kolelİtİazİs İle İnsÜlİn dİrencİ ve lİpİd profİllerİ
TRANSCRIPT
T.C
SAĞLIK BAKANLIĞI
DR. LÜTFĠ KIRDAR KARTAL EĞĠTĠM VE ARAġTIRMA HASTANESĠ
AĠLE HEKĠMLĠĞĠ
Koordinatör ġef: Doç. Dr. Orhan ÜNAL
KOLELİTİAZİS İLE
İNSÜLİN DİRENCİ ve LİPİD PROFİLLERİ
ARASINDA İLİŞKİ VAR MIDIR?
(UZMANLIK TEZĠ)
Dr. Can Öner
Tez DanıĢmanı:
Doç. Dr. Mehmet Sargın
ĠSTANBUL,2009
2
Canım kızım ve biricik eĢime…
3
ĠÇĠNDEKĠLER
Ġçindekiler 3
Önsöz 4
Öz 5
Abstract 6
Simgeler ve Kısaltmalar Dizini 7
Tablolar ve ġekiller Dizini 8
TeĢekkür 9
GiriĢ 10
Safra Kesesi Anatomisi 13
Safranın OluĢumu 16
Safra TaĢı OluĢumunda Risk Faktörleri 20
Safra TaĢlarının Özellikleri ve Sınıflaması 25
Ġnsülin Direnci ve Beta Hücre Fonksiyonu 33
Materyal ve Metot 38
Sonuçlar 40
TartıĢma 51
Sonsöz 59
Referanslar 60
4
ÖNSÖZ
İnsanlık tarihi kadar eski olan tıp tarihinde, insanlarda organ içlerinde oluşan taşlar
ve bu taşların nasıl oluştuğu hep ilgi çekici bir konu olmuştur. İlgi çekiciliğinin yanında
yaygın görülmesi, tedavi ve tanı için harcanan tutarlar ve tedavi sonrasında oluşabilecek
komplikasyonlar nedeniyle safra taşı hastalığı gerek gelişmiş ve gerekse gelişmekte olan
ülkelerde önemli bir halk sağlığı problemi olarak tanınmaktadır.
Safra taşlarının nasıl oluştuğu sorusu hala tıp gündemini meşgul etse de tıbbın
temelini oluşturan gözlemler safra taşlarının sarışın, obez bireylerde ve bayanlarda daha sık
olduğunu göstermektedir. 1940‟lı yıllarda cerrahide hala geçerli olan 4F kuralı gözlemlerden
yararlanılarak düzenlenmiştir. 1970‟li yıllara gelindiğinde safra taşlarının, safra asitleri, lesitin
ve kolesterol arasındaki dengenin bozulması sonrasında oluştuğunu gösterir hala geçerli olan
üçgen diyagramlar Admirad ve Small tarafından tanımlanmıştır. 1970‟li yıllar yine safra
taşları ile hastaların lipid profili ilişkisinin araştırıldığı yıllar olmuştur.
1980‟li yılların ilk yarısında literatürde özellikle metabolik sendrom ve metabolik
sendrom ile ilişkili olan hastalıkların tanımlanması ile ilgili çalışmalar göze çarpar. Metabolik
sendromun temel faktörü olan insülin ve insülin direnci ile safra taşlarının arasındaki ilişki
1984 yılında Scragg ve arkadaşlarınca araştırılmış ve safra taşı oluşumu konusunda yeni bir
dönem açılmıştır. Bu çalışma literatürde benzer konuları araştıran araştırmacılar için hala ana
kaynak niteliğindedir. Bu çalışma sonucunda insülin direncinin karaciğerde kolesterolün aşırı
doygunluğa ulaşmasını sağladığı ve yine insülinin safra kesesindeki yangısal olayları
tetikleyerek safra kesesinde mukus oluşumuna yol açtığı, yine insülin yüksekliğinin safra
kesesi hareketlerini bozduğu üzerinde durulmaktadır. Bütün bu olayların nüveleşme ve
çökelmelere yol açtığı ileri sürülmektedir. Ancak yapılan çalışmalar insülin direncinin neden
safra taşı oluşumunu tetiklediğini, taşın tekli veya çoklu olması ve boyutu üzerine nasıl bir
etkisi olduğu tam olarak aydınlatabilmiş değildir.
Bu çalışmada amacımız safra taşlarının, hastalarının vücut kitle indeksleri, lipid
profilleri ve insülin düzeyleri ile ilişkisini araştırmaktır. Çalışma sonucunda taşı olan
hastaların çoğunun obez ve 40 yaş üstü bireyler olması bizim için şaşırtıcı olmadı. İnsülin
düzeyleri açısından kontrol ve çalışma grubu arasında anlamlı bir fark mevcut değildi. Yine
HOMA IR formülüne göre hesapladığımız insülin direncinde de iki grup arasında anlamlı bir
farklılık saptayamadık. Lipid parametreleri ile safra taşı varlığı açısından anlamlılık
saptanmamış olmakla beraber gerek insülin ve gerekse lipid parametrelerinin safra taş boyutu,
çoklu taş olması ile ilişkileri de tezimizde incelenmiştir. Safra taşları ve insülin arasındaki
ilişkilerin aydınlatılabilmesi için daha fazla toplumsal temelli çalışmaya gerek olduğu açıktır.
5
ÖZ
Giriş: Safra taşları, gerek sağlık sistemine maliyeti ve gerekse hala aydınlatılamamış
etiyolojisi açısından araştırmacıların ilgisini çeken bir konudur. Biz bu çalışmada safra
taşlarının muhtemel etiyolojileri yanında insülin direnci ile olan ilişkisini irdelemeyi
amaçladık.
Materyal ve Metot: Bu amaçla Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Dâhiliye ve Cerrahi Kliniklerine başvuran, safra taşı olan bireylerde insülin düzeyleri, lipid
düzeyleri ve vücut kitle indeksi ölçümlerini yaptık. Benzer bir kontrol grubu oluşturarak bu
parametrelerin kıyaslarını yaptık. İstatistiksel analiz amaçlı SPSS 13.0 kullanılmış ve
analizlerde pearson ki kare ve student t test kullanılmış, p değeri <0,05 olan değerler anlamlı
olarak kabul edilmiştir.
Bulgular: Çalışma sonucunda yaş, cinsiyet ve hiperlipidemi yine safra taşı oluşumu için
önemli risk faktörleri olarak tanımlanmıştır. Vücut kitle indeksinin yüksek oluşu safra taşını
tetikleyen bir faktör olarak görülmektedir. İnsülin düzeyleri ve HOMA IR göre insülin direnci
varlığı açısından iki grup arasından anlamlı farklılık olmamakla beraber, insülin düzeyi ile taş
boyutu ve taşın çoklu veya tek taş olma özelliği arasında bir ilişki saptanmıştır.
Sonuç: Nasıl olduğu tam olarak bilinmemekle beraber, insülin düeyleri tekli ve büyük taş
oluşumuna yol açmaktadır.
Anahtar Kelimeler:Safra taşı, İnsülin direnci, Taş boyutu
6
ABSTRACT
Introduction: Cholelithiasis is an interesting issue for researchers because of its burden for
health system as well as the mystery of its etiology. In that study we try to investigate the
possible etiological factors of cholelithiasis and the relationship between cholelithiasis and
insülin resistance.
Material and Method: For that aim, we measured the insülin levels, lipid profiles of patients
who admitted to Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Internal medicine and
general surgery clinics due to their gall stones. We also measured their body mass indexes.
Then we also construct a control group similar to this study group and compared the
parameters. For statistical analyses we used SPSS 13.0 and for comparing the means we use
student t test and pearson chi square test, the p level <0,05 was accepted as statically
meaningful.
Results: As a result we determined that the important risk factors for gall stone formation are
sex, age and presence of hyperlipidemia. Also high levels of body mass index is an other
important risk factor. Altough there is no significant difeernce between two groups on insülin
levels and insülin resistance according to HOMA- IR, having multiple or single gall stones is
related with insulin levels and also the size of the stone as well.
Conclusion: İnsülin levels are assosiated with single and big gall stones.But the mechanism is
not toughly known
Key Words: Gall stones, insulin resistance, stone measures
7
SĠMGELER, KISALTMALAR
ABD: Amerika BirleĢik Devletleri
TRG:Trigliserid
HT:Esansiyel Hipertansiyon
ĠS: Milattan Sonra
ĠÖ:Milattan Önce
LDL: Düsük Yoğunluklu Lipoprotein
HDL:Yüksek Yoğunluklu Lipoprotein
VLDL:Çok DüĢük Yoğunluklu Lipoprotein
HMG-CoA: HMG-Koenzim A
OCP:Oral Doğum Kontrol Hapları
TPN:Total Parenteral Beslenme
Na +: Sodyum
Cl: Klor
HCO3 :Bikarbonat
CCK:Kolesistokinin
Na-K-ATPase : Sodyum- Potasyum Adenintrifosfataz pompası
IR: Ġnsülin direnci
8
TABLOLAR VE ġEKĠLLER DĠZĠNĠ
Şekil 1: Karaciğer Lobül Yapısı
Şekil 2:Safra Yolları Anatomisi
Şekil 3: Safra Kesesinin Anatomisi
Şekil 4: Safra Yapısındaki Miçel Yapısı
Şekil 5: Koordinat Üçgen Sistemi
Şekil 6:Beta Hücre Yanıt Eğrisi
Şekil 7:Plazma İnsülin Salınımı vs Hepatik Glukoz Salınımı ve Plazma Glukozu ile Olan
İlişkisi
Şekil 8:Yağ Dokusunda Glukoz Alınımı
Şekil 9:Kas Dokusunda Glukoz Alınımı
Şekil 10:Orijinal HOMA Modeli
Şekil 11: Çalışma Algoritması
Tablo 1: Dünyanın değişik bölgelerinde yapılan toplum temelli çalışmalar
Tablo 2: Kolesterol Nedenli Safra Taşları İçin Risk Faktörleri
Tablo 3: Çalışma ve Kontrol Grubunda epidemiyolojik veriler
Tablo 4: Çalışma ve Kontrol Grubunda süreğen hastalık ilişkileri
Tablo 5: Çalışma Grubunun Boy, Kilo ve Vücut Kitle İndeksi Verileri
Tablo 6 Kontrol Grubunun Boy, Kilo ve Vücut Kitle İndeksi Verileri
Tablo 7: Çalışma ve Kontrol Grupları Verileri
Tablo 8: Kontrol ve Çalışma Grubunda Lipid Profilleri
Tablo 9: Çalışma ve Kontrol Grubunda Lipid ortalamaları
Tablo 10:Taş boyutu ve cinsiyet ilişkisi
Tablo 11: Çalışma grubunda IR ve taş boyutları
Grafik 1: Çalışma Grubunda Yaş ve Cinsiyet İlişkisi
Grafik 2:Çalışma Grubunda Cinsiyet ve süreğen hastalık ilişkisi
Grafik 3:Kontrol Grubunda Yaş ve Cinsiyet ilişkisi
Grafik 4:Kontrol Grubunda Cinsiyet ve süreğen hastalık ilişkisi
Grafik 5: Çalışma Grubu total kolesterol düzeyi ve cinsiyet ilişkisi
9
Grafik 6: Kontrol Grubu total kolesterol düzeyi ve cinsiyet ilişkisi
Grafik 7: Çalışma Grubu LDL kolesterol düzeyi ve cinsiyet ilişkisi
Grafik 8: Çalışma Grubu HDL kolesterol düzeyi ve cinsiyet ilişkisi
Grafik 9: Kontrol Grubu LDL kolesterol düzeyi ve cinsiyet ilişkisi
Grafik 10: Kontrol Grubu HDL kolesterol düzeyi ve cinsiyet ilişkisi
Grafik 11: Çalışma Grubu VLDL kolesterol düzeyi ve cinsiyet ilişkisi
Grafik 12: Kontrol Grubu VLDL kolesterol düzeyi ve cinsiyet ilişkisi
Grafik 13: Çalışma Grubu Trigliserid düzeyi ve cinsiyet ilişkisi
Grafik 14: Kontrol Grubu Trigliserid düzeyi ve cinsiyet ilişkisi
10
TEġEKKÜR
Uzmanlık eğitimim boyunca gerek hastaya yaklaşımları, bilgi ve tecrübeleriyle
beni cesaretlendiren, Aile Hekimliği Disiplini‟ne ilgimi arttıran, sürekli yapıcı eleştirilerde
bulunan ve uzmanlık eğitimimin her basamağında desteklerini esirgemeyen başta Sayın
Doç.Dr. Mehmet SARGIN olmak üzere, Doç Dr Ekrem ORBAY, Uzm. Dr. Reşat DABAK
ve Uzm Dr. İsmet Tamer‟e içtenlikle teşekkürü bir borç bilirim.
Uzmanlık Eğitimim boyunca kliniklerinde çalıştığım ve her gün kendilerinden
yeni bir şeyler öğrendiğim 1.Dâhiliye Klinik Şefi Uzm. Dr. Ali YAYLA, 1.Genel Cerrahi
Klinik Şefi Doç.Dr. Mustafa ÖNCEL, 2.Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Klinik Şefi Doç. Dr.
Gülnur TOKUÇ‟a ve 1. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Klinik Şef Vekili Uzm. Dr. Yasemin
Akın, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği Şefi Doç.Dr Orhan ÜNAL‟a eğitimime yaptıkları
katkılar için müteşekkirim. Yine bu kliniklerde beraber çalışma şansı yakaladığım uzman
ağabey ve ablalarım, asistan, hemşire ve sağlık memuru arkadaşlarım ve diğer personele de
eğitimim boyunca yarattıkları pozitif ortam için ve vakalarımı toplamada desteğini
esirgemediği için kıymetli arkadaşım Dr Ruhper Çekin‟e teşekkür ederim.
Uzmanlık tezimin proje ve araştırma safhalarının her birinde eleştiri ve katkılarını
esirgemeyen tez danışmanım Doç. Dr. Mehmet SARGIN ‟a, beni yetiştiren annem, babam ve
uzmanlık eğitimim boyunca engin sabrı ve hoşgörüsüyle desteğini benden esirgemeyen eşim
Dr. Sibel YILMAZ ÖNER ‟e içtenlikle şükranlarımı sunarım.
11
1.Giriş
Safra taşlarıyla ilgili ulaşabildiğimiz en eski tıp bilgileri eski Mısır ve Babilliler‟e
dayanmaktadır. Babilliler günümüzden 4000 yıl öncesinde safra kesesi ile ilgili bazı
kavramları ve tanımları günlük tıp kullanımı içine sokmuşlardır. Ancak safra kesesinde taş
oluşabileceği gerçeği İS 5. Yüzyılda Alexander Trallius tarafından gösterilene değin
bilinmemekteydi. Büyük anatomisyen ve hekim olan Vesalius safra taşlarının ilk defa bir
hastalık nedeni olabileceğini ortaya atan kişidir. Vesalius safra taşlarının sarılıkla olan
ilişkilerini de eserlerinde tartışmaya açmıştı. Paracelsus 16. Yüzyılda şarap fıçıları içerisinde
tartar oluşumundan esinlenerek insan vücudunda da bulunan sıvıların çökelmesiyle taşlar
oluşabileceğini ortaya attı ve bu hastalıklara “Tartarik Hastalıklar” ismini vererek yeni bir
tartışmayı da başlatmış oldu. Bu gelişmeden sonra en önemli gelişme 1600‟lü yıllarda
Bormet‟in tıkanma sarılığını, Shenk‟in ise tıkanma sarılığının nedeninin safra taşı olduğunu
göstermesi oldu. Böylece safra taşları bir hastalık olarak tıp literatüründe yerini aldı. Ancak
yine de 18. yüzyıl başlarında cerrahi bilimi gelişene kadar birçok insan safra taşlarının yol
açtığı komplikasyonlardan dolayı hayatını kaybetti (1)
.
Safrakesesi taşı (Kolelithiasis) çağımızda büyük halk kitlelerinde önemli yaygın bir
hastalık olarak yerini almıştır. Safra taşları ülkemizde olduğu kadar başta Amerika Birleşik
Devletleri (ABD) olmak üzere diğer birçok batı ülkesinde de en sık görülen morbidite
nedenlerinden birisidir (2)
. ABD‟de erişkin yaş grubunda 20 – 25 milyon kişi biliyer
hastalıklardan etkilenmektedir, bu etkilenen grup içinde de en sık karşılaşılan hastalık safra
taşı hastalığıdır. Yine safra kesesi hastalığı gastrointestinal sebeplerden hastaneye yatışın en
sık nedenidir. Toplum kökenli yapılan çalışmalarda 2000 yılında safra taşı nedeniyle 262411
hastane yatışı ve 778632 ayaktan hasta muayenesi yapılmıştır. ABD‟ye safra taşı hastalığının
ekonomik maliyetinin 6,5 milyar ABD Doları olduğu tahmin edilmektedir. Avrupa kıtasında
da benzer bir durum göze çarpar, geniş toplum temelli çalışmalarda safra taşı sıklığı için %5,9
ila %21,9 arasında değişik rakamlar verilmiştir (46, 47, 48)
.
Yine kolesistektomi operasyonları Dünya‟da appendektomiden sonra en fazla
yapılan ameliyattır. Sadece ABD‟de 15 milyondan fazla insanda safra taşı bulunduğu tahmin
edilmekle beraber yılda 500000 adet kolesistektomi operasyonu yapılmaktadır(3)
. Ülkemizde
net bir veri olmamakla beraber kolesistektomi operasyonları abdominal cerrahinin olmazsa
olmazları arasına yerleşmiştir. Bütün bu veriler safra taşının cerrahi harcamalardaki ekonomik
12
etkisinin ne denli önemli olduğunu göstermektedir(1)
.Tablo 1‟de safra taşı hastalığının sıklığı
ile ilgili Dünya‟nın değişik bölgelerinde yapılmış çalışmaların sonuçları derlenmiştir.
Tablo 1: Dünya’nın değişik bölgelerinde yapılan toplum temelli çalışmalar
13
Safra taşı prevalansı genellikle yaşla doğrusal bir ilişki göstermektedir. Veriler
incelendiğinde 50 yaş altı beyaz kadınlarda sıklığı %5–15 arasında değişirken, daha yaşlı
kadınlarda bu oran %25‟lere varmaktadır. Erkekler içinde yaş orantısı doğruluğunu
korumakta ve 50 yaş altı beyaz erkeklerde %4–10 arası olan oran daha ileriki yaşlarda %10-
15‟e ulaşmaktadır. Cinsiyetin safra taşlarının oluşumunda önemli bir faktör olduğu,
kadınlarda safra taşlarının daha sık oranlarda görülmesiyle teyit edilmiştir (4)
.Yapılan
çalışmalar safra taşlarıyla ilgili çok eski bir kural olan 4F‟ler kuralının hala geçerli olduğunu
göstermektedir.
Değişik çalışmalar Asya kıtasında safra taşlarının sıklığının yüksek olduğunu
göstermekle beraber Uzak Doğu‟da safra taşlarının çoğunu pigment taşları oluşturmaktadır.
ABD‟nde ise safra taşlarının çoğunluğu kolesterol taşlarıdır (%90). Afrika kıtasında ise safra
taşı insidansı çok düşüktür. Yıllar içerisinde ABD‟de pigment taşlarında ve Uzak Doğu
ülkelerinde kolesterol taşlarının görülme sıklığında da gözle görülür bir artış olmuştur. Bu
değişimin ABD‟de etnik toplulukların değişmesi, Uzak Doğu ülkelerinde ise çevresel şartlar
ve diyette yaşanan değişikliklerle ilişkili olduğu düşünülmektedir. Afrika‟daki düşük
insidansın ise yine beslenme ile genetik farklılıklar nedeniyle olduğu öne sürülmektedir (4)
.
Yapılmış birçok epidemiyolojik çalışma kolesterol muhteviyatlı safra taşlarının risk
faktörlerini tanımlamıştır. Bu risk faktörleri tablo 2 „de derlenmiştir. Bu riskler arasında en
çok bilineni obezite ve hiperinsülinemidir. Öte yandan hiperinsülinemi diyabetle olan sıkı
bağlantısı nedeniyle diyabet ve kolesterol nedenli safra taşları arasında bir bağlantı
kurmaktadır. Gerçekten de erişkin popülâsyonunun ortalama %10–12 „sinde safra taşı
bulunurken (3,4)
, diyabetik bireylerde bu oranlar %20-30‟lara kadar yükselebilmektedir. Safra
taşlarının diyabetik bireylerde daha fazla görülmesinin nedenleri tam olarak aydınlatılabilmiş
değilse de bu konu ile ilgili ortaya her gün yeni fikirler konmaktadır.
Tablo 2: Kolesterol nedenli safra taşları için risk faktörleri
Klinik olarak bilindiği üzere safra kesesi taşı olan tip 2 diyabetli bireylerde akut
kolesistit gelişim riski ve bu durumun septisemiye ilerleme ihtimali daha yüksektir. Bunun
Kolesterol Nedenli Safra taşları İçin Risk Faktörleri
Yaş ( Doğru orantı) İlaçlar ( Doğum kontrol hapları gibi)
Cinsiyet (K>E) İleal hastalıklar veya ileal rezeksiyonlar
Multiparite Diyabetes Mellitus
Obezite Oktreotid ile Tedavi Edilen Akromegali
Hızlı Kilo kaybı olması Karaciğer Sirozu
Diyet ( Hayvansal yağdan zengin olması)
Clinical Medicine 5th edition Parveen Kumar and Michael Clark‟tan uyarlanmıştır.(5)
14
nedeninin diyabetik bireylerde diyabetik olmayanlara nazaran daha litojenik bir safranın
salgılanması olduğu düşünülmektedir (2).
Safra kesesi taşlarının oluşumunda insülin ile ilişkili faktörler hali hazırda
aydınlatılmayı beklemektedir. Az sayıda toplum tabanlı çalışma serum insülini, insülin direnci
ve beta hücre disfonksiyonu ile safra taşları arasındaki ilişkiyi irdelemiştir. Bu çalışma insülin
düzeyi, ß hücre rezervi, fonksiyonu ve safra taşları arasındaki bağlantıları aydınlatmayı
amaçlamaktadır.
15
2.Safra kesesi anatomisi
Karaciğerin sindirimdeki yeri sarımsı bir renge sahip bir salgı olan safrayı
salgılamaktır. Safra karaciğer tarafından sentezlenir ve safra kesesinde saklanır, depolanmış
bu safra duodenum içersine yağ içerikli sindirilmiş besin geldiğinde salınır. Safra salınışından
sonra yağı emülsifiye eder ve bağırsak yüzeyinden emilimini kolaylaştırır.
Normal karaciğer dokusu kesiti alındığında klasik olarak tanımlanan hekzagonal
yapıdaki karaciğer lobüllerinden oluştuğu görülür. Her lobülün ortasından bir santral ven
geçmektedir. Karaciğer hücreleri bu santral vene doğru dizilmişlerdir. Bu hegzagonal yapının
köşelerinde ise interlobüler portal üçlüler (Safra kanalı, hepatik arter ve portal ven) yer
almaktadır (Şekil 1).
Safra Kanalı
Sinüzoidler
Hepatik
Arter
Hepatik Portal
Ven dalı
Hepatositler
Hepatik Lobülün Detayı
Hepatik
venüler
Karaciğer Lobülü
Şekil 1: Karaciğer Lobül yapısı
16
Hepatik hücreler safrayı safra kanaliküllerine salgılarlar. Bu kanaliküller küçük
interlobüler safra kanallarına dökülürler. Bu kanallarsa portal alandaki daha büyük safra
kanallarına açılırlar. Sonuçta oluşan sağ ve sol karaciğer kanalları kendilerine ait bölgedeki
safra drenajını sağladıktan sonra ortak hepatik kanalı (common hepatic duct) oluşturur. Bu
kanal sağ taraftan safra kesesi ile ilişkili olan sistik kanal ile birleşerek duodenuma safrayı
ulaştıracak olan safra kanalını oluşturur (Şekil 2).
7–10 cm uzunluğunda olan safra kesesi, karaciğer yüzeyinde kendisine ait olan oluk
içerisinde yerleşmiştir. Bu oluk karaciğerin sol ve sağ lobları arasında bulunmaktadır. Dıştan
bakıldığında armut şeklinde görünen safra kesesinin hacmi 50 ml kadardır. Periton örtüsü
safra kesesinin fundus bölümünün tamamını örter ve boyun ve asıl kısmının karaciğere
tutunmasını sağlar.
Safra kesesi üç ana kısımdan oluşmaktadır (Şekil 3);
1. Fundus: Karaciğerin alt kısmına yerleşmiş safra kesesinin en geniş yeridir. Sağ
dokuzuncu kaburga kemiğinin kıkırdağının ucunda yerleşmiştir.
2.Asıl kısım: Safra kesesinin transvers kolon, karaciğer, duodenumun süperior kısmı
gibi viseral yüzeylerle ilişkili olan kısmıdır.
3.Boyun: Safra kesesinin en dar kısmı olup porta hepatise yönlenmiştir. Boynun
mukozası bir takım valf görevi gören katlantılar içermektedir. Bu katlantılar sayesinde sistik
kanal açık tutulmakta ve safranın duodenuma akışı sağlanmaktadır. Safra kesesinin boynu S
biçimde dönerek sistik kanal ile birleşir.
Duodenum
Safra Kesesi
Sistik kanal
Hepatik kanallar
Karaciğer
Pankretik kanal
Ortak Safra Kanalı
Pankreas
Şekil 2: Safra Yolları Anatomisi
17
Sistik kanal yaklaşık 4 cm uzunluğunda olup safra kesesinin boynunu ortak hepatik
kanala bağlar. Sistik kanal küçük omentum katmanları içerisinden geçerek safra kanalına
birleşir (6)
.
Fundus
Korpus
Boyun
Şekil 3: Safra kesesinin anatomisi
18
3.Safranın oluşumu
Karaciğerin önemli fonksiyonlarından birisi olan safra salgısı birçok bilim adamı
tarafından irdelenmiştir. Hücresel boyutta ilk defa Erlinger ve Dhumeaux 1974 yılında safra
salgılanmasının nasıl olduğu ortaya konmuştur. Günlük 600–1200 ml miktarında salgılanan
safranın yağ sindiriminde önemli bir rolü vardır. Sindirim haricinde vücuttan bir takım
atıkların ıtrah fonksiyonunu da safra gerçekleştirmektedir. Bu atıklar arasında özellikle
hemoglobinin yıkım ürünü olan bilüribin ve karaciğerde sentezlenen kolesterolü vurgulamak
gerekir.
Safranın karaciğerden salgılanması iki aşamayı içermektedir. Birinci aşama
hepatositlerce gerçekleştirilir. Buradan yapılan salgı büyük miktarlarda safra asitleri,
kolesterol ve diğer organik maddeleri içerir. Burada yapılan safra, intrahepatik safra
kanaliküllerine geçer. İkinci aşamada safra, interlobüler septuma doğru akmaya başlar.
Burada kanaliküller terminal safra kanaliküllerine dökülür. Biliyer kanaliküllere dökülen safra
tuzları safra akımını başlatan en önemli mekanizmayı harekete geçirirler. Bu safra tuzlarına
bağımlı aktif sekresyondur. Daha sonra giderek büyüyen kanaliküllere dökülmek suretiyle
hepatik kanalikül ve ortak safra kanalına ulaşır. Buradan safra ya duodenuma veya sistik
kanal üzerinden safra kesesine yönelir. Şekil 3‟te safra yolları gösterilmiştir.
Safra tuzları kanaliküller içinde miçeller yapı arzeder. Bu yapı içinde yük olarak
fosfolipid ve kolesterol içerirler. Bu yapılaşma ve ozmotik mekanizmanın bir sonucu olarak
daha fazla su ve organik anyonun safra içine geçmesi sağlanır. Bu, safra tuzuna bağlı olmayan
safra akımı komponentini oluşturur.Bahsedilen mekanizma aktif Na+
transportuna bağlıdır.
Bu ise hepatositlerin bazolateral yüzeylerinde bulunan Sodyum-Potasyum-Adenintrifosfataz
(Na-K-ATPase) bağımlıdır.
Safra kanalları içinde yolu boyunca sekresyona ikinci bir salgı daha eklenir. Bu ilave
salgı ,kanal ve kanalcıkları örten epitel hücrelerinden salgılanan sodyum ( Na+
) ve bikarbonat
(HCO3) iyonlarından oluşan bir salgıdır. Bu düktüler salgı toplam safra miktarında %100
oranında artış yapabilir. Bu salgı sekretin ile uyarılır. Böylece bikarbonat iyon miktarı artarak
mideden gelen asit nötralize edilmiş olur (51)
.
Karaciğer tarafından sürekli salgılanan safra, duodenumda ihtiyaç olana kadar safra
kesesinde depolanır. Safra kesesinin maksimum hacmi 30 –60 mililitredir (ml). 24 saatlik
safra salgısı ise 450 ml‟yi bulmaktadır. Ancak depolama safra kesesinde yapılabilir. Çünkü
su, Na +
, klorür (Cl), ve diğer küçük elektrolitlerin birçoğu safra kesesi yüzeyinden sürekli
19
olarak emilmektedir. Böylece safra tuzları, lesitin ve bilirubin gibi safra içeriği konsantre
edilmiş olur. Bu yolla safra 5 kat konsantre hale getirilir.
Yağ içeren besin maddelerinin duodenuma girmesiyle beraber safra kesesi
boşalmaya başlar. Safra kesesi kontraksiyonları kolesistokinin (CCK) tarafından kontrol
edilir. CCK yanı sıra safra kesesi daha az güçlü olarak vagus ve enterik sinir sistemindeki
asetilkolin (Ach) salgılayan sinir lifleri tarafından da uyarılır. Safra kesesi boşalmasından
önce Oddi sfinkterinin gevşemesi gereklidir. Buna yardımcı olan üç etmen vardır: bunlar;
CCK, safra kesesinin ritmik kasılması ve kasılmaların oluşturduğu peristaltik dalgaların hem
bağırsak duvarında hem de Oddi sfinkteri üzerinde gevşemeye yol açmasıdır.
Safra tuzlarının yaklaşık %94‟ü ince bağırsaktan absorbe olur. Bunun yaklaşık yarısı
ince bağırsağın başlangıç kısmından difüzyonla, geri kalanı ise distal ileumdan aktif transport
ile gerçekleşir. Daha sonra portal kana geçerek karaciğere taşınırlar. Bu tuzların hepsi
karaciğerden ilk geçişte hepatik hücrelerde emilirler ve tekrar safraya sekrete edilirler. Bu
olaya enterohepatik dolaşım adı verilir.
20
4.Safra Taşı Oluşumunda Risk Faktörleri
4.1 Obezite
Eskiden beri bilinen klinik gözlemlerden biri obez bireylerde safra taşı hastalığının
daha sık olduğudur. Bu durum cerrahinin safra taşı oluşumunda kullanılan 4F kuralıyla
uyumlu olarak karşımıza çıkmaktadır. Scragg ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada 50
yaş altındaki obez kadınlarda safra taşı oluşumu riskinin normal topluma göre daha fazla
olduğu gösterilmiştir (7)
. Obezite özellikle kadınlar için bir risktir ve bu risk kilo ile doğru
orantılı olarak artmaktadır. Aşırı derecede obez olan kadınlarda safra taşı oluşma riski normal
bireylere nazaran %70 nispetinde artmış olmakla beraber bir yıl içersinde safra taşı oluşma
riski %2‟dir. Erkeklerde ise obezite daha zayıf bir risk faktörüdür. Safra taşı için özellikle
santral obezite daha önemli bir risk faktörüdür (49)
.
Obez bireylerde karaciğerde safra tuzu ve lesitin yapımı azalırken diğer taraftan
kolesterol sekresyonunda bir artış söz konusudur. Bu durumsa karşımıza safra taşı oluşumu
olarak çıkmaktadır. Yine depo kolesterol bu bireylerde aşırı aktif olmakta ve açlık
dönemlerinde safra, kolesterol ile aşırı derecede doymaktadır. Safranın kolesterol ile aşırı
doyması ise safra taşı oluşumunu tetiklemektedir (8,9)
.
4.2 Diyet
Safra taşı oluşumunda diyetin önemli bir rol aldığı değişik çalışmalarla gösterilmiştir.
Doymamış yağ ve yüksek karbonhidratlı besin alan kişilerde taş oluşumunun nasıl olduğu
tartışmalıdır. Posalı yiyeceklerin ise litojenik bir etkisi gösterilememiştir (8)
. Özellikle
kolesterol safra taşlarının oluşumunda diyet önemli bir yer tutmaktadır. Uzakdoğu ülkelerinde
daha sık görülen pigment taşlarının yerini kolesterol kökenli taşların alması, bu ülkelerdeki
beslenme alışkanlıklarının değişmesinin bir sonucudur. Özellikle yüksek kalori ve rafine
karbonhidratların alımı safra taşı oluşumunu etkilemektedir. Diyetteki yağın etkisi ise
tartışmalıdır. Fakat yüksek oranlarda poliunsatüre ve monounsatüre yağların enerji açısından
dengeli bir diyette safra taşı oluşumunu tetiklediği bilinmektedir. Yüksek kolesterol içeren
diyetlerle beslenilmesi durumunda safra asitlerinin ve fosfolipidlerin tutamayacağı kadar fazla
kolesterol ortaya çıkmasının safra taşı oluşumunda mekanizma olabileceği
düşünülmektedir (49–51)
.
Total Parenteral Beslenme (TPN) safra çamuru ve safra taşı oluşumunda olduğu kadar
akalkülöz kolesistit için de önemli bir risk faktörüdür. Kritik derecede hasta olan bireylerde
21
safra çamuru, açlık durumunu takip eden 5–10 gün içinde gerçekleşmektedir. TPN takip eden
3–4 ay sonrasında erişkin ve çocuklarda % 45‟lik bir oranda safra taşı gelişmektedir (49)
.
4.3 Seks Hormonları ve Gebelik
Bugün bilinen bir gerçek oral kontraseptif hap (OCP) kullanan kadınlarda östrojenin
safra içerisindeki kolesterolün doymuşluğunu arttırarak litojenik etki yaptığı ve taş oluşumuna
neden olduğudur. OCP, safra asitlerinin yanı sıra kenodeoksikolik asit salgısında azalmaya da
neden olmaktadır (9)
.
Yapılan çalışmalar postmenapozal kadınlarda östrojen içeren ilaç alımının safra taşı
hastalığı riskini 2,5 kat arttırdığını ortaya koymaktadır. Yine safra taşı hastalığının sık
görüldüğü ülkelerde yapılan toplum tabanlı çalışmalar, hastalığın kadınlarda erkeklere göre
nispeten daha yüksek bir oranda görüldüğünü ortaya koymuştur. İki cinsiyet arasındaki bu
farklılık puberteyle başlayıp menapoz dönemine kadar devam etmektedir. Bu durum
östrojenlerin ve/veya progestinlerin litojenik bir etki yaptığını destekler niteliktedir (7, 8, 9)
.
Gebelik döneminde kadınlarda kolesterol kristalleri, kalsiyum bilirubinat ve müsinden
oluşan safra çamuru oluşması riski %30 iken taş oluşum riski %1–3 arasındadır. Doğumu
takip eden dönemde 10 mm altındaki taşların %30‟unun kaybolduğu gösterilmiştir (49)
.
4.4 Genetik
Ailesel ve toplum temelli çalışmalar kolesterol kökenli safra taşı hastalığının %30
kadarının genetik faktörlere bağlı olduğunu göstermiştir (49)
.Ailevi çalışmalar ikiz veya
ailesinde safra taşı olan bireylerde safra taşı sıklığının arttığını göstermektedir. Ancak genetik
geçiş Mendel kaidelerine göre gerçekleşmemektedir. Güncel çalışmalar bilier lipid
transportundan sorumlu kanalı ve apolipoprotein E4 gibi lipid metabolizmasında rol alan
proteinleri kodlayan genlerde defektler olduğunu göstermiştir (50)
.
4.5 İleal hastalıklar ve rezeksiyon
İleal hastalıklar ve bunlar nedeniyle yapılan ileal rezeksiyonlar, safra tuzlarının emilim
bozukluğuna yol açmaktadır. Emilim bozukluğu enterohepatik dönüşümü sekteye
uğratmaktadır. Freemann ve arkadaşlarının yapmış olduğu çalışmada; morbid obezite
nedeniyle gastroenterostomi yapılan hastalarda, safra taşı oluşumu riski % 6,8 olarak
22
bulunmuştur. Bu gruba giren hastalarda taş oluşumuna yol açan mekanizmalar obezite,
morbid obezite sonrası aşırı kilo kaybı ve safra tuzlarının emiliminin yapıldığı ileumun
mukoza yüzeyinin azalmasıdır (10)
.
Chron Hastalığında safra taşı oluşma riski iki ila üç kat arasında artmaktadır (53)
. Bu
durumun safra asitlerinin emiliminde olan bozulma sonrasında, karaciğerden daha fazla
safranın salgılanması ve aşırı satüre olan safranın ise taş oluşumuna yol açması şeklinde
açıklanmaktadır (49)
.
İrritabl bağırsak hastalarının kolesistektomi operasyonu geçirmesi sık karşılaşılan bir
durumdur. Bu duruma sıklıkla safra taşı hastalığı ile IBS arasındaki tanısal karmaşanın yol
açtığı düşünülmektedir (54)
.
4.6 Diyabet
Diyabetin safra taşı oluşumu ile ilişkili olduğu düşünülmektedir ancak aşikâr ilişki,
sıklıkla yaş, vücut kitle indeksi, aile öyküsü ve safra taşı hastalığı gibi kofaktörlerle
gölgelenmektedir. Diyabetten ziyade insülin direnci ve metabolik sendromun safra taşı ile
ilişkili olma ihtimali daha yüksektir (55,56)
.
Değişik çalışmalarda değişik oranlar bildirilmiş olmakla beraber, 25 yaş üstü
bireylerde diyabetik olanlarda diyabetik olmayanlara nispetle daha yüksek oranlarda (%50 ile
%100 arası) safra taşı ile karşılaşıldığı gösterilmiştir (11, 12, 13)
. Feldman ve arkadaşlarının
yaptığı bir çalışmada diyabetik hastalarda safra taşı sıklığı %25 olarak saptanmışken, non
diyabetik bireylerde safra taşı sıklığı otopsi çalışmalarında %8 olarak bulunmuştur (14)
.
Safra taşlarının büyük çoğunluğu ( %70- 90) kolesterol taşlarından oluşmaktadır.
Benzer şekilde diyabetik bireylerde tespit edilen safra taşlarının büyük çoğunluğu da (%90)
kolesterol taşıdır.
Diyabette kolesterol safra taşlarının oluşumunda üç ana faktör rol almaktadır: bunlar;
1.Safranın kolesterol ile aşırı doymuş olması
2.Kolesterol monohidrat kristallerinin çekirdekleşmesi
3.Safra kesenin fonksiyonel bozukluklarıdır.
Safra kesesinin hareket bozukluklarının safra taşı oluşumunu etkilediği bilinen bir
gerçektir. Diyabetik bireylerin safra keseleri sıklıkla büyümüştür, bu da safra kesesinin
motilitesinin azalmasına ve boşalmasının önemli oranda bozulmasına yol açmaktadır (15)
.
Diyabette sık rastlanan komplikasyonlardan biri olan nöropatinin safra kesesi
motilitesini etkilememiş olması düşünülemez. Chaudhuri ve arkadaşları tarafından yapılan bir
23
çalışmada, otonomik nöropatisi olan diyabetik hastaların endojen kolesistokinin (CCK)
düzeyleri normalden daha yüksek saptanmasına karşın, safra kesesinin kasılmasının bozulmuş
olduğu gösterilmiştir (16)
. Yazarlar bu durumun safra kesesi duvarının birincil disfonksiyonu
olduğunu ve kas yapısı ve/veya CCK reseptörlerini tutan bir anormallikten dolayı olduğunu
da öne sürmektedirler. Yine safra kesesinin hareketlerinde bozulmaya yol açan total
parenteral beslenme (TPN), gebelik ve benzeri durumlarda da safra taşı oluşumu
geçekleşmektedir.
Diyabetik safra taşı olgularında ilginç verilerden biri de, bu bireylerin diyabetik
olmayan safra kesesi hastalarına nazaran plazma insülin düzeylerinin yüksek olması ve insülin
değerlerinin gün içinde dalgalanmalarının daha fazla olmasıdır (17,18)
.
Lipid bozuklukları diyabetik bireylerde daha sık karşılaşılan bir durumdur.
Diyabetiklerde en sık gözlenen lipid bozuklukları, düşük yoğunluklu lipoprotein kolesterol
(LDL) ve trigliserid düzeylerinin yüksekliği ve yüksek yoğunluklu lipoprotein kolesterol
(HDL) düzeylerinin düşük olmasıdır. Diyabette plazama ve safranın lipid içeriği artmaktadır.
Bu durum safranın kolesterol ile aşırı doymasına yol açmakta, bu da safra taşı oluşumuna
zemin hazırlamaktadır (19)
.
4.7 Hiperlipidemi
1970‟li yılların ilk yarısına kadar hiperlipideminin safra taşı oluşumunda rol
almadığına inanılmaktaydı. Ancak 1970‟li yılların ikinci yarısından sonra yapılan
çalışmalarda lipid değerleri ve safra taşlarının pozitif ilgileşimini irdelenmiştir. Carell ve
arkadaşları, 250 safra taşı hastasında artmış kolesterol ve trigliserid düzeyleri ile safra taşı
oluşumu arasında bir ilişki göstermiştir (20)
. Değişik çalışmalarda benzer sonuçların
gösterilmesinin bir neticesi olarak, bugün artık hiperlipidemi safra taşları için bir risk faktörü
kabul edilmektedir. LDL kolesterol düzeyinin safra taşı ile zayıf bir ilişkisi mevcuttur. Düşük
düzeydeki LDL kolesterol ve yüksek trigliserid düzeylerinin safra taşları ile pozitif olarak
ilgileşim gösterdiği gösterilmiştir (57)
.
Benzer bir şekilde plazma total homosistein seviyelerinin, özellikle orta yaş
Japonlarda safra taşı oluşumu ile ilişkisi gösterilmiştir. Bu ilişkinin prooksidant ve
antioksidatif streslerin safra taşı oluşumunu tetiklemesi olduğu iddia edilmektedir (58)
.
24
4.8 Vagatomi
Cerrahi bir prosedür olan yüksek selektif vagatomi ve trunkal vagatomi komplikasyon
olarak safra tonusunun azalmasına yol açmaktadır. Safra tonusunun azalması ise safranın
hareket bozukluklarına yol açmaktadır. Köpeklerde yapılmış deneysel çalışmalar vagatominin
safra asit havuzunda artma ve kolik asit yoğunluğunda azalmaya yol açtığını, bu durumun ise
litojeniteyi arttırdığını göstermiştir.
4.9 Yaş
Safra taşları yenidoğan ve çocuklarda mutad değildir, nadiren hemoliz nedeniyle
pigment taşları görülebilir (48)
.Bütün etnik gruplarda safra taşı riski yaşla beraber artmaktadır
(Tablo 1). Örneğin İtalyanların yaptığı bir çalışmada safra kesesi taşı genç bayanlarda %5–8
nispetinde iken, bu oran 50 yaş ve üstü bireylerde %25-30‟a yükselmektedir. Daha ileriki
yaşlarda taşlar genellikle pigment taşı yerine kolesterol taşı olmaktadır (49)
.
4.10 Diğer
Eritrositlerin yarı ömürlerini kısaltan her tür durum (Hemolitik anemiler, kalp kapak
protezleri, malarya, hemoglobinopatiler vs…) indirekt biluribin düzeyinde artışa ve bu yolla
pigment taşlarının oluşumuna yatkınlık oluşturmaktadır (33)
.
Siroz özellikle pigment safra taşları için iyi tanımlanmış bir risk faktörüdür. Özellikle
ileri evre Child sınıflarında (2–3 gibi) ve yüksek BMI olan hastalarda prevelans %30
gibidir.Bu durumun biyolojik temelleri net olarak aydınlatılamamış olmakla beraber değişmiş
pigment sekresyonu, artmış östrojen seviyesi ve/veya sirozda oluşan anorrnal safra kesesi
motilitesinin neden olabileceği düşünülmektedir (59)
.
Safra yolları enfeksiyonunda en fazla üreyen mikroorganizma olan Escherichia Coli
(E Coli) beta glukronidaz (ß-Glukronidaz) oluşturmaktadır. Bu yolla E Coli suda erimeyen
indirekt bilirubin artışına neden olur. Bu ise kalsiyum bilirubinat taşları oluşturmaktadır (35)
.
Clonorchis Sinensis paraziti yumurtaları nüve oluşturmak yoluyla kalsiyum bilirubinat
taşlarının oluşumunu arttırmaktadırlar.
Anti lipidemik ilaçlardan olan klofibratlar, feçes yolu ile atılan nötral steroidlerin
miktarını arttırmakta, öte yandan da depo kolesterolü mobilize etmektedir. Bu yolla biliyer
kolesterol sekresyonu artmakta ve anti lipidemik etkinlik ortaya çıkmaktadır. Ancak bu durum
safranın litojenik bir hale gelmesine yol açmaktadır. Diğer bir ilaç olan kolestiramin, safra
asitlerini bağlamakta ve anti lipidemik etkinliğini göstermektedir. Ancak bağlanan safra
asitleri, safra asit havuzunun azalmasına yol açmakta ve neticesinde safra litojenitesi
artmaktadır (36)
.
25
5.Safra Taşlarının Özellikleri ve Sınıflaması
Paraselsus‟un 16 yüzyıl içersinde “Tartarik Hastalıklar” kavramını tıp literatürüne
sokmasını müteakip insanlarda değişik organlardaki taşların oluşumunun nasıl olduğu konusu,
araştırmacılar açısından sürekli cazip bir konu olarak kabul edile gelmiştir. Bu durumun safra
taşlarını etkilememesi düşünülemezdi.
Safra, karaciğer hücreleri tarafından kolesterolden sentezlenmekte ve günde 1–2
gram (gr) kolesterolde safra salgısı içersinde itrah edilmektedir.Kolesterolün safra içerisindeki
görevi, net olarak aydınlatılmamış olmakla beraber safra tuzu oluşumunda bir yan ürün
olduğu düşünülmektedir (21)
.
Kolesterol, saf suda hemen hemen hiç çözünmez. Safradaki safra tuzları ve lesitin
ise kolesterole fiziksel olarak bağlanarak çözünür olurlar. Böylece mikroskobik boyutta
miçeller oluşmaktadır. Safra, safra kesesinde konsantre olduğunda safra tuzları ve lesitinde
kolesterol içersinde yoğunlaştırılmış olur ve kolesterol bu yolla solüsyon içersinde tutulmuş
olur.
Anormal koşullarda safra çökerek taş oluşumuna yol açabilir. Safra taşları safra
yollarının herhangi bir yerinde gelişebilmekle beraber, sıklıkla yerleşim yerleri kesenin içidir.
Safra taşlarının morfolojik ve kimyasal incelenmesi , safra taşlarının iki ana kısma ayrılmasını
sağlar: kolesterol safra taşları ve pigment safra taşları. Taşların büyük çoğunluğunu kolesterol
taşları oluşturmakta (%70–90), geri kalan küçük kısım ise pigment taşlarından oluşmaktadır.
Pigment taşları da morfolojik olarak iki büyük kısma ayrılır. Bunlar siyah pigment taşları ve
kahverengi pigment taşlarıdır. Bu iki grubun kimyasal bileşiminde de farklılıklar
bulunmaktadır. Kolesterol taşları ise saf kolesterol taşları (%90 kolesterol) ve karma
kolesterol taşları (%50) olarak ikiye ayrılır. Saf kolesterol taşları büyük (>2,5 cm) ve
genellikle tek, soluk beyazımsı sarı renktedir. Karma kolesterol taşları ise daha küçük (0,5–
2,5 cm) ve çok sayıda soluk sarı renkte, lameller yapı gösteren taşlardır (16)
. Yapılan
analizlerde safra taşlarının yapısında birbiriden farklı bölgeler olduğu saptanmıştır. Santral taş
bölgelerinde taş oluşumunun erken evreleri gözlenirken, periferik taş bölgeleri taşın
büyümesini sağlayan diğer faktörlere ait kalıntıları içermektedir (12)
.
Kolesterol taşlarının merkezleri deoksikolik asit ve taurin konjugelerini
içermektedir. Bu durumdan hareketle bazı araştırmacılar safra taşı oluşumunda başlangıçta
safra asidi sekresyonunun bozulduğunu ileri sürmektedirler. Yine santral bölgelerde protein,
pigment ve parazitler bulunabilir. Yine yapılan çalışmalar küçük kristallerin ve pigmentlerin
26
merkezde fiber katları üzerine tutunmuş olduğunu göstermiştir. Bu durum safra taşının
çekirdek oluşumunun safra debisi ve mukus salgısıyla gerçekleştiğinin ileri sürülmesine yol
açmıştır (22)
.
Safra tuzları suda çözünen deterjan benzeri moleküllerdir. Bunlar su ile
karşılaştıklarında miçel denen küçük agregatlar oluştururlar. Miçel denen yapılar, safra
asitlerinin bir araya gelmesiyle oluşan küre şeklinde fonksiyonel ünitelerdir. Miçelleri
oluşturan safra asidi moleküllerinin, farklı nitelikte yüklü iki ucu vardır. Bunlardan bir tanesi
hidrofilik (suyu seven), diğeri hidrofobik (suyu sevmeyen) ucudur. Miçel içersinde bu
moleküller hidrofobik uçları küre merkezinde, hidrofilik uçları ise yüzeyde kalacak şekilde
dizilirler. Diğer bir deyişle miçelin iç yüzü hidrofobik, dış yüzü ise hidrofiliktir. Kolesterol
suda çözünmeyen bir molekül olmakla beraber yine suda hiç çözünmeyen bir fosfolipid olan
lesitin ile beraber molekülün merkezinde bulunan hidrofobik uçlarına yapıştığı için kendisi
suda çözünemediği halde , bu yapılara yapışarak suda çözünür bir hal almaktadır (Şekil 4).
Polar Apolar
Kolesterol
Polar Çözücü
Şekil 4: Safra yapısındaki miçel yapısı
27
Fosfolipidler miçellerin hidrofobik uçları arasına girerler ve böylece karışık miçeller
oluştururlar. Böylece bir yandan bu miçeller büyürken öte yandan da daha fazla kolesterol
tutma yeteneği kazanırlar. Safra asitlerinin kolesterol çözücü gücü belli orana kadar kendi
konsantrasyonlarına bağımlı olarak artar. Bu konsantrasyona ilerde daha detaylı irdeleneceği
üzere “kritik konsantrasyon oranı” denir. Safra içinde bulunan kolesterol miktarı artar veya
safra asiti konsantrasyonu azalırsa, kolesterol kristaller halinde çözelti dışına çıkar (18)
.
Safra taşlarının yapısı incelendiğinde yapısında bulunan elemanların safra tuzları,
kolesterol, bilirubin, kalsiyum tuzları ve az miktarda da yağ asitleri, fosfolipidler ve
glikolipidler olduğu görülür.
%90‟ı su ,%10‟u kolesterol -safra tuzu ve fosfolipidlerden oluşan bir sistem içerisinde
kolesterolün maksimum çözünürlüğünü gösterebilmek için 1968 yılında Admirand ve Small
bir üçgen koordinat sistemi geliştirdiler. Bu sistemde safra oluşumunda temel olan üç madde (
su, kolesterol ve lesitin) molar yüzde değerleri koordinat sistemine işlenerek çakıştırıldığında
oluşum bir nokta ile gösterilmektedir. Bu nokta üzerinden geçen ABC eğrisine ”kolesterolün
maksimum solübilite eğrisi” denir. Safra taşı nedeniyle opere olan hastalarda safra bileşiminin
20
40
60
80
100
80
60
40
20 Kolesterol
%
Lesitin
%
100 0 80 60 40 20
Safra Tuzları %
p
r
Şekil 5: Koordinat Üçgen sistemi
28
ABC eğrisi üzerinde çıktığı görülmüştür. Normal kişilerin safra bileşimi ise bu eğrinin
altındadır (Şekil 5).Bazı safra taşı olgularında ise oluşum noktası, eğri altında kalmaktadır.
Metzger ve arkadaşlarının ortaya atmış olduğu litojenik indeks kavramı; belli bir
safra örneğinde var olan kolesterolün, o örnekte bulunan fosfolipid ve safra asidi oranında
çözünür halde bulunabilecek en yüksek kolesterol oranıdır (23)
. Thomas ve Hoffmann‟ın
geliştirdiği ve litojenik indeksin hesaplanmasını daha kolay sağlayan formülde 1 litojenik
indeks 1 den büyükse kolesterol süpersatüredir, 1 ise satüredir ve 1 den küçük ise unsatüredir.
Redinger ve Small bu değeri 100 ile çarparak kolesterol % saturasyonu deyimini kulandılar
(24).
5.1 Kolesterol nedenli Safra Taşları
Kolesterol safra taşı oluşumunda olası etiyolojik mekanizmalar;
Kolesterolün miktarındaki niceleyici artış kendini safra tuzları ve fosfolipid
arasındaki dengeyi bozarak, safra kesesindeki safranın aşırı doymuş bir şekle dönüşmesini
sağlamak şeklinde gösterir. 70 kg ağırlığındaki normal bir kişi 24 saat içersinde yaklaşık
olarak 0,7 mg kolesterol ve 8 gr fosfolipid salgılar (47)
. Bu safra yapısı ve safra tuzları
sekresyon oranı arasında önemli bir ilişkiyi yansıtır. Safra tuzu sekresyonu arttığında safra
kolesterol ile daha az doymuştur. Fakat sekresyon oranı düşerse % kolesterol doymuşluğu
artar. Örneğin açlıkta safra tuzları sekresyonunun azalmasıyla, sağlıklı kişilerde kısa bir süre
için kolesterol safra içinde aşırı doygunluğa ulaşır. Fakat bu süre taş oluşumu için yeterli
uzunlukta değildir.24 saate ortalama safra tuzu sekresyon oranı (S) gr olarak, tüm safra tuzları
havuzunun (P), 24 saatlik dolaşım sayısı C ile çarpımına eşittir (S= CxP).
Birbirinden farklı iki neden safra tuzu sekresyonunu azaltabilir;
1.Normal aralıklarla sirküle olan total safra tuzu havuzunda azalma,
2.Normal havuzun yavaş sirküle olması.
Safra tuzları üzerindeki bilgilere dayanarak kolesterol taşı oluşumunun
fizyopatolojik nedenlerle sınıflaması şöyle yapılabilir;
1 Y= Solüsyon halinde tutulabilen maksimum kolesterol miktarı olmak üzere
Y=4.86+39.3x – 74,4 x2+0.88 x
3
X= Fosfolipid % / Fosfolipid %+Safra asitler %
Litojenik İndeks =Kolesterol safra 7 Kolesterol maksimal
29
Tip 1: Aşırı safra tuzları kaybı
Aşırı safra tuzu kaybı ve azalmış hepatik dönüş ile ileoktomi,ileal by-pass ve bazı
hastalıklarda görülür.Safra tuzu 24 saatte maksimum yaklaşık 5 gr‟a çıkabilir. Fakat bu kaybı
kompanse edemez ve havuz bir şekilde azalırsa safra aşırı doymuş hale döner. Kan kolesterol
seviyesini düşüren ilaçlardan örneğin kolestiramin, bağırsak içinde safra tuzlarını bağlayarak
geri emilimini önlemekte ve tuz kaybına yol açmaktadır.
Tip 2: Safra asidi feed back mekanizmasındaki aşırı hassasiyet
İleoktomi, kolestiramin alımı, ileal by-pass ve bazı ileum hastalıkları (Rejyonel ileit)
sonucunda safra tuzu kaybı, belirli bir düzeye kadar karaciğerdeki yapım artışı ile
dengelenebilir. Safra tuzu havuzundaki aşırı artış sonucunda denge bozulur, safra tuzu havuzu
safra tuzu yapımı ve karaciğere dönüş azalarak safra asidi aşırı doymuş olur.
Tip 3:Aşırı kolesterol sekresyonu
Obezite insanlarda kolesterol sentezinin artışına neden olur. Bu hastaların bazılarında 24 saat
içinde 2,5 gr dan daha fazla kolesterol sentezi gerçekleşir. Kolesterol sentezindeki artma safra
içindeki oranda aşırı doymuşluğa yol açar. Kilo kaybı ve beslenme ile alınan kolesterol
miktarının azaltılması, safra içindeki oranları tekrar düzenler.
Tip 4:Mikst bozukluk
Amerikan Kızılderililerinde ve Kazaklarda tip 2 ve 3‟ün kombinasyonu olan kolesterol taşı
oluşumu olmaktadır. Bunlarda kolesterolün safra tuzlarına çevrilmesinde bir bozukluk olduğu
ileri sürülmektedir.
Tip 5:Safra tuzları sirkülasyonundaki hızlanma ve sonucunda havuzda azalma
Endojen ve eksojen nedenlere bağlı olarak safra kesesi kontraksiyonları ve bağırsak motilitesi
artar. Bunun sonucunda safra tuzlarının enterohepatik sirkülasyonu hızlanır, atılımı ve
kullanımı artar. Bu şekilde safra tuzları havuzunda niceleyici bir azalma ortaya çıkar.
Karaciğer yeni sentez ile bu kaybı karşılamaya çalışır. Fakat enterohepatik sirkülasyon
30
hızlandıkça safra tuzları dengesi de negatife kayar. Yazarlar bu durumun, normal karaciğer
sekresyonu ve enterohepatik sirkülasyondan olduğunu düşünmektedirler.
Tip 6: Safra kesesi, ekstrahepatik safra yoları ve sfikterin primer hastalıkları
Ekstrahepatik safra taşı hastalığı, primer kolesistite yol açar. Enflamasyon, mukozal irritasyon
yolu ile safra kesesi içinde safra tuzlarının absorbsiyonunu arttırarak veya safra tuzları ve
safra lipidlerinin kimyasal yapılarında değişikliğe yol açarak aşırı doymuş bir safra
oluşumuna yol açmaktadır. Oddi sfinkteri fonksiyonel bozukluklarında ortaya çıkan aralıklı
safra yolları obstriksiyonu, taş oluşumunu kolaylaştırmaktadır. Yapılan çalışmalarda, safra
yolu obstriksiyonunun safra asidi sentezi ve sekresyonunu azalttığı, kolesterol sekresyonunda
artma ile süpersatüre safraya yol açtığı gösterilmiştir.
5.2 Safra nedenli Safra Taşları
Pigment safra taşlarının oluşumunda iki mekanizma bilinmektedir.
1.Safra içinde birken normal olmayan pigment sekresyonu,
2.Normal pigmentin aşırı hepatik sekresyonu sonucu safra içinde kendi çözünürlük eşiğini
aşması ve ekstrahepatik olarak çözünmeyen bir çökelti haline dönüşmesidir.
Pigment taşları “ hem” grubunun parçalanması, serbest bilirubinin safrada artması ve
enfeksiyonel nedenler gibi birçok faktöre bağlı olarak meydana gelebilir. Pigment taşlarının
oluşumu için önemli bir mekanizma; konjuge bilirubinin aşırı şekilde hidrolize olmasıdır.
Bilirubinin hidrolizi, genellikle enfeksiyonlu safra keselerinde görülür. Bu olayda Esherichia
Coli (E.Coli) bakterisinin etkisiyle konjuge bilirubin, serbest bilirubine dönüşür. Safrada
bulunan serbest bilirubin, kalsiyum iyonları ile birleşerek kalsiyum bilirubinat haline çöker.
Bu mekanizmanın bazı ülkeler için geçerli olamayacağı düşüncesi, bu ülkelerdeki safra kesesi
enfeksiyonlarının E.Coli ile olmayışına dayalıdır.
Karaciğer içinde esterleşen bilirubin, safra içine suda az çözünür glukronid olarak
salgılanır. Konjuge biluribin, B glukronidaz enzimi tarafından serbest (konjuge olmayan)
bilirubine ve glukronik aside ayrıştırılır. Normalde safra ağacı içinde B glukronidazın
inhibitörü olan glukronik asid bilinmeyen miktarda bulunur. Koliform bakteriyel
enfeksiyonlar, safra ağacı içinde B glukronidazı aktive ederler. Bunun sonucunda konjuge
olmamış bilirubin oluşur. Serbest bilirubin, kalsiyum ile safra içinde kalsiyum bilirubinatı
31
kolayca oluşturabilme yeteneğindedir. Böylece oluşan bipolimer agregatlar suda çözünmeyen
çökeltiler şeklinde ortaya çıkarlar.
Glukronidlerin bilirubinlere bağlanmasını sağlayan mikrozomal bir enzim olan
UDP glukronil transferaz aktivitesinin kronik kolelithiasis olgularında azalmış olduğu kabul
edilmektedir. Buna karşılık glukuronil transferaz enzimi aktivitesinin azaldığı konjenital
konjuge olmamış hiperbilirubinemilerden olan Crigller Najar sendromunda veya Gilbert
sendromunda taş oluşumu için bir predispozisyon vardır. Bu da pigment safra taşı
oluşumunda, hemoliz ve gilbert sendromu dışında hiperbilirubineminin baş faktörü
oluşturmadığı sonucunu ortaya çıkartır. Pigment taşları görülme oranı normal popülasyona
göre sirozlu hastalarda daha fazladır. Fakat bunun mekanizması açıklanamamıştır (25)
.
5.1 Safra Taşında Etiyoloji
5.1.1 Safra Kompozisyonunda Değişiklik
Litojenik safrada “süpersatürasyon” vardır. Süpersatürasyon dengedeki karışık
miçellerde bulunabilecek kolesterol moleküllerinden fazlasının çözeltide bulunması anlamına
gelir. Biliyer kolesterolün fosfolipid ve safra asitlerine göre daha fazla olması, aşırı kolesterol
sekresyonu, safra asitlerinin az salgılanması veya ikisinin kombinasyonu sonucu olabilir.
Süpersatürasyonun en çok rastlanan nedeni olan kolesterol hipersekresyonu, sentez artışı
ve/veya karaciğer tarafından endojen kolesterol alımı (LDL yoluyla) veya eksojen kolesterol
alımı (Şilomikronlar yoluyla) artışı sonucu görülebilir. Kolesterolün safra asitlerine
dönüşmesinde hız kısıtlayıcı basamak olan 7α hidroksilasyon hızının düşmesi de safradaki
kolesterol konsantrasyonunu yükseltebilir. Bundan başka deoksikolik asit, biliyer kolesterol
sekresyonunu kenodeoksikolik veya kolik aside göre daha fazla uyardığından enterohepatik
dolaşıma giren safra asidinin bileşimi de safra kolesterol sekresyonunu etkiler.
5.1.2. Bilier Glikolipoproteinler
Safra, kristal oluşumunu ve/ veya büyümesini hızlandıran çeşitli proteinler içerir.
Yüksek ağırlıklı bir glikoprotein karışımı olan ve düşük miktarda mannoz içeren safra kesesi
müsininin, safra taşı oluşumuyla ilişkili olduğu uzun zamandan beri bilinmektedir. Safra
kesesinin duvarının yüzeyindeki müsin tabakası da nüvelenme ile kolesterol kristallerinin
agregasyonunu kolaylaştırarak safra taşı oluşumunda önemli bir rol oynar. Son zamanlarda
32
safra taşlı hastaların safrasında güçlü bir pronükleasyon aktivitesi olan bir non-mukus
glikoprotein izole edilmiştir. Glikoprotein salgılanmasındaki artma, safra taşı oluşumuna
öncülük eder. Kolesterol kristallerinin çökmeleri için bir çatı oluşturur ve safra kesesi içinde
artan vizkozite ile nüveleşme başlar (26,27,28,29)
.
5.1.3 Safra Kesesi İle İlgili Etmenler
Litojenik safra karaciğerden gelmesine rağmen, taşlar safra kesesinde oluşurlar.
Artan viskozite taş oluşumu lehinedir. Dökülen epitelyum ve glikoproteinler taş oluşumunda
çekirdeği meydana getirmektedir. Safra kesesi yakında çok yüksek kolesterol içeren bir
tabaka mevcuttur. Bu kolesterolün çökmesini kolaylaştırır ve kristalin büyümesini sağlar (30)
.
Safra kesesi, safra tuzu ve kinetiğinin diğer kısımlarında rol oynar. Safrayı tutabilir.
Böylece safra tuzlarının enterohepatik dolaşımı kesintiye uğrar ve böylece litojenik safra
oluşur. Safra taşı olan safra kesesinin depolama kapasitesi bozulmakta ve safra asidi
havuzunun küçülmesine yardımcı olmaktadır (30,31)
.
5.1.4 Enfeksiyonlar
Komplikasyonu olmayan safra taşları olan hastada enfeksiyonu suçlayacak çok az
bulgu vardır. Safra sıklıkla sterildir. Safra tuzlarını dekonjuge eden bakterilerin safrayı daha
asit yapması safrada kolesterolün daha az çözünmesine neden olur. Ayrıca safra kesesindeki
enfeksiyon safra taşının oluşması için bir çekirdek görevi yapabilir (32)
.
5.1.5 Hemoliz
Hemolitik hastalıklarda safra taşları oluşabilir. Konjenital sferositozlu hastaların
%50 kadarında ve orak hücreli anemide %35 nispetinde safra taşı görülür. Bilirubin safra
içine suda çözünür konjuge şekilde salgılanır. Bundan dolayı neden çöktüğü çok
anlaşılamamıştır (32)
.
33
6.İnsülin Direnci ve ß-Hücre rezervi Hesabı
6.1 İnsülin Direnci ve İnsülin Direncinin Fizyolojisi
İnsülin direnci denildiği zaman insüline duyarlı olan dokulardaki karbonhidrat, yağ
ve protein metabolizmasının düzenlenmesindeki yetersizlik veya bozukluk anlaşılmalıdır.
İnsülin direncinin mutlak olması yaşamla bağdaşmayacağı için kişiden kişiye değişen
oranlarda nisbi bir insülin direncinden bahsetmek daha doğrudur. İnsülin direnci olan
bireylerde biyolojik fonksiyonun yerine getirilmesi için ihtiyaç duyulan insülin miktarı
artmıştır (33)
.
Normal fizyolojide insülin karaciğerdeki glukoneogenezi ve glukolizi inhibe ederek
hepatik glukoz üretiminin baskılanmasını sağlar. Yine insülin, glukozun periferik dokulara
taşınmasını ve depolanmasını sağlamanın yanı sıra glukozun buralarda enerji üretimini
sağlamak üzere oksidasyonunu da sağlamaktadır. İşte insülin direnci olması durumunda bu
etkilere karşı bir direnç de söz konusudur ve bu durumda metabolik durumun
kompansasyonunun sağlanması için ortaya çıkan direnç nispetinde insülin salınımı söz
konusudur. Sonuçta hiperglisemi oluşmamasına karşın insülin düzeyleri de birkaç kat hatta
bazen daha fazla oranda artmış olur.
İnsülin direnci toplumda obezite ile sık görülmekle beraber yine obez olmayan ve
normal bir OGTT „si olan bireylerin %25‟inde saptanmıştır (34)
.
1936 yılında ilk defa Himswort insüline duyarlı olmayan iki tip diyabetik hastanın
bulunduğunu öne sürerek insülin direnci kavramını dile getirmiştir. Daha sonra 1988 de
Reaven şişmanlık, diyabet ve hipertansiyon, hiperlipidemi ve aterosklerotik kalp kapakçık
hastalıklarının aynı hastalarda görülmesi üzerine bunların ortak bir metabolik hastalığın bir
sonucu olduğunu iddia etmiştir. Yine Reaven ilk defa bileşenleri insülin direnci,
hiperinsülinemi, obezite, glukoz tolerans bozukluğu, hipertrigliseridemi, azalmış HDL
kolesterol, hipertansiyon ve koroner arter hastalıkları olan Sendrom X veya İnsülin Direnci
Sendromunu tanımlamıştır (35)
.
İnsülin direncini iki ana kısıma ayırmak doğrudur; Prereseptör düzeyinde insülin
dienci ve Reseptör düzeyinde insülin direnci. İnsülin geninde olan mutasyonlar anormal ve
defektif insülin oluşumuna yol açar. Bu nedenle endojen insülin üretimine karşı doku yanıtı
azalır ve direnç oluşur. Bu durumda prereseptör düzeyinde insülin direncinden söz edilir.
Öteyandan insülinin etki gösterebilmesi için insülin reseptörüne bağlaması gereklidir. İşte bu
34
bağlanma sırasında olan defektler de reseptör düzeyinde insülin direncine yol açarlar. Bu
durum temelde iki nedenle olabilir. Bunlar;
1.Reseptör sayısının azalması
2.Reseptör mutasyonlarıdır (36)
.
Hem tip 2 DM hastalarda hem de obez bireylerde insülinin glukojen sentezini
uyarması bozulmuştur. Yapılan birçok çalışmada; ileride diyabet geliştirecek normal glukoz
toleranslı bireylerin insülin direncinden ilk elde sorumlu metabolik defektin, glukojen
sentezinin bozulması olduğu gösterilmiştir. Ancak bugün için geçerli bilgilerle sadece insülin
direncinin multifaktöryel olduğu söylenebilir (37)
.
6.2 ß hücre rezerv ve İnsülin direncinin HOMA ( Homeostasis
Model Assesment ) ile hesabı
ß hücre fonksiyonu ve insülin direncinin homeostatik model ile değerlendirilmesi
(HOMA) ilk defa 1985 yılında tanımlanmıştır (38)
. Bu teknik bazal glukoz, insülin veya C-
peptit konsantrasyonlarından beta hücre fonksiyonu ve insülin direncini değerlendiren bir
metottur (39)
.
Glukoz ve insülin arasındaki ilişki aslında karaciğer ile beta hücreleri arasındaki
ilişkinin bir göstergesidir. Zira bu durum karaciğerden üretilen glukoz ile beta hücrelerden
salınan insülin arasındaki dengeden kaynaklanır. Beta hücre yanıt eğrisi aşağıda şekil 6 de
verilmiştir. Bu eğri plazma glukoz seviyesinin 4 mmol/l ve insülin yarılanma ömrünün 4
dakika olduğu durumlarda bazal insülin üretiminin 10 mU/dk (74 pmol/dk) olması temelinde
oluşturulmuştur.
Şekil 6:Beta hücre yanıt eğrisi
35
Şekil 7 te ise Hepatik glukoz salınımı ve alınımı plazma glukozu ve insülin
konsantrasyonuna bağlı olarak örneklenmiştir. İnsülin konsantrasyonu yağ ve kaslarda glukoz
alınımını kontrol eder (şekil 8–9)
Normal insanlarda bazal glukoz turnoverlerinin %50 si sinir sistemindendir ve
glukoza bağımlıdır. Geri kalan glukoz alımı , glukoz ve insülinin ikisine de bağımlı olarak
kas ve yağ dokuları tarafından yapılmaktadır.Beta hücre fonksiyonunda azalma, plazma
glukoz konsantrasyonuna karşı beta hücre yanıtındaki değişikliğe göre modellenmiştir.İnsülin
duyarlılığı, karaciğer ve periferde plazma insülin konsantrasyonunun azalmış etkisiyle orantılı
olarak örneklendirilmiştir.Hepatik insülin sensitivitesi ile periferal insülin sensitivitesi
arasında ayrım yapılmamıştır.HOMA 1 olarak adlandırılan model Mathews ve ark. Orijinal
modelidir (şekil 10) (38)
.
Şekil 9: Kas dokusunda glukoz alınımı Şekil 8: Yağ dokusunda glukoz alınımı
Şekil 7: Plazma insülin salınımı
vs
Hepatik glukoz salınımı ve plazma glukozu ile olan ilişkisi
36
Basit olarak;
HOMA 1 IR= FPI xFPG
22.5
HOMA 1 % Beta= 20 x FPI
FPG-3.5
FPI (Fasting Plasma insulin mIU/L) açlık plazma insülin konsantrasyonunu ve FPG
(Fasting plasma glucose mmol/L) açlık plazma glukozunu göstermektedir.
Şekil 10: Orijinal HOMA modeli
37
7.Materyal ve Metot
7.1 Etik Kurul Onayı
Bu çalışmanın belgeleri, amaç, yaklaşım ve yöntemleri Dr.Lütfi Kırdar Kartal
Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yerel Etik Kurulu tarafından incelenmiş, 24.04.2008 tarih
01‟nolu kararı ile hastanemizde yürütülmesinde sakınca olmadığına karar verilmiştir.
7.2 Çalışma Merkezleri
Bu çalışma Tıpta Uzmanlık Tezi olarak Dr Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Genel Cerrahi ve Dahiliye Kliniklerine bağlı polikliniklerinde yapılmıştır.
7.3 Çalışmada Kullanılan Tanımlar
1.Diyabet tanısı olması: 12 saatlik açlık plazma glikoz düzeyinin 2 defa
çalışıldığında ≥ 126 mg/dl olması durumu;
2. Yüksek kan basıncı olması: yapılan ölçümlerde sistolik kan basıncının 140 mm
Hg ve/veya diyastolik kan basıncının 90 mm Hg üzerinde olması;
3. Obezite varlığı: hesaplanacak Vücut kitle indeksinin 25 kg/m2 ve üzerinde olması;
4. Anormal kolesterol düzeyine sahip olma: ölçümlerde total kolesterol değerinin
200 mg/ dl ve üstü olması;
5. Santral obezite varlığı: yapılacak bel ölçümlerinde erkeklerde 90 cm ve üstü
kadınlarda 80 cm ve üstü değerlerin olması;
6. Safra taşı olması: yapılan ultrasonografik incelemelerde milimetrik veya daha
büyük taş varlığının gösterilmesi olarak tanımlanmıştır.
7.Çoklu taş varlığı bir milimetreden iki veya daha fazla taş olması durumudur.
8.Hipertriglisridemi: trigliserid düzeyinin 200mg/dl üstünde olmasıdır.
38
7.4 Çalışmaya Katılma ve Dışlanma Kriterleri
Çalışmada kronik hastalık varlığına bakılmasızın, (sekretegog ve insülin kullanan tip
1 ve tip 2 DM hastaları hariç) daha önce yapılmış batın USG tetkiklerinde safra taşı tanısı
almış bütün bireyler, çalışmaya alınmış ve çalışma grubu oluşturulmuştur. Yine oluşturulmuş
kontrol grubuna kronik hastalığına bakılmaksızın (sekretegog ve insülin kullanan tip 1 ve 2
DM hastaları hariç) çalışma grubuna benzer yaş, cinsiyet ve vücut kitle indeksine sahip,
yapılan batın USG de safra taşı bulunmayan bireyler alınmıştır. Bütün yapılan batın USG
tetkiki Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi Görüntüleme Merkezinde
yapılmıştır. Dış merkezlerden yapılmış batın USG sonucu olan hastalar standardizasyon
amacıyla çalışma dışı bırakılmıştır.
Batın USG de safra polibi veya safra çamuru ile uyumlu görüntülemesi olan bireyler
ve safra yolları ile ilgili herhangi bir cerrahi girişime uğramış olan bireyler çalışma dışı
tutulmuşlardır.
Yine çalışma ve kontrol grubundaki katılımcılar veya kanuni temsilcilerinin istemesi
durumunda katılımcılar çalışma dışı bırakılmışlardır.
7.5 Çalışma Dizaynı ve Verilerin Analizi
Çalışma grubu, Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi ve
Dahiliye Polikliniklerine başvuran ve safra taşı hastalığı tanısı almış hastalardan; kontrol
grubu ise çalışma grubundaki katılımcıların cinsiyet yaş ve vücut kitle indeksine uygun olan
katılımcılarla oluşturulmuştur. İnsülin bağımlısı tip 1 diyabetlilerle, insülin veya insülin
sekretegogları kullanan tip 2 diyabetik bireyler çalışma dışı tutulmuşlardır. Çalışma dizaynı
şekil 11 de özetlenmiştir.
Demografik özellikler, fizik muayene, kilo ve boy ölçümleri gibi temel veriler
çalışmayı yürüten hekim tarafından yapılmıştır.12 saatlik bir açlık sonrasında, yaklaşık olarak
10 ml venöz kan örneği hastanın ön kolundan alınmış ve katı dipotasyum etilenediaminoterra
asit içeren plastik tüplere oda sıcaklığında konduktan sonra laboratuara gönderilmiştir.
Biyokimyasal analizinin hemen olması mümkün olmayan örneklerse; analiz yapılıncaya kadar
-20 C de saklanmıştır.
39
Kontrol ve çalışma grubundaki vakaların arasındaki farklılıklar eşleşmiş olgularda
iki uçlu Student t test ve ki-kare kullanarak değerlendirilmiştir. Bütün istatistiksel analizler
SPSS 13.0 kullanılarak yapılmıştır.
Safra taşı Tanısı Mevcut mu? Hayır
Evet Tip 2 Diyabeti var mı? Hayır
Evet
İnsülin ölçümü yap
İnsülin veya
sekretogog kullanıyor
mu?
Hayır Evet
Çalışmayı Sonlandır
Çalışm
ayı so
nlan
dır
Şekil 11: Çalışma Algoritması
40
8.Sonuçlar
Çalışmamızda, çalışmaya katılan hastalar çalışma ve kontrol grubu olmak üzere iki
gruba ayrıldılar. Çalışma grubu safra taşı olduğu yapılan batın USG ile teyit edilmiş, insülin
ve/veya insülin sekretogogu kullanmayan kişilerden oluşurken, kontrol grubu ise yine batın
USG ile safra taşı olmadığı teyit edilmiş, insülin ve/veya insülin sekretegogu kullanmayan
kişilerden oluşturulmuştur.
Çalışma grubunda toplam 84 kişi vardı ve bunların 27 ( % 32,1) tanesi erkek, 57
(%67,9) tanesi kadındı. Yaş ortalamalarına bakıldığında çalışma grubunun yaş ortalaması
52,6±13,07 (min 22 ve max 78) idi. Çalışmaya katılan hastalardan 10 kişide DM tip 2, 20
kişide HT ve 5 kişide hiperlipidemi mevcuttu ve hastalar bu süreğen hastalıkları için tedavi
alıyorlardı. Çalışma grubunun genel demografik bilgileri ile süreğen hastalık cinsiyet ilişkileri
1 ve 2‟nolu grafikte derlenmiştir.
0
10
20
30
40
<40 yaş 40-60 yaş >60 yaş
Erkek
Kadın
Erkek
Kadın
2
10
19
32 15
6
0
20
40
60
Olan
Erkek
Olan
Kadın
Olmayan
Erkek
Olmayan
Kadın
DM
HT
HL
DM
HT
HL
2
71
8
134
2520
2649 44
53
Grafik 1: Çalışma grubunda yaş ve cinsiyet ilişkisi
Grafik 2: Çalışma grubunda cinsiyet ve süreğen hastalık ilişkisi
41
Öte yandan kontrol grubu 78 kişiden oluşmaktaydı. Bu grupta katılımcıların %29,4'ü
(n=23) erkek ve %70,6'sı ise (n=55) kadındı. Grubun yaş ortalaması 49,58±1.48 (min 18 ve
max 88) idi. Süreğen hastalıklar ele alındığında kontrol grubundaki katılımcılardan 6 kişide
(%7,7) tip 2 DM, 10 kişide ( %12,8) HT ve 7 ( %9) kişide hiperlipidemi saptanmıştır.
Hastalar süreğen hastalıkları için tedavi alıyorlardı. Kontrol grubuna ait demografik veriler ve
süreğen hastalık cinsiyet ilişkileri 3–4‟nolu grafiklerde derlenmiştir.
0
10
20
30
40
<40 yaş 40-60 yaş >60 yaş
Erkek
Kadın
Erkek
Kadın
4
12
31
31
12
12
Grafik 3: Kontrol grubunda cinsiyet ve yaş ilişkisi
0
20
40
60
Olan
Erkek
Olmayan
Erkek
DM
HT
HL
DM
HT
HL
2
71
43
621
16
2251
52
49
Grafik 4: Kontrol grubunda cinsiyet ve süreğen hastalık ilişkisi
42
Tablo 3: Çalışma ve Kontrol Grupları epidemiyolojik veriler
Çalışma Grubu Kontrol Grubu p değeri
Cinsiyet Erkek 27 23 > 0,05
Kadın 57 55
Yaş 52,6 ± 13,07 49,58 ±1,48 >0,05
Boy 164,79 ±7,95 164,47 ±9,39 >0,05
Kilo 79,39 ±13,64 79,29 ±1,57 >0,05
BMI 29,61 ±5,81 29,47 ±5,81 >0,05
Safra taşı olan hastaların büyük çoğunluğu kadın hastalardan oluşmaktaydı.
Çalışmamızda kadın hastalarda safra taşı sıklığı %67,9 ve erkeklerde %32,1 idi. Safra taşı
oluşumu ve cinsiyet arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmaktaydı (p<0,05).
Yaş açısından irdelendiğinde ise katılımcı hastaların yaş ortalaması 52,6+13,7 idi. Yaş
aralıklarına göre dağılım yapıldığında 40 yaş altı 12 vakada, 40–60 yaş arası 51vakada ve 60
yaş üstü 21 vakada safra taşına rastlanılmıştır. 40 yaş üstü olmakla safra taşı hastalığı olmak
arasında anlamlı bir ilişki mevcuttu (p<0,05).
Süreğen hastalıklarla ilişki açısından incelendiğinde, çalışma grubunda ve kontrol
grubunda tip 2 DM olan hasta sayısı 10‟a 8, HT olan hasta sayısı 20‟ye 10 ve HL olan hasta
sayısı 5‟e 7 idi. Süregen hastalıklar açısından kontrol ve çalışma grubu arasında anlamlı bir
farklılık saptanmamıştır (p>0.05).
Tablo 4 : Çalışma ve Kontrol grupları süreğen hastalık durumları
Çalışma Kontrol p değeri
DM 10 6 >0,05
HT 20 10 >0,05
HL 5 7 >0,05
Çalışmada hastaların vücut kilo, boy ve BMI „leri de incelenmiştir. Çalışma
grubundaki katılımcıların ortalama kiloları 79,39 ±13,64 kg (min: 50kg ve max:120kg),
ortalama boyları 164,79±7,55cm (min 140cm ve max 187 cm) idi. Ortalama vücüt kitle
indeksleri ise 29,61± 5,81 kg/cm2
(min20,83 kg/cm2
ve max 56,12 kg/cm2
) olarak
bulunmuştur. Çalışma hastalarının kilo, boy ve BMI oranları Tablo 5‟te derlenmiştir.
43
Tablo 5: Çalışma grubunun boy, kilo ve vücut kitle indeksi verileri
Erkek Kadın Toplam
Kilo 50-70 kg 23 39 62 70-90 kg 2 8 10
90 kg üstü 2 10 12
Boy 150 cm altı 0 2 2 150- 160 cm 0 42 42
160cm -170 cm 13 8 21
170cm ve üstü 14 5 19
BMI <20 0 0 0 20-25 3 10 13
25-30 6 17 23
30-35 4 14 18
>35 0 11 11
Kontrol grubundaki katılımcıların kiloları ele alındığında katılımcıların kilo
ortalamaları 79,29± 1,57kg (min: 45kg ve max:160kg), ortalama boyları 164,47±9,39cm
(min 148cm ve max 187 cm) idi. Ortalama vücut kitle indeksleri ise 29,47± 5,81 kg/cm2
(min
17,853 kg/cm2
ve max 65,84 kg/cm2
) olarak bulunmuştur. Bu veriler tablo 6‟da derlenmiştir.
Tablo 6: Kontrol grubunun boy, kilo ve vücut kitle indeksi verileri
Erkek Kadın Toplam
Kilo <50 0 2 2 50-70 kg 3 11 14
70-90 kg 16 35 51
90 kg üstü 4 7 11
Boy 150 cm altı 0 4 4 150- 160 cm 0 21 21
160cm -170 cm 10 23 33
170cm ve üstü 13 7 20
BMI <20 1 3 4 20-25 5 5 10
25-30 11 26 37
30-35 5 12 17
>35 1 9 10
Tüm katılımcılara ait demografik bilgiler, süreğen hastalık ve kilo, boy ve BMI ile
ilgili derlemeler tablo 7‟de verilmiştir.
44
Tablo 7: Çalışma ve Kontrol grupları verileri
ÇALIŞMA GRUBU KONTROL GRUBU
Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam G Toplam
Yaş <40 3 10 13 4 13 17 30
40-60 17 30 47 13 31 44 91
>60 7 17 24 6 11 17 41
DM Var 2 8 10 2 4 6 16
Yok 25 49 74 21 51 72 146
HT Var 7 13 20 7 3 10 30
Yok 20 44 64 16 52 68 132
HL Var 1 4 5 1 6 7 12
Yok 26 53 79 22 49 71 150
Kilo <50 0 0 0 0 2 2 2
50-70 23 39 62 3 11 14 76
70-90 2 8 10 16 35 51 61
>90 2 10 12 4 7 11 23
Boy <150 0 2 2 0 4 4 6
150-160 0 42 42 0 21 21 63
160-170 13 8 21 10 23 33 54
>170 14 5 19 13 7 20 39
BMI <20 0 0 0 1 3 4 4
20-25 3 10 13 5 5 10 23
25-30 6 17 23 11 26 37 60
30-35 4 14 18 5 12 17 35
>35 0 11 11 1 9 10 21
45
0 10 20 30 40 50 60
<200 mg/ml
201-220 mg/ml
221-249 mg/dl
>250 mg/ml Erkek
Kadın
61
54
132
3320
Çalışmada gerek kontrol gerekse çalışma grubundaki katılımcıların total kolesterol,
VLDL kolesterol, LDL kolesterol, HDL kolesterol ve trigliserid düzeyleri 12 saatlik bir açlık
sonrasında ölçülmüştür. Çalışma grubunun lipid profili incelendiğinde, total kolesterol
ortalaması 192,09±42,32, LDL kolesterol ortalamaları 112,46±36,41, HDL kolesterol
ortalamaları 46,38±13,06 ve VLDL kolesterol ortalamaları ise 28,96±13,58 olarak
hesaplanmıştır.
Kontrol grubunda ise total kolesterol ortalaması 199,60 +64,90, VLDL kolesterol
ortalaması 27,07+13,16, LDL kolesterol ortalamaları 116,77+38,19, HDL kolesterol
ortalamaları 48,63+13,21 ve trigliserid ortalamaları ise 159,20+178,72 olarak hesaplanmıştır.
1 olguda çalışma sırasında total trigliserid oranı 400 mg/dl üzerinde çıktığı için total
kolesterol, LDL, VLDL ve HDL kolesterol düzeyleri hesaplanmamıştır.
Total kolesterol değerleri ele alındığında çalışma grubundaki hastalardan 53 (20
erkek 33 tanesi kadın) tanesinin total kolesterol değeri 200 mg/dl altında iken, 200 mg / dl
üzerinde kolesterol değeri olanların toplamı 31 idi ( 24 kadın, 7 erkek).Kontrol grubunda ise
bu oranlar şöyleydi; total kolesterol değeri 200 mg/dl altında olanlar 42 ( 29 kadın ve 13
erkek) kişi, 200 mg/dl üzerinde olanlar ise 35(9 erkek,26 kadın) kişi idi.Her iki grup arasında
ortalama total kolesterol değerleri arasında anlamlı bir farklılık saptanmamıştır (p<0,05).Öte
yandan safra taşı olan grupta, safra taşının çoklu olması ile kolesterol değerleri arasında
anlamlı bir ilişki gösterilememiştir (p>0,05).Ancak safra taşı boyutu ile total kolesterol
değerleri arasında anlamlı bir ilişki tespit edilmiştir (p<0.05).
Grafik 5: Çalışma grubunda Total Kolesterol değerlerinin cinsiyete göre dağılımı
46
0 10 20 30 40 50
<200 mg/ml
201-220 mg/ml
221-249 mg/dl
>250 mg/mlErkek
Kadın
3 3
111
125
2913
0 20 40 60 80
<150 mg/ml
151-174 mg/dl
175-200mg/dl
>200 mg/mlErkek
Kadın
1
1
1
4
3
4923
Çalışmada incelenen diğer lipid parametreleri LDL ve HDL idi. Çalışma grubundaki
katılımcılardan 72 tanesi ( 49 tanesi erkek, 23 tanesi kadın) normal LDL kolesterol
değerlerine (<150 mg/ml) sahipken 10 tanesinin (4 erkek, 6 kadın) LDL değeri 150 mg/dl
üzerindeydi. Kontrol grubunda ise bu 150 mg/dl üstünde ve altında olan katılımcı sayısı
sırasıyla 64 ( erkek 19, kadın 45) ve 12 (4 erkek, 8 kadın) idi. HDL kolesterol değerleri
açısından bakıldığında, çalışma grubunda HDL değeri 55 mg/dl altında olan kişi sayısı 63
iken ( 26 erkek, 37 kadın) kontrol grubunda bu sayı 54‟e (17 erkek, 37 kadın) gerilemekteydi.
HDL kolesterol değeri 55 mg ve üstü olanlar ise çalışma grubunda 20 ( 1 erkek, 19 kadın) ve
kontrol grubunda 24 ( 6 erkek ve 18 kadın) kişi idi. Her iki grup arasında ortalama LDL ve
HDL değerleri arasında anlamlı bir farklılık saptanmamıştır (p<0,05). Multiple safra taşı
oluşumu veya oluşmuş safra taşının boyutu ile LDL ve HDL kolesterol değerleri arasında
anlamlı bir fark tespit edilememiştir (p>0,05).
Grafik 7: Çalışma grubunda LDL Kolesterol değerlerinin cinsiyete göre dağılımı
Grafik 6: Kontrol grubunda Total Kolesterol değerlerinin cinsiyete göre dağılımı
47
0
10
20
30
40
50
<150 mg/ml 151-174
mg/dl
175-200mg/dl >200 mg/ml
Erk
ek
Ka
dın
Erkek
Kadın4
2
4
2
45
194
Grafik 8: Çalışma grubunda HDL kolesterol değerlerinin cinsiyete göre dağılımı
0
10
20
30
40
<55mg/dl 56-64 mg/dl >65 mg/dl
Erk
ek
Erkek
Kadın26
37
14
51
Grafik 9: Kontrol grubunda LDL Kolesterol değerlerinin cinsiyete göre dağılımı
0
10
20
30
40
<55mg/dl 56-64
mg/dl
>65 mg/dl
Erk
ek
Erkek
Kadın
17
37
4
13
25
Grafik 10: Kontrol grubunda HDL kolesterol değerlerinin cinsiyete göre dağılımı
48
Çalışmada safra taşı oluşumu ile ilişkisi irdelenen diğer bir lipid parametresi VLDL
değerleri idi. Çalışma grubunda ortalama VLDL değeri 28,96±13,58 mg/dl olarak
saptanmışken, bu oran kontrol grubunda 27,07+13,16 mg/dl idi. Çalışma grubundaki 60 hasta
( 17 erkek,43 kadın) 35 mg/dl altında bir VLDL değerine sahipken, 35 mg/dl üzerinde VLDL
değerine sahip kişi sayısı 21 ( 8 erkek, 13 kadın) idi. Kontrol grubunda ise bu oranlar sırasıyla
57 (19 erkek, 38 kadın )‟ye 19 (4 erkek, 15 kadın) olarak bulunmuştur. Ortalama VLDL
değerleri açından çalışma ve kontrol grubu arasında anlamlı bir farklılık bulunamamıştır
(p>0.05).Yine multiple safra taşı oluşumu ve safra taş boyutu ile VLDL kolesterol düzeyleri
arasında da istatistiksel anlamlılık gösterilememiştir (p>0.05).
0 10 20 30 40 50 60
<35 mg/dl
36-44 mg/dl
>45 mg/dl
Erkek
Kadın
1938
3 10
1 5
0 10 20 30 40 50 60
<35 mg/dl
36-44 mg/dl
>45 mg/dl
Erkek
Kadın
43
4
84
5
17
Grafik 11: Çalışma grubunda VLDL kolesterol değerlerinin cinsiyete göre dağılımı
Grafik12: Kontrol grubunda VLDL kolesterol değerlerinin cinsiyete göre dağılımı
49
Safra taşı oluşumu için önemli etkenlerden bir olarak tanımlanan trigliserid düzeyi,
bu çalışmada incelenen diğer bir lipid profili parametresi idi. Ortalama trigliserid düzeyi
çalışma grubunda 158,13±89,06 mg/dl ve kontrol grubunda 159,20±178,72 mg/dl olarak
bulunmuştur. Çalışma sonucunda her iki grup arasında anlamlı fark gösterilememiştir
(p>0.05). Çalışma grubunda 200 mg/dl altında trigliserid düzeyi olan katılımcı sayısı 70 (21
erkek ve 49 kadın) iken, kontrol grubunda bu oran 61 (18 erkek ve 43 kadın) olarak
saptanmıştır. 200 mg/dl üstü değerlere sahip olan katılımcı sayısı çalışma grubunda 14, (6
erkek ve 8 kadın) kontrol grubunda ise 17 ( 5 erkek 12 kadın) olarak bulunmuştur. Çoklu
safra taşı oluşumu ve safra taşı boyutu arasında trigliserid düzeyleri arasında anlamlı bir
bağıntı kurulamamıştır (p>0.05).
0
10
20
30
40
50
60
70
80
<200 200-300 300-400 >400
kadın
erkek49
215 2
0
5
10
15
20
25
30
35
40
45
<200 200-300 300-400 >400
erkek
kadın
43
18
410 2 1
Grafik 13: Çalışma grubunda trigliserid değerlerinin cinsiyete göre dağılımı
Grafik 14: Kontrol grubunda trigliserid değerlerinin cinsiyete göre dağılımı
50
Gerek çalışma ve gerekse kontrol grubundaki bütün lipid değerleri ve bunların
cinsiyet ilişkileri toplu olarak tablo 8‟de derlenmiştir.
Tablo 8: Kontrol ve çalışma grubunda lipid profilleri
ÇALIŞMA KOTROL
Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam
T.KOLESTEROL <200 20 33 53 13 29 42
201-220 2 13 15 5 12 17
221-249 4 5 9 1 11 12
>250 1 6 7 3 3 6
VLDL <35 17 43 60 19 38 57
36-44 4 8 12 3 10 13
>45 4 5 9 1 5 6
LDL <150 49 23 72 19 45 64
150-174 3 4 7 2 4 6
175-199 1 1 2 2 4 6
>200 0 1 1 0 0 0
HDL <55 26 37 63 17 37 54
56-64 0 14 14 4 13 17
>65 1 5 6 2 5 7
Trigliserid <200 21 49 70 18 43 61
200-300 3 5 8 4 10 14
300-400 1 2 3 0 0 0
>400 2 1 3 0 3 3
51
Tablo 9: Çalışma ve Kontrol grubunda Lipid profilleri
Çalışma Kontrol p değeri
T.Kolesterol 192,09 ± 42,3 199 ± 64,90 > 0,05
LDL 116,77 ± 38,19 112,46 ± 36,41 >0,05
VLDL 27,07 ± 13,06 28,96 ± 13,58 >0,05
HDL 48,63 ± 13,21 46,38 ± 13,06 >0,05
Trigiserid 159,20 ± 78,72 158,13 ± 89,06 >0,05
Taş yapısı açısından çalışma grubu incelendiğinde; tekli taşı olan hasta sayısı toplam
28 ( 11 erkek ve 17 kadın), çoklu taşı olan hasta sayısı ise 66 kişi ( 16 erkek ve 40 kadın) idi.
Ortalama taş boyutu incelendiğinde katılımcıların ortalama taş boyutu 7,82+7,52 mm idi.10
mm altı taşa sahip kişi sayısı 51 (16 erkek 37 kadın) iken, 20 mm üzeri taş boyutuna sahip kişi
sayısı 6 kişi (1 erkek 5 kadın) olarak saptanmıştır. Taş boyutu ve cinsiyetle olan bağlantısı
tablo 10 da derlenmiştir.
Tablo 10: Taş boyutu ve cinsiyet ilişkileri
Taş boyutu Tekli Taş Çoklu Taş <10mm 11–15 mm 16–20 mm >20 mm
ERKEK 11 16 16 5 2 1
KADIN 17 40 37 6 6 5
İnsülin ve insülin direnci diğer incelenen bir parametre idi. Kontrol grubunda insülin
düzeyi ortalama olarak 10.82±5,96 ve çalışma grubunda 12,54±11,66 olarak saptandı.
Çalışma ve kontrol grubu arasında insülin düzeyleri açısından anlamlı bir farklılık
saptanamamıştır (p>0.05). Yine insülin düzeyi ile hastada tekli taş olması arasında istatistiksel
bir ilişki bulunmuştur (p<0.05); ancak taş boyutu ve insülin düzeyleri arasında anlamlı bir
ilişki gösterilememiştir (p>0.05). HOMA IR formülü ile hesaplanan insülin direnci değerleri,
çalışma grubunda HOMA IR değeri 3,61±5,03, kontrol grubunda 2,68±1,87 olarak
bulunmuştur. İnsülin direnci olanların oranı kontrol grubunda % 56,3(n=44) iken bu oran
çalışma grubunda % 65,5 (=55) olarak bulundu. HOMA IR değerleri açısından çalışma ve
kontrol grubu arasında anlamlı bir farklılık saptanamamıştır (p>0.05). Yine HOMA IR göre
insülin drenci olanlarda tekli taş oluşma sıklığı, istatistiksel olarak daha fazla olarak
bulunmuştur (p<0.05).Çalışma ve kontrol grubuna ait insülin düzeyleri ve insülin direnci olan
52
olgular tabloda derlenmiştir. Tablo 11‟de taş ve insülin direnci arasındaki ilişki de
gösterilmiştir.
Tablo 11:Çalışma grubunda IR ve taş boyutları
IR var IR yok
Çoklu taşı var 34 22
Tekli taşı var 21 7
Taş boyutu <10 mm 30 21
Taş boyutu 10 mm-15 mm 16 1
Taş boyutu 16 mm – 20 mm 6 4
Taş boyutu >20 mm 3 3
53
9.Tartışma
Gastrointestinal sisteme ait rahatsızlıklar sağlık harcamaları içinde önemli bir yer
tutan hastalıklardandır. ABD‟nde 2002 yılında yapılan bir çalışmaya göre, her yıl iki
milyondan fazla kişi gastrointestinal hastalıklar nedeniyle hastaneye yatırılmaktadır. Yine
aynı çalışmaya göre, safra taşı hastalığı nedeniyle bir yıl içersinde yapılan doktor viziti sayısı
1.109.408‟dir (44)
. Benzer çalışmalar değişik ülkelerde benzer sonuçların olduğun
göstermektedir. Safra taşı hastalığı gerek Amerika Birleşik Devletleri, gerekse diğer batı
Avrupa ve Latin Amerika ülkelerinde morbiditenin ana nedeni olarak gösterilmektedir (40–
41). Büyük toplum temelli çalışmalarda erişkin nüfusun ortalama %10–12‟ sinde safra taşı
bulunduğu tahmin edilmektedir. Ülkemizde yapılan toplum temelli bir çalışmada ise safra
kesesi taşı sıklığı erkeklerde % 3,5 ve kadınlarda % 7 olarak bulunmuştur (74)
. Diyabetik
hastalarda ise bu oran % 20-30‟a kadar yükselmektedir.
Bayanlarda safra taşı sıklığının daha yüksek olduğu eski bir inanıştır. Angel ve
Ronkari‟nin 1978‟de tıp literatürüne soktukları 4F kuralı ( Fourty, Fat, Female, Fair) bu
gerçeğin dile getirildiği bir kuraldır (65)
. Çalışmamızda da bu eski inanışı destekler nitelikte
safra taşı sıklığı kadınlarda %67,9 ve erkeklerde %32.1 olarak saptanmıştır. Taş oluşumunda
cinsiyet açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark tespit edilmiştir (p<0.05).Değişik
çalışmalarda değişik oranlarda olmakla beraber, benzer sonuçlar ortaya konulmuştur.
Türkiye‟de Beyler ve arkadaşlarının yaptığı bir prevalans çalışmasında, kadınlarda safra taşı
sıklığı erkeklerin iki katı %7 olarak bulunmuştur. Benzer şekilde Bartoli ve ark yaptığı
çalışmada safra taşı sıklığı erkeklerde % 21, ve kadınlarda %35,9 olarak bulmuşlardır. Yine
İtalya „da safra taşları ile ilgili Misciagna ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada da cinsiyet, yaş,
ve plazma kolesterol, trigliserid ve insülin düzeyleri risk faktörleri olarak belirlenmiştir (66)
.
Danimarka‟da 2301 kadın hasta ile yapılan çalışmada kadın cinsiyetin safra taşı oluşumu için
bir risk faktörü olduğu gösterilmiştir (60)
.
Yaş safra taşının varlığı için diğer bir risk faktörüdür. Onodera ve arkadaşlarının
yaptıkları bir çalışmada safra taşı sıklığı erkeklerde kırklı yaşlarda %2,1, ellili yaşlarda %4,4
ve altmış yaş ve üstünde %6,1 olarak bulunmuştur. Yine bu oran kadınlarda sırasıyla %3,7;
6,4 ve 10,3 olarak saptanmıştır (43)
.Tanno ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada ise safra taşı
nedeniyle opere olan kişilerin erkeklerde %87 ve kadınlara %88'i kırk yaş üstüdür (14)
.
54
Türkiye kaynaklı bir çalışmada safra taşı oluşumunun, kadın olgularda 60–70 yaş aralığında,
erkeklerde ise 40–50 ve 60–70 yaş grubunda pik yaptığı gösterilmiştir (74)
. Çalışmamıza
alınan hastaların yaş ortalaması 52,6+13,7 olarak bulunmuş olmakla beraber yaş aralıklarına
göre dağılım yapıldığında 40 yaş altı 12 vakada, 40–60 yaş arası 51 vakada ve 60 yaş üstü 21
vakada safra taşına rastlanılmıştır. 40 yaş üstü olmakla, safra taşı hastalığı olmak arasında
anlamlı bir ilişki tespit edilmiştir (p<0,05). Bartoli ve arkadaşlarının diyabetik hastalarda
yaptıkları bir çalışmada, 60 yaş altı diyabetiklerde safra taşı sıklığı %20,2 ve 60 yaş üstü
diyabetiklerde safra taşı sıklığı %37,3 olarak bulunmuştur. Araştırmacılar bu durumun
nedenini yaşla birlikte hepatik safra sekresyonunun artışı, safra asiti sentezinin azalması ve
bunların neticesinde safranın kolesterol satürasyonunun artması ve taş oluşumuna yol açması
olduğu olarak açıklamışlardır. Çalışmamızda diğer çalışmacıların oranlarına nisbeten daha
yüksek bir oran tespit edilmesini temel nedeninin çalışmanın hastane polikliniklerinde
yapılması ve hastaların herhangi bir semptom nedeniyle hastaneye başvurmaları olabilir.
Epidemiyolojik çalışmalar göstermiştir ki kolesterol nedenli safra taşları obez
kişilerde daha sıktır. Bizim çalışmamızda da safra kesesi taşı olanlarda ortalama BMI 30,5
kg/m²olarak bulunmuştur. Çalışma ve kontrol grubu arasında BMI açısından anlamlı bir
farklılık saptanamamıştır (p>0.05).Bu durum literatürdeki yayınlarla çelişmekle beraber,
çalışma grubunda elde edilen ortalama BMI‟i literatürdeki değerlerle yakındır. Jorgensen‟in
yaptığı bir çalışmada obezite safra taşı hastalığı için bir risk faktörü olarak
bulunmuştur(60).Ancak obezite ve safra taşı arasındaki ilişki kadınlarda daha fazladır.
Tayvan‟da yapılan bir çalışmada yüksek BMI oranlarının (>25 kg/m) özellikle kadınlarda
olmak üzere erkeklerde de safra taşı hastalığı ile ilişkisi gösterilmiştir (61)
. Bu durumun
hepatik kolesterol salgısında artışa yol açmak suretiyle taş oluşumuna katkıda bulunduğu
savunulmaktadır. Tanno ve arkadaşlarının yapmış olduğu çalışmada, kolesterol kökenli safra
taşı nedeniyle opere edilen hastaların %36‟sı obezdir. Diyabetik bireylerde yapılan toplum
temelli bir çalışmada yüksek BMI ile safra taşı hastalığı arasındaki pozitif ilişki gösterilmiştir
(63) .Yaygın literatür bilgileri ile çelişmesine rağmen bulgumuzu destekler nitelikte çalışmalar
da mevcuttur. Kore‟de yapılan bir çalışmada obezite ile safra taşı arasındaki ilişki anlamlı
olarak bulunmamış olmasına rağmen yaş, insülin direnci bir risk faktörü olarak
tanımlanmıştır. Yine literatürde BMI ile safra taşı oluşumu arasında ters ilişki olduğunu
gösteren birkaç çalışma da mevcuttur (62)
.Yine de obezite ve safra taşı ilişkisi ister direkt ister
indirekt yollarla olsun kabul edilmiş bir fenomendir. Bizim çalışma sonuçlarımızla oluşan
çelişikliğin , örneklem sayısının kısıtlılığı ve oluşturulan kontrol grubunun hastaneye
55
başvuran ve çoğunlukla kronik bir hastalığı olan kişilerden oluşmuş olmasından
kaynaklandığı kanaatindeyiz.
1988 yılında Tanno ve arkadaşları tarafından yapılan çalışmalarda, safra taşlı
bireylerin serum trigliserid ve kolesterol düzeylerinin safra taşı saptanmayan vakalara göre
daha yüksek olduğu saptanmışlardı (14)
.Gerçekten de ileride yapılan diğer çalışmalar da
hiperkolesteroleminin artmış hepatik kolesterol sentezine yol açarak taş oluşumuna katkıda
bulunduğunu gösterir nitelikteydi. Yeni kuramlara göre safra taşı oluşumunda en önemli
aşama ,hepatik safranın kolesterolce hipersatüre olması ve çökelmesidir. Kajiyama ve
arkadaşları tarafından yapılan çalışmada saf kolesterol kökenli safra taşlarının oluşumunda
hipertrigliseridemi ve hiperkolestroleminin rol aldığı ve safranın kolesterolce süpersatüre hale
geldikten sonra taş oluşumunu başlattığı ortaya konulmuştur (72)
. Liew ve arkadaşlarının bir
çalışmasında safra taşı hastalığı ile serum kolesterol ve LDL kolesterol seviyeleri arasında bir
ilişki olduğu gösterilmiştir. Bizim çalışmamızda çalışma ve kontrol grubunun total kolesterol
düzeyleri ve LDL kolesterol düzeyleri arasında anlamlı bir farklılık gösterilememiştir
(p>0,05).Taş boyutu veya taşın tekli çoklu olması gibi sonuçlarla da total kolesterol ve LDL
düzeyleri arasında anlamlı ilişki bulunamamıştır (p>0.05).
Birçok çalışmada HDL düzeylerinin düşüklüğü ile safra taşı varlığı arasında bir
ilişki gösterilmiş olmakla beraber bunu doğrulamayan çalışmalar da mevcuttur. Bizim
çalışmamızda HDL kolesterol düzeyleri açısından çalışma ve kontrol grupları arasında
anlamlı bir farklılık tespit edilememiştir (p>0.05). Nervi ve arkadaşlarının yaptıkları
çalışmada, HDL kolesterol düzeyi açısından kontrol ve çalışma grubunda bir farklılık
saptanmamış ancak gerekli istatistiksel düzeltilmeler yapıldıktan sonra düşük HDL düzeyinin
bir risk faktörü olduğu gösterilmiştir. Düşük serum HDL düzeyinin apoprotein A1 in yüksek
katabolik hızına bağlı olduğu düşünülmektedir. Bu durum ise insülin direnci olgularında
sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Scragg ve arkadaşları yaptıkları çalışmada univariate
lojistik regresyon analizi ile her iki cinsiyet içinde HDL kolesterol seviyesinin safra taşı
varlığı ile ters orantılı olduğunu göstermişlerdir. HDL kolesterolle safra taşı mevcudiyeti
arasındaki bu ters ilişkinin açıklamasını Scragg ve arkadaşları HDL kolesterolün karaciğerde
kolesterol sentezini durdurması olarak açıklamaktadırlar. Diğer bir açıklama ise yüksek
orandaki HDL kolesterolün safraya salınması yerine safra asidi sentezinde kullanılıyor
olmasıdır. Mekanizması her ne şekilde olursa olsun düşük HDL düzeylerinin safra taşı
oluşumu ile ilişkili olduğu görüşü literatürde daha baskın görünmektedir.
56
Yine bir başka patolojik bağlantı VLDL düzeyleri için geçerlidir. Yapılan
gözlemlere göre VLDL düzeyi ile insülin direnci arasında bir ilişki bulunmaktadır. Bu
durumda yüksek düzeylerdeki VLDL artıklarının karaciğerde kalması, safra içerisindeki
kolesterolü süpersatüre hale getirmesi ve çökelmeyi sağlaması mümkündür. Nevri ve
arkadaşlarının yaptığı çalışmada safra taşı olan bireylerde kontrol grubuna nazaran daha
yüksek düzeyde VLDL oranına rastlanmıştır. Ancak biz çalışmamızda VLDL kolesterol
oranları açısından kontrol ve çalışma grubu arasında anlamlı bir fark
bulunmamaktaydı(p>0.05).
Literatürde hipertrigliseridemi ve safra taşı oluşumu arasında çelişik bulgular
mevcuttur.Zaten trigliseridemi ve safra taşı oluşumu arasındaki müspet ilişkiyi destekleyen
yazarlar da hali hazırda hipertrigliserideminin safra taşı oluşumundaki rolünü net biçimde
ortaya koymuş değillerdir. Önemli bir çalışmada Scragg ve arkadaşları artmış plazma
trigliserid düzeyini obeziteden bağımsız bir risk faktörü olarak tanımlamışlardır. Ancak bu
çalışmada Scragg ve arkadaşları artmış trigiserid oranlarını sadece genç bireylerde safra taşı
oluşumu için bir risk oluşturduğu saptanmışken, bununla uyumlu bir biçimde Einarsson ve
arkadaşları da tip 4 hiperlipoproteinemili bireylerde yaşla ters orantılı olarak safra taşı
sıklığının arttığını ortaya koymuşlardır. Bu verilerin aksine Ahlberg yaptığı çalışmada
trigliserid yüksekliğinin yaşla ilişkili olarak safra taşı sıklığında artışa yol açtığı yönünde
çalışma ve kontrol grupları arasında anlamlı bir fark bulamamıştır. Biz de çalışmamızda
çalışma ve kontrol grupları arasında trigliserid düzeyi açısından anlamlı bir fark bulamadık
(p>0.05).Yine artmış trigliserid düzeylerinin safra taşının çoklu veya tekli olması veya boyutu
ile ilişkisi ararsında da anlamlı bir fark tespit edilememiştir (p>0.05).
Daha önce de vurgulandığı gibi hipertrigliseridemi ile safra taşları oluşumunun nasıl
tetiklendiği ile ilgili mekanizma henüz net olarak aydınlatılabilmiş değildir. Hiç bir çalışmada
safra taşı ve hipertrigliseridemisi olan bireylerin artmış bir trigliserid sentezi olduğu veya
trigliseridlerin plazmadan temizlenmesinde yetersizlik olduğu gösterilememiştir. Ancak
bugün için geçerli olan ve tip IIb ve tip VI hiperlipoproteinemisi olan bireylerin gözleminden
oluşturulan hipoteze göre safra taşları oluşumunun trigliseridlerin artmış sentezi ile ilişkili
olduğu düşünülmektedir. Plazmada artmış trigliserid bulunan bireylerde sükroza karşı
gelişmiş bir hassasiyet mevcuttur. Yapılan çalışmalarda sükrozca zengin beslenen, safra taşı
olan ve pre β hiperlipoproteinemili olgularda bilier kenodeoksikolik asit düzeyinin
57
normolipidemik bireylere göre daha düşük olduğu gösterilmiştir. Ancak yine de safra taşları
ile dislipidemi arasındaki ilişki literatürde muğlâktır (61)
.
Nevri ve arkadaşları yaptıkları geniş tabanlı çalışmada safra taşı varlığı ile
ateroskleroz, viseral obezite, insülin direnci ve metabolik sendrom arasında bağlantılar
olduğunu göstermişlerdir. Yine birçok toplum temelli çalışmada da safra taşı hastalarında bazı
kardiovasküler hastalıkların daha sık olduğu gösterilmiştir.
İnsülin ve safra taşı oluşumu arasındaki ilişki ilk defa 1984 yılında Scragg ve
arkadaşları tarafından ortaya atılmıştır. Scragg ve arkadaşları yaptıkları hastane temelli vaka
kontrol çalışmasında, safra taşı olgularında her iki cinsiyette de trigliserid düzeyleri ne olursa
olsun açlık insülin düzeylerini daha yüksek olduğunu göstermişlerdir (7)
. Bir diğer çalışmada
ise safra taşı grubunda açlık insülin düzeyinin yüksek olduğu gösterilmiştir. Bir başka geniş
toplum temelli çalışmada klinik olarak belirlenmiş safra taşı hastalığı varlığının artan insülin
düzeyi ile ilişkili olduğu gösterilmiş olmakla beraber çalışma birçok karıştırıcı faktör olduğu
için uzun zamandır güvenilir kabul edilmemektedir.
Heaton ve arkadaşlarının batın USG kullanarak yaptıkları bir toplum temelli
çalışmada, diyabeti olmayan İngiliz erkeklerde yüksek insülin değeri olanlarda düşük plazma
insülin değeri olanlara nazaran iki kat daha fazla safra taşı hastalığı olma riski olduğunu
göstermişlerdir. Yine aynı çalışmada Heaton ve arkadaşları bu riskin özelikle kalça ve kol
çapı düzeyleriyle ilişkili olduğunu da ortaya koymuşladır (71)
.
Mexico City‟de yapılan bir başka çalışmada, safra taşı olan kadın hastaların kontrol
grubuna kıyasla daha yüksek bir insülin değerine sahip olduğu bulunmuştur. Ancak bu
çalışmada erkekler için aynı geçerlilik saptanamamıştır (68)
.Yine Ruhl ve arkadaşlarının
yaptığı geniş tabanlı çalışmalarda insülinemi ve safra taşı arasındaki ilişki aydınlatılmıştır. Bu
çalışmada insülinemi ile kadın cinsiyet arasında bir ilişki saptanırken erkek cinsiyet için
saptanamamıştır (70)
. Bizim çalışmamızda ise çalışma ve kontrol grupları arasında insülin
düzeyleri arasında anlamlı bir fark bulunmamakla beraber (p>0.05), safra taşı olan kadınların
insülin düzeylerinin safra taşı olan erkeklere göre daha yüksek olduğu gösterilmiştir (p<0.05).
Benzer şekilde Laakso ve arkadaşları yaptıkları çalışmada safra taşı olan bireylerde kontrol
grubuna nazaran daha yüksek seviyede insülin düzeyi saptamışlardır (69)
. Haffne ve
arkadaşlarınca yapılan San Antino Kalp Çalışmasında safra taşı sıklığının hiperinsülinemi ile
58
ilişkili olduğu gösterilmiştir (73)
.Yine Misciagni ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada insülin
düzeyleri ile safra taşı oluşumu arasında bir ilişki saptanmıştır.
Çalışmamızda HOMA –IR formülü vasıtası ile insülin direnci ölçülmüştür. HOMA
IR düzeyi > 2.5 olan olgularda insülin direncinin olduğu kabul edilmiştir. Çalışma sonucunda
çalışma ve kontrol grubunda HOMA IR değerleri arasında anlamlı bir farklılık saptanmıştır
(p<0.05). Kore‟de yapılan geniş katılımlı bir çalışmada serum insülin, glukoz, trigliserid
düzeyleri, HOMA IR indeksleri ve BMI ile safra taşı hastalığı arasında ilişki saptanmıştır(64)
.
Nevri ve arkadaşları Hispanik kökenli bireyler üzerinde yaptığı bir çalışmada insülin direnci,
serum CRP konsantrasyonları ve safra taşı oluşumu arasında bir ilişki saptamışlardır (67)
.
Nevri ve arkadaşlarının yaptıkları bu çalışmada normal vücut ağırlığı olan safra taşlı
bireylerde insülin direnci saptanmıştır. Nevri ve arkadaşları bu durumu, insülinin karaciğerde
kolesterolün aşırı doygunluğa ulaşmasını sağladığı ve yine insülinin safra kesesindeki
yangısal olayları tetiklemek suretiyle safra kesesinde mukus oluşumuna yol açarak, safra
hareketlerini bozması ile açıklamaktadırlar. Bütün bu değişiklikler neticesinde küçük nüveler
oluşmakta ve daha sonra bu nüveler çökelmenin etkisiyle makroskopik olarak gözlenebilen
taşları oluşturmaktadırlar.
Toplum temelli çalışmalar hiperinsülinemi ve insülin direncinin özellikle kadınlarda
safra taşı hastalığı ile ilgili olduğunu işaret etmektedir. Safra taşı olan kadın hastalarda daha
yüksek bir serum insülin düzeyi, yüksek HOMA IR değeri ve düşük HOMA beta hücre
fonksiyonu olduğu gösterilmiştir. Çalışmamızda literatüre uyumlu olacak biçimde gerek erkek
ve gerekse kadınlarda insülin direncinin olduğu gösterilmiştir. Bu durum sıklıkla abdominal
obezite ile de ilişkili olabilir. Hiperinsülinemi ve safra taşı oluşumu arasındaki ilişkinin
nedeni net olarak aydınlatılabilmiş değildir.Ancak hiperinsülineminin azalmış bir safra
motilitesine ve artmış safra doygunluğuna yol açtığı ve bu durumunda taş oluşumunu
tetiklediği ileri sürülmektedir.Diyabetik bireylerde safra kesesi motilitesinde azalma olduğu
ve safra taşı oluşumunun arttığı kanıtlanmış bir gerçektir. Bu duruma insülinin kolesistokinin
tarafından uyarılan safra hareketlerini azaltma yönündeki etkisi neden olabilir.Diğer bir
olasılık ise abdominal yağ dokusunun hiperinsülinemiye yol açması ve eş zamanlı olarak safra
taşlarının bireylerde bulunması olabilir.
Dünya literatüründe ilk defa çalışmamızda safra taşlarının multipl veya tekli olması
ve taş boyutları ile diğer parametreler arasındaki ilişkide irdelenmiştir. Yaptığımız analizlerde
59
taş boyutu ile kolesterol düzeyleri, LDL kolesterol, VLDL kolesterol ve HDL kolesterol
düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki saptanamamıştır (p>0,05).Yine trigliserid düzeyi ile safra
taşının tekil veya çoklu olması ve boyu arasında bir ilişki saptanamamıştır (p>0,05). Ancak
safra taşlarının tekil ve daha büyük olması ile insülin düzeyi arasında anlamlı bir ilişki
sözkonusu idi (p<0,05).Yine HOMA IR düzeyleri yüksek olan bireylerde tekli ve büyük safra
taşları oluşmaktaydı (p<0.05). Bunun temel nedeninin fizyolojik olarak insülinin, safra
motilitesini azaltması, safra içerisindeki kolesterolün aşırı doygunluğuna yol açması olarak
düşünüyoruz. Yine safra içerisindeki aşırı doygun kolesterol nüveleşmekte ve çökelmekte bir
yandan hipokinetik safra kesesi ve diğer taraftan hiperinsülinemi sonucu oluşan aşırı
kolesterol doygunluğu ile çöken nüvelerin büyümesi tetiklenmektedir. Öte yandan insülin
düzeyindeki yükseklikler safra kesesi içerisindeki yangısal durumları tetiklemekte ve aşırı
mukus salgısı ile bu taşların büyümesine yol açmaktadır.
60
10.Sonsöz
Yaygınlığı, tedavi masrafları ve oluşturduğu komplikasyonlar nedeniyle önemli bir
toplum sağlığı problemi olan safra kesesi taşı hastalığının Türkiye‟deki sıklığı net olarak
bilinmemekle beraber batı toplumlarındaki sıklığa yakın olduğu söylenilebilir.
Birçok değişkenin safra taşı oluşumunda rol aldığı ortaya konsa da hala net bir faktör
tanımlanabilmiş değildir.Ancak tıbbın temelini oluşturan gözlemler safra taşı hastalığının
özellikle obez, kırk yaş üstü kadınlarda olduğu gerçeğini vurgulamaktadır. Özellikle diyabet
ve obezitenin safra taşları, özellikle kolesterol nedenli safra taşları, açısından bir risk faktörü
olduğu artık üzerinde tartışılmayan bir gerçektir. Çalışmamızda da yaşla, cinsiyetle ve obezite
ile ilişkili parametreler ve bunların safra taşı ile olan müspet ilişkileri bir kez daha ortaya
koyulmuştur.
1940 „ lı yılların başından beri bilinen, kadın cinsiyette safra taşı sıklığının daha fazla
olduğu gerçeği bizim çalışmamızda da tekrar teyit edilmiştir. Obezite ve hiperlipideminin
safra taşı oluşumunu etkilediği yönündeki bulgularla çalışmamız sonuçlarındaki çelişkinin ise
örneklem küçüklüğü nedeniyle ve araştırmanın toplum temelli olarak yapılmaması nedeniyle
olduğu düşüncesindeyiz.
İnsülinin safra taşlarının oluşumunda ve büyümesinde etkisi olup olmadığı ise hali
hazırda kafa karıştırıcı bir durumdur. Çalışmalardan bazıları insülinin safra taşı oluşumunda
bir risk faktörü olduğunu gösterirken bazı çalışmalara göre insülin bir risk faktörü değildir.
Bizim çalışmamızda amacımız sadece insülinin safra taşı oluşumundaki etkisini araştırmak
değildi. Dünyada ilk defa insülin düzeyi ile safra taşlarının çoklu veya tekil oluşma eğilimi
arasındaki ilişki ve safra taşının büyüklüğünün insülin düzeyi ile ilişkisi olup olamayacağı
sorusuna da yanıt aradık.
Çalışmamız kısıtlılıklarına rağmen insülinin safra taşı oluşumunda bir risk faktörü
olduğunu gösterse de insülin düzeyinin tekli taş oluşumu ile ilişkisi olduğu ve safra taşının
büyüklüğünün insülin düzeyi ile ilgileşim gösterdiği bu çalışma ile ortaya konulmuş oldu.
Ancak vaka sayısındaki yetersizlik dikkate alındığında bu alanda daha geniş tabanlı
çalışmaların yapılması gerektiği de ortadadır.
Safra taşlarının oluşumundaki gizem hâlihazırda devam etmektedir. Etiyolojisinin
multifaktöryel olması nedeniyle daha uzun bir zaman araştırmacıların kafasını karıştıracak
gibi görünmektedir.
61
11. Referanslar
1. National Institutes of Health Consensus Development Conference Statement on
Gallstones and Laparoscopic Cholecystectomy. Am J Surg 1993; 165: 390-398
2. de Leon MP, Ferenderes R, Carulli N. Bile lipid composition and bile acid pool size in
diabetes. Am J Dig Dis 1978; 23: 710-716
3. Zakaria S., Zaheer S., Donohue JH. Bilier Taş Hastalığı. Mayo Clinic Gastrointestinal
Sistem Cerrahisi .225-245. Nobel Tıp Kitapevleri. 2004.İstanbul.
4. Sanaç Y. Safra Kesesi. Temel Cerrahi. 1372 -1380. Güneş Kitapevi.2004.Ankara.
5. Kumar P.,Clark M. Liver,biliary tract and pancreatic disease.Clinical Medicine 5th
edition. 335-405.Elsevier Science Limited.2002.UK.
6. Moore K.L, Dalley A.F.Biliary ducts and gallstone.Clinical oriented anatomy 4th
edition.272-277.Lippincott Williams&Wilkins. 1999.USA.
7. Scragg RKT.,Calvert GD.,Oliver RJ. Plasma Lipids and insülin in gall stone disease: a
case control study.B Med J 1984;289:521-525.
8. Scragg RKT , et al. Diet, alchol and relative weight in gall stone disease; a case control
study.B Med J 1984 ; 288(14): 1113-1119.
9. Jorgensen T. Gallstones in a Daniah population; Relation to weight,physical activity,
smoking,cofee consumption and diabetes mellitus. Gut 1989 ;30(4): 528-534.
10. . Freeman J.N., et al.: Analyses of gallblader in morbid obesity. Am. J. Surg. 129: 163-
166, 1975
11.Mundth E.D. Cholecystits and Diabetes mellitus. N. Eng. J. M. 317:642-646, 1985.
12.Menteş N.K. Klinik Gastroenteroloji Cilt 2 Bölüm 57 : 810-818 ,Sanem Matbaası.İzmir
1983.
13.Tanno N.,Koizumi M., The relationship between cholelithiasis and diabetes mellitus
discussion of age, obesity,hiperlipidemia and neuropathy, Tohoku J. Exp.Med. 154: 11-20,
1988.
14.Tanno N.,Koizumi M.,Goto Y. The relationship between cholelthiasis and diabetes
mellitus: Discussion of age,obesity,hyperlipidemia and neuropathy. Tohoku J Exp Med
1988;154 : 11-20.
15. 26. Blomm A.A.,Stochenfeld R., Diabetic Cholecystomegaly, J.A.M.A, 408: 357-359,
1985.
62
16. 27. Chaudhuri T.,K., Fink S.,Palmer J.,D.,K., Clues to gallbladder dysfunction in
patients with diabetic neuropathy.Am. J. Gastroenterol.83: 587,1988.
17. Ikard RW. Gallstones ,cholecystitis and diabetes. Surgery 1990; 171: 528-532.
18. Paumgartner T., Saverbruch T. Gallstones: Pathogenesis .The Lancet 1991; 8777: 1117-
1121.
19. Strasberg SM., Toth JL.,Gallinger S., Harvey PRC. High protein and total lipid
concentration are associated with reduced metastability in an early stage of cholesterol
gall stone formation.Gastroenterol 1990; 98: 739-746.
20. Carel T. Serum lipids and gallstones : A case control study.Gastroenterol 1990:99;843-
849.
21.Ganong F W.,Gastointestinal fonksiyonun düzenlenmesi.Tıbbi Fizyoloji.614-626.Barış
Kitapevi,İstanbul 1996.
22. Schriever CU.,Jungst D. Association between cholesterol phospholipid vesicles and
cholesterol crystals in human gallbladder bile.Hepatology 1989;9 (4):541-546.
23. Metzger AL.,Heymfield S.,Goundy SM. The lithogenic index a numerical expression
fort he relative lithoenicity of bile. Gastroenterol 1972; 62: 499-501.
24.Thomas PJ, Hofmann AF. A simple calcification of the lithogenic index of bile
expressin biliary lipid composition on rectangular coordinates.Gastroenterol
1973;65:698-700.
25. Bennion CJ. Risk factors fort he development of cholelythiasis in man.NEJM 1978;
229(22):1221-1227.
26.Bouchier AD.,Cooperband SR.,Al Kodsi BM. Mucous substances and viscosity of
normal and pathological human bile.Gastronterol 1985;79: 343-353.
27.Groen AK.,Noordam C.,Drapers JAG.,Egbers P., et al.Isolation of potent cholesterol
nuclation promoting activity from human gallbladder bile: role in pathogenesis of
gallstone disease.Hepatology 1990;11:525-533.
28. Lee SP.,Nichols JR.Nature and composition of biliary sludge.Gastroenterol
1986;90:677-687.
29.Smith BF.,La Mont JT.Identification of gallbladder mucin biluribin complex in human
cholesterol gallstone matrix. J Clin Invest 1985;76:439-445.
30.Sherlock S., Dooley J.Diseases of liver and biliary system: 562-592.Blackwell Scientific
Publications.London 1993.
63
31.Festi D.,Parabboni R.,Bazzoli F., et al.Gallbladder motility in cholesterol gallstone
disease.Effect of ursodeoxycholic acid administration and gallstone
dissosulition.Gastroenterol 1990;98:1779-1785.
32.Strasberg SM.,Toth JL.,Gallinger S.,Harvey PRC. High protein and total lipid
concentration are associated with reduced metastability in an early stage of cholsterol
formation. Gastroenterol 1990;98:739-746.
33.Holleman F, Hoekstra J. Insulin Lispro. N Engl J Med, 1997, 17: 176-182.
34. Canadian Lispro Study Group; Ross SA, Zinman B, Campos RV, Strack T. A
comparative study of insulin Lispro and human regular insulin in patients wirh type 2
diabetes mellitus and secondary failure of oral hypoglycemic agents. Clin Invest Med,
2001, 24: 292-298.
35. Chobanian AV, Bakris GL, Black HR, Cushman WC, Green LA, Izzo JL et al. The
seventh report of the joint national committee on prevention, detection, evaluation, and
treatment of high blood pressure. The JNC 7 Report. JAMA 2003;289:2560-72.
36. Wilson PW, D'Agostino RB, Sullivan L, Parise H, Kannel WB. Overweight and obesity
as determinants of cardiovascular risk: the Framingham experience. Arch Intern Med
2002;162:1867-72.
37. Hall JE. Renal and cardiovascular mechanisms of hypertension in obesity.
Hypertension,1994;23:381-94.
38. Matthews DR, Hosker JP, Rudenski AS, Naylor BA, Treacher DF, Turner RC:
Homeostasis model assessment: insulin resistance and beta-cell function from fasting
plasma glucose and insulin concentrations in man. Diabetologia 28:412–419, 1985
39. Tara M. Wallace, MD, Jonathan C. Levy, MD and David R. Matthews, MD: Use and
Abuse of HOMA Modeling. Diabetes Care 27:1487-1495, 2004
40. Diehl AK. Epidemiology and natural history of gallstone disease. Gastroenterol Clin
North Am 1991; 20: 1-19.
41.Sandler RS.,Everhart JE.,Donowitz M.,Adams E.,Cronin K.,Goodman C.,Gemmen E., et
al.The burden of selected digestive diseases in the US.Gastroenterol 2002;122:1500-1511.
42. Apstein MD, Carey MC. Pathogenesis of cholesterol gallstones: A parsimonious
hypothesis.Eur J Clin Invest 1996; 26: 343-352
43.Onodera H.,Chida N.,Abe M., et al.Ultrasonic mass survey for liver, biliary tract and
pancreatic diseases : A detection of gallbladder diseases.J Gastroent Mass Survey 1987;
74:41-47.
64
44. Nicholas J. Shaheen, Richard A. Hansen, Douglas R. Morgan,Lisa M. Gangarosa,
Yehuda Ringel, Michelle T. Thiny, Mark W. Russo, Robert S. Sandler. The Burden of
Gastrointestinal and Liver Diseases, 2006.Am J Gastroenterol.;101:2128-2138.
45. Russo MW, Wei JT, Thiny MT et al. Digestive and liver diseases statistics.
Gastroenterology 2004; 126: 1448e1453.
46. Aerts R & Penninckz F. The burden of gallstone disease in Europe. Aliment
Pharamacol Ther 2003;18(supplement 3): 49e53.
47. American Gastroenterological Association. The burden of gastrointestinal diseases.
Bethesda, (MD):The American Gastroenterological Association; 2001.
48. Sampliner RE, Bennett PH, Comess LJ et al. Gallbladder disease in Pima Indians:
demonstration of high prevalence and early onset by cholecystography. N Engl J Med
1970; 283: 1358e1364.
49.Schaffer E. Epidemiology of gallbladder stone disease Eldon Bet Practice & Research
Clinical Gastroenterology 2006; 20(6): 981-996
50. Juvonen T, Krevinen K, Kairaluoma MI et al. Gallstone cholesterol content is related to
apolipoprotein E4 polymorphism. Gastroenterology 1993; 104: 1806-1811
51. Tsai C-J, Leitzmann MF, Willett WC et al. The effect of long-term intake of cis
unsaturated fats on the risk for gallstone disease in men. Ann Intern Med 2004; 141: 514-
522.
53.Rutgeerts P, Ghoos Y, Vantrappen G et al. Biliary lipid composition in patients with
nonoperated Crohn’s disease. Dig Dis Sci 1986; 31: 27-32.
54. Kennedy TM & Jones RH. Epidemiology of cholecystectomy and irritable bowel
syndrome in a UK population. Br J Surg 2000; 87: 1658-1663.
55. Pagliarulo M, Fornari F, Fraquelli M et al. Gallstone disease and related risk factors in
a large cohort of diabetic patients. Dig Liver Dis 2004; 36: 130-134.
56. Diehl AK. Cholelithiasis and the insulin resistance syndrome. Hepatology 2000; 31:
528-530.
57. The Rome Group for Epidemiology and Prevention of Cholelithiasis (GREPCO). The
epidemiology of gallstone disease in Rome, Italy. Part II. Factors associated with the
disease. Hepatology 1988; 8: 907-913.
58.Worthington HV, Hunt LP, McCloy RF et al. Dietary antioxidant lack, impaired
hepatic glutathione reserve, and cholesterol gallstones. Clin Chim Acta 2004; 349: 157-
165.
65
59. Conte D, Fraquelli M, Fornari F et al. Close relation between cirrhosis and gallstones:
Cross-sectional and longitudinal survey. Arch Intern Med 1999; 159: 49-52.
60. Jorgensen, T. Gall stones in a Danish population: fertility period,pregnancies, and
exogenous female sex hormones. Gut 1988; 29:433-439
61. Chen C., Huang H.,Yang J.,Nien,C., et al. Prevalence and risk factors of gallstone
disease in an adult population of Taiwan: an epidemiological survey.Hepatology
2006;21:1737-1743.
62. Salinas G, Velasquez C, Saavedra L et al. Prevalence and risk factors for gallstone
disease. Surg. Laparosc. Endosc. Percutan. Tech. 2004; 14: 250–253.
63. Tung T., Ho H., Shih H., Chou P., et al. A population-based follow-up study on
gallstone disease among type 2 diabetics in Kinmen, Taiwan. World J Gastroenterol 2006
; 28; 12(28): 4536-4540
64. Kim JM, Lee HL, Moon W, Koh DH, Lee OY, Yoon BC, Choi HS, Hahm JS, Lee MH,
Lee DH, Ahn YH. Association between insulin, insulin resistance, and gallstone disease in
Korean general population.Korean J Gastroenterol 2007;50(3):183-187.
65.Angel A.,Roncari DAK.Medical complication of obesity.Canad J Med Sci
1978;119:1408-1411.
66. Misciagna G, Guerra V, Di Leo A, Correale M, Trevisan M.Insulin and gall stones: a
population case control study in southern Italy. Gut 2000;47:144–147
67.Nevri F., Miquel FJ., Alverez M., Ferreccio C., et al. Gallbladder disease is associated
with insulin resistance in a high risk Hispanic population. Journal of Hepatology
2006;45: 299–305
68. Gonzalez Villalpando C, Rivera Martinez D, Arredondo Perez B,Martinez Diaz S,
Gonzalez Villalpando ME, Haffner SM, Stern MP.High prevalence of cholelithiasis in a low
income Mexican population:an ultrasonographic survey. Arch Med Res 1997; 28: 543-7.
69.Laakso M.,Suhonen M.,Jılkunen R.,Pyolara K. Plasma insulin, serum lipids and
lipoproteins in gallstone disease in non insulin dependent diabetic subjects: a case
control study.Gut 1990;31:344-347.
70. Ruhl CE, Everhart JE. Association of diabetes, serum insulin, and C-peptide with
gallbladder disease. Hepatology 2000; 31: 299-303.
71. Heaton KW, Braddon FE, Mountford RA, Hughes AO, Emmett PM. Symptomatic and
silent gall stones in the community. Gut 1991;32: 316-20.
66
72.Kajiyama G.,HorichuiI.,Yamada K,Kubota S.Levels of serum and biliary lipids and
their composition in patient with purecholesterol and mixed gallstones.Hiroshima J Med
Sci 1982;31:11-19.
73. Haffner SM, Diehl AK, Mitchell BD, Stern MP, Hazuda HP. Increased prevalence of
clinical gallbladder disease in subjects with non-insulin-dependent diabetes mellitus. Am
J Epidemiol 1990; 132: 327-35.
74. Beyler A.R, Uzunalimoğlu Ö.,Gören A. ve ark.Türkiye’de normal popülasyonda safra
taşı sıklığı. The Turkish Journal of Gastroenterology 1993;4(3):434-437