kıymetli okuyucularımız! - somuncu baba dergisi

21

Upload: others

Post on 15-Oct-2021

16 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Kıymetli Okuyucularımız! - Somuncu Baba Dergisi
Page 2: Kıymetli Okuyucularımız! - Somuncu Baba Dergisi
Page 3: Kıymetli Okuyucularımız! - Somuncu Baba Dergisi

Kıymetli Okuyucularımız!

Şefkat ve rahmet Allahu Teâlâ’nın sıfatlarıdır. İşte bu güzel sıfatların dünyadaki tecellisi, yeryüzü-nü sevgi yumağına çevirmekte, insanların gönlünü, özellikle annelerin kalbini çepeçevre sarmaktadır. Ka-dınlardaki şefkat duygusu Allah’ın lütfu olarak fıtrîdir, yani yaratılıştandır. Anneler şefkatleriyle çocuklarını gü-zelce terbiye eder, besler, büyütür, eğitirler. Annelik şefkati sadece insanlarda değil hayvanlarda bile yüksek bir hâlde te-celli etmektedir. Nitekim bir defasında ashabdan biri bir çocukluk hatırasını anlatırken der ki:

- Çalılıkta dolaşırken bulduğum bir kuş yuvasından yavruları alıp koynuma koymuştum. Tam bu sırada, yavruların annesi başımın üstünde dolaşmaya başladı; acıdım, yavruları bırak-mak için gömleğimi açmaya çalıştığım sırada kuş hemen koynumdaki yavruların yanına daldı, kanatlarını yavruları üzerine gerip kollamaya başladı.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in buna sorusu şöyle oldu:

- Bu annenin yavrularına bu kadar acıması sizi hayrete mi düşürdü?

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) daha sonra şunu ilave etti:

- Hiç şüpheniz olmasın, Allah (c.c.)’ın kullarına acıması, bu annenin acımasından (kıyas kabul etmeyecek derecede) fazladır.

Bir defasında kadının biri çocuğunu kaybetmiş, deli gibi bir oraya bir buraya koşuyor, yavru-sunu arıyor, bulduğu yabancı çocukları da bağrına basıp hemen oracıkta emdiriyordu. Kadının bu heyecanını gören Peygamber Efendimiz (s.a.v.) yanındakilere sordu:

- Böylesine şefkatli şu kadın hiç yavrusunu ateşe atar mı?

- Atmaz, dediler.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de tasdik etti:

- Ben de öyle biliyorum, atmaz, dedikten sonra buyurdu ki:

- İşte Allah (cc) da bu kadından çok fazla merhametlidir. Kullarını ateşe atmaz, onlar ken-dilerini ateşlik amelin içine atmadıkça!

Evet, evet. Allah (c.c.), kullarını ateşe atmaz, kullar kendilerini ateşlik işin içine atmadıkça!

İnsanların şahsî hesapları, devletlerin kendi gele-cekleri uğruna insanlığı hiçe saydığı, şefkat ve mer-hamet duygularının yok olmaya yüz tuttuğu, savaş ortamlarında çocukların çilelere maruz kaldığı günümüzde, lütfen kalbimizi yoklayalım.

Editör’den...

1

Page 4: Kıymetli Okuyucularımız! - Somuncu Baba Dergisi

www.somuncubaba.net [email protected]

Somuncu Baba Dergisi’nin Ücretsiz Ekidir.

İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın YönetmeniKemal DEMİR

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüM. Hulusi ERDEMİR

Yayın EditörüMusa TEKTAŞ

Yayın KuruluProf. Dr. Nihat ÖZTOPRAK, Prof. Dr. Ali YILMAZ

Prof. Dr. Sebahat DENİZ, Prof. Dr. Bilal KEMİKLİProf. Dr. Abdullah KAHRAMAN,

Prof. Dr. Ali AKPINAR

Grafik Tasarım ve UygulamaZehra IŞIK

Yapım

www.grafiturk.com.tr

BaskıSalmat Basım Yay. Ambalaj San. Ltd. Şti.

Tel: (0312) 341 10 24 • Faks: (0312) 341 30 50

Basım-Yayım-Dağıtım-PazarlamaVİSAN İktisadi İşletmesi

Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad.No: 71 (44700) Darende / MALATYA

Tel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79

MART 2015 / YIL: 21 - SAYI: 173

grafitürkDesing Media

Şefkat ve Merhamet

Müslüman Genç Kız Nasıl Olmalı?

Hulûsi Efendi’nin Düğün Günü

Hattat Hİal KAZAN ile Röportaj-2

Bebekler Büyürken

Hz. Aişe (r.ah)Validemizin Üstünlüğü

Çocukların Bilinçaltlarına Korkuları Biz mi Yerleştiriyoruz?

Erkek ve Kadının Tesettürü

Prof. Dr. Osman TÜRER

Büşra Sümeyye YILDIZ

Raziye SAĞLAM

Naciye Dilruba TEKTAŞ

Prof. Dr. Sefa SAYGILI

Asuman Kolsuz SEYYAR

M. Emin KARABACAK

Emine Büşra YÜKSEL

4

18

8

22

10

26

14

30

Aile EkiYıl: 1 Sayı:3

2 3

Page 5: Kıymetli Okuyucularımız! - Somuncu Baba Dergisi

Şefkat ve

MerhametBir anne kuşun yavrusunu beslerken, onu tehlikelerden korurken göstermiş olduğu

akıllara durgunluk veren gayret ve fedakârlık; yırtıcı bir hayvanın, yavrularını ve hemcinslerini koruma adına, hayatını tehlikeye atarcasına ortaya koyduğu mücadele; yine bir annenin evlâdını büyütüp yetiştirirken sergilediği sevgi, şefkat, merhamet ve fedakârlık örnekleri, onların fıtratlarına Cenab-ı Hak tarafından yerleştirilen sevgi ve

merhamet duygusunun fiiliyata dökülmesinden başka bir şey değildir.

Prof. Dr. Osman TÜRER

Cenab-ı Hakk’ın her bir isim ve sıfa-tının varlık âleminde bir tecellîsi söz ko-nusudur. O’nun yüce isimlerinden biri de Rahman’dır. Her besmele çekişimizde zikrettiğimiz bu isim, Allahu Teâlâ’nın ya-ratmış olduğu her varlığa rahmet ve mer-hametle muamele edişini ifade eder. Yüce Mevlâ, mahlûkata merhametiyle muamele ettiği gibi, onların fıtratına sevgi, şefkat ve merhamet duygusunu da yerleştirmiştir. Canlı ve cansız tüm varlık âlemini ayak-ta tutan ve devamını sağlayan şeyin, fıt-ratlara yerleştirilen bu duygu olduğunu söyleyebiliriz. Etrafımıza ibret nazarıyla baktığımızda, tüm canlılarda muhteşem bir sevgi ve merhamet ilişkisinin cereyan ettiğini görürüz. En basit canlıdan en vahşî olduğu sanılan hayvanlara ve en mükem-mel varlık olan insana varıncaya kadar tüm canlılarda, hayat âdeta sevgi ve merhamet üzerine kurulmuştur. Varlıkların neslinin devamı temelde bir sevgi ilişkisine dayan-dığı gibi, onların varlıklarını idame ettire-bilmeleri de yine aralarındaki sevgi, şefkat ve merhamet ilişkisiyle sağlanmaktadır. Televizyonlarda zaman zaman yayınlanan belgesellerde çok enteresan örneklerini izlediğimiz, en basitinden en vahşisine, hayvanlar âlemindeki sevgi ve merhamet ilişkileri karşısında hayranlık duymamak mümkün değildir. Bir anne kuşun yavrusu-nu beslerken, onu tehlikelerden korurken göstermiş olduğu akıllara durgunluk veren gayret ve fedakârlık; yırtıcı bir hayvanın, yavrularını ve hemcinslerini koruma adına, hayatını tehlikeye atarcasına ortaya koydu-ğu mücadele; yine bir annenin evlâdını bü-yütüp yetiştirirken sergilediği sevgi, şefkat, merhamet ve fedakârlık örnekleri, onların fıtratlarına Cenab-ı Hak tarafından yerleş-tirilen sevgi ve merhamet duygusunun fiili-yata dökülmesinden başka bir şey değildir.

Bir başka ifadeyle, her bir varlık çeşidi, ilâhî sevgi ve merhametten kendi payına düşeni almıştır. Hakk’ın sesine kulak vermek onun yolunda yürüyerek insanlığını gerçekleş-tirmek ve ebedî saadete erişmektir. İşte bu noktada, eğitimin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. İnsanoğlu her yönden eğitilmeye muhtaç bir varlıktır. Özellikle de irade ve gönül eğitimi bu anlamda çok önemlidir. Az önce ifade ettiğimiz gibi, bü-tün peygamberlerin gerçek misyonu, üm-metleri nezdinde bu eğitim işini gerçekleş-tirmekten ibarettir.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ümmetine ka-zandırmaya çalıştığı insanî ve ahlâkî değer-lerin en önemlilerinden biri de, sevgi, şef-kat ve merhamet duygusudur. Gerek onun

4 5

Page 6: Kıymetli Okuyucularımız! - Somuncu Baba Dergisi

getirmiş olduğu İslâm dininin telkin ettiği ahlâkî ve manevî değerlere gerekse bizati-hi kendi hayatında ve insanlarla ilişkilerin-de sergilemiş olduğu prensiplere baktığı-mızda, insanlara kazandırılmaya çalışılan temel değerlerin şu iki hedefte temerküz ettiğini görmekteyiz:

1. Allahu Teâlâ’ya lâyıkıyla kulluk.

2. Mahlûkata ve insanlara şefkat ve merhametle muamele.

Bütün İslâmî öğretilerin özünü bu pren-sipler oluşturmaktadır diyebiliriz. Nitekim Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) de, Allah’a karşı tavırlarında “gerçek bir kul” olmanın yanında, mahlûkata ve insanlara yönelik davranışlarında da tam bir “şefkat ve mer-hamet âbidesi” idi. Hz. Peygamber (s.a.v.) bizlere, ilâhî rahmet ve merhamete maz-har olmanın yolunun merhametli olmak-tan geçtiğini öğretmektedir. O’nun Allah yolunda yapmış olduğu savaşların bile te-melinde merhamet duygusunun yattığını söylemek mümkündür. Çünkü o, insanlara İslâmî ve insanî değerleri kazandırmanın önündeki engelleri kaldırmak üzere sa-

vaşmıştır. Yoksa asla zulüm, zorbalık ve kan dökme adına savaşmamıştır. Kısacası, Efendimiz (s.a.v.) şefkat ve merhamet ek-seninde bir hayat yaşamış ve ümmetine de bunu tavsiye etmiştir. Bugün dünyanın pek çok bölgesinde savaş, zulüm, baskı ve tahakkümler yaşanıyor, insanlar ara-sında kin, nefret, düşmanlık ve kavgalar kol geziyorsa, bunun yegâne sebebi, in-sanların Allahu Teâlâ’nın ve O’nun kutlu elçisi Hz. Peygamber (s.a.v.)’in çağrısına kulak tıkaması ve İslâm’ın öğrettiği insanî, ahlâkî ve manevî değerlerin insan ve top-lum hayatından dışlanmış olmasıdır. İn-sanî ve manevî değerlerden, sevgi, şefkat ve merhamet duygularından soyutlanmış insanların, şahsî çıkarları uğruna yapama-yacakları kötülük yoktur. Bu değerlerden yoksun insanlar, Allah’ın kendilerine bah-şettiği akıl gibi bir nimeti de kullanarak, en tehlikeli varlık hâline gelebilmektedirler. İşte bu gerçeğin farkında olan ve her hu-susta Rasûlullah (s.a.v.)’ı örnek alan Allah dostu kâmil ve fâzıl şahsiyetler, insanları ciddî bir nefis terbiyesinden geçirerek, onlara sürekli sevgi, şefkat ve merhameti telkin etmeyi şiar edinmişlerdir. Onlar, ilâhî

rızayı kazanmanın yolunun bu duyguların hayata hâkim olmasından geçtiğini; bütün bu duyguların temelinde de, Allah (c.c.) sevgisinden kaynaklanan varlık ve insan sevgisinin yattığını öğretmeye çalışmış-lardır. Yunus Emre, “Yaratılanı hoş gördük Yaratan’dan ötürü.” sözüyle bu gerçeği dile getirmiştir. Onun şu beyitleri de, aynı duy-gu ve düşüncenin tezahüründen başka bir şey değildir:

Gelin tanışık idelim, işin kolayın tutalım,

Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz.

Ben gelmedim dâvâ için, benim işim sevi için,

Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim.

Hacı Bektâş-ı Velî de, felsefesinin teme-linde yatan sevgiyi bir dörtlüğünde şöyle ifa-de eder:

Sevgi, muhabbet kaynar yanan ocağımızda,

Bülbüller şevke gelir, gül açar bağımızda,

Hırslar, kinler yok olur aşkla meydanımızda,

Arslanlarla ceylanlar dosttur kucağımızda!

Allah dostlarının insanlarla sevgi mer-kezli ilişkilerinde temel prensipleri, “in-citmemek ve incinmemek” olmuştur. Bir şairimiz bu prensibi şiir diliyle şöyle ifade etmiştir:

Cihân bâğında ey âkıl, budur makbûl-i ins ü cin,

Ne kimse senden incinsin, ne de sen kim-seden incin

Alvarlı Efe diye meşhur olan Muham-med Lütfî Efendi, kimseyi incitmemenin önemini bir şiirinde nakarat hâlinde söyle-diği, “Sakın incitme bir cânı, yıkarsın arş-ı Rahmân’ı!” beytiyle dile getirirken;

Darendeli Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.) de aynı tavrı:

Sakın nefsine uyup bir cân incitmeyesin,

Hüsn-i edebi koyup bir cân incitmeyesin!

Hepsi kardaşlarındır, yolda yoldaşlarındır,

Hâlde hâldaşlarındır, bir cân incitmeyesin!

Beyhûde cânın sıkıp insanlığından çıkıp,

Dil kâ’besini yıkıp bir cân incitmeyesin!

dizeleriyle insanlara tavsiye etmektedir. O, aynı anlayışla, bir başka şiirinde de şu nasihatleri yapmaktadır:

İncitme sen kimseyi, kimseye incinme hem,

Güler yüzlü, tatlı dilli, her ağzın balı ol

Güneş gibi şefkatli, yer gibi tevâzûlu,

Su gibi sehâvetli, merhametle dolu ol!

Kısacası, toplumsal barış, huzur ve kar-deşliği tesis etmenin yegâne yolu, insanla-rın benlik duygusundan sıyrılarak gerçek anlamda sevgi, şefkat ve merhamet duy-gusunu içlerine sindirmelerinden geçmek-tedir. Bu da ancak, ciddî, kapsamlı ve uzun vadeli dinî ve manevî bir eğitim sayesinde gerçekleşebilir.

6 7

Page 7: Kıymetli Okuyucularımız! - Somuncu Baba Dergisi

Hulûsi Efendi’nin

Düğün Günü

Naciye Hanım, gözlerinde biriken yaşları silerken, yüreğinin bir tarafında da garip bir heyecan vardı. Darende ve

çevresinde herkesin sevip “Efendi” diye saygı gösterdiği Seyyid Osman Hulûsi Efendi’ye eş oluyordu. Bu büyük bir

sorumluluktu ama bir o kadar da güzeldi.

Raziye SAĞLAM

Düğün günü yaklaştıkça, Naciye’nin heyecanı da artıyordu. Yenicelioğlu Meh-met Efendi:

- Hatip Efendi gardaşım! Nişandı düğündü derken, fazladan bir sıkıntıya girme-yin. Bu bizi de üzer, diye konuştu.

Hatip Efendi, dünürünün böyle anlayışlı olmasından çok memnun olmuştu. “Asil insanın hâli başka. Yol yordam biliyor ne de olsa.” diye düşündü.

Bütün hazırlıklar yapılıp düğün gününe gelindiğinde, Osman Hulûsi Efendi’nin yakın arkadaşı Muhyiddin Tütüncü ya da herkesin dediği gibi “Ya Şeyh” sağdıç ola-rak beyaz bir at ve Osman Hulûsi Efendi’nin damatlık elbisesiyle Efendilere geldi. Evde hummalı bir hazırlık vardı. Bir yandan düğün yemekleri pişirilip uzaktan ya-kından gelenlerle ilgilenilirken, bir yandan da hane halkı gelin almaya gitmek için hazırlanıyordu. Naciyelerin evinde ise ağabeyi sabah erkenden dama bayrak astı. Darende’de gelin giydirmede usta kadınlar, Naciye’yi giydirdiler ve altın dikili bir fes koyarak başını bağladılar. Bütün bu hazırlıklar yapılırken, kız kardeşi Nazife yanından hiç ayrılmıyordu.

Son olarak babası, kırmızı bir örtü örterek, gelinin yüzünü kapattı. O sırada, er-kek tarafından gelin almaya geldiler. Yanlarında Osman Hulûsi Efendi yoktu. Âdet olduğu üzere, gelin alayını evde bekliyordu.

Evden çıkmadan Zeynep Hanım Naciye’yi alnından öpüp kucaklayarak:

- Bugünden sonra Hulûsi Efendi’nin evini kendi ocağın bilip, var gücünle ona layık bir eş olmak için çalışacaksın. Hatip Efendi ve Fatıma Hanım’ı bizden daha öz kabul edip, sevip sayacaksın. Benim kızımsan eğer senden bunu bekle-rim.

Naciye’nin, annesinin elini öperken, gözleri doldu. Babasının ve ağabeyinin de ellerini öptükten sonra, beyaz ata binerek, salâ ve dualar eşliğinde Hulûsi Efendi’nin evine doğru yola çık-tı. Çok güzel bir çocukluk ve genç kızlık yılları geçirdiği baba evinden ayrılıyordu. Gözlerinde biriken yaşları silerken, yüre-ğinin bir tarafında da garip bir heyecan vardı. Darende ve çevresinde herkesin sevip “Efendi” diye saygı göster-diği Seyyid Osman Hulûsi Efendi’ye eş oluyordu. Bu büyük bir sorumluluktu ama bir o kadar da güzeldi.

8 9

Page 8: Kıymetli Okuyucularımız! - Somuncu Baba Dergisi

Bebeklik döneminde çocuk, anne babasına ve yakınındaki diğer yetişkinlere tamamıyla bağımlıyken, bebeklik döneminin sonuna doğru

yarı bağımsız hâle gelir. Artık, çocuk basit işleri görebilir durumdadır.

Prof. Dr. Sefa SAYGILI

BebeklerBüyürken

18 Aydan 24 Aya Kadar Bebek;

Kendi başına yürür ve evi ile çevresini keşfeder.

İki ya da üç tahta bloğu birbiri üstüne koyabilir.

Bir kabı, ufak nesnelerle (çakıl taşı, boncuk gibi) doldurabilir.

Beş-on kelime söyleyebilir.

Kıskançlık (gözyaşı ya da kızgınlık hareketleriyle) ve kardeşleriyle oynarken yarışma tepkileri gösterir.

Merdivenlerden önce birisinin yardımıyla (elinden tutulması), daha sonra ise kendi başına çıkar ve iner.

Altı blokluk bir kule yapar.

Burnunu ve gözlerini gösterir.

İki kelimeyi yan yana getirir (cümle kurmaya başlangıç) ve söz dağarcığını zenginleştirir.

Kendi kendine yemeyi öğrenir.

Kâğıt üzerine ya da kuma çizilen bir çizgiyi taklit edebilir.

Gündüz tuvalet eğitimine karşı direnmeye başlar, altını ıslatır.

Yetişkinlerin hareket ve davranışlarına büyük ilgi gösterir ve taklit etmeye çabalar.

Diğer çocuklara ilgi göstermeye başlar ve onlarla oynamak ister; ancak bu oyun çok kişiseldir. Örneğin; oyunda diğer çocuğun oyuncağını almaya çalışır.

12 Aydan 18 Aya Kadar Bebek;

10 11

Page 9: Kıymetli Okuyucularımız! - Somuncu Baba Dergisi

2 Yaşından 3 Yaşına Kadar Çocuk; 3 Yaşında Çocuk;

Bebeklik döneminde çocuk, anne babasına ve yakınındaki diğer yetişkinlere tamamıyla bağımlıyken, bebeklik döneminin sonuna doğru yarı bağımsız hâle gelir. Artık, çocuk basit işleri görebilir durumdadır.

Atlama, tırmanma ve tek ayak üzerinde sekmeyi öğrenir.

Üç blok kullanarak “köprü” yapabilir.

Dilini geliştirir, “ben” sözcüğünü kullanır. Soru sormaya başlar. Kendisine söylenen çoğu kelime ve cümleleri anlar.

Kâğıda ya da kuma daire çizebilir.

Diğer çocuklarla birlikte oynamaya başlar ve ailesi dışında bir dünyanın var olduğunu anlar.

Yürüme ve koşmayı öğrenir.

Büyük kasları gelişmiştir. Koşar, tırmanır, hızla hareket edebilir. Koşmayı yürümeye tercih eder. 3,5 yaşında sık sık tökezleyip düşer.

Biraz savruk da olsa, kendi kendini besleyebilir. Giyinir. Düğmelerini açabilir, fermuarını çeker. Kolay giyilebilir cinsten ayakkabıları kendi kendine giyebilir. Ancak bağlayamaz ve tokasını takamaz.

Çamur, kum ve kille oynar, şekiller yoğurur. Çember ve artı işaretleri çizebilir.

Nesnelerin isimlerini bilir. Basit cümleler kurar, çeşitli tekerlemeleri ve tekrarlı şarkıları ezberler ve söyler. Sözden anlar, derdini anlatabilir.

Çok meraklıdır. Çok soru sorar. “Ne? Nerede? Ne zaman?” en sık sorduğu sorulardır. Her şeyi öğrenmek ister.

Herhangi bir faaliyette kendini ancak 10-15 dakika meşgul edebilir. Dikkat süresi kısadır. Hoşuna giden faaliyetlerde daha uzun süre kalabilir.

İki ayağını yerden keserek zıplayabilir. Merdiven çıkar, tırmanır. Topu havaya atar. Kısa mesafeye şut atabilir. Toprak ve kumu kazar, kaydıraktan kayar. Müziğin temposuna ve ritmine uyarak hoplar, zıplar.

Yaptığı el işlerinin, karalamalarının bir yere asılmasından ve onlara önem verilmesinden hoşlanır.

Ufak tefek işlerde büyüklere yardımcı olabilir. Ancak tek başına “ekmek almak” gibi sorumluluklar yüklenemez. Dikkati çabuk dağılır, oyuna dalar.

Tek başına oynamaktan, bir ya da iki arkadaşla oynamaya geçiş yapabilir.

Paylaşma alışkanlığını geliştirir, arkadaşlarıyla anlaşmaya başlar.

Kendi başına oynarken oyun arkadaşları düşleyip onlarla “konuşur.” Böylece sıkıntılarından kurtulur.

Yaşıtları veya yetişkinleri sürekli taklit eder. Onların davranışlarını ve sözlerini tekrarlar. İnsanları sever ve onlarla ilgilenir.

Doğa ve dünya ilgisini çeker. Hayvanlarla ilgili masal ve hikâyelerden hoşlanır. Sevdiği masalları tekrar tekrar anlattırır.

12 13

Page 10: Kıymetli Okuyucularımız! - Somuncu Baba Dergisi

Toplum olarak insanların korkularını yenmeleri için söylediğimiz bazı motive edici sözler vardır. Aslında bu korkularımızı yenmek değil, kendi kendimizi

kandırmaya ya da motive etmeye çalışmaktır.

Çocukların Bilinçaltlarına

Biz mi Yerleştiriyoruz? Korkuları

M. Emin KARABACAK

Korku, insanoğlunun kendini güvende hissetmemesi durumunda yaşamış olduğu duygu yoğunluğudur. Başka bir ifade ile kişinin bir tehlike karşısında kaygı duyma-sıdır.

İnsan olarak hepimizin bu dünyada korktuğu bir şeyler vardır. Kimimizde yük-seklik korkusu, kimimizde kan korkusu, kimimizde yalnızlık korkusu, kimimizde ayrılık korkusu, kimimizde yılan korkusu, kimimizde ölüm korkusu, kimimizde ce-hennem korkusu gibi korkular bulunmak-tadır.

İnsanoğlu, yaratılış gereği, korkusunu doğuştan getirir; ancak nelerden ve nasıl korkulacağını ona verilen eğitimle öğrenir. Bunlar kişiden kişiye ve toplumdan toplu-ma değişir. Bazı toplumlarda insanlar yı-lanlarla iç içe yaşarken, bizim toplumuzda yılanla yaşamak farklı şekilde değerlendi-rilmektedir.

İnsanların içinde bulundukları ortamlar ile çocukluktan itibaren aldıkları eğitimler,

korkularını belirlemektedir. Onun içindir ki insanlar çocukken nelerle korkutulurlarsa büyüdükleri zaman da onlardan korkacak-lardır.

Yaşanılan korkular insanı korktuğun-dan emin kılıyorsa insan ondan kaçacaktır. Bununla birlikte, yaşanılan olumsuzluklar o alandaki korkuları pekiştirecektir.

Toplum olarak insanların korkularını yenmeleri için söylediğimiz bazı motive edici sözler vardır. Aslında bu korkuları-mızı yenmek değil, kendi kendimizi kan-dırmaya ya da motive etmeye çalışmaktır; kendi korkularımızı bastırmak için yansıt-ma psikolojisine başvurarak rahatlamaya çalışmaktır.

İnsanoğlundaki korkuların bazıları, tamamen ortadan kalkmaz. Ortadan kal-dırılabilecek korkular, sonradan korkutul-mayla veya öğrenmeyle meydana gelen korkular, ancak terapi yoluyla ortadan kal-dırılabilir.

“Ergenlik çağı çocuklarının korktukları şeyler; köpek, yılan, fare, bazı böcekler, yalnız kalmak, terk edilme, kan, iğne gibi şeylerdir.”

14 15

Page 11: Kıymetli Okuyucularımız! - Somuncu Baba Dergisi

Çocukların Korkuları Nasıl Oluşur?

Ben çocuklardaki korkuların oluşmasını çöp kovasına atılan çöplere benzetmekte-yim. Bilindiği gibi çöp kovasına ne atarsak atalım, çöp kovası almam demez. İsterseniz mendil atın, isterseniz yemek artığı, isterse-niz çocuk bezi, isterseniz altınlarınızı, ister-seniz paralarınızı, hatta isterseniz kendinizi atın, kabul eder. Dolan çöp kovası boşaltıl-madığı takdirde görüntüsüyle, kokusuyla insanlara ve çevresine zarar verir.

İşte ben de insanlardaki bilinçaltını çöp kovasına benzetmekteyim. Bu çocuklarda id, ego ve süper ego tam gelişmediği için gerçekleri değerlendirme yetileri de tam gelişmemiştir.

Bilinçaltı hakkında Hans Zülliger: “Bi-linçaltı aptaldır, şakadan anlamaz; her şeyi doğru olarak kabul eder.” der. İnsanlardaki bilinçaltı da ne söylersen onu doğru olarak kabul eder, doğruluğunu ya da yanlışlığı-nı değerlendirmez. Mübarek, çöp kovası gibi, ister değerli ister değersiz olsun, her sözü doğru kabul eder. Yine ister yalan söyle ister şakadan söyle, hepsini gerçek-miş gibi algılar.

Nasıl ki dolan çöp kovasını boşaltmak gerekirse insanın bilinçaltındakileri de bo-şaltmak gerekiyor. Çocukların korkularını birileriyle paylaşarak (tabii ki onun korku-larını da kendisinde pekiştirmemek gere-kir) deşarj olması gerekir. Eğer bu şekilde deşarj olmazsa, rüyasında farklı şekilde deşarj olacaktır. Bu da çocuğun korkuları-nı ister istemez iyice arttırarak karabasan hâline dönüştürecektir. Buna bir de ergen-lik dönemi eklenince, korkuları biraz daha abartılacaktır.

Bizim için çok önemli olmayan ve söylen-mesi çok kolay olan; fakat sonucunun nereye varacağını bilmediğimiz anlamsız bir sözün çocukta neler yapacağını kestirmek zordur.

Çocukları şaka olsun diye köpek, fare gibi hayvanlarla korkutmak, kapı dışarı bırakmak, balkondan sallandırmak, suya atmak, araba-yı üzerine sürmek gibi anlamsız korkutma-lardan kaçınmak gerekir. Bu tür davranışlar çocuğu kekeme yapacağı gibi, tamiri zor psi-kolojik hastalıklara da sebep olabilir.

Çocukların Korkuları İçin Neler Yapılmalı?

1. Öncelikle, çocukların olumsuz etkilene-ceği filmlerden, masal ve hikâye kitapla-rından çocuklar uzak tutulmalı.

2. Çocukların korkularını pekiştirecek cin, şeytan, peri, hayalet gibi şeylerden ko-nuşulmamalı.

3. Aile bireyleri korkularıyla çocuklara mo-del olmamalı.

4. Çocukların korkuları için olumlu iletişime geçilmeli.

5. Bazı çocuklar mizacı gereği korkmaya fazla meyillidir. Bu çocuklar için anlatı-lacak korkulu şeylere daha fazla dikkat edilmeli.

6. Çocuklara korkularını yenmeleri konu-sunda gerekli güven ve cesaret verilmeli.

7. Çocukları korkularını arttırabilecek arka-daşlarından uzak tutmalı.

8. Çocukların korkularına saygı duyulmalı.

9. Çocukların korkularıyla alay edilmemeli. “Bunda korkulacak ne var, kocaman adam oldun, sen de çok ödleksin.” gibi sözlerle çocuğun korkusu küçümsenmemeli.

10. Çocuğa korkusunun geçici olduğu ifa-de edilerek bunun zamanla geçebilece-ği anlatılmalı.

Çocuklar Niçin Korkarlar?

Çocukların korkuları; yaşlarına, sevi-yelerine ve bulundukları sosyal çevrelere göre değişmektedir. Çocukların içinde bu-lunduğu çevre ve aileleri korkularının kay-nağı olmaktadır.

Bebekler ve 2-3 yaşlarındaki çocuklar, daha çok, anneden ayrılma, aşırı gürültü, saç kestirme, banyo yapma gibi şeylerden korkarlar.

Okul öncesi dönemdeki çocuklar; kö-pek, fare, yılan gibi hayvanlardan, karanlık-tan ve yalnızlık gibi özelleştirilmiş şeyler-den korkarlar.

Okul çağı çocukları ise daha çok cin, şeytan, peri gibi görünmeyen veya hayalî şeylerle birlikte yıldırım ve şimşek gibi ani, şiddetli, gürültülü şeylerden korkarlar. Bu çağdaki çocuklar; korku filmlerinden, korkutucu hikâyelerden, arkadaşlarının ve çevrelerindeki büyüklerinin anlattıkları korkunç şeylerden diğerlerine göre daha fazla etkilenmektedirler.

Ergenlik çağı çocuklarının (özellikle de kızların) merak ve hayal kurma özel-liklerinden dolayı korkuları diğer evrelere göre daha abartılıdır. Buna akran grubu ve çevrelerinden duydukları da eklenince bu dönem çocuklarının korkuları işi içinden çıkılmaz hâle getirir.

Bu çocuklar, akşamları lavaboya git-mekten, yalnız kalmaktan korkarlar. Bun-ların etkisine bağlı olarak akşamları yalnız uyumakta da zorlanabilirler. Çocukların korkuları olayın etkisine ve çocuğun mi-zacına bağlı olarak rüyalarına kadar gire-bilir.

Ergenlik çağı çocuklarının korktukları şeyler; köpek, yılan, fare, bazı böcekler, yalnız kalmak, terk edilme, kan, iğne gibi şeylerdir. Yine bazı çocuklar; evde yalnız kaldıkları zaman eve yabancı birinin ani-den gireceği, kapı arkasında birinin saklan-dığı, gölgeleri hayalet olarak algılama gibi şeylerden korkarlar.

“Çocuklar, akşamları lavaboya

gitmekten, yalnız kalmaktan

korkarlar. Bunların etkisine bağlı

olarak akşamları yalnız uyumakta da

zorlanabilirler.”

16 17

Page 12: Kıymetli Okuyucularımız! - Somuncu Baba Dergisi

Selam; ahir zamanda dinini öğrenmek için kutlu ve mutlu yolu tercih eden asrın Ayşe’lerine, Fatıma’larına, Hatice’lerine, Sümeyye’lerine olsun. Rabb’im şu an lafzını öğrenmekle başladığınız din-i mübin-i İslâm’ın şuur

ve hakikatine de ulaştırsın.

Büşra Sümeyye YILDIZ

Müslüman Genç Kız

Nasıl Olmalı?

Selam; ahir zamanda dinini öğrenmek için kutlu ve mutlu yolu tercih eden asrın Ayşe’lerine, Fatıma’larına, Hatice’lerine, Sümeyye’lerine olsun. Rabb’im şu an laf-zını öğrenmekle başladığınız din-i mübin-i İslâm’ın şuur ve hakikatine de ulaştırsın. İçinde yaşadığımız çağ bilgi çağı olmasına rağmen, toplumdaki ahlakî çöküntünün artması ne kadar da manidar. Şuur olma-dan öğrenilen bilgilerin malumat olma dı-şında pek anlamı olmuyor. Oysa ilmin ga-yesi nedir?

Yunus’umuz cevaplasın:

İlim ilim bilmektir,

İlim kendini bilmektir,

Sen kendini bilmezsen,

Ya nice okumaktır…

“Kendini bilmek” bir ömür süren bir se-rüvendir. Kendini bilmek neden mühim? “Men arafe nefsehu fekad arafe Rabbehu / Nefisini bilen Rabb’ini bilir.” Rabb’e giden yol, kendini bilmekten geçiyor çünkü.

Çağın unutturmak istediği budur sev-gili kızlarım. Dışı parlak ambalajlarla kaplı ışıltılı dünyayı cazip gösterip, aslî vazifeyi unutturmak. Bir genç kız önce fıtratını bi-lecek. Kadınlık fıtratını. Bozulmamış fıtra-tın pusula ibresi Allah’ı ve Peygamberini gösterir.

Çünkü Efendimiz’in beyan buyurduğu üzere; “Kur’an ve insan ikiz kardeştir.” Ya-ratılıştan tanıştır onlar. Gelelim kadınlık fıtratına… Kadının fıtratında neler var? En başta annelik istidadı. Küçücük bir kız ço-cuğunun bebeğine annelik yapması, onu besleyip büyütmesi fıtratın içindeki anne-lik sinyalidir.

Demek ki her genç kız müstakbel anne adayıdır. Ayağına cennetin serileceğini müjdeleyen Peygamber müjdesine maz-hardır. Bir genç kız ileride sahip olacağı çocuğunun yüzüne ak bir şekilde bakabil-mek için evlilikten önceki hayatını dikkatle yaşamalıdır. Kendisine ilham olacak reh-berler, yol gösterecek yıldızlar bulmalıdır. Ama bunu sakın günümüzde ‘star’ olarak adlandırılan sahte yıldız olarak telakki et-meyin.

“Bülbülü rehber edinen gül bahçesine, kargayı rehber edinen leşe gider.”

İslâm tarihi, Osmanlı tarihi yüzlerce hakiki yıldız olan analarımızla doludur; iç dünyamızı onlarla aydınlatmalı, hayat yo-lunda onları rehber edinmeliyiz. O analar kadınlık fıtratını muhafaza etmiş nadide şahsiyetlerdir. İman dolu yürekleri ile için-de bulundukları çağa, zulme meydan oku-muş, Rabb’imiz tarafından taltif edilmiş incilerdir.

18 19

Page 13: Kıymetli Okuyucularımız! - Somuncu Baba Dergisi

Ve bugün evlenirken Allah’ın rızasını hatı-rına dahi getiremeyen bir gençlik... Hakiki yıl-dızları kaybettiğimiz için mi yolumuzu şaşır-dık? Bir yuvanın kurucuları olan erkek ve ka-dının fıtratı bozulunca yuvaların da huzuru kaçtı, cennetin kapısı olan aile cehenneme döndü adeta. Bize ne oldu sevgili kızlarım?

Merhum Arif Nihat Asya’nın dediği gibi:

Bize bir nazar oldu,

Cumamız pazar oldu,

Bize ne olduysa,

Hep azar azar oldu...

Toplumun kurtuluşu kadının kurtulu-şuna, kadının kurtuluşu kadının fıtrat-ı se-limesine dönmesiyle mümkündür. Çağın zehirlerine karşı Kur’an-ı Kerim’e bakacak olursak onu sadece söz olarak değil şuu-runa da ererek öğreneceğiz.

Şu imam-hatiplerde, Kur’an kursların-da aldığımız bilgiler sözden manaya, ma-nadan anlaşılmaya, anlaşılan da yaşayışa dönüşmüyorsa ne anlamı var öğrendikleri-mizin? Bize bir diriliş lazım, uyanış lazım, canlanma lazım...

Küfür mukaddes değerlerimizi zahiren alamadı ama bize ruhumuzu kaybettirerek en büyük zararı verdi. Nasıl mı? Kadınlık fıtratının bir gereği olan örtünün şeklini, ruhunu ve anlamını kaybettirerek. Evet, örtünme de kadınlık fıtratının bir gereğidir. Örtünen kadın huzura erer. Çünkü örtü aynı zamanda edep, hayâ, iffet alametidir.

Hani yazar diyor ya; “Kızaran yüzlere ma-dalya takılmalı.” çünkü kızarmak hayâ alame-tidir, hayâ da Efendimiz’in beyanıyla iman alametidir. Ne çok ihtiyacımız var kızarmaya.

Bizler bacısının yüzündeki peçeye na-mahrem eli değdi diye ölümü göze alan Sütçü İmam’ın torunlarıyız. Bu mücadele niçin yapıldı? “Milyar verseler örtümü çı-karmam.” diyen anaların evladı, ne oldu da “Milyar verseler örtünmem.” der hâle geldi.

Bakınız sevgili kızlarım, ünlü bir Hollywo-od yıldızına rol icabı örtü takmak istiyorlar ama o “Rol icabı dahi olsa örtünmem.” diyor. Medya, sinema, diziler, gazeteler vasıtasıyla Müslüman genç kızları örtüden utanır hâle getirdiler. Örtüsünü, edebini, fıtratını kay-betmiş bir genç kız, nasıl ana olacak?

Bir Anneden Kızına

On Öğüt

1- Kanaatkâr ol! Yâni yenilecek, giyilecek ve kullanmaya dair eşin her ne alıp getirirse kabul edip tatlılık göster. Çünkü kanaat edilirse kalp rahat eder.

2- Sözlerini iyice dinleyip ona karşı itaat cihetini göstermekle iyi geçinmeye bak. Yâni ona riayet ve itaatta kusur etmeyerek ülfet, ünsiyet göster. Bu şekilde muamele edersen Allahü Teâlâ Hazretlerinin rızasına muvafık surette hareket etmiş olursun.

3- Eşinin göreceği yerlere dikkat ve itina eyle. Sakın çirkin bir şey görmesin.

4- Kokusu alınacak yerleri kolla ve araştır. Daima güzelce kokular duyup burnuna çirkin bir koku gitmesin.

5- Bil ki, letafet ve temizlik için en birinci, en güzel ve en üstün vasıta sudur.

6- Yemek yiyecek zamanını ve uyuyacak vaktini geçirme. Yâni, âdeti nasılsa o zamanlarda yemeğini, yatağını hazırla. Çünkü açlık insanı ateşlendirir ve uykusuzluk da öfkelendirir.

7- Mallarını ve eşyasını iyi muhafaza et, akraba ve taallûkatına riayetkâr ol. Çünkü mal ve eşya-yı muhafaza etmek iş bilmekten, eşinin akraba ve taallûkatına riayet eylemekle güzel idare ve tedbirden meydana gelir.

8- Eşinin, gördüğün ve duyduğun sırrını sakın ifşa etme. Eğer ifşa edecek olursan gücendirir-sin; vefasızlık etmeyeceğinden de emin olamazsın.

9- Cenab-ı Hakkın nehyettiği şeylerin dışında olarak her emrini yerine getir, muhalefet ve is-yan etme. Eğer edersen kinlendirip kendine düşman edersin.

10- Eşinin kederli olduğu vakit, sen sevinçli durmaktan; o sevinçli bulunduğu zaman sen gam-lı ve kederli görünmekten sakın. Çünkü onun gamlı zamanında senin neşeli durman, ona karşı kusur etmek olduğu gibi, o neşeli iken senin üzüntülü durman, onu tekdir olur.

20 21

Page 14: Kıymetli Okuyucularımız! - Somuncu Baba Dergisi

Hilal Kazan; Türkiye’nin son devirde yetiştirdiği kıymetli hanım hattatlardan birisidir. Sanata olan merakı, kabiliyeti, çalışkanlığı ve hususi

gayreti ile bugün kendi ifadesiyle “hayallerinde bile olmayan bir yerde.” Daha doğrusu sanatseverlerin gönlünde, sanatkâr bir akademisyen…

Bu yıl 50. sanat yılını kutlayan Hattat Hasan Çelebi’nin öğrencilerinden.

“Sabır ve Sebat Üzerine Kurulu Bir Sanat”

HİLAL KAZAN ile Röportaj-2

Hattat

Naciye Dilruba TEKTAŞ

Hilal Kazan; Türkiye’nin son devirde yetiştirdiği kıymetli hanım hattatlardan birisidir. Sanata olan merakı, kabiliyeti, ça-lışkanlığı ve hususi gayreti ile bugün kendi ifadesiyle “Hayallerinde bile olmayan bir yerde.” Daha doğrusu sanatseverlerin gön-lünde, sanatın zirvesinde… Bu yıl 50. sanat yılını kutlayan Hattat Hasan Çelebi’nin öğ-rencilerinden. Sabrı, samimiyeti ve çalışma intizamıyla bugünlere gelmiş. Uzun bur röportaj yaptık. Birinci bölümünü geçen sayımızda neşrettiğimiz röportajın ikinci kısmını sizlerle paylaşacağız.

Hat sanatının temel kuralları nelerdir? Bu sanat, uğraşanlara nasıl bir karakter kazandırır?

Hat sanatı, her şeyden önce, sabır ve sebat üzerine kurulu bir sanattır. Sabır sebat derken bunun ana âmili de aşırı sev-gi oluyor. Aşırı tutku ve ısrarcılık o sanatı öğrenmede etkili oluyor. Çok önemli olan üç nokta var hat sanatında: El, göz ve be-yin. Aslında bütün iş gözle başlıyor. Göz çok önemlidir. Gözün kendisine verilen örnekleri çok iyi görmesi gerekiyor. O veri-ler beyinde toplanıyor, öyle bir doygunluk veya dolgunluk olmalı ki beyinde, beyin ele hükmetsin ve el artık onun istediği şe-kilde yazsın. Bunlar tabii temrinle, bol bol yazma ve meşk ile oluyor ve o şekilde ka-zanılıyor. En önemli nokta kurallara dikkat ederek yazmak, zaten gözün görevi de o. El o melekeyi kazanıyor. Artık öyle bir yaz-maya başlıyorsunuz ki yazdığınızı ölçtü-ğünüz zaman doğru ölçülerde yazdığınızı fark ediyorsunuz. Normalde “be” harfi beş noktadır, yazdığınızda bir bakıyorsunuz ki beş nokta yazmışsınız. Nadiren dört bu-çuk nokta veya beş buçuk nokta olabiliyor. Bu tamamen beynin doymasından ve ele hükmetmesinden kaynaklanıyor. Tabii bu

sabır ve sebat insana hayatında, hayat fel-sefesinde karşılaştığı problemler ve çeşitli müşkülatlar karşısında ve insanî ilişkile-rinde nasıl davranacağı konusunda da yol gösteriyor.

Klasik Zevk Her Daim Kendini Gösteriyor

İslâm sanatları hak ettiği değeri bu-luyor mu, toplum bunu anlamaya doğru yöneldi mi sizce?

İslâm sanatlarının hak ettiği değeri bul-ması için İslâm’ın zuhurundan 16. asra gelene kadar emek verilmiş. 16. asır altın çağ oluyor ve bütün İslâm sanatlarında, mimaride, kitap sanatlarında, kuyumcu-lukta, halı sanatında, çinide tam anlamıyla bir zirve olarak kabul ediliyor. Bu sadece Osmanlı’da değil, Safeviler’de ve diğer İslâm devletlerinde de önemli. Tabii mer-hale merhale bu noktaya geliniyor. Sonra devlette birdenbire farklı algılamalar, baş-ka arayışlar ortaya çıktığında yön biraz Batı’ya çevriliyor ama klasik zevkten de vazgeçemeyenler oluyor. Klasik zevk her daim kendini gösteriyor. Ama öyle bir dö-nem geliyor ki maalesef bundan 80-90 yıl önce bütün bunlarla olan bağlar bıçakla kesilmiş gibi kesiliyor. Siz de takdir eder-siniz ki; buna tıptan bir örnek vereceğim;

22 23

Page 15: Kıymetli Okuyucularımız! - Somuncu Baba Dergisi

beyin kanaması geçiren bir hastada âzâlar-da hâliyle belirli noktalarda hissiyat kaybı söz konusu olabiliyor. Bunun için ne ya-pılıyor, hasta komadan çıkar çıkmaz fizik tedavi uygulanıyor. Hissiyat kaybı mümkün mertebe ortadan kalksın diye. Bunun tabii sürekli yapılması lazım ama bizde 90 sene geçmiş, 90 sene geçince aynı hissiyatı geri getirmek çok kolay olmasa gerek. Şu an bi-raz emitasyon durumlar söz konusu, daha henüz oturmadı. Herkes çok şey yapıyor, herkes kısa sürede çok şey yapıp bir yerle-re gelmek istiyor. Bence ilgi iyi ama inşallah kalite de yükselecek. Kalitesiz mi her şey, hayır değil ama genel manada 16. asırdaki bahsettiğimiz manaya gelebilmek için her-hâlde zamanımız var diye düşünüyorum. Bu ilgi devam ederse şayet.

Yurtiçi ve yurtdışındaki sergileriniz-den bahseder misiniz?

İlk başta söylediğim gibi, Cenab-ı Hakk’ın size çizdiği bir yol var, siz o göre-vi bihakkın ifa etmeye çalışıyorsunuz. El-hamdülillah, şimdiye kadar bu konularda davet edildiğim her yerde önceden benim hiçbir talebim olmadı. Çok şükür davet edildik, gittiğim yerlerde de mümkün mer-tebe hem sanatı hem de sanatın kültürünü temsil edici, 16. asırda nasıl öğretiliyor-sa bugün de buna gayret edildiğine dair çalışmalarda bulunduk. Orada tabii çok enteresan karşılanıyorsunuz, çünkü Batı-lılar hat sanatını, camilerdeki celî yazıları gördüklerinde bir hanımın rekâketine veya zarafetine o kadar iri, o kadar kalın yazıları yazmayı herhâlde yakıştıramıyorlar ki şöyle söylüyorlar: Bu erkek sanatı, hanımlar bu-nunla nasıl iştigal eder, nasıl uğraşır? Ama sizin eserlerinizi gördüklerinde bunun yanlış olduğunu görüyorlar ve iyi intibalar-la oradan ayrılıyorsunuz.

Günümüzde hat sanatında bazı ye-nilikler yapma gayretinde olan kimseler var, siz klasik sanat tarzından mı yoksa modern tarzdan mı yanasınız?

İnsanız, çağ geçtikçe insanın zihnin-de birtakım oluşumlar oluyor. Biz hiçbir zaman 16. asrın zihniyle düşünemiyoruz. Hatta anne ve babalarımızın büyüdüğü çağdaki algılar bile şimdi çok fazla değiş-ti. Mutlaka yeni arayışlar olacak, yenilik olmasa zaten hat sanatı bu kadar zirveye çıkamazdı, stabil kalırdı, hep aynı şeylerin tekrarı olurdu. Bir yenilik olacak fakat o ye-niliği yapabilmek için klasiği çok iyi bilmek gerekir. Bu bütün sanat dallarında böyle-dir. Resim sanatında da böyledir. Önce kla-sik olarak bir vazoyu, elmayı, armudu, çi-çeği çizmezseniz veyahut elif, vav, ye veya Sübhaneke Duası’nı veya Fatiha Suresi’ni gerek sülüs gerek talik veya gerek divani olsun klasik olarak yazmayı öğrenmezse-niz, hiçbir modern uygulamayı yapamazsı-nız. Ya da yapmaya çalıştığınızda bunlarda muvaffak olamazsınız. Dolayısıyla önce çok sıkı bir klasik eğitim almak, klasiği çok iyi hazmetmek lazım ki modern tasarımlar yapabilelim. Hocamın böyle örnekleri var.

Sanat İnsanı Hayatın Çeşitli Problemlerinden Uzaklaştırıyor

Bir akademisyen ve hat hocasısınız. Talebelerinizle nasıl ilgileniyor, onlara ders verirken nasıl bir metot izliyorsu-nuz?

Yapı itibariyle yay burcuyum, yay bur-cunun da bir öğretme melekesi var herhâl-de, onu da sonradan öğrendim. Hakikaten insanlara bir şey anlatırken hep öğretme maksadıyla anlatıyorum. Sorduğum so-rular da hep öğretme maksatlı oluyor. Biz hat sanatını öğretirken hocamızın bize anlattığı, izah ettiği tarzda talebelere izah etmeye çalışıyoruz. Hocamızın yaptığı orijinal benzetmeler vardır. Pire bacağı, pi-renin ciğeri, saç kılı gibi bizim ölçülerimiz vardır. Bunu bugün belki çok fazla insan anlamayacaktır. Diğer taraftan da akade-mik bağlamda öğrencilerin gerçekten bir konuyu iyi anlamalarını istiyorum. Onlara okumaları için kendi alanlarıyla ilgili kitap-lar öneriyorum. Hatta önerdiğim kitapları imtihanda da soruyorum ki öğrenci bir nebze olsun okusun diye. Daha yolun çok başındayız, inşallah ileride daha iyi olur.

Özellikle hanımların güzel sanatlarla yakından alakadar olmasını tavsiye eder misiniz? Bu faaliyetler onlara neler ka-zandıracaktır?

Tavsiyeden önce, yaşadığım bazı tecrü-beleri aktarayım. Şu anda ben, bir beledi-yenin kültür merkezinde hanımlara yönelik hat dersleri vermeye başladım. Oraya gelen hanımlarda gözlemlediğim şey, hanımların birbirleriyle vakit geçirmekten ziyade hatla vakit geçirmekten daha fazla keyif alıyor ol-masıydı. Bu keyif, hâliyle, evde çocuklarıyla veya aileleriyle olan ilişkilerine de yansıyor. Dersten ayrıldıklarında eve boş bir zihinle

gittiklerini ve daha rahat olduklarını hatta eşlerinin dahi bu konuyu fark ettiklerini bana söyledikleri oluyor. Buradan yola çı-karsak demek ki hanımlar kendileri için bir şeyler yapmanın mutluluğunu hissediyor-lar ki aile içerisinde daha verimli oluyorlar. Aile içerisindeki görevlerini daha şevkle, istek ve arzu ile yapıyorlar. Fakat tabii bura-da sabırlı olmaları gerekir. İnsanların hobi sahibi olmaları kadar güzel bir şey yoktur. Herkesin bir hobi ile uğraşması güzel bir şey. Fakat bunları çok iyi öğrensinler, bir de sonuna kadar devam ettirsinler; yarıda bıraktıkları iki günlük üç günlük bilgileriyle eserler üretmeye çalışmasınlar.

Size de bu mülakatla ilgili bana bir da-vette bulunduğunuz için teşekkür ediyo-rum.

24 25

Page 16: Kıymetli Okuyucularımız! - Somuncu Baba Dergisi

Hz. Aişe, bütün İslâm ilimlerine ileri derecede vâkıftı. Bilhassa kadınlara mahsus hâllere dair fıkhî hükümler kendisinden sorulurdu. Sahabilere

zorlandıkları konularda fetva verirdi.

Hz. Aişe (r.ah)

Validemizin Üstünlüğü

Hz. Aişe Validemiz, küçük yaşta iken okuma-yazma öğrenmiş olup, çok zeki ve edebî yönü çok güçlüydü. Her bir hâdise üzerine hemen bir şiir söylemesi, onun zekâsına bir delildir. Öğrendiği ve ezberle-diği bir şeyi katiyen unutmazdı. Hz. Aişe, bütün İslâm ilimlerine ileri derecede vâkıf-tı. Bilhassa kadınlara mahsus hâllere dair fıkhî hükümler kendisinden sorulurdu. Sahabilere zorlandıkları konularda fetva verirdi.

Hz. Aişe, kendisinin, Peygamberimiz (s.a.v.)’in diğer hanımlarının hepsinden daha üstün olduğunu söyleyerek, Allahu Teâlâ’nın nimetlerini sayar ve övünürdü. Hakikaten Hz. Aişe Validemizin hayatı ifti-har tablolarıyla doludur. Onlardan bazıları-nı kısaca hatırlayalım:

1. O, Rasûlullah (s.a.v.)’in zevceleri içinde, koca görmeden Peygamberimiz ile ev-lenen tek kişidir;

2. O, Peygamberimizle en az iki kez koşu müsabakasında bulunmuştur;

3. Rasûlullah (s.a.v.)’in zevceleri içinde, yalnız onun yanında iken vahiy gelmiş-tir;

4. Rasûlullah Efendimiz, bazı zevcelerine, ‘Aişe’yi üzerek beni incitmeyiniz! Biliniz ki, onun yanında bana vahiy gelmekte-dir.’ buyurmuştur;

5. Rasûlullah (s.a.v.)’in zevceleri arasın-da, ondan başka hiçbirinin hem babası hem de annesi hicret etmiş değildir;

6. Allahu Teâlâ ifk olayı dolayısıyla onun hakkında beraat âyetini nazil eylemiştir;

7. Rasûlullah (s.a.v.) vefat ederken, müba-rek başları onun göğsünde olmuştur;

8. Rasûlullah (s.a.v.) onun odasında vefat etmiştir;

9. Onun odası Rasûlullah (s.a.v.)’in türbesi olmuştur.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Hz. Aişe’yi Rüyasında Görmesi

Hz. Aişe Validemiz’in övündüğü bir diğer konu ise Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kendisiyle ilgili gördüğü sadık rüyadır. Hz. Aişe Validemiz’in şu sözü kayda değerdir:

“Rasûlullah Efendimiz, beni istemeden önce rüyasında Hz. Cebrail’in benim su-retimi getirip kendisine gösterdiğini ve ‘Bu senin zevcendir.’ dediğini görmüştür.”

Hakikaten Peygamberimiz (s.a.v.)’in Hz. Aişe ile evlenmelerinde en önemli husus, nikâh akdinin Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ar-zusuyla değil, Allahu Teâlâ’nın rüya yoluyla gösterdiği talimat ile olmasıdır. Buhari, Tır-mizî ve Müslim’in rivayetlerinde Peygam-berimiz (s.a.v.), Hz. Aişe’ye şöyle buyurdu:

“Seni üç gece rüyada gördüm. Bir me-lek, ipek kumaşa sarmış, ‘Bu senin dün-yada ve ahirette hanımındır.’ dedi. Ben de yüzünü açtım ve ‘Eğer Allah tarafından ise Cenab-ı Hak imza eylesin.’ dedim.”

Böylece Peygamberimiz (s.a.v.), rüyanın Rahmanî olduğuna kanaat getirerek, hayır-lısı ile bu rüyanın gerçekleşmesi için Allahu Teâlâ’ya dua etmiştir. Rüya gerçek olmuş ve Peygamberimiz (s.a.v.), Hz. Hatice Validemizin vefatından bir yıl sonra, elli beş yaşında iken, Hz. Ebu Bekir’in kızı Hz. Aişe ile evlenmiştir. Bu evlilik, Peygamberimiz (s.a.v.)’in vefatına kadar, se-kiz yıl sürmüştür.

Asuman Kolsuz SEYYAR

26 27

Page 17: Kıymetli Okuyucularımız! - Somuncu Baba Dergisi

Ülkemizde henüz fazla popüler olmasa da taş boyama sanatı bütün dünyada ilgi gören güzel bir hobi. Çakıl taşları üzerine çizilen bir-birinden güzel kuş ve baykuş figürleri, evimizin bir köşesinde tablo gibi muhafaza edilebilecek bir estetik görünüme sahip.

Taş boyama için genellikle su bazlı akrilik boyalar kullanılır. Akrilik çok hızlı kuruyan bir boyadır. Renklendirme bittikten sonra tamamen kurumasını bekleyip su bazlı bir vernikle sabitleyip ortaya çıkarılan figür korumaya alınmalı. Farklı form ve dokularda pürüzsüz çakıl

taşları herhangi bir deniz kıyısından elde edilebilir. Aşağıdaki örnekler, uzun süreli, pratik ve biraz

da resim yeteneği isteyen çalışmalardır. Bu iş hobi olarak yapılacaksa güzel işler çıkarmak için biraz sabırlı olmakta fayda var. Kendini-zi geliştirmek için profesyoneller tarafından hazırlanan taş boyama nasıl yapılır video-larını da izleyebilirsiniz.

ÖrnekleriTaş Boyama Sanatı

Sebze ve meyveler sağlıklı beslenmemizin önemli bir bölümünü oluşturur. İçinde bulundurdukları antioksidanlar sayesinde bizi sağlıklı kılar. Sebze ve meyveleri tazeyken tükettiğimizde, içerdikleri tüm besin değerlerinden faydalanabiliriz. Çünkü sebzeler dalından koparıldıktan sonra besin değerlerini yavaş yavaş kaybetmeye başlar.

Sebze ve meyveleri satın alırken turfanda olan-ları satın almak hem ekonomik değildir hem de sağlıklı olmayacaktır. Bunun yerine mevsim sebze ve meyveleri tercih edilmelidir. Mevsimlik sebze ve meyveler turfandakilerden hem daha ucuz, daha lezzetli ve hem de daha besleyicidir. Bunun yerine mevsim sebze ve meyveleri tercih edil-melidir. Çünkü mevsimlik sebze ve meyveler tur-fandakilerden daha ucuz, daha lezzetli ve daha besleyicidir. Bir de saklama imkânı yoksa gereğin-den fazla besin satın alınmamalıdır.

Yine sebze ve meyve alırken her türlü vitamind-en faydalanabilmek için çeşitliliğe dikkat edilmeli. Çürümüş, solmuş, beklemiş sebze ve meyveler alınmamalı. Özellikle meyve kendi büyüklüğünün gösterdiğinden ağır olmalıdır. Alınan sebzeler alışveriş arabasına zedelenmeyecek şekilde ye-rleştirilmeli, taşınma sırasında oluşan hasarların bozulmayı hızlandırdığı unutulmamalı. Bunun için sebze ve meyveleri alışveriş sepetinin en üstüne yerleştirmeye gayret etmeli.

Nelere Dikkat EtmeliyizSebze ve Meyveler Alırken

28 29

Page 18: Kıymetli Okuyucularımız! - Somuncu Baba Dergisi

Bilinmelidir ki, başını örten bir kadın sadece başını örttüğü için dini bütün bir mü’min sayılamayacağı gibi, örtmeyen de dinden çıkmış olmaz.

Emine Büşra YÜKSEL

Erkek ve Kadının

Tesettürü

Namazın şartlarından olan ve kadın ve erkekler için gerekli olan setr-i avret hükmü, namaz dışında da aynen gereklidir. Buna göre erkeğin, göbek ve diz kapa-ğı arasını erkeklere ve kadınlara göstermesi, kadının da namah-remlere el, yüz ve ayaklar dışında-ki herhangi bir yerini göstermesi haramdır. Kadının mahremlerine ve diğer kadınlara göstermemesi gereken yerler ise sadece göbek ile diz kapağı arasıdır. Bunlar di-nen gerekli olan asgari ölçülerdir. Dinî ölçülere uymak şartıyla örfî kıyafetle insan arasına çıkmak adab-ı muaşeretin esaslarından-dır. Giyilen elbisenin ince, dar ve şeffaf olmamasına da dikkat edil-mesi gerekir.

Bilinmelidir ki, başını örten bir kadın sadece başını örttüğü için dini bütün bir mü’min sayılama-yacağı gibi, örtmeyen de dinden çıkmış olmaz. Şu kadar var ki te-settürü inkâr eder veya gereksiz görürse imanı tehlikeye girer. Başını veya başka bir yerini açan kadının durumu, başını örttü-ğü hâlde dinin haram saydığı hükümlerden birini işleyen kadının durumu gibidir. Her ikisi için de tevbe gerekir. Fakat tesettüre uymayan kimse, uyarıcı etkisiyle günaha sevk ettiği kimselerin günahına da ortak olduğunu bilmelidir. Tesettüre uymayan bir kadın, namahreme göründüğü sürece günah işlemektedir. Tesettürsüz hanımın mütemadiyen devam eden bir günahı var-dır. Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadis-i şerif-lerinde “Yarı açık giyinen hanımlar, bırakın cennete girmesini, cennetin kokusunu dahi alamayacaklardır.” buyurmuşlardır.

Günümüzde istismara elverişli olması sebebiyle, özellikle kadının giyimi üze-rinde birçok spekülasyon yapılmaktadır. Kur’an-ı Kerim’in bu husustaki yaklaşımı, kadını koruma amacına matuftur:

“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızları-na ve mü’minlerin kadınlarına (dışarı çı-karken) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların (iffetli) tanınması ve incitil-memesi için en elverişli olan budur.” (33/Ahzab, 59)

Allah, birçok konuda detaylı açıklamayı uygulayıcı olan Peygambere bıraktığı hâl-de Nur Suresi’nde kadının tesettür şeklini tarif etmiştir:

30 31

Page 19: Kıymetli Okuyucularımız! - Somuncu Baba Dergisi

“Mü’min kadınlara söyle: Gözlerini (ha-ramdan) korusunlar. Namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları istisna, ziy-netlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarının üstüne (kadar) örtsünler.” (24/Nur, 31)

Ayette geçen “ziynet” kelimesi, süs eş-yaları ve süslenme şeklinde anlaşıldığı gibi kadının bedeni şeklinde de anlaşılmıştır. “Görünen kısımlar”la da gösterilmesi zo-runlu olan yüz ve eller, bir görüşe göre de ayaklar kastedilmektedir.

Son yıllarda tesettürde de giderek yaygınlaşan bir yozlaşma görülmektedir. Tesettürü sadece başörtüsünden ibaret sanan bazı genç kızlarımızın ve genç ha-nımların, sıkma baş bir başörtüsü, dar bir pantolon ve üstlerine bady denilen giysiler giydiklerine şahit olmaktayız. Vücut hatla-rını belli eden, bir hanımın kaç beden bir giysi giydiğine dair görene fikir veren bir kı-yafetin tesettür olduğunu söylemek müm-

kün değildir. Başını örttüğü renkli, parlak, oldukça dikkat çekici şuh kıyafetlerle arz-ı endam eden hanımların giyim tarzı İslâm’ın emrettiği tesettürle asla bağdaşmaz.

Tesettür konusunda belli bir kıyafet ön-görülmemiştir. Örtülmesi gereken yerlerin kapalı olması, giyilen elbisenin bol olması ve dikkat çekici olmaması yeterlidir.

Ülkemizde son çeyrek asırda sırf Al-lah’ın emrine uymak için takılan başörtü-süne karşı resmî ve gayri resmî ağır baskılar olmuştur. Bu baskıların siyasî ve ticarî se-bepleri vardı. Müslüman hanım, her türlü siyasî ve ticarî mülahazayı bir tarafa bıraka-rak Allah’ın emrine uymayı ve edepli olma-yı temel gaye edindiği için tesettüre uygun kıyafet giyer. Müslüman hanım, başkaları-nın ne dediğini değil, Allah’ın ne dediğini hesap eder. Müslüman hanım için edepli ve iffetli görünmek, güzel görünmekten daha çok önem arz eder.

32

Page 20: Kıymetli Okuyucularımız! - Somuncu Baba Dergisi
Page 21: Kıymetli Okuyucularımız! - Somuncu Baba Dergisi