olevilijkte ulluh-in§un jilişjki§ine bir...
TRANSCRIPT
GİRİŞ
oleViliJkte ulluh-in§un JilişJki§ine bir bukiiş·
Şenol KALUÇ
Liberal Düşünce Topluluğu
B u çalışma ile Aleviliğin Allalı ile insan arasında -aşk temelinde- kurduğu ilişkinin boyutlannı
klasik Alevi metinleri ve nefesleri aracılığı ile ortaya koymaya çalışacağım. Tespitlerimizi ortaya koyarken Aleviliğin görüşlerini yine Alevi kaynaklannda sıkça kullanılan ayetler ve hadisler çerçevesinde nasıl delillendirdiklerini göstermeye çalışacağırn.
Metni inşa .ederken sırasıyla Alevilikteki yaratılış teorisini, 'elest bezeni'nin önemini, insanın gönlünün Allalı 'ın tecelligahı olmasını, nefsini bilmenin Allah'ı bilrnek için gerekli olduğunu ve bu yola mürebbisiz çıkılamayacağını son olarak da sofınin
günlük yaşamında bu nazariyeleri nasıl uyguladığını kısaca ele alacağız.
Hazreti Mevlana ''Kabe birdir, Kabe'ye giden yol bindir." buyurmuş, bu hal üzere tasavvuf erenleri de türlü türlü yollar takip etmiştir. İran'dan Arnavutluk'a geniş bir coğrafyaya yayılan Aleviler de çeşit çeşit ama özde aynı hedefe mazhar olabilmek ve
Bu makaleyi kaleme alırken yol-edep-erkan öğrenimimde fiilen rol alan ve karanlık geeerne güneş olan ve bana rehberlik eden "Hakk Sohbetleri" ile gönlümde Hak aşkının murnunu yakan Erzincan Tercan'lı rehberim ve üstadım gül yüzlü Ali soylu Kamber Mete Dedemi canı gönülden rahmetic anarken mekanının. Ailah'a yakın olmasını dilerim. Ruhun şad olsun.
'yakin' mertebelerine ulaşabilmek için yollar takip
etmişlerdir. Alevilerin Allah ile aralannda kurduldan ilişkinin görünen yüzü çoğu kez Alevi olmayanlan şüphe denizine atmış, küfür ve zındıklık ile itham edilmelerine yol açmıştır. Özellikle Türkiye coğrafyasında tarihsel koşullar altında devlet eli ile yaratıIan ve desteklenen dej enerasyon bu algırun güçlenmesine katkı sunmuştur. Aleviler İslam'ı genel hat-: lan ile anlamlandırırken ortodoks sayabileceğimiz Sünnilik ve Şiilikten farklı olarak daha çok tasavvufi bir boyutla algılamışlardır ve yine senkretik bir yapı taşımışlardır. Alevil~e görülen bu senkretik ilişki nedeniyle Aleviliğe gerek içeriden ve gerekse dışandan bakanlar niyetlerine göre Aleviliği farklı algılar. Bu nedenle kimisi onu Şamanizm'in bir uzantısı kimisi de Zerdüştlüğün ya da bir başka inancın devamı gibi görür. Ancak gözden ırak tutulan gerçek, bazı ritüellerin kökeni İslam öncesi çağiara ve inaaçiara ait olsa bile bu uygulamalann artık İslfuni renge boyandıklandır. Alevilikteki 'Dört Kitap' vurgusu belki de onu İslam dışında tutmak isteyenlere en iyi cevaptır.
''Dört Kitabın ma 'nfsin okudum hôsıl ettim
Aşk gelincek gördüm bir uzun heceyimiş. "
Yunus Emre
ADevöRerbıı AHBalhı öDe aralaıl'Bnda Bmırdu8darn iliş !dnin görrünen yüzü çoğu kez: Alevi
oBmayaııııBaru şiiıHJ>Ihıe deB1lozöııııe abııııoş, Hd!füır ve zmdd,U.!' ôle itham e«lliBmeBeıriıııe yoU açmaştırr.
Geniş bir coğrafyaya yayıldığını belirttiğimiz Alevilikte seyr-i süluk esastır ve kendi içerisinde farklılıklar gösterse de özde aynıdır. Alevi teriint bugünkü anlamıyla daha çok 18. yüzyıl sonlarından itibaren kullaı:ı!lmaya başlanmıştır. Aleviler geleneksel olarak kendilerine daha çok 'Safi, Sofiyan, Sufi' dedikleri için bundan böyle Alevi inancından bahsederken aralanndaki farklılıklan da göz ardı etmemek şartıyla 'Sofiyan veya Sufi' demeyi tercih edeceğim.
ALEVİLİKTE ALLAH-İNSAN İLİŞKİSİNİN REFERANSLAR!
Safiyan süreklerinde Allah ile insan arasında dairesel bir döngü vardır. Devriye olarak isimlendirilen bu inanış Bektaşilikte de çok geniş yer tutar. Ancak çoğu kişi bilerek ya da bilmeyerek bu inancı Hint kökenli 'Tenasüh' ile kanştırmaktadır. Halbuki Devri-
86 ES KIYENi SONBAHAR 2010 SAYI 19
yede esas olan yükselmektir, tenasillıta ise böyle belirli bir düzen yoktur. Sofi Süreklerinde ise başlangıç
ve son nokta aynıdır, esas olan Allah'ın birliğine va
sıl olmaktır. Bu yüzden başlangıç noktası O'dur.
"Bir baztir kurdı ezelden her metiiı koydz Ol kendi aldı kendi sattı kendi baztir eyledi. "
Kaygusuz Abdal
"Cihan var olmadan ketm-i ademde,
Hak ile birlikte yektaş id im ben. Yarattı bu mülkü çünkü o demde,
Yaptım tasfirini nakkaş idim ben. " Ş iri
YARATILAN İLK NUR: Hz. Muhammed ve Hz. Ali
Her şey O'nun ·.:kün" yani "ol" emriyle başlar, "Be
diy 'us-se m ii viiti ve/'ardz ve iz ii kada emren feinne
mii yekulii /elıu kün fe ye/dm: O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandu: Ne zaman bir şeyin var olmasını
dilerse: "Ol!" de1; o da o/uverir"1, varlığın asıl kay
nağıdır O'dur "Ve Iiliahi ma fiyssemavati ve mti fiyl 'ardı, ve kimallalıü bilcü/li şey'in muhiytan: Gök
lerde ve yerde her ne varsa hepsi Allah Teii/ii 'nındır. Allahü Azfmü 'ş-şiin 'ın ilmi ve kudreti her şeyi kapla
mıştır''2 ve " ... Iii iliihe il/ii hüve, küllü şey 'in hali
kün ma vechehu, /ehiil-hukmii ve ileyhi tiirce 'une: O 'ndan gayri ma 'budün bi '!-hak yoktw: Her şey he
/ak olucudur, jiinfdf1: Ancak O 'nun ziitı biikidil: Hü
küm, O 'nundw: Hep O 'na rücü' edeceksiniz".3
"Bu dünyanın ewelini sorarsan,
Allah bil; Muhammed Ali 'dir, Ali
Sen bu yolun sahibini ararsan,
Allah bil; Muhammed Ali 'dir, Ali "
P. S. Abdal
Safiler yaratılışm sebebi hikmetini mutasavvıflann kullanmayı çok sevdikleri "Ben gizli bir hazineydim bilinmeyi istedim ve mahlukatı yarattı m. "4 ve "Lev
/ake /ev/ak lema lıalaktü '1-ejlak: Ey Muhammed,
eğer sen olmasaydın iiiemleri yaratmazdım." kutsi hadislerine dayanarak açıklamayı severler. Ve yaratılan ilk şeyin "Levlake /ev/ak lema halaktü '1-ejla/C'
hükmünce Hz. Muhammed ve Hz. Ali 'nin n uru olduğuna inanırlar.s Yine Safi süreklerine göre Muhammed ve Ali nılr-u kadimdir ve Hz. Adem'in yaratıldığı vakte kadar Allah'ı tespih için nice mahlukat balkedilmiştir. Her bir alem vaktini doldurunca bitama ermiştir.6 Nitekim Muhammed Musta-
fa"Küntü Nebiyyen ve ademe beyne '/-ma-i ve ~-tin: Adem suyla çamur arasındayken ben peygamberdim" ve yine "Ene ve aliyyün mil{ nurin vahidin kable en yulıliğa ademü be erbe4ti aşere elji amin: Adem halkedilmezden on dört bin yıl önce ben Ali bir tek nur idi k. "7 buyurmuştur . .
"Hak bir gevlıer yarattı kendinin kudretinden Nazar kıldı gevhere eridi heybelinden
Yedi kat yer yarattı ol gevherin nıirundan Yedi kat gök yarattı ol gevlıerin buğundan
Yedi deniz yarattı ol gevher damlasmdan Dağları muhke1lı kıldı ol deniz köpiiğiinden
Mulıammed'i yarattı malıluka şefkatinden
Hem Ali'yi yarattı mü'min/erefaz/mdan
Gaip işin kim bilir meğer Kur 'an ilminden Yunus içti esridi ol gevlıer denizinden"
Yunus Ernre
"Ralık-ı alem, kudretini aşikar kılmak diledi. Yüksek, alçak, sağ, sol, şark garp, cenup şimal, yer gök, güneş ay, yıldızlar, yıl, . gün, bütün bunları bünyad edince, kemal-i kereminden ve liitfii inayetinden bir yeşil derya yarattı. Sonra o deryaya nazar buyurdu. Derya dalgalandı, ciişa geldi. Ve bir gevheri dışarıya düşürdü. Hak celle ve Teala bu gevheri aldı. İki şak eyledi. Parçalar biri yeşil, biri ak iki nur oldu. Yeşil ku b be misali bir kandil asılı durmaktaydı. Allah Teala bu nurları, bu yeşil kubbe misalinde asılı olan kandile koydu. Yeşil nur Muhammed Mustafa'nın, ak nur daMurtaza Ali'nin nuru oldu ki bunlar bütün ruhların kadimi idi. "8 "Bu öyle iki nurdur ki Allah-u Teala yedi ·kat göğü, günü, ayı, yıldızları ve bütün melekleri bu nurdan yaratmıştır. Ak nurdan nebatı, hayvanatı, öküzü, balığı, yer altında olan denizleri ve odu, suyu yaratmıştır. Bu sebepledir ki Murtaza Ali 'ye Ebu ı;utab derler. "9
"Daim fikrimde zikrin, ya Muhammed, Ya Ali. Gönliimün evinde şükrün, ya Muhammed, ya Ali. Tamyamaz kendi özün seni yakın bilmeyen Alemin ayinesisin, ya Muhammed ya Ali. "
Şah İsmail Hatai
MÜ'MİNİN KALBi ALLAH'IN EviDİR
Hz. Muhammed ve Hz. Ali'nin Nur'u var edildikten sonra Adem peygamber ".Ve iz kale rabbiike lilmeliiiketi imıiy ca'ıliinfiyl'ardı haliyfeten ... : Hani Rabbin, meleklere: "Ben muhakkak.ye1yiiziinde bir hali-
fe yaratacağım", demişti. "lO ayeti hükmünce yaratıl
mıştır. Ve,Adem peygamber yaratıldığı vakit, başını kaldırıp arşa baktığında "La ilalıe İl/alla/ı, Mulıammeden Resulullalı" yazılı olduğunu gördü. Adem (a.s) "Ya Rabbi 'La ilahe illallalı' senin birliğindir ama 'Muharnmeden Resuluilah' kimdir? Hayyu Kayyum: ·"O benim babibimin adıdır ve senin oğlundur" buyurmuştur. ı ı
"Hak bizi yoktan var etti, Şükiir yoktan vara geldim. Yedi kat arşta asılı, Kandildeki nura geldim. "
Pir Sultan Abdal
Allah-u TealaAdem'i yaratıp varlık alemine getirdiği vakit cümle meleklere şöyle seslenir "Fe iza sevveytülıu ve nefalıtiifiylıi min ruhıy feka 'u lelıu sacidiyne: "Hilkatini tamamlayıp da içerisine ruhumdan nejhettiğim zaman O 'na secde edin. "12 Cümle melekler Adernde tecelli eden Hakk'ın ruhunu görerek secde ederken yalruz Azazil "İ/la İbliyse, istekbere ve kane minelkafiyne: Yalmz İblis, J.:ibrine yediremedi de kofirierden oldu"l3 benlik davasına düşerek "Kale ene hayrün minlıü, lıalakteniy min narin ve halaktelıu min tiynin: İblis: "Ben O 'ndan daha
hayırlcyım. Beni Ateşten, O'nu çamurdan yarattm dedi."14 İblis nefsine bakıp üstünlük gördü ki bu nedenle sofi sürekleri de nefis terbiyesini yolun en önemli aşamalarından biri olarak 'görmüştür.
"Ve nefalıtü fiylıi min rulııy: nilrumdan nejlıettiğim zaman" ibaresi nedeniyle sofiyan insanın gönlünü Hakk'ın tecelli makamı olarak görmektedir. Burada kastedilen insanın Allah 'ın bizatih i kendisi olduğu değildir. Allah azimdir ve kainata sığmaz iken "nalınü akrabü ileyhi min lıablilveriydi: Biz insana şalı damanndan daha yakımz" 1 5 ayeti ve "Ka/bii 'imü 'minü Beytu 'Ilah: M ii 'min in kalbi Allalım evi dil:"
hadisi hükmünce insanın gönlünde kendisine yer bulmuştıır.
"Mümin olanlarm kalbi tacıdı,
Mürşit eşiğine varan haczdu: "
Pir Sultan Abdal
İnsanın gönlünün tecelli makamı olması nedeniyle , Sofiler erenler, evliyalar eşiğine varmayı cismani Hac ile bir tutmuşlardır. Hac'dan murat Hakka yakın olmak ise erenler, evliyalar sohbetine varmakta bir nevi Allah 'ın tecelligahını ziyaret etmek gibidir. Ni-
SAYI 19 SO NBAHAR 2010 ESKiYEN I 87
telcim Allah-u Teala, kutsi bir badiste "Ben yere ve göklere sığmadım, ancak mü 'min kıllurnun kalbine sığdım." buyurmuştur. Sufiler yaratan yaratılan iliş-·
kisini, aşık mfu;uk ilişkisine benzetir. Nitekim bir
başka hadisi kutside Allah kuluna şöyle seslenir:
"Eğer ben bir kulu seversem, onun kulağı, gözü, di- ·
li, eli ben olurum; o benimle göriil; benimle işitir ve benimle konuşur."
ELEST BEZMİ VE RUHLARIN İMTİHANI
"Elestü deminden hak bildik yolu,
Korkarım solduranı ol gonca gü/ü,
Nice ağlattm bu edna kıtlu,
Sana medet yola mürvet yô Ali. "
Pir Sultan Abdal
Sofiyana göre Allah ile kullan arasındaki ilk buluş
ma ve ilk muhabbet "Elest Bezmi'nde gerçekleşmiş
tir. Bu nedenle insanın döngüsü Adem'in sulhünden
gelecek kullann ruhlannın var edilmesi ile . başlar. "Ve iz elıaze rabbiike min beniy ôdeme min zulıuri
him ziirriyyetelıüm ve eşlıedehiim 'ata enfiisilıim,
elestü bi rabbiküm, kôlü belô, şehidnô, en tekulü
yevmelkiyômeti innô kümıô 'an lıiizô ğôfiliyne: Hani
Rabbi eel/e şônülı, .Ademoğullarmm sırtlarından ziirriyetlerini çıkarmıştı. Onları kendilerine şôhid
tutarak: 'Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?' buyur
muştu. 'Evet, ey Rabbimiz şôlıid olduk!' demişlerdi.
Bu şelıôdet, Kıyômet Günü, 'Biz bu ikrôrdan gajil
lerdik!' dememeleri içindi. "16
Bu olay sofı süreklerinde çok özel bir yere sahiptir.
Şeyh Safi "elestii bi rabbiküm" hitabını bir şaraba
benzetir " ... Ol gün ki hitab-ı " ... Elestü birabbi
küm ... " şarabını içdüm. E gerçi vücut kalıbı.na gel
düm. ·Lakin, dahi ol şarabun humariyem. Murad
"dalk"dan ki beytde mezikurdur, kalıbı cismanidür.
Ve şimdi ol şarabun temeonasıru can ider ve girü iç
mek dil er ki ol meşreb-i saf beden hakinun başakinden safi ola."J7
"Pir sultan der "Ka/ii beli"
Dedik ya Murtaza Ali
Kim kadeh içer kim dolu
Bu bize bir acep derttir. "
P. S. Abdal
"Allah bütün ruhlan Adem'e (a.s) gösterdi. Sağ tara
fa iman edenlerin ruhlarını, sol yanına da kafirlerin
nıhlannı koydu. Sonra şöyle buyurdu: "Elestü bi rab-
88 ESKIYENI SONBAHAR 2010 SAYI 19
biküm" Allah-u Teala hazrederine layık olan kullar: "Bela" dediler. Hakka layık olmayanlar da "la" diye cevap verdiler. Bir kısmı da aldınş etmedi. Allah-u
Teala yine "Elestü bi rabbiküm" buyurdu. Bu defa; "Bela" diyenterin birçoğu "la" dedi. Aldınş etmeyen
lerin de birçoğu "bela" dediler. Bir kısmı yine aldırış etmedi.İki kere "bela" diyenler mürnin ve doğru mü
min olacaklardı. İki kere "la" diyenler, kafir doğup kafir öleceklerdi. İki defa aldırış etmeyeniere gelince
onlar da neüzübillah şaki ve ağzın olacak olanlardır.
ilkin "bela", sonra "la" diyenler de mürnin doğup kafır ölenler, ve ilkin "la'' sonra "bela" diyenler ise ka
fır doğup mürnin ölecek olanlardı."18
Şeyh Safi de: " ... Elestü bi-rabbiküm ... " hitap vak
tinde, çünkü zerrat dediler. Ol kimseler ki kulluk hal
kasını kulaklarına kodılar, rabatı ebede kaldılar. Arnma şol kimseler k{ kulluk halkasını kulaklarında ko
madılar, belki rnücerred "belide" kaldılar. Bela-yı
ebedide giriftar oldılar ve ol kimseler ki ezelde "beli" didiler, dahi kulluk halkasını kulaklanna takdılar,
.kendülerine 'ışkı, ezelden bile (böyle) getürdiler ve
anların ma'şuka bir nazlanması olur vasıta-yı teslimi
beliyle ve halka-yı ubudiyeti, kulaka takmak vasıtasıyla şundan ötürü naz iderler ma'şuka ki kadim kul
lar kulluklannun kı demi vasıtasıyla malıduma naz
iderler, şöyleki bir padişahun eski kulı ve yeni kulı olsa ol eski kulın agasına bir pare nazı olur elbette."ı9
"Bilen biliir bilmeyen bilmez bilüri,
Sen seni bilmez isen bula-gör bir bilüri. "
Kaygusuz Abdal
Kaygusuz Abdal Budalaname adlı eserinde insanın yaratılmasının nedenini: "Adem dünyaya gelrnekten
murad hernan kendüyi bilüp Hakk' ı anlamakdur. Ta
ki Hakk'ı batıldan fark idüp öınrüni telef etmemiş
ola. Çün sen dahi ademüm dirsin. İbret ile vücudun
kubbesine çık, bu salıranun düzine ve enişine bak ve yokuşına nazar ey le. Korkulu menzilleri öndin yolda.
Ta ki yol vurandan emin olasın."20 şeklinde açıklar.
KENDiNi BiLEN RABBiNi BİLİR
Adem oğlu dünyaya vasıl olduktan sonra "Men 'arefe nefsehufe kad 'arefe rabbehu: Kendini bilen Rab
bini bilir." kutsi hadisi uyarınca yukanda belirtildiği gibi Allah'ı bilrnek üzere, onu müşahede etmek üze
re yola çıkar. Kaygusuz Abdal bu hadisin manasını bir başka eserinde şu şekilde açıklar: "Pes ad em ken
düyi bilmek mücerred Hakk'ı bilrnek gibidür. .. Nef
sini bilen rabbini bilür. Ve bu maı::ayı dahi beyan ide-
yim. Çünki bir kişinin aklı bu babr-ı mana'ya irdi,
gawas (dalgıç) oldı. Her cihete baJ<dı azat oldı. El
bette ol devleti bulur. Ve şeş cihetr gördü ki kendü-ı
nün gölgesi gibidür ve ol dem bil<liğü öz bahr-i mu-
hitdür. Ve burada güft ü gO çokdur ve göz akl iman
olur. Ve burada kişiye hidayet-i Hak kavi gerekdür.
'Allalıümme yessir velti tüassir'. Ve girü bu alemün
sıfatına onsekiz bin alem insana müteallikdür. On sekiz bin sıfatdur. "21
Şeyh Safi "Men 'arefe nefsehu'"nun manası budur
ki: Şahıs, nefsine arif ola ve nefsinin ayıplarına mut
tali ola ve nefsinin ayıplarına muttali olduktan sonra
nefsinin ıslahına meşgul olur. Mesela şunun kibi ki
bir kimse tonında necis görse, anun tabaretine meş
ğul olur ve nefsun bu ayblanndan taharet i tmek, tez
kiyedür ve her kimse ki tezkiye itdi, nefsden kurtul
dı. Çünki nefsden kurtula. Hak Taala'nun azabından
dahi kurtılur. Pes ol zaman Ki nefsteberra (teberi)
ider, şol bir kuşcugaz gibi kibi ki tuzaktan kurtula
pervaz ider.
Çünkü nefsden teberra (teberi) ide, Hazret-i İzzet'e feveccüh eder. Ve andan sonra marifet-i nefis tabsil
itmiş olur ve kendüyi anlarnış olur. Ol vaktin anun
gönli gözi, Hakk tarafını görüci olur. Ve Hakk
Ta'ala'yı bilrnek nefsini bilmekden sonra olur. Yani
bu didüğüroüz takrir üzerine evvela kendü nefsine
marifet hasıl ider (ve andan sonra) marifet-i Hakk
Ta'ala'ya tahsil ider."22
Ve yine "Mutu kab/e en temutu: Olmeden önce
öliin." hadisini Şeyh Safi şu şekilde açıklar: "Ve ha
dis-i 'Mutu k;ıble en temutu'dan murad fenay-ı be
şeriyyetdür, sıfat-ı nefsaniden, yani ölün, ölmezden
öndin ve dirilün haşrde dirilmezden öndin. Çünkü
hayat müteakib-i mevtdür. Mana-yı 'mutu' oldur ki
ölün ta zinde olası, mevt-i suri gelmezden öndin, ya
ni alıval-i mevti ve alıval-i kabri ve alıreti malum ve
müşabede idün ta ki sahib-i yakın olasız, ta ki iman
bil-gayb, iman bil-yakıne mübeddel ola."23
Sofiyanın ''Mutu kab/e en temutu" hikmetine vasıl olabilmesi için evvelanefs-i emmareyi terk ve terbi
ye etmesi ve kalben mutmain olması gerekir
" ... "Kiillü nef.~in ztiikatu 'l-mevt. "24 Yani ölmezden
ölmek gerek, ta ki mürnin sıfatı sıfatlaorruş. O za
man: "el-Müminune lti yemutune bel yunkalune min
dtiri '1-fentii ilti dtiri 'lbektii: Mürninler ölmezler bila
kis fena tileminden beka tilemine göçer/er." Hadisin
manası budur ki: "Mürnin ölmez, belki bir evden ve
bir eve vanr." Yani dünya mülkünden geçip, ahiret
mülküne naklederler. İmdi mürnin ona derler ki ken
dini mütmainneye ir göre, o vakit, "Men 'arefe nefsehu fekad 'arefe rabbehu: Kendini bilen Rabbini
bi/il: "makamına ve sırrına ermiş olur. Yani bir kimse kendinin ne idi, ne olduğunu bilse, Hak Teala'yı bilmiş olur. İmdi bilmek odur ki nefs-i emmareye
uymaya. Zira nefs-i emmare kafirdir ve münafıktır.
Ona tabi olan dahi münafıktır. Bir dahi nefs-i emmare, zahitliktir ve nefs-i mülbeme, ~ıklıktır ve nefs-i
mutmainne, arifliktir. İmdi bu netisieri bilip hilele
rinden haberdar ola ve eğer bilmese kendine zulmetmiş olur. "İnnelıü ktine zalıimen cahil/en: O pek zti
lim, pek ctilıildir.ıs mucibince hakkı bilmiş olur ve
bir kimse mutmainne sıfatını sıfatianmış olsa, hakkı
bilmiş olur ve bir kimse mutmainne sıfatını sıfatian
mış olsa, o vakit benliğinden gider. Dahi dünya ve
ma-fiha gözüne görünmez olur ... "26 Bir başka yerde "İmdi bir kimse ki hak yoluoda baş ve candan, mülk
ü maldan geçip, vahdet menziline erişmek gerekir. O
vakit cemi sırlar keşfolur, gönlü gözü açılır, her saat
Allah nurunu temaşa eder. O kişi ehl-i marifet olup,
hiç noksap..ı olmaz. 'Men 'm·efe nefselıufe kad 'are
fe rabbehu' sırrına erişir, cemi mürşitler ile 'lalımeke /ahmi: etin etirndir' olur. O vakit cümle umfır-u
dünya onun gözüne görünmez olur. O vakit nar dahi kendine nur olur. "27 şeklinde açıklanmaktadır.
Terbiye sürecinin uzunluğu ya da kısahğ1 tamameıııı TaDib' in u,abiftôyetine bağhdur. Kimi Hurk ylK çile çeker bir adım ilerleyemez, kimi menzile rehberinden evvel var1r. 11-Dz. Muhammed /Vhııstafa'mn da müırebbisüniıııı CebıraiU oRduğu kabuB edilir.
ŞEYHİOLMAYANOONŞEYIUŞEYTANDIR
Sofiyao sürekleri "Men 'arefe nefse/nı fe kad 'm·efe
rabbelıu" sırrına vakıf olabilmek için bir mürebbiye
bel bağlanmasını salık vermektedirler ve mürebbi-.. siz-rehbersiz menzile erişilemeyeceğini düşürırnek-
tedirler. Talip olan kişi ewela tövbe kapısına gelmiş
tir. "Yti eyyülıellezine timenu tübU ilalltilıi tevbeten
nasühti: Ey iman edenler! Allalı Tealti ya (giinalıla
rmızdan) nasuhpir tevbe ile (sıdk ve ihltisla ölünce
ye kadar bir daha günah işlememek iizere nefsine
öğüt veren tevbekarlar gibi) tevbe edin! "28 Tarikat
kapısı tövbe kapısıdır. Aslında bu durum hemen tüm
tasavvufi ekoller için geçerli bir tutumdur.
SAYI 19 SONBAHAR 2010 ESKIYENi 89
"Müi·ebb 'olan Ali gerek, Dört kapuda eli gerek, Musahibin Hali gerek, Zira Ali Muhammeddir. "
Sofi süreklerinde diğer tasavvufi ekollerden farkli olarak mürebbi olacak kimsenin Ali soyundan gelmesi esastır. Bisati buyruğunda mürebbinin özelliği şu şekilde açıklanır: "imdi bir kimsenin mürebbisi olmasa o, hakkı ve hak yolu nice bilir? Öyle olsa onun şeyhi şeytan olur. Ama mürebbilik dahi şu kimsenin hakkıdır ki irşadında ve nazarında ve erkanında ve edebinde kaim ve yetmiş iki millete cümle eşyaya bir n azar ile baka ve başında tac-ı arif ve tesellası MurtaiaAli'ye ve eviadına yetiştire ve şeriatı Muhammed! onda karnil ola. "29
§ofi süre!deri "ievhit" inancına her şeyin başa oDaırak gön-mıiiışleırdlôır. n<u:znlll:ııaş buyn-uHdan-armıı tamammda "iiı~ sünnet, yedô faır:z" şe!düuııde
yapdan formülasyondia istisnasaz bir· şekilde il~ sünnet ~ll<elime-i lfevhit'dir.
Terbiye sürecinin uzunluğu ya da kısalığı tamamen Talib'in kabiliyetine bağlıdır. Kimi kırk yıl çile çeker bir adım ilerleyemez, kimi menzile rehberinden evvel varır. Hz. Muhammed Mustafa 'nın da mürebbisinin Cebrail olduğu kabul edilir. "Kalennebiyyu saliallah u aleyhisselam: Men 'arefe neftehu fe Icad 'arefe rabbehu. ' ve bir hadis dahi buyurur: "Levla 'l
mürebbi mii 'araftu rabbf: Şayet mürebbim olmasay
dı Rabbimi bilmezdim. " Yani demek olur ki: "Bana Cebrail-i Emin rehberlik eyledi." İmdi rehber, kişinin hak yolunun piridir. Zira; "Bana Cebrail rehberlik etmeseydi tarik-ı hakkı o kadar bilm~zdim." dedi. İmdi bir kimsenin mürebbisi olmasa o, hakkı ve hak .yolu nice bilir? Öyle olsa onun şeyhi şeytan olur. 30 Nitekim tasavvuf ehlinin kullanmayı çok sev
diği bir badise göre "Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır." denirken yine bir başka hadiste "Şeytan ademoğullannın damarlannda dolanır." buyrulur.
Sofiyan süreklerinde şeytan çoğu kez nefs ile bir tutulmuştur ve onun için de nefs bor hakir görülmüştür. Nitekim Şeyh Safi nefsin üç olduğu bildirilir: 'emmare, levvame ve mütmaine'. Nefs-i mütmainnenin yeri ahlak-ı hamiddir ve nefs-i emmarenin ise örtülü, görünmez olduğunu belirttikten sonra "Nice ki Şeytan ademoğlunu göremez. Tamartannun içinde ki: "İnne'ş-Şeytane yerci min İbni Adem mec-
90 ESK IYEN I SONBAHAR 2010 SAYI 19
ra'd-demi: Muhakkak ki Şeytan ademoğlunun damarlarında, kanın dolandığı gibi dolanır." Hemçünan nefs-i emınare dahi mahsus değildür ve nefs-i
emmare dayirn arnir-i measi ve vevesedür, yani masiyet buyurıcıdur ki: " ... İnn'n-nefse le'emrnaretu'n bi's-su'i.. .: Çünkü nefs kötülüğü emreder." Ve gah
olur ki nefs-i emmare bir kimsenün elinde Müslü
man olur, lal.<in münafı.k olur. Zira ne kadar ki kendüyi Müsliman suretinde gösterürse girü nifakını terk itmez ve nefs-i emmareyi kimse aciz ve müsabher idemez, illa kavi riyazetle ve kati aclıgıla ki: "Eci' kelbeke ye yuti'ke: Köpeğini aç tut ki sana ita
at etsin." Yani kelbün ki nefsündür, acıkdur, ta ki sana muti ola.Jı denir.
SOFİNİN HALİ NiCEDİR
Konuyu uzatmamak için sofiyanın yani yola talip
olan kimsenin bir takım özelliklerinden bahsederek konuyu kapatmak istiyorum. Talip olan kimse Hakkın cemalini arzulayıp geldiği için ona göre davranmak zorundadır. Buyruklara göre talibin hakkı (so
rumluluklan) altıdır:
1- Edebi beklemek.
2- Avamdan kesilmek (Avamdan kasıt yol ehli olmayanlar ile düşüp kalkmamak).
3- Mahremini bilmek (Musahib kardeş edinmek ve zina etmemek). 4- Bütün kötü fiilieri terk etmek. 5- Evliyayı hazır ve nazır bilmek. 6- Hakka ve halka zararlı iş işlememek.32
Evliya ve talibin on iki kavli (sözleşme) vardır altısı talibindir. Bu on iki kavil buyruklarda değişik şekillerde verilmekte ise de özü itibariyle bir birine ben
zer. Buyruklara göre bir talip kendisine düşen altı kavli bilip, yerine getirmezse davası manasızdır, bu kaviller:
1- Namaz ve niyazdır.
2- Mücahededir (bu muhtemelen müşahede olmalıdır). Talipterin birbirlerini ziyaret etmesi, 3- Avamdan uzaklaşması, avam lokması yememesi, 4- Daim taharetli olması,
5- Rıza-ı Babullahta olması, 6- Dilinde daim zikr-i hak olmalıdır.JJ
Sofi sürekleri "tevbit" inancını her şeyin başı olarak görmüşlerdir. Kızılbaş buyruklarının tamamında "üç
sünnet, yedi farz" şeklinde yapılan formülasyonda istisnasız bir şekilde ilk sünnet 'Kelime-i Tevbit'dir.
"Hakkı çok ve devamlı olarak zikretmelidir ki, zik
rin nuru kalbine düşsün. Ve gece gündüz, gizli aşikar Tevhid kelimesini söylemelidir, ki nefs-i emmarenin kökünü kessin, takvayoluna gön~~ bağlayıp cila versin."34 Kelime-i Tayyibe: La ilahe İllallah'dır. "Çünki kelime-yi tevhid'ün devamı olan, anun devamı ile gönül yirin yumuşak olur ve kabil olur ve anda bir kök biter ve nefsin kökini kazar, giderür. ve ol şerbet müfid olur. "35
Kalelialı u Tea la: "Ya eyyuhellezfne ame1ıu 'z- kurultahe zikran kesira: Ey fman edenler! Allah Teata 'yı
çok zikredin. 36 Yani şöyle buyurur ki: "Ey bana iman getiren kullanın, siz beni çok çok zikreyleyin gece ve gündüz. Ben dahi sizi anayırn ve türlü türlü nimetler vereyim." Çok çok zikredip anınaktan murat odur ki arifler nazannda günahianna özür dileyip yolunuza insaf eylemek gerekir. Bir günahkar günahını bilip, tövbe edip, benim, zikrimle meşgul olsa, daima ben ondan razıyırn. Benim razı olduğumdan malumdur ki arifler ve aşıklar nazarında daima yüzü yerde ve niyazda ve her mürnin karındaşa iyilik eylemek üzere olur ve daima günaha özür içinde olur ve meşayıh ve mürebbi nzasında olur. O vakitte ben ondan razı olmuş olurum."
"Arı olanların balıdır tevlıit,
Bülbül olanların güliidür tevhit. "
Yunus Eıme
Safiyan süreklerinin Allah'ı zikr etmeye verdiği önem şeriat ehli tarafından genelde namaz ile karşılaştınlmaktadır. Safiyan namazı geri bıraktığı düşüncesi ile itharn edilmektedir. Bu konuyu Şeyh Sa-, fi şu şekilde· açıklamaktadır:
Sual itdiler Şeyh 'a şu ayetten ki: " .. .İn ne 's-salate tenha 'ani '1-falışa 'i ve '1-miinkeri ve le zikrullahi ek
beru: Muhakkak ki namaz lıayasızlıktan ve kötüiiikten alıkoya1: ;J.llah 'ı anmak elbette en büyüktü1:"37
Çünki namaz, azam-i erkan-ı İslamdur, ittifakıla ve zahir delillerün bazısınun saribi ile ve ol cümleden birisi old_!.lr ki çün vakt-ı vukuftar aldı Arafat'da, evvel haccun farz namazın kılmak gerek. Eger farz na
maza meşgul olursa, Arefede, vukuf fevt olur. Anun namazın takdim itmek gerek, haccı takdim i tmek değül. Pes, çün namaz ekber-i erkan-ı İslamdur, zikrullah, yani Allah'ı zikr itınek nice ekberdür? didiler.
Cevap: ... Allah'ı zikretm~k anunçün ekber olur namazdan ki namaz fahşai zahirden ve münker-i zahirden men ider kişirıi. Şu delil ile ~ bir kimse namaza
meşgul olsa ol kimseden fahşai münker-i zahiri gel
mez ve zahir, namazgahı hal.kdur. Lakin namaz, fahsai münker-i batıniden nehy itmez. Ol kimseyi şundan ötürü ki vakt ola ki bir kimse namaz da ola ve gönli fahşai münker-i batıniye meşgul ola ve batın, nazargahı Hakk'dur. Amma Allah'ı zikr itmek, batını safi kılur. Fahşai münker-i batıniden ve nazargahı Hakkı fahşai miliıkerden pak eyler. Pes zikrullah namazdan
anunıçün ekber olur ki ve le-zikkullahi ekber.
Safiyan zikr-i Hakk'ın azim ibadet olduğuna kanidir
ancak bu diğer ibadetleri yok saydığı anlamında değildir.
SONUÇ
Yukanda ana hatlan ile belirtmeye çalıştığırn üzere safiyanın Allah ile ilişkisi bu hal iledir, aşıkın maşukunun peşinden gitmesi gibi sufi de ümitle Hakk'ın deryasından bir katre nemalanmak heyecaniyle per
vaneler gibi kendini ateşe atar. Yol uzundur ve kavidir. Safiyanın iki yüzü vardır biri halk için diğeri Hakk içindir. Halk için de şeriatı gözetir çünkü azim kapıdır, peygamberler serveri Muhammed Mustafa'ya verilmiştir. Tarikat kapısı Aliyel Murtaza'ya
verilmiştir; her kimse bu sırra eremez. Nitekim Peygamber: "Ene Medinetün ve Aliyyün babıha: Ben şe
hirinı, Ali de bu şehrin kapzszdır." buyurur. Hakkın sırrına mazhar ol~ak dileyenler o kapıya yüz sürerler. O "Kur 'an-ı natık: Konuşan Kuran" dır. O yüzden özün :taşra (na-ehle) açmak sım faşetmek sayılır. Safiyanın bu hali kıyl-u kale (dedi kodu) sebep olmuştur. Onun dilinde gizli sır ile söylenen sözler küfür addedilrniştir. Cehl ile var olanlar, Hakkın sır- .
rıodan bi-haber olduklanndan ve bazı sofi görünümlü narlanlar yüzünden Safiyanı küfür deryasında bilmişlerdir. Sufi, sırrını içine görneodir o yüzden "men
aşıka feajfe fektem femati şehfden: Her kim ki aşık olduğu halde iffetli yaşar ve aşkını gizli tutarak ölür
se şe/ı ittir." buyrulmuştur.
Sofi yolunu takip etmeyi dileyen kimsenin Hakk ile arasında her nefeste devam eden bir hal üzere derin
bir rabıta ' kurması gerektiğini kısaca izaba çalıştık.
Allah ile aradaki rabıta kurulduktan sonra sufinin seyr-i süluku kabaca üç hal üzere gelişir. Evvel korku, ikincisi ümit ve nihayetinde temaşa ve m.uhab-, bettir. Sözü burada noktalayıp büyük kızılbaş ozanı Pir SultanAbdal'ın kızılbaş yol-edep ve erkanını anlattığı bir şiiri ile noktayı koyalım, Sadakallahül
azim.
SAYI 19 SONBAHAR 2010 ESKIYENI 91
Gönül gel karardan aşma,
Sözüm sana meveddettiı:
Gafillen bacadan diişme,
Evvel ka pt şeriatın:
Eğer bu sırra erersen,
Dolan kapıdan girersen.
Tarikat farz m sorarsa n,
Yedi farz, iiçii siinnettiT:
Tarikat bir oddur ya km;
Kimi ham, kimi has çıkaı:
Her aşık bir çakmak çakar.
Çırağzn yakan üstatdıı:
Hizmet erenler yoludw;
Ciimle ilmin evvelidiı:
Alıdimiz ka/u be/i'dil;
Bundan dönen kişi mattu:
İbtida talip olunca,
Düşmana galip olunca,
Dört can bir kalıp olunca,
Menzili bi-nilıayetti1:
Miirebbisi Ali gerek,
Dört kapıda eli gerek,
Miisahibin /ıali gerek,
Zira Ali Mulıammet 'tiı:
dipnotlar
ı Bakaral 117
Nisa/126 1 Kasas/88
Şeriattan edep öğren,
Al bu pendi beli n bağla n.
İbn/e üsıad olur oğlan, Kimi farz, kimi sünnettiı:
Gelin girelim bu babı,
Açı/sm aşkın kitabı.
Eğer anlarsan hesabı,
Andan sonra tarikattu:
Tarikatta kamil olan,
ilmi ile amil olan,
Bu yolda miikemmel olan,
Evvelmertebe Jıizmettiı:
Kend 'öziimiize gelelim,
Tarikat nedir bilelim.
Yoklukta sefil olalım,
İbtida yiiz iradetti1:
Hakikat genc-i nilıandır.
Marifet gevlıer-i kandu;
Yedi yüz yetmiş mizandıı;
Ötesi ilm-i hikmet/il:
Pir Sultan der: Ka/u beli,
Dedik ya Mıırtaza Ali.
Kim kadeh içer kim dolu,
Bu bize bir acep derttil: "
Pir Sultan Abdal
• Kcşf'ul Hafa, ll, 132, Hadis:20 16 5 Fütüvvcınamc-i Ca'fcr-i Sadık, Hzl. Saffet Sankaya, Horasan
Yay., istanbul 2008. s.l77.
' lmam-ı Cafer Buyruğu, Ayyıldız Yayınlan, Hamle Matbaası 1959,
Istanbul, s.l16-119. 1 Güzel, Abdurrahman, Kaygusuz Abdal'ın Mensur Eserleri, Kültür
ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 1983, s.l64 vel66.
• lmam-ı Cafer Buyruğu, AyyıldızYayınlan, Hamle Matbaası 1959, İstanbul, s.ll4.
92 ESKIYENI SONBAHAR 2010 SAYI 19
9 imam-ı Cafer Buyruğu, Ayyıldız Yayın lan, Hamle Matbaası 1959, Istanbul, s.l21-122.
10 Bakara/30. 11 lmam-ı Cafer Buyruğu, Ayyıldız Yayın lan, Hamle Matbaası 1959,
Istanbul, s.62-63.
ı1 Sad/72.
ıı Siid/74.
ı• Sad/76.
ı5 Kaf/16.
ı6 Elmalılı meali.
ı7 Kutlu, Sönmez, Makalat Şeyh Safi Buyruğu, s.282. 11 imam-ı Cafer Buyruğu, Ayyıldız Yayın lan, Hamle Matbaası 1959,
Istanbul, s.64.
t9 Kutlu, Sönmez, Makalat Şeyh Safi Buyruğu, s.311 . 10 Güzel, Abdurrahman, Kaygusuz Abdal'ın Mensur Eserleri, Kültür
ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 1983. s.62.
lı Güzel, Abdurrahman, Kaygusuz Abdal'ın Mensur Eserleri, Kültür
ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 1983. s.l47.
n Kutlu, Sönmez, Makaint Şeyh Safi Buyruğu, s.l95.
n Kutlu, Sönmez, Makalat Şeyh Safi Buyruğu, s.253.
ı• Al-i imran/185 "Her nefis ölümü tadıcıdır." 15 Ahz;ıb, 33/72.
26 Bisati Buyruğu, varak 22a,22b.
! 7 Bisati Buyruğu. varak 30b.
2fi Tahrim/8: "Ey iman edenler! Allah Teaiii'ya (günnhlannızdan) na
silh bir tevbc ilc (sıdk ve ihlfısla ölünceye kadar bir daha günah iş
lcmemck üzere nefsine öğüt veren tcvbckarlar gibi) tevbc edin!. .. "
l9 Bisati Buyruğu, va rak ı Oa, 1 Ob.
ıo Bisati Buyruğu, varak 1 Oa.
ı ı Kutlu;Sönmeı, Makalat Şeyh Safi Buyruğu, s.276-277.
n lmam-ı Cafer Buyruğu, Ayyıldız Yayınlan, Hamle Matbaası 1959, istanbul, s.75. "Şeyh Sadreddin rahmetullahi alcyh eydür: 'Talibin
hakkı nedir?" Şeyh Safi cydür: "Talibin (hakkı) budur ki avamdan
kesile ve avam ilc durup, oturmaya. Zira avam, ch l-i şekavettir ve
mümimi.n, ch l-i saadettir. İ.mdi nur ilc zulmct bir yerde olmaz, on
lardan kesilmek ibadettir ve kanşmak aynı şckavcttir, sait ilc şaki
bir yerde olmaz. Ve bir hakkı dahi odur ki mahrcmini bula ve onun ilc musahip ola ve cemi bilisini unutup, evliyayı her yerde hazır
bile. Evliya iradeliyle ve emriyle ola ve vilayet bckleyc ve evliya
nın hakkı odur ki talibin kalbinenazar cde. Hangi talibin kalbi pak
ise, cvliya nazannı o talipten ayırmaya ve kalbi pak olmayan ta
liptcn ve hak dahi bizardır." Sisari Buyruğu, varak 52a.
ıı İmam-ı Cafer Buyruğu, Ayyıldız Yaymlan, Hamle Matbaası 1959,
istanbul, s.79. "Ve dahi ey talip, evliyanın on iki kavli vardır. Al
nsı talip hakkı, altısı mürşit hakkındadır. Evvela, biri namaz. tkinci, ni yaz. Üçüncü, müşahcdc yani hakka baka ve hak oturn ve bir
birini ziyaret eylemek. Dördüncü, ava m lokması yememek. Beşin
ci, yalan söylcmcmck. Albncı, zina ve livata etme[mc)k. Bu altıyı
yerine getiren kanndaş Muhammed Ali'nin dostudur. Mürşidin
hakkı olan kavli, mürşit cömert gerekir ve sahib-i irşad gerekir ve
teseliası Marteza Ali'ye yetiştire ve erkan-ı evliyayı bile ve ccir cylcyc ve halini, yavaş ola, üstat buyurmuştur, gaflet olmaya.
14 imam-ı Cafer Buyruğu, Ayyıldız Yayın lan, Hamle Matbaası 1959,
Istanbul, s.79.
ıs Kutlu, Sönmez, Makalat Şeyh Safi Buyruğu, s.l33. 36 Ahzap/4 ı. 31 Ankcbuı/45.