Özdemir b,ortakuz s,koçak y,seyhan a,Çetin n ,doğan Ö,sıdal b
TRANSCRIPT
T.C.BEZM-İ ALEM VALİDE SULTAN
VAKIF GUREBA EĞİTİM HASTANESİKADIN HASTALIKLARI VE DOĞUM KLİNİĞİ
KLİNİK ŞEFİ:OP.DR.BİLHAN SIDAL
İNTRAUTERİN BÜYÜME VE GELİŞME GERİLİĞİNİN MATERNAL VE FETAL IGF-1 SEVİYESİ ,SİGARA KULLANIMI VE PLASENTAL PATOLOJİLER İLE İLİŞKİSİ
(Uzmanlık Tezi)
Dr.BAŞAK ÖZDEMİR
İSTANBUL ,2006
1
İÇİNDEKİLER
Sayfa numarası
1.GİRİŞ VE AMAÇ 4
2.GENEL BİLGİLER 6
3.MATERYAL-METHOD 47
4.BULGULAR 52
5.TARTIŞMA 67
6.SONUÇ 77
7.ÖZET 79
8.KISALTMALAR 81
9.KAYNAKLAR 82
2
ÖNSÖZ
Uzmanlık eğitimimi aldığım Bezm-i Alem Valide Sultan Vakıf Gureba Hastanesi
Kliniğinde ,eğitimimdeki payı tartışılmaz olan klinik şefimiz Op.Dr.Bilhan SIDAL’a
teşekkürlerimi sunarım.
Eğitimimdeki karşılıksız desteklerinden ve sabırlarından dolayı kliniğimiz uzman
doktorlarından Op.Dr.Yüksel KOÇAK,Op.Dr.Nevin NUMANOĞLU ,Op.Dr.Mustafa
ACET,Op.Dr.S.AKAR,Op.Dr.Huriye GENÇKAL, Op.Dr.Şemsettin ATEŞ,Op.Dr.Nilay
KARACA ,Op.Dr.Ali KIZILATEŞ ,Op.Dr.Hakkı İNCE ,Op.Dr. Aylin ÖZTARHAN
ve tez uzmanım Op.Dr.Uğur ATEŞ ’e teşekkür ederim.
Tezimin laboratuvar aşamasında yardımcı olan patoloji uzmanı Dr .Adnan SOMAY ve
Biyokimya klinik şefi Dr.Ahmet Rıza URAS’ a ,tüm patoloji ve biyokimya laboratuvarı
çalışanlarına teşekkür ederim.
Arkadaşlıkları ve eğitimimdeki katkılarından dolayı eski kıdemlilerim Uğur ATMACA
,Barış ATA , Serpil ORTAKUZ ve Taner USTA ’ya ,iyi niyetleri ,paylaşımları ve
desteklerinden dolayı asistan arkadaşlarım sevgili Ayşe SEYHAN, Zehra ÖZTÜRK,
Güçlü KALEAĞASI ,Nihal ÇETİN ,Özgür Doğan ve Aslı ALAY’a teşekkür ederim.
Hoş sohbetleri ve yardımlarından dolayı doğumhane ebeleri ve servis hemşirelerine ve
kliniğimiz personellerinize teşekkür ederim.
3
1.GİRİŞ VE AMAÇ
İntrauterin büyüme ve gelişme geriliği (IUGG) bebeğin tahmini kilosunun
beklenenin ve genellikle 10. persantilin altında olduğu durumları tanımlar. Fetusun in
utero büyümesi birçok faktörden etkilenmektedir. IUGG saptanan fetuslarda fetal ve
perinatal ölümle sık karşılaşılmaktadır. IUGG ’ de perinatal morbidite ve mortalite
özellikle fetal tahmini doğum ağırlığının gebelik yaşına göre %3. persantilin altında
olduğu olgularda belirgin olarak artmaktadır. IUGG ’ nin plasental yetmezliğe bağlı
bağlı olduğu bazı fetuslarda , erken tanı ve doğru obstetrik ve neonatal yaklaşımla
morbidite ve mortalite azaltılabilmektedir.
Canlıda hücre proliferasyonu, farklılaşması ve olgunlaşmasını stimule ve regule
eden büyüme faktörleri adı verilen spesifik proteinler mevcuttur. IGF-1 de bu büyüme
faktörlerinin en önemlilerinden biridir. IGF-1 proinsuline benzeyen, büyüme
hormonuna bağımlı olarak sentezi yapılan düşük moleküllü bir polipeptiddir. Çeşitli
hücrelerde mitoz ve differansiyasyonda ve hücre replikasyonunda önemli rolü vardır
Erişkin canlı doku ve organlarında varlığı saptanan IGF-1 in fetal doku ve organlarda
daha fazla olduğunu gösteren çalışmalar mevcuttur. Maternal ve fetal orijinli hücrelerin
oluşturduğu bir yapı olan plasentada, fetal doku ve organlarda IGF-1 reseptörlerinin
daha fazla bulunması IGF-1 in büyüme ve gelişmede bir rolünün olduğunu
düşündürmektedir. Literatürde IGF-1 geni defekti olan fetuslarda ağır intrauterin
büyüme ve gelişme geriliklerinin saptandığı çalışmalar mevcuttur. Bizim çalışmamızda
maternal serum ve kordon kanındaki IGF-1 ve insulin seviyeleri ile IUGG arasındaki
ilişki araştırılmıştır.
Plasenta ,oksijen ve diğer birçok besinin anneden fetusa transferinde önemli rol
oynamaktadır. Fetal büyüme için gerekli tüm materyalin geçişi plasenta tarafından
sağlanmaktadır. Plasental bazı patolojilerin varlığında bu geçiş yetersiz olacağı için
fetal büyüme ve gelişme bozulacaktır. IUGG ile komplike olmuş gebeliklerde bazı
plasental patolojilerin varlığı gösterilmiştir. Bu lezyonların uteroplasental arterlerin
4
plasentasyona yetersiz cevabına veya tromboz ve vaskülit gibi bir nedene bağlı
olabileceği düşünülmektedir ama bu konudaki araştırmalar kesin bir nedenin varlığını
ortaya koyamamaktadır. Plasental patolojiler ile IUGG arasında bir ilişki olduğu
bilinmesine rağmen, bu ilişkinin hangi plasental patolojilerde daha kuvvetli olduğu
konusunda yapılan araştırmalarda farklı sonuçlar elde edilmiştir. Bizim çalışmamızda
plasental patolojiler 19 ayrı grupta toplanmış ve her patolojinin IUGG ile ilişkisi ayrı
ayrı incelenmiştir.
Gebelikte sigara içimi ile perinatal morbiditenin arttığını gösteren çalışmalar
mevcuttur. Sigara ile ilişkili olarak plasentanın fonksiyonel yapısında bazı değişiklikler
meydana gelmektedir. Sigara içimi arttıkça plasentalarda yetersiz perfüzyona
karakteristik olan bazı mikroskopik lezyonlar oluşabilmektedir. Gebelikte sigara içimi
plasental damarlanmayı etkiler.Villuslardaki azalmış fetal kapiller çapları plasental kan
akımını etkiler ve fetus ile anne arasındaki besin ve gaz alışveriş alanının azalması da
fetusun yetersiz beslenmesine neden olur. Literatürlerde sigara kullanımının IGF-1
salınım ve fonksiyonları üzerinden fetal gelişimi etkilediğine dair bir yayın
bulunmamaktadır. Bizim çalışmamızda sigara kullanımı ve IGF-1 ilişkisi incelenmiştir.
Çalışmamızın bir amacı da birçok fetal ve maternal dokudan ve plasentadan
salınıp parakrin, endokrin ve otokrin etki gösteren IGF-1 adlı büyüme faktörünün
,plasental patolojilerin eşlik ettiği gebeliklerde fetal büyüme ve gelişmeye olan etkisini
araştırmaktır.
5
2.GENEL BİLGİLER
İNTRAUTERİN BÜYÜME VE GELİŞME GERİLİĞİNİN TANIMLANMASI
İntrauterin büyüme ve gelişme geriliği (IUGG), obstetrikte sık karşılaşılan bir
durumdur. Herhangi bir infantın in utero potansiyel tam büyüme sınırına ulaşamaması
olarak tanımlanırsa da, gerçekte infantların büyüme potansiyelini ölçebilecek gerçek bir
yol yoktur. IUGG, tahmini kilosu beklenenin ve genellikle 10. persantilin altında olan
fetusları tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Hem büyüme spektrumunun alt ucunda
bulunan normal fetusları, hem de ekstrensek (sigara gibi) ve intrensek genetik defektler
(anöploidi gibi ) gibi özel klinik durumlarda beklenen büyüme potansiyelini
gösteremeyen fetusları kapsar.
1961 yılında Warkany ve arkadaşları, bebekler için ağırlık, boy ve baş çevresinin
normal değerlerini yayınlamışlardır. Bu da fetal büyüme kısıtlılığını tanımlamaya
yardımcı olmuştur. (1 )
1963 yılında Lubchenco ve arkadaşları, gestasyonel yaş ile doğum kilosunu geniş
serilerle karşılaştırarak, belli gebelik haftasında olması gereken fetal büyüklüğün
belirlenmesini sağlayan normlar oluşturmuşlardır. (2) Doğum ağırlığı, kolay
ölçülebilmesi nedeniyle tüm dünyada yaygın olarak kullanılan popüler bir ölçümdür.
1967 yılında Lubchenco ve Battaglia, kilosu gestasyonel haftası için
10.persantilden küçük olan bebekleri SGA ( small for gestational age ) olarak
tanımlamışlardır. Buna göre sıklığı % 10 olarak bulmuşlardır. Bu bebeklerin neonatal
ölüm için artmış risk altında oldukları gösterilmiştir. (3 ) SGA terimi, genelde IUGG ile
eşanlamlı olarak kullanılmakla beraber içerik olarak farklı durumları ifade eder. Doğum
tartısı beklenenin altında olan term bir yenidoğanda beraberinde IUGG olabilir, fakat
yenidoğan SGA olmayabilir. SGA yenidoğanda neden, IUGG li yenidoğanda olduğu
gibi patolojik olabilir ya da sağlıklı ve ufak bebekte olduğu gibi nonpatolojik olabilir.
IUGG li yenidoğan aynı anda SGA olabilir ya da oImayabilir. 2500gr’ın altında doğan
her yenidoğan her zaman preterm (<37 hafta) değildir. Tüm dünyada kilosu 2500gr'dan
düşük 20 milyondan fazla bebek doğmaktadır. Bunların %30 ile %40'ı term olarak (37-
42 gebelik haftası arası) doğarlar, iyi gelişim gösterememişlerdir, yani SGA'dırlar.
6
Gebelik haftası ve ağırlık gözönüne alınarak geliştirilmiş standart büyüme eğrilerine
göre 10. persentilin altında doğan her yenidoğan SGA olarak tanımlanır. SGA tanımında
fetus kendi büyüme potansiyelini tamamlamıştır.IUGG olan fetus ise kendi büyüme
potansiyelini tamamlayamamıştır. Örneğin ;fetusun büyüme potansiyeli 50. persantile
kadarken maternal, fetal, plasental nedenlerden dolayı fetusun büyümesi kısıtlanmış ve
10.persantilin altına kadar düşmüşse bu fetus IUGG olarak tanımlanmaktadır.Ama
büyüme potansiyeli genetik nedenlerden dolayı 7. persantile kadar olan bir fetus, doğum
ağırlığına göre 7.persantilde ise bu fetus SGA olarak tanımlanmaktadır ve perinatal
risklerde artış söz konusu değildir.
1984 yılında Seeds ve arkadaşları, IUGG ve SGA tanımında doğum ağırlığının 5.
persantilin altında olması gerektiğini savunmuşlardır. (5 ) (tablo 1)
1999 yılında Mcintire ve arkadaşları, 122754 gebeyi kapsayan bir çalışmada
termde doğmuş bebeklerde sadece doğum ağırlıkları gebelik yaşına göre 3.persantilin
altında olduğunda mortalite ve morbiditenin anlamlı olarak arttığını bulmuşlardır. (6)
1969 yılında Usher ve Mclean , fetal gelişim standarlarının ortalama bir değer ve
+_ 2 standart deviasyon şeklinde belirtilmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Bu tanım
kabul edilirse IUGG sıklığı %10 dan % 3 e düşmektedir. (7 )
IUGG tanımında iki komponentin varlığından bahsebiliriz ;
1.Doğum ağırlığının 10.persantilin altında oluşu
2.Fetusun normal intrensek büyüme potansiyeline ulaşmasını engelleyen patolojilerin
varlığı
SGA tanımında ise bu komponentler farklıdır;
1.Doğum ağırlığının 10.persantilin altında oluşu
2.Fetusun beklenen büyüme potansiyeline ulaşması ve patolojik nedenlerin yokluğu
Doğum ağırlığının bulunduğu persantillere göre bir tanımlama yapıldığında
fetuslar 4 gruba ayrılır;
1.Gestasyonel yaşına göre çok küçük fetuslar (very SGA -IUGG ) :<3.Persantil
2.Gestasyonel yaşına göre küçük fetuslar (SGA):<10.persantil
3.Gestasyonel yaşına göre uygun fetuslar (AGA):10-90.persantil
4.Gestasyonel yaşına göre büyük fetuslar (LGA):>90.persantil
7
Tablo 1: Tekil canlı doğuma dayalı gebelik yaşı için yaklaşık doğum ağırlığı
persantilleri gösterilmiştir. 10.persantilin altındaki değerlerde IUGG (SGA) tanısı
konulmaktadır. (Hadlock FP ,Harrist RB ,Martinez-Poyer J.In utero analysis of fetal
growth :a sonographic weight standart .Radiology 2001 ;181;129-133)
IUGG insidansı, menstruel hikaye esas alındığında %20’ye kadar çıkmakla
birlikte, ultrasonografik olarak hesaplanan büyüme incelemelerine göre ise %5’ e kadar
düşmektedir.
IUGG, fetal ve neonatal ölümle en sık karşılaşılan problemlerden biri olduğu için
fetal büyümede azalmanın belirlenmesi perinatolojide çok önemli bir yer tutar. Manning
ve arkadaşları, 1995 yılında yaptıkları bir çalışmada cinsiyetine ve gebelik yaşına göre
doğum tartıları 10.persantilin altında olan 10135 yenidoğanda bu durumun ultrasonla
tanısı ve takibi yapılanlarda, gebelik boyunca tanı konulamayan ve takip edilmeyen
gebelere oranla mortalitede %60 oranında azalma tespit etmişlerdir. (8) İntrauterin
büyüme ve gelişme geriliğinin önemi sadece perinatal mortalitenin artışından değil,
HAFT
A
3. 10. 50. 90. 97.
20 248 275 331 387 41421 299 331 399 467 49922 359 398 478 559 59823 426 471 568 665 71024 503 556 670 784 83825 589 652 785 918 98126 685 758 913 1068 114127 791 876 1055 1234 131928 908 1004 1210 1416 151329 1034 1145 1379 1613 172430 1169 1294 1559 1824 164931 1313 1453 1751 2049 218932 1465 1621 1953 2285 244133 1622 1794 2162 2530 270334 1783 1973 2377 2781 297135 1946 2154 2595 3036 324436 2110 2335 2813 3291 351637 2271 2513 3028 3543 378538 2427 2686 3236 3786 404539 2576 2851 3435 4019 429440 2714 3004 3619 4234 4524
8
konjenital anomaliler, asfiksi, mekonyum aspirasyonu, persistan fetal dolaşım,
hipotermi, hipoglisemi, hipokalsemi ve polistemi risklerinin de artışından dolayıdır.
IUGG olan fetusların, %80-85’ i yapısal olarak küçük olarak sınıflandırılırlar. Bu
grupta perinatal risk artışı anlamlı değildir. Perinatal mortalite hızı artmamıştır.
IUGG insidansı coğrafi bölgeye, çalışılan populasyona ve kullanılan büyüme
eğrisi tablolarına göre değişmektedir. Maternal yaş, ırk, sosyal statü, deniz seviyesinden
yüksekte yaşama, fetal cinsiyet, parite gibi birçok non-patojen faktör insidansı
etkilemektedir. Örneğin; (14)
*Reprodüktif yaşın uçlarındaki annelerin bebekleri daha küçük olma eğilimindedir.
*Erkek fetuslarda doğum kilosu daha küçüktür.
*Deniz seviyesinden yüksekte yaşayanlarda düşük oksijen basıncı nedeniyle doğum
kilosu daha küçüktür.
*Irksal farklılıklar açısından Asyalılarda doğum kilosu daha düşüktür.
*Sosyokültürel seviye düştükçe yetersiz beslenme ile açıklanamayan bir düşük doğum
tartısı sıklığı vardır.
*Doğum kilosu ilk doğan bebeklerde ve grandmultiparlarda daha düşük olma
eğilimindedir.
IUGG de SINIFLANDIRMA
Düşük doğum ağırlığı (SGA) olan bebekler iki gruba ayrılabilir ;
1. Gestasyon yaşına göre 10.persantilin altında olan ve 37.gebelik haftasından
önce doğan bebekler ( preterm ve SGA )
2. Gestasyon yaşına göre 10.persantilin altında olan ve 37.gebelik haftasından
sonra doğmuş bebekler ( miadında SGA )
Tüm düşük ağırlıklı bebeklerin %33 ’ü miadında SGA olan bebeklerdir.
Gelişme zamanı, nedeni, USG ölçümleri gözönüne alındığında IUGG iki sınıfa
ayrılabilir :
1. Simetrik ( erken başlangıçlı )
2. Asimetrik ( geç başlangıçlı )
İlk olarak 1977 yılında Campbell ve Thomps tarafından IUGG olan bebekleri,
orantılı olarak küçük anlamında ‘ simetrik ’ ve orantısız olarak abdominal büyümede
geri kalmış anlamında ‘ asimetrik ’ olarak alt gruplara ayırmak için sonografik baş-
9
abdomen çevresi oranı (HC / AC ) kullanımı tanımlanmıştır. Bu yazarlar, yaklaşık 500
normal fetusu inceleyerek HC / AC oranı normlarını oluşturmuşlar ve uteroplasental
yetmezlik riski altında olan 31 fetusda bu normların kullanımını değerlendirmişlerdir.
HC /AC oranı %95’in üzerinde olan fetusların, %70’ini asimetrik olarak
tanımlamışlardır. (11)
SİMETRİK IUGGHem baş hem de vücut boyutlarında orantılı azalma olduğunda simetrik büyüme
ve gelişme geriliği olarak adlandırılır. Embriyonal gelişimde ilk 16 haftada hücre
sayısında artış ön plandadır. Hiperplazi dönemi denilen bu dönem 32.haftaya kadar
giderek yavaşlayan bir çoğalma hızıyla devam eder. 32.haftadan sonra ise sayısal artışın
olduğu hiperplazi döneminin yerini hücresel hipertrofi dönemi alır. Simetrik büyüme ve
gelişme geriliğinde hem hücre sayısında hem de hücre boyutunda anlamlı bir düşüşe
neden olabilen bir faktörün varlığı söz konusudur. Bu faktörün gebeliğin erken
dönemlerinden itibaren (özellikle ilk 32 haftada ) etkili olduğu düşünülmektedir.
Kimyasal bir ajana maruziyet, viral enfeksiyon, aneuploidi, kronik maternal
malnutrisyon, sigara patogenezde rol oynayabilir. Simetrik IUGG, erken başlangıçlıdır
ve gelişme potansiyelinin olmadığı kabul edilir. İlk olarak Winick ve arkadaşları
tarafından konjenital anomalili bir fetusta tanımlanmıştır. Beyin gelişimi de kötü yönde
etkilendiği için santral sinir sistem anomalisi gelişme riski yüksektir. Postnatal gelişim
(catch up ) bu bebeklerde daha kötüdür.
Dashe ve arkadaşları, 2000 yılında yaptıkları bir çalışmada ard arda tekil doğan
ve doğum öncesi 4 hafta boyunca ultrason incelemeleri yapılan 8722 bebeğin baş
/abdomen çevresi oranlarını analiz etmişlerdir. Büyüme kısıtlılığı olan fetusların sadece
%20’si baş /abdomen asimetrisi göstermiştir. Fakat bu çalışmada şu önemli sonuç
çıkmıştır : Asimetrik gelişme geriliği olan bu fetuslar intrapartum ve neonatal
komplikasyonlar açısından artmış risk altındadırlar. Normal büyüme göstermiş bebekler
ile karşılaştırıldıklarında, 10. persantilin altında doğum ağırlığı olan simetrik büyüme
kısıtlılığı olan fetuslar ise istenmeyen sonuçlar için artmış risk altında değildirler.
Böylelikle şu sonuça varılmıştır ki : Simetrik büyüme kısıtlılığı daha çok normal,
genetik olarak belirlenmiş kısa boyluluğu temsil ederken, asimetrik fetal büyüme
kısıtlılığı anlamlı bir şekilde hastalıklı bir fetal büyümeyi temsil etmektedir. (16 )
10
ASİMETRİK IUGG
Sadece fetal kilonun etkilendiği durumda asimetrik büyüme ve gelişme
geriliğinden bahsedebiliriz. Gelişme potansiyeli korunmaktadır. Vücut ağırlığına göre
boy ve baş çevresi iyi korunmuştur. Baş çevresinin etkilenme derecesine göre santral
sistem defisitleri gelişebilir. Postnatal gelişim bu grupta daha iyidir. Geç dönemde
gelişen IUGG tipidir. Hipertansiyon ve ilerlemiş diabetes mellitus gibi uteroplasental
perfüzyonun bozulduğu bir plasental yetmezliğin varlığı söz konusudur. Neden olan
faktör 28. veya 32.gebelik haftasından sonra yani hipertrofi döneminde etki
göstermiştir. Bu IUGG tipinde plasental yetmezlik, azalmış glikoz transferi ve hepatik
depolanma ile sonuçlanabileceğinden fetal abdomen çevresi azalır. Baş-beyin gelişimi
ise normal olmaktadır. Bu, hipoksi durumunda fetusun ‘ beyin koruma etkisi’ olarak
bilinen çeşitli hemodinamik değişiklikler geliştirmesinden dolayıdır. Bu etkide
karaciğer, beyin ve kalbe giden kan artarken, periferde kan akımı azalır. Baş büyüklüğü
en son bozulan ölçümdür. (15)
simetrik asimetrikNedenler Genetik,TORCH,alkol,
malnutrisyon, ilaç, sigara
Uteroplasental yetmezlik
Etkilenme zamanı 28.haftadan önce 28.haftadan sonraHücre sayısı azalmış (hipopazi ) normalHücre büyüklüğü normal azalmış (hipotrofi )Baş çevresi küçük normalKaraciğer,timus boyutu azalmış azalmışBeyin / KC ağırlık oranı normal artmışPlasental büyüklük normal azalmışKonjenital anomaliler sık nadirSonografik BPD ölçümü küçük normalSonografik AC ölçümü küçük normalSonografik HC/AC oranı normal artmışDoppler indeksleri artmış artmışGelişimi yakalama hızı kötü iyi
NEDENSEL SINIFLANDIRMA
IUGG gelişiminde etkili faktörler fetal, maternal, plasental ve uterin kaynaklı olabilir.
Etkili faktörleri intrensek ve ekstrensek olarak ikiye ayırabiliriz ;
%10-20 intrensek,
%30-50 ekstrensek,
11
%10-55 intrensek ve ekstrensek bir neden mevcuttur.
%40 ’ında ise bir neden bulunamamakta ve idiopatik kabul edilmektedir. ( 85)
İntrensek faktörler Kombine Ekstrensek faktörler İdiopatikSimetrik IUGG Asimetrik IUGG Asimetrik IUGGGenetik Trizomi 21
Trizomi 18
Trizomi 13
Turner sendromu
Enfeksiyöz :
Rubella
CMV
HSV
Toxoplasmozis
Malaria
Konjenital sifiliz
Radyasyon:
X ışınları
İlaçlar:
Eroin
Metadon
Alkol
Aminopterin
Kumadin
Dilantin
Trimetadon
Plasental nedenler
Ağır malnutrisyon
İlaçlar
Sigara
Alkol
Uteroplasental yetmezlik
Toksemi
Kronik hipertansiyon
Hemoglobinopati
Renal hastalıklar
Kardiak hastalıklar
Bilinmeyen nedenler
12
FETAL BÜYÜME VE GELİŞME GERİLİĞİ NEDENLERİ (20-23)
Plasental faktörler*plasenta dekolmanı
*plasenta previa
*tromboz ve infarkt
*desuidit
*plasentit ve vaskulit
*koryoamnionit
*plasental kist ve koranjiomFetal faktörler*infeksiyon
*kalp hastalığı
*malformasyonlar
*kromozomal anomaliler
*morfolojik anomaliler
Uterin faktörler
*azalmış uteroplasental akım
*desidual spiral arterlerin
aterosklerozu
*preeklampsi
*diabetes mellitus
*fibromyom
Maternal faktörler*renal hastalıklar,
*asidoz
*anemi
* ateş
*ilaçlar
*sigara ve alkol
*kardiorespiratuvar hastalıklar
13
IUGG
1.PLASENTAL FAKTÖRLER
*tek umblikal arter varlığı,
*velamentöz bağlanma,
*bilobar veya sirkumvallat plasenta varlığı,
*plasental hemanjiomlar,
*plasenta previa ve plasenta dekolmanı,
*anormal desidualizasyon gibi plasental faktörler sonucunda IUGG gelişebilir.
IUGG tek umblikal arter varlığında tüm kotiledonlardan fetusa doğru yetersiz
drenaj gelişmesine, hemanjiomlarda fetal kanın büyük kısmının bloke edilip yeterli gaz
ve metabolit değişimi için gerekli alanın azalmasına, plasenta previada aşağı uterin
segment gibi perfüzyonun az olduğu bir alana implantasyona bağlı olarak gelişmektedir.
Sirkümvalat plasenta ve plasenta previa da IUGG daha hafıf sınırlardadır. (21-22)
2.UTERİN FAKTÖRLER
*müllerian anomaliler
*uterin myomlar gibi uterin patolojilerde IUGG gelişmesi muhtemeldir. Bu durum
plasental dolaşımın bozuk olmasına bağlanabilir.
Normal fetal büyüme için uteroplasental dolaşımla yeterli gıda transferine
gereksinim vardır. Maternal spiral arterlerin musküler duvarlarının trofoblastlarca işgali
ve tahrip edilmesi plasental dolaşımı düşük dirençli bir havuza dönüştürür. Bu sayede
gıda alışverişi artar. Gelişme geriliğinde ise bu dönüşüm olmadığı için yeterli beslenme
gerçekleşemez. Deneysel olarak farelerde uterin arterlerin ligasyonunun IUGG’e yol
açtığını gösteren çalışmalar mevcuttur. (45)
3.KROMOZOMAL ANOMALİLER
IUGG olan bebeklerin %5’ inde karyotip anomalileri saptanmaktadır. Rochelson
ve arkadaşları yaptıkları çalışmada, otozomal trizomili fetusların plasentalarının tersiyer
stem villuslarında müsküler arterlerde azalma tespit etmişlerdir. Bu plasental yetmezlik
ve anormal hücresel büyüme ve farklılaşma ağır fetal büyüme ve gelişme geriliğine yol
açmaktadır. (24)
Snijders ve arkadaşları yaptıkları çalışmada, IUGG ve fetal anomali varlığında
kromozomal anomali sıklığını anlamlı olarak daha fazla bulmuşlardır. Anöploidi riski
14
simetrik IUGG ve konjenital anomali varlığında artmaktadır. IUGG olan bir bebek
saptandığında eşlik eden bir kromozomal anomalisi olma olasılığı %10’un altındadır.
(25)
Van Vugt ve arkadaşlarının 13074 anomalili fetusta yaptığı bir çalışmada, IUGG
sıklığı %22 olarak tespit edilmiştir. (26)
En yaygın görülen kromozomal anomali olan Trizomi 21’ e eşlik eden büyüme
ve gelişme geriliği daha hafif iken, özellikle trizomi 13 ve18 ’li fetuslarda ağır büyüme
ve gelişme geriliği saptanmaktadır.
1982 de Moerman ve arkadaşları tarafından yapılan bir çalışmada, 11 trizomi 18
li fetusun onunda doğum ağırlığı 2500 gramın altında bulunmuştur. (27 ) Artmış amnios
sıvısı ile seyreden ağır bir büyüme ve gelişme geriliğinde, trizomi 18 gibi bir
kromozomal anomaliden süphelenmek ve sitogenetik inceleme istemek önemlidir. (28 )
Trizomi 21 de ise IUGG değişkendir. Bazı down sendromlu bebekler gerçekte
makrozomiktir. Bazen ise prematüre doğan down sendromlu bebekler normal ağırlıkta
olabilirler.
İkinci trimesterde oligohidramnios veya azalmış fetal büyüme saptandığında
triploidi sendromları da mutlaka akla gelmelidir. Triploidide gebelikler genellikle
abortusla sonuçlanmaktadır. Abortusla sonuçlanmayanlarda çok ağır büyüme ve
gelişme geriliği gözlenmektedir. Turner sendromu ile doğan her 3 bebekten birinde ağır
IUGG izlenmektedir .
Normal populasyonda %3 olan malformasyon oranı IUGG de %8 dir.
Malformasyon saptanan fetusların da % 22’sine IUGG eşlik etmektedir. IUGG saptanan
fetuslar mutlaka malformasyonlar açısından detaylı incelenmelidir. Malformasyonlar ve
IUGG beraberliğinin sık olmasını iki nedene bağlayabiliriz :
1. Malformasyonlar IUGG’e yol açmıştır: Konjenital kalp hastalıklarında,
hemodinamikte meydana gelen bozukluk nedeniyle visseral yapılarda hücre sayısı ve
gelişimi yetersiz olmakta ve fetus büyüyememektedir. Kromozomal anomalilerde de
gelişen metabolik bozukluklar sonucunda IUGG gelişmektedir.
15
2. IUGG ve malformasyonun aynı mekanizma ile ortaya çıkması :CMV gibi
enfeksiyonlarda embriyogenez esnasında kapiller damar endotelindeki harabiyet hem
malformasyona hem de IUGG’ e neden olmaktadır.
Konjenital anomali sayısı arttıkça IUGG sıklığı da artmaktadır. 2 anomalide
sıklık % 20 iken, 9 anomalide sıklık %60 ’a kadar çıkmaktadır. Bazı malformasyonlarla
IUGG beraberliği daha sıktır. Örneğin trizomi 18 li vakaların %83’ üne, renal agenezili
vakaların %54’üne IUGG eşlik etmektedir. (29)
4.MATERNAL MEDİKAL DURUMLAR
Hipertansiyon:
IUGG nedenleri içinde en çok araştırılan neden hipertansif hastalıklardır. IUGG de
nedensel faktörlerin 1/ 3’ ünü hipertansif hastalıkların oluşturduğunu savunan araştırmacılar
vardır. Özellikle proteinürinin eşlik ettiği gebeliklerde indüklenmiş hipertansiyona ve
preeklampsiye IUGG sıklıkla eşlik eder. Bu durumda plasental fonksiyonlar bozulmaktadır.
Normal gebeliklerde damarlardaki muskuloelastik dokunun kaybolması damarların
genişlemesine ve intervillöz alanlara daha çok kan akımına neden olurken, hipertansiyonla
seyreden gebeliklerde bu mekanizmada bozukluk meydana gelmektedir. İkinci trimesterde
endovasküler trofoblast migrasyonu inhibe olmakta, uteroplasental arterlerin myometriyal
segmentleri daralmakta ve uyaranlara yanıt verir hale gelmektedir .
Proteinürik hafif preeklampside fetusta IUGG gelişme ihtimali 2 kat artarken
süperempoze preeklampside risk 4 kat artar.
Siyanotik kalp hastalığı:
Siyanotik kalp hastalığı olan gebelerde, IUGG normal populasyondan 10 kat fazla
görülür. Gebelikten önce düzeltme ameliyatı geçiren gebelerde ise sıklık 5 kat fazla
görülebilmektedir.
Kronik maternal renal hastalıklar :
Renal hastalıklar, renal disfonksiyon ve hipertansiyon nedeniyle IUGG’ne neden
olurlar. (37)
16
Maternal otoimmun hastalıklar:
İki sınıf antifosfolipid antikor fetal büyüme kısıtlılığına eşlik etmektedir:
antikardiolipin antikor ve lupus antikoagulanı.
SLE da, kanda dolaşan otoantikorlar ve lupus antikoagulanına bağlı gelişen plasental
infarktüs ve intervillöz trombüsler nedeniyle IUGG gelişmektedir. Lupus antikoagulanı
nedeniyle vasküler endotel hücrelerden prostasiklin salınımı inhibe olmakta ve
trombositlerdeki hücre zarı lipidleri eriyerek tromboksan A2 nin serbestleşmesine neden
olmaktadır. Sonuçta oluşan trombüsler plasental patolojilere yol açmaktadır . Renal tutulumu
olan SLE li hastalarda IUGG riski daha da artmaktadır. (42)
Primer antifosfolipid sendromunda da benzer bir mekanizma ile IUGG
gelişebilmektedir.
Maternal hematolojik hastalıklar
Vakaların çoğunda anemi IUGG’ ne neden olmazken, özellikle orak hücreli anemi ve
ciddi anemilerde IUGG sıklığı belirgin olarak artmaktadır. Arkuat arterlerde meydana gelen
oraklaşmanın buna neden olduğu düşünülmektedir. (41)
5.ÇOĞUL GEBELİKLER
IUGG, çoğul gebeliklerin sık karşılaşılan bir komplikasyonudur. İkiz gebeliklerle
kıyaslandığında üçüz gebeliklerde daha sık görülür. (44) Fetal redüksiyon sonrası ikize
indirgenen gebeliklerde spontan ikiz gebeliklere oranla daha sık görüldüğü bildirilmiştir.
(43). Gelişme geriliğinin nedeni birden fazla fetusun normal gelişimi için yeterli plasental
rezervin olmamasıdır. Dizigotik ikizlere oranla monozigotik ikizlerde daha sık
rastlanmaktadır. Fonksiyonel plasental dokunun ikizler arasında eşit paylaşımından çok,
ikizlerden birinin daha fazla kullanımı söz konusudur.
6.GEBELİKTE SİGARA İÇİMİ:
Maternal sigara içimi büyüme ve gelişme geriliklerinin % 30-40’ından sorumlu
olabilmektedir. İçilen sigara sayısı ile orantılı olarak fetal tartı alımında gerilik olmaktadır.
Yapılan bir çalışmada, günde 11 ve üstünde sigara içen annelerin bebeklerinde yaklaşık 330
gr tartı kaybı ve 1.2 cm boy kısalığı olduğu saptanmıştır. (68)Gebelikte sigara içimi ile IUGG
arası ilişki , nikotin, karbon monoksit, siyanit gibi metabolitlerin hemodinamiğe etkisi ile
açıklanmaktadır. Sigara içenlerde azalmış plazma volüm artışı, maternal plazma
17
karbonmonoksit seviyesi , maternal kan vizkozitesi ve buna bağlı gelişen artmış fetal kan
karbonmonoksit seviyesi ve fetal kan vizkozitesi sonucunda fetal gelişim ekilenmektedir.
Gebelikte kan volümünün artmasına bağlı olarak total oksijen kapasitesi artmasına rağmen,
sigara içen annelerde nikotinin vazokonstriktör etkisi ile uteroplasental sirkülasyon
bozulurken, karbonmonoksit oksijen ile bağlı olan hemoglobinle reaksiyona girerek oksijen
taşıma kapasitesini azaltmaktadır. Pasif sigara içiçilerinde bile IUGG sıklığı artmaktadır (47-
48-49-50-51-52-53)
Maternal yaş, sigara içimi ve IUGG arasında ilişki olduğunu savunan çalışmalar da
mevcuttur.
7.GEBELİKTE ALKOL KULLANIMI :
Lemoine ve arkadaşlarının çalışmasında, ilk defa fetal alkol sendromu tanımlanmıştır.
Anormal yüz gelişimi, kardiak malformasyonlar gibi anomalilerin eşlik ettiği fetal alkol
sendromuna sıklıkla IUGG eşlik etmektedir. Alkolün özellikle ilk trimesterde kullanımı fetal
alkol sendromuna yol açmakta, son trimesterde kullanımı ise fetal ağırlığı azaltmaktadır.
Plasentanın alkol metabolitlerini yeterince elimine edememesi ve fetal dokuların alkolü
elimine etme hızının maternal dokulara göre daha yavaş olması nedeniyle fetus maternal
alkol alımından etkilenmektedir (57-58-70-68)
8.MATERNAL MALNUTRİSYON:
Gebelik boyunca zayıf maternal beslenmenin IUGG ile sonuçlandığını kanıtlayan
retrospektif ve prospektif çok sayıda çalışma mevcuttur. Doğum tartısı üzerine en belirgin
etki son trimesterde tam açlık durumunda olmaktadır. Günde 1600 kcal nin altında enerji
alımıyla IUGG sıklığının arttığını savunan çalışmalar mevcuttur. Örneğin 2.dünya savaşı
sırasında doğan bebeklerin kilolarında belirgin düşme saptanmıştır. Malnutrisyonu olan
birçok anne 400-600 gr arasında bebek doğurmuştur. Özellikle 26. gebelik haftasının altında
olanlarda malnutrisyona maruz kalma önemli risk oluşturmaktadır. (62-63-64 )Tüm görüşler
40. gebelik haftasına kadar alınan kilo onun altında ise belirgin risk oluştuğu yönünde
birleşmektedir. (65-67)
Malnutrisyon durumunda büyüme ve gelişmeyi sağlayan birçok polipeptid hormon
sentezi fetusda durmaktadır. Maternal hormonların da çoğu plasentadan geçemedikleri için
fetusta büyüme ve gelişme geriliği olmaktadır.
18
Fetal salvage hipotezine göre malnutrisyonlu fetusda periferik insulin direnci
gelişmekte ve nutriyentlerde yeniden dağılım olmaktadır . Glikoz beyin gibi hayati organlara
giderken, diğer organlarda gelişme geriliği oluşmaktadır. (66)
Maternal gebelik kilosu ve maternal kilo kaybı doğum ağırlığında önemli bir
belirleyicidir.
9.GEBELİKTE EROİN VE KOKAİN KULLANIMI
Kokain kullanımı norepinefrinin presinaptik geri alımını engelleyerek vazokonstrüktör
etki ile maternal kan basıncını yükselterek IUGG ’ne neden olur. Kokain kullanan annelerde
gebelik öncesi düşük tartı ve gebelikte yetersiz beslenmeye de daha sık rastlanmakta, bu da
IUGG gelişiminde rol oynamaktadır.
Eroin hem hücre sayısını hem de hücre büyüklüğünü etkileyerek simetrik IUGG ’ne
yol açar. Etki mekanizması hem eroinin direkt etkisi hem de kötü maternal beslenme nedeni
ile olmaktadır. (69)
10.ENFEKSİYONLAR:
Akut enfeksiyonların fetusa olan etkisi maternal ateş nedeniyle olmaktadır. Kronik
enfeksiyonlar ise plasental geçiş sonucu fetal hücresel gelişimi etkilemektedir. Bazen de
uteroplasental transfer mekanizmalarını bozarak gelişme geriliğine yol açar. Çoğu ajan
plasentada çoğalıp plasentitis meydana getirerek hematojen yolla fetusa geçer.
Erken dönemde gelişen enfeksiyonlarda organogenez etkilendiği için hücre sayısı
azalarak simerik IUGG gelişir. Etki direkt hasar veya enfeksiyona fetal cevaba bağlı oluşan
indirekt hasar şeklindedir.
Viral enfeksiyonlar tüm gelişme geriliği olgularını % 5’inden azının nedenidir. (71-
80). Özellikle nedeni açıklanamayan gelişme geriliğinde mutlaka viral nedenler akla
gelmelidir. CMV, sitolize ve lokal hücre nekrozuna neden olarak etki etmektedir. Bunu
takiben mononükleer infiltrasyon, fibrozis ve kalsifikasyon oluşur. Virüslerle
immunglobulinlerin yaptığı kompleksler hasarı daha da ağırlaştırarak hücre yapısını bozar.
CMV enfeksiyonlarına % 40 oranında IUGG eşlik etmektedir. (75-76-82-84)
Sıtma endemik olduğu ülkelerde en sık IUGG nedenlerinden biridir. Plasental
villuslarda % 20’lik bir toksoplazmozis hasarı belirgin düşük fetal doğum ağırlığıyla
sonuçlanmaktadır. (78-81)
19
Rubella, fetal hücresel çoğalmayı bozarak, hücre sayısını azaltarak ve villus kapiller
damar endotelinde hasara yol açarak fetal büyüme ve gelişme geriliğine yol açmaktadır.
Konjenital rubella sendromu olan fetuslarda IUGG sıklığı % 60’ a kadar çıkmaktadır. (74-77-
84)
Herpes ve hepatid gibi viral enfeksiyonlara bağlı olarak da IUGG gelişimi
gösterilmiştir.
Tripanosomiazis ve toksoplazmozis gibi protozoal enfeksiyonlarda ve sifilizde de
gelişme geriliği görülebilmektedir. (72-73)
Bakteriyel enfeksiyonların gelişme geriliğine neden oldukları gösterilememiştir. (79-
83)
IUGG TANISININ KONULMASI
Klinik olarak muayene bulgusu gebelik haftasına göre normalden küçük uterus
boyutudur. Uterus büyüklüğünün klinik olarak belirlenmesinde en yaygın olarak kullanılan
yöntem fundus yüksekliğinin ölçümüdür. Ama bu yöntemle IUGG olgularının 1/3ü
atlanmaktadır. Bu nedenle bu yöntem sadece tarama için kullanılmalıdır. IUGG açısından
risk faktörleri taşıyanlarda veya IUGG’nden şüphelenilen olgularda takip amacıyla
kullanılmamalıdır.
İntrauterin büyüme ve gelişme geriliğinin esas tanısı fetal biyometrinin seri
öçümlerinin ultrasonografik olarak kayıt edilmesi ile konulmaktadır. Fetal biometri biparietal
çap (BPD), fetal kafa çevresi (HC), abdomen çevresi (AC) ve femur uzunluğunu (FL )
içermektedir. Biparietal çap gebelik haftasını belirlemede ve IUGG tanısını koymada en
etkili biometridir.BPD sensitivitesi %41-72 arasında değişmektedir.
APGAR SKORLAMASI
Apgar skorlama sistemi perinatal asfiksinin tanısında sıklıkla kullanılmaktadır .
(123)Apgar skorlama sistemine göre yenidoğan doğumdan sonra 1. ve 5.dakikalarda
değerlendirilir. Gerekiyorsa skorlama 5 dakikada bir tekrarlanır. 5 objektif parametreye
dayanır :
1. Kalp tepe atımı
2.Solunum şekli
3.Kas tonusu
20
4.Deri rengi
5.Uyarıya cevap
Her bir parametreye 0, 1 ve 2 puan verilmektedir. (Tablo 1). Herbir parametre için verilen
puanlar toplanır. 7-10 puan arasında olan değerler sağlıklı yenidoğan olarak
değerlendirilirken, 4-6 puan arası orta, 0-3 puan arası ağır depresyon olarak
nitelendirilmektedir. (123 )
TABLO 1: Apgar skorlama sistemi
BULGULAR 0 1 2KALP RİTMİ Kalp atımı yok < 100/dk >100 /dkSOLUNUM Yok Yüzeyel, düzensiz Düzenli,kuvvetli ağlamaKAS TONUSU Genel hipotoni Ekstremitelerde hafif fleksiyon Hipertoni ve ekstremiteler
hafif fleksiyondaUYARANA YANIT Yok Minimal ve zayıf cevap Hareket, öksürük,ağlamaDERİ RENGİ Soluk veya mor Gövde pembe, ekstremiteler
soluk
Tümüyle pembe
1.dakika apgar skoru, bebeğin resusitasyona gereksiniminin ve neonatal mortalitenin, 5.
dakika apgarı ise nörolojik durumunun tahmin edilmesi açısından daha yol göstericidir.
Düşük apgar skoru asfiksi dışında prematürite, anestezikler, narkotik analjezikler, sepsis,
travma, anomali, santral sinir sistemi hastalıkları gibi birçok nedene bağlı olabilen fetal
hipotonisite ya da depresyonla birlikte olabilir .
FETAL ASİT BAZ DURUMUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ
Yenidoğanın objektif olarak değerlendirilebilmesi için umblikal arter kan gazı asit baz
analizi de kullanılabilmektedir. Doğum anında saptanan asfiksi, nörolojik morbiditede en çok
suçlanan faktördür. Günümüzde umblikal kordon kan gazı asidemisinin doğum anındaki
asfiksinin en duyarlı göstergesi olduğu kabul edilmektedir. Bu analizde kanın pH, p CO2 ve
p O2 değerleri ölçülür. Bu ölçümlerden de bikarbonat konsantrasyonu, oksijen saturasyonu,
sonrasında da baz defisiti belirlenebilir. Baz defisiti ve pH fetal durumun
değerlendirilmesinde en önemli verilerdir. (124) -
pH <7.20 fetal asidemi sınırı olarak kabul edilmektedir. Birçok çalışmada cut off
değer 7.2 olarak alınmıştır. Asidemiyi umblikal kordon arter pH'sının 7.20' nin altında olması
şeklinde kabul eden yayınlar olmakla beraber, son yayınlar bu değerin çok yüksek olduğu ve
21
arter pH değerinin 7'ye kadar normal kabul edilebileceğini bildirmektedir. Genel olarak
travayın başlamasından önce asidemi umblikal arterde pH <7.2 veya vende pH<7.26 olarak
kabul edilir. Travay sırasında ise asidemi, umblikal arterde pH < 7.15 veya vende pH <7.20
olarak kabul edilmektedir. P CO2 basıncı standart mikroanaliz aletlerinin yardımıyla güvenli
şekilde saptanabilmektedir. Ortalama fetal PCO2 değeri umblikal arterde 51 mmHg ,
umblikal vende 43 mmHgdir. Ortalama fetal PO2 umblikal arterde 18 mmHg, umblikal
vende 28 mmHgdir. Fetal PO2 değişiklikleri, O2 satürasyonuyla belirlenen fetal O2
rezervlerinde düşmeyle beraber olmayabilir. Bu zorluklar nedeniyle pO2 değerleri fetusun
durumunun değerlendirilmesinde veya fetal distresin ya da ölümün engellenmesi için
müdahale edip etmeme konusunda yardımcı olmaz. (125) Kalıcı nörolojik defisiti olan
bebeklerin birçoğunda, doğumdaki asfiksinin göstergeleri olan anormal fetal kalp hızı
ölçümleri, düşük apgar skorları ve mekonyumla boyanmış amnios sıvısı gibi faktörler normal
sınırlarda bulunmuş olabilir. Bu gibi durumlarda, bebeğin doğum asfiksisinde olup
olmadığını ya da asfikside ise bunun derecesini göstermek için umblikal kordon kan gazları
gibi bir belirtece ihtiyaç vardır.
Fetal asit- baz ve arter kan gazı değerleri fetusun uterus içindeki durumunu yansıtır.
Genel olarak arterden elde edilen kan metabolik durumu ve fetal dokuların durumunun daha
iyi yansıtır. Plasenta, umblikal ven tarafından drene olur. Umblikal ven kanı anne tarafından
bir işlemden geçirildikten sonra bebeğe geri gönderilen kanın durumunu yansıtır. Normal
maternal pH ile beraber fetal asidoz, plasental perfüzyon düşüklüğünden veya kordon
basısından kaynaklanabilir. Uteroplasental yetmezlik durumunda fetal asidoz kendini hem
arterde hem de vende gösterir. Kordon basısı durumunda ise fetal dokularda asidoz gelişir ve
kendini arterde asidoz şeklinde belli eder. Plasental dolaşımın yavaşlaması, fetal kanın
maternal intervillöz kan ile denge sağlaması için gerekli zamanı arttırır. Maruz kalınan bu
sürenin uzaması oksijen alımını artırır ve bu da umblikal vende normal asit baz değerleri elde
edilmesini sağlar. Umblikal venden yavaşlamış akım asidozun muhafaza edilmesini sağlar.
Bu nedenle arterde asidoz varken, vende normal sonuçlar elde edilir. Plasental perfüzyonun
düşmesi durumunda ise hem arter hem de vende pH değerleri düşer.
BÜYÜME FAKTÖRLERİ :
Büyüme hormonu, canlılarda büyüme ve gelişmenin devamı için en gerekli olan
hormondur. (GH) Büyüme hormonu ile ilgili çeşitli hipotezler bu hormonun etkisini direkt
22
olarak gösteremediğini ve aracı faktörlere ihtiyaç duyduğunu savunmaktadır. (Somatomedin
hipotezi). Somatomedin hipotezine göre bu aracı faktör, doku ve organlarda otokrin veya
parakrin mekanizma ile etki gösteren somatomedinlerdir. (88)
Canlıda hücrelerin proliferasyonunu, farklılaşmasını, olgunlaşmasını ve canlılıklarını
korumasını stimule ve regüle eden spesifik proteinlere büyüme faktörleri adı verilmektedir.
Büyüme faktörleri, otokrin ve parakrin mekanizmalar ile etkilerini lokal olarak
gösterebildikleri gibi dolaşımda da bol miktarda bulunmaktadırlar. (87) Canlılardaki biolojik
olaylar zincirini kontrol etmek için büyüme faktörleri kombinasyonuna ihtiyaç
duyulmaktadır. Şu ana kadar, yaklaşık elli çeşit büyüme faktörü tanımlanmıştır. Bu büyüme
faktörlerinden en önemlilerinden biri de IGF dir.
İNSULİN BENZERİ BÜYÜME FAKTÖRÜ
IGF proinsuline benzeyen, büyüme hormonuna bağımlı olarak sentezi yapılan düşük
moleküllü bir polipeptiddir. Çeşitli hücrelerde mitoz ve diferansiyasyonda ve hücre
replikasyonunda önemli rolü vardır.
Rinderknecht ve Humbel , (89) yoğun ekstraksiyon ve saflaştırma işlemlerinden sonra
insan serumundan IGF-1 ve IGF-2’yi izole etmeyi başarmışlardır. İzole edilen peptidlerden
IGF-1 bazik yapıda, 70 aminoasitten oluşan bir polipeptittir. IGF-1 geni, 12.kromozom
üzerinde 80 kilobazlık yer işgal etmektedir. IGF-2 ise 67 aminoasitten oluşan, zayıf asit
yapıda bir peptiddir. 11.kromozom üzerinde insulin genine çok yakın olarak bulunmaktadır.
Bazı farklılıklar olmasına ragmen, bu iki peptidin yapısal olarak %70 oranında birbirine
benzer aminoasit dizilimine sahip olduğu ve in vitro olarak fonksiyonlarının ve yapısal
özelliklerinin yaklaşık %50 oranında insulinle benzerlik gösterdiği bulunduktan sonra bu iki
peptidden bazik olana IGF-1, hafif asidik olana IGF-2 isimleri verilmiştir. Bazik yapıda ve
70 aminoasitten oluşan peptidin aslında bilinen somatomedin C olduğu belirlendikten sonra
(90) terminolojide oluşabilecek karışıklığı önleyebilmek için tek bir isimlendirme tercih
edilmiş ve IGF-1 terimi kullanılmaya başlanmıştır.
Yapısal özelliklerinin daha iyi anlaşılabilmesi için çeşitli türlerden izole edilen IGF-1
peptidinin aminoasit dizilimleri ile ilgili çeşitli çalışmalar yapılmıştır. İlk kez insan IGF-1
aminoasit dizilimleri ile ilgili bilgileri Jansen ve arkadaşları yayınlamışlardır.(91) Böylece
23
IGF-1’in başlangıçta çözülemeyen karmaşık kimyasal yapısal özellikleri insan gen
analizleriyle açığa kavuşturulmuştur.
IGF-1 ‘in MOLEKÜLER YAPISI
Peptid grubu içerisinde yer alan IGF’ler, hücre bölünmesini inhibe veya stimule
edebilirler. IGFnin klasik endokrin etkisinin yanı sıra otokrin ve parakrin etkileri de
mevcuttur. Jansen ve arkadaşları (91) tarafından ilk kez IGF-1 proteininin primer aminoasit
dizilimi ile ilgili bilgiler yayınlandıktan sonra yapılan çeşitli çalışmalarda insan, sıçan, fare,
domuz IGF-1inin öncül protein yapısı tanımlanmıştır (92-91). Yapılan bu çalışmalarda,
tanımlanan iki farklı insan IGF-1 öncül proteinlerinden biri, 153 aminoasitli IGF-1a, diğeri
ise 195 aminoasitli IGF-1b dir. (91)Her iki öncül proteinin de ilk 134 aminoasiti aynıdır.
Böylece birbirine benzeyen iki öncül protein pre-pro-IGF-1 peptidi olarak adlandırılmakta
ve aynı IGF-1 geninden köken almaktadır.
Olgun IGF-1 peptidinin aminoasit dizilimleri, türler arasında benzerlik
göstermektedir. Örneğin; IGF-1in amino terminalinde 48 aminoasit bulunmakta olup, bu
bölge sinyal iletiminde son derece önemlidir. Bu aminoasitlerin 43 tanesi sıçan ve insanda
aynıdır.
IGF longitudinal büyümede büyüme hormonu ile ilişkili olan etkisinin yanı sıra birçok
dokuda differansiasyonu etkileyerek lokal büyüme hormonu gibi etki etmektedir. Büyüme
hormonundan başka birçok hormonun da IGF-1 sentezinin artışına neden olduğu
bilinmektedir. Over ve hipofizleri alınmış olan sıçanlarda östrojen hormonunun IGF-1
sentezini etkilediğini düşündüren çalışmalar mevcuttur.(93)
IGF-1 Reseptörü :
2 tip IGF reseptörü mevcuttur :tip 1 ve tip 2
Tip 1 IGF reseptörü öncelikle hedef hücrede IGFnin etki göstermesini sağlar ve yapısal
olarak insulin reseptörü ile homologdur.
Tip 2 IGF reseptörü 2 alfa ve 2 beta subünitesi içerir ve tirozin kinaz aktivitesi vardır
24
.
IGF , diğer büyüme faktörleri gibi etkisini hedef hücre membranındaki spesifik
reseptör proteinlerine bağlanarak gösterir. IGF-1, reseptörün ekstrasitoplazmik kısmına
bağlanarak intrasitoplazmik kısmının aktive olmasına neden olur. İntrasitoplazmik kısmın
tirozin kinaz aktivitesi sayesinde tirozin aminoasitleri fosforilize olur ve hücre içi özel
sinyaller başlatılmış olur. Bu olay hücre nükleusundaki gen ekspresyonunda değişikliklere
neden olur. Bu genler hücre Go fazında iken sakindir ve transkripsiyonu yoktur. Ama ortama
büyüme faktörü eklendiğinde transkripsiyon başlar ve gen ekspresyonu sonucunda da
büyüme faktör seviyeleri daha da artar.
IGF-1’in bulunduğu anatomik yapılar;
IGF-1’in önceleri sadece karaciğerde sentezlendiği düşünülüyordu ama yapılan
çalışmalar çeşitli doku ve organlarda sentez edilip salındığını göstermiştir. (94-95-96-97-98-
99)
IGF-1’in karaciğer ve safra kanalları, pankreas, sindirim sistemine ait organlar, tükrük
bezleri, kas dokusu, kıkırdak dokusu, kemik dokusu, bağ dokusu, kadın ve erkek genital
organları, böbrekler, tiroid ve paratiroid bezleri, adrenal bez, dalak, timus, lenf nodları,
25
Özdemir B,Ortakuz S,Koçak Y,Seyhan A,Çetin N ,Doğan Ö,Sıdal B Vakıf Gureba Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul,Türkiye AMAÇ.Bu çalışmada amacımız pelvik organ prolapsusu olan kadınlarda vajinal histerektomi ,kolporafi anterior ve posterior sonrası ve öncesi cinsel fonksiyonlarındaki değişimin değerlendirilmesidir. MATERYAL-METHOD: Pelvik organ prolapsusu nedeniyle vajinal total histerektomi,vajinal total histerektomi+kolporafi anterior ve posterior yapılan 50 kadın çalışmaya dahil edildi.Hastaların % 40 ına vajinal total histerektomi(VTH) , %60ine vajinal total histerektomi ile beraber kolporafi anterior ve posterior (VTH+CAP) uygulandı. Yaş ortalaması 39-63 arasında idi.Tüm hastaların cerrahi öncesinde ve cerrahiden 3 ay sonrasında cinsel fonksiyonları detaylı sorgulama formları ile sorgulandı.Hastalar disparoni,lubrikasyon ,libido ,orgazm ve idrar kaçırma açısından değerlendirildi.Sexual disfonksiyon skorlamasında yapılan cerrahi ameliyatın değişmesine bağlı fark olup olmadığı da değerlendirildi.
IGF-1IGF Reseptör yapısı
solunum sistemine ait yapılar, kemik iliği, eritrositler, ve deride varlığı kanıtlanmıştır.
Plasentada da IGF-1 varlığını gösteren çok sayıda çalışma mevcuttur.(100-101-102 –103)
Erişkin canlı doku ve organlarında varlığı saptanan IGF-1in fetal doku ve organlarda
daha fazla olduğunu gösteren çalışmalar mevcuttur. (86-87 ) Maternal ve fetal orijinli
hücrelerin oluştuduğu bir yapı olan plasentada, fetal doku ve organlarda IGF-1
reseptörlerinin daha fazla bulunması IGF-1in büyüme ve gelişmede bir rolünün olduğunu
düşündürmektedir.(86-87-104-105)
Doku spesifik faktörler ile embriyonel dönemdeki gelişme faktörlerine bağlı olarak
IGF-1 gen ekspresyonunun artması da bunu desteklemektedir. IGF-1 serum konsantrasyonu
fetal doku ve kordon kanında çok düşük seviyelerde iken pubertaya doğru seviyesinde artış
olmaktadır.
IGF-1 hem yapısal hem de fonksiyonel olarak insuline benzemektedir. Doku ve
organlarda mitojenik etki göstermektedir. Mitojenik etkinin sonucu olarak hücresel cevap
indüklenmekte ve hücre büyüme ve gelişmesi sağlanmaktadır. (106-107)
FETAL BÜYÜMEDE IGF SİSTEMİNİN ROLÜ
Fetal gelişimde fetal plazma ve hücresel yapılarındaki intrensek büyüme faktörlerinin
önemli rolü vardır. Bu büyüme faktörlerinin normal ekspresyonu normal büyüme ve gelişme
süreci ile sonuçlanırken, ekspresyondaki genetik varyasyonlar anormal büyüme patternleri ile
sonuçlanır. Genetik gibi intrensek nedenler dışında fetal plazmaya ulaşan besinsel maddeler
gibi ekstrensek faktörler de büyüme faktörlerinin salınım ve fonksiyonlarına etki eder.İlk
defa Dr. Joseph D’Ercole tarafından transgenic hayvan modellerinde, IGF-1’in beyin
gelişiminde önemli rolü olduğu ortaya konulmuştur. Bu modellerde artan beyin gelişimi ile
orantılı olarak IGF-1 ekspresyonunun arttığı gösterilmiştir. IGF-1in myelinizasyonda rolü
vardır. Myelin ile ilişkili protein genlerinin ekspresyonunu arttırır ve nöronal iletimde önemli
rolü vardır.
IGF-1 ve 2nin prenatal ve postnatal büyüme ve gelişmede rolü olduğu
düşünülmektedir. Bu faktörlerin plasentadan fetal dolaşıma geçişi yoktur ama plasental
gelişimde etkileri mevcuttur. Maternal IGF-1in çoğu, büyüme hormonuna bağımlı olarak
26
karaciğerde sentezlenmektedir. Fetusun bu senteze etkisi plasentanın HPL salgısı üzerinden
olmaktadır. Gebelik boyunca artan IGF-1 miktarının doğumu takiben hemen azalması da
plasentanın IGF sistemi üzerindeki etkisinin bir göstergesidir. Gebelik boyunca maternal
IGF-2 seviyesinde ise önemli bir değişme olmamaktadır.
Dolaşımda IGF ler 6 çeşit bağlayıcı proteine bağlı olarak bulunurlar. (IGFBP 1-6) Bu
bağlanma IGFleri metabolik yıkımdan korur ve hücresel düzeyde IGFnin biyolojik aktivitesi
bu proteinlere bağlanması ile ilişkilidir. Gebeliğin 1.trimesterinden başlayarak terme kadar
maternal IGFBP-1 seviyesi giderek artar. IGFBP-1in bir desidual protein olan plasental
protein 12 ile aynı protein olduğu bilinmektedir. Bu da IGFBP-1in karaciğerde olduğu kadar
desiduada da üretildiğini göstermektedir. Bu üretim progesteron hormonunun etkisiyle
olmaktadır. Gebelikle ilişkili serum proteaz (IGFBP- 3proteaz ) aktivitesinin gebelikte
artması sonucu IGFBP-2 ve 3 seviyeleri gebelik süresince azalır. Bu azalma IGF-1’in
maternal dokulardaki etkinliğini değiştirmektedir. Bu da anneden plasentaya besin geçişini
arttırmaktadır. Besinsel durumla ilişkili olarak annedeki IGFBP-3’ün proteolitik aktivitesi
artmaktadır. Proteolitik aktivitenin artması IGFBP-3 miktarını azaltmakta ve maternal IGF-1
in biyoyararlanımını arttırmaktadır.
Tüm bu değişimler ve fetal büyüme sürecindeki etkileşimleri günümüzde halen
araştırılmaktadır. Örneğin ;gebe koyunlarda yapılan çalışmalarda, glikoz ve diğer besinsel
faktörlerin, gen ekspresyonunu etkileyerek dolaşımdaki IGFBP seviyelerini değiştirdiği
savunulmuştur. Beslenme ile insulin ve insulinin karaciğerdeki IGFBP sentezine olan etkisi
sonucunda dolaşımdaki IGFBP miktarları artmakta veya azalmaktadır. Bu da IGF etkinliğini
değiştirmektedir.
İntrauterin büyüme ve gelişme geriliğinde fetal kan IGF-1 ve IGFBP-3 seviyelerinin
azaldığını ve IGFBP-1 ve 2 seviyelerinin ise arttığını gösteren yayınlar mevcuttur. IGF
sistemi ile fetal büyüme arasındaki ilişki halen araştırılmaktadır. Bu ilişki insulin ve glikoz
tarafından düzenlenmektedir. Gebelikte IGF-2, IGF-1 reseptörleri üzerinden etki etmektedir.
IGF-2 daha çok erken embriyolojik gelişimde rol alırken, organ gelişiminin başlaması ile
yerini IGF-1 e bırakmaktadır.
27
IUGG VE DİABETES MELLİTUS:
IUGG ile doğan bebeklerde rölatif olarak büyüme hormonu, IGF-1 ve, insulin
hormonuna karşı bir direnç vardır. Barker hipotezi adı verilen bu hipoteze göre IUGG ile
doğanlarda bu hormon direnci sonucu ileride metabolik sendrom gelişmektedir. (obesite, tip
2 diabetes mellitus, hipertansiyon, hiperlipidemi )
Erişkin yaşamda glikoz intoleransı ya da insulin direnci ile IUGG arasındaki ilişki
günümüzde tam açıklanamamaktadır. İnsulin direncinin bazı genlerin ekspresyonu ile
geliştiği düşünülmektedir . İnsulin fetal gelişimde çok önemli bir rol üstlendiği için insulin
direnci gelişen olgularda fetal gelişim geri kalmaktadır. Retrospektif bazı çalışmalarda
insulin rezistansı ve diabetes mellitus gelişen erişkinlerin % 16sının obstetrik anamnezinde
IUGG bulunmaktadır.
FETAL GELİŞİM VE İNSULİN İLİŞKİSİ
Fetal insulin fetal büyümede anahtar rol oynamaktadır. Fetusun büyüme faktörü olarak
kabul edilmektedir. İnsulin 3. trimesterde fetal tartı alımıyla büyümeyi sağlamaktadır.
İnsulinin bu rolü gestasyonel diabetik annenin makrozomik bebek doğurmasıyla da klinik
olarak kanıtlanmaktadır.
İnsulinin plasentadan geçemediği bilinmektedir. Fetal büyüme ve gelişmeyi etkileyen
esas insulin fetus kaynaklıdır. İnsulin, fetal yağ ve glikojen depolarının boşalması ve kas
protein sentezinin ve aminoasit geri alımının arttırılması ile fetus büyümesini sağlar. C peptid
seviyesinin gelişme geriliği olan bebeklerde düşük, iri bebeklerde ise yüksek çıkması da
insulinin fetal büyümedeki etkisinin bir göstergesidir.
Hayvan çalışmalarında fetal insulin ve glikozdaki artışın IGF-1 seviyesini yükselttiği
görülmüştür. Besinsel kısıtlama ise IGFBP-1 ve 2 seviyelerini azaltırken, IGFBP-3 seviyesini
arttırmaktadır. İnsulin, hücresel glikoz alımını ve IGF-1 üretimini arttırarak fetal büyümeyi
etkilemektedir.
28
Fetal büyümede rol aldığı düşünülen ve araştırılan hormonlar ve büyüme faktörleri
Büyüme hormonu
Tiroid hormonu
İnsulin
Androjenler
İnsulin like growth factor 1 ve 2
Epidermal growth factor
Nerve growth factor
Platelet derived growth factor
PLASENTA
Oksijen ve birçok besinin anneden fetusa transferi, karbondioksit ve birçok metabolik
artığın fetustan anneye transferi plasenta tarafından sağlanır. Plasenta fetal büyüme için
gerekli tüm materyali sağlarken fetal katabolizma ürünlerini de uzaklaştırır. İnsan plasentası
hemokoryoendotelyal yapıdadır yani koryonik villuslarda intervillöz alandaki fetal
kapilerdeki fetal kan ile intervillöz alandaki maternal kan arasında direkt bir temas yoktur.
Bu yapı nedeniyle her iki dolaşımdaki makromoleküllerin maternal ve fetal dolaşım
arasındaki geçişleri zaman zaman mümkün olamamaktadır. Bunun anlamı şudur: Anneden
fetusa ve fetustan anneye madde geçişi öncelikle bütünlüğü bozulmamış koryonik villusdaki
sinsitotrofoblastların, bu maddelerin geçişine izin vermesine bağlıdır. Fetal kan fetal kapiller
duvarları intravillöz mesafedeki mezenkim ve sitotrofoblastlar tarafından
sinsisyotrofoblastlardan ayrılmıştır. Maternal - fetal transferin esas biolojik kompartmanı
intervillöz alandır. Anneden fetusa geçecek maddeler önce intervillöz alana geçer ve sonra
sinsityotrofoblastlara taşınır. Fetustan anneye geçecek maddeler de sinsityumdan intervillöz
alana geçer. Bu sayede intervillöz alan fetus için akciger, gastrointestinal kanal ve böbrek
gibi iş görmüş olur.
PLASENTANIN OLUŞUMU:
Tuba uterinada fertilize olmuş ovumun fertilizasyonun 6-7. gününde blastosist haline
gelmiş şekli endometriuma implante olur. Embriyo gelişimi sırasında blastula evresinde 58
hücre mevcuttur. Bu 58 hücrenin 5 i embriyoyu oluştururken, 53 ü trofoblastları oluşturur.
29
Blastosistin bu evrede şekil değiştirip etrafında çok katlı kübik epitelin oluşması ile
trofoblastlar oluşur. İmplantasyon sırasında endometrial hücreler trofoblastlarca hızla
sindirilir. Trofoblastlar hızla prolifere olarak çevre dokuları invaze eder. Trofoblastlar da
ikiye ayrılır :1.sitotrofoblastlar(langhans hücreleri) 2.sinsitotrofoblastlar (158)
Sitotrofoblastlar iç tabakayı oluşturan hücrelerdir. Sinsitotrofoblastlar da dış tabakayı
oluşturur. Bu hücrelerin endometriuma invazyonu sırasında maternal kapiler ve venlerin
tıkanması sonucu lakün adı verilen ufak kan gölcükleri oluşur. Bunlar daha sonra intervillöz
boşluğu meydana getirirler. 8-9.günlerde endometrial arterlerden gelen maternal kan bu
lakünleri doldurur ve ilk plasenta benzeri dolaşım başlamış olur. Korionu meydana getiren
hücreler blastosist oluşumunun hemen ardından belirir. Amnion ise 7-8. günlerde şekillenmiş
embriyonun dorsal yüzeyinde ortaya çıkar. Bu membranların mitotik olarak büyümeleri
28.haftaya kadar sürer.
Fertilizasyondan sonra 12.günde insan plasentasında primer villuslar ayırtedilebilir.
Sitotrofoblastların primer lakünlere penetrasyonu ile oluşan bu taslaklarda içte
sitotrofoblastlar, dışta sinsitotrofoblastlar vardır. Sitotrofoblastlardan köken aldığı varsayılan
mezenkimal hücrelerin invazyonu ile sekonder villuslar oluşur. 3.haftanın sonunda villus
ortasındaki mezodermal hücrelerden kan damarlarının meydana gelmesi ile yani fetal
vaskülarizasyonun başlaması ile oluşan yapıya ise tersiyer villus adı verilir. Fertilizasyondan
sonra 14-15.güne kadar maternal kan intervillöz alana girmez. 17.günden itibaren fetal kan
damarları fonksiyonel hale gelir ve plasental dolaşım başlar.
Bu esnada fetal bölgenin bulunduğu alanda desidua bazalis ile temasta olan villuslar
büyümeye devam eder. Burada yeterli kan akımı vardır ve büyüyen villuslar gelişerek
koriyon frondozumu yapar.Fetal bölgenin bulunmadığı taraftaki desidua kapsüllaris ile
temasta kalan villuslar ise dejenere olarak yok olurlar. Bu kısım koriyon leave adını alır.
Kavum uteriye bakan desidua ise desidua parietalistir. Yani plasenta esas olarak koriyon
frondozum ve desidua bazalisten meydana gelir.(158)
30
Resim:plasental anatomi
Plasentanın boyutu ve ağırlığı;
Gebeliğin 12-14.haftalarında plasentanın boyutları fetusunkine yakındır ve büyümesi
miada kadar sürer. Fakat fetus ile aradaki fark gebelik devam ettikçe artar. Miada yakın
plasenta /fetal ağırlık oranı 1/6-1/7 kadardır. Plasentanın ağırlığı plasentanın nasıl hazırlanıp
tartıldığına göre değişmektedir. Fetal membranlar ve kordonun büyük bir kısmı tutunmuş
olarak tartılırsa ve yapışık kan pıhtıları uzaklaştırılmazsa ağırlık %50den fazla artar.Yapılan
çalışmalarda ortalama olarak plasentanın çapı 185 mm,kalınlığı 23mm,ortalama hacmi 497
ml ve ağırlığı 508 gr dir. Ancak bu ölçümler değişiklik göstermektedir.
Plasentanın ağırlığı fetal kanın retansiyonu ve bekleme süresinde azalma gibi
faktörlerle değişebilir. Buna rağmen gestasyonel yaşa göre % 10.persentil altı ile % 90.
persentil üstü ağırlıklar maternal ve fetal hastalıkları düşündürmelidir.
% 10 altı= Gebelikte ortaya çıkan hipertansiyon,
Esansiyel hipertansiyon,
Maternal uteroplasental yetmezlik
% 90 üstü= Villöz ödem,
Maternal DM,
Rh uyuşmazlığı,
31
FETAL GELİŞİMDE PLASENTANIN ROLÜ:
Plasenta ve fetus gelişimi arasındaki ilişki maternal plasental kan akımına bağlıdır.
Yeterli fetus gelişimi için plasentaya yeterli kan akımının sağlanması gerekmektedir. Bu kan
akımı ve plasental besin desteği, uterus ve arteriollerinin sitotrofoblastlarca invazyonuna
bağlıdır. Gebelikte sitotrofoblast invazyonu nedeniyle hücreler, kendi spesifik antijenlerini
tanıma yeteneğini kaybeder. Bu antijenler invazyon için gerekli olan ekstraselüler matriks
reseptörleridir. Hipoksi ve preeklampside sitotrofoblastik proliferasyon, farklılaşma ve
invazyon arasındaki denge bozulmakta ve bu da fetus büyümesini olumsuz olarak
etkilemektedir. (157)
Plasentanın fetus gelişimindeki bir başka rolü de plasenta tarafından üretilen büyüme
faktörleri ve hormonlarla ilişkilidir. Bunlardan en önemlilerinden biri de HPLdir(human
placental laktogen ). Plasental sinsitotrofoblastlarca sentezlenir. Birçok laboratuvar
çalışmasında, fetal gelişimin düzenlenmesinde HPLnin rolü olduğu ispatlanmıştır. Bu etki,
fetal IGF üretimini uyarması ve fetal dokulara besinsel geçişi arttırmasına bağlıdır. IGF ile
yakın ilişkisinden dolayı bu hormona fetal büyüme hormonu da denilmektedir. (157)
Fetal gelişimde duraklama genellikle yetersiz plasental besin desteğine bağlıdır. IUGG
olan fetuslardan kordosentez ile alınan kanda bakılan glikoz miktarlarının normal fetuslara
oranla daha düşük çıkması da bu görüşü desteklemektedir. Aslında fetal hipoglisemi
maternal besin desteğinin azalması sonucu gelişen bir fetal adaptasyon mekanizmasıdır. Bu
sayede fetal /maternal glikoz konsantrasyon oranı ve gradyent geçişi korunabilmektedir.
Dokulardaki glikoz alımı ve insulin salınımı kısıtlanmakta ve bu sayede fetal ve plasental
dokulara yeterli glikoz sağlanabilmektedir. Hipoglisemi nedeniyle kan dolaşımındaki IGF-1
ve IGF-2 gibi bazı büyüme faktörlerinin salınımı bazen artmakta, bazen ise azalmaktadır.
Büyüme faktörlerinin salınımındaki bu değişkenlik, fetusun yetersiz besin desteği nedeniyle
bozulan moleküler ve hücresel mekanizmalarına bağlıdır. Bu mekanizmalar neticesinde fetus
besin yetersizliğine gerekli adaptasyonu gösterek gelişimini sürdürür.Sonuçta gelişen
büyüme ve gelişme bozukluğu aslında fetusun yaşamını sürdürebilmek için gösterdiği bir
başarılı bir adaptasyondur. (157)
32
Plasental patolojiler ve IUGG
IUGG’ e yol açabilecek anomaliler şunlardır: (109-110)
*korioanjioma*iskemik villöz nekroz*perivillöz fibrin toplanması*anormal kordon girişi*fetal damar trombozu ve infarktüs*aşırı sinsityal düğümler*plasenta dekolmanı*vaskulit(desidual arterit ) ,villitis ve avasküler villi*tek umblikal arter varlığı*plasenta şekil anomalileri
sinsityal düğümlenme
Sinsityal düğümler koryon villuslarının yüzeyinde izlenen nükleus gruplarıdır. Bu
grupların devamında nükleus içermeyen ince bir bölge bulunur. Bu bölgeye vaskülosinsityal
membran denir. Sinsityal düğümler ve vaskülosinsityal membranın plasental difüzyonda
önemli rolü vardır. Plasentanın ilk 3 ayında görülmezler. 37.haftadan itibaren villusların
%20-30 unda görülür. %30 dan fazla görülmeleri patolojik bulgu olarak kabul edilir ve
dejeneratif bir olayın varlığını gösterir. Trofoblastik hipoksi veya iskeminin belirtisidir.
Uteroplasental iskemi varlığında plasental sinsityal düğümlenmeler sık görülür. (109-110)
33
Resim 1-2: sinsityal düğümlenme artışı izlenmektedir.büyük büyütmede bazofilik cisimcikler şeklinde grup oluşturmuş çekirdeklerin varlığı izlenmektedir.
Perivillöz Fibrinoid Depolanması
İntervillöz aralıkta perivillöz fibrinoid birikimi termdeki plasentaların % 20'sinde
izlenebilir. Lezyonlann sıklığı ile maternal faktörler arasında bir ilişki saptanamamıştır.
Fibrinoid birikim değişen derecelerde izlenebilir ve her zaman bir anormalliğin göstergesi
olarak kabul edilmemelidir. Fibrinoid depolanması plasenta hacminin % 40'ını geçmedikçe
perinatal mortalite veya morbiditeye neden olmaz.
Termdeki her plasentada perivillöz fibrinoid birikimi olabilir. Yine değişen
derecelerde subkoryal fibrinoid gözlenmektedir. Normal gebelikle bağdaşabilecek fibrinoid
miktarı bilinmemektedir. Bugün için fibrinoidin plasenta dejenerasyonunun bir göstergesi
olmadığına inanılmaktadır.
Fibrinoid terimi, fibrin ve başka maddeleri içeren eozinofilik birikimi tanımlar.
Maternal ve fetal elemanlarca yapıldığı bilinmektedir. Fibrinoid plasentada koryonik plak,
intervillöz yüzey gibi birçok yerde izlenir (111)
Bir plasentada villus yapıları arasında bir miktar fibrin bulunması normal bir bulgu
iken bu fibrin yapılarının plaklar halinde görülmeye başlaması anormal bir bulgu olarak
kabul edilmektedir. Bu histolojik olarak villusların arasında fibrin miktarının arttığı anlamına
gelir. Stroma fibrotik, damarlar sklerotik bir görünüm almıştır. Mayhew ve arkadaşları
çalışmalarında sigara kullanımı ile perivillöz fibrin birikimi arasında ilişki olduğunu
savunmuşlardır. (112)
Sinsitotrofoblastların bu fibrin dokuları arasında sıkışması nedeniyle gelişen hipoksi
sonucu IUGG de görülebilen bir patoloji bulgu olan iskemik villöz nekroz gelişebilir.
34
Resim 3: eozinofilik granüler materyal halinde intervillöz fibrin birikimi gösterilmektedir.
Villöz Ödem
Villöz ödem DM, Rh uyuşmazlığı, IUGG, preeklampsi, koranjioma ile sifiliz,
toksoplazmozis, sitomegalovirus gibi enfeksiyonlarda görülür. Preterm plasentalarda daha
ciddidir. Koryoamniyonitis ve antenatal fetal hipoksi ile kuvvetli bir ilişki saptayan
çalışmalar vardır. Ödem nedeni ile villöz kapillerlerin basıya uğradığı ve hipoksinin oluştuğu
düşünülmektedir.
Villöz Matürasyonda Artma
Villusun büyüklüğünde azalma, sinsityal düğümler de artma, vaskülosinsityal
membran sayısında uygunsuz artış ile karakterizedir. Bu değişiklikler maternal uteroplasental
vasküler yetmezlikle ilişkilidir. IUGG ile sonuçlanabilmektedir.
Villöz Matürasyonda Gecikme
Geniş villuslar, stromal yoğunlukta artma ve vaskülosinsityal membranların yokluğu
ile karakterizedir. Fetal hipoksi ve gelişme geriliği ile belirgin ilişkisi vardır. Çok sayıda,
ufak laminer lezyonlardır. Maternal ve fetal kan içerir. Rh ve ABO uyuşmazlığında,
preeklampside bildirilmiştir. Ne lezyonların nedeni, ne de perinatal sonuçla ilişkisi
bilinmektedir.
Trofoblastik proliferasyon
Uteroplasental kan akımının azalmasına sekonder olarak villuslarda karakteristik
bozukluklar meydana gelir. Trofoblastik bazal membranlarda düzensiz kalınlaşma ile birlikte
villöz trofoblastik hücrelerde sayıca artış meydana gelir.
Resim 4-5:trofoblastik proliferasyon
35
Fibromusküler sklerozis
Mediada kas ve fibröz dokunun belirgin hiperplazisi ve intimada fibröz dokunun
artması ile karakterizedir. Damar lümeni fibröz doku artışı nedeniyle oblitere olduğu için
plasental dolaşım bozulmaktadır .
Tablo 6:fibromusküler sklerozis,villus damar duvarında sklerotik değişiklikler
Fetal Arter Trombozu
Fetal arter trombozu termdeki plasentaların % 4- 10'unda bulunmaktadır. DM'da oran
artmaktadır. Bu lezyon koryonik plağın yüzeyindeki damarlarda trombüsler ve plasental
dokuda iyi sınırlı, soluk alan ile karakterizedir. Avasküler veya hipovasküler villuslar, artmış
sinsityal düğümler izlenir. Klinik olarak anlamlı olabilmesi için plasentanın % 50'sinin tutul
ması gereklidir.
Kronik Villitis
Bu bulgu fetal enfeksiyonlar açısından önemlidir. Örneğin TORCH enfeksiyonuna
bağlı gelişen kronik villitis IUGG ile sonuçlanabilmektedir. %30'un üzerinde villus
harabiyeti perinatal ölümle sonuçlanabilmektedir. Nedeni bilinmeyen kronik villitisler
sonraki gebeliklerde tekrarlayabilirler. Kötü perinatal sonuçla giden patolojilerdir.
36
Resim 7- kronik villit ;villus stromasında mononükleer iltihabi hücre infiltrasyonu
izlenmektedir.
Plasental İnfarktüs
Maternal uteroplasental yetmezliğin en kolay izlenebilen işaretlerindendir. Normal
veya uzamış gebeliklerin % 25'inde plasental alanın % 5’ini geçmeyen infarkt alanı
izlenebilmektedir. Bu infarkt alanının %10’u geçmesi durumunda fetal gelişim olumsuz
olarak etkilenmektedir. (110)
Sıklıkla GOH (% 34-60) ve SLE birlikte görülür. İnfarktın büyüklüğü maternal
hastalığın şiddeti ile orantılıdır. Plasenta hacminin % 5-10'u kadar küçük bir infarkt bile
perinatal komplikasyonla ilişkili olabilir. Ancak infarkt santral yerleşimli ve 3 cm'den büyük
çapta ise daha önemlidir.
Resim 8:plasental infarkt :hemato-oksifik villus hayalleri gözlenmektedir.
37
Plasental infarkt, intrauterin gelişme geriliği, fetal hipoksi, intrauterin fetus ölümü,
neonatal mortalite ve morbidite nedenlerindendir. 40.000 plasentanın incelendiği bir
çalışmada her 1000 doğumun 2.4 'ünde ölü doğuma neden olduğu saptanmıştır.(114)
Plasental infarktus makroskopik olarak sınırları belli , koyu kırmızı bir lezyon olarak
izlenir. Yaşlandıkça daha sert ve kahverengi bir şekil alır. Villuslarda agregasyon oluşur ve
intervillöz alan küçülür. Fetal villus damarlarında dilatasyon ve konjesyon izlenir. Plasental
infarkt oluşumunun nedeni maternal damar yapısının bozulması ve plasental kan akımının
azalmasıdır.
Resim 9:plasental infarkt :.villuslar dejenere olup, hemato-oksifik hayaller şeklinde
gözlenmektedir. Ayrıca granuler bazofilik materyal mevcuttur.
Korioamniyonitis
Akut koryoamniyonitis opak, sarı, kötü kokulu membranlar olarak izlenir. Çoğu
vakada mikroorganizma transservikal (asendan yol) olarak membranlara ulaşır. Plasentaların
% 20'sinde izlenmesi önemini arttırır. Preterm doğum, fetal ve neonatal enfeksiyonlar,
intrauterin hipoksi, intrauterin büyüme ve gelişme geriliği, düşük apgar skoru ve respiratuar
distrese neden olduğu bilinmektedir.
Koranjiozis
Maternal diabet, yenidoğan ölümü, hipertansiyon gibi problemlerle birlikte olup
neonatal mortalite ve morbiditeyi gösteren önemli bir plasental bulgudur. Normal
gebeliklerde nadiren meydana gelip patogenezi tam olarak bilinmemektedir. Normal plasenta
38
villuslarında 2-8 arasında damar bulunabilir. Koranjiozis tanısı 10 büyütmede infarksiyon ve
iskemi göstermeyen üç farklı alandan alınan biopsilerdeki 10 villusun her birinde 10 veya
daha fazla vasküler yapının bulunması ile konulur. Etyopatogenezinde villus kapillerinin
merkeze lokalize olup yeterli beslenememe ve fonksiyonel damarların yolunu değiştirmesi
gibi sebepler görülmektedir. IUGG ile birlikteliği şüphelidir.
Resim 10:koranjiozis:villus stromasında damar proliferasyonu
Terminal villus yetmezliği:
Plasental transferin en ideal şekilde olması terminal villusların yeterli adaptasyon ve
fonksiyonu göstermesi ile mümkün olabilmektedir. Villusların matüritesi tamamlanmaz ise
terminal villus yetmezliğinden bahsedilir. Bu immaturasyon durumunda plasental
fonksiyonlar bozulmakta ve IUGG ile sonuçlanabilmektedir . (110)
Resim 11-12-:terminal villus yetmezliği :villuslar küçük ve filamentöz olup intervillöz mesafe
genişlemiştir.
39
Retroplasental hematom:
Plasentanın bazal tabakası ile uterus duvarı arasında kan toplanmasıdır.Plasentanın
maternal yüzünde belirgindir ve fetal yüze doğru kompresyon yapacak şekilde ilerler , altta
yatan villus dokusunun infarktüsüne yol açar. Retroplasental hematomlar uteroplasental arter
rüptürüne ya da plasental venöz dönüşün obstruksiyonuna bağlanmıştır. Tüm plasentaların
%5 ’inde görülmekle birlikte preeklampside ve bazı yayınlarda IUGG de daha sık görüldüğü
savunulmaktadır. Retroplasental hematom varlığında %40lık bir villus kitlesi maternal kan
akımından yoksun kalır. Fetal hipoksi ve ölüm görülme sıklığı yüksektir.
Resim 13 :retroplasental hematom:yoğun eritrositler,lökositler ve fibrinden oluşan hematom
izlenmektedir.
40
Plasental kalsifikasyon:
Kalsifikasyon plasentada nadir bir patoloji değildir. Bazen yaygın olabilir. Sıklıkla
maternal yüzde görülmektedir. Genellikle perivillöz alanlarda tespit edilir.Düşük anne yaşı,
yüksek sosyoekonomik durum ile ilişkilidir .Yaz aylarında görülme sıklığı artar. Sigara içimi
gebeliğin erken haftalarında itibaren plasental kalsifikasyona neden olmaktadır.
Resim14:plasental kalsifikasyon:villus stromasında bazofilik kristalize materyal halinde
kalsifikasyon izlenmektedir.
Sigara kullanımı ve plasental patolojiler
Sigara kullanımı nikotin ve karbonmonoksitin vazokonstriktör etkisi nedeniyle
uteroplasental kan akımını azaltmaktadır. Işık mikroskobunda villus sitotrofoblastik
hücrelerinde artış ve trofoblastik bazal membranında düzensiz kalınlaşma, sitotrofoblastik
hücrelerde dejenerasyon görülür. Dejeneratif değişiklikler koryonik villuslarda kollajen
miktarının artmasını ve subtrofoblastik bazal membranın kalınlaşmasını indükler.Ayrıca
sinsityal tomurcuklar artar. Prematür yaşlanma ve dejeneratif değişiklikler sonucunda
plasentanın fonksiyonel komponenti azalır.
Maternal sigara içimi, sitotrofoblast proliferasyonu ve differansiyasyonu arasındaki
dengeyi bozarak plasental gelişime zarar verir (126,127).Plasentada alkalin ribonükleaz
seviyeleri protein sentezinde bozulma ile sonuçlanacak şekilde artmıştır, histolojik
incelemede villöz hiperplazi vardır(128). Sinsityal düğümlerin ve sitotrofoblastik hücrelerin
sayısı artmıştır; sinsityal tomurcuklar ve vaskülosinsityal membranlar gebelik ilerledikçe
azalırlar. Üçüncü trimesterde günlük içilen sigara sayısına bağlı olarak ortalama doğum
41
ağırlığı ve plasental ağırlık düşer (129).Sigara içimi arttıkça plasentalarda yetersiz
perfüzyona karakteristik olan bazı mikroskopik lezyonlar da görülebilir. Ancak düşük kan
akımında görülen arteryel lezyonların çok daha azının sigara içenlerin plasentalarında
görülmesi, bu yetersiz beslenmenin devamlı olmaktan ziyade periyodik olduğunu düşündürür
(140). Kapiller volüm fraksiyonunda azalma ve villöz membran kalınlığında artma
görülmüştür. Bu değişiklikler plasentanın gaz alış veriş kapasitesini düşürerek bebekte
gelişme geriliğine neden olabilir (130,131). Gebelikte sigara içimi plasental damarlanmayı
etkiler. Villuslardaki azalmış fetal kapiller çapları plasental kan akımını etkiler ve fetus ile
anne arasındaki besin ve gaz alışveriş alanının azalması da fetusun yetersiz beslenmesine
neden olur (132).
Gebeliklerinde sigara içen kadınların plasentalarının histolojik ve elektron-optiksel
incelemesi, vaskülosinsityal membranlarda gözeneklenmeye eğilimi, villöz sitotrofoblastik
hücre proliferasyonunu, fokal sinsityal nekrozu, azalmış sinsityal pinositik ve sekretuar
aktiviteyi, sinsityal granüllü endoplazmik retikulumun dilatasyonunu, sinsityal mikrovilli
anormalliklerini, sinsitotrofoblastların serbest plazma membranlarının fokal katlanmasını,
isole sitotrofoblastik hücrelerin dejenerasyonunu, trofoblastik bazal membranın irregular
kalınlaşmasını ve villöz kapiller endotelyal hücrelerin dejenerasyonunu gösterir.Bu
değişikliklerin çoğunun nikotin ile indüklenen uterin damarların konstriksiyonu sonucu
gelişen plasental iskemiye bağlıdır.
Mikroskopik incelemede sigara içenlerin plasental villilerinde atrofik ve hipovasküler
değişiklikler izlenir(133). Sigara içenlerin plasentalarındaki karakteristik değişiklikler
plasental villus bazal membranlarının kalınlaşması, villusların kollajen içeriğinde artış, villöz
kapillerler ve arteriollerde vaskülarizasyon azalması ile birlikte intimal ödemin olmasıdır
(141).
Sigara içenlerin plasentalarında içmeyenler ile karşılaştırıldığında subkoryonik fibrin
depozitleri ve plasental kalsifikasyonlar daha sık izlenmektedir.(134). Ultrasonografik olarak
da 37. gestasyonel haftada, sigara içen kadınların plasentalarında daha yüksek oranda
kalsifikasyon gösteren Grade III matürasyon izlenmiştir (135,136).
Gebelikte sigara içimi, maternal hemostazisi, plasental intervillöz alanda daha fazla
koagülasyon oluşmasına yol açacak şekilde (fibrin tipi fibrinoid depolanmasını) koagulasyon
42
yolunu artırarak bozar. Bu da intervillöz hemodinamikleri ve fetusa oksijen ve besin
transportunu etkileyebilir (137).
Yapılan bir çalışmada sigara içenlerin plasentalarında non-parankimal /parankimal
doku oranının arttığını; intervillöz alan volümü, periferik villöz kitle ve yüzey alanının rölatif
olarak azaldığını ortaya koymuştur. Bu çalışmanın sonuçları, gebelikte sigara içimi ile ilişkili
perinatal morbiditenin, plasentanın fonksiyonel yapısındaki değişikliklerden ziyade, sigara
dumanındaki bazı bileşiklerin kısmen plasental fonksiyona ve direkt olarak fetusa iskemik
ve/veya toksik etkilerine bağlı olduğu hipotezini desteklemektedir (131,134).
AMNİOS SIVISI
Amnios sıvısı anne ve fetus arasındaki karmaşık bir ilişki sonucu meydana
gelmektedir. Bu sıvının miktarını ve içeriğini belirleyen faktörler halen tam olarak
aydınlatılmamıştır. Sıvının içeriği ve miktarındaki değişikliklerin perinatal mortalite ve
morbidite ile ilişkisini sorgulayan çok sayıda çalışma yayınlanmıştır.
Amnios boşluğu ilk defa döllenmeden 7-8 gün sonra blastokist evresinde saptanır.
Amnion zarı epiteli tek sıra küboid epiteldir ve epitel hücreler arası sıvı ve solüt hareketine
izin verir. Gebeliğin erken haftalarında amnios sıvısı anne plazmasının süzülmesi ile
oluştuğu için osmolaritesi anne plazması ile aynıdır. İkinci trimesterin başlarında ise içeriği
fetusun plazmasına daha yakındır. Gebeliğin ikinci yarısında fetus kitlesindeki artışa rağmen
amnios sıvısının miktarı değişmemektedir. 23-25.gebelik haftalarından itibaren fetus derisi
olgunlaşmaya başladığı için amnios sıvısı ile olan difüzyon miktarı azalır. Fetal böbreğin
olgunlaşması ile hipotonik, daha seyreltik idrar yapılması ile amnios sıvısının ozmolaritesi ve
elekrolit düzeyi düşer.
12. gebelik haftasından sonra amnios sıvısının miktarı fetusun idrar yapmasından ve
yutma fonksiyonundan etkilenmeye başlar. 18.gebelik haftasında günlük idrar miktarı 7-14
ml iken ,fetus tarafından yutulan sıvı ise 4-16 ml dir. Bu devinim ikinci trimesterden sonra
daha da önem kazanmaktadır. Bu trimesterden sonra amnios sıvısının esas kaynağı fetus
idrarıdır. İdrar yapımındaki bozukluklar amnios sıvı miktarını direkt olarak etkilemektedir.
Hiç idrar yapımı olmadığı durumlarda ağır oligohidramnios ve yaşamla bağdaşmayan
43
patolojiler ortaya çıkmaktadır. Bartter sendromu gibi aşırı idrar yapımının olduğu durumlarda
ise polihidramni saptanmaktadır.
7.gebelik haftasından itibaren fetusun akciğerlerinden amnios boşluğuna hergün
fetusun ağırlığının %10’u oranında sıvı salınmaktadır. Bu sıvının yarısı hergün fetus
tarafından yutulur. Fetusun yutma hareketi gebeliğin ikinci yarısından itibaren amnios sıvı
hacminin düzenlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Plazma osmolaritesinin artması,
plazma glikoz seviyesi, maternal dehidratasyon ve hipoksemi gibi faktörler fetusun yutma
gücünü etkilemekte ve oligohidramniosa neden olabilmektedir. Aynı mantıkla yutmayı
engelleyecek nöromusküler sistem hastalıklarında veya özofagus atrezisi gibi gastrointestinal
bazı anomalilerde polihidramnios gelişebilmektedir.
Anne plazması ile amnios sıvısı arasındaki osmotik basınç farkı nedeniyle amnios
sıvısının az bir miktarı fetal zarlar ve uterin dolaşım yoluyla maternal plazmaya geçmektedir.
Ayrıca fetusa plazması ve amnios sıvısı arasındaki ozmotik basınç farkı nedeniyle umblikal
kord yüzeyinden ve plasentanın fetal yüzeyinden günlük 200-500 ml sıvı hareketi
olmaktadır.
Amnios sıvı hacminin klinik önemi
Amnios sıvı hacminin 50 ml’nin altına inmesi oligohidramnios, 2000 ml’nin üzerine
çıkması ise polihidramnios olarak isimlendirilmektedir. Son 20 yıldır amnios sıvı miktarını
değerlendirmek için çeşitli ultrasonografik yöntemler kullanılmıştır. Phelan ve arkadaşları
amnios sıvı miktarının klinik olarak hesaplanabilmesi için kullanılabilecek olan amniotik sıvı
indeksi tanımını ortaya koymuşlardır. (115)
Bu indeks uterusu dört eşit kadrana böldükten sonra her kadrandaki en büyük ceplerin
vertikal derinliklerinin toplanması ile elde edilir. Bu yazarların çalışmasında indeksin 24 cm
den fazla olması polihidramnios olarak yorumlanmıştır.
Normalde 36.haftaya ulaşıldığında amnios sıvı hacmi 1 litre civarındadır. Postterm
dönemde ise miktarı 100-200 ml veya daha az olabilmektedir. 1900 yılında Moore ve Cayle
nın çalışmasıyla normal gebeliklerde gebelik haftalarına göre amniotik sıvı indeks değerlerini
persantillere göre tablolaştırılmıştır. (116)
44
Amniotik sıvı indeksi birçok faktörden etkilenmektedir. Bush ve arkadaşları 1996 da
(117) yaptıkları çalışmada annenin hidrasyonunun sıvı indeksini arttırdığını ortaya
koymuşlardır. Tersine sıvı kısıtlaması ve dehidratasyon sıvı indeksini düşürebilir. Anneye
vasopressin uygulaması sonrasında oluşan hipoosmolariteye bağlı olarak sıvı indeksinin iki
kat kadar artabildiğini gösteren çalışmalar vardır.
Oligohidramnios gebeliklerin % 0.5 –5 inde görülmektedir. Oligohidramnios varlığı
perinatal mortalite ve morbidite ile ilişkisinden dolayı önem arz etmektedir. Özellikle
26.gebelik haftasından önce gelişen oligohidramios yaşamla bağdaşmayan akciğer
hipoplazisi gibi sekellere yol açmaktadır ve kötü prognoz göstergesidir.
İntrauterin büyüme ve gelişme geriliğinde oligohidramniosun varlığı doğum
zamanlaması ve antenatal takipleri değiştirmektedir. Amnios sıvı miktarı normal olan
fetuslarda IUGG görülme oranı %1 iken, oligohidramniosun eşlik ettiği gebeliklerde bu oran
%39 a çıkmaktadır. Perinatal ölüm oranı % 0.81’den %10-19’a çıkmaktadır. IUGG’nde
oligohidramnios fetal oliguriye sekonderdir ve kan akımının refkeks yeniden dağılımıyla
böbrekler ve diğer visseral organlar yerine beyne yönelmesiyle gelişen hipoksiye
renovasküler cevabı yansıtır.
Amnios sıvısında mekonyum varlığının önemi
Amnios sıvısı normalde renksizdir. Fetal kalın bağırsaktan mekonyumun
dışkılanmasıyla amniotik sıvının rengi değişir. Mekonyum, fetusun safra ile boyalı barsak
içeriğidir. Mekonyum ile yüklü makrofajlar geniş, ovaid veya yuvarlak hücrelerdir.Sarı,
kahve yeşil pigment içerirler. Mekonyum başta amniyon epitelinde nekroza, balon
dejenerasyonuna ve vakuolizasyona neden olur. 3 saat sonra koryonik plağa geçen
makrofajlar mekonyum içerirler. Kronikleştikçe göbek kordonuna geçer ve damar duvarında
nekroza yol açar. Fetal damar duvarında pigmente makrofajlar izlenir. Bu da fetal hipoksiyi
artırır.
Bol miktarda mekonyum varlığında sıvı yoğunlaşır, içinde mekonyum partikülleri
görülebilir. Gebeliklerde %8-30 oranında mekonyum izlenir. Mekonyumun in-utero
dışkılanma nedeni bilinmemektedir. Eskiden mekonyum varlığı asfiksi simgesi olarak kabul
edilmekteydi. Artık her mekonyumlu gebeliğe asfiksinin eşlik etmediği bilinmektedir.
45
Mekonyum varlığını fetal matürasyona veya umblikal kordun basınç altında kalma
epizodlarına bağlı gelişen vagal reaksiyona bağlayan teoriler vardır. Bu teorilere göre sinir
sisteminin gelişimini tamamlaması sonrasında umblikal kord basısı veya fetal hipoksi gibi
durumlarda parasempatik stimuluslarla defekasyon gerçekleşir. Oligohidramniosun eşlik
ettiği gebeliklerde mekonyum pasajında artış saptanmıştır.
MATERYAL METHOD
Bu çalışmaya Bezmi Alem Valide Sultan Vakıf Gureba Hastanesi Kadın Hastalıkları
ve Doğum Kliniğine başvuran ve gerekli tetkikler sonrasında intrauterin gelişme geriliği
tanısı koyulan, gestasyonel yaşı 37-42. gebelik haftaları arasında olan 45 hasta ve fetal
gelişimleri normal olarak saptanan 35 kontrol olgusu dahil edildi.
İntrauterin büyüme ve gelişme geriliği tanısı, erken gebelik haftası ultrasonografisi ile
hesaplanan gebelik haftasına göre USGda abdominal çevresi –2SD altında veya doğum
kilosu 3.persantilin altında olan fetuslara konuldu.
Antenatal vizitlerde maternal serumdan TORCH antikorları bakılarak serolojik olarak
intrauterin enfeksiyon saptanan hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Tüm gebelerden 24-28.
gebelik haftalarındaki antenatal vizitlerinde 75 gr OGTT istendi. Bozulmuş OGTT ve
diabetes mellitus tanısı olan olgular çalışmaya dahil edilmedi.
Kronik hipertansiyon, preeklampsi, otoimmun hastalıklar gibi maternal vasküler
hastalığa yol açabilecek patolojileri olanlar, ultrasonografik olarak fetal yapısal anomali
bulgusu olanlar, fetal kromozomal anomali tespit edilenler çalışmaya dahil edilmedi.
Her iki grupta da anne ve baba boyları ölçüldü. Anne kiloları tartıldıktan sonra
maternal BMI değerleri hesaplandı .
Antenatal takip dosyalarındaki ilk vizitteki gebelik kilosu değeri ile doğum için
başvurdukları gündeki gebelik kilosu arası fark her iki grup için de hesaplanarak gebelikteki
toplam maternal kilo alımı bulundu . Maternal sigara içimi sorgulandı ve (paket /yıl olarak)
kaydedildi ve puanlandı ( <10 paket /yıl sigara içimi 0 puan, >10 paket /yıl sigara içimi 1
puan olarak )
46
Amnios sıvısı miktarı için doğum öncesinde transabdominal ultrason ile 4 kadran
ölçümü yapıldı. <50mm lik değerler oligohidramnios olarak kabul edildi ve puanlandı. (<50
mm =1 puan , >50 mm= 0 puan olarak )
Amnios sıvısındaki mekonyum varlığı ve yokluğu kaydedildi. (mekonyum varlığı 1
puan, yokluğu 0 puan olarak)
Tüm olgularda doğumdan önceki dakikalarda maternal serumda IGF-1 ve insulin
bakılması için kan alındı. Doğumdan hemen sonra da umblikal arterde kan gazı ve pH analizi
ve venöz kanda IGF-1 ve insulin bakılması için arter ve ven kanından örnek alındı.
Umblikal arter ve ven kanı alınması için bebek doğar doğmaz umblikal kordon arada 2
cm mesafe bırakacak şekilde 2 koher ile klampe edildi. Umblikal venden IGF-1 ve insulin
bakılması için 10cc, umblikal arterden de 1000 Ü/ml heparinle yıkanmış enjektöre 2 cc kan
alındı. Umblikal arter kanının hava ile temasını önlemek için enjektör ucu kıvrılarak 10 dk
içinde kendi kendini kalibre olabilen otomatik analizci (chiron diagnostics system )ile kan
gazı analizleri yapıldı ve ph, pCo2, pO2 ve oksijen saturasyonu değerleri kaydedildi.
Umblikal venden alınan kan 600 g de 10 dakika santrifüj edildikten sonra IGF-1 ve insulin
analizi için -20 C de saklandı. IGF-1 konsantrasyonu asit etanol extraction ile endojen
bağlayıcı proteinler ayrıldıktan sonra radioimmumoassay (RIA ) yöntemi ile hesaplandı.
İnsulin de RIA yöntemi ile hesaplandı .Tüm bebeklere doğumdan sonra 1.dk da apgar
skorlaması yapıldı ve skorlar kaydedildi. Bebeklerin doğum kiloları ve boyları ölçüldü.
cinsiyet, boy ve kilo ölçümleri, maternal yaş ve parite sayısı EK 1 deki forma kaydedildi.
Plasental örneklerin alınması :
Doğumu takiben plasentalar makroskobik olarak (göbek kordonu, membranlar ve
plasentaların fetal ve maternal yüzleri) değerlendirildikten sonra göbek kordonu ve
membranlar ayrılarak plasental ağırlık ölçüldü. Plasentalar % 10luk formaldehit
solusyonunda tesbit edildi. Plasenta yatağından makas veya bistüri ile görerek veya
palpasyonla yaklaşık 1-1.5 cm3lük biopsiler alındı . Biopsi alınması esnasında biopsi
yerinden kanama veya herhangi bir şekilde başka komplikasyon olmadı.
47
Plasentaların histopatolojik değerlendirilmesi :
Makroskopik incelemede plasental parankimin % 5inden fazlasını kapsayan yaygın
infarktların olması kötü fetal beslenme ve perinatal sonuçlarla ilişkili olması nedeniyle ağır
lezyonlar olarak adlandırıldı. Plasental kord insersiyonundan, makroskopik olarak normal
olan bir santral kotiledondan ve plasentanın santral, intermediate, marjinal kısımlarını içeren
10 normal alandan tam kat parafin bloklar hazırlandı. Makroskopik görülen lezyonlardan da
parafin bloklar hazırlandı. Full thickness blokların en az 2/3 de desiduanın görülmesi ,
desidual arterlerin değerlendirilebilmesi için yeterli kabul edildi. Parafin bloklarından 4
micron kalınlığında kesitler yapıldı ve tüm kesitler hematoksilen –eozin ile boyandı. Kesitler
ışık mikroskobu ile incelenerek :funisit, kronik koryoamnionit, kronik villit, kronik
intervillözit, hematom, infarkt, villöz avaskularite, villöz hipovaskularite, sinsityal
düğümlerde artış, trofoblastik proliferasyon, bazal membran kalınlaşması, villöz damarlarda
intimal fibrin birikimi ( intimal yastık ), villöz damarlarda fibromusküler sklerozis, villöz
damarlarda hemorajik endovaskülit, hemorajik villit, koranjiozis, terminal villöz yetmezliği
ve plasental kalsifikasyon açısından değerlendirildi.
Tüm örnekler aynı patoloji uzmanı tarafından değerlendirildi. (Uzman Doktor Adnan
Somay). Patoloji uzmanı olguların klinik bulgularına kördü.
Plasental skorlama:
Plasentadaki histolojik patolojik bulguların varlığı ve yokluğu her olgu için puanlandı.
Her olgu için 0-19 arası bir değer elde edildi.Elde edilen değerlerin büyüklüğü plasenta
histolojisindeki patolojik bulguların artışını göstermekteydi. (0 = hiçbir patoloji yok ;
19=plasenta histolojisinde değerlendirilen 19 patoloji de mevcut.)
48
EK 1
ADI-SOYADI:YAŞ:TELEFON:PROTOKOL NUMARASI:DOĞUM SAATİ:DİABETES MELLİTUS VARLIĞI:OGTT (antenatal takiplerde )
BOZULMUŞ OGTTNORMAL GDM
AKŞSİGARA KULLANIMI: paket /yılALKOL KULLANIMI:ANNE KİLOSU:ANNE BOYU: BABA BOYU:GEBELİK HAFTASI:AMV ANHİDRAMNİ <50 50-200 >200USG FAC; FL: BPD: TAHMİNİ FETAL AĞIRLIK:BEBEK DOĞUM KİLOSU:BEBEK DOĞUM BOYU :BEBEK BAŞ ÇEVRESİ:BEBEK CİNSİYETİ:PLASENTAL MAKROSKOPİK ANOMALİ:PLASENTANIN AĞIRLIĞI:RH UYUŞMAZLIĞI VARLIĞI:İLAÇ KULLANIMI:APGAR SKORU 1.DKDOĞUM ŞEKLİ : NSD SCAMEKONYUM: YOK HAFİF KESİFOBSTETRİK ANAMNEZ:GRAVİDE PARİTE YAŞAYAN ABORTUSGEBELİKTE TOPLAM KİLO ALIMI: PREEKLAMPSİ VARLIĞI:KRONİK HASTALIK VARLIĞI:KORDON KANINDA TORCH Ig G ve M ANTİKOR POZİTİFLİĞİ:KORDON ARTER KAN GAZI DEĞERLERİ :
pCO 2:pO 2:p H:
MATERNAL IGF-1 SEVİYESİ
49
KORDON KANINDA (VENÖZ) IGF-1MATERNAL İNSULİN SEVİYESİ KORDON KANINDA (VENÖZ ) İNSULİN SEVİYESİPLASENTAL PATOLOJİLER:
İnfarkt
Perivillöz fibrin birikimi
Kronik villit
Kronik intervillözit
Plasental Kalsifikasyon
Koranjiozis
Villöz avaskülarite
Villöz hipovaskülarite
Sinsityal düğümlerde artış
Trofoblastik proliferasyonu
Terminal villöz yetmezliği
Bazal membran kalınlaşması
Funisit
Kronik korioamnionit
Hematom
Villöz damarlarda intimal fibrin Cushion (intimal yastık)
Villöz damarlarda fibromüsküler sklerozis
Hemorajik villit
Villöz damarlarda hemorajik endovaskulit
50
BULGULAR
IUGG grubu Kontrol grubuOrtalama SS Ortalama SS p
Anne yaşı 25,24 5,06 26,06 3,98 ,437Anne kilosu 62,80 6,59 63,51 3,75 ,568Anne BMI 24,140 3,002 23,937 1,745 ,723Anne boyu 161,51 4,36 163,03 4,13 ,118Baba boyu 166,16 5,80 169,89 4,61 ,003**
Gruplar arasında anne yaşı, anne boyu ve kilosu, anne BMI ortalamaları bakımından
istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05
Kontrol grubunda baba boy ortalaması çalışma grubuna göre anlamlı derecedefazladır.p<0.01
IUGG grubu Kontrol grubu
Ortalama SS Ortalama SS p
Bebek kilosu 2124,98 171,15 3366,97 192,51 ,000***Bebek boyu 44,44 2,30 50,03 3,03 ,000***
Kontrol grubunda bebek kilo ve boy ortalaması çalışma grubuna göre anlamlı
derecede fazladır.p<0.001
IUGG grubu Kontrol grubu
Ortalama SS Ortalama SS p
pH 7,261 ,089 7,253 ,067 ,668pCO2 51,704 10,574 49,691 10,083 ,391pO2 23,571 10,914 25,106 7,843 ,485
Gruplar arasında anne pH, pCO2 ve pO2 ortalamaları bakımından istatistiksel olarak
anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05
51
IUGG grubu Kontrol grubu
Ortalama SS Ortalama SS p
m.IGF-1 210,23 99,79 121,92 58,61 ,000***m.insulin 11,701 9,786 8,863 3,897 ,110f.IGF-1 47,73 49,59 52,95 18,95 ,557f.insulin 5,73 5,56 9,63 5,22 ,002**
Gruplar arasında maternal insulin ve fetal IGF ortalamaları bakımından istatistiksel
olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05
Kontrol grubunda fetal insülin ortalaması çalışma grubuna göre anlamlı derecede
fazladır.p<0.01
Çalışma grubunda maternal IGF-1 ortalaması, kontrol grubuna göre anlamlı derecede
fazladır.p<0.001
Kontrol grubuIUGG grubu
M.IG
F
500
400
300
200
100
0
52
Kontrol grubuIUGG grubu
f.ins
ulin
20
16
12
8
4
0
IUGG grubu Kontrol grubu
Ortalama SS Ortalama SS p
Pl. ağırlığı 368,33 60,09 466,31 46,18 ,000***kilo alımı 11,33 2,56 12,91 1,65 ,002**Apgar 1.dk 6,78 1,02 8,29 ,96 ,000***Parite ,91 ,97 ,80 ,87 ,597Pl.skorlaması 8,87 2,63 6,49 1,20 ,000***
Gruplar arasında parite ortalamaları bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir
farklılık yoktur.p>0.05
Kontrol grubunda plasental ağırlık,gebelikte maternal kilo alımı ve 1.dk apgar skoru
ortalaması çalışma grubuna göre anlamlı derecede fazladır.p<0.01 ve p<0.001
Çalışma grubunda plasenta skor ortalaması, kontrol grubuna göre anlamlı derecede
fazladır.p<0.001
53
Kontrol grubuIUGG grubu
PL.W
600
550
500
450
400
350
300
250
200
Kontrol grubuIUGG grubu
PL_S
KOR
16
14
12
10
8
6
4
2
54
IUGG grubu Kontrol grubu
n % n % Ki-kare p
CinsiyetErkek 19 42,2 15 42,9Kız 26 57,8 20 57,1 0,003 0,955
Doğum şekliNormal 21 46,7 31 88,6Sezaryen 24 53,3 4 11,4 15,19 0,000***
Mekonyum varlığıYok 29 64,4 30 85,7Var 16 35,6 5 14,3 4,60 0,032*
Sigara kullanımı<10 paket yıl 25 55,6 30 85,710+ paket yıl 20 44,4 5 14,3 8,33 0,004**
Gruplar arasında bebek cinsiyeti bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık
yoktur.p>0.05
Çalışma grubunda sezaryen oranı, kontrol grubuna göre anlamlı derecede
fazladır.p<0.001
Çalışma grubunda amnios sıvısında mekonyum pozitifliği, kontrol grubuna göre
anlamlı derecede fazladır.p<0.05
Çalışma grubunda sigara içme oranı, kontrol grubuna göre anlamlı derecede
fazladır.p<0.01
PLASENTA ÖZELLİKLERİ
Çalışma grubunda hematom oranı, kontrol grubuna göre anlamlı derecede
fazladır.p<0.05
Çalışma grubunda infarkt oranı, kontrol grubuna göre anlamlı derecede
fazladır.p<0.001
55
Çalışma grubunda sinsityal düğümlenme oranı, kontrol grubuna göre anlamlı derecede
fazladır.p<0.001
Çalışma grubunda fibromusküler sklerozis oranı, kontrol grubuna göre anlamlı
derecede fazladır.p<0.01
Çalışma grubunda terminal villüs yetmezliği oranı, kontrol grubuna göre anlamlı
derecede fazladır.p<0.001
Çalışma grubunda perivillöz birikme oranı, kontrol grubuna göre anlamlı derecede
fazladır.p<0.001
Çalışma grubunda kalsifikasyon oranı, kontrol grubuna göre anlamlı derecede
fazladır.p<0.01
Resim15-16: Hemorajik endovaskulit:villus damar duvarında eritrositler ve fibrin izlenmektedir.
Resim 17 :İntimal fibrin yastıkçığı: villöz damar duvarında lümene protude olan fibrin izlenmektedir.
56
Resim18-19:villöz avakularite :villus stroması fibrotik olup damarsal yapılar
seçilememektedir.
Resim20. plasental infarkt :villuslarda hem trofoblastik hücreler izlenmekte, hem de stromada
hücreler eozinofilik hayaller görülmektedir. - Resim 21:trofoblastik proliferayon :villus çevresinde
tabaka oluşturan trofoblastik hücreler izlenmektedir.
57
Resim 22:intervillöz fibrin birikimi :villuslar arasında eozinofilik granüler materyal halinde fibrin
izlenmektedir. Resim 23:kronik villit ;villus stromasında mononükleer iltihabi hücre infiltrasyonu
izlenmektedir
Resim 24-25:hemorajik villit:villus damarlarında ve stromada bol eritrositler
izlenmektedir.
Resim 26:kronik intervillözit:villuslar arasında mononükleer iltihabi hücre infiltrasyonu
izlenmektedir. – Resim 27: plasental kalsifikasyon:villus stromasında bazofilik kristalize
materyal halinde kalsifikasyon izlenmektedir.
58
Resim28:sinsityal düğümlenme:bazofilik cisimcikler halinde grup oluşturmuş çekirdeklerin
varlığı. Resim 29:villus damar duvarında sklerotik değişiklikler
Resim 29:koranjiozis:villus stromasında damar proliferasyonuResim30:terminal villus yetmezliği :büyük büyütmede filamentöz villuslar izlenmektedir.
59
IUGG grubu Kontrol grubu
n % n % Ki-kare p
FunisitYok 45 100,0 35 100,0 - -
KorioamnionitYok 36 80,0 31 88,6
Var 9 20,0 4 11,4 1,06 0,303
Kronik villitYok 37 82,2 32 91,4
Var 8 17,8 3 8,6 0,332
İntervillözitYok 39 86,7 30 85,7
Var 6 13,3 5 14,3 0,211
HematomYok 29 64,4 31 88,6
Var 16 35,6 4 11,4 6,11 0,013*
İnfarktYok 20 44,4 28 80,0
Var 25 55,6 7 20,0 10,37 0,001***
AvaskulariteYok 5 11,1 4 11,4
Var 40 88,9 31 88,6 0,298
HipovaskulariteYok 2 5,7
Var 45 100,0 33 94,3 0,188
Sinsityal düğümlenmeYok 6 13,3 18 51,4
Var 39 86,7 17 48,6 13,6 0,000***
Trofoblastik proliferasyonYok 26 57,8 19 54,3
Var 19 42,2 16 45,7 0,09 0,755
Bazal membran kalınlığı
60
Yok 28 62,2 21 60,0
Var 17 37,8 14 40,0 0,04 0,840
Villöz intimal yastıkYok 35 77,8 22 62,9
Var 10 22,2 13 37,1 2,14 0,144
Fibromüsküler sklerozisYok 22 48,9 29 82,9
Var 23 51,1 6 17,1 9,83 0,002**
Hemorajik endovaskulitYok 39 86,7 26 74,3
Var 6 13,3 9 25,7 1,98 0,159
Hemorajik villitYok 29 64,4 29 82,9
Var 16 35,6 6 17,1 3,34 0,067
KoranjiozisYok 45 100,0 32 91,4
Var 3 8,6 0,080
Terminal villus yetmezliğiYok 2 4,4 23 65,7
Var 43 95,6 12 34,3 34,4 0,000***
Perivillöz birikimYok 4 8,9 13 37,1
Var 41 91,1 22 62,9 9,39 0,002**
KalsifikasyonYok 5 11,1 13 37,1
Var 40 88,9 22 62,9 7,65 0,006**
61
sigara <10 paket yıl 10+paket yıl
Ortalama SS Ortalama SS p
Bebek kilosu 2825,84 576,48 2321,88 664,80 ,001***
Pl.skoru 7,02 1,84 9,60 2,65 ,000***
m.IGF-1 161,27 84,88 194,32 111,93 ,149
m.insulin 9,907 6,280 11,674 10,617 ,355
f.IGF-1 52,88 44,85 43,72 21,31 ,335
f.insulin 7,53 5,06 7,25 7,08 ,840
Sigara içenlerde bebek kilosu, içmeyenlere göre anlamlı derecede daha
düşüktür.p<0.001
Sigara içenlerde plasenta skoru, içmeyenlere göre anlamlı derecede daha
yüksektir.p<0.001
Sigara içen ve içmeyenler arasında maternal ve fetal IGF-1 ve insulin değerleri
bakımından anlamlı farklılık yoktur.p>0.05
Pl.skoru Apgar 1.dk pH pCO2 pO2 m.IGF-1 m.insulin f.IGF-1
Apgar 1.dk -,491***pH ,105 -,022pCO2 ,033 -,086 -,467***pO2 -,050 ,197 ,439*** -,267*m.IGF-1 -,025 -,205 -,204 ,166 -,159m.insulin -,034 -,205 -,035 -,011 -,091 ,320**f.IGF-1 -,238* ,045 -,098 ,112 -,134 -,100 -,049f.insulin -,039 ,075 -,174 ,126 -,110 -,070 -,092 ,201
Plasenta skoru ile 1.dk apgar skoru ve fetal IGF-1 değerleri arasında anlamlı derecede
negatif korelasyon vardır. r=-0,49 ve r=-0,23
pCO2 ile pH ve pO2 değerleri arasında anlamlı derecede negatif korelasyon vardır. r=-0,467
ve r=-0,267
62
pH ile pO2 değerleri arasında anlamlı derecede pozitif korelasyon vardır. r=0,439
Maternal IGF ile maternal insulin değerleri arasında anlamlı derecede pozitif korelasyon
vardır. r=0,320
Diğer parametreler arasında anlamlı korelasyon yoktur.
Sigara içenlerde korioamnionit, hematom, infarkt, sinsityal düğümlenme ve kalsifikasyon
oranları içmeyenlere göre anlamlı derecede daha fazladır.p<0.001
sigara <10 paket yıl 10+paket yıl
n % n % Ki-kare p
funisitYok 55 100,0 25 100,0 -
korioamnionitYok 50 90,9 17 68,0
Var 5 9,1 8 32,0 0,019*
kronik villitYok 51 92,7 18 72,0
Var 4 7,3 7 28,0 0,030*
intervillözitYok 49 89,1 20 80,0
Var 6 10,9 5 20,0 0,306
hematomYok 46 83,6 14 56,0
Var 9 16,4 11 44,0 7,0 0,008**
infarktYok 39 70,9 9 36,0
Var 16 29,1 16 64,0 8,72 0,003**
avaskulariteYok 7 12,7 2 8,0
Var 48 87,3 23 92,0 0,712
hipovaskulariteYok 2 8,0
Var 55 100,0 23 92,0 0,095
63
sinsityal düğümlenmeYok 22 40,0 2 8,0
Var 33 60,0 23 92,0 8,38 0,004**
trofoblastik proliferasyonYok 34 61,8 11 44,0
Var 21 38,2 14 56,0 2,21 0,136
BM kalınlaşmasıYok 36 65,5 13 52,0
Var 19 34,5 12 48,0 1,31 0,252
fibrin cushionYok 41 74,5 16 64,0
Var 14 25,5 9 36,0 0,93 0,334
fibromusküler sklerozisYok 38 69,1 13 52,0
Var 17 30,9 12 48,0 2,17 0,140
endovaskulitYok 43 78,2 22 88,0
Var 12 21,8 3 12,0 0,368
hemorajik villitYok 43 78,2 15 60,0
Var 12 21,8 10 40,0 2,85 0,091
koranjiozisYok 54 98,2 23 92,0
Var 1 1,8 2 8,0 0,229
terminal villus yetm.Yok 20 36,4 5 20,0
Var 35 63,6 20 80,0 2,14 0,143
perivillöz birikimYok 13 23,6 4 16,0
Var 42 76,4 21 84,0 0,59 0,439
kalsifikasyonYok 16 29,1 2 8,0
Var 39 70,9 23 92,0 4,38 0,036*
64
İstatistiksel analiz: verilerin değerlendirilmesinde SPSS for Windows 10.0 istatistik
paket programı kullanıldı. Karşılaştırmalarda Student’s t, Mann Whitney U, Kikare ve Fisher
exact test kullanıldı korelasyon analizinde Pearson yöntemi seçildi.p<0.05 anlamlı kabul
edildi.
65
TARTIŞMA
Çalışmamızda anne yaşı, anne kilosu, anne vücut kitle oranı (BMI ), anne boyu ve
parite ortalamaları açısından kontrol grubu ve çalışma grubu arasında anlamlı fark
saptanmamıştır. Bu sonuçlar çalışmamızın güvenilirliğini arttırmaktadır. Literatürde maternal
antropometrik ölçümlerin IUGG üzerinde etkili olduğunu gösteren araştırmalar mevcuttur. (144)
Baba boy ortalamaları açısından iki grup arasında istatistiksel fark saptanmış olup
literatürde paternal boyun fetal boy ve kiloyu etkilediğini gösteren sadece bir yayına
ulaşılabilmiştir . (145)
Fetal kan gazı ve asit baz değerleri fetusun in utero veya doğum esnasındaki
biyokimyasal durumunu ortaya koymada objektif bir yöntemdir. Umblikal arter kan gazı
analizi fetusun biyokimyasal açıdan değerlendirilmesinde altın standart kabul edilmektedir.
Çalışmamızda kontrol ve çalışma grubu arasında kordon arter kan gazı parametrelerinde pH,
p02, pCO2 değerleri arasında anlamlı fark saptanmamıştır. Lin ve arkadaşları da bizim
çalışmamızda olduğu gibi intrapartum fetal kalp hızında deselerasyonlarının yokluğunda
AGA grubu ile IUGG grubu arasında kordon kan gazı parametreleri arasında anlamlı fark
bulmamışlardır. (146-147).
Literatürde IGF 1 ve kordon kan gazı parametreleri arasındaki ilişki ile ilgili bir yayın
bulunmaktadır. Bu çalışmada maternal IGF 1 değerleri ile doğum anındaki kordon kan gazı
pHsı arasında ilişki saptanmazken, kordon IGF-1 değeri ile kordon kan pHsı arasında bir
korelasyon bulunmuştur. (148)Bizim çalışmamızda hem maternal kanda hem de kordon
kanında bakılan IGF-1 değeri ile kordon kan pHsı arasında anlamlı korelasyon
saptanmamıştır. Nieto ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada IUGG’nde fetal pHnın doğumun
başından itibaren fluktuasyonlar gösterdiği ve kan pHsı ölçümlerinde doğumun başı ve sonu
arasında farklı sonuçlar elde edilebileceği, özellikle IUGG’nde doğum anı boyunca pH
değişimlerinin daha fazla olduğu savunulmuştur. (149)
Christos ve arkadaşlarının çalışmasında (60) bebekler doğum tartılarına göre AGA ve
LGA olarak ayrılmışlar ve miadında 140 doğumda kordon kanında IGF-1 bakılmıştır . LGA
grubunda kordon kanında IGF-1, IGF-2 ve insulin seviyelerini AGA grubuna göre anlamlı
derecede daha yüksek bulmuşlardır. IGF-1, insulin ve doğum kilosu arasında anlamlı bir
66
korelasyon bulmuşlardır. (p<0.01) IGF-1’i doğum ağırlığının bağımsız bir prediktörü olarak
yorumlamışlardır. Bizim çalışmamızda gruplar AGA ve LGA ayrımı yerine IUGG ve AGA
olarak ayrılmışlardır ve kordon kanındaki IGF-1 seviyeleri ile bebek doğum ağırlıkları
arasında anlamlı ilişki tespit edilmemiştir. Doğumda etkili olan mekanizmalar, hormonal
faktörler ve doğumun bu hormonal aksa olan etkisi günümüzde halen tam olarak
açıklanamamaktadır. Literatürlerde doğumun ve diğer bazı eksternal faktörlerin ( mevsimsel,
diurnal etkiler gibi ) büyüme faktörlerinin salımınına olan etkileri ile ilgili yeterli araştırma
yoktur. Bizim çalışmamızda kordon kanı doğum stresinin hemen sonrasında alınmıştır. Bu
nedenle IGF ve insulin seviyelerinde gebelik boyunca olan dalgalanmaları ve bunun fetus
büyümesine olan etkilerini açıklamakta yetersiz kalmıştır. Kliniğimize başvuran IUGG olan
vaka sayısının az olması nedeniyle çalışmamızdaki vaka sayısı Christou ve arkadaşlarının
çalışmasındaki vaka sayısına oranla daha azdır.
Holmes ve arkadaşlarının çalışmasında (59) 18 ve 40. gebelik haftaları arasındaki 114
gebe kadında elektif sezaryen veya kordosentez sırasında alınan kordon kanında ve eş
zamanlı alınan maternal serumda IGF-1, 2 ve İGFBP-1, 2 bakılmıştır. 114 gebeliğin 35’inde
fetuslar IUGG veya SGA olarak tanımlanmışlardır. Çalışmada IGF-1 ve 2’nin plasental
transport mekanizmaları üzerine etki ederek fetal büyümeyi etkilediği savunulmuştur.
Çalışmanın sonucunda IUGG grubunda maternal IGF-1 seviyesi daha düşük çıkarken, SGA
grubunda IGF-1 seviyeleri arasında anlamlı fark saptanmamıştır. Fetal IGF-1 seviyeleri hem
IUGG hem de SGA grubunda, kontrol grubu ile farklı bulunmamıştır. Bizim çalışmamızda
gebelik haftaları arasında anlamlı fark olmadığı için IGF-1 seviyeleri gebelik haftalarından
bağımsız olarak değerlendirilebilmiştir. Holmes ve arkadaşlarının çalışmasındaki gibi bizim
çalışmamızda da IUGG grubu ile kontrol grubu arasında fetal IGF-1 seviyeleri açısından
anlamlı fark tespit edilmezken, maternal IGF seviyeleri beklenenin tersine yüksek olarak
bulunmuştur. Bizim çalışmamızdan farklı olarak Holmes ve arkadaşlarının çalışmasında
gebelikte yapılan doppler USG, amniotik sıvı ölçümü, fetal kalp hızı parametreleri,
intrapartum kardiotokograf kaydı, kordon kan gazı, postnatal hipoglisemi, beslenme, ısı
regulasyonu gibi kriterler birlikte değerlendirilip SGA ve IUGG ayrımı daha net yapılmıştır.
SGA grubunda bizim çalışmamızda olduğu gibi hem maternal hem de fetal IGF-1 seviyeleri
istatistiksel olarak düşük çıkmamıştır . Bu çalışmada kontrol grubunda da maternal IGF-1
salınımı gebelik haftasıyla uyumlu olarak artmış ama bu fetal kilo artışı ile korelasyon
67
göstermemiştir. Bu da maternal IGF-1’in plasental glikoz trasferini arttırarak fetal kiloyu
etkilediği hipotezi ile çelişmektedir. Bu çalışmada fetal gelişimin IGF-1 yetersizliğine bağlı
olduğu hipotezi desteklenmemiştir. IUGG grubunda IGFBP seviyeleri daha yüksek
saptanmış ve artmış IGFBP seviyelerinin rölatif bir IGF yetersizliğine yol açtığı
savunulmuştur . IUGG grubundaki düşük maternal IGF-1 seviyeleri plasental yetersizliğe
bağlanmıştır.
Verhaeghe ve arkadaşlarının çalışmasında da 15-16.haftalarda 209 gebelikte
amniosentez ile amnios sıvısı alınmış ve IGF1-2,IGFBP-1 seviyelerine bakılmıştır. Bu
değerler doğum ağırlıkları ile karşılaştırılmış ve anlamlı ilişki saptanmamıştır. Bizim
çalışmamızdan farklı olarak bu çalışmada örnekler doğum anında alınmamış ve IUGG yerine
SGA lı fetuslar çalışmaya dahil edilmiştir. (13)
Bhatia ve arkadaşlarının çalışmasında, 5-34. gebelik haftaları arasında maternal
serumda ve amniosentez ile alınan amnios sıvısında IGF-1 ve IGFBP-1 seviyelerine bakılmış
ve IUGG grubu ile kontrol grubu arasında anlamlı fark saptanmamıştır. Bu çalışmada IUGG
tanısı bizim çalışmamızdan farklı olarak doğum kilosunun 10. persantilin altında olmasına
göre koyulmuştur. IGF-1 ve IGFBP-1’in fetal gelişimi ön görmede kullanılamayacağı
savunulmuştur.Bizim çalışmamızdan farklı olarak kan örnekleri doğum anında alınmadığı
için eksternal faktörlerin etkisi minimale inmiştir. (156,13)
IGFler dolaşımda birçok spesifik bağlayıcı proteine bağlı olarak bulunurlar. (IGFBP)
Bu büyüme faktörlerine hücrenin gösterdiği cevap IGF bağlayıcı proteinlerinin yapısına
bağlıdır. Hücresel düzeyde IGFBPler IGF ile ikili kompleks oluşturarak IGFnin yarı ömrünü
uzatır, etkisini artırır veya inhibe eder. Fetal dönemde IGF-1 IGFBP-1 ve 2 ye bağlı olarak
dolaşımda taşınmaktadır. Bu nedenle IGFBP seviyesini etkileyen faktörler IGF aktivitesini
de etkilemektedir. Gebelikte hem anne hem de fetus tarafından üretilen IGFBP-1, desiduada
IGF-1in reseptörüne bağlanmasını inhibe ederek IGF-1in etkisini değiştirebilmektedir (120).
Gebelikte maternal IGF-1 ve IGFBP-1in üretimi plasental hormonlar tarafından
düzenlenmektedir. Maternal IGF-1 fetal gelişim için gerekli olan besinlerin fetusa geçişini
sağlayarak, IGFBP-1 ise IGF-1in plasentadaki reseptörlerine bağlanmasını inhibe ederek
fetal gelişimi kısıtlamaktadır. IGF-1 ve IGFBP-1 hem plasentada hem de desiduada
üretilmekte ve iç fetal gelişim bu iki substratın ölçülen miktarlarından çok iki substrat
arasındaki dengenin lokal parakrin etki ile sağlanması sonucu olmaktadır. (139)Örneğin
68
IGFBP-1 in fosforilasyonu serbest IGF-1 seviyesini ve etkisini değiştirmektedir. IGFBP-1in
IGF-1 üzerine olan bu inhibe edici etkisi nedeniyle fetal büyüme ve plasental besin
transportu etkilenebilmektedir. (142)
Bizim çalışmamızda olduğu literatürdeki birçok çalışmada da total IGF-1 seviyelerine
bakılmıştır. Oysa ki fetal büyümede esas rolü olması beklenen binding proteinlerle bağlı
olmayan aktif, serbest IGF-1 dir. Çalışmamızda binding protein ve serbest IGF-1 seviyelerine
bakılmamıştır. Hipoksi, hipoglisemi , beslenme, doğum stresi, sigara kullanımı (17),
plasental yetersizlik gibi birçok faktör IGFBP seviyelerini ve dolayısıyla serbest ve aktif IGF
seviyelerini değiştirebilmektedir. (120,143,31)İnsulinin de IGFBP ve serbest IGF seviyelerini
değiştirerek büyümede etkili olduğu düşünülmektedir .(157)Hipoksi ve plasental yetersizlik
fetal insulin ve IGF-1 üretiminde etkili primer faktörlerdir. Plasental aminoasit ve glikoz
transferi, hipoksi ile tetiklenen IGFBP-1 üretimi ve kurulan IGFBP-1 / IGF-1 dengesi
sonucunda olmaktadır. Hipoksi ve sonucunda gelişen plasental patolojilerin varlığında
trofoblastların parakrin etkisi ile artan IGFBP-1 üretimi ile serbest IGF –1 seviyesi
değişmektedir.
Maternal kan şekeri, insulin, proinsulin seviyeleri ve plasental salınan hormonlar da
doğumda IGF-1 seviyelerini değiştirebilmektedir. (31)
Bizim çalışmamızda fetal büyümenin fetal IGF-1 yetmezliğinden etkilendiği hipotezi
desteklenmemiştir. Literatürde bu konu ile ilgili birbiri ile uyumsuz çalışmalar mevcuttur.
(10,13)Bu SGA ve IUGG ayrımının tam yapılamamış olması, farklı çalışma gruplarının
(IUGG, SGA, AGA, LGA) çalışmaya dahil edilmesi, örneklemelerin farklı gebelik
haftalarında ve farklı yöntemlerle (kordosentez veya amniosentez ile, doğum anında maternal
serumdan veya kordon kanından) alınması ile açıklanabilir.
Birçok çalışmada olduğu gibi bizim çalışmamızda da IUGG geliştikten sonra IGF
seviyeleri bakılmış ve bu nedenle başlangıç IGF seviyeleri ve değişim patternleri bilinmediği
için etkinin varlığı net yorumlanamamıştır. IGF-1 ve plasental fonksiyonlar arasındaki ilişki
araştırılmalı, erken gebelik haftalarından itibaren IGF değerleri belirlenmeli ve bu
değerlerdeki değişim patternleri ve plasental disfonksiyonlar üzerine etkileri ile ilgili vaka
kontrollü çalışmalar yapılmalıdır.
Literatürle uyumlu olarak bizim çalışmamızda da maternal ve fetal IGF sistemleri
birbirinden bağımsız olup maternal ve kordon kanındaki IGF-1 seviyeleri arasında
69
korelasyon saptanmamıştır.(61,17). Bununla uyumlu olarak hayvan çalışmalarında da
işaretlenmiş IGF-1 kullanılarak IGF-1in plasental geçişinin olmadığı gösterilmiştir. (56-
55)Gebe farelere IGF infüzyonunun sonrasında plasental aminoasit alımınının ve plasental
transportta rolü olan moleküllerin üretiminin artması maternal IGF sisteminin fetal büyümeyi
etkilediği hipotezini desteklemektedir (54-40) ama en sık IUGG nedenlerinden biri olan
plasental yetersizlik durumunda IGF infüzyonu ile ilgili yeterli çalışma bulunmamaktadır.
Literatürde IUGGde olduğu gibi plasental fonksiyonların bozulduğu durumlarda IGF
infüzyonunun plasental besin transportunu etkilediğini gösteren çalışmaya rastlanmamıştır.
Dalçık ve arkadaşlarının çalışmasında (12) plasentada IGF ekspresyonuna bakılmış ve
plasentada sitotrofoblastlarda, sinsitotrofoblastlarda, amnion hücrelerinde, fetal kapiler
endotel hücrelerinde ve desiduada, villus stromasının hofbauer hücrelerinde, umblikal venin
fibroblast, endotel ve düz kas hücrelerinde yoğun IGF immunoreaktifliği bulunmuştur. IUGG
grubunda desidua, umblikal ven ve villuslarda daha yoğun immunoreaktiflik saptanmıştır.
Gelişme geriliğinde IGF hücrelerindeki bu artış bu faktörün parakrin ve endokrin
fonksiyonlarının varlığının önemli bir göstergesidir. Ama bu çalışmada da belirtildiği gibi bu
artış serum konsantrasyonunun bir göstergesi değildir. IGF ile IUGG ilişkisinin daha net
değerlendirilebilmesi için miktarı birçok etken ile değişebilen anlık serum ve kordon kanı
IGF değerleri yerine hücresel düzeyde IGF, IGF res ve IGFBP varlığının ve dağılımının
araştırılması daha yönlendirici olacaktır. Literatürde plasental IGF ekspresyonu ve IUGG
ilişkisi ile ilgili yayınlar mevcuttur. IGF sisteminin fetal büyümeye etkisini daha iyi
anlayabilmek için daha büyük çalışma gruplarında IGFBP dağılımı, proteaz aktivitesi, tipi,
plasental IGF reseptör fonksiyonları ve maternal karbonhidrat metabolizması da
incelenmelidir.
Kingdom ve arkadaşları plasental villöz yapılarla fetal büyüme ve gelişme arasındaki
ilişkiyi incelemişlerdir. Fetal viabilitenin başlamasıyla fetal beslenme ve gaz değişiminin
yapılabilmesi için matur intermediate villuslar terminal villuslara dönüşmektedirler. Bu
villuslar tarafından üretildiği düşünülen birçok büyüme faktörü fetal gelişimde rol
oynamaktadır. IUGG vakalarında fetal hipoksiye de neden olan plasental kan akım
yetmezliği nedeniyle periferik villus yapılarında yetersizlikler gelişmektedir. Bizim
çalışmamızda da literatürle uyumlu olarak IUGG grubunda terminal villus yetmezliğine daha
sık rastlanmıştır. (30)
70
İntrauterin gelişme geriliği olgularında plasental patolojilerin incelendiği literatürdeki
en kapsamlı çalışmada (155) 420 plasenta incelenmiş ve IUGG grubunda uteroplasental
fibrinoid nekroz, avaskularite ve villöz infarkt anlamlı derecede daha yüksek bulunmuştur.
Bizim çalışmamızda IUGG grubunda hematom, plasental infarkt, sinsityal düğümlenme,
fibromusküler sklerozis, tersiyer villöz yetmezlik, perivillöz birikim ve plasental
kalsifikasyon sıklığı kontrol grubuna göre daha yüksek bulunmuştur. Funisit, korioamnionit,
kronik villit, intervillözit, avaskülarite, hipovaskülarite, trofoblastik proliferasyon, bazal
membran kalınlaşması, fibrin cushing, endovaskulit, ve koranjiozis sıklığı açısından anlamlı
fark saptanmamıştır. Salafia ve arkadaşlarının yaptığı bu çalışmada 32.haftadan küçük
gebeliklerdeki plasentalar incelenmiş ve IUGG tanısı doğum ağırlığının 10.persantilin altında
oluşuna göre konmuş, preterm ve preeklampsi ile komplike gebelikler çalışma dışı
bırakılmamıştır. Plasental patolojik bulgular preeklampsi varlığı ile ilişkilendirilmiştir .
Bizim çalışmamızda ise 37.haftadan büyük gebelikler alınmış olup IUGG tanısı erken
trimesterde yapılan USG ile gebelik haftası doğrulanan olgularda seri abdomen çevresi
ölçümlerinin 2 SDSnın altında kalması ve doğum ağırlığının 3.persantilin altında olması
esasına dayanılarak konulmuş ve preeklampsi saptanan hastalar çalışma dışında bırakılmıştır
. Gürel ve arkadaşlarının çalışmasında (31), IUGG olan gebeliklerde plasentalar
histopatolojik olarak incelenmiş ve uteroplasental vasküler patolojiler (villöz fibrozis, villöz
hipovaskularite, sitotrofoblastik proliferasyon, sinsitotrofoblastik düğümlenme, villöz infarkt,
fibrinoid nekroz)ve kronik inflamasyon (kronik amnionit, korionit, inflamasyon, villit,
intervillözit) sıklığı daha fazla bulunmuştur. Trofoblastik proliferasyon, avaskülarite,
hemorajik endovaskülit ve uteroplasental damarlarda trombozis açısından açısından anlamlı
fark tespit edilmemiştir. Bu plasental bulguların bazıları bizim çalışmamızda da IUGG ile
ilişkilendirilmiştir. Plasental skorlama yapıldığında IUGG grubunda skorun daha yüksek
tespit edilmesi IUGG gelişiminde plasental patolojilerin önemli bir yeri olduğunu
vurgulamaktadır. Bizim çalışmamızda kronik inflamasyon bulguları olarak kabul edilen ve
genellikle enfeksiyonlar ile ilişkilendirilen kronik amnionit, korionit, villit ve intervillözit
açısından iki grup arasında anlamlı fark saptanmamıştır. Bunu çalışmamızda antenatal
takiplerde enfeksiyon antikorlarına bakılmış olması ve pozitiflik saptanan olguların çalışma
dışında bırakılması ile açıklayabiliriz. Plasental ağırlık bizim çalışmamızda olduğu gibi bu
çalışmada da IUGG grubunda daha düşük tespit edilmiştir. Bu da fetal gelişimin plasental
71
gelişim ile ilişkili olduğunu desteklemektedir. (31) IUGG patogenezinde 2 farklı
mekanizmadan bahsedilebilir : Plasental hipooksijenlenme ve plasental hiperoksijenlenme .
Bu iki mekanizma birbirinden azalmış ve artmış trofoblastik proliferasyon aktivitesi ile
ayrılabilir. Maternal plasental kan akımının azaldığı durumlarda plasental hipooksijenizasyon
ve buna eşlik eden trofoblastik proliferasyon artışı saptanmaktadır. Yani trofoblastik
hücrelerin arttığı durumlarda hipoksik ortamın varlığından bahsedebiliriz. IGF’nin
trofoblastların çoğalma ve farklılaşmasında lokal düzenleyici olarak görev yaptığı
bilinmektedir. Aynı zamanda IGF’nin plasentada esas olarak trofoblastlarca sentezlendiği
bilinmektedir. Yani hipoksi varlığında trofoblastik proliferasyon ve IGF arasında bir pozitif
feed back mekanizması bulunmaktadır. Çalışmamızda histopatolojik incelemelerde IUGG
grubu ile kontrol grubu arasında trofoblastik proliferasyon açısından anlamlı fark
saptanmamıştır .Bu preeklampsi ve maternal hipertansiyon gibi hipoksi ile komplike
durumların çalışma dışı bırakılmış olması ile açıklanabilir. Ama doppler USG ile end
diastolik umblikal kan akımı değerlendirilmediği için oksijenizasyon net yorumlanamamıştır.
Belki de IUGG ile sıklıkla birlikteliği olan preeklampsi, maternal hipertansiyon gibi hipoksik
durumların çalışmaya dahil edilmemesi IGF seviyeleri ile fetal gelişim arasındaki ilişkinin
yorumlanmasını güçleştirmiştir.
Literatürde IUGG ile beraberliği sık olan plasental patolojiler arasında uyumsuzluk
bulunmaktadır. Bu histolojik diagnostik kriterlerin patoloji uzmanlarınca farklı
yorumlanması, yetersiz örnekleme yapılması ve farklı hasta grupları ile çalışılması ile
açıklanabilir.(18,19,30) Sun ve arkadaşlarının çalışmasında 114 IUGG ve 170 AGA saptanan
gebelikte plasental materyaller cerrahi patoloji ve pediatrik patoloji uzmanlarınca incelenmiş
ve cerrahi patoloji uzmanlarının hemorajik endovasküliti %84.6 , massif perivillöz fibrin
birikimini %68.4, plasental infarktı %25.4, retroplasental hemorajiyi %60.6, intervillöz
trombus birikimini %57.1, korioamnioniti %22.7, kronik villiti % 21.7 oranında farklı tanılar
altında yorumladıkları ortaya konulmuştur. (18)
WHOnun verilerine göre gelişmiş ülkelerdeki kadınların yaklaşık %20’si sigara
içerken, gelişmekte olan ülkelerde kadınları %9’u sigara içmektedir. Bu kadınların çoğu
gebelik döneminde de sigara içmeye devam etmektedirler. Ander ve Day 2000 yılındaki
yayınlarında kadınların % 15-20’sinin sigara içtiğini belirmiştir. Bizim çalışmamızda
olguların % 31’i sigara içmekteydi. Bu oranın bu kadar yüksek oluşu Türkiye’de kadınlar
72
arasında sigara içiminin ne kadar yaygın olduğunun bir göstergesi olarak yorumlanmıştır.
Sigara içiminin fetal gelişme geriliği ile ilişkisini ortaya koyan çok sayıda yayın vardır.
Literatürle uyumlu olarak bizim çalışmamızda da IUGG ile sigara içimi arasında anlamlı bir
ilişki tespit edilmiştir. IUGG, gebelikte sigara içimi ile en çok bağlanan komplikasyondur.
Sigara içiminin düşük doğum ağırlıklı doğumların %23-30’undan sorumlu olduğu
düşünülmektedir.(39-38-36-35-34-33-32)
Sigara içiminin öncelikle plasentada yaptığı değişiklikler ile fetusa yeterli besin ve
oksijen geçişini engelleyerek düşük doğum ağırlıklı fetus gelişimine neden olduğu ileri
sürülmektedir. Nikotin ve karbonmonoksitin plasentada bazı dejeneratif değişikliklere neden
olduğu literatürde bildirilmektedir. Ashfaq ve arkadaşları, sigara içiminin plasental bazal
membranda kalınlaşma, sinsisyal düğümlerde artış ve plasental apoptozis ile ilişkili
olabileceğini savunmuşlardır. Bizim çalışmamızda da sigara içen annelerin plasentalarında
korioamnionit, hematom, infarkt, sinsityal düğümlenme ve kalsifikasyon oranları
içmeyenlere göre anlamlı derecede daha fazla bulunmuştur. Bu bulgulara IUGG grubunda
kontrol grubuna göre anlamlı oranda fazla rastlanması da sigara içimi, plasental dejeneratif
değişimler ve IUGG ilişkisini desteklemektedir. Sigara içimi ile ilişkili olan bu plasental
dejeneratif değişimlerin plasentanın fonksiyonel komponentini azaltarak düşük doğum
ağırlıklı fetus gelişimine neden olduğunu düşünmekteyiz. Literatürde sigara içiminin villöz
membran kalınlığını arttırdığına, perivillöz fibrin birikimine ve plasental kalsifikasyona yol
açtığına dair yayınlar mevcuttur:(132, 138,134,137)
Gebelikte sigara içimi koagulasyon sistemlerini aktive ederek maternal hemostazı
bozmaktadır. Koagulasyon sistemlerinin aktive olması plasental intervillöz aralıkta fibrin tipi
fibrinoid depolanmasına neden olmaktadır. Bu da intervillöz boşluktaki hemodinamikleri
etkileyerek fetusa oksijen ve besin transportunu azaltmaktadır. Perivillöz fibrin birikimi
trofoblastların doğal yapısını ve fonksiyonlarını etkilemektedir. Bizim çalışmamızda sigara
içen ve içmeyen grup arasında fibrin birikimi açısından anlamlı fark tespit edilmemiştir.Bu
bulgu literatürle uyumlu değildir.
Sigaranın fetal büyümeye olan olumsuz etkisi, nikotin ve karbonmonoksitin
vazokonstriktör etkisi nedeniyle gelişen hipoksiye bağlanabileceği gibi plasental patolojiler
nedeniyle fetusa yeterli besin maddelerinin ulaştırılamamasına veya sigaranın sito ve
sinsitotrofoblastlar üzerine olan olumsuz etkilerine bağlı olarak fetal büyüme ve gelişmede rol
73
alan hormonların yetersiz salınımına da bağlanabilmektedir. Mekanizma ne olursa olsun bizim
çalışmamızda da görüldüğü gibi sigaranın fetal büyüme ve gelişmeyi olumsuz etkilediği
tartışılmaz bir gerçektir.
Günümüzde umblikal kordon kan gazı asidemisinin doğum anındaki asfiksinin en
duyarlı göstergesi olduğu kabul edilmektedir. Doğum anında alınan umblikal kordon kan
gazının, deprese (apgar skorları düşük) infantların % 80'inde asfiksi tanısını devre dışı
bıraktığı gösterilmiştir (121). İlk dönemlerde resüsitasyon ihtiyacı olan yenidoğanların
belirlenmesi için geliştirilen apgar skorlaması halen doğumdaki asfiksinin belirtilmesinde en
yaygın olarak kullanılan parametredir. Ancak kısmen sübjektif parametrelere dayanması ve
kişiler arasında değerlendirme farklılıklarının bulunabilmesi nedeniyle artık asfiksinin
değerlendirilmesinde tek başına anlamlı olmadığı kabul edilmektedir (122). Deprese (1.veya
5. dakika Apgar skorları <7) yenidoğanların umblikal kordon kan gazları çalışıldığında bu
kan gazı değerlerinin birçok olguda normal sınırlarda olduğu saptanmıştır. Bu nedenle,
kordon kan gazları doğum asfiksinin en duyarlı belirteci olarak kabul edilmektedir. (150-
151-152)
Apgar skorlama sisteminin fetal asfiksi değerlendirilmesinde kullanılmasına rağmen
asidozla iyi korelasyon göstermediği düşünülmektedir. Bu skorlama sistemi eksutero yaşama
geçişteki herhangi bir mekanizmadan kolaylıkla etkilenebilmektedir. Bu nedenle bu skorun
düşüklüğünün asfiksiyi net değerlendiremediği düşünülmektedir. Bizim çalışmamızda da
literatürle uyumlu olarak IUGG grubunda 1.dakika apgar skoru kontrol grubuna göre anlamlı
oranda daha düşük saptanmasına rağmen kan gazı parametreleri asidoz açısından kontrol
grubu ile farklı bulunmamıştır.Düşük apgar değerleri asidoz ve asfiksi tanısında diagnostik
marker olarak yeterli değildir. Bunun nedenleri şunlar olabilir:
• Apgar skorlaması uygun zamanda yapılmamış olabilir.
• Apgar skorlaması yanlış hesaplanmış olabilir.
• Doğum travmasına bağlı olarak fetusta laringeal inhibisyon ve solunum depresyonu
gelişmiş olabilir.
• Yenidoğanda kas tonusunu etkileyen bir hastalık mevcut olabilir.
• Anneye verilen sedatif ve analjezikler fetusta depresyona yol açmış olabilir.(9-153-154)
74
SONUÇLAR
1. İntrauterin büyüme ve gelişme geriliği olgularında kordon kan gazı değerleri ( pH , PO2,
P CO2 ) kontrol grubundan farklı değildi .
2. Çalışma ve kontrol grubu arasında hem maternal serumda hem de kordon kanında bakılan
insülin benzeri büyüme faktör 1 ortalaması açısından anlamlı fark saptanmadı .
3. İntrauterin büyüme ve gelişme geriliğinde kordon kanında insülin ortalaması kontrol grubu
ile karşılaştırıldığında anlamlı olarak daha düşük bulundu .
4. İntrauterin büyüme ve gelişme geriliği grubunda maternal serumda insulin benzeri büyüme
faktör 1 ortalama değeri kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek saptandı.
5. İntrauterin büyüme ve gelişme geriliği olgularında plasental histopatolojik incelemede
plasental hematom ,infarkt , sinsityal düğümlerde artış ,villöz damarlarda fibromüsküler
sklerozis , terminal villöz yetmezlik , perivillöz fibrin birikimi ve plasental kalsifikasyon
bulguları kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha fazla saptandı .
6. İntrauterin büyüme ve gelişme geriliği olgularında plasental histopatolojik incelemede
kronik korioamnionit ,kronik villit ,kronik intervillözit ,villöz avaskülarite ,villöz
hipovaskülarite ,trofoblastik proliferasyon ,bazal membran kalınlaşması ,villöz damarlarda
intimal fibrin yastıkları oluşumu ,villöz damarlarda hemorajik endovaskülit ve koranjiozis
sıklığı açısından kontrol grubu ile anlamlı fark saptanmadı .
7. İntrauterin büyüme ve gelişme geriliği olgularında plasentanın ağırlığı kontrol grubuna
göre anlamlı olarak daha düşük saptandı .
8. İntrauterin büyüme ve gelişme geriliği olgularında annenin gebeliği boyunca aldığı kilo
anlamlı olarak daha düşük saptandı .
9. İntrauterin büyüme ve gelişme geriliği olan bebeklerde 1.dakika apgar skoru anlamlı
olarak daha düşük saptandı .
10. Plasentanın histopatolojik incelemesinde kullanılan 19 patoloji kriteri ile elde edilen
plasental skor, intrauterin büyüme ve gelişme geriliği olgularında anlamlı olarak daha
yüksek saptandı
11. İntrauterin büyüme ve gelişme geriliği olgularında sezaryen ameliyatı ile doğum sıklığı
kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha yüksek saptandı .
75
12. İntrauterin büyüme ve gelişme geriliği olgularında doğumda amnios sıvısında mekonyum
pozitifliği daha sık idi .
13. İntrauterin büyüme ve gelişme geriliği olgularında gebelik boyunca maternal sigara içim
oranı daha yüksek idi .Sigara içen gebelerin bebeklerinin doğum kilosu anlamlı olarak daha
düşük saptandı .
14.Gebeliğinde sigara kullananlarda plasental skor , sigara kullanmayanlara göre anlamlı
olarak daha yüksek saptandı .
15.Gebeliklerinde sigara kullanan ve kullanmayan olgular maternal ve fetal IGF-1 ve insülin
değerleri açısından karşılaştırıldığında anlamlı fark saptanmadı .
16.Tüm olgularda plasenta skoru ile 1.dk apgar skoru ve fetal IGF-1 değerleri arasında
anlamlı derecede negatif korelasyon vardı.
17.Gebeliği boyunca sigara kullanan olguların plasentaları histopatolojik olarak
incelendiğinde kronik korioamnionit, hematom, infarkt, sinsityal düğümlenme ve
kalsifikasyon oranları sigara kullanmayanlara göre anlamlı derecede daha fazla saptandı .
Diğer plasental bulgular açısından sigara kullanımı ile anlamlı ilişki saptanmadı .
76
ÖZET
AMAÇ: Çalışmamızda hücre proliferasyonu ,farklılaşması ve olgunlaşmasını regüle
eden büyüme faktörlerinden biri olan IGF-1’in eksikliğinin intrauterin büyüme ve gelişme
geriliğindeki rolünün araştırılması amaçlandı.İntrauterin büyüme ve gelişme geriliğinin , fetal
büyüme için gerekli tüm maddelerin geçişini sağlayan plasentadaki yetmezliklerle ilişkisi
araştırıldı .Bilinen plasental yetmezlik ile IUGG ilişkisinin hangi plasental patolojilerde daha
kuvvetli olduğu saptandı. Sigara kullanımı ile plasentanın fonksiyonel yapısında hangi
değişikliklerin oluştuğu ve bu değişikliklerin fetal büyüme üzerine etkisi araştırıldı
.Amacımız fetal büyüme ve gelişme geriliğinde plasental patolojiler ,sigara kullanımı ve
büyüme faktörlerinin salınımı arasındaki olası bir ilişkinin varlığının araştırılması ve bu
ilişkinin tedavide kullanımı ile gelecekte doğru fetal ve neonatal yaklaşımla morbidite ve
mortalitenin azaltılabilmesidir .
MATERYAL METHOD: Çalışmamıza Bezmi Alem Valide Sultan Vakıf Gureba
Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğine başvuran ve gerekli tetkikler sonrasında
intrauterin gelişme geriliği tanısı konulan, gestasyonel yaşı 37-42. gebelik haftaları arasında
olan 45 gebe ve fetal gelişimleri normal olarak saptanan 35 kontrol olgusu dahil edildi. Tüm
hastalarda maternal ve paternal boy ,gebelikteki maternal kilo alımı ,maternal BMI , sigara
içimi sorgulandı.Her hasta için detaylı sorgulama formları dolduruldu .Oligohidramnios
varlığı ,amnios sıvısında mekonyum varlığı , 1.dakika apgar skorları ,bebek doğum kilosu ve
cinsiyeti kaydedildi . Doğum anında maternal serumdan ve kordon kanından IGF-1 , insulin
ve kordon kan gazı parametrelerine bakılması için kan alındı . Doğumu takiben plasentalar
makroskobik olarak incelenip , ağırlıkları ölçüldükten sonra plasental histopatolojik inceleme
için patoloji laboratuvarına gönderildi. Plasental biopsi kesitleri ışık mikroskobu ile
incelenerek :funisit, kronik koryoamnionit, kronik villit, kronik intervillözit, hematom,
infarkt, villöz avaskularite, villöz hipovaskularite, sinsityal düğümlerde artış, trofoblastik
proliferasyon, bazal membran kalınlaşması, villöz damarlarda intimal fibrin birikimi ( intimal
yastık ), villöz damarlarda fibromusküler sklerozis, villöz damarlarda hemorajik
endovaskülit, hemorajik villit , koranjiozis, terminal villus yetmezliği ve plasental
kalsifikasyon açısından değerlendirildi. Plasentadaki histopatolojik bulguların varlığı ve
yokluğu her olgu için puanlandı. Her olgu için 0-19 arası bir plasental skor elde edildi
77
BULGULAR: Çalışma grubu ve kontrol grubu arasında maternal serum ve kordon
kanında bakılan IGF-1 ortalaması açısından anlamlı fark saptanmadı . Çalışma grubunda
kordon kanında insülin ortalaması daha düşük saptandı . Maternal serumda bakılan IGF-1
ortalama değeri kontrol grubuna göre daha yüksek saptandı.Çalışma grubunda plasental
histopatolojik incelemede plasental hematom, infarkt, sinsityal düğümlerde artış, villöz
damarlarda fibromüsküler sklerozis, terminal villus yetmezliği, perivillöz fibrin birikimi ve
plasental kalsifikasyon bulgularına daha sık saptandı. IUGG grubunda plasental ağırlık,
gebelikteki maternal kilo alımı, 1.dakika apgar skoru daha düşük saptanırken, plasental skor
ve sezaryen ameliyatı, oligohidramnios ve mekonyumlu amnios sıvısı sıklığı daha yüksek
saptandı .Gebelikte sigara kullanımı ile fetal büyüme ve gelişme geriliği arasında anlamlı
ilişki saptandı .Sigara kullanımı ile IGF-1 ve insulin değerleri arasında anlamlı ilişki
saptanmadı .Sigara kullanımı ile plasental skorun yükseldiği saptandı. Gebeliği boyunca
sigara kullanan olguların plasentaları histopatolojik olarak incelendiğinde kronik
korioamnionit ,hematom ,infarkt ,sinsityal düğümlenme ve kalsifikasyon oranları sigara
kullanmayanlara göre anlamlı derecede daha fazla saptandı. Diğer plasental bulgular ile
sigara kullanımı arasında anlamlı ilişki saptanmadı.
SONUÇ: Çalışmamızın sonucunda sigara kullanımının ve bazı plasental patolojilerin
fetal büyüme ve gelişme geriliği ile ilişkili olduğu ,bir büyüme faktörü olan IGF-1’in fetal
gelişimdeki rolü ile ilgili yorum yapabilmek için ileri araştırmalara ihtiyaç duyulduğu
sonucuna varılmıştır .
78
KISALTMALAR
AC Abdomen çevresi
BPD Biparietal çap
FL Femur uzunluğu
HC Baş çevresi
AMV Amnios sıvısı
IUGG İntrauterin büyüme ve gelişme geriliği
SGA Gestasyonel haftaya göre küçük fetus
LGA Gestasyonel haftaya göre büyük fetus
LBW Düşük doğum ağırlıklı fetus
USG Ultrasonografi
IGF-1 İnsulin benzeri büyüme faktörü-1
IGFBP İnsülin benzeri büyüme faktörü bağlayıcı protein
IGFBP res İnsülin benzeri büyüme faktörü bağlayıcı protein reseptörü
DM Diabetes Mellitus
AGA Gestasyonel haftaya göre uygun kiloda olan fetus
GOH Gestasyonel hipertansiyon
79
KAYNAKLAR
1. Warkany JB, Monroe B, Sutherland BSS : İntrauterine growth retardation. Am J Dis.Child
102 :24, 1961
2. Lubchenco LO, Hansman C, Dressler M, Boyd E. Intrauterine growth as estimated from
liveborn birth- weight data at 24 to 42 weeks gestation. Pediatrics 1963 ; Nov 11 :793-800
3.Battaglia FC, Lubchenco LO. A practical classification of newborn infants by weight and
gestational age. J Pediatr 1967 ;71. 159-163
4.Seeds JW, Impaired growth and risk of fetal death :Is the tenth percentile the appropriate
standart ? Am J Obstet Gynecol 178 :658, 1998
5.Seeds JW, Impaired fetal growth :Definition and clinical diagnosis. Obstet Gynecol 64
:303, 1984
6.McIntire DD, Bloom SL, Casey BM, Leveno KJ : Birthweight in relation to morbidity and
mortality among newborn infants. N Engl J Med 340 :1234, 1999
7. Usher R, Mclean F :Intrauterine growth of live born caucasian infants at sea level :
Standarts obtained from measurements in 7 dimensions of infants born between 25 and 44
weeks gestation. J Pediatr 74 :901,1969
8.Manning FA, Intrauterine growth retardation :etiology, pathophysiology, diagnosis and
treatment, In Fetal Medicine : Principles and Practice. Norvalk Conn, Appleton and Lange
313, 1995
9. Goldenberg RL ,Huddlestone JF ,Nelson KG :Apgar score and umblikal arterial Ph in
preterm newborns.Am J Obstet Gynecol 149 :651,1984
10. Ostlund E, Bang P, Hagenas L, Fried G.Insulin-like growth factor I in fetal serum
obtained by cordocentesis is correlated with intrauterine growth retardation.Hum Reprod.
1997 Apr;12(4):840-4.
11.Campbell S, Thoms A :Ultrasound measurement of fetal head to abdomen circumference
ratio in the assessment of growth retardation. Br J Obstet Gynaecol 84 :165, 1977
12.. Dalcik H, Yardimoglu M, Vural B, Dalcik C, Filiz S, Gonca S, Kokturk S, Ceylan S.
Expression of insulin-like growth factor in the placenta of intrauterine growth-retarded
human fetuses. Acta Histochem. 2001 Apr;103(2):195-207
80
13. Pediatr Res. 1999 Jul;46(1):101-8. IGF-I, IGF-II, IGF binding protein 1, and C-peptide in
second trimester amniotic fluid are dependent on gestational age but do not predict weight at
birth.Verhaeghe J, Coopmans W, van Herck E, van Schoubroeck D, Deprest JA, Witters I.
14.Intrauterine Growth Restriction ACOG Practice Bulletin No :12, January, 2000
15.Crane JP, Kopta MM : Comparative newborn anthropometric data in symmetric versus
asymmetric intrauterine redartation : Am J Obstet Gynecol 1980 Nov 1 ; 138 ( 5 ) :518 –22
16.Dashe JS, Mc Intire DD, Lucas MJ, Leveno KJ :Impact of asymmetric versus symmetric
fetal growth restriction on pregnancy outcomes. SGI abstract 96 : 321, 2000
17.Elevated second-trimester amniotic fluid concentration of insulin like growth factor
binding protein-1 fetal growth retardation.Tiina H.Hakala –Ala –Pietila, Riitta A, Koistinen,
Riitta K. Salonen , Markku T.Seppala .Am J Obstet and Gynecol july 1993 Volume
169,number 1,P35-39
18.arch Pathol Lab Med 2002 Jun ;126 (6) :706-709.Discrepancy in pathologic diagnosos of
placental lesions.Sun CC, Revell VO, Belli AJ, Viscardi RM
19.The association of maternal floor, infarction of the placenta with adverse perinatal
outcome. Robert L, Andres MD, William Kuyper BA,Robert Resnik, Md,Kathleen M,
Piacquadio, MD, and Kurt Benirschke, MD
20.Obstetrik Maternal ve Fetal Tıp & Perinatoloji s 1057 /şekil 1 ( Sinan Beksaç, Namık
Demir, Acar Koç, Atıl Yüksel )
21.Laurini R, Laurin J, Marsal K, Plasental histology and fetal blood flow in intrauterine
growth retardation :Acta Obstet Gynecol Scand 1994 ;73:529-534
22.Pollack RN, Divon My. Intrauterine growth retardation :definition, classification and
etiology. Clin Obstet Gynecol 1992; 35:99-107
23. Wollmann.H :Intrauterine growth restriction: definition and etiology. Horm Res 1998;49
Suppl 2:1-6.
24.Rochelson B, Kaplan C, Guzman E, Arato M, Hansen K, Trunca C : A quantitative
analysis of plasental vasculature in the third trimester fetus with autosomal trisomy. Obstet
Gynecol 75 :59, 1990
25.Snijders RJM, Sherrod C, Gosden CM, Nicolaides KH :Fetal growth retardation
:Associated malformations and chromosomal abnormalities. Am J Obstet Gynecol 168 : 547,
1993
81
26.Van Vugt JM, Kardorp VH, van Zalen-sprock RM, van Gejin HP. Fetal growth
retardation and structural anomalies. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 1991 ;42 Suppl :S
79-83.
27.Moerman P, Fryns JP, Goodeeris P, Lauweryns JM : Spectrum of clinical and autopsy
findings in trisomy 18 syndrome. J Hum Genet 30 :17, 1982
28. Sickler GK, Nyberg DA, Sohaey R, Luthy DA. J Ultrasound Med. 1997 Sep;16(9): 609-
14 Polyhydramnios and fetal intrauterine growth restriction: ominous combination.
29. Correa-Villasenor A, Cragan J, Kucik J, O'Leary L, Siffel C, Williams L.The
Metropolitan Atlanta Congenital Defects Program: 35 years of birth defects surveillance at
the Centers for Disease Control and Prevention. Birth Defects Res A Clin Mol Teratol. 2003
Sep;67(9):617-24.
30.Placental lesion multiplicity :risk factor for IUGR and neonatal cranial ultrasound
abnormalities. Rose M, Viscardi and Chen –Chih J. Sun.Early Human Development Volume
62, Issue 1, May 2001, Pages 1-10
31.Hills Fa, Crawford, R, Harding S et al (1994) :The effects of labor on maternal and fetal
levels of insulin like growth factor binding protein 1. Am J Obstet Gynecol. 171, 1292-1295
32. Andres R.L., Day, M.C.:perinatal complications associated with maternal tobacco
use.Semin Neonatol., 5(3),231-41;2000.,
33..Centers of disease control and prevention(CDC) smoking during pregnancy united states,
1990-2002 MMWR Morb Mortal Wkly Rep 8;53 (39) :911-5,2004
34. Windham GC, Hopkins B, Fenster L, Swan SH: Prenatal active or passive tobacco smoke
exposure and the risk of preterm delivery or low birth weight. Epidemiology. 11(4):427-
33;2000
35. Windham GC, Hopkins B, Fenster L, Swan SH: Prenatal active or passive tobacco smoke
exposure and the risk of preterm delivery or low birth weight. Epidemiology. 11(4):427-
33;2000
36. Secker-Walker RH, Vacek PM, Flynn BS, Mead PB: Estimated gains in birth weight
associated with reductions in smoking during pregnancy. J Reprod Med. 43(11):967-74;
1998
37.Cunningham FG, Cox SM, Harstad TW, Mason RA, Pritchard JA :Chronic renal disease
and pregnancy and pregnancy outcome. Am J Obstet Gynecol 163:453.1990
82
38.Wang X, Zuckerman B, Pearson C, et al.: Maternal cigarette smoking, metabolic gene
polymorphism, and infant birth weight. JAMA. 9;287(2):195-202; 2002
39.Olsen J: Cigarette smoking in pregnancy and fetal growth. Does the type of tobacco play a
role? Int J Epidemiol. 21(2):279-84; 1992
40.Bassett, N.S., Currie M.J., Woodall, S and Gluckamn, P.D., (1994) :The effect of IGF-1
and growth hormone treatment on placental glut gene expression.Proceeding of the third
ınternational symposium on insulin like growth factors 1994 growth regulation, 4 Suppl :1
1105,72
41. Leborgne-Samuel Y, Kadhel P, Ryan C, Vendittelli F.: Sickle cell disease and pregnancy
:Rev Prat. 2004 Sep 30;54(14):1578-82
42. Chang DM, Wu YL, Chu SJ, Lai JH.: Prognostic factors and fetal outcomes of lupus
pregnancy in Taiwan.: Clin Exp Rheumatol. 2003 Nov-Dec;21(6):798
43. Audibert F, Saloman LJ, Frydman R : Selective fetocide reverses preeclampsia in
discordant.twins: Am J Obstet Gynecol. 2004 Aug;191(2):477-80. Commen on : 2005
Sep;193(3 Pt 1):894; author reply 894-5
44. Garite TJ, Clark RH, Elliott JP, Thorp JA. Twins and triplets: the effect of plurality and
growth on neonatal outcome compared with singleton infants.Am J Obstet Gynecol. 2004
Sep;191(3):700-7.
45. Huizinga CT, Engelbregt MJ, Rekers-Mombarg LT, Vaessen SF, Delemarre-van de Waal
HA, Fodor M. Ligation of the uterine artery and early postnatal food restriction - animal
models for growth retardation. Horm Res. 2004;62(5):233-40. Epub 2004 Oct 12.
46. Hammoud AO, Bujold E, Sorokin Y, Schild C, Krapp M, Baumann P. : Smoking in
pregnancy revisited: findings from a large population-based study. Am J Obstet Gynecol.
2005 Jun;192(6):1856-62; discussion 1862-3.
47. fetal workshop :Verushalmy 1971 rubin et al 1986 biomec
48. Windham GC, Hopkins B, Fenster L, Swan SH: Prenatal active or passive tobacco smoke
exposure and the risk of preterm delivery or low birth weight. Epidemiology. 11(4):427-
33;2000
49. England LJ, Kendrick JS, Wilson HG, et al.: Effects of smoking reduction during
pregnancy on the birth weight of term infants. Am J Epidemiol. 15;154 (8):694-701; 2001
83
50. Berlin I, Radzius A, Henningfield JE, Moolchan ET: Correlates of expired air carbon
monoxide: effect of ethnicity and relationship with saliva cotinine and nicotine. Nicotine Tob
Res. 3(4):325-31;2001.
51. Centers for Disease Control and Prevention (CDC). Smoking during pregnancy--United
States, 1990-2002. MMWR Morb Mortal Wkly Rep. 8;53 (39):911-5; 2004
52. Goel P, Radotra A, Singh I, et al.: Effects of passive smoking on outcome in pregnancy. J
Postgrad Med. 50(1):12-6; 2004
53. Jedrychowski W, Flak E: Impact of active and passive smoking during pregnancy on
birth weight of the newborn. Pol Merkuriusz Lek. 1(6):379-82;1996
54..Gluckman, P.D., Morel, P.C.H.,Ambler, G.R., Breier, B.H.,Blair, H.T. and McCutcheon,
S.N. (1992) Elevating maternal insulin like growth factor 1 in mice and rats alters the pattern
of fetal growth by removing maternal constraint. J.Endocrinol, 134, R1-R3 )
55. Davenport, ML, Clemmons D.R., Miles , M.V. Camacho –Hubner C, D’Ercole, A.J. and
Underwood, L.E. (1990) :Regulation of serum insulin like growth factor 1 and IGF binding
proteins during rat pregnancy. Endocrinology, 127, 1278-1286 )
56.Wang, HS, Lim J, English J, Irvine L and Chard T (1991) :The concentration of insulin
like growth factor 1 and insulin like growth factor binding protein 1 in human umblical cord
serum at delivery :relation to fetal weight. J Endocrinol, 127, 1278-1286 )
57.Burd L,Cotsonas-Hassler TM, Martsolf JT, Kerbeshian J.: Recognition and management
of fetal alcohol syndrome. Neurotoxicol Teratol. 2003 Nov-Dec;25(6):681-8
58.Lemoine P, Harousseau H, Borteyru JP, Menuet JC. Children of alcoholic parents--
observed anomalies: discussion of 127 cases. Ther Drug Monit. 2003 Apr;25(2):132-6
59.Fetal and maternal plasma insulin like growth factors and binding proteins in pregnancies
with appropriate or retarded fetal growth Early Human Development 49 (1997) 7-17 Holmes,
Montemagno, Jones, Preece , Rodeck, Soothill
60.Cord blood leptin and insulin like growth factor levels are independent predictors of fetal
growth The Journal of Clinical Endocrinology & Metabolism 2001 Vol:86 No:2 935-938
Christou, Connors, Ziotopoulou, Hatzidakis
61.Wang HS, Lim J, English J, Irvine L, Chard T, The concentration of insulin like growth
factor 1 and insulin like growth factor binding protein 1 in human umblikal cord serum at
delivery :relation to fetal weight. J Endocrinol 1991 ; 129:459-464
84
62.Anatov AN. Children born during the siege of Leningrad in 1942. J Pediatr 1947; 30:250-
259
63.Smith CA. Effect og maternal undernutrition upon the newborn infant in Holland (1944-
1945). J Pediatr 1947 ;30:229-243
64.Neggers YH, Goldenberg RL, Tamura T, Cliver SP, Hoffman HJ : The relationship
between maternal dietary intake and infant birthweight. Acta Obstet Gynecol Scand 1997;
165:71-75
65.Wen SW, Goldenberg RL, Cutter GR, Hoffman HJ, Cliver SP. Intrauterine growth
retardation and preterm delivery :prenatal risk factors in an indigent population. Am J Obstet
Gynecol 1990 ; 162:213-218
66. Stellato TA, Danziegr LH, Pharm D, et al. Fetal salvage with maternal TPN:the pregnant
mother as her own control. J Parenteral Enteral Nutr 1988;12:412–3.[
67. Nilsen ST, Sagen N, Kim HC, Bergsjo P. Smoking, hemoglobin levels,and,birth weights
in normal pregnancies. Am J Obstet Gynecol 1984;148;752-8.
68. Dougherty CR, Jones AD. The determinants of birth weight. Am J Obstet Gynecol
1982;144:190-200.
69. Campillo F, Remezal M, Vez MD, Navarro-Pando JM, Perez-Flores D, Parrilla JJ, Abad
L. Symmetrical fetal growth retardation after gestational cocaine exposure in the rat. Eur J
Obstet Gynecol Reprod Biol. 2004 Dec 1;117(2):148-53.
70. Mills JL, Graubard BI, Harley EE, Rhoads GG, Berendes HW. Maternal alcohol
consumption and birth weight. How much drinking during pregnancy is safe? JAMA
1984;252:1875-9.
71.Klein JO, Remington JS. Current concepts of infections of the fetus and newborn infant.
In: Remington JS, Klein JO eds. Infectious diseases of the fetus & newborn infant 4 th ed.
Philadelphia: W.B. Saunders, 1995:1-19
72.Daffos F, Forestier F, Capella –Pavlovsky M. Prenatal management of 746 pregnancies at
risk for congenital toxoplasmosis N Eng J Med 1988 ; 318:271-275
73.Ricci JM, Fojako RM, O’sullivan MJ. Congenital syphilis. The University of Miami
/Jacksob Memorial Medical Cenet Experience, 1986 –1988 Obstet Gynecol 1989 ;74: 687-
693
85
74.Peckham CS. Clinical and laboratory study of children exposed in utero to maternal
rubella. Arch Dis Child 1972 ;47:571-577
75.Donner C, Liesnard C, Content J, Busine A, Aderca J, Rodesch F, Prenatal diagnosis of
52 pregnancies at risk for congenital cytomegalovirus infection. Obstet Gynecol 1993
;82:481-486
76. Eskild A, Jenum PA, Bruu AL.Maternal antibodies against cytomegalovirus in pregnancy
and the risk of fetal death and low birth weight.Acta Obstet Gynecol Scand. 2005
Nov;84(11):1035-41.
77. Figueroa-Damian R, Ortiz-Ibarra FJ, Arredondo-Garcia JL, Ahued-Ahued JR. The
outcome of pregnancies complicated by rubella, 1990-1997 Salud Publica Mex. 1999 Jul-
Aug;41(4):271-7. Spanish.
78. Kalanda BF, van Buuren S, Verhoeff FH, Brabin BJ. Anthropometry of fetal growth in
rural Malawi in relation to maternal malaria and HIV status.Arch Dis Child Fetal Neonatal
Ed. 2005 Mar;90(2):F161-5.
79. Baboonian C, Smith DA, Shapland D, Arno G, Zal B, Akiyu J, Kaski JC.Placental
infection with Chlamydia pneumoniae and intrauterine growth restriction.Cardiovasc Res.
2003 Oct 15;60(1):165-9
80. Van Dongen AJ, Verboon-Maciolek MA, Weersink AJ, Schuurman R, Stoutenbeek P.
Fetal growth restriction and viral infection.Prenat Diagn. 2004 Jul;24(7):576-7. PMID:
15300754
81. Cot M, Deloron P. [Malaria during pregnancy: consequences and interventional
perspectives]Med Trop (Mars). 2003;63(4-5):369-80. Review. French. PMID: 14763291
82. Barton LL. Case 25-2003: congenital cytomegalovirus infection.N Engl J Med. 2003 Oct
16;349(16):1575-6; author reply 1575-6.. PMID: 14561803
83. Bittencourt AL, Garcia AG. Pathogenesis and pathology of hematogenous infections of
the fetus and newborn.Pediatr Pathol Mol Med. 2002 Jul-Aug;21(4):353-99. Review. PMID:
12092705
84. Khan NA, Kazzi SN. Yield and costs of screening growth-retarded infants for torch
infections.Am J Perinatol. 2000;17(3):131-5
85. Bernstein PS, Divon MYEtiologies of fetal growth restriction.Clin Obstet Gynecol. 1997
Dec;40(4):723-9. Review. PMID: 9429786
86
86. Alexandrides TK, Chen JH, Bueno R Giorgino F, Smith RJ. Evidence for two insulin like
growth factor 1 receptors with distinct primary structure that are differentially expressed
during development. Regulatory Peptides 1993 ; 48:279-290
87. Alexandrides TK, Moses AC, Smith RJ, Developmental expression of receptors for
insulin, insulin like growth factor 1 (IGF-1) and IGF –2 in rat skeletal muscle. Endocrinol
1989 ;124:1064-1076
88. Furlanetto RW, Di Carlo JN. somatomedin C receptors and growth effects in human
breast cells maintained in long term tissue culture. Cancer Res 1984 ;44:2122-2128
89. Rinderknecht E, Humbel RE. The aminoacid sequence of human insulin like growth
factor 1 and its structural homology with proinsulin J Biol Chem 1978 :253 :2769-2772
90. Furlanetto RW, Di Carlo JN. somatomedin C receptors and growth effects in human
breast cells maintained in long term tissue culture. Cancer Res 1984 ;44:2122-2128
91. Jansen M, Van Schaik FMA, Rickert AT, Bullock B, Woods DE, Gabbay KH, Nussbaum
AL, Sussenbach JS, Van den Brande JL. Sequence of c DNA encoding human insulin like
growth factor 1 precursors. Nature 1983,306:609
92. Dull TJ, Gray S, Hayflick JS, Ullrich A. İnsulin like growth factor 2 precursor gene
organization in relation to insulin gene family. Nature 1984 ;310-777
93. Murphy LJ, Friesen FG, Differantial effects of estrojen and growth hormone on uterine
hepatic insulin like growth factor 1 gene expression in the ovoriectomized hypophysectomise
rat. Endocrinol 1988 ;122-325
94. Baskin DG, W ilcox BJ, Wood SC, Porte Jr D, Dorsa DM. Insulin in the brain. Annu Rev
Phsiol 1987 ;49 :335-347
95. Bortz JD, Rotwein P, De VOL d, Bechtel PJ, Hansen VA, Hammerman MR. Focal
expression of insulin like growth factor 1 in rat kidney collecting duct. J Cell Biol 1988
;107:811
96. Dalman M, Wang CY, Johnson TR, Ilian J unique 3 untranslated sequence of insulin like
growth factor 1 isolated from human placenta Mol Rep Dev 1991 :29:238-244
97. Daughaday WH, Rotwein P. Insulin like growth factors 1 and 2 peptide messenger
ribonucleic acid and gene structures, serum and tissue concentrations. Endo Rev 1989
:10:68-90
87
98. Dore S, Kar S, Quirion R. Rediscovering an old friend IGF-1 : potential use in the
treatment of neurodegenerative diseases. TINS 1997 ;20:326-331
99. Frunzio R, Chiariotti L, Brown AL, Graham DE, Rechler MM, Bruni CB. Structure and
expression of the rat insulin like growth factor 2 gene. J Biol Chem 1986;261:17138
100. Coulter CL, Han VKM. Expression of insulin like growth factor (IGF), IGF-1 receptor
and IGF binding protein mRNA s in the rhesus monkey placenta. Comprison with human
placenta. Horm Res 1996 ;45:167-171
101. Coulter CL, Han VKM. The pattern of expression of insulin like growth factor (IGF),
IGF –1 receptor and IGFBP mRNA s in the rhesus monkey placenta suggests a paracrine
model of IGF-IGFBP interaction in the placental development. Placenta 1996 ;17:451-460
102. Cowley EA, Pratten MK., Processing of flurescently labelled insulin and insulin like
growth factor 1 by the rat visseral yolc sac. Placenta 1996 ;17:321-327
103. Han VKM, Hill DL, The involvement of insulin like growth factors in embriyonic and
fetal development in the insulin like growth factors. Structures and biologic functions
1992;178-220
104. Binoux M, Faive- Bauman A, Lassare C, Baret A, Tixier –Vidal A.Triiodothyronine
stimulates the production of insulin like growth factor 1 by fetal hypotalamus cells cultured
in serum free medium. Develop Brain Res 1985 ;21:319-321
105. Binoux M, Hossenlopp P, Lassarre C, Hardovin N. Production of insulin like factors
and their carrier by rat pituitary gland and brain explants in culture. North Holland Biomed
Press 1981;1242:178-184
106. Blundell TL, Bedorkor S, Rinderknecht E, Humbel RE. Insulin like growth factor : a
Model for immunoreactivity and receptor binding. Proc Natl Acad Sci USA 1978 ;75:180
107. Cara JF, Nakagawa SH, Tager HS. Structural determinants of ligand recognition by type
insulin like growth factor receptors :Use of semisynthetic insulin analog probes. Endocrinol
1988;122:2881-2887
108. Williams Obstetrics F.Gary Cunningham ,Norman Gant ,Kenneth Leveno ,Larry
C.Gilstrap 3 ,John C.H auth ,Katarine D. Wenstrom Placental Weight P:96
109. Fanaroff AA: Neonatal Perinatal Medicine. Sixth Edition Chapter 12. 1997;Page 203-
237
88
110.. Kaufmann P, Castellucci M: Obstetrical and Gynecological Pathology. Fox H (ed)
Vol:2, 4th ed. Chapter 46, 1995
111. Ashfaq M, Janjua MZ, Nawaz M: Effects of maternal smoking on placental
morphology. J Ayub Med Coll Abbottabad.;15(3):12-5; 2003
112. Mayhew TM, Brotherton L, Holliday E, et al.: Fibrin-type fibrinoid in placentae from
pregnancies associated with maternal smoking: association with villous trophoblast and
impact on intervillous porosity. Placenta. 24(5): 501-9; 2003
114. Balazs R, Jordan T, Lewis PO, et al: Undernutrition and brain development. In Falkner
F, Tanner JM(eds): Human Growth, ed2, vol.3, 1986; pp 415-473
115.Phelan JP ,Smith CV ,Broussard P ,Small M :Amniotic fluid volume assesment with the
four –quadrant technique at 36-42 weeks gestation .J Reprod Med 32:540 ,1987
116 .Moore TR ,Cayle JE :The amniotic fluid index in normal human pregnancy .Am J
Obstet Gynecol 162:1168,1990
117 .Bush J ,Minkoff H ,Mc Calla S ,Moy S ,Chung H :The effect of intravenous fluid load
on amniotic fluid index in patients with oligohydramnios
118. Williams Obstetrics F.Gary Cunningham ,Norman Gant ,Kenneth Leveno ,Larry
C.Gilstrap 3 ,John C.H auth ,Katarine D. Wenstrom P.813-825
119. Suikkari AM, Koivisto VA, Rutanen EM, Yki-Jarvinen H, Karonen SL, Seppala M.
Insulin regulates the serum levels of low molecular weight insulin-like growth factor-binding
protein. J Clin Endocrinol Metab. 1988 Feb;66(2):266-72.
120. Rutanen EM, Pekonen F, Makinen T. Soluble 34K binding protein inhibits the binding
of insulin-like growth factor I to its cell receptors in human secretory phase endometrium:
evidence for autocrine/paracrine regulation of growth factor action.
121. Thorp LA, Sampson LE: Routine umblical cord blood gas determi nations. Am J Obstet
Gynecol, 161: 600, 1989.
122. Marrin M, Paes BA: Birth asphyxia: dose the Apgar score have diagnostic value Am J
Obstet. Gynecol, 72: 120, 1988.
123.Apgar V : A proposal for a new metho of evaluation of newborn infant. Current
Research in anesthesia and analgesia 32 :260, 1953
124.Victory R, Penava D, Da Silva O, Natale R, Richardson B. Umbilical cord pH and base
excess values in relation to adverse outcome events for infants delivering at term.
89
Am J Obstet Gynecol. 2004 Dec;191(6):2021-8.
125.Jack N, Blechner MD :Maternal fetal acid base physiology. Clin Obstet Gynecol 36 :30,
Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 1975;5:67-71
126. Genbacev O, McMaster MT, Zdravkovic T, Fisher SJ: Disruption of oxygen-regulated
responses underlies pathological changes in the placentas of women who smoke or who are
passively exposed to smoke during pregnancy. Reprod Toxicol. 17(5):509-18; 2003
127. Spira A, Philippe E, Spira N, et al.: Smoking during pregnancy and placental pathology.
Biomedicine. 27(7):266-70; 1977
128. Rush D, Kristal A, Blanc W, et al.: The effects of maternal cigarettesmoking on
placental morphology, histomorphometry, and biochemistry. Am J Perinatol. 3(3):263-72;
1986
129. Demir R, Demir AY, Yinanc M. Structural changes in placental barrier of smoking
mother. A quantitative and ultrastructural study. Pathol Res Pract. 190(7):656-67; 1994
130. Burton GJ, Palmer ME, Dalton KJ: Morphometric differences between the placental
vasculature of non-smokers, smokers and ex-smokers. Br J Obstet Gynaecol. 96(8):907-15;
1989
131. Bush PG, Mayhew TM, Abramovich DR, et al.: A quantitative study on the effects of
maternal smoking on placental morphology and cadmium concentration. Placenta. 21(2-
3):247-56; 2000
132. Larsen LG, Clausen HV, Jonsson L: Stereologic examination of placentas from mothers
who smoke during pregnancy. Am J Obstet Gynecol. 186(3): 531-7; 2002
133. Mochizuki M, Maruo T, Masuko K: Mechanism of foetal growth retardation caused by
smoking during pregnancy. Acta Physiol Hung. 65(3):295-304; 1985
134. Christianson RE: Gross differences observed in the placentas of smokers and
nonsmokers. Am J Epidemiol. 110(2):178-87;1979
135. Brown HL, Miller JM Jr, Khawli O, Gabert HA: Premature placental calcification in
maternal cigarette smokers. Obstet Gynecol. 71(6 Pt 1):914-7; 1988
136. Pinette MG, Loftus-Brault K, Nardi DA, Rodis JF: Maternal smoking and accelerated
placental maturation. Obstet Gynecol. 73(3):379-82; 1989
90
137. Mayhew TM, Brotherton L, Holliday E, et al.: Fibrin-type fibrinoid in placentae from
pregnancies associated with maternal smoking: association with villous trophoblast and
impact on intervillous porosity. Placenta. 24(5): 501-9; 2003
138. Van der Veen F, Fox H: The effects of cigarette smoking on the human placenta: a light
and electron microscopic study. Placenta. 3(3):243-56; 1982
139. Early Hum Dev. 1992 Jun-Jul;29(1-3):187-91 Feto-maternal interaction of IGF-I and its
binding proteins in fetal growth. Iwashita M, Kobayashi M, Matsuo A, Nakayama S, Mimuro
T, Takeda Y, Sakamoto S
140. Naeye RL: Effects of maternal cigarette smoking on the fetus and placenta. Br J Obstet
Gynaecol. 85(10):732-7; 1978
141. Asmussen I: Ultrastructure of the villi and fetal capillaries in placentas from smoking
and nonsmoking mothers. Br J Obstet Gynaecol; 87(3): 239-45; 1980.
142. Altered placental development and intrauterine growth receptor binding protein 1
transgenic mice The Journal of Clinical Investigation 2002 August 1; 110(3)411-418 Paul A,
Crossey, Claire C, Pillai and John P. Miell
143. Secretion of prolactin and insulin like growth factor 1 by decidual explant cultures from
pregnancies complicated by intrauterine growth retardation Am. J Obstet. Gynecol
November 1992 p:1432-1436 Linda Heffner, Bryann Bromley, Kenneth Copeland
142. Altered placental development and intrauterine growth receptor binding protein 1
transgenic mice. The Journal of Clinical Investigation 2002 August 1; 110(3)411-418 Paul A,
Crossey, Claire C, Pillai and John P. Miell
144. Am J Perinatol. 2004 May;21(4):227-34.Risk factors for term or near-term fetal growth
restriction in the absence of maternal complications.(Yunis KA, Beydoun H, Tamim H,
Nassif Y, Khogali M; National Collaborative Perinatal Neonatal Network.)
145. (Early Hum Dev. 2005 Oct;81(10):823-31. Epub 2005 Aug 8. Evidence of genetic
regulation of fetal longitudinal growth. Knight B, Shields BM, Turner M, Powell RJ, Yajnik
CS, Hattersley AT)
146. AM j Obstet Gynecol Jul 1;137(5):553-9.Acid-base characteristics of fetuses with
intrauterine growth retardation during labor and delivery…Lin CC, Moawad AH, Rosenow
PJ, River P.
91
147. N Engl J Med. 1993 Mar 11;328(10):692-6.Diagnostic value of blood sampling in
fetuses with growth retardation. Pardi G, Cetin I, Marconi AM, Lanfranchi A, Bozzetti P,
Ferrazzi E, Buscaglia M, Battaglia FC.
148. Maternal and fetal insulin-like growth factors 1 and 2 (IGF-1, IGF-2) and IGF BP-3,
and their relationship to fetal acidosis at delivery.J Perinat Med. 2004;32(5):418-21. Cooley
SM, Donnelly JC, Geary MP, Rodeck CH, Hindmarsh PC.
149. Nieto A, Villar J, Matorras R, Serra M, Valenzuela P, Keller J.Intrauterine growth
retardation: fluctuation of fetal ph measured between beginning and at the completion of
labor..J Perinat Med. 1994;22(4):329-35.
150. Thorp LA, Sampson LE: Routine umblical cord blood gas determinations. Am J Obstet
Gynecol, 161: 600, 1989.
151. ACOG committee statement. Use and misuse of Apgar score. Washington dC:
American College of Obstetricians and Gynecologists, 1986.
152. Marrin M, Paes BA: Birth asphyxia: dose the Apgar score have diagnostic value. Obstet
Gynecol, 72: 120, 1988.
153. J Perinat Med. 1991;19(4):305-11.Hematocrit in relation to Apgar scores in SGA
infants.De Grauw TJ, Budde H, Samsom JF, Hopkins MB.
154. Br J Obstet Gynaecol. 1987 Sep;94(9):873-9.Apgar score, meconium and acidaemia at
birth in small-for-gestational age infants born at term, and their relation to neonatal
neurological morbidity.Dijxhoorn MJ, Visser GH, Touwen BC, Huisjes HJ.
155. Salafia CM, Minior VK, Pezzullo JC, Popek EJ, Rosenkrantz TS, Vintzileos AM.
İntrauterine Growth Restrivtion in İnfants Of Less Than Thirty-two Weeks Gestation:
Associated Placental Pathologic Features. Am J O bstet Gynecol 1995 ;1049-1057
156. Bhatia S, Faessen GH, Carland G, Balise RL, Gargosky SE, Druzin M, El-Sayed Y,
Wilson DM, Giudice LC.A longitudinal analysis of maternal serum insulin-like growth factor
I (IGF-I) and total and nonphosphorylated IGF-binding protein-1 in human pregnancies
complicated by intrauterine growth restriction. J Clin Endocrinol Metab. 2002
Apr;87(4):1864-70
157. Workshop Summary:Fetal Growth: Its Regulation and Disorders Pediatrics v.99, n.4,
Apr97William W. Hay, Jr, MD*; Charlotte S. Catz, MD++; Gilman D. Grave, MD§; and
Sumner J. Yaffe, MD
92
158. Williams Obstetrics F.Gary Cunningham ,Norman Gant ,Kenneth Leveno ,Larry
C.Gilstrap 3 ,John C.H auth ,Katarine D. Wenstrom P:85-109
.
93