editörden - pendik İlçe milli eğitim...

31
1 PENDİK EĞİTİM Eğitim ve Kültür Dergisi Yıl: 2 Sayı: 3 Mayıs 2017 İmtiyaz Sahibi Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü adına Aytekin YILMAZ Yazı İşleri Müdürü Cemile EVKAYA Editör Selâhattin ÖZKÖK Yayın Kurulu Ahmet YILMAZ Emrah SAYĞI Mehmet Ali ÖZTÜRK Grafik Tasarım ve Baskı Creatif Hayat Baskı Tarihi Mayıs 2017 Yazışma İletişim Çamçeşme Mh. Aydınlıyolu Cd. Anafartalar Sk. No: 2 Pendik/İstanbul [email protected] Yazarlar yazılarından sorumludur. Yayın Kurulu yazılarda değiiklik düzeltme, ekleme, çıkarma yapma hakkına sahiptir. Değerli Okurlar, “Gelin gülle başlayalım atalara uyarak/Baharı kollayarak girelim kelimeler ülkesine” Diriliş mimarı Sezai Karakoç’un dizeleri ile selamlıyorum sizleri. Pendik Eğitim’in üçüncü sayısına, kelimeler ülkesine hoş geldiniz. Her başlangıcın sona ereceği, her yeninin eskiyeceği gibi, eylülde başlayan eğitim yılı da giderek sona yaklaşıyor. Bu sayımızın sayfaları dünyayı teşriflerinin miladi yıldönümü münasebetiyle âlemlere rahmet olarak gönderilen insanlığın öğretmeni Hz.Peygamber (sav)’i anlatan iki yazı ile açılıyor. 2017, Filistin için önemli bir yıl. Osmanlı’nın Filistin ile buluşmasının 500. yılı. Aynı zamanda Osmanlı’nın 1917’de bölgeden çekilmesiyle İngilizlerce işgalinin 100. yılı. Filistin’i anlama, Kudüs’ü özgürleştirme çabalarının ve duyarlığın arttırılması için 2017 Kudüs Yılı olarak tarihe geçmeli. Bu yıl Kudüs gündemimizde olmalı, kalemimizde olmalı, dilimizde olmalı, yüreğimizde olmalı, gönlümüzde olmalı, dualarımızdan eksik olmamalı. Filistin’i duyumsamış, Kudüs’ü yaşamış bir kalemin Türkçe ve Kudüs başlıklı bir yazısı ile Kudüs rüzgârı esmesine katkıda bulunmaya çalıştık. Dünyanın sayılı dillerinden biri olan ve köklü bir geçmişi bulunan, ses bayrağımız Türkçemizin son yıllarda geçirdiği değişimler sonucunda karşılaştığı olumsuzluklara ve bunların çözüm yollarına dikkat çekmek amacıyla Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın yüksek himayelerinde yürütülen bir kampanya ile 2017 yılı “Türk Dili Yılı” olarak ilan edildi. Dilimiz kimliğimizdir vurgusuyla Türk Dili Yılı’nı kutluyoruz. Dili düzgün konuşmak, yazmak sadece eğitimcilerin ve öğrencilerin görevi değil, her Türk vatandaşının görevi olmalıdır. Eğitimcilerimizin kaleminden birbirinden değerli yazılar dergimiz sayfaları arasında yer buldular kendilerine. Teknoloji bağımlılığından otizme, matematiğin hayatımızdaki yerinden bibliyoterapiye kadar birbirinden güzel yazılar okunmayı bekliyor. Çizgiler de dile geldi bu sayımızda. Dünya ancak eğitimle değişecek ve güzelleşecektir. Yeni sayımızda buluşuncaya kadar okumanızın eksik olmadığı güzel günler diliyoruz. Selâhain Özkök Editörden Pendik Eğitim PENDİK İLÇE MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ EĞİTİM KÜLTÜR DERGİSİ MAYIS 2017 YIL:2 SAYI:3

Upload: others

Post on 07-Mar-2020

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

1

PENDİK EĞİTİMEğitim ve Kültür DergisiYıl: 2 Sayı: 3 Mayıs 2017

İmtiyaz SahibiPendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü

adınaAytekin YILMAZ

Yazı İşleri MüdürüCemile EVKAYA

EditörSelâhattin ÖZKÖK

Yayın KuruluAhmet YILMAZEmrah SAYĞI

Mehmet Ali ÖZTÜRK

Grafik Tasarım ve BaskıCreatif Hayat

Baskı TarihiMayıs 2017

Yazışma İletişimÇamçeşme Mh. Aydınlıyolu Cd.

Anafartalar Sk. No: 2 Pendik/İ[email protected]

Yazarlar yazılarından sorumludur.Yayın Kurulu yazılarda değiiklik düzeltme, ekleme, çıkarma yapma hakkına sahiptir.

Değerli Okurlar,

“Gelin gülle başlayalım atalara uyarak/Baharı kollayarak girelim kelimeler ülkesine” Diriliş mimarı Sezai Karakoç’un dizeleri ile selamlıyorum sizleri. Pendik Eğitim’in üçüncü sayısına, kelimeler ülkesine hoş geldiniz.

Her başlangıcın sona ereceği, her yeninin eskiyeceği gibi, eylülde başlayan eğitim yılı da giderek sona yaklaşıyor.

Bu sayımızın sayfaları dünyayı teşriflerinin miladi yıldönümü münasebetiyle âlemlere rahmet olarak gönderilen insanlığın öğretmeni Hz.Peygamber (sav)’i anlatan iki yazı ile açılıyor.

2017, Filistin için önemli bir yıl. Osmanlı’nın Filistin ile buluşmasının 500. yılı. Aynı zamanda Osmanlı’nın 1917’de bölgeden çekilmesiyle İngilizlerce işgalinin 100. yılı. Filistin’i anlama, Kudüs’ü özgürleştirme çabalarının ve duyarlığın arttırılması için 2017 Kudüs Yılı olarak tarihe geçmeli. Bu yıl Kudüs gündemimizde olmalı, kalemimizde olmalı, dilimizde olmalı, yüreğimizde olmalı, gönlümüzde olmalı, dualarımızdan eksik olmamalı. Filistin’i duyumsamış, Kudüs’ü yaşamış bir kalemin Türkçe ve Kudüs başlıklı bir yazısı ile Kudüs rüzgârı esmesine katkıda bulunmaya çalıştık.

Dünyanın sayılı dillerinden biri olan ve köklü bir geçmişi bulunan, ses bayrağımız Türkçemizin son yıllarda geçirdiği değişimler sonucunda karşılaştığı olumsuzluklara ve bunların çözüm yollarına dikkat çekmek amacıyla Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın yüksek himayelerinde yürütülen bir kampanya ile 2017 yılı “Türk Dili Yılı” olarak ilan edildi. Dilimiz kimliğimizdir vurgusuyla Türk Dili Yılı’nı kutluyoruz. Dili düzgün konuşmak, yazmak sadece eğitimcilerin ve öğrencilerin görevi değil, her Türk vatandaşının görevi olmalıdır.

Eğitimcilerimizin kaleminden birbirinden değerli yazılar dergimiz sayfaları arasında yer buldular kendilerine. Teknoloji bağımlılığından otizme, matematiğin hayatımızdaki yerinden bibliyoterapiye kadar birbirinden güzel yazılar okunmayı bekliyor. Çizgiler de dile geldi bu sayımızda.

Dünya ancak eğitimle değişecek ve güzelleşecektir. Yeni sayımızda buluşuncaya kadar okumanızın eksik olmadığı güzel günler diliyoruz.

Selâhattin Özkök

Editörden

Pendik Eğitim PENDİK İLÇE MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ EĞİTİM KÜLTÜR DERGİSİ MAYIS 2017 YIL:2 SAYI:3

Page 2: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

2 3

Editörden 2

Çizginin Dili 3

Nurettin Topçu ve Maarif Davamız 4

Yitik Cennetin Güneşi 6

Hüsn-i Hatt Sanatında Aşk-ı Rasül 11

Hasret 13

Türkçe ve Kudüs 14

Dil Üzerine Bir Deneme 20

Türkiye’de Havalar Çok Münafık! 24

Türkçe’nin Muhafazası Üzerine 26

Temmuz’un On Beşiydi 29

Ah Kitaplar Ah!… 30

Özgüven 32

Biraz Çaba Bir Nesil 34

Çocuğunuzu Yalnızlaştırmayın 36

Nokta! 39

Tasalanma Yiğidim 40

Otizm 42

Çocuklara 45

Matematik Ne İşimize Yarar? 46

Bibliyoterapi: Bilgi ile İyileşme 48

Uzaklardan Geliyorum/Uzaklara Gidiyorsun 52

Takvim-i Vekayi’den Bir Nümune 54

Yaşıyor musun? 57

Okul - Çevre İlişkilerini Geliştirmek İçin 58

Sonlu Aralık Sonsuzluğu Saklar mı? 59

Karikatürler 60

İçindekilerÇizginin Dili

Ahmet YILMAZProf.Dr.Erol Güngör Ortaokulu Türkçe Öğretmeni

Page 3: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

4 5

Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki birliktelik ve uyum ile yapılan faaliyet ve çalışmalar, “Samimiyet ve saf niyet” ile birleştiğinde birçok alanda başarının tam anlamıyla gerçekleşebileceğini çok iyi biliyoruz.

Huzurlu, mutlu ve güvenli bir eğitim öğretim ortamı oluşmasına katkıda bulunmak, tepeden tırnağa herkesin başlıca görevidir ancak öğretmenin etkisi azımsanamaz.

Samimiyetle görevini îfâ eden bir öğretmenin dokunduğu gelecek ve o gelecekte oluşturduğu etki asla tahmin edilemez. Tıpkı Nurettin Topçu da olduğu gibi…

Nurettin Topçu dertli bir adam...Dertli bir öğretmen…

Ülkesini, eğitimini, gençlerini kendisine dert edinmiş bir insan.

Bakın öğretmenlik mesleğiyle ilgili söylediği sözler ne kadar da derin anlamlar içeriyor. Nurettin Topçu’ya göre öğretmenlik: “Bir takım evrakları hazırlamak ya da imzalamak değildir. Öğretmen, kendisini öğrencilerine feda edebilen insandır.” Kendisini öğrencisine feda edebilen bir eğitimci, işini hakkıyla edâ edebilmiş sayılıyor.

“Devletleri ve medeniyetleri yapan da, yıkan da muallimlerdir.” diyor bir başka sözünde Nurettin Topçu.

Bu anlamda evden sonra ikinci bir yuva olan okullarımızda bizlere düşen en önemli görev; milli ve manevi değerleriyle kuşanmış, iradesini özgürce kullanabilen, fikri ve vicdanı hür, ilim ve irfanla, bilgi ve teknolojiyle donanmış, tarihten ve tarihinden ders almış, medeniyetimizin kurucu değerlerine bağlı, vatanını, milletini ve bayrağını özümseyerek seven, değerlerine sahip çıkan uygar ve bilinçli bir neslin yetişmesi hususunda sorumluluklarımızın olduğunu bilmemizdir.

Bugün eğer 15 Temmuz gibi bir acı tecrübe yaşadıysak bunda o örgütün içinde canla başla çalışan öğretmenlerin payını inkâr edebilir miyiz?

15 Temmuz’da yaşayarak gördük ki, dünya boşluk kabul etmiyor. Bizim çocuklarımıza sahip çıkan sinsi örgütler, bizim silahımızla bizi vurabilecek robotlar yetiştirebiliyorlar. İlgilenmediğimiz veya ilgilenemediğimiz her öğrencinin ellerimizin arasından kayıp büyük bir hazine olduğunun lütfen bilelim.

Nurettin Topçu; “Milletimizin üç asırdan beri geçirmekte olduğu buhranların kaynağı, kültür ve eğitim sahasında aranmalıdır.” der. Topçu’ya göre milletin ruhunu inşa eden eğitimdir.

Eğitime değer vermeyiş, millet ruhunun yıkılışını hazırlar. Eğitim hangi yönde yürürse millet ruhu da onun arkasından yürür.Herkes özellikle de eğitim camiamız, üzerine düşen sorumluluğu aşkla, şevkle yaptığında, mesuliyet şuuruyla donandığında, okulda bulunan her öğrenciye kendi evladı gibi davrandığında emin olun ki daha güçlü yarınlar bizi bekliyor demektir.

NURETTİN TOPÇUve MAARİF DAVAMIZ

Aytekin YILMAZPendik İlçe Milli Eğitim Müdürü

Page 4: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

6 7

“O Cennet’in bir kapısı değil, Cennet’in ta kendisidir. “ (3)

” Yitik Cennet, Yeniden Bulunmuş Cennet’e dönüştü O’nda. ” (4)

O kutlu doğumla her nisan, her bahar adeta yeniden dirilir insanlık.“Güneş öğünerek yansır yansır da sulardaGelirsin her baharda Bir diriliş gibi ölü dünyayaÖlüler gölgenden ateş ala alaEkilip biçilip yankı yapa yapaYaz sıcaklığından arta artaBirer birer çıktılar gönlümüzün aynasına tarlasınaKi bir bahar günü doğdun sen ” (5)

İnsanlığın tükenmeyen umudu, oku emrini ilk sıraya alan bir dinin eğitici peygamberi. Sadece insanların değil cinlerin, ağaçların ve hayvanların da eğiticisi bir güzel insan. Sevgi eğitimcisi Hz. Peygamber. “Yaz güneşi biriktirdi biriktirdiSonbahar yapraklarda delirdiKış derin çizgileriyle devrildiBahar gül tanklarıyla çiçek çağlayanlarıyla belirdiVe bir bahar günü doğdun sen ” (6)

Bir ağacın köklerini sökerek yanına kadar gelip Peygamberliğini tasdik edebilmesi, bir güvercinin O’nu korumak için bir mağaranın girişine kısa sürede yuva yapabilmesi, bir örümceğin en güzel ağını onu gizlemek için örebilmesi, bütün varlıklar gibi kendisine hayran bir yılanın O’nu görmesine engel olduğu gerekçesiyle O’nun en yakın arkadaşının topuğunu sokabilmesi, O’nu görünce kuyuların içindeki acı suyun bile tatlanabilmesi, O’nun elinde olunca bir kırbanın bile bütün sahabeye yetecek kadar suyla dolarak bereketlenebilmesi Varlığın Tacı Hz.Peygamber Efendimiz’in bütün kainatın öğretmeni, bir iletişim abidesi oluşunun göstergelerinden sadece bir kaçı değil mi?

“Ey ismini okyanus köpüklerinden Yunusların aynalarda yansımasından Almış olan kardeşimÖlen insanAl tutmuş toprağı alkışlamadanBiz yeşilin yıldönümünü kutlayalımBaharı muştuluyalımEnlemlere boylamlaraSabır yatırınaAdı Mehmet olan çocuğaMüthiş bir ruhun tıbbı gibi ” (7)

CennetinGünesi

Yitik

“Gelin gülle başlayalım atalara uyarakBaharı kollayarak girelim kelimeler ülkesine ”(1)

“Marta bakan biliyordu geleceğiniNisana bakan görüyordu alaca renklerini

Kızıl ve yeşil seheriniMayısa bakan buldu seni

Ve bir bahar günü doğdun sen ” (2)

Nisan, baharın kendisini iyice hissettirmeye başladığı, yaprakların yeşermeye, tomurcukların rengârenk çiçeklere dönerek yeryüzünü süslediği bir ay. Ülkemizde son yıllarda nisan aylarının ayrı bir yeri ve önemi var.

Baharla birlikte yeryüzünün yeniden dirildiği gibi, Peygamber Efendimiz’in dünyaya gelişleri de unutulmaya başlanmış olan sevgi, saygı, yardımlaşma, iyilik gibi güzel davranışları tekrar gündeme getirerek insanî değerlerle yeniden dirilmesinin yolunu açtı günümüz insanlığının. Peygamber Efendimiz (sav)’in dünyayı şereflendirdikleri 12 Rebiülevvel miladi olarak 20 Nisana denk geldiğinden, bu tarihi de içine alan hafta ülkemizde 1989 yılından bu yana Kutlu Doğum Haftası olarak kutlanmaktadır. Bu vesile ile Hz.Peygamber (sav)’i anlama yönündeki çabalarımız artıyor.

Selahattin ÖZKÖKTevfik İleri İlkokulu Müdürü

Page 5: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

8 9

(1) Sezai Karakoç, Gündoğmadan, s.425(2) Sezai Karakoç, Gündoğmadan, s.523(3) Sezai Karakoç, Yitik Cennet, s.100(4) Sezai Karakoç, Yitik Cennet, s.101(5) Sezai Karakoç, Gündoğmadan, s.524(6) Sezai Karakoç, Gündoğmadan, s.525(7) Sezai Karakoç, Gündoğmadan, s.199(8) Kur’an-ı Kerim Kalem/1(9) Necip Fazıl Kısakürek, Çöle İnen Nur, s.12(10)Sezai Karakoç, Gündoğmadan, s.274

(11) Kur’an-ı Kerim Nahl/43(12) Buhari 23:37 (Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, s.621)(13) N.Fazıl Kısakürek, Çöle İnen Nur, s.12(14)Sezai Karakoç, Gündoğmadan, s.663(15) İbn-i Abdulberr, İlm Beyhakî, Şu’abu’l-İman “Süyuti”den naklen (Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, s.639)(16) Necip Fazıl Kısakürek, Çöle İnen Nur, s.12(17) Sezai Karakoç, Gündoğmadan, s.236

Kaynakça: AHMET Cevdet Paşa-İz, Mahir, Peygamberimiz, Erkam Matbaası, İstanbul, 2013EFE, Ahmet, Hz.Muhammed Hayatı ve Mücadelesi, Plural Publications, Köln, 2014EROĞLU, Emine (Derl.), Rahmet Peygamberi, Timaş Yayınları, İstanbul, 2008ESED, Muhammed, Mekke’ye Giden Yol, İnsan Yayınları, İstanbul 2012HAMİDULLAH, Muhammed, İslam Peygamberi, Beyan, İstanbul, 2014KARAKOÇ, Sezai, Gündoğmadan, Diriliş Yayınları, İstanbul 2000KARAKOÇ, Sezai, Yitik Cennet, Diriliş Yayınları, İstanbul 1985KASADAR, Mehmet (Haz.), Siyer Atlası, Hicaz Yayınları, TarihsizKISAKÜREK, Necip Fazıl, Çile, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 2008KISAKÜREK, Necip Fazıl, Çöle İnen Nur, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 2005LİNGS, Martin, Hz.Muhammed’in Hayatı, İnsan Yayınları, İstanbul, 2010TAHİRÜ’L Mevlevi, Peygamberimizin (sav) Hayatı, Ailem Yayınları, İstanbul, TarihsizUĞURLUEL, Talha, Mekanlar ve Olaylarıyla Hz.Muhammed’in Hayatı, Timaş Yayınları, İstanbul, 2015

İlk şeyi kalem olarak yaratan, kaleme ve (kalem tutanların) yazdıkları üzerine and (8) içen Yüce Yaratıcının muallim olarak gönderdiği, tebliğ eden, öğreten, uygulayan, yaşayan, incitmeyen en güzel insan, güzeller güzeli, insanoğlunun en güzeli: (9)

“Hepimiz için çek çileyiEy Mekke sabahlarının konuğuİçimizde yağan yağmurdanSaçlarımızdaki çiğdenBir havuz taşıyan kaya kovuklarınaİbrahim bucaklarınaYaprak yaprak açıp okuyan Hira’yı Öğretmen gibi ders veren öğrenci Cebrail’iCebrail en yüksek matematik yok eden geometrileri Bir sembol ülkesi cebir ili ” (10)

“Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun.”(11) yönlendirmesini insanlara ileterek aralarında bilgiden köprüler kuran “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz!”(12) direktifiyle bütün pedagojik disiplinlerin özetini ortaya koyan Allah’ın Kur’an’da has ismiyle ve nida edatıyla bir kerecik bile hitap etmediği haya ve edep kaynağı,(13) Müjdeci.

“Gel ey Muhammed ve İsa hakikatiBurada sizi bekleyen bütün bir insanlık varBulutlar yaralı insanlar zehir saçan fırtınalar”(14)

Bize en uzak yerde, Çin’de bile olsa ilmi ara (15) ma, bulma ufkunu açan ilk İslam üniversitesi Suffe’nin inşa edilmesinden başlayarak

bütün kuruluş aşamalarında yer alan ve burada bizzat dersler veren, mescitlere aynı zamanda okul işlevi yükleyerek onları birer yaşam merkezi olarak tanımlayan, hayat alanı olarak konumlandıran en ileri rütbe; Allah’ın sevgilisi olmak mertebesi (16) ne ulaşan Yitik Cennet’in karanlıkları aydınlatan güneşi.

“Doğu ankası, Batı ankasıŞ harfi ile uzlaşan S harfiYeni bir vakit alfabesiHızır’ın kelime denetçisiŞifre bağlayıcısı, Gelecek zaman fiillerinin uzmanıSaatin anlamı, Ayasofya şelalesiİşte size birkaç görünüşAk kara dünyasından Muhyiddin’in (17) Bedir savaşında esir düşen müşrik düşman askerlerinden okuma yazma bilenleri Müslüman çocuklara bu sanatı öğretmesinin karşılığında serbest bırakabilecek kadar ilme önem veren, erkek ya da kadın ayrımı yapmaksızın her Müslümanı ilim peşinde koşmakla görevlendiren, alimleri peygamberlere mirasçı olacak kadar yücelten mukaddes hedef; Hak’tan gelen aşkın hedefi, eskimeyen biricik yeni ve solmayan biricik renk. (18)

“Kurtuba söndüğünde görünürMuhyiddin-i Arabî kentiTatar ordularını gömen bir Mevlâna siluetiSelâm selâm yağmurlarindikçe görünmezlikten Selâm selâm eridikçe taş karların kefeniAt bir adım daha dünya

çökmüş de olsa omuzlarına Pamuk gibi atacaksın onuHallac’ı olacaksın dış birikimlerinNesimi gibi derisi yüzülecek denizlerin” (19)

İnleyen bir hurma kütüğünü sakinleştirebilecek kadar şefkatli, bir kabir toprağındaki göze hoş görünmeyen bölümü düzeltebilecek kadar mimari ayrıntıya dikkat eden, çirkinlikleri güzelliklerle değiştirebilen, herkesin kötü kokusundan yüz çevirdiği, burun kıvırdığı bir hayvan ölüsündeki dişin beyazlığını fark edebilecek kadar estetik bakışa sahip, ince, zarif en büyük öğretici.

Doğru, iyi ve güzel olanı öğreten bir uzun yürüyüşün öncülü, bütün eğiticilerin eğiticisi, bayraktarı.

Sen, fikir kadar güzel;Ve tek, birden daha tek!Itrını süzmüş ezel;Bal sensin, varlık petek…

Sensin, ölüme hisar;Bâkisi hep inkisar…Sar bizi, çepeçevre sar,Rahmet rüzgârı etek . (20)

Page 6: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

10 11

Zafer TANRIKULUAbdullah Acar Ortaokulu Türkçe Öğretmeni

Bu gördüğümüz büyük aleme büyük bir kitap nazarıyla bakarsak nur-u Muhammedi (asm) o kitabın katibinin kaleminin mürekkebidir. Eğer şu alem büyük bir ağaç tahayyül edilirse nur-u Muhammedi (asm) hem çekirdeği hem meyvesi olur. Eğer şu dünya mücessem bir hayat sahibi farz edilirse o nur-u Muhammedi (asm) onun ruhu olur. Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse o nur-u Muhammedi (asm) onun aklı olur. Eğer pek güzel şaşalı bir cennet bahçesi tahayyül edilirse nur-u Muhammedi (asm) onun andelibi (bülbülü) olur.

Bu sözlerden ilham alan hattatlar, efendimizi anlatan mısra-i bercesteleri en güzel surette nakş etmişler. Çünkü :

‘Kalem feryad eder, ağlar divit.Bizi nadan eline bırakma Ya Rab.’

Beyti hattatlarda bir rehber ve düstur kabul edilmiştir. Divit ve kamışlarının Kuranı ve peygamberimizi yazmakla güzelleşeceğine ve kıymet kazanacağına itikat etmişlerdir. Mesela; ‘Muhakkak ki sen büyük bir ahlak üzeresin.’ (Kalem suresi 4. Ayet) ayeti sülüs hat ile salavat ise nesih hat ile yazılmış. Bu ayetle onlar ahlaklanmaya gayret göstermişlerdir.

HÜSN-İ HATT SANATINDA

AŞK-I RASÜL(Kutlu Doğum Hürmetine)

Ey mahrem-i bi müşterek- i kurb- HudaDilden eserin etmesin Allah cüda Her zerre-i hak-i kadem-i hazretine,Canım da feda, ben de feda, ten de feda.

Hat sanatının kutuplarından biri olan Yesârizâde Mustafa İzzet Efendi (v. 1849) talik hatla yukarıdaki na’tı nakşetmiş. “Ey Allah’a yakınlıkta, mahremiyette ortaksız, benzersiz olan! Senin tesîrini, Allah gönülden uzak etmesin. Ayağının tozunun her zerresine rûhum da, bedenim de, benliğim de fedâ olsun!” manası bile insanın gönlünü titretiyor.

Basmasa mübarek kademin ruy-ı zeminePak etmez idi kimseyi hak ile teyemmüm.

İşte Mustafa Rakım Efendi (v.1826) marifetiyle sülüs hatla yazılmış bir beyit.

Eğer efendimizin mübarek ayağı toprağı basıp şereflendirmeseydi, kimseyi temizlemezdi toprak ile alınan teyemmüm.

Ol Rasül-i müctebahem rahmetellil aleminBende medfundur deyu, eflake fahr eyler zemin.Ravzasın edüp ziyaret, dedi Cibril-i EminHeze cennet-ü Adnin fedhulihe halidin.

Kazasker Mustafa İzzet Efendi (v.1876) sülüs hattıyla taçlanan bu kıtada: O alemlere rahmet olan seçilmiş peygamberi, yeryüzü sinesinde saklamakla, feleklere iftihar eder. Hatta Cebrail(as) onun kabr-i şerifini ziyaret edip:

Burası Adn cennetidir.Ebedi kalmak üzere oraya girin.’ ayetini okumaktadır, demektedir.

Page 7: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

12 13

Bu parça altun ve elmas ile yazılsa liyakatı var.

‘Ve me rameyte iz rameyte ve lekillehi rame’ sırrı ile aynı avucunda küçük taş ve toprak, düşmana top ve gülle hükmünde onları inhizama sevk etmesi, ‘Ven şekkal kamer’ nassı ile aynı avucunun parmağı ile kameri iki parça etmesi ve aynı el çeşme gibi on parmağından suyun akması ve bir orduya içirmesi ve aynı el hastalara ve yaralılara şifa olması o mübarek el ne kadar harika bir mucize-i kudret-i İlahiye olduğunu gösterir.

Güya ahbab içinde o elin avucu, küçük bir zikirhane-i Rahmani-i sübhanidir ki küçücük taşlar dahi içine girse zikir ve tesbih ederler. Ve adaya karşı küçük bir cephane-i Rabbanidir ki içine taş ve toprak girse gülle ve bomba olur. Yaralılara ve hastalara karşı küçücük bir eczane-i Rahmanidir ki , hangi derde temas etse derman olur. Ve celal ile kalktığı vakit kameri parçalayıp kab-ı kavseyn şeklini verir. Ve cemal ile döndüğü vakit ab-ı kevser akıtan on musluklu bir çeşme-i rahmet hükmüne girer. Acaba böyle bir zatın(asm) eli böyle acip mucizelere mazhar ve medar olsa o zatın(asm) Halık-ı Kainat yanında ne kadar makbul olduğu ve davasında ne kadar sadık bulunduğu ve o ele biat edenler ne kadar bahtiyar olacakları bedahet derecesinde anlaşılmaz mı? Allah hepimizi peygamberimize ümmet, şefeatine mazhar eylesin. Amin.

HASRETSevda GÜNEŞ

Çamçeşme İlkokulu Sınıf Öğretmeni

Yolları senin gönlün gibiydiBozkırdı göz alabildiğine

Hissettirmeden kıvranıyordu insanın içindeAlışıveriyordum fark etmeden

Yollar alıp götürüyordu Bilinmedik düşlereSonra bir esinti ki...

Nasıl anlatsam diye düşünüyorum bu esintiyi İçimde buluyorum bu tatlı kokuyu

Sanki senin nefesin çıkagelmiş koynumaKokluyorum doyasıya...

Yollarında gezerken attığım adımlarda yine sen varsınMadımak otelinde seni görüyorum

Şemsi Sivas-i seni hatırlatıyorGök Medrese’de kapıya dokunuyorum

Yüzümü sürüyorumBelki geçerken elin değmiştir diye

Hasretim depreşiyor Kalbimin sancısı artıyor

Sonra gözümün önüne sen geliyorsunHayalin bile yetiyor acımı tebessüme dönüştürmeye

Ve doyasıya nefes alıyorumDoyasıya... Doyasıya... Doyasıya...

Doç. Dr. Yusuf BİLEN (Atatürk Üniv. Sınıf Öğretmenliği Bölümü) kalemiyle yazılmış Efendimizin mübarek elini anlatan sülüs, nesih ve rika karışımı bir levha. Zülfikar’dan alınan bu hatta:

‘Allah hepimizi peygamberimize ümmet, şefaatine mazhar eylesin. Amin.’

Page 8: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

14 15

Mehmet Ali ÖZTÜRKSultan Abdülhamit Han Ortaokulu Türkçe Öğretmeni

“Elimden gelen bu ben iki kişiyim/ Çoğalmak neyse ne azalmak zor.” demişti şair. Hep derler ki öğretmenlik aynı zamanda öğrenmektir. Adeta denize yaklaşan bir ırmak gibi biriktirmek, biriktirdiklerinle yeni bir rota çizmek gibidir öğretmenlik. Eğitim fakültesindeyken öğrencilerimizi kabullenmiştik, onların Türk dilini sevmeleri için neler yapabileceğimizi az çok düşünmüştük.

2009… Yunus Emre Enstitüsü Ankara’da, Ulus Meydanı’nda Cumhuriyet Dönemi mimarisi ile yapılan binasındaki faaliyetlerine başlamıştı. Türk dilinin, kültürünün tanıtılması, sevdirilmesi için yapılabilecek kültür etkinlikleri belirleniyor, öğretmenler teker teker gidecekleri ülkelere

yönlendiriliyordu. Benim gibi birçok öğretmene bu yolculuk nasip oldu. Bizler bu yolculuğa bir kişi olarak çıktık. Gittiğimiz diyarlarda öyle çok kum taneleriyle temas ettik ki çoğaldıkça çoğaldık. İş sözleşmesi gereği on iki ay ülkemize dönemediğimiz zamanlarda ise azalmak istedik.

Zeytin ağaçlarının altında, kurumuş otların üzerinde uzanmıştım. Kapıların kapanmasına kaç dakika kaldığına artık bakmıyordum. Turuncu yelekli görevlinin içinde “bab” geçen çığırışından sonra tası tarağı topluyor, Şam Kapısı’na doğru yürüyordum. Henüz Mescid-i Aksa’nın devasa ahşap kapılarının kapanmasına biraz vakit olduğunu bilerek düşünmeye başlamıştım. Bir Türk gelse “Bak burası yatılacak yer mi? Ayıp yahu!” gibi tepkiler verir miydi acaba diye aklıma gelmişti. Mescid-i Aksa’nın önüne bank mı yapsalardı? Yoksa, kimse buralarda

TÜRKÇE VE KUDÜS

vakit geçirmesin diye mi yapmıyorlardı? Ben bu soruların cevaplarını düşündüm ama ayağa kalkınca gördüklerim aklımı çeldiğinden bir türlü soracak kadar uzun taşıyamadım.

Kudüs Türk Kültür Merkezinde Türkçe kurslarının birinci seviyesi bitmişti. Öğrencilerin bir kısmı az çok bir temele sahip olduklarından pek verimli bir dönem olmuştu. Ertesi gün tatil olduğu halde bir öğrencim ile sözleşmiştik.

Türkçe Derslerinde Neler Öğreniyoruz?Gelirken indiğim merdivenleri çıkmaya başladım. Sağ ve sol tarafımda sarı taştan örülmüş iki yüksek duvar, bir duvarın ardında eski sakinler, bir duvarın ardında yeni sakinleri vardı. İnsan dediğimiz bir yudum su; etkiliyor, etkileniyordu. Ben bu iki zıt kutup arasındaydım. Bu merdivenlerden çıktığım zamanlarda Türkçe ders kitabındaki “Nereliyim?” konusunu nasıl işleyeceğimi tekrar tekrar düşünmüştüm.

Şam kapısına yaklaştıkça merdivenler azalır, dükkânlar sıklaşırdı. Artık akşam tenhalığı çöktüğünden çoğu dükkanın demirden yapılmış, griye boyanmış, kapı gibi görünen kepenkleri kapanmıştı. Fakat dar sokakta hâlâ o koku vardı. O koku, Filistinli tatlıcıların zaten dar olan sokağa kurduğu tatlı tezgâhının kokusu idi. Hamur halindeki tatlılar, sıcak yağın içerisine atılır ve hamse (beş) hamse çığırışlarıyla büyük küçük müşterilere satılırdı. Bazen felafelin de sıcak yağdaki kokusu bu kokuya karışırdı. Bu tatlılar ve felafel tabii ki Türkçe dersimize de yansımıştı. Alışveriş konusu için sınıfta pazar yeri oluşturmaya çalışmış, tatlılarla ilgili konuşmuş, hatta Türkiye’de şireye limon sıkıldığını söyleyerek öğrencileri ciddi derecede şaşırtmıştım. Tatlıcı öğrencilerim “Gel gel gel beş şekel”, “Felafel burada, felafel, felafel” diye hevesle yeni müşterilerine seslenmeye başlamıştı bile.

Mescid-i Aksa’nın içinde bulunduğu eski şehrin Şam Kapısı’ndan çıktım ve tam kapının karşısına

denk gelen, sağ köşesinde her daim felafel satılan yola girdim. Bu yolun belki üç yüz dört yüz metre içinde Ramallah tarafına giden otobüslerin garajı vardı. Şam Kapısı’nın sol çaprazına denk gelen tarafta ise tramvay durağı vardı. İkisi de Şuafat’a giderdi ama tramvaya bindiğimde kendimi rahatsız hissederdim. Bunun sebebi ayrı bir yazı konusu ama sanırım Filistinlilerin yaşadığı mahalleden inip bindiğimde hep izlendiğimi hissetim. Bu yüzden üzerinde yeşil rakamlar yazan, son durağı Ramallah şehri olan otobüslerden birine bindim. Şuafat Mahallesi Şam Kapısı’ndan eğer otobüs hemen kalkarsa yarım saat kadar sürüyordu. Türkçe kursunda birinci seviyeyi bitiren öğrencilerimiz bu otobüs garajlarını Türk dilinde rahatlıkla tarif edecek seviyeye gelirdi.

Page 9: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

16 17

Türkçe Kursuna Katılan Öğrencilerimizin Yaşadığı Çevre

Doğu Kudüs’ün Şuafat Mahallesi. Gidiş geliş tek şeritli, az bakımlı bir asfalt yolun etrafında dizilmiş tamamı Kudüs taşı ile kaplı yeni yapılmış apartmanlardan ve eski müstakil evlerden oluşan bir mahalle idi. Ayrıca Türk Kültür Merkezinin ilk öğrencilerinin çoğu bu mahallede yaşamaktaydı. Şuafat’tan Mescid-i Aksa’ya giden yolun üzerinde üç katlı, yeni yapılmış caminin hemen yanından sağa dönüp evler seyrekleşene kadar gidildiğinde Türk Kültür Merkezinde Türkçe öğrenen Muhammet Bey’in zeytin bahçesine ulaşılırdı. Yaz sıcağı… Kırmızı toprak artık kurumuş; yavaş yavaş asfaltın üzerine yayılıp çukurları doldurmaya başlamıştı. Yolun iki kenarında siyah ve sarı taşlar üst üste dizilmiş böylece bahçe duvarları yapılmıştı. İnsanın en fazla beline yetişecek yükseklikte olan bu duvarların üstünden ise yaşlı, gövdesi kararmaya yüz tutmuş zeytin ağaçlarının dalları sarkıyordu. Bu cılız zeytin dallarının ve yıkılacakmış gibi yamuk duran bahçe duvarının arasında yeşile boyanmış bir demir kapı vardı.Sabahın erken saatinde gözlerimin önüne serilen bu manzara bana çocukluğumu hatırlatmıştı. Şu üstünde yumak yumak sarı otundan başka bir şey olmayan tepeyi yahut şu yüksekteki zeytin bostanını geçince deniz görünüverecekmiş gibi gelmişti. Aynı o zamanki gibi şimdi de hava sıcak olmasına rağmen uzun kollu kıyafetlerimi giymiştim.

Yeşil demir kapıyı geçip sarı taşlardan yapılmış yoldan yürüyerek eve doğru ilerlemeye başladık. İlerledikçe zeytin dalları gürleşiyor, yeşil zeytin taneleri göze görünür hale geliyordu. Biraz ilerleyince burnumuza bu bölgede meşhur olan, her bahçede bulunması muhtemel maramiya bitkisinin kokusu gelmeye başladı. Bu bitki, yaprakları taze toplanıp çaya atıldığından çay nerede içiliyorsa oraya yakın bir yere ekilirdi. Bunun ülkemizdeki adaçayına benzetildiğini duymuştum. Böylece Muhammet Bey’in evine

ulaşmıştık. Muhammet Bey ellili yaşlarda, saçlarına ak düşmüş, gözlüklü, esmer tenli bir İngilizce öğretmeniydi.

Yeşil demir kapılı, geniş pencereli, kırmızı kiremit çatılı müstakil bir evdi. Bu ev Kudüs’ün Yahudi tarafındaki diğer Arap evleri gibi değildi. Bu evin sarı taşlardan yapılmış duvarlarında, kırmızı kiremit çatısının altında, pencerelerinin çubuk demirlerinde, geniş, yüksek tavanlı salonunda hala Arap müziğinin ipek sesi Feyruz’un, Ente Omrî (Sen Ömrümsün) şarkısını seslendiren Ümmü Gülsüm’ün sesi çınlardı. Bu ev yüzyıllardır alışık olduğu sesleri dinlemeye devam ediyordu. Diğer evler ise, yeni seslere mecbur edilmişti.

Kudüs Türk Kültür Merkezi öğrencisi olan Muhammet Bey ailesini çağırmaya gittiğinde ben çoktan zeytin ağaçlarına yönelmiştim. Kurumuş odunlardan acemice yapılmış merdiveni en yakındaki ağaca dayamış ve zeytinleri hasırların üstüne atmaya başlamıştım. Elbette Türkçe öğretmeni olarak anketler yoluyla sorulara cevaplar bulabilirdim. Fakat Türkçe öğrenme isteğinin duygusal nedenlerini, bizzat o duyguyu yaşayanında görmek istedim.

Filistinliler Neden Türkçe Öğreniyorlar?Muhammet Bey ve eşi, yanlarında biri küçük, diğeri on yedi yaşlarındaki oğulları ile ellerinde kaplar olduğu halde gelmişti. Saat ona doğru hem artık hava iyice ısınmış hem de kahvaltı vakti gelmişti. Ben kahvaltıda konu Türkçeye gelecek mi diye düşünürken, Muhammet Bey Türkçeye ilgisinin ilk ne zaman ortaya çıktığından bahsetmeye başladı. Muhammet Bey 90’larda İstanbul’a geldiğinden, kimsenin İngilizce bilmemesinden bahsetti. Hatta İbrahim Tatlıses ile başlayan müzik ilgisinin en son Müslüm Gürses’e kadar uzandığını anlattı. Fakat öğretmenlik yapan Muhammet Bey’in üzerinde durduğu asıl nokta, eskiden Kudüs’teki pek yaşlı insanların İzmir ve İstanbul hatıralarını anlattığı idi.

Page 10: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

18 19

Muhammet Bey sınıfta bazen çocuklara Türkçe konuştuğunda çok şaşırdıklarını söylemişti. Oysa Muhammet Bey’e göre Filistin ve civardaki tüm devletlerin tarihinde Osmanlı’nın derin izleri olduğunun bilinmesi gerekiyordu. Osmanlı’yı, Osmanlı Türkçesini anlamak için Türkçeyi bilmek gerektiğinin farkındaydı.

Muhammet Bey’in liseyi bitirmek üzere olan oğlu ise Osmanlı’dan fazla Türkiye’den bahsetmişti. Filistin’de ya İbranî Üniversitesine ya da daha az ülke ve kurum tarafından tanınan Filistin üniversitelerine gidecekti. Türkiye’de daha az para ile yaşamak mümkün olduğundan, Türk firmalarının civar ülkelerinde yavaş yavaş yer etmesinden ve Türk Kültür Merkezinde, Kudüs’ten gitmeden önce dil öğrenebileceğinden Türkiye’de okumayı düşünüyordu.

Kudüs Türk Kültür Merkezinin ilk öğrencilerinden olan Muhammet Bey’in komşuları da Türkçe öğreniyorlardı. Komşularının kimi Filistin üniversitelerinde, kimi İbranî Üniversitesinde okuyordu. Yaşça Muhammet Bey’den büyük olanlardan da Türkçe öğrenenler vardı. Türkçeyi altıncı yedinci yabancı dil olarak öğrenenler haricindekiler atasından yadigâr kalmış hatıraları okuyabilmek için öğreniyordu. Kiminin elinde arkasında yazılar olan siyah beyaz fotoğraflar,

Anadolu’dan gönderilmiş mektuplar, kimisinin elinde üzerinde hiç tanımadığı insanların yaşadığı arazi tapuları vardı. En çok bu mektuplarda vardı hüzün. İzmir’den, Kahramanmaraş’tan sevgili evlada gönderilmiş hasretle dolu mektuplar.

“Ben Türkçe biliyorum.” Ramallah Birzeit Üniversitesinde okuyan bayan üniversite öğrencimizin cümlesiydi bu. Televizyonlarda duyduğumuz, Filistin’in kaderi ile ilgili görüşmelerde masada orayı temsil eden, Birleşmiş Milletler’in muhatap aldığı Filistin Devleti’nin merkezi Ramallah’taydı Birzeit Üniversitesi. Filistin’in Avrupa’daki büyük üniversiteler ile ciddi iş birlikleri yapan, bu üniversiteler tarafından tanınan bir üniversitesiydi. Muhammet Bey’in komşusu olan, Türk Kültür Merkezinde Türkçe öğrenen öğrencimiz, bu cümleyle hem hocalarının dikkatini çektiğini hem de farklılık yarattığını paylaşmıştı bizlerle. Ramallah’taki üniversitelerde öğrencilerin genelde İngilizce yahut Fransızca eğitim veren yabancı okullardan mezun olduğunu, kendisinin de sınıfta Türkçe bilen tek kişi olduğunu paylaşmıştı. Öğrencimiz ekonomi bölümünde okuduğu için Türk ekonomisi ile ilgili birçok soru sorulduğunu, Türk gazetelerindeki haberleri bile tercüme etmesi istendiğini söylemişti.

“Türkiye’den herhangi bir burs kazandınız mı, Türkiye veya Kıbrıs’taki Türk üniversitelerinde öğrenci misiniz?” Eğer kültür merkezi binamıza genç bir öğrenci gelirse mutlaka sorulan sorulardan bazılarıydı bunlar. Esmer, zayıf, sivri bakışlı ve güler yüzlü bir genç kapıdan girmişti. Eğer “merhaba”yı gırtlağından söylemiş olmasa kesinlikle bizim oralardan diyebilirdim. Bu genç Kudüs’te eğitim veren bir Fransız lisesinden mezun olmuştu. Üniversite eğitimi için İngiltere’yi düşünüyordu. Birinci seviyeyi bitirdiğinde Bilkent Üniversitesi’ne kayıt oluşunu tebrik etmiştik. Neden Türkiye diye sorduğumuzda “demokrat, güçlü ve bizden” demişti.

Gördüğüm kadarıyla sivil toplum kuruluşları Filistin’de büyük bir istihdam alanıydı. Şöyle ki birçok ülke dış yardımları, yerel ya da uluslararası sivil toplum kuruluşları aracılığı ile hedef ülkenin toplumuna ulaştırmaya çalışırdı. Öğrencilerimizden birkaçı bu sivil toplum kuruluşlarında çalışmaktaydı. Kudüs Başkonsolosluğu diplomatlarımızla Türkçe iletişim kurmak onları ve yöneticilerini memnun etmişti. Ülkemiz güçlendikçe Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenenlerin de değeri artacaktı.

Kudüs Türk Kültür Merkezi kapılarını Doğu Kudüs’ün en büyük mahallerinden Şuafat

sakinlerinin katılımı ile açmıştı. Çoğu öğrenci aynı mahalleden olmasına rağmen çok farklı özelliklere, ihtiyaçlara, amaçlara sahipti. Ben bu güzel insanlarla tanışma, onların duygu ve düşüncelerini Türk dilinde dinleme bahtiyarlığını yaşadım. Otelde çalışan öğrencilerimizden, Mescid-i Aksa’ya gelmiş yaşlı Türk misafirlerin ellerini öpüp alınlarına koyduklarında, misafirlerini nasıl gülümsettiklerini duydum.

Kudüs’te ve birçok ülkede Türk Kültür Merkezlerinin açılması dağınık bir şekilde sürdürülen Türk kültürünü tanıtma faaliyetlerinin uyumlu ve sürekli olmasını sağlamıştır. Eğitim ve kültür ile ilgilenen meslektaşlarım bilirler ki, süreklilik amaca ulaşmak için önemlidir. Bütün bu faaliyetlere zaman ve kaynak ayırarak Türk kültürünün ve Türkiye’nin doğru şekilde tanıtılmasına katkıda bulunmuş olan devlet büyüklerimize şükranlarımı sunuyorum.

Page 11: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

20 21

DİL ÜZERİNEBİR DENEME(Dilimiz Kimliğimizdir)

Hacı Osman BAYRAMYıldırım Beyazıt İlkokulu Müdür Yardımcısı

Dünyanın sayılı dillerinden birisi olan ve binlerce yıllık köklü geçmişe sahip bulunan Türk dilinin, son birkaç yüzyılda geçirmiş olduğu değişimler sonucu yaşadığı kimi olumsuzluklara ve bunların çözüm yollarına kamuoyunun dikkatini çekmek amacıyla 2017 yılı, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın yüksek himayelerine aldıkları bir kampanyayla 15 Mart 2017 Çarşamba günü “Türk Dili Yılı” olarak ilan edildi.

Bu bağlamda, başta kamu kurum ve kuruluşları olmak üzere, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve basın yayın organları tarafından, millî birlik ve beraberliğimizin vazgeçilmez teminatı olan Türkçenin doğru ve güzel bir şekilde kullanılması için gereken sosyal, yasal ve bilimsel tedbirlerin alınması doğrultusunda 2017 yılı boyunca çok sayıda bilim, kültür ve sanat etkinliği gerçekleştirilmesi öngörülmektedir. Biz de bunu bir eğitimci olarak canı gönülden destekliyoruz.

İletişim aracı olan dil, nesneleri, eylemleri, duyguları anlamak, anlatmak, belirtmek, aktarmak veya ifade etmek için toplumların ortak oluşturdukları sesler ve bu seslerin,

nokta ve çizgilerle olan karşılığıdır. Dil aynı zamanda esnek ve yaşayan bir varlıktır. Zaman içinde elbette değişimlere uğrayacaktır. Bu değişim önceden tayin edilemez, hazırlanamaz. Kelime, anlamın ses etiketidir. İlk önce anlam vardır. Etiket sonra gelir.

George Orwell “Düşünce dili bozabiliyorsa, dil de düşünceyi bozuyordur.” der.

Her ulusun belli bir kültürü ve kültür dili vardır. O dilin belirli sayıda sözcükten oluşan bir hacmi bulunur. Belirli bir eğitimden geçmiş herkesin bunları bilmesi gerekir. Bu, eğitimin temel hedeflerinden biri olmalıdır. Yani dili üç-beş kişi toplanıp oluşturmuş değil ki ayıklamasını da onlar yapsın. Dil ve düşünce, felsefe ve edebiyat ile gelişir.

Tüm diller bazı işaretleri belli anlamlarla ilgilendirmek üzerine kuruludur. Bir çeşit toplum sözleşmesidir denebilir. Bu yüzden millet olmak en önce dille ilgilidir. Toplum olmanın ilk şartı birbirini anlamaktır. Üzerinde uzlaşılan imge ve simgeler insanları uzlaştırmış, ortak ülküye yöneltmiştir. Dil, konuşanlarının uzlaştığı bir sistemdir. Düşünceyle iç içedir.

Türk Dil Kurumu, yapılan referandumun ardından gerçekleşen anayasa değişikliğinde

kadına ve çocuklara yönelik pozitif ayrımı sözlüklere yansıttı. Yedi bilim adamından etkin bir çalışma grubu oluşturup ve yirmi bine yakın deyim ve atasözünü bilimsel incelemeye tabi tutan Türk Dil Kurumu, yeni nesillere aktarılmasına lüzum görülmeyen kelimeleri sözlüklerden atmaya karar vererek, argo, gelenek ve inançlara uymayan, bazı bölge ağızlarında kullanılan sözcükler, deyimler ve atasözlerini ayıkladı.

Dönemin Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın yaptığı açıklamada, TDK’nın “ilköğretim öğrencileri ve genç kuşaklar için hazırladığı sözlüklere haksız ve olumsuz anlamlar taşıyan, yasalar ve genel ahlâkla çelişen atasözü ve deyimleri almama” olarak nitelemiş “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın, kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin” türünden sözlerle “eksik etek, kaşık düşmanı…” gibi deyimlerin aktarılmasının bir yararı olmaması nedeniyle böyle bir karar alınmıştır.” demişti.

Atasözleri ve deyimler, atalarımızın belli bir nedene, belli bir olaya, gerçeğe dayandırarak ortak kültür, ortak ahlak, ortak değer vb. gibi toplumu toplum yapabilecek, ona kendi öz kimliğini kazandıran, ismini ve diğer toplumlar arasındaki fark ve mevkiini belirten sözlerdir. Çocuklarımızı bunlardan uzak tutarsak; kendini anlayamayan, anlatamayan,

ifade edebilmek için gerekli ortak kültürel destekten mahrum kalan silik, içe dönük, bireylerin yetişmesine altyapı hazırlayarak toplumu yozlaştırma, parçalama, birliğini, dirliğini hedef alma gibi art niyetli açılımlara zemin hazırlamış oluruz. Kaldı ki şunu da göz ardı etmemek gerekir; bir toplumun kültürel bağ yapısını anlamak, kültürel kodlarını çözmek için yabancı istihbaratçılar o toplumun atasözü ve deyimlerini özellikle incelerler.

Bir de şu var; sanki herkes sözlüğe bakarak konuşuyor. “Söylediğim sözün sözlükte yeri var mı?” diye kimse sözlüğe bakıp cümle kurmaz. Herkes kendi yetiştiği topluluktaki ortak ifade ve deyimleri kullanmaya devam eder.

Dil bir kültürdür. İçinde elbette birilerinin değerlendirmelerine göre yararsız şeyler olabilir. Bırakalım bunun ayıklamasını, o kültürü oluşturan toplumun kendisi yapsın. Hiç kimse, Türkçede hangi sözlerin kullanılacağına masa başında karar vermemeli.

Türkçemizin zengin bir dil oluşu ile övünürüz. Ama bu dili kıyıdan köşeden budama hakkını, haddini de kendimize paye olarak vermekte asla çekingen davranmayız. Bugün; hücum, taarruz, tecâvüz, tasallut, sûikasd, akın, baskın, atak için artık sâdece SALDIRI; merhale, kademe, safha, hamle, pâye, rütbe,

Page 12: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

22 23

mertebe için AŞAMA; gurur, iftihar, haysiyet, şeref, izzet-i nefis için ONUR; teklif, tavsiye, telkıyn için ÖNERİ; alenî, bâriz, âşikâr, ayan, bedîhî, vâzıh, sarih, müstehcen, münhâl, üryan, meftuf, berrak ve defisiter için AÇIK “sözcük”leriye yetinmek zorunda kalıyoruz. Bunlar gibi budayıp kuşa çevirdiğimiz, karşımızdakine asla duyumsadığımız gibi aktaramadığımız ve bu nedenle hep anlaşılamamaktan yakındığımız, yanlış anlama ve anlaşılamamanın sebep olduğu kavgalara bulaştığımız kelimelerimiz var. Onları, topluma unutturmayı başardık. Bunun sonucunda, hala cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki şair ve yazarların ifade ve anlatım gücüne asla ulaşamıyoruz. Anlamları kelimeleştirip dil zenginliğine ulaşmak yerine, kelimeleri anlamların cenderesi gibi kullanır hale getirildik.

Türkolog Prof. Otto Jastrow şöyle bir tespiti var: “Türk Dili kültürel çok katlılığını ve nüans zenginliğini geniş ölçüde kaybederek yeniden ilk çıktığı tek boyutlu bozkır diline yaklaşıyor.” Dünyada, bizden başka, yakın dönem edebiyatını ve zenginleşmiş dilini “sadeleştiren” ikinci bir ulus daha hatırlıyor musunuz? 19.yüzyılın sonlarına doğru, Batı dillerinin de etkisiyle 92 bin kelimeye ulaşmış

Türkçemizi bugün 15 bin kelime ile yaşatmaya çalışıyoruz. 77 bin kelimeyi budamışız ve bu sosyal medyada kullanılan dille birlikte daha da artacak gibi görünüyor. Nihal Atsız: “Yakında artık karanlıkta konuşamayacağız. Çünkü el kol işâreti yapmaksızın merâmımızı anlatabilme imkânını kaybediyoruz.” demişti. Gerçektende bu ayıklamaların ulaştıracağı sonuç bundan farklı olmayacaktır.

Peyami Safa, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu romanında, roman kahramanı odabaşı Vafi Beyin dilinden şöyle aktarıyor: “Ben Ferid’i d ile yazarım, demişti. Ferit’in babası da bu fikirde idi ve Hamid’in “âhir-i ömrümüzde ismimizin sonuna bir it taktılar!” sözünü tekrarlarken kopardığı kahkahaların peşinden “bugünkü imlada fonetik yok, fonetik, fonetik!” diye bağırırdı.” Adı geçen Abdülhak Hamid Tarhan’ın, ünsüzlerin sertleşmesi kuralına karşılık, “hamdık, it olduk” dediği rivayet edilirmiş.

Oysa Selçuklulardan başlayarak Osmanlı’nın yıkılışına kadar geçen süreçte çok zengin bir dil oluşturmuştuk. Bu sürecin zirvesini oluşturan ve adına Osmanlıca denilen dili Arapça, Farsça ve Türkçeden oluşmuş bir dil olarak görmek yanlıştır. Birkaç dilin birleşmesiyle bir dilin

oluşması mümkün değildir. Bizim dilimiz Türkçedir. Başta Arapça ve Farsça olmak üzere, İmparatorluğun tebaası olan her halk bu dile katkıda bulunmuş ve ortaya herkesin anlayabileceği bir dil çıkmıştır. Karışan kelimeler ne kadar çok olursa olsun dilin esasını bozamaz, değiştirmez. Fransızcada, İspanyolcada, Portekizcede birçok Arapça kelime olmasına rağmen, kimse bu dillerin bir karışım olduğunu söylemez.

Aksine, İspanyolca, Portekizce, Fransızca der. Bunun gibi yeryüzündeki birçok dil bu gelişim ve açılım özelliğine tabi olmuştur.

Bütün bunlar bir yana, dedelerinin yazdığı eserleri orijinalinden okuyamayan hatta onların mezar taşına bile yabancı millet haline geldik.

Elbette çağdaşlaşmak, gelişmek adına dönemin şartları böyle bir harf devrimini gerektirmiş olabilir. Fakat radikal ve zorlayıcı bir modernleşme anlayışının ürünü bu değişimden sonra, eski yazıyı dinsellikle iç içe düşünerek, dini anlayışı modern devlet anlayışından soyutlarken bunu harflere de yansıtarak tamamen silip atmak bu millet için ağır bir kültürel sarsıntıya neden olmuştur. Eski yazı, dinden bağımsız bir biçimde ele alınıp bir kültürel sorun olarak değerlendirilmelidir.

Günümüz yazarlarından hiçbirisi, daha eski bir dil kullanmak istemezler. Çünkü anlaşılamamaktan korkarlar ki bu endişe doğrudur. Bu durumda bir iletişim aracı olan dil iletişimde engel oluşturabilir. Kimse Tevfik Fikret, Mehmet Akif, Namık Kemal gibi bir dil ile yazmaz, yazamaz. Ama onların yazdıklarını okumak bir zorunluluktur.

Aynı şekilde, dönemin mimari ve musiki özelliklerini de bilerek bunları okumak gerekir. Çünkü sadece edebiyattan oluşan bir kültürümüz yoktur.

1876-1923 yılları arasında çok sayıda edebiyat ve fikir adamı yetişti. 1923-1973 arasında ise 3-5 ismi hariç tutarsak yetişen şair, romancı, fikir adamı sayısı önceki döneme göre azdır. 1950’den sonra daha az, 1975’ten sonra kıtlık. Tersi olması gerekmez miydi? Bunda harfle, dille, inançla ve doğal olarak bunların beslediği duygu ve vizyonla oynanmasının büyük rolü vardır. Bir diğer unsur, ideolojiler. İdeolojik keskinlik, his zenginliği ve fikir derinliğini önlemiştir.

Bütün bunlardan farklı olarak şunu da belirtmek isterim ki, edebiyat metnini sadece iletişim mantığıyla okumak da doğru değildir. Edebiyat bir bilinç işidir ve bilinç ancak dille oluşturulur.

Sadece Osmanlıca eski yazıyı değil, kendi öz harflerimizi de çocuklarımıza tanıtmak durumundayız. Göktürk ve Uygur yazıtlarını Türkologlar aracılığı ile değil, sıradan bir yazıtı okur gibi okuyabilmeliyiz. Onları da çocuklarımıza tanıtmalı, onların geçmişinden kopmasına, sahip olduğu kültürün alt yapısına uzak durmasına müsaade etmemeliyiz.

Nurullah Ataç, zamanında, Batı uygarlığını “iyice” anlayabilmek için okullara Latince ve antik Yunancanın zorunlu ders olarak koyulmasını önermişti. Söylediği denendi fakat sonradan vazgeçildi. Şimdi bu öneriyi kendi öz kültürümüz için, Göktürk, Uygur ve Osmanlı alfabesi ve kullandıkları dil ile birlikte yapmak durumundayız. Kendi toplumumuzdan asla korkmamalıyız.

Çünkü biz de onun bir parçasıyız ve onu anlayabilmek için ondan kopmamalı, ortak değer ve reflekslerine sırt çevirmemeliyiz. Dilimiz kimliğimizdir.

Sesini değil, sözünü yükselt! Yağmurlardır yaprakları büyüten, gök gürültüleri değil. (Mevlâna)

Page 13: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

24 25

Mesut ARSLAN

İsa Yusuf Alptekin Ortaokulu Türkçe Öğretmeni

Bundan birkaç yıl öncesiydi. Üniversiteden yeni mezun olmuştum. Doğuda, memleketimizin ücra bir köşesinde başlayacağım öğretmenliğin hayalini kurarken bu göreve İstanbul’da başlamak nasip olmuştu. Çok heyecanlıydım. Yaşayacağım yer hem birçok insanın hayalini süsleyen İstanbul’du hem de İstanbul’un en güzel ilçelerinden biri olan Fatih.

İlk görevime uluslararası bir lisede başlayacaktım. Öğrencilerim yabancıydı. Aslında onlarla tanıştıktan sonra çok da yabancı olmadıklarını anlamıştım ama o zamanlar gözümde yabancıydılar. Bir taraftan İstanbul’u geziyor, diğer taraftan ise okulun öğretmenlerinden öğrenciler hakkında bilgiler alıyordum. Okulda dünyanın hemen hemen her ülkesinden öğrencilerimiz vardı: Somali, Gine, Liberya, Burkina Faso, Madagaskar; Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Kosova, Arnavutluk… Daha niceleri… Okul, küçük bir dünya gibiydi. Kolay değildi. Hem bir İmam Hatipte çalışacak hem onlara Türkçe öğretme imkânı bulacak hem de akademik yönden gelişmelerine katkı sağlayacaktım. Yani bunu başarabilirsem bir taşla üç kuş vurmuş olacaktım.

Öğrencilerin çoğu adını bile ilk defa duydukları bir ülkeye gelmişler ve bu ülkenin dilini öğrenmeye çalışıyorlardı. Yalnız dilini değil tabii… Türk insanını, ülkenin kültürünü, adetlerini, yaşam şekillerini… Meslektaşlarımın önceki yılla ilgili anılarını dinlemeye başladım. Dinlediklerim içerisinde birbirinden komik

durumlar vardı. Türkçeyi yeni öğrenmeye başlayan bu öğrencilerde en başta telaffuz hataları oluyormuş. Bizim aşinası olduğumuz kelimeleri o kadar farklı telaffuz ediyorlarmış ki ortaya birbirinden komik ifadeler çıkıyormuş. Belli bir seviyeye geldiklerinde ise kendilerince cümleler kurmaya başlıyorlarmış.

Arkadaşların anlattıklarına göre, dışarıya gezmeye çıkan öğrenciler Fatih Camisi’ndeki kedileri görünce çok şaşırmış ve derste öğrencilerden bir tanesi şöyle demiş:

–Hocam, İstanbul’da kediler çok kalebalik!

Bunları duydukça derslere karşı ilgim ve heyecanım artmıştı. Onlarla tanışmak için pazartesiyi iple çekiyordum. Derslerine girmeye başlayınca birçok telaffuz hatasının yapıldığını, birbirinden ilginç cümlelerin kurulduğunu gördüm. Öğrenciler kelimeleri öğrenir öğrenmez cümle içerisinde kullanmaya çalışıyordu.

Düzgün cümleler kuruncaya kadar bu durum sürüp gidiyordu. Bu da ortaya ilginç ifadelerin çıkmasını sağlıyordu. Kendilerine güldüğümü gördüklerinde alınganlık yapmazlar, sınıfça tekrar gülmemiz, eğlenmemiz için defalarca söylerlerdi. Özgüvenleri çok yüksekti. Onların bu yönünü hep takdirle karşılardım.

Dersin en zevkli yanı ise deyimlerle ilgili kısmıydı. Öğrencilerim Türkçenin en çok deyimlerine şaşırıyor, en çok bu deyimler kısmını öğrenirken eğleniyorlardı. Misal, “kafa” kelimesi ile “patlatmak” kelimesini öğreniyorlar, “Bu iki kelimeyi yan yana getirin bakalım.” dediğimde şöyle diyorlardı:

TÜRKİYE’DE HAVALAR ÇOK MÜNAFIK!

–Birisini dövmek, kafasını bir yere çarpmak, kafasından kan çıkmak…

Deyimin anlamını öğrendiklerinde ise deyimle alakasız buldukları anlamlara katıla katıla gülüyorlardı. Kısa bir süre içerisinde deyimlerin çok farklı anlamlara geldiklerini anlamışlardı. Her deyimden sonra zihinlerindeki “Acaba bunun anlamı ne çıkacak?” sorusuyla heyecan içinde beklemeye başlıyorlardı.

Bu ve bunun gibi anılar aklımda kalmasa da bir tanesi vardı ki onu unutmam mümkün değil. Bir gün onuncu sınıflardan birinin dersine girmiştim. Zil çaldı ve öğrencileri teneffüse çıkardım. O günlerde öğrencilere karışık olarak verilen kelimelerden cümle kurma ödevi vermiştim. Öğrenciler oluşturdukları cümleleri teneffüslerde kontrol etmem için bana getiriyordu. Öğretmenler odasına gitmeyip bu işle meşgul olmaya başladım. Onlara yanlışlarını gösteriyor ve cümleler üzerinde düzeltmeler yapıyordum. Bir ara yanıma Ugandalı öğrencilerimden Abdusselam geldi. Elinde göstereceği bir cümle yoktu ama onun gelişinden ortada bir sorun olduğunu anlamıştım. Kaşları çatıktı. Bir şeylere kızdığı belliydi. Pencereden eliyle gökyüzünü işaret ederek:

–Hocam, vallahi Türkiye’de havalar çok münafık, dedi.

Hiç güleceğim yoktu ama Abdusselam’ın bu sözü

zil çalana kadar güldürmeye yetmişti beni. Kendisini tam olarak ifade edemese de aslında onun ne demek istediğini anlamıştım. Ciddiyetinden bir şey kaybetmeyen Abdusselam’a gülerken şu soruyu sorabildim:

–Ne oldu, Abdusselam?

Ben onun kurduğu cümleye gülsem de o söylemek istediği duruma odaklanmıştı. Ciddi ciddi anlatmaya başladı:

–Hocam, sabah hava soğuktu! Ceket giydim. Derse geldim. Şimdi öğle oldu. Hava çok sıcak…

O günlerde hava parçalı bulutluydu. Kıştan yeni çıkmıştık. Bahar kendini yavaş yavaş hissettiriyordu. Havalar ısınmaya başlayınca Abdusselam’a sırtındaki ceket ağır gelmeye başlamıştı. Sabah giymese üşüyecekti. Öğleye doğru ise bunaltmıştı onu. Sınıfa bırakmaya kıyamayınca da ortaya böyle bir durum çıkmıştı.

Sözlerinde haklıydı. Çünkü kendi ülkesinde Türkiye’de olduğu gibi her an için değişebilen bir hava yoktu. Ceketle Abdusselam’ın arasını bozan, ne yapacağına karar veremeyen havalar öğrencimden fırçayı yemişti. Orhan Veli’yi mahveden İstanbul’un havası, bizim Ugandalı Abdusselam’ı sinir etmişti.

Page 14: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

26 27

TÜRKÇENİN MUHAFAZASI

ÜZERİNE

İsa DİNARPendik MTAL Müdür Yardımcısı

Günümüzde Türkçe, popülizm ve küreselleşme hareketlerinin yoğun etkisiyle lüzumsuz yere ya-bancı dillere ait kelime, terim ve imlâlar tarafın-dan istila edilmiş vaziyettedir. Bu çalışmada öncelikle dile yabancı kelime alınması durumu ve diller arası kelime alışverişi meselesi hak-kında kısaca bilgi verilip ardından Türkçe’nin bu husustaki genel durumundan bahsedilecek, mevcut sorunlar ortaya konulup bunlar hakkın-daki çözüm önerileri dillendirilecektir.

Muharrem Ergin dilin tanımını yaparken onun kendisine mahsus kanunları olduğunu ve an-cak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık olduğunu belirtmiştir. Dil bu doğal sey-rini sürdürürken bir yandan da çeşitli sebep-lerden (sosyal, ekonomik, teknolojik vb.) ötürü başka dillerden kelimeler alır. Bu noktada dil-cilerin ve aydınların anlaşmaya vardığı nokta “İhtiyaçlar dahilinde; dilde karşılığı bulun-mayan bir nesnenin adlandırılışında, kelime türetilemiyor veya türetilen kelime dilde kabul görmüyorsa yabancı dillerden kelime alınabilir.” şeklindedir. Çünkü dil kendi içinde türetilen kelimeleri her zaman kul-lanım sahasına çıkarmayabilir, onu kul-lanmama yoluna gidebilir. Bu durumda o

nesne geldiği toplumun adlandırılışının Türkçe posasında eritilmiş şekliyle kullanılır. Bu çerçev-eler dahilinde dile yabancı kelime alınışında ve diller arası alışverişte bir sorun yoktur ve bu çok doğaldır.

Özellikle günümüzde teknolojik gelişmelere ayak uyduramamış bu konuda dışa bağımlı, te-knoloji ve bilgi tüketen toplumlarda yabancı ke-lime alımı çok yaygındır. Türkiye de bu konumda olan bir ülke olarak nitelendirildiğinde bu tür bir sonuçla karşılaşmak mümkündür. Fakat ya-bancı kelime alımında gereksinimler dışına ve abartıya kaçılmamalıdır.

Türkçe eski dönemlerden beri birçok dille alışverişte bulunmuş ve birçok dilden kelime almıştır. Tanzimat devrine kadar olan devirle-rde bu alım din değiştirme temeline dayanmış; dinin benimsendiği devletlerin dillerinden ke-limeler alınmıştır. Yeni hayat tarzının seçilme-si doğrultusunda kelimeler alınması oldukça normaldir ve bu sosyal hayat ve dilin zenginliğini arttırır. Fakat bundan fazlası gereksinim dışıdır. Özellikle İslam dininin seçilmesinden sonra münasebet kurulan Arap ve Farsların dillerin-den alınan kelimeler Divan edebiyatında abartı sınırlarını zorlamış ve kelimeyle sınırlı kal-mayıp bu dillerin kuralları da benimsenmiştir. Dolayısıyla halktan kopuk bir edebiyat olarak

anılmıştır. Tanzimat’ın ardından yine abartı bir şekilde Fransızca’dan gerek olmadığı halde öz-enti kelime alıntıları yapılmıştır.

Günümüzdeki mevcut durum da gereksinimler-in ötesinde daha çok özenti ve gösteriş unsuru olarak kullanılan kelime alımlarına dayanmak-tadır. Dilin zenginliği olarak sayılabilecek alımlar -ki normal derecede yabancı kelime alımlarıy-la zenginleşen dilde anlatım ve ifade rahatlığı doğar- değil adeta Tanzimat devri romanlarında karşımıza çıkan zengin özenti züppelerinin kul-lanmış olduğu kulaktan dolma yabancı kelime kullanımının bir benzeri belki de ileri seviyede bir devamıdır.

Harf inkılabının ardından Arapça ve Farsça kelimelerinin abartı olan kısmı zamanla kul-lanımdan düşmüş ve dilde sadeleşme dönemi başlamıştır. Fakat özellikle 90’lı yılların başın-dan itibaren, dünyaya hakim olan İngiliz dilin-den kelimeler sosyal, ekonomik, siyasal vb nedenler dışında gayet keyfi ve gereksiz yere günlük konuşma dilimizde yer edinmiştir. Daha sonraları konuşma dilimizle de sınırlı kalma-yarak iş yeri ve işletmelerin, gıda maddelerinin, yerli oldukları halde markaların adları dahi ya-bancılaşmıştır.

Küreselleşme ve diğer sebeplerin dışında bu duruma neden olan şeylerin başında Roman Jakobson’un “Sanat ve Edebiyatın Görünümü” adlı makalesinde belirtmiş olduğu “toplumun kanaat önderleri” gelmektedir. Maalesef ki ülke-mizde etkin olan popüler kültür öğelerinin ve magazinsel medyanın, modernleşme çabalarını ve kültür gösterişlerini yabancı dillerden ke-lime kullanımı ile yapmaları Türkçe’nin günlük hayatta ve konuşma dilinde bu derece yabancı kelime yoğunluğuyla karşı karşıya kalmasını sağlamıştır. Öyle ki havalimanından ülkemize gi-riş yapan bir Türk manken nereden geliyorsunuz sorusuna “Christmas … Siz ne diyorsunuz adına (Gazeteciler “yılbaşı” derler.) Evet, evet yılbaşı kutlamasından geliyoruz.” diye cevap vermiştir. Bir şarkı yarışmasında jüri üyelerinden birisi şarkının bir yerinde hata yapan şarkıcı adayına kızarak “bunun excuse’i yok!” diyerek cevap ver-miştir. Bu gibi yanlış örnekleri çoğaltmak müm-kündür. Fakat bunlar gibi abartı ve özenti olan

gereksiz alımların yanında dili zenginleştiren ve anlatım, ifade rahatlığı sağlayan şiirsel edaya uygun –özellikle yüzyıllar boyu kullandığımız ve artık Türkçeleşmiş- kelimeleri bu kategoriye koymamak gerekir. Bilim ve teknolojik gelişm-elerle giren ve yerine önerilen kelimeleri kabul etmeyen dil bu kelimeleri kullanır, bu da artık dilin doğal karşıladığı bir husustur.Maalesef ki yukarıda vermiş olduğumuz yabancı kelimelerin günlük dilimize yerleşmesinden öte

artık imlâ olarak da ait oldukları dilin im-lasını kullanılmaktadır. İlk durum dahi kabul edilemezken dilin yapısını bozan bu yabancı imlâ kullanımı oldukça tehlike-lidir. Bu hususta çok değişkenli yapıya sahip olan dilin bir noktadan sabitlen-mesi gerekir. Bu da köklü ve sağlam bir imlâ an-layışıyla mümkün olabilir. İmlâ üze-rinde sürekli yapılmaya çalışılan

Page 15: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

28 29

değişiklikler olumsuz yönde etki göstermekte-dir. Şahsımca 1928 imlâsı değişmez bir bütün olarak kabul edilmeli ve çok değişkenli olan dil bir noktada sabitlenmelidir. Malum olduğu gibi İngilizce imlâ konusunda son derece tutucudur ve bu sayede kelimelerin yazılışı yüzyıllar boyu aynı kalmıştır, anlam değişiklikleri yine aynı doğal döngüsünde gerçekleşmiştir fakat yazım değişmemiştir. Artık günümüzde “ş” sesi “sh”; “ç” sesi “ch” olarak yazılmakta ve az önce bah-settiğimiz popüler kültür unsurlarında bu du-rum oldukça yaygınlaşmaktadır. Albüm kapak-larının, reklam tabelalarının, görsel medyanın çoğu çalışmalarında bu tür yanlış durumlarla karşılaşılmaktadır. Bu bakımdan en azından sağlam ve yaygın bir imla kuralı olduğunda bu tür durumların önüne geçilmiş olunacaktır.

Dildeki bu yaygın özenti yabancılaşmanın önüne geçilmesi için bu durumun bozulmasında et-kili olan faktörlerin iyileştirilmesi şarttır. İş yerlerine ruhsat verilirken, albüm kapak-ları için izin alınırken, televizyonlarda yazı ağırlıklı magazin -yanlış kullanımla daha çok bu programlarda karşılaşıldığından- programları yapılırken yetkili kurumlarca bu duruma dur denilmesi şarttır. Sıkı de-netim mekanizmaları oluşturularak bu

yaygın hatanın önüne geçilmeye bir an önce başlanmalıdır. Zira bir süre daha bu kullanım ve yazımlar devam ettikçe kitleler tarafından ben-imsenecek, alışılagelmiş bir durum olacak ade-ta meşru bir zemine taşınacaktır. Bu da Türkçe için adeta bir katliam durumuna dönüşecektir.

Netice olarak; dile yabancı kelime alımı konusun-da gereksiz aşırı ve yobaz bir milliyetçiliğe kaçıl-mamalı; dilin doğal gelişimi içinde kabullendiği; bilim ve sosyal gelişim için gerekli olan kelimel-erin, tabirlerin, uluslararası statüde kabul görmüş terimlerin kullanımda hoşgörü sahibi olunmalıdır. Bu alımlar kendi imlâ anlayışımıza uygun hale ge-tirilmelidir. Fakat kesin surette yukarıda bahset-miş olduğumuz abartı ve özenti kullanımlara müsaade etmemeli; Türkçemizin bu tarz yabancı kelime alımları içinde ezilmesine ve imlâmızın zedelenmesine büyük bir çaba ile karşı çıkmalıyız.

KAYNAKÇA:Develi Hayati; Osmanlı’nın Dili, 3F Yayıncılık, İstanbul, 2006Ergin Muharrem,Türk Dil Bilgisi, Bayrak Yayıncılık, İstanbul, 2004 Haşim Ahmet, Bize Göre, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969Jakobson Roman, Sanat ve Edebiyatın GörünümüSeyfettin Ömer, Yeni Lisan, Genç Kalemler, Selanik, 1911Uzun Nadir Engin, Ana Çizgileriyle Evrensel Dilbilgisi ve Türkçe, Mutulingual, İstanbul, 2000Yücel Tahsin, Tartışmalar, YKY, İstanbul, 1993Zima Peter V., Modern Edebiyat Teorilerinin Felsefesi (Çev.:Yrd.Doç.Dr. Mustafa Özsarı), Hece Yayınları, 2004

Ahmet YILMAZProf. Dr. Erol Güngör Ortaokulu Türkçe Öğretmeni

Temmuz’un on beşiydi, hatırlaGök kubbeyi utandıran ihaneti,Çoktular, aramızda dolaştılar, Kuzu postuna bürünmüş kurttular;Erken ölmeleri, genç ölmeleri anlat onlara…

Ateş, duman,Kaldırımlar kan revan,Can pazarı, ana baba günü,göz gözü görmez zulüm,Tutuşmuş, yangın yerine dönmüş akşam,Post kavgası, su katılmamış kibir,ipini koparmış vahşetBilenmiş bıçağa boynunu uzatmış millet;Anlat bunları, şehit babaları ve oğulları da anlat onlara…

Tanklar mı yürüyor, yürüsün!Uçaklar mı havalandı, köprüler mi tutuldu Mermiler mi sıkıldı merhametten mahrum,Bombalar mı düştü meclisin bağrına?Varsın cennette bir köşkümüz daha olsun!

Dualıyız anadan, dünyaya nam salmış atadan,Fatihleri hatırla, Kanunileri hatırlat, Abdülhamid’i kaldır düştüğü yerden,Ne kâğıt akçeler yeter ne de son kale sarsılır sırttan vurmayla,

Elbet mizan kurulur, bir gün hesap sorulur;‘Zulm ile abad olanın akıbeti berbad olur’*

Anlat onlara, Çocuk, genç ihtiyar, erkek kadın,İndiler meydana, er meydanı inledi,Bayraklarla süslediler Ulubatlı Hasanları, Nene Hatunların mahremini örttüler,Üçtüler, beş oldular, yüz oldular, bin oldular, milyon oldular,Kol kola girdiler ateşin ortasına, Gül oldular çıktılar bahçeden, tepeden tırnağa İbrahim, Ömer oldular yalın kılıç,Atlara binip gittiler, yemyeşil çayırlardan geçtiler;Meleklerin yıkadığı sahabeyi anlat onlara…

Ve anlat anlatılmamış ne varsa,Ve haykır kulağı az duyana,Ne bir macera idi ne serseri bir rüzgâr,Ne bir hikâye idi ne hayal,Kaleminin ötesinde memleket,Memleketin gökyüzünde kuşlar var,Kanadı kırık, yuvası dağılmış, aheste uçan kuşlar,Ufka doğru çırpınan, gözleri gülen kuşlar;

Anlat onlara bunu da…(07.02.2017)

(*) ‘Zulm ile abad olanınakıbeti berbad olur.’ (Yunus Emre)

TEMMUZ’UN ON BEŞİYDİ

Page 16: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

30 31

Özlem AÇARPendik Alemdarpaşa Ortaokulu Türkçe Öğretmeni

Okumak, anlamak, anlatabilmek… İnsan için en etkili öğrenme yollarından biridir kitap okumak. Okuyan kişinin kendine güveni artar. Aynı zamanda insanın düşünce gücünü geliştiren kitaplar, bizi farklı diyarlara götürerek geniş dünya görüşüne sahip olmamızı sağlar. Kitapların gizli dünyasında çıktığımız yolda, farklı bakış açıları kazanarak olayları ayrıntılı inceleme imkanı elde ederiz.

Okuyan kişiler zengin kelime dağarcığına sahip oldukları için etkileyici konuşmalarıyla hitap ettikleri kişilerde güçlü bir etki uyandırırlar. Bu da insanların birbirleriyle olan ilişkilerini güçlendirmekte, kişilere daha sosyal bir nitelik kazandırmaktadır. Bir insanda kelime dağarcığının geniş olması kültür seviyesini de artıran bir unsurdur. Her fırsatta kitap okumayı hayatının merkezinde taşıyan kişiler, edindikleri bilgi ve kültür sayesinde toplumda etkili bir

kişiliğe sahip olurlar. Bu özelliklerin hepsi, kişilerin öncelikle kendileri için okumaları gerektiğinin bir göstergesidir.

Çünkü kitap okumanın faydalarından biri de insana kendini daha iyi tanıma fırsatı vermesidir. Örneğin; ampulü bulan Edison, ünlü fizikçi Einstein üniversite mezunu kişiler değillerdi. Ancak okudukları kitaplar sayesinde hangi alanda yetenekli olduklarını fark ettiler ve başarılı oldular.

Kendimizi tanıyarak başarılı olmanın en önemli yolu okumaktır o zaman. Yine büyük bir imparatorluk olan Osmanlı Devleti, Yavuz Sultan Selim döneminde en güçlü dönemlerinden birini yaşamıştır. Neden mi? Yavuz Sultan Selim, savaşta dahi develere yüklettiği kütüphanesini yanından hiç ayırmamış, günlük 3 saate indirdiği uykusuyla gününün büyük bir bölümünü kitap okumaya ayırmıştır Günümüze baktığımızda maalesef toplum olarak kitap okumuyoruz.

Türkiye’ de 6 kişi yılda 1 kitap okumaktadır.

AH!

KİTAPLAR

AH!

Kütüphaneye gidenlerin sadece %8’i kitap okumak için gitmektedir. Peki neden az kitap okuyoruz? MEB’in geçmiş yıllarda yaptığı bir ankete göre, insanların okumama sebepleri arasında kitap okuma alışkanlığının olmaması %50 oranla dikkat çekmektedir. Türkiye’de kitap okuma alışkanlığına sahip olanların sayısı ortalama 40.000 kişidir. Toplumda “boş zamanlarınızda ne yaparsınız?” sorusuna, “kitap okurum.” cevabının verilmesi oldukça yaygındır.

Ancak kitap okumak boş bir zaman etkinliği değildir. Kitap okumak için zaman ayırarak o zamanlarda kitap okumalıyız. Çünkü kitap okuma alışkanlığı kazanmış kişilerin boş zamanı olmaz. Bu alışkanlık toplumda yaygın hale geldiğinde bu soru da ortadan kalkacaktır.

Her kötülüğün başında cahillik gelmektedir. Cahillikten kurtulup bilgili ve kültürlü olmanın yolu da okumaktan geçmektedir. “Unutmayın ki, en büyük düşman cahil dosttur.” Okuyan bir toplum olmak dileğiyle…

Page 17: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

32 33

ÖZGÜVENEylem AYDINBuhara İlkokulu Sınıf Öğretmeni

Konuşmacı ekrana bir görüntü yansıttı. Rengi pek belli olmayan üç delikli, içi oyulmuş bir dal parçasına benziyordu. Ne gördüğümüzü sordu ‘müzik aleti’ cevabını verdik. Daha görmediğimiz pek çok şey olduğunu söyledi... Kaç yıllık olduğunu sordu ‘300, 500, 10.000..’ diye cevaplar verdik. 40.000 yıllıktı, kemikten yapılmıştı..

Konuşmacıyı, ekrana her baktığında heyecanlandıran, övgüler yağdırdığı kemik parçasının önemini hala idrak edememiştim ta ki şu sözleri işitinceye kadar…

“Mağarada yaşayan insanlardan biri karnını doyurduktan sonra geriye kalan kemiklerden birini eline aldı. Muhtemelen kemiğin içi boştu, o da üfledi. İçinden uğultuya benzer bir ses çıktı, şaşırdı. Tekrar üfledi, tekrar, tekrar… Acaba delikler açsam başka sesler çıkar mı dedi, delikler açtı. Sonra deliklerin büyüklüğü farklı olsa nasıl sesler çıkar diye düşündü, delikleri büyükten küçüğe sıraladı. Sonra delikler arası mesafeyi değiştirsem nasıl ses çıkar diye düşündü, denedi ve bu gördüğünüz müzik aleti meydana geldi.” Konuşmacı anlatmaya devam etti.

“Basit gibi görünen bu aşamalar bilimsel bir süreçtir, bu da bir icattır.. Geometri, matematik, jeoloji, biyoloji, fizik vs. bilim dallarından yararlanılmıştır. 40.000 yıl önce bunu icat eden kişi, günümüzde kansere çare bulmuş bilim insanıyla eşdeğerdir...”

Konuşmacı, kendisini dinleyen öğretmenlerde istediği etkiyi yaratmış olmanın verdiği memnuniyetle seminerini şu soruyla taçlandırdı.

“Ülke olarak biz neyi icat ettik?” Çıt yok..

“Peki neden icat edemiyoruz?”

Bunun cevabını semineri özetleyerek aktarmak istiyorum: Gelişmiş toplumlardaki insanlar; bilimsel bilgiyi kullanır, birbirine

güvenir ve birbirini sever. Bizse böyle insanlar yetiştirmediğimiz için buluşlar yapıp icatlar çıkaramıyoruz. Öğretmen ve ebeveyn olarak bizim bilime yakın duran, özgüveni yüksek, insanları seven çocuklar yetiştirmemiz lazım. Peki nasıl olacak bu iş?

Çocukların soru sorması öğrenmeye hazır olduklarını gösterir. Onların sorularına, arkasından başka sorular geleceğini bilerek elimizden geldiğince cevap vererek onları aydınlatmalıyız. Böylece onlara özgüven kazandırmayı başarabiliriz.

Milletçe çocuk yetiştirme konusunda yaptığımız pek çok hata var. Çocuğunun incinmemesi, üzülmemesi için onların her işini yapan, böylece sorumluluk duygusu gelişmemiş, anne babaya bağımlı, özgüveni eksik çocuklar yetiştiriyoruz. Çocuğunun suyunu getiren, okul çantasını hazırlayıp ödevlerini yapan, ayakkabısını bağlayıp çantasını taşıyan.. Bütün bu yapılanlara karşın çocukların yine de mutsuz olduğunu görüyoruz. Maalesef istediğini yaptırmak için dünyada gözyaşı dökmeden ağlamayı becerebilen çocukların tek örneği bizde…

Emekleyen bir bebek düşünün, bir elini kanepeye attı, belli ki ayağa kalkıp kendi ayakları üstünde durmak istiyor. Biz malesef buna bile izin vermiyoruz. Kollarından tuttuğumuz gibi kanepeye oturtup onun başarma duygusuyla birlikte kazanacağı özgüveni de elinden almış oluyoruz. Çocuklarımıza sürekli neyi nasıl yapması gerektiği konusunda uyarılarda bulunup, çocuklarımızın kendisini ‘başarısız’ hissetmesine zemin hazırlıyoruz. Peki, anne ve baba okumamış, cahil kalmış bilmiyor.. Çocuklar özgüvenden ve bilimsellikten uzak mı yaşayacak? Hayır tabii. Sen varsın sevgili öğretmenim. Çocukların ailede kazanamadıklarını sen telafi etmelisin. Eğer bunu biz telafi edemezsek muhtemelen hayatta başka şansı olmayacak, avuçlarımızdan kayıp gidecek… Sevgili anne, baba ve öğretmenler; yaptığı buluşlarla dünyada saygınlık kazanmış bilim insanları yetiştirmek, özgüveni olan çocuklar yetiştirmekten geçer.

Page 18: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

34 35

Doğuhan Murat YÜCELHezarfen MTAL Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

Daha yeni atanmıştım. Hâlâ da öyle sayılırım. Henüz iki yıl oldu, ama ilk günleri hep hatırlarım. O günler hakkında yazarım. O günleri hep saklarım. Ümitsizliğe düştüğüm zaman o günlere bakarım. İbret alarak devam ederim. Bin bir güçlükle kurduğum temellere bakarak güven duyarım. O günlerdeki zorluklar temelinde geleceğin dimdik bir duruş getirdiğini bilirim.

İşi bırakıp öğretmen olmuştum. Dışarıdan bakanlar anlayamamıştı. Memurluktan ne kazanacağımı sorguladılar. Hâlbuki olay başarılı olmak değildi. Ben faydalı olduğumu hissetmek istemiştim. Cepler değil, hisler önemliydi. Başarılı değil, iyi olmak istiyordum. İyi olmak ve iyi bir hayatı hissetmek. Sonraları cebin de önemli olduğunu anladım, ama bu eksiklik büyük bir hayat kazanmanın yanında hiçbir şeydi.

Bir hayat istedim, geldi. Öğretmenlik hayatı başlamıştı, ama hiç de beklediğim gibi değildi. İlk atama için seçtiğim okul yakındı, ancak uzak durmak istediğim bir yer haline geldi. Yeni gelen öğretmenleri zorlamak adettenmiş. Sonradan öğrendim. Öğrenmeye gelmiş bir sürü çocuk, ne kadar kötü olabilir dedim. Öğrenmeye gelmeyenleri akıl edemedim. İyi bir hayat fikrimin yerini ahlâk ve sorumluluk kaygıları aldı. Öğretmenlik filmlerdeki gibi olmuyordu. Günümüz dünyasının altında mucizeler de görünmüyordu. Anlamaya çalışırken bocaladım.

Öğrenciler ile münakaşa etmek, rutin haline gelmişti. Endişelendim, ama kendim hakkında değil. Dayak yemek değildi mesele, daha önce yemiştim. Acaba boşa mı gidiyordu emeklerim? Hiçbir işe yaramıyor muydum? İyilikleri için çabalayıp karşılığını bu şekilde mi alacaktım?

Kafa karışık, görüntü bulanık, planlar darmadağın olmuştu.

İyi olmak neden ters tepebilir? Bu soruyu düşünüp durdum. Değişmesi gereken bir şeyler olduğu belliydi. Ya gayreti bırakıp alelade olacaktım; ya da farklı bir bakış açısıyla yaklaşmalıydım. Umudumu yitirmeli miyim dedim, bırakmalı mıyım her şeyi? Ya kenarda oturan iyi çocuklar ne olacaktı? Çabalamayı bıraksam onlar ne yapacaktı? Sınıfta kötülük gördüğüm kadar, umut da görüyordum. Kötüyle uğraşmamak, umudu söndürmek demekti. Bunu göze alamadım.

Farklı bir bakış açısı olmalıydı. Diğer öğretmenlerden hikâyeler dinledikçe açıyı yakaladım. Orada anladım ki aslında isteğim tam olarak buydu. İyi olmak istiyordum, iyilik fırsatı geliyordu. Bir işe yaramak yerine, büyük bir işe yarayabilirdim. Kendimi iyileştirirken memleketi de hesaba kattım. Memleket yardım istiyordu. Ülkemin geleceği sınıflarda kurulmayı bekliyordu.

Herkes dünyayı kurtaran adam olma hevesindeydi. Öğretmenler ise ufaktan kurtarıyordu, ancak fazlasını göremiyordu. Okul için çabalayan çok kişi vardı, ancak sistem için çabalayan azdı. Acaba sorunları temelli çözemez miydik? Yaşadığım sorunlar yol gösterdi. Belki de öğrencilerin ne yaptığını değil, neye sebep olduğunu düşünmeliydik. Olayların ardına bakmak genele ilişkin düşünmeyi getirebilirdi.

Sisteme uyum sağlayamayan öğrencilere aynı şeyden daha çok dayatıyorduk. Bir şablonu herkese uygulamak yersizleşmişti. Bize dair özgün bir sistem kurmak gerekiyordu. Biz ile kast ettiğim hem ülke çapında, hem kendi okulumuzda, hem de karşımızda bulunan öğrenci ve öğretmen arasında bir eğitim anlayışıdır. Bireysel farklılıkları hesaba katmak ve ona göre hareket etmekten

BİRAZ ÇABA BİR NESİL

bahsediyorum. Küreselleşmenin karşısında bireyselliği savunmalıydık. İnsan olmanın zenginliği olan bireysel farklılıkları kültürel farklılıklardan başlayarak dikkate almak ve özgün olmak gerekiyordu. Yozlaşmanın karşısında özleşmeliydik.

İlk görev yerimde farklılıkları hesaba katmak gerektiğini anlamıştım. Yalnızca bireyleri değil, bir makro birey olan Türk kültürünü de göz ardı ediyorduk. “Türk” eğitim sistemi kurmak ne kadar zor olabilirdi? Bize dair ve bizden olması sağlanabilirdi. Okulumuza ve öğrencilerimize özgün çözümler getirmek tutumunu edindim. Derslerimde öğrencilerin kendi yaşamlarından örnekler vermeye gayret ettim. Hayata ilişkin düşüncelerine ve gayelerine göre materyal kullandım. Böyle olunca öğretmenin öğrenciye gitmesi yerine, öğrenci bilgiye geliyordu.

Bu uğurda FATİH projesi ile gelen olanaklar anlık ihtiyaçlarda dahi başarı sağladı. Grubun ihtiyaçlarına uygun çözümler hiç hazırlık olmasa bile akıllı tahtadan bulunabiliyordu. Özgün ve farklılıkları göze alan bir anlayışta en büyük yardımcımız oldu. Tahta açıldıktan sonra ders bir alışverişe dönüşüyordu. Eğitimin tek taraflı bir kavram olmadığını anlamaya başladık. Öğrenci kendisinin önemsendiğini, onun için bir şeyler yapıldığını hissedince özveride bulunabiliyordu.

Kendimi değil sistemi düşünmeliymişim. Böyle düşünmeye başlayınca önümü görmek niyetindeyken sorunu gördüm. Dersleri şablon halinde değil, etkinlik olarak yapmaya başladım. Daha sonra bu yolda en kolay ve ulaşılabilir çözüm olan FATİH projesinin t o p l u m u m u z a anlatılması için ç a b a l a m a y a başladım.

Bireysel farklılıkları dikkate alınca herkesin hakkını da teslim ettim. Bir çocuğun dünyaya öğrenmek için geldiğini ve en büyük suçun kötü bir çevreye kurban edilmesi olduğunu anladım. Eğitimin, hele ki on iki yıllık

zorunlu eğitimin insanlık tarihine nispetle yeni bir olay olması da cabasıydı. Binlerce yıldır savaşçı olması için eğitilen çocuktan, şimdi saatlerce oturup dikte edilenleri yazması bekleniyordu. Hem de, gelişmişliğin kendine çeken birçok uyaranları arasında!

İlk başta öğrenciler neden derse ilgi duymuyor diye debelenmekteydim. Neden iyilikleri için yaptığım çalışmalar bana hakaret olarak dönüyordu? Şimdi onların kabahatini topluma atfediyorum. Toplum ise bizden başkası değil. Belki bireysel hayatlardan sorumlu değilim, ancak sistemden sorumlu olmalıyım. Anladım ki sistemin daha iyi çalışmasını sağlamak, sistemin parçası ve

hayatların hazırlayıcısı olan öğretmenin bir göreviydi.

Çevre tarafından verilmeyen motivasyonu öğretmen

vermeliydi. Bunu en kolay ve sisteme yayılacak şekilde sağlamak ise toplumumuz için çok yeni bir şey olan teknoloji destekli eğitim sayesinde mümkündü.

Ben de okulda FATİH projesini kullanmaya alışmanın yanında sisteme de çözüm sunmaya niyetliydim. Henüz meslekteki ilk yılım olmasına r a ğ m e n merakım takdir edildi ve

öğretmenlerimize bu olanağı anlatma görevi edindim.

İlk zamanları hep hatırlarım. Zorluk çekiyordum, çünkü bireysel düşünüyordum. Şimdi geneli dikkate almayı öğrendim. Sorunlara karşı teknolojiden yardım aldım, kendimi FATİH projesinin bir elçisi olarak buldum. Her sorunda sistemi biraz daha geliştiriyorum. U ğ r a ş m a k t a n yılmıyorum. Bazen en yüksek teknoloji bile kâr etmeyebiliyor. O zaman da içimden tekrarlayıp duruyorum: “Kendini değil memleketi kurtarıyorsun. Bir anlık sıkıntıyı bir nesle değişme.”

Page 19: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

36 37

İbrahim SELÇUKEsenyalı Turgut Reis İlkokulu Sınıf Öğretmeni

Günümüz teknoloji çağı olmuş ve hayatımızı kolaylaştırmak adına içimize, çevremize, hayatımızın her alanına girmiş artık. Bundan kaçmaya çalışmak bile mümkün değil ve zaten de çağa ayak uydurup çocuklarımızı da kendi çağlarına göre yetiştirmek zorundayız. Bu noktada toplum olarak varlığımızın ve devamımızın anlamı yavrularımıza karşı sorumluluklarımızı yerine getirmek durumundayız.

Devlet adına, İslam adına, insanlık adına ve kendi adımıza yetişen gelecek demektir yavrularımız. Baş döndüren hızla gelişen teknolojiye ayak uydurmak mümkün değil zaten. Ama konu çocuklarımız olunca; “Onların bu teknolojiye ne kadar ihtiyaçları var?”, “Teknolojiyi nasıl kullanıyorlar?”, “Teknoloji, beyin, beden ve ruh gelişimlerini nasıl etkiliyor?” sorularını sormadan geçemiyorum. Günümüz çocuklarına baktığımda hepsi genelde tek başına vakit geçirmektedirler.

Ellerinde telefon, tablet, bilgisayar, televizyon gibi aletlerle dış dünyadan ve gerçeklerinden yoksun yetişen yavrularımız. Okula geldiklerinde, arkadaş ortamına girdiklerinde, ellerine kitap aldıklarında bir türlü mutlu olmayı başaramıyorlar. Sürekli sıkıldıklarını ve sızlandıklarını görmekteyiz. Evindeki sanal dünyasından uzak olmak onu huzursuz etmektedir sürekli. Sanal gerçeklik yavrularımızı dış dünyadan tamamen soyutlamış.

Anneler babalar olarak çocuklarımızla baş etmenin yolunu telefon, tablet, bilgisayar, televizyon gibi aletlerin başına koymakta bulmuşuz. İlerleyen zaman diliminde de çocuğun ders çalışmadığından, dikkat eksikliğinden, dikkat dağınıklığından, sıkılmasından şikâyetçi oluyoruz.

Biz çocuğumuzu gerçek hayattan koparıp kendi iç dünyasındaki sanal âleme gönderip yalnızlaştırmıyor muyuz? Kendimize sorduğumuz bu sorunun cevabı maalesef bizde de çok uzun süreli bir etkisi olmuyor. Biz de kendi vicdanımızdan kaçıp işin kolayını uyguluyoruz. Eski düzen -çocuğun istediği gibi- telefon, tablet, bilgisayar, televizyon gibi aletlerin başında vakit geçirme isteklerinin devamı sürüp gidiyor.

Ben çocuğumun her istediğini aldım, eksiğini bırakmadım gibi maddi eksikliklerin giderilmesi ona karşı sorumluluğumuzu yerine getirdiğimiz hissini doğuruyor içimizde. Acaba yavrularımızın ihtiyaç ve isteklerini mi alıyoruz yoksa onlardan çaldığımız zamanın -onlara ayırmadığımız zaman- vicdanı mı aldırıyor bu istek-ihtiyaçları. Gerçekte çocuğumuzun tek eksikliği mont, ayakkabı, tablet… gibi para ile alınabilen eşyalar mı?

Alınan bir tabletin veya maddi değeri olan bir hediyenin çocuğumuzdaki mutluluk karşılığı daha yenisini arkadaşında görene kadar ya da ondan hevesini alana kadardır. Bu noktada kendimizi sorgulamamız gerekiyor. Almayı düşündüğümüz

ÇOCUĞUNUZU

YALNIZLAŞTIRMAYIN

(Teknoloji Bağımlısı Çocuk)

hediye ona zarar verecek mi? Onun anlık mutluluğuna değecek mi? Ya da gerçekten çocuğumuzun bizden beklentisi ve isteği bunlar mı yoksa bizimle etkili vakit geçirebilmek mi? Hepimizin çocukluğumuzdaki anlar sorulduğunda duygusal, samimi, temiz hislerle yaşanan anılar gelir aklımıza. Fakat günümüz aile ortamlarına baktığımızda bu eksikleri görmezden geliriz sürekli. Bu görmezden geldiğimiz gerçekler ve unutulmaz anıları mı saklıyoruz, esirgiyoruz yavrularımızdan.

Onların ihtiyacı olan bu samimiyet yerine sanal âlemin oyalayıcı, gerçeklikten uzak ve yalnız dünyasına mı itiyoruz gelecek neslimizi-çocuklarımızı. Kendi ailemizde nasıl bir hayat düzeni içerinde yaşıyorsak tabii olarak evlatlarımız da o şekilde hayat tarzını benimseyip yalnız ve sanal dünyalarında yaşayacaklardır. Bizim çocuklarımıza karşı tutumlarımız aslında onlar aracılığıyla dış dünyaya yansımamızdır. Yapmacık hareketleri ve yalanı bilmeyen yavrularımız ailelerin birer aynasıdırlar.

Bizi yansıtırlar, bizi anlatırlar çevremize. Aileler de toplumun en temel ve en küçük parçasıdır. Biz ailelerimizi nasıl şekillendirir, nasıl geliştirirsek toplumdaki yansıması ve toplumun da yansıması o şekilde olacağından geleceğimiz olan yavrularımızı en sağlıklı ortamlarda yetiştirmenin kaygısı içerisinde olalım. Yavrularımızdan, vakitlerini teknolojiye feda etmeden etkili kullanalım ki onları yalnızlığa itmeyelim.

Teknolojiyi ihtiyaç ve gerekliliği kadar kullansak ve zamanı yavrularımızdan çalmasak, belki onlar da yalnız büyümeyecekler ve hayatta daha mutlu-umutlu bireyler olacaklardır. Bizim zamanımızı zapt etmiş kendi elimizdeki teknolojik ürünlerden kurtulamazken çocuklarımıza hadi yat artık, ders çalış biraz, kitap oku, bırak artık televizyonu, bırak şu tableti, kapat artık bilgisayarı cümlelerinin geçerliliği ne kadar olabilir acaba?

Lütfen kendi çocukluğunuzu hatırlayınız. Yaptıklarınız, yapabildikleriniz, sorumluluklarınız, elinizdeki imkânlar ve imkânsızlıklar… Kendi çocukluğunuzdaki duygularınız. Aileler arasındaki işbirliği, iletişim, işbölümü. Şimdi çocuklarımızın yerine kendimizi koyalım ve ne kadar yalnızlaştırdığımızı bir düşünelim. Onlara vermediğimiz sorumluluklar, onlar adına verdiğimiz kararlar, onların adına öğretmeniyle-arkadaşlarıyla yaptığımız konuşmalar.

Çok değil, 20-25 sene öncesine gittiğimizde; zaman geçirmek, oyun oynamak adına uğraş ve meşguliyetimizi kendimiz üretirdik. Tahta parçasını silah yapar, tel parçasını arabaya dönüştürürdük. Hayal dünyamızı oyunlarımıza, gerçek dünyamıza aktarırdık. Üretken bir çocukluktan hazırcı bir çocukluğa… Günümüzde yavrularımız doymuşluk duygusunu o kadar çok yaşıyorlar ki okulda, akademik hayatta bir gaye, amaç edinme ihtiyacı hissetmiyorlar. Çocuk ulaşmak ve elde etmek istediği -yiyecek, oyuncak, kıyafet, gezi gibi- her

Page 20: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

38 39

şeye kolayca ulaşıyor ve hazırcı bireyler olarak toplumda olmaları gereken yeri alamıyorlar.

Dahası hazırcı yetişmeleri için biz yetişkinler yavrularımızı zorluyor onların önüne seriyoruz dünyaları. Oyuncak dükkânına giren 6-7 yaşlarında bir çocuğu düşünün. Almak istediği bir oyuncağı seçmekte o kadar zorlanıyor ki… Bazen de bulamıyor bile. O yaşa gelene kadar yaşına uygun ya da değil birçok oyuncağı almışızdır zaten. Toplum içerisinde, yaşıtları arasında yalnız bireyler olarak yetişiyorlar bunun sonucunda da.

Ellerindeki teknolojik oyuncaklar onları toplumdan ve akranlarından uzaklaştırıyor aslında. Sosyal medya diye sanal bir gerçeklik kurmuşlar bu teknolojik ürünlerle. Birçok aile de çocuğunun bu sanal yeteneği ile maalesef gurur duymaktalar. Değişik ortamlarda “Benim çocuk bir bilgisayar kullanıyor ben bilmiyorum onun yaptıklarını.” cümlelerini değişik şekillerde hepimiz işitmişizdir bir şekilde. Fakat çocuğa bu sanal âlemin ne faydası oldu, çocuğu nasıl geliştirdi? Bu soruların cevabının hepiniz tarafından olumsuz olacağı aşikârdır. Çocuğumuzu gelişen ve değişen dünyadan ve içindeki teknolojiden bağımsız ve uzak yetiştiremeyiz tabii ki. Fakat onun, gelişmesinde ve yetiştirilmesinde yardımcı olacak şekilde yönlendirmelerde bulunmamız gerekmektedir.

Okul ortamında yavrularımızı gözlemleme şansını bol bol buluyorum mesleğim gereği. Yaptığım gözlemlerim çocuklarımızın yalnızlaştığı sonucuna ulaştırıyor her defasında beni. Bir arada oynuyormuş gibi görünen çocuklara baktığımda sürekli birbirlerine zarar verdiklerini ve bu şekilde eğlendiklerini zannettiklerini gözlemliyorum. Maalesef öğrencilerimizin grup oyunları oynayamadıklarını aslında her birinin bireysel hareket ettikleri gözlemlerime yansıyor sürekli. Yavrularımız arkadaşları ile nasıl oynamaları ve birbirlerine karşı nasıl davranması gerektiği gerçeğini algılayamaz hale gelmişler. Bilgisayar oyununda zannediyorlar adeta kendilerini. Yaptıkları yanlış davranışların ve arkadaşlarına zarar verdiklerinin farkında bile değiller. Bilgisayar oyunlarına baktığımızda da benzer durumlarla karşılaşmaktayız.

Yandığı zaman oyunu yeniden başlatıyor ya da oradaki oyunlarda insan dövmek, öldürmek, zarar

vermek amaç edinilmiş zaten. Oyun kazanabilmek için çocuk bunları uygulamak zorunda. Arkadaşları ile bir araya geldiklerinde hemen hepsi kendileri olmaktan çıkıp oyundaki ya da çizgi filmdeki bir kahramana dönüşüyor. Doğal olarak da onun yaptıkları -kendilerince doğru saydığı- davranışları sergiliyor. Sonuçta kendisi de arkadaşları da zarar görüyor ve bu ortamda oyunu-hayatı yeniden başlatma sekmesi yok maalesef.

Bu tür oyunların tekrarlarında ise çocuk kendi kimliğinden uzaklaşmaktadır. Yavrularımız kendi iç dünyalarında bile yalnız kalıp kalabalık ortamlarda dahi hayali dünyalarında yer bulmaya çalışmaktadırlar. Ders dinlememe, kitap okumama, ders çalışamama, kitap okuyamama, düzen kuramama, sürekli canı sıkılma gibi olumsuzlukları doğurmakta bu durumlar.

Aileler sürekli olarak çocuklarının evde ders çalışmadıklarından ve ders çalıştıramadıklarından şikâyet etmektedirler. Öğretmenlerle yaptıkları görüşmelerin ardından da hemen düzelme beklentisi içine girip sabırla ve süreklilikle yapılması gereken olumlu davranışların geliştirilmesi hususunu atlamaktadırlar.

Sigara içen bir yetişkine sorulduğunda zararları konusunda hepimizden daha fazla bilgiye haiz olmasına rağmen bu alışkanlığından vaz geçemediğini görmekteyiz. Çocuklarımız da okul çağına gelene kadar teknoloji bağımlısı olmuşlar, gerçek dünyadan kopmuşlar ve yalnızlaşmışlar. Tabii ki bu durumun düzelmesi anında karşılık bulacak bir davranış değişikliği değil, sürecin başlangıcıdır.

Onunla bir anne olarak bir baba olarak ciddi ve kendisini önemli hissettirecek sohbetler yaparak davranışlarına nüfuz edebiliriz. Konuştuğumuz çözüm yollarında onu yalnız bırakmayarak ve ona destek olarak, uygulamada kolaylıklar sağlayabiliriz çocuğumuza. En önemlisi onu iyi anlayabilmek olaylara onun gözüyle bakabilmektir. Yavrularımıza atılacak her adımın karşılığını mutlaka görürüz.

Yapılacak olan çözüm uygulamaları ve aşamaları ile ilgili de anne-baba arasında uyum olmalı ve ortak ağız olmalıdır. Anne-baba arasındaki söylem çelişkileri ve davranış çelişkileri çocuğu istemediğimiz bir hayal dünyasına itmektedir maalesef.

Mehmet SILGANVelibaba MTA LisesiTürk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

Bugün ben çok mutluyumŞimdi ben varım anneİnan ki huzurluyumÇünkü canlıyım anne

Henüz yoktur bedenimBeni bilmedin anneYüzüm yoktur ve tenimBenliğim vardır anne

Ben kızın olacağımHayalim güzel anneParklarda koşacağımGüzel çiçeğim anne

Şekillendi dudağımÇok güzel oldu anneGamzelidir yanağımÖpücük kondur anne

Dudaklarım güzeldirİlk sözüm sensin anneYanaklarım özeldirBir okşayıver anne

Kalbim çarpıyor anneBabam beni dinlesinMerhametinle anneKalbimi temizlesin

Bir öpücük ver bana Gözlerin gülsün anneKalbin temizdir anaŞefkatli sözlü anne

Çıktı da parmaklarımElini tutacağımUzadı ayaklarımKırlarda koşacağım

Gözlerim şekillendiAma her yer karanlıkOlsun yakına geldiOlacak çok aydınlık

Kalbimiz bir çarpıyorBen duyuyorum anneBenim de kıpırdıyorDuyuyor musun anne

Doktor hanım bir geldiUltrasona baktınızBebek olacak dediBeni şimdi yaktınız

Anne neler oluyorSoğuk makas yaklaştıNiçin gözün dolmuyorBak o şey çok yanaştı

Yine makas geliyorBacaklarımı tuttuAnne neler oluyorBir bacağımı yuttu

Ne olur koru anneBacağı kesmesinlerCanım acıyor anneKötülük etmesinler

Anne yine o geldiKopardılar kolumuBu ne tufan bu seldiŞaşırdım ben yolumu

Anne yaklaştı o şeyBoğazımı sıkıyorÇok da keskindir o şeyBeni canlı kesiyor

Aman Allah’ım amanBeni canlı kestinizHalim oldu pek yamanİnsanlığı biçtiniz

Ben kötülük etmedimİstemediniz beni Kol bacağı kesmedimSizi vicdansız sizi

Vicdanlar körelmiştirBeni canlı keserkenİnsanlık da bitmiştirBu rüzgâr hep eserken

Ne yaptım ben sizlereBöyle cani oldunuzGirmeyin krizlereKatilim siz oldunuz

Böyle anne yok olsunÇocuğunu keserkenVicdanlılar çok olsunEvladını beslerken

Hayallerim özeldiAnnemi öpecektimMoralim çok güzeldiBabamı sevecektim

Kezebşevti ağlıyorKan gelir gözlerinden Ciğerleri yanıyorBu yanık sözlerinden

NOKTA!

Page 21: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

40 41

Emrah SAYĞIÖmer Nasuhi Bilmen İHO Türkçe Öğretmeni

Ey oğul; susma, hakikati haykır!Vakit şafak şimdi, bu bir akındır.Esaret zincirlerini bir bir kır.Zafer için sefere çıkma zamanı.

Dağları del, ipekten iğne ileDeğmeden tek çiçeğine ve gülüne,Doğsun güneş, milletimin yüzüne;Haydi, değerlere sımsıkı sarılma zamanı.

Ufka bak yiğidim, Güneş doğmuş;Geçmişi bırak, olan olmuş;Maziyi konuşmak, sağlamaz fayda!Şimdi verilen sözleri tutma zamanı.

Tan yeri ağardı, güneş göründü. Karanlık geceler nura büründü.Kâbuslu geceler olacak amma: Rüyaları hayra yorma zamanı.

Sözlerim sanadır bundan ötürü. El ele tutarak hedefe yürü. Önüne engel çatarlar amma: Hedefi alnından vurma zamanı.

Tuttuğun eli bırakma sakın. Ufka bak yiğidim, zafer yakın. Zalimler tuzak kuracak amma: Zafere birlikte varma zamanı.

Hakikat deryasında yüzelim diye. Birlikte bindik biz bu gemiye. Denizde dalgalar olacak amma: Limana sağ selim varma zamanı.

Toprağa atılan tohum yeşermiş. Dikilen fidanlar meyvesini vermiş. Meyveli ağacı taşlarlar amma: Bahçede gülleri derme zamanı.

Halis niyet ile düşünce yola,Sapar mı insan hiç sağa sola?Al sende getir, yüreğini koy ortaya.Tek vücut olup gönüller yapma zamanı.

Foto: Burcu ÜN - Velibaba Ortaokulu Türkçe Öğretmeni

TASALANMA YİĞİDİM

Page 22: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

42 43

Bedi AYDINÖzel Akay Okulları Kurucu Müdürü

0-3 yaş aralığında ortaya çıkan ağır gelişim bozukluğuna neden olan bir durumdur. Araştırmacılar otizmin beyin işlev bozukluğundan kaynaklandığını ortaya koymaktadır. Ancak beynin işlev bozukluğu göstermesine neden olan etmenler hakkında kesinleşmiş bir bulgu bulunmamaktadır. Otizm beyin işlev bozukluğundan kaynaklanmakta ancak beynin işlevini neyin veya nelerin bozduğunu bilinmemektedir.

Son yıllarda karşılaşma sıklığı dramatik ölçüde artmış ve bazı öngörülere göre artma hızının devam edeceği öngörülmektedir. ABD verilerine göre 2013 yılı için görülme sıklığı 88 doğumda 1 olarak saptanmıştır. Ülkemizde 110 doğumda 1 olduğunu öne süren kaynaklar vardır. Bu da günde yaklaşık 30 otistik veya otizm spektrum bozukluğu yelpazesinde yer alacak bebek doğduğu anlamına gelmektedir.

Erken dönem öğrenmeleri insan yaşamında çok önemli ve belirleyici yer tutar. Bu dönemdeki öğrenmeler gelecekteki karmaşık bilgileri anlamamıza zemin oluşturur. Bu dönemi kaçıran otizm tanısı almış çocukların ciddi öğrenme güçlükleri çektikleri görülmektedir. Özellikle çevreleriyle ilişkiye geçme, ilgi gösterme ve etkileşim kurmada zorlanmaktadırlar.

Otizm tanısı nasıl konur?Otizmin yaygınlığı ve sonuçları dikkate alındığında toplumsal duyarlılığın, farkındalığın önemi artmaktadır. Tüm toplumun ve daha çok anne-baba adaylarının bu konuda bilinçlendirilmesi hayati öneme sahiptir. Çünkü resmi tanının konması değil, erken konması değerlidir. Erken farkına varma, anne-babanın bu konuda bilinçli olmasına bağlıdır.

Otizm tanısı alan çocuklar fiziksel olarak diğer çocuklardan farklılık göstermemektedirler. Bu nedenle tanılama için gerekli veriler “çocuğun gelişim süreci” ile ilgilidir. Bu süreçte gösterdiği performans tanı için gerekli verileri elde etmemizi sağlar.

OTİZM

Hamilelik döneminde otizm hakkında mutlaka aileye bilgi verilmeli ve çocuğun gelişiminde ortaya çıkabilecek aksaklıklarda neleri hangi sırayla yapmaları gerektiği öğretilmelidir. Bu konuda sağlanacak başarı, otizmi erken tanılama fırsatı yaratacaktır.

Bebeği olan anne-babaların özellikle dikkat etmeleri gereken noktalar

•Dil gelişiminde gecikme: Genellikle bebekler dili öğrenmeye çok isteklidirler. Çok erken dönemde anlamsız sesler çıkarmaya başlar ve bir yaşına geldiklerinde birkaç sözcüğü anlamlı biçimde kullanmaya başlarlar. 18 aylık olduklarında 2-3 sözcükten oluşan cümleler kurabilirler.

Eğer çocuğunuz 18 aylık olduğu halde birkaç sözcük söylemiyorsa tıbbi kontrole ihtiyaç vardır. Elbette ki tüm gecikmiş konuşmalar otizmden kaynaklanmaz ama bir önlem olarak çocuk psikiyatrisine göstermekte yarar olacaktır.

•Sosyal gelişimde gecikme: Bebekler diğer insanlarla iletişim kurmakta isteklidirler. Kendilerine ilgi gösterenlere tepkide bulunurlar. Otizm tanısı almış çocuklar diğer kişilere çok az veya hiç ilgi göstermemektedirler. Çevreleri ile ilişkileri oldukça sınırlıdır. Etraflarında dönen olayların farkında değillermiş gibi davranmaktadırlar. Bakışlar, yüz ifadeleri ve beden hareketlerinde belirgin farklılıklar gözlenmektedir.

•İlgileri sınırlıdır: Çok az şeye ilgi gösterirler. Genellikle tekrar eden davranışlar sergilerler. Örneğin dönen nesnelere ilgi gösterir ve bu ilgi aşırı düzeyde uzun sürebilir. Çocuklar farklı nedenlerle yukarıdaki özellikleri gösteriyor olabilirler. Ancak otizm tanısının erken konması hem çocuğunuz hem de ailenizin bu sorunla daha iyi başa çıkmasını sağlayacaktır. Dolayısıyla bu belirtileri gözlediğinizde çocuk psikiyatrisi bölümünün bulunduğu bir hastaneye başvurmalısınız.

OTİZMİN NEDENLERİOtizmi ortaya çıkaran neden ya da nedenler henüz netlik kazanmamıştır. Bu konuda yoğun çalışmalar sürdürülmektedir. Pek çok faktörün otizmde etkili olabileceği düşünülmektedir. Kalıtsal özellikler gösterdiğini ve beyinde işlev bozukluğu yarattığı konusunda belirgin bir kabul görülmektedir. Ancak bunu yapan şey veya şeylerin ne olduğu konusu tartışmalıdır. Anne babaların kendilerini suçlayıcı bir tutum içine girmelerini gerektirecek bir neden olmadığını söylemek önemlidir.

Nasıl eğitim almalılar? Tıbbi tanı ve tedavi yanı sıra özel eğitimden yararlanmak çok önemlidir. Özel eğitim, otizm tanısı almış çocuklar için yaşamsal değere

Page 23: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

44 45

sahiptir. Bu tanıyı alan çocukların özel eğitim ihtiyacı “uyanık oldukları” tüm zamanı kapsar. Yoğun ve bireye göre planlanmış özel eğitim programı sayesinde sosyal uyum becerileri, sözel iletişim becerileri, akademik becerileri gelişebilir. Okul öncesi dönemde destek eğitimi veren rehabilitasyon merkezlerinden yararlanmanın yanı sıra ailenin de eğitim sürecine katılması gerekmektedir. Destek eğitim süreleri ve nitelikleri maalesef sınırlı olmaktadır. Ailenin özel eğitim uygulamaları konusunda geliştirilmesi şarttır. Anne-babanın bu sürece izleyici değil etkin katılımı gerekmektedir.

Ülkemizde bu alanda çalışan uzman sayısında sıkıntı çekilmektedir. Sadece otizm tanısı almış çocuklarla çalışmak üzere yetişmiş uzmanımız yoktur. Ancak özel eğitim alanında çalışan uzmanlardan bu konuya ilgi gösterenler özel bir çaba içinde olmaktadırlar. Otizm tanısı almış çocuklarımızın “otizm spektrum bozukluğu” çerçevesinde ayırıcı tanı alması da önemlidir (otizm, asberger, rett, çocukluk dezentegratif bozukluğu ve atipik otizm). Alt tanılar eğitim programının planlanmasında belirleyici rol oynamaktadır.

İyi düzenlenmiş eğitim programları ve uygulama sonucunda okul çağına gelen çocuklarımız “kaynaştırma eğitiminden” yararlandırılmalıdır. Engeli olmayan akranları ile birlikte aynı sınıfta okula gitmeli ve özel eğitim desteği almaya devam etmelidir.

Aileler özel eğitimin çok uzun bir süreç olduğunu erkenden benimsemelidir. Özel eğitim diğer engel gruplarında olduğu gibi otizm tanısı almış çocuklar için en önemli destektir.

Otizmli çocuklar neler yapabilir? Otizm tanısı alan çocuklarımızın tümü aynı gelişmeleri göstermezler. İşin doğası gereği bu konuda da bireysel farklılıklar belirleyici olmaktadır. Erken tanı almış, doğru ve iyi planlanmış özel eğitim desteğinden gerektiği gibi yararlanan çocuklarımızın önemli bir bölümü kaynaştırma

yolu ile eğitimlerini sürdürebilmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki pek çok çocuğumuzun zihinsel gelişimi olumsuz etkilenmekte ve gerilik göstermektedir.

Medyada yer alan üstün özellikler gösteren otistikler maalesef birer istisnadır. Ailelerin bu konudaki beklentilerini gerçek temeller üzerine oturtmaları hem kendilerinin hem de çocuklarının ruh sağlığı açısından önemlidir.

Eğitimden maksimum düzeyde yararlanabilen ve ailesi konuya uyum sağlayan çocuklarımızın toplumsal işbölümünde yer edinebileceklerini söylemek mümkündür. Özellikle ortaokula kadar kaynaştırma eğitimini sürdüren çocuklarımız doğru yönlendirmeler sonucunda meslek liselerinde kendilerine uygun bir alan seçebilirler.

Otizmin yanı sıra ağır zihinsel geriliği olan çocuklarımızın bağımlı bir yaşam sürdürdükleri gözlenmektedir. Bu konuda özel eğitim çalışmaları özbakıma odaklanmalıdır.

Otizmli çocuklar neler yapamaz? Otizm, beyin işlev bozukluğu olarak tanımlanmakta ve bu durum gelişimi olumsuz etkilemektedir. Tüm çabalara rağmen bu olumsuz etkileri yok edebilmek, günümüz olanaklarında mümkün değildir. O nedenle otizmin etkileri yaşam boyu sürecektir. Akademik becerilere dayalı beklentileri karşılamakta bu çocuklarımız başarısız olmaktadır. Yaşamı boyunca düzeyi azalmakla beraber birilerinin desteğine ihtiyaç duyacaktır. İçlerinden pek azı müzik, resim ve diğer sanat veya bilim alanlarında başarı gösterebilmektedir.

AİLELERE ÖNERİLER•Özellikle anneler, çocukları ile ilgili yolunda gitmeyen bir şey gördüklerinde gecikmeden müdahale etmelidirler. “Babası da geç konuşmuş, zamanla geçer, takma kafanı her çocukta bu tür şeyler olur” türünden söylemlere kulak tıkamalıdır. Acilen bir uzmana danışmalıdır.

•Tanı alan çocuğun anne-babası “neden” sorusunu kendi yetersizliklerinde aramamalıdır. Bu herkesin başına gelebilir. Otizm tanısı alan çocukların aileleri özellikle cezalandırılmak için seçilmiş değillerdir. Hayatın bilinmezlerinden biri olarak görmek ve bundan sonra yapılacaklara odaklanmak, yapılacak en doğru şeydir. •Otizmin nedenlerini illaki öğrenmek istiyorsanız, bu alanda yapılan güvenilir bilimsel araştırmalara destek olmalısınız. Üniversitelerle iş birliği konusunda istekli olmak, gelecekte bazı kazanımların yolunu açabilir.

• Özel eğitimden erken yararlanmanın önemini kavrayın. Özel eğitim uzmanları ile iş birliği yapın ve birer özel eğitimci olmaya bakın.

• Çocuğunuza öğrettiğiniz şeyi neden öğrettiğinizi ve ne işe yarayacağını sorgulayın. Gereksiz şeyler öğretmekle zaman kaybetmeyin.

• Yasal bir hak olan kaynaştırma eğitimini sonuna kadar kovalayın.

• Ortaokul bitiminde ağırlıkla meslek edindirmeyi hedefleyin.

• Yalın ve kesin cümlelerle konuşun, “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” tarzı işe yaramaz.

•Çocuğunuzun yaşam alanlarını gereksiz eşyalardan arındırın, ortamı sadeleştirin.

•Dışarıda birlikte zaman geçirin.

• Sosyal etkinlikler konusunda aşırı olamayan zorlamalar yapın. Unutmayın, ona bırakırsanız bu tür bir ihtiyaç hissetmez.

• Çocuğunuzla ilgilenen tüm uzmanlarla işbirliği yapın.

ÇOCUKLARABurcu ÜNVelibaba Ortaokulu Türkçe Öğretmeni

“Keşke sarılabilsem tüm çocuklara,En çok da annesi olmayanlara…Elimi uzatıp silebilsem gözyaşlarınıVe sonra onları çıkarsam bulutlara…

Keşke ayağı olabilsem yürüyemeyen bir çocuğun.Gözü olsam göremeyenmavi boncuğun.Gösterebilsem gözlerimle dünyayı,Alıp içine hepsini, dev bir balon-cuğun…

Keşke yağmur olsam Afrika’ya,Susuz kalmış bir kara hurmaya…Ne sevimlidir Afrika’da çocukAma mahkum etmesek aç kalmaya…

Bir uçurtma yapabilsemtüm çocuklara,Bağlasam ümitleri bir bir yapraklara…Tutsa her çocuk ucundan,Kanat açsak yarınlara…

Page 24: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

46 47

Engin GEDİKOĞLUPendik İTO Şehit Ahmet Aslanhan AİHL Matematik Öğretmeni

“Kâinat dediğimiz kitap, yazıldığı dil ve harfler öğrenilmedikçe anlaşılamaz. O, matematik dilinde yazılmıştır. Harfleri üçgen, daire ve diğer geometrik şekillerdir.

Bu dil ve harfler olmaksızın kitabın bir tek sözcüğünü anlamaya olanak yoktur. Bunlar olmaksızın yapılan, karanlık bir labirentte amaçsızca dolaşmaktır.” diyor ünlü

matematikçi Galileo Galilei. Buradan da kâinatı ve yaratılanları anlamak için insanın derin bir matematiksel bakış açısına, matematik disiplinine ihtiyacı olduğu sonucu ortaya çıkıyor. Matematiksel bakış dediğimiz zaman da tümevarım (parçalardan bütüne) ve tümdengelim (bütünden parçalara) ilkelerinden bahsetmekte fayda var.

Baktığımız şeyleri bazen küçük parçaları ile, bazen de parçalardan ziyade, nesnenin bütününe göre yorumlayarak tanıyabiliriz. Mesela, yaratılanların en şereflisi olan insan düşünüldüğünde, insanı, akıl, irade ve beden olarak değerlendirebiliriz. Bunlara da parça denildiğini varsayalım.

Bu parçaları, insan vücudunun işleyişini, en küçük birimi olan hücre ile bedensel yönden bir değerlendirme yapmaya çalışalım. Gözle görülemeyecek kadar küçük olan bu yapının, bu denli mükemmel tasarlanması, her bir organına kadar bu denli mükemmel çalışması nasıl basit bir olay değilse, o mükemmeli yaratan gücün de basit olduğunu düşünmek o denli mümkün değildir.

Dünyayı hatta evreni düşünmeye çalışalım. Sınırlı ömre, sınırlı iradeye, sınırlı görme yeteneğine sahip olan insan gözüyle değerlendirdiğimizde, sonsuz olan bu

MATEMATİK NE İŞİMİZE YARAR?

kainatın büyüklüğünü anlamak, sırlarına vakıf olmak ne kadar da güç, hatta neredeyse imkansızdır.

Sınırlı olan bu yapımızla anlayamadığımız bu kâinat, büyüklüğü ile, barındırdığı yaşam çeşitliliği ile, tasarımındaki mükemmellik ile bize yaratıcıya ulaşma, yaratılış gayesini anlama olanağı verir. İşte matematik ile aslında yapmaya çalıştığımız şey tam olarak budur: Anlamak.

Bize sunulan nimetleri anlamak için bazen onları büyük halde bütün olarak değerlendiririz, bazen de bütünü parçalara ayırırız.

Bir bilgisayarcıyı düşünelim. Kendisine tamir edilmesi için verilen bir bilgisayarın önce kasasını açar ve parçalarını teker teker test eder, arıza eğer parçalardan kaynaklanmıyorsa; bu sefer de parçaları birleştirerek bilgisayarı bir bütün olarak parçaları arasında uyumsuzluk veya iletişimsizlik olup olmadığını anlamaya çalışarak tamir etmeye çalışır.

Hayatta anlaşılması gereken onca şey var iken, insanların bunlara sırt çevirmesi, bunları anlamak için gayret göstermemesi

ne kadar da acı. Üstelik anlaşılması için elinde matematik gibi bir reçetesi var iken. Matematiği sadece sayıların içine hapsedip onun felsefesini idrak edemeyen ve gerçek matematiği anlatamayanlar sayesinde ne yazık ki insanlar hayatının amacını anlamadan, eşini, arkadaşlarını, ailesini ve çevresini tanıyamadan dünyadan göçüp gidiyor.

Matematik sayılardan ziyade bir yaşam biçimidir. İnsanlığın varlığı ile var olmuş, insanların yaşadığı dünyayı, hayatın amacını ve en önemlisi yaratıcısını tanıması için insana lutfedilmiş büyük bir nimettir.

Bu nimeti insanın anlayamaması mümkün değildir. Çünkü insan dünyada kendisine sunulan tüm nimetlerden yararlanabilecek potansiyelde yaratılmıştır. Matematiği anlayamadığını düşünmek ve buna kendini inandırmak, sadece tembelliğin kılıfıdır. Tembellik ise insana yakışmayan, bahşedilen nimetlere nankörlük ettiren, yaşanması gereken güzellikleri yaşatmayan bir hastalıktır.

Gelin hayatı anlayalım. Hayatı anlamak tanımakla, tanımak ise matematiği hayatın içinde görmek ve uygulamakla mümkündür.

Page 25: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

48 49

Serra ATAMANUluslararası Pendik Kız AİHL Rehber Öğretmeni

“Kitapların insanları iyileştirici bir güce sahip olduğu inkâr edilemez. Okuduklarımız, deneyimlerimize ve yaşantılarımıza farklı açılardan bakmamıza yardım ederek önümüzde yeni yollar açar, yaralarımız için tedavi yöntemleri sunar. Ulaşma imkânımız olmayan yaşantıları ve bilgileri ulaşılır kılarak olaylara farklı bir pencereden bakmamıza yardımcı olur.

Okumak insana yalnız olmadığı, bazı yaşantıları tek kendisi tecrübe etmediği hissini verir. İnsan olmanın bir gereği olarak herkesin bir takım travmalar, korkular ve sorunlara

maruz kalabileceğini öğrenir. Olumlu ya da olumsuz tüm yaşantıların kendine özgü olmadığını fark etmek, insanı bu sonsuz evren içerisinde tecrübe etmesi çok yüksek ihtimal dâhilinde olan büyük bir boşluk ve yalnızlık duygusundan çekip çıkarır. Böylece bireye geleceğe dair umut ve yaşam enerjisi verir.

Duyguları, değerleri ve hayata bakış açımızı, ürettiğimiz sabit fikirleri, manevi dünyamızı etkilemede duyuşsal öğrenmenin önemi hâlihazırda kanıtlanmış bir olgudur. Bu olgunun önemini doğrulayan bibliyoterapi; insanların günümüzde karşılaştıkları sorunların sadece kendilerine özgü olmadığını, yapıcı bir şekilde bu sorunların üstesinden gelinebileceğini kanıtlamaktadır.

BİLGİ İLE İYİLEŞME

BİBLİYOTERAPİBibliyoterapi Nedir?

Eski Yunanca’da kitap ve terapi sözcüklerinin birleşmesi ile meydana gelen bibliyoterapi kitapla terapi manasına gelmektedir.

Bibliyoterapi, en öz tanımı ile doğru zamanda doğru kitabı doğru birey ile tanıştırmaktır. Kişinin karşılaştığı sorunlarla baş etme becerilerini geliştirmesi, kendine, çevresine ve geleceğe ilişkin pozitif bir bakış açısı elde etmesi, sahip olduğu yanlış tutumları değiştirmesi ve cesaretlenmesi için kitap, dergi gibi yazılı materyalleri iyileştirme amacı ile kullanmadır. Literatürdeki bibliyoterapi ile ilgili tanımlara baktığımızda bu tanımların ortak noktası olarak, bibliyoterapinin kitaplar aracılığı ile bireyin sorunlarını tanıyıp çözebilmesine yardım yaklaşımı olduğunun üstünde durulduğunu görürüz.

Bibliyoterapinin kullanım amacı, kitaplar aracılığıyla bireylerin kendilerini daha iyi tanımaları ve iç görü kazanmalarına katkıda bulunmaktır. Bu yolla insanın kendini tanımasına ve kişisel gelişimine katkıda bulunulmakla kalmaz insanlar arasında farklı bir iletişim süreci de başlatılmasına vesile olunur.

Bibliyoterapi amacı ile başvurulabilecek yazılı kaynaklar psikoloji ile ilgili konularda doğrudan bilgi veren kitaplar olabileceği gibi çeşitli konularda yazılmış roman, hikâye, masal türünde kitaplar da olabilir.

Tarihçesi

Bibliyoterapinin tarihçesine baktığımız zaman ruhsal sıkıntıların tedavisinde kitapların kullanılması yönteminin eski Yunan’a kadar gittiğini görmekteyiz. Bibliyoterapi çalışmalarının başlangıcı olarak kabul edebileceğimiz, kitapların insanı iyileştirici gücü olduğunun altını çizen ilk yaklaşım, Eski Yunan’da bir kütüphanenin girişinde yazılı olan şu cümle kabul edilebilir: “İnsan Ruhunun İyileştirildiği Yer”.

Bizim kültürümüzde de adı “ferec-ba’de’ş-şidde” yani “sıkıntılardan sonraki sevinç”

olarak geçmiştir. Türk dilindeki ilk “ferec” kitabı Farsça’dan çevrilmiştir. Bu kitapta destanlar, masallar ve gerçek olaylar karışık bir halde işlenmektedir. Amaç, okuyucunun hem hoşça vakit geçirmesi, hem de bir şeyler öğrenmesidir. Bu hikayelerin kahramanlarına baktığımızda temiz karakterli ve yüksek statüdeki kişiler olduğunu görürüz. Hikâyelerde, kötülük iyiliğe, haksızlık hakka, ahlaksızlık ise dürüstlüğe yenilmektedir. Kahramanlar türlü sıkıntılar yaşadıktan sonra mutlu sona ulaşırlar. Hikâyeler hep mutlu sonla bitmektedir ve okuyucuyu düşünmeye yönlendirmektedir.

Batı kültüründe ise bibliyoterapi çalışmalarının 1930’lu yıllarda kütüphanecilerin iyileştirici etkileri olan kitapları listeleme çabaları ile başlamıştır.

Sonuç olarak; tarihsel gelişim sürecinde ruh sağlığı uzmanları, kütüphaneciler, hemşireler ve eğitimciler bibliyoterapiyi farklı seviyelerde çeşitli amaçlar için aktif olarak kullanmışlardır.

İki tür uygulanabilir bibliyoterapi yöntemi vardır: Gelişimsel model ve klinik ya da tıbbi model. Gelişimsel modelde okuyucuya daha çok tavsiyeler verilir ve uzman olmayan kişiler tarafından da kullanılabilir. Örneğin, ilkokula başlarken okula gitme korkusu olan bir çocuğun bu korku ile nasıl baş ettiğini anlatan bir öykünün okunması, okula gitmek istemeyen, korku duyan bir çocuğun okul korkularının üstesinden gelebilmesi için etkili bir yardım sürecine dönüşebilir. Klinik model ise bilimsel olarak kabul edilir ve sadece ruh sağlığı uzmanları tarafından uygulanabilir. Danışanlarına evde okumaları için kitap önerirler, bu öykülerden faydalanarak danışma sürecini yürütebilirler. Öyküler ile danışanlarının iç görü kazanabilmelerine katkıda bulunabilirler.

Eğitimciler gelişimsel bibliyoterapiyi öğrencilerin karşılaştıkları sorunları belirlemek, sosyal ve duygusal sorunlar oluşmadan önlemek, gelecekte çocukluk ve ergenlikte karşılaşabilecekleri sorunların neler olabileceği hakkında bilgilendirmek amaçları ile kullanabilirler

Page 26: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

50 51

Neden Bibliyoterapi?

•Bibliyoterapi sayesinde birey yaşamakta olduğu sorunun yalnızca kendi başına gelmediğini, başkalarının da benzer sıkıntıları deneyimlediği gerçeğini fark eder.

• Sorunların tek bir çözümü olmadığını, bireyin içinde bulunan potansiyeli kullanarak çeşitli çözüm yollarına ulaşabileceğini görmesine yardım eder.

•Bireyin sorununu daha özgürce ifade edebilmesinin ve tartışabilmesinin önü açılır.

•Kişinin olumlu bir benlik kavramı geliştirebilmesine katkıda bulunulur.

• Bireyin hissettiği duygusal ve bilişsel baskının hafifletilmesine katkıda bulunur.

•Bireyin empati gücünü arttırarak çevresindeki insan davranışlarını tanıyabilmesine ve yorumlayabilmesine katkıda bulunur.

Özetle, bibliyoterapi insanların problem çözme becerilerini geliştirerek olumlu benlik kavramı gelişimlerine yardımcı olur.

Bibliyoterapi Süreci

Bibliyoterapinin etkili bir teknik olarak kullanılabilmesi için uygulayıcının bu konuda bilgi ve beceri sahibi olması önkoşuldur. Uygulamacının sahip olması gereken yeterlilikler bibliyoterapi süreci incelenerek daha iyi anlaşılabilir.

1.Hazırlık

Bu tekniği kullanmak isteyen uygulayıcının insan gelişiminin gerektirdiği dönemsel görevlere hâkim olması gerekmektedir. Böylece çalıştığı bireyin gelişimsel özelliklerini ve gereksinimlerini doğru olarak değerlendirebilir.

Grup çalışmalarında ise grubun yapısı, özellikleri ve ortak gereksinimleri iyi analiz edilmiş olmalı ve bibliyoterapi tekniğinin uygun olduğundan emin olunmalıdır. Ayrıca, bibliyoterapi tekniğinin hangi amaç

ya da amaçlar için kullanılacağı da hazırlık aşamasında belirlenmelidir.

2.Kitap Seçimi

Bibliyoterapi sürecinin ulaşılması hedeflenen amaçlar doğrultusunda ilerleyebilmesi için uygulayıcının uygun kitap seçimi konusunda yeterli olması gerekmektedir. Kitap seçiminde baz alınacak ölçütler şu şekildedir:

• Seçilen kitap bireyin/ grubun gelişim düzeyine,

•Okuma düzeyine,

•İlgi düzeyine uygun olmalıdır. Düzeylerinin üstünde bir kitabı kavramaları ve yararlanmaları zor olacaktır. Bunun tersi olarak düzeylerinin altında bir kitap seçilir ise bireyler kendilerini aşağılanmış gibi hissedebilirler.

• Kitabın edebi niteliği ve edebi değeri dikkate alınmalıdır.

•Kahramanların sorunlarla baş etme becerilerini kullanıp başarılı oldukları kitaplar seçilmelidir.

• Kitap, amaca uygun olmalıdır. Ulaşılmak istenen hedef ne ise ona göre kitap seçilmelidir.

3.Uygulama

Bibliyoterapi sürecinin başlangıcı, bireyi doğru kitapla doğru zamanda buluşturmaktır. Başka bir ifade ile danışan seçilen kitabı okumaya başladığında terapi süreci de başlamış olur. Uygulama süreci şu şekilde gerçekleştirilebilir:

1.Özellikle çocuk grupları için, uygulayıcı çocuğa seçilen masalı/öyküyü okur ve onun duygularını ifade etmesine yönelik imkân yaratmaya çalışır.

2. Birey/ grup kitabı yalnız başlarına okuyup oturuma gelir ve tartışma ortamı oluşturulur.

Grupla Uygulamanın Avantajları

Gruplar, çocuklar için doğal öğrenme

ortamlarıdır. Grup içinde çocuklar insan olmanın, duygularının ve düşüncelerinin farkına varırlar. Bu durum, onların yaşamını zenginleştirmekle kalmaz, onlara sosyal beceriler kazandırır. Grup ortamları yeni tutumların ve değerlerin oluşturulabilmesi için birçok avantaj sağlar. Düşüncelerin, bakış açılarının ve tutumların çeşitliliği çocukları önceki düşüncelerini tekrar gözden geçirmeye sevk eder. Başkasının düşüncesine kulak vermek bazen sorunların çözümüne karşı açılan kapımız oluverir. Grup üyelerinin geri bildirimleri, öğrenme için önemli yollardan bir tanesidir. Çocuklar geribildirim vermek için kendi tecrübelerinden faydalanırlar.

Destek için önemli olan kişilerarası ilişkiler

ve geribildirimler yalnızca gruplara özeldir.

Grup ortamında başkalarından öğrenme

avantajı değişim için en önemli mekanizma

haline dönüşür.

Bibliyoterapinin Kullanıldığı Alanlar

Bibliyoterapi; üstün yetenekli çocuklar,

yetişkinler, okul öncesi çağı çocuklar, okul çağı

çocuklar, ergenler, boşanmış aile çocukları,

depresyon, zorbalık, arkadaş ilişkileri gibi çok

çeşitli kitlelere ve çeşitli problem alanlarına

hitap etmektedir.

KAYNAKÇA

Bulut, S. (2010a). Bibliyoterapi Yönteminin Okullarda Psikolojik Danışmanlar ve Öğretmenler Tarafından Kullanılması. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 9(34), 17-31.

Bulut, S. (2010b). Yetişkinlerle Yapılan Psikolojik Danışmada Bibliyoterapi (Okuma Yoluyla Sağaltım) Yönteminin Kullanılması. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, 33, 46-56.

Gladding S.T., & Gladding, C. (1991). The ABCs of Bibliotherapy for School Counselors. School Counselor, 39(1), 7.

Leana-Taşçılar, M. (2012). Üstün Zekâlı ve Yetenekli Öğrencilerin de Bulunduğu Sınıflarda Bibliyoterapi Kullanımı: Model Önerisi/The Use of Bibliotherapy in Classrooms for Gifted Students: A Bibliotherapy Model. Türk Üstün Zekâ ve Eğitim Dergisi, 2(2), 118-136.

Öncü, H. (2012). Bibliyoterapi Yönteminin Okullarda Psikolojik Danışma ve Rehberlik Amacıyla Kullanılması. Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, 161(161), 147.

Öner, U., & Yeşilyaprak, B. (2006). Bibliyoterapi: Psikolojik Danışma ve Rehberlik Programlarında Çocuk Edebiyatından Yararlanma. II. Ulusal Çocuk ve Gençlik Edebiyat Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 559-565.

Shechtman, Z. (2006). Treating Child and Adolescent Aggression Through Bibliotherapy. New York: Springer.

Turan, L. (2005). Arkadaş Edinme Güçlüğü Çeken Çocukların Problemlerini Çözmede Çocuk Edebiyatından Yararlanma. Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Dergisi, (12).

Page 27: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

52 53

Mehmet AKÇAOrhangazi İmam Hatip Ortaokulu Müdürü

* Mezun olan 8. Sınıf öğrencilerime…

Sizler doğmadan evvel yazdım bu yazıyı, kalemim M.Ö. den kalma, sizler yoktunuz dünyada ve ben çocuktum, dinozorlarla oynuyordum...

Dedim ya çocuktum! Pembe hayallerle adımlarımı atarken kurnaz bir kayaya takılmış ve düşmüştüm. Gözlerime iri iri damlalar birikmişti. ‘’Ağlama ‘’ dedi annem. ‘’ Bilirsin erkekler ağlamaz.’’

UZAKLARDAN GELİYORUM...

UZAKLARA GİDİYORSUN !

Çağlar öncesinde dinlediğiniz masallardan sınıfa girmiştim, size en hüzünlü şiirleri getirmiştim, mecnunun gözyaşlarını, yârsız büyüyen şairlerin selamını, ayrı düşmüş sevgililerin ahlarını, ilkokul öğretmenlerinizin sizin için yaptığı duaları, sıcaklığını getirmiştim dinlediğim ağıtların, bir de tüm bilgilerini getirmiştim okuduğum kitapların.

Bir varmış-bir yokmuşlu anlardan çıkıp evvel zamandan gelmiştim, isimsiz kahramanlarla dolaşıp, mutlu sonlarda gülücükler atıp gökteki üç elmayı sizin için almıştım. Kötü günlerinizi aydınlatacak güneşli günler, kurumuş dudaklarınızı, kurumuş umutlarınızı ıslatacak yağmur damlaları saklamıştım.

Dedim ya uzaklardan geliyorum, çok uzaklardan... O asırlar öncesi çağdan, yeryüzüne ayak basan ilk insan-ilk peygamberin yanı başından, Nuh (a.s.)`ın döktüğü gözyaşlarından, kimsenin saat takmadığı, kimsenin saate bakmadığı ama zamanın hep aktığı diyardan, uzaklardan geliyorum...

Firavun`un boğulduğu asırdan, elimde asalar, yüzümde uzun bir yolculuktan kalma ter var, hafızamda daha taptaze Musa (a.s.)`ın Rabbine yaptığı dualar...

Yeryüzünde peygamberlerin olduğu, mucizelerin gözleri doldurduğu, insanların taşa, ağaca, ateşe taptığı, iğrençliklere daldığı, karanlıklardan daha gece, gecelerden daha esmer siyahlıkların dünyayı sardığı o takvimsiz aylardan geliyorum.

Çok eskiden başladım bu yolculuğa. Çocukluğumun bitmesiyle de hayatımda hiçbir yeniyi kabul etmiyordum. Hayatımın en yeni dostu çocukluğumdaki ilk arkadaşımdı. Benim dinozordan oyuncaklarım vardı. Bir zamanlar ekrandaki renklerin solgun olduğu, GSM’siz bir yılda saatim takılmıştı ve bir süre kalmıştım. TRT’de Kemal Sunal filmlerini kaçırmıyor, Red Kit’i ulusal kahraman yapıyordum. O zamanlardan kalmış olacak ki sokakta mendil satan kızları şimdilerde Heidi zannediyorum.

Sen ise çocuktun. Mercan gülüşlerle taşıdığın anneler günü hediyesini kazara düşürüp kırmıştın. Görmüştü seni ve “Ağla” demişti annen.

“ Şimdiden alışmalısın ağlamaya.”

Sen taşların diş gıcırdattığı, uluduğu, yılışık kahkahalar attığı, homurdandığı bir ülkede büyüyordun. Bir masal alemi olamazdı bu. Guliver seyahatte değil. Liliput ülkesine de hiç uğramadı gemin. Biraz gayretle Sfenks’in sorusunu çözebilirdin. İdam sehpasına götürmek için umutlarından tutmuşlardı. Hala anne diye ağlıyordun. Dedim ya henüz daha çocuktun.Küçüktün henüz. Yine de sırtındaki görünmez heybenden tebessümler saçıyordun farkında olmadan çevrendeki büyüklere. Onların ise dünyaları çok farklıydı. Bir gün en güzel kalemleri eline tutuşturmuştu baban ve “yaz kızım” dedi “hadi yaz”.

Bir gün sekiz yıl sürecek bir maratonun içine atmışlardı seni küçük bedenine aldırmadan. Farkında olmadan ve korkusuzca girmiştin bu okul coğrafyasına. Zaman ışıkla yarış ediyordu.

Ben, yaşım yenilendikçe eskiyordum. Sen ise büyüyordun. Senin geçtiğin sınıfların vardı. Ben ise eskide kalmış, ama sınıflarda öğrenci olarak oturmayı çoktan terk etmiştim. Seni azarlayan biri vardı okulun koridorlarında, sınıfında. Benim ise çocukluğuna aldırmayışım.

Senin günahsız yüreğinle “Ama öğretmenim” deyişin, benim seni anlayamayacak senelerle dolu yaşım...

Bir zamanlar çocuktun, yoruyorlardı seni, çok üzülüyordun.

Bir okulun çatısı altındaydık. Öğretmencilik oynuyorduk. Sen hep öğrenci olmayı kabul ediyordun. Ve bir gün “tamam” diyorsun, “büyüdüm artık, mezun oldum, gidiyorum.” Bir zamanlar çocuktum. Heybemde, senin için gerekli birçok şey biriktirmiştim. Sana verebilmek için de kendi kendime söz vermiştim. Ama bu uzun hayat yolculuğunda her birini yitirdim. Sana hiçbir şey veremedim…

Page 28: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

54 55

Naci TİKİCİUluslararası Pendik Kız AİHL Tarih Öğretmeni

1 Kasım 1831’de Osmanlı başkenti İstanbul’da devlet tarafından özel bir matbaada basılan Takvim-i Vekayi, Osmanlı Devletinin Batının kurumlarını hızlı bir biçimde kabule başladığı ve kendi devlet örgütünü Avrupa’daki benzerlerine göre şekillendirmeye başladığı bir dönemde çıkarılmıştır.

Böyle bir dönemde II.Mahmud, özellikle idarenin teba üzerindeki denetim gücünü artırmayı amaçlarken, bu hedefe ulaşmak için haberleşme imkan ve vasıtalarını rasyonel bir biçimde kullanmayı hedeflemiştir. Zira II.Mahmud gerek kendinden önce Mısır’da gelişen olaylar yüzünden ve gerekse kendi döneminde Yunan isyanı sırasındaki durum dolayısıyla yazılı propagandanın önemini kavramıştı. Çok uluslu bir devlet olan Osmanlı toprakları üzerinde millî bir Yunan Devletinin kurulması, Mısır gibi önemli bir eyaletin neredeyse devletten ayrılmış olması, Cezayir gibi bir eyaletin de bir daha dönmemek üzere yitirilmesi padişahı ülke yönetiminde merkeziyetçi bir idare yoluna sevketti. Bu da ancak

o günün şartlarında devletin lisanı olacak ve icraatları ölçüsünde bir gazete ile başarılabilirdi. Çünkü bu sayede Padişah, ülke ahalisine devletin içinde bulunduğu durumu, yapmak istediklerini, bunların nedenlerini, niçinlerini tam olarak ve düzenli bir biçimde gecikmeksizin anlatabilirdi. Avrupa kamuoyu ve güç odakları da, Osmanlı Devleti ile ilgili konuları bizzat kaynağından öğrenme imkanına kavuşabilirdi.(1)

Osmanlı Devletinde devlet merkeziyetçiliğinin öne çıktığı bir dönemde çıkarılan Takvim-i Vekayi Batıdaki benzerlerinden de farklı bir durum arzetmiştir.

Zira Batıda 15.yüzyılın ortalarında sosyal yapının değişimi, ekonomik gereksinmelerin artması ve bunların belli bir teknoloji ile birleşip basımevinin ortaya çıkmasıyla beliren basın, Osmanlı Devletinde kamusal bir hizmet olarak ortaya çıkmıştır.

Dolayısıyla Batı toplumlarında ilk gazeteciler devlet mekanizmasının dışında kalan kimseler iken, Osmanlı toplumunda ilk gazeteciler basının ortaya çıkış amacına bağlı olarak hep devlet

TAKVİM-İVEKAYİ’DEN

BİR NUMUNE

memurları olmuş ve okuyucuyu reformlar yönünde yönlendirmek ve eğitmek amacını taşımışlardır. (2)

Osmanlı Devletinin son yarım yüzyılını inceleyecek araştırmacıların vazgeçemeyecekleri bir eser olan Takvim-i Vekayi’nin 21 Haziran 1284, 29 Haziran 1284 ve 9 Temmuz 1284 tarihlerini kapsayan 885, 886 ve 887. sayıları Padişah Abdulaziz’in Paris ve Londra seferine ayrılmıştır. Bu yazıda bu sefere ait bilgiler özet olarak sunulmuştur:

Padişah hazretlerinin Paris’e yaptığı seyahatten dolayı 29 Haziran 1867 tarihiyle Paris’den keşide olunan telğrafnamedir.

Donanmayı Hümayun bu sabah Tulun Limanına duhul etmiştir. Zatı hazreti padişahi kemali sıhhat ve afiyet üzeredirler. Tabyalardan ve kalelerden ve Tulun’da bulunanan Fransız donanması tarafından toplar indahtıyla resmi selam ifa ve merasim istikbali icra olunmuştur. Tulun’da birkaç saat istirahattan sonra bu gün saat 5:10’da hareket buyurulacak ve yarın saat 4:20’de Paris’e muvaseleti hümayun şeref vuku bulacaktır.

(30 Haziran tarihiyle kezalik Paris’ten varid olan telğrafnamedir.)

Zatı Hazreti Mulukane kemali afiyetle Paris’e muvaselet buyurdular. İmparator hazretleri saray memurları maiyetlerinde olduğu halde demiryol mevkifinde istikbal ettiler. Halkın gösterdiği asarı memnuniyet tarif edilemez. Padişah Hazretleri mevkifi mezkurdan Sarayı İmparatoruya azimetle orada imparatoriçe hazretleriyle dahi mülakat buyurduktan ve bazı merasim icrasından sonra imparator müşarun ileyh hazretleriyle beraber

ikameti hümayuna tahsis olunmuş olan Elize Sarayına azimet buyurmuşlardır.

(Makamı Valayı Sadaret Uzmaya 1 Temmuz tarihiyle Fuad Paşa Hazretleri tarafından vurud eden bir kıta telğrafnamedir.)

Haşmetli imparator ve imparatoriçe hazretleri Cenabı Padişahi ile birlikte bugün sergiye eşya vaz edenlere mükafat tevzi resminin icrasında hazır bulunmuşlardır. Padişahımız hakkında fevkel-gaye hürmet ve tazim olunup zatı hümayunu şahane ziyade mahzuz olmuşlardır. Afiyeti padişahileri ber kemaldir. Keyfiyetin Sarayı Hümayuna tebliğine himmet buyurulması rica olunur.

(Makamı Celili Sadaret Uzemaya 9 Temmuz 1867 tarihli Fuad Paşa hazretleri tarafından varid olan telğrafnamenin tercemesidir.)

Konkord Meydanından Maplut Kapısına kadar 50.000 kadar asker saf beste-i kıyam olduğu halde bugün huzuru hazreti padişahide bir büyük resmi geçid icra kılınmıştır. Zatı hazreti padişahi ile imparator hazretleri askerin önünden geçtikten sonra Endosteri Sarayının pişgahında tevakkuf buyurup asakiri merkume resmi geçidi icra etmiş ve bu dahi iki saat mümted olmuştur. Zatı hazreti padişahi asakirin intizam halinden dolayı birkaç defa imparator hazretlerini tebrik buyurmuşlardır. Resmi mezkurun hitamında imparator hazretleriyle beraber Elize Sarayına avdeti hümayun vuku bulmuştur.(Diğer)Zatı Hazreti Padişahi bugün Sensir Mektebi Harbiyesini ve avdetinde Versail Sarayı ve bahçesini teşrif buyurup işbu bahçede kain sular salı verilmiştir. Zatı Hümayunu Şahanenin murur buyurdukları mahallerde ahali tarafından

Page 29: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

56 57

haklarında fevkalade merasim tazim ve muhabbet izhar olunmuştur. İşbu geşti güzardan ğayet memnun oldukları halde akşam üzeri Elize Sarayına avdeti hümayun vuku bulmuştur.(Temmuz 10 tarihiyle Paris’ten vurud eden bir kıta telğrafnamedir.)

Zatı Hazreti Padişahi bu sabah Paris’e muvaselet etmiş olan haşmetli Prusya Kraliçesi Hazretlerinin vizitesini ifa ettikten sonra sergiye teşrif buyurdular. Haşmetli Vertenbruğ Kralı hazretlerinin dahi vizitesini ifa buyurdular. Bu akşam Toyları Sarayında taam buyuracaklardır. Afiyeti hümayunları ber kemaldir.

(Londra’dan 14 Temmuz Efrenci tarihiyle telğrafnamedir.)Zatı Hazreti Padişahi Prens Doğal hazretleriyle birlikte bugün kraliçenin rukubuna mahsus sandala rakib oldukları halde Tams Nehrinde geştü güzar buyurmuşlardır. Duk Doboklanğ Cenablarının sarayında tenavulu taama rağbet buyurulduktan sonra Prens müşarun ileyh ile beraber Bokinğman Sarayına avdet-i şahane vuku bulmuştur.

(Tarihi mezkur ile diğer telğrafnamedir.)

Dünkü gün zatı hazreti padişahi maiyetinde bulunan zevat ile birlikte haşmetli kraliçe hazretleriyle Vendusur Sarayında mulakat buyurmuş ve muşarun ileyha tarafından fevkelade hüsnü kabul izhar kılınmıştır. Resmi mülakatın ardından zatı hazreti padişahi kraliçe hazretlerini ve şehzadegan hazeratı dahi prensleri mustashib oldukları halde Til nam mesireye ve akşamı dahi Prens Duğal tarafından keşide olunan ziyafete teşrifi hümayun vuku bulmuş ve bu ziyafette maiyeti seniyyede bulunan zevattan bazılarıyla kaffe-i erkanı devlet ve süferayı ecnebiye dahi hazır bulunmuştur. (Temmuz 15 tarihiyle telğrafnamedir.)Zatı hazreti padişahi bugün süferayı ecnebiye ve

vükelayı devleti ve Mancester idare-i belediyesiyle İngiltete Yahudileri vekillerini ve birtakım konsoloslarla taba-i saltanatı seniyyeden bazı kesanı huzuru tacdarilerine kabul buyurmuşlardır. Bu akşam Prens Doğal hazretleriyle birlikte İtalyan tiyatrosunu teşrif ile fevkelade icra olunacak leibatı temaşa buyuracaklardır.

(Temmuz 16 tarihiyle varid olan telğrafnamedir.)Zatı hazreti padişahi bugün Prens Duğal ile birlikte Vulvayk Tersanesini teşrif buyurmuşlar ve akşam şerefi şahaneye olarak Serçe Sarayında tertib olunan şenlikte Prens müşarun ileyh ile beraber hazır bulunmuşlardır.

(Temmuz 17 tarihiyle vurud eden telğrafnamedir.)Zatı hazreti padişahi Prens Duğal ile birlikte bugün Portsemoti bit-teşrif kraliçe hazretleriyle vapuru mahsusunda mulakatı seniyye vuku bulmuş ve Sitide ictima edip 49 sefayinden ibaret olan donanmanın geçid resmi temaşa buyurulmuştur ve akşam üstü Bokinğman Sarayına avdet olunmuştur. İngiltere’ye muvaseleti şahaneden beri bir tarafa teşrifi şahane vuku buldukça ahalinin güzergahı hümayuna tahaşşudla izhar eylediği dahi kemaliyle meşhud olunmuştur.

(Temmuz 18 tarihiyle varid olan telğrafnamedir.)Zatı Hazreti Padişahi bugün mutantan bir alay ile Sebteyi teşrif buyurdular. Mahallı mezkurda teşrifi hümayundan dolayı beyanı teşekkür ve mahzuziyeti havi Londra esnafı tarafından takdim kılınan mahzarı umumi ahz buyurulduktan sonra akşam Prens Duğal Hazretleri hanedanı kraliyeden diğer bazı zevat ile beraber Lodomir Hazretlerinin ziyafetinde bulunmuşlardır.

Padişahımız hazretlerinin Parisi teşriflerinde gerek canibi imparatoriden ve gerek hanedanı imparatori ile bil-cümle erkanı memleket ve ahali taraflarından ibraz olunan riayet bu defa Londra’yı teşrifi hümayunlarında müraatı kamile icra kılındığı ihbarı varidedendir.

YAŞIYOR MUSUN?Mehmet Ali KELEŞ50. Yıl Güzelyalı Ortaokulu Müdürü

Yaşıyor musun? Nefes alıp vermek mi yaşamak? Konuşan bir ağız, gören iki göz ve duyan kulaklar yeter mi gerçekten yaşamaya? Yoksa yüreğinde sevgi, yaşıyor mudur insan? Okşamamışsa bir yetimin başını, his duygusu var mıdır o tenin? Boş bakışlarla seyrediyorsa ekran karşısında zulümleri, görüyor mudur o gözler? Bir çocuğun hıçkırıklarını duymuyorsak, nasıl bahsederiz duymaktan?

Ve ne mutlu sana ey insan!.. Parmaklarının ucu sevgiyle dokunmuşsa bir çocuğun saçlarına, bir yetime mihmandar olmuşsan, hissediyorsun. Başkasının acısıyla yaşlar süzülmüşse gözlerinden, görüyorsun. Bir canlının feryadı sızlatıyorsa yüreğini, duyuyorsun.

Ellerini semaya açıp Filistin’de, İdlip’te, Doğu Türkistan’da, Bosna’da... şehit edilen, Afrika’da aç bırakılan masumlar için yalvarıyorsan Yüce Rabbine…

Ne mutlu sana ey insan!.. SEN YAŞIYORSUN.[1] Nesim Yazıcı, İlk Türkçe Gazetemiz Takvim-i Vekayi ile İlgili Bazı Düşünceler, V.Milletlerarası Türkiye Sosyal ve İktisat Tarihi Kongresi Tebliğler, TTK, Ankara, 1990, s.214-219

[2] Nilgün Gürkan, İmparatorluktan Ulus-Devlete Modernliğin İnşasında Gazeteciler, Osmanlı Basın Yaşamı Sempozyumu(6-7 Aralık 1999), GÜ İletişim Fakültesi Yayınları, s.50

Page 30: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

58 59

Arif BAŞARANBuhara İlkokulu Müdürü

Toplumun beklentileri ve gereksinimleri doğrultusunda insan yetiştirme gibi anlamlı ve önemli sorumluluk yüklenen okullarımızın bu süreci başarıyla yerine getirebilmesi için daha fazla veli ve yakın çevre üyelerinin desteğini alması gerekir.

Okul, hammaddesi olan insanı bütün yönleriyle tanımak zorundadır. Toplumbilimde sık sık yenilenen “çocuğu sosyal-kültürel cevreden çıkarabilirsiniz ama o çevrenin etkilerini

çocuktan çekip çıkarmanız olanaksızdır.” görüşü gereği çevre ona uymak için değil, anlamak ve dikkate almak için tanınmalıdır. Çevre tanındığı ölçüde okuldaki uygulamaların önündeki potansiyel engeller görülür ve gereken önlemler alınabilir. Çevre tanındığı ölçüde çevresel olanaklar ve kaynaklar bilinir ve bu olanaklar ile kaynakların okulun amaçları doğrultusunda hayata geçirilmesi için gerekli girişimlere başlanabilir.

Okulların görev ve sorumluluklarının anlamlı olabilmesi ve başarıya dönüştürülebilmesi için okul, aile ve yakın çevre işbirliği içerinde olması gerekir. Beraber çalışıp bu işbirliğini

OKUL - ÇEVREİLİŞKİLERİNİ

GELİŞTİRMEK İÇİN NELER YAPABİLİRİZ?

geliştirebilmeleri için;- Veli toplantılarındaki planlanmanın katılımın daha fazla olabilmesi yönünde yapılması gerekir. Çalışma saatlerinin dışında gerçekleştirilmesi toplantının verimliliğini artıracaktır.- Okul veli toplantılarına okul yakın çevre üyeleri (muhtar, dernek yöneticileri, imam, hayırseverler) davet edilmelidir.- Veliler zaman zaman sınıf ortamına davet edilmelidir. Onlara ders süreci içerisinde çocuklarını gözleme şansı tanınmalıdır.- Veli toplantılarında anne- baba ve yakın çevre üyelerinin eğitimine önem verilmelidir.- Aile ziyaretleri yapılarak, çocuğun eğitim ortamı yakından görülmelidir.- Okul ve sınıfta öğretim yılı sürecince yapılan etkinliklerde gönüllü velilerden yararlanılmalıdır.- Sosyal Etkinlikler Yönetmeliğinde yer alan gönüllü veli katılım formu tüm velilere uygulanarak, hangi velinin hangi alanda

yardımda bulunabileceği belirlenmelidir.- Okullarda her öğretim yılı başında, okulun fiziksel özelliklerinin, bölümlerinin, çalışanlarının tanıtıldığı bir kitapçık hazırlanarak velilere verilmelidir.- Okul yöneticileri, rehber öğretmenler, sınıf ve branş öğretmenleri yakın çevre ile işbirliği yapıp velilere yönelik konferanslar düzenlemelidir.

Sunduğumuz hizmetlerin kalitesini belirlemek için, öğrenci ve veli memnuniyetini ilk sırada tutarak, katılımcı bir yönetim anlayışı geliştirmemiz gerekmektedir. Bu zor görevi başarma sürecinde; okulların fiziki koşullarının artırılması, öğretmenlerin niteliğinin yükseltilmesi ve dersliklerin bilgi teknolojilerinin gerektirdiği araç ve gereçlerle donatılması tek başına yeterli olmayacaktır. Bunun yanında okul-çevre ilişkilerin de kaliteyi yakalamanın önemli olduğu aşikârdır.

SONLU ARALIKSONSUZLUĞU SAKLAR MI?

Yunus ERAVCI Kavakpınar AİHL Matematik Öğretmeni

Matematikte iki rasyonel sayı arasında sonsuz çoklukta rasyonel sayı vardır. Aynen bunun gibi bizde sınırlı dünya hayatımıza sınırsız sonsuz bir hayatı (cennet) sığdırabilmeliyiz.

Mesela [1,2] aralığı alttan 1 ile üstten 2 ile sınırlıdır ancak bu aralıkta sonsuz tane rasyonel sayı yazılabilir.

Buradan yola çıkarak kâinatın dili olan matematik bize diyor ki “Ey insan sen de aklın varsa şu kısa doğum ve ölüm ile sınırlandırılmış dünya hayatına ebedi olan cennet hayatını sığdırmalısın.”

Page 31: Editörden - Pendik İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüpendik.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_06/01121845... · 2017-06-01 · 4 5 Eğitim-öğretim sürecinde, paydaşlar arasındaki

60

KarikatürErdal ALTUN

Alparslan Anadolu Lisesi Türk Dili Edebiyatı Öğretmeni