emeĞİn sanati e-dergİ 177. sayi

112
Aylık Sosyalist Sanat E-Dergisi Yıl:10 Sayı: 177 Mayıs / 2016

Upload: emeginsanatidergisi

Post on 30-Jul-2016

234 views

Category:

Documents


6 download

DESCRIPTION

Aylık Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı:177 Mayıs/2016 Yıl:10

TRANSCRIPT

Page 1: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

Aylık Sosyalist Sanat E-Dergisi Yıl:10 Sayı: 177 Mayıs / 2016

Page 2: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI
Page 3: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

EMEK VERENLER / İÇİNDEKİLER

ÖN KAPAK1

DOSTOYEVSKİG:ADNAN DURMAZ

GÖRSEL/ŞİİR 2

EMEK VERENLERİÇİNDEKİLER

3EMEĞİN SANATI’NDAN 177.

MERHABAADNAN DURMAZ

SUNU YAZISI4

BU SAYININ SAVSÖZüAYHAN GERÇEKER

5Haikular

ADNAN DURMAZŞİİR

6Aç Bir Annede Oğul

ASIM GÖNENŞİİR

7Deniz'in Dengi

FEYYAZ KADRİ GÜLŞİİR

8Akşamüstü Giden Çocuk

ÖZLEM KESKİN ÖYKÜ

9Haziran Yağmuru

TAN DOĞANŞİİR

12Öç

İRFAN SARİŞİİR

13Zamanı Yalın Ayak Geçerken

SerüvencilerBÜLENT AYDINEL

ŞİİR16

Çocuk KalbiABUZER YALÇIN

ÖYKÜ18

Nice HünkârlarHASİBE AYTEN

ŞİİR23

Güne DoğruHAYDAR DOĞANŞİİR24...GÖKMEN SAMBURŞİİR26Gofret Ve ÇikolataYÜKSEL KURTUL ÖYKÜ27Korkmasak Diyorum BEKTAŞ ÇAĞDAŞŞİİR29Ceylan ÖldüSEMA LALEŞİİR30Abime GelsinSEMA LALEÖYKÜ33İki MayısERTAN ŞAHİNŞİİR31İzmir FuarıNECMETTİN YALÇINKAYAÖYKÜ32Özgürlüğün YazgısıBEKİR KOÇAK ŞİİR34Saklı KentlerMUSA SUŞİİR35Suvarma Sırası Ey Kuzen YAŞAR DOĞANŞİİR36PapatyaGÜLEFER CAMBAZ SAVRANDENEME37ÇorakMUAMMER ERTURANŞİİR38

İsyanERCAN CENGİZ

ŞİİR40

Yalnızlığın Çoğul Senfonisi: Sait Faik Abasıyanık

TEMEL DEMİRERİNCELEME

41Geçer

ÖZER GENÇŞİİR

46Akis

ERTAN ŞAHİNŞİİR

47Atıyorum Umutları

HAMZA İNCEŞİİR

48Bıra Mın Mızık Acılar

CEM ERENŞİİR

49Çaresizlik Duvarının Önünde

ADNAN DURMAZDENEME

50Sevda

SEÇKİN ZENGİNşiir59

Kelimesine Yandığım ZevklerABDULLAH KARABAĞ

ŞİİR72

İbrahim Kaypakkaya Direndi....YAVUZ AKÖZEL

MAKALE61

Edepsizleri Gök Yüzüme KapakladıHALDUN HAKMAN

ŞİİR67

Ak Alnım DenizNECİP TIRPAN

ŞİİR68

Şiirimizde Dün ve Bugün Toplumsal Başkaldırılar – 2ALİ ZİYA ÇAMURARAŞTIRMA69Üzerimizde Gök Yüklü Acılar SağanağıVEDAT KOPARANŞİİR78Teen SlasherOĞUZ ATEŞOĞLUŞİİR79Dizelerde “Şiir ve Şair”A.Z.ÇAMURSEÇKİ80Yaşam ve Sanatta Bir Ayın İzdüşümüSANAT HABERLERİ-ANMA81MAYIS Ayında Önemli Günler85Asya Halkları Şiirleri105İnsan Sevgilisinin Yanında Nasıl Yürekli olur?GOMBOZHAV (Moğolistan)ÇEVİRİ ŞİİR106Bir AdamTAKİGUŞİ MASAKO (Japonya)ÇEVİRİ ŞİİR107YineARUN MİTRA (Hindistan)ÇEVİRİ ŞİİR108Sabah Söylenen Aşk ŞarkısıCHE LAN VIEN (Vietnam)ÇEVİRİ ŞİİR109Dünya ŞairleriKısa BiyografiDERGİ KÜNYESİ110ARKADAŞ Z. ÖZGERADNAN DURMAZGÖRSEL/ŞİİR1371 MAYISTURGAY KANTÜRKKONUK ŞİİR112

A. KARABAĞABUZER YALÇINADNAN DURMAZASIM GÖNENBEKİR KOÇAKBEKTAŞ ÇAĞDAŞBÜLENT AYDINEL

CEM ERENERCAN CENGİZERTAN ŞAHİNFEYYAZ KADRİ GÜLGÖKMEN SAMBURGÜLEFER C. SAVRANHALDUN HAKMAN

HAMZA İNCEHASİBE AYTENHAYDAR DOĞANİRFAN SARİMUAMMER ERTURANMUSA SUNECİP TIRPAN

N.YALÇINKAYAOĞUZ ATEŞOĞLUÖZER GENÇÖZLEM KESKİN SEÇKİN ZENGİNSEMA LALE

TAN DOĞANTEMEL DEMİRERVEDAT KOPARANYAŞAR DOĞANYAVUZ AKÖZELYÜKSEL KURTUL ALİ ZİYA ÇAMUR

Page 4: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

EMEĞİN SANATI’NDAN 177. MERHABA

ÜÇ BÜYÜK ŞEHRE, ÖZELLİKLE DE İSTANBUL’A KURMUŞLAR OYMAKLARINI. BELİRLİBARLARA, MEKÂNLARA TOPLANIP, AĞIZLARINA DOLAN SAKAL BIYIK KILLARINDANİÇKİLERİNİ SÜZDÜREREK DEVRİM AŞK SANAT VE KADIN KONULARINDA AHKÂMKESİYORLAR EZBERLENMİŞ LAFLARLA. KAFALARINDA OLAN SAÇLARI UZATMAK,SAKALLARINI SALIVERMEK MODALARI... ŞİİRE SANATA MERAKLI SEMPATİZAN KIZLARINBEYNİNİ “ANI YAŞAMAK, ÖZGÜR BİREY” VS. GİBİ LAF SALATALARIYLA YIKAMAKKARAKTERİSTİK ÖZELLİKLERİ. SOSYAL DEMOKRAT BELEDİYE SALONLARI VB.MEKÂNLARDA KÜRSÜLERİ OLUYOR. ORADA VAAZ VERİYORLAR MÜRİTLERİNE. 50 YILDIRDEVRİMCİLİK YAPTIĞINI BEYAN EDİP, ÖRTÜLÜ GEÇMİŞLERİNİ, UYDURUK KAHRAMANLIKHİKÂYELERİYLE SÜSLÜYORLAR. KİMİSİ DENİZLERLE HÜCRE ARKADAŞI, KİMİSİ YILMAZGÜNEY’İN KANKASI. SAÇMA SAPAN OTUZAR KİTAPLARI VARDIR, İÇİNDE ŞİİRBULAMAZSINIZ. NE HALK, HALKLAR, EZİLENLER ONLARI TANIR, NE DE ONLAREZİLENLERİ; AMA DİLLERİNDEN DÜŞÜRMEZLER HALKLAR VE HALKIMIZ SÖYLEMİNİ.

ÇOĞU ZAMAN ALKOLİKTİRLER ZATEN. SAKALLARINI MARKS’A ÖZENİR GİBİ BIRAKMIŞOLSALAR DA, BAŞLARINDA UYDURUK CHE ŞAPKASIYLA, BİRER TARİKAT EHLİDİRLER.ÜLKEDEKİ DEVRİMCİLİĞİN DE ŞİİRİN DE AĞZINA SIÇAN BUNLARDIR. NE HASAN HÜSEYİN,NE NAZIM, NE YILMAZ GÜNEY, NE AHMET ARİF'E BENZEMEZLER, ÖYLE GEÇİNSELER DE.YILLAR ÖNCE FARZI MİSAL ON İKİ EYLÜLDE 6 AY BİR YIL PARTİDEN ÖRGÜTTEN ALINIPYATIP AKLANIP ÇIKMIŞLARDIR AMA BİTMEZ BUNLARIN DİRENİŞ ÖYKÜLERİ. MARKS’TANBİRKAÇ ALINTI KAGAN'DAN, LUCAS’TAN ÜÇ BEŞ EZBER, ORDAN BURDAN ÇALINTI.KOKUŞMUŞLUĞUN SÜNGÜSÜ DÜŞÜK REZİLLERİ… HİÇ HAZZETMEZLER, ARADA ÇIRPINIPDURAN, OKUYAN UYKUSUZ KALAN, YAZAN, OYMAKSIZ, AHBAPÇAVUŞSUZ EZİLENLERLEİÇ İÇE OLAN, DOĞRU İNSANLARI; GÖRMEZDEN GELİRLER, TUTTUKLARI SUBAŞLARINDAONLARI… ÖDÜL MAFYASIDIRLAR, HOLDİNG YAYINEVLERİNİN SOFTASIDIRLAR… VE TABİİŞİİR ATÖLYELERİ VE AVENELERİ.........

BİRBİRLERİNİ TANIRLAR ŞARKTAN GARBE KADAR. OTURDUKLARI HİÇBİR MASADAHESAP ÖDEDİKLERİ VAKİ DEĞİLDİR. ÇIKARDIKLARI DERGİLERDE HEMEN OYMAKLAŞIR-SEN BEN BİZİMOĞLAN DERGİSİNE ÇEVİRİRLER. EZBERLERİNİN VE MUHABBETESNASINDA DİNLEDİKLERİNİN DIŞINDA OKUMAZLAR; AMA ALLAME İ CİHANDIRLAR.ARKADAŞLARININ KAFALADIĞI GENÇ KIZLARI KADINLARI KAFALAMAK GİBİ BİR BAŞKAAHLAKSIZLIKLARI DAHA VARDIR. GORKİ’NİN BAHSETTİĞİ BARSAK ŞERİDİ İLE OĞUZATAY’IN TUTUNAMAYAN’I AYNI ŞEYDİR. YANİ BU GRUP YANİ BU GÜRUH…ADNAN DURMAZ

ADNAN DURMAZ

GORKİ’NİN BAHSETTİĞİ BARSAK ŞERİDİ İLEOĞUZ ATAY’IN TUTUNAMAYAN’I AYNI ŞEY

Page 5: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

BU SAYININ SAVSÖZÜSanatta bir dış diyalektik, bir de iç diyalektik vardır. Basitçe söylemek gerekirse, dışdiyalektik sanatçıyla toplum arasında, iç diyalektik sanatçının kafasında oluşur. Bu ikidiyalektik birbirinden ayrı değildir; aksine birbirini etkiler, birbirine yol açarlar; iç içegirmişlerdir.

Şeylerin bütünlüğü ya da dış diyalektik, sanatsal birikimin ilk adamıdır. Geçmiş bütüntarih ve bugünkü toplumsal durum oluşturur sanatçının bilincini. Sanatsal yaratımın köküolan bilinç, bütün bu tarihsel, sosyolojik ve giderek son çözümlemede ekonomik ilişkilerinkarmaşık bir yansımasıdır. Ne bu yansımaya bilinç adını vermek ve onu tinsselanlaşılamayan bir varlık olarak görmek, ne de bilincin karşı etkisi olduğunu söylemekbu gerçeği değiştiremez. Bilincin şüphesiz karşı etkisi vardır, hele bu, sanatta çok dahayoğundur; ama diyalektik de bunu böylece belirtmeyi gerektirir zaten. Marksizmin bilijnçanlayışını, mekanik maddecilikle karıştırmak ve bizim bilinci bir ses alma makinası olarakgördüğümüzü söylemek en azından bir yanılmadır. Kafka’nın çağında milyonlarca insanyaşadı, ama yalnız Kafka yazabildi Dava’yı. Ama söz burada bitmiyor: Kafka ancak oçağda yazabilirdi Dava’yı, ilkçağda değil, ve ancak Avrupa’da yazabilirdi, kuzeykutbundadeğil.

Toplumla girdiği ilişkiler sanatçıya niceliksel birikimi sağlar. Bu dış diyalektik, sanatçınıniçindeki iç diyalektiğe dönüşür ve bu niceliksel birikim sanatçının biincinde niteliksel birdeğişimle sonuçlanır. Bu değişim sırasında bilincin etkisi girer işin içine ve nitelikseldeğişimin doğuşunu etkiler, aynı olayın şöyle değil de böyle algılanmasına yol açar, yada bu bilgi sanatçıyı belli konulardaki algılarını çoğaltmaya zorlar. “Sex contains all”inancı ya da bilgisi, Vietnam’da kadınların öldürülüşünü değil, kadınların memelerinialgılamaya zorlar sanatçıyı. Yani niceliksel birikim, sanatçıya bağlı olarak şu ya da buyöndeolur artık.

Görüldüğü gibi sanatçının bilincini, giderek yazacağı şeyi belirleyen iki şey vardır:niceliksel birikimin ne olduğu (dış diyalektik)ve sanatçının bu birikimi algılayış,değerlendirişşekli (iç diyalektik). Bunları somut olaraktoplumiçinelealmakgerekir.

Toplumsal gerçek, sanatınen önemli etkenidir.......

AYHAN GERÇEKER“Sanat-Toplum-Diyalektik” / Türk Edebiyatı - 1971

Page 6: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 7: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

AÇ BİR ANNEDE OĞUL VE AÇ BİR OĞULDA ANNE

gövden “definelere malik virane”yoklanmış bütün damarlarınvarıp ellerini öpüyorum annekızgın saclarda kalıyor dudaklarım

terin arı sütüdür diyealtın suyudur diye kanıngövdenden varidatlar sağmışlarsararmış bütün yaprakların

sana anne diyorumaltın kubbelerdeakşam güneşi gibi parlıyorsunvarıp göğüslerine aç gömülüyorumkanayan bir merhameti emziriyorsun

sana hasreti kanatlanmış geliyorumalevden gülücükler çiziyorsunsana volkanik bir oğul getiriyorumgözlerinden metal lavlar aktıtıyorsun

sen ki aç bir oğulda anneydinsana yaşam için ölen bir yüz sakladımzulümsüz bir aleme sancılanıyormuşsun anneçıkarıp bütün organlarımı bağışladım

ölüm için yaşayanı yaşam eğlemezartık afatlara gebedir birikenver ki gülücüğünü annesana hudutsuz bir sevinç getirem

ASIM GÖNEN

Sayfa 7

Page 8: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

DENİZ'İN DENGİ— Deniz Gezmiş'e —

Çiçek açmış dal gibiyeni bir imge bulsam

Yaksam sözün çubuğunubağdaş kurup otursam

Bilincin yazgıyı alt ettiği yerdeDeniz'in dengi olsam

FEYYAZ KADRİ GÜL

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 9: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

AKŞAMÜSTÜ GİDEN ÇOCUKÖzlem KESKİN

Sen hep akşamüstü mü gidersinçocuk ?

Akşamüstü mü bulaşır hüzünömrüne ?

Hangi akşamüstüydü ilk gidişin ?

Ne zaman daldın sömürüye ?

Günlerden ne, hangi ay, hangisene bilmiyorum. Bir okul tatili-nin ilk günleriydi daha. Aşırıdeğildi sıcak. Karadeniz ne kadarsıcak olabiliyorsa o kadardı.Fındıklar pamukçuktu, erikleryeni oluyordu. Deniz soğuktu .

Yalnızca kabuğuna sığamayan erkek çocuklar girebiliyordu .

Yanakları kırmızıydı çocuğun, elleri çocuk tombulluğu tavında henüz, balon balon. Dizkapakları boğum boğum. Şort giyse giyecek. Gözleri iri ve oldukça zekiydi.

Kötü, akıbeti belirsiz bir yaz başlıyordu usulca. Her gece tarifi imkansız bir yalnızlıkgirip koynuna uyandırıyordu çocuğu. Gerçi fazlaca derin düşünemeyecek kadarküçüktü çocuk. Kapı önünde yağlı ekmek yiyebilmek kadar küçüktü.

Sınıfta kalmıştı çocuk. Ancak çocuk düşlerde esebilecek kadar kuvvetli bir rüzgar alıpgitmişti karneyi ama yine de bu onun sınıfta kaldığı gerçeğini değiştiremedi . Kalmıştıişte çocuk. Kalabalık ailesi, gürültülü evi, meraklı komşuları, yokluk, yoksunluk, eğitimsistemi, kendisiyle hiç üç beş kelime konuşmamış öğretmenleri, herkes geçmişti desınıfı bir o kalmıştı .

Okuyamayan çocuklar çırak olurlar. Çocuk alternatif üretemeyecek kadarçocuktu. Çırak olacaktı. Pastacı çırağı. Hem de çok uzaklarda. Onu şimdiyalnızca uzaklar paklardı.

Sayfa 9

Page 10: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

Günlerden ne, hangi ay, hangi sene bilmiyorum. Yaşı on dört var ya da yok daha. Birgün önce yeni ve küçücük bir valiz alındı ona. On üç çocuk yaşını doldurdu içinetombul elleriyle . Gerisi boştu . Gerisi önemsiz . Elle tutulur giysileri yoktu içinekoyacak. O gün için alınmış pantolonunu, gömleğini giyindi. Baktı kendine, sevindi.Paltosu yoktu , mevsim yazdı .

Bir akşamüstü gitti çocuk.

Bahçenin taş merdivenlerinde utangaç ayak sesleri, odunlukta bilyeli araba, sapanlastiği, sonraki yıllarda kimse tarafından anlaşılamayacak küçük kardeşi sahipsiz kaldı.

Gitti çocuk

Annesi gençti henüz. Büyük acıları olmamış, felaketlerde sınanmamıştı yüreği. Büyükzaferleri yoktu. Yenilgileri de. Ama o gün, o akşamüstü yuvarlanıp giderkengözlerinden yumak oğlu öyle bir yenildi, bir yanı hep yenik kaldı.

Fındığın dalına uzanmadı, ağaçtan bir tane bile erik koparmadı. Gitti çocuk.Omuzlarında kızamadığı, kıyamadığı afacan kardeşinin ılık ağırlığı. Gitti çocuk.

O gitmezden önce bilmiyorduk; pastacılığın pastalar kadar süslü bir iş olmadığını veonun yumuk, beyaz ellerini bir daha hiç göremeyeceğimizi. Sonraki yıllarda o, ellerifırın yanığı, yüzü hamur karası geldi. Pastalar vitrinlerde halen beyaz, temiz vegüzeldi.

Bir daha hiç birimiz o akşamüstü giden çocuk yüzü hiçbir yerde hiç göremedik. Uzakyerlerde kendi kendine büyüttü kendini çocuk.

- Çok özledik seni, halen durma alevlenen bir yangın gibi özlüyoruz. Adam çocuk,güzel çocuk . –

Nerede, nasıl, ne biçimde geçti yılları; hiçbirini öğrenemedik. Tek bir şey öğrendik. Bizartık kızmıyoruz, sabah çayında yanık simitlere rastlarsak. Öpücükler konduruyoruzyanıklarca.

Kızmayın artık yanık simitlere rastladığınızda. Akşamüstü giden küçük bir çocuk yenikdüşmüştür uykuya fırının başında. Yanmıştır çocuk düşlerince yoğurduğu simitleri vetombul küçük elleri .

Nerede şimdi o akşamüstü giden çocuk? Bilmiyorum .

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 11: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

Bir pastacı imalathanesinin boğucu kokusunda elleri hamur belki, çocukluğunun şehrine hasret Sıla adlı bir çocuğun babası belki.

Adı neydi, o akşamüstü giden çocuğun? Bilmiyorum.

Can, Düş, Ali, Ahmet, Tevfik belki.

- Hani bilmediklerim vardı, yazamazdım, yazdım işte seni çocuk .-

Bir gün bir yerde okursun belki ...

ÖZLEM KESKİN

Sayfa 11

Page 12: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

haziran yağmuru haziran yağmuru ‘çöl’e

çatlak dudaklara topraklarakuru dallara yüreklere

açlığa savaşa zulmesağır kulaklara kör gözlere

sızıya sancıya ve acıyaderman olur mu sence

‘çöl’e:yokluğa yoksulluğa kimsesizliğe

kırık kanatlara ellereboynu bükük öksüz ve yetimlere

aç bebeklere çocuklarasütü yitik analara

işsiz-ekmeksiz babalarasana bana bize

derman olur mu sence

el verir mi umuda haziran yağmuruyol verir mi ‘mavi’ye

can katar mı dirence bugüne yarına seviyehaydi söyle nâzım haydi söyle:

ölmek mi zor dönmek mi şiire

tan doğanEmeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 13: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

ÖÇ İrfan SARİ

her kesik içinden kanarbıçak şarapnel kurşunbilhassa yürek kesiğive cennetinden kovulan çocukların derin yarasınıtanrı bombalar acı içinde inleyen topraklarda toprak masum

Sayfa 13

Page 14: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

kapkaraya dönüşünce gecebulut yüklü annelerin yüreğine oğul düşer kız düşerupuzun selvi dalı esmer ve akşamın son fotoğrafı gibi

sonrası anaların cennette bile ayaklarının yakıldığı yerdirsonrası ne anlaşılmaz yalanekmek için ekilen buğdaylar yalanbaşaklar dolu dolu yalan

boy verir ölümhepsi bir kelebeğin yaşadığı zamanterslalenin yurdundasipîrêz sıra sıra bakardı durmadangözyaşları kar kütlelerine karışırdı sıcak ve tuzlu

köy yumurtası severdi çocuklarve çeşit çeşit çiçeklerden bir ev balkonudenizi kurşun kalem ile çizebilirlerdimartılarıumudu dövdüler sol bileklerinin üstüneumudu

gördünüz sonrasarayın sesinden lay laylar loy loylarkimselersiz tanrı çocuklarıaç bir öç lê kurt artisti karanlığını giyinmiş yine

ilk değilsahte bezirganların kandırır çerçiliğibiraz tarihten kanlı paslı ve eğri kılıç anımsamak yeter

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 15: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

o ince ruhlu filizlerin tohumdan kurtuluşuyani güneşin suyun toprağınbol harmanından sevişenmevsimyıldızların yalınayak çocukların ayaklarına battığına tanıktır

yaşları yüzlerine buruşmuş babaların ay batmış şakaklarınaayyykocaman denizler dökülür yaşarken daha üstlerinemezarları yasaktırtoprağa kazma vurmak eyleme çıkmış çünkü

ölü çocuklarınız kalbinizin enkazında kalsın istiyorlar

de hadişöyle modern yüzyılın iç yakıcı bir hikayesi deyok efendim yokkuşanmış insanöldürüyor bu haydut akımı

ömrü ağıt yakılacak kadar sürmeyen bebeleri de var bu topraklarınçoğu da anne karnında sürgündiğerleri demli kaçak çayların hatırına büyürdiğerleri namlu diğerleri avuçlarının kesiğinde yeşertir kengerleriüstlerine salıverilmiş balık ağları gibi diğerlerine cezane hükümbirden bire bin parça

İRFAN SARİ

Sayfa 15

Page 16: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

Zamanı Yalın Ayak Geçerken SerüvencilerBülent AYDINEL

Bir yağmur damlası düşse göktenAyrıldığı yerde bir boşlukGeldiği yolda bir izDüştüğü yerde bir anı kalmalıDemiştim sana

OysaBir yüreğe damlamak yağmurun kaçıncı düşüdür

BiliyordunAynalar eskirBir kırlangıç diyeti kalır yazılmamış uçurum türkülerindeBulut bulutluğuyla geri çekilirDağ dağlığıyla büyürBir sancı sığlaşır bende

GidersenGülüşler tutukluk yaparBöyle olurum işteDemiştim sana

Hani bir suyduk ayrıydık akardıkÇarpardık ya kayalaraBir aşkın resmiO kayalardan da yapılabilir aslında

Biri seni seviyorumların üstünü örterBiri geceyi sakınır ateşi tazelerBiri şiir okur dağlaraBir aşkın resmiO dağlardan da yapılabilir aslında

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 17: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

Sen durulmamış bir buluttunGörülmüştün bir fırtınadaÇağlayanlar nehirlerin yatağını tanımlayamazmışNehirler onlara doğru aksa daVe hiçbir su taşıyamaz bir sevdanın şiire kadar uzanmış kırık sözcükleriniDemiştim sana

Zamanla değişen ancak takvim yapraklarıdırZamanı değiştirmediyse insanAcılar yaşandığı gibi kalırVe hiçbir şiir unutmaz bakışını bir yerdeO yere bilerek bırakır

Mavi uçurumlardan yeşil kayalara kadarGözleri nakış nakış bir kartalNerede bir çığlık görseArtık seni hatırlar

Işığa şıvgın verir ya çam ağaçlarıFırtınalara yiğit karşı koyuşlardaBir aşkın resmiO fırtınalardan da yapılabilir aslında

Zamanı yalın ayak geçerken serüvencilerSevdaların ayak izleri kalır o karanfil denizindeVe elbetteBir su ne kadar sınırlı olabilirBir düş ne kadar derinKim savunabilir güneşiniSevdaya düşen bir gölgenin

Uğrunda bedel ödenmemiş hangi aşk kalmış yarınaBir aşkın resmini yapmayaTam buradan başlanabilir aslında

BÜLENT AYDINEL

Sayfa 17

Page 18: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

ÇOCUK KALBİAbuzer YALÇIN

Tüm dünyayı çocuklar yönetse nasıl bir yer olurdu acaba? Her halde bugünkündenkötü olmazdı, olamazdı. Çünkü tüm çocuklar temizdir. Dünyayı ve çocukları doymakbilmez hırslarımızla biz büyükler kirletiyoruz. Ya çocuklar yönetmeliydi dünyayı ya dayönetenlerin içindeki çocuk asla büyümemeliydi.

Ayhan ve Okan sınıfın iki afacanı. Ele avuca sığmaz bu iki çocuk diğer tüm çocuklargibi temiz, bir o kadar da yaramazlar. Bir çocuğun yaramazlığından ne çıkar? Neysemesele şu ki bizim bu iki kafadar ilkokula beraber başlamış ve bugün altıncı sınıfakadar beraber okumaktadırlar.

Ortaokul ikinci sınıflara -yani altılara- haftada üç dersten ücretsiz kurs açılmıştı.Ayhanların sınıfının kurslarından ikisi hafta içi üçüncüsü olan matematik ise haftasonuydu.

İşte bu matematik kursunun birinde en arka sırada oturan Ayhan ile Okan yinedersten bihaber başka âlemlere dalmışlardı. Okan özenle hazırladığı bilgi notunuuzun boylu matematik öğretmenine çaktırmadan Ayhan’a uzattı. Ayhan notu açtı veokudu. Notta: ”Kanka babamdan yirmi lira aldım. Çıkışta berbere gideceğim. Berabergider oradan da internet kafeye gideriz.” diye yazıyordu. Ayhan kâğıdı avucununiçinde buruşturdu ve başıyla“olur” anlamında bir işaret yaptı.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 19: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

Bitiş zilinin çalmasıyla ikisi de yerinden fırladı. Tüm öğrenciler adeta parçalanmış biratar damardan fışkıran kan misali âlâ devam ederken yedinci sınıfların kursu bitmişve tüm sınıf eve doğru yola çıkmıştı. Ayhan ile Okan ise eve gitmek yerine okulun azyukarısında bulunan yeni mahalle camisinden sağa dönerek şehrin merkezine doğruyola koyuldular.

Yolda iki kafadar arasında koyu bir sohbet açıldı:“Kanka biliyor musun geçenlerde sekizlerden bazı öğrencileri müdür tuvalette sigaraiçerken yakalamış.”“Biliyorum, öğrenciler aralarında konuşurlarken onlara şahit oldum. Okan sana bir şeysöyleyeceğim ama kimseye söyleme olur mu?”“Tamam, söylemem.” Elini dudağına götürdü, “ağzımı bantladım” gibilerden bir işaretyaptı.“Yemin et. Vallahi billahi söylemem de.”“Vallahi de billahi de söylemem. Hadi merak ettim söyle ne söyleyeceksen.”“Ben sigara içtim”“Ne, ne yaptın sen?”“Sigara içtim! Bak yemin ettin ama…”“İyi de neden böyle bir şey yaptın? Sigara çok kötü bir şey, hem biliyor musun sigaraiçenler kanser oluyormuş.”

Ayhan utanmıştı. Sessizce yola devam ettiler. Suriyelilerin açtığı bakkal dükkânınınönünden geçtiler. Vitrin Arapça yazılardan seçilmiyordu. Az ilerdeki marketten sağadöndüler ve işte berber karşılarındaydı. Hemen içeri girdiler. Berber Ahmet Usta bu ikigenci görünce elindeki spor sayfası açık gazeteyi bıraktı.

“Usta ben tıraş olacağım.” dedi Okan. “Amerikan tıraşı. Olmazsa alaburus da olabilir.Ama üstlerden çok almayın. Olur mu?”

Çocuğun adeta büyümüşte küçülmüş gibi kurduğu bu cümleler Berber Ahmet’igüldürmüştü. Oturması için koltuğu gösterdi. Okan hemencecik koltuğa oturdu.Berber gerekli eşyaları hazırladı ve hızlı bir şekilde tıraşa başladı.

Tıraş esnasında klasik sorular soruldu.“Baban kim? Nerde okuyorsunuz? Senin babannerde çalışıyor? Böyle güzel oldu mu delikanlı?” gibilerden uzayıp gidiyordu iştesorular. Berberde iş biter bitmez internet kafe tartışması başladı.

“Okan hangi internet kafeye gideceğiz?”“Bilmem, doğan İnternet Kafe’ye mi yoksa Yıldız İnternet Kafeye mi gidelim?

“Yıldız İnternet Kafeye gitmeyelim onun bilgisayarları donuyor. Okan keşke

Sayfa 19

Page 20: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

Ulaş’ı da çağırsaydık.” dedi birden.

Ulaş, Okan ve Ayhan’ın en yakın arkadaşıydı. Bu üçlü arkadaş çetesi bir nevi üçsilahşorlar gibiydiler. Uzun yılların arkadaşı olan üçlüden Ulaş ağır bir rahatsızlıkgeçiriyordu.

“Hadi gidip Ulaş’ı da alalım. Hem sağlığı nasıl onu da öğreniriz.”

Okan’ın bu sözünden sonra geldikleri yoldan tekrar döndüler. Hemencecik mahalleyevardılar. Ulaşların evi Okanların evinin az yukarısındaydı. İki katlı eski bir binanın altkatında oturuyorlardı.

Kapıya gelince Ayhan zili çaldı. Kapıyı önce açan olmadı. Tekrar zili çalıp beklemeyebaşladılar. Az sonra Ulaş’ın annesi kapıyı açtı. Karşısında oğlunun arkadaşlarınıgörünce yüzünde çoktandır olmayan bir gülümseme belirdi.

“Teyze Ulaş evde mi? Beraber internet kafeye gidebilir miyiz?” dedi Okan.Kadının bir anda gözleri dolar gibi oldu.“Çocuklar Ulaş hasta gelemez.”“Ama teyze lütfen çok durmayız vallahi bir saat. Söz bir saat sonra eve geri getiririz. ““Çocuklar Ulaş lösemi hastası yani kan kanseri ve dışarı çıkması yasak. Ama istersenizsiz içeri gelin az oturun hem onunda sizi görünce bir miktar morali yerine gelir.”

Çocuklar löseminin ne demek olduğunu anlamamışlardı. Ama kanserin ne demekolduğunu biliyorlardı. Göz göze geldiler. Sonra birden Okan’ın işareti ile ikisi deayakkabılarını çıkarmak için yeltendi. Ulaş’la zaman geçirme fikri ikisinin de hoşunagitmişti. Ulaş’ın annesi içeri girmeden Ulaş’la tokalaşmamaları gerektiğini çünkümikrop kapabileceğinden söz etti onlara. Ayrıca hastalığını sormamalarını ve mümkünolduğunca onun hoşuna gidecek komik şeylerden bahsetmelerini tembihledi.

İki çocuk önlerinde Ulaş’ın annesi içeri girdiler. Ulaş yalnız başına TV’de çizgi filmseyrediyordu. Ancak hatırladıklarından daha küçük göründü ikisinin de gözlerine.Ayhan ve Okan’ı görünce gözlerinin içi parladı Ulaş’ın.

İki çocuk önce ne söyleyeceklerini bilemediler. Çok garipsemişlerdi Ulaş’ın halini. Helede saçlarının tamamının dökülmüş olması çok garipti. Sessizliği Okan bozdu:-“Ulaş nasılsın?” dedi.“İyiyim Okan. Evde çok canım sıkılıyor ama annem dışarı çıkmama izin vermiyor.Hastalığımdan dolayı mikrop kapabilirmişim.”“Sen de çıkma.” Dedi Ayhan. “Annenin sözünü dinle.”

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 21: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

Gülüştüler.

Okuldan, derslerden, öğretmenler hakkında yaklaşık yarım saat konuştular. Bu aradaUlaş’ın annesi de çocuklara meyve suyu ve gofret ikram etti. Son iki aydır ilk kezUlaş’ın yüzü bu kadar gülüyordu. Çocuklar artık gitmek için müsaade istediler. Ulaş azdaha kalmalarını isteyecekti ama annesi izin vermedi.

Çıkarken kapı ağzında yine bir sohbet açıldı. Ulaş:“Okan saçların ne güzel olmuş. ““Teşekkür ederim.”“Keşke benim de saçlarım olsa. Ama tedavim bitince yeniden çıkacakmış. Doktor öylesöyledi değil mi anne?”Annesi biraz da yutkunarak cevap verdi Ulaş’a.“Evet, oğlum hele sen bir iyileş.”Okan birden söze atıldı:“Elbette çıkar yeniden saçın. Sen iyileşmene bak. Sanki bizde var da ne oluyor?”

İki arkadaş sokağa çıkmışlardı. Ama moralleri çok bozuktu. İkisinin de okul çıkışıiçinde olan istek yoktu. Sessizce yürüyorlardı. Ayhan’ın sorusu ile sessizlik bozuldu:“Ne yapalım şimdi? Benim internete gitme isteğim kalmadı.”Okan daha kötüydü. Gözleri yaşarmıştı.“Benim de isteğim kalmadı.”“ Senin saçlarını çok kıskandı. Yazık çocuğa ya sence ölür mü?”

Soru öylece havada asılı kalmıştı. İkisinin de yüreği soruya cevap vermeye yetmedi.Az sonra Okan’ın aklına güzel bir şey gelmiş gibi gözlerinin içi parladı. Ayhan’a dönüpsordu.

“Ayhan Ulaş bizi gördüğü için mutlu oldu değil mi?”“Evet. Biz yıllardır arkadaşız.”“Onu daha fazla mutlu etmeye. Yanında olduğumuzu, onun yalnız olmadığınıgöstermeye var mısın?”“Nasıl yani? Ne yapacağız?”“Tekrar berbere gidip saçımızı kazıtalım. Tıpkı Ulaş gibi bizde kel olalım.”“Nasıl yani? Ama okulda bizimle dalga geçerler.”“Kim ne derse desin arkadaş. Benimle misin değil misin? Ulaş bizim dostumuz.”

Hızlıca geldikleri yoldan tekrar berbere döndüler. Berberden ikisinde saçını kazımasınıistediler. Önce makine ile saçlar sıfıra verildi. Ardından sakal tıraşı için kullanılanköpük ve ustura nöbeti devraldı. Artık ikisinin de kafasında tek tel saç kalmamıştı.Öylece birbirlerine baktılar. İkisinin de yüzünde hem bir garipseme hem de bir mut-

Sayfa 21

Page 22: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

luluk vardı. Okan cebinde kalan tüm parayı berbere teslim etti. Beraber tekrar Ulaş’ınevine doğru yola çıktılar. Ayhan arada bir abarttıklarını düşünüyor. İlle de okul gelinceaklına pişmanlığı büsbütün artıyordu. Okuldaki diğer öğrencilerin dalga geçmesindenkorkuyordu.

Çok kısa sürede Ulaş’ın evine vardılar. Bu sefer bir yandan zili çalıyorlardı bir yandan dakapıyı tekmeliyorlardı. İçerden Ulaş’ın annesinin sesi işitildi. Böyle kapıya vuran kimdiacaba? Kadın sinirli şekilde kapıyı açtı. Karşısında bir saat önce yolcu ettiği iki çocuğubulunca şaşırdı. Üstelik kafalar ayna gibi kazıtılmış şekilde geri dönmüşlerdi. Şaşkınlığıbüsbütün arttı.“Teyze Ulaş’a onun yalnız olmadığını göstermek için geldik. Üstelik böyle yarın okula dagideceğiz. İsterse herkes dalga geçsin. Ulaş iyileşip tekrar okula gelene kadar böyle gidipgeleceğiz okula.”

Kapının önündeki konuşmalar içeride televizyon karşısında olan Ulaş’a kadar gitmişti.Ulaş da ne olduğu anlamak için kapının önüne geldi. Bir anda iki arkadaşını öyle görünceküçük bir şok geçirdi. Üzerindeki şoku atlatınca kahkaha atmaya başladı. Ulaş’ın ardındanOkan da gülmeye başladı. Ayhan olup bitene bir anlam verememiş ve hâlâ okulda -baştaOğuzhan ve Emre olmak üzere- tüm çocukların dalga geçmesinden nasıl kurtulacaklarınıdüşünüyordu.

Gülme faslı bittiğinde Okan’ın ağzından tek bir cümle döküldü:”Kanka yalnız değilsin.” Bucümlenin ardından Ulaş önce biraz mahcuplaştı ama bu seferde üzülmesine Ayhan izinvermedi:”Sen yine iyisin ya biz okula gidince ne yapacağız? Vallahi akşama kadar bizimledalga geçecekler.” dedi. Kapı önünde olanlar bu sefer hep bir ağızdan bir kahkahatutturdular.

Sonunda Ulaş’ın annesi iki çocuğu da içeri aldı ve hep beraber akşam yemeği yemeyiteklif etti. Ayrıca annelerini arayıp kendisinin izin alacağını da ekledi. Çocuklar içerigeçmiş sohbete dalmışken anne eline telefonu aldı ve önce Ayhan’ın annesini sonra daOkan’ın annesini aradı ve tüm yaşananları kâh ağlayarak kâh umut dolu gözlerle anlattı.Tabi ahizenin karşısındadinleyen deağlıyordu.

Sonunda konuşmayı bitirdi. Gözlerini bir an için tavana dikti ve kollarını göğe doğruaçıp:”Şükürler olsun sana yarabbi, inşallah oğlumu bana bağışladığın günü de görürüm!Allah’ım sen şifa ver ne olursun.” Sözlerini tamamlayıp gözünün yaşını sildi. Yerindendoğruldu. Göz ucuyla çocukların ne yaptığına baktı. Onlar artık kendi âlemindeydi.Hastalığı falan unutmuş başkakonulardan konuşuyorlardı.

Gülümsedi. Ardından mutfağın yolunu tuttu. Şimdi bu çocuklara çok güzel bir akşamsofrası kurmanın zamanı idi. Daha henüz mutfağa girmeden hangi yemekleri yapacağınıntelaşı içinegirmişti bile. ABUZER YALÇIN

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 23: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

NİCE HÜNKÂRLAR

nicehünkârlargeçtialtın saraylardankandilliyosmalarlaşairler degeçiyorzamanın içindenşiirlişamdanlarla

HASİBE AYTEN

Sayfa 23

Page 24: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

GÜNE DOĞRU

Bir fırsatını bulup damla güne. Senden önce akanlara karış.

Malatya'da Kayısı Artvin'de Elma donmuş dalda. Sar bedenini bir kuru ayazda. Isparta gül'e uyanmış. Tene sürmüş kırmızı yaprağı genç kız. Buram buram bir aşkla sinmiş gözleri yavuklusuna. Öpmüş. Bırakıp mendilini bir kuytuyaKaçmış. Kayseri pazarda el sıkışmışÜç aşağı beş yukarı dökmüş alın terini. Kale duvarına tünemiş SinopBir beklediği var kara sulardan gelecekKürek cezası değil bu çektiğiAteş toplar derinlerdenYüreğe basar. Ankara yine telaşlı. Konur Sokak'ta bildiri dağıtmakta bir delikanlı. Kırmızı bir önlük giymiş bahar.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 25: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

Simitçi tezgahında tütmekte buhar. Kuşlar bildiğimiz gibi fırsatını kollamakta. Yüzünü çeviriyor Haymana boş bir kuytuya. Tepelerden göz göz açmış geriye bakıyor kondular. Direksiz bir gök altındaYükseliyor kömür kokusu.

Sulardan bir çan sesi titretiyor dalgaları Van kıyılarında. Alışmış kedi sudaki gölgesine. Umursamadan bakıyor.

Gölge yükseliyor Bursa'da. Hacı Cevaz hiç durur mu sakin ? Kapıları tekmeliyor. "Uyan eyy şehr-i şer"!

Ahşap evlerde ömrünü yakıyor Rize. Yağsa yağmur bu kent verir demini tepelerden düze. Soluksuz bir bulut dağlara doğru yürüyor. Şekilden şekile giren bulut varıp Ağrı eteklerinde döküyor hasretini. Bir yanı sürgünbir yanı nadasa bırakılmış ömürler çeltik tarlalarında sınıra dizilmişler. "Buraya kadar" der gibi gözlerini Acem üzerinden salıyor bu yana. Ötelerde elleri güneşe serili başaklar, çatlak dilleri ve çizgili alınlarıyla kısarak gözlerini bakıyorlar. Susuyor duvar dibine tünemiş al yazmalı kambur ömür. Yürek dayanır mı bilinmez bakışı var. Hecesi geceye şahit bir Mayıs sabahı uzaklardan titreyerek yürüyor önümde.Sakındığım ne varsa gözlerime bulanmış. Kocamış ömürler, çocuk ömürler yanyana bakıyor Anadolu'dan.

İsyandır vakitsiz açan daldüşen yaprakçatlayan toprak,Sen gülü düşün.

İsyandırÇocuk adımlarında sokakpankart altında yumruk,Nar heyecanında diş iziSen güle bulaş.

HAYDAR DOĞAN

Sayfa 25

Page 26: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

...Gitme dediğin yerdeyim, karanlıkta.. Dilimi bıraktığımellerimi unuttuğum tenhalarındaKalbimin atışını duymuyorum Rüzgar uğultusu buBirazdan başlar yağmur, siren sesleri böler geceyi Üşürüm belki Sokak lambalarına düşen sahipsiz gölgeler gibi Gitme dediğin yerdetitremelerdeyim... Çocuk utangaçlığı pembemsi değil -bir ölü yüzü soğuk suratım. Geçmeyecek trenleri beklemenin yorgunu gözlerim Bir sonun eşiğine dayanmış Yabancısı olduğum istasyon saati.. Gitme dediğin yerde Bir başka gezegende Sönmüş üç yıldız altında Bir sen,bir ben bir de başlamamış öykümde.

GÖKMEN SAMBUR

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 27: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

GOFRET VE ÇİKOLATAYüksel KURTUL

Bir hışımla kalktı. Gözlerine şimşek çakıyordu sanki. Yarı ağlamaklı, yarı yenikti amabazı şeylere bir an önce karar vermek zorundaydı. Hızlı adımlarla mutfağa girdi,çekmeceleri karıştırmaya başladı. Sonunda aradığını buldu. Gömleğinin altınagizlemeye çalışıyordu, birilerinin görmesini istemiyordu çünkü. Kızına ve karısınaçaktırmadan evden çıkması gerekiyordu. Yine de kızını öpmeden edemedi. “Az sonragelirim” diyerek kapıdan çıktı.

Uçarcasına merdivenleri ikişer üçer atlıyordu. Apartmanın dış kapısına vardığında,nefes nefese kalmıştı. Her şey geçiyordu aklından. Doğum sonrası kaynanası onueline verdi-ğinde çok güzel bir bebekti, yüzü tıpkı annesine benziyordu. Şaşkındı, nediyeceğini bilemiyordu. Yavrusundan önce ken-disi ağlayacaktı nerdeyse. Sokaktasarhoş gibi bir oraya bir buraya dolanıp duruyordu. Kafasında binbir türlü konularbeyninin içini kemirip duruyordu. Ayaklarında yürümekten takat kalmamıştı. Dolanıpduruyordu ama hâlâ bir karara varamamıştı.

Kızına, “döneceğim” demişti ama üzerinde kaç saat geçmişti, kaç zamandırburalardaydı, hafızasından silinmişti işte. Yanından insanlar geçiyor, yoldan arabalar.Ne insanların farkındaydı ne de arabaların. Yerde bulduğu bir dal parçasıyla birböcekle uğraşıp durdu. İşsizdi; evde çıktığında dönesi gelmiyordu. Eşi öğretmendi;onunla yüz göz olmak istemiyordu. Kaynanasıyla evin içinde ölü gibi dolaşıyordu. Ogün yine iş aramış, bir yerleri aşındırmış, yine eli boş dönmüştü eve. Gece yarılarında

Sayfa 27

Page 28: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

eve gitmeyi kendine iş etmişti. Kimseye görünmeden kendini salona atmak, koltuktakestirmek istiyordu ama olmadı işte. Herkes ayaktaydı. İşsizliğini ve işe yaramadığınıhissediyor yine bu yüzden kendini küçük görüyordu. Kimsenin yüzüne bakmadı,bakışlarını yerdeki halıya dikti; çiçeklerine hayranlıkla baktı, atılan ilmikleri saydı,püskülünü çekiştirdi…

Eşi dudak ucuyla: “Aç mısın?” diye sordu. Malûm eve para getiren oydu. EskiYeşilçam filmlerinin bir yerinde geçiyordu yaşamları, neredeyse zengin- fakir, okumuş-cahil ayrımı yaşanıyordu evde ya da ona öyle geliyordu. Kızının “Baba yok” sözleriylekendine geldi. Kızı emekleyerek babasının ceketine ulaşmış, ara sıra getirdiğiçikolatayı bula-mamıştı. Bundan ötürü. “Baba yok” deyip duruyordu. Son günlerinsıkıntısından ne dediğini anlayamıyordu kızının. Kaynanası oturduğu seslendi:“Çikolatayı bulamamıştır ceketinin cebinde!”

O an yerin dibine girecek gibi oldu. Ne diyeceğini bilemez bir halde kendini dışarıyazor attı. İçi daralmıştı. Yol tenhaydı, esnaflar dükkânlarını çoktan kapatmışlardı. Azilerde dışa-rıdaki bira kasalarını içeriye taşımakta olan büfeciyi gördü. Hızlandı.Büfeye hızla daldı. “On sakız, on gofret ve on çikolata istiyorum” dedi. “Peki abi.”

Büfeci kendinden istenilenleri bir poşete doldurup verdi. “Bunların parasını en kısazamanda getiririm” deyince büfeci donup kaldı.“Olur olur” dedi.

Koşar adımlarla büfeden çıktı. Eve kadar hızını düşürmedi hiç. Poşetin içindekilerikızının önüne döktü. Kendisini büfecinin polise şikâyet edebileceği fikri üzüyor diğeryandan kızına bir şeyler getirmenin mutluluğunu yaşıyordu. Sabaha kadaruyuyamamıştı, her an eve polisler gelir korkusu yüzünden. Ama korkusu yersiz çıktı…

Sabah erkenden bir arkadaşına gitti. Ondan biraz borç para aldı. Gecenin heyecanı ve tedirginliğini hâlâ üzerinden atamamıştı. Azıcık da korkuyordu, büfeci tarafından nasıl karşılanacağını kestiremiyordu, belki de saldırıya uğrayabilirdi. Belkilerle büfeye doğru yöneldi. Büfeci onu görünce ürktü, ama aldırmıyormuş gibi davranıyordu. “Merhaba” dedi büfeci, “akşam senden korkmadım değil…”

Hiç sesini çıkarmadan elindeki parayı büfeciye uzattı. Büfeci: “İşin içinde çocuk olunca bilirim yokluğu, yoksulluğu” deyip almadı kendisine uzatılan parayı. Gözleri doldu, içinde tuzlu ırmaklar akmaya başladı.

YÜKSEL KURTUL

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 29: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

KORKMASAK DİYORUM

hani korkmasak diyorum yılandan çıyandan, dağdan, taştan, karanlıktan Şundan bundan, ondan kaçmasak yani... tutuşsak el ele sabahın seherinde güneşin tepeye çıktığı bir öğle vaktinde.

korkmasak diyorum öpüşsek dudak dudağa bir pazar yerinde ulu orta. dolaşsak şehrin en işlek ceddelerinde

hani yadırganmasa seninle sarılmalarım dudak kenarına bulaşmış karanfil kokusu alır gibi nefesini içime çekerek öpmelerim...

hani diyorum, hor görülmese zamansız bir yerde zamansız sevişmelerimiz hiçbir göz iz bırakmasa tenimizde hiçbir kurşun acıtmasa canımızı ele güne karşı korkmadan edepsizce yaşayabilsek seninle herkesin yasaklarını

BEKTAŞ ÇAĞDAŞ

Sayfa 29

Page 30: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

CEYLAN ÖLDÜ

Sevgilimi vitrine bakıp hatırlamayacağımGözlerimi düşürdümYerime ağlar mısınız

Kuş bitti gökyüzü kederden yağmurEşya parantezinde günlerBalkona çıkar mısınız

Uluslar arası ama ulusal olmayan bir teknede buz dağlarına karşı yüzerken şiirin can yelekleriSokak çocuğu olmuş bir sözcük buldum adı sevgiSaçını okşar mısınız

Yeri yok gaz lambası ve tütün muhabbetinde çengelli askılara ilişen paltolarınBiz üşüdük o teslim sözlerdeÇok koşarsanız çok susar mısınız

İntiharı ertelemişti göç ettirici şifrelerOrman yandı ceylan öldüAnımsar mısınız

Bir tüy düştü ince kanadından kış günü bir serçeninGeri vermenizden vaz geçtim-üstüne basmasınlar-Kenara koyar mısınız

SEMA LALE

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 31: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

İKİ MAYIS

yıldız yıldız olduğunu bilmezçıkar bir gün delinin birimaddesine mana katıpona yıldız der

ağaç ağaç olduğunukuş kuş olduğunuköle köle olduğunubilmez..

bu nasıl okuldur ki işçi sınıfındanmezun vermez

ERTAN ŞAHİN

Sayfa 31

Page 32: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

aİZMİR FUARI

Necmettin YALÇINKAYA1960’lı yılların sonlarıydı. Sekiz dokuz yaşlarında ya var ya yoktum. Babama sigaraalmak için bakkala gitmiştim. Kasada amcaoğlu Ekrem vardı.

“Hacı” dedi, “bu akşam fuara gidelim mi?”“Olur,” dedim, “Avni gelmiyor mu?”“Cezalı o!”

Donup kaldım, bir şey diyemedim. Sonra nedenini anlattı.

Avni bu sıcacık havada (ağustos) sobayı yakmış. -Soba orta boy bir varilden bozma,içine onlarca odun atıldıktan sonra, “daha yok mu?” diyen, gürül gürül yanan türdenbir şeydi.- Sobada yanan alevin içine de radyonun eski pillerini atmış. Piller peş peşepatlayınca, evde bulunanlar korkmuş. Kadir amcam da Avni’yi cezalandırmış. Bir haftaboyunca kasap dükkânına ve bakkala bakacaktı!

“Sigarayı babama verip geliyorum hemen” dedim Ekrem’e. Gelirken arkama kardeşimTaco takıldı. Ne yaptımsa kurtulamadım ondan.

“Ben de geleceğim.” diye tutturdu. “Yoksa babama söylerim.” diye tehdit ediyordu.“Ekrem kabul etmezse, bizimle gelmeyeceksin, anlaştık mı?”

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 33: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

Kabul etti. Ekrem de etti. Ben en çok Avni’nin gelmesini istiyordum. Çok iyi anlaşıyordukbir kere. Üzgün üzgün kasanın arkasında bize bakıyordu. İçinin yağları eriyordu. Bakıştık.Yokuş aşağı yürümeye başladık. Arkamdan seslendi. Döndüm. Avucuma bozuk parasıkıştırdı. “Bununlaoyuncuklara binersin” dedi.

Mutlu bir şekilde Ekrem’e yetiştim. Düzlüğe indik, oradan Efe Açıkhava Sineması’nınafişlerine baka baka Dayko’ya vardık. Cami durağı, Üçler Sineması, Gürçeşme MuseviMezarlığı’nın önünden tren raylarını geçerek Kapılara vardık. Köprünün korkuluklarınaabanarak Yeşildere Çayına uzun uzun baktık. Tabakhanenin pisliği yavaş yavaş suyakarışıyor, bakır rengine dönüştürüyordu. Salhane gibi ağır kokmuyordu ama. BasmaneGarı’nın dış duvarlarının etrafındaki dükkânlarına baka baka yürüyorduk. Saz yapıp satanbir dükkânın önünde durduk, adam kapının önünde küçük bir iskemleye oturmuş, sazaakort yapıyordu…Garın geçip, sonundavardık fuara.

Basmane kapısındaki kuyruk sağa sola taşmıştı. Kuyruğa girmedik. Paramız vardı amakaçak girecektik. Böylelikle cebimizdeki para bize kalacak, biz de o parayla daoyuncaklara binecektik. Taco’yu önden yolladık. Gözümüz onun üzerinde. Küçük ya,kimse bilet sormadı ona. Ama bize sordular. “Biletimiz yok.” deyince kovulduk. BasmaneOtogarı karşısındaki tellerden içeriye atlamayı kafamıza koyduk bu kez. Telleretakılmamak için ağır hareket ediyorduk. İşin içinde bir de bekçilere yakalanmak vardı.Birkaç denemeden sonra önce ben atladım içeriye, sonrada Ekrem’in atlamasına yardımettim. Taco tahta bir banka çökmüş, gözlerini iri iri açmış, etrafını gözlüyordu. Görüncebizi sevinçleayağakalktı. Yanımıza koştu.Ellerimden sıkıca tuttu.

Lunapark iğne atsan yere düşmeyecek gibi kalabalıktı. Arı kovanını andıran bır uğultu,çocuk bağırtıları, “Buna da binelim…” diye zırlayan çocuklar, “hayır bugünlük bu kadaryeter” diyen anne babaları… Dönme dolaplar, çarpışan arabalar, korku tüneli… Aynalarınolduğu yere geçtik. Dev aynaları karşısında şekilden şekle giriyor, gülmekten ağrıyankarnımızı tutuyor ve gözlerimizden yaşlar geliyordu… Hayranlıkla oyuncaklarıseyrederken birden Taco ortalıkta kayboldu. Aradık, aradık bulamadık onu. Anonsettirdik. Bekledik, oradan da bir sonuç çıkmadı.

Evdekilere nasıl hesap verecektim, bilemiyordum. Oyuncaklara binemeden, moralimizbozuk, çaresiz bir halde geriye döndük. Yolda aramızda kararlaştırdık. “Taco nerede?Gördünüz mü?” diye soracak olurlarsa, “Görmedik!” diyecektik. Dayko’ya vardığımızda,soluklanmak için oturacağımız sırada, ikimiz de gördüğümüz manzara karşısında taşkesildik adeta.Taco karşımızdadurmuş, sırıtarak otuz iki dişini gösteriyordu.

Koşupboynunasarıldık, ağlamayabaşladık.

NECMETTİN YALÇINKAYA

Sayfa 33

Page 34: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

ÖZGÜRLÜĞÜN YAZGISI

neden bize günaydınsız sabahlarneden el gözlerinde yazgımızkaranlık hücrelerde düşünürüzödün vermeyiz karanlığayiğitçe ölürüz

neden günaydın diyemiyoruz bizbizeneden gülleler yağar yüreklerimizeneden umutlarımızı avuçlar onlarbilinki nasırlı avuçlarımızda kıskaççelik örslerde kızarmış demirya kelepçe / ya zincirözgürlüğün yazısı bukalabalıktılar gözleri çoğulateşin közünde bir noktaellerimizdi bizimle konuşan

yağmuru yeli vererek bizekaranlıkla bir yürüdüler üstümüzeve bizim avuçlarımızda kanbitirdi sabrınısoluduk dağlara yamaçdost gibi bizleri yaladı ayazyürekler bir şiire sığmaz

bir güleç bir şahan bakışlıordu gibi çoğalarak dağlardatutuşturmuş ateşini aydınlığınbarışın dostu gibi açlıkkucaklar sıvasız odalarda biziacının alfabesini oğlumöğrendik ilkindüşündükbeyinlerimize danışarak

sustuk onlar korktularilacı yok sancılar içinde kodular biziyine de türküsünü söyledik devriminfidanlar gibiyizdal dal büyürüz budasalardayellerle söyleşirizdolu gibi dökülürüz yüreklereağarır şafakla bir siperlerdökülür gözlerimizden uykusilah çeken ellergene de direnci içinde savaşınakarız yüreklere gürül gürül

BEKİR KOÇAK

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 35: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

Sayfa 35

Page 36: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

SUVARMA SIRASI EY KUZEN — Haydar Doğan’a —

Neyi özlemedim ki ey boynuna sarılaşımYürekten kopan kuzenYıkılırken değerler bu talandaTavanda hep aynı yıldız ve gezegenlerMedyalarda hep aynı satılmış gerzeklerSırt-sırta evlerimiz bizim gibi darmadağınAttılar bizi evlerimizden yasal eşkıyalarAnılar dağlıyor yüreğimiziHani bahar ya ışkın istiyor canımHopik yaylasında O ateş etrafındaHep dans edip oynayalım diyor bana ruhumOnlar bulmasaydı biziUnutup gitselerdi keşke biziVe biz hep halay çekseydik keşkeKurtlar saldırmasın diye sürüyeTuttuğumuz o nöbetler şimdi bir uçurumUcundaDenklem kuruyor devinimineBir farklı güzelliğinEllerin cepte ne işi varTarla sulanmazsa kurumaz mıSöylesene ey sevgili kuzenBu gece bu saatte su sırası kimindiBöyle parçalanmasaydıkTarih boyunca yettik kendimizeTarih boyunca boyun eğmedik kimseyeBu düdüklerO uzun kuyruklarını saklayıp O titreyenBacakları arasında saklayıp gelirken bizeBir tutam umut içinNe yapmalı o piçleri bana onu söyle

YAŞAR DOĞAN / Lolan

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 37: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

PAPATYADalgasını geçiyor tabiat anayla soytarı. Soğuk ve dondurucu uzun kışın ardından, topraktanbaşını kaldırıp “yine başardım“ diyor ya gökyüzüne bakarak seviyorum onun bu ukalahallerini ve her seferinde ilk gördüğümde içimi kocaman bir sevinçle dolduruyor. Başardıkdiyorum o bana ben ona kavuştuk yine. Dizlerimin üzerine çöküp gördüğüm yerde beyazteninden öpesim geliyor.

Yıllardır aramızda garip bir ilişki var. Ne zaman onu görsem yüzümdeki aptalca gülümsemeyiengelleyemiyorum. Üzgünüm ama o biraz serseri. Sevmiyor bir yerlere bağımlı kalmayı.Kendi kafasına göre takılıyor her zaman. Belki de bu yüzden seviyorumdur onu. Bir kabasığmayışıdır ben de onu çekici kılan. Bazen bir uçurum kenarında karşılaşıyoruz onunla,bazen bir yol kenarında geçip giden araçların ardından bakarken görüyorum ya da yemyeşilbir ovada küçük bir çocuğunun minnacık avuçlarında gülümsüyor bana, bazen de genç birkızın saçlarının arasından göz kırpıyor.

Hovardalığı da var üstelik âşıkların ellerinde ”seviyorum, sevmiyorum “deyip harap ederkenkendini bir de beni kıskandırıyor .

Ama her şeye rağmen seviyorum onu. Gördüğüm her yerde uzatıp elimi incecik belindentutuyorum. Bazen bir bebek gibi kucağımda taşıyorum saatlerce ya da “yerin başımın üzeri”deyip şımartıyorum. Çünkü yakında gidecek biliyorum bir daha ki bahara kadar özlettirecekkendini.

Ah benim sevdiğim, biraz asi. Biraz deli hovarda PAPATYA çiçeklerim.

GÜLEFER CAMBAZ SAVRAN

Sayfa 37

Page 38: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

ÇORAK

Ne yalın yürekne deli fişekne sevdarenk dizelerkanatlanıp durdugece boyu…

Ne çok sebep vardıne çok umutne çok şevkiple çekmek için sabahı…

O nemrut bulutlaro imansız fırtınao zehirli ok yağmuruyok mu yasade suya tirit bahanelerle

ne kanat kodune umutne şevkkalbura çevirmedikyere sermedik…

İp sabaha baktısabah ipe

gün kısır kaldıöz ıraksöz çorak…

MUAMMER ERTURAN

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 39: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

İSYAN

Sıkı sıkıya sarıldığınElini öpüp başına koyduğunİşte o, bu çarkın efendisidir

Suyunu kirletip ekmeğini aşıranSen sıkı sıkı sarıldıkçaEzildiğin kâr kalır yanına

Döner durursun bir ömürSürüne sürüne, o çarkın dişlerineİsyanım sanadır da bilesin

ERCAN CENGİZ

Sayfa 39

Page 40: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

Seni özleyince içime yağmur yağarÇiçekler fışkırır toprağımdanBilirsin papatyalar ne söyler insanaYa karanfillerin gülüşü...Bilirsin en kırmızısı güllerin yüreğinde açanıdır insanın.

SANA DAİR

TEMEL KURT

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 41: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

YALNIZLIĞIN ÇOĞUL SENFONİSİ: SAİT FAİK ABASIYANIK[*]

Temel DEMİRER

“Ben en zorunu buldum.Ölüme çareyi!

Ölmeyecekmiş gibi düşünüyorum.Oluyor. Bir tecrübe edin.”[1]

‘Medar ı Maişet Motoru’, ‘Semaver’, ‘Lüzumsuz Adam’, ‘Son Kuşlar’, ‘Şimdi SevişmeVakti’, ‘Sarnıç’, ‘Şahmerdan’, ‘Mahalle Kahvesi’, ‘Havada Bulut’, ‘Kumpanya’, ‘HavuzBaşı’, ‘Alemdağ da Var Bir Yılan’, ‘Az Şekerli’, ‘Tüneldeki Çocuk’, ‘Mahkeme Kapısı’,‘Kayıp Aranıyor’ vd’leriyle öykücülüğümüzün öncülerindendi.Peyami Safa’nın, “Bizden sonraki edebiyat gençliği, Sabahattin Ali ve Sait Faik adlı ikiyaman hikâyeci peydahladı. Hiç şüphe yok, bu iki isim, yeni Türk hikâyeciliğinin başsedirinde oturuyor,” notunu düştüğü O, “inceliğin doruğu, zarafetin kaynağı” diyebetimlenebilecek yazınsal sadeliktir.Elbette “Sait Faik, Türkiye öyküsünün tek başına kurucusu değildir belki ama esasyazıcılarındandır demek abartı sayılmaz. Her türlü retoriğin dışında, dilciliğin ötesinde,İstanbul’a inen bu öykü, oradan dalga dalga insana ve Türkiye’ye yayılır. Sait Faik’tençıkmak gibi bir tabir kabul görseydi eğer, saf öykü ilk kez Sait Faik’te anlamınıbulmuştur diyebilirdik. Çünkü, düşünerek yazmış bir öykücü değil, yazdıkça düşünmüşgibidir ve bu durum onu yaşar öykünün ölmez çizgisine daha bir yaklaştırır. İşaret

Sayfa 41

Page 42: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

parmağını aradan çeken bu yazış biçimi, yazar özne ile okur özneyi birleştirmeklekalmaz, ortaklaşa üzerine eğildikleri hayatı da berraklaştırır. Anlattığı öykülerin, çizdiğitiplerin bunca sıradanlık içinde gerçek olmasının bir izahı da bu olmalı…”[2]“Dünyayı güzellik kurtaracak,” diyen O; yalnızlığın yarattığı insan olması yanında;“kaybedilen” insanlığın, minik yaşama sevinçlerinin, tevazunun, duruluğunhikâyecisidir. Yani insanların gittikçe küstahlaştığını, başkalarını hor görmeyi birmarifet sandığını hatırlatmış, utandırmış yazardır.Söz konusu özellikleriyle de, sokağı, gündelik konuları ustaca hikâyelerine taşıyanhalk insanıdır. Öyküleri güneşli günlerde çekilmiş fotoğraflar gibidir. Ayrıcakahramanları toplumsal birer bakış açısıdır. Sait Faik içten içe onlara karşı bir sevgibesler. Dertlerini, iç dünyalarını dile getirir.“Bir insanı sevmekle başlayacak herşey” cümlesi, onun felsefesini kendi ağzından eniyi anlatan formülasyonken; Sait Faik öyküleri, çoğu insanın, yazarın, aydının “hayatı”addettiği bir yığın zırvadan daha değerli şeyleri kaleme almış öykülerdir. Ona göre birçingene çocuk, kestaneci bir dost, bir Ermeni balıkçı ve bir topal martı, bir ay ışığı, birbahçe, bir vapur, havada bir bulut, bir mahalle kahvesi, lüzumsuz bir adam, birsemaver, bir dilim kızarmış ekmek, bir orman ve ev, bir gramofon, Yahudi bir kadın,bir dülger balığı, isimsiz bir köy, vs… O kasvetli, iç karartıcı milliyetçi değerlerden katkat üstündür. Onu Sait Faik Abasıyanık yapan da budur.Dürüst bir öykücüdür, dünyayla sizin aranızda mutlu ve güvenilir bir bağ kurup bırakır.Kolayca ayırt edilebilecek denli basit, taklit edilemez ölçüde kendine özgü bir bakışıvardır. Sezgileriyle görür, insanın kalbine doğru yürür ve oradan yazar.

* * * * *“Öykünün büyük ustası Sait Faik Burgazada’nın simgesi”yken;[3] bunların yanı sıragazeteciliğiyle de tanınan ve edebiyata gazeteciliğiyle de katkı yapan bir isimdir.28 Nisan 1942 ile 31 Mayıs 1942 tarihleri arasında, ‘Haber’, ‘Akşam Postası’ adınamuhabirlik yapan Abasıyanık, deri işçilerinin ve çeşitli emekçi kesimlerin yaşadıklarınıve yaptıklarını öykü tadında haberleştirdi.Mahkemelerde yaptığı röportajları ve oralarda edindiği izlenimleri ise “Mahkemelerde”başlığı ile gazetede yayınladı. Bu yazıları daha sonra 1956 yılında Varlık Yayınları,Mahkeme Kapısı ismiyle kitaplaşacaktı.“Mahkeme Kapıları” ve “Yasaklar” O’nun yaşamında önemli bir yeri kapsar.Sait Faik Abasıyanık, 1940’ın sonbaharında ‘Yeni Mecmua’ dergisinde bir roman(kendisi öykü diye de bahseder) yayınlamaya başlar…2 bin adet basılan kitabınBakanlar Kurulu kararıyla toplatılmasına kadar 99 adet sattığı söylenir. Sait Faik,‘Medarı Maişet Motoru’nda kahramanlarından birine eski bir asker kaputu giydirir;kitap bu yüzden 1944 yılında sıkıyönetim mahkemelerince toplatılır.‘Medarı Maişet Motoru’ için Sait Faik bir de üstüne ceza öder, vesaire... Sansürlü hâli,1952’de ‘Birtakım İnsanlar’ adıyla bu kez Varlık Yayınları tarafından basılır.

* * * * *

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 43: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

Onu egemenler nezdinde “sakıncalı” kılan “insan olmak suçu”dur aslında!‘Kayıp Aranıyor’da, “Riyakârlık aşağılıklığın en son haddidir,” notunu düşen O; “Büyükhayaller kuralım sevgilim!”“Aşkın ne olduğu anlatılamaz, ama nasıl olduğundan belki bir nebze bahsedilebilir.Sahi nasıldır aşk? Sizce de bir felaket gibi değil midir? Kimi zaman sanki salgın birhastalık gibi, deprem gibi bazen büyük bir savaş gibi değil midir? Sizce de bir felaketdeğil midir aşk! İstanbul’da tifüs, memlekette zelzele, dışarıda harp, ben sanaaşığım,” derdi!“Çiçek ve balık adlarını bilmeyen, hikâye yazamaz,” sözünün sahibiydi…Yazmak O’nun için yaşamaktı: “Söz vermiştim kendi kendime; yazı bileyazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlararasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım.Koştum, tütüncüye, kalem kağıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerkencanım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım.Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım,”sözlerindeki üzere…‘Son Kuşlar’daki saptamalarıyla, “Kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamuriçinde kaldı. Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsimindeartık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprakanamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar,sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak…”“Bu koca şehir, ne kadar birbirine yabancı insanlarla dolu. Sevişemeyecek olduktansonra neden insanlar böyle birbiri içine giren şehirler yapmışlar? Aklım ermiyor,” diyeuyarırdı insan(lar)ı; ‘Lüzumsuz Adam’da da şunu ekleyerek:“Kimdir bu sokakları dolduran adamlar? Bu koca şehir, ne kadar birbirine yabancıinsanlarla dolu. Sevişemeyecek olduktan sonra neden insanlar böyle birbiri içine girenşehirler yapmışlar? Aklım ermiyor. Birbirini küçük görmeye, boğazlaşmaya,kandırmaya mı? Nasıl birbirinden bu kadar ayrı, birbirini bu kadar tanımayan insanlarbir şehirde yaşıyor?”‘Kayıp Aranıyor’daki, “İnsanı dolu günleri değil, boş günleri dolduruyor,” saptamasıeşliğinde, “Ölesiye yalnız, ölesiye mesudum.” “Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek,bir insanı sevmekle başlar her şey. Burda her şey bir insanı sevmekle bitiyor,” demiştiİstanbul için…Sonra şunları da fısıldamıştı kulağımıza:“Dünya her şeye rağmen güzeldir. Ne güzeldir bu yağmur! Sevgilim ne güzeldir. Benisevmemesi ne kadar acı...”“Ben mesutken de rahat değilim…”“Ne kadar kaçmak ve uzaklaşmak arzusu ile dolu isem, o kadar da bağlanmak,kalmak, bağdaş kurup oturmak istiyorum…”“Küçük şeyleri unutamayanlar, en geri hatıraları da unutamayanlardır. Hafızalarının bu

Sayfa 43

Page 44: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

bahtsız kuvveti karşısında hiçbir memleket, hiçbir vatan tutmadan her yeri, her şeyiseverek öleceklerdir...”“Dünyaçarelidir. İnsanlar dünyaya bir çare bulacaklar…”

* * * * *“Her şey bir insanı sevmekle başlar,” tümcesiyle insanın sevgiye olan ihtiyacını başkatürlü ifade edilemeyeceğini düşündüren, mutlu, hüzünlü, ezik ama gerçek yaşamlarınperdesi kitapların yazarı ki, “Yazmasan çıldıracaktım” diyebilecek denli tutkulu biryazardı, bir insanı sevince her şeyi başlatandı. Ama gene de kavun acısı yalnızlıklardakalandı…Onun için Yaşar Kemal, “Bu adamın üstünden başından yalnızlık akar”; Ece Ayhan,“Biraz haksızlık edildi adama. Yapayalnız bırakıldı,”[4] derken; Orhan Pamuk; ‘ÖtekiRenkler’inde eşcinsel olduğunu yazmıştı.Edebiyatımızdaki bohemlerdendi; Lautreamont, Verlaine, Baudelaire gibi şairlerehayrandı ve Haldun Taner’in deyişiyle “Sevimli bir aylak”tı.‘The Guardian’ın 24 Ekim 2005 tarihli nüshasında “Türk Çehov’u” olarak tanımlanan O;edebiyata katkılarından dolayı 1953’de ‘Uluslararası Mark Twain Derneği’ fahriüyeliğine seçilmişti.Durum öyküsünün öncüsü olan yazar. İnsanı ve insani duygulanımı, hâlet-i ruhiyesinien iyi anlatanlardandı.

* * * * *Toparlarsak: “Ne var ne yok Sait? Hikâye yazıyor musunuz?” sorusuna, “Yokyaşıyorum” yanıtını veren “Hüzünlü bir insandı Sait Faik, küçük dertlerin insanı;1950’lerin başlarında bile kötülüklerden yılmış, yalnızca iyiliği aramış bir insan,dünyanın bugünkü hâlini görse ne yapardı, bilmiyorum…Sait Faik, Orhan Veli’yi çok seviyordu. Hem arkadaş, hem şair olarak. Zaman zamanSait Faik’in 1940’larda bu denli yaratıcı bir düzyazı biçimini ve öykü anlayışını nasılbulduğu üstüne durup düşünülür, nedenleri arasında Orhan Veli’nin olağandışıyaratıcılığı da olmalıdır…Sait Faik’i bireyci yazar olarak görenlerin tamamı günah çıkardı. Sait Faik görmedibunu. Öldükten bir on yıl sonra okunur muyum acaba, diye sorduğu günlerin hemenertesinde öldü. Paradan puldan yana değil -gerçi o zaman para da yoktu pul da- yalınbir hayatı yaşamaktan yana bir yazar, kendi dilini ve biçimini kendiliğindenyakalayabilir. Sanki doğadan gelir, sonra biçimlendirmek için süzülmüş bir düşüncedende geçirmiştir onu Sait Faik…Dünyayı şöyle bir silkeleyip gitmiştir Sait Faik. Hikâyesi, hikâyemizdir...”[5]Örneğin, “Kazlıçeşme’ye doğru giden tren fakir İstanbul’dan geçer. Kafesli pencereler,fesleğenli balkonlar, yamalı çamaşırlar, kansız insanlar... Şairane İstanbul! Yıkık birBizans hamamı, kapısında incir ağacı bitmiş bir Bizans kilisesi, bir baca görürsünüz.Leyleğin yuvası boş. Bir hüzündür kaplar insanı: Bir işçi kızın siyahı kırçıllaşmış çorabıbir balkonda mahzun... İçinizde biraz sonra göreceğiniz bir insanoğlu hâli, bu Piyerlotiaptallığının sözde şairliğinden muaf tutar,”[6] tümcesi Sait Faik’in ‘İnsanın Hâline

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 45: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

Doğru’ başlıklı yazısının satırlarladır…Yeni Dünya’ gazetesinde yayınlanan -deri işçilerinin durumuyla ilgili- 4 Aralık 1945tarihli bu röportajda, Maksim Gorki gerçekçiliğinin, yine toplumcu gerçekçiyazarlardan Jack London’un tadını alırsınız…En iyisi Onu, ‘Çorumlu Okurlara Mektup’undaki kendi satırlarıyla anlatmak:“Kendinden bahsetmek iyi birşey değil. Ama çaresiz...Hikâyelerimde bir şiir kokusu var diyorsunuz. Bir iki tane şiir yazdım. İçinde hikâyekokuları var dediler. Demek ki ben ne bir hikâyeciyim ne de bir şair. İkisi ortası acayipbirşey. Ne yapalım beni de böyle kabul edin…Ben insanları tek cephelerinden göremiyorum. Bence, insanın yaptığı şu vakanın veyabu vakanın ehemmiyeti vardır. Ama daha çok insanın kendisi beni ilgilendiriyor.Hareketi, konususu, düşünüşü, yürüyüşü, hatta bütünüyle insanın kendisi,yaşayışındaki şu veya bu olayın büyük ehemmiyetini inkâr etmemekle beraber bencebu olayın fazla bir kıymeti yok.Müthiş vakalar dünya yüzünde ve insan hayatında mütemadiyen tekerrür etmez gibigeliyor bana; ama pekâlâ herhangi bir ufacık vakanın insan hayatında, bir insanüzerinde tesir yapabileceği merakımı çekiyor. Mesela bir erkek genç bir kız seviyordiyelim. Bu kız birden bire nişanlanıyor. Benim için mühim hadise, hikâyeyi böylecebitiriyorum.Bizim sonuç dediğimiz şey ölüm gibi, hapis gibi, intihar gibi bir nihayetle bitenbirşeydir. Benim hikâyelerimin kahramanlarını öldükleri zaman bile yaşamaya devameder gibi öldürmek isterim. İnsanları yaşarken yakalayabiliyorsam ne ala. Sonuçluşeyleri sevmiyorum da ondan böyle yazıyorum. Bununla hikâyelerimi methettiğimisanmayın. Ben iyi bir hikâyeci değilim. Hikâye tarzı benim yazı yazmam için birvesiledir. Düşündüklerimi, duyduklarımı, sevdiklerimi, üzüntülerimi ve işittiklerimi,gördüklerimi benden başkalarına temizce bir lisanla anlatmaya çalışırım. Hikâyedeğildir yazdıklarım. Hikâyeye benzer bir konuşmadır.”[7]

* * * * *Diyeceklerimi tamamlıyorum: ‘Şimdi Sevişme Vakti’ni okuduysanız eğer, ‘KirazMevsimi’ gelince anılmadan geçilemeyen ve kendisine, “- Bir gün meşhur biredebiyatçı olacağınızı çocukluğunuzda tahmin eder miydiniz?” sorusunu, “-Çocukluğumda da ilk gençliğimde de bir şey olmaya değil olmamaya karar vermiştim.Sözümü tuttum gibime geliyor, siz istediğiniz kadar bana meşhursun deyin,” diyeyanıtlayan yazardırVe Onun öyküleriyle hüzünleneceğiz, öyküleriyle tebessüm edeceğiz, öyküleriyledüşüneceğiz her zaman…

TEMEL DEMİRER

Sayfa 45

Page 46: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI
Page 47: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

AKİS

salkım söğüt gibigüvendim deserildim önünebakmak içinsende kendime

üstünde üç beş kuğubirkaç ördek gezenucu bucağı görünmeyenkoca bir göl gibiydin

kirpiğinden kaşına dalmışımellerin dene uzunmuş ki seninhangi vakit uzandı ceplerime!

aşk la göz arasında..

ERTAN ŞAHİN

Sayfa 47

NOT: 176. Sayımızda yayınlanması düşünülen ve tanıtımda adı yayınlanan buşiir, PDF oluşturumu sırasında sehven çıktığından yeniden yayınlıyoruz. (E. S.)

Page 48: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

ATIYORUM UMUTLARI

Kaçan uykularım sabah olmayan ömrümdeGözlerim gökyüzü boşluğuna asılıDelirtircesine halden anlamayan yaşamGözükmez penceremde beklemedeki aydınlık

Bir uğultudur bitmeyen gece kulaklarımdaTabakam tütünüm ve unutulmaz hayalimEsir alır yatağımı birde ağlayan çaresizlikGiden gençliğim kırılmışlığın peşi sıra

Güzelliğin sesini bir kere duymak içinDayalı kulaklarım evin taş duvarınaAyaklarım altında gıcırdayan ahşap tabureAnlatır geceye her şeyin boş olduğunu

İğrençleşir evren ve insan şair dünyamdaYıllarımın seyrinde kamburlaşan bedenimUzun bakışlarda çözdü insan oğlu insanıYapay dostluğun yalanın mimarı olduğunu

Tad kırıldı dudaklarımda güzelliğin erişmezliğiAk sakalımda bekleyen sınırlı zaman dilimindeGeçmiş uzanır acı gerçeklerde sıra sıra bitkinAnlaşılır acılarda yanlızlığımın sesi sebebi

Atıyorum umutları beklemeyi hayalimdeBeynimi yoran boş hayatı gördü gözlerimKirli bir fanila gibi atılmaya yaklaşan ömrümDost toprağı haberdar eder son isteğim

HAMZA İNCE

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 49: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

Sayfa 49

Page 50: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

Çaresizlik Duvarının Önünde,Yol Ayrımlarında,

Kendini Yalnızlığa Büyüterek,Bazen Oğullar Analarını Doğurur Hayata

Adnan DURMAZ

Yalnızlık

Korunaklı hayatınızda eğlencesiz kalmanın verdiği boşluktu çoğu zaman..Birileri olur yaşamınızda hep. Onlarla en başta kendinizi paylaşırsınız. Siz anlatırsınız,’ben’ diye başlayan cümlelerle, onlar da aynını yapar. Ortak, bir yerde buluşansorunlarınız olur. Sevmedikleriniz olur, ortak. Sevdikleriniz olur. Çevre,dediğimiz şeyişte. Bazen, akrabalarla olan sorunları konuşur, bazen en çok sıkıntı veren derdinizipaylaşırsınız. Çocuklarınızın, eşinizin veya sevgilinizin sizde yarattığı sıkıntıları.Kutlamalara gidersiniz, hatır gönül bilirsiniz karşılıklı. Dersiniz ki, ”beni en çok falancaanlıyor”. Dersiniz ki, ”onunla iyi anlaşıyoruz”. Karşılıklı rahatlarsınız. Bir türdayanışmadır bu. Ne zaman sıkılsanız, yalnızlık duysanız, onu ararsınız.

İnsan en çok,kendisini en çok anlayanı sever.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 51: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

Ama bitmeyen sorunlar üst üste geldiğinde, boşandığınızda, ananızın, çocuğunuzunhastalandığında, ardından parasız kaldığınızda; kirayı ödeyemediğinizde, iflasettiğinizde, İnişlerinin mutlak yokuşları da olan yaşamda, dünyanızın artık hiçgülmediği karanlık, yıldızsız dönemlerde; bir türlü sorunları sıkıntıları atlatamadığınızzamanlarda, yapayalnız kaldığınızı görürsünüz. En çok değer verdiğiniz insanlar, bir ikiarar, sonra aramazlar. Ölümcül hastaların ziyaretçisinin az olduğu gibi, sıkıntısındandünyayı göremez olanların da, dostu arkadaşı kalmayıverir.Adettendir,başınagelmeyen anlamaz.

Bu konuda dinleyip okuduğunuz bütün hikâyeler yalandır. Birlikte çok zaman, insanolmanın, dostluğun neler olduğunu konuşup hemfikir olduklarınız. Sizin sorunlarınızlakafalarını yormaktan, acı duymaktan özenle kaçar.

Anlarsınız ki; birilerinin sıkıntılı zor anlarında ‘var oldukça’ varsınız. Anlarsınız ki:günlük yaşamda korunaklı hayatı içinde, herkes birilerini bulur ve yalnızlık, kimsesizlikduygularıyla öyle baş eder. Yeni bir işe girmeden, başka bir kente ve yaşamagitmeden önce,bulacağınız insanlar bellidir. Ancak size sunulan yaşama alanınıniçinde olanlardan yaparsınız seçimlerinizi. Bu seçimler içinde yaşarsınız en büyük düşkırıklıklarınızı da.

Sanki bir zamanlar güzel anları olmamış gibi,aşktan söz etmemişler gibi.Evlenirken,akgelinlikler içinde,hangi gözlerle bakıyordu adam kadına; ona hangi sıfatlarlasesleniyordu. İzmir İnönü Lisesinin resim öğretmeni, dünyalar güzeli Sevil Öğretmenkanser olunca, kocası onu terk etmişti.

Aşk da siz sorunsuzsanız, sıkıntınız yoksa aşk oluyor bu düzende, arkadaşlık dasıkıntıyahiç gelemiyor.Siz varsanız var hepsi,siz güçlüyseniz güçlü.

Dokuz Eylül Üniversitesinin çocuk bölümünde çalışan Oya ise, tam boşanacağı sırada,lösemiye yakalanan eşinden boşanmayıp, sonuna kadar onunla birlikte savaş verdi.

Başın beladayken seni aramayan dostlar ve sevgili; işte orada acı da olsa yolayrımındasın demektir. Yaşamın acı deneylerini yaşarken, işte o geçirimsizçaresizliklerde boğuşurken,dostlar ve yar kendini ele verir.Yol ayrımlarıyla,yaşamınsıkıntıları aynı anda gelir. Zordur, gücüne gider insanın.

Anasının acil hasta olduğunu duyduğunda otobüsle saatlerce uzaktı. İlk aradığıinsan,”Abi “dedi,””yoğun işim var”. İkinci aradığı kişiyse,’başka bir yerde olduğunu ‘söyledi. Kimse,arabasına binip de,acil bir hastanın başında koşturmak istemiyordu. Bukez tanıdığı bir taksiciyi ve doktoru aradı.Onlar da görevlerini yaparak Ana’yıhastaneye yetiştirdiler. Dostlar ki, nice sıkıntılarında,hep onu bulurlardı; o da, elinden

Sayfa 51

Page 52: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

geleni yapardı. Aradığı insanlardan ilki, bir insanın yardıma ihtiyacı olunca, çıkartıppara veren biriydi. Birine para yardımı yapmak, eğer paran varsa, kolaydır. Verirsin,rahatlarsın. Aklına geldikçe de, yardım etmenin iç huzuru sarar seni. Ama birinevermenin ötesinde yardım etmek, ilgilenmek, kolay, yani eskilerin ‘meşakkat‘ dediklerişey kolay değildir.

İnsan, zorluklarda, çaresizliklerde gerçekleşiyor. Savaş, ölüm harmanı; işteorada gerçek oluyor insan. Başkaları için ölürken; arkadaşını kurtarma yolundakurşunlanırken insan büyüyor. Özveri: hiçbir dostluk,sevgi ve aşk onsuz gerçekolmuyor.

Kadınlar koğuşunda, refakatçi olarak kaldığında, odada ağızsız dilsiz üç hastadaha vardı. Başlarında da üç tane refakat eden kadın. Yoksul insanlardı.Aralarında tek erkek olmak biraz tuhafına gitti. Bir şekilde sandalyelerinüzerinde uyuyacaklardı elbet. Onların arasında ne yapacağını bilemedi. Ananınaltını almak, yıkamak falan gerekiyordu. Birileri, koridorda, yoğun bakımdayatan, doktorun “umut yok” dediği yakınlarının ölmesini bekliyordu gecegündüz. Fukara yeriydi hastane. Kimileri, içerde yatan babasının öldüğü anda,koridorun orta yerinde, ne tarafa gideceğini ve ne yapacağını bilemeden,donakalıyor, kan çanağına dönmüş gözleri dehşetle ayrılıyordu. Ansızın çığlıklarçarpıyordu koridorların duvarına.

Çıkıp,hastane bahçesinde arada bir sigara içiyordu. sıkıntıyla; ama arayanAnkara’dan Orhan telefon etti, “yardım lazımsa geleyim Abi”. Orhan onasonradan sonraya “Abi” demeye başlamıştı. 1988’de Artvin’de öğretmenkentanıştığı,jeoloji mühendisi. Meslektaşları arasında, ”birileri,” bu adam gizli örgütüyesi buraya özellikle gönderildi” gibi yaygaralar yapınca, herkes ondan kaçmış,hiç kimse konuşmamıştı. Yalnızca Orhan kalmıştı yanında.

Bundan dört beş yıl önce sıkı bir depresyona yakalanınca, karısı telefon edip“Abi acele gel,Orhan ölüyor” dediğinde, yaşadığı köyden hemen İzmir’e gidipona sahip çıkmıştı. Orhan,intihar etmeyi düşünüyordu o zaman. Demişti ki,”ben ölürsem kızım sana emanet”. Orhan ölmedi, depresyonu yendi, işlerindebaşarılı oldu. Başka da arayan yoktu.

Odaya döndüğünde, ana,ağızsız dilsiz yatıyordu. Yoksulluktan gelen köylükadınlar dedi ki: ”kardeş sen merak etme, ebeye biz bakarız, altını da alırız,yıkarız da.”. “Ben gece sizin rahatsız olmanızı istemiyorum” dedi. ”belli bir

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 53: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

saaten sonra dışarıda dururum, bir şey olursa bana çağırırsınız”

Anadolu insanının kadınları böyleydi işte. Her yerde yoktu artık bunlardan.

Yıllar önce, bir İzmir’den dönüş yolculuğunda, yakın köyden Apiş Emmi’yi görmüştüyan koltukta. Apiş Emmi’yi çevre köylerin hepsi tanırdı. Yıllarca, eşek arabasıyla köyköy çerçilik yapmıştı. Şimdi İzmir’de çalışan çocuklarının yanından geliyordu. Yanındabir asker oturuyordu. Yanındaki asker hiç konuşmuyordu. Arka koltukta oturan ve onarefakat eden iki asker daha vardı. Onların anlattığına göre,askere gitmeden öncebiraz safmış; belirli ruhsal sorunları varmış. Gitmemesi için bir rapor falan almamışyakınları ki, o durumda askere gitmiş. Olan aklını da orada kaybetmiş. Artık nereliolduğunu bile bilmiyordu. Köy yerinde, askere gitmek hem gençleri, hem aileleri içinbir onur meselesidir. Gitmesine önayak olmaları bundan olmalı. Gerekli tedavileriyapılmıştı. Şimdi de tek başına dönemediğinden yanındaki askerler götürüyordu onuköyüne. Hasta asker, Apiş Emminin kucağına yatmış uyuyordu. O da bir bebek gibielini askerin başına koymuş okşuyordu. Anadolu İnsanı böyleydi işte.

Gün olup onun bir hikâye olduğunu öğreneceksin. İçi boşaltılmış bir kavramınorta yerinde yapayalnız kalacaksın: dostluk. Aşk da öyle değil miydi. Herdefasında, güzel anların paylaşıldığında güzel, zorluklarda tökeziyen,kapaklanan; bir yalan. Ay bir masal prensesi gibi, gecenin merdivenlerindeninip, süt akı denize ayaklarını sokarken, yeminler eden sevgililer nerede şimdi?

Büyük şehirler bıraktın ardında. Büyük şehirlerde yaşanan uzun yıllar. Sayısızanıyı paylaştığın onca insan; neredeler şimdi? Hani seni aramayıncaküstüklerin, sensiz edemeyenler? Hani, bir yanlış yapmak üzereyken, utanmaduygunun ortaya çıktığı, kendini sorumlu hissettiğin dostlar. Nerdeler şimdi.Çok umursadıklarının ne kadar umurundasın ey şair. Dost dediğimiz insanlaraduyduğumuz sorumluluk duygusu değil mi bizi biz yapan biraz da.. Kaçdoğrumuzu yapmaktan vazgeçmemize sebep olanlar, nerede şimdi?

İçinden geçtiğin, içinden geçen şehirlerin ne kadar umurundasın şimdi. Biryerlerde, o yerler nere olursa olsun, dünyanın bir köşeciğinde, yaşadığınkovuktasın. Yaşadın bütün ayrılıkları, bütün hasretlere yandın.

Ya hani, insansız bir cennette tek insan mutlu olmaz derken, en güzelyaşamlarda yanı başında olmasını istediğin dostlar... Anladın mı şair, Yalnızlıkatıdır şairin ve onun sırtında sonsuz arayışını sürdürür, gözyaşları yağmurundabazen; bazen yüreğini ölümün avuçlarında en çok sen duyarak..

Sayfa 53

Page 54: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

Her kent bir yolunu bulup, seni tükürmüşse, denizlerin kıyıya vurduğu bir odunparçası gibi. Kalmışsan her defasında yerleşik hayatların güvenli korunaklarınındışında. Aslında sen seçmedin bunca deli yaşamaları; aslında kimse seçmez acısını.Hayatın en uç noktasında denenip de, ateşleri yanmadan geçmeden aşka nasıl aşkdenir.Sadece tatlı sözlerle,hoş davranışlarla aşk aşk olur mu.Güzel sözün hoşluğukadar, kırıcı sözün acısını da kaldırabilmelidir; kolay değil öyle.

Abartma, elbette o insanların bir kısmı,şu an senin nerede ve hangi durumdaolduğunu bilse,elbette arardı; abartma.İşte tam bu noktada, her şey tükenmiş gibi,tüm geçmişinin üzerine bir çarpı koymak, yakışmıyor sana.

Zor gününde yanında olmak, ne kadar bize özgü bir kavram. Zor gününden haberiolup da yanında olmayan sevgiliye yâr mı denir, dosta dost mu, kardeşe kardeş mi?..

Günler sonra, anayı alıp köydeki eve getirdiğinde, ana her ne kadar yerindenkalkamasa da, doktorların verdiği umutla doluydu. Ancak burada, her zaman yanınagelip gidenler, gelmediler. Abisi Almanya’dan gelmişti, bir hafta önce. Hastaneye birdefa uğramış, sonra kendi işine gücüne dalmıştı. Bir saatlik yoldan taksi tutarakgetirdi anayı, Abinin arabası olmasına rağmen. Şimdi Anaya tuzsuz yemekgerekiyordu. Bir kaç kez yenge yaptı getirdi.Ananın altı değişeceği zaman bir defaAbiyi aradı, birlikte değiştirdiler. Bir kaç gün sonra, yeni bir kontrol yapıldı. Akşamevde otururken, dedi ki; ”Anamı tıp fakültesine götüreceğiz. Orada bazı testlerdengeçmesi gerekiyormuş”. Hiç oralı olmadı kimse. İçerde başkaları da vardı. Yenge veAbi o kadar yüksek sesle konuşuyor kahkahalar atıyorlardı ki, Ana “bu kadar gürültüetmeyin“ dedi cılız sesiyle. O da “vallahi bir düğün kalabalığı kadar sesiniz çıkıyor“dedi gülerek. O anda Abi ve Yenge kalktılar. Yenge; ”Hadi gidelim “ dedi “Kibarcakovulduk”. Gittiler.

Anayla yapayalnız kaldı. Aslında ne yemek yapmasını bilirdi, ne ev işlerlindenanlatırdı. Ancak denedi, yapabildiği kadar yaptı.

İnsan bu zamanlarda yaşıyor o kimsesizlik duygusunu. Hayat ister tanrının yaptığı,isterse kendi kendimize karşı bir sınav olsun. Sonuçta bir sınav. Önümüzde hepengeller olacak ve biz onları aştığımız sürece, kendimizi de aşmış olacağız. Başkatürlü nasıl büyür ki insan. Seni, aramasını beklediklerin aramayacak, herkesyapayalnız bırakacak çaresizliğinde; ve oradan daha dik çıkacaksın bir sonrakibasamağa. Bileceksin ki, zaten hep yalnızdın. Bileceksin ki, yalnızca kendinegüvenmelisin. Kim ki, sana gerçekten yalnız olmadığını hatırlatır. İşte o dostundur.Dost olunmadan ne kardeş olunur, ne akraba ne de sevgili...

Aşktan daha sihirli bir söz var mı, su gibi, gün ışığı gibi dokunduğu yere yaşam

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 55: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

versin. Var elbet, olmaz mı; işte onun adıdır umut. Ne aşk aşka benzer umutsuz, neyaşamanın bir tadı vardır. Tükeniş noktasıdır umutsuzluk. Umutsuzluk noktasında, sözedilemez ki mutluluklardan. Umutsuzluk, diri diri gömülmek değil mi kendi içindekisonu gelmez karanlığa.

Aşkın katili olan canavar sistem, umudun da katilidir. Aşk gibi, mutluluk gibi, umudunda sahtesini sahneye koyalı çok olmuştur. İnsanlığın binlerce yıldır yarattığı, içdünyamızda kök salıp, yaşamı anlamlı ve bizi insan kılan, tüm kavramlar gibi, umududa tersine çevirip, bir kandırmacaya, gözbağcılığa, bir abrakadabraya döndürmüştürsistem.

TV dizilerindeki evler mükemmel, kadınlar tam da herkese güzel diye, erkekler tamda herkese yakışıklı diye yutturulan ölçülere uygun. Mobilyalar, yollar, yemek sofraları,aşklar, giysiler sanki bu ülkenin gerçeğinden değil de başka ve hayalî bir dünyadankopyalanıp yapıştırılmış gibidir. Olmak istediğiniz, insan oradadır, yaşamak istediğinizaşk, yaşam; düşlediğiniz ev, hep orada. Binlerce reklâmla bombardıman edilenbilinçaltınız, özlemlerinin somut olarak gösterildiği yerle sizi özdeş kılar. Umut, hepileri zamanlardan gelmesi beklenen ama bir türlü gelmeyen güzelliklerdir. Aklımızınköşesinde, düşlerle beslediğimiz o serabı terk edemeyiz bir türlü. Yaşamaya olanbağımızdır çünkü. Ama insanca olmayan, canavarca olan, bir hayat boyu insanlarıasla ulaşamayacakları hedeflere yönlendirmektir. Sistemin yaptığı da tam olarakbudur. Milyonlarca, milyarlarca insan, asla ulaşamayacakları isteklerle doldurularakprogramlanmış, onları kovalayan birer robottur artık. Onlara aşktan, umuttan,mutluluktan söz eden yazıcılarsa, sadece sistemin aşağılık birer uşağından başkasıdeğildir. Sanki kaçınılmaz olarak gelecek olan ölümlerini geriye atmak için, her yolabaşvururken, can havlinin acımasızlığını taşıyanlardır onlar. Egemenliklerini bilimintersine daim ve ölümsüz kılmak için, her şeyi yok ederler. Bütün firavunlar vediktatörler, hükümranlıklarını biraz daha sürdürebilmek için, ellerini insan kanıylayıkamıştır. Onlar için aşk yoktur zaten. Onlar için aşk olsa, onlar birer zulüm makinesiolmazdı. Bu nedenle korkarlar sahici aşklardan. Sahici umudu yok etmeden, nasılkandırabilirler kalabalıkları. Tek onların egemenliği devam etsin diye, her gün biryerlerine dünyanın, gökten bombalar yağdırılır. Binlerce insanın ölümü, hangi silahtüccarının umurunda olur ki. Ormanların yanması, doğanın dengesinin bozulmasıumurunda olur mu, yapacağı binalardan kazanacağı paraların sonsuza dek akmasınıisteyenin. Ozon tabakasının delinmesinden daha önemlidir, buna sebep olanlarınçıkarları. Sahte umutlar, sahte aşklar, sahte mutluluklar olmadan, kalabalıklar nasıluyutulabilir ki. Milyonlarca insan, dünyanın kıyılarında köşelerinde, kendi acılarıylabaş başa kaldığı bu zamanlarda artık ne dostluk kavramı insancadır, ne de arkadaşlık,ne de aşk. Bütün batan gemilerden hep fareler ilk başta kaçar. İşte tam da o noktadayüreğinin gönderinde dalgalanmalı umudun bayrağı. Bütün olumsuzluklara rağmendimdik ayakta durduğun kadar yaşama katılmış olursun. Mademki seni diz çöktürmek

Sayfa 55

Page 56: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

isteyen bir devrandasın, o halde dik dur, dik yürü; çünkü zavallılaşmak, insanlıktançıkmaktır.

Ölüm dedikleri, bir gün her canlının başına gelmeyecek mi. Herkes bir gün sonsuzakışa katılacak. Güzel bakan gözler de toprak olacak, namuslular da namussuzlar da.Yolunu dürüstlükten yana seçmeyen için ne umut vardır ne aşk ne de dostluk.

Köyün en saf kadınıydı Ayşe. Akşama kadar bahçe tarla dolaşır, evdeki ineklere ottoplardı. Yine de kıymeti bilinmezdi. Bir bakarsın köyün bir başında, bir bakarsınbaşka birinin kapısında çalışıp yardım eder. Başkalarına iş yapar ama hiç paradan sözetmezdi. Zaten ne sayı saymayı ne de para hesabını bilirdi. İlçede tek arabacılıkyapan kocası da karısından çok aşağı değildi saflık konusunda. Bir defasında Ayşe’yifena halde dövmüştü. Kafası gözü kırılan kadın, ayazın bıçak gibi kestiği bir kışakşamı yollara düşmüştü. Tükürsen, yere buz düşer bir akşam karanlığında, köyüterk etti. Akşam soğuğunda taksiyle işten köye dönüyordu. Araba zor yürüyordu buzkesmiş yolda. Ansızın Ayşe’yi gördüler.

Durdurup aldılar arabaya. Yolda gelirken, donmak üzere olan, eli yüzü kan içindekikadın olanları anlattı. Doğruca onların evine geldiler, Ayşe’yi zorla indirdiklerindedışarıya çıkan kocasına, ”eğer bu kadına bir daha dokunursan seni içeri attırırım, birdaha da yıllarca çıkamazsın “ dedi. Onun en iyi anlayabileceği dil buydu, bir daha dakarısını dövdüğü duyulmadı. Şimdi, bu zor zamanda, çıkagelip işleri tutmaya başladıevde. Ev topladı, patates soydu, bulaşık yıkadı. İşe yaradı. Hayatının karanlıkdöneminde Hızır oydu. Sanki kendi işi gibi her gün geldi, büyük bir sorumlulukduygusuyla bir şeyler yapmaya çalıştı, yardım etti. Başka da kimse gelmedi. Aslındatuhaftı, gelmeyebilirdi o kadın. Neden böylesine bir sorumluluk duygusuyla köyün taöbür ucundan geldiğini, hiçbir zaman, tam olarak anlamayacaktı. Ancak, gerçek insandeğerinin kimde olduğunu anlamak konusunda, sıkı bir dersti bu davranış.

Hayatın yol ayrımları çoğu zaman bu kadar acımasız olaylarla kazılıyor. Aynı yoldabirlikte yürüdüğün insanlarla, aslında ne kadar uzak, ne kadar farklı ve başkaolduğunu görüyorsun. Ve ne kadar da yalnız.Aynı yerde yalnızlığın bekliyor seniAynı yerde düşlerin kırılmış oluyorAynı yerde ayrılıyor yollarVe o yeri, hayatının her hangi bir yerinde ortaya çıkan bir zor zaman hazırlıyor, acıdolu, sıkıntı dolu bir olay.ArkadaşınlaKardeşinleYârinle yol ayırıyorsun

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 57: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

İnsanın aklına gelmez mi? Dalgın, büyülenmiş gözlerinde gülücük çiçekleri açtırarak,saçlarına, parmaklarıyla tek tek incitmeye korkarcasına dokunan kadın. Ansızın birakşamüstü, uzak bir yerde, geçip de gitmiş zamandan kalan bir bakıştaki o derin aşk,insanın aklına gelmez mi. Ancak nasıl oluyor da, bütün hayatını uzatır gibi dudaklarınısana uzatan kadın, zor zamanında seni yapayalnız bırakıyor bu dünyanın ortasında.Riya denilen şey, şeytan kadar aldatıcı oluyor demek ki. Bütün aldanışlar melekmaskesiyle giriyor ruhumuza. Bütün yalanlar, gerçekten daha gerçek giysilerle bizialdatırken, duygularına maske takanlar en çok yaralayanlar oluyor. Kim bilir,karşınızdaki insan bile, gerçek anlamda duygularının ve kişiliğinin farkına, siziçaresizliğinizde bıraktığı zaman varıyor belki. Berbat bir ruh hali olmalı.

Günler kırık bir kağnı gibi ağır ağır geçerken, yaşlı Ana da yavaş yavaş canlanmayabaşladı.. Önce tuvalete kadar yürüdü, sonra da mutfağa kadar. Bu kadarı da güzeldi.Ana ölümden dönerken, o noktada, bir sürü insana bakışı değişmişti oğulun. Başkabir yol ayrımı yaşamıştı. Artık, kesin biliyordu, yalnızdı. Bu dünyada tam da aşk vardiyeceği sırada, onun aşk olmadığını görmüştü. Önündeki kitabı aralayıp karşısınaçıkan şiiri yavaş bir sesle ezgin ezgin okumaya başladı sigara dumanlarının gümüşhalkaları arasında.. Dışarıda, karanlık gecede, köyün köpekleri yalnızlığahavlamaktaydı:

SENİN KORKULARINI, BENİM İNCELİĞİMİ..

Tenin tenime bu kadar sinmişken,ömrüm azala azala önümden akarken,gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken..Senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime,bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım.

Senin Korkularını Benim İnceliğimi

Ayrılık ne biliyor musun?Ne araya yolların girmesi,ne kapanan kapılar,ne yıldız kayması gecede,ne ceplerde tren tarifesi,ne de turna katarı gökte.

İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!

Sayfa 57

Page 58: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini,birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine.Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken,duvarlara dalıp dalıp gitmesi.Türküsünü söyleyecek kimsesi kalmamak ayrılık.Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin.Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun.Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya.İki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı,hüznün arması ayrılık.

O küçük ölüm!

Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.

Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından gidip ağzını yıkadığında başlamıştı.Ben bulutları gösterirken,“bulmacanın beş harfli yemek sorusuna” yanıt aramanla halkalanmış,“Aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı”türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş,Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip,“bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı? ”diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan.

Şimdi anlıyor musun gidişinin neden ayrılık olmadığını,bir yaprağın düşmesi kadar ancak, acısı ve ağırlığı olduğunu.Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını.Boşluğa bir boşluk katmadığını, kar yağdırmadığını yaz ortasında....

Ne mi yapacağım bundan sonra?

Ayak izlerimi silmek için sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce.Şiir yazmayacağım bir süre,Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye.Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim.Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim.Falcı kadınlara inanmayacağım artık.Trafik polislerine adres sormayacağım,Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye....

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 59: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

Ne yapacağımı sanıyorsun ki?

Tenin tenime bu kadar sinmişken,ömrüm azala azala önümden akarken,gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken..Senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime,bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım.

Şükrü Erbaş

ADNAN DURMAZ

SEVDA

Bir sevda peşindeBulgur sokusuna Düştü yüreğimHabire tokmaklar inerUn ufak olurum

SEÇKİN ZENGİN

Sayfa 59

Page 60: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

KELİMESİNE YANDIĞIM ZEVKLERÖzgürlüğünü harmanladım zevklerinMutlulukların rastgele tüketildiği bir anda.Bir çay içersin ya da kahveBaşka şeyler de ısmarlayabilirsinSigara içmek bedevadır, ateşi deÇünkü bedeli cebinden karşılanacakİstersen sigara üstüne sigara yakabilirsinİstersen gazı bitene dek çakmağı çakabilirsin...Şu türlü zevkine yandığım özgürlük, neymişsin!

Özgünlüğünü harmanladım zevklerinKeyiflerin hovardaca ağırlandıkları bir anda.Bir çıkarlı bakışla kollarsın veya çıkarsızBaşka şekilde de bakılabilirİster yukarıdan, ister aşağıdan...Aç bırakılmışlıktan kopuyor aykırısıGözün dışarılarda kör olana dek bakabilirsin...Şu yüzsüzlüğüne yandığım özgürlük, neymişsin!

Hafife alınanları harmanladım zevklerinDostların endamına göre sırım çektikleri bir anda.İncelikler karşılıksız boy verirReferanslı dans davetleri de olabilirÇok ileri gitmek çıtayı zorlayabilirBir başka kadınasa gülümsemek sorun yaratabilirKapalı bir köşeye geçebilirsenHal ve hareketlerinde daha rahat olabilirsinŞu otosansürüne yandığım özgürlük, neymişsin!

Yanına yaklaşılamayan zevkleri de harmanladımSevdalanıp solanı, hırsından yerinde duramayanıSarmaşık gibi sarılanı, kedi gibi sırnaşığını...Yüz çevirsen kuyruk sallar, dönsen tekmelerServise koyup götürsen başından ayrılamazsınİhmal edilen zevkler her şeyi alt üst eder...Şu kelimesine yandığım özgürlük, neymişsin be!

ABDULLAH KARABAĞ

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 61: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a RESİM: ADNAN DURMAZ

İBRAHİM KAYPAKKAYA DİRENDİAMED DİRENDİ

Yavuz AKÖZEL18 mayıs 1973 İbrahim Kaypakkaya’nın Diyarbakır zindanlarında katledilişi’nin 43.yıl’ı.Yine, her yıl olduğu gibi bu yıl da İbrahim Kaypakkaya devrimci, demokrat vekomünistler tarafından anılacak. Bu anmalarda her zaman olduğu gibi NazımHikmet’e, Yılmaz Güney’e vb. yapıldığı gibi yine ceset sömürücülüğü yapılacak budeğerler içi boşaltılarak hatta çarpıtılarak anılacak.

Dünya demokratik, devrimci, komünist hareketine mal olmuş değerlerin böyle içiboşaltılarak anılması değil de, onların yaptıkları teori ve pratiklerindeki doğru veyanlışların böylesine önemli anmaları fırsat bilip değerlendirerek kitlelerinbilinçlenmesi, aydınlanlanması ve onlardan dersler çıkarılması adına gündemegetirilmesi, açımlanması ve esas alınması bir gerekliliktir.

Amed zindanlarında ser verip sır vermeyen TKP-ML’ in kurucusu ve teorisyeni İbrahimKaypakkaya’nın katledilişinden 43 yıl sonra faşist TC, Amed’i yerle bir edip bu kentin

Sayfa 61

Page 62: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

ezilen halklarına topyekun ‘terörist’ damgasını vurarak yüzlercesini katletti.

Amed zindanlarında direnen Kaypakkaya, direnişin bir sembolü olarakkendinden sonraki demokrat- devrimci-komünist kuşaklara manidar birörnek oluşturdu. Şeyh Said’ler, Kaypakkayalar, Mazlum’lar yakılan yıkılanharabeye dönmüş Amed sokaklarında egemen güçlere korku salarak şimdiyeniden bir dirilişin yankısı olarak kol geziyorlar. Faşist Türk devletisurların mazgallarında, Amed’in simsiyah bazalt taşından oluşan kan veölüm çığlığına bulanmış dar sokaklarında görüleşen cellatlarının korkusaçan hayaletlerini kurşunluyor, bombalıyor ! Onlara korku salan İbo’nun,Mazlum’un, Said’in hayaletlerini!

18 mayıs 1973 (Amed) 21 mart 1982 (Amed) 29 haziran 1925 (Amed)

İbrahim Kaypakkaya 1948 yılında Çorum’un Sungurlu ilçesi’nin Karakaya köyündedoğuyor. İlk okuldan sonra Hasanoğlan öğretmen okulu ardından İstanbul ÇapaYüksek Öğretmen Okuluna devam ediyor. Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi FenFakültesi Fizik Bölümü öğrencisidir de.

Çapa Yük.Öğ.Okulu Fikir Kulübleri Federasyonu kurucuları arasında yer alıpbaşkanlığını da yapıyor. 1968’de yürüttüğü devrimci faaliyetlerden ötürü ÇapaYük.Öğ.Okulundan atılıyor.

FKF ve TİP içinde ortaya çıkan ayrışmada Milli Demokratik Devrim(MDD) tezinisavunan kesimde yer alıp Proleter Devrimci Aydınlık inisyatifinde çıkan İşçi Köylügazetesinin İstanbul bürosunda çalışıyor. Yine bu dönemde Aydınlık ve Türk Soludergilerinde yazılar yazıyor. Aydınlık ayrışmasında Doğu Perinçek’in başını çektiği PDA

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 63: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

(TİİKP) saflarında kalıp 1972 yılına kadar da bu örgütte Doğu Anadolu BölgeKomitesi (DABK) üyesi olarak görev alıyor. Aynı yıl içerisinde Doğu Perinçek veçevresini revizyonist olarak değerlendirerek arkadaşlarıyla beraber PDA’dan kopupTKP-ML (TİKKO) yu kuruyor.

Tabii ki bu kopuşta kendisini ML teori’nin önemli konularındaki derin kavrayışının rolüoluyor. Bu kavrayış İbrahim’i dönemin diğer devrimcilerinden niteliksel olarak farklı birkonuma getiriyor.1972 şartlarında dünya komünist hareketini derinden etkileyen ÇKPve Mao Zetung düşüncesinin etkisinde elbetteki o da kaldı. Seçme yazılarında Şafakrevizyonizmine ve Küçük burjuva devrimcilerine karşı ML’in birçok ilkesini parlak birşekilde savunurken Mao Zetung düşüncesinin etkisinde kalarak bir çok revizyonisttez’de savundu.

Leninist çağ tespitinde temel bir hata sadece İ.Kaypakkaya da değil, MaoZetung(1893-1976) önderliğindeki Çin’in görkemli DHD’nin ardından da BüyükProleter Kültür devrimi’nin etkisinde kalan Dünya komünist ve devrimci hareketindevardı. Bu etki önemle Mao Zetung düşüncesi olarak Lin Biao(1907-1971) tarafındanileri sürülen çağ tespiti, yine Mao Zetung düşüncesi tarafından 1970’ler’de önesürülen ve sonradan da Mao Zetung henüz yaşıyorken Birleşmiş Milletler GenelKurulunda Teng Hsiao Ping tarafından okunarak ÇHC’nin resmi siyaseti olduğunuduyurduğu üç dünya teorisi gibi anti ML düşünceleri kapsıyordu.

Mao Zetung düşüncesine göre “ içinde yaşadığımız çağ, emperyalizmin toptançöküşe, sosyalizmin bütün dünyada zafere ilerlediği YENİ BİR ÇAĞ” dı.

21.Y.Y’da da içinde bulunduğumuz çağ’ın ML tespiti “ emperyalizm ve proleterdevrimler çağı” olmasına karşın 1972 şartlarında Dünya komünist ve devrimcihareketi’nin ezici çoğunluğunun etkisinde kaldığı Büyük Proleter Devrimi’ninrevizyonist tezlerinden İ.Kaypakkaya da nasibini aldı ve seçme yazılarında çağtespitini bu şekilde yaptı. Böyle yapmakla kalmadı; içinde bulunduğumuz çağın gereğiolarak da yarı sömürge yarı feodal ülkelerin neredeyse tümünde devrimci durumunsürekli olduğu, fevkalade olduğu Lin Biao’ya özgü anti ML devrimci durum tezini desavundu.Yine i.Kaypakkaya K.Kürdistan/Türkiye sosyo ekonomik yapısı üzerine yaptığı manidararaştırmalarda sağlam, sonuçlar çıkarmasına, doğru yolda ilerlemesine karşın(Çorumve Malatya-Kürecik bölgelerinde sınıfların tahliline dair yaptığı çalışmalar) Mao ZetungDüşüncesinin tüm yarı sömürge ülkeler için yaptığı yarı feodal tespiti ve bunabağlı olarak da halk savaşı stratejisi anti ML tezlerinin etkisinde kalır. Sosyoekonomik yapı yarı sömürge- yarı feodal olunca, devrime giden yol’da uzun sürelihalk savaşı oluyordu. Bu şu demekti : Devrimin rotası kırlardan şehirlere doğrugelişme ve kızıl siyasi iktidarların kurulması !

Sayfa 63

Page 64: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

Oysa Çorum, Kürecik bölgelerinde manidar somut tahliller yapan İ.Kaypakkaya MaoZetung Düşünce’sinin hazır formüllerinin etkisinde kalmayarak K.Kürdistan/Türkiye’dekapitalizmin gelişmesi’nin doğru tahlillerini yapıyor. Buna karşın yine de kendi doğrutahlilleriyle çelişerek, devrimin yolu olarak Mao zetung Düşüncesi’nin yaptığı gibiyapıyor : HALK SAVAŞINI savunuyor.

Hareketimizin nihai hedefi, insan üzerindeki her türlü sömürü vezulmü ortadan kaldırmak, halkımızı sınıfların kalmadığı bir dünyadaen büyük ve en mutlu geleceğe, komünizme ulaştırmaktır(İbrahimKaypakkaya, Seçme yazılar)

İbrahim’i Dönemin Devrimcilerinden Ayıran Özelliği KomünistOlmasıdır!

Mayıs ayında yitirdiklerimiz arasında İbrahim Kaypakkaya’nın yeri ayrıdır.Kuzey Kürdistan/Türkiye’de Komünizmin, Marksizm-Leninizm'in şanlı kızılbayrağını 1972'de yeniden göndere çekmeye önderlik eden İBRAHİMKAYPAKKAYA'dır. İbrahim’in temel özelliği, onu dönemin bütündevrimcilerinden ayıran özelliği, onun komünist niteliğidir. İbrahim, Marksizm-Leninizm’in devrimci özüne sahip çıkan ve Marksist-Leninist temeldekomünist parti inşasını Kuzey Kürdistan/Türkiye devriminin en önemli sorunuolarak kavrayıp bu yönde adımlar atan komünist önderdir. İbrahim, dört ayayakın süren tutsaklık döneminde ser verip, sır vermeyen komünist devrimcitavrıyla zindanı faşistlere karşı mücadelenin bir arenası haline getirmiştir.Onun karşısında yenilen faşistler çareyi onu katletmekte bulmuştur. Faşistlerhenüz 24 yaşında olan İbrahim yoldaşı öldürmekle kuşkusuz İbrahim’inuğrunda mücadele ettiği davaya, emekçi halkların kurtuluşu, devrim,demokrasi, sosyalizm, komünizm davasına ağır bir darbe vurdular. Fakatfaşistler İbrahim’i katletmekle gerçek amaçlarına, komünizm davasınıdurdurma amacına ulaşamadılar, hiçbir zaman da ulaşamayacaklar. İbrahimKaypakkaya yoldaşın katlinden sonra da, onun uğrunda öldüğü dava durmadı,durmayacak!(BP.Özel sayı , 18 mayıs 1983)

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 65: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

İbrahim Kaypakkaya Sadece Diyarbakır zindanlarında ser verip de sır vermiyen birdevrimci değildir. 1972 koşullarında K.Kürdistan/ Türkiye devrimci hareketindeKemalizm, ordu, Milli mesele, proleterya diktatürlüğü, Komünist parti gibi ML’intemeline ilişkin konularda öz olarak doğru bir konumda durmaktadır. Bu duruş onudönemin K.Kürdistan/Türkiye devrimci hareketindeki diğer parti ve örgütlerden nitelikolarak ayrı bir konuma, ML bir konuma yükseltmektedir.Bundan 44 yıl önce ulusal sorunu gündeme getirdiğinde K. Kürdistan/Türkiye’deulusal hareket oldukca kısırdı ve sol içerisinde şövenizm egemendi.

--Ulusal sorunda doğru bir temel’e sahip olan Kaypakkaya, K.Kürdistan/Türkiye’dekiulusal sorun’a ilişkin tezlerinde çıkış noktası olarak Lenin ve Stalin’i alarak bukonudaki tezlerini parlak bir şekilde Türkiye somutuna uygulamıştır.

--Kaypakkaya daha 1972 ler’de Kürdistan ulusan sorunu için BÖLGESEL ÖZERKLİKformülünü gündeme getirmiştir.(Bak.İ.Kaypakkaya, seçme yazılar say.259)--Kaypakkaya, Kürt ulusu’nun kendi kaderini tayin hakkı’nın “ayrılıp ayrı devletkurma hakkı” olduğunu dönemindeki ulusal sorunu iğdiş eden, revizyondan geçirenK.Kürdistan/Türkiye solu’na karşı berrak bir şekilde savunmuştur.--Kaypakkaya, K.Kürdistan ulusal mücadelesinde İşçi-köylü ittifakının sağlanması vebu mücadelenin proleterya önderliğinde DHD’ine ulaşılması doğru tezini savunmuştur.--Kaypakkaya, başta Ermeniler olmak üzere tüm ezilen ulus ve azınlıklara (Tam hakeşitliği)ni savunmuştur.(Ermeni sorununda ki eksikliği, ulus olma özelliği katliamlarlayitirilmiş olan bir tarihi haksızlığın bu haksızlığı gidermek için yeniden Kuzey Kürdistansınırları içerisinde bir Ermeni devleti’nin kurulabileceği olasılığını bu anlamdaErmenilerin de ‘ayrılıp ayrı devlet kurma ‘hakları’nın savunulmamış olmasıdır.

İbrahim ve Ermeni Sorunu!1972’de İbrahim’in Ermeni sorununda tavır takınması, Ermenilerin kitleselolarak katledildikleri ve topraklarından sürüldüğünü belirtmesi önemlidir. Budönemde Ermeni sorunu üzerine konuşmak, yazmak bir tabudur. Türkiyedevrimci hareketi içerisinde Ermeni sorununda tavır takınması ile İbrahim diğerdevrimcilerden ayrılmaktadır. O dönemde Türkiye devrimci hareketi açısındanErmeni sorunu diye bir sorun yoktu. 1972 koşullarında Türkiye devrimcihareketine Kemalizm hayranlığı damga vurmaktadır. Mahir Çayan ve THKO’nunyazılarında tek bir Ermeni lafı geçmemektedir. Ermeni soykırım anmalarının ilkdefa 1965’te Doğu Ermenistan’da başladığını biliyoruz. 1972’de henüz Asalaeylemleri de başlamamıştı. Ermeni sorununda ölüm sessizliğinin yaşandığı birdönemde İbrahim’in tavır takınması, onun komünist niteliğinigöstermektedir.(Bolşevik Partizan Özel sayısı)

Sayfa 65

Page 66: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

--Kaypakkaya yine Kemalizm konusunda K.Kürdistan/Türkiye solu’nun KemalAtatürk’ü neredeyse ‘sosyalist’ mertebesine ulaştırarak Kemal Atatürk ve Kemalizmhayranlığını ayyuka çıkardığı bir dönemde Kemalizmin öz’de doğru bir tahliliniyaparak Türkiye Komünist ve devrimci hareketine eşsiz bir katkıda bulunmuştur.

Bugün Şeyh Said’lerin, Mazlum Doğan’ların, İbrahim Kaypakkaya’ların Kürdistandevrimci hareketine bıraktıkları çığlık giderek büyüdü ve sadece Amed’i değil tümKürdistan’ı neredeyse kapladı. Egemen güçler onların artık vokallaşmış, yeri göğüinleten çığlıklarını ne yaparlarsa yapsınlar susturamıyor,önliyemiyorlar. Çığlık büyüyor,büyüyor, büyüyor !Kan gölüne çevirdikleri Kürdistan’da yepyeni bir dünyanın gülümseyen çehresigiderek berraklaşıyor !

Diyarbakır Zindanlarında katledilen TKP/ML (TİKKO) önderi İbrahim Kaypakkaya’yı birkez daha saygıyla anıyor, onun mücadelesinden ve düşüncelerinden derslerçıkarmaya devam ediyoruz.

YAVUZ AKÖZEL18 Mayıs 2016, Braunschweig

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 67: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

EDEPSİZLERİ GÖK YÜZÜME KAPAKLADI

Ondan sarardı gökYüzüme kapaklandıAğzımın aralanacağınıBir yudumu bileBilipOndan sırnaştı yağmurlarla

İkisi konuşurYüzümde fiske fiskeSözcüklerDudağım çatlakKırmızı mor arası göğermişGözümAltında durupİkisi çekiştirir

NeymişGök altında doluİhtiyar kavruk varmış

Koza damlası yutmuş kezaBöceklerAdımladığı yerde kopmuş ayaklarını

Tükürük sürüyorlar yüzüme bu ikisiBıyıklarımı öksürdüğümü duymadanSürüp dururGidinin edepsizleri

HALDUN HAKMAN

Sayfa 67

Page 68: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

AK ALNIM DENİZ

Düş'üme düşerSiyah göz gibigöz akım kiyorgun, beyaz karanfilDüşer us'umasehpada ak alnım Deniz.Kara deliktir zamankocaman,kocaman elleri vardıkavgadan kalanköpük köpükak alnım Denizyırtılan kıyılardankaranlığı toplayan

NECİP TIRPAN

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 69: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

ŞİİRİMİZDE DÜN VE BUGÜN TOPLUMSAL BAŞKALDIRILAR – 2

A. Ziya ÇAMUR

BABA İSHAK BAŞKALDIRISI:Toplumsal yapıdaki bu hareketlilik, Baba İshak ayaklanmasıyla patlayıverir. Doğudansürekli Batıya göçen Türkmen boyları Selçuklu Beylerinin fermanınca Sivas, Amasya,Tokat, Çorum, Kayseri, Yozgat çevresinde durdurulur. Daha batıya geçmeleriönlenmek istenir.

Doğudan Batıya bu yoğun akış, egemenler için bir takım sorunları da birliktegetiriyordu. Göçebe Türkmen boyları daha ileriye geçişe izin verilmeyince Anadoluiçlerinde yağma ve talan hareketlerine girişmek zorunda kaldılar. Egemen Beyler budurumdan şikâyetçi olurlar.

Şair Ozan Telli, İshakça adlı kitabında Türkmenlerin akışını şöyle betimler:

çöl kavurduyel savurduseyipleyip bizi yurttan

yürüdükdağı taşıovaları bürüdükarı akıncılarıkarınca katarları

Sayfa 69

Page 70: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

ateş böcekleriyle uluları velileritürkmen çocuklarıylaoğuzca

yağızcayamanca

yollar boyuyıllar boyudoğudan batıyaanadolu’ya türüdük

Kısaca, 13. yüzyılda Selçuklu yöneticileri Moğollarla işbirliği yaparak Türkmenleredayanarak yönetimi kuran Anadolu Selçuklu Sultanları, egemenliklerini perçinlediktensonra onları ezmeye başlamışlar ve yenildikleri moğol talancılarını da yanlarına alarakhalkı acımasızca soymaya başlamışlardı. Bu durum Anadolu’da Babaî ayaklanmasınındoğmasına neden oldu.

Muzaffer Oruçoğlu’nun “Baba İshak Destanı” adlı bir şiir kitabında Baba İshakağzından ayaklanmanın niteliğini şöyle anlatır:

Üzerinde sekizyüzbin parmak olan, seksenbin çıplak ayaklanakışlandı bağrım. Büyük ateşler yaktılar. Sakallarının kızıllaşanşavkı vurdu salara. Irklar sofrasıyla kuşattılar ateşleri. Yükselenalevlerin aynasında, seyrederken kendilerini, “Enelhak!” diyebağırdılar. Yıldızlar, toprak ve ateş, “Enelhak!” diye yankılandı.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 71: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

Irkları, dilleri, renkleri birleştiren, birlik nağrasının doğurduğu büyükzenginlikten, bereket yağdı toprağa. Destan bereketi... Menzilsiz, köredici bir ışık seli...

Ve anadan üryan, bismillahsız, günahını kabzasında taşıyan, ağır birkılıçla ayağa kalktım. Cehennem gibi ısınmıştı toprak. Güneydebaşlayan büyük yangınlara doğru yürüyordum. Destanın başladığıufuk çizgisine doğru.

Ortaçağ’daki eylem adamlarının çoğunda olduğu gibi dinsel otoriteyi de temsil edenBaba İshak, Amasya’da oturan Horasanlı Baba İlyas tarafından yetiştirilmişti. Şam-Adıyaman bölgesinde Baba İlyas adına çalışmıştı.

Baba İshak’ın halka seslenişini Muzaffer Oruçoğlu şöyle aktarır:

Size geldimYaklaşın yaklaşınİri, işkilli gözler ileSüzmeyin beni öyleBen ne Nemrudne Şeddad, ne FiravunNe Cemşit, ne KisraNe de Karun'um.Sofi değilim ibadet bilmemVeli değilim keramet bilmemYedi iklim gezginiSahrada bir kumum.Bilin kiDoğanlaraVe doğacak olanlaraBildirin kiİnsanİki direkli bir deryadırCihanda olan her şeyİnsanda vardır.

Tutmuşİnsanı insanaKöle eylemişlerHalbukiBir kainat harikasıYıkıcı bir hükümdardır.

Sayfa 71

Page 72: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

Baba İshak, Türkmenlerin yoğun olduğu bölgelerde, Harizm, Eyyubi ve Selçukluaskerî harekatının sık yapıldığı, Müslüman ve Hristiyan halkların , İsmailî zümrelerin içiçe yaşadığı; Mani, Zerdüşt, Şamanist ve Hristiyan inançlarının bulunduğu alanlardapropaganda çalışmalarına, örgütlenmeye başladı. Yarı şaman, yarı şeyh biçimindetoplumun siyasal, dinsel ve toplumsal sorunlarını, yoksulların çıkarları doğrultusundaaçıklıyor; haksızlık ve adaletsizlikleri belirtip bunları düzeltme olanaklarını arıyordu.Türkmenler gibi yoksul Kürtler, Ermeniler, Süryaniler ve Hristiyanları da yandaşsayıyordu. Davranış ve düşünceleriyle herkesi kendisine bağlıyordu. Ermeni Babailere“Pavlakiler” deniliyordu.

Şair Ozan Telli İshakça adlı Baba İshak ayaklanmasının destanını dile getirdiğikitabında insanların Baba İshak’a bakışını şöyle aktarır:

baba ishak başı diktir alnı akgün doğanda her şafakusa gelir

sese gelirdillenir

oğul verir peteklerde ballanırarılanır çiçektedurulanır gerçekte

baba ishakpirimizdir

içi nur daneli narımızdır

aynada sırımızdıryüzümüzü özümüzüsayesinde gördüğpümüzsayesinde sardığımızyaramızı emlemiştir

bulamaçlar bulayıpumudu umuda ulayıp

yağmur olup damlamıştırbereketli topraklara

.....ishak’ın dergahındakurt ulumaz kuzu içinkuzu melemez kurttan korkupkuş peyikmez candan ürküpyoldaş yoldaş çalışılıryoldaş yoldaş bölüşülür

uyulur ter töresinepirimiz ishak’ın ünü

duyulur her yöresinekoca anadolu’nun

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 73: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

Selçuklu sultanlarının sömürüsüne dayanamayan Türkmenler ve yoldaşları, mal vehayvanlarını satarak silahlanırlar. Karıncalar gibi kaynaşan bu insanlar, büyük birinançla savaşa girip Kefersud, Adıyaman, Kahta ve Gerger’den sonra Malatya subaşısıMuzaffereddün Ali-Şir’i yenilgiye uğratırlar. Malatyayı ve daha sonra Sivas’ı elegeçirdikten sonra Amasya-Tokat üzerine yürürler. Gıyaseddin Keyhüsrevikorkusundan İran’a kaçar.

Bu zaferi Şair Ozan Telli şöyle dizelere döker:

dağdan omuzları üstündegüneşten başlarını kaldırdılar

ağardı ortalıkemekte ekmekte hakça

ishakça ortaklıkkurmak için saldırdılar

hainlere hasımlarasümeysat’ı kahta’yı

adıyaman’ı aldılarkavimlere hızımlara

muştucular saldılaryola gelenlerbabai olanlar

bağışlandılarlakin ensesi kalınlargeçirili kılıçtankurulan kanarada

malatya’da subaşı müzafereddin ali-şirkendine müslüman halkına kafirbilmektedir

seher yelleriyle beslenen nehirulaşırsa denize dirliği bozulacakvarlığı bitecektirbundan babailerin

üstüne üstüne yürüdülakin gümüş savatlı çelik zırhlı pusatlı

atlıları eridikargıları tunç temrenli

türkmenlerin önünde

Sayfa 73

Page 74: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

Amasya’ya gelen Hacı Armağanşah, Baba İlyas’ı ele geçirip boğdursa da Türkmenler onsuz da sürdürürler savaşı ve Hacı Armağanşah’ı öldürürler. Türkmenler ve yoldaşları bundan sonra Ortaanadolu’ya yönelirler. Sivas, Kayseri ve Kırşehir üzerinden başkent Konya’ya yürürler. Selçuklu sultanı, parayla tutulmuş Frank askerleri ve Gürcülerden de yararlanarak altmış bin kişilik bir ordu toplar, Necmeddîn Behramşah’ın buyruğuna verir. Behremşah ve ordusu, Türkmenleri Kırşehir dolaylarında bozguna uğratır. Baba İshak bu savaşta öldürülür. 1240’ta Türkmenlere karşı acımasız bir kıyım başlar.

Bu savaşı ve yenilgiyi Ozan telli dizelerinde şöyle canlandırır:

altmış bin kişilik orduçil altına kiralanmışihanete sıralanmışfrank askerleri öndegüz sarısı o bir gündetürkmenler cenge girdisırtlarında kefenleriyaratarak tufanlarıboyandılar kızıl kanadövüştüler döne dönedüştüler dize gelmedenbirer selvi dal gibiekmek üstüne gül gibi

İbni Bibi, bu katliamı şöyle anlatır:

“...Genç yaşlı kimseye aman verilmedi. Arkadan büyük ordu yetiştiği zaman piştarkuvvetleri kumandanları işi bitirmişlerdi. İki-üç yaşındaki çocuklardan başka hiçbirinisağ bırakmadılar.”

Babailer ayaklanması, ortaya çıkış, kitle tabanı hazırlama, siyasal iktidara yöneliketkin propaganda ve ayaklanmaya katılanların sınıfsal konumu açısından daha sonragelişecek olan Şeyh Bedrettin ve Şah Kulu ayaklanmalarına benzemektedir. Bunedenle Baba İshak ayaklanması, birçok yönüyle köylü ayaklanmalarına kaynaklıketmiştir.

Ozan Telli, destanının sonunu şu dizelerle bağlar:

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 75: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

Aradan yüzyıllar geçtiDemirimiz çift su içtiBöyle dönüştü çeliğeCivciv kabuğunu

Deldi ne güzelBöcek kozasında

Öldü ne güzelMiras koyup ipeğini Ve büyüdü bebelerToprakça tohumca hakçaÇoğaldı yiğit babalarİsyanlara ishakça

İS-HAK-ÇA

Ceyhun Atuf Kansu da, “Baba İshak” şiirinde Babai eylemini ve sonucunu şöyle döker dizelerine:

Hey oğul, gel gidelim seninle Ferhat kentineSevinin dal dal sarktığı elma bahçelerineAmasya’dır, bir kan gülü açar mağrasındaHorasanlı Baba İlyas, yolcusu İshak’ınGüneşteki kardeşliğin ve ekmekteki güneşinTürkmen töresinde bir eski devrimcininAnadolu’nun gökyüzüne vuran öyküsüne.Bir yaprak açıp insanın gönül betiğindenDerdi ki, Baba İshak Türkmen“Bizler Oğuz oğluyuz, kutsaldır toprağımızGökyüzüdür bayrağımız, dolaşır şarabımızBir eşit salkımdan mayalanıp elden eleYeryüzünde insanoğlundan yanayızKarşıyız bey oğluna, sultan kulunaSeviden, hoşgörüden, gülüştenDut yaprağını ipeğe çeviren işten yanayız”Duyurtu saldı ki köylü Anadolu’yaErmiş savaşçı Baba İshakBir bozuk düzendir Selçuk oğlu KonyaAcem’dir saray direği yabandır yıkılacak

Sayfa 75

Page 76: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

Hışıldayan bir güzel düzendir akça kavakObaların direğini tutan halk ağacıBir kulaktır ses alır, saraydan dışarıKöylü Anadolu’nun Türkmen oğullarıVardılar, Baba İshak’ın eteğineAla yazma kadınlar, çocuklar söğüt dalı sapanDediler: Söyle Baba İshak öğret, yol iz aç bizeKara bulut bunalımı atalım üstümüzdenSevinç mayası kat kara somun ekmeğimizeGeldik işte, Canik dağlarından oba obaÇorum’dan, Sivas’tan ve uzak Maraş’tanGecelerimizi yıldız kağnılarıyla çekerekBaba İshak eyitti mağarasından, seslendi:“Kardeş Türkmen oğulları yeryüzü evinizdirToprağıyla yaşadığımız, ekmeğiyle döşediğimizVe bir gül dalı altında birleştiğimizBir eşit dönüşümdür, ölüm!Üç yağıdır savaşacağımız: Baskı, ezinç, yağmaÜç dostunuz var: Yaşamak gönlünüzceBeyliğiniz söylenir dilinizceBuğday, su ve güneş yetmeli evinizce…”Baba İshak, tanyeri ağaranda, çoban yıldızı yol verendeDüştü Türkmen oğullarının önüneBir kol Sivas yollarındaydıBir kol Konya önlerinde savaşmadaydıParayla tutulmuş Frenk askerleriyleKöylü buğdayı altına çeviren çarşı beyleriSürüklenip gittiler değirmeni döndüren suylaNe ki ey oğul, öykümüzün sonu acıVarlıklı sultanların utkusu kıyıcıdırDevrildi bozkır güneşi karanlığın ardınaKırşehir kilimi yandı Malya ovasında,Yalnızdı Tokat Türkmenleri ve Adıyaman çobanlarıBir umut eğiriyorlardı belki Amasya ovasıDoğurgan gücüyle buğdayın anasıYedi kılıçlı yörük kadını güneş, arka çıkardı halka

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 77: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

Bir güzel düş adına çarpışan Baba İshak’aGün döndü, gün devrildi bir kan düğünüGelin bacıları ve Türkmen savaşçıları bir gerdekteAmasya’da ay doğarken devirdi geceyeYetiş ey Baba İshak, dediyse de köylü AnadoluYetişemedi…Şundan ki, Amasya’da ay doğarkenBir düş salkımıydı kalenin burçlarındaBaba İshak’ın sallanan ermiş başıAy başlangıçtır yaz gecesineSeher vaktine ve yol çıkışlarına gebeIşığın doğurgan anasından…Sürdü halk dalının kırımı, yarayı gül yaprağıyla saranGönüller çardağı Hacı Bektaş gününe dek…Yetişemediğinden ermiş dut ağacı Baba İshakO kanlı kıyımdan kalmadır Anadolu’da açan her gelincik!…

ALİ ZİYA ÇAMUR

Sayfa 77

Page 78: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

ÜZERİMİZDE GÖK YÜKLÜ ACILAR SAĞANAĞI

hüznümü tetikleyen hangi zaman kanamadakayıp giden o çokça sayamadığım yıldızlardabunca acılar sağanağında kalmışken bir başına

bu günde gözler ateş alımı madımak yangınıseyircisi olunan yaşamın kahpe bir saldırısıçıkardım bir bir derin kör kuyulardan suskuları

uzanır kara ses buluta tükürürsün yapışmış gırtlağaüzüntümüzde saldırgan bir talan dolanır ortalıktabastım tuz basımı acıları ses olsun dağ yangınlarına

gördüm o yangını ve nicelerinitarih geçti önümden gözlerim yandıtepeden tırnağa acı acıyı kestihey hüznü arş’a eren dost kaldır başınıbir baş kiyetim öksüz kırgın ama dik olsun bizimkisi

VEDAT KOPARAN

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 79: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

TEEN SLASHER

konformist damarıma pis nefsimden eroin şırıngalanır O cephede nefsimden şeytani bir ejderha kanatlanır Materyalist krallıkla sınanır kırılgan kanatlarımRaconsuz akbaba konar katakulliye getirip şanımı;yağmurun darağcında idamdır buyurulan fermanım..Materyalist kuşlar uçar zuhredince serseri intiharım;boynumun toprağına çığlıklarla dökülen bir ırmağım..Ya da fahişe kuşlarından pezevenk çığlıklar araklayıpfonksiyonel aygıtlarla putperest tapınağı da yıkarımama koftidendir bu kelam çünkü mezarlığım katliamdır mezarlar açılır ciğerimde; zonklar hep şakağında soykırımKafatası kulesiyle kamufledir irin sağnaklarında üstümBeton putların deccalları kükrer; yıkmaz putları ölüm iğrenç sağnaklarla şakırdar boynumun metafizik kuşlarıCeseti morgumdadır bütün korkunç çocukların!

Bağırsaklardan sıçılan banknotla cerahatlanır lağımBağırsaklardan suratlara globalleşme sıçılır ayıp!darağacında fermanım anakonda urganla asılmaktırAnakondadır lakabı; pusatlı coğrafyada emperyalist yılanınTarikatlar açılır tarikatlı dervişlerin zikrinde bedduayımsonra pentagram sonra şeytani krallıklar ama sonra katliamSonra karabasan, bataklıkta çamurlar,şakağımda intihar

fabrikasyon atmıklar bataklıkta gürültüyle kaynar sanayi canavarı fabrika zekerinden radyoaktif atık kusarKanserojen nikotine amonyaklı bazuka çeker uçurumlarortadoğu mezarlığına şarapnel leşleri dökülür pusatımdanYürek coğrafyasında komando intihar şakağıma nişanlanırsesim yırtıcı kuşların iğrenç sağnaklarla yağmasıdırCeseti morgumdadır artık bütün korkunç kadınların!

Küfürbaz damarıma nefsiemmareden eroin şırıngalanır O cephede şeytani bir ejderha gökyüzüme kanatlanır İşte bu kabusları anlatır katranla damgalanmış bu şiirBu kabusların hepsi gerçektir yoksa halüsinasyon değil

OĞUZ ATEŞOĞLU

Sayfa 79

Page 80: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

ŞİİR-ŞAİR

POETİKAHer şehir bir şiirşairin yüreğinden damıttığı

Yine de yeni renkleryeni imgeler gerek

Yepyeni bir ufuksanatçıların iç çekişlerine yakışan

F.KADRİ GÜL(Şair)insanlığın yükünü taşımıyorsan,kendinden söz etme.

SABAHATTİN KUDRET AKSAL

Şair kuru bir ırmak yatağıdır, onu şelale yapan düştüğü uçurumdur.

BARIŞ ERDOĞAN

Bir şiir, bir sis çanı duvarlar arasındayazmak için bir yürek, yatmak için bir ömürunutma: şiirler de yatar zindanda.

ÖZDEMİR İNCE

Elin elimdeyken okuduğum şiirYüzünü ışığıyla yıkarkenKayınca ürpertilerleBoynunun saydam ipeğinden

İSMAİL UYAROĞLU

Şair mi, et ile kemik arasında bir avuç yürektir.Şiir mi, o yazılmaz ki, yazdıranı sayısızdır..!

ABDULLAH KARABAĞ

şiir duvağıyla karartılar eşliğinde giden şairgölgen diye bıraktığın peşindeki esrik hikaye;bir kırılma anıdır göz bebeklerimde

SERDAR ERDEMİR

şair/ kirpikten okdamladan denizsözden mermi yapar

AHMET TELLİ

Şiir bir ilkyaz sürgünüŞiir düşlerin yorgunu

OLCAY YAZICI

şair/ kirpikten okdamladan denizsözden mermi yapar

FEVZİ KÖK

şiir;kendini yok saymaktıriki dize arasında yakmaktırardından;sigara dumanı aralığındanbir ölüye bakmaktır.

SERKAN ERARSLAN

DERLEYEN:A.Z.ÇAMUR

Dağıtır da düzyazının çarkını zembereğiniYaşamı değil salt izdüşümünü verir.

ALİ ZİYA ÇAMUR

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 81: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

YAŞAM VE SANATTA

1 AYIN İZDÜŞÜMÜABDULLAH KARABAĞ’DAN İKİ KÜRTÇE KİTAP DAHA!..

Emeğin Sanatı dostlarından,Fransa’da yaşayan AbdullahKarabağ, Kürtçe iki şiir kitabıyayınlandı. “Tavên Stêrîn” adlı128 sayfalık Kürtçe şiir kitabı,Sokak Kitapları tarafındanyayınlandı.

Tavên Stêrîn, çağdaş anlamdakendi dilinin ilk nehir şiiri. Evreninoluşumundan coğrafyasına veinsana kadim bir nehir gibi...Varoluşun, efsanenin, inancın,felsefenin, tarihin, mücadelenin,aşkın ve özlemlerin dere vedereciklerinden beslenerekevrensele akıp giden güçlü bir nehir.

Dîmenên Dıgerın adlı 112 sayfalık nehir şiir kitabı da Sokak Kitapları tarafındanyayınlandı: Kiitabın tanıtımında şu sözlere yer veriliyor:

« Işık da sevinir, güler, gücenir, düşünür... Yaşamın ebedî sevenleri ışık ve tiyatrodur. Bueser bir nehir şiir gibidir. Işık şiir, oyuncular kayıp kimselerdir ki şair gibidirler; tiyatronungenelgeçer ölçülerini altüst ederek oynar, güldürür, ağlatır, düşündürürler...“

Türkçe-Kürtçe – Fransızca dilde şiirler yazan A. Karabağ’ın bu üç dilde de kitapları vardır. A.Karabağ’ın Emeğin Sanatı Kitaplığından yayınlanmı9ş iki adet e-kitabı bulunmaktadır:

Tartıya Kalan Düşler:https://issuu.com/emeginsanati/docs/tartiyakaland____ler-abdullahkaraba/1

Yıldız Dalı Yasaklı Gönül:https://issuu.com/emeginsanati/docs/yildiz_dali_yasakli_g_n_l-a.karaba_/1

Sayfa 81

Page 82: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

ORHAN KEMAL ROMAN ARMAĞANI İBRAHİM YILDIRIM’IN...

Bu yıl 45. kez verilen Orhan KemalRoman Armağanı’nın kazananıaçıklandı.

Selim İleri, Turhan Günay, M. NuriGültekin, Erendiz Atasü, ÇimenGünay Erkol, Handan İnci ve NazımK. Öğütçü’den oluşan Orhan KemalRoman Armağanı Seçiciler Kurulu,50 aday arasından yaptığıdeğerlendirme sonucunda İbrahimYıldırım’ın ‘Dokuzuncu Haşmet’romanını ödüle değer gördü.

Dokuzuncu Haşmet, futbol, şiir vedireniş anılarıyla dolu bir roman.

Roman, 2013 yılının Haziran ayında tuttuğu takımın formasını giyerek Taksim’e çıkan eskibir direnişçinin anlattıklarını merkeze alıyor. Romanın kahramanı Haşmet Alçıtepe, konakbenzeri çok eski ahşap bir evde yaşayan, tutkularını, acılarını, pişmanlıklarını okurlapaylaşan unutulmuş bir şair.

Yazara ödülü 2 Haziran 2016’da Beyazıt’taki Orhan Kemal Kütüphanesi, konferanssalonunda, saat 10.30’da yapılacak olan Orhan Kemal’i anma töreninde verilecek.

2016 KIYI- RUHİ TÜRKYILMAZ ŞİİR ÖDÜLÜ BELLİ OLDU...Kıyı-Ruhi Türkyılmaz Şiir Ödülü Seçici Kurulu, ödülündüzenlenişinin 6. yılında şiir ödülüyle birlikte bir de“Emek Ödülü” verilmesini uygun gördü.

Bu yıl altıncısını düzenlenen Kıyı-Ruhi Türkyılmaz ŞiirÖdülü sahibini buldu. Onur Şahin, Gamdan Kale adlıyapıtı nedeniyle ödüle değer görüldü.

“Emek Ödülü” için seçici kurul, sanat alanındakiüretimde kesintisiz çaba gösteren, bir yandanürettikleriyle sanatına yeni ufuklar açarken, bir yandanda emek verdiği alanda sosyal paylaşıma katılarak farklıbir çekim alanı yaratan sanatçılara verilmesinin uygunolduğu görüşünü temel alarak, bu yıl ilk kezEkinde/Yazında Sesimiz dergisini uzun bir dönem

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 83: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

yayımlayan, Kibele Sanat Galerisi’ni açarak görsel sanatlar alanında emeğiolanlara sahip çıkan, seramik sanatçılarının toplumdaki çabasına öncülükeden, şiir alanında Dikende Gül Uyanır, Sevgi İklimi, Suların Kucağı, SuyaMühür; öykü alanında Aynaları Değiştirin adlı kitapları bulunan Ekin-Sanatdergisinin yazı kurulunda yer alarak dergi çevresindeki etkinliklere omuz veren,pek çok yazın dergisindeki ürünlerini okurla paylaşan şair-yazar Hasibe Ayten'iKıyı-Ruhi Türkyılmaz Şiir Emek Ödülü’ne değer buldu.

62. SAİT FAİK ABASIYANIK HİKÂYE ARMAĞANI’NIN SAHİBİ MUZAFFER KALE

Yazar Sait Faik Abasıyanık anısınaher yıl bir öykücüye verilen veDarüşşafaka Cemiyeti ile İşBankası Kültür Yayınları işbirliğiyledüzenlenen Sait Faik HikâyeArmağanı’nın 62.’si sahibini buldu.Muzaffer Kale, Güneş Sepeti adlıkitabıyla ödüle layık görüldü.

Doğan Hızlan’ın Başkanlığı’ndatoplanan Jale Parla, Metin Celâl,Hilmi Yavuz, Nursel Duruel, BeşirÖzmen ve Murat Gülsoy’danoluşan Sait Faik Hikâye ArmağanıJürisi, ödül gerekçesini şöyleaçıkladı: “62. Sait Faik HikâyeArmağanı’nın, kısa öykününolanaklarını başarıyla kullanan vevaroluşun yoğunluğunu yaşamın ayrıntılarında yakalayan Muzaffer Kale’nin Güneş Sepetiadlı kitabına verilmesi oy birliğiyle uygun görülmüştür.” Armağanı’nın, kısa öykününolanaklarını başarıyla kullanan ve varoluşun yoğunluğunu yaşamın ayrıntılarındayakalayan Muzaffer Kale’nin Güneş Sepeti adlı kitabına verilmesi oy birliğiyle uygungörülmüştür.”

Aydın’da doğAN Muzaffer Kale, İlkokul dördüncü sınıfa kadar, Bodrum’un Bahçeyakasıköyünde kaldı, beşinci sınıftan liseyi bitirene kadar Milas’ta devam etti okula. Liseden sonra,tiyatro başta olmak üzere , edebiyatla ilgili ilgisiz birçok işte çalişti. 1980’de Dicle ÜniversitesiTürk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne girdi. 1981’den beri dergilerde çalışmalarıyayınlanmaktadır.

Şiirleriyle ön plana çıkan, tanınan Kale, “Güneş Sepeti kitabıyla öykü alanında da iddialıolduğunu göstermiştir..

Sayfa 83

Page 84: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

2016 YILIN YAZARI YAŞAR KEMALÖYKÜ YARIŞMASI DÜZENLENİYOR

2016 yılını Yaşar Kemal’e adayan NilüferBelediyesi, etkinlikler kapsamında "2016 YılınYazarı Yaşar Kemal Öykü Yarışması" düzenliyor.Yarışmaya başvurular 20 Haziran’dabaşlayacak.

2016 yılını, Türkçeyi zenginleştiren, dilintohumunu koruyan ve besleyen usta yazarYaşar Kemal'e adayan Nilüfer Belediyesi, YaşarKemal'in edebiyata kazandırdığı birikiminetkisinde, yazmayı kendine uğraş edinenleri"2016 Yılın Yazarı Yaşar Kemal ÖyküYarışması"na davet ediyor.

İnsana, topluma dair yeni bir bakış ve yorumlayazmaya yönelenlerin öykü çalışmalarınıdeğerlendirmeyi amaçlayan yarışmanın seçicikurulunda Feyza Hepçilingirler, Semih Gümüş,

Feridun Andaç, Nahit Kayabaşı ve Şafak Pala yer alıyor. Öykü yarışmasına başvurular 20Haziran 2016 tarihinde başlayacak ve 26 Ağustos’a kadar devam edecek.

Birincilik ödülünün 3000 TL, ikincilik ödülünün 2000 TL, üçüncülük ödülünün de 1000 TL,olduğu yarışmada 3 kişiye de 750’şer lira mansiyon ödülü verilecek. Yarışmayla ilgili detaylıbilgi almak isteyenler Nilüfer Kütüphane'nin sosyal medya sayfalarını takip edebilir veya(224) 494 1954 numaralı telefondan bilgi alabilir

.PEN 2016 YENİ SESLER ÖYKÜ YARIŞMASI DÜZENLİYOR...Uluslararası Yeni Sesler Ödülü için PEN TürkiyeMerkezi bu yıl da öykü dalında verimler seçiyor. Buyarışmaya hiç kitabı yayınlanmamış 19-29 yaşındakigenç yazarlar tek öykü ile katılabilir. Sunulan öykününTimes New Roman fontuyla 12 punto, çift aralıklı ve2000-4000 kelime olması, ayrıca doc. docx. ya da rtfformatında iletilmesi gerekli; PDF kabul edilmez.

10 Mayıs'a kadar doğum tarihi belirtilerek [email protected] adresine iletilen öykülerdeğerlendirmeye alınır. Ad yerine rumuz kullanılması, "rumuz-özgeçmiş" içeren ayrı birsayfa/belge iletilmesi yararlı olur.

Yarışma iki kademeli: PEN Türkiye Jürisi Zeynep Aliye, Suat Karantay, Tülin Dursun, HikmetAltınkaynak ve Tarık Günersel'den oluşuyor. Jüri bir ya da iki öykü seçip Mayıs sonuduyuracak. Seçilen/ler İngilizce'ye çevrilip uluslararası jüriye yollanacak.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 85: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

MAYIS AYINDA ÖNEMLİ GÜNLER

SEVDAMIZIN VE KAVGAMIZIN ŞAİRİARKADAŞ Z. ÖZGER ŞİİRLERİNDE YAŞIYOR…

Edebiyatımızda hep genç kalan şairlerindendirArkadaş Z. Özger. 5 Mayıs 1973’te 25 yaşındaonu yitireli 38 yıl oldu. 1 Mayıs 1973’te 1 Mayısiçin yaptıkları gösteride polis eşliğinde faşistlerinsaldırısına uğramışlardı. Bu arbedede başına bircop darbesi alan Arkadaş Z. Özger, beyinkanaması geçirdiğinin farkına varılmadan tedaviiçin gittiği sağlık kurumundan tahliye edildi. 5Mayıs’ta sokakta ölü bulundu. Yapılan otopsi’debeyin kanaması sonucu öldüğü belirtildi.

Şiirleri Forum, Soyut, Yansıma, Yeni Eylem ve Yordam gibi dergilerde yayımlandı.Başlangıçta verili ortamdaki egemen söylemlerin, özellikle ikinci yeni akımı esintisiniduyumsatır şiirleri; yaşama bilincinin, topluma ve insana bakışının gelişimi ile birliktetoplumcu gerçekçi çizgide, lirik, kırgın ve buruk bir sesle, ama inatla umudunu haykıran,konuşma diline yaslanarak çarpıcı bir akışkanlık kazandıran imge örgüsü ile özgün şiirleryazdı. Gelecek güzel günlere olan inancını hiç yitirmedi:

Deniz Faruk Zeren, “Şiirin Bordo Gülü” yazısın da şöyle anlatıyor Arkadaş Z. Özker’i:

“Arkadaş Z. Özger, günümüz şiir dünyasının baronlarla, beylerle, piyasa adamlarıyla, ecişbücüş şiirimsi metinlerle şişirilmiş, dumura uğratılmış çatısı altında ne yazık ki unutulmayaterk edilmiştir nerdeyse. En acıtanı da bu genç ölüm güzeli sosyalist şairi, genç sosyalistlerinyeterince sahiplenmemesidir belki de. Oysa ülkemiz şiirinin yakın tarihinde ipince birdamardır Arkadaş Z. Özger’in şiiri. “Hangi yanağını Leyla Halide uzatsa Türkiyeli gerillacılaravurulan” enternasyonalist bir damar. İpince deyişimiz şiirinin herhangi bir zayıflığından değil;gerçekten ipincedir, sesiyle, soluğuyla, biçimiyle, özüyle ipincedir. Duru, naif, sessizceakan….. Başından sonuna bir arayış şiiridir Arkadaşınki. Her mısrasında kendi özgün sesini,şiir kaygısını koruyan ve kuşağının entelektüel birikimini, toplumsal duyarlılığını, acılarını veözlemlerini kendi bilincinin, yüreğinin potasından şiire damıtmaya çalışan bir arayış.Döneminin atılgan ruhu içerisinde estetik kaygısını elden bırakmadan ve hatta bunu daha dagüçlendirip sıradanlıktan kurtarmaya çalışarak yazar Arkadaş. Asıl inceliği, özgünlüğüburadadır. Eskiyi yıkmaya cüret etmiş 71 kalkışmasının yarattığı toplumsal anaforda yenininiçinde daha yeni arayışıdır Arkadaş’ın şiiri. Çünkü “uyuz bir kedi gibi kaşınıyor(dur) edebiyat”.Çünkü “bir rahibe ancak bu kadar ihanet edebilir kendine.

Sayfa 85

Page 86: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI
Page 87: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI
Page 88: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 89: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

EDEBİYATIMIZIN ÖZGÜN VE ÖZGÜR SESİ: S.F.ABASIYANIK

11 Temmuz 1954’te yitirdiğimiz durum ve kesitöyküsünün öncüsü Sait Faik Abasıyanık, öyküleriylearamızda soluk alıp vermeye devam ediyor hâlâ.

Uçurtmalar ve İpekli Mendil adlı yoksulları konu alanilk öykülerinden sonra kendisini tamamen öyküyazmaya verir. Sait Faik, öykülerinde işçi veemekçileri, kimsesiz çocukları, köşe başındakidilenciyi ve bankta pineklik eden ayyaşı konu eder.İlk yapıtları Semaver, Sarnıç ve Şahmerdan’daçocukluk ve gençlik yıllarının hatıraları,

Fransa’da kaldığı yıllarda yabancı çevreye olan yabancılaşması ve insan ilişkilerinedayanan tutumu yer alıyordu. Kimi zaman İstanbul’un kenar semtlerini, yoksul insanları,küçük insanların serüvenlerini ve en önemlisi insan sevgisini anlattı. Züppe burjuvainsanlarına kızdığı bu dönem öykülerinde yoksulları yüceltir ve yaşama sevinci ağır basar.İkinci dönem öykülerinde ise insanları bireyler olarak ayrı ayrı değerlendirmeye veeleştirmeye başladığını görürüz. Bunu takip eden üçüncü dönemde ise yazarın yaşamasevinci yavaş yavaş solar ve yerini hüzne bırakır. Asıl ününü, bu dönemde kaleme aldığı,yaşadığı Burgaz adasından ve çevresinden kaynaklanan, Rum balıkçıları, denizi, denizkuşlarını, balıkları, doğayı konu edinen Lüzumsuz Adam, Mahalle Kahvesi, Son Kuşlar,Kumpanya ve Havuz Başı hikâyeleriyle yaptı. Uzun öykülerinin yer aldığı ilk kitabı HavadaBulut’ta Sait Faik, tamamen yalnızlığı, hüznü, çaresizliği, kaçıp gitmeyi anlatır.

Sait Faik’in çevresi ve arkadaşları ilerici, devrimci şair-yazarlardan oluşuyordu. Ancak, birburjuva ailesinin çocuğu olarak, baba malından gelen gelirlerle yaşayan yazar, yaşamınınher anında politik etkinliklerden uzak durdu. Ama bu uzak duruş, toplumsal sorunlaraduyarsız kalmak değildi. Hep bir arada yaşadığı işçileri, balıkçıları, yaşamını emeğiylegeçinen insanları yazdı. Bir işçiye karşı yapılan haksızlığa dayanamayıp kalemini sivriltenSait Faik’in bu bakışı bile hangi saflarda olduğunu vurgulamaktadır:

“Semaver, ne güzel kaynardı. Ali semaveri, içinde ne ıstırap, ne grev, ne dekaza olan bir fabrikaya benzetirdi. Ondan yalnız koku, buhar ve sabahınsaadeti istihsal edilirdi. Sabahleyin Ali'nin bir semaver, bir de fabrikanınönünde bekleyen salep güğümü hoşuna giderdi. Sonra sesler.Halıcıoğlu'ndaki askeri mektebin borazanı, fabrikanın uzun ve bütün Haliç'içınlatan düdüğü, onda arzular uyandırır; arzular söndürürdü. Demek ki,Ali’miz biraz şairce idi. Büyük değirmende bir elektrik amelesi içinhassasiyet, Haliç'e büyük transatlantikler sokmaya benzerse de, biz, Ali,Mehmet, Hasan biraz böyleyizdir. Hepimizin gönlünde bir aslan yatar.”Semaver öyküsünden....

Sayfa 89

Page 90: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI
Page 91: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

ÇAĞDAŞ ÖYKÜCÜLÜĞE AÇILAN PENCEREMİZ: MEMDUH ŞEVKET ESENDAL

Türk Edebiyatının önemli yazarlarından Esendal,29 Mart 1883’te Çorlu’da doğdu. 16 Mayıs 1952’deAnkara’da yaşamını yitirdi..

Çocukluğu savaş yıllarına rastladığı için ve maddisıkıntılar nedeniyle düzenli bir eğitim göremedi.Kendi kendisini yetiştirdi, Arapça, Farsça,Fransızca öğrendi. Babasının ölümünden sonraçalışarak ailesine baktı. 1900′de gümrük memuruoldu. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girdi. Partimüfettişi olarak Anadolu’yu dolaştı. Anadolu veRumeli halkını yakından tanıma şansı buldu.

Çeşitli milletvekilliklerinden sonra 1941′de CHPGenel Sekreterliği’ne getirildi. 1945′ten sonra bugörevi de bırakıp sadece edebiyatla ilgilendi. İlk

öyküleri Meslek gazetesinde yayınlandı. “Miras” adlı romanı da bu gazetede tefrika edildi.Siyasetçi ve edebiyatçı kimliklerini ayrı tutmak için yazılarında “M.Ş.E, Mustafa Memduh,Mustafa Yalınkat, M. Oğulcuk, İstemenoğlu” gibi takma isimler kullandı. “Ayaşlı veKiracıları” adlı romanıyla 1942 CHP roman yarışmasında dereceye girdi. 1946-1952arasında Sanat ve Edebiyat, Seçilmiş Hikayeler, Ulus, Ülkü, Hisar, Pazar Postası, TürkDili gibi gazete ve dergilerde yayınlanan öyküleriyle ünlendi.

Öykü ve romanlarında ele aldığı konular, kişiler çeşitlilik gösterir. Sıradan insanlarıngündelik yaşamları üzerinde durdu. Ev içi yaşam, aile ilişkileri, kahve mahalle ortamı ileköylülük gibi temaları işledi. Katı sınıf ilişkileriyle belirlenmemiş bir toplum özlemini dilegetirdi. Olayları ve kişileri önyargısız, sevecen ve gerçekçi bir yaklaşımla ele aldı. Uzunboylu çözümlemelere girmekten kaçındı. Dilde yalınlığı, duruluğu benimsedi, konuşmadilini esas alan bir yazı dilinin öncülüğünü üstlendi.

Esendal'ın edebiyatımıza getirdiği en önemli yenilik, ele aldığı konuları büyük bir sadelikleişlemesidir. Bu konular, yine sıradan insanların yaşamları etrafında gezinir. Öykücülüğebaşladığı ilk yıllarda, dilde sadeleşmenin öncüsü olan Ömer Seyfettin'in izinden gidenEsendal, ustalık dönemine eriştiğinde, hem Ömer Seyfettin'den, hem de kendiçağdaşlarından daha sade ve düzgün bir dille yazmıştır. Uslübunda Çehov'un etkileriaçıkça görülür. Hatta, bazı öyküleri, Çehov'dan yapılmış uyarlamalardır. Ancak bu etki,yazım tarzı, dildeki sadelik, kişilerin seçilişi ile sınırlı kalır. Esendal, Çehov'un karamsarbakışını tekrarlamaz. Kendi deyişiyle; insanlara yaşamak için ümit, kuvvet ve neşe verenyazılardan hoşlanır, insanları yoğunmuş mutfak paçavrasına çeviren ve yeise düşürenyazılardan hoşlanmaz.

Sayfa 91

Page 92: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

a

Esendal’ın asıl başarısı bir tek parti iktidarı yöneticisi olmakla birlikte, eşyaya, olaylarabakışta tek bir gözlük kullanmamasıdır. Toplumsal değişim ve dönüşümlerde yaşanançalkantılara, bürokratik otoriteye, gerektiğinde muhalif gözüyle de bakabilmiştir. Bürokrasi,Avrupa, Batı yaklaşımları bunun en iyi göstergesidir. Aslında, mesleki temsil ve toprakkonusundaki görüşleriyle muhalif bir yanı da vardır.

ESERLERİ: Roman: Ayaşlı ve Kiracıları (1934-1957) , Vassaf Bey (1983, ölümündensonra); Öykü: Hikayeler 1. Kitap (1946, Otlakçı adıyla 1958), Hikayeler 2. Kitap (1946 MendilAltında adıyla 1958), Temiz Sevgiler (iki cilt, ölümünden sonra 1983), Veysel Çavuş (1984,ölümünden sonra), Bir Küçük Çiçek (1984, ölümünden sonra), İhtiyar Çilingir (1984,ölümünden sonra)... Bütün eserleri 9 cilt olarak 1983-1984′te yayınlandı

HALK OZANI MAHZUNİ ŞERİF, ŞİİRLERİYLE, BESTELERİYLE TÜRKÜLENE TÜRKÜLENE AKMAYA DEVAM EDİYOR…

Pir Sultan’dan Karacaoğlan’a, Nesimi’denDadaloğlu’na zalime başkaldıran halk şiirigeleneğimizin son büyük ustalarından 17 Mayıs2002’de yitirdiğimiz Âşık Mahzuni Şerif’i 8. ölümyıldönümünde saygıyla anıyoruz.

Mahzuni, yaşamı boyunca, tüm baskıcılara vebaskılara karşı haklıların sembolü olarak, “Bizimsuçumuz şerefimizdir” demesini bildi.

Mahzuni, sazını eline aldığı günden bu yana, hertürlü sömürüye karşı mücadelenin içinde birleştiricisöz öğelerini kullandı. Âşıklık görevini yerinegetirirken, halkın gözü, kulağı olma bilincini öne çıkardı hep.Mahzuni, bazen durgun bir su, bazen coşkulu akan ırmak, mazlum, mahzun ama yürekli birAnadolu çocuğu olarak sazının tellerine vurdu mızrabını.

Mahzuni, geri kalmış toplumların yoksul insanlarının yüz yıllardır oluşturduğu hayatfelsefesinin içindeki, insanı yokluğa, uyuşukluğa götüren inanç motiflerini teker tekerçıkararak, yerine toplumcu hayatın öğelerini koydu, sınıf çelişkilerini işledi:

Çeker Gider Şiirinden

Bakmazdım zalimin gözü yaşınaSabıra bağlamazdım boşu boşunaİtikat etmezdim mezar taşınaTaş yerine çiçek eker giderdim

İnsan olduğu yön kıbledir banaBen böyle inandım çünkü insanaÇok sebeptir diye kavgaya kanaBütün hududları söker giderdim

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 93: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

Sayfa 93

Page 94: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

ŞİİRİMİZİN ÖZGÜN SESİ EDİP CANSEVERŞİİRLERİYLE HAYATIMIZA SOLUK KATIYOR HÂLÂ…

Her türlü kümelemenin dışında,biçimde 2. Yeni’yi teğet geçen,içerikte hayat-toplum-birey üçgenin-de uzun soluklu şiirleriyle bakışımızızenginleştiren Edip Cansever’i 28Mayıs 1986’da 58 yaşında yitirdik.

Edip Cansever hece ölçüsündensürekli uzak durduğu için,kuşaktaşları gibi şiire heceyle

başlayıp sonra serbest şiire geçiş bunalımı yaşamamıştır. İlk şiirlerinde birinci yeniden izlergörülse de sonraları imgesiz şiir yazılamayacağını düşünerek bu akıma kendisinikaptırmaz. Cansever şiirinde ayrıntı gücü hemen göze çarpar. Kimi zaman neredeysenesre yaklaşan şiirleri insanı kendi varoluşuyla yüzleştirir.

Cansever, şiir anlayışını şu sözleriyle somutlar: "Bireyi toplum içinde somut olarak görünürduruma getirmek, giderek daha da derinlerine inerek, onun içsel dramını kurcalamakçabasındayım" Edip Cansever' in gerçek şiir serüveninin ilk ürünü olan "Dirlik Düzenlik",yer yer "Garip" şiirinin etkisini taşısa da daha sonra "İkinci Yeni" akımının şairleri arasındaanılmasına neden olacak kimi özelliklerin de ilk ipuçlarını verir. Bir yandan da, alaycı birsöylem ve üstten bir bakışla zengin-yoksul ikilemini "Garip" şiiri yedeğinde işlerken, öteyandan sonraki yıllarda Cansever şiirinin vazgeçilmez öğeleri arasında yer alacak bireyseltemalara yönelir. Söz konusu kitapta, şiirini toplumun sorunlarına açmak çabasında olanCansever, ilk kitabındaki yüzeysellikten arınarak öze ve anlatıma ağırlık veren bir üslupedinme çabası içinde olmuştur. Hemen bir yıl sonra 1966' da yayımlanan "ÇağrılmayanYakup", anlatımcı (öykülemeci) şiirlerin ağır bastığı bir kitaptır. Şiirini, bir yandan yükselentoplumsal muhalefetin konu ve sorunlarına açan Cansever’in, imgeden görece uzaklaşarakşiirini "anlatım"a yaslaması, dönemin sosyal ve siyasal hareketliliği düşünüldüğündekaçınılmazdır. Ama şiirinin asli ve değişmez eksenin yer verdiği "ben" ya da "birey" olgusu,Cansever şiirini özgün biçimde bir yerde tutar. Cansever, başkaldırının içerisinde yer alan,başkaldırı sonrasında gerçekleşecek dönüşümleri tutkuyla özleyen ve başkaldırı ruhundanbeslenen bir bireyin şiirini yazar. Bu iç içelik nedeniyledir ki, "Çağrılmayan Yakup"tan dörtyıl sonra yayımlayacağı, "Kirli Ağustos"ta, 1970 öncesi sol siyasi eylemlerin etkilerini, sözkonusu eylemlerin içinde düşünsel ve duygusal varlığıyla yer almış birinin penceresindenyansıtır. Yine dört yıl sonra, 1972’te yayımlanan kitabı, "Sonrası Kalır" ise 12 Martdöneminde toplumsal planda yaşanan acıların ve etkisi 1980'li yıllara kadar uzanacak biryenilginin ağıtlarıyla yüklüdür ve Cansever, "içerden" biri olarak, yapılan yanlışısorgulamaya girişir.

Birer yıl arayla yayımlanan "Ben Ruhi Bey Nasılım" ve “Sevda İle Sevgi" adlı kitaplarında

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 95: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI
Page 96: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

JOSE MARTİ KAVGAMIZDA DİNMEYEN SESTİR…

28 ocak 1853'te Havana'da doğan Jose Marti'ninbabası İspanyol, annesi ise Kanarya Adaları'ndandı. 16yaşında "özgür vatan" adlı bir gazete çıkardı.İspanya'ya karşı bağımsızlık savaşımı verenlerdenolduğu için 17 yaşında tutuklandı ve 6 aylık kürekcezasından sonra İspanya'da Madrit'e sürüldü.Madrid'te Zaragosa Üniversitelerinde hukuk, felsefe vefiloloji eğitimi gördü. 1874'te Latin Amerika ülkelerinidolaştı.yaşamının büyük bölümünü sürgünde geçirdi.

1878'de Kübalı toprak sahiplerinin ispanyollarlaanlaşması nedeniyle sona eren savaş ve çıkan af ileülkesine geri döndü. 1878'de evlendi, bir oğlu ve bir kızıoldu. 1880'de Kuzey Amerika'ya geçti, göçmen olarakyaşadı. Yıllarca şiirler, kitaplar ve gazete makaleleriyazdı. Aynı zamanda siyasi eylemlerini de sürdürdü.Gizli siyasal faaliyetinden dolayı iki kez yine tutuklandı.Daha sonra NewYork'a yerleşti. Buradan BuenosAires'te çıkan La Nicion adlı gazetede ona

ayrılan köşedeki yazılarından dolayı ünü bütün Latin Amerika'ya yayıldı. 1892'de PartidoRevolucionario Cubano (Küba Devrimci Partisi) kuruldu ve Marti, PRC'nin temsilciliğineseçildi; aynı zamanda Patria (Vatan) adlı gazeteyi çıkarmaya başladı. 1895'de Kübahalkını bağımsızlık savaşına çağıran ve partinin manifestosu niteliğinde olan Monte KristoBildirisi'ni kaleme aldı.

1895'de Kübalı yurtseverler bir kez daha İspanya'ya karşı savaş hazırlıklarına başlamıştı.Marti Küba'ya döndü ve 1 ay sonra 19 Mayıs 1895'te arkadaşlarıyla birlikte küçük çaplı birçatışmaya girdi ve çatışmada İspanyol askerleri tarafından öldürüldü.

Jose Marti yaşamını, Küba'da İspanyol sömürge yönetiminin sona erdirilmesi ve Küba'nınABD dahil başka ülkelerin egemenliği altına girmemesi için savaşıma adamıştır. öğretisininözü, kişi özgürlüklerine saygılı olmayan ve yalnızca zenginliklerini büyütmeyi gözetenyönetimleri uyarmaya ve karşı çıkmaya dayanmaktadır. Yapıtlarında bütün despot yönetimdüzenlerini ve insan haklarına karşı uygulamaları kınamıştır. Onun yazıları demokratikgelişmeye yol göstericidir. Marti'nin, edebiyat ve siyaset arasındaki ilişkiye getirdiğidüşünce; yazmak, konuşmak, "yaratma"nın bir biçimidir; ama değişik bir biçimidir; değişikbir "yaratma"dır, eyleme katılmanın paralel bir biçimidir.

Kısa süren ömrü boyunca, birkaç siyasal kitapçıkla incecik şiir kitapları Abdala(manzumdram) 1869'da, İsmaelillo (Mahvolan Dostluk, otobiyografik roman) 1882'de,Versos Sencillos (Basit Şiirler) 1891'de ve Versos Libres (Özgür Şiirler) 1913'te ölümündensonra basıldı.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 97: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI
Page 98: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

KOMÜNİST ŞAİR RİTSOS ŞİİRLERİYLE BARIŞ VE ÖZGÜRLÜK UMUDU SAÇIYOR HÂLÂ...

1 Mayıs 1909 ‘da dünyaya gelen Yunankomünist şair Yannis Ritsos’un 106. doğumgününü kutluyoruz.

Büyük şairin halkla birlikte güçlü melodileredönüşen şiirleri hala özgürlük ve eşitlikmücadelesinden ayrı düşünülmüyor.

Yannis Ritsos için 'çağımızın en büyük şairidir'demiştir, Louis Aragon. İkinci Dünya Savaşısırasında faşizme karşı kendi yurdundadirenişe katılan Ritsos'un şiirleri yine kendiyurdunda yasak edilir, Ege adalarınasürgün edilir. Epitaphios (1936- Yazıt MezarYazıtları ) adlı kitabı faşist cunta tarafındanZeus Tapınağı'nda törenle yakılır.

Ritsos, 1934 yılında ilk şiirlerini VladamirMayakovski'den esinlenerek yazmaya başlar,ilk şiir kitabının adı Traktör’dür. Yannis artıkhayatı boyunca işçi sınıfı mücadelesi için

çalışır.

11 Kasım 1990'da Atina'da hayatını kaybeden Yannis Ritsos'un şiirleri 80'den fazla dileçevrilmiştiir. Türkçe'ye çevrilen eserleri şöyledir: Alışkanlıklar Da Değişir, UmarsızPenelope, Yaşlı Kadınlar ve Deniz, Helena ve Nöbetçi, Boyun Eğmeyen Ülke, Graganda,Erotika, Dikkatli Ariostos (Anlatı/Roman), Seçme Şiirler, Tüm Şiirleri, Ölü Ev, Taşlar,Yinelemeler, Parmaklıklar, Bir Mayıs Günü Bırakıp Gittin

Yannis Ritsos’un 'Barış' adlı şiirinden:'Çocuğun gördüğü düştür barış,annenin gördüğü düştür barış,ağaçlar altında sevdalıların sevda sözleridir barış;Gözlerinin içinde uçsuz bucaksız birgülümseme elinde yemiş dolu bir zembil vealnında ter tomurcukları,Pencerede suyu soğutan testideki damlalar gibi;Akşam üstü eve dönen babadır barış,

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 99: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI
Page 100: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

NURHAK’TA UMUDA TIRMANANLARI UNUTMADIK! UNUTTURMAYACAĞIZ!…

Ocak 1971’de Malatya’nın Akçadağcivarındaki dağlık bölgeye yerleşerekeğitim çalışmasına başlayan 20 kişilikTHKO grubunu Sinan Cemgil komutaediyordu. Mayıs ayının son günlerindebiten eğitimden sonra keşif gezileriyapılmaya başlandı. 31 Mayıs günümuhtarın ihbarı sonucu keşif kolujandarma tarafından kuşatılınca çatışmaçıktı. Çatışma sonucunda THKOönderlerinden Sinan Cemgil, Kadir Mangave Alparslan Özdoğan yaşamını kaybetti,Mustafa Yalçıner ile Hacı Tonak yaralandı.

Sinan Cemgil’in annesi, oğlununcenazesini almaya geldiğinde, onları“eşkıya” diye nitelendiren köylülere şöyleseslenmişti: “Bu oğlum Sinan... Bunlar da

onun arkadaşları (Kadir ve Alpaslan), kardeşleri.... Onlar da oğullarım... Bu çocuklar,bu oğullar; bu ülkeyi, halkı, sizleri sevdiler. Başka bir istekleri yoktu. Her biri birerdehaydı. Her biri üstün zekâlı birer güzel insandı. Dileselerdi, düzenin adamları olsalardı,şimdi burada cansız yatmazlardı. Birer milyoner olurlardı. Ama onlar, halkı, sizlerisevdiler. Sizin sorunlarınızı omuzladılar. Size yalan söylüyorlar. Onlar eşkiya değildi”

Sinan Cemgil ve arkadaşları, sosyalizm kavgamızda bizlere göz kırpan birer kızılyıldızdır şimdi!...

“Zincire, kelepçeye, kurşuna teşne bilekler,İsyanın türküsünü söylettiler destanlaşan mavzerlerine…Mavzerin namlusundan doğacak bir güneşin özlemiyansıyordu gözlerine…

Güz vurdu ışıklı yüzlerinizeEsti yüreklerinizde kahrın kara yelleriBaşınıza üşüştü cehennem zebanilerigüneşe gölge düştü!”

A. Z. ÇAMUR

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 101: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

İBRAHİM KAYPAKKAYA BUGÜN DE KAVGAMIZA IŞIK TUTMAYA DEVAM EDİYOR...

GÖRSEL ÇALIŞMA: ADNAN DURMAZ

1973 yılının Ocak ayı sonunda, Dersim'de, -Vartinik Köyünün Mirik Mezrası'nda- devletinkolluk güçleriyle çıkan çatışmada arkadaşı Ali Haydar Yıldız düşerken, boynundan yaraalan İbrahim Kaypakkaya, daha sonra bir ihbar üzerine tutsak edildi.. Her türlü işkenceleredirenen İbrahim Yoldaş’tan sır alınamayacağını gören Faşist katiller dört ay süren yoğunişkenceler sonucu konuşmayacağına emin olduktan sonra, İbrahim'i, 17 Mayıs'ı 18 Mayıs'abağlayan gece kurşunlayarak katlettiler.

O, katledildiğinde henüz 24 yaşındaydı. Ama İbrahim Kaypakkaya'nın önemli bir önderolmasını sağlayan esas şey, ne onun gençliği ne de işkencede ser verip sırvermemesiydi... İbrahim'i, döneminin tüm devrimci önderlerinden

ayıran temel farklılık, Türkiye üzerine hazırladığı tezler ve yaptığı incelemelerle yeni veözgün, o dönem ilk kez ağza alınan strateji ve saptamalar bırakmasıdır. 20 yaşında,Çorum ili sosyal sınıflar ve ekonomik yapıları üzerine inceleme hazırladı. O döneme dek

Sayfa 101

Page 102: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

sola yapışık gezen "kemalizm"in karşı devrimci konumunu saptayıp “sol” üzerindenfiskeleyip atan ilk devrimcidir Kaypakkaya... Ve 24 yaşında, Kürtlerin kaderlerini tayinhakkını ortaya koyan ve onların dilerlerse ayrılma haklarını kabul edip açıkçadillendirebilen ilk Türk sosyalistidir... Gene 24 yaşında, Türkiye koşullarına uygun ilkdevrimci analizi yazan kişidir... Kaypakkaya, diğer devrimci önderlerden de öte TürkiyeSolu'nun namusudur! Birçok konuda hâlâ bugün Türkiye'nin devrimci yapısınaKaypakkaya’nın tespitleriyle doğru bakabiliyoruz. Son 40 yıl içinde Türkiye solu'nda onunkadar özgün ve geniş perspektifli önder ne yazık ki çıkmadı.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 177. Sayı

Page 103: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

YAŞADIĞIMIZ ÇAĞIN HER YERİ VE HER KAVRAMI KİRLETEN ANLAYIŞINA KARŞI, ONLAR BİZE HEP DEVRİMCİ

İNANÇ VE TUTARLILIĞIN PİSLİKLERDEN ARINMIŞ ŞAFAĞINI GÖSTERECEKLER!

“HALKIN ULUSU, RÜZGÂRIN KARDEŞİYDİ ONLARATEŞİN ÖĞÜNDÜĞÜ ÜÇ ALINTERİ NEBİSİBİR ŞAFAK VAKTİ ZULMÜN DEHLİZİNDEYİĞİTLİK ANITIN I SÜSLEDİ BEDENLERİ”

REFİK DURBAŞ

GÖRSEL DÜZENLEME: ADNAN DURMAZ

Sayfa 103

Page 104: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI
Page 105: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

ASYA HALKLARI ŞİİRİ

MOĞOLİSTAN – GOMBOZHAV JAPONYA - TAKİGUŞİ MASAKO HİNDİSTAN - ARUN MİTRA VİETNAM – CHE LAN VİEV

Sayfa 105

Page 106: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

İNSAN SEVGİLİSİNİN YANINDA NASIL YÜREKLİ OLUR?

Bizim kuyunun orda rastladım kendisine,Ah benim şaşkın,yanık yüreğim,"Sevgilim"demek geldi içimden de,Tutup "Baban nasıl"deyiverdim.

N'olurdu başka şeyler söyleyeydim,Ama gözlerinin içine içine baktım yaTasalıydı gözleri ama ne çıkar,Öfke okunmuyordu neyse bakışlarında.

Kasabanın girişinde rastladım kendisineGönlümün sultanı,köylü güzelim benim,"Kölen olayım"demek geldi içimden de,Tutup"Anan nasıl?"deyiverdim.Ne çıkar gizlediysem sevgimi,

Zar zor gülümsediysem var mı önemi,Benim elimden gelen bu kadarBakışlarıyla terslemedi ya beni.Kendi evinde gördüm bir gün de

Dalgın dalgın çözüyordu saçının örgülerini"Seni seviyorum"diyesim geldi sessizceTutup "Kardeşin nasıl?" demiyeyim mi?İyidir, dedi bana gülümseyerek,

Anamın beklediği de iyidir,Sonra ağlamaklı iri gözlerini indirerek,Besbelli duygularını gizledi benden.

GOMBOZHAV (Moğolistan)ÇEVİRİ: ERAY CANBERK

Page 107: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

BİR ADAM

Biliyor kiBacakları arasında bir kadınınBir çiçek açar değişe değişeİlkbaharYazSonbaharKış.Duraksamadan konuşuyor adamGeleceğ, okuyan bir büyücü gibiTok sesiUtandırıyor kadınıTepeden tırnağa.İstiyor kiSevgilisi ölsün çabukçaİnanması içinTek onun olduğuna.Aydınlık bir kış günüKadının ardına düşüp:“ÖlürsenBen taşıyacağım tabutunu” diyor.Acele eediyorYeşermiş kayısının kızarması içinAçması için zorla tomurcuk gülün.Sanıyor kiEllerinin ayasıyla dokununcaOlgunlaşır ve düşer bir kadın.Avuçları nemliYehova gibi tıpkı.

TAKİGUŞİ MASAKO (Japonya)ÇEVİRİ: ERAY CANBERK

Page 108: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI
Page 109: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

SABAH SÖYLENEN AŞK ŞARKISI

Sen gidince akşam gelirYitirir kuşlarını bahçe

Sen gelince aydınlık gelirAçar bütün su çiçekleri

İşte sen, parlıyor güneşYakıyor ateşini mavilik

Aşkın sayısız yıldızıdırGökte altın tanelerinden

Seni seviyorum: taze tomurcuklarCan veriyor sabaha

Işıldayan altını mutluluğunÜstümde yanıyor

Yarın geleceksin banaSen yaratılmışsın çiçekten

CHE LAN VIEN (Vietnam)ÇEVİREN: ERAY CANBERK

Page 110: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

EMEĞİN SANATI E-DERGİAylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi

15.12.2014 Yıl: 9 Sayı: 163

Facebook grup adresi: https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=tsTwitter adresi: http://twitter.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi

DÜNYA ŞAİRLERİNİN KISA ÖZGEÇMİŞLERİ:AGOSTİNHO NETO:Angola'nın ünlü şairi ve Angola Devlet Başkanı (1975-1979) Ülkesinin kurtuluş savaşınaönderlik eden Neto’nun Angola halkının kurtuluş kavgasıyla şiiri sıkı sıkıya ilişkilidir. Angola Kurtuluş İçin HalkHareketi’nin başkanlığını yaptı. Tıp Eğitiminden sonra 1960'da harekete liderlik etmeye başladı ve olaylaresnasında Portekizlilerce 30 sivil öldürüldü, yaklaşık 200 kişi yaralandı. Neto; Portekiz koloni makamlarınca aynıyıl tutuklanarak Lizbon'da hapse atıldı. Hapisten kaçan Neto; önce Fas'a sonra da Zaire'ye gitti. 1962 yılındakurtuluş savaşına devam etmek üzere ülkesine döndü. Angola halkının Portekiz sömürgeciliğine karşı verdiğikurtuluş savaşı, şair Neto'nun önderliğinde başarıya ulaştı. 1969-1970 Asya Afrika Yazarlar Birliği'nden LotusÖdülü'nü aldı. (1975-1976) yılında Lenin Barış Ödülü'nü kazandı. Kanser tedavisi sürerken Moskova'dahastanede sonsuzluğa yürüdü.JORGE REBELO:1940 doğumlu Jorge Rebelo, MOZAMBİKli şair, avukat, gazeteci . Portekize karşı Mozambikligerilla grubu ile direnişin öncülerinden oldu. Şiirlerinde Mozambik özgürlükmücadelesini, bağımsızlık içinmücadele, direniş çağrıları öne çıkmaktadır. Özgürlük savaşını ve savaşanları över, yoldaşlarını motive eder ,kavgaya çağırır. Bu şiir, Mozambik özgürlük mücadelesininen şiddetli günlerinde, kendisiyle gizlice görüşmeyegelen iki İsveçli gazeteciye verilmişti. Rebelo, 1975 yılında ülkenin bağımsızlığını hemen sonra Mozambik'inenformasyon bakanı ve ülkedeki en güçlü adamlarından biri oldu.ELLİS AYİTEY KOMEY:(1816-1887) Proletaryanın sesini, sosyalizmi türküleri ve şiirleriyle dünayaya yayanşairdir. Enternasyonal’ın sözünü yazan şairdir. Önceleri işçi olarak çalıştı. 1848’de barikatlarda dövüştü. 1871Paris Komünü’nde milletvekili seçildi. Komün yıkılınca ABD’ye sığınmak zorunda kaldı. Gıyaben ölüm cezasınaçarptırıldı. Sürgünde kaldığı sürece türkülerini yazmaya devam etti. 1880’de aftan yararlanarak Fransa’yadöndü. İlk şiir kitabını o yıl yazdı. 2. kitabı «Devrim Türküleri» ölümünden sonra yayınlandı. Yoksulluk içindeöldü ama yazdıklarıyla arkasında ölmeyecek bir anıt bıraktı.DENNIS BRUTUS: (1924-2009) Zimbabweli sporcu, spor yöneticisi, özgürlük savaşçısı, şair. 1960olimpiyatlarına hak ettiği halde siyah tenli olduğu için seçilmeyince bu kararda egemen olan Anti-CAD’a (SiyahîKarşıtı İşler Dairesi Başkanlığı organizasyonu) direnir bunun sonunda ilk kez hapse atılır. 18 ay hapistençıktıktan sonra da mücadelesini sürdürdü Güney Afrika’da siyahların yazması ve yayınlaması yasakken o illegalyollardan bu yasağı deldi. Asma sonunda tekrar tutuklandı. Nijerya hapiste iken MBARI Şiir Ödülü'nü alan ilksiyah şair oldu. Ancak Brutus, ödülü ırkçılığı protesto etmek amacıyla geri çevirdi. 14 şiir kitabı olan Brutus,Daha sonra yurt dışına çıktı. Denver Üniversitesi, Northwestern Üniversitesi ve Pittsburgh Üniversitesi ‘ndeAfrika edebiyat tarihi üzerine dersler verdi. Buradan emekli oldu. Amerika’da öğretim üyeliğini sürdürdüğüyıllarda da ABD’de Apartheid karşıtı gösterile düzenledi, kamuoyu oluşturmaya çalıştı. Apartheid bittiktensonra Güney Afrika'ya döndü. 2008 yılında sanat ve kültüre katkıları, ömür boyu gösterdiği özverili mücadelesinedeniyle Güney Afrika Lifetime Onur Ödülüne layık görüldü. Brutus, tüm zamanların dünyanın en iyi şairleriarasında yer aldı. Korkusuz bir adalet savunucusu, ve büyük bir hümanist ve öğretmen oldu.

Kaynak: Yansıma Dergisi Sayı 30, 1974, Kurtuluş Hareketleri Ve Direnen Şiir Özel Sayısı

Yayınlayan: Emeğin Sanatı Kolektifi© Dergide yayınlanan eserlerin her türlü hakkışair ve yazarlarına, görsel sanatçılarına aittir.Kaynak gösterilmesi koşuluyla alıntı yapılabilir

Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen dostları, [email protected] gönderebilirler.

Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, [email protected] gönderebilirler. Facebook grup adresi: https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=tsTwitter adresi: http://twitter.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi

DÜNYA ŞAİRLERİNİN KISA ÖZGEÇMİŞLERİ:

GOMBOZHAV (1932-1966): Moğol halkının duygulu ve etkili şairlerinden olan Gombozhav, kimizaman direniş çokça da halkının yaşantısını dile getiren doüa ve aşk şiirleri yazdı.

TAKİGUŞİ MASAKO (1941- ):Japonya’da doğdu. Dokuz yaşında ailesiyle birlikte ABD’ye göçtü.Japon şiirinin etkisi altında doğa ve aşk şiirleri yazdı hep. Japonca’dan İngilizce’ye ve İngilizce’denJaponca’ya çeviriler yaptı. Lirik bir şair olarak tanınmaktadır.

ARUN MİTRA(1909-200)): Yüksek öğrenimini Paris’te yapan Mitra, döndükten sonra akademisyenolarak göreve başladı. Genelde Bengalce yazmayı yeğledi. Ve bu dilden ya da bu dile çeviriler deyaptı. Fransız edebiyatından da önemli oranda çeviriler yaptı. Yerel kültürden edindiklerini çağdaş birüslûpla birleştirerekk yeni bir şiir dili kurdu.

CHE LAN VİEN (1920-1989): Direniş yıllarında Vietkong direnişçileriyle birlikte oldu. ÇinhindiKomünist Partisi üyesi oldu. Direniş şiirleri yazdı.. Bu konuda gazete ve broşürler yayınladı.Savaştansonraki yıllarında aşk ve doğa şiirleriyle öne çıktı. Vietnam Yazarlar Birliği’nin başkanlığını yaptı.Verimli bir edebiyatçı olan Vien, şiirin yanı sıra deneme, anı, eleştiri gibi bir çok dalda bir çok eserlerverdi.

KAYNAK: SEVDA TÜRKÜLERİ – ERAY CANBERK, Yeni Türkü Yayınları

EMEĞİN SANATI E-DERGİAylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi

MAYIS/2016 Yıl: 10 Sayı: 177

Yayınlayan: Emeğin Sanatı Kolektifi© Dergide yayınlanan eserlerin her türlü hakkışair ve yazarlarına, görsel sanatçılarına aittir.Kaynak gösterilmesi koşuluyla alıntı yapılabilir.

Page 111: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI
Page 112: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 177. SAYI

BİR MAYIS ŞİİRİ

yara böyle bir şey diyordum dakimse duymuyor, görmüyorkolum kanadım kırık dönüyorumgökyüzüme bulaşıyor kininiz

dar alan diyorum aklınız içinoysa herkes biliyor eşiğiniziıpıslağım geceden günden beriyasağa çalıyor hep diliniz

elleriniz kırılsın diyorum dadiliniz tutulsun üşümektenkorkunuzu sarıp sarmalayınben geçmedim, siz geçiniz!

yalan cadde, zulüm sokakno yok diyorum, susmuyorumezberlense bari bu şiir, nedensizkan damlıyor, mayın gibi; güneşsiz.

TURGAY KANTÜRK