genç Öncüler/ tesettür / 81

40
Sahibi PINAR YAYINLARI Tic. ve San. Ltd. Şti. Adına İlhan Gündoğdu Sorumlu Yazı İşleri Müdürü İsmail Memiş Yayın Sorumlusu Nihal AÇIKEL Yayın Kurulu Ali Tarık PARLAKIŞIK Betül BABACAN Burak KALPAKLIOĞLU Fatma Büşra ÖZKAN Fatma Nihan DOĞAN Furkan YAMAN Mahmut Erkam ŞAHİN Muhammed TUTKUN Rumeysa Firdevs BULUT Sabâhat BOYNUKALIN Talha İNANÇ Uğur DEMİREL Usame SARIYAŞAR Zeynep TOPUZ Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Abdullah KELEŞ Ali Murtaza KAYA Ayşegül AÇIKEL KOÇOĞLU Dücane DEMİRTAŞ Ebrar DOĞAN Mahmut Yusuf MAHİTAPOĞLU Melike YURT Mustafa TOLGA Nesibe KANUNİ Orhan ÖZER Şükrü KABA Yusuf TALHA Zeynep SAÇAN Adres Alay Köşkü Cad. Küçük Sk. Civan Han No:6/3 Cağaloğlu - Fatih / İSTANBUL [email protected] Grafik Tasarım Tekin Öztürk www.tekinozturk.com.tr Baskı Şenyıldız Matbaacılık Gümüşsuyu Cad. No:3 Kat:1 Topkapı-İstanbul Tel: (212) 483 47 91 Selamun Aleyküm Arkadaşlar, B u yılın son sayısında, yıllardır Müslümanların gündeminde yer tutan ve hakkında kronikleşen tartışmalar yapılan bir konuyu ele alıyoruz: “tesettür”. Çoğu kişi tesettürü sadece kadına mahsus bir kavram gibi algılarken, kimileri bir adım daha ileri gidip sadece kadı- nın başörtüsüne kadar indirgiyor. Üzerine okuduğumuz, yazdığımız, dinlediğimiz onca şeye rağmen yaşantılarımızda tesettürümüzün hak- kını verebilmek adına gereken dirayeti gösteremiyoruz maalesef. Bu noktadan yola çıkarak, özellikle kıyafet ve yeme-içme üzerinden kişi- lere bir imaj vaad eden tüketim kültürüne karşı sağlam durabilmek ve tesettürü dahi moda unsuru olarak ele alan zihniyetin etkisini bertaraf edebilmek için asıl kaynaklarımıza dönüp konuyu geniş bir şekilde ele almayı amaçladık. Tesettürü kavramsal açıdan inceleyen, tarihçesini anlatan, erkeğin ve kadının bu konuda ayrı ayrı dikkat etmesi gereken hususları be- lirten birçok yazıyla konuyu farklı alt başlıklarda mercek altına aldık. Gündem sayfasında ise geçtiğimiz ayın en çok konuşulan meselelerin- den olan ve Taksim’de kutlanmasına izin verilmeyen 1 Mayıs Emekçi Bayramı’nın tarihsel sürecine dair bir yazı yer alıyor. Gündemin bir diğer önemli konusu olan akil adamlar meselesi de gazetecilerin, aka- demisyenlerin kısa kısa demeçlerinin derlenmesiyle oluşan Basından Yansıyanlar bölümünde incelendi. Bunların yanı sıra, çeşitli konular üzerine denemeler, kültür-sanat, şiir, İslami kavramlar bölümleri de ilerleyen sayfalarda yer almakta. Mayıs-Haziran sayısı ile bu dönemi sonlandırıyoruz. Hem kendi- mizi geliştirmek adına araştırmalar yapmak, okumak, yazmak, çizmek; hem bildiklerimizi aktarmak adına bir mecra olarak gördüğümüz der- gimizle inşaAllah faydalı işlere vesile olabilmişizdir. Son olarak, yaz aylarına girdiğimiz şu günlerde hem Ramazan’ı hem yaz tatilini daha bereketli geçirebilmek adına iki duyurumuz var. Araş- tırma ve Kültür Vakfı’nda 17 Haziran-26 Temmuz arasında, ilköğretim çağındaki öğrencilere yönelik Salıncak Çocuk Kulübü Yaz Okulu’na; 15 Haziran-29 Haziran arasında lise ve üniversite öğrencilerine yönelik Çanakkale Yaz Kampı’na sizleri, kardeşlerinizi ve yakınlarınızı davet ediyoruz. Bir sonraki sayımızla Eylül’de tekrar görüşebilmek duasıyla… Allah’a emanet olun. May›s-Haziran’13 1

Upload: furkan-gencoglu

Post on 07-Apr-2016

241 views

Category:

Documents


3 download

DESCRIPTION

Genç Öncüler Tesettür Sayısı

TRANSCRIPT

Page 1: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

SahibiPINAR YAYINLARITic. ve San. Ltd. Şti. Adınaİlhan Gündoğdu

Sorumlu Yazı İşleri Müdürüİsmail Memiş

Yayın SorumlusuNihal AÇIKEL

Yayın KuruluAli Tarık PARLAKIŞIKBetül BABACANBurak KALPAKLIOĞLUFatma Büşra ÖZKANFatma Nihan DOĞANFurkan YAMANMahmut Erkam ŞAHİNMuhammed TUTKUNRumeysa Firdevs BULUTSabâhat BOYNUKALINTalha İNANÇUğur DEMİRELUsame SARIYAŞARZeynep TOPUZ

Bu Sayıya Katkıda BulunanlarAbdullah KELEŞAli Murtaza KAYAAyşegül AÇIKEL KOÇOĞLUDücane DEMİRTAŞEbrar DOĞANMahmut Yusuf MAHİTAPOĞLUMelike YURTMustafa TOLGANesibe KANUNİOrhan ÖZERŞükrü KABAYusuf TALHAZeynep SAÇAN

AdresAlay Köşkü Cad. Küçük Sk. Civan Han No:6/3Cağaloğlu - Fatih / İ[email protected]

Grafik TasarımTekin Öztürkwww.tekinozturk.com.tr

BaskıŞenyıldız MatbaacılıkGümüşsuyu Cad. No:3 Kat:1Topkapı-İstanbulTel: (212) 483 47 91

Selamun Aleyküm Arkadaşlar,

B u yılın son sayısında, yıllardır Müslümanların gündeminde yer

tutan ve hakkında kronikleşen tartışmalar yapılan bir konuyu

ele alıyoruz: “tesettür”. Çoğu kişi tesettürü sadece kadına mahsus bir

kavram gibi algılarken, kimileri bir adım daha ileri gidip sadece kadı-

nın başörtüsüne kadar indirgiyor. Üzerine okuduğumuz, yazdığımız,

dinlediğimiz onca şeye rağmen yaşantılarımızda tesettürümüzün hak-

kını verebilmek adına gereken dirayeti gösteremiyoruz maalesef. Bu

noktadan yola çıkarak, özellikle kıyafet ve yeme-içme üzerinden kişi-

lere bir imaj vaad eden tüketim kültürüne karşı sağlam durabilmek ve

tesettürü dahi moda unsuru olarak ele alan zihniyetin etkisini bertaraf

edebilmek için asıl kaynaklarımıza dönüp konuyu geniş bir şekilde ele

almayı amaçladık.

Tesettürü kavramsal açıdan inceleyen, tarihçesini anlatan, erkeğin

ve kadının bu konuda ayrı ayrı dikkat etmesi gereken hususları be-

lirten birçok yazıyla konuyu farklı alt başlıklarda mercek altına aldık.

Gündem sayfasında ise geçtiğimiz ayın en çok konuşulan meselelerin-

den olan ve Taksim’de kutlanmasına izin verilmeyen 1 Mayıs Emekçi

Bayramı’nın tarihsel sürecine dair bir yazı yer alıyor. Gündemin bir

diğer önemli konusu olan akil adamlar meselesi de gazetecilerin, aka-

demisyenlerin kısa kısa demeçlerinin derlenmesiyle oluşan Basından

Yansıyanlar bölümünde incelendi. Bunların yanı sıra, çeşitli konular

üzerine denemeler, kültür-sanat, şiir, İslami kavramlar bölümleri de

ilerleyen sayfalarda yer almakta.

Mayıs-Haziran sayısı ile bu dönemi sonlandırıyoruz. Hem kendi-

mizi geliştirmek adına araştırmalar yapmak, okumak, yazmak, çizmek;

hem bildiklerimizi aktarmak adına bir mecra olarak gördüğümüz der-

gimizle inşaAllah faydalı işlere vesile olabilmişizdir.

Son olarak, yaz aylarına girdiğimiz şu günlerde hem Ramazan’ı hem

yaz tatilini daha bereketli geçirebilmek adına iki duyurumuz var. Araş-

tırma ve Kültür Vakfı’nda 17 Haziran-26 Temmuz arasında, ilköğretim

çağındaki öğrencilere yönelik Salıncak Çocuk Kulübü Yaz Okulu’na;

15 Haziran-29 Haziran arasında lise ve üniversite öğrencilerine yönelik

Çanakkale Yaz Kampı’na sizleri, kardeşlerinizi ve yakınlarınızı davet

ediyoruz.

Bir sonraki sayımızla Eylül’de tekrar görüşebilmek duasıyla…

Allah’a emanet olun.

May›s-Haziran’13 • 1

Page 2: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

3022

04 ÜMMET BİZİ BEKLİYORFİRDEVS BÜŞRA KALUÇ

08

Mayıs-Haziran 2013 • Sayı 81 • Yıl 11

TESETTÜRÜNTARİHÇESİ

DÜCANE DEMİRTAŞ

TESETTÜRM. YUSUF MAHİTAPOĞLU

Türkıye’de ve Dünyada 1 Mayıs’a

Kısa Bir BakıSBETÜL BABACAN TARİH ALGISI

ADIMLARIMUSTAFA TOLGA

2 • May›s-Haziran’13

Page 3: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

26

Tesettürün Tarihçesi/ Dücane Demirtaş ............................................. 4

Başörtüm Bayrak mıdır?/ Nesibe Kanuni ....................................... 8

Tam Teşekküllü İslam Toplumu için/ Zeynep Saçan .......................10

Ne Kaybederiz, Ne Kazanırız?/ Ebrar Doğan ..................................12

Tesettür Başı mı Örter?/ Ayşegül Açıkel Koçoğlu...............................14

Şimdi Örtünme Zamanı/ Yusuf Talha ...........................................16

Örtünemediğimiz Örtü, Takvasız Tesettür/ Ali Murtaza Kaya ........18

İslami Kavramlar/Tesettür/ M. Yusuf Mahitapoğlu .....................20

Türkiye’de ve Dünyada 1 Mayıs’a Kısa Bir Bakış/ Betül Babacan ..22

Siyer ve Ufuk/ Erkam Şahin ........................................................24

Modern Dünyada İnsan Onuruna Karşı İşlenen Suçlar/ Orhan Özer ...............26

Çağın Tefekkürü/ Abdullah Keleş ................................................................28

Tarih Algısı/ Mustafa Tolga ........................................................................30

Basından Yansıyanlar/ Burak Kalpaklıoğlu ..................................................32

İbn Haldun’un Tarih Anlayışı Bağlamında Toplumsal Değişim Kodlarını Çözümlemek/ Şükrü Kaba ...........................................................................34

Tahlil / “Hilafet’i Kurtarmaktan ‘Kendimizi’ Kurtarmaya”/ Ali Tarık Parlakışık ...........................................................................36

Kültür Sanat / Melike Yurt ........................................38

Şiir/ Okumuş Bir İşçi Soruyor/ Bertolt Breccht ..40

May›s-Haziran’13 • 3

Page 4: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

karantina

TESETTÜRÜN TARİHÇESİDÜCANE DEMİRTAŞ

S özlük anlamı olarak “setera”; bir nesneyi örtmek,

kapamak veya gizlemek anlamına gelir. Birazdan in-

celeyeceğimiz bu kelime tarih boyunca farklı şekillerde ve

anlamlarda kullanılıp geliştirilmiştir. Ayrıca setera kökünden

türeyen “tesettür” (örtünme) kavramının da coğrafya genel

dayanak olmak üzere her toplumda farklı kökenleri olduğu

gözüküyor. Antik Yunan, Antik Mısır, Mezopotamya, Ka-

dim Çin, Fars, Hindistan ve Japonya da örtünmenin bam-

başka zeminlerdeki kullanılışını görüyoruz. Özellikle sosyal

statü, ekonomik konum, coğrafya ve din örtünmenin temel

menşeilerini oluştururlar.

Eski Türklerde kadının sosyal statüsüne göre hazırlanan

başlıklar ve hotuzlarla başlarını süslediklerini ve bu örtünün

Orta Asya’dan Mançurya’ya kadar yaygın olduğunu söy-

lüyor ünlü Macar tarihçi Zolten Gombecz. Bunun dışında

bu coğrafyada örtü iklim şartlarının hayatı etkilerinden ko-

runmak için de kullanılırdı. Ayrıca Heraklit Antik Yunan ve

Mısır’da yaşayan kadınların örtünmesini bize şöyle anlatı-

yor: “Giysilerinin başına gelen kısmı öyle sarılır ki, yüzün

tümü peçeyle örtünmüş gibi gözükür. Zira sadece gözler

ortada kalır, yüzün diğer kısmıysa örtünün diğer parçasıy-

la örtülür. Bütün kadınlar bu şekilde beyaz elbise giyerler.”

Ve Antik Yunan’da başı örten örtünün Bereket Tanrıçası

Demeter ve Zeus’un eşi Hera’nın da özel simgesiydi. Ör-

tünme Kadim Hindistan’ın birçok kesiminde de kutsaldır.

Özellikle kuzey Hindistan’da kurulan Sih dini de örtünmeyi

4 • May›s-Haziran’13

Page 5: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

kutsal sayar ve Tanrı’nın yaratma eylemine saygı

duyduklarından saçlarını kesmeyip örtüyle örter-

ler. Bunun yanında Hindistan’da türban kadın-

erkek kişilerin sınıfları, kastları, meslekleri veya

dinsel mensubiyetlerini belirtmek için kullanılan

bir kimlik işaretidir. Yine Sahra Çölü’nde yaşayan

göçebeler taktıkları türbanı bir kimlik haline getir-

mişlerdir. Modernizasyon öncesi Çin, Çin Hindi ve

Japonya erkekleri ve kadınları dinsel ve kimliksel

nedenlerle türban takmışlardır. Örneğin Çin’de sa-

yısız köylü isyanlarından bir olan Jang Jue isyanına

katılanların taktıkları sarı türbanlardan dolayı bu

ayaklanma tarihe “Sarı Tür-

ban İsyanı” olarak geçmiştir.

Kadim Mezopotamya’nın

örtünme geleneğini “devlet

fahişeliği”ne bağlayan Süme-

rolog Muazzez Çığ’ın aksine

Ann Chamberlin Mezopo-

tamya örtüsünün “hürriyet ve

özgürlüğün kimliği” olduğunu

söyler. Hammurabi meşhur ya-

salarında “örtüyü” özgürlüğün

kimliği olarak belirler. Bunun

yanında Hititler ve İslam’dan

300-400 yıl önce Kuzey

Arabistan’da da örtünün kulla-

nıldığı Palmyra ve Anadolu’daki

kalıntılardan ortaya çıkmıştır.

Anaerkil toplumlardan ataer-

kil toplumlara geçiş sürecinde

ekonomik ve sosyal üstünlüğü-

nü kaybeden Kadim Fars kadını Daryus’tan son-

ra örtünmeyi statü kimliği olarak kullandı. Japon

mitolojisi de öyle gösteriyor ki ataerkil egemenlik

örtünün mahiyetini tıpkı İran’da olduğu gibi bam-

başka bir boyuta bürünmesine yol açmıştır. Hıris-

tiyanlık ve Yahudilikte de sosyal dengede gücünü

yitiren kadının örtünmeyle dar bir profil çizilmeye

çalışıldığı örtünme şekliyle açıkça ortada. Öyle ki

neredeyse tüm toplumlarda başlangıçta annelik

yapısı, sevgisi ve şefkatiyle Tanrı’nın kutsalı olarak

görülen kadın daha sonra toplum dengesinden

uzaklaştırılan, yaratılışı itibariyle güçsüz, zayıf ve

muhtaç olmasından dolayı kullanılan bir meta ha-

line getiriliyor. Kont Gabirenu Fars medeniyetinin,

kadını neredeyse ölü bir varlık olarak addettiğini

yazar. Yine Yahudilik ve Hıristiyanlıkta kadınlara

yönelik emredilen hususlar, ona karşı ne derece

aşırılığa varıldığının ispatıdır. Örtünmenin kadınlar

için bir başkaları tarafından dışlanmış statü haline

getirilmesi özellikle Pavlus Hıristiyanlığının genel

özelliğidir diyebiliriz.

Birçok etken olmasına karşın örtünmede bize

göre en önemli etkenin coğ-

rafya ve din olduğunu söyle-

yebiliriz. Kültür, gelenekler,

sosyal, siyasi şartlar daha

sonraki nedenleri oluşturduk-

ları açıktır. Fakat ilginç olan

şudur ki; nedenleri birbirin-

den ayırmak ve zıtlıkları çatış-

manın sebebi olarak görmek

Batı aklının muhakeme tarzı-

dır. Bizse en önemlisinden en

kuytusuna kadar tüm sebep-

leri “parçalanamaz nedenin

parçaları” olarak görüyoruz.

Özellikle dini olarak konu-

yu ele alırsak Allah’ın coğrafi,

sosyal, siyasi, ekonomik şart-

larla beraber gerekçelerini de

göz önünde tutarak insanlara

yol göstereceği kuşkusuz. Bu

yüzden her sebep birbirine

bağlı olarak gerçekleşmekte…

Sıcak ve soğuk coğrafyalarda insanların türba-

nı bir gereksinim olarak kullandığı bunun yanında

onun statü ve kimlik belirlenmesinde bir araç oldu-

ğunda kuşku yok. Ayrıca her toplumun egemen

anlayışlarının değişiminde sosyal; yaşayış biçimle-

rinden kurumsallaşmalarına değin de siyasi olarak

farklı bir konuma sahip tesettür bize dünden ka-

lan ortak, evrensel bir gelenektir. Ve bu gelenek

sadece Avrupa’da egzotik bir amaçla bağdaştırıl-

maktadır.

Biz Müslümanların bu soru-yu tek tek kendimize sorup, gerçek bilginin tek kaynağı olan Kuranı Kerim’in süz-gecinden geçirip, Kuran-ı Kerim’in öğretisinde bir peygamber tasavvurumuzun olması gerekir. Aksi tak-dirde “hocaların, âlimlerin, bilgelerin, ilim adamlarının, kitapların” belirlediği bir Peygamber tasavvuruna sa-hip oluruz. Bu da bizi eksik, yanlış, yamuk bir Peygam-ber tasavvuruyla yaşama-mız anlamına gelir.

May›s-Haziran’13 • 5

Page 6: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

karantina

Kutsal kitaplarda örtünme olayı ilk utanma

duygusuyla başlar. “Adem de karısı da çıplaktılar;

henüz utanç nedir bilmiyorlardı… İkisinin de göz-

leri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden

incir yapraklarını dikip kendilerine önlük yaptılar”

(Tevrat 3/7) Dinler tarihi bize utanma duygusuy-

la örtünme kabiliyetinin anlam bulup geliştiğini

açıkça ortaya koyuyor. Öyle ki insan artık sade-

ce güneşten ve zararlı şeylerden korunmak ya da

üşümemek için değil inandığı şeyler uğruna da

vücudunu örtüyor. Bununla beraber teset-

türün tam manası bütün olarak insanın

varoluşuna dair olduğunu söyleyebili-

riz. Çünkü o sadece dini değil diğer

etkenlere de bağlıdır.

İslami literatürde tesettür

kavramı, çelişkiler içinde 1000

yıldan fazla süren bir tartışma-

nın konusudur. İlk olarak şunu

söyleyebiliriz ki alimlerin ço-

ğuna göre Cahilliye dönemin-

de Arap kadınları enselerine

bağladıkları ya da arkalarına

saldıkları başörtüyü takarlardı.

Ama örtü gerdanlarını ve diğer

taraflarını gizlemezdi. Aynı za-

manda diğer toplumlarda yaygın

olduğu gibi bu şekilde örtünme-

nin hür-köle ayrımının sembolü ol-

duğu biliniyordu. Bunun yan sıra eski

Arap kadınlarını başka şekilde düşün-

mek iklim şartlarına göre facia ile sonuçla-

nırdı. Çünkü bu sıcaklıkta hayatta kalmak için örtü

bir gereksinimdi.

Peygambere gelen vahiyle muhtevası değişti-

rilip yeniden anlam kazanan örtünme daha sonra

bir çok müfessir ve alimin bugün bile ayrılık nok-

tası olmuştur. Bazıları ayette kapatılacak yerin

baş değil göğüs olduğunu, Arapçada kadınların

başlarına örttükleri şeyin özel adının “hımar” de-

ğil “mikne’a” olduğunu ve eğer Allah’ın başörtü-

sü demek isteseydi “hımarrürres” gibi vurgularla

konuyu açıklayabileceğini savunmuştur. Bunun

yanında bazı alimlerse etimolojik köken olarak

örtünmenin Arapça en az 8 anlamı olduğunu,

başörtüsü kelimesinin yalnızca “mikne’a” ya da

“nasıyf” sözcükleriyle ifade edilmediğini ortaya

koyarlar. İslamoğlu “hımar” sözcüğünün lügat

olarak başla ilgili olduğunu içkiye de aklı örttüğü

için aynı kökten “hamr” dendiğini söyler ve Arap-

ça örtü analmına gelen sekiz sözcüğü saydıktan

sonra şöyle sorar: “Yukarıda Arapçada kullanılan

tüm örtü isimleri sıralanmıştır. Hiç birinin içinde

“baş” yoktur buna gerek de yoktur. Türkçede

de bu böyledir: yazma, atkı, bürgü, bü-

rümcek, çarşaf, çar, eşarp, tülbent…

bunların tümü “bacağı” değil “başı”

örter fakat içinde baş geçmez”.

Bayındır ve Karaman gibi alimler

de “hımar” kelimesinin anlamı-

na dair aynı görüştedirler. Bu-

nun yanı sıra bir diğer tartışma

konusu ise örtünmenin sınırları

ve muhtevası ile ilgilidir. Pey-

gamberden sonra yeni coğraf-

yalarla birlikte “örtünme”de

değişiklik olduğu açıktır. Bazı

tarihçiler çarşafın İspanyol rahi-

belerinden Endülüs aracılığı ile

Abbasiler’e geçtiğini daha son-

rada toplumda yer edindiğini söy-

ler. Bizans ve özellikle Fars kültürü

örtünme üzerinde etkili olmuştur. Bu

etkiler İslam toplumunda görüş ayrılık-

larına yol açmış; bazı yorumcular kadının

bedeninin tamamını süs olarak görüp elleri ve

yüzü ve hatta bazıları gözleri haricinde tüm bede-

ninin örtülmesi gerektiğini savunmuşlardır. Buna

karşın bazıları da örtünmenin sadece soyut ve ah-

laki ilkelerle ilişkili olduğunu ileri sürmüştür. Elma-

lılı ve Mevdudi örtünün el ve yüz haricinde tüm

bedeni kaplaması gerektiğini söylerken bazı alim-

ler de bu görüşlerin insan fıtratına ait doğal sınır-

lara karşı aşırılık olarak addetmişlerdir. Daha önce

de değindiğimiz gibi bu yorumların farklılığının ve

genelde birbirlerini yok saymalarının sebebi diğer

6 • May›s-Haziran’13

Page 7: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

toplumlarda görüldüğü gibi İslam toplumunda da

değişen dinamikler nedeniyle olmuştur.

Peygamberin vefatıyla sevgi, merhamet ve

adalet duygusuna dayanan anaerkil toplum yapısı

güç ve kuvvet dengesine dayanan ataerkil yapısı-

na yani Cahilliye’deki konumuna geri dönmüştür.

Dinin kurumsallaşıp bir çok dinamiğini kaybetme-

siyle beraber kadının konumunu ve statüsünü be-

lirleyen misyon, sadece atalardan kalan gelenek

ve örf üzerine inşa edilmeye devam edildi. Daha

önce gördüğümüz şuydu ki vahiy bu ikisi ara-

sındaki dengenin adıydı ama bu bakış açısından

uzaklaşmak kadına yönelik yaklaşımı da değiştirdi.

İkinci kırılma noktası peygamberin farklı coğrafya-

lar ve medeniyetlere karşı dinamik ve şartlar göre

konum değiştiren, uyum sağlayıp düzen bulan

vizyonunun kör bir taasubla kaybedilmesiydi. Bu

da kaçınılmaz olarak diğer uygarlıklara karşı bizleri

açık hedef kılmıştı.

Antik çağlardan süre gelen kadının sadece bir

meta olarak algılanılıp değersizleştirildiği uygarlık-

ların açık hedefi olmak İslam müfessir ve alimlerini

kadının konumu hakkında tereddütlere sevk et-

mişti. Will Dourant ve birçok tarihçi İslam’da kadı-

nın konumunun fetihlerle başlayan bu tereddütle

değiştiğini söyler.

Kuran’ın genel ilkesi olarak, bir şeyin kesinlikle

bir gerekçeye bağlanması başörtüsü içinde geçer-

lidir. Nahl 80-81 fiziksel gereksinimleri verirken,

Nur 31 sosyal bir gereksinimdir, Araf 59’da veri-

lense insanın varoluşuyla ilgili bir diğer gerekçedir.

Mutahhari örtünmenin daha önce de var oldu-

ğunu söylerek İslam’ın sadece onun muhtevasını

ve işlevini değiştirdiğini ifade eder. Artık örtünme

anlamlı ve bilinçli yapılan bir utanma kaygısına

sahip, arınmak isteyen insanların eylemine dönüş-

müştür. Örtünmenin portresini Prof. Dr. Mehmet

Aydın şöyle tarif eder: “İslam dairesinde tesettü-

rün şekil ve miktarı coğrafya ve kültür tarafından

belirlenir.”

Dünden bugüne farklı uygarlık ve coğrafyalar-

da işlenmesinden anladığımız şudur ki; tesettür

(örtünme) Allah’ın çok boyutlu kimlik belirleme

aracı olarak kullandığı; dış etkenler kültür, gele-

nek ve coğrafyayı göz önünde bulundurarak insan

onuruna sahip çıktığı kadın-erkek ayrımı yapmak-

sızın üzerimize örttüğü bir varlık örtüsüdür.

KAYNAKÇA1. Tesettür Yazıları-M.İslamoğlu2. Tevrat Yaratılış 2/53. Soner Yalçın Hürriyet Makaleler4. “Ortadoğu’da Örtünmenin Kısa Tarihi - Aynadaki Peçe” Ann

Chamberlin5. Mutahhari-İslam’da Hicab6. Tebyinulkuran7. Müfredat-Rağıp el İsfahani

Peygamberin vefatıyla sevgi, merhamet ve adalet duygusuna dayanan anaerkil toplum yapısı güç ve kuvvet dengesine dayanan ata-erkil yapısına yani Cahilliye’deki konumuna geri dönmüştür. Dinin kurumsallaşıp bir çok dinamiğini kaybetmesiyle beraber kadının konumunu ve statüsünü belirleyen misyon, sadece atalardan kalan gelenek ve örf üzerine inşa edilmeye devam edildi. Daha önce gör-düğümüz şuydu ki vahiy bu ikisi arasındaki dengenin adıydı ama bu bakış açısından uzak-laşmak kadına yönelik yaklaşımı da değiştirdi.

May›s-Haziran’13 • 7

Page 8: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

BAŞÖRTÜM BAYRAK MIDIR?NESİBE KANUNİ

C umhuriyet sonrası inkılaplar ve yeniliklerle birlikte dine karşı da bir çeşit savaş başla-

tılmıştır. Ezanın bile türkçe okutulmasına varan bu süreçte toplum mümkün olduğunca dinden uzaklaştırılmış, ahlaki değerlerin yozlaşması için Fransa’dan kopya edilen pek çok alışkanlık birey-lere kazandırılmaya çalışılmış ve kişiler batılı ya-şam tarzına özendirilmiştir. 50’ler sonrasında ise bir öze dönüş hareketi başlamış, okuma yazma oranı artmaya başlamış ve çevrilen kitaplar rağbet görmüştür. Bununla birlikte bilinç kazanan müslü-manlar ellerinden alınan değerleri yeniden edin-meye başlamışlar ve devam eden yıllarda kendi isteğiyle ve şuurlu bir şekilde tesettüre giren bir kitle oluşmuştur.

Her bilinçli duruşun karşısında olduğu gibi te-settürlü kişilerin de karşısında baskıcı güçlerin be-lirmesi uzun sürmemiş ve 60’lı yıllardan itibaren öğrencisinin başından örtüsünü çeken okul mü-dürleri gibi profiller belirmiştir. En son 28 Şubat postmodern darbesi diyebileceğimiz muhtırayla birlikte yeni bir döneme giren başörtüsü yasağı şimdilerde fırtınadan kurtulup kendini sakin sulara bırakmış durumdadır. Zaten bir yasaya dayanma-yan yasak, yine şifahi olarak bir çözüme kavuşmuş ve adeta yeni bir müdahaleye dek teskin edilmiş-tir.

Bizler Türkiye’de adına başörtüsü/türban yasa-ğı denilen bir problemle uzun zamandır muhata-

bız ve savaş veriyoruz. Hepimizin muhakkak bir yakınına veya bizzat kendisine isabet etmiş olan yasak her bir bireyde farklı etkiler oluşturdu. Ki-mimiz pes edip, kimimiz mücadeleyi sürdürüp, kimimiz de farklı yollar bularak ama hepimiz unut-maya çalışarak bir çözüm geliştirmeye çalıştık. Bu arada medyanın ve hukuk literatürünün de yönlendirmesiyle varolan durum “tesettür” değil “başörtüsü” yasağı olarak zihinlerimize yerleşti. Aldığımız dini eğitim bize tam bir örtüyü, baştan aşağıya bir tesettürü emrediyordu. Annelerimizin, teyzelerimizin yirmi yıl önceki fotoğraflarına ba-karsak onlarda başörtüsüne değil tesettürünün ta-mamına tutunan bir mücadele anlayışı görebiliriz. Fakat okul yönetimleri, müdürler, şefler, amirler bizden öncelikle pardesümüzü değil başörtümüzü çıkarmamızı istediler. Kamu kurumlarında aslonan yüzün açıkça kulaklarla birlikte görülmesiydi. Baş-taki örtünün tanınırlığı azalttığına, belli bir fikri aşıladığına, çocukları yönlendirdiğine dair tezler ortaya atılarak bu örtünün çıkarılmasının elzem olduğu laik çevrelerde ortak kanaat halini aldı.

Uzun süren mücadeleler çoğunlukla davaları yıpratır. Bunu çok iyi bilen diktatörler ve diktatör zihniyetler de aynı zorbalığı pişirip pişirip tekrar önümüze koyarlar. Bazen de savaşı o kadar uzun tutarlar ki mücadele eden kişiler zihnen de be-denen de yıpranmış olurlar. Başörtüsü yasağı da Türkiye’de her on yılda bir tekrarlanan ve aslında

karantina

8 • May›s-Haziran’13

Page 9: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

hiç bitmeyen bir sorun haline geldi. Kendileri bu yasak yüzünden çok sıkıntı çekmiş olan anneler aynı sorunun kızları tarafından yaşanmasını iste-mediler ve onların kendileri kadar katı bir tesettür ölçüsü içinde olmalarını istemediler. Babalar başla-rının açılmasını göze alarak okullara yolladılar hat-ta istemezlerse baskı kurdular. Neticesinde oku-muş, kendini yetiştirmiş ama tesettür algısı sadece başörtüsüyle sınırlı kalmış kimi bireyler ortaya çık-tı. Yasağı koymuş olan kişilerin hedeflerinden biri de tesettürü küçültüp tek bir alana hapsetmekti

ve belli ölçüde amaçlarına ulaş-mış oldular.

Başörtüsü bir bayrak oldu ve bayrak haline geldi evet. Başör-tüsüne methiyeler yazıldı, şarkı-lar/şiirler okundu, eylemler ya-pıldı, imzalar toplandı hatta bu uğurda hapse girenler oldu. Bir dönemin en büyük mücadelesi başörtüsü yasağına karşı savaş açmaktı. Ama zamanla başörtü-sünün kendisi mi bizim mücade-le amacımız haline geldi yoksa tesettür için topyekun bir savaş mı verdik bu tartışılabilir. Bu yasağın delinmesini ve müslümanların hür olmasını isteyen, sadece ve sadece bunun için çabalayan, hala eylemler yapan bir kesimin varlığı inkar edilemez. Fakat çoğumuz için tam bir müslüman olmanın, Allah’ın dinine yaraşır bir mü’mine olmanın temel gereklerinden biri olan tesettür, başımızda durması gereken ama rengine şekline desenine kimsenin karışma-masını istediğimiz bir eşya durumuna geldi. Te-melde Allah’ın örtünmemizi emretmesi ve buna müdahale edilmesine verdiğimiz tepki başörtülü olarak varolmak, kariyer yapmak, aşağılanmamak noktasına gelip yerleşti. Müslümanlar olarak birbi-rimize müdahale etmemek, uyarmamak geleneği

de liberal çağın olmazsa olmazı olarak karakteri-miz haline geldi.

Bu noktada başörtüsü davası ismini verdiğimiz mücadelenin nasıl bir yol izlediğini, nereye yönel-diğini izlememiz ve yanlış bir mecraya yönelmesi durumunda müdahale etmemiz müslüman olarak en büyük sorumluluklarımızdan biridir. Bizler çok kısa olan dünya hayatı içinde yaptığımız zerre ka-dar iyiliğin ve kötülüğün hesabını verecekken dava edindiğimiz bir meselenin samimiyeti konusunda vereceğimiz hesap elbette daha zor olacaktır. Ya-

şadığımız çağdan ve başımıza gelenlerden sorumluyuz. Önce-kilerin günahlarını ve hatalarını eleştirmek bizi iyi bir noktaya taşımaz. Bize düşen geçmişten ibret almak ve ihlasımızı bu dö-nemde nasıl sağlarız onun hesa-bını yapmaktır. Bir bozulmalar çağını yaşıyorsak da çevremiz-deki iyi örnekleri birer birer kay-bediyorsak da Allah muhakkak dinine sahip çıkacak bir grubu bulunduracaktır. Kur’an-ı Kerim yol göstericimiz olduğu sürece

davalar şekil ve isim değiştirir fakat müslümanın tavrı hep dimdik durmak şeklinde olacaktır. Başör-tüsünün bir bayrak olarak görülmesi Rabbimizin emirlerinden sadece bir cüz’ü ele alıp diğerlerini geri plana itmek olur. Başörtümüze nasıl sahip çıkmak için çabalayacaksak tüm tesettürümüz, namazımız, inancımız, tevhid anlayışımız için de aynı çabayı göstermeliyiz. Ve eğer tesettürümüze sahip çıkmayı dava ediniyorsak bunu hakkıyla ye-rine getirip onu layıkıyla üzerimizde taşımak için nefsimizi yenerek bir mücadele içine girmeliyiz. Dünyaya ait kurallar, kanunlar, moda ve marka-lar, kişilerin yorumları, bakışları muhakkak geçici-dir. Kalıcı olan sadece yaptığımız hayırlı amellerdir.

Bu noktada başörtüsü davası ismini verdiğimiz mücadelenin nasıl bir yol izlediğini, nereye yönel-diğini izlememiz ve yan-lış bir mecraya yönelme-si durumunda müdahale etmemiz müslüman ola-rak en büyük sorumlu-luklarımızdan biridir.

May›s-Haziran’13 • 9

Page 10: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

karantina

Tam Teşekküllü İslam Toplumu için Tam Tesettürlü Erkekler Aranıyor!!!

ZEYNEP SAÇAN

Y ıllarca süren baskılar, zulümler

ve mücadelelerden dolayı teset-

tür denilince akla ilk gelen kadın

oluyor. Daha genel olarak da

toplum, tesettür eşittir ba-

şörtüsü olarak algılamak-

ta.

Tesettür kelime an-

lamı olarak örtünme,

örtme demektir ve kadın

erkek tüm insanların fıtratın-

da/tabiatında olan bir özelliktir.

Araf suresi 26. ayette Allah; “Ey

Âdemoğulları! Size hem çıplaklı-

ğınızı örtmek hem de zarafet ve

güzellik aracı olmak üzere giysi

bahşettik.” demektedir. Dolayısıyla

örtünme/giyinme medeni olarak

yaratılan insanla başlayan bir eylem-

dir.

Örtünmenin sınırlarını, kadın için

Nur suresi 31. ve Ahzab suresi 59.

ayetten ve hadislerden; erkek içinse

bu sınırları sadece hadislerden öğ-

renmekteyiz. Hz. Peygamber “Er-

keğin avret yeri göbeği ile diz

kapağı arasıdır.” ve “Bir kimse

erkeğin göbeği ile diz kapağı

üstünde kalan yerine bakmasın.” demektedir.

Burada örtünmesi istenen yer, aslında na-

maz için bir alt sınırdır, yoksa toplumda böyle

dolaşılabilir anlamında değildir. Hadisten şunu

da çıkartabiliriz erkek en azından bu sınırların

tesettürüne özen göstermelidir.

Bilirsiniz, kadının tesettürünün tam olabil-

mesi için elbisede aranan şartlar şöyle sıralanır:

“Elbise örtünmesi gereken yerleri örtmeli, vücut

hatlarını belli etmemeli, teni gösterecek şekilde

ince olmamalı ve karşı cinsi tahrik edici olma-

malıdır.” Bu şartlar aslında kadın erkek her ikisi-

nin de elbiseleri için geçerlidir. Peki, bu şartlara

uygun giyinen kaç Müslüman erkek tanıyorsu-

nuz? Yukarıda erkek için örtülmesi gereken as-

gari yeri söylemiştik. En azından pantolonlarının

bu şartları taşıması gerekmez mi?

Aslında tesettür önce bakışla alakalıdır, bakı-

lan şeyle değil. Nur suresi 30. ayette, önce er-

keklerden, dikkatinizi çekiyorum önce erkekler-

den gözlerindeki şehvet içerikli bakışlara engel

olmaları ve iffetlerini korumaları istenir. Sonra

kadınların da aynı şekildeki bakışlarını engelle-

yip iffetlerini korumaları ve başörtülerini amacı-

na uygun takmaları istenir.

Malum erkeğin bakışındaki şehvet unsuru

kadından daha fazladır. Bunu engellemeye bel-

ki de bir destek olması amacıyla kadından önce

başlarını örtmeleri, daha sonra da Ahzab suresi

10 • May›s-Haziran’13

Page 11: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

59. ayetle bildirildiği üzere dışarı çıktıklarında

üzerlerini örten bir dış kıyafet giymeleri istenir.

Bu, toplumda kadın-erkek ilişkilerinin sağlıklı

bir zeminde, cinsellikleri istismar edilmeden, dü-

şünce/fikir bazında sürdürülebilmesi içindir.

Ayrıca Nur suresi 31. ayette kadınların güzel-

likleri/süsleri fark edilsin diye ayaklarını vurarak

yürümemeleri istenir. Ayetten karşı cinsin dik-

katini çekmek, onu tahrik etmek için çaba sarf

etmemelerini de anlayabiliriz. Ayet kadınlardan

bahseder ama erkekleri de kapsamaz mı? Karşı

cinsin dikkatini çekmek/fark edilmek için şekil-

den şekle giren erkekler, kadınların engelleme-

si istenen bakışlarını celbetmiyorlar mı? Ayette

geçen “fark edilmek için” ifadesinin kapsamı-

na konuşma, bakma, gülme, oturup kalkma,

yeme-içme, günlük aktiviteler vs. girmez mi?

Karşı cinsi gördüğünüzde bu davranışlarınızda

bir değişiklik, karşı tarafı etkileme niyeti varsa

bunu fark edilmek için yapıyorsunuz, dolayısıyla

tesettürünüzde bir problem var demektir.

Hz. Peygamber, Hz. Ali’ye hitaben “Ey Ali!

Yabancı bir kadına peş peşe bakıp durma. Zira

zaruri olan ilk bakış sana helaldir, sonraki değil.”

demektedir. Başka bir hadiste Hz. Peygamber

“Yollarda oturmaktan mümkün mertebe kaçı-

nın. İşi icabı yollarda oturmak durumunda olan-

larda yolun hakkını versin. Yolun hakkı gözü

harama bakmaktan korumak, eziyet veren

şeyleri ortadan kaldırmak, selamlaşmak ve iyiliği

emredip kötülüklere engel olmak.” demektedir.

Başka bir hadisinde de Hz. Peygamber er-

keklere hitaben “Sizler iffetli olursanız kadınla-

rınız da iffetli olur.” demektedir. (İffet; haram-

dan uzak durmak, helal ve güzel olmayan söz

ve davranışlardan sakınmak demektir.)

Bu hadisten hareketle toplu-

mun ıslahında siz erkeklere

çok büyük görev düşüyor.

Sizler engellemeniz iste-

nen bakışlarınıza, engel

olmaya çalışırsanız,

kadınların giyim-

leri/tesettürleri

de düzelecek-

tir. Ve siz te-

settürünüze

dikkat eder-

seniz kadın-

ların cinsel

içerikli bakış-

larını da engelle-

miş olacaksınız. Do-

layısıyla toplumdaki

kadın-erkek ilişkileri

de sağlıklı bir zemin-

de ve her iki cinsin de

cinselliği istismar edil-

meden sürdürülebilir.

Bakışların indiril-

mesi ile ilgili olan Nur

suresi 30. ayetin deva-

mında “İşte bu davra-

nış onlar için en temiz

olanıdır.” denilmektedir.

Hadi o zaman temiz bir

toplum için kadın-erkek

tesettüre…

Aslında tesettür önce bakışla alakalı-dır, bakılan şeyle değil. Nur suresi 30. ayette, önce erkeklerden, dikkatinizi çekiyorum önce erkeklerden gözle-rindeki şehvet içerikli bakışlara engel olmaları ve iffetlerini korumaları is-tenir. Sonra kadınların da aynı şekil-deki bakışlarını engelleyip iffetlerini korumaları ve başörtülerini amacına uygun takmaları istenir.

May›s-Haziran’13 • 11

Page 12: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

karantina

NE KAYBEDERİZ, NE KAZANIRIZ?

EBRAR DOĞAN

G örünür İslam’ın en net sembollerinden

biri başörtülü kadınlar, özellikle de genç

kızlar. Bugüne kadar ki kavgaların, tartışma-

ların, huzursuzlukların en büyük örnekleri ba-

şörtüsü üzerinde yaşandı, dolayısıyla başörtülü

genç kızlar hedefti. Genç kızlar diyorum çünkü

iktidar/rejim/sistem -adı her ne ise- muhatap

olarak gençleri görüyordu. Belli bir yaşın üstün-

deki teyzelerin örtünmeleri, hele bir de GATA

fiyongu (!) şeklindeyse hiçbir sorun teşkil etmi-

yordu. Tek dert başörtülü birinin genç olması ve

örtüyü saçı gözükmeyecek şekilde takmasıydı.

Başörtüsü ve başörtülü kadınlar, gençler

sosyal hayatla barıştıkça, sistemle kavga eder

oldular. Ve sistemin birincil dönüştürülmesi, de-

ğiştirilmesi gereken hedefi haline geldiler. Cum-

huriyetin istediği kadın profiline uymadıkları için

aşağılandılar, dışlandılar. Zamanın elimi değdi

yoksa cumhuriyet kadını projesinin mi başarısı

bilinmez ama Müslüman/dindar kesim ve başör-

tüsü modernleşmeye, eskiye göre daha “deği-

şik” bir hal almaya başladı. Yasakların kalkması,

başörtüsü üzerindeki tartışmaların azalmasıyla

birlikte daha farklı mevzular, görüntüler gün-

deme geldi. Durum daha ironikleşti. Bardaki

bir konsere alınmayan başörtülü kızın durumu

elbette üniversiteye alınmayan bir kızın duru-

mundan çok farklıydı. Ve bu farklılık neyi neden

savunduğumuzu sorgulattı bizlere. Tesettürün

anlamı üzerine tartışmaya başladık. Şimdi nasıl

savunacaktık ki başörtülü olduğu için“mağdur” olan, bara alınmayan kızı! Kimileri savundu me-selenin ayrımcılık olduğunu söyledi, kimileri ne işi var başörtülü bir kızın içkili mekânda dedi. Bu değişim, en iyi başörtülükadınlarüzerindegöz-lemlendi. Onların kıyafetleri, hareketleri, gittik-leri geldikleri yerler sorgulandı. Aynı yaşantıda, görüşteki bir erkeğin aynı mekânda bulunması kimsenin umurunda olmaz iken, başörtülü kızın alınmayışı gündem oluşturdu. Çünkü başörtüsü görünen bir şeydi ve göründüğünden çok an-lamlar ihtiva ediyordu. Sadece bir “bez parçası” değildi. Allah kat’ında o bara giden dindar (!) kadının da erkeğin de durumu aynı gözükse de, insan/toplum nazarında sadece başörtülü kız konuşuluyordu.

Şehirleşme ile beraber kılık kıyafetinin mo-dernleşmesi, çizgilerinin değişmesi doğal bir so-nuç. İnsanların vakit geçirmek-faydalı, faydasız-için yeni sosyal ortamlar oluşturması da. Genç, okuyan, yazan bir kitlenin giyim kuşamı, gittiği geldiği yerler elbette kır/köy hayatıyla aynı ol-mayacak. Bu köyden kente geçişin ilk sancıla-rı kılık kıyafette başladı. Tesettür yeniden yo-rumlanmaya çalışıldı. Artık, yasaklar kalktıkça, başörtüsü her yerde görünür oldukça, bazı dindarların bir “talebi, kavgası, mücadelesi” kal-madıkça, ve en önemlisi zenginleştikçe, tesettür moda unsuru oluverdi. Başörtülü gençler, tasa-rımcılar moda haftalarında boy gösterir oldu.

Defileleri en önden izlemeye talip oldular.

12 • May›s-Haziran’13

Page 13: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

Adeta “ben böyleyim, ama karşımdakinin

böyle olmasını istemem” dercesine davranışlar-

da bulunuluyor. Kuran bizlere kendine Müslü-

manlığı öğütlemiyor, kendimiz için istediğimizi

mümin kardeşimizce istemedikçe hakiki imana

varamayacağımızı söylüyor Peygamberimiz.

Yani dönüştüren, değiştiren, kendisine bahşe-

dilmiş, sunulmuş, lütfedilmiş hidayeti karşısında-

ki içinde isteyen bir inanan… Fakat günümüzde-

ki özgürlük, demokrasi atmosferi Müslümanları

pasifleştiriyor. İmanın ve Kuran’ıngüzelliklerini

sadece kendimize indirilmiş gibi yaşayıp, evle-

rimizin içlerine hapsediyoruz. Evlerimizin dışla-

rında, başlarımızda örtülerimiz olsa da, yıllarca

eleştirdiğimiz, olmak istemediğimiz insanlar

gibi yaşıyoruz. Onların gittikleri yerlere gidiyo-

ruz, onların giyindikleri gibi giyiniyoruz, onların

alışverişlerini taklit ediyoruz. Önümüzde örnek

alınacak bir genç neslin olmamasından mı yok-

sa içimizde kalmış bastırılmış duyguların yansı-

ması mı bilinmez başlarımızın örtüsü alındığında

hiç bir farkımız kalmıyor. Kimliğimiz, inancımız

sanki bir anda uçup gidiyor. Elbette kalpleri, ni-

yetleri yalnız Allah bilir ama dışarıya verdiğimiz

görüntü ve kimlere nasıl örnek olup olmadığı-

mızdan da mesulüz.

Bugünlerde dikkatimi çeken bir görüntü

de başörtülü genç kızların içkili mekânlarda

“takılması”. Önceleri gözlerime inanamamış,

mekânların (restoran, kafe, otel vb.) içkisiz ol-

duğu yönünde hüsnü zanda bulunmuştum.

Sosyal medyada, bloglarda rahatça fotoğrafla-

rının yayılması da böyle mekânların reklamını

sağlıyor. Ve maalesef harama da teşvik ediyor.

Başörtülüler gidebiliyormuş, yadırganmıyormuş

algısı oluşturuyor! Ve muallakta kalmış, güzel

şeyler yemek, güzel kıyafetlerle şık kafelerde

takılmak, dünyanın güzelliğini doyuncaya (!) ka-

dar yaşamak isteyen ama bir yandan da vicdanı

da el vermeyen genç Müslümanları tabiri caizse

gaza getiriyor. Herkesin yaptığı kendine, günahı

sevabı kendinedir deyip, işin içinden çıkılabilir.

Ama bir Müslümanın isteyerek, bilerek, zorunlu-

luk olmadan içkili bir mekanda oturması, yeme-

si, içmesi helal midir? Harama para kazandırma-

sı bir yana, yanındaki içki içen insandan rahatsız

olmaması, dolayısıyla içkiden de rahatsız olma-

ması anlamına gelmez mi? İçkiyi yasaklayan

ayet indiğinde, içkiler Medine sokaklarında sel-

ler gibi akmıştı. Çünkü biliniyor ve inanılıyordu

ki Allah’ın yasakladığı şey iğrenilecek şeydir.

İçkili mekânlara gitmesek, içkili marketler-

den alışveriş yapmasak ne kaybederiz? Bilmem

ne kafesindeki bilmem neyli pastayı tatmasak

ne olur? Bilmem ne restorandaki yemeğin ta-

dından mahrum kalsak? Deniz manzarasında

yemesek yemeğimizi? Ne kaybederiz, ne kaza-

nırız?

Bugünlerde dikkatimi çeken bir görüntü de başörtülü genç kızların içkili mekânlarda “takılması”. Önceleri gözlerime inanamamış, mekânların (restoran, kafe, otel vb.) iç-kisiz olduğu yönünde hüsnü zanda bulunmuştum. Sosyal medyada, bloglarda rahatça fotoğraflarının yayılması da böyle mekânların reklamını sağlıyor. Ve maalesef harama da teşvik ediyor. Başörtülüler gidebiliyormuş, yadırganmıyormuş algısı oluşturuyor! Ve muallakta kalmış, güzel şeyler yemek, güzel kıyafetlerle şık kafelerde takılmak, dünyanın güzelliğini doyuncaya (!) kadar yaşamak isteyen ama bir yandan da vicdanı da el vermeyen genç Müslümanları tabiri caizse gaza getiriyor.

May›s-Haziran’13 • 13

Page 14: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

Tesettür Başı mı Örter?Ayşegül AÇIKEL KOÇOĞLU

karantina

Hızla üreten kapitalist dünya, hızla tüketen bir dünyadan beslenip dengesini buluyor. Hepimize dayatılan; tüketmemiz, daha çok tüketmemiz, tükettikçe yaşamımızın an-lamlı hale geleceği, tüketmezsek hayattan “zevk” almayacağımız, hayata bakışımız bu algı üzerinden ince ince işleniyor.

Maddi zevklere, maddi

hazlara odaklanmış bir

hayatın peşinden koşuyoruz

tüm insanlık. Daha çok şeye

sahip olmaya doğ-

ru gider-

ken kapital dünyanın çarkları

arasından kayıp giden de ma-

neviyatımız oluyor. Bedenle-

rimizi daha çok giydirmeye,

daha çok yedirmeye kurulu

bu düzende aç kalan ruhla-

rımız, azalan manevi hazları-

mız…

Oysa hayat biz müminler

için kapitalizmi razı etmeye

değil Rabbimizi razı etmeye,

kul olmaya, hayatı ibadet şu-

uru ile geçirmeye ayarlı olma-

lıydı. Biz müminler, her işini

Rabbinin rızası için yapanlar

olmalıydık tıpkı ayette tarif

edildiği gibi: “Şüphesiz be-

nim namazım da ibadetlerim

de hayatım ve ölümüm de

âlemlerin Rabbi olan Allah

içindir!” (Enam Sure-

si-162)

14 • May›s-Haziran’13

Page 15: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

Yaradan adına yapılan iba-

det, Allah adına yaşamak, ni-

yetin bu olması gerekirken

ibadetin de Rabbimizin emret-

tiği şekliyle olması hepimizin

bildiği temel esaslardır. Fa-

kat değişen dünya algılarımız

ibadetlerimizin niyetlerini,

yapılma amaçlarını, ya-

pılış şekillerini değiştirip

dönüştürüyor. İbadetle-

rimizi ne için yapıyoruz,

neden yapıyoruz, nasıl

yapıyoruz, bu sorular

üzerinden ibadetlerimizi

sorgulamak…

Değişen dünyada iba-

detlerimizden tesettür,

örtünme de kapitalist ve

seküler dünyadan nasibini

almıştır. Niyetinde Rabbi-

mizin rızası olan tesettüre

nerden bakıyoruz artık, na-

sıl değerlendiriyoruz? Ney-

di örtü biz Müslümanlar

için ne oldu! Örtünmenin

maksadını Ahzab suresin-

deki ayeti kerime özetliyor

“Ey Peygamber! Hanımları-

na, kızlarına ve müminlerin

hanımlarına söyle, dışarı çı-

karken üstlerine cilbablarını

alsınlar. Bu, onların tanın-

masını ve bundan dolayı in-

citilmemelerini sağlar. Allah,

Gafûrdur, Rahîmdir.” (33/59).

Müslüman kadın için ör-

tüsü korunmasına sebep olan

bir kalkan ama nasıl bir örtü,

yalnızca bedeni örten, başı ör-

ten bir örtü mü kadının teset-

türünden hedeflenen? İmam

Gazali’nin şu sözleri güzel ce-

vap oluyor bu soruya; “Ahlak

örtüsü olmayanı, başörtüsü

dindar yapmaz”.

Kadının en güzel örtüsü;

ahlakı, edebi, bedenini, güzel-

liğini yabancı nazarlardan ko-

ruması, gözlerine, sözlerine,

duruşuna, oturuşuna, haline,

tavrına yansıyan bir tesettür

anlayışı…

Ve pek tabi ki yalnız kadı-

nı ilgilendiren değil erkeği de

ilgilendiren bir tesettür algısı,

erkeklerin de belli şekilde ör-

tünmelerine dikkat etmeleri-

dir ki ayeti kerime de erkeğe

de kadına da ayrı ayrı vur-

gu yaparak meseleyi ele alır

: “İnanan erkeklere söyle:

“Bakışlarını kıssınlar, ırz-

larını korusunlar. Bu, onlar

için daha temizdir. Şüphe-

siz Allah, onların her yap-

tıklarını haber almaktadır.

İnanan kadınlara da söyle:

“Bakışlarını kıssınlar, ırz-

larını korusunlar. Süslerini

göstermesinler. Ancak ken-

diliğinden görünenler ha-

riç… Ey müminler, topluca

Allah’a tevbe edin ki felâha

eresiniz.” (Nur suresi, 30-31)

Tüm bunlardan yola çı-

karak “Maddi güzelliği değil

Müslümanca bir kimliği öne

çıkaran, örtü nasıl olmalı?”

bunun üzerine düşünmek

hepimize düşen belki… Ör-

tümüz tüm kodlarımızın bir

ifadesi, kimliğimiz, edebimiz

ve farkımız… Bu fark üzerine

yönlendirmek zihinlerimizi,

örtülerimizi; örtüyü bir moda

malzemesi gibi ele alma biçi-

mini buradan ele almak…

Selam ve dua ile.

Ve pek tabi ki yalnız kadını ilgilendiren değil erkeği de ilgilendiren bir tesettür al-gısı, erkeklerin de belli şe-kilde örtünmelerine dikkat etmeleridir ki ayeti kerime de erkeğe de kadına da ayrı ayrı vurgu yaparak meseleyi ele alır : “İnanan erkeklere söyle: “Bakışlarını kıssın-lar, ırzlarını korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Şüphesiz Allah, onların her yaptıklarını haber almak-tadır. İnanan kadınlara da söyle: “Bakışlarını kıssınlar, ırzlarını korusunlar. Süsle-rini göstermesinler. Ancak kendiliğinden görünenler hariç… Ey müminler, topluca Allah’a tevbe edin ki felâha eresiniz.” (Nur suresi 30-31)

May›s-Haziran’13 • 15

Page 16: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

karantina

Kavramların dünyevileşme cenderesine hapsedilerek

anlamlarının daraltıldığı bir za-manda o kavramın işlevini ger-çekleştirmesi de imkânsızlaşır. Varoluş amacına yani fıtratına aykırı bir şekilde tanımlanarak içselleştirilen kavramın, öz kim-liğini temsil etmesi de düşünüle-mez. Çünkü yapılan her tanım, tanıma uygun bir yaşam tarzını da beraberinde getirir. Bu nokta-da kavramlara yüklenilen anlam-ların öneminin farkına varıyoruz. Tesettür/örtünme kavramı işte bu açıdan ele almamız gereken bir husus olarak karşımızda dur-maktadır.

a) Örtünme Bir Hayat Tarzıdır.

“Örtünme” olarak anlam-landırılan tesettür kavramının, gericilik ve çağdışılık tanımıyla ilişkilendirilerek itibarsızlaş-tırıldığına şahit olmaktayız. Bu bahanelerle yıllarca Müs-lümanlar öcü gösterilmiş, halkın hakkını korumak-la yükümlü olan kurumla-ra sokulmayarak haksızlığa uğratılmışlardır. Hâlbuki in-

san, Allah’ın Kur’an’da belirttiği emir ve yasaklarının sadece bir çağa değil, çağlar üstü bir hita-ba ve geçerliliğe sahip olduğuna inandığı ölçüde İslami bir hayat yaşayabilecektir. Aksi takdirde o, zamana ve mekâna göre renk alarak bukalemunlaşacaktır. Bu fikriyat dâhilinde akıl, İslam ile ilmik ilmik dokunmuş takva örtüsüyle örtülmesi gerekirken, var olan tüm güçle hakka karşı örtülmüştür. Kıyafetlerin kimlik-leri temsil ettiğini kabul etmeyen insan, farkına varmadan izleme-ye çekineceği filmlerin figüranı

oluvermiştir. Hor görülen ör-tünme halinden mahrum kalan insan, kendi benliğini dolayısıyla ahiretini felakete sürükleyecek tüm saldırılara açık bir hale gel-miştir. Örtünmeyi hor görenler, ne olduğunu ve ne anlam ifade ettiğini bilmedikleri farklı farklı değerler sistemlerinin örtülerine bürünmüş ve “ortaya karışık” bi-reyler türemiştir.

Öte yandan Müslümanlar arasında sadece hanımların gi-yim kuşamıyla veya başörtüsüyle sınırlandırıldığı bir tanımlama-da örtünme, kendisine on be-den küçük gelecek bir gömleğe mahkûm edilmiş konumdadır. Oysa ki Allah, Kur’an-ı Kerim’de örtünmenin takva temelli olması gerektiğini, örtülerin en hayırlı-sının da takva örtüsü olduğunu buyurmaktadır(7/26). Allah’ın koymuş olduğu örtünme ölçü-süyle, sadece hanımların başını örtmesini veya hanımların kıya-fetini ifade eden beşeri örtünme ölçüsü arasındaki beden farkı hat safhadadır. Çünkü takva, başlı başına hayatın tümü-

nü kapsar ve bulunduğu her ortama İslam’ın ren-

gini verir. O, hayatın

Şimdi Örtünme ZamanıYUSUF TALHA

“Ey Ademoğulları! Size edep yerlerinizi örtecek bir giysi, giyinip süsleneceğiniz bir elbise ihsan ettik. Takva elbisesi ise daha hayırlıdır. İşte bunlar Allah’ın ayetleri (lüt-funun alametleri)ndendir ki belki bu sayede düşünüp öğüt alırlar” 7/A’raf/26

16 • May›s-Haziran’13

Page 17: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

Allah’a olan sorumluluk bilinciy-

le yaşanmasının adıdır.

Takva örtüsünden mahrum

bir esnaf tartıya hile karıştırır.

Alırken tam, satarken eksik tar-

tar. Müşterisinden malın ayıbı-

nı gizler de, yaptığı sahtekârlığı

Allah’tan gizleyemeyeceğini unu-

tuverir.

Takva örtüsünden mahrum

bir insan yalan söyler. Söylediği

yalanlarla kişileri belki aldatıp

itibarını korur da, sinelerdekini

dahi Allah’ın bildiğini, O’nu al-

datamayacağını ve O’nun katın-

da itibarını kaybedeceğini unu-

tuverir.

Takva örtüsünden mahrum

bilgin, bilgisiyle müstağnileşir.

Sahip olduğu bilgisini Allah’a

şükretmek adına değil de, Allah’ı

inkâr etmek, ekini ve nesli ifsat

etmek adına kullanır. O, bilgi-

nin kaynağının vahiy olduğunu,

İslam’da aklın, vahyin hizmetine

sunulduğunu çoktan unutuver-

miştir.

Takva örtüsünden mahrum

bir insan zalimleşir. Gerek ken-

disini imana çağırıp cehennemle

tehdit eden ana babasına isyan

ederek, gerekse toplumun önde

gelenlerinden olmasından dolayı

şımarıp hakkı inkâr ederek “za-

lim” konumuna gelir. Veyahut da

gücüyle zayıfları sindirip sömü-

rerek zalimleşir. O, mazlumların

hakkının elbet alınacağını ve za-

limleri kızgın cehennem ateşinin

beklediğini unutmuştur.

Hâlbuki takva örtüsüyle ör-

tünebilmiş mümin, yalan söy-

lemez, insanları aldatmaz. Bu

mümin, bilgisi ve gücüyle insan-

lara zulmetmez. Çünkü o, mut-

lak gücün Allah’ta olduğunu bilir

ve Allah’ın “muntakim” sıfatının

muhatabı olmaktan iliklerine ka-

dar ürperir.

Takva örtüsüne bürünmüş

mümin, Allah’ı görmese de san-

ki O’nu görüyormuşçasına O’na

saygı duyar. Yatarken veya yü-

rürken, mücadele ederken veya

dinlenirken, evinde veya işinde,

sınıfta veya sokakta, gençlikte

veya yaşlılıkta Allah’ı hatırlar ve

O’nun sınırlarına riayet eder.

Takva örtüsü ince olmasına

karşın, hayatın Allah’a kulluk

çerçevesinde yaşanmasına yöne-

lik tehditler açısından çok sağlam

bir kalkandır. Bu noktada takva

örtüsü hak ile batıl arasında öyle-

sine keskin bir sınırı ifade ediyor

ki; burada hak ile batıl, bir daha

buluşmamak üzere birbirinden

ayrılıyor. Böylece bu örtünme

kavramı özgürleşerek, cinsiyet

farkı gözetmeksizin giyim kuşa-

ma sığdırılamayacak topyekûn

bir hayat tarzı inşa edebiliyor.

b)Örtünme Erkek’le Başlar.

Örtünme bahsi açıldığında

bugün çoğunlukla hanımların

mevzu bahis edilmesi, erkeklerin

hal ve hareketlerinin değerlendir-

meye tabi tutulmaması doğru bir

eleştiri değildir. Nur suresinde

örtünme konusuyla alakalı ola-

rak 30. ve 31. ayetler ele alınır. Ve

30. ayette Allah, hanımlara hitap

etmezden evvel erkeğe gözlerini

haramlardan sakınmasını buyur-

muştur. Bu noktadan hareketle

diyebiliriz ki, tesettür, erkeğin

gözünde başlamaktadır. Bugün

özellikle Müslüman erkeklerin

kendilerini göz ardı ederek, tüm

sorumluluğu hanımların üzerine

attığı tesettür eleştirileri samimi

değildir. Bu hal, toplumda mev-

cut bulunan “Erkek zaten çapkın

olur, o yaptıklarıyla namusa bir

leke getirmez lakin kızın yap-

tıkları namus lekesidir ve temiz-

lenmelidir.” şeklindeki sapmış

namus algısının ekmeğine yağ

sürmektedir. Bu algı sapmasına

en güzel cevabı Kur’an, Yusuf as.

örnekliğiyle bizlere vermektedir.

İffet, Müslümanlar için erkeğiyle,

hanımıyla korunması gereken bir

haldir.

Eleştirilerin haklı olması er-

keğin üzerindeki sorumluluğu

unutturacak bir sebep değildir.

Kadın için de erkek için de önce-

likli kıstas takva örtüsüyle örtün-

mektir. Bu bilinçle gerçekleştiril-

meyen herhangi bir örtünmenin

amacına ulaşması, teslimiyet ve

temsiliyet ifade etmesi ve koru-

yuculuk misyonunu yerine getir-

mesi hem erkek hem kadın için

mümkün olmayacaktır.

Zaman, esnafından memu-

runa, hocasından öğrencisine,

kadınından erkeğine kadar tak-

va örtüsüyle örtünme zamanıdır.

Bizi “muttakiler” arasına katacak

unsur ise Allah’ın Kitabıyla ve

Resulünün sünnetiyle geçirilen

vakittir. Kur’an’ı anlayarak oku-

mak bizi mutlak bilgiye ulaştıra-

cak, Peygamber as.ın sünneti de

o bilgiyi doğru bir şekilde işle-

memizi sağlayacaktır inşallah.

May›s-Haziran’13 • 17

Page 18: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

karantina

T esettür denilince toplum

olarak sadece bayanların

sorumlu ve yükümlü olduğu

bir algı ile karşılaşmaktayız. İf-

fet ve namusundan sorumlu bir

kadın bunun karşısında ise di-

lediğini yapmakla serbest, sade-

ce çapkınlıkla nitelendirilebilen

ve normal olarak karşılanan er-

kek Yukarıda bahsi geçen ayetin

muhatabı olan biz erkekler aca-

ba gerçekten bu ayetin gerekle-

rini yerine getirebiliyor muyuz?

Yahut biz İslami değerlerimize

hassasiyetlerimize çizgilerimize

ne kadar uyumlu davranabili-

yoruz? Vahiyle şereflenmiş olan

ve her an acziyet içerisinde olan

bizler öncelikle bir nefis muha-

sebesi yaparak kendimizi hesa-

ba çekmeliyiz.

Yaratılışımızın gereği kullu-

ğumuzun getirdiği bir sorum-

luluk olarak, Rabbimizin bizler

için koymuş olduğu emirleri

yerine getirip nehiylerinden ka-

çabiliyor muyuz? İşte bunların

yaşantımızda ne kadar yeri var

sorgulamamız gerekiyor kendi-

mizi.

“Haram helal ver Allah’ım,

senin kulun yer Allah’ım,” de-

yimiyle örtüşmüş bir toplum

anlayışıyla yüz yüzeyiz. Ha-

ramlar ve helaller karşısında

ciddiyetini kaybetmiş Allah’ın

ayetlerini umursamazlı edasıy-

la hafife alma boy göstermiş

idlal olmuş saf zihinlerimizde.

Yemesek de içmesek de ihti-

yaten kulaklarımız bilinçli ya

da bilinçsiz haramlara meyil

olmakta. Öncelikle ayette buy-

rulduğu üzere harama bakmak-

tan gözlerimizi sakınmalıyız,

bulunduğumuz ortamda Yusuf

a.s misali masum ve temiz ka-

labilmenin mücadelesini verip

takva örtüsüne bürünmeliyiz.

Yani sadece insanların oldu-

ğu ortamda değil de yalnız

Allah’ın görebildiği yerlerde de

Müslümanca duruşumuzdan

vazgeçmeyerek emirle çizilmiş

kulluğumuzun vecibesini ifa et-

meliyiz. Hatırlatmak isterim ki

mezhep imamlarımızdan İmam

Şafii’nin bir sözü vardır “Haram

nazar nisyan getirir”. Bu sözün

de gerçekten ne kadar doğru ve

yerinde olduğunu aklımızdan

çıkarmayalım. Evvela biz bürü-

nelim tesettüre, duruşumuzla,

sınırları koyuşumuzla, Allah’ın

müdahale ettiği bir alana başka

ÖRTÜNEMEDİĞİMİZ ÖRTÜ, TAKVASIZ TESETTÜR

ALİ MURTAZA KAYA

“Mümin erkeklere söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar ve ırzlarım koru-sunlar. Bu kendileri için çok temiz (bir harekettir). Şüphesiz ki Allah, (kullarının ne) yapacaklarından hakkıyla haberdardır.” (Nur suresi 30. ayet)

18 • May›s-Haziran’13

Page 19: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

birinin müdahale edip yasakla-

rın çiğnenmesine fırsat verme-

yelim inşallah.

Tesettürün bayanları ilgilen-

diren kısmına gelince bilindiği

gibi Nur Suresi 31, Ahzab Su-

resi 59. vb. ayetlere muhatap

olmaktalar. Bu konuya da biraz

edebi hanımlar için söylenmiş

vecize ve beyitlerle yaklaşarak

ele almak istiyorum.

Ne başını kapat, altını gös-

ter. Ne altını kapat, üstünü

göster. Hepsini kapat imanını

göster. (N. Fazıl KISAKÜREK)

Üzülerek söylenmeli ki

moda, batı ile etkileşim, çağ-

daşlık algısı toplum içerisinde

tesettür için kaygan bir zemin

oluşturdu, oysa bu ayetlerde

açık ve net olarak belirlenmiş

olduğu halde.

Kadın kendisini Allah’ın ya-

ratıklarından bir mücevherat

olarak görüp üzerinde dünyalık

meta olan gelip geçici takılarını

süs eşyalarını sergilemek yerine,

takva örtüsüyle bütünleşmiş bir

iman ve tesettür ile haram olan

bakışlardan kendisini koruyup

sakınmalı. Allah tarafından ve-

rilmiş olan emanete hıyanet et-

memeli. Malını ve güzelliğini

teşhir edenler için ataların deyi-

miyle: “Güvenme zenginliğine,

bir kıvılcım yeter; güvenme gü-

zelliğine, bir sivilce yeter.” sö-

zünden ibret alınmalıdır. 

Yine N. Fazıl diyor ki; “Örtü,

şuuruyla takılmadığında da Al-

lah katında bir değeri olsaydı,

cennetin baş köşesine rahibeler

otururdu.”

Müslüman kimliğini koru-

yup muhafaza etmek yerine,

maskeli hayaletler gibi dolaşıp

da bir bardak su ile gökkuşa-

ğına dönüşebilen renk cümbü-

şünden ibaret olan bayanları

bir yana bırakıp şuurdan bah-

sedelim. Örtü, şuurla beraber

şekillenmekte bir mana ifade

etmektedir. Başörtüsünü, yahut

topluca tesettürü, bir bez parça-

sı olarak algılamak yerine İslam

kalesinin bir suru, bir bayra-

ğı olarak görmek zorundayız.

Bayrak düşünce, sur gidin-

ce, kale de elden çıkar. Bizler

Müslümanlığımız gereği İslam

nişanlarına ta’zim göstererek

samimiyet ve ciddiyetle Kur’an

ve sünnet ışığında mücadelemi-

ze devam edip vahiyle şekillen-

miş bir hayatın gelecek nesiller

için temelini atmalıyız. Canda

ve cihanda Hakkı hâkim kılma

temennisi ile…

May›s-Haziran’13 • 19

Page 20: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

TESETTÜRM. YUSUF MAHİTAPOĞLU

S özlükte örtünmek, kuşanmak; başkaları

ile kendisi arasına perde koymak, bir şeyin

içinde veya arkasında gizlenmek anlamlarındaki

tesettür, terim olarak ilgilileri ve ölçüleri dinen

belirlenmiş örtünme yükümlülüğünü ifa eder.

Kelimenin kökünü oluşturan setr, “örtmek, giz-

lemek, perdelemek, engel olmak” gibi manala-

ra gelir. Aynı kökten sitr; gizlenmeye yarayan

engel, perde vb. şeyler için ve mecazen “çekin-

me, korku, hayâ” anlamında kullanılır. Yine bu

kökten türeyen seter “kalkan” manasındadır;

setir ve mestur mecazen “iffetli” manasındadır.

Âdem (a.s) ile eşinin cennetten çıktıktan

sonra örtünme ihtiyacı hissetmeleri bize şunu

gösterir ki, örtünme sıcaktan veya soğuktan

korunmak için giyinme ihtiyacından önce utan-

ma duygusunun gerektirdiği fıtri bir ihtiyaçtan

kaynaklandığı ve örtünmenin insanlık tarihi ka-

dar eski olduğu söylenebilir. Tesettürün/örtün-

menin karşıtı ve giyinmenin karşıtı çıplaklıktır.

Kur’an’da kadının örtünmesinin niteliğine ve

biçimine ilişkin temel açıklamalar hımar, cilbab

ve hicab kelimeleri üzerinden yapılır; birincisinin

yer aldığı ayette geçen ziynetin anlamı da ör-

tünme hükümleri açısından özel bir öneme sa-

hiptir. Kur’an’da genel anlamda giyinme ve ko-

runma amaçlı giysi libas kelimesiyle ifade edilir.

Örtünmenin karşısında “teberrüc” kelimesine

atıf yapılmakta, “dikkat çekme ve kendini gös-

terme” demek olan, bir yönüyle teşhir sayılan

teberrüc yasaklanmaktadır.

“Mü’min erkeklere söyle, gözlerini (namah-

rem kadınlardan) sakınsınlar ve namuslarını mu-

hafaza etsinler. Bu, onlar için daha temiz (bir

hareket)dir. Şüphesiz Allah, onların ne yaptık-

larından haberdardır. Mü’min kadınlara da söy-

le, gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar ve

namuslarını muhafaza etsinler. Ziynetlerini de

İSLAMİ KAVRAMLAR

20 • May›s-Haziran’13

Page 21: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

göstermesinler, ancak görünen hariç. Başörtü-

lerini yakalarının üzerine vursunlar ve ziynetle-

rini, şunların dışındakilere göstermesinler: Ko-

caları veya kocalarının oğulları, veya kardeşleri,

veya kardeşlerinin oğulları, veya kız kardeşleri-

nin oğulları, veya kendi kadınları veya ellerinin

sahip oldukları cariyeler veya kadınlara ihtiyacı

olmayan erkeklerden hizmetçileri veyahut ka-

dınlardan haberi olmayan çocuklar. Gizledikleri

ziynetleri bilinsin diye ayaklarını vurmasınlar. Ey

mü’minler, hepiniz Allah’a tevbe edin ki, kurtu-

luşa eresiniz!” ( Nur 30-31)

“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve

müminlerin hanımlarına söyle, dışarı çıkarken

üstlerine cilbablarını alsınlar. Bu, onların tanın-

masını ve bundan dolayı

incitilmemelerini sağlar.

Allah, Gafûrdur, Rahîmdir.”

(Ahzab, 33/59).

Tesettür konusu fıkıh ki-

taplarının daha çok namaz,

yasaklar ve mübahlar bölü-

münde yer alır. Birincisinde

konu “setr-i avret” altında na-

mazda örtünmenin hükmü,

örtünmenin asgari sınırları ve

örtünme hükmüne riayetsiz-

liğin namazın sıhhatine etkisi

gibi hususlar incelenir. Yasak-

lar bölümünde erkeklerin ve

kadınların kendi aralarında ve

diğer cins karşısında örtmeleri

gereken yerler ve bu yerlere bakmanın hükmü

gibi konular ele alınır. Bir konunun fıkıh kitap-

larında incelenmesi, onun mahiyeti bakımından

dinin temelini teşkil eden akaid kapsamında de-

ğil insanların amellerine ilişkin olduğunu göste-

rir. Genel kabule göre amele ilişkin bir hususun

ihmal edilmesi kişinin dinden çıkmasını gerek-

tirmez. Ameli konularda kişinin dinden çıkmış

sayılmasının sebebi, farz olduğu sabit bir şeyin

yapılmaması değil inkâr edilmesidir.

Önemli bir başka konu da yukarıda ki ayet-lerde gördüğümüz gibi kadın için örtünme hük-münü getiren ayetlerden önce erkeklere yönelik gözlerini kısma emrine muhatap kılınmıştır. Bu nokta tesettür emrinin doğru anlaşılması yo-lunda önemli bir ipucu sayılmalıdır. Bu sebep-le örtünme hükmünün tek yanlı olduğunu ve kadını erkeğe karşı koruma amacı güttüğünü veya erkeğe kadını denetleme yetkisini verdiği-ni öne sürmekten ziyade örtünme hükmünün gerisinde ahlaki bir ilke ve amaç aramak daha isabetli olabilir. Öte yandan tesettürün modern dönemde kadının sosyal hayata katılmasının bir sonucu olarak gündeme getirildiği dikkate alındığında örtünmenin temel amacının ihlal edilmesi ve kadının süslenip bunu başkalarına

göstermek üzere dışarı çık-maktan (teberrüc) kaçınma emri özel bir önem kazan-maktadır. Hz. Peygamber’in “giyinik çıplaklar” tasvirini (Müslim, ‘Libas’,125) andı-racak biçimde kendini teşhir eden bir giyinme anlayışı ve tarzını tesettür emrinin sözü edilen hedefiyle bağdaşma-dığı açıktır.

Konu ile ilgili Rasulullah (s.a.v) her konuda olduğu gibi bizlere yol göstermekte-dir. Hz. Peygamber, Hz. Ebu Bekir’in kızına şöyle demiştir:

“ ‘Ey Esma! Şüphesiz kadın erginlik çağına ulaşınca, onun şu ve şu yerlerin-den başkasının görünmesi uygun değildir.’ Hz. Peygamber bunu söylerken yüzüne ve avuçları-na işaret etmişti.” (Ebu Davûd, Libâs, 31).

“Allah Teâlâ ergin kadının namazını başör-tüsüz kabul etmez.” (İbn Mâce, Tahâre, 132; Tirmizî, Salât, 160; Ahmed b. Hanbel, IV, 151, 218, 259).

KAYNAKÇA

DİA, İslam Ansiklopedisi, Tesettür Maddesi

Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’an-ı Kerim Meali

“Mü’min erkeklere söyle, gözlerini (namahrem kadın-lardan) sakınsınlar ve na-muslarını muhafaza etsinler. Bu, onlar için daha temiz (bir hareket)dir. Şüphesiz Allah, onların ne yaptıklarından haberdardır. Mü’min kadın-lara da söyle, gözlerini (ha-rama bakmaktan) sakınsın-lar ve namuslarını muhafaza etsinler.” ( Nur 30)

May›s-Haziran’13 • 21

Page 22: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

1 Mayıs’ın işçi bayramı olarak kutlanması, 1856’da Avustralya’daki taş ve inşaat işçileri-

nin 8 saatlik iş günü talepleriyle başlamıştır. Bu tarihte Melbourne eyaletinde kalabalık bir ekip yü-rüyüş düzenlemiştir ve ilerleyen yıllarda benzer ha-reketler Amerika’da da görülmüştür. O dönemde Amerika’da haftada 6 gün ve günlük 12 saat olan çalışma koşullarının günde 8 saate indirilmesi tale-biyle birçok işçi grev kararı aldı. 1889’da toplanan Milletlerarası İşçi Kardeşliği Teşkilatı kararı sonucu 1 Mayıs İşçi Bayramı olarak ilan edildi (Kızılok, İş-günü Mücadelesi ve 1 Mayıs’ın Doğuşu). Tabi bu işçi hareketleri temelde burjuva sınıfına, kapitalist üretim yapan tesislere ve patronlara karşı konuş-lanmıştır ve haliyle son derece ideolojik damarlar-dan beslenir. Sınıf bilinci, proletarya ve komünizm gibi kavramlarla literatüre giren Karl Marx sosyal olayları, gruplar arasındaki sınıf çatışmasıyla açık-lar ve bu işçi hareketlerinde, Marx kaynaklı bilinen gerçek, sanayi devrimi sonrasında fabrikalarda günlük çalışma süresinin 18 saat civarında olduğu bölgelerin varlığıdır. Bu halde, işçiler için daha in-sani yaşam koşulları talep edilmiştir.

Türkiye’de 1 Mayıs’ın kutlanması Osmanlı

Devleti’nde 2. Meşrutiyet’in ilanı dönemine ka-

dar uzanır. Resmi tarih yazımına göre, ilk olarak

1905 yılında İzmir’de kutlanmıştır. İstanbul’da ise

1910’da kutlanmıştır. Sonraları, 1920’de bir takım

hareketlenmeler olmakla birlikte, işçi bayramı sa-

vunusu bir kaç yıl daha devam etti, fakat 1925

yılında çıkarılan Takrir-i Sükûn kararı uyarınca ola-

sı kutlamalar yasaklandı. Bundan on sene sonra,

“Bahar ve Çiçek Bayramı” veya Hıdrellez/Ederlezi

olarak 1 Mayıs resmi tatil ilan edilmiştir. 1977 1

Mayıs’ında, İşçi Bayramı için Taksim Meydanı’nda

yaklaşık 500 bin kişi toplanmıştır. Dönemin DİSK

başkanı Kemal Türker konuşmasının sonuna geldi-

ğinde, çevredeki binaların tepelerine yerleştirilmiş

nişancılar tarafından kalabalığın üzerine ateş açıl-

mış ve kayıtlara göre 34 kişinin hayatını kaybettiği

“Kanlı 1 Mayıs”, 12 Eylül 1980 darbesine giden

adımlardan biri olmuştur. 2008 Nisan ayında, 1

Mayıs’ın “Emek ve Dayanışma Günü” olarak kut-

lanmasına karar verilmiş ve 2009 yılında da meclis-

te çıkarılan yasa ile resmi tatil ilan edilmiştir.

GÜNDEM

Türkıye’de ve Dünyada 1 Mayıs’a Kısa Bir BakıS

BETÜL BABACAN

22 • May›s-Haziran’13

Page 23: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

Türkiye’de bu süreç genellikle polis panzeri, biber gazı ve sendikalar üçleminde tecrübe edil-miştir. İstanbul özelinde, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlayıp kutlamamak hükümet ve sendikalar ara-sındaki ideolojik ayrışmanın ortasına konulmuştur. Bu tartışmalarda Taksim’in sembolik anlamı ba-şat rolü oynamaktadır. Örne-ğin meydanda göze çarpan ilk üç şey Atatürk Kültür Merkezi, Cumhuriyet Anıtı ve The Marmara Oteli’dir ki üçü de birbiriyle bağıntılı bir cumhuriyet ideolojisini tesis eder. Aynı zamanda Cumartesi Anneleri’ni, iktidarın eylemlerine karşı yapılan protestoları veya Filistin’e destek mitinglerini gene Taksim Meydanı’nda görürüz, siyasi örgütlenmelerin merkez mekânı olması açı-sından Fransa’da Bastille Meydanı veya Mısır’da Tahrir Meydanı’na benzetilir. Ayrıca kentsel dö-nüşüm çerçevesinde Beyoğlu’nu mutenalaştırma projesinin de, bu sembolik anlamla yakından ilin-tili olduğu düşünülmektedir (Çalışkan). Çünkü Be-yoğlu toplumun “outsider”larının değil, iktidar ve mülk sahibi olanlarının mekânı olmalıdır artık ve ileri kapitalizmin ögelerini barındırarak bir ticaret-hane şeklinde işlemelidir (Demirören Avm örneği). Diğer taraftan mekanların insan çeşitliliğini temsil ettiği bir Türkiye gerçeği değiştirilemeyeceği için, Taksim’e cami yapılması isteği, ihtiyacın yanı sıra iktidarın yani AK Parti hükümetinin kendi izini bı-rakma ve meşruiyetini artırma çabası olarak da yorumlanabilir. Aynı şekilde Taksim Topçu Kışla-sı AKM’ye rakip bir yeni-osmanlıcı sembol olarak görülmektedir. Sonuç olarak Taksim’de 1 Mayıs demek, sendi-kalar veya örgütlerle hükümet arasındaki iktidar savaşını ortaya dökmektedir. Bu sene Taksim’e küçük katı-lımlı bir resmi zevat-tan başka kimsenin girmesine müsaade edilmedi. Bu durum “devrimci sol gruplar”

tarafından iktidarın, kendileri üzerindeki tahakkü-mü olarak yorumlandı. Hükûmet kanadına göre ise, yapılan kazı çalışmalarından ötürü vatan-daşın selameti için en mantıklı karar alındı; zira

güvenliği sağlayabileceklerini taahhüt edemiyorlardı. Sendikaların ısra-

rına karşı Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın açıklamaları DİSK’in işçi hakkından öte-de, olayı manipüle eden ve ideolojik amaç güden tav-rını bırakması yönündeydi. Her ne kadar sendikalar gü-

venlik önlemi istemediklerini belirtseler de, olası bir çökme

anında “hükûmet bile bile işçinin/emekçinin canına kastetti” gibi başlıklar görme-miz kaçınılmaz olurdu. Bu seneki 1 Mayıs’a dair atlanmaması gereken bir diğer husus, Taşeron İşçileri Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği, İşçi Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği ve Emek ve Adalet Platformu bünyesinde yapılan; asgari ücret ve taşeron işçiliğini protesto eden eyleme polisten gelen müdahaleydi. Çapa’dan başlayan yürüyüşe İstanbul Büyükşehir Belediyesi önlerinde, ortada hiç bir sorun yokken, biber gazı vs. ile engel olmak istendi ve durum hala aydınlatılmış değil.

Geçen seneki kutlamadan küçük bir not: Anti-kapitalist Müslümanlardan, sol tandanslı irili ufaklı örgütlere kadar farklı grupların katılımıyla Taksim’de kutlanan 1 Mayıs, provoke etmek iste-yen kişilerin varlığına rağmen birçoklarını mem-nun etmişti fakat onda dahî yaklaşık 14 bin polis memuru görevliydi, güvenliği sağlamak amacıyla.

Kaynakça-Çalışkan, Koray. “Taksim yasağının perde arkası”. Ra-dikal (3 Mayıs 2013).-Kızılok, Utku. “İşgünü Mü-cadelesi ve 1 Mayıs’ın Do-ğuşu”. Marksist Tutum 25 (2007).- (http://www.marks ist -t u t um .o rg / t a xonomy/term/80)3 “Hükümetten ilk 1 Ma-yıs açıklaması Bozdağ’dan: DİSK’in ısrarı ideolo-jik”. Cihan Haber Ajansı (08.05.2013) www.cihan.com.tr (01.05.2013)4.http://www.1mayis.com/turkiye.htm

May›s-Haziran’13 • 23

Page 24: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

U fkun dar oluşunu çağdaş Müslümanların problemleri içerisinde sıralayabiliriz. “Ufku

geniş tutmak insanlığın hakkını vermektir.” haki-kati inkâr edilemez bir husustur. Tarih boyunca Müslüman olsun-olmasın büyük işleri başaranlar hep ufku geniş olan insanlardı. Zaten ufku geniş olmayan insanlar çağdaşlarının imkânsız dediği iş-lere kalkışamazdı. Bundan 14 asır evvel bir insanın (s.a.v) çıkıp da “la ilahe illallah” demesi ve “bir ve tek olan Rabbinize iman edin” diyerek insanlığa seslenmesi büyük bir işti. Sonrasında bir avuç in-sanın “Ey Rabbimiz! Biz; Rabbinize iman edin diye seslenen bir insanı işittik, hemen iman ettik. Ey Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve canımızı ebrarlarla beraber al.” diyerek o in-sanın (s.a.v) çağrısına cevap vermesi çağdaşlarınca imkânsız zannedilen bir hareketti.

Müslümanlar, insanlığının hakkını veren bir peygamberi ve onun ashabını ne yazık ki temsil edemiyor. Ümmet hala ufak hesapların peşinde ko-şup, küçük ve basit işlerle meşgul oluyor. Bu izzetli dinin zillet içindeki münferitleri bu süreci 200 yılı aşkın bir süredir yaşamakta. Bu zillet o kadar bü-yüdü ki “muhasır milletler seviyesine” kadar ulaştı. Şu anda Afrika’da Müslüman çocuklar misyoner teşkilatlarınca eğitilip Hıristiyan-laşt ır ı l ıyor. Şu anda

Afrika’da adı Muhammed, Ahmed olan Papazlar var. Yine Afrika’daki hükümetler Müslüman yetim-leri Avrupa’dan gelen eşcinsellere birkaç bin dolara evlatlık olarak veriyor. Tayland’da Müslüman aile-lerden 10-11 yaşına gelen kız çocukları zorla alınıp sokaklarda fuhuş için satılıyor. Bu Müslüman ço-cukların satıldığı sokaklara; müşterilerinin ağırlıklı olarak Arap ve Yahudilerden oluştuğu için “Arap” ve “Haham” adı verilmiş. Bir de Türkiye’ye dönüp bakın; adı Ayşe olan Fatıma olan fahişeler, adı İbra-him olan eşcinseller, adı Osman olan katiller gezi-yor sokaklarda.

Peki, bu hale nasıl ve ne zaman gelindi ve kı-rılma noktası neresiydi? İşte bu sorular; sorulması ve cevabının aranması gereken sorular. Öncesinde zikrettiğimiz gibi Kur’an’dan uzaklaşmak bu süreci tetikleyen unsurlardandır. O yüzden bizler Kur’an’ı hakkıyla okumalı, anlamalı ve hayata geçirmeliyiz. Ama Kur’an’ı anlamak için atlanmaması gereken bir husus da onun birine (s.a.v) indiğidir. O bir tebliğ ve tebyin görevi olan uyarıcı bir elçidir. Kuru et yi-yen bir kadının oğludur, adı Muhammed’dir (s.a.v) ve yaşadığı uzun bir hayat ve bize bıraktığı geniş bir örneklik vardır.

Neler yaşadı, neler yaptı peki? Yetim ve öksüz kaldı.

Akrabalarıyla b e r a b e r

büyü-

SİYER VE UFUKERKAM ŞAHİN

GARİP DÜŞÜNCELER

24 • May›s-Haziran’13

Page 25: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

dü. Seyahatlere çıktı ve şehirler gördü. Ortaklık kurdu, ticaret yaptı. 25 yaşından beri hanım(lar)ına eş oldu. Çocukları olduğunda sevinçli, çocukla-rı öldüğünde hüzünlü bir baba oldu. Sonra birden bir şeyler oldu; çok korktu ama sonunda örtüsünü sıyı-rıp kalktı yatağından ve in-sanları uyardı. Rabbini tekbir etti, elbisesini arındırdı. Aza-ba götürecek şeyleri terk etti. İyiliği daha çoğunu umarak yapmamayı ve Rabbi için kat-lanmayı öğrendi. Ve sonrasın-da 13 yıl Mekke’de cemaatinin liderliğini 10 yıl Medine’de Devletin Başkanlığını ve asker-lerinin komutanlığını yaptı ve her beşer gibi öldü.

Doğumundan ölümüne kadar nice olaylar, nice yaşan-mışlıklar, nice tecrübeler, nice örneklikler var. Ama mutlaka ve mutlaka bizden yansımalar var. Bu insan (s.a.v) kiminin evladı, kiminin yeğeni, kiminin de torunuydu. Kimine düşman, kimine dosttu. Eş oldu, damat oldu, dede oldu. Ve birinin am-casının, birinin halasının oğluy-du, hatta sütkardeşi, sütannesi vardı. Ticaret yaptı, askerlik yaptı, komutanlık yap-tı, devlet başkanlığı yaptı, kadılık yaptı. İmam da oldu, cemaat de oldu; bazen sağlıklıydı, bazen has-talandı. Savaştığında yaralandığı da oldu, yaralan-madığı da. Bazen yanlış hüküm verdiği oldu, şid-detli bir şekilde uyarıldı ve doğru hükmedince de takdir Rabbi tarafından takdir edildi. İnsanlar gelip ona danışırdı, bazen de onun danıştığı olurdu.

Örnekleri çoğaltabiliriz ve nihayetinde herkes kendine bir yansıma mutlaka bulabilir. Nitekim bahsettiğimiz kişi 40 yıldır Abdullah’ın oğlu Mu-hammed iken 23 yıl boyunca da Rasulullah Mu-hammed (s.a.v) oldu. İşte özetle aktarmaya çalış-tığımız bunca örneklik ve tespitlerin bulunduğu alana “siyer” denir. Siyer kendisinden nice hikmet, örneklik, usul, üslup, metod, yöntem çıkarılacak bir alandır ve muhtevası her daim ihtiyaç duyacağı-

mız bir kaynaktır. Hangi hadiseler karşısında han-gi kararları aldığı ve hangi tavırları takındığı bizi mutlaka ilgilendirir. Şu unutulmamalıdır ki o bir Şa’ri olan Rabbin tabi ki kulu ama aynı zamanda da

Peygamberidir. Bütün hayatı boyunca gözetim altında tu-tulmuş ve bilerek bir sapma gösterecek olsa şah damarı koparılacaktı. Bilmeyerek bir yanlışa düşse en şiddetli bir şekilde uyarılacaktı ki uyarıl-dı da.

Sünnet bir vahiy gibi ele alınamazsa da bizzat Rabbi-nin sessiz kalarak onayladığı bir olgudur. Zaten “Kur’an’a aykırı bir davranışı oldu.” iddiası da bir iftira olarak ele alınır. Bizzat zevcesinin dediği gibi o bir “yürüyen, yaşayan Kur’an”dır. Hayatında hiçbir uyarılmamış sapması yoktur, dosdoğru bir şekilde durmuş ve eğilip bükülmemiştir. Ne hain pazarlıklara girişmiş ne verilmesi gereken bir hak ye-miştir. Öyle bir nesil yetiştir-miştir ki saygıda kusur etme-diği gibi yeri geldiğinde “Bu senin mi yoksa Rabbinin sözü

mü?” demiştir. İşte bunlar da Kitabullahın muha-tabı ve yeryüzünün halifesi olan biz müminlerin dikkat etmesi gereken bir husustur.

Yukarıda da zikrettiğimiz gibi; ümmetin bu hali acınası ve ağlanası bir haldir. Bunun hesabı hepimizden sorulacaktır. Bu ahvale umursamaz davrananlar, bu mesele üzerine durmayanlar, dü-şünmeyenler hesabı veremezler. Bu hale az da olsa ağlamayanlar imanına delil gösteremezler. Hassa-siyet bu vaziyete gösterilir ve ehemmiyet bu me-seleye verilir. Bu meselenin çözümü, bu rezaletin izalesi, bu gidişatın ıslahatı ise Kur’an’a yönelmek ve onu yaşayanın (s.a.v) örnekliğini özümsemekle olur. Uzun uzadıya anlattığımız da aslında şudur; Kur’an ve Siyer ufku genişletir, basireti güçlendirir, zilleti götürüp izzeti getirir ve bunlar şu çağda en çok ihtiyacımız olan şeylerdir.

Sünnet bir vahiy gibi ele alı-namazsa da bizzat Rabbinin

sessiz kalarak onayladığı bir olgudur. Zaten “Kur’an’a

aykırı bir davranışı oldu.” iddiası da bir iftira olarak ele alınır. Bizzat zevcesinin dediği gibi o bir “yürüyen, yaşayan Kur’an”dır. Hayatında hiçbir uyarılmamış sapması yoktur,

dosdoğru bir şekilde durmuş ve eğilip bükülmemiştir. Ne hain pazarlıklara girişmiş ne veril-mesi gereken bir hak yemiştir. Öyle bir nesil yetiştirmiştir ki saygıda kusur etmediği gibi yeri geldiğinde “Bu senin mi yoksa Rabbinin sözü mü?”

demiştir.

May›s-Haziran’13 • 25

Page 26: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

M odern dünyanın insana karşı ne tür

suçlar işlediğini anlamak için öncelikle

modernitenin insana ve dünyaya nasıl baktığını

anlamamız gerektiği kanaatindeyim.

Modernite kök olarak “şu anda geçerli olan”

manasına gelmektedir. Bu sebeple kendini,

eskiye ait olanı dışlayarak inşa etmiş ve eski-

ye dair her şeyi “gelenek” diyerek dışlamıştır.

Modernite aynı zamanda hakikatin kaynağını

akıl olarak görür ve bir şeyi anlamlandırırken

değerlendirme ölçütü akıldır. Bu sebeple kişi-

nin aklıyla açıklayamadığı hiçbir şey modern

dünyaya ait olamaz bunun sonucu olarak da

dini akıl dışı olarak kabul eder. Çünkü dini ge-

reklilikler insan aklına göre bu dünyadan ba-

kıldığında çok da akılcı değildi. Modern yaşam

bir insanın başka bir insana durduk yere gidip

para (sadaka, zekât vb.) vermesini çok da akıl-

cı bir hareket olarak görmez. Modernitenin bir

diğer ölçütü kişinin özgürlüğüdür. Kişi özgürlü-

ğü ölçüsünde modern olabilir. Bu sebeple insa-

nın özgürlüğünü kısıtlayan hiç bir şey modern

olamaz. Oysa Japoncada özgürlüğün bir diğer

manası “Ahlaksızlıktır” bu durumda Japonlar

çok da modern bir toplum anlayışına sahip

değillerdir. Bu bizim gibi Müslüman toplumlar

açısından bakıldığında böyledir. Bireyin her is-

tediğini yapması çok da ahlaki değildir çünkü

bizim hayatımızı tanzim eden şey nefsi arzula-

rımız değil Kuran ve sünnettir. Modernite her

şeyi özerkleştirerek yani bütünü parçalaya-

rak ele alır, tabi insanı da mensup olduğu her

şeyden özerkleştirir, böylece bireyin her şeye

kendi karar verebilecek liyakatta olduğunu ka-

bul eder. Bu da bireyi alacağı bütün kararlarda

özgür kılar.

Modern dünyanın insan onuruna karşı ne

gibi zulümlerde bulunduğu konusuna gelecek

olursak, öncelikle bireyin kendine ait hissettiği

gelenek ve göreneklerini, inançlarını ve değer-

lerini tamamen dışlamasından başlayabiliriz.

Zira bu bahsettiğimiz değerlerin hepsi eskiden

beri süre gelen birikimlerle ilerleyen kavram-

lardır, oysa modern dünya eskiyi tamamen

dışlayan bakış açısıyla bu kavramları tamamen

dışlamaktadır. Örneğin; bireyin eskiye ait olan

DENEME

MODERN DÜNYADAİNSAN ONURUNA KARŞI İŞLENEN SUÇLAR

ORHAN ÖZER

26 • May›s-Haziran’13

Page 27: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

bir şeye değer vermesini anlamlandıramaz, böyle hareket eden biri modern dünyaya göre eski kafalı ve gericidir. Yani birey ancak yeni olana değer vererek var olabilir, bunun dışın-da hareket eden herkesi tamamen dışlar, bu da aslında modern dünyanın insanın kendine ait olarak kabul ettiği her şeyden arınmasını telkin eder. Eğer kişi başka bir tavır içerisinde olacak olursa ya geri kalmıştır ya da geri kalmaya mah-kumdur. Bu psikolojiyle büyüyen toplumumuz-da kendini ve ülkesini, hatta İslam dünyasını geri kalmış olarak kabul etti.

Modern dünya öte yandan prag-matist yani çıkarcı bakış açısıyla hayatı anlamlandırdığı için, kişinin elde edebile-ceği her şeyin bu dünyayla sınırlı kalacağı düşüncesi içerisinde oldu. Bu da kişinin sadece hayatı bir ömürle sınırlandırmasına ve her şeyini ona göre tanzim etmesine se-bep oldu. Bize hayatımızın asıl gayesi (Allah’ı tanımak ve tanıttırmak) unutturularak tama-men maddeci ve çıkarcı bir yaşam tarzı öğ-retildi.

Bir diğer problemde modernitenin ortaya koyduğu tüketen insan modelidir. Modern dünyanın çıkarcı bakış açısı, gölgesini satama-dığı ağacı kestiği için bireye de bu bakış açısıy-la bakar, yani birey bir anlamda tükettiği dere-cede değerlidir. Bugün etrafımıza baktığımızda da bunun birçok örneğini görebiliyoruz. Mese-la lisedeki bir gencin çoğu özelliğini bilmediği ve kullanmadığı son model cep telefonlarında, gardırobunu onlarca kot pantolon ve tişörtle dolduran gençlerde ya da onlarca şalı varken bir yenisini alan kişilerde veya bir arabası var-ken daha yenisini almak için çırpınan insanlar-da da görebiliyoruz. Tabi bunun muhafazakâr insanlar üzerinde de nasıl bir etki oluşturduğu-nu görmek çok da zor değil.

Mülkiyet kavramı da üzerinde durulması gereken bir diğer kavram... Modernitenin her

şeyi mülk olarak görmesi hastalığı her tarafa yayılmış durumda, öncelikle evi arabayı mülk edinen sonrasında sokaktaki hayvanları bile mülk olarak gören insan, bunun sonucu olarak batıda sokaktaki hayvanın bile bir sahibinin ol-ması gerektiği anlayışını benimsemiştir. Oysa biz hayvanları kendi mülkümüze almadan da yaşatabiliriz. Her şeyi birilerine ait olması ge-rekmez. Nihayetinde bu bakış açısı ile hareket eden modernite batıdaki devletlerde çocuğu-nu döven aileden çocuğunu alıkoyma hakkını kendinde bulmuştur. Kim bu hakkı vermişti bu devletlere hangi cüretle bu kadar ileriye gide-biliyordu? Tabi ki modernitenin insanın onuru-nu ayaklar altına alan bakış açısıyla.

Bireyin eskiye ait olan bir şeye değer vermesini anlam-landıramaz, böyle hareket eden biri modern dünyaya göre eski kafalı ve gericidir. Yani birey ancak yeni olana değer vererek var olabilir, bunun dışında hareket eden herkesi tamamen dışlar, bu da aslında modern dünya-nın insanın kendine ait olarak kabul ettiği her şeyden arınmasını telkin eder. Eğer kişi başka bir tavır içeri-sinde olacak olursa ya geri kalmıştır ya da geri kalma-ya mahkumdur. Bu psikolojiyle büyüyen toplumumuzda kendini ve ülkesini, hatta İslam dünyasını geri kalmış olarak kabul etti.

May›s-Haziran’13 • 27

Page 28: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

ÇAĞIN TEFEKKÜRÜABDULLAH KELEŞ

G üneşli bir günde gökyüzünün maviliğine açılan bir pencere önünde rengarenk çiçekler ve mis

gibi kokan sümbüllerin olduğu bir evi hayal edin. Or-manın mis gibi kokusunu, dalgaların sesini ve kuşla-rın cıvıltısını gözünüzün önünde canlandırın. Şehir

hayatının o keşmekeşliğinde yaşayan bizler için bu cümleler nasıl da kulağa hoş geliyor değil

mi?

İşte bu hayalimizdeki ev gibi aynen kal-bimiz de nefsimiz için bir ev hükmündedir. Evin genişliği ve ferahlığı “huzurlu bir kalp” olarak

ruhsal açıdan mutluluğa vesile oluyor. Ruhsal dünya-mızın merkezi olan kalp, küçüklüğüne rağmen manevi açıdan koca dünyayı kucaklıyor. Arştan arza kadar tüm yaratılanların hikmetine ve ilmine kapı aralıyor. Kulları-nın kalplerine verdiği huzuru Mevla ayet-i kerimesinde şöyle tarif ediyor: “O (Allah), imanlarına iman katsınlar diye inananların kalbine sekine (huzur) indirdi.” (Fetih 48/4) Sıkıntının, huzursuzluğun tam zıttı olan ve kalp-lere inen “sekine”ye bugün stres altında boğulmuş bizlerin o kadar çok ihtiyacı var ki… İşleri yetiştirme telaşı, zaman yetirememe, hep daha fazlasını isteme

DENEME

28 • May›s-Haziran’13

Page 29: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

ve çabucak sıkılma bizleri ruhen yıprattığı gibi zamandan ve mekandan haz alamama, eldekile-rin kıymetini bilememe gibi devrin hastalıklarına sevk ediyor.

Hele hele akşamları mutlaka kaçırılmaması gereken dizilerimize, internette gezinmemize, dokunmatik son model telefonlarla mesajlaş-malarımıza hiç değinmeyeceğim bile. Bunlardan artık kaçış neredeyse imkansız hale geldi. Elekt-riklerin 2 saat kesildiği durumda maalesef sıkın-tıdan patlayacak hale geliriz. Hani bir büyüğü-müz diyor ya “Televizyon olan odadan olmayan odaya geçen, hicret etmiş gibidir” diye, tam da o vaziyet.

Kalplerimizi huzura ulaştırma ve O’nun hik-metine varma yolundaki engellerimizi kaldırma konusunda amansız bir mücadelemiz var. Ruhu-muzun merkezinde iyiliği isteyen kalbimiz, karşı-sında şeytan ve nefsimiz ve hakem rolünde olan aklımız arasındaki bu mücadele, dünyada ve ahirette akıbetimizi belirleyecektir. “Çevremizi kuşatan sanal ağdan, günlük hayatın keşmeke-

şinden kendimizi kurtarıp daha özgün neler ya-pabiliriz?” sorusunun peşinde olmalıyız. Mesela evin her köşesini kaplayan fiskoslar, odanın orta-sındaki sehpalar, oturma alanımızı kısıtlayan mo-daya uygun kırlentler, komşumuz aldı diye mut-laka almamız gereken şatafatlı süslerden evvela kendimize nefes alabileceğimiz bir yaşam alanı açmalıyız. Tefekkürün tecelligahı olması gereken evlerimizi salon vitrinleriyle değil de iç huzuru, biraz da sadeliğin sonsuzluğunda aramalı, ruhu-muzun telakkisine yardımcı olmalıyız.

Her şeyi çabucak tükettiğimiz çağımızda kü-çük şeylerle mutlu olabilmeli, bize zorla sunulan popüleri benimsememizi telkin edenlere dur demeli, önümüze konulanı düşünmeden yeme-mizi isteyen bu yaşantı modeline muhalifliğimizi her halimizle belli etmeliyiz. Şuursuz Müslüman olmaktan vazgeçmeli, yaradılış gayemizdeki hik-meti arayarak Hakk yolunda erdemli insanlar olmalı, kulluğumuzun hakkını vermeliyiz. Çünkü bizi biz yapan, bizi diğerlerinden ayıran tam da bu değil mi?

May›s-Haziran’13 • 29

Page 30: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

TARİH ALGISIMUSTAFA TOLGA

DENEME

Görmekistedikleriniverirtozlusayfalar

sanayadahangipenceredenbaktığı-

nabağlıdırtarihalgın.Pencerelerdeğiştikçe

gördüklerindedeğişmektedirdışarıda. Ta-

rihi yazanı yazdıranı, efsanesi kahramanı,

hırlısıhırsızı,kalleşikardeşihepsisenibek-

lemektedir pencerenin ardında. Sen tüm

bunların içindenalmak istediklerinlekendi

tarihinioluşturursunbirbakıma.

Kimse şunu anlamasın bu söyledikle-

rimden;“tarihindoğrularıbirden fazladır”.

Doğru tektir ama nereden baktığın önem-

lidir.Hırsların,duyguvedüşüncelerin,gör-

meyen gözlerin, duymayan kulakların, dü-

şünmeyenakıllarıngölgesindeseyredersen

tarihinekadarçokdoğruolduğunugördü-

ğünde ve yanlışların nerede kaldığını fark

edemediğindeşaşırmadanedemezsin.

Bir adım ileri giderek yazıyı başka bir

mecrayasürüklemekistiyorum.Yaşadığımız

çağdakişilerintarihalgısıgittiklerişehirler-

de bulunan alış veriş mağazalarıyla başla-

maktadır.Gezdiğiyerleriysenesizsorunne

de ben söyleyeyim. Rabbimizin, kitabında

bahsettiği geçmiş kavimlerin kalıntılarını

gezerken düşünmemiz ayeti bir çok ayet

gibigözdenırakbirhalalmışgönlümüzde.

Yeniçağınçılgınlıklarıarasındaeskiyeolan

ilgisizlikvetarihinimeraketmemehastalığı

birçoğumuzunkalbindeçoktanyerinialmış

durumda. Bundan kastımız geçmişe sapla-

nıp geleceği unutmakdeğildir asla.Genel-

de, geçmişiyle barışık insanların, özelde,

geçmişiylebarışıkMüslümanlarıngeleceğe

bakışıçokdahakaliteliolmalıdırdiğerlerin-

den.

30 • May›s-Haziran’13

Page 31: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

TARİH ALGISIMUSTAFA TOLGA

Tüminsanlıktanziyadeözeldegezinmekdahaanlamlıbuyazıiçin.Yani,Müslümanıntarihalgısıirdelenmesigerekenbirdurumda-dır.Resmitarihinışığındaşekillenenalgıların-da,olmayanlarıolmuşgibi,söylenmeyenlerisöylenmişgibigörmeleriiçburkanbirhaldirbenimiçin.Tarihinsayfalarındakikahraman-larıyadahainleri,kavimleriyadadevletleriolduklarıgibigörebilmekMüslümanınüzeri-nebirsorumlulukyüklemektedir.

Ve bir adımdaha ileri giderek yazımdadostunutanımasıgerekenMüslümanadüş-manınıdahaiyitanımasınıtavsiyeediyorumhaddim olmadan. Düşmanını ne kadar iyitanırsandostundaoorandaşekillenecektirkafanda.Vebakmangerekenpencereyebiradımdahayaklaşmışolursunmücadelende.

Adımları sıklaştırarak devam ederken;dipnotlarda saklı tarihin gözden kaçırıl-maması gerektiği taraftarıyım. Sağlıklı bir

tarih algısını şekillendirebilmenin önündedipnotlar büyük yardımcılardır bana göre.Ama algısını şekillendiren Müslüman he-meninanmamayıdailkeedinmelidirkendi-ne.ÖzelliklealdığıbilgiMüslümanolmayanbiryerdengeliyorsaikikeredüşünmesindefaydavardır.Küfrünışığıylaşekillenentarihalgısındayalanlarolmazsaolmazlardır.

Nesaplanmalıgeçmişinderinliklerine;nehayallerinde yaşamalımasalların; ne unut-malı kimolduğunuveniçin varolduğunu;ne küçümsememeli yapabileceklerini; nekorkudolubakmalıgeleceğine,nedegam-sız bir ümitvarlık saplanmamalı yüreğine.İnancınla aklının bütünleştiği bir noktadasağlıklı bir geleceğin temellerinde şekillen-melidoğrubirtarihanlayışı.

Dedimyaenbaşta:

Hangipenceredenbaktığınabağlıdır ta-rihalgısı…

Yeni çağın çılgınlıkları ara-sında eskiye olan ilgisizlik ve tarihini merak etme-me hastalığı birçoğumu-zun kalbinde çoktan yerini almış durumda. Bundan kastımız geçmişe saplanıp geleceği unutmak değildir asla. Genelde, geçmişiyle barışık insanların, özelde, geçmişiyle barışık Müslü-manların geleceğe bakışı çok daha kaliteli olmalıdır diğerlerinden.

May›s-Haziran’13 • 31

Page 32: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

Basından Yansıyanlar

Cengiz Çandar(Radikal)

Eğer akil insanlar grubu AKP tarafından oluşturu-lursa bu akil insanlar ol-maz. Bu AKP’nin oluştur-duğu bir grup olur, daha çok da AKP politikalarına göre olur. Böyle bir gru-bu da kimse onaylamaz. Çünkü tarafsız olmaz, ba-ğımsız olmaz. Herkesin benimseyeceği, herkesin kabul edeceği, herkesin üzerinde etkili olabilecek başından sonuna kadar bütün aşamalarda hakem-lik rolü oynayabilecek, yanlış yapanın karşısında duracak, düzeltecek bir grubun oluşturulması ge-rekiyor…

Altan Tan(BDP Diyarbakır

Milletvekili)

Basına yansıyan isimler üzerinden değerlendirme yaparsak, bu insanların bu süreçle ilgili mutlaka bir değerlendirmeleri ola-cak. Meselenin çözümün-de kamuoyunun ortak aklı olmalılar. Tamam, silahlar susacak, silahlı insanlar geri çekilecek ama bu sü-reç nasıl olacak. Süreç, sadece silah bırakma ve çekilme değil, bu mesele Türkiye’nin yeniden in-şasıdır. Yeni bir Türkiye, yeni bir Ortadoğu’dur. Kokuşmuş rejimin tasfiye edilmesidir.

Hayrettin Karaman(Yeni Şafak)

Yetmiş küsur milyon insa-nımızın pek azı (akıl hasta-sı olanlar) dışında tamamı bu manada “âkıl” insanlar-dır. Çözüm sürecine katkı yapsınlar diye düşünülen insanlar ise bu “âkıl insan-larımız” içinden, bu vazife için uygun olduğu düşünü-lenlerdir. Bu nitelikte de pek çok insanımız vardır; bunların bir kısmının se-çilmesi, “bunlardan başka-sı yok” manasına gelmez.

BURAK KALPAKLIOĞLU

“Hükümet tarafından çözüm sürecine katkı sağlamak amacıyla sanat, siyaset, akademi, medya, iş

dünyası ve sendika çevresinden oluşturulan akil insanlar heyeti, son dönemde siyasetin en çok tar-

tışılan konusu. Basından Yansıyanlar bölümü farklı kesimden insanların konuyla ilgili kaygılarını

ve eleştirilerini içeriyor.”

32 • May›s-Haziran’13

Page 33: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

Sibel Eraslan(Star)

Çözüm sürecimiz için dile getirilen akil in-sanlar konusu, mese-lenin sadece siyaset ve güvenlikten ibaret olmadığını bir kez daha anlatıyor hepi-mize, hükümet büyük bir metanet ve cesa-retle büyük bir alan açtı çözüm hakkında. Halkımız içine sinme-yen pek çok durumu başbakanımız Tayip Erdoğan’a olan inancı, güvenciyle tolore edi-yor. Buna diğer siyasi partiler de destek, tas-hih, farklı katılım hat-ta yapıcı teknikleriyle omuz vermeliler. Ama bu iş sadece partiler düzeyinde yürüyemez, gönül işidir.

Murat Belge(Taraf)

Bir barış konuşması-nın ve herhangi bir çatışmanın, uyuşmaz-lığın en az iki tarafı vardır. Uyuşmak ve an-laşmak da, bir tarafın kendi düşündüklerini öbür tarafa empoze etmesi demek değil-dir. Ve bu, süreç için-de yer alan iki tarafın da uyması gereken taraftır. Benim şimdi-ye kadarki gözlemle-rime göre, iki tarafta buna uymaya çalışan da var, uymayan da. Böyle olunca, süreç herhangi bir anda ke-silebilir; kesilirse, “Siz şunu şunu söylediniz, onun için kesildi” suç-lamaları başlar; başla-dığında, iki tarafın da dağarcığında, işi karşı tarafın bozduğuna dair yeterince kanıt toplanmıştır.

Koray Çalışkan(Boğaziçi Üniversitesi

Öğretim Üyesi)

Ancak listenin çok önemli bir eksikliği var. Türkiye’nin üçte birine, yani CHP’lilere barış sürecinin ne ka-dar önemli olduğunu, Türkiye’nin onda bi-rine, yani MHP’lilere barışın neden onlara da gerekli olduğunu anlatacak ve sözü dik-katle dinlenecek çok kimse yok. Soldan ya da liberal siyasetten gelenlerin büyük bir bölümü, CHP tabanı-nın sözüne güvenme-diği, sürekli CHP eleş-tirisi yapan insanlar. Milliyetçi kesimden gelenler de MHP’nin tonunu yumuşatacak nitelikte değil. Liberal geçmişten gelenlerin durumu da ortada.

Sıdkı Zilan(Azadi İnisiyatifi Yön. Kur. Üyesi)

Kürdistan halkının özgürlük ve adalet ta-lebinin mutlaka yazılı metinlere dökülmesi şarttır. Bunun yolu da yeni bir anayasa-dır. Zannedersem bu olmazsa süreç olumlu sonuçlanmaz. Akil in-sanlar Ankara’yı tem-silen halkı ikna etme-ye matuf çalışıyorlar. Bizi, yani Kürdistan halkını temsilen de Akil İnsanlara ihti-yaç vardır. Ki bizim akıl insanlarımız hem Öcalan’a hem de PKK-BDP-DTK ve diğer Kürdistani kişi ve ku-rumlara danışmanlık yapsın, hem de Türki-ye devleti ve toplumu nezdinde baskı unsu-ru olabilsin.

May›s-Haziran’13 • 33

Page 34: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

İBN HALDUN’UN TARİH ANLAYIŞI BAĞLAMINDA TOPLUMSAL DEĞİŞİM KODLARINI ÇÖZÜMLEMEK

ŞÜKRÜ KABA

DENEME

İbn Haldun 14. yy.’da yaşamış,

batıya önemli ölçüde katkılar sağ-

lamış bir düşünürdür. Bizler İbn

Haldun’u 19. yy.’da tanıma

imkânı bulduk. İbn Haldun’u

farklı kılan unsur, onun yeni

bir ilim oluşturma sevdasıdır.

İbn Haldun’un yaşadığı dö-

neme kadar tarih ve bilim an-

layışı kayıtçı bir yapıya sahipti.

Yani olayların sebepleri ve sonuç-

ları kayıt altına alınır ve elde biriken

bu veriler bize tarih ve olaylar hakkında

bilgi verir. İbn Haldun bunun değişmesi gerek-

tiğini düşünerek şu önemli hususu sorgulamış-

tır. Toplumların değişmesinde hareket noktaları

nelerdir? Bu soruya vereceğimiz doğru cevaplar

bize hem doğru bir tarih anlayışı hem de olay-

ları doğru okumanın getirisi olarak geleceğe

dair doğru çözümler üretme fırsatı tanıyacaktır.

Tarihsel süreçte bir olayın sebep ve sonucunun

toplumu ne yönde etkilediği ve o etkilerin gü-

nümüz toplumunu ve dünyasını nasıl etkilediği

bilinmediği sürece tarih anlayışımız kayıtçı man-

tıktan kurtulamayacaktır.

Tarihsel süreci sosyal değişimim kodlarını or-

taya koyarak inceleme yolunu tercih eden İbn

Haldun tarihe, ilmi umran adını vererek toplum-

ları yönlendiren kontak noktalarını açıklamıştır.

Tarihin esas konusunu olaylar üzerinden ince-

lemekten öte insan, toplum ve me-

deniyetin incelenmesi olarak an-

lamıştır. Bu anlayış bağlamında

İslam’ın doğuşuna bakmamız

gerekmektedir. İslam’ın top-

lum üzerinde hâkim oluşuna

tarihsel verilerden baktığımız

zaman bu tarih okumaları

bize toplum oluşturmada ipuç-

ları sunmalıdır. Mesela İslam

tarihi hakkında bilgi sahibi olur-

ken peygamber efendimizin yaşadığı

dönemi Mekke ve Medine dönemi olmak

üzere iki kısma ayırmak ve bu iki dönemi bir-

takım olaylarıyla bilmek bizler açısından yeter-

sizdir. İçinde bulunduğu toplumu ıslah etmeyi

ve İslam medeniyeti elçisi olmayı hedefleyen

kimseler; Mekke’yi insanlardan iman ve teslimi-

yetin oluşturulması devresi, Medine’yi ise iman

ve teslimiyet zemininde kurumsallaşmış, orga-

nize ve sınırları gelişmekte olan bir yapıyı anla-

ması gerekmektedir. Sadece olayların bilinmesi

yetersizdir. Olaylar, olayların kişiler, toplumlar,

medeniyetler üzerinde etkileri de bilinmelidir.

İstanbul’un fethine baktığımız zaman da karşı-

mıza bireysel ve toplumsal anlamda önemli öl-

çüler sunmaktadır. Fetih mantığında kazanılmış

bir savaştan veya Osmanlı Devleti’nin sınırlarının

genişlemesinden ziyade İstanbul’un Osmanlı

Devleti eliyle İslamlaşması mesajı vardır. Tarih-

34 • May›s-Haziran’13

Page 35: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

te bu gibi olaylar mücadele anlayışında nelerin

ölçü alınması gerektiğinin örneklerini sunmak-

tadır.

Peygamber efendimizin İslam toplumunu

inşa etmede uyguladığı tedricilik, bize belli olay-

lar konusunda veya toplumu İslamlaşma konu-

sunda süreklilik sahibi olmamızı ve sabırlı olma-

mızı öğretmektedir. İstanbul’un fethi, inandığı

değerler uğruna imkânsızları mümkün hale ge-

tirmeyi ve gemileri karadan yürütmeyi göze ala-

cak kadar kararlı olmanın değişime sebep olaca-

ğını öğretmelidir.

İbn Haldun içinde bulunduğu toplumu anla-

tırken geleceği ve bugünü anlamamıza yardımcı

olacak ölçüler de belirlemiştir. Mesela toplumla-

rı bir arada tutan en önemli unsurun asabiyet

olduğunu vurgular. Akraba, soy, ırk gibi un-

surların öncelendiği nesep asabiyeti ile kültür,

çevre koşulları ile meydana gelen asabiyeti se-

bep asabiyeti olarak tanımlamıştır. Şu tespitte

bulunmuştur: “Toplumları bir arada tutan en

büyük sebep asabiyeti dindir.” Din toplumu bir

arada tutmakla beraber birlik olmanın gerekleri-

ni de öğretmektedir. Bizler tek bir ümmet oldu-

ğumuzu bildiren bir vahyin, Müslümanları birbi-

rinin kardeşi ilan eden bir peygamberin ümmeti

olarak birlikteliğimizi soy, ırk, nesep ayrımına

tabi tutmadan İslam’ın ipine sıkıca sarılmalıyız.

Toplumu ayakta tutacak asabiyet bu değerlere

sahip olmalıdır.

İbn Haldun toplumu bedevi ve hadari olmak

üzere sınıflandırmıştır. Bedevi bir toplum za-

fer elde eder ve varlığının sınırlarını oluşturur.

Sonra refah oluşur ve kazandıklarını kaybetme-

mek için kimseye bulaşmamayı tercih eder. Bu

süreçte iyice güçlendikten ve merkezileştikten

sonra israf aşamasında elindekileri kaybetmeye

başlar. Bedevi bir toplumun hadari topluma dö-

nüşmesi ve bu olayın seyrine baktığımız zaman

Osmanlı Devleti’nin beylikten devlette, devlet-

ten imparatorluğa ve oradan da çöküşe gidi-

şinin İbn Haldun’un bu teorisiyle örtüştüğünü

görmek mümkün. Kargaşa ortamında toplum-

da iki kısım toplum vardır. Birincisi bu ortam-

dan bir an evvel kurtulmayı gerekli gören ve

bu yolda sorumluluklarının farkında olanlar ve

mevcut durumun muhafaza edilmesini çözüm

olarak görenler… İşler yolunda gitmediği halde

mevcut durumun muhafaza edilmesini kendi çı-

karları açısından gerekli görenler kaçınılmaz son

olan çöküş sürecini hızlandırmaktadır.

İbn Haldun’un bu teorisi günümüzün mev-

cut şartlarını doğru okumaya yardımcı olmalı-

dır. Bugün rüzgâr bizden yana esiyorsa bu hızla

yapmamız gereken ne ise onu hakkıyla yapmalı-

yız. Rüzgâr ters yönde esmeye başladığı zaman

ne kadar çabalasak da çözüm gecikecektir ve

çöküş kaçınılmaz olacaktır.

Peygamber efendimizin İslam toplumunu inşa etmede uyguladığı tedricilik, bize

belli olaylar konusunda veya toplumu İslamlaşma konusunda süreklilik sahibi

olmamızı ve sabırlı olmamızı öğretmektedir. İstanbul’un fethi, inandığı değer-

ler uğruna imkânsızları mümkün hale getirmeyi ve gemileri karadan yürütmeyi

göze alacak kadar kararlı olmanın değişime sebep olacağını öğretmelidir.

May›s-Haziran’13 • 35

Page 36: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

TAHLİL ALİ TARIK PARLAKIŞIK

“Hilafet’i Kurtarmaktan ‘Kendimizi’ Kurtarmaya”:

Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele Olarak İslam’a,

Bir Tahlil Denemesi

İ smail Kara’nın, Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi isimli üç ciltlik çalışmasından tanıdı-

ğımız üslubunu mezkûr eserde biraz da, cumhuriyet dönemini katarak kullandığını

görüyoruz. Başlığımızdaki tırnak içindeki bölüm, kitabın giriş bölümünün ilk konusu.

Böyle bir konudaki kitabın ilk meselesi için yerinde bir başlık esasında; süreci tasvir

ediyor. Kitabın cumhuriyet dönemini İslam-devlet, halk-yöneten ilanihaye ekseninde

işleyen yönünü ele aldığımızda, yine çok yerinde seçilmiş bir başlık da kitabın giriş bö-

lümüne ad yapılmış; “Din ile olmuyor dinsiz de olmuyor!”

İsmail Kara’nın, işlediği konuyu fotoğraflarla ve ek metinlerle zenginleştirdiğini ve

delillendirdiğini görüyoruz.

“Türkiye’de İslamcılık” konusunda tahlil, düşünce ve eleştirilerinde yer yer

“muhafazakâr” ve “yerlilik” reflekslerini bildiğimiz İsmail Kara, bu kitabında da belirtti-

ğimiz reflekslerine bir miktar misal sağlıyor.

(Kitabın dördüncü baskısını ele alarak işleyeceğiz.) Kitabın yirmi birinci sahife-

sinde, “Milli Mücadele devam ederken 1921 yılı baharında vücut bulan İstiklal Marşı

İslam(cılık)la milliyet(çiliğ)in ne kadar rahatlıkla ve tabii olarak iç içe, yan yana bulu-

nabileceklerinin/bulunması gerektiğinin açık delili olsa gerektir.” diyor. İttihad-ı İslam,

İttihad-ı Osmani ve milliyetçiliğin dönemsel olarak “yakınlaşmalarını”-“uzaklaşmalarını”

kısaca birbirleriyle olan ilişkilerini anlatırken böyle bir yargıyı belirtiyor, İsmail Kara.

Bu yargı şovenist bir milliyetçilikten söz ediyorsa zaten yanlıştır ki, Mehmet Akif’in ırk-

çılığı eleştiren hatta küfür olarak addeden mısraları vardır. Yok, eğer kavme olan sev-

gi ilânihaye ise zaten insanın kavmine sevgi duymasında İslam açısından bir beis yok;

ayrıca böyle bir sevginin ideolojik formda ifade edilebilecek bir yönü de yok. Yani her

halükarda yanlış bir yargıdır, Kara’nın yazısı.

Kitabın yirmi üçüncü sahifesinde Kara, “Çok yönlü etkilerinin olduğunda şüphe olma-

yan oryantalistik çalışmalara intikal etmek gerilere ve dolaylı sahalara gitmek kabul edi-

lecekse en azından Hilafet’in ilgası ve Şeyh Said isyanındaki İngiliz etkisinden, tercüme

ağırlıklı bir medeni kanunun kabulünde Lozan kararlarının icbarında, 2. Dünya Savaşı

sonrası şartlarda tek parti laiklik anlayışının tadil ve tashihe tabi tutulmasından, ABD

merkezli “yeşil kuşak”, “ılımlı/kültürel İslam” ve “liberal İslam” projelerinden, Almanya

36 • May›s-Haziran’13

Page 37: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

ve Fransa’nın yoğun Alevilik ilgisinden, AB sürecinde artış gös-

teren misyonerlik faaliyetlerinden… konuyla ilgili herkesin pay-

laşabileceği şekilde bahis açılabilir.” diyor. (Vurgu bize ait.) Bu

pasajda “Şeyh Said isyanındaki İngiliz etkisinden” vurgusundan

İsmail Kara’nın, Şeyh Said İsyanı’nda, İngiliz etkisi olduğu dü-

şüncesine sahip olduğunu anlıyoruz. Bugün bir takım meselele-

rin (geçmişe göre) daha açık olduğu, daha rahat konuşulduğu bir

ortamda İsmail Kara’nın, Şeyh Said’le ilgili böyle bir zanda ısrar

etmesi dikkat çekilmesi gereken bir durumdur.

Yine başka bir yerde yazar “İstanbul-Ankara çekişmesinin or-

taya çıkardığı meşruiyet problemi (unutmamak gerekir ki büyü-

kelçilikler 30’lu yıllarda İstanbul’dan Ankara’ya taşınmıştır) ve

siyasî/fikrî istikrarsızlık Ankara’yı daha çabuk, üzerinde yete-

rince düşünülmemiş, tartışılmamış, içeride paylaşılması zor fa-

kat uluslararası arenada, mevzuat ve statü itibariyle kendi lehine işleyecek kararlar

vermeye icbar etmiş gözükmektedir.” diyor. Hâlbuki biliyoruz ki, Mustafa Kemal ve

cumhuriyetçi kadroların stratejik-siyasal-politik-ideolojik-ideolojik duruşları, telak-

kileri baştan beri aynı. Atatürk’ün, Nutuk’ta çok öncesinden inkılapları planladığına

dair serdettiği sözler mevcut. Zaman-zemin yöntemini kullandığını/savunduğunu an-

layabiliyoruz; vakti gelince bir takım değişikler yapacağını ve planlarını en baştan beri

taşıdığını anlatıyor.

Mamafih, yer yer negatif yönde eleştirebileceğimiz zaafları da olsa eser, hem o dö-

nem için tarihi metin olarak hem Türkiye’de İslam(cılık) Tarihi, Türkiye’de İslam algısı

ilânihaye açısından önemli bir noktada.

Yer yer hatıraları önünüze koyarak, yer yer işlenen mesele ile ilgili döneminde

hazırlanan/yayınlanan rapor, yazı, mülakat ve diğer belgeleri önünüze koyarak tabiri

caizse, o zamanı okuyucuya gösteren bir nitelik katmış yazar. Tabi bu minvaldeki

fotoğrafları da unutmamak lazım. Dönem açısından önemli niteliği olan fotoğraflar…

Zaten İsmail Kara’nın bu konulardaki geniş fotoğraf arşivinin var olduğunu biliyoruz.

Hilafet’in kaldırılışından; Diyanet’in tarihine, Müslüman tip ve karakterlerinin

Diyanet’e bakışlarına; Türkiye’deki cemaatlerin, cumhuriyet öncesi ve sonrasında re-

jime bakışlarına kadar geniş bir tarihi dönemi, siyasal-politik-sosyolojik-tarihsel gibi

geniş bir çerçevede hazırlanan kitap, tabiri caizse bir giriş niteliği de taşıyor. Yazar,

politik gelişmelerle bu gelişmelerin halkın farklı kesimlerince nasıl algılandığı arasın-

daki ilişkiyi yerinde irdelemiş. Hangi dönemde Müslüman çevrelerden hangilerinin

mevcut duruma göre nasıl bir üslup kullandığı ve nasıl tepki verdiği sosyolojik çö-

zümlemelerle beraber iyice işlenmiş ve mevcut kapitalistleşme sürecinde cemaatlerin

tepkileri de iyi analiz edilmiş.

Bu vesileyle kitabın ikinci cildinin de yazarın, konuyla ilgili yazılarından oluşacağı

bilgisini de vermiş olalım.

May›s-Haziran’13 • 37

Page 38: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

KültürSanat

Melike YURT

Ayasofya’daHüsn-iHatSergisi

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın

Kutlu Doğum Haftası etkin-

likleri bağlamında, Prof. Dr.

Uğur Derman’ın danışmanlı-

ğında Ayasofya’da 12-23 Ni-

san tarihleri arasında Hüsn-i

Hat sergisi düzenlendi. İslam

Hat Sanatı’nın çok kıymetli

eserlerinin yanında Osman-

lı padişahlarından II. Mah-

mut, III. Selim, III. Murad ve

Abdülmecid’in eserleri de

sergide yar aldı. Sergide Haıf

Osman, Yasarizade Musta-

fa İzzet, Sami Efendi, Fehmi

Efendi, Mustafa Rakım, Mah-

mud Celaleddin, Hamid Ay-

taç, Necmeddin Okyay gibi

son dönemin önemli isimleri-

nin eserleri yer aldı.

Üstad80Yaşında…Küçükçekmece Belediyesi ve Tür-kiye Yazarlar Birliği (TYB) İstanbul Şubesi’nin birlikte düzenlediği “Sezai Karakoç Özel Etkinliği”nde, edebiyat dünyasının önemli isimleri üstadla alakalı anılarını düşüncelerini katı-lımcılarla paylaştı. Cennet Kültür ve Sanat Merkezi’nde 27 Nisan akşamı gerçekleştirilen programda, salonu dolduran Sezai Karakoç dostları, üs-

tadın düşünce ve edebiyat dünyasındaki rolünü ve önemini, onu tanıyan ilk ağızlardan dinledi. İlk olarak kürsüde Ali Hay-dar Aksal, Sezai Karakoç ismiyle nasıl tanıştığından bahsetti. Ardından Âdem Turan, Sezai Karakoç’un Mona Rosa şiiriyle küçük yaşlarda tanışma hikâyesini anlattı. Köşe şiirinden bir parçayla dinleyenlerin yüreklerini serinletti. Ali Ural, 1938 yılın-da Sezai Karakoç’un beş buçuk yaşındayken bir köy okulunda kumla dolu masanın üzerine parmağıyla nasıl yazı yazdığını, Bünyamin Yılmaz ise Sezai Karakoç eserlerinin, piyeslerinin Türk sinemasında hayat bularak dünyaya tanıtılması gerektiği-ne vurgu yaptı. Belkıs İbrahim Hakkıoğlu, Sezai Karakoç’a olan saygı ve hayranlığından bahsederken, Ebubekir Kurban, Sezai Karakoç’u sevmek imandandır çıkışıyla katılımcıların yüzüne tatlı bir tebessüm kondurdu. Ferman Karaçam, Hüseyin Akın, İsmail Kılıçaslan Sezai Karakoç’un bilinemeyen yönlerinden, üstadın sade kişiliğinden, fırından ekmek alıp evine gidişinden, Kadıköy vapurunda ya da bir camide ikindi namazında karşı-laşabileceğimiz Sezai Karakoç’tan bahsettiler. Mevlana İdris, zengin çıkınındaki erzaklarla gönüllerimizi doyururken, Osman Bayraktar, Özcan Ünlü, Recep Garip, Sezai Karakoç ile Diriliş’in artık meyve vermesi gerektiğini vurguladılar. Şaban Abak yeni neslin Sezai Karakoç’u tanımak için hangi eserlerinden baş-lanması gerektiğini anlatırken, Selçuk Kürkçü Diriliş’in kurtuluş olduğunu söyledi. Şeref Akbaba, Sezai Karakoç ile anısını, Yu-suf Kaplan düşünür, sanatçı ve ahlak anıtı kimlikleriyle Sezai Karakoç’un bir bütün olduğunu duyurdu. Zeki Bulduk’un ko-nuşmasının ardından program sona erdi.

38 • May›s-Haziran’13

Page 39: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

KültürSanat

TürkiyeAlimlerBirliğiKuruldu.

Toplumda sahih bir din algısı

oluşturmak amacı ile kamuoyu-

nun yakından tanıdığı otuzun

üzerinde ilim adamları bir araya

gelerek Türkiye Alimler Birliği’ni

kurdu. Kurucular arasında Halil

Günenç Hocaefendi, Mehmet

Savaş Hocaefendi, Prof. Dr. Raşit

Küçük, Prof. Dr. Hasan Kamil Yıl-

maz, Prof. Dr. Yaşar Kandemir,

Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Prof.

Dr. Faruk Beşer, Nurettin Yıldız

Hocaefendi, Prof. Dr. Orhan Çe-

ker, Doç. Dr. Rahmi Yaran, Prof.

Dr. Abdullah Aydınlı, Dr. Ahmet

Efe, Doç. Dr. Ahmet Bostancı,

Prof. Dr. Ahmet Özel ve daha

başka isimler mevcut. Kimin

neye inanacağının belirsizleştiği

günümüz karmaşık ortamında

Hz. Peygamberin Hz. Ali’ye “Ne

yapacağınızı şaşırdığınızda tek

başınıza hareket etmeyin, abid

alimleri toplayıp onların istişaresi

ile hareket edin.” önerisini uy-

gulamak üzere yola çıkan alim-

lerimizin çabalarının ümmeti ay-

dınlatmasını ümmetinde istifade

etmesini temenni ediyoruz.

SiyerAtölyesiİlk toplantısı 2009 yılı Nisan ayında yapılan atölye projesi, bi-

rinci yılında “Cumhuriyet Devri Türkçe Akademik Siyer Litera-

türü Değerlendirmesi”, 2010 yılında “Siyer-Edebiyat İlişkisi”,

2011 yılında “Türkiye’de Popüler Siyer Çalışmaları”, 2012

yılında “Türkiye’de Çocuklara Yönelik Siyer Çalışmaları” baş-

lıklarıyla gerçekleştirildi. Her yıl farklı kadro ve temalarla orga-

nize edilmesi planlanan atölye çalışmasının 2013 yılı çalışma

başlığı ise “Siyer ve Görsellik” olarak belirlendi. Sonpeygam-

ber.info Siyer Atölyesi kapsamında, bu yıl “Siyer ve Görsel-

lik” başlığı altında dünyaca ünlü yönetmen Majid Majidi’nin

katılımıyla görsel sanatlar ile siyer ilişkisi ele alındı. 20 Nisan

Cumartesi ve 21 Nisan Pazar günleri Meridyen Derneği’nde

gerçekleştirilecek atölye toplantısına Prof. Dr. Turan Koç,

Yrd. Doç. Dr. Irvin Cemil Shick, Dr. Nur Kançal, Cihan Aktaş,

Fahima S. Firouz, Enver Gülşen, İhsan Kabil, Majid Majidi,

Fatih Okumuş, H. Hümeyra Şahin, Cemal Şakar, Uğur Mine

Tamay, Ayşe Taşkent, Hülya Yazıcı gibi isimlerin katılımı ile

program gerçekleştirildi.

May›s-Haziran’13 • 39

Page 40: Genç Öncüler/ Tesettür / 81

Okumuş Bir İşçi SoruyorYedi kapılı Teb şehrini kuran kim?Kitaplar yalnız kralların adını yazar.Yoksa kayaları taşıyan krallar mı?Bir de Babil varmış boyuna yıkılan,kim yapmış Babil’i her seferinde?Yapı işçileri hangi evinde oturmuşlaraltınlar içinde yüzen Lima’nın?Ne oldular dersin duvarcılar Çin Seddi bitince?Yüce Roma’da zafer anıtı ne kadar çok!Kimlerdir acaba bu anıtları dikenlerSezar kimleri yendi de kazandı bu zaferleri?Yok muydu saraylardan başka oturacak yerdillere destan olmuş koca Bizans’ta?Atlantis’de, o masallar ülkesinde bile,boğulurken insanlar uluyan denizde bir gece yarısı ,bağırıp imdat istedilerdi kölelerinden.

Hindistan’ı nasıl aldıydı tüysüz İskender?Tek başına mı aldıydı orayı?

Nasıl yendiydi Galyalıları Sezarbir ahçı olsun yok muydu yanında onun?İspanyalı Filip ağladı derlerbatınca tekmil filosu.Ondan başkası acaba ağlamadı mı?

Yedi Yıl Savaşı’nı İkinci Frederik kazanmış hayok muydu ondan başka kazanan?

Kitapların her sayfasında bir zafer yazılıAma pişiren kimler aşını?Her adımda fırt demiş fırlamış bir büyük adam.Ama ödeyen kimler harcanan paraları?

İşte bir sürü olay sanaVe bir sürü soru.

Bertolt BrecchtÇeviren: A.Kadir

ŞİİR

40 • May›s-Haziran’13