«gerçek vardosya.marmara.edu.tr/ikf/iib-dergi/1984/7-myrdal-yerci.pdfhukuk felsefesinin...
TRANSCRIPT
SİYASAL İKTİSADIN KÖKENLERİ•
Gunnar MYRDAL Çev.: Kadir YERCİ
Siyasal iktisat kuramına yayılan siyasal öğretilerin kaynağını ve anlamını kavramak için, başka birçok siyasal «sistem» ve ütopya gibi bu kuramın da doğal hukuk felsefesinden doğduğunu ve faydacı toplumsal felsefenin etkisi ·altında geliştiğini anımsamak
gerekir. İjktisat kuramının üstündeki bu iki etki · büyük ölçüde benzeşmektedir. Gerçekten faydacılık doğal hukuk felsefesinin İngiliz kanadı olarak düşünülebilir. Ancak, birbirlıerinden öylesine keskin biçimde uzaklaşmışlardır ki, İngiliz ve Kıta düşüncesi arasındıaki tipik ayrımı gösterirler.
Kıta düşünürlerinin soyutlama yapmaya eğillınl.eri ötedenberi biliniyor. Ustan doğrudan çıkarılabilir olduğuna inandıkları genel fikirleri öncül olarak almayı yeğlerler. «Doğal» olan bu kavramların özleri gereği söz götürmez kavramlar oldukları düşünülerek, uslamlamanın kurallarını zorunlu olarak izledikleri, doğuştan geldikleri (innate), Özgür İrade (Free Will), Usçu Ev:ııen (Rational Univeııse), Tannyı yaratmak ve korumak v.b. önvarsayımların doğal sonuçları oldu!klan varsayılır. Bu a priori toplumsal felsefe birçok yoldan sunulabilirse de ereğimiz bakımından aralarında bir ayrım gözetmiyoruz.
Öte yandan, İngiliz düşüncesi Bacon'dan beri büyük ölçüde görgüldür. İngiliz görgülcüleri her tür bilgiyi duyum deneyiminden çıkarmaya giriştHer; öyle ki, ayni görgü! temele dayanan toplumsal bir ıahlak sistemi kurmayı denediler. İnsan ~avranışınm
(*) Gunnar MYRDAL., The Politıical E1ement in the Development of Ecoınomic 'Dhe.ory, London, Routledye and K·egan, 1971'in ikinci bölümü (ss. 23-55). İngilizce metinde ·böHim 'başlığı «Ideological Background» tur. Yapıtın Isveç dilindeki özgün :baısımı · 1929'da, İngilizce'deki ilk basımı 1'953'
te yapılmı§tır. 141
doğruluğunu ya da yanlışlığını yargılamıyorlardı; çünkü bu, ken
dinde '(in itself) iyi ya da kötü ama hep erdemden yana olan
iradeden kaynaklanmaktadır. Bu . iradede iyi ya. da kötüyü ne'Snel
olarak belirleyebileceklerdir. «1Top~um sıkarl>l üst norm olarak
konmuştur. Bu, bireysel doyumların aritmetik toplamı olarak yo
rumlanmaktadır. Refah p_sikolojik bir durum olıarak düşünüldü
ğünden ahlak kuralları psikolojiye dayandırılır. Bu tür bir ka
nıtlama, J.S. Mill'in Utilitariaınism'inde ve Sidwick'in Methods
of Ethics'inde zaten vardı. Spencer de aynı kanıtı kullanmakla
birlikte, kendi evrim düşüncıesine göre onda birtakım değişiklik
ler yaptı. İngiliz ve Amerikan felsefesinin çağdaş çoğu kolunda
bu kanıta şu ya da bu biçimiyl·e yine rastlanmaktadır; Görgü!
kökenli toplumsal bir ahlakın günümüzde başarısızlığa uğraya
cağı açıktır. Görgü! gerçekliğin incelenmesi summum bonum bir
bili'ye (insight) yani nesnel olarak doğru bir değer yargrnına asla
götüremez. Faydacı görg.ülcüler önünde sonunda böyle.sine hara- ·
retle haber verdikleri bu a prioıi «yükısek ilkeler»e dönmek zorun
dadırlar.
Faydacıların, doğal hukJuk felsefesine ters düştüklerini yavaş
yav:aş anlamaları öne;m taşımaktadır. Çatlama BentJ::ıam'a ge
linceye değin belli değildi. Onun katkısı öncelikle doğal hukuk
öğretilerine karşı çıkışı ve bu nedenle de iki sistemin açık seçik
birbirinden ayrılmasıydı. Bentham'a göre, «doğal haklar»dan söz
etmek tümüyle anlamsızdı. Çağdaş iki büyük insan hakları bil
dirisine, 1776 Bağımsızlık Bildirisi (Declaration of Independence)
ve 1789 İnsaın Haklan Bildirisi (Declaration des droits de l'homme)'
. ne vargücüyle sa~dırdı. Bunlar, diy.ordu, metafizik çalışmalardır, _
«hatta 'metafiziğin de çok ötesindedirler (ne plus ultra). Madde
lerin ne olduğuna bakalım. Bunları üç başlık altında toplayaca
ğım: 1. Anlaşılmaz; 2. Hatalı; 3. 1 ve 2'nin karışımı.» 1 Bu tür spe
külasyonlar diyordu, totolojik'in dik alasıdır: Ancak bu tür ağır
başlı bildiriler yoğun · anlamda söz söylemeyi amaçladıklarından
hatalıdırlar da. Berttham'ın yaklaşımı çağdaş iktisadi terminoloji
ile pragmatik - kurumsalcı ya da işlevselci idi. Onun görüşüne
göre kurumlar salt, varlıklarının erdemiyle meşrulav,tırılamadık
farı gibi, yine «şeylerin doğası>>na övgü düzerek de ısavunulamaz
lar.
(1) Bentham'ın Collected Works, ed. G·owrıiıng, C.X, ss. 2·14-15.
142
Hume'u izleyerek Bentham toplumsal yaşamın «gerçek varlıklar»ı ile · «kurgusal varlıkları 1m birbirinden :ayırdetti ve gerçeklikler için yanlış kurgular yapma eğilimine saldırdı. «Yükümler, haklar ve benzeri sözcüklerıı diye ekledi, böylesi kurgusal varlıkları tanımlarlar. Bunlıar mecazdan başka bir.şey değildir. Bir kimsenin birşey yapmaya «yükümlü» olduğu önermesi olsa olsa şöyle bir anlam taşır: Bilinen belli koşulların tsonuçta acı verecek yaptırımlar getirmesi olıası iken, bu .kimse .onu yapmamayı yeğliyehilir mi? ccGörev» ve «yüküm gibi sözcükler, geT:çeklikler dünyasında geçerli zevk ve a.cıyı önceden sezdiren bir kurguyu içerirler. Bentham sisteminin dayandığı temel budur.
«Doğa, insanlığı iki bağımsız efendinin, acı ve zevk'in egemenliği altında tutar. Bu efendilerin buyruğunda n:e yapacağımızı ve ne yiapmamız gerektiğini başlıbaşına ortaya koyar.»·2 Bentham, Introduction to the Priınciples of Mora1s and Legislation'a bu görkemli ve çokça aktarılan sözlerle başlar.
Burada sırası gelmişk;en değinelim: Ayrım, · Bentham'ın bizi inandırmak istediğince temelden bir ayrım değildir. ·Nesnel olma savındaki başka bir toplumsal ahlak ısistemi gibi faydacılık da, nesnel .siyasal normlara bir temel türetmesinden, yani ideal siyasal koşulların çıkarıldığı, bu nedenle de varolan toplumsal düzenin bilimsel eleştirisini sağlayabilen moral hak ve gör:ervleri an~atmasıyla doğal hukuk felsefesini andırır. Bu nesnel normların ışığında, bir kimse kurumların doğru ve meşru kurumlar olup olmadıkların ya da -genellikle kullanılan deyimle- toplum çı
karını yükseltip yükseltmediklerine karar verebilir. Siyasanın bir tür faydacı aritmetik olması gereğind:eın ve kıatıksız mantıksal ve matematiksel işlemler yapmak suretiyle, uygun davranışın ne olduğunu bir kimsenin her zaman bulabHeeeğinden Bentham'ın kuşkusu yolktu. Bentham'ın :başlıca ilgi1si gerçekten buydu. Ateşli
. bir toplumsal reformcu olmanın dia, sa.ıt ikinci dereceden spekülatif bir düşünür olmanın da çok ötesindeydi. Onun karakteristiği, «bu masanın onların dışlarında mı, yoksa içlerinde mi varolduğuna ya da varolup olmadığınıa.>> kaJ.a yoran meraklı insanların aLçakg.önüllülüğüyle konuşmaktı. Kendisini de ayırmadan, bu soruna yan çizildiğine inanıyordu.
(2) lntroductlon to the Prlnclples of Morals and Leglslotlon, s. 1.
143
I
Gerek doğal hukuk filozofları, gerekse faydacılar, kuramsal
spekülasyondan pratik davranış kurallarına varmaya çaba gös
ter<iiler; tarihsel gö,relilik ıanlamı ·bu nedenle her ikisinde de yok
tu. Doğal hukuk felsefesi, bu anlamdan usçu temeli ve kö~eni
yüzünden yoksundu. Peki ya faydacılar? Açıkladıkları programa
göre toplumsal fayda hesaplaması toplum koşullıarmdaki her de
ğişmeyi hesaba alma;k suretiyle sürekli yın:elenmelidir. Gerçekten
de faydacılar, felsefeleri doğal hukuk okulu ile ters düşünce bu·
ayrımın üzerinde önemle durdular. Buna karşın programlıarına
bağlılıkları sözden öteye gitmedi. Bunun başlıca nedeni, . toplum
sal faydayı gerçek olarak hesaplama sorunu ile her yüzyüze geliş
lerinde ıkarşılarınıdıa buldukları mantıksal zorluklardı. Ya doğal
hukuk feLsefesinin modası geçmiş kavramlarına saptılar, ya da
olabildiği kadar başına buyruk davrandılar; yıalnızca «haklar»
ve «görevler» değil, «toplumun ortak çıkarı», «~enel refah~ da
-kurgusal kavramlardı. Faydacıların !açıkladıkları programı niç
yürütememelerinin başka bir nedeni, insan doğasının evrensel
ezeli ve ebedi tekhiçimlfüğine (uniformity) olan katı inan&larıydı.
Bu inançlarını onsekizinci yüzyıl doğal hukuk felsefesinden al
mış1ar ve ne denli resmen yalanlamışlar ise de onu g;er:çek anlam
da hiç terketmemişlerdi. J.S. Mill'in toplumsal felsefesine, hatalı
olmayarak, Aydınlanma Çağının mührünü veren de bu inanç ve
buradan türetilen maksimlerdir, diyebiliriz.
Bundan ötürü, faydacıların doğal hukuk filozofl!arıyla ben
zeşmelerinin nedeni, yalnızca nesnel geçerlilik taşıyacakları savı
ile her ikisinin de ahlak normları türetmeleri değildir. Öğretile
rinin içeriği, hatta kalıbı dahi, onların yıakın akrabalığını ortaya
koyar. Gerçekten Paley'e, Bentham'ın yamsıra faydacılığın kuru
cusu olarak yer verilirse yanlış olmaz. Paley çeşitli davranış bi
çimlerinin toplumsal faydayı arttırma ya da azaltma eğilimlerini
sınayarak ahlak sorunlarını çözmeye çalıştı. Henüz «doğal hak
lar>>la «arızi (advantitous) haklar» arasında ayırım yıapıyordu.
Birinciler, varolan siyasal kurum ve diğer toplumsal koşullara
bakılmaksızın fayda artışı yarattıklarından ötürü evrensel ge
çerliktedirler. Öte yandan, arızi hakların g.özetilmesi, fayda ar
tışı yaratsın yaratmasın bu tarihsel, bir ölçüde de başına buyruk
koşullara bağlıdır. örneğin, çalışmayı ve tutumluluğu özendirme.si
nedeniyle her zaman faydalı olan özel mülkiyet haklarım savu-.
nurken, bir ülkenin yasalarına uymanın yarattığı genel fayda ıar
tışını işaretle daha dolaylı bir yol tuttu. Benzer oiıarak tekeşlilik
144
monogamy), her zaman ve her yerde genel fayda ilkesi uyarınca gözetilmesi istenen evrensel bir ilkedir. Bu ilkeye, şeylerin
doğasından daha doğrusu erkek ve kadınların hemen hemen eşit sayıda doğumlarını buyuran takdir-i ilahiden de varılabilir.
Bentham'ın ve sonraki faydıa.cıların doğal hukuk tipli böylesi çok genel kanıtJarı pek benimsemedikleri bir g·erıçektir. Bununla birlikte, güncel sorunlara en genel ilkelerden kalkarak her yaklaşışlarında, tıpkı öncülerininki gibi ilgiyle tartıştılar. Faydacı
ların · <i>lümsüz ve doğ1al, mülk edinme hakkı»ndan zaman zaman sözedişleri çok ciddi bir bağlamda anlaşılabilir; böyle düşüncelerin açı'k seçik anlatımını bulması pek seyrekse de üstü kapalı sık
. sık anılmışlardır. Toplumsal fıayda ya da genel refah hesaplanırken, zevk ve acıların toplanması işlemi, doğal hukuk öğTetistnin a priol'i kavramlarıyla benzerlik göstermeyen değil, daha çok, genel bir doğanın uyg~.m varsayımlarıyla başarılır ya da daha çok, sorundan kaçılır. Ancak bu işlemler mantıksal bir anJam taşımaz'lar,
neden ki Benıtiham, «kurgular (fictions) » gibi bazı a priori spekülasyonları bir yana koyuvermişti. Faydacı karşı çıkı~ın te-k pratik sonucu, geçerli siyaısal ve toplumsal kanılarla pek fazla uygunluk g.östermeyen bu doğal hukuk okulunun kendisi bu bakımdan gayet verimliydi. Soyut kurallar, hemen her siyasal irnı.nç ya da ideale çcdoğalhk» saygınlığını vermede kullamiabilirdi. Uygulamada faydacılar zamanın saygınlaştırdığı normlıarın içeriğini kökten değiştirmediler, onları yalnızca az çok farklı bir görünüşle sundular.
Hukuk tarihçileri, bir hukuk felsefesi olarak faydacılığın, doğial hııkuk öğretimine tastamam yeni bir kılıf olduğunu vurgulamışlardı. Bu kitabin tezi de daha
1çok, faydacılığın iktisada yaptı
ğı cyolaysız katkının doğal hukuk öğretilerinin daha yetkin bir formülasyonundan çok, daha az yetkinine varıldiğıdır. Hukuk. ve iktisat, toplum kuramının faydacılıktan en dolayı.sız biçimde etkilenen iki dalıdır. Çağdaş psikoloji bugünlerde, psikolojik hazcılığın (hedonizm) mekanikçi, arılıkçı (intellectualistic) ve akılcı yak~aşımını terkediyor. Bu, faydacılığın görgül temelinden kopması demek olmaktadır ki, başlangıçta görgü! anlamdaki bir toplumsal öğreti için kaygı verici bir darbedir. Son olarak şunu söyleyelim ki, mantıksal eleştiricilik, getirdiği görgü! kavramlıarla, nesnel br ahlak felsefesine doğru yol alan metafizik soluklanmalarının arasındaki çatışmadan kaçınılmaz b.içimde doğıan safsa·· taları gün yüzüne çıkarmıştı.
F.: 10 145
İktisat kuramı üıstündeki iki ana etki arasında yalnızca be
lirgin bir kuramsal çizgi çizilememesinin yanısıra bu etkilerin ta
rhsel betimlemesi de bulanıklaşmıştır. Onların yakın eğinimleri
(affinity) belki en çok, ilk faydacılıarın, özellikle teolojik faydacı
lar Tucker, Priestley ve Paley'in yaradancı (deistik) kanıtlarında
görülür. Onlara göre, faydacılığın ahlak standartları, genellikle
takdir-i ilahinin bilgece ve sevecen maksatları olduğundan en
azından bu anlamıyla «doğal» dırlar. Şundan ki, bu takdirin mak
satlarının iyi ve USiÇU oldukları varsayılır. Bunlar insan davııanı
şım f~ydacı ölçüte vurmakla keşf edilebilirler: Toplum refahını
artıran nedir? Bu ilk faydacılıarın görüşüyle, ahlaksal davranış,
«doğal düzen», «usun istekleri» ya da «tanrısal maksat» ile uyum
lu .olan davranıştır. Bu yüzden, ahlak f elsefiesinin göı-evi, «top
lumun genel mutluluğu üzerinde insan davranışlıarının etkisini
inceleyerek Tanrı'mn iradesini keşfetmektir.» Sonraki faydacılar,
teolojik yaptırımı bir yana koymakla, gıeçerli ahlaksallık yapısı ile
görgül zevk ve ıa.cı olgusu arasında bir kopukluk yarattılar. Son
ra da, oldukça zorlanmış bir kanıt ile, yani çıkarların evrensel uyu
mu öğretisi He bu kopukluğu kapamaya çalıştılar.
Doğal hukuk felsefesi burada enine boyuna ele alınacak de
ğildir. 'r.arihsel olarak, Orta Çağların teolojik spekülaısyonlarına
Roma hukuk kaynaklarında yeniden uyanan ilgiye ·ve bu n·edenle
dola~lı olarak Romahukukuna ve Stoacı ve bir ölçüye kadar da
Epikürcü felsef·eye kadar gerilere gider. Sonuç olarak onun ata
ları, gerek gereklilik ve rasyonelliği, gerek doğal ve tanrısallığı
olan nesnel yasaları, zaman zaman ima eden Plıa.ton - öncesi dü
şüncedeki belirli fikirlerdir.
Ayni fikir, zamanla çok farklı biçimler aldı ve farklı amaç
larla kuHamldı. Her türden toplumsal koşul doğala .ve rasyonele
göre meşrulaştırıldı. En keskin köktenci ütopyalar ve ·en inatçı
tutucu savunmalar, ayni tip kanıtla · aklandılar. Bu karşıt görüş
leri birleştiren şey, ayni siyasal eğilim değil, 1ancak kullanılan fel
sefe yöntemidir. Doğal hukuk felsefesinin özelliği, şeylerin dqğal
düzeninden . ahlak yasalarını, «olanndan, «olması gereken»i çı
karına çabası değildir. Eğer doğal hukuk öğretisinin özü bu olsa
idi, hemen her tip doğal ıahlak felsefesi ve yukarıda gördüğümüz
gibi özellikle faydacılık bir doğal hukuk öğretisi olabilecekti. Onun
özelliği daha ıÇOk «Plan» ile «olması gereken» i, gerçek ile zorun ..
luyu dolaysız ve daha başka delile gerek göstermeden özdeşleme
146
çabasıdır; o, us ile doğayı yalın biçimde eşitler .Doğal hukuk fel- .
sefesinin kıavramları bu son anlamıyla, Fizyokratları önemli öl
çüde etkilemişti.
Doğal düzenin fizyokratça incelenmesinin değeri şuradadn
ki, o, iktisadi düz;eni eklemlenmiş bir bütün olarak algılama ve
mantıksal tutarlılığı olan bir sistem içinde bütün tezahürlerini
anlama yönündeki ilk girişimdir. Genel iktisat kuramının çağdail
anlamda başlangıcıdır. Eski filozoflar, zaman zaman iktisadi so
runlar üzerinde fikir ileri sürmemiş -değillerdir. Ancak onların
yorumları rastgele olup, çok Z!a.man da beylik sözlerin ötesine pek
geçmezler. Kimi ortaçağ skolastiğinin ' yazıları, hep3:inden çok da
Thomas Aquinas daha özlüdür. Ancak, skolastik toplumsal filo
zofla:rın öğretisel yaklaşımları ve kıa.tıksız teolojik yönelimleri, on
ları, iktisadi olgulara nedensel bağlantıları açısından bakmak
tan ve iktisadi olguları görgü! incelemekten ahkoydu. Kamera- .
listler ve Merkantilistlerin .de görgüI gözlemleri .oldu, ancak ge
nel bir kuram form,füe etmede başarısız kaldılar.
Fizyokratik ısistemin büyük bir bölümü unutulmaya yüz tut
tu,. ancak kimi fikirleri iktisadi sorunların çıağdaş tartışmalarına
kadar yaşadı ve birden ortaya çıktı. Biz bu fikirlerle, üzerine Fiz
yokratlann öğretisiiıin kurulu olduğu doğal hukuk felsefesi ara
sındaki ilişkilere dikkati ,çekec:eğtz.
İlkin, onların kuramsal spekülasyonlarının teleolojik bir ya
pısı vardır. Yüzyıllarının g;erçek temsilcileri olarak, dünyayı be
timleme ,ve açıklamaktan çok, onu değiştirmey;e daha çok ilgi
göstermişlerdi. Önerdikleri «doğalı> sistemin (doğal düzenin) ,
varolan sisteme (pozitif düz.eıne) karşıİık gelmediğini kabul et
mişle·rdi, ancak bi,rincisinin, şeylerin doğasından çıkıanlabilecek
olan iktiısat siyasası için bir dizi kuml ( code of rules) içerdiği sa
vındaydılar. Bu kuralların dolayımsız. kabul edilmelıeri, onların
[fizyokratların] ussallıklannın :erdemidir. «Doğal» oldukları gibi
ıayni zamanda» gerçek (real) »tirler: onlar «doğru (true}» ya da
«gerçek (real) » gerçekliği (reality), «doğal olmayan (non-natu
ral) » bile;şeninin ayırdettiği rastlansa!, güncel gerçeklikten oluş
turmaktadırlar. Bu nedenle, bu kurallar değişmez ve evrensel ge
çerlikteki kurallardır.
Bir «doğal düzen» kavramı ve onun değer tanımı dışın
da Laissez - faire öğretici ortaya çıktı. İktisadi yaşamın yapısı~ı
147
incelemenin bize kendisini dolayımsız göstereceği düşünüidü: Bu hemen bilimsel bir ccyasa» ve siyasal bir p.ostüla olarak alındı. Öncüllerinden de ıanlaşılacağı gibi, maksimleri kanıtlanmaya gereksinim göstermiyorlardı. Fizyokratlar varsayımlarını az ıÇOk farklı biçimde koydular; ancak bu, onların merkantilizme yönelttikleri eleştirinin değerini kuşkusuz azaltmaz.
Bununla birlikte belirtmek ilginç olacaktır ki, fizyokratlar, faydacı ardılları gibi serbest girişim ve laissez-faire öğretisini insanların sonuçta kendi Çıkarlarına çalıştıkfarı savına dayandırdılar. Sonralan iktisat kuramında böylesine önem kazanan hazcı damgaya bu fikri Quesnay zaten vermişti: . Her insanın davranışı doğal olarak maksimum tatmin ya da minimum fedakarlık sağlamaya yöneliktir. O, mutluluk serüv;eninde, devletin bireye karışmaması gereğini tartışmayı sürdürdü. Farklı kişilerin çıkarlarının doğal bir uyum gösterdikleri varsayıldığından, herkesi «doğal sınırlar» içinde özgür iradelerine göre davranmaya bırakmakla, toplum çıkarı maksimize edilecektir. Değilmi ki, engel getirilmiyor, herkes salt kendini düşünerek toplumun mutluluğunu artıracaktır. Böylece, birnysel çıkar, herkesin çıkarına hizmet etmeyi sağlar. Mercier de la Riviere, iktisat biliminde oldukç!a önemli bir rol .oynamış bulunan bu çıkarların uyumu öğretisinin en usta sözcüsüdür.
Laissez-faire ilkesi, kuşkusuz, iktiısat siyasasıyla sınırlanmaz. İdeal devlet adil olan devlettir Vıe yönetme sar~atı, yönettiğini olıabildiğince duyurmamaktır. Yasalar olmadan olmuyorsa, bırakalım bunlar, «doğal yasaLar» olsun. Ancak, doğal yasalar aynı zamanda doğanın da yasaları oldulklarından geneilikle ya~alaştınlmalanna gerek yoktur. Bu tanım~ama doğal hukuk felsefesine özgüdür. Bırakınız herşey klendi yolunda gitsin, yaşamınızdan, canınızdan, malınızdan gayrısını düşünmeyiniz; doğal yrusalarıa kendiliğinden uyulacaktır. Fizyokratların sisıteminin tutucu eğilimi, geçerli olan servet dağılımını, genellikle <<doğal» !kıabul etmelerinden gelir. Ancak bu eğilim doğ1al hukuk yöntemine temel olmaz. Fizyokratlar, çağdaş ya da sonraki Rousseau'cu sosyalistlerden ve anarşistlerden başlıca «doğal düz·en» in nasıl belirlendiği konusundaki yorum~arıyla, özellikle mülkiyet anlayışları bakımından ayrılırlar.
Doğal hu~uk felsefesinde oldukça önemli bir rol oynayan bir ((toplumsal 1sözlieşme» düşüncesine Fizyokratlar pek bir önem vermezler. Hatta zaman zaman ona açıktıan açığa karşı çıkarlar. Ger-
148
çi, daha ince bir analiz, bu düşüncenin onların zımni varsayımla
rından biri olduğunu göstermektedir. Radikallerin vurguladığı
devrimci çıklarımlar olarak sözleşme fikrinin kendisine pek fazla
karşı çıkmadılar. Bölüm 7'de ayrıntılı olarak inceleyeceğimiz gibi,
toplumsal sözleşme düşüncesi tarihsel bir .olgu ya da bir kurg.u
olarak, kamu maliyesi kuramını kesinkes etkilemiştir. Bu nedenle, vergileme kuramında üstünlük ya da yararlanma ya da çı
kar ilkesi olarak bilinen normatif öğretiler köklerini, onsekizinci
yüzyılın, yurttaşlar arasındaki sözleşme ilişkileri ka vrarnından
alır. Faydacıııarın ve çağdaş değer kuramcılarının yaptığı sadece
daha bilgince bir terminoloji ve daha ince safsatalar (casuistry)
eklemek oldu.
Normatif eğilimine karşın, ~izyokratlann sistemi pozitif ik
ti'sat kuramının gelişiminde anlamlı bir ilerlemeyi anlatır. Çağdışı
. o denli çok sayıda okul arasında neden Fizyokratlann iktis~t ku
ramının kurucuları olarak anılmaları gerektiği .sorulabilirdi. Bu,
belki de on~arm, özel servetin dağılımı konusundaki tutucu görüş
leri nedeniyledir. Fizy.okratik si1stem, doğal hukuk felsefesinden
ayni ölçüde beslenmiş çağdaş köktenci rakipleri arasında bilim
sel açıdan daha değerliydi. Neden ki, siyasal çıkarımları daha ıaz
devrimciydi ve kurulu toplumsal düzenden yanaydı. Bütün çağdaşları gibi, Fizyokratlar, insan toplumunun «doğal düzen»ini
açıklamaya çalıştılar. Ancak onlar, daha köktenci düşünce okullarına . benzemeksizin, varolan düzene oldukça yıa!km bir yaklaş
tırma ile ·bu · ideal doğal düzene yöneldiler Sadece devlet müda
halesinin köstekleyici zincirinden kurtulunmuş olmalıydı. Böy
lece onların analizi varolan iktisadi koşullara uygun bir toplum
s1.l düzen:e. yani her tür müdahalenin ortadan kalktığında varoıa·
lacak bir düzene uygulandı. Pozitif iktisadın 1.s.orunlarını çözmede yarar sağlayan kuramsal soyutlamada siyıasal ideallerinin de
anlatımını bulması, Fizyokratlar açısından iyi olmuştur. Analizi
mizin belli aşamıalarında onun siyasal arzulanabilirliği üstünde
ki görüşlerimizi saklı tutarak k:endimizi bu soyutlamayı gerçek
leştirmekle bağlı duyacağız. Ayni doğal hukuk düşüncesinden kay
naklanan, ancak «doğal dü.zetı»e ulaşmıayı daha köklü toplumsal
değişmelerde gören köktenci ütopyacı s~stemle'r, iktisadi düşünce
tarihinde pek az yer tutar; nedeni, yöntembilim açısından pek
kullanışlı olmayan soyutlama~ar getiren, uygulamaya değgin
öğütlerdir. Böylece tutuculuk «gerçekçiliği (realism) » ile kazanç
lı çıkmış oldu.
149
Fizyokratlar, iktisadi ilişkilerin yasalara bağlı olduğu goruşünü, yalnızca inceleme konusu yaptıkl:arı doğal düzene uygula-· mış olmalarına karşın, iktisadi düşünüşe bu kavramı ilk sokanlar böylece .onlar oldu. , Doğal düzen ıÇerçevesi olayları nedensel bağlantıları içinde gözler önüne get~rmektedir. Ziamanın popüler benzetmesiyle, çekim gücü gezegenler sistemini nasıl dengede tu~ tuyorna, bireysel çıkar da iktisadi yaşama yön verip onu eklem~ ler. Toplumsal sözleşme düşüncesinden esinlenmiş olabilen Fizyokratlar, iktisadi yaşamı kişiler ve sınıflar 1arasındaki seri · deği
şimler olarak, «Çevri sel akım» la göstermişlerdir. AnalizI:e,ri kaba saba ve neredeyse her bakımdan yetersiz olmakla beraber, de.:. ğişim süreçl:erinin ·genel analizi ile fiyat, maliyet ve gelirlerin açıklanabileceği temel düşüncesini çağdaş kurama aktıardılar.
İktiısadi düşünce, tarihine başka katkıların durumu neyse Fiz.yokratlarmki de odur. İktisatçılar ele aidık~arı sistemlerin hep «haklı (right) »hlığını ya da «doğru (correct) »luğunu kanıtlamaya çalışıp durdular. Bütün bu çabalar ıse başarısızlığı.a uğradı.
Ancak bu çabaların verdiği yan sonuçlar bilimsel bakımdan yararlıydı ve hizmet edilmek istenen gayelerden büsbütün ba.ğımsız
dı.
Fizyokratların «doğal» fiyat oluşumu analizi, zamanla denge düşüncesiyle de bağlanarak daha yararlı duruma geldi. Cari koşulların sürekli meylettiği bir denge durumunun varolabile·ceği'
düşüncesine Fizyokratların kendileri de değinmişti. Adam Smith doğal fiyat i'le normal fiyatı tutarlı bi,çimde tıpatıp özdeşledi. Bu öğretinin sonrıaki aşamaları Walras'ın equilibre general, Marshall'ın normal fiyat kuramı ve cari fiyat oluşumu 13ürecinin virtüel dengıesi demek olan J.B. Clark'ın statik ve atomistik fiyat oluşumu kuramıdır. Doğa bilimlerinden alınan denge kavramı, zamanı, özellikle ian'lık durumları ve bekleyişleri içererek ,çalışmada
başarılı olamadıysa · da,karmaşık ve göz kamaştırıcı (elegant) kuramları değerlendirmede kullanışlı bir ara,ç· sağladı. Bu kıa.vram,
oldu olıası, doğal hukuk tipindeki normatif düşünceleri zımnen hep taşıyagelmiştir. Bunun tehlikesi ise, iktis.atçılan kolayca pozitif iktisat kuramından ahlaksal ve siyasal spekülasyona kaydıra bilmesindedir.
Fizyokratlar ve onlardan geçerek doğal hukuk fıeL.s'efesi, iktisat kuramına başlangıç gücünü getfrdi. Adam Smith'e değin, Anglo-Saxon düşüncesinin sert, neredeyse dışlayıcı etkisinin al-
150
tındaydı. Adam Smith ile marjinal fayda kuramının genel kıa.bul
görme.si arasındaki · dönemde kurama katkıda bulunan başlıca
yaza~laır Riicardo, Malthus, James Mill, Senlor, John Stuart ' Mm ve Cairnes'dir. Smith'ten sonra ·J.B. Say ve diğer Fransız iktisatw
çıları bağlılıkla onun izinden gittiler. Tek istisna, çağdaşlarının
hiç dikkate almadı!kları dahi (ingenius) Cournot'ydu. Jevons,
Cournot'un yıapıtını unutulmaktan kurtararak kendini onun mar
jinalizmine bağladı; bu arada iktisadın değer öncüHerini ilk eleş
tirenin kendisi olduğunu ve fiyat oluşumu analizini arz, talep ve
fiyat gibi görgül kıa:v:ramlara dayandırdığını unutmuştu.
Ondokuzuncu yüzyılın ilk yıarısının Alman yazını çok zengin
di, ancak Adam Smith ·ve izleyicisi J.B. Say'a yine öylesine bağ
lıydıl~r ki, büyük kısmı itibariyle hemen hiemen asıllarının kop
yasıydılar. Bununla birlikte birkaç dikkate değer istisna ve özgün
kuramsal katkıdlan sözedilebilir. Ancak, umut vetici ilk analitik
çalışmalar, tarihsel okulun g,enellikle haklı bulunan eleştirisi kar
şısında, daha başlarkıen bitti. Bu okuldan gelen eleştiri, •salt kla- ·
sik kurama değil, soyut analize de olduğundan, kuramın daha son
raki gelişimine dolaysız etkisi varla yok arasındaydı. Ancak, pek
sık vurgulandığı üzere, bu eleştirinin dolaylı etkisi çok daha önem
lidir. Bundan böyle Alman iktisatçılarµıın başlıca ilgisi; ıayrıntı
landınlmış, çok kullanışlı tarihsel ve toplumbilimsel tanımlar
dadır. Kuşkusuz yazın bir tür c<kuram»ı da içerir. Yazarların so
nuç çıkarmıaktan, genelleme yapmaktan ve açıklama arayışla
rından geri duramayacakları açıktı. Ne var ki, yaptıkları kuram
laştırma tarihısel ara:Şitırmaya göre daha az değer taşıyordu. Yeter
siz istatistik ve tarihsel veriden alelacele genelleştirmelere gitti
ler; metafizik öncüllerinden kalkıp, speküla~yon yaptılaJ; önm
liyle önemsiz, bağımlıyla. bağımsız değişkenler arasında hiç ayırım
yapmadan, kendHerinden sonrakilere yaptıkları dökümü ve sınıf
lamayı bıraktılar. Daha ısonra sık sık yaptıklan şey, açık seçik
olmayan düşünceleri, toplumbilim konumqnun dışındia tutmak
oldu. Öyle ki, şöyle ya da böylıe ortak bir görüş noktası bulabile
cek olan bir kimse, toplumsal Ertidarın ya da «.organik» toplum
yapısının yüceltilmesi ile karşılaş'ttcaktır. Nietzsche'nin Die fröh
Iiche Wisseınschaft !adlı yapıtında da genellikle yakındığı şey, yü
zeyselin ardı arandığında gizemci açıklamaların ön sırayı tuttuk
larıdn·.
İktisat kuramının gelişmesi bakımından çok daha önemlisi
marjinal flayda kuramcılarının klasiklere gösterdikleri tepkidir.
151
Fiyatın marjda belirlendiği düşüncesi kadar üretken bir düşünce
zor bulunur. Bu düşünce denge kavramını da yanına alarak :Çağ
daş fiyat oluşumu kuramının temelini oluşturur. Marjinal anali
zin bulunniaısına degin yerli yerinde bir denge kuramı geliştirme
olanağı yoktu. Bu buluşun bütün saygınlığı, kuşkusuz marjinal
fayda okuluna .verilmemelidir. Sonra gelen 'klasikl;erin genel bir
marjinal arz ve üretim kurıamı formüle ·etmelerine ramak kaldı
ğında, klasik rant kuramı, marj fikrini kullanıma soktu. Marji
nal fayda kuramı da benzer biçimde çalışmakla ber.a.ber ilgisi talep
yanınaydı ve· bu suretle fiyat oluşumunu mümkün olduğunca
tutarlı ve sistematik bir kuramla ortaya koydular. Çıağda:;? denge
analizi, tek yönlü nedensel bağ1antıların birbirine bağımlı fonk
siyonel ilişkilerinin yerini aldı.
Böylece ilk yazarlar tarafıdıan temeli atılıp, bir ölçüde gün
yüzüne çıkarılan marjinal analiz üç ayrı yerde ayni ·zamanda
başlatıldı: Avusturya'dıa Menger, Lozan'da Walras ve İngiltere'de
Jev.ons tarafından. Menger, Avusturya okulunu kurdu; Walras'ın
öğrencileri Pareto, Fisher, Cassel ve başkalarıydı; Jevos'un kura
mı Marshall'ın ve onun İngiliz ve Amerikalı izleyicilerinin olduk
ça eklektilk etkisinde gelişti.
Amaçlarımız bakımından marjinal analize İngiliz düşünce
sinin ürünü diye bakılabilir. Marjinalistı.erin İngiliz klasiklerine
kıaJ"şı çıkışı, kendtilerinin savunduklıan gibi epeyce kökten değildi.
Hala açık se·çik olmasa da, marj düşüncesi Bentham ve öteki fay
dacıların malumuydu. Hepsinden öte marjınıaı ·fayda kuramı psi
kolojik hazcılığın ka.tıksı.zından başka birşey değildi. Ve ondoku
zuncu yüzyıl 'İngiliz düşüncesini egemenliği altına alan psikolo
jik hazcılık inceden inceye işlendi, akademik kurumcu (associati
onist) psikolojiyle kaynıaştı. (Jame·s Mill, Alexander Bain ve baş
kaları) ' .
Sorunumuz bakımından çağdaş iktisat kurammın kaynakla
rının İngiltere'de olmasının önemi büyüktür. Bu bize faydacı ve
hazcı damgayı açık~ar. İktisat kuramının daha sonraki gelişme
sinde Kıta felsef;esinin etkisi ihmal edilebilir nitelikt,edir. Bunun
hoşa gitmeyen tek istisnası, devlet ve ödev kavramlarının egemen
olduğu kamu maliyesi kuramındaki bazı gelişmelerdir.
Görüldüğü gibi faydacı ahlak felsefesinin klarakteristik özel
liği, genel olarak İngiliz düşüncesini temsil eden güçlü görgül
152
eğilimidir. Kıta düşünürleri, ahlakı deneyime (experience) dayandırmanın epiıstemolojik güçlüğünü şu ya da bu ölçüde her zaman duymuşlardır. Deneyime duyulan bu kuş~uculuk (scepticism) Kant'ta en 1anlamlı ifadesini bulur. öte yandan İngilizler, ahlakın kaynağı olarak aklın karşısında yer tutup yüzyıllarca bu kuşkuculuğa yönelmişlerdi. Kuramsal bilgiden çok ahlaka temel ·olmak üzer.e, deneyimde eleştirilecek pek az şey gördüler, dolıayısıyla da bunu kullandılar.
İlkin İngiliz ahlak felsefesinin ilk evreleri üstüne birkaç söz söyleyelim. Bunun için Francis Bacon'a değin gerilere gidilebilir-. di, ancak onun ilgisi daha çok başka yönlerde olup, yazdıkları herhlangi bir önemli ahlaksal tartışma ortaya koymazlar. Sonraki gelişmeler için Hobbes'un yazıları çok daha belirleyicidir. Onun Bacon'la çok sıkı bir ilişkisi olmamaısına karşın, Kıta'nın doğal hukuk felsefesinden güçlü biçimde etkilenmişti. Onun maddi duyum psikolojisine dayandırdığı · ahlaksal bencilliği sorunumuz bakımından önemlidir.
Hobbes'ıa görıe, bütün psikolojik olgular, bedensel koşulların sonucudur. Kişinin bUtün eylemleri, onun çıkarlarını yükseltmeye, yaşamını korumaya, duyduğu zevki arttırıp acı dolu deneyimlerini azaltmaya yönelik, doğal olan -ve rasyonel olması gereken- .eylemlerdir. Hobbes'un felsefi bencilliği, onun devlet . ve toplum kuramının v~ toplumsal ahlakının temeliydi.
Hobbes'un İngilizce olmayan 1çalışmalara etkisi daha önemlidir. O, paradoksa, genellikle yadırgatıcı ve keskin mantığa yatkm oluşunun getirdiği zorluklardan korkmadı. Ancak, doğrusunu · söylemek gerıekirse, şok etkisi yapan uççuluğu (extremism) dctlayısiyle egemen bir yere sahip 9ldu. Hobbes'un yol açtığı tartışmalıa.r, faydacı öğretinin zamanla (gradual) billurlaşmasına katkı ta bulundu. Sonraki kuşaklar, onun katıksız bencilliğini ya toptan kaldırıp attılar, ya da en azından bu bencilliğin çıRarlarm uyumu varsayımı ile sıkı ilişkisini gevşettner. Ne vıar- ki, Hobbe.s' un psikolojik temelli ahlakını ve görgü! yöntemini korudular.
İngiliz ahlak felsefesine doğrudan doğruya faydacılığın egemen olduğu_nu söylemek pek açı;ktır ki yanlış olurdu. Aprioristik se~gicileır her zaman olacaktır. Ondokuzuncu yüzyılda Cud:worth, bir ölçüye değin Henry More ve Cambri'dge okulunun diğer üyeleri Hobbes'u protesto ederek Platoncu, neo-Platoncu, görgülcülük ile
153
Kartezyen düşüncelerin karşısında yer aldılar. Sonralan Sıamuel
Clarke da ayni geleneği izledi, Cumberland, Locke, Sheftesbury,
Butler, Hutcheson, Hume Adam Smith v.b. diğer- yazarlar apriori
argümanları kullanarak görgülcülükle faydacılığın karmasım
yaptılar.
Görgülcülükle sezgiciliğin böylece mantıksal bir kabuledile
bilirlikle karmaı.sının yapılmasını sağlıayan, çıkarları uyum halin
de gören özgül varsayımdır. İlleride üstünde daha çok duracağı
mız bu yapı Shaftesbury, Butler ve Hutcheson'dan ·sonra özellikle
popüle1r oldu. Sezgiciler dahi, çıkarların uyum halinde olduğu vıar
sayımıyla kendi sistemlerine bütünledikleri katıksız hazcı argü
manları sık sık kullandılar. Bu bakımdan kullandıkları yönteme
göre öğretileri ·bölümlemek kolay değildir. Sorun, yöntemin han
gi genişlikte kul!amldığından çok, özgül bir durumda şu ya da bu
yöntemin kullanılmasıdır. Gözetilen nokta, mutluluk maksimi
zasyonunun ya ahlak davranışının sonucu ya da onun haklılığı
nm temeli olduğunun düşünülmesidir. Yine bu noktada birçok
yazar ya tutarsızlığa düşmüştür yıa da pek berrak değildir.
Hume, 1sezgisellikle karışıp kaynaşması daha ileriye görg.ül
bileşen (component) üzerinde önemle durdu. Bu suretle İngiliz
ahlak f.eısefesi tedricen jki okula bölünür. Nerden başladığı gizli
kaLan bir çelıi.şki karşıt düşünce .okulları ortaya çıkardı. Bir yan
da. daha aprioristik .sezgiciler Pric~, Reid, Stewart, Whewell ve
başkaları yer alırken öte yanda Tucker, Priestley, Paley v,e Bent
ham zehir zemberek (full-bladed) bir faydacılık geliştirdiler. On
ları James Mil, J.S. Mill, Sidgwick ve Edgeworth ile kurumcu psi
kolojinin temsilcileri izledi; Hartley'in attığı temeller üzerine
sistemleştirmeyi ilk yapan James Mill oldu.
Bu gelişme boyunca İngiliz ahlak felsefesine Kıta,nın etkisi
önemsizdi. · Hobbes'un doğal hukuk felsefesine damgasını bastığı
doğrudur. Bentham, -Helvetius ve Beccariıa'dan; Whewell. Kant'·
tan; J.S. Mill de yaşamının sonraki yıllarında Qomrte'tan etkilen·
mişlerdi. Coloridge, Cariyle ve diğer romantik, tarihçi ve metafi
zik yazarlar Almanları okumuş ve hayran kalmışlardı; ne var ki
onların İngiliz ahlak felsefesine. etkileri siliktir. Tartışma bütün
bütüne adalarla sınırlı kaldı. Sonraki tarihçilerin Kant'çı ıa.rgü
manlar ve post-Kant'çı epistemolojik tartışmalar dolayısiyle Kı
ta'mn önemsiz rolünü belirtme!eri ilginçtir. Adalarla sınırlı oluş,
İn_giliz ahlak felsefesine başka bir durumda mümkün olabilece-
154
ğinden daha da güçlü bir tutarlılık kazandırdı ve bu tutarlılık bilgi edinmenin ,lea;rning) başka dallan üstündeki fe1sefi düşüncenin etki;sdni daha da arttırdı. Çahşmamızda bu olgu ö·zellilkle önemlidir. ·
Fıaydacılığın tarihsel gelişmesi bu noktada kalmaz. Bundan sonraki sorunumuz, iktisat kuramının gelişimini klasik ve neo - , klasik evrelerde belirleyen düşünceleri açıklığa kavuşturmak olacaktır. Yönlendiren uyarıcılarının faydacılık dışı kalması dolayısıyla sezgicilıeri bir yıana bırakabiliriz. Faydacıların yazılarında zaman zaman görünen aprioristik düşünceleri de ihmal edebiliriz. Bunlar dil sürçmesinden başka birşey olmayip, tutarsızlık yaratırlar. Geriye iktisat kuramıyla kaynıa.şmış son derece katıksız bir faydacılık kalıyor. Özellikle önemli olan, en katıınsız temsilcileri Paley ve Bentham, daha sonra!~ da J.S. Mill, Sidgwick ve Edgeworth ta:rıa.fmdan sunulan faydacılıktır.
Bu bakımdan ilk sorunumuz, iktisadi1 incelemeye esin taşıyan faydacı düşünceleri herşeyden ç.ok da onların felsefi yöntemini analiz etmektir. İktisat kuramına taşınan, faydacılığın özgül ahlak ve felsefi postülalarından çok onun yöntemidir. Başlı başlarına iktisadi öğretiler pozitif bir toplumsal ahlak sistemi olarak faydacılığın ·en tutarlı formülasyonu ve uygulaması oldular. Ona içerik'in somut anlamını verdUer.
Aşağıdaki :analizimizde faydacı ahlak felsefe.sinin ahlak tartışmalarında genellikle ·önem kazanan yanlarından başka yanlarını vurgulayacağız. Felsefi eleştiriciler ve felsefe tarihçilerinin daha çok dikkat göstermeye yakın oldukları problemler ise bizi ilgilendiren buradakilerle her zaman benzer değildir.
Faydacıhğın yola çıkış noktası, edimin, verdiği SOnUıÇlara göre ya da daha özgü! olarak, genel insan mutluluğu dengesine olan
. etkilıerine göre ahlak bakımından yargılanması zorunluğudur. Bu, bQnum suitatis ile karşıtlaşan eski bonum c.ommunicaıis düşüncesinin yeniden gündeme gelmesidir. Faydacılara göve bonum communi0ı11is bütün bireysel mutlulukların aritmetik toplamı olar.ak yorumlanmaktadır. Bu düşünce sübjektif faydalar toplamı olan iktisadi cculusal gelir» kavramıyla ilişkilidir. 3 Şu ya da bu
(3) Teık fark, «U:f'Usıa· ı geHr» k1aiVraımıının mıaNyeıUeırin h•eıs'aipl1a·nımaısmı yani· malıiyet yamnı götordı etmesıilc:Hr. Kaıv·r:om bir iıktiıs,aıdi rıeıf•alh indıeıkısi olarak 'kuHaını-
155
biçimde olarak bu düşünceyle zaman zaman karşılaşacağız. Bu
kuramsıa.ı analizden siyasal sonuçlar çıkarmanın pek sevilen fay
dacı bir hilesidir (device) .
Argüman uğruna, bireysel mutluluğun belirli bir psikolojik
miktar olduğunu varsayalım. Yine, bireysel miktarların toplan
masının mümkün ve bu toplamın maksimizaısy.onunun ahlaksal
ve siyasal optimum olduğunu da varsayalım. Bütün mutlulukların
toplamı kavramı, yeterince açık mıdır?
İlkin, «bütün bireyler»in anlamı faydacılığın gelişmesiyle
sürekli g·enişlemiştir. Salt bir ulus değil, bütün insanlık, salt ya
şayan kuşak değil, gelecek kuşaklar dJa kapsama alınır oldu.~ An
cak bu sorun, bizi burada ilgilendirmemektedir; neden ki iktisat- ·
çılar salt bir ulusla · mı, yoksa bütün insafilıkla mı ilgilendikl0erini
genellikle açık seçik belirtnüşlerdir. Öte yandan henüz doğmamış
kuşakların çıkarlarını gözden uzak tutma eğiliminde olmuşlar
dır. «Organik» filozoflar, bu ihmali göstermede başarısız kalma
dılar.s
la,dak olurlsc, böyle bir süredin mantıık dışı kol•a,oağı kuŞk·u1sıuzdur. Tuıtıarsız
lığın bir nedlen1i, ·i:Şlemh~r:ı poziıt+f fayda başlıiklan ne be·fıir~emeye ca·lışan
n'eo.Jkl'ôs,ilk eğ.ffiımldif. ıft.lrıdmdan, bu eğilim, neo-'klôıs,iıkle·rıin, de·ğer1i öz olaraık
matıiy;etlerle acıkliaıyan kl'Ôls!iik değeır kuramına özıgün 1mrşı çııkışi,arma bağ
fıa:nıa!b i lıi r.
(4) ıBu, !<!imi zorluklar yaratır. Bel:ece!k ku1şa·kl ·a!ro, buıgünikü ku:şakl'a ayni ağırlı'k
rya da daha· a;z ağırl'ılk ve,ril'irse or'tıaıya· bli·r proıbiem ç1ıka1r. Dahcı az değer
verıiHrıse, pozH+f faiz orıamna yan1i. z·aman is1konto:s:una bir alhiô1kısal eşdeğer
bulunacaktı. Bu görüş , Benıtham'ı1n , zevk ve aıcımn bıir «iboyut»u ol:araık -
«benze1rtıik»e bakı·ş yönıtemiyl.e sııkı.oa iHşkil'iıdir. Öte yanıda:n birinci· seçe
· nıeik, ilke olaralk dalhıaı yerinde gfüünmelkteıdi·r; sonraki foydaicılar da gene·l-
Hkle bunu k1abul ermPşler1dıir. t
f5) Bentıham ve J.S. M!iH, kaıvraımı, bütün orıg:anflk yaıpıyı zevık heısaıbma so'k1a,calk
lJi'Ci'mde gerli·şle·rti·le'r. «lopl,am» kavrnmımn böyle oiağanüsıtü genişieıN:lme
siıy,le sorıuınun ele ·a·lınışı, sa,dece, fa1ydaıcı· l' l'ğın n'iihai ela.ralk a prlorl bir ilkıe
üstüne kıurıulu olmaısıını değ· il a:ynıi ~ama:nıda bütGın sımrı ·annın da böylesi
«:kenıd'i·nlden gecerJ, iı ilkelerle beHrle:nldiği'nli söz götürmez biçıiımıcf.e ortaya koy
molk!tadır.
156
'Şöyl·e yazııyoırdu Mm : «Faiydacı görüşe gör·e, inso.n doıvmnışının sonucu,
ister istemez bir ahlôk ·standarıdı da ofaıcdkıtır . Bu dhlô:k, 'bütün inısıanlığa
ol1abilıclıiğin'ce en yukse'k düzeyii [ol1aıbilıdiiğince a'crda:n arınımış vıe ol,abildiğiince
zevkle dolu - İngHizoeye cev.] sağl,ay·a1n duruımun gözle,nımeısi ile ve inısan
davranışının kuıral ve buyrulkl•anna1 benzeteırelk tanımk:ınıaıbifiir. Saıclece inıSian
hğa da değiil doğanın iz.j:n ve·rdiğıi sırnrlor içiinde, bilıinen bütün varlığa ·bu
düzey soğlonooa1kltır.» Utllitarionish, 1:850, 2. ba;sı, 11864, s. 17.
Kavramdaki bir başka muğlaklık daha da ilginçtir. Bir ulus olsun ya da bütün insanlık olsun belirli bir nüfus üzerinde karar kıldığıillızı düşünelim. Ne var ki bu nüfus büyüklüğünün belirli amaçlar gözönüne alınarak belirlenmediği ortadadır. Üstünde çok ta~ışılan optimum nüfus problemini düşünelim.
Mantıksal g.üçlük olduğu gibi f1aydacı formüldedir: En büyük sayının en büyük mutluluğu.Siyasal idealin bu ö~çütü, biri diğerinden bağımsız olmayan iki büyüklüğün eş-anlı maksizasyonunu öneren matematiksel bir özgüllüğe sahiptir. Daha doğru.su, Sidg-
Sidıgıwiıok de bu görüşü payloışma'ktaıdır. Methods of Ethics (187!4, 6. baısı
1001, ss. 44 ve devıaımı)· adlı y,apııtınıdıa herhangi bir s1nırlamanın başına buy
ru!k ve irraısyonel ol1a1cağırn düşünmelkteıdıir. AncO:k, ölçütle 'il9iM coık daıha
gene.t bi·r formülia:sıyonun, toıplom mıutlu~uğun hesaptanmcıısında, fiıiH duruma
değglhi zorluıkl1arı katmerleştirıeıoeğ1ini de ortaya l<ıo\nmuıştur:- Ver·i' bir eyleme
baış~a insanlıar·la· birlilkte katıtmcmn getirdliği mutfol,uğu heısaıp~amaıdaıkıi zor
lulkl·aır, bütıün orıg'anıi1k yap~yı gözönüne aıımaidan da a:maoa yet,er duruma
g·e-Hr. Ha:Ua en ondodokıs haz:cı y:az:ar bile, he·nhaıng:i bir eyl·em lmrşısmda
bk değer yargrsı ol·uşturmamn g·ecerlHiğ'ini olldulk1ça: sınırlcnmıışş olaraık gör
mek i:st·eıyeceıkıtı ir. SidgWi1dk, b1i·r kimsenin «praıtıiık nedenle·rl·e» ınsanlıık sınıır
ı·arı i·c'inde k'alma:sı· g1ere:kıNğ:ini befir.terelk, k·onuyu noktal·adı. Ancaık bu dıu
rumdıa, yapılan hes·apl·ama. kuıs:ursuz olsa· bi'l·e, «pratıiik nedenl·erle» böyl·es,ine
yaralanan a.rıgümamn hiobi:r koşula; bağılı olmadan, gıe·ce·rl'i ahlôık buyıruiklaırı
na götüre·ceğin' i ın nedenini görmek rordur.
Ger.çekten, en sağıduyulu düşünürlerıden '!liri olan 8dgeworfü bu gôrüşü
kaıbul etmeyeoeık·ti: «Cağda1ş dkuyucuya hoş gelmeıse de, ba:kı1şı fülozofça
olmayan oırıi ısıtok1rotlıanm12!a ha1vıanıda su · dövmeıı< g1i!bi, d:emdkraıHk f.ilozöıflan
ml'z:a da uza'k dıuru~ma1sı gereikl'i bir şey gıilbi gelse· de, bu somnlıa ilgliılen
memeyıi daha fazl 1a sıürdüremeyiz.» S!idgWi.ok'le a1ynıi sonuca varmalarına
k·arşın, nedenleri farklıdır: « ... mutluluk yeteneğine baka.raik, 1inscnoğlu ile daha
·aşağı V'Cl1rl1 ikl'Qır (hGlyvanlar) araısında· bi:r ayrım gözeN:le!bH!ir ve bu nedenle .' ..
daha aşağı varlılkların sağl'ayo,oaıklıan yarar inısanlıtk y·amnda bıfr kenara
bıra:kıl·ab1iııt·r, i:nsraınoğlun:un aıyırıoa'lığı doğrıul·amr.» Edgewortıh büyü:k bi·r kav
rayışla şunu eıkler: Pra:tik sonuıcu kabul eden, ancalk mutluluk yeteneıklerıı..
nin eş:it olduğunu reıddeden 'bliır tai'flda1cı, o priori bir neden Hkesıiıne başıvur
moık zor:unıda:dır. Sözüımıonıa· fıaydaıcı yıaıza.ra, daha sonra, «naz:iık bi'Cli:mde
ommsa1tıl!rrııa.lrdır ki, Paydacı İlke'ye çıöre daha aH sırn'Cla olmayan başl·an
gıç illke,le111iyle HgHi bu olumlama, tastamam (!İpse dixıiıtisım) de,nen dilkka,te
değer faıyda1cı bir olumlamaıdır.» Doğal hulkıuik arıgümamnın kıısır döngüsü
lNnde bulunuo.ruz. (Mathematica·I Psychics. An · Essay on the Application of
Mathematlcs to the Moral Sciences, 1001, s. 130). Bir kıi ımısenin, Edıgewortıh'
un önıcülünü görgü! bi'r doğru olarıaik görımedliğ;ini düşüne:Nm! Bu durumda,
~baışlıaıngı-c illkes1i) ı ne cdk daha bem:eıdi·ğ!inden, ge·rcekten bir s:af.sa:ta gfüi gö
rünecektir. Böylece, EdlgeworıVh'un yaptığı eleştıi:ri kentlıi argümanına· yönelebHeıce1<ti.
157
wick'in bir başka bağlamda söylediği gibi, bunun hiç bir anlamı
yoktur.
Bu iki değişkenin birbirtlle bağımlılık yapısı, Malthus tara
fından nüfus yasasında analiz edilmiştir. Malthus,_ kritik bir nok
tadan sonraki nüfus artışının mutluluk düzeyini düşüreceğini
söylemektedir. Ayni önerme Ricardo'nun rıant kuramında ve da- ··
ha genel olara~ azalan getiri yasasında görünmektedir.
Öte yandan .klasik fay dacı çözüme göre önemli olan kimin
ne pay aldığına bakmaksızın mutluluğun toplamıd
ır. Bu çözüm,
he3aplamada bireylerin sayısını mutluluğun bir «boyut»u, ya da .
<<'el,eman»ı gören Bentham'ın yöntemiyle ilişkilidir. Eğer toplıam
mutluluk daha büyükse ortalama mutluluğu ılımlı · düzeyde olan
d!aha büyük nüfusun, ortalama mutluluğu yüksek daha küçük
bir nüfusa tercih edilebileceğini Paley daha önce göstermişti. Hiç
bir zaman açık seçik belirtilmese de Maıthµs'ün eserinin altında
yatan da bu düşüncedir. Kimi yandaşları, onun kuramını gebelik
ten korunma propagıandası için kullanma girişiminde bulundu
lar; Maıthus, bu girişimlerin karşısına çıktığı zaman, yukarıdaki
düşünce galiba en açık seçik biçimde ortaya çıkmıştır.
J.S. Mill optimum nüfusu farklı bir yoldan tanımlamıştır.
H~çbir yerde ıa,çık seçik anlatımını bulmasa da, .onun idealinin,
kişi başına ortalama mutluluğun makısimize edildiği bir nüfus ol
duğu gösterilebilir. Mill'den eski olan bu görüş, daha sonraları
Wickseli tarafından geliştirildi. Konuya ilgi, İngiltere'de Cannan'
a atfedilir. Amerik!a'da ise nüfus problemleri, bu arada da opti
mum nüfus kuramı, Birinci Dünya Savaşı ertesine kadar tartı
şılmış değildi. Bu bakımdan Amerikalı yazarlar genellikle Mill'i
izlediler. Bµ öğretinin yandaş"ları
onu ya .kendinden - geçerli (self -
evident) bir öğreti, yıa da Batı düşüncesind~ki köklerinin herhal
de çok derinlere gittiğini kabul ederek sunmaya eğilimli oldular.
Ancak bu yadırgatıcı bir eğilimdi. Hem Sidgwick ve Edgeworth'u,
·hem de ilk faydacıların tümünü Batı geleneğinden ayıracaktı.
Çünkü Sidgwick, probl,eminin katı (rigorous) analizinin farklı bir
sonuca gittiğini göstermişti. .Mlaksimum mutluluğu ve buradan
da siya;sal optimumu, kişi sayısı ile onların ortalama mutluluğu
nun matematiksel çarpımi olarak tanımladı.(; Edgew.orth bunu,
(6) «Daha· sonra, ınıs;anoğtıunun ort·at·aima. muUuluğunun poz·iıtU biır miiktar old'Uğu
vorsaıyıımı qcıık seçli'k gôsıterımek-teıdir kli, orıtal1ama mutluluğun bölünmeden
158
çağının toplumsal bilimlerdeki en önemli buluşu olarak gördü ve onu daha sonra New and Old Methods of Ethics ve Mathem.atical Psychics adlı yapıtlli.nnda geliştirdi.
Bir optimuni nüfus tanımının kendinden- geçerlilik savını
eleştirirken başka bir tanımın savunmasını yapmak istiyor değiliz. Başına buyruk olmada birinin diğerinden aşağı kalmadığı
kuşkusuzdur. Çifte maksimizasyon ısorununu «Çö,zmede» mümkün olan yolların sayısı sınırsızdır. Ancak belirli bir çözüme varmadia. seçilecek tek bir çözüm vardır. Hangi çözüm ·seçilirse seçilsin, a priori bir ilke kabul edilmiş olacak ve faydacılığın görgül programından uzak kalınmış olacıaktır. ·
Burada nüfus probleminin incelenmesi ile ilgili değiliz. Geçerken şunu belirtelim ki, optimum nüfusa değgin eski kuram tutucu siya•sal görüşlerle birleşirken~ sonuncu formülasyonun (maksimum ortalama mutluluk) hafif bir köıktenciiiği vardı .. Bu formülasyon doğum kontrolünün gerekliliğini göstermede bir argüman olarak kullanıldı. Ancak sonuncu tanım ile bu özgül siyasal görüş arasında zorunlu bir bağlantı hiçbir zaman olmadı. Bu bakımdan yandaşları, daha sonra a.Z1alan bir doğum oranıyla karşılaşmak . zorundıa olsalardı, siyasal görüşlerini değiştirirlerdi; kuram pekala büyük aileleri sıaıvunmak için de kullanıfuhilir. Hiç kimse çıkıp onu somut bir duruma uygulayarak optimum nüfusun ne olması g;erektiğini gö:;termeye Çalışmadığından, siyasal bir öğreti olmaklığı yönünden tam bir esnekliği vardır. Üstelik her zaman altemıatif bir optimum tanımı da (viz. maksimum toplum
'kaldı1ğını V'O!nsaıymaklıa Faydıa·cılıik biz·i, olabiı!K:Hğince büıyülk s1ao/ımn mıutlu
luğunıu gerceikleışt1i 'rmıey.e 9ötürmektedir. Sayıdakii bir artışı:n, or:ta 1lama mut
l1ulukıto blir azalma iıle tiı1r a·rıcııdıa gilmıeıs'i, ya da vlce versa olasılığını önceden görelbilıirıselk, ortay-o, yo1lrnzca reısmen değinilmemıiış olan fakat çoğ1\J
fayda1cımn, özünlde, şöyle bir dokunup g,eçtiği bi·r konu cıık1ar. Bıu baıkımdan,
Fayda.cılığı, da;v·romşıın niıhai son1ucu olaralk, bütünün- muıtluluğunu öngör
meye doğrıu görürüp, bütünün bi:r öğesi olarak düşü·nülene· kadar bi·rıeıy·in
mutl1uluğunu bir yona bıırıcılkacO!k oıw1sıa'k, bunun sonr•ası şu ol'a;oalktır: Ek nü
fus pozi1Nf bi-r mutl_ulu1k duyuyorsa, sayıdaik1i · artışın koZ<lndığı mutlul'uğ·u,
Hk saıyrnın ylifüdiıği mıuHul'Ulkla a-r'tıış·a vurımak zorundayız. O kaıda1r ki, Foyda1cı
Hkele're dayanıaıra\k açı:k secik vanlmıak ~sten:en yer, nüfus artıışınm teşviild,
ortalama mutııuğun mümkün o~duğunıca en bü:yıüik olduğu nolkıtoya! kadar değ:il, -MaH!huıs o!kulu s:iyaıs1al i'kNs:atcılorınm sıık sılk varsıayımmı ya:pa1r gô
ründÜ'kleri·- ortalama muıtıuıuık düzeyiınıcle yaışayaın ki·şi sayıısrnı makısıimuma
1:1ıaştıran noktadır.» Methods of Ethics, 187'4, 6. ba!sı, 10011, sıs. 415 ve son
rası.
159
mutluluk) olmuştur. Bu da ayni ölçüde kabul edilebilecek bir ta
nım olup, besbelli ki optimum nüfus bu tanıma göre, birinci ta
nımdaklııden (maksimum ortalama mutluluk) daha büyük ol
malıdır; onun kesin büyüklüğü üstüne yine de birşey söyleyecek
durumda değiliz. Optimum nüfus kufiamının John Stuart Mill'
den beri, en azından örtük biçimde, özgürlük düşüncesiyle sık sık
birleştiği ve böylece neredeyse ekonomik liberalizmin bir parçası
durumuna geldiğini de ekleyelim. Heı:Ü{e1s rasyonel hareket etme
yönünde eğitilebilseydi, optimum nüfusun kendiliğinden sağlana
cağı kabul edilecekti; düşük gelirli gruplarda doğum kontrolü
propagandası dlaha başarılı olacaktı. Ne var ki bu görüş, açıklık
tan yoksun bir inanç ve hiçbir zaman gerçekleşme şansı olmayan
bir deneme olarak kaldı.
İlk sonucumuz şudur: Faydacı maksimi popüler bir slogandan
iktisat kuramının kullanabHeceği muğlak olmayan bir 0nermeye
dönüştürmek amacıyla «bütünün toplamı (the sum of all) »nın
ne anlama geldiği açıklığa kavuşturulmahdir.' Daha işin başında
ki bu açıklığa kıa,vuşturma aşamasında dahi, görgü! ahlak, müp
hem (duibio:us) «ilk ilkeler» in de gerisine düşmek zorundaydı.
Aşağıda, sistemi olduğu gibi ıÇökertmekten sakınmak ama-
. cıyla, «ıbütünün toplamv>nın, naısıl olursa olsun, tatmin edici bir
anlam taşıdığını varsayacağız. Bir an için, fizik miktarların birey
sel toplamlarının ne anlama geldiği sorusunu da açık bırakaca
ğız. Maksimize edilecek toplumsal toplama. ·bireysel mutluluk
miktarlarının nasıl bir mantıksal süreçle katıldığını inceleyece
ğiz yalnızca.
Toplama yaparken gözetilecek ilke, kuşku yok, hetkesi bir
saymak ve birden fazla için de bir saymamaktır. Bu ilke «Fayda- ·
nın uç anlamının içindedir ya da En Büyük Mutluluk İlkesi de
metkıtir. Bu ilke, rasyonel ıanlamı olmayan sözcüklerden oluşan bir
kalıptan başka bir şey değildir, ta ki bir kimsenin derece olarak
eşit var.sayılan mutluluğu (mizaçlardan doğan bir hata payı ile)
tastamam diğerleri gibi sayılsın» 7 Ve cc ••• eşit mutluluk miktarla
rına ayni ya da değişik kişilerin duyduğu arzu eşittir... Eğer ima
edilen bir ön ilkeden sözedilebilirse bu, başka bütün ölçülebilir
(7) OtHitarllan1lsm, 18l50, 2. bas,ı, 11864, s. 92 ve sonroısı. Pa.mntez iciınde verilen
Uaıde geırçeık bir nıltelii ·k değHdir. Öyle olsaydı, işlem her zaman nasıl yapı
l·abilecelkitıl Ai~a~ııda «yüıkıseik» ve «düşülk» zeıviklıerle Mill'ln rııasıı calıştıOma
ba1kınız.
160
miktarlara olduğu kadar, mutluluğun değerlendirilmesine de uy. gulanabilir liği olan aritmetik gerç,eklerden başka bir şey olmayacaktır.>> 8
Bu popüler faydacı düşünme yoludur. Kendini ·birinin mutluluğunu başka birininkine tercih etmekten uzakta tutmaya izin vermeyip duruma nesnellikle bakan yansız bir gözlemcinin inanışınıa göre de, faydacı bir sonuca ister istemez varılacaktı. Aricak bunun faydacılığa mantıksal bir temel sağlayabileceği doğru bir düşünce olmayacaktı. Mutluluk miktarlarının ölçülebileceğini ve mukayese edilebileceğini ve z,evkl·erin toplumsal toplamı kavramının mantıksal bakımdan mümkün olabileceğini zaten ima etmektedir. Bununla birlikte, hiç kimse g·erçekte toplum.sal olayların akışına seyirci kalmayacaktır. Hepimizin siyasal kanıları var. Yalnızca bu kanı~arla, somut siya.sal sonuçlara her zaman varabiliriz. Toplumsal koşullan kanılarımızdan soyutlayarak «yansız- . !ıkla>> gözlemek 1çabasını göstermiş olsaydık, ahlaksal yıa d~ siyasal karar alma olwsılığını ortadan kaldırmış olacaktık. Bu türden kamrlar, ancak ilginin odaklaştığı nokta heT neresiyse o noktadan çıkabilecekti. Faydacı gözlemcinin, «ilgisizliği» nin anlamı, yanlı özgül bir çıkar daha işe başlarken ima ·edildiği halde, nesnellik ve yansızlık niteliklerinin her nasılsa kendisine yakıştırılması demek olacaktır. Bir sonuca gitmenin başka bir yolu da yoktu. Toplumsal faydanın hesaplanmasında ((yansızlık» düşüncesini ayrıntısına değin burada bütünüyle eleştiriden geçirebHeeek durumda değiliz; neden ki, argümanımız dolayıısıyla cct.oplam» kavııamı ve bireysel fayda kavramının ölçülebilir nicelikler olduğunu, başka bir anlam da taşımadıklarını varsaymıştık. Daha ileriye gider ve cctoplum»un ister istem~z ve kayıtsız koşulsuz ahlaksal amacın konusu olduğunun kamtlıandığını varsayarsak, faydaların eşitlenmesi, varsayımını yaparak işe başladığımız mantıksal süreçlerden .ve ahlaksal maksimlerden doğar. Ancak, ondan sonradır ki, «yıansız1ık» anlam kazanır. Ne var ki varsayımlar, ileride de göreceğiz, savunulur gibi değildir.
(8) Op. clt. · s. 93; dipnot. (9) «Daıvromşlaırın bir sonucu olaraık, gerce:k anı·amııyla (En Büyük Mutluluk)
:kavraıroı:nda· •.. karşıf'a:şılan ilik ve en .temel va115ıaıyım, Ze·V.klenin ve Acıl·ann ortak ölçüye vurul·albHıirl'iğiiıclıir. Bu sözle demek i :steıdiğ·im ,uğruna· koşulan zeıv1klerle, . kenıdıile:rinden uzaik durul1an acılar arasında belfrli nl'Celiksel iHşkilerin va:rıolıcluğun-u vıcJ<rıs.ayma1k zorunda olduğumuzdur, oloıbi ·tıc:Hğ·ince büyütmeye ca1lıştığımız bi:r topl•amın öğelerini t0ıplana'bıilir büyüıklükler olamk görmenin başkıa bir yolu da yökıtu.» S-i:dgwiclk, Methods, s. 12'3.
F.: 11. 161
Mutluluğun toplanması :varsayımı, nesnel olarak doğru bir
toplumsal mutluluk bölüşümünün tanımlanmasının mümkün ol
duğunu ima eder. Sonraki faydacılar, mutluluk bölüşümünün
mutluluk araçlarının bölüşümüne, :yıani gelir ve servet bölüşümü~
ne göre belirlendiğini vurguladılar. Ancak, biri çözülmeden ikinci
bir problem ortaya çıktı. Mutluluğun doğru bölÜşümü, kuşkusuz,
toplam mutluluğu maksimize edecektir. Bu bakımdan, eğer toplam
mutluluğu artırıyorsa, eşit olmayan bir -mutluluk dağılımı, eşit
bir dağılımdlan daha iyidir. Dolayısiyle, eşit dağıtım ilkesi, fayda
maksimizasyonu ilk,esine göre ikincil kalır. Faydacı eşitlik yal
nızca bir adalet savı ya da toplumsal faydanın eşitlenebilir derle
mesi değildir; şu kada;r ki, her bireyin mutluluğuna doğru ıa.ğırlık
verilsin! Eşitlik ilkesinin ya: da tercihan adalet ilkesinin başka yo
rumlarının da varolduğu hi~bir zaman gözönüne alı:rımadı. Buna
karşın fıa.ydacılar, zaman zaman, mutluluk bölüş'ümünde eşitliği:ı
gel.ir ve ser:vet dağılımında denkliği savunmuş iseler, bu, Bölüm
5'te göreceğimiz gibi,· kısmen, azalan fayda yasasının bir . çıkarı
nıı .(inferen.ce) ve kısmen de., bütün insanların doğuştan eşit ol
dukları, bu yüzden de mutluluktan ayni ölçüde hoşlanıacakları yo
lundaki doğal hukuk düşüncesinin bir kalıntısıdır.
Şimdi öteki varsayımı, mutluluğun bireysel miktarlarının or
tak ·bir ölçüsünün olabileceğj varsayımını ele alalım! Faydacılıara
görıe bu vaıısayım, görgül olarak doğrulanabilirdi. Bunu yapabil
mek için, eski Yunanlı filozofların formüle ettikleri ve daha son
ra da hLçbir zaman bütünüyle kaldırılıp atılmamış olan bir öner
me ile çalışmak gerekecektir: Her vicdan sahibi ve rasyonel birey,
her zaman öyle davranacak ki, acılan en aza inip zevkleri en çoğa
çıksın! Acı ve ze.vk, ancak: ondan sonradır ki, psikoloji v1e _ahlakın
amaçlarına hizmet edebilecek karşılaştırılabilirliğe erişirler, başka
amaç~ar açısından neden ortak bir ölçüye vurulamayacakları ko
numuzun dışındadır~ Bu bakımdan kural, şu şekilde, daha basit
ve -tutarlı olarak formüle. edilebilir: Bireyler her zaman, net zevk
Qengesini en çoğa çıkarmak için çalışır]a.r. Başka türlü bir for-
mülasyon, optimal davranışa degin faydacı tanımı muğlaklaş
tıracak, hatta onu tek bir kişi - içi (intra-personally) bir soruna
dönüştürecekti. Oysa acı ve zev1kin karşılaş:tırılabilirliği yalnız ki
şi - içi (intra-personally) bir soruna dönüştürecekti. Oysa, aci ve
zevkin karşılaştırılabilirliği yalnız kişi-içi (intra-:-personally). · değil
kişiler-arası (inter-personally) da mümkün olmalıdır. ·
162
füı bakımdan «mutluluk»,_ pozitü zevklerin ve negatif acıların cebirsel topıamı <:>larak tanımlanır. B:u tıanuµ, bütun s.ıı.:>temın kö~e taşıdır_. Zev!kier ve acılar ~alnızca· _(pozitif ve negatif) ~retıerıne gore ve Bentha:m'ın ·hiç_bir zaman terkedilmenıış oıan unıU sınmamasıyla, «woğunluğuna)), «süreliliğine», cc·belirU omp oımanıasına>>.. ,ye ccyakınıı:k, uzaklığına» göre farklıdırlar.
Son dört niteliğe, zevk ve acının değer «boyutları» ya da «elemanları» denir. Aynca, bir de «verimlilik (fecundit;y) » vardır; bundan anlaşılan, benzer durumu yineleyebilmesidir, «katıksızlığı»dır,_ yani farklı ıniza&iı birisinde. ters . ·etkiler yapmamasıcıır., ve son olarak «oylumu (extent)» yani, zevk ve acıdan etkilenen ki§ilerin sayısı demektir. Hakıkını vermek gerekirse, yalnızca bu son durum yeni bir «boyut» getirir.
. .
Bireysel deneyimlerin önce kişiısel mutluluk hesabında, daha sonra toplumla ilgili toplam hesapta biraraya getirilmesi, ilk adımda (işaretlerine bakarak) her birey için, çeşitli bireysel boyutlardaki miktarların toplanması, sonra da sonuçların toplanması yoluyla gerç·ekleştirilir. Bu yöntemin, her pratik probleme doğrudan doğruya uygulanamayacağı doğrudur. Ancak bunun nedeni, görgüı verilerin olmayışındandır. Amaç, ideal hesaba olabildiğince yaklaşmak üzere, olabildiğince çok veri toplamaktır. Faydacı- . lar, pratik zorluklarına karşın, en azındarı Hke olaraık gözlemlenebileceklerini kabul ettikleri ve ortak bir ölçüye vurula.bilen psikolojik miktarlarla çalışılabileceğinden kuşku duymuyorlardı. Bu ~onuda herhangi bir kuşku, kurdukları si'.stemi temel.siz bıraka-wktı. ·
Çağdaş anlamıyla, g,örgül psikoloji .olarak nitelenebilecek, zihni faaliyetin heyecanlı görünümleriyle ilgili incelemelere, faydacıların yazdıkları arasında pek seyrek ra1stlayabiliyoruz. Psikolojlk ilginin odaklaştığı yer, daha üst ve daha karmaşık olgular olarak, duygu ve düşüncenin birleşmesi problemleriydi. Birleşmeyi değerlendiren bu kuram, ondokuzuncu yüzyıl İngiUz akademik psikolojisine kav·r:amsalcı ve ıanlı.lksalcı (intellectualist) niteliğini verme!ktedir.
;tıazcı psikoloji, faydacı ahlak felsefesinitı mantıksal bir Öncülü oldu ve Hk aşamada iktisat kuramıyla kaynaştı. Sonraları, marjinal fayda kuramcıları hazcı ilkeyi, meslekten psikologların daha önce yaptığından ç.ok daha tutarlı olarak işl.eyip incelttiler. İktisat kuramı, bir zevk ve acı hesabı olarak ~lındı, bu idealin
163
gerçekleşme.si için de bir ·sübjektif değer kuramı düşünüldü. Bu,
faydacılığın psikolojik temeldeki .en kusursuz gelişmesini q,nlat
tnaktadn·.
Faydacı yöntemin daha yakından analizi için, nev-klasik de
ğer kuramını ·incelemek gerekmektedir. Bu analizi Bölüm 4'e bı
rakacak olmakla birlikte, buradaki amacımız bakımından bunun
sonuçlarından ikisini zamanından önce belirtmek durumundayız.
. Birincisi, hazcı ilkeyi totolojik olarak yorumlayan sübjektif
değer kuramı yönünde artan bir eğilimin varlığıdır. Argümana
hi;çbir deneysel öğe sokulmuş olmadığından, kuram bir kısır dön
güde döner durur. Bu türden mantıksal akrobasi ile deneyısel bir
dayanak bulma umudu, kuşkusuz, boş bir umuttur.
İkincisi, hazcı hesabın (calculus) dikkatle analizi sırasında
marjinalist okul, zevk ye acı, mutluluk, fayda ve değer karşılaştır
malarının tek ve ayni kişi için mümkün olsa bile, kişHerarasında
mümkün olamayacağını kabule zorlandı. Burada sözkonusu olan
miktarlar s.ui gejlleris miktarlardır ve ne karşılaştırılabilirler ne
de toplanabilirler. Marjinalist okul yazarları arasında, başka hiç
bir noktada ayni görüşbirliğini görmek mümkün değildir. Onlar
henüz bu doğru önermeden ;s,onuçlar çıkaracak kadar hazırlıklı
değildirler.
Bireysel mutluluk miktarlarını hesaplayıp toplumsal bir top
lamda göstermenin mantıksal ·zorluğu, faydacı okulun çıkarların
uyumu argümanını anlamanın anahtarıdır. Bu argüman, ilk ya
zarlar tarafından son derece açık olarak ifade edilmiştir; ancak,
genelliıkle örtük olmakla birlikte, çağdaş :iktisıartçılar da bu argü
manı kullanıyorlar. Bireylerin çıkarlarının her zaman ve heryer
de uyum içinde olduğu doğruysa, herkes kendi çıkarını gözetmek
le kendiliğinden herkesin çıkarını gözetiyorsa, toplumsal bir top
lamaya gerek olmayacaktı. Bu da toplumsal faydanın belirlenmesi
diye bir gereksinim doğurmayacaktı. Çıkarların uyumu öğretisi
ile, hem toplumsal faydanın hesaplanması gerekliliğinden ve hem
de sonuçta bizim eleştirimizden kaçılmaktadır. Hesaplama işlemi
başarılmış olsa da, maksimum toplumsıal refah, lassez faire'in ku
sursuzca gerçekleştirilmesi ile kolayca elde edilebilecekti. Bu so
nucun doğal hukuk felsef.eısi düşüncelerine benzer oluşu, bu bö
lümün ilk kısmındaki tartışmamızdan sonra şaşırtmamalıdır. Li-
164
beral öğretinin iktisattıa az rastlanır bir yaşarlık kazanmasını açıklamaya çalışırken bunu aklımızdan çıkarmamalıyız10 •
Te!k istedilkleri mantıklsal zorluiklan savuşturmak ise, faydacı filozofların bu bakımdan, toplumsal uyum varsayımını savunmaya her zaman güçtü bir eğilimleri olacaktır. Tam rekabet öğretisi de, benzer olarak, bu mantıksal zorlukların sonucunda destek buldu Öğretinin ısistem içinde böylece önemli bir yer tutmasıyla bu zorluklar da göze b!atar bir duruma geldiler. Uyum varsayımım yapmak için henüz başka bir neden daha vardır: Faydacıların kabul
. ettikleri nesnelliğin özünde ,Varolan ahlak ile çok daha köklü bir zorluğun üstesinden gelmeleridir. Onun merkez · fikri, hem fiili hem de ahlaksal davranışın zevk ve acı bakımından açıklanabilec.eğidir. · Bu, temelinde doğal hukuk tipinde bir fikirdir; doğal sıfatı ile varolan ve ideal olan özdeşlenir. Ahlaksal davranış odur, diyerek, bir kimseyi kendi çıkarlarının tersine davranma durumunda bırıakmayı düşünmek faydacı öncülle çelişecekti.
Bu iki mantıksal zorluk, uyum öğretisini, arzulanıabilir, gerçekten zorunlu faydacı bir varsayım durumuna getirmektedir. Bunun kanıtlanması yönünde çeşitli ıÇabalar oldu. Alt · bir kavram olıan kişisel çıkarın üst bir kavram .olan kollektif çıkar içinde kavrandığı yolundaki eski sofiıstike argüman arada bir kullanıldı. Parçadaki bir artı§m eş-anlı olarak bütünü arttırmaısı gibi, tek bir kişinin mutluluğunun artmasıyla bütünüyle toplumun mutluluğu da eş-anlı artar. Çıkarların çatışması olasılığı, basitçe, konu d:ı.şı bırakılmıştır.
Ancak bu tip bir argüman çok açık bir argümandı ve ortıak duyuları ( common sense) ile ün kazanan, İngiliz filozoflarınca kabul edilmesi pek çocukçaydı. Zaman içinde; bir ölçüde ince bir biçim aldı ve daha iknn .edici duruma g.eldi. Argüman, kabaca şöyledir: Herbirimizin çalışmasının bir başkasınınkine bağımlı ol-
(1-0) Edgeworth f.ayda1cı uıst:amJ:amayı kol:aylaştıran uyum öğreNıs·ine başvurmaıktoydı. Bu öğreti, kıiış'ilerarnısı fayda· karşıJ;aştırmaları gereğini ve fıay'danın hesapla.nımasırn oııtaıdan kaldırıyordu. Bknz. «Tiheory of Di'stribuHon» adlı yapıtı. Ouarterly Journaı of Economlcs, Şubat 1004, yeniden baısım Papers Relating to Polltical Economy, 1925, C'ilıt: 1, s. SB; « ıRekabet, ha~emı:iık rolünü daha uzun sür·e sürdıürmeıdikce, ikNs·a,tcı, Je.vonıs'rn .. . öne,rdtiği uc teıkben,c'i'lıiği (s,olıps'i'Sm) -sürdürüp duruyorısa eğe1r:- tetketmeHdir. {Değiışıi'k kişilerin zevk ve acıl,arı, dolayıısıylıa, sübjelkt.if fayda, değer, v.b. ölçülemez n1iteHklerd'ir) Bk·nz. aşağıda Bölüm 4.
165
duğn bir toplum içinde yaşıyoruz. (Ayni argümanı Adain Smith,
1n işbölümü kuramında da göreceğiz. Kişisel-çıkarın serbestçe iş
lemesine izin verilmesi durumunda, bu hizmetler en yük;sek et
kinlikle yürür. Açgözlülük (acquisitiveness) Tann'nın doğamıza
kattığı bir şeydir. Onun meyvalarından herkes birşeyler alır, ye
ter ki, önündeki engelleri kaldıralım Birisinin geliri mi arttı, her
kesin kazancınadır. Çünkü o, rakiplerinden .daha iyi ve daha ucuz
hizmetler arzettiğinde ıancak ~aşanlı .olabilir; bu bakımdan tü
ketim üretime yol gösterip onu yönlendirir.
Böylece, kişisel-çıkarın aydınla~ıcılığında kendiliğinden uyum
sağlamış görünmektedir. Klasik iktisatç11ar açısından bu argü
man nerede'yse dinsel bir karakterdedir. Adam Smith, birey «hiç .
de anJ.aç]amadığı bir sonucu gerçekleştirmek üzere görünmeyen
bir el tarafından yönlendirilmektedir» sözleriyle ona ölümsüz an.:.
lamını vermiştir. · ·
Mandeville, tartışmasız, bu kurguyu açıklayabilen birinciler
arasındaydı. Fable öf the Bees or Private Vices, Public Benefits
adlı yapıtında İngiliz ahlak felsefesiyle ilgilendiği ölçüde içeriksiz
(unqualified) uyum öğretisini yerden yere vurdu; oysa bu öğreti
iktisatta yeniden canlanmıştı. Fable, toplumsal refahın özel kötü
lüklere bağlı olduğunu gösterme çabasındadır; öyle ki bireyler ki
sisel tatminlerini bu kötülüklerin erdeminden çıkarabilirler. Bir
ulusun başa.n şansı yurttaşlarının açgözlü (acquisiti:ve) gayret-
. 1erine bağhdır. Ancak açgözlülük köklerini 'iktidar arzusu, ihtiras,
lüks düşkünlüğü_ v.b. gaYri ahlaki niteliklerden alır.
Ahlak konularında oldukça duyarlı olan 'İngilizler, sorunun
bu parıadoksal konuluşundan rahatsızlık duymuşlardır. Amaçla
nan odur ki, Mandeville'nin cckötülük (vice) » dediği _ nitelikler ger
çekte bu denli gayri ahlaki değildir. Hiç kimse bunu Adam Smitih'
in Theory of Moral Se!ntiments'ta yaptığından daha iyi koyamadı.
Bununla birlikte, ·değer verdiğimiz erdemlerin eliaçıklık, fedakar
lık, yardımseverlik, adalet v.b. ' olduğu hissedilmektedir. Bu er
deı~Jer, çıkta.rlarımızla uzaktan yakından ilişkisiz, onur v~rici ni
telikler olarak düşünülürler. Nesnel geç~rliklerinden yana kuşku
yoksa, bu erdemler faydacı sistem içinde yer bulacaklardır.
Bu, katıksız bencil çıkarlar ile başkalarını · gözeten ya da toP
lumsal çıkıarlar (ya da daha sonralDrı Comte ile diğergamlık
· denecek olanlar) arasında bir ayrıma götürdü. Komşuluk hakkı-'
nın İngiliz ahlak felsefesinde her zaman bir yeri olmuştur. Ba
con ve Locke bu temel üstüne bir uyum öğretisi kurmaya zaten
girişmişti; Cumberland ve Clarke da bu girişimde bulunıanlardan
dı. Shaftesbury bu düşünceyi oldukça benimseyerek felsefesini
onun ç.evre.sinde kurdu. Butler, Hutcheson, Hume ve Adam Smith,
herbiri bir başka farklı yanından tutarak bu düşünceyi işlediler.
Ana tez, özçıkarlarla toplumsal . içgüdüler (ısocial instincts)
arasında gerçek bir çelişkinin olmadığıdır. Yüksek mutluluğa va
rabilmek için, en dolaysız bencil güdüle'r diğergamlık uğruna bir
ölçüye değin bastırılmalıdır. Bencil güdülerin topluma zararlı ola- ,
cağı düşüncesiyle bireye zıararlı olacağı düşüncesini ayni kaba ko
yan çocuksu bir iyimserlik varsayıldı . .
Böylece diğergamlık fduyguları, kişisel çıkara göre güdülenip
güdülenmediklerine bakılmaksızın ayni zamanda bencil duygular
oldu. Komşularımızı gözetip, onlara sevgi duyup duymadığımız
konusu çok dikklat iıster. Kendi çıkarlarımıza başkalarının g:özüy
le bakarsak onları kamunun çıkarı içinde kaynaşmış görürüz.
Üstlerindeki giz bulutu . dağıtıldığında bu çıkarlar toplumsal re·
fahı maksimize etmeye dönük olaaaklardır. Burada (la yine. ki$j
sel çıkarların kendilerine ~erbest bir alan buldukları yerde uyum
icinde toplumu yönettiklerine değgin ayni iyimser inanç . vardır.
«Şeytamnn gerçekliği kuşkuısuz yalanlayanamayıacaktı. Ancak, ya
kendi gerçek çıkarlarını göremeyecek olmaları dolayısiyle ya da.
yasal engellerin doğal iyilik yönünde s·erbestçe çalışmalarını ön
lemeleri d.olayısiyle şeytanın yanıldığına inanılmıştı.
Bu tipteki bir argüman İngilizceye değeri artarak girdi. Kla
sik yazında enine boyuna işlendi; belki onlar Platoncu ve Sok-
. ratçı usçuluk ve Stoacı erdem öğretiısi ile zoraki {far-fetched) ana
lojileri bir ölçüde yapıabileceklerdi. Hatta din, daha iyi bir ittifaktı.
Hristiyanlık, başka dinlerin yaptığı gibi, faydacılığın desteğini
geri çevirmedi. The Sermon on the Mount* idealize edilmiş faydacı
argümanları kullanır. Er geç cezalandırılma korkusu ve iyi dav
ranışın ölümden sonra ödüllendirile·ceğine olan inanç, kişisel çı
karı iyi bir şey durumuna gıetirir.
Dinsel inançlardan etkilenme olasılığı bulunsa da, İngiliz fi
lozofları vahiyden (revelation) ve Tanrı katındaki hesaplaşmadan
(*) . Dağdaki Vaaz: ıjısa'nın vaaz'. - Cev.: 167
b:ığımsız olarak önermelerini kanıtlamaya çalıştılar. Dinsel yap
tırımın belli ki desteği vardı; bu, iyi işler yapmaya güçlü bir ilgi
yarattı. Ancak bu tehlikeliydi de. Yaptırım deneysel olarak doğ
rulanamadığından, bilimsel · açıdan ahlaksal davrıamşı belirleme
olanağı olmayacaktı. Bir dizi ahlak kuralı, hep.sinden •.sonra, din
sel yaptırım ile katışarak, faydacı temeller üstünde, reddedilemez
duruma getirildi. Faydacılar, katıksızca deneysel, yani psikolojik
bir doğrulamayı .varsayarak bu zorluktan kaçındılar ve sonucun
dinsel yıaptırımı olacağına kuvvetle inandılar. ~urumcu psikolo
jinin deneysel bir temel sağladığını düşündüler. Diğ1ergam dav
ranışlarının kendisine yarar sağladığını birçok kez gören -Oir kim
se, başkalarının hakkına az çok değer verme eğiliminde olac'aktır.
Gelenek, toplum kuranıaxı ve eğitim bu eğilimi güçlendirmekte
dir. Üstelik, toplumsal yaşama değgin kurallar, toplumsal güdü
lere daha doğrudan bir güç katar. IJerke.sin, başkalarından er
demli davranışfür beklediği . aıçıktır. Bu bakımdan diğergam dav
ranışlar, sahibi açısından, ·zevk ve mutluluk kaynağını kendi için
de (in itself) bulan, biriyle dost olmada tasvip edilecektir. İyi bir
davranışın getirdiği ya da yanlış bir davrıanıştan duyulan vicdan
rahatsızlığından uzak kalışın getirdiği bir tatmin de yok değildi:".' .
Bu argümanların faydacı özelliğinin özgüllüğü şuradadır ki,
uyum öğretisini psikolojiye dayanarak, kurmak istemektedirler.
Ayni zamanda bu çaba tehlikelidir; bencil ve diğergam güdüler
arasındaki mesafe önemle vurgulandığmdan, faydacılığın psiko
lojik öncüllerinin çelişmesinden olsa oha korkulur.
Faydacı felsefe, diğergamlık kıavramı dolayısiyle başarısız
kıaldı. Diğergamlık devreye girene değin, ahlaJksal davranışın
ölçütü iyi iradede ya da bu iradeyi yaratan erdem duygusunda
aranırdı. Bu b!akımdan faydacılık yerle bir oldu; çünkü, davranı
şın, onu güdüleyen iradenin erdemi ile değil, sonuçlarının erdemi
bakımından iyi olduğu tezi ile ayakta duruyordu ve bu tez ile
yıkıldı. Örneğin, başkalarının karşılaştığı iyilik ve kötülük üstüne
duyduğumuz sempatide ifadesini bulan ahlak duygusundan doğ
muş olması dolayısiyle, artık, irooeye iyi bir şey gözüyle bakılacak- ..
tır. Ahlaksal davranışın genel iyiliği yükselteceğini biri bize söy
leyecek olursa, bu iradenin işin içine girmekle kolaylaştıracağı
hiçbir şey .olmayacaktır. :Sonuç, ölçütün bir adım ileri1sine geçeme-
. yecektir. Böyle bir ahlaksal iyimserlik, faydacılığa; da özgü de
ğildir. Bu, çağdaş insanın gıenel yaşam çizgisinin bir parçasıdır.
168
Faydacılığı karakterize eden, ahlaksallığın toplumsal faydalılığı üstündeki bu genel inanç değil, ahlaksal davranışın toplumsal faydadan nesnel olarak çıklarılabileceği özgül bir yöntemin varolduğu düşüncesidir.
Çıkarların uyum içinde olduğundan kuşku duyulmadığı sürece, içsel çelişki ortaya çıkmaz. Mantıksal tutarlılığa verilen önem uyum öğretisine her zaman güç · katacaktır. Uyum varsayımı veri iken, iyi irade, arakadaşın iyiliğini iıst·eme olarak da tanımlanabilecektir; her iki ahlaksallık ölçütünü faydacı çerçevede birıaraya getirme olanağı halen vardır; · ex hypothesi, bu ölçütler birbirleriyle çelişemezler. Hutcheson'un, başka bakımlardan h~ç de alışılmış olmayan, maddesel ve biçimsel iyiliği ayırması, böylece aydmlanır; maddesel olarak, (lavraıiış, genel mutluluğu arttırıyorsa iyidir, biçimsel olarak ise, iyi bir iradeden çıkmış ise iyidir. Ancak, uyum öğretisinden herhangi bir kuşku duyulmadığı -ve inandırıcı bir k!anıt da hiçbir ~aman ortaya konulamadığı- sürece, niteliği ortaya konmuş kişisel - çıkar üstüne toplumsal bir ahlak siıstemi kurma yönündeki faydacı girişim kökünden sarsıntıya uğramaktadır.
Bu bakımdan faydacı ahlak felsefesine İngiltere'den hatta İskoçya'dan bir muhalefetin yükselmesi şaşırtıcı değildir. Ayrılmanın henüz kendi karakterini ,kazanmadığı sırada, tekil yazar~arm yazılarındaki içsel tutarsızlıklar, a:Vni eğilimin tanıklığını taşıdılar. Adam Smith'in, iktisadı ile · Theory of Moral Sentiments adlı . yapıtındaki ahlak fe~sefesi arasındaki lletişim kopukluğu üstüne çoık şey söylendi. Alman filozofları onu Kanrt 'ın habercisi mertebesine yükselttiler.
öte yandan ayni ayrılma faydacılığın daha genç ve daha katıksız bir dalını yarattı. Bekl,eneceği gibi, sonra gelen f1a:ydacıla~ rın ahsaksallığa uyguladıkları ölçütün nesnelliğini korumak üzere, çıkarların uyumunu kanıtlamada oldukıÇa derine indiler. Teolojik faydacım.rın, gördüğümüz gibi, teolojik yaptırımda son çareyi bulmaları sistem açısından tehlikeden arınmışlığı göstermez. Bentham, diğerlerine göre teolojik yaptırıma değinmiş olmakla birlikte gerekieni yapmadı ve kendisinden sonra da bu, bütün önimini yitirdi. Sonuç olarak Bentham bize tıatminkar bir boyut getirmedi . .
Bentham'ın görüşlerini uyum öğretisi üstüne taıstamam oturt-
, 169
mak pek kolay değildir. İlke olarak o, -insanoğlundan herhangi
bir §eyin değil ona mutluluk sağlayacak bir şeyin istenebileceğini
savunmaktadır. Ayni zamanda siyasal ereği de «en büyük sayının
en büyük mutluluğu»dur. Dolayısıyla o, bireyleri genel mutluluk
~rayışına sürükleyen, yeterince güçlü siyasal, eğitsel, yasal ve din-
-sel yaptirımlar kurmada faydacı reformcuların üstündeydi .
. o:rıun böylesi yaptırımlar yaliatma çabasında, toplumsal re
formcu, kamunun çıkarını gözeterek yönlendirilmelidir. Ancak
bunun anlam taşıyabilmesi, çıkarların genel uyumunun daha önce
varsayılmasına bağlıdır. İşte ondan sonra, farklı değer yargıları
nın olmadığı ve tek farkın bili (insight) derecesinde olduğu yo
lundaki Bentham'ın önermesiyle uygunluk sağlanabilir. Bentham,
ne hukuk öğretisinde ne de iktisatta, çıkarların doğal uyumunu
özgül olar!ak hiçbir zaman vurgulamadı; ancak el yazıların dan der
lenen ve öğrencilerinden birinin editörlüğünü yaptığı ve ölümün
den sonra yayınlanan Deontology'sinde bunu vurgulamıştır. Ora
da şöyle demektedir: «Kötülük, talihin yaver gitmeme·si olarak _
tanımlanabilir.» Bentham'ı tutarlı biri olar!a.k düşünürsek, reform
cunun yaptırımlarının tek amacı, ahlaksal dav~anış içinde zaten
-varolan kişisel çıkarı . gü:çıendirmek olıabilecektir. İnsanların hem
zayıf, hem de bilgiJsjz olduklarına inanan Bentham'dan sonra
böyliesi bir güıÇlendirmeye kesinlikle gereklilik :vardı. Uyum öğ
retisine elverişli bir kanıt [arama - çev.] ,çabası içinde gözükülme
di, Yine de bu, onun öncüllerinden biri, hatta pek h!afife aldığı
«yüksek ilkeler»den biri gibi görülmesini boşa çıkartmaz.
Eklemek gerekir ki, faydacılığın ekonomik kuram içinde kay
naşan dalı, en kaba saba olan dalıdır . Diğergamlık bütünüyle
gözden düşmüş _ ve çıkariıa.rın uyumu merkez kavram .olmuştu.
Bu kavram, cckatıksız bencil» ve <<katıksız ekonomik» ıÇık'arlar söz
leriyle belirtildi ve ondokuztıncu yüzyıl boyunca birçok kez bu
uyumu gösterme denemesinde bulunuldu; kimi zaman da yenj
akımlarla bu kavram yeni nitelikler aldı.
Faydacıl!arm, işlem sırasında çalışmak zorunda oldukları, ih
yaç «türl·eri»tıin hangi ölçüde farklılık gösterdiği sorunuyla ba
yağı canları sıkıldı. Bu !Sorunun, ahlakla iktisat arasında bitmek
bilmeyen bir tartışmanın bir bölümünü oluşturan eski bir sorun
olduğunla kuşku yoktur. «DoğrU»nun ne olduğunu iktisatçılar
söyleyip durdukça, yani iktisat örtük ahlak buyrukları -içerdiği
sürece, bu tartışma da kesilmeyecektir. Carlyle ve Ruskin'den beri
170
ahlakçılar ve ahlak felsefecileri iktisada c<laahlaki (anioral) » ·olmasındıan ötürü saldırdılar. Eğer bir saldırıda bulunacaklarsa bu saldırının, iktisadın «laahlakin oluşundan değil, _ahl~ uygulamalarıyla dolu oluşundan yapılmaısı g;erektiğinı görmemişlerdi.
~ı
Faydacı ·felsefenin bu soruna bakışında ıaçık olmayan her-hangi bir yan yoktur. Her değer yargısının işleme belli bir nicelilk olarak alındığı, türdeş (homogeneous) fayda toplamı gibi bir ön-_ cülden yola . çıkmaktadır. Ger.ek farklı türdeki faydaların özdeşlenmesi, gerekse bütün ihtiyaçların matematiksel olarak ortak ölçüye vurulabilmesi, ilk faydacılarda çoğu kez hakkıyle ifadesini bulmuştu. Bu bakımdan Abraham Tucker, alınacak tatmiriin · kesinlikle 'tür bakımından değil, derece bakımından değişebile·ceğini savundu; ya iyi bir müzik dinlemeyi, güzel bir şeyi seyretmeyi ya da iyi bir yiyecek yemeyi seçeriz, ya da düşünmenin getir,eceği tatmini. Bentham, o ünlü deyimlemesi ile şunu söylemekteydi: cqİnsanoğluna, raptiye ile tutturulmuş - gfbi etki eden zevk, şiir gibi iyi bir şeydir.» Psikolojik temelli ahl~ka göre, «kötü» güdü diye bir şey yoktur. Tek güdü mutlu olma fateğidir~
Dü~ük ve yüksek zevklerin varolduğu düşüncesi pek eski ve köklü .olduğundan ve bu rlüşünce dinsel yaptırımı da sevdiğinden ancak belli kısıtlamalar ve bir dizi argümandan sonra aritmetik yöntemi kabul etme olanağı vardı. Bu kısıtlamalann neler olduğu, diğergamlığın rolü üzerin:e yapı]a:n tartışma sırasında ortaya konmuştu. Farklı ihtiyaç türlerinin farklılığı sorunu, faydacılığın birçok gizil (potential) izleyicisini yabancılaştırdı. Bu sor'llnun Epikürcü felsefeye ötedenberi ters düşmesi nedeniyle, yukarıdaki sonuca şaşmamaJıdrr .
. rs. Mill'in ou zorluğün niaisıl üstesinden gelmeye çalılst1Q-m1 Q'Örmek ·ilginç olacaktır. Onun argümanı~ tipik faydacı dfrsünüsü _ 0klni.!u gibi verir. Mill'in Epikürcülerin yanında yer aldığını. ::mcak bunun zayıf bir bağlılık olduğunu ~övlPme.~10 işe başlayalım!
O. Enikürcülerin her zama:tı~ tek başınla; duyum zevklerinden çok öt.ede «anlığın (intellect) n zevkine. duyguların ve tasarımm ve FıhJa.ksa.l duyguların 'Zevklerine» -değer verdiklerini ·söyleme.'ktedir. Ancak onlar, <czfüni zevklerjn, özeJlikle daha sürekli, daha güvenl'i, masrafsız v.b. oluşunla. bakarak, bedensel zevklere göre birincilere daha üst bir yer vertnekteydiler.»11 Mill, onlarla ayni düşünceyi
(11/ Op. cft. s. 11.
171
paylaşmakla birlikte, kendisinin «yüksek düzey'» dediği önemU bir argümanın unutulduğuna dikkat ı<;ekmektedir.
Tartışmasını şöyle sürdürür: Halkın tümü ya d!a; tümüne yakını,· daha önce tattıkları ya da tadabilec·ekl;eri iki zevkten birini, zevkin getireceği ahlaksal yükümlülük duygusuna bakmadan tercih ediy.orlıar ise bu durumda sözkonuısu zevkin arzulanabilirliğinin diaha. yülkselk olduğu söylenebilecektir. Gerek zihni, gere1kse bedensel zevklerle ayni ölçüde tanışmış olan kişilerin genellikle zihni Zievkleri seçmeleri olgusunu · çözebilmek mümkün değildir. 1':ı
Mill, yönelimlerin ve alışkanlıkların ccdoğru» değer yargısından13
uzaklaşmaya yol açabileceğini kabul etmektedir. Bu iki faktörü, mıarjinal fayda kuramında, ccsapmalar» adıyla yeniden göreceğiz.
Baş!ka kanıta gerek kalmadan her iki faktör de önemsiz görülerek bir yana itildi. «Yüksek» zevkleri tatmış olan biri, yine de tutarsızlığa düşmeden ccdüşük» zevkleri seçmek zorunda ise, Mill' in bu durum için söyl;ediği şey şudur: Bu kişi, yüksek zevklerden tat alma yeteneğini yitirmiş olmalıdır! Mill, soylu duygu~ardan hoşlanma yeteneğini, «yalnızca dış ·etkilerle değil, havaya, suya olan gereksinimi dolayısiyle de kolayca solup ölen narin bir bitkiye»1~ benzetmektedir. Tartışmamızın vıardığı sonuç, faydacı hesabın, hangi tip zevklerin varolduğu üsıtüne ayni bilgiyi edinmiş kişilerin yargılarına; yok, edinilen bilgi farklıysa, çoğunluğun (sic) yargısına bağlı olduğudur.15 Bu bakımdan Mill, tümevarımcı bir yol kullanalıak ve pek de güvenmeden demokratik sürece başvurarak, nitelik olarak c<tyliksek» zevklerin nicelik olarak da daha büyük olacağım kanıtlamaya çalıştı. Mill'in argümanına bir anlam verilecekse, o açık seçik koyamamış olsa da, ancak böyle bir anlıam olabilir. Ahlak, jine, gerçek kişiısel çıkardan türetilmiş
tir. Mill, kullandığı yöntemden gelen ·zorluklara duyduğu kuşkuyu ortadan kaldırmaktadır. Sidgwick'in ortaya koyduğu gibi, ccMilli ve başkalanmn ileri sürdükleri nitelik farklarının tercih düzeyinde varlığı kabul edilebilmekte, ancıak~ yalnızca nitelik farkları sözkonusu olduğunda çözüme ulaşılabilmektedir.» 1~
(12) Op. clt. s. 12. Bu a·rgümıanı kunanan yazarl'Or z·inciri co'k eskilere, Plato'ya
kadar g1lder. (13) Op. cit. s. 114. (14) Op. cit. ss. 14 ve sonmsı. (15) O.p. clt. s . .15.
(16) Methods, s. 112.1. Mill"iın (yüıkısek ve düşük) zevkler konusundaki görüşleriyle
ilgHi yukarıdaki yorum, genel kabul görmüş d'eği· l 'dir. Sı;dgwidk de dahil ol-
172
Şimdi g,eldik sonuncu ve en önemli zorluğa. Olanaksızın olanaldı olduğunu varsayalım; Y,ani fayda ıniktarlan vıardır, yam onlar, toplumsal bir toplama hesaplanıP, eklenebilir. O zaman şöyle bir sorun · çıkıyor ortaya: Malın tanımı niçin toplumsal faydayı maksim.ize edecek biçimde yapılmaktadır? Bunun siyasal optimum olarak varsayılması nedendir?
Ne Bentham, ne Paley, ne de ilk faydacılardan bir b!aşkası bu sorunla öyl,e pek ilgili değildirler. Faydacı ahlakın ncı.snelliği onlara çok açık görünmüştü. Fiili ve ahlaki davranışa sıradan psikolojik bir kökeni kolJaylıkla yakıştırdılar. Ancak, «olanıı ve ccolması gereken»in özdeşleştirilmesi, kuşku yok, a pJ1ori bir önermede-yatar. Görgü! kanıt önemini yitirdiğinde, olduğu gibi safdışı bırakılmalıdır.
Yöntembilimsel ·zorlukları görmede .... daha keskin bir göze sahip olan J.ıS. Mill, .oldukça dikkatliydi. Bir yerde şunu belirtti: «Sıradan bir terminoloji ile nihai sonuçlar sorun~arını artışmak boş bir çabadır.» Bu onu, başka yerlerde, sıradan anlamdaki ka- · nıtları kullalnan diğer bütün faydacıl!ar gibi konuşmaktan, faydacı ahlakı bir «bilim» saymaktan ya da felsefenin diğer bütün kolları karşısında bu ahlakın nesnelliğini 1savunmaktan alakoymadı ..
Arzulanabilir bir şeyin halkın ~erçekten arzuladığı şey oluşunu Mill'in tek kanıt olarak aldığı anımsanacaktır. Herkes onu
ma'k üzere genıeHilkle s;avun1ul1an, ta:~minin yalmzoq ~i 1celilksel f,arkları üzeırıindeık1r fayda·cı ilke ıs•mnndan Mil'l'in gerceıkten vıazıgeçtiğıid'ir. GenelHkle göstıe· ril,en 'kanıt, ,tutarlı bir foyıdaıcı i·çin paradıoıkısaı l sayıl,abile·celk, Mill'in y1ine 'kendi· sôzlerli'di1r: «liatm.in olmuş bi·r domuz olmaik'taınsa, t1a,tminsıiz bir inson ol1malk yeğdir; totmi:n olmuş bir şa'Ş'km olmaikitanısa, ta;tminsiz bir Sokra't olmak yeğdir. Kuşlkusuz şa·Şkın ya dq domuzun terc+hle'r1i· (opıinıi'on) f,arklıy1sa.» c:Sunun böyle olmaısım11 nedeni, onların, sorunun yıalnız:ca kıeınd:i tarafi'annı bHnielerid1r», d>i·ye devam eder Mill. (is. 114).
«Tatmin» ve «icedk»'in kendi ba·ğlammdalkıiı a'lıışılmamış anlamıına· dıi:kıkat eUiğ'imizde, bu bize parn'ddk1sal olma'k görünmemeıktediır. Bu alıntıdan hemen önce Mm bize, mutluluk Qkii, faydacı görüşte zeVki·n varlığı ve acının ydkl'uğu İ'le tanımlanmaikıtodır) ile i~erik'1i özıdeışl'eştirmediği,ni anıms·aıtmdıktadır. Bu i'k:inoi1s1i1 icl1n söylediği şudur: «Tarıtı,şmaıya bile g1ernık yoktur k'i, zev:k alma yeteneği düşÜik olan kişi, tıam doyuma ul ·aşma şansı en yüksek olan k'İŞ1id'ir . » Anoak bu demeik değilıdir ki, bu k1i 1şi net mutluluk toplamını maıksimum yıapıa,calktır. Ters·lıne, aydın bir kıimıse, olıaısı «yük~»~k» zevkler konu-
173
arzuladığına göre mutluluk arzulanabilir bir şeydir. Eğer bir kimseiin mutluluğu onun açısından, arzulanabilir ise, genel mutluluk da herkes açısından arzulanabilirdir.11
Sidgwick bu noktada Mill'ileştirmektedir. Tartıştığı ~udur ki, « [Mill'in] önermesi ile bir ahlak kurami arasında zorunlu bir bağlantı yok görünmektedir: Ancak, Hıazcılığın psikolojik olanından ahlaksal olanına geçme yönünde doğal bir eğilim varıolduğu ölçüde, geçiş -hiç değilse birinci olarak - sonuncunun bencil evresine doğru olmalıdır. Şurdan bellidir ki, herkeısin kendi mut~ luluğu ardında koştuğu gerçeğinden ,(böyle bir ger;çek varsa) onun başkıa. insanların mutluluğunun ardından koşması g,erektiği gibi apaçık bir sonuca varmamış olasılığı yoktur.»ı.8 Uyum öğretisinin göstermek istediği bütünüyle bu mantıknal geçiştir.
Sidgwick'in faydacı ahlaktan çıkardığı sonuca çok daha dikkat edilmelidir. O, a priotj bir postülaya .oLan gereksinimin kuşkusuz ayrımındaydı. Faydacılığın son çare olarak «bilinen herşeyin sezgisel ,olarak bilinebildiği -ki, mutluluk davranışların tek nthai sonucudur- ».19 ilkesiiıe· dayanması karşısındıa., Sidgwick, sezgicilik ile fayd~cılık arasında bir bağlantı kurdu. Bu apriori ilkeyi, yalnızca «Nihai İyi» nin. tutarlı bir açıklamasını yapmada kullana.bileceği savıyla korumaya çalıştı ve sonunda şu soruyu sordu: «İnsanoğlunun eylemleri E.vrensel Mutluluk gibi ortak bir sonuca göre sistemleştirilmiş eylemler değilse başka nasıl bir ilkeye göre .sistemleştirilm~ş olabilirler?»~w.
sun1da taım bilg:Hi olması dolayıiSıylo, dalha büyüık mutluluğıa eırıi 'şme· şanısıno sahiptir. Bu yorumun, aıyrıca, buraıdo· e·le aloımaıyıacoğımız bir icsel geçerliği de vardır.
fa:f.gewoırtlh, New and Old Methods _of Eth1cs adlı Y'apıtığındo, yüksek ve düşüık zeiVklerıi -karşı'i'aştırılabiHr hale g_e·Nrmeden bu zervikler ara'sındla· brır başJka yoldon ayırım yaıpı ,laıb!i'leıceğ+ni ortoyq1 at:tı. O, fio1rtkın büyüklü!k sırası farklı olduğ'unu düşünmeıktedir. Bu, tek bir zevık durumunda ko.rşılıaıştırma yapılamayacağı anlamına ge·lıme!ktedir. « .. :Düşülk zevkler yü'kse!k zevklerle, . oz çak, diferansıiyelıin integrane i _liŞikıisıi g1ibi, geroelkıten orta·k bir ölçüye vuruı·amama, ancaık _ son:suz bir toplıamada·n sıonro denlkleşti'rlilelbHme:k giibi bir :Hişik'i· 1iC'i1ndedirler.» Eğer bu böyleyse, toıpl'Oıma, bireysel dıÜze·yde yapl'lamıasa bile, toplum düzeıy:im::le bir ölçüde yapılaıb'l'le1ceıkfü. Cf. op. cit. s. 26.
(17) Op. clt. s. 52 ve devaırı:ıı. (18) Methods, s. 412. ' (19) Op, clt. s. 201. (20) Op, clt. s. 406 ve d&v<:ıımı.
174
Sidgwick'le birlikte, evrensel geçerlikte böyle bir nihai ahlak ilkesinin gerçekten varolduğunu, · · ccbirbiriyle ilişiği olmayan ve genellikle ç:ellşkili genel ahlak ilkelerin ieksiksiz ve uyumlu bir sistem»21 i&ine oturtan bir ilkeyi :varsaymamız tek başına açıklayıcı olmaya yeterlidir. Sidgwick'in argümanının yaptığı önvarsıayım. insanoğlunun ahlaka değgin fikirlerinin mantıksal olarak tek bir sentez ilkesiyle sistemleştirilebileceği ve bu ilkeden türetilebileceğidir. Uslamlama gücünden yoksun oluşun işleri içiriden çıkılmaz duruma, koyacağı açık olmakla birlikte, ahlaki fikirlerimizin mantıksal tutarlılığı olduğunu ve bu fikirlere ahlaksal uslamlama ile varılabileceğini vaısaymaiktadır.22 Başka bakımlardan olduğu gibi bu bakımdan da bir septi!k olan Sidgwick'e faydacı ahlakıa. çıkaı;ı bu yol da kapalı görünecekti. ·
Sidgwick'in açık seçik ortaya koyduğu şey her zaman için örtük bir varsayımdı. Faydacı ilke ile:, tutarlılık ve nesnelliği, gizli kapaklı olmayan, çok sayıda, çelişkili ahlaki yüküme kıazandırıldı. Hatta, vurgulamak gerekirse bu yükümler fa..ydacı argümanların işini kolaylaştırarak Benthıam'ın doğal hukuk okulu karşısında yer. tutmasını getirdiler. J.S. Mill bize Autobiography'sinde, bir giz açıklar gibi, Benthamcı ilkenin kendinin şeyler kavramıria nasıl birlik kazandırdığını ve yaşam felsefıesini nasıl nesnelleştirip sistemleştirdiğini anlatır. «Bentham'm anladığı gibi anlaşılan «~ayda ilkesi», ... bilgimin ve inançlarımın bölük pörçüklüğünü toplayıp biraraya getiren bir anahtar rolü için tam bi
,çilmiş kaftandır.» 2a Bu noktanın bütün ahlak filozoflarının ortak amacı olduğuna kuşku olmamasına karşın çoğunun ayrıldıgı bir nokta ,vardır: Bütün ahlak değ,erleri için tümdengelimci bir ka .. nıt keşfetmek!
Faydacı felsefesinin argümanlarını kaba ç~zgileriyle izledik. Bu argümanlar iktisat öğretHerinin gelişimi içinde tekrar ve tek· rar yine ortaya çıkarlar. Terminoloji değişir, özgül sorunlarla ça~ lışırken özgül varsayımlara gerek duyulur, ancak, sonraları açık-
_ (21) Op. clt. s. 422. ('22) «Oelıiş'kili sonuçlar yqratan bir usloml1aımayı, g·e·cerH bir usl:aml·ama olarak
g'Öremeyeıceğ1lmiız .ç:ıçıiktır; bu baıkımdan, temel .te'k bir othlôk postül'Osı varsaya'cağız, öyle ki, ilki yönıtem çaıtıştıQı föçüd.e, bi1r1i ya da öteki ya değişt1irilmeH ya da .tümden reıc:fidedlilmel!idir.» Op. cit., s. 6. Ayrıco · cf. SıidgwlicJk'dn «yöntem» terimine verd1iğ·i özel anlam icin, yapılının g·iriş bölümü.
(23) Autoblography of John Stuart Mili, 6. ba'sı, 1879, s. 66.
175
ça «değerler» denecek olan ayni ölçülebilir bireysel fayda . miktar Lan düşüncesi hep vardır. Değerin bu sübjektif miktarlarını, maksimize edilecek toplumsal toplama katma düşünce.si de hep olmuştur. Genellikle bir de, çıkarların toplumsal uyumu varsa-
. yımı yapılır.
İdeolojik temellere değgin bu kaba saba özetle faydacılığın belirli eleştirilerini vermeye Çıalıştık. Gelecek bölümle·rde, ilgili iktisadi teor;emlere başvurarak bu argümanların değerlendirmesini yapacağız.
Faydacı yöntemin iktisat kuramına olan yapıcı katkısı üzerine söylenmesi. gereken bir şey kalıyor. Mantıksal bakımdan bugün için savunulabilirliği olmayan çok sayıda kuram tarihsel pozitif bir değer taşır; neden k} gerçek bilimsel ilerlemeyıe temel hazırlamışlardır. Ola.ısıdır ki, olgulararası iktisadi bağımlılık, virtüel denge ve fiyıa.t oluşumunda marjın r:olü düşünceleri böyle pek kısa zamanda formüle edilemeyecek, iktisadi incelemenin gerÇekliğin tammlanmasını olduğu kadar reform önerileri de getireceği yanılması yapılmayacak, problemi yüzeysel olarak yalnızca daha somutlaştıran fayda ve maliyet (distitility) eğrileri
nin son devece soyut kurguları olmayacaktı. Normatif eğilim araştırmaya heyecan getirdi. Hazcı psikoloji, sorunları aşırı basitleştirnrek karmaşıklaştırıcı sayısız . psikolojik faktörden uzaık durmaida analizi marj ve fonksiyonel bağımlılıklar düzeyine- getirdi. Açık seçik pek ilgLsiz alanlarda bulunmalarına karşın kimi yanlış algılamaların kendi dönemlerinde bilimsel düşünüşe katkıda bulunmuş olmaları olasıdır. Ama bu demek değildir ki söz konusu yanlışla~a bugün de dokunmayacağız. Tarihsel yargılama kaldırıp atılan yanlışları daha önemsiz görmez. Ev yapılıp bittikten sonra ise, iskeleyi olduğu yerde bırakmanın anlamı . yoktur. Bizden öncekilerin çalişmalarmda eksik olan herşeyin kaldırıp atıldığı ve en iyinin ' korunduğu şanslı bir durumumuz var.
İktisat kuramı açısından İngiliz faydacılığının önemini hakkıyla teslim etmek istiyorsak ona bizi yok.sun bıralkmadığı şeyler için de müteşekkir olmalıyız. Onun üstün yeri çağdışı diğer toplumsal felsefelerin etkisini gölgede bıraktı. İktisat kuramının faydacılığın etkisi altına girmesi bu bakımdan da yerinde olmuştur. Belki takip, doğal hukuk düşüncelerinden az da olsa beslenmiş olmayıan o dönemin romantik, organik, mutlakçı Alman
176
toplumsal felsefesi olabilecekti. İnanıyoruz ki bireyci faydacı yaklaşım, muhtemelen, Alman siyasal metafizikçilerinin karşılıklı çatışan kuramlarına gqre toplum\ın daha gerçekçi bir analizini yapmı~tı.
Faydacılar hiçbir zaman devletin özü hakkında spekülasyon yapmaya pek hevesli görünmediler. Devlet onlarıa. göre üyelerinin toplamından başka bir şey olmayıp bu bakımdan ne mutlak sebep nP bir organizma ve ne de· bir «üst-organizma» değildir. Toplum~al faydayı bireysel faydalar toplamı olarak tanımlamakla onlar, genel iradeye ya da. bir «halk ruhu (folk soul) »na sahip bir üst-birey kişileştirmesi yapma tuzağına düşmekten iyice uzaklaştılar. Ahlaki davrıamşı psikolojik veriler üzerine kurduk- · !arından, vergi verme ödevi gibi «devlete yönelik ödevler» sistemlerinde yer almamıştı. Başka kuramlarda bu ödev doğrudan doğruya devletin üyesi olmaktan kaynaklandığı varsayılan a priori bir kategori olaralk ortaya ıÇıkar. Faydacılar ayni nedel}.le başka . meşru kurguların karşısındıa. bağımsız bir durumdadırlar. Onlar İçin meşru olan kuramsal birincil olgularçiır. Bu kurumların meşrfüuğunu a priori ilkelerden çıkarnıadılar ancak yararlı kurumlar olduklarını göstermeye çalıştılar.
O. Spann'ın Alman siyasal felsefesinden kaynaklanan iktisadi yazılarına göz atan biri iktisat kuramını · faydacılığın kanatlan altına sığındığı gibi dehşet verici bir fikre kapılabdlir. Schanz'ın (Finanzıarchiv'i) gibi bilimsel saygınlığı olan bir yayın dahi dahi böylıe uyarılar getiren makaleler içerir. İktisadi problemlerin katıksız (a priori) meşru ve metafizik temeller üzerinde tartışılmasına tekrar ve tekrar rastlanmaktadır.
Liberal faydıacı atomizm ile Alman felsefesinin daha heterojen organik ya da· yasacı devleti kalben yakındırlar. Her ikisi de toplumla bir bütün olarak ilgili bulunan .şu ya da bu biçimiyle, yıa «toplumsal refah» ya da «devletin iradesi» v.b. nesnel siyasal bir kavramı kullanırlar. Bu onlardaki ortak metafizik öğedir. Bu öğe birincisinden yalnızca matematiksel bir · toplamdır öte yan- . dan ikincisi için ise parç~lannın toplamından daha fazla olan bir bütündür. Balkış açısına ve· iki felsefede göze çarpan benzerlik ve farklılıklara bağlıdır bu.
Benzerlikler üzerinde duracak olursak, faydacı yazarla~ın ayni zamanda toplumun birliğine değgin savunulamaz bir «komü-
F.: 12 177
nistik kurgu» ya doğru hatırı sayılır biçimde gittikleri görülür. Tipik örnek iktisadi liberalizm kuramıdır. Açık seçik olmayan terminoloji tehlikeli bir kavram karışıklığına yol açar. «Servet» ya da «refah» ya da «;Volkswirtschaft» kuramı, ortak amacın kılavuzluğundıa. bir ulusun iktisadi işleri n~sıl gördüğünün ve nasıl görmesi gerektiğinin kuramı haline gelir. Bu problemi ileride daha ayrıntılı inceleyecıe:ğiz. Bulunulan girişimlerin siyasal sonu,çlar çıkarmaya dönük .olduğunu göstermek üzere burada şu kadarına değinelim ki, bire~ci felsefe soyut bir toplumsal kurguya doğru gider. İlk anda garip karşılansa da faydacı düşünüşün öncül ve mantığının acımasız (inexorable) sonucu budur.
178