genç bengü gazetesi 4.sayı

16
Karabağ Savaşı sadece Azerbaycan’ın değil, Bulgaristanın da davasıdır Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) ile Türkiye Üni - versite Mezunları Derneği’nin ortaklaşa düzenlediği, “Karabağ Savaşında Bi - linmeyen Gerçekler” konulu Konfe- rans Bayrampaşa Belediyesi altında bu- lunan Konferans salonunda yapıldı. Karabağ Savaşı sırasında Ermeni terörist Monte Melkonyan’ı yakalayarak öldüren ünlü Komutan Ibad Huseynov’un misafir olarak yer aldığı konferansa Bultürk Baş - kanı Rafet Ulutürk ve yönetim kurulu üye - leri, Türkiye Üniversite Mezunları Derneği İçtimai Birliği Baskanı Cengız Bayramov, Azerbayca’nın İstanbul Konsolosu Emma Heydarova, Atilla dergisi temsilcileri, Azeri Sanatçılar Briliant Dadashova, Azeri kızı Günel, İrade İbrahimova; Elyane Ahme- dova ve Türkiye’de öğrenim gören Azeri Öğrenciler ile çok sayıda vatandaş katıldı. Saygı duruşu, İstiklal Marşı ve Azer - baycan Milli Marşları okundu. Devamı 12’de 24 Oğuz Boyu… 1. Gün-Alp/Gün-Han: Sem - bolü şâhin. Oğulları: a) Kayıg/Kayı-Han: “Sağlam, berk” anlamındadır. Üç kıta ve yedi denize altı yüz yıldan fazla hâkim olan Os- manlı sülâlesi bu boydandır. Kayı Bo- yundan Ertuğrul Gâzi ve her biri bi- rer müstesnâ şahsiyete sâhip, çoğu dâhî, cihangir, kumandan, şâir ve sanatkâr olan Osmanlı sultanları, Kayı Han nes- linin kıymetini göstermeye kâfidir. Devamı 5‘te Türkiye eğitim konusunda cazibe merkezi olma yo- lunda hızla ilerliyor. Üniversite sayısı ve eğitim kali - telerinin artmasıyla birlikte Türk üniversiteleri ulusla- rarası alanda her geçen gün daha bilinir hale geliyor. 22 farklı ülkeden öğrencinin tercih ettiği Süleyman Şah Üniversitesi de son yıllarda yıldızı parlayan üni - versitelerden. Hedeflerinin 5 yılda 100 farklı ülkeden öğrenciye eğitime vermek olduğunu belirten Süley- man Şah Üniversitesi Kurumsal İletişim Direktörü Ser - dar Gecü yabancı öğrencilerin Türkiye’yi neden tercih ettiği ile ilgili soruları yanıtladı. İngilizce eğitim kalite - sinin yanı sıra, yabancı hocaların sayılarının artması ve mezun olan öğrencilerin olumlu referans vermesi neti - cesinde Türk üniversitelerinin daha tanınır hale geldiğini belirten Gecü, Türkiye’deki üniversitelerin dünya üni - versite olma yolunda adım adım ilerlediğini dile getirdi. EĞİTİM DİLİNİN İNGİLİZCE OL - MASI ÖNEMLİ BİR ETKEN Dünyanın farklı yerlerinden öğrencilerin eğitim dili yüzde yüz İngilizce olan üniversiteleri tercih et- tiğini kaydeden Gecü şunları söyledi: “Eğitim dili- nin yüzde 100 İngilizce olması önemli bir etken. Bu- nun yanı sıra çeşitli ülkelerden gelen öğrencilerin uygun barındırma imkânı, sosyal ortam-mekan ve yeterli düzeyde eğitim kalitesi ile eğitimlerini sür - dürebilmesi, bu noktada olmazsa olmaz bir koşul olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca bununla yetinme- mek gerekiyor. Belli oranda yabancı öğretim üyesi- nin bulunması ve global düzeyde uygun zeminlerin oluşturularak öğrencilerin yurtdışına dönüşümlü eği - time yönlendirilebilmesi ayrıca bir tercih nedeni. Yabancı Öğrencilerin Tercihi Türkiye Genel Başkanı Dünya Türk Gençler Birliği Yusuf Akçura’yı Tanıyalım(1876 - 1935) Yusuf Akçura 2 Aralık 1876’da doğdu. Türkçülük akımının önde gelen düşünür ve tarihçisidir. Har - biye Mektebi’nde okudu. 1897’de darbe girişimlerine katıldığı için tu - tuklandı. Taşkışla Divan-ı Harbi ka - rarı ile müebbet kalebentlik cezasına çarptırıldı. Karar sonrasında Padişah fermanı ile Trablusgarp’a sürüldü. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin 1899’da yaptığı girişimler sonucu Trablusgarp kenti içinde serbest do - laşma izni aldı. Devamı 11’de Ekrem ABDULLAYEV Türk Dünyası Gençliğinin Sesi ENG B Ü Genç Türk Dünyası Yıl:2 Sayı: 4 Şubat 2013 Aylık Siyasi, Sosyal ve Kültürel Gazete Dilde, Fikirde ve İste Birlik www.gencbengu.org Münevver Üçer, Kaya Üçer ve Rey- han İsen, Vatikan Kültür Bakanlığı’nın da- veti üzerine Palazzo Cancelleri’de sergi açtı Türk tezhib sanatı Vatikanda Münevver Üçer, Kaya Üçer ve Rey- han İsen, Vatikan Kültür Bakanlığı’nın daveti üzerine Palazzo Can - celleri ‘de açtıkları sergiyle tezhib sanatımızı Avrupalılarla buluşturdu. Devamı 5’te Türk Tezhib Sanatı Vatikan’da UZMAN GÖRÜŞÜ: YÜZLERCE TON HEPTYL KİMYASAL SALDIRI DEMEKTİR Rusya Tsiolkovskiy Uzay Akademisi üyesi uzman Yuriy Karaş, Proton-M roketinin düşmesinin yol aça- bileceği sonuçlar hakkında Kommersant gazetesine yaptığı açıklamada, yüzlerce ton heptyl maddesinin Ka - zakistan toprakları üzerinde serpilmesinin bir ülkeye kimyasal saldırı yapmaya eşdeğer olduğunu söyledi. RUSYA SADECE MADDİ ZARARI DÜŞÜNÜYOR Rusya, olayın maddi tarafını önemserken Kazak hal - kının maruz kaldığı felaketi görmezden geliyor. Rusya Federasyonuna bağlı kazayı araştırma komitesinin web sitesinde yer alan açıklamada “Devlet büyük zarara uğ- ratıldı. Halen kazanın sebepleri ve suçu olan kişilerin tes - pit edilmesine yönelik soruşturma yapılıyor” denildi. Rus Roketleri Kazakistan’da Ölüm Saçıyor “Ayakta kalmamızı Balkan Türk’üne borçluyuz” Balkan Savaşı’nın 100. yılı nedeniyle Frankfurt’ta düzen- lenen sempozyumda Balkan Türklerine soykırım yapıldı - ğına dikkat çeken konuşma- cılar, bunun Türkiye’de yeteri kadar gündeme gelmemesini eleştirdiler. Sempozyuma katılan Prof. Dr. İlber Ortaylı, Türkiye’de köylerin boşaldığını ve ülke - nin bu nedenle göçe ihtiyacı olduğunu söyledi. Almanya‘nın Frankfurt kentinde düzenlenen sempozyumda Balkan Türkleri’nin yaşadığı zor - luklar ve Balkan savaşı ele alındı. Avrupa Bal - kan Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği’nin düzenlediği etkinliğe Prof. Dr. İl- ber Ortaylı, Eski Devlet Bakanı Rifat Serdaroğlu, yazar gazeteci Nevval Sevindi Çalışkan katıldı. Devamı 11’de Yurtdışı Genç Liderler Projesi Başlıyor T.C Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Baş - kanlığı, bugün yayınladığı basın bildirisiyle “Yurt - dışı Genç Liderler” projesi hakkında bilgi verdi. T.C Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, bugün yayınladığı basın bildirisiyle “Yurtdışı Genç Liderler” projesi hakkında bilgi verdi. Basın duyurusunda, “Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, yurtdışında yaşayan gençlerimize yönelik hizmetleri kapsamında yeni bir proje başlatmıştır. Yurtdışı Genç Liderler Projesi, her sene farklı ülkelerden öğrencilerin katılımıyla kültürlerarası iletişim, kişisel gelişim, kültür ve tarih konularında gençlerin bulundukları toplumlarda başarılı bireyler olarak yetişmesini hedeflemektedir. Eğitim programlarından kültür gezilerine, staj programlarından dil kamplarına kadar farklı içeriği ile Genç Liderler programı, yurtdışında yaşayan gençlerimizin sosyal ve kültürel hayatta başarılarını desteklemek maksadıyla hayata geçirilmiştir” denildi. İlgilenenlerin, programın içeriği ve başvuru hakkında http://gelecek.ytb. gov.tr adresinden yararlanabilecekleri gibi, sorularını [email protected] e-mail adresine iletebilecekleri kaydedildi.

Upload: genc-bengue

Post on 06-Mar-2016

243 views

Category:

Documents


10 download

DESCRIPTION

Türk Dünyası Gençliğinin Sesi Gazete'sinin 4.sayısı

TRANSCRIPT

Page 1: Genç Bengü Gazetesi 4.Sayı

Karabağ Savaşı sadece Azerbaycan’ın değil, Bulgaristanın da davasıdırBulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet

Derneği (BULTÜRK) ile Türkiye Üni-versite Mezunları Derneği’nin ortaklaşa düzenlediği, “Karabağ Savaşında Bi-linmeyen Gerçekler” konulu Konfe-rans Bayrampaşa Belediyesi altında bu-lunan Konferans salonunda yapıldı.

Karabağ Savaşı sırasında Ermeni terörist Monte Melkonyan’ı yakalayarak öldüren ünlü Komutan Ibad Huseynov’un misafir olarak yer aldığı konferansa Bultürk Baş-kanı Rafet Ulutürk ve yönetim kurulu üye-leri, Türkiye Üniversite Mezunları Derneği İçtimai Birliği Baskanı Cengız Bayramov, Azerbayca’nın İstanbul Konsolosu Emma Heydarova, Atilla dergisi temsilcileri, Azeri Sanatçılar Briliant Dadashova, Azeri kızı Günel, İrade İbrahimova; Elyane Ahme-dova ve Türkiye’de öğrenim gören Azeri Öğrenciler ile çok sayıda vatandaş katıldı.

Saygı duruşu, İstiklal Marşı ve Azer-baycan Milli Marşları okundu.

Devamı 12’de

24 Oğuz Boyu…

1. Gün-Alp/Gün-Han: Sem-b o l ü ş â h i n . O ğ u l l a r ı :a) Kayıg/Kayı-Han: “Sağlam, berk”

anlamındadır. Üç kıta ve yedi denize altı yüz yıldan fazla hâkim olan Os-manlı sülâlesi bu boydandır. Kayı Bo-

yundan Ertuğrul Gâzi ve her biri bi-rer müstesnâ şahsiyete sâhip, çoğu dâhî, cihangir, kumandan, şâir ve sanatkâr olan Osmanlı sultanları, Kayı Han nes-linin kıymetini göstermeye kâfidir.

Devamı 5‘te

Türkiye eğitim konusunda cazibe merkezi olma yo-lunda hızla ilerliyor. Üniversite sayısı ve eğitim kali-telerinin artmasıyla birlikte Türk üniversiteleri ulusla-rarası alanda her geçen gün daha bilinir hale geliyor.

22 farklı ülkeden öğrencinin tercih ettiği Süleyman Şah Üniversitesi de son yıllarda yıldızı parlayan üni-versitelerden. Hedeflerinin 5 yılda 100 farklı ülkeden öğrenciye eğitime vermek olduğunu belirten Süley-man Şah Üniversitesi Kurumsal İletişim Direktörü Ser-dar Gecü yabancı öğrencilerin Türkiye’yi neden tercih ettiği ile ilgili soruları yanıtladı. İngilizce eğitim kalite-sinin yanı sıra, yabancı hocaların sayılarının artması ve mezun olan öğrencilerin olumlu referans vermesi neti-cesinde Türk üniversitelerinin daha tanınır hale geldiğini belirten Gecü, Türkiye’deki üniversitelerin dünya üni-versite olma yolunda adım adım ilerlediğini dile getirdi.

EĞİTİM DİLİNİN İNGİLİZCE OL-M A S I Ö N E M L İ B İ R E T K E N

Dünyanın farklı yerlerinden öğrencilerin eğitim dili yüzde yüz İngilizce olan üniversiteleri tercih et-tiğini kaydeden Gecü şunları söyledi: “Eğitim dili-nin yüzde 100 İngilizce olması önemli bir etken. Bu-nun yanı sıra çeşitli ülkelerden gelen öğrencilerin uygun barındırma imkânı, sosyal ortam-mekan ve yeterli düzeyde eğitim kalitesi ile eğitimlerini sür-dürebilmesi, bu noktada olmazsa olmaz bir koşul olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca bununla yetinme-mek gerekiyor. Belli oranda yabancı öğretim üyesi-nin bulunması ve global düzeyde uygun zeminlerin oluşturularak öğrencilerin yurtdışına dönüşümlü eği-time yönlendirilebilmesi ayrıca bir tercih nedeni.

Yabancı Öğrencilerin T e r c i h i T ü r k i y e

G e n e l B a ş k a n ı

Dünya Türk Gençler Birliği

Y u s u f A k ç u r a ’ y ı Tanıyalım(1876 - 1935)

Yusuf Akçura 2 Aralık 1876’da doğdu. Türkçülük akımının önde gelen düşünür ve tarihçisidir. Har-biye Mektebi’nde okudu. 1897’de darbe girişimlerine katıldığı için tu-tuklandı. Taşkışla Divan-ı Harbi ka-rarı ile müebbet kalebentlik cezasına çarptırıldı. Karar sonrasında Padişah fermanı ile Trablusgarp’a sürüldü. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin 1899’da yaptığı girişimler sonucu Trablusgarp kenti içinde serbest do-laşma izni aldı. Devamı 11’de

Ekrem ABDULLAYEV

Türk Dünyası Gençliğinin Sesi

ENGB ÜG e n ç

TürkDünyası

Yıl:2 Sayı: 4 Şubat 2013 Aylık Siyasi, Sosyal ve Kültürel Gazete “D i l d e , F i k i r d e v e İ s t e B i r l i k ” www.gencbengu.org

Münevver Üçer, Kaya Üçer ve Rey-han İsen, Vatikan Kültür Bakanlığı’nın da-veti üzerine Palazzo Cancelleri’de sergi açtı

Türk tezhib sanatı VatikandaMünevver Üçer, Kaya Üçer ve Rey-

han İsen, Vatikan Kültür Bakanlığı’nındaveti üzerine Palazzo Can-

celleri ‘de açtıkları sergiyle tezhibsanatımızı Avrupalılarla buluşturdu.

Devamı 5’te

Türk Tezhib Sanatı Vatikan’da

UZMAN GÖRÜŞÜ: YÜZLERCE TON HEPTYL KİMYASAL SALDIRI DEMEKTİR

Rusya Tsiolkovskiy Uzay Akademisi üyesi uzman Yuriy Karaş, Proton-M roketinin düşmesinin yol aça-bileceği sonuçlar hakkında Kommersant gazetesine yaptığı açıklamada, yüzlerce ton heptyl maddesinin Ka-zakistan toprakları üzerinde serpilmesinin bir ülkeye kimyasal saldırı yapmaya eşdeğer olduğunu söyledi.

RUSYA SADECE MADDİ ZARARI DÜŞÜNÜYORRusya, olayın maddi tarafını önemserken Kazak hal-

kının maruz kaldığı felaketi görmezden geliyor. Rusya Federasyonuna bağlı kazayı araştırma komitesinin web sitesinde yer alan açıklamada “Devlet büyük zarara uğ-ratıldı. Halen kazanın sebepleri ve suçu olan kişilerin tes-pit edilmesine yönelik soruşturma yapılıyor” denildi.

R u s R o k e t l e r i Kazakistan’da Ölüm Saçıyor

“Ayakta kalmamızı Balkan Türk’üne borçluyuz”

Balkan Savaşı’nın 100. yılı nedeniyle Frankfurt’ta düzen-lenen sempozyumda Balkan Türklerine soykırım yapıldı-ğına dikkat çeken konuşma-cılar, bunun Türkiye’de yeteri kadar gündeme gelmemesini eleştirdiler. Sempozyuma katılan Prof. Dr. İlber Ortaylı, Türkiye’de köylerin boşaldığını ve ülke-nin bu nedenle göçe ihtiyacı olduğunu söyledi.

Almanya‘nın Frankfurt kentinde düzenlenen sempozyumda Balkan Türkleri’nin yaşadığı zor-luklar ve Balkan savaşı ele alındı. Avrupa Bal-kan Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği’nin düzenlediği etkinliğe Prof. Dr. İl-ber Ortaylı, Eski Devlet Bakanı Rifat Serdaroğlu, yazar gazeteci Nevval Sevindi Çalışkan katıldı.

Devamı 11’de

Yurtdışı Genç Liderler P r o j e s i B a ş l ı y o r

T.C Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Baş-kanlığı, bugün yayınladığı basın bildirisiyle “Yurt-dışı Genç Liderler” projesi hakkında bilgi verdi.

T.C Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, bugün yayınladığı basın bildirisiyle “Yurtdışı Genç Liderler” projesi hakkında bilgi verdi.

B a s ı n d u y u r u s u n d a , “Yurtdışı Türkler ve Akraba

Topluluklar Başkanlığı, yurtdışında yaşayan gençlerimize yönelik hizmetleri kapsamında yeni bir proje başlatmıştır.

Yurtdışı Genç Liderler Projesi, her sene farklı ülkelerden öğrencilerin katılımıyla kültürlerarası iletişim, kişisel gelişim, kültür ve tarih konularında gençlerin bulundukları toplumlarda başarılı bireyler olarak yetişmesini hedeflemektedir.

Eğitim programlarından kültür gezilerine, staj programlarından dil kamplarına kadar farklı içeriği ile Genç Liderler programı, yurtdışında yaşayan gençlerimizin sosyal ve kültürel hayatta başarılarını desteklemek maksadıyla hayata geçirilmiştir” denildi.

İlgilenenlerin, programın içeriği ve başvuru hakkında http://gelecek.ytb.gov.tr adresinden yararlanabilecekleri gibi, sorularını [email protected] e-mail adresine iletebilecekleri kaydedildi.

Page 2: Genç Bengü Gazetesi 4.Sayı

2 Türk Dünyasının Sesi

Atın Türkler Tarafından Ev-cilleştirilmesi ve KullanılmasıBatılıların Ari ırkın üstünlüğünü kanıt-

lamağa çalışan İndo-Germen kuramına göre, Hint-Avrupalıların çok eski dö-nemlerde Çin’in Kansu bölgesine de-ğin bütün Orta Asya’ya yayıldıkları ve aslında göçebe (bozkırlı) oldukları, atın ilk kez onlarca evcilleştirildiği, dünya-nın ata binme sanatını onlardan öğren-diği öne sürülür. Bu aslında Batılıları yü-celtmeye dayanan köksüz bir kuramdır. Bugünkü Batılıların ataları ne tarım kö-kenli, ne de göçebe kökenli olmayıp asa-lak ekonomiye (avcılık ve toplayıcılık) bağlı olduklarından, Batılılar atalarını yü-celtmek ve kendilerine daha yüksek bir kültür kökeni sağlamak için bu kuramı icat etmişlerdir. Batılıların atın üzerinde önemle durması, bu hayvanı evcilleşti-rip binmenin insanlığın kültür geçmişinde çok ileri bir hamle olmasından ileri gelir.Evcil atın kökeninin kuramsal olarak ka-

lıntıları Orta Asya’daki Cungarya’da or-taya çıkarılan kısa kalın bacaklı, büyük ve öne doğru eğik başlı “Equus Przewalsky” olduğu öne sürülmüştür. Ancak, eski çağ-larda bir değil birçok türden yaban atı yaşamış olup, bunlar arasında Bozkır Kültürü’ndeki (Türklerin yarattığı kültür) savaşçı çobanlarca binek ve savaş atı ola-rak kullanılan at, “Przewalsky” cinsi de-ğil, küçük gövdeli, uzun ve ince bacaklı, mağrur bakışlı, sert tırnaklı batı bozkır-ları cinsidir. Asya Hunları “Przewalsky Atı” nı bilir ama bu atı yalnızca araba ve yük hayvanı olarak kullanırlardı. Kalın bacaklı, hantal gövdeli “Przewalsky Atı” koşu sırasında çeşitli yönlere doğru hızlı dönüş yapmağa elverişli değildi. “Boz-kır Atı” nın ise, özellikle savaşlardaki seri ve karmaşık manevra hareketlerine ko-layca alışabilen bir gövde yapısı vardı.Asya’daki ilk at kalıntıları, Türk ana-

yurdu bölgesindeki Afanasyevo Kül-türü (MÖ 2500-1700) ile onun bir ge-lişmesi olan, aynı bölgedeki Andronovo Kültürü’nde (MÖ 1700-1200) görül-müş ve Andronovo Kültür Çevresi’ne giren yerlerde hep at kalıntıları ile kar-şılaşılmıştır. Çeşitli bilginlerin araştırma-larının ortaya koyduğu kanıtlara göre bu iki kültür, Türklerin eski ataları tarafın-dan yaratılmış olup Andronovo ve Afa-nasyevo kültürlerine ait insan iskeletleri Türk = Turan tipini temsil etmektedir.Başka kültür çevrelerinin kalıntılarında

bulunmuş at iskeletlerinin fonksiyonel bir değeri yoktur. Örnek olarak bugünkü Türk toplumunu ve kediyi ele alalım. Bundan binlerce yıl sonra bugünkü Türk-lerin yaşamış olduğu topraklarda arkeo-lojik bir inceleme yapılsa, birçok kedi is-keleti ile karşılaşılır. Ama bu iskeletler, kedinin Türkler tarafından evcilleştirildi-ğini, Türklerin yaşamında kedinin sosyal ve/veya ekonomik bir unsur olduğunu kanıtlamaz. Önemli olan, kedinin Türk yaşamında fonksiyonel bir değer kaza-nıp kazanmadığıdır. İşte, atın fonksiyonel bir değer kazanması, ancak Türklerin öz ve kendi yarattıkları kültürleri olan “Boz-kır Kültürü” nde görülmektedir. Bozkır Kültürü’nde rol onayan baş etken binici-liktir. Binicilik ihtiyacının yerleşik köylü kültürlerde değil, geniş otlakları ve uzak su başlarını hızla dolaşmak zorunda olan Bozkır Kültürü’nde duyulacağı açıktır. Bozkır Kültürü’nde, ilk başta kalabalık sürüleri kollamak gibi bir araç olan bini-cilik, kısa sürede askerî bir değer kazana-rak bozkır savaşçılığının temeli olmuş, at da savaş atı tipine doğru geliştirilmiştir. Andronovo Kültürü’nün yaratıcısı olan savaşçı Proto-Türklerin çevreye egemen olmaya başlaması, dünya savaş tarihinde 3500 yıllık “Savaş Atı Çağı” nı açmıştır. Hun Türkleri, Çin topraklarında atlı sa-vaşın bilinmediği bir zamanda kendi öz-gün kültürleri ile göründüklerinde, savaş atlarını da yanlarında getirmişlerdi. Böy-lece savaş atı, doğuya doğru yayılmış ve Orta Asya ile Doğu Asya’da savaş atı yetiştiriciliği ilk olarak Hunların yayıl-dıkları Şan-Si bölgesinde görülmüştür.

Atın binek hayvanı olarak kullanılması, dünya tarihinde çok önemli bir aşama olup tarıma bağlı hayvancılığın çok üs-tünde bir kültür atılımıdır. Avcılık yaşa-mından hayvanları evcilleştirmeğe geçek ilk ırk Türklerdir. At, Türkler tarafından evcilleştirilmiş, Türkler ata binen ilk in-sanlar olmuştur. Kapanda-Yüs bölge-sinde (Afanasyevo-Andronovo kültür çevresi) yapılan kazılarda, MÖ 3. bine tarihlenen mezarlarda ağızlarında demir gem izleri bulunan at iskeletlerine rast-lanmıştır. Atın, Ön Asya ve İndo-Germen kavimlerinin tarihinde önemli bir yeri ol-madığı gibi Moğollar’da da sonradan yer almıştır. Moğollar aslen bir bozkır kavmi değil, orman kavmi idi. Fakat daha sonra-ları Bozkır Kültürü’ne katılmışlar, Türk-lerle birlikte bu kültürün uygulayıcısı ol-muşlardır. Dolayısıyla, Moğol yaşamında atın yer edinmesi Türk Kültür Çevresi’ne yani Bozkır Kültürü’ne geçmeleriyle baş-lar. Bütün bunlara karşılık, en eski çağlar-dan beri Türklerin siyasal, dinsel, ekono-mik ve toplumsal yaşamında at merkezî bir rol oynamaktadır. Türkler, yetiştir-dikleri atın etini yerler, sütünden millî iç-kileri olan kımız’ı yaparlar, onu kurban olarak sunarlar, yabancı ülkelere ihraç ederek gelir sağlarlardı. Özellikle Çin, atı Türk ülkelerinden sağlardı. Çinliler, sa-dece GökTürk çağında, ayrı adlarla anı-lan 11 cins Türk atından söz etmişlerdir.Çin belgelerine göre, Hun Türklerin-

den önce Çin’in kuzey kavimleri atlı sa-vaş yöntemini bilmiyorlardı. Çinliler de atı önceleri yalnızca savaş arabalarında kullanmakta olup MÖ 4. yüzyılda Türk-lerle ilk karşılaştıkları zamana kadar Atlı Bozkır Kültürü’nü bilmemekteydiler. Çin tarihlerine göre Türkler her yıl at güreşi düzenler, birinci gelen atın soyunu türe-tirlerdi. Çinliler, Türk atlarının güzelliğine ve gücüne hayrandılar. En güzel Türk at-larına “Kan Terleyen Atlar” adı verilirdi.

G ü r e ş e n A t l a rBozkır Türk‘ü, yaşamında çok önemli

bir yeri olan, özel ad ve sanlar verdiği ve törenle gömdüğü atı zeka sahibi, gökten inmiş, kutsal bir hayvan olarak düşün-müştür. Asya’daki en eski atlı defin, And-ronovo Kültürü’nde görülmektedir. Atlı defin törenleri, Andronovo Kültürü’nden dünyaya yayılmış, bu kültürün soyun-dan gelen Hun ve Avar Türklerince de Germen ve İslav kabilelerine öğretilmiş-tir. Köl Tigin Yazıtı’nın doğu yüzünün 32-40. satırları ile kuzey yüzünün 2-9. sa-tırlarında GökTürk orduları başkomutanı Köl Tigin’in bindiği atlar, adları ile belir-tilir. O çağdan beri Türkçe’de “at” olarak söylenen sözcük, Asya Hunları’nın evcil-leştirdiği hayvanlardan söz eden MÖ’ki Çin kaynağı Shi-Ch’i’de Çin ağzına uy-durularak- k’utti, k’uai-t’i olarak belirtil-mektedir. Çince kaynak bu Hunca sözün anlamını “daima büyük bir güç ile sıçra-maya istekli” diye açıklamıştır. Türkçe’de “at” sözcüğünden türemiş atım, at-lamak, atılmak, atmak vb sözcüklerde aynı anlam bugün de korunmaktadır.Türkler, Ön Asya ve Anadolu’ya göç

edince at kültürlerini de birlikte getirmiş-lerdir. İlk İslam döneminde Esb-i Türk (Türk Atı) ünlü idi. At, Selçuklular ve Os-manlılar zamanında da Türk kültüründeki müstesna yerini korumuştur. Kastamonu Beyliği’nin yetiştirdiği atlar dünyaca ünlü olup Arap atlarından üstün bulunduk-ları için, her biri bin altından satılıyordu. Türk at kültürü ile birlikte iğdiş, ulak, yam, yamçı, yağız, yılkı vb Öz Türkçe sözcükler Arapça ve Farsça’ya geçmiştir.Kurıkanlar ve Türk At KültürüGökTürk Yazıtları’nda adları sık sık

geçen Kurıkanlar, Baykal gölünün ba-tısında yaşarlardı. Kurıkanlar’dan kal-mış kaya resimleri arasında GökTürk yazısı ile yazılmış Türkçe yazıtların bu-lunması, Kurıkanların bir Türk boyu ol-duğunu göstermektedir. Kimi araştır-macılarca Oğuz Türklerinin bir boyu sayılan Kurıkanlar, GökTürk döne-minde Sahaların (Yakutların) güneyinde,

GökTürklerin de kuzeyinde bulunu-yorlardı. Çin kaynakları, Kurıkanların çok büyük ve güçlü olan, boyunları deve boynuna benzeyen atlarının bulundu-ğunu yazarlar. Kurıkanlar’dan kalmış kaya resimlerinde de uzun boyunlu gü-zel atların bulunması Çin kaynaklarını desteklemektedir. Kurıkan kaya resim-lerinde atların yeleleri tarak ağzına ben-zer bir biçimde kesilerek süslenmiş, bo-yunlarına da bir püskül asılmıştır. Bu tarak biçimindeki at yeleleri Altaylar-daki Gök Türk, Kırgız çevrelerinde bu-lunduğu gibi,Hunları temsil eden Çin ka-bartmalarındaki at yelelerinde de bulunur. Türkler, atın yelelerine astıkları bu süs-lere bonçuk, monçuk (boncuk) derlerdi.Kurıkan kaya resimlerindeki kimi atla-

rın eyerlerinin arka kaşları oldukça yük-sektir. Türklerde eyerlerin bu ön ve arka yastıklarına köpçük adı verilirdi. Bazen de öngdünki yalıg, kidinki yalıg, yani “ön eyer kaşı, arka eyer kaşı” diye adlandırı-lırdı. Resimlerde, atların bazılarının kuy-rukları düğümlenmiştir. At kuyruğunu bağlama geleneği Türklere özgüdür. Alp Arslan da, Malazgirt Meydan Savaşı’nda atının kuyruğunu bağlamıştı. Türkler, at kuyruğunu iple bükme ya da bağla-maya sırtlamak derlerdi. Harezmşah-lar döneminde yazılmış Türkçe sözlük-lerde “tügdi atnın kuyrugın” şeklinde deyimlere rastlanır. At kuyruğunu bağ-lama geleneği Kırgızlarda, Hunları tem-sil eden Ho-Chü-P’ing dikilitaşında, Çin ressamı Han-Kan’ın yapmış olduğu bir Hun portresinde ve sair Türk boylarında da görülür. Bu gelenek daha sonra Mo-ğollara da geçmiştir. Kurıkan Türkleri-nin kaya resimlerinde atlara bazen üç ki-şinin bindiği görülür. Birden çok kişinin ata binmesi adeti öteki Türk boylarında da vardı. Türkler, at üzerine ikinci bir ki-şinin binmesi için ayrılan yere sugarsuk, atın arkasına binene de köçük derlerdi.MS 983-985 yıllarında Uygur baş-

kentine giden Çinli elçi Wang Yente, Uygur Türklerinde mülkiyetin at renk-lerine göre düzenlendiğini belirtir. Pe-çenek Türklerinde de benzer biçimde, boylar atların renkleriyle vurgulanır. Se-kiz boydan oluşan Peçenekler’in at-lara bağlı olarak aldıkları adlar şöyledir:1) Yavdı Erdim: Parlak Erdem.

Parlak atları olan Erdem boyu.2) Kürekçi Çor: Gök (Mavi) Çor.

Gök (mavi) atları olan Çor’un boyu.3) Kabukşın Yula: Ağaç kabuğu ren-

ginde atları olan Yula’nın boyu.4) Suru Kül-Bey: Boz at-

ları olan Kül-Bey’in boyu.5) Kara Bay: Kara atları olan Bay’ın boyu.6) Boru Tolmaç: Koyu renkli at-

lar ı o lan Di lmaç’ ın boyu.7) Yazı Kaban: Kaban boyu (net değildir).8) Bula Çoban: Alaca at-

l a r ı o lan Çoban’ ın boyu .Yukarıda Peçenek boylarının ad-

larında geçen Çor, Yula, Bay, Dil-maç, Çoban (Çaban) terim-leri kişi adı değil, unvandır. Mesela Çoban, koyun güden anlamında değildir.

T ü r k O r d u s u n d a A tHun Türkleri, binicilik ve savaş eğitim-

lerine daha çocukken başlar; önce ko-yuna, sonra taya, en sonra da ata bini-lerek süvarilik öğrenilirdi. 4-6. yüzyıl Roma ve Batı kaynaklarına göre “Daha yeni yürümeğe başlayan Hun çocuğu-nun yanında eyerlenmiş bir at hazır bulu-nurdu”, “Hunlar at üstünde yerler, içerler, konuşurlar, alış-veriş yaparlar, uyurlardı”, “At başka kavimleri yalnızca sırtında ta-şır, ama Hunlar at üstünde ikamet eder-lerdi”. 7-10. yüzyıl Bizans kaynaklarına göre “Türkler sanki at üstünde doğmuş-lardır, sanki yerde yürümesini bilmez-ler”. Çin kaynaklarına göre, en iyi at eğiticisi olan Asya Hunları, kimsenin dokunamadığı yaban atlarını yakalayıp evcilleştirirlerdi. Benzeri bilgilere Çin, Roma, Bizans, Rus, Süryani, İslam vb kaynaklarda 14. yüzyıla değin rastlanır.

Devamı gelecek sayıda

Türkiye Cumhuriyeti`nde bugün kul-lanılmakta olan alfabeye gelinceye ka-dar Türklerin alfabelerini birkaç kez değiştirdikleri bilinmekte ve bu ko-nuda şöyle dörtlü bir dizi yapılmak-tadır: Göktürk, Uygur, Arap, Latin.Böyle bir sıralama gerçeği tümüyle yan-

sıtmadığı gibi adlandırmaların “Arap” ve “Latin Alfabesi” diye yapılması da bazı kavram ve değerlendirme kargaşasına yol açmaktadır. Tarih boyunca çok geniş ülkelere yayılan ve çok değişik kültürlerle ilişkiler kuran Türkler bu dört alfabenin dı-şında ,başka alfabeler de kullanmışlardır. Gününüzde de söz konusu dört alfabeden başka alfabeler kullanan Türkler vardır.Öte yandan, İslamiyet’le birlikte Türk-

ler arasında yaygınlık kazanan alfabe, salt Arapların kullandıkları harflerden iba-ret olmayıp, ona bazı eklemeler de ya-pılmıştır. Bu nedenle eski yazı ya da Osmanlı alfabesi diye de nitelenen al-fabe, Arap alfabesinin Türkçe`ye uy-gunluk sağlamasına çalışılan gelişti-rilmiş bir biçimi idi. Bu nedenle ona Arap alfabesi değil Arap kökenli alfabe demek daha doğru bir niteleme olur.Bunun gibi, Türkiye Cumhuriyeti nde

kullanılan alfabe de özgün bir Latin al-fabesi olmayıp Latin kaynaklı yeni Türk alfabesidir. Nitekim söz konusu alfa-benin kabulünü öngören 1928 tarihli yasa “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun” başlığını taşımaktadır.Türklerin tarih boyunca kullandık-

ları alfabeleri sırasıyla incelersek:( G ö r ü n t ü l e m e k i s t e d i ğ i -

niz alfabenin üzerine dokunun.)1 . G ö k t ü r k A l f a b e s i2 . U y g u r A l f a b e s i3 . A r a p A l f a b e s i4 . L a t i n A l f a b e s i

Türkler’in Kullandıkları

Alfabeler

Mustafa Kemal

MAHDUM Türk Tarih ve Kültüründe “At“

Kıbrıs Rum Kesimi’nde cumhurbaş-kanlığı görevine gelişinin 100’üncü gü-nünü tamamlayacak olan Nikos Anastasi-adis, Milliyet Gazetesi’ne röportaj verdi.

Güney Kıbrıs’ta Şubat ayında yapılan seçim-lerde cumhurbaşkanı seçilen Anastasiadis’in ba-bası Hrisanthos Anastasiadis’in Limasol’a bağlı Silifke (Silikou) köyünde yaşayan Kıb-rıslı Türkleri EOKA’cıların elinden kurtar-dığı ortaya çıktı. Ada’da 1974 yılında başlayan savaş ile ilgili bir anısının olup olmadığıyla il-gili Anastasiadis babasının yaşadıkarını anlattı.

RUM SUBAY BABASI, TÜRK-LERİ EOKA’DAN KURTARMIŞ

Gazeteci Uludağ ise, “Hrisantos, yoksul bir aile-nin çocuğuymuş. Köyde Kıbrıslı Türklerin yardım-ları ile büyümüş. Kıbrıslı Türk köylüler, Hrisantos’a yiyecekler verirlermiş. Bu şartlarda büyüyen Hri-santos, polis subayı olduktan sonra bunları unut-mamış. EOKA’cılar köyü basmış ve Türk er-kekleri toplamak istemiş. Köylüler Hrisantos’u arayınca hemen olay yerine gelmiş ve ‘köylü-lerin kılına dokunursanız, sizi mahvederim’ de-miş. Sonra EOKA’cılar köyden ayrılmış” dedi.

Rum lider: BabamTürkler’i EOKA’dan kurtardı

Page 3: Genç Bengü Gazetesi 4.Sayı

Türk Dünyasının Sesi 3

Sayın Azerbaycan Konsolos Yetkilileri, Sayın Bayrampaşa Belediye Bakanım, B.Paşa Parti yöne-ticileri, Sayın STK Yöneticileri, Değerli katılımcılar,

Türk Dünyasının Şah Damarı Bakü’den ül-kemize gelen Azerbaycan Milli Kahramanı-mız Sn.İbad HÜSEYİNOV, Değerli Cen-giz Kardeşim ve beraberindeki Muhterem Misafirlerimiz, bu gün sizlerle birlikte olmaktan çok mutlu olduğumuzu ifade etmek isterim. Der-neğimiz adına sizleri saygıyla selamlıyor, Hepi-niz Hoş geldiniz, Sefalar getirdiniz, Şeref verdiniz.

Azerbaycan’ın Karabağ savaşı ile ilgili tüm konuların ele alı-nacağı bu Konferansta bizlerin de Azerbaycanlı kardeşlerimi-zin bu haklı oldukları davalarında seslerini duyurmakta bir nebze de olsun katkımız olması için bu gün bu konferansı yapmaktayız. Ayrıca Ka-rabağ savaşı sadece Azerbaycan’ın değil, tüm Türk Dünyasının davasıdır.

Böyle bir konferans tertipliyor olmaktan ve Azerbaycanlı kardeşlerimizin yanında yer almaktan duyduğum memnuniyeti sizlerle paylaşmak isterim. Azerbaycan’daki kardeşlerimizi en iyi anlayanlar Balkan Türkleridir - yaşa-dıkları sürgünler, dramlar ve soykırımlarla. Bu nedenle biz Azerbaycan’ın Karabağ ve işgal altındaki vatan toprakları meselesinde en önde gelen des-tekçilerinden ve dünyanın neresinde olursa olsun bu haklı davanın takipçile-rinden olacağız ve olmalıyız. Bu konuda nasıl bir fedakârlık yapmamız ge-rekiyorsa onu gözümüzü kıpmadan hazır olduğumuzu belirtmek isteriz.

Değerli dava arka-daşlarım,

Bundan birkaç ay önce bende Azerbaycan’a gi-derek bizzat ermeni iş-galini ve kardeşlerimizin çektikleri çileleri ve sı-kıntıları yerinde görme imkânım olduğu gibi sınır bölgelerini de gezdik ve gördük. Açık yüreklilikle şunu belirtmek isterim ki, orada olup bitenlerden dünyada insanlık utanç duymalıdır ve dünya me-deniyeti sınıfta kalmıştır.

Katıldığımız konferans ve gezinin asıl amacı

Azerbaycan halkının sıkıntılarını, haklı oldukları Dağlık Karabağ soru-nunu ilk önce Azerbaycan dışında yaşayan Türklere ve ardından tüm acı gerçekliği ile dünya gündemine taşımaktı. Öncelikle bizler Türk Dün-yası olarak birbirimizi iyi anlamalıyız, birleşmeliyiz ve kenetlenebilmemiz için projeler üretmeliyiz. Böyle bir proje adına, Balkanlar’dan Altaylar’a; Türkmenistan’dan Sibirya’ya; Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar, Türklerin yaşadığı her coğrafyadan gelen Türk Yazarları bir araya geldiler. “Dilde, Fi-kirde ve İşte Birlik” şiarını hayata geçirmek için bu toplantıya iştirak ettiler.

Sonuç olarak Ermeni işgalinin yarattığı sorunların Türk Dünya-sına ne kadar pahalıya mal olduğunu yerinde inceledik ve gördük.

Bu işgal sonucu bir milyon yüz bin kişi göç etmek zo-runda kalmış, 20 bine yakın insan katledilmiş, 50 bin insan sa-kat kalmıştır, 5 bin insandan bugün halen haber alınamamaktadır.

Ermeni işgalinin birde ekonomik ve sosyal boyutu vardır. Maddi boyutu bugünkü değeri ile Azerbaycan`a maliyeti 60 milyar dolar-dır. 21. yılına girdiğimiz bu trajedinin ekonomik, sosyal, insani bo-yutunu tahmin etmek herhalde zor olmasa gerek. İşte bu zor dö-nemlerde Azerbaycan hem bağımsızlığını korumaya çalışıyor, hem de toprakları işgal olmuş, mecburi göçe zorlanan insanlara bakmak, doyurmak, okutmak, sağlığını korumak için çaba sarf etmektedir.

Dolayısıyla Ermeni işgaline maruz kalan toprakların yeniden ülkenin kontrolüne geçmesini sağlanmalı ve 21 yıldır işgal edilmiş haklarının elde ederken tazminat hakkı da istenmelidir. Bu konuda da tüm Türk Dün-yası bu haklı davasında Azerbaycan’ın yanında olmalıdır. Ermeni çetele-rinin Azerbaycanlı kardeşlerimize musallat olması dünkü mesele değildir.

Birinci Dünya Savaşının sonlarında yani 15 Eylül 1918 tarihinde Azerbaycan’da Mehmet Emin Resulzade tarafından kurulan Milli Azerbaycan Cumhuriyeti’nin varlığını kabul edemeyen Kızıl ordu güdümündeki Ermeni çe-teleri başta Bakü olmak üzere Karabağ bölgesini tedrici olarak işgal etmişlerdi. Bu işgal ve katliamlar karşısında sıkıntı yasayan kardeş Azerbaycan Cumhuri-yeti yöneticileri Osmanlı yönetiminden acil yârdim talebinde bulunur. Osmanlı yönetimi aldığı kararla, Genel Kurmay Başkan Vekili Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa komutasındaki Türk İslam Ordusunun Azerbaycan’a gönderir.

Nuri Pasa komutasındaki Türk Ordusu 15 Eylül 1918 ta-rihinde kardeş Azerbaycan’a girer. İşgalci güçlerle yapı-lan çatışmalar sonrası, Agsu, Göyçay, Kürdemir ve Samahi gibi bölgeler kurtarılır. İki aylık süren çatışmalar ve ilerlemelerle Ağustos başında Türk-İslam ordusu Bakü’ye girmeyi başarır ve Bakü düşman işgalinden kurtarılır.

1990’lı yıllarda Azerbaycan topraklarını işgal ederken Ermenilerin kardeşle-rimize yaptıkları mezalimi hepiniz iyi bilmektesiniz. Bugün ateşkese rağmen Er-menistan Silahlı Kuvvetleri’nin 1300 kez ateşkesi bozmuş ve sivil insanları, özel-likle kadınları, çocukları, yaşlıları vurmuşlardır ve vurmaya devam etmektedirler..

İnsanlarımızın kendi avlusunda, bahçesinde, evlerinin önünde, tarlasında ve köylerinde de, neredeyse her yerde Rus kes-kin nişancıların hedef olması gibi, hiçbir kurala sığmayan vah-şet eylemleri hakkında bilgiler alırken şaşkınlığımızı gizleyemedik.

Tanık olduğumuz manzaralardan sarsıldık, Azerbaycan gerçeklerinin bu ka-dar trajik olduğunu inanın düşünemedik bile. Maalesef bunlar hepsi gerçek.

İşte dünyada ikiyüzlü Avrupa, Rusya v.s. bunların hepsi de Ermenistan’da bir asker ölse pireden deve yapı-yorlar. Sormak isterim nerede insan hakları, nerede Birleşmiş Milletler.

Maalesef dünyada hak güçlü olanın olmuş, çünkü bu gün kü-resel güçler KÜRESEL ADA-LETİ uygulamamakta ıs-rarcı ve düşünülmüyor bile.

Bu da Türkler dünya yönetimin-den gittiklerinden beri hep böyle devam etmekteler. İşte bu gün şunu iyi anladık ki, Türk Dünyası artık birleşmeli, çünkü Birleşmiş bir Türk Bir-liği oluşturulana kadar bu olaylar, bu adaletsizlikler devam edecektir.

İşte bunun için Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Cumhuriyetleri tekrar bir araya gelerek dünyada söz sahibi olmaları ne kadar gerektiğini tüm dün-yada yaşayan Türkler bunu çok iyi görmeleri gerekir. Ancak böyle dün-yaya adalet dağıtabilir, dünya ancak o zaman adaletli yönetime kavuşabilir.

Türkler Küresel Güç olduklarında Küresel adaleti de gerek-tiği gibi uygulayacaktır dünya ve insanlık bundan emin olsun...

Son olarak “İşgal altındaki Dağlık Karabağ sadece Azerbaycan’ın değil, tüm Türk Dünyasının sorunudur” Bu sorunun çözümü için bizler el ele, omuz omuza olmalı; bu uğurda Türk Dünyası olarak birbirimize kenetlenmeliyiz.

Başta büyük Türk Dünyası’na, bütün İslâm âlemine sesleniyoruz:Azerbaycan halkının haklı davasında kenetlenelim... Biz Balkan Türkleri ve de özellikle Bulgaristan Türkleri zalimin zulmü-

nün ne olduğunu çok iyi biliriz. Yirminci yüzyılda bütün insanlığın kar-şısında alınlarımıza silah dayayarak adımızı değiştirdiler ve zorla Hıristi-yan yapmaya çalıştılar. Böyle zulümler ancak ortaçağda görülmektedir.

Bu nedenle Azerbaycanlı kardeşlerimizin halini anlayabilenler bizle-riz ve de onlara elimizden gelen desteği esirgememeliyiz. Hepimi-zin yapabileceği bir şeyler mutlaka vardır. Bulgaristan’da ve Balkan-larda kamuoyu oluşturabiliriz ve de bunu mutlaka yapmalıyız.

Bizler Balkan dernekleri olarak ilk defa böylesi nitelikli bir kongreyi organize ederek Balkanlardaki STK’lar ile Azerbaycan STK’larının bir araya gelerek bir ilke imza attık ve bu yolu açmış olduk.

A r t ı k T ü r k D ü n y a s ı n ı n b i r l e ş m e s i k o n u -sunda bizim gibi STK’lara çok iş düşmektedir.

Yaşanan gelişmenin ve bir birimizi tanıma ve halklarımızı birleştirme konusunda sivil toplum örgütleri üzerinde de ne kadar olumlu etki yaptığını göstermiştir.

A y r ı c a b u r a d a n 2 ö n e r i m o l a c a k ;1. Bulgaristan’da 1950-60 yılları arasında komünizmi yaymak üzere Ko-

münist Rusya tarafından Bulgaristan’a Azerbaycanlı öğretmenler gön-derilmiş, fakat kısa sürede bunların Türkçülük yaptığının ve yaydığı-nın farkına varınca apar topar rejim tarafından geri gönderilmişlerdir.

İşte bu gün Bulgaristan’da Türkçülüğe hizmet eden bu öğretmenleri-mizden hala sağ olanları araştırıp bulalım ve Bulgaristan’da sağ olan-larla tekrar buluşturalım. Gerek Bulgaristan’da gerek Azerbaycan’da bir araya getirelim, böylece Azerbaycan Türkü ile Bulgaris-tan Türkü’nün kaynaşmasında büyük bir adım atılmış olacaktır.

2. İkinci önerim de 09.09.1982 yılında Asala teröristleri tarafından vu-rulan Burgaz da görevi başında şehit düşen Türkiye’nin Burgaz Baş-konsolosluğu İdari Ataşesi Bora SÜELKAN’ı unutturmamalıyız. Bu şehidimizin adına Bulgaristan’ın Burgaz şehrinde bir anıt yaptı-rılması hususunda girişimlerde bulunulması gerektiğini düşünüyoruz.

Buradan tüm Türk Dünyası’nın analarına sesleniyorum; “Çocuklarınızı yetiştirirken onları Dünyayı yönetebilecek bilgi, be-

ceri, birikim ve ahlakla donatarak yetiştiriniz. Biz bu ağır işin altın-dan kalkamasak da, sizin büyüttüğünüz gelecek kuşaklar bu ağır yükü bulunması gerektiği olan yüksekliklere rahatlıkla taşıyacaklardır.

Türk Birliğine Dünyanın ihtiyacı vardır; bunu herkes idrak etmeli, dünyada kim adaletin hâkim olmasını isterse, bu birliğe destek olup sahip çıkmalıdır.” Son olarak da işgal altındaki Dağlık Karabağ, sadece Azerbaycan Türkleri-nin sorunu değil, bu sorun tüm Türk Dünyası’nın hatta insanlığın sorunudur”

BULTÜRK olarak bu konferansa ev sahipliği yapmak-tan ve Azerbaycan ile Balkan Türklerinin arasındaki işbirliği-nin temel taşlarını atmaktan son derece mutlu ve bahtiyarız.

Bu organizasyonumuzda bize destek veren öncelikle B.Paşa Bld. Bşk. Sn. Atila AYDINER ve Bld.Bşk.Yrd. hemşerimiz Sn.

Ahmet TÜFEKÇİ Beyefendiye huzurunuzda teşekkür ediyor ve buraya gelen tüm katılımcılara Kurumumuz adına huzurlarınızda teşekkür eder, böylesine önemli çalışmalarının artarak devam etmesini de temenni ederiz.Te k r a r h o ş g e l d i n i z v e s e f a l a r g e t i r d i n i z .

O ğ u z K a ğ a n ’ ı n T ü r k l ü k D u a s ı

Oğuz Kağan’ın Türklük Duası ;ULU TANRI !

GÜZEL TANRI !GÖK TANRI !Sen TÜRK’ü TÜRK yurtlarını koru !Düşman şerrinden sakla ! TÜRK’ü yiğitlikte

daim et ! TÜRK’ü erlik davasıyla yaşat ! TÜRK’ü gerçekçi yap ! TÜRK’ün gönlüne herşeyden önce, hatta kursağına ekmek koymadan evvel TÜRK’lük sevgisini koy ! TÜRK’ü ideal ile yaşat ve ideali hakikat yapmaya çalışsınlar ! Törelerini canları gibi saklat ! TÜRK’e zevk ve rahat verme ! Bila-kis zahmete alıştır ! Zahmetle yürekleri, bedenleri demir olsun ! Bu sayede onlara yüksek çalışma kudreti verirsin ! TÜRK’ü faal, cevval edersin. TÜRK’e değişmez bir seciye ver ! Zamanla seci-yesi değişmesin, sade tekemmülle tadilat görsün !

U L U T A N R I !Milli kuvvet, namus, ahlak, azim , sebat, ideal,

TÜRKÇÜLÜK ruhu, yurtseverlik, ilim, sanat teş-kilatı, intizam, beden kuvveti ve zenginlik ile ha-sıl olduğundan; TÜRK’e bunları ver ! TÜRK’ten hırsız, namuzsuz türerse hemen kahret ! TÜRK’e benlik, hem de yüksek bir benlik ver ! TÜRK nef-sine itimat sahibi olsun ! TÜRK’ü muhakemeli, ciddi adam olarak yarat ! Hissiyatına kapılıp, öfke ile ayaklanmasın ! Birden barut gibi parlamasın ! Daima soğuk kanlı olsun ! TÜRK’ü her milletten cesur yarat ! Öç almayı TÜRK asla unutmasın !

U L U T A N R I !Namuzsuz bir tek TÜRK yaratacağına, dünyayı

yık daha iyi ! Ne kadar korkak TÜRK varsa hep-sini helak et ! TÜRK herşeyi mukayese etsin ! Yalnız akıl ve mantık denen şeylere bırakma onu ! Sabırlı, derde dayanıklı olsun ! İradesi çelik gibi olsun ! Dönek TÜRK yaratma ! TÜRK’leri may-mun iştahlı yapma ! TÜRK daima ihtiyatla adım atsın ! Kimsenin tatlı diline inanmasın ! Kim-seye emniyet olmasın ! Çalışma zekâdan üs-tün bir kıymet olduğundan, TANRI, sen TÜRK’ü çalışkan et ! TÜRK’ün ömrü çalışma ile geç-sin ! Ona daima çalışma aşkı ver ! Hele elbir-liği ile çalışmayı alet etsin ! Tembel TÜRK’ü he-men öldür ! TÜRK’e her milletinkinden üstün zeka ver ! Zeka ve çalışma ; ikisi bir arada olunca TÜRK’ün önünde durulmaz ! Milli büyüklüğün tek şartı yüksek ideal, buna alışmak için de yük-sek ahlak, fedakarlık ve sebat lazım olduğundan TÜRK’leri ahlaklı, sebatlı ve fedai kıl ! TANRI , TÜRK’leri sen kendi elinle birleştir ve herşey-den evvel ruhları birleşsin ! Onları tek bir kafa gibi birleştirici kültür sahibi et ! TÜRK’ü töre-sine sadık kıl, Tanrı ! TÜRK budunu : Biliniz ki atalar töresi asırların tecrübesi ile husule gel-miş büyük bir hikmettir. Tanrı beni töreye dokun-maktan ve dokundurmaktan sakladı ve saklasın !

U L U T A N R I !Türk milletini lafçı değil, elinden iş ge-

lir insanlar et ! Bir şey söylemek vazife yap-mak değildir. Onu fiilen yapmak ve yap-tırmanın vazife olduğunu beyinlere sok !

G Ü Z E L T A N R I !Sana hepsinden çok yalvardığım şudur :

TÜRK’ü dalkavukluktan kurtar ! Dalkavukluk ve emsali vasıtalara zengin olmaktan koru ! TÜRK’e kötü para hırsı verme ! Dalkavukları yok et !

A M A N T A N R I !TÜRK aile, töre ve disiplinini her şeyden evvel

koru ! TÜRK toprağında hürler yaşasın. Adaletten başka bir şey hüküm sürmesin ! Sen TÜRK’e tabii şeylere tabiata karşı sevgi ver ! TÜRK yurdunda yoksulluk o kadar azalsın ki fakirlik suç sayılsın !

A C U N U ( D Ü N YAY I ) YA -R A T A N Y Ü C E T A N R I !

TÜRK’e insaniyetten evvel TÜRK milletini dü-şündür. İnsanların insaniyet dedikleri şey, göz bo-yamak için icat edilmiş bir boyadır. İnsaniyet mas-kesi taşıyan öyle milletler vardır ki maskelerinin altında canavarlar yaşar. İnsaniyeti gören olmadı. TANRI , TÜRK’e sağlam, sürekli irade ver ! Güçlüklerde, sabrını, tahammülünü aynı zamanda gayretini arttır ! Ona esas seciye olarak vazife mu-habbeti ve mesuliyet duygusu ver ! Mesuliyeti TÜRK yurdundan eksik etme ! En büyük kuv-vetinTÜRKLÜK aşı olduğunu TÜRK’e öğret !

TANRI !TÜRKÇE konuşulan, TÜRK’e yurt-

luk etmiş olan yerleri kıyamete ka-dar TÜRK’ün hükmü altında bırak !

YÜCE ALLAH TÜRKÜ KORUSUN

Rafet ULUTÜRKDünya Türk Gençler Birliği İstanbul Koordinatörü

BULTÜRK Genel BaşkanıK O N F E R A N S TA KONUŞMA METNİ

Page 4: Genç Bengü Gazetesi 4.Sayı

4 Türk Dünyasının Sesi

Dr.Müjgan DENİZDivan-ı Lügati ’ t

Türk

Düşünceler

( M u h a r r e m E r g i n )E s k i T ü r k ç eTürk yazı dilinin ele geçen ilk örnekleri Or-

hun Âbidelerinin metinleridir. Fakat bu me-tinler şüphesiz Türk yazı dilinin ilk örnek-leri değildir. Çünkü Orhun Âbidelerindeki dil yeni teşekkül etmiş bir yazı dili olarak de-ğil, çok işlenmiş bir yazı dili olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bakımdan, Türk yazı dili-nin başlangıcını ele geçen bu ilk metinlerden çok daha öncelere çıkarmak gerekir. Türk yazı dilinin sekizinci asırdan sonraki geliş-mesi ile mukayese edilerek bir tahmin yürü-tülürse, Orhun abidelerindeki yazı dilinde hiç değilse bir kaç asırlık bir gelişme mevcut ol-duğuna kolaylıkla hükmolunabilir. Buna göre Türk yazı dilinin başlangıcını Milâdın ilk asır-larına, hiç olmazsa Orhun âbidelerinden bir kaç asır önceye çıkarmak doğru olur. Fa-kat Orhun kitabelerinden daha eski bir me-tin ele geçmediği için bu yazı dilini ancak se-kizinci asırdan itibaren takip edebilmekteyiz.

İşte nazarî olarak Milâdın ilk asırlarında başladığını kabul ettiğimiz ve ilk ele geçen metinleri sekizinci asra ait olan bu yazı dili 12 – 13. asra kadar devam etmiş olup, bu devre Türk yazı dilinin ilk devresini teşkil et-mektedir. Bu ilk yazı dili devresi ayni za-manda müşterek bir yazı dili devresidir. Yani bu yazı dili bütün Türklüğün tek yazı dili olarak kullanılmış, Orta Asya’da geniş bir sahayı kaplayan Türklük âlemi asırlar bo-yunca hep ayni dille okuyup yazmıştır. O de-virden kalma eserlerde görülen ufak tefek farklar ise saha ve zaman farklarından ileri gelen normal ayrılıklar olup tek bir yazı di-linin hudutlarını aşacak mahiyette değildir.

Kâşgarlı’nın en çok beğendiği ve şivelerle karşılaştırırken “Türkçe” diye adlandırdığı, Hakaniye Türkçe’si, yahut başka eserlerde Kâşgar dili, Kâşgar Türkçe’si adı ile anı-lan dil hep bu ilk Türk yazı dilidir. Bu yazı dili devresinden gelen eserlerin büyük bir kısmı Uygur yazısı ile yazılmış olduğu için bu devreye Uygur devresi, bu yazı diline de Uygurca denilebilir. Fakat Türkoloji öğreti-minde Türkçe’nin bu ilk devresi için bugün en uygun isim olarak “Eski Türkçe” tâbirini kullanmaktayız. Türkçe’nin ondan sonraki çeşitli gelişmelerinin kaynağı hep bu dev-reye çıkmakla, bugün geniş sahalarda ayrı kollara ayrılmış bulunan Türkçe’nin bü-tün şekillerinin menşei bu devrede bulun-makta, kısacası, Türkçe’nin bütün yapısı bu devre ile izah edilebilmektedir. Demek ki bu devre Türkçe’nin ana Türkçe devresi, ilk devresi, eski devresidir. Onun için bu devreyi “Eski Türkçe” diye adlandırmak çok yerin-dedir. Bu kitapta biz de bu ismi kullanacağız.

O hâlde Türk yazı dilinin ilk devresi Eski Türkçe’dir. Eski Türkçeden daha ön-ceki devir ise Türkçe’nin karanlık dev-ridir. O devir artık Eski Türkçe’nin Çu-vaşça ve Yakutça ile, bunların da daha ileride Moğolca ile birleştikleri devirdir.

Türkçe tarih boyunca iki gramer yapı-sına sahip olmuştur. Eski Türkçe devresi Türkçe’nin eski gramer yapısını temsil eder. Ondan sonraki devreler Türkçe’nin yeni gramer yapısına sahip olan devrelerdir.

Kuzey-doğu Türkçe’si, Batı Türkçe’siEski Türkçeden sonraki devre gelince, bu

devirde Türkçe karşımıza birden fazla yazı dili ile çıkmaktadır. Eski Türkçe’nin sonla-rında Orta Asya’daki Türklük âleminin par-çalanarak büyük kütleler hâlinde Hazar De-nizinin güney ve kuzeyinden kuzeye ve batıya yayılması, yeni kültür merkezlerinin meydana gelmesi, İslâm kültürünün Türkler arasına gittikçe kuvvetli bir şekilde yerleşmesi, yeni mefhumlarla birlikte yeni bir yazının kabulü gibi çeşitli dış sebeplerle beraber Türkçe’nin içinde bir müddetten beri kendisini hissetti-ren tabiî gelişmeler neticesinde ortaya çıkan büyük değişiklikler yazı dili birliğini parça-layarak Eski Türkçe’nin ömrünü tamamla-mış ve ayrılan Türklük kollarının yeni kültür merkezleri etrafında kendi şivelerine daya-nan yazı dilleri meydana getirmeleri birden fazla yeni yazı dilinin doğmasına ve gelişmeğe başlamasına sebep olmuştur. Böylece 12-13. asırdan sonra biri Kuzey-doğu Türkçe’si, di-ğeri Batı Türkçe’si olmak üzere iki Türk yazı dili meydana geldiğini görmekteyiz.

Kuzey Türkçe’si, Doğu Türkçe’si

Bunlardan Kuzey-doğu Türkçe’si önce 13 ve 14. asırlarda, bir müddet, Eski Türkçe’nin tabiî ve yeni bir devamı olarak eski ve yeni arasında köprü vazifesi gören bir geçiş dev-resi hâlinde devam etmiş, sonra 15. asırdan itibaren Kuzey Türkçe’si ve Doğu Türkçe’si olarak iki yeni yazı diline ayrılmıştır. Son za-manlara kadar devam eden bu yazı dillerin-den Kuzey Türkçe’si, Kıpçak Türkçe’sidir. Doğu Türkçe’si ise Çağatayca gibi yanlış bir isimle anılan ve Timur devrinde başla-yarak 15. ve 16. asırlarda kuvvetli bir ede-biyat meydana getirmek suretiyle en parlak çağını yaşadıktan sonra son zamanda ye-rini modern Özbekçe’ye bırakan yazı dilidir.

B a t ı T ü r k ç e s iBatı Türkçesi’ne gelince, bu yazı dili 12. as-

rın ikinci yarısı ile 13. asrın ilk yarısında te-şekküle başladığı anlaşılan, 13. asrın ikinci ya-rısından itibaren de metinlerini günümüze kadar aralıksız bir şekilde takip ettiğimiz yazı dilidir. Selçuklulardan başlayarak bu-güne kadar gelen ve devam etmekte olan bu yazı dili, Türklüğün en büyük ve en ve-rimli yazı dili durumundadır. Batı Türkçe-sinin esasını Oğuz şivesi teşkil eder. Onun için bu yazı diline Oğuz Türkçe’si de denile-bilir. Oğuz şivesi Hazar Denizinden Balkan-lara kadar uzanan sahaya yayılmış bulunan Türkçe’dir. Bu saha ise batı Türklerinin yaşa-dığı sahadır. Onun için Oğuz yazı diline, Oğuz Türkçe’sine umumî olarak Batı Türkçe’si adını vermekteyiz. Türkolojide Batı Türkçe’si için bazen Cenup Türkçe’si veya Cenup Şi-vesi adı da kullanılmaktadır. Fakat bu Şimal Türkçe’sine göre verilen bir addır ve şüp-hesiz Batı Türkçe’si kadar uygun değildir.

Azeri Türkçesi, Osmanlı TürkçesiBatı Türkçesinin içinde saha bakımından

zamanla iki daire meydana gelmiştir. Bun-lardan biri Azeri ve Doğu Anadolu sahasını içine alan doğu Oğuzcası, diğeri Osmanlı sa-hasını içine alan batı Oğuzcasıdır. Doğu ve batı Oğuzcaları arasında ilk asırlarda çok küçük saha farkları dışında bir ayrılık mev-cut olmamış, bu saha farkları yavaş yavaş ge-nişleyerek ancak 17. asırdan sonra doğu ve batı Oğuzca dairelerini meydana getirmiştir.

Bununla beraber arada yine iki yazı dili ola-cak kadar fark mevcut değildir ve her ikisi de ayni şiveye, yani Oğuz şivesine dayandık-ları için Azeri ve Osmanlı Türkçeleri ancak tek bir yazı dilinin kardeş iki dairesi sayılabi-lirler. Esasen doğu ve batı Oğuzcası arasın-daki farklar daha çok şivede yani konuşma dilinde kalmış, devamlı olarak Osmanlı kül-tür ve edebiyatının tesiri altında kalan Azeri sahasında yazı dili, Osmanlı Türkçe’sinden konuşma dilindeki ile mukayese edileme-yecek kadar az bir ayrılık göstermiştir.

Azeri ve Osmanlı Türkçeleri arasında, daha çok şivede kalan bu ayrılığın sebeplerini doğu Oğuzcasına Oğuz dışı Türk şivelerinin, bil-hassa zaman zaman kuzeyden gelen Kıpçak unsurlarının yaptığı tesir ile İlhanlılardan ka-lan bazı Moğol izlerinde aramak lâzımdır. Bunlardan birincisi doğu Oğuzcasını batı Oğuzcasından bazı şekiller bakımından biraz farklı yapmış, ikincisi ise Azeri Türkçe’sinde bazı Moğol asıllı kelimeler bırakmıştır.

Bilhassa konuşma dili bakımından birbi-rinden farklı olan Azeri ve Osmanlı Türkçe’si arasındaki başlıca ayrılıklar, kelime başın-daki b-m, kelime içindeki q-ġ, h, ilk hecedeki e-i, kelime başındaki t-d ile akkuzatif ve bazı fiil çekim şekilleri etrafında toplanır. Bu ayrı-lıklar daha çok konuşma dilinde kaldığı, yazı diline aksedenlerin ise ancak son devir Azeri Türkçe’sinde görülebildiği, Azeri sahasında yetişen başlıca edebî şahsiyetlerin bulunduğu 17. asırdan önce de doğu ve batı Oğuzcaları arasında kayda değer bir ayrılık bulunmadığı için bu iki Oğuz Türkçe’si yazı dili olarak Batı Türkçe’si adı altında bir bütün teşkil ederler.

Batı Türkçesinin GelişmesiBatı Türkçesinin yedi asırlık uzun haya-

tında bazı merhaleler vardır. Bu merhale-ler onun iç ve dış gelişme seyri içinde görülen çeşitli safhalardır. Gerçekten Batı Türkçe’si uzun gelişme seyri içinde bugüne kadar iç ve dış yapısı bakımından muhtelif gelişme-ler ve değişiklikler göstermiştir. İç yapı bakı-mından gösterdiği değişiklikler, Türkçe kök ve eklerde görülen bazı ses ve şekil değişik-likleri olup, doğrudan doğruya Türkçe’nin

tabiî gelişmesi ile ilgilidir. Dış yapı bakımın-dan Batı Türkçe’sinde görülen çeşitli saf-halar ise, Türkçe’nin bünyesi ile ilgili olma-yıp, onun, içine karışan yabancı unsurlara göre aldığı değişik görünüşlerden ibarettir.

Demek ki Batı Türkçe’sinde Türkçe’den başka bir de yabancı unsurlar vardır. Bu un-surlar çeşitli Arapça ve Farsça kelime ve terkip-lerdir. Türklerin İslam kültürü çerçevesine gir-meleri dolayısıyla Türkçe’ye sokulan Arapça ve Farsça unsurlar, Türkçe’yi Eski Türkçeden sonra, yeni yazı dilleri devresinde istilâya baş-lamış, bu istilâ bilhassa Batı Türkçe’sinde kor-kunç bir gelişme göstererek bir kaç asır içinde Türkçe’yi âdeta tanınmaz bir hâle getirmiştir.

Arapça ve Farsça unsurların Batı Türkçe’si içindeki durumu yedi asır boyunca hep ayni olmamış ve çeşitli safhalar göstermiştir. Bu se-beple Batı Türkçe’si içinde hem Türkçe bakı-mından, hem de yabancı unsurlar bakımından birbirinden farklı bir kaç devre var demektir.

İşte 13. asırdan günümüze kadar Batı Türklerinin yazı dili ola gelmiş bulunan Batı Türkçe’si iç ve dış gelişme ve değişik-likler bakımından şu üç devreye ayrılır:

1. Eski Anadolu Türkçe’si2 . O s m a n l ı c a3 . T ü r k i y e T ü r k ç e ’ s i

E s k i A n a d o l u T ü r k ç e s iEski Anadolu Türkçe’si 13, 14 ve 15. asırlar-

daki Türkçe’dir. Batı Türkçesinin ilk devrini teşkil eden bu Eski Anadolu Türkçe’si bilhassa Türkçe bakımından kendisinden sonraki iki devreden çok farklıdır. Bu devreye Batı Türk-çesinin bir oluş, bir kuruluş devresi olarak bakmak yerinde olur. Batı Türkçesini Eski Türkçe’ye bağlayan birçok bağlar bu devrede henüz kendisini iyice hissettirmektedir. Bu devreden sonraki Türkçe’de gördüğümüz bir-çok yeni şekiller bu devrede henüz Eski Türk-çedeki eski şekillerinin izlerini taşımaktadırlar.

Eski Anadolu Türkçe’si bir taraftan böylece Eski Türkçe’nin izlerini taşırken diğer taraf-tan köklerde ve eklerde bazı ses ve şekil ayrı-lıkları göstermek suretiyle Osmanlıca ve Tür-kiye Türkçe’sinden biraz farklı bir durum arzeder. Öyle ki Batı Türkçe’si içinde Türkçe bakımından mevcut başlıca değişiklikler bu devre ile bundan sonraki iki devre arasındaki değişikliklerdir. Yani Batı Türkçesini yalnız Türkçe bakımından devrelere ayırırsak Eski Anadolu Türkçe’si ve Osmanlıca – Türkiye Türkçe’si diye ikiye ayırmamız icap eder. Os-manlıca ile Türkiye Türkçe’si arasında Türkçe bakımından, Eski Anadolu Türkçe’sinden Osmanlıcanın ilk devirlerine taşan bir kaç şekil dışında, bariz bir ayrılık yoktur.

Eski Anadolu Türkçe’si yabancı unsur-lar bakımından denilebilir ki Batı Türkçesi-nin en temiz devridir. Bu devirde Türkçe’ye Arapça ve Farsça unsurlar girmeğe başlamış-tır. Fakat bu unsurlar kesifliğini yavaş yavaş arttırmış ve ancak devrenin sonlarında ge-niş bir istilâ başlangıcı hâlini alarak Osman-lıcanın doğuşunu hazırlamıştır. Eski Anadolu metinlerinde görülen Arapça ve Farsça ke-limeler henüz çok fazla olmadığı gibi devre-nin sonlarına doğru artan terkipler de henüz açık ve basit bir durumdadır. Yabancı unsur-lar bakımından bu devirde manzum ve men-sur metinler arasında da oldukça fark vardır.

Gittikçe artan yabancı kelime ve terkipler daha çok nazım dilinde görülür. Nesir dili ise çok temiz ve duru bir Türkçe olarak devre-nin sonunda bile Arapça ve Farsça kelimeler ve bilhassa terkiplerden mümkün olduğu ka-dar uzak kalmıştır. 15. asrın ortalarına doğru ikinci Murat devrinde geniş bir kültür ham-lesinin ifadesi olarak meydana getirilen telif ve tercüme pek çok Türkçe eserin dili bunu açıkça göstermektedir. Nazım dilinde ise, şii-rin Fars taklitçiliği üzerine kurulması ve ve-zin, şekil zaruretleri yüzünden duruluk çok muhafaza edilememiş ve Türkçe’deki geliş-meler bakımından devre daha bitmeden, 15. asırda, basit de olsa terkipler ve yabancı keli-meler adam akıllı çoğalmış ve Türkçe’yi sar-mıştır. Bu yüzden asrın ikinci yarısı Osman-lıcanın temelini atan, onun başlangıcını teşkil eden bir devir olmuş, Eski Anadolu Türkçe’si Türkçe hususiyetleri bakımından devrini an-cak Osmanlıcanın başlarında tamamlamıştır.

Devamı gelecek sayıda

T ü r k ç e n i n T a r i h i G e l i ş i m i

Divanü Lügat-it Türk nasıl bir kitaptır?N i ç i n Y a z ı l m ı ş t ı r ?Hicretin üçüncü asrından, onuncu asrın ortala-

rına değin, Türklüğün altın devri idi; bu devirde Türkler bir yandan Çin sınırlarından - Pekin ya-kınlarından- Macaristan’a ve Avrupa ortalarına, bir yandan da Kuzey Buze Denizleri’nden Hin-din ve Arabistan’ın sıcak denizlerine, Südan’a ve Büyük Okyanus’a dek taşmışlar, hemen her yerde kuvvetli egemenlikler kurmuşlardı. Kendilerini her yerde saydırmışlar, her yerde efendi tanıtmışlardı.

Türklüğün hükmü yürüdüğü bu geniş bölge-lerde Türk dilinin de üstün tutulacağına, kendi-leri gibi dillerinin dahi sayılacağına şüphe yoktur. Birçok kimselerin Türkçe öğrenmeye uğraştıkları içindir ki bu devirlerde bir hayli kitap yazılmıştır.

Her ne kadar Gaznelilerle Salçık Oğulları Türk-çeye büyük bir önem vermeyerek Farsçaya daha çok düşkünlük göstermişlerse de öbür Türkler ve Türk büyükleri ulusal dile değer vermişlerdir.

Bizim gördüğümüz eserler arasında her yönden en önemli, her bakımdan en de-ğerli eserDivan-u Lügati’t Türk‘tür. Bu dö-nemde yazılan eserlerin sahiplerinden bir takım-larının Divandan faydalanmış olmaları gerekir.

Divanü Lûgat-it Türk, Türk dilleri Kamusu de-mektir, bu kitap paha biçilemeyecek kadar değer-lidir; bilgi dünyası bu kitaba çok önem vermekte ve kitabı çok beğenmektedir. Hemen her me-deni milletin üniversitesinde ve Türkiyatçıları ara-sında bu kitap eşsiz sayılmaktadır. Eski eserler-den hiç biri bu eser kadar önem kazanmamıştır.

Divanü Lügatte, bugün ölmüş birçok güzel keli-meler bulunduğu gibi, o vakitki kültürün ve medeni varlığın yüksekliğini gösterir bir hayli tanık ta vardır.

HeleTürk fiillerinin yapısını gösteren kısımlar pek değerlidir; kitapta yer yer, dil üzerine önemli kurallar söylenmiş; ses değişimleri, gramer hal-leri, diyelek ayırdları açık olarak gösterilmiştir. Bundan başka saymış olduğum şeyleri tanıkla-mak için bol ve zengin örnekler dahi vermiştir.

İşbu örneklerin birçokları cümle halinde ol-duğu için büyük bir anlama, değerli bir çözüm-leme kolaylığı göstermektedir. Örnekler, kelime, cümle, sav, beyit, parça gibi şeylerdir. Biz bu ör-neklerden yalnız o vaktin dil durumunu öğren-mekle kalmıyoruz:; Türk‘ün eski tarihini, ede-biyatını, yaşayışını, düşünüşünü de birlikte öğreniyoruz. Bu faydalardan başka o vakitki coğ-rafi durum üzerine de doğru bilgiler elde ediyoruz.

Şimdiye değin eskiTürk Dili ve eski Türk var-lığı üzerine bunun kadar işe yarar, bunun ka-dar elverişli bir eser görülmemşitir; bu eser, tektir, tek kalacaktır. Türk dünyası Kaşgarlı Mahmud’un adını her zaman saygıyla anacaktır.

Biz bu eşsiz kitaptan eski Türklerin (900) yıl ön-ceki dillerini, düşünüşlerini, durumlarını öğrendi-ğimiz gibi kitapta medeniyet dünyasına karşı her zaman göğsümüzü kabartacak olan birçok öğünç ve kıvanç kaynakları dahi buluyoruz; (900) yıl önce atalarımızın ipek mendil taşıdıklarını, el-bise kırışıklıklarını yatıştırmak için ütü kullan-dıklarını da görüyoruz; hele yeryüzünün efen-disi olan Türk askerlerinin o vakitler bile kuru bir derintiden ibaret olmayıp, her erin adını, sa-nını, aylık olgularını gösterir bir defterin bulun-duğunu öğrenmemiz dünyaya değer bir faydadır.

Bundan başka Türklerin kadınlara ve çocuklara ve düşkünlere gösterdikleri saygı izlerini de orada buluyoruz. Divan dikkatle gözden geçirilirse daha bu gibi birçok öğünmeye yarar şeyler görülecektir.

Divanın yazma nüshası bir tanedir; şimdiye değin bir ikincisi bulunmamıştır. Eldeki yazma nüsha büyük bir cilt ve (319) yapraklıdır. Ka-ğıdı vaktiyle Doğu memleketlerinde yapılmış olan sağlam ve kalın bir kağıttır. Kibabın bazı yerleri yaşlık görerek kararmış ise de bozul-mamış ve çürümemiştir. Birkaç kelime dış ol-mak üzere her tarafı iyice okunabilmekte, bun-dan kitabın iyi korunmuş olduğu anlaşılmaktadır.

Page 5: Genç Bengü Gazetesi 4.Sayı

Türk Dünyasının Sesi 5

Türk Milleti’nin tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. “Türk” sözü tarihin en eski çağlarından beri kullanılıyordu ve belirli bir kavmin yada kavimler birliğinin adı olarak mevcuttu.Türkler’in köklü ve çok zengin

bir tarihe ve kültüre sahip olması nedeniyle birçok bilim adamı “Türk” adının nereden geldiği hakkında araştırmalar yapmış, bu araştırmalar neticeside Türk adı ilk defa MÖ. XIV. yy’da “Tik” vveya “Tikler” adıyla geçmeye başlamıştır.Diğer bir görüşe göre ise Türk adı MÖ.

XIV. yy’dan öncede varolduğudur. Zira Türk ırkının tarihi insanlığın tarihi kadar eskidir. Bu gerçeği kavmi ve milli mitolojilerde ve tarihi oluşumlarda izaheden eski kayıtlarda görmek mümkün olmaktadır.Türk ırkının çok eski olması

nedeniyle Türk adının nerden geldiği hakkında birçok iddia ve görüşler ileriye sürmüşlerdir. Buna göre,-Heredotos’un doğıu kavimleri

arasında zikrettiği TARGİTAB‘lar.-İskit topraklarında doğdukları

söylenen TYRKAE‘ler-Tevratta adı geçen Togarma‘lar.-Eski Hint kaynaklarında

tesadüf edilen TURUKHA‘lar veya THRAK‘lar-Esiki Ön Asya çivili metinleride

görülen TURUKKU‘lar.-Çin Kaynaklarında MÖ. I.yy’da rol

oynadıkları belirtilen TİK veya Dİ‘lerBizzat “Türk” adını taşıyan Türk

kavimleri olarak gösterilmektedir.İslam kaynaklarında yer alan İran

menşeli “Zend – Avesta” rivayetleri ile İsrail menşeli “Tevrat” rivatetleride Nuh Peygamber’in torunu olan Yafes’in oğlu “Türk” ile İran rivayetlerideki Feridun’un oğlu “Türac” veya “Tur”un soyu Türk adını taşıyan ilk kavim olarak gösterilmek istenmiştir.“Avesta”da yer alan “Ebül Beşer”den

(1) ,Cemil ve oğu Ferdiun’dan bahsedilmektedir. “Ferdidun ülkesi Salm, Irak ve Turak (Türk) ismindeki üç oğlu arasında pay etmiştir. Salma!a bugünkü İran ve havalisi, Irak’a bugünkü Irak ve havalisi ,Turak’a ise Orta Asya ve Çin havvalisi düşmüştür. Feridun ölünce Irak, Salm’a saldırarak İran ve havalisini almış,dahasonra Turak’a saldırmıştır.Irak, Turak’ı yenememiş, savaş

bunların torunlarına uzanan dek senelerce sürmüştür. Sonunda Turak’ın torunu “Afrasyap”(2) Irak torunun “Muncihir”i mağlup ederek Ceyhun nehri sınır kabul edilen bir anlaşma yapmıştır. Bu tarihten sonra ceyhun nehri doğusunda “TURAN”, batısına da “İRAN” denmiştir.Tevrat rivayetleride ise Nuh

tufanından sonra Nuh peygamber dünyayı üç oğlu arasında pay etmiş.Yafes’e Orta Asya ve Çin ülkeleri düşmüş,Yafes ölürken tahtını sekiz oğullarından biri olan “TÜRK” e bırakmıştır.Görülmektedirki Hz. Adem devrina

yakın zamanlarda Turak(Türk)‘den İran-Turan savaşlarından ve Alp Er Tunga gibi büyük bir Türk Başbuğunndan ve Saka İmparatorluğu Kağa’nından bahsedilmektedir.Yukarıda mitoloji ve tarihi

kayıtlar içerisinde yer alan “Türk” kelimelerinden ,Türk adının ne kadar eski olduğu ortaya çıkmaktadır.

Devamı Gelecek Sayıda

Serg i 23 Haz i r an ’a kada r aç ıkkalacak. Osmanlı tezhib sanatı çağdaş teknik ve yorumlarlaAvrupa’da görücüye çıktı. Vatikan’da

gerçekleşt ir i len “Kutsal Kelam’ınTaneleri” isimli sergide üç Türk sa-

natçının eserleri yer alıyor. 06-23Haz i r an 2013 t a r ih l e r i a r a s ında

Vatikan’da ziyarete açık olan “KutsalK e l a m ’ ı n Ta n e l e r i ” i s i m l i s e r -

gide üç Türk sanatçının eserleri yeralıyor. Yüzyıllar içinden süre ge-

len Türk Tezhib Sanatının çağdaşyorumlarının yer aldığı sergi, Vati-

kan Büyükelçisi Prof. Kenan Gürsoy’unh i m a y e s i n d e “ Va t i k a n P a l a z z o

Cancelleri-Cancelleri Sarayı” sergis a l o n u n d a g e r ç e k l e ş t i r i l i -

yor. “Gelenek Gelecektir” felsefesiylekural lar ına s ık ı s ık ıya bağl ı o l -

duğu Tezhip sanatına çağdaş bir yaklaşımgetiren sanatçı MSGSÜ Öğretim Üyesi

Yrd. Doç. Dr. Münevver Üçer, yineM i m a r S i n a n G ü z e l S a n a t -

lar Üniversitesi’nden Kalemişi sanatınıntemsilcisi Yrd. Doç. Dr. Kaya Üçer

ve Yapraklar üzerine yaptığı tezhipve minyatür ça l ı şmalar ıy la tan ı -

nan sanatçı Reyhan İsen’in birbirindendeğerli eserleri Vatikan’da sanatseverlerle buluştu.S e r g i i l e i l g i l iaçıklamalarda bulunan Yrd. Doç.

Dr. Münevver Üçer, 2009 ve 2011y ı l l a r ı n d a F l o r a n s a ’ d a k a t ı l d ı k -

ları sanat bienallerinde kazandıklarıödü l l e r, Avrupa sana t o to r i t e l e -

r inin geleneksel tezhip sanat ımızai l g i s i n i a r t ı r d ı ğ ı n ı v e Va t i -

kan Kültür Bakanlığı’ndan sergi davetialdıklarını belirtti . Yrd. Doç. Dr.

Üçer tezhip sanatıyla ilgili şunlarısöyledi: “Altınlamak anlamına ge-

len tezhip kelimesi, eski yazılarınk e n a r s ü s l e m e s i o l a r a k y ü z y ı l -

lar boyunca uygulanmış ve el yazmasıe s e r l e r i n s ü s l e m e u n s u r u o l a -

rak doğup gelişmiştir. Hüsn-i hattınelbisesi de diyebiliriz. Tezhibe yak-

l a ş ımımda sana t p rens ib imin anaf i k r i n i ; y ü z y ı l l a r d ı r s ü r e g e -

len geleneksel kurallara sadık kalarak,çağdaş sana t kuramı iç inde sa -

natı yeniden yorumlamak ve eserler vücudagetirmek oluşturuyor. Klasik kural-

ları korurken yenilikçi yaklaşımlarlaevrensell iği yakalamanın, kültürü -

müzü her platformda temsil edeceğineinanıyorum. 16. yüzyılda ekol ol-

muş Kara Memi, Şahkulu; 18. yüzyılda AliÜsküdar i g ib i üs tad sana tç ı l a r ı -

mızın yenilik ve arayış mantığınınizlerinden gitmeye çalışıyorum. Çağ-

daş sanat anlayışıyla evrensel birdil yakalamayı çok önemsiyorum.” diye konuştu.T ü r k i y e ’ n i n V a t i k a nB ü y ü k e l ç i s i P r o f . K e n a n G ü r -

soy himayesinde Vatikan Palazzo CancelleriS a r a y ı S e r g i S a l o n u ’ n d a a ç ı -

lan sergide, 3 Türk tezhip sanatçısınıne s e r l e r i g ö r ü l e b i l i y o r . M ü n e v -

ver Üçer, tezhip sanatının unsurlarındanyo la ç ıka rak b i r ek ip ça l ı şma -

sıyla tezhip heykellerini vücuda getirerek,bu anlamda bir ilke imza attı. Tez-

h i p ç a l ı ş m a l a r ı n d a k â ğ ı t y ü z e yüzerine çalışan sanatçı, bu gelenek-

sel malzemenin yanı sıra ahşap yüzeyüzerinde alt ın ve su bazlı boya-

larla yaptığı tezhip çalışmalarını bus e r g i d e i l k k e z s a n a t s e v e r l e -

rin beğenisine sunuyor. Sergide, sanatçının2 0 e s e r i g ö r ü l e b i l i y o r . R e y -

han İsen’in Cumhurbaşkanlığı seralarındayetiştirilen bitkilerin yapraklarını kurutarak elde ettiği çalışmayüzeylerine yaptığı kendine has tez-

h ip ve minya tü r ça l ı şma la r ı i s eserginin bir diğer bölümünü oluş-

turuyor. Sanatçının, altın, su bazlıboyalar kullanılarak yapılan 7 eseri, aynı şekilde kâğıt çalışmayüzeylerindeki uygulamalarıyla sa-

natseverlerle buluştu. Sergide 3 eseriile yer alacak Kaya Üçer ise yıl-

lardır süre gelen kalemişi sanatınınrestorasyon ve tasarım uygulama-

larının yorumlarını çağdaş konsepttasarımıyla Lale devrinin süsleme unsuru olan “eklektik” tarzbezemele r l e z iya re t ç i l e r in ka r ş ı -

sında . Altın varak uygulamaları, ahşap,t u v a l ü s t ü ç a l ı ş m a l a r ı v e k a -

ğıt yüzey değerlendirmeleriyle sanatçı,yenilikçi tarzını sanatseverlerin beğenisine sunuyor. Sergi, 23Haziran’a kadar ziyarete açık kalacak. G E L E N E K G E L E C E K T İ R“ G e l e n e kGe lecek t i r ” f e l s e f e s iy l e ku ra l l a -

rına sıkı sıkıya bağlı olduğu Tezhipsanatına çağdaş bir yaklaşım geti-

ren sanatçı Mimar Sinan Güzel SanatlarÜniversi tes i Öğret im Üyesi Yrd.

Doç. Dr. Münevver Üçer (ortada), Yrd.D o ç . D r. K a y a Ü ç e r v e R e y -

han İsen’in birbirinden değerli eserleriVatikan’da sanatseverlerle buluştu.

Türk Adının Anlamı . . . b) Bayat: “Devletli, nîmeti bol” anlamında-

dır. Maraş ve çevresine hâkim olan Dulkadi-roğulları, İran’da Kaçarlar, Horasan’da Kara Bayatlar, Maku ve Doğubeyazıt hanları, Ker-kük Türkmenlerinin çoğu, bu boydandır. Dede Korkut kitabını 1480’de Hicaz’da yazan Teb-rizli Hasan ve meşhûr şâir Fuzûlî bu boydandır.

c) Alka-Bölük/Alka-Evli: “Nereye varsa başarı gösterir” anlamındadır. Tür-kiye ve Âzerbaycan’daki Alaca, Alaca-lılar adı taşıyan yerler bu boyun hatırasıdır.

d) Kara-Bölük/Kara-Evli: “Kara otağlı (ça-dırlı)” anlamındadır. Karalar ve karalı gibi coğrafî yer adları bunlardan kalmadır.

2. Ay-Alp/Ay-Han: Sembolü kartal. Oğulları:

a) Yazgur/Yazır: “Çok ülkeye hâkim” anla-mındadır. Ab-Yabgu devrindeki Yenibent Yab-guları, Batı Türkistan’daki Cend Emirleri, Kara-Daş denilen Horasan Yazırları, Ahıska’dan aşağı Kür boyundaki Azgur-Et (Azgur Yurdu) Ka-lesi, Kürmanç Kürtlerinin Azan Boyu, Toros-lardaki Gündüzoğulları Hanedanı bu boydandır.

b) Tokar/Töker/Döğer: “Dürüp toplar” an-lamındadır. Yenikentli Vezir Ayıdur, Harput-Diyarbakır-Mardin hâkimleri, Artuklular, Sincar-Siverek, Suruç arasında hâkim eski Caber Beyleri, Memluklar devrinde Halep Döğeriyle Hama Döğerleri, bugünkü Mardin-Urfa arasında yirmi dört oymaklı Kürt Döğerleri, Hazar Denizi doğusundaki Saka Boyu Takharlar; Şavşat’taki Ören kale, To-Kharis ve Malatya’nın Tokharis bucağı, Dağıstan’daki Digor ve Kars ve Arpa-çay sağındaki Digor kazası bu boydan hatıradır.

c) Totırka/Dodurga/Dödürge: “Ülke al-mak ve hanlık yapmak” anlamındadır. Si-vas doğusundaki Tödürgeler bu boydandır.

d) Yaparlı: “Misk kokulu” anlamındadır. Zaza Çarekliler ve misk ticareti yapan Yaparı Oymağı bu boydandır. Yaparı Oymağının Akkoyunlu ve Giraylı camilerinin mihrap duvar harcına bu gü-zel ıtriyattan kattıklarından hâlâ hoş kokmak-tadır. Diyarbakır ve Kırım’da hatıraları vardır.

3 . Yıldız-Alp/Yıldız Han: Sem-b o l ü t a v ş a n c ı l . O ğ u l l a r ı :

a) Avşar/Afşar: “Çevik ve vahşî hay-van avına hevesli” anlamındadır. Hazis-tan Beyleri, Konya’daki Karamanoğul-ları, İran’daki Avşarlı Nâdir Şah ve hanedanı, Ürmiye ve Horasan Afşarları bu boydandır.

b) Kızık: “Yasakta pek ciddi ve kuvvetli” anla-mındadır. Gaziantep, Halep ve Ankara çevresin-deki Kızıklar, Doğu Gürcistan’da ve Şirvan batı-sındaki ovaya Kızık adını verenler bu boydandır.

c) Beğdili: “Ulular gibi aziz” anlamındadır. Ha-rezmşahlar, Bozok/Yozgat-Raka/Halep çevresin-deki Beğdililer, Kürmanç Badılları bu boydandır.

d) Karkın/Kargın: “Taşkın ve doyurucu” an-lamındadır. Akkoyunlu-Dulkadiroğlu ve Halep-Hatay bölgesindeki Kargunlar, Doğu Anadolu ve Âzerbaycan’daki ilkbaharda eriyen karların suları ile kopan sel ve su kabarmasına da Kar-gın/Korkhun denilmesi bu boyun adındandır.

Ü ç - O k l a r : İ ç O ğ u z l a r d a d e -n i l i p , s o l k o l u t e ş k i l e d e r l e r.

1. Gök-Alp/Gök Han: Sembolü sungur. Oğulları:a) Bayundur/Bayındır: “Her zaman nîmetle

dolu yer” anlamındadır. Akkoyunlular sülâlesi, İzmir’den Âzerbaycan’daki Gence’ye ka-dar Bayındır adlı yerler bu boydan gelir.

b) Beçene/Beçenek/Peçenek: “İyi çalışkan, gayretli” anlamındadır. Karadeniz kuzeyi ile Balkan Yarımadasına göçen ve 1071 Malazgirt ile 1176 Miryokefalon Meydan Muhârebelerinde Bizanslılardan ayrılarak Selçuklular safına ge-çen Peçenekler, Dicle Kürmançlarının iki ana kolundan güneydeki Beçene Kolu, Ankara-Çukurova Halep bölgelerindeki Türkmen oy-maklarından Peçenekler bu boydandır.

c) Çavuldur/Çavındır: “Ünlü, şerefli, cavlı” anlamındadır. Türkmenistan’da Mangış-lak Çavuldurları, Çorum çevresindeki Çavul-dur ve Anadolu’daki Çavdar Türkmen oy-makları, Erzurum ve çevresindeki Çoğundur adlı köyler bu boyun adından gelmektedir.

d) Çepni: “Düşmanı nerede görse savaşıp he-men çarpan, vuran ve hızlı savaşan” anlamın-dadır. Rize-Sinop arasındaki çok usta demirci Çepniler ve Çebiler, Kırşehir, Manisa-Balıkesir

çevresindeki ve Kars ile Van bölgelerinde Türkmen Oymağı Çepniler bulunmaktadır.

2. Dağ-Alp/Dağ Han: Sembolü uçkuş. Oğulları:

a) Salgur/Salur: “Vardığı yerde kılıç ve ço-mağı ile iş görür” anlamındadır. Kars ve Er-zurum hâkimi Salur Kazan Han Sülâlesi, Sivas-Kayseri hükümdarı âlim ve şair Kadı Burhâneddin Ahmed ve Devleti, Fars Atabeg-leri, Salgurlular, Horasan’daki Teke-Yomurt ve Sarık adlı Türkmenlerin çoğu bu boydandır.

b) Eymür/Imır/İmir: “Pek iyi ve zengin” an-lamındadır. Akkoyunlu, Dulkadirli ve Ha-lep Türkmenleri içindeki Eymürlü/İmirlü oymakları, Çıldır ve Tiflis’teki iyi halıcı ve keçeci Terekeme Oymağı bu boydandır.

c) Ala-Yontlup/Ala-Yundlu: “Alaca atlı, hayvanları iyi” anlamındadır. Yonca kelimesi bu boyun hatırasıdır.

d) Yüregir/Üregir: “Daima iyi iş ve dü-zen kurucu” anlamındadır. Orta Toros ve Çu-kurova Üç-Oklu Türkmenlerinin çoğu, Adana’daki Ramazanoğulları bu boydandır.

3 . D e n i z A l p / D e n i z H a n : S e m b o l ü ç a k ı r . O ğ u l l a r ı :

a) Iğdır/Yiğdir/İğdir: “Yiğitlik, büyük-lük” anlamındadır. İçel’in Bozdoğanlı Oy-mağı, Anadolu’da yüzlerce yer adı bırakan İğdirler, İran’da büyük Kaşkay-Eli içindeki İğdirler ve Iğdır adı, bu boyun hâtırasıdır.

b) Beğduz/Bügdüz/Böğdüz: “Herkese tevâzu gösterir ve hizmet eder anlamındadır. Dicle Kürtleri ilbeği olup, Hazret-i Peygamber’e elçi giden (622-623 yılları arasında Medîne’ye va-ran), Bogduz-Aman Hanedanı temsilcisi ve Kürmanç’ın iki ana kolundan Bokhlular/Bo-tanlar, Yenikent-Yabgularından onuncu yüz-yıldaki Şahmelik’in Atabegi Kuzulu, Halep Türkmenlerinden Büğdüzler bu boydandır.

c) Yıva/Iva: “Derecesi hepsinden üstün” an-lamındadır. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşâh (1072-1092) devrinde Suriye ve Filistin’i feth eden Atsız Beğ, 12. yüzyılda Hemedân batısında Cebel bölgesi hâkimleri Berçemeoğulları, Haçlı-ları Halep çevresinde yenen Yaruk Beg, Güney-Âzerbaycan’daki Kaçarlu-Yıva Oymağı bu boy-dandır. Ankara’da çok makbul yuva kavunu bu boyun yerleştiği ve adları ile anılan köylerde yetişir.

d) Kınık: “Her yerde aziz, muhterem” anlamın-dadır. Büyük ve Anadolu Selçuklu devletleri, Orta Toroslardaki Üçoklu Türkmenler, Halep-Ankara ve Aydın’daki Kınık Oymakları bu boydandır.

T ü r k ç e , E d e b i y a t , T ü r kOğuzlarla ilgili diğer bilgiler: Oğuz-

lar, Oğuz Boyu Bugün; Türkiye, Balkanlar, Azerbaycan, İran, Irak ve Türkmenistan’da yaşayan Türklerin ataları olan büyük bir Türk boyu. Oğuzlara, Türkmenler de denir.

Oğuz kelimesinin türeyişiyle ilgili çeşitli fi-kirler ileri sürülmüştür. Kelimenin boy, kabile mânâsına gelen “Ok” ve çokluk eki olan “z”nin birleşmesinden “Ok-uz” (oklar, koylar) anla-mında olduğu ileri sürüldüğü gibi, oyrat (ha-şarı, yaramaz) kelimesinin eş anlamlısı oldu-ğunu iddiâ edenler de vardır. Ancak kelime, Anadolu ağızlarında “halim selim, ağırbaşlı” mânâlarına da kullanılmaktadır. Arap kaynakla-rında ise “guz” veya “uz” şeklinde geçmektedir.

İlk zamanlar Üçok ve Bozok adlarıyla iki ana kola ayrılmış olan Oğuzlar, daha sonraki devir-lerde, Dokuz Oğuz, Altı Oğuz, Üç Oğuz adla-rında boylara da ayrıldılar. Oğuzlar, yirmi dört boydan meydana gelmişti. Bunlardan on ikisi Bozok, on ikisi Üçok koluna bağlıydı. Tarihçi-ler, hazırladıkları cetvellerde Oğuz boylarının adlarını, sembollerini ve ongunlarını (armala-rını) göstermişlerdir. Buna göre, Bozoklar; Kayı, Bayat, Alka Evli, Kara Evli, Yazır, Dodurga, Döğer, Yaparlu, Afşar, Begdili, Kızık, Kar-gın; Üçoklar ise; Bayındır, Peçenek, Çavuldur, Çepnî, Salur, Eymur, Ala Yundlu, Yüreğir, İğ-dir, Büğdüz, Yıva, Kınık boylarına ayrılmışlardı. Bugün Türkiye’de yirmi dört Oğuz boyuna ait işaret ve yer adlarına çok rastlanmaktadır.

Oğuz adına ilk defa Yenisey Kitabelerinde rast-lanmaktadır. Barlık Irmağı yöresinde bulunan bu kitabelerde; “Altı Oğuz budunda” sözü yer al-maktadır. Öz Yiğen Alp Turan adlı bir beye ait olan bu kitabelerin yazıldığı devirde, Oğuzlar, Göktürkler’in hakimiyeti altında altı boy hâlinde Barlık Irmağı kıyılarında yaşamakta idiler.

24 Oğuz Boyu… Türk Tezhib Sanatı Vatikan’da

Page 6: Genç Bengü Gazetesi 4.Sayı

6 Türk Dünyasının Sesi

Divanü Lügat-it Türk nasıl bir kitaptır?

Mesut UĞURLU( D i v a n - ı L ü g a t i ’ t T ü r k )Kitapta, bu eserin nerede yazıldığını gösterir hiç-

bir yazı, biçbir işaret yoksa da, Bağdat’ta Halife’ye su-nulmuş olduğuna bakılırsa, Bağdat’ta yazılmış ol-ması ihtimali kuvvetlidir. Kitabın Kaşgar’da veyahut başka bir yerde yazılarak Bağdat’a getirilmiş olması düşünülebilirse de burası çok zayıfır; çünkü Kaş-garlı Mahmut‘un birçok Türk boylarını, Türk şehirle-rini ve köylerini gezip dolaştıktan ve birçok notlar al-dıktan sonra yazmış olması şüphesiz bulunduğuna göre Divan-ü Lügat‘it Türk‘ü Bağdat’a yerleşerek orada yazıp bitirmiş olması daha kuvvetli görünür.

Bağdat’ta yazılmış olmasına kuvvetli bir tanık da o asırda Bağdat’ın bayağı bir Türk şehri hâline gelmiş bu-lunması, Irak’ta Türk nüfuzunun son derece ilerlemiş ol-masıdır. Şurası muhakkaktır ki Mahmut kitabını geçici bir heves üzerine yazmış değildir. Bunu yazabilmek için bizim sayın Kaşgarlı çok emekler çekmiş, birçok üzüntü-lere katlanmıştır. Uzun bir hazırlama devresi geçirdikten sonra bu büyük eserin vücuda getirilmiş olduğunda şüphe yoktur. Çünkü böyle bir eseri yazmak kolay değildir.

K i t a b ı n Y a z ı l d ı ğ ı T a r i h( D i v a n - ı L ü g a t i ’ t T ü r k )Kaşgarlının kitabının sonunda 464 senesinin

Cemaziyülevvelinin gurresinde yazmaya başlandı: “Dört gözden geçirdikten ve iyice süzdükten sonra ′466da bitti.” demiş olmasına bakılırsa ve 464 Hicri ve 1068 Miladide başlanmış, iki sene üzerinde çalışıldıktan sonra 4566 Hicri ve ′1072de bitirmiş olduğu anlaşılıyor ise de, cilt 3, sahife 116 “biz bu kitabı yazdığımızda sene 690 idi” demesi işi karıştırıyor.

Bana kalırsa Divanın sonundaki yazı pek açıktır; bu, doğru olmalıdır. Gerek cilt 1, sahife ′890daki tarih ve gerek kırmızı mürekkeple yazma nüshanın kenarına yapılmış olan düzeltme yanlış olsa gerekir; tercümemiz okunacak olursa yazma nüshanın bu gibi hataları yaptığı çok görülecektir, hele kırmızı mürekkeple yapılmış olan düzeltmelere hiç güvenmemelidir; yine bunun gibi, cilt 3, sahife ′116daki tarih dahi yanlış olacaktır. Divan ′466da bitmiş olduğuna göre, ′467de Halife olan Muktedi’ye sunulmuş olabilir.Divan, Türk, Divanı Lügatit Türk, Kaşgarlı Mahmut, Divan-u Lügati’t Türk

Divandaki bu tarih karışıklığı hakkında sayın bilgin Bay Zeki Velidi’nin “Adsız” mecmuasının 16. sayısında bir yazısı vardır; bu yolda genişçe bilgi elde etmek isteyenler oraya baksınlar. Yine bu iş üzerine Bay Kilisli’nin Türkiyat Mecmuası’nda bir yazısı çıkmıştır.

K i t a b ı Y a z a n Z a t( D i v a n - ı L ü g a t i ’ t T ü r k )Kitabı yazan zatın adının Mahmut, babasının adının

Hüseyin, büyük babasının da Mehemet olduğunu kendi kitabından öğreniyoruz. Kaşgarlı olduğu anlaşılıyorsa da Barsgan şehrini anlatırken “(…)” demesi kendisinin Kaşgar’da doğmuş olduğunu, babasının Barsganlı bulunduğunu gösteriyor.

Kitap sahibi her zaman, kendisinden bahsederken Mahmut demektedir: Bunun içindir ki Mahmudun babasının Barsganlı olduğuna hükmediyoruz.

Kaşgarlı Mahmut eserini Irak’ta yazmış olması ihtimaline göre Kaşgar’dan Irak’a göç etmiş olmalıdır.

O sıralarda Irak bölgesi İslam dünyasının özeği idi; siyasal işlere karışmak ve bir külah kapmak isteyenlerin Bağdat’a ve Mısır’a koştukları gibi, bilgi işleriyle uğraşmak dileyenlerin dahi buralara geldikleri bellidir.

Bağdat’tan başka Buhara, Kaşgar, Kahire, Şam gibi daha bir takım yerler var idise de bunlar Bağdat kadar önemli değildir. Türk ülkelerinin her bucağından birçok bilginlerin tâli aramak arzusiyle Bağdat’a ve Mısır’a akın akın geldikleri sıralarda bir hayli bilgi adamlarının

Bağdat’ta toplanmış olduklarını biliyoruz.

Türklüğün bu altın devirlerinde İslam dünyasının hemen her yanında Türkler’in sözü geçer, hatırları sayılır olmuştu; bu hâl kendilerine bir durum yaratıyordu.

Bağdat’taki Arap makamları, Bağdat’taki halife sarayı Türklerin nüfuzları altına girmişti. Yıkılmak üzere bulunan halifeliği Türkler tutuyor, halifeleri kendi dilekleri uğrunda kukla gibi kullanıyorlardı. Büsbütün gevşeyen Arap alemine yeni bir hız, yeni bir kudret veriyorlar, İslam medeniyetini yeni baştan diriltiyorlar ve ayakta tutuyorlardı.

Bundan başka bütün siyasal işler hep Türklerin elinde idi. Vilayetlere ancak Türk olan valiler gönderilebiliyordu; böylelikle Türklere yanaşmak, Türklerle iyi geçinmek isteyenlerin Türkçe öğrenmeleri bir ihtiyaç halini almıştı. İşte, Divanü Lügat-it Türk bu ihtiyaçtan doğmuş olmalıdır.Divan, Türk, Divanı Lügatit Türk, Kaşgarlı Mahmut, Divan-u Lügati’t Türk

Türkçeyi öğrenmek isteyenlere bu dili öğretmen için yazılan işbu eserin, o asırda bilgi ve siyaset dili olmuş bulunan Arapçanın Türkçeden yüksek bir dil olmadığı, Türkçenin Arapça ile atbaşı beraber yürüdüğü gösterilmek ve tanıklanmak üzere meydana getirildiği de anlaşılmaktadır .

Türkçeyi ve Türkçenin diyeleklerini pek iyi bilen Mahmut Arapçayı da çok iyi biliyormuş; yalnız eski Türkçeyi değil, Arapçayı da öğrenmek isteyenler için bu kitap güzel bir kılavuzdur. Bu kadar büyük bir bilginin nasıl olup da İslam dünyasında ün almadığına şaşmamak elde değildir.

İşte derin bir bilgin, iyi gören bir dilci olan bizim Kaşgarlı Mahmud‘un Türkistan Beyleri neslinden olduğunu yine kendi eserinden öğreniyoruz. Cilt 1, sahife ′102de “Bizim atalarımız olan Beyler emir kelimesine Xamir derler. Çünkü Oğuzlar emir diyemezler Xamir derler; Saman Oğullarından Türkistan’ı almış olan atalarımız Beye Xamir tekin adı verirler.” demekte olduğuna bakılırsa Mahmud’un Beylerden ve asker neslinden gelmiş olduğu meydana çıkar.

Yalnız burada göz önüne alınacak bir şey vardır; Kaşgarlı her zaman Oğuzları Türklerden ayırır; burada “Atalarımız olan Beyler Emir kelimesini Xamir diye söylerler; çünkü Oğuzlar Emir diyemezler, Xamir derler.” demesini bilmem nasıl anlamalı? Mahmut burada Oğuzları kendi atalarıyla karıştırmış olmuyor mu?

Aşağıya doğru birçok yerlerde görüleceği üzere burada da Arapça ibarede bir eksiklik olmalıdır. “Atalarımız Emir kelimesini Xamir diye söylerler: Nasıl ki Oğuzlar da elifi “خ” ya çevirerek Xamir derler.” demek istemiş olsa gerekir.

Her ne ise… Bizim Mahmut hem yüksek bir bilgin, hem de yiğit bir askermiş. “Ben iyi silah kullanırım” dediğinden anlaşılan da budur. Acınacak bir haldir ki Mahmud’un kaç yıl yaşadığını, nerede öldüğünü bilmek kabil olamadı.

İslam bilginlerinin (hal ve tercümesine) kütük bilgisine çok önem verdiklerini hepimiz biliriz; bununla beraber Kaşgarlı Mahmut hakkında bir şey yazmamaları şaşılacak şeydir.

Kaşgar’dan kalkarak Türk ülkelerini birer birer dolaşmış olması, oralarını iyice incelemiş bulunması, bu büyük eserini yazması gibi şeyler bize gösteriyor ki Mahmut hem yaşça, hem bilgice olgun bir zatmış; her halde genç yaşında ölmemiş.

Bu Kitap Nerede YazılmışDünya üzerinde bir kitap, basımı için bu kadar

çok sayıda bilim adamının can vermesine sebep olmamıştır. Bu kitabın ismi; Divanü Lügati’t Türk, yazarı da büyük bilgin Kaşgarlı Mahmud…

Bu sene 1000’nci doğum yılı kutlanan ve 2008 yılı da kendi yılı ilan edilen Kaşgarlı Mahmud’un Türkçe’nin ilk büyük sözlüğü ve ilk Türk ansiklo-pedisi olan Divanü Lügati’t Türk, tam 800 yıl bo-yunca ortada yoktu; tıpkı bir diğer kitabı Kitab’ül Cevahir gibi…

Divan-ı Lügat’it Türk, geçtiğimiz yüzyılın ba-şında, Ali Emiri tarafından bulundu.Avrasya Ya-zarlar Birliği Genel Başkanı Yakup Deliömeroğlu, kitabın bulunuşunu şöyle anlatıyor:

“Kitabı sahaflarda Ali Emiri Efendi buldu. Ali Emiri Efendi, kitabı satın aldığında duyduğu se-vincini şu şekilde dile getirir: ‘Bu kitabı aldım; eve geldim. Yemeği içmeği unuttum... Bu kitabı sahaf Burhan 33 liraya sattı. Fakat ben bunu bir-kaç misli ağırlığındaki elmaslara, zümrütlere de-ğişmem.’

Büyük bir coşku içinde olan Ali Emiri Efendi kitabını kimseye göstermek istemedi. Hem kitabı kıskanıyor ve hem de kaybolmasından endişe edi-yordu. Devrin ünlü simaları Ziya Gökalp ve Fuad Köprülü gibi şahıslar, Ali Emiri Efendi’nin Di-vanü Lügati’t Türk’ü bulduğunu işitmiş ve gör-mek istemişlerse de Ali Emiri Efendi onları kitaba yanaştırmamıştı; Kitabı sadece çok güvendiği Ki-lisli Rıfat Efendi’ye gösteriyordu.

Ali Emiri Efendi satın aldığında, kitap hırpalan-mış ve yıpranmış bir vaziyetteydi. Şirazeleri çö-zülmüş, formaları dağılmış, sayfaları birbirine ka-rışmış ve numaraları da yoktu. Bu sebeple kitabın eksik mi, tam mı olduğu belli değildi. Ali Emiri Efendi bunun tespitini Kilisli Rıfat Efendi’ye yap-tırdı. Kilisli Rıfat Efendi, iki ay müddetle kitabı üç kere okudu, karışmış sayfaları yerli yerine koydu ve numaralandırdı. Daha sonra da kitap Matbaa-i Amire’de üç yıl süren bir maceranın ardından ba-sıldı.”

Yakup Deliömeroğlu, kitabı kendi dillerine ter-cüme etmek isteyen çok sayıda Türk bilim ada-mının da bu yolda Rus ve Çinliler tarafından şehit edildiğini söylüyor. İşte Rus ve Çinliler tarafından katledilen Türk bilim adamları…

Dîvân ü Lügati’t Türk’ün Türk Dünyasında ilk tercüme girişimi, Azerbaycan’da oldu. Sovyet Bi-limler Akademisi’nin Azerbaycan Şubesi, bu iş için Halid Said Hocayev’i görevlendirir. Hoca-yev, 1935-37 yıllarında bu görevi tamamlar. Fa-kat Hocayev ve yardımcılarının başarısının müka-fatı, ölüm olur.

1937 yılında bu kez meşhur Uygur şairi Kutluk Şevki ve eğitimci şair Muhammed Ali Dîvân ü Lügati’t Türk’ü Uygurcaya tercüme ettikleri için katledilirler ve bütün çalışmaları yakılır. Kutluk Şevki, hac yolculuğu sırasında uğradığı İstanbul’ dan Kilisli baskısını alarak ülkesine götürmüştür. Bilim dünyasına hizmet için giriştikleri iş, kendi sonlarını hazırlar.

Uygurlar, 1944 yılında Şarki Türkistan Devle-tini kurduklarında, ilk iş olarak Dîvân ü Lügati’t Türk’ün tercümesi işine girişirler. Bu iş için meş-hur alim İsmail Damollam görevlendirilir. Birinci cildin tercümesi tamamlanmıştır ki. Rusya ile Çin anlaşarak Şarki Türkistan Devleti ortadan kaldırı-lır ve İsmail Damollam öldürülür.

Şarki Türkistanın Kızıl Çin tarafından işgal edil-mesinden sonra Uygur bölgesinde Sinjang Özerk Yönetimi kurulur. Kaşgar bölgesinin Valisi Sey-fulla Seyfullin, maddi kaynak da ayırarak ta-nınmış şair ve tarihçi Ahmed Ziyaî’yi Dîvân ü Lügati’t Türk’ün tercümesi için resmen görevlen-dirir. 1952-54 yılları arasında Divanın tercümesi tamamlanır ve Pekin’ e basılması için gönderi-lir. Baskının giderleri de Kaşgar valiliği bütçesin-den ayrılmıştır. Ancak Pekin “karşı devrimcilik ve milliyetçilik” suçlamaları ile Ahmet Ziyaî’yi 20 yıl ağır hapse mahkum eder ve Ziyaî cezaevinde işkence altında can verir, divanın bütün tercüme-leri de yakılır.

Yılmayan Uygurların bir başka girişimi, 1960-63 yıllarında, Çin İlimler Akademisi Şincang Bö-lümü Müdür Yardımcısı Uygur Sayrami tarafın-dan hayata geçirilir. Fakat hem Sayrani yardım-cılarıyla birlikte öldürülür hem de tercümenin metinleri yakılır.

Uygurların Divan’a merakı bütün bu olanlara rağmen azalmamakta aksine artmaktadır. Halkın ve aydınların yoğun isteği ile Dîvân ü Lügati’t Türk İbrahim Muti’in yönetiminde Abdusselam Abbas, Abdurrahim Ötkür, Abdurra¬him Habi-bulla, Abdulreşit Kerim Sait, Abdulhamit Yusufi, Halim Salih, Hacı Nur Hacı, Osman Muham-med Niyaz, Emin Tursun, Sabit Ruzi, Muham-met Emin ve Mirsultan Osmanov’dan oluşan 12 kişilik komisyon tarafından tercüme edilir. Bu ter-cüme ile Divan, 1981-84 yıllarında Urimçi’de 3 cilt halinde ve 10 bin nüsha basılır.

Divan’ül Lügüt’it Türk, Kazakistan ve Azerbaycan’da ise SSCB’nin yıkılışından sonra yayınlanabildi.

N i ç i n Y a z ı l m ı ş t ı r ?( D i v a n - ı L ü g a t i ’ t T ü r k )Hicretin üçüncü asrından, onuncu asrın ortalarına

değin, Türklüğün altın devri idi; bu devirde Türk-ler bir yandan Çin sınırlarından – Pekin yakınla-rından- Macaristan’a ve Avrupa ortalarına, bir yan-dan da Kuzey Buze Denizleri’nden Hindin ve Arabistan’ın sıcak denizlerine, Südan’a ve Büyük Okyanus’a dek taşmışlar, hemen her yerde kuv-vetli egemenlikler kurmuşlardı. Kendilerini her yerde saydırmışlar, her yerde efendi tanıtmışlardı.

Türklüğün hükmü yürüdüğü bu geniş böl-gelerde Türk dilinin de üstün tutulacağına, kendi-leri gibi dillerinin dahi sayılacağına şüphe yoktur. Birçok kimselerin Türkçe öğrenmeye uğraştıkları içindir ki bu devirlerde bir hayli kitap yazılmıştır.

Her ne kadar Gaznelilerle Salçık Oğulları Türk-çeye büyük bir önem vermeyerek Farsçaya daha çok düşkünlük göstermişlerse de öbür Türk-ler ve Türk büyükleri ulusal dile değer vermişlerdir.

Bizim gördüğümüz eserler arasında her yönden en önemli, her bakımdan en değerli eser Divan-u Lügati’t Türk‘tür. Bu dönemde yazılan eserlerin sahiplerinden bir takımlarının Divandan faydalanmış olmaları gerekir.

Divanü Lûgat-it Türk, Türk dilleri Kamusu demektir, bu kitap paha biçilemeyecek kadar değerlidir; bilgi dün-yası bu kitaba çok önem vermekte ve kitabı çok beğen-mektedir. Hemen her medeni milletin üniversitesinde ve Türkiyatçıları arasında bu kitap eşsiz sayılmaktadır. Eski eserlerden hiç biri bu eser kadar önem kazanmamıştır.

Divanü Lügatte, bugün ölmüş birçok gü-zel kelimeler bulunduğu gibi, o vakitki kül-türün ve medeni varlığın yüksekliğini göste-rir bir hayli tanık ta vardır.Divan, Türk, Divanı Lügatit Türk, Kaşgarlı Mahmut, Divan-u Lügati’t Türk

Hele Türk fiillerinin yapısını gösteren kı-sımlar pek değerlidir; kitapta yer yer, dil üze-rine önemli kurallar söylenmiş; ses değişim-leri, gramer halleri, diyelek ayırdları açık olarak gösterilmiştir. Bundan başka saymış olduğum şeyleri tanıklamak için bol ve zengin örnekler dahi vermiştir.

İşbu örneklerin birçokları cümle halinde olduğu için büyük bir anlama, değerli bir çözümleme kolaylığı göstermektedir. Örnekler, kelime, cümle, sav, beyit, parça gibi şeylerdir. Biz bu örneklerden yalnız o vak-tin dil durumunu öğrenmekle kalmıyoruz:; Türk‘ün eski tarihini, edebiyatını, yaşayışını, düşünüşünü de bir-likte öğreniyoruz. Bu faydalardan başka o vakitki coğ-rafi durum üzerine de doğru bilgiler elde ediyoruz.

Şimdiye değin eski Türk Dili ve eski Türk varlığı üze-rine bunun kadar işe yarar, bunun kadar elverişli bir eser görülmemşitir; bu eser, tektir, tek kalaxaktır. Türk dünyası Kaşgarlı Mahmud’un adını her zaman saygıyla anacaktır.

Biz bu eşsiz kitaptan eski Türklerin (900) yıl ön-ceki dillerini, düşünüşlerini, durumlarını öğrendiği-miz gibi kitapta medeniyet dünyasına karşı her za-man göğsümüzü kabartacak olan birçok öğünç ve kıvanç kaynakları dahi buluyoruz; (900) yıl önce ata-larımızın ipek mendil taşıdıklarını, elbise kırışıklıkla-rını yatıştırmak için ütü kullandıklarını da görüyoruz; hele yeryüzünün efendisi olan Türk askerlerinin o va-kitler bile kuru bir derintiden ibaret olmayıp, her erin adını, sanını, aylık olgularını gösterir bir defterin bu-lunduğunu öğrenmemiz dünyaya değer bir faydadır.

Bundan başka Türklerin kadınlara ve çocuklara ve düşkünlere gösterdikleri saygı izlerini de orada buluyoruz. Divan dikkatle gözden geçirilirse daha bu gibi birçok öğünmeye yarar şeyler görülecektir.

Divanın yazma nüshası bir tanedir; şimdiye de-ğin bir ikincisi bulunmamıştır. Eldeki yazma nüsha büyük bir cilt ve (319) yapraklıdır. Kağıdı vaktiyle Doğu memleketlerinde yapılmış olan sağlam ve ka-lın bir kağıttır. Kibabın bazı yerleri yaşlık görerek ka-rarmış ise de bozulmamış ve çürümemiştir. Birkaç ke-lime dış olmak üzere her tarafı iyice okunabilmekte, bundan kitabın iyi korunmuş olduğu anlaşılmaktadır.

D i v a n - ı L ü g a t i ’ t T ü r k ’ t e k i A t a s ö z l e r iBilinen en eski Türk lûgatı Dîvân ü Lûgât-it

Türk‘de külliyetli miktarda ata sözü … bulunduğu, bunların ise türlerinin günümüze ulaşmış belki en eski numûneleri olduğu malûmdur. Dîvan’daki bu ata sözlerinin … misâl getirilmek üzere kullanıldıkları da bilinen bir gerçektir.

Dîvân ü Lûgât-it Türk‘de Türkçe, kelime olarak lûgatte, müellifince kurulan cümleler içinde ve misâlen getirilen ata sözlerinde, dörtlüklerde ve beytlerde kullanılmıştır. Türkçe kelimeleri lûgat yapmak, eser müellifinin zâten asıl maksadıdır. Yine müellifin bu lûgatleri açıklamak için kurduğu alelâde cümlelerde kullanılan Türkçe ise kendisine âittir. Bu kelimeler ve alelâde cümleler kelime mor-folojisi veyâ gramer kâidexleri açısından ehemmi-yeti hâiz olabilirlerse de yine misâl getirmek için Kaşgarlı Mahmud Beğ’in eserinde kullandığı ata sö-zleri, …, Türkçe’nin anoxnim kültür, san’at ve ede-bîyât ürünleridirler. Bu bakımdan bu önemli edebi-yat unsuxrunu bir arada görebilmek maksadıyla, daha önce derlenmiş olmalarına rağmen, bu ata sözlerini bir kere daha derlemeyi uygun bulduk. Burada şunu da belirtelim ki bu derlemeyi yapan kişinin görüşü, bâzı Türk ata sözlerindeki açık veyâ

kapalı anlatımlar, sanki Türk Töresi’nin maddelerini muhtevîdirler.Divan, Türk, Divanı Lügatit Türk, Kaşgarlı Mahmut, Divan-u Lügati’t Türk

Dîvân ü Lûgât-it Türk‘de 1. ciltte 163, 2. ciltte 51 ve 3. ciltte 104 adet olmak üzere toplam 318 adet “Sab” denilen ata sözü vardır. Bunların 3 adedi, kendilerine “ata sözü” denilmesine rağmen, lûgatte geçen bâzı kelimelerin cümle içindeki kullanılışını göstermek için kurulmuş basit misâl cümleleridir. 1. cilt, 369’daki “0l keçişni sub iletti” yâni “O keçisini suya götürdü” ile 1. cilt 386’daki “Ol kulın tepik tepdi” yâni “O adamını tekmeledi” cümlelerinin ata sözü oldukları söylenemez. 1. cilt 244’deki “Oñay irpeldi iş” ise düzeltilerek “Oñay iş irpeldi”, yâni “Kolay iş biçildi, bitirildi” hâline sokulsa bile, bu sözün ata sözü ile bir ilişkisi yoktur. Bu bakımdan ata sözü denilen 318 adet deyişten 315 adedi ger-çek ata sözüdür.

Bu 315 adet ata sözünün 3′ü 3 defâ, 26′sı da 2 defâ, ya aynen veya çok az farklılıklarla mükerreren kullanılmışlardır. Böylece ziyâde olanlarının adedi 32′dir ve 315’ten tenzil edildiklerinde ata sözlerinin sayısı 283′e iner.

Maamâfih bu takdimde, ziyâde geçen bu ata sö-

zlerinin “DLT Tercümesi”ndeki yerleri de belirtildi ve farklı olanların içlerinden akla en yakın olanı yazıldı. Ayrıca, yemîn etmek için kullanılan bir mesel de ata sözü gibi kabûl ile yukarıda ta’dâdı yapılan 28 sayısının içine bu dahî dâhil edildi.

Ata sözleri, sözün ilk kelimesinin baş harfine göre abaça düzeni ile dizildi. Yanına “Tercüme”deki yeri işâretlendi. Bu işâretlerde Romen rakamı ile cildi, Latin raxkamı ile de sahifesi gösterildi. Ayrıca ata sözünün altında, sözün yaşayan Istanbul Türkçesi’ne çevirisi verildi.

Divan’daki Atasözlerinden Örnekler

(Görüntülemek istediğiniz başlığa dokunun.)

(A Harfi); (B-Ç Harfi); (E Harfi); (I-İ Harfi)(K Harfi) ;(M-N-O-Ö Harfi); (S Harfi)(T Harfi); (U-Ü Harfi); (Y Harfi) |» “Divan-ı Lügati’t Türk” Sayfasına Dön! « |

Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir.Divan, Türk, Divanı Lügatit Türk, Kaşgarlı

Mahmut, Divan-u Lügati’t Türk

Onlarca Bilim Adamı Can Verdi

Page 7: Genç Bengü Gazetesi 4.Sayı

Türk Dünyasının Sesi 7

( Y a z ı l ı E d e b i y a t )

İslamiyet Öncesi Yazılı Türk EdebiyatıYazılı Edebiyat, Türkler arasında yazı-

nın kullanıldığı devirlerde başlayan bir edebiyattır. Eldeki en eski ürünler 5. ve 6. yüzyıllarda yazıldığı tahmin edilen Ye-nisey Krıgızlarına ait balbal ‘adı veri-len mezar taşlarıdır. Ancak bu yazıtlr, ad-lar ve birkaç sözcükten oluşan Türkçe sözlerden ibarettir. Bu yazıtlardaki alfabe daha sonraki dönemlerde kullanılan Gök-Türk alfabesine göre ilkel bir nitelik taşır.

Yazılı edebiyata ait en önemli örnekler 8.yüzyılda dikilen ve günümüze dek ula-şan GökTürk Kitabeleri’dir. Bu yazıtlara bugün Moğolistan’da bulunan GökTürk Kitabeleri, Orhun Irmağı’nın eski yatağı üzerinde bulunduğu için Orhun Yazıtları (Anıtları/Kitabeleri) denmiştir. GökTürk Kitabeleri’de Yenisey Yazıtları gibi dikili taş-lar üzerine GökTürk alfabesiyle yazılmıştır.

Yazıtlarda Doğu GökTürklerin tari-hinden, komşularıyla olan ilişkilerin-den savaşlarından ve yönetiminden söz etmektedir. Canlı bir söylev dili ve üs-lubu vardır. Bu yazıtlar, Türk dili ta-rihi açısından önemli belge niteliği taşır.

Bu bölümden tam yararlanmak için aşağıdaki sayfalar size yardımcı olabilir:

» O r h u n A b i d e -leri » Divan-ı Lügati’t Türk

Ya z ı l ı D ö n e m Ü r ü n l e r i

* O r h u n k i t a b e l e r i* U y g u r M e t i n l e r i

Orhun kitabeleri:Çinlilere karşı ba-ğımsızlık savaşı yapan, Türk bütünlü-ğünü yeniden kurmak için içte ve dışta savaşan KökTürklerin hikayesi anla-tılır bu yazıtlarda.Bu abideler 38 harfli olan KökTürk alfabesiyle yazılmıştır.Bunlardan en önemli olanları 3 tanedir.

1. Bilge tonyukuk yazıtı: Dört ba-kana vezirlik etmiş olan Tonyukuk ta-rafından yazılmıştır.Daha çok Çinli-lerle yapılan savaşlar anlatılmaktadır.

2. Kül tiğin yazıtı: KökTürk hakanı Bilge Kağan’ın kardeşi Kül Tiğin’in ölümü üze-rine Bilge Kağan tarafından dikilmiştir.

3. Bilge Kağan Yazıtı: GökTürk ha-kanı Bilge Kağan’ın ölümünden sonra yazdırılmış bir abidedir.Son iki ya-zar daha çok dönemin olaylarından, tö-relerden ve Bilge Kağan’ın ulu-suna dilediği iyi dileklerden söz eder.

* “Türk adının geçtiği ilk yazılı belge ve Türk Edebiyatı’nın ilk yazılı örnek-leri olan KökTürk abidelerinde yazı-lar Prof. Thomsen ve Radloff tarafından okunmuştur. İslamiyetten önceki yazılı edebiyatımızın ve bugünkü Türk Dili-nin – Edebiyatının temelini oluşturan “Orhun Abideleri” hakkında daha ayrın-tılı bilgi almak için, buraya dokunun…

Uygur Dönemi Eserleri: KökTürk dev-letinin yıkılmasından sonra kurulan uygur hanlıklarından kalma eserlerdir.Daha çok Buddha ve Mani dininin esaslarını anlatan metinlerdir.Bunlar turfan yöresinde yapı-lan kazılarda ortaya çıkarılmıştır.Uygurla-rın kâğıda kitap basma tekniğini bildikleri anlaşılmaktadır.Dönemden kalma birçok hikâyenin yanında *”kökünç” denilen bir il-kel tiyatro eserleri de vardır.Uygurlar bu eser-leri 14 harfli uygur alfabesiyle yazmışlardır.

Türk Edebiyatının Yazılı Edebiyatı(Sözlü Edebiyat)

Sözlü Edebiyat, Türklerin henüz yazıyı kullanmadıkları dönemdeki edebiyattır. Bu dönem edebiyatı sözlü olarak üretilmiş ve ku-laktan kulağa yayılarak varlığını sürdürmüş-tür. Bu dönemde edebiyatımızı Şamanizm, Maniheizm, Budizm gibi dinler etkilemiştir.

İslamiyet öncesi Türk edebiyatı, M.Ö. 4000′li 3000′li yıllardan başlayarak Türkle-rin İslamiyeti kabul ettiği XI. yüzyıl ortalarına kadar sürer. Bu uzun dönemin KökTürkler’e ait yazılı anıtların ortaya konduğu M.S. VI. yüzyıla kadar olan bölümü sözlü edebiyat dö-nemi olarak adlandırılır.

Bilindiği gibi söz yazıdan öncedir. Böyle olunca da yazılı edebiyat ürünlerinden önce, sözlü edebiyat ürünlerinin oluştuğu orta-dadır. Bütün ulusların edebiyatında olduğu gibi Türklerin edebiyatında da sözlü edebi-yatın doğuşu dinsel temellere dayanır. Sözlü edebiyat ürünleri, daha yazının bulunma-dığı dönemlerde, dinsel törenlerde üretilmeye başlanmış, kuşaktan kuşağa aktarılarak yaşa-tılmıştır.

Edebiyat türleri içinde ilk doğan tür olan şiir, sözlü edebiyatın anlatımında önemli bir rol oynar. İslamiyet öncesi Türk edebiyatında da şiirin önemli bir yeri vardır.

Bu bölümden tam yararlanmak için aşağı-daki sayfalar size yardımcı olabilir:

» Orhun Abideleri » Türk Destanları » Destan

Sözlü Dönemin Özellikleri1. “Kopuz” adı verilen sazla dile getiril-

miştir.2. Ölçü olarak ulusal ölçümüz olan “hece

ölçüsü” kullanılmıştır.3. Nazım birimi “dörtlük“tür.4. Dönemine göre arı bir dili vardır.5. Dizelere genel olarak yarım uyak ha-

kimdir.6. Daha çok doğa,aşk ve ölüm konuları iş-

lenmiştir.7. Bu döneme yönelik elimizdeki en

eski kaynak Kaşgarlı Mahmut’un “Divan-ı Lügat-it Türk” adlı eseridir.

Dönemin Ürünleri1. Koşuk: Sığır denilen sürek avla-

rında söylenen şirlerdir.Konusu daha çok doğa,aşk,şavaş ve yiğitliktir.Bu tür daha sonra halk edebiyatında koşma adıyla anılmıştır.

2. Sav: Dönemin özlü sözleridir.Bugünkü atasözlerinin ilk biçimi niteliğindedir.

3. Sagu: “Yuğ” adı verilen ölüm törenle-rinde ölen kişinin erdemlerini ve onun ölü-münden duyulan hüznü dile getiren şiirlerdir.

4. Destan: Toplumu derinden etkileyen olaylar sonucunda halk arasında kendiliğin-den oluşan uzun nazım türüdür.

Eski Türk Şiiriİslamiyet öncesi Türk şiiri hece ölçüsüyle

yazılmıştır. Yedili, sekizli, onikili ölçülere çok rastlanır. Kafiye önemlidir, dize başlarında da kafiye yapılır. Nazım birimi dörtlüktür. İsla-miyet öncesi Türk şiirinin dili Öz Türkçedir. Şiirler, Türklerin o çağdaki dünya görüşlerini, yaşantılarını, duygularını, düşüncelerini doğal bir dille anlatırlar. Şiirlerde doğa, aşk, kahra-manlık, cesaret, binicilik, at sevgisi, askerlik, ölüm en çok işlenen konulardır.

Çin kaynaklarında M.Ö. II. yüzyıla ait eski Türk şiir çevirilerine rastlanmaktadır.

İlk Türk Şairleriİslamiyet öncesindeki Türklerde şairlere

baksı, kam, ozan gibi adlar verilirdi. Kaş-garlı Mahmud’un Divânü Lûgati’t Türk adlı eserinde ve Turfan kazılarında ele geçirilen metinlerde adlarına ve şiirlerine rastlanan ilk Türk şairleri Aprın Çor Tigin, Çuçu, Ki-ki, Kül Tarkan, Asıg Tutung, Pratyaya Şiri, Ka-lun Kayşı, Çisuya Tutung’dur.

İlk Türk Şiiriİslamiyet öncesi Türk şiirinin, şairi bilinen

ilk örneklerini Uygurlar’da bulmaktayız. Ap-rın Çor Tigin’in yazdığı “Bir Aşk Şiiri” adlı ilk Türk şiirinin son parçasının aslı ve çevi-risi şöyledir:

Eski Türkçe İle Türkiye Türkçesi İle

Yaruk tengriler yarlıkazunYavaşım birleYakışıpan adrılmalımKüçlüg biriştiler küç birzünKözi karam birleKülüşügin oluralım… Nurlu tanrılar bu-

yursunYumuşak huylum ileBirleşip bir daha ayrılmayalımGüçlü peygamberler güç versinKara gözlüm ileGülüşerek yaşayalım…Destan (Epope)(Türk Destanları sayfasına gitmek için

“buraya” dokunun!)Destanlar ulusların yazı öncesi çağlarında

oluşmuş olağanüstü olaylarla, doğaüstü kah-ramanlarla ve kahramanlıklarla yüklü, öykü-leyici özellikler taşıyan uzun şiirlerdir. Des-tanlar, eski çağlarda ezgiye eşlik etmeye en uygun biçimde, çoğunlukla nazımla düzen-lenmiştir. Epik şiirin en güzel örnekleri olan destanlarda olağanüstü olayların, doğaüstü kahramanların, tanrıların savaşlarının yanı sıra; eski çağ insanlarının inanışları, yaratılış ve varoluş konusundaki düşünceleri; ulusla-rın özlemleri ve düşleri de dile getirilir. Des-tanlar insanların olayları dinleme ve anlatma gereksiniminden dolayı kuşaktan kuşağa ya-yılmıştır.

- Destanların Doğuşuİnsanlar ilk çağlarda toplum ve doğa olay-

larını anlamakta güçlük çektiler. Her olay on-lara önce Tanrıyı düşündürdü: Gök gürlemesi Tanrının hiddetiydi. Yıldırımlar, kasırgalar, susuzluklar Tanrının insanlara verdiği ceza-lardı. İnsanlar her doğa olayını korkuyla karı-şık bir hayranlıkla izledi.

Zengin bir hayal dünyası olan ilk insan-lar, önemli gördükleri her olayı, olağanüstü olay ve hayallerle süsleyerek birbirlerine an-lattılar. Yeni olaylarla zenginleşen destanlar, halk arasında yayılarak ortak bir eser haline geldi. Destanları anlatan her yeni ağız destan-lara yalnız bir olay değil, dil ve söyleyiş gü-zelliği de kattı. Destanlar, başlangıçta man-zum oldukları, ezgiyle söylendikleri için halk dilinde uzun süre yaşayabildi.

Özkırımlı’nın (1995) Tarih İçinde Türk Edebiyatı adlı yapıtında da belirttiği gibi:

“Denilebilir ki, doğayla savaşımın ve top-lum biçiminin, yine toplumun ortak düş gü-cüyle insanın zihninde sanatsal bir biçimde yoğrulması destanları doğurmuş; insanlar toplumun oluşumuna, doğanın gizlerine des-tan kahramanlarının serüvenleriyle yanıt ver-mişlerdir.”

Destanlar, birçok doğa olayının çözüme ulaştığı dönemlerde bile yer yer önemini ko-ruyarak köklü bir destan geleneğinin oluşma-sını sağlamıştır. Zamanla, destan gelenekleri zenginleşen ulusların, destan şairleri yetiş-miştir.

Sözlü dönem destanlarının özellikleri1. Toplumun ortak görüşleri yansıtılmıştır.2. Olağanüstü özellikler bulunmaktadır.3. Önemli kişiler han, kral gibi seçkin ki-

şilerden veya toplumun kabullendiği bir kah-ramandan ibarettir.

4. Söyleyiş milli dil tarzındadır.5. Oldukça uzun yazılardır.6. Milli nazım ölçüsü kullanılmıştır.7 . K o n u l a r ı b a k ı m ı n d a n

savaş,deprem,yangın,mizah,ünlü kişilerin ya-şamları şeklinde gruplandırma yapmak müm-kündür.

- Türk DestanlarıBir ulusun destan sahibi olabilmesi için:

• O ulusun halkının hayal gücünün en eski çağlarda bile, efsaneler, destanlaryaratmaya elverişli olması,

• O ulusun tarihinde unutulmaz doğa olayları, büyük savaşlar, güçler, baskınlar, de-ğişik coğrafi çevrelere dağılmalar gibi halkı-nın gönlünde ve kafasında nesiller boyu ya-şayacak önemli olayların yaşanmış olması gerekir.

Destanların oluşumu için gerekli olan bu

şartlar, Türk tarihinde fazlasıyla görülür. Seyit Kemal Karaalioğlu Türk Edebiyat Tarihi adlı yapıtında: “Türk tarihine, Türk destanları ile girebiliriz, Türk tarihinin kökenine ilk Türk destanları ile inebiliriz” derken, Türk tarihinin destanlarla, destanlaşmış kahramanlarla dolu olduğunu da vurgular. Ne yazık ki, Türk des-tanlarının asıl metinleri elimizde değildir. Çok zengin olduğu bilinen Türk destanları ile ilgili bilgiler Arap, İran ve Çin kaynaklarından elde edilmektedir.

Türk destanlarının bir kısmı Türk ve ya-bancı araştırmacılar tarafından halk ağzından derlenmiştir. Bir kısmına Arap, İran ve Çin kaynaklarında rastlanmaktadır. Bir kısmına Batılı kaynaklarda rastlanırken bir kısmı da Türk aydın ve yazarları tarafından çeşitli dö-nemlerde, çeşitli nedenlerle, çeşitli dil ve ya-zılarla kaleme alınmıştır.

Destanlarımızın büyük bir kısmı yazıya oldukça geç geçirilmiş, sözlü edebiyattaki şekliyle de tamamen yazıya aktarılamamışlar-dır. Ancak yüzyıllar içinde yaşayıp yeni olay-larla zenginleşmiş Türkün duygu, düşünce ve anılarıyla değer kazanmışlardır. Araştırmacı-lar Eski İran ve Yunan destanları ile Türk des-tanları arasındaki benzerliklere dikkat çeker-ler. Destan devri yaşayan uluslar arasındaki bu tür alışverişler

doğaldır.

- Destan Kültürünün ÖnemiDestanlar; tarih, düşünce ve sanat bakı-

mından büyük değer taşırlar. Tarihi aydınlatır, düşünce ve sanata kaynak oluştururlar. Bilim-sel tarih araştırmaları yanında, tarihi olaylar karşısında halkın duygu ve düşüncelerini yan-sıtırlar. Banarlı’nın (1971) Resimli Türk Ede-biyatı adlı yapıtında da belirttiği gibi: “Des-tanlar halk gözüyle görülen, halk ruhuyla duyulan ve halk hayalinde masallaştırılan ta-rihlerdir.” Destan kahramanlarının doğaüstü özellikler göstermesi, olayların olağanüstü-lüklerle anlatılması destanların gerçeklerden uzak olduğunu göstermez. Destanlar, anla-tımlarındaki olağanüstü özellikler ayıklandı-ğında ulusların tarihini aydınlatan en önemli kaynaklardır.

Yüzyıllar boyunca Türklerin duyuş, dü-şünüş, inanış ve hayallerini; güzel sanatlarını; aşk, aile, vatan, ulus ve devlet anlayışlarını Türk destanlarında görebiliriz.

SavSav, İslamiyet öncesi Türk edebiyatında

atasözünün karşılığıdır. Bir düşünceyi, bir de-neyimi, bir öğüdü, en az sözcükle kısaca an-latan kalıplardır. Biçim olarak bir düz yazı tümcesi veya bir şiir dizesi gibi olabilirler. İs-lamiyet öncesi Türk edebiyatına ait savların kimileri küçük ses değişiklikleriyle, Türkçede bugün de yaşamaktadır.

Eski Türkçe İleTürkiye Türkçesi İle1. Aç ne yimes, tok ne times.2. Alın arslan tutar, küçin sıçgan tutmas.3. Bir karga birle kış kelmes.4. Böri koşnısın yimes.5. Ermegüke bulıt yük bolır.6. Efdeki buzagı öküz bolmas.7. İt ısırmaz, at tepmes time.8. Tag taga kavuşmas, kiş kişike kavuşur.9. Yılan kendi egrisin bilmes, tefi boy-

nın eğri tir.10. Kanıg kan bile yumas. 1. Aç ne

yemez, tok ne demez.2. Al (Hile) ile aslan tutulur, güç ile sıçan

tutulmaz.3. Bir karga ile kış gelmez.4. Kurt komşusunu yemez.5. Tembele bulut yük olur.6. Evdeki buzağı öküz olmaz.7. İt ısırmaz, at tepmez deme.8. Dağ dağa kavuşmaz, kişi kişiye kavu-

şur.9. Yılan kendi eğrisini bilmez, deve boy-

nun eğri der.10. Kanı kanla yıkamazlarİslamiyet öncesi Türk edebiyatına

ait en güzel savları XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud’un yazdığı Divânü Lûgati’t Türk adlı eserde görüyoruz.

Devamı Gelecek Sayıda

Türk Edebiyatının Dönemleri

Page 8: Genç Bengü Gazetesi 4.Sayı

8 Türk Dünyasının Sesi

Divan-ı Lügati’t Türk( G e n e l B i l g i )Divân-ı Lügati’t-Türk, Kaşgarlı Mahmut tarafından

Bağdat’ta 1072-1074 yılları arasında yazılan Türkçe-Arapça sözlüktür. Türkçe’nin bilinen en eski söz-lüğü olup, Orta Asya yazı Türkçesi hakkında varolan en kapsamlı ve önemli dil anıtıdır. El yazması nüs-hası 638 sayfadır ve yaklaşık 9000 Türkçe kelime-nin oldukça ayrıntılı Arapça açıklamasını içerir. Ay-rıca Türklerin tarihine, coğrafi yayılımına, boylarına, lehçelerine ve yaşam tarzlarına ilişkin kısa bir ön-söz ve metin içine serpiştirilmiş bilgiler mevcuttur.

Klasik Arap leksikografisinin ilkelerine göre hazır-lanmış olan sözlük, Kaşgarlı Mahmut’un Türk boyları hakkındaki etraflı bilgisinin yanısıra, Arap filolojisi ko-nusunda da esaslı bir eğitim görmüş olduğunu gösterir.

Sözlüğün elde bulunan tek yazma nüshası 1266′da Şam’da temize çekilmiş ve 1915′te İstanbul’da Ali Emiri Efendi (1857-1923) tarafından tesadüfen bulunmuştur. (Ancak daha önceki yüzyıllarda Antepli Aynî ve Kâtip Çelebi de Divân‘dan söz ederler.) Ali Emiri yazması 1917′de Talat Paşa’nın (1874-1921) teşviki ile Kilisli Rı-fat Bilge’nin (1873-1953) gözetiminde basılmış hemen bütün dünya Türkologlarının ilgisini çekmiştir. 1928 yı-lında Türkolog Carl Brockelmann, ayrıntılı notlarla söz-lüğün Almanca çevirisini yayımlamıştır. Besim Atalay’ın modern Türkçe çevirisi 1940′ta Türk Dil Kurumu tara-fından basılmıştır. Son yıllarda Dankoff’un Divan-ı Lügat-it Türk çevirisi, yeni bilgiler ışığında önemli yo-rum değişikliklerine yol açmıştır.Divan, Türk, Divanı Lügatit Türk, Kaşgarlı Mahmut, Divan-u Lügati’t Türk

Divân-ı Lügati’t-Türk Kitabının önsözüTanrı‘nın, devlet güneşini Türk burçlarından doğur-

muş olduğunu ve Türklerin ülkesi üzerinde göklerin bütün dairelerini döndürmüş olduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi. Ve yer yüzüne hakim kıldı. Ci-han imparatorları Türk ırkından çıktı. Dünya milletleri-nin yuları Türkler’in eline verildi. Türkler Tanrı tarafın-dan bütün kavimlere üstün kılındı. Haktan ayrılmayan Türkler, Tanrı tarafından hak üzerine kuvvetlendirildi. Türkler ile birlikte olan kavimler aziz oldu. Böyle ka-vimler, Türkler tarafından her arzularına eriştirildi. Türk-ler, himayelerine aldıkları milletleri, kötülerin şerrinden korudular. Cihan hakimi olan Türkler’e herkes muh-taçtır, onlara derdini dinletmek, bu suretle her türlü ar-zuya nail olabilmek için Türkçe öğrenmek gerekir.

Divân-ı Lügati’t-Türk: Tarihin TürklereV e r d i ğ i E n Ö n e m l i M i r a sTürkçe’nin neden öğrenilmesi gerektiğini şöyle anlatır:“And içerek söylüyorum, ben Buhara’nın, sözüne gü-

venilir imamlarından birinden ve başkaca Nişabur’lu bir imamdan işittim. İkisi de senetleri ile bildiriyor-lar ki, Yalvacımız (Peygamber), kıyamet belgelerine, ahir zaman karışıklıklarını ve Oğuz Türkleri’nin or-taya çıkacaklarını söylediği sırada, Türk dilini öğreni-niz, çünkü onlar için uzun sürecek egemenlik vardır buyurmuştu. Bu söz (hadis) doğru ise sorguları ken-dilerinin üzerine olsun Türk dilini öğrenmek çok ge-rekli bir iş olur. Bu doğru değil ise, akıl bunu emreder. Tanrı devlet güneşini Türk burçlarını yükseltmiş ve on-ların mülkleri üzerinde felekleri döndürmüştür. Tanrı onlara Türk adını vermiş ve yeryüzüne ilbay kılmış, hakanları onlardan çıkartmıştır. Dünya uluslarının yu-larların onlar eline vermiş, herkese üstün kılmıştır. On-larla birlikte çalışanları aziz kılmış ve Türkler onları her dileklerini ulaştırmış, kötülerin şerrinden korumuştur. Onlara hedef olmaktan korunabilmek için, aklı olana düşen şey, onların yolunu tutmak, derdini dinletebil-mek gönüllerini alabilmek için dilleriyle konuşmaktır.”

Türk adı altında da şu bilgileri verir:“Bir ad olarak Türk adını Tanrı vermiştir, dedik.

Çünkü bize Kaşgarlı Halefoğlu Şeyh Hüseyin ona da İbn ül-Gurkî denilen kimse İbn üd-Dünya demekle tanı-lan Şeyh Ebû Bekr il-Müfid ül-Cürcanî’nin Ahır zaman üzerine yazmış olduğu kitabında Ulu Yalvac’a tanık va-ran bir hadis yazmıştır. Hadis şöyledir, ‘ Yüce Tanrı‘ -Benim bir ordum vardır. Ona Türk adını verdim. On-ları Doğuda yerleştirdim. Bir ulusa kızarsam Türkleri o ulus üzerine musallat kılarım, diyor. İşte bu,Türkler için bütün insanlara karşı bir üstünlüktür. Çünkü , Tanrı on-lara ad vermeyi kendi üzerine almıştır. Onları yeryüzü-nün en yüksek yerinde, havası en temiz ülkelerine yer-leştirmiş ve onlara ‘Kendi ordum demiştir. Bununla beraber Türkler güzellik, sevimlilik, tatlılık, edep, bü-yükleri ağırlamak, sözünü yerine getirmek, sadelik, övünmemek, yiğitlik, mertlik gibi öğülmeye değer sa-yısız iyiliklerle görülmektedirler.”Divan, Türk, Divanı Lügatit Türk, Kaşgarlı Mahmut, Divan-u Lügati’t Türk

Kaşgârlı Mahmud’un 11. Yüzyılda Balasagun’u merkez alarak çizdiği Dünya Haritası o dö-nem Türklerinin yaşadıkları bölgeleri ve dağı-lımlarını göstermesi bakımından dikkate şayandır.

Mahmud Divân‘da şöyle demektedir:“Rum ülkesinden Maçine dek Türk illerinin hep-

sinin boyu beşbin ,eni se-kizbin fersah eder. İyice bilinmek için bunların hepsi, yeryüzü biçiminde daire şeklinde gösterilmiştir.”

Türklerin bulunduğu bölgeleri göstermek ama-cıyla çizilmiştir. Daire şeklinde olan haritanın çevre-sinde Doğu, Batı, Kuzey, Güney yönleri belirtilmiş, bazı deniz ve ırmaklar gösterilmiştir. Batıda işaret edi-len yerler İtil boylarına, yani Kıpçakların ve Frenkle-rin oturdukları bölgelere kadar uzanır. Güney-Batıda Habeşistan’a , Güneyde Hint, Sint, Doğuda Çin ve Japonya’ya işaret edilmiştir. Ortada Yarkent, Kaşgar, Barsgan, Balasagun, Yifruç, İkiöküz, Asbuâli, Kumri, Talas v.s. gibi daha birçok Türk kentleri yer almıştır.

Asya’nın batısı, kuzeyi ve güneyi çizilmeden bırakıl-mış, bir plan olarak bile pekçok hatalarla dolu olmasına karşılık, Doğu bölgelerine ilişkin verdiği bilgiler ger-çeğe uymaktadır. Haritasında Çin Seddi’ni göstermiş, bu seddin ayrıca yüksek dağların ve denizin Yecüc ve Mecüc’lerin dillerinin öğrenilmesini engellediğini bil-dirmiştir. Japonya’ya gelince; onu haritasının Doğu-sunda bir ada olarak göstermiş ve denizin onların dil-lerini öğrenilmesine olanak vermediğine işaret etmiştir.

Yukarda görüldüğü gibi, ilk Japon haritası bir Ja-pon tarafından 14.yüzyılda çizilmiş, bir Dünya ha-ritasında yer alması ise 15.yüzyılda olmuştur. Bü-tün bu bilgilerin ışığı altında, bir plan biçiminde olsa, yanlışlarla dolu da olsa ilk Japon haritasının 11.yüzyılda Kaşgârlı Mahmud tarafından çizilmiştir.

Kaşgarlı Mahmud’un ünlü eserinin tam adı: Kitabu Dîvânü Lugati’t-Türk’tür. Araplar’a Türkçe’yi öğretmek ve Türkçe’nin Arapça kadar zengin bir dil olduğunu göstermek amacıyla yazılmıştır. Kitap için çok kısa bir tanım yapmak gerekirse; Ansiklopedik Sözlük denil-mesi uygun olur. Orijinalinin nerede olduğu bilinmi-yor. Bu gün elimizde bulunan Şamlı Mehmed bin Ebu Bekir’in, 1266 yılında kopya ettiği bir nüshası vardır. Bu nüsha, İstanbul Fatih’teki Millet Kütüphânesi’ndedir. Türk Dil Kurumu tarafından 1941’de, Kültür Ba-kanlığı tarafından 1990’da tıpkı basımı yapılmıştır.

Eser ilk defa Kilisli Rıfat Bilge denetiminde 1915 – 1917 yılları arasında tercüme edildi. Üç cilt olarak ba-sılması düşünüldü ise de, düşünce gerçekleşmedi. Be-sim Atalay’ın tercüme ettiği kitap, 4 cilt halinde 1939 – 1943 yılları arasında birinci, 1985 – 1986 yılları ara-sında ikinci defa basıldı. Arapça olarak da yayınlandı.

Dîvânü Lugati’t-Türk; bir sözlük olmakla birlikte, Türk Milleti’nin yüceliğini de anlatan bir âbide eser-dir. Sekiz bölümden oluşur. Bölümler ve sıralamalar Arap alfabesindeki harflere göredir. Kitapta yaklaşık 8.000 kelime vardır. Kelimelerin anlamlarının iyi anla-şılması için deyimlerden, atasözlerinden ve şiirlerden, hattâ bâzı Âyet ve Hadis-i Şerif’lerden örnekler veril-miştir. Bu yönüyle eser, bir kültür hâzinesi değerine ka-vuşturulmuştur. Eserde yer alan harita ise, Türk Dün-yası ile ilgili olarak yayınlanan ilk haritadır. Haritada; dağlar kırmızı, denizler yeşil, ırmaklar mâvi, kumluk alanlar sarı renkle gösterilmiştir. Türkler’in oturdukları bölgeler ve komşularının isimleri özenle belirtilmiştir.

Eser, güneşle birlikte, kültürün de doğu-dan dünyayı sardığının önemli bir göstergesidir. Dîvânü Lugati’t-Türk, Türk Milleti’nin yalnız sa-vaş meydanlarında değil, kültürel alanlarda da ön-der, öncü ve örnek olduğunu gösteren bir âbidedir.

Олег Цыпленков

Çuvaşlar’ın 18. yüzyıla gelinceye kadar bir alfabelerinin bulunmaması sebebiyle kend-ileri için “Çuvaş” adını ne zamandan itibaren kullandıkları hakkında herhangi bir bilgi yok-tur. Bunun için “Çuvaş” adını diğer kaynak-larda aramamız gerekmektedir.Rusların Kazan’ı işgal ettiği (1551-1552)

dönemlerde yazılan Rus kaynaklarında “Çuvaş” adının geçtiğini görüyoruz. Çuvaş adı Ruslar’ın Kazan’ı işgallerinden önce de bazı kaynaklarda kaydedilmiştir. 1548 yılında Moskova Knezi, Ar nehrinden Vat’ka’ya geçerken Karin Tatarlarına yazdığı yarlıklarda “Çuvaş” adı da geçmektedir. 1526 yılında Alman Gerbenştayn Moskova’yı ikinci zi-yaretinde gördüklerini kaleme alır. Onun Latince yazdığı “Moskova Notları” isimli kitabı, 1549 yılında yayımlanmıştır. Bu ki-tapta Gerbenştayn, Kazan Hanlığı’ndan da bahsetmektedir. Kazan Hanlığı’nın otuz bin askeri içerisinde Çuvaş ve Çeremişler’in en iyi nişancılar olduğunu ve kendilerine has kıyafetlerle dolaştıklarını kaydeder.Rus tarihî kaynaklarında 1524 yılında

Çeremişler’le Çuvaşlar’ın İdil boylarında Rus-larla çarpışmaları anlatılmaktadır.1692 yılında Lıslov Kazan’da eski bir Tatar belgesi bularak okur ve bu belgeyi “Skifskaya İstoriya” adlı eserinde kaydeder. Bu belgede 1508 yılında Tatar bayramı olduğu, Kazan Hanı’nın bütün tebaasını bayrama davet ettiği ve Çuvaşların du bu bayrama katıldıkları yazılmaktadır.1469 yılında Kazan Hanı İbrahim Han,

Hanlıkta yaşayan halkları ve Hanlığın coğrafyasını kaydettirmiştir. Bu çalışmada Çuvaşlar, Çeremişler, Mıkşılar, Mişerler ve Tatarlar yukarı halk olarak kaydedilmiştir. Böylece Çuvaş adı 1469 yılından itibaren bel-gelerde karşımıza çıkmaya başlamıştır. 1469 yılından itibaren resmî belgelerde görülmeğe başlayan Çuvaş adı bu tarihlerden önce de kullanılmış olmalıdır. Prof. İ. N. Sminov’un kaydettiğine göre Vat’ka köprüsü yanında “Çuvaş” adlı dokuz köy vardır. Bugün bu köy-lerde Ruslar ve Votyaklar yaşamaktadır. Belli ki burada yaşayan Çuvaşlar zamanla asimile olmuşlar ya da bölgeden göç etmişlerdir.1580-1582 yıllarında işgal edilen Sibir

Hanlığı’nın başkentinin yanında Çuvaş adlı bir dağın varlığından bahsedilmektedir. Hatta Sibir Hanı Küçüm’ün, savaşı da bu dağdan izlediği kaydedilmektedir. Bu dağ bugünkü Tobolsk şehri yakınındadır. Kırım’a girişte sol tarafta Azak Denizinden uzanan koya burada yaşayanlar “Çuvaş” demektedirler. Ki-taplara ise “Sivaş” şeklinde girmiştir. Bu koyun yakınında, toplanan vergilerin konulduğu bir yer vardır. Buranın adının da “Çuvaş” şeklinde olduğu kaydedilmektedir.Bütün bu yer adlarına bakıldığında

“Çuvaş” adının çok daha eskilere çıktığı anlaşılmaktadır. Çuvaşların köklerini araştıran N. İ. Aşmarin’e göre “Çivaş” adı eskiden daha değişik şekillerde söylenmiş olmalıdır. “Çivaş”, yerine “şıvaş”, “şıvaş”, “şavas”, “Savaş”, “Savaş” gibi. Çeremişler bunun için Tatarlar’a “Süyas” demektedirler. Şirşilli den-izinin diğer bir adının da “Sivaş” ve ş’irpü’deki Çuvaş Köyünün “şavaş’” olması bunun delil-leridir. Çeremişler’in Tatarlar’a “Süyas” dem-esinin sebebi ise, bu halkın Tatarlar gelene ka-dar bölgeyi bu adla tanımış olmalarındandır. Çeremişler (Mariler) Kazan Tatarları’na bugün de “Çıvaş” demektedirler. Tatarlar bu bölgeye 1236 yılından başlayarak geldiklerine göre, demek ki, Çuvaş adı 1236 yılından önce de kullanılmaktaydı.922 yılında Bulgar Devleti’ni ziyaret eden

Abbasi elçileri arasında kâtip sıfatıyla bulunan İbn Fadlan Bulgar ahalisine “Suvas” ya da “Savas” dendiğini zikreder.Bu “Suvas” veya “Savas” kelimeleri “Suvar”

kelimesinden başka bir şey değildir. Kaşgarlı Mahmud’un “Divan ü Lügat-it Türk’te Suvarın diyerek verdiği kelimeler ve hatta bir cümle genellikle z’li kelimelerdir. Türk le-hçelerinin bazılarında r(rotasizm) ile kullanılan bazı kelimeler diğerlerinde z(zetasizm) ile kullanılmaktadır. Hatta birtakım kelimeler hem r’li, hem de z’li şekilleriyle aynı le-hçe içerisinde de kullanılabilmektedir. Tür-kiye Türkçesi’ndeki semir- ve semiz; Çuvaş Türkçesi’ndeki yigir ve ikis (ikiz) ve mar (değil)/ ET. emes ve mas (olumsuzluk) şekilleri bu konuyu daha iyi aydınlatacaktır.

Devamı gelecek sayıda

ÇUVAŞLAR’IN ve ÇUVAŞ ADININ

MENŞEİ

Bilgilendirme

( D i v a n - ı L ü g a t i ’ t T ü r k )Kitabın nasıl bulunmuş olduğunu Bay Ki-

lisli, rahmetli Ali Emiri dilinden bize yazdığı bir mektupta şöyle anlatıyor: “Meşrutiyetin ilk senelerinde Emrullah Efendi’nin Maarif Na-zırlığı zamanında eski Maliye Nazırlarından Vanı Oğullarından Nazif Paşa’nın hısımı bulu-nan bir kadın, Sahaflar çarşısında kitapçı Bür-han Efendi’ye satılık bir kitap getirmiş. Bürhan Efendi, kitabı satmak üzere Maarif Nezareti’ne götürmüş, Nezaret, kitaba istenilen 30 sarı li-rayı çok görerek almamış. Bunu üzerine Bürhan Efendi kitabı Ali Emiri’ye göstermiş, Emiri ki-tabın değerini tanıyarak hemen 30 liraya almış, 3 lira da Bürhan Efendi’ye komisyon vermiştir.

Rahmetli Emiri kitabı aldığına çok sevin-miş. Herkese bu Kitabın ehemmiyetinden bah-sedermiş; fakat kimseye göstermezmiş. Kita-bın yaprakları dağınık imiş, bunları Kilisli’ye düzelttirmiş.Divan, Türk, Divanı Lügatit Türk, Kaşgarlı Mahmut, Divan-u Lügati’t Türk

Ziya Gökalp bu Kitabı görmek için hemşeh-risi Emiri Efendi’ye çok rica etmişse de ona bile göstermemiş. Kitabın basılması düşünülmüş, Ali Emiri Efendi “Kitaba bir şey olur korkusuyla- buna yanaşmak istemiyormuş. Nihayet Sadrıa-zam Talat Paşa’nın işa karışmasıyla Emiri Efendi – Kilisli’nin basım işlerine bakması şartıyla- razı olmuş. Birçok sıkıntılardan sonra Kitabın basım işi tamamlanmış. Böylelikle bu eşsiz eser de kay-bolmaktan kurtarılmış. Kitabun Rahmetli Emiri Efendi gibi kıymet bilen bir adamın eline geç-mesi, Bay Rifat gibi sayın bir zatın eliyle bastırıl-ması, Türklük için bir nimet olmuştur. Her iki za-tın da himmetleri unutulmayacak kadar büyüktür.

Kitabın basımında bazı yanlışlıklar ya-pılmıştır; bunlar o vakitki durumun – büyük savaşın – gerekli kıldığı bir takım haller yü-zünden, biraz da acele etmekten ileri gelmiş şeylerdir; işin büyüklüğü ve yolun çetinliği ya-nında bu gibi şeyler her zaman bağışlanabilir.

Dr. Nedim BİRİNCİ

K i t a p N a s ı l B u l u n d u v e Nas ı l Bas ı ld ı?

Tarihi Bilgi

Ç u v a ş l a r ı n G i y s i l e r i

Page 9: Genç Bengü Gazetesi 4.Sayı

Türk Dünyasının Sesi 9

Bilge KAĞAN - Bengu Taşının Türkçe Çevirisi3. yüz. (Güney yüzü)1- ... Çin atlı ordusunun onyedibin erini ilk

gün öldürdüm. Yayan ordusunu ikinci gün hep öldürdüm. Bi... gelip vard... .

2- ..... yol ordu saldım. Otuzsekiz yaşımda kı-şın Kıtayn üstüne ordu saldım. ..... . Otuzdokuz yaşımda yazın Tatabı üstüne ordu saldım.

3- ...ben öldürdüm. Oğlunu, karısını, at sürü-sünü, varlığını ...ar ko.... .

4- bodun(unu), (kağanını, oğlunu) karısını yok ettim.

5- yor.... .

6- savaştım. ..... . ..... . üçin [(için), (üçünü)]

7- verdim. Alp erini öldürüp balbal kılı verdim. Elli yaşımda (iken) Tatabı

bodunu Kıtayndan ayrıl... . ...ka... Töñüker da-ğına

8- Kuğ Paşa buyruğunda kırkbin er geldi. Töñüker dağında karşılaşıp dokundum. Otuz-bin eri öldürdüm. Onbinini ... ise ... yola getir-dim. Tatabı ....

9- öldürdü. Büyük oğlum ağrılanıp yok olunca Kuğ Paşa’yı balbal (olarak) diki verdim. Ben on-dokuz yıl şad (olarak) oturdum. Ondokuz yıl ka-ğan (olarak) oturdum. İl tuttum. Otuzbir...

10- Türk’üme, bodunuma iyisini öylece kazanı verdim. Bunca kazanıp babam kağan it yılının onuncu ayının yirmialtısında ölü verdi. Lağzın yılının beşinci ayının yirmiyedisinde yoğ (töreni) yaptırdım. Bukağ buyrukçu .....

11- babası Lisün Tay Paşa başta, beşyüz eriyle geldi. Kokuluk ö... , altun, gümüş gereğinden ar-tık getirdi. Yoğ (töreni) kokusu getirip diki verdi. Sandal ağacı getirip kendi yaraş...

12- Bunca bodun saçını, kulağını, ya(nağını) biçti. Kendisinin iyi atını, kara samurunu, kök sincabını sayısız olarak getirip hep bıraktı.

13- Teñri gibi Teñri yaratmış Türk Bilge Ka-ğan, sözüm: Babam Türk Bilge Kağan oturdu-ğunda Türk’ün şimdiki beğlerinden başka Tar-duş beğleri, Köl Çor başta olarak, şadpıt beğleri, önünde Tölis beğleri, Apa Tarkan

14- başta olarak şadpıt beğleri, bu... Taman Tarkan, Tonyukuk Boyla Bağa Tarkan ile buy-ruk ...çı buyruğu Sebig Köl İrkin başta olarak buyruk(çu) bunca beğler babam kağanı çok

15- çok de, yüceltti(ler). (Babam kağan da) Türk beğlerini, bodununu çok de, yüceltti, övdü. ...Babam kağan ...ça ağır taşı kalınlaştırmış. Türk beğleri, bodunu ...irdi. Kendime bunca...

4. yüz. (Kuzey yüzü)

1- Teñri gibi Teñride olmuş Türk Bilge kağan bu çağda oturdum. Sözümü iyice işit. En çok kardeş yeğenim, oğlum, bütün soyum, bodu-num, Güney’deki şadpıt beğleri, Kuzey’deki tar-kat buyruk beğleri, Otuz Tatar, Dokuz Oğuz beğ-leri, bodunu bu sözümü iyice işit. Katıca dinle. Doğu’da gün

2- doğusuna, Güney’de gün ortasına, Batı’da gün batısına, Kuzey’de gece ortasına, onların içindeki bodun(lar) hep bana (iş) görür. Bunca bodunu hep düzenledim. Şimdi onun gibisi yok. Türk kağanı Ötüken ormanında oturursa ilde tasa yok (olmaz). Doğu’da Şantuñ ovasına kadar ordu saldım. Taluy’a geçip ulaşmadım. Güney’de Dokuz

3- Ersin’e kadar ordu saldım. Tibet’e ge-çip ulaşmadım. Batı’da İnci ırmağı...(nı) geçip Demirkapı’ya kadar ordu saldım. Kuzey’de Yir Bayırku yerine kadar ordu saldım. Bunca yer(ler)e kadar yürüttüm. Ötüken ormanı en yeğ(i), en iyi(si) imiş. İl tutulacak yer Ötüken ormanı imiş. Bu yerde oturup Çin bodunu ile anlaştım. Al-tunu, gümüşü, işlenmiş

4- ipeği tasasız (karşı koymadan) verir. Çin bo-dununun sözü tatlı, ipeği yumuşak imiş. Tatlı sözü, yumuşak ipeği ile aldatıp, uzak bodunu iyice yaklaştırır imiş. Yaklaştırıp kondurduktan sonra kötü bilgilerini o çağda düşünür imiş. İyi bilgili kişiyi, iyi alp kişiyi yürütmez imiş. Bir kişi yanılsa soyuna, bodununa, çocuklarına kadar ba-rındırmaz

5- imiş. Tatlı sözüne, yumuşak ipeğine aldanıp çok Türk bodunu, öldün. Türk bodunu öleceksin. Güney’de Çoğay ormanına, Tögültün ovasına konayım dersen, Türk bodunu öleceksin. Orada kötü kişi şöyle öğretir imiş : “Uzak(ta) isen kötü ipek verir, yakın(da) isen iyi ipek verir.” deyip, öyle öğretir imiş. Bilgi

6- bilmez kişi o sözü alıp (inanıp) yakın(ın)a gi-dip çok kişi öldün(üz). O yerlere gidersen, Türk bodunu öleceksin. Ötüken yerinde oturup katar, gezgin gönderirsen, hiç tasan yok (olmaz). Ötü-ken ormanını sonsuz il tutarak oturacaksın. Türk bodunu, toksan açlığı, tokluğu düşünmezsin. Bir doyarsan açlığı düşünmezsin. Öyle olduğun için düzenlemiş kağanının

7- sözünü almadan her yere gittin. Hep oralarda yittin, yok oldun. Orada kalanlar her yere hep in-celerek, ölerek yürüyor idiler. Teñri buyurduğu için, kendimin kutu var olduğu için kağan otur-dum. Kağan oturunca yok yoksul bodunu hep toplattım. Yoksul bodunu varlıklı kıldım. Az bo-dunu çok kıldım. Yoksa bu

8- sözümde yalan var mı? Türk beğleri, bo-dunu, bunu işitin : Türk bodununu toplayıp il tu-tacağını burada söyledim. Yanılıp öleceğini yine burada yazdım. Nice nice sözüm varsa sonsuz taşa yazdım. Onu görüp bilin. Türk’ün şimdiki bodunu, beğleri, bu çağda buyruğumdaki beğler (olarak) mi yanılacaksınız? Babam

9- kağan, amcam kağan oturduğunda dört yan-daki bodunu öylece düzenlemiş. ... Teñri istediği için kendim oturduğumda dört yandaki bodunu

düzenledim, yarattım. ...i... kıldım. Ben Türgiş kağanına kızımı çok ulu (bir) tören ile alı verdim. Türgiş kağanının

10- kızını çok ulu törenle oğluma alı verdim. ... çok ulu törenle alı verdim. Ya.. ..t erdirdim. Baş-lıya baş eğdirttim. Dizliye diz çöktürttüm. Üstte Teñri, altta yer (öyle) istediği için

11- gözün görmediği, kulağın işitmediği bodu-numu, Doğu’da gün doğusuna, ...ka, Güney’de ....., Batı’da ... . Sarı altununu, ak gümüşünü, iş-lenmiş ipeğini, ipek bezini, binek atını, aygırını, kara samurunu,

12- kök sincabını Türk’üme bodunuma kazanı verdim, edi verdim. ... sıkıntısız kıldım. .... ...rdi. Erkli ... onca tümen (onbinlerce) oğlu ...ya al-

mın? ...ün beğleri, bodununa .....

13- yine besleyip, üzmeden, incitmeden otur-dum. Türk beğleri, Türk bodunuma ... at verdim, ..ü.. . Şimdiki taşı ..ür.. kazanıp, yücelten, Türk bodunu, bu kağanından, bu beğlerinden, suyun-dan ayrılmazsan, Türk bodununda ...

14- özünde iyilik göreceksin. Evine girebile-ceksin. Sıkıntısız olacaksın. Ondan sonra Çin ka-ğanından süsleyiciyi hep getirttim. Benim sö-zümü kırmadı. Kendisinin süsleyicisi idi. Ona görülmemiş anıt yaptırttım. İçine dışına görülme-miş süs vurdurttum. Taş yazdırttım. Gönüldeki sözümü vurdurttum.

15- On Ok oğluna, yabancılara kadar bunu gö-rüp bilin. Sonsuz taş işlettim. ... işlettim, yazdır-dım. O taş anıtını ...

5. yüz. (Batı yüzü)

1- ...üstte...

2- Bilge Kağan uçup gitti.

3- yaz olsa, üstte Teñri

4- davulu öter gibi, öylece dahi

5- dağda yaban geyiği ötse, öylece

6- üzülüyorum. Babam kağan

7- taşını kendim kağan ...8- ..... 9- .....

6. yüz. (Güneybatı yüzü)

... Bilge Kağan’ın (bu) yazısını (ben) Yoluğ Ti-gin yazdım. Bunca anıtı, süsü, bezemeyi ... kağa-nın yeğeni Yoluğ Tigin , ben, (bir) ay, dört gün oturup yazdım, süsledim. Yağ...

D e v l e t l e r i m i z U y u r s a Nurgali JUSİPBAY -Alma Ata-Kazakistan

Biz de devletlerimiz gibi rü-y a l a r , d ü ş l e r g ö r ü r ü z .

Bazen, uçtuğumuz da oluyor, kalkar kalk-maz tıpkı rüyamızda olduğu gibi uçabile-ceğimizi sanıp, ellerimizi bir kuşun kanadı gibi ne kadar çırpsak da, hatta, birkaç kez zıplamayı denesek de uçamayacağımızı an-ladığımız anda gördüğümüz rüya bizi ne kadar üzüyor ve hayal kırıklığına uğratı-yorsa; bazen de terler içinde gördüğümüz kabustan çığlık atarak uyandığımızda, gör-düğümüzün gerçeklerden uzak sadece bir rüya, sadece bir düş olması sevindiriyor bizi.

Ama, korkunç olanı, devletlerimi-zin gördükleri rüyasını gerçek sanma-sıdır, daha beteri, gördükleri kabusu uyandığında da görmeye, yaşamaya ve ya-şatmaya devam etmeye mahkum kalmasıdır.

Devletlerimiz rüyasında uçtuğundan uya-nıkken de uçabileceğini sanan bir çocuk gibi, ellerini kanat sanıp, çırpıp, hop hop zıplayıp duruyor. Uykudadırlar çünkü hala.

Kimilerinin gördüğü rüyanın adı: Mos-kova merkezli Gümrük Birliğidir. Yeni başla-yıp da, senelerce devam edecek olan, sürük-leyici, bir kurgu filmi gibi başdöndürücü bir rüya. Olayların gelişmesi başkahramanın is-teği dışında olan kabus gibi rüya işte. Öyle ki, rüyanda ölmen gerçekte de ölmen demektir. Uyanınca rahatlatan kabusa falan benzemez.

O yüzden, artık, uykudakiler uyanabilir diye, Kremlin saatinin çan sesleri duyul-mayacaktır. Biz uyanmak istemedikçe...

Kimilerin rüyasının adı AB’dir. Se-nelerce devam eden, derin, cı-vıl cıvıl, tatlı ve rengarenk bir rüya.

Her insanın rüyası birbirinden farklıdır. Kendileri gibi. Devletlerin de öyledir. Bu yüz-den bizimkilerin gördükleri Amerikan Rü-yasına hiç benzemez. Çünkü, o Amerikalılar içindir. Oysa, Kızılderililer için bir kabustu o.

* * *Devletler de bazen insanlar gibi de-

rin uyukulara dalabiliyor, tatlı rü-yalar, korkunç kabuslar görebiliyor.

Ama, gördükleri kabuslardan daha da korkunç olanı rüyasında gördükle-rini gerçek sanması, gördüğü kabusu ya-şamaya ve yaşatmaya devam etmesidir.

Daha beteri ise, hastalandığında te-davi edecek tabibin bulunmayışı gibi, uy-kuya daldığında uyandıracak kimsenin ol-mayışı ve kimselerin ruh ve yüreğindeki çalar saatinin çalmayışıdır: uyanmak için.

Ç ü n k ü , d e v l e t l e r i m i z i ç i n u y k u ö l ü m ü n y a r ı s ı e d e r .

U y a n d ı r m a k i ç i n u y a n a l ı m .Saatlerimiz çalışsın. Kremlin ve Big Ben’e

göre değil, Bizim için, bize doğru ve bize göre.

A l m a t ı . K A Z A K İ S T A N2 4 . 1 0 . 2 0 1 2

Konya'da Doğu Türkistan yürüyüşü

Çin'in Doğu Türkistan' da yaptığı zulüm ve soy-kırım girişimi Konya'daki sivil toplum kuruluş-ları tarafından gösteri yürüyüşüyle protesto edildi.Doğu Türkistan'da Son olarak Hoten vilayetinde cuma günü namaz çıkışındaki olaylar ve bölgeyle iletişimin kesilmesi, Hoten'deki Hanırık Cami'ne cuma namazı kılmak için giden Doğu Türkistanlı Müslümanlara cami girişinde Çin polisi tara-fından kimlik sorulması, 18-25 arasındaki kızların zorunlu ola-rak direniş bölgelerine götürülerek gayri ahlaki yerlerde çalış-tırılması, Sakal bırakan erkeklerin sakalları sorgu odalarında kesilmesi, başörtüsü takan hanımların başörtüleri zorla baş-larından alınmaları Gökbayrak Dergisi Konya İl Temsilcili-ğinin organizesinde sivil toplum örgütleri tarafından kınandı.Konya Merkez Camlı Köşk civarında toplanan bir grup gösterici yürüyüş yaptıktan sonra Gökbayrak Dergisi Konya İl Temsilci Musa Serdar YILDIRIM açıkladığı basın bildirisinde "5 Temmuz Urumçi katliamında binlerce Doğu Türkistanlı şehit edilmiştir. On binlerce yaralı vardır. Yuvalar yıkılmış, gözyaşları sel olup akmıştır.”“Ne acı bir tesadüf ki bugün aynı zulmü maale-sef Doğu Türkistan da ki Türk soydaşlarımız yeniden ya-şamaktadırlar. Kızıl Çin hükümetinin ahlaksızca, iğrenç is-tekleri maalesef gün geçtikçe daha da yoğunlaşmaktadır.”“17-20 yaş arası Müslüman Türk kızlarını çinin iç kı-sımlarına zorla götürüp genel evlerin de çalıştırılma istekle-rine karşı çıkan Müslüman Türk kardeşlerimize Çin polisi-nin açmış olduğu ateş sonucu onlarca kişi şehit edilmişlerdir.”“Ey milletim, ey hükümetim bir Japon halkı ve hükümeti kadar du-yarlılığınız yok mudur? Bu kadar sessiz kalmanızın sebebi nedir?”“Yüce Peygamberimiz buyurmaktadır! Zulüm, kıya-met gününde zalime zifiri karanlık olacaktır! İmanımız tam-dır! Katil Çin kendi namlusunda boğulacaktır! Kutlu seda-mız, dilsiz şeytanların kulaklarında yankılanacaktır!" dedi.

Page 10: Genç Bengü Gazetesi 4.Sayı

10 Türk Dünyasının Sesi

Türkçülük Ziya GÖKALP ile BaşlarZiya Gökalp (1876-1924) önce-

likle Türkiye’yi Sosyoloji ile tanıştıran kişiydi ve ateşli bir Türk Milliyetçisi olarak sosyolojiyi entellektüel bir temel oluşturmada esas aldı.Mahallî,resmî bir gazetede me-

sul müdür bir memurun oğlu olan Mehmet Ziya (daha sonra Gökalp) Diyarbakır’da doğdu, orada laik ok-ullara devam etti ve aynı zamanda is-lam hukukuna vakıf olan amcasından geleneksel islam ilimlerini öğrendi. 18 yaşında intihara teşebbüs etti. Yine de, bir sonraki yıl İstanbul’a gidebildi ve Baytar Mektebine (Veterinary College) kaydını yaptırdı.Daha önce Jön Türklerin (Young

Turks) fikirlerinden etkilenen Gökalp, 1985 yılında İstanbul’da gizli bir örgüt olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (Union and Progress) üyesi oldu. 1898′de tutuklandı; bir yıllık mahpus-luk devresinden sonra bütün zamanını çalışmalarına adadığı doğduğu şehre sürgün edildi. O yıllarda Paris’te sürgünde olan Jön Türkler Fransız sosyolojisinden çok yoğun olarak etkilenmişti.İçlerinde Le Play hayranı olan Prens Sabahattin, Osmanlıların sadece sosyolojik çalışmalar yoluyla sosyal değişmeyi anlayabileceklerini daha sonra bu görüş Gökalp tarafından da desteklenmişti ve imparatorluğu bir arada tutan çeşitli unsurlar arasında uzlaşma sağlama yolunu bulabi-leceklerini (28 Ağustos, 1099 tari-hli Peyman gazetesinin ilk sayısında) beyan etmişti.Jön Türk devriminden sonra, 1908′de

Gökalp İttihat ve Terakki Fırkası’nın Diyarbakır’daki temsilcisi oldu. Bir yıl sonra, fırkanın Selanik’teki merkez heyetine üye seçildi ve kendisine parti doktrinini anlatma ve genç insanları parti saflarına çekme görevi ver-ildi. 1910 yılında Selanikte sosyoloji öğretimini esas alan bir göreve atandı. Türkiye’de ilk defa gerçekleşen böyle bir atamadan beş yıl sonra da İstanbul Üniversitesi’nde ilk sosyoloji profesörü oldu. O, İstanbul’u Türkiye’deki sosy-oloji çalışmaları için bir merkez ha-line getirirken, bu faaliyeti 1919′a ka-dar Edebiyat Fakültesinde sürdürdü. 1. Dünya Savaşı sonrasında Malta’ya sürgüne gönderilen Gökalp, yürekli bir Atatürk taraftarı olarak 1921′de Diyarbekir’e geri döndü ve milli lider-lere yol göstermek amacıyla sosy-olojik makale serileri hazırladığı küçük mecmua’nın sorumlu müdürü oldu. 1922′de (Ministry of Public Depar-mant of the Education) un Ankara’daki Kültürel Yayınlar Dairesine müdür olarak atandı ve orada ünlü eseri “Türkçülüğün Esasları” yayınlandı.Gökalp Jön Türklerin gerçekleştireceği

siyasi devrimin, iktisat aile, güzel san-atlar, ahlak ve hukuk gibi alanlarda “Yeni Hayat” ortaya çıkaracak sosyal bir devrimle tamamlanmaya ihtiyaç gösterdiğine inanmıştı. Yeni bir Türk medeniyeti sadece Türkiye’nin gerçek milli değerlerinin kazanılmasıyla yarat-abilirdi. 1911′e kadar Gökalp, değerlerin hiçbir şey ifade etmediğine,”fikir-kuvvet”(idees forces)’un felsefesi öneme haiz olduğuna inanmıştı. Fakat 1912′den sonra Durkheim’in değerlerle ilgili yorumunu (collective represanta-tions) kollektif temsiller olarak kabul etti. (Gökalp, Durkheim’i en önemli sosyolog ve sosyolojinin kurucusu olarak düşünüyordu.) Gökalp’e göre tam olarak ifade edildiklerinde idealler olarak adlandırılan kollektif temsiller (collective reprasantations). kollektif şuurdaki gerçeklerdir. Değerlerin tek kaynağı toplumun kendisidir, ve bi-reylerce elde edilen kollektif duygu ve bilgi birikimi kollektif şuuru oluşturur. (1911-1923) 1959, s.62-64)Balkan savaşı yenilgisinden sonra,

Türkiye için kritik bir dönem başladı. Reformlar üzerindeki tartışmalara İslâmcılık, Batıcılık ve Türkçülük arasındaki çatışmalar öncülük etti. 1912′de İstanbul’a gelen Gökalp, bu çatışmaların daha geniş bir bakışla ele alınarak, giderilmesi gerektiğini hissetti. Gökalp, insanın her biri kendi değer

sistemine sahip olan kültür gruplarının ve evrensel kabul ve kültürel yayılma kaabiliyeti olan kural ve tekniklerin bileşimi olduğunu tartıştı. ([1911-1923] 1959, s.97-101) Türklerin aynı anda; Türk Milletine, İslâm ümmetine ve Avrupa medeniyetine ait olduğu so-syolojik bir vakaydı. (Gökalp [1911-1923] 1959, s.71-76; Heyd 1950, s. 149-15]) Gökalp, milliyetçiliğin, mod-ern çağın en güçlü ideali, milletlerin ise, kültür grupları skalasında en üst seviyede gelişmemiş türler olduğunu, yoğunluğu gittikçe artan bir şekilde vurguladı. Millet kavramı içinde, Türk kültürünü, İslâmı ve Batı teknolojisini bir araya getirmenin mümkün olduğunu düşündü. Gökalp, daha sonra, kollektif temsilleri millî âdetlerle bir tutma gerektiği noktasına geldi ve ……” bir milletin kültürünü ait olduğu medeniyetten ayırma çalışmaları ya-pan disipline kültürel sosyoloji adı verildiğini” öne sürdü. ([1911-1923] 1959, s.172-173) Bir sosyoloğun göre-vinin millî kültür unsurlarını ortaya çıkarmak (keşfetmek) olduğu inancını takiben, Türk ailesinin evrimi ile (pre-islamic) İslâm-öncesi Türk dini ve devlet üzerine bir dizi çalışmaya girişti. Gökalp’ın modernleşmiş is-lâm düşüncesine ait teorisi ilahi kaynaklı olmasından ziyade, sosyal kaynaklı uzlaşma dayanan ve bundan dolayı seküler değişimi parelel olarak değişebilen İslamın kurallarının bir kısmına yönelikti. ([1911-1923]1959, s.193-196) Bir devletin seküler olması gerektiğine inanmıştı ve eğitim ve ekonominin millî olması gerektiğinin ısrarlı savunucusuydu. Eğitim ve ve hukuku sekülerleştirme ve kadınlar için eşit haklar teklif etme üzerindeki programları kısmen 1917 - 1918 yıllarında uygulamaya konuldu.Gökalp üzerindeki fikirler ikiye ayrılır.

Gökalp, bizzat kendisi, çalışmalarını özgün hale getiren şeyin, Durkheim’ın sosyolojik metodu üzerindeki dene-melerini Türk medeniyetine uygula-mak olduğunu düşünüyordu. Destek-leyicileri ise; onun kültür ve millet yapısı üzerindeki kavramsallaştırmalarının özgün olduğu ve çalışmalarının, Dur-kheim geleneğindeki bilimsel sosy-olojiyi temsil ettiği konusunda hem-fikirdiler; ayrıca, muhalifleri, Gökalp’ın baskın kollektivist fikirlerle, dogmatik tümden ve gelimci bir zihin yapısına sahip olduğunu vurgularlar. Bunların ötesinde, Gökalp, ateşli bir milli-yetçiydi ve öğretilerinin Türkiye’nin modernleşmesi yolunda fikrî bir kay-nak sağladığına şüphe yoktur.Ziya Gökalp Türkçülüğün Esasları

adlı eserinde Türkçülüğün Tarihi’ni şöyle anlatıyor ;Türkçülüğün yurdumuzda ortaya

çıkmasından önce Avrupa’da Türklükle ilgili iki hareket oluştu. Bulardan birin-cisi Fransızca, Turquerte denilen, Türk hayranlığı’dır. Türkiye’de yapılan ip-ekli ve yün dokumalar, halılar, kilim-ler, çiniler, demirci ve marangoz işleri, ciltçilerin, tezhipçilerin yaptıkları ciltler ve tezhipler, mangallar, şamdanla, vb. Gibi Türk sanat eserleri çoktan Avrupa’daki sanat severlerin dikkatini çekmişti. Bunlar, Türklerin eseri olan bu güzel şeyleri binlerce lira vererek toplarlar ve evlerinde bir Türk salonu veya Türk odası oluştururlardı. Bazıları da bunları başka milletlere ait güzel şeylerle birlikte, bibloları arasında ser-gilerdi. Avrupalı ressamların Türk hayatıyla ilgili yaptıkları tablolar ile, şairlerin ve filozofların Türk ahlakını nitelemek amacıyla yazdıkları kita-plar da Turquerie’nin içine girerdi. Lamartine’in, Auguste Comte’un Pierre Laffite’in, Ali Paşa’nın özel sekreterleri olan Mismer’in, Pierre Loti’nin, Farrere’in Türklerle ilgili dostça yazıları bunların örneklerin-dendir. Avrupa’daki bu hareket tama-men Türkiye’deki Türklerin güzel san-atlardaki ve ahlaktaki yüksekliklerinin bir sonucudur.Avrupa’da otaya çıkan ikinci harekete

de Türkiyat (Türkoloji) adı verilir. Rusya’da, Almanya’da, Macaristan’da,

Danimarka’da, Fransa’da, İngiltere’de, birçok bilim adamları eski Türklere, Hunlara ve Moğollara ait tarihi ve arke-olojik araştırmalar yapmaya başladılar. Türklerin eski bir millet olduğunu oldukça geniş bir alanda yayılmış bulunduğunu ve çeşitli zamanlarda dünya egemenliğine yaraşır devletler ve yüksek medeniyetler kurduğunu meydana koydular. Gerçi bu sonuncu araştırmaların konusu Türkiye değil, eski Doğu Türkleri idi. Fakat, birinci hareket gibi, bu ikinci hareket de yur-dumuzdaki bir takım fikir adamlarının ruhuna etkisiz kalmıyordu. Özellikle Fransız tarihçilerinden Deuignes’nin Türkler Hunlar ve Moğollara ait yazılmış olduğu büyük tarihle; İngiliz bilim adamlarından Sir Da-vids Lumley’in Üçüncü Selime ithaf ettiği Kitab-ı İlmü’n Nafi (yaralı bilim kitabı) adındaki genel Türk grameri, aydınlarımızın ruhunda büyük etkiler yaptı. Bu ikinci eser, yazarı tarafından İngilizce yazılmıştı. Bir süre sonra an-nesi bu kitabı Fransızca’ya çevirerek Sultan Mahmut’a ithaf etti. Bu es-erde, Türkçe‘nin çeşitli dallarından başak, Türk medeniyetinden, Türk etnografyasından ve tarihinden söz ediliyordu. Sultan Abdülaziz’in son dönemi ile Sultan Abdülhamid’in ilk devirlerinde, İstanbul’da büyü bir düşünce hareketi görüldü. Burada hem bir Encümen-i Daniş (akademi) oluşmaya başlamış, hem de bir Darül-fünun (üniversite) kurulmuştu. Bun-dan başak askeri okullar yeni bir ruhla yükselmeğe başlamıştı.O zaman bu Darülfünün’da Tarih

Felsefesi profesörü Ahmet Vefik Paşa’ydı. Ahmet Vefik paşa, Şecere-i Türkiye’yi (Türklerin soy kütüğü) Doğu Türkçe’si’nden İstanbul Türkçesi’ne çevirdi. Bundan başak, Lehçe-i Osmani (Osmanlı lehçesi) Türk lugati hazırlayacak Türkiye’deki/Türkçe‘nin genel ve büyük Türkçe‘nin bir lehçesi olduğunu ve bundan başka Türk lehçeleri bulunduğunu aralarında da karşılaştıralar yaparak meydana koydu.Ahmet Vefik Paşa’nın bu bilim-

sel Türkçülükten başka, bir de sanat Türkçülüğü vardı. Evinin bütün fertlerinin mobilyaları, kendisinin ve ailesi fertlerinin elbiseleri genellikle Türk ürünüydü. Hatta, çok sevdiği kızı Avrupa modeli bir terlik almak için çok ısrar ettiği halde, “Evine Türk ürünlerinden başka bir şey giremez” diyerek bu arzusuna engel oldu. Ahmet Vefik Paşa’nın başka bir orijinalitesi de, Moliere’in komedilerini Türk ge-leneklerine adapte etmesi ve şahısların adlarını ve kimliklerini Türkleştirerek Türkçe‘ye aktarması ve milli bir sah-neden oynatması idi.Darülfünün’un bir profesörü

Türkçülüğün bu ilk esaslarını kurarken, askerî okullardan sorumlu bakan olan Şıpka Kahramanı Süleyman Paşa da Türkçülüğü askeri okullara sokmağa çalışıyordu. Süleyman Paşa’nın Türkçülüğünde, Deguignes’in tarihi et-kili olmuştur, diyebiliriz. Çünkü yurdu-muzda ilk defa olarak Çin kaynaklarına dayanarak Türk tarihi yazan Süleyman Paşa, bu eserde, özellikle Değuignes’i kaynak almıştır. Süleyman Paşa Tarih-i Alem (Dünya Tarihi) adlı eser-inin başında, bu kitabı niçin yazmağa başladığını anlatırken diyor ki: “Ask-eri okulların başına geçince, bu ok-ullara gerekli olan kitapların dilim-ize çevrilmesini uzmanlara bıraktım. Fakat sıra tarihe gelince, bunun çe-viri yoluyla yazdırılamayacağını düşündüm. Avrupa’da yazılan bütün tarih kitapları ya dinimize, veya mil-liyetimize (Türklüğümüze) ait karala-malarla doludur. Kitaplardan hiç birisi dilimize çevirtilip de okullarımızda okutturulamaz. Bu nedenledir ki, okullarımızda okunacak tarih kitabının yazılması işini ben üzerime aldım. Yazmış olduğum bu kitapta gerçeğe ters hiç bir söze rastlamayacağı gibi, dinimize ve milliyetimize ters düşecek hiç bir sözle karşılaşmak imkanı da yoktur.” Devamı gelecek sayıda

İsmail Gaspıralı (1851 - 1914)Türk dünyasının büyük dü-

şünce adamlarından ve reformist-lerinden biri olan Gaspıralı İsmail Bey, Kırım Harbi (1853-1856) bütün şiddetiyle devam ederken, Bahçesaray’a iki saat mesafedeki Avcıköy’de dünyaya geldi. Baba-sının doğduğu köye nisbetle Gas-pirinski (Gaspıralı) lâkabını alan İsmail Bey’in çocukluğu, Kı-rım Türk kültürünün beşiği olan Bahçesaray’da geçmiş ve bu şe-hir, onun ruhunda, sokakları, ca-mileri, evleri ve özellikle Hansa-rayı ile, silinmez İzler bırakmıştır.

Henüz on yaşındayken Ak-mescit lisesine gönderilen İs-mail, orada İki sene kaldıktan sonra Varonej şehrindeki askerî okula nakledildi. Daha sonra Moskova Askerî İdadisi’ne gitti.

Gaspralı bu dönemde en çok etki-sinde kaldığı olay Ruslar’ın özellikle Türk karşıtlığından beslenen Pans-lavizm politikalarıdır. Genç İsmail buna karşı tepki koymak istemekte-dir. Bu yüzden okuldan ayrılmıştır.

Okuldan ayrılan Gaspralı Zincirli Medresesi’nde Rusça öğretmeni olarak göreve başladı. Bîr buçuk yıl kadar süren bu görevi sırasında, bol bol okuyarak Rus edebiyatı ve fikir akımları hakkında esaslı bilgiler edi-nen İsmail Bey, bir yandan da Rus basınını takip ederek politik geliş-meleri ve Rusya’nın içte dışta izle-diği politikayı daha İyi kavramaya çalıştı. İleride kafasını çok meş-gul edecek olan “sosyalizm” hak-kında da hayatının bu döneminde epeyce bilgi edinen Gaspıralı, 1869 yılında maaşı 600 rubleye çıkarı-larak Yalla’da Dereköy mektebine tayin edildi, burada da iki yıl kal-dıktan sonra, Bahçesaray’a döne-rek yeniden Zincirli Medresesi’nde Rusça dersleri vermeye başladı.

Gaspıralı, o zamana kadar ka-fasında teşekkül eden “yeni-likçi” fikîrleri ilk olarak Zin-cirli Medresesi’nde uygulamaya çalıştı, talebelerine, asıl gö-revi dışında “usul-ü cedid” (yeni metod)’le Türkçe dersleri ver-diği gibi, medreselerde uygula-nan “skolastik” eğitim tarzını da eleştirmeye başladı. Fakat bu me-tod ilk başlarda tepkiyle karşılandı.

Gaspralı’nın en büyük hedef-lerinden biri İstanbul’a gitmekti. İstanbul’a giderek zabit olmayı is-tiyor fakat yarıda bıraktığı eğiti-min buna engel olacağını düşünü-yordu. Bu sebepten dolayı da 1871 yılında Paris’e giderek yarıda ka-lan eğitimini tamamladı. Gaspıralı, 1874 sonlarına kadar Paris’te kaldı.

İsmail Bey, Paris’ten İstanbul’a gitmiş fakat bir türlü ideali olan me-muriyeti yapma fırsatı bulamamıştı. Yazarlık hayatı da bu dönemde başladı. Zabitlik hayalinin gerçek-leşemeyeceğini anlayınca, 1875 kışında Kırım’a dönen Gaspıralı, 1878’de Bahçesaray belediye baş-kanlığına seçilinceye kadar başka hiç bir işle uğraşmadı, sadece okudu ve milletinin hayatını inceledi.

Gaspıralı İsmail Bey, 1878 yı-lında Bahçesaray belediye başkan-lığına seçildi; bu görev sayesinde düşündüğü bazı yenilikleri ger-çekleştirebileceğini zannediyordu, ne var ki önüne yine bazı engel-ler çıktı. Belediye başkanı olarak görevlerini -bütün imkânsızlıklara rağmen-yerine getirmeye çalışır-ken, aslı misyonunu da hiç unut-mayan Gaspıralı, 1879 yılında, bir gazete çıkarmak için Rus hüküme-tine müracaat ettiyse de, bu müra-caatı reddedildi. Fakat o, mutlaka yayın yoluyla milletine hizmet et-mek istiyordu. 1881 yılında, “Genç Molla” müstear adı ile, ileride kitap olarak da yayınlanacak olan “Russ-koe Musulmanstovo” (Rusya Müslümanları) başlıklı makale-lerini yazarak Akmescit’te çıkan “Tavrida” gazetesinde yayınlandı.

Gaspıralı, izin alamamasına rağ-men, gazete çıkarma fikrinden asla vazgeçmemiştir. Bunun için, ze-min yoklamak amacıyla, 1881 yı-lından başlayarak “Tonguç”, “Ay”, “Güneş”, “Yıldız”, “Mir’at-i Ce-did” gibi çeşitli adlarla küçük ri-saleler yayınlamaya başladı. Ne var ki, Rus sansürü, bu risalelerin

yayınını, adlan başka olsa da ga-zete hüviyeti taşıdıkları gerekçesiyle çok geçmeden yasaklayacaktır.

“ T E R C Ü M A N ”Gaspıralı, bir gazete çıkarabil-

mek için tam dört yıl mücadele verdi, defalarca Petesburg’a gide-rek müracaatlarda bulundu ve ni-hayet 1883 yılında, Türkçe kısmı aynen Rusçaya da tercüme edil-mek şartıyla “Tercüman-ı Ahval-i Zaman”ı yayınlama iznini kopardı. Adını Şfnasi’nin İstaNbul’da çıkar-dığı “Tercütman-ı Ahval”dan alan bu gazetenin Rusça adı da “Pere-votcik” olacaktı. Zühre Hanım’ın ziynet eşyalarını ve annesinden kalan kıymetli elbiseleri satarak elde ettiği paraya, 300 ruble ka-dar abone parasını da ilave ede-rek eski bir makine ve bir mik-tar hurufat alan Gaspıralı, ilk nüshayı 10 Nisan 1883’te çıkardı.

Türcüman,Rusya’da çıkan ilk Türk gazetesi değildi, ama yay-gınlığı ve oynadığı rol bakımın-dan en önemlisiydi. 1903 yı-lına kadar haftalık, 1903-1912 arasında haftada bazan iki, ba-zan üç defa, Eylül 1912’den sonra da günlük olarak tam 33 yıl ya-şadı ve 1916 yılında kapandı.

Küçük boyda dört sayfa ola-rak çıkmaya başlayan Tercüman çok geçmeden, devrin şartlarına ve okur yazarlık oranına göre çok yüksek sayılabilecek tirajlara ulaştı. Kafkasya, Kazan, Sibirya, Türkis-tan, Çin, hatta İran ve Mısır’da sa-tılan Tercüman’ın büyük başarısı, Gaspıralı’nın sadece Rusya Türk-lerinin değil, bütün müslümanların meseleleriyle yakında ilgileniyordu. Bu aynı zamanda Dilde birlik fikri-nin hayata geçmesi aynı dilin kulla-nılmasında önemli bir misyon ye-rine getirilmesi anlamına geliyordu.

1905 bunalımından sonra Kazan’da, Kafkasya’da, Türkistan’da ve Kırım ‘da yayınla-nan 35’ten fazla gazete ve dergide, çok sayıda hikâye ve romanda “Gaspıralı dili” kullanılmıştır.

MÜSLÜMAN İTTİFAKITercüman gazetesi sayesinde

geçmişte hayali olan Dilde birlik fikrinin yanısıra usu-ü Cedid oku-lunu da oluşturan ve yaygınlaştı-ran Gaspıralı İsmail Bey’in 1905 İhtilali’nden sonra Rusya Müslü-manlarının ittifakı gayesiyle top-lanan üç kongrede de önemli roller oynadı. Eğitim meselesi-nin ağırlıklı olarak ele alındığı III. Kongre’de “dil birliği” ile ilgili gö-rüşlerini bütün Rusya Müslüman-larına resmen kabul ettirdi. (1906).

“Usul-ü cedid” hareketinin ba-şarısı ve Ekim Manifestosu ‘ndan sonra müslümanların kazan-dığı hürriyet, öte yandan “Müslü-man İttifakı” için yapılan kongre-ler Gaspıralı’nın cesaretini arttırdı. Gerçekte, yaptığı bütün faaliyetler, onun Türk birliğinin daha ileri bir merhalesi olarak İslâm birliğini he-deflediğini, fikrî yapısının Türkçü olduğu kadar, İslamcı bir nitelik de taşıdığını göstermektedir. Nite-kim 1907’de, Kahire’de bir “İslâm Kongresi” toplayabilmek için bü-yük gayret sarf etti. 1910’da ise Hindistan’a gitti ve Bombay’daki “Encümen-i İslamiye”nin toplan-tılarına katılarak görüşlerini anlattı.

Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a gelmiş ve büyük bir he-yecanla karşılanmıştır (1909). Tür-kiye Türklüğüne büyük bir ilgi du-yan Gaspıralı, Kırım’da da Rus basınına karşı Türkiye’yi savun-maktan, aleyhteki yazılara ce-vap vermekten asla çekinmemişti. Birinci Dünya Savaşı arifesinde İstanbul’a tekrar gelerek Türkiye’yi savaşa girmemesi hususunda uyar-maya çalışan Gaspıralı, Türk dün-yasının yetiştirdiği nadir zekalardan biriydi, büyük bir mücadele adamı ve gerçekten inanmış bir idealistti.

Gaspıralı İsmail Bey, 11 Eylül 1914 Cuma günü Bahcesaray’da vefat etti. Ertesi gün muhte-şem bir cenaze töreniyle, Meng-ligiray Han türbesi civarında top-rağa verilen büyük idealistin ölümü, bütün İslâm dünyasında çok büyük bir teessür uyandırdı.

İsmail GAZPİRAL

İbrahim SOYTÜRK

Page 11: Genç Bengü Gazetesi 4.Sayı

Türk Dünyasının Sesi 11

Kısa bir süre sonra da Fransa’ya kaçarak, Paris’teki Jön Türkler’e ka-tıldı; burada Siyasal Bilgiler yükse-kokuluna devam etti. 1903’te “Os-manlı Devleti Kurumlarının tarihi Üstüne Bir Deneme” adlı teziyle okulu bitirerek Rusya’ya döndü. Kazan’da öğretmenlik yaptı. Bu dönemde Mısır’da çıkan Şüra-yı Ümmet ve Türk gazetelerinde çok sayıda imzasız makalesi yayım-landı. Bunlar içinde, 1904’te Türk Gazetesinde çıkan “Üç Tarz-ı Siya-set” başlıklı dizi makale özel önem taşır. Bu makalede imparatorluğun önündeki seçeneklerin “Osmanlıcı-lık”, “Panislavizm” ve “ırk esasına müstenit Türk Milliyetçiliği” ol-duğu, bunlardan en uygununun da sonuncusu olduğunu belirtiliyordu. Akçura, II. Meşrutiyet’ten sonra İstanbul’a geldi. Çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı. Darülfünun’da ve Mülkiye Mektebinde siya-sal tarih dersleri verdi. Türkçü-lük akımına daha çok düşünce dü-zeyinde katıldı. Türk Derneği ve Türk Ocağı’nın kurucuları arasında yer aldı. Türk Yurdu’nun başya-zarı ve editörü oldu. Akçura, Os-manlı Türkleri ile Osmanlı Dev-leti dışındaki Türklerin yalnız dil ve tarih alanındaki ortak geçmiş-lerine dayanarak bir birlik yarata-mayacaklarını savundu. Önemli eserleri arasında; “Üç Tarz-ı Siya-set”, “Ali Kemal” ve “Ahmed Fe-rid” beyleri cevaplarıyla birlikte (1907; yb 1976), “Şark Meselesine Dair tarih-i Siyasi Notları”(1920), “Muasır Avrupa’da Siyasi ve İç-timai Fikirler Cereyanlar”(1923), “Siyaset ve İktisat hakkında Bir-kaç Hitabe ve Makale” (1924), “Osmanlı İmparatorluğunun Da-ğılma Devri”sayılabilir. Ayrıca Türk Yılı(1928) adlı derlemesi Türkçü-lük hareketinin kaynaklarını ve gelişimini inceleyen kapsamlı bir çalışmadır. Mevkufiyet hatıraları ise (1914) Rusya’daki etkinlikleri ve tutukluluğu üzerine bilgi verir. Hakkında en önemli yapıt, Fran-çois Georgeon’un Aux Origines du Nationalisme Turc; Yusuf Akçura (1980) adlı kitabıdır. Yusuf Akçura 12 Mart 1935’de İstanbul’da öldü.

Çok sayıda dinleyicinin ta-kip ettiği sempozyumda, Balkan-larda yaşanan acının Türkiye’de gündeme getirilmemesi eleştirildi.

Türkiye’nin göçe ihtiyacı varProf. Dr. Ortaylı, Türkiye’de köy-

lerin boşaldığını ve ülkenin bu ne-denle göçe ihtiyacı olduğunu be-lirterek şunları söyledi: “Bugüne kadar ayakta kalmamızı ve geliş-memizi Balkan Türk’üne borç-luyuz. Bu kaynak kurumuştur. Başka yerlere bakmamız gereki-yor. Muhtemelen ÇinTürkistanı’na. Çünkü onlar için bir istikbal yok orda. Kimse Çin‘in yapacağı nüfus değişikliklerine sesini çı-karamaz. Gaz çıktı diye Sincan bölgesine ge-lip yerleşecekler. Bu nedenle oradan nüfus getir-meyi düşünmeliyiz. Ve tabiki Asya dünyasından. Fakat benim gördüğüm kadarıyla hükümetle-rin bu tür eğilimleri yok. Bu yanlış. Düzeltme-leri, politikaları gözden geçirmeleri gerekiyor.”

Ülke için savaştılarSerdaroğlu konuşmasında, Balkan insanının ce-

sur, çalışkan, mücadeleci ve değişime açık ol-duğunu söylerken, bu bölgeden gelenlerin Tür-

kiye Cumhuriyeti’nin kurulması için savaştığını, ülke siyase-tine önemli isimler kazandırırken aynı zamanda da daima olumlu etki bıraktığını vurguladı. Nev-val Sevindi Çalışkan, Balkanlarda yaşanan zulümlerden, yaşanan ça-resizliklerden örnekler verirken, Türkler’e yönelik soykırım yapıl-dığına dikkat çekti. Sevindi Ça-lışkan “Biz bu bölgeye 500 yıl boyunca medeniyet verdik. An-cak camiler yıkıldı, insanlar öldü-rüldü. Türkler anıları hariç herşe-

yini geride bırakarak doğdukları topraklardan ayrılmak zorunda kaldı. Bölgede yaşanan aynı za-manda kültürel bir soykırımdır” diye konuştu.

Neden gündeme gelmiyor?Pehlivanoğlu, Balkan Türkleri’ne yapılanla-

rın bugün Türkiye’de gündeme gelmemesini eleş-tirdi. Çobanoğlu ise tarihte verilen tavizlerin ve yapılan hataların Balkanlar’da toprak kaybına neden olduğunu, bu nedenle tarihten ders alın-ması gerektiğini söyledi. Çobanoğlu ayrıca, Bal-kanlardaki askeri başarısızlığa neden olarak emir komuta zaafiyeti ve strateji hatalarını gösterdi.

Sözkonusu Türk-İslam kuşağı, Soğuk Savaş döneminde adeta uykuya yatmıştı. Öncelikle, bu kuşağın geçtiği ülkelerin neredeyse tümü-Yunanistan hariç hepsi-komünist rejimlerin ege-menliğindeydiler. Dahası, Soğuk Savaş’ın durgun ve sabit atmosferi, Balkanlar’ı da dondurmuştu, bölgede hiç bir “manevra alanı” bırakmamıştı.Osmanlı İmparatorluğu’nun ba-

kiyesi olan Türkiye’nin Balkan-larda önemli bir “hayat sahası” vardır.

Ancak, Soğuk Savaş bitti ve tarih yeni bir dö-neme girdi. Balkanlar’da rejim, hatta harita de-ğişiklikleri yaşandı. Bölgedeki Türk-İslam var-lığı ise bu köklü değişimin tam merkezinde yer alıyordu. Bosna’daki savaş, bu kuşağın en ba-tıdaki temsilcisi olan Bosnalı Müslümanlar’a yönelen Sırp saldırganlığının bir sonucuydu. Balkanların “barut fıçısı” sayılan diğer böl-geler de aynı kuşağın parçası ya da akraba-sıdırlar; Kosova, Sancak ve Makedonya...

Bu durum kuşkusuz Türkiye’yi çok yakın-dan ilgilendirmektedir. Çünkü Osmanlı’nın mirasına o sahiptir. Bu gerçek ise, Türkiye’ye hem yeni stratejik ufuklar, hem de poli-tik ve ahlaki sorumluluklar getirmektedir.

Yunan siyaset bilimci Thanos Veremis, “Os-manlı faktörü”nün bu “geri dönüş”ünü ve Türkiye ile olan ilişkisini şöyle yorumluyor:

Balkanlar’ı potansiyel olarak destablize ede-cek ve bölebilecek faktörlerin başında “Os-manlı faktörü”nün yeniden ortaya çıkışı gelir. Osmanlılar’ın bölgeden çekilmesinden bu yana, Türkiye’nin Balkanlar’daki Müslümanlara yö-nelik ciddi bir ilgisi olmamıştı. Ancak Doğu Avrupa’da komünizmin çöküşüyle birlikte, Türkiye’nin Balkan Müslümanları ile olan ilgisi de önem kazandı.... Bulgar, Türk, Sırp, Hırvat ve Arnavut gibi farklı etnik kökenlerden gelen 5.5 milyon Balkan Müslümanı , Karadeniz’den Adriyatik’e kadar uzanan bir coğrafi kuşak oluş-turmaktadırlar. Türkiye’nin, bu Balkan Müslü-manlarının koruyuculuğunu üstlenerek bölge-deki etkisini büyütmesi, muhtemel bir gelişmedir.

Ayrıca, Veremis’in yine aynı makalede vur-guladığı gibi, bu kuşağın çok önemli bir stra-tejik özelliği daha vardır: Yunanistan ile onun kuzeydeki Ortodoks müttefikleri, özel-likle de Sırbistan arasında bir duvar oluştur-maktadır. Türkiye eğer bu duvarı güçlen-direbilirse, Sırbistan ile Yunanistan’ı-ki gerek Bosna-Hersek yönetimi, gerekse Türk-İslam kuşağın diğer üyeleri için en büyük tehlike bu iki müttefik Ortodoks güçten gelmektedir-birbirinden ayıran bir doğal engel yaratabilir.

Azerbaycan Kazakistan KırgızistanKKTCÖzbekistan Türkmenistan

FEDERE TÜRK DEVLETLERİAltay Cumhuriyeti Başkurdistan Cumhuriyeti Tataristan CumhuriyetiÇuvaşistan Cumhuriyeti Dağıstan Cumhuriyeti Hakas CumhuriyetiTiva – Tuva CumhuriyetiKabartay Balkar Cumhuriyeti Karaçay CumhuriyetiYakutistan Cumhuriyeti

ÖZERK TÜRK BÖLGELERİDoğu Türkistan Özerk Bölgesi Gagauz Özerk Bölgesi Karakalpak Özerk YönetimiKırım – Tatar Özerk Yönetimi

TÜRK TOPLULUKLARISuriye TürkleriNogay TürkleriMakedonya Türkleriİran TürkleriBulgaristan TürkleriBatı Avrupa TürkleriA. B. D. TürkleriAfganistan Türkleri Romanya TürkleriMoğolistan TürkleriKosova TürkleriIrak TürkleriYunanistan TürkleriAvustralya TürkleriAhıska Türkleri

… T u r a n İ l l e r i …

Edirne’nin Ötesinde Bıraktıklarımız

1912’deki Balkan Savaşı’na dek, İstanbul’dan yola çıkıp, Adriyatik denizine kadar Devlet-i Ali Osmaniye’nin sınırları içinde gitmek müm-kündü. Tüm Batı Trakya, Makedonya, Arnavut-luk, hatta bugünkü Yugoslavya’nın sınırları içinde yer alan Kosova ve Sancak bile Osmanlı egemen-liği altındaydı. Dahası, sözkonusu “Rumeli” top-rakları üzerinde yaşayan ahalinin de çoğunluğu Türk ya da Müslümandı. Edirne’den geride kalan-lar Devlet-i Ali Osmaniye’nin mirasını, ya da bir başka deyişle Türkiye’nin “hayat sahasını”, mu-hafaza ettiler.

Bu uzun vadeli stratejik gözle Balkanlar’a bakıldığında, Türkiye’nin doğal sınırlarının Edirne’den çok daha ötelere uzandığı görülür. 1912’deki Balkan Savaşı’na dek, İstanbul’dan

yola çıkıp, Adriyatik denizine kadar Devlet-i Ali Osmaniye’nin sınırları içinde gitmek mümkündü. Tüm Batı Trakya, Makedonya, Arnavutluk, hatta bugünkü Yugoslavya’nın sınırları içinde yer alan Kosova ve Sancak bile Osmanlı egemenliği al-tındaydı. Selanik, İmparatorluğun ikinci büyük kentiydi. Dahası, sözkonusu “Rumeli” toprakları üzerinde yaşayan ahalinin de çoğunluğu Türk ya da Müslümandı: Batı Trakya ve Makedonya’da zamanında Anadolu’dan göçmüş olan Türkler, Müslüman Pomaklar, hatta Müslüman Slavlar-dan oluşan bir Türk -İslam, ağırlığı oluşturuyordu. Arnavutluk, Kosova ve Batı Makedonya’da yaşa-yan Arnavutlar da, Müslüman olmaları hasebiyle, Devlet-i Ali’nin “has” tebasından sayılıyordu.

Ama İttihatçıların hataları ile Rusya’nın des-teklediği Pan-Slavik Balkan ittifakı aynı zaman diliminde çakıştı ve 1912’de tüm bu topraklar Devlet-i Ali’nin elinden çıktı. O tarihten sonra da, anavatana büyük göçler yaşandı. Türk-İslam aha-linin önemli bir bölümü, Sırp, Bulgar ya da Yunan egemenliği altında yaşamak yerine “exodus”ü ter-cih etti.

Geride kalanlar, büyük zorluklarla karşılaş-mışlar, asimilasyona zorlanmışlar, hatta kimi za-man katledilmişlerdi. Ama, farkında olarak ya da olmayarak, büyük bir misyonu sürdürdüler. Devlet-i Ali Osmaniye’nin mirasını, ya da bir başka deyişle Türkiye’nin “hayat sahasını”, mu-hafaza ettiler.

“Osmanlı Vizyonu”nun Dönüşü

“Ayakta kalmamızı Balkan Türk’üne borçluyuz”

T ü r k l e r d e Adalet ve HoşgörüTarihte hiçbir devlete nasip olmayacak ka-

dar uzun ömürlü devletler kuran Türkler, sı-nırları Asya. Afrika ve Avrupa’ya kadar uza-nan ihtişamlı imparatorluklar kurmuş ve idaresi altındaki 30’dan fazla ırk ve dine men-sup insana adeletli ve hoşgörülü davranmıştır.Türk Milleti tarihinde hiçbir zaman devlet-

siz yaşamamıştır. Tarihte hiçbir devlete nasip ol-mayacak kadar uzun ömürlü devletler kuran Türkler, sınırları Asya. Afrika ve Avrupa’ya ka-dar uzanan ihtişamlı imparatorluklar kurmuş ve idaresi altındaki çeşitli ırk ve dinden insan-lara adeletli ve hoşgörülü davranmıştır. Özel-likle Osmanlı İmparatorluğu, sınırları içerisinde çeşitli dinlerden 30’u aşkın ırkın mensubu hu-zur ve güven içerisinde yaşamış kimsenin inanç ve geleneklerine karışılmamıştır. Osmanlı sınır-ları içerisinde bulunan hiçbir millet sömürge mu-amelesi görmemiş, her milllete Osmanlı kültür ve medeniyeti götürülmüş, ekonomik ve sos-yal yönden gelişmelerine zemin hazırlanmıştır.Ta r i h i n D ö n ü m N o k t a s ıTürklerin islam dinini kabul etmeleri as-

lında dünya tarihinin en önemli dönüm nok-talarından biri olmuştur. İslam dinini ka-bul ederek millet olma sürecini tamamlayan Türkler, islam dünyasının önderliği görevini üst-lendikten sonraislam ümmeti içerisindeki asır-lardır devam eden halifelik, kabile ve mezhep kavgalarına son vermiş, islamın yayılması ve güç-lenmesine büyük ölçüde katkıda bulunmuşlardır.

11. asırda tamamen müslümanlığı kabul eden Türkler islam dininin yayılmasında islam dünya-sına yeni bir ruh ve soluk kazandırmış, özellikle başta Hint alt kıtası olmak üzere dünyanın dört bir yanına islammedeniyetini götürmüşlerdir.

Page 12: Genç Bengü Gazetesi 4.Sayı

12 Türk Dünyasının Sesi

Türk Bilim Dünyası İçin Dev İşbirliğ i

2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı, çok önemli bir akademik işbirliğinin altına imza attı. Ajans ile Türkiye Bilimler Aka-demisi (TÜBA) arasında, işbirliği protokolü imzalandı.

Vali Dr. Kadir Koçdemir ve TÜBA Başkanı Prof. Dr. Ahmet Cevat Acar, imza töreninde yaptıkları konuşmalarda Kültür Başkentliği-nin Eskişehir adına ne kadar önemli bir kaza-nım olduğuna vurgu yaptılar. Koçdemir şun-ları söyledi: “TÜBA olarak, Başkentlik sürecinden

sonra devam edecek kalıcı bilimsel faaliyet-lerde hem maddi, ondan çok daha önemlisi akademik olarak bize destek verecekler. Türk kültür mirasının yaşadığı coğrafyadaki bilim-sel faaliyetlerin koordine edilmesinde, işbir-liği yapılmasında, bazı sivil toplum kuruluş-larının kuruluşunda önderlik edecekler.

İşbirliği Eskişehir’i Araştırma Merkezi Ya-pacak

Bu çalışmalarda da bizim Kültür Başkent-liğimizi bir zemin olarak değerlendirecek-ler. Tabi bu bizim faaliyetlerimize ayrı bir zenginlik ve kıymet katacaktır. İnşallah üni-versite; bilim şehri dediğimiz ve önümüz-deki dönemde yeni üniversitelerle bu nite-liği pekişecek olan ilimiz, bu işbirliği ile Türk Dünyasının Türk Kültür Mirası ile ilgili bir araştırma merkezi haline gelecektir. Bunun temelleri şu anda atılmaktadır. Bu niyetimize ilk desteği ve çok kıymetli desteği TÜBA vermiştir.”

Başkentlik Unvanı Büyük Şeref, Önemli Fırsattır TÜBA Başkanı Prof. Dr. Ahmet Cevat

Acar da konuşmasında, başında bulunduğu kurumun bünyesinde Türkiye’nin seçkin bi-lim insanlarını bulunduran ulusal bir kuruluşu olduğunu hatırlattı. TÜBA’nın en önemli faa-liyetinin bilimsel anlayışı, bilimsel yaklaşımı yaygınlaştırmak ve geliştirmek olduğunu dile getiren Acar, şöyle konuştu: “Faaliyet ve programlarımızın hepsinin

amacı, Türkiye’nin daha güçlü, daha müref-feh bir ülke olmasına bilim insanları olarak bizim de katkımızı sağlamak. Türk Dünyası Kültür Başkentliği 2013 yılı için Eskişehir ilimize tevdi edildi. Bu çok büyük bir şeref, aynı zamanda önemli bir fırsat diye düşü-nüyorum. TÜBA Başkanı olarak Sayın Va-limizle daha önce yaptığımız görüşmelerde, bu etkinliğe akademi olarak elimizden gelen desteği vereceğimizi gayet açıklıkla ifade et-tim. Ayrıca Kültür Başkentliği, Türk Dünyası açısından önemli bir faaliyettir.

2013, 2023 Diyoruz, Belki Yarın 2071 Di-yeceğiz

Türkiye biliyorsunuz şu anda ekonomik büyüklük açısından dünyanın ilk 20’si ara-sında. Yine öyle görünüyor ki Türkiye’miz, daha güçlenecek. Bazı zorluklarımız yok de-ğil, ama bunları el birliğiyle, farklılıkları zen-ginlik addeden bir anlayışla aşacağımızı dü-şünüyorum. Bunu gerçekleştirmede bilimsel çalışmaların, yine kendi kültürümüze, tarihi-mize ve varlığımıza sahip çıkmanın hayati bir öneme sahip olduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda Türkiye Bilimler Akademisi ola-rak Türk Dünyasının insanlığa, bilim haya-tına, kültür hayatına, sanat hayatına katkıla-rının ortaya çıkarılması gibi bir görevimiz olduğunun da bilincindeyiz. Ve yine güçlü bir Türkiye’nin her bakımdan bilim, sanat, sanayi, ticaret ve diğer faaliyet alanları açı-sından güçlü bir ülke olmak zorunda oldu-ğunu bilerek; ancak gerçekleştirebileceğini düşünüyorum. Şimdi 2013, 2023 diyoruz, belki yarın 2071 diyeceğiz. Daha güçlü bir Türkiye’nin olması için hep beraber elbirliği ile çalışmamız gerektiği inancıyla faaliyetlere sevinçle ve hevesle katkıda bulunmaya hazır olduğumuzu ve bunun için elimizden gelen her türlü desteği huzurunuzda bir kez daha ifade ediyorum.”

Ardından, kalabalığa konuşan Bultürk Başkanı Ulutürk, Azer-baycanlı kardeşlerimizin haklı oldukları davalarında seslerini du-yurmakta katkı sağlamak için bu konferansı yaptıklarını ifade ederek Karabağ Savaşının sadece Azerbaycan’ın değil, tüm Türk Dünyasının davası olduğunu belirtti.Azerbaycan’a katıldıkları bir konferans ve gezinin asıl amacının Azerbaycan halkının sıkıntıla-rını, haklı oldukları Dağlık Karabağ sorununu ilk önce Azerbay-can dışında yaşayan Türklere ve ardından tüm acı gerçekliği ile dünya gündemine taşımak olduğunu ifade eden Ulutürk; Dün-yada hakkın güçlü olanın olduğunu, bunun da Türkler dünya yönetiminden gittiklerinden beri hep böyle devam ettiğini, bu-nun için Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Cumhuriyetleri tekrar bir araya gelerek dünyada söz sahibi olmaları gerektiğini vurguladı.

Balkan Türkleri ve de özellikle Bulgaristan Türk-leri zalimin zulmünün ne olduğunu çok iyi bil-diğini belirten Ulutürk:”Böyle zulümlerin ancak ortaçağda gö-rülmektedir.” Dedi ve organizsayona destek veren Belediye Başkanı Aydıner’e, yardımcısı Ahmet Tüfekçi’ye teşekkür etti.

Türkiye Üniversite Mezunları Derneği İçtimai Birliği Baş-kanı Cengiz Bayramov, bir Azeri Türkü olarak kendilerinin de bütün Türklerin sorunlarını kendi sorunları gibi kabul et-tiklerini, aynı milletin ve ırktın evlatları olarak Karabağ’da ya-şayan Türklerin sorununun bütün Dünya Türklerinin sorunu olduğuna degindi. “Azerbaycan Ordusu büyük Türk ordusu-nun bir parçasıdır” diyen Cengiz, Azerbaycan’ın Ulusal Are-nada barıştan yana bir millet olduğunu ve dünyaya adalet getir-mek için gönderilmiş şanlı ırkın evlatları olduklarının altını çizdi.

Bayrampaşa Belediye Başkanı Atila Aydıner, Başkan Türk dün-yasında Azerbaycan’ın yeri bambaşka olduğunu ve Karabağ’ın Azerbaycan’ın vazgeçemeyeceği topraklardan birisi olduğunu ifade eden Aydıner, 1988 de başlayıp 1994’te sona eren Karabağ savaşı içinde dinsel ,etnik veya siyasi nedenlerle bir gruba karşı yapılan şiddet hareketlerini ve sivil katliamlarını barındıran yakın tarihimizin en kanlı savaşlardan biri olduğunu hatırlattı ve Ak Parti Hükümetinin “Ermenistan Azerbaycan topraklarından çekilme-dikçe, Türkiye Ermenistan’a karşı olumlu bir adım atamaz” diyerek Ermenistan ile ilgili tavrını net olarak ortaya koyduğunu söyledi.

Azerbaycan’ın İstanbul Konsolosu Emma Heyda-rova Konferansı düzenleyenlere çok teşekkür ede-rek, Karabağ’ın geri alındığı zamanda böyle bir ka-labalıkta tekrar beraber olmayı arzuladıklarını belirtti.

Ünlü Komutan Ibad Huseynov yaptığı konuşmasında bu-rada olmaktan dolayı çok mutlu olduğunu ifade etti.”Türk olduğumdan çok gurur duyuyorum” diyerek salonda alkış tufanı koparken, damarlarında dolaşan kanın Türk kanı ol-duğunu ve Türk birliğinin korunması gerektiğini söyledi.

Konuşmaların ardından Azeri Sanatçılar kürsüde kısaca düşüncelerini belirttikten sonra birer şarkı seslendirerek sa-londakilere hoş bir vakit yaşattılar.. Plaket töreninin ardın-dan toplu hatıra fotoğrafı çekilmesiyle program son buldu.

Azerbaycanlı Kardeşlerimize BULTURK Der-neğinin faaliyetine katılımlarından dolayı kendile-rine teşekkürlerimizi ve şukranlarımızı sunuyoruz.

Briliant DADASHOVA, Azeri kızı GÜNEL, İrade İBRAHİ-MOVA; Elyane AHMEDOVA. Davetimize teşriflerinden biz-leri onurlandımalrından dolayı kendilerine teşekkür ediyoruz.Hollanda’nın Lahey şehrinde 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü dolayısıyla Karabağ sorunu ele alındı. Etkinliğe Azerbaycanlı millet-vekilleri Ganire Paşayeva ve Adil Aliyev konuşmacı olarak katıldı.

Hocalı soykırımı ile ilgili belgeselin gösteril-diği programda Ermeni işgalinde hayatlarını kaybe-den binlerce şehit için saygı duruşunda bulunuldu.

Programın ev sahipliğini yapan Dialooghuis Başkanı Ya-din Karabulut Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinde yapı-lan haksızlığı Lahey’den tüm dünyaya tanıtmak ve dert-lerine ortak olmak için bu programı düzenlediklerini söyledi.

Karabağlı bir milyon insanın 20 yılı aşkın süredir evlerinden uzak göçebe hayatı yaşadığını vurgulayan Karabulut, ‘Dünya-nın bu duruma seyirci kalmasını asla kabul etmiyoruz. Azerbay-can halkının, haklı davasında her zaman yanında yer alacağız.’ dedi.

ER MENİSTAN TÜM KARARLARA RAĞ -M E N İ Ş G A L D E N V A Z G E Ç M İ Y O R

Azerbaycan Milletvekili Ganire Paşayeva, Hollanda’nın dahil olduğu Avrupa sınırları içerisinde 20 yıl önce tüm dünyanın gözü önünde Avrupa Konseyi üyesi Ermenistan’ın, konseyin diğer üyesi olan Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sini işgal ettiğini ifade etti. Paşayeva, şöyle devam etti: ‘Bu işgal halen de devam ediyor. BM

Güvenlik Konseyi kararlarına Avrupa Konseyi Parlamenter Mec-lisi kararlarına Avrupa Birliğinin kararların, AGİT’in kararlarına rağmen Ermenistan işgalden vazgeçmiyor. Ama daha acısı bugün bir milyon insan yurtlarından sürülmüş durumda. Ermenistan etnik politika yürütmekte. 20 yıldır bu bir milyon insan evlerine döne-miyor. Anne-babalarının, çoluk-çocuklarını mezarını göremiyorlar bu insanlar. Bütün dünyaya Lahey’den sesleniyoruz. Bu insanla-rın acısını görün. Bir milyon insan evine dönemiyor ise bunu görün ve durdurmaya çalışın. Çünkü bu en büyük insan hakları ihlalidir. Eğer dünyada huzur yok ise herkes bu huzursuzluktan nasibini alır.’

Uluslararası örgütlerin Ermenistan’a baskı yapması gerekti-ğini ifade eden Paşayeva, ‘AGİT bu baskıyı yapabilir. Kendi aldık-ları kararların uygulanması için baskı yapsınlar yeter. BM Libya ile ilgili karar aldı ve 5 ila 6 gün geçmeden uyguladı. Ama 20 yıl önce aldığınız karar için baskı yapın diyoruz.’ şeklinde konuştu.

K A R A B A Ğ S O R U N U N U N Ç Ö Z Ü M Ü İÇİN SAVAŞ GİBİ BİR DÜŞÜNCEMİZ YOK

Azerbaycan Milletvekili Adil Aliyev ise bu tür programla-rın Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ sorununu gündeme getir-mesinde önemli yer teşkil ettiğini söyledi. Aliyev, ‘Bu soru-nun çözümü için Azerbaycan bütün kurumları ile yoğun bir

çaba göstermekte. Uluslararası camianın, AGİT’in buna kayıt-sız kalması bizi çok üzüyor. Biz bu sorunun barış yolu ile çö-zülmesi için çaba gösteriyoruz. Bu çabamız devam edecek. Ka-rabağ sorununun çözümü için savaş gibi bir düşüncemiz yok. Hollanda’nın bu soruna duyarsız kalmamasını ve bu sorunun çö-zümünde de aktif rol almasını istiyoruz.’ ifadelerini kullandı.

Karabağ Savaşı Sadece Azerbaycan’ın Değil, Bulgaristanın da Davasıdır

1

Türk Genç Yazarları Bakü’de Buluştu Rafet ULUTÜRK +

Dünya Türk Genç Yazarları Türk Dünyasının Şah Damarı Bakü’de “Geldik Gördük, Yazdık” adlı proje çerçevesinde bir araya geldiler

Bakü’de Dünya Türk Genç Yazarlar Birliği (DTGYB) Azerbaycan Cumhuriyeti Gençlik ve Spor Bakanlığı yanında Gençlik Fonu ve Avrasya Uluslararası Araştırmalar Enstitüsünün de desteği ile hayata geçirdiği, “Geldik, Gördük, Yazdık” Projesi kapsamında bir araya geldiler.

Türk Dünyası’nın her yerinden katılan Türk yazarlar kendi aralarında kültürel yakınlaşma, bütünleşme ve işbirliği yapmak, geliştirmek ve pekiştirmek amaçlı “Geldik Gördük, Yazdık” adlı projenin 05 – 11 Kasım 2012 tarihleri arasında Azerbaycan’ın Bakü kentinde temelleri atıldı. Burada asıl amaç Azerbaycan halkının sıkıntılarını, haklı oldukları Dağlık Karabağ sorununu ilk önce Azerbaycan dışında yaşayan Türklere ve ardından tüm acı gerçekliği ile dünya gündemine taşımaktır.

Bu proje adına, Balkanlar’dan Altaylar’a; Türkmenistan’dan Sibirya’ya; Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar, Türklerin yaşadığı her coğrafyadan gelen Türk Genç Yazarları bir araya geldiler. "Dilde, Fikirde ve İşte Birlik" şiarını hayata geçirmek için 12 devletten 18 delege bu toplantıya iştirak etti. +

Azerbaycan devleti dünya standartlarında Ben de İstanbul Atatürk havaalanından AZEL hava yolları ile yola çıktım. Azerbaycan

uçakları da kalite ve hizmet hususunda Türk Hava Yolları’na eriştiklerini gördüm. Teknolojinin son ürünleri kullanıldığına tanık oldum ve çok memnun kaldım. Ayni zamanda burada Azerbaycan devletinin dünya standartlarına ayak uydurduğunu görüyorsunuz. Hosteslerde çok saygılı ve bilgilendiriciydiler, bu kısa zamanda eskiden neredeyse hiçbir iz kalmamış. Yani dünyaya ayak uydurmada Azerbaycanlı kardeşlerimizi zirveye çıktıklarını görebilirsiniz.

Uçak yolculuğunda bulutların üzerine o yüksekliğe çıktığında bulutlar kendi esrarlı yerini kaybetmeye başlarlar. Ulaşılmaz olmalarından kaynaklanan bir hayranlığımız vardır bulutlara karşı fakat şimdi bulutların üzerinde dans etmiş bir şövalye olarak, bulutların öyle insandan daha yüce bir şeyler olmadığı hissine kapılıyor insan. Ayrıca kuşlarında istediği yöne uçabilmelerinden başka, uçağa binen insanlardan daha hür olduklarına inanmazsınız artık. Uçaktan inseniz de hürriyet bıçakla kesilir gibi kesilmez, tekrar havalanacağını bilmek teselli ediyor insanı. Ama her şeye rağmen yine de uçaktan inmek her şey için yeni bir başlangıçtır. Dilerim her uçağa binişim de bu başlangıçların iyi meyveleri ile sonuçlanmış olur.

+ Azerbaycan Devleti nereden nereye geldiği net olarak görünmektedir. İlk-1, 2 ve son 3 numarada

Page 13: Genç Bengü Gazetesi 4.Sayı

Türk Dünyasının Sesi 13

Çuvaş Türkçesi, Çuvaşistan bölgesinde Çuvaşlar ta-rafından konUşulan Türk lehçesidir. Türkçe’nin iki ana lehçesinden biridir. Günümüzde öbür Türk Leh-çelerine en uzak lehçe olan Çuvaş Lehçesi’nin önemli ses değişimleri vardır: Ş>L dönüşümü: “Taş” söz-cüğündeki ş, “l” harfine dönüşmüştür: çul (burada ayrıca t>ç ve a>u değişimleri de vardır.) Gümüş sözcüğünün Çuvaşçası “kamal” şeklindedir. A>U dö-nüşümü: Örneğin “at” sözcüğü Çuvaş Lehçesinde ut şeklindedir. Z>R dönüşümü: Örneğin “biz” kişi za-miri Çuvaşça’da ebir şeklindedir. ‘Örnekler: Türkiye Türkçesi “sekiz”, Çuvaşça’da sagár. “Siz” kişi zamiri Çuvaşça’da “ezir”. “Buzağı” sözcüğü Çuvaşça’da “páru” D>R dönüşümü: Örnekler: “ayak” sözcüğü-nün eski Türkçesi “adak” şeklindedir. Çuvaşça’da ayak sözcüğü a’nın u’ya, d’nin y’ye ve k harfinin yumuşak g’ye dönüşmesiyle şöyle bir gelişme iz-lemiştir: adak>urak>urağ>ura. Çuvaşça’da “ura” ayak anlamındadır. Koymak sözcüğünün eski Türk-çesi (kod-) şeklindedir. Bugünkü Çuvaşça’da o’nun u’ya, k’nin de sert h (x)’ye dönüşmesiyle (xur-) şek-lindedir. T>Ç dönüşümü: Bazı sözcüklerde olmaya-bilir. Bu değişime şu örneği verebiliriz: “taş” sözcü-ğünün Çuvaşçası çul şeklindedir. Bazı fiillerde bu tip değişmelere rastlamayabiliriz; dolmak fiilinin Çuvaş-çası (tul-) şeklindedir. K>Y dönüşümü: k>ğ>y şek-linde gelişmiştir. Bazı sözcüklerde vardır: “kan” söz-cüğünün Çuvaşçası “yun” şeklindedir. Çuvaş Türkleri oldukça değişik bir Kiril alfabesinde okuyup yazarlar.

Ç U V A Ş T Ü R K Ç E S İ

DTGB - Çuvaş Temsilcisi

İlkel Şamanizm’de, şaman ile tabibin aynı şahıs ol-duğu kabul görür. Doğu Türkistan Türkleri, Yakut-lar, erkek şamana oyun derler. Kırgız-Kazaklar’da şaman yerini tutan ve onun ödevlerini uygulayan ki-şiye baksı (görücü, gören, bakan) ya da bahşı denir.Günümüzde hâlâ yaşayan ve çok eski zamanlar-dan beri Türk kültüründe özenle yaşatılan bir ör-nek, Kazak, Kırgız, ve Altay Türklerinde `Baksı Dansı , `Karacorga olarak bilinen bir çeşit müzik - hareket terapi şeklidir. Bu seansı yöneten Baksı (görücü, gören, bakan) Ata ruhunun seçtiği ve gö-revlendirdiği bir kişi olarak toplumca kabul edil-miş, terapi seanslarındaki isabetli uygulamaları se-bebiyle kendisine saygı duyulan bir kimsedir.Baksı önce dua ile `Ata-ruhu`na iltica eder ve ya-vaş yavaş ilk bağlantıyı kurduğu yerden ayağa kal-karken diaresel şeklindeki el-kol hareketleriyle ruh-sal enerjiye konsantre olup, o enerjinin kollarında oluşmasına çalışır. Bu sırada Dombra , Kılkopuz, Şangobız, adlı enstrümanlar ve su sesi ile müzis-yenler kendisine eşlik eder. İkinci safhada adı geçen enerji omuzlara yöneltilir ve omuz hareketleri ile birlikte ritim ve melodi değişir. Fizik bedendeki son durak olan baş hareketi başladığında müzis-yenler ritmi ve melodiyi uygun şekilde icra ederler.Sonraki bölüm seansın en önemli yeri olup; Baksı, bu bölümde serbest ritim ve melodi ile sezgilerine yönelir ve doğaçlama dans ile trans (vecd, istiğrak, duyguların yücelmesi) haline girer. Trans sırasında hasta için neler yapılması gerektiğine ait bilgileri, sezgileri ile algılar ve uygular. Bu bölüm sonsuzluk ve ölümsüzlük, de-ğişmeyen bilgi ile bir olma bölümü olarak tarif edilir.Daha sonra dönüş başlar, baş, omuz ve kol hareket-leri sıra ile uygulanıp yer bağlantısı sonucu oturularak seansa son verilir. Süreyi genellikle Baksı tayin eder.

KARACORGA - BAKSI OYUNUDTGB - Чылтыс Таннагашева

“10 bin nüfuslu Hocalı’da olaylar sırasında yaklaşık 3.000 Azeri bulunmaktaydı. Saldırıda ölenler hakkında verilen resmi rakam 613 kişi olmakla birlikte, katledi-len toplam Azeri sayısının 1.300 kişi olduğu söylen-mektedir. Saldırılar sırasında Hocalı’da yaşayan Ahıska Türkleri de evlerinde yakılarak öldürülmüştür. Kadın, çocuk ve yaşlılar da dahil olmak üzere siviller katledil-miştir. Katliamın ilk gecesinde sekiz aile bütün fertle-riyle öldürülmüş, 700’den fazla çocuk anne ya da ba-basını kaybetmiştir. Yaralılar ise 1.000’in üzerindedir...”

Hocalı, Dağlık Karabağ bölgesinin en önemli te-pelerinden birinde bulunan bir kasabadır. Bu ne-denle stratejik önemi vardır. Bu bölge yıllar-dır Azerbaycan ile Ermenistan arasında sorunun yaşanmasına nede olmuş, Ermenistan’ın böl-geye defalarca saldırı ve işgallerine maruz kalmıştır.

1991 Yılında Sovyetler Birliği dağılınca Dağlık Ka-rabağ bölgesi Parlamentosu bağımsızlığını ilan et-miştir. Öte yandan 1988 yılından beri Azerbaycan ile Ermenistan arasında süren çatışmalar sonucu bir mil-yona yakın Azeri kendi topraklarında göçmen duru-munda yaşamak zorunda kaldı. Azerbaycan toprak-larının % 20’si işgal edildi. İşgal, Birleşmiş Milletler tarafından alınan kararlarda da onaylandı. Bu karar-larda Ermeni kuvvetlerinin Yukarı Karabağ’daki işgale son vermeleri istendi. Ancak Amerika, Rusya gibi dev-letlerin BM kararlarında çekimser kalmaları, işgalin or-tadan kalkmasını engelleyen en önemli faktör oldu.

1990 yılının Ağustos ve Eylül aylarında Ermeni-ler saldırılarını doğrudan Azerilere yöneltmeye başla-mışlar, otobüs baskınları, yol kesme gibi terör eylem-lerine kalkışmışlardır. 1990 yılı başlarında yaklaşık 186 bin Azeri, Ermenistan’dan Azerbaycan’a gitmeye zorlanmıştır. Ekim 1991’de ilk Azeri köyü Ermeni-lerce ele geçirilmiştir. Hocalı Katliamı, Rus askerleri-nin desteğiyle 25–26 Şubat 1992’de Hocalı’ya ulaşan Ermeni kuvvetlerince gerçekleştirilmiştir. Rusya olay-larla ilgisinin olmadığını iddia etse de, Rus ordusuna ait 366. alayın 1991’in sonbaharından beri Ermenilerin sa-fında savaştığı, alaydan kaçan askerlerce doğrulanmıştır.

Katliam sonrası cesetler üzerinde yapılan inceleme-lerde cesetlerin birçoğunun yakıldığı, gözlerinin oyul-duğu, başları kesildiği görülmüştür. Hamile kadın-lar ve çocukların da maruz kaldığı tespit edilmiştir.

Katliam esnasında birliklere komutan-lık yapsınlar diye eski ASALA eylemcile-rinin de kullanıldığı açıkça bilinmektedir.

1994 yılında iki taraf arasında ateşkes ilan edilmiştir. Savaş sonrası çözüme kavuşturulamayan bir diğer sorun da, ülke içerisinde yerinden edilen ya da sığınmacı du-rumuna düşen bir milyon civarı Azeri’dir. Bunların bü-yük bir çoğunluğu Azerbaycan sınırları dahilinde yaşa-

maktadırlar. Azerbaycan nüfusunun %10’undan fazlası ülke içinde yerinden edilmiş sığınmacılardan oluşmak-tadır ki bu, kişi başına dünyada yerinden edilmiş en büyük nüfus hareketlerinden biri anlamına gelmekte-dir. Bu insanlar hâlâ Ermenilerce işgal edilen toprak-larda bulunan evlerine geri dönmeyi beklemektedirler.

Azerbaycan Cumhuriyeti’nde yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalan veya başka ülkelerden Azerbaycan’a ge-len Azerbaycan vatandaşları, Azerbaycan hükümeti tara-fından “göçkün” olarak adlandırılmaktadır. Sorunlarına hâlâ kalıcı çözümler bulunamayan göçkünler; mesken, iş, yiyecek, sağlık, eğitim ve can güvenliği gibi birçok so-runla karşı karşıyadırlar. Bu kişiler Bakü ve çevresinde, zor koşullar altında çadırlarda, barakalarda, okul ve yurt-larda, pansiyonlarda, dükkanlarda, yük vagonlarında, hatta yol kenarlarında yaşam mücadelesi vermektedirler.

İnsan Hakları İzleme Örgütü olayı Dağlık Karabağ Savaşı içerisinde yapılan en büyük katliam olarak ni-telemiştir. Azerbaycan Parlamentosu 1994’te Hocalı’da yaşanan katliamı “soykırım” olduğunu ilan etti.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin 30 üyesi (12 Türkiye, 8 Azerbaycan, 3 Birleşik Krallık, 2 Arna-vutluk, 1 Bulgaristan, 1 Lüksemburg, 1 Yugoslavya Fe-deral Cumhuriyeti, 1 Makedonya Cumhuriyeti, 1 Nor-veç, 1 Polonya) tarafından imzalanan, “Ermenistan tüm Hocalıları öldürdüler ve tüm şehri harap ettiler” ifade-sinin de yer alan ve 19. yüzyılın başlarından beri Er-menistan tarafından Azerilere karşı işlenen soykırım olarak tanınmaya adım atılması gerektiğini bütün par-lamento üyelere söyleyen 324 nolu bildiri yayımladı.

51 ülkenin parlamenterlerinden olu-şan “İslam İşbirliği Teşkilatı Parlamento-lar Birliği” olayları soykırım olarak tanımıştır.

Hocalı Katliamı nasıl ve neden olmuştur?

Page 14: Genç Bengü Gazetesi 4.Sayı

14 Türk Dünyasının Sesi

DTGB - DÜNYA’DAKİ TEMSİLCİLERİMİZRomanya Dincer GeaferAmerika-New York:Terken HACALOĞLUKırgısistan Edil Marlis UuluKazakistan- Dosay KenjetayAfganistan: Mustafa K.MAHDUMAhıska Türkleri: Paşali SeferoğluAltay: Katya TıdıkovaAvrupa: Orhan KutluIAzerbaycan: Akber Yolçiyev (Qoşalı)Balkarya: Alim HubolovBaşkurtistan: Florid BagayevBatı Trakya: Cemil KapzaBayır-Bucak: Sami YıldırımBulgaristan: Semra HüseyinCuvaşistan(Rusya) :Oleg TcyplenkovDoğu Türkistan: Erkin EmetFin-Ugor: Vasili PetrovGagauzya: Oleg Federovich GarizanHakasya: Lev NerbışevHollanda: Serdar Can Karacay: Hasan HalkkoçKırım: Eskender BariyevSibirya Omsk Altınay JunusovaŞor (Rusya) Cıltıs Tannagasheva Nogay (Rusya) Yangurchi Adzhiev KKTC Ercan Arıklı Tataristan (Rusya) Bulat Gatin Türkmenistan Murat Toylyyev

İsmail Gaspıralı Gençlik Teşkilâtı.......................................................................Kırgız Gençleri Birliği Dünya Genç Türk Bilimadamları BirliğiCümbüş-İ Milli İslami Gençlik Teşkilatıist. Vatan CemiyetiKan-Kerede Altay Gençler BirliğiAvrupa Türk FederasyonuGençlik Teşkilatları Millî ŞurasıAnt Gençler TeşkilatıBaşkurt Gençleri İttifakıGümülcine Türk Gençler BirliğiBayır Bucak Türkmenleri DerneğiUfuk Vakfı - Sofya Suvar Çuvaş Gençleri BirliğiDünya Uygur KurultayıMofun - FİN-UGORAnadili Gençler CemiyetiTun Gençlik TeşkilatiTürk EviKaraçay VakfıQardaşlık Kırım Tatar Gençleri BirliğiVahdet Türk Gençleri TeşkilatıŞor Millî Kültür MerkeziBirlik Nogay Gençleri TeşkilatiTürk-Bir DerneğiAzatlik Tatar Gençleri BirliğiMahtumkuli Düşünce Topluluğu

www.gencbengu.org/[email protected] Tel:0090 212 511 63 47İmtiyaz Sahibi - DTGB

Genel Başkan-Ekrem Abdullayev

Yazı İşleri MüdürüAbidin HACİEV

Yazı İşleri Müd.Yrd.

İsmail ERDEMSemiha AHMET

Genel Yayın YönetmeniRafet ULUTÜRK

Genel Yayın MüdürüSemra HÜSEYİN

Yayın DanıSmanları:Prof. Dr. Hayati DURMAZDr. Ganira PAŞAYEVA Dr. Mustafa KAHRAMANProf. Dr. Emin ÇARIKÇIProf. Dr. Ahmet ÇOLAKYakub DELİÖMEROĞLUDoc..Dr..Kutluk KaanSÜMERMustafa K.MAHDUM

Dr.Nedim BİRİNCİAygun HASANOĞLU

Haber Sorumlusu: Nafiye YILMAZHukuk Danışmanı: Seniha MERTEkonomi Müdürü: Mujgan DENİZİstihbarat Müdürü: Elşat ABDULLAYEVEğitim Sorumlusu: M.ustafa K.MAHDUMGörsel Yönetmen: Nedim BİRİNCİNKültür-Sanat: Murat TOYLUİSpor Müdürü: İbrahim SOYTÜRKArt Direktör: Samet ERDEMİnternet Müdürü: Murat ULUTÜRKHalkla İlişkiler: Neriman ERALPReklam Müdürü: Nihat KAHRAMAN

İrtibat Bürosu: (500 Evler) Yıldırım Mh. Şehit Kamil Balkan cad. No: 114 / A 500 Evler - Bayrampaşa / İST.Bayrampaşa - Adaparkın üstü - Palmyalar durağın altıTel: 0212 581 78 08 // 511 63 47 - Fax:0212 511 33 91

[email protected] Star Medya Yayıncılık A.Ş.

Teknik Hazırlık: Murat ULUTÜRK

Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder.Yazarlar yazılarından sorumludur.www.genbengu.org

BTürk Dünyasının Sesi

ENGÜ

Doğalgaz zengini Türkmenistan, Güney Türkistan top-rakları üzerinde yerleşen, 12 milyon Türk’ü yaşadığı ya-kın komşusu Afganistan ile gaz alım-satım anlaşması im-zaladı. Türkmen gazını Afganistan üzerinden Pakistan ve Hindistan’a taşıyacak olan TAPI boru hattı projesi kap-samında iki ülke arasında doğalgaz anlaşması imzalandı.Aşkabat’ta projeye taraf ülkelerin bakanları-nın katıldığı 17. toplantıda konsorsiyum kurul-ması kararı alındı. Toplantıda TAPI LTD Konsor-siyumu kurulması yönünde protokol imzalandı.Türkmenistan söz konusu anlaşmayı daha önce de Pakistan ve Hindistan ile imzalamıştı.TAPI top-lantısı için Aşkabat’ta bulunan Hindistan Petrol ve Doğalgaz Bakanı Marpadi Veerappa Moily ile Pakistan’ın petrol ve tabii kaynaklardan sorumlu Dev-let Bakanı Jam Kamal Khan, Devlet Başkanı Gur-banguli Berdimuhamedov tarafından kabul edildi.

1993 yılında başlayan Türkmen gazının Güney Asya’ya ulaşmasını öngören proje, son birkaç yıl içinde hızlandı-rıldı. Projeye katılan ülke bakanları düzeyinde yapılan gö-rüşmeler, sonucunda projede önemli gelişmeler elde edildi.ABD’nin Chevron, Exxon Mobil, İngiltere’nin British Pet-rolium, BG Group, Almanya’nın RWE ve Malezya’nın Petronas şirketleri bu projere yer almak istediği açıklandı.

Türkmenistan ile Afganistan Arasında doğalgaz anlaşması

Atatürk Kültür Merkezi’nin, en önemli etkinliklerinden biri olan Uluslararası Türk Kültürü Kongresi’nin 2013 yılı konusu “Kültürel Miras” olarak belirlendi. Kongre 24-27 Ekim 2013 tarihleri arasında “2013 Türk Dün-yası Kültür Başkenti” ve “Somut Olmayan Kültürel Mi-ras Dünya Başkenti” ilan edilen Eskişehir’de yapılacak. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, iletişim tek-nolojilerindeki baş döndürücü gelişmeler ve tüm dün-yayı etkisi altına alan küreselleşme süreci, toplum-ların kültürleri üzerinde hızlı ve köklü dönüşümlere yol açmıştır. Bu sürecin, bir taraftan kültürel gelişi-min önünü açarken bir taraftan da kültürel renklerin birer birer yok olmasına ve tek bir kitle kültürünün oluşmasına doğru gitmesi, kültürel mirası yaşatmaya yönelik milli ve milletler arası çabaları artırmıştır. Türk kültür coğrafyasında kültür emanetlerinin ko-runması, her tür tahribatın engellenmesi ve Türk kül-tür değerlerinin uluslararası kamuoyuna tanıtılması, yaşatılması, araştırılması konusundaki tarihi ve gün-

cel tecrübeyi tartışarak günümüze ve geleceğe ışık tut-mak amacıyla tertiplenen Kongre, Türk Dünyası Kül-tür Başkentliğinin en önemli faaliyetlerinden biri olacak. Kongrede yeni bilgi ve yorumlar içeren, özgün, bi-limsel bildirilere, çağrılı uzmanların konferanslarına, pa-nel ve poster sunumlarına yer verilecektir. Katılmak iste-yenler bildiri, panel ve sunum özetlerini Atatürk Kültür Merkezi’nin [email protected] adresine, 15 Ara-lık 2012 tarihine kadar e-posta yoluyla iletebilirler. Bildiri konularının ana başlıkları; Kültürel ve Do-ğal Miras, Kültür Politikaları ve Yönetimi, Kültü-rel Miras ve Kimlik, Kültürel Mirasın Korun-ması, Hayata Kazandırılması ve Tanıtılması, Kültür Ekonomisi ve Endüstrisi’nden oluşmaktadır. 15 Aralık 2012 tarihine kadar gönderilecek bildiri özetlerinden kabul edilenler 15 Ocak 2013 tarihinde açıklanacak. Katılımcıların 31 Ağustos 2013 tarihine kadar bildirilerini göndermesinin ardından sempoz-yum programı 15 Eylül 2013 tarihinde belirlenecek.

Türk Kültürü Kongresi

Eskişehir ile Kırım Özer Cumhuriyeti’nin Rus Çarlığı tarafından ismi değiştirilme-yen tek kenti olan Bahçesaray şehri arasında ‘kar-deş şehir ve kültürel işbirliği’ anlaşması imzalandı. Anlaşma nedeniyle Türk dünyası birliği fikrini ilk gündeme getiren Kırım’ın efsanevi kültür adamla-rından İsmail Gaspralı’nın Bahçesaray Şehri’ndeki ev’inde imza töreni düzenlendi. Gaspralı’nın Tercü-man Gazetesi’ni 35 yıl boyunca hazırlayıp dünyanın dört bir yanındaki Türk devletlerine gönderdiği evin-deki törene 2013 Eskişehir Türk Dünyası Kültür Baş-kenti Ajansı Yönetim Kurulu Başkanı ve Eskişehir Va-lisi Dr. Kadir Koçdemir, Eskişehir Milletvekilleri Ülker Can, Ruhsar Demirel, Kazım Kurt ve Türkiye’nin Odesa Başkonsolosu Hüseyin Ergani katıldı. Törende konuşan Bahçesaray Valisi İlmi Umuref, Kı-rım Türklerinin 150 yıl önce Eskişehir’e göçtüğünü hatırlattı. Bu bağlamda Eskişehir halkı ile Bahçesa-ray halkının tam 150 yıldır sağlam temelle oturmuş bir kardeşliğinin olduğunu kaydeden Vali Umuref, İs-mail Gaspralı’nın Kırım için önemli olduğun da iki şe-hir arasındaki anlaşmayı da burada yaptıklarını belirtti. Eskişehir Valisi Dr. Kadir Koçdemir’de, söz ko-

nusu anlaşma ile iki şehir arasında güzel işlerin, ilişki-lerin başlangıcının adımlarının atıldığını vurguladı. Bu anlaşmanın daha iyi faydalarını iki şehir halkının to-runlarının göreceğinin altını çizen Vali Koçdemir, “ 2013 Kültür Başkenti seçilen Eskişehir’den Kırım Türklerine selam getirdik. Kültür başkentliği projesi ile İsmail Gaspralı’nın meşhur Türk dünyası birliği düşüncesini de hayata geçireceğiz.” diye konuştu. Bahçesaray Belediye Başkanı Valentina Kıreşgina ise anlaşmadan dolayı mutlu olduklarını ifade ederek, Eskişehir’de Kırım Türkleri için yapılan çalışmalardan dolayı büyük memnuniyet duyduklarını dile getirdi. Yapılan konuşmaların ardından Eskişehir Valisi Koç-demir ile Bahçesaray Valisi Umuref, iki şehir arasın-daki ‘kardeş şehir ve kültürel işbirliği’ protokolünü imzaladı. Anlaşma çerçevesinde bundan böyle Bahçe-saray ile Eskişehir arasında, sosyal, kültürel ve ekono-mik alanda çeşitli projeler üretilerek yerine getirilecek. Anlaşma töreni sonunda, her iki vali birbirlerine gü-nün anlamına binaen çeşitli hediyeler takdim etti.

Bahçesaray ile Kardeş Olduk

Osmangazi Üniversitesi Kongre ve Kültür Merkezi’nde 30 Ocak Çarşamba Saat 20.00’da gerçekleşecek konser, ücretsiz ve halka açık olacak.Kendi Sazlarını İmal EdiyorlarTopluluk sanatçıları, Anadolu klasik

ve halk çalgılarının yanı sıra, dombıra, dutar, kılkopuz, rübab, tar, garmon, gıcek, morinhur, santur, bızançi, ce-tigen, sıbızgı, şankopuz, çeng gibi Orta Asya Türklerinin çalgılarını da kullanıyorlar. Bu çalgıların birçoğu, topluluğun bünyesinde yer alan çalgı yapım atölyesinde imal ediliyor.Türk Dünyasının ortak kültürel

değerleri içerisinde çok önemli yer tu-tan geleneksel müziğin popüler müzik kültürü içerisinde eriyip yok olmadan korunmasına ve yaşatılmasına gay-ret gösteren Türk Dünyası Müzik Topluluğu, yöresel müzik icralarındaki üslup ve lehçeyi tahrip etmeden yansıtırken, düzenleme ve stili ile de çağdaş bir çizgi yakalama yolunda çalışmalarını sürdürüyor. Bu çalışma, Türk Dünyasının zengin

müzik kültürünü hem dünyaya, hem de farklı coğrafyalarda yaşayan Türk Topluluklarına tanıtma yolunda atılmış önemli bir adım olarak nitelendiriliyor.

Türk Dünyasını Yaşatan Ezgiler E s k i ş e h i r ’ d e

Bilgilendirme

2013 TDKB Ajansı tarafından düzen-lenen konserde sahne alan Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara Türk Dünyası Müzik Topluluğu, seslendirdiği şarkılarla izleyenleri Balkanların yeşilinden Orta Asya’nın bozkırlarına uzanan bir gönül yolculuğuna çıkardı. Osmangazi Üniversitesi Kongre ve

Kültür Merkezindeki konsere Vali ve 2013 TDKB Ajansı Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Kadir Koçdemir, 1. Hava Kuvveti ve Garnizon Komutanı Ko-rgeneral Abidin Ünal, Cumhuriyet Başsavcı Vekili Turhan Turunç, ES-OGÜ Rektörü Prof. Dr. Hasan Gönen, İl Genel Meclisi Başkanı Ahmet Yapıcı, İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Yusuf Balcı ile çok sayıda davetli katıldı. Gönül Birliğinin Sesleri Sahneye şef İrfan Gürdal Yönetiminde

çıkan Türk Dünyası Müzik Topluluğu, Azerbaycan’ın mahnılarından Kırım türkülerine, Tuva’nın halk türkülerin-den Kırgızistan’ın ‘ır’ına kadar Türk Dünyasının gönül birliğini bu defa da ezgilerle gözler önüne serdi. Seslendirdikleri son şarkı ile bir-

likte topluluk, izleyiciler tarafından uzun süre alkışlandı. Vali Dr. Kadir Koçdemir programın sonunda, Toplu-luk Müdür Şengül Kafalı Karasu ile Şef İrfan Gürdal’a birer çikek takdim ederek teşekkür etti.

B a l k a n l a r d a n O r t a Asya’ya Müziğin Her Rengi

Bilgilendirme

Page 15: Genç Bengü Gazetesi 4.Sayı

Türk Dünyasının Sesi 15

BULTÜRK Derneğinin Türk Dünyasından Faaliyetleri

Azerbaycanı Türk Dünyasından Koparmak

Page 16: Genç Bengü Gazetesi 4.Sayı

Nogaylar... Nogayçayı (Kendi de-yimleri ile ayakşay ‘’ayak= tas de-mek ‘’) yapıyorlar...Nogay çayı çeşitli Türk yurtlarında ‘’akçay, katıkçay, ta-tarçayı’’ gibi adlandırmalarla günü-

müze gelmiş süt,tuz ,çay,karabiber, tuz,tereyağı ve karanfil ile yapılan bir tür Türk çayıdır. Ayrıca aynı çaya Tuva’da Han Çay deniliyor. Янгурчи Аджиев Yangurçi Adjiev

Türk Dünyasının Sesi

ENGB ÜG E N Ç

1900’ler.. . Bestav bölgesinde

Altınorda tamgası ile Tataristan Bayrağı !

8 Köşeli Türk Yıldızı ’nın Anlamı.

G ö k t a ñ r ı , b e ñ g ü y u r d a g ü ç v é r !

Türk Dünyası Mahallesi İçin İlk Adım2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti

Ajansı Yönetim Kurulu yeni yılın ilk toplantısını, Dr. Vali Kadir Koçdemir başkanlığında Anadolu Üniversitesi Rek-törlük Toplantı Salonunda gerçekleştirdi.

Toplantıya Koçdemir’in yanı sıra An-adolu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Davut Aydın, Osmangazi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hasan Gönen, San-ayi Odası Başkanı Savaş Özaydemir, İl Genel Meclisi Başkanı Ahmet Yapıcı, Odunpazarı Belediye Başkanı Burhan Sakallı, ESOGÜ eski Rektörü Prof. Dr. Fazıl Tekin, Esnaf ve Sanatkâr-lar Odaları Birliği Başkanı Ekrem Birsen ile Vali Yardımcısı ve Ajans Genel Sekreteri Azmi Çelik katıldı.

Vali Koçdemir toplantının açılışında, bugüne kadar yapılan çalışmalar hakkında Yönetim Kurulu Üyelerine bilgi verdi. Nevruzla birlikte; Mart ayının sonunda yapılması planlanan açılış töreni için yürütülen teknik hazırlıkları aktaran Koçdemir, Kültür ve Turizm Bakanlığı,

TİKA ve Yunus Emre Enstitüsü gibi il-gili kurum ve kuruluşlarla yıl boyunca ortaklaşa hayata geçirilebilecek çalışma taslaklarını da gündeme getirdi.

UNESCO ile KoordinasyonToplantıda bu yıl Mayıs ayında

gerçekleşecek Yunus Emre Kültür ve Sanat Haftası etkinliklerinin Türk Dünyası Kültür Başkentliği kapsamında yapılması ve Somut Olmayan Kül-türel Miras Başkentliği çalışmalarının da UNESCO ile koordinasyon içinde yürütülmesi karara bağlandı.

Atatürk ve Türklerin Saklı Tarihi Bildiklerinizi unutmaya ve geçmişi

“özgürce” yeniden düşünmeye hazır mısınız?• Atatürk’ün “şaşırtan” tarih bilgisinin

“sırrı” nedir?• Atatürk, Türk Tarih Tezi’ni neden ve

nasıl geliştirmiştir?• Türk Tarih Tezi’nin “gizlenen”

kaynakları nelerdir?• Türk Tarih Tezi, “ırkçı mıdır?” “anti-

demokratik midir?” “bilim dışı mıdır?”• Türk Tarih Tezi’yle Atatürk Milliyetçiliği

arasında nasıl bir ilişki vardır?• Orta Asya Türkleri gerçekten de

“göçebe” ve “yağmacı” topluluklar mıdır?• Türkler Anadolu’ya 1071’de mi

gelmiştir?• Hattiler, Hititler, Frigler, Hurriler ve

Urartular, Türk müdür?• Hakkâri Taşları’nın Sırrı Nedir?• Tarih kitaplarında neden Turukku

Devleti ve Turki Krallığı’ndan hiç söz edilmez?• Sümerler Türk müdür? Bu tezin bilin-

meyen kaynakları nelerdir?• Antik kaynaklarda ve kutsal kitaplarda

“Türk” adı geçer mi?• Emperyalizm, ırkçılık ve Batı merkezli

tarih arasında nasıl bir ilişki vardır?• Atatürk, Batı merkezli tarihe neden ve

nasıl başkaldırmıştır?• Güneş Dil Teorisi’nin bilinmeyenleri

nelerdir?

• Atatürk, “kafatası ölçümleri”, “kan grubu” ve “parmak izi” tahlilleri yaptırmış mıdır?• Mimar Sinan’ın mezarı neden

açılmıştır?• Türk Tarih Tezi, neden ve nasıl ortadan

kaldırılmıştır?Ve daha pek çok sorunun cevabı Atatürk

ve Türklerin Saklı Tarihi’nde...“Türk milleti! Sen Anadolu denilen

yurda sonradan gelme değil, ilkyerleşip medeniyet kuranların

çocuklarısın.” Mustafa Kemal ATATÜRK