İşçi sözü ocak 2015

16
Son 4-5 yılda, hukuk, ancak darbe dönemle- rinde görülecek boyutta, siyasileşti. Siyasi ikti- dar, hukuku, her türden muhalifini hapse atarak etkisizleştirme yönünde kullanıyor. Burjuva hu- kukun temel ilkelerine uyulmadan tutuklamalar ve yargılamalar yapılıyor, cezalar veriliyor. Başta cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, iktidar sahipleri, muhaliflerini suçlu ilan ediyor ve bun- ların üzerine gidilmesi için savcı ve yargıçlara talimatlar yağdırıyor. Daha sonra bu siyasi tali- matlar, polis, savcı ve yargıçlar vasıtasıyla, ope- rasyon ve yargılamalara dönüşüyor. Daha önce yasal olan söz ve eylemler, bir süre sonra suç teşkil ediyor. Kullanılan sözler ve gerçekleştiri- len eylemlerden, “yasadışı, terör örgütleri” üre- tiliyor! Ülkede darbe hukuku işliyor. 12 Eylül askeri darbesinde ne olduysa, bu- gün de aynısı oluyor. 12 Eylül öncesinde yüz binlerce işçinin örgütlü olduğu sendika konfe- derasyonu, DİSK, askeri darbenin ardından ka- patıldığı gibi, yöneticileri hapse doldurularak, anayasal düzeni değiştirmeye çalıştıkları iddia- sıyla, idam talebiyle yargılandılar. Ülkeye 12 Eylül darbe hukuku egemen Esnek ve güvencesiz çalışma koşullarına, taşeron ve rödovans uygulamalarına son verilmesini sağ- lamayan her düzenleme, her “plan”, her “tasarı” iş cinayetleri konusunda göz boyamadan öteye git- meyecektir. Güvenceli iş, güvenli gelecek; serma- yeden ve devletten bağımsız işçi denetimi ile sağ- lanabilir. İlkokulda din dersinin zorunlu olması; ana- okulunda değerler eğitimi verilmesi ve liselerde bir saat olan din dersinin iki saate çıkarılması ka- rarı alındı. Buradan bizim anladığımız, Gülen ce- maatini ve onun dindar yandaşlarını hedef alan AKP, kendi dindarını yaratmak ve dindarları kendi- sine tabii kılmak istiyor. Yönetim ve taşeron firma için formalite ni- teliğindeki "işçi sağlığı" eğitimlerinin tek bir amacı ve işlevi var. Her hangi bir "iş kazası" durumunda iş cinayetine kurban giden bir işçi, ya da sakatlanan bir işçi olduğunda "ya- sal" açıdan kendilerini kurtarmak. Sadece, ama sadece bundan ibaret. 14 Aralık operasyonu: İktidar savaşının medya ayağı İlkay Öngören > 3 İmralı görüşmelerine karartma uygulanıyor Aykut Özer > 5 Asgari ücretli açlık sınırında yaşıyor Mustafa Eker > 7 Torba torba sömürü K. Ergin > 10 Geziden beri sürdürülen dayanışma, Caferağa Bahadır Altan > 12 Milli Eğitim şurası gerici eğitime kan aşıladı 2014: Ölü işçiler ülkesi İşçi sağlığı ve işçi güvenliği esas alınmalıdır Ayla Çelik > 4 Oya Öznur > 8-9 Mecnun Çınar > 11 İşçi Sözü İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır Ocak 2015 / Sayı 7 Fiyatı 1,5 TL Devamı 2. sayfada >

Upload: isci-soezue

Post on 07-Apr-2016

251 views

Category:

Documents


0 download

DESCRIPTION

İşçi Sözü'nün Ocak 2015 tarihli 6. sayısı

TRANSCRIPT

Son 4-5 yılda, hukuk, ancak darbe dönemle-rinde görülecek boyutta, siyasileşti. Siyasi ikti-dar, hukuku, her türden muhalifini hapse ataraketkisizleştirme yönünde kullanıyor. Burjuva hu-kukun temel ilkelerine uyulmadan tutuklamalarve yargılamalar yapılıyor, cezalar veriliyor. Baştacumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, iktidarsahipleri, muhaliflerini suçlu ilan ediyor ve bun-

ların üzerine gidilmesi için savcı ve yargıçlaratalimatlar yağdırıyor. Daha sonra bu siyasi tali-matlar, polis, savcı ve yargıçlar vasıtasıyla, ope-rasyon ve yargılamalara dönüşüyor. Daha önceyasal olan söz ve eylemler, bir süre sonra suçteşkil ediyor. Kullanılan sözler ve gerçekleştiri-len eylemlerden, “yasadışı, terör örgütleri” üre-tiliyor! Ülkede darbe hukuku işliyor.

12 Eylül askeri darbesinde ne olduysa, bu-gün de aynısı oluyor. 12 Eylül öncesinde yüzbinlerce işçinin örgütlü olduğu sendika konfe-derasyonu, DİSK, askeri darbenin ardından ka-patıldığı gibi, yöneticileri hapse doldurularak,anayasal düzeni değiştirmeye çalıştıkları iddia-sıyla, idam talebiyle yargılandılar.

Ülkeye 12 Eylül darbe hukuku egemen

Esnek ve güvencesiz çalışma koşullarına, taşeronve rödovans uygulamalarına son verilmesini sağ-lamayan her düzenleme, her “plan”, her “tasarı” işcinayetleri konusunda göz boyamadan öteye git-meyecektir. Güvenceli iş, güvenli gelecek; serma-yeden ve devletten bağımsız işçi denetimi ile sağ-lanabilir.

İlkokulda din dersinin zorunlu olması; ana-okulunda değerler eğitimi verilmesi ve liselerdebir saat olan din dersinin iki saate çıkarılması ka-rarı alındı. Buradan bizim anladığımız, Gülen ce-maatini ve onun dindar yandaşlarını hedef alanAKP, kendi dindarını yaratmak ve dindarları kendi-sine tabii kılmak istiyor.

Yönetim ve taşeron firma için formalite ni-teliğindeki "işçi sağlığı" eğitimlerinin tek biramacı ve işlevi var. Her hangi bir "iş kazası"durumunda iş cinayetine kurban giden birişçi, ya da sakatlanan bir işçi olduğunda "ya-sal" açıdan kendilerini kurtarmak. Sadece,ama sadece bundan ibaret.

14 Aralık operasyonu: İktidar savaşının medya ayağıİlkay Öngören > 3İmralı görüşmelerine karartma uygulanıyorAykut Özer > 5Asgari ücretli açlık sınırında yaşıyorMustafa Eker > 7Torba torba sömürüK. Ergin > 10Geziden beri sürdürülen dayanışma, CaferağaBahadır Altan > 12

Milli Eğitim şurası gerici eğitime kan aşıladı

2014: Ölü işçiler ülkesi İşçi sağlığı ve işçi güvenliği esas alınmalıdır

Ayla Çelik > 4 Oya Öznur > 8-9 Mecnun Çınar > 11

İşçi Sözüİşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır

Ocak 2015 / Sayı 7Fiyatı 1,5 TL

Devamı 2. sayfada >

Ülkeye 12 Eylül darbe hukuku egemen> Yürüttükleri ekonomik hakalma mücadelesi ve 1 Mayıs kut-lamaları benzeri demokratik ey-lemleri, rejimi değiştirmeyekalkışma olarak yorumlandı. Birgurup aydın, yazar ve bürokrat,Barış Derneğini kurarak, dünyadatopyekûn nükleer silahsızlanmatalebiyle çalışma yürüttü. 12 Eylüldarbesinin ardından bu derneğinyöneticileri hapse atılarak, komü-nizm propagandası ve SSCB iş-birlikçiliği suçlamasıylayargılandı. Çeşitli sosyalist çevre-lerin, çıkardıkları yayınlar etra-fında yürüttükleri siyasiçalışmalar, darbe sonrasında,örgüt faaliyeti olarak nitelendi-rildi ve on binlerce kişi bu suçla-malardan dolayı, hapse atıldı,işkence gördü, yargılandı. Top-lumsal muhalefetin ezilip bastırıl-masından, darbecilerinarzuladıkları anayasal, siyasirejim yerleştirildikten sonra da,bütün bu hapse atılıp yargılanan-lar ya beraat etti ya da çıkartılanaf yasasıyla hapisten salındı.

Bugün de ülkede12 Eylül hüküm sürüyor

Bugün ülkede olanların 12 Ey-lül döneminden farkı yok. Siyasiiktidara ideolojik ve siyasi açıdankarşı çıkan devlet görevlileri, ay-dınlar, gazeteciler hakkında Erge-nekon, Balyoz, Oda TV adları al-tında davalar açıldı. Kürt siyaset-çileri, seçilmiş belediye başkanla-rı, basın mensupları ve avukatlar,KCK üyesi olmaktan yargılandılar.Kürt siyasi hareketine yakın du-ran sosyalistler ise Devrimci Ka-rargâh davası sanığı olup ağır ce-zalara çarptırıldılar. Son olarak,son dört yılda muhaliflere birlikteoperasyon yapan iktidar içi güç-ler birbirlerine düştüler. Hükümetyanlısı polis, savcı ve yargıçlarşimdi de Gülen Cemaatine yakınoldukları söylenen, polis şeflerive medya mensuplarını hedef alı-yorlar. Birçok siyasi yorumcu buson operasyonları, Hitler’in, mu-halifleri ezmekte kullandığı faşistSA örgütünü tasfiye ederek gü-

cünü pekiştirmesine benzetiyor. Bugün de siyasi iktidar, muha-

liflerini, hiçbir ciddi kanıta da-yanmaksızın suçluyor ve cezalan-dırıyor. Burada ne kanıtların ge-çerli olup olmaması ne de savun-manın içeriğinin değeri var. Hü-küm peşinen siyasi iktidar tara-fından verilmiş olduğundan, yar-gılamalar bir gösteriden, formali-tenin yerine getirilmesinden öte-ye gitmiyor. Doğal olarak, “mina-re kılıfa sığmıyor”. Aynı 12 Eylüldöneminde olduğu gibi, dahasonra sanıklar dolaylı bir şekilde“affa uğruyor”. Aldıkları ağır ha-pis cezaları kesinleşmiş olan Bal-yoz Davası sanıkları, AnayasaMahkemesi kararıyla serbest kalı-yor ve yeniden yargılanmalarınınönü açılıyor. Ergenekon Davasısonucunda, ağır hapis cezalarınaçarptırılanların dosyaları Yargı-tay’a giderken, kendileri de Ana-yasa Mahkemesi kararıyla serbestkalıyorlar.

Ülkede despotik bir rejim hüküm sürüyor

Hukukun niteliği, aslında ülke-de egemen olan rejimin karakte-rini ortaya koymaktadır. Bugünülkede, despotik otoriter bir re-jim hüküm sürmektedir. Hükümetbir yandan her türden muhalifinikendisine karşı darbe yapmaklasuçlarken diğer yandan kendisidarbe rejiminin bütün uygulama-larını eksiksiz hayata geçirmekte-dir. Hükümete göre, kentine sa-hip çıkıp Gezi eylemine katılanlarda darbecidir, yolsuzluklarını or-taya döken savcı ve polisler de.Oysa gerçekte, darbe rejiminingetirdiği %10 seçim barajına sa-hip çıkan siyasi iktidardır. YÖK’esahip çıkıp üniversiteleri deneti-me almakta kullanan da AKP ikti-darıdır. Bugün de, 12 Eylül askericuntasının, seçimle işbaşına gel-miş hükümeti denetlemek ama-cıyla kullanmak için getirdiği,Cumhurbaşkanının gerektiğindeBakanlar Kuruluna başkanlık ede-

ceği yönündeki Anayasa hükmü-nü kullanarak, Tayyip Erdoğan,Bakanlar Kuruluna başkanlık et-meye soyunmaktadır. 2010 Ana-yasa referandumunda 12 EylülAnayasasını değiştirmekle övü-nen Erdoğan ve AKP, bugün dar-be rejiminin getirdiği tüm gerici,faşizan, müdahaleci yasal ve ana-yasal düzenlemeleri kullanarak,iktidarlarını sağlamlaştırmaya ça-lışmaktadırlar.

Demokrasi mücadelesi büyük önem kazanıyor

Ülkedeki rejimin otoriter vedespot karakteri, demokrasi mü-cadelesine hayati önem kazandı-rıyor. Bunu yaparken iki yanlıştanmutlaka kaçınmak gerekiyor. Bi-rinci yanlış, egemen sınıflar veyönetici klikler arasındaki çatış-maya, “yesinler birbirlerini” anla-yışıyla, seyirci kalmaktır. Böylesidurumlarda, her türden despotik,antidemokratik tutuma karşı çık-mak, çatışmada taraf olmak de-ğil, demokrasi mücadelesinin ge-reğidir. Böyle bir tutum rejiminotoriterleşmesine karşı mücadeleanlamına gelir. İkinci yanlış ise,çatışmanın sınıfsal içeriğine bak-maksızın, her koşulda saldırıyamaruz kalanların safında olmakve giderek onlarla aynı mücadelecephesinde yer almaktır. Bu tu-tum işçi sınıfı ve emekçileri, anti-demokratik özelliklere sahip ege-men sınıf kliğinin kuyruğuna tak-mak sonucunu doğuracaktır.

Yapılması gereken, her koşul-da demokrasiden yana olan, de-mokrasiden çıkarı olan, işçi sınıfı,emekçiler ve ezilenlerle bir de-mokrasi cephesi oluşturarak, de-mokrasi mücadelesi sürdürmekolmalıdır. Despotik rejimin saldı-rılarını geri püskürtmenin ve de-mokrasi mücadelesinin başarıyaulaşmasının yolu buradan geç-mektedir.

İşçi Sözü

İşçi Sözü Aylık, Süreli Siyasi YayınTarih: Ocak 2015, Sayı: 7Baskı: Yön Matbaacılık Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi BBlok No: 366, Topkapı - İstanbul, Tel: 0212 544 66 34Sahibi: Özgür Yayınevi, Özgür Yıldırım Sorumlu Müdür: R. Cem AvcıAdres: Şehremini Mah. Gaspiralı İsmailSok., No: 28, 1.Blok, 1.dükkânFatih, İstanbulWeb: www.iscisozu.org

İşçi Sözü

Söz Yetki Karar İşçilerindirTürkiye’nin de içinde bulunduğu böl-

ge ateş çemberi içinde, yanıyor. Bu yan-gın, her geçen gün, farklı ülkeleri kapsa-yarak genişliyor. İlk bakışta mezhep te-melli bir boğazlaşma görüntüsü vermesi-ne karşın, bölge, çok daha karmaşık veçok yönlü çelişkileri içinde barındıran birmücadele alanına dönmüş durumda.

Bu yangının Türkiye’ye de sıçraması,hatta sarması kaçınılmaz görünüyor. Bu-nun iki temel nedeni var. Birincisi, AKP ik-tidarının, bölgesel güç olma ihtirasıyla bukavganın içine bodoslama dalması ve buçerçevede “şeytanla işbirliği yapması”.İkinci nedeni ise, içeride iktidarını sağlam-laştırmak adına, toplumu kutuplaştırarak,en ufak bir kıvılcımla patlayacak hale ge-tirmesi.

Bizi ilgilendiren temel mesele, işçi sını-fının da bu kutuplaşmadan etkilenerekkendi içinde bölünmüş olmasıdır. Çünküsavaşların, sömürünün, eşitsizliğin mü-sebbibi olan, doğayı katleden, tüm in-sanlığı yıkıma götüren kapitalist sistemeson verecek, sömürünün ve eşitsizliğinolmadığı adil bir düzen olan sosyalizmikuracak yegâne güç işçi sınıfıdır.

İşçiler, toplumsal ve siyasi mücadele-de, kendi sınıfsal konumlarını esas alarakdeğil, Sünni-Alevi, Türk-Kürt gibi mez-hepsel ya da etnik kimlikleri ya da farklıburjuva siyasi eğilimlerin destekçisi olarakyer almaktadırlar. Toplumda mağdurlarınve ezilenlerin yanında yer alarak, özgür-lük, eşitlik, adalet ve demokrasi mücade-lesini tavizsiz olarak sahiplenmekle birlik-te, toplumsal ve siyasi mücadelede kendibağımsız sınıf politikasıyla yer almak, işçisınıfı için, yaşamsal önem taşımaktadır.

Bunu yapabilmesinin iki koşulu var. Bi-rincisi, burjuva ideolojisinin etkilerindenkurtulup, işçi sınıfı ideolojisinin etki alanınıgenişletmek. İkincisi ise, ekonomik vepolitik temelde mücadelesini yükselterek,toplumsal sahnede bağımsız bir sınıf ola-rak yerini almaktır.

İşçi Sözü, iki konuda da işçi sınıfınayardımcı olmayı hedeflemektedir. Bu he-defe bağlı olarak, işçi sınıfının burjuvaideolojisinden ve burjuva siyasi eğilimler-den kurtulması için, işçi sınıfının siyasimücadele deneyim, birikim ve bilgisini sı-nıfa taşımaya çalışacaktır. Kapitalist siste-mi, onun siyasi temsilcilerini ve eğilimleri-ni teşhir edecektir. Toplumdaki bütün sı-nıflar hakkında, ezen-ezilen ilişkileri konu-sunda, işçi sınıfını aydınlatacak, sınıf pers-pektifinin oluşmasına katkı sunacaktır.

İşçi Sözü, ayrıca, işçilerin kurtuluşununkendi eseri olacağının bilinciyle, işçi sınıfı-nın inisiyatif kazanmasına, mücadele de-neyimlerini geliştirmesine yardımcı ola-caktır. Bunu yaparken, doğruların mutlakbilgisine sahip olduğu yanılsamasıyla,ikameci, dayatmacı, sekter politikalargütmek yerine, işçilerin yaşayarak öğren-mesini sağlayacaktır. Söz, yetki ve kararınişçilere ait olduğu gerçeğini bir an bileakıldan çıkarmayacaktır. İşçilere, bir öğ-retmen gibi yaklaşmayacak; sınıfla tümilişkilerinde, öğrenme-öğretme diyalekti-ğini hayata geçirecektir.

Öz olarak, İşçi Sözü, işçilerin, gözü,kulağı ve sesi olacaktır.

2 Ocak 2015

14 Aralık operasyonu:İktidar savaşının medya ayağı

14 Aralık sabahına, Gülen Ce-maati ile AKP Hükümeti arasın-da devam eden iktidar mücadele-sinin yeni bir alana taşındığı ha-berleri ile uyandık. Düzenlenenoperasyonda, gazeteci, televiz-yon yapımcısı ve emniyet men-suplarından oluşan 24 kişi gözal-tına alındı. Aslında operasyonunkimlere yapılacağı birkaç günöncesinden sosyal medyaya sız-dırılmıştı. O nedenle, operasyonsürpriz olmadı. Bu bilginin ope-rasyondan önce duyulması da,Gülen Cemaatinin Emniyet için-de halâ güçlü olduğunu gösteri-yordu.

Operasyon, ulusal ve uluslararası kamuoyunda, baskıcı ikti-darın, özgür basına yönelen anti-demokratik bir saldırısı olarakyer bulsa da, ayırt edici yanı tabiki bu değildi. Zira bu operasyon,AKP Hükümetinin basına karşıilk saldırısı değildi. Hapiste olangazeteci sayısı ile dünya liderli-ğine oynayan hükümetin, bueleştirilerden korkacak hali de

yok. Kendisini eleştiren gazetecive yazarları bizzat işten attıran,gazete sahiplerini sıkıştırıp, be-ğenmediği haberleri yapanlarıfırçalayan Erdoğan'ın, özgür ba-sının sözlük anlamını bile bilme-diğini açıklamaya lüzum yokturherhalde. Basın özgürlüğünü sa-vunmak elbette görevimiz; an-cak Gülen Medyasının iktidarortağı iken yaptıkları da aslaunutulmamalı.

Operasyonun önemi, ZamanGazetesi ve Samanyolu TV gibicemaatin medya ayağına yönel-mesinin dışında, asıl hedefindebizzat Fetullah Gülen'in bulun-masından ve Gülen için yakala-ma emri çıkarılmasından kay-naklanıyor. Operasyonun doğru-dan hareketin 1 numarasına yö-nelmesi ve ABD'den iade edil-mesi için çalışmaların başladığı-nın açıklanmasıyla, Cumhurbaş-kanı ve Başbakan'ın savaşı birüst seviyeye çıkardığını söyle-mek yanlış olmayacaktır. Gü-len'in ülkeye getirilmesinin bu

konjonktürde mümkün olmaya-cağı bilinse de, iade talebininsimgesel anlamı olduğu açıktır.

Artık her iki taraf için de ge-milerin yakıldığı, ya biri ya dadiğerinin politik olarak yok ol-ması ile sonuçlanacak sürece gi-rildiğini göstermektedir. Bu nok-tada, iki rakip güçten, devletinçeşitli kademelerinde yıllardırörgütlenen ve saldırıya uğradığıanda yer altına gizlenmeyi biryaşam biçimi olarak içselleştirencemaatin, her açıdan önde oldu-ğunu söylemek gerekiyor. Ancakbizim işimiz, iktidar mücadelesiveren iki egemen kliğin hangisi-nin bu kavgadan galip çıkacağı-na dair kehanette bulunmak de-ğil; bu kavganın yarattığı politikiklimde, işçi sınıfı ve diğer ezi-lenlerin nasıl bir politika izleme-si gerektiğini söylemek olmalı-dır.

AKP iyice yalnızlaşıyorÖncelikle, AKP’yi bugünlere

getiren koalisyon ve işbirliğikurma becerisinin gittikçe azal-dığı ve hükümetin giderek yal-nızlaştığı tespitini yapmak gere-kiyor. AKP, en güçlü olduğunudüşündüğü döneminde, hiç ol-madığı kadar politik olarak yal-nız ve saldırılara açıktır. Uluslararası politikası iflas etmiş ve em-peryalist güçlerle arası açılmışolduğu dönemde, içeride de engüçlü müttefiki ile karşı karşıyagelmesi, kendisini zor günlerinbeklediğini göstermektedir.

AKP'nin, daralan hareket ala-nını muhafaza etmek için, dahada sertleşeceği ortada. Kendi ta-banını sıkılaştırmak için süreklikullandığı İslami, milliyetçi veOsmanlıcı argümanlarını dahasık kullanacağı, kitlesini, yarattı-ğı gerçek dışı düşmanlarla, kendisafında savaşmaya davet edenüslubunun gittikçe sertleşeceğinigörmek için kâhin olmaya gerekyok. Son çıkardığı iç güvenliğeyönelik yasalar ile “sopa” politi-kasının yükseleceği anlaşılıyor.

Gülen Cemaatinin sadecedevlet kadroları içinde örgütle-nen bir gizli örgüt olduğunu dü-şünmek hatalı olacaktır. Zira ya-pının, uluslar arası bağları olan,yerli burjuvazi ayağı da güçlübir sermaye ağı olduğu unutul-mamalıdır. AKP'nin, iktidar dö-nemi boyunca, bu yerli burjuva-zinin desteğini de arkasında his-settiği ve bunun eksikliğinin po-litik yansımalarının da olacağıakılda tutulmalıdır. Rusya eko-nomik krizinin de ülke ekonomi-sini olumsuz etkilemesi ile bir-likte, büyük burjuvazinin deAKP politikalarını tek alternatifolarak görmemesi sonucu ortayaçıkabilecektir.

Önümüzdeki dönemde, poli-tik ve ekonomik olarak köşeyesıkışacak AKP'nin iç güvenlikhassasiyetinin artacağı, her türlümuhalefet hareketine karşı sertmüdahalede bulunacağı beklen-melidir. AKP'den rahatsız olanlarkitlesinin daha da büyümesi vemilitanlaşması olası ise de, işçisınıfının farklı sınıf ve çıkargrupları içinde erimesine izin ve-rilmeden, kendi sınıfsal talepleri-ni yükselten bir işçi hareketininörülmesi için çalışılmalıdır. Ye-niden yükselecek Gezi benzeritoplumsal hareket için hazırlan-mak ve bunun için örgütlenmekgüncel görevimiz olarak görül-melidir.

İlkay Öngören

Ocak 2015 3İşçi Sözü

AKP'den rahatsız olanlarkitlesinin daha da büyümesi vemilitanlaşması olası ise de, işçisınıfının farklı sınıf ve çıkargrupları içinde erimesine izinverilmeden, kendi sınıfsaltaleplerini yükselten bir işçihareketinin örülmesi içinçalışılmalıdır.

Milli Eğitim şurası gerici eğitime kan aşıladı

İşçi Sözü4 Ocak 2015

19. Milli Eğitim Şurası 2-6 Ara-lık’ta Antalya’da yapıldı. Bu Şura-da görüşülecek konular dört baş-lıkta sunuldu: Okul güvenliği, öğ-retim programları ve haftalık dersçizelgeleri, öğretmen niteliğininartırılması ve eğitim yöneticileri-nin niteliğinin artırılması. Dört yıl-da bir toplanan Şura’nın amacı,eğitim sistemine dair tavsiye ka-rarları çıkarmaktır. Daha önce ya-pılan Şuralardan farklı olarak, buŞura boyunca sert tartışmalar ya-şandı. Bu durum, bir önceki 18.Milli Eğitim Şurası kararlarınınuygulamaya konulmasında görül-düğü üzere, Milli Eğitim Şura’sı-nın, tavsiye kararları üretmesininötesinde, ülkenin eğitim politikala-rının içeriğinin ve ana hatlarınınbelirlendiği bir merci haline gel-mesinden kaynaklanıyor. Komis-yonlarda hazırlanan raporlar, 6Aralık’ta genel kurulda oylandı vekabul edilen öneriler hükümete su-nulacak tavsiye kararlarına dönü-şecek. Yani bunlar tavsiye kararı;neyi ne kadar yapıp yapmayacağı-na hükümet karar verecek. Sankihükümetle bu kararı alanlar çokfarklı kişilermiş gibi. Ayrıca bili-yoruz ki, dört yıl önce yapılan 18.Eğitim şurasında 4+4+4 eğitiminuygulamaya geçmesi de tavsiyekararı olarak alınmıştı. Ne tesadüfhükümet hemen uygulamaya koy-du!

Cumhurbaşkanı sahne alıyor“Cumhurbaşbakan Erdoğan”,

19. Milli Eğitim Şurasını da ko-nuşma yapmak için bir fırsat bildi.Böylece ilk defa bir cumhurbaşka-nı, Şuranın açılış konuşmasınıyapmış oldu. Konuşmasında, “ye-ni hayat tarzını anaokulundan iti-baren vereceğiz” diyerek, Şurayaödevini de verdi. “Yeni nesli din-

dar (!) yetiştirmek ve bunun içinanaokuluna kadar inmek gerekli”dedi ve “ecdadımızı bilmiyoruz,mezar taşlarını okuyamıyoruz” di-ye veryansın ederek, Osmanlı-ca’nın eğitim programına sokul-masının önünü açtı. Böylece, dahaen baştan, 19. Milli Eğitim Şurası-nın bir eğitim şurası olmaktan çok,eğitim sisteminin Türk İslam sen-tezi ve yeni Osmanlıcılık düşünce-sine göre biçimlendiren bir şuraolacağının işaretlerini verdi.

Şuranın komisyonlarında ilkkez toplumun tüm kesimlerininkatılımının gerçekleştiği vurgusuyapılsa da, katılan veliler arasındaHükümet yandaşı Eğitim-BirSen’in avukatlarından birinin ol-ması, emniyet ve istihbarattan ki-şilerin veli temsilcisi olarak oradabulunması, katılımcılarla ilgilikıstaslar üzerinde soru işaretleriyarattı.

Kararlara din öğretimi egemen oldu

Şurada alınan ve ülkenin gün-demine oturan bazı kararlar şöyle:İlkokulda din dersinin zorunlu ol-ması; anaokulunda değerler eğiti-mi verilmesi ve liselerde bir saatolan din dersinin iki saate çıkarıl-ması kararı alındı. Buradan bizimanladığımız, Gülen cemaatini veonun dindar yandaşlarını hedefalan AKP, kendi dindarını yarat-mak ve dindarları kendisine tabiikılmak istiyor. Ayrıca AKP’nin ve-receği din eğitiminin, Din kültürüve Ahlak Bilgisi dersi üzerindenolmayacağı da gayet açıktır. Vere-cekleri Sünni İslam eğitimidir. Al-evilik bölümünün din kültürü dersimüfredatında genişletilmesi öneri-si kabul edilmezken, MuharremAyı ve Aşure Günü, Kutlu DoğumHaftası ile beraber belirli gün ve

haftalara eklendi. Bu da Türkiyenüfusunun yaklaşık üçte birinininancı olan Aleviliğe ne kadar yü-zeysel yaklaşıldığını gösteriyor.Müfredata Kutlu Doğum Haftasıeklenirken, Alevilerin kutsal say-dığı gün ve ayları da, zaten İslami-yet de var diye, eklediler. Yoksa oda mümkün değildi.

Trafik Güvenliği ve İnsan Hak-ları, Yurttaşlık ve Demokrasi ders-lerinin haftalık ders çizelgesindenkaldırılması yönünde tavsiye kara-rı alındı. Bu derslere ait konularınSosyal Bilimler ders müfredatınaaktarılmasına karar verildi. Bu da,trafik ve yurttaşlık dersine, ayrıders olarak verilen önemin ve de-ğerin kaldırılması anlamına geli-yor. Yani dini kuralları bilelim, di-ni görevlerimizi yerine getirelimde, yurttaş olarak görev ve hak bi-lincini almasak da olur(!)

Turizm Meslek Liselerinde al-kollü içki ve kokteyl hazırlamadersinin kaldırılması yönünde tav-siye kararı alındı. Turizm öğrenci-leri, bu dersi, çalışacakları yerler-de içki ve kokteyl hazırlamalarıgerekecek diye alıyor. Yoksa turiz-mi de mi kaldıracaklar? Turizm-den gelen gelirler ne olacak? Yok-sa Türkiye’ye gelen tatilcilere,“ayyaş, dinsiz” deyip sektörü mükapatacaklar bilemeyiz?

Eğitim-Sen üyeleri müdahaleediyor

Şura da Eğitim-Bir Sen üyeleri-nin içki servisi dersinin ve karmaeğitimin kaldırılması için verdikle-ri önerilerin reddedilmesine rağ-men tekrar oylamaya sunulması,Eğitim-Sen üyelerinin, usulsüzlükyapıldığı yönünde itirazlarına yolaçtı. Bunun üzerine ortalık karıştı.Öneride bulunanlar, Eğitim-Sen’li-lere hakaret edip üzerlerine yürü-yünce, Eğitim-Sen’li üyeler, ordabulunan birkaç veliyle birlikte, Şû-ranın meşruluğunu kaybettiği yö-nünde tutanak tutturdu. Bunlar ta-bi basına yansımadı; çünkü Şu-ra’yı, Anadolu Ajansı dışında, ba-sının izlemesi yasaklanmıştı.

Okul güvenliği konusunda,gençlerin uyuşturucudan uzak kal-maları için tavsiye kararları alındı.Ancak bunun yöntemi olarak geti-rilen, okul bahçe duvarlarının yük-seltilmesi ve turnike sistemi, okulubir cezaevi, öğrenciyi de suçlu ko-numuna koymaktan başka nedir?Bundan başka, yine okul güvenliğibaşlığı altında, sendikal faaliyetle-rin ders saati dışında yapılmasıönerisi önce kabul edilmiş, sonrayeniden düzenlenerek sendikal ifa-

desi çıkartılmıştır. Sendikal faali-yetlerin engellenmeye, gündemedair konuşmaların, eylemliliklerin,işyeri ortamından uzaklaştırılmayaçalışılması manidardır. Bu, sendi-kal faaliyetleri daraltan, üyeyeulaşmayı engelleyen bir karardır.

Karma eğitim hedef alındıGelelim asıl “zurnanın zırt de-

diği yere” : Karma eğitimin kaldı-rılması ortaya atıldı. Karma eğiti-min kaldırılması gibi, eğitim siste-mini ve toplumsal yaşayışı tümdendeğiştirecek öneri, gelen yoğuntepkiler sonucu, bir sonraki şuraiçin rafa kaldırıldı. Ama dini eği-timin anasınıfına kadar inmesi ko-nusunda taviz verilmedi. Ölümügösterip sıtmaya razı etme politi-kası uygulandı.

Şura’da alınan olumlu kararlarda şöyle: Tekli öğretime geçilme-si; böylece öğrencilerin sabahlarıçok erken kalkıp, akşam da geç sa-atlere kalmaması. Öğretmenleredört yılda bir yıpranma payı ve3600 ek gösterge verilmesi. Kadınyöneticiler için pozitif ayrımcılıkgetirilmesi. Okullarda maddi sı-kıntıyı gidermek adına, öğrencibaşına cüzi bir rakam ödenek ay-rılması. Olası elektrik kesintileriiçin jeneratör tahsisi, engelli öğ-renciler için var olan aksaklıklarıngiderilmesi, madde bağımlılığı veşiddet üzerine kamu spotları hazır-lanması. Bunlar elbette eğitiminkimi sorunlarına bir nebze de olsaçözüm getirecek öneriler; ancakbunların ne zaman ve ne ölçüdeuygulanacağı belirsiz. Ama dinieğitim ve Osmanlıca dersleri ke-sin.

Diğer yandan Ankara’da birgrup kadın, geçtiğimiz günlerdeyapılan Milli Eğitim Şurası’nın ar-dından milli eğitim politikalarınadair suç duyurusunda bulundu. İkimaddeden yola çıkarak, bunu yap-tılar. Biri TCK’nın 257. maddesin-deki görevi kötüye kullanma suçu.Diğeri TCK’nın 115. maddesinin3. Fıkrası (geçtiğimiz yaz AKP ta-rafından ceza kanununa eklendi);bir kişinin dini inanç, düşünce vekanaatinden dolayı yaşam tarzınamüdahale edilmesiyle ilgili.

Öyle gösteriyor ki, bu şuranınsonuçları toplumda daha çok yankıbulacak. Eğer çocuklarımızın gele-ceği için bir ses de biz çıkarmaz-sak, bir sonraki şurada tartışacakbir eğitim sistemi kalacak mı siz-ce?

Ayla Çelik

Kürt meselesine barışçı, siyasiçözümü hedeflediği söylenen,Öcalan ile devlet heyeti arasındakigörüşmeler tam bir gizlilik içindesürüyor. Hükümetin isteği doğrul-tusunda, görüşmelere tam bir ka-rartma uygulanıyor. Hükümet,“sürecin provoke edilmemesi” adı-na bu uygulamayı dayatırken, Kürtgençlerini kitleler halinde tutukla-yarak ya da polis kurşunuyla kat-lederek, süreci esas provoke ede-nin kendisi olduğunu görmezdengeliyor.

Eskiden Öcalan ile görüşmeyegiden HDP heyetinin ziyareti ön-ceden kamuoyuna duyurulur vegörüşmenin ardından, Öcalan’ındevlet heyetiyle görüşmeleri konu-sunda kısa da olsa açıklamalar ya-pılırken, bir süredir bu uygulama-dan vazgeçilmiş bulunuyor. Halböyle olunca, ancak İmralı heye-tinden ya da KCK yöneticilerindengelen açıklamalardan yorum yo-luyla bir değerlendirme yapılabili-yor. Hükümet kanadından çıkantek ses ise Başbakan YardımcısıYalçın Akdoğan’dan geliyor. O da,kendi açıklamalarından başka hiç-bir şeye inanılmamasını telkin et-mekten öteye gitmiyor.

İmralı Heyetinden Sırrı Sürey-ya Önder ve KCK Eşbaşkanı Ce-

mil Bayık’ın açıklamalarından an-laşılacağı üzere, Öcalan ile devletheyeti henüz müzakerelere geçme-miş. Öcalan’ın sunduğu müzakeretaslağı ise devlet kanadında ne ka-bul ne de reddedilmiş. Kürt tarafı-nın müzakereler için ön koşul ola-rak öne sürdüğü, süreci izleyip,gerekirse müdahale edecek, üçün-cü tarafın devreye girmesi henüzsöz konusu olmadığı gibi, görüş-meler ve varılan mutabakat konu-sunda resmi imzalı belgeler deyok. Hal böyle olunca, ortaya “ha-vanda su dövülüyor” görüntüsü çı-kıyor. Kürt tarafı, daha önce, mü-zakere taslağını kamuoyuna açık-layacağını söylemişti ama bu dagerçekleşmedi.

PKK’ye “düz ovada siyaset”öneriliyor

Hükümete yakın medya organ-larının yayınlarından anlaşıldığıüzere, hükümet, sorunu bir güven-lik sorunu olarak görüyor. Bunabağlı olarak, Öcalan ile görüşme-leri, Kamu Güvenliği Müsteşarlı-ğına bağlı bir heyet yürütüyor.Müsteşarlığın başında da MİT eskiMüsteşar yardımcısı yer alıyor.Devlet heyeti, görüşmeleri, enazından T.C sınırları içinde,PKK’nin silah bırakmasına en-

dekslemiş bulunuyor. Yani siyasiiktidarın esas amaç ve hedefi bu.Kürt sorununu siyasi bir sorun ola-rak görseler bile, devletin güvenli-ğinden sorumlu bir heyetin, siyasikonularda müzakere yapmak ya dakarar alma yetkisi bulunmuyor.

Hal böyle olunca, sorunun siya-si boyutu PKK’nin silah bırakmasısonrasına bırakılıyor. Kaldı kiPKK, siyasi iktidar tarafından,Kürt halkının tek temsilcisi olarakgörülmediği için, siyasi talepleri-nin meşruiyeti ve bağlayıcılığı,sorgulanıyor. Başbakan Davutoğ-lu’nun başdanışmanı, sağcı, liberalyazar, Etyen Mahcupyan, bir yazı-sında bunu açıkça savunuyor.“PKK silah bırakıp, yasal siyasetekatılır ve taleplerini bu platformdasavunup, destek sağlamaya çalışır”diyor. PKK’nin Kürt halkının tek

temsilcisi olmadığını ifade ediyor.Kısacası, AKP iktidarının Kürtmeselesinde geldiği nokta, 1990 lıyıllarda Kürtlere karşı sürdürülenkirli savaşın baş aktörü, MehmetAğar’ın 10-15 yıl önce savundu-ğundan daha ileri değil.

Kürt siyasetinin kitle tabanıaşındırılıyor

Aslında, “dağda silahla dolaşa-cağına, düz ovada siyaset yapma”çağrısı, demokratik bir anayasal veyasal çerçeveye sahip, demokratikişleyişin kurumsallaştığı bir ülkeiçin doğal ve doğru bir öneridir.Ancak yakın geçmişte, binlerceKürt siyasetçinin KCK operasyon-ları çerçevesinde hapse doldurul-duğu ve davalarının halen sürdüğükoşullarda, bu çağrının Kürt tara-fında karşılık bulması mümküngörünmüyor. Gazetecilerin, senar-yo yazarlarının terör örgütü üyesiolmakla suçlandığı ve takibata uğ-radığı, iktidar sahiplerince yaşa-mın her alanına müdahale edilip,tüm toplumsal dokulara nüfuzedilmeye çalışıldığı, siyasi rejimingiderek otoriterleştiği koşullarda,bu çağrı, politik açıdan, tasfiye so-nucunu doğuracaktır.

Siyasi iktidarın, Kürt siyasi ha-reketini zayıflatma ve tasfiye ça-baları bugün de bütün hızıyla sü-rüyor. 6-7 Ekim Kobané Olayları-nı bahane ederek ve kamu düzeni-ni sağlama gerekçesiyle, bini aşkınKürt genci gözaltına alınmış, bun-lardan yaklaşık 700 ü tutuklanmış-tır. Son olarak, Cizre’de yaşananve ölümlere yol açan kışkırtma, si-yasi iktidarın Hüda-Par’ı devreyesoktuğunu göstermektedir. Bu an-lamda 1990 lı yıllardaki, “derindevletin” Hizbullah’ı kullanmakonseptine geri dönme eğilimi be-lirmiştir. Ayrıca, AKP’nin, Hüda-Par şahsında Kürtler arasında birmüttefik edinme çabasına girdiğigörülmektedir. Bütün bu gelişme-ler, Kürt siyasi hareketini tasfiyeamaçlı, ama aynı zamanda, Kürtle-rin önemlice bir kesimi tarafındanbüyük umutlar bağlanmış, İmralıgörüşmelerini sabote edici geliş-melerdir. Kürt sorununa siyasi çö-züm yerine, tasfiyeye odaklanmışbir iktidar yaklaşımı, çatışmalarıkışkırtmaktan başka bir işe yara-mayacaktır.

Aykut Özer

Ocak 2015 5İşçi Sözü

İmralı görüşmelerinekarartma uygulanıyor

Kürt sorununa siyasiçözüm yerine, tasfiyeyeodaklanmış bir iktidaryaklaşımı, çatışmalarıkışkırtmaktan başka birişe yaramayacaktır.

İşçi Sözü6 Ocak 2015

Yatağan, Yeniköy ve Kemer-köy termik santralleri vekömür işletmelerinde özelleş-tirme sürecine karşı, bu tesis-lerde çalışan enerji ve madenişçileri iki yıla yakın bir süre-dir eylemde(ydi)ler. Yata-ğan’da, Muğla’da, Ankara’daçok sayıda eylem ve protestogerçekleştirdiler. Şehirlerarasıyolları kapattılar, kendilerinikamu kurumlarının önüne zin-cirlediler, direniş çadırları kur-dular, nöbet tuttular, mitinglerdüzenlediler.

Tüm bu eylem ve protesto-lara rağmen özelleştirme iha-lesi yapıldı ve ihale onaylandı.Elsan Elektrik Şirketi, Yatağantermik santrali ve kömür işlet-melerini satın aldı, IC İçtaşŞirketi ise Yeniköy ve Kemer-köy işletmelerinin sahibi oldu.1 Aralık’ta Yatağan işletmeleriiçin yeni patronla devir sözleş-mesi imzalandı. Bunu haberalan işçiler süresiz eylem baş-lattılar ve işyerlerini terk et-meyerek direnişe geçtiler;“şirketi işyerine sokmayacak-larını” duyurdular. Fakat baş-latılan süresiz eylem yalnızcabeş gün sürebildi. Çünkü işye-rinde örgütlü sendikalar “yenipatronla uzlaştıklarını” açıkla-dılar.

Sendika bürokrasisi yine sahnede

Özelleştirme ve direniş sü-reci başından itibaren sendikabürokrasisinin engeline takıldı.İki “satış” süreci iç içe geçti

diyebiliriz. Hükümetin enerjive maden işletmelerini satışıile sendikaların özelleştirmeyedirenen işçileri satışı!

İşyerlerinde Türk-İş Konfe-derasyonu’na bağlı Tes-İş veMaden-İş Sendikaları örgütlü.Türk-İş’in yaklaşımı zatenaçık; AKP Hükümeti’nin ya-nında saf tutuyor. Öyle ki tıpkıTekel işletmelerinin özelleşti-rilme sürecinde olduğu gibi,Yatağan işçileri de Nisanayında Ankara’da Türk-İş mer-kezine giderek başkanla görüş-mek istemiş ve içeri girmeleriengellenmek istenmişti. “Bu-rası bizim evimiz nasıl içeri al-mazsınız” diyen işçilerkapılara yüklenerek zorla içerigirebilmiş ve kendilerine sahipçıkmayan Türk-İş yönetimini“işçiyi satanı biz de satarız”sloganlarıyla eleştirmişlerdi.

Mücadele boyunca Yatağanişçileri de tıpkı Tekel işçilerigibi “genel grev genel direniş”çağrısı yaptılar. Türk-İş yöne-timi ise, özelleştirme sürecindesona doğru yaklaşılırken, 16Haziran’da 1 günlük grev ka-rarı aldı. Ancak grev kararıyalnızca Tes-İş ve Maden-İşSendikaları’nın örgütlü olduğuyerlerde uygulanmak üzerealındı. Diğer işyerleri içinse 2saatlik iş bırakma yapılmasınakarar verildi. Türk-İş BaşkanıErgün Atalay, bu eylem planınıTes-İş ve Maden-İş Sendikala-rı’nın önerdiğini, kendilerininde aynen kabul ettiğini belirte-rek, hem özelleştirme süreci

karşısında hiçbir anlam ifadeetmeyen bu eylemlerin sorum-luluğunu üstünden atmaya ça-lıştı, hem de sendika genelmerkezlerinin ipliğini pazaraçıkarttı.

Vatan?!İki yıllık mücadele süre-

cinde işçiler Tes-İş ve Maden-İş Sendikaları YatağanŞubeleri’nin çizdiği çerçevedehareket ettiler. Yatağan bölgesihalkı da yapılan eylem ve et-kinliklere aktif olarak katıldıve dayanışma sergiledi. Ancakşube yönetimlerinin söylemleri“Özelleştirmeye karşı direniştekararlıyız; santrali sattırmaya-cağız!”, “KİT’ler vatandır;vatan satılmaz!” sloganlarıylave ulusalcı bir çizgiyle sınırlıkaldı.

Gelinen aşamada ise bu slo-ganların hiçbir karşılığının ol-madığı açığa çıktı. Çünkütermik santraller ve kömür iş-letmeleri satıldı. Yeni patronakarşı yapılan “süresiz eylem”de yalnızca beş gün sürdü. Be-şinci günün sonunda Tes-İşŞube Başkanı Fatih Erçelik ileMaden-İş Şube Başkanı Süley-man Girgin “özelleştirmeyidurduramadık ama yeni pat-ronla anlaşma sağladık” dedi-ler ve işçilere “dağılın” anonsuyaparak süresiz eylemi bitirdi-ler. Özelleştirme ihalesini alanyeni patronla anlaşma sağlan-dığında, “vatanın satılması”çok da önemli değil anlaşılan?!

Protokol!Sendikaların açıkladığı pro-

tokole göre işçilere kıdem ve

ihbar tazminatları ile yıllıkizin ücretleri ödenecek ve işsözleşmeleri yenilenecekmiş.İşçiler haklı ve geçerli nedenolmaksızın işten çıkartılama-yacakmış! İşçilere 4/C (köle-lik) sözleşmesi yapmaları içinverilen sürenin uzatılması ge-rekiyormuş!

İşçilerin özelleştirmeyekarşı çıkmalarının temel ge-rekçesi, iş güvencesini vemevcut haklarını kaybetme-mek, taşeronlaştırmaya ve gü-vencesiz çalıştırmaya mecburbırakılmamak değil miydi?Şimdi ise patron “geçerli” ne-denle işten çıkartabilecek. İşKanunu’na göre “işletmenin,işyerinin veya işin gereklerin-den kaynaklanan nedenler” ge-çerli neden kabul edilmektedir.Yani işyerindeki bölümlerinkapatılması, birleştirilmesi, ta-şınması, ekonomik sorunlar vsbunların hepsi geçerli neden-lerdir. Önümüzdeki süreçte işçisayısının azaltılması ve iştençıkartmalar kimseyi şaşırtma-malı! Sendikalar zaten bu pro-tokolü imzalamış, bunu da birkazanım gibi sunuyorlar!

Örgütlü ve fiili mücadeledenbaşka yol yok…

Yatağan’da direnişin bu şe-kilde sona erdirilmesine öfke-lenen işçiler,“KaybedenTürkiye işçi sınıfı olacak. Za-manında Tekel, Seka gibi yer-lerin özelleştirilmesiniengelleyecektik asıl. Bundansonra da keşke Yatağan’ınözelleştirilmesine engel olsay-dık denecek.”, “Biz omurgasızsendikacılarla yapabileceğimi-zin en iyisini yaptık. Bize ikti-dara biat etmeyecekçalmayacak sendikacı lazım”diyorlar.

Oysa bugün neredeyse bütünsendikalar bürokrasi batağınabatmış durumdalar. Bu kabuğuancak tabandan gelen ve işçidemokrasisini egemen kılacakolan işçi mücadelesi ve muha-lefeti kırabilir. Bu kör dü-ğümü, “iyi” ve “biat etmeyen”sendikacılara değil, ancak veancak kendi örgütlü gücünegüvenen işçiler çözebilir.

Oya Öznur

Yatağan; çifte satış!

Ocak 2015 7İşçi Sözü

Uygulanan neo-liberal politika-lar sonucu Türkiye’de esnek, gü-vencesiz çalışma, taşeronlaştırmave sendikasızlaştırma yaygınlaştı.AKP tarafından çıkarılan yasalarve iş kanununda yapılan değişik-liklerle taşeron çalışma, temel is-tihdam biçimlerinden biri halinegeldi. 2002’de AKP iktidara geldi-ğinden 400.000 olan taşeron işçisisayısı bugün 2.500.000’ü buldu.Uzun çalışma saatleri, ağır çalışmakoşulları ve düşük ücret politika-sıyla işgücü sömürüsü artarkenişçi ücretleri dibe vurdu. Türkiyeucuz işgücü cenneti haline geldi.

İşçinin yaşamını sürdürmesiiçin gerekli, zorunlu geçim araçla-rının fiyatının toplamı ile belirle-nen (ki, buna işçinin soyunusürdürmesi, üretim sürecindekendi yerini alacak neslin üretimimaliyeti de dahildir) asgari ücret,sefalet ücretine dönüştü.

7 milyon işçi asgari ücrete çalı-şıyor. Milyonlarca işçi ise asgariücretin çok az üstünde bir ücretalıyor. Bu yüzden asgari ücret vebu konuda hükümete ve kapitalist-lere karşı izlenecek siyaset, hementüm bir işçi sınıfı kitlesini ve hare-ketini doğrudan veya dolaylı ilgi-lendiriyor. Asgari ücretin düzeyidüşük tutularak genel olarak ücret-ler ve maaşlar üzerinde baskı oluş-turuluyor ve göreli yüksekücret-maaş alan kesimlerin ücret-

leri aşağıya çekiliyor.TÜİK, Türkiye’de resmi işsiz-

lik oranının % 10,7’ye çıktığınıaçıkladı. Resmi işsiz sayısı3.100.000’e yaklaştı. İş bulmaktanumudunu kestiği için iş aramayan-ları da buna dahil ettiğimizde ger-çek işsiz sayısı 5,6 milyonubuluyor.

İzlediği neo-liberal politikalarlaişsizliğin artmasına yol açan AKPiktidarı, kendi yarattığı bu işsizliğide düşük ücret politikası izlemekiçin, hem asgari ücret üzerindebaskı oluşturmak hem de göreceyüksek olan sektörlerin ücretleriniaşağı çekmek için bir baskı aracıolarak kullanıyor. “Bu ücrete ça-lışmak isteyen milyonlarca işsizvar” denilerek hem işçiler arasındarekabet kışkırtılıyor hem de ücret-leri düşük tutmak için gerekçeoluşturuluyor. Başka ülkelerle veşirketleriyle rekabet edebilmek vekarını koruyabilmek için bu düşükücret politikasında ısrar ediliyor.

Asgari ücret insanca yaşanacakbir düzeye çekilmeli. Bu miktar,bir işçinin ailesi ile birlikte yaşa-mını sürdürebilecek düzeyde ol-malıdır. Bu miktar, yoksulluksınırından düşük olmamalıdır. Buyetmez, eline geçen ücret düşük vegeçimini sürdürmekten uzak ol-duğu için asgari ücretli, eline ge-rekli ve yeterli para geçmesi içinfazla mesai yapmak zorunda kalı-

yor. Başta tekstil olmak üzere,kimi sektörlerde ve küçük-ortaboy işletmelerde çalışma süreleri11-12 saati buluyor. Yine de elinegeçimini sürdürecek miktarda parageçmiyor. İşçiler düşük ücrete ça-lıştırılarak, fazla mesaiye zorlanı-yorlar. Fazla mesainin işverenemaliyeti yeni bir işçi çalıştırmak-tan daha ucuza geliyor. Fazla me-saiye zorlanarak işçiler daha fazlasömürülüyor.

İşçileri fazla mesaiye ve dahayoğun sömürüye zorlayan koşullarve ücret politikaları değiştirilmeli.Asgari ücret arttırılmalı. Haftalıkçalışma, 35 saate düşürülmelidir.Haftalık 35 saat çalışma karşılığıişçinin eline geçecek ücret eskisin-den daha yüksek bir rakama teka-bül etmelidir. Bu asgari geçimdüzeyinden ve yoksulluk sınırın-dan aşağı düşmemelidir. İşçi sını-fının kurtuluşu açısındanücretlerin iyileştirilmesi ve ça-lışma koşullarının düzeltilmesiönemli ve anlamlıdır. Ancak işçisınıfının gerçek kurtuluşu ücretsisteminin kaldırılmasındadır. Do-layısıyla işçiler sadece ücretlerinarttırılması ve çalışma ve yaşamkoşullarının iyileştirilmesi ile ye-tinmezler.

Türkiye’de fazla mesailerle or-talama 60 saate varan haftalık ça-lışma süresinin 35 saatedüşürülmesi, yeni istihdam olanağı

yaratacağı için, işsizliğin düşürül-mesi açısından da son derece ge-rekli ve önemlidir.

17,2 milyon ücretlinin nere-deyse yarısı asgari ücrete veya onayakın bir fiyata çalışıyor. İşçi sınıfıörgütsüz olduğu için, asgari ücre-tin arttırılmasında toplu pazarlıkhakkını kullanamıyor. Yasalardabuna ilişkin bir düzenleme bulun-muyor. Bu durum acilen düzeltil-melidir. Asgari Ücret TespitKomisyonu’nda asgari ücretli dı-şında herkes var. Bir tek asgari üc-retli yok. Çoğunluğu hükümettarafından atanmış bürokratlar veişveren örgütleri temsilcileri, yan-larına yancı olarak hükümet-devletgüdümlü Türk-İş ve Memur-Sen’ide almış, kapalı kapılar ardında as-gari ücreti belirliyor. En sonuTürk-İş, sözde muhalefet ediyor.Karar ona rağmen geçiyor! Tambir orta oyunu. Bu oyun bozulma-lıdır.

Asgari ücret tespit yönetmeliğideğiştirilmeli. Bunun için müca-dele edilmelidir. Asgari ücretin be-lirlenmesinde hükümetbürokratları ve işveren örgütleri,sarı sendikalar değil, asgari ücret-liler ve onların iradesini yansıta-cak işçi örgütleri temsilcileri, tümsendika konfederasyonları yer al-malıdır.

Mustafa Eker

Asgari ücretli açlık sınırında yaşıyor

Asgari ücret 1800 TL olmalıAKP hükümeti, 2015 için asgariücrete altışar aylık dilimler ha-linde %3+3 bir artış öngörüyor.Buna göre asgari ücret Ocak2015’de 26,75 TL zamlanarak 917TL olacak Asgari ücrete yapılacakolan bu zam hükümetin 2015 en-flasyon hedefinden bile düşüktür.Kaldı ki, gerçekleşen enflasyonhedeflenen enflasyondan herzaman daha büyük olur. Enflas-yon iktidarlar tarafından düşükgösterilir. Enflasyona endeksliartış bu yüzden işçilerin aleyhineolur.TÜİK, asgari geçim indirimi vemutfakta enflasyonu hesaplarkenenflasyon sepetinde temel tüketimmaddelerine ve bunlarda gerçek-leşen fiyat artışlarına yeterince yervermez. Enflasyon endeksli ücretartışı, işçiye ürettiği değerden payvermemek demektir.

Asgari ücrete öngörülen zam dahaşimdiden temel tüketim maddele-rine yapılan zamlarla eridi. Asgariücrete yapılan bu zam, ücretle ça-lışanların satın alma kapasiteleriniyükseltmeyecek. Aksine 2015’deişçiler daha da yoksullaşacak dahaaz tüketecekler.Kendisinin de üyesi olduğuOECD ülkeleri arasında Türkiye34 ülke arasında gelir dağılımı bo-zukluğunda birinci, genelde deMeksika ve Şili’den sonra sondanüçüncüdür. Gelir dağılımının çalı-şanlar aleyhine bozulması demek,sömürünün artması, zenginliklerinve servetin belli ellerde toplan-ması demektir. AKP işçiden alı-yor, sermayeye veriyor. İşçiyiaçlık, yokluk ve yoksulluğa mah-kûm ediyor.DİSK ve KESK, asgari ücretin1800 TL’ye çıkarılması için kam-panya yürütüyor. Bu kampanyayıdesteklemek ve daha da ileri taşı-mak gerekir. DİSK, KESK veTürk-İş tarafından yapılan araş-tırma ve hesaplamalara göre Tür-

kiye’de yoksulluk sınırı 4000TL’dir. Bu rakam, 4 kişilik bir işçiailesinin yaşamını sürdürebilmesiiçin gerekli, zorunlu tüketim mad-delerinin fiyatının toplamıdır. As-gari ücret için kabul edilmesigereken asgari tutar budur!AKP iktidarı, ekonominin büyü-düğünü söylüyor. Ekonomi büyü-yorsa işçinin aşı-ekmeği debüyümeli. İşçi ekonomik büyüme-den payını almalıdır. İşçiler eko-nomik büyümeden payını alsaydıasgari ücret şimdiden 1800 TLolacaktı. Eğer ülkede üretilen de-ğerlerin artışıyla ücret artışı ara-sındaki makas alçılıyorsa bu, oülkede sömürünün arttığı, üretilenzenginliklerin belli ellerde vemerkezlerde toplandığı anlamınagelir. Zenginler daha da zenginle-şirken işçi sınıfı daha da yoksulla-şıyor. Bir tarafta yoksulluk birikirkenöte yanda saraylar inşa ediliyor.Cumhurbaşkanlığı bütçesi geçenyıla göre yaklaşık iki kat arttırıl-mıştır. İşçilere de Cumhurbaşkan-

lığı bütçesi artışı oranında zamyapılmalıdır. Bu rakam net 1800TL’dir.AKP kişi başına düşen milli geli-rin 10.000 doları bulduğunu söy-lüyor. Bununla övünüyor. 2,25 TLdolar kuru üzerinden bunun karşı-lığı yıllık 22.500, aylık yaklaşık1800 TL’dir. Sendikalar milli ge-lirden kişi başına düşen pay olanbu 1800TL’nin asgari ücret olarakkabul edilmesini istiyor. 1978’de asgari ücret kişi başıdüşen milli gelire eşitken,2014’de gerçekleşen 891 TL’likasgari ücret, kişi başına düşen1800 milli gelirin yarısı bile değil.Bu o günden bugüne işçi sınıfınınyoksullaştığını, sömürünün ikiyekatlandığını gösteriyor. AKP milligeliri arttırmakla öğünürken as-lında bununla yani sömürüyüikiye katlama konusunda göster-diği marifetle övünüyor olmalı.

Mustafa Eker

İş cinayetleri seri ve toplu ci-nayetlere dönüştü. Her gün en az5 işçi “iş kazası” adı verilen cina-yetlerle katlediliyor; 6 işçi ise sa-katlanıyor. Yayınlananistatistikler Türkiye’nin iş cina-yetlerinde El Salvador ve Ceza-yir’den sonra dünya üçüncüsüolduğunu; Avrupa’da ise birinciolduğunu gösteriyor. UluslararasıÇalışma Örgütü’nün 82 ülkedentopladığı verilere göre, Türki-ye’de sigortalı işçi sayısına göreiş cinayetlerinde hayatını kaybe-den işçi oranı yüz binde 15,3. Buoran, Avrupa Birliği ülkeleri orta-lamasının 7 katıdır. İş cinayetleri-nin yaygınlaşması sonucundabugün artık tekil ölümler değil,toplu ölümler dikkat çekiyor. İşçiölümlerinin yaygınlaşması tesa-düf değil. Kapitalizmin fıtratındaöldürmek var! İş güvencesini,gelir güvencesini ve can güven-cesini ortadan kaldırmak var.

Kapitalizmin neo-liberal dönüşümü

Kapitalizm, 1970’lerde ulus-lararası bir ekonomik kriz yaşadı,bu krizi aşmak ve tıkanan ser-maye birikim modelini yenidenyapılandırmak için 1980’lerdenitibaren neo-liberal ekonomi po-litikaları yeni bir strateji olarakuygulamaya konuldu. Neo-liberal

politikalar, işçi sınıfı ve ezilenleriçin yıkım oldu. Çünkü neo-libe-ralizm, esnek üretim modellerinegeçişi ana hedef olarak önünekoydu, bu süreç özelleştirme, ta-şeronlaştırma ve örgütsüzleştirmeile beraber ilerledi. İşçi sınıfınaesnek, kuralsız, güvencesiz ve ta-şeron çalışma dayatılarak yoğunbir sömürü modeline geçildi.Sendikasızlaştırma ve örgütsüz-leştirme işçi sınıfının kazanım vehaklarının tırpanlanmasını kolay-laştırdı. Kapitalizmin esnek üre-tim ve esnek çalışma temelindeyeniden örgütlenmesi, işçi sağlığıve iş güvenliği politikalarına dayansıdı; denetim ve önlemler pat-ronların kâr hırsına ve piyasanınbelirleyiciliğine terk edildi.

Türkiye’de neo-liberalizmin gelişimi

Türkiye’de neo-liberal eko-nomi politikalarının uygulanmasısüreci de dünya ile paralellikgöstererek 1980’lerde Özal veANAP ile başladı. Özal’ın adıylaanılan 24 Ocak kararlarıyla baş-latılan süreç, 12 Eylül askeri dar-besinin açtığı yoldan ilerlemeimkânı buldu. O zamandan buyana tüm hükümetler, işçi düş-manı neo-liberal yıkım politika-larını uyguluyor!

İşçi düşmanlığının en başarılı

uygulayıcısı ise kuşkusuzAKP’dir. 2003 yılından bu yanaesnek, kuralsız ve güvencesiz ça-lışma biçimleri alabildiğine yay-gınlaştırılıyor. Öyle ki AKP’ninilk icraatlarından biri olan ve2003 yılında yürürlüğe giren İşKanunu ile esnek üretim ve esnekçalışma yasal hale getirildi. Biryandan Türk Telekom, Tüpraş,Tekel, Yatağan örneklerinde ol-duğu gibi özelleştirmelere hız ve-rildi, diğer yandan taşeronçalışma asıl çalışma biçiminedönüştürüldü. Şimdi de kiralıkişçi uygulaması, evde çalışma,uzaktan çalışma gibi esnek ve gü-vencesiz çalışma biçimleri yay-gınlaştırılmak isteniyor.

Sermayenin önündeki engel-leri bir bir ortadan kaldıran bupolitikalar yaşama geçirilirken,işçi sağlığı ve iş güvenliği sorunuise basit bir maliyet unsuruna in-dirgendi. AKP’nin işçi sağlığı veiş güvenliğine bakışı, “düşük ma-liyet-yüksek verimlilik” politika-sıyla özetlenebilir. Nitekim her işcinayetinin ardından yaptıklarıaçıklamalar; işçi ölümlerini, ya-ralanma ve sakatlanmaları “büyü-menin-kalkınmanın” ödenmesigereken doğal bedelleri olarakgördüklerini ortaya koyuyor. Halböyle olunca, işyerlerinde ölüm,yaralanma, sakat kalma ve mes-lek hastalıklarına yakalanmayasebep olabilecek riskleri kontrolaltına alacak önlemler, basit birmaliyet unsuru kabul edilerek birkenara atılıyor. Oysa Türkiye’demeydana gelen iş cinayetlerininyüzde 50’sinin basit yöntemlerle,yüzde 48’inin ise planlı önlem-lerle engellenebileceği bilimselaraştırmalarla ortaya konuluyor.Buna karşın kuralsız ve güvence-siz çalışma koşulları altında, köh-nemiş teknoloji ve düşük nitelikliüretim araçları kullanılarak, işçi-lerin üzerinde korkunç bir üretimbaskısı yaratılıyor. İşçilerden dur-madan dinlenmeden çalışmalarıisteniyor; güvencesizlik ve örgüt-süzlük işçilerin bu dayatmaya di-renmelerini engelliyor.

Son yıllarda, özellikle AKPHükümeti eliyle ranta açılanalanlarda, işçiler üzerindeki üre-tim baskısının artışı ve denetim-sizlik iş cinayetlerini vahşişekilde yükseltiyor. TOKİ aracılı-ğıyla yaygınlaşan ve banka kredi-leriyle desteklenen inşaatsektörü, kamu ihaleleriyle dağıtı-lan enerji ve maden işletmeleri vsbu baskının ve kuralsızlığın yo-ğunlaştığı alanlar.

Taşeron ve kuralsız çalıştırmaöldürüyor!

Taşeronlaştırma; kuralsız, gü-

vencesiz ve baskıcı çalışma ko-şullarıyla patronların cebini şişir-meye yönelik bir üretimyöntemidir. Taşeronlaştırmanıngerek kamuda gerek özel sek-törde yaygınlaşması ve neredeyseasıl çalışma biçimi halini alması,AKP döneminin ürünüdür. 2002yılında kayıtlı taşeron işçi sayısı387 bin olarak ifade edilirken,2011 yılında bu rakam 1 milyon611 bine ulaştı.

Taşeronlaştırma, kuralsız, gü-vencesiz ve denetimsiz koşulla-rıyla yeni iş cinayetleri üretiyor.Tekil veya kitlesel işçi cinayetle-rinin taşeron işçiliğinin yoğunolarak kullanıldığı işyerleri vesektörlerde karşılaşılması tesadüfdeğil. Özellikle inşaat, gemiyapım-söküm, maden ve enerjiişkollarında ölüm ve yaralanmaoranı çok yüksek. Zira işçi sağ-lığı, işyeri güvenliği, kişisel ko-ruyucu donanım sağlanması gibihayati öneme sahip önlemler, kârmarjını düşürmek istemeyen pat-ronların vicdanına ve keyfiyetinebırakılmış vaziyette.

Tablo çarpıcı: Tuzla’da tersa-nelerde yaşanan iş cinayetlerinde2013 yılı itibariyle 159 işçi öldü.Ölen işçilerden yalnızca 5’i kad-roluydu. 11.03.2012’de Esen-yurt’ta Marmarapark AVMinşaatının şantiyesindeki naylonçadırda yanarak can veren 11 işçide taşeron çalışanıydı.30.10.2014’te Ermenek’te kömürmadeninde yaşanan su baskını vemetan gazı zehirlenmesi sonu-cunda ölen 18 maden işçisi de ta-şeron işçileriydi. Bu örneklerçoğaltılabilir. Ancak hiçbir örnek,13.05.2014’te 301 maden işçisi-nin katledildiği Eynez madenocağını işleten Soma Holdingpatronu Alp Gürkan’ın sözlerikadar çarpıcı değildir. Gürkan,devletin 130-140 dolara mal et-tiği kömürün tonunu 23.8 dolaraindirdiklerini söylüyordu. Busözler, işçilerin haklarından veişçi sağlığı ve güvenliği önlemle-rinden nasıl vazgeçildiğinin gös-tergesidir!

Taşeron şirketlerin kâr hırsı,kasten ve taammüden öldürmeboyutlarına ulaştı. AKP Hükü-meti de bu hırsa hizmet etmek dı-şında hiçbir adım atmıyor. Öyleki Hükümet, İş Kanunu’nun 2.maddesini değiştirip taşeron vegüvencesiz çalışmanın önündekisınırları tamamen kaldırmak içinyasa değişikliği hazırladı. Tepki-ler üzerine, tıpkı kıdem tazmina-tının fona devredilmesitasarısında olduğu gibi, şimdilikbu hazırlık da genel seçimlerinardına bırakıldı.

Buna karşın 6552 sayılı Torba

2014: Ölü işçiler ülkesiİşçi Sözü8 Ocak 2015

Yasa ile Kamu İhale Kanunu’nun62. maddesi değiştirildi ve ka-muda taşeronlaştırmanın önü tü-müyle açıldı. Hükümet, kamudamuvazaalı (hileli) olduğu yargıkararları ile saptanan taşeron uy-gulamalarına yasal kılıf hazırla-mış oldu. Bundan sonra“yardımcı işlere ilişkin hizmetleriçin” ihale yapılabilecek ve yar-dımcı hizmet türlerine BakanlarKurulu karar verecek! Taşeronaverilecek yeni “yardımcı iş” tür-leriyle birlikte, iş cinayetlerininartarak süreceği ise açık.

Meslek hastalıkları kayda geçmiyor!

Uluslararası Çalışma Örgü-tü’nün verilerine göre işe bağlıcan kayıplarının yüzde 14’ü anigelişen “iş kazaları”na, yüzde86’sı ise meslek hastalıklarınabağlıdır. Meslek hastalığı, yavaşyavaş ölmek, çalışamayacak du-ruma gelerek güvencesiz koşul-larda kalakalmak demektir.

Türkiye’de meslek hastalıkla-rının tespiti ve kayıt altına alın-ması dahi önemli bir sorundur.Öyle ki resmi rakamlara bakıldı-ğında meslek hastalığı ve meslekhastalığına bağlı ölüm yok gibi-dir. Örneğin 2008-2010 dönemi

verilerine göre meslek hastalığıvakalarının yüzde 41’i kömür çı-karılması, yüzde 8’i metal ürün-lerinin imali, yüzde 10’u makineimalatı işkollarında meydanagelmiş. Tekstil imalatı ile ilgilimeslek hastalıkları vakaları isesadece yüzde 1 olarak bildiril-miş. 2011 verilerine göre ise yal-nızca 670 işçi meslek hastalığınayakalanmış ve 10 kişi meslekhastalığı nedeni ile ölmüş! Kuş-kusuz bu veriler, ölümcül olan veolmayan pek çok meslek hastalı-ğının hiç tespit edilmediğini gös-teriyor.

Meslek hastalıklarının tespitive önlenmesi patronlara ek mali-yet, sosyal güvenlik sistemine dekülfet yükleyeceğinden, meslekhastalıklarının değil önlenmesi,tespiti ve kayıt altına alınmasıiçin dahi adım atılmıyor. Kot taş-lama işlerinde çalışıp bir akciğerhastalığı olan silikozis hastalı-ğına yakalanan işçilere reva gö-rülen uygulamalar bunun ensomut göstergesi. 2009-2011 yıl-ları arasında Sağlık Bakanlığı

hastanelerinde tanısı konulan veSGK tarafından maaş bağlananbinlerce kot taşlama işçisi var.Ancak resmi kayıtlara meslekhastalığı olarak geçirilmiyorlar.Çünkü işçilerin yüzde 95’i sigor-tasız çalıştırılmış!

Hükümet, işçilerin eylemlerive kamuoyu baskısı sonucunda,meslek hastalığına yakalandıklarıtartışmasız olan kot taşlama işçi-lerine, 2022 sayılı Torba Yasa ilemaluliyet haklarının çok geri-sinde olan “özürlü” kategorisiniuygun gördü. Bunun gerekçesiniise “malullük teknik bir konu-

dur” diyerek geçiştirdi. Gerçekteise kuralsız ve denetimsiz ça-lışma koşulları sebebiyle meslekhastalığına yakalanmış kot taş-lama işçilerine haklarını verme-yerek, diğer mağdurlara da buyolu açmak istemedi. Son olarak08.11.2014’te Hacı Önal siliko-zis hastalığı sebebiyle yaşamınıyitirdi. Hacı Önal, bu hastalığınölümüne yol açtığı 44. işçidir.

Kadın işçiler görünmüyor!Kadınların ve kadın emeğinin

görünmezliği, iş cinayetlerinekurban edildiklerinde, sakatlan-dıklarında ve meslek hastalıkla-rına yakalandıklarında dadeğişmiyor. Bu durum, kapitaliz-min kâr hırsının yanı sıra, kadın-ların emek ve bedenleri üzerindekurduğu denetimle ayakta kalanerkek egemen sistemin de sonu-cudur.

2014’te Kasım ayına kadar64’ü tarım işçisi olmak üzere101 kadın işçi hayatını kaybetti.Bu işçilerin tamamı güvencesizkoşullarda ve ucuz işgücü olarakçalıştırılmaktaydı. Kadın işçile-rin çalışma alanlarındaki kayıtdışılık, işçi sağlığı ve güvenliğiönlemlerinin dışında kalmalarınayol açtığı gibi, işe bağlı ölüm,yaralanma ve hastalıklarının ista-tistiklere yansımasını da engelli-yor. Bu nedenle gerçek rakamınne olduğunu bilmek mümkündeğil.

Örneğin durum ev işçisi ka-dınlar yönünden son derece va-himdir. Ev hizmetleri, hem İşKanunu hem de İş Sağlığı ve Gü-venliği Kanunu’nda kapsam dı-

şında bırakılan “istisnalar” ara-sında. Bu nedenle ev işlerindeçalışırken hayatını kaybedenkadın işçiler için “iş kazası” tes-piti yapılması dahi olanaksızlaşı-yor. 6552 sayılı Torba Kanun iseev işçilerinin durumunu daha dageriye götürüyor. Bu Kanun’laartık ev işçilerinin aynı işyerinde10 günden az çalışmaları duru-munda sigortalı çalıştırılmalarızorunlu değil. Dolayısıyla ev iş-çisi kadınların sosyal güvence-den yararlanmaları daimkânsızlaşıyor.

Tarım sektöründeki iş cinayet-

leri ve meslek hastalıkları dayaygın ve kayıtsızdır. Bu alandahiçbir kayıt ve denetim uygulan-maması sebebiyle her yıl mev-simlik tarım işçisi onlarca kadınve çocuk işe gidiş dönüş sıra-sında kamyon kasalarında ve ser-vislerde can veriyor. Ancak bucinayetler, kayıtlara “trafik ka-zası” olarak geçiyor.31.10.2014’te Yalvaç’a elma top-lamak üzere yola çıkan 27 kişilikbir servise karga tulumba 45 kişibindirilmiş ve servisin yaptığıkaza sonucunda 17 tarım işçisican vermişti. Ölen işçilerden 15’ikadındı.

6331sSayılı kanun ve “TorbaYasa” aldatmacaları

Son 12 yılda resmi kayıtlaragöre 14 bin 455 kişi iş cinayetle-rinde hayatını kaybetti. Kayıtdışı ölümler de hesaba katıldı-ğında bu rakamın daha yüksekolduğu açık. AKP Hükümeti bucinayetlerin sorumluluğundankurtulmak adına, 30.06.2012 ta-rihinde 6331 sayılı İş Sağlığı veGüvenliği Kanunu’nu düzenledive büyük bir çözüm umudu ola-rak lanse etti. 6331 sayılı Kanun,İş Kanunu’ndan farklı olarakkamu kurumlarını ve 50’den azişçi çalıştıran işyerlerini de kap-sama aldı. Ancak “istisnalar” ge-tirmeyi de ihmal etmedi: TSK vekolluk kuvvetlerinde çalışanlar,ev hizmetlerinde çalışanlar, işyurdu, eğitim ve meslek edin-dirme faaliyetlerine katılan hü-kümlü ve tutuklular, Kanunkapsamına alınmadılar. Belli kibu hizmetlerde çalışanlar, sağlık

ve güvenlik önlemlerine ihtiyacıolmadığı düşünülüyor!

Kanun’un kapsamının geniş-letmesi ise pratikte bir karşılıkbulmadı. Zira kamu kurumları ile50’den az işçi çalıştıran ve aztehlikeli sınıfta yer alan işyerleriiçin yürürlük süresi önce01.07.2014’e kadar ertelendi; buda yetmedi erteleme süresi01.07.2016 tarihine kadar uza-tıldı. Oysa SGK istatistiklerinegöre kayıtlı işyerlerinin yüzde97’si 1-49 arasında işçi çalıştıranyerlerdir. İş cinayetlerinin yüzde98’i de küçük ve orta ölçekli iş-yerlerinde yaşanmaktadır. Bunakarşın bu işyerlerinde çalışan iş-çiler, halen sağlık ve güvenlikönlemlerinden faydalanamıyor!

Kısaca söylemek gerekirseHükümet, 6331 sayılı Kanun’laişçi sağlığı ve iş güvenliği dene-timini piyasaya devretti. Yetki vesorumlulukların kullanılması,patronların ücretlerini ödediğiOrtak Sağlık Güvenlik Birim-leri’ne (OSGB) verildi. Ücretiniişyeri patronunun ödediğiOSGB’ler ve bu şirketlerde çalı-şan işyeri güvenlik uzmanları ileişyeri hekimlerinin özerk ve ba-ğımsız çalışmasından, işyerinietkin biçimde denetlemesindensöz edilemez. İş sağlığı ve gü-venliği denetimleri bağımsız veözerk bir yapıya kavuşturulma-dıkça, bu alandaki tüm düzenle-meler kâğıt üzerinde kalmayamahkûmdur.

30.10.2014’te Ermenek’tekimaden faciasında 18 işçinin kat-ledilmesi üzerine Hükümet, yenibir “İş Güvenliği Eylem Planı”hazırladı ve 09.12.2014’te kanuntasarısı olarak Meclis’e sundu.Tasarının 25. maddesi ile bu kezde iş güvenliği hizmetinin yapıdenetim şirketlerinden alınmasıdüzenleniyor. Yapılması planla-nan değişiklikler iş cinayetlerinindevamına yönelik vaat gibi; rö-dövans (kiralama) süresi en az15 yıl olacak, patron ölümlü “işkazası”nda kusurlu bulunursakamu ihalelerine 2 yıl süreylealınmayacak, maden işçileri çipletakip edilecek.

Görüldüğü gibi AKP Hükü-meti, önlem alma, denetleme veyaptırım uygulama konularındakeskin düzenlemeler yapmış gö-rünmekle birlikte, gerçekte so-rumluluğu kendisinin ve kamukurumlarının üstünden atarak, bualanı da özelleştirme yoluna gi-diyor. Esnek ve güvencesiz ça-lışma koşullarına, taşeron verödovans uygulamalarına son ve-rilmesini sağlamayan her düzen-leme, her “plan”, her “tasarı” işcinayetleri konusunda göz boya-madan öteye gitmeyecektir. Gü-venceli iş, güvenli gelecek;sermayeden ve devletten bağım-sız işçi denetimi ile sağlanabilir.

Oya Öznur

Ocak 2015 9İşçi Sözü

Esnek ve güvencesizçalışma koşullarına,taşeron ve rödovansuygulamalarına sonverilmesini sağlamayanher düzenleme, her“plan” göz boyamadanöteye gitmeyecektir.

İşçi Sözü10 Ocak 2015

Torba torba sömürüEmek ve sermaye arasındaki

amansız savaşta arabulucu rolünesoyunmuş olan halkın vekillerin-den oluşan hükümetler ne yazık kitercihlerini sermaye tetikçiliği yö-nünde kullanıyorlar. Kendi açıla-rından haklılar, kendilerine emanetverilmiş olan kamu erkini ellerin-den kaçırmamak için sarılabile-cekleri tek ip budur! Akılllarındankaçırdıkları asıl gerçek ise serma-yenin, miadını dolduran her şeygibi kendilerini de günü geldiğin-de rahatlıkla tarihin çöplüğüne sü-püreceğidir.

Sermayenin ücretli memurlarıolan hükümetler, işçi sınıfını ez-mek ve patronların kârlarını artır-mak adına her geçen gün yeni ya-salar çıkarıyorlar. Üstelik bunlarıbir güzel allayıp pullayıp kavano-zun üstüne bir milim reçel koyupaltını istedikleri zehirle dolduru-yorlar. Kamuoyunda Torba Kanunolarak adlandırılan 6552 sayılı Ka-

nun, 11.09.2014 günlü Resmi Ga-zete’de yayımlanarak yürürlüğegirdi. Bu Kanun ile gerçekten bir-çok düzenlemeler ve değişiklikleryapıldı. Bu kapsamda 6331 sayılıİş Sağlığı ve Güvenliği Kanun’un-da da bazı değişiklikler yapıldı.

Kanun'la 10’dan az çalışanı bu-lunan az tehlikeli işyeri patronlarıveya vekillerine, eğitim almakkaydıyla iş güvenliği uzmanı veişyeri hekiminin görevlerini yapa-bilme imkanı getirildi. Konuyuşöyle örnekleyebiliriz bir hemşirebir hastanede ancak lisans düze-yinde eğitim aldıktan sonra, KPSSvb aldatmacalarını da aştıktansonra eğer bir torpil bulabilirse işebaşlayabilecek ama bir patron bı-rakın hemşireyi hekimin yerinekarar verebilecek! Yasa böyle bu-yuruyor ve patronlara her türlü ay-rıcalık tanınıyor...

İşyerlerinde örneğin inşaatlarda(bakınız Torunlar inşaat) maden-

lerde (Soma, Ermenek ve diğerle-ri) işçilerin seri katlinin tek sebebimaliyeti düşürmektir. Yani kârıkatlamak için alınmayan önlemler,uygulanmayan kurallardır. Emeksermaye kavgasında mülkiyet sa-hipleri kurdukları devlet erki eliy-le, geliştirdikleri çok çeşitli silah-larla, yaşam savaşı veren işçi sını-fının üzerine tüm hışmıyla yüklen-mektedir.

Son olarak AKP hükümeti tara-fından 09.12.2014 tarihinde Mec-lis Başkanlığı'na sunulan İş Sağlığıve Güvenliği Kanununda Değişik-lik Yapılmasına Dair Kanun Tasa-rısı'nın 2. maddesi de bu saldırılar-dan biridir. Buna göre 6331 sayılıKanun'un 19. maddesine ek yapıl-ması planlanıyor. İşçiler, sağlık vegüvenlik yükümlülüklerine uy-mazsa, önce uyarılacak, sonra taz-minatsız ve derhal işten atılabile-cek! Yani patronların kurallara uy-mamasının sorumluluğu işçilere

yıkıldığı gibi, işten atmaya yenibir kılıf da sağlanmış oluyor!

Zaten şimdi bile pek çok işye-rinde tedbir alınmış, işçilere eği-tim verilmiş, malzeme sağlanmışgibi yazılar yazılıyor ve işçilereimzalatılıyor. Hatta işçiler daha işebaşlarken bu yazılar imzalatılıp birkenara konuluyor. Bu değişikliğinardından uyarı yazıları da öncedenimzalatılıp bir kenara konulacak.Patronlar işçiler hakkında örneğin"baret takmadı", "kulaklık kullan-mıyor" diye göstermelik bir tuta-nak tutup tazminatsız işten atabile-cek.

Bu tasarının işçilerin sağlığınave güvenliğine hizmet etmeyeceğiaçıktır. Parababaları ve vekilleriiçin sömürünün katlanarak devametmesi karşısında işçilerin can sağ-lığının da güvenliğinin de bir öne-mi yoktur!

K. Ergin

2014 yılı bitip 2015'e girerkenarka arkaya gelen bütün verileracı bir gerçeği gözümüzünönüne sermiş oluyor. AKP Hü-kümeti'nin bütün parlak ve alda-tıcı açıklamalarına karşın, bizişçi ve emekçiler için, hayatı-mıza ve ücretlerimize yansıyaniyi ve parlak hiç bir şey yok.Türkiye İstatistik Kurumu(TÜİK) resmi verilerine göreTürkiye'de işsizlik yüzde 10,5oranlarını geçmiş ve her 5 genç-ten 1'i işsiz durumdaymış...

Ekonomoik İşbirliği ve Kal-kınma Örgütü (OECD) resmi ve-rilerine göre ise Türkiye geliradaletsizliğinde (Meksika'dansonra) ikinci sıradaymış...İş cinayetleri toplu işçi kıyımla-rına ve katliamlara dönüştü.AKP Hükümeti sayesinde, iş ci-nayetlerini hızla artıran güven-cesiz çalışma ve taşeron sistemiher geçen gün yayılarak büyü-yor.Bütün bu gerçekleri basına sınır-lıca da olsa yansıyan iş cinayeti

haberleri üzerinden görmek,AKP Hükümeti'nin bütün alda-tıcı ve göz boyayıcı yalanlarınakarşın görünür kılmak mümkün.Ve tabi ki başka haberlerden de.İşte bu haberlerden birisi:

"İstanbul TEM Otoyolunda kar-şıdan karşıya geçmek isteyen 3atık kağıt toplayıcısı kadına oto-mobil çarptı. Otomobilin çarp-ması sonucu ezilen vemetrelerce sürüklenen kadınlar-dan Suna Nar ile İkbal Uydaşolay yerinde öldüler. ÇiğdemÜydaş ise ağır yaralı olarak has-taneye kaldırıldı..." Ve haberidaha da ağırlaştıran, TEM Oto-yolu üzerinde yatan kadınlarıncansız bedenlerinin fotoğrafları.Hayatlarını çöpten kazanmayaçalışan ve evlerine çocuklarınaekmek götürmek için çabalarkenezilip parçalanan 3 kadının ger-çek hikayesi.Bu haberi bir kadın işçi olarakokuyunca çok içerilerden biryerden ve içim yanarak sordum;

Ezilen ve yol ortasında katledi-len kim? Ölen ve öldürülen kim?Haberde yer aldığı gibi "TEMOtoyolu Ayazağa Cendere Cad-desi üzerinde" yatan cansızkadın bedenleri kime ait?Ölen de öldürülen de bizleriz.Evlerinde yetim kalan çocuklarise bizim çocuklarımız. İşçileremekçiler iş cinayetlerinde kat-lediliyor. Evine ekmek götür-meye ve çöp kutularındanhayatlarını kazanmaya çalışankadınların cansız bedenleri yolkenarlarında yatıyor. Onlarlabirlikte bütün insanlık, yani bizölüyoruz. Ve Cumhurbaşkanı'ndan Başba-kan'ına kadar, bütün AKP Hükü-meti sözcüleri hep bir ağızdanaynı şeyleri söylüyorlar; "Tür-kiye her geçen gün daha da ile-riye gidiyor..." Gerçek olan bir şey var; Vallahide billahi de artık çok ileri gitti-niz!

Sevda

Ezilen ve katledilen kim?

Ocak 2015 11İşçi Sözü

İstanbul Üniversitesi: İşçi sağlığı ve işçi güvenliği esas alınmalıdır!

İstanbul Üniversitesi hastanele-rinde taşeron şirketlerin insafınaterkedilen ve katmerli bir sömürü-ye tabi tutulan taşeron işçilerineverilen "değer" ve "önemi" birkez daha gözler önüne serelim:

Hemşire, memur ve kadrolu ar-kadaşlarımız "işçi sağlığı" eğitim-lerini 2 gün ve 16 saat olarak alı-yorlar. Eğitimin verimliliği veamacı tartışmalı olsa da, eğitimle-rini mesai saati içinde ve mesaiyedahil olarak alıyorlar. Kadrolu vetabi ki örgütlü (sendikalı) olmala-rının farkını burada görmüş olu-yoruz.

Peki ya taşeron işçileri?Taşeron işçileri sadece ve sade-

ce 1 saatlik "işçi sağlığı" eğitimialıyorlar. Sanmayın ki yöneticileri-miz "taşeron işçileri çok daha akıl-lıdır ve onlar bu işi bir saat içindeanlar ve fazlasıyla kavrarlar" diyedüşünüyorlar. Bize kalırsa hastaneyönetimi ve taşeron firma "taşeronişçileri işçi sağlığı eğitimini alsalarda olur almasalar da olur..." diyedeğerlendiriyorlar. Daha açıkcası

taşeron işçilerini değersizleştiril-meye devam ediliyorlar.

Yalan!Taşeron işçilerine verilen "işçi

sağlığı" eğitimi -netiyle ve bürü-tüyle- sadece 1 saat. Fakat, eğitimaldıklarına dair verilen sertifikalar-da "8 saat eğitim verildiği" ibaresivar. Bu tamamen yalan. "Taşeronişçileri 8 saatlik dersi 1 saat içindekavrayacak kapasitedeler" diyedüşünülüp hareket edilmediği deçok açık. Bilinen özdeyişle bu eği-time "dostlar alışverişte görsün"ve formalite yerine gelsin diyerekyaklaşıyorlar...

İşlevsiz!İnsan sağlığından sorumlu has-

tanemiz, çalıştırdığı işçilerin haya-tını ve sağlığını hiçe sayıyor. "İşçisağlığı" eğitimine gereken önemivermediği gibi, bu eğitimin işlev-sel bir değeri olduğuna bizzat ken-disi bile inanmıyor. Bu mantıklave bu nitelikte bir "işçi sağlığı"eğitiminin hiç bir faydasının olma-yacağını ve olmadığını ise en iyi

taşeron işçileri görüyor. Tabi kiher gün yeni bir bedel ödeyerek...

Ölümcül!Taşeron işçilerine bu formalite

niteliğindeki "işçi sağlığı" eğitimi-ni veren taşeron şirket. Hastaneyönetimi "sorumluluk şirketin" de-yip başından savıyor ve olası bir işcinayeti ya da yaralanıp sakat kal-ma olayından hareketle "ben paça-yı kurtarırın" diye bakıyor. "Taşe-ron ölüm demektir", bunu sıkçatekrarlayıp söylüyoruz. Sağlıktataşeron ise "ölümlerden ölüm be-ğen" demektir. Sonuçları sadecesağlık işçilerini değil, şifa bulma-ya gelen hastaları bile etkiliyor.

Taşeron şirket "işçi sağlığı" eği-timine de tıpkı işçi çalıştırmamantığı ve uygulamasında olduğugibi sınırsız sömürü gözüyle bakı-yor. Söz konusu eğitim yapılan iş-le ve işyeriyle ilgili. Kadrolu işçi-ler ve memurlar bu eğitimi mesaisaati içinde ve mesaiye dahil ola-rak (mesainin bir parçası olarak)alıyorlar: Toplam 2 gün ve 16 saat.Taşero işçileri ise kağıt üzerinderesmi olarak 8 saat eğitim alıyor

görünüyor. Sertifikalara 8 saat ola-rak işleniyor. Ama fiilen 1 saat"ders" görüyorlar. Ve o 1 saatlikeğitim bile mesai saatinde ve me-saiye dahil olarak verilmeyip, me-sai saati bitiminden sonra işçilerinkendilerine ait olan 1 saatleri çalı-narak uygulanıyor. Sadece "işçisağlığı" eğitimi üzerinden bile ta-şeron sisteminin öldürücü niteliği-ni açığa çıkarmak mümkün.

"İşçi sağlığı" eğitimine gelince:Sağlık üreten bir hastanede, İstan-bul Üniversitesi hastanelerinde bi-le "işçi sağlığı" eğitimlerine birformalite ve görev savma olarakbakılıyor. Yönetim ve taşeron fir-ma için formalite niteliğindeki "iş-çi sağlığı" eğitimlerinin tek biramacı ve işlevi var. Her hangi bir"iş kazası" durumunda iş cinayeti-ne kurban giden bir işçi, ya da sa-katlanan bir işçi olduğunda "yasal"açıdan kendilerini kurtarmak. Sa-dece, ama sadece bundan ibaret.

İşçi sağlığı ve işçi güvenliğiesas alınmalıdır. Taşeron sistemineson!

Mecnun Çınar

İstanbul Kent Savunması veKuzey Ormanları Savunması'nınçağrısıyla Kadıköy'e çağrısı yapı-lan “Marmara Kent ve Doğa Mi-tingi” 28 Aralık'ta gerçekleşti.Zeytinini, suyunu, kıyısını, koru-sunu koruyanlar; ormanına, bosta-nına, tarım alanlarına sahipçıkanlar; şehirleri, garları, parkları,mahalleleri, meydanları, okulları,

hastaneleri için direnenler; yerinyedi kat altında ve üstünde çalışır-ken hayat mücadelesi verenlerMarmara Kent ve Doğa Mitin-gi’nde buluştu.Mitingi hazırlıklarının son günle-rinde İstanbul Valiliği mitinginKadıköy'de yapılmasını yasakladıve Yenikapı ve Maltepe’dekidolgu alanlarını adres gösterdi.

Miting komitesi “kent suçu” oluş-turan bu dolgu alanlarında toplan-manın mitingin özüne aykırıolduğunu söyleyerek “Yasağı tanı-mıyoruz, 28 Aralık’ta Kadıköy’de-yiz” dedi.Marmara bölgesinden gelen yüz-lerce dayanışmayı, demokratikkitle örgütünü, mahalle ve kent sa-vunmalarını, çevre derneklerini biraraya getiren mitinge binlerce kişikatıldı. Kitleye Aliağa’dan, Arha-vi’den, Erdek'ten, Çanakkale'den,Fatsa'dan ve Yırca’dan gelen savu-nucular da eklendi. Bahariye Cad-desi boyunca toplanan kitle içinde“İsyan, devrim, bisiklet yolu” slo-ganları ile bisikletliler de yerinialdı.Kitle Rıhtım’a doğru hareketlendi-ğinde, otobüslerle Kadıköy'ün hernoktasına yığılmış olan çevik, TO-MA'lar ve polis helikopteri de ha-reketlendi. Ortak basın açıklaması

bunca polis ve TOMA'nın ara-sında, Boğa heykelinin önünde ya-pıldı.Kitleye seslenen konuşmacılararasında yer alan Prof. Dr. BeyzaÜstün, yıldönümünde, Roboskikatliamını da unutmadı ve “Bu ey-lemin amaçlarından biri de oradakatledilen canlarımızı anmak” di-yerek konuşmasına başladı. “Du-ramazlar. Büyük bir kriziçerisindeler. Bu krizden satmadankurtulamazlar. Bu nedenle yaşamkaynaklarımızı, hiç acımadan peş-keş çekiyorlar.” diyerek sözlerinisürdürdü.Konuşmaların ardından, kitle polisbarikatının olmadığı tek noktadanYoğurtçu Parkı'na doğru yürüyüşyaptı.

İşçi Sözü-Haber

Marmara Kent ve Doğa Mitingiyasağa rağmen Kadıköy'deydi

İşçi Sözü12 Ocak 2015

Geziden beri sürdürülendayanışma, Caferağa

Haziran direnişi sırasında başla-yan forumlar Kadıköy YoğurtçuParkında uzun süre devam etmişti.Daha sonra bu gelenek azalarak daolsa mahalle dayanışmaları şeklin-deki birlikteliklere dönüştü. Bun-lardan biri olan CaferağaDayanışması, her yaştan mahalle-linin katıldığı, aktif, üretken yapı-sıyla gezinin en önemli bakiyesiolmaya devam ediyor. Bir yıl önce11 Ocak 2013 tarihinde terk edil-miş eski bir evi işgal ederek Ma-halle Evi'ne dönüştürmeyibaşarmaları da bunun gösterge-

siydi. Hacı Şükrü Sokaktaki bu 3 katlı

ahşap ev, bir yıla yakın süredir arıkovanı gibi işledi. Öncelikle 30yıldır kapısı açılmamış olan evionarıp temizlediler. Çatıya güneşenerjisi kurup kendi elektrikleriniürettiler, mahallelilerin desteğinialıp eski eşyaları değerlendirdiler,1500 kitaplık bir kütüphane kurupişlettiler. Kullanılmış giysiler top-layıp ihtiyacı olanlara dağıttılar,ortak mutfak yapıp akşam yemek-lerini herkesle paylaştılar. Her aybir gün çocuklara doğum günü eğ-

lencesi yaptılar, mülteci ve sokakçocuklarının dertlerine koştular.Moda Gezi Bostanını başlatıp or-ganik ekim yaptılar, bu alanın IBBtarafından otopark yapılmasınamahalleliyle birlikte direnerekengel oldular. Sokak hayvanlarına,kedilere, köpeklere, kuşlara, börtüböceğe sahip çıktılar.

Evin bir odasını karanlık odayadönüştürüp fotoğrafçılık öğrettiler.Hareket atölyesinde dans ve yogadersleri verdiler. Kilise sokağınısidik kokan izbeliğinden kurtarıpkomşuların kapı önünde oturupsohbet edebildikleri temiz görünü-müne kavuşturdular. Yaşlı, yalnızamcalara, teyzelere bayram ziya-retleri yaptılar. Yaz akşamlarısokak ve meydanlarda film göste-rileri düzenlediler, parayı devredışı bıraktıkları sofralar kurdular,yüzlerce atölye, etkinlik, forumgerçekleştirdiler.

Son etkinliklerden biri "Acınınİki Yüzü" adlı sergiydi. KamuranErkaçmaz'ın asker ve gerilla aile-leriyle gerçekleştirdiği söyleşi vefotoğrafları mahalle evinde sergi-leyerek Kadıköylülere acının diğeryüzünü de tanıttılar. Özetle, ma-hallede yaşayan herkese umut veışık oldular. Böyle olunca da umu-dun düşmanlarını çok ama çokkorkuttular.

Devletin 30 yıldır aklına gelme-

yen mülk, Kadıköy Kaymakamı-nın evi kapatmayı kendine iş edin-mesi ve "Milli Emlak malı"olduğu gerekçesiyle 9 aralık sa-bahı onlarca polis arabası ve çevikkuvvet eşliğinde boşaltıldı. İçeri-deki eşyalar, asker ve gerilla aile-lerinin fotoğrafları da dahil olmaküzere kamyona doldurulup götürü-lürken kapı, kat kat kaynak yapıla-rak mahalleliye kapatıldı. Polisyine görevini yapmış vatanı kur-tarmıştı!

Ev kapanınca Caferağa Daya-nışması da dağılıp yok olacak dev-let rahat ve huzura kavuşacaktı!Ama hesapları tutmadı. Şimdi"Bombalara Karşı Sofralar" gru-buyla birlikte semt pazarları vemanavlarından dayanışmayla top-lanılan yiyecekler yine komşulukdayanışmasıyla lezzetli yemekleredönüşüp sokaklarda paylaşılıyor.Forumlar mekânlarını dayanış-maya açan esnafın ev sahipliğindeyapılıyor. Mahalle sakinleriyledaha sıcak bağlar kuruluyor.Özetle Caferağa Dayanışması "Sa-raylara Karşı Mahalle Evi" sloga-nıyla, danslarıyla, şarkılarıyla,etkinliklerini sokaklara meydan-lara yayarak çoğalmaya ve güçlen-meye devam ediyor. Gezi geleneğiKadıköy'de umutları artırarak sü-rüyor...

Bahadır Altan

Kuzguncuk’taki vandalizmGeçen ay "Soma'nın Yırca kö-yünde termik santral yapılacağıbahanesiyle 6000 zeytin ağacınınyargıdan (yangından) mal kaçırırgibi katledilişi AKP iktidarınıntakkesinin düşüp doğa ve halkdüşmanı kelinin göründüğüandır." demiştik. Ancak bu gerçekne yazık ki kendilirini çevreci ola-rak adlandıranlarca bile kavranıl-mış değil. Kuzguncuk'ta 21 AralıkPazar günü bunun çirkin bir örne-ğine tanıklık ettik.Kuzguncukluların hemen yanıbaş-larındaki Validebağ'da yapılmayaçalışılanları da görerek, ÜsküdarBelediyesi'nin "İlya'nın Bosta-nında" ne yapmaya başladığınıanlayacağını düşünsek de yanıl-mışız. Kuzguncuklular Derneği,mahalleden bir çok insanı Üskü-

dar Belediyesiyle ortak yaptıklarıprojenin yüzlerce yıllık bostanalanını "güzelleştireceğine!" inan-dırmış görülüyor. Bununla da kal-mayıp mahallede gaza getirdiklerizorbaları "projeye" muhalefeteden ve alanın doğal haliyle kal-ması için uğraşan insanlara sal-dırtmayı da "başardılar!" Kuzguncukta yaşayan Zıraat Mü-hendisi, ekolojist Olgun Yıldız'a 8yaşındaki oğlunun yanında ke-serle saldıranları (onaylamadıkla-rını açıklasalar da)Kuzguncuklular Derneğinin kotar-mış olduğu çok belliydi. Basındada geniş yer alan olaylarda, Cafe-rağa Dayanışmasından insanlarbiraz geç kalsalardı bu güruh ön-ceden planladıkları belli olan lincigerçekleştirecek ve belki de bos-tanda kan dökülmüş olacaktı. Bukötü niyet sabah saatlerinde emel-lerine ulaşamayanların aynı gününakşamı karanlık çökünce evinegitmekte olan Olgun Yıldız'a sal-

dırarak hastanelik etmeleriyle is-patlanmış oldu. Ağzından küfürlersaçan ve kendini mahallenin sa-hibi sanan faşist çetenin "çevreci"geçinen, hatta Geziye katılmaklaövünen dernek yöneticilerincebeslenmesi ise gerçekten mide bu-landırıcı. Kuzguncuk'ta temel sorun bosta-nın "hobi bahçesine" dönüştürüle-rek korunacağı, yeşil alan olarakkalacağı yalanıdır. Hobi bahçeleribostanla aynı şey değil, kapitilaz-min kentlerdeki yeşil görünümlümaskeleridir. Bostan ise halkınkendi yiyeceğini ürettiği kapita-lizmi yaşamından kısmen uzaktuttuğu alanlar. Dernek yönetimin-deki mimarların belediyeyle ortakyaptıkları ve detaylarını kimseninbilmediği bu "proje" bostanı aynıValidebağ'da niyetlendikleri gibiyok edecek ve saray bahçesi görü-nümünde olsa da halkın özgürcekullanacağı, üreteceği, tohumla-rını koruyacağı alan olmaktan çı-

karacak, yok edecek bir projedir.Bunun ilk işaretlerini Nisanayında bostana girip ağaçları kat-lederken belediye yetkilileri "bu-raya 22 bin tl kira ödediklerinitabi ki bunu çıkaracak yatırımlarahakkı olduklarını" söyleyerek gös-termişlerdi. Kuzguncuklular Der-neği yöneticileri ne yazık ki"projenin" bostanı yok edeceğigerçeğini mahallelilerden saklı-yor.Kuzguncuklular bu saldırgan, kü-fürbaz vadalizmin daha sonra ken-dilerine de yöneleceği gerçeğinigörmeliler. Yapılaşma başladıktansonra "artık çok geç" dememekiçin belediyeyle işbirliği yapandernek yöneticilerini değil, YırcaKöylülerini örnek almalı ve doğalyaşamı savunanlarla birlikte bos-tanlarını korumalıdır. Bu süreciizlemeye ve gerçekleri duyurmayadevam edeceğiz.

Bahadır Altan

Ocak 2015 13İşçi Sözü

İzenerji işçisinin yılanhikâyesine dönen TİS süreci

İzmir Büyükşehir Belediyesi İze-nerji işçilerinin 2013-2014 yıllarınıkapsayan toplu iş sözleşmesi, 2014yılının son ayında bağlandı. Sürecinneden bu kadar uzadığı ve hangi se-beplerle işin bu noktaya vardığı tari-he not düşülmeli.

Tarafların masada anlaşamamasınedeniyle, sendika grev kararı al-mış; ancak işveren belediye tarafın-dan, bazı işyerlerinin grev yasağıkapsamında olduğu gerekçesiyle,Yüksek Hakem Kuruluna (YHK)başvurulmuştu. Sözleşmeyi YHKbağlamış; sendika da sözleşme ko-nusu işlerin tamamının grev yasağı-na tabi olmadığı, TİS'nin YHK yet-kisinin dışında olduğu gerekçesi ileİş Mahkemesine başvurmuştu.

Mahkeme süreciYerel Mahkeme, grev yasağı bu-

lunan işyerlerinde çalışan işçileriçin YHK kararının uygulanmasına,ancak grev yasağı kapsamında ol-mayan işyerlerinde çalışan işçileringreve çıkabileceğine karar verdi.Yerel Mahkeme kararı hem sendikahem de işveren tarafından temyizedildi. Yargıtay ise, kararında sendi-kayı haklı buldu.

Yargıtay, öncelikle tek işletmedüzeninde farklı işyerlerinde çalışanişçilerin, tek bir toplu sözleşme im-zalamasının yasal zorunluluk oldu-ğunu belirledi. Yerel Mahkemenintek işletmede iki TİS yaratacak ka-rarını bozdu. Grev yasağı olan işler-de grev yapılamayacağını, ancakgrev yasağı olmayan işlerde greveçıkılmasının önünde bir engel olma-dığını ve bu durumda YHK'nun bukonuda karar veremeyeceğini söyle-di. Grev yasağı olmayan işlerde ça-lışan işçilerin greve çıkabileceğinive bağıtlanacak sözleşmenin, tümişçiler için geçerli olacağını belirtti.Yerel mahkeme de kararını Yargıtaykararına uygun olarak düzetti.

Tüm bu yasal süreç 2014'ün so-nuna kadar uzadı. Sendika davayıkazandı. Taraflar tekrar masayaoturdu. Sözleşmenin sona ermesine2 ay kala toplu iş sözleşmesi imza-landı.

İşveren ne verdi? Sendika ne aldı?

Toplu iş sözleşmesinin ilk görüş-melerinde işveren, İzenerji işçilerine%15'lik zam önermişti. Ancak buzam oranı sendikayı tatmin etmemişolmalı ki, anlaşma sağlanamadı.Sözleşmenin YHK'na gönderilmesineticesinde kurulun belirlediği zamoranı ise %12 idi. Açılan dava so-nuçlanana kadar, işçiler bu YHKsözleşmesinde belirlenen ücreti al-dılar. Yani sendika işverenin teklifi-

nin de altında zam oranına mahkûmoldu. Tabi bu arada sendikanın açtı-ğı davanın, işçilerin ağır baskısı ne-ticesinde açıldığını hatırlatmak ge-rekli. Zira Sendika yönetiminin, iş-veren tarafının YHK başvurusundanhaberi olduğu, buna rağmen, kararınhukuka aykırı olduğundan bahisle,yürütmeyi durdurmak için dava aç-madığı; hatta bu bilgiyi işçiden sak-ladığı öğrenilmiş ve işçiler sendikabinasını basmıştı.

Neticede dava açıldı ve kazanıl-dı. Yeniden başlayan görüşmeler ne-ticesinde bağlanan sözleşmedekizam oranı yine %15 oldu. Yani ara-dan geçen 22 aylık süreçte, işçi al-ması gereken zammı sendikanın ba-siretsiz politikası yüzünden alamadı.Bu zam farkı işçi başına yaklaşıkolarak aylık 100-TL civarındadır.Yani sadece İzenerji'de çalışan 3600işçinin aylık 100-TL üzerinden 22ay boyunca hak ettiği ancak alama-dığı tutar işverenin cebinde kaldı.Bir işçinin kaybı 2200-TL’yi bulur-ken, kayıp, 3600 işçi için toplamda7.920.000-TL oluyor. Bu işten ençok Belediye Başkanı Aziz Kocaoğ-lu'nun karlı çıktığı ortada. Sosyaldemokrat olduğunu iddia edenCHP'li Başkan'ın işçinin cebindençaldığı paralar ile bir sonraki seçimide kazanacağı açık. Ancak buradasendikanın bu duruma ne kadar aletolduğu önemli.

Sendika ne işe yarar?İzmir Büyükşehir Belediyesinin

iştiraki olan İzelman ve İzenerji şir-ketleri bünyesinde yaklaşık 10 binişçi çalışıyor. Bu işyerlerindeDİSK'e bağlı Genel İş, 1, 2 ve 3 no-lu şubeleri vasıtasıyla, örgütlü. Buşirketlerde çalışan işçiler, İzmir'in,ulaşımdan sağlığa, temizlikten park-ların bakımına, kreşlerden otopark-lara kadar, tüm belediye hizmetleri-ni yerine getiriyorlar. İşçilerin tama-mının örgütlü olduğu bu sendika,tüm şehrin atar damarı gibi, güçlübir pozisyona sahip. Ancak güçleriile etkileri bir değil. Neden? Çünküsendikaların kamu işletmeleri dışın-da herhangi bir varlığı kalmadı.Özellikle Genel İş Sendikası’nınCHP’li belediye ile arasında varolan organik bağ herkesin malumu.İzmir Büyükşehir Belediye BaşkanıAziz Kocaoğlu'nun, “İzmir'den taşe-ronu kaldıran işçi dostu” başkan ol-duğu sloganları ise birkaç yıl önce-sine kadar reklam panolarını süslü-yordu. Tabi bunun karşılığında, be-lediye işçilerinin de, CHP'li Baş-kan'a yönelen hükümet saldırılarınakarşı göğüslerini siper ettiği bilinenbir gerçek. Ancak bu denklemde iş-

çilerin hakları için çalışan sendika-ların pozisyonu ne olmalı? 2013-2014 TİS sürecinden ne gibi derslerçıkarılmalı?

CHP'li Belediye işçi dostu mu?CHP'li Belediye Başkanı'nın id-

dia ettiği gibi, taşeronu kaldırma po-litikasının nedeni sosyal demokratkişiliği değildir. Amacı, işçilerinkendi siyasetine yakın bir sendikadaörgütlü olmasını sağlayarak, hem iş-çiye şirin görünmek hem de kendilehine TİS ve çalışma şartları dayat-maktır. İşçi sendikası yönetimi buduruma ses çıkartmamakta ve kendikoltuğunu düşündüğünden, bu kar-şılıklı çıkar ilişkisini sürdürmekte-dir. Böylece, işveren ile işçi sendi-kasının ortaklaşa politikası netice-sinde, olan işçiye oluyor. İzmir Bü-yükşehir Belediyesi işçilerinin duru-mu tam da budur. 2013-2014 TİSsüreci bu durumu kanıtlamaktadır.Yoksa işçileri YHK'nun insafına bı-rakan işveren belediye başkanınınişçi dostu olduğunu düşünmek bü-yük bir hata olacaktır.

Sendika'nın KarnesiÖzetle, sendika yönetimi TİS sü-

recini, belediyeyi karşısına alma-mak için, işçilerin haklarını kaybet-melerine yol açmak pahasına yü-rütmüştür. Sendika bürokratları, iş-çilerin çıkarlarından çok, kendi kol-tuklarını sağlama alma ve bulun-dukları mevkileri koruma dürtüsüile hareket ederler. Sendika yöneti-minde olmanın nimetlerinden fay-dalanmak uğruna, işçinin hak ettiğiparanın belediyenin cebinde kalma-sına göz yumabilirler. Bu süreçtede aynen böyle olmuştur. İşçilerinalmaları gereken paralar belediyekasasında kalmıştır. İşvereninYHK'na yaptığı başvurunun önünegeçemediği gibi, işçilere hoş görün-mek için, hiç gerçekleşmeyecek birgrev kararı alıp, bir gün süren, tari-hin en kısa grevini gerçekleştirmiş-tir. Yoksa yıllardır yöneticilik yapansendika liderlerinin YHK’nun vere-ceği zam oranını tahmin edememesimümkün değildir. Sendika bile bile,işçileri, işverenin teklifinin dahi al-tında bir sözleşmeye mahkûm et-miştir. Tüm bunlar yetmezmiş gibi,kendi koltuğunu kurtarmak için,grev tiyatrosu sergilemiş ve işçiyialdatmaya kalkmıştır. Bu başarısıztablonun hesabı sendikadan sorul-malıdır.

Ne Yapmalı?Toplu İş Sözleşmesi sürecine,

İzenerji Parklar ve Bahçeler işçileri-nin militan mücadelesi damgasını

vurmuştur. Parklar ve Bahçeler işçi-lerinin taşeronlaşmaya karşı yürütü-len mücadeleden başlayıp, örgütlen-me sürecinde olgunlaşan ve son ola-rak toplu iş sözleşmesi ve ihale sü-reci ile devam eden mücadele dene-yimi, ileriye umutla bakılmasınısağlamaktadır. İzenerji’nin diğer iş-yerlerinde çalışan işçilerinin sadecedestek verdiği, İzelman işçisininkerhen katıldığı, eylemliliklerde,Parklar ve Bahçeler işçisi hareketinlokomotifi görevini üstlenmiştir.Sendikayı, YHK kararına karşı davaaçması için zorlayan da Parklar veBahçeler işçisinin baskısı olmuştur.Yani kazanılan bir dava ve hak var-sa, bunda en büyük pay sahibi Park-lar ve Bahçeler işçisidir. Yargı-tay’dan alınan karar, sadece İzmirBelediyeleri için değil, ülkedekitüm kamu kesimi işçileri için olum-lu emsal niteliği taşımaktadır.

Önümüzdeki toplu iş sözleşmesisürecinde de, bu yüksek mücadelegücü ve deneyimi ile sendika yöne-timine baskı yapılmalı, yapılacakhataların, işçi aleyhine verilecek ka-rarların karşısında işçilerin tabandangelen gücü ile karşılaşacaklarınınişareti verilmelidir. Sendika yöneti-mi, Parklar ve Bahçeler işçisinin ne-fesini ensesinde hissetmeye alışma-lıdır.

İlkay Öngören

Yüksek Hakem Kurulu Nedir?Yüksek Hakem Kurulu (YHK)

12 Eylül askeri darbesinin getirdi-ği işçi düşmanı bir kurumdur. Dar-be sonrası grev ve lokavtların ya-saklanması sonucu, işçi ücretleri-nin artışlarının belirlenmesi içinoluşturuldu. 5 Mayıs 1983’de çı-karılan 2822 Sayılı Toplu iş Söz-leşmesi Grev ve Lokavt Kanunuile yeniden düzenlenerek, belirlikonularda ortaya çıkan uyuşmaz-lıkların çözüme kavuşturulmasıylagörevli bir başvuru organı niteliği-ni kazandı. Yasa ile grev yasağıolan iş kolları tespit edildi. Bu iş-yerlerinde toplu iş sözleşmesi, ta-raflar arasında anlaşma ile bağla-namazsa, taraflardan birinin baş-vurusu ile sözleşme kurul tarafın-dan kesin şekilde bağlanıyor. Ku-rulun kararlarına karşı yargı yolubulunmuyor. YHK kararının asgariücret komisyonu kararlarından far-kı olmadığı; en fazla bu oranda ar-tış tespit ettiği de bilinen bir ger-çektir.

İşçi Sözü14 Ocak 2015

Ülker DirenişçileriyleSınıf Dayanışması

Biz bir grup matbaa işçisi ola-rak, direnişte olan Ülker işçileriniziyaret ettik. İşten çıkıp ziyaretegittiğimizde, direnişçi işçilerlesohbet ettik. Bize sorunlarını an-lattılar, dinledik. Aramızda, büt-çemize uygun bir dayanışma fonuoluşturarak para topladık ve ver-dik. Teşekkür ettiler.

Sonrasında ise direnişteki işçi-ler fabrikadan çıkan diğer işçi ar-kadaşlarına seslerini duyurmakistediler. Sloganlar attılar. Mesa-

feli ve uzak duranlara ise birazsöylendiler.

Bildiğiniz gibi Ülker’de örgüt-lü Hak-İş’e bağlı Öz Gıda-İş Sen-dikası bizzat patronun fabrikayagetirdiği bir sendikadır. İşçilereyıllarca herhangi bir hak verilme-miş, hatta hiçbir toplu sözleşmedekendilerine söz hakkı dahi tanın-mamış. İşçilerden 9’u bu sendika-dan ayrılarak DİSK’e bağlı Gıdaİş Sendikası’na üye olmuş, bu ne-denle de işten atılmışlar. Bu sen-

dikaya geçmelerinin sebebini,“bir nebze de olsa söz haklarınınolması” şeklinde açıklıyorlar.

Ülker patronu günden günesermayesine sermaye katan ve busene en çok yükselen kapitalistlerarasındadır. Dayanışmamızın veziyaretimizin asıl sebebi ise bizimçalıştığımız matbaanın Ülker fab-rikasının ambalaj kutularını yapı-yor olması. Burada, biz matbaaişçilerinin örgütlü bir gücü olsay-dı eğer, sınıf dayanışması olarakya kutularını üretmezdik ya daÜlker işçileri için dayanışma gre-vi yapardık. Ama o durumda de-ğiliz ve sadece dayanışma ziyare-tinde bulunduk.

Burada da göründüğü gibi işçisınıfı bir bütündür. Onun için, bir-leşerek örgütlenerek gücümüzegüç katarak bu sömürü düzeninedur demeliyiz; Örgütlüysek herşeyiz, örgütsüzsek hiçbir şey.

Yaşasın sınıf dayanışması!Eren

İş Cinayetleri Sürüyor: Niğde

Niğde-Yeşilgölcük Beldesi'ndeelektrik akımına kapılan Medaştaşeron işçisi öldü.

Meram Elektrik Dağıtım A.Ş(Medaş) bünyesinde taşeron şirketaracılığıyla çalışan 32 yaşındakitaşeron işçisi Tayfun Hallaç yük-sek gerilim hattına kapılarak ol-dü.

Elektrik faturası borcu bulunanbir abonenin elektiriğini kesmeküzere talimat verilen Tayfun Hal-laç, yüksek gerilim hattının bu-lunduğu trafoya girdi. Elektrikhattı kesilmeden trafoya girentaşeron işçisi Tayfun Hallaç yük-sek gerilim hattına kapılarak ha-yatını kaybetti.

İşçi Sözü-Haber

İş Cinayetleri Sürüyor: Konya

Başı makineye sıkışan 24 ya-şındaki İsmail Erciş öldü.

Konya'nın Karatay İlçesi FevziÇakmak Mahallesi'nde bulunanHurdacılar Sitesi'nde elektrik pa-noları üreten bir atölyede mey-dana gelen iş cinayetinde ölenİsmail Erciş'in çalıştığı makineninarkasında asılı bir uyarı levhasıvardı: "Makine çalışırken dikkatliolun!"

Bir uyarı levhasıyla işçi sağlığıve güvenliğinin sağlanamayacağıaçık olduğuna göre, amaçlanan,olası bir iş cinayetinde patronunkendini kurtarmasıdır.

İşçi Sözü-Haber

İş Cinayetleri Sürüyor: Zonguldak

İş cinayetleri Zonguldak'ta hiçson bulmuyor. Güntepe MevkiKırat Mahallesi'nde bulunan ka-çak maden ocaklarından birindemeydana gelen göçükte 1 madenciöldü.

Göçük altında kalan 70 yaşın-daki Fahrett in Karamusaoğluölürken, son anda kaçmayı başa-ran oğlunun kurtulduğu belirtili-yor.

İşçi Sözü – Haber

68 gündür İstanbul Sirkeci BüyükPostane'si önünde direniş ve eylemvardı.

Günde ortalama 2 inşaat işçisininiş cinayetine kurban gittiği Türki-ye'de kamuda çalışan inşaat işçile-rinin parası bile devlet tarafındanödenmiyor. Sirkeci PTT'sinde ya-

şanan vahşi sömürü gerçeği bun-lardan biri.

İnşaat işçilerinin itiraz, başvuruve direnişleri üzerine Çalışma Ba-kanlığı İş Müfettişleri tarafındantespitler yapılıp, PTT yönetimine,ödeme yapması gerektiği yönündebildirimde bulunuldu. PTT yönetimi

iş müfettişlerinin tespitlerini de dik-kate almadı ve hukuksuzluğunu sür-dürdü. Hak gaspına devam edereködeme yapmadı. Bu duruma tepkigösteren inşaat işçileri, İnşaat İşçileriSendikası ile birlikte, eylem ve di-renişler yaptılar. Polis saldırıları vebaskılara maruz kaldılar. Darp edilipgözaltına alındılar. Ama asla yıl-madılar.

İnşaat İşçileri Sendikası'nca ya-pılan açıklamalarda "bu işçi düşmanıtavrın asıl sahibinin genel müdürOsman Tural olduğunu düşünüyo-ruz" denildi. 68 gün boyunca SirkeciPTT'si önünde kararlı bir şekildesürdürülen direniş ve hak alma mü-cadelesi kazanımla sonuçlandı. İnşaatişçileri paralarını aldılar.

Hak verilmez alınır, zafer sokaktakazanılır!

İşçi Sözü – Haber

Direnen İnşaat İşçileriKazandılar

Ocak 2015 15İşçi Sözü

İş Cinayetleri Sürüyor: Zonguldak

Zonguldak - Dilaver Ma-hallesi' nde özel şirket tara-fından işletilen maden oca-ğında bir maden işçisi öldü.

Saat 11.00'da meydana ge-len göçükte, tarama çalışma-ları yapan 33 yaşındaki Sela-mi Yalçın kömür ve taş yığın-larının altında kaldı. Arka-daşları tarafından göçük al-tından çıkartılan Selami Yal-çın'a ilk tıbbi müdahale am-bulans içinde yapıldı. Hasta-neye kaldırılan Selami Yalçınkurtarılamadı ve nayatınıkaybetti.

Göçük nedenjyle ölen Se-lami Yalçın'ın daha öncede işcinayetiyle karşı karşıya kal-dığı, açılan kamyon kapağı-nın beline çarpması sonucubir dönem felçli olarak yattı-ğı belirtildi. Selami Yalçın'ın,ayağa kalkar kalkmaz "erkenemeklilik" beklentisi içindeyeniden maden ocağında ça-lışmaya başladığını anlatanyakınları "ömrü vefa etmedi"dediler.

İşçi Sözü - Haber

İş Cinayetleri Sürüyor: Sakarya

Sakarya - Hendek İlçesi'ndebulunan Havai Fişek Fabrika-sı'nda meydana gelen patlama-da bir işçi öldü.

Coşkunlar Havai Fişek Fab-rikası'nın depo bölümünde bü-yük bir patlama meydana geldi.Patlamanın çevre ilçelerden deduyulduğu belirtildi. Patlama-nın ardından yangın çıktı vefabrikanın depo bölümü çöktü.

Enkazdan çıkarılan işçiler-den Yılmaz Sapoğlu öldü. Ha-vai Fişek Fabrikası'nın bir gü-venlik görevlisi ile bir işçi iseyaralandılar.

İşçi Sözü – Haber

İşsizlik hızla artıyor: 5 gençten 1'i işsiz

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)verilerine göre işsizlik hızla artıyor.İktisatçıların, "sanayi üretiminin düş-mesi nedeniyle işsizlik artıyor" tespi-tinin TÜİK verileri şöyle:

Ağustos-Eylül-Ekim aylarında iş-sizlik oranı yüzde 10,5 oldu. Mevsimetkilerinden arındırılmış haliyle yüz-de 10,7 olarak hesaplanıyor. Bu oran,"iş arayanlar" da dahil olmak üzere,resmi makamlara başvuranlar üzerin-den yapılan "resmi" veriler. Gerçekrakamın bu oranın çok üştünde oldu-

ğu tahmin ediliyor.

TÜİK Eylül ayı işsizlik verileri,bir önceki döneme göre sayısal olarak103 bin arttı.

İşsizlik oranı erkeklerde 9,1 kadın-larda ise 13,6.

15 - 24 yaş arası işsizlik oranı19,1.

15 - 65 yaş arası işsizlik oranı10,7.

Bu oranlara göre ortalama olarakher 5 gençten 1'i işsiz.

TÜİK'in "resmi" işsizlik verileri işcinayetlerinin ve "öldüresiye çalıştır-ma" gerçeğinin alt yapısını da açığaçıkarıyor. İş cinayetlerinde ölen işçi-lerin yakınlarının söylemlerini bir kezdaha hatırlatıyor;

"Genç mezarları değil, aç mezarla-rı olsun..."

İşçi Sözü - Haber

Hattat Holding bünyesinde bu-lunan Hema Madencilik işletmesininArmutçuk maden ocağında yaşananişten atmalar maden işçileri arasındagerilimi yükseltti.

İlk önce 18 işçi işten atıldı. 489maden işçisinin işten çıkarılacağıbilgisi İŞKUR'a sunuldu. Ardındanda 60 işçiye daha işten çıkarılmatebligatı gönderildi.

60 işçinin topluca işten çıkarıl-ması gerilimi tırmandırarak patlamanoktasına getirdi. İsyan eden madenişçileri "tek tek hepimiz işten atılmasırası hangimizde diye sormaya baş-ladık" diyorlar ve ekliyorlar; "Maden

ocağında her türden belirsizlik kazanedenidir..."

Hema Madencilik işletmesininArmutçuk ocağında devam eden iş-ten atmalara karşı seslerini yüksel-terek direnişe geçen maden işçileriuyarıyor; "Metan gazı ve işsiz insanpatlar..."

İşten atılan arkadaşlarına sahipçıkan maden işçileri "hepimiz iştenatılma tehlikesiyle karşı karşıyayız"diyerek iş bıraktılar. "Bir daha çık-mamak üzere maden ocağına ini-yoruz" diyen işçiler yeraltında di-reneceklerini belirtirken, maden iş-çilerinin aileleri de Armutçuk işlet-

mesi önüne gelerek direnişe destekverdiler.

Hema Madencilik ile TürkiyeTaşkömürü Kurumu (TTK) arasındabir anlaşmazlık olduğu, holdinginrödovans (kiralama) süresinin bittiğive TTK'nın yeni bir rödovans an-laşması yapmadığı belirtiliyor. Ar-mutçuk maden işletmesinde çalışanişçilerin tepkisi ise TTK'ya yöneliyorve "belirsizliğe son verin" diyorlar.

Rödovans, kiralama sözleşmeleri,dayıbaşı uygulamaları son bulsun!Taşeron sistemine son!

İşçi Sözü – Haber

Maden İşçileri: Metan Gazı ve İşsiz İnsan Patlar!

Ekonomik İşbirliği ve KalkınmaÖrgütü (OECD) üyesi ülkelerdeyapılan bir araştırmaya göre,gelir dağılımı eşitsizliğinde son30 yılın en yüksek noktasına ula-şıldı.

Gelir dağılımı adaletsizliğininson yıllarda hızla arttığı tespit

edilen OECD raporuna göre, zen-ginlerle fakirler arasındaki uçu-rum büyüyor. Zenginlerinadaletsiz büyümesinin ve fakirle-rin daha da fakirleşmesinin "eko-nomik büyümenin önüne geçtiği"vurgulanıyor.

2012 yılı gelir dağılımı verilerini

inceleyen OECD, "gelir dağılımı-nın en eşitsiz yılı" değerlendir-mesinde bulundu. 21 ülke içindegelir dağılımının en eşitsiz ol-duğu 1. ülke Meksika oldu. Tür-kiye ise 2. sırada yer alıyor. ABD3. ülke.

İşçi Sözü - Haber

Gelir dağılımı uçurumu büyüyor:Türkiye ikinci sırada

Aralık ayının son haf tasın-da, Cumhurbaşkanı Erdoğan,nikâh şahitl iği yaptığı bir dü-ğünde, her ç i f te y ine led iğ iönerisini orada da dile getirdi:En az 3 çocuk! Ayrıca, “yıllarcabu ülkede bir doğum kontrolüihaneti yaptı lar ve nesl imizikurutma yoluna gitti ler" dedi.Şimdi sormazlar mı, “AKP ca-miasında neden herkesin enaz üç çocuğu yok?” “NedenAKP’l i genç kadınların bir bö-lümü hâlâ evlenmemiş, seçicimi davranıyorlar?” Hem oku-muşlar, bit irmişler de okulla-rını! On yı l ı aşkın bir süredirsiyasi olarak bir l ikte çal ıştığı,

eski danışmanı, Kültür ve Tu-rizm Bakanı Ömer Çelik hâlâbekâr. Buna karşın, siyasi ka-riyerinde yükseliş devam edi-yor. Erdoğan, neden bunu sor-gulamıyor? Ya da sorguladığıhalde en yakınındakilere karşıbi le etki l i olamıyor?

Anlaşı lan AKP’nin bütünsöylem ve polit ikaları, ezi len,sömürülen işçi sınıf ı ve halküzerine. Biz, kimin ne zamanev leneceğ ine , çocuk yap ıpyapmayacağına veya kaç ço-cuk yapacağına, kim olursaolsun, karışı lmasına, bu konuda söz söylenmesine dahi ta-

hammül edemezken, bir debu ihanet ve nesl i kurutmameselesi çıktı? Ar tık bundansonra, çocuk yapmayanlar, ev-lenmeyenler vatan haini i lanedil i r ! Bu yaklaşım, yani in-sanların özel yaşamlarına, hat-ta yatak odalarına dahi mü-dahale etmek, asl ında despo-tik bir anlayışın dışa vurumu-dur. Ülkede despotik rej imingeldiği noktayı göstermekte-dir. Erdoğan, elini, bedenimiz-den, yatak odamızdan ÇEK!

İşçi SözüB ü t ü n ü l k e l e r i ni ş ç i l e r i , b i r l e ş i n ! İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır

Hain Prezervatif, paralelci midir, nedir?

Haziran 2013'te yani Gezi direnişizamanları Tayyip Erdoğan Aile ve SosyalPolitikalar Bakanlığı’nın düzenlediği biretkinlikte, kadınların kendi bedenleri üze-rinde söz söyleme hakkına “Bu ülkedeyıllarca doğum kontrolü mekanizmalarınıçalıştılar. Adeta bizim vatandaşlarımızı,halkımızı kısırlaştırdılar. Sezaryen ve kürtajdenilen olay budur. Bunları yaparken deadeta cinayet işlediler. Adeta aldattılar.Bu oyunu bozmamız lazım, onun içinailelere bu ülkede çok büyük iş düşüyor”diyerek saldırmıştı.

AKP, 12 yıllık iktidarı döneminde sis-tematik bir biçimde sürdürdüğü kadındüşmanı politikalarla, “Kadın-erkek eşitdeğildir” , “3 de yetmez 5 çocuk” ,“Kürtaj cinayettir” ,”Kız mıdır kadın mıdırbilmem” söylemleri ile kadınların emek-lerine, bedenlerine ve kimliklerine saldır-maktan bir an bile geri durmuyor.

Tekrarlıyoruz: Kadınların fıtratındaİsyan, Mücadele ve Devrim var!