iyi kitap±_-16.pdfdesen: ethem onur bİlgİÇ bu ay İyi kitap’ta... 2009 tudem edebiyat...

32
Gençler için kaleme aldığı roman- larıyla tanıdığımız usta yazar Miya- se Sertbarut, son romanı Yılankale ile yeniden okurlarıyla buluşuyor. Ço- cuklara insan, tabiat ve hayvan sev- gisi aşılamayı amaçlayan kitapların- da hayal gücüne yalın bir dille ses- lenmeyi tercih eden Miyase Sertba- rut, Tudem Yayınları’nca yayımlanan ve 2004 Tudem Edebiyat Ödülleri Ro- man Yarışması’nda ikincilik ödülü- nü alan ilk gençlik romanı Sisin Sak- ladıkları ile hem okur kitlesini geniş- letmiş, hem de yeni edebi türlere yel- ken açmıştı. Üniversite sınavlarına hazırla- nırken, anne ve babası boşanma ari- fesinde olan İlay’ın, Kars yolculu- ğu sırasında yaşadığı heyecanlı ma- cerayı fantastik bir dille anlatan Sisin Sakladıkları’nda Sertbarut, bilimkur- gu türüne göz kırparak klonlama ko- nusuna olan ilgisini ve gençlerin ya- şadığı ergenlik sorunlarına karşı his- settiği duyarlığı açığa vurmuştu. İnsan neslinin ömrünü uzatmak için genle- riyle oynanan kargaların çıldırarak in- sanlara saldırmasını engellemek iste- yen İlay’ın, arkadaşı Fuat ve teyzesiyle kobay olmamak ve karga geni taşıma- mak için verdiği mücadele bir genç kı- zın büyüme serüveniyle paralel olarak anlatılıyordu. 2006 Tudem Edebiyat Ödülleri İlk- gençlik Romanları Yarışması birinci- si Kapiland’ın Kobayları romanında ise Sertbarut, günümüzde geçen dis- topik bir şiddet öyküsü anlatarak tas- tamam bilimkurgu türünü sevdiğini ilan etmişti. 7-17 yaş arasındaki çocuk ve gençleri şiddete yönelten bir virüsü yok etmek için piyasaya sürülen ‘anti- row’ adlı şurubun gençleri salt tüketi- me yönlendirmesini eleştirerek; genç- lerin, ergenlik döneminde yaşadıkları fiziksel değişimlerin etkisiyle kapita- lizmin harcama çılgınlığına nasıl müs- riflik düzeyinde sürüklendiklerini an- latıyordu roman. Şimdi ise, Yılankale’de, tarihi bir efsaneyi; Adana, Çukurova’nın ka- dim mitlerinden biri olan yılan-kadın Şahmeran’ın hüzünlü öyküsünü mo- dern dünyada geçen bir öyküyle bu- luşturarak anlatıyor Miyase Sertbarut. Bu topraklarda yüzyıllardır kulaktan kulağa, dilden dile dolaşan yılan kra- liçenin efsanesini, gizemli ve yine bi- limkurgusal bir anlatımla kaleme alan Miyase Sertbarut’la, Yılankale ve yazın serüveni üstüne konuştuk. Yılankale’de, Şahmeran efsanesi- ni yeniden dillendirerek şiddete kar- şı bir tutam yılan saçı öneriyorsu- nuz. Bu fikir nasıl oluştu? Bugün ne yazarsam yazayım, beni besleyen şey sanırım çocuklu- ğum... Şahmeran çocukluğumun gi- IYI KITAP . . . Aylik Okul Öncesi, Çocuk ve Gençlik Kitaplari Gazetesi . . . . Haziran 2010 Sayi 16 Ücretsizdir www.iyikitap.net . . . DESEN: ETHEM ONUR BİLGİÇ Bu ay İyi Kitap’ta... 2009 Tudem Edebiyat Ödülleri, “Dizeler Şiir Açsın” arzusuyla şiir dalında verildi. Ödüle değer görülen eserler, ödülün verilmeye başlandığı 2002 yılından bu yana olduğu gibi, yine Tudem Yayınları’nca, Mayıs ayında yayımlandı. Biz de İyi Kitap olarak bu bahaneyle, çocuk ve gençlik yazınında şiire göz atan bir dosya hazırlayalım istedik. Yazınımız bu alanda arzu edilen zenginlikte olmasa da, yer darlığı bizi, dosyamızda ancak sınırlı sayıda kitaba yer vermek durumunda bıraktı. Sayfalarımıza taşıyamadığımız şiirlerin ve şairlerin hatrı kalmasın ama, onlara göz atmak için de vesileler yaratacağız en kısa zamanda! Şiir dosyamız dışında yine farklı yayınevlerinden güncel öykü, roman, başvuru ve çizgi romanlara olabildiğince yer vermeye çalıştık bu sayımızda. Çocukların tatile merhaba diyecekleri Haziran sayımızda yepyeni kitaplarla buluşmak dileğiyle... Çocuk ve gençlik edebiyatının ödüllü yazarı Miyase Sertbarut, geçmişle bugünü buluşturan son romanı Yılankale’de, Çukurova’nın kadim öyküsü Şahmeran’ın insanlarla olan ölüm kalım mücadelesini dillendiriyor. Şahmeran efsanesi ‘bilimkurgu’ oldu!

Upload: others

Post on 30-Jan-2021

5 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • Gençler için kaleme aldığı roman-larıyla tanıdığımız usta yazar Miya-se Sertbarut, son romanı Yılankale ile yeniden okurlarıyla buluşuyor. Ço-cuklara insan, tabiat ve hayvan sev-gisi aşılamayı amaçlayan kitapların-da hayal gücüne yalın bir dille ses-lenmeyi tercih eden Miyase Sertba-rut, Tudem Yayınları’nca yayımlanan ve 2004 Tudem Edebiyat Ödülleri Ro-man Yarışması’nda ikincilik ödülü-nü alan ilk gençlik romanı Sisin Sak-ladıkları ile hem okur kitlesini geniş-letmiş, hem de yeni edebi türlere yel-ken açmıştı.

    Üniversite sınavlarına hazırla-nırken, anne ve babası boşanma ari-fesinde olan İlay’ın, Kars yolculu-ğu sırasında yaşadığı heyecanlı ma-cerayı fantastik bir dille anlatan Sisin Sakladıkları’nda Sertbarut, bilimkur-gu türüne göz kırparak klonlama ko-nusuna olan ilgisini ve gençlerin ya-

    şadığı ergenlik sorunlarına karşı his-settiği duyarlığı açığa vurmuştu. İnsan neslinin ömrünü uzatmak için genle-riyle oynanan kargaların çıldırarak in-sanlara saldırmasını engellemek iste-yen İlay’ın, arkadaşı Fuat ve teyzesiyle kobay olmamak ve karga geni taşıma-mak için verdiği mücadele bir genç kı-zın büyüme serüveniyle paralel olarak anlatılıyordu.

    2006 Tudem Edebiyat Ödülleri İlk-gençlik Romanları Yarışması birinci-si Kapiland’ın Kobayları romanında ise Sertbarut, günümüzde geçen dis-topik bir şiddet öyküsü anlatarak tas-tamam bilimkurgu türünü sevdiğini ilan etmişti. 7-17 yaş arasındaki çocuk ve gençleri şiddete yönelten bir virüsü yok etmek için piyasaya sürülen ‘anti-row’ adlı şurubun gençleri salt tüketi-me yönlendirmesini eleştirerek; genç-lerin, ergenlik döneminde yaşadıkları fiziksel değişimlerin etkisiyle kapita-

    lizmin harcama çılgınlığına nasıl müs-riflik düzeyinde sürüklendiklerini an-latıyordu roman.

    Şimdi ise, Yılankale’de, tarihi bir efsaneyi; Adana, Çukurova’nın ka-dim mitlerinden biri olan yılan-kadın Şahmeran’ın hüzünlü öyküsünü mo-dern dünyada geçen bir öyküyle bu-luşturarak anlatıyor Miyase Sertbarut. Bu topraklarda yüzyıllardır kulaktan kulağa, dilden dile dolaşan yılan kra-liçenin efsanesini, gizemli ve yine bi-limkurgusal bir anlatımla kaleme alan Miyase Sertbarut’la, Yılankale ve yazın serüveni üstüne konuştuk.

    Yılankale’de, Şahmeran efsanesi-ni yeniden dillendirerek şiddete kar-şı bir tutam yılan saçı öneriyorsu-nuz. Bu fikir nasıl oluştu?

    Bugün ne yazarsam yazayım, beni besleyen şey sanırım çocuklu-ğum... Şahmeran çocukluğumun gi-

    IYI KITAP. . .Aylik Okul Öncesi, Çocuk ve Gençlik Kitaplari Gazetesi

    .. ..

    Haziran 2010 Sayi 16Ücretsizdirwww.iyikitap.net

    .

    .

    .

    DES

    EN: E

    THEM

    ON

    UR

    BİLG

    İÇ

    Bu ay İyi Kitap’ta...

    2009 Tudem Edebiyat Ödülleri, “Dizeler Şiir Açsın” arzusuyla şiir dalında

    verildi. Ödüle değer görülen eserler, ödülün verilmeye başlandığı 2002 yılından bu yana

    olduğu gibi, yine Tudem Yayınları’nca, Mayıs ayında yayımlandı.

    Biz de İyi Kitap olarak bu bahaneyle, çocuk ve gençlik yazınında şiire göz atan bir

    dosya hazırlayalım istedik. Yazınımız bu alanda arzu edilen

    zenginlikte olmasa da, yer darlığı bizi, dosyamızda ancak sınırlı sayıda kitaba yer vermek durumunda bıraktı. Sayfalarımıza taşıyamadığımız şiirlerin ve şairlerin hatrı kalmasın ama, onlara göz atmak için de vesileler yaratacağız en kısa zamanda!

    Şiir dosyamız dışında yine farklı yayınevlerinden güncel öykü, roman,

    başvuru ve çizgi romanlara olabildiğince yer vermeye çalıştık bu sayımızda.

    Çocukların tatile merhaba diyecekleri Haziran sayımızda yepyeni kitaplarla

    buluşmak dileğiyle...

    Çocuk ve gençlik edebiyatının ödüllü yazarı Miyase Sertbarut, geçmişle bugünü buluşturan son romanı Yılankale’de, Çukurova’nın kadim öyküsü Şahmeran’ın insanlarla olan ölüm kalım mücadelesini dillendiriyor.

    Şahmeran efsanesi ‘bilimkurgu’ oldu!

  • İyi Kitap • Çocuk Kitaplığı • Sayı 16 • Haziran 20102

    Aylık Yaygın Süreli Yayın / 50.000 adet basılmıştır. Ücretsizdir. ISSN: 1308 - 8866İmtiyaz Sahibi: Tudem Eğitim Hizmetleri Sanayi ve Ticaret A.Ş. adına İsa Aykanat / Yayın Yönetmeni: İlke Aykanat Çam

    Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Aslı Tohumcu / Yazı İşleri: Serda Semerci, Yeliz Kızılarslan / Grafik Tasarım ve Uygulama: Cemile ÖzBaskı: Ertem 0(312) 284 18 14 / İrtibat Adresi: Bahariye Cad. No: 47 Kat: 4 Daire: 6 Kadıköy - İstanbul / Tel: 0(216) 418 16 17- 12

    Faks: 0(216) 418 16 01 / www.iyikitap.net - e-posta: [email protected] / Reklam: 0(216) 418 16 17 [email protected] / Trafik: Gül Karamelek

    IYI KITAP. . .

    zemli efsanelerinden biridir. Yılanlar, Şahmeran’ın insanlar tarafından öldü-rüldüğünü iyi ki bilmiyorlar, diye se-vinirdim çocukken. Evet, şiddete karşı bir tutam yılan saçı öneriyorum! Gü-nümüz genci bilime yönelsin, doğa-yı incelesin, laboratuarlarda sabahla-sın, raporlar hazırlasın. İncelediği bir tutam saçın geçmişteki bir anneanne-ye mi, yoksa bir yılanlar kraliçesine mi ait olduğunu anlasın istiyorum. Bu, gençliği doğal olarak şiddetten uzak-laştıracaktır.

    Efsaneyi farklı  anlatımlarıyla derlemişsiniz romanınızda...

    Efsane ve masallar, sözlü gele-neğin içinde var olduğundan, deği-şik anlatımlarını duymak mümkün. Mardin’de başka türlü, Ceyhan’da baş-ka türlü, evimizde başka, komşu evde başka türlü anlatılır. Okuyucu bu gele-neği de fark etsin istedim. Ceyhan be-nim doğduğum yer. Ben eski güzelli-ğini ve kendi çocukluğumu da özledi-ğim için Yılankale kitabıyla biraz do-laşmak istedim o topraklarda. Yaza-rak zamanda yolculuk mümkün, ken-di adıma bunu yaptım. 

    Romanda, binlerce yıllık eski bir efsanenin sırrı neden günümüzde, Sonsuzluk Pasajı’ndaki Sahaf Sansar Sami’nin dükkânında bulunan Os-manlıca bir alfabe kitabındaki defi-ne haritasıyla çözülüyor?

    Haritaları severim. Belki dünyaya kuşbakışı bakmamızı sağladıkları için. Yılankale romanında da bir harita kul-lanmak istedim ve harita eski olacağı için Osmanlıca olması doğaldı. Günü-müz çocuğu Osmanlıca bilmiyor do-ğal olarak. Bunun Arap harfleriyle ya-zılmış Türkçe olduğunu bilgi olarak da aktarmak istedim.

    Geçmişle bugünü, fantastik bir zamansal geçişle iç içe geçirme fikri neden doğdu peki?

    Fantastik yazmak hoşuma gidiyor, daha özgür seçenekler sunuyor insana. Gerçeğin ve olabilirliğin katı duvarını fantazya kırabilir. Ama hiçbir kitabım bütünüyle fantastik değil benim. Her zaman yaşamın gerçeği, bu düşlemsel anlatımla yan yana ilerliyor. Yılanların kraliçesi hiçbir zaman yaşamamış ola-

    bilir, ama bu efsane yüzlerce yıl anla-tıldı. Şahmeran sureti tepsilere nakış-landı, duvar halılarında yerini aldı. İn-sanlar onun gerçekliğine inandılar. Ben de bunu yansıttım romanıma.

    Şahmeran’ın romanda, insanlar-dan gizlenmeye karar vermesi, onun ezeli öldürülme korkusu ve ölüm-süzlükle nasıl ilişkilendirilebilir? 

    Ben Şahmeran’ın ölmesini isteme-yenler tarafındayım. Bu ihanet, ço-cukluğumdan bu yana içimi acıtan bir sondur. İyilik yapmıştır ve sonu-cu kötülük olmuştur. Bu nedenle onu yaşatmak istedim. Onu yaşatacak şey de geride bıraktığı bir yumurta olabi-lirdi; kendine benzeyen, yarısı yılan, yarısı insan bir canlı. Belki de insanın içindeki iyi ve kötü ikilemini simgele-diği için böyle bir canlı seçmiş olabi-lirim. Yaşayan tüm canlılarda olduğu gibi onda da ölüm korkusu var, ölüm-süz olsa da. Bu korkuyu var eden şey, yaşama olan bağlılık sanırım. Yaşama-yı sevenler, ölümden korkarlar.

    Yazınsal sürecinizde bu romanın yerini nasıl değerlendirirsiniz?

    Romanlar, öyküler yazmayı sür-düreceğim. Amacım geride iyi şey-ler bırakmak ve yazarken de mut-lu olmak. Her kitap tamamlandığın-da yeni bir kurguya başlamanın heye-canı kaplar içimi. Şimdi ne yazmalı-yım? Aynı düzlemde gitmek istemem, Yılankale’de kullandığım Şahmeran ef-sanesi gibi, bir başka efsaneden yola çıkıp benzer bir kurgu oluşturmak be-nim için sıkıcı olur. Yılankale farklı bir tat oldu benim için, umarım okurlar için de öyle olur.

    Romanda Yaşar Kemal’den bah-sediyorsunuz. Genel olarak hangi ro-manlarıyla Yılankale ve Çukurova’yı bütünleştirebilirsiniz?

    Yılankale’de halkın yazar deyin-ce aklına gelen ilk isimlerden birini kullanmam gerekiyordu. Çukurova’da yaşayan insanların gururla andıkları önemli biri olmalıydı bu kişi ve Yaşar Kemal’den başkası olamazdı. Kitapla-rını okumamış bile olsalar insanlar Ya-şar Kemal’i bilir ve severler. Homeros gibidir. Bu romanı onun herhangi bir kitabıyla bütünleştiremem ama yapıt-

    larında sözlü edebiyat geleneğinden, mitolojiden bolca yararlanan biri ol-duğundan, Yılankale’de Şahmeran ef-sanesinden yararlanmam belki bir or-tak noktadır.

    İnsanoğlunun iyilik-kötülük, er-dem ve ölümsüzlük arayışlarını sor-gulayarak Şahmeran efsanesinin fel-sefesini de yapıyorsunuz..

    Tarihin en eski yazılı destanı Gıl-gameş Destanı’nda bile sorgulanır ölümsüzlük. Bunlar, üzerinde düşü-nülmesi gereken kavramlar.

    Genetik bilimine de distopik bir biçimde değinerek aslında romanın sonunda şifa ve adalet kavramlarını, yasa ve bilimsellikle açıklayabilecek bir dünyanın peşindesiniz, değil mi?

    George Orwell, 1984’te der ki, “Bi-linçleninceye dek başkaldıramayacak-lar, başkaldırmazlarsa da hiçbir zaman bilinçlenemeyecekler.” Ben çocuk ve gençlik edebiyatında doğrudan olma-sa da, zaman zaman başkaldırı öner-melerinde bulunurum ya da başkal-dırıyı sempatik kılarım. Yılankale’yi veya Kapiland’ın Kobayları’nı yetiş-kinler için yazsaydım ortaya bütünüy-le anarşist ve yıkıcı bir roman çıkardı. Yazıdaki bu arayışlarım, elbette baş-kaldırı ve yıkımın ardından daha ada-letli, daha yaşanır bir toplumsal düze-ni özlediğimdendir. Bundan sonra ya-zacaklarım distopik kurgular içerse de ütopya’yı asla yitirmek istemem.

    YılankaleMiyase Sertbarut

    Tudem Yayınları / 127 sayfa

    Yeliz KIZILARSLAN

  • İyi Kitap • Çocuk Kitaplığı • Sayı 16 • Haziran 20104

    Hemen hepimizde var olan mace-ra duygusunun evrensel bir dil yarat-tığını ve bunun bazen bir hikâyeyi ya-şamak, bazen dinlemek, bazense yaz-makla dışarı vurulduğunu söylemek yanlış olmaz. Masallar örneğin, han-gi dilde yazılmış olurlarsa olsunlar, herkesin kolaylıkla anlayabileceği bir dünya sererler önümüze. Türlü teh-likelerden geçerek kötülüğü yenecek gözü pek bir kahraman olmayı, yahut böyle bir kahramanın heyecan dolu öyküsünü dinlemeyi reddedecek fazla kişi olmasa gerektir. Aslında karmaşık bir kurgu ya da bizi derin düşüncelere salacak olaylar sahnelenmez bu öykü-lerde. Yine de gözümüzü bir an olsun ayıramadan okuruz onları.

    Ian Fleming’in 1952 yılında yarat-tığı James Bond karakteri kastettiğimiz türden bir kahraman ve hikâyedir. Bond, açgözlülüğü ve hırsları yüzün-den insan hayatını gözden çıkaran kötücül karakterleri gözü pekliği ve eğitilmiş yetenekleri sayesinde alt eder. Evet, bir devlet ajanıdır. Fleming onu İngiliz bir casus olarak çizmiştir. Ancak mücadele verdiği suçlular tüm dünyayı tehdit eder. Öyle zor görevle-re atanır ki Bond, her seferinde büyük bir zekâ oyununun ve çeviklik sına-

    vının tam ortasında kalır. Defalarca sinemaya uyarlanmasının altında bu aksiyon başarısı yatar. Fleming öldü-ğü 1964 yılına kadar, Bond karakteri etrafında birçok roman ve hikâye yaz-mıştır. Fakat bugün elimizdeki Bond hikâyeleri sadece onunkilerle sınırlı değil!

    GENÇ BOND ETON’DAJames Bond, yaratıcısı Ian Fleming’

    ten sonra da kurgulanmaya, yazılma-ya devam etti. Kingsley Amis, John Pe-arson, John Gardner, Raymond Benson sonraki yıllarda yeni Bond hikâyeleri üreten yazarlar oldular. Ancak Char-lie Higson’a kadar, yetenekli ajanın ço-cukluğuna dair kapsamlı bir fikrimiz yoktu. Nasıl bir çocukluk geçirmişti? Çocukken de bu kadar cesur muydu? İçine mi kapanıktı, yoksa sosyal bir ki-şiliği mi vardı? Anne ve babası nasıl insanlardı? Tüm bu ve benzeri soru-lar, Bond hayranları için elbette hayal ve merak konusuydu.

    Higson, kaleme aldığı Genç Bond serisiyle, belli ki hem kendisinin hem de Bond hayranlarının merakını gi-dermeye karar vermiş. Yazarın şimdi-lik dört kitaba tamamladığı serinin ilk kitabı Gümüşyüzgeç nihayet Türkçe’de yayımlandı.

    Peki Charlie Higson nasıl bir Genç Bond yaratmış? “Eton”, “İskoçya” ve “Şato” adlı üç bölümden oluşan Gü-müşyüzgeç, Sudaki Kan isimli kısa bir hikâyeyle açılıyor. Bir oğlan çocuğu-nu, özel bir mülkün etrafını çeviren aşılması güç bir çitin önünde görü-yoruz. Çocuğun oraya ilk gelişi değil. Çitin üstünde büyük harflerle, “Uzak Durun! Özel Arazi. İzinsiz Girenler Vu-rulur.” yazısı görülüyor. Tabelanın he-men altına ise öldürülüp çite asılmış, çürümekte olan tavşan, tilki ve karga-lar var. Ancak çocuk pek oralı görün-müyor. Az sonra yanında balık tutmak için olta getirdiğini anlıyoruz.

    Akşam saatlerine doğru içeri giri-

    yor ve gölde avlanmak için kuytu bir kaya dibi arıyor. Zira etrafta elinde si-lahla dolaşan nöbetçiler var. İlk balık kancaya takılana kadar her şey yolun-da… Ancak sonrası biraz trajik! Ne-yin nasıl olduğunu, çocuğun neden gölün sularına gömüldüğünü anlama-mıza izin vermiyor yazar. Ve ilk bölüm “Eton”u okumaya, aklımız bu çocuğa takılı başlıyoruz.

    Eton, İngiltere’nin en eski ve disip-linli kolejlerinden biri. Genç Bond bu kolejin koridorlarında çıkıyor karşı-mıza. Henüz ilk günü okulda… Gün-ler geçtikçe alışıyor ama başı biri bü-yük, biri küçük iki belaya giriyor. Kü-çük olanı, okulun sınırları içinde çöz-mesi mümkün, ama büyük olan için yazar bizi başa döndürüyor ve Genç Bond’un çitin içindeki Şato’ya ve göl-deki gizemli tehlikeye meydan oku-masını sağlıyor. Elbette bu olana kadar onun hakkında daha birçok şey öğre-niyoruz…

    Higson’ın yarattığı merak duygu-sunun katili olmamak için daha faz-la söz etmek istemiyorum roman-dan. Ancak Bond maceralarına giriş yapmak ya da kaldığı yerden değil de sürprizli bir yerden devam etmek iste-yen genç yaşlı herkesi Gümüşyüzgeç’i okumaya davet ediyorum.

    Onat BAHADIR

    Kendisinin kahramanıolan bir çocuk… Charlie Higson’ın yeni bir yorum getirdiği Genç Bond serisinin ilk kitabı Gümüşyüzgeç, ünlü ajanın yetişkinlik öncesi yıllarını anlatıyor. Gözü pek kahramanımızın büyüme yılları da olgunluk çağı gibi hayli gizemli ve maceralı! Genç Bond, Eton’da işlenen bir cinayetin izini sürüyor!

    Genç Bond 1 - GümüşyüzgeçCharlie HigsonÇev: Niran Elçi

    Tudem Yayınları / 392 sayfa

    http://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Charlie_Higson&action=edit&redlink=1

  • 6 İyi Kitap • Okul Öncesi Kitaplığı • Sayı 16 • Haziran 2010

    Anne babaların dert yandığı şeyler vardır. Bizim kız sebze yemeklerine burun kıvırıyor, ama bıraksan sabah akşam dondurma yiyecek. Bizim oğ-lan da uyumak bilmiyor, yatağa yatıra-na kadar iflahım kesiliyor! O da bir şey mi, benimki televizyon diyor başka bir şey demiyor, gözü ne arkadaş görüyor, ne oyun. Ben de bizim kıza bir türlü paylaşmayı öğretemedim, bu yüzden hiç arkadaşı kalmayacak diye korku-yorum. Seninki yine iyiymiş, bizimki kardeşine diş biliyor, deli gibi kıskanı-yor…

    Bu ve benzeri dert yanmalara, anne ve babaların bir araya geldiği dost meclislerinde sık sık tanık olur-sunuz. Herkesin kendine göre çözüm önerileri vardır. Dert yanan anne ba-baya, hemen çeşitli reçeteler sunulur. Dondurma delisi mi, sebze yemeğini bitirmeden bir kaşık bile tattırmaya-caksın diyeninden, geceleri uyumak

    bilmeyen çocuk için ceza çeşitleme-

    leri sunanına kadar pek çok dâhiyane öneri… Bazıları da

    mürekkep yalamıştır ve başınıza peda-gog kesilip çeşitli analizlere girişerek içinizi bayabilirler…

    Elimdeki yedi resimli kitap, dost-lardan gelen tavsiyelere alternatif oluşturuyor. Anlatıcısının bir ‘anne’ olduğu hikâyelerde, bu annenin ağzın-dan çocuklarının deminkilere benzer özelliklerini dinliyoruz. Bunu dinle-mekle kalmıyor, bu dertlere ne tür-den devalar bulunduğuna ilişkin de fikir ediniyoruz.

    Çocuklardan Peli isimli olanı dondurmayı çok seviyor ve annesinin yaptığı birbirinden lezzetli yemekle-rin tadına bile bakmıyor. Loli, yeni doğmuş olan kardeşini herkesin bu kadar ‘tatlı’ bulmasına bir anlam ve-remiyor. Kıskançlık gözlerini o kadar kör ediyor ki, aynı kişilerin kendisi-ne de ne çok sevgi gösterdiğini fark edemiyor. Foli, oyuncaklarını, kıya-fetlerini, kitaplarını kimselerle pay-laşmak istemiyor ve bu yüzden de

    çok yalnız kalıyor. Mali, gözünü bir an olsun televizyondan ayıramayacak kadar ona bağımlı. Ali uykuya ayrılan vaktin zaman kaybı olduğu görüşün-de. Veli hayvanları çok seviyor ama se-verken biraz canlarını yakıyor. Dali ise resim yapmayı çok seviyor ama resim kâğıtlarına değil!

    REÇETE TADINDA YEDİ KİTAP! Peli, Loli, Foli, Mali, Ali, Veli ve

    Dali’nin kahramanı olduğu yedi ki-tapta dertler bir şekilde çözüme ka-vuşuyor. Kısa metinlerden oluşan ki-taplarda, resimler baskın. Metinlerin kısalığı ve sorunun fazlasıyla çabuk çözüme kavuşması, bunların birer ‘re-çete’ kitap gibi düşünülüp tasarlandığı izlenimini yaratıyor. Yani çocuğunuzu bir hikâyenin içine çekip, onu renkli ve keyifli bir yolculuğa çıkartmak yerine, sürekli dondurma yemenin, sürekli televizyon izlemenin, uyumamanın, eşyalarını paylaşmamanın, kardeşini kıskanmanın vb. ‘kötü’ bir şey olduğu mesajını vermek için hazırlanmış ki-taplar.

    Amaç hikâye anlatmaktansa me-saj vermek olunca, metin bir an önce sonuca gitmek için acele etmiş görü-nüyor. Sözgelimi, uyumayı sevmeyen Ali’nin hikâyesi, kahramanımızın oyuncakların da geceleri uyuduğunu ‘aniden’ fark etmesi ve geceleri uya-nık kalınca çok sıkılmasıyla çözüme

    Irmak ZİLELİ‘Hepsi Benim’ mi?Yedi çocuklu Lili annenin çocuklarının büyüme serüvenlerini anlatıyor resimli kitap dizisi ‘Hepsi Benim!’ Abur cubur yeme alışkanlığı, televizyon bağımlılığı ve kardeşlerarası kıskançlık çocukların bazı kötü huyları. Ancak öykülerin diline hâkim olan öğretici ton biraz ağır basmış görünüyor.

  • kavuşturulmuş. Bir başka öyküde ise, sürekli televizyon izleyen Mali, bir gün gözleri bozulunca doktor tavsiyesiyle onları dinlendirmesi gerektiğini an-lıyor. (Televizyon sevdalısı çocukları bundan vazgeçirmek için fazla klişe bir argüman gibi gözüktü bana. Bugü-ne dek işe yaradığını hiç görmedim!)

    Hikâyeler yine benzer mesajları verebilirdi ama bunu yaparken metni

    biraz daha işle-mek, geliştirmek de mümkündü. Böylece resimle-rin başarısına ye-tişen ve mesajları-nı ‘direkt’ vermek yerine, çocukların bazı sonuçlara dü-şünerek ulaşması-na yardımcı olan, iyi işlenmiş me-tinler ortaya çıka-rılabilirdi. Çocuk-lar hem keyifli bir okuma serüveni yaşamış, hem de okuduklarından sonuçlar çıkara-rak, öğrenmenin

    yeni bir biçimini keşfetmiş olurdu. Hap gibi mideye indirilince ağrıyı ke-seceği öne sürülen kitapların okuma zevki yaratacağını da sanmıyorum. Galiba kitapların rolü üzerine yeniden düşünmek gerekiyor.

    Bir de küçük bir not: Kardeşini çok kıskanan Loli’nin hikâyesi şu cümleyle başlıyor; “Loli küçük kardeşi Foli’yi hiç

    sevmez.” ‘Sevmek’ fiilini “kardeşini hiç sevmez” gibi bir cümlede kullanmak, dondurmayı sevmez, uyumayı sev-mez, paylaşmayı sevmez gibi cümle-ler içinde kullanmaya benzemez. Bir çocuk kardeşini kıskanabilir, ona gı-cık da olabilir. Ama onu sevmediğini söylemek hem yanlış, hem de ağır bir itham olmaz mı? Bir çocuk kitabının böylesine negatif bir cümleyle başla-ması talihsizlik olmuş, belirtmeden edemedim.

    Hepsi Benim! Foli!Tülin Kozikoğlu

    Resimleyen: Banu Taylanİletişim Yayınları / 28 sayfa

  • 8 İyi Kitap • Sanat / Çocuk Kitaplığı • Sayı 16 • Haziran 2010

    “Sanat Nedir?” sorusuna yanıt bul-mak, yüzyıllar boyunca sanatçıların nelerden ya da kimlerden esinlene-rek yapıtlarını oluşturduklarını öğren-mek, daha da ilginci, eserlerin hangi dönemlere ya da sanat akımlarına ait olduklarını anlayabilmek için ola-ğanüstü bir başvuru kitabı Ço-cuklar İçin Sanat.

    Birçok kişinin düşün-düğünün aksine sanat yalnızca mutluluğu ve güzel olanı değil; kor-kunç ve cüretkâr bir şekilde öfke, acı ve üzüntüyü de yansı-tabilir. Sanat eser-leri geçmişte veya günümüzde, in-sanların yaşam tarzları, inançları, düşünce biçimleri hakkında da bilgi veren kaynaklar-dır. Fakat yalnızca gerçekçi bir üslup-la betimlenmiş kişi ve manzaralar değil; bir düşüncenin sem-bolik ya da hayali izle-nimi de olabilir bunlar. Sanat eseri denilince mü-zeleri, galerileri ve buralar-da sergilenen tablo veya hey-kelleri düşünmemeliyiz sade-ce. Yaşadığımız her yerde bir sanat eserine yer verilmiş olabilir. O hal-de sanatın öyküsünü, yüzyıllar bo-yunca sanat denilince ne anlaşıldı-ğını öğrenmeye çalışabiliriz.

    SANATIN ÖYKÜSÜSanat sevgisi çocuk yaşlardan iti-

    baren kazanılan bir duygu. Bunu pe-kiştirmek için daha minicik yaşta ço-cuklara renkli kalemler, kağıtlar, oyun hamurları verip bir şeyler yaptırıyo-ruz. El becerisini geliştirmeyi amaçla-

    yan bu çalışmalardan birer sanat ese-ri çıkmasını veya bu konuda yetene-ği olan dâhi çocukların keşfedilmesini

    beklemek çok fantastik bir düşünce. Ama ülkemizde son yıllarda peş peşe yayımlanmaya başlanan, kaliteli baskı-ya sahip ve çocuklara yönelik kitaplar, “Sanat nedir?” sorusuna yanıt verebi-

    len ve sanatı seven kuşakların ye-tişmesine katkıda bulunacaktır.

    Çocuklar İçin Sanat kitabı üç ana bölümden oluşuyor: “Erken Sanat”, “Modern Sanat” ve “Heykel Sana-

    tı”. “Erken Sanat” ma-ğara dönemi duvar resimlerinden Mı-

    sır papirüslerine ve piramitlerdeki duvar resimleri-

    ne, Roma dönemi fresklerinden Bi-zans mozaikleri-

    ne geniş bir pers-pektife uzanı-

    yor. Bilgilerin ço-cuklar tarafından kolaylıkla anlaşı-

    labilmesi için dört farklı sayfa düzeni

    tasarlanmış. “Sanat Tarzı” sayfa-

    larının “Erken Sanat” bölümünde kayalar-

    daki başlangıçtan sonra Çin Sanatı, Rönesans, Ba-

    rok ve Rokoko dönemi sa-natı tanıtılıyor. “Modern Sa-nat” bölümü İzlenimcilik ve sonrası akımlar, Naif Sanat, Gerçeküstücülük, Soyut Sa-

    nat, Sokak Sanatı ve Modern Sanat gibi çocukların ilgisi-

    ni daha çok çekecek ve Türk-çe yayınların az olduğu bir

    konuyu ele alıyor olması bakı-mından önemli. “Heykel Sana-

    tı” bölümünde de tarih boyunca heykel sanatı, soyut heykeller ve

    günümüz heykelleri tanıtılmakta.“Bunu Nasıl Yaptılar?” sayfalarında

    Çocuklar İçin Sanat, sanat akımlarını, dönemleri ve sanatçıların esin kaynaklarını sade ve akıcı bir dille anlatırken, sanat üzerine okumaları nihayet sıkıcı olmaktan da çıkarıyor. İlginç görsellerden oluşan çalışma, çocuklara kendi tasarımıyla bile sanat sevgisi aşılıyor.

    Aborijin Sanatı’ndan Matisse’e sanatın çarpıcı öyküsü Şebnem AKALIN

    Dam

    ien

    Hirs

    t, Ta

    nrı A

    şkı İ

    çin, 2

    007

  • 9İyi Kitap • Sanat / Çocuk Kitaplığı • Sayı 16 • Haziran 2010

    bir ressamın ya da heykeltıraşın kul-landığı malzeme ve yapım tekniğinin sırrını, tarihsel gelişimini öğrenme şansı bulunuyor. Papirüs kağıdının ya-pımı, bitki ve minerallerden doğal bo-yaların hazırlanması, fresk ve mozaik yapımı, tempera, yağlıboya, suluboya, pastel gibi farklı boyalarla resim yap-ma teknikleri, ahşap baskı, ağacın ve mermerin nasıl oyulacağı, bronz dö-küm tekniği, çizim ve fotoğraflarla an-latılıyor.

    SANAT TARİHİNİN GELİŞİMİ“Ressam veya Heykeltıraş Profili”

    olarak adlandırılan sayfalarda bir sa-natçının yaşam öyküsünün ana başlık-ları, sanat üslûbu, esinlendiği sanatçı-lar veya yapıtlar hakkında ayrıntılı bil-giler sunuluyor ve en tanınan bir ya-pıtı yakından inceleniyor. Leonardo da

    Vinci ile başlayan ve günümüzün en tartışılan sanatçılarından biri olan Da-mien Hirst ile sonuçlanan bu bölümde 22 ressam ve heykeltıraşa yer veriliyor. Ama kitabın tümünde 255 sanatçının bir veya birden fazla eserine yer verile-rek, sanat tarihinin gelişim süreci bo-yunca her üslûptan çok sayıda yapı-tı ve ustayı tanıma olanağı sağlanmış.

    “Galeri” sayfalarında ise portre, Tanrı ve kahramanlar, manzara, cansız doğa, çocuk, hayvanlar, savaş gibi de-ğişik konuların yüzyıllar boyunca sa-natçılar tarafından farklı şekillerde na-sıl betimlendiği ele alınıyor.

    Kitabın bir diğer özelliği de okuyu-cusunu aktif olarak düşünmeye ve bir şeyler yaratmaya teşvik etmesi. Yapıt-ların içinde bir motifi arayıp bulma-sı, Van Gogh’un yatak odasında yürü-yebildiğini hayal etmesi, eser hakkın-

    da yapılan bir yoruma katılıp katılma-dığına dair soru yöneltilmesi gibi. Ay-rıca Rembrant gibi resim yapabilmek için onun yağlıboyayı tuvaline nasıl sürdüğünü anlatan bir bölümün yanı sıra, farklı teknik ya da sanat tarzları-nı kullandırarak çocukların yaratıcı-lıklarını ortaya koymaları sağlanıyor. Bu bölümlerde bir sanat eserini örnek alarak yapılmış çocuk çalışmalarına da yer verilmiş.

    SANAT ESERİNİ ANLAMAK“Sanat yapıtları yalnızca kitaplar-

    daki fotoğraflarına bakılarak öğreni-lebilir mi?” sorusunun yanıtı hiç şüp-hesiz hayır olmalıdır. Sanat tarihi-nin ana hatlarını, yüzyıllar boyun-ca devam eden değişimleri, sanatçı-ların yaşam öykülerini, hangi malze-me ve yöntemleri kullandıklarını, ne gibi konuları ele aldıklarını kitaplar-dan öğrenebilirsiniz. Dünyanın çeşit-li kentlerindeki müzelerde veya mey-danlarda sergilenen resim ve heykelle-rin hepsini gezip görmek imkânsız. Bu konuda en önemli başvuru kaynakla-rı, kitaplar ve internetteki sınırsız gör-sel malzeme. Fakat öğrendiğimiz bu bilgileri yaşam zenginliğimize katma-nın bir adımı daha var. Kitabın sonun-da da belirtildiği gibi “gerçeğine yaklaş-mak”. Müzeler, galeriler, ülkemizde az sayıda da olsa heykellerin sergilendiği park ve meydanlar, kitaplarda gördü-ğümüz sanat eserlerinin benzerlerini bulabileceğimiz mekânlar. Günün bi-rinde sanatçı olmasa bile bir sanat ese-rine bakmayı bilen, onu anlayan ve se-ven çocukların çoğalması dileği ile…

    Çocuklar için SanatBaş Tasarımcılar: Sonia Whillock

    Moore, Pamela ShielsBaş Editör: Deborah Lock

    Çeviri: Gökçe M. Olgun, Serda SemerciTudem Yayınları / 144 sayfa

    Jan

    van

    Eyck

    , Arn

    olfin

    i’nin

    Por

    tresi,

    143

    4

  • İyi Kitap • Çocuk (da) yazar • Sayı 16 • Haziran 2010

    Çocuk yazarımız İnci Özgür bu ay, Mina Tansel’in İstanbul’la Saklambaç adlı kitabı ile Arslan Sayman’ın Engin Mavi adlı kitabına yer veriyor. Ayrıca, Sait Faik’in ölüm yıldönümü vesilesiyle hatırladığımız Bir Sonbahar Akşamı adlı kitabı ile tüm öykü kitaplarına selam da gönderiyor!

    Derin mavi şehr-i şehir

    Mayıs benim en sevdiğim ay. An-neme hep keşke benim adım ‘Mayıs’ olsaydı diyorum. Bana bir kedi alsaydı onun adını ‘Mayıs’ koyardım en azın-dan. Neyse… Kedim yok, ben baharda açan çiçeklere bakıp iç çekip uzaklara dalıyorum. Annem sıkça halimi sorup sonra da babama giderek, “Bu kıza bir haller oluyor, bak hep içini çekip duru-yor,” diyor. Bana bir haller olduğu doğ-ru ama kaygılanacak pek bir şey yok.

    Sait Faik Abasıyanık’ın ölüm yıl-dönümü nedeniyle okulumuzda bir

    etkinlik yapıldı. Ben bugüne kadar Sait Faik’in

    adını hep duymuştum ama hakkında pek de bir şey bilmiyordum.

    Öğretmenimiz bize İpekli Mendil adlı

    bir öyküsünü okudu. Ne kadar

    üzüldüğümü anlatamam. Sev-

    diği kıza ipekli mendil götürmek

    için fabrikaya girip mendili çalan ve

    pencereden atlayıp kaçmak isterken düşüp ölen deli-

    kanlının hikâyesi günlerdir içimi parçalıyor. Hele öykünün sonu:

    “Ölmek üzereydi. Sımsıkı kapalı

    yumruğunu kapıcı açtı. Bu

    avucun içinden bir ipekli

    mendil su

    gibi fışkırdı. Ya... İyi, halis ipekli men-diller hep böyledir. Avucunun içinde istediğin kadar sıkar, buruşturursun: sonra avuç açıldı mı, insanın elinden su gibi fışkırır.”

    KÖŞE BUCAK İSTANBULEve gelip anneme bu öykünün beni

    çok etkilediğini söyledim. O da bana Sait Faik’in ne kadar önemli bir öykü-cü olduğunu anlattı ve Doğan Kardeş Kitapları’ndan çıkan bir kitap aldı: Bir Sonbahar Akşamı. (Bu diziden çıkan başka kitaplar da varmış.) İpekli Men-dil bu seçkide yok ama olsun. Burada-ki öyküleri de çok seveceğimi sanıyo-rum.

    Bir karar verdim. Her hafta Sait Faik’in bir öyküsünü okuyacağım…

    Konuklarımız geldiğinde İstanbul hakkında yazılmış kitaplardan söz et-miştim ya. Sanırım 2010 yılı boyunca bu tür kitaplarla çok sık karşılaşaca-ğım.

    Kitapçıya gittiğimde İstanbul’la Saklambaç adlı bir kitap hayli ilgi-mi çekti. Ali, Emre ve Burcu’nun İstanbul’un bilinmeyen yerlerine yap-tıkları yolculuk Aliler’in evinin bod-rumunda bir lahit bulunmasıyla baş-lar. Ancak çok şaşırtıcı bir şey daha olur; İstanbul onlarla konuşarak bu yolculuğa eşlik eder. Üstelik kitabın sonunda bir de harita var. Bu haritayla üç arkadaşın nereye gittiğini takip et-mek mümkün.

    Sanırım çok heyecanla okuyaca-ğım bu kitabı.

    Mavi benim en sevdiğim renk. Niye acaba? Gökyüzüne ve denize bakmayı çok sevdiğim için mi, yoksa tam tersi mi? Denizi ve gökyüzünü çok sevdiğim için mi? Sanırım çok önemli değil. Mavi çok derin bir renk.

    Sanki içinde kaybolacakmışsın gibi. Sanırım çevremdeki insanlar da benim bu rengi çok sevdiğimi

    biliyor-lar. Geçti-ğimiz günlerdedoğum günüm-de, birçok mavi hediyemoldu. Hepsini çok sevdim ama Engin Mavi’nin yeri baş-ka. Kim mi Engin Mavi? Belki doğ-rusu, ne bu demek. Kendisi anlatsın size: “Adıma bakarak benim kocaman, yelkenli ve açık sularda yüzen bir tek-ne olduğumu sanmayın… Adımın tam tersine sürekli sığ sularda yüzen mini minicik bir kayığım ben.”

    KADIKÖY’DEKİ KAYIKOlağanüstü güzel resimleri var.

    O kadar mavi, o kadar derin ve o ka-dar etkileyici ki. Hem bu romanın içinde Sait Faik de var. Engin Mavi Kadıköy’de Kurbağalıdere’de yaşayan küçük bir kayık. Bir yandan engin denizleri merak ediyor, bir yandan da arkadaşlarından ayrılmak istemiyor. Ama en sonunda bağlı olduğu yer-den koparak yola düşüyor. Onun açık denizdeki maceralarına kimler eşlik etmiyor ki; Gülen Sumru, Bata Çıka, Haritacı Martı, Deniz Feneri ve fener bekçisinin kızı.

    İnci ÖZGÜRÇocuk (da) [email protected]

  • Kitabın sonunda bir de sözlük var; “Engin Mavi Sözlü-ğü.” Baş güverte, borda, çıpa, ıskarmoz, pruva, süvari, ya-kamoz gibi sözcüklerin anlamlarını yazmış yazar. Ayrıca kitapta geçen özel isimleri de açıklamış. Ve en önemlisi benim bugünlerde çok sevdiğim yazar Sait Faik için çok güzel şeyler yazmış: “…en güzel öyküleri çocuklar, çocuksu dünyalar üzerine olanlardır.” dedikten sonra bazı öyküler önermiş: Semaver, Son Kuşlar, Yandan Çarklı, Hişt Hişt, Dülger Balığının Ölümü.

    Sanırım Engin Mavi’yi sadece maviden dolayı sevme-diğimi anladınız.

    Uzun zamandır okuduğum en etkileyici kitaplardan biri. Engin Mavi’yi okuyunca eşyalarımız acaba gerçekten düşünüyor ve konuşuyor mu diye sorup durdum kendi kendime. Bizi duyuyorlarsa, söylediklerimizi anlıyorlarsa, eskidikleri için onları atacağımızı anlıyorlarsa ne kötü. Ya canları yanıyorsa… Onları taşırken bazen ne kadar dikkat-siz oluyoruz ya da üstlerine bir şey koyarken…

    Ama güzel bir yanı da olabilir bu durumun. Kitaplarım onları ne kadar sevdiğimi biliyorlarsa şu hayatta benden mutlu kim olabilir ki…

    Mayıs’la başlamıştım yazıma… Annem birkaç yıl sonra okuyabileceğim bir kitap önerdi: Benim Adım Mayıs.

    Büyüyünce bir kayığım olursa adını ‘Mavi Mayıs’ ko-yacağım. Kayığımın içine uzanıp Sait Faik öyküleri oku-yacağım.

    11

    Mina Tanselİstanbul’la Saklambaç

    Resimleyen: Sedat GirginCan Yayınları / 204 sayfa

    Arslan SaymanEngin Mavi

    Resimleyen: Buket GencerTudem Yayınları / 104 sayfa

  • 12 İyi Kitap • Gençlik Kitaplığı • Sayı 16 • Haziran 2010

    Scott Westerfeld’in Çirkinler üçlemesi son zamanların en çok konuşulan distopik bilimkurgulardan biri… Üçlemeye dördüncü kardeş de geldi: Extras! Yazar, son kitabı henüz Türkçe’ye çevrilmeden, tüm seri ve edebiyatının ardındaki felsefi yaklaşımı hakkındaki sorularımızı yanıtladı…

    Yaşadığımız dünya acımasız… Modernite, ülkeler arasındaki sınırları kaldırsa da insanlar arasındaki fark-lılıkları daha belirgin hatlarla çiziyor. Küreselleşmeyle yeşeren ekonomi po-litikaları sayesinde yepyeni bir sistemi-miz oldu. Bu da dünya için, güneş sis-temi içinde kalabilmenin yanı sıra ayrı bir varoluş meselesi ortaya çıkardı. Değerler, yargılar ve bilinçdışı koşul-landırmalarla ‘özel’ alanlara hapsedi-len ‘modern insan’, doğumundan ölü-müne dek kendine şu üç temel soru-yu sormak zorunda: “Güzel miyim?”, “Çirkin miyim?”, “Özel’liklerim nedir?” Bu soruları reddedip cevaplamayan ya da karşı çıkanların başına ne gelir der-siniz? Bingo! Siz cevabı verene kadar sistem o ‘asi’yi kapı dışarı etti bile!

    İşte bu yüzden acımasız bir dünya burası; hep bir şey olmaya, bir yere ait olmaya zorlandığımız için… Üstelik bizim üzerimizde ve nereden geldiği, nasıl dayatıldığı belli olmayan bir zor-lama bu. Amerikan bilimkurgu ede-biyatının genç kuşak duayenlerinden yazar Scott Westerfeld’in Çirkinler üç-

    lemesi de tam bu nokta üzerinden ya-pıyor sistem eleştirisini. Çirkin olarak doğan ergenlik çağındaki Tally 16 ya-şına geldiğinde ‘kural gereği’ bir ame-liyatla güzelleştiriliyor. Sonra da bu güzelden, teşkilata hizmet edecek özel bir ajan elde ediliyor. Hikâye, sistemin kategorize ettiği insanları sürdüğü dis-topik bir evrende geçiyor…

    Medya ikonalarına özendirilen ve tektipleştirilen toplumda bu baskıdan en çok etkilenen, henüz kimliklerini oturtamamış genç kızlar ve erkekler-dir… ‘Tek dişi kalmış canavar’ için iyi birer av olan çocuklar ve ergenlere ya-zılmış bu fantastik üçleme, gerçekdışı bir kurgu olsa da, iyi okuyan gözlerin önüne hayata dair en acımasız gerçek-leri seriyor…

    Çirkinler üçlemeniz dünyada epey ses getirdi. Gençler için bilim-kurgu yazma fikri nereden çıktı?

    Gençler, yetişkinlere kıyasla daha geniş bir okuma kapasitesine sahipler ve sanırım hangi türden okuduklarıy-la da çok fazla ilgilenmiyorlar. Bir ço-cuk, aynı anda, gizemli bir hikâye, bir biyografi, fantastik bir roman ve ya-nında da kurmaca olmayan bir kitap okuyabilir. Yetişkinler ise okudukla-rını seçmeye meyillidirler, tıpkı mes-lek seçer gibi. Bu yüzden, gençler oku-sun diye hazırladığım bilimkurgu için okuyucu bulma konusunda hiç endi-şem olmadı.

    Üçlemeniz dünyada çok satanlar listesinin başlarında görünüyor... Bir yazar olarak bu başarıyı yaşamak na-sıl bir his?

    Bu kadar çok ülkede kitabımın basılmış ve çok satılmış olması hari-ka bir duygu. Neticede, her profesyo-nel yazar bir okuyucu kitlesi oluşsun ister. Ancak bu yüksek rakamlardan çok, bana haz veren şey gençleri oku-maya teşvik ediyor olmak. Yetişkinler için yazdığım dönemlerde olduğun-

    dan çok daha fazla hayran mektubu alıyorum ve bu mektuplardaki duygu-lar çok daha yoğun. Genç okuyucular gerçekten okudukları şeye göre deği-şiyorlar, ve bu gelişirken dünyayı keş-fetme sürecinin bir parçası olabilmek mükemmel.

    Seri distopik bir evrende geçiyor. Ütopik ve distopik evren arasındaki farktan bahseder misiniz?

    Ütopyalar, gerçek olamayacak ka-dar iyi yerlerdir. Distopyalar ise yaşa-mak bile istemeyeceğiniz türdendir. Bu, en çok sevdiğimiz ve en çok kork-tuğumuz unsurları büyüteç altına ala-rak, kendi dünyamızı değerlendirme-miz açısından çok güzel bir yol.

    Seriye adını veren ilk kitap Çirkinler’de baş kahramanımız 15 yaşındaki Tally Youngblood. 15 ya-şına kadar çirkin olan bu kız, güzel-leşmek için 16. yaş gününü bekliyor. ‘Güzellik ve estetik’ kavramları size neyi ifade ediyor?

    Araştırmalar gösteriyor ki, güzel insanlar, patronları, arkadaşları ve eş-leri tarafından daha iyi muamele görü-yor. Çekici çocuklar daha iyi dereceler alıyor (kontrollü deneylere göre tam olarak aynı çalışma için) ve istatistik-sel olarak hukuki açıdan daha düşük oranda belaya bulaşıyorlar. Toplumu-muzda, güzellik, kuşkusuz her şeyden önce bir –özür gerektirmeyecek– ön-yargı unsuru olarak kabul ediliyor. Bu-nun üzerine ben de bir bilimkurgu ya-zarı olarak kendime sordum: “Top-lumda güzelliğe karşı oluşan bu ön-yargıyı dengelemek için ne tür adım-lar atılmalı? Ve bunun nihai sonuçları muhtemelen ne olabilir?”

    Kapitalizm güzelleştirme propa-gandası güdüyor ama bir taraftan da güzellere aptallığı yakıştırıyor. An-cak çirkinlere de tahammülü yok. Ciddiye alınmak için ‘özel’ olmak

    Serda SEMERCİ

    Güzelim, bir o kadar da özelim!

  • 13İyi Kitap • Gençlik Kitaplığı • Sayı 16 • Haziran 2010

    Gönül KIVILCIMBen yazsaydım...

    İyi Kitap sordu; Kasaba ve Yalanlar, Jilet Sinan ile Parçalı Aşklar adlı kitaplarından tanıdığımız yazar Gönül Kıvılcım ben yazsaydım dediği çocukluk kitabını anlattı…

    Hayalleri öldürmek

    Çocukluktan kalma saplantılı rü-yalar vardır hani. Bizi yetişkin yaşları-mıza kadar takip eden. Doğduğum ka-sabanın yokuşları da böyleydi; çanta-mı sallaya sallaya yürüdüğüm o yokuş-ları uzun yıllar atamadım rüyalarım-dan. Kenarlarında ilkokul arkadaşla-rıma rastladım… Çocukluğumun ki-tapları gibi. Onlar da yürür bizimle as-lında. Nereye gitsek peşimizden gelir-ler. Hayallerimizin, yaşadığımız mut-lulukların, muammaların, hayal kırık-lıklarının karşılığını o kitaplarda bul-muşuzdur. Biz bıraktık sansak bile on-lar bırakmaz bizi. Harper Lee’nin Bül-bülü Öldürmek’i işte böyle sadık kitap-lardandır. İhanet edip gittiğim yerlere onu yanımda taşımadığım halde (yıl-lar boyu dünyanın dört bir köşesine taşınmaktan helak olmuştum çünkü) döndü geldi ve buldu beni bir gün.

    “On üçüne az kala ağabeyim Jem’in kolu dirsekten kırıldı.” Yazarını ulus-lararası üne kavuşturan, filme çeki-len ve Lee’nin kaleme aldığı tek roman olan Bülbülü Öldürmek böyle baş-lar. Ben ne zaman oturup adeta dün-yayı unutarak okumuştum bu güç-lü kitabı, on ikime mi yoksa on üçü-

    me mi az kala? Hatırlamıyorum. Ama hikâyenin geçtiği ‘eski ve yorgun’ o ka-saba hâlâ çok tanıdık. Benim kasabam gibi. Amerika’daki yabancı bir kasaba-yı anlatan cümleler sanki benim kasa-bamı tarif ediyor. “Gün yirmi dört sa-atti ama insana daha uzun gelirdi. Ace-le etmek gereksizdi, çünkü gidecek yer yoktu; çünkü almak için para yoktu; Maycomb yöre sınırlarının ötesinde de görülecek yer yoktu.”

    Scout, Bülbülü Öldürmek’in baş-kahramanı küçük kız, başkalarından farklı olmanın bedelini okurun ağzı-na bir parmak acı bal çalarak anlatır. Babası avukattır ve zenci dostudur. O zamanların Amerika’sı için hiç alışı-lageldik bir durum değildir bu. Hatta zenci dostu demek küfür etmek gibi-dir, etraftaki ‘normal’ insanlardan sık sık işitir bu hakareti Scout. Kasaba-nın malum can sıkıntısıyla baş etme-nin ötesinde daha ciddi sorunları var-dır onun. Önyargılar, ayrımcılık üzeri-ne kurulmuş bir dünya. İşte bu sıkıntı-lı günlerden birinde vicdanın sesinden bahseder babası ona. “Herkes senin ya-nıldığını düşünüyor,” der dünyanın tu-haflıklarını anlamaya çalışan küçük

    Scout babasına. Evet ama, “Çoğunlu-ğun sesi doğrudur kuralının dışında yalnızca vicdan kalır.” Böyle olur Tom Robinson davasını üstlenen ve kasaba-nın çalkalanmasına sebep olan babası-nın cevabı.

    Bugün oturmuş, eski bir candos-tunu dinler gibi onun sayfalarını yeni-den karıştırırken küçük Scout’un naif-liğiyle sormak istiyorum ben de: Ha-yaller ne zaman ölür? Vicdan ve adalet meselelerini defterinden silmiş dışarı-daki dünyaya kayıtsızlaştığımızda mı?

    Düşünüyorum da, şimdiki kitap-lardan çocuklara ne kalacak tahmin etmesi çok zor. Çocukluğumuzun ki-taplarından bize kalanlar ise o güzel cümleler. “Arka bahçedeki tenekeleri vurmanızı yeğlerim ama kuşların pe-şine düşeceğinizi de biliyorum. İstedi-ğiniz kadar karga vurun ama unutma-yın: Bülbülü öldürmek günahtır… Bül-büller yalnızca müzik üretirler, bizi eğ-lendirmek için. Bahçelerimizi yağma-lamazlar, tarlalarda yuva yapmazlar. Yalnızca şarkı söylerler. Hem de yürek-leri paralanana dek. İşte o nedenle gü-nahtır bülbülü öldürmek.”

    şart mı?(!) Bu bağlamda, seri siste-min politikasıyla ilgili ne söylüyor?

    Çirkinler de, magazin fotoğrafları-nın rötuşlanmadan önceki ve sonraki hallerinin ne kadar değiştiğinden et-kilenmişlerdir. Görsel efekt sektörün-de çalışan yengem, zamanının çoğunu film oyuncularının ten rengini ve gö-rünüşünü düzeltip iyileştirmeye har-cıyor. Yani, sadece gençler kendileri-ni sürekli profesyonel olarak güzelleş-tirilmiş insanlarla kıyaslamak zorunda bırakılmıyor. Üstüne üstlük ünlüler de görünüşleriyle resmen kandırıyorlar.

    Hikâyede Çirkinler diğer insan-lardan ayrı bir bölgeye gönderiliyor-lar. Gelecek, dünyaya daha çok uzak-laşma ve yabancılaşma mı getirecek?

    Günümüzde, insanlar eskisine na-

    zaran çok daha yakınlaşmış haldeler. Bu, internet ve diğer iletişim teknolo-jileri sayesinde oldu. Ancak, çirkinle-rin dünyasında, bizim eski sistemimiz çöktü, böylelikle iyiyi de kötünün ya-nında yaktılar. ‘Çirkinler’, bir sürü in-sanın etkileşim içinde olduklarında neler olabileceğinden korkarlar. Ama yanılıyorlar, bence bugünün birlikteli-ği gayet güzel.

    Seriyi üçleme olarak düşünmüş, ama henüz dilimize çevrilmeyen dördüncü kitap Extras’ı yazmışsınız. 2010 son baharında çıkacak bu kita-ba dair ipucu verir misiniz?

    Bu kitap, Çirkinler sona erdikten birkaç yıl sonra hazırlandı. Buradaki dünya Tally’ninkinden çok daha fark-lı ve burada önemli olan şey güzellik yerine ün!

      

    GüzellerÇirkinlerÖzeller

    Scott WesterfeldÇeviren: Niran Elçi

    Tudem Yayınları

  • 14 İyi Kitap • Çocuk Kitaplığı • Sayı 16 • Haziran 2010

    Çocukluktan büyümeye geçişin sancılı yılları olan ergenlikte, sadece fi-ziksel değişimler yaşanmaz. Kız ve er-kek çocuklar için, sosyal yaşamın in-celiklerine dair öğrenilmesi gerekilen pek çok küçük ayrıntı ve pratik bilgi, bir silsile halinde sıralanır ebeveynler tarafından. Arkadaş toplantılarında karşımızdaki kişiyi konuşmalarımızla nasıl etkileyebiliriz’den, bir futbol mü-sabakasında penaltı atmanın tüyoları-nı bilmeye kadar sıradan görünen bir-çok şey, gözümüzde aşılması zor birer engele dönüşür.

    YETİŞKİNLİĞE MATRAK ADIMSadece bunlarla da bitmez yetiş-

    kinliğe ilk adım kuralları. Haftason-ları hangi kurslara gitmelisiniz? Gita-ra yatkınlığınız var mı? Yoksa hiç kur-sa gitmeden hayali bir rock yıldızı ka-dar başarılı bir gitarist olduğunuzu sı-nıfta ilgi duyduğunuz kıza ispatlayabi-lir misiniz? Bir gün kampta yalnız ka-lırsanız ateş yakmayı becerebilir ya da çadır kurabilir misiniz? Peki kocaman bir tekneniz olmasa da, gemici düğü-mü atmayı öğrenmek hayal gücünüzü nasıl engin kılabilir?

    Bütün bu soruların kısa, esprili ve pratik cevapları Martin Oliver ve Da-vid Shephard’ın genç oğlan çocukla-rı için kaleme aldığı Erkek Kitabı 2’de yer alıyor. Serinin ilk kitabı Erkek Ki-tabı 1 de benzer sorulara eğlenceli ya-nıtlar veren bir çalışma. “Her şeyde na-sıl en iyi olacağınız hakkında daha faz-la ipucu” önerisiyle keyifli saatler vaat eden Erkek Kitabı 2 ergenlik çağında-ki erkek çocuklar için bir nevi ‘yaşama adım kılavuzu’ niteliğinde.

    Bu çizimli pratik bilgiler kitabı-nı bir gün dünyanın öbür ucuna gi-deceğinizi hayal ederek okuduğunuz-da, emin olun, Avustralya’da olmasa da herhangi bir yolculuğunuzda kar-şınıza çıkabilecek zehirli bir engerek-ten korunma yöntemlerini de öğren-miş olacaksınız. Herhangi bir ansik-

    lopedinin, kasvetli zehirli yılan türle-ri maddelerini karıştırmanıza da gerek kalmayacak! Kapağı sıkışmış bir reçel kavanozunu sıcak suda açma yöntemi ile kendi başınıza bisiklete binmenin mucizevi yolu da bu kitapta. Ergenliğe ilk adım rehberi olarak Erkek Kitabı 2, tüm çocuklara sosyal yaşamlarını na-sıl zenginleştireceklerini anlatıyor. İşte size Erkek Kitabı 2’den keyifli bir öneri: “Kalemi kaldırmadan nasıl çizim yapa-bilirsiniz?”

    “Bir arkadaşınıza kalemi hiç kaldır-madan yüz rakamını çizip çizemeyece-ğini sorun. İmkânsız mı? Hayır. Aşağı-daki adımları izleyerek kolayca yapabi-lirsiniz.”

    Ve zarif bir genç kız olma yolun-daki küçük hanımlar için bir el kitabı: Kız Kitabı 2. Juliana Foster’ın hazırla-dığı ilk kitap Kız Kitabı 1, hafıza geliş-tirme tekniklerinden vitray yapımına, Fransız örgüsün-den kumdan kale yapmaya kadar çocukluğun büyülü dünyasından yetişkinlerin kurallı dünyasına en iyi geçi-şin yollarını öğretiyordu.

    Sally Norton ve Katy Jackson’ın hazırladığı Kız Kitabı 2 ise, gölge oyunu-nun inceliklerinden hedi-ye paketlemeye; makyaj ve manikürden papatya kolyesi

    yapmaya kadar kız çocuklar için bir dizi büyüme ritüelinin sırlarını veri-yor. Sosyalleşmenin pratik yolları ka-dar, yalnız başınızayken de sıkılmadan hoşça vakit geçirebilmeniz için küçük oyunlar da yer alıyor kitapta. İşte bun-lardan biri: “Zaman tahmin oyunu na-sıl oynanır?”

    ZAMAN TAHMİN OYUNU“Bu oyun için ihtiyacınız olan tek

    şey bir çalar saat ve üç ya da daha fazla oyuncu olacaktır. Herkes daire şeklinde ayakta dursun. Çalar saatinizi iki da-kika sonra çalacak şekilde ayarlayın. Oyuncular saatin çalacağını düşün-dükleri zaman oturacaklar ve oturur-ken adlarını söylecekler. Alarmın çal-masına en yakın zamanda oturan kişi oyunu kazanır, diğerleri cezayı öder.”

    9-12 yaş çocukları için ilk gençlik yıllarında sosyal hayata cesur birer genç erkek ve kız olarak adım atma-larını sağlayacak eğlenceli bir serinin devamı Erkek Kitabı 2 ile Kız Kitabı 2.

    Yeliz KIZILARSLAN

    Süper kızlar ve cesur oğlanlar için pratik bilgiler…Bir cadıyı nasıl tanıyabilirsiniz? Yolunuz Avustralya’ya düşerse zehirli yılanlardan korunmanın yöntemlerini biliyor musunuz? Kız Kitabı ile Erkek Kitabı serisi çocukluktan ilk gençliğe, yaşamın eğlenceli ve tehlikeli yanlarına karşı genç oğlanları ve genç kızları uyarıyor!

    Erkek Kitabı 2Martin Oliver-David Shephard

    Çeviren: Ayda Akça AkkoçTudem Yayınları/ 128 sayfa

    Kız Kitabı 2Sally Norton-Katy JacksonÇeviren: Ayda Akça AkkoçTudem Yayınları/ 128 sayfa

  • 15İyi Kitap • Şiir Dosyası / Çocuk Kitaplığı • Sayı 16 • Haziran 2010

    “Çocukluk benim kimliğimdir. Yaşamımın sonuna kadar da

    kimliğim kalacaktır.” Fazıl Hüsnü Dağlarca

    “Davul çalan mı çok / Çalmayan mı? / Çalmayan / Çoğunluk davuldan anlamaz / Cincik / Bir soru daha: / Türkü söyleyen mi çok / Söylemeyen mi? / Söyleyen / Niye? / Çoğunluk türküden anlamaz / Cincik.”

    Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın İki Soru adlı şiirinde, kendi deyişiyle “afacan-lıkta şeytana külah giydiren” Cin ile Cincik arasındaki muzip diyalogların-dan birine kulak misafiri oluruz. Cin ile Cincik’in türkü söyleyenle davul çalan arasında dile getirdiği fark, ‘şiir’ yazanlarla ‘çocuk şiiri’ yazanlar arasın-daki farka benzer. Yaşamının bir döne-minde iki satır olsun şiir karalamayan pek az insan vardır herhalde (şiir ya-zan yazmayandan çoktur; bu yüzden ‘şair’ sözcüğünü kullanmıyorum ısrar-la, çoğunluk şiirden anlamaz Cincik). Heyhat, iş çocuklar için şiir yazmaya geldi mi, yazanlar yazmayanlara göre azınlığın cücüğü kalır (çoğunluk, ço-cuk şiirinden anlamaz Cincik).

    Bir Çocuk Edebiyatı Terimleri Söz-lüğü olsaydı, ‘çocuk şiiri’nin karşılığı (en azından Türkiye’deki çocuk edebi-yatı açısından baktığımızda) şu olurdu desem, taşa tutulur muyum? “Çocuk edebiyatının öksüz yetim çocuğu.”

    Dağlarca, çocuk edebiyatının kim-sesiz çocuğuna kol kanat germiş, elin-den tutmuş bir ozan. Hayali sözlüğü-müzdeki ‘çocuk şiiri’ maddesinin kar-şısına Dağlarca’dan bir alıntı ekleye-lim: “Çocuk şiiri olabilir mi? Olabilir. Çocuk şiiri şudur: Çocuk şiirinde ya-pıyı, nesnelliği, konuları, onun açısına göre daha ince seçmek, ilk duyarlıklar, ilk özgürlükler, ilk ölçüler içinde yaz-mak gerekir.”*

    İki yıl önce kaybettiğimiz Dağ-larca’nın yirminin üzerinde çocuk ki-tabı var. Balina ile Mandalina, Kuş Ayak, bir elin parmaklarıyla isimlen-

    dirdiği beş kitap (Başparmak, Gös-terme Parmağı, Ortaparmak, Yü-zük Parmağı ve Serçe Parmak), Bitki-ler Okulu, Cin ile Cincik, Su Yıkamak, Dağlarca’nın çocuklar için kaleme al-dığı şiir kitaplarından bazıları.

    Müge Sucu Polat, Dağlarca’nın ço-cuk şiirleriyle ilgili şu haklı saptama-yı yapar: “Fazıl Hüsnü Dağlarca, çocu-ğa yönelik şiirleriyle, çocuk şiirine de-ğil, gerçek anlamda şiirdeki çocuğu an-latım derinliğine yeni boyutlar getirmiş bir şairdir. Dağlarca’nın çocuğa yönelik şiirlerinde klişeleşmiş okul şiirlerine ve marşlara yer verilmemiştir. Onun şiir-lerinde, çocuk duyarlığını zengin imge-lerle dile getiren masalımsı-çocuksu bir dünya göze çarpmaktadır.”

    ‘Klişeleşmiş okul şiirleri’ ile ‘marş-lar’ın altını çizelim! Çocukların, ‘şiir’ kavramından ne anladığını ve bağ-rış çağrış okunan dizeler bütününden farklı bir şiir algısının çocukta nasıl ge-lişebileceği üzerinde düşünelim. “Ço-cukluk benim kimliğimdir” diyen ve çocuğun dünyasından, çocuğa yakın somut-soyut kavramlarla yine çocuğa seslenen Dağlarca’nın pek çok şiirinde bu sorunun yanıtını bulmak mümkün.

    “ağaçlar esen yeli sever / esen yel / ağaç-ları sever / kuş / ikisini birden sever / çocuk-ların hepsi / üçünü birden sever” (Bitkiler Okulu içinde Kırdaki Gün adlı şiirden)

    “tutmanın tadı vardı / parmaklarım de-ğerken kaçanın sırtına /şekere benzerdi bi-raz / yutkunmam” (Su Yıkamak içinde So-kaklar adlı şiirden)

    “kuşların kahve ağacı olduğu mavilik-te / kahve ağaçlarının kuş olduğu / duymu-yor musun / yumarlarken gözlerini ipiri / kuş annelerimiz / biz ağaç çocuklarını arar” (Ortaparmak içinde Gine’de Ağaç Yavrula-rı adlı şiirden)

    “Ekvador / bir masala benzer / And Dağları’na binmiş / bütün çocuklar burda / yarısı karanlıkta uyurken / yarısı güneş” (Ortaparmak içinde Ekvador’da And Dağ-ları adlı şiirden)

    Dağlarca, şiiri çocuğa taşıdığı gibi, çocuğu da şiire taşıdığı için, hayali

    sözlüğümüzdeki yeri başkadır. Gü-lümseyerek yazdığını söylediği çocuk şiirlerinin yanı sıra, yüzündeki te-bessümü silen şiirlerini yazarken de çocuklardan, çocukluktan beslenmiş-tir. Ozan her ne kadar çocukluğun, yaşamının sonuna dek kimliği olarak kalacağını söylemişse de, geride kalan çocukluğa dair güçlü bir özlem, yoğun bir hüzün hissedilir kimi dizelerinde.

    “ışıklarda insanca bir şey vardır / yıldız-ların uzaklığından / aşka ve felakete doğru / garip ve çocukluğumuz gibi dağılan” (Işık-larda İnsanca Bir Şey Vardır*)

    “ruhumuz bir denizdir ki açılmış sükûn için / sessizlik enginlere inen bir kuğu / gi-den çocukluğumu duyurmaktadır / yıldızla-rın sonsuz çocukluğu (Balkon* )

    * Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Şiirinde Çocuk Teması (T.C: Kültür Bakanlığı Yayınları, 2002)

    Şiirsel TAŞ

    Çocukluğun sonsuz evreninde…İncelikli duyarlılıklarla oluşturduğu çocuk şiirlerinde, kendi çocukluğunun büyülü dünyasına veda eder Fazıl Hüsnü Dağlarca. Çocukluğun sınırsız özgürlük alanında hüzünlü bir duruştur onunki. Masalsı ve zengin bir imgelemle, çocukları hayal gücünün sınırlarında gezdirir.

    Balina ile MandalinaFazıl Hüsnü Dağlarca

    Yapı Kredi Yayınları / 64 sayfa

  • 16 İyi Kitap • Şiir Dosyası / Çocuk Kitaplığı • Sayı 16 • Haziran 2010

    Şiir ‘çocuk oyuncağı’ değildir, çünkü bir çocuk oyuncağı kadar önemlidir...

    Şiir nedir, neden şiir okunur soru-su, belki de yanıtlanması en zor soru-lardandır. Sözün evreni engindir; öy-küyle, romanla, denemeyle, bildiği-miz çeşit çeşit düzyazı metni hep sözlerle çiçeklenir. Evet, edebiyat bir evrendir, onun içinde düzya-zı da. Peki ama insan niçin şiir ya-zar ve niçin şiir okur? Şiiri düzyazıdan ayıran nedir? Zor soru! İsmet Özel, Şiir Okuma Kılavuzu’nda bu soru-ya bir yanıt arar ve şiirin, insanın ak-lıyla çözüm üretmeye gücünün yet-mediği yerde devreye girdiğini savu-nur. Yani şiir insanın aklın sınırları-nı zorlayıp öteye geçtiği yerde çiçek-lenir; insan sezgisiyle, algısıyla, bilin-çaltıyla, bildiğini bilmedikleriyle, en has haliyle kendini ifşa eder. İnsanın bildiklerinin ötesindeki, ama gene de içindeki, aşkın gerçeği arayışıdır bel-ki şiir. Bir tür yalvaç işidir belki. Ken-di kendinin yalvacı olma işine soyun-mak zorunda kalan insanın içinden çı-karttığı bir öteki-ben’dir. Gerçeği baş-ka şekilde kurgulama ya da gerçek ta-rafından başka bir şekilde kurgulan-ma edimidir. İnsanın en aşkın hali-dir belki. Sözün gerçek büyüsüdür. Aynı kitabında “şiirin özgürlüğe ihti-yacı yok, ama özgürlüğün şiire ihtiya-cı var” der yazar. Şiirin özgürlüğe ihti-yacı var mı belki ayrı tartışılır, ama öz-gürlüğün şiire ihtiyacı olduğu kesin. İnsanların da en az özgürlük kadar şi-ire ihtiyacı olduğu da. Bu yüzden bi-raz öksüz bir edebiyat türü muamele-si gören, okuru, alımlayıcısı az olan şi-irin hele ki çocuklar tarafından okun-ması, şiir evreninin çocuklara açılma-sı çabasını ne kadar takdir etsek az. Tudem’in 2009 Edebiyat Ödülleri’ni şiir dalında vermesini de bu kaygı al-tında anmak gerekir. Nitekim, şii-ri çocuklara, çocukları şiire kazan-

    dırma çabası, sözlerin uçucu, büyülü evrenini onlara açma kaygısı da yazın dünyamıza yeni kitaplar, yeni şiirler kazandırmış. Ertuğrul Deveci’nin Bü-yüyor Muyum Ne, Mehmet Atilla’nın Kafesteki Çikolata, Özlem Kılınçarslan Sözbilir’in Pembe Kedi Becerikli Martı ve Ben, Salih Mercanoğlu’nun İyi Gece-ler Kitabı bu yarışma sayesinde yayın dünyasına katılmış. Serinin bir diğer kitabı da Abdülkadir Budak’ın yarış-ma dışı yayımlanmış olan Uykusu Ge-len Çiçek adlı eseri.

    Yazının başında şiiri insan olma-nın en temel hallerinden biriyle açık-lamıştık, nitekim kaçınılmaz soru gel-di bunun ardından. Peki o zaman şiir evreni içinde “çocuk şiiri” diye bir kategoriden bahsedebilir miyiz? Şiir denilen söz büyüsü sanatının çocuğu yetişkini olur mu? Yetişkinlere ya da çocuklara şiir yazmak bir şairin ya-zın macerasında dilini ve düşünsel evrenini nasıl etkiler? Bu soruları şa-irlere sorduk.

    Şiir, üzerine çok laf edilebilecek bir alan değil zaten. Büyüyü bozarsınız sonra. Can Yücel’le kapatalım sözün kapısını: Şiir getirenleriniz bol olsun…

     Abdülkadir Budak Türk ve dünya edebiyatına bakıldı-

    ğında, yetişkinler için yazılan çok sa-

    yıda romanın ya da öykünün çocuk-lar tarafından büyük bir keyifle okun-duğunu, bu yapıtların ‘çocuk edebiya-tı’ kategorisine sokulduklarını görür-sünüz. Tersi de geçerlidir bunun. Yani çocukları hedefleyerek yaratılan ya-

    pıtların yaşça daha büyük olanlarca okunduğuna, sevildiğine de rastlar-sınız. Geçişimli bir durum söz ko-nusudur burada.Çocuklar için yazdığım (seçti-

    ğim de denilebilir), ilk kitabım Bir Gül Çocuk ile 1982 Türk Dil Kurumu Ço-cuk Yazını Ödülü’ne değer görüldü-ğümde, bana yöneltilen sorulara ver-diğim yanıtların bir yerinde şöyle de-miştim: “Şiir, çocuklar ya da yetişkin-ler için yazılmaz, insanlar için yazılır.” İlk bakışta böyle düşünmekle birlikte, çocuklar için yazmaya ya da daha önce yazdıklarınızdan bir seçme yapmaya kalktığınızda biraz daha yalın olanla-rını yeğlemek durumunda kalırsınız. Bilgiç çocuklara rastlasanız da, çocuk-ların bilgiçliklerden hoşlanmadığını biliyorum. Ben de çocuktum; bugün de pek farklı sayılmam.

    Yanıtlardan çok sorulara yaslanan bir söylem; dediğim gibi biraz daha yalın bir söylem esas olmalı derim. Öğüttü, öneriydi, yol göstermekti, ha-yat tecrübelerini aktarmaktı… İlle de olacaksa, çaydaki şeker kıvamında ol-malı derim. Merak öğesi diri tutulma-lı, şakacı, biraz da muzip bir söylem tercih edilmeli bana kalırsa. Çocuğun hayâl dünyasını ve bunun genişliğini unutmadan, oyunla olan ilişkisini göz ardı etmeden yazılmalı derim şiiri de, öyküsü de, romanı da…

    Şiir yazmak macerasında, yetiş-kinler için yazarken çocuk, çocuk-lar için yazarken yetişkin gibi gördü-ğüm olur. Tam burada, bu bıçak sır-tı yerde ayrımı, seçimi yapmak duru-munda kalırım. İkisini birbirine ka-rıştırmadan ama yakın tutarak… Şu da var: Yaşamımın her döneminde

    Zarife BİLİZ

    Şiirsiz bir yaşam düşleyebilir misiniz?2009 Tudem Edebiyat Ödülleri, “Dizeler Şiir Açsın” başlığıyla şiir dalında verilmişti. Bu ay dosya konumuzu şiire ayırmamıza vesile olan ödüllü kitapları ele alırken, şairlerimize “Neden şiir yazılır ve okunur? Çocuk şiiri olarak ayrı bir kategoriden bahsetmek mümkün müdür?” sorusunu yönelttik.

  • İyi Kitap • Şiir Dosyası / Çocuk Kitaplığı • Sayı 16 • Haziran 2010 17

    düşlerim boyumdan büyük olmuştur. Şiir yazarken daha da böyledir bu.

    BENZERLİKSancısı tutmuş ırmağın

    Kıvrılarak değil de kıvranarak akıyorIrmak şu sıralar bana benziyor

    Köprü üstümüzde değil, içimizde mi?Karşıdan karşıya kimse geçmiyor

    (Uykusu Gelen Çiçek, Aldülkadir Budak)

    Mehmet Atilla İsterseniz hemen herkesin yakın-

    dığı bir gözlemi bir de ben dile getire-yim; ‘çocuk edebiyatı’ ya da buna bağlı olarak ‘çocuk şiiri’ denildiğinde, bazen gizli bazen açık bir küçümseme beliri-yor kimi yüzlerde. ‘Büyükler için yaza-mıyor herhalde’ düşüncesi ne yazık ki gündemimizden silinmedi.

    Bu açıdan bakıldığında, şiirin bü-yük evreni içinde ‘çocuk şiiri’ diye özel bir alanın bulunduğunu açıkça söyle-mek gerekir. Bazı yazarların ‘yoktur’, bazılarının da bir yerde ‘yoktur’ der-ken bir yerde de ‘vardır’ deyişine pek takılıp kalmıyorum. Çocuklar için ya-zıyor olmanın ayrı bir biçimlenme ol-duğunun kanıtı, bir çocukla edebiyat üzerine konuşmakta yatar. Onlarda-ki gözlem ve yorumlama farklılığı, bir anda ayrıcalığa dönüşür çünkü. Ço-cuğu küçümsemezseniz, çocuk edebi-yatını, dolayısıyla çocuk şiirini de kü-çümsemezsiniz. Bu nedenle diyorum ki çocuk şiiri vardır, ama ‘çocuk oyun-cağı’ değildir, çünkü bir çocuk oyun-cağı kadar önemlidir.

    Gelelim, çocuk şiirini ‘özel’ yapan, ‘genel’den ayıran ölçütlere... İzniniz-le bu noktada Roland Barthes’dan des-tek almak istiyorum. Çünkü çocuk-luk denilen kavram benim için bel-li bir zaman dilimi değildir yalnızca, o dönemdeki zamanın kendisidir. Bart-hes diyor ki; “Geçmişle ilgili beni en çok büyüleyen şey çocukluğumdur; yalnız-ca ona baktığımda üzülmem yok olup giden zamana. Çünkü onda buldu-ğum, geri döndürülemeyen değil de or-tadan kaldırılamayandır.” İşte ben eski bir çocuk olarak bu ‘ortadan kaldırıla-mayanı’ bugünden bakarak yazmanın hazzını yaşarken, yazdıklarımı şimdi okumakta olan yeni çocukların imge-lemlerini zenginleştirmeyi, dil üzerin-de düşünmelerini sağlamayı, duygusal alevlerle tanışmalarına katkıda bulun-mayı bir sorumluluk sayarım.

    Çocuklar için yazılan şiirin nite-

    likleri, büyüklere yazılan şiirin dışın-da düşünülemez ama imge düzeni, ri-tim, sözcük seçimi, dize uzunluğu gibi bazı temel noktalarda hedef kitlenin algılama-yorumlama gücünün de göz önünde bulundurulması gerektiği su götürmez bir gerçektir.

    Aksi durumda, çocukla şiir ara-sındaki duyma, kavrama ilişki-si daha baştan kopar ve bunun kim-seye yararı olmaz. Bu hassas denge-de önemli olan çocuğu uyak, hece sayısı, kalıp gibi baskıcı uygulama-lardan uzak tutmak ve onu dilin ge-niş sürüklenişine özgürce bırakmak-tır. Çocukta esinlenmeyi, haz alma-yı, estetik bilgiyle tanışmayı sağla-yacak olan bu özgürce sürükleniştir. Yetişkinler için şiir yazarken yukarıda-ki sorumluluk alanlarını önemsemez-siniz elbette, onlar için ‘ortadan kaldı-rılamayan’ oluşmuştur nasıl olsa, ama çocuklara yazarken bu sürece olumlu ya da olumsuz katkılarınızın olacağı-nı bilmek apayrı bir özen ve dikkat ge-rektirir…

    EN UZUN GÜNAmeliyat odasına alınan çocuğun

    Giysilerini getirdi bir hemşireVe başladı

    Dünyanın en uzun günüArtık

    Ne kuzey yarımküreNe 21 Haziran

    Şu kadardır bildiğimO anda her şey yalan

    (Kafesteki Çikolata, Mehmet Atilla)

    Salih Mercanoğlu Bizde ‘çocuk şiiri’ denince  akla

    ilk gelen; milli günler ve belir-li gün ve haftalarla ilgili yazılmış şi-irlerdir. Bu konulara uygun yazılma-ya çalışılmış, estetikten yoksun yüz-lerce şiir ders kitaplarımızı süsler. Bu, çocuğun dünyasıyla ilgisi olma-yan zorlama yazılmış şiirler hem ço-cuğa şiir hakkında yanlış bilgi ve-rir hem de onu şiirden uzaklaştırır.    ‘Çocuk şiiri’ kategorisi var mı, buna hep şüpheyle yaklaştım. Çünkü böy-le bir kategoriyi kabullendiğim anda karşıma ‘yetişkin şiiri’, ‘ilk gençlik şii-

    ri’ gibi olası kategoriler de çıkıyor. Di-ğer yandan, çocukların okuyabileceği şiirlerin de ‘çocuk şiiri’ kategorisiyle adlandırılması mantıklı geliyor. Ama yine de ben, ‘çocuk şiiri’ kategorisi-ni, çocukların da okuyabileceği şiir-ler diye kafamda tasarlıyorum. Burada aklıma şöyle bir yanıt geliyor: Şiir ço-cuk için yazılmadığı sürece ve yazılan şiirin dünyası çocuğa uygun oluyorsa, böyle bir kategori pekâla olabilir. Bu tür bir çalışmayı Memed Fuat yapmış-tı, çocuklar için yazıldığını hiç düşün-mediğimiz şiirleri, Çocuk Şiirleri Anto-lojisi olarak hazırlamıştı. Bu antoloji-yi, sanırım kullanılan dilin yalınlığı ve imgelerin aynı zamanda çocuğa da hi-tap ettiğini düşünerek hazırlamıştı… Çocukların da okuyabileceği bir şiiri bitirdiğim zaman çok daha mutlu olu-yorum. Sonra yazdığım şiiri çocuklar da okuyacak diye tekrar tekrar düzelti-yorum. Bunu her yaptığımda çocuğun dünyasına biraz daha yaklaştığımı his-sediyorum.

    ÇOCUK VE UYKUFotoğrafıma sarılmış uyuyor

    Belki bir düş kollarındaBelki evvel zaman.

    KorkmuşBir varmış bir yokmuş gibi

    Sımsıkı sarmış fotoğrafı.

    Ah orman, uyku ormanı!Değil mi ki sessizlik

    Kollarımızın çığlık çığlığa taşıdığı.

    Örtme!Çocuklar kalbi açık uyurmuş babası.

    (İyi geceler Kitabı, Salih Mercanoğlu)

  • 18 İyi Kitap • Şiir Dosyası / Çocuk Kitaplığı • Sayı 16 • Haziran 2010

    Özlem Kılınçarslan SözbilirŞiir evreni içinde çocuk şiiri diye

    ayrı bir kategoriden bahsedebiliriz de desem, bahsedemeyiz de desem, sanki bir yerlerden “Aaaa!” sesleri yüksele-cekmiş gibi geliyor. Yetişkin okur için yazıldığı bilinen ancak her yaştan oku-ru kucaklayan, yetişkin-çocuk ayrımı-nın gereksiz olduğu şiirlerden söz ede-bileceğimiz gibi, çocuk okurun algısı-nın, bilgisinin, yaşam deneyiminin ya-pıtı sezmesine/sevmesine yetmeyece-ği, ayrıca algısını zorlamanın ötesinde izleği çocuk okura uygun düşmeyen (intihar izlekli, politik söylemli ya da argo söylemli…) bir şiir de söz konu-su. Yetişkinlerin temel sorunlarının, çocukların temel sorunlarından fark-lı olduğu düşünülürse çocuk şiiri diye ayrı bir alana ihtiyaç olduğu söylene-bilir. Ancak bu ayrımı yaparken çocu-ğu küçümseyen bir tavır içinde, yap-macık bir dille, baştan savma bir bi-çimde kaleme alınmış karalamaları bu alanın dışında tutuyorum.

    Çocuk okurun ciddiye alındığı, es-tetik algısının küçümsenmediği, dil evrenin, ilgilerinin gözetildiği durum-da çocuk şiiri diye ayrı bir kategoriden bahsedebiliriz.

    Bunun yanı sıra çocuk okur göze-tilerek yazılmış iyi şiirin yetişkin oku-ru da kucaklayacağını düşünüyorum. Benim yazın maceramdan söz edecek olursam, çocuklar için yazarken daha fazla titizlik gösterdiğimi söyleyebili-rim. Çocukları ciddiye alıyorum. On-lar düşsel bir evren yaratmada yetiş-kinlerden daha yetkin bir konumda-lar. Korkuları, merakları, sevinçleriyle bizden farklılar, yaşama bizim bakma-yı beceremediğimiz bir noktadan ba-kıyorlar, bu da benim ilgimi çekiyor. Yetişkinlerde olmayan bir göz daha olduğunu düşünüyorum onlarda. Muzip, meraklı ve sahici oluşları beni onlar için yazmaya kışkırtıyor. Benim için çocuk okura yazmak demek ka-famdan soru işaretlerinin, yüzümden gülümsemenin eksilmemesi demek.

    AKŞAM YEMEĞİÇıkar dilinin altındaki şiiri diyorum

    Çıkarıp atıyor denizeBir balık yutuyor

    Bir balıkçı balığı yutuyorBir çocuk akşam yemeğinde

    Bir tabak şiir yiyor.

    (Pembe Kedi, Becerikli Martı ve Ben, Özlem Kılınçarslan Sözbilir)

    Ertuğrul DeveciBence, şiir evreni içinde çocuk şi-

    iri diye keskin bir ayrımdan söz ede-meyiz. Çocuğun algısı içinde yazılmış iyi bir şiiri çocuk da yetişkin de okuya-bilir. Üzerinde durulması gereken ya-zılanın şiir olup olmadığıdır. İlköğre-tim seviyesindeki Türkçe ders kitapla-rında, adı çocuk şiiri olan, ancak ken-disi şiir olmayan, yaş düzeyine, ço-cuğun bilincine ve algısının sınırla-rına göre yazılmaya çalışılmış; bilgi-lendirici ve öğretici ancak şiir esteti-ğinden ve şiirin uyandıracağı hazdan uzak çok sayıda örnek vardır. Bu ne-denle önemli olan, iyi şiirin özellikle-rini taşıyan ‘çocukların da okuyabile-ceği şiir’dir. Elbette ki sonrasında şi-irin dili, yapısı, konusu, anlam kat-manları, soyutlamaları, imgeleri… ço-cuğun hissini taşımalı ve şiir çocuğun heyecanlı, oyun sever, meraklı, şef-katli, kırılgan… dünyasını estetiğinde barındırmalıdır ki bence çocuk şiiri-ni yetişkin şiirinden ayıran da budur. Çocuklara da yetişkinlere de şiir ya-zan biri olarak, çocuklara ya da yetiş-kinlere şiir yazmak arasında temel po-etik farklılıklar görmüyorum. Belki de mesleğim gereği yirmi yıldır çocuklar-la birlikte olmam nedeniyle, düşünsel evrenimde bir bölünmüşlükten ve zor-lanmadan bahsedemiyorum. İçimiz-deki çocuk pop söylemiyle söyleyecek olursam: İçimizdeki çocukla birlikte, içimizdeki çocuğa şiir yazmaktan çok; çocukların kendisiyle olup, en azın-dan çocuklardan yana olup, çocukla-

    rın kendisine şiir yazmaktan yanayım, onları küçümsemeden.

    YOLCULUKAkşam olduğunda ayaklarını uzatır

    Gün boyu çalışmıştır yorgunluk-az dinlensin babam, ben de sığarım

    yanına

    Sesim içimden açık, odanın sonuna kadar

    Duysalar baş ağrısı, kafaları benden karışık

    -halden anlasaymışım az susarmışım belki

    Yasaklı bir deniz olmalı evde temizlikKirletirmiş yalın ayak yol alırsa

    kayığım-salon: Tozu alınmaktan eskimiş bir

    körfez

    Masalları kendi okuyorsa bir çocukbaşlamıştır geceleri büyüyen bir

    yolculuk-bir an önce büyümek istiyorum artık

    (Büyüyor Muyum Ne, Ertuğrul Deveci)

    Uykusu Gelen ÇiçekAbdülkadir Budak

    Resimleyen: Buket Gencer

    Büyüyor Muyum NeErtuğrul Deveci

    Resimleyen: Deniz Üçbaşaran

    Kafesteki ÇikolataMehmet Atilla

    Resimleyen: Deniz Üçbaşaran

    İyi Geceler KitabıSalih Mercanoğlu

    Pembe Kedi Becerikli Martı Ve BenÖzlem Kılınçarslan Sözbilir

    Resimleyen: Deniz ÜçbaşaranTudem Yayınları

  • 19İyi Kitap • Şiir Dosyası / Gençlik Kitaplığı • Sayı 16 • Haziran 2010

    “Sen varken kötü diye birşey bilmi-yorduk / Mutsuzluklar, bu karalar yaşam-da yoktu / Sensiz karanlığın çizgisine koy-muşlar umudu / Sensiz esenliğimizin üstü-nü çizmişler / Nicedir bir pencereden deniz güzel değil / Nicedir ışımayan insanlığımız sensizliğimizden. / Sen gel bizi yeni vakitle-re çıkar”

    İlhan Berk’in Aşk adlı şiirini oku-yan bir çocuğun, aşkın kıymetini bile-ceğini düşünüyorum. Bizi “yeni vakit-lere çıkaracak” güçlü duygunun peşini ömrü boyunca süreceğine, daha iyi bir insan olacağına. Çünkü şiir içimizde ‘daha iyi bir insan olma isteği’ yaratır.

    “İkimiz birden sevinebiliriz göğe baka-lım / Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamış-larından / Bebe dişlerinden güneşlerden ya-ban otlarından / Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar / Şu aranıp duran kor-kak ellerimi tut / Bu evleri atla bu evleri de bunları da / Göğe bakalım”

    Pekiyi, Turgut Uyar’ın Göğe Bak-ma Duvarı’nı okuyan bir çocuk daha umutlu bir çocuk olmaz mı? Şu su-ratsız ağabeylerinin, tatsız tuzsuz ab-lalarının onu okumadıkları için böy-le umutsuz ve mutsuz göründüğü-nü bilseler… Bir Uyar şiiri bir çocu-ğu ‘mucize’lere inandırır, bir çobanın ‘yalağuz’luğuna dost eder.

    “Gemliğe doğru / Denizi göreceksin; / Sakın şaşırma”

    Orhan Veli ‘şaşırma’ der ama en çok da o şaşırtır. Hayatın bakıp da görmediğimiz türlü hallerini, ağaçla-rın, sokakların, İstanbul’un, sarhoşla-rın, denizin, trenlerin, gariplerin ba-kıp da görmediğimiz efsunlu halleri-ni gösterir. Çocuk, Orhan Veli okusa İstanbul’a sarılmış gibi olur, az şey mi-dir?

    “Henüz vakit varken, gülüm, / Paris ya-nıp yıkılmadan, / Henüz vakit varken gü-lüm, / Yüreğim dalındayken henüz …”

    Nâzım Hikmet’i okuyan her ço-cuğun hayatında geri dönüşü olma-yan bir yolculuk başlar: aşka, doğruya, hakka, özgürlüğe, barışa doğru…

    Bir çocuk için yazıyla tanışmak bü-yülü bir ansa, şiirle tanışmak aşkla ta-nışmak gibidir herhalde. Bir daha baş-ka hiçbir şeyle, hiçbir yerde, hiçbir za-man yaşayamayacağı duyguları yaşa-mak, kendini tanımak, hayatı anla-mak gibidir o an. Kendi adıma tanış-tığım ilk şairin Nazım Hikmet oluşu-na şükretmişimdir hep. Sonra Alman romantizminin çıkardığı en büyük şair olan Hölderlin’i sevme duyarlılığı-nı bana kazandıran, belki de onu erken yaşta tanımam, sevmem olmuştur diye düşündüm hep.

    HAYATIN MUADİLİElimde birkaç gündür Doğan Kar-

    deş Seçme Şiirleri’ni tutuyorum. Edip Cansever’i bırakıp Özdemir Asaf’ı alı-yorum, Cemal Süreya’yı alıp Turgut Uyar’ı bırakıyorum… İçimde bir hu-zur, bir iyilik… Başka ne okusam olur-du ki bu, diye düşünüyorum. İçimdeki iyiliğin, güzelliğin sebebi sakın bu şiir-ler olmasın? Elbette onlar.

    Doğan Kardeş şiir seçkileri çocuk-lar için şiirlerin ne kadar değerli söz-ler olduğunu bilen insanlar tarafından özenle seçilmiş. Onları şiirle ne kadar erken tanıştırırsak o kadar iyidir diyen insanlar tarafından…

    Az sözle ne de çok şey söyleyebilmenin mümkün olduğunu anlamak için şiir okumak gerekir. Sözün büyü-ye dönüştüğünü görmek, bir cümlenin insanın ayaklarını yerden kestiğini anlayabilmek için… Bu yüzden şiirin aşkın muadili olduğu söylenir, ha-yatın muadili…

    Türkiye gibi bir ülkede, işte bu büyülü sözcükleri çok da iyi yazabi-len yüzlerce şair arasında büyümüş olmak, Türkçe şiirin tadına varmış olmak, başka türlü bir zihin ve duygu durumu yaratıyor. Düşünsenize Tur-gut Uyar gibi bir şairimiz var, Türkçe yazıyor, mucize gibi bir şey. Uyar’ı, sadece toprağının şairleriyle değil, Bedirhan Toprak’ın dediği gibi Dâvut peygamberle, T. S. Eliot ya da E. E. Cummings ve Fernando Pessoa gibi şairlerle karşılaştırmak gerek onun dehasını görmek için.

    YKY’nin ‘Seçme Şiirler’ arşivin-de şimdilik Oktay Rifat, İlhan Berk, F. H. Dağlarca, Özdemir Asaf, Behçet Necatigil, Edip Cansever, Turgut Uyar, Nazım Hikmet, Orhan Veli, Ece Ayhan ve Cemal Süreya’nın çocuklar için se-çilmiş birbirinden güzel şiirleri var. Ben arşivin daha da genişleyeceğine, çocukların Türkçe söylenmiş en güzel sözcüklerle tanışıp gerçekten “yeni va-kitlere çıkacaklarına” inanıyorum.

    Şiir hadi, ‘bizi yeni vakitlere çıkar’!Oktay Rifat, İlhan Berk, F. H. Dağlarca, Özdemir Asaf, Behçet Necatigil, Edip Cansever, Turgut Uyar, Nazım Hikmet, Orhan Veli, Ece Ayhan ve Cemal Süreya’nın gençler için özel olarak seçilmiş birbirinden güzel şiirleri ‘daha iyi bir insan olma’ isteği taşıyan okuyucularını bekliyor.

    Elif TÜRKÖLMEZ

    Göğe Bakma DuvarıTurgut Uyar

    YKY Yayınları / 112 sayfa

    Gelmiş BulundumEdip Cansever

    YKY Yayınları / 116 sayfa

  • Şimdi size bir dostluk hikâyesi anlatacağım: Aytül Akal ve Mavisel Yener’in, dünyaya ve hayata bakışlarını çocuklar gibi çekinmeden değiş tokuş ettikleri doğaçlama bir süreç bu. Mut-lu son ise, iki yazarın kitaplaşarak ço-cuklara ulaşan şiirleri.

    Sayısı yediyi bulan ortak imza-lı şiir kitaplarının ortaya çıkışı olduk-ça ilginç aslında: Aytül Akal, 2002 yı-lında, Cumhuriyet Kitap Eki’nin ço-cuk kitapları sayfası editörlüğüne veda etme kararını sayfasından duyurdu-ğunda, kendisini bekleyen sürprizden haberdar değilmiş. Aynı sabah gelen telefonda, küçük bir okuru kızıp bağı-rıyor, sayfayı bırakamayacağını, buna hakkı olmadığını söylüyormuş. Bu tutkulu küçük okur, Mavisel Yener’in kızı Ihlara’dan başkası değilmiş. Bu vesileyle tanışan iki yazar, yazışmaya, daha doğrusu ‘şiirleşmeye’ başlamış. Yazarlar, şiirlerinde, çocukça bir ger-çeği ele almış, çocuk dünyasına ait bir dil evreni yaratmış… Şimdi sözü, keli-melerini dostluğun ve paylaşımın em-rine amade edip, bıkıp usanmadan ‘şi-irleşen’ iki yazara bırakıyorum.

    Ortak imzalı şiir kitaplarınızdan ve ‘şiirleşmeden’ bahseder misiniz?

    M.Y.: Şiirleşmelerimiz tamamen iki sanatçının duyarlığını, şiir evre-nini paylaşması sonucu doğal olarak ortaya çıkan bir süreçti. Şiirlerimiz biriktikçe, “Bunlar niçin kitaplaşma-sın?” diye sorduk. İlk ortak kitabımız olan Mavi Ay’dan sonra, ben bir şiir dosyası hazırlığındaydım, okuması için Aytül Akal’a birkaç şiirimi gön-derdim. Kısa sürede şiirime şiirle karşılık verdi. Ben de onu şiirle yanıt-ladım. Böylece oyun başladı. Kitapla-rın resimlenmesi ve tasarım aşaması ise tamamen Aytül Akal ve Mustafa Delioğlu’nun yaratıcı düş gücünün ürünüdür.

    A.A.: Şiirleşme oyununa, bir kitap hazırlığı aşamasında, Mavisel Yener’e esin vermek üzere başlamıştım, oysa asıl bana esin veren oymuş... O yazdı, ben yazdım... Ben yazdım, o yazdı... Güldük, eğlendik, şiirlerle oyunlar oy-

    nadık. Yüzlerce şiir biriktirdik. Ortak şiirler yazdık.

    Çocukların hayal dünyala-rına, duygu ve düşünceleri-

    ne seslenmek ve aynı za-manda etkili olabilmek… Nasıl tanımlarsınız çocuk şiirini?

    A.A.: Yaşam, sürek-li şiir mırıldanır insana.

    Kendi şiirlerimi doğal bir dil ve içten-likle yazdığımı söyleyebilirim. Çocuk şiiri? Bunun en doğru yanıtını yine çocuklar verebilir.

    M.Y.: Fazıl Hüsnü Dağlarca bakın ne diyor: “Şiir, tanımlanması güç bir tür aslında. Çünkü her şiirin tek tek tanımı vardır. Yeryüzünde yazılmış bütün şiirlerin tanımları farklıdır. Ancak ortak bir kuraldan söz etmek olasıdır. Şiir iki ayak üzerinde yürür: Biri imgelem, öteki içtenlik. Bu ikisi olmazsa, ya da gereği kadar olmazsa o şiir yarınlara ulaşamaz!”

    Bir şiiri çocuk şiiri yapan ne-dir?

    M.Y.: Çocuk kendisi için yazılan şiiri okurken kendisinin yazdığını sanmalıdır. Hınzır, yaramaz, içi içine sığmayan bir şiir olmalıdır bu. Bu, özel bir duyar-lığın işidir. Ço-cuğun baktığı yerden bakmak da diyebiliriz.

    A.A.: Şiir, zaten çocuğun kendi dilidir. Çocuk, kendini özdeşleştirebildiği oranda, elindeki ya-

    Şiirsel bir dostluk evreni Aytül Akal ve Mavisel Yener çocuk edebiyatının iki tanıdık, sevilen ismi. Şiirleşme olarak adlandırdıkları ortak çalışmalarıyla şiire çocukça bir tat katıyorlar epeycedir. Bir şiir dosyası hazırlayınca, bu iki genç yazarla çocuk şiiri ve yazın süreçlerine dair söyleşmeden edemedik.

    G. Mine OLGUN

    DES

    ENLE

    R: E

    THEM

    ON

    UR

    BİLG

    İÇ (S

    olda

    n sa

    ğa, M

    avise

    l Yen

    er, A

    ytül

    Aka

    l

  • 21İyi Kitap • Şiir Dosyası / Çocuk Kitaplığı • Sayı 16 • Haziran 2010

    pıttan esin alabilir, kendi deneyimleri-nin içinde eritip yaşamına yansıtabilir.

    Yazma sürecinden bahseder mi-siniz biraz da?

    A.A.: İnanın bilemiyorum. Birden bir coşku düşer yüreğe. Bir an önce yazmak istersiniz akıp giden dizeleri. Bazen kâğıda ulaştırana kadar kimi sözcükler yitip gider; yazdığınızda bi-lirsiniz, bir tını eksiktir. Ne zaman ki şiir cıvıldamaya başlar, bir şarkı tuttu-rur neşeli, o zaman bilirsiniz, artık ha-zırdır. Yazdığınız kimi zaman çocuğa seslenir, kimi zaman yetişkine. Ayırı-mı yapmak da, içimdeki çocuk Aytül ve yetişkin Aytül’e düşer...

    M.Y.: Çocuk şiirini yazarken ço-cuğun duygu dünyasını, gözlemlerini, yaşantısını varsıllaştırmayı, yaşamda ona yeni kapılar açabilmeyi uma-rım. Şiir, duygusal çağrışım, coşku yaratmalıdır. Şair, çocukları iyi anla-dığını onlara duyumsatmalıdır. Aytül Akal’la birlikte yaptığımız çalışma çok eğlenceli bir süreçti. Yazarken kendimiz şiir olduk neredeyse…

    Çocukların dil gelişimi ve anla-ma düzeylerini ne ölçüde dikkate aldınız? Zorluklar yaşadınız mı?

    M.Y.: Çocuk dili ve bakışı bizim için doğal bir yaklaşımdı, bu neden-le zorluk yaşamadık. Hekim olarak da çocuklarla yakından ilgilendiğim için bu konuda işim pek zor değildi. Edebi metinlerin öğreten değil, sez-diren bir yöntemle kaleme alınma-sından yanayım..

    A.A.: Hangi türde olursa olsun, her zaman çok eğlenerek, üstelik hangi yaş grubuna seslendiğimi daha sözcükle-ri yan yana koyarken hissederek, ko-layca yazarım. Yazdıklarımı okurum.

    İçimdeki çocuk Aytül’ün canı sıkılır, bir daha okumak istemezse; bilirim ki, çocuklar da okumak istemeyecek-lerdir.

    İçinizdeki çocuğun payı nedir ‘şiirleşme’de?

    A.A.: Yazar arkadaşlarım şaka yollu sormuştur, “Sana yazdırılıyor mu?” diye. Evet, yazdırılıyor! İçimde-ki çocuk Aytül yazıyor her şeyi. Ben okuyup okuyup gülüyorum. Şaka bir yana, gerçekten de çocuklar için ya-zarken, çocuk Aytül kimliğime bü-rünüveriyorum. Kendi akranları için doğruları o biliyor.

    M.Y.: Çocukluğumuzun saklı ol-duğu bir bahçedir bilinçaltımız. Ço-cuk için yazarken o bahçenin kapıla-rı açılır, oradan gelen sesler, renkler, kokular süsler dizelerinizi. O kapının anahtarını yitirmediğim için şanslı-yım!

    Şiirlerinizde, güneş, ay, yıldız-lar, deniz gibi doğa unsurları ya da doğa olaylarına, hayvanlara, renk-lere vb. yer vermişsiniz. Doğa, ade-ta çocuklara yarenlik ediyor…

    M.Y.: Ben de çocukların sevdiği ve merak ettiği şeyleri sevip me-rak ediyorum demek ki… Ay, güneş, yıldızlar, doğa, renkler… Hepsi beni şaşır-tıyor.

    A.A.: Çocu-ğun bakış açısıyla bakabilmek, in-sana coşku veri-yor, yaşam daha anlamlı geliyor.

    Biraz tuhaf, biraz da çılgınca görünse de çocukların dünyasında yaşamayı seviyorum.

    Ama bazı noktalarda, hayatın acı gerçeklerine de yer vermişsi-niz…

    M.Y.: Yaşamda ne varsa çocuklar onlara tanık oluyor. Onlara her şeyi anlatabilirsiniz; önemli olan hangi dille, nasıl anlattığınız. Çocuk el-bette sorunlarla yüzleşecektir. Bunu yaparken onu örselememek önemli.

    A.A.: Şiirlerde yer alan ve çocuk dünyasına ‘acı’ gelebilecek gerçek-ler, onların dünyasına çok da uzak düşmeyen konular: ailede bir yaş-lının ölümü, üşüyen sokak çocuğu, hastalıklar, boşanma... Çevrelerinde

    yaşanan bu tür olayların farkında ol-maları, özdeşim kurma becerilerini geliştirebileceği gibi, hayatta herkesin sorun yaşayabileceğini ve bunun do-ğal olduğunu örnekleyebilir diye dü-şünüyorum.

    Çocuklardan nasıl tepkiler alı-yorsunuz?

    A.A.: Tam da aynı gün 48 çocuğun mektubuna ayrı ayrı yanıt vermekten yorgun düşmüş bir yazar olarak, ne siz sorun, ne ben söyleyeyim...

    M.Y.: Şiir türünü daha çok sev-diklerini söylüyorlar. Birlikte şiir yazmaya başlayanlar var. Birbirini destekleyen, saygı duyan, birlikte üretebilmenin heyecanını yaşayan iki yazar onlar için olumlu bir rol model oldu. Şiirlerimizin yanı sıra, bu dayanışma ve kalemdaşlık da onları etkiliyor. “ ‘Ben’ yerine ‘biz’ demek zor olmalı, birbirinizi kıskan-mıyor musunuz?’ diye de soruyorlar.

    Mavi AyAy Kaç Yaşında?

    Aytül Akal - Mavisel YenerResimleyen: Mustafa Delioğlu

    Uçanbalık Yayınları

    DES

    ENLE

    R: E

    THEM

    ON

    UR

    BİLG

    İÇ (S

    olda

    n sa

    ğa, M

    avise

    l Yen

    er, A

    ytül

    Aka

    l

  • 22 İyi Kitap • Şiir Dosyası / Çocuk Kitaplığı • Sayı 16 • Haziran 2010

    Melisa Gürpınar’ın Gel Dünyayı Seyredelim, Betül Tarıman’ın Elma Dersem Çık ve Çetin Öner’in Dünyanın Bütün Kedileri adlı çocuk şiirleri kitapları, özgür ve sosyal bilince sahip bireylerin yetişebilmesi için çocuklara şiir aracılığıyla seslenmenin önemine değiniyor.

    Çocuk şiirleri kimler için yazılıyor?

    Çocukluğumda masal, hikâye ve hatta romanlar –kimi sadeleştirilmiş romanlar okuduğumu hatırlıyorum. Hatta ergenlikle birlikte daha evvel okuduğum ‘sadeleştirilmiş’ romanla-rın ‘asıl’larını okuduğumu ya da geri-lim romanlarına merak sardığımı da biliyorum. Gizli gizli, geceleri uykusuz kalma pahasına okuduğum gerilim se-rileri vardı ders kitaplarımın arasın-da. Az sonra da çeşitli açılardan po-litik diyebileceğimiz romanlar girmişti devreye… Belki onu takiben, ‘toplumsal gerçekçi’ diyebileceğimiz şiir kitapla-rı… Ama oraya gelene dek, çocukluğumda bir şiir kitabı okuduğumu hiç mi hiç hatırla-mıyorum.

    YAŞAMI AKTARAN ŞİİRLERÇocukken şiir okuma-

    mış varlığım, istatistikî olarak bir değere tekabül eder mi? Muhtemelen eder çünkü benim gibi, arkadaşlarımın da şiir okuduğunu hatırla-mıyorum; edebiyat ve yayın-cılıkla bir parça daha yakın-dan ilgilenmeye başladığımda da, hep, “Şiir neden az okunu-yor?” sorusunun sorulduğu-nu da biliyorum… Elbette içi-ne doğduğum ortamın ve dö-nemin olumsuz etkileri de söz konusu edilebilir fakat biliyorum ki, bir biçimde şiir, geç fark ettiğimiz bir edebî tür oldu.

    O halde –istatistiklerle ilgili bir ta-kım varsayılardan yola çıkarak, merak ediyorum; çocuk şiirleri, kimler için yazılır? Çocuklar için mi, eğitimciler için mi, yoksa ebeveynler için mi?

    Galiba en önce eğitimciler ve ebe-veynler için. Şiirle içine girilebilecek dünyayı, bir çocuğun tek başına keş-fetmesini bekleyecek olursanız, sa-nırım ilk birkaç yılı kaçırmış olursu-nuz. Yetişkinler bile şiiri, diğer edebî

    türlerden daha az okur, göründüğüne göre…

    Melisa Gürpınar, Betül Tarıman ve Çetin Önder’in Can Çocuk’tan çı-kan kitaplarını okumaya başladığımda bütün bunlar geçti aklımdan. Sahici bir merakla sordum çocuk şiirlerinin kimler için yazıldığı sorusunu. Esasın-

    da keşke şairler yanıtlayabilseydi bu soruyu; çocuk okurlarını hayal ederler mi yazarken ya da yetişkinlere mesaj-lar mı vermek isterler? vb.

    Önce Melisa Gürpınar’ın Gel Dün-yayı Seyredelim kitabından söz edelim; beni kışkırtan ilk kitap o oldu çün-kü. Adından menkul, dünya üzerinde gördüğümüz, hissettiğimiz, duyduğu-muz, tattığımız ne varsa, onları anlat-

    mak i