emeĞİn sanati e- dergİ 170. sayi

140

Upload: emeginsanatidergisi

Post on 23-Jul-2016

268 views

Category:

Documents


19 download

DESCRIPTION

ART OF LABOR Sosyalist Edebiyar Dergisi Journal of Socialist literature Ağustos - 2015 August - 2015 Yıl: 9 Sayı:170 Year: 9 Number: 170

TRANSCRIPT

Page 1: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI
Page 2: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI
Page 3: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

EMEK VERENLER / İÇİNDEKİLER

EMEK VERENLERİÇİNDEKİLER

3Emeğin Sanatı’ndan 167.

MerhabaSUNU YAZISI

ADNAN DURMAZ4

BU SAYININ SAVSÖZüBEKİR YILDIZ

5Tünele Tutsak Işık

BEKİR KOÇAKŞİİR

6Pervane Olmak İçin Yanmak

GerekirADNAN DURMAZ

ŞİİR7

KargışTAN DOĞAN

ŞİİR9

Şavkıyan UzaklıkASIM GÖNEN

ŞİİR10

Bir Kış Masalı MUHAMMET DEMİR

ÖYKÜ11

Şiir Yaşanana İsyanın Tek Tese llisid ir

BÜLENT AYDINELŞİİR

13Yorgun Katırlar

MUSTAFA SÖYLEMEZŞİİR

14Davranış Bilimcisi

NİSA LEYLAŞİİR

15Kıbleye Döneyim mi?

NECMETTİN YALÇINKAYAÖYKÜ

16

Sis Basmış DağlarıHASİBE AYTENŞİİR19Üç Tomayla Çifte te lli OynuyoruzSEMA LALE ŞİİR20Maviş BebekGÜLEFER CAMBAZ SAVRANÖYKÜ21RötarGALİP ÖZDEMİRŞİİR25Savaş ve BarışTEMEL KURTŞİİR25Gölge Tutarken ElALİ HALDUN HAKMANŞİİR26Şimdi Sen , Sonra Sen, Hep Sen...İRFAN SARİDENEME27Elle rin izde Kan Var!MERİÇ AYDINŞİİR30Beat şiirle r 2:Dünyanın Bütün ZencileriSERKAN ENGİNŞİİR31Beni Terk EderimNECİP TIRPAN ŞİİR33Kara Çarşaflı Ge linBEKİR YILDIZKONUK ÖYKÜ34 Çocukların TürküsüBURCU TÜRKERŞİİR38

Duvar KonuşmalarıGÖKMEN SAMBUR

ŞİİR39

Maksim Gorki İncelemesinde Sanatın işlevi

YAVUZ AKÖZELİNCELEME

40Bir Köz Elenir Kanarım

ABDULLAH KARABAĞŞİİR

61Umudun Mavisi

YAŞAR DOĞAN ŞİİR

62Yara lı Kalemin Kanı Kesild i…

ADNAN DURMAZİNCELEME

63Senin Adın Ayışığı

ÖZER GENÇŞİİR

74Bir Umut Daha

MUAMMER ERTURANŞİİR

76Barikatın Ardındakilerin

Tarihçisi:E.H.TEMEL DEMİRER

İNCELEME77

Yazıyor!!!ERTAN ŞAHİN

ŞİİR81

YasNİHAT ERKAN

ŞİİR82

Kıvılcımlarından A teşler Sağan Şa ir:Ö.F.TOPRAKALİ ZİYA ÇAMUR

İNCELEME83

Ateşlerden Geçen Bir SonnetÖMER FARUK TOPRAKŞİİR91CezayirÖMER FARUK TOPRAKŞİİR92Ateşlerden Geçen Bir SonnetÖMER FARUK TOPRAKKONUK ŞİİR91CezayirÖMER FARUK TOPRAKKONUK ŞİİR92Her Ekim SabahıSÜLEYMAN BERÇ HACİLŞİİR93Dizelerde “Şiir ve Şair”A.Z.ÇAMURSEÇKİ94Yaşam ve Sanatta Bir Ayın İzdüşümüSANAT HABERLERİ-ANMA95İngiliz ŞiiriDERLEME132Sevda BahçesiWİLLİAM BLAKEÇEVİRİ ŞİİR133Zincirden Kurtulan PrometheusPERCY BYSSHE SHELLEY ÇEVİRİ ŞİİR134Alla`sen Söyle Nedir..... WYSTAN HUGH AUDENÇEVİRİ ŞİİR135Sone 21WİLLİAM SHAKESPEAREÇEVİRİ ŞİİR137Dünya Şairleri(İngiltere) Kısa BiyografisiKÜNYE138Canı CehennemeŞÜKRÜ ERBAŞKONUK ŞİİR140

A.KARABAĞADNAN DURMAZA.HALDUN HAKMANASIM GÖNENBEKİR KOÇAKBURCU TÜRKER

BÜLENT AYDINELERTAN ŞAHİNGALİP ÖZDEMİRGÖKMEN SAMBURG. CAMBAZ SAVRANHASİBE AYTEN

İRFAN SARİMERİÇ AYDINMUAMMER ERTURANMUHAMMET DEMİRMUSTAFA SÖYLEMEZNECİP TIRPAN

N. YALÇINKAYANİHAT ERKANNİSA LEYLAÖZER GENÇSEMA LALE SERKAN ENGİN

SÜLEYMAN BERÇ HACİLTAN DOĞANTEMEL DEMİRERTEMEL KURTYAŞAR DOĞAN YAVUZ AKÖZELALİ ZİYA ÇAMUR

Page 4: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

EMEĞİN SANATI’NDAN 167. MERHABA“ANLAMAK GİDENİ VE GELMEKTE OLANI”

Her çağda işgal, asıl yüzünü, kültürleri yiyerek gösteriyor. Halkların yok oluşu, askeri işgalle değil, asıl kültürelişgalle mümkün. Tutsak ulusun yerine yoz bir kültür inşa ederek kendisini tamamlıyor işgalci. Çağımızda bunuçok iyi tahlil etmiş olan küresel tiranlar, fiili işgalden çok, kültürel işgali önemsemekte. Bölüp parçalamak,darmadağın etmek ve yok edip uyruklaştırmak için, kitlelerin damarlarına nefret kültürünü şırınga ediyorlar.Tarih hep işgaller ve yok edenlerle ve onların kurbanlarının kanıyla yazıldı. Ya içerde iktidar postunu kapmakiçin birbirine kırdırılan halklar ya da dışardan gelip orayı işgal edenler vardı. Savaş kan emicilerinin işiydi veemilen kan daima yoksul halkların damarlarından akıtıldı.Arapların halifeleri ard ardına öldürülmüşse, sebebi iktidar kavgasıydı. Daha geriye bakınca, Asurhükümdarları bir kültür haline getirip yaptıkları zulmü övüne şişine taşlara kazıttılar. Yendikleri hükümdarlarınasıl kovalayıp yakaladıklarını, nasıl kulaklarını, burunlarını kestiklerini ve tekerlekli arabalara koşup halkınarasında dolaştıklarını yazdılar binyıllar önce. Tarihte her zaman bir egemenler, bir de onların kulları ezilenlervardı. Bu hala devam etmektedir.Zulüm bir kültür haline getirilip, üç öğün beş öğün geniş kitlelere sunulmaktadır. Nefret sevginin yerini işgaletmiştir içimizde. Herkesin bir nefret ettiği dünya görüşü, futbol takımı, dinsel inanç, milliyet vardır artık. Türk-Kürt, alevi-sünni, Fenerbahçeli -Beşiktaşlı, karşı köylü-bu köylü, bizim sülaleden-öbür sülaleden, yerli-yabancıfalan filan. Zulüm sistemi ancak nefret kültürüyle besleniyor. Toplumu yönetme araç ve enstrümanları zulümodaklarıdır. Geçtiğimiz gönlere bakınca çok net görülüyor. Oyuncak götüren gençler katledildi, hiç acınmadı,hiç merhamet edilmedi katledildiler. Hepimiz ayağa kalktık, ağladık öfkelendik; ama yararı yok. O dahabitmeden uçaklar kalkıp insanları bombaladı. Birileri Anadolu’nun yoksul köylerinde yavan ekmeğini zor yiyenyoksul çocuklarını vurdu. Oysa parası olan askere gitmek zorunda değildi. Sivas’ta insan yaktılar. Unutmadık.Gezi’de on üç yaşında çocuğu vurup “terörist” dediler.Nefret doluydular, Anadolu’da yaşayan insanları sevmiyorlardı. Onlara üzülmüyorlardı. Soma’da iş katliamındaölenin yakınını dövebiliyorlardı. Nefret kültürü kişileri keskin bıçaklar gibi bilemekte. Sokakta birbirinitanımayan insanlar sebepsiz kavga edip birbirini öldürebiliyor. Futbol izleyicisi birbirini öldürebiliyor. Nefretkültürü kişileri zalim ve mazlum kıldı. Kadın cinayetleri hat safhada. Ve içgüdüleri barış dolu Anadolu insanıhala susuyor. Kapitalizmin, emperyalizmin yerli uşaklarının zulüm “fıtratında var”. Çağımız, savaşlar kıranlarkıtlıklar çağıdır ve insanlık tarihinde halkların oluk oluk kan vererek aldığı, insan haklarına, barışa, kardeşliğedair tüm kazanımlar sürekli tersyüz edilmektedir.Çağımız böyleyken, geçmişin karanlık çağları da daha çok zulumla beslenerek yazdı kendi tarihlerini. Şiddetive zulmü gerek ulusal gerek küresel boyutta hisseden insan olmak zorundadır günümüz şairleri. Devrimciozanın görevi çağının yarasını kanarken isyanının da çığlığı olabilmektir. Zulum ne kadar artmışsa sistemin okadar zorda olduğunu biliyoruz biz. Elbette sarsılan ve yamyamlaşan egemen güçler, kalabalıklarda da aynıarazı yaşatmaktadır. Kişisel anlamda bu kadar yozluk ve şiddet, sistemle paralel gitmektedir. Bütün dünyadaaynı acıyı çekip korkuyu yaşayan küresel emperyalizm ancak kanla ayakta kalmaktadır ve ilerleyen tarihitersine çevirerek – bir tür ölüm sürecini yavaşlatma derdine düşmüştür. Emekçi yığınları küresel olarakörgütlenemedi henüz; ancak canavarın düşüşü birden bire olacaktır.Nazım’ın dediği gibi:

“Annelerin ninnilerinden spikerin okuduğu habere kadar, yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı, anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık, anlamak gideni ve gelmekte olanı.”

Sanırım çağımız ozanlarında bulunması gereken en önemli özellik budur. Zulme karşı direnirken yarını görebilen ve umutla gülümseyen bir bilinç…

ADNAN DURMAZ

Page 5: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

BU SAYININ SAVSÖZÜKüçük çocukların emekleri sudan ucuza kapatılıyor, çalışacak yaşagelmiş olanlar yurt dışı pazarlarınd aköle gibi alınıp satılıyor ve yaşlılarbir lokma ekmek için avuç açıyorsa, o ülkede, öteki ülkelerden öndekurulu düzenin eleştirilmesi gerekir.

İşte ‘toplumcu edebiyat’ın görevi bu eleştiriye katkıda bulunm aktır.

Sorunlarına gelince:

Her namuslu yazar, yaşamaya hak kazanabilmek için yazıyorçağımızda. Neyin, kimler adına yazılması kesinkes biliniyor artık. Sorun,nasıl yazılmasıdır. Burjuva edebiyatçılarının neyi yazmak içinharcayacakları, kaybedecekleri süreyi, biz, en güzel nasıl yazabiliriz diyekullanmalıyız. Böylece daha özgün biçimlere ulaşılabilir kanısındayım.Bu, burjuva edebiyatına karşı takınılan genel tavrın kavgası, yıllar öncebaşlamış ve günümüzde somutluk, etkinlik kazanmıştır da. Amaüzerinde durmak istediğim, salt bizi ilgilendiren yeni bir konudur: Bu da,kimi yazarların toplumculuğa yaslanarak, kavgayı yozlaştırm açabalarıdır.

Kimlerdir bunlar? Neden böyle yaparlar? Bunlar, yeteneksiz yazarlardıraslında. Ortaya zar zor koyabildikleri ürünleriyle, ilk filizlemeleriyle,gerekenden fazla kendilerine yer açabilmek için, sanatsal uğraşlarınıçoğaltmak, beklemek yerine, küçük hesapların, kurnazlıkların kümelerinioluştururlar.

Unutmamakta yarar var: Sanat, kurnazlıkla-zekânın, şablonculukla-yaratıcılığın kavgasıdır. Sanat, ergeç kurnazlığı, şablonculuğu açığavurur. Vurur ya, toplumcu edebiyat adına kaybedilmiş her saniyeninhesabını halkımıza karşı nasıl verecek bu zavallılar?

BEKİR YILDIZ(Militan Dergisi, 7 Temmuz 1975)

Page 6: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

TÜNELE TUTSAK IŞIK

kilitlendi üstümüze mahzen kapısıartılar eksileri doğurdusu beni sordu ateş benigeçmişi topladım karmaşıkişgale uğratanlarsa benitünele tutsak ışık

çok ara veriyorum çokyolcuyum desem değiliminananlar dost kardeşkiminin gözleri varbakışları düşman çatlatan cinstengözünü ara kuşkununfiyakasını bozuveristikbalim ellerinde olursa bununölümüm bile duyulmaz biliyorum

BEKİR KOÇAK

(2 Mart 1946 -31 Temmuz 2015)

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 7: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

PERVANE OLMAK İÇİN YANMAK GEREKİRAdnan DURMAZ

içine içine tüter bacalar ölümcül sessizliği bekleyen kuru dallar dağlarda hep o aynı sonsuzda yitmek duygusu kaburgaları sayılan avurdu avurduna geçmiş sokaklar ölü doğmuş sabahlarda deli bir kasvet sen bu taşra boz yüğrük yılan kadar yabanıl uçurum çiçekleri kadar aykırı duygulara alışabilir misin

bıçak mavisi hüzünler taşımak zordur zulanda mavzer çeliği sabırlar imgeler devşirir misin boz toprağın yarıklarından ve o büyük umudun eskimiş çarıklarından düşlere uzanan çığralar bulur musun at izinde birikmiş bir avuç sudan

Sayfa 7

Page 8: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

ve boşalmış dere yataklarında akıp giden sessizlikten destanlar duyabilir misin kavgaya sevdaya dair

keseğin ve kıraç kıraç gülümsemenin alnına kazınmış derin izlere yazabilir misin şiiri yazdıkça daha çok yara açılır bağrının dağlarında acının çuvaldız iğnesiyle sırıyarak yırtılan yüreğini bu sonsuz yolculuğa dayanabilir misin şair misin adam mısın kim anlar buralarda ıssız ve zaptedilmiş kahredilmiş ve yaralı bozkırlarda bir örümcek gibi kendi kemendini kendin dokuyabilir misin kolaydır sümbüli kent akşamında menekşe gözlere bakıp erguvan erguvan dizeler döktürmek her şair aşıktır kuşkusuz her aşık şair lağım temizleyen işçinin kokusu ve kölenin başı taşla ezilen kadının son bakışı gözbebeklerinde kıvılcımlanan zincir milyon milyon bombalanan insanlık bu vahşet çağında ateşten dizeler gerektirir ve saplamak kalemini yüreğinin kanayan yerine değilse söz cambazlıkları ordan buradan çalınmış birkaç imge şiir miir değildir kuşkusuz pervane olmak için yanmak gerekir

ADNAN DURMAZ

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 9: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

tan doğan

kargış

al bu çığlığı çal başınasusuzlukta kuruya dillerin –lâl olaekmeğin ola devedikeni aşıun ufak ola bağrına çivilenen taşardına gele ellerin ayaklarınadın bata sanın bata huyun suyun bataadı bilinmedik derde düşesin –kalasın ordadirhem dirhem yarıla ömrüngözünü oya ölü kargalar toprak doyura –göremeyesin hayrını hiçbir şeyinsızı gele her nefeste döşünden –ağılanasınmor çıbanlar dizile ak göğüslerinekurtlar düşe başına ciğerlerininetlerin döküle kan tüküresinanan öle baban öle ağan atan öle –nefret ede senden kavim kardaşburnundan gele emzirdiğin süthayrını görmeyesin aldıklarınınellere kala malın bata ocağınoklara bıçaklara kurşunlara gelesinçekile damarın kuruya kanın verile azabın ateşlehak divanında kara ola yüzünyüzün gülmeye huzur-ı mahşerdeazapta kalasın kıyamet kadardöküle her bir taşın bin bir diyaraniran’a süre seni zebanileryarıda kala muradın âh edesingelmesin iki yakan bir arayaâh hayın ‘hayat’ ey zalım dünyaal bu çığlığı çal başına

Sayfa 9

Page 10: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

ŞAVKIYAN UZAKLIKne olur bir selam gönderellerim kırık benim yüreğim yokuşne olur birlikte yaşanan bir ayrılık içinbirlikte bakalım on dördüne ayınbileyim ki senin gözlerinde ordadırbenim gözlerimi oyarken orda şavkıyan uzaklığın

ne olur yüzünü çiz şu bulutaşavkısın akşamı gün batımınınyollar uzunmuş ömür kısaararken ölmezsem eğerölürüm kucağında en yalancı rüyanın

biliyorum ak düşmüş saçlarınagül üstüne gül koymuş ağırlığınbenim sevdam hafif değil ayrılığın yüküdokun yarama da kanatlansın kuşları kavuşmanın

ne olur bir selam göndergül açsın mesafeler azalsın yükü hasretlerinne olur rüzgara ver saçlarınıkokunu getirsin atları çiçeklerin

ne olur bir selam gönderbir selam gönder ne olurateşten şekiller çizsin laleleri sonbaharınşenlensin dağların en karanlık ardımecnun a leyla görünen çöldeçöle leyla görünsün alevleri duyguların

bir selamın en serin suyudur kırşehir iniçtikçe ceylanlar suya iner dümdümler kaplar çölleriher selamın sıla suyuyla sular yangın yerimigül açar en işlek yerim defineler kaplar viraneleri

ASIM GÖNEN

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 11: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

BİR KIŞ MASALI Muhammet DEMİR

Yıllar yılı kovalıyor. Ama her şeye rağmen işte yine hep beraberiz. Sence de öyle değil mi?Yani işte biliyorsun. Sen de benimle birlikte söyle.

"Biz koskocaman, küçücük bir aileyiz."

Dışarıda dondurucu bir hava var. Kar Yağmış. "Kar yağmış." diyorum ya sana. Kar yağmışçünkü karın yağdığını göremedik. Kar bir yağdı bir kayboldu. Mevsimler adeta değişti.Küçüklüğümüzdeki gibi değil artık mevsimler. Adam boyu olurdu yağınca kar ve kar dinincebiz sokakları doldururduk. Sokaklar diyorum ya, sokaklar belirsizleşirdi kar yağınca. Bizhemencecik yağan karda topuğu kırılmış kösele ayakkabılardan yaptığımız ayakkızaklarımızla kardan kendimize yol açardık...

Şu anda ise kar ha yağmış, ha yağmamış, gerçek olan tek şey dışarıda ayaz var. Amaiçerisi dışarıdan yalıtık. Bu içinde bulunduğumuz binaya AVM diyorlar. Alış Veriş Merkezi. Bizçocukluğumuzda bir bakkalı bilirdik, bir tüpçüyü, bir de semt pazarını. Semt pazarında birdefasında su satmaya bir defasında da naylon poşet satmaya çalışmıştım. Su satmaserüvenim su sattığım bidonun eski bir kolonya bidonu olmasından dolayı başarısızlığa

Sayfa 11

Page 12: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

uğrasa da, naylon poşet satışımdan epey para kazanmıştım. Kazandığım para kendim vekardeşlerim için alınan dondurmaya ve leblebi tozuna gitse de öyleydi işte...

Şu anda ailecek AVM’deyiz. Ben, eşim, kızım, oğlum ve eşimin yeğeni. Çocuklareğleniyorlar. Onların eğlenmesi biz ana babaların da eğlenmesi değil midir? Eğlenmek...Malum biz ana babalar çocukları kolaçan etmekten kalan zamanda ne kadar mümkünseo kadar eğleniriz değil mi? Neyse hala paramız var. Bir adet büyük boy karışık pizza, biradet de büyük boy Cola alacak kadar paramız var yani. İki kâse de sevdiğimizkarışımlardan oluşan dondurma da yanında olunca. Eh ne yapalım o kadar da lüksümüzolsun değil mi? Pizza, Cola ve dondurma bitecek. Eli ve yüzü kirlenen çocuklar peçete iletemizlenecek. Bir süre daha AVM’nin parkında çocukların oynamasına izin verilecek.Çocuklar sıkı sıkıya giydirilecek ve daha sonra yine o geldiğimiz yere. AVM’nin dışına... Oayaza... O sokağa çıkılacak. Bu fotoğraf ise anı olarak saklanacak. Hâlbuki bu fotoğrafınarkasında deklanşöre basan kişi tüm bu çocukların dayısı. İyi ki oradaymış, o anıbelgelemiş ve saklamış...

MUHAMMET DEMİR

Bize aşk şiiri de yazın diyorlar. Sankiaşkın kanatları kırık değil, Sankisevenlerin birbirine kavuşmasınınönünü tıkayan siyasal gerici üretim,paylaşım ve onun uygulayıcılarıdeğil. Sanki aşk siyasal içeriktenbağımsız...

ASIM GÖNEN

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 13: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

ŞİİR YAŞANANA İSYANIN TEK TESELLİSİDİR

Şiir yaşanana isyanın tek tesellisidirGöçebe kafiyelerin sıkça uğradığı mülteci coğrafyadır sevdaKum saatlerinin sürekli ters çevrildiği bir şehirdirGayri meşru çilelerin eşkıya çetelerce gözyaşlarına dayattığı bu kuralsız cumhuriyeteYitirecek kıymetli şeylerinin ederlerini hesaplamayanlarca girilebilirÇünkü dörtlük bitmişHece hedefine isabet etmiştirŞiir yaşanana isyanın tek tesellisidir

Bulutlar gökyüzüne sığmazÖldü sandığımız deniz birden dirilebilirSöndürür en kuytu düşlerinizi gerekli bir direnişleGece ateşlerini bile korkusuz harlandıran şiirUçuşa yasak bölgede davetsiz dolaşan sözcüklerinizBirden vahşi kuşlar tarafından çevrilebilir.Her harfe bir idam ritmi rumuzlanmıştır artıkİnsan bu manzara karşısında dehşetten ölebilirUstura üstünde yürüdüğünüz bir metalse eğerŞiir yaşanana isyanın tek tesellisidir

Ve ey gözyaşlarından sadakat, ayışığından bebekler üretemeyen geceNefret yırtıcı bir sözcüğü yüreğine bağlamak olsa daAşk onu bedenine salıvermek değildirŞiir yaşanana isyanın tek tesellisidir

BÜLENT AYDINEL

Sayfa 13

Page 14: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

YORGUN KATIRLAR

Çıkarılmışım bombalanmış topraklardan,Kazmalarla küreklerleÖzlenilen düşümYorgun katırlar taşır beni.Gözyaşları suladı beniYargısız salladı kollarını köylülerimHer virajda kazındı umudaDonmuş ayaklarım buza kesmişKatır yürümüş kendi dizesindeAsla tahta köprüden geçmemiş katır.

Sıcak bazlama olmuşumUnutulmuş gibi bedenimKarın çadır kurduğu yamaçtaKanlı gözyaşları sular ekmek sular gibi,Taşınırım yargısız-lığa, yasasız.

Ölüm geceleri küstüren ölümKırılmış kemiklerim bin parçaToprak türlü utanç içindeAd bulamaz ölü düşlerimeKalemi elinde bin kez kırılmışYüzüne utanç yuva yapmamışKör çöl baykuşları küsmüş geceye.

MUSTAFA SÖYLEMEZ

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 15: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

DAVRANIŞ BİLİMCİSİ

“beyti, kebab, rakı” diyor arkamdaki

yaklaşık sekiz sene içmedimnuh’un gemisine bindim, tekim !

çoğalmazsam kızma ey ’’geleceğim”yoksulluk yoruyor beni geyikler vebiber acılı hayat

eros! oklarından ödünç verfırlatsın beni dünyanın yedi harikasınainan ki yaşamayı özlemişim

alengirli bir siyasi kararla ciltlettirileceğim kesin! çok süslü bir buluta bineceğim ve sırtınıfenerlere yaslayacağımayakta duramayan sevgilerin

davranış bilimcisi olmuşsun görmeyelisorular zinciri…

NİSA LEYLA

Sayfa 15

Page 16: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

KIBLEYE DÖNEYİM Mİ?Necmettin YALÇINKAYA

1971 sonlarıydı. İlkokul beşinci sınıfa gidiyorduk. Sınıf Öğretmenimiz Fethi KofoğluSamsunluydu. Mandolin çalardı ve iyi bir fotoğrafçıydı. Sevinç, üzünç ve heyecanlarımızısiyah-beyaz karelere yansıtırdı. O yıllardan kalan birkaç resmi saklar dururum hâlâ. Bizesürekli bizzat kendisinin katılmış olduğu av maceralarını anlatıp dururdu. Anlatımları öykütadındaydı. Onu dinlerken dalıp gider, avın içindeymişiz gibi gezinip dururduk âdeta.

Yıl sonunda her dersten yeniden sınav oluyorduk. Sıra din sınavına gelmişti. Dualarıezberleyip okuyacaktık. Dua ustamız Ahmet Ferit Acar’dı. Elazığlıydı, ailesi Sünni ve de dinibütündü. Usulünce dua okumasını öğretti bize. Arada Haydar Çimen’e takılır, yanlışöğretirdi ona. Haydar durumu fark edince Ahmet’e kızıp bağırır, bizse katıla katıla gülerdik.

“İnşallah din sınavına Fethi Kofoğlu girer,” dedi, Kenan Akman.

“Ali Konuk olmasın da kim olursa olsun benim için fark etmez” dedi, Varol Edebali, Nedretve Nuralp Yenisöz.

“Benim için kim olursa olsun fark etmez!” dedi Elbeyi, “sabaha kadar tüm dualarıezberledim.”

“Ben hiçbirini ezberleyemedim.” dedi Züleyha, bir yaprak gibi tir tir titriyordu.

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 17: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Okul müdürümüz Ali Konuk Kürt'tü. Şafii ve dinine çok bağlıydı. Aslında okulun büyük birbölümü Alevi’ydi. Çünkü bizim mahallemizin okuluydu ve mahallenin büyük bir bölümüErzincan, Kars, Erzurum, Dersim’den gelme Alevi ailelerden oluşuyordu. Hatta birkeresinde babama:

“Bu duaları neden kendi dilimizde değil de Arapça okumak zorunda kalıyoruz?” diyesordum.

O da:“Ne bileyim ben oğul!” dedi, “Allah’ın işine ne karışırım ben.”

“‘Allah Kuran’ı Kureyş kabilesine ve onların anlayabileceği bir dil olan Arapça olarakindirmiş,” diyor, Mehmet Ali Bakkal.

Saçımı okşayıp…“Boş ver şimdi sen bunları. Okuyup öğrenmene bak,” dedi.

Aslında soracağım çok soru vardı o küçücük yaşımda.“Neden Türkçe değil de Arapça öğreniyoruz bunları? Ya da neden Türklere Türkçe olarakindirilmemişti Kuran? Ya da başka dillerde? Arapların ne özelliği vardı?”

Bu sorular kafamda bir lastik gibi uzayıp gidiyordu. Babama saygısızlık etmekistemiyordum.

“İyi de baba ezberleyemiyorum!” dedim, “Hani Türkçe olsa neyse!”

“Yavaş yavaş ezberle” diye söze karıştı annem.“Hem evimizde Kuran değil; Hz. Ali’nin resmi var. Müslüman değilsek bize ne Araplarınduasından?” dedim öfkeyle.

Babam güldü…”Büyüyünce kendin anlarsın.” dedi.

”Her şeyi ezberinde tutuyorsun da, üç tane dua mı zor geliyor sana?” diye söylendi annem.“ Hem sen zeki çocuksun, üç değil on dua bile vız gelir sana.” diyerek bir güzel gaz verdiayrıca.

Bizim evimizde oruç tutulmazdı. Duvarımızda asılı bir Kuran da yoktu. Üstelik kimsenininancına karışmazdık. Güzel insanlardık kısacası. Biz karışmazdık ama birileri bizi kontrolegelirdi işte. Bu yüzden Ramazan ayı boyunca tam bir aile olarak sofraya oturamazdık. Birkişi mutlaka kapıda erkete kalırdı. Eve doğru biri yaklaştı mıydı, koşar hemen haber verirdi.Yer sofrası çabucak odaya taşınırdı.

Ağrılı komşumuz Kürt Ahmet Şafi’ydi.

Sayfa 17

Page 18: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

“Ramazan on bir ayın sultanıdır” derdi hep. “Ramazan; berekettir, bolluktur…”Oysa akrabalarının çoğu yoksuldular. Çocuklarının pantolonları yamalıydı. ’Bereket, bollukbunun neresindedir?’ diye düşünmeden edemezdim.

Karşı çıkardım hemen…“Niye diğer ayların ne suçu var?” derdim.“Tövbe tövbe, bu çocuğun içine şeytan kaçmış!” der ve dualar mırıldanırdı.

“Mesela,” derdim, “şimdi bu ocak ayı sultan mı?”Gözümün içine pis pis bakar…“He sultandır” derdi.

“Peki, gelecek yıl o zaman sultan aralık ayı mı olacak? Aklım karıştı şimdi benim.” derdimmahsusçuktan. Gülmemek için kendimi zor tutardım.“Tövbe tövbe…” derdi yine…“Kıymet Abla şu oğluna sahip çık. Yoksa başına iş alacak!”

Annem beni salondan kovardı. Ben de çatıya çıkar, yıldızları, Kadifekale’yi, deniziseyrederdim.Elimden geldiğince Arapça duaları ezberlemeye çalışıyordum. Sabah kalkıp okula gittim. İlkdersimiz din dersiydi. Karşımızda Fethi Kofoğlu’yu görünce hepimiz sevinip rahatladık.

“Günaydın çocuklar!” dedi yüksek bir sesle.“Sağ ol!” dedik, hep bir ağızdan neşeyle.

Not defterini açtı. Numara sırasına göre çağırmaya başladı. Numarası okunan ayağa kalkıpezberlediği duasını okuyordu. Sıra bana geldi, tahtanın yanına gittim. Yüzümü sınıfadöndüm. Başladım okumaya. Eksiksiz okudum ama hızlı değil, konuşur gibi okumuştum.Beş üzerinden dört aldım. Bu benim için iyi bir puandı.

Benden sonra Elbeyi öğretmenin karşısına dikildi. Heyecandan titrediğini görebiliyordum.“Öğretmenim,” dedi kekeleyerek, “Kıbleye döneyim mi?”“Bırak şimdi kıbleyi mıbleyi sen duanı oku!” dedi, sert bir ses tonuyla Fethi Kofoğlu.

Elbeyi’nin kafası karıştı, âdeta ezberindeki dualar kuş olup uçtu. Ne yaptıysa hatırlayamadı. Öğretmen sonunda:“Otur yerine sıfır” dedi.

Elbeyi üzgün üzgün yerini aldı; başını ellerinin arasına alıp gözyaşlarını saklamaya çalıştı.

Birkaç gün içinde Elbeyi ünlenmişti. Tüm okulun dilinde yeni bir şarkı vardı:“Öğretmenim kıbleye döneyim mi?”

NECMETTİN YALÇINKAYA

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 19: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

SİS BASMIŞ DAĞLARI

Ucundayım yaşamın bıçaklar bileylihani acıyı söndürecek aydınlıksis basmış dağları canavarlar azmışaz ötede pusu kurmuş ölüm

Ar perdesi yırtılmış kıpkızıl bakışlarah benim şaşkın yüreğimgerçeği ararken dolanır ayağınayalanın ilkçağa dönen dolapları

Damlalar düşmeliçocuk uslarınaçiçek gülüşlerigüneşin eşitliğidüşmeli yollarınaher can bir büyük dünyayaşamak var ya yaşamakbir kez verilmiştir insana

HASİBE AYTEN

Sayfa 19

Page 20: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

ÜÇ TOMAYLA ÇİFTETELLİ OYNUYORUZ

Tünelden Taksim'e doğruİnsan mı önemlidir düzen miTüccar vitrin severlere doğrulttuğumuz soru bu

Alevi kesenlere köprüKürt öldürenlere hava alanıŞiirleri sakladık sırt çantamızaGaz nihaventlere sokaklar gebe kalalı

Ne müthiş bir şaşaadır ne ebedi bir duruşMehterli hilalli muhpirli yalakalı

Evladını öldürür mü baba dediğinBeynimi kemiriyorumAli İsmail dövüleli Ethem kurşunlanalı Berkin vuruldu vurulalı

Öldürülmek için çocuk olmak gerekli bu ülkedeŞimdi çatışma çıksa yaştan kurtarıyoruzİhtiyarladıkça ölüme yaklaşır insanBenim ülkemde yaş ilerledikçe ölümden uzaklaşıyoruz

Üç TOMA'yla dedim yaSen aldırma bu ablanaİkisi yok artıkTaksim'e yaklaşıyoruz

SEMA LALE

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 21: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

MAVİŞ BEBEKGülefer CAMBAZ SAVRAN

Kan ter içinde uykusunda uyandı.Nefesi sıklaşmış, yüreği yaralı birkuşun yüreği gibi korku ve acı içindeatıyordu. Boğazı kurumuştu, bir ikiyutkundu olmadı. Komodininüzerindeki sürahiden bardağına sudoldurdu, iki yudum aldı, kuruyanboğazını ve dudaklarını ıslattı.Yatağında Maviş’in olmadığını farketti, yere düşmüş olduğunu gördü.Onu yerden alıp sıkıca sarıldı. Bukorku dolu rüyaları çok uzunzamandır bitmek bilmiyordu. Nezaman bittiğini düşünse yine böyletekrar ediyor ve onu çok üzüyordu.

Maviş onun oyuncak bebeği ve aynızamanda da büyük bir sırrınıpaylaştığı tek dostuydu. O korkugecesinde -yine bu gece olduğugibi- birlikte uyuyorlardı. Yattığıodanın kapısının yavaşça açıldığını

duyabiliyordu ve odasına usulca giren karartının da farkındaydı. Çok korkmuştu. Bir geceönce annesinin masalında anlattığı tek gözlü canavarı hatırladı. Masalda dağların arkasındayaşayan bir canavardan söz etmişti annesi. Bazen şehre inip gezdiğini ve yaramazlık yapankızları alıp sarayına götürdüğünü ve orada yanından ayırmadığını anlatmıştı. Odasına girenşeyin tek gözlü canavar olduğunu düşünüyordu, ses çıkarmamalıydı.

Mavişe sıkıca sarıldı. Canavarın yatağının uçunda hiç kıpırdamadan oturduğunuhissedebiliyordu. Korkudan çığlık atmak istemiş, sesinin kısıldığını fark etmişti. Eğer çığlıkatarsa diğer odada uyuyan annesi ile babası gelebilirdi ve onu canavarın elindenkurtarırlardı. Emindi ama ne olmuşsa olmuş sesi kısılmış, çığlık atamamıştı. Kocaman birelin yatağının üzerinde onu okşar gibi gezindiğini hissedebiliyordu. Bir ara babasıolabileceğini düşünmüş sonra vazgeçmişti. Hem babası neden böyle bir şey yapmakistesin ki! Zaten dilediği zaman ona sarılıp öpebilirdi. Diğer yandan tek gözlü canavar daolamazdı; masallarda hiçbir kızı sevdiğini anlatmamıştı annesi. Canavarlar masallardakikızları sevmezlerdi. Yüreğinin sesini duyabiliyordu, bebeğine daha bir sıkı sarılmıştitriyordu. O kocaman el şimdi üzerini örten örtünün altından onun ayaklarını arıyordu ve

Sayfa 21

Page 22: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

bulmuştu yavaş yavaş yukarı doğru çıkan o el onu korkudan öldürmek üzereydi. Elinkendisine ne yapacağını anlamaya çalışıyordu.

El yavaşça yukarı doğru çıkarken bütün vücudunun şu an olduğu gibi titrediğini çok iyihatırlıyor ve şimdi aynı duyguları yeniden yaşıyordu. İç çamaşırının çıkarılmaya çalışıldığı anda, korkudan yatağını ıslatmış ve kocaman elin üzerinden kayıp gittiğini, odasının kapısınıntekrardan usulca kapandığını duymuştu. Bütün bu olanlara bir anlam vermeye çalışmış,anlayamamıştı. Bir rüya görmüş olabileceğini düşünmüş sonra vazgeçmişti. Gördüğü rüyaolamazdı. Çünkü Maviş de onunla birlikte olanlara şahit olmuştu.

Islak yatağında uzun süre dönmüş daha sonra uyuyakalmıştı. Sabah annesi yatağınııslattığını fark ettiğinde şaşırmış, ona kızmıştı. Çünkü biliyordu Nazlı iki yaşından beriyatağını ıslatmazdı. Gece geç saatte içtiği içeceklere yorumlamış, bir daha geç saatte sıvıtüketmesini yasaklamıştı. Bir ara Nazlı gece olanları annesine anlatmayı düşünmüş ama neolduğunu kendi de anlayamadığı için anlatmaktan vazgeçmişti.

Yalnızca yatağını ıslattığını babasının ve evde bir haftadır misafir olarak kalan amcasınınbilmesini istemiyordu, bilirlerse çok utanırdı. Genelde günü amcası ile evin içindegeçiriyordu. Birkaç kere birlikte alışverişe gitmişler ama Nazlı amcasını pek sevmemişti.Onu çok fazla öpmeye çalışıyor bazen de severken canını acıtıyordu. Bu durum hoşunagitmiyorduya da koltukta otururken yanına gelip oturması için ısrar ediyordu. Nazlı da:

-Hayır, gelmek istemiyorum, diyordu omuzunu çekerek.

Annesi bu duruma çok kızıyor, bunun bir şımarıklık olduğunu söylüyordu. Söylesindi,sevememişti amcasını, o çocuk aklınla anlayamadığı bir şeyler vardı amcasında. Bir anönce evden gitmesini istiyordu.

Kahvaltıdan sonra amcasının birlikte parka gitme teklifini geri cevirmiş, tekrardantelevizyon izlemek için koltuğuna oturmuştu. Bütün günü annesi ile birlikte evin içindegeçirmişler, akşam üzeri babası işten dönmüş, amcası gezmek için çıktığı dışarıdan evegelmiş, hep birlikte aynı sofrada akşam yemeği yenmişti. Gecenin ilerleyen saatlerindeyataklar hazırlandığında annesi ısrarla yatmadan önce tuvalete gitmesini tembihlemişti.

Nazlı gece yatağında yatmak istemediğini söylediğinde annesi ona kızmıştı. O da çokağlamıştı. Annesi tekrar yanına gelerek onu yatağına yatırmış, üzerini örtmüş ve ışığı açıkbırakacağını söyleyip odadan çıkmıştı. O gece uzun süre korkudan uyuyamamış daha sonraküçük bedeni uykuya fazla dayanamamış uyuyakalmıştı

Sabah uyandığında yatağını tekrar ıslattığını fark etmiş ve ağlamıştı. Ağlama sesini duyupyanına gelen annesi bu duruma bir türlü anlam verememişti. Bunun bir rahatsızlıkolabileceğini düşünmüş ve ertesi gün onu bir doktora götürmeye karar vermişti. O günsabah kahvaltısından sonra amcası yine evden çıkmış geç saatlere kadar geri dönmemişti.Amcasına garip bir şeyler oluyordu, artık Nazlı ile pek göz göze gelmemeye çalışıyordu.

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 23: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

O gece bütün ısrarlarına rağmen annesi yine odasında uyuması gerektiğini söyleyip odasınınışığını açık bırakarak kendi odasına geri dönmüştü. Ağlamamaya çalışarak Mavişe sıkıcasarılmış ve yatağında dönüp durmuştu.

Yine aynı şey oluyordu; odasının kapısı yavaşça açılıyordu. Işık yandığına göre gelenin kimolduğuna bakabilirdi ama bunu yapma cesaretini kendinde bulamamış onun yerine gözlerinisıkıca kapatıp Mavişe korku ile sarılmıştı. Çat sesinden yanan lambanın düğmesininkapandığını anlamıştı. Canavar yine odasındaydı şimdi annesinin odasına gelmesinidiliyordu.

Ayakucuna oturmuş o dev gibi cüssenin kendini izlediğini hissediyordu. Ayaklarını karnınadoğru çekmiş korkudan içini çekiyordu. Sanki oyuncak bebeği Maviş de onunla birlikte aynıkorkuyu hissediyordu. Bu bir rüya değildi ve Maviş kapanmayan gözleriyle bütün olan bitenigörüyordu.

Birkaç gece önce olduğu gibi yine o kocaman eller yattığı örtünün altından küçük vücudunadokunuyor onu okşuyordu. Bunu sevmiyordu. Bundan korkuyordu. İç çamaşırınınçıkarılmaya çalışılması korkunçtu. Aynı şey olmuştu, yatağını ıslatmıştı.

Tekrardan odasının kapısının açıldığını ve annesinin sesini duydu ”Ne yapıyorsun burada? “cevap gelmemiş odanın içinden büyük adımlarla bir ayak sesi çıkıp gitmişti. Daha sonraannesi üzerindeki örtüyü kaldırmış ve onun ıslak bedenine sarılmış anne kız birlikteağlamışlardı.

Ortada garip bir durum vardı. Annesi bunun kötü bir rüya olduğunu ve bir sır olarak kalmasıgerektiğini söylemişti “Bu ikimiz arasında kalmalı kimseye söylememelisin “demişti

Oysa Maviş vardı. Annesi her şeyi gören Mavişi hiç saymıyordu.

Ertesi sabah kalktıklarında amcası çoktan çıkıp gitmişti. Giderken evde hiç kimseye habervermemişti

Nazlı, amcasının gitmesine çok mutlu olmuştu. Yaşadıkları hakkında annesi ile hiçbir zamankonuşmadılar. Bu bir sırdı ve o gece konu kapanmıştı.

O geceden sonra bir daha odasının kapısını ve odasının ışığını kapatarak hiç uyumamış veMavişi bir an olsun yanından ayırmamıştı.

İnsanların ona dokunmasından artık hiç hoşlanmıyordu. Birileri onu sevmeye çalışsa hemenağlıyordu. Yatağını ıslatmaya uzun yıllar devam etmiş ama annesi onu doktoragötürmemişti. Onun yerine geceleri birkaç kere gelip onu tuvalete götürmüştü Bütünçocukluğu böyle geçmişti Nazlı’nın. Etraftakilerin dediği gibi o kendini sevdirmektenhoşlanmayan şımarık bir çocuktu. Üstelik annesi onu artık yanından hiç ayırmıyordu.Amcasını bir daha hiç görememişti. O gecenin sabahında evden erkenden çıkıp gidişine

Sayfa 23

Page 24: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

babası hiç şaşırmamış, “Niyazi bu! Aklına ne geldi kim bilir? “deyip gidişini normalkarşılamış annesi bu duruma sessiz kalmıştı.

Yaşananların üzerinden yıllar geçmesine rağmen o gecenin hâlâ izlerini taşıdığını biliyorduNazlı. Bütün gençliği boyunca hiç erkek arkadaş edinememişti. Ne zaman birindenhoşlansa,onu daha sonra kendinden uzaklaştırıyordu. İlk yakınlaşmalarında sebepsiz birağlama krizine geriyor ve arkadaşını yanından yolluyordu.

Ama Serhat’ı çok sevmişti, uzun yıllar devam eden arkadaşlıkları daha sonra aşkadönüşmüştü. Serhat’la birlikte olacakları o gece ilk yakınlaşmalarında yine o sebepsizağlama krizlerine girdi, korkudan titriyordu. Serhat’ın hızla alıp verdiği nefesi onu korkugecesine geri götürmüş, tek gözlü canavarı hatırlatmıştı İşte bu yüzden o gece Serhat’ıevden göndermişti. Ve bir daha hiç görüşmemişlerdi

Uzun yıllardır hayatına kimsenin girmesine izin vermiyordu.Bir tek yer yer dökülen sarısaçları ve sol gözü yerinden çıkmasına rağmen hâlâ Maviş onunla birlikteydi. Arada geliprüyalarına girmese yaşadıklarını da unutmak üzereydi. Üstelik Maviş’le birlikte mutlu bilesayılırlardı

GÜLEFER CAMBAZ SAVRAN

Yazın; emek yanında, sömürükarşısında olmazsa neye yarar? Şiir,roman, öykü, makale ve demeçleremek savunucusu olmazsa, ancak veancak burjuva biti olabilir. Varsılayataklık, güçlüye yağdanlıkolmaktanöteye gitmez.

MEHMET DOĞAN KARAKUŞ

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 25: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

RÖTAR

Kolan vurur umutlaraİçimde ağlayan sonbahar çocuğu.Aldırmaz yağmurların fısıltılarına;Aldırmaz bir kağıt gibi yırtılan zamana…

Titrek, sarı ışıkların altındaBekleyip dururHiç dönmeyecek yolcusunu…

GALİP ÖZDEMİR

kahraman asker ölüleri geçiyor sokaklardananaların göz çukurlarına gömülüyor sesleriben ki; türkülerimi nadasa bırakmışım yinebu suskunlukta buzdan bir korkudur ecelim.

TEMEL KURT

SAVAŞ VE BARIŞ

Sayfa 25

Page 26: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

GÖLGE TUTARKEN EL

Sırasız söylemin sözcüğü kırıkBir sonrasızdan çıkmış gibiVarıyor aklın tınısına-yoksun-

İşte o anlarda çıkıyor acı kokusuSiyah gecenin rengi oluyor geneSiyah çarpıyor insan yüzüne...

Düğümleri aklıyor kendiliğindenYavaş akınca kan içine sırasız...

Bıçak oluklu kesiyor iç kanamadaBuruluyor sezgi, aklı ayıran bir flûlukSessizce fısıldıyor...

Kimse yoktur gecedeAyna ters dönmüş, ay bakıyor...

Kısalıyor sabahın en erken gölgesiTers düşüyor güneşin bağrınaKocaman dev bir ışık ışıyorAklı yansıyor içine sıkışmış...

Kopuyor, kopuyor çizgilerin kıyısınaSürekli akıyor durmamacasına...

El bir gölgenin ışığını yakalıyorGün elin aklına akarken ışıksıBir gönül yanıyor içinde...

|Sorsa mıydı sesli bir biçimdeEli yöneten hangi sinir sistemiD i y e... |

ALİ HALDUN HAKMAN

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 27: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

ŞİMDİ SEN, SONRA SEN, HEP SEN...İrfan SARİ

Kendimi yapayalnız hissettiğim bazı anlar oluyor, bir adım sonrası bataklık gibigelen anlar.

Aklıma ilk sen geliyorsun, burada olsaydı da sarılsaydım her şey geçerdidiyorum.

Acaba gerçekten geçer mi? sen burada olsan biter mi hissettiğim bu acılar??

Bilemeyiz ki çünkü hiç olmadın ki.

Kitapta kaldığım yere ayraç koyar gibi kapasam ve uyusam yarına bir umutuyansam diyorum sonra…

Başlıyorum gün açınca kaldığım yerden. Yoksun.

Hiç olmadın ki.

Sayfa 27

Page 28: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Aslında Tanrı gibi, varsın.

Ama hiç olmadın ki.

Dün geceki yalnızlığım, dün gece yalnız bıraktığım acılarım, dün gecegökyüzüne asılı duran ay gibi…

Yeni açan günde yoksun.

Sonrası yok, var olduğun kadar yoksun.

İnsan görmek istiyor. Gülmek istiyor görünce, doyuncaya kadar dinlemek,bayılıncaya kadar koklamak istiyor. Çünkü acı ve yalnızlık yalnız başına defolup gitmiyor.

Ama seni düşününce bir mucize oluyor. Yani yokluğunu, varsın diye yarattığımzamanlarda o mucize serinletiyor acılarımı.

O anlar, kimseye diyemediğim o anlarda yalnızlığımın etrafına yağmurdamlaları gibi düşen bir seslilik oluyorsun.

O arzuladığım coğrafya oluyor her yer.

Oysa yaşadığımız coğrafya da; çoğu, yolları karla kapalı gibi yaşam edinmişinsanlar, insanların koyduğu kurallar, kuralların parçaladığı aşklar var.

Yani uzadıkça uzayan kışları andıran inatçı töreler, korkak yaratılışlar, farazalısorular…

Cevabı olmayan soruların atmosferinde debelenen yanlışlar…

İşte o coğrafyanın gökyüzünde aramıyorum hiçbir şeyi. Hep gri bir şemsiye,yağdı yağacak görüntü veyahut eceline susamış güneş yanığı.

Ben senin gökyüzünde kuşları özledim.

Gökyüzünde saten mavisi içinde kışlanmış bulutları.

Hep senin gözbebeklerinde kamayı, perdesi aralanmış pencerenden içerigirmeyi özlüyorum…

Ama yoksun.

Elimi uzattığım yerde yoksun…

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 29: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Yine de; şimdi sen, sonra sen, hep sen oluyorum.

Can ağrımda, ilacım.

Özlemde, çarem.

Öyle umutları yitirip savrulmakta istemiyorum. Senin yaşamakta olduğundağlarda kolsuz bir rüzgar serinliğinde mücadele etmekte var çünkü.

Senin olduğun kentlerde karanlığa direnen sokak lambalarının sabaha çıkanyürüyüşü olmakta var. Karanlığı aydınlatmak şaşılacak koyulukta aşktırzannımca.

Zannımca içimizdeki acıları, yalnızlıkları, özlemleri bir şarkının nakaratınaçevirmekte yürek işidir.

Mesela diyorum okyanuslar sularını yara yara geçen tufanları nasıl dindirir?

Tufanlarım; şimdi sen.

Filozofi yalnızlıkları nasıl avutur nasıl aşka dönüştürür filozof?

Dinmelerim; sonra sen.

Acaba gerçekten geçer mi? sen burada olsan biter mi hissettiğim bu acılar??

Hangi sözcüğe dokunsam, hangi kelimeyi oturtsam cümlenin yamacınabilmiyorum?

Sanırsam ne yaparsam yapayım,

Aşklarım; hep sen.

Bir ses ver, hayat devam etsin, aşk budur…

İRFAN SARİ

Sayfa 29

Page 30: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

ELLERİNİZDE KAN VAR!

Ellerinizde kan var!Otur deyince oturmasınıKalk deyince kalkmasını biliyorsunuz.Kendi kişisel çıkarlarınızdan başkaHiçbir bireysel çabanız yokBir başkasının gözyaşlarına dokunmaya.

İçiniz cehennem kadar korYüzünüz bir ölüm kadar soğukKendinizi kanla besliyorsunuz…

Ellerinizde kan var!Kanı kanla yıkamayı seviyorsunuzVe her gün karanlığa bir duvar daha örüyorsunuz.İçinizde yarına dair bir tutam umut yokKendinizi, kendiniz pahasına seviyorsunuz.Sizin ölçünüz sizsiniz, sizden olmayanla işiniz yok.

Güneş sizin kapınızdan hiç girmemiş belliBir çocuğun gözleriyle hiç bakmamışsınız dünyayaSizin bildiğiniz tek gerçek var o da öldürmek.

Olmuyor beyler olmuyorNe kadar okusanız da olmuyorEllerinizde kan var! Ve gözleriniz nefret kusuyor.Bırakın bu tatlı aşk yalanlarınıElleriniz kan kokuyor beylerVe şiiriniz kadar korkak elleriniz...

Bütün akıl tutulmalarının sebebi sizsinizSiz alın o diplomalarınızı bir kurdele yapınAklınızı taşıyan hayalarınızdaki o deriden sepete asın.

MERİÇ AYDIN

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 31: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

BEAT ŞİİRLER 2: DÜNYANIN BÜTÜN ZENCİLERİ

(Ceyhun Atuf Kansu'dan araklama içerir)

“Bana zencileri getirin, dünyanın bütün zencileriniSadece onlar taşısın cenazemi”

Sokak çocuğu Selami'nin son sözleri...

Dünyanın bütün zencilerini diyorumBütün zencileri getirin burayaSadece kara derilileri değil, Bütün hor görülenleri getirin Tüm yok sayılanları diyorum“Allahın üvey çocukları”nı işte lan!Yüzünde acı bir bayrak gibi sallananları diyorumSon bir kez daha küfred'icem kapitalizme ve sizeSonra siktirip gid'icem bu lanet gezegenden

Dünyanın bütün zencilerini diyorumSokak zencilerini getirin burayaBir imla hatası gibi hayat defterine yazılanAnnelerinin karnından yekten kovulanları Dayakla gübrelenmiş, küfürle sulanmışDeve dikenlerini diyorumArabeskin en yelda bahçesindeTarumar hecelerle tarihini andığımız“Hatamla sev beni” diyenleri getirin bana“Anamı sikti Aşk benim” diyenleri getirin

Dünyanın bütün zencilerini diyorumİnşaat zencilerini getirin burayaGurbete yaslanmış düşleriyleVuslatı harf harf ören ağır işçileri getirinKravatlı gavatların “amele” diyerek horladıklarıMerdiven silen zencileri getirin banaAçlığa barikat avuçlarıyla kahramanÇocuklarının üstünde kartal kanadı ablaları getirin

Sayfa 31

Page 32: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Dünyanın bütün zencilerini diyorumKatledilmiş, asimile edilmiş, sürülmüş zencileri Kürdistan'da katledilmiş tüm ah kuşlarını getirin bana38'de Dersim'den sürülmüş kan revan harfleri 1915'de kırdığınız soydakileri hani bir deDünü Ermenice, Süryanice, Rumca susan dağları getirin

Dünyanın bütün zencilerini diyorumBen bir orospu çocuğuyum, gam hamalıyımAcılarımı kazıdım göğün seyir defterine Ama kimse sallamaz beni ahım yeri göğü inletse deNe çok yıkık duvar üşür içimdeNe çok örselendi adımın güdük atlası

Dünyanın bütün zencilerini diyorumAcıyı ertelemek için damarıma zıkkımlandığım bu bokAşırı doza erdi bu sefer, bilmem tahammüden miydiAma ben her zencinin ahında yaşarım siz görmeseniz deGün gelir tüm zenciler hesap sorar mülkiyet ve zulüm ustalarınaAğır tonajlı aç kaldım, piç kaldım bu sokaklardaBilir bunu topyekün ısırgan geceler ve sokak köpekleriAnam bile acımaz halime, mezarımı ancak serçeler arar Ben bir doğdum binbir öldüm her gün zalim gezegeninizdeAnasını sikeyim kapitalizminizin, mülkiyet oburluğunuzunSiktirip gidiyorum işte kahrımı kara vicdanınıza ayna tutarakYeter, şimdi dandik gazete kağıtları örtün üstümeNasıl olsa belediye kaldırır çokkimsesiz cesedimiDünyanın bütün zencilerini getirin buraya

BARVA PARAMAZHaziran 2015

“Allahın üvey çocukları”: Yılmaz Odabaşı“Hatamla sev beni”: Orhan Gencebay“Anamı sikti Aşk benim”: Serkan Engin

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 33: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

BENİ TERK EDERİM

Sahipsiz kente çıkan,Tek ağaçlı ince yolZorbadan gebePenceresi açıkYıldız gömütlüğü,Korkuyorsun yalnızdanYalnızlar korkuyor senden,Seç seçebilirsenHangi barikattan izleri.Yüzüne gözün değerAlnında oynak bıçak yolları,Taşır yorgun yanlarını,Dikişsiz , bıçak kını göğsü.Yok sanki ‘kehribar’ başağın ayaklarıBakarsan yüzüne, bir somuna gebe.Önsüz şartsız ince bir yol,Fısıldar, kısmış gözleriniGidenin dönmeyişini.Son çelmesi olsun gidenin,Sancılı buluta yarayken düşlerimGenç bir çığlık geçer üzerimdenSesinden beslenirimEn güzel elbisemi,Ardından kuşanır giderim,Rüzgarı çelmeler,Beni terk ederim…

NECİP TIRPAN

Sayfa 33

Page 34: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Dışarıya baktı Şara. Gece, önakşamdan daha aydınlıktı. Aya,güneş vurduğunda hep böyleolurdu bozkırda gece ve geceler.

Ansızın pencerenin az ötesindekilekeyi gördü. Kocasının öldürdü-ğü adamın kanıydı bu.

Karanlığın süpürüldüğü gecede,sanki kanatılmış gibiydi toprak.

«Ah!» dedi Şara, yüreğine.«Ah!»

Cılızdı ama, umutlanacağıgüçler. Tanrısı, sırtını döndür-müştü dünden beri kendisine.Can almıştı kocası çünkü, canıyaradandan tez.

Kocasının günahına ortaklaşanbaşını, pencerenin demirlerinedayadı Şara. Gözleri, kanlıtoprağa bağlıydı gene. Önce birgölge gibi dikeldi kan. Sonra,

gölgenin içi, can doldu sanki. Kocası belli belirsiz çıkageldi ardından.Eli tabancalı, aklı kindar... Birşeyler konuştular komşusu adamla, tezve ateşli. Ateş açtı kocası.

Bozkırın tepesinde, yürüyen lâmba gibiydi ay. Gelip geçti damlarınüzerinden. Yel esti bu sıra.

Önce, canı söndürdü. Cansız gölge, yeniden serildi yere. Şara,kırmızılanmış toprakla yalnız başına kalınca, «Ah!» dedi, yeni baştan.«Komşu adamın kanı bu.»

Yürek, korkuyla tıka - basa dolunca, pencereyi kapattı Şara. Bir süreakılsız kaldı başı. Deli gibi dolandı odanın içinde. Yerde yatançocuklarına çarptı. Düştüğünde kızının ayakları ucundaydı.

Kara bir ağıt tutturdu; bozkıra hiç ayışığı uğramamışcasına.

Emeğin Sanatı 170. Sayı

GÖRSEL: ADNAN DURMAZ

Page 35: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

«Desene aney,» dedi Genzua. «Ben kurbanlık kuzu olmuşam.»

Eşiklikte oturuyorlardı. Sabah, nerdeyse köyden tarlalara taşınacaktı. Şara,kızının saçlarında elgezdirdi.

«Kardaşını vursalar, daha mı iyi yavrum?» dedi.

«Ama o küçük,» dedi Genzua. «El kadar uşağa silâh atılır mıymış?»

«Beklerler kurban olduğum. Obalı, kan alacağını unutmaz.»

«Çileli başım,» dedi Genzua, on üçe yeni ulaşan sesiyle. «Ben de ufağım.Heder etmen beni.Başka mümkünü yok mudur?»

«Ya da toprak ister ölüevi,» dedi Şara. «Baban mapusta olmasa, toprak yeregirsin.»

Genzua, göz düşürdü, yukarıdan aşağıya. Önü-ardı, boşluğa geldi ansızın.Soluk aldı, soluk verdi.

«Canım, iğneli beşik olduktan sonra,» dedi. «İster alın, ister satın.»

Şara, dudak ısırdı. Sevgi yeşertti.

«Anan,» dedi. «Soyumuza kalkan olan canına kurban olsun. Di kalk esvabınyenilensin.»

Genzua büzüldü.

«Kanım bugün mü bağışlanacak?»

«He,» dedi Şara. «Ölüevi akıtılmamış kana razı. Ve sabırsız.»

Genzua, on üçlük bedenini ayağa kaldırdı. Boy atacaktı daha yıllarca. İliğikemiği dolacak, babaocağında mutlu ya da mutsuz günler yaşıyacaktı. Böyledüşünmüştü az öncesine kadar. Ama, babasının akıttığı kana karşılık, kendikanı bağışlanınca, bu kadarcık kalacağına, ömür yolunun dar ve karanlıkolduğuna akıl yürüttü. Anasına sarılıp ağlıyamadı. Unutmuştu belki, hakkı olanağlamayı da.

Şara, kızının elinden tuttu. Hafif beden, ağırdı şimdi. Bıçağı görünce meliyen,huysuzlaşan kurban gibi direndi Genzua.

Sayfa 35

Page 36: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

«Yarın sal beni aney,» dedi. «Bu akşam, bir yanıma sen, öbür yanımakardaşım yatsın.»

«Gözünün yağına kurban,» dedi Şara, umutsuz bir sesle. «Ölüevi.kanını soğutmak istemez.

Hemin de boklarını balta kesmez böylesi günde. Bugün isterler seni.Dedikleri olmalı.»

Odaya girdiler. Yüklükten yorganları, döşekleri indirdi Şara. Açmakistediği, Genzua'nın cevizsandığıydı. Yeşildi rengi. Kenarları çember kaplı...

«Soyun,» dedi Şara.

Genzua, kapağı açılmış sandığa baktı. Nenesinden kalma, anasındanarmağan, iğne oynatmaya başlıyalı beri; kendi eliyle işlediği tek-tükçeyizlerine gönül tazeledi.

«Ya bunlar?» diye sordu Genzua. Halep ibrişimiyle işlenmiş yastıkörtüsünü gösterirken.

«Hepsi burda kalacak,» dedi Şara. «Düğünün olmıyacaktı ya!»

Genzua, anasının bacaklarına sarıldı. Ağlamak baldan tatlı geldi.

«Kime varacağım aney» dedi sonunda. «Düğünsüz, derneksiz.»

Şara, bir tutamı kınalanmış kızının saçlarına yüzünü gömdü. Ona daağlamak, gülmekten hoşgeldi.

«Ne bilem Genzuam,» dedi. «Ya oğullarının biri alır seni, ya dabaşkasına satarlar. Elleri dardaymış da.»

Güneş tepeye çıktıkça gölgeler ufalıyor, serin yerler azalıyordu.Evlerde kalanlar, çoğunlukla, elden-ayaktan düşmüş ihtiyarlardı.

Şara, sokak kapısını açtı. Kimsecikler yoktu dışarıda. Ölüeviyle karşıkarşıyaydılar. Derinden ağıt sesleri geliyordu. Yaşlı bir kadındıağlarken, güzel sözlerin tümünü öldürülmüş oğluna adıyan...

Genzua, anasının ardına sinmişti. Az sonra gidecekti, duvarlarına bileağıt sinmiş bu eve.

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 37: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

«Korkma,» dedi Şara. «Allah büyüktür. Biz usulde kusur etmiyelim de... »

«He,» dedi Genzua. «Şimdi daha iyi anlamışam, ölüevine, ak gelinlik yerine karaçarşafla gitmenin şart olduğunu. Viş...»

Sustu Genzua. Aklına kardeşi gelmişti ansızın. Ana - kız açık kapının ağzındadurdular uzun birsüre.

«Ya kardaşım,» dedi Genzua sonunda. «Onu nasıl görmeli? Bugün davaragitmeseydi ya.»

«Kısmette varsa, günün birinde görürsün,» dedi Şara.

Umut, dağdan büyük geldi Genzua'ya.

«He,» dedi. «Kardaşımın gözlerinden öperim. Babama da haber sal, kızınellerinden öper gitti de..»

Ana-kız bir daha birbirlerini hiç göremiyecekmiş gibi sarıldılar. İki beden biredüştü.

Çözüldüklerinde, Şara eğilip bir taş aldı yerden. Ölüevinin kapısına doğrunişanladı taşı. Amaatmadı, atamadı. Döndü kızına.

«Bak yavrum,» dedi. «Seni ırak bir yere satarlarsa, dama çıkasan. Taş atpenceremize. Yüzünü, gitmeden görmek ister canım.»

«He,» dedi Genzua, anasına acımış bir sesle. «Söz olsun görünmeden gitmem,ıraklara.»

İnceden bir yel esti gene. Tozlar havalanıp şuraya-buraya gitmeye koyuldu.Ölüevindeki ağıt da gökyüzüne doğru, kara yıldızlar gibi akıp dağıldı.

Şara, kaldırdığı taşı, ölüevinin kapısına attı bu sıra. Açılmadı ama. Şara birkaçkez daha taşladı kapıyı. Ölüevinde ağıt durdu sonra. Kapı yavaş yavaş açıldı.Görünürde kimse yoktu. Sanki büyülü bir açılıştı bu. Genzua kıpırdandı. Onüçlük bedenini, yaşlandıkça küçülen ama bebeleşmeden ölen nenesinin çarşafıörtüyordu. Babaocağına, daha pek çok adım hakkını bağışlıyarak, ölüevinedoğru yürümeye başladı.

BEKİR YILDIZ

Sayfa 37

(*Bekir Yıldız’ın Beyaz Türkü kitabından alınmıştır.)

Page 38: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

ÇOCUKLARIN TÜRKÜSÜ

Çocukların türküsü, renk renk insan,Tanrı'nın şahitliğindeki sevdalarıAnlayabilir misiniz?Acının ıssızlığında aklımda kalandert zengini yalnız dağlardanuğurlar olsun zulüm...Gün batımında sarılacakboynuma özlemlerim,gülün özü...Ay şarkısı söyleyağmur geceyi sevmesin,Sevdanın portresini çizebilir misiniz?

BURCU TÜRKER

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 39: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

DUVAR KONUŞMALARI

IOdamda bir meçhuldüm, kirpiklerim ağır bulutlar yüklü.Annem tanırdı belki dokunsaydım memelerine.Geceye sevdam sebepsiz değildi, ay'ın gölgesinde saklanırdımKekeme cümlelerim karanlıkta yankılanırdıSusup annemi dinlerdim.Usulca duvarlarına dokunduğum odam;Yüzüm hangi rüzgara sözEllerim hangi boran da buzÇiçeklerim üşüyor.

IIBabamdan kalma içime akan bu zehirEn çok çocuk kalamamak belki de,Annem bilseydi büyütürmüydü kaktüsleri.Dokunsam bulaşıcı bir acı,Sessiz gölgeler cekilirken zulasına,Perdelerin ardı kaç bin yüz saklarOdamda meçhul bir gölge körebe oynarken.

IIIAnlat dedi duvar, gölgemin düştüğü yırtılmış afişler arasından.Tırnaklarımın arasında soğuk kireçYüzümden süzülen sıcak kan.Sustum rüzgarlara verip sesimiGölgemi bırakıp kurumuş boyalara,Yollarda annemi aradım.

GÖKMEN SAMBUR

Sayfa 39

Page 40: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

MAKSİM GORKİ İNCELEMESİNDE SANATIN İŞLEVİ

Yavuz AKÖZEL

Bu yazıyı yazmaya giriştiğimde çok tereddütlerim ve çıkmazlarım oldu. Okuduğum buncasosyalist, ilerici, demokrat geçinen yazarların ve bunlar üzerine kritik yapan hatta edebiyatçevrelerinde saygınlık gören, otoriter olarak kabul edilen kritikerlerin bu tereddüt veçıkmazlarımda önemli etkinlikleri oldu diyebilirim.

Sanatın işlevi üzerine burjuva sanatı ile demokrat-sosyalist sanat ayrı yollarda yürüyorolmalarına karşın gelinen yerde bu yolların giderek birleşmeye doğru yöneldiğine tanıkoluyoruz. Bu birleşmeye doğru yöneliş sanatın işlevini dogmatik bir tekdüzeliğe indirgiyor.Bu şu demektir ki, demokrat-sosyalist sanatın işlevi her yeni toplumsal med ve cezirlerdeana töz’üne sadık kalarak değişmesi gerekirken neredeyse çürüyen burjuva sanatınınkuyruğuna takılarak asıl işlevini yitiriyor.

Bu kuyruğa takılmakta Marksist eleştirmen ve sanatçı olarak geçinen dünyaentellektüelizminin etkenleri ön sıralarda rol oynuyor. Herhangi bir sanat yapıtının kritiği

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 41: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

işte bu entellektüelizm tarafından yapılırken bu entellektüelizmin ezici çoğunluğu Marksizmireferans olarak gösteriyor ama birbirlerinden neredeyse taban tabana zıt sonuçlaraulaşabiliyorlar. Söz gelimi Althusser Marksizmi anti hümanizm olarak değerlendiriyor.Erich Fromm ise Freud ile Marks’ı barıştırma sevdasına kendisini kaptırmış olarak Marksizminaynı zamanda hümanizm olduğu değerlendirmesini yapıyor.

Bizim de hem ‘hümanizma’ya hem de ‘ yabancılaşmaya’ ilişkin olarak görüşlerimizde kafakarışıklığı içerisinde olduğumuz bir dönemin olduğu akılda tutulmalıdır. ‘İnsan’a ilişkin bakışaçımızı sömüren ve sömürülen, ezen ve ezilen, köleler ve köle sahipleri, proletarya veburjuvazi olarak ayrılan somut, sınıfsal bakışı değil de burjuvazinin betimlediği soyut birinsana yani‘hümanizm’ kalıbına giydirerek değerlerdirmek ne derece doğru ne derecesakıncalıdır? İşte bu soruya doyurucu bir açıklama getirmek zorunlu bir gerekliliktir.

Bugün için de, kendisine Marksist-Leninist diyen aydın kesimin ezici çoğunluğu sömüren ilesömürülenler arasındaki antagonist çelişkiyi hümanizm’in ‘soyut insan’ girdabındaantagonist olmayan bir çelişkiye bilerek veya bilmeyerek dönüştürmekte böylece ML’in enönemli bir ilkesini revizyondan geçirmiş olmaktadırlar.

Maksim Gorki de ‘hümanizm’ deyimini kullanmakta, yalnız, hümanizm’i burjuvahümanizm’i ile işçi hümanizm’i olarak ayrı kategorilerde ele almakta, bunları kesinçizgilerle de birbirinden ayırmaktadır.O şöyle yazmaktadır:

“Burada, kısaca saydığımız şeylerin temelinde işçi hümanizmasının, Marx veLenin hümanizmasının yaratıcı enerjisi vardır. Bu hümanizma, burjuvazinin şuyakınlarda medeniyetinin, kültürünün temelinde bulunduğunu iddia ederek halaövündüğü hümanizma değildir.

Bu iki hümanizma arasında isim benzerliğinden başka hiçbir ortak taraf yoktur.Kelime aynı kelimedir ama, gerçek anlamı tamamıyle farklıdır. Bundan beşyüz yılönce, bu hümanizma burjuvaziyi derebeylere, kendisi de bir derebey olankiliseye karşı savunmak hizmetini görüyordu. Zengin burjuva sanayici ya datüccarlar arasındaki eşitliğin sözünü ederken, sadece kendisinin ya şövalye zırhlıile kaplı ya da kaftanlar giymiş asalak derebeyi ile eşit olduğunu kastetdiyordu.Burjuvazinin hümanizması köleliğe, köle ticaretiyle, derebeyin, damat olanköylüsünün karısı ile ilk gece yatmak hakkı ile, engizisyonla, TouluoseAlbiegeosis’larının kökünü kazımakla, Giordano Bruno’ya, Jean Hussa’a ve kutsalkitap ile incilde yer alan ilkel komünizm fikirlerini benimsemiş yüzbinlerce<dinden sapmış> ve <sihirbaz> insana, zanaatçılara, köylülere yapılan işkenceile pekala bir arada yaşıyor, gül gibi geçinip gidiyordu.” (Maksim Gorki, KüçükBurjuva İdeolojisinin Eleştirisi, S.134-135)

Her nasıl olursa olsun ‘hümanizm’ kelimesi burjuvazi’nin her koşulda sığınmış olduğu vesömürüsünü maskelediği, sınıf mücadelesini yadsıyan, gözlerden gizliyen burjuva ideoloji-

Sayfa 41

Page 42: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

sinin uydurduğu ‘insan’ mitos’udur.

Yine 1950’lerin Frankfurt okulunun önde gelenlerinden Henri Marcuse, Adorno gibilerMarksizmin ‘hümanizm’ olduğu kervanına yanlarına Lukacs, Garaudy, Goldman, Lefebvregibi komünist-sosyalistleri de alarak katıyorlar.

(Bunu Türkiye somutunda ele aldığımızda da sosyalist harekete bulaşmış hümanizm’innelere kadir olduğunu görürüz. Mehmet Ali Aybar 1962’de TİP’e başkan oluyor. KendisiniMarksist olarak gören Aybar, Türkiyede sosyalist devrimin şiddet yoluyla zora dayanarakdeğil de seçimlerle mümkün olabileceği, sosyalizmin aslında hümanizm olduğu, özgürlükçüolduğu vb. tezlerini öne sürebiliyor. Mehmet Ali Aybar 1965 seçimlerinde 15 millet vekili ileTBMM’e girmeyi başarıyor. Güler Yüzlü Sosyalizm diye bir belgi ortaya atıyor. Aslında bubelgi Prag Baharı olarak 1960’larda Çekoslavakya’da Alexander Dupçek tarafındanbaşlatılan ve ‘insan yüzlü sosyalizm’ olarak öne sürülen sosyalizm’de liberalizmdoğrultusunda yapılmak istenen bir takım reformlar’ı içeriyor. M.Ali Aybar bu Pragbaharı’nın sosyalizmi revizyondan geçiren, bir bakıma da kapitalizme sessiz geçişin birformülü olan ‘hümanist’ doktirininden fazlasıyla etkileniyor. İşte bu doktirin 1987’deGorbachev’in öne sürdüğü glasnost ve perestroika’nın da esin kaynağı olmuştur.

Yukarda anımsadığımız Marksizmi önemle yabancılaşma ve hümanizm konusundadeğerlendiren filozof ve kritikerlerin her birinin kafasından ayrı bir sesin çıktığı bu kaosortamında sanat üzerine yaptıkları yorumların da birbirinden değişik, bazen birbirinidışlayan ve birbirlerine muhalif olacağı anlaşılmayacak bir şey değildir.

Marksist-Leninst Sanatın Ana Töz’ü : Gerçekçilik

Marks olsun Engels olsun sanat yapıtlarında gerçekçiliği bir kıstas olarak öne sürmüşlerdir.Yazışmalarında sanatçılara getirdiği ana eleştiri yapıtların temelindeki sanatsal ilkelerle ilgili,“gerçekçilik” bağlamında olmuştur.

Engels, Ferdinand Lassalle’ye ‘Franz von sickingen’ tragedyası üzerine1859’da yazdığımektup’taLassalle’yi gerçeği idealize etmekle eleştirmekte, drama anlayışı olarak idealist olan yerinegerçekçi olanı, Schiller adına Shakespear’i unutmamak gerektiğinivurgulamaktadır.(Vurguladiği Shakespear’in gerçekçiliğidir)(Bak.Sanat ve Edebiyat , Marks,Engels, Lenin s.72)

Engels, Minna Kautsky’e 1885’de yazdığı mektupta onun kahramanlarını idealize etmelerinikınıyordu:“Gelelim yan tutmamaya, kusur bulacağım bir şey var, bu da Arnold’a getiriyorbeni. Gerçekten haddinden fazla değerli biri, en sonunda bir toprak kaymasıylaölmesini insan ancak bu dünya için fazla iyi biri olduğunu düşünerek şiirsel biradaletle birleştirebiliyor. Oysa bir yazarın kendi kahramanına hayranlık duymasıhiçbir zaman iyi bir şey değil, bence bir yere kadar burada düşmüş olduğumuz

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 43: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

hata da bu. Elsa da idealleştirilmiş, ama belli bir bireyselleştirme onda var hala,oysa Arnold’da kişilik ilkeye kayıyor gittikçe.”(Ay.Yapıt S. 56-57)

Arnold’un fazla değerli bir kişi olarak çizilmesi “bu dünyada eşi görülmemiş iyilikte biri”olarak betimlenişi yine Elsa’nın idealize edilişi eleştiriliyor.

Yine Engels Margaret Harkness’e 1888’de yazdığı mektubunda onun “City Girl” adlıyapıtını ‘tam gerçekçi olmadığı için eleştirmektedir. Şöyle yazmaktadır :

“Herhangi bir eleştiride bulunmam gerekiyorsa eğer, o da şu olacaktırsanıyorum, her nasılsa öykünüz tam gerçekçi değil yeterince” (ay. yap. s. 59 )diyerek ve aynı zamanda ‘olağan sayılmayacak olguları da bağrında yeterince barındırdığı’na örneklerle vurgu yaparak eleştiriyor.Yine aynı mektubun devamında Engels, Balzac’ı gerçekçiliğin en büyük ustası olarak onun‘insanlık komedisi’ adlı yapıtını öne çıkararak gösterirken bu yapıt üzerine yaptığı kısa biryorumla da ‘gerçekçilikten’ ne anladığını, gerçekçiliğin nasıl olması gerektiğine açıklamagetiriyor.

Lenin’de de estetiğe bakış açısı Marks ve Engels’ten farklı değildir. Onlarla aynı çizgi vekonumdadır. Gerek Lev Tolstoy üzerine gerek estetik’e ilişkin yazdığı yazı ve konuşmalardaproleter sanatın gerçekçi bir yol izlemesi gerektiğini belirtiyor, gerçeğin idealizeedilmesine de karşı çıkıyordu.

Onun Clara Zetkin ile sanat konusunda yaptığı sohbet ML literatürde örnek alınan ilkeselöneme haiz bir sohbettir.

Batı Avrupa sanatı’nın ‘Yenilik’ adına değişik biçimlerde( Expresyonizm, fütürizm, kübizm vediğer –izm-ler)in gerçeği idealize edişi Lenin’i öfkelendirmekte ve niçin öfkelendiğini deşöyle ifade etmektedir“Biz- put kırmakta- çok fazla ileri gittik. Güzel olan –eskimiş- bile olsakorunmalı ve örnek alınmalı. Sadece eskimiş olduğu mantığından kalkarak,gerçekten güzel olana neden sırt çevirmeli ve neden onu hareket noktası olarakalmamalı ? Yeni olanı sadece -yeni- olduğu için neden bir tanrı gibi kabullenmeli? Ne saçmalık ! Burada büyük bir ikiyüzlülük ve doğal olarak, Batı Avrupa’daegemen sanat akımına karşı duyulan bilinçsizce saygı var.(Sanat ve Edebiyat,Lenin. S. 277)

Burada gerçeğin idealize edilişine bir tepki, bir başkaldırı vardır. Bu anlamda gerçeğiidealize eden Batı Avrupa’nın modern akımlarını sırf yeni oldukları için bilinçsizcebenimseyerek gerçeği idealize eden, çarpıtan Sovyet sanatçılarına karşı göndermeyapmaktadır. O bu tür ‘yapma’ modernliğe karşı ortodoks Marksizmin estetiğe bakış açısınıtercih etmektedir.

Lenin, Maksim Gorki’nin ‘Ana’ yapıtına büyük değer vermesine karşın yine de bu yapıt’ta

Sayfa 43

Page 44: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

temel bir yanlış’ı devrimci aydınların gerçekten koparılarak idealize edilmelerinieleştirmektedir.

Anlatılarda Lenin’in sanki yeniliklere karşıymış gibi, hep eskiyi savunuyormuş gibi bir yargıoluşabilir. Önemle bunun düzeltilmesi gerekir. Lenin yeniye, yeni arayışlara karşı değil !Onun karşı olduğu şey bu yeni arayışlar içerisinde yapmacık modernleşmeye ve batılıörnekleri bilinçsizce taklit etme özentisine ilişkin. Lenin’i sinirlendiren de buydu. ClaraZetkin ile yaptığı bir sanat sohbetinde şöyle diyordu: “Yeni güçlerin uyanması ve bugüçlerin Sovyet Rusya’da yeni bir sanat ve yeni bir kültür yaratmak amacıylaçalışması güzel bir şey, dedi, çok güzel bir şey. Bu güçlerin coşkun gelişimi aklayatkın ve yararlıdır. Çağlar boyunca yitirdiğimiz zamanı gidermeliyiz ve bunubütün yüreğimizle istiyoruz. Alabildiğince kargaşalık, coşkulu bir biçimde yenisloganların aranması, bugün bazı sanat ve ffikir akımları onuruna zafer şarkılarısöylenmesi ve yarın ‘bu akımların lanetlenmesi’: Bütün bunlar kaçınılmazgelişimler.” (Sanat ve Edebiyat, V.i.Lenin, S. 276)

Niçin Gerçekçilik?

Brecht ‘Popülerlik ve Gerçekçilik‘ yazısında giderek artan barbarlığa karşı tek dostumuzunhalk olduğunu ve bu barbarlıktan en çok çekenin de halk olduğunu vurguladıktan sonrahalk’a dönmenin, onun dilini konuşmanın artık zorunlu olduğunu belirtmektedir.Böylecepopüler sanat ve gerçekçiliğin sanatçının doğal müteffikleri olduğunun altını çizmektedir.

Peki ama gerçekçi ne anlama gelir?

“Gerçekçi şu anlama gelir; toplumun nedensel karmaşalarını keşfetmek /egemen olan bakış açısının aslında yönetenlerin bakış açısı olduğunusergilemek / insan toplumunu sıkıştıran güçlüklere karşı en geniş çözümlerigetiren sınıfın görüş açısından yazmak / gelişme öğesini vurgulamak / somutolanı mümkün kılmak ve bundan soyutlama yapmayı mümkün kılmak. “(Estetikve Politika S.163)

Gerçekçi sanatçı sanat yapıtında gerçek olan ile hayal gücünü birleştirir. Bu birleştirmedesadece geçmişte ve gelecekte oluşan ve oluşacak olan olayların betimlemesini değilyaşantıların, sezgilerin, heyecanların, kurgu ve hayallerin karmaşasını da sanatsalyaratımında kullanır.

ML Partinin gerekliliği ve sanatçıların partili olmaları.

ML’ in bu en bunalımlı döneminde, sesinin çok cılız çıktığı bir dönemde sanatçıların MLparti çatısı altında organize olmaları, sanatlarını ML parti çatısı altında icra etmelerigerekliliktir. Şayet böyle bir partinin olmadığı düşüncesindeyseler sermayeye köle olmamakiçin, sanat yapıtlarıyla sosyalist devrime gerçekten ivme kazandırmak için bu partiyiyaratmak en azından bunun savaşımını vermek zorundadırlar.

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 45: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Artık sanatçının ML Parti’nin bir parçası olup-olmadığı göz önünde bulundurulmak, onlarıparti içerisinde organize edebilmek için savaşım yürütmek oldukça önemlidir.

Maksim Gorki, 1905’den beri SBKP üyesi, N.Hikmet TKP üyesi, Yılmaz Güney Türkiye-K.Kürdistan’da kendi ideolojik bakış açısına uygun düşen bir komünist partisinin olmadığıdüşüncesinden hareketle kafasında şekillendirdiği komünist partisini kurmanın ilkadımlarını hemen atmış bir sanatçıdır.

Bertolt Brecht komünist Partisi üyesi değildi ve yaşamının son dönemlerini DemokratikAlmanya Cumhuriyetinde (DDR) de geçirmesine ve sanat alanında saygın bir otoriteolmasına karşın yine de komünist parti üyesi olmadı. Belki de bu onun en büyük zaafıydı.Yine de Brecht yaşamı boyunca hep bir parti üyesi gibi davranmış, dünya komünisthareketine çok değerli hizmetlerde bulunmuştur. Güney Dergisi Brecht üzerineyayınladığı kısa ve öz bir makalede Brecht’in Komünist Partisi üyesi olmayışını ondakibir eksiklik bir olumsuzluk olarak değerlendirmiştir. Bu elbetteki doğru, yerinde birdeğerlendirmedir.

Sanatçıların komünist partilerinde çalışma yürütmeleri, öncelikle komünist partilerin birerişçileri olmaları ve yaptığı işin karşılığında da şan, şöhret, zenginlik vb. beklememeleriistenilen, arzu edilen bir şeydir.

Yine bu konuda Maksim Gorki örnek alınacak komünist sanatçılardan biridir. Yapıtlarındanve önemle yazdığı tiyatrolardan gelen gelirin önemli bir bölümünü RSDİP’ne vermektedir.Hatta 1906’da gittiği Amerika’da RSDİP için yardım toplamaktadır. Ana romanını daAmerika’da yazmıştır.

Biz sosyalist, komünist devrim istiyoruz. Tüm çabamız da bu devrimin gerçekleşebilmesiiçin! Yaşamın, sömürülen milyarlarla ifade edilen başta proleterya olmak üzere tümemekçilere anlamlı olabilmesi için sefaletin ve haksızlığın ortadan kaldırıldığı, tüminsanlığın gerçek ‘insan’ kimliğine kavuştuğu eşit oranda şansa sahip olduğu hatta ‘şans’kelimesinin artık hiç olmadığı ve insanlığın doğanın tüm nimetlerinden yeterinceyararlanabildiği, doğaya yabancılaşmış, yabancılaştırılmış değil doğa’nın doğal bir parçasıdurumuna gelmiş ‘insan’ın soluk aldığı bir sosyal düzenin kurulması gerekmektedir.Sanatın görevi, işte bu sosyal düzen için yani sosyalizmin gerçekleşmesi için barbarlığınve çürümüşlüğün had safhaya ulaştığı bu 21.yüzyılda genel savaşımı kıvılcımdan yangınadönüştürmenin en anlamlı sinyallerini ve çağrışımlarını yansıtabilmeyi başarabilmek içinvolkanlarını aktifleştirmesidir. Sanatçıdan beklenen ise kitleleri sosyalist devrimegötürecek Komünist Partilerin birer işçisi konumunda olabilmeyi kavraması, bu kavramayıda pratikte uygulama yürekliliğini ve becerisini göstermesidir.

İçinde yaşadığımız dönem gözönüne getirilip de dünyadaki genel ekonomik ve politikgörünüm gözlemlendiğinde bunun bir sanatçı için hiç de kolay bir teklif bir istemolmadığı görülecektir. Aslında sanatçıyı partiye girip çalışma yürütmesini engelleyensadece dünyadaki genel ekonomik ve politik görünüm değildir. Sanatçıyı böyle bir istem

Sayfa 45

Page 46: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

ve fiil’den dıştalayan asıl etmen yani sanatçıyı proleteryanın partisinde çalışmayı,partinin bir parçası olmayı engelleyen asıl etmen Nietsche’nin ‘üstün insan’felsefesinde tam açıklığıyla yansımaktadır. Bu bireyci üstün insan anlayışı gerçek bir aydınfelsefesidir ve bu felsefe böyle bir aydının partiye katılmasını hepten engellemektedir. Busanatçılar burjuvazi tarafından çok çeşitli ödüllere layık görülmüş olabilirler, yapıtlarıyüzbinler, milyonlar satmış olabilir. Ama unutulmamalıdır ki biz devrim istiyoruz. Sanatçınınve yapıtının sosyalist devrimin oluşumuna gerçekten katkısı var mı, yok mu ? bu olguyabakmak, bu olguyu detaylı ve hassas olarak değerlendirmek gerekiyor. Sanatçı ‘proletersanatçı’ ünvanını ML partiye yaptığı katkılardan ötürü, ML partinin bir parçası olduğundanötürü almaktadır. Sanatçının ‘proleter sanatçı’ olması için mutlaka sosyalist gerçekçiolması da bir kıstas değildir. Kübist , dışavurumcu, gerçeküstücü, sihirli gerçekçi vb.olabilir. ama ML parti için çalışması, yapıtları ve aktivititesiyle sosyalizmin yığınlariçerisinde sevilmesine ve sosyalizm için harekete geçmelerine yardımcı olmasıgerekmektedir.

Bunu en yalın şekilde yine Maksim Gorki dile getiriyor, o şöyle yazıyor :“Emek dünyası, devrimin gerekliliğini kavrama bilincine vardı. Edebiyatıngörevi, ayaklanmış olan emek dünyasına omuz vermektir. Bu destek, ne kadargüçlü olursa ‘sendeleyeni’ düşürmek onca çabuk olacaktır.”(Maksim Gorki,Edebiyat yaşamım, s. 171)

Parti, sanat ve sanatçı içinde bulunduğumuz emperyalizm ve proleter devrimlerçağında ne anlam taşıyor? Görevi nedir? Klasiklerimiz (MELS) tarafından sanatçı,insan ruhunun mimarı olarak değerlendirilmektedir. Tartışılması gereken bumimarinin ne olduğu, ne olması gerektiği üzerine yoğunlaşmalıdır.

ML partilerin sosyalist devrim isteyen sanatçılarla beraber çalışmaları can alıcı önemde birgereklilik. Söz gelimi Maksim Gorki, RSDİP(Bolşevik) parti içerisinde çalışarak Lenin’inpartisine büyük katkıda bulunmuştur. Zaman zaman hatalar yapmış olmasına karşınkonumu göz önüne getirilerek partiden uzaklaştırılmamış, Lenin tarafından zaman zamaneleştirilerek düzelmesi için ona yardımcı olunmuştur.

(… Vertreter der proletarischen(a. ç. Lenin) Kunst, der vieles für sie getan hat und nochmehr für Sie tun kann.(Lenin werke. 16. S. 205) )(…Gorki elbette ki proleter sanatın önde gelen temsilcisidir. O bunun için çok şeyler yaptıve daha da çok şeyler yapacaktır.)

(..Gerçekten de, burjuva basınının büyük ölçüde yer ayırdığı, işine geldiği gibi tahrif ettiğive değiştirdiği bir olguyu yani M. Gorki’nin bu yeni grubun taraftarlarından biri olduğunugizlemek gereksizdir. Gorki’nin proleter(a. ç. Lenin) sanatın en büyük temsilcilerinden biridurumunda bulunduğu tartışma götürmez bir gerçektir. O bu sanat için çok şeyleryapmıştır ve daha çok şeyler verebilir proleter sanata..) (Sanat ve Edebiyat, S.55)

(…Auf dem Gebiet der proletarischen Kunst ist Maxim Gorki ein ungeheures plus,trotz

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 47: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

seiner Sympathie für den Machismus und den Otsowismus.(Lenin werke, band16, S.206

……Machizm’e ve Otzovizm’e karşı duyduğu yakınlığa(sempatiye) karşın M.Gorki, Proletersanat açısından büyük(fevkalade) bir destek’tir.

Leninden Maksim gorki değerlendirmesine ilişkin aynı makale içerisinden alınmış bir kaçalıntı verdim. Bu alıntıdan da görülebileceği gibi Lenin, Maksim Gorki’yi proleter sanat’ınönde gelen temsilcisi olarak değerlendiriyor.

Görüldüğü gibi yukarıda Lenin’den verdiğim alıntıların hem Almancasını hem de Türkçesinialt alta sıraladım. Şunun için bunu yaptım: Şimdilerde sanatı proleter sanat - burjuvasanat olarak ayırmanın doğru olmadığı da gündemde ki görüşlerden biri. (Adil Okay,Güney Sayı 68)Bu görüş yine içinde bulunduğumuz hastalıklı, bunalımlı dönemin bir özelliği olarakyansıyor olmalı. Geriye dönüşün, sosyalizmin geçici yenilgisinin faturası ML’i revizyondangeçirenlere değil de ML’in klasiklerine kesme eğilimi göze çarpıyor. Sanatı Proleter sanat-burjuva sanat olarak ayırmamak gerektiği sav’ı Marks’ın yabancılaşma kuramındanhareketle sömüren ve sömürülen sınıfları neredeyse ayni kategori içerisinde, sınıfsız birtoplum olarak değerlendirme eğiliminde olan Frankfurt Okulundan H.Marcuse aitrevizyonist bir düşünceyi çağrımlaştırıyor.

MAKSİM GORKİ:

Sosyalist Gerçekçiliğin büyük ustası, yaratıcısı Gorki, yapıtları ve pratiğiyle yalnız RusEdebiyatının değil aynı zamanda Dünya Edebiyatının da en büyük yazarları arasında hâlâen çok parlayan bir yıldız olarak yerini almaktadır.

Lenin çeşitli yazılarında Gorki’yi “proleter sanatın en büyük temsilcilerinden biri” olarakdeğerlendirmiştir. 1917’den 1929 yılına kadar Sovyetler Birliği Eğitim Komiserliği görevinibaşarı ile yerine getirmiş olan Anatoli Vasilyeviç Lunaçarski ise “Proleterya felsefi vesiyasal açıdan kendi bilimine nasıl Marks, Engels ve Lenin’in yapıtlarıylaulaşmışsa, sanatsal açıdan da Gorki’nin yapıtlarıyla bilince ulaşmıştır.” Diyeyazmıştır.

Asıl adı Aleksey Maksimoviç Peşkov olan Gorki 1868 yılında Nijini-Novgoro’da doğdu ve1936’da 68 yaşında Moskova’da doktor raporuna göre zatürreden, 1938’de görülenBuharin’in mahkemesinde ise o sürecin içişleri komiseri Yagoda’nın NKVD ajanlarıtarafından öldürüldüğü öne sürülmüştür.

5 yaşında babasını kaybeder, 11 yaşında da annesi ölür. Astrahan’da anneannesi ve büyükbabası tarafından büyütülür. Masalları ile büyüdüğü anneannesinin Maksim Gorki’nin üstünbir anlatımcı olmasında önemli bir etkisi vardır.

Büyülü gerçekçiliğin önde gelen temsilcilerinden biri olan 1982 Nobel edebiyat ödüllü

Sayfa 47

Page 48: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Gabriel Garcia Mȧrquez’de tıpkı Gorki gibi büyükannesi’nin masalları ile büyüyor.Mȧrquez’in anlatımındaki o derin hayal gücünün gizinde büyük annesinin anlatılarınınderin etkisi bulunuyor.

Bu iki yazarı birbirinden ayıran en önemli iki özellik vardır ki bunları burada belirtmekgereğini duyuyorum.

Maksim Gorki 1905’den itibaren Komünist Partisi(RSDİP) üyesidir ve sosyalizmin,komünizmin başarıya ulaşması, sömürü sisteminin yıkılması için sanat yapmaktadır. MaksimGorki sadece parti üyesi olmakla yetinmemiştir. 1905 devrimci hareketinin bir yerde yasalyayın organı olan Nowaja Shisn(Yeni Hayat) gazetesinin mali destekcisidir de. (Bilindiğigibi Lenin, ML sanat ve sanatçıları etkiliyen ‘Parti örgütü ve Parti Edebiyatı’ makalesinide yasaklanana kadar 28 sayı olarak yayınlanan Nowaja Shisn’in 12. sayısında yazmıştır. Bugazete’de yakından tanıdığımız A.V. Lunaçarski’de yazı yazıyordu.)

Yine Maksim Gorki Rusya halkları’nın en altta kalmışlarını, köylülüğü, işçileri ve yineburjuvazinin değişik katmanlarını rengarenk hayal gücünü de katarak anlatırken,masalların ancak hayallerde canlandırılabilen zengin renk ve motiflerinin anlatımdaki opaha biçilmez gizemsel aerosunu kullanmıştır. Bu anlatılarda halka mal olmuş efsanelere,masallara da yer vermiş ancak gerçekleşemiyecek bir düş’e yatmamış ve onlarıyazmamıştır.

Eserleri:Roman : Foma (1899), Ana (1906), Halk Düşmanı (1907), Matyev Kojemyakin (1910),Klim Samgi’nin Hayatı (1936), Artamonovlar, Küçük Burjuvalar, Arkadaş, FırtınanınHabercisi, Çocukluğum, Üçler, Soytarı, Ekmek İşçileri, İki Kafadar ve Filler, Düşkünler,Ekmeğimi Kazanırken, Benim Üniversitelerim,Çocukluğum, İnsanlarımız, Danko’nun Yüreği,Öykü : Yirmi Altı Erkek ve Bir kız, İtalya Hikayeleri, Yol Arkadaşım, BozkırdaOyun : Ayaktakımı Arasında, Sonuncular, Yazlıkçılar, Vassa Jeloznova, Güneşin Çocukları,Barbarlar,Küçük Burjuvalar, Jegor Buliçov ve DiğerleriAnı / otobiyografi: Tolstoy’dan Anılar, Güncemden Yapraklar, Lenin

Maksim Gorki 8 yaşından itibaren çalışmaya başlıyor.16 yaşında gemilerde bulaşıkçılıkyaparken okumaya karşı aşırı ilgisi eline geçen her kitabı soluksuz okumasına neden oluyor.19 yaşında yani 1887’de Büyük Rusyayı gezmeye başlar. Bu meteliksiz gezmelerinsonucunda tanıştığı değişik milliyetlerden insanları, değişik yurtları ve kültürleri gözlemler,o güçlü kalemiyle de yazmaya başlar.1892 yılında henüz 24 yaşındayken Tiflis’te Kafkasya gazetesinde ‘ Acı’ anlamına gelen‘Gorki’ takma adını kullandığı yazıları yayınlanır.

1895’de St.Petersburg’daki bir sanat dergisinde ‘Çelkaş’ adlı öyküsü yayınlanır ve bu öyküMaksim Gorki’nin edebiyat çevrelerinde tanınmasına neden olur.

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 49: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

1902’de Lenin’le tanışıyor ve Lenin ölene dek yakın bir ilişki içerisinde bulunuyorlar. YineGorki 1902 yılında Rus Edebiyatı Akademisine seçiliyor ancak Çar 2.Nikola buna izinvermiyor. Bunun üzerine Anton Çehov ve Vladimir Korolenko Çarın bu tavrını protestoetmek için Akademiden ayrılıyorlar.1905 yılında Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisine resmi olarak üye olur ve Bolşeviklerleberaber hareket eder.

1905 devriminde önemli bir rol oynayan ‘Bilgi’ isimli bir yayınevi kurar.

Gorki başarısız olan 1905 devrimi sırasında kısa süre Peter ve Paul kalesinde tutuklu kalır.

Devrimin yenilgisinden sonra 1906’da Rusyadan ayrılıp göç etmek zorunda kalan Rusaydınlarının en çok sığındıkları yer olan Capri adasında yaşamaya başlar.

Capri adasındaki evi göçmen işçilerin, öğrencilerin, Marksist aydınların sık uğradıkları birmerkez aynı zamanda bir okul görevini de yerine getirmektedir.

Edebiyat çevrelerinde tanınmasına neden olan Çelkaş öyküsü Maksim Gorki’nin gençlikyıllarında yazdığı ilk öykülerinden biri olmasına karşın oldukça ustalıkla yazılmış; doğayı,öykünün kahramanlarını, olayların geçtiği tersaneyi ve dok işçilerini olağanüstü başarıylabetimlemiş.

Olay Karadenizin bir liman kentinde geçiyor. Öykünün hemen başlarında gerçekten deMarks’ın 1844 El Yazmalarındaki Yabancılaşma kuramının neredeyse bir yansımasısomutlaşmış olarak karşımıza çıkıyor ki bu öykü yazıldığında Marks’ın 1844 el yazmaları’nıhenüz dünya okumamıştı.(1844 El Yazmaları ilk kez 1932 yılında Leipzig’te ‘ Karl Marx,Der historische Materialismus. Die Früschriften, Hrsg. Von Landshut und Mayer ’olarak yayınlanıyor.

Aktarıyorum : “Granit, çelik, kereste, körfezin taş kaldırımları, gemiler veinsanlar; hep birlikte Merkür’e adanan bu çılgın ve hırslı ilahinin güçlünağmelerini oluşturuyorlardı. Ama bunların içinden zorlukla işitilebilen insansesleri zayıf ve gülünçtü. Bütün bu gürültülerin ilk kaynağı olan insanlar dagülünç ve acınacak durumdaydılar. Sırtlarında taşıdıkları eşyaların ağırlığıaltında, boğucu sıcakta ve ve tdoz bulutu arasında onları oraya burayasürükleyen kaygıların ağırlığı altında ezilen, kirli paçavralar içinde, çevik veküçük vücutları ; bu koskocaman çelik canavarlarla, dağ gibi balya yığınlarıylakocaman kamyonlarla ve bunların yarattığı öteki şeylerle karşılaştırıldığındaöylesine küçük kalıyordu ki…kendi yarattıkları şeyler onları tutsak etmiş,bireysel yaşantılarını ellerinden çalmıştı.”( M.Gorki, Arkadaş, S.129-Çelkaş öyküsü-)

Çelkaş öyküsü ‘Grişka Çelkaş’ adındaki azılı bir dok hırsızı ile evlenmek için çalışarak parakazanmak isteyen saf bir köy delikanlısı ‘Gavrila’ arasında geçen bir günlük serüvenianlatıyor.

Sayfa 49

Page 50: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Çelkaş hırsızlıkla geçinen yaman bir hırsız olduğu için onu liman muhafızları ve dok işçileriarasında tanımıyan yok gibi. Ama Çelkaş’ın geleceğe ilişkin bir umudu, güzel bir kurgusuda yok. Hırsızlıkta elde ettiği paraları meyhanelerde yiyen, hırsızlıkta insanı hemen zenginedebilecek eline geçen paraları günü birlik har vurup harman savuran bir tip.

Grişka ise ‘Marfa’ ile evlendikten sonra kayınpederinin kapısında bir köle gibi yaşamamakiçin gerekli olan 150-200 ruble’yi kazanmak için yollara düşmüş :

“ - Ekin mi biçiyordun, ha ?- Öyle. On kapik kazanmak için bir kilometrelik bir yeri biçmen gerek! Pis bir

iş! İnsanlar…hem de yığınlarla…Kıtlık bölgelerinden yaya olarakgelmişler.Nereye giderlerse fiyatları düşürüyorlar.Kuban’da altmış kapikverdiler.Dediklerine göre geçmiş yıllarda üç, dört, hatta beş rubleymiş…”…….“İşte benim hikayem ’, diye söze başladı delikanlı, ‘ babam öldükten sonra, banadüşen toprak payım çok küçüktü. Annem de çok yaşlıydı, toprak kurudu, neyapabilirdim ki ? Yaşamak zorundayım. Nasıl yapacağım bunu? Gel de çık işiniçinden! İyi bir aileye içgüveyi mi gireyim? Seve seve yapardım bunu… tabiikızlarının payını verseydiler. Hiç de öyle olmadı. Şeytan kayınpeder yanaşmadıbuna. Böylece onun kölesi olacaktım… hem de yıllarca. Güzel bir durum, değilmi ? Ama yüz ya da yüz elli ruble kazanıp kendi ayaklarımın üstündedurabilsem, yüzüne açık açık söyliyeceğim ! Marfa’ya kendi hakkını veriyormusun, vermiyor musun ? Hayır mı ? Peki öyleyse ! Tanrıya şükürler olsun kiköydeki tek kız o değil ! Yani o zaman tümüyle özgür ve bağımsız olacağım

‘Ah evet,’ diye içini çekti delikanlı. ‘Ama evlenip kayınpederimde oturmaktanbaşka yapabileceğim hiçbir şey yok. Anlıyacağın Kuban’a gidip iki yüz rublekazanacağımı umuyordum. Bir beyefendi olacaktım! Ama olmadı işte!Beceremedim! Şimdi, sanırım kayınpederim için çalışacağım! Gündelikçi işçiolarak. Çünkü asla kendi başıma bir iş yapamıyacağım ’ (ay.yapıt.S.137-138)

Çelkaş yaşamından yakınan ve paraya gereksinimi olan bu genç köylü çocuğuna,Grişka’ya iş teklifinde bulunuyor. Grişka’nın görevi Çelkaş’ın emirleri doğrultusundabindikleri kayıkta sadece kürek çekmek! gecenin bu zifir karanlığında yaptıkları işin ipekbalyalarını bir tekneden çalmak olduğunu Grişka iş işten geçtikten sonra anlıyor ancak artıkdenizin ortasındadırlar ve Çelkaş tarafından da ‘kürekleri çek’ diye tehdit edilmektedir.Soygun başarıyla gerçekleştiriliyor ve Çelkaş çaldığı ipek balyalarını satarak 540 rublekazanıyor. Paraları gören Grişka paraların tümüne sahip olmak istiyor. Yerden aldığı bir taşıÇelkaş’ın kafasını atıyor ve onu yaralıyor. Aslında Grişka’nın ruhunda iki duygu savaşımyürütüyor : İyi ile kötünün savaşımı!

Çelkaş ise Grişka’nın anlatımlarında kendi geçmişini köyünü, anasını, babasını, sonraevlenişini, iyi yürekli karısı Anfisa’yı, yakışıklı bir asker olarak gençliğini ve o eski güzelyılları anımsıyordu. Geçmişe dalıp gitmişti ve düşüncelerinde kendi geçmişine ilişkin o eski

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 51: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

güzel yılları yeniden dirilten bu köylü delikanlısına her türlü cömertliği yapabileceğinikurguluyordu. Bu pejmurda, azılı hırsız, sarhoş Çelkaş’ın da demek ki acı ile, özlem ileçarpan bir yüreği vardı. Nihayetinde o da en altta kalmışlardan bir insandı.

Sonunda Çelkaş paraları Grişka’nın suratına fırlatıp sahilden kente doğru yürürken sol eliylekanayan başını tutuyor sağ eliyle de bıyıklarını buruyordu. Üstelik Parayı sadaka olarak,acıma duygusuna kapılarak değil bir zorunluluk olarak veriyordu.

Tam 120 yıl önce yazılmış bu öykü Gorki’nin diğer yapıtlarında olduğu gibi hâlâ soluksuzokunuyorsa bunun nedenlerini Gorki’nin dünya görüşündeki sağlamlıkta ve bir ezilen olarakbirçok hayat yaşamışlığının o karmaşık pratiğinde aramalıdır.

Yine 1899’da ilk romanı “Foma Gordeyev” yayınlanıyor. Gorki bu ilk romanını çok değerverdiği yazar Anton Pavloviç Çehov’a ithaf ediyor.

Roman, Volga boylarında deniz taşımacılığını elinde tutan tefeci tüccarlarla Rusya’dagelişmekte olan kapitalizmin vahşi sömürüsüne karşı adaleti arayan Foma Gordeyev’inçelişkisi anlatılır.

Foma Gordayev bir işveren olmasına karşın kapitalizmin acımasızlığı ve korkunç sömürükarşısında duyarsız kalamıyor. Bu duyarlılığı kişisel bir pratiğe, eyleme dönüşüyor. Ancak bupratiğin ve eylemin temeli burjuvaca olduğu için, merhamete dayandığı için sonuçgerçekten ders verici nitelikte oluyor.

Ama aynı zamanda bozuk bir toplumsal düzeni olanca gerçekleriyle eleştiren bu yapıtburjuva adaletinin sahici ve acı bir açımlamasını veriyor.

Bir işveren(patron) olan Foma Gordeyev mahiyetinde çalışan işçilere iyi davranıyor, onlarabol ücret veriyor. Bu olağanüstü durum elbetteki deniz taşımacılığı sektöründeki diğerişverenleri çileden çıkarmaya yetiyor. Egemenliklerinin biteceğinden korkan ve aralarındavaftiz babasının da bulunduğu tefeciler, Foma Gordeyev’i akıl hastahanesine göndermeyibaşararak, onun babasından kalan malına-mülküne de el koyuyorlar.

Romanın sonunda Foma Gordeyev meyhane kapılarında içki dilenerek yoksul bir biçimdeaç ve çıplak ölüyor.

Roman, yazıldığı dönemin gerçekçi bir panoramasını çizerek kapitalizmin acımasızlığını,adaletsizliğini ve ezilenler üzerindeki korkunç sömürünün boyutlarını motifliyor. Sadeceanlatılan tabii ki bu değil. Kapitalizmin barbarlığına karşı kişisel bir baş kaldırının veyaadalet arayışının nelere mal olacağını Foma Gordeyev’in acıklı sonu ile betimlerken örgütlümücadelenin tek çözüm olduğu çağrışımını, burjuvaca bir insan sevgisinin de işeyaramazlığını bize göstermiş oluyor.

Sayfa 51

Page 52: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Yine 1899’da yazdığı Yirmialtı Kişi ve Bir Kız öyküsü yazıldığı tarih gözönüne getirildiğindeonun ilk öykülerinden biri olmasına karşın kurgusu, anlatımı ve çağrımlaştırdığı düşüncelergerçekten olağanüstü. Bence Gorki’nin en değerli öykülerinden biri.

Bu öyküyü Lenin’in de çok beğendiği Krupskayanın ‘Lenin’den Anılar’ adlı yapıtındaanlatılmaktadır. Öykü şöyle başlar :

“Biz yirmi altı kişi, sanki yirmi altı canlı makine idik. Bir mahzene kapatılmış,orada sabahtan akşama kadar hamur yoğuruyorduk.

Bulunduğumuz bodrumun pencereleri, yol hizasından aşağıda, tuğla ileörtülmüş bir çukura bakıyordu. Çukurun üzerinde de demir ızgaralar vardı. Unlakarışık tozlarla kaplı bu pencerelerden içeri güneş ışığı bile giremiyordu.

Patronumuz, pencerelere bu demirleri, ekmeğinden bir parçasını fakirlere, yada arkadaşlarımızdan işsiz kalıp da açlık sıkıntısı çekenlere vermememiz içinkoydurmuştu. O topumuza birden <hırsızlar> diyor ve yemeklerde bize etyerine kokmuş işkembe yediriyordu.

Bu taştan kutu içinde, hafif kurum ve örümcek ağlarıyla kaplı basık ve ağırtavan altında yaşamak çok zordu.………….Daha doğru dürüst uyumadan, sabahın beşinde kalkıyor, sersem sersem, her

şeye karşı ilgisiz bir tavırla, biz uyurken arkadaşlarımız tarafından hazırlanmışolan hamurdan küçük çörekler yapmak için tezgaha yerleşiyorduk.”(M.Gorki,Bozkırda,S.119-120)

İşte bu sabahın köründen gecenin yirmi iki, yirmi üç’üne kadar çalışan 26 işçi birbirleriniartık öylesine incelemiş ve birbirlerini öylesine tanıyorlardı ki, aralarında konuşacak fazla dabir şey kalmamıştı. Yalnız ara sıra hep bir ağızdan şarkı söyledikleri olur, söylenen şarkı iseyüreklerini okşayıcı ve tatlı bir acı ile doldurur, eski yaralar depreşir, tazelenir.

Bu çekilmez, tek düze yaşamda 26 işçiye ışık ve zevk veren yegane şey fırının ikincikatında işleme atölyesinde çalışan Tanya adlı 16 yaşında mavi gözlü küçük bir hizmetçikız’dı.Tanya her sabah erkenden işe çıkmadan bu 26 sefil çörek işçisinin yanına uğrar ‘minimini tutsaklar bana çörek verin’ diye onlardan çörek isterdi. Bu sesin duyulması işçilerdebir sevinç, mutluluk oluşturur onu selamlar ve sadece onun için küfürsüz konuşur, dahaağır başlı şakalar yapar, konuştukları kelimelerin güzel ve kusursuz olmasına dikkatederlerdi. Fırıncı, Tanya’nın eteğine çöreklerin en iyi kızarmış iştah açıcı olanlarınıdoldururdu.

Tanya bu 26 erkek için bir sevgiliden daha öte ulaşılması olanaksız kutsal bir varlık gibiydi.Onları yaşama bağlıyan yegane şeydi.

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 53: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Patronları bu çörek fabrikasından başka aynı binanın bitişiğinde bir de ekmek fırınının sahibi.Orda çalışan işçiler’in yaşam standartları ve kazandıkları para oldukça iyi. Bu fırına yeni birşef alıyor patronları .Oldukça iyi giyimli ve yakışıklı olan bu askerden dönme genç bizim 26çörek işçisinin yanına gidip nasıl kazanova olduğunu, elinden hiçbir kadınınkurtulamıyacağını mutlaka ayarlıyabileceğini vb. övünerek anlatıyor. İşte o zaman Pavelmit’leştirdikleri bizim küçük, sempatik Tanya’yı ‘sıkıysa’ ayarlamasını istiyor !

Tabii asker verilen iki hafta süre içerisinde Tanya’yı ayarlıyor:

“ – Hey namuslu adamlar ! size bir askerin neler yapabileceğine ilişkin bir örnek göstermemiister misiniz, diyerek ve gururla gülerek söze başladı. Dışarı çıkın ve tahta aralıklardanseyredin..Anlarsınız ya ?

Hepimiz dışarı fırladık ve birbirimizin üstünden abanarak, avluyu ayıran tahta perdeninaralıklarından birer tanesine gözlerimizi yapıştırdık. Çok beklemedik. Birden Tanya, çabukçabuk yürüyerek, kuşkulu bir yüzle avluda gözüktü, erimiş kar ve çamurdan meydanagelmiş bir batağa atladı. Yanımızda ki bodrumun kapısından içeri girdi. Biraz sonra aceleetmeden, neşe ile asker geldi. Ellerini ceplerine sokmuştu ve bıyıkları oynuyordu..………Bodrumdan önce asker çıktı; elleri ceplerinde yavaş yavaş yürüyor, keyifle bıyıklarınıoynatıyordu. Her zaman ki gibiydi. Peşinden Tanya geliyordu. Gözleri sevinç ve mutluluklaaydınlanmış,dudakları gülümsüyordu. Sanki rüyadaymış gibi sallanarak, düşecekmiş gibiadımlar atarak yürüyordu…

Bu manzarayı sessiz sedasız seyretmek bizim için olanaksızdı. Kapıya hücum ederek,avluya daldık ve hepimiz bir ağızdan bağırarak, ıslık çalmaya başladık. Bizi görünce kızcağıztitredi ve ayakları çamur içinde, olduğu yerde kaldı. O zaman çevresini sardık ve yüzünekarşı o anda aklımıza gelen ne kadar edepsizce şeyler varsa söyledik, söyledik. Hiçte aceleetmiyorduk, çünkü kaçamazdı, çevresini sarmıştık. İstediğimiz kadar alay edebilirdik. Nedenonu dövmüyorduk. Ama git gide artırarak sözlerimizin zehirini ve çirkefini onun üstünekusuyorduk.……Bizimkilerden biri Tanya’nın ceketinin kolundan çekti.

O zaman birden bire gözleri parladı, elini başına götürerek saçlarını düzeltti, dimdikyüzümüze bakarak,yüksek fakat sakin bir sesle :-- Siz hepiniz pis ve kötü birer tutsaksınız , dedi.…..

Ve gitti. Avlunun ortasında, çamurun içinde, yağan yağmurun ve güneşsiz kül rengi göğünaltında, öyle kalakaldık. Sonra sessiz sedasız, taştan, rutubetli çukurumuzun içine daldık.Gene eskisi gibi güneş, hiçbir zaman penceremizden içeri bakmadı ve Tanya hiçbir zamansemtimize uğramadı.(ay.yap.S.136-137)

Bu öykü 1890’lardaki kapitalist gelişme içerisindeki Rusya’nın gerçeğe sıkı sıkıya bağlı birbetimlemesini sunuyor. İşverenlerin acımasızlığını, çörek fabrikasında çalışan işçilerin maddive manevi nasıl sömürüye yıkıma uğratılmış olduklarını anlatırken okuyucuya da düzene

Sayfa 53

Page 54: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

karşı isyan’ın çağrışımlarını yüklemeyi başarıyor. Maksim Gorki’nin öykü anlayışı AntonÇehov, Tolstoy gibi kendinden önceki kuşağın yazarlarından olgulara sınıfsal penceredendaha bilinçli bakabildiği için ayrılıyor. Gorki’nin öykülerindeki üstün yön proleterya ileburjuvazi arasındaki derin çatışmayı onlardan daha iyi kavramış olduğundankaynaklanmaktadır.

Gorki,1902’de Lenin ile tanışır ve Lenin ölünceye kadar da yakın ilişki içerisinde olurlar.Yine aynı yıl Rus Akademisine seçilir ancak Rus Çar’ı 2.Nikola buna izin vermez. Bununüzerine Anton Çehov ve Vladimir Korelonko 2. Nikola’nın bu tavrını protesto edipakademiden ayrılırlar.

Yenilgi ile sonuçlanan 1905 devrimi sırasında bir zamanlar Çernişevski ve Dostoyevski’ninde tutsak edildiği Peter ve Paul kalesinde kısa bir süre tutuklu kalır.

Gorki yine 1905 yılında Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisine resmi olarak üye olur veBolşeviklerle beraber hareket eder. Yine 1905 devrim hareketinde önemli bir rol oynayan“Bilgi” isimli bir yayınevi kurar. Devrimin yenilgiye uğramasından sonra 1906’da Rusyadanİtalyaya siyasi sürgün olarak gider. Bu yıllarda İtalya’nın Capri adası Çarlığa muhalif Russürgünlerinin sığınıp kaldıkları bir adadır. Gorki Capri Adasındaki sürgün yıllarında Lenin’inönderliğindeki devrimci hareketle bağını koparmaz. Ancak diğer yandan Aleksander AlekSandroviç Bogdanov çevresinin “tanrı yaratma” yani her şeyde din olgusunu öneçıkartan teorilerin etkisinde kalır, bu teorilere bağlanır. 1908 yılında yazdığı “ İtiraf ” adlıromanda hristiyanlık ile Marksizmi kaynaştırmaya kalkarak “ tanrı yaratma” olarakadlandırılan dinsel felsefi eğilime kayması Lenin tarafından “Marksizmden sapma” olarakdeğerlendirilir. Bu yıllarda Lenin’in Gorki ile yakından ilgilendiği, onunla tartıştığı ve onuyeniden kazanmak için çaba gösterdiği gözlemlenir.

1905’de başlıyan devrim hareketi yenilgiye uğramıştır. Başta proleterya olmak üzere tümemekçi kesimler üzerinde olağan üstü bir baskı vardır. Yenilginin getirdiği yılgınlık,ümitsizlik, başı boşluk tüm ülkeyi kaplamıştır.

“3 Haziran 1907’de Çar, 2. Devlet Duması’nı dağıttı. 2. Devlet Duması’nın sosyal-demokratfraksiyonunun 65 vekili tutuklandı ve Sibirya’ya sürüldü. Yeni bir seçim yasası çıkarıldı.İşçilerin ve köylülerin hakları daha da kısıldı. Çarlık hükümeti taarruzunu sürdürüyordu.

Çarlığın bakanı Stolypin, işçi ve köylülere karşı kanlı cellatlık faaliyetini ilerletti.Cezalandırma seferlerinde binlerce devrimci işçi ve köylü kurşuna dizildi ya da asıldı.Çarlığın zindanlarında devrimcilere maddi ve manevi işkenceler uygulandı. İşçi sınıfıörgütleri, özellikle Bolşevikler sürekli takip ediliyordu. Çarlığın hafiyeleri, Finlandıya’daillegal yaşayan Lenin’i de arıyorlardı. Aralık 1907’de Lenin büyük tehlikeleri göze alarakyeniden yurtdışına çıkmayı, göçmenliğe gitmeyi başardı.”

(Sovyetler Birliği Komünist Partisi (Bolşevik) Tarihi,http://kutuphane.halkcephesi.net/stalin/Bolşevik)

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 55: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Ana romanı işte bu yenilginin getirdiği yılgınlık, ümitsizlik ve başı boşluk ortamında1906’da Amerika’da yazılıyor. estetiksel olarak bazı zaaflar taşımasına karşın romanfazlasıyla yankı getirir, bir çok dile çevrilir, sadece Rusyada değil tüm dünyada ve 1905yenilgisinin şokunu üzerinden atamamış aydın kesimin, kitlelerin, emekçilerin, proleterlerinasker ve öğrencilerin heyecanla okuduğu, etkilendiği bir baş yapıt oluyor.(Ana romanı1938’de B.Brecht tarafından tiyatrolaştırılmıştır.)

Yenilgiye uğrayan devrimci hareketin yeniden ivme kazanmasında, yenilginin o malumgüçsüzlük psikolojisini üzerinden atamıyan proleteryanın yeniden yumruklarını sıkmayabaşlamasında, bilinçlenmesinde önemli bir etkinliği olmuştur. Lenin, Gorki’nin ‘ Ana’romanında estetik olarak sorunlar olduğunu bildiği halde romana başka bir açıdanbakabilmiş, estetik kaygulardan öte bu roman’ın böylesi bir kritik dönemde proleteryayave devrimci harekete ne kazandırabileceği bakış açısıyla değerlendirme yapmıştır.

Maksim Gorki ile Lenin arasında “Ana romanı” üzerine şöyle bir diyalog geçer: MaksimGorki anlatıyor : “ … Son derece canlı gözlerinde okşayıcı bir parıltının yanıpsöndüğü bu dazlak kafalı (R sesini boğazdan söyleyen) ufak tefek, sağlam yapılıadam(yani Lenin-ben-)hemen Ana adlı kitabımın hatalarından söz etmeyekoyuldu. Kitabın müsveddesini Ladijnikof’tan alıp okumuştu. Kendisine aceleyazdığımı söyledim. Ancak daha bunun nedenini yansıtma zamanını bulamadan,Lenin başını onaylayıcı bir şekilde salladı ve bunun gerekçesini kendisi açıkladı:Acele etmekle iyi yapmıştım. Kitap çok yararlıydı. İşçilerin çoğu devrimciharekete bilinçsizce, içgüdüsel olarak katılmıştı; Ana’yı büyük bir ilgi ileokuyacaklar, eserden katkılanacaklardı.

“Kitap tam zamanında yayımlandı” dedi. Yaptığı bu biricik iltifat benim için sonderece değerliydi.”(Sanat ve Edebiyat, Lenin, S. 269-270)

Sanat’ta estetik kaygının ve hassasiyetin sanatçıdan beklenilen, aranılan bir öncül olduğumuhakkak. Ancak sömürülen halkları, sömürülen milyarları ‘ebedi’ yani ‘ölümsüz’ olmakompleksini üzerinden atmış kendisini kutsal Olimpos’un Zeus’u olarak görmeyen mütevaziyapıtlar harekete geçirebilir, onlara katkı sağlayabilir. Yapıt gerçekten ezilen halklarınarkasında olan, onları dürten, uyaran, harekete geçiren bir işlevi üstlenmiş olduğu gibiburjuva aydınlara özgü edebi yüceliği ve güzelliği yakalama kuşkularını üzerinden atmışbir anlayışı da üzerinde barındırmalıdır. Bu kıstaslar yeterli mi? emperyalist kültürün tümdünyamıza en modern teknoloji ve olanaklarla egemen olduğu, saldırdığı bir dönemde artıkyeterli değildir. Böyle bir dünya sermayesi organizasyonuyla ancak örgütlü bir dünyaorganizasyonuyla savaşım yürütülebilir. Bunun en sağlıklı çözümü de yukarıda açımlamayaçalıştığımız kıstaslara ek olarak dünya proleteryasının ve sömürülen, ezilen halkların kendiülkelerinin ML partilerinde organize olmaları da bir ilkedir. Sanatçının bağımsızlığı ancakyaratılarındaki sınırsızlıktır. Organize anlamında bir bağımsızlıktan söz etmek olanaksızdır.Bir tarafta organize olmayan diğer tarafta sermayenin saflarında organize olmuş demektir!Buna organize olmak da denilemez : Zincire vurulmuşluk, sermayeye sadık bir köleolmuşluk denir.

Sayfa 55

Page 56: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Dolayısiyle ML sanatçıların ML’i kavramaları, ülke pratiğine uyum içerisinde birçözümlemesini yapmaları ve kendilerine ML diyen partilere bu kavrayış temelindeyaklaşarak organize olmaları, parti içerisinde görev almaları gerekir. Kendilerini veyapıtlarını sermayenin kölesi olmaktan, bir meta olmaktan ancak örgtlülük kurtarabilir.Üstelik proleterya için, ezilen halklar için sanat yapan bir sanatçının geniş kitlelere ulaşmaşansı da yok denecek kadar azdır. Bu sanatçıları ve yapıtlarını başta proleterya olmak üzeresömürülen geniş halk kitlelerine ulaştırabilecek yegane güç, organize olmuş ML bir partiningücüdür. Başka bir alternatif yoktur.

Ana Romanı

1906’da ABD’de yazılan roman aynı yıl New York’ta yayınlanmıştır. Yazıldığı dönemdesadece Rusya ve Amerika’da değil neredeyse tüm dünyada olağanüstü yankı uyandırmıştır.1908 yılında da Türkçeye kazandırılan roman aynı tarihte Tanin gazetesinde iki yıla yakınsüreyle tefrika edilmiştir. ‘Ana’ yapıtında diğer öykü ve romanlarında olduğu gibi işçi sınıfı-yoksul köylülük ile burjuvazi arasındaki uzlaşmaz çelişki romanın merkezine oturtulmuştur.Rusya’da aristokrasi ve burjuvazinin karşısında en ilerici ve devrimci güç olan proleteryanınsosyalist hareketinin giderek nasıl filizlendiğine ve geliştiğine de işaret etmektedir.Kitlelerin sosyalist uyanışının ve sosyalist başkaldırının romanıdır.

Roman 1 Mayıs 1902 yılındaki gösterilerde tutuklanan gençlerin yargılanma süreçlerinikonu alır.Bu süreç içerisinde romanın baş kişisi olan Pelageya Vlasova(ana)’nın devrimcihareket içerisinde aktif rol oynayan oğlu Pavel’i korumak için girmek zorunda kaldığıdevrimci harekette nasıl geliştiğini ve sosyalist düşüncelerle nasıl dolup taştığınıanlatmaktadır.

Maksim Gorki Ana romanında sosyalist gerçekçiliğe ilişkin devrimci romantizm, olumlukahramanlar ilkelerini en belirgin bir şekilde ortaya koymuştur. Bu romanın öncülü olarakÇernişevski’nin ‘Nasıl Yapmalı’ sını gösterebiliriz. Sosyalist gerçekçiliğin ve Ana roman’ınınOlumlu kahramanlar ve devrimci romantizm ilkeleri aslında Çernişevski’nin ‘Nasıl Yapmalı’romanında daha önceleri işlenmiş, Maksim Gorki 1934’de ki Sovyet Yazarları 1.kongresindebu doğrultuda Sosyalist Gerçekçiliğin ilkelerini çizmiştir.

Komünist Partisi üyesi olmayan Bertolt Brecht’in bu durumu onun en zayıf ve eleştirilecekyönü olmasına karşın o yaşamında komünist partisinin bir üyesiymiş gibi davranarak birkomünist’in duyması gerekli tüm sorumluluğu ve bu sorumluluğun ona yüklediği tümgörevleri ML’e yaraşır bir tarzda yerine getirmiştir, haklı olarak da dünya proleteryasınınderin saygınlığını kazanmıştır. Türkiye-K.Kürdistan’da Nazım Hikmet, Yılmaz Güney yinesanatlarıyla proleteryaya ve ezilen halklarımıza manidar hizmetlerde bulunmuşlar veonların derin sempatilerini kazanmışlardır. Bundan dolayı da Türkiye –K.Kürdistanproleteryası onları Proleter sanatın ustaları olarak bağırlarına basmışlardır.

N.Hikmet TKP üyesi olması ve kendini komünist partisinin bir neferi olarak görmesi ileonu pek çok komünist ve devrimci sanatçıdan daha da üstün bir konuma getirmektedir.

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 57: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

( O dönemdeki TKP’nin niteliğinden bağımsız olarak)

Yine Yılmaz Güney yaşadığı dönemde TKP’nin revizyonizmini gördüğü için ve başta TKP-MLolmak üzere Türkiye-K.Kürdistan komünist ve devrimci hareketlerinin teori ve pratiklerinigözlemleyip bunlardan –kendince- dersler ve sonuçlar çıkarmaya çalışarak Fransaya ilticaettiği dönemde Berlinde yayınlanan 5 sayılık Mayıs dergilerinde yeni bir Komünist partikurma girişiminin ilk adımlarını atmıştı.(Berlinde yayınlanan Mayıs Dergisi 1983 tarihli 2.Sayısında ‘Yeni Tipte Devrimci Bir Örgütlenmenin Zorunluluğu ve Bizi BekleyenAcil Görevler’ bu girişimin ilk adımı olarak gösterilebilir. Bu yeni bir komünist parti kurmagirişiminin güdüklüğü ve teorik yetersizliği ne olursa olsun Yılmaz Güneyin parti kurmadüşüncesi ve girişimi onun teori ve pratiğindeki ilkeli bir uyumluluğu göstermektedir.

Dünya burjuvazisi bu despot, bezirgan, soyguncu, emek düşmanı, düzenin hepböyle devam etmesi için her türlü yola baş vuruyor. Sanat sömürüsüburjuvazinin öncelikli, ilkesel öneme haiz alanlarından önde gelenlerindendir.Bunun için sanatçıyı starlaştırmakta, starlaştırdığı bu sanatçıyı yapıtlarıyla birliktebir metaya dönüştürmektedir. Bu gün metalaşmamış sanat ve sanatçı yokdenecek kadar azdır. Bu az sayıdaki yazar ve sanatçılar belirli güdük komünist-devrimci-demokrat organizelerde her türlü olanaksızlığa karşın savaşımyürütüyor ve ezilenlerin saflarında, proleteryanın saflarında aydınlık dolu birgeleceğin ‘Paris komününde’ tutuşturulmuş ateşinin burjuvazinin söndürmeyegücü yetmediği içten içe yalazlanan kıvılcımlarını bir volkanın yeri göğü saranlav’ına dönüştürmek için tüm güçleriyle çabalıyorlar. Hapishanelere, işkencelereve öldürülmelere karşın!

Diğer tarafta ise burjuvazinin teslim aldığı sanatçı sermayenin doğal yasalarıgereği starlaştırılarak zincire vurulmuş, köleleştirilmiştir. Evet, Burjuvaziningüdümündeki sanatçı ne kadar yetenekli olursa olsun insanlığın özgürlüğedoğru uzanan o umut dolu yolu tıkayan birer engel, köleleri kurtuluş yolundansaptıran, yanılgıların kara deliklerine sürüklüyen birer sahte rehber olupçıkmışlardır, çıkmaktadırlar

21.yüzyıl sanatçısı acil olan şeyin ne olduğunu bilmiyor. Bu onların dünyayı değiştirmek içinilk elde neye gereksinim olduğunu kavrayamamalarından veya kişisel ego’larına yenikdüşmelerinden kaynaklanıyor.

Sanatçının özgürlüğünü burjuvazi kendi özgürlük sınırları içerisinde sıkıştırmış, kendiözgürlük anlayışlarını onlara da dayatmış ve onaylatmıştır. Bu dayatılan ve onaylatılananlayışın temelindeki özgürlük anlayışı sermayeye dayanmaktadır.

Maksim Gorki ve 1934 Sovyet Yazarları Birliği Birinci Kongresi;

Sayfa 57

Page 58: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Maksim Gorki başkanı olduğu Sovyet Yazarları Birliği’nin 1. Kongresini öğleden sonrayaptığı kısa bir konuşmayla açıyor.

Gorki, alkışlar arasında kısa bir hoşgeldiniz konuşmasıyla kongreyi açtı. Kongre 17.08.1934-01.09.1934 tarihleri arasında 26 oturum ile devam ediyor. Bu kongreyi yabancı ve yerli377 delege temsil ediyor.Sovyetler Birliğinden katılanlar arasında Gorki’nin yanı sıra Radek,Buharin, Pasternak, Solochov vb. Var. Yine yabancı ülkeleri temsilen çok tanınmış isimlerde var. Aragon(Fr), Yakup Kadri (Tr), Rifkli(Tr), Andrѐ Malraux vb.gibi.

Gorki’nin kısa olarak yaptığı açılış konuşması özetle şöyle:

Gorki alkış tezahürleri arasında kısa bir konuşma ile kongreyi açar ve bu konuşmasındaKongrenin temel bildirgesindeki ilkeyi açıklar : “Biz dünyadaki tanrısal ayrıcalıklarasahip burjuvazinin düşmanıyız. Biz dünyayı köleleştiren hayvansallaştıranbireyciliğinin düşmanıyız.”(Sozialistisce Realismuskonzep-tionen Dokumente zum1.Allunionskongress der Sowjetschriftsteller, S.19)

Bu kongreye katılan yazarların içerisinde Aragon gerçeküstü bir yazar ve sanatçı. Şiirleri,romanları var. Aynı zamanda Fransa Komünist Partisi üyesi.

Kongrede alınan ‘sosyalist gerçekçilik’ ve ilkelerine ilişkin kararlara bir itirazı olmuyor. Yinebu kongrede Şolohov gibi sosyalist gerçekçi yazarların yanı sıra Pasternak gibi sosyalistgerçekçilik kalıplarına hiç de uyum içerisinde olmayan şiirler ve romanlar yazan, hatta ilkşiirleri sembolist ve fütürist olan yazarlar da vardır.

Sovyet Yazarları 1. Kongresinde alınan kararların bizim bazı yazılarımızda ‘ olumlukahramanlar ve devrimci romantizm’ ilkeleri eleştirilmiştir. Bu eleştirilerimizin doğru olduğudüşüncesindeyim. (Bak.Sessizliğin devi Kafka, Güney dergisi 68,69,70,71,72 ) Bueleştirilerin daha da geliştirilmesi ve genişletilmesi gerekir mi? Aslında bu konu hâlâdevrimci demokrat yazar ve sanatçılar arasında bir ikilem oluşturuyor. Bunun için deyeniden gündeme oturtulması gerekir diye düşünüyorum.

Bu gündeme oturtulurken Öncelikle Lukȧcs tarafından itiraz edilen parti edebiyatına,günümüzde marksist eleştirmen olarak geçinen Terry Eagleton tarafından itiraz edilen 1934Sovyet yazarları 1 kongresine, Maksim Gorki’ye, sosyalist Gerçekçiliğin ilkelerine yenidendeğinmek gerekiyor.

Lukȧcs, Kruşçev’in revizyonist 20.Parti Kongresinin ardından 6 yıl sonra mayıs 1962’deşöyle yazıyor :

“Sözgelimi, iki yıl önce Druşba Narodov(1960, sayı 4) adlı Sovyetdergisi,Krupskaya’nın şimdiye kadar bilinmeyen ve Lenin’in ünlü Parti Örgütü veParti Edebiyatı adlı yazısında –benim uzun zamandır inandığım gibi—güzel sanatolarak edebiyatı kastetmediğini açıklayan bir mektubunu yayımladı. Lenin’in bu

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 59: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

yazısı Stalin’in ve Jdanov’un ideolojik diktatörlükleri sırasında sanat alanındakiyobazlığın kutsal kitabı sayıldığı için Krupskaya’nın açıklamasının önemi çokbüyüktür.Bu mektubun yayınlanmasının bu kadar az dikkati çekmesi ise hemgarip nem de ilginçtir.”(G.Lukȧcs, Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamı, S.10)

Bu eleştiri Lukȧcs tarafından sadece Stalin dönemine, Jdanov’a yöneltilmiş bir eleştiriolarak değerlendirilemez. Sosyalist Gerçekçilin birincil sorumlusu ve kurucusu olan MaksimGorki’ye de yöneltilmiş bir eleştiri olarak kabul edilmelidir.

Ama Lucȧks’ın yönelttiği bu eleştiri, tıpkı kaleme aldığı ve değişik hata ve eksiklikleri içindebarındıran bunun için de eleştiri topuna tutulan Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamı’na özgüayakları havada olan bir eleştiridir. Lukȧcs eleştirisine referans olarak Lenin’in bu konuyailişkin yazısını değil de Krupskaya’yı göstermektedir. Bunun için de yazının aslı çok açık birbiçimde önümüzde duruyorken gelen ikincil itirazların fazla bir değer taşımadığıdüşüncesindeyim.

Gelelim Terry Eagleton’a, o şöyle yazmaktadır:“Marksist eleştiriye biraz aşina olanlar bile, yazardan sanatını proletaryanınamacına adamasını istediğini bilir. Başka bir deyişle, Marksist eleştiriye dair bukaba izlenim, neredeyse tamamen Stalinizm olarak bildiğimiz dönemin edebiolayları tarafından şekillendirilmiştir. Devrim sonrası Rusya’sında, burjuvaetkilerinden arındırılmış, (lideri Bogdanov’un ifadesiyle “ salt proleterideolojinin bir laboratuvarı ” olan ) saf bir proleter kültürü yaratma amacındakiproletkült vardı; “Raphael’i yakın” sloganında özetlendiği üzere, Fütürist şairMayakovski geçmişteki bütün sanatın yıkımı için çağrıda bulunuyordu; BolşevikMerkez Komitesi’nin 1928 yılında aldığı karara göre edebiyat, yazarları inşaatalanlarını ziyaret etmeye gönderen ve sistemi göklere çıkaran romanlarüretmelerini isteyen partinin çıkarlarına hizmet etmeliydi. Tüm bunlar, Stalin ileGorki tarafından uydurulan ve Stalin’in kültürel haydutu Jdanov tarafından ilanedilen “ sosyalist gerçekçilik ” görüşünün resmi olarak benimsendiği 1934’tekiSovyet Yazarları Kongresi’yle zirve noktasına ulaştı.

…….Bir zamanlar sanatsal özgürlüğün sadık bir savunucusu olan Maksim Gorki’ninsesi, aynı kongrede artık Stalinist bir uşak olarak çıkıyordu ve dünyaedebiyatında burjuvazinin rolünün çok abartıldığını, çünkü dünya kültürününaslında Rönesans’tan bu yana çöküş içinde ilan etmişti.”(Terry Eagleton, Marksizmve Edebiyat Eleştirisi, S.53-54)

Marksist eleştirmen geçinen Terry Eagleton’un Maksim Gorki’yi iki döneme ayırıyor. Lenindöneminin Gorkisi, Stalin dönemi’nin Gorkisi. Birinci dönemi için sanatsal özgürlüğünsadık savunucusu, ikinci dönemi için ise Stalinist bir uşak değerlendirmesindebulunuyor. Biz Maksim Gorki’nin sanatsal verilerini elimizden geldiğince tarih vermeye

Sayfa 59

Page 60: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

çalıştık ve Gorki’nin 1934 Sovyet Yazarlar Kongresindeki sosyalist gerçekçiliğe ilişkin alınanilkesel kararların sadece Gorkiye ilişkin bir şey olmadığı onun tarihinin Çernişevskilere,Belinskilere kadar gidip dayandığını da gösterdik. Maksim Gorki’nin daha ilk öykü veromanlarında devrimci romantizm’in, olumlu kahramanların varlığı kendisini gösterir. Sözgelimi 1906’da yazdığı ANA romanına bakalım : Pelageya (ana) olsun, oğlu Pavel olsundevrimci hareket içerisinde örnek alınması gereken iki olumlu tip’i oluşturmuyor mu ? Yineroman gerçekçiliğinin yanı sıra geleceğe ilişkin güzel kurgular içerisinde olmuyor mu?Soyut insan’ın gerçek insana dönüşümünün bir kurgusunu Pelageya ana ve oğlu üzerindenbize de yaptırmıyor mu?

Dolayısiyle Maksim Gorki’ye Stalin’in uşağı demeden önce onun yapıtlarının tarih içerisindedeğerlendirilmesi gerekmektedir, bu çok önemlidir. Bu yapılmadığı takdirde MaksimGorki’nin Jdanov’un da uşağı olduğu sonucuna dahi ulaşılabilir.

Aslında Sosyalist Gerçekçiliğin yaratıcısı da, kongreye sunup kabul ettiren de MaksimGorki’nin bizzat kendisidir.

Maksim Gorki’nin sosyalizme, komünizm uğrundaki savaşımda yaptığı paha biçilmezkatkılar’a sahip çıkmak, bazı hata ve eksikliklerini de eleştirip, onlardan da öğrenmek bizleriçin ilkesel öneme haiz bir görevdir.

YAVUZ AKÖZELUrla,13.07.2015

Kaynaklar :Maksim Gorki Arkadaş Oda yay. Maksim Gorki Ana Goa yay.Maksim Gorki Bozkırda Yücel yay.Maksim Gorki K.Burjuva İdeolojisinin Eleştirisi Özgün yay.Terry Eagleton Marksizm ve Edebiyat Eleştirisi İletişim yay.Georg Lukȧcs Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamı Payel Yay.Eugene Lunn Marksizm ve Modernizm Dipnot yay.Lenin Bir Adım İleri İki Adım Geri Sol yay.Lenin Sanat ve Edebiyat Payel yay.Marx,Engels,Lenin Sanat ve Edebiyat Evrensel yay.K. Marx, F. Engels Alman İdeolojisi Evrensel yayK. Marx Kapita l 1 Sol yayWalter Benjamin Epik Tiyatro Üzerine Üç Metin Agora kitaplığı Walter Benjamin PasajlarSlavoj Zizek,S.Budgen, S.Kouvelakis Yeniden Lenin Otonom yay. Herbert Marcuse Tek Boyutlu İnsan May yay.Gabrie l Garciȧ Mȧrquez Yüzyıllık Yalnızlık Can yay.Gabrie l Garcia Mȧrquez Kırm ızı Pazartesi Can yay.Maksim Gorki Edebiyat Yaşamım Payel yay. E.Bloch, G.Lukȧcs,B.Brecht,W.Benjamin,T.Adorno Estetik ve Politika Alkım yay. J.V.Stalin Sovyetler Birliği Komünist Partisi Kütüphane, halkcephesi

(Bolşevik) Tarihi (İnternet) Sozialistische Realismuskonzeptionen Dokumente zum 1.Allunions- suhrkamp verlag Kongreβ der Sowjetschriftsteller

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 61: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

BİR KÖZ ELENİR KANARIM

Yapıdan uzak harcında yaslıKarılırım kurumundan incinerek

Ocaktan uzak dumanda saklıTüterim tozunu esinleyerek

İsten uzak siste asılıDurulurum erinmeyi yadsıyarak

Hedeften uzak maksatta katlıŞaşarım uğrakları düzleyerek

Divandan uzak tacında kasıtlıKaçınırım şanına dinelerek

Nazdan uzak hazda tatlıUğunurum her ikisinden sakınarak

Tozuyla nazında karıldımSözüyle hazzında duruldum

İçinden niçin’e niçinden içimeBir köz elenir kanarım.

ABDULLAH KARABAĞ

Sayfa 61

Page 62: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

UMUDUN MAVİSİ

Issızlığı içtiğimizden beriYaşamadık kendimizi İrisler kapalıDüğünlere şenliklere geç derkenIpıssızİçimizdeki yelkenliyi deKıyıp açamadık mavilerimize

Kırılmak buymuş meğer

Böyle de olmuyor beNeyi başa sarsan çıldırıyorNeye dokunsan kırılacak sankiEllerin dokumadan önce

Durmadan yenilesen de kendini

Yeninin yenisini de bi deneBelki bir dünya değişir seninleYayarsan tebessümünüYeryüzünde uyanan her şeye

Nasıl baş yarıyorsa ummadığın taşSeni öteki etapta bekleyeninSeni mutsuzluğundan daha da öteyeGötüreceği kesinAç şu kapıyı da dışarı çık bi

Belki umut senden önce senden alırEvrensel mavisini soluk soluğa

YAŞAR DOĞAN / Lolan

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 63: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

ÖLÜM YILDÖNÜMÜ NEDENİYLE BİR KEZ DAHA:Ahmet Erhan’ın Ardından

Yaralı Kalemin Kanı Kesildi… /Adnan DURMAZ

“Yanıbaşımda ölüp gitti dostlarım, ben bakakaldımGözyaşlarının da bir yerlere gömüldüğü görülmüş müdür? ”

Ahmet Erhan

Bizim kuşağımız, on yılda bir kopartılan zulum kıyametlerinin en zorlularından biriniyaşayarak çıktı. Bizim kuşağımız, binlerce ölü ve yaralı, sakat ve psikolojisi çökmüş insanbıraktı; hayır bırakmadı, yüreğinde bir yara gibi taşıdık acılarımızı, kalanlarımızı,gidenlerimizi… Kalabalık yürüyüşlerden, korsan mitinglerden, silahla taranmalardan,işgallerden ve direnişlerden; sobasız gecekondularda okunan jakoben kitaplardan,Makarenkolardan, Leninlerden, Mayakovskilerden, Nerudalardan, tabii ki Nazım, HasanHüseyin, Lorca, Ritsos, Enver Gökçe, Aragon, Ahmed Arif, Ruhi Su, Zülfü Livaneli, Ali Askerve Şivanlardan geldik. Yasımı Tutacaksın, Fabrika, Kızıl Kayalar, Seni Halk adına ÖlümeMahkûm Ediyorum gibi dünyanın her köşesinden kalın romanlar okuduk. Onbinlerinarasında faşizme karşı atılan sloganlardan, bir ekmeği, bir cigarayı beş kişinin paylaştığızamanlardan; kaçaklıktan, yasak yayınlardan, aranma ilanlarından, gece yarısıbaskınlarından, deli kasırgalardan geçti yolumuz. Savrulduk ve damgasını taşıyoruz acınınbedenimizde, ruhumuzda, yüreğimizde. Denizlerin, Yusufların, Hüseyinlerin inancını silahdiye kuşanıp, Rodrigo’nun gitar konçertosunda hüznü burkulanların, Kaypakkayaların.direnciyle bilenenlerin, Bütün zulum ve acılara direnenlerin kuşağıdır o sürek avlarında

Sayfa 63

Page 64: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

yağmalanan gençlik. Aşkları yarım, yaralı, kanadı kırık; düşleri kanamalı ve onyıllar geçsede, sisteme bir türlü alışamayan, uyum sağlayamayan, gençliği darmadağın edilmiş, o güzelinsanlarız biz. Uzun yaşamalara meraklı olamadık, düşlerimizin süngüsünü, umutlarımızınbayrağını hep dik tuttuk… Kalabalık güvercin katarlarıydık, ama kurşunlarla, tuzaklarlasaçıldık, Evet, Yaşar Kemal’in dediği “o iyi insanlardık” ama her birimiz, çok uzaklarda,benzerlerinin olduğu inancıyla, yalnızlığa, sistemin köpekliğini yapanlara, posalaşmış,dışkılaşmış kişiliklere, direnen, ıssızlarda tek başına kalanlardık… Fire verdik, pek çok insan,mevcut koşullara göre renkten renge, kılıktan kılığa girdi, her sisteme oturan, birer makineparçası, birer cıvata oldu… Giderek karşıtına dönüştü, ruhunu şeytana sattı… Rahat,huzurlu, lüks, konforlu yaşamakların deveyi yardan atlatan çekiciliğinde, Kafka’nınhamamböceğine dönüştü… Bu bütün çağlarda var olan, sınıfsal insan diyalektiğinin,kaypaklıkla dansıydı; yalnızlığı, tecridi seçenler, ölüm korkusunu da, kendi gemisini kurtarıpkaptan olmayı da çok öncelerden geride bırakmışlardı zaten…

Kendimi şanslı sayıyorum, Zafer Çarşısında küçük çay ocağında nice insanlar tanımak birşanstı. Ahmet Telli hep oralardaydı,79,80'li yıllarda, Ortak duyguların, inançların, kavganın,sevdanın, düşlerin, yenilgilerin yürek terini paylaştığımız, yazık ki çok zamansız bu dünyadangöçen yiğit dostum Adnan Yücel de oralardaydı, sanat, şiir, tartışırdık, konuşurduk ayaküstüçay içerken akşamüzerleri, Ahmet Erhan, Ankara’da Zafer Çay Ocağında, o gücenikliğinisaklamaya çalışan yüzü, ıssız ve öksüz çocuk gözleriyle çay içerken gülümsüyor hâlâ…

Ölmek, kıymeti harbiysesi olmayan bir şeydir; erken ölmek en çok bizim kuşağın payına mıdüştü, yoksa bana mı öyle geliyor. 1940 kuşağının çektiği acıları okuyoruz kitaplardan,dayanılmaz zulumlar…80 kuşağı belki de en çok ölen, birçoğu yaşarken ölen, birçoğukatledilen kuşak. Önemsizdir evet, çünkü çok arkadaşımız 20’li yaşlarda gitti. Lakin geridedüşlediği bir dünya bırakamamanın acısı ve kendi yaşamının bir türlü düzen tutturamamasıkoyar insana. Beceriksizlikten değil, sistemin “delisi” olmanın sonucudur belki de… Sistem,hangi sistem olursa olsun, ona ters düşen, delidir, meczuptur, sorunludur, uyumsuzdur:egemen ideoloji onlara bu tür adlar verir, karşıtlarını taşlar, dışlar… O başından küskünlüğün,yenilmiş yaşamların yüreği kırık şairi oldu… İlk çıkışında da bu yanıyla çokbilmişküçükburjuva şuarası onu yadırgadı…

“Umutsuzluğun, karamsarlığın şairi” olmak kolay değil… Hepimiz özel yaşamlarımızda, dahaanamızdan doğmadan yenik ama güzel günlere inancımıza sımsıkı bağlı insanlardık… Birdevrimci, yenilirdi, ama umutsuzluk, ona göre değildi… Öyle düşünüyorduk.

Ahmet Erhan, Alacakaranlıkta Ülke ile ilgili olarak yapılan bu tür eleştirilere yanıt verirken, ogünün koşullarının alacakaranlık olduğundan söz açıyordu.81 yılının martında," O zamanlar her şeyde bir alacakaranlık vardı. Ve o alacakaranlık önceleri bir ülkeningörünümünü simgelerken, daha sonra tüm insansal ilişkilerin içine sızdı. Bir toplumsal değerkarmaşası, bir belirsizlik ortamının içine sürüldük. Bu kitap bir anlamda, bu alacakaranlığınyoğunluğunu şiirin olanakları ölçüsünde vermek savında. Bir ozanın yaşamında ilk kitap herzaman sevindirici ve ilerde de anımsanması gereken bir olaydır. İçtenlikle söylemekgerekirse, ben şu anda bu sevinci duyamıyorum. Benim kuşağımın tarihi, insan yaşamını

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 65: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

hiçe saymaların, ölümün tarihidir. Buradaki şiirlerin yazıldığı koşulları kim bilmiyor ki?Ülkemiz bir toplumsal çılgınlığın içine sürüldü. Öyle bir an geldi ki halkımızın en insanca, endemokratik özlemlerinin birtakım zorbalar tarafından silah sesleri aracılığıyla bizeanımsatılmasına; ya da yine aynı yöntemle benzer zorbalar tarafından o özlemlerinboğulmak istenmesine tanık olduk. Binlerce insanımızı öldürdüler. Gerçek bir alacakaranlık,tedirginlik ve korku ortamının içine attılar ülkemizi.

Bir ozanın bu ortamdaki görevi ne olmalıydı? Ya, tarih önünde haklı çıkmak adına gelecekgüzel günler edebiyatını sürdürmek; ya da yaşanılan dönemi tüm insani boyutlarıylasergilemek. Bu nedenle ben, bir politik seçimden çok, başlangıçtan bu yana bir insanlıkdurumunu seçtiğimi belirtmek istiyorum. Bunun içinde umutsuzluk da vardır, ölüm korkusuda, karşı çıkma duyguları da... Günde onlarca insanın öldürüldüğü bir ülkede umutsuzluğayer yoktur demek, içtenliksiz bir davranış olarak görünüyor bana.

Bilemiyorum, alacakaranlık belki de yalnızca bu kitabın sorunsalı olarak kalmayacak; hiçdeğilse başka düzlemlerde duyuracak kendini. Ve biz, belki yaşamın sonsuz biralacakaranlık olduğuna inanmaya başlayacağız. Ben hiç değilse şu an için bir çıkış yolununbulunduğuna inanıyorum. Benim kuşağım, bu ülkenin genç insanları artık halklarına ölerekyaklaşmak istemiyorlar çünkü. Şiirin toplumcu olması için de bir kargaşa ortamıgerekmiyor; hiçbir dönemde de gerekmedi.” diyor. Bu düşünceler her zaman tartışılabilir.

Koşullar çetindir, devrimci olmak, tarihin her döneminde, zoru seçmek, var olan sistemlerinkarşısına dikilmek, yargılanmak, sürülmek, uzun yıllar mahpus yatmak, hatta kurşunadizilmek, sürülmek, idam edilmek; olmazsa tecrit edilmek, ötelenmek, dışlanmak,taşlanmak olmuştur. Devrimci duyarlılığı, insan duygularının uç noktalarında yaşayansanatçılar, bundan payını fazlasıyla almıştır dünyanın her yerinde… Dünyanın her yanındabunu yaşadı devrimci ozanlar. Güney Afrikalı, Benjamin Moloisi’den, Lorca’ya kadarasılanlar, derisi yüzülen, Nesimi, Hallacı Mansur, Pir Sultan, Onlarca yıl zindanlarda yatanNazım, tecrit edilip bütün yaşamını ızdırapla geçiren, ama umudunu yitirmemiş EnverGökçe bir anda aklıma geliverenler Burada, Enver Gökçe’nin “bilirim yerde kalmaz ahım”deyişi geliyor, taşların dikenlerin arasında yalnız ve terk edilmiş haldeyken, HasanHüseyin’in gür sesi ve Nazım’ın 1949 Mayısında yazdığı, Hapiste Yatacak Olana BazıÖğütler şiiri, tek dizesini atlayamıyorum:

Dünyadan memleketinden insandanumudun kesik değil diyeipe çekilmeyip deatılırsan içeriyeyatarsan on yıl on beş yıldaha da yatacağından başkasallansaydım ipin ucundabir bayrak gibi keşkedemeyeceksinyaşamakta ayak direyeceksin.

Belki bahtiyarlık değildir artıkboynunun borcudur fakatdüşmana inatbir gün fazla yaşamak.

İçerde bir tarafınla yapyalnız kalabilirsinkuyunun dibindeki taş gibifakat öbür tarafınöylesine karışmalı ki dünyanın kalabalığınasen ürpermelisin içerdedışarda kırk günlük yerde yaprak kıpırdasa.

Sayfa 65

Page 66: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

İçerde mektup beklemekyanık türküler söylemek bir debir de gözünü tavana dikip sabahlamaktatlıdır ama tehlikelidir.

Tıraştan tıraşa yüzüne bakunut yaşınıkoru kendini bittenbir de bahar akşamlarından.

Bir de ekmeğison lokmasına dek yemeyibir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman.

Bir de kim bilirsevdiğin kadın seni sevmez olurufak iş demeyemyeşil bir dal kırılmış gibi geliriçerdeki adama.

İçerde gülü bahçeyi düşünmek fenadağları deryaları düşünmek iyidurup dinlenmeden okumayı yazmayıbir de dokumacılığı tavsiye ederim sanabir de ayna dökmeyi.

Yani içerde on yıl on beş yıldaha da fazlası hattâgeçirilmez değilgeçirilirkararmasın yeter kisol memenin altındaki cevahir.

Bu kadar zulum altında, ikiye ayrılıyoruz demek ki; bir bölümü, zulme karşı, öfkesinibüyütüyor, sonuna kadar haykırıyor; bir kısmı ise duygusallığın derinliğinde kendi içlerindekiacıyla baş başa kalıyor şairlerin. Bu ikinci grupta olanlar, yenilgi gerçeği içinde, çıkmazlaradüşüp-ki yadırgamıyorum bunu- yaşarken yavaş yavaş ölüyor. Kişisel yaşamın sunduğukoşullar her insanda bulunduğu sosyal ortama göre farklı olduğundan, yalnızlığa,kimsesizliğe, acıya dayanıklılık da farklı oluyor. Bunları Ahmet Erhan’ı ya da Yesenin’iyargılamak için yazmadım. Yalnıza genel bir tespit.Ahmet Erhan, sonraki yıllarda da alacakaranlıktan çıkamadı kanımca; gerçi ülke her zamanalacakaranlık, çok zaman da karanlıktaydı aslında.12 Eylül faşizmi, bütün koşullara rağmendirenenlerin, işkencehanelerde çarmıha gerilerek, filistin askılarında direniş destanlarıyazanların da gerçek olduğu bir dönemdir. Bu ülkede her zaman direncin yumruğunu, kolukopartılsa da sıkan ve dik tutanların yaşadığı bir ülke olmuştur.

Bana nedense Sergey Yesenin’i anımsatıyor, ölümünü duyup da yüreğim paramparçaolandan beri… Bozkırlardan kentlere gelmiş de yabancı kalmış boynu bükük Yesenin… Buülkede her şairin biraz Nazım, biraz Ahmed Arif, biraz Attila İlhan olması gibi, biraz daYesenin, Mayakovski ve giderek biraz da Ahmet Erhan olduğunu düşünüyorum. Ölümlearasında hep bir örümcek ağından daha ince bir perde olmuş, yaşamı bir rüzgârdasavrulmaya hazır Ahmet Erhan dizelerinde dolaşıyorum.“Alnıma dövülürse kara bir yalnızlık gibi ölümArkamdan üç kulfallahi bir enam okunsunSonra naaşım Tekel kibritiyle yakılsınNasılsa gözyaşları söndürürHayır hayır hayır hayırBırakmayın, beni ölüm götürür... “

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 67: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Bırakmayın beni, diyor ama insanlar bırakır. Hele şairsen baştan terk edilmiş oluyorsun.Duyguların okkayla satıldığı çağlarda, duygu sarraflarının okkası ne eder ki... Doğru düzgünbir aşk bile etmez. Bırakırlar ve ölüm alıp gider. Buyurun üç kulfallahi bir enam...

Acı çekiyor olmalı. Issızlık, dip, yalnızlığın aşılmaz karanlığı; acı içinde... Düşünüyor, nasıldiner...Sarı peruka takmış bir acı

Sokaklarda sürtüyor boyuna, barlarda benim adıma beş tek bir duble konuşuyor

Ancak ölümle diyor, ancak ölümle sağalır yara

Her şair bilir bunu, eğer şairse, İster umudun bayraktarı, direncin meşalesi olsun, bilir herşair, acının ancak ölümle biteceğini. Çünkü acıyı en çok içinde taşıyan insan türüdür şair,aşkı da, umudu da, umutsuzluğu da, köşe bucak tanır. Ama bir yerlerde acılı, çilekeş birana vardır Ahmet Erhan’ın sanırım ilk kitabında:

…Bana böylesi garip duygularBilmem niye gelir, nereye gider?Döndüm işte; acı, yüreğimden beynime sızarBu gün de ölmedim anne.…dediği, ”Oğul” şiirinde ise:

Anne ben geldim, yoruldum artıkHer yolağzında kendime rastlamaktanHep acılı, sarhoş ve sarsakŞiirler çırpıştıran bi adam….

Dediği ve benzeri dizelerde hep anacığına sığınır,ne kadar uzakta da olsa,ne yapacağını bilemediği girdaplarında hayatın.

Değilse,Ahmet gibi,bir tür,payına,var olan dünyanın yalnızı olmak düşmüş,yaşamın öksüzü,bir türlü düzen tutturamamış,bir başka ozan, anasına yazdığı bir şiirde:

“Dua öğretme bana. Lütfen, anne!Geri dönüş yok, gücün neyse dayan.Tek sensin destek ve avuntu bana,Tek sen, büyülü bir nurla parıldayan.Unut kaygını, lütfen. Böyle dertlenmeHatırım için, tatlım, kendini yıkma.Sırtında pejmürde hırkanla sık sıkLütfen, böyle yol beklemeye çıkma.

Anne ben geldim, ağdaki balıkBardaktaki su kadar umarsızımDizlerin duruyor mu başımı koyacak?Anne ben geldim, oğlun, hayırsızın..

Sayfa 67

Page 68: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

diye kanayan, Yesenin’in intiharını eleştirirken,”zor olan yaşamak, ölmek kolay “diyenMayakovski,(burada kendi yaşadığı acının derinliğini de göstermiyor mu) , intihara karşıçıkarken, kendi canını almazdı. Şiirlerinde anasını yoksul kadınların simgesi haline getiren,çamaşırcı kadının oğlu Macar şair Attila József, “Şiir, yaralı bir insanın soluğu” tanımıyla pekçok şairin yaşadığı kaosların atmosferini özetler gibi. Zaten sonunda o da kendi canını aldı,intiharla… Sylvia Plath, işte zor anlarından birinde, Ahmet Erhan’ın konuşmak istediği, amaçoktan kendi hayatına son vermiş bir şair o da… Cebinde uluslar arası jetonu olan AhmetErhan;

Sylvia Plath'ı arıyorum, mezarında buluyorum konyağını yudumlarkenBana daha bir incelmiş, ne bileyim daha bir güzelleşmiş gibi geliyorThank you very much! diyorum ve jetonumun soluğu tükeniyor

Ölümün karanlık yüzünü iyi tanıyor…(Uzun olduğu için buraya aktaramayacağım “HayırHayır Hayır”,adlı şiirinden söz ettim,tümünün okunmasını öneririm)Baştan yenilmişleri, kişisel yaşamlarında yenilmişleri, kişiliği, duygu dünyası öyle akanlarıyargılamak suçtur… O öyledir...

“İpince akardı gönlün oralara buralaraKolunu yitirmiş bir yen gibi kaldın”Diyecek ne kalıyor geriye…Belli Metin Altıok’unDolaştım yıllardır şurda burda,Ucuz otellerde kaldım.

İğne iplik taşıdım yanımda,Bir düzen tutturamadım.

Nedense bana hep intihar etmiş şairleri anımsattı Ahmet’in gidişi. Haksızlık mı yapıyorum,bilmiyorum. Biçimsel anlamda geçmişin şiir mirasıyla kavgalaşmayan bir özgüven vardıronun şiirinde. Alçakgönüllülüktür ki bu her şairde olması gereken birincil özellik. Şiirinolmazsa olmazı, içtenlik; Ahmet’in şiirleri tümüyle içtendir,duyumsadığını kanamış, öylecambazlıklara,atraksiyonlara girmemiş,kendi yatağını yara yara akmıştır.Yaşıtlarıyla aynıgörünümü sunar, takım tutar, içer, bağırır; öte yandan Attila József gibi anası en yakınıdırdizelerinde. Belki de intihar etmiş şairlerin aklıma gelivermesi, bizim kuşaktan pek çokinsanın, 80 kıyametinden sonra ağır ağır ölmesiyle ilgilidir. İlk kitabında “Bu gün deölmedim anne” diye başlayan süreç, onun şiirinin bütün aşamalarında sürüp gidiyor sanki...belki de çoktan ölmüştü Ahmet Erhan, şiirlerindeki acı, yalnızlık ve ıssızlıkta; terk edildiğiyerde, yaşamın onu terk ettiği yerde… Şiirlerinin yaşayacak olması umurunda bile değildi,Yüz yıl sonra anılacak, okunacak olması, tanınmış olması, aldığı ödüller, umurunda bileolmadı. O yaşadığı acıyı, ıssızlığı, küskünlüğü sadece, hep kanadı ve yazdı. Dindi artık içineakan gözyaşları, kâğıtlara kanayan yaralı kalemin kanı kesildi…

Uzun ama bir şiirini yazmadan edemeyeceğim:

Kadınlar da oldu elbet yaşamımda,Biri hariç hepsini bağışladım.

Sınadım kendimi karşılıklı acıyla,Ben hep ölüme ve aşka inandım.

Bir şey var dokunur bana;Yüzüme uymayan iğreti adım.demesinden farkı ne

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 69: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Uzun Bir Şiirin Son Dizeleri

hayatı bir gömlek gibi sıyırsam mı üstümden?yüreğimde kuyruğunu bırakıp giden bir kertenkelenin tedirginliğiya da yollar yollar yollar boyuncabastırıp dursam mı yarama ellerimi?o kadar kolay değil unutmakölüm bile istemez olur adamı gün gelirson anda göze ilişen bir çiçekuzaktan duyulan bir çocuk sesi.

kan mı tutuyorum avuçlarımda?yoksa ufaladığım güllerden mi?(nerden geldi bu kırmızılık?)ölüme en uzak bildiklerimiz bir bir ölüyor.mezarlığa giden yolda ayak izlerimiz çoğalıyor.(nerden geldi bu karamsarlık?)bağırıp çağırmayı o ölülerin anılarına yakıştıramıyorumsöylevleri de dinlemiyorum artıksen ölmedin yaşıyorsunları.o ölüleri yaşatacak olanların çoğukapılarını erkenden örtüyorlar akşamları.

o kadar kolay değil kurutmakyaşlarla dopdolu gözlerini analarınyumruklarımız bir bayrak gibi dalgalansa dabakışlarımız uzak bir yerde dişlerimiz kenetli.ölümse eşikte soluk soluğave nicedir silah sesleri boğuyorbu dünyanın en güzel sözlerini.

iiher yazdığım şiiri son kez okuyup sonra yakmak isterimya da son bir şiir yazıp bırakıp gitmekbeynimde yaralı bir cırcır böceği vartek dileği bir türkü daha söyleyip ölmek.

iiiyaşamayı nasıl kanıksıyorsam ölümü de kanıksıyorum artık(başkalarının değil kendi ölümümü)şurda bir silah patlasa onun önüne ilk atılacak olan benimşurdan bir tren geçse ancak beni ezer bu dünyada.

Sayfa 69

Page 70: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

ivbelki bu kapanan bir dönemdir hayatımdabilmiyorum belki de hayatımdır kapananbelki ölür bir kurt olurum kırmızı bir elmanın içindeyaşarım ya da ve taşırım o kurdu ölünceye dek yüreğimde.

völümle hayatın arasında bir yer varsa ben oradayımbekliyorum gökyüzüne doğru açmayarak ellerimive bilmeyerek neyi beklediğimi.

visözcükler taşa dönüşüyor boğazımdave sular akıyor dört bir yanımdan iğrendirici bulanıkherkes o sulara girip yıkanıyor güle oynayaben mırıldanıyorum: şiir yazmayacağım artık!

beynimdeki yaralı cırcır böceğini usulca elime alıyorumo bulanık sulara atıyorum

viibeni bir denizin kıyısına bırakınbir portakal ağacının dibine ya dane olur onun dallarına uzanıp kalayıp

belki yeniden bulurum türkümü-o yitirdiğim türkümübütün bu sözler benim değil çünkü

beni bir denizin kıyısına bırakınbir çakıl taşının içine gömün oradao zaman ölmüşsem bile ağlamayın

deyin: -son türküsü ölümdü!

viiibir sevgilinin yüzü sızar gecenin karanlık duvarlarındanbenim ol ve beni bir gecede yeniden doğur derim onamezarım ve beşiğim olsun rahminbir gecede sevgilim sabahında anam olsana hiç dokunulmamış şiirler söyleyeyim.

seni uçurumun kenarında tutunduğum dal bileyim.

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 71: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

ixgeceydi. aldı başını avuçlarına.serdi sonra kucağına bugüne dek yazdığı bütün şiirlerigün ışıyana kadar hepsini bir bir okudu.

sabahtı. ki sabah yeniden başlamanın öteki adıdır çoğu yerdeo bunu da tersinden anladıkibriti çaldı yazdığı bütün şiirlere.

sonra ağlarmışcasına kendi ölümüneuzun uzun ağladı.

xuzun bir şiirin son dizesindeyimbir sağnağın son damları kaldı içimdebağıracak gücüm yok fısıldasam kimse duymuyorsokaklara çıkıyorum ellerim yüreğimdebenim gördüğüm şeyleri kimse görmüyor.

bir nehir denize kavuşuyor düşlerimdekanım damarlarımdan sessizce çekiliyorbir şeyler sorup yanıtlıyorum kendi kendime:-ölümün olmadığı o ülke nerde?-ölümdür ölümün olmadığı tek ülke!

uzun bir şiirin son dizesindeyim.

artık yeni bir şiire başlayabilir miyim?

xibitiriyorum burada

bütün silahlarımı içime akıtarakbeni bu hayata bağlayan halat gitgide inceldive gitgide soldu yüzümaramam gereken dostlarımın adreslerini unuttum.ay ışığı alnıma vurmuyor geceleriyıldızlara artık bakamıyorum.

bitiriyorum buradabütün işlerimi görmüş gibiyimyazmış gibiyim bütün şiirlerimibakıyorum tamamlanmış bir yapıyaartık sevmiyorum dalgalı denizleri

Sayfa 71

Page 72: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

kuşların kanat çırpışları da içimi gıcıklamıyorbeklemiş gibiyim yıllar boyubulmuş gibiyim özlediğimi.

bitiriyorum buradaboğazımda patlamamış bir çığlıkbağırmak ağlamak yok artıkuzun bir şiirin dizelerini bir bir yaşadımuzun bir şiir oldu hayatım

ben niye kimselerin ağlamadığı yerlerde ağğladım?kopardığım çiçeklerden niye hep kan fışkırdı?ben sokağa çıktığımda kapılar kapanıranneler içeri çekerlerdi çocuklarınıirmak aktı denize yaprak toprağa düştübana çakıl taşları bana kuru dallar kaldı.

bitiriyorum burada.

artık hiçbir şey sorma.

xiidindi türküsü yaralı cırcır böceğininsesini arıyor şimdi unutulmuş bir yazın kuruyan dallarındamasasını topluyor kitaplarını sigarasınıyazı makinasını kapatıyor usulca

dindi türküsü yaralı cırcır böceğininonu artık kim sorar kim anımsar?soluk dergi sayfalarında kalmış birkaç şiirinasılsa bir yerde su eritir ateş yakar.

dindi türküsü yaralı cırcır böceğininbir portakal çiçeğinin koynundaydı doğumukarlarına gömülürken dumanlı bir kentinbelki bundan uzak bir denizin inleyişleri duyuldu

dindi türküsü yaralı cırcır böceğininbir yaşam boyu yarasını sözcüklerin ardına sakladısevdi çoğu insanı tükenircesine sevdiçoğu sevgisinde yanıldı

sorarlarsa onun karların üstüne düştüğü yerdenbir portakal ağacı fışkırdı dersin

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 73: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

kanı özsu oldu dallara yürüdüöldü dersin ölümü uzun bir gülümseyişe dönüştü

Hoşça kal 80 kuşağının yaralı çocuğu, Hoşça kal yenik yanlarımızın sızlaması, kırıkkanatlarımızın sancılı sesi, hoşça kal... Sancıların diner mi gidince,sanmıyorum.Uzun yıllarönce yazdığım Yaşamın Anlamı Üzerine Dizeler adlı uzun şiirimden küçük bir bölümbırakıyorum senin için:Denizlerin fırtınası hiç kalır susuşununaltındaki kanlı kasırgalaraÜstelik geriye dönemezsin ey delikanlıkabullendin yalnızlıklarıAcıları- ayrılıkları- ıssızlıkları kabullendinTarihin kanla yazılmaya devam edecek bundansonra daÇünkü sen insanların sancı çeken yanısın...

(Adnan Durmaz,fısıltılarla Da Olsa Söyle,saypa Yay, Ank)

Hoşça kal Ve yalnız ve uzak ve kederli dizelerin şairi… Seni unutmayacağız

ADNAN DURMAZ 06.08.2013

“İnsanların arasından pek çoğu kendilerinin daha bilge olduğunu ve halkıdiğerlerinden daha iyi yöneteceğini düşünür; ve bunlar reform ve yenilik içinmücadele ederler, kimi öyle kimi böyle; ve böylece cinnete ve iç savaşa yolaçarlar.” T.HOBBES

Savaş, kötülüklerin kaynağı olan şeyden, başkalarından çok mal edinmetutkusundan doğar. PLATON

Siz savaşla ilgili olmayabilirsiniz, ama savaş sizinle ilgilidir. LEON TROÇKİ

Savaşın kötülüklerini görüp takım tutar gibi barıştan yana çıkmak, boş birpeygamberlik görevine ücretsiz talip olmaktan başka bir şey değildir.

AFŞAR TİMUÇİN

SAVAŞIN FELSEFESİ

Sayfa 73

Page 74: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

SENİN ADIN AYIŞIĞI

Dün gece sen yine aklıma girdiğindeKadıköy'ün üstündeydiO,Dünya Güzeli kentin altın madalyasıdırGöktaşları değil bağrındaki yaraların nedeniOnbinlerce yıllık tanıklığın yasıdır

Korkudan arkasını dönemez bizeGelmiş geçmiş haksızlıkların sessiz tanığıYine de ışıl ışıl doğar gecelerimizeTaçlandırıp özlemin ve sevdanın tadını

Sen de hep ışıldayan yüzünü gösteresin diyeAyçadan dolunayaAyışığı koydum adını

Güzel ve umursamaz bir kent buBoşvermiş bir geceSürüyor o anlamsız telaşO kara eğlence

Bir kedi yavrusu yola fırladı birdenSarı benekli acemi şaşkınBir fren sesi lastikler feryat figanTam da hüznümü paylaştıracağım zaman

Ancak onyedisindelerElele tutuşmak yakışmış iki genceKızın sol elinde bir demet gülÖğretmenine verecekmişAtandığı uzak kente gitmeden önce

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 75: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Öğretmenlerimi hep sevdim bilir misin?Biz avuntularla büyürkenKara lastikli çocukları onlar okuturlardıÇırak olacaklarını bile bileBeşi bitirince

Birden bir türkü yayıldı her yanaBizim oralı bu türkü KaradenizliHüznü coşkusunda gizli

bunun için sevmek isterdim seni”

Otobüs yazıhanesi önündePatron genç adama küfür kıyametİri yarı genç üniformalıŞoför muavini olmalıParmağında nişan yüzüğüEkmek parası sabrı taşmak üzereGözleri hem kızgın hem ürkek

Yaşlı bir tanık umarsızOf çekiyorLa havle ve la kuvvetDiyerek

Adam arabayı zar zor durdurdu,kedicik ölmedi işteGüller birbirine benzer mi?Genç kızın elindeki güllerden biriSanki sana verdiğim gülün ikiziSeninle dinlediğimiz türkü Kadıköy’ü kapladı daGenç adam herifin suratına yumruğu oturttu ya

“Yalnız

ÖZER GENÇ

Sayfa 75

Page 76: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

BİR UMUT DAHA

Bütün çocukların adı:Umut...Bütün umutlar çocukça...Bütün umudu çocuklarda dünyanın...Çocukların umuduysatümüyle arınmışsavaştan ve sömürüdenve bölüşülmeden paylaşılabilenbir dünya...

Bütün çocukların adı:Umut...Bir umut da sen tut!..Tut ki yeşersinki eklensin umutlarabir umut daha!..

MUAMMER ERTURAN

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 77: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

BARİKATIN ARDINDAKİLERİN TARİHÇİSİ:ERIC HOBSBAWM[*]

Temel DEMİRER

“Şiire, aşka ve ölüme inanıyorum, diyor,işte bu yüzden ölümsüzlüğe de inanıyorum.

Bir dize yazıyorum, dünyayı yazıyorum;ben varım; dünya var.”[1]

Bellek tazeleyen bir panzehirdi modern zamanlarda Eric Hobsbawm…O; “Geçmişin ya da daha çok kişinin çağdaş deneyimini önceki kuşakların deneyiminebağlayan toplumsal mekanizmaların yok olması, geç XX. yüzyılın en karakteristik veürkütücü fenomenlerinden biridir. Yüzyılın sonunda çoğu genç erkek ve kadın, içindeyaşadıkları zamanın geçmişiyle her türlü organik ilişkiden yoksun, bir tür sürekli şimdikizaman içinde yetişti,”[2] uyarsıyla modern zamanların devreye soktuğu tahribata dikkatçekerdi; Hegel’in, “Afrika’nın tarihi yoktur”; Ömer Hayyam’ın, “Tarih, kainatın vicdanıdır”; W.Goethe’nin, “Tarihin en büyük bölümü dedikodudan başka bir şey değildir,”[3]saptamalarına ve post-modern tahrifata tashih atarcasına…[4]‘Braveheart/ Cesur Yürek’deki ifadeyle “Tarih kahramanları asanlar tarafından yazılmış,”olmasına itiraz edenlerden birisi olarak “Hobsbawm’ın yaşamının en büyük başarısı,Britanya’daki tarih okumasını dönüştürmesiydi. Konuyu dar kafalılıktan ve yavanampirizmden kurtararak, geçmişe -toplumsal protestonun tarihinden geleneğin keşfi vecazın etkisine- yeni bir ışık tutan savaş sonrası kuşaktandı O.Hobsbawm’a göre, tarih, günümüz konuşmalarının bir parçası olmalıydı. Okumuş bir kitleiçin popüler tarih kitapları yazmayı içeren İngiliz tarih geleneğine cuk oturuyordu. AJP Taylor

Sayfa 77

Page 78: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

ve Hugh Trevor-Roper gibi yaşıtlarının yanı sıra Thomas Babington Macaulay ve G. M.Terevelyan’a kadar uzanan tarih yazımı uygulamasının bir parçasıydı. XIX. yüzyılın sanayi veimparatorluğu üstüne kitapları ve XX. yüzyıla ilişkin çok satan yapıtı, geniş bir okuyucukitlesine pek az bilim insanının boy ölçüşebileceği küresel bir tarih sundu.

En önemli katkısı, tarihte sınıf ve ekonominin incelenmesini Britanya akademi çevrelerineaçmasıydı. Komünist parti tarihçiler grubundan olması ve Fransız Annales tarih okuluylabağlantısı, toplumsal tarih ve toplumsal yapının, geçmişin her türlü kapsamlı anlatımındakirolünü vurgulamaya yöneltti onu. Hobsbawm’a göre, toplumsal tarih, yitik seslericanlandırarak ve halkın yaşanmış gerçekliğini sahnenin ortasına yerleştirerek, solun dahageniş siyasal projesinin parçası olmalıydı. Hobsbawm hiçbir zaman kaba bir materyalistolmadı; hep düşünceler tarihinin önemine inandı, en çok da Marksizmin…”[5]* * * * *‘Milletler ve Milliyetçilik’in son bölümünde, “… ‘Millet ve milliyetçilik’ artık, böyle tanımlananpolitik birimleri, hatta bir zamanlar bu sözcüklerle tanımlanan duyguları -bırakınçözümlemeyi- tanımlamak için bile uygun terimler değildir. Milliyetçiliğin milli devletingerilemesiyle birlikte bir gerileme içine girmesi imkânsız değildir. (…) O günün yakınolduğunu iddia etmek saçma olur. Ama bunun en azından tasarlanabileceğini umuyorum.Her şey bir yana, tarihçilerin milletler ile milliyetçiliğin incelenip analiz edilmesinde enazından biraz ilerleme kaydetmeye başlamaları bu fenomenin zirve noktasını geridebıraktığını düşündürmektedir. Hegel’in dediği gibi, bilgelik getiren Minerva’nın baykuşualacakaranlıktan çıkmaktadır. Onun şimdi milletler ile milliyetçiliğin etrafında dolanması iyiyeişarettir,”[6] diyen Hobsbawm’ın milliyetçilik üzerine çalışanların temel referanskaynaklarından biri olsa da pek çok yerde olduğu gibi Türkiye’de asıl olarak -Kısa XX.Yüzyıl’la birlikte- Devrim, Sermaye ve İmparatorluk çağı “dörtlemesi”yle tanındı.Fransız Devrimi’nden 1990’lara kadarki zaman dilimini kendi Marksist perspektifiyle ve yinekendine has yalın üslubuyla anlattığı “çağ” dizisi, modern zamanları anlamak için temelbaşvuru kaynağı niteliğindeyken; Hobsbawm’ın bir diğer özelliği de caza olan tutkusuydu.New Statesman’a Francis Newton mahlasıyla (Billie Holiday’in grubunda trompetçi olarakyer almış komünist bir cazcı olan Frankie Newton’dan esinlenerek) caz üzerine yazılar dayazıyordu.* * * * *Nitelikli bir entelektüel olan Hobsbawm, Viyanalı bir Yahudi anne ile İngiliz Yahudisi birbabanın çocuğu olarak 1917’de Mısır’ın İskenderiye şehrinde doğdu. Bir yazım hatası sonucuObstbaum olan soyadı Hobsbawm’a değişen tarihçi çocuk yaşta Viyana’ya geldiklerindeailesi yoksul düşecek; kısa aralıklarla anne ve babasını kaybedecektir.Berlin’de akrabalarının yanında hayata tutunmaya çalışırken Nazilerin ayak sesleriyükselmeye başlamıştı çoktan. Göçmen, Yahudi ve öksüz olarak alt sınıftan biridir; erkenyaşta Sosyalist hareketlere katılacaktır. Nazilerin iktidara gelmesinden hemen önceAlmanya’yı terk edip İngiltere’deki akrabalarının yanına sığınacaktır.Hayatı boyunca radikal sosyalist fikirlere bağlılığını sürdüren Hobsbawm, 14 yaşındaykenyükselen faşizm karşısında, komünist partisine katıldı. 1933 yılında Almanya’da AdolfHitler’in Nazi yönetimine geçilirken, Londra’ya taşındı. Cambridge’de doktorasınıtamamladıktan sonra 1947’de Birkbeck College’da ders vermeye başlayan Hosbawm, ilk

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 79: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

kitabını bir yıl sonra yayımladı.30’u aşkın kitabında, XIX. yüzyıl sanayisini ve devrimlerini, ayrıca İkinci DünyaSavaşı’ndan Avrupa’da sosyalist rejimlerin yıkılışına dek geçen dönemi irdeledi. “İnsanlıktarihinin en olağandışı ve berbat yüzyılında yaşadığını” söyleyen Hobsbawm, komünizminXX. yüzyıldaki sorunlarına rağmen Marksist ideallerinden vazgeçmedi.Cambridge King’s College’da okuduğu yıllarda, 1936’da Komünist Parti’ye katılanHobsbawm, kapanana kadar da partiden ayrılmadı.1952’de Marksist düşünceden olmayanların da katkıda bulunduğu ‘Past and Present’dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Toplumsal tarihin ‘diptekilere’ odaklanılarak elealındığı dergide, geleneksel Britanya yemeği ‘Fish and Chips’in işçi sınıfıyla bağlantısındanChicago’lu gangsterlere geniş yelpazeden konular irdeleniyordu. İlk iki kitabını ‘The JazzScene’ ve kapitalizmin doğuşundaki isyan hareketlerini incelediği ‘İlkel Asiler’i 1959’dayayımladı.Dışarıdan müdahaledense içeriden eleştirmenin daha dönüştürücü bir etkisi olduğunudüşünen Hobsbawm, Sovyetler’in 1956 Macaristan işgaline karşı olduğunu açıklayıp,1968’deki Prag Baharı’nı desteklese de, zıt görüşün hâkim olduğu Komünist Parti’dekalmaya devam etti. Sovyetler’le arasına mesafe koyan Avrupa komünizmininöncülerinden Antonio Gramsci’ye hayranlığını da defalarca ifade etti.1968 olaylarından da heyecanlansa bile bunun toplumsal bir harekettense tüketimtoplumunun geçirdiği bir safha olduğunu öne süren Hobsbawm, üretken bir tarihçiydi.Fransız devrimi ve endüstriyel devrim üzerine yoğunlaşan Hobsbawm’un külliyatında‘eşkıyalık’ kavramı da önemli bir yer tutuyordu. Makalelerinde barbarlık, modern çağ, işçisınıfı hareketlerinde problemler, anarşizm ve komünizm arasındaki çatışma gibi konularıda inceleyen Hobsbawm iki kere evlenmişti.

HOBSBAWM’IN TÜRKÇEYE ÇEVRİLEN ESERLERİ

i) Devrim Çağı: 1789-1848 (Dost Kitabevi Yay.); ii) Sermaye Çağı: 1848-1875 (Dost Kitabevi Yay.); iii) İmparatorluk Çağı: 1875-1914 (Dost KitabeviYay.); iv) Aşırılıklar Çağı: 1914-1991 (Sarmal Yay.); v) Tarih Üzerine (AgoraKitap.); vi) Devrimciler (Agora Kitap.); vii) Eşkıyalar (Agora Kitap.); viii)Sanayi ve İmparatorluk (Dost Kitabevi Yay.); ix) Yeni Yüzyılın Eşiğinde(Yordam Kitap); x) Küreselleşme, Demokrasi ve Terörizm (Agora Kitap.); xi)Sıradışı İnsanlar: Direniş, İsyan ve Caz (Yordam Kitap); xii) Tuhaf Zamanlar(İletişim Yay.); xiii) İlkel Asiler (İletişim Yay.); xiv) Milletler ve Milliyetçilik(Ayrıntı Yay.); xv) Fransız Devrimine Bakış (Agora Kitap.); xvi) Geleneğinİcadı (Agora Kitap.); xvi) Sıradışı İnsan, (Bulut Yay.)

Ünlü tarihçinin 1789-1914 yılları arasındaki dönemi incelediği ve “Devrim Çağı” (1962),“Sermaye Çağı” (1975) ve “İmparatorluk Çağı” (1987) adlı kitaplardan oluşan üçlemesiokurlarını derinden etkilemişti. Daha sonra yayımlanan “Aşırılıklar Çağı” adlı dördüncüciltte ise 1914’ten 1991’e uzanan dönem ele alınmıştı.Hobsbawm’ın 2011’de yayımlanan son kitabı “Dünya Nasıl Değiştirilir” ise, Marx veMarksizm üstüne 1960’lara kadar uzanan denemelerini içeriyordu.

Sayfa 79

Page 80: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

İngiltere’nin en tanınmış tarihçilerinden A.J.P. Taylor, Hobsbawm’ın en önemli özelliklerinin,tarihte olup bitenlere kusursuz açıklamalar getirmesi ve sıradan insanları esas alması olduğunusöylemişti:“Pek çok tarihçi, bir meslek hastalığı olarak, yalnızca yukarı sınıflarla ilgilenir ve birkaç yüzyılönce yaşamış olsalar kendilerinin de bu ayrıcalıklılar arasında olacağını varsayarlar. Oysa hiç deöyle değildir. Hobsbawm ise sımsıkı bağlarla barikatların öbür tarafındakilere bağlıdır.”* * * * *“Bir ulusu ulus yapan da, bir ulusu öteki uluslar karşısında haklı çıkaran da geçmiştir; geçmişiortaya çıkaran ise tarihçilerdir…“Öyle anlaşılıyor ki, Amerikan yurtseverliği, dışlanan bir kesimi ölçü alarak değer biçiyorkendine: Doğru Amerikalılar, aslında Amerikalı olmayan yanlış Amerikalılar gibi olmadıkları içindoğru Amerikalılardır…“Hint ve Çin lokantalarının dünya çapında yaygınlığının gösterdiği gibi, yabancı düşmanlığıyabancı kültürel dışalımlara değil, yabancı insanlara yöneliktir…“Milletler ve milliyetçilik alanında çalışan hiçbir ciddi tarihçi politik anlamda kararlı bir milliyetçi

olamaz’ Milliyetçilik, doğru olmadığı apaçık olan şeylere çok fazla inanmayı gerektirir…“Eroinmanlar için Pakistan’daki haşhaş yetiştiricileri ne ise, milliyetçilik için de tarihçiler odur:Pazar için gerekli hammaddeyi sağlarız…“Öyle görünüyor ki, yabancı düşmanlığı, XX. yüzyıl sonunun kitle ideolojisi hâline gelmekte.Bugün insanlığı bir arada tutan, insan soyunun ortak yanlarının yadsınması…“En çok toplumsal sorumluluk taşıyan bilim insanlarının bile, uğraşlarının toplumsal sonuçlarıkonusunda birey olarak, hatta bir grup olarak yapabilecekleri pek bir şey yok…“Ütopyacılık, büyük olasılıkla, onsuz hiçbir büyük devrimin gerçekleştirilemeyeceği insanüstüçabaları yaratmak için gerekli bir toplumsal aygıttır…” diyen Marksist tarihçi Hobsbawm, 95yaşında yaşama veda ederken; ardında bıraktığı en önemli özelliği, tarihte olup bitenleriaçıklarken sıradan insanları temel almasıydı…Yaşamı boyunca sosyalist kalan Hobsbawn’ın kızı Julia Hobsbawm, babasının, son saatlerinekadar dünyada olup bitenlerle yakından ilgilendiğini, yatağının gazetelerle dolu olduğunusöyledi. Julia Hobsbawm, babasının bir hafta kadar önce torunlarına “meraklı olmayı”öğütleyerek “Merak bir insanın sahip olabileceği en değerli şeydir” dediğini belirterek ekledi:“Babam üç de kitap tavsiye etti. Biri Dostoyevski’nin ‘Suç ve Ceza’sı, biri de W.H. Auden’ınşiirleri. Ve son olarak da, gözleri parlayarak ‘Komünist Manifesto’ dedi...”

TEMEL DEMİRERN O T L A R

[*] Ümüş Eylül, Yıl:4, No:15, Nisan-Mayıs-Haziran 2015…[1] Yannis Ritsos, ‘Son İstek’.[2] Eric Hobsbawm, Kısa XX. Yüzyıl 1914- 1991, Aşırılıklar Çağı, Çev: Yavuz Alogan, Sarmal Yayınevi, 2012.[3] W. Goethe, Goethe Der ki, çev: Gürsel Aytaç, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 534, 2’inci baskı, 1986, [4] “Kendi başlarına karar vermekten aciz ne kendilerini ne de eylemlerini nesneleştirebilen kendi koydukları hedefleri olmayan, anlam veremedikleri bir dünyaya gömülü yaşayan, ağır basan bir şimdide varoldukları için bir ‘yarın’ ve bir ‘bugün’ü olmayan hayvanların tarihi yoktur.” “Nitekim hayvanlar yükümlü olamazlar. Tarihten yoksun yapıları onların hayatı ‘üstlenmesine’ imkân vermez. Hayatı üstlenemedikleri için hayatı kuramazlarda ve kuramadıkları için hayatın genel yapısını değiştiremezler. ‘Güdü’ dünyalarını, kültür ve tarihi kapsayan anlamlı bir simge-dünyaya dönüştürmeleri için, kendilerini hayatın yıkıma uğrattığı varlıklar olarak ta göremezler.” (Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, Ayrıntı Yay., Çev: D. Hattatoğlu-E. Özbek, 1991, s.75.)[5] Celâl Üster, “Tarihi Fildişi Kulesinden Çıkardı”, Cumhuriyet Kitap, No:1185, 1 Kasım 2012, s.6.[6] Eric Hobsbawm, Milletler ve Milliyetçilik, Ayrıntı Yay., çev: Osman Akınhay, 3. baskı, 2006.

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 81: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

YAZIYOR!!!

İlk ateşi bulan adamlaMağarada yapılan canlı röportajı yazıyor!Gece uykusundan uyandırılan firavunun güneşi nasıl doğurduğunu yazıyor!O güneştesidikli ramizelerin şimdi nasıl bakan beklediklerini yazıyor!Yazıyor!

İbn- Rüşd ile imamı Gazalinin akıl mı gönül mü oyunları yazıyor!Kilisede gizli gizli okuyup bilim adamı olmuş rahipleri yazıyor!Fatih Sultan Mehmet’in iki resmi arasındaki farka bakılarakŞeker hastalığından ölmüş olabileceğini yazıyor!Yazıyor!Karl Marx'ın yazdığı kitabı elinden düşürüpSança Pançonun eşeğini bile bilinçlendirdiğini yazıyor!İlk puntodan cinayeti yazıyor

Ateşsiz patlayan silahlaKendini öldüm sanan şairleri yazıyor!Yazıyor…!

ERTAN ŞAHİN

Sayfa 81

Page 82: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

YAS

BIRAKBAĞIRSIN HASTA ÇOCUKÇEKSİN SİLAHINI AVCIKANAT ÇIRPSIN GÖKKUŞAĞIAĞAÇLARIN ARDINDA IŞISINİĞNE YAPRAKLISIÇAĞLARCA BÜYÜSÜNTUTUNCA GÜNEŞE KARŞIYALNIZLIKTIR EN DOĞRUSUVE GEBEYKEN BULUTLARKARARIR GÖKYÜZÜVE BAŞLARİLK YAĞIŞIN YASI.

NİHAT ERKAN

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 83: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

KIVILCIMLARINDAN ATEŞLER SAĞAN ŞAİR: ÖMER FARUK TOPRAK

Ali Ziya ÇAMUR

1940’lı yıllarda faşizm dünyayı biryangın yerine çevirdiği sıralardayangınlardan derdiği ateş güllerişiirleriyle çıktı edebiyat alanınaÖmer Faruk Toprak. 1940 kuşağısosyalist şairlerinin yılgısız vekorkusuz öncü adlarından biriydi.Bir yandan ülkemizdeki çobanateşlerini harlandırırken, dünyanındört bir yanında yükselenbağımsızlık, demokrasi, özgürlüksloganlarına kulak verdi, ses kattı.

Şiirlerinin temeline, insan yüreğininkıvrımlarına sinmiş acıları, kahırları— ve umudu diri tutarak—bunlardan kurtuluş yolunu oturttu.Pir Sultan Abdal’dan bu yana susanSivas’ta, Erzincan’da, gecenin sark-tığı toprak evlerde beyinlerininkıvrımlarından gün ışığında bir okulpenceresi geçmemiş Döne Bacı’nın;Siirt’te, Bitlis’te, Muş’ta, Diyar-bakır’da mağaralarda kara akrep,kara yılan ve öküzü, keçisi,koyunuyla beraber yaşayan ÖksüzAhmetlerin yaşadığı ‘Susan Anado-lu’nun uzak kıyılarında yakaca-

ğı ateşleri şiirleriyle harlandırmaya durdu. Bir Maraş türküsü kanatırken içini, çobanlarınkarlı dağdaki ateşlerine kıvılcımlar taşıdı. Kimi zaman Sait Faik’in öykülerinden fırlayan,yüzlerinde gözyaşları kurumuş emekçi insanların yalnızlıklarına yüreğini açtı. Düşlerinde,Galata’da vitrinlere yutkunarak bakan İbrahim’in karamsarlığı karşısında İnebolu kıyılarındagözlerinde bir avuç deniz taşıyan ana ile saçlarına bir tutam güneş iliştirilmiş çocuğunumudunu gördü, yansıttı dizelerine...

Bir Cezayir gecesinde kurşuna dizilmenin uykusuzluğunu yaşarken damaklarındaki çayınburukluğunda Vietnam’daki napalm yağmurunun çisentileri vurdu şiirlerine. Kongo ırma-

Sayfa 83

Page 84: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

ğında akan siyah kanla yanıp kavrulurken, Afrika’nın savanalarından esen özgürlükrüzgârıyla dizelerini havalandırdı. Şili’de Ant dağlarının buzlu tepelerinde dondurulanözgürlüklere karşı ölüme karşı duran bir Perulu güneşin sıcaklığını yanı başında hissettihep. İspanya’da Franko faşizmine direnen Cumhuriyetçilerle birlikte çıplak ayaklı birşarkıyı dinledi dağlarda...

I-YAŞAMI:

Ömer Faruk Toprak, 1920’de İstanbul’da Fatih’te doğdu. Çocukluk yıllarından belleğineyansıyan en canlı görüntüler, Haliç çevresinde , yoksul ama emeğiyle yaşayan insanlarınsavaşımlarıdır. Yedi yaşında Gönen’e göç ettiler. İlkokulu Gönen’de bitirdi. Darülfünundamüderris olan babasından kulağına geçen Şirazlı Hafız’ın ve annesinden dinlediği YunusEmre, Karacaoğlan şiirlerinin yanında ilkokulda buluştuğu kitaplardan yeni bir dünya açıldıönünde: Maksim Gorki’nin 'Arkadaş’, Beecher Stowe’un ‘Kamçılı Uygarlık’ ve NazımHikmet’in ‘Gece Gelen Telgraf’..... Gönen’de ortaokul olmadığı için bir yıl okula gidemediama kasabanın Halkevi kitaplığındaki yüzlerce kitabı okudu. Varlık dergisinin o yıllardakisayılarında karşılaştığı Sabahattin Ali’nin, Sait Faik’in öyküleri ondaki edebiyat tutkusunudaha da güçlendirdi. Bir fırının önünde tanıştığı, yüz paralık ekmek isteyen, geceleriköprü altında yatıp, gündüzleri hamallık yapan bir çocuğun yaşamından esinlenerekyazdığı ilk yazısı ‘Zavallı Çocuk’ 1934’te Mektepli dergisinde yayınlandı.

1940’lı yıllardan itibaren Dikmen, Varlık, Yeni Edebiyat, Ses dergilerinde şiirleriyayınlanmaya başladı. 1941’de Hukuk Fakültesine girdikten sonra edebiyat çevrelerindeadından söz ettirmeye başladı. 1941’de İstanbul’da çıkan İnkılâpçı Gençlik adlı sağcıgazetede yazmaya başladı. O sıralar, gazetenin sahibi ikinci askerliğe çağrıldı. Yönetimiüstlenen Ömer Faruk Toprak’la birlikte ‘İnkılâpçı Gençlik’, devrimci edebiyatın savunucusuoldu. Bir yıl sonra dört arkadaşıyla birlikte sosyalist edebiyatın en iyi organlarından aylık‘Yürüyüş’ dergisini çıkarttı. ‘Yürüyüş’, birkaç sayı sonra faşizmin şimşeklerini üzerineçekerek kapatıldı. 1943 yılında ilk şiir kitabı ‘İnsanlar’ çıktı.

İlk kez 1944’te tutuklandı. İşkence altında, o sıralarda aranan Rıfat Ilgaz’ın saklandığıyeri sordular. Bir süre sonra salıverildi. 1945’te Üniversitede yapılan geniş tutuklamadayüzlerce gençle birlikte yeniden tutuklandı. Ünlü Sansaryan Hanının bodrumundaki‘mezarlık’ adı verilen 32 no’lu hücreye kapatıldı. O güne ilişkin anılarını ‘Duman ve Alev’adlı 1968’de yayınlanan kitabının başlangıç bölümünde ayrıntısıyla anlatır. O hücrede, ikiay, yataksız, battaniyesiz kalır. Birkaç kez donma tehlikesi atlatır. Hasan İzzettin Dinamo,Toprak’ın o yıllarını şöyle betimler: “Ömer Faruk Toprak, yerli, yabancı faşizme karşıaçılmış sürekli savaşımdaki yerini hiç bir vakit bırakmamıştır. Bu yüzden ikincidünya savaşında Türk Kalemefendisi faşizminin yarattığı bütün çilelerdengeçmiştir. Ancak, elinde mavzer gibi tuttuğu özgürlükçü şiiriyle Türkiye’nintepelerinde çoban ateşleri yakmış, yeni yetişecek devrimcilere uzaktan uzağaateşle işaretler vermiştir. İkinci dünya savaşında faşizme karşı sürdürülensavaşımdaki yerini her zaman korumuş, bu dönemin sayılı aydınları arasında,onların uğradığı işkencelerden payını almış, Sansaryan Hanının suya değen en

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 85: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

dip odalarında gazete kâğıtlarını yakarak ısınmaya çalışmıştır.”(1)

1945’te Ankara’da Suat Taşer’le ortak şiir kitabı ‘Hürriyet’ yayınlandı. Dönemin faşist vetutucu yazarları Orhan Seyfi Orhun ve Suut Kemal Yetkin’in jurnalci eleştirileri sonucunda‘Hürriyet’ kitabı yasal gerekçe gösterilmeden toplatıldı. 1954’te İstanbul’da düzenlenen 5.Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Kongresinde Türkiye’yi temsil etti. 1955’te SeçilmişHikâyeler Dergisi Yayınları şiir dizisinde ‘Dağda Ateş Yakanlar’ kitabı yayınlandı. Bu kitapolumlu eleştiriler aldı, Şairler Yaprağı dergisinde açılan soruşturmada, yılın en beğenilen şiirkitapları arasında gösterildi. 1966’da Fahir Önger Yayınlarında “Susan Anadolu” adlı kitabıçıktı.

Ömer Faruk Toprak, sosyalist düşünceyi savunan, aydın sorumluluğunu bilen yaşamınıbuna göre yönlendiren bir insan olmasının yanında, bir öncü, bir yol göstericiydi de...Attila İlhan, yaşamıyla ilgili bir televizyon programında, ustasının Ömer Faruk Toprakolduğunu, eleştirmesi için şiirlerini önce ona gönderdiğini, onun uyarı ve eleştirilerininşiirinin gelişiminde büyük payı olduğunu söyler.

1971’de Sovyet Yazarlar Birliğinin çağrılısı olarak Sovyet Yazarlar Birliği 5. BüyükKongresine katıldı. 1973’te Yeditepe Yayınları arasından beşinci şiir kitabı ‘Ay Işığı’yayınlandı. Toprak’ın, bu kitabındaki şiirlerle, yeni özler, yeni söyleyişler getirdiği söylendi.1973’te ‘Tuz ve Ekmek’ adlı romanı yayınlandı. Bu romanda 1944-1946 arası üniversiteçevresini, gençliğin savaşımını ve İnönü faşizminin baskılarını anlattı.1974’te çağrılı olarakBulgaristan’a ve Romanya’ya ; 1975’de Struga Şiir Şenliğine katılmak için Yugoslavya’yagitti. Bu gezilere ait izlenimleri ‘Bir Geziden Kalanlar/Sosyalist Ülkelere Yolculuk’ adıylaCeylan Yayınlarında yayınlandı. 1975’te “Karşı Pencere” adlı öykü kitabı Cem Yayınlarıtarafından yayınlandı. 1979’da, ölümünden önce ‘Gönen Öyküleri” adlı çocukluk anılarınadayalı öyküleri yayınlandı.

20 Ağustos 1979’da ölen Ömer Faruk Toprak, son yıllarında dergi sayfalarında soneleri ilegörüldü. 1983’te ‘Bütün Şiirleri’ Adam Yayınlarınca yayınlandı. Ölümünden sonra çeşitlidergi yapraklarında kalan yazıları eşi Füruzan Toprak tarafından hazırlanan ‘Ömer FarukToprak'ın Düz Yazıları’ adlı kitap 1994’te Ankara Kültür Bakanlığı Yayınları, Sanat/EdebiyatDizisinde yayınlandı. Şairin bazı şiirleri İngilizce, Fransızca, Rusça, Romence, Yunanca,Arapça, Bulgarca, Çekçe ve Vietnam diline çevrildi. 1976’da Paris’te Fransızca “Chants PourLe Vietnam” adı ile yayınlanan antolojiye 28 ülkeden seçilen ozanlar arasında Türkiye’denalınan tek ozan oldu. (2)

II. ŞİİR ANLAYIŞI:

Ömer Faruk Toprak, ‘şair ’i niteleyen şu sözlerinde şiire bakışını açıklıyor: “Dizeleri ileyiğitliği örgütleştirmişse, o dizelerin yanı başında yürüyen ozanın halk aşkındangelme cesareti var mı diye bakarım bir kez. Bu çizgiye varamazsa, şiirleriyaşantısının ışığından geçmemişse eksik bir yanı olacaktır. Yani bir bütündengelmiyordur.”(3) Onun şiir anlayışını Hasan İzzettin Dinamo’nun şu sözlerinde daha

Sayfa 85

Page 86: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

berrak bulabiliriz: “Ömer Faruk Toprak’ın sürdürdüğü devrimci çalışmayı hiçkimse yabana atamaz, küçümseyemez de. Genç şair, o dönemde bizim başınıçektiğimiz yitmeğe yüz tutmuş özgürlükçü şiirin yanı sıra yüreklilikle ileriatılmış; özgürlükçü şiirin yürüyüşünde önemli adımlar atmıştır.”(4) ŞükranKurdakul ise, onun şiir anlayışının gelişimini şöyle değerlendirmekte: “İlk çıkışyıllarında kendine özgü kuruluş ve ses olanakları arayarak kişiliğini kuranToprak, yıllar boyunca ülke ve insan gerçeklerini kendi içinde zenginleştirmeyolları denedi. Başlangıçta eriştiği başarı düzeyinin altına düşmeyen şiirleryazdı.”(5)

Ahmet Oktay, bir eleştirisinde Toprak’ın şiir anlayışını şöyle irdelemekte: “Olayları tespithastalığı yok Ömer Faruk Toprak’ta. Dış gerçeği yeniden yaratabiliyor.Sanatçının kendine özgü bir açıdan bakmasını biliyor olaylara. Toplum ögesineönem veriyor, ne var ki, toplumcu sanatı sade halkın diliyle yazmak sanan bazısanatçılarımızın düştüğü tekerleme ve yerli yersiz halk deyimi kullanmayanlışlığına düşmüyor. Bu konuyu haklı ve doğru olarak öze indirmeyeçalışıyor. Başarıyor çoğu zaman. Temiz ve sağlam bir mısra kuruluşu var. busayede de şiiri bütünleştiriyor.” (6)

Ömer Faruk Toprak’ın şiirlerinde içinde yaşadığımız hayatın ta kendisiyle birlikte insanruhunun çıplak derinliğinde göz ardı edilen ya da sömürülen olgular, duygular yeraltından süzüle süzüle gelen kaynak suları gibi gün yüzüne çıkmakta; yaşantılarıbiçimlendiren davranışlara yansımaktadır. Şiirlerinde bireysel ilişkiler, bireye değginduyarlıklardan oluşan bir fonda yakmadan ısıtan ve tüm dünyayı kucaklayan insanî birsıcaklığı, insanlığa kardeşçe bir bakışı görürüz: “Saçlarında parıldar benim Perulugüneşim / Oysa mutluluğum Asya’da yarım, Afrika’da yarım”(GECE SAAT 1’DEN SONRA)“Yaklaştırıyor uzaklardan gelen bir türkü / Önce seni sonra bir kenar mahalleyi”(ATEŞEDÖNÜK)

Ömer Faruk Toprak’ın şiirlerinde bizi gelecekle ilişkiye geçiren ortak ve içten bir sevginintüm katmanları bulunmakta: Yurt sevgisi, insanlık sevgisi, özgürlük sevgisi.... Şair,içlerinden çıktığı dünya nimetlerinden habersiz çilekeş insanları şiirlerinin merkezineoturtur. Onlarla birlikte saz damlı kulübelerde oturup akşamın renkli ışıklarını seyreder,somunu, taze zeytini bölüşür, sevdalanır... Kısaca hayatı yalın tarafından yaşayaninsanların yaşantılarına ait ince ayrıntıları sanata ve dünyaya bakışıyla içselleştirir. Birsöyleşisinde söylediği şu söz, onun sanatçı kişiliğini çok güzel yansıtmaktadır: “İnsanlıkkaynağından güç alan şairler hayatı, toplumu bütün çirkinlik ve güzellikleriyleseverler.” Sevgiliye seslendiği şiirlerinde bile aslında asıl söz ettiği ya ülkesinin çalışkan,kederli insanları ya da dünyada özgürlük için mücadele bayrağını yükseltenlerdir: “Bütünyoksulların gözyaşları bende / Tütün kokan parmaklarım sarı / Uzatıyorum işte bak / Oysaakıyor nehirler durmadan / Çarpıyor kahraman yürekler sessizce / Bizse tenhada yaprakyaprak / Karanlık bir su gibi düşünüyoruz”(KURU OT)

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 87: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

III.KONU:

Ömer Faruk Toprak’ın şiir anlayışını belirtirken şiirlerinde ağırlıklı temanın da ip uçlarınıgördük. Şurası gerçek ki O, “Susan Anadolu” adlı kitabında bile salt Anadolu insanını elealmakla yetinmiyor, dönem dönem toplumsal dinamizmin güçlü olduğu dünyanın başkacoğrafyalarına da uzanıyor. Cezayir’den Peru’ya, Kongo’dan Şili’ye, İspanya’dan Vietnam’aözgürlük kavgalarını bir kıvılcım da o gönderiyor: “Napalm bombasına karşı yürekler kaskatı/ Sarı tarlaların üzerinden geçiyor durmaksızın / Simsiyah bir bulut kaya gibi bir kin” (GECESAAT 1’DEN SONRA)) “Göz çukurlarından açlıklar geçmiş / Çıkarmışlar kalın kitaplardanparmaklıkları / Orada karşı karşıyayız Afrika’yla” (KARŞI KARŞIYA) “Sırtüstü uzanmışımKongo dağlarına nasıl karanlık / Hızla yaklaşıyorum Asya’ya ağır yaralıyım / Madrit’e saatkaçta tren var rüzgâr kuşum” (KIZGIN MAVİ GÖK)

Elbette salt evrensel özgürlük kavgalarıyla değil, kendi toprağında olan bitenlerindemüdahil tanığıdır: “Vaktimiz kısa dönüp bakma gece orda / Orda Haramilerin bıraktığıölüler yalnız / Yeni direnmeler kaldırıyor yorgun kollarımı Çoban ateşleri tutuyor dağbaşlarında / Göğüsler delik deşik zarar yok yoldayım / Dokunuyorum ateş gülüne yanmıyorelim / Başladım tırmanmaya ağustoslu bir dağa / Baktım yakmış Şahin’in türküsünü insandayanıklığım / Ötede namussuz kara böcek gibi sürüyor geceyi /Hain yumuşak bir korku karanlıkta” (ATEŞ GÜLÜ) Şair, Kurtuluş Savaşına bu canlı vecoşkulu imgelerle değinirken öte yanda Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının katlinden duyduğuacı yüreğine oturur: “El ayak çekilince suphi’nin mektubunu okuduk / ondört arkadaşı iledenizin dibinde oturduk / kırk yıl belleklerde yaşayıp geliyorsun ey halk âşığı /.../ ‘denizinaltı mavi karanlık ne ağlanır ne gülünür’/ ‘ne telefon edilir gece yarısı geliyorum diye’/ ‘amaçok güneşli bir sabah yaklaşıyor işte bu düşünülür’ ” (28 OCAKTA BİR SONNET)

Şiirlerinde Ömer Faruk Toprak’ın dilinden düşürmediği sözcükler “ateş”, “kıvılcım”, yakmak”gibi aydınlatma, uyarma çağrışımlı sözcüklerdir. Şiirinin temel izleğini oluşturan busözcükler, onun şiire bakışını , yaşamını inancını ve direncini tümüyle yansıtmaktadır.

IV.ÖZ:

Ömer Faruk Toprak şiirinin özü ve niteliği konusunda bize ilk önemli ip uçlarını HüsamettinBozok vermekte: “Ömer Faruk Toprak, yosun kokularıyla meşbu memleketrenkleriyle bir hayal âlemi inşa etmiş. Bu bakımdan onda, keskin ve haşin birrealizmden ziyade yumuşak ve bulanık renklere hayran ve sisli manzaralarboyamağa hevesli bir peyzaj ressamı edası var. İleri bir şekil üzerindeçalışmaktadır ve söz dağarcığı zengindir. Çizmiş olduğu tablolardaki kuvvetlifırça oyunları da, ancak realist bir cereyan içinde gelişeceğine işaret ediyor.”(7): “Ben her gece kurşuna diziliyorum / Bir gelincik tarlasında başlıyor serüvenimiz / Birkaranlıktan çıkıp bir karanlığa giriyorum / Sonra içimde gün batıyor ışıklar yanıyor / Dilimkilometrelerce süren bir çöl / Zehir olsa bir yudum su diyorum / Camların kırık yerindekiAkdeniz / Durmadan çağırıyor alto sesiyle yüreğimi / Orada sabır taşına düşüyorgözlerimiz”(CEZAYİR)

Sayfa 87

Page 88: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Gene olarak bakıldığında Ömer Faruk Toprak şiirinde şairdeki duyarlığı yansıtan, camdayağmur damlalarının karmakarışık koşuşturmalarına benzeyen dalgalı salınımlı bir biçemegemendir. Sert ünsüzlerin sıklığı, yinelenen kalma (-de) durum ekleri ve –dır koşaçlarıuyumu birdenbire keserek ritmi düşürmekle birlikte genele baktığımızda dingin, yer yeryükselen, inen bir uyumun aktığı görülür. Nurullah Ataç bir yazısında,(8) şairâneliktenuzaklaşırsa dokunulmamış konulara şiir yükleyebilecek gücü olduğunu söyler. Elbette onabu eleştiriyi yaptıran, Garip akımının hükmünü sürdüğü bir dönemde, bu akımınsözcülüğünü yapan bir kişi olarak, ince duyarlıklar peşinde şiirini alanlara koşturan şairi,Garip şiirinin dar sokaklarına çağırmak telâşıdır. Ataç’ın bu düşüncesinin altında,Toprak’ın, doğayla insanı iç içe koyan eğretileme ve benzetmeleri geçmişin birikiminiomuzlayarak kendi biçemiyle yansıtma çabasında yatıyordu. Bugün her şair için önemtaşıyan bu olgu, 1940’larda henüz çok yeniydi. Nazım’ın açtığı çığır üzerinde Toprak,kendi özgün arayışını sürdürüyordu: ““Nasıl çatlarsa dal uçları arzuyla öyle istekle geçiyorbulutlar / Nasıl yaşarsa bir nilüfer çiçeği sessiz / Tenha dağ yamacında öyle duruyorkulübemiz / Benim kalbim okyanus dalgaları gibi / Yıllardır hürriyet kıyılarına çarpıyor.”(AK KÂĞIT ÜZERİNE )

Şairde bu tür şairâne gibi görülen, o döneme göre yeni söylemlerin yanında kimi zamansözü dolandırmadan çıplak bir söyleyiş biçimini de denediği görülüyordu: “TutupKütahya’dan öğrenci yıllarımı getiriyorsun / Oysa geçmişi bıraktım geçtim öteye / Çokgörme geleceğin güzel olmasını istiyorum” ( ÇAYIRLARDA SIRTÜSTÜ) Şiir öğelerindenarınmış, düzyazı kalıbındaki bu dizelerde sevgiliyle söyleşinin yalınlığı içinde şairin iletisiniaçıkça taşıyabilme kaygısını da görüyoruz. Yıllar sonra bir başka eleştirmen, şairin çokyakın dostu ve yayıncısı Fahir Önger de Nurullah Ataç’tan farklı olarak onun şiirindeki buçıplaklığı eleştirecektir: “ “‘Dağda Ateş Yakanlar’, yurdunu seven bir sanatçının,gerçekleri belirtme yolunda yer yer şiiri terketmeyi bile göze aldığı haliseserlerden biridir. Okuyucuya kendini daha kolaylıkla kabul ettirebilmesi içindaha sanatçı bir gözle şiir yapısına önem verilmesi faydalı olur.” (9)

Ömer Faruk Toprak’ın şiirine yönelen bu olumlu ya da olumsuz eleştirilere karşın, şairegöre iki kuşak önceden gelen bir bilim ve düşün adamı, onun edebiyat tarihimiz içindekitartışılmaz yerini vurgular. Adnan Adıvar, güncel siyasi durumu değerlendiren bir köşeyazısında şu önemli saptamayı yapar: “İlim nazariyeleri ve fikir hareketlerininetrafı aydınlatması için mutlak kudret ve kuvvetin gölgesine değil, hürriyetin,Ömer Faruk Toprak’ın şiirindeki ‘dağları birbirine yaklaştıran, kırık söğüt dallarınısürükleyen, ırmakları taşıran takatine’ ihtiyaç vardır.”(10)

Ömer Faruk Toprak’ın şiirinde uzak çağrışımlı ya da alışılmamış bağdaştırmalararastlanmaz. Onun şiirinde imge, belli bir noktada şiiri ışıtmak, ilgiyi çekmek amacıylapatlatılan bir flaş gibidir. “Gelip duracak gözbebeklerimde gemiler. / Rizeli ıslak bir akşambırakacaklar avuçlarıma” ( SUSAN ANADOLU) Buna karşın geleneğimizden aldığıeğretileme ve kişileştirmelere çokca rastlanır: “Ellerini saçlarımda dolaştırma Kongoırmağı / Gözlerin gözlerime değince yanarım kahrolurum” (YANARAK) “Uzakta tenbel birplak miyop gözleriyle bakıyor” (GECE SAAT 1’DEN SONRA)

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 89: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Toprak’ın şiirine “dil” yönünden bakarsak, dönemine göre yalın bir dil kullandığıgörülmekte... Özel anlam vurgusu olmayan hiçbir yabancı sözcük bulamayız. Buna karşıniçerdikleri çağrışım yükü nedeniyle şiirlerinde kimi yabancı sözcükleri de kullanmaktançekinmez: “Tezgâhın üstünde Pasadobleler geçiyor uzak / 1936’dan Emperio Arjantinobilirsiniz”(YANARAK) “Az önce Lili Marlen’le oturuyordum bulvarda/..../Kaç yıl var bir fiestadinlememiştim barda”(KIZGIN MAVİ GÖK) “İyimser bir “Bonsoir” ile açtı kapımı Elsa /Anlatsa Çin’in Yenan ilindeki gibi uzun”(UMUTLU YÜZ) Ancak şiirin açılımı içinde birer dekorişlevi gören bu sözcüklerin anlamları giderek birer birer çözülüyor. Kimi özel adlar kalıyorki, şair de okurun araştırma, öğrenme tutkusuna bırakıyor gerisini....

V. BİÇİM:

Ömer Faruk Toprak’ın şiirlerinde diğer Kırk Kuşağı şairlerine göre farklı bir dize yapısı vearmonisi vardır. O dönemde çoğu şairler Nazım’ın da etkisiyle kesik, basamaklı ya da kısadizelerle şiir yazarlarken Toprak, uzun, içine tümcecikler sığabilen ve bunların art ardagelmesiyle bir dizi dalga etkisi uyandıran dizelerle oluşturdu şiirini:“Biraz yaklaşır mısın kır çiçeğim öksüz papatyam / Silâhsızım çevrilmişim

yalnız sana anlatacağım” (ATEŞE DÖNÜK) “Açılsın yüreğimiz ağır ağır bir denizanası gibi / Biraz duralım bu köşebaşında konuşmadan sessiz”(AÇILSINYÜREĞİMİZ)

Yetmişli yıllarda yazdığı şiirlerde İtalyan ve Fransız şiirinin klasik biçimlerinden olan ‘sone’biçiminde şiirler yazdı. Ancak klasik ‘sone’nin uyak düzenine uysa da hece kalıplarınauymadı. İlk dönem şiirlerinden sonra uyağa, bilinen biçimiyle pek baş vurmaz. Ancakdize sonlarında rastlantısal gibi görünen yarım uyaklara ya da rediflere rastlanır: “Gecedenbir ırmak kulaklarımda uğulTUSU / Güneyde denize açılınca duraklarım biraZ / İlerdegörünecek Peşteli tanıdık bir yüZ / Dudaklarında ağır Khachaturian konçerTOSU” Şair,şiirlerinde uyumu oluşturmak adına çoğu zaman iç uyaklara ya da ünlü - ünsüzyinelemelerine dayanır: “RÜZgâr yanığı yÜZlerinden geçiyor yirminci yÜZyıl” “BaşladıMtırMAnMAya AĞustoslu bir dAĞa” “KIZgIN bir akşam giriyor içeriye ansIZIN”

Ömer Faruk Toprak’ın şiirlerinde kesme, düzeltme ve çizgi imleri dışında noktalama imlerigörülmez. Her dize büyük harflerle başlar.

VI. SONUÇ:

Ömer Faruk Toprak, 1940 sosyalist şairler kuşağı içinde, kendine özgülüğünü koruyan,kendinden sonra gelen şairlere dize örgüsü ve şiir işçiliği konusunda Nazım Hikmet ’inçizgisi üzerinde yeni bir çığır açan öncü şairdir. Onun şiire ve şaire bakışını somutlayan şuyazısını okuduğumuzda şiir dünyasını daha iyi tanıyoruz: “Ülkemizin insanlarını tanıyormuyuz? İçinde bulunduğumuz koşulları, ilişkileri şiirlerimize koyma ustalığınıgösterebiliyor mu ozanlarımız? Türk dilini işleme çabası içine iyice girmiş miyiz?Şu dönemlerde önemli olan bu bence. Durmadan yenileşen dilimizin olanakları

Sayfa 89

Page 90: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

içinde, ozanın görevi dediniz mi, kaşlar çatılıyor hemen size karşı. Ozanısorumlu bir kişi olarak düşünmek istemiyorlar. Bu bilinç dizelere yansıyor mubakmıyorlar.(...) Şunu kuşkusuz söyleyebilirim: Yenilikçi şiirimizin, toplumsalkaynaktan esinlenmeden gelişeceğine hiç inanmadım. Ülkesinin insanları ileilişkisini yitiren ve anlamsız-biçimci karması bir çıkmaza giden ozanlarınokurla sağlam bağlantı kuracağını düşünemiyorum ben.”(11)

Anadolu’ya yaslanan, elini tüm dünya halklarına bir kardeş türküsü söylercesine uzatanşair; taş taşıyan, ekmeği bölerek yiyen, öfkeyi cesarete bölen insanların umutlarını,coşkularını dize dize dokudu. Hüznü ve kederi dünyadan silme çabasında önceşiirlerinden uzaklaştırdı. Hep “gelecek güzel günler”in coşkusunu çoban ateşinedönüştürme çabası içinde oldu. Korkusuz uyanılacak sabahların özlemiyle, şiirkıvılcımlarından ateşler sağarak sosyalist savaşımın ocağına taşıdı. Çıkarsız ve ödünsüz biryaşam çizgisi içinde direndi, direnç aşıladı, üretti, ürettikleriyle yeni umutlar aşıladı.Korkuyu rüyalardan bile kovmanın çabası içinde oldu hep. Yaptıkları ve yarattıklarıgünümüz egemen burjuva edebiyatında silinmeye çalışılsa da, sınıf savaşımına taşıdığıateşlerle, şiirleriyle işçi sınıfının, yoldaşlarının gönlünde umut ve direnci tutuşturmayadevam edecektir hep. İşte son yazdığı şiirlerinde bile bu ateşin kıvılcımlarını taşır. (Arkasayfada.)

ALİ ZİYA ÇAMUR

KAYNAKÇA:1.Hasan İzzettin Dinamo,“Ömer Faruk Toprak”, Sanat Ve Toplum Dergisi,Temmuz-Ağustos 1978, sayı 1,sayfa 892.Ömer Faruk Toprak, “Kendi Kaleminden Ömer Faruk Toprak”, Sanat Ve Toplum Dergisi,Temmuz-Ağustos 1978, sayı 1,sayfa 943.Seyit Kemal Karaalioğlu, “Ansiklopedik Edebiyat Sözlüğü”, İnkılap Yayınevi, 1969-İstanbul,sayfa 7304.H.İ.Dinamo,a.g.y.5.Şükran Kurdakul, “(Şairler ve Yazarlar Sözlüğü”, Gözlem Yayınları, İstanbul-1981,s.478)6. Ahmet Oktay, Yeditepe dergisi, 15.06.19557.Hüsamettin Bozok, Yurt Ve Dünya Dergisi , Haziran –19438.Nurullah Ataç, Son Havadis Gazetesi, 17.04.19559.Fahir Onger, “Dağda Ateş Yakanlar”, Yeni Ufuklar Dergisi, Haziran 1955, sayı 21, sayfa3710.Adnan Adıvar, Akşam Gazetesi, 23.09.194511.Ömer Faruk TOPRAK, Devrim Dergisi, 31 Mart 197012.Ömer Faruk Toprak, Sanat ve Toplum Dergisi, Ocak-Şubat-Mart, 1979, sayı 4, sayfa 3013. Ömer Faruk Toprak, Susan Anadolu

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 91: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

(12)

Sayfa 91

Page 92: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Emeğin Sanatı 170. Sayı

(13)

Page 93: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

HER EKİM SABAHI

Son kullanma tarihimiz geçse dahiHoşça Kadınla severiz sonbahar yağmurlarınıGereksiz bir erek uğruna sevda çabalamalarınıBelki ondan buluşuruz her Ekim sabahıMuhabbetin tırmığına sarılmak için

Kan revan götürse de sağlam bir mizacıUnuturuz sebepsiz yaşanan ayrılıklarıBelli bir süre acı verir ölümlerin katma değeriBelki ondan buluşuruz her Ekim sabahıMuhabbetin orağına sarılmak için

Her delilik seyrüseferine adımızı yazdırırızGüller büyür azap gibi takip ederken aşkıYerli aşkların yerlisiyiz, alışkınız bu aksanaBelki ondan buluşuruz her Ekim sabahıMuhabbetin çekicine sarılmak için

SÜLEYMAN BERÇ HACİL

Sayfa 93

Page 94: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

DİZELERDE “ŞİİR VE ŞAİR”

şiir yazarkeneski ozanları düşüneski, belki deçok eski.

SABAHATTİN KUDRET AKSAL

Gömleğim, sevdiğim kız, yaşadığım şehirSımsıcak, şiirlerime girmelidir

ATAOL BEHRAMOĞLU

Her şiir kendi yasası üzerinde kendi devletini kurmuştur

REFİK DURBAŞ

savaşır sözcük sözcükmermi mermibarış barış

daha güzel olsun diye dünyaİSMAİL GENÇTÜRK

Bir şiir, yaralı omuzlardan sızanyorgunluk ve acının dinlendiği umutsırtlardaki kırbaç gibi duyulan

ÖZDEMİR İNCE

Eskiler doğa güzelliğine türkü söylerdiIrmaklar, kar, gül, bülbül,lale ve sisBugün çelikten şiirler yazmalıyız bizBir baskın nasıl yapılır şair de bilmeli

HO CHİ MİNH

Nasıl isterseniz öyle yazınNasıl anlatırsanız anlatınÖyle çok kan aktı ki köprülerin altındanİnanmak yerinde değil

NİCANOR PARRA

Şiir tatarcıkların saatidir,ateş böceklerinin saniyesi.

Tabiatın yıllarıdır şiir.ÜLKÜ TAMER

Beyaz bir kâğıdın ortasındaKıpkırmızı bir çığlıkAma bin kişi okurBir kişi duyarO da bir aralık.

İSMAİL UYAROĞLU

Şiir bir çalarsaattirDakikTam zamanında çalan.ZırvasızVe zartasız zurtasız...

CAN YÜCEL

DERLEYEN:A.Z.ÇAMUR

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 95: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

YAŞAM VE SANATTA

1 AYIN İZDÜŞÜMÜEMEĞİN SANATI DOSTLARINDAN ŞAİR BEKİR KOÇAK’I

SONSUZLUĞA UĞURLADIK...

Bekir Koçak, 1946 yılında Yozgat'ın Doğankentkasabasında doğdu. 1966 yılında Mimarsinan(Pazarören) İlköğretmen Okulu'ndan, 1978'deGazi Eğitim Enstitüsü Türkçe bölümündenmezun oldu. 28 yıl öğretmenlikten sonra, 1994yılında emekli oldu. Sonrasında özel eğitimkurumlarında sınıf öğretmeni olarak çalıştı.

İlk şiiri Ilgaz dergisinde yayımlandı (1965).Daha sonra Şölen, Su, Filiz, Çele, Ef­ latun,Bozok, Petek, Yapıt, Olgu, Somut, Ekin,Damar dergile-rinde şiirleri yayımlandı.

Bekir Koçak, şiirlerini yaşatılanların acısınıyüreğinde duyarak yazan şairlerdendir.Şiirlerinde yoğunlukla, ülkemizin, ülkemizinsanlarının ve dünya insanlarınınyaşadıklarının izdüşümü vardır. İklimi bozuk,sözü dinlenmez insanları yergi üslûbuylaanlatır. Bu klimi bozuklara şöyle seslenir: “sizgidebilirsiniz / bize bırakın yeşeren otu / doğangüneşi / küskün olsa da yağmur bulutları /boynu bükük bırakmaz memleketi” Doğayaolan tutkusunu dile getirir bu dizelerinde...

Bir şiirinde de, vurdumduymazlara, algısıbozuklara da şöyle seslenir Bekir Koçak:

“görüyoruz kim kara kim ak / bu çağda hala o kadar zor mu / değerleri anlamak” ŞairKoçak, dizelerinde hayata dair isteklerini soyut içinde somutlayarak anlatıverir. Ama buistekler bencil değil şairin hayat görüşüyle orantılı toplumsal isteklerdir: “isteğimiz o ki /ruhları kanatmayın / kulak verin hayata / görün açlığı acıları / kucaklayın ezileni / yabanaatmayın” Yaşadığımız olumsuzlukları da aynı bakış açısıyla 4-5 dizede özetleyiverir şair:

Sayfa 95

Page 96: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

“bu kez uzayacak bahar / geriye sarıyor yumak / kendi labirentinde zaman / alışkınırmaklar gibi / nerde kaldı uyumak”

Bekir Koçak, son şiirlerinden birinde gireceği önemli ameliyat öncesinde şöyle seslenir birşiirde. Şiirdeki “benli-sizli” dil dikkat çekicidir: “kendime ağladım / ağladım sustum / sizleregülümsemek / önemli bence / haberiniz olsun yine de / / sorarsa börtü böcek / sorarsaesen yel / karşılasın beni / toprakta cemre/ / hakkınız yok değil var / geç tanışmış olsak da/ sevgimiz güvenimiz / olmadan bizar / bu kez zor operasyon / bakarsınız kesilir nefes / elsallamalar son / göğsüm inip kalkıyor gör / uzaktan tanış tümör / aha işte canımda” diyeölüme yakınlığını çizer ve toprakla bitmez yakınlığını vurgular. Şiirin son dizesinde umuteksik değildir: “sizler olunca yanımda / beraber olunca dostlar / kalkar geliriz yeğnice /bahar sofrasında / kırk gün kırk gece / ağzımızda şiir şiir tat / ölüme inat / yaşamayadevam ederiz”

Bekir Koçak, her zaman şiirlerinde sevgiyi, özgürlüğü, kardeşliği ve haklara sahip çıkmayıön plana koymuştur. Her türkü nifâk ve nefret çağrılarına şu iki dize ile karşı çıkar: “senuzat ellerini / el alem kardeşlik neymiş görsün” Bekir Koçak’ın gezi direnişçisi gençlerehayranlığı ve güzeni tamdır. Şiirlerinde şu dizeleriyle seslenir onlara: “başeğmez küçükyaşında / cevabı var her sorunun / başarılı yaşam sınavında / bunlar tam onlar / gazsoluyan / doksan kuşağı”

Yalın bir dille ama derinliği eksik etmeden yazdığı şiirlerinde hep sosyalist dünyagörüşünün derin bir izi vardır. O, hülyaların, kurguların, saplantıların değil yaşanılan veyaşatılanlara karşı seslerini yükseltenlerin, umutlarını yitirmeyenlerin, haksızlıklaradirenenlerin şairi olarak yaşayacaktır hep belleklerimizde.

Şiir Kitapları: Özgürlüğün Elleri (Kendi Yayını, 1975), Gizemi Temmuzda Saklı (KendiYayını, 2000)

Şiirlerin kılavuzumuz, yıldızlar yoldaşın olsun Bekir Hoca’m....

ÖRGÜLÜ ÇİÇEK BAĞI

anneler de vurulacakevrensel bunalımdakatlanmak zorsuskun şarkılarageceye karşı yansıyan sesenotası şakrak umut savaşıbarışamadık kuşlarla nedense

çağırın anneleri el ele zinciregergefinde ince naz

BEKİR KOÇAK

örgülü çiçek bağıtanıktır acımızaçoğalan inancımızdökülür günün zarfındanbaşeğmez küçük yaşındacevabı var her sorununbaşarılı yaşam sınavındabunlar tam onlargaz soluyandoksan kuşağı

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 97: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

İNSAN SICAKLIĞINI RENKLERE DÜŞÜRMENİN USTASI FİKRET OTYAM, YILDIZLARA YÜRÜDÜ...

Türkiye’ye ilham veren aydıncumhuriyet kuşağının özel birtemsilcisiydi. Elini attığı her işe,gazeteciliğe, fotoğrafçılığa,ressamlığa iddiasını kattı.Üstelik çok zor, çok deza-vantajlı bir yerden başlamasınarağmen.

Hayatının diğer aşklarıyla daeczanenin yörüngesinde tanıştı.İstanbul’dan gelen bir tabelaustası, dükkânlarının işiniyaparken onu hayran hayranizleyen delikanlıya tüp tüp yağlı

boyaları gösterdi; resmin, gölgenin, boyanın temel ilkelerini anlattı. Otyam, ilk resimlerindehiç görmediği denizi resmedecekti.

İlk fotoğraf makinesini ise ortaokuldaki Fransızca öğretmeninden aldı. Bir sokakfotoğrafçısıyla küçük bir stüdyo bile açtı. Böylece daha çocuk denilecek yaşta, hayatınaileride damga vuracak üç ayrı dalda ilk denemelerini yapmıştı: Yazıyordu, resmediyordu,fotoğraf çekiyordu.

Aksaray bu becerilere dardı. Kaçınılmaz olan, bir tesadüfle gelecekti. Otyam, bir güneczanenin önünde, Nevşehir’e gitmek üzere bekleyen bir gence çay ısmarlayıp sohbetebaşladı. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde okuyan bir öğrenciydi. Sordu, öğrendi, aklınayattı. Babasına gitti, “Ben okulumu buldum” dedi. Vasıf Bey’in cevabı “Tabelacı mıolacaksın?”dı. “Allah evlat verecekse hayırlısını versin.” Otyam, babasının aslında içten içesevindiğini daha sonra anlayacaktı.

İlk defa gittiği İstanbul’da, ilk defa gördüğü denizi korkular içinde bir sandalla aşıp,Akademi’yi buldu; resim bölümüne girdi. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun önce öğrencisi sonraarkadaşı oldu. Ve hayatı değişti… Dönemin en önemli fikir insanlarının, ressamların,yazarların uğrak yeri atölyede Sabahattin Ali, Sait Faik, Orhan Veli, Mehmet Ali Aybar, AşıkVeysel, Ahmet Hamdi Tanpınar, Adalet Cimcoz, Cahit Irgat, Yaşar Nabir Nayır, hayatınınsonuna dek büyük dostluk kuracağı Orhan Kemal ve daha niceleriyle tanıştı.

İkinci okuluysa gazetelerdi. Akşam baskısı olarak yayımlanan ‘Son Saat’ gazetesine gidipgelirken bir gün kendini polis – adliye muhabiri olarak buldu. “İki buçuk yıl boyuncaburnuma kan koktu” diye anlatacaktı daha sonra bu dönemi.

Sayfa 97

Page 98: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Başarılı bir gazeteci olarak sivrildi. 1953’te ona hep ‘Otyat Bey’ diye hitap eden Falih RıfkıAtay’ın yönettiği Dünya Gazetesi’ne girdi. Evlenmiş, ilk kızı Elvan dünyaya gelmişti (İrepve Döne isimli iki kızı daha oldu). Yaşamla dopdoluydu, meşguldü; kızı Elvan’ı gazetedeciltlerin arasında yatırdığı günlerdi.

O günler, onun gazeteciliği açısından da dönüm noktası oldu. Yapılmayanı yaptı; Doğuillerine gitti Otyam. Hürriyet’ten Faruk Bildirici’ye 5 yıl önce verdiği kapsamlı röportajdaşöyle anlatıyordu o günleri: “Aksaray’da kamyona bindim kendimi salda buldum. O zamanköprü yoktu. Öyle gittim Urfa’ya. Gazeteciler Anadolu’ya hiç gitmezdi.” Yine de tek değildi.Yaşar Kemal de o günlerde Cumhuriyet Gazetesi adına Doğu’daydı. İkisi de gazetelerinebirbiri ardına, bir sanat haline getirdikleri, ilmek ilmek işledikleri röportaj yazıları geçiyor;birbirlerini atlatmak için zor koşullarda olağanüstü gayret sarf ediyorlardı. Otyam fotoğrafda çekiyor, Yaşar Kemal’i bu konuda özellikle zorluyordu.

Dünya’dan sonra CHP’ye yakın Ulus Gazetesi günleri geldi. Sonra da Cumhuriyet…İstihbarat şefliği, köşe yazarlığı yaptı. Anadolu’yu karış karış dolaştı; özellikle Aleviköylerini, Bektaşi dergâhlarını anlattı… Aksaray’daki çocukluğunda itilip kakıldığınıgördüğü Aleviler’e zaman içinde yakınlaşmış, hal tavırlarını benimsemiş, dertleriyledertlenmişti. 1960’larda Cumhuriyet’e yaptığı ‘Hu Dost’ dizisi bu gezilerin ürünüydü.Otyam’ın cenaze töreninin cemevinde yapılması, Hacıbektaş’a defnedilmesi de buyakınlığa dayanıyor.

İnsana yakınlığı zaten Otyam’ın esas sanatıydı. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ningazetesi Görünüm’e derdini şöyle anlatıyordu: “Bizim halkımız suskundur. Onlarıngazetecisi olmak istedim, onların beyni, gözü, kulağı, dili olmak istedim. Tahmin ediyorumbiraz da oldum.”

Gazetecilik günlerinde resme vakit ayıramamaya üzülüyordu. Bir gün “Yeter” dedi. Tasıtarağı toplayıp, 1977’de evlendiği ikinci eşi Filiz Otyam’la 1979’da Antalya Gazipaşa’yayerleşti ve kendini ilk göz ağrısına verdi.

89 yaşında hayatını kaybedene dek yurt içinde yurt dışında otuzun üzerinde sergi açtıOtyam. Son günlerinde bile şövalesi baş ucundaydı. İlk resimlerinde denizi bilmedendenizi çizmişti. Bu defa deniz tam karşısındaydı. “Öldü” demek zor. Yaşadı Fikret Otyam.Denizin, dağın, ormanın, insanın bir olduğu noktada yaşamı ciddiye alarak yaşadı.

Urfa’nın bir köyüne güneş çekilirken girdim. Günün sıcaklığı olduğu gibi yerinde.Tarlalar içinde evler var, ters dönmüş tencere gibi evler, kerpiç evler, huğlar.Yollarda topraksız adamlar var. Saç, sakal birbirine karışmış. Yanık yüzkü, yanıkbahtlı insanlar. Bitkin, isteksiz, yorgun. Belli ki dermanlarını tarlalardaburakmıpşlar. Bir tanesi türkü söylüyor. “Hoyrat” diyorlar bunlara. Hoyratlara candayanmaz, yürek dayanmaz: “Ah demeden / Çürüdüm ah demeden / Ciğerim saratolmuş / Kan kusup ah demeden” (Sarat: Kalbur) GİDE GİDE 1 / FİKRET OTYAM

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 99: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

ÖYKÜ VE ROMANIN İMBATLA GELEN İSMİTARIK DURSUN K.’YI KAYBETTİK.

1931 İzmir doğumlu değerli yazarTarık Dursun K. 11 Ağustos 2015günü sonsuzluğa yürüdü.

1949 yılında İzmir'de Anadolugazetesinde sinema eleştirileriyazmaya başladı. Sonra sırasıylaYeni Gün, Ankara Ulus, Yeni İstanbulve Vatan gazetelerinde gündelikyazılar yazdı. Pazar Postası ve Akisdergilerinde sinema eleştirileri yazdı.Eleştirmen Ali Gevgilili ile birlikte aylıkYeni Sinema dergisini çıkarttı. Se-

naryo yazarlığı ve rejisörlük yapmıştır. 1969 yılında Kurul Kitabevi’ni açmış, Milliyetgazetesinde kitap tanıtma yazıları yazmış, Milliyet Yayınları’nı yönetmiştir. 1973 yılındaGünümüzde Kitaplar adlı bir dergi çıkarmış, 1975 yılında Koza Yayınları'nın kurucularıarasında yer almıştır.

Tarık Dursun K 1985 sait faik öykü ödülünü almıştır. Tarık Dursun'un öykülerinde yalınlık vegerçekçilik değişmez, en belirgin öğelerdir. Farklı hayatların kesişme kümesini değişikbakış açılarından anlatan, karakter analizleri oldukça başarılı olan bir romancıdır. Yaşamdeneyimi ile elde ettiği hayata dair izlenimlerini yazarlık deneyiminin verdiği doğrusözcüklere dökme yeteneği ile harika harmanlayıp üreten, bir yazardı.

Öykümüzde bir ege duyarlığının yaratıcılarındandır.

Sanata 1949 yılında şiirle başlamış, 1951 yılında Cengiz Tuncer ile Devrialem isimli ortakbir şiir kitabı yayımlamıştır. Daha sonra hikâye yazarlığına başlamıştır. Çeşitli ödüller alanTarık Dursun K. İzmir'de yaşıyordu.

ALDIĞI ÖDÜLLER:1961 Türk Dil Kurumu Hikâye Ödülü (Güzel Avrat Otu)1967 Sait Faik Hikâye Armağanı (Yabanın Adamları)1984 Orhan Kemal Roman Armağanı (Kurşun Ata Ata Biter)1985 Sait Faik Hikâye Armağanı (Ona Sevdiğimi Söyle)1987 Türkiye İş Bankası Büyük Edebiyat Ödülü (Ömrüm Ömrüm)1991 Yunus Nadi Roman Armağanı (Ağaçlar Gibi Ayakta)2006 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü (Hepsi Hikâye)

Sayfa 99

Page 100: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

YAZAR VE ÇEVİRMEN, KAPİTAL ÇEVİRMENİ ALAATTİN BİLGİ‘Yİ YILDIZLARA UĞURLADIK...

Kapital'i Türkçe'ye çeviren, yazar ve çevirmen,felsefeci Alaattin Bilgi, 2 Ağustos 2015 günüsonsuzluğa yürüdü.

1 Temmuz 1925 Ankara doğumlu olan Bilgi, 90yaşındaydı. Bir “Angaralı” olarak Keçiören,Cebeci, Ulus civarında büyüdü. Bir bacağınıgeçirdiği rahatsızlık sonucu kaybettiği lisehayatını, üniversite ve çalışma hayatı takip etti.Bu kaza ile ilgili olarak Vedat Günyol, “AlaattinBilgi, ayağını yitirdi, kafasını kazandı” demişti.

1963 yılında Dil ve Tarih Coğrafya FakültesiFelsefe bölümünden mezun oldu. Devletdairelerinde çalıştı, yabancı dilini geliştirdi.Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nde geçirdiğiçevirmenlik yıllarından sonra emekliye ayrıldı.

1959 yılında başladığı çevirmenlik hayatını kimitakma isimle çevirdiği eserlerle sürdürdü.Marx’ın Kapital’ini 70'lerin başlarında çevirmeyebaşlayan Bilgi’nin, üç cildin tamamını çevirmeyitamamlaması yaklaşık on yıl sürdü.Marksist klasikleri Türkçe'ye çevirmedeki inatçıve programlı çabası uzun yıllar devam etti. Kapital’i Okuma Kılavuzu hazırlayan ve bir

özetini 1990'ların başında tamamlayan Bilgi’nin izlenimlerini kaleme aldığı Yine de Aydınlıkkitabı 2007’de Evrensel Basım Yayın tarafından basıldı.

Yeditepe, Seçilmiş Hikayeler, Dost, Yarın, Bilim ve Sanat, Edebiyat ve Eleştiri, EvrenselKültür dergilerinde yazıları yayınlandı.

Türkiye onu Kapital çevirmeni olarak hep saygıyla hatırlayacaktır.

Marks çevirileri ile ilgili şu açıklamayı yapmıştı: “Beni Marksizme götüren şey adaletduygusudur. Milli servetten hakça ve de üretime katkım ölçüsünde payalmak istiyorum, fazlasını istemiyorum. Yaşadığımız sistem bir kısım insanıgecekondularda yaşamaya mahkum ederken, bir kısım insanın da 100 odalımalikanelerde yaşamasını makbul kılıyorsa, ben bunun karşısındayım. Şuan yaşadığımız şeyleri, Marks 150-200 yıl öncesinde görmüş”

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 101: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

ŞAİR MUHAMMET GÜZEL’İN YENİ ROMANI ÇIKTI: SON GÖÇ

Kendisi de, bir yörük çocuğu olan Muhammet Güzel, bu romanında içinden kopup geldiği yörük yaşamına, sıkıntılarına, inançlarına, törelerine bir büyüteç tutuyor.. “Yörük” deyince övünenlerin, atıp tutanların, yörüklüğü Osmanlı’ya bağlayanların “SON GÖÇ” romanından öğreneceği çok şey var.

Tekin Yayınlarından Temmuz ayında yayınlanan “Son Göç”, 368 sayfadan oluşmaktadır. Bu kitapta, üzeri cilanan, yaldızlanan özü görmezden gelinen gerçek bir ailesinin içine girip, onlarla dertlenecek, onlarla neşeleneceksiniz. giderek göç yolları, belleri bağa, bahçeye dönüşen yörüklerin yaşadıkları sıkıntılar; bu sıkıntıları aile içi dayanışmayla aşmaları, kararkterlerini oluşturan dağlar ve inançları bu kitapta güzel bir roman tadında okuyabilir hatta görebilirsiniz.

Şair-yazar Yaşar Aksoy, kitabı şu sözlerle tanımlamaktadır: “Muhammet Güzel romanında Anadolu’nun kimsesiz ve itilmiş kakılmış halkı Yörüklerin duyarlığı, gelenekleri, aşkları, hüzünlerini ustaca kaleme alınmış bir romanda ebedileştirmiştir.”

Sayfa 101

Page 102: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Kitabın arkasında yer alan şu tanıtım yazısı, kitabın özü, niteliği ve içeriği hakkında önemlifikirler vermektedir:

"Evet, benim yiğit kardeşim. Bunları göçerken de yaşıyorduk, iyi söyledin. Enazından biz kimiz, nereden gelip nereye gidiyoruz, bilmekteyiz. Bir düşünsene; o,hem Yörük olduklarını söyleyip hem bizi aşağılamaktan geri durmayanları. Ebeminhep kızdığı; kendilerine hanlardan, saraylardan, paşalardan, padişahlardan soy sopuydurmaya çalışanları. Onlara göre ne kadar şanslıyız. Onlar yıkıntıların arasındaaranırken biz dağlara, gökyüzüne, aya, güneşe, bulutlara, yağmurlara fırtınalarabakacağız. Kendi yaşadıklarımızı anıp, o dağların, sahillerin ulaşılmaz, ele avucagelmez havasına kanat vuran göçmen kuşların katarlarına bakıp onlara, yerdenyoldaşlık eden son katarlardan birinin ardında davar süren çocuklar olduğumuzu hiçunutmayacağız. İşte bu güzel hayatımızı hep anımsayıp anacağız. Öylece deanlatacağız. Doğru görüp, öğrenip yaşadıklarımızı, dosdoğru anlatacağızçocuklarımıza, torunlarımıza."

Kendilerini doğanın bir parçası olarak gören, modern insanın doğaylamücadelesinin tersine doğaya saygıyla yaklaşan, konargöçer yaşamları içindeki hereylemlerine kuşaktan kuşağa aktarılan deneyimlerle bir anlam yükleyen Yörüklerinyerleşik yaşama geçmeleri elbette kolay olmayacaktır. Yalnızca bir kez daha göçedebileceklerdir.

Yaşayacakları "Son Göç"tür bu…

“Son Göç”, kökü on bin yıllara dayanan ve giderek soyu kurutulmak istenen ve sadece adıgeride bırakılmak istenen yörük yaşantısını bütün derinliği ve özü ile yansıtıyor bizlere.

***Muhammet Güzel, Manavgat, Denizyaka köyüne yerleşmiş Honamlı OymağıYörüklerindendir. 1956’da bir yaz günü Sultandağlarında doğar. Aile yaşamı göçerliktendolayı kışın Antalya –Manavgat Denizyaka Köyü ve çevresinde, yaz aylarındaSultandağlarında geçer. İlkokulu Manavgat ilçesinin Denizyaka-Hocalar-Bereket köyleri ileKonya-Yunak Çayırbaşı Köyü İlkokuluna giderek tamamladı. Ortaokula Serik ilçesindebaşladı, Antalya Yavuz Selim Ortaokulunda devam etti. Antalya Lisesi’nde başladığıeğitimine Ankara, İzmir’de devam etti ve İzmir Sıdıka Rodop Lisesinden mezun oldu.Devamında 1994-97 yıllarında Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler Bölümü Ön LisansProgramı’nı mektupla bitirdi.

Yapıt, Petek, Broy, İnsancıl, Damar vb. dergilerde şiirler yayımladı. Serik Postası-Serik,kapatılıncaya kadar da Cumhuriyet Gazetesi Güney ekinde yazılar haberler yazdı. Atlasdergisi ve birkaç kitap kapağında fotoğrafları yayımlandı. Evli ve dört çocuğu var.

Kitapları: Özgürlüğe Yörüktük (1996), Sisyazı(1997), Düş Nöbeti( 2007) Sisyazı ile 10.Altın Koza Kültür ve Sanat Festivali 7-13 Ekim 1996- ‘En İyi Şiir Dosyası Ödülü’ aldı.

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 103: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

H.İ.DİNAMO’YU ANLATAN DERLEME KİTAP ÇIKTI: “ATEŞ ORMANLARI ARASINDAN”

“Birkaç kez imza günlerinde birlikte olduk.Sesini hiç yükseltmeksizin konuşma-sında, karşısındakinin sözünü kesmek-sizin dinleyişinde zekâ, dikkat ve kimi kezmizah kıvılcımları kımıldayan bakışla-rında, büyük, derin bir yaşanmışlığınizleri, olgunluğu, damıtılmışlığı vardı…”

Ataol Behramoğlu, böyle anlatıyor Hasanİzzettin Dinamo’yu “Ateş ormanlarıarasından” adlı kitabın önsözünde…

Kızı Işık Dinamo’nun arşivinden vedamadı Cemil Acar’ın araştırmalarındanoluşan kitap, Tekin Yayınevi tarafındanyayımlandı. Bir derleme kitap olarakokuyucuya sunulan “Ateş ormanlarıarasından”ın bir kısmı Dinamo’nun kendisesinden okunmuş, daha önceyayımlanmış kitaplarından ve arşivindentoplanmış şiirlerden, bir kısmı ise hiçyayımlanmamış şiirlerinden oluşuyor.Kitabın son bölümü Dinamo’nunyaşamından kesitler sunan fotoğraflaraayrılmış. Kitabın isim babası ise Ataol.

Behramoğlu. Kitap, Gezi Direnişi’nde yaşamını yitiren genç insanlara adanmış.

Toplumcu edebiyatımızın özgün ve yürekli ismi Dinamo’nun yaşamına ve mücadeleciruhuna çok uygun düşen bir tavır. Çünkü bütün ömrünü bu ülkenin geleceğine adamış birşair ve eylem insanıydı o. Yazıp çizdikleriyle ve eylemleriyle hep eşitsizliğe, sömürüye,açlığa ve karanlık düşüncelere karşı savaştı. Doğaya duyduğu ilgi ve sevgi şiirlerininöznesi, yaşamının incelikli yönüydü.

İnsanlığın kurtuluşunu ve mutluluğunu orada gördüğü için sosyalizme yürekten inanır,bağlanır. Artık bütün vücudu santim santim düşünce halindedir. Bütün şiirlerini, yazılarını budüşünce ekseninde oluşturur. Düzenin çarkına çomak sokmuştur artık. Ardından ömrününsonuna kadar sürecek kovuşturmalar, sürgünler, hapisler ve işkenceler gelir.

“Ateş ormanları arasından” kitabı, şairin yaşamı boyu geçtiği yangınların, zulümlerin vedüşünce ikliminin bir izdüşümü. Şiirler, bazı önemli zamanlara ve olaylara da tanıklık

Sayfa 103

Page 104: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

ediyor. Örneğin “Bağımsızlık Marşı” adlı şiirini, 1942 yılında Alman ordularının Türktopraklarından geçerek doğu cephesini arkadan vurmak istemesi üzerine yazar. ÇünküTürk devlet adamlarının kimisi bu duruma karşı çıkarken kimisi de eğilimli gözükür. Bu şiiri,karşı çıkanların mevzisini güçlendirmek için kaleme alır.

Ne diyordu şiirin bir yerinde Dinamo:

Faşizm geliyor, Türkiye’ye doğru yine faşizm!Radyolar,Kesin aşk şarkılarını,Marş okuyalım.Bir kez daha bu kutsal toprak uğrunaÖlmenin,O ölümsüz tadını duyalım.

Yakalım meydanlardaUfacık heveslerden söz eden şiirleri!Şiirimizi geçirelim ateşten.Ateşle yıkayalımŞiirimizin yüzündeki kirleri!

İnatla ve büyük bir inançla yazdı. Bedelini yaşarken çok ağır ödese de yılmadı, geri adım atmadı. Aydınlıklara çıkmak için bir Eyüp sabrıyla direndi. Yaşar Kemal’in deyimiyle, su katılmamış devrimci bir kahramandı o.

NECATİ CUMALI EDEBİYAT ÖDÜLÜ BAŞVURULARI BAŞLADI

Urla Belediyesi ile Cumalı-Seferis Gökyüzü Kültür ve SanatDerneği işbirliğiyle Necati Cumalı Edebiyat Ödülü’ne sonbaşvuru tarihi 1 Eylül 2015. Geçtiğimiz yıllarda şiir ve öyküdallarında yapılan yarışma, bu yıl roman dalındagerçekleşecek. Ödüle değer görülen yapıtın sahibineverilecek para ödülü ise 10 Bin lira olarak belirlendi.

Ödüle aday olma koşulları: 1 Eylül 2014 ile 1 Eylül 2015tarihleri arasında kitapları yayımlanmış yazarlar ödüle adayolabilirler. Ayrıca yazarlarını bilgilendirmek koşuluylayayınevleri de yazar adına ödüle katılabilecekler. Başvurudilekçeleri ile beraber ödüle aday gösterilen kitabın 6kopyasını 1 Eylül tarihine kadar Urla Belediyesi Kültür ve

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 105: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Sosyal İşler Müdürlüğü Urla – İzmir adresine teslim etmeleri ya da posta/kargo ilegönderilmesi gerekiyor.

Ödülü kazanan yapıtın duyurusu 27 Aralık tarihinde basın yoluyla yapılacak. NecatiCumalı’nın doğum tarihi olan 13 Ocak 2016 te Urla Atatürk Kültür Merkezi nde ödül törenigerçekleştirilecektir.

Necati Cumalı Edebiyat Ödülü nün seçili kurulunda ise İsmail Mert Başat, Nilüfer Kuyaş,Feyza Hepçilingirler, Ömer Türkeş ve Hayri K. Yetkin yer alıyor. (EDEBİYATHABER.NET)

ARASÖZ SANAT VE POLİTİKA DERGİSİ, YAYIN HAYATINA 1 EYLÜLDE BAŞLIYOR..

Edebiyat dünyamıza yeni bir dergi daha katılıyor. ArasözSanat ve Politika dergisi kurucularının derginin yayınıylailgili yaptığı açıklama:

“Bir Çocuk Selamıdır Şimdi YaşamMerhaba dostlar

Uzun bir sürecin ardından yine kadim dostluklarla, hayataumudu işleyenlerle bir yola çıkıyoruz. Kimler yok kiaramızda kara şair çocuklar, kızıl objektifliler, elleri nasırlıabiler ablalar…

Dememiz o ki; sarayların saltanatların uzağında kalanlar,tütününden ya da ekmeğinden başka paylaşacak bir şeyi olmayanlar. Bizim için şimdi dörtmevsim yedi iklimden bir çocuk selamıyla, bir çocuğun adımlarıyla bir araya gelmektiryaşam. Bizler “Arasöz Sanat ve Politika Dergisi” olarak bu yola çıkarken heybemize önceacılarımızı aldık dostlar. Kalemimizden damlayan mürekkebi umuda çevirmek için düş’tükyola…Diyoruz ki dostlar; Çocuklar güpegündüz can pazarında dirhem dirhem satılırken, ogökkuşağından güzel kadınlar vurulurken sokak ortasında, elleri nasırlılar ekmeğindenolurken, analar, bacılar ağlarken uyunur mu? Susulur mu? Söyleyin bize dostlar. Şimdisırtımız hançer ucunda olsa da susulur mu? Bu yüzden elleri yumuk yumuk bir çocuğunselamıyla geldik kapınıza.

Arasöz Dergisi olarak diyoruz ki dostlar, kardeşler, abiler: Ustanın dediği gibi şairlerin,bilginlerin, onlardan başka herkesin yok edildiği, yeşile, maviye, özgürlüğe, umuda düşmanolanlara inat gelin beraber büyütelim bu çocuğu… Bilinen odur ki beş bin yıldır ki bu yolarevandır ömürlerimiz, şimdi tekrar eksiklerimizle, yaralarımız ve umutlarımızla yok olanbizden sayılsın hep beraber çıkalım bu yola, hep beraber büyütelim umudumuzu,Arasöz’üzü…” İletişim Adresleri: www.arasoz.org / [email protected]

Sayfa 105

Page 106: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

AĞUSTOS AYINDA ÖNEMLİ GÜNLER

ŞİİRİMİZİN ACININ VE KEDERİN SESİ AHMET ERHAN’I ANIYORUZ.

Türk şiirinin ünlü ismi Ahmet Erhan 55 yaşında 4Ağustos 2013'te hayatını kaybedeli iki yıl oldu.Şiirleri bugünde etki gücünü, güncelliğini yitirmedi.

1958 yılında Ankara doğan Ahmet Erhan'ınçocukluğu ve ilk gençliği Mersin ve Adana'da geçti.Türk Dili ve Edebiyatı öğrenimi gördü, uzun yıllarTürkçe öğretmenliği yaptı.

Hayatının büyük bölümünü Ankara'da geçirenAhmet Erhan, daha sonra İstanbul 'a yerleşti.Adana Demirspor'da futbol oynadı, ağır bir sakatlıkgeçirince şiir yazmaya başladı. İlk kitabıAlacakaranlıktaki Ülke'yle 22 yaşında BehçetNecatigil Şiir Ödülü'nü kazandı.

Ahmet Erhan pek çok çevrede hâlâ ilk kitaplarıylahatırlanmasına ve bilinmesine rağmen, şiir serüvenini yaşanan zamanla atbaşı götürmekteve çok genç yaştaki okuyucuları tarafından da ilgiyle takip edildi. Cahit Külebi, 1982 tarihlibir söyleşisinde kendisi için “şaşırtıcı bir olgu” tabirini kullanmıştı. Ahmet Erhan, şiirleriylehâlâ kendisini izleyenleri şaşırtmaya devam etti.

Haydar Ergülen, onun şiirinin büyüsünü şu sözlerle anlatıyor:“Ahmet Erhan bütün o devrim umutlarının ortasında, bazen o devrimci durumtespitleri ve tartışmalarının çıkardığı toz dumandan insanların birbirlerinigöremediği, olup biteni doğru dürüst okuyamadığı, büyük bir nihilizmin dedevrimcilikle birlikte hüküm sürdüğünü, adeta yarıştığını göremediği o ortamda,kara bir koyun gibi bence şiirin de ‘ezberini bozmuştu’. dedi ki: hey millet, nedevrimi, ne güzel günleri, biz kendi sesimizde boğıuluyor, kendi aynamızdayanılıyor, kendi kuyumuzda şarkı söylüyoruz... bunları demedi tabii, ama bunabenzer bir şeyler söyledi. ve şiirleri öyle ‘kuvvetli’ydi, öyle ‘hakiki’ydi ve öyle‘karanlık’tı ki, halka, gençlere, öğrencilere, aydınlara, ve elbette başta işçi sınıfınaolmak üzere, tüm devrimcilere ve yandaşlarına umut aşılamak için doğal olarakyayımlanan ve adıyla da umut aşılayan “militan” dergisinde bile o şiirleryayımlanabilmişti. infilak dediğim böyle bir şey. hem zihinleri dağıtan, hem ezberleribozan,hem de bir bakıma çaresiz bırakan şiirler.”

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 107: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Sayfa 107

GÖRSEL DÜZENLEME: ADNAN DURMAZ

Page 108: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

EDEBİYATIMIZIN DÜŞLE GERÇEĞİ BULUŞTURANSÖZ USTASI: MUZAFFER BUYRUKÇU

1 Şubat 1928’de, Niğde, Fertek’te doğan öykü, roman vegünlük ustası Muzaffer Buyrukçu; bir yaşındayken, ailesiYalova'ya yerleşti. İlkokulu, İstanbul'da ortaokulu bitirdiktensonra, bir süre Pertevniyal Lisesi'ne devam ettiyse deÖğrenimini yarıda bırakarak çalışma hayatına atıldı. Aşçılık,sütçü yamaklığı, kunduracı çıraklığı, gazetecilik, inşaatişçiliği, fresecilik, pedalcılık, kalorifercilik, kâtiplik ve İstanbulToprak Mahsulleri Ofisi'nde memurluk yaptı.

Sanat hayatına, 1945'te kapıcı olarak çalıştığı Son Telgraf'tayayımlanan öyküleriyle başlayan Muzaffer Buyrukçu,Korkunun Parmakları (1958 Dost Dergisi Birincisi), Kuyularda(Otağ Dergisi 1962 birincisi), Bulanık Resimler'le 1962 TürkDil Kurumu Öykü Ödülü'nü, Kavga ile de 1968 Sait FaikArmağanı'nı kazandı. Yüzün Yarısı Gece ile de Haldun Taner

Öykü Ödülü ve Yunus Nadi Öykü Armağanı de aldı. Edebiyat dergilerine geçişi ise 1953başlarındadır. Konularını İstanbul'un kenar mahallelerinde yaşayan dar gelirli ailelerindertli,çekişmeli hayatlarından alan Buyrukçu'nun 21 Öykü,10 Günlük ve 8 Roman olmaküzere toplam 39 kitabı basıldı. Son zamanlarında akciğer yetmezliği çeken Buyrukçu, 26Ağustos 2006 günü İstanbul Gaziosmanpaşa'daki evinde hayatını kaybetti.

Yayımlanan eserleri- ÖYKÜ: Katran (1956), Acı (1957), Korkunun Parmakları (1959,Dost Dergisi 1958 yılı birincisi), Bulanık Resimler (1961, Türk Dil Kurumu 1962 yılı ÖyküÖdülü), Kuyularda (1962, Otağı Dergisi 1962 yılı birincisi), Cehennnem (1966), Kavga(1968 Sait Faik Armağanı), Şarkılar Seni Söyler (1982), Günlerden Bir Gün (1983),Hüzünlü Kar Çiçekleri (1987), Her Yer Karanlık (1989), Bin Hüzün (1990), Şarkı Gibi(1992), Yüzün Yarısı Gece (1994, 1994 Yunus Nadi Armağanı ve Haldun Taner ÖyküÖdülü), Telefon Konuşmaları (1997), Bir Aşk Daha (1996), Ucu Güllü Kundura (1998,Cumhuriyet Kitapları), Dumanı Tüten Çay Gibi (1999), Yalnızlığın Arkasındaki Gülümseme(2001), İpek Pijamalı Katiller (2004), Ay Kokuyor (2004); ROMAN: Mağara (1971), BirOlayın Başlangıcı (1970), Gürültülü Birkaç Saat (1969), Dar Sokaklardaki Duman (1993),Gece Bitmedi (1995), Dışarıdaki Rüzgar (1998), Akan Sular Şarap Olsa (1998), Ucu GüllüKundura (1998); GÜNLÜK: Arkası Yarın (1976), Sıcak İlişkiler (1982), Dillerinde Dünya(1985), Sayılı Günler (1986), Arkadaş Anılarında, Anında Görüntü, Dünden Bugüne,İlişkilerArasında Bir Gezinti, Yaşadığımız Ve Yaşananlar, Kıbrısa Selam..

Çağdaş Türk Edebiyatı'nın güçlü kalemlerinden Muzaffer Buyrukçu uzun zamandırakciğer yetmezliği çekiyordu. Bu nedenle 2006 yılının Şubat ayında rahatsızlanmış vehastaneye kaldırılmıştı. Yakınlarının ifadesine göre iki üniversite hastanesi Buyrukçu’yu

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 109: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

acil servise almayıp para istemişti, bir hastanede de kalbi durmuş, sonra çalıştırmışlardı.Sonuçta Buyrukçu, Özel İsviçre Hastanesi tarafından tedavi edilmişti.

Çağdaş Türk edebiyatının güçlü kalemlerinden, öykü ve roman yazarı Muzaffer Buyrukçu19 Ağustos 2006'da evinde ölü bulundu. Ölümü 5 gün sonra anlaşıldı. Buyrukçu’nunöldüğü, yalnız yaşadığı Gaziosmanpaşa Bağlarbaşı Mahallesi Menekşe Sokak 16 numaralıevden gelen kokular nedeniyle komşularının polisi araması üzerine ortaya çıktı.

İşte bu usta yazarımızı da, hiç beklenmedik bir biçimde yitirdik. O kadar yalnız bırakılmıştıki, öldükten sonra bile günlerce evinde kalmıştı. Yazar örgütleri, aydınlar da unutmuştuedebiyatımıza bunca özgün eseri kazandıran Muzaffer Buyrukçu’yu

Muzaffer Buyrukçu’nun bugün de geçerliliğini acil olareak koruyan “ AYDINLAR’A ÇAĞRI”yazısı:

“Aydınlar,aydınlar... Kimdir bu büyülü sözcüğün anlamına girenler?Okuyup yazması olan, okuyup yazmaktan başka kendinin ve toplumun,hatta çağının içinde bulunduğu sorunlar üzerinde düşünebilen, kendinive çevresini bir takım aykırı davranışlardan ötürü çekinmedeneleştirebilen(doğru) olanı gösteren, toplumun işleyişini ve bu toplumayerleşmiş kişilerin durumlarını çeşitli açılardan inceleyerekdeğerlendirebilen insandır. Bu insan toplumundaki dengesizlikleryüzünden dayanılmaz ağırlıklar altında iki büklüm olmuş kişileri buyürekler parçalayıcı durumdan kurtarmağa ve toplum çoğunluğunu buduruma düşürenlere kafa tutmaya,hesap sormaya kararlı insandır. Buinsan,çoğunluğun iktisadi ve siyasi özgürlüğünü ellerinde bulundurankuvvetlerle savaşmayı göze almış insandır. ”

BİR AYDINLANMA ÖNCÜSÜ: TEVFİK FİKRET...

Yazınımızın öncülerinden, çağdaş şiirimizin ilk önemliadlarındandır Tevfik Fikret. Zaman zaman gözden uzaktutulan bir yönü daha var ki Tevfik Fikret’in, bütünözelliklerinin de üstüne çıkar. Yazında ve düşün alanında akılve bilim bileşiminin şiire ilk dökücüsüdür Tevfik Fikret. Belkişiirsel yönü tartışılsa da çağdaş uygarlık düşüncesindekiöncülüğü tartışılamaz.

15 Ağustos 1915’de yitirdiğimiz bu büyük insanın düşünceleri,hâlâ tazeliğini korumakta, ortak özlemlerimizi dillendirmekte.SİS” şiiri, günümüzde yaşadıklarımızla uyuşmuyor mu?Günümüz Türkçesinden bir göz atalım şiire:

Sayfa 109

Page 110: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

“Ey kişiye dokunulmazlık ve özgürlüğe yakınBir soluk alma hakkı veren yasa efsanesi;Ey gerçekleşmeyen söz, ey sonsuzca kesin yalan,Ey mahkemelerden durmaksızın sürülen hak;Ey kuruntuların saldırısıyla duyguları bitkinVicdanlara uzatılan gizli kulak;Ey dinlenme korkusuyla kilitlenmiş ağızlar;Ey ulusal çaba ki nefret edilmiş ve horlanmış;Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasal tutuklu;Ey eğilmiş baş, ki akpak, ama iğrenç....”

Tevfik Fikret’in bugün de bu çığlıklarına kim kulak tıkayabilir. Kuşkusuz onun şiirlerinde,sadece olumsuzluklara yükseltilen gür bir ses değil, kurtuluş içinde gidilmesi gereken yolugösteren dersler vardır. “Sis” şiirinin ardında yazdığı “Rücu” (geriye dönüş) şiirinde birliğe,yükselmeye, çalışmaya mutluluğa koşmamızı öğütlerken, bu konuda adımları doğruatmanın, yolun kısalmasının yürüyüşteki düzene bağlı olduğuna dikkat çeker.

Her yaşanan olumsuzluğun ardından güzelliklerin geleceği inancı vardır Fikret’te. Umutsuz,karamsar değildir asla. “Sabah Olursa” şiirinde her karanlığı boğan bir aydınlığınmuştusunu verir. Evet, sabah olacaktır. Kıyamete dek sürmez gece. Sonunda bu mavi gök,güneşini gerer üstümüze. Ve seslenir:"Siz ey yarının uzayının küçük güneşleri,Artık birer birer uyanın!Ufukların sonsuzca bir özlemi var ışığa.”Aydınlanma... Yüzyılımızın işte emellerinin özü;Silin bu bulutları, silkin korkunun gölgelerini,Aydınlık içinde koşun şükredilecek bir kurtuluşa.Umudumuz bu; ölürsek biz, yaşar mutlakVatan sizinle, şu zindan karanlığından uzak!”

Bugün de yaşadığımız çelişkileri, “HALUK’UN AMENTÜSÜ” şiirinde o günden sezer, çıkışyollarını açar. Tüm dünyayı vatanı, insanoğlunu ulusu kabul eder. Kör inançlarıncehenneme çevirdiği dünyayı aklın ve bilimin kılavuzluğunda insanların cenneteçevireceğine inanır. Bugün de dünyamızı kana bulayan savaşlar, kırımlar, yıkımlararasında tüm insanlığın kardeşliğini düş olarak görse de, bu düşe, yürekten inanır. Kârınşiddeti, şiddetin kanı beslediği çağımızda düşmanlıkların kanla sönemeyeceğini vurgular.En büyük sihirbaz olarak kabul ettiği aklın mucizeleri önünde, boş inançların egemenliğininancak bir saman alevi kadar parlayacağına inanır.

Tevfik Fikret, “PROMETE” şiirinde, karanlıklar içindeki hastalıklı vatanda kurtuluş veaydınlanma için gerçek yolu gösterir:"Bir gün açarsa gözünü şu hasta vatan,Ne varsa yüklen getir bilimin dört bucağından,Gelecek günlerin meçhul elektrikçisi

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 111: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Aydınlığa, bolluğa susamış halkın.Uyuşukluğu yok eden ne varsa getir,Yüreği, özü, kafayı besleyen,Durma,onlara can ver, can!“

Fikret, geleceğin aydınlık günlerinin özlemiyle uyarır, uyandırır, yöneltir, yönlendirir. Amakendi adına tek bir beklentisi yoktur:"Ne bir bağış beklerim kimseden,Ne kol dilenirim, ne kanat,Kendigöklerimde kendi kendime uçar giderim.Bana eğilmek, boyunduruktan bile ağır.İşte böyle bir şairim ben,Tepeden tırnağa özgür!"

Tevfik Fikret, 1800’lü yıllardan 1915’e değin karanlığın içindeki bir deniz feneri gibi ışıtmış,uyandırmış; toplumsal aydınlanmanın öncülüğünü yapmıştır. Bu nedenle, her okunuşundaFikret’ten öğrenilecek çok şeyler vardır. her şeyden önce de “Kıran da olsa kırıl sen, /Fakat eğilme sakın!” diyen bir aydın onuru.

Sayfa 111

GÖRSEL DÜZENLEME: ADNAN DURMAZ

Page 112: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

15. ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE CAN BABAYA BİN SELAM!

Hazzın, özgürlüğün, yola gelmezliğin,devrimi şenlik olarak görmenin, arzularıpatlatmanın, imgelemi zıplatmanın, sürreelşairi Can Yücel’i aramızdan ayrılışının 15.yıldönümünde saygıyla selâmlıyoruz.

Can Baba, küfürbazlığı, delibozukluğu, diliyarıp yarıp yeniden kurmasıyla Türk dilinicandan yücelten, şair kimliğini desallamayan çağdaş bir Shakespeare idi.Fındık kadar beyni olanlarla, edebiyatıöyle canlarının istedikleri gibiçekiştirebilecekleri bir oyuncakzannedenlerin hiç bir zaman anlamalarınınmümkün olmadığı kocaman yürekli bir şairoldu hep.

Can Baba, küfürbazlığı, delibozukluğu, diliyarıp yarıp yeniden kurmasıyla Türk dilinicandan yücelten, şair kimliğini desallamayan çağdaş bir Shakespeare idi.Fındık kadar beyni olanlarla, edebiyatıöyle canlarının istedikleri gibi çekiştirebile-cekleri bir oyuncak zannedenlerin hiç birzaman anlamalarının mümkün olmadığıkocaman yürekli bir şair oldu hep.

Şiire bakışını şöyle anlatıyor bir söyleşisinde:Bir de üslûplu bir şiirim olduğu için “Şu şiirim şu dile mi kaçmış, falanca şairden birazetkilenilmiş gibi algılanır mı” diye ben de kendi kendimi oturup eleştiriyorum. Bir şiiriyazdıktan sonra da bir sürü çaba harcıyoruz. Eğlenceli ama. Şiir eğlenceli, keyifli bir şey.

Öner Yağcı, onun şiirini şöyle anlatıyor: “Taşlamalar, külhanbeyi raconları (argo), güçlü birhiciv (yergi, alay, humor), dil ustalığı, geniş bir dünya ve yaşam kültürü, kara mizah, ironi,tarihselle güncelin bireşimi, toplumsallık, siyasal içerik, coşku, süslenmiş küfürler, özgün birbiçem ve dil, halk deyişi (ağzı, türküsü, sözcüğü) ile sözcüklerden dünya yaratan bir şairdirCan Yücel. Bir söz cambazıdır. Sözün müziğe dönüştüğünü kulağa ve beyneşırıngalayarak gösteren bir şair olarak Çağdaş Cumhuriyetimizin Don Kişot’u, Şarlo’sudur;O, yaşama oltasını fırlatan bir balıkçı, göle maya çalan bir Nasrettin Hoca’dır.”

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 113: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

“Kimdir Can Yücel?” sorusuna şu yanıtı veriyor Öner Yağcı:

“Can Yücel, yaşamdan aldığı sözcüklerle, yeni ve aydınlık olan bir başka yaşamıntemellerini atmasını bilen bir yazı ustasıdır ilkin. Sanatın, yaşamda var olan her alanı veher an’ı kapsayabileceğine olan inancını, önüne çıkarılan her zorluğu yenmeyi başararakdaha bir güçlendiren bir inadı simgeler Can Yücel. İnadıyla, yazma eyleminin olanaklarınıve sınırlarını, aklının gücüyle genişletmesini bilen bir yazı cambazıdır Can Yücel. Şiirlebaşladığı edebiyatçılığını, özgün çevirilerle ve şiirsel söylemini kattığı düzyazılarıylasürdüren; yaşamı alaya alırken sorgulayan, aydınlatan bir yazı ustasıdır Can Yücel.”

Şiir anlayışlarını şu dizeleriyle anlatıyor Can Yücel:

“Devrimcilik gibi Şairlik deİnen darbeyi duyabilmektir.Kaslarının liflerindeİster copların darbesi olsunİster bilincin...”

“Biz Buz Çağı’nın üstünde oturmuşyazıyoruzZenci bir kalemle Afrika’dan sıcak,Eriyor buzŞairlerin tuhaf damgası budur.”

Sayfa 113

GÖRSEL DÜZENLEME: ADNAN DURMAZ

Page 114: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

ABDÜLKADİR BULUT’UN ŞİİRLERİTOROSLARDAN DÜNYAYA YANKILANIYOR HÂLÂ…

Lirik, lirik olduğu kadar da toplumsal duyarlıkları duyanve duyumsatan Abdülkadir Bulut, 42 yıllık yaşamınakarşın Türk Edebiyatında taklit edilemeyen önemli biriz bıraktı.

Abdülkadir Bulut, bir Akdeniz çocuğu olup 1943 yılındaAnamur'da, Dragon Çayı'nın kıyısındaki Akine köyündedoğdu. Çocukluğu ve ilk gençliği bu coğrafyada geçti.Torosların insanını, çiçeğini, ağacını, börtü böceğiniyerelden evrensele uzanan bir çizgide kendi özgübileşimi oluşturan; onun devrimci tavrı şiirleözgünlükten ödün vermeksizin buluşturan ve Toroslarıninsanını coğrafyası, florası ve faunasıyla birliktevermesiyle kısa süren yaşamında kolay kolaysilinemeyecek bir iz bıraktı.

Her ne kadar Cemal Süreya, ona yaptığı "KasabalıLorca" yakıştırması üzerine sıkıca yapıştırılsa da,“kasaba”nın sosyo ekonomik ve toplumbilimselyapısını göz önünde tuttarsak, dağların, yaylaların, kırların yörük çocuğunun "kasaba"lılıklahiçbir ilgisi olmadığını görürüz. “Kasaba” yerleşik yaşamı ve köylüleri her alanda sömürenmütegallibe yaşamını simgelemektedir. Kasaba bağnazdır. Kasabalılık kırsaldan kentegeçiş aşamasıdır. Çoğunlukla üretmez, üreten köylünün alın teri üzerinden para kazanır.

Bu yapıyla Abdülkadir Bulut arasında hiçbir yakınlık yoktur. Tam tersine yazdığı şiirlerdekasabalı yaşamına dair iğnelemeler yapar: “Bir kalıp sabuna 45’lerde / Anaç bir tavuk veren/ Anamur’un bayır köylüleri / Artık anlatmak sırası sizde / Beni elden duyalı beri / Selâmısabahı kesseniz de” “Hey Akpınar pazarı / Eşrafın otlu koyağı / Elma erik sepetleritekmelenen / Ve kelimeleri uzatarak konuşan Aşağı ve yukarı İğnebollu / Güzelim Ermenekköylüleri”

Abdülkadir Bulut, salt Lorca’yla anılamaz elbette. Kendisi gibi yaşama dair, şiire dairsağlam izler bırakmış Ritsos, Neruda ve benzeri devrimci dünya ozanlarıyla aynı dokudan,yürektendir.

Abdülkadir Bulut, devrimci tavrı ve hayata bakışıyla yüreğini halkına adayan, gönlüuçurum, alnı sarp kayalık, korkusuz bir yiğitti. Ve 8 Ağustos 1985 tarihinde, yaşamının enverimli döneminde, trajik bir trafik kazasında onu yitirdiğimizde henüz 42 yaşındaydı.Zamansız ölümünü, yalnız ailesi, halkı ve yakın dostları için değil, bütün Akdeniz ve Türkedebiyatı için de acı bir kayıp sayıyor; ölümünün 28. yılında onu özlemle anıyoruz.

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 115: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Sayfa 115

GÖRSEL DÜZENLEME: ADNAN DURMAZ

GÖRSEL DÜZENLEME: ADNAN DURMAZ

Page 116: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

BEKİR YILDIZ, ESERLERİYLE TOPLUMSAL HAYATIMIZAAYNA TUTMAYA DEVAM EDİYOR...

08 Ağustos 1998’de yitirdiğimiz Bekir Yıldız, öykümüze veromanımıza getirdiği yeniliklerle edebiyatımızızenginleştirdi; sosyalist gerçekçi öykünün silinmeye yüztutan izini derinleştirdi ve insanla sanatı buluşturdu. Bubuluşma ile edebiyatımızda, insanlık trajedisini anlatmadakiustalıkla var olan “Bekir Yıldız gerçeği” doğdu. Bugerçeklikteki anlatım ustalığı; söz cambazlıkları ve sözcükoyunlarıyla metnin anlaşılmaz kılınmasından değil; aklın vegönlün titremesini sağlayan bir estetik yoğunluktan veinsani sıcaklıktan kaynaklanmaktadır.

1933 yılında Urfa'da doğan Bekir Yıldız, 1970’li yıllarda artarda çıkardığı, Güneydoğu gerçekliğinin farklı yönlerineışık tutan öykü kitaplarıyla edebiyatımızda önemli bir yerkazandı. 1980’den sonra kendi yaşamından yola çıkarakaile dramlarını işleyen roman ve öyküler yazdı. Almanya’daişçilik yaparken edindiği izlenimlerle Almanya’daki Türkişçilerinin sorunlarını irdeledi.

Kendi yaşam öyküsünden yola çıkarak yazdığı Halkalı Köle’deki gerçekçilik anlayışı kimiçevreleri rahatsız etti. Bu roman çerçevesinde uzun tartışmalar yapıldı. Öykü veromanlarından bazıları senaryolaştırarak filme çekildi.

Yazar kimliğinin kazanılmasındaki özgünlük, öncülük, yaratıcılık, etkileyicilik, zamana karşıdireniş gibi özelliklere sahip olan Bekir Yıldız yapıtları, edebiyatımızın kıvanç duyulacakyapıtları arasındadır. İnsan damarıyla, insani özle, insan duygularıyla, insanlar arasıilişkilerle, insanın doğayla ilişkileriyle, insanın makinelerle ilişkileriyle dolu olan ve kendideyişiyle, “süte su katmayan” bir yazar olan Bekir Yıldız gerçekliği, edebiyatımızın dündengelip yarına gitmekte olan serüveninde önemli bir buluşma noktasıdır. Yaratıcı ve öncü biryazar olarak edebiyat halkasını doğru yakalamış olan O’nun bu halkayı yakalayışının gizi,kendi deyişiyle, “yaşantı, emek ve içtenlik”ten kaynaklanmaktadır. Edebiyatımızda BekirYıldız gerçeği, “Gerçekleri yoğurup dinamit haline getirmeye” çalışan bir yazarın, bu doğruyaklaşımının başarısıdır. “Yeşermemiş umutların, yaşanmamış sevgilerin, verilmemişhakların alacaklıları yanında olmak.” kaygısıyla yazan bir yazarın edebiyatımızakattıklarıdır.

8 Ağustos 1998’de yitirdiğimiz büyük yazar, roman, öykü, röportaj ve yazılarıyla birlikte 21dev yapıt bıraktı arkasında: Arılar Ordusu, Beyaz Türkü, Demir Bebek, Evlilik Şirketi,Harran, Kara Vagon(May Edebiyat Ödülü), Kör Güvercin, Mahşerin İnsanları, ÖlümsüzKavak, Reşo Ağa, Şahinler Vadisi, Kaçakçı Şahan (1971 Sait Faik Hikaye Ödülü), Ve ZalimVe İnanmış Ve Kerbela, Yargılayan Zaman İçinden Konuşmalar, Yazılar, Sahipsizler,Dünyadan BirAtlı Geçti, Halkalı Köle, Yaman Göç, Aile Savaşları, Bozkır Gelini…

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 117: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

HARUN ARKADAŞ, BİLİNCİMİZDE VE DİRENCİMİZDE YAŞIYOR!

68 Gençlik hareketinin en önemli gençlikönderlerinden Harun Karadeniz’i ölümünün 39yıldönümünde saygıyla anıyoruz.

Harun Karadeniz’in, diğer 68’li gençlikönderlerinden önemli farkı, düşünsel ve kuramsalolarak kendini yetkinleştirmesidir. MDD’ciliğieleştirerek bu hareketin açılımı olan gruplardanuzak durarak devrimci gençlik hareketi ve TİPiçinde mücadelesini sürdürdü.

Devrimci mücadele içinde öncü sorumluluklaralmasının yanı sıra düşünsel araştırma veçalışmalarını da sürdürdü. Bu dönemde “KapitalsizKapitalistler” ve “Eğitim Üretim İçindir” adlı ikiönemli kitapçık yayınladı.12 Mart faşizminin zindanlarında kansere yakalandı ama tedavisine izin verilmedi.Cezaevinden çıktıktan sonra kanserli hücre bedenine yayılmıştı. Yurt dışında tedavi olanağıdoğdu ama bu sefer de pasaport vermediler. Pasaport verdiklerinde ise iş işten geçmiştiartık.

Bu dönemde, ölümüne kadar 68 gençliğinin eylemlerini canlı tanıklığıyla anlatan “OlaylıYıllar ve Gençlik” kitabını yazdı. Daha sonra da “Yaşamımdan Acı Dilimler” adlıotobiyografik kitabını yayınladı. 15 Ağustos 1975’de 33 yaşında aramızdan ayrıldı.

Anısı kavgamızda hep bizimle olacak!

HARUN ARKADAŞIN DİRENCİNDE

46’dan, 51’den, 72’denFışkıran Sevgi dalları gibiydiÖzgürlüğü bilincinde büyüyen.Duyduk Harun arkadaşın direncindeÖlümün bile üstesinden geldi.

Kuştu, en gencimizin göğsünde ürperenKilitlendikçe üreyen sevgi.Kitaptı, fabrikada, tarlada, hapishanedeOkuduk Harun arkadaşın direncindeEy adını beraberliğimizden alan öğreti.

Dalgalanır bunca ses evrende46’dan, 51’den, 72’denKoşup gelen ellerin güzelliğiÖlümsüzlüğü ölümünde yaratır gibiYürüdük Harun arkadaşın direncinde.

23.08.1975, CumhuriyetŞÜKRAN KURDAKUL

Sayfa 117

Page 118: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Emeğin Sanatı 170. Sayı

GÖRSEL DÜZENLEME: ADNAN DURMAZ

Page 119: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

KAPİTALİZMİN KATLETTİĞİ İKİ DİRENÇ ANITI:SACCO VE VANZETTİ

Amerikan kapitalizminin 22 Ağustos 1927’de birkomployla idam ettiği iki yiğit işçi sınıfı militanıSakko ile Vanzetti’yi Nazım’ın dizeleriylesaygıyla anıyoruz.

“devrimin sıra neferiydi onlar,devrimin namuslu neferi.yanıyordu kanlarında şavkı italya güneşlerininkoştular temiz esmer alınlarla hayatın sesinedövüştüler yanında dövüşen kardeşlerininyeni dünyaya düştüler eski zulmün pençesine!yedi yıl ölümün karşısında gülerek durdularelektrikli iskemleye

kadife bir koltukmuş gibi oturdularyürekleri dört bin volta yedi dakika dayandıyandıyürekleriyedidakika yandıcanideğildiler, kurban gittiler bir cinayetekurban gittiler dolarların emrindeki adalete!hayatlarında olmadılarsa da kitlelerin rehberi,ölümleriyle şaha kaldırdı kitleleribu iki ihtilal neferi!”

DEVRİMİN NAİF ŞAİRİ: ALEKSANDR BLOK

16 Kasım 1880 tarihinde St.Petersburg'da (Rusya) doğdu,7 Ağustos 1921 tarihinde aynı kentte Petrograd'da (SSCB)yaşamını yitirdi. Akademik ve bohem bir çevrede büyüdüve yaşadı. St.Petersburg Üniversitesinde önce hukuk sonratarih ve felsefe öğrenimi gördü. Başta Fransa ve İtalyaolmak üzere birçok kez Avrupa'yı gezdi. Skorbüt venevrasteni hastalığına yakalandı. Birinci Dünya Savaşı'ndacephe gerisinde görev aldı. Rus Devrimi'nden sonra devlettiyatroları yönetmenliği, Petrograd Şairler Birliği başkanlığı,Zapiski Mechtatelei (Dreamers' Notes, HayalperestlerinTezkeresi) dergisinin editörlüğünü yaptı. RusSembolizminin önde gelen

Sayfa 119

Page 120: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

(Hoş Hanıma Şiirler). Yazarın sembolist şiirlerinin ilki 1903-1904 yıllarında yazdığı “HoşHanıma Şiirler” eseridir.

Devrim sırasında 1918 yılında ise Blok “ İskitler” (Скифы), “On iki” (Двенадцать) şiirlerinive “Devrim ve Aydınlar” (Революция и интеллигенция) gibi dünya görüşünü yansıtanmakaleler yazdı. Ağustos 1921’de ekim devrimi'nden 4 yıl sonra petrograd'da yaşamınıyitirdi. Ardından dünyaya bıraktığı 'şair kargaşadan uyum yaratır'' savsözüdoğrultusunda yazdğı şiirleri unutulmadı..

Blok, ince bir lirizme sahip, duyarlılığı her zaman uyanık olan ve kalbi çağının en küçükürpertisiyle birlikte çarpan, bunalımları ve çelişkileri sonuna kadar yaşayan bir şairdi. Onikiler şiiri, biraz da devrimin özü olan güzellik tutkusunun türküsüydü.

Rus yazar ve şair Korneçekovski onun hakkında şunları söyler : ‘’Blok, tüm şairler gibieşsiz bir fenomendir. Onun şiiri, bir tür acının şiiridir. O, şiiri kağıt üzerine aktarmadan, biracı olarak kafasında tasarlamıştır. Bazen yazacağı şiirleri sahip olduğu yetenek bileanlatmaya yetmez. O şiiri mutlaka yaratmak için tüm gücünü kullanır ve geçmişindeyaşadığı fırtınalı deneyimlerden yararlanır. Ama ne olursa olsun o, coşkulu bir şairdir. İşteo coşku, onun aynı zamanda şiiridir. Bu, yaşamın coşkusudur; evrenin coşkusu. Şair herzaman kendi insan türünün özelliklerini taşır. Ve onu asla yarı yolda bırakmaz…’’

Pasternak şöyle selamlar, ustası saydığı Blok’u: “Yapmacığı benimsemiş böyle birdünyada, biri kalkıp da, içindeki edebiyat hevesinden değil, bir şeyler bildiği ve onlarısöylemek istediği için konuşursa, bir devrim etkisi yapar bu, hani bir kapı açılmış dayaşamın gürültüsü içeri dışarı girip çıkıyormuş gibi, hani adam kentte neler olup bittiğinianlatmıyor da kentin kendisi o adamın ağzından varlığını duyuruyor gibi olur. İşte Blok’laböyle oldu.”

DURGUN YILLARDA GELMİŞ OLANLAR DÜNYAYA

Durgun yıllarda gelmiş olanlar dünyayaAnımsamazlar geçtikleri yolları;Biz, Rusya'nın korkunç yıllarının çocukları -Gücümüz yok hiçbir şeyi unutmaya.

Yakıp kavuran, kül eden yıllar !Çılgınlığın mı, umudun mu kökü gizli sizde?Savaş günlerinden, özgürlük günlerindenKanlı bir parıltı kaldı yüzlerde.

Uğultusu tehlike çanlarınınDilsiz olmaya zorladı bizi.Uğursuz bir boşluk kapladıBir zaman coşkuyla dolu yüreklerimizi.

Varsın, üstünde ölüm döşeğimizinUçuşsun bir karga sürüsü, bağırışlarla -Tanrım, seyretsinler âlemini seninKimler daha lâyıksa!

Aleksandr BLOK Çeviren : Ataol BEHRAMOĞLU

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 121: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Sayfa 121

GÖRSEL DÜZENLEME: ADNAN DURMAZ

Page 122: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Emeğin Sanatı 170. Sayı

GÖRSEL DÜZENLEME: ADNAN DURMAZ

Page 123: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

DEVRİMİN VE İNSANLIĞIN BÜYÜK ŞAİRİ: SİLVA KABUDİKYAN

Silva Kabudikyan, (d. 20 Ocak 1919, Erivan – ö. 25Ağustos 2006, Erivan) Ermeni şair, yazar ve siyasetpolemikçisi. Ermenistan’da şiirin en önemlitemsilcilerinden birisidir.

20 Ocak 1919’da Erivan’da doğdu. Ataları Vanlı idi. İlkşiirini 14 yaşında yazdı. Erivan Devlet Üniversitesi FilolojiFakültesi’ni bitirdikten sonra Moskova’da Rus Edebiyatıüzerine eğitim aldı. 1944 yılında yayımlanan İki Söylenceadlı ilk şiir kitabını Günlerle Birlikte (1945), ZankuKıyısında (1947), Bu Benim Ülkem (1949) adlı eserleritakip etti. Özkardeşlerim (1951) başlıklı şiir seçkisiSovyetler Birliği Devlet Ödülü’ne değer görüldü. 1950’liyıllarda verdiği eserlerle, Gabudikyan sadece Ermenistan’ın değil, Sovyetler Birliği şiirinin de en önemli temsilcilerin-

den birisi olarak kabul edildi. Açık Yürekli Söyleşi (1955), İyi yolculuklar (1957), YolOrtasında Düşünceler (1961) bu dönemin başlıca yapıtlarıdır. Silva Gabudikyan aynıyıllarda çocuklar için de şiirler kaleme aldı.

1962 – 1963’de yaptığı Lübnan, Suriye, Mısır gezisinden sonra Kervanlar Hala Yürümekte(1964), 1973’de yaptığı Kanada ve Amerika gezilerinden sonra ise Ruhun ve HaritanınRenkleri ile Mozaik (1976) adlı kitaplarda yolculuk notlarını yayımladı. Gabudikyan her ikikitabında da anayurdundan ayrılmak zorunda kalan Ermenilerin ikinci vatanlarındakizorluklarla dolu yaşamlarına ilişkin izlenimlerini anlattı.

Tanık olduğu her dönemin toplumsal hareketliliğini şiirlerinin yanı sıra meydanlarda da dilegetiren Gabudikyan’ın söylevleri, makaleler ve yazı dizileri halinde okuyucuyla buluştu. Rusve Sovyet şairlerin eserlerini Ermenice’ye kazandıran Gabudikyan’ın şiirleri de başta Rusyaolmak üzere Ortadoğu ve Avrupa ülkelerinin dillerine çevrildi. Silva Gabudikyan şiirlerinitoplumsal gerçekler ve aşk temaları üzerine kuruyor. Politik kimliğiyle ülkesinde herdönemde söz sahibi olan Gabudikyan, birçok onursal nişanın yanı sıra ‘Halk Sanatçısı’ünvanına da sahip oldu. Nâzım Hikmet'le iyi arkadaş olan Gabudikyan, politik görüşleriyleülkesinde her zaman söz sahibi olmuş bir şairdir. Yıllar sonra “Van gölüne” diye yazdı birşiirinde ve şöyle diyordu;yanıyor gözleri babamın, bakışı buğulu;geride kalıyor Van gölü, ey keder küpü iç deniz,babadan oğula yüreğimiz, dualarımız seninle şimdi.sert, hoyrat bir vedayla koparıldığı vatanınkıyısından, batıya doğru yüzünü çevrildiğinde babamınduyduğu dehşet, huşu benim içimde yaşıyor simdi.bizi rahat bırakmayan acıların simgesi,doldukça dolan keder küpü, ey Van gölü.

Sayfa 123

Page 124: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

FİLİSTİN’İN GÜRLEYEN SESİ MAHMUT DERVİŞMAHMUT DERVİŞ HALKININ KAVGASINDA YAŞIYOR...

Filistin direnişinin en önemli şairlerindenolan Mahmud Derviş, 10 Ağustos2008’de 67 yaşında şiirlerinin yankısınıbırakarak aramızdan ayrılmıştı

Çocuk yaştayken ülkesini terk etmekzorunda kalan Derviş, ailesiyle birlikteLübnan’da bir mülteci kampınayerleştirildi. Çocukluğundan başlamaküzere, sürülmüş olmanın acısını anlattığışiirler yazdı. Köyü, bugün hâlâ İsrailtoprakları içinde.

Mahmud Derviş’in şiirlerinde sosyalistçizgideki özgür Filistin kavgasınıncepheden ve cephe arkasından seslerive duyarlıkları yer alır. Çocuk yaşta şiiryazmaya başlayan Mahmud Derviş,ilk şiirlerini yayımladığı dönemde, El-Ard (Toprak) hareketinde de çalışmaya başladı.Çağdaş Filistin şiirinin önde gelen temsilcisi, El İttihad gazetesi ile El Cedid dergisinin yazıişleri müdürlüklerini yapmış, şiirleri ve yazıları nedeniyle bir kez İsrail ordusu tarafındantutuklanmış, 1970 yılında İsrail’den sürgün edilmiş, 2 yıl birçok Arap ülkesinde dolaşmıştı.Filistin Kurtuluş Örgütü’nde aktif olarak çalışan Derviş, şairliğinin yanı sıra mücadelecikimliğini de hayatı boyunca bırakmadı. Filistin Kurtuluş Örgütü üyesi olan Derviş, döneminFilistin lideri Yaser Arafat'ın İsrail'le yaptığı anlaşmayı protesto ederek 1993'te örgüttenayrıldı.

Şiirleri 20’den fazla dile çevrilen Filistinli şair, 2003 yılında uluslararası Nâzım Hikmet şiirödülüne de layık görülmüştü. Şair, 1982 Eylül’ünde Sabra-Şatilla’da yaşananların ardındanBeyrut Kasidesi’ni yazmış ve bu kaside ile 1984’te de dönemin Sovyetler Birliği’nde Leninödülünü almıştı.

“Arap Ahmed, diren!Kuşatma altında gezeceğizUlaşıncaya dek kıyısınaEkmeğin ve dalgaların.Öleceğiz düşü uğrunaBir yurdunVe bekleyen yaseminlerin.”

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 125: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

DÖNECEKLERİ BEKLERKEN

Bizimkilerin çadırları kurulmuş kumlar üstüne,ben uyanığım yağmur uyanık,Odiseus’un oğluyum ben, kuzeyden haber bekleyen,Bir gemici çağırdı beni, gitmedim,bağladım gemileri kalın halatlarlaçıktım tepesine bir dağın.

—Ey kaya,babamın üstünde dua ettiği kaya,satmam seni altın dökseler önüme,bağrında hep sakla başkaldıranı,ey kaya!

Ayrılnam burdan,ayrılmam.Bizimkilerin sesi yaracak rüzgârı,Kuşatacak sesler dorukları.—Dönüyoruz,bekle beni eşikte,ey ana.İşte onların umduğu çıkmadı.Esti yel istediği gibi gemicinin.Akıntı yenildi tekneye.Dönüyoruz ana,bize ne pişirdin?Yağ küplerini yağma ettiler,un torbalarını yağma.Ot topla bize kırlardan,karnımız aç.Uğuldar adımları bizimkilerin kayalar gibidemirden bir el altında.Ben uyanığım, yağmur uyanık.Boş yere gözler dururum ufku.

Kayanın üstünde kalacağım hep,sarsılmadan,dimdik,kayanın üstünde.

MAHMUD DERVİŞÇEVİREN: A. KADİR-A. TİMUÇİN

Emeğin Sanatı 159. Sayı Sayfa 125

Page 126: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

"LORCA’YI VURURLARKEN İNSAN SOYUNUNYÜREĞİNİ HEDEFLEMİŞLERDİ..."

İspanyol ozan Federico Garcia Lorca’yı katletti.

Yalnızca onu mu? Üç yıl süren iç savaş boyuncadünyanın dört bir yanından İspanyol halkının faşizmekarşı mücadelesini desteklemek için gelen C.Caudwell gibi devrimci aydınları, anarşistleri,komünistleri ve Halk Cephesi saflarında çarpışanbinlerce enternasyonalist militanı ve boyun eğmeyenİspanyol halklarını...

Lorca, halka boyun eğdirmek üzere seçilmiş bir simgeisimdir yalnızca, halkın acılı yüreğinin susmak bilmezbir ozanı.

Asla unutmayacağız ve asla bağışlamayacağız!

Emeğin Sanatı 170. Sayı

GÖRSEL DÜZENLEME: ADNAN DURMAZ

Page 127: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Sayfa 127

Page 128: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI
Page 129: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

FAŞİZMİN ÇIBAN BAŞLARINI PATLATAN ŞAİR: BERTOLT BRECHT

14 Ağustos 1956’da sonsuzluğa uğurladığımızBertolt Brecht’i ölümünün 58. yıldönümünde birkez daha anıyor, mücadelesini sürdürmeyedevam ediyoruz.

Brecht, 1. ve 2. paylaşım savaşları, Hitlerfaşizminin vahşeti ile birlikte yaşadığı dönemdeedebiyattan şiire, sinemadan tiyatroya kadardeğişik alanlarda birçok eserler verdi. 50’yi aşkınoyun, yüzlerce şiir, film senaryoları, radyooyunları… “Sanat üretimdir” diyordu. Yaklaşıkotuz yıl boyunca kılı kırk yararak, önüne çıkanbirçok zorluğu devirerek, yaratıcılığın sınırlarınızorlayarak soluk soluğa geçen bir yaşam.Tiyatroda çığır açan “epik tiyatro”…

Diyalektiği sanatına uygulamak, Brecht’in epiktiyatrosunun çıkış noktasıdır. Sanatı sınıfsavaşına hizmet etmeli, onun üreten bir parçasıolmalı, düşündürtmeli, kavratmalı, ateşlemeli…

Seyirci, sınıf savaşımının aynasında kendini görür gibi izlemeleri tiyatroyu, şartlarınıgörebilmeli. Başka türlü de olabileceğinin kıvılcımları çakmalı beyninde.

Brecht’in sınıf mücadelesine sanatsal cepheden sunduğu katkılar ve eserlerindeburjuvazinin çıbanbaşlarını delmesi, ölümünden sonra bile burjuvazinin ona yöneliksaldırılarını sürdürmesine neden oldu.

Şurasını biliyoruz ki, Brecht’te temel olan, eserlerindeki devrimci öz, devrimcidönüştürücülüktür. Bugünün devrimci sanatçılarının da Brecht’ten alacakları şey, buolmalıdır.

KOMÜNİZME ÖVGÜ

Akılcıdır o, anlar herkes. Kolaydır.Sen sömürücü değilsin,onu anlayabilirsin.Senin için iyidir o. Sor ve ara onu.Aptallar aptalca der ona.Ve pislik içinde yüzerler.Ona pis derler.Sömürücüler onun suçolduğunu söyler.

Fakat biz şunu biliriz,O sonudur suçun,O çılgınlık değilsonudur çılgınlığınO bilmece değilTersine çözümdürO basittir.Fakat güçtür gerçekleştirilmesi…

Sayfa 129

Page 130: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Emeğin Sanatı 170. Sayı

GÖRSEL DÜZENLEME: ADNAN DURMAZ

Page 131: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Sayfa 131

GÖRSEL DÜZENLEME: ADNAN DURMAZ

GÖRSEL DÜZENLEME: ADNAN DURMAZ

Page 132: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

İNGİLİZ ŞİİRİ

WİLLİAM BLAKE

PERCY BYSSHE SHELLEY

WYSTAN HUGH AUDEN

WİLLİAM SHAKESPEARE

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 133: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

SEVDA BAHÇESİ

Gittim Sevda BahçesineVe hiç görmediğim bir şey gördüm:Bir kilise yapılmıştı ortasına,Çocukluğumda oynadığım çimenlerin.

Ve bu Kilisenin kapıları kapalıydı, Ve "İçeri Girilmez" yazılıydı kapının üzerinde;Şöyle döndüm baktım Sevda BahçesineBir zamanlar sevimli çiçeklerle doluydu;

Ve gördüm ki mezarlık olmuş her yan,Ve mezar taşları var çiçeklerin yerinde;Ve karalara bürünmüş Papazlar çevrelerinde dolaşmakta,Ve bağlamışlar neşelerimi&heveslerimi dikenliklere.

WİLLİAM BLAKE

[ Çeviri: T. Asi BALKAR]

Sayfa 133

Page 134: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

ZİNCİRDEN KURTULAN PROMETHEUS

Tahtlar, sunaklar, zindanlar, yargı yerleriKrallık asâları, papalık taçlarıyla,Kılıçlar, zincirlerle, hesaplı bir haksızlığınYanlış bilgilerle dolu koca kitaplarıylaEzilen zavallı insanlarınBilinmez bir tapınağın hortlakları,Korkunç, barbar gölgeler gibi dolaştıkları yerler…Yaban, azgın, karanlık, aşağılık ve korkunçNice adlar altında nice kılığa giren,Ne tanrıca, ne insanca sevilen bu iğrenç karaltılarDünyaların zorbası Jupiter’di hep;Ulusların ürkerek kanları ve umutsuzluktan yenik yürekleriyle,Ve sevgileriyle boyun eğdikleri,Sunaklarına toz içinde, çelenksiz sürüklendikleri,İnsanların çaresiz gözyaşları içinde baş verdikleri,Korkuyla, nefrete dönen bir korkuyla, övdükleriO asık yüzlü, ürküten putlar yıkılıyor şimdiKimsesiz kutsal mezarlarının toprağı üstüne…O iğrenç maske düştü artık, insanBoyunduruksuz, özgür, sınırsız ama eşit,Ne sınıf, ne oymak, ne ulus,Korkudan, baskıdan, ezilmekten uzakKendi başına buyruk insan

PERCY BYSSHE SHELLEY Çeviri: Cevat Çapan

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 135: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

ALLA`SEN SÖYLE NEDİR AŞKIN ASLI ASTARI!

Kimine göre ufak bir çocuktur aşk,Kimine göre bir kuş,

Kimi der, onun üstünde durur dünya,Kimi der, kalp kuruş;

Ama komşuya sordum, nedense yüzümeMânalı mânalı baktı,

Karısı bir kızdı bir kızdı, sormayın,Aşkedecekti tokadı.

Şıpıtık terliğe mi benzer yoksaYoksa kandil çöreğine mi,

Hacıyağına mı benzer dersin kokusuYoksa leylak çiçeğine mi?

Çalı gibi dikenli mi, batar mı eline,Andırır mı yoksa pufla yastıkları,

Keskin mi kenarı yoksa yatar mı eline?Alla'sen söyle nedir aşkın aslı astarı!

Tarih kitapları dokundurur geçerKöşesinde kenarında,

Hele bir lâfı açılmaya görsünŞirket vapurlarında;

Eksik olmaz gazetelerden, bilhassaİntihar haberlerinde,

Mâniler düzmüşler gördüm üstüneTelefon rehberlerinde.

Aç kurtlar gibi ulur mu dersinBando gibi gümbürder mi yoksa,

Taklit edebilir misin istesen kemençede,Ne dersin piyanoda çalınsa;

Çiftetelli gibi coşturur mu herkesiYoksa ağıraksak bir hava mı?

İstediğin zaman kesilir mi sesi?Alla'sen söyle nedir aşkın aslı astarı!

Sayfa 135

Page 136: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

Bir hâl oldum çardakların altındaOnu araya araya,

Küçüksu'ya baktım, orada da yok,Boşuna çıktım Çamlıca'ya;

Anlamadım gitti bülbülün şarkısını,Bir acayip gülün lisanı da;

Benim bildiğim o kümeste değildiNe de yatağın altında.

Aklına esince çıkarabilir mi dilini,Başı döner mi asma salıncakta,

At yarışlarında mı geçirir hafta tatilini,Usta mı düğüm atmakta,

Millet der peygamber demez mi,Para mevzuunda nedir efkârı,

Borç alır borcunu ödemez mi?Alla'sen söyle nedir aşkın aslı astarı!

Ona rastladığı zaman duyduğu şeyleriKabil değil unutamazmış insan,

Yolunu gözlerim bacak kadardan beriAma o geçmedi bile yanımdan;

Merdiven dayadım otuz beşine,Öğrenemedim gitti bir türlü,

Nemene mahlûktur bu düşerler peşineBunca insan geceli gündüzlü?

Gelsin ya, nasıl, pat diye gelir mi dersinBurnumu karıştırırken tatlı tatlı,

Ya tutar yatakta bastırırsa sabahleyin?Talih bu ya, otobüste nasırıma basmalı!

Gelişi yoksa havalardan anlaşılır mı,Selâmı efendice mi yoksa gider mi aşırı,

Değiştirir mi dersin bir kalemle hayatımı?Alla'sen söyle nedir aşkın aslı astarı!

WYSTAN HUGH AUDEN[ Çeviri: Can YüceL]

Emeğin Sanatı 170. Sayı

Page 137: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

SONE 21

Ben, başka bir ozanım. Öbür manzumecileroyalı güzel görür, kalemi alır ele,Göğü tutup onunla yazdıklarını süsler,Her güzeli benzetir kendindeki güzele.Hem de ne şatafatlı teşbihler, çifter çifter:Güneşle ay; toprağın, denizin cevherleri,Nisan tomurcuklan, nice bulunmaz şeyler,Yeryüzünü kuşatan o cennet çemberleri...Ben, gerçeği yazarım, benim sevgim gerçek ya:İnan olsun, sevgilim, güzellerin güzeli,Ana yavrusu gibi, pek parlak olmasa da,Gökyüzünde yanan o altın kandil misali...Onların boş lafları olamaz benim işim:Satacak değilim ki, niçin övecekmişim

WİLLİAM SHAKESPEAREÇeviri: Talat Sait Halman

Sayfa 137

Page 138: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI

EMEĞİN SANATI E-DERGİAylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi

15.12.2014 Yıl: 9 Sayı: 163

Facebook grup adresi: https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=tsTwitter adresi:http://twitter.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi

DÜNYA ŞAİRLERİNİN KISA ÖZGEÇMİŞLERİ:AGOSTİNHO NETO:Angola'nın ünlü şairi ve Angola Devlet Başkanı (1975-1979) Ülkesinin kurtuluş savaşınaönderlik eden Neto’nun Angola halkının kurtuluş kavgasıyla şiiri sıkı sıkıya ilişkilidir. Angola Kurtuluş İçin HalkHareketi’nin başkanlığını yaptı. Tıp Eğitiminden sonra 1960'da harekete liderlik etmeye başladı ve olaylaresnasında Portekizlilerce 30 sivil öldürüldü, yaklaşık 200 kişi yaralandı. Neto; Portekiz koloni makamlarınca aynıyıl tutuklanarak Lizbon'da hapse atıldı. Hapisten kaçan Neto; önce Fas'a sonra da Zaire'ye gitti. 1962 yılındakurtuluş savaşına devam etmek üzere ülkesine döndü. Angola halkının Portekiz sömürgeciliğine karşı verdiğikurtuluş savaşı, şair Neto'nun önderliğinde başarıya ulaştı. 1969-1970 Asya Afrika Yazarlar Birliği'nden LotusÖdülü'nü aldı. (1975-1976) yılında Lenin Barış Ödülü'nü kazandı. Kanser tedavisi sürerken Moskova'dahastanede sonsuzluğa yürüdü.JORGE REBELO:1940 doğumlu Jorge Rebelo, MOZAMBİKli şair, avukat, gazeteci . Portekize karşı Mozambikligerilla grubu ile direnişin öncülerinden oldu. Şiirlerinde Mozambik özgürlükmücadelesini, bağımsızlık içinmücadele, direniş çağrıları öne çıkmaktadır. Özgürlük savaşını ve savaşanları över, yoldaşlarını motive eder ,kavgaya çağırır. Bu şiir, Mozambik özgürlük mücadelesininen şiddetli günlerinde, kendisiyle gizlice görüşmeyegelen iki İsveçli gazeteciye verilmişti. Rebelo, 1975 yılında ülkenin bağımsızlığını hemen sonra Mozambik'inenformasyon bakanı ve ülkedeki en güçlü adamlarından biri oldu.ELLİS AYİTEY KOMEY:(1816-1887) Proletaryanın sesini, sosyalizmi türküleri ve şiirleriyle dünayaya yayanşairdir. Enternasyonal’ın sözünü yazan şairdir. Önceleri işçi olarak çalıştı. 1848’de barikatlarda dövüştü. 1871Paris Komünü’nde milletvekili seçildi. Komün yıkılınca ABD’ye sığınmak zorunda kaldı. Gıyaben ölüm cezasınaçarptırıldı. Sürgünde kaldığı sürece türkülerini yazmaya devam etti. 1880’de aftan yararlanarak Fransa’yadöndü. İlk şiir kitabını o yıl yazdı. 2. kitabı «Devrim Türküleri» ölümünden sonra yayınlandı. Yoksulluk içindeöldü ama yazdıklarıyla arkasında ölmeyecek bir anıt bıraktı.DENNIS BRUTUS: (1924-2009) Zimbabweli sporcu, spor yöneticisi, özgürlük savaşçısı, şair. 1960olimpiyatlarına hak ettiği halde siyah tenli olduğu için seçilmeyince bu kararda egemen olan Anti-CAD’a (SiyahîKarşıtı İşler Dairesi Başkanlığı organizasyonu) direnir bunun sonunda ilk kez hapse atılır. 18 ay hapistençıktıktan sonra da mücadelesini sürdürdü Güney Afrika’da siyahların yazması ve yayınlaması yasakken o illegalyollardan bu yasağı deldi. Asma sonunda tekrar tutuklandı. Nijerya hapiste iken MBARI Şiir Ödülü'nü alan ilksiyah şair oldu. Ancak Brutus, ödülü ırkçılığı protesto etmek amacıyla geri çevirdi. 14 şiir kitabı olan Brutus,Daha sonra yurt dışına çıktı. Denver Üniversitesi, Northwestern Üniversitesi ve Pittsburgh Üniversitesi ‘ndeAfrika edebiyat tarihi üzerine dersler verdi. Buradan emekli oldu. Amerika’da öğretim üyeliğini sürdürdüğüyıllarda da ABD’de Apartheid karşıtı gösterile düzenledi, kamuoyu oluşturmaya çalıştı. Apartheid bittiktensonra Güney Afrika'ya döndü. 2008 yılında sanat ve kültüre katkıları, ömür boyu gösterdiği özverili mücadelesinedeniyle Güney Afrika Lifetime Onur Ödülüne layık görüldü. Brutus, tüm zamanların dünyanın en iyi şairleriarasında yer aldı. Korkusuz bir adalet savunucusu, ve büyük bir hümanist ve öğretmen oldu.

Kaynak: Yansıma Dergisi Sayı 30, 1974, Kurtuluş Hareketleri Ve Direnen Şiir Özel Sayısı

Yayınlayan: Emeğin Sanatı Kolektifi© Dergide yayınlanan eserlerin her türlü hakkışair ve yazarlarına, görsel sanatçılarına aittir.Kaynak gösterilmesi koşuluyla alıntı yapılabilir

Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen dostları, [email protected] gönderebilirler.

Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, [email protected] gönderebilirler. Facebook grup adresi: https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=tsTwitter adresi:http://twitter.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi

DÜNYA (İNGİLİZ) ŞAİRLERİNİN KISA ÖZGEÇMİŞLERİ:WİLLİAM BLAKE:(1757-1827) İngiliz şair, ressam, gravür sanatçısı, mistik William Blake 28 Kasım 1757'de Londra'dadoğdu, 12 Ağustos 1827'de yine aynı kentte yaşamını yitirdi. Şiirde imgelemin rolünü ön plana çıkarmasıyla ve FransızDevrimi'ni, Amerikan Bağımsızlık Savaşı'nı destekleyen radikal görüşleriyle İngiliz Romantik Okulu'nunhazırlayıcılarından olmuştur. Resim ve gravür sanatı eğitimi gördü. Kendisi gibi gravürcü olan kardeşinin ölümündensonra ruh sağlığı bozuldu. Kurulu düzenin dayattığı dinsel dogmaları sorguladı, dinsel yazını ve ortaçağ sanatını dikkatleinceledi. Avrupa'da ve Amerika'daki toplumsal hareketlerle yakından ilgilendi, etkiledi, etkilendi.PERCY BYSSHE SHELLEY :(1792-1822) İngiliz Edebiyatının birinci dönem romantiklerindendir. Şiirlerinde erdem veözgürlük üzerine tüm düşüncelerini dile getirmiştir. Yazdıklarında mistik öğelere sıkça rastlanır. romantiklerden bir diğeriSamuel Taylor Coleridge'i tanrıya derin saygı duymaya iten merak ve suçluluk duygusunun hiçbiri Shelley'de bulunmaz.Ateisttir. Aklın ve doğanın birbirini yansıttığını savunur. Doğanın karmaşıklığını kendisine ilham kaynağı olarak seçmiştir.Ne şiirsel imajları ne de savunduğu idealleri yansıtma biçimi durağandır. Bulutlar, güneşin batışı, dalgalar gibi hareketeden imgeleri sevmiştir. Fransız Devrimini sonuna kadar savunmuştur. Edebiyattaki hiyerarşiye ve toplumdaki sıkıkurallara karşıçıkmıştır. Ona göre şairler bu dünyadan hakettiklerini alamayan kural koyuculardır.WYSTAN HUGH AUDEN:(1907-1973) 21 Şubat 1907'de İngiltere'de York'ta doğdu, 28 Eylül 1973'te Viyana'da öldü. OxfordÜniversitesi Christ Church Collage'de İngilizce öğrenimi gördü. 1928'de bir yıl kadar Almanya'da kaldı, Brecht'ten ve epiktarzdan etkilenmiş olarak döndü. Öğretmenlik yaptı. 1935'te Thomas Mann 'ın kızı Erika ile evlendi. 1937'de İspanya İçSavaşı'nda Cumhuriyetçi'lerin safında cankurtaran şoförü olarak çalıştı. Ertesi yıl Japon işgali altındaki Çin'e gitti.1939'da ABD'ne göç etti, 1946'da ABD vatandaşı oldu. Amerika'da ve İngiltere'de şiir dersleri okuttu. 1948'de Pulitzer ŞiirÖdülü'nü, 1953'te Bollingen Ödülü'nü, 1956'da Ulusal Kitap Ödülü'nü kazandı. İkinci Dünya Savaşı öncesinde İngiltere'deenetkin anti-faşist şiirlerini yazdı. Şiirlerinde her zaman "soru soran kahraman" iç ve dış sesi vardır.WİLLİAM SHAKESPEARE:(1564 -1616) En büyük oyun yazarlarından biri olarak değerlendirilen İngiliz şair WilliamShakespeare, yarattığı karakterlerde insan doğasının en değişmez özelliklerini benzersiz bir şiir diliyle yansıtmasıdolayısıyla, yaşadığı yüzyıldan bu yana her çağda ve her ülkede en sık sahnelenen oyunlar yazarıdır. Shakespeare'inbunca ününe karşın, hayatına ilişkin kesin belge ve bilgiler çok azdır. İngiliz oyun yazarı. Hayatı hakkında fazla bilgiyoktur. Babasının işleri bozulunca küçük yaşta okuldan ayrıldı. 18 yaşında iken kendisinden 10 yaş büyük Ann Harthawayadlı bir kızla evlendi. Bir süre sonra Londra'ya giderek tiyatro çevrelerine girdi. Önce perdecilik gibi önemsiz işler yaptı.Sonra oyunculuğa ve yazarlığa başladı. Başka oyuncularla birlikte bir topluluk kurarak temsiller verdi. Bu temsillerinhemen hepsini yazıyordu. Bir gelecek kaygısı olmadığından eserlerini çağının seyircisi için ve onları eğlendirmek,düşündürmek amacıyla yazmasına karşılık yazdığı oyunlar yüzyıllardır oynanmaktadır. Bunun sebebini yazdığı eserlerdetiyatrodan beklenen hazların her türlüsünün bulunmasıdır.

KAYNAK: İngiliz Şiirleri Antolojisi. İngiliz Edebiyatı Tarihi

EMEĞİN SANATI E-DERGİAylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi

Ağustos 2015 Yıl: 9 Sayı: 170

Yayınlayan: Emeğin Sanatı Kolektifi© Dergide yayınlanan eserlerin her türlü hakkışair ve yazarlarına, görsel sanatçılarına aittir.Kaynak gösterilmesi koşuluyla alıntı yapılabilir.

Yayın, Tasarım, Düzenleme: A.Z.ÇAMURÖn, Öniç Kapak, Arka, Arka İç Kapak:

ADNAN DURMAZ

Page 139: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI
Page 140: EMEĞİN SANATI E- DERGİ 170. SAYI