hz. nu., - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/d00064/2000_3-4/2000_3-4_aybakanb.pdf · dumana katarak...

6
Esirgeyen ve Ham d, alemierin olan Allah' a mahsustur. Alem- lere ralunet olarak efendimiz Hz. Muhammed'e, ailesine ye bütün salatu selfun olsun. imam Ebii Hfunid Muhammed b. Muhammed el-Gazzclli et-Tiisi'ye, Hz. Peygamber'in ak.arak gibi her birinizde hadisinden ne soruldu; bundan maksat, acaba suyun suyla bir nu., suretiyle onu bir- hayaller kalple temasa geçme- si kalbin de duyulara aktararak orada ve bundan vesvesenin üremesi mi, yoksa kalbin cevheriyle temasa geçmesi midir? Hz. Peygamber'in bu tasvir ile cinlerin insan- lara bayvanlar biçiminde ve daha görünmesi, meleklerin peygamberlere insan biçiminde görünineleri gibi olaylar birbiriyle mi? Yoksa bu suretleri belirtilen örneklerdeki gibidir de onlan görebilecek insanlar için üzerlerindeki perde çek:ilince, meleklerde gibi onlarda da bedensel bir mu Dinin cinler ve bu ile Felasife'nin "Bunlar sembollerdir (misal) ve bedenlerin içinde bulunup düzenleyen dört temel unsurdan arba 'a) ibarettir" ile var yok mu? kimselerden meydana sesler, hasta yere seren cinni sôzleri mi yoksa bizzat nöbetin maruz bir (halliisinasyon) dile getirmesi midir? Bunlar, kuvve halinde olup henüz fiile * (v. 505/1111) ** Mannam Üniversitesi ilahiyat Fakaltesi Ebu Hfunid M uhammed b. Muhammed el -Gazili* Çev:Bilill A YBAKAN** gaybi olaylan haber verebilirler? bu konuda, sevda' unsurunun 's-sevdô ') kaban p hale gelmesiyle vuku yolunda leri bir ileri sürmektedirler. Buna da hava unsuru 'r-rih) verirler. Bu ikisi ortak bir neden (illetiln cami 'ah) var Hz. Peygamber'in "Ezan yel- lenerek kaçar" diye haber örnek Bu örnekten maksat, datan" veya "adam öfke tarzda (tozu dumana katarak kaçar bir mi yoksa o gerçekten yellenen bir maddi tasavvur edilmesi midir? Halbuki ile beslenmeyen bir Beslenme türevi bir ondan meydana gelebilir? Kemikle, belki de onlan koklayarak beslenen bu tersi olabilir? ki için duyu organlan(na sahip da Berzahta gerçek ehli, cennet veya cehennem ehli türünden midir? Durum böyleyse orada, cennet ve cehennemdekinin tasavvur edilebilecek bir konum yok Denilse ki berzah, sur verilen ve iç rahmet azap bir olan (cennet ve ortak Bu izah mudur yoksa onun bir nu . Berzah'a olan kimlerdir? gelen cennete, hafif gelen cehenneme gider; gelenin durumu ise dileniesine Acaba berzah, bu üçüncü kesimin, kereme nail olmak veya yenik durumlan dek bekletilmesinden mi ibarettir? Melekler de gibi cennette mi yoksa yerde mi mükafat göreceklerdir? Yoksa melekler viidan diye yoksa vi/dan, melek, DERGiSi, 13, SA YI: 3-4, 2000 521

Upload: vudiep

Post on 01-Jul-2019

219 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Esirgeyen ve bağışlayan Allah'ın adıyla

Ham d, alemierin rabbı olan Allah' a mahsustur. Alem­lere ralunet olarak gönderilmiş efendimiz Hz. Muhammed'e, ailesine ye bütün ashabına salatu selfun olsun.

Zalıid imam Ebii Hfunid Muhammed b. Muhammed el-Gazzclli et-Tiisi'ye, Hz. Peygamber'in "Şeytan, kanın ak.arak dolaştığı gibi her birinizde dolaşır" hadisinden maksadın ne olduğu soruldu; bundan maksat, acaba suyun suyla olduğu şeklinde bir kanşma nu., (kişinin)

etrafını dolaşmak suretiyle onu kuşatma mı, dışardan bir­takım hayaller vasıtasıyla şeytanın kalple temasa geçme­si kalbin de bunları duyulara aktararak orada yerleşmesi ve bundan vesvesenin üremesi mi, yoksa şeytanın cevlıerinin kalbin cevheriyle temasa geçmesi midir?

Hz. Peygamber' in yaptığı bu tasvir ile cinlerin insan­lara bayvanlar biçiminde ve daha biışka çeşitli şekillerde görünmesi, meleklerin peygamberlere insan biçiminde görünineleri gibi olaylar birbiriyle uzlaştınlabilir mi? Yoksa bu varlıkların suretleri belirtilen örneklerdeki gibidir de onlan görebilecek insanlar için üzerlerindeki perde çek:ilince, meleklerde oluşturulduğu gibi onlarda da bedensel bir yoğunluk mu oluşmaktadır?

Dinin cinler ve şeytanlar hakkındaki bu görüşü ile Felasife'nin "Bunlar birtakım sembollerdir (misal) ve bedenlerin içinde bulunup onları düzenleyen dört temel unsurdan (ah/dt-ı arba 'a) ibarettir" şeklindeki görüşü ile uzlaştırma iı:nkfuu var mı yok mu?

Saralı kimselerden meydana çıkan sesler, hasta kişiyi yere seren cinni varlığın sôzleri mi yoksa bizzat saralının, yakalandığı nöbetin şiddetinden maruz kaldığı bir sannyı (halliisinasyon) dile getirmesi midir?

Bunlar, kuvve halinde olup henüz fiile geçmemiş

* (v. 505/1111) ** Mannam Üniversitesi ilahiyat Fakaltesi

Ebu Hfunid M uhammed b. Muhammed el-Gazili* Çev:Bilill A YBAKAN**

gaybi olaylan nasıl haber verebilirler? Tabi'iyyıin, bu konuda, sevda' unsurunun (hı/tu 's-sevdô ') kaban p baskın hale gelmesiyle bunların vuku bulduğu yolunda öğrendik­leri bir görüŞü ileri sürmektedirler. Buna da hava unsuru (hı/tu 'r-rih) adını verirler. Bu ikisi arasında ortak bir neden (illetiln cami 'ah) var mıdır?

Hz. Peygamber'in "Ezan okunduğıında şeytan yel­lenerek kaçar" diye haber verdiği örnek nasıl (anlaşıl­malı)dır? Bu örnekten maksat, Araplar'ın "taşı gıcır­

datan" veya "adam öfke saçıyor'' dediği tarzda (tozu dumana katarak kaçar anlamında) bir şey mi yoksa o sırada gerçekten yellenen bir maddi varlığın tasavvur edilmesi midir? Halbuki şeytan. gıda ile beslenmeyen yalın bir varlıktır. Beslenme türevi bir şey ondan nasıl meydana gelebilir? Kemikle, belki de onlan koklayarak beslenen bu varlıkların tersi nasıl olabilir? Kaldı ki yalın varlık için bileşik duyu organlan(na sahip olduğu) da düşünülmez.

Berzahta gerçek nasıldır? Oranın ehli, cennet veya cehennem ehli türünden midir? Durum böyleyse artık orada, cennet ve cehennemdekinin dışında tasavvur edilebilecek bir konum yok deme~.

Denilse ki aslında berzah, sur adı verilen ve iç tarafı rahmet dış tarafı azap şeklinde bir kapısı olan (cennet ve celıennemi birbirind~n ayıran) ortak paydadır. Bu izah doğru mudur yoksa onun başka bir izahı nu vardır?

. Berzah'a müstalıak olan kimlerdir? Tartısı ağır gelen cennete, tartısı hafif gelen cehenneme gider; tartısı eşit gelenin durumu ise Allalı'ın dileniesine kalmıştır. Acaba berzah, bu üçüncü kesimin, kereme nail olmak veya şakavete yenik düşmek şeklinde durumlan netleşene dek bekletilmesinden mi ibarettir?

Melekler de Ademoğulları gibi cennette mi yoksa başka yerde mi mükafat göreceklerdir? Yoksa melekler viidan diye anılanlar varlıklar mıdır yoksa vi/dan, melek,

İSLAMi ARAŞTIRMALAR DERGiSi, CİLT: 13, SA YI: 3-4, 2000 521

insan ve cin dışında dördüncü bir varlık tüıü müdür? Huriler beşinci tür varlıklar mıdır, değilse peki onlar nasıldır ve nitelikleri nedir?

Kur'an cennetin genişliğinin gök ve yerin genişliği kadar olduğunu ifade etmiştir. Bınıda bile göğün içine sığdığı bir kabı ve zarfı olduğu ve genişliğinin onun genişliğini geçtiği gibi hususularda düşünmeye muhtaç meseleler vardır.

Hz. Peygamber'in bavzu malışer yerinde midir yoksa cennette midir? Bu hadisten anlaşılan za.Iıir anlama göre cehennemden kurtuluşUlla karar verilenler malışer sıkın­tılan içinde oradan henüz ayrılmadan ve şefaatten önce ondan içerler. Havzıın suyu cennetten midir yoksa başka yerden midir? Başka yerden olması mümkün değildir, çünkü Hz. Peygamber "ondan içen bir daha asla susuzluk çekınez" buyurmuştur. Peki cennetten herlıangi bir şeyin dünyada bulunması mümkün müdür? Bütün peygamber­lerin havuzlan var mıdır? Yoksa bu, şefaatle birlikte Peygamberi.mize tanınan ayf!.calıklardan bir diğeri midir?

Bu sorulan yeterince açıklayıcı cevabından ötüıü

sev!lp ve lütfifa nail olur inşaallah. Bunlara cevap olarak dedi ki:

Bunlar, çeşitli nedenlerle dalmaktan ve cevap ver.­me~en hoşlarımadığım türden sorulardır. Ancak ısrarlı m~caata binaen bu tür sorularda kendisinden yarar­lanılacak bir Iiliili lmnunu aç~yor ve diyorum ki:

İlk bakışta ve fıkrin zahirinde akıl (ma 'kttl) ile nakil (menkiıl) arasında bir çatışma olabilir. Bu konuyla ilgile­nenler üç arıa gruba ayrıldılar: Kimi bütün dikkatinakle venne ifratında bullllldu, kimi bütün dikkati akla verme tefritinde bulundu ve kimi de orta bir yol tutup ikisini bir­leştirme (cem) ve uzlaştırmaya (telfik) gayret etti.

Orta yolu tutanlar da kendi içinde üç gruba aynldılar: Kimi aklı asıl, nakli tabi saydı ve nakli araştırmaya fazla özen göstermedi. Kimi nakli asıl, aklı tabi saydı ve aklı araştırmaya fazla özen göstermedi. Kimi de her ikisini asıl saydı ve aralanru birleştirme ve uzlaştırmaya gayret etti. Böylece konuyla ilgilenenler beş gruba aynlınış oldular.

Birinci grup: Bunlar, dikkati tamamen nakle veren­lerdir. Bunlar yoldaki aşamalardan ilkine takılıp kalan­lardır. Naklin zaiıirinden ilk anladıklanna kanaat getir­mişlerdir. Bunlar nakl.in açıkl~a ve temellendirme (ta 'sil) kabilinden getirdiği her şeyi tasdik etınişlerdir. Ancak naklin. zahirinde bir tenakuz bulunduğuna muha­tap kalıp te 'vile mecbur kaldıklarında blllldan kaçınır ve derler ki: Allah her şeye kadirdir. Onlara mesela şeytanın şahsı tek durunıda iki ayn yerde ve iki ayrı biçimde nasıl

522

EL-GAZzALİ

görülür diye sorulsa derler ki: Bu Allah'ın kudreti karşısında şaşılacak bir şey değildir, Allah her şeye kadirdir. Bunlar belki şöyle bile demekten çekinmezler: Tek bir şahsın iki ayn yerde tek bir durwnda bulunması Allah'ın kudreti dahilindedir.

İkinci grup: Bunlar ise öncekilerden ayrılıp onların tam zıt kutbuna yöneldiler. Bütün dikkati akla verdiler. Nakle illifat etmediler. Duyduklan dirıi bilgiden anlayışıanna uygun düşeni kabul ettiler, akıllanna ters düşeni ise Peygamberlerin tasvir ettikleri şeyler

olduğunu, bunların avam düzeyine indirilmesi gerektiğini ve herhangi bir şeyin olduğunun hilafına aniatılmasına ihtiyaç duyulabileceğini ileri sürdüler. Alallarına uygun düşmeyen her şeyi bu anlayış doğrultusllllda yorunı­

ladılar. Bunlar masiahat uğruna peygamberiere yalan bile nisbet edecek dei:ıli akıl konusunda aşıoya kaçtılar ve bu yüzden tekfir edildiler.

Peygamberler hakkında bunu tecviz edenin boynunun vurulması gerektiği hususunda ümmet içinde bir görüş aynlığı yoktur. Birinci gruptakiler kişiyi te'vil ve araştır­ma riskinden kurtaracak düzeyde çaba göstennediler ve cehalet yöresinde karar kılıp oradan memnun kaldılar. Ne var ki bunların· da durwnu öncekilerinkine yakındır.

. Onlar "Allah her şeye kadirdi.ı:, Allah' ın gizenıli işler4ün künlıüne vakıf olamayız" sözleriyle sıkıntıdan kurtul­maya çalışırken bunlar ise çıkışı şu şekilde ara.nuşlar: Peygamber söylediklerini masiahat için bildiğinin hilafı­na söylemiştir. Tehlike ve kurtuluş açısından iki çıkış yolu arasındaki fark kapalı değildir.

Üçüncü grup: Bunlar aklı asıl sayıp uzun uzadıya onu araştırdılar nakle dair özenleri ise sönük kaldı. ·iık bakışta ve ilk düşünmede birbiriyle çatışan ve akla ters düşen zaiıir anlamlar arasında bir uzlaşma onlarda oluş­madı. Bu sorunllll (işkôl) getireceği zaluneti göze ala­ınadılar. Fakat akla muhalif duydukları her zaiıiri de red ve inkar ettiler, Kur'an gibi mütevatir olanlar ile te'vili, lafızlafina yalan olanların dışında kalan hadislerin ravi­lerini yalanladılar. Kendilerine te'vili zor geleni, uzak ve ilgisiz te'vil yapmaktan sakınmak için inkar ettiler. Bu hadisleri kabulden kaçınınayı te'vilde uzak düşmeye yeğ tuttıılar. Bu görüşün, dini bilginin kendileri aracılığıyla bize ulaştığı güve~ kimselerden gelen sahih hadisleri reddetme yönünde taşıdığı tehlike aşikardır.

Dördüncü grup: Bunlar nakli asıl saydılar, ona dair araştırmalan uzun uzadiya devam etti, dolayısıyla zihin­lerinde pek çok za.Iıir aİılarn arasında uzlaşma gerçekleşti. Akıldan ise kaçınıp ona dalmadılar. Bu nedenle de nakil ve zaiıir anlamlar ile akli balıisierin (ma 'kit/ôt) bazı yön­leri arasında yer yer çanşmalar belirdi. Alalla uğraşılan

JOURNAL OF ISLA.MlC RESEARCH, VOL: 13, NO: 3-4, 2000

/

KANÜNü'T-TE'VİL

fazla olmadığı ve onda derinleşmedikleri ıçın aklen imkansız hususlar zihinlerinde netleşmedi; çünkü imkan­sıziann bir kısmı ancak ince akıl yüıütme ve birbirini izleyen pek çok öneille dayalı uzun akılyürtitme ile kavrarur. Buna bir husus daha eklendi. O da şudur:

İmkansJZl.ığı genel olmayan herşeyin mümkün oluşuna hükmettiler. Oysa lcısımlann üç tane olduğunu fark etmediler:

imkansıZlığı delille bilinen kısı.ın. i.mkfuu delille bili­nen kısım ve imkansızlığı da i.ı:nkanı da bilinmeyen kısım. Bu üçüncü kısım hakkındaki adetleri imkansızlığı ortaya çıkmadıkça i.mkfuuna hükmetmek şeklinde cereyan etti. Bu da tıpkı irnkclıu açığa çıkmadıkça imkansızlığına bük­metmek kadar lıatalıdır. imkanı da imkansızlığı da bilin­meyen tür mezkur üç kısımdan biridir. Bunun bu şekilde kalınası ya aklın konumu nedeniyle ilgili meseleDin beşer gücü kapsamına girmemesi yüzündendir. Ya da özellilde bu düşünürüıı, o meselenirı deliline şalısen muttali ola­ınayışı ve o delile dikkatini çekecek birini bulamayışı nedeniyle yetersiz kalması yüzündendir.

Birincisine örnek: Görme duyusunun yıldıziann (kevkeb) sayısının tek veya çift oluşunu ve onları gerçek büyüklük ve ebatıyla algılaına acziyeti görme algısının yapısı yüzündendir.

İkincisine örnek: Bu bazı kimselerin algısının ayın yörüngesindeki uğrak yerlerini (men ı il) algılamaktan aciz kalması türünden kişiye özel bir yetersizliktir. Oysa doğuş, batış ve diğer zamanlarda bu menzillerden 14 tanesinin lıer durumda görünmesi, 14 tanesinin de karşı yörüngede gizlerrmesi olayı bazı kişilerin gönne duyusuyla sabit olmuştur. (Kişilerin duyu yetileri arasın­daki) bu tür bir farklılık akıl idrnki için de geçerlidir.

Bu kişilerin ma' kiilata ilgileri az olduğu için, onlara göre imkansıziann sayısı fazla değildir; böylece pek çok te'vilde büyük bir külfetten uzak durdular. Çünkü onlar, tıpkı Allalı'ın bir cilıette bulunmasının muhal olduğu gerçeğini kavramadığı için üst (fevk), oturma (istiva) gibi yön bildiren kelim~leri te 'vile gerek görmeyen kişi gibi (davranıp) te'vile ilıtiyaç olup olmadığının bile farkına varamadılar.

Beşinci grup: Bu aklı araştırmak ile naklin arasım birleştiren, her birisini önemli bir asıl sayan ve akıl ile dini bilgi arasında bir tearuzu ve bu tearuzun gerçek olduğunu inkar eden orta yolu izleyen grup tur. Aklı inkar eden kişi dini de inkar etmiş olur. Çünkü dini bilginin doğruluğu akılla anlaşılmıştır. Akıl delili tasdik eclilmezse nebi ile mütenebbi, doğru sözlü ile yalancı arasındaki farkı anlayamazdık. Din ancak akılla sabit olınuşken nasıl olur da akı1 dinle i.nkfu' edilsin.

Haklı olan grup işte bunlardır. Bunlar sağlanı bir metod izlediler. Ne var ki onlar sarp bir yokuşa tır­

mandılar, yüce bir işe talip oldular ve meşakkatli bir yola . girdiler. (Helal olsun onlara!) Ne de gem almaz bir arzuya kapılmışlar ve ne de girift bir yola koyulmuşlar! Ömrüıne yernin olsun ki (bu yolu izlemek) bazı durumlarda son derece kolay, ama çoğu durumlarda ise oldukça zordur.

Evet. İlimlerle uzun süre uğraşan, bunlarla çokça ilgilenen çoğu zaman yakın te'villerle akı1 ile nakil arasıw uzlaştırmaya muktedir olur. Şüphesiz yine de iki husus geriye (çöZÜmSÜZ) kalır: Bunlar zihinlerin nerdeyse alamadığı ve uzak tevillere mecbur kalındığı durum ile birtakım sure başlannda anılan harfler türünden ken­disinde te 'vil yönü kesin olarak açıklık kazanınayıp

(anlaşılması) ~iye müşkil gelen durumdur, zira bu Iıarflere .dair nakle dayalı bir anlam sıhlıat kazanmış değildir. Bu iki durumdan salim olduğunu zanneden kişi bu veh.n:ıe ya akıl konusundaki eksikliği ve teorik imkan­sızlıklar bilgisinden uzak oluşu nedeniyle kapılır ve iınkansızlığıw bilmediği şeyi mümkün görür; ya da bu velıim, haberleri yeterince mütalaa etmeyişinden kay­naklawr. Böylece akla aykınlığı sık sık vuku bulan haber parçaları arasında zilıninde bir uzlaşma gerçekleşmez. Bu konuda üç tavsiyede bulunuyorum:

I-Kişi haberlerin tamamına muttali olma hırsı beste­memeli. Sözü zaten bu noktaya getiriyordum. Zira bu amaç gerçekleşmeyecek bir arzudur. (Böyle bir kişi) Allah'ın şu sözünü okusun: "Size ilimden çok azı ve­rilmiştir".

Bu durumlardan bir kısımının bırak orta düzeyde olanlara, büyük a.J.irnlere bile gizli kaldığı gerçeğini ihti­mal dışı görmemek gerekir. Bilinsin ki Hz. Peygamber' in her hususta muradına muttali olduğunu iddia eden ilimin bu iddiası aklırun fazl~ğı değil-azlığının ürünüdür.

2-Akli delil (burhan) asla inkar edilmemeli Zira akıl yalan söylemez; şayet akıl yalan söylese o zaman belki dini ispat hususunda da yalan söylemiştir; çünkü biz elini onunla tawdık. Yalancı bir müzekkinin tezkiyesiyle şrulidin doğruluğu nasıl anlaşılabilir ki. Ayrıntılara din tanıklık eder; akıl da dini tezkiye eder.

· Aklın tasdik edilmesi kaçınılmaz olduğuna göre cihet ve sureti AHalı'tan nefyet:mede tereddüt etmen caiz değildir. Sana "Anıeller tartılır" denilince am e llerin tartılamayacak bir araz olduğunu ve bir te'vilin kaçınıl­nıaz olduğunu aıılamalısın. Yine "Ölüm beyaz bir koç suretinde getirilir ve boğazlawr" sözünü işittiğinde bunun te 'vii edil.n:ıesi gerektiğini anlamalısın; zira ölüm getirile­meyecek bir arazdır. Getirmek bir intikal olayıdır, bu ise bir araz için mümkün değildir, dolayısıyla onun beyaz

İSLAMi ARAŞTIRMALAR DERGİSİ, CU.T: 13, SA YI: 3-4, 2000 523

koç gibi bir sureti olamaz; çunkü arazlar cisimlere dönüşmez, dolayısıyla ölüm boğazlanmaz. Boğazlama boynu bedenden ayınnak demektir. Öltimtin ise ne bir boynu, ne de bir bedeni vardır. Olsa olsa o bir araıdır ya da onu bayatsızlık diye görenlere göre araz olmayıştır. Öyleyse bu baberin te'vil edilmesi kaçınılmazdır.

3-llıti.maller çanştığında te'vili tayin etmekten uzak durmak. Çiinkü Allalı'ın muradı ve Rasulu'ntin muradı hakkırıda zan ve talınıiııe dayalı hiiküm verrnek tehlike­lidir. Konuşanın muradı ancak kendi muradım açıkla­masıyla bilinir. Muradı açığa çıkmaınışsa ihtimal vecih­lerinin sayısı inhisari tarzda belirlenip biri dışında -ki o biri de burhan ile taayytin eder- tamamı çiirütiilınedikçe nereden bilinebilir?

Fakat Arab'ın sözlindeki ihtimal veciltleri ve bunlar­daki mecaz yolları pek çoktur. Bunlar ne zaman sınırlı sayıya iner? Öyleyse te 'vilde çekimser bir tutum takın­mak dalıa güvenli bir yoldur. Buna şu örnek verilebilir: Arnelierin tartılıdığına dair hadis vfuid olduğu halde ame!Jerin tartılamayacağı sende açıklık kazandığında

elinde "tartı" ve " amel" olmak tizere iki lafız vardır. Mecazın "amel" lafzı olması mümkündür. Onunla kinaye yollu· "amel defteri" (sahf{etu '1-amel) -ki bu defterler aınelin malıallidir- kastedilm.iş olabilir; böylece tartılan o anıel defterleri olur. Mecazın tartı (vezn) lafzı olması · müuıkiindür. Bununla kinaye yollu "tartının işlevi" kaste­dilmiş olabilir. O işlev de amel miktarını öğrenmektir. Tartının işlevi de zaten budur. Tartmak ve ölçmek miktar öğrenme yollanndan biridir. Binaenaleyh bu durumda te'vil edilmiş ·olanın vezn değil amel-lafzı olduğu veya aınel değil vezn lafzı olduğıına akle veya nakle sığınınak­sızın hiiküm vermen Allalı adına ve O'nun muradına dair talımine dayalı bir hiiküm verrnek olur.

Talımin ve zan ise bir bilgisizliktir. Bu bilgisizlik icti­lıadla kavramıbilen birtakım ibadet, amel ve taabbtidat alanında duyulan zorunlu ihtiyaç nedeniyle mazur sayılmıştır. Arnelle bir bağı bulurunayan hususlar ise mücerred bilgi ve inançlar kabilinden sayılır. Bu ttir hususlarda zanna dayalı lıükiin1 vermeye nasıl cesaret edilebilir? Te 'viller konusunda söylenenlerin çoğu zan ve taluninlerdir. Akıllı kişi bu konuda iki seçenekle karşı karşıyadır: Yazanna dayalı hüküm verir. Ya da şöyle der: Bu söziin zahirinin kastedilmediğini biliyorum; çünkü bu zahir, aklı yalanlamaktadır. Gerçek ınınadı ise bilmiyo­rum ve bilmeme de ihtiyaç yok; çiinkü onun arnelle ilgili bir yanı yoktur; keşf ve kesin bilginin (va kin) öziine ulaş­maya da imkan yoktur, talımine dayalı hüküm vermeyi de uygun gönneın. Böyle davranmak her akıllı kişi için daha doğru, güvenli ve layanıette de güvende olmaya dalıa yakın bir yoldur. Çiinkü Iayamette sorguya çekilip takibe

EL-GAZzALİ

ugraması ve şöyle denilmesi uzak bir ilıtimal değildir: Sen hakkımızdaıanna dayalı hiiküm verdin. Öte yandan ona, bir arnelin eınredilmediği gizli ve kapalı muradınuzı niye istinbat etmedin diye sonılmaz. O halde itikad bakımından üstüne düşen, mutlak iman ve mticmel tas­dikdir ki o da şöyle denilmesinden ibarettir: "O'na iman ettik, hepsi de Rabbimizin katındandır''.

Kıyametteki bu sorgu, eğer olursa elbette ıızundur, oysa cevabı oldukça kolaydır. Bu nedenledir ki İmam M3.lik, kendisine " istiva" sorulduğunuda, şöyle cevap vermiştir: "İstiva bilinen bir ş~ydir, ancak keyfiyeti akılla kavranamaz, iman edilmesi vaciptir ve soruya konu yapıl­ması da bid'attır".

Bu ttir sorulara cevap vermekten hoşlanmad:ığım yo­lundaki mazeretim de bu tavsiyelerden anlaşılmaktadır. Ortaya koyduğu bazı sonılaıda ona yine de yardımcı olmayı tercih ediyor ve diyorum ki:

Hz. Peygamber'in "Şeytan, kanın akarak dolaştığı

gibi her birinizde dolaşır" sözii, kan zerrelerinin insan bedeninin iç tarafında akıp bedenin tamamını dolaştığı gibi, şeytanın etkisinin de insanın içinin tamamına sirayet ettiğine işaret etmektedir. Yoksa btindaıi maksat, onun cismiııiıı insan cisıniyle suyun suyla olduğu gibi bir karış­ma değildir. Bu, öncüllerinin açıklanması uzun sürecek ve delilleri akli olan bir araştırmanın üıünii bir sözdür. Onun kalplere temas keyfiyeti ise duyu yetisinin açığa çıkardığı bir hayal görme olayı değildir. Herhangi bir şey tahayyül etmediğim ve vesveselerin karışımı sırasında göziimle de izlemediğim halde kalbimde yine de vçsveseler farkettiğim olur. Bu hükme dair delilin çoğu öncülleri duyu alanıyla ilgilidir. Bilakis vesvese şeytan­dandır, tıpkı illıamın melekten olması gibi. IÇalplerimizde farklı sesiere (havôtır) tesadi.if ederiz. Zira bu seslerden kimi llevaya uyrnaya, kiıni ise ona aylan davıanmaya çağınr. Bıınlar farklı şeyleri öngördükleri için farklı

seslerdie Bunlar birtalam sebebiere muhtaçtır; çiinkü bunlar badistir. Farklı şeylerin sebebleri de farklıdır. Din, illıamın kendisinden meydana geldiği sebebe "melek", vesvesenin kendisinden çıktığı sebebe ise "şeytan" adını vermiştir. İlham bayra sevkeden sesten ibarettir. Vesvese ise şerre çağının bir sesten ibarettir. Melek ve şeytan ise bunların sebeplerinden ibarettir. Nitekim odanın iç duvar­

lan ateşle aydınlanırken tavanı ise isten karanr. Biliyoruz ki ışık siyaltlıktan farklıdır. Yine biliriz ki birinin sebebi diğerinin sebebinden fıi.rklıdır. Işığın sebebi ateşin aydın­lığıdır, siyaltlığın sebebi ise dumanıdır. Bununla anlaşılır ki vesvesenin sebebi illıatnın sebebinden farklıdır. Evet şimdi de geriye o sebebin bir araz nu yoksa kendi başına kaim bir cevlıer ıni olduğunu araştırmak kaldı. Onun bir araz değil kendi başına .kaim bir cevher olduğu da dalıa

524 JOURNAL OF ISLAMIC RESEARCH, VOL: 13, NO: 3-4, 2000

KANÜNÜ'T-TE'VİL

önce anlaşıldığına göre geriye onun diri olup olmadığını incelemek kaldı. Dini delillerle onun diri olduğu ve onu anlamada aklın da belli ölçüde bir rolü olduğu da anlaşılmıŞtır.

Tabi'iyyfuı ve Felasife'nin onun (insan bedenini oluş­turan) temel unsurlar (ah/at) olduğu görüşü tam bir cehalettir. Çünkü bu unsurların tesiri, sıcaklık, soğukluk,

rutUbet ve kuruluk şeklindeki dört tabiatın muktezasından sayılmaz. İçe doğan sesler (havatzr), inançlar ve bilgilerin (ilm), cemadatın arazı olan tabiatların ürünü olmalan mümkün değildir. Aksine bunlar derece bakımından yer katınanlanrun üstünden inerler. Buna göre onlar yer kaplamayan cevherdir veya yer kaplayan cisimdir, hava gibi latif ve diğer bir cisim gibi yoğun olan başka bir var­lık olma ihtimali yoktur. Bu düşünce melek, cin ve şeytan hakkında geçerlidir. Bir grup da kendi başına kaim her varlığın cisim olduğu görüşüne yöneldi ve Yaratıcıyı da bununla niteledi. Oysa Allalı böyle bir nitelemeden münezzehtir. Zira bunların cisimden başka şeye akıllan

ermemiştir.

Diğer bir grup ise Allah hariç kendi başına kaim her varlık cisimdir görüşünü ileri sürdü ve varlık alanında Allah dışında kendi başına varolup tahayyül edilmeyen bir cevlıerin bulunmasını imkansız gördÜler.

Bir kesim ise şu görüşe kail oldu: Melek, cin ve şey­tandan her biri kendi başına kainı duyulur cevherlerdir, bunlar cisim veya hareket eden varlıklar değildir;

dolayısıyla nüzı11, intikal, geliş, gidiş gibi fiilierin onlar hakkında kullanılması Allalı hakkında olduğu gibi bir isti'aredir. Aralanndaki bu görüş aynhğı insarun idrak edici ve bilen cevheri hakkında da yaşannuştır. .

Kimileri de onun parçalanmayan ve yer kaplamayan parçacık olduğunu ileri sürdü. O insan bedenin ne

içinde ne de dışında, ne ona bitişik ne de ondan ayndır. Üstelik onun hakkında bu sıfatlar caiz (mümkün) değildir. Bu konuda bana açılmış bir keş:fi anlatmıyoruın. Zira genel bir tasvir keşif değil taklid sayılır. Taklid edilmeye

ise ben başkasından daha iyi durumda değilim. Kaldı ki ma'kfılat alanında taklidin bir faydası da yoktur. Bu

hususun keşfine dair açıklama ise uzurı sürer. Uzun sürmese bile bunu anlatmaktan kaçınmak noktasında Hz. Peygamber'e uymak daha iyidir. Nitekim o, kendi­

sine sorulduğu halde rulıun sırrını anlatmamıştır.

Öyleyse yapılıınş açıklamaya bir şey ilave edilmesi

gerekmez.

Melek ve şeytan suretine dair peygamber ve velilerin müşalıede ettikleri, çoğıınlukla özlerine (ma 'na) ay kın düşen ve o asıl özlerin müşalıedesi yerini tutan sem-

bollerdir (misal). Nitekim rüyada peygamberler görülür ve kendilerinden istifade edilir. Rüyada müşahede edilen onların sembolleridir; onların bedenleri ise yerlerinden aynlıwş değildir.

Bil konunun aynntısını "Acilibu'l-kalb'' kitabında

anlattım. Cinler hakkında söylenecek söz de böyledir. Bu nedenledir ki birtala.m farklı suretler görebilirsin. Zira ifade edilecek sembollerin vecilıleri sayıya sığmaz.

Nitekim Hz. Peygamber'i rüyada gören onu hep aynı surette görmez. Ne var ki bu temsiller peygamber ve vetilere uyarukken, diğerleılne ise sadece uykuda vaki olur. Salıilı olan rivayetlere göre Hz. Peygamber Cebrail'i pek çok d~fa görmesine rağmen onu kendi (gerçek) suretinde sadece iki kere görmüştür.

Saralıdan işitilen söze gelince bu onun kendi sözüdür. Cinni bir varlık onun diliyle konuştu yönünde bir görüş

akılla bağdaşmaz. Elbette cin birtakım seslerin, görüntü­lerio (temsil) ve hayallerin saralımn kalbine doğmasının

sebebidir ve onun sebebiyle konuşma ve hareket ınotifi

uyarur. Saralının konuşması uyuyanın konuşması gibidir. Konuşan uykudaki kişidir, bir başkası değil. Saralının

gaybten haber veriş nedeni ise olmuş ve olacak her şeyin

yazılıınş olması ve Allalı'ın yaratmış olduğu ve kendisine

bazen levh, bazen imam, bazendekitab denilen bir şeyde sabit olmasıdır. Nitekim Allalı "apaçık bir kitapta ... " ,

"apaçık bir imamda ... "buyurmuştur. Şeylerin (bilgilerin)

orada sabit oluşu, Kur'an'ın Mfızın dinıağında sabit oluşu gibidir. Yoksa bu sabit oluş, dizili yazılmış işaret­Ierin fani bir cisimde bulunuşu şeklinde değildir. Çünkü

sonsuzun, görünürdeki bu kitaplar gibi sonlu bir şeye

yazılması mümkün değildir. Kalp bir ayna gibidir. Levh de bir ayna gibidir. Ne var ki aralarında bir perde vardır.

Aradan bu perde çekilince levlıteki suretler kalpte

görünür. İşte burıa engel olan aradaki perdedir. Kalp dünyada engelleıuniş durumdaqır. Kalbin çoğu

meşguliyetini duyunun ona taşıdığı veriler üzerinde

düşüıunesi oluşturur. Bu nedenle kalp, duyular yüzünden sürekli bir uğraş içindedir. Duyular uyku veya sara

nedeniyle faaliyet dışı kaldığında, temel unsurlardaki

bozukluk yüzünden içerde başka bir engelleyici de yoksa,

kalp levlıte yazılı bazı suretleri mulıtemelen görür. Bunun tam olarak anlatılması uzun sürer, buna dair birtakım

izalılara "Acilibu' l-kalb" kitabında işaret ettim. Can çe­

kişme sırasında kişinin cennetteki yeri -ki bu ona bir müjde olur- veya Allalı korusun cehennemdeki yeri -ki bu

da ona uyan olur- netleşinceye dek ortaya çıkandurunıda

böyledir. Çünkü ölüm arefesinde henüz ruh çıkmadan da

İSLAMi ARAŞTIRMALAR DERGİSİ, CİLT: 13, SA YI: 3-4, 2000 525

ili ı

·i ,

1

!i ·i ·ı ,.

r

ı ı

ı ı i ; ~ 1

ı . ı

i

ı

!1

duyular faaliyet dışı kalır.

Şeytanın kemikten beslendiği,, onun ezandan kaçışı, havuz ve berzaha dair hadisiere gelince bunlann aynntılı maksadına dair bir araştı.rınam yoktur. Bunlardan bir kısmı, hakkında te 'vil yapmaktan uzak durulması tavsiye edilenlerdendir. Bir kısmı ise ancak salt nakille kavra­nabilir. Benim hadis ilmindeki birikimim sını.ırlıdır.

Havuzun yeri ise sadece nakille bil.inebilir. Öyleyle bu

526

EL-GAZzALi

konuda hadisiere müracaat edilsin. Berzahtan m ura d· ise ala.l hastası ve İslam davetinin kendisine ulaşmadığı .kimse gibi hiç iyilik ve kötülüğü bulunmayan kimseler için cennet ile cehennem arasmda yer alan bir mertebe olabilir. Yine de delalet eden bir nakil bulunmadıkça muradın biri değil diğeri olduğuna hükmetmek ancak bir talunindir. Allah Teala doğruyu en iyi bilendir. Allah 'ın harndiyle (bu risale) tamamlandı.

JOURNAL OF ISLAMI C RESEARC.H, VOL: 13, NO: 3-4, 2000