the World’s scien-

ce; Cambridge University Press, 1983; pp 201-244. at p.214

Ronan, C. A., “Bilim Tarihi, Dünya Kültürlerinde Bilimin Tarihi ve Gelişmesi”, Tübitak

Yayınları Akademik Dizi 1, (çev.) E. İhsanoğlu ve F. Günergün, bs. 1, Ankara, 2003,

s.223-271.

Rosen, E., (1 January 1985), “The Dissolution of the Solid Celestial Spheres”, Journal

of the History of Ideas 46 (1), 1985, pp.13-31.

Rudloff, G. and Hochheim, A., “Die Astronomie des Mahmûd ibn Muham-

mad ibn ‘Omar al- Ça€mînî”, Zeitschrift derDeutschen Morgenländischen Gesells-

chaft 47, Leipzig/Wiesbaden, 1893, s. 213–275. Reprinted in Fuat Sezgin (dd.),

İslâmicMathematics and astronomy vol.77 (“Miscelaneous Texts and Studies on Isla-

mic Mathematics and Astronomy”), Frankfurt am Main, 1998.

Russel, B., The Scientific Outlook (çev. Mümtaz Turhan, “Kültür Değişimleri”, T.C. Kül-

tür Bakanlığı, İstanbul, 1969.

Saaidi, E., Savants Musulmans, Promoteurs des Sciences Modernes, 1ère édition Ra-

bat, 1988.

Sabra, A. I., “Configuring the Universe: Aporetic, Problem Solving, and Kinematic

Modeling as Themes of Arabic Astronomy”, Perspectives on Science 6 (3), 1988, pp.

288–330.

Sabra, A. I., “The Appropriation and Subsequent Naturalization of Greek Science in

İslâm”, in History of Science, XXV (1987), p. 223243.

Sabra, A.I.; “An Eleventh-Century Refutation of Ptolemy’s Planetary Theory”, Science

and History: Studies in Honor of Edward Rosen, Studia Copernicana, XVI, The Polish

Academy of Sciences Press, Wroclaw, Poland, pp. 117–131.

Page 225:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

225

Saliba, G., “Early Arabic Critique of Ptolemaic Cosmology: A Ninth-Century Text on

the Motion of the Celestial Spheres”, Journal for the History of Astronomy 25 (1994):

pp.115–141.

Saliba, G., “The First Non-Ptolemaic Astronomy at the Maraghah School”, Isis 70 (4),

1979, p. 571-576 [576]. Saliba, G., “A History of Arabic Astronomy: Planetary Theori-

es During the Golden Age of Islam”, New York University Press, 1994.

Saliba, G., “A Sixteeenth-Century Arabic Critique of Ptolemaic Astronomy: The Work

of Shams al-Din al-Khafri,” Journal for the History of Astronomy, 1994, 25: 15-38.

Saliba, G., “Al-Qushji’s Reform of the Ptolemaic Model For Mercury”, Arabic Sciences

and Philosophy 3 (1993), pp. 161-203.

Saliba, G., Whose Science Was Arabic Science in Renaissance Europe? url:http//www.

columbia.edu/~gas1/project/visions/case1/sci.1.html. Erişim tarihi:23.11.2009.

Saliba, G., Arabic planetary theories after the eleventh century AD, in Rashed, R.,

(with collaboration of Morelon, R.): ”Encyclopedia of the History of the Arabic Scien-

ce”, 3 vols., Routledge, London and New York, 1996.), pp.58-127.

Saliba, G., The Astronomical Work of Mu’ayyad al-Din al-’Urdi (d. 1266): A Thirteenth

Century Reform of Ptolemaic Astronomy, Markaz dirasat al-Wahda al-’Arabiya, Bei-

rut, 1990.

Sayılı, A., “Gâzân Han Rasathanesi”, TTK Belleten, Cilt X, Sayı 39, s. 625-640.

Sayılı, A., “Orta Çağ Bilimlerinde ve Tefekküründe Türklerin Yeri”, Türkler, (yay. hzrl. :

H. C. Güzel, K. Çiçek, S. Koca), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, C.5, s. 614-622.

Sayılı, A., “Rasadhâne”, B8, C. 9, s. 627-632

Sayılı, A., The Observatory in Islam, Publications of the Turkish Historical Society, seri-

es VII, no. 38, Ankara 1988.

Sayılı, A., “Vâcidiyye Medresesi, Kütahya’da bir Türk Ortaçağ Rasathanesi”, TTK Belle-

ten, Cilt XII, Temmuz, 1948, Sayı 147, s. 655-677

Sayılı, A., Abdülhamid İbn Türk’ün Katışık Denklemlerde Mantıkî Zaruretler Adlı Yazı-

sı ve Zamanın Cebri (Logical Necesisties in Mixed Equations by “Abd al Hamid Ibn Turk

and the Algebra of his Time”), T.C. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, TTK

Yayınları, 2. baskı, Ankara, 1985. s. 12-14

Sayılı, A., Nikola KOPERNIK, Unesco Türkiye Milli Komisyonu Yayını, Ankara 1973,

s.75.

Sayılı, A., Uluğ Bey ve Semerkand’daki İlim Faaliyeti Hakkında Giyassüddin-î Kâşi’nin

Mektubu, Türk Tarih Kurumu, Ankada, 1960.

Schnaase, Die Optik Alhazens, Stargard, 1889.

Schramm, M., Ibn Haytams Weg zur Physik, Wiesbaden, 1963.

Sédillot, L.P.E.A., “Mémoire sur les instruments astronomiques des Arabes”, Mémoire

de l’Académie Royale des Inscription et Belles Lettres de l’Institut de France 1(1844);

1-229; reprinted Frankfurt, 1985.

Sezgin, F., Neubauer, E., “İslâm’da Bilim ve Teknik, C. I., İslâm’da Bilim ve Teknik”, İs-

tanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Yayınları, bs.2, İstanbul 2008, s. 20.

Singer, C., “A Short History of Scientific Ideas”, Oxford University Press, 1959.

Sir Monier, Monier-Williams, A Sanskrit-English Dictionary, New Edition, Clarendon

Press, Oxford, 1970, p. 729.

Steffens, B., Ibn al-Haytham: First Scientist, Greensboro, North Carolina, USA, 2007.

Swerdlow, N. M., “Montucla’s Legacy: The History of the Exact Sciences”, Journal of

the History of Ideas 54 (2), 1993: pp. 299-328

Şeşen, R., “Meşhur Osmanlı Astronomu Takiyeddin Râşid’in Soyu Üzerine”, Erdem,

Ocak 1988, C..4, S. 10, 165-171.

Şeşen, R., İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler Ve Türk Ülkeleri, Türk Kültürünü Araştır-

ma Enstitüsü, Seri: VII, S. 8, Ankara 1998, s.1-22.

Tannery, P., “Recherches sur L’histoire de l’astronomie ancienne”, Gauthier-Villars, Pa-

ris, 1893.

Tekeli, S., “Takîyüddîn, Muhammed b. El Emrü’l Nasırü’d-din Mengüberti”, Türk An-

siklopedisi, C. 30, İstanbul, s. 357-361.

Tekeli, S., “Nasîrüddin, Takîyüddîn ve Tycho Brahe’nin Rasat Aletlerinin Mukayesesi”,

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt XVI, sayı 3-4, Eylül-

Aralık 1958’den ayrı basım, s. 303.

Tekeli, S., “Taküyiddin’in Sidret ül-Müntehâsında Aletler Bahsi”, TTK Belleten, Cilt

XXV, Ocak 1961, S. 97, s. 213-238.

Tekeli, S., “ Meçhul Bir Yazarın İstanbul Rasathanesinin Âletlerinin Tasvirini veren Âlât-ı

Rasadiye li Zîc-i Şehinşâhiye Adlı Makalesi”, Araştırma, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-

Coğrafya Fakültesi Felsefe Araştırmaları Enstitüsü Dergisi , C. 1, 1963, s. 71-122.

Tekeli, S., “Takîyüddîn’de Kiriş 2º ve Sin 1º’nin hesabı”, DTCF Araştırma Dergisi, c.3,

Ankara 1965, s. 123-132.

Tekeli, S., “Takîyüddîn’de Güneş Parametrelerinin Hesabı”, Necati Lugal Armağanı,

Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1969, s. 703-710.

Tekeli, S., “Al-Urdî’nin , Risalet-ün Fi Keyfiyet-il Ersad,Adlı Makalesi ”, Araştırma, An-

kara Üniversitesi Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi Felsefe Araştırmaları Enstitüsü Dergi-

si, C. 8, 1970, s. 1-169.

Tekeli, S., “İstanbul Rasathanesinin Gözlem Araçları”, Araştırma, Ankara Üniversite-

si Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi Felsefe Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, C. 11, 1979,

s. 29-44.

Tekeli, S., “The Observational Instruments of Istanbul Observatory”, İslâmda Rasatha-

neler Sempozyumu, İstanbul 1980, s. 33-44.

Tekeli, S., “Büyük Selçuklu İmparatorluğunun Uygarlığa Katkıları”, Erdem c.9, sayı: 25,

Aydın Sayılı özel sayısı-I, Ankara, 1996, s. 396.

Tekeli, S., “Onaltıncı Yüzyıl Trigonometri Çalışmaları Üzerine bir Araştırma, Copernicus

ve Takîyüddîn”, Erdem, C. 2, sayı 4, 1986, s. 219-272.

219. Tekeli, S. ve diğerleri, Bilim Tarihine Giriş, Ankara 1999.

Tekeli, S., 16’ıncı Yüzyılda Osmanlılarda Saat ve Takîyüddîn’in Mekanik Konstrüksüyo-

nuna Dair En Parlak Yıldızlar Adlı Eseri, TC Kültür Bakanlığı, Başvuru Eserleri Dizisi, S.

67, Ankara 2002.

Temelkuran, T.,” Türklerin Kullandıkları Takvim Çeşitleri”, Türkler, C. 3, editörler: H. C.

Güzel, K. Çiçek, S. Koca, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 434-440.

Thorndike, L., “Franco de Polania and the Turquet”, Isis 36 (1) (1945/2946), p. 6–7.

Togan, Z. V., “Bermekî ve Samaniler’in Menşei ile ilgili Kayıtlar”, İslâm Tetkikleri Ensti-

tüsü Dergisi, c. 4, sayı 2, İstanbul, 1965.

Togan, Z. V., Umumî Türk Tarihi’ne Giriş, 3. baskı, İstanbul 1981, s.370- 394.

Toomer, G., (1990). “Al-Khwarizmi, Abu Jaffar Muhammad ibn Musa”. in Gillis-

pie, Charles Coulston (edit.). Dictionary of Scientific Biography. 7. New York: Charles

Scribner’s Sons, 1970-1990.

Topdemir, H. G., “Osmanlılarda Fizik çalışmaları”, Osmanlı (yay. hzl.: G. Eren, K. Çiçek,

C. Oğuz), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999, C. 8, s. 445-4460.

Topdemir, H. G. Ibn al-Haytham (965-1039) His Life and Works, 2007.

Topdemir, H. G., Ibn el-Heysem ve Yeni Optik, Lotus yayınları, Ankara, 2008.

Topdemir, H. G., Takiyuddin’in Optik Kitabı, Işığın Niteliği ve Görmenin Oluşumu, TC

Kültür Bakanlığı, Osmanlı Eserleri Dizisi, Sayı 5, Ankara 1999.

Toumarkine, A., Türkolog Jean-Paul Roux’nun Ardından; Rürklerin İslâm Öncesi Dinle-

rinden Fransa’da İslâm Sanatına, Toplumsal Tarih 191, Kasım 2009, s. 42-47.

Turan, O., Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, Türk Kültürünü Araştırma Ensti-

tüsü yayınları: 7, seri III, sayı A1, Ankara, 1965.

Page 226:  · büyük pay bilime aittir. Bilimin tarihi gelişimi incelendiğinde de tarih boyunca keşifler yapmış, bilimsel gelişmenin öncü-sü olmuş bilim adamlarının Türk - Müslü

226

Unat, Y., “Güneş, III.Astronomi”, Türk Diyanet Vakfı Islâm Ansiklopedisi (TDVİA), C.

14, İstanbul 1996, s. 292-294.

Unat, Y., “Osmanlı Astronomisine Genel Bakış”, Osmanlı (yay. hzl.: G. Eren, K. Çiçek,

C. Oğuz), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999, C. 8, s. 411-420.

Unat, Y., Astronomi Tarihi, Ankara 2001, s.92-94.

Unat, Y., “El-Cezerî’nin Makine Yapımında Yararlı Bilgiler ve Uygulamalar Aslı Eseri”,

Türkler, (yay. hzl.: H. C. Güzel, K. Çiçek, S. Koca, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002,

C.7, s. 565-575. O31

Unat, Y., “Takîyüddîn ve İstanbul Gözlemevi (Rasathanesi)”, Türkler, (yay. hzl.: H. C.

Güzel, K. Çiçek, S. Koca, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, C.11, s. 289-302.

Unat, Y., “Çağdaş Astronominin Türkiye’ye Girişi”, Türkler, (yay. hzl.: H. C. Güzel, K.

Çiçek, S. Koca), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, C. 14, s. 906-914.

Unat, Y., Tarih Boyunca Türklerde Gökbilim, Kaynak Yayınları, İstanbul, Eylül 2008.

Usta. S., “Doğu Rönesansı”, Bilim ve Ütopya, sayı 89, Kasım 2001, İstanbul, s. 40.

Ünver, A. S., “Râsıd Takîyüddîn’in Çalışmalarında Galata Kulesi’nin Vazifeleri”, Gökyü-

zü, s. 1, 1960.

Ünver, A. S., “1577’de İstanbul Semalarında Bir Kuyruklu Yıldız”, Fen Dergisi, C. 4, S.

2, İzmir 1968, sÜnver, A. S., İstanbul Rasathânesi, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1969.

Ünver, A. S., “Bursalı Kadızâde Rûmi ve Devrinin Diğer Bilimcileri”, Ege Üniversitesi,

Fen Fakültesi, Derlemeler Dizisi, İzmir, 1970.

Ünver, S. S., “Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Muvakkithaneler”, Atatürk Konferansları

V. Tutanak, 1971-1972, Ankara 1975, s. 217-257.

Ünver, A. S., “İlim ve Sanat Tarihimizde Fatih Sultan Mehmed”, Türkler, (yay. hzrl. H. C.

Güzel, K. Çiçek, S. Koca), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, Ankara, 2002, C. 11, s.

210-217.

Van Dalen, B., “Al-Khwarizmi’s astronomical tables revisited : analysis of the equation

of time”, in: From Baghdad to Barcelona. Studies on the Islamic Exact Sciences in Ho-

nour of Prof. Juan Vernet (eds. J. Casulleras and J. Samso), Barcelona (Instituto Millás

Vallicrosa de Historia de la Ciencia Arabe) 1996, pp. 195-252.

Van der Waerden, B. L., “The Heliocentric System in Greek, Persian and Hindu Astro-

nomy”, Annals of the New York Academy of Sciences 500 (1), 1987, pp. 525–545 at

pp.534-537

Vardjavand, P., Marega Rasathanesinin Bütün İlmi Tarihi ve Keşifleri, Tahran, 1977 (Çev.

Ali Genceli).

Vardjavand, P., “La découverte archéologique du complexe scientifique de

l’observatoire de Maraqé”, in İnternational Symposium on the Observatories in Islam,

19-23 September, 1977, ed. Muammer Dizer, İstanbul 1980, s. 143-163.

Waheed, K. A., Islam and The Origins of Modern Science, Islamic Publication Ltd., La-

hore, 1978, p. 27.

Weever, Jacqueline de, Chaucer Name Dictionary, Garland Publishing, Inc., New York

and London, 1996.

Vernet, J., “Al-Madjriti”, B3, 1986, v. 5, pp. 1109-1110.

Vernet, J., Samso, J., The development of Arabic science in Andalusia, in Rashed, R.

(with collaboration of Morelon, R.):” Encyclopedia of the History of the Arabic Scien-

ce”, Routledge, London and New York, 1996, pp.243-275.

Wiedemann, E., “Mecrîtî”, B8, C. 7, s. 440-441

Wikipedia, “List of Arabic star names”: http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_Ara-

bic_star_names, Erişim tarihi: 22.11.2009. Erişim tarihi: 08.12.2009. [is 10]Sufi

Willy Hartner, “The Mercury Horoscope of Marcantonio Michiel of Venice”, Vistas in

Astronomy, 1 (1955): 84-138.

Winterburn E., “Using an Astrolabe”, Foundation for Science Technology and Ci-

vilisation, FSTC Ltd., 2005: http://www.muslimheritage.com/topics/default.

cfm?ArticleID=234.

Erişim tarihi: 22.11.2009. [is 11]

Yılmaz, İ., Yitik Hazinenin Kâşifi; Fuat Sezgin, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir, 2008

Zetterstéen, K. V., “Abbasiler”, B8, C.1, s. 18-23.

Zinner, E., Die Geschichte der Sternkunde von den ersten Anfängen bis zur Gegen-

wart, Berlin 1931.