genciz biz Şubat 2012
DESCRIPTION
Üsküdar Belediyesi Aylık Gençlik Dergisi Şubat 2012 Sayı: 2TRANSCRIPT
GencizBiz ikinci sayısıyla yoluna devam ediyor. İlk sayımızla oldukça başarılı bir tablo çizdik. Her ne kadar ilk sayı olmanın getirdiği eksik gediklerimiz olsa da okuyucularımızdan aldığı-
mız geri dönüşler bizi fazlasıyla memnun etti. Gelen beğeniler sorum-luluğumuzun da ne kadar büyük olduğunu gösterdi bizlere. Özellikle yayıncılığının internetle birlikte yeniden tartışıldığı bu dönemde dergi yayıncılığının da yeni bir forma kavuşacağını düşünüyorum. Bunun nasılını önümüzdeki günler bize gösterecek.
Yeni sayımıza gelince, ana dosyamız yaşanmış bir olaydan yola çıkarak hazırladığımız bir çalışma oldu. Uzun süre uykusuz kalmak-tan ve sürekli ekrana bakmaktan kaynaklanan bir hastalık olduğunu keşfetmememizle beraber gençlerin neden geceleri uyumayıp internet başında vakit geçirdiklerini ve bunun ne gibi sonuçlara sebep olaca-ğını araştırdık. Gençler hazır kahveleriyle internet başında vakit ge-çirerek, birbirinden farklı sebeplerle geceleri uyumuyor. Kimileri için sebep eğlence iken, kimileri de bir entelektüellik göstergesi olarak geceleri ayakta kalmayı, ertesi gün "bütün gece uyumadım" diyerek yapıp ettiklerini anlatmayı bir ayrıcalık sayıyor. Konuyla ilgili ayrıntı-lar hakkında bakalım sizler neler düşüneceksiniz...
Bu sayının önemli konukları da var tabi. Şu sıralar "Öyle Bir Geçer Zaman Ki" dizisinde "Kenan" karakterini canlandıran Hüseyin Avni Danyal ile yaptığımız röportajdan keyif alacağınızı umuyorum. Vatan Gazetesi Yazarı Mutlu Tönbekici'yi ise Serbest Kürsü köşemizde ağırladık. Üniversiteye hazırlanan ve üniversiteli gençler için hazır-ladığımız Eğitim-Kariyer sayfamızda dikey ve yatay geçişler hakkında bilgiler bulabilirsiniz. Öğrenci Bütçesi sayfamızda ise hediye paketleri sizleri bekliyor. Dergimizin en dikkat çeken sayfalarından biri olan fotoroman konuğumuz ise Sadık Yalsızuçanlar.
İçeriğimizi daha da canlı, nitelikli hale getirmek için yelpazesi geniş bir vizyon çizmeye gayret ediyoruz. Bu vizyonu çizerken bize desteğini esirgemeyenlere minnettarız.
İsmihan ŞİMŞEK
İMTİYAZ SAHİBİMustafa Kara
YAYIN DANIŞMANIHasan Ekmen
YAYIN YÖNETMENİİsmihan Şimşek
YAYIN KURULUAyşe Şahinboy DoğanM. Zübeyir KoçuluGülizar SönmezErsin ÇelikHalit Ömer CamcıÜmit Aksoy
MUHABİRLERAyşegül DumanPınar Hilal Balta
GRAFİK&TASARIMÖmer Somay
ADRESBurhaniye Mah. Genç Osman Sk. No:13 P.K. 34676 Üsküdar / İstanbul
TELEFON0216 557 71 98
BASKIDergah Ofset0212 489 33 33
İnsan ruhunun tendeki yansıması:KINAKına insanın kendini ifade etme biçimlerinden ya da güzelliğini pekiştirme yöntemlerinden belki de en sıra dışı olanı. Adeta insan ruhunun tendeki yansıması...
Yedi çocuklu bir ailenin ikinci çocuğu olmak düş-müştü ona. Yalnızdı, derindi ve içine dönüktü sorguları. Edebiyatın güçlü kalemi Sadık Yalsızuçanlar bu sayıda konuğumuz. Roman baştan sona kendine dönüş hikâyesidir, iyi seyirler...
13 Neden yazar kiİNSAN32
Uykusuz Her Gece4
i ç i n d e k i l e r
Hüseyin Avni Danyal:
"Kendi dizimi de izlemiyorum"
18
2 Şubat 2012
8 Mısırlı ses savaşçısı: ÜMMÜ GÜLSÜM
10 SİRKECİ GARI SÖYLÜYOR: Boşa çiğnemişim de şu yalan dünyayı
16 Size bir han dolusu HEDİYEDEN HABERİMİZ VAR
22 Bu benim hayalim, DENEMEKTEN NE ÇIKAR! İstediğiniz şehirde, istediğiniz üniversitede, hayalini kurduğunuz bölümde okumak için ilk adımı- nız önceliklerinizin yer değiştirmesi...
24 MUSTAFA KARA Gençler sakın
uyumayın, hayatın öznesi olun!Aileleriniz sizlere, genç-lere bunca anlamı yükler-ken, sizlerin omuzlarına onca görevi yüklerken,
sizlere ne kadar bilinçli ve özenli davrandıkları tartışılır.
26 Mutlu Tönbekici diyor ki;
30 Küçük efendiler gurbette Savaşın yetim çocuklardan Dârüleytam Talebeleri, I. Dünya Savaşı yıllarında Almanya'ya çıraklık eğitimi almaları için gönderilmiş. Büyük umutlarla gidilen Almanya, bu çocuklar için sadece hüsrandı.
36 Hangi oyuncak bu kadar duygusal olabilir ki? Hangi oyuncak bu kadar duygusal olabilir ki? Ya da hangi çocuk oyuncağı bilinen bir oyuncak koca koca adamların işi, ülkelerin kültür temsilcisi olabilir ki... İnsanın uçma isteği mi acaba onu bu kadar özel kılan? Yoksa bir ipin ucunda göklere ulaşabilmenin hazzı mı?
40 TEZAT TV
42 KISA FİLM cesaret ister
43 Sümer Tilmaç ile kısa ama anlamlı... 44 Gençsen "Gelecek"sin...
46 Bilişim
48 Gençlik Ajandası
52 Öğrenci Evi
3Şubat 2012
UYKUSUZ HER GECE
Sabah erken kalkardı atalarımız, tarlanın bağın bahçenin içinde geçen günlük koşuşturma yatsının günü kapatma-sıyla son bulurdu. Yine aynı hayat meşgalesine uyanmak için kapanırdı gözler ve gece kendi karanlığı içerisinde bir bilinmezliğe doğru açılırdı. Atalarımızın karanlık saatleri
uyuyarak geçirmesine tepkimizden olsa gerek, artık çok az uyuyo-ruz. Ya da uyuyorsak karanlığın içinde değil de gündüzün göbe-ğinde dalıyoruz. Karanlıkta uykuyla geçirilen zamanı sorguluyor ve daha nasıl uyumadan bir 24 saati geçirmenin planlarını yapıyoruz. 48 saat sonrasında beynimizin artık uykusuzluktan yalpalayan lop-larıyla farklı bir deneyimi yaşamış oluyoruz.
Kapital düzenin yakında hiç uyumadan çalıştırabileceği, tüketti-rebileceği sistemleri gelmeden önce son bir defa daha geri dönüp bakmak istedik. Eğer uyku sanıldığı kadar "dertli" bir şeyse susa-cak, ama aslında bir külfetten çok yaşamın doğası gereği olmazsa olmazıysa yazmaya devam edeceğiz. Bir hafta boyunca uykusuz kalınarak yazılmış bu dosyanın içerisinde uyku ve uyanıklık arasın-daki izdüşümlerini sorguladık.
Kapital düzenin yakında hiç
uyumadan çalıştırabileceği,
tükettirebileceği sistemleri
gelmeden önce son bir defa
daha geri dönüp bakmak
istedik. Bir hafta boyunca
uykusuz kalınarak yazılmış
bu dosyanın içerisinde uyku
ve uyanıklık arasındaki
izdüşümlerini sorguladık.
Ayşe Şahinboy Doğan - Gülizar SönmezAKTÜEL
BEYNE NEDEN KAN GİTMEZ Kİ!Gözlerinin kapandığını hissediyordu, 3 gündür uyuma-
dan takılıp kaldığı onlarca site arasında kime en son yo-rum yazdığına bakıyordu. Aaa! En son attığı tweet retweet olmamış mıydı? Ne şans, yine cümlenin hasını kurmuştu. Yavaşça doğrulup arkasına dayanmak istedi. Arkasına da-yanabilmiş miydi, yoksa öylece yığılıp kalmış mıydı bilmi-yordu. Gözlerini açtığında ne hatırlıyordu en son, onu bile tam ikame edemiyordu zihni. Arkadaşları telaşla, onun yere birden yığılıp kaldığını, ellerinin ters döndüğünü, gözlerinin kaydığını anlatmaya başladı. Onlar anlattıkça içine elyın girdiğini düşündü, sonra babaannesinin bah-settiği üç harfliler aklına geldi. "Tabi" dedi "geçen gece destursuz çöp atmıştım, kesin çarpıldım". Arkadaşları gelişmeleri, doktora gidişlerini heyecanla a n -latmaya devam ediyordu. Birden hastane odasında olduğunu fark etti ve can alıcı soruyu sordu: "nolmuş bana?", "– oğlum beynine kan gitmemiş ondan böyle acayip olmuşsun."
Ne cin çarpmıştı ne de içi-ne uzaylı kaçmıştı aslında. Sadece uykusuz kalmıştı...
Düzensiz uykunun beyne nasıl zarar verdiği üzerine bir araştırma yapılmış Pensilvanya Üniversitesi'nde. Bilim adam-ları, uykusuzluğun beynin işlev-lerini nasıl olumsuz etkilediğini
ortaya çıkarmış. Araştırmaya göre, sadece bir gün bile uykusuz kalan beyin işlevlerinde dengesizlikler meydana geliyor. Uzmanlar, anlık elektrik kesintileri gibi gidip ge-len beyin fonksiyonlarıyla uykusuz kalan insanların gün içinde uyku ve uyanıklık hali arasında kısa geçişler ya-şadığını söylüyor. Bu da uykusuz kalan kişinin dikkatini yoğunlaştıramaması, görsel hafızasında kesintiler yaşan-ması anlamına geliyor.
Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte artan iletişim araçları diye başlayan cümleler genelde sosyal ve toplumsal taba-kanın değişimi üzerine iki kelam etmeyle devam eder. Lakin bizim kastettiğimiz şey iletişim araçlarının insanın uykuy-la arasındaki huzuru bozduğu yönündedir. Bahsettiğimiz
hikâye gerçekte yaşanmış bir sağlık sorunundan yola çı-kılarak anlatılmıştır. İki hafta üst üstte gece uyku-
su uyumadan sürekli tablet bilgisayar kullanan birinin başına gelmiştir. Oturma biçiminden
gece uykusunun olmamasına kadar tüm etkenler, beynini olumsuz yönde etki-
lemiş ve epilepsi krizi türünde bir nöbet geçirmiştir.
KARANLIKLARIN EFENDİSİ: MELATONİNAklımızın idrak kısımla-
rında zorlandığımız bir noktadır insan bedeninin çalışma sistemi.
Sadece gece karanlığında belli saat-
Sadece bir gün bile uykusuz kalan beyin
işlevlerinde dengesizlikler meydana geliyor.
Uzmanlar, anlık elektrik kesintileri gibi gidip gelen
beyin fonksiyonlarıyla uykusuz kalan insanların
gün içinde uyku ve uyanıklık hali arasında
kısa geçişler yaşadığını söylüyor.
5Şubat 2012
Aklımızın idrak kısımlarında zor-
landığımız bir nokta-dır insan bedeninin çalışma
sistemi. Sadece gece karanlığında belli saatlerde salgılanan melato-nin hormonunun da görevini tam
olarak anlayabilsek, uykunun bir zaman kaybı olmadığını
söyleyebilirdik.
24.00Gece yarısı. U
ykunun
ilk evresi başlıyor.
01.00Beden kendini uykuya
programlıyor. Dikkat azal-
dığından bu saatte çalışan-
ların hata yapma olasılığı,
iş ve trafik kazaları artıyor.
02.00Derin uyku. Melatonin en yüksek düzeyde. Beden soğuğa karşı aşırı duyarlı oluyor. Görme duyusu ve refleksler zayıflıyor. Gece yapılan trafik kazalarının çoğu bu saatte oluyor.
03.00Melatonin salgılanması azalıyor. Kişide kararsızlık
ve melankolik hissetme artıyor. İntihar vakaları bu saatte çok görülüyor.
lerde salgılanan melatonin hormonunun da görevini tam olarak anlayabilsek, uykunun varlığının bir zaman kaybı olmadığını söyleyebilirdik. Melatonin akşam saat 21'den sonra salgılanmaya başlıyor. Gece saat 2 ve 4 arasında en yüksek seviyeye ulaşıyor. Ve sabah 7'de azalmaya başlıyor. Uyku bastırmasının nedeni olan melatonin salgısı, doğru zamanlarda beden de işlevi görürse, tüm organların hayrına bir çalışmayı gerçekleştiriyor. Tamir ve onarım vazifesi gören melatonin doğru zamanda salgılanmadı-ğında ise bedenin sağlıklı kalmasına faydası olmuyor. Bir çöpçü
BİYOLOJİK SAAT
SOSYALİM UYKUSUZUM
Nasreddin Hoca 'Bana damdan düşen birini getirin' demiş, biz de Hoca'nın de-diğini yapıp uykusuz kalanlara sorduk:
"Gün içinde en çok üretken olduğunuz saat aralıkları nelerdir? Gece uykusuz kalmak size ne kazandırıyor? Geceleri neler ile uğraşıyorsunuz? Sizce gece uykusuz kal-mak bir entelektüellik belirtisi midir?"
BANA UYKUYU ANLAT...
Uykusuz kalmak ve sabahlamak en çok da sosyal medya kullanıcılarının tercih ettiği bir usul. Onlarında fikrini almadan olmaz-dı, işte buyurun "gece neden uyumuyo-ruz?" sorusuna cevaplar.
PINAR HİLAL BALTA
6 Şubat 2012
AKTÜEL
gibi görev yapan melatonin, bütün çalışma saatleri boyunca yorulan ve atık madde biriktiren hücre-lerin içine kolaylıkla girerek, temizlik yapıyor.
Bu sessiz ve fark edemedi-ğimiz temizlik, ertesi sabah hücrelerimizin yeni bir iş gü-nüne hazır olabilmesi için ya-pılan en önemli faaliyetlerden biri. "Size geceyi örtü, uykuyu bir istirahat, gündüzü de dağılıp çalışma vakti kılan O'dur." (Furkan Sûresi–47) ve "Uykunuzu dinlenme yap-tık." (NebeSûresi–9) ifadeleri de bu noktada önemlidir.
ÖLÜNCE UYURUZ!Çoğunluğun uyuduğu, günlük hayat telaşının hafifledi-
ği saatlerdir gece yarısından sonraki zaman dilimleri. Hat-ta çoğu gençlerin entellik olarak tanımladığı bir durumdur gece uykusuz kalmak. "Kahvemi içtim ve sabaha kadar
uyumadım" sözü üzerine bir dünya fel-sefe yapılabilir. Gece uykusuz kal-
mak kimine göre ise üretkenliğin olduğu saatlerdir. Modern ha-yatın getirilerinden biri olan "ölünce uyuruz" düşüncesiyle her saniyeyi yaşamaya kalkan isteklerimiz, bedenimizin de
bir sistemi olduğunu kimi za-man unutmaktadır. Uyku, bedeni-
mizin ve beynimizin onarım işlevle-rini gerçekleştirdiği yoğun bir süreçtir. Uyku halindeyken bedenimizde nelerin
olduğunu görebilseydik sanırım geceleri bilgisayar başında durmayı tercih etmezdik.
Gece gerekli olan uyku, nörolojik performansı, endokrin dengeyi, bağışıklık sisteminin çalışmasını ve kas-iskelet büyümesini ve tamirini destekler. Uykuda bü-yüme hormonu salgılanır ve hücresel yenilenmede kritik rolü vardır. Farz edin ki yemek yemeyi ve uyumayı aynı anda bıraktınız. Önce hangisinden ölürsünüz sizce? İna-nılmaz ama uyku!
ALİSEFA BEYAZ:Sabah saatleri daha verimli ama ders çalış-malarım hep gecelere kalıyor ve uykusuz kalıyorum. Bir şey ka-zandırdığı yok uykusuz kalmanın, bilgisayar başında geçiriyoruz. Entelektüellik belirtisi değil uykusuz kalmak, hobi olmuş ama bunun havasını atan arkadaş-larım var.
ERVA GÜNEYSU:En verimli olduğum vakitler sabah 10-11 arası. Genelde geceleri vaktimin çoğunu inter-nette harcıyorum, film izliyorum. Ama gecele-ri de uykusuz kalınca gün boyu uyuklamalar oluyor. Kişi uykusuz kaldığınca değil uy-kusuz kaldığı vakitleri değerlendirebilirse entelektüel olabilir.
GÜLBAHAR DEMİRHAN:Geceleri uyumayınca gün içinde yapmaya fır-sat bulamadığım şeyleri yapıyorum. Ama günün yorgunluğu bir de gece çalışmaları eklenince uykusuzluk bu yüzden ertesi güne başka bir yorgunluk ve daha da verimsizlik oluyor. Yani uykusuz kalmak bir şey kazandırmıyor.
KORAY KARA:24 saat içinde uyumadığım her anı verimli geçiren üreten biriyim. Geceleri genelde gündüz fırsat bulamadığım işleri yapıyorum. Haberleri, gündemi takip edi-yorum. Ama bu uy-kusuzluk ertesi güne sağlam bir yorgunluk kazandırıyor.
HAMDİ KARAKAL:Gece uykusuz kalınca bir kazancım yok ertesi güne yorgunluk oluyor sadece. Ben geceleri uyumak, kitap okumak ya da yazmak ile kullanıyo-rum. Entelektüellik katıyor bu uykusuzluk bize ama bütün büyük beyinler gece uyumayı tercih etmiştir.
Gece uykusuz kalmak kimine göre
ise üretkenliğin olduğu saatlerdir. Modern hayatın ge-tirilerinden biri olan "ölünce uyu-ruz" düşüncesiyle her saniyeyi yaşamaya kalkan isteklerimiz,
bedenimizin de bir sistemi olduğunu kimi zaman
unutmaktadır.
7Şubat 2012
Şubat 20128
MÜZİK M. Zübeyir Koçulu
Mısırlı ses savaşçısı:
ÜMMÜ GÜLSÜM
Dünya müzik piyasasını elinde tutan ve 'müziği' kolonyal bir anlayışla kategorize eden Batı'nın, kendi kontrolü dışındaki 'sesleri' adlandırma bi-çimidir 'etnik müzik.' Kıvırcık bir siyahinin usta darbelerle şaha kaldırdığı djembe, bir Ortadoğu-
lunun elinde hayat bulan def, ya da bir Laz'ın müziği so-luksuz bırakan kemençesi, bu yüzden bir Batılı için 'etnik müzik'tir.
Kim tarafından nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, bizi bize anlatan, bizi bizle buluşturan her nota, 'bizim'dir.
Gülsüm'ün annesi de bizimdir mesela. Henüz Fransa'da aristokrasi dükkânlarında albümleri satılmaya başlamadan önce 'etnik' olan Ümmü Gülsüm.
Nil ne kadar bizimse, işte o kadar. Kadife sesine eşlik eden ud da, tanbur da, klarnet de bizimdir. Ümmü Gülsüm bizimdir. Peki, Ümmü Gülsüm kimdir?
SÜHEYL YILDIZI: ÜMMÜ GÜLSÜMMısır'ın büyülü sesi, nâm-ı diğer 'Do-
ğunun Yıldızı' veya 'Mısır'ın 4. Pira-midi' 1904'te Tamay Zahra köyünde, fakir bir imamın kızı olarak dünyaya gözlerini açtı. Sesini ilk keşfeden babası oldu. Ona küçük yaşta 'kıra-at' eğitimi verdi.
Sesiyle dünyayı Nil'in dalga-larına aşina kılan Ümmü Gülsüm, ilk olarak Kur'an-ı Kerim'i ahenkle okumayı öğrendi. Sonra, çevre köy-lerde ilahiler okumaya başladı. Ba-
bası onu 1920'de Şeyh Ebu'l Ala'nın yanına götürdüğünde, Kahire, eşsiz bir sesin sahibini ağırladığından habersizdi.
Ümmü Gülsüm'ün Şair Ahmed Rami, Muhammed Abdul-vahab gibi sanatçılarla aynı meclislerde buluşması uzun sürmedi. Henüz otuzlu yaşlarının başında Mısır'ın 'bir nu-maralı sesi' ilan edildi.
Buna rağmen, doğduğu köy olan Tamay Zahra'nın ko-kusunu hiç unutmadı Ümmü Gülsüm. Seçkinlerin iltifatı, zenginlerin beğenisi, fakir imam kızının doğallığını etki-lemedi. Mısır Kralı Faruk'un sarayında el üstünde tutul-du. Mısırlı besteciler, şairler, ona şarkı yapmak için ka-pısını aşındırdı. O en çok şair Ahmed Rami'nin sözlerine kıymet verdi. En çok onun eserlerini okudu. Tecrübesiz bir genç şarkıcıyken yürüdüğü sokakları unutmadı. Mısır Radyosu'nda her ayın ilk cuma gecesi, canlı yayında şarkı-larını okumaya devam etti.
BÜLBÜLLER SUSSUN ŞİMDİÜmmü Gülsüm'ün sesi, Arap yarımada-sında zamanı durdururdu adeta. Çünkü
Ümmü Gülsüm şarkı söylediği sa-atlerde, Arap siyasetçileri susar-dı. Hiçbir lider, o şarkı okuduğu zaman konuşma yapmazdı. Arap sokakları boşalır, alış-veriş du-rur, taksi şoförleri birbiriyle çe-kişmez, Kahire pazarında para geçmez olurdu. Sokak başlarına kurulmuş radyoların etrafında Ümmü Gülsüm dinlenirdi hep
birlikte. Kim bilir, belki Nil nehri de uğultusunu içine çeker, Mısır'ın
Ümmü Gülsüm şarkı
söylediği saatlerde, Arap siyasetçileri susardı.
Hiçbir lider, o şarkı okuduğu zaman konuşma yapmazdı. Arap sokakları boşalır, alış-veriş durur,
taksi şoförleri birbiriyle çekiş-mez, Kahire pazarında para
geçmez olurdu.
kadife sesine kulak kesilirdi.Arap tarihinde, Ümmü Gülsüm dışında Arap halklarını
tek bir tınıda buluşturan, onları aynı sözü dinlemeye 'ikna eden' pek az kimse geldi. Bu yüzden, Ümmü Gülsüm'ün sesi, mağlubiyet sonrası zor zamanlar geçiren Arap dün-yasında, siyasi liderlerin sesinden bile fazla duyuldu.
NİL'İ YASAKLAYABİLİR MİSİNİZ?İsrail'e karşı büyük bir yenilgi alan Mısır kralı, Cemal
Abdülnasır'la anılacak 'devrim'le tahtı bırakmak zorunda kaldı. Devrim sonrası Mısır radyosunda Ümmü Gülsüm'ün sesi de yasaklandı. Yıllar önce halk konserlerinde Gülsüm'ü coşkuyla dinleyen Abdülnasır bunu öğrendiğin-de, radyonun yöneticisini yanına çağırarak, "Biz Ümmü Gülsüm'ü yasakladık mı?" diye sordu. "Evet, efendim, eski rejimin sembolü olduğu için yasakladık" cevabına çok öfkelendi: "Pekâla, piramitleri yasakladınız mı? Nil'in suyunu da yasakladınız mı? Onlar da eski re-jimin sembolüydü. Derhal Ümmü Gülsüm konserleri çalınsın!"
Nil'in suyu susar mı hiç?Ümmü Gülsüm susmadı.Arap-İsrail savaşını kaybetmek, kadife sesli Nil kadı-
nını derinden sarstı. Bir savaşçı nasıl kınını-kılıcını ku-şanırsa, o da sesini kuşandı ve uzun bir yolculuğa çıktı. 'İşgal' acısıyla kuşatılmış Arap coğrafyasına konserleriyle hayat vermeye azmetti. Mısır'dan başlayarak Lübnan'da, Kuveyt'te, Tunus'ta, Fas'ta, Sudan'da, Libya'da binlerce insana şarkı söyledi. Kendisine ait mücevherleri ve kon-serlerden kazandığı 2,5 milyon sterlini Mısır hükümetine bağışladı. Kuşkusuz ki, Ümmü Gülsüm, Arap dünyasına İngiliz sterliniyle ölçülemeyecek kadar değerli bir katkı-da bulundu. Tamay Zahra'nın mütevazi kızı, mağlubiyetin etkisiyle 'detone' olmuş halklara, coşkunun ve dirilişin notalarını yeniden hatırlattı.
AVRUPA'DA GÜLSÜM RÜZGARI
70'li yıllar, efsane şarkıcının notalarının dinginleş-tiği, ritminin yavaşladığı yıllar oldu. 1972 yılın-da son konserini verdi. Mısır'ın kadife sesi, son
şarkısı olan Muhammed Abdülvahab'ın yazıp bestesini Beliğ Hamdi'nin yaptığı "hakam aleyna el hava"yı yine aynı yıl içinde stüdyoda okudu. Çok istemesine rağ-men bu şarkıyı sahneden okumaya ömrü vefa etmedi.
1975 yılının Şubat ayında, Mısır radyosunda oku-nan Kur'an-ı Kerim, Nil'in kadife sesli sanatçısının sustuğunu bildiriyordu. Seyid Hüseyin Camii'nin mi-narelerinden okunan sala, Arap dünyası için 'melal'in kelimelere dökülmüş haliydi. 4,5 milyon kişi onun son yolculuğunun bestesi oldu. –Cemal Abdülna-sır da dahil- hiçbir Arap liderine nasip olmayan bir kalabalık onu uğurladı. Mısır hükümeti tarafından Ümmü Gülsüm için resmi devlet töreni düzenlendi. Naaşı camiden alınarak, askeri bando eşliğinde Tahrir Meydanı'na getirildi.
Nil'in hüzünlü sesi, Arap yarımadasının Şimal yıl-dızı, Arap sokaklarının sevgilisi, çöl gecelerinin yan-kısı, bir şarkının notalarına sığmayacak 'coşkulu bir hüzünle' dünya sahnesine veda etti.
Ümmü Gülsüm, hem okuduğu şarkılarla hem de ölümüyle, melâli bilmeyen bir nesli, melâle aşina kıldı.
Şimdi;Arap siyasetçileri sussun, hiç biri konuşma yap-
masın.Arap sokakları boşalsın, alış-veriş dursun.Taksi şoförleri birbiriyle çekişmesin artık.Kahire pazarında para geçmez olsun.Şimdi, Nil'in çöle indirdiği sesi dinleyelim...
Şubat 2012 9
Arap-İsrail savaşını kaybetmek, kadife sesli Nil kadınını derinden sarstı. Bir savaşçı nasıl kınını-kılıcını kuşanırsa, o da sesini kuşandı ve uzun bir yolcu-luğa çıktı. 'İşgal' acısıyla kuşatılmış Arap coğrafyasına konserleriyle hayat vermeye azmetti.
Boşa çiğnemişim de
şu yalan dünyayı
SÖYLÜYOR:Sirkeci Garı
10 Şubat 2012
GEZİ Ümit Aksoy | Fotoğraflar: İsa Terli
Hayatımın bir yerlerinde "pito-resk" diye bir kelime var, onu öğrendim. Tam olarak nerde geçiyordu hatırlamıyorum ama bunu, yani bu kelimenin ne an-
lama geldiğini yakınımda bulunan "inter-net" sözlüğüne sorduğumda bana verdiği anlam aynen şöyleydi: Durumu ve görünü-şü resim konusu olmaya değer (görünüş).
Daha sonraları öğrenecektim ki, Orhan Pamuk, Yahya Kemal'in İstanbul'la, daha özelde bu topraklarla girdiği ilişkiyi an-latmak için kullanıyordu bu kelimeyi. Ona göre Yahya Kemal pitoreskti çünkü dondu-rulmuş bir zamanı mekânın yerine koya-rak, söz konusu mekân-zamanı bir heykel kıvamında yaşamaya çalışıyordu. Ayrıca bir pitoresk ruh nereden bakarsanız bakın, biraz yapmacık bir şeydi; pozdu, doğal olmayandı; biraz kibarlık budalalığıydı vesaire vesaire. Ben de bu yaşımda şu Sir-keci Garı yüzünden kendime "Acaba ben bir pitoresk miyim?" sormaya başladım ne yazık ki...
Çok vakit önce Uğur Tanyeli Hoca biz-deki "mahalle" kavramından bahsederken şöyle bir değerlendirmede bulunmuştu: Bir mahalleyi meydana getiren temel nok-ta çıkmaz sokaklardır. Mahalle, tam da o mahallede bulunan bir çıkmaz sokaktan türemiştir aslında. Bunun sebebiyse çık-maz sokağın söz konusu mahalle için bir kaynak olarak o mahalleyi korumasından, o mahalle için bir emniyet sübabı işlevi görmesinden dolayıdır. Çıkmaz sokak, ma-halleye gelen yabancı birisi için bir şekil-de düşülecek bir tuzak gibidir. Başka bir ifadeyle, o çıkmaz sokağa ancak mahal-leli olanlar, oranın sakinleri "düşebilirler; yabancılar değil. Bunları söylemiş ve ek-lemişti Uğur Tanyeli: "Çıkmaz sokak, bir incirin ilk çıkış yeri olan o delici, güçlü, korkmaz özü gibidir."
Sirkeci Garı'nda küçük bir çay ocağı var. İşte o küçük çay ocağı da tam olarak çıkmaz sokağın bir mahalle için ifade ettiği anlamı barındırmaktadır kendi içinde. Sanki bütün bir Sirkeci Garı bu çay ocağından neşet etmektedir. Bu çay oca-ğı, şu devasa garın köküdür, özüdür, kaynağıdır. Ve elbette aynı zamanda bir emniyet sübabıdır o güzelim garın...
Bu çay ocağı içinde bulunduğumuz "özelleştirme çağın-
da" bir devlet çay ocağı vazifesi görmesi hasebiyle bizim için kıymetli bir yerde durmaktadır haddi zatında. Çaylar ucuzdur. Çay ocağının çay demlenen yerindeki bütün teç-hizat devletimiz gibi eskidir; içindeki çalışanlar da buna dâhildir üstelik.. Ama bu devletin kanatları altında olmak hiç de sandığımız kadar kötü değildir aslında. Artık bu-ranın devletlû hantallığı bana o kadar güzel geliyor ki, buraya karşı olan bağlılığım içten içe artıyor garip bir şe-kilde. Başka bir ifadeyle, bu çay ocağının somut anlamda bir sahibi, patronu, müdürü falan yok. Kâr amacı da güt-müyorlar. Sizi kazıklamak gibi özel bir gayretleri de, çayın bayat olması gibi bir sorun da yok. İnanılmaz bir hizmet yok belki; ya da çayın yanında bir kurabiye ikram edilmi-yor ve yahut "Efendim ne alırdınız?" diye sormuyor bir garson. Ama bununla birlikte sizi hiçbir şekilde yoracak bir bakış, bir isteğinizi yerine getirmekten duyulabilecek bir yorgunluk, oflama, püfleme; paranız çıkışmadığında size yan gözle bakma da yok burada.
Ama daha önemlisi bu çay ocağının iki konuda bu garın nabzının tutuyor olmasıdır aslında. Bunlardan ilki, her ne kadar ben yaşamasam da yine de bu garın birileri için ayrılık ya da kavuşma yeri olmasıyla ilgilidir. Biraz yorgun, biraz fakir, çokça kahırlı yüzlerdir bunlar. Eh, aralarında tuzu kuru olanlarda da var. Ama yol, yolculuk, yolda olmak zaten yeterince hüzünlü bir şey. Bu anlamda bir tren garı, evet, bir otobüs terminalinden daha fazla bir yuvayı hatırlatıyor insana ama son kertede orası da bir durak, hepsi bu enikonu. "Gidenler, kalanlar; ah za-manın sonsuzluğunu anlamayanlar". Devlet eliyle yolcu
Sirkeci Garı'nda küçük bir çay ocağı var. İşte o küçük
çay ocağı da tam olarak çık-maz sokağın bir mahalle için ifade ettiği anlamı barındır-maktadır kendi içinde. Sanki bütün bir Sirkeci Garı bu çay ocağından neşet etmektedir.
olmanın, yolculuk etmenin güvenliğinde, yanağınızın otobüs değil ama tren camının garantisinde olduğu, bi-raz olsun konakladığınız ortası havuzlu bir çay bahçesi gibi bir şey bu gar, bu istasyon.
Bir de, efendime söyleyeyim, bu çay ocağının küçük camlarından bakılınca görülen, az ilerdeki "amele paza-rı" var bahis açmamız gereken. Sabahları seçilmek üzere bekleyen bir topak gibi duruyorlar az ilerde. Eğer o gara ve çay ocağına uğradıysanız onları görmemeniz mümkün değil. Değil çünkü o topağı oluşturan yekpare kitlenin kendisine yuva bildiği yer tahmin edeceğiniz üzere tam da bu çay evi. Hepsi her gün seçilmeyi beklerler. Hepsi
her gün umutlu olmakla yükümlüdürler, ameledirler, va-sıfsızdırlar, nereye koşacaklarını bilmez bir haldedirler. Hepsi bizim biraz görmek istemediğimiz inşaatçı baba-mız, fakir eniştemiz, elleri pörsümüş, nasır tutmuş am-camızdır. Hepsi boyunlarında çoluk çocukların, karılarını taşırlar her gün.
Ben bu yazıyı yazarken, sevgili Emel Taşçıoğlu'nun "Ankara'da Yedim Taze Meyveyi" adlı o canım türküsünü dinledim sürekli olarak. Bilenler bilir bu türküyü, bilme-yenlerse, bu yazıdan hemen sonra dinlemeye başlasınlar. Çünkü bu Sirkeci Garı biraz bu türkü gibi bir şeydir: Ağla-sa olur, sitem etse yeridir, içine atsa büyüklük, haykırsa dünya duyar. Ve bu gar bunu fazlasıyla yapmaktadır öte-den beri. O güzelim türküde, "Trene bindim tren sallanır / Zalım doktor da ciğerime ellenir / İyi olun diye köye yolladı / Söyleyin anama anam ağlasın / Anamdan gayrı-sı yalan ağlasın" diye bir bölüm var. Bu sallanan tren, bu gardan hareket eden trendir işte: Daha doğrusu sallanan bu gardır, bu çay ocağıdır. Evet, o türküde sallanan tren bu gardan hareket eden trendir işte: hepimizin en güzel ve en dokunaklı yerlerimize. Bütün bunlardan sonra ben hala bu gara pitoresk bir ruhla bağlıysam, eyvallah, yan-lış yoldayım. Allah affetsin beni. Ama yok eğer öyle de-ğilse durum, hadi hep beraber el sallayalım bu istasyona, trenlere; en çok da o yoksul amelelerin olduğu vagona, çay ocağına.
Hepsi her gün seçilmeyi beklerler. Hepsi her gün umutlu olmakla yükümlüdürler,
ameledirler, vasıfsızdırlar, nereye koşacaklarını bilmez bir haldedirler. Hepsi bizim
biraz görmek istemediğimiz inşaatçı babamız, fakir eniştemiz, elleri pörsümüş, nasır
tutmuş amcamızdır. Hepsi boyunlarında çoluk çocuklarının, karılarını taşırlar her gün.
GEZİ
İnsan ruhunun tendeki yansıması;
KINA
Yazı-Fotoğraf: Halit Ömer Camcı
Şubat 2012 13
YAŞAM
Günlük yaşam hem sanatla, hem gelenekle, hem de pratik hayatın getirdiği birtakım tecrübelerle hep iç içe olmuş ve bu birbirine geçmişlik durumundan bambaşka kavramlar, simgeler, ifadeler ve pratikler çıkmış. Tıpkı yanıcı bir madde olan hidrojen ile ya-
kıcı bir madde olan oksijenin birleşmesinden, söndürücü bir madde olan suyun oluşması gibi sanatla günlük yaşamın girift ilişkisinden de bambaşka bir güzellik çıkmış ortaya; Kına.
Kına insanın kendini ifade etme biçimlerinden ya da güzel-liğini pekiştirme yöntemlerinden belki de en sıra dışı olanı. Adeta insan ruhunun tendeki yansıması olan kına hiç dur-madan ivmelenen modern yaşamla birlikte kaybolmaya yüz tutmuş gibi gözükse de aslında geçmişten bugüne bir yığın motifi bize taşıyor.
İNSAN GÜZELE TALİPTİR, ÇÜNKÜ GÜZEL YARATILMIŞTIRİnsan her daim güzele talip. Güzel görmek ister, güzel tat-
mak ister, güzel koklamak ister, güzel düşünmek ister... Çünkü güzel yaratılmıştır ve güzele layık olduğunu düşünür. Güzellik
Kına insanın kendini ifade etme biçimlerinden ya da güzelliğini
pekiştirme yöntemlerinden belki de en sıra dışı olanı. Adeta insan
ruhunun tendeki yansıması...
14 Şubat 2012
YAŞAM
her ne kadar îzafî bir kavram da olsa farklı toplumlarda ve coğrafyalarda benzer şekillerle ya da benzer uygulama-larla karşımıza çıkabiliyor. Selamlaşma şekillerimiz, ço-cukken oynadığımız oyunlar, müziğin üzerimizde yaptığı etki ya da uçsuz bucaksız gökyüzüne dalıp gittiğimizde ruhumuzun yaptığı yolculuklar... Tüm bunlar farklı da olsalar ortak noktaları elbette mevcut ki bu ortak nok-talar sayesinde insanoğlunun sahip olduğu müşterek bir kültürel zenginliğe ve ifade diline sahibiz. Bu kültürel zenginliğin en sıra dışı örneklerinden biri de hiç şüphesiz ki kına. Kına hemen hemen insanlığın var olduğu tüm zamanlarda ve tüm coğrafyalarda yer etmiş bir simge. O kadar ki kınanın bin yıllar öncesine uzanan bir geçmişi var. Milattan öncesine ait olduğu düşünülen mağara du-varlarındaki çeşitli tasvirlerde bile elleri kınalı kadınlar görmek mümkün.
KINA NAZARI DA BOZAR, KÖTÜ GÜÇLERİ DE KOVARKadınlar genellikle güzelliklerini ortaya çıkarmak için
yüzyıllar boyu uygulamışlar kınayı tenlerine. Ama sa-dece bununla da sınırlı kalmamış. Düğünlerde, bay-ramlarda, mevlitlerde, törenlerde ve çeşitli mera-simlerde de kına hep uygulanır olmuş ve bugün de hâlâ uygulanmakta. Ayrıca kınanın nazarı bozduğuna ya da bazı kötü güçleri insandan uzak-laştırdığına inanan toplumlar da mevcut. Hay-vanlar da insanın güzele olan düşkünlüğünden nasibini almış. Çeşitli kutlamalarda ya da nazar-dan korunması amacıyla hayvanlara kına yakılıyor. Özellikle atlarla eşeklerin yelelerine, pençelerine ve kuyruklarına yakılan kınalar insanın hayvanlarla girift
hale gelen ilişkisinin bir yansıması.Kına hemen hemen tüm toplumlarda ortak olmakla
birlikte uygulama amaçları ve biçimleriyle farklılıklar arz ediyor. Örneğin Müslümanların, Yahudilerin, Hıristiyanla-rın ve Hinduların düğünlerden önce tertip ettikleri kına geceleri buna en güzel örnek. Ancak kına bazısında geline bazısında ise hem geline hem de damada yakılıyor.
HERKES İÇİN FARKLI, KAYBOLMAYAN BİR GELENEKKına birçok kültürde çiçek desenleri, geometrik motif-
ler hatta çeşitli resimler olarak insan tenine uygulanıyor olmasına karşın sadece Türkiye'de avuç içine şekilsiz bir biçimde yakılıyor. Kınanın geleneksel hale gelmiş bazı uygulamaları da mevcut. Örneğin Umman'da ve Körfez Ya-rımadası ülkelerinde kına sadece geline uygulanırken, ge-lin olmayan kişilerin kına yakması ayıp karşılanıyor. Bazı körfez ülkelerinde de genç kızlar sadece ellerine kına ya-kabiliyor çünkü ayaklara kına yakmak yalnızca evli kadın-lara mahsus. Ayrıca bedevî kadınlardan yine sadece evli olanlar ellerine ve ayaklarına kına yakabiliyorlar çünkü bu onların evli olduklarına dair bir işaret. Körfez ülkele-rindeki bu geleneksel kuralcılığa karşın Hint Kültüründe bu türden katı kurallar yok. Kına hem süslenmek amacıy-la, hem çeşitli kutlama ya da törenlerde, hem de bereket getirdiğine inanıldığı için yakılıyor. En süslü ve dekora-tif uygulama şekline Hint Kültüründe rastlayabileceğiniz kına günümüz teknolojisinin getirdiği bazı yenilikler ve kolaylıklar sayesinde modern toplumlarda da yayılmasını sürdürmekte. O kadar ki Pakistan'ın en modern alışveriş merkezlerinde bile kına yaktırabileceğiniz güzellik mer-kezlerine rastlamanız mümkün.
Nasıl doğduğunu, geliştiğini, yayıldığını ya da ilk olarak hangi toplumların, hangi amaçla ve hangi
şekilde uyguladığını tam olarak bilemesek de bil-diğimiz tek bir şey var ki, kına insan ruhunun
tendeki yansıması.
Kına birçok kültürde çiçek desenleri, geometrik motifler hatta çeşitli
resimler olarak insan tenine uygulanı-yor olmasına karşın, sadece Türkiye'de avuç içine şekilsiz bir biçimde yakılıyor.
15Şubat 2012
BÜYÜK BİR HENGAME İÇİNDE YÜRÜMENİN KARŞILIĞI DA OLABİLİR KEYİF
Günümüzde bir binaya hapsedici, alış-veriş mer-kezleri hayatımıza girmeden önce birçoklarımızın anne-babalarının alış-veriş yapmak için ilk tercih mekânlarından biriydi; Eminönü... O eski halinden pek eser yok şimdi. Orayı aramamıza izin vermeyecek kadar AVM tapınaklarımız var hayatımızda...
İlkokul hayat bilgisi dersinde artık "Keyif: TV karşısında uzanmak, deniz kenarında çay içmek, kısacası her türlü yalnız kalmak olarak" tanım-lanacak hale geldi. İnsanlarla konuşmak, hatta ko-
nuşmadan onların sadece seslerine şahit olarak vakit geçirmek de, tanımadığınız insanların hayat gaileleri-ni seyretmenin de, büyük bir hengame içinde yürüme-nin karşılığı da "keyif" olabilir, inanın Eminönü'nde...
Çoğu kişi için hediye seçimi oldukça zordur. "Ne alacağım?" sorusu kişinin kafasında bü-yür... Büyür... Büyür... Bunun kadar bir de "Ne yiyeceğiz?" sorusu vardır, beynin içini
kemiren... Bir de öğrenci iseniz seç-menin yanında işin içine bütçe olayı girer. Öğrenci bütçesi ile yapılabile-cekler İstanbul'da sınırlandırılamaz. Evet, evet sı-nır-lan-dı-rı-la-maz... Öğrenci bütçesi ile alabileceğiniz he-diyelerin çeşitliliğini de artırabilme-niz için size bir han dolusu hediyeden haberimiz var.
16 Şubat 2012
ÖĞRENCİ BÜTÇESİ Ahsen Ferman | Fotoğraflar: Selma Yardım
Size bir han dolusu
HABERİMİZ VARHEDİYEDEN
HEDİYE ALMASANIZ DA SİZ BİR KAPISINDAN GİRİN Öğrencilik hayatınızda farklı bir
güne dâhil edeceğiniz, hediye alma işiniz olmasa bile "İstanbul'da gö-rülmesi gereken yerler" denildi-ğinde "mutlaka" listede geçmesi gereken bir yer; Şark Han... Hayatınız boyunca düşünseniz de neye yaraya-cağını bilemeyeceğiniz aletler, akıl almaz icatlar, arayıp da bulamadığı-nız her şey, gereksindiğiniz her nes-neyi bu han içinde bulabilirsiniz.
Ama satıcıların sesleri, kuruye-miş renkleri, Kurukahveci Mehmet Efendi'nin kahve kokusu, rengarenk çikolataların, lokumların seyirli-ği, Kapalı Çarşı'da sizi "Binbir Gece Masalları"na sürükleyen baharatlar, kumaşların renkli, büyülü dünyasına dahil olmak, o cümbüşün içinde yü-rümek keyif verici olabilir.
Eminönü'nün Mercan diye bilinen kısmında, Rıza Paşa Yokuşu'nda bu-lunuyor, Şark Han. Ama ara sokaklar-dan birine saklanmış bu çarşıyı öyle kolay bulamayabilirsiniz. Tahtakale
esnafına "Hediyelik Eşya Çarşısı" olarak sormanızda fayda var. Aslında yolda yürürken farkına bile varmak güç, iki katlı bir bina gibi görünüyor Şark Han. Ama 6 katlı ve 200'e yakın dükkan hizmet veriyor. Bu çarşı, terk edilmiş bir binayken, yaklaşık 18 yıl önce restore edilmiş. Çarşının esnafı da çarşının ne zaman açıldığını tam olarak bilmiyor.
"İYİ Kİ KEŞFETMİŞİM, AKLIMI SEVEYİM" DİYECEKSİNİZEl yapımı hediyelik ahşap eşyalar
ve toptancılar da bu iş hanında. Sağ-da solda bir sürü paraya satılan ahşap materyalin çok uygun fiyatlara satıl-dığı, on dakikalığına uğrayıp 3 saatte çıkılamayan yer. Doğum günü hedi-yesi almak isteyenlerin uğradığında epey tasarruf edebilecekleri han.
Giriş katından alt katlara inerken tüm PARAyı dükkanlarda bırakınca, yeni bir şey görmemek için çıkışta asansör kullanalım dedirten han. Gidin, "iyi ki keşfetmişim, aklımı seveyim" diyeceksiniz.
Küçük büyük hediyelik eşya, mutfak eşyası, mumlar, tokalar, biblolar, Çin işi, Hint işi,
Afrika'dan gelen hediyelikler ve aksesuarlar, ne bileyim işte, her bir şeyin membaı burası.
17Şubat 2012
10 DAKİKA NİYETİ İLE GİREN, SAATLERCE KENDİNİ KAYBEDİYOR
Dışarıda bir dükkânda tanesi-
ni 4'e, 5'e alacağın ıvır zıvırı
burada 5'li 10'lu paketlerde
tanesini 1 liraya bulabili-
yorsunuz. 10 liraya satılan
mum-tütsü takımı burada 3-5
lira. Küçük büyük hediyelik
eşya, mutfak eşyası, mumlar,
tokalar, biblolar, Çin işi, Hint
işi, Afrika'dan gelen hediye-
likler ve aksesuarlar, nikah,
düğün vs süsleri, dekoratif
kılıç, kama, ahşap eşyalar, vs.
ne bileyim işte, her bir şeyin
membaı burası. Girdin mi ya-
rım saatten önce çıkmak zor.
18 Şubat 2012
RÖPORTAJ İsmihan Şimşek | Fotoğraflar: Kübra Yılmaz
R eyting operasyonları hakkında ne düşünüyor-sunuz? Bu operasyon rol aldığınız diziyi nasıl etkiler? Dizinizin reytinginden şüphe eder mi-siniz mesela?
Bundan 2 yıl önce; zannediyorum TRT Genel Müdürü AGB sonuçlarına itiraz etmiş ve kanalını AGB'den çıkart-mıştı. Reyting sonuçlarına müdahale bu sektörde yıllardır konuşulurdu. Aynı futboldaki şike olayı gibi... Aslında or-tada büyük bir reklam pastası var. Bundan haksız kazanç elde etmek isteyenler de var tabi... Bu operasyon bana pek sürpriz olmadı yani. Ben de daha sağlıklı ölçümler ya-pabilen bir AGB şirketine ihtiyaç olduğunu düşünüyordum ve en kısa sürede adil bir şirketin kurulmasını diliyorum.
Bu operasyon şu anda oynadığım diziyi etkilemez. Dizi zaten kanalın kendi şirketi tarafından yapılıyor. Ayrıca so-kaktaki insanların gösterdiği tepkilerden de biliyorum ki dizinin reytingi bu operasyon-dan hiçbir şekilde etkilenmez.
REYTİNG OYUNCUYU ETKİLEMEZBir dizinin izlenip izlen-
meyeceğini senaryosunu oku-duğunuzda anlıyor musunuz?
Anlayamıyorum. Çünkü se-yircinin ölçütleri ile benim ölçütlerin aynı değil. Benim güzel dediğim, keyif aldığım bazı işlerin seyirci tarafından
pek tutulmadığını gördüm. Fakat keyif almadığım ve bana ilginç gelmeyen, tekrar hikâyelerden oluştuğunu düşün-düğüm bazı diziler de iyi reyting yaptı. Gerçekten anla-yamıyorum...
Günlerce emek verilmiş, büyük fedakârlıklar yapılmış çok sayıda dizi reyting kurbanı oluyor. Bir oyuncu için bu nasıl bir şey? İzlenmiyorum hissi uyandırıyor mu?
Aslında reyting meselesi oyuncudan çok yapımcıyı ilgi-lendiren bir şey... Oyuncuda izlenmiyorum korkusu olmaz, en fazla dizi biterse ve sezon içerisinde işsiz kalma ve ekonomik anlamda sıkıntıya düşme kaygısı olabilir. Oyun-cunun aldığı ücret belliyse reytingin çok ya da az olması oyuncuyu etkilemez.
Umutlu olduğunuz ama hayal kırıklığına uğradığınız diziniz ya da diziler oldu mu? Hangileri?
Oldu elbette. Örneğin; geçen sezon oynadığım "Kızım Nerede" dizisi gayet iyi reyting alırken, yapımcı ile kanalın anlaşamaması sonucu, dizinin yayınına son verildi. Diğer bir örnek TRT'deki "Hesaplaşma" dizisi çok izlenir bir dizi olma-sına rağmen TRT'nin AGB şirke-tini boykot etmesi dolayısıyla dizi yayından kaldırıldı. Bunlar her ne kadar reytingden dolayı değilse de, umutla başladığınız bir işin, sizin dışınızda başka sebepler yüzünden olmaması...
Hüseyin Avni Danyal:
"KENDİ DİZİMİ DE İZLEMİYORUM"
Hüseyin Avni Danyal... O oyunculuğu ile kendisine hayran bırakan bir aktör. Şimdiye kadar özel-
likle dönem dizileri ile ön plana çıkan oyuncu "Hatırla Sevgili" dizisinde ilk kez Adnan Menderes'i
canlandıran sanatçı oldu ve hafızalara kazındı. Türkiye'nin Robert De Niro'su ilan edildi. Son
günlerde en çok izlenilen dizilerden biri olan "Öyle Bir Geçer Zaman Ki" dizisindeki "Kenan"
rolüyle kötü adam imajını çizse bile izleyicisini ekran karşısına kilitliyor. Her rolün hakkından
geldiği için akıllarda bir tek rolle kalmayıp her daim kendini yeniliyor. Yeni yetme şöhretlilerin
şımarık halinden, yılların sanatçısı olanların kibirli halinden eser yok halinde. "İstanbul'a ilk
geldiğimde Cihangir'e yerleşmiştim baktım orda çok artist var Üsküdar'a taşındım" diye espri
yapacak kadar yaşam biçiminde mütevazi olmayı seçen biri. Ve şimdi o "GencizBiz" sayfalarında...
19Şubat 2012
YURTDIŞINA İHRAÇ EDİLEN DİZİLERTÜRK KÜLTÜRÜNÜ YANSITMIYORYurt dışına ihraç edilen dizilerin sayısı her geçen gün
artıyor. Ekonomik getirisi de çok iyi. Fakat diğer taraftan bu diziler Türkleri, kültürü yansıtmıyor eleştirisi de var. Siz ne düşünüyorsunuz?
Evet ekonomik getirisi çok. Türk kültürünü yansıtmıyor eleştirisi ise bir anlamda doğru... Bazı dizilerde Türk aile ya-pısına uymayan sahneler var. Örneğin ikili ilişkiler, aile ilişki-leri, cinsellik gibi konular fazla batılı gösterilmeye çalışılıyor. Fakat Türk Kültürü'nün içerisinde yaşayan halk bile bu dizileri istiyorsa yapacak fazla bir şey yok diye düşünüyorum.
Bir dönem rol aldığınız Kurtlar Vadisi dizisi de oldukça eleştiri aldı gençlere kötü örnek olduğu düşünülerek...
Dizilerin bütününe bakmak lazım. Lokal olarak bakınca öyle anlaşılabilir. Kurtlar Vadisi bu ülkenin gerçeklerine vurgu yapan, verdiği mesaj açısından olumlu bir projey-di. Bu mesajın anlatılması için kullanılan sahnelerde silah kullanılması gerekiyorsa kullanılır. Aslolan ver-diğiniz mesajın niteliğidir. Kötü olan bir şeyi meşru-laştıran dizilerden değil, tam tersi nasıl olunmaması gerektiğini anlatan bir dizi Kurtlar Vadisi. Bizim değerlerimizle çelişen bir tarafı yok.
Yurt dışına açılmak, dünya sinemalarında boy göstermek gibi bir hedefiniz var mı?
Aslında benim ilk oyunculuk tecrübem yurtdı-şında oldu. Kimseler bilmez bunu. Elbette bun-dan sonrası için de isterim, bunu bütün oyuncu-lar ister. Fakat şimdilik böyle bir şey yok.
Her rolü oynar mısınız? Sınırlarınız, kıstas-larınız var mı?
Kendi oyunculuk anlayışım içerisinde, gereken her rolü oynarım elbette. Fakat dizilerde, daha çok beni geliştirecek, seyirciyi şaşırtacak rolleri tercih ediyorum.
GENÇLERİN TARİHLERİNİ DİZİLERDEN ÖĞRENMESİ ÜZÜCÜOyuncunun alaylı ya da okullu olması arasında
fark gözetir misiniz?Eğer tiyatrodan bahsediyorsanız okullu bir oyuncuyla
çalışmayı tercih ederim. Çünkü aynı eğitimi aldığınız kişiyle aynı dili kullanabilirsiniz. Gerçekten oyunculuğun er meyda-nının sahne olduğunu düşündüğüm için, bu anlamda yetkin, yeterli donanıma sahip insanlarla çalışmak elbette tercihim-dir. Çünkü tiyatro oyuncu işidir.
Dizilerin tiyatroya katkısı olduğunu düşünüyorum. Dizilerden
elde edilen popülarite tiyatroya izleyici kazandırıyor. Ve artık
insanlar tiyatroda bile tanıdık yüz görmek istiyorlar.
20 Şubat 2012
RÖPORTAJ
Fakat televizyondan ve sinemadan bahsediyorsanız ter-cih etme şansınız zaten fazla olamıyor. Çünkü sinema ve televizyon dizileri kamera gözüdür, teknik gözle yapılır. Oyunculuğun dışında başka teknik etkenler de giriyor işin içine. Dolayısıyla oyunculuk eğitimi almış olmaları çok da gerekmiyor.
Sizi dönem dizilerinde çokça gördük, bu bir tevafuk mu yoksa bu diziler için sizin tercih edilmenizde bir sebep var mı?
Benim tercih edilme sebebimi o kişilere sormalısınız. Benim açımdan denk gelmesi diyebiliriz.
Türkiye'deki dönem dizilerini ve tarihi dizileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Genel olarak dönem dizilerinin ve tarihi dizilerinin ba-şarılı olanlarını faydalı bulduğumu söyleyebilirim. Gençle-rin, ülkelerinin politik tarihini dizilerden öğrenmesi üzücü elbette fakat tarihini bilmeyen bu gençliğin diziyi izledik-ten sonra o dönemi merak etmeleri ve bunu öğrenmek için okumaları, araştırmaları sevindirici. Aynı şeyi edebiyat ta-rihi için de söyleyebiliriz.
Kitap okuma alışkanlıkları olamayan gençlerin, ede-
biyatın kült romanlarını dizilerden öğrenmeleri üzücü elbette. Hatta bu romanların dizilerden sonra yazıldığı-nı düşünenler bile var... Fakat diziler gençlerin o kitabı okumalarına sebep olabiliyorsa bu dizilerin artı yanıdır ve sevindiricidir.
Öyle Bir Geçer Zaman Ki dizisine gelince, dizinin senar-yosu çok iyi. İzleyiciye sahici bir his veriyor. Eğreti duran hiç bir şey bulamazsınız. Dizi ilk başladığında bana başka bir rol teklif edilmişti. Rolü beğenmediğim için oynamadım. Ama bu dizide oynamak başka bir rolle yine nasip oldu.
YAKINDA TİYATRO DA İNTERNETE DÜŞERSE ŞAŞIRMAYACAĞIMDizilerde oynamanın tiyatro-sinema yapmaya bir
katkısı var mı? Sinemaya katkısı yok denecek kadar az diyebilirim. Sa-
dece şöyle bir katkısı olabilir; eğer başarılı bir oyuncuy-
sanız, sinema filmlerinde gişe kaygısından dolayı tercih edilebiliyorsunuz.
Dizilerin tiyatroya katkısı olduğunu düşünüyorum. Dizilerden elde edilen popülarite tiyatroya izleyici ka-zandırıyor. Ve artık insanlar tiyatroda bile tanıdık yüz görmek istiyorlar. Dizlerden tanıdıkları oyuncuları ti-yatro afişinde gördüklerinde ise izlemek istiyorlar. Yani izleyici oyunun metnini geri plana atıyor ve öncelikle hangi tanıdık oyuncuyu izleyecekleriyle ilgileniyorlar. Bu da oyuncuya sahnede yeteneğini sergileme imkânı sağlıyor. Tiyatroda salonun dolu olmasının oyuncuyu ne kadar etkilediğini de düşünürsek bu önemsenecek bir katkıdır aslında.
İnternetle birlikte gençler televizyondan uzaklaşı-yor. Bu uzaklaşma sinema ve tiyatroya izleyici olarak döner mi?
Hayır, döneceğini düşünmüyorum. Tam aksine... Genç-ler neredeyse bütün ihtiyaçlarını internetten karşılıyorlar. İstedikleri albümü indirip dinleyebiliyorlar. En yeni sine-ma filmlerini, film henüz vizyondayken bile internetten izleyebiliyorlar. Bu, kitap için de geçerli. Artık e-kitap
diye bir şey var. Yakında tiyatro da internete düşerse şa-şırmayacağım neredeyse. Yani gençler internete birlikte televizyondan uzaklaştıkları gibi, sinemadan, tiyatrodan, kitaptan ve hatta bütün sosyal hayattan tamamen uzak-laşıyorlar, asosyal insanlar olarak yetişiyorlar maalesef...
Sizinde bir kızınız var bildiğim kadarıyla, onunla olan ilişkiniz nasıl?
Evet var. Kızım üniversitede sinema-TV okuyor. O Ankara'da ama sık sık görüşmeye çalışıyoruz. Çok güzel bir baba-kız ilişkimiz var. Benim için aile değerleri çok önem-li. Bu yüzden eşime ve kızıma vakit ayırmak ayrı bir zevk.
Hangi dizileri izliyorsunuz?Ben dizi izlemiyorum. Çünkü çalışma saatlerim çok dü-
zensiz ve haftanın aynı günü aynı saatte evde olabilmem neredeyse imkânsız. Kendi oynadığım dizileri de izleye-miyorum. Ayrıca boş vakitlerimde sinema filmi izlemeyi tercih ediyorum.
Benim güzel dediğim, keyif aldığım bazı işlerin seyirci tarafından pek tutul-madığını gördüm. Fakat keyif almadığım ve bana ilginç gelmeyen, tekrar
hikâyelerden oluştuğunu düşündüğüm bazı diziler de iyi reyting yaptı.
21Şubat 2012
Bu benim hayalim, DENEMEKTEN NE ÇIKAR!
Gelişen dünyada bilginin ön plana çıkmasıyla birlikte nitelikli iş gücü ihtiyacı her geçen gün artıyor. Bununla orantılı bir biçimde üni-versitelere talep yoğunlaşıyor. Bu yoğunluğu karşılayacak kadar üniversite sayısı olmadığı
içinde artan rekabetle hedef sapmaları yaşanıyor.
İSTEDİĞİNİZ ŞEHİRDE, İSTEDİĞİNİZ ÜNİVERSİTEDE, İSTEDİĞİNİZ BÖLÜMÜ OKUMAK "HAYAL DEĞİL"Üniversite eğitimine eskisi kadar kolay ulaşılamıyor.
Bu sıkıntı, gençlerin istedikleri şehirde , istedikleri üniversitede, istedikleri bölüme ile aralarında bir set oluşturuyor. Hal böyleyken gençler de alternatif yolla-
rı gözden kaçırmıyor. Önce üniversiteye girip sonra ki hamle olarak da yatay geçiş ile istedikleri şehir veya bölümlere geçiş yollarına bakıyor, gençler. İşin zor kıs-mı burada başlıyor, çünkü bu geçiş için her bölümün ve okulun yatay geçiş koşulları farklı.
HAYALLERİNİZ İÇİN İLK ADIM: ÖNCELİKLERİNİZİ DEĞİŞTİRİNŞöyle ki; "şu üniversite de, şu bölüme girmek isti-
yorum" diyen bir genç, istemediği bir üniversitede o bölüme giriyor veya istediği bir okula giriyor ancak istemediği bir bölüm de okuyor. İşte hayallere giden yola bir adım yaklaşmanız böyle başlıyor. Sonra da ver elini yatay geçiş yoluyla hayalleriniz.
İstediğiniz şehirde, istediğiniz üni-versitede, hayalini kurduğunuz bölümde okumak için ilk adımınız önceliklerinizin yer değiştirmesi...
22 Şubat 2012
EĞİTİM KARİYER MERKEZİ Ayşegül Duman
PEKİ YATAY GEÇİŞ KOŞULLARI NELER, SİZİN
İÇİN ARAŞTIRDIK:
• Başvurulara göre sıralama yapılıyor.• Puan türlerine bakılıyor. • ÖSYM puanına bakılıyor.• Hazırlık hariç, alınan ders kredilerinin ortalamasının, tüm okullarda en az 2,5 ortama isteniyor. • Her okulun her yıl duyurduğu belli bir kontenjan sayısı oluyor.• Her okulun senatosu o yıl ki şartları belirliyor.• Her okulun başvuru tarihi birbirine yakın fakat farklı oluyor.• Önlisans diploma programlarının ilk yarıyılı ile son yarıyılına, lisans diploma programlarının ilk iki yarıyılı ile lisans diploma programlarının son iki yarıyılına yatay geçişler yapılamıyor.• İkinci öğretimden sadece ikinci öğretime geçiş yapılabiliyor fakat ba-şarı durumu bulunduğu bölümün ilk yüzde onun içerisine girerse, birinci öğretime de geçiş yapılabiliyor.
• Açık veya uzaktan öğretimden diğer açık veya uzaktan öğretim dip-loma programlarına yatay geçiş yapılıyor fakat genel not ortalamasının 100 üzerinden 80 veya üzeri olması veya kayıt olduğu yıldaki merkezi yerleştirme puanının o yılki taban puanına eşit veya o yılki taban pua-nından daha yüksek olması gerekiyor.• Sonuçlar internetten duyuruluyor. • Diğer kurumla ilişik kesilip geçiş yapılan okula kayıt yaptırılıyor.• Asiller ve yedekler arasında şartlara uygun olanlar kabul ediliyor.
Genel Yatay Geçiş Koşulları Neler:• Aynı düzeydeki diğer diploma
programlarında öğrenime devam
edebiliyor.• İlk ve son dönem geçiş yapıla-
mıyor. • Yine içinde bulunduğunuz ku-
rumun senato kararıyla geçiş koşul-
ları belirleniyor ve o koşullara göre
kabul ediliyor.
Bölümler Arası Yatay
Geçiş Koşulları:
Şartlar bunlar... "Peki ya işleyiş nasıldır" diye düşündüyseniz bu süreç hızlı gelişiyor ve 1 ay içinde sonu çlanı-yor. Genelde yaz okullarının bittiği ve yıl ortalamalarının netlik kazandığı dönem-de başlıyor ve sonuçlar internetten ve okulların kapılarına asılan belgelerle du-yuruluyor. Bu ihtimal olmaz diye düşün-meyin başvuranların birçoğu kabul edili-yor. Birçok insan bu dönemden umutsuz
olduğu için kabul edilmeyeceği düşü-nerek başvurmuyor fakat göründüğü
kadar zor olmadığını söyleyenler de azımsanmayacak kadar. Denemekten ne çıkar ki!
23Şubat 2012
En başta söyleyeyim; hayatın öznesi olmak, hayatı ya-şamak demektir. Hayatı yaşamak ise, sadece nefes alıp vermek değil, hayatı anlamak, dâhil ve müdahil olmak-tır. Başta kendi hayatınız olmak üzere hayatı inşa et-mektir. Kendi geleceğiniz inşa edilirken, ileride öyle ya
da böyle dâhil olacağınız hayata katılmak demektir. Kısaca, sizler için hazırlanan yol haritaları belirlenirken var olmanız, hayattan haberdar olmanız ve istediğiniz gibi şekillendirmeniz demektir.
Bu neden gerekli veya bunun ne önemi var?Biliyorsunuz ve iyi bilin! Bugüne kadar süregelen ve bundan
sonra da süre gidecek olan hayatın belirleyicileri gençlerdir, sizlersiniz. Toplumlar için gençlik gelecek demektir. Bu, aileler
Gençler; sakın uyumayın, hayatın öznesi olun!
Mustafa Kara
Aileleriniz sizlere, bunca anlamı
yüklerken, omuzunuza onca görevi
yüklerken, ne kadar bilinçli ve özenli davrandıkları tartışılır.
SÜREKLİ KONTROL EDİLMEYE ÇALIŞILAN BİR GENÇLİK
Ailelerinizin sizlerden beklentileri bir tarafa, günümüz toplumlarının ve siyasi mekanizma-larının da gençlerden büyük beklentileri var.
Devletler, gençliği tüm insani hareketlerin ortak he-defi, çıkış noktası ve işlenmeyi bekleyen cevher olarak algılar. Ancak öyle yapmazlar. Korkuyla yetiştirilmiş, heyecanları, düşünceleri ve davranışları sindirilmiş, bezdirilmiş bir gençlik her zaman daha çok hoşları-na gider. Özellikle egemen güçler tarafından; sürekli kontrolde tutulması gereken savunmasız varlıklar ola-rak anlaşılır genç. Kısaca genç, hem yaşadığı toplumun beklentilerine, hem de var olan sistemin ihtiyaçlarına göre kurgulanmakta ve bu gençlik tasavvurunda maa-lesef, gençler hayatın öznesi olamıyor.
Peki, nasıl olacak? Hem sizden beklentileri karşıla-yacaksınız, hem de kendiniz olacaksınız, hayatın öz-nesi olacaksınız ve kendinizi gerçekleştireceksiniz. Bu mümkün mü? Elbette mümkün ama bir şartla: Uyanık olacaksınız.
21. yüzyıl artık, birilerinin beklediği gibi, gençler içerisinden kurtarıcılar çıkarma, kahramanlar yetiştir-me yüzyılı değil. Bu yüzyıl, her biri kendi hayatının kurtarıcısı, kahramanı olan gençlerin bir arada yaşa-dığı bir yüzyıl olacak. Yüzyılımızda kurtarıcılara değil; kendiyle, tabiatla ve bütün insanlarla barışık, herkesin hakkını ve özgürlüğünü kendi hakkı gibi gözeten; kim-seyi ötekileştirmeyen ve öteki olmayan insanlara, genç nesillere ihtiyaç var.
24 Şubat 2012
için, anne-babalar için de böyledir; sizler için de böyledir. Gençlik, gelecek demektir. Yaşanacak çok şey var demektir. Ve elbette, bir şeyler yapmak de-mektir.
Bu yüzden de dünyanın her yerinde olduğu gibi, bizim toplumumuzda da gençlerden çok şey bek-lenir. En başta genç; kendisine umut bağlanan, neslin, hayatın devamı olarak görülür. Aileleriniz sizden, gerçekleştiremediği hayallerini, elde ede-mediği başarıları gerçekleştirmenizi bekler. Büyük-leriniz için sizin ve hayatınızın anlamı büyüktür. Fakat samimiyetle belirtmek gerekir ki aileleriniz sizlere, gençlere bunca anlamı yüklerken, sizlerin omuzlarına onca görevi yüklerken, sizlere ne kadar bilinçli ve özenli davrandıkları tartışılır. Sizlere hep şöyle ol, böyle yap; sakın şunu yapma, buna dokun-ma vs... türünden nasihatlerde bulunurken, sizlerin fikri, istekleri genelde göz ardı edilir. Özetle, kötü niyetle değil belki ama farkında olunmadan kendi hayatınıza müdahale etmeniz, kendi hayatınızın öznesi ve mimarları olmanız hep engellenir veya buna fırsat verilmez.
Günümüzün küresel dünyası, bilgi ve bilişim teknolojilerinin itici gücüyle hızla değişiyor, dönüşüyor.
Elbette dünya değişirken ülkeler de milletler de değişiyor, dönüşüyor. Bu süreçte bütün insanlığın arzusu savaşsız, şiddetsiz, adaletli ve eşitlikçi bir dünya... Buna karşılık; arayış, kararsızlık, düş-manlık; hayal kırıklıkları, inançsızlık, idealsizlik; alkol, uyuşturucu, bağımlılık, bağnazlık ve şiddet, toplumları saran büyük bir felaket haline gelmiş durumda. Daha da kötüsü, dünya gençliğinin ener-jisini bitiren, etkisizleştiren öldürücü bir hastalık olarak hepimizi tehdit ediyor. O zaman, hepimizi tehdit eden bu tehlikenin farkında olmalıyız.
Bu tehditlerden korunabilmek için en iyi silah uyanık olmaktır. Uykusuz kalmak, zamanı boşa harcamak yerine uyanık kalmak ve zaman yöneti-mimizi iyi yapmaktır. Ne yapacağını, ne ile uğraş-tığını bilmeyen; başkaları tarafından yönlendirilen ve yönetilen kişiler olmak yerine; kendini bilen, kendi hayatına yön veren ve kendini gerçekleşti-ren kişiler olmak gerekiyor. Başkalarının başarı-larını alkışlayabilmek bir erdemdir ancak sadece başkalarının başarılarına endeksli bir mutluluk, mutluluk değildir. Asıl başarı, başardıklarımızla başkalarını mutlu edebilmektir.
Bu yüzden sevgili gençler; Gündüz uyumayın; gece de uykusuz kalmayın!
Genç olduğunuzu ve planlanacak, şekillendirilecek ve yaşanacak bir geleceğinizin olduğunu aklınız-dan çıkarmayın. Bir filozofun dediği gibi; "Yanlış hayat doğru yaşanmaz". Bunun için iyi düşünün, doğru karar verin; aldanmayın!
Yeni yılla birlikte hepinizin hayatında yeni ufuklar açılmasını diliyorum.
UYKUSUZ KALMAK UYANIK OLMAK DEĞİLDİR!
25Şubat 2012
FotoğrafLAR: Halit Ömer Camcı
VAN DEPREMİ MAHCUBİYETİMİZİ GİDERDİİ.Ş.: Depremden sonra Van'a ilk gidenlerdensiniz.
Yardım kampanyalarına katıldınız. Öncesinde bir ba-ğınız var mıydı Van'la?
M.T.: Bir aile bağım var ama bu oraya gitmem için çok önemli bir gerekçe değil. Bu tip durumlarda herkes bir aile bağı kurup o insanların eksiklerini gidermeye çalışsa daha sağlıklı olabilir. Yardımlar ihtiyaçlara göre daha hızlı ulaştırılabilir.
E.Ç.: Belediyeler bunu köy bazında yaptı ve çok da başarılı oldular.
M.T.: Evet mesela Üsküdar Belediyesi bunu çok iyi yap-tı. Güveçli Köyü ve civarında çok güzel işlere imza atıldı. Güveçli'ye de gittim ben. Orası çok kötü durumdaydı.
E.Ç.: Depremden sonra iki kere gittim. 8 gün kaldım Van'da. Şunu fark ettiniz mi, orada ataerkil bir yaşam var. Hayatın her alanın-da erkekler egemen. Kadınlar daha çare-siz. Mutfakları yok, banyoları yok. Tek göz bir çadırda günleri geçiyor. Bir kadın olarak var mı bir gözleminiz?
M.T.: Oradaki bir ataerkillik değil de "atabananecilik" var. Yani erkeklerin umursamazlığı... Sabah kalkıyorlar iki lokma bir şey yiyip hemen kaçıyorlar dışarı. Kahveye gidiyorlar. Kadınlar acı-larıyla baş başa kalıyorlar.
Z.K.: Kahveye gitme vs. ya da evden bir şey yiyip çıkmak orada depremden önce de yapılan bir şeydi herhalde.
M.T.: Tamam da, daha acil bir durum var değil mi or-tada. Kadının mutfağı yok, banyosu yok. Bir işin ucundan da tut be adam! Bu kadar mı umursamazsınız? Oradaki kadınlara bakıyorsun, her işi görüyorlar, yine de ellerinde, kucaklarında çocukları tüp yak, yemek yap, bilmem ne kuyruklarındalar. O kuyrukların birinde de bir adam olsun be! Ama yok.
Gülizar S.: Mutlu Hanım, "deprem bir batı kentinde olsaydı insanlar bu şekilde yardımda bulunurlar mıy-dı?" tartışması da çıktı. Siz ne düşünüyorsunuz?
M.T.: Bu kıyasa şuradan bakmak lazım. Biz farkınday-dık doğunun ihmal edildiğinin. Yıllarca baskı altın-
da yaşadığının... Ama işte en iyimiz bile, "ihmal edildi" diyordu sadece. Bu deprem kefareti
oldu bu zihniyetin. Çünkü yardım resmen yağdı. Van olduğu için bu yardımlar doldu taştı bence. Temennim kardeşliğin baki kalması. "Bu yardımlar, bu kadar aktı. Bir işe yarasın bari" dedim. Ve şunu gördüm. Erkeklerin umursamazlığının iki katı ka-dınlarda duyarlılık var. "En azından Kürt kadınları bu barış ortamının sağlanması
çabalarına kayıtsız kalmayacaktır" dedim.
26 Şubat 2012
Konuşan: Mutlu Tönbekici (M.T.)SERBEST KÜRSÜ
Mutlu Hanım'ın
doğum gününü ilk
GencizBiz kutladı.
MUTLU TÖNBEKİCİ
Vatan Gazetesi'nde sıradışı yazılarıyla dikkat çeken Mutlu Tönbekici ile saatler süren eğlenceli bir söyleşi gerçekleştir-dik ekip olarak. Tabi bu söyleşinin belki de yüzde 20'sini buraya aktarabileceğiz
sadece. Türkiye gündemini konuşurken de ma-hallesindeki olan biteni anlatırken de sizi uzun yıllardır tanıyormuşçasına sohbetinin sıcaklığını yansıtan biri Mutlu Hanım. Söyleşimiz kadar fotoğraf çekimlerimizin de oldukça komik sahnelere sebep olduğunu söylemeliyim. E karşınızdaki ne kadar pozitifse sohbetten aldığınız tat da onunla orantılı oluyor ha-liyle...Bu arada, söyleşiyi yaptığımız gün Mutlu Hanım kanser riski taşıma ihtimali olan bir rahatsızığından dolayı doktora gidecekti. Şimdi ameliyat oldu ve duru-mu gayet iyi. GencizBiz Dergisi olarak geçmiş olsun dileklerimizi iletiyor, doğumgününü bu yıl ilk kutlayanlar olarak nice senelere diyoruz.
Konuşturanlar: İsmihan Şimşek (İ.Ş.) Ersin Çelik (E.Ç.) Zübeyir Koçulu (Z.K.) Gülizar Sönmez (Gülizar S.)
27Şubat 2012
DUVARSIZ YAZAR!
Daha ortaokul yıllarında kendisi için bayiden günlük gazete alan, dönemin önemli dış temsilcilerini
dikkatle takip edip gelecekte onlar gibi gazeteci olma hayalleri kurmuş Mutlu Tönbekici. Basın yayın okumaya karar
verdiği gün, bir arkadaşının aklını çelmesiyle uluslararası ilişkilere girip mesleğe buradan geçiş yapmış. Televizyonların haber merkezi ve gazeteler arasında mekik dokurken ilk köşesine Sabah gazetesinin eklerinde konmuş.
Sonra uzun bir süre Vatan'da Tuğçe Baran olarak okuduk ken-disini. "Kimdir, necidir" tartışma-ları içerisinde muzipçe tespitleri ve "mahalle jurnalliği"yle ilgi odağı oldu. Sonra birden ken-disi olarak ortaya çıktı. "Mutlu Tönbekici'ymiş aslında o her şeye maydanoz olan sarışın" dedirtip, elindeki mumla -daha politik bir dille- karanlık arar halde yazmaya devam etti.
Çok okunan yazılarını; din, dil, ırk, inanç, cinsiyet, ideoloji ayırt etmeksizin tüm insanlığın vicdanı olmaya adamışçasına kaleme alan Mutlu Tönbekici için, savunduğu doğrulardan başka dayanağı olmadı-ğından "medyanın 'duvarsız' yazarla-
rından" yorumunu yapmak mümkün.
28 Şubat 2012
SERBEST KÜRSÜ
NEYİ YAPTIĞINDA GENÇ OLURSUN?E.Ç.: Biraz da sizden bahsedelim. Yirmili yaşla-
rında ne yapıyordunuz? Mutlu Tönbekici nasıl bir öğrenciydi?
M.T.: Gazete okumuyordum. Aslında bizim dersleri-miz çok yoğundu. Kitap okurdum. Eğer yazdan başla-mazsan okumaya, bitiremezdin okul kitaplarını. Sonra gazeteci oldum dolayısıyla her bir şeyi okumak zorun-daydım.
İ.Ş.: Peki, genç olduğunuzun farkında mıydınız?M.T.: Gençlik nedir? Yani neyi yaptığında genç olur-
sun ki? Gençliğe dair olumlu hiç bir şey aklıma gel-miyor aslında. Cahillik, üstelik cahilliğine aldırmadan ukalalık ve küstahlık... Asla zamanını düzgün kullan-mayan, hiç bir şey okumadan car car car konuşan, Leman okuyarak kültür edinen, edindiğini sanan bir kitle, zengini fakiri aynı. Kötü giyim, kötü makyaj, Olumlu bir tarafı yok.
İ.Ş.: Ben kendi gençliğimi hatırlıyorum. 28 Şubat sürecinde... O zamanlar çok daha duyarlı, heyecanlı ve cesur biriydim. Onları tekrar kazanmak isterdim. Gençliğin güzelliği bu olsa gerek.
M.T.: Sen direkt seni hedef alan bir şeyle karşı karşı-yaydın. Sana bir şey söyleyeyim mi, o zaman süreçten haberim bile yoktu. Şimdi ise 28 Şubat'la yüzleşemedik henüz "Karşı mahalle"nin insanı olarak şunu söyleye-yim: Yeterince eziyet çektiğimizi, acı çektiğimizi gös-
teremedik. İ.Ş.: Ben tam olarak onunla alakalı olduğunu dü-
şünmüyorum. Yani lise yıllarımda sürekli polisler tarafından aranarak okula giriyordum. Ama ortao-kul yıllarımı da hatırlıyorum, daha duyarlıydım. Si-yasetle, dünya meseleleriyle ilgileniyordum.
Gülizar S.: Ama İsmihan "o taraf, bu taraf" diye ayırmak doğru değil şimdi. Sen o taraftan olduğun için, yani yine bizi ilgilendirdiği için o konularla il-gileniyordun. Biz de Dersim'den haberdar değildik. Sen kendi derdin, kendi siyasetinle dertliydin.
İ.Ş.: Tamam ben kendi derdim olduğu için ilgile-niyordum ama bir yandan da Oğuz Atay okuyordum. Yani şimdiki gençlik için diyoruz ya umursamıyorlar hiçbir şeyi diye. Okuyan araştıran gençler yok mu yani?
M.T.: Var var. Benim ilk yeğenim mesela. O da koca koca kütüphaneler devirmiş biri ama bunun da laneti yalnız kalmak biliyorsunuz.
Gülizar S.: Şöyle bir şey de var. Bizim zamanımız da üniversite okumak özel bir şeydi. Okursan bu bir artıydı. Ama şimdi öyle değil. Yani üniversite okumak lise bitirmek gibi bir şey... Ve şimdi bizim "kitap okumalı" dediğimiz gençler. Sınava odaklı test kitabı okuyorlar. Hakikaten nefes alacak va-kitleri yok.
Çok kitap okumanın laneti yalnız kalmak
diyor Tönbekici...
29Şubat 2012
M.T.: Ben her zaman gençliğin bir şey okumadığını savundum. Ve is-
tisnalar kaideyi bozmaz. Bence ciddi bir değişiklik yok. Okuyan insan her zaman az. E.Ç.: Bu bir Türkiye gerçeği... Genç nüfus
fazla ve okumuyorlar. Diğer taraftan üç tarafı denizlerle kaplı bir ülkedeyiz balık da yemiyoruz. M.T.: Yemeyelim boş ver. Yavrularını yiye yiye balık
kalmadı ya. Ağları gördünüz mü? Tül gibi. Önceden böyle miydi? Boşluklar vardı. Yavruları kaçar tekrar ürerlerdi. E.Ç.: Peki sizce bu balıkçılar bu avlanma ahlakını değişti-
rirler mi?M.T.: Hapis cezası vereceksin. Taş atan çocuğa 15 yıl hapis vermeyi
biliyorsun. İ.Ş.: Kaç yıldır bu mahallede oturuyorsunuz?
M.T.: Üç kere taşındım ama hep bu mahalledeyim. E.Ç.: Mahalle kültürü var mı?
M.T.: Tabi olmaz mı? Bakın bu gerçekten oldu. Aradı bir gün biri; "Hayatım çok zayıf-lamışsın" dedi. Fakat beni uzun zamandır görmüyor. "Sen nereden biliyorsun? dedim. "Terzi
Hikmet söyledi" demez mi!
GENÇLER OKUMUYOR AMA BALIK DA YEMEYELİM
ÇOK PARAM OLSA DA MAHALLEDEN TAŞINMAM
Z.K.: Çocukluğunuz mahallede mi geçti?
M.T.: Aslında sitede büyüdüm yurtdışında. Herkes herkesi ta-nırdı. Sonra Türkiye'ye geldim. Aynı ortam mahalleler de vardı. Evet ben bunu tercih ettim. Ve tuhafiyecisi olmayan bir ma-halle, mahalle değildir Her şeyi satan dükkanlar vardır ya mesela bizim mahallede hala var onlardan. Tavada var, toka da var, bir yanda kahve de öğütüyor.
Gülizar S.: Bakkalınız veresiye ve-riyor mu?
M.T.: Evet. Para yoksa üzerimde sonra-dan veriyorum.
İ.Ş.: Ev işleri ile aranız nasıl? Yemek yapar mısınız?
M.T.: Çok müthiş ve titiz bir kadın değilim. Haftada bir temizlikçi geliyor. Tembelim zaten. Sofra hazırlamayı, misafir ağırlamayı çok seve-rim.
E.Ç.: Çok paranız olsa taşınır mısınız, gi-dip bir rezidansta yaşar mısınız?
M.T.: Hayır yaşayamam. Tar-zım değil. Hayallerimdeki her şeye sahibim o za-man neden taşınayım.
Gülizar S.: Televiz-yon, dizi izler misiniz?
M.T.: Dizi izlemiyorum. Bizim evde küçükken TV
hiç açık olmazdı. Z.K.: İstanbul'dan başka,
"ben burada da yaşarım" dediği-niz bir yer var mı?M.T.: Ben aslında sabit bir yaşam
sevmiyorum. İnsanın iki evi olmalı. Yani bir orada bir burada... Boş yere yaylaya çıkılmıyor. Ya da Safranbolu'da hala "bağ bölgesi" diye bir yer var. Beş dakika belki yol ama yazları gidip kalıyorlar. Bu arada her zaman şehirli-
den yanayım. Köylüler yaratıcılıktan çok uzak. Bakıyor biri beş kuruş fazla kaza-nıyor. Hemen oraya yöneliyorlar. "Köylü öteleniyor" falan diyorlar ya, alakası yok, tarlaya ekmeseler bile devlet köylüye o pa-rayı ödüyor.
Sofra hazırlamayı, misafir ağırlama-yı çok severim.
Doğuda ata-erkillikten
ziyade "atabanane-
cilik" var.
I. Dünya Savaşıyla hız kazanan Osmanlı-Alman ilişkilerinin, siyasi- ekonomik ve kültürel boyutla güçlendirilmesi istenmişti.1 Bu ilişkilerin gelişi-minde kültürel faaliyetlerin temelini dârüleytam öğrencileri oluşturmuştu. Osmanlı talebelerinden
mesleki ve çıraklık eğitim almak üzere Almanya'ya gön-derilen dârüleytam öğrencilerini ülkemizin Birinci Dünya Savaşı'nda şehit olanların çocukları oluşturmaktaydı. Bu yetimlerin çıraklık eğitimi almak için düştükleri yolda kü-çük yüreklerine sığdırdıkları umutları, kimi zaman da yaşa-mış oldukları hayal kırıklıkları, sıkıntıları tarih kayıtlarında yerini almıştır.
KARA TRENİN SON DURAĞI ALMANYAFikir babası Enver Paşa olan bu projeye, İstanbul ve
Anadolu'da bulunan dârüleytamlardaki öğrenciler dâhil
edildi. Genellikle yaşları 12 ile 15 arasında yer alan öğ-renciler, tarihler Ağustos 1916'yı gösterdiğinde Balkan tre-niyle Almanya'ya hareket ettiler; bu süreç 1918 başlarına kadar sürdü.2 Çıraklar burada taş kömürü, tunç, taş ocakla-rında, linyit kömürü ocaklarında ve çimento fabrikalarında madencilik gibi farklı alanlarda eğitiliyorlardı. Augsburg, Berlin, Breslau, Bromberg, Düsseldorf, Frankfurt an der Oder, Hannover, Mannheim, Oldenburg, Schwerin, Ulm ve Weimar Zanaat Odaları'nın da gözetimindeydiler.
ÇIPLAK GİDİLEN ALMANYA'DA AYLARCA KIYAFET BEKLEYEN YETİMLERÇoğu dârüleytam öğrencisi için büyük umutlarla git-
tikleri Almanya, hüsrandı. Çünkü bu talebeler, Almanya'da yaşananları kaldıracak kadar güçlü değildi. Onlar, daha çok fiziki güçlerinden yararlanılmak üzere bu sürece da-hil edilmişti. Ağırlıklı olarak da ameli eğitime tabi tutul-duklarından sıklıkla hastalanıyorlardı ya da zorluklarla baş edemediklerinden çalıştıkları mekanlardan kaçıyorlardı. Bu yüzden çocukları kontrol ile görevlendirilmiş olan müfet-tişler, zamanlarının büyük bir bölümünü emsal davaların çözümü için harcamaktaydılar. Baş Müfettiş Ali Haydar Bey, bazı maden ocaklarında çalışan dârüleytam öğren-cilerinin teftişinde;" talebelerin çıplak denecek bir halde Almanya'ya geldiklerini ve haftalarca elbise almak için bek-lediklerini" ifade etmişti.
Bunun yanısıra özellikle maden ocaklarında çalışan öğ-renci çırakların, Almancalarının bir tarafa Türkçelerinin dahi zayıf olduğu rapor edilmişti. Çocuklara verilen takviye dersler yeterli olmadığı gibi öğrenciler çoğu zaman dersle-re konsantre olamıyordu. İşlerinin ağırlığı, zorluğu, üstüne üstelik yabancı bir çevrede olmaları, talebelerin işlerini daha da güçleştirmekteydi. Bu ortamdan kendilerine bir gelecek görememekten şikayetçiydiler.
Küçük efendiler gurbetteSavaşın yetim çocuklardan Dârüleytam Talebeleri, I. Dünya Savaşı yıllarında Almanya'ya çıraklık eğitimi almaları için gönderilmiş. Büyük umutlarla gidilen
Almanya, bu çocuklar için sadece hüsrandı.
Dârüleytâmlar, şehit çocuklarının eğitimi
ve terbiye edilmeleri amacı ile faaliyete
geçen kurumlardır. Daha sonraları tüm ök-
süz, muhacir ve babaları askerde olan çocuklar
da bu çatı altına sığındılar. 24 Teşrînisâni 1334
tarihinde İstanbul'un ardından Anadolu'nun
pek çok yerinde açılarak yetimlerin meslek
sahibi yapılması planlamıştı. "Dârüleytâm ",
İkdâm, 21 Şubat 1331 ( 5 Mart 1916), s.1.
ŞEHİT ÇOCUKLARINA EĞİTİM
YUVASI: DÂRÜLEYTÂM
30 Şubat 2012
TARİH Lale Uçar
Öğrenci tebrik kartları
GURBETTE ADAM OLMAKAlmanya'ya gelen ve buranın
zorluklarını üstlenmeye çalışan pek çok küçük gurbetçiden sade-ce biriydi,Mehmet Tevfik. Konya Dârüleytam talebelerinden olan Mehmet Tevfik'in, yaşının küçüklü-ğü ve bünyesinin zayıflığı, maden ocaklarındaki performansı için bü-yük bir engeldi. Bu yüzden her gün ocakta çalışamamaktaydı ve oradaki arkadaşlarının yardımıyla geçinmek-teydi. Ne acıdır ki, kendisi, maden idaresi tarafından "kazanımı az" ola-rak değerlendirildi. Mehmet Tevfik iki arkadaşıyla birlikte kaçmayı kendisine bir çıkış yolu olarak görünce, iki kafa-dar kendilerini Berlin'de buldular. Tef-tiş neticesinde, Mehmet Tevfik'in ma-den idaresine tespit edilen borcu 107 Mark olarak belirlendi. Arkadaşları Arif ve Ahmet tekrar eski yerlerine çalışmak üzere iade olunmuşlarsa da Mehmet Tevfik'i maden ida-resi tekrar kabul etmeyince açıkta kalan küçük efendinin İstanbul'a gönderilmesi uygun görüldü.
ALMANYA'DA ÇOCUKLUKLARINI YAŞAMAMIŞ YETİMLERYine İstanbul doğumlu Halid Ziya
bn. Mehmed Efendi, Almanya'ya geldikten kısa bir süre sonra cinnet belirtileri göstermiş olduğundan has-taneye kaldırılan isimlerdendi. Has-tanede birkaç gün kaldıktan sonra İstanbul'a dönmek istemişti; fakat Berlin civarında bir ustanın yanına gönderildi. Rahatsızlığı orada tek-rar nüksedince 18 Haziran 1917 ta-rihinde Berlin'de tekrar hastaneye yatırıldı ve bir sene sonrada hasta-nede vefat etti.
Sivas'ta gözlerini açan Hamid Nedim Efendi, Berlin'de fabrikada çalışırken iş kazası sonucu sol ko-lunu makineye kaptırınca umutla-rını da kaybetmişti.3
Bu örneklere yüzlerce isimden üç küçük efendinin satır aralarında kalmış hayat hikayesi olarak bakamayız. Onlar savaş dolayısıyla pek çok iş yeri kapanmasın diye, Al-man ekonomisi tarafından cephede savaşanların yerini doldurmak için kullanılmışlardı. Pek çok talebe o küçük bedenlerinde gurbeti, yokluğu sırtlamak zorunda kalmış-lardı. Almanya, onların çocukluklarını yaşamalarına izin vermemişti.
Dipnot1 Prof. Dr. Rifat Önsoy, Türkiye'deki Almanya 1914-1918,
Ankara, 20 Ekim 2004,64-65.2 Rifat Önsoy, a.g.e, 64-68.3 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Maarif Aliye 130/35, ek 47, 26
Temmuz 1333, (26 Temmuz 1917).
ZANAAT OKULLARINDAN SANAT OKULLARINA
" ... Alman Türk Derneği'nin 1918 faaliyet raporuna göre 1916 sonbaharında 1917'de Almanya'da derneğin denetimi al-tında toplam 275 öğrenci bulunuyordu. Öğrenciler Tilsit'tan Konstanz'a, Gleiwitz'den Emden'e kadar Almanya'nın 9 şehrine yerleştirilmişlerdi. Bu öğrencilerden büyük bir bölümü Oberre-alschule'lere devam ediyordu. 40 gönüllü fabrikalarda ve tarım işletmelerinde eğitim görüyordu. Bazı öğrencilerse sanat okulla-rı, yüksek makine okulları, teknik yüksek okullar ve üniversite-lere gidiyorlardı. 350 çırak Zanaat Odaları'nın görev bölgelerine yerleştirilmişlerdi. 180 çırak zanaat ustalarının yanında, geriye kalanı maden ocaklarında eğitim görüyordu..." Mustafa Gencer, Jön Türk Modernizmi ve Alman Ruhu 1908-1918 Dönemi Türk Alman İlişkileri ve Eğitim, İletişim Yayınları, 2003, s. 314-318.
Öğrenci banka
kartı
Konya Vilayeti Öksüz Yurdu'ndan Şükri Hayri ve Süleyman İbrahim'in öğrenci dosyaları.
31Şubat 2012
BİYOGRAFİ 1962 yılında Malatya'da doğdu. 1983 yılında Hacettepe Üniversitesi Türkoloji Bölümü'nden mezun oldu. Bir süre öğretmenlik ve yayıncılık yaptı. İlk öyküsü, Yeni Asya gazetesinin sanat ekinde 1987 yılında TRT İzmir Televizyonu'na yardımcı prodüktör olarak tayin edildi. 2010 yılında TRT'den emekli oldu. İlk kitabı Şehir-leri Süsleyen Yolcu, 1986 yılında Birlik Yayınları arasında çıktı.
Ve aynı yıl Türkiye Yazarlar Birliği'nin yılın hikayecisi ödülünü kazandı. Rüya Sineması kitabıyla, yayınlandı. Ozanın Kopuzu Aşığın Sazı ve Kırkambar yapımlarıyla TMKV ve TYB televiz-yon programları ödüllerini kazandı. İki öykü kitabı, Almanca'ya çevrildi. Çizgi film senaryoları yazdı, Şark masallarından bazılarını ya-yına hazırladı.
Yedi çocuklu bir ailenin ikinci çocuğu olmak düşmüştü ona. Malatya'da sinema işletmecisi
babasının tutkusundan nasibini alacak ve peşini hiç bırakmayan hayalleriyle yola devam edecekti. Yalnızdı, derindi ve içine dönüktü sorguları. Edebiyatın güçlü kalemi Sadık Yalsızuçanlar bu sayıda konuğumuz. Roman baştan sona kendine dönüş hikâyesidir, iyi seyirler...
Neden yazar ki
İNSANNe halde olduğumu bilmiyorum çünkü
perdeler kapalı. İçimi göremiyorum.
Ayşe Şahinboy Doğan | Fotoğraflar: Tarık Ali EserFOTOROMAN
Şubat 201232
33Şubat 2012
BENIM ÇOCUKLUĞUM IÇE KAPALI VE YALNIZ GEÇTI. KALABALIK BIR AILEDEYDIK AMA BELKI DE O KALABALIKTAN OLSA GEREK YOĞUN BIR ILGI GÖRMÜYORDUK.
BIRAZ HÜLYALI BIR ÇOCUKTUM. HAYALPEREST. BABAM SINE-MA IŞLETIYORDU. ÇOKÇA FILM IZLIYORDUM, ONLARINDA ET-KISI VARDIR ÜZERIMDE. BITMEK BILMEZ HAYALLERIM VARDI.
AILEM INANCI OLAN INSANLARDI AMA ÇOK DINDAR DEĞILDILER. ILK LISEDE SORGULAMALAR BAŞLADIĞINI HATIRLIYORUM INANÇLA ILGILI.
INSAN KONUŞTUKÇA YALNIZ-LAŞIRMIŞ. YAZMAK IÇIMDEKI EKSIĞI TAMAMLAMIYOR.
YAZMA HANI DERLER YA BIR ARAYIŞTIR FALAN, INSAN YA-ZARAK ARAMAZ BENCE. AMA YAZMAK O ARAMA SÜRECINE EŞLIK EDEN BIR ŞEYDIR.
Şubat 201234
FOTOROMAN
YAZAR OLMANIN YOLU OKUMAK. YO-ĞUNLAŞARAK VE ÖĞRENME KASTIYLE OKUMAK. EN EĞITICI OLAN O ASLINDA. YAZARLIK KURSLARI VAR MESELA BEN DE YAPIYORUM AMA ONLARIN PEK IŞLEVSEL OLABILECEĞINI DÜŞÜNMÜYORUM.
INSANIN YAZI DILI ÇOCUKLUK DÖNEMINDEKI DIL ATMOSFERIYLE BAŞLIYOR. ANNEM DILI IYI KULLANIYORDU. ONUN ETKISI ÜZERIM-DE ÇOK OLMUŞTUR. EĞITIMINI BABAMIN KISKANÇLIĞI YÜZÜNDEN YARIM BIRAKMIŞTI AMA AILEDEN GELEN BIR KÜLTÜRE SAHIPTI.
OKUMA VE YAZMAYLA OLACAK IŞLER DEĞIL INSANIN ONTOLO-JIK ARAYIŞI. KITAP OKUYARAK ÂDEM OLUNMAZ YANI.
BIR HAFTADA KITAP YAZABILIYORUM, INAN-MIYOR BAZEN INSANLAR. AMA KENDIME KIYARAK ÇALIŞIYORUM, ON SAAT ON IKI SAAT. YAZMAYA OTURDUĞUMDA KALKAMIYORUM.
Şubat 2012 35
ALDATMIŞIZ KENDIMIZI FARKINA VARDIK AMA BIRAZ GEÇ OLDU. TEMEL GIBI IDAM SEHPASINA ÇIK-MIŞ SON SÖZÜN NEDIR DEMIŞLER. 'A BU BANA DERS OLSUN' DEMIŞ.
MEHMET AKIF DIYOR YA HANI; "ÜÇ-BUÇUK NAZMA GÖMÜLMÜŞ KOCA BIR ÖMR-I HEDER." BEN DE BIRKAÇ KITA-BA HEDER EDILMIŞ, GÖMÜLMÜŞ BIR ÖMÜR OLARAK GÖRÜYORUM HAYATIMI.
SINEMAYA ILGIM VARDI. ÖĞRETMENLIKTEN SONRA TRT'YE ATANDIM. TELEVIZYON VE SINEMAYLA IÇ IÇE GIRMIŞ OLDUK. TRT'YE GIRERKEN HEP HAYALLERIM VARDI, FILM YAPMAK GIBI. OLMADI! TRT'DE ÇOK VAKIT KAYBETMIŞIM DAHA SONRA ANLADIM.
ÇOCUK OYUNCAĞIUÇURTMA FİZİK BİLİMİDİR... Uçurtma sadece bir çocuk oyuncağı çocuk yıllarına
sıkıştırılmış bir eğlenceden çok ilerdedir. 3 milim ka-lınlığında bir ip ile uçurtmayı havaya gönderiyorsunuz. İpin ağırlığı, kağıdın ağırlığı, dengesi bunların hepsini iyi hesap etmeli ve hepsini rüzgara göre ayarlamanız gerekiyor. Bu bir fiziktir. Üniversitede fizik derslerinde anlatılan konudur uçurtma. Uçurtmanın genelde bili-nen adı kite'dir, İngilizcede adı kite olan zarif bir yırtı-cı kuştan (Çaylak) almıştır adını...
İlk defa Çin'de ortaya çıkıyor Uçurtma... Şimdiki gibi çocuk dünyasına hapsedilen bir eğlence olarak değil elbet. Çeşitli savaşlarda haberleşme, düşmanı korkut-ma ve gövde gösterisi yapma, köylülerin hasat mevsi-minde eğlence ve bolluk olması için tanrılarına yaka-rışında bir araç, yeni doğan bebeklerin üzerinden kötü
ruhları kovma aracı olarak kullanılıyor. Sonra uçarken uçarken Uzakdoğu'dan batıya doğru
uçuyor. Çin'de doğup Uzakdoğu'da hızla yayılan uçurt-ma, Batıya geçtiğinde tamamen kimlik değiştiriyor dini sembollerden uzaklaşan uçurtma batıda sanayi-leşiyor. Avrupa'da ciddi bir değişim geçirerek çift ipli, dört ipli uçurulmak suretiyle, havada şekiller çizen gösteri uçurtmaları haline dönüştürülüyor.
Hangi oyuncak bu kadar duy-
gusal olabilir ki? Ya da hangi
çocuk oyuncağı bilinen bir oyun-
cak koca koca adamların işi,
ülkelerin kültür temsilcisi olabi-
lir ki... İnsanın uçma isteği mi
acaba onu bu kadar özel kılan?
Yoksa bir ipin ucunda göklere
ulaşabilmenin hazzı mı?
36 Şubat 2012
Gülizar Sönmez | Fotoğraflar: Fatma Z. ÇelikHOBİ
Hangi oyuncak bu kadar duygusal olabilir ki
UÇAĞIN, HAVA FOTOĞRAFÇILIĞININ, RADYO YAYINLARININ BAŞLANGICI UÇURTMAUçurtma, "bu havada duruyorsa her şey durur" algısı
ile uçağın ilk çıkış noktası olurken birçok bilimsel olay-da da kullanılıyor. Şimşeğin elektriksel yapısı uçurtma marifetiyle bulunuyor. Telefon, radyo yayınları uçurtma ucuna asılan antenlerle yapılıyor. Hava fotoğrafçılığı denemeleri uçurtma ile yapılırken, meteorolojik olay-
larda kullanılıyor, hava sıcaklığı uçurtma üzerine bağ-lanan termometre ile ölçülüyor.
TÜRKİYE'DE UÇURTMALARA KUCAK AÇAN ADAM Koca bir adam olan Üsküdar Belediyesi Mehmet Naci
Aköz Uçurtma Müzesi'nin mimarı, başkanı ve kurucusu olan Mehmet Naci Aköz'ün uçurtma macerası bir sabah uyanıp "hadi uçurtmacı olayım" şeklinde olmamış. Yıl-ların birikimleri Mehmet Bey'i bu yola doğru sürüklemiş.
Uçurtma müzesinde toprağın altından çı-kan bir tarih yok. Müzede dünya kültür-lerinin uçurtmalara nasıl yansıdığı, nasıl
algılandığı gösteriliyor. Müze için atılan ilk adım "Türkiye'de uçurtma
kültürünün geliştirilmesi için yaptığı çalışmala-ra destek aradığını ifade eden" mektubunun 26 ülkeye gönderilmesi. Mektuba cevap olarak ge-len ürünler, Türkiye'de gerçekleşen Uluslararası Uçurtma yarışmalarına katılan Hollanda, Alman-ya, Belçika, Danimarka, Lüksemburg, Avusturya Amerika, Japonya, Hindistan, Endonezya, İn-giltere ve Malezya'lı uçurtmacıların da katkıları uçurtma müzesini resmen açacak hale getirdi ve eldeki ürünlerin sayısı 500'e yaklaştı.
Üsküdar Belediyesi Mehmet Naci Aköz Uçurt-ma Müzesi'nde 21 ülkeden toplanmış 2000 ürün-lük bir koleksiyon bulunmakta. Müzede 2 ayrı
müze salonu, 3 uçurtma atölyesi, 1 okuma salo-nu, 1 film kulübü bulunmakta ve tüm yıl boyu resmi tatil günleri dışında ücretsiz olarak ziya-rete açık. Müze ziyaretinin yanı sıra uçurtma atölyesinde uçurtma yapımı dersleri de veriliyor.
37Şubat 2012
Hangi oyuncak bu kadar duygusal olabilir ki
ÜSKÜDAR BELEDİYESİ MEHMET NACİ AKÖZ UÇURTMA MÜZESİ
60'LARIN ÇOCUĞU İSENİZ KENDİ OYUNCAĞINIZI KENDİNİZ YAPARSINIZÜsküdar doğumlu Mehmet Bey "60'ların çocuğu-
yum. O dönemdeki çocukların hemen hepsi sokak oyunları ile büyüdü, babalarımızın ne zamanı ne de oyuncak için parası vardı o zaman... O dönem ülke-nin genel ekonomik sıkıntısı idi. Çocuklara para ve-remeyen, "Al oğlum harçlığın istediğini al" diyeme-yen babalar çalışmak zorunda idi, şimdi babalar gibi
ilgilenecek zamanları da yoktu. Bu şart-larda o zaman ki çocuk kendi oyuncağı-nı kendi yapıyordu. Misketler, topaçlar, çengeller, gazoz kapağı ile oynamalar, seksekler bunların hepsi o günki ço-cukların ileriki hayatlarındaki yaratıcı-lıklarını gelişirdi... Ürün haline getirdi, proje idi yaptı, zevk aldı. Arsalara da-ğılıyoruz bağıra çağıra oynuyoruz,okula gidiyoruz, annemizden iki tokat yiyo-ruz, yine oynuyoruz"
Dünya Uçurtmacılar Başkenti olarak kabul edilen Weifang (Çin) Şehri yerel yöneti-minin 2006 yılında Dünya Uçurtma Müze-
si etrafında yaptığı çevre düzenlemesi esnasında oluşturulan Dünya Uçurt-ma Meydanına çakılan dünyanın pek çok ülkesi-ne dağılmış 18 ayrı uçurt-ma kurumuna ait plaket arasında bir Türk uçurtma kurumunun logosu olan plaket de yer almaktadır.
DÜNYA UÇURTMA MÜZESİ ÖNÜNDE BİR TÜRK UÇURTMA MARKASI
Uçurtma Derneği MEB'e bir yazı yazarak 'Uçurtma'nın
ders olarak müfredata konulmasını talep ediyorlar.
38 Şubat 2012
HOBİ
UÇURTMA ATÖLYESİNDE KUR'AN-I KERİM DERSLERİ5-7 yaşları arasında mahalledeki yaşlı bakkal amcasın-
dan bakkalın üst katındaki küçük bir oda da Kur'an-ı Ke-rim öğrenmeye gönderilmiş. Bu anlattığım oda da bakkal amca uçurtma yapıp satıyordu. "Kur'an-ı Kerim öğrenme-ye uçurtma atölyesine gidiyorsunuz. Elbette bunu o za-man düşünemiyorsun, yıllar sonra bunu anlayıp idrak ediyorsun. İlk uçurtmayla tanışmam böyle oldu" uçurtmanın ilk aklına dü-şüşünü böyle anlatıyor heyecanla. "O çocukluk döneminde uçurtma tüm çocukları etkiler ama beni daha çok etkilemiş. Bunu 20 yaşımda fark ettim"
O küçük yaşında hayatına giren uçurtmayı ne zaman bıraktığını bilmiyor, Mehmet Bey. Ama 20 yaşlarında evle-nip para sıkıntısı yaşayınca ek iş olarak ilk aklına uçurtma yapıp satmak geliyor. O yıllarda uçurtma yapıp satma işi ile önce hayatının ilk arabasını alıyor sonra ufak bir arsa. Ken-di de inanamıyor çocukluk eğlencesinin ek-mek kapısı olduğuna. Sonra uçurtma yarışmalarına katılma-ya başlıyor. Sonra gittiği ülkelerde uçurtma etkinliklerine katılıyor. Sonra... Sonra... Hep hayatında oluyor o yaştan
sonra ama hep ikinci planda yer alıyor. "Neden?" sorularına kendine sormaya başladığında "uçurt-manın" hayatında yerinin ilk olması gerektiğine karar veriyor.
HZ. MUHAMMED'İN DE PADİŞAHLARIN DA EĞLENCESİ UÇURTMA
Yarışmalara katılmak yerine düzenle-yen olmaya karar veriyor, Mehmet
Bey... Uluslararası yarışmalara katılan ülkelerden kendileri-
ne özel, kendi kültüründe-ki uçurtmaları toplamaya başlıyor. Kitaplarda geçen tek satırlardaki kültürü-müzdeki uçurtma geleneğini araştırmaya başlıyor. Saray Eğlenceleri kitabında bir
cümle buluyor "padişahların sünnet eğlencelerinde uçurtma
uçuruldu" cümlesi ile sevinirken Hz. Muhammed'in hayatı kitabında Efendimizin
çocukluğunun geçtiği bölümde Yesrip'te uçurtma uçurduklarını anlatışı hayrete düşürüyor.Zaman Mehmet Bey'i Türkiye'nin tek uçurtma müzesi-
ni kurmaya, ilk uçurtma derneğini oluşturmaya, uçurma konusunda üniversiteli öğrencilere araştırmalarında yar-dım etmeye kadar getiriyor.
Uçurt-ma için illa çocuk
olunması gerekmiyor. Beyaz yakalı dediğimiz kişilere hafta
sonu eğitim ve eğlence etkinliklerinde, rahatlama anlarında 'Uçurtma' yapma
etkinliğine yer veriliyor. Artık uçurtmasız geçirmeyelim diye belediyeler, okullar,
dernekler, şimdi de AVM'ler var. Bu uçurtmayı çocuk oyuncağı ol-
maktan çıkarıp herkesin eğlencesi haline
geliyor.
39Şubat 2012
Şubat 201240
Türkiye'nin terörle mücadelesinin bir parça-sı haline gelen dizilerden Sakarya Fırat... Uzman Çavuş Osman Kanat'ın Çeliktepe'deki
karakolda görev yapan askerlerle terör örgütüne karşı verdiği mücadeleyi gerçekçi ve yavan bir dille anlatıyor çoğu zaman. Şehitler, evlat acıları, teröristlerin yaşadığı sefa-let, onların gözü yaşlı aileleri ve Türk askerinin çetin şartlar altında verdi-ği mücadele...
Her anıyla terörle mücadelenin stratejik bir parçası gibi duran Sakarya Fırat'ta konu sıkıntısın-dan bazen absürt işler de yapıl-mıyor değil.
Teröristlerle girilen çatışmada şehit düşen er Efraim Karabıçak'ın
ikiz kardeşini monte ettikleri iki bölümü irkilerek izledim. İkizinin intikamını almak için kalkıp dağ başındaki birliğe gelen acılı kardeş, daha sonra
PKK'nın eline düştü ve türlü işkencelere maruz kaldı. O bölümlerin şehit anne ba-
baları ve şehit kardeşlerinin yanan yü-reğiyle nasıl izlenir diye düşündüm.
İntikam ateşiyle yanan ama bu mücadeleyi önce Allah'a havale edip tüm askerleri şehidinin ye-rine koyan insanların duygularını kaşımak, dizi icabı olsa da hiç şık
durmadı. Hele şehit kardeşini türlü türlü işkencelere maruz bırakmak ka-bul görmez bir durumdu. Belki bu kasıtla yapılmadı ama Sakarya'nın intikamı Fırat'ı aştı.
Sakarya'nın Fırat'a ettiği reva mı?
Ersin Çelik
Şubat 2012
Tsubasa gibiydin Berrin
Dönem dizisi 'Öyle Bir Geçer Zaman Ki'nin bazı sahnelerindeki yavaş çekimler çok dikkat çekici. Yavaş
çekimlerin kalitesi gözümüze gözümüze girerken, bu dizi 80'lerden çabuk sıy-rılamaz da dedirtiyor. Fabrika önünde-ki grev kavgasında, Berrin'in Ahmet'e atılan terazi kiloluğunun önüne atlama sahnesi müthişti. Kiloluğun elden çık-ması Berrin'in onu görüp kendini Ahmet'in üzerine atması ve nihayetinde demir küt-lenin bedenini yere sermesi... Salise salise işlenen bu sahneyi izlerken 20 yıl öncesine gittim. Bir çizgi filme... Çünkü Berrin Tsubasa gibiydi o sahnede.
Tsubasa Ozora ve Kojiro... 90'lı yılların ço-
cukları, özellikle erkek nesli bu iki ismi hatırlar. Bir futbol çizgi filminin baş-rollerindeki iki Japon çocuğun müthiş çekişmesi ekrana kilitlerdi.. Hep ka-zanan Captan Tsubasa olurdu. Çünkü o müthiş yeteneklere sahipti. Yerden 15-20 metre yükseğe sıçrar kafa vu-racağı top gelene kadar geçen sürede geçmişte yaşananları incelerdi. Hatta
şutunun nereye ve nasıl gideceğini de he-saplardı. Bu süre bazen iki üç dakikayı bulur-du. Haliyle bir maç da iki üç bölümde ancak
biterdi. Türkiye'ye nostalji yaptıran Öyle Bir Geçer Zaman Ki'den başka bir nostaljiye ge-çerek her sayıda tv dünyamızın arşivlerini karıştıracağımızı da duyurmuş olalım.
Televizyon ekranlarında hiç olmadığı kadar gençlik dizisi var bu sezon. Lise ve üniversite çağındaki gençlerin daha çok okuldaki günlerinin konu edin-
diği diziler...Ama bu dizilerde harıl harıl ders çalışan, sınavları, fi-
nalleri vermek için çırpınan öğrencileri görmek pek müm-kün değil.
Liseli çocukların okula silah soktuğu, alkol alıp sarhoş naraları attığı, sevdiği kız için eğitim hayatını feda etme-yi düşündüğü ve hatta cinselliklerin de yaşandığı diziler. Bunların üniversiteli versiyonunda ise sınırlar çok aşılmış durumda.
Aşk, sevgi, aldatma, ihtiras, kavga, çekişme ve dedi-kodunun ana malzemesi olduğu gençlik dizilerinden asıl "mesajı" RTÜK ile ailelerin alması gerekirken, tüm çarpık-lıklar en bolundan reytinge dönüşmüş.
LİSEDE SİLAHLI MÜCADELE!Dedim ya, bir sürü gençlik dizisi var. Hemen her ka-
nalda bir, bazısında iki... Tek tek isimlerini yazmanın bir anlamı yok çünkü üç aşağı beş yukarı aynı formattalar. Hele birinde olanlar dehşete düşürücü. Çocuklar mecbu-ren kaydoldukları koleje silah sokup, kendilerini aşağıla-yan zengin ailelerin çocuklarını korkutuyorlar.
Ve bu silah aramalara rağmen bulunamıyor. Suç ört-bas... Ama en fecisi de okula silah getiren çocukların dizideki; temiz, saf, mağrur ve eğitim hayatlarına de-vam etmeye çalışan fakir ama gururlu çocuklar olması. Yani, kendilerini dışlayan, aralarına kabul etmeyen, türlü komplolarına direnen zengin çocuklara karşı verdikleri haklı mücadelenin haklı bir gerekçesi oluyor bu silah.
Akşamları, çocuklarıyla gençlik dizilerini izleyip, gün-düz de gazetelerin üçüncü sayfalarındaki yarı magazinleş-tirilmiş, lisede hatta ilköğretimdeki cinayet haberlerine üzülen bu toplumun kumandası kimin elindeyse artık. Dilediği zaman istediği yönde 'zap'lama özgürlüğüne de sahip anlaşılan!
Aşk lisesini bitiren flört üniversitesini kazanıyor
41
Maddi imkânsızlıklardan dolayı hayal ettiği projeyi gerçekleştiremeyen çok sayıda kısa filmcinin ve kısa film çekmeye henüz karar vermiş geleceğin yönetmen adaylarının elle-rindeki kısıtlı imkânlarla en iyi sonuca ulaşa-
mamanın yolları nelerdir? Kısa film çekmek isteyenlerin önündeki engelleri en aza indirmek adına yolun henüz başındakiler için bazı pratik bilgiler nelerdir?
KALİTELİ KISA FİLM ÇEKMEKEn önemli şeyin önce hayal etmek olduğunu bilmeli-
yiz. İyi bir senaryo ve doğru kişiler bir araya geldiğinde, elinizdeki basit bir kamerayla, hatta iyi kamerası olan bir cep telefonuyla bile harika bir film ortaya çıkabilir. Birçok kısa filmci dostum, uzun metrajlı filmlerini çek-meye hazırlanan kısa filmciler ve okul ödevi için kısa film çeken öğrenci kardeşlerimin kısıtlı imkânlarla neler yapabildiğini gördüğüm için şunu rahatlıkla söyleyebi-lirim ki kısa film çekememenin bahanesi yoktur.
NASIL KISA FİLM ÇEKİLİR?Bir kısa filmcinin yattığı yerden elindeki orta halli
bir kamerayla kısa film çekmesi başka; üzerine kafa yorduğu, planlarını ve senaryosunu hazırladığı fakat maddi yetersizlikten dolayı elindeki cep telefonu kamerasıyla kısa filmi çekmesi başka bir şey.
Eğer "haydi bir kısa film çekeyim" deyip arka-daşlarınızı bir evde toplayarak aklınıza o an gelen bir hikâyeyi film haline getirmeye çalışırsanız, ya-nılırsınız. Zira kısa film çekmek o kadar basit bir iş değildir. Disiplin, ciddiyet ve yaratıcı zekâ gerek-tiren bir iştir.
Gelişen teknoloji, kısa filmcilerin de işini ko-laylaştırmış ve kolaylaştırmaya devam ediyor. Ar-tık cep telefonlarında yüksek çözünürlüklü kame-ralar mevcut. Müthiş manzara detayları ve sarsıcı aksiyon sahneleriniz yoksa eğer, titizce kullan-dığınız cep telefonunuzun görüntülerini eviniz-deki bilgisayarda kurgulayarak iyi bir iş ortaya çıkarabilirsiniz.
TEKNİK OLARAK DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER
Kısıtlı imkânlarla kısa film çekme-nin kolay olduğu iddia edilemez. Dik-kat edilmesi gereken çok unsur var. Eğer kameranız bir cep telefonuysa ışık ve titreme sorunu yaşayacaksı-nız. Bunun için yapılacak en iyi şey çok aydınlık ve çok karanlık olmayan ortamlarda, cep telefonunuzun ka-merasını mümkün olduğu kadar sabit tutarak, gereksiz aksiyonlardan kaçıp
42 Şubat 2012
Ömer SevimliKISA FİLM
cesaret isterKISA FİLMKısa film çekmek için; hayalleriniz, cesaretiniz olmalı. Sonra basit bir kamerayla, hatta iyi kamerası olan bir cep telefonuyla bile harika bir
film ortaya çıkabilir. Kısa film çekememenin hiçbir bahanesi yok...
temiz bir çekim yapmaya çalışmaktır. Özellikle akıllı te-lefonlarda bulunan müthiş kamera efektleri, renk ve ışık probleminizi en aza indirecektir.
Şunu da unutmamak gerekir ki kısa film bir ekip işidir ve ekibinizin en az sizin kadar bu işi istemesi ve en az sizin kadar çekeceğiniz filmi sahiplenmesi gerekir. Kısa film çekmeyi düşünen bütün sinemacılara şimdiden ko-laylıklar...
MÜTHİŞ BİR BAŞARI HİKÂYESİVolkan Özgümüş ve 35 Buçuk film ekibinin hikâyesi,
doğru ekibin bir araya geldiğinde neler yapabileceğini gösteren bir başarı hikâyesi...
"Engelli Trafik" isimli projelerini maddi imkânsızlıklardan dolayı çekemedikleri için Volkan Özgümüş'ün kamera pa-rası biriktirmek için 6 ay Alaska'da çalışmış. Parayı birik-tirip Türkiye'ye dönerek kamera almaları ve ekibin yine kendi imkânlarıyla sinema ekipmanları yapmaya çalışma-larının hikâyesi takdir edilmesi gereken bir emektir. Sefa Bilir ve Uğur Yıldız'ın da aralarında bulunduğu 35 Buçuk film ekibinin yeni çalışmaları ve uzun metraj filmleri he-yecanla bekleniyor.
"Engelli Trafik" filminin basit ama çok iyi işlenmiş bir öyküsü var.
Bir şehir magandasının trafik kurallarını hiçe sayarak caddelerde turlarken gözleri görmeyen bir vatandaşı ez-mesinin hikâyesini başarılı bir kompozisyon ve kurguyla anlatmış 35 Buçuk film ekibi.
Daha sonra yaptıkları filmlerle ödüller ve çeşitli sinema programlarından övgüler alan ekip, "kısa film cesaret is-ter" dedirttirmiştir.
Filmleri yakılmış ve yasaklanmış büyük yönetmen-lerden, kısa film uğruna gözünü karartıp mücadele eden gençlere kadar bütün cesur sinemacılara selam olsun...
SÜMER TİLMAÇ İLE KISA AMA ANLAMLI...
YEŞİLÇAM OLDU BEYAZ CAM
YENİ DÖNEM OYUNCULAR
MUHTEŞEM YÜZYIL
KISA FİLM ASLINDA ÇOK UZUN
ÖMER LÜTFİ AKAD USTA... AMA BUGÜNKÜ USTA ANLAYIŞIYLA DEĞİL
İSTANBUL KABADAYILARI BUGÜNKÜLERİN ÇOĞU EFEMİNE. GEÇMİŞTEKİLER KABADAYIYDI
1
2
3
4
5
Güney Koreli yönetmen Chan Wook Park, cep telefonuyla 30 dakikalık film çekmişti.
43Şubat 2012
Filmleri yakılmış ve yasaklanmış büyük yönetmenlerden, kısa film
uğruna gözünü karartıp mücadele eden gençlere kadar bütün cesur
sinemacılara selam olsun...
Üsküdar Gençlik Merkezi... Daha kapıdan içeri girer girmez bir
renk cümbüşüyle karşılıyor insanı. Duvarlarında grafitiler, güler
yüzlü bir personel, ferah salonlar. Uzun zamandır adını duyup
da bir türlü gelemeyenler çok şey kaçırmadan bir an önce adım
atmalı buraya ve kendini hayallerinde çizebileceği bir resmin
başrol oyuncusu yapmalı.
Gelen giden bitmiyor, telefonlar susmuyor ama bu ablalar günde yüzlerce kişiye anlatmaktan sıkılmıyorlar Üsküdar Gençlik Merkezi'ni...
Eli ayağı olmuşlar bu dinamik mekânın. Programlarda, etkinliklerde oradan oraya koşturuyorlar. Üstelik merkezin daimi üyeleriyle
arkadaş olmuşlar, her birinin ismini nasıl akıllarında tutuyorlar şaşırıyorum doğrusu. Çünkü gençlik merkezinin 5000'e yakın üyesi var.
Her gün etkinliklere, atölye çalışmalarına gelenlerin sayısı da azımsanmayacak derecede.
Gençlik merkezinde 4 ayrı birim var. Her bir birimin içinde kulüpler, kulüplerin bünyesinde de atölyeler yer alıyor. Kültür-sanattan, eğitim ve rehberlik çalışma-larına, spor ve sağlıktan bilişim tekno-loji alanlarına kadar bütün kulüplerin altında toplam 46 atölye bulunuyor. Bu atölyelerde gençler kendi yetenek ve isteklerine göre istedikleri alanda kendi-lerini yetiştirme imkânı buluyor. Ve işte Kültür Sanat Birimi Sorumlusu Aşkın Hoca yine öğrencileriyle birlikte, Eğitim Danışmanlık Birimi Sorumlusu Elif Hoca ise kütüphanenin düzeniyle uğraşıyor.
Danışmadaki ablaların yanına doğru ilişiyorum yavaş-tan. Bitmek bilmeyen sorularıma daha ayrıntılı ve tat-min edici cevaplar alabilmem için halkla ilişkiler ekibine yönlendiriyorlar beni.
Hicret Aydoğdu
Bu şahane mekânı pırıl pırıl yapan ablalarımızda sıra.
Onlar buranın görünmeyen kahramanları. Fatma abla
beni notlar alırken görüp "bırak şimdi bunları yazmayı
sen benim hayatımı yaz, roman olur" diyenlerden : )
Merkezin en alt katı tam teşekküllü bir spor salonu. Fitness, Uzakdoğu sporları, bilardo... Ne ararsanız var. Yahya hoca öğrencileriyle selamlıyor beni. "Kolu-
mu kesseniz damarlarımdan mavi-kırmızı kablolar çıkar" diyen Engin Hoca bilişim sınıfında kabloları, ekranları ve robotlarıyla gayet mutlu görünüyor.
Tüm bunların yanı sıra gençlerin dertlerini, sıkıntıları dinleyecek,
onları hayatları ve gelecekleri ile ilgili yönlendirebilecek psikolojik
danışmanlık hizmeti bile düşünülmüş burada. Rehber öğretmen
Veysel abinin odası her an bir başka gencin uğrak yeri...
Üsküdar Gençlik Merkezi'ne gelip de çay, kahve içmeden gitmek
olur mu? Nedim Abi'nin elinden sıcak bir çay, arkadaşlarınızla
yapacağınız kafe sohbetlerini artık Üsküdar Gençlik Merkezi'ne
taşıyacağınız anlamına geliyor. Hem ucuz hem de kaliteli
ürünlerle muhabbetin dibine vurmak istemez misiniz?
İLETİŞİM: Burhaniye Mah. Genç Osman Sk. No:13 P.K. 34676
Üsküdar / İstanbul Tel: (216) 557 71 98www.uskudargenclikmerkezi.com
e-posta: [email protected] Twitterdan takip etmek için; www.twitter.com/#!/uskgencmrkzFacebook'tan takip etmek için; www.facebook.com/uskgencmrkz
Nasıl ulaşırsınız?Üsküdar'dan kalkan 11-C otobüsü ile bize ulaşabilirsiniz.
• 2 Sınıf• 2 Kulis• Çok Amaçlı Salon (Sinema,
Tiyatro, Konferans vb.)
• Aletli Spor Salonu
• Uzak Doğu Sporları Salonu
• Plates, Jimnastik,
Aerobik Salonu
• 2 Stüdyo Odası
• Çocuk Oyun Odası
(4-10 Yaş)
• Bebek Bakım Odası
• 2 Toplantı Odası
• Misafir Bekleme Salonu
• Erkek-Kadın İbadet Yeri
• Yemek Salonu
• Sergi Salonu
• Kafeterya
• Teras Kafeterya
• Şark Köşeli Has Oda
• Kütüphane
• Pasif Dinlenme Salonu
• İnternet Salonu
• Kayıt Stüdyosu
• Aktif Eğlence ve Masa
Sporları Salonu (Masa Tenisi,
Bilardo, Havalı Hokey)
• Çok Amaçlı Salon
(Düğün, Toplantı vs.)
• 40 Araçlık Kapalı Otopark
ve 60 Araçlık Açık Otopark
• 1200 m2'lik Bahçe
ÜSKÜDAR GENÇLİK MERKEZİ'NDE;
Poulson işlemcide sunulan Intel Instructi-on Replay Technology ya da Türkçe olarak Intel Komut Tekrarı Teknolojisi yüksek
güvenilirlik sunmayı amaçlıyor. Çökmeleri ve veri bozulmasını azaltan bu teknoloji saye-sinde işlemci, bekleyen bütün komutları silip baştan başlamak yerine işlemin güvenilir bir noktasından devam edebiliyor.
İşlemcinin Hyper-Threading teknolojisi de geliştirilerek verimliliği ve performansı arttırılmış durumda. Kod adı Poulson olacak Italium işlemciler 2012'nin ikinci yarısında piyasada olacaklar. 32nm mimarisiyle üreti-lecek işlemciler 3.1 milyar transistöre sahip olacak ve işlemcilerde 54 MB cache belleği bulunacak.
Logitech iPad standı (Logitech Speaker
Stand), hoparlör, stand ve şarj ünitesi özel-
liklerini bir arada bulunduran bir ürün.
iPad kullanıcıları çalışma masalarının üzerin-
de hem yüksek sesle müzik dinleyebiliyor, hem
cihazlarını şarj edebiliyor hem de istedikleri gö-
rüş açısında kullanma rahatlığı elde edebiliyor-
lar. Logitech iPad standı, cihazları farklı açılarda
yatay ve dikey olarak kullanabilme avantajı
sağlıyor. Busayede bulunulan ortama göre, iPad
farklı şekillerde ko-
numlandırılabiliyor.
Çalışırken dikey
kullanılabileceği
gibi, film izlerken
yatay pozisyonda
sabitlenebiliyor.
Logitech
Hoparlör Stand
Tavsiye Edilen
Son Kullanıcı
Fiyatı: 72 $ + KDV
Ipad kullanıcılarına
rahatlık!
İşlemci devi Intel'in 2012 yılında piyasaya
çıkacak olan yeni Itanium'un kod adı Poulson.
Etsy'nin muadillerinden farkı, ürünlerinin tamamının el yapımı olması. Sitede iPad
çantalarından güzellik ürünlerine; oyuncak-lardan marangoz yapımı eşyalara kadar her türlü ürüne ulaşmanız mümkün.
Sitenin kurucusu olan Robert Kalin, yüzyıl önce her şeyin el yapımı olduğuna değiniyor ve amaçlarının el yapımı ürünlerin kulla-nımını artırmak olduğunu söylüyor. Sitede bulunan 'Shop by Color' seçeneği oldukça ke-yifli bir alışveriş sunuyor. Ekranda akıp giden renklerden birini seçtiğiniz takdirde o renge sahip olan ürünlere ulaşmanız mümkün. 5 yılı aşkın bir süredir hizmet veren Etsy'nin bu süre zarfına nazaran Türkiye'de pek kulla-nıcısı yok. Buradan tanıtmış olalım.
Anne eli değmiş gibi:
http://www.etsy.com
46 Şubat 2012
Hazırlayan: Ahmet DoğanBİLİŞİM
Ekran kartı üretimi gerçekleştiren Galaxy firması, do-nanım sektörünün son dönemde büyük ilgi gören ka-
tegorisi SSD alanına yönelik yatırımlarına devam ediyor. Daha önce Lazer serisi altındaki SSD modelleriyle piya-saya giren firma, şu an için resmi duyurusu yapılmamış olan ultra ince tasarıma sahip Razor SSD sürücülerini piyasaya sunmaya hazırlanıyor.
Ultrabook teknolojisinin yaygınlaşmasının ardından ultra ince tasarıma geçen firma, 7mm kalınlığındaki yeni Razor serisi SSD sürücüleri ile piyasada iyi bir yer edinmek istiyor.
Bir İstanbul Efsanesi:
Assassin's Creed: Revelations oyunu, İstanbul'un Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmesinden yak-
laşık 50 yıl sonra, Yavuz Sultan Selim'in tahta geçmesinden hemen önceki dönemi işliyor. Bu süreçte Selim'in kardeşi Şeh-zade Ahmet de Osmanlı'nın yeni sultanı olarak ilan edileceğinden oldukça emin bir durumda. Selim'in küpeleri de unutul-mamış bu arada.
Ezio (oyunun kahramanı) ise ken-disiyle birlikte aynı gemide İstanbul'a dönmekte olan Selim'in oğlu Süleyman ile tanışarak Revelations'a giriş yapıyor.
Süleyman henüz 17 yaşında ve yurtdışın-da eğitim aldıktan sonra İstanbul'a geri dönüyor. Fakat kendisi bir hayli mütevazi ve Ezio'ya kendini bir öğrenci olarak tanıtıyor. Oyunun geneli İstanbul'da ge-çiyor. Aynı zamanda Masyaf Kalesi'ne ve Kapadokya'ya da uğruyoruz. Kapadokya'da İstanbul kadar güzel tasarlanmış ve oyuna aktarılmış. Kısa süren bir bölüm-den oluşuyor belki ama yine de hayran olmamak elde değil.
Assassin's Creed sevmeyen biri bile yalnızca İstanbul sokaklarında turlamak için bu oyunu oynayacaktır.
Futuretimeline.net, dünyamızın gele-
ceği ile ilgilenen herkesin fikirlerini
paylaşabildiği, tartışmaya açık şekilde
devam eden ortak bir proje olmak.
Sitede 22. ve 23. yüzyıl detaylı ele
alınırken, 2300-10000 tarih dilimlerinin
öngörülerine ulaşmanız da mümkün.
2000'lerden 10.000'e...
Futuretimeline.net
http://futuretimeline.net
Ultra ince tasarımlara
GALAXY'den süpriz!
Hali hazırda bulunan sosyal ağları temel alan site, kurcusunun her gün gördüğü bambaşka rüyaları pay-
laşmak istemesi ve diğer insanların da bu şekilde kendi rüyalarını paylaşmalarını sağlamak amacıyla kurulmuş.
Sitede sistem korku, komedi, uzun-kısa, lucid, devam eden rüyalar vs. gibi kategorilendirme üzerine kurulmuş.
Sitede kullanıcılar rüyalarını paylaşıp, birbirlerinin rüyalarına yorumlar yapabiliyor.
Yepyeni bir sosyal ağ: Rüyanı Anlat
http://www.ruyanianlat.com
47Şubat 2012
DERİNDEKİLER
Kıraç, uzun bir aradan son-ra, büyük bir özenle hazır-ladığı albümünü, TMC Müzik etiketiyle dinleyenlerin be-ğenisine sunuyor. "Derin-
dekiler" adını taşıyan albümünde, çoğunluğu kendi şarkılarından oluşan on eser yer aldı. Kıraç Mayıs 2011'de, yeni albümü "Derindekiler" in müjdecisi olan "Dön Artık" şarkısını sadece di-gital platformlarda yayınlamıştı. Albümdeki diğer şarkılar için, uzun bir süre stüdyoda çalışmalarını sürdüren Kıraç, diğer şarkıların kayıtları sırasında yurtdışından 1970 yılında üretilen, 26 inçlik Lud-wing marka davulu getirtti.
"UMUT" DALGA DALGA YAYILIYOR
Sahne ismi olan Imany Savahilice'de "Umut" anla-mına geliyor. Sporcu kari-yerinden müzik dünyasına
geçen Imany, ilk albümü The Shape of a Broken Heart, 9 mayıs 2011 tarihinde piyasaya çıkardı. Albümde 12 adet ingilizce şarkı bulunuyor. Blue ve akustik folku sevenlerin tercih edeceği albüm-de bir de Malick N'Diaye (Ayo) prodüksiyon tara-fından hazırlanan bir single parça bulunuyor "you will never know". The Shape of a Broken Heart, kısa sürede çok satan albümlere verilen "Disques d'Or" 'un (Altın Plak Ödülü) sahibi oldu.
2 ALBÜM
Belçikalı dünya çapında müzisyen Milow tarafından keşfedildi. Çok geçmeden soul müziğin yeni dönem
isimlerinden Jamie Lidell ile aynı sahne-yi paylaşma fırsatı yakalayan Selah Sue, Prince'in Avrupa turnesindeki slotu da kapmayı başardı. İlk albümünü yeni nesil hip hop yeteneklerinden NNeka'nın pro-düktörlüğünde hazırlayan Sue, bu albümü Mart 2011'de Because Records üzerinden yayınladı. "Raggamuffin" ve "Crazy Vi-bes" gibi sevilen hitlerinin yanı sıra per-formanslarında Adele ve The Zutons gibi isimleri de cover'layan genç sanatçı şim-diye kadar Lowlands, Sziget, Pukkelpop ve North Sea Jazz Festival gibi önemli yurt-dışı festivallerdeperformans gösterdi.
Selah Sue İstanbul'a geliyor
Kardeş Türküler'in son albümü Ço-cuk (H)aklı, 54. Grammy Müzik
Ödülleri'ne 'En İyi World Music Al-bümleri' kategorisinden aday oldu.
Grubun solistlerinden Vedat Yıl-dırım, adaylığın heyecan verici ol-duğunu belirterek "Evren Göknal al-büm bittikten sonra bu çalışmanın evrensel, sanatsal bir potansiyeli var,
aday göstersek iyi olur demişti. Ön elemeleri geçtik, aday kabul edildik." diyor.
Kardeş Türküler ve Arto Tunçboyacıyan'ın aday olduğu ka-tegorideki 140 aday arasında Addis Acoustic Project, Azam Ali, Amina Alaoui, Marta Gomez, Le Trio Joubran ve Yasmin Levy'nin albümleri de var.
Kardeş Türküler Grammy adayı
Yer: Babylon Tarihler: 23.02.2012Bilet Ücreti: Ayakta - 44.50 TLNereden Alırım: Biletix Çağrı Merkezi: (0216) 556 98 00, Biletix Satış Noktaları, www.biletix.com, Babylon
48 Şubat 2012
Hazırlayan: Mehlika Sultan DoğanGENÇLİK AJANDASI
Animasyon ve kurmaca türünde kısa filmlerin yarışacağı festivalin jüri başkanlığını usta
yönetmen Derviş Zaim üstlenecek. Dünyanın en iyi sinema okulları arasında
gösterilen Güney Kaliforniya Üniversitesi'nden (USC) Animasyon ve Dijital Sanatlar Bölümü Başkanı Kathy Evelyn Smith, dünyaca ünlü film eleştirmeni ve Los Angeles Sanat Müzesi (LAC-MA) film küratörü Elvis Mitchell ve önemli si-nema okullarından Kaliforniya Üniversitesi-Los Angeles'ın (UCLA) Film, TV ve Dijital Medya Bölüm Başkanı Barbara Boyle, Los Angeles Türk Film Festivali jürisinin Amerikalı isimleri. Ame-rikan sinema sektörününbu önemli isimleri Türk kısa filmlerini bekliyor.
FETİH 1453Babası II. Murat'ın ölümü üzerine ikinci kez tahta çıkan II. Mehmet'in şimdi kafasında gerçekleştir-mesi gereken ilk öncelik Bizans İmparatorluğu'nun son toprağı olan Konstantinapolis'i Osmanlı Devleti'ne katmaktır. Bu uğurda ne yapılması gerekiyorsa genç padişah hiçbirinden feragat etmeyecektir... Molla Gürani'yi de yani Fatih'i yetiştiren üstadı ve Fatih Sultan Mehmet'in çocukken aldığı bu eğitim süreçleri de yer alıyor. 3 bo-yutlu animasyonların da yer aldığı filmin yönetmenliğini Faruk Aksoy üstlenirken, senaryoyu kaleme alan Atilla Engin ve İrfan Saruhan'a Prof.Dr. Feridun Emecen, Doç. Dr. Hülya Tezcan, Doç. Dr. Gülgün Köroğlu, sanat tarihçisi Massimo Farinelli'den oluşan geniş bir danış-manlar kadrosu da eşlik ediyor.
ARTİST1920'li yılların sonunda Hollywood sinema sektörünü kökünden değiş-tirecek 'teknolojik' bir devrim yaşa-nır. Ses, "henüz hiçbir şey duyma-dınız" repliği ile film pelikülüne bir daha hiç ayrılmamak üzere girer. Fakat sinema sektöründe yaşanan bu devrim boyutundaki bu değişim pek çok insanın mesleğini ve kari-yerini de derinden sarsar. Dönemin en karizmatik aktörleri arasında yer alan George Valentin (Jean Dujardin) de sesin beklenmedik biçimde sinema perdesine yansıma-sından payına düşeni alıyor. Yanı başında boy gösteren taze ve güzel oyuncu Peppy Miller'ın ise aklı fikri şöhrette. Konuşmasız, siyah-beyaz eski filmler gibi saniyede 22 kare çekilen Artist, sessiz filmlere bir saygı duruşu, sinemaseverlere bir armağan...
Vizyon tarihi: 27 Ocak 2012
Yönetmen: Michel Hazanavicius
Oyuncular: Jean Dujardin, Bérénice Bejo, John Goodman
Süre: 100 dk
Vizyon tarihi:17 Şubat 2012
Yönetmen: Faruk Aksoy
Oyuncular: İbrahim Çelikkol, Devrim Evin,Dilek Serbest
Süre: 165 dk
2 FiLM
Los Angeles Türk Film Festivali 1-4 Mart 2012 tarihleri arasında dünyaca ünlü sinema okulla- rının desteğiyle Los Angeles'ta düzenlenecek.
Türkiye'nin kısaları görücüye çıkıyor!
İstanbul (Erkek) Lisesi, gelenekselleşen Liselerarası Kısa Film Yarışması'nın bu
sene 9.sunu düzenliyor. Yarışmaya katıl-mak isteyenlerin 4 Mayıs 2012'ye kadar İstanbul Lisesi Sinema Kulübü'ne baş-
vurmaları gerekiyor. Yarış-ma jürisinde; oyuncu Ah-met Mümtaz Taylan, Ruhi Sarı, Bennu Yıldırımlar, Ahu Türkpençe, yönet-men Selim Demirdelen gibi önemli isimler yer alıyor. Jüri değerlendir-mesi sonucunda birinci seçilen filmin yönetme-nine HD Video Kamera, ikinciye dijital fotoğraf
makinesi, üçüncüye iPod ve mansiyon olarak DivX DVD Oynatıcı gibi ödüller ve-riliyor. Animasyon kategorisinde katıla-cakolan filmler ayrı bir değerlendirmeye tabii tutuluyor.
GENÇ YETENEKLER YARIŞIYOR
49Şubat 2012
50 Şubat 2012
GENÇLİK AJANDASI
BİR GECEDE BÜYÜMEK KEJE
Emine Uçak Erdoğan TİMAŞ YAYINLARI
Çocukluğu Güneydoğu'da geçen yazar Emine Uçak bölge hakkındaki ezber-leri tümden bozacak hika-yelerle çıkageldi. Uçak'ın
Keje ile birlikte 'Bir Gecede Büyümek' adını koy-duğu hikayeleri başlangıçtan itibaren giderek artan gerilim ve şiddet dozuyla tıpkı 1980'lerden 90'lara çoğalan şiddet gibi sonun başlangıcını tarif ediyor.
BELKİ ŞEHRE BİR FİLM GELİRSuat KöçerSEPYA YAYINCILIK
İlk kitabı 'Bu Ne Biçim Cumartesi' ile hikayele-rini okurlarıyla paylaşan Suat Köçer, Belki Şehre Bir Film Gelir kitabında,
2001-2009 yılları arasında gösterime giren 20 Türk filmini kendine özgü üslubuyla ele alan yazar, Türk sineması üzerine yazdığı bazı ma-kalelerini de aynı kitapta sinema okurlarının ilgisine sunuyor.
2 KiTAP
İngiliz edebiyatının ustalarından Char-les Dickens'ın (1812-1870), 7 Şubat'ta
doğumunun 200. yılı kutlanacak. Charles Dickens Müzesi'nin öncülüğünde gerçek-leşen etkinlikler için üniversitelerden kültür kurumlarına, müzelerden tiyat-rolara, belediyelerden kütüphanelere, yayınevlerinden film yapım şirketlerine, bütün kurumlar seferberlik ilan etmiş.
Dickens'ın 200. doğum yılı etkinlik-
leri İngiltere ile sınırlı değil. Fransa'dan Hollanda'ya, Kıbrıs'tan Suriye'ye kadar uzanıyor. Etkinlikler ülkemizi maalesef kapsamıyor. British Council da 50'den fazla ülke ile bir dizi kültürel faaliyet gerçekleştirecek. Etkinliklerin pek çoğu ücretsiz. 19-20 Ekim 2012'de ise 'Char-les Dickens: Doğumu, Evliliği, Ölümü' adlı bir konferans hemen yanı başımızda Yunanistan'da gerçekleşecek.
Charles Dickens yaşında!200
Sosyal antropolog Suat Turgut, Türk destanının
yazıldığı Çanakkale Savaşı, milli mücadelede yer alan kadın kahramanlardan ve üç büyük futbol kulübü oyuncu-larının Çanakkale'deki hika-yelerinden sonra Fransa'nın Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan son-ra işgal ettiği Şanlıurfa,Gaziantep, Kahramanmaraş ve Adana'da Ermeni çetelerle birlikte halka yaptığı zulmü çizgi romanlara aktardı.
Milli Mücadele yeniden canlanıyor
Bir grup bilim insanı, nite-likli romanların insan bey-
nini geliştirip keskinleştirdiği-ni, sosyal bağları güçlendirerek kişiliği değiştirdiğini ve ilişki kurmayı kolaylaştırdığını orta-ya koydu. Toronto Üniversitesi öğretim üyesi psikiyatr Keith Oatley ve Ingrid Wickelgren ta-rafından Scientific American'da yazılan makaleye göre, roman kahramanlarıyla özdeşleşmek, hem hayal dünyasını zengin-leştiriyor, hem de sosyal bağ-ları güçlendiriyor.
Beynimizi ele geçiren romanlar
Listede yer alan on roman • Johann von Goethe / Genç Werther'in Çektikleri (1787)• Jane Austen / Aşk ve Gurur (1813)• Nathaniel Hawthorne / Kırmızı Leke 1850• Gustave Flaubert / Madam Bovary (1856)• George Eliot / Middlemarch (1870)• Leo Tolstoy / Anna Karenina (1877)• Virginia Woolf / Bayan Dalloway (1925)• Toni Morrison / Sevgili (1987)• J.M. Coetzee / Utanç (1999)• Muhsin Hamid / Gönülsüz Köktendinci (2007)
A J A N D A 7 G Ü N
13 ŞubatPazartesi
Saat: 18.30
SÖYLEŞİ: Aşk ve Devrim SöyleşisiYER: Koç Üniversitesi Ana-dolu Medeniyetleri Araştır-ma MerkeziTELEFON: 0212 393 60 00ADRES: Merkezhan, Koç Üniversitesi Anadolu Mede-niyetleri Araştırma Merkezi, İstiklal Cad. 181 Beyoğlu - İstanbulKONU: Yeni Sinemacılar'ın, Şubat konuğu, Aşk ve
Devrim'in yönetmeni F. Serkan Acar.
YARIŞMA: Beyaz Güvercin Kısa Film YarışmasıYER: İHH İnsani Yardım Vakfı'ndan Kısa Film YarışmasıKONU: İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı, 2012 yılı içerisinde İstanbul’da gerçek-leşecek 5. Uluslararası Çocuk Buluşması etkinlikleri çerçeve-
sinde, “Kutsal Emanetlerimiz Yetimler” temalı kısa film yarış-ması düzenliyor. Son Katılım tarihi: 21 Mayıs 2011. Yarışmaya başvuracak kişiler [email protected] e-posta adresinden başvuru formunu ve yarışma şartnamesini temin edebilirler.
21 MayısPazartesi
25 ŞubatCumartesi
Saat: 21.00
TİYATRO: Keşanlı Ali DestanıSALON: Türker İnanoğlu Maslak Show CenterTELEFON: 0212 286 66 86ADRES: Büyükdere Cad. Derbent Mevkii 34457, Darüşşafaka Kampüsü Yanı Maslak, Sarıyer İstanbulBİLET ÜCRETİ: 1. Kategori - 56.00 TL, Tam - 45.00 TL, Öğrenci 35.00 TL, Tam - 34.00 TL, Öğrenci 29,00 TLNEREDEN ALIRIM: Biletix Çağrı Merkezi: 0216 556 98 00 Biletix Satış Noktaları, www.biletix.com ve TİM Gişe
01 ŞubatÇarşamba 27 Şubat
Pazartesi-SERGİ: Karma Kukla Sergisi / Saim Bugay'ın 78. Yaşı AnısınaYER: Tophane-i Amire KSM / Tekkubbe Salonu ADRES: Meclis-i Mebusan Caddesi Fındıklı - İstanbulKONU: Kuklanın hayat içinde kullanımına dikkat çekerken
Tophane-i Amire binasının da yapısal imkanlarından fayda-lanmak için mekan-yapıt ilişkili işler üretilecek serginin öne-mi, Tophane-i Amire binasının kültürel olarak çok merkezi bir bölgede olması, binanın tarihi önemi ve dokusu ile artırıyor.
16 ŞubatPerşembe 26 Şubat
Pazar-FESTİVAL: 11. !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Film-ler FestivaliYER: AFM Fitaş Beyoğlu, Maçka G-Mall, AFM İstinye Park ve AFM Caddebostan Budak KONU: Tahrir'den Occupy'a kadar dünyayı çalkalayan sokak hareketlerinin damga-sını vurduğu bir yılın ardın-dan 11. si yapılacak olan !f
İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali de seyircisini 'Hareket'e davet ediyor.
03 MartCumartesi
Saat: 22.00
KONSER: Feridun DüzağaçYER: Jolly Joker İstanbulTELEFON: 0212 249 07 49ADRES: Balo Sok. No: 22 Beyoğlu - İstanbulBİLET ÜCRETİ: VIP - 66.50 TL Normal - 33.50 TLNEREDEN ALIRIM: Biletix Çağrı Merkezi: (0216) 556 98 00, Biletix Satış Noktaları, www.biletix.com, Jolly Joker İstanbul
51Şubat 2012