ihlamur akşamı : birinci sayı
DESCRIPTION
ÂTRANSCRIPT
1
Copyright © Tüm Hakları Saklıdır
Ama sadece yazıların ve çizilenlerin. Eğer elinize bir adet “Ihlamur Akşamı” geçmişse
istediğiniz kadar çoğaltıp eşe dosta dağıtabilirsiniz.
Buralarda çok yeniyiz. Yazdıklarımızda ise bir o kadar acemi. O yüzden de şimdiden sürç-i
lisan ettikse affola. Biraz yazalım sonra gideriz. Birkaç seneye mezun olacak ya da olmuş da
iş arayan insancıklarız. Yalan olmasın aramızda mezun olmuş olanlar da var. Her neyse
canım. Kalıcı değiliz. Buraya da geçerken uğradık.
Popüler kültüre yenilmeden dimdik durursak ne mutlu bize. Eğer denk gelir de bir
yerlerden okursanız yorum yapar mısınız kendimize çeki düzen verelim.
Çok uzatmayalım. O zaman ilk sayımız hayırlı uğurlu olsun. Şimdi konuşmasını yapmak
üzere sayın okul müdü…
Çocukluğumuzda ıhlamur içtiğimiz akşamların samimiyeti sizinle olsun.
2
İçindekiler :
2 tutam ıhlamur
İsteğe bağlı elma veya ayva dilimi
Bir miktar limon dilimi
Bal
2 tutam ıhlamur isteğe bağlı elma veya ayva dilimleriyle birlikte kaynatılır. Kaynayan
ıhlamur bal ve limonla servis edilir.
Ihlamur gribe, nezleye, öksürüğe iyi gelir. Direnci arttırır. Cildi gençleştirir. Stresi yok
eder. Saçlarınızı kuvvetlendirir.
Sevdiklerinizle içilen bir fincan ıhlamur sadece sizi değil kalpleri de ısıtır
3
cansu türkmen
Matruşka Diye
yorganımın içinden cam bilyeler döküldü avucuma
hiç korkumu yenmişliğim yokmuş gibi korktum bundan
cesur'la sevişebilmek adına seni bi şiirle dürtmem farz oldu matruşka
bilyeler çağladı
bilyelerin içine hapis çiçekler fark ettim
rengini kimseye itiraf edemeyen çiçekler fark ettim.
kendi rengimde bilyenin biri içinde
teke tek dövüşüyorum matruşka.
hiç bitmemiş gibi bitiyorum bilye dolu ellerime
ama bak özgeçmişim ellerime bitmelerle doludur
-bunu resmi yerlere göndermem ama-
dirilme belgelerimi hep dükkanımın duvarlarına asarım matruşka.
bir varmış bir yokmuş
vazgeçmedikçe kız çocuklarının boyu atmıyormuş
bu romantikaların neden hep vitamini kabuğundan çıkıyormuş?
üstüne defalarca ben devrilmiş ellerimin çilesi!
4
ellerimin atmosferi kayıp matruşka ellerime göktaşları yağıyor
nitekim ellerimde yağmurdan miras kraterler mevcuttur
kraterlere bakınca bocalarım hala
aç resimli masal kitabını bana kopya ver
bi kuple istiyorum kopyayı yeter
nasıl vazgeçiyorduk diyorum çabuk ol son akşamlarda hiç büyüyemiyorum.
bak ne diyorum
kar olsam beni kardançocuk yapardınız
burnumu vazgeçmekten yapardınız
-tuttuğum eller ve suda nasıl buruş buruştukları-
boynuma tuttuğum bütün ellerin fotokopisini asardınız
-kardançocuklar da ısınmalı-
ah etmek ya da çok sevmek çikolata vazifesi görür mü dersin
mesela zehri alır mı dersin
alınmış zehirler falımın telvesini söker mi dersin
matruşka! ben zehirsiz kalsam o bir'ini sever mi dersin?
ben tahsilimi vazgeçmek üzerine yaptım
matruşka çok çalıştım yani
bebeğimi annem büyüttü
5
ç.atacan feyzioğlu
Penceredeki Adam
Derin bir nefes aldı. Ve başladı anlamaya. Bunca zaman kafasından çıkmayan,
çıkartamadığı binlerce kavram yok olmuştu sanki birden. Bembeyaz bir buluta dönüşüp
temizlenmişti sanki zihni. Uzaklara daldı işte yine. Yine mi başlıyordu her şey en baştan?
Yoksa bu da kafasında kurduğu dünyanın ona oynadığı bir oyun muydu?
Ah ne acımasızdı o kendine bir bilseniz. Aslında bir karıncayı bile incitemezdi. Ama
kendisi de günahsız bir karınca değildi. Masum değildi. Cezasını hak etmişti. Kaçamazdı.
Oysa belki de sonsuz döngüsünün dönüm noktası olacaktı bu gece. Fakat hayır o harekete
geçmemeliydi. Bu ona göre değildi. Mum ışığında bu soğuk kış gecesinden izliyordu
sokağını. Bundan anlamsız bir huzur bulurdu. Hayalet şehirde kimse bu saatte dışarıda
olmazdı. Ağaçlarla konuşurdu. Anlardı onların halini.
Uzun yıllar boyu yaşamamış unutmuştu nasıl yapılacağını. Kendini içine
hapsettiğinden beri kimse ona ulaşmamıştı. Belki de ulaşmak istememişti. Gerçi o haline
alışkındı. Bir şey beklemiyordu kimseden. O sadece bekliyordu. Birini değil, zamanı değil,
kendisinin bile bilmediği bir şeyi bekliyordu. Belki kıyametti beklediği, belki de yeniden
doğmak.
“Beklentiler daima yaralar. Hayat kısadır. Öyleyse hayatınızı sevin. Ve sadece kendiniz
için yaşayın.” dememiş miydi Shakespeare. Tamam, işte onun da bir beklentisi yoktu.
Sadece bekliyordu. Ama unuttuğu bir kısmı daha vardı o sözün “Mutlu olun ve gülümseyin.
” Mutlu değildi. Aslında mutsuz olacak da bir şey yoktu. Heyhat içinde kocaman bir boşluk
vardı. Devasa bir kara delik. Bütün hayat enerjisini çeken ve ona asla yaşamaya izin
vermeyen. Ne zaman açılmıştı bu kara delik? Ne zaman bu kadar yaşlanmıştı? Beraber
misket oynadığı arkadaşların cenazesine gider olmuştu. Zaman akmıyordu, buharlaşıyordu.
Bir çentik daha attı duvardaki takvime. Gün ilk ışıkları ağarmıştı hapishanesindeki
binlerce sıradan geceden biri daha bitmişti işte. Belki de değiştirmeliydi dünyayı. Atlas'tan
almalıydı yükünü, biraz da o taşımalıydı. Buna gücü olduğuna emin değildi. Fakat herhangi
bir şeyden nasıl emin olabilirdi ki bir sonraki gece yaşamına devam edebileceği bile kesin
6
değilken? Çok düşünüyordu çok. Ancak hayat düşünmekten değil eylemden ibaretti.
Kocaman evren bir çarpışmayla başlamamış mıydı? Öyleyse harekete geçmeliydi. Fakat bir
gece daha yitip gitmişti işte o penceresinden sokağını izlerken, belki yarın dedi. Belki daha
sonrakiydi hep. O yarın hiç gelmeyecekti. Biliyordu. Biliyorduk. Biliyordunuz.
7
banu kahraman
Canı sıkkındı. Elini cebine attı bir sigara yaktı. Tadını sevmedi, son zamanlarda tadı
eskisi gibi gelmiyordu ama bırakmayı da düşünmedi hiç. Sigara olmazsa canı sıkıldığında
n’apacağını bilmiyordu. Düşünmeden yürümek istedi. İnsan beyninin tamamen boş olduğu
bir anı hayal etti, bilinçsizce sadece nefes aldığı. Evet buna ihtiyacı vardı, nefes almalıydı.
Sigarayı bırakmayı düşünmediği gibi intiharı da düşünmüyordu. Kendine olan inancını
kaybetse de hala tanrının onun için bir şeyleri değiştirebileceği inancını taşıyordu.
Düşünmemek için kaldırım taşlarının sınırlarına basmadan yürümeyi denedi. Gözleri,
kocaman ayaklarının taşları bir bir geçişini izliyordu. Gözleri yerdeydi. Sonra neden kafasını
kaldırdı, hava yeni kararmak üzereydi ve tek bir yıldız parlıyordu. O yıldızı sahiplenmek
istedi, sonra egosu buna zayıf düştü. Hiç bir zaman gökte parlayan tek yıldız olamayacaktı.
Biraz daha aşağı indirdi gözlerini. Trafiğin keşmekeşini azaltmakla yükümlü bir tabela gördü
– yol boyunca durmak yasak- Tabelayı sahiplendi sonra. Yol boyunca durmayacağım dedi.
Sadece tekerlekli araçlara hükmeden bu uyarıya kendince felsefi anlamlar yükledi.
Ardından neon ışıkları bir yanıp bir sönen berberi geçti, az ilerdeki kahvede kırklı yaşlarda
saçları dökülmüş üç adam- ona üçü de birbirinin tıpkı göründü, sanki dertleri, sevinçleri hep
aynıydı- keyifli görünen bir sohbet içindeydi. Yol boyunca durmak yasak tabelasına
yüklediği felsefi anlamı hemen unutmuş ya da çok sık yaptığı gibi bu fikri de ertelemiş
olmalıydı ki evine giden caddeye saptı. BAY-BAYAN TECRÜBELİ GARSONLAR ARANIYOR.
Tecrübe diğerleri için övünülecek bir şeydi. Aynı işte yıllar yılı çalışmış olmanın haklı
gururuydu. Tecrübeli bir garson çayı titizlikle, dökmeden, damlatmadan masanıza koyabilir,
belki siz daha söylemeden tostunuzu nasıl sevdiğinizi bile tahmin edebilirdi. Tecrübe onun
için sıkıcı bir işte yıllarını eritmekten başka hiç bir şey ifade etmiyordu. Tüm bunları
yargılarken sigarası bitmişti. Kalan yolu ezbere yürüdü. Gözleri evinin kapısındaydı,
ayaklarının gidişine bıraktı kendini nefes alır gibi düşünmeden. Beş kat merdiveni ışık
sönmeden hızlıca çıktı, kapıyı açtı; kimse yoktu. Karanlık gökyüzünden evin içine ve oradan
da midesine sızdı. Acıyı midesinde hissederdi kalbinde değil, midem sıkışıyor diye tarif
ederdi. Kısa ve dar koridoru geçip odasının hafif aralık kapısından girdi. Oyalanacak bir
şeyler bulamazsa birazdan ağlayacaktı.
8
fotoğraf - Banu Kahraman
9
10
eylül çetinkaya
Bayan B’den
Rüzgar tüm kelimeleri bana getirmek için geceyle anlaşmış gibiydi. Eksik bir şeyler
vardı. Belki biraz şarap. Söyleyecek çok şeyim vardı; kelimeler var olsun istiyorum, cümleler
çoğalsın, şarkılar da hiç susmasın.45'lik bir plak fonda ve karanlık, susmak aslında daha çok
konuşmak için var olmuş. Özlemlerimiz var kaybolan birçok şeye; eskide kalan. Hiç
bilmediğimiz ama ihtiyacımız olan. Eski bir şarkı, eski bir kitap, eski bir film...Siyah beyaz, en
çok da saf, samimi. Farklı olan her şey diyorduk. Kendimizden başlayalım mı dersin. Yoksa
keşfedilmeyen bizden mi ? Anlatmak zor. Anlaşılmak karmaşık. Deliyiz çünkü biraz herkes
gibi, herkesten çok. Avare avare dolaşmak mı yoksa bir şiir okumak mı ? İkisinden de biraz
diyorum. Sonra sokaklar bizim olsun istiyorum. Şiirler gökyüzü olsun istiyorum. Birlikteyken
rol yapalım, biz olmayalım istiyorum. Çok mu şey istiyorum dersin? Fazlaca çok şey. Hiçbir
zaman vazgeçmeyeceğim çok şey. Büyük hayaller kurmadan var olmayı reddediyorum
doğduğumdan beri. Belki de henüz doğmamışken. Bir Küçük Kara Balık'ken. En çok da sen
bilirsin kuğu olduğum zamanları. Kanatlarım olmasa da uçan bir ana kurbağaydım ben,
hatırla. Büyüdüm… Büyüdü-k… Ciddileştik biraz, epey ciddileştik. Palyaçodan rol çaldık.
Oyun alanı sokaklardı artık. Alfredo olmuştuk. Anlamlar... Anlamsızlıklar… Ben, sen, o, biz
siz, onlar. Biz olmayı iyi bilirdik. Onlar' a hiç uğramadık bile. Doğru olan her şeyin canı
cehenneme; yanlışlar, kuralsızlıklar aslolan.
Zaman geçiyor... Şimdi bir Ahmet Kaya parçası çalıyor kulağıma. Bambaşka bir
yerdeyim. "Doğum günün kutlu olsun mutlu ol senelerce sana boncuktan kuş yaptım
konacak pencerene" Ah şu şarkılar da olmasa…
Sessizlik... Doğduğun an yaklaşıyor. Annenin karnında dünyanın nasıl da kocaman,
uçsuz bucaksız olduğuna şaşırmış gibisin. El sallıyorum sana: "Ben de geliyorum bekle."
Geldin. Martı Jonathan olup özgürlüğümüze kanat çırpma vakti. Uzağa, uzağa, daha
uzağa…
İmza: bir Dost
11
e.b.etyemez
2'ye Beş Kala
Aynalarla birbirimizi tanıyamaz olmuştuk. Bu yüz, kazınmış saçlar, bu silah tutan el
bana mı aitti? Dün kalem tutan elim bugün tetiği çekecekti. Üzerimdeki beyaz gömlek
karımın hediyesiydi bana. Hiç satan kitabımın yayınlanmasının şerefine almıştı. Saat ikiye
yaklaşıyordu. Baba yadigarı 6 patlarım usulca şakağımı öptü.
Bir...Olmadı. İki...Çıt. Üç...Kahretsin. Karım otele gelmiş olmalı. Dört...Ayak seslerini
duyuyorum. Demek ki hala hayattayım. Beş...Tetiğe beşinci kez basışımda karımla göz göze
gelmiştim. Önce büyük bir uğultu kulaklarımı sağır etti. Gözlerim yavaştan kararmaya
başladı. Bundan tam bir ay önce başlayan yolcuğum gözlerimin önünden geçiyordu.
Daha önce iki kitabım yayınlanmıştı. Satışları yok denilecek kadar azdı. Bir an önce
yepyeni bir kararla bambaşka bir kitap yazacaktım. Bu sefer olacaktı. İnanıyordum. En
büyük destekçimse karımdı. Bu sefer sanatımla bir yerlere gelecektim. Eğer yazdıklarımı
ünlü bir yazar yazmış olsaydı satışlar patlayacaktı. Sadece adımın duyulmamış olmasından
dolayı okunmuyordum. Bu sefer reklamımı daha iyi yapacaktım. Yayınevi sahibi zaten
arkadaşımdı. Geriye kalan tek bir şey vardı. Çarpıcı bir konu. İlk cümlelere başladım. Birkaç
gün gayet güzel yazıyordum ki diğer iki kitabımı tekrar ettiğimi, kendimi aşamadığımı,
hayatımda bir şeylerin eksik olduğunu düşünmeye başladım. Yıllardır aynı masada yazıyor,
aynı masada yemek yiyor kimi zaman karımla bile bu masada sevişiyordum. Yaşayış tarzımı
değiştirmeliydim. Bunu karımla paylaştım. Her zamanki gibi destekçimdi. Bu kararıma karşı
çıkmadığı gibi çok iyi olacağını söyleyip valizimi hazırlamaya koyuldu. O anda ona aşık
olduğum gün geldi aklıma. Ne güzel de gülüyordu. Şimdilerdeyse gözlerinde hep bir hüzün
vardı. Saçlarındaki bir kaç tel beyaz dikkatimi çekti. Ne zamandan beri vardı onlar.
Yaşlanacaktık ve ölecektik. Bu düşüncelerimle birlikte bilgisayarımı, tıraş makinemi, birkaç
parça da kıyafetimi valize tıkıştırdım ve kendimi dışarı attım. Evden yarım saat uzaklıkta
küçük bir otel vardı. Oraya yerleşecektim. Karımla bir anlaşma yapmıştık. Her gün saat 2'de
gelecek. İki saat birlikte vakit geçirecektik ve ben tekrar oteldeki yaşantıma dönecektim.
12
Hemen yazmaya koyuldum. Bu seferki polisiye romanım tutacaktı. Yayınevi sahibi
arkadaşımı aradım ve ona mail attığımı bir an önce incelemesini söyledim. Arkadaşım ise
hiç beklemediğim bir cevap verdi. "Artık yazmayı bıraksan mı? Baksana olmuyor. Hayır ben
basarım, yaptığımız masrafı dert etmiyorum. Ama sen kendini yıpratıyorsun."
Sinirlenmiştim. Hiçbir şey söylemeden telefonu kapattım. Onurum kırılmıştı. Kendimi en iyi
yazarak ifade ediyordum. Bunu insanlarla paylaşmak istiyordum. Ama kimse okumuyordu.
Duşun altına girdim ve ağlamaya başladım. Saat ne ara 2 olmuştu. Karım beni o şekilde
görünce koştu sıkıca sarıldı. O da ağlıyordu bir yandan da teselli ediyordu. "Başaracaksın
hayatım bu sefer olacak. Yazarken yaşadıklarını düşün ya da yazdıklarını yaşa. Gerçeğe
dönüştür o dünyayı. Bu sefer başaracaksın. Ben inanıyorum sana."
İlham olmuştu bu sözler bana. Günlerce yazdım. Bu sırada her gün saat 2'de karım
geliyordu. Kimi zaman birer kadeh şarap içip gözlerimizi birbirine kenetliyorduk kimi zaman
havadan sudan sohbet ediyorduk kimi zaman yatakta sarılıp iki saatlik bir uykuya
dalıyorduk. Ta ki kitabın sonunu yazana kadar. Kitabın sonunu yazdıktan sonra çıldırmaya
başlamıştım. Önceleri uyumamaya başladım. Kafamın içi kazan gibiydi. Cayır cayır
yanıyordum. Kafamı ne zaman kazımıştım hatırlamıyorum. Yayınevi sahibi arkadaşım son
kez hatırın için basıyorum dedi kitabı ve bastı. Bir hafta sonra bir çok kültür sanat köşeleri
başarısızlığımı yazıyordu. Hiçbiri önemli değildi. Reklamın iyisi kötüsü olmazdı. Bunlar kötü
reklamdı şimdi daha kötüsü lazımdı.
Bu sırada ise karım her gün 2'de geliyordu. Açılmayan kapının ardından tek başına
sohbet ediyordu benimle. Cevap veremiyordum. Korkuyordum. Kaçıyordum ondan. Ve
sonunda dayanamayıp kapıyı açtım sadece sarıldım. Büyük bir özlemle öptüm karımı.
Karımın elinde bir gömlek. Kitabımın yayınlanmasının şerefine almıştı bana.
Ertesi sabah çok erken uyandım. Duşumu aldım. Tıraş oldum. Kahvaltı yaptım. Bir ay
sonra ilk kez otelin dışına çıktım. Resepsiyona gece döneceğimi temizlik yapılmasını
istediğimi söyledim. Her zaman gittiğim kafeye gittim. Ne zamandır gelmediğimi fark eden
çalışanlarla hoş bir sohbete daldım. Akşam olunca yemeğimi yedim. Daha sonra her
zamanki barda iki tane bira içtim. Bünyem alkole dayanıksızdı. İki bira bana yeterdi. Saate
baktım. Geç olmuştu. Karım çoktan uyumuş olmalıydı. Sessizce evime girdim. Masam bir ay
önce bıraktığım gibiydi. Evimi inceledim. Yatak odasına girdim. Karımın elinde yeni kitabım,
uyumuştu. Uyandırmadan alnından öptüm. Ve yatağın yanına çöktüm. Ağlamaya başladım.
13
Sessiz hıçkırıklara boğuldum. "Çok özür dilerim aşkım. Böyle olsun istemezdim. Ama bu
ülkede sanat ve sanatçı sadece ölümlerden sonra değer görüyor. Seni çok seviyorum.
N’olur beni affet." Komodinin en alt çekmecesinden 6 patlarımı aldım. Son kez evime ve
karıma bakıyordum. Gözyaşlarımla birlikte otelin yolunu tuttum. Hayatımda nadiren
ağladığım anlardan biri de o geceydi
Odam temizlenmişti. Masada laptopum ve yeni kitabım " 2'ye Beş Kala"... Maillerimi
kontrol ettim son kez. Kitabımın son sayfasını açtım ve son kez okudum. Kalktım ve karımın
bana aldığı gömleği giydim. Yatağa oturdum elime baba yadigârı 6 patlarımı aldım. İçini
boşalttım. Tek bir mermi taktım. Çevirdim. O şekilde oturdum, oturdum, oturdum. Ne ara
sabah olmuştu. Aynaya baktım. Aynalarla birbirimizi tanıyamaz olmuştuk. Bu yüz, bu
kazınmış saçlar, bu silah tutan el bana mı aitti? Dün kalem tutan elim bugün tetiği
çekecekti. Üzerimdeki beyaz gömlek karımın hediyesiydi bana. Hiç satan kitabımın
yayınlanmasının şerefine. Saat ikiye yaklaşıyordu. Baba yadigârı 6 patlarım usulca şakağımı
öptü. Saat 2'ye beş vardı.
Bir...Olmadı. İki...Çıt. Üç...Kahretsin. Karım otele gelmiş olmalı. Dört...Ayak seslerini
duyuyorum. Demek ki hala hayattayım. Beş...Karımın gözleri büyümüştü. Silahın uğultusu
baş döndürücü cinstendi. Karım, biricik eşim yavaşça yere yığılmıştı. Gömleğime kan
sıçramıştı. Neler oluyor? Silahı elimden bıraktım. Karım ölüyordu. Kucağıma aldım. "Özür
dilerim aşkım böyle olsun istememiştim. N’olur beni affet" Karımın dudaklarından ise iki
cümle döküldü. "Kitabın çok güzeldi. Bu sabah bitirdim." Ağlamaya başlamıştım. Karımı
öldürmüştüm. Artık katildim. Kitabımın açık bıraktığım son sayfasına ise kan sıçramıştı.
" Bir...Çıt. İki...Yine olmadı. Üç...Kahretsin. Dört...Hoşgeldin aşkım. Beş...Elveda
aşkım."
Gözümü cezaevi aracında açtım. Ertesi gün öğrendim ki tüm gazeteler katil yazarın
cinayeti işleme şekliyle kitabı arasındaki benzerliği yazıyordu. Bir hafta sonra ise "'2'ye Beş
Kala" çok satanlar listesindeydi. Artık ünlü bir yazardım. Herkes beni okuyordu. Kendimi
ifade edebilmiştim. Teşekkürler karıcım.
14
Dakikada bir, hedefi bulana kadar çekecektim tetiği
15
inci yıldırım
Kadıköy'de bir taburede oturuyorum, önümde soğumuş çayım, elimde sigaram ,karşımda ilk
aşkım. Benden ayrılacak, biliyorum. Sanırım hala ne söylemesi gerektiğini düşünüyor. Susuyoruz.
Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım, sonra ona.
Merdivenleri birer ikişer atlayarak aşağı doğru indim. Evimiz 4.kattaydı, asansörümüz de
yoktu. Eski bir binaydı bizimkisi, eskiydi ama güzeldi. Şimdiki gibi soluksuz birbirini takip eden
binalar yoktu mahallede. Çıktığımız ağaçlar, top oynayalım diye arabaların giremediği caddeler
vardı. Çoğu insanın anlattığı eski zamanlar gibi yani. Ha bir de parkımız vardı evin çok yakınında.
Ödevlerimizi okuldan geldikten sonra(nasıl oluyordu bilmiyorum)10 dakika içinde bitirir, akşam
eve çağırılana kadar sokakta kalırdık. Şimdi o sokağa çıktığımda yeni doğmuş bir bebek gibiydim.
Ben neydim? Neredeydim? Ne yapıyordum? Ağlamalı mıydım? Günümün yarısının geçtiği o sokak
bir insanın algılamaması gereken çok küçük bir anda dünyadaki herhangi bir yer olmuştu.
Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım. Gökyüzü apaydınlıktı ve nefes alamamam için bir neden
yoktu. İnsanlara baktım, her zamanki gibiydiler. Bir insanın nasıl bayıldığını hep merak etmişimdir.
Önce gözler kararır, başın döner sonra yıkılırsın. Bayılanların hepsi numara yapıyordu bana göre.
Korktum. Çünkü gözlerim kararmıştı, bayılmamalıydım öyle bir şey yoktu. Aynı zamanda derin
nefesler alarak yürümeye çalışıyordum, sokağı yarılamışım. Refik abiyi gördüm yolda. Refik abi
kısa boylu, göbekli, gömlekli, gözlüklü bir adamdı. Memurdu sanırım. Muhtemelen abi değil amca
demeliyim. Ama ona hiç seslenmedim ve şu anki yaşımda ona abi demek daha doğru olacak. Refik
abi hep arabasıyla ilgilenirdi, sabah önce itinayla onu yıkardı, üstüne üşüşen kedileri kovardı,
arabanın hiç sorunu yoksa içinde oturur onu izlerdi.
Gülümsedi, selam verdi, ben de ona gülümsedim. Mahallede Refik abiyi kimse sevmezdi
Çocuklara bağırıyormuş, karısını aldatmış, apartmanın yıkılması için imza
vermiyormuş...muş. Bunların doğruluğu hakkında hala bir bilgim yok, önemi de yok. Refik abi
benim varlığımın farkındaydı, bana gülümsüyordu, selam veriyordu, arada sırada hatırımı da
sorardı üstelik. İşte bu yüzden mahalle baskısına boyun eğmedim ve onu her gördüğüm yerde
selam vermeye devam ettim. Hatta bir kere bayramda ziyaretlerine bile gitmiştim.
1-2 metreden sonra artık karar vermeliydim. Nereye gidecektim? Teyzemlerin apartmanının
önündeydim. Her gün gittiğim bu yer gözümde yeni evim olarak canlanmamıştı ama şansımı
denemekten başka çarem de yoktu. Bu sefer yavaş yavaş çıktım merdivenleri. Nefes almam da
16
düzene girmişti. Kapıyı kuzenim açtı ve odasına gitti. Kuzenim kocaman memeli ve koca cüsseli bir
kızdı. Memeleri o kadar büyüktü ki biraz daha küçükken orada 2 tane bebek büyüdüğünü
sanırdım ve o yürürken düşecekler diye korkardım. İçeri girerken tek başımaydım, karşılama olayı
olmadığına göre burası benim evim olabilirdi. Salona girdim. Teyzem her zamanki gibi elinde
örgüsüyle televizyon izliyordu. Hiçbir şey konuşmadık, bana hala kızgındı besbelli. Neredeyse şişi
geçirdiği her beş ilmekten birinde kafası sabitken kaşlarını kaldırarak, kara gözlerini bana
dikiyordu. Bir kaç bakıştan sonra açıklama yapacak oldum ama yorgunluğum ağır basmıştı,
oturduğum yerden yavaşça kayarak uykuya dalmışım.
Bu evde zamanın geçmesi için yapılacak pek bir şey yoktu. Kuzenimin aşk ve entrika dolu
romanlarını okuyarak bir kaç günü geride bırakmıştım. İnsanlarsa yanımdan geçip gidiyor, yemek
yiyor, uyuyor, yalan söylüyor, televizyon izliyorlardı. Eniştem 1 hafta boyunca eve o hayvan derisi
kokusuyla geldi ve her akşam kimseyle konuşmadan odasına gitti. Bir ayakkabı fabrikasında
çalışıyordu. Daha 40 yaşına bile girmemişti ama saçında bir tek siyah bile yoktu. Haklıydı belki çok
çalışıp çok yorulmuştu. Ama bu durum anlatmasını veya dinlemesini etkilemezdi bana kalırsa. Aile
olmak böyle bir şey miydi yoksa? Olsundu. Belki kola reklamlarındaki aileler gibi bahçedeki
masalarında oturup kahkahalarla yemek yemiyorlardı ama sevinçli olmasa da mutsuz kimse yoktu
etrafta.
İnsanın mutsuz olması için büyük bir çaba sarf etmesi gerektiğine inanmışımdır hep. Sevinç,
hüzün, korku, utanç gibi hisleri iletişim halinde olan her insan yaşar. Bu duygular sürekli değişme
halindedirler, ancak bu değişim aynı yöne olamayacağı için bir denge kurulur ve en başa döneriz,
doğum. Mutluluk bir durumdur ve doğumla birlikte bize lütfedilir. Dengeyi ise duygular kurar,
duygulara sahip olabilmenin de en kolay yolu iletişimdir. Kafka başarısını yalnızlığına borçlu
olduğunu söylemiştir. Başarılı olduğu gerçeği yadsınamaz belki ancak koca bir mutsuzdu Kafka ya
da mutlu olduğunu bilemeyecek kadar cahil. Bense Refik abini bana selam verdiği an hüznüm her
zaman var olan mutluluğumda boğulmuştu. Geri kalan hayatımı da bir sonraki kişini bana selam
vermesini bekleyerek geçirebilirdim. Mutlaka biri verirdi.
Kuzenimden evde bıraktığım eşyalarımı almasını rica ettim. Teyzem bunu duydu ve yanıma
geldi, konuşmaya başladı. Arkama iyice yaslandım. Minik bir vücudum vardı ve ayaklarım nereye
oturursam oturayım havada kalırdı. Gözlerimi kocaman açtım ve onu dinlemeye çabaladım.
Hayatımın o dönemini her ayrıntısına kadar hatırlarım. Ama o konuşmayı hiç hatırlayamadım, o
an ne düşündüğümü bile bilmiyorum. Bir trenin camından uçsuz bucaksız bir araziyi izler
gibiydim. Sadece bu evde artık kalamayacağımı anlamıştım. Ne yapmış olabilirdim? Onlara
verdiğim zarar elimi yüzümü yıkadığım su, artan yemekler, birkaç bulaşıktan başka bir şey değildi.
17
Yine de onu suçlayamazdım. Kar-zarar hesabıma göre teyzem o an zarardaydı ve o sadece maddi
olaylara ve neticelerine önem verirdi. Neyse ki kuzenim eşyalarımı yine de getirdi. Evde yürürken
yeri yerinden oynatan o kocaman kız üstümde kokmuş kıyafetlerimle, gözlerim dolu dolu beni
gördüğünde sanırım kıyamamıştı. Belki de sadece koku rahatsız etmiştir.
O gece o evden çıktım. Ezbere yürüdüğüm, her ağacına tırmandığım, dönemin popüler sokak
oyunlarını oynayıp ilk kavgamı ettiğim bu sokakta artık bana yer kalmamıştı. Başka sokakları
deneyecektim elbet. Ama hangisi? Önce okulumun önüne gittim. Çevrede bir sürü ev vardı ve
çoğunda arkadaşlarım oturuyordu. Ama evlerine girip artık sizde kalmak istiyorum mu
diyecektim. Aklıma en yakın arkadaşım geldi. Telefon kulübesine gittim ve evlerini aradım. O
zamanlar her yerde bir telefon kulübesi vardı, herkeste de bir telefon kartı.
Kartınız kart yuvasına yerleştiriniz.
Aramak istediğiniz telefon numarasını tuşlayınız.
Ankesörü kaldırdım ve tuşladım. Arkadaşımın ailesi de beni çok severdi, beni gördüklerine
mutlu olacaklarına emindim. Telefonu annesi açtı. Hayatım boyunca yalan söylememiştim. Bana
yardım edecek bu insanlara da söyleyemezdim. Sokakta olduğumu ve evlerine gelip
gelemeyeceğimi sordum. ”Tabi kızım hemen gel hatta sen dur neredesin? Ercan amcan seni
alsın.” dedi. Çok yakın olduğumu hemen geleceğimi söyleyerek telefonu kapattım. Onlar okula
çok yakın bir sitede oturuyorlardı, bu site mahallenin Hıdırellez kutlamalarının yapıldığı yerdi.
Ateş yakabileceğimiz geniş bir alanı vardı arka tarafında.
Siteye girip çok sevdiğimiz çardaktan geçtim. Evleri bizim evimizin iki katı olmalıydı ancak bu
evde arkadaşımın çekirdek ailesinden başka bir de kabuk aile vardı; neneler ve dedeler. Beni
coşkuyla ve merakla karşılamışlardı ama hiç bir şey sormadılar. Önüme yiyecek bir şeyler geldi
temiz çarşaflarım serildi. Günlerdir ilk defa mışıl mışıl bir uykuya dalmıştım. Hayatımda birkaç
defa gördüğüm bu insanların yanında bu kadar huzurlu olmamı anlayamamıştım ama bunu
sorgulayacak durumda da değildim. Orada günlerce kaldım. Her gün sanki ilk defa gelmişim gibi
aynı coşkuyla ilgilendiler benimle. Ama nedense burada da daha fazla kalmamam gerektiğini
düşünüyordum. Bir kere yer sıkıntısı vardı. Arkadaşımla ayak-baş yatmak zorundaydık, bu ayak
işkencesini o an ben de yaşadığım için ona hiç yaşatmamalıydım. Öyle ki gözlerimi kapattığımda
gözümün önüne etiketli bir ayak, kuş gribinden telef olan hayvanlar, hıçkırıklara boğulmuş bir
kadın gibi birbiriyle alakasız görüntüler geliyordu. Sanırım o yaz televizyonu biraz abartmıştım.
18
Aklımda ne yapmam gerektiği konusunda binlerce düşünce geçerken, son umudumu
sakladığım sınav sonuçlarının açıklanacağı gün gelmişti. Arkadaşım ve ben bilgisayarın başında
tırnaklarımızın yanındaki et parçalarını kopararak bir bilgisayara bir birbirimize bakıyorduk. Evin
içinde de bir sessizlik hakimdi. Dedeler ve nineler dualara başlamıştı bile.
Sonuçlar açıklandığında benden mutlusu yoktu. İstediğim okulun tek bir özelliği olmalıydı;
yatakhane. Birkaç hafta sonra ayrıldım o evden. Hafta sonları beni mutlaka bekliyorlardı. Yeni bir
sokağım olmuştu artık. Onu da sevdim, alıştım. Bu üç sokağı hiç unutmadım.
Tabureden kalktım. Gözlerim kararmıştı, nefes alamıyordum ama bayılmak diye bir şey
yoktu ki. Aynı yöne doğru, konuşmadan 2 cümlelik yürüdük. Sonra nereye gittiğimi bilmeden
yönümü değiştirdim. Ağzımdan çıkan son cümle “Hoşçakal” oldu.
19
20
nazlı ağalar
Akardım Kanının Nehrinde
Ceplerimi ellerimle doldurdum.
Beynimi milyonca tilkiyle. Çünkü beni kırmıştı. Bil bakalım neremden ? Diz
kapaklarımdan kırdı. İnsan kafası karışıkken, kalbi paramparça olmuşken kalkar ve koşar.
Benimse koşmak için bacaklarım kalmamıştı. Gülecek ağzımı, bekleyecek zamanımı ve
sevecek bir kalbimi bırakıp tam diz kapağımdan kırmıştı. Yine de koştum, durmadan ve
zerre sorgulamadan. Sonra o durdu. Ben de durdum. Daha fazla kuracak cümlem
kalmamıştı. Rüyalarım sislerden görünmüyordu. Kıvrılıp giden bir yol vardı, yolda eski bir
taş, limanda bağlı bir tekne. Yosunlu bir halat gibi durdum.
Kendini doğurmak zorunda kalmış bir hiç gibi mide bulandırıyordu zaman. Saatin tik
taklarını rüzgârın sesini kesiyordu. Böyle iyi diyordum sabit bir noktaya on dakika baktıktan
sonra. Histerik ve tutarsız hatıraları geceden kalma yorgunluklarımızla birlikte çamaşır ipine
asıyordum. Kendimi bulanık görüyordum. Aynalarda savaşıyordum. Yıldızları indiremiyor
onun için ama hikâyelerini öğreniyordum. Sonra ani bir patlama oluyor. Önce düşlediğimiz
ev yanıyor. Hemen ardından damarlarındaki kanın akışına bile aşık olduğum adam ölüyor.
Sonra bahçesinde güzel çiçekler olan bütün kadınlarım. Tanrı tüm dünyayı ve dünya
meselelerini bir kenara bırakıp umudunu ve zaman kiplerini yitirmiş bir kadınla savaşıyor.
Neden? Bir cevaba ulaşmak istiyorum. Aradığım cevap peşinden binlerce soru getiriyor.
Bütün soruları yanlış cevaplıyorum. Kaybetmekten korkmuyorum -kaybedecek bir şeyim
kalmadığından- Duruyorum. Ne kanıtlamak, ne şaşırtmak, ne eğlendirmek, ne de
inandırmak telaşındayım. Mutlak bir sessizlik ve sürekli bir gece arzuluyorum. Herhangi bir
şey bilmemek, öğretmemek, istememek, hissetmemek, uyumak ve yine uyumak. Kalıcı
biricik dileğim bu. Mide bulandırıcı ve çokça yenik ama içten bir dilek.
21
suat ipek Sabah mahmurluğundaki ay ışığı gözlerine usul usul baktım Nefes alışlarının sessizliğinden sıyrılıp Tam da yok olmam gereken bir inceliğin ertesindeyim Çünkü katranla boyanmış bu şehirlerin kederleri içinde Mutlaka senin önünden geçen bir sokak vardı Ve tüm bu eskimiş sokakların gölgesinde Seni öpmenin bir yolu vardı Bir gün mutlaka aynı yokluk denizinin kıyısında İçli ve son derece rutubetli hislere yenilip -Ki buna yenilgi dememek için çok yalvarırdım Kendime önceleri- Başkalarına sarılmıştık ancak bunları çoktan unuttuk Unutmak bastığımız toprak kadar en fazla yanılsama biçiminde Yanılgıların gölgesinde sihirli bir gösteri Düşüverince cemreler gibi yılda üç defa ateşler içinde Aklımızı alınca karanlık bir esinti Suda çözündük Balık olduk Yine bir inceliğin ardında çalıyor hüznün şarkıları Piyano kafamıza vuruyor telliler yorgun Ortadoğu'dan
22
23
sibel erol
Kadın Olmak
Türk aile yapısı ataerkildir dendi ve hep böyle okutuldu, böyle öğretildi. Bir yandan da
eski toplumlarda kadının ne derece önemli olduğu ne denli değer gördüğü anlatıldı.
Hakanın yanında hatunların adına da yer verildiğinden bahsedildi.
Ataerkillik erkek üstünlüğüne dayanan bir sistemdir. Aile reisi babadır, son söz
onundur. Kendi ailem de dahil olmak üzere, aile yaşantısına tanık olduğum, birlikte zaman
geçirdiğim çevre ailelerde de böyledir. İster memnun olun ister olmayın. Baba evinde
öğretilen “Kocandır, saygısızlık etme!” gibi basmakalıp cümleler kazınır körpecik beyinlere.
Ahlak, karşılıklı anlayış, sevgi, saygı… Aileyi ayakta tutan kavramlardan birkaçı. Tabii
içini doldurmayı başarıp “sözde” var olduğunu savunmuyorsanız. Medeni bir şekilde
konuşamayan, tartışma becerisinden yoksun bireyler yetiştikçe aile yaşantılarının
sarsıntısının aşikâr olduğunu kabul etmek gerek. Günümüzde istatistikler veriliyor.
Boşanmaların artmasından şikâyetler söz konusu. Sebeplerine dair yorumlar yapılıyor.
Benim en sık duyduğum yorumlarsa; kadınların edepsizleştiği, toplumun izole olduğu,
kültürünü bilmeyen ahlaksız kadınlar yetiştiği tarzında lagalugalar var. Kadınlar başıboş hale
gelmedi. Kendi ayakları üstünde durabilecek cesaretleri var. Baba evine dönmeye korkan
titrek yürekler kükreyecek gücü bulmaya başladı. Çalışıyorlar, üretiyorlar, çaba sarf
ediyorlar. Nasıl ki evlilik çocuk oyuncağı değil boşanmak da çocuk oyuncağı değil. En güçlü
kadın dahi boşanmanın yüreğini yakmasına engel olamaz, 15’inde evlendirilen çocuk gelin
gibi. Buna rağmen başımda bir erkek olmadan nasıl yaşarım kaygısı taşımıyorlar.
Bir toplumun medeniyet seviyesini mi öğrenmek istiyorsunuz? O halde kadınlara
verilen değere bakın, duyduğu saygıya. Milletimizin diline pelesenk olmuş bir hadis vardır:
“Cennet anaların ayakları altındadır.” Her alanda olduğu gibi burada da “lafta” kalan
söylemlerle süsleriz sohbetlerimizi. Başta annelerimiz, kız kardeşlerimiz olmak üzere
hayatımızın bir kesitini paylaştığımız kız arkadaşlarımız da saygısızlığımızdan nasiplenir
elbet. Öyle değil mi beyler?
24
21. yy’da hala çocuk gelinlerden söz ediyorsak, başlık parası denen illetle kadınları
metalaştırıyorsak, kusura bakmayın ama yolumuz yol değil. Zihniyetimiz karanlıklara
boğulmuş ve kör kuyulara mahkûmuz demektir.
25
hilal duran
Adam tutuyor ellerimden. Yürüyoruz böyle, bazen koşuyoruz.
Aşkını telefon ekranıma sığdırabilmiş adamlara o kadar aşinayım ki, böylesi çok daha zor geliyor. İlk birkaç zaman bünye kaldırmadı tabi. Aptala döndüm. İlk birkaç zaman dediğime bakmayın, hala aynı zamanlar dahilindeyiz.
İçimde bir yerler yontuluyor. Biri elleriyle kazmaya başladı. Kendine yer açıyor. Başına dikildim izliyorum. Çok seviyorum. Çünkü adımlarımız minik ama kuvvetli. Uydurmuyor. Öyle hissettiği için seçtiği kelimeler bana ve yakın tarihime o kadar yabani ki, en kaşınan ama dokunamadığım yerimden vuruyor. Zorunda hissetmediği için söylediği her söz, içime bir çiçek daha açtırıyor ama o farkında değil. Gülüp gülüp izliyorum. Ondan önceki bayağı ve basit adamlar geliyor aklıma. O kadar hazırım ki gelmesi gereken yoğun tatlı mesajlara, şarjı azalmış telefon ekranımda görmem gereken kelimeleri yüzümün önünde aldığı nefesinden duyunca afallıyorum. Sonra.
Sonrası iyilik güzellik. Tavırlarım diyor, davranışlarımdan anlamak çok mu zor beni. Zor tabi. Bilsen nasıl zor.
Hayatım boyunca karşımdaki adamlara sadece onların istedikleri tavırları göstermiş biriyken, senin bu dediklerine inanmak iki beden küçük pantolonun açılmasını beklemek gibiydi. Ama izin vermiyorum, beni kırmana üzmene izin vermiyorum. İnanmak isteğim hep bu yüzden. Kafamda güzel ve mutlu sonlara meyletmiş hikâyeler çiziyorum. Resimler var sürekli, sen gülüyorsun ben gülüyorum önümüzde uzanan yeşillikler gülüyor.
Kafamdaki kadar güzel günleri denk getirebilir miyiz bilmem ama ben durmadan düşünüyorum. Elimi dudağına götürüşlerin geliyor gözüme, bak yine içimde bir çiçek. Hayatımdaki hiçbir erkeğin -Kimsenin sana zarar vermesine izin vermem-lerine seninki kadar inanmadım. İnanmak istemedim çünkü emindim. Onlar zaten buradalardı. Zaten seveceklerdi ve çok sevmişlerdi. Başka ihtimal mi vardı? Egomu tutup içime bastırmama tek sebep senin peşinden koşar adım gelmem değildi sanırım. Sanırım ben her kaybı bu yüzden yaşamıştım. Hep geç kalmıştım. X’i gözümün içine bakarken kaybetmem bundandı. Zamanlama hatalarıma dur diyebildiğim, harekete geçebildiğim tek an seni aradığım andı belki de. Bundandır ki şimdi güzel bir savaşın içindeyim. Yine kaybedebilirim. Büyük zaiyatlarla kaybedebilirim. X’le yaşadığım şeyden çok daha korkunç ve çok daha sarsıcı olabilir. Görüyorum. Ama ilk defa kendi savaşımı kendim başlattım.
26
Bana açılan yoldan yürümemek benim tercihimdi ve çok mutluyum. Kendime yeni bir yol yarattım. Ha şu da bir gerçek ki, yarattığım yollar mütemadiyen geçmişine uzun yoğurulmuş ve dolu ilişkiler eklemiş adamlardan geçiyor. Hiç uzun ilişkim olmadı benim. Kimseye gerçekten ait hissetmedim. Kimse sabah acelem varken tost yapayım mı aç gitme de demedi bana. Şimdi en ufak cümlene bu kadar vurulmam hep bundan olmalı. Seninle çıkmak istediğim yolun ilerisini bu kadar berrak görebilmek beni çok ürkütüyor aslında. Ama ne demeli? Ne denir yahu yaşımız daha yirmi.
Tüm engelim yaşım. Yolun berraklığı mutluluğuma kamçı, destek, hayallerime ön ayakken nasıl olur da
düşünebilirim olmazsaları, giderseleri. Yaşım müsaade etmez.
Böyle uzun uzun yoğun yoğun yazıyorum ya, sonu kötü biterse de uzun uzun yoğun yoğun yazacağım. Böyle zamanlar geçecek, bizden bir sik olmayacak ve yol bitti diyeceksin. Günler geçecek ve mesaj atmamaya, bana dönmemeye, gel dememeye başlayacaksın. Aynı sonun yoluna çıkacağım belki. Sonra sıcak bir ilkbahar sabahı yüzüme vuran sıcak güneşe inat buz kesecek ellerim. Gitti diyeceğim. Gitti kendini kandırma diline geleni yutma. Gitti.
Kendime yazdığım en kötü son bu değil tabii. Sanırım en kötüsü senin bir başkasıyla gitmen olur. Güvenmeye bu kadar alıştığım adamın sırtını dönerken elini tutan birinin olması sanırım en sikik sonumuz olur. Ben biz derken senin diyememense ısrarla üstünde durmadığım meselelerimden biridir.
Kötü sonlar yazmaya elim aşina. Keşke sadece elim aşina olsa. Her yerim iliklerime kadar aşina. Mutlu olmaz mıyız, elbet oluruz. Ama onun hikâyesi beynimde. Onları dökemem yazıya. Beraberken nasıl güleceğimiz, yürürken nereden geçeceğimiz, gülerken nasıl görüneceğimizin hikâyeleri hep aklımda. Yeni başlangıçlar, yeni yollar hepsi aklımda. Mis gibi tazeler ve senin hiç birinden haberin yok.
Yirmi yaşımdayım ve üç yıl sonra beş yıl sonra nerde kiminle olacağımı bilmiyorum. Ama umarım o zamana kadar çok daha fazla hatalar yapıp çok daha fazla gezmiş olurum. Yeni kitaplar bulurum. Belki çokça yazabilirim. Belki yazdıklarım çokça beğenilir. Güzel bir adam sesi keşfederim. Belki kuru bir yaz akşamında ayaklarımı suya soktuğumda yanımda biri olur ve der ki sen ne güzel anne olursun. Belki bir Pazar sabahı annemi arar evleniyorum derim. Bir cuma akşamı konuşulan dilin ne olduğunu bile bilmediğim bir yerlerde soğuktan burnumuz donarken yanımdakiyle sokaktan geçenlere laf atarız anlamazlar bizi belki de. Yine yazarım ama. Hep yazarım bir de hep konuşurum. Yine yaparım o büyük hatalardan. İnsanlardan belki de en yakın arkadaşlarımdan özürler dilerim
27
telefonlarda. Büyük gönül meseleleri girer aramıza belki yine. Sonra bir de annem. Annem yine arar ve der ki, aferin kızım. En güzel şeyi yaptın aferin sana. Annem hiç gitmesin olmaz mı? Hayat belki daha taze bir yer olur. Akşam güneşinin altında güneş gözlüklerimin üstünden yine OT okurum belki. Yanımda bir adam yatar. Güleriz birbirimize. Doldurmak istediğim çok boşluk var. Dolmasına ihtiyacım olan çok boşluğum var. Taze temiz defterler gibi bazen hayat. Yazılması gereken yığınla anı var. Yaşamak gereken ağır mevzular var. Dahil olmam gereken hayatlar var. Ağlanacak çok şarkılar ve son anda akla gelen, vicdan azabıyla edilecek dualar var. Merak ediyorum. Biraz merak ediyorum.
26 şubat 2015 Çarşamba – 16.48 – İstanbul
28
ufkum ç.
yarım Steril bezler üzerine gerçekleşmemiş doğumun mahsulü Bir kaç satır gebelik İyi ve güzel şeyleri tenzih ederim bu kez Küfürbaz hecelerle doğrulan bilekten medet ummak Akıl; kârı değil, zihin; tam bir kapitalist Ben biraz romantikleşmeye meyilliyim şimdilik Üstü boyanmamış her duvar yazısı bir sitemdir mesela Tebessüm, yüzüme doğrulan silahın tetiğinde parmak olmaması Olsun. Bir tebessüme meylediyorsun Ben peş peşe yaktığım sigaralardan üçüncüsünü yarılıyorum hiç dolaşmadığın evde Pozisyon alın. Dağılıyorum. Poz is sion. -Yehova'nın silahı alnımda. Hissediyorum- Sana yalnız ben bakarım -güzel temenni- Seni yalnız ben severim -çirkin dua- Çeşme-i Kebir -bizim mahallede bir çıkmaz-
29
Fakat bir mahalleye üç çıkmaz fazla Durduk yere biçimsizliğinden söz edemem elimdeki çizgilerin Elim. De ki "olma". Çizgi burada tarafsız nokta. Hayattan rol çalsam, sitem edersin, haklısın Haklısın seni gördüğüm anı, bir çocuğun yazdığı şiire benzetmek doğru değil, haklısın Yarım saat önce bıraktım seni benzetme girişimini Yarım saat, yarım gün, yarım yıl Yarım kılınan her vakit sürmanşete düşmeyecek Gerçek bir şövalye sadakatinden ölecek Sonra günde iki, haftada beş defa vazgeçecek Sen olan yerlerinden nefret etmeye. -ve son- şimdi bu şiire bol gelen zoraki centilmen ceketi -ve son şimdi- gökyüzünün kavuniçi sahiciliğine bürünmesi -ve son şimdi değil- sonranın, misyoner olmaya karar vermesi ve son.
30
fotoğraf - Ufkum Ç.
31