mersin polifonik dergi - 5

50
1

Upload: cmsmersin

Post on 16-Jan-2015

3.245 views

Category:

Documents


17 download

DESCRIPTION

 

TRANSCRIPT

Page 1: Mersin Polifonik Dergi - 5

1

Page 2: Mersin Polifonik Dergi - 5

2

İçindekiler:

Bu Ülkeyi Yeşertenler Mustafa ÖRÜNK 4

Nevit Ağabey Benim Kardeşim!.. Selma YAĞCI 5

Büyük, Daha Büyük ve Nevit Kodallı Doç; Mustafa APAYDIN 6-7

Müzikle Dolu Bir Yaşam Necla AKBULUT 8-9

Besteci Fazıl TÜTÜNER 10-11

Müzik Ağabeyim Nevit Kodallı Suna TANALTAY 12-13

Sanatçının Değeri Doğan AKÇA 14-15

Gençlik Korosu Yetiştirmek Engin AKTUO 16-17

Solmasın Sarı Çiçek Erdoğan TANALTAY 17

Nevit Kodallı ile tanıştım Semihi VURAL 18

Bir Anı Ayfer AKÇA 19

Akdeniz Yağmurlarında Yoğrulan Bir Sanat Adamı Nevit Kodallı Hocam Ahmet YEŞİL 20

Etkinliklerimizin Yankısı Güngör KARYAĞDI 21

Sessizliğe Mecbur Vahap KOKULU 22-23

Nevit Hoca'mızla Söyleşi Necla AKBULUT 24-27

Nevit Kodallı Ertuğrul KARAOĞUZ 28

Nevit Kodallı’yla Dırahşan BULUT 29

Kodallı Bahçesinden Bir Çiçek Müşerref ÖRÜNK 30

Koristlerden 31 Nevit Kodallı’nın Yaşamı ve Eseri Dr Erdoğan OKYAY 32-47

Gazanfer Uğural 49 Haberler 50

Page 3: Mersin Polifonik Dergi - 5

3

ATATÜRK'ÜN KÜLTÜR P0LİTİKASI VE MÜZİK “Amacımız, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen modern ve bütün anlamı, içeriği ve

biçimiyle uygar bir toplum durumuna getirmektir. Başarı için en gerçek kılavuz bilimdir,

tekniktir. Bilim ve teknik için sınır ve koşul yoktur. Bilim ve teknik nerede ise oradan alınmalı ve

her yurttaşın kafasına sokulmalıdır. Dünyanın her türlü biliminden, buluşlarından,

ilerlemelerinden yararlanılmalı; fakat asıl temel, ulusun kendi içinden çıkarılmalıdır. Kültür

etkinlikleri, yeni ve modern esaslara göre örgütlenip yürütülmelidir. Sanat, birey ve toplum

olarak insanca yaşamanın vazgeçilmez öğeleridir. Türkiye Cumhuriyetinin temeli “kültür”dür.

Kültür, oluştuğu, yapıldığı, geliştiği yerin özelliklerine bağlıdır. Bu yer, ulusun öz yapısıdır. Türk

halkının gelişmesi demek, en başta kendi kültürünün gelişmesi demektir. Güzel sanatlarda

başarı, bütün inkılapların başarılı olduğunun da kesin kanıtıdır. Sanatsız kalan bir ulusun hayat

damarlarından biri kopmuş demektir. Bir ulus sanata önem vermedikçe büyük bir felakete

mahkumdur. Bunun içindir ki Türk ulusunun sanata olan sevgisi sürekli olarak her türlü araç

ve önlemlerle geliştirilmelidir. Sanatlar içinde en çabuk, en önde götürülmesi gereken müziktir.

Çünkü, bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, müzikte değişikliği, alabilmesi, kavrayabilmesidir.”

M. K. Atatürk

Türkiye'de çoksesli müzik, Atatürk'ün yukarıdaki görüş ve ilkeleri doğrultusunda, özgür düşünce temelindeki yaratıcılık ortamına ilerlemiştir. Buna "Türk Müzik İnkılabı" diyoruz...

Page 4: Mersin Polifonik Dergi - 5

4

BU ÜLKEYİ YEŞERTENLER Mustafa ÖRÜNK

Editör Bu ülkede insanların bir bölümü hiçbir zaman boşuna emek harcamadılar. Eğer yolunuzun

üzerinde yeni çıkmış fidanlara ve çiçeklere rastlamıyorsanız, başka yollara ve çevrenize çevirin yüzünüzü.

Balkonlarda ve vitrinlerde sergilenen çiçeklerin yapma olduğunu biliyorsanız; elleriyle toprağı işleyenlerin çorak bir arazi üzerinde gül yetiştirmeyi başardıklarını görebilirsiniz.

Bahçe sadece güllerden ibaret de değil. Onlarca yıl önce toprağa atılan tohumlar bugün koca çınarlara döndü.

Herkes bahçesine ilk adım attığı andan bugüne kadar ne yaptığına baksın. Kimisinin yüzyıllık emeği, kimisinin yarım, kimisinin de çeyrek asırlık ağacı var.

Sizin bahçeye diktiğiniz bir fidanınız, toprağa attığınız bir tohumunuz var mı?

Her mevsim su, güneş ısısı ve toprak aynı ve uygun şartlarda bir araya gelmiyor.

Fakat her zaman su bulundu, güneş ısıttı, ışık verdi ve toprak şu veya bu şekilde beslendi.

Umulan her şeyi her yerde bulmak mümkün değil. Eğer siz ölü toprağı yeşertmek üzere bir çaba içine girmeyi hayatınızın asli gayesi haline getirmişseniz, zaten başka bir şey yapamazsınız.

Bunlardan insanların gölgesi altında oturabileceği ağaç yetiştirenler şüphesiz ne yaptıklarını biliyorlardı. Tesadüfen burada bulunmuyorlardı. Burada bulunmaları gerektiği için buradaydılar.

Önce kendinize neyi aradığınızı sormanız lazım.

Kim ne arıyorsa aradığını bulabileceği yere gider...

Bereketli kaynaklardan beslenerek gelen su doğru mecrasında akıyor. Nehrin yatağını besleyen yüzlerce ırmak var. Her birinin sürtündüğü kayalar farklı, her birinin içerdiği mineraller diğeriyle aynı değil. Gerçek şu ki, su akıyor, aktıkça temizleniyor ve o büyük ummana dökülmek üzere yoluna devam ediyor.

Bu kutlu nehirden bahçemize yatak açılıyorsa, her şey için umut var demektir. Herkes bahçesinin bir köşesine elinde neyi tutuyorsa, onu toprağa diksin ve onu yetiştirmek için sabırla çalışsın.

Kim ne yapıyorsa düne göre daha güzelini yapmakla yükümlüdür.

Page 5: Mersin Polifonik Dergi - 5

5

Nevit Ağabey benim Kardeşim!.. Selma YAĞCI

Mersin'in Mesudiye Mahallesinde 54. Sokaktaki tek katlı evimizi anımsıyorum yıllar öncesinden. Beş altı basamak merdivenden sonra evin kapısına gelirsiniz. İçeri girince kocaman bir salonda bulursunuz kendinizi. Evin dört odası bu salona açılır. Tam karşıdaki kapı ise arka bahçeye inen merdivene ve iki basamak la çıkılan mutfağa ve dadımın odasına götürür sizi. Her köşesi dün gibi hatırımda. Ben bu evde doğmuşum, orada çok güzel anılarım var. Annem, babam, ablam ve ağabeylerim ile birlikte. Ablam küçük annemdi benim, bende çok emeği var. Hepsini de çok seviyorum. Ama o günlerde bir tanesini paylaşamıyordum kimseyle. "O benim kardeşim!" diyordum hep. "Hayır benim kardeşim" diyorlardı beni kızdırmak için.. İşte o zaman kendimi yere atıyor, uzun uzun ağlıyordum. Onun benim süt ağabeyim olduğunu daha, büyüdüğüm yıllarda öğrendim. Ama hiçbir şey değişmedi. O benim gerçek ağabeyimdi hep. Nevit ağabeyim, şimdilerde hepimizin hocası, Nevit Kodallı.

Sokak kapısının dışındaki eşiğe oturur kendi kendime şarkılar söylerdim. "İncecikten bir kar yağar" ve içimden de dua ederdim beni işitsinler diye ... "tozar Elif Elif diye". Sanırım kimse fark etmezdi.

Ağabeylerim bütün gün odaya kapanıp ve plak dinlerlerdi. Herkesin dinlediği müzikten farklıydı bu müzik. Dinleye dinleye alışmış ve sevmiştim. O kadar çok plakları vardı ki... Büyük evrensel müzikti dinledikleri. Nevit ağabeyimin önderliğinde plaklar alınıyor ve evcek klasik müzik dinliyorduk.

Derken büyük ağabeyim Tahsin bir "şey" aldı eve. Parmağımın ucu ile dokundum, çok kızdı. Ablamın da sokulmasına izin vermedi. Siz anlamazsınız, bunun adı piyanodur, çalması da çok zordur dedi. Birkaç gün sonra Nevit ağabeyim genç bir hanım öğretmen ile geldi eve. Adı Evlin'di. Ablam bu hanımdan piyano dersleri almaya başladı. Beni gene unut muşlardı. Ama dinliyordum ya... Ablamın gün boyu çalışmalarını ve ağabeylerimin plaklarını...

O günlerin kokusu ve tadı bambaşka. Keşke bazı şeyleri yeniden yaşamak mümkün olsa. Özlem duyduğum ne çok yakınım var; annem Macide öğretmen, babam, Süha ağabeyim, Dadım, Nimet abla, Nihat ağabey, İrfan hanım teyze, Halil amca ve niceleri... Çok güzel insanlardı hepsi de. Birer yıldız oldular şimdi. Nurlar olsun...

Nevit ağabeyim çok uzun seneler sonra döndü doğduğu şehre. Şimdi gene burada bizlerle beraber. Birlikte önce çok sesli koromuzu, sonra Mersin Polifonik Korolar Derneğini kurduk. Şu anda altı koromuz var. Amacımız çok sesliliği önce İlimizde sonra yakın çevremizde ve tüm ülkemizde yaymak. Ciddiyetle, disiplinle ve çok çalışıp çok üreterek. Tıpkı Onun yaşamı boyunca yaptığı gibi...

Sağ olasın Nevit Hocam. Eserlerin için. Yetiştirdiğin bunca öğrencin için. Yurdumuza verdiğin güzel hizmetler için. Seninle övünüyor ve seni çok seviyoruz. İyi ki varsın!..

Not: Kimse alınmasın. Nevit Ağabey benim Kardeşim!...

Page 6: Mersin Polifonik Dergi - 5

6

BÜYÜK, DAHA BÜYÜK VE NEVİT KODALLI Doç. Mustafa APAYDIN

İlkokulu bitirdiğimde "Müzik" sözcüğünün anlamını bilmiyordum. Ama derslerimizde şarkı-türkü öğrenip söylemiştik. Orta okula gelip ilk müzik dersine girdiğim gün öğretmenimizin "Erzurum Dağlan da kar ile duman" adlı türküyü söylemesiyle "Müzik" sözcüğünün şarkı-türkü söylemek ve seslerle yapılan bir sanat dalı olduğunun ayırtına vardım. Sonra müziğe ilgi duydum. İlgilendim. Öğretmen Okulunda öğrendiğim kuramsal ve uygulamalı müzik elemanlarıyla müziği ve eğitimini meslek edinmeyi benimsedim. 1967'de G.E.E. Müzik bölümüne geldiğimde Ankara Devlet Operasında "Gılgameş" operasıyla ve onun yaratıcısı NEVİT KODALLI adıyla tanıştım.

Daha sonraki yıllarda O'nu Atatürk Oratoryosu, Van Gogh, Cumhuriyet Kantatı Liedleri, şarkıları, marşları, solo ve orkestralı çalgı müziklerini tanıyıp yaşama şansına ulaştım.

Bana kuramsal olarak öğretilen "Beş Büyük Türk Bestecileri" arasında Nevit Kodallı geçmese de sonraları o da Büyük Türk Bestecileri arasında sayılmaya başlandı.

1970 yılında koro sanatçılığının yanı sıra 1973 yılından sonra da koro eğitimi ve yönetimi üzerine çalışmaya başladım. 1983 yılında, TRT Ankara Gençlik Korosu kuruldu. Aynı yıl bu koronun yöneticiliğine getirildim. Koro, TRT Çocuk, Okul ve Gençlik Müziği Bilimsel Araştırma ve Repertuar Kurulunca denetleniyordu. Daha önceki yıllarda Nevit Kodallı'yı karşıdan birkaç kez görerek tanımış olmak la birlikte, ilk kez TRT Ankara Gençlik Korosu'nun denetlenmesi sırasında yüz yüze görüşerek tanışmış oldum.

O'nu, O büyük besteciyi yakından tanımak oldukça heyecan vericiydi. Daha sonra birçok kez mesleksel konuşmalar ve yaşamsal konularda yakın iletişim içinde bulunduk. Bu iletişim 1989 yılma değin sürüp geldi. Şimdi bu noktada durup, sürekli sorduğum bir soruya yanıt aramak istiyorum. "BÜYÜK ve "DAHA BÜYÜK" kimdir?

Türk Dil Kurumu sözlüğünde, insan için "Büyük" sözcüğünün anlamı olarak "Üstün Niteliği Olan" tanımı kullanılmaktadır.

Bu bağlamda normal insanların başaramayacağı operalar, oratoryolar, senfoniler, konçertolar, sonatlar, şarkılar ve benzeri yapıtları yaratanlar, kuşkusuz ki "BÜYÜK"türler. Bu yapıtları sıradan insanların beceremeyeceği ustalıkta yorumlayanlar da "Büyük"türler... Ama büyükler arasında bir sıralama yapıp "DAHA BÜYÜK"ü bulabilir miyiz ki? Daha büyük var mıdır? Daha büyük kimdir?

Bu sorular için benimseyebildiğim yanıt şu:

Üstün nitelikli yapıtları yaratıp insan lığa sunanlar "Büyük", sunduklarını, zaman, nitelik ve nicelik açısından sınırlı sayıda değil de daha çok insanın yaşamına katabilen, bu yolla kitlelerin, toplumun ve insanlığın gelişmesine, "Büyük"lere göre daha etkin katkıda bulunanlar ise "DAHA BÜYÜK"türler.

Gelelim yeniden 1989 yılına.

Geçmişten beri "nitelikli müzik eğitimimizin toplumsal boyut kazanabilmesi için, her kesimde Polifonik Koroların kurulup, etkin biçimde yaygınlaşması gerektiği" görüşüne sahip olmuştum. Bu görüş doğrultusunda Türkiye bazında örgütlenmek gerektiği inancına da ulaştığımda yakın ve ilgili arkadaşlarıma, öğrencilerime ve müzik eğitimi alanındaki "Büyük"lere bu görüşümü açtım. İlk aşamada 19 kurucu üye ile POLİFONİK KOROLAR DERNEĞİ'ni kurduk. Başkanlığı değerli büyüğümüz Devlet Sanatçısı, Profesör, Besteci Nevit Kodallı severek ve benimseyerek üstlendi. Bize büyüklüğünün yaşamsal, fikirsel ve müziksel elemanlarıyla büyük katkılar sağladı.

…Ve bir günkü söyleşimizde, müzik alanındaki "Büyük"ler olarak o güne değin gerçekleştirebildiklerinin önemi ve etkilerinin toplum ve sanat için çok yararlı olduğunu ancak bunların sınırlı sayıda insanımıza ulaştırabildiğini, bunun nedeni olarak, toplumsal müzik eğitimi seferberliğinin gerçekleştirebilmesine yönelik olarak, Polifonik Koro Müziği ve Koroları yeterince

Page 7: Mersin Polifonik Dergi - 5

7

önemseyemediklerini, ancak bugünkü gelinen noktada geçmişteki tutulan genel yolun eksikliğini belirterek bana; "MUSTAFA, BU KONUDA GEÇMİŞTE YANLIŞ YAPTIK. TOPLUMSAL MÜZİK KALKINMASINDAKİ EN UCUZ, EN GERÇEKÇİ VE EN ETKİLİ YOL, POLİFONİK KOROLAR DERNEĞİ'NİN AMAÇLARI DOĞRULTUSUNDA, POLİFONİK KOROLARIN VE KORO MÜZİĞİNİN KULLANILMASIDIR. BU KONUDA SENİ VE DERNEĞİMİZİN TÜM ELEMANLARINI KUTLUYOR VE BU YOLUN DOĞRU VE ETKİLİ BİR YOL OLDUĞUNA İNANIYOR VE DESTEKLİYORUM" dedi.

Yapıtları ve öğretileriyle toplumumuzun, Sanatta Yeterlilik Sınavı'nın Jürisinde de benim Öğretmenim olan, yaygın toplumsal deyişle "Hocam" NEVİT KODALLI;

Size kendim ve benim gibi düşünen ve genel başkanı bulunduğum Polifonik Korolar Derneğimiz adına diyorum ki:

Siz önceden "Büyük"tünüz

Şimdi "DAHA BÜYÜK"sünüz.

Nevit Kodallı'nın

bestelediği eser den bir

bölüm

Page 8: Mersin Polifonik Dergi - 5

8

MÜZİKLE DOLU BİR YAŞAM Necla AKBULUT

Çocukluğumdan bu yana adını ezbere bildiğim Nevit Kodallı Hocamızla gün gelip tanışacağım, onunla dost olacağım, ondan sadece müzik bilgileri değil yaşam dersleri de alacağım kırk yıl kalsam aklıma gelmezdi. Ne şanslıyım ki Mersin Polifonik Korolar Derneği'ni kurarken Dernek Defteri'nde 1. sayfada Nevit Hocamız'ın, 2. sayfada benim fotoğrafım vardı kurucu üye olarak..

Onu tanıdığımız günden bu yana neler öğrendik, nasıl geliştik ölçebilmemiz çok zor..

O bir besteci, hepimiz biliyoruz.

O aynı zamanda bir şair, bir yazar.

O bir dilbilimci, Türkçe'yi, Anadilini iyi bilen bir aydın.

O bir öncü; çoksesli müziği çevresine, çocuklara, gençlere sevdirmek için inanılmaz çabalar harcamış ve hep zor olanı seçmiş bir yaratıcı..

"O" tam bir "Cumhuriyet Çocuğu", Cumhuriyet'le yaşıt bir genç. Atatürk sevgisini hep yüreğinde yaşatan, eserleriyle ve yaşamıyla da ispatlayan kişi..

Koro çalışmalarımız sırasında sabrına hayran kalmamak elde değil.. Nota bilmeyen, müzisyen olmayan biz amatörlere bir sesi doğru öğretebilmek için saatlerce uğraşması, sabır ve sebatın O'nun en iyi Özelliklerinden biri olduğunu gösteriyor.

O bir mizahçı. İnanılmaz bir espri ve mizah yeteneği var. Her zaman duruma uygun bir fıkra anlatabiliyor. Yaşam sevinciyle bizleri de etkiliyor. Her zaman gülümsetiyor bizi..

Nevit Hocamız'ın çocuk yüreğini, çocuksu yanını en iyi eşi Olcay Hanım bilir. Anlayışlı ve tatlı-sert üslubuyla O'nun küçük huysuzluklarının üstesinden gelir.

Ülkesini ve doğup büyüdüğü şehrini çok sever, iyi tanır. Emekliliğinin üzerinden bunca yıl geçmesine karşın Mersin ve Adana'da Konservatuar’larımızda öğrenci yetiştirmektedir. O bir de müzisyen evlat yetiştirmiş, Dünya'ya bağışlamıştır. Kendisi gibi kompozitör-orkestra şefi olan oğlu Murat Kodallı, gelini Yelda Kodallı O'nun soyadına layık birer sanatçı olarak yaşamlarını sürdürmektedirler.

Ne denli yazsak Nevit Hocamızı anlata bilmemiz, duygularımızı dillendirebilmemiz zor. Ama şu var ki sanatçıların en şanslılarından biri O...

Hangi resim binlerce yıl dayanabilir? Hangi heykel zamanın tahribinden kurtulabilir.. Belki şairler şanslıdır biraz, çünkü dizeler belleklerde asılı durur uzun süre.. Müziği görmez, duyar, duyumsarsınız.. Notalar sonsuzlukta uçuşur dururlar.. Ezgiler ölmez, zaman içinde büyük yolculuğuna çıkar. İşte bu nedenle Nevit Hocamız şanslıdır bence.. O'nun müziği hep yaşayacak, yaşı sonsuzluk olacaktır.

Page 9: Mersin Polifonik Dergi - 5

9

Bu yaz gittiğim Kuzey Avrupa Ülkeleri'nde bestecilerin evlerini, onlar için yapılmış müze ve anıtların fotoğraflarını Nevit Hoca'ya gösteriyordum. Helsinki'den Petersburg'a "Sibelius Treni" ile yolculuk yaptığımı anlatınca nasıl sevgiyle gülümsediğini ve mutlandığını anlatamam. Rüzgarla yanşan bu trende kendisi de gidiyormuş gibi hissetti belki.

Sevgili Nevit Hocam!.. Mutlu ve sağlıklı yıllar diliyoruz size.. Biz sizinle aynı şehirde yaşamaktan, aynı havayı solumaktın mutluyuz gururluyuz. Hani sevgiyi yeni doğan bebeklerin yüreğine yazmış ya şair.. Sevgi büyüsün tüm dünyayı kaplasın diye. Siz de müziği sevgiyle birleştirip yediden-yetmiş yediye bizim kalplerimize notaladınız..

Durgun göle atılan bir taş nasıl halkalar mey dana getiriyorsa, öyle büyüyor, genişliyor korolarımız.

Sağlıkla, nice yıllara Nevit Hocam…

Page 10: Mersin Polifonik Dergi - 5

10

Öykü BESTECİ

Fazıl TÜTÜNER Zamana direnebilmiş, birçok kalıntısı ile ayakta durabilmiş bu eski kıyı kentini insanlar pek

bilmez. Oysa zamanında Akdeniz'in önemli ve görkemli kentlerinden birisi imiş. İnsanlar genellikle arabalarıyla inip denizini, kıyısını, harabelerini, güneşinin doğuşunu seyretmeden, kuşlarını dinlemeden, geçip gidiyorlar buradan. Çevrede yeteri kadar yer yokmuş gibi bazı yeni evler kalıntıların arasına yapılmış. Denizden gittikçe uzaklaşan ve Akdeniz'e yukarıdan bakan tepelerin yamaçlarında eski kentten kalan tapmakların, anıtmezarların, yönetim binalarının ve agoranın harabeleri daha çok ayakta kalabilmiş. Asıl, kıyıdan ve yoldan görülemeyen, ulaşılabilecek doğru dürüst yolu da pek kalmamış tepelerin ardındaki mezarlık yüzlerce lahit, yerlerdeki ve yamaçlardaki kaya gömütleriyle iki koca bin yıla sağlam kalarak direnebilmiş. Tepelerin ardında ve yoldan uzak kaldığından, dik yamaçlarla çevrelendiğinden, pek el değmemiş doğal bir botanik bahçesine dönüşmüş. Zeytin ağaçlan, defneler, çamlar, harnuplar, dikenli dikensiz çalılar, sarmaşıklar, ebe gümeçleri, çiçekler birbirine karışmış, birbirine tırmanmış burada. Lahitlerin ve gömütlerin arasında diğerlerine benzemeyen polygonal kesme taşlardan örme iki katlı küçük bir yapı var. Sırtını kocaman bir kayaya dayamış. Bu küçük yapının da bir mezar olduğunu, neden farklı olduğunu artık kimse bilemeyecek, çünkü alt katındaki kapı girişinin sağ yanındaki kitabe senelerce önce buraya eğlenmeye gelenler tarafından parçalandı. Kentin en görkemli zamanında yaşamış olan ünlü bestecisinin mezarı bu.

Tiyatroda koro onun bestelediği sarkılan söylerdi. Ordunun savaştığı kentlerin halkları bile gelirdi tiyatroya onun bestelerini dinlemeye. Böyle ulaştı müziği çok uzaklara. Anneler onun şarkılarıyla uyuturdu bebeklerini. Limana gelen yabancı ticaret gemilerinin tayfalarından kendi şarkılarını dinlerdi, başka dillere çevrilmiş. "Dünya döndükçe unutulmayacak senin müziğin." denirdi. "Ağızdan ağza, halktan halka geçecek." Ah savaşlar. Ah savaşlar. Ünü vardı, saygınlığı, çok sevildi, destanlara girdi adı, şiirlere. Yok olan, yıkılan, yakılan birçok kent arşivine adı yazılmıştı.

İkinci binin sonunda ünlü bir besteci geldi ve bir zamanlar onun yaşamış olduğu bu kente yerleşti. Bir zamanlar onun oturmuş olduğu kayalara oturup, denizi seyrediyordu, rüzgarı ve kuşları dinliyordu tıpkı onun gibi. Ormanlı yolda yürüyor, düşüncelere dalıyordu. Balıkçılar balıkla dönüyor kıyıdan, o besteyle dönüyordu tıpkı onun gibi. Kentin eski bestecisi denizde çakılları birbirine çarptırıyor, dalgalan sürüyor kıyıya, rüzgarı estiriyor zeytinlikler üzerinden ve kuşları yönetiyordu, unutulmuş, yitmiş gitmiş müziğini duyurabilmek için kentin yeni bestecisine, fakat duyuramıyordu.

Yine geçmişi bin yıllara dayanan başka bir Akdeniz kentinin üniversitesinden gelen bir bilim heyeti birkaç yıldır antik kentte kazı yapmakta idi. Bir portakal bahçesini satın alarak altından bir Açıkhava tiyatrosu çıkardılar. Tiyatro sırtını bir yamaca dayamış, basamak basamak aşağıya iniyordu, en altta bir sahnesi vardı.

Besteci antik tiyatroya gitti, her basamağında oturdu, sahneye indi, taşlan elledi, okşadı. Günün değişik zamanların da geldi, gözlerini kapadı, geçmişi gözünün önünde canlandırmaya çalıştı, başaramadı. "Nasıl bir müzikti acaba yap tıkları." dedi. Bir basamağa oturup gözlerini sahneye dikti, birilerinin çıkıp temsili başlatmasını nafile bekledi. Karayolundan geçen arabaların, kamyonların, motorların, televizyonların ve radyoların seslerinden başka bir ses duyamıyordu, sahneye kimse çıkmıyordu.

Bir gece, daha sabah olmadan birisi uyandırıyormuş gibi geldi kendisini. Uyuyamadı, kalktı terastaki koltuğuna oturdu, ay ışığında denizi seyretti, sessizliği dinledi. Antik kentin siluetini gördü yan karanlıkta. Pabuçlarını giydi, hırkasını sırtına attı, insanların çoğunun ürkütücü bulacağı bir zaman diliminde ve yarı karanlıkta harabeler yönünde yürümeye başladı. Bir tıs bile yoktu, aşağıdaki karayolundan ne bir kamyon ne bir araba geçiyor, ne bir televizyonun ne bir motorun

Page 11: Mersin Polifonik Dergi - 5

11

çalışması duyuluyordu. Bir köy kahvesinin veya kıyı lokantasının canhıraş kötü şarkılar bağıran bir radyosu da açık değildi. Tiyatroya vardığında, basamaklardan birine oturdu, karşısında sahne, ardında antik kent, ardında deniz vardı. Bir temsile gelmiş, yerini almış, başlamasını bekliyor gibiydi. Bekledi epey, gözlerini kapadı, açtı, tekrar kapadı. Ay yitmiş, güneş doğmamıştı, bir koro iki yan dan sahneye çıktı, saçları dökülmüş beyaz sakallı mutlu yüzlü bir yaşlı koroyu yönet meye başladı. Hiç duymadığı bir müzikti bu ve değişikti, yüreği çarpmaya başladı, güç ve esenlik doldu bedenine. "Yaşamımın en etkileyici konseri bu." diye düşündü. "Dur geçme, dur bitme." Yaşlı yönetici, "Hoş geldin besteci" dedi. "Yüzyıllardır bir bestecinin benim yaşamış olduğum ve ünlü bestelerimi yazdığım bu kente gelip yerleşmesini bekliyorum. Hep yanında dolaşıyordum, geldiğinden beri buralarda gezerken, piyanonun başında çalışırken, hep müziği mi fısıldadım, duyuramadım fakat sana, sen bir yolunu bulup ulaşabildin bana. Bütün müziğimi sunacağım sana, sun diye bütün insanlığa. Bütün insanlara yazdım çünkü onları ben, zamanımdakilere ve sonradan gelenlere."

Köylüler güneş doğmadan evinden çıkıp harabeler arasında dolaşan müzik hocasının neyin peşinde olduğunu, define mi aradığını merak ettiler. Onu gizli gizli izlediler. Geceleri sabaha karşı basamakların birinde saatlerce oturmasına, arada bir el kol hareketleri yapmasına, bir şeyler karalamasına, mırıldanmasına bir anlam veremediler. Arada bir evine önemli ziyaretçiler gelmese, adının okullara, salonlara verilmiş olduğunu duymuş olmasalar, adının önüne bir ad da onlar takacaklardı. Onu kendi haline bıraktılar.

Page 12: Mersin Polifonik Dergi - 5

12

"Müzik Ağabeyim NEVİT KODALLI. " Suna TANALTAY

...Daktilomun başındayım... Yıllar yılı hiç zorlanmadan, tıkır tıkır sesiyle bana katılıveren daktilomun... Şöyle bir düşünüyorum... Bu kez işim zor... Sevgili Nevit Kodallı Ağabeyimden söz açmak güzel de, hakkıyla anlatabilmek zor...

...Bilir misiniz, bu daktilo Babamındı... Ve ben tüm kitaplarımı bununla (...Belki de onunla... Kuşkusuz onunla...) paylaşarak yazdım...

Söyle Babacığım, nasıl anlatalım Nevit Ağabeyimi?.. Nerden başlayalım?.. O, senin has oğlundu... "Sami Bey Amca..." deyişinde özel bir sıcaklık vardı... Anneme ise, "Annem" diye seslenir ve "Annemiz" diye söz açardı... Denize bakan evimizde karşılıklı oturur, ne tatlı sohbet ederdiniz... O, senin hem oğlun, hem arkadaşındı... (Bizim duymayacağımız bir tonda fıkralar bile anlatırdınız birbirinize... Gülüşürdünüz...) Bana öyle gelirdi ki, Nevit Ağabeyim, senin en çok anlaştığın oğlundu...

Nevit Ağabeyim bir yaşındaymış, Tahsin Ağabeyim doğduğunda... Komşuymuşlar... Mersin tadında, sevgi dolu iki anne... Ve Macide Hoca Hanım'ın gürül gürülmüş sütü... Nevit oğlunu da emzirmiş, sevgi sevgi... Tahsin'ini ve Nevit'ini hiç ayırmamış bir birinden... (Tahsin'den önce, doğar doğmaz yitirdiği, bir kez olsun kucaklayamadığı kız bebesinden sonra Tanrı ona iki erkek evlat vermişti işte... Emzirmelere doyamadığı, sevip uyut tuğu, ninniler söylediği...)

...Ve bu nedenle, Babamızı da, Annemizi de yitirdiğimizde... Dört kardeşin değil; Nevit Ağabeyimizle birlikte beş kardeşin isimleri yazılıydı gazetelerde... Beş kardeş, aynı acıyı paylaşıyorduk... (Zaman içinde kardeş acıları... Süha Ağabeyim de Nihat Ağabey gibi yakıp gitmişti yüreklerimizi... Ve senin tüm acıların... Aynı aile ve aynı kardeşler değil miydik?..)

Canım Nevit Ağabeyim... En büyük akrabalığımız nedir, bilir misin?.. Atatürk'ümün has çocukları olmak... En güzel çocuğu da sensin, kuşkusuz... Atatürk Oratoryosu muhteşem bir eser... Rahmetli Cahit Külebi'nin duyarlı dizeleri yürekten kopup gelmiş bir destandı... Nevit Kodallı'nın Atatürk Oratoryosu ise, yurdumun şiirsel güzelliklerini, özgürlük yolunda bir ülkenin şahlanışını ve Kemal Paşa'yla bütünleşmesini dile getiriyordu... Yalnızca sözcüklerle mi?.. Asla... En evrensel dille: Müzik'le...

Page 13: Mersin Polifonik Dergi - 5

13

Canım Nevit Ağabeyim... Senin kardeşin olmak büyük şans... Atatürk Oratoryosu'nun da, Van Gogh Operasının da ilk icra'nda Ankara'da olmak... Uçup koşmak bu sanat şölenlerine... (Üniversiteli bir genç kız... İnce cik... Hâlâ bilemem; soğuktan mı, yoksa müziğin giz - büyüsünden mi titrerdi, Ankara'larda?. Anımsarken bile ürperiyorsam?..

...Piyanoya seninle başladım... Büyük Müziği seninle dinledim, sevdim... Yarım yüzyıldır müzik ve sanatın kokusu, tadı, büyüsü... Bende ve hepimizde çok emeğin var, Ustam...

Seninle TV. izlemeye bayılırım... Hem bakar, hem de eleştirirsin... Yanlış konuşmaları öyküne-eleştire izlersin, TV'yi...

Ankara'ya gide-gele ben de öyle oldum; Bilir misin?.. Nasıl da yanlış vurgulamalar.. Bir garip diksiyon... Erdoğan: "Nevit Ağabeyinle TV. İzleyeli böyle oldun, sen..." der... Hem izler, hem konuşurmuşum, meğer...

Nihat, yaşamını hastalarına adayan Doktor oğlun... Murat ise müzikli çocuğun: Besteci ve orkestra şefi... Gelinlerini kızların gibi seversin; biliyorum... Biri sevgi dolu bir Anne; diğeri Diva... (Yelda, şimdiden Dünyanın bildiği, dinlediği özel bir ses...)

...Ve arı-duru bir güzellik, hemen senin ardından... Su gibi, hava gibi sende ve seninle... "İyi geceler" derken "Güzel" diye seslendiğini çok duyduğum Olcay, yalnızca sevgili eşin değil, kimselere dinletmediğin özel "Lied"-indir; biliyorum...

Bestelerinle, evrensel müziğinle evrenlere sığmayan bir değersin, Nevit Ağabeyim... Paris'teki öğrencilik döneminde hem iyi, hem hesaplı olsun diye piyano ısmarlamıştın, hani... Ve yıllar sonra, o piyanonun yapımcısından bir mektup almıştın... "Mösyö" diyordu, "İzlediğim bir kanalda bir eserinizi dinledim... Bu muhteşem eseri benim piyanomda mı bestelediniz?.."

Erdoğan'la birlikte iki şiirimiz de "Lied" oldu senin elinde, yüreğinde... Bu mutluluğun değer ölçüsü var mı?.. Yalnızca başımız değil, gönlümüz selâma duruyor; bilir misin?.. Ancak Cumhuriyet Kantatı'nda bir gönderme yapılır sana...

Cumhuriyete ve Atatürk'üme çok yakışan, en yakışan, Nevit Kodallı... Seni seviyor ve seninle gurur duyuyoruz.

Page 14: Mersin Polifonik Dergi - 5

14

SANATÇININ DEĞERİ Doğan AKÇA

İstanbul'da yayınlanan "Çekirdek Sanat" adlı derginin Kasım-Aralık 2000 aylarına ait sayısında "Bu gemi nereye gider?" sorusuna cevap aranıyor. Geminin nereye gittiğini bakın Süleyman Saim Tekçan nasıl cevaplıyor.

"Bundan bir yıl önce Amsterdam'a gittim. Amsterdam'da Rambrant'ın evini ziyaret ettim. Bilmem bilir misiniz, Rambrant'ın evi 60 m2 bir evdir, evin iki katı vardır. Giriş katı Rambrant'ın kendi eliyle yaptığı bir ahşap presle sizi karşılar. Rambrant ne zaman yaşadı diye sorarsanız Rönesans’ın ağa babalarından biri Rambrant, o dönemde hem gravür yapıyor, hem boya resimler yapıyor ama eve girdiğimiz zaman 60 m2'lik ev bütünüyle beraber çok iyi korunmuş ve Rambrant'ın o dönemde yaptığı pres pırıl pırıl. O presle bastığı gravürler duvarlarda asılı. Gravür plakalarının hepsi sergileniyor. Gravür yaptığı gravür kazıcı aletleri hep gene orada korunuyor ve sergileniyor. Düşünün ki bundan 500 yıl önce yaşamış bir sanatçıya sahip çıkılmış ve korumaya alınmış 60 m2'lik bu evi dünyanın her yerinden gelen birçok insan geziyor, kuyruğa girerek geziyor, çünkü evin içine ancak 30 kişi girebiliyor. Geri kalanlar kuyrukta bekliyor. 20 kişi çıkınca 20 kişi içeri alınıyor. Bu girenler duvarlarda Rambrant'ın yaptığı gravürleri görüyorlar, plakaları görüyorlar, gravür presine ellerini sürüyorlar, bir üst kata çıkıyorlar yaptığı orijinal resimleri görüyorlar, onun şövalesi, yarım kalan resimleri, tuvalleri, yani yaşadığı dönemden günümüze yaşatılması lazım gelen her şeyi o evde yaşayarak görüyorlar.

Uygar bir ülkede bu tür sanatçıların eserlerini, yaşadıkları mekanları, düşüncelerini, eserlerini yaratıldığı atmosferi yaşatmak ve korumak bir görev bilinci olarak yerleşmiş durumda. Bunu eğer Almanya'ya giderseniz Dürer'in evinde de görürsünüz, bu bir çağdaşlık çizgisi, çağımızın insanının bize özellikle sanatla ilgili kişilerin sanata karşı olan ilgilerinin ve korumacılığının sonucu olarak algılanır.

Buradan döndükten sonra Türkiye'de 100 yıl öncesinin bugün dünya üzerinde belki en çok bilinen Türk sanatçısının, Arkeoloji Müzelerini kuran Osman Hamdi Bey'in, üstelik Sanayi-i Nefise'yi kuran bu büyük adamın eğer Gebze'deki evine giderseniz o zaman Türkiye'de geminin neden karaya oturduğunu görmüş olursunuz. Eğer Gebze'ye gitmediyseniz gitmeniz gerekir. Orada Osmanlı Mimarisinin en güzel örneklerinden biri. Batı'da eğitimini yapmış, oryantalizmin babası bir adamın özenle yaptığı bir evin, üstelik 60 m2'de değil belki 300-400 m2'lik bir evi, üstelik bu ev denize sıfır noktada bir ev, yine bu adamın çalıştığı atölyesinin mekanlarını görmek mümkün. Ama hangi şekilde görmek mümkündür. Yani şu andaki durumu nedir? diye sorduğunuz zaman Batı'lının 500 yıl yaşattığı, koruduğu ve de insanların gezmesi, görmesi için özenle desteklediği bir atmosferin 100 yıl öncesinde Türklerin yani bizlerin yaşatamadığını, koruyamadığını görerek kıyasladığımızda bu geminin niye karaya oturduğunu anlarsınız.

Osman Hamdi Bey Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde Batı'ya gitmiş, dinin çoğu zaman sanatın yapılmasını yasakladığı bir dönemdi, Arkeoloji müzelerini kurup ülkemizdeki Arkeolojik eserlerin yurtdışına çıkmasına mani olacak şekilde bir çalışmayı yürütmüş bir insan. Bu çok önemli bir şey. Bence bir dönemlerin padişahlarının "memleketimde taş üstüne konulmadık taş mı kalmadı, koy götürsün kafir, kefere" dediği ve işte bugün Berlin'de olan Bergama harabelerinin taşınması gibi dünyanın kabul edemeyeceği üstelik kültür insanlarının kabul edemeyeceği, yaşaması lazım gelene mekandan başka bir mekana taşınması gibi bir keyfiyetin engellenmesi ve artık o eserlerin kendi doğal ortamlarında yaşaması için gösterdiği gayretlerden sonra da ilk kez düşünün ki Sanayi-i Nefise Mektebi'ni kuruyor ve Batı anlayışında bir resim eğitimi başlatıyor, resmin ve heykelin tartışıldığı, yapılmasının yasak olduğu, yani dini çerçevenin bütün zorluklarına rağmen başlatıyor. Ne oluyor? Modelden resim çalışmalarına başlanıyor, çıplak modelden çizim başlıyor, heykel çalışmaları başlıyor ve de bugün Mimar Sinan Üniversitesi adıyla süren bir Üniversite'yi kuruyor bu adam.

Page 15: Mersin Polifonik Dergi - 5

15

Şimdi Osman Hamdi Bey'in oradaki evi yaklaşık 50-60 dönüm arazi içerisinde Osmanlı bahçe mimarisinin şaheseri olan bir bahçenin de içerisindedir. Projesini kendi eliyle çizdiği mezarı da orada bulunmaktadır. Ev, mezar, bu büyük bahçe, denizle olan olağanüstü ilişkisi ve atölyesi. Eve girdiğinizde evin içerisinde 100 yıl öncesinde bile o insanın yaşadığı hiçbir eşyayı göremiyorsunuz. Atölyesine girdiğiniz zamansa bu adamın çalıştığı ne sehpa var ortada, ne paleti var, ne boyaları var, ne fırçaları ne resimleri var. Ve bu evin içine girdiğiniz zaman da hiçbir şeyden anlamayan bir bekçi var. Bekçiye sorduğunuz zaman hiçbir şekilde size yanıt vermesi mümkün değil yani. Osman Hamdi Bey kimmiş, niye yaşamış, ne yapmış, bunları da bilmesi mümkün olmayan bir adama teslim edilmiş orası.

Binanın boyaları kabuk kabuk dökülmüş, ağaçları çürümüş."

Değerli ressam Süleyman Saim Tekcan'ın yazısından bu kadar uzun bir alıntıyı niye yaptım. Hep konuşuruz, dertleşiriz. Niye dünyaca tanınmış sanatçılarımız yok diye kahırlanırız. İşte Süleyman Saim Tekcan Hocamız bunu en güzel şekilde anlatmış da ondan.

Eğer bir ülke kendi sanatçısına sahip çıkmıyor, kendi sanatçısını tanımıyor, onun sanatsal gücüne inanmıyor, dünya ölçeğinde güçlü bir sanatçı olduğunu başta kendisi kabul etmiyorsa o zaman dünyanın o sanatçıyı tanıması da mümkün değildir.

Başta bizim tek tek vatandaşlar olarak, sivil toplum örgütleri, devlet kurumlan olarak kendi sanatçılarımızı tanımamız, anlamamız, bilmemiz, onlarla öğünmemiz, gurur duymamız gerekiyor. Biz bu aşa maya gelmeden dünyanın bizim sanatçımızı tanıması mümkün mü?

Sanatçılarımız hakkında kitaplar basıl maya başlanalı daha 5-10 yıl oldu. Çoğu-da özel girişimle yapılan kitaplar. Türkiye'deki kitapçıların bile çağında olmayan bu kitapların dünya kitapevlerinde olması mümkün mü? Oysa dünyadaki hangi sanat kitabı satan kitapçıya gitseniz Avrupa'nın bütün ünlü sanatçılarının kitabını bulursunuz. Tabi Türkiye'de de. Ama kendi sanatçılarımızın kitapları yoktur. Varsa da çok pahalı, kalın kitaplardır. Oysa dünyada her sanatçı için boy boy kitaplar var. Bütçenize göre bir kitabı mutlaka bulursunuz ve o sanatçıyı tanıma şansını yakalarsınız.

Sözü çok uzatmadan asıl söylemek istediğime geleyim. Vahap Kokulu ile konuşuyorduk. Bir gün Nevit Kodallı'ya sormuş: "Hocam Avrupa'da bir orkestra sizin bir eserinizi çalmak isterse notasını nasıl elde eder." Nevit Kodallı Hoca "Bana müracaat etmeleri lazım, isterlerse ben bir kopya veririm" demiş.

Yani Nevit Kodallı'nın eserleri bir kitap haline getirilmemiş. Dünya ve ülke kitapevlerine, dünya orkestralarına müzik merkezlerine yollanmamış. Ancak Nevit Kodallı'nın kişisel gayretleriyle birkaç yere ulaşmış.

Şimdi Atatürk Oratoryosunu, Gılgameş ve Van Gogh Operalarını bestelemiş bir sanatçının bu eserlerinin notaları dünya literatüründe yoksa diyelim Milano'daki bir orkestra nereden bilecek de çalacak, Amsterdam'daki bir opera nereden bilip sahneye koyacak.

Biz, karım Ayfer için bazen nota kitapları alırız. Gittiğimiz bütün müzik kitapçıların da dünyanın bütün sanatçılarının notalarını buluruz. Ama Türk sanatçılarından çok az esere rastlarız. Kendi ülkemizde bile durum böyleyken bizi kim tanıyacak. Bizimde dünya çapında müzik, resim, heykel, edebiyat sanatçımız olduğunu kim bilecek.

Ne dersiniz Polifonik Korolar Derneği, Nevit Kodallı Güzel Sanatlar Lisesi ve hepimiz birlik olup Nevit Kodallı eserlerinin notalarını kitap haline getirmek için çalışmaya başlayalım mı? Ben birçok resmimi bu işin finansmanında kullanılmak üzere vermeye hazırım.

Page 16: Mersin Polifonik Dergi - 5

16

GENÇLİK KOROSU YETİŞTİRMEK Engin AKTUĞ

Meğer ne keyifli, ne kadar güzel bir işmiş. Vesile olanlara minnet duygularımla. 1998 Eylül'ünde bir gün. Mersin Polifonik Korolar Derneği Yönetim Kurulu Başkanı ve uzun yılların Selma Ablası, Sayın Selma Yağcı bana hayalini hep kurduğum ve hayalimde sürekli geliştirdiğim bir etkinliğin haberi ile geldi. Dernek bünyesinde ikinci korolarını kurmak istediklerini, derneğimizin Onursal Başkanı Profesör Sayın Nevit KODALLI'nın da onayıyla bu koronun, gençlik korosu olmasına karar verildiğini bana söyledi. Bu oluşumun başında kimin olabileceğini yada çalışma koşullarının ne olabileceğini hiç düşünmeden, bunun müthiş bir girişim olduğunu ve sonuna kadar desteklediğimi coşkuyla kendisine ifade ettim. Hele ki bu koronun şefliği için beni düşünmüş olduklarını ifade ettiğinde, insanın yaşamında çok az duyabileceği heyecanlardan birini yaşadığımı anım sıyorum.

Milli Eğitim Müdürümüz Sayın Metin Memiş'in de destekleriyle okullara duyurular yapıldı. Yapılan seçmeler sonucunda 96 genç yeterli bulundu. 26.11.1998 Perşembe günü ilk çalışmamızı gerçekleştirdik. Gençler öylesine istekli ve coşkulu idiler ki, bu tablodan etkilenmemek elde değildi. Çeşitli nedenlerle ayrılan öğrencilerimiz oldu, yeni katılan öğrencilerimiz oldu. Katılım ve ayrılmalar sonucunda 72 kişilik kadromuzla İçel Sanat Kulübünün çalışmalarımız için kullanmamıza verdiği Nevit Kodallı Konser Salonu'nda düzenli olarak sürdürdük. (İçel Sanat Kulübüne teşekkürlerimizle.) Mersin Polifonik Korolar Derneği Gençlik Korosu 1998-1999 sezonunda seslendirdiği çok sesli eserlerle Tarsus'ta, Adana'da, Mersin'de konserler yaparak çoksesli müziği tanıtmak, sevdirmek. yaymak, gençlik korosuna yeni elemanlar kazandırmak adına ve Atatürk'ümüzün gösterdiği doğrultuda, çağdaş çok sesli müzik alanında yaptığı çalışmalarla başarılı bir sezon tamamladı. Mersin Polifonik Korolar Derneği Gençlik Koromuz, Ankara Polifonik Korolar Derneği'nin 29 Mayıs 1999 - 06 Haziran 1999 tarihleri arasında Ankara'da düzenlediği 4. Türkiye Korolar Şenliği'ne de beş parçalık bir repertuarla katılarak RİTMİK BERABERLİK VE RİTMİK UYUM BAŞARI ödülü kazandı.

Çalışmalarımıza katılarak, bize yol göstermesi, eleştirileri ile doğruyu daha kısa zamanda bulmamıza yardımcı olması ve en önemlisi, Mersin'imizin yetiştirdiği ve Türkiye'mizin gurur kaynaklarından birisi olan hocamız Devlet Sanatçısı Profesör Sayın NEVİT KODALLI'nın aramızda olması, bizi onurlandırması en büyük kıvancımız olmuştur.

1999 yılı yaz tatilinden sonra, 18 Eylül'de Gençlik Koromuz yeni sezon çalışmalarına başladı. Ancak 1998-1999 dönemi gençlik korosunun koristlerinden en az yarısı, çeşitli nedenlerle koroya devam edemiyorlardı. Kimisi üniversite öğrencisi olmuştu. Kimisi üniversite sınavlarına daha iyi hazırlanabilmek için korodan istemeyerek de olsa ayrılmışlardı. Kimisi ise her şeye rağmen "Biz varız, devam ediyoruz." demişlerdi. Koromuza yeni katılan gençlerle korist sayımız 56’ya ulaştı. Çalışmalarımız tüm hızıyla başladı. Yepyeni parçalarla

bir repertuar oluşturduk. Koromuz çalışmalarına başlayalı daha bir buçuk ay olmuştu ki Mersin Polifonik Korolar Derneği'nin 2. Korolar Şenliği gerçekleşti ve Gençlik Koromuz altı parçalık bir repertuarla başarılı bir seslendirmeyi gerçekleştirdi. Bu sezonda da Adana, Antalya ve Mersin'de konserlerine devam eden koromuz hızla gelişiyordu. Gençlik Koromuz, Türkiye'deki en büyük koro şenliği organizasyonu olan, Ankara Polifonik Korolar Derneği 5. Türkiye Korolar Şenliğine yedi parçalık bir repertuarla hazırlanmıştı. Ankara yolculuğu öncesi son çalışmamıza gelen Onursal Başkanımız Sayın Nevit Kodallı, parçalarımız üzerinde son rötuşları yaptığında, artık kendimize iyice güveniyorduk. Ankara'da Gençlik Koromuz başarılı bir konser gerçekleştirerek, derneğini ve ilini başarı ile temsil etmişti. Bu başarı jüri tarafından ENTONASYON, HOMOJENLİK VE KORO TINISI BAŞARI ödülü ile değerlendirildi. Bunun yanı sıra BİLKENT ÜNİVERSİTESİ MÜZİK

Page 17: Mersin Polifonik Dergi - 5

17

VE SAHNE SANATLARI FAKÜLTESİ de ilk kez özendirme ödülü veriyordu ve bu ödüle Mersin Polifonik Korolar Derneği Gençlik Korosu'nu layık bulmuştu.

2000 yılı yaz tatilinden sonra 16 Eylül tarihinde, gençlik koromuz yeni dönem çalışmalarına başladı. Ancak bu kez çeşitli nedenlerle koromuzdan ayrılmak zorunda kalan gençlerimizin sayısı bir hayli fazlaydı, çünkü onları zorlu sınavlar ve dersler bekliyordu. Gençlik Koromuzun neredeyse % 90'ı değişmişti. Ama yerlerine yine öncekiler gibi pırıl pırıl gençler gelmişti. Çalışmalarımız yine neredeyse sıfırdan başladı. Ama güzel olan, değerli hocamız NEVİT KODALLI'nın ifadesi ile şuydu: "Sakın gençler korodan ayrılıyorlar diye üzülme. Onlar Türkiye'nin değişik yerlerinde çok sesli korolara yetişmiş elemanlar olarak katılacaklar, öğrendikleri bilgi ve becerileri yine gençlere öğreterek yeni koroların kurulmasını sağlayacaklar. Atatürk'ün çizdiği çağdaşlık yolunda, evrensel çok sesli müziği yurdumuzun her yerine yayacaklar. Bu gençleri bir gün karşında koro şefi olarak görürsen sakın şaşırma."

Bunlar aslında aradığım, duymak istediğim kelimelerdi. Elinize, dilinize, beyninize sağlık NEVİT HOCAM. İyi ki varsınız.

SOLMASIN SARI ÇİÇEK Uçurumun kenarında, sarı çiçek Ne çok benzer sevdalıma Onurlu, dimdik Bir bakarsın nazlı nazenin Aman el değmesin İncinir gül yüreği sevdiğimin Ya Sen, Uçurumun dibindeki mavi deniz Huyunu kapmışsın sevdalımdan Bir an sessiz, dingin Bir de coşarsan, titretirsin evreni Tutkusuyla sevdiğimin Bir uçurum olsa da Üşüse de suskular Ne olur Kirlenmesin mavi deniz Solmasın sari çiçek Gönlünde sevdiğimin

Erdoğan TANALTAY

Page 18: Mersin Polifonik Dergi - 5

18

NEVİT KODALLI ile tanıştım Semihi VURAL

Nevit Kodallı adını ilk kez duyduğumda heyecanlandığımı hatırlıyorum. Çünkü okulumdaki komite tarafından bana bir görev verilmişti: Yıl 1961 ve 10 Kasım Atatürk'ü anma programı için Nevit Kodallı'nın "Atatürk Oratoryosu”nu bulup dinletecektim arkadaşlarıma. Şimdilerde belki bir CD yada bir başka tür kayıt daha kolay temin edilebilir. Ancak o yıllarda böylesi bir olanak yoktu.

İhtilalden sonra kapısında iki nöbetçi askerin dikildiği İstanbul Radyosu binasına gidip istemekten başkaca bir yol görünmüyordu Atatürk Oratoryosu’nu bulmak için. Kapıdaki askerlere söyledim dileğimi önce. Çocukluk işte. İçeriyi danışmayı işaret ettiler. Oradaki kara kaşlı memur ilgili kişilere gönderdiğinde karşıma sonradan öğreneceğim "mevzuat" çıktı. Benim kişisel olarak Nevit Kodallı'dan özel izin belgesi getirmem gerekiyormuş. Uzatmayayım 250 kuruş cevaplı ELT telgrafla zorla bulduğum Nevit Kodallı adresinden "izini" aldık. Ve Atatürk Oratoryosu’nu dinleme olanağını da. Nevit Kodallı ile işim daha bitmemiş olacak ki provalar sırasında o zamanki TK 14 Grundik teypteki yaptığımız bir hata sonucu eserin bütününe zarar verdik! Ve işlemler sil baştan... Bu benim Nevit Kodallı ile ilk tanışmam.

Evlendikten sonra eşim Ayşe ile Trabzon Radyosunda (O zaman TV'ler yoktu ama sonra da TV'lerde pek Nevit Kodallı yok.) Nevit Kodallı eserlerini dinlerken yukarıdaki öyküyü anlattığımda Ayşe çok güldü. Meğer Nevit Bey'in eşi Ayşe'nin çok yakın arkadaşıymış. İçime ılık bir şey aktı, şimdi ben de Nevit Ağabeyin arkadaşıydım artık... Bu ikinci tanışmam.

Mersin'e göçtük. Sanırım 1978 yada 79 yılında bu kez gerçekten tanıştım, el sıkıştım Nevit Kodallı ile. Onur konuğu olarak çağrıldığı bir sosyal derneğin öğle yemeğinde. Orada yaptığı bir konuşmada müziği kadar sözlerinin de ne kadar etkili olduğunu düşündüm, kendine özgü Türkçe’si ile. O müziği yalnızca "büyük müziği" anlattı coşku ile... Artık içim rahat, bu üçüncü tanışmamdan sonra...

Yıl 1994 sanırım. İçel Sanat Kulübü yeni restore ettiği binaya isim arayışında. Toplantı ve Resital Salonu için üyeler arasında yapılan değerlendirmelerde elbette onun ismi yakışırdı bu salona. Büyük bir keyifle mütevazı salonumuzun açılışını yaptı. Artık Mersinli uluslararası bir müzik adamının Mersin'de bir salonu vardı. Bu onuru hepimiz paylaştık.

Bu salonda yapılan etkinliklerden birinde. Mersin Mitoloji Günlerinde Nevit Kodallı da konuşmacıydı ve "Annemin Topal Melaike öyküsü" isimli efsanesini anlattı. İşte bu konuşmada Nevit Kodallı çocukluğunda annesinden dinlediği, gerçek bir Anadolu öyküsünün nasıl dönüştürülüp, daha doğrusu sahip çıkmadığımız değerler kapsamında Yunan Mitolojisindeki el sanatları tanrısı Hephaistos olarak gösterilmesini bilgece aktarıverdi.

Geçenlerde gazetelerde küçük bir ara sayfa haberinde Kültür Bakanlığının Türk bestecilerine yeni eserler ısmarlayacağından söz ediliyor ve Nevit Kodallı'nın da adı geçiyordu. İçimi buruk bir sevinç sardı.

Mütevazı yaşamını sürdürdüğü bahçe evinde, piyanosunun başında kurgusunu yaptığı özgün Anadolu tınılarının Nevit Kodallı'nın parmaklarından evrensel boyuta geçtiğini duyumsuyorum…

Page 19: Mersin Polifonik Dergi - 5

19

BİR ANI Ayfer AKÇA

Değerli hocamız Nevit Kodallı'nın doğum gününü ben de bu yazıyla kutlamak istedim.

19 Nisan 1998 pazar günü gün doğmadan bir minibüsle, 8 kişi Ankara'ya doğru yola çıktık. Minibüste ben, Doğan Selma, Vahap ve eşi, Necla, Drahşan ve Drahşan'ın kameramanı vardı. O gün saat 15'te Sevda Cenap And Müzik Vakfı'nın düzenlediği 15. Uluslararası Ankara Müzik Festivali'nin açılışı vardı. Ve değerli hocamız Nevit Kodallı'nın eseri olan "Atatürk Oratoryosu"yla açılış yapılacaktı. Biz de bu açılışa yetişmek için gün ağarmadan yola çıkmıştık. Bir yerde mola vermiştik. Orada bir düğün alayıyla karşılaştık. Necla hemen alaya katıldı, onlarla halay çekti. O arada bir baktım kalabalık bir Japon grubu Kapadokya'ya giderken aynı yerde mola vermişlerdi. Necla'nın bu Japon'ları da bayıltması lazımdı. Hemen Necla'nın kolundan tutup Japon'ların yanına götürdüm. Şarkılar, karşılıklı dostluk gösterileri, fotoğraf çekmeler derken Necla bu Japonları da bayılttı. Böyle eğlenerek Ankara'ya vardık.

Açılış Türk Metal Sendikası Salonu'nda yapılacaktı. Ankara Hava Alanı yolunda çok büyük bir salondu. Salonu bulduk, hemen biletlerimizi aldık. Mersin'den hocamızın konserini izlemek için geldiğimizi söyledik. Orkestra ve sanatçıları iyi görebileceğimiz bir yerden bilet verdiler. Sonra Olcay ve Nevit Bey'i bulduk. Bizi görünce çok sevindiler. Onlara sürpriz yapmıştık.

Saat 15'te konser koronun söylediği "Edirne'den Ardahan'a kadar toprak uzanır" sözleriyle başladı. Orkestra ve koro Ankara Devlet Opera ve Balesi Orkestrası ve Korosu, Bilkent Senfoni Orkestrası, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, TRT Ankara Radyosu Çok sesli Korosundan oluşmuştu. Şef Rengim Gökmen'di. Solistler soprano Şule Durham, Mezzo soprano Şebnem Algın, tenor Metin Turan, bariton Tuncer Tercan'dı. Ayrıca Ayten ve Cüneyt Gökçer drama bölümünü sundular. Biliyorsunuz Cahit Külebi'nin "Atatürk Kurtuluş Savaşında" adlı eserini Nevit Kodallı besteledi ve 'Atatürk Oratoryosu" oluştu. Hocamız bu eseri Paris'te yaşadığı yıllarda bestelemiş. Beste iki yıl sürmüş 1951-1952.

Koronun söylediği "Binler yaşa yurdumuza hizmeti büyük Kemal Paşa! Ölümsüz insan! Şanlı Atatürk." sözleriyle konser bitti. Harika bir olaydı. O görkemli müzik ve sözler karşısında büyülendik adeta. Koca salonda binlerce kişi ayakta alkışladı. Değerli hocamızın bu güzel gününde bulunmak tan çok mutluyduk.

Sevda Cenap And Müzik Vakfı her yıl bir sanatçıya "Onur Ödülü Altın Madalyası" veriyor ve sanatçıyla ilgili kitap yayınlıyor. 1997 yılının ödülünü Nevit Kodallı'ya vermişlerdi. O kitapta Dr. Erdoğan Okyay'ın hocamız için yazdığı yazıdan bir bölümü, çok beğendiğim için sizlere aktarmak istiyorum. "Kodallı; şiire, özellikle Fransız ve çağdaş Türk şiirine tutkun bir şiir sever, toplumsal gelişim ve değişimin her alanında düşünen, tavır alan ve bunu cesaretle savunan bir aydın, mesleğinde ise eğitici, öğretici, yönetici yorumcu ve yaratıcı

bir müzik sanatçısı. Kodallı ayrıca; sorumlu, anlayışlı bir aile reisi. Sonuç olarak, doğduğu kente ve yetiştiği ülkeye borcunu fazlasıyla ödemiş örnek bir Cumhuriyet kuşağı temsilcisi."

Bu güzel konserden sonra Mersin'e doğru yola çıktık. Ertesi gün iş günüydü, çalışanlar işlerine gidecekti. Onun için hemen yola çıkmıştık. Yolda koro şarkılarımızı söyledik. Fıkralar anlatıldı. Bir ara Selma kanto söylemeye başladı ve devam etti. Necla ve Vahap da katıldı. Bu arada Doğan, Ramazanda eğlence düzenlemeyi önerdi. Hepimiz bunu destekledik. O yıl Ramazan eğlenceleri yapılmaya başlandı. Ve artık gelenek-selleşti biliyorsunuz.

Çok geç bir saatte Mersin'e vardık. Güzel bir gün ve gece yaşamıştık. Hepimiz mutluyduk. Daha nice mutlu yıllara değerli Hocamız Nevit Kodallı ve Olcay.

Page 20: Mersin Polifonik Dergi - 5

20

AKDENİZ YAĞMURLARINDA YOĞRULAN BİR SANAT

ADAMI NEVİT KODALLI HOCAM

Ahmet YEŞİL

Kentler vardır, doğal görüntüleriyle yada ekonomik olanaklarıyla tanınırlar. Varlıklarını

hissettirirler. Kentler vardır bütün bunlar olsa da olmasa da sanatçılarıyla, sanat ve kültür birikimleriyle yaşarlar. O kenti, o toplumu ve ulusu evrensel kılan, kalıcı kılan sanat ve kültür birikimleri ve güçlü sanatçılarıdır. Bir ulus, bir kent sahip olduğu evrensel değerleri, sanatı kültürü ve sanatçılarıyla taçlanır.

Sanatçı da bu kimliğin oluşumuna yarattığı eserleriyle katkıda bulunur. Geleceğe aktarılmasını aydınlık kapıların açılımını sağlar. Evrensel ve çağdaş eserleriyle ülkesinin çağdaş dünyada saygın yerini almasına katkıda bulunur. Hele kültür ve bilgi çağını yaşayan bu günün dünyası için evrensel eserler üreten bir sanatçının yerinin ne kadar önemli olduğunu söylememize gerek yoktur.

Sanat adına, sanatı adına ödünsüz bir yaşam, sanatıyla bütünleşmiş bir yaşam Nevit Kodallı. Yaşamı ve yıllara meydan okuyarak eserleriyle sonsuzluk yolculuğunda bir maraton koşucusu gibi sanatıyla yaşayan, yaşatan bir güzel insan. Evrensel bir sanat adamı bir komutan bir asker.

Anadolu'da binlerce yıllık kültür birikiminin Atatürk'le beraber Dünya'ya açılımını sağlayan bir sanatçı. Bu birikimi yaşadığı kentin, Akdeniz'in ılık rüzgarlarıyla gelen yağmur sularıyla yoğuran ve evrenselliğe sunan bir güzel sanat adamı Nevit Hocamız.

Onunla aynı kentte yaşamak, aynı ortamı paylaşmak, aynı kaptan sanat adına bir yudum su içmek, sanatı da yaşamı da dolu dolu yaşamaktır. Bir onurdur benim için. Çünkü; her şeyin ötesinde bir çağı yaşıyoruz. Bir çağı paylaşıyoruz. Sanat adına, aydınlık adına, gelecek adına kentimize, yüreğimize bir ışık gibi girdi. Nevit Hocam.

Selma Yağcı ablam ve tüm arkadaşlarıyla beraber yüreğinde sanat ateşini bir volkan gibi yaşayan amatör yürekleri, profesyonel bir ruhla evlerinden alıp gün ışığına sunan bir komutan, zaman zaman onlarla beraber sanat adına bir asker.

Nevit Kodallı Hocam sizinle bu çağı bu kentte yaşamak bizler için bir onur, bir coşku. Deneyimlerinizi ve birikimlerinizi bizlerle ve sanata gönül vermiş Polifonik Korolar Derneği üyeleriyle ve tüm Mersinlilerle paylaştığınız için minnet ve teşekkürlerimizi sunuyorum.

Sanatçı toplumundan sanat toplumuna geçiş süreci için Nevit Kodallı büyük bir şans. Bu şansı bize Hocamız verdi. Bizlere düşende bundan en iyi şekilde yararlanmaktır.

Unutulmamalı ki sanatına ve sanatçısına değer veren toplumlar, yükselen toplumlardır.

Varlığınızla, sanatınızla hep var olacaksınız Hocam.

Size sevgiyle yoğrulmuş. Saygılarımı iletiyorum.

Page 21: Mersin Polifonik Dergi - 5

21

ETKİNLİKLERİMİZDEN

Müziğin Ritmindeki Duygular(*)

2000-2001 Bahar yarıyı in bize sunmuş olduğu lının bir etkinliği de Polifonik Korolar Derneği'n

konserdi. Bizim bu güzel konserle buluşmamızı sağlayan Atatürk Oratoryosu Bestecisi Devlet

Sanatçısı Prof. Dr. Nevit KODALLI'ya, Polifonik Korolar Derneği Başkanı Selma YAĞCI'ya ve

ME.Ü. Rektörü Prof. Dr. Uğur ORAL'a tüm dinleyenler adına teşekkür etmek isterim.

Polifonik koroyu dinlemeden anlamak belki de çok zor. İlk olarak yetişkinler korosunu

dinledik. Korodaki ses uyumuna hayran kalmamak elde değil. Ezgiler arasında bir anda

kayboluyorsunuz duygular içinde bir yolculuk o kadar tatlı ve güzel ki, yaşanan acıyı, sevinci bir

anda karşınızda bulmanız olasılığı ile karşı karşıyasınız. Peki, bu ses uyumunun güzelliği müzikteki

keşif midir? Her söylenen parçada kendinizi kaybediyorsunuz ve o söylenen sözlerden mutlaka

kendinize de bir pay çıkarabilirsiniz. Çünkü; ben bu parçaları dinlerken duygularımın yoğunluğuna

dalmaktan kendimi alamadım. Tıpkı BATUM şarkısındaki kayboluş gibi.

Bu şarkı Yetişkinler Korosunun son şarkısıydı ben de bütün dinleyiciler gibi bu müziğe ve

şarkılara doyamamıştım. Ardından Gençler Korosu ile buluştuk. Koronun ilk şarkısı "Ihlamur

Ağacı"ydı. Bu şarkıdaki ağaç gibi insanların unutamadığı mazisinde mutlaka bir şeyler paylaştığı

acı olduğuna inanıyorum. Bu şarkı belki de bu anılarda yüklü ağacı bize hatırlatmaktaydı.

Şarkıların her zaman için bizlere aşkı yada sevgiyi anlatmadığını bazen de becerisizlikleri ve

bununla gelen üzüntüyü anlattığını "Acemi Avcı" şarkısında anladım.

Enstrümanlar olmadan da müziğin ritminin bu denli güzel uyumu karşısında hayranlığımı

saklayamadım doğrusu.

Peki sizlere soruyorum, gözlerimizi kapatmak, bu müzik güzelliğinin içimizdeki duygularla

buluşmamızı sağlıyorsa biz neden bu güzel müziği dinlerken gözlerimizi açık bırakalım?

Küçük büyük herkesin ilgisini çeken konser, Gülnarlılar tarafından da çok beğenilmişti.

Umarım bir gün -kısa süre sonra- bizim Meslek Yüksekokulumuzun Polifonik korosunu da dinleyip

duygularımı siz okuyucularımıza aktarırım.

Güngör KARYAĞDI

İnşaat - II

(*) Anlam 32. sayıdan

Page 22: Mersin Polifonik Dergi - 5

22

SESSİZLİĞE MECBUR

Vahap KOKULU

Avuçlarının sıcaklığını hissederek,

yeni bir besteyi dinlerim, Dudaklarından dökülen her ıslığın nağmelerinde

Gece gündüz... Yaz kış ve sonbahar

Hele ilkbahar’da ri mevsiminde.. portakal çiçekle

Avagoda ağacının bitişiğinde, kocaman bir çam ağacının kenarında yuvam, Kozalak ve iğne yapraklarının halısı serilmiştir sürekli... Yanıbaşımda minicik bir sebze tarlası, banaduralar, süs biberleri, bir saptan yetişen onlarca demet nane, güzelim güller, karanfiller, nergisler... Börtüböcek, ateşböceği, minik kurbağa seslerinden arta kalan gecelerde ve şafakların en alacasında, üst katımdaki kocaman piyanonun tuşlarında dolaşır elleri. Yüreğinin derinliklerinden parmaklarına ulaşan duygular, sanatlaşır, besteleşir, güzelleşir Sonra sarar büyüler önce beni, en yakınında bekleyeni, Sonra sarar önümüzde akdenize kadar uzanan portakal ağaçları kümelerini, Sonra sarar büyüler batımızda Toros dağlarından yüksekleri yerine, Denizi en yakından seyreden tepeyi seçmiş fıstık çamı ağaçları korusunu... Sonra sarar büyüler elli yıldan beri olduğu gibi kesintisiz Anadolu’yu...

Yuvamızdan ana caddeye çıkarken, kenarları limon, portakal, yenidünya ağaçları ile çevrili patikadan geçeriz, tenime dokunur Çukurova otları Hep ürperirim.

Avuçlarının sıcaklığını hissederek, yeni bir besteyi dinlerim,

Dudakla inde rından dökülen her ıslığın nağmelerGece gündüz...

Yaz kış ve sonbahar Hele ilkbaharda p mevsiminde.. ortakal çiçekleri

Haftada birkaç kez, sağımıza Akdenizi solumuza Torosları alır koyuluruz yollara, Kilometrelerce... Onun alnındaki sabah güneşinin pırıltısını izleyerek ve başbaşa...

Limonlu, Erdemli, Elvanlı, Tece, Viranşehir, Mersin, Efrenk Deresi, Deliçay Huzurkent, Tarsus, Berdan Irmağı, Yenice, Adana, Seyhan Irmağı, Taşköprü, Yani Anadolu yolları...

Yolumuzun üzerinde Üniversiteler, Konservatuarlar, Kültür Merkezleri, Müzik Evleri, Sanat Kulüpleri, Kitapçılar, Kütüphaneler, Oralara gider saatlerce kalır, beni unutur, yapayalnız kalırım, buruk... Sessizliğe mecbur…

Onu izlerim yerimden kıpırdamadan, müzik üretenlerin yanına gider, kıskanırım... Orkestra şefleri, Sopranolar Alto'lar, Bas'lar, Tenorlar, çocuklar, minikler, minnoşlar, Umut ışıkları, öğretmenler, gençler, notalar solfejler, Türküler, Türkülerimiz...

Page 23: Mersin Polifonik Dergi - 5

23

Cumhuriyetin müziğini, Atatürk'ü anlatır onlara, daha kalabalıklara, Ben yalnız, ben, bekler ve dinler dururum onu parklarda sessizliğe mecbur...

Avuçlarının sıcaklığını hissederek, yeni bir besteyi dinlerim, Dudaklarından dökülen her ıslığın nağmelerinde Gece gündüz... Yaz kış ve sonbahar Hele ilkbahar'da portakal çiçekleri mevsiminde..

Sonra yine birlikte döneriz geldiğimiz gibi, kilometreler aşarız müzik adına Haftada kaç gün kim bilir? Bazen akşam güneşinin alacası parlatır gözlerini, Gözlük takar, hem de ne yakışır güzelime? Bazen akşamın serinliklerinde "bugün ayın on dördü" eşlik eder bize...

Yuvama bırakır beni kendi elleri ile Onu öpemem. Karanlıkta börtüböceklerin, ateşböceklerinin seslerinin hüznünü yaşarım. Ben, sessizliği mecbur...

O gündüzün ve gecenin herhangi bir saatinde üst katta, Piyanosunun başında üretir durur, Gençliğe, Türkiye'ye, ve Dünya'ya.... Mutlu olurum. Ben, sessizliğe mecbur...

Ben kim miyim? Ben Nevit Kodallı'nın otomobiliyim. Toyota 06 EEM 03

Direksiyonda avuçlarının sıcaklığı hissederek, yeni bir besteyi dinlerim,

Dudaklarımdan dökülen her ıslığın nağmelerinde Gece, gündüz...

Yaz kış ve sonbahar Hele ilkbahar'da portakal çiçekleri mevsiminde

ben, sessizliğe mecbur…

Page 24: Mersin Polifonik Dergi - 5

24

NEVİT HOCA'MIZLA SÖYLEŞİ Necla AKBULUT

N.Akbulut - Sevgili Nevit Hocam, bizim çoksesli koromuzun kurulmasını ilk gündeme getiren, derneğimizin kurucu başk siz önayak oldunuz. anlığını yapan kişisiniz. Türkiye'de de ilk kez Ankara'da Polifonik Korolar Derneği'ni kurdunuz. Mersin'deki korolarımız da gelişti, büyüdü. Minikler, çocuklar ve gençlik koroları oluştu. Tabi ilk olarak yetişkinler komşuyla başladık. Korolarla ilgili bize neler söyleyeceksiniz. Koro zevkini nereden aldınız, kimlerden etkilendiniz. Anılarınızdan da söz eder misiniz?

N.Kodallı - Koro zevki nasıl başladı bende? Konservatuarda başladı tabii bu. Biliyorsunuz o zamanlar ne Opera vardı ne tiyatro vardı. Hep

yeni kurulmuştu. Benim giriş tarihim 1939. Ben de ufacık çocuktum. Orada koro çalışmaları vardı fakat bana esas Opera Koroları'nda ihtiyaç duyuldu. Çünkü konservatuarda biz hem öğrenciydik, hem de hepimiz, piyanistler, tromboncular bir elinden tutardık... Ve bayağı da iyi söylerdik. Birçok büyük eseri o suretle çıkardık. Size sayacağım bu eserleri. Şaşarsınız. Tabi bu sayede hem Devlet Operası'nın, hem Devlet Tiyatrosu'nun yasasının çıkmasına önayak olduk. Bu bakımdan çok önemli, bizimki bir özveriydi. Hepimiz bu işe sarıldık. Beni özellikle şunun için istediler. Tabi kompozisyon okuyan bir öğrencinin hem kulağı iyidir hem de bilgisi-görgüsü diğerlerinden daha ileridir. Bir gün Cari Ebert geldi dedi ki. - Senden koroya girip söylemeni rica ediyorum.

Ben de tam o sıralarda mutasyon geçiriyorum, sesim çatal matal çıkıyor. Cari Ebert "Önemli

değil sen arkadaşlarını başlat, bize yeter." dedi. Ben böylece koroda söylemeye başladım. Bakın neler söyledik... Butterfly Operası'nda balıkçılar korosu, onun arkasından 9. senfoniyi söyledik biz. 1942

yılında. Ondan sonra Fidelio Operası'nda söyledim. Satılmış Nişanlı'da söyledim. N.A. - Kaç kişi oluyor dunuz koroda? N.K. - 30-40 kişiyi buluyorduk tabi. Ama size bir şey söyleyeyim mi, çok güzel söylüyorduk.

Ebert de bize tiyatroyu orada bayağı öğretmiştir. 9. senfoni çok zor bir eserdir biliyorsHepimiz çok başarılı olduk. Meselâ unuz. Ben bir de

Maskeli Balo da söyledim. Kompozisyon'un son sınıfına gelmiştim.. Gittim Ebert'e dedim ki "Bana artık müsaade, çünkü ben mezun olacağım. Çok çalışmam lazım." Böylece ayrıldım. Tabi koroda söylemek harika bir şey, beraber söylemenin zevkini ben orada almış oldum.

Bir şey daha ekleyeceğim.. Bizim o zaman ki durumumuz şu. Meselâ Fidelio'da mahkumlar korosu söylüyorsunuz. Birçok mahkum olması lazım. Biz 15-20 kişiyiz ancak. Bu sefer de tiyatrodan Cüneyt Gökçer’ler ve daha aklınıza kim gelirse hepsi figüran olarak çıkarlardı. Onlar rol keserlerdi, biz söylerdik.

N.Akbulut - O zaman tiyatro sanatçıları da hem şarkı söyler, hem dans eder, hem tiyatro yetenekleri müthiş güçlü kişilerdi.

N.Kodallı - Hepsi şan dersi alırdı. Şarkıcılar da tiyatrocularla beraber sahne çalışırlardı. Onun için de o zaman yetişen sanatçılarımızın sahneleri aynen tiyatrodakiler gibi çok kuvvetliydi. Ben size bir anımı anlatayım. Satılmış Nişanlı'yı oynuyorum. Orada kim dans edecek. O zaman bale de yok henüz. Bizim baletimiz kimdir biliyor musunuz? Cüneyt Gökçer'dir.

Ben yalnız operalarda koroda söylemiyordum. Aynı zamanda perdecilik yapıyordum. Çünkü elimde partisyon nerede kapanıp açılacağını ancak ben biliyordum. Daha neler neler... O günler tabi çok güzel günlerdi.

Page 25: Mersin Polifonik Dergi - 5

25

Benim her zaman düşündüğüm şudur. Dünyada en etkili ses insan sesidir. En kolay gibi görünen yani masrafsız yapılan şey korodur. Yan yana gelindiği zaman her yerde koro yapılabilmesi, hiçbir çalgıya ihtiyaç duyulmaması etkisini artırır.

Ben yurtdışına gittim geldim. Operada şefim. Korolar yetiştiriyorum, iyice haşır neşir oldum. Bu çalışmalar gayet yorucuydu.

Temsillerden çıktığımızda, makyajımızı siliyoruz tabi... Bir tane eski otobüs var. Orkestra doldurmuş otobüs gitmiş oluyordu. Biz buz gibi soğukta Halkevi'nden Cebeci'ye kadar yaya yürürdük. İşin en acıklı tarafı da oydu.

N.Akbulut - Nevit Hocam bu çocuk korolarına nasıl el attınız? N.Kodallı - 1960'lı yıllardı. Bir gün radyo dinliyorum. O zaman Ankara Radyosundan başka

radyo yok.

Bir çocuk programında bazı müzikler çalıyorlar. Çok acayip şeyler. Ne çocuk ruhuyla ilgisi var

ne de müzikle ilgisi var. Oturdum bir rapor yazdım TRT Genel Müdürlüğüne. TRT daha yeni kurulmuştu. "Bu çocuk ruhuna aykırıdır, dikkatinizi çekiyorum" diye bayağı uzun bir rapor verdim. Bir baktım raporuma çok ilgi gösterildi. Çağırdılar beni "ne yaparız?" Bir kere çocuk korosunun kurulması lazım ve ayrıca da eldeki repertuarı bir elden geçirelim programın ne olması lazım. Ondan sonrada elimizdeki literatürün ne olacağını saptayalım.

O zaman yanıma Mithat Fenmen'i verdiler bir de Saip Egüz'ü. Üçümüz oturduk 200'ü aşkın müziği dinledik. Bunların içinden çocuklara uygun ancak 7 tane parça bulduk, kaydedilmiş.

Ondan sonra çocuk korolarını kurduk. Ama daha önemlisi repertuarı yaratmaktı. Olanca gücümle uğraştım. Kendim yazdım, başkalarına yazdırdım. Yazılanları düzelt tim. Bu sayede her radyoda bir çocuk korosu kuruldu. Bunun arkasından gençlik korosunu kurdurduk. TRT'de. 1971 de bale kurslarını başlattım. Opera'da da çocuk korusunu kurdurdum. Bu diğer Operalara da sıçradı. Bugün de hala başarıyla devam ediyor.

Bu çalışmaların çocukların kültürünü zevkini geliştirmede çok büyük katkıları vardır. Fakat bir de bunun şu iyiliği vardır. Bugün konservatuarlarımızın kabul sınavına gidin başarılı çocukların hepsi önce çocuk korolarında şarkı söylemişlerdir orada yetişmişlerdir. Kulakları düzelir. Yalnız konservatuarlara kaynak yetiştirmek değil, bunun dışında bir faydası da şu Anneler babalar çocuklarıyla gelip gidiyorlar çoksesli müziğe dolaylı olarak onlar da katılmış oluyor. Yani büyük bir eğitim programı oluyor bu.

Bu korolarda söyleyenler bu tadı, bu dostluk duygusunu almış bir kere. Gençlik korolarından ayrılanlar bir koro kurmak için bana geldiler. Koroyu kurduk, bir sene sonra da Ankara Polifonik Korolar Derneğini kurduk. Uzun süre onların başkanlığını yaptım. Buraya gelince de beni onursal başkan yaptılar.

Buradaki koromuzu nasıl kurduk onu da anlatayım. Bir gün bizde oturuyoruz. Selma "Nevit ağabey artık buradasın, ne yapabiliriz?" deyince. "Sizin yapabileceğiniz bir tek şey var, müzikle sanatla ilgili benim size yardım edebileceğim. O da bir koro kurmaktır."

Böylece işe başladık. Şimdi oldukça iyi bir koromuz var. Senin de dediğin gibi korolar koroları doğurdu beş altı koroya eriştik. Ankara'da da durum aynı. Literatürde olmamasına rağmen kızlar korosu bile kurdular. Hatta koroya gelen çocukların anne ve babalarından bir koroları var.

Tabi böylece bütün Türkiye'ye örnek olduk, önce TRT ile başlayıp... Bütün Türkiye sathında şimdi bilmiyorum kaç koro var. Bir korolar şenliği yapıyoruz 80-90 koro geliyor Ankara'ya... Tabi bu büyük bir gelişme. İşte bizim yapmak istediğimiz de buydu zaten.

Page 26: Mersin Polifonik Dergi - 5

26

N.Akbulut- Nevit Hocam bizim duymadığımız ne çok anınız vardır kim bilir? Sizi yetiştiren hocalarınızı, arkadaşlarınızı yazdınız... Peki kıskandığınız, gıpta ettiğiniz sanatçılar, çok beğendiğiniz besteciler, sizi etkileyenler oldu mu? Biraz da sohbeti bu yöne kaydıralım.

N.Kodallı- Vallahi benim kıskançlık diye bir huyum yoktur. Fakat imrenme huyum vardır Bu yıkıcı bir şey değildir. Her yazılan esere büyük saygım vardır. Yalnız eskilere değil yenilere de. Çünkü bir eserin nasıl yazıldığını, nasıl güç yazıldığını çok iyi biliyorum. Onun için şu iyidir, şu kötüdür demem, hepsine saygı duyarım.

Ben çok yönlü çalıştım, çok yönlü yazdım. Devlet tiyatrosunda 250'yi aşkın tiyatro müziği yazdım. Bunların içinde Oidipus var Lisistrata var, Güzel Helena, benim Opera olarak yazdığım Tanrılar ve İnsanlar var. Geçenlerde yitirdik biliyorsunuz. Orhan Asena'yı, benim büyük dostum ve kardeşimi. Tanrılar ve İnsanlar'ın yazarı. Cadı kazanı, Atçalı Kel Mehmet.. Kaç tane de çocuk müzikli oyunu yazdım biliyor musunuz? Ki çocuklar alışsın diye, bir örnek olsun diye bunları yaptım. Puf'la Paf vardı, Ihlamur Nine... Çoğunun da ismini unuttum. Birçok çocuk müziği yazdım, yazılanları düzelttim. Bir hayli marş yazdım. Bilmiyorum kaç tane yazdım. Tiyatro müzikleri benim için çok önemliydi. Tiyatro müziklerini yazmak sayesinde devamlı tiyatronun içindeyim. Eğer Van Gogh Operası'nı yazabildiysem, bir Gılgameş'i yazabildiysem tabi tiyatro bilgim, daha doğrusu duyuşum sayesinde bunlar oldu.

Tiyatro müziklerinden sonra bale için de yazdım. İki tane koca bale yazdım. Bir tanesi hala oynanıyor. Hürrem Sultan.

Ayrıca çok Lied yazdım. Şimdi pek tanınmıyor. Eskiden tanınıyordu. Ama şimdi o kültürde insan çıkmıyor şarkıcılarımızdan... Çünkü Lied dediğiniz şiir gibi. Şiir nasıl herkesin kolay kolay söyleyemeyeceği, okuyamayacağı bir şey olduğu gibi...

1946 yılında 7 tane poem yazdım şan ve piyano için. Bunlar aynı yıl içerisinde Ankara Radyosu'nda söylendi, sonra da İsviçre Radyosu'nda adapte edilip söylendi. Benim Şan'la her zaman ilgim oldu.

Unutmadan bir şey daha söyleyeyim. Konservatuarda tuhaf tuhaf çalışmalarım oldu. Oturdum bağlama çalmayı öğrendim. Niye? Halk müziğimizi daha iyi tanıyayım diye tabi... Sarı Recep'le, Muzaffer Sarısözen'le konserler verdik biz. Oturdum viyola aldım çalıştım. Yaylı sazların hepsine bu suretle gayet hakim oldum. Oturdum saksofon aldım çalışmaya başladım. Flütçü çocuklar yardım etti, öğrendim. Allegro Barboro diye Bartok'tan eserler çalacak hale geldim. Ama o sayede bütün nefesli sazları öğrenmiş oldum. Oturdum şan dersi aldım biliyor musunuz siz?.. Gittim hem de zamanın şan hocalarından ders aldım

Evet dönelim tekrar bizim Liedlere. Fransa'da memleket hasreti mi nedir 1949'da pastişler yazdım yani benzetmeler. Bunlar Karacaoğlan'ın şiirlerini aldım, özgün, şeyler yazdım ama halk türküleri ağzında. Zaten pastiş demek öykünme bir çeşit ama stil öykünmesi. 1951 yılında da Aydın Gün onları Paris Radyosu'nda söyledi.

1958 yılında Ümit Yaşar Oğuzcan hem hemşerimiz hem arkadaşım bana bir kitap verdi. Garip Şiirler Antolojisi. Ben bunu okudum bayıldım. Bana göre içinde esprili şeyler vardı. 20 tane filan onların içinde Lied yazdım. Orhan Veli var, Cahit Külebi, Oktay Rıfat, rahmetli Can Yücel bile vardı. Yıllarca Liedler yazdım. En son biliyorsunuz bu yıl Ahmet Yeşil için yazdım, onun tablolarıyla ilgili. Ahmet Yeşil kitabının tanıtım gününde Konservatuardan bir öğrencimle sunduk seyircilere.

N.Akbulut- Halk türkülerimizi çok seslendirdiniz... N.Kodallı- Tabi, çok değil. Ben türkülere dokunmam aslında. Saygım büyüktür. Daha çok

kendim yazarım, türkü ağzında yazarım. O zaman daha rahat ediyorum. Ayrıca film müzikleri yazdım. En önemlisi Murat'ın Türküsü, senaryosunu bizim Yaşar

Kemal'in hazırladığı hemşerimiz Atıf Yılmaz yönetti. Pembe Kadın'a yazdım. Yıldız Kenter'in oynadığı.

Müzikallere ilk defa adaptasyon yaptım. Kiss mi Kate, My Fair Lady, Damdaki Kemancı... Bunlara yaptığım gibi kendim müzikli oyunlar da yazdım. Bunlardan biri Orhan Asena'yla beraber yaptığımız Fadik Kız. Halkla ilgili bir oyun. Yıldız Kenter'ler oynamışlardı.

İşte bir ömür böyle geçip gidiyor.

Page 27: Mersin Polifonik Dergi - 5

27

N.Akbulut - Ama hocam en güzel, en yararlı biçimde geçiyor Hep tekrarladığım bir şeyi gene söylemek istiyorum. Müzik en evrensel sanat dalı. En şanslı sanatçılar da besteciler ve şairler bence... Notalar ve dizeler sonsuza kadar uçuşacak Evren'de..

Sizin yaptığınız çok yönlü çalışmayı kendi sesinizden öğrendik. Biliyoruz ki siz aynı zamanda Orkestra Şefi olarak da çalıştınız. Bu çalışmalarınızı da anlatır mısınız?

N.Kodallı - İleri devre kompozisyon eğitimine başladığım zaman orkestra şefliğine de çalıştım. Benim ilk hocam Hindemith'in zamanında Ankara'ya gelip Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nı adam eden kimse... Proterous... Bu Proterous öyle enteresan bir insan ki 15-20 tane Haydın'ın senfonisini ortaya çıkarmış bir adam.

Bir anımı anlatayım. Bülent Arel'le beraber derse giriyoruz. Bize önceleri anahtarla transpozisyon yapmayı öğretti. Veriyor Bach'ın dört anahtarını ayrı ayrı "İki ton aşağıdan" diyor. Uff bütün notalar dönüyor. Biz onu yapıyoruz. Uğraşıyoruz, çalışıyoruz. Bir yanlış yaptığım zaman benim sırtıma "gümm" diye bir yumruk. Bülent yaptığı zaman - kafası onun biraz açıktı, keldi - şırrak diye kafasına bir şaplak. Bir gün Bülent çok kızdı, dedi ki... "Efendim niye Nevit'in sırtına vuruyorsunuz da benim sırtıma vurmuyorsunuz, başıma vuruyorsunuz hep..." Ondan cevap; "Çünkü efendim sesi çok hoşuma gidiyor..." Bunun üzerine Bülent gülmeye başladı... Çünkü espriden çok anlayan bir arkadaştı.

Sonra Ferid Alnar Hoca'yla çalıştım... Fakat Paris'e gidince ilk işim Honeger'le kompozisyon çalışmalarımı ilerletirken Ekol Normale'de orkestra şefliği kısmına girdim. Jean Furmey'la orada 4 yıl çalıştım. Türkiye'ye döndüğümde beni konservatuar yüksek kısma hoca tayin ettiler. Opera'da da idare etmeye başladım. Kendi eserlerimi, senfonik konserlerde orkestrayı idare ettim. Tabi bu arada en çok idare ettiğim de Atatürk Oratoryosu olmuştur. Operalarımın prömiyerlerini hep ben yaptım.

N.Akbulut- Nevit Hocam bunca eser yazdınız, yönettiniz... Birde Orkestra Şefi oğul yetiştirdiniz. Şimdi Mersin Operamızın Orkestra şefi oldu, görevine başladı. Murat Kodallı hem piyanist hem orkestra şefi olarak yetişti. Bu nasıl bir duygu, nasıl yetiştirdiniz oğlunuzu?

N.Kodallı - Tabi ki benim için güzel bir şey. Oğlum da benim yolumda gitti. Murat hem yüksek piyanodan mezun oldu, hem de kompozisyondan Necil Kâzım Akses'den hem de benden ders aldı. Kompozisyonda da ilginç eserleri var, yazıyor çünkü. O Viyana'ya gittiği zaman aynen benim yaptığımı yaptı. Yüksek Lisans olarak kompozisyonu bitirdi. Orkestra şefliğine orada başladığı için o biraz daha uzun sürdü. Döndükten sonra burada konserler verdi. İlk önce Bilkent'te verdi eşi Yelda ile beraber. Sonra burada verdi. Gördüm ki o çocuk oralarda boşu boşuna çalışmamış. Viyana'daki, Viyana Müzik Akademisi dünyada ünlü bir okul. Çok da zordur. Ve tabii göğsüm kabardı... İyi bir müzisyen yetiştirdik, kazandık diye.

O daha kariyerinin başlarında tabii. İleride çok daha büyük bir orkestra şefi olacağını biliyorum. Zaten şimdiden çok sağlam. Repertuarı da hayli geniş. Çünkü Viyana Operası'nda bir orkestra şefinin yanında çalıştı hep.

N.Akbulut- Peki Murat yönetirken hiç hatalarını buluyor musunuz? Yani kulağını filan çektiğiniz oluyor mu?

N. Kodallı - Yok hayır o artık yetişti, tam anlamıyla bir sanatçı olarak çıktı karşımıza. Ben tabi çok onurlandım, gururlandım oğlumun çok sağlam yetişerek dönmesinden. Şimdiye kadar yaptığı çalışmalarda hiçbir eksiğe rastlamadım. Dört başı mamur bir orkestra şefi olarak göründü bana...

Tabi kompozitör olması büyük bir şans. Bir orkestra şefi kompozisyon bilmezse hiçbir zaman gerektiği kadar ilerleyemez.

N.Akbulut- Kodallı ismi Mersinle özdeşleşmiş bir isim olarak hep yaşayacak. Size sağlıklı uzun ömürler diliyoruz. Bizlere katkılarınız için teşekkür ediyoruz. Sağ olun...

N.Kodallı- Bu sağlıklı uzun ömür dilekleri güzel de.. Hep beraber olunca güzel olur. Ben teşekkür ederim.

Page 28: Mersin Polifonik Dergi - 5

28

NEVİT KODALLI Ertuğrul KARAOĞUZ

"Çağımızın müziğini geliştiren olgulardan birinin de folklor" olduğu bir gerçektir. Halk ezgileri "SANAT MÜZİĞİ" bağlamında günd ÜLTÜR" kimliği kazanmalarına eme gelmiş ve ülkelerin "Kkendi ulusal özelliklerini taşıyan müziğ . i üretmelerine esas olmuştur

Halk ezgilerinin çoğu "ŞARKI" olarak kuşaktan kuşağa, kulaktan kulağa kaldığından bu "Müzikte" konuşma dilinin, dilin vurgusunun ve yapısının büyük önem taşıdığı bilinmektedir. 20. yüzyıl başlarında folklorizm; başta Macar Bela Bartok gibi bestecilerle halk müziği olarak bilimsel yöntemlerle işlenmiş ve Avrupa'yı etkisi altına almıştır. Yine Macar KODALY yüzlerce özgür halk ezgisini notaya geçirmiş ve geniş soluklu büyük orkestra yapıtlarında örneğin "TAVUSKUŞU" çeşitlemelerinde MACAR folklorunu tüm görkemiyle duyurmuştur. Bu akım Avrupa'yı sardığı gibi ülkemiz müziğinde de halk ezgileri NEVİT KODALLI Hoca'mızın da çıkış noktasını oluşturmuş tur kanımca...

Önceleri halk ezgileri doğrudan alınıp "çok sesli" yapıda işlenmiş, daha sonraları da bir özümleme ile özgün değişlerin çıkması sağlanmıştır.

NEVİT KODALLI işte bu bestecilerden biridir. "Halk ezgileri ve ritimlerini kendine özgü bir müzik dokusu içinde birleştirmekle çağımıza yeni bir renk kazandırmıştır:" Onun çağında Anadolu folklorunu inceleyen batılı bestekârlar bile bestelerinde,Türk halk Müziğinin etkisinde kalmışlardır. Örneğin, Fransız besteci Lully'nin, Moliere ile ortak yazdığı "Kibarlık Budalasında" mehter vurma çalgıları ve sözcükleri vardır.

İkinci Viyana kuşatmasından sonra tüm Avrupa "Türk"e ait her şeyin akımını yaşamıştır. İngiltere'ye kadar uzanan bu akım, kahveden, lokuma, giysilerden, maskeli balolara, karnavallara, cambazlara, kuklalara kadar etkisini göstermiştir.

18. yüzyılda Türk esinli yapıtlar Handel'in "Timur Operası", Vivaldi'nin "Beyazıt Operası" ve de daha birçok yapıtlar...

Türk marşları yazmak Batılı her bestecinin özlemi halindedir 18. yüzyılda... Mozart'ın "Allaturca"sı, "Saray Kıskançlıkları", "Saraydan Kız Kaçırma"... Beethoven'in Atina harabelerindeki "Zincire Vurulmuş Dervişler ve Korosu" şarkı ve dansları Türk Marşı havasındadır ve 9. Senfonisi Türk müziğinin vurgusal niteliklerini taşımaktadır.

NEVİT KODALLI Hoca'mız ve arkadaşları Türk Beşlerinden sonra ikinci kuşak çok sesli Türk müziği bestecileri olarak ortaya çıkmışlar ve dünyaca ünlü eserlere imza atmışlardır.

Bu bestecilerin Halk müziği orkestra yapıtları, keman ve piyano konçertoları ve bale müzikleri ilgi alanları olmuştur.

NEVİT KODALLI ve arkadaşları geleneksel renkleri Batı ritmi ve melodi anlayışı içinde korumaya Türk müziği makamlarından (kaçılmaya) özen göstermişlerdir. (Zaman içinde müzik-Evin

mlerini kendisine özgü bir müzik dokusu içinde birleştirmekle çağımıza renk

emek değil "İLKELERİNİ" özümlemek lazım.

İlyasoğlu)

Halk ezgi ve ritiler kattığı ve müzisyenlerimize ülkelerinin geleneksel renklerini koruma bakımından yol

gösterici olan NEVİT KODALLI Hocamız sanatın her kesimi için "DUAYEN"dir. Bence yalnızca onu seviyorum d

Page 29: Mersin Polifonik Dergi - 5

29

NEVİT KODALLI'YLA Dırahşan BULUT

Sevgili Arkadaşım Necla,

Beni arayıp Nevit Kodal ı istediğin zaman çok lı Hocamızı anlatan bir yazı yazmam

heyecanlandım. Ben şimdi yaşayan tarih, koskoca Nevit Kodallı'yı bir iki parşömen kağıdına nasıl

sığd Kalemi kâğıdı elime alınca, geçtiğimiz yıllarda yaşadıklarımız hep ırabilirim diye düşündüm.

belleğime üşüştü.

Hatırlıyor musun, televizyon için hazırladığım bir sanat programı için Nevit Hocayla

sözleşmiştik. Kültür Merkezi'nin önünde buluşacaktık. Canlı yayın için Hocayı televizyon

stüdyosuna götürmemiz gerekiyordu. O heykelin önünde, ben ise arkasında birbirimizi bekleyerek

vakti geçirip yayını gerçekleştirememiştik. Sonunda senin arabuluculuk çabalarınla olay ortaya

çıkmıştı. Hala birlikte hatırlayıp güleriz.

Bu anıların en unutulmazlarından biri de Karadeniz gezimizdi. On gün boyunca Ali

Merzeci'nin rehberliğinde Samsun'dan Sarp'a kadar olan yemyeşil yolculuğumuz ne güzeldi. Senin

yemek tariflerinden dolayı verilen molalarda içtiğimiz kahvelerin, mısır ekmeklerinin, taptaze

pidelerin tadı hiç unutulur mu? Akşamları Kodallı çiftinin tarih kokan sohbetleri, yapılan espriler,

Nevit Hocamızın anlattığı fıkralarla nasıl da keyifliydik. Yaşayan Cumhuriyet sanatçısının günlük

hayatı içinde olmak, ondan bir şeyler öğrenmek hem mutluluk hem gurur vericiydi.

Necla'cığım, meraklanma, Ankara Müzik Festivali'ne gidişimizi anlatmadan geçer miyim?

Doğan Akça, Selma Yağcı, Vahap Kokulu, sen ve ben festivalin Atatürk Oratoryosu ile açılacağını

duyup, heyecanlanıp, bir günlüğüne yollara düşmemiş miydik? TRT'den birlikte izin almıştık ve bu

büyük sanat olayını ertesi gün yerel televizyondan Mersinlilere izletebilmiştik.

Onunla birçok defa çekim yapmıştım ama onu ilk kez farklı bir heyecanla, bu yıl Mersin

Devlet Opera ve Balesi'nin açılışında oğlu Murat Kodallı'nın yönettiği Atatürk Oratoryosu'nda

görmüştüm. Bir babanın mutluluğunu kıvancını tüm salonla paylaşmıştı...

Necla'cığım birbirinden değerli anıları,

yaşanmışlıkları bana anımsattığın ve paylaştığın için

ayrıca Mersin'in (özellikle de

Mesudiye mahallesinin)

gururu Nevit Kodallı hakkında yazı yazma fırsatını

verdiğin için teşekkür ederim. Senin yanaklarından,

Kodallı'ların ellerinden öperim.

Page 30: Mersin Polifonik Dergi - 5

30

KODALLI BAHÇESİNDEN BİR ÇİÇEK

Müşerref ÖRÜNK

Yıllar önce bir gün Cemal Emek Bey'in telefonu çalar:

"Ben Nevit Kodallı, Ankara'dan Mersin'e taşınacağız, nakliye için sizi tavsiye ettiler" der.

Nevit Kodallı'nın Ankara Bahçelievler'deki evinden eşyalarını alıp Mersin Limonlu'daki bahçe

içeri li bir şey vardı. O da Hoca'mızın sindeki evine taşıdık. Eşyaların içerisinde çok önem

piya eye nosuydu. Benim de evimde 150 yıllık bir ud bulunduğunu bunu kızım Nida'ya öğretm

çalıştığımı, daha geliştirmesi için neler yapmayı tavsiye edebileceğini sorduğumda;

"Yahu, getir O'nu bir dinleyeyim" dedi.

Sonra bir gün kızım Nida'yı alıp Hoca'mın evine gittik. Hocam piyanoda bastığım sesleri o

veya u şeklinde çıkardığını görünce;

"Peki piyanoya arkanı dönerek de bu sesleri çıkartabilir misin?" dedi.

Dinlemekte olan eşi Olcay Hanım da "Nevit çocuğu zorlamıyor musun?" dediğinde, yok O

bunu başarır diyerek kızıma cesaret verdi.

Nida o sesleri de en iyi şekilde çıkardık tan sonra Nevit Hocam;

"Bu kızımız, konservatuar eğitimi almalı." dedi. Bize neyi, nasıl yapacağımız konusunda

tavsiyelerde bulundu. Bizde Hocamın tavsiyeleriyle hareket ederek kızımı konservatuar sınavlarına

hazı onservatuarına girdi. Şu anda rladık. Kızım girdiği sınavlarda başarılı olarak Mersin Devlet K

Keman bölümü orta son sınıf öğrencisidir.

Cemal Bey, benim Nevit Kodallı Hoca'mızla tanışmamda böyle oldu der. Ben bunu Emek

Nakliyatın sahibi Cemal Emek Bey'in ağzından dinledim ve etkilendim. Hocam'ın müziğin

bahsedildiği neredeyse her yerde, hepimizin üzerinde bir emeği ve hakkı var diye düşünüyorum. Bu

anekdotu da Hoca'mızla geçen altı yılın en güzellerinden biri olarak sizlerle paylaşmak istedim.

Nevit Hocam, size ve sevgili ablamız Olcay Hanım'a sağlıklı uzun bir yaşam diliyorum.

Page 31: Mersin Polifonik Dergi - 5

31

Koristlerden HOCAM NEVİT KODALLI'YA

Necmiye ÇİFTÇİ Yetişkinler Korosundan

Sevgi yüceliktir, büyüklüktür. Sevgi kanıt ister, kanat ister, kanatlanmak ister. Sevgi inanç ister ı zor ilahi bir duygudur. , bağlılık ister. Sevgi dostluğu getirir, ulaşılmas Sevgi yürek ister, yürekte saklı kalır, o yüreğe sahip olmak gerekir.

Sevgili Hocam. Sn. Nevit Kodallı; Siz müziğin sınırsız sevisinin evrenselliği içinde bir müziğe bağlanmış, o ilahi duyguyu tatmış, onunla yücelmiş kanatlanmış, erişilmez mutluluklara ulaşmış ulu bir çınarsınız.

Ben bu çınarın altında her daldan, her yapraktan damla damla feyiz alıyor, yüreğimi müziğin dostluğu, doyumsuz güzelliği ve sevgisiyle ısıtıyor, ısıtıyorum.

Sayın Hocam yüreğinize sağlık, gönlünüze sağlık.

***

"O"nu ilk gördüğümde, Nevit Kodallı, Hoca, bu bey olsa gerek dedim. Disiplinli, ama sıcak, espr onunla çalışabilmek bizim için büyük bir ili, sevecen bakışlı, bu saygıdeğer insanı tanımak,şans..

O, ulu bir çınar. Yapraklar şarkı söyleyen, koyu gölgesi huzur veren....

Sabahat YÜKSEL ***

O değerli insanla tanışmak, fikirlerinden faydalanmak O'nu görene kadar benim için bir hayaldi.

Lise ve üniversitedeyken O'nun şarkılarını söylerdik ama, bunları yaratan veya çok seslendiren o güzel insanla birazcıkta olsa bir şeyler yapabilmek, değerli görüşlerini alıp daha güzel için uğraşmak mesleğin ve bunun için bir şeyler yapmaya çalışmak hiç aklıma gelmezdi. O bize genç gönlü ve bitmeyen enerjisiyle topluma bu şeyler yapma sorumluluğuyla her zaman önder olacaktır.

Teşekkürler canım hocam Allah sana ömür versin. Yapacak çok işler var.

Ayşe FAHLİOĞULLARI

ÜSTAD

Sene 1995 Tarsus Sen Pol Kilisesi'nde İtalya'dan gelen Kardinaller Episkoposla beraber ayin ve sempozyum toplantısı yapacaklardı.

Sayın Prof. NEVİT KODALLI'yı davet etme şansını ararken birden aklıma kendilerine telefon etmek geldi.

Sayın Nevit Kodallı'nın şahsını tanımıyordum. Ama bir cesaretle telefona sarıldım, karşımda bir ses, kendimi tanıttım, "Buyurun dedi" Tarsus'taki etkinliği anlatarak, Sayın eşinizle birlikte sizleri davet ediyorum kabul buyurun dedim. Çok memnun oldu ve 28 Haziran 1995 sabahı hep beraber gittik.

O DERİN BİLGİSİNE, TEVAZUUNA hayran kaldım ve süregelen dostluğumuz benim için hep bir övünç kaynağıdır.

Hiç kimse vasıta olmadan, kendileriyle tanışmam her zaman bende güzel bir ANI olarak kala

Lina NASİF

caktır.

Page 32: Mersin Polifonik Dergi - 5

32

NEVİT KODALLI'NIN YAŞAMI ve ESERİ Dr. Erdoğan OKYAY

Cumhuriyet dönemi besteciler kuşağının önde gelen temsilcilerinden biri olan Nevit

Kodallı'nın doğum yılı 1924 olarak bilinir. Oysa Kodallı'nın gerçek doğum tarihi 12 Ocak 1925'tir. Resmi belgelere yanlışlık sonucu geçtiği sanılan 1924 yılı, besteciyle ilgili pek çok kaynak eserde kullanılmış, bu nedenle bestecinin kendisince de böylece kabul edilmiştir. Başka bir farklılık adının yazılışı için de geçerlidir. O yıllardaki gelenek ve yazım kurallarına göre Mehmed Nevid adı verilen Kodallı'nın ön adı giderek yazılmaz, olmuş, adı Nevid ise (t) ile yazılmaya başlanmış ve Nevit'e dönüşmüştür. Bestecimizi bugün Nevit Kodallı adıyla tanıyoruz.

Nevit, ailesinin beşinci ve en küçük çocuğu olarak Mersin'de dünyaya geldi. Annesi Melek Hanım, Girit'li bir ailenin kızıydı. Babası A. Rıfat Bey, Adana'dan gelerek Mersin'e yerleşmiş bir devlet memuruydu ve Mersin'de kurulmuş olan Ziraat Bankasının müdürüydü.

Nevit'in çocukluğu ve ilk ile ortaokul çağları Mersin'de geçti. Eski çağlardaki adı Zefirion olan Akdeniz kıyısının bu güzel liman kenti, köklü bir uygarlığa sahipti ve Cumhuriyetin ilk yıllarında canlı bir ticaret ve kültür-sanat merkeziydi. Nevit Kodallı, ileride Mersin için yazdığı bir yazısında, geriye bakarak bu uygarlığı hatırlatacak ve "bir kez daha, böylesine köklü bir uygarlığa sahip yerde doğmuş olmanın, kısacası bu hemşeriliğin öğüncünü ve kıvancını yaşadım. İyi ki bu kentte doğmuşum!..."1) diyerek doğduğu kente duyduğu sevgi ve bağlılığı dile getirecektir. Gerçekten küçük Nevit, kişiliğinin ve müziğe yönelişinin biçimlendiği çocukluk yıllarındaki Mersin'den, onun hoşgörülü kültür-sanat dokusundan çok şeyler almış, ama sanatçı yaşamının olgunluk çağların da da Kodallı olarak bu kente çok şeyler kazandırmış, Mersin'in kültür-sanat yaşamını zenginleştirmiştir. Nevit, küçük yaşlardan başlayarak önce ailesi içinde müzikle tanıştı. Babası tambur çalıyor ve geleneksel Türk sanat müziğini amatörce, ama çok seçici bir zevk ile icra ediyordu. Arkadaşlarıyla düzenledikleri müzikli toplantılara küçük oğlunu da birlikte götürüyordu çoğu kez. Nevit, geleneksel Türk sanat müziğinin en güzel örnekleriyle bu yolla tanıştı, onları dinledi, ama bu müzik türüne ilgi duymadı. O daha çok ablasının ve ağabeylerinin çaldıkları evrensel müzik çalgıları ve örneklerini seviyor, onlardan hoşlanıyordu. Ablası Nimet Hanım, udun yanında piyano da çalıyordu, öğretmendi. Hamdi ve Nihat Ablası Nimet Hanım ile ağabeyleri sırasıyla keman ve mandolin çalıyorlardı. Evde sık sık bu çalgılarla müzik yapılıyordu. Ama onun ilk gerçek müzik öğretmeni, ailenin en büyük çocuğu olan Hayri Ağabey idi.

Hayri Kodallı, müziğe mandolin çalarak başlamış, daha sonra da Mersin'de oturan bir İtalyan müzikçiden keman öğrenerek kendisini yetiştirmiş amatör bir müzikçiydi. Sonraları viyolonsel de öğrenmişti. Kardeşleri ve arkadaşlarıyla sık sık evde ve Halkevinde toplanıp müzik yapıyorlardı. Halkevinde çalgı kursları da açıyordu.

Page 33: Mersin Polifonik Dergi - 5

33

Nevit, on yaşlarında mandolin çalıyordu ve keman öğrenmeye başlamıştı. Ağabeyi ona, bir yandan da müziğin kuramını öğretiyordu.

Daha sonraki yıllarda armoninin temel yapı taşlarını da Hayri Ağabeyinden ve Ortaokuldaki müzik öğretmeni İrfan Sermer'den öğrenecek ve Ankara Devlet Konservatuarının Kompozisyon Bölümü giriş sınavlarına bu iki kişi eliyle hazırlanacaktır. Bu yıllarda küçük beste denemeleri, doğaçlamalar da yapmaya başlamıştır. İki mandolin ve gitar için bestelediği "Trio", o yılların kayda değer bir çocukluk beste denemesidir.

Halkevinde çalışan ve zaman zaman konserler veren küçük bir orkestra ve bando, onun evrensel sanat müziğinin kolay ve popüler örneklerini tanımasına sebep oluyordu. Bazen bando, 23. Alay bandosuyla da birleşerek daha zengin açık hava konserleri de veriyordu. Tüm bu müzik etkinlikleri ve aile içinde birlikte çaldıkları müzikler, onun çocuk müzik beğenisinin oluşmasında önemli etkenler olmuşlardır.

Halkevleri, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinin kültür-sanat politikalarının uygulandığı, adeta kristalleştiği merkezlerdi. Yerel müzikler, halk oyunları, evrensel sanat müziği, resim, şiir, heykel sanatları ve tiyatro, Halkevlerinde çok uygun bir gelişme ortamı bulmuşlardı. Mersin Halkevi, hem yapısal olanakları, hem de etkinlikleriyle Türkiye'nin en canlı Halkevlerinden biriydi. Çukurova'nın ve Torosların müzik folklorunu, batı müziğinin bilinen ve sevilen popüler örneklerini küçük Nevit Mersin Halkevinde tanıdı ve sevmeyi öğrendi.

Mersin'in açık bir liman kenti oluşu, Müslüman, Hıristiyan ve Musevi inançlarının büyük bir hoşgörü ortamı içinde yan yana varlıklarını sürdürüyor olmaları ve inançlar arasında canlı bir kültür-sanat alışverişinin varlığı, kuşkusuz küçük Nevit'in evrensel sanat müziğine yönelişinde küçümsenmeyecek bir rol oynamıştı.

Sonraları, 19401ı yıllarda Ankara'da sahneye konan ilk operalardan biri olan Madam Butterfly

operasının, Ankara dışında ilk kez Mersin Halkevi sah nesinde oynandığı düşünülürse (1946), bu kentin 19301u yıllardaki canlı kültür-sanat yaşamı da kolayca tasavvur edilebilir.

Nevit çocukluğunu, ilk ve ortaokul öğrenciliği yıllarını böyle bir aile ortamı içinde ve böyle bir kentsel çevrede geçirdi.

1939 yılının sonbaharında Nevit Kodallı, Ankara Devlet Konservatuarının Kompozisyon Bölümü giriş sınavlarında başarılı olur ve Konservatuara kabul edilir. Okul numarası 211’dir.

Giriş sınavında 3-4 sesli akortları çözümlemiş, müziğin yapı taşlarına ilişkin soruları yanıtlamış, hatta sonradan öğretmeni olacak bir yabana uyruklu öğretmenin2 "acaba kompozisyon'un ne anlama geldiğini biliyor mu?" şeklinde yönelttiği soruya "bilmeseydim, bu bölüme başvurur muydum?" diyerek yanıt vermiş ve sınavda başarılı olmuştur.

Konservatuarda Necil Kazım Akses'in armoni ve kompozisyon öğrencisi olur. Piyano öğretmeni Ferhunde Erkin'dir.

Kodallı, kompozisyon öğretmeni N. Kazım Akses'ten"... Benim yetişmemde en büyük3

payı olan insan..." diye söz ediyor. Askerlik hizmetini bitirip Konservatuarındaki görevine geri dönen Akses’le ilk karşılaşmasını şöyle anlatıyor:

Page 34: Mersin Polifonik Dergi - 5

34

...Bir ay kadar sonra Hoca gelmiş, beni müdür odasına çağırmışlardı, heyecandan yüreğim kopacak gibi gittim. Kapıdan içeri girince tombul yanaklarıyla karşıda oturan Necil Hocanın, kısa pantolonlu beni görünce, Eyvah! Başıma gelenler!..., der gibi gözlerinin nasıl iri iri açıldığını hep hatırlarım. Küçüktüm. Ama zamanla beni tanıyınca rahatlamıştı... Sekiz yıllık öğrenimim süresince beni 4 çok iyi yetiştirdi, çünkü kendisi çok iyi ve sağlam yetişmişti..."

Konservatuarda, gece gündüz durmadan çalışan bir öğrencidir o. Henüz armoni sınıflarındadır. Ama kendi kendine besteler yapmaktadır. 1942 yılında Köroğlu'ndan esinlenerek piyano için bir "Ballad" yazmış ve hocasına göstermiştir. Necil Kazım, bu besteyi ilginç bulur ve Nevit Kodallı'dan bir yıl sonra Necil Kazım Akses'in kompozisyon sınıfına katılan Bülent Arel'e bir öğrenci konserinde çaldırır Piyano için Ballad, yada konser programındaki adıyla "Destan" Kodallı'nın bir konserde çalman ilk bestesidir (3 Mayıs 1942).

Kodallı, bir bestecinin değişik çalgıların olanaklarını iyi tanıması gereğinden yola çıkarak,

öğrenciliğinin daha ilk yıllarından başlayarak piyanonun yanı sıra viyola ve alto saksofon öğrenmeye başlar. Ayrıca Türk halk müziğini daha yakından tanımak için bağlama çalmayı da öğrenir. Son dersleri de alınır. Çalgılara bu merakı nedeniyle Konservatuarda adı "Nevit eline ne alırsa, çalar"a çıkmıştır. Ama onun asıl çalgısı piyanodur. Konservatuara girmeden önce hiç piyano çalmadığı düşünülürse, onun asıl branşı olan kompozisyon ve orkestra yönetimi yanında, nasıl bir sabır ve gayretle piyano öğrendiği ve bu çalgı da ne kadar iyi bir düzeye geldiği görülür. Öyle ki, 1946 da bestelediği ve "Ostinato" adını verdiği çocuklar için 5 piyano parçasını bir öğrenci konserinde ilk kez kendisi seslendirir. Daha da önemlisi, 1950 yılında bestelediği piyano sonatını, 1953 yılı yazında (22.07.1953) Darmstadt'ta (Almanya) "Genç Kuşağın Müziği" dizisi içinde, büyük bir özgüvenle çalar.

Sınıf konserlerine sık sık piyanist olarak katılır. O yıllarda tüm kompozisyon öğrencilerinin piyano öğretmeni Ferhunde Erkin'dir. Ferhunde Hanım Nevit Kodallı'ya sağlam bir piyano tekniği kazandırmak için uğraşır, bir yandan da Çağdaş piyano edebiyatını tanıması için ona Hindemith, Bartok, Martinu gibi bestecilerin piyano eserlerini çaldırır. Bunların pek çoğunun yurdu muzdaki ilk seslendirişlerini Nevit Kodallı öğrenci konserlerinde yapmıştır. Ferhunde Erkin ve eşi merhum Ulvi Cemal Erkin ile önce öğrenci-öğretmen ilişkisi olarak başlayan yakınlık, giderek sıcak bir dostluğa dönüşür.

Nevit Kodallı, yukarıda da belirtildiği gibi gerçekten gece gündüz çalışan bir öğrencidir. Özel bir izinle herkes yattıktan sonra gece üçlere kadar çalışır, armoni, kontrapunt ve giderek kompozisyon ödevlerini yapar, öğrendiği çalgılardaki tekniğini geliştirir.

Bülent Arel ile yakın bir arkadaşlık kurmuştur. O yıllarda yatılı bir okul olan Konservatuarın sıcak sanat havası içinde gelişir, müzikçi kişiliğini bulur. Öğretmeni olarak Necil Kazım, kendisiyle çok yakından ilgilenir. İlk bestelerini piyano için yapmış olması bir rastlantı değildir. Necil Kazım da ilk eserleri olan "Prelüd ve Fügler'i, (1929) "Beş Piyano Parçası"nı (1930), "Piyano Sonatı"nı (1930) ve "Minyatürleri, (1936) piyano için yazmıştır. Gene Kodallı'nın insan sesine ve sahne müziğine yönelmesinde de her halde hocasının bu türler için o yıllarda yazmış olduğu "Çokseslendirilmiş Türküler" (1936) "Mete" (1933) ve "Bayönder" (1934) operaları gibi eserleri de birer örnek oluşturmuşlardır.

Page 35: Mersin Polifonik Dergi - 5

35

Konservatuarın diğer besteci öğretmenleri, özellikle Ulvi Cemal Erkin ve Hasan Ferid Alnar da kendisiyle yakından ilgilenirler. Bu ilgi ve ilişki bu değerli iki bestecimizin ölümlerine kadar sürecektir.

Nevit Kodallı sonraları, hem öğretmeni N. Kazım, hem de Ferhunde-Ulvi Cemal Erkin ve Hasan Ferid Alnar hakkında onların kişilik ve sanatlarına ilişkin vefa örneği olacak çok, değerli yazılar yazacak ve çok isabetli saptamalar yapacaktır.5

Aşağıdaki alıntılar bu yazılardan seçilmiştir. Ulvi Cemal Erkin ile ilgili olarak şunları yazar:

"Ulvi Cemal Erkin bütün eserlerinde Türk atmosferini en başarılı yaratan, Cumhuriyet felse-femizi en iyi yansıtan bir kompozitörümüzdür.

"Başta Ferit Tüzün olmak üzere bir çok önemli sanatçının yetişmesinde yardımcı olmuştur. O, hepimizle ilgilenir, teşvik ederdi."

"Bana öğrenciliğimde hep Kompozitör-ü şehir ve esas piyano talebesi diye takılırdı, her yazdığım şeyi de görmek isterdi. Bir gün Necil Hoca ile birlikte bir eserime bakıyorlardı. Ulvi Hocanın Necil Hocaya dönerek "Do'yu bulmuş artık..." diye sırtımı okşadığını hep hatırlarım. Yani artık kompozitörlük yolunun kapısını açmış anlamına geliyordu bu.

Ferhunde Erkin ile ilgili olarak şöyle der:

...Ve Ferhunde Hoca 1932 yılında orada (Musiki Muallim Mektebinde) hocalık eden Ulvi

Cemal ile evlenir. Bu evlilik, bu iki gence çok yakışmıştır ve meslek hayatlarında çok olumlu etkileri olmuştur. Ferhunde Hoca, Ulvi Hoca'nın yaratıcı yönünü daima desteklemiş, ona ilham kaynağı olmuş, eserlerinin ilk çalmışını yapmış, yaymıştır"

"Ferhunde Hoca, yalnız evinin değil, bütün Türk Kompozitörlerinin eserlerini konserlerinde programına almış, bunların yayılmasına, sevilmesine öncülük etmiştir. 1950 yılında Paris'te yazıp kendisine ithaf ettiğim Piyano Sonatım da bunlar arasındadır".

"Çok zarif, saygın, sevecen bir insandı. Hâlâ öyledir. Benim meslek hayatımda büyük yeri vardır, hayatım boyunca yalnız bir usta hoca değil, aynı zamanda bana bir abla, bir büyüğüm gibi sevgi ve ihtimam göstermiştir."

"Yatılı öğrenciliğimizde dışarı çıkma günümüz olan Cumartesileri sakalımı tıraş ederdim. Bir gün dersteyim. Ferhunde Hoca bana sordu "Nevit paran var mı?" ben "evet" deyince "öyleyse bir jilet al da tıraş ol!" O gün bugündür, ben her sabah uygar bir insan gibi tıraş olurum. Bunlar piyano dışında derslerdi. Kendisine buradan sağlıklar ve iyilikler dilerim. Bir yazımda ben, birçok ünlü kimseyle tanışıp dostluk kurduğum için şanslı olduğumu yazmıştım. Erkinler de bunlar arasındadır. Ben mutlu bir insanım."

Ferid Alnar ile ilgili olarak şu saptamalarda bulunur:

"Herkese Devlet Sanatçılığı verilirken o dışarıda bırakılır, altın madalya törenleri yapılırken o hiç akla gelmez, senfoni orkestralarımız, operalarımız, konservatuarımız bunca yıl verdiği eserleriyle emeklerini hiç hatırlamaz, Kültür Bakanlığı böyle bir insanı yetiştirdiğimizi bilmez bile... Bu büyük insan Ferid Alnar'dır."6

Page 36: Mersin Polifonik Dergi - 5

36

"Alnar Hoca, benim gördüğüm kompozitörlerimiz arasında her bakımdan en bilgin ve yetenekli

kişilerden birisidir." "Bütün eserlerinde, ezgisel ve çokseslilik kullanılışında kendini kanıtlar Çağdaş-evrensel Türk müzik literatürümüzün en ilginç parçalarıdır bunlar. Cumhuriyet müziğimiz tarihi kendisine çok şey borçludur."

Öğrenciliği süresince Nevit Kodallı'nın en yoğun ilişki içinde olduğu kimse kuşkusuz asıl branş öğretmeni olan Necil Kâzım Akses'tir. Bestecilik için gerekli tüm bilgi ve teknikleri Akses'ten, önce onun armoni ve kontrpuan derslerinde, ileriki yıllarda da beste yapma derslerinde edinmiş ve geliştirmiştir.

Öğrenci Nevit Kodallı'nın hocasına güveni tamdır. Onun çok sağlam bilgi ve tekniklerle donanmış olarak yurda döndüğünü ve tüm bilgi ve becerilerini öğrencilerine aktarmak için yorulmak bilmez bir çaba içinde olduğunu şükranla söyler. Kendisinin, Bülent Arel'in ve Ferit Tüzün'ün yetişmesindeki emeklerini övgü ve şükranla belirtir. Necil Kâzım'ın eserleri Kodallı için birer örnek, bir yönleniştir.

1942'de konserde de çalınan ilk denemesini, bestecilik tekniğini geliştirmek için bir dizi başka kompozisyon denemeleri izler. 1945 yazında Mersin'de tatilini geçirirken, bir yandan da sınıf atlama sınavı için Altılı'yı (six-tet) besteler. Bu eserin oluşmasına Necil Kâzım mektupla Ankara'dan bölüm bölüm eşlik eder, onu yüreklendirir. Altılı ertesi yıl ilk kez Ankara Radyosunda seslendirilecektir.

Ertesi yıl, 1947'de çağdaş şairlerden derlediği 7 şiir üzerine "7 Poem" adlı eserini besteler. Bu eser konser salonun da 30 Nisan 1947'de Nevin Örge (Mezzo Sop.) ve Bülent Arel (Piyano) tarafından seslendirilir, sonra İsviçre'de de söylenir. Şiirler Bedrettin Tuncel tarafından Fransızca'ya da çevrilmiştir.

1947 yılı, Nevit Kodallı'nın Ankara Devlet Konservatuarının Kompozisyon ve Orkestra Yöneticiliği bölümlerini tamamlayarak mezun olduğu yıldır.

Bir yıl sonra Nevit Kodallr’yı Paris’te görüyoruz. Bestecilik üst eğitimi için açılan devlet sınavını kazanmış ve hocasının da önerisi ile Paris'e gönderilmiştir, 23-24 yaşındadır. Paris'e geldiğinde ilk eserlerini vermiş ve Türkiye'deki genç kuşak bestecileri arasında ismini duyurmaya başlamış bir müzikçidir. Ecole Normale de Musique'e kabul edilmiştir. Nadia Boulanger, Arthur Honegger öğretmenleridir. Kısa sürede her iki öğretmeninin sevgisini kazanır.

Nadia Boulanger, bir anne şefkatiyle öğrencisini benimser. Honegger, olgun bir besteci olarak Kodallı'nın ufkunu açar, besteciliğine yeni boyutlar getirir. Onu teşvik ve takdir eder.

Daha Ankara'dayken bestelediği eserlerini görür, beğenir.

1946'da bestelediği orkestra için süit'i 1948 de Carel Anser yönetiminde Prag Senfoni Orkestrasınca çalınır ve çok beğenilir. Besteci bu konseri Paris'te radyodan izlemektedir. Yanında Viyolonselci Nusret Kayar da vardır.7

1 nolu Yaylı çalgılar Dörtlüsü, 1949'da "Darmstadt yeni müzik günleri" için seçilir ve Tibor Varga'nın dörtlüsünce seslendirilir. Paris'te bitirdiği 1. senfonisinin ilk seslendirilişini ise Hans Rosbaud yönetiminde Riyaseticumhur Filarmoni Orkestrası Ankara'da yapar. Kodallı 1949 da sonr a'yı besteler. Bu eser de 1950'de adan en çok çalınan eserlerinden birisi olan Sinfoniett

stadt'ta 1950 yılının şenlik programında yer alır ve Darm Hermann Scherchen yönetiminde

Page 37: Mersin Polifonik Dergi - 5

37

Darmstadt Opera Orkestrasınca seslendirilir. Gene 1949'da Paris'te bestelediği şan ve piyano için "Pastiches" ("Benzetmeler") Aydın Gün tarafından Paris radyosunda seslendirilir.

Kodallı 1950 yılında Paris'te piyano sonatını bitirir. Eseri hocası Ferhunde Ekin'e ithaf etmiştir. O yılın yıl sonu sınav konserinde jüri ve dinleyici önünde eserini kendisi seslendirmiştir.

Jüriye başkanlık eden Alfred Cortot", "özgün bir eser, özgün bir piyanist" sözleriyle beğenisini açıklamıştır. Eseri aynı yıl Ferhunde Erkin de Ankara'da seslendirir. Besteci bu eserini 1953 yılın da Darmstadt'ta kendisi de seslendirecektir.

Paris'te bulunduğu yıllarda Ankara ile ilişkisini hiç kesmemiştir. Bitirdiği bestelerini, yada yeni

beste düşüncelerini hocası Necil Kâzımla paylaşmaktadır. Türkiye'deki siyasal gelişmeleri de kaygıyla izlemektedir. Atatürk heykellerine saldırı haberleri gelmektedir. Atatürk için bir oratoryo yazma düşüncesi o günlerde filizlenmiştir. Düşüncesini hem hocası Necil Kâzın'a hem de konservatuarda öğretmenlik yapmakta olan Cahit Külebi'ye iletmiş ve ondan bir oratoryo metni istemiştir. Külebi, o yıllarda Konservatuarda edebiyat öğretmenliği ve müdür yardımcılığı yapıyordu. Derslerinde öğrencilerine kitap okumayı ve şiiri sevdirmişti. Kodallı, daha Konservatuar öğrencisi iken, 1946 yılın da Külebi'nin yayımlanan ilk şiir kitabı olan "Adamın Biri" albümünden çok beğendiği dört şiirini bestelemiş ve başka iki çağdaş şairden aldığı üç şiirle birlikte "Yedi Şarkı" adıyla bir albümde toplamıştı. Bu şarkılar 1947'de seslendirilmişti. Külebi ile böyle başlayan ilişkisi, mezuniyetini izleyen aylarda dostluğa dönüşmüştü. Onun yolladığı birkaç şiiri bir oratoryo metni olarak yeterli bulmayan Kodallı, kendisine Necil Kâzım Akses yoluyla belli başlı oratoryo eserlerinin notalarını iletiyor ve incelemesini sağlıyordu. Özellikle müzik-söz uyumunun önemini vurguluyordu.

Pek çok yazışmadan sonra nihayet Külebi'den aldığı 02.08.1950 tarihli mektup ona, oratoryo metninin bittiğini ve gönderildiğini şu sözlerle müjdeliyordu:

"Sevgili Nevit,

Atatürk'ü gönderiyorum. Ben bu kadar yapabildim. Ama istersen, ufak tefek değişiklikler tabii mümkündür.

Gözlerinden öper, yazıda değişiklik yapılmaması için sana merhamet telkin etmesini Tanı'dan niyaz ederim, kardeşim.

C. Külebi"

13 şiirden oluşan ve Külebi'nin "Atatürk Kurtuluş savaşında" başlığını koyduğu oratoryo metn beğenmiştir. Hemen çalışmaya başlar. Daha önceleri, Ankara'da Atatürk'ün ini Kodallı çokGençliğe Hitabe'sini konuşma korosu ve orkestra için bestelemişti. Çok partili demokrasi rejimine geçildiği bu ilk yıllar da, Atatürk ve Onun devrim ilkeleri saldırıya uğruyor ve âdeta bir karşı devrim dalgaları tüm yurdu sarıyordu. O devrimin ışığında aydınlanmış ve Atatürk döneminin ülkemize kazandırdığı evrensel müzik kültürü ile beslenmiş genç bir besteci için, Türkiye'deki bu olumsuz gelişme ve bağnaz bir Atatürkçülük karşıtı akım, pek tabii onu da etkiliyordu. Kodallı'yı böyle bir eser yazmaya iten en güçlü dürtü bu siyasal ortamdır denilebilir. Külebi'nin duygulu, coşkulu ve yapısı sağlam şiirleri de ona ayrı bir güç ve heyecan veriyordu. 1951 yılı sonlarında oratoryoyu bitirmiştir.

Page 38: Mersin Polifonik Dergi - 5

38

u

Eserin başında bir Prolog, sonunda da bir Epiloga yer vermiştir. 1952 yılında eserin orkestrasyonunu da tamamlamıştır. Kompozisyon öğretmeni Arthur Honegger, eseri çok beğenmişti. Derhal Paris Öğrenci Müfettişliğine bir mektup yazarak Kodallı'nın eserini çok iyi bulduğunu, bir an önce seslendirilebilmesi için orkestra, solo ve koro partilerinin yazdırılarak çoğaltılması için gerekenlerin yapılması ricasında bulundu.

Milli Eğitim Bakanlığınca gönderilen ödenekle partiler Paris'te yazdırılıp çoğaltıldı. Ankara Devlet Operasında eserin çalışılmasına başlandı. İlk seslendirme için, Atatürk'ün naşının Etnografya Müzesinden Anıtkabir'e taşınacağı 09 Kasım 1953 tarihi saptanmıştı. Öyle de oldu. O gün eser, düzenlenen hazin ve görkemli bir devlet töreni çerçevesinde ilk kez seslendirildi. Eserin çalışılması sırasında Kodallı da Paris'ten geri dönmüş ve çalışmalara yardımcı olm ştu. Eseri Riyaseticumhur Filarmoni Orkestrası, şef Hans Hörner yönetiminde seslendiriyordu. Opera ve Konservatuar Öğrenci Korolarını koro yönetmeni Adolfo Camozzo hazırlamıştı. Solistler; Belkıs Aran (sop.) Necdet Demir (mezzo sop.), Aydın Gün (ten.) ve Fikret Kutnay (bar.) idi.

Eser büyük bir beğeni kazandı ve coşkuyla karşılandı. Eserin, bestelenişinin 40. yıldönümündeki seslendirilişinden önce konuşan Külebi, "Bu eseri bana yazdırdığı için Tanrıya şükrediyorum" diyordu. Kodallı da bir yazısında "... bu eserle biz Külebi ile ozan-kompozitör işbirliğinin en güzel örneğini vermiş ve "Atatürk"le Birlikte Savaşanlara ve Çocuklarına" ithaf etmiştik. Külebi'nin yeri ışık içinde olsun" diye yazar.

Atatürk Oratoryosu ile Kodallı tekrar Türkiye'ye dönmüş ve Türk müzik yaşamına çok yönlü katkılar getirecek meslek yaşamının yeni bir dönemine adım atmıştır. Bu dönemde o; besteci, öğretmen, yönetici, orkestra yönetmeni ve yazardır.

Türkiye'ye döndükten sonra bir yandan Devlet Konservatuarında öğretmenliğe başlayacak, diğer yandan da Devlet Operasında çeşitli yönetim görevleri yapacak, Opera Orkestrasına şef olarak hizmet edecek, Operanın müzik danışmanlığı görevini sürdürecek ve nihayet Ankara Devlet Balesi'nin kuruluş ve gelişmesine büyük katkıları olacaktır. Kodallı'nın Ankara Devlet Konservatuarındaki görevi, emekli olduğu 1994 yılına kadar sürecektir. Opera ve Bale'deki görevlerini de 1991 yılına değin sürdürecektir. Ama o tüm bu yıllar boyunca asıl mesleğini, yani besteciliğini ön plânda tutacak ve peş peşe eserler vermeye devam edecektir.

İlk yıl Devlet Konservatuarında çalgı bilgisi, biçim bilgisi ve kontrapunt öğretmenliği yaptı. Bir yandan da Ankara Radyosunda müzik programları yapıyordu. 1954 yılında Devlet Operasına girdi. Burada orkestra yöneticisi olarak çalış maya başladı.

Aynı yıl Yapı Kredi Bankasının açtığı bir yarışmayı şan ve piyano için bestelediği "2 Lied" adlı eseri ile kazanıyordu. Bir yandan da Orhan Asena'nın Gılgameş Destanı"ndan esinlenerek yazdığı ve Ankara Devlet Tiyatrosunda Cüneyt Gökçer'in sahneye koyup baş rolünü oynadığı "Tanrılar ve İnsanlar" adlı tiyatro eserine sahne müziği yazıyordu. "Gılgameş Destanı" ile bu ilk tanışması, onu ileriki yıllarda bu konuya tekrar eğilmeye ve ikinci kez özgün bir opera bestelemeye itecektir. Ama önce tiyatro repertuarında bulunan pek çok esere sahne müzikleri yazacak, onların seslendirilişini şef olarak üstlenecek, opera şefliği deneyimini arttıracak ve böylece opera besteciliği için gerekli deneyimleri kazanacaktır. Bazı operaların sözlerini Türkçe'ye uyarlamakta ve söz müzik uyumu ve diksiyon konularına derinlemesine eğilmektedir. Bu yıllarda bu alanda kazandığı

Page 39: Mersin Polifonik Dergi - 5

39

deneyimleri, ileriki yıllarda konservatuarda yetişmekte olan genç opera sanatçılarına da aktaracak ve yazdığı yazılarda önemle, müzikte ses-söz uyumuna ve doğru konuşma, doğru vurgulama konularına değinecektir.

1955 yılından itibaren Operada yönetim görevleri de almıştır. Opera Müdürlüğü ve Devlet Opera ve Balesi Genel Müdür Vekilliği bu görevleri arasındadır. Başlangıçta öğretmeni Necil Kâzım Akses'e yardımcı olarak başladığı bu yönetim görevlerinde, Operanın ve sonraları da Bale'nin gelişmesi için büyük çaba harcamıştır.

Opera'daki görevlerinin ilk on yılma iki büyük opera bestelemeyi sığdırmış olması, ancak Kodallı'nın titiz çalışkanlığı ile açıklanabilir.

Kodallı'nın ilk özgün operası "Van Gogh"tur. Beş tabloluk bu operayı Kodallı, Bülent Sokullu, Dr. Orhan Asena ve Aydın Gün'ün birlikte hazırladıkları bir metin üzerine besteledi. Metnin kaynağı ise Amerikalı yazar Irving Stone'un, ünlü ressamın yaşamını konu alan "Lust for Life" adlı romanıdır.

Atatürk Oratoryosunda da gördüğümüz gibi Kodallı, metin (Libretto) üzerinde titizlikle durmaktadır. Hele opera için metin daha da önemlidir, eserin adeta "iskeleti"dir. Sadece konuyu anlatışı değil, dramatizasyona uygunluğu, şiirselliği ve dil yönünden müziği taşıyabilecek yapısı, opera metinlerinin önemini gösteren öğelerdir. Tüm sözlü eserlerinde Kodallı bu nedenlerden ötürü çok seçicidir, metin yazarlarıyla birlikte çalışır ve söze müzikalite yüklemek için çırpının Van Gogh operasında da, daha sonra besteleyeceği Gılgameş operasında da bu anlayış ve çabayı görürüz. Kodallı bu mutsuz ressamın yaşam öyküsünü tüm dramatik öğeleri, coşku ve açılarıyla müziğe dökebilmiştir. Parlak bir orkestrasyon müziğe, ressamın büyüklüğüne uygun düşen bir çerçeve kazandırmıştır. Beş tabloluk opera, Van Gogh'un yaşamından ancak belli kesitler veriyor. Kodallı nispeten az aryalı, bol recitatifli bir müzik yazdı. Sözün gücünü böylece daha iyi belirtmek istemişti. Parlaklığı, sürükleyiciliği ise orkestraya bırakmıştı.

19 Şubat 1957 de ilk temsili, Verem Savaş Derneği yara na verilen Van Gogh operası, Kodallı'yı Türk çağdaş opera tarihinde seçkin bir yere oturttu. Aynı temsil ile Türk Operası'nın kurulup gelişmesinde büyük emeği olan Prof. Cari Ebert'in 70. yaş günü de kutlanıyordu. Eseri Aydın Gün sahneye koymuştu. Orkestrayı Kodallı yönetiyordu. O yılların en iyi solist sanatçıları bu eserde söylemişlerdir.12

Kodallı bir yıl sonra 1958 de "Antigone" tiyatro eseri için aynı adı taşıyan bir "Bale-Pantomim" müziği yazar. Orkestraya da çaldırır, ama eser sahneye konmamıştır. Böylece Kodallı Devlet Opera ve Balesi bünyesine tam olarak katılmış, eserleriyle, orkestra şefliğiyle ve üstlendiği en yüksek yönetim görevleriyle bu kurumun ve Türk Opera ve Balesinin, hatta Tiyatronun gelişmesi için büyük emek vermiş, adeta bu kurumlarla özdeşleşmiştir. Ankara Devlet Operasında en uzun görev yapan Yönetici ve Orkestra Şefi Kodallı olmuştur.

Page 40: Mersin Polifonik Dergi - 5

40

Onun bu yıllarda opera türü dışında verdiği eserler de ses ile ilgilidirler:

"Garip Şarkılar Albümü" (1958) ve "Koro Eserleri-5 Türkü" (1962).

Nevit Kodallı 1960 yılında Olcay Şıhman (1941) ile evlenir. Birbirlerini uzun yıllardan beri tanımaktadırlar. Aileleri uzaktan akrabadırlar da. Olcay Hanım'da Mersin'de doğmuş, orada büyümüş ve eğitimini Lise mezuniyetine kadar orada yapmıştır.

Olcay Kodallı, bir bestecinin gerek duyduğu aile içi dirlik ve düzeni, sükuneti ve ihtimamı sağlayan ideal bir eş ve anne olmuştur Kodallı ailesi için. Eşine güvenen, onun sağlam karakterini, babalık sevgi ve anlayışını överek vurgulayan, eserlerinin dikkatli, sezgili ve sessiz tanığı ve hayranı, eşinin başarılarından haz ve gurur duyan bir ev hanımıdır. Biraz geri planda durarak eşine her yönden destek olmayı benimsemiştir. Evine ve çocuklarına düşkün bir eş ve anne olmuştur.

Ankara-Bahçelievler'deki ve son yıllarda Mersin yak larındaki evlerinde besteci bir eşin ınihtiy cukları Nihat Kodallı aç duyduğu huzur dolu bir çalışma ve yaşama ortamı yaratmıştır. İlk ço(1962) bugün Radyoloji uzmanı bir tıp doktorudur, evlidir (eşi Sibel Kodallı) ve oğluna Kerem Nev ası gibi müzik mesleğini it Kodallı adını vermiştir. İkinci çocukları Murat Kodallı (1967), babseçmiş Ankara Devlet Konservatuarında piyano ve kompozisyon öğrenimi görmüştür. Kompozisyon öğretmenleri babası ve N. Kazım Akses'tir. Daha sonra Viyana Müzik Akademisinde piyano, kompozisyon ve orkestra yöneticiliği dallarında üst öğrenim görmüş ve bu okuldan mezun olmuştur. Murat Kodallı, opera sanatçısı, soprano Yelda Kodallı ile evlidir. Murat Kodallı halen Mersin Opera ve Bale Orkestrası şefliği yapmaktadır. Olcay Hanım, ev işlerinin yanı sıra Mersin'de kurulmuş olan Mersin Polifonik Korosu'nun da üyesidir ve koronun repertuarı içinde -herhalde- yer alan eşinin koro için düzenlediği Türküleri de söylemektedir.

Olcay Kodallı, yaşamını sanata ve eser yaratmaya adamış sanatçılara en büyük desteği veren,

yaşama ve yaratma gücü ve sevincini canlı tutan eşlere örnek oluşturan bir Hanımefendidir.

Evliliği izleyen yıllarda Nevit Kodallı'nın Opera-Bale eksenli çalışmaları sürer. Bir yandan da Konservatuar öğretmenliğine devam etmektedir.

1960'lı yılların başlarında yeni bir opera bestelemeye başlar. Bu, "Gılgameş" operasıdır.

Kodallı'nın Gılgameş destanı ile ilişkisi daha da eskilere dayanır. 1954 yılında bu destandan esinlenerek yazılan "Tanrılar ve İnsanlar" tiyatro eserine müzik yazmıştır. Bu eserin yazarı Dr. Orhan Asena ile dostluğu sürmektedir. Gene uzunca bir Libretto oluşturma süreci başlar. Bundan sonrasını Nevit Kodallı'nın, bu operanın ilk temsili için yazdığı "Gılgameş'i Sunarken" adlı yazısına bırakalım:

"Gılgameş’i Sunarken...

Gılgameş... 5-6 bin yıl öncesinin karanlıklarından ışıldamaya başlayan, uluslardan uluslara, dillerden dillere, uygarlıklardan uygarlıklara geçmiş, her ulusun kendi malı saydığı, insanlığın çaresizliğini acıyla duymasından, buna karşı tepki bayrağı gibi yükselttiği, efsaneleştirdiği Sümerlilerin Uruk krallarından birinin, bir insanın destanıdır bu...

Gılgameş, tanrıların ağırlığından kurtulmağa çabalayan, onların karşısına dikilip kafa tutan, ölümsüzlüğün gizini, savaşını yürütmek için elde etmek isteyen bir yarı ölümlüdür.

Page 41: Mersin Polifonik Dergi - 5

41

Yeryüzünün en eski destanı diye bilinen Gılgameş hikayesiyle tarih bilgilerimin dışında bir yapıt olarak ilk karşılaşmamız 1954 yılında oldu. O yıl, Devlet Tiyatrosunda, Cüneyt Gökçer'in sahneye koyup baş rolünü oynadığı, Dil Kurumu birincilik ödülünü kazanan Dr. Orhan Asena'nın Gılgameş destanı üzerine yazdığı "Tanrılar ve İnsanlar" adlı tiyatro piyesi başarı ile oynanmıştı. Sahne müziğini de ben yazmıştım.

Piyesteki dostluk, arkadaşlık, insan sevgisi, zulme karşı isyan gibi temlelle dramatik

aksiyonundan çok etkilenmiş, kuruluşu bakımından bir opera yapmak için çok uygun bulmuştum.

Tiyatro piyesine müzik yazarken eserin yazarıyla tanıştım. Bundan sonra da Asena ile kurulan yakın dostluğumuz hep süregeldi ve ilk yazmış olduğum opera olan "Van Gogh"un Livresi de bu dostluk sayesinde Asena'nın kaleminden çıktı.

Aradan geçen süre içinde birçok belgelere başvurarak konuya daha çok eğildim ve Gılgameş kafamda iyice olgunlaştı.

1960 yılında Asena'dan, Tanrılar ve İnsanlar piyesinden bir opera livresi çıkarmasını rica ettim. Hazırladığı livre üzerinde uzun çalışmalardan sonra livreyi bugünkü durumuna getirdik.

Piyesi hatırlayanlar livre ile bazı ayrıntıların bulunduğunu göreceklerdir. Bu, opera tekniği ile ilgili bazı zorunlulukların ve benim duyuşlarımın sonucu olmuştur.

Gılgameş’i opera olarak 1961- 1963 yılları arasında bütünleyip bitirdim.

Elimin altında tiyatro dergilerinin birinde yedi yıl önce yazdığım "Van Gogh'u sunarken" adlı bir yazı var. Orada, ulusların sanatlarını bir ehrama ve her yapıtı bu ehramın birer taşına benzetmişim. Bugün de aynı kanıdayım ve gerçek Türk operasının ancak üst üste konulacak taşlarla kurulacağına inanıyorum.

Bu kez de Gılgameş’i sunarken Türk operasına acizane bir hizmetle bir ikinci taş daha koyabildiysem ne mutlu bana...

İlk temsil büyük beğeni kazanır. Ama sonra tüm diğer Türk operaları gibi unutulur. İkinci kez ancak 14 yıl sonra sahneye konacaktır.

Geçtiğimiz yıl Mersin Devlet Operası eseri yeniden sahneye koymuştur. Mehmet Ergüven'in yeni bir anlayışla sahneye koyduğu Gılgameş’i Mersin Operası sanatçıları 9 Kasım 1998 akşamı, "Cumhuriyetin 75. Yılı Kutlamaları" çerçevesinde Ankara'da da oynamışlar ve büyük beğeni kazanmışlardır.

Mersin'deki gala temsilini izleyen Melih Fereli, 17 Mayıs 1998 günlü "Cumhuriyet gazetesinde "Herkes Gitsin Mersin'e ... başlıklı yazısında şöyle diyor:

Herkes Gitsin Mersin'e "Yanılmıyorsam, 1965, yılının baharıydı; büyük bir heyecanla Şan Tiyatrosu'nun yoluna

koyulmuştum sevgili arkadaşım Mehmet Ergüven'le birlikte. (O yıllar Ataköy’de kapı karşı komşu oğulları olarak bazen aramıza Tahir Tahirgil'i de katıp İstanbul'un kültür yaşantısından birlikte pay almaya çalışırdık.)

Page 42: Mersin Polifonik Dergi - 5

42

Dile kolaydı, Belkıs Aran, Sevda Aydan, Ayhan Baran gibi dönemin usta operacılarını Nevit Kodallı'nın "Gılgameş" operasında izleyecektik.

On yedi yaşında iki toy gencin heyecanı büyüktü büyük olmasına, ama Gılgameş’i anlayacak

olgunluktan çok uzak olduğumu hüzünlenerek saptamıştım. Ne kadar küçük ve aciz olduğumu, "adam" olmak için daha "çok fırın ekmek yemek" konumunda olduğumu anlamak neyse ki çok fazla sürmedi.

Geçen hafta (7 Mayıs 1998, perşembe) Mersin Devlet Operası'nın konuğu olarak izleme fırsatı bulduğum Gılgameş Operası'nın galasına 1965 baharındaki ürkekliğimi aşmış, ancak bu defa da yepyeni bir yapıma Nevit Kodallı ve Orhan Asena hocalarla birlikte tanıklık etme heyecanına kendimi kaptırmıştım.

Öyle ya, ölümlülüğümüze umar arayışımızı, Tanrı-insan ikileminin derinliklerinde yazgı birliğinin pekiştirdiği dostluklara özlemimizi, iç dünyamızın çalkantılarını aşma umutlarımızı irdeleyen kaç olay yaşayabiliriz kısacık ömrümüzde! ve işte bunlardan birisine Mersin'de tanık oluyordum - tam 33 yıl sonra...

Bizleri önce gerçeküstü bir dünyaya götürüp "zamana meydan okuyan bedenle hesaplaşma özlemimizi" dile getiren bir metin içinde yoğurup yeniden konumlandırdı Akdeniz'in kıyısına, gizli bir güç.

Yalınlığı doğallıkla birleştirerek Nevit Kodallı'nın görkemli müziğini görsel bir şölene dönüştürmüş yönetmen Mehmet Ergüven; "kitsch nasıl olunmaz" dersi verircesine... "Oyunum ilk kez anlaşıldı" derken Orhan Asena, sanki bu kez benim bile oyunu kavrayabildiğime mi gönderme yapıyordu bilemiyorum.

Evrensel bir söylem yaptıklarına inançları yüzlerinden okunan Mersin Operası'nın genç sanatçıları, adanmışlıkları sayesinde zoru başarıyordu. Eklektik öğeler içeren, zaman zaman Wagner/R. Strauss ve hatta Walton'u çağrıştıran zor bir opera Gılgameş; ancak sahne üstünde yer alan sanatçılar kadar orkestra üyeleri de şefleri Nezih Seçkin'in koyduğu uluslararası hedefe ulaştılar hem de "kolaymış" izlenimini ustaca vererek,

Gılgameş rolünde Kenan Korbek, Enkidu rolünde Mehmet Yılmaz daha pek çok başarıya ulaşabileceklerinin işaretlerini verirken, İştar'ı seslendiren Bengi İspir'in bedeninde sanki Zehra Yıldız yeniden doğmuş gibiydi. Bu genç sopranomuzun uluslararası platforma bir an önce geçebilmesinin ülkemiz adına çok değerli bir kazanç olacağını düşünüyorum.

Salt rakamlar ölçü alındığında 550 bin kişilik sakiniyle "küçük" diye tanımlama gafletine kolayca düşürebilir bizi Mersin. Yoğun göç sonucu çirkin yapılanmanın boğazını sıkmaya çalıştığı Mersin, Akdeniz'in engin sularına bağrını açarak Tevfik Sırrı Gür Kültür Merkezi'nde evrenselliğe büyüyerek uzandı 7 Mayıs akşamı.

Tevfik Sırrı Gür Kültür Merkezi kişilikli bir yapı; Mersin izleyicisi de bu yapı ve Gılgameş'e saygılı, olgun ve içten bir katılım sergiledi gala gecesinde.

Besbelli; Mersin'in toprağı üretken, atılan tohumlar Mehmet Ergüven gibi bir vizyonerin önderliğinde gurur verici bir biçimde yeşermekte. Mersin'de körüklenen opera ateşinin hiç sönmemesini diliyorum.

Page 43: Mersin Polifonik Dergi - 5

43

Pek çok kimsenin "tersine" yol aldığı bir dönemde, biz biz olalım ve gidelim Mersin'e!.."

Gılgameş operasından sonra Kodallı tekrar çalgı müziğine döner. İkinci Yaylı Çalgılar Kuarteti ile başlayan bu olgun ve verimli dönemi, 1983 yılında bestelediği Viyolonsel Konçertosu'na kadar sürer. Orkestra için yazdığı "Telli Turna" ve "Güzelleme" süitleri, 2. Yaylı Çalgılar Kuarteti’nin ağır bölümünden yaylı çalgılar orkestrası için, bale için yapılan "Adagio" adlı düzenleme, "Ebru" adlı piyanolu kenteti ve bu eserden yaylı ve vurmalı çalgılar orkestrası için yapılan düzenleme hep bu döneme sığdırılmış tanınmış eserleridir onun. 1973 yılında, Cumhuriyetin 50. yılı kutlamaları için "Cumhuriyet Kantatı"nı, "Anıtkabir ve Sultanahmet Ses ve Işık Gösterileri için Müzikler'i besteler. Bir yandan da tiyatro müzikleri yazmaya devam eder, kompozisyon öğretmenliği ve opera ve bale yöneticiliği görevlerini, opera orkestrası şefliğini sürdürür.

Türk müzik yaşamının seçkin bir temsilcisidir o. UNESCO Milli Komisyonunun üyesidir, Ank rında ara ve Mersin Çoksesli Korolar Derneği’nin kurucuları arasındadır. TRT Danışma Kurullaçalışır, çeşitli kongrelere katılır. Piyasa müziklerinin giderek yayılan ve zevkleri yozlaştıran zararlı etkilerini her ortamda dile getirir, gerçek Türk müziğine, Atatürk devrimleri sayesinde kurumlaşan ve ürünlerini veren çağdaş Türk sanat müziğine sahip çıkılması için uğraş verir. Nevit Kodallı çeşitli yazılarında ve her ortamda yaptığı konuşmalarda o, yalnız olumsuz gelişmelere parmak basmakla yetinmez, çareler, çözümler de önerir. Kısmen kendi etkinlik alanı içinde olan opera ve bale sanatları için ise reform denebilecek bir dizi önlemi de Ankara Devlet Opera ve Balesi bünyesinde uygulamaya ve uygulatmaya uğraşır.

1980’li yılların başlarından itibaren Kodallı'nın, müzik yaşamımızın yozlaşmasına ilişkin endişeleri giderek bir tür umutsuzluğa dönüşür. Bu gelişme ile savaşım ancak eğitimle, erken yaşlarda başlayan sağlam bir müzik eğitimi ile yapılabilir. Onu çocuk şarkıları yazmaya, yazılmış olanları çalgı grupları için düzenlemeye, masalları müziklemeye, marşlar yazmaya iten güdülerin gerisinde bu düşünce mi yatmaktadır?

"Yetişkinlerden umudumu kestim, o nedenle çocuk müziklerine yöneldim", der bir konuşmasında. Bir yandan da yeni kurulan üniversitelerin müzik bölümlerinde ders vermeye başlar. Bunların ilki Eskişehir'deki Anadolu Üniversitesi'nin Güzel Sanatlar Fakültesidir. 1983 yılında bu üniversitenin Akademik Kurulu, Nevit Kodallı'ya fahri doktorluk unvanı verir. Daha önce, 1981’de "Devlet Sanatçısı" unvanını da almıştır.

80’1i yılların sonunda onu, yeni uğraşlar içinde buluruz. Adana Çukurova Üniversitesi bünyesinde bir "Kompozisyon Bölümü" kurulması için çabalar ve 1989 da bölümün açılmasını başarır, bu bölümde ders vermeye başlar. Kodallı, bugün de bu dersleri sürdürmektedir.

Onun bir başka büyük uğraşı da doğduğu kent olan MERSİN'de bir Devlet Opera ve Balesi'nin kurulmasına ilişkindir. Uzun yıllar ve ulaşabildiği her ortamda pek çok yetkiliye, bu konunun önemini anlatmaya çalışır. 1991 de Ankara Devlet Operasından, 1994'te de Devlet Konservatuarından ayrıldıktan sonra, zaten bağlarını hiç koparmadığı ve son dönemde giderek yoğunlaşan bir ilişki içinde bulunduğu Mersin'e yerleşir. Mersin Silifke yolu üzerinde, cennet gibi bir doğa parçası içinde, denizi kuşbakışı gören evine taşınır.

Kodallı kadar doğduğu kent ile özdeşleşmiş başka bir çağdaş bestecimizi göstermek zordur. Bugün Mersin'in müzik yaşamı içinde saygın bir yeri vardır onun. Önemli her konuda, her yeni atılımda kendisine danışılır, yardımı, katkısı istenir. Onun Mersin için bulunmayacağı özveri yoktur. Mersin kenti de bu değerli hemşerisini ödüllendirmede hiç hasis değildir. 1997/98 Mersin Rotary Kulübün Meslek Hizmet Ödülü Kodallı'ya verilir. Mersin'in Sanat Sokağında bir salonun adı "Kodallı Salonu"dur. Mersin Operası, onun Gılgameş'ini yeniden ve büyük bir başarı ile sahneye koyar. Onun adına konserler düzenler. Mersin'de yeni açılan Güzel Sanatlar Lisesi'nin adı bugün Nevit Kodallı Güzel Sanatlar Lisesi'dir.

Daha önce Fransız Hükümetinin "Sanat ve Edebiyatta Şövalye" nişanı ile (1987), Devlet Sanatçılığı ile, Profesörlük unvanı ile, Anadolu ve Sivas Cumhuriyet Üniversitelerinin Fahri

Page 44: Mersin Polifonik Dergi - 5

44

Doktorluk unvanları ile, pek çok Onur Belgesi ile ve nihayet Sevda-Cenap And Müzik Vakfı'nın "1997 Yılı Onur Ödülü Altın Madalyası" ile ödüllendirilmiş olan besteci, öğretmen, yönetici, orkestra şefi, yazar ve düşünür Mehmed Nevid Kodallı (Nevit Kodallı), doğduğu kentin sanat yaşamına ve komşu Adana'nın Çukurova Üniversitesine hizmet etmeye devam ediyor bugün. Türkiye'deki tüm siyasal, sosyal, kültürel gelişmelerle hiç bağını ve ilgisini kesmeksizin...

Son görüşmemizde elinde, henüz bitirdiği "75. Yıl Cumhuriyet Marşı" partisyonunu tutuyordu. Daha nice yıllara ve nice hizmet ve ürünlere, sayın Kodallı…

Notlar 1. Prof. Nevit Kodallı: "Mersin'in Sokakları ve Mersin'e Sahip Çıkmak" İçel Sanat Kulübü

Bülteni - Sayı 39, Eylül 1995, S.4-5

2. Bu yabancı uyruklu öğretmen, orkestra yönetmeni Ernest Praetorius'tur.

3. Prof. Nevit Kodallı: "Necil Kazım Akses İle" İçel Sanat Kulübü Bülteni - Sayı 71, Haziran 1998, S.6-8

4. bkz.: Yazarın aynı yazısı

5. bkz.: Yazarın aynı yazısı

6. bkz.: Bu kitabın sonundaki "Nevit Kodallı'nın yazılarından örnekler" bölümü. Hasan Ferid Alnar, Sevda-Cenap And Müzik Vakfı'nın 1988 yılı "Onur Ödülü Altın Madalyası" için seçilen bestecimizdir. Ödülü "post mortern" olarak 6 Aralık 1998 günü yapılacak bir törenle yakınlarına sunulacaktır.

7. Bu 7 şiir:

N. Hikmetin : "Hâlâ Servilerde Ağlıyorlar mı?"

N. Hikmet'in : "Hasret"

Be Ö. drettin Uşakgil: "Ayışığını Bekleyiş"

C. Külebi: "Hikaye"

C. Külebi: "Sivas Yollarında"

C. Külebi: "Sonbahar Geliyor"

C. Külebi: "20. Asrın İlkyarısı" adlı şiirlerdir.

Eser bu icradan ancak

8. 20 yıl sonra Ankara'da şef Hikmet Şimşek tarafından tekrar çaldırılacaktır. Bestecinin, eserinin bu kadar uzun süre seslendirilmeyişinden duyduğu üzüntüye N. Kayar şu karşılığı verir: "...demek eseri anlayacak düzeye henüz ulaştık".

9. "Darmstadt Müzik Günleri" programına alınan piyano sonatını besteci Karlheinz Stockhausen'in piyanist eşi seslendirecektir. Ancak son anda solist, hastalığı nedeniyle Darmstadt'a gelemeyeceğini bildirince, besteciye haber verilir, Kodallı Paris'ten Darmstadt'a gelerek eserini kendisi seslendirir.

Page 45: Mersin Polifonik Dergi - 5

45

10. A. Honegger'in bu mektubu'nun orijinali, bestecinin özel arşivinde saklanmaktadır.

1 bkz.: Bu kitabın son bölümündeki best1. ecinin "Cahit Külebi" adlı yazısı.

K ıkan yorum. 12. bkz.: itabın "Program Notları" bölümündeki Akis dergisinde ç

NEVİT KODALLININ MÜZİK YAPITLARI DİZİNİ Yapıtın Bestenin İlk Adı Bitiş Yılı seslendirilişi 1. “Piyano için Ballad" (Destan) 1942 A.D.K. - 03.05.1942

Piyanist: Bülent Arel” 2. “Piyano Parçaları" 1945 A.D.K. - 12.06.1945

Piyanist: Bülent Arel” 3. “Yaylı Çalgılar Ork. İçin 1945 seslendirilmedi

Passacaglia ve Füg” 4. “Yaylı Çalgılar için Altılı” (Sixtet) 1945 Ankara Radyosu - 1946 5. "Çocuklar için 5 Piyano 1946 A.D.K. -1946

Parçası" (Ostinato) Piyanist: Besteci 6. "Orkestra için Büyük Süit" 1946 Prag Radyo Ork. (Çekoslovakya) 27.07.1948 Şef: Karel Ancerl 7. "Şan ve Piyano için 7 Poem 1946 Ankara Devlet Konser Salonu 30.04.1947 Mezzosop: Nevin Örge Piyanist: Bülent Arel 8. rteti" 1947 Darmstadt (Almanya) -1949 "1. Yaylı Çalgılar Kuva Tibor Varga Dörtlüsü 9. "Senfoni in Do" 1948 C.EO. Ankara-20.05.1950 Ş ns Rosbaud ef: Ha10. "Benzetmeler - Pastiches" 1949 Paris Radyosu(Fransa)-1951 Tenor: Aydın Gün 11. "Sinfonietta" 1949 Darmstadt Opera Ork. (Alm.) 1950 Şef: Hermann Scherchen 12. "Piyano Sonatı" 1950 Paris ransa) -1950 (F Piyanist: Besteci Ankara-16.11.1950 Piyanist: Ferhunde Erkin 13. "Atatürk Oratoryosu" 1952 Ankara - 9 Kasım 1953 Orkestra: RFO (Dr. Hans Hörner) Koro: Opera Korosu, A.D.K. Öğrenci Korosu (Adolfo Camozzo) Solistler: Belkis Aran (Sop.) Necdet Demir (ez. Sop.) Aydın Gün (Ten.) Fikret Kutnay (Bar.) 1954 14. "Güzel Helena" Sahne Müziği 1954 15. "Tanrılar ve İnsanlar" Sahne Müziği” 16. "2 Lied" 1954 Cemil Sökmen (Ten.) - 1954 1954 17. "Solo Keman için Poema" 1954 İsviçre – 1955 Keman: Licco Amar 18. "Van Gogh" Operası 1956 ADOB- 1956/57 sezonu

Page 46: Mersin Polifonik Dergi - 5

46

Şef: Besteci Sahneye Koyan: Aydın Gün Solistler: Sevda Aydan Ayhan Baran Neriman Esi Aydın Gün Azra Gün İhsan Şenol Selim Unokur Nuri Türkan 19. "Antigone Bale Müziği" 1958 seslendirilmedi 20. "Şan ve Piyano için 1958 Ankara Radyosu – 1960 Garip Şarkılar Albümü" Bas-Bar.: Selim Ünokur 21. "Koro Parçaları - 5 Türkü" 1962 22. "Gılgame " Operası 1 ADOB - 27.01.1964 ş 963 Ş esteci Sah. Koyan: Cüneyt ef: BGökçer Solistler: Belkıs Aran Sevda Aydan Ayhan Baran Süleyman Güler Müveddet Günbay Selim Ünokur Koro Şefi: Domenico Trizio 23. "2. Yaylı Çalgılar Kuarteti" 1967 Ankara - 1968 Suna Kan (1. Kem.) Ulvi Yücelen (2.Kem.) R Güneş (Viyola) uşen Doğan Cangal (Viyolonsel) 24. "Telli Turna Süiti" 1967 CSO – 1968 Şef: Hikmet Şimşek 25. "Ebru - Piyanolu Quintet" 1971 İstanbul - 28.10.1974 Viyana Solistleri 26. "Adagio - Yaylı Çalg. 1974 Bale Müziği olarak: (2. Yaylı Çalgılar ADOB – 1974 27. "Anıtkabir/Sultanahmet 1972 Anıtkabir: CSO – 1973

için Müzikler" Sultanahmet: Ses ve Işık Gösterileri Şef: Besteci 28. "Cumhuriyet Kantatı" 1973 CSO - 27.10.1973 Şef: Hikmet Şimşek Solistler: Özgül Tanyeri (Sop.) Cemil Sökmen (Ten.) Koro: A.D.K. Korosu Koro Şefi: Muammer Sun 29. "Güzelleme- 1973 Halkevleri Orkestrası

Orkestra için Küçük Süit" 1974 Şef: Giorgio 1976 30. "Hürrem Sultan Bale Müziği" 1976 ADOB – 1976 Şef: Besteci 31. "Ebru" - Piyano, Yaylı Çalgılar 1978 CSO - 26.04.1980 Şef: Hikmet Şimşek Piyanist: Gülay Uğurata 32. "Viyolonsel Konçertosu" 1983 CSO - 30.11.1985 Şef: Hikmet Şimşek Solist: Ali Doğan

Bestecinin yukarıda sayılan eserleri dışında ayrıca;

33. Marşları (en önemlileri) 27 Mayıs Marşı (B.K. Çağlar'ın bir şiiri üzerine), Kızılay Marşı, 60. Yıl Cumhuriyet Marşı, Atatürk'ün 100. Doğum Yılı için iki Marş, 75. Yıl Cumhuriyet Marşı v.b.

Page 47: Mersin Polifonik Dergi - 5

47

Anadolu Üniversitesi Marşı Çukurova Üniversitesi Marşı

34. Çok sayıda Tiyatro için Sahne Müzikleri, (en önemlileri) Kral Oidipus, Deli İbrahim, IV Murat, Lysistrata, İstanbul Efendisi, Yedekçi, Fadik Kız, Tahta Çanaklar, Bir Yastıkta, Atçalı Kel Mehmet v.b.

35. Film Müzikleri, (en önemlileri) Murat'ın Türküsü, Pembe Kadın, 501 nolu Hücre v.b.

36. Ço şarkıları ve çocuk ve gençlik şarkıları düzenlemeleri. k sayıda çocuk Kısaltmalar

nkara Devlet Konservatuarı umhur Filarmoni Orkestrası CSO Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası nkara Devlet Opera ve Balesi

ADK : ARFO : Riyasetic

: ADOB : A

NEVİT KODALLI'NIN YAPITLARININ PLÂK

VE CD KAYITLARI (Discograghy)

1. LP "V ef: E. Güven Yaşlıçam iyolonsel Konçertosu" Ş

Solist: Ali Doğan Musica Dorica, İtalya, 1988 2. CD

"Chamber Music Ankara Kuvarteti from Turkey" Murat Tamer (1. Kem.) 2. Yaylı Çalgılar Kuvarteti Cengiz Özkök (2. Kem.)

Betül Başeğmezler (Viy.) Engin Sansa (Vsel) Hungaraton, 1988, HED, 31520

3. CD "Music of Turkish Düsseldorfer Kammerensemble Composers"- Sinfonietta Şef: Rengim Gökmen

Page 48: Mersin Polifonik Dergi - 5

48

Carillon, 24.753 - LC 8233

4. CD "N. Kodallı ADOB Orkestra ve KorosuAtatürk Oratoryosu" Şef: Hikmet Şimşek

Solistler: Gölge Şekeramber Cemaliye Kıyıcı Metin Turan Tuncer Tercan 1994 - A/940002

5. LP "Telli Turna" H. Şimşek

6. "Çocuklar için Türküler" Şef: H. Şimşek Solist: Suna Korad

7. CD "Piyanolu Qu Haydn Quartet intet"

Solist: Deniz Arman Gelenbe Hungaraton Classic, 1994 HCD 31563

Page 49: Mersin Polifonik Dergi - 5

49

Sevgili Gazenfer; Pek çok güzellikler bıraktın ardında. Kültür ve sanat için, güpgüzel gençler yetiştirmek için

sevgiyle çalıştın yaşamın boyunca...

Bu yolculuğa sensiz devam etmek zor. Şimdi bir yıldızsın yukarılarda bir yerde. Sonsuza dek bizimle olacaksın.

Seni özlüyoruz...

Selma YAĞCI

Değerli Güzel İnsan İnsana sevdalı, Mersin'e sevdalı, sanata sevdalı bir yürek GAZANFER UĞURAL

Ağabeyciğim.

Yaşamımda varlığının bıraktığı boşluğu, yapmak istediklerini yapmaya çalışarak ve anılarını yaşayarak doldurmaya çalışacağım.

Varlığının ışığı; anılarınla, yaşattıklarınla yaşamımda ve çok sevdiğin Mersin'imizde daima var olacak.

Gerçeğin içinden çıktığın, bilinmeyen yolculuğunda hep mutlu ol. Gittiğin yere de, biz bıraktığın güzellikler gibi tüm güzelliklerini de götüreceğine eminim.

Seni çok özleyeceğim güzel ağabeyciğim.

Ahmet YEŞİL

Ölüm Ne Ki! Binlerce gönülde yaşarken, ölüm ne ki!

Eserlerinle, gönlündeki inanılmaz insan sevgisiyle yüzlerce insanı "Sen" yapabilmişken,

Ölüm ne ki!

Düşüncelerin ve yaptıkların hep yaşayacak, yapmak istediklerinin hepsi Gazanfer'lerin tarafından mutlaka gerçekleştirilecekken ölüm ne ki!

Ölüm insan için, Gazanfer için ölüm ne ki!

Doğan AKÇA

Hikayenin Ortasında Ne vardı sanki ölecek Artık yoksun bu öyküde Beni bu dünyada yalnız bırakacak Noktasında, virgülünde Zamanı mıydı ölmenin Acı tatlı ünleminde Hikayenin ortasında Zamanı mıydı ölmenin Hikayenin ortasında Artık yoksun Ne beni güldürecek Şimdi yoksun yanımda Ne de ağlatacaksın Kim artık dinler beni Alışmıştık birbirimize Ne rüzgarın Alışmıştı sevgimiz bize Zamanı mıydı ölmenin Zamanı mıydı ölmenin Hikayenin ortasında. Hikayenin ortasında

Faik GÜÇLÜ kan Merzeci Lisesi Öğrencisi H. O

Page 50: Mersin Polifonik Dergi - 5

50

HABERLER Derneğimizin onursal başkanı Prof. Nevit Kodallı'nın oğlu Murat Kodallı Mersin Devlet Opera

ve Balesi Orkestra Şefi olarak göreve başladı. Kodallı ailesini kutluyor, Murat Kodallı'ya başarılar diliyoruz.

Acılar paylaştıkça azalır. Saygıdeğer Hocamız Nevit Kodallı geçtiğimiz aylarda ağabeyini kaybetti. Kodallı aile in sa diliyo z. s e baş ğlığı ru

Derneğimiz ve Koromuz üyelerinden Necla Akbulut dayısını kaybetti. Akbulut ailesi ve yakınlarına başsağlığı diliyoruz.

Derneğimiz ve Kor z üyelerinden Hatice Aktuğ'un annesiomu , Engin Aktuğ'un kayınvalidesi aramızdan ayrıldı. Aktuğ ailesine başsağlığı diliyoruz.

Derneğimiz ve Koromuz üyelerinden Vahap Kokulu'nun amcası ve Derneğimiz üyelerinden A. Kadir Kokulu'nun babası vefat etti. Kokulu ailesine başsağlığı diliyoruz.

Derneğimiz ve Koromuz üyelerinden Mutlay Pekcan kayınpederini kaybetti. Pekcan ailesine başsağlığı diliyoruz.

Derneğimiz ve Koromuz üyelerinden Medine Balkarlı'nın kızı Serla Balkarlı, Ankara Kon n Amerika'da doktorasını yapan Toros Çan'la Amerika'da evlendi. Genç servatuarından mezuçifte mutluluklar diliyor. Balkarlı ailesini kutluyoruz.

Derneğimiz ve Koromuz üyelerinden Handan Güneyli'nin annesi rahatsızlığı nedeniyle ameliyat oldu. Geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz.

Derneğimiz bu yıl eğitim amaçlı çalışmalarına yoğunluk kazandırdı. Geçtiğimiz aylarda Yusuf Kalkavan Anadolu Lisesi'nde Prof. Nevit Kodallı, Selma Yağcı ve öğrencilerin katıldığı çoksesli müziğin anlatılıp tanıtıldığı panelde, Gençlik Koromuz da çoksesli müzikten örnekler sundular.

Derneğimiz Yetişkinler ve Gençlik Koroları, Mersin Üniversitesi Rektörlüğü'nün organizasyonu ile 31 Mart ve 1 Nisan tarihlerinde Gülnar Meslek Yüksek Okulu ve Anamur Kültür Merkezi'nde eğitim amaçlı çok güzel iki konser gerçekleştirdi Konser halktan büyük ilgi ve beğeni topladı Konserlerin gerçekleşmesinde tüm emeği geçenlere teşekkürler ediyoruz.

Nisan ayı içerisinde yapılan etkinliklerden biri de Türk Polis Teşkilatının Kuruluş yıldönümünde Erdemli Emniyet Müdürlüğü ve Kızkalesi Belediyesinin işbirliği ile düzenlenen gecede, Kızkalesi'nde verdiğimiz konserdi.

Derneğimiz Gençlik ve Minikler Korosu 23 Nisan etkinliklerine Özel Ata Koleji'nde verdiği konserlerle katkıda bulunmuştur.

Koromuz üyelerinden Vildan Altıntaş'ın Mayıs ayı içinde evlenme haberini aldık. Genç çiftlere mutluluklar diliyoruz.

7 ayı aşkın bir süredir Dernek Başkanımız Selma Yağcı Mersin'deki özel radyolardan Radyo Kent (97.4)de her Salı günü Saat : 11.00'de "Selma Yağcı'yla Çok Seslilikte Buluşalım" adlı programı gerçekleştirmektedir. Üyelerimize duyurulur, başarılarının devamını dileriz.

Polifonik Sanat Dergimizin Yayın Yönetmeni Mustafa Örünk de dört aya yakın bir süredir Radyo Kent (97.4)de "Müziğin Çağrısı" isimli programı hazırlayıp sunmaktadır. Üyelerimize duyurur, başarılarının devamını dileriz.

Polifonik Korolar Derneğinin Pozcu'da Acar Apt. altında bulunan Müzik Evi'nin, Valimiz Şenol Engin tarafından açılışı 26 Nisan 2001 tarihinde yapılmıştır.

Derneğimiz 3. Mersin Polifonik Korolar Şenliğini bu yılda Türkiye genelinden koroların katılımıyla 18 Mayıs öğleden sonra başlayıp 19-20 Mayıs günleri Kültür Merkezi'nde gerçekleştirecektir. Çok Sesli Müzik dostlarına duyurur. Kültür Merkezi'ne bekleriz.

Dergimiz yazarlarından değerli müzik adamı Prof. Dr. Bülent Birol'un Malatya İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı olduğunu sevinerek öğrenmiş bulunuyor, yeni görevinde başarılar diliyoruz.