sİ kızıl bayrak 2009-34

32

Click here to load reader

Upload: kizilbayrak

Post on 30-Mar-2016

237 views

Category:

Documents


6 download

DESCRIPTION

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı 2009-34 / Eylül

TRANSCRIPT

Page 1: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34
Page 2: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

2 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLER“Açılım”da son perde. . . . . . . . . . . . . . . 3

12 Eylül’ün hesabını işçi sınıfı ve

emekçiler soracak…. . . . . . . . . . . . . . . . 4

Türk egemen sınıfları NATO’da

daha etkin roller peşinde! . . . . . . . . . . . . 5

“Kürt açılımı” aldatmacası

dökülüyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6

1 Mayıs Mahallesi Festivali’nde

gazetemize yönelik alçakça saldırı... . . . 7

1 Eylül Dünya Barış Günü

eylemlerinden...... . . . . . . . . . . . . . . . . 8-9

Döktükleri kanda boğulacaklar! . . . . . . 10

Güler Zere ve hasta tutsaklar

serbest bırakılsın! . . . . . . . . . . . . . . . . . 11

“Sağlıkta dönüşüm” işçi ve emekçilerin

sağlığını tehdit ediyor! . . . . . . . . . . . . . 12

Toplu görüşme oyunundan sefalet ücreti

ve işgüvencesinin gaspı

planı çıktı!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 13

İşçi ve emekçi hareketinden....... . . 14-15

Devletin devekuşu politikası ve

boşa çıkan İmralı çizgisi . . . . . . . . 16-18

Kriz, direnişler ve

Metal İşçileri Kurultayı . . . . . . . . . 19-20

“Metal işçilerinin birliği

için kurultaya!”. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 21

Nükleer santrallere hayır!. . . . . . . . . . . 22

Entes direnişi güncesinden... . . . . . . . . 23

İşçi sınıfının devrimci sanatçısı

Yılmaz Güney kavgamızda yaşıyor! . . 24

Kadına yönelik

sıradanlaştırılan şiddet!… . . . . . . . . . 25

Sermaye devleti suyu siyasi şantaj aracı

olarak kullanıyor! . . . . . . . . . . . . . . . . . 26

Kıta halklarının örgütlü direnişi

süreci belirleyecektir!. . . . . . . . . . . . . . 27

“Açılımın” açmazları . . . . . . . . . . . 28-29

Sincan Kadın Hapishanesi’den

mektup. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 30

Mücadele postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Mollaşeref Mh. Turgut Özal Cd.

(Millet Cd.) No: 50/10 İstanbulTel: 0 (212) 621 74 52 - Fax: 0 (212) 534 95 90

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: SM MatbaacılıkÇobançeşme Mh. Sanayi Cd. Aytay Sk. No 10 A Blok

Yenibosna / Bahçelievler / İSTANBUL / Tel: 0 (212) 654 94 18

Sayı: 2009/34 l 4 Eylül 2009Fiyatı: 1 YTL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Ayten ÖzdoğanEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tanKızıl Bayrak’tan

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

Geçtiğimiz günlerde PKK çizgisindeki Kürthareketi cephesinden gazetemize yönelik sergilenensansürcü-dayatmacı tutum, son günlerde fizikisaldırılara kadar vardı. Bu yıl yedincisi düzenlenenGeleneksel 1 Mayıs Mahallesi 2 Eylül KuruluşFestivali’nde gazetemize saldırı tehdidiyle yasakkoymaya çalışan bir grup, bu tehditleri sökmeyince işizorbalığa vardırdı. Bu saldırı sonucu, standımızdağıtılıp gazetemiz parçalanırken yoldaşlarımız dafiziki saldırıya uğradılar. Hızını alamayan gözü dönmüşgüruh TUYAB standını da dağıtarak devrimcitutsaklarla ilgili afiş ve pankartları parçaladı. Buprovokatörler daha sonra Kadıköy’deki 1 Eylülmitinginde de ortaya çıkarak alandaki Kürt gençlerinikomünistlere karşı kışkırtmaya çalıştılar.

Bu saldırgan tutum, Kürt gençliğinin samimiduygularını da istismar ederek komünistleri vedevrimci güçleri hizaya çekme, kendi istediği potanıniçinde şekil verme niyetin ürünüdür. Ancak bu,sonuçsuz kalmaya mahkum boş bir çabadır.

15 yıllık yayın tarihi boyunca Kızıl Bayrak devletinsayısız saldırısına uğradı. Büyük bir kısmı Kürtsorunundaki tutumundan dolayı olmak üzere sayısızkez toplatıldı, kapatıldı. Çalışanları kurşunlandı,gözaltına alınıp işkencelerden geçirildi. Tutuklanıponlarca yıllık hapis cezalarına çarptırıldı. Fakat busaldırılar karşısında Kızıl Bayrak dalgalanmaya devametti. Ne devrimci çizgisinden, ne kararlılığındanvazgeçti. Bugünden sonra da nereden gelirse gelsinhiçbir baskı ve zorbalık karşısında bu çizgisinden vepratik tutumundan, devrimci eleştiri silahındanvazgeçmez, konumunu terketmez.

Öte yandan devrimci eleştiriye karşıtahammülsüzlüğün devrimci propaganda ve ajitasyonözgürlüğüne yönelik dayatmacı bir zorbalığa dönüştüğübu olay, karanlık bir amaca hizmet etmektedir. Kürtgençliğinin düzene karşı artan öfkesini istismar ederekkomünistlere karşı yöneltmeye çalışanlar, bilinçli ya dabilinçsiz olarak bu öfkeyi yolndan saptırmakta düzendışı arayışlara dönüşmesine engel olmaktadırlar.Bundan dolayı da düzen güçleri tarafından istismaredilmeye ve yönlendirilmeye açık durumdadırlar.

Fakat ne yazık ki sergilenen bu tutumlar, ilgili Kürt

hareketinin siyasal öznelerinin ve bir kısım“devrimcilik” iddiasındaki çevrenin bu gerçeği anlamakve buna uygun bir sorumluluk bilinciyle hareketetmekten yoksun olduklarını gösteriyor. Bu yaklaşım,ilki şahsında düzenin tasfiye amaçlı “açılımı”ndandolayı özgüven sarhoşluğu yaşayanların, ikincisişahsında ise güce tapınan küçük-burjuvanın siyasalyaklaşımıdır. Bu yaklaşımların ve bunların ürünüzorbalıkların başarıya ulaşma şansı yoktur.

Son olarak buradan ilgili Kürt hareketinin siyasalöznelerini vahim sonuçlar doğurabilecek bu saldırılarıdurdurmaya, devrimci-ilerici güçleri de devrimcideğerlere yönelik bu zorbaca saldırılar karşısında tutumalmaya çağırıyoruz.

KKiittaappççııllaarrddaa.. .. ..

Sosyalizm İçin

Page 3: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

Kapak Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 3Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

Sermaye düzeninin “Kürt açılımı” konusunda ilkdönemde oluşturduğu iyimser hava bugün büyükölçüde dağılmış bulunuyor. Bunun böyle olmasındaCHP ve MHP gibi partilerin şoven ve saldırgantutumlarının sadece dolaylı bir rolü var. Dolaysızca roloynayan, devletin yönetici katlarını tutan ve“açılım”da doğrudan sorumluluk üstlenen güçlerdir.

Bu güçlerden ordu “kırmızı çizgiler”i çekmekleyetinmedi. Dahası bir de buradan sağladığı politikimkanları da değerlendirme yoluna gitti. Bu amaçla“30 Ağustos Zafer Bayramı”nı bir güç gösterisineçevirmeye çalıştı. Kuşkusuz ordunun bu tutumu, onun“açılım” sürecinin dışında olduğu anlamına gelmiyor.Aksine “açılım” bir devlet politikası olarakbenimsenmiştir ve bunun böyle olduğu son MGKtoplantısı aracılığıyla ilan edilmiştir. Ordunun bugerçeğe rağmen “kırmızı çizgileri” çekerek CHP veMHP tarafından örgütlenen şoven muhalefetle yanyana geliyor izlenimi oluşturması bu gerçeğideğiştirmemektedir.

Ordu kurulu düzenin bekçisi sıfatıyla bir “balansayarı” yaparak “açılım”ın hedeflerinin dışınataşmasına engel olmak istemiştir. Fakat yine de,ordunun tutumunu sadece bununla açıklamak durumufazlasıyla basitleştirmek olur. Çünkü, ordu vehükümet arasında bugün her ne kadar ABD’nin iradesiüzerinden bir uyum sağlanmış olsa dahi, aralarındakigerilim ekseni varlığını korumaktadır. Dahası, “Kürtaçılımı”nın hemen öncesinde “belge skandalı” ilebaşlayan şiddetli bir iç çatışma dönemi yaşandı. Busüreçte ordu köşeye sıkıştırılmış ve imajı alabildiğineyıpratılmıştı. İşte, ordunun “kırmızı çizgileri”çizmekle yetinmeyip buradan kazandığı primi “güçlüordu, güçlü Türkiye” parolasıyla bir kampanyayadönüştürmesinin sırrı da buradadır. Ordu böyleliklebulduğu fırsatı kullanarak bu arada bir süreliğineertelenen düzen içi çatışmada pozisyonunugüçlendirmenin hesabını yapmıştır. Ancak bunuyaparken yine de çizgiyi aşmamaya özen göstermiştir.Zira bugün ordu cephesi hala da savunma konumundabulunmaktadır. Zaten bu çıkışı dahi anında karşıyanıtlarla dengelenmiştir. Fakat bu kadarıylakalmayan AKP, kırmızı çizgi çekmede orduyla yarışagirerek ondan geri kalmadığını göstermiştir.

Sonuçta, bu tutumlarla birlikte “balans ayarı”yapılan “açılım”ın sınırları net biçimde ortaya çıkmışve kullanılan argümanlara da yansımış durumdadır.Öyle ki, başlangıçta “Kürt açılımı”, ardından“demokratik açılım” olarak tanımlanan plana gelinenyerde artık “Milli birlik projesi” denilmektedir.

Nitekim, konuya ilişkin bir muhasebe yapmak ve“açılım”ın bundan sonraki seyrine ilişkinyaklaşımlarını ortaya koymak üzere açıklamalardabulunan İçişleri Bakanı Beşir Atalay da “açılım”ınüzerindeki parlak cilayı tümden kaldırarak şunlarısöyledi: “Ama bu işin başı, silahların bırakılması vetabii tasfiye. Bunun için çok çalışmak gerekiyor. Omanada bütün alternatifler üzerinde de çalışılıyor.”

Atalay konuşmasında ayrıca, bir genel afdüşünmediklerini, resmi dil üzerine bir tartışmaolmayacağını ve anayasa değişikliği gibi birniyetlerinin olmadığının da altını çizdi. Böylelikle“açılım”ın bir tasfiye operasyonu olduğu daha netbiçimde anlaşıldı. Bu aynı günlerde Irak’ta bulunanDışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da Atalay’ınsöylediklerini pekiştirdi. Davutoğlu, Türkiye’ninetrafında bir güvenlik havzası oluşturmak isterkenPKK’nin Kandil ve Kuzey Irak’taki varlığını gözardı

edemeyeceklerini, bu varlığın bitmesi içinkullanılacak yöntemlerin tümünün kullanılmasıgerektiğini söyledi.

Devletin hedeflerinin bu kadar net olmasına karşınsonuca ulaşmakta zorlandığı açık. Bu zorlanmanınnedenlerinden ilki, nihai amaç olan tasfiyeyigerçekleştirebilmek için Kürt halkını ve Kürthareketinin direngen unsurlarını ikna edecek siyasal-psikolojik koşulları bir türlü oluşturamamaktır.Halihazırda “açılım”ın ilk günlerinde bu doğrultudaalınan mesafe dahi tümden kaybedilmiştir. Çünkü kısazamanda görülmüştür ki, Türk halkı içerisinde yıllarcabüyütülen şovenizm aşılması güç bir engeldir. MHPve CHP’nin buna oynaması bu engeli iyicegüçlendirmektedir. Düzenin toplumdaki bu şovenkirlenmeyi aynı zamanda Kürt hareketi üzerinde de birbasınca dönüştürmek üzere kullanma hesabı olmaklabirlikte, bu yaklaşım işleri iyice içinden çıkılmaz halesokmuştur. Zira bu, hem şovenizmin etkisi altındakikitlelerin giderek kemikleşmesine yol açarken hem deKürt halkı içerisindeki öfkeyi büyütmekte, “açılım”aolan inancını zayıflatmaktadır.

“Açılım”ı zora sokan nedenlerden bir diğeri iseÖcalan’ın tutumudur. “Açılım”ın anahtarı haline gelenÖcalan’ın biçime ilişkin bazı çıkışlar dışındabaşlangıçta “açılım” ile uyumlu bir tutum alacağıbekleniyordu. Fakat Öcalan yaptığı çıkışlarla düzenin“kırmızı çizgiler”ini aşan bir yaklaşım ortaya koydu.Yerel meclis, bayrak, özsavunma gücü vb. argümanlarbunun ifadeleriydi. Ancak aynı açıklamalarda bununbir pazarlık zemini oluşturma girişimi olduğunugösteren ifadeler vardı. Zira Öcalan ilgili görüşmenotlarında aynı zamanda süreçte rol üstlenebilmesiiçin koşullarının iyileştirilmesi gerektiğini söylüyor vefederasyon istemediğinin altını da çizme gereğiduyuyordu. Devlet bu beyanlar sonrasında İmralı’nınstatüsünü değiştirmek gibi bazı adımlar attı. Ancaksonuçta Öcalan’ın “yol haritası”nı da hiç değilseşimdilik saklama yoluna gitti.

Tüm bu zorluklar karşısında devlet katındanbugünlerde kararlılık mesajları verilmektedir. Böylebir mesajın verilmesinin nedenlerinden biri dağılaniyimser havayı yeniden oluşturmak olabilir. Fakatdiğer yandan da geri planda tasfiyeye ilişkin birpazarlığın sürdüğüne de yorulabilir. Ancak düzencephesinden sürecin yönetilmesi iyiden iyiyezorlaşmış bulunuyor. Çok yönlü açmazlarla yüzyüzekalan devlet, yalpaladığı ve kendi iç çatlaklarını dakontrol edemediği ölçüde, kararlılık mesajları verse detestiyi kırmadan mesafe almakta her geçen gün daha

çok zorlanıyor. Gelinen yerde toplumun şovenizminetkisi altındaki kesimleri faşist örgütlenmeler yoluylaharekete geçirilmeye çalışılırken, diğer taraftan daKürt halkının “açılım”a ilişkin beklentileri büyükölçüde tükenmiştir. Başlangıçta “açılım”a karşıtemkinli bir yaklaşımı mevcutken, bugün bu yaklaşımtümüyle bir hayalkırıklığı ve öfkeye dönüşmüştür. 1Eylül alanları bunu doğrulayan olgularla doludur.Alanlara çıkan Kürt emekçileri genel olarak busüreçten bir sonuç çıkmasını beklemedikleri yönündetepkiler vermiş, bununla birlikte verilecek kırıntılarada artık razı olmayacaklarını ifade eden bir tutumiçinde olmuşlardır. Bu bir yandan Kürt halkınınkazandığı özgüveni, öte yandan ise çözüm konusundakurulu düzene güvensizliğini göstermektedir.

Önümüzdeki günlerde devlet tarafından bugerçekleri hesaba katan bir dizi hamlenin gündemegelmesi kaçınılmazdır. Buna düzen içi çatlaklarıhafifletmeye yönelik girişimler de dahildir. Fakat asılgüçlük Kürt halkının beklentilerini bir nebze olsuntatmin etmek alanındadır. Hükümet, muhalefet veordu cephesinde yaşanan son “kırmızı çizgiler”yarışının ardından bu artık olanaklı değildir. Buaşamadan sonra kırıntı hakları aşamayan bir sözde“açılım” Kürt halkını hiçbir biçimde tatminetmeyecektir.

Bunca “açılım” gürültüsüne rağmen dağın bir kezdaha fare doğurması, kurulu burjuva sınıf düzenininKürt sorunu konusundaki yapısal çözümsüzlüğününyeni bir kanıtlanmasından başka bir anlamagelmemektedir. Bu gerçeğin gitgide daha açık birbiçimde açığa çıkmasının Kürt halkı cephesindemuhakkak ki önemli sonuçları olacaktır. Buna sorununçözümüne yönelik devrimci arayışların güç kazanmasıda dahildir. Sermaye devleti hesaplarını bu ihtimaligöz önünde tutarak da yapmaktadır. Burada en önemlive öncelikli hedef, Kürt ve Türk emekçilerinindevrimci mücadele birliğini engellemek olacaktır.

Son haftalarda gazetemizi hedef alan provokatifsaldırıları bu açıdan da değerlendirmek gerekir. Böylebir dönemde bu saldırıların hız kazanmış olmasıfazlasıyla düşündürücüdür. Zamanlaması veörgütlenme tarzı itibariyle tümüyle düzene hizmeteden bu saldırıların el altından devlet tarafındanyönlendirilmesi hiç de ihtimal dışı değildir. Buçerçevede kışkırtma ve provokasyonlar karşısındauyanık ve duyarlı olmak, buna yönelik girişimleriortak bir devrimci dayanışma bilinci ve ruhuyla boşaçıkarmak, ilerici-devrimci güçlerin günümüzdekitemel önemde bir sorumluluğudur.

“Açılım”da son perde

Page 4: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

12 Eylül düzeni sürüyor!4 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

12 Eylül protesto mitingini engellemeye çalışanların ve faşist Evren’i sahiplenenlerin darbekarşıtlığı tam bir ikiyüzlülüktür…

12 Eylül’ün hesabını işçi sınıfı ve emekçiler soracak!

12 Eylül askeri faşist darbesinin 29. yıldönümündeAnkara’da yapılacak mitingin afişleri “devletbüyüklerine hakaret edildiği” gerekçesiyle yasaklandı.Miting Tertip Komitesi, mitingin tanıtımı içinhazırladığı afişlere puzzle şeklinde Kenan Evren, VeliKüçük, Mehmet Ağar, Yaşar Büyükanıt, FettullahGülen, Devlet Bahçeli, Muhsin Yazıcıoğlu, TurgutÖzal ve Tayyip Erdoğan’ın fotoğraflarını koydu.Afişte “12 Eylül Darbesinin 29. YıldönümündeEmperyalizmi Faşizmi Darbecileri GericiliğiŞovenizmi Lanetleme Mitingi” ibaresi de yer aldı.Ankara Valiliği, “faşist, gerici, darbeci ve şovenist”ibareleriyle devlet büyüklerine hakaret edildiğini iddiaederek afişin asılmasını yasakladı.

Ankara Vali Yardımcısı Fahri Aykırı imzasıylagönderilen yasak kararı, Miting Tertip Komitesi’netebliğ edildi. Tebligatta şu ifadeler yer aldı:“İçerisinde devlet büyüklerimizin de bulunduğukişilere ‘faşist, darbeci, gerici ve şovenist’ gibi hakaretolarak değerlendirilen söylemlerle kamuoyuoluşturmaya, halkı kışkırtmaya, toplumda hükümete vekamu görevlilerine karşı kin ve nefret duygularıoluşturarak güvensizlik ortamı yaratmaya vetoplumda, siyasi parti taraftarı kişiler/gruplararasında tahriklere sebep olabileceği değerlendirilenafişin, ilimiz genelinde cadde ve sokaklara asılması veyapıştırılması valiliğimizce yasaklanmıştır.”

Valiliğin kararına tepki gösteren Miting TertipKomitesi adına bir açıklama yapan RuşenSümbüloğlu, afişin, darbelerin karanlık tarihinetanıklık etme temelinde hazırlandığını ifade etti.Afişlerinin 12 Eylül darbesinden bugüne uzanan süreciyansıtmak amacını taşıdığını belirten Sümbüloğlu,Ankara Valiliği’nin faşizmi ve zulmü teşhir etme vehesabını sorma çabalarını saptırarak gerçeğin özünükarartma çabasında olduğunu söyledi. AKP’ninyasakçı yaklaşımının kendisini bir kez daha eleverdiğini dile getirerek, “Bu yasak, darbecileriylehesaplaşmamış bir toplumun hükümeti olma vasfınauygun düşüyor. Bu yasak, sahte darbe karşıtlığımaskesini düşürtmüştür” dedi.

Öte yandan Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ vekuvvet komutanları, 4 Ağustos’tan bu yana GATA’datedavi gören 12 Eylül askeri faşist darbesinin şefiKenan Evren’i ziyaret ederek, darbeci paşanın “30Ağustos Zafer Bayramı”nı kutladılar. ZiyareteGenelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Kara KuvvetleriKomutanı Işık Koşaner, Deniz Kuvvetleri KomutanıUğur Yiğit, Hava Kuvvetleri Komutanı Hasan Aksay,Jandarma Genel Komutanı Atila Işık ve Ankara’dagörevli orgeneraller katıldılar. Generaller ziyarete tamtekmil katılarak faşist Evren’in izinden yürüdüklerimesajını verdiler.

Tüm bu gelişmeler de gösteriyor ki, bugün 12Eylül rejimi devam ediyor. Onun işçi sınıfı ve emekçikitlelere giydirdiği deli gömleği hâlâ parçalanmışdeğildir. İşçi ve emekçiler üzerindeki baskılar devamediyor, sendikalaşma, örgütlenme ve hatta grevlerfiilen engelleniyor. Ekonomi krizlerle sarsılıyor vekrizlerin faturası her zamanki gibi işçi ve emekçilereçıkartılıyor. Siyasal baskılar, yasaklar ve yasaklamalardevam ediyor. Devrimciler hücrelere tıkılıyor,katlediliyor. Kürt ulusuna karşı inkâr ve imha

politikaları uygulanmaya devam ediliyor.Cuntayla grevler yasaklandı, sendikalar kapatıldı,

artık asalak kapitalist patronların gülme dönemibaşlamıştı. Cunta zulmün, İMF-TÜSİAD ikilisiekonominin yönetimine geçmişti. Bu “düzenleme”bugün aynen sürüyor. 12 Eylül’den bu yana geçen 29yıl boyunca bu ülkede İMF-TÜSİAD kararları devletpolitikası olarak uygulandı ve uygulanmaya devamediyor. İMF-TÜSİAD kararlarının uygulanması için,“istikrar” adına her türlü zulmü, baskı ve yasağıuygulayan 12 Eylül generalleri ile bugün sermayedevletinin başında bulunan generaller ve hükümetarasında hiçbir fark yoktur. Emperyalizmin veişbirlikçilerin çıkarları için yüzbinlerce işçi sokaklaraatılarak işsiz bırakıldı. Zamlar kesintisiz sürdürüldü.

Bugün AKP hükümeti, dış politikada ABD’nin,ekonomide İMF-DB’nin, siyasette MGK’nınkurmaylığında, önüne konulan yeni sömürüprogramını harfiyen uygulayarak emekçileri cuntayıllarından çok daha derin bir sefalete, açlığa, işsizliğesürüklüyor. 12 Eylül, İMF reçeteleriyle, tekellerinvurgunlarıyla, yolsuzluklarla bugün de sürüyor.

12 Eylül bugün MGK’sı, Anayasası ve YÖK’ü veYHK’sıyla sürmektedir... 12 Eylül rejimi, kışlanizamını üniversitelere taşımak için YÖK’ü kurdu.Uygulamalar sonucu yıllarca sessiz kalan öğretimüyelerini bile isyan ettiren YÖK, üniversitelerde 12Eylül’ü sürdürüyor.

12 Eylül sabahı yönetimde kendilerini MilliGüvenlik Konseyi olarak adlandıran generaller cuntasıvardı. Bugün de sermaye devletinin başında sayısal vesiyasal ağırlığını generallerin oluşturduğu bir kurum,yani Milli Güvenlik Kurulu var. 12 Eylül, iplerintümüyle generallerin eline geçmesinden başka bir şeydeğildi. MGK bugün tüm temel karar ve politikalarınbelirlendiği mercidir.

12 Eylül, öncesi ve sonrasıyla tam bir kontrgerillaoperasyonudur. Kontrgerilla devleti 12 Eylül ilebirlikte daha da tahkim edilmiş, kontrgerillafaaliyetlerinin kapsamı genişletilmiştir. Yeni birdevrimci gelişmenin önüne geçmek, Kürt halkınınyükselttiği mücadeleyi boğmak için en kirli yol veyöntemler kullanılmış, “devlet hizmetine alınan”katillerin ve mafyacıların sayısı arttırılmıştır. BugünSusurluk, Şemdinli ve Ergenekon’la ortaya çıkanlar,buzdağının sadece görünen yüzüdür.

ABD’nin 12 Eylül cuntasındaki rolü artık bir sırdeğildir. Evren şefliğindeki cunta yönetime elkoyduğunda nasıl sevindikleri, cuntacılardan “bizimoğlanlar” diye söz ettikleri biliniyor. 12 Eylülcuntasının geliş nedenlerinden belirleyici olanı, ülkeiçinde devrimci mücadelenin gelişmesidir. Bir diğerneden ise, İran devrimi ve Afganistan’daki gelişmelersonucunda emperyalizmin Ortadoğu’daki durumununsarsılmış olmasıdır. ABD emperyalizmi daha“istikrarlı”, yani muhalefeti sindirmiş bir Türkiye’yeihtiyaç duymaktadır. Nitekim, 12 Eylül’le birlikteTürkiye daha açık bir biçimde emperyalizminhizmetine girmiştir

ABD emperyalizmi dünya halklarını boyundurukaltına almak, gelişen devrimci mücadeleleri bastırmakiçin cuntalara başvurmuştur. Binlerce ilerici-devrimcinin katledilmesi pahasına emperyalizmin

sömürü düzeni korumaya alınmıştır. Latin Amerikaülkelerinden Türkiye’ye kadar onlarca ülkedegerçekleştirilen cuntaların temel nedeni budur. Ve bucuntaları tezgâhlayan bizzat CIA’dır. CuntacılarCIA’nın kontrgerilla okullarında yetiştirilmiştir.

ABD, bugün Türkiye açısından 12 Eylül’deyürürlüğe koyduğu planı uygulamaya devam ediyor.ABD’nin 12 Eylül planının özü, bir daha cuntayabaşvurma gereği duyulmayacak bir baskı ve terörrejimini kurumlaştırmak olmuştur. Zira, ABD’ninbölgedeki çıkarlarına taşeronluk yapabilmesi için,Türkiye’de ilerici-devrimci bir hareketin gelişmesineizin verilmemelidir!

Sonuç olarak, 12 Eylül bir sınıfın çözümüdür.Türkiye burjuvazisi ve uluslararası burjuvazininaçmazına çözüm olarak gündeme gelmiştir.Dolayısıyla o, İMF-TÜSİAD sosyal yıkımpolitikalarından, kontrgerilla operasyonlarından, baştaABD olmak üzere emperyalizmin çıkarlarından ayrıdüşünülemez.

Bu çerçeveden bakıldığında, 12 Eylül’ü protestomitingi afişinin yasaklanması da, generallerin faşistKenan Evren’e sahip çıkması da tesadüf değildir.Elbette tüm bu yaşananlar, son yıllarda Ergenekonüzerinden koparılan “darbe karşıtlığı” gürültüsünün desahteliğini tüm açıklığı ile önümüze sermektedir.

Açıktır ki, çürüyen düzenden, çeteleşen devlettenhesap sormak işçi sınıfının, emekçilerin ve tümezilenlerin görevi ve sorumluluğudur. Çeteleşendevletle hesaplaşmak, her bakımdan çürümüş vekokuşmuş bir sınıf olan burjuvazinin sınıf egemenliğiile hesaplaşmak demektir. Ancak baskı, sömürü veköleliğin kaynağı olan sermaye düzenini hedef alandevrimci bir mücadele sermayenin çeteleşmişdevletini geriletebilir ve nihayet kokuşmuş düzeni ilebirlikte tarihe gömebilir.

Page 5: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

Emperyalizmin gölgesinde düzen siyaseti... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 5Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

Savaş aygıtının şefi Rasmussen’in Ankara ziyareti…

Türk egemen sınıfları NATO’da daha etkin roller peşinde!

Kısa süre önce NATO şefliğine terfi edenDanimarka eski başbakanı Anders Fogh Rasmussen,ilk ziyaretlerinden birini Türkiye’ye gerçekleştirdi.

Hatırlanacağı üzere, Rasmussen NATO şefliğineatandığında Tayyip Erdoğan ile müritleri bundanrahatsız olmuş, ancak Washington’daki efendilerinaraya girmesiyle sorun çözülmüştü. Hal böyleyken,savaş aygıtı şefinin ilk ziyaretlerinden biriniTürkiye’ye yapması hayra alamet değil.

İki gün süren ziyaret sırasında CumhurbaşkanıAbdullah Gül, Başbakan Tayyip Erdoğan,Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Dışişleri BakanıAhmet Davutoğlu, Savunma Bakanı Vecdi Gönül gibiüst düzey devlet yöneticileriyle görüşen Rasmussen,Türk devletinin 60 yıldır savaş aygıtı NATO’yasunduğu etkin hizmete bir kez daha dikkat çekti.NATO adına üstlendikleri tetikçilik rolünü övünçkaynağı sayan Türk devlet erkanı ise, bu alçaltıcı roleher zamankinden hevesli olduklarını dile getirmeyarışına girdi.

Öncelik Afganistan işgali

Afganistan bataklığında çırpınan işgalci güçlerinaczine, son haftalarda tabutlarla taşınan askersayısındaki artış da eklendi. Savaş aygıtınınBrüksel’deki şeflerini diken üstünde bırakan bugelişmeler, Afganistan’da olası bir fiyaskoyu önlemeyiöncelikli sorun haline getirdi. Öyle ki, son aylardaNATO şefleri ikide bir üye devletlerden savaşakatılacak ek kuvvetler talep etmeye başladılar. Tersiyöndeki açıklamalara rağmen, NATO şefinin Türkiyeziyaretinin merkezinde de aynı talepler yer aldı.

Türkiye-AB ilişkileri, Kıbrıs sorunu gibi konulargündeme gelse de, ziyaretin merkezinde Afganistansorunu vardı. Türk ordusunun Kasım ayında işgalcigüçlerin komutasını üçüncü kez üstlenmesi, varolanlara ek olarak 850 Türk askerinin Afganistan’agönderilmesi, işgalciler tarafından devşirilen Afganpolis ve ordu birliklerinin eğitilmesi NATO şefininesas gündemini oluşturdu.

AKP’nin iftar yemeğine katıldıktan sonra TayyipErdoğan’la ortak basın toplantısı düzenleyenRasmussen, Türkiye’nin NATO için çok önemli veelzem bir müttefik olduğunu vurguladı. Türkdevletinin özellikle Ortadoğu ve Orta Asyabakımından üstlendiği role dikkat çeken NATO şefişunları söyledi: “Görevimin bu ilk günlerindeAnkara’ya gelmem, önemli ve güçlü bir müttefik olanTürkiye’ye atfettiğim önemin bir göstergesidir.”Ankara’daki NATO tetikçilerinin Afganistan’dakifaaliyetlerine de değinen Rasmussen, “Türkiye buradada önemli siyasi ve askeri bir rol oynamaktadır”diyerek, bundan duyduğu memnuniyeti ifade etti.

Türk sermaye devletinin Afganistan’da yaptığıişlere övgüler yağdıran NATO şefi, elbette Türkordusunun Afganistan bataklığında daha aktif rollerüstlenmesini de talep ediyor. Nitekim hükümetinAfganistan’daki savaşa ek kuvvet göndermekonusunda bazı kaygılarını hatırlatan gazetecilere,“Müslüman olan askerlerin muharebe görevleriüstlenmeleri, bunun din ile ilgili bir konu değil,terörizmle mücadele olduğu gerçeğinin altını çizer.

Türkiye’nin de terörle mücadele konusuna odaklı birülke olduğunu düşünüyorum” şeklinde yanıt verenRasmussen, Türk ordusunun savaşa daha aktif birkatılım sağlaması gerektiğini açıkça talep etti.

NATO’cu AKP!

Hemen her konuşmasında barıştan, istikrardan,kardeşlikten söz eden dinci gericiliğin şefi TayyipErdoğan, “60’ıncı yılını dolduran NATO’nun Avrupa-Atlantik coğrafyasında barış ve istikrarın en etkingarantörü olma niteliğini sürdürdüğünü” öne sürerekmilitarist zihniyetini bir kez daha açığa vurdu. “Hatta,soğuk savaşın sona ermesinden yaklaşık 20 yıl sonradahi NATO’ya duyulan ihtiyaç azalmamış, bilakisartmıştır. Bu durum NATO’nun üstlendiği yenisorumluluklardan ve ittifaka üye olmayı bekleyenülkelerin varlığından açıkça görülüyor” diye konuşanErdoğan, halkların celladı NATO’nun küreseljandarmalık misyonuna pervasızca destek verdi.

Türkiye’nin 57 yıldır her türlü çabasına destekverdiği NATO’nun “sadık ve sabık bir ortağı”olduğunu vurgulayan Amerikancı Tayyip, bundansonra da katkıda bulunmaya devam edeceklerinikaydetti.

Ortadoğu halklarının kanını akıtan NATO’yu İslamdünyası ile barıştırma işini ise, dışişleri bakanı AhmetDavutoğlu üslenmiş görünüyor. Davutoğlu’nun,görüştüğü Rasmussen’e, İslam Konferansı Teşkilatı(İKT) ile daha yakın temaslarda bulunmasını telkinettiği bildirildi. NATO ile İKT’nin ortak bir konferansdüzenlemesini tavsiye eden Davutoğlu, Müslümanlarile Batı dünyası arasındaki yanlış algılamaların busayede giderilebileceğini savunuyor. Türk devletininNATO ile İKT arasında kurumsal bir iletişimmekanizması kurabileceğini söyleyen Davutoğlu,emperyalist-siyonist zorbaların, Ortadoğu halklarınezdinde yerlerde sürünen imajını düzeltmeye hevesligörünüyor.

Emperyalist güçlerle suç ortaklığını pekiştirme hevesi

60 yıldır NATO/emperyalist zorbalar adınatetikçilik yapan Türk burjuvazisi ile onun devleti,gelinen yerde daha aktif roller talep ediyor.Muhammed karikatürü ile ilgili krizi bahane ederekeski Danimarka başbakanının NATO GenelSekreterliği’ne atanmasına karşı çıkan Türk devleterkanı, bu sorunu pazarlık konusu yaparak, NATO’nunsivil ve askeri kanatlarında üst düzey görevler talepetti. Belli vaatler karşılığında Rasmussen’inatanmasına onay veren Türk devleti, şimdi verilensözlerin yerine getirilmesini istiyor.

Türk devletinin bu yöndeki talebini Rasmussen deteyit ediyor. Milliyet’in internet sitesinde yayınlananröportajında, “hem NATO’nun Türkiye’den çokbeklentileri var, hem de Türkiye NATO’dan bir şeylerbekliyor, NATO’da daha etkili olmak istiyor” diyekonuşan Rasmussen, Türk devletinin NATO’nun üstkademelerinde genel sekreter yardımcılıklarındaTürklere yer verilmesini istediğini söyledi.

Bu arada “NATO’nun yeni stratejik planının

yazımı” için görevlendirilen, başkanlığını ise eskiABD dışişleri bakanlarından Madeline Albright’ınyaptığı 12 kişilik “akil adamlar” arasında, Türkiye’ninNATO Daimi Temsilciliği görevinde bulunan emeklibüyükelçi Ümit Pamir de yer alıyor. AncakAnkara’daki NATO tetikçileri bu kadarla yetinmekistemediği için, genel sekreter yardımcılığı da talepediyorlar. Emperyalist zorbalarla suç ortaklığının dahada pekiştirilmesi anlamına gelen bu girişim ile Türkegemen sınıfları, yağmadan aldıkları payı büyütmehesabı içindeler.

Halkların celladı NATO dağıtılmalıdır!

Kürt sorununa iğreti çözüm planını “demokratikaçılım” diye yutturmaya çalışan sermaye iktidarı, aynıgünlerde saldırganlık ve savaş aygıtı NATO’da dahaaktif roller talep ediyor. NATO’da daha aktif roller,emperyalist saldırganlarla suç ortaklığınıderinleştirmekten başka bir anlam taşımaz. Bu ise, işçisınıfına, emekçilere, ezilen Kürt halkına, ilerici-devrimci güçlere karşı daha saldırgan bir politikanıngündeme gelebileceğine işaret ediyor. Zira dışpolitikada saldırganlığa her zaman iç politikada devletterörü eşlik eder.

Bu gerici saldırının hedefindeki işçi sınıfı,emekçiler, ezilen Kürt halkı, ilerici-devrimci güçlerTürk egemenlerinin militarist politikalarına karşımücadeleyi yaygınlaştırmalı, emperyalistlerle yapılantüm anlaşmaların iptalini talep etmeli, savaş aygıtıNATO’nun dağıtılması şiarını yükseltmelidirler.

Page 6: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

“Kürt açılımı” tartışmaları sürüyor. GenelkurmayBaşkanı da tartışmalara katılmış bulunuyor. Yaptığıaçıklamada Kürt sorununa ilişkin “kırmızı çizgileri”,“PKK’yla mücadeleye devam edeceğiz”, “kültürelfarklılıkların siyasallaştırılmasına karşı çıkaracağız”sözleriyle ortaya koydu.

Düzenin tüm kurumları, Genelkurmay Başkanı’nın“Üniter devlet, tek millet, tek bayrak” üçlemesindenoluşan tekçi anlayışla yaptığı açıklamalara tam destekverdiler. Bu koro 30 Ağustos “Zafer Bayramı”nda dasürdü. Generaller özellikle bu günü şovenizmitırmandıracak biçimde değerlendirmeye çalıştılar. Sonolarak İçişleri Bakanı da, 31 Ağustos günü yaptığıaçıklamayla, bireysel hakların tartışılabileceğini ancakKürt halkının kolektif haklarının tanınmayacağını,genel affın ve anayasa değişikliğinin ise gündemlerindeolmadığını dile getirerek, sermaye devletinin Kürtsorununa ilişkin “kırmızı çizgiler”ine sahip çıktı.

Ordu her ne kadar Kürt açılımının arkasındaolduğunu, hükümetin girişimlerini desteklediğini sonMGK toplantısında ortaya koysa da, CHP ve MHP’ninbayraktarlığını yaptığı tepkileri üzerine alınmak biryana, AKP’yi zorlayan yaklaşımlardan durumunugüçlendirme temelinde yararlanmaya çalışıyor.Cumhurbaşkanlığı seçim süreci ve sonrasında itibarlarıepeyce sarsılan generaller, “Kürt açılımı”tartışmalarından kazançlı çıkma, pozisyonlarını daha dagüçlendirme hesabı içerisindeler.

İlker Başbuğ’un, “her konuyu tartışmaözgürlüğünün, devletin varlığını riske sokacak, ülkeyikutuplaşmaya, ayrışmaya ve çatışma ortamına sokacakkonuları içermemesi gerektiğine inandığı” şeklindekisözleri, Kürt sorunu eksenli tartışma ortamının TSK’yıtedirgin ettiğini göstermektedir.

İlker Başbuğ’un son açıklamaları hem devletinpolitikasının ifadesidir, hem de ordu merkezli kliğinAKP karşısında elini güçlendirmeye yöneliktir.

Sermaye devleti sınırlı bazı kültürel haklardanoluşan “çözüm paketi”yle derin tarihsel-toplumsalköklere sahip Kürt sorununu kendince “çözme”yeçalışıyor. Bu güdük “açılım”ın esası; ilçe, köy vemezraların isimlerinin talep olması halinde Kürtçe veyadiğer eski isimlerle değiştirilmesi, üniversitelerde KürtDili ve Edebiyatı bölümleri kurulması, Kürtçe yayın veözel TV’lerin önünün açılması, Kürt illerindeki devletdairelerinde Kürtçe bilen personel istihdamedilmesinden oluşuyor. Bir-iki kültürel taleple “sorunçözülüyor” havası yaratılırken, Kürt halkının en temelulusal-siyasal talepleri yok sayılıyor.

Amerikancı rejimin son günlerdeki toplamtablosuna bakıldığında, devletin temel gücü olanordunun “Kürt açılımı” tartışmalarına aktif olarakkatıldığı görülüyor. MHP ve CHP’nin AKP’yi sıkıştıranyaklaşımlarına örtülü olarak da olsa omuz veriyor.Egemenlik, rant ve iktidar savaşında mevzi kaybedenordu, iğreti çözüm planının sınırlarını çizmeye,böylelikle iç egemenlik savaşından bu vesile ileavantajlı çıkmaya çalışıyor. CHP ve MHP de bunedenle İlker Başbuğ’un son açıklamasınımemnuniyetle karşıladılar.

Kürt sorununda resmi devlet politikasının iflası,Amerikan çözüm planının uygulama aşamasınageçmesiyle düzen tarafından da kabul edildi. Gericidüzen partileri arasındaki dalaşın sertleşmesi, Kürtsorunu konusunda yeni politikanın kapsamıkonusundaki anlaşmazlıktan kaynaklanıyor. ABD ile

işbirlikçi tekelci burjuvazinin taleplerini karşılamak,gelecek seçime dönük hesaplar, şovenizmin toplumsaletkisini oya tahvil etme kaygısı vb., çatışmanınsertleşmesine yol açıyor.

Genelkurmay Başkanı’nın son açıklamaları,Amerikan çözüm planı çerçevesinde Kürt sorununailişkin bir gelişmenin oldukça zor olduğunu gösteriyor.Kaldı ki, Amerikan çözüm planı uygulansa bile, Kürtsorunu çözülmüş olmayacağı gibi emekçilerinin temelsorunlarında da kayda değer hiçbir değişiklikolmayacaktır.

Bugün çözüm olarak sunulan “Kürt açılımı”, Kürthalkının ulusal özgürlük taleplerine yanıt vermek biryana, tümüyle onu boğmaya yöneliktir. Düzenin “Kürtaçılımı” en fazlasından varolan hak kırıntılarının birparça artmasına yol açacaktır. Bunun ise, Kürtsorununun çözümüyle, Kürt halkının ulusal özgürlüktaleplerinin karşılanmasıyla herhangi bir ilişkisi yoktur.

Sermaye devletinin amacı Kürt sorununu çözmekdeğildir. Ordusuyla, hükümetiyle sermaye devletinintemel amaçlarından ilki, ulusal hareketi silahsızlandırıpteslim almaktır. İkincisi ise Kürt halkının ulusalözgürlük umudunu bitirmek, direnişçi kimliğinikırabilmektir. Düzenin temellerini sarsmadan “Kürtaçılımı” sürecini en az zayiatla atlatmaktır.

Düzen içi çözüme endekslenen Kürt siyasi çevreleriise, son gelişmeler karşısında düzenin Kürt sorununailişkin asgari demokratik düzenlemeler yapacağınailişkin umutlarını iyice kesmeye başladılar. ÖzellikleTayyip Erdoğan’ın tekçi anlayışla yaptığı sonaçıklamalar, Kürt hareketinde çözüme dair iyimseryaklaşımların ne denli yersiz olduğunu bir kez dahagösterdi.

Düzen güçleri ve liberaller tarafından yayılan sahtehayallerin işçi sınıfına, emekçilere ve Kürt halkınakazandıracağı hiçbir şey yoktur. Kürt halkı sonuhüsranla bitecek bu hayallere prim vermemeli, önünesürülecek kırıntıların devrimci ulusal temelde verilenmücadelenin ve ödenen bedellerin sonucu olduğunu biran bile unutmamalıdır.

Kürt halkı, kurulu toplumsal düzeni yıkmayıhedefleyen devrimci mücadele çizgisinde tümmilliyetlerden Türkiye işçi sınıfı ve emekçileriylebirlikte savaşımı yükseltmelidir. Zira Kürt işçi veemekçileri için gerçek ve kalıcı bir çözüme ancakTürkiye işçi sınıfı ve emekçileriyle birlikte devrimcimücadele yükseltilerek ulaşılabilir. Tüm demokratiksiyasal sorunların olduğu gibi Kürt ulusal sorunununçözümü de, ancak devrime dayalı bir politikmücadelede gösterilecek ısrarın sonucu olarak ortayaçıkabilir.

Düzenin “açılım” aldatmacası...6 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

Sermaye devletinden şimdi de“Ermeni açılımı”…

Kardeşlik değilsömürü ve egemenlik

peşindeler!Sermaye devleti “Kürt açılımı”ndan sonra şimdi de

“Ermeni açılımı” yaptı. Tayyip Erdoğan tarafındanaçıklanan “Ermeni açılımı”, Ermenistan ile İsviçre’ninarabuluculuğuyla yapılan görüşmelerin ürünü olarakortaya konulmuş protokollerden oluşuyor. Buprotokollerin belirlenmiş bir “yol haritası”na görehayata geçirilmesi planlanıyor. Bu yol haritasına göre,iç istişarelerin 6 hafta içinde tamamlanmasınınardından protokollerin imzalanması hedefleniyor.

Bu durumda atılması planlanan adımlar iseşunlardan oluşuyor: Karşılıklı olarak diplomatik ilişkikurulması, diplomatik temsilcilik açılması, protokolünyürürlüğe girmesinden sonraki iki ay içinde ortaksınırın açılması ve Türk, Ermeni ve İsviçre temsilcileriile uluslararası uzmanlardan oluşacak bir ortak tarihkomisyonunun kurulması.

“Ermeni açılımı”nın duyurulmasının ardından Kürtsorunu konusunda hazır olan şoven cephe hep birağızdan saldırıya geçti. Hepsi de yapılanın Türkiye’yibölünmeye götürecek yeni bir adım olduğu konusundabildik argümanlarını sıraladılar ve Ermeni halkınayönelik düşmanlıklarını kustular. Ermenistan’ınTürkiye üzerindeki oyunlarından dem vurup durdular.Amerikan uşaklığıyla sicili bozuk olan bu faşist cephe,yapılanın bir ABD oyunu olduğunu belirtmeyi ihmal deetmedi. Böylelikle, halkın anti-ABD’ci duygularınıistismar ederek şovenist zehirlerini daha etkilikullanmayı hesap ediyorlar.

Atılan adımın bir ABD planı olduğuna kuşkuyoktur. Sermaye devleti, Obama’nın Türkiyeziyaretinde önüne koyduğu görevleri harfiyen yerinegetiriyor. Obama’nın ziyaretinde koyduğu görevlerdenbirisi “Kürt açılımı”, diğeri ise “Ermeni açılımı”ydı.Obama ayrıca Büyükada’daki Ruhban Okulu’nunaçılmasını da talep etmişti. Dolayısıyla, devletin bugünyaptığı her iki açılımın kaynağında ABD ve onunOrtadoğu ve Kafkaslar’a ilişkin planları olduğu açık.ABD, kendi bünyesindeki Kürt sorununu bir çatışmaalanı olmaktan çıkarmış bir Türkiye’ye Irak’ta rolvermek hesabındadır. Ermeni açılımıyla amaçlanan ise,ABD’nin Kafkaslar’da Rusya ile yürüttüğü güç venüfuz mücadelesinde Türkiye üzerinden Ermenistan’ıkazanabilmektir. Fakat böyle olması bunların birdayatma olduğu anlamına gelmez, zira Türkiye’ninegemen sınıfları açısından da bu “açılım”ları yapmaksınıf çıkarlarının gereğidir.

İşte bunun içindir ki, gerici sınıf çıkarlarınındamgasını vurduğu bu “açılımlar”dan halklarınihtiyaçlarını ve taleplerini karşılayacak bir sonuççıkamaz. Çünkü, emperyalistler ve işbirlikçilerihalklara özgürlük ve barış getirmek değil, kölelik vedaha fazla sömürü peşindedirler. Bunun için yıllarcaKürt ve Ermeni düşmanlığı yapan, bu düşmanlığı birpolitika haline getirip halkları zehirleyenler, bugünbarış ve demokratik haklardan bahsedebiliyorlar. Ezilenemekçi halklar, kanlarını ellerinde taşıyan ve esasındabarış ve kardeşlikten söz ettikleri yerde dahi yenikıyımların koşullarını hazırlayan bu sömürücüegemenlerden bir yarar ummamalıdırlar.

Gerçek bir barış ve kardeşliği ancak emperyalistlereve işbirlikçilerine karşı enternasyonal mücadele birliğisağlayabilir. Bu mücadelenin ürünü olarak, baskı veeşitsizliğin tüm biçimleri ve kaynakları kurutulabilir.

“Kürt açılımı”aldatmacası dökülüyor

Page 7: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

Kızıl Bayrak susmadı, susmayacak! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 7Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

1 Mayıs Mahallesi Festivali’nde gazetemize yönelikalçakça saldırı...

Sesimizi engellemeyegücünüz yetmez!

Gazetemiz Kızıl Bayrak ve devrimci siyasalfaaliyetimize yönelik devletin baskı, gözaltı,yasaklama ve sansür biçiminde süren engellemeçabası biliniyor. Bu saldırılar yeni değil. Tarihsahnesine çıktığımızdan bu yana neredeysekesintisiz sürmüştür bu saldırganlık. Kuşkusuzdevletin bu saldırganlığının bir siyasal sınıf mantığıvar. Bunun için her saldırıyı büyük birsoğukkanlılıkla ve devrimci direnişçi bir duruşlakarşılıyoruz.

Fakat bugünlerde yeni bir saldırganlık biçimiylekarşılaştık. Geçtiğimiz günlerde gazetemizi basan,Kürt hareketine yakınlığıyla bilinen Gün Matbaası,“basmama” tehdidiyle gazetemize sansüruygulamaya kalktı. Gerekçe, gazetemizde M. CanYüce’nin yazılarına yer vermemizdi. Gazetemizleilişkisi tümüyle ticari boyutlarda olan bu matbaanınbugüne kadar her türlü saldırıya karşı ilkelerdenödün vermeden yayıncılık yapan Kızıl Bayrak’aböyle bir dayatmada bulunmasını hakaret saydık.Bunun için bu mabaayla ilişkimizi kestik vedurumu da kamuoyuna “Zorunlu bir açıklama”başlığıyla duyurduk.

Açıklamamızda bu girişimi, “Devrimci basınayönelik saldırıların arttığı ve dayanışmanın

yükseltilmesinin büyük bir önem taşıdığıbir süreçte Kızıl Bayrak gazetesinin yayınfaaliyetini aksatmaya ve sansüre tabitutmaya yönelik bir girişim” olarakdeğerlendirmiş ve bu saldırının “özgürbasın geleneği”ni savunmak için devletekarşı yıllarca direnmiş, her türlü saldırıya,baskıya, katliama karşı mücadele etmişbir hareketten gelmesini düşündürücübulduğumuzu belirtmiştik.

Fakat, muhataplarımız buaçıklamamız üzerine oturup düşünmek vegerekli sonuçları çıkarmak yerinesaldırılarının dozunu yükseltmeyiseçmişlerdir. 30 Ağustos günü, 1 Mayıs

Mahallesi’nde yapılan festivalde, M. Can Yüce’ninyazısının yer almasını gerekçe göstererekgazetemizin satışını engellemeye kalkmışlar,engelleyemedikleri için de standımızasaldırmışlardır. Çalışanlarımızın darp edilip,standın dağıtıldığı bu saldırı, komünist faaliyete vedevrimci eleştiriye karşı tahammülsüzlüğün ürünüalçakça bir saldırıdır. Özünde devletin faşist baskıve teröründen farkı yoktur.

Fakat bilinmelidir ki, bugüne kadar devletintürlü baskı ve işkencesine karşı diz çökmediğimizgibi bu türden saldırılar karşısında da dizçökmeyiz, papuç bırakmayız. Şu da iyi bilinmelidirki, bu saldırıyı yapanların ne Kürt halkınınözgürlük mücadelesiyle, ne de demokratik hak veözgürlük mücadelesiyle yakından uzaktan bir ilgisiyoktur, olamaz. Bu tür davranışlar sadece ve sadecedöner sahibini vurur.

Tüm devrimci, ilerici güçleri bu saldırıyıkınamaya ve hesap sormaya çağırıyoruz. Yine ilgiliKürt siyasi öznelerini bu saldırıları durdurmaya,gazetemize yönelik bu alçakça saldırıyla ilgiliaçıklama yapmaya çağırıyoruz.

Kızıl Bayrak30 Ağustos 2009

Bu yıl 7.’si düzenlenen ve 28 Ağustos 2009 tarihindebaşlayan Geleneksel 1 Mayıs Mahallesi Festivali’ndeaçılan gazetemiz Kızıl Bayrak’ın standı, DTP’li bir gruptarafından saldırıya uğradı.

Saldırı sırasında gazetemizin standı dağıtılırkençalışanlarımız da fiziki saldırıya uğradı. Saldırı sırasındabir sınıf devrimcisi kafasından, diğeri ise kasıklarındanyaralandı.

Sınıf devrimcileri saldırı karşısında kendilerinisavunurken, saldırının ardından devrimci dostlarımızın dadesteğiyle standımız yeniden açıldı. Festivali örgütleyensiyasal özneler saldırının ardından festivalden çekilmekararı alırken festival programı da iptal edildi.

Yaşanan saldırı üzerine

Devrimcilerin, ilericilerin, demokratların yıllarcaharcadığı emekler, ödediği bedeller sonucunda gelenekselhale getirilen 1 Mayıs Mahallesi Kuruluş Festivali’nin 7.si,ortak bir ruh ve dayanışma ile başlamıştı. 3. gününde isefestival, programına uygun olarak devam ediyordu.

Bir ara, DTP’lilerin kendi aralarında konuşmalaryaptığını ve sürekli olarak standımıza baktıklarını gördük.Bir müddet sonra gelip gazeteyi açıp bazı sayfalara baktılar.Bu gazeteye bakma işlemini farklı kişiler birkaç kez dahatekrarladı. Bu sırada halen standımıza ve bize bakmayadevam ediyorlardı.

Bu sırada 2 Eylül şehitleri anma yürüyüşünün saatiyaklaştığı için festivale katılan tüm bileşenler olarak biraraya gelinip yürüyüşün son durumu gözden geçirildi. Dahasonra yürüyüşe katılmak için son hazırlıklarımıza başladık.Bu esnada DTP İl örgütünden olan DTP temsilcisi yanındaiki kişi ile standımıza gelerek gazetemizde çıkan yazıhakkında konuşmak istediklerini söyledi.

DTP’liler “Önderliğimiz hakkında tasfiyeci, teslimiyetçidiyen ve hakaret içeren yazıların olduğu bir gazeteyibulunduğumuz alanlarda sattırmayız. Gazeteyi stanttankaldırın ve satmayın. Aksi halde kötü olur” biçimindetehditler savurdular. Bizler de gazeteyi satmaya devamedeceğimizi ifade ettik. Daha sonra festivale katılanbileşenlere durumu bildirdik. Tekrar festival bileşenleriolarak toplanıldı. ESP’nin gazeteyi kaldırmanın bir“olgunluk” olacağı fikri dışında, tüm bileşenler gazeteninkaldırılmaması görüşünde hemfikirdi. Fakat DTP’liler saldırıtehditlerini sürdürdüler.

Yürüyüş saatinin gelmesinden kaynaklı konuşmanınyürüyüş sonrasına bırakılması ve tartışmalar bir sonucabağlanana kadar bir saldırı olmaması yönündeki ısrar sonucuDTP ikinci bir konuşma yapılana kadar bir saldırıyapılmayacağını, fakat ikinci konuşmadan sonra yarım saatiçinde gazete kaldırılmazsa saldıracaklarını söyledi.

Bunun üzerine yürüyüşün başlayacağı noktaya doğrutopluca yola koyulduk. Basın açıklamasının okunduğu sıradaDTP’liler saldırıda kullanacakları sopaları ve borularıhazırladılar, saldırı üzerinde konuşmalar yaptılar. Açıklamabittikten sonra yine toplu şekilde festival alanına doğruyürüyüşe başlandı. Bu esnada DTP temsilcileri yanlarınaaldıkları 40-50 kişilik bir grupla hızla festival alanınagelerek Kızıl Bayrak standını dağıtıp, tüm gazeteleri yırttılar.Ayrıca stantta olan yoldaşımıza saldırıp yaraladılar. Standagelen diğer yoldaşlarımız da aynı biçimde saldırıyauğradılar. Araya diğer bileşenlerin girmesiyle saldırı sonaerdi. Yaralı olan yoldaşlarımız hastaneye götürüldü. Buesnada başka bir yoldaşımız daha saldırıya uğradı. Saldırısonrası devrimci dostlarımız gelerek standımızı tekraraçmamıza yardımcı oldular ve olası bir saldırı ihtimalinekarşı sürekli yanımızda oldular.

Festival Yürütmesi saldırı sonrası DTP ile yaptığıtoplantıda DTP’nin saldırıyı sürdüreceğini ifade etmesisonucu festivalin bitirilmesi fikrine vardı. Festivalbileşenlerinden sadece ESP “gazeteyi kaldırma erdeminingösterilmesi gerektiği”ni söyleyerek ayrı bir tutum aldı. Bizise “Kimsenin ifade özgürlüğünün engellenemeyeceğinibundan kaynaklı gazetemizi kaldırmayacağımızı” söyledik.Bunun sonucunda festival iptal edilmiş oldu.

Bu esnada ESP temsilcisi, DTP’lilerin festival iptalolursa yine saldıracaklarını, “mahalleden onlarıçıkarmayacağız” dediklerini, saldırın boyutunun büyükolacağını, festivali bitirmenin kendilerini engellemeyeceğinisöyledi. Ayrıca DTP’lilerden aldığını ifade ettiği belindekisilahı çıkararak tüm bileşenlere gösterdi. Böyle bir saldırıdaoluşacak sorumluluğu kimsenin kaldıramayacağını bildirenyürütme, festivalin bitirilmesi kararına vardı. Herhangi birsaldırının tekrar yaşanmaması için de öncelikle Kızıl Bayrakstandının toplanıp alandan çıkarılması karar altına alındı.

Tüm bunlar yöneten kurumun kimliği ve şiddetinindüzeyi konusunda yeterli açıklığı sunmaktadır.

BDSP / Ümraniye

Page 8: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

1 Eylül Dünya Barış Günü, birçok ildegerçekleştirilen miting ve basın açıklamalarıylakarşılandı.

Diyarbakır:Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) “Onurlu

bir barışa evet” sloganı ile Diyarbakır İstasyonMeydanı’nda düzenlediği mitinge onbinlerce kişikatıldı.

Mitingde konuşan Diyarbakır Büyükşehir BelediyeBaşkanı Osman Baydemir, Kürtler ve Türkler içinortak bir adalet yaratılması gerektiğini belirterek,“Bize savaşın değil barışın yolunu açın” dedi.

DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk ise yaptığıkonuşmada, Kürt halkının hassasiyetlerinin göz önünealınmak zorunda olduğunu belirterek, “çözümünanahtarının İmralı’da” olduğunu söyledi.

İstanbul:1 Eylül Dünya Barış Günü nedeniyle “Kürt

sorununda barışçıl-demokratik çözüm içinalanlardayız!” şiarıyla Kadıköy’de bir mitinggerçekleştirildi. Miting, “Barış ve Demokratik ÇözümPlatformu” tarafından örgütlendi.

Tepe Nautilus önünden başlayan yürüyüşte enönde, “Şimdi barış zamanıdır! Dem Dema Aşitiye Ye!Kürt sorununda barışa yürüyoruz! Barış veDemokratik Çözüm Platformu” yazılı pankart açıldı,pankartın arkasında platform bileşenleri sıralandı.Platfom bileşenlerinin ardından da mitinge katılandiğer gruplar pankartlarını açarak yürüdüler.

Yürüyüşe katılanlar şöyle sıralandı: Barış Anneleriİnisiyatifi, Barış İçin Kadın İnisiyatifi, Feministler,DÖKH, Din Alimleri Yardımlaşma Derneği, İHDİstanbul Şubesi, KESK İstanbul Şubeler Platformu,İstanbul Tabip Odası, TMMOB İstanbul İlKoordinasyon Kurulu, ÖDP, EMEP, ESP, Halkevleri,Köz, Demokrasi İçin Birlik Hareketi, DTP İstanbulilçe örgütleri, SDP, SODAP, SEH, SP, DSİP, MücadeleBirliği Platformu, Ürün Sosyalist Dergi, BDSP, NorZartonk, Öğrenci Muhalefeti.

BDSP mitinge “Kapitalizm savaş demektir! Barışsosyalizmle gelecek!” pankartı ile katıldı.

Kitlenin Kadıköy İskele Meydanı’na girmesiyleprogram başladı. Tertip Komitesi adına DTP İstanbulİl Başkan Yardımcısı Dursun Yıldız açılış konuşmasıgerçekleştirdi. “Barış ve Demokratik ÇözümPlatformu” ortak açıklaması KESK İstanbul ŞubelerPlatformu dönem başkanı Hatun İldemir tarafından

gerçekleşti. İldemir konuşmasında, hükümettarafından yapılan açılım tartışmalarından sözederek, “Kürt sorunu Türkiye’nin sorunudur” dedi,Kürt sorununu çözememiş bir Türkiye’nin barışı veistikrarı tesis edemeyeceğini söyledi. Kürtsorununda İmralı’nın muhatap alınması gerektiğiniifade etti.

Aydınlar adına Haluk Gerger bir konuşmagerçekleştirdi. Gerger, şovenizmin ve şiddetinbütün ülkeyi sardığını belirterek, Kürtlerinözgürlüğünün Türkler’in de kurtuluşu olacağınısöyledi. DTP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncelise konuşmasında, yıllardır Kürt sorununun buülkede güvenlik sorunu olarak görüldüğünübelirterek, “Kürt sorunu güvenlik sorunu değil,Türkiye halklarının özgürlük sorunudur” dedi. Kürtsorununda öncelikli olarak anayasanın değişmesini,operasyonların durdurulmasını ve ana dilde eğitimistedi.

Mitinge ağırlığı DTP’li olmak üzere yaklaşık 6 binkişi katıldı.

BDSP kortejine karşı provokasyon

Miting alanında yüzü maskeli bazı kişilertarafından BDSP kortejine karşı provakatif bir gösterigerçekleştirilmeye çalışıldı. Öcalan resimli flamalaraçıp “Öcalan savaş nedenimizdir” biçiminde sloganattıran bu kişiler bu sloganın etkisiyle toplanan Kürtgençlerini BDSP kortejine karşı kışkırtmaya çalıştılar.

Bu provokasyon girişimi karşısında BDSP’liler“Kürt halkına özgürlük, eşitlik, gönüllü birlik!” ve“Gerçek barış sosyalizmde!” sloganlarını haykırarakdurdular. Provokatörler tarafından kışkırtılmayaçalışılan gençlerin bazıları da bu sloganlara katılırken,provokatörler amaçlarına ulaşamadılar. Bunun üzerinebir süre sonra sloganlarla dağıldılar. Fakat devletinyöntemlerini kullanan bu provokatörler tehditlerinisürdürdüler. Bir süre daha alanda duran BDSP’lilerdaha sonra kirli bir provokasyona engel olmakkaygısıyla alanı terk ettiler.

Kızıl Bayrak / İstanbul

İzmir:Barış Meclisi ve birçok kurumun katılımıyla

İzmir’de yürüyüş yapıldı. Basmane Meydanı’ndanbaşlayan yürüyüş Konak Sümerbank önünde sonaerdi. “İzmir barış istiyor! / İzmir aşitiye dixwaze!” ve“İmralı’nın yol haritasını selamlıyoruz!” pankartının

açıldığı eylemde basın metnini Barış Meclisi sözcüsüCoşkun Üsterci okudu.

Açıklamada, küresel kapitalizmin neden olduğukrizlerden, çatışmalardan bahsedildi. Kürt sorununadeğinildi. Çatışma ortamının bitirilmesi gerektiğisöylendi.

Cezaevlerindeki hasta tutsakların serbestbırakılmasının da istendiği açıklamada Öcalan’ın yolharitasına yönelik fiili engellere son verilmesi veiçeriğinin açıklanması talep edildi.

Miting programında ayrıca İsveç AsuriFederasyonu ve KESK’li tutsakların gönderdiğimesajlar okundu. Daha sonra gerçekleştirilen müzikdinletisinin ardından eylem sona erdi.

Türkiye Barış Meclisi İzmir Girişimi, KESK İzmirŞubeler Platformu, DİSK Ege Bölge Temsilciliği,TMMOB-İKK, İHD, ÇHD, Halkevleri, Ege 78’liler,Devrimci 78’liler, DTP, EMEP, ÖDP, SDP, DSİP,BDP, ÖSH, SEH, ESP, Komünist Köz, MESOP, DİP,TÖP, DBH, SDK, İzmir Süryani Dostluk ve KültürDayanışma Platformu, Siyah Pembe Üçgen İzmirLGBTT Derneği, Gençlik Muhalefeti, ÖğrenciKolektifleri, Genç Dayanışma ve Dev-Genç’inörgütlediği eyleme yaklaşık bin kişi katıldı.

Kızıl Bayrak / İzmir

Manisa:“Manisa barış istiyor” pankartının taşındığı

yürüyüş, Ulupark’tan Manolya Meydanı’nagerçekleştirildi.

Manolya Meydanı’nda yapılan basınaçıklamasında Türkiye’de Kürt sorunu çerçevesinde

1 Eylül eylemlerinden...8 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

1 Eylül Dünya Barış Günü eylemlerinden...

1 Eylül 2009 / Diyarbakır

Page 9: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

1 Eylül eylemlerinden... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 9Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

yaşanmakta olan baskılara vurgu yapıldı. Barış eksenlitaleplerin sıralandığı açıklamada şunlar söylendi:

“Ezen ve ezilenin, sömüren ve sömürülenin varolduğu bir dünya ve Türkiye’de, sömürüye veyoksulluğa mahkum edilen emekçilerle, ulusaleşitsizliğe maruz kalan kardeş Kürt halkının çıkarlarıortaktır. Bu yüzden mücadelemiz de ortak olmalıdır.Eşitlik, özgürlük, gönüllü birlik için başka hiçbirçözüm ya da ‘açılım’ gerçekçi değildir.”

150 kişinin katıldığı eylemi ÖDP, EMEP, DTP,SHP, TKP, KESK Manisa Şubeler Platformu, Emekli-Sen, HBVAKV, SAHHAD, Ziraatçılar Derneği, ÖSHörgütledi. Eyleme MİB-DER üyeleri de katılımsağladı.

Kızıl Bayrak / Manisa

Adana:31 Ağustos günü Adana’da yapılan barış yürüyüşü

5 Ocak Meydanı’ndan başlayıp İnönü Parkı’ndagerçekleştirilen basın açıklaması ile son buldu.

Barış Meclisi Adana Sekretaryası adına açıklamayıyapan Güven Boğa, 1 Eylül’de sona erecek olan tektaraflı çatışmasızlık ortamının sürmesini veoperasyonların son bulmasını talep etti.

Türkiye Barış Meclisi Adana Sekreteryası, DİSK,TÜMTİS, KESK, Adana Tabip Odası, TMMOB, İHD,ÇHD, Halkevleri, SDP, TÖP, EMEP, ÖDP, DTP,PSAKD, Tunceliler Derneği, TUHAY-DER, SHP,Sosyalist Parti, SEH, Türkiye Gerçeği, EHP, SosyalistFeminist Kolektif tarafından gerçekleştirilenaçıklamanın ardından eylem halaylarla sona erdi.

Kızıl Bayrak / Adana

Ankara:Aralarında DTP, SDP, EMEP, ÖDP, KESK, DİSK,

İHD Ankara Şubesi ile 78’liler ve 68’lilerinisiyatifleri, Ankara Aydın ve Sanatçı Girişimi gibiçok sayıda siyasi parti ve sivil toplum kuruluşu, İHDAnkara Şubesi’nde ortak basın açıklaması yaptı.Açıklamada, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nün tarihinedikkat çekilerek, savaşın yarattığı acı yıkımlarhatırlatıldı.

Aydın:DTP Aydın İl binası önünde bir araya gelen kitle,

kortej halinde Atatürk Parkı’na yürüdü. Yürüyüşe,DTP Manisa, Muğla, İzmir il ve ilçe örgütleri ileEğitim-Sen, DİSK, KESK temsilcileri, DTPyöneticileri katıldı. Parkın girişinde arama yapanpolisin, “Özgür kimlik, özgür önderlik, demokratiközerklik” pankartını içeri almamak istememesigerginliğe neden oldu.

Hakkari:Hakkâri’de İHD ve KESK Şubeler Platformu,

Altay Caddesi’nde basın açıklaması gerçekleştirdi.DTP ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin de katıldığıaçıklamada grup adına açıklama yapan İHD HakkariŞube Başkanı İsmail Akbulut, savaşın faturasının yinebarış ve demokrasiyi isteyen Kürtlerden çıkarıldığınısöyledi.

Bitlis:1 Eylül, Bitlis’te DTP İl Başkanlığınca yapılan bir

basın açıklamasıyla kutlandı. DTP Bitlis il binasındanalkışlarla yürüyüşe geçildi ve Ulu Camii Meydanı’ndabasın açıklaması yapıldı. DTP Bitlis İl Başkanıtarafından yapılan açıklamada, “Tüm bu kötü gidişatadur denilmesinin zamanı gelmiştir. İnsanım diyenherkesin, bu sorunun çözülmesinde vicdanisorumluluğu bulunmaktadır” denildi.

Kağızman:Kars’ın Kağızman İlçesi’nde 1 Eylül ile ilgili ilk

kez kitlesel basın açıklaması yapıldı. DTP Kağızmanİlçe Başkanı Yaşar Özlü gerçekleştirdiği açıklamanınardından kitle, sloganlarla DTP Kağızman İlçebinasına kadar yürüdü. Eyleme 200 kişi katıldı.

Malazgirt:DTP Malazgirt İlçe örgütü 1 Eylül’e ilişkin Sanat

Sokağı’nda açıklama yaptı. DTP İlçe Başkanı YavuzKılıç’ın yaptığı açıklamada, AKP’nin kirlipolitikalarına son vermesi, Kürt sorununun “kalıcıçözümü” için somut adımlar atılması istendi.

Öcalan’ın muhatap alınması talep edildi.

Kayseri:Hunat Meydanı’nda gerçekleştirilen basın

açıklamasını Demokrasi Platformu sözcüsü okudu.“Barış gününe kaynaklık eden dünya savaşınınüzerinden 64 yıl geçmiş. Bu 64 yıl boyunca insanlıkbir yandan geçmiş savaşların izini sürmeye çalıştı. Biryandan da yeni savaşlarla yüzleşti” ifadelerine yerverilen açıklamaya yaklaşık 50 kişi katıldı.

Eyleme BDSP de destek verdi.

1 Eylül Dünya Barış Günü Kürt halkının kitleseleylemliliklerine sahne oldu. Başta Kürt illeri olmaküzere birçok yerde alanlara çıkıldı. AncakDiyarbakır’da bir milyon kişinin katılımıhedeflenirken sayının 100 bin civarında kalmasıdikkat çekti. Bu yıl 1 Eylül kutlamaları, sonhaftalarda gündemin ön sıralarına yerleşen “Kürtaçılımı” tartışmaları ile üst üste düştü. Öte yandanPKK, 13 Nisan’dan beri sürdürdüğü ve 1 Eylül’desona eren eylemsizlik dönemini RamazanBayramı’nın sonuna kadar uzattı.

1 Eylül, ortaya koyduğu tablo ve geleceğe dönüketkileriyle belli sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Sermayedüzeni, Kürt hareketi ve Kürt halkının mevcutdurumu ve eğilimleri konusunda ek açıklıklarsunmuştur.

DTP Genel Başkanı Ahmet Türk Diyarbakırmitinginde yaptığı konuşmada şunları söyledi:“İnatla, ısrarla barışı kovalayacağız. Barış bittidiyenlere yanıt vermek istiyoruz: Barış söyleminigündemden kaldıracak Kürtler olmayacaktır. AmaDTP’nin koyacağı çabalar bir yere kadardır. Çünkü30 yıldan beri mücadele edenlerin mutlakamüzakereler içinde olması gerekir. Eğer gerçekçidavranmazsak barışı sağlama şansına sahipolamayız.”

İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın ikinci basıntoplantısında ortaya koyduğu çerçeveden sonra, DTPde Diyarbakır’da durduğu çizgiyi yansıttı. Bir ayönce Atalay’ın “Kürt açılımı” sürecini başlatması veTayyip Erdoğan’ın DTP lideri Ahmet Türk’legörüşmesi sonrasında oluşan iyimser hava bugündağılmış bulunuyor.

1 Eylül’ün ortaya koyduğu tabloyu tüm bugelişmelerle birlikte değerlendirmek gerekir. AhmetTürk’ün sözleriyle de ifade edildiği gibi, işin aslındaKürt hareketi de uzun süredir devlete bağladıklarıhayallerin temelsizliğini görüyor, bu çerçevede birhayalkırıklığı yaşıyor. Görülüyor ki, devletgöstermelik adımlar atmaya bile yanaşmıyor. İnkârve imhayı tek politika olarak muhafaza ediyor.Dahası bu tutumu her güncel gelişme vesilesiyleyeniden ilan etme gereği duyuyor. 1 Eylül’eyaklaşırken de benzer bir durum yaşandı.Genelkurmay’ın 30 Ağustos’u şoven bir gösteriyedönüştürmesini ve “kırmızı çizgileri” bir kez dahailan etmesini bu çerçevede değerlendirmek gerekir.

1 Eylül bir kez daha devletin inkâr ve imhayıKürt sorununda tek politik tutum olarak gördüğünükanıtlamıştır. Sermaye devletinin Kürt sorununailişkin politikası koşulsuz tam teslimiyettir. Kürthalkının büyük bedeller ödeyerek mücadele içindeyarattığı tüm devrimci değer ve özlemlerinbitirilmesi bu politikanın en önemli hedefidir.Genelkurmay, “dağda tek bir terörist kalmayıncayakadar bu mücadele aynı kararlılıkla sürdürülecek”diyor. Bunun anlamı, Kürt hareketinin tüm silahlıgüçleriyle gelip devletin önünde diz çökmesiniistemektir.

Dolayısıyla, mevcut koşullarda kurulu düzentabanı üzerinde barış, içi boş bir söylem ve arayıştır.Kaldı ki sıradan bir barış istemi bile her şeyden öncebir savaşın varlığını ve savaşan iki tarafın olduğunuvarsayar. Sermaye devleti buna bile tahammüledememektedir. Bireysel haklar temelinde bir takımkırıntılar verilmek istense dahi, mücadeleninyarattığı tüm maddi ve moral değerler yıkımauğratılmaksızın bu mümkün görülmemektedir.Sermaye devleti Kürt sorununda resmi söylemini birparça yumuşatarak geleneksel politikasını esasyönünden sürdürme peşindedir.

Kürt halkı mücadeleci değerlerini koruduğusürece sınırlı tavizler dahi onun özgüvenini vemücadeleye olan inancını arttıracaktır. Sermayedevleti bunun farkındadır. Bu nedenle koşulsuzteslimiyet süreci tamamlanana kadar, inkâr ve imhatek politik tutum olarak kalacaktır. Kürt halkınınmücadele gücünü besleyecek, siyasal ve moraldeğerlerini güçlendirecek hiçbir tavizeyanaşılmayacak, böyle bir görüntününyaratılmamasına özen gösterilecektir.

Sermaye devleti Kürt hareketinin teslimiyet vetasfiye sürecini tamamlamaya çalışmaktadır. Bununiçin bugün Kürt sorununa yaklaşımı, sorunubelirsizliğe bırakmak, tüm ideolojik-siyasaldeğerlerinden yoksunlaştırılmış Kürt hareketi eliyle25 yıllık mücadelenin birikimlerini çürüterek tasfiyeetmektir. Bu yaklaşımın bugün Kürt hareketicephesinde yarattığı sıkıntı bilinmektedir. Yanısıraaynı olgu, bugün için mevcut önderliği aşamayanKürt halkı cephesinde de sorunları süreklibüyütmektedir. Hoşnutsuzluk ve yeni arayışlargiderek kendini daha belirgin biçimde gösterecektirönümüzdeki dönemde. Kürt halkı cephesinden süreçmevcut teslimiyetçi çizgiye dönük sorgulamanınderinleşmesi, sömürgeci sermaye devleti konusundayayılan hayallerin yıkılması yönünde seyredecektir.

Önceki yıllardaki katılımlara göre belli birzayıflığa rağmen 1 Eylül sömürgeci sermayedevletine anlamlı bir yanıt olmuştur. Kürt halkıdevrimci değerlerinin ve mücadele enerjisinin kolaykolay yok edilemeyeceğini göstermiştir.

1 Eylül’ün Kürt emekçi kitlelerindemayalanmakta olan sorgulama sürecine yeni biritilim sağlayacağından kuşku duyulmamalıdır.Önümüzdeki dönemde reformist Kürt hareketininyaşadığı sıkıntı ve açmazlar derinleşecektir. Bununkarşısında ise Kürt emekçileri ve gençliğinin,bilinçli-örgütlü kesimleri şahsında farklıarayışlarının somut ifadeleri daha güçlü bir biçimdegörülecektir. Kürt reformistleri de sürecin böyleseyredeceğinin farkındadırlar. Bundan dolayıdır kiböyle bir gelişmeyi kolaylaştıracak ilkeli devrimciçizgiden ve bunun ürünü eleştiriden büyük birrahatsızlık duyuyorlar. Son günlerde sınıfdevrimcilerine yönelik olarak tırmandırılan vekaranlık provokasyonlara uygun zemin yaratansaldırganlık bunun bir yansımasıdır.

1 Eylül’den yansıyanlar

Page 10: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

Katiller görev başında...10 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

MHP, “açılım” tartışmalarında yaptığı çıkışlarlagündemdeki yerini korumaya devam ediyor. Sonolarak “Çözülen ülke Türkiye ve ülkümüz” konulukonferansta konuşan Devlet Bahçeli, “Ülkücülüksokak hareketi değil ama gerekirse can feda edilir,gerekirse Anadolu’yu yeniden fethederiz” diyerekgözdağı vermekten de geri kalmadı.

Her ne kadar Bahçeli konuşmalarındatepkilerimizi demokrasinin sınırları içerisindegöstereceğiz dese de, hatırlatma gereği duyduğu kanlıbir geçmiş var. Bu konferansta hayatını kaybedenfaşistlerin anılmış olması da bu mazininsahiplenildiğini göstermektedir. Bu da yeni bir durumdeğildir. Aynı Bahçeli, 5 Kasım 2000 tarihli MHPkongresinde şöyle konuşmaktadır: “Milliyetçihareketin değişip değişmediğini, milliyetçiliğinmisyonunu tamamlayıp tamamlamadığını çok merakedenlere hatırlatmak isterim ki; tarihi kökleri veiddiaları olan güçlü hareketler, varlığını veayrıcalığını sürekli muhafaza ederler. Yani değişipbaşkalaşmazlar, ama gelişirler. Ortaya çıkan yeniihtiyaç ve gelişmelere yeni cevaplar ve çözümarayışları içinde olurlar.”

Kimi zaman burjuva liberallerin olgun siyasetçidiye makyajladığı Bahçeli ve temsil ettiği çizgisiaçısından, değişen sadece sermayenin onlarayüklediği işte bu yeni misyondur. Yeri geldiğinde sivilfaşizmin bu yeni aktörünün hatırlatma gereğiduyduğu da zaten budur. Yani Bahçeli’nin yaptığı birnostalji değildir. Hatırlatmak istediği kanlı bir tarihtir.Kızgınlığı da bu kanlı tarihin unutulur gibiolmasınadır. Ancak Bahçeli ve bozkurtlarının içi rahatolmalıdır ki, döktükleri kan dün gibi aklımızdadır vekimsenin unutturmasına da izin verilmeyecektir.

Amerikan patentli “açılımların” rejimdekiçatlakları derinleştirmesi üzerine, başbuğları gibi “nemozaiği ulan” demeye başlayanlar, birden anti-amerikancı oldular. Madem ki kanlı icraatlarının vene kadar vatanperver olduklarının hatırlanmasınıistiyorlar, o halde bir kez daha hatırlatalım.

Sene 1939… 2. Emperyalist Savaş yılları, yanifaşizmin yükselişi... Von Popen Alman faşizmininbüyükelçisi olarak Ankara’ya atanır. Von Papen’ingörevi, eski İttihatçılar ve Turancılar’dan “İhtilalBirlikleri” adı verilen faşist bir örgüt kurmaktır.Alman faşizminin, Türkiye’deki faşistörgütlenmelerin sponsorluğunu yaptığı yıllardır.Almanya’dan Türkiye’ye müthiş bir para akışı vardır.Bozkurt, Çınaraltı, Ergenekon, Gökbörü, Orhun gibifaşist dergiler birbiri ardına bu mali kaynak sayesindeçıkmaya başlar.

1943’lere doğru ise faşizm Sovyet ordularıkarşısında gerilemeye başlamıştır. Alman faşizmininTürkiye’de yeni bir cepheye ihtiyacı vardır. İçindeAlparslan Türkeş’in de yer aldığı “İhtilal Birliği”neüye subaylar arka arkaya 1943 ve 1944’te iki darbegirişiminde bulunurlar. Girişimin başında Türkeşvardır. Ancak başarılı olamazlar. Ordudaki “İhtilalciBirlikler” adlı faşist örgütlenme tasfiye edilir. Ziradünya faşizm belasından Sovyet orduları sayesindekurtulmuştur. 1945-55 yılları arasında sponsorbulamayan sivil faşistler etkisini kaybederler. Ta kidevreye Amerikan emperyalizmi girene dek...

Dünya halklarının üzerine bir kâbus gibi çökenAmerikan emperyalizmi devrededir artık. Sovyetler

Birliği’nin etkisine ve sosyalizm tehlikesine karşıNATO bünyesinde, dünya ölçeğinde kontrgerillaörgütlenmeleri kurulmaya başlar. Faşist rejimlerin vesivil faşist örgütlerin koruyucusu ve kollayıcısı artıkAmerika’dır. Dünya çapında sivil faşist örgütlerinönemli kadroları ABD’de kontrgerilla eğitimindengeçmektedir. Elbette Türkeş de Amerika’ya ilk gidenfaşistlerdendir. 1948 yılından 1955 yılına kadarAmerikan Harp Akademisi ve Piyade Okulu’ndakontrgerilla eğitiminden geçen Türkeş, öğrendiklerinihayata geçirmek için 1959’da Türkiye’ye döner.

Bu arada 1950’li yıllarda sahnede, ABD’nin açıkdesteği ve kontrolündeki Komünizmle MücadeleDernekleri vardır. Dinci gericiler ile ırkçı faşistleriçatısı altında toplayan bu örgütlenme ülkenin pek çokyerinde devrimci kanı dökmek için emirbeklemektedir. Bu yıllarda Amerikan emperyalizminsivil faşist hareketlere gönderdiği para, o gününparasıyla 150 milyon doların üzerindedir.

27 Mayıs 1960 darbesine albay olarak katılan veradyodan darbecilerin bildirisini okuyan Türkeş,darbeden istediği gibi nemalanamaz ve Yeni DelhiBüyükelçiliği’ne gönderilir. Sivil faşist hareketingelişiminde bu yıllarda bir yavaşlama olur. 1963’teTürkiye’ye dönen Türkeş, Türkiye Huzur veYükselme Derneği’ni kurar. 1964’te CKMP’ye(Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi) katılır. 1965’teyapılan kongrede de Komünizmle MücadeleDernekleri’nin desteğini arkasına alarak CKMP GenelBaşkanlığı’na seçilir. Sivil faşistler için 1967-68’ler,eski MBK’lı faşist subayların yönetimi altındaCKMP’nin açtığı “komando kampları”nda cinayet vekatliam tekniklerini öğrenme yıllarıdır.

A. Türkeş bu komando kamplarına ilişkin 19Ağustos 1968’de bir açıklama yaparak şöyle der:“Komünistler memleketi sahipsiz sanıp da sokakhâkimiyeti kuramazlar. Memleketimizde onlarınanladığı dilden konuşacak milliyetçi çocuklar var.Bunun için gençlerimizi mücadeleci olarakyetiştiriyoruz.”

1969’da Adana’da yapılan kongreyle birliktepartinin adı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)olarakdeğiştirilir. Türkeş faşistler için artık bir “başbuğ”dur.Efendilerinden öğrendiklerini hayata geçirme vaktigelmiştir. Faşist çeteler kan dökmeye başlar.

31 Aralık 1968… A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesiöğrenci yurdu resmi polis ve faşistler tarafındanbasılır. Vedat Demircioğlu öldürülür. l9 Eylül l969’daMehmet Cantekin, 23 Eylül l969’da Taylan Özgür, l4Aralık l969’da Mehmet Büyüksevinç ve BattalMehetoğlu faşistlerin silahlarından çıkan kurşunlarlaöldürülür.

1970’li yıllarsa, dünyada olduğu gibi Türkiye’dede, yükselen devrimci kitle hareketlerinin ve devrimciörgütlerinin damgasını vurduğu yıllardır. Faşizminkitle kıyımlarının doruğa ulaştığı yıllardır sözü edilen.Önce Mahir, İbo ve Deniz gibi devrimci öncüler,faşist devlet tarafından imha edilir. Ardından faşistkatliamlar birbirini izler.

1 Mayıs 1977 katliamı… Malatya, Sivas veÇorum katliamları…16 Mart 1978 Beyazıt… 24Aralık 1978 Maraş…Bahçelievler, Piyangotepekatliamları… Faşist namluların hedefinde kimi zamanAlevi emekçileri, kimi zaman devrimciler, bazengrevci-hakkını arayan işçiler, bazen de ilerici aydınlarolmaktadır.

O dönemde resmi kayıtlara girebilen sadece 694faşist cinayet gerçekleşmiştir. Maraş’ta olduğu gibikitlesel kıyımlar, faili meçhul kalan yüzlerce cinayetise bu rakamın dışındadır.

12 Eylül’den sonra da bu katliamlar devametmiştir. Hem de hiç değişmeden. Resmi ya da sivil,faşist katliamlar hızını kaybetmeden sürmüştür.Namluların hedef menziline Kürt halkı da eklenmiştir.“Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz”diyen aynı resmi ağızlar, bu kez ek olarak “devletinişlediği cinayet, cinayet değildir” demektedir.

İşte bugün geçmişi işaret edenler, emekçilere vekardeş Kürt halkına korku salmak istemektedir.Yaratacakları korku atmosferiyle puslu bir havayaratmak isteyenler, içinden çıktıkları karanlığısaklayabileceklerini sanmaktadır. Ancak arkalarındabıraktıkları kan izleri bu çabayı beyhude kılmaktadır.Çünkü kan izlerinin götürdüğü yerde Amerikanemperyalizmi vardır. Biraz ötesinde de ilhamkaynakları olan Nazi faşizmi.

Bir Çin atasözü der ki; “dağın tepesine hangiyoldan çıkarsan çık, manzara aynıdır.” Yani hiçbirmakyaj elinizdeki kanı silemez. Gün gelecek,döktüğünüz kanda boğulacaksınız.

Kanlı tarihin sahipleri yine sahnede...

Döktükleri kanda boğulacaklar!

Page 11: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

Devrimci tutsaklara özgürlük! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 11Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

Güler Zere ve hasta tutsaklar serbest bırakılsın!

İlerici ve devrimci güçler “sessizkatliam”a karşı Adli Tıp önündenöbetteydi!

İlerici ve devrimci kurumlar, Adli Tıp GenelKurulu’nun Güler Zere’nin sağlık durumunugörüşmek üzere tekrar biraraya geleceği 27 Ağustosgünü Yenibosna’daki Adli Tıp Kurumu’ndaydılar.

Gün boyu süren toplantıdan “ATK’nın kararvermek için eksik olduğunu düşündüğü belgelerinÇukurova Üniversitesi’nden gelmesi” kararı çıktı.Diğer yandan İstanbul Üniversitesi’nden iki onkolojiuzmanı toplantıya davet edilerek, ATK üyeleritarafından dinlendi.

Uzmanlar, Güler Zere’nin dosyası üzerindeyaptıkları incelemelerde eksiklikler tespit edildiğini veElbistan Cumhuriyet Başsavcılığı’na yazılacak yazıylaZere’nin radyoterapi ve medikal tedavisine ilişkinbelgelerin Çukurova Üniversitesi BalcalıHastanesi’nden istenmesi gerektiği yönünde görüşbildirdiler.

ATK Başkanı Haluk İnce’yle Zere’ninavukatlarının yaptığı görüşmede ise, Güler Zere’nintekrar yapılacak bir inceleme için “ölüm yolculuğuna”çıkarılmayacağına dair teminat verildi.

Sabah erken saatlerden itibaren Adli Tıp Kurumuönünde buluşan yüzlerce kişi Güler Zere ve hastatutsaklara özgürlük talebini haykırdı.

İlerici-devrimci kurumlar tarafından Adli TıpKurumu’nun giriş kapısının karşısında bulunan binaya“Kanser hastası Güler Zere’ye özgürlük! Hastatutsaklar serbest bırakılsın” ve “Öldürtmeyeceğiz”yazılı pankartların yanısıra Güler Zere’nin resimleriniasıldı.

Öğle saatlerinde Adli Tıp Kurumu önünde basınaçıklaması yapıldı. Tiyatro sanatçısı Orhan Aydın veÖDP Genel Başkanı Alper Taş söz alarak GülerZere’nin serbest bırakılması gerektiğini ifade ettiler.

Açıklamayı okuyan Metin Coşkun ise Adli TıpKurumu önünde toplanma nedenlerinin GülerZere’nin katledilmesini onaylayacak ATK kararınıengellemek olduğunu belirtti.

Saat 14.30’da ÇHD İstanbul Şube Başkanı Av.Taylan Tanay, Av. Behiç Aşçı ve Av. Güray Dağ’danoluşan 3 kişilik heyet ATK Başkan vekiliyle görüştüve toplantının devam ettiği bilgisini verdi.

ATK kararının açıklanmamasına tepki gösterenkitle saat 16.00 sıralarında ATK giriş kapısına doğruilerleyerek ATK’yı protesto etti. Giriş kapısı önündeyaklaşık bir saatlik oturma eylemi gerçekleştirildi.

Saat 17.00’de Zere’nin avukatlarından oluşanheyet ATK’yla görüşmek üzere tekrar içeriye alındı.Av. Tanay, uzmanların Güler Zere’nin dosyasıüzerinde yaptıkları incelemelerde birtakım eksikliklertespit ettiklerini ve bu eksikliklerin ElbistanCumhuriyet Başsavcılığı’na yazılacak yazıylaÇukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi’ndenisteneceği bilgisini verdi. Güler Zere’yi ölümeyaklaştıran bu sürecin uzamamasını ATK BaşkanıHaluk İnce’yle yaptıkları görüşmede dile getirdiklerinisözlerine ekledi. Tüm kitle örgütleri, sendikalar vekurumların bu sürecin peşini bırakmayacağını söyledi.

Tanay’ın açıklamasının ardından Adli Tıp Kurumuönündeki bekleyiş sona erdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

“Güler Zere ve hasta tutsaklaraözgürlük” yürüyüşü

İlerici ve devrimci kurumlar 28 Ağustos akşamıgerçekleştirdikleri Taksim yürüyüşü ile Güler Zere vehasta tutsakların serbest bırakılması mücadelesindekikararlılıklarını bir kez daha haykırdılar.

Eylem boyunca yapılan konuşmalarda veaçıklamalarda Adli Tıp Kurumu’nun çürümüşlüğüteşhir edildi.

“Kanser hastası Güler Zere’ye özgürlük! Hastatutsaklar serbest bırakılsın!” pankartı ve GülerZere’nin resimlerinin en önde taşındığı eylemdemarşlar söylendi ve oturma eylemi gerçekleştirildi.

Galatasaray Lisesi önüne gelindiğinde, gazeteci-yazar Metin Yeğin tarafından ortak açıklama okundu.Adli Tıp Kurumu’nun Güler Zere hakkında kararvermek için toplandığını belirten Yeğin, radyoterapiyeilişkin evrakların temin edilmesi istemi üzerine,kurulun ileri bir tarihe ertelendiğini ifade etti.

Yeğin, Adli Tıp Genel Kurulu’nun Güler Zere’nindurumunu görüşeceğinin günler öncesindebilinmesine karşın, Güler Zere’nin görmekte olduğuradyoterapiye ait evrakların sağlık dosyasındabulunmamasının Adli Tıp Kurumu’nun nasılçalıştığını tüm çıplaklığıyla bir kez daha gösterdiğinisöyledi. Erken sağlanmayan özgürlüğün serbestbırakılan tutsakların yaşamlarını yitirmelerinin önünegeçemeyeceğini belirtti.

Açıklamanın sonunda Adli Tıp 3. İhtisas Kuruluraporlarının bilimsel geçerliliği bulunmaması vekeyfiliği nedeniyle iptal edilmesi istendi ve GülerZere’nin serbest bırakılması talep edildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

İzmir’de hasta tutsaklara özgürlükeylemi!

27 Ağustos günü İzmir Adli Tıp Kurumu önündegerçekleştirilen basın açıklamasında “Güler Zere vehasta tutsaklar serbest bırakılsın / İzmir Tecrite KarşıMücadele Platformu” pankartı açıldı.

Sağlık sorunları olan hasta tutsakların serbestbırakılmamasının devletin devrimcileri yok etmedüşüncesinin uygulaması olduğunun ifade edildiğiaçıklamada 2009 yılı başından beri 7 tutsağınyaşamını yitirdiği söylendi.

KESK İzmir Şubeler Platformu, ÇHD İzmirŞubesi, Halkevleri ve Köz eylemde imzacı olarak yeralırken, BDSP, ÖDP, DTP ise destek veren kurumlararasındaydı.

Kızıl Bayrak / İzmir

Bursa’da Güler Zere için eylemler27 Ağustos öncesi Bursa Güler Zere’ye Özgürlük

Platformu bir yürüyüş gerçekleştirdi. Fomara Meydanı’nda yapılan açıklamada Güler

Zere ve hasta tutsakların sesini yayma sözü verildi.Açıklamanın ardından oturma eylemine geçildi.Eylem boyunca Bursa’daki emekçilere mücadeleçağrısı yapıldı. Oturma eyleminin ardından Haşimİşcan Caddesi üzerindeki AKP İl binası önüne kadaryürünerek bina önüne tabut bırakıldı.

27 Ağustos günü ise Adli Tıp’ın da içerisinde yeraldığı Bursa Adiye Sarayı önünde basın açıklamasıgerçekleştirildi. Adli Tıp Kurumu’nun vereceğikararın Güler Zere için ölüm değil yaşam kararıolmasının talep edildiği açıklamada siyasal iktidarıntüm bunlardan sorumlu olduğu dile getirildi. GülerZere ve hasta tutsaklar serbest bırakılıncaya kadarmücadelenin devam edeceğinin vurgulandığıaçıklamanın ardından eylem sona erdi.

Kızıl Bayrak / Bursa

Adana’da Güler Zere için eylem26 Ağustos günü İnönü Parkı’nda bir araya gelen

kurumlar adına yapılan açıklamada, son dönemdeyaşanan gelişmelere değinilerek Zere ve diğerdevrimci tutsakların bilinçli bir şekilde tahliyeedilmediği, bir süre önce de İsmet Ablak, YılmazKeskin’in katledildiği vurgulanarak Güler Zere’ninkatledilmesine izin verilmeyeceği ifade edildi.

Yapılan açıklamanın sonunda diğer illerle eşgüdümlü karar verilene kadar nöbet tutulacağı, bunedenle de Zere’nin kaldığı Balcalı Hastanesi önünegidileceği söylendi.

Yapılan açıklamanın ardından oturma eyleminekatılacak kurumlar Balcalı Hastanesi’ne gittiler.TAYAD’lı aileler, Alınteri, BDSP ve ESP tarafındangerçekleştirilen oturma eylemi 27 Ağustos günüakşam saatlerine kadar sürdü.

Kızıl Bayrak / Adana

Page 12: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

Sağlıkta ticarileşme ölümdür!12 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

Sağlık hizmetinin özelleştirilmesi ve tamamenticari bir sektör haline dönüştürülmesi amacıylauygulanan icraatlar son sürat devam ediyor. AKPhükümetinin “sağlıkta dönüşüm” adıyla hız verdiği bupolitikaların sonuçları her gün biraz daha günyüzüneçıkıyor. Özellikle içinden geçtiğimiz kriz ortamını“fırsat”a çeviren sermaye hükümeti, hazırladığıtasarıların yasalaşmasını bile beklemeden icraatageçiyor.

Bu durumun son örneği geçtiğimiz günlerdeyaşandı. Üsküdar’da bulunan Acıbadem ValidebağÖğretmenler Hastanesi, “Kamu Hastaneleri BirliğiYasa Tasarısı” kapsamında ele alınarak kapatıldı vearazisi TOKİ’ye satıldı. Satış işleminin nedenlerindenbiri hastanenin bulunduğu arazinin rant değerininoldukça yüksek olması iken, diğer bir nedeni demevcut hastanelerin sayılarını düşürerek işçi veemekçilerin özel hastanelere daha fazlayönelmelerini sağlamaktır.

Hatırlanacağı gibi Erdoğan da kent merkezindekalan okul, hastane ve kamu kuruluşlarıarazilerinin satılarak iş merkezi ve konut alanıyapılması gerektiğini ifade ediyordu. Nitekimhemen ardından konuyla ilgili çalışma yapanbürokratlar, ilk elden satılacak tarihi değerdekiokulları vb. yerleri kamuoyuna duyurmuşlardı. Busayede hükümet KİT’lerden sonra özelleştirmepolitikalarına arazi satışları üzerinden devam ederekrantiyeci sermayeyi de ihya etmeyi hedeflemektedir.Diğer yandan da merkezi bütçe açıklarının çözümünüböylesi “yollar”da aramaktadır.

Elbette işin bir yanı rant açısından değerli arazilerinsermayeye peşkeş çekilmesi iken, sorunun daha yakıcıyanı ise kamu hastanelerinin kapatılarak sağlıkhizmetinin ticari bir sektöre dönüştürülmesidir.

Henüz mecliste onaylanmadığı için hala yasatasarısı olarak bekleyen “Kamu Hastaneleri BirliğiYasası” tam da bu hedefler doğrultusunda hazırlananbir yönetmeliktir. Sağlık hizmetinin kamu hizmetiolmaktan çıkarılarak tamamıyla ticari bir sektör halinedönüştürülmesi planının bir parçasıdır.

Bu yasa tasarısıyla, kamu hastanelerinin sözde bir“idari ve mali özerklik”le merkezi yönetimdenayrılarak kendi ayakları üzerinde duran “sağlıkişletmeleri” haline dönüştürülmesi hedefleniyor.tasarıda hastanelerin “sağlık işletmesi” olarak anılmasıhiç de nedensiz değildir. Bu, hastanelerin kâr amacıgüden ticari kuruluşlara çevrilmek istendiğinin en açıkgöstergesidir aynı zamanda.

Hastaneler ticarethaneye çevriliyor!

Mali özerklikten kastedilen, bugüne kadar SosyalGüvenlik Kurumu’ndan ve bütçeden kamuhastanelerine ayrılan ödenek ve yardımlarınkesilmesiyle, “sağlık işletmelerinin” kendifinansmanını kendilerinin karşıladığı bir durumagetirilmesidir. Sağlık hizmetiyle sağlık finansmanınayrıştırılması (GSS yasası) üzerinden bunun altyapısıdaha öncesinden oluşturulmuştu. Şimdi SSGSS ile“temel teminat paketi” ile sınırlandırılan sağlıkhizmetleri de paralı hale getirilmek isteniyor. Yani işçive emekçilerin bugüne kadar primler ve vergiler

üzerindenzaten karşıladıkları

sağlık hizmetlerinin bedelini bir desatın alarak iki kez ödemeleri hedefleniyor. Kamuhastanelerinin “sağlık işletmelerine”dönüştürülmesiyle birlikte “kamu hizmetinden” ziyade“ticari bir hizmet” anlayışıyla yönetilecek olmaları, buhizmeti satın alma gücünden yoksun olan emekçilerinde bundan böyle sağlık hizmetindenfaydalanamayacağı anlamına geliyor.

Yasa tasarısında “sağlık işletmeleri”ne tanınanözerklikle de aslında kamu hastanelerinin zamanlaözele devredilmesinin hedeflendiği açık bir şekildegörülmektedir. Zira bu “özerk kuruluşlar”agerektiğinde işletme haklarının devri yoluylaözelleştirilme imkânları tanınıyor. Tasarıda, YönetimKurulu’na “birliğin her türlü araç, gereç, malzeme,taşınırları ile tapuda birlik adına kayıtlı taşınmazlarıüzerindeki yapı ve tesisler ile birlikte satmak,kiralamak, kiraya vermek, devir ve takas işlemleriniyürütmek; Hazineye ait ve birliğe tahsisli taşınmazlarıüzerindeki yapı ve tesisler ile birlikte tahsis amacıdoğrultusunda kiraya vermek, işletmek, işlettirmek”yetkisi veriliyor.

Yine birliğin gelir ve giderleri arasında “tapudabirlik adına kayıtlı olan taşınmazların üzerindeki yapıve tesisler ile birlikte satışı, kiralanması, işletilmesiveya işlettirilmesinden elde edecekleri gelirler ileHazineye ait ve birliğe tahsisli taşınmazlarınüzerindeki yapı ve tesisler ile birlikte tahsis amacıdoğrultusunda kiralanması işletilmesi veyaişlettirilmesinden elde edilecek gelirler” gösteriliyor.

Kamu Hastaneleri Birliği Yasa Tasarısı’ylaamaçlanan diğer bir sonuç da, toplumun özelhastanelere daha çok yönelnmesidir. Zira “sağlıkişletmeleri”ne dönüşen kamu hastaneleri ile özelhastaneler arasındaki amaç ve yönetim farkı ortadankalktıktan sonra sağlık hizmetinden faydalanmaknoktasında insanlara da herhangi bir seçenekbırakılmamış olacaktır. Bugün Acıbadem Validebağ

Öğretmenler Hastanesi’nin kapatılarak Üsküdar DevletHastanesi’ne bağlanması bunun açık bir göstergesidir.Sermayenin sadık uşağı Erdoğan, devlet hastanelerininönündeki yığılmayı önledikleri yalanını savururken,mevcut hastaneler kapatılarak, acildeki hastalar bilekapıdan çevrilerek, sağlık hizmetleri her geçen dahaparalı hale getirilerek bu yığılmanın nasıl “önlendiği”görülmektedir.

Hastaneler oteller gibi sınıflandırılacak!

Sağlıkta yaşanan “dönüşüm” bunlarla da sınırlıkalmıyor. Sağlık Bakanı Recep Akdağ, hastanelerin debundan sonra oteller gibi sınıflandırılacağını

duyuruyor. Bu uygulamanın öncelikle özelhastanelerde başlayacağını belirten Akdağ,hastaneleri, verdikleri hizmet, aldıkları risk,kullandıkları aletler, uzman sayısından binasınakadar birçok kategoride değerlendirmeye tabitutarak, tıpkı otellerde olduğu gibi birden beşekadar yıldız vereceklerini söylüyor.

Tabii hastanelerde gerçekleştirilecek busınıflandırmaya göre devletin vereceği katkı payı

da değişecek. Birinci gruptaki hastanelerde tedavigörenlerden yüzde 30,5. gruptaki hastanelerde tedavigörenlerden yüzde 70 oranında katkı payı alınacak. Budurumda sefalet ücretine mahkûm olan milyonlarcaemekçi ve ailesi için özel hastanelerin ancak birincigrubunda tedavi mümkün olabilecek. Yüzde 70oranında katkı payını ödeyebilenler ise “beş yıldızlı”konforlu ve nitelikli bir sağlık hizmetini eldeedebilecekler. Bu da bir kez daha “özel hastanelerdetedavinin önünün açıldığı” iddiasının dayanaktanyoksun boş bir iddia olduğunu ortaya koymaktadır.Ancak vahim olanı, daha sonraki süreçte devlethastanelerinde de bu uygulamaya geçileceğininbelirtilmesidir.

Katkı payları arttırılıyor!

Sağlık Bakanı’nın hemen ardından benzer biraçıklama da bütçe açığının sağlamak adına MaliyeBakanı Mehmet Şimşek tarafından yapıldı. Bütçedetasarruf sağlamak için SGK’dan hastanelere ayrılanödeneklerde tavan fiyatı belirlenerek, bunu aşankısımların ve hizmetlerin karşılığının hastalardan talepedileceği belirtilmektedir. Konuya ilişkin açıklamada;SGK’nın 2010 bütçesinde özel hastanelere ödemeleriçin belli bir miktar öngöreceği ve bu rakamın “tavan”olacağı, ödeneğin bitmesi halinde doğabilecekfinansman sorununa vatandaşın katkı payı artırılarak(yüzde 30’dan yüzde 70’e kadar) çare bulunacağı ifadeediliyor. Özel hastanelerin istediği fiyatlara göre A, B,C diye sınıflandırılacağını belirten Şimşek, busınıflandırmaya göre hastanelerin alabileceği farkın dabelirleneceğini bildiriyor.

Tüm bu örneklerden de anlaşılacağı gibi, sermayehükümeti en temel ve insani bir hak olan sağlıkhizmetini özelleştirerek işçi ve emekçileri bu haktanmahrum ediyor. İşçi ve emekçiler yaşamlarına en ufakbir değer vermeyen bu sömürü düzenini yıkmadıklarımüddetçe “sağlıklı bir yaşam hakkı” da mümkünolmayacaktır.

Kapatılan hastaneler, sınıflandırılan sağlık hizmetleri, arttırılan katkı payları…

“Sağlıkta dönüşüm” işçi ve emekçilerin sağlığını tehdit ediyor!

Page 13: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

Kamu emekçilerinden... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 13Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

Toplu görüşme oyununda ilk perdekapandı...

Toplu görüşmeoyunundan sefalet

ücreti veişgüvencesinin gaspı

planı çıktı!Toplu görüşme oyununun ilk perdesi kapandı.

Pazarlık görüntüsü verilmeye çalışılan görüşmelerinsonucunda hükümet yine bildiğini okudu. İlkgörüşmelerde ücret zammına ilişkin altı aylıkdilimler halinde 2+2’lik oranlardan söz edenhükümet, görüşmelerin sonucunda bu orana 0.5’likbir ek yapmış oldu. Fakat bu göstermelik zam kamuemekçileriyle alay etmekten başka bir anlamagelmiyor.

Yaşanan süreç, toplu görüşmelerin bir komediolduğunu bir kez daha kanıtladı. Bu komedi henüzgörüşmeler sürüyorken de sergilenmiş, güya zampazarlığı yapmak için masaya oturan sendikayöneticilerinin önüne hükümet bir borç faturasıkoymuştu. Komedi bu kadarıyla da kalmadı.Görüşmeler sonucunda hazırlanan “Mutabakatmetni”nde, kamu emekçilerinin işgüvencesininortadan kaldırılması konusunda bir ifadenin olduğuortaya çıktı. Memur-Sen başkanı, “Dimyat’a pirincegiderken evdeki bulgurdan olmamak” için buna imzaatmayacağımızı ifade ettik” diyerek sorumluluktankurtulmaya çalıştı. Fakat “pazarlık yapıyoruz”görüntüsü veren iradesiz piyonlar olduklarını dagöstermiş oldu.

Kamu emekçilerinin işgüvencesinin kaldırılmasıuzun süredir sermaye hükümetinin gündemindeydive işgüvencesi grevli-toplusözleşme hakkı talebininkarşısına konularak pazarlık yapılmaya çalışılıyordu.Göründüğü kadarıyla da bu pazarlık artık başlamıştır.

Sendikacılık oynayan Memur-Sen ve Kamu-Sen’in başkanları yaptıkları açıklamalarda esipgürlemeyi de ihmal etmediler. Ancak bu esipgürlemelerini orta oyununun bir parçası saymakgerekiyor. Çünkü her defasında aynı sözleri birtekerleme gibi yineleyip duruyorlar.

Diğer bir oyuncu ise KESK yönetimi. Her nekadar toplu görüşme masasına oturmamışsa da, o daaslında her sene tekrarladığı oyunu oynuyor. Esipgürlüyor, ama ortaya çıkan sonuç koca bir hiç.Bunun için başta tabanı olmak üzere KESKyönetimine inanan yok. Dolayısıyla, kamuemekçileri cephesinden bu oyunu bozmak vehazırlıkları süren saldırıları göğüsleyecek birmücadeleyi örgütlemek KESK bünyesindeki ilericive devrimci kamu emekçilerinin gösterecekleriinisiyatife bağlıdır.

Sonuç olarak bir toplu görüşme oyunu dahabüyük ölçüde geride kalmış bulunuyor. Oyununbundan sonraki safhası, uzlaştırma kurulu vebakanlar kurulu arasında oynanacak. Sonuç isedeğişmeyecek. Kamu emekçilerinin talepleri hiçesayılacak, hükümet ve sermaye bildiğini okuyacak.

Kamu emekçileri taleplerini kazanmak içinörgütlenmeli ve fiili-meşru mücadele yolunututmalıdırlar. Bu yapılmadığı takdirde, bugün olduğugibi bundan sonra da hükümetin kamu emekçileri ilealay etmesi, güdümlü sendikacıların oyununa boyuneğmesi kaçınılmaz olacaktır. Dahası, işgüvencesigibi hakların da kökünden tırpanlanması gibisaldırılar kolaylıkla hayata geçirilecektir.

Kamu emekçilerinin eylemlerinden...

“Toplu sözleşme hakkımız,grev silahımız!”

KESK’e bağlı sendikaların üyeleri hükümetintoplu görüşme sürecinde kamu emekçilerine teklifettiği sefalet zammını 29 Ağustos günügerçekleştirdikleri yaygın eylemlerle protesto ettiler.

Ankara, İzmir, İstanbul, Diyarbakır, Kayseri,Bursa ve Manisa’da gerçekleştirilen basınaçıklamaları ve oturma eylemlerinde sonbahardaörgütlenecek greve katılım çağrısı yapıldı.

İzmir: Sümerbank önünde toplanan KESK’liler,“TİS yoksa grev var! / KESK İzmir ŞubelerPlatformu” pankartını açarak Konak İzsu önüneyürüdüler. Burada saat 14.00’e kadar oturma eylemigerçekleştirdiler. KESK İzmir Şubeler Platformudönem yürütmesi adına basın açıklamasını okuyanEğitim-Sen 3 No’lu Şube Başkanı, KESK’in toplugörüşmelerde konu mankeni olmadığını göstermekiçin alanlarda olduğunu söyledi. Eyleme BDSP dedestek verdi.

Ankara: KESK’li kamu emekçileri Ankara’daMithatpaşa Köprüsü’nde toplanarak YükselCaddesi’ne yürüyüş gerçekleştirdi. “Sadaka değiltoplu sözleşme!”, “Genel grev, genel direniş!”,“Direne direne kazanacağız!” sloganlarını atan kamuemekçileri Yüksel Caddesi’nde basın açıklamasıyaptı. Hükümetin kamu emekçilerine reva gördüğüsefalet zammı protesto edildi.

Eylemde konuşan KESK Genel Başkanı SamiEvren, KESK’in sonbaharda meşru direnme hakkınıkullanarak grev yapacağını duyurdu.

Diyarbakır: KESK’e bağlı sendikaların üyeleriDiyarbakır’da Ofis AZC Plaza önünde toplanarakbasın açıklaması gerçekleştirdi. KESK dönem sözcüsütarafından yapılan açıklamada, sonbaharda KESKtarafından örgütlenecek olan greve katılım çağrısıyapıldı. Açıklamanın ardından oturma eyleminegeçildi.

Eylem boyunca “Zafer direnen emekçininolacak!”, “KESK’li tutsaklar serbest bırakılsın!”,“Faşizme karşı omuz omuza!”, “Toplu sözleşme

hakkımız, grev silahımız!”, “Devlet güdümlü sendikaolmayacağız!” sloganları atıldı. Eyleme 100 kişikatıldı.

Manisa: KESK Manisa Şubeler PlatformuManolya Meydanı’nda gerçekleştirdiği basınaçıklamasıyla sefalet zammını protesto etti. Basınaçıklamasını okuyan KESK Manisa Şubeler Platformudönem sözcüsü, KESK’in meşru direnme hakkınıkullanacağını ifade etti. Eylemde “Toplu sözleşmehakkımız, grev silahımız!”, “Devlet güdümlüsendikaya hayır!” sloganları atıldı. Eyleme Manisaİşçi Birliği Derneği de destek verdi.

Bursa: Bursa’da Osmangazi Metro İstasyonuönünde yapılan eylemde KESK adına açıklamayı BESBursa Şube Başkanı gerçekleştirdi. Açıklamada toplugörüşmelerin bir fiyasko olduğu ve teklif edilenzammın kamu emekçileriyle dalga geçmek anlamınageldiği belirtildi. 2 milyon kamu emekçisineseslenilerek, KESK’in sonbaharda örgütleme kararıaldığı greve katılma çağrısı yapıldı, mücadelekararlılığı ifade edildi.

“Devlet güdümlü sendikaya hayır!”, “Zaferdirenen emekçinin olacak!”, “Toplu görüşme değiltoplu sözleşme!” sloganlarının atıldığı açıklamada 15dakikalık oturma eylemi yapıldı.

Kayseri: Kamu emekçileri Kayseri’de de basınaçıklaması gerçekleştirdi. KESK Kayseri ŞubelerPlatformu tarafından gerçekleştirilen açıklamayıEğitim-Sen Şube Sekreteri okudu. Açıklamada,sendikaların bir hak arama ve sınıf örgütü olduklarıhatırlatıldı, daha fazla mücadele etmenin gerekliliğineişaret edildi.

Eylem boyunca “TİS yoksa grev var!”, “İnsancayaşamak istiyoruz!”, “Direne direne kazanacağız!”,“Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber yahiçbirimiz!” sloganları atıldı. Eyleme, BDSP, DHF veESP de destek verdi.

Kızıl Bayrak / İzmir-Ankara-Manisa-Bursa-Kayseri

Page 14: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

Haklarını arayan tersane işçilerinikilitlediler

İzmit Yeniköy’de kurulu bulunan UmTersanesi’nde çalışan yaklaşık 150 işçi, aylardırmaaşlarını alamadıkları için 1 Eylül günü iş bıraktı.

Sabah saat 08.00’de yönetim binası önündetoplanan işçiler, basının bilgi almasını önlemekamacıyla Um Tersanesi yönetimince binayakilitlendiler. Güvenlik ekipleri tarafından alıkonulanişçilerden sesini yükselten ve basına sorunlarınıanlatmak için dışarı çıkmak isteyenlerin ismi alındı. Buişçiler işten çıkartılmakla tehdit edildi.

Um Tersanesi’nden 2 yıldır sürekli işçi çıkartılıyoryapılıyor ve işçilere yapılan maaş ödemelerinde sıkıntıyaşanıyordu. Yaklaşık bir haftadır üretim yapılmadığınıve kötü muamele gördüklerini söyleyen işçiler, tersaneyönetiminden açıklama beklediklerini, 2 aylıkmaaşlarını ve biriken mesailerini istediklerini ifadeettiler.

Sabiha Gökçen’de eylemİstanbul Sabiha Gökçen Uluslararası Havalimanı

Yer Hizmetleri AŞ’de (ISG) sendikal örgütlenmemücadelesi yürüten Hava-İş Sendikası’nın Çalışma veSosyal Güvenlik Bakanlığı’na yaptığı yetki tespitbaşvurusuna itiraz eden İSG, işkolunun “karayoluişkoluna” girdiğini iddia etti.

Havayolu çalışanları ise 1 Eylül günü SabihaGökçen’de eylemdeydi. Sabiha Gökçen havalimanı Akapısı önünde hem vardiyadan çıkanlar hem de işbaşında olan işçiler örgütlülüklerine sahip çıktıklarımesajını verdiler.

“Sendika hakkımız engellenemez! / Sabiha Gökçençalışanları” pankartının açıldığı eylemde havayoluişçilerine seslenen Hava-İş Sendikası Genel BaşkanıAtilay Ayçin, İSG işçisinin sendikası ile kolkolamücadele verdiğini söyledi ve işçilerin kararlılığısürdükçe her engelin aşılacağını ifade etti.

“İSG şaşırma sabrımızı taşırma!”, “Sendikahakkımız engellenemez!”, “Sendika yoksa üretim deyok!” “Karayolu işçisi değil, hava işçisiyiz!”sloganlarının atıldığı eylemde, İSG işçileri, işvereninkeyfi itirazını geri çekmesini ve en kısa zamandasendika ile masaya oturmasını talep ettiler.

Hava-İş Sendikası geçtiğimiz haftalarda da sendikalörgütlenmeye dönük saldırılara karşı eylemgerçekleştirmişti.

Kızıl Bayrak / İstanbul

TPAO’da açlık greviYaptığı yazılı açıklama ile Türkiye Petrolleri

Anonim Ortaklığı’na (TPAO) bağlı işyerlerinde 1 ve 2Eylül tarihlerinde vizite eylemleri yapacağını duyuranTürk-İş’e bağlı Petrol-İş Sendikası, 1 Eylül günübaşladığı vizite eylemlerine 2 Eylül günü de devam etti.

Petrol-İş Sendikası’nın Ankara, Adıyaman, Batmanve Trakya şubelerinde örgütlü 3 bin 450 TPAO işçisi 1Eylül sabahı vizite eylemine başlarken, Petrol-İşSendikası Ankara Şube yöneticileri ise TPAO’nunAnkara’da bulunan genel müdürlüğü önünde oturmaeylemi ve açlık grevine başladı.

TPAO’ya bağlı işyerlerinde ücret dengesizlikleri vedüşük ücretlere yönelik taleplerinin karşılanmasınıisteyen Petrol-İş Sendikası, görüşmelerden sonuççıkmaması halinde eylemlerine devam edeceğiniaçıkladı.

Mutaf Ambarı’nda işten atmaTÜMTİS’in, Balıkesir tabakhaneler mevkii tren

yolu üzerinde bulunan Mutaf Ambarı’nda yürüttüğüsendikal örgütlenme çalışması işten atma saldırısıylakarşılaştı. İşten atılan TÜMTİS üyeleri Mutaf Ambarıönünde eylem yaptı.

Sendikal örgütlülüğü dağıtmak amacıyla 15 yılayakın süredir hile yoluyla birçok kez işyeri kapatan vefarklı isimler altında faaliyetlerine tekrar başlayanMutaf patronu, işyerinde çalışan 10 işçinin tamamınısendikaya üye olmaları nedeniyle işten attı. Mutafişçilerini kölece çalışma koşulları altında 18-20 saataralıksız çalıştıran Mutaf patronu mesai ücretlerini degaspetti. 10 işçi adına bankaya hesap açan Mutafpatronu, bu parayı kendisi çekerek yeni bir gaspa imzaattı.

TÜMTİS Bursa Şubesi tarafından yapılan yazılıaçıklamada, Mutaf patronunun geçtiğimiz senesendikaya üye olan 4 işçiyi işten attığı ve atılan işçilerintazminatlarına karşılık verdiği senetlere “kendisindenfazla para talep edildiği” gerekçesiyle dava açtığısöylendi.

Kızıl Bayrak / Bursa

Esenyurt’ta baskılara karşı direnişEsenyurt Belediyesi’nde çalışırken belediye

yönetimi tarafından 19 Ağustos 2009 tarihinde iştenatılan Belediye-İş Sendikası İstanbul 2 No’lu Şubeüyesi 3 işçinin ardından 24 Ağustos günü de sendika

üyesi 2 işçi sendikadan istifa etmedikleri için iştenatıldı.

Sendikal örgütlenme düşmanlığında sınır tanımayanEsenyurt Belediyesi, direnişin 9. gününde belediyebinası önündeki direnişe saldırdı. Esenyurt BelediyesiBaşkan Yardımcısı Emin Batmazoğlu’nun belediyebinası önüne asılan direniş pankartını yırtmak istemesiüzerine arbede çıktı.

Direnişteki Belediye-İş üyeleri ile onlara destekveren sendikalar, siyasi partiler, platformlar ve devrimcikurumların da katılımıyla 29 Ağustos günü EsenyurtBelediyesi önünde eylem gerçekleştirildi.

Öğle saatlerinde Esenyurt Meydanı’nda toplanankitle Esenyurt belediye binası önüne kadar slogan vealkışlarla yürüyüşe geçti. Yürüyüş sırasında yolun tekşeridi trafiğe kapatıldı.

Belediye binası önüne gelindiğinde basınaçıklamasını okuyan Belediye-İş 2 No’lu Şube BaşkanıHasan Gülüm, saldırının sadece EsenyurtBelediyesi’yle sınırlı olmadığını belirterek krizgerekçesiyle 1,5 milyon işçinin işten atıldığını hatırlattı.Birleşik mücadele çağrısı yapan Gülüm, baskı veengellemelerin mücadelelerini durduramayacağınısöyledi.

Yapılan açıklamanın ardından 14 gündür haklarıiçin eylem yapan Esenyurt pazarcılarına söz verildi.Pazarcılar adına konuşan bir esnaf, kendi yaşadıklarımağduriyet üzerinden belediyenin tutumunu eleştirdi.

Coşkulu geçen eylem boyunca “Direne direnekazanacağız!” , “Yaşasın sınıf dayanışması!”, “Kurtuluşyok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!”, “İştenatılan işçiler geri alınsın!”, “Esenyurt’a sendika girecekbaşka yolu yok!” “Sendika hakkımız engellenemez!”sloganları atıldı.

Yaklaşık 200 kişinin katıldığı eyleme BDSP,

Sınıfa karşı sınıf!14 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

İşçi ve emekçi hareketinden...

28 Ağustos 2009 / İzmir

Page 15: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

Geleceğimize ve onurumuza sahip çıkalım! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 15Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

Esenyurt İşçi Platformu, DDSB, YD İçin Çağrı, ESP,EMEP, Deri-İş, Yol-İş 1 No’lu Şube, Tekstil-Sen, TümBel-Sen Bakırköy Şubesi, ÖDP ve Emekli-Sen destekverdi.

Esenyurt Belediyesi’ndeki işçi kıyımı 1 Eylül’dede sürdü. Belediye yönetiminin baskı ve tehditlerinerağmen sendikalarından istifa etmeyen Belediye-İşSendikası İstanbul 2 No’lu Şube üyesi 2 işçi daha iştenatıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Kent AŞ işçilerinden Baykalprotestosu

İzmir Karşıyaka Belediyesi’ne bağlı Kent AŞ’deçalışırken “daralma” gerekçesiyle işten atılan Kent AŞişçileri, 28 Ağustos günü İzmir Enternasyonal Fuarı’nın78’inci açılışı için kente gelen CHP Genel BaşkanıDeniz Baykal’ı ve CHP’yi protesto ettiler.

İzmir Adnan Menderes Havalimanı’nın VIPgirişinin önünde eşleri ve çocuklarıyla toplanan işçiler“Çocuklar aç, babalar işsiz! Bu suskunluk nereye kadarbaşkanlar! / İşten çıkarılan Kent AŞ işçileri - DİSK-Genel- İş Sendikası” pankartını açtılar. Baykal’ı “Güngelecek, devran dönecek, CHP halka hesap verecek!”,“AKP böldü, CHP öldürdü!”, “Cevat Çalışkan, peşkeşealışkın!”, “İstanbul’a değil Karşıyaka’ya!”, “Belediyebaşkanı emekçinin düşmanı!”, “Demokrasi dediniz,hakkımızı yediniz!”, “İşçiler burada, Baykal nerede!”,“Yiğitler burada, korkak Cevat nerede!” sloganları ilekarşıladılar. Otobüsün önünü kesen işçiler Baykal’a petşişe yağdırdı.

Baykal VIP’ten çıkıp otobüsüne binerken çevikkuvvet polisleri tarafından pankartları indirilen işçiler,yola yatarak otobüsün geçeceği yolu kesti. Çevikkuvvet, yolu kesen Kent AŞ işçilerine biber gazıkullanarak saldırdı. Çocukların da etkilendiğimüdahaleden sonra Baykal’ın otobüsü alandanayrılabildi.

Asil Çelik’te “açlık grevi” sona erdiBursa Orhangazi’de kurulu bulunan Asil Çelik’te

20 Ağustos günü “Asil Çelik kamulaştırılsın” talebiyleaçlık grevine başlayan Birleşik Metal-İş SendikasıGenel Başkanı Adnan Serdaroğlu, Genel SekreterSelçuk Göktaş, BMİS Bursa şube yöneticileri ve AsilÇelik işçileri açlık grevinin 7. günü olan 26 Ağustosgünü eylemlerini sonlandırdılar.

DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi ile Çalışmave Sosyal Güvenlik Bakanı arasında yapılangörüşmeler sonucunda, bakanlığın Asil Çelik’teyaşanan sorunların çözümüne katkı sunacağı sözüüzerine sonlandırılan açlık grevinin ardından yazılı biraçıklama yapan Birleşik Metal-İş Sendikası GenelYönetim Kurulu, eylemin amacına ulaştığını duyurdu.

İşçilerden Ashmore protestosuDİSK’e bağlı Nakliyat-İş Sendikası dünyaca ünlü

borsa şirketi Ashmore’un Türkiye’deki ortaklarındanİKEA’nın montaj ve nakliye işini yapan Ursus MobilyaMontaj ve Loj. Hiz. Tic. Ltd. Şti.’de çalışan 150üyesinin ücret ve kıdem tazminatlarınıngaspedilmesini, 28 Ağustos günü İstanbul Etiler’deki işmerkezinin önünde protesto etti.

Beşiktaş Etiler’deki Ashmore Portföy Yönetimi AŞönünde gerçekleştirilen eylemde, “36,6 milyar dolarlıksermaye fonu Ashmore’un Ursus’ta işçilerin 200 bindolarlık yasal tazminatlarını gasp etmesine izinvermeyeceğiz” pankartı açıldı.

“Tazminat hakkımız gaspedilemez!”, “Ursus işçisiköle değildir!” sloganlarının atıldığı eylemde konuşanNakliyat-İş Sendikası Genel Başkanı Ali RızaKüçükosmanoğlu, Ursus işçilerinin 165 bin dolarlıkyasal alacaklarının gaspına izin vermeyeceklerinisöyledi. Şirketin “işçilerin ödemelerinin yapılması için

finansal durumlarının uygun olmadığı’’ yönündekiaçıklamalarının gerçekleri yansıtmadığını belirtenNakliyat-İş başkanı, şirket sahiplerinin uluslararasışirket Ashmore’un da ortakları olduğunu belirtti.

Kızıl Bayrak / İstanbul

ATV-Sabah’ta Cumartesiyürüyüşleri sona erdi

ATV-Sabah emekçilerinin, grevin mahkemekararıyla durdurulmasına rağmen sürdürdükleriCumartesi yürüyüşleri sona erdi.

Her Cumartesi akşamı birçok kurumun desteğiylegerçekleştirilen yürüyüşlerin sona erdiği, 29 Ağustosakşamı Taksim Tramvay Durağı’nda yapılan

açıklamayla basın ve kamuoyuyla paylaşıldı. ATV-Sabah grevcileri adına açıklama yapan Ender

Ergün, uzun süredir kararlılıkla sürdürdüklerigrevlerinin Yargıtay kararıyla durdurulduğunu, duyarlıkamuoyu ve Direniş Platformu’nun da desteğiylebüyüyen mücadelenin ileriki sürecinde Yargıtaykararını bekleyeceklerini söyledi. Devam eden grevlerisüresince destek aldıkları kurum ve kişilereteşekkürlerini sunan Ergün, haklarını almak içinmücadeleyi sürdüreceklerini ifade etti.

Ayzi Moda Tekstil işçilerinin de destek verdiğiaçıklamada direnişçi işçiler adına da bir konuşmayapıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

İkitelli’de kurulu bulunan Ayzi Moda Tekstil’inpatronu, 20 Ağustos günü kriz bahanesiyle yaklaşık 75işçiyi işten çıkardı. İşçilere alacaklarını vereceğini vaateden patron bir hafta boyunca işçileri oyaladı fakatödeme yapmadı.

Ayzi Moda patronu Aydın Korkmaz, Ocakayından beri asgari geçim indirimi ile fazla mesaiücrelerini ve son üç aydır maaşları ödemeyerek kaçtıve Ayzi Moda’yı bir akrabasına devreden patron 27Ağustos günü makinaları icraya verdi.

Bunun üzerine işçiler 28 Ağustos günü atölyeninkapısının önünde bekleyerek icra için gelen memurları içeriyesokmadı, polis eşliğinde gelenlerin makineleri kaçırmasına izin vermedi.

Kolluk güçlerinin müdahale tehditleri karşısında kararlı bir tutum sergileyen işçiler, “Kurtuluş yok tek başına,ya hep beraber ya hiçbirimiz!”, “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!” sloganlarıyla bekleyişlerini sürdürdüler.Çevik kuvvet ise polis takviyesi istedi.

Yoldan geçen emekçileri de direnişlerine destek vermeye çağıran işçiler, “Baskılar bizi yıldıramaz!”, “İşçilerinbirliği sermayeyi yenecek!”, “İşgal, grev, direniş!”, “Zafer direnen emekçinin olacak!”, “Susma sustukça sıra sanagelecek!” dövizlerini açarak sloganlarla konuşmalarına devam ettiler.

İşyerinin çevresindeki atölyelerde çalışan işçiler, iş çıkışlarında arkadaşlarını görmeye geldiler. Direnişe destekveren işçi ve emekçilerin, esnafın direniş alanında beklemesine tahammül edemeyen kolluk güçleri yarım saat sürevererek, alanın boşaltılmasını aksi halde müdahale edileceğini söyledi. Yarım saatin ardından kolluk güçleritamamen çekildi.

İşçiler gece beklemek üzere atölyenin içinde ve dışında konumlandılar. 29 Ağustos sabahı erken saatlerdefabrika önüne gelen sivil ve resmi polisler fabrika içine girmek istediler. İşçilerin işyerindeki makinalarıkaçırdıklarını iddia eden polislerin içeriye girmesini engelleyen işçiler ile polis arasında kısa bir gerginlik yaşandı.Kolluk güçleri direnişçi işçileri gözaltına almakla tehdit etti.

Bir süre sonra fabrika içinde bulunmayan diğer işçiler de fabrika önüne gelerek beklemeye başladılar. Saat11.30’da işçilerle gerçekleştirilen toplantıda direniş süreci tartışıldı, kazanıma ulaşmak için örgütlü mücadeleninönemine değinildi.

Saat 12.00’de Tekstil Sen tarafından direniş sürecine ilişkin basın açıklaması gerçekleştirildi. Yapılanaçıklamada hukuki süreç hakkında bilgilendirme yapıldı ve polisin direnişe dönük müdahalesi kınandı.

Ardından Ayzi Moda işçileri adına iki işçi kısa konuşmalar yaparak haklarını alana kadar mücadeleyisürdüreceklerini ifade ettiler. Eyleme Ayzi Moda işçilerinin yakınları ve aileleri de destek verdi.

Mücadele sürüyor...

Ayzi Moda Tekstil işçileri 31 Ağustos günü alacaklarına karşılık 65 bin TL’lik senet imzaladılar.Patron Aydın Korkmaz işçilerin alacaklarını ödememek için akrabası Olgun Korkmaz’a fabrikayı devretmişti.

İşçiler Olgun Korkmaz ile senet imzaladı. Alacakları ücret, 3 aylık maaş, fazla mesai ve asgari geçim indirimiüzerinden hesaplandı. Tekstil-Sen Eğitim Uzmanı Huri Vayiç, işçilerin alacaklarının hesaplanmasının ardındanyaptığı açıklamada, işçiler gündeme getirmedikleri için, hesaplamada ihbar ve kıdem tazminatlarının yeralmadığını ifade etti.

Küçükçekmece İşçi Platformu temsilcisi, işçinin tüm haklarını almak için talepte bulunmanın kendine sendikamisyonu biçen bir yapı için olmazsa olmaz olduğunu hatırlattı. Hatırlatmanın ardından Vayiç, ihbar ve kıdemtazminatı için dava açacaklarını söyledi. Patrona imzalattırılan senet ile işyerindeki makineler hakkında hacizişlemi başlatacaklarını belirten Vayiç, satıştan elde edilecek para ile işçilerin alacaklarının dağıtılacağını söyledi.

Ayzi Moda Tekstil işçileri ile birlikte direniş yerinde bekleyen ve dayanışma içinde olan, Küçükçekmece İşçiPlatformu üyeleri ile İşçinin Yolu çalışanlarının yanısıra İşçi Cephesi bir dayanışma ziyareti gerçekleştirdi. EmineArslan ve Sefaköy İşçi Kültür Evi de direnişçi işçilerin yanındaydı. Emine Arslan direnişçi işçilerle DESA direnişideneyimlerini paylaştı. 29 Ağustos sabahı Topkapı İşçi Derneği üyeleri de direniş yerine ziyarette bulundular.

Küçükçekmece İşçi Platformu

Ayzi Moda’da işgalve direniş!

29 Ağustos 2009 / İkitelli

Page 16: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

Kürt ulusal sorunu üzerine değerlendirmelerden seçmeler...16 H Kızıl Bayrak H Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

CMYK

Türk burjuvazisinin tarihi Kürt politikası iflas edeliyıllar oldu. İnkâra, imhaya ve asimilasyona dayalı bupolitikayla, Kürt ulusal kimliğinin egemen Türkkimliği içinde eritilip zamanla sorun olmaktançıkartılması hedefleniyordu. Olmayacak duaya amindemek anlamına gelen bu gerici-inkarcı politikanıntutmayacağı daha ‘60’lı yılların sonunda açığa çıktı ve’90’lı yılların başında ise tümden iflası kesinleşti.Onyıllar boyunca bastırılmış olan Kürt sorunu bütünağırlığıyla Türkiye’nin gündemine yeniden oturdu veinkarcı burjuva sınıf düzenine çözümünü dayattı.

Fakat tarihi önemdeki bu aynı gelişme Kürtsorununun Türkiye’nin kurulu burjuva düzeni sınırlarıiçinde olanaklı bir çözümünün bulunmadığını daortaya çıkardı. İmralı ile birlikte gündeme gelen ve ogüne kadar hayal bile edilemeyen kolaylık vekapsamdaki teslimiyete rağmen, aradan geçen altıyılda sorunun çözümü doğrultusunda herhangi birilerleme sağlanamamış olması, bu gerçeğin yeni birkanıtlanması oldu ve düzenin Kürt sorunundakiçözümsüzlüğü konusunda ortada herhangi bir kuşkubırakmadı. İmralı teslimiyetiyle birlikte oluşanmuazzam uygunluktaki politik ve moral koşullardabile reform yapamayan bir düzen, geriliminkontrolsüzce tırmandığı ve iki halkın kardeşçeilişkilerini tehdit eder hale geldiği bugünkü çatışmalıortamda doğaldır ki bunu hiç yapamaz. Bugün buülkede bir “Kürt sorunu” olup olmadığı bile düzencephesi içinde hala büyük tartışmalara, gerginliklereve iç dalaşmalara konu olabilmektedir. Burjuva sınıfdüzeninin varlığını kabul etmekte bile bu denlizorlanabildiği bir soruna yönelik olarak herhangi birçözüm gücü ve yeteneği de yoktur, olamaz da.

Olmadığını ve olamayacağını son dönemin tümgelişmeleri ve tartışmaları ayrıca doğrulamaktadır.

Devlet cephesinde güncel durum: Devekuşu politikasına devam!

Hükümetin başbakan üzerinden Kürt sorununukabul etmekle yaptığı çıkışın hemen sonrasındatoplanan MGK’dan bir kez daha devekuşu politikasınaaynen devam kararı çıktı (ki kimse farklı bir şeyçıkmasını zaten beklemiyordu). MGK bildirisinde“Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesindeki temeldüşünceye” ve bu düşünceye uygun olarakCumhuriyet’in Anayasa’da belirtilmiş bulunanniteliklerine yapılan atıf, iflası çoktan kesinleşmiş buumutsuz politikada ısrar anlamına gelmektedir.“Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesindeki temeldüşünce” ve burjuva cumhuriyetinin her yenianayasada buna göre tanımlanan temel nitelikleri,öteki şeyler yanında, Kürt ulusal varlığının veKürtlerin bundan kaynaklanan tüm meşru demokratikhaklarının inkarı anlamına gelmektedir. Kürtsorununun bölge düzeyinde ve Türkiye’de kazandığımuazzam boyutlara rağmen, MGK üzerinden burjuva

sınıf devleti bugün bu politikanın aynensürdürülmesini isteyebilmektedir. “Kürt sorunu yokterör sorunu var” olarak özetlenebilecek bu devekuşupolitikası, daha önce de vurguladığımız gibi, gerçektebir politikasızlık durumudur ve düzenin Kürtsorununda İmralı teslimiyeti ile birlikte kazandığıpolitik inisiyatifi bir kez daha tümden yitirdiğinigöstermekdir.

“Kürt sorunu yok terör sorunu var” diyenler,böylece sorunun çözümü için yapabilecekleri hiçbirşeyleri olmadığını da itiraf etmiş oluyorlar. Bu, devletpayına ‘90’lı yıllardaki politikadan çok daha geri birkonuma düşmeyi ifade etmektedir. Zira o zamanlar hiçdeğilse kabul etmiş göründükleri “Kürt realitesi” içinelbette yapabilecekleri bir şeyleri olduğunu, amasilahlı direnişin bunu engellediğini, “terör” olaraknitelenen bu direniş bastırılmadan bir şeyyapılamayacağını söyleyebiliyorlardı. Buna göresilahlı direniş, Kürt sorununda çözümün değilse bilebu doğrultuda bazı adımları atmanın asıl engeli idi.Bugün artık bunu bile söyleyebilecek durumdadeğiller. Geride kalan altı yılın bilançosu böyle birsöylemin ikiyüzlülüğe dayalı aldatıcılığını ortayakoymuş, dolayısıyla tüm inandırıcılığını yıkmışbulunmaktadır.

Bir türlü cepheden bastırılamayan silahlı direniş,sonunda İmralı teslimiyeti ile birlikte kendiliğinden vetam beş yıl boyunca gündemden çıktı. Ama bu aynıbeş yıl burjuva sınıf düzeninin Kürt sorunundayapabileceği hiçbir şey olmadığını da tüm açıklığı ilegözler önüne serdi. Abdullah Öcalan’ın İmralı’dageliştirdiği yeni ideolojik-politik çizgi ile Kürthareketinin istemleri sınırlı kültürel haklar düzeyineindirgendiği ve Kürt hareketi de büyük ölçüde bu yeniçizgiye kazanıldığı halde, devlet buna hiçbir karşılıkvermedi, Kürt sorununu bir ölçüde ve bir süreliğineolsun yatıştıracak hiçbir adım atmadı. Bu durumdabugün “Kürt sorunu yok terör sorunu var” diyenlerin,artık terörü bitireceğiz ve böylece olmayan sorununüstesinden de gelmiş olacağız demek dışındasöyleyebilecekleri bir şey yok. Bu ise devlet vedüzenin kendini bir kez daha boylu boyunca inkarcılıkçıkmazına saplaması anlamına gelmektir.

Özetle devlet, son MGK bildirisi üzerinden, gericiburjuva düzeninin Kürt sorununda sınırlı reformlarkapsamında bile herhangi bir esneme niyeti ve olanağıbulunmadığını bir kez daha ilan etmiştir.

Esnemeyen kırılır, bu kesin; tüm sorun, bununnasıl ve ne yönde olacağıdır. Burada temelde ikiolanaklı yol var. Ya özgürlük, eşitlik ve bunlarınsağlayacağı tarihsel olanaklarla gönüllü birliktemelinde, halkların daha ileri düzeyde bir devrimcibirliği ve kaynaşması; ya da sonunda taraflar açısındankaçınılmaz olarak emperyalist stratejilere dolgumalzemesi olmayla da sonuçlanacak halklar arasıgerici boğazlaşmalar ve böylece, tarihsel olarakbirlikte ve içiçe yaşamış iki kardeş halkın devrimcigelişmeler onları yeniden birleştirene kadar

birbirinden en yıkıcı biçimde kopması. İlki devrimcisınıf mücadelesi, bu mücadele içinde daha dayakınlaşacak ve kaynaşacak olan halkların işçi sınıfıönderliğinde devrime yönelmesi anlamınagelmektedir. İkincisi gerici boğazlaşmalar içinde ikihalkın birbirini tüketmesi, yani manevi, kültürel vemaddi yıkım demektir. İlki Türkiye’deki Kürtsorununun ancak devrimle olanaklı olabilecek biricikgerçek çözümünü, ikincisi ise düzenin tarihseltemellere sahip bugünkü çözümsüzlüğünü ve bununhalkların yaşamı ve ilişkileri bakımındanyolaçabileceği yıkıcı sonuçları anlatmaktadır.

Bu ikisi arasında muhtemel bir ara çözüm,İmralı’da Abdullah Öcalan tarafından geliştirilen çizgiolabilirdi. Kürt sorununda sınırlı anayasal reformanlamına gelen bu çözüm yolu, farklı bir çerçevedeaynı zamanda emperyalist odakların bir NATO ülkesiolan Türkiye’deki Kürt sorunu konusundadüşünebildiği çözümle de kesişmektedir. AbdullahÖcalan yeni çizgisini bir yandan AB projesi, öteyandan ABD’nin Ortadoğu’ya emperyalist müdahaleçerçevesinde gündeme getirdiği BOP ilebağdaştırmaya çalışırken, işin aslında tümüyle bu aynıgerçeğin bilinciyle hareket etmektedir.

Fakat bu türden bir ara çözümün olanaklıolmadığını ve olamayacağını olaylar giderek dahabelirgin biçimde göstermektedir. Kürt hareketininyılları bulan teslimiyet politikası devleti bunayöneltemedi, şimdi yeniden gündeme getirilen silahlıeylemler hiç yöneltmez. Kaldı ki böyle bir çözümarayışı ile onu gerçekleştirmenin aracı olarak bugünyeniden tutulan silahlı mücadele yolu arasındamantıksal bir bağdaşmazlık da var. Ya izlenen politikayanlıştır, ya da onu gerçekleştirmek üzere bugüntutulan yol. Bu, Kürt hareketinin bugünkü büyükçelişkisi ve anlaşılması güç tutarsızlığıdır. Bunuburada şimdilik sadece ifade etmekle yetinerekyeniden devlet ve düzen cephesindeki son gelişmeleredönmek istiyoruz.

Hükümet manevrasına karşı meşruiyet tehdidi

Sözde AB demokrasisi kapsamında yapılandüzenlemelerden beri çoğunluğunu artık hükümetmensuplarının oluşturduğu MGK’nın aynı bildirisi,hükümete anayasanın çizmiş olduğu sınırların hiçbirbiçimde aşılamayacağını hatırlatmayı da ihmaletmemektedir. Basındaki emekli generaller bunun“devletten hükümete” yöneltilmiş açık bir “ikaz”olduğunu, buna aykırı her adım ya da girişiminanayasa suçu oluşturacağını (dolayısıyla hükümetinmeşruiyetini ortadan kaldıracağını ve ona karşı hertürlü girişimi meşru hale getireceğini!) önemlevurgulayarak, verilen mesaja kamuoyu önünde ayrıcatercüman oldular. Bu uyarı, emekli generaller onaayrıca tercüman olmasalar bile, Kürt sorununa çözüm

Kürt ulusal sorunu üzerine değerlendirmelerden seçmeler...

Devletin devekuşu politikası ve boşa çıkan İmralı çizgisi

H. Fırat

KB/36/(7) 10 Eylül 2005

Page 17: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

Kürt ulusal sorunu üzerine değerlendirmelerden seçmeler... Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009 H Kızıl Bayrak H 17

CMYK

adı altında, devletin tümüyle Türk kimliğine dayalıolarak oluşturulmuş ve anayasa ile de güvenceyealınmış yapısında değişiklik anlamına gelecekherhangi bir girişimin olanaklı olmadığını, bunayönelecek her girişimin devletin meşru müdahalesi ilekarşı karşıya kalacağını yeterli açıklıkta dilegetirmektedir.

Bunu hükümetin ordunun yetki istemine karşıyaptığı çıkışa ordu odaklı devletten gecikmeksizingelmiş bir karşı yanıt olarak da anlamak gerekir.“Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesindeki temeldüşünce”ye aykırı davranılamayacağını ve anayasanınbaşlangıç ilkelerine dokunulamayacağını söylemek,Kürt sorununu kabul etme manevrasında hükümetehiçbir hareket alanı bırakmamak ile aynı anlamagelmektedir. Zira sözkonusu temel düşünceyedokunmaksızın ve anayasanın başlangıç ilkeleriniyeniden düzenlemeksizin Kürt sorununda iğne ucukadar bir reform yapmak olanağı zaten yoktur. Fakathükümeti açmaza almak için bunu MGK bildirisininyapması da gerekmiyordu; zira hükümet böyle biraçmazla daha baştan kendini zaten bağlamıştı.Başbakan, sorunu kabul ettiği o aynı Diyarbakırkonuşmasında, “tek devlet, tek millet, tek bayrak”diyerek, böylece devletin kuruluş felsefesinden geleno “kutsal üçleme”yi özenle yineleyerek, daha baştankabul ettiği soruna ilişkin yapabileceği hiçbir şeybulunmadığını, daha doğrusu sorunu kabul edişinindibi boş bir manevradan ibaret olduğunu, herkesinanlayabileceği açıklıkta ortaya koymuştu.

Devletin 22 Ağustos tarihli son MGK bildirisiüzerinden yansıyan tutumunu, yani Kürt sorunundadevekuşu politikasını, ordu Genelkurmay başkanının30 Ağustos demeci üzerinden aynı açıklık vekesinlikle bir kez daha yineleme yoluna gitti.Sözkonusu demecinde güvenliğin ve istikrarın“Anayasa’nın ‘değiştirilemeyecek hükümleri’ olaraksayılan maddelerine sıkı sıkıya bağlılıktan geçtiğineinanmaktayız” diyen Genelkurmay başkanı, sözlerinindevamını şöyle getirmektedir: “Biz bu niteliklerdeoluşabilecek en küçük bir aşınmayı, dışı sağlamgörünen bir meyvenin için için çürümesinebenzetiyoruz. Unutmayınız ki, içte çürüme başlayıncadurdurmak çok zordur...”

Bu, burjuva devleti ve düzeninin Kürt sorunundaesneme olanaklarından yoksun olduğunu itiraf etmekleaynı anlama gelmektedir ve bizi de burada dilegetirilen düşüncenin özellikle bu yönüilgilendirmektedir. Bu böyleyse eğer, İmralı teslimiyetiile ortaya konulan yeni çizginin de hiçbir karşılığı yokdemektir. Zira bu çizgi, kurulu düzenle Kürtsorununun reforme edilmesi temelinde barışmak vebütünleşmek anlamına geliyor. Ama eğer devletdüzeninin zirvesindekiler böyle bir reformunolanaksızlığını, üstelik bunca gelişmeye ve deneyimerağmen, bu denli kesin ve katı bir biçimdeyineliyorlarsa, altı yıldır İmralı’dan geliştirilençizginin de gerçek hayatta bir karşılığı yok demektir.

Şiddete dayalı mücadele yöntem ve araçlarının ilkeolarak red ve mahkum edilmesine dayalı oncadüşünsel çabadan sonra bugün açıklıktan yoksun amaçve hedefler için devletle yeniden çatışmalı durumagelmek bile, kendi başına bu aynı gerçeğin biritirafıdır ve tabii ki sözkonusu çizginin de iflasınıbelgelemektedir.

Genelkurmay başkanının 30 Ağustos demeciüzerinden yansıyan, anayasının egemen ulusun siyasaltekelini güvence altına alan “değiştirilemezhükümler”inde değişiklik bir yana “en küçük biraşınmayı” bile kabul etmeyen katı inkarcı birzihniyettir. Genelkurmay karargahında günler öncedenözenle hazırlandığı kesin olan bir resmi demeçtenyansıyan bu kesin tutum, açıktır ki konuya ilişkin yenibir tartışma başlatmak ve bunu da daha fazla yetki (vedolayısıyla siyasal yaşam üzerinde etki ve inisiyatif)isteyen orduya karşı bir manevraya çevirmekamacındaki hükümeti hedeflemektedir. Ordu, çizmişbulunduğu çerçeveyle, hükümete kabul etmişgöründüğü sorun üzerinden herhangi bir manevra alanıbırakmamakta, böylece MGK bildirisinde dilegetirilen devlet tavrını yeni bir düzeyde pekiştirmişolmaktadır.

Hükümet: MGK ve ordu ile aynı çizgideyiz!

Beklenmedik bir manevrayla Kürt sorunununkabulünü gündeme getiren hükümetin sözünüettiğimiz gelişmeler karşısındaki tutumu daha dadikkate değerdir. Hükümet temsilcileri, MGKbildirisinin kendilerini de tam olarak ifade ettiğini,soruna bir ad koymuş olsalar bile çözümüne ilişkindüşündükleri çerçevenin Anayasanın 3. (“TürkiyeDevleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.Dili Türkçe’dir...”) ve 66. (“Türk devletinevatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür...”)maddeleri olduğunu, döne döne tekrarlayıp duruyorlar.Başbakan’ın Diyarbakır konuşmasında çizdiği “tekdevlet, tek millet ve tek bayrak” çerçevesi üzerindenbakıldığında bu söylediklerinde haklı da sayılırlar.Ama işte tam da bunun anlamı, ordu karşısında Kürtsorununun varlığını telaffuz etmek üzerindensözümona önemli bir politik manevra yapanhükümetin gerçekte aynı devekuşu politikasısınırlarını aşacak herhangi bir niyet, güç ve iradedenyoksun olduğudur. Eğer Kürt ulusal kimliğinin vebundan doğan tüm demokratik hakların kategorikinkarı anlamına gelen 3. madde ile 66. madde hükümetiçin de bağlayıcı çerçeve ise, bu, kabul etmişgöründüğü Kürt sorununda hükümetin de (üstelikABD’nin gizlenemeyen desteği ve özendirmelerinerağmen) yapacak hiçbir şeyi bulunmadığının itirafıdır.

Fakat bu aynı zamanda Kürt sorununun kabulünedayalı hükümet çıkışının bu soruna çözüm bulmakniyet ve iradesi ile hiçbir ilişkisinin bulunmadığının daitirafıdır. Hükümet bununla Kürt sorununda artan

gerilimi kullanarak kendisini köşeye sıkıştırmakisteyenlere, aynı gerilimi demokratik açılımlarvaadiyle düşürmek manevrasıyla yanıt vermekistemiştir yanlızca. Demek oluyor ki burada asıl konuKürt sorunu değil, fakat burjuvazi içindeki iktidarmücadelesi ve bunun ürünü iç dalaşmalardır. Kürtsorunuyla bağlantılı gelişmeleri bu dalaşmadabirbirine karşı kullananlar, öte yandan, son olaylarında gösterdiği gibi, Kürt halkının demokratiközlemlerini bastırmada tam bir görüş ve tutum birliğiiçindedirler. Denebilir ki bu konuda en rezil konumdaolan yine de hükümettir. Gerçekte kendi altını da oyanplanlı provokasyonları görmezlikten gelip hayvani linçgirişimlerini “vatandaş tepkisi” olarak olumlayan,böylece yenilerine de çanak tutan bizzat hükümetinkendisidir.

Düzen muhalefeti: Esnemeden yoksunluğunbir öteki kanıtı

Düzen muhalefetinden sözetmemiz bir bakımagereksizdir. Kürt sorunu ve Kıbrıs üzerinden kudurganbir şovenizm, tüm kesimleriyle bu sözde muhalefinbiricik politik malzemesidir. Düzeni bunaltan bu sorunkonusunda hükümetten daha ileri bir açılım gündemegetirmek bir yana, düzen muhalefeti blok halinde veinkarcı politikalar temelinde devlet ve ordu ile omuzomuzadır.

Düzen muhalefetinin konumu ve tutumu hakkındabir fikir edinebilmek için, bu muhalefet içindeKürtlere ve dolayısıyla Kürt sorununa en esnekbakabilecek konumdaki bir partiden, son seçimlerdeKürt hareketinin kendine “çatı partisi” olarak seçtiğiMurat Karayalçın’ın SHP’sinden yansıyan son tutumabakmak yeterlidir. Bir köşe yazarının yansıttığıbilgilere göre, son gelişmeler üzerine bu parti Kürtsorununun çözümüne ilişkin çalışmalarını hızlandırmışbulunmaktadır ve çok geçmeden partinin lideri MuratKarayalçın bunu kamuoyu ile paylaşacaktır.“Toplumsal barış” çalışması olarak tanımlanan buhazırlığın “mutakabat denklemi” formülüne dayalıçözümünü, bizzat Karayalçın aynı köşe yazarına şöyleaçıklamaktadır:

“Mutabakat denkleminin bir tarafında ‘Kürtgerçekliği’, diğer tarafında ise ‘Cumhuriyet’in kutsalüçlemesi’ var. Cumhuriyet’in kutsal üçlemesi, ‘devletintekliği, ulusun tümlüğü, yurdun bölünmezbütünlüğü’dür. Sorun, Cumhuriyet’in Kürt gerçekliğinikabul etmesi, Kürtlerin de Cumhuriyet’in kutsalüçlemesini içlerine sindirmeleriyle çözülür. Bizimmutabakat denklemi dediğimiz budur.” (Fikret Bila,Karayalçın’dan ‘Kürt Sorunu’na Çözüm Önerisi,Milliyet, 3 Eylül 2005)

Düzen muhalefetinin Kürt hareketiyle bağ kurmuş,onunla ortak seçim bloku oluşturmuş, dolayısıyla Kürtsorununda en ılımlı ve bir nebze olsun çözüm yanlısıolması beklenen kanadının son gelişmeler üzerinehızlandırdığı “toplumsal barış” çalışmasının çözüm

Kürt ulusal sorunu üzerine değerlendirmelerden seçmeler...

Devletin devekuşu politikası ve boşa çıkan İmralı çizgisi

H. Fırat

KB/36/(7) 10 Eylül 2005

Page 18: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

Kürt ulusal sorunu üzerine değerlendirmelerden seçmeler...18 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

çerçevesi işte budur. Fakat burada yeni olan ne var ki?Demirel’in devlet adına ‘90’lı yılların başındaaçıkladığı çerçeve de tamı tamına bu değil miydi?Devletin ‘90’lı yılların ortasında gözden geçirilmiş vehalen de yürürlükte olan “milli siyaset belgesi”ninformülü de tamı tamına bu aynı anlama gelmiyor mu?

“Cumhuriyet’in kutsal üçlemesini” tartışma dışıtutmak demek, kabul edilen “Kürt gerçekliği”ne kamualanını kategorik olarak yasaklamak demektir. Bu iseaynı resmi inkarcı politikanın yeni bir kılıf içindetekrarından başka bir şey değildir. Bu tutumun sonMGK bildirisinden yansıyan tutumdan da gerçektehiçbir farkı yoktur. Zira “Cumhuriyet’in kutsalüçlemesi” tamı tamına “Türkiye Cumhuriyeti’ninkuruluş felsefesindeki temel düşünce”nin ürünüdür.Dolayısıyla Karayalçın son MGK bildirisi ile aynıdilden konuşmaktadır, ne eksik ne fazla. Bildiri“Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesindeki temeldüşünce”ye tam da Cumhuriyet’in anayasadabelirtilmiş bulunan niteliklerine vurgu yapmak içinatıfta bulunuyor. Karayalçın ise bu nitelikleri“Cumhuriyet’in kutsal üçlemesi” olarak açıkça anıyorve kutsallık nitelemesi ile onların dokunulamaz vedeğiştirilemez olduğunu dile getirmiş oluyor. BöyleceGenelkurmay başkanının 30 Ağustos demeci ile deaynı kapıya çıkıyor. Anayasanın Kürt ulusal kimliğinininkarına dayalı “değiştirilemez hükümleri” ile“Cumhuriyet’in kutsal üçlemesi”, aynı olgunun ikifarklı tanımından öte bir şey değildir.

Demirel’in Temmuz 1993’te devletin yenipolitikaları çerçevesinde “Kürt realitesi”ni kabuletmesinin ardından “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi”bu kabule ilişkin devlet politikalarının çerçevesinişöyle çizmişti: “Kamusal alana kaymamak koşuluylamahalli ve kültürel özelliklerin geliştirilmesine yönelikdüzenlemeler yapılmalıdır.” Bu çerçevenin ışığındaşimdi de Murat Karayalçın’ın aynı “Kürt realite”sineilişkin görüşlerine bakalım:

“Kürt gerçekliği ne demektir? Bizim bundankastımız, tekil olarak herkesin anadilini öğrenmesi,konuşması, geliştirmesi, anadilinde yayına, gazeteye,kitaba sahip olabilmesidir. Kültürünü zenginleştirmekiçin üst kurumlar kurabilmesidir. Kürt sorunubağlamındaki yaklaşımımız budur. Ulusal bütünlük,üniter yapı içinde, Türk üst kimliğini kabul edecek,Cumhuriyet’in niteliklerini içtenlikle içine sindirecekama kendi kimliğini, kültürünü de yaşayacak. Ama bukamu alanına taşınmayacak, kolektif hak niteliğiolmayacak. Bir bölgeye, bir cemaate, bir grubaverilmiş haklar olarak değil, bireyin özgürlüğü olarakyaşanacak. Örneğin Kürtçe eğitim dili olmayacak,ama öğrenilmesi, konuşulması, geliştirilmesi mümkünolacak.”

Devletin Kürt ulusal kimliğine ilişkin gelenekselinkarcı politikasının bugün aldığı biçimin bundan dahaderli toplu ve eksiksiz bir sunuluşu zor bulunurherhalde. Fakat Murat Karayalçın bunu devletinbugünkü resmi politikasının bir özetlenmesi olarakdeğil, ciddi ciddi Kürt sorununun çözümüdoğrultusunda partisinin iddialı bir yeni açılımı olaraksunabiliyor. Düşünün ki SHP halihazırda Kürthareketiyle en iyi ilişkiler içindeki bir düzen partisidirve onun da Kürt sorunuyla ilgili ufku işte budur,buraya kadardır. İddialı çözüm projesi, gerçektedevletin resmi politikalarının bir santim bile ötesinegeçememektedir.

Bu çarpıcı olgu rastlantı olmadığı gibi gerçektegöründüğü kadar şaşırtıcı da değildir. Sözkonusu olandüzenin Kürt sorununda esneme olanaklarındanyoksunluğunun yeni bir kanıtlanmasıdır yalnızca. Eğerbu tür bir esneme olanağı olsaydı, kuşku duyulmasınki bunu en iyi Kürt hareketiyle az çok iyi ilişkileriçindeki bir düzen partisi dile getirirdi. Karayalçın’ınçizdiği çerçeve gerçekte böyle bir olanağınbulunmadığını gösteriyor.

Burjuva düzeni Kürt sorunu konusunda çözümsüzdür

Bütün bunlarla gelmek istediğimiz nokta şurasıdır:80 yıldır uğraştıran ve son 20 yıldan beridir de adetabunaltan Kürt sorunu konusunda burjuva sınıfdüzeninin herhangi bir çözümü yoktur. Çözüm biryana sorunu bir dönem için yumuşatıp yatıştıracaksınırlı bir reform yeteneği bile yoktur. Reforme etmekyeteneği de bir yana, sorunun varlığından sözetmeninbile hala geniş bir mutabakat halinde ihanetledamgalanabildiği bir burjuva sınıf düzeni gerçeği varorta yerde.

Bu katı gerçeğin kendisi İmralı çizgisinin iflasınıda belgelemektedir aynı zamanda. İmralı çizgisi tümumudunu kurulu düzenle en geri nokta üzerinden bir

uzlaşmaya ve bu temelde onunla barışıp bütünleşmeyebağlamıştı. Burada özetlediğimiz tablo bu kadarınınbile olanaklı olamadığını; İmralı teslimiyeti üzerindenatılan büyük geri adımlara rağmen düzenin Kürtlerekırıntı düzeyinde tavizlere bile yanaşmadığını; egemenulusun tüm siyasal ayrıcalıklarını olduğu gibi korumakistediğini ortaya koymaktadır. Öte yandan İmralıçizgisi, yaptığı yeni açılımların Türk ve Kürt halklarınıbirbirine yakınlaştıracağını, tarihsel olarak içiçeyaşamış bu halklar arasındaki ilişkileri yeni bir düzeyeçıkaracağını ve daha güçlü bir biçimde geleceğetaşıyacağını iddia etmişti. Oysa bugün iki halkınilişkisi tarihlerinde örneği görülmemiş türdentehlikelerle yüzyüzedir ve bunun tek nedeni o değilsebile İmralı teslimiyetinin de bu sonuçta hayli önemlibir payı vardır.

Geçtiğimiz hafta peşpeşe gelen iki haber, ordununfarklı zamanlarda ölen askerler için yaptığıaçıklamaların yalan olduğunu ortaya çıkardı.

17 Ağustos’ta Elazığ’da el bombasınınpatlamasıyla ölen dört askerin ölüm nedeni ilk olarakElazığ Valisi tarafından “kaza” diye açıklanmıştı vevali kendisine olayın Elazığ KolorduKomutanlığı’ndan “kaza” diye bildirildiğini söyledi.Oysa olay şöyle gelişmişti: Nöbette uyuyan Erİbrahim Öztürk’e, komutanı Teğmen Mehmet Tümercezalandırmak için pimi çekilmiş el bombası verir vetutmasını ister. Elinde pimi çekilmiş el bombasıbulunan Er Öztürk, Teğmen Tümer’in bulunduğumevziiye giderek “25 yaşına geldim. 75 günaskerliğim kaldı. Beni öldüreceksiniz” der. 45 dakikasonra el bombası patlar ve dört asker ölür.

Bu kez tarih 27 Mayıs 2009’dur. Hakkâri’ninÇukurca ilçesi kırsalında askeri aracın geçişisırasında patlayan mayınla altı asker hayatınıkaybeder. Genelkurmay olayı kamuoyuna PKKsaldırısı olarak açıklar. Ancak gerçek daha başkadır.Altı askeri öldüren mayınları ordunun kendisidöşemiştir. Olayla ilgili olarak Çukurca TugayKomutanı Tuğgeneral Z.E., komutanı HakkâriTümen Komutanı Tümgeneral G.K.’ya mayınlarıkendisinin döşemiş olduğunu söyler ve yardım ister.G.K.’nın cevabı ibretliktir: “Hiç önemli değil.Kahrolacak bir şey yok. Biz elimizden geleniyapıyoruz. Bu mücadelenin içerisinde birileri ufaktefek hata yapacaktır. Bunun bedeli belki ağırolacaktır.” Bu ufak tefek hata işçi ve emekçilerehaber bültenlerinde, PKK saldırısı sonucu hayatınıkaybeden altı asker olarak anlatılır, şovenizm iyicekörüklenir.

Şimdi ise bir başka örnek… Elazığ JandarmaTabur Komutanlığı bünyesinde askerlik yaparken, ErAli Yüksel’in 2008 Eylül ayında PKK ile çıkançatışmada öldüğü askeri yetkililerce duyurulur.Ailesine ise sonradan Er Ali Yüksel’in aslında intiharettiği söylenir. Askeri savcılık, Er Ali Yüksel’inçatışmada ölmediğini, kendisini “askerliğe elverişizhale getirmek” için intihar ettiğini 2 Şubat 2009 günüailesine bildirir.

Bu üç örnek, haksız bir savaşın tozu dumanıarasında saklı kalan gerçekleri anlatmak içinyeterlidir. Bunun gibi basına yansımayan daha birçokasker ölümü vardır. Bölgede devlet güçleri tarafındanişlenen birçok cinayet PKK’nin üstüne atılmıştır.Sözde açılımlardan bahsedilen şu günlerde bileKürtler’in yaşadığı köy ve mezralarda, PKK’likılığına giren ölüm timleri halka korku salmaktadır.

Haksız bir savaşın süresini uzatacak olan

tabutların çokluğuysa, sömürü düzeninin bekası içinkan akması gerekiyorsa, gerisi teferruattır. Buölümler bazen “kaza” olur, bazen de “şehitlik”...Onların “Bu cennet vatan için” feda edeceği emekçiçocukları tükenmeyecek kadar çoktur. BurjuvaMemetler’e cennet, işçi Memetler’e ise tabut kalır!

Bakmayın savaş baronlarının tabutların arkasındasıraya dizilmelerine... Ağlamaklı gözlerle kameralarapozlar vermelerine... Fabrikalarda işçilerinalınteriyle, cephelerde kanlarıyla dönmektedirçarklar. Cenazelerde sarf edilen sözcükler ne kadarağlamaklı olsa da sahici değildir. Krizi, depremi, herşeyi fırsata çevirebilen sermayenin maharetliyöneticileri için, işçi ve emekçilerin ölen kardeşleride bir fırsattır.

Üzülmek insana mahsustur. Saltanatlarını kanla,korkuyla, sahte düşmanlar yaratarak ayakta tutmayaçalışanlara ise bu insani özellik çok uzaktır.

Ölüm makineleriyle güçlü ve yenilmezgörünmeye çalışanlar, gerçekte son bir dala tutunarakdüzenlerinin ömürlerini uzatmaya çalışmaktadırlar. Odal ölümdür ve biz kırıldıkça kuvvetlenmektedir.Çoğalan tabutlar, kazılan yeni yeni mezarlar halklararasındaki düşmanlığı da arttırmaktadır. Budüşmanlık arttıkça sömürü düzeninin ömrü deuzamaktadır. Şimdi işçi ve emekçilerin yapmasıgereken, kendisini yoksulluğa sürükleyenin de buaynı düzen olduğu gerçeğini görmesidir.

Tutundukları o tek dalı çekip alalım ellerinden.Onlar için ölmeyelim ve öldürmeyelim. Hayatımızıadayacağımız bir davamız elbette olacak. Kendi haklıdavamız! “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibikardeşçe yaşayacağımız” bir gelecek için olmalı tekkavgamız. İşte bu gerçek kavga Türkiye işçi sınıfı vekardeş Kürt halkı arasında değil, ezen ve ezilen,sömüren ve sömürülen, zengin ile yoksul arasındadır.

Sınıflar arasındaki eşitsizliği yaratanların, halklararasında bir eşitlik yaratması mümkün değildir!Çünkü onlar kendi sınıfından olmayan herkesedüşmandırlar. Savaşlarda canımızdan olmamızasebep olanlar, fabrikalarda emeğimizi çalanlardır. Bunedenledir ki bizler, bizi yoksul ve yoksunbırakanların işaret ettiği “düşmana” değil, işaretedenlere savaş açmalıyız. Kendi haklı sınıfsavaşımızı yükseltmeliyiz. Gerçek düşmanımızkarşımızda değil arkamızdadır, bizi savaşa ve ölümeiteleyenlerdir. Gerçek savaş ise burjuvazi ile işçisınıfı arasında süregelmektedir.

Bizler işte bu savaşın tarafı ve kazananı olacağız.Kapitalizm değil sosyalizm kazanacak! Gerçek vekalıcı bir barışa da, kardeşçe bir yaşama da ancakböyle ulaşılacak!

Burjuva Memetler’e cennet, işçi Memetler’e tabut!

Page 19: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

Kurultaya doğru... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 19Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

Sınıf devrimcileri olarak geçtiğimiz grup toplusözleşme dönemi ile birlikte metal işkolundakiçalışmamızı çok daha yoğunlaştırarak ısrarlı birşekilde sürdürüyoruz. Bu çalışmanın temelhedeflerinden biri fabrikalarda kökleşmek iken, birdiğeri ise metal işçilerinin mücadele programının vebirliğinin inşa edilmesidir.

Bugün bu çabamızı somutladığımız bir süreciniçerisindeyiz. Bir süredir hazırlıklarını sürdürdüğümüzkurultay çalışması ile metal işçilerinin ihtiyaçlarınaileriden yanıt verme iddia ve hedefindeyiz. Kurultayçalışması siyasal sınıf çalışmamızın geleceği açısındanönemli adımlardan biri olacaktır. Söz konusu olan,yıllardır sermayenin sömürücü zorbalığına boyuneğdirilmek zorunda bırakılan ve sendikal bürokrasieliyle kötürümleştirilen metal işçilerinin geçmişmücadele geleneğini daha da ileriye taşıyarak yenidenayağa kaldırabilmektir. Her bir fabrikayı patronlarakarşı örülen güçlü direniş mevzileri halinegetirebilmek, havzalarda ve bölgelerde metalişçilerinin ortak iradesini ve mücadelesiniörgütleyebilmek, bu alanlarda devrimci sendikalmevziler yaratabilmektir. Sınıf hareketinin somuttablosu üzerinden kurultay gününe kadar böylesi birhedefe ulaşmak olanaklı görünmese de, kurultaylabirlikte bu hedefe ulaşmada anlamlı ilerlemelersağlayacağımıza inanıyoruz. Metal işçilerinin temelihtiyaçlarına yanıt verecek bir mücadele programınınoluşturulması ile birlikte kurultay, öncü işçiler ilesınırlı kalsa dahi, bu programı hayata geçirecekkolektif bir iradenin oluşmasına hizmet edecektir. Buise, bundan sonraki süreçte çok daha güçlü ve yoğunbir çalışma yürütebilmek, çok daha güçlü bir odakolarak metal işçilerinin karşısına çıkmak anlamınagelecektir.

Metal işçilerinin genel tablosunun ürünü olarakortaya çıkan bu ihtiyaçlar, bugün çok daha acil birşekilde kendisini dayatmaktadır. Kapitalist kriz ilebirlikte yoğunlaşan saldırı dalgası ve bu saldırılarakarşı yükselen tepkiler, bu iradenin ete kemiğebüründürülmesi için kaybedecek tek bir saniyemizinbile olmadığını göstermektedir.

Kriz ve işçi sınıfı

Emperyalist-kapitalist sistemin krizi hızla yayılaraktüm dünyayı etkisi altına aldı ve sistemin efendileriiçin bir kez daha ebediliği ilan edilen kapitalizminsorgulanması sürecini başlattı. 1929 krizi ilekıyaslanan bu kriz, kapitalizmin iflasının yeni biritirafı oldu. Ancak, kapitalist çarkın bu ciddi çatlağı,onun mezar kazıcısı olan işçi sınıfının toplumsal birgüç olarak mücadele sahnesinde olmadığı koşullardakrizden çıkma olanaklarını da barındırıyor. Bu isekapitalizmin krizinin yeni bir yıkım olarak işçi sınıfınafatura edilmesi anlamına geliyor.

2008 krizinin bugüne kadar ortaya çıkan sonuçlarıda bu gerçeği doğrular nitelikte. İşçi ve emekçilerinalınterinin ürünü olan kaynaklar sermayeye peşkeşçekiliyor, baskı ve terör ortamı yoğunlaştırılıyor. Biryandan kitlesel işsizlik baş gösterirken diğer yandançalışma koşullarını daha da ağırlaştıran kölelikuygulamaları büyük bir hızla devreye sokuluyor. Yanikapitalizm bir kez daha kendi çöküşünü simgeleyen birkrizi fırsata çevirerek bu süreçten sıyrılmaya çalışıyor.

Tüm dünyada yaşanan bu süreç onun bir parçasıolan Türkiye kapitalizmi tarafından da büyük biriştahla sürdürülüyor. Geçtiğimiz aylarda “istihdamıteşvik” adı altında “İşsizlik Sigortası Fonu”nda birikenkaynakların sermayeye aktarılmasının önünü açtılar.Kıdem tazminatını gaspetme hazırlıklarında ise sonadoğru geliyorlar. Baskı ve terör ortamını sadecesokakta yoğunlaştırmakla kalmıyorlar, üretim alanınıgözetleyen kameralar, işe girişlerde alınan retinakayıtları, idareci ve şef baskıları ile faşizm üretimsürecinin içine, fabrikalara kadar sokuluyor.

Bu saldırılarla birlikte derin bir sosyal yıkımtablosu oluşuyor. Resmi rakamlarla dahi 3 milyonuaşkın işsizin bulunduğu Türkiye’de, gerçek işsizlikoranı %26. Halen işini koruyan “şanslı” kesimin isekrizle birlikte ya ücretleri düşürüldü, ücretsiz izinleregönderildi, ya da esnek üretim biçimlerininyaygınlaştırılması ile sömürü oranı arttırıldı.

Kriz ve metal işçileri

Tüm bu saldırganlığın üretimin bel kemiğinioluşturan metal sektörünü etkilememesi mümkündeğildi. Hatta en çok saldırının yaşandığı ve krizfırsatçılığının en çok ayyuka çıktığı alan metal sektörüoldu. İnşaat sektörü ile birlikte en yoğun işçi kıyımı bualanda yaşandı. Metal patronları “hızlı daralma” adıaltında kitlesel işçi kıyımlarına giriştiler. Sadecegeçtiğimiz yılın Eylül ayında kayıtlara geçen 14 bin377 metal işçisi işsiz kaldı.

İşçi kıyımlarının da ötesinde metal sektöründesaldırının en önemli boyutunu esnek üretimuygulamaları oluşturdu. Çeşitli girişimlere karşınbugüne kadar uygulanmakta zorlanılan esnek üretimpolitikaları işsizlik sopası ile bu dönemde devreyesokuldu. Böylece MESS şahsında metal patronları,yıllardır grup toplu sözleşmelerinde ısrarla hayatageçmesi için didindikleri esnek üretim silahınakavuşmuş oldular.

MESS patronları, daha kriz çanları çalmadan,geçtiğimiz yaz yaşanan toplu sözleşme görüşmelerinebaşlarken bu taleplerini dile getirmiş, kârlarınınartmasından dolayı işçilerine teşekkür ettikten sonra,“Ama yetmiyor, üretim biçiminde yeni değişiklikleryapmamız gerekiyor!” demişlerdi. Krizin etkilerininhissedilmeye başlaması ile birlikte ise, daha sözleşmegörüşmeleri tamamlanmadan bu değişikliklerle neyihedefledikleri ortaya çıktı. Hem krizin etkileriniişçilere fatura etmek hem de toplu sözleşmelerde birbasınca dönüştürmek için, bu dönemde ücretsiz izinlerözellikle Türk Metal çetesinin örgütlü olduğuişyerlerinde çok yoğun bir biçimde uygulandı.Sözleşmelerin bir kez daha ihanetle sonuçlanmasınınardından ise ücretsiz izinleri toplu işçi kıyımları takipetti.

Bugün sendikasız işyerlerinde yaşanan saldırılarınet rakamlarla ifade etmek ne yazık ki mümkün değil.Ancak sendikalı işyerlerinde açığa çıkan tablo bilemetal işçileri payına bu süreçte karşı karşıya kalınansaldırının boyutlarını kavramak açısından yeterli. 2001krizinde işçilerin işlerini korumak karşılığında esneküretimi hayata geçirmekle övünen Türk Metal çetesibu yıl da, “Biz her şeyi kabul etmeye hazırız. Yeter kibize iş güvencesi verin!” demiş, sözleşme sonucundaise bu talebini kabul ettirdiğini, sözleşmelerde “mutlu

son”a ulaşıldığını iddia etmişti. Sonuç ise, sözleşmegörüşmelerinde ve sonrasında işten çıkarılanonbinlerce Türk Metal üyesi işçi oldu. Esnek üretimuygulamaları ise daha da katmerleşerek bu işyerlerindeuygulanmaya devam ediyor.

Birleşik Metal-İş Sendikası’nın örgütlü olduğuişyerlerinde de tablo özünde pek farklı değil. 2008-2010 toplu sözleşme görüşmelerine tüm metalişçilerini temsil etme iddiası ile yola çıkan, metalişçileri ile birlikte Türk Metal ihanetini engellemehedefinde olduğunu dile getiren Birleşik Metal,örgütlü olduğu işyerlerinde ücretsiz izin vb.dayatmalarının yoğunlaşması ile birlikte esnek üretimile ilgili daha temkinli ifadeler kullanmaya başlamıştı.Ancak politik plandaki tüm tok söylemlerine karşınTürk Metal çetesi ile aynı sözleşmenin altına imza attı.

Bunun sonucu beklenildiği üzere saldırılarınyoğunlaşarak devam etmesi oldu. Toplu sözleşmegörüşmelerinin ardından bugüne kadar BirleşikMetal’in örgütlü olduğu işyerlerinin neredeysetamamında ya ücretsiz izinler devreye sokuldu, ya dabu basınçla senelik izinler kullandırıldı. Ama daha davahimi, bir dizi işyerinde krizi bahane eden patronlarsendikal örgütlülüğün tasfiyesine giriştiler. YakacıkMakine’de işçiler sendikadan istifa ettirildi,Grammer’de işbirlikçi işyeri temsilcileri eliyle işçilerTürk Metal’e üye yapıldı. Alkom taşınarak örgütlülüktasfiye edildi, Philips ve G-U gibi önemli işletmelerkapatıldı. Sendikal örgütlülüğe yeni adım atan SinterMetal, Gürsaş, AKS Otomotiv işçileri toplu işçikıyımları ile karşı karşıya kaldılar. Tüm bu saldırılar,metal patronlarının karşılarında bu düzeyde birsendikal örgütlülüğü bile istemediklerinin, krizi buyanıyla da bir fırsata çevirme niyetinde olduklarınınsomut kanıtı oldu.

Sendikal örgütlülüğün tasfiye girişimlerini birkenara koyarsak, metal işçileri üzerindeki sömürüyükatmerleştirmeyi hedefleyen saldırıların gerçekleştiğiasıl işletmeler ise küçük ve orta ölçekli işletmelerinötesinde Türkiye kapitalizminin bel kemiğini oluşturansanayi devlerinde yaşandı. Türk Metal çetesinintahakkümünü sürdürdüğü Ford, Tofaş, Renault,Erdemir gibi fabrikalarda yaşanan saldırılar krizfırsatçılığının en bariz kanıtları oldular. Oysa bufabrikalar, tüm kriz tellaklıklarına karşın İSO’nun 500büyük sanayi kuruluşu araştırmasında bir kez dahakârlarını katlayarak öne çıkan işletmelerdi.

Direnişler ve sendikal tahakküm

Tüm bu saldırganlıklara karşın işçi sınıfı ne yazıkki anlamlı bir tepki ortaya koyamadı. Yer yeryaygınlaşan ve güçlenen grev ve direnişler bile,gerçekleşen saldırıların kapsamı düşünüldüğündeoldukça sınırlı bir alanı ifade ediyordu. Tümzayıflıklarına karşın bir dalgakıran işlevi görebilecekve sınıf hareketinin rotasına yön verebilecek budirenişler, hem mevcut örgütsüzlük tablosuna hem desendikal bürokrasinin ihanetlerine takıldılar.

Tüm işçi sınıfı ile birlikte metal işçileri de krizfırsatçılığına soyunan patronların işsizlik sopasınaboyun eğdiler ve büyük oranda saldırılara karşı sessizkalmayı tercih ettiler. İşsizlik saldırısının muhataplarıdahi kitlesel işsizlik ortamına rağmen yeni bir iş bulma“umuduyla” ve tazminatlarına sarılarak köşelerine

Kriz, direnişler veMetal İşçileri Kurultayı

Page 20: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

Kurultaya doğru...20 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

çekildiler. İSKA, Opsan, Erdemir gibi Çelik-İş ve Türk

Metal’in örgütlü olduğu yerlerde açığa çıkan tepkiler,bizzat sendikal bürokrasi eliyle dizginlendi ve ciddi birdirenişe dönüştürülemeden bastırıldı. Çelik-İş, 2000’eyakın üyesi işten atılıp geri kalanları esnek üretimsaldırısının altındayken, bu süreci grup toplusözleşmelerinde olduğu gibi izlemekle yetindi. Hattayer yer Kardemir örneğinde olduğu gibi patronları“akıllı yönetimleri” nedeniyle övmeye bile yeltendi.Türk Metal çetesi ise bildik ihanetçi rolünü oynadı.Sadece saldırıları onaylamayı değil işçilerin ödeyeceğifaturayı belirlemeyi de görev edindi. Erdemir’de buçetenin eliyle ücretler %35 düşürülürken, tepkigösteren işçiler işten attırıldı. Diğer tüm işletmelerdeve özellikle Tofaş ve Renault gibi ‘98 hareketliliğinintemelini oluşturan işyerlerinde, krizin öncüleri biçecekbir fırsata dönüştürülmesinde baş aktörkonumundaydı.

Birleşik Metal tüm bu süreç boyunca bu iki ihanetçetesinden daha farklı bir görüntü çizdi. Kriz dönemiile metal sektöründe yaşanan direnişlerin neredeysetamamı Birleşik Metal’in örgütlü olduğu işyerlerindeyaşandı. Özellikle grup toplu sözleşmelerinin ardından10’a yakın işyerinde grev ve direnişler vardı.

Ancak ilk etapta ortaya çıkan bu olumlu tabloBirleşik Metal’in bildik uzlaşmacı yönetim anlayışınedeniyle heba edildi. İşçilere direniş yolunu gösterenBirleşik Metal yönetimi bir süre sonra bu yükünaltında kalarak saldırılara boyun eğmeyi tercih etti.Direnişe geçilen işyerleri dışında birçok işyerinde krizbahanesi ile çeşitli saldırılar yaşandı.

Direnişler ise yine bilinen anlayışın ürünü olarakkendi içlerinde sessizliğe terkedildi ve dinamizmleriyok edildi. İşgal çağrısına anında yanıt vererek işçisınıfının militan ruhunu açığa çıkaran, bir anda tümsınıf hareketinin gözlerini diktiği Sinter Metalişçilerinin direnişi de aynı anlayışın kurbanı oldu.Kendi gücünün çok ötesinde etkiler yaratabilecek, sınıfmücadelesinin önemli bir mevzisi halinegelebilecekken, bu önemli direnişi de fabrika önündesessizliğe ve yalnızlığa mahkum ettiler.

Halen sürmekte olan Asemat ve Asil Çelik grevleriile birlikte Tezcan, Gürsaş gibi direnişler de sınıfınbirleşik mücadelesini örmenin bir aracı olarakkullanılamadılar. Bu direnişler sınıfın tabandinamizmini açığa çıkartacak ve iç örgütlülüğünügüçlendirerek yeni dönemin mücadelesine örnekolacabilecekken, sekteye uğratıldılar. Bu direnişlerdekien temel zaaf, sıradan işçi bilincini geçemeyenreformist anlayış ve pratik idi. Hem bu direnişlerdehem de direnişe geçilmeyen G-U gibi fabrikalardamücadele hattı işçilerin dar ekonomik taleplerineendekslenmiş ve onu korumaya kilitlenmişti. İşçileresermaye düzeninin gerçekliğini anlatıp buna uygun birmücadele içerisine girmek yerine, kapatılmayanfabrikalarda patronlarla pazarlık yaparak saldırıları“sınırlandırmak”, kapatılan yerlerde ise kıdemtazminatlarını “kurtarmak” mücadelenin temel eksenihaline getirildi. Bu ise Birleşik Metal’e hakimanlayışın reformist karakterinin özü ve özeti idi.

Söylemde ne kadar devrimci olursa olsun, işçisınıfının devrimci ideolojisinden beslenmeyenlerin,devrimci sınıf sendikacılığını değil Avrupa tipi çağdaşsendikacılığı bayrak edinenlerin düşeceği hazintabloyu görmek için işte buraya; sermayenin krizfırsatçılığına boyun eğen, 2 yıl önce öve övebitiremedikleri %50 büyümeyi 6 ay içinde eritenBirleşik Metal gerçeğine bakmak yeterli olacaktır.

Zincirleri kırmak için!..

Sonuç olarak metal işçileri taban inisiyatifinedayalı bir örgütlülükten ve doğru bir önderlikten vemücadele programından yoksun oldukları için krizinfaturasını da en ağır şekilde ödemek zorunda

bırakılmışlardır. Ancak bu tablo kalıcı olmadığı gibiumut kırıcı da olmamalıdır. Bu tablonun ortayaçıkardığı tek sonuç, sınıf devrimcilerinin ve öncümetal işçilerinin görevlerine çok daha büyük bir şevkleve ısrarla sarılmaları gerekliliğidir.

Metal işçilerinin ihtiyacı, onun taleplerine yanıtverebilecek bir mücadele programı ve doğru birönderlikle birlikte kendi inisiyatifine dayanan tabanörgütlülüğüdür.

İSKA’da, Opsan’da, Sinter’de, Güven Elektrik’te,Gürsaş’ta, G-U’da ve daha birçok fabrikada

sermayedarların ve sendikal bürokrasinin karşısınadikilen sınıf devrimcileri olarak kurultay çalışması ilebu bayrağı daha da yukarıya yükseltiyoruz. Veinanıyoruz ki, öncü metal işçilerinin elinde dalga dalgayükselecek olan bu bayrak günü geldiğinde sendikalbürokrasiyi tahtından ederek sendikaları gerçek birersınıf örgütü haline getirecektir. Sermayenin tiranlığınason verecek olan da metal işçileri ile birlikte tüm işçisınıfının elinde yükselecek olan bu aynı kızıl bayrakolacaktır.

BDSP’li Metal İşçileri

İzmir’de imza kampanyasıİzmir’de BDSP tarafından direnişlerle dayanışmayı büyütmek amacıyla başlatılan kampanya emekçi

semtlerine, işyerlerine ve İzmir’in merkezi noktalarına taşınan yoğun bir faaliyetle sürüyor. 15 Ağustos’tanitibaren imza masaları açmaya başlayan BDSP’liler topladıkları yüzlerce imzanın yanısıra 6 Eylül 2009tarihinde gerçekleştirilecek etkinliğin davetiyelerini de yaygın bir şekilde dağıtıyorlar.

Çiğli Organize Sanayi Bölgesi’ndeki metal, tekstil ve plastik fabrikalarına dağıtımlar yapılırkenMenemen’deki servis güzergâhlarına, Çiğli organize girişine, Soğukkuyu ve Serinkuyu servis güzergâhlarınakonuşmalar eşliğinde dağıtımlar yapıldı.

Ayrıca işçi ve emekçilerin yoğun olarak bulunduğu Güzeltepe, Küçük Çiğli, Harmandalı ve Egekent’eulaştırılan davetiyeler kapı kapı dolaşılarak dağıtıldı.

Çiğli şantiye, Telekom ve Kent AŞ işçilerinden kampanya çerçevesinde imza toplandı ve etkinliğe katılımçağrısı yapıldı.

Bornova Metro’da açılan imza masasıyla birlikte iyüzlerce bildiri İzmirli emekçilere ulaştırılırken,direnişlerle dayanışma amacıyla imzalartoplandı. Telekom işçileri de imza kampanyasınadestek vererek direnişçi işçilerle sınıfdayanışmasını yükselttiler.

Hazırlıklar çerçevesinde İzmir merkezliyapılan konserler de direnişçi işçilerin sesinintaşınması için vesile oldu. Buralarda da etkinliğeçağrı yapan davetiyeler dağıtıldı.

Ayrıca çıkarmış olduğumuz afişleri veozalitleri Çiğli merkez, Güzeltepe, Küçük Çiğli,Harmandalı semtlerine ise afiş ve ozalitleryapılarak bu afişlerden sendikalara, kitleörgütlerine de bırakıldı.

İzmir BDSP’nin yoğun ve tempolu biçimdesürdürdüğü kampanya çerçevesinde toplananimzalar 4 Eylül 2009 tarihinde gerçekleştirilecekbasın açıklamasıyla gönderilecek.

Kızıl Bayrak / İzmir

Page 21: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

Kurultaya doğru... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 21Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

Ekim ayında gerçekleştirilmesi planlanan Metalİşçileri Kurultayı’nın hazırlık çalışmalarının birayağını oluşturan Kurultay Hazırlık Komitesiseminerlerinin ikincisi 30 Ağustos günügerçekleştirildi.

“Metal işkolunda örgütlülüğün tablosu” konuluseminerde ilk bölümde Birleşik Metal İşçileriSendikası TİS Uzmanı İrfan Kaygısız ve KHKsözcüsü birer sunum gerçekleştirdi. İkinci bölümde iseKHK bileşeni metal işçilerinin soru ve düşünceleri ilebir tartışma platformu oluşturuldu.

Seminerde ilk olarak söz alan Kaygısız, önce metalişkolunda ve işçi sınıfının toplamında örgütlülüğündurumuna dair çeşitli istatistiki veriler sundu.Ardından sendikal örgütlüğün zayıf bir dönemdengeçtiğini belirten Kaygısız, bu tabloyu TİS vegrevlerdeki başarısız tablolar, sendikaların temsilniteliğinin zayıflaması, güvenilirlikteki düşüş ile üyesayısındaki azalma üzerinden ifade etti. Sendikalmücadeleye hakim anlayışta sosyal diyalogun temelpolitika olarak benimsendiğini, kendisini sadeceüyesinin haklarını savunmakla sınırlandırmış ve içörgütlenmesini işkolu ile sınırlandırmış hiyerarşik biryapının egemen olduğunu söyledi. Bu durumu son 1-1.5 yıl içinde Türk-İş içindeki 9 sendikada yolsuzlukvb. gerekçeler ile olağanüstü genel kurullar yapılmasıile örnekledi.

Sendikaların devlet işgali altında olduğunu ifadeeden Kaygısız, bu işgalin temel dayanağı konumundabulunan sendikal bürokrasinin ayrıcalıklarının sadecemali ayrıcalık olarak anlaşılmaması gerektiğini,bununla birlikte sosyal statü üzerinden sağlananayrıcalıkların da belirleyici bir rolü olduğunu söyledi.

Kriz koşulları sınıfın mücadele eğilimini tetikliyor

İşçi sınıfı açısından genel tabloyu parçalı emekpiyasası, zayıf dayanışma bilinci, niteliksiz-kayıtdışıişgücü, değişen-küçülen işyerleri ve kuralsızçalışmanın yaygınlaşması ile açıklayan Kaygısız, krizkoşulları ile birlikte işçi sınıfının bir baskılanmaeğilimi içerisine girdiğini ve çalışma yoğunluğununarttığını, ancak bunun bir yanında da örgütlenme vemücadele eğilimi olduğunu ifade etti. Bu durumu,sınırlı bir bölüğü ifade etmesine karşın geçtiğimizEkim-Nisan ayları arasında gerçekleşen 60 işyerieylemi ile açıkladı.

Kriz karşısında sendikaların tutumuna da değinenKaygısız, bu dönemde de uzlaşmanın temel politikaolmaya devam ettiğini, nicelik olarak küçük bir kısımsendikanın direnme eğiliminde olduğunu ifade etti.Genel tabloyu sendikal hareketin kriz karşısında teslimolması biçiminde özetledi.

Her şeye karşın geçtiğimiz dönemde sermayeninşiddetli saldırısına karşın işgal gibi şiddetli direnişbiçimlerinin yaşandığını söyleyerek, önemli birmücadele sürecinin yaşandığını ifade etti.

Bu tablo karşısında “Ne yapmalı?” sorusununyanıtını ise işyeri komiteleri temel eksenine oturtanKaygısız, sendikalar ile siyasal yapılar arasında ara birörgütlenme olarak tanımladığı işyeri komitelerinin veeğitimin özel önemine değindi. Temsilcilere daralmışeğitim politikasını eleştiren Kaygısız, işyeri

komitelerinin seçen, denetleyen, geri çağırmamekanizmasına sahip ve bürokrasiden arınmış birişleyişe sahip olması gerektiğini söyledi. Böylelikleişyeri komitelerinin işlevli bir sınıf kimliğininoluşacağı bir mekanizma olacağını, bunun işçisınıfının özgücünü ortaya çıkarmaya hizmet edeceğini,siyasallaşma ve yeni bir gelenek ve kültürünyaratılmasının önemli bir adımı olacağını ifade edereksunumunu sonlandırdı.

Yapılması gereken metal işçilerininöncülerinin birliğini yaratmaktır

KHK sözcüsü ise, örgütlülüğün tablosu tartışılırkenkonuyu sadece sendikalar üzerinden ele almamakgerektiğini, işçi sınıfının genelini ve çeşitli özgünkoşulları kapsayan çeşitli örgütlenme biçimlerininolduğunu söyleyerek konuşmasına başladı. Dönemitibariyle sovyet, konsey tarzı örgütlenmelere uzakolan işçi sınıfının bugün sendikal örgütlüğünün deoldukça dar ve niteliksiz bir durumda olduğunu ve işçisınıfının kendi sınıf ideolojisine yabancılıkla birliktesınıfın partisiyle arasında ciddi bir mesafe olduğunusöyledi. Tartışmanın sendikal mücadele alanıüzerinden gerçekleştirilmesini ise, Türkiye’de sınıfhareketinin tarihi boyunca kendisini bu alan üzerindenifade etmesi ile gerekçelendirdi.

İşçi sınıfının mücadelesinin temel araçlarındanolan sendikaların burjuvazi için de oldukça önemtaşıdığını söyleyerek, sendikaların bu işlevini yerinegetirememesi için burjuvazinin sendikalarda çok yönlübir denetim kurmaya çalıştığını söyledi. Belliörneklerde kontra ilişkilerle birlikte örgütsel denetimmekanizmaları yaratılırken, daha genelde ise ideolojikbir denetim mekanizması oluşturulmaya çalışıldığını,bunun da esas olarak sendikal bürokrasi eliylegerçekleştirildiğini söyledi.

Bu genel tablonun metal işkolunda da geçerliolduğunu ifade eden KHK sözcüsü, Türk Metal,Birleşik Metal ve Çelik-İş üzerine kısadeğerlendirmeler yaptı. Türk Metal’in 12 Eylül darbesiile palazlandırılan kontra bir örgütlenme olduğunu vesermayenin doğal bir parçası olduğunu, Çelik-İş’insermayenin saldırılarını işçilere kabul ettirmeyi temelbir iş olarak gördüğünü dile getirdi. Bu iki sendikadandaha farklı olarak Birleşik Metal’in bir mücadelepotansiyeli taşımakla birlikte, onun da sendikal-siyasalufkunun düzen sınırlarını aşamadığını, bu yanıylauzlaşmacı-bürokratik bir sendikal anlayışın BirleşikMetal’e hakim olduğunu söyledi. Son bir yıl içindeanlamlı bir mücadele birikimi yaratan ve sınıfhareketini çok daha farklı bir rotaya taşıyabilecekdirenişlerde sergilediği tutumlar ile “Endüstriyelilişkiler kurulları” gibi sınıf işbirlikçisi yaklaşımlarınıteşhir ederek, Birleşik Metal’in de bugün metalişçilerinin ihtiyacını duyduğu bir örgütlenmedurumunda olmadığını söyledi.

Bu tablo içerisinde yapılması gerekenin, tabandanmücadeleyi yükseltmek ve sendikalı-sendikasız hiçbirayrımı gözetmeksizin metal işçilerinin öncülerininbirliğini yaratmak olduğunu vurguladı. Bugün içindağınık olan sınıf tablosunun bir mücadele programınasahip böylesi bir birlik ile geleceği kucaklayacağınıifade etti. Gerçekleştirilecek kurultayın temel

amacının bu olduğunu söyleyerek sunumunusonlandırdı.

Canlı tartışmalarla seminer sonlandırıldı

Verilen aranın ardından salonda bulunan metalişçilerinin soruları ve düşünce aktarımları ile tartışmazenginleşti. Sendikalardaki bürokratik işgalin nasılkırılacağı, sendikal ihanetlerden hesap sorulmasınınpratikte nasıl örgütleneceği, krizle birlikte artansaldırıların boyutu ve işçi sınıfının içinde bulunduğuruh hali konularında canlı tartışmalar yapıldı. Derslerçıkartabilmek için çeşitli mücadele deneyimlerini artıve eksileriyle birlikte tartışabilme gerekliliği ortayakonularak, geçtiğimiz aylarda İS-KA Kablo’dayaşanan direniş deneyimi aktarıldı.

Çeşitli mücadele deneyimlerinin de tartışılmasıplanlanmasına karşın 1 Mayıs Mahallesi KuruluşFestivali’nde DTP’li bir güruhun Kızıl Bayrakstandına sopalarla saldırdığının ve sınıfdevrimcilerinin yaralandığının öğrenilmesi üzerine,diğer deneyimlerin tartışılması yerel KHK’larabırakılarak seminer sonlandırdı.

Oldukça doygun bir sunumun gerçekleştirildiği veanlamlı tartışmaların yapıldığı seminere çeşitlihavzalardan 30 metal işçisi katıldı.

Metal İşçileri Kurultayı Hazırlık Komitesi

İzmir’de kurultayçalışmalarından...

Metal İşçileri Kurultayı hazırlık çalışmalarıİzmir’de devam ediyor. “Örgütlü işçi yenilmezdir! /Metal işçilerinin birliği için kurultaya!” şiarlı Metalİşçileri Kurultayı Hazırlık Komitesi imzalı afişler,Menemen işçi servis güzergâhlarına, Ulukent’e, Çiğlimerkeze, Ata Sanayi girişine, Organize Sanayi girişineve Basmahane’ye yapıldı.

Ayrıca Metal İşçileri Bülteni’nin, Menemen servisgüzergâhlarında ve Çiğli Organize’de bulunan metalfabrikalarında dağıtımı yapıldı. Dağıtım sırasındaişçiler, kurultayın nerede ve ne zaman yapılacağıhakkında bilgi istediler. Kurultaya yönelikçalışmalarımız devam edecek.

Metal İşçileri Bülteni çalışanları

Metal İşçileri Kurultayı hazırlıkları devam ediyor… Metal işkolunda örgütlülük tablosu tartışıldı...

“Metal işçilerinin birliği için kurultaya!”

Page 22: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

Kent A. Ş. işçilerine çağrı...22 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

Kent A.Ş. işçisi arkadaşlar!Direnişiniz dört ayı geride bıraktı, beşinci ayına

doğru ilerliyor. Geride kalan ayları değerlendirmek,direnişin ne aşamada olduğunun bir muhasebesiniyapmak artık sizler için bir zorunluluğa dönüşmüşbulunuyor.

Nisan ayında iki belediyenin dalavereleriyle iştenatılarak ortada bırakıldınız. Böylesine büyük bir krizinyaşandığı ve yaşam koşullarının bu denli ağır olduğubir dönemde işsiz kalmak çilelerin en büyüğüdür. Sizleriişten atarak ortada bırakan iki CHP’li belediyeyaşayacağınız yoksulluk ve sefaleti umursamıyor, buyoksulluğu size yaşatıyor. Belediyelerde gitgideyaygınlaşan ve kurumsallaşan esnek çalışma vetaşeronlaştırma uygulamasının bir sonucu olarak iştenatıldınız. Yoksa Karşıyaka Belediyesi’nin açıkladığı gibi,işten atılmanızın nedeni “iki belediyeye bölünmenin birsonucu olarak ortaya çıkan istihdam fazlalığı” değildir.Bu kaba bir yalandır. Eğer öyle olsaydı, bölünmedenönce sizin hizmet götürdüğünüz alanlara hangi belediyetarafından gidecek olursa olsun hizmet gitmemesigerekirdi. Eğer önceden sizlerin hizmet götürdüğüyerlere şimdi de gidiyorsa, o zaman siz neden iştenatıldınız? İşten atılmadan önce sizin hizmet taşıdığınızyerleşim birimlerine şimdi hizmet gitmiyor mu? Eğergitmiyorsa araçları almak için neden size vahşicesaldırdılar vb...

Elbette siz bu soruların daha fazlasını dasoruyorsunuz fakat belediyelerin size verdiği cevapdeğişmiyor: AKP bölmeseydi böyle olmazdı! Fakat busöylemler işçilerin gözlerinin içine baka bakauyguladıkları esnek çalışma ve taşeronlaştırmayı,seçimde iş vaadinde bulundukları başkalarını işealdıkları gerçeğini gizlemek için söylenen yalanlardır.

Nihayetinde işten atıldınız ve beşinci ayınayaklaşan bir direnişin içindesiniz. Artık bu saatten sonraişe geri dönülecekse, ancak direniş ve işçilerinkararlılığı sayesinde dönülecektir. Geride kalan yaklaşıkdörtbuçuk aylık dönem direnişten başka bir yololmadığını gösterdi. Fakat burada önemli bir sorununsorulması gerekiyor. Nasıl bir direniş?

Direniş ilk başladığı günlerde belli bir heyecan vecoşkuyla sürüyordu. Açılan stantlar, yapılan afişler,toplanan imzalar ve gerçekleştirilen eylemler sayesindedireniş önemli ölçüde İzmirli işçi ve emekçileringündemine girdi. Daha da önemlisi, ilk dönemincanlılılığıyla direnişin sesi İzmir’in dışına da sıçradı. Buçalışmaların sonuçlanmasından sonra ise direniş adetabir sessizliğe bürünerek içe döndü. Direnişin sesiniduyurma ve destek alma çabaları duraksadı, yerinibelirsiz bir bekleyişe bıraktı. Şu andan sonra direnişingündeminde sürekli birilerinin gelip gideceği, birileriylegörüşüleceği konuşulur oldu. Çözüm umutları, İzmirBüyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nunyurtdışından dönmesine, DİSK Genel BaşkanıSüleyman Çelebi’nin ve Deniz Baykal’ın İzmir’egelmesine bağlandı, Önder Sav’ın gelip sorunuçözeceği vb. konuşuldu. Fakat şimdiye kadar busöylenenlerin hiçbiri gerçekleşmedi ya da direnişyararına hiçbir katkıları olmadı. Tam tersine, direnişi birbekleme sürecine sokarak direnişin gücü vekararlılığıyla değil diplomasiyle sonuç alınabileceğibeklentisi yaratıldı.

Tam da bu bekleyiş sürecinde direniş yerine polis vebelediye işbirliğiyle iki ayrı saldırı gerçekleştirildi. İlksaldırı direnişle püskürtüldü ve zayıflama sürecine girendireniş saldırının püskürtülmesi sayesinde önemli birsoluk aldı ve yeniden bir coşku kazandı. Hemenardından gelen ikinci saldırıya karşı kararlı bir tutumsergilenememesi ise tersinden ciddi bir moralbozukluğuna ve daha da içe kapanmaya yol açtı.

Araçların şantiyeden çıkarılmasından sonra şantiyedebeklemenin anlamını yitirdiği düşüncesi işçiler arasındasıklıkla konuşulmaya başlandı. Bu süreçten sonragerçekleşen Deniz Baykal protestosunu saymazsak,direnişteki bekleyiş süreci hala devam ediyor.

Başlangıçtan bugüne gelindiğinde ve özellikledirenişteki coşkunun zayıflama süreçlerinegirilmesinden beri direnişçi işçiler arasında ve işçilerlesendika arasında ciddi bir kopukluk oluştu. Sağcı-solcuayrımı, sendikaya yakın olanlarla olmayanlar, sendikayıeleştirenlerle her denileni koşulsuz kabul edenlerarasında hissedilir bir kopukluk bulunuyor. Sendikayönetimi ise yaptığı tüm olumlu işlere, çeşitli eylem veetkinliklere ve zaman zaman militan tutumlarınarağmen, son kertede çözümü diplomaside arayarakdirenişi belli belirsiz bir bekleme sürecine sokuyor. Bubekleme süreci ise işçilerin daha da içe dönmesine, birhareketsizlik halinde yaşanan iç sorunlarınderinleşmesine neden oluyor. Belediyelerin CHP’liolmasından kaynaklı “CHP’yi yıpratmamak” adınaatılacak çeşitli adımlardan imtina ediliyor. Çözüm içinyapıldığı söylenen diplomasiden sonra birbirini izleyenkesin çözüm süreçleri ifade ediliyor ve güçlübeklentilere yol açılıyor. Fakat bu her defasında boşadüşüyor, bu sefer sendika ve işçiler arasında açıkçaifade edilemeyen bir güven bunalımı ortaya çıkıyor.Daha da kötüsü, görüşmelerin ardından ortada dolaşansöylentiler işçiler arasında ciddi bir gruplaşmaya yolaçıyor. İşçiler çeşitli eylemler olmasa neredeyse yanyana gelmeyecek gibi duruyorlar. Dikkat çekici başkabir sorun ise direnişe devam eden işçilerin sayısınıngün geçtikçe azalması.

Geçmişte de eylem, direniş ve grev deneyimi olanKent A.Ş. işçileri biliyorlar ki, bu direniş sınıfmücadelesinin bir parçası. Sorun tek başına KarşıyakaBelediye Başkanı Cevat Durak değildir. Cevat Durak dadahil olmak üzere işçilerin kapı dışarı edilip ortadabırakılmasının sorumlusu, CHP, İzmir BüyükşehirBelediyesi ve hükümet partisi AKP’dir. İşçilerin kapıdışarı edilmesinin esas sorumluları bunlardır. Hiçbirinindiğerinden aşağı kalır yanı yoktur. Dolayısıyla hepsi dedirenişin hedefi olmak durumundadır. Hele ki birincielden sorumlu olan CHPli Karşıyaka ve Bayraklıbelediyeleri ve genel olarak CHP kesin hedef olmakdurumundadır. “CHP’nin yıpratılmaması” adınayapılmayan işler sürekli bir biçimde direnişekaybettiriyor, direnişin belirsiz bir biçimde uzamasınaneden oluyor. Şayet belediyeler ve CHP işçilerinkarşısına muhatap olarak çıkmıyorsa, bunlarla birliktehükümet de hedef alınmalıdır. İşsizlik ve haksız iştenatma devletin de onun hükümetinin de sorunudur.Onlarda sorumluluğu CHP’li belediyelere atarakkurtulmamalıdırlar.

Fakat bunları hedefe alabilmek için direnişinoldukça kararlı ve etkili olması gereklidir. Bu iseöncelikle direnişçi işçilerin kendi aralarındakiörgütlülüğünün güçlenmesini gerektirir. Öncelikledirenişin bütün süreçlerinden sorumlu bir direnişkomitesi, çeşitli işler ve etkinlikler için gerekli olanbaşka komitelerin kurulması ve etkin çalışmalaryapabilmesi direnişin gidişatı açısından hayatiönemdedir. Direnişçi işçiler eğer kendi içlerinde örgütlüve kenetli değillerse direnişin kaderinde de belirleyiciolamazlar. Kendi direniş süreçlerinde insiyatif sahibiolmayan işçiler her kafadan çıkan sese inanmaktankurtulamazlar. Böyle bir durumda ise çaresizlik,beklemecilik ve birilerinin kendileri adına bir şeyleryapmasını ummak genel bir ruh haline dönüşür. FiilenKent A.Ş. de yaşanan da budur gerçekte.

Beş aya yaklaşan direniş en kritik evrelerinegirmiştir. Hem direnişin gidiş hattı açısından, hem de

işçilerin aylardır yaşadığı ekonomik darboğazınağırlaşması nedeniyle böyledir. Üstelik şimdi bir deokullar açılacak ve şimdiye kadar yaşanan darboğaz ikikatına çıkarak daha da katlanılmaz boyutlaravaracaktır. Böyle bir aşamada ve işler daha da kötüyegitmeden, öncelikle işçilerin ve sendikanın direnişingeride kalan süreçlerindeki eksik ve zaaflarıdeğerlendirip, direnişi daha ileri bir boyuta taşımasıgerekmektedir. Karşıyaka Belediyesi de şu sıralardirenişin aleyhine karşı propagandaya geçmişken budaha acil bir ihtiyaç haline gelmiştir.

Bu çerçevede ne yapılabilir? Birincisi, direnişin öncelikli muhatabı işveren olan

Karşıyaka Belediyesi’dir. Öyleyse belediyeyi kamuoyunezdinde teşhir edecek girişimler güçlendirilmeli, birsistematik kazandırılmalıdır. Denilebilirki belediyebaşkanının nefes almasına izin verilmemelidir. Eylemlerbelediye önüne ve Karşıyaka halkına taşınmalı, işçi veemekçilere direnişin haklılığı ve meşruluğuanlatılmalıdır. Üyesi olduğunuz Genel-İş Sendikasıneredeyse İzmir’in üye sayısı bakımından en güçlüsendikasıdır. O halde sendika diğer üyelerini sınıfdayanışması bilinciyle harekete geçirmelidir. Kent A.Ş.işçilerinin eylem ve etkinliklerinin desteklenmesi baştaolmak üzere örgütlü oldukları diğer belediyelerdedayanışma eylemleri örgütlemek zor değildir. Dahası,örgütlü olunan yerlerde iş yavaşlatma ve iş durdurmaetkin bir silah olarak kullanılabilir. Sendikanın böylesineönemli olanakları varken şimdiye kadar bunları devreyesokmaması eksikliktir. Bunlar sınıf dayanışmasınıörgütlemenin en sıradan gerekleridir ve olağanüstüçaba gerektirmeyen çalışmalardır. Çünkü Kent A.Ş.işçilerinin yürüttüğü çalışmalar bir ölçüde aynısendikanın tabanına yöneliktir. Fakat sınıfdayanışmasının örgütlenmesi bunlarla da sınırlıdeğildir. İzmirli işçi ve emekçilerin gündemine direnişinbir kez daha ve daha güçlü bir biçimde sokulması,onların somut desteğini alabilecek bir biçimdeörgütlenmesi önemli bir ihtiyaçtır. Bu hem direnişinihtiyaç duyduğu bir dayanışmadır hem de sözde sosyaldemokratların teşhir edilmesi ve köşeyesıkıştırılabilmeleri için vazgeçilmezdir. Yanı sıra, birsüre önce dayanışma amacıyla kurulması planlananancak boşa düşen dayanışma platformu tekrar ve busefer somut bir hedef etrafında toplanabilmelidir.

Beş aya yakındır direnen direnişçi işçiler elbetteişlerine geri dönmek istiyorlar. Fakat görülmektedir kibu iş kolay olmayacaktır. Karşıyaka Belediyesi’nin songünlerde işçilere karşı yürüttüğü anti propaganda dabunu ayrıca doğrulamaktadır. Öyleyse bu adamlara hakettikleri yanıtı vermek gerekir.

İzmir’den BDSP’liler

KENT A.Ş. işçilerine açık mektup...

Süreç değerlendirilerek direniş ileriye taşınmalıdır!

Page 23: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

Devrimci sınıf faaliyetinden... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 23Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

Kartal BDSP olarak yaz faaliyetlerimizisürdürüyoruz.

Kartal Belediyesi’nin düzenlediği festivaldestandımızı açmayı sürdürüyoruz. Son haftaiçerisinde üç gün standımızı açtık. StandımızdaEksen Yayıncılık’tan çıkmış kitapların yanısıraKızıl Bayrak gazetesi ve Metal İşçileri Bülteniyeraldı. Büyük boy bir BDSP flaması asılanmasamızın arkasına “Yeni bir dünya,yeni bir kültür için Kartal İşçiKültür Evi” pankartı asıldı.Masanın karşısındakiparmaklıklara da İLGPbayrağı ve KartalİLGP’nin düzenlediği“Devrim okulu”naçağıran bir döviz asıldı.

Standımızda birçokemekçiyle sohbet etmeimkanı yakaladık. Çoksayıda Kızıl Bayrak sattık.Özellikle PartiDeğerlendirmeleri dikkatçekti. 2000 yılı sonrasındakidöneme dair önemli perspektiflersunan bu kitapları inceleyenler oldu. 29Ağustos günü ise Yeni Türkü konseri ve 1 Eylülgünü gerçekleştirilen Onur Akın konserlerioldukça kalabalıktı. Festivale müdahalemizönemli konser ve günlerde sürecek.

Gençlik Komisyonu tarafından planlanançalışmalarımızdan biri olan film gösterimini 29Ağustos yerine 30 Ağustos’a kaydırdık. Festival

programında Yeni Türkü konseri olmasındandolayı böyle bir tercih yaptık. Film gösterimindenüç gün önce film afişlerini mahallenin önemlinoktalarına yaptık ve çevremize çağrısını yaptık.Pazar akşamı film gösterimine başladık. “SavaşTanrısı” filmini gösterdik. Film beğeniyle izlendi.

Gençlik Komisyonu 12 Eylül etkinliğihazırlıklarına da hız verdi. Tiyatro topluluğu

provalarını sıklaştırdı. Şiirtopluluğuysa kimlerin

katılacağının belirlendiği birtoplantı ile çalışma planı

çıkardı.Kitap bağışı

kampanyası daKarlıktepeMahallesi’nde kapı kapısürdürülüyor. Yaklaşık200 el ilanı dağıtımındansonra 50 civarında kitap

bağışı toplandı.Kampanyamızı

sürdürüyoruz. İşçi veemekçiler kampanyamıza ve

derneğimize büyük bir ilgiyleyaklaşıyorlar. Özellikle sömürünün

büyüdüğü, karamsarlığın arttığı bugünlerdekapılarını devrimcilerin çalıyor olmasına dahasıcak yanıtlar veriyorlar. 12 Eylül etkinliğiçağrısıyla işçi ve emekçilerin karşısına çıkmayahazırlanıyoruz. 5 Eylül’den itibaren elilanlarımızla çağrılara başlayacağız.

Kartal BDSP

Küçükçekmece’de sınıffaaliyetlerinden...

Sınıf devrimcileri olarak Küçükçekmece bölgesindedevrimci bir temelde yürüttüğümüz sınıf faaliyeti devamediyor.

Bu faaliyetlerin bir parçası olarak planladığımız Tez-Koopİş Sendikası Eğitim Danışmanı Volkan Yaraşır’ın anlatıcıolarak katılacağı “Türkiye İşçi Sınıfı Tarihi” başlıklı seminer6 Eylül Pazar günü saat 13:00’te Sefaköy İşçi Kültür Evi’ndegerçekleştirilecek. Çevre fabrikalardan işçilerin dekatılmasının planlandığı etkinlik için hazırlanan ozalitleriSefaköy çevresinde, emekçilerin yoğun olarak kullandığıgüzergahlarda kullandık.

Ekim ayı içerisinde gerçekleştirilecek olan Metal İşçileriKurultayı hazırlık çalışmaları çerçevesinde “Örgütlü işçiyenilmezdir!” şiarlı afişler semtte kullanıldı. Yanısıra metalişkolunda faaliyet gösteren fabrikalara da metal işçileriningündemine yer veren Metal İşçileri Bülteni’nin dağıtımıgerçekleştirdi.

Ayzi Moda işçilerinin ücret alacaklarının ödenmemesiüzerine başlattıkları işgal eylemi İkitelli bölgesindeki işçi veemekçilerin ilgisine konu oldu. Sınıf devrimcileri olarak, budirenişi hem ön sürecinde hem de işgal eylemi sırasında etkilibir müdahale zeminine çevirdik. Direnişi sürdüren işçilerlebirlikte gece-gündüz nöbet tuttuk. Küçükçekmece İşçiPlatformu imzalı “Yaşasın Ayzi Moda direnişimiz!” başlıklıbildirileri çevre fabrikalardaki işçilere ulaştırdık. Ayzi Modatekstil işçilerinin direnişini bölgedeki diğer ilerici ve devrimcigüçlerle birlikte destekleme ve direnişin kazanımlasonuçlanması için yoğun bir çaba içerisindeyiz.

Bölgemizdeki sınıf faaliyetimizi kesintisiz bir tarzdasürdürüyoruz. Her yeni eylem ve direniş etkimizin yayılmasıile yeni imkan ve güçlerin ortaya çıkmasını sağlıyor.

Küçükçekmece BDSP

Entes direnişigüncesinden...

111. gün... Yoldan geçen bir işçi son zamanlarda sık karşılaştığım

“Seni ne zamandır görüyorum.”, “Eylem miyapıyorsun?”, “Ne eylemi?” gibi sorular yöneltti. Krizgerekçesiyle işten çıkartıldığımı ve 111 gündür tek başımadirendiğimi söyledim. “Allah yardımcın olsun” diyerekayrıldı.

Entes’in yakınında, bir fabrikada birlikte çalıştığımeski iş arkadaşımı gördüm. “Hala burada mısın? Direnişnasıl gidiyor?” diyerek süreci merak ettiğini söyledi.

(...)Bugün 1 Eylül Dünya Barış günü olduğundanKadıköy’deki mitinge katıldım. (...)Dünyada bütüninsanların “tam anlamıyla” barış içinde yaşamasınınönemi büyük. İnsanlığın kurtuluşu için gerçek barış isesosyalizmle mümkündür.

110. gün…..(...) Her zaman olduğu gibi ilk önce Sinter Metal

işçilerine selam verdim, eşyalarımı da alarak fabrikaönüne geçtim. Bekleyişim sırasında bir fabrika servisidireniş yerinin önüne geldi. İşçilerle dışarıda konuşmayabaşladık. Servisteki işçilerin her biri bir şeyler soruyordu.(...) “Krizin yükünü biz çekmek zorunda değiliz.Sendikalaşmaya çalıştık ama önümüze bazı engeller çıktı.Sendikalaşamadan işten çıkartıldım. Sendika olarak dametal iş koluna giriyoruz ve Birleşik Metal’deörgütlenmeyi tercih ederdim” dedim. Bunun üzerineişçiler Türk Metal’e üye ol orası daha iyidir dediler. Bende öyle olmadığını Türk Metal’in örgütlü olduğuişyerlerinde tanıdıklarım olduğunu, ayrıca Türk Metalkadar patroncu bir sendika olmadığını söyledim.

107. gün…UİD-DER çalışanlarından iki kişi ziyaretime geldi.

Öncesinde Sinter Metal’e uğradıklarını ve 12 Eylül ileilgili röportaj yaptıklarını söylediler. Benim de 12 Eylülile ilgili düşüncelerimi aldılar.

Direnişteki işçilerin 12 Eylül’le ilgili bilgi sahibiolmalarının faydalı olacağından, ayrıca sendikaların vederneklerin bunun gibi tarihte derin izler bırakan olaylarhakkında eğitimler vermesi gerektiğinden bahsettik. 12Eylül üzerine yaptığımız konuşmadan sonra bültenbırakarak direniş yerinden ayrıldılar.

106. gün…Bugün Entes’in ilk davası görüldü. Karşı tarafın

avukatı krizden kaynaklı üretimin düştüğünü ifade etti.Bir dahaki duruşmaya kadar Entes’in evraklarıincelenecek ve ilk olarak Entes’in şahitleri dinlenecek.Dava Ekim’in 22’sine atıldı.

Adliyeden ayrıldıktan sonra dün geceden beriYenibosna’da Adli Tıp önünde bekleyenlerin yanınagittim. Adli Tıp Kurumu’nun toplantısı olması üzerineoldukça kalabalık bir kitle bekleyiş içindeydi. AvukatlarınAdli Tıp Kurumu başkanı ile konuşma talepleri nihayetkabul görmüştü. Görüşmeden çıkan avukat toplantınındevam ettiğini söyledi. Kitle marş ve sloganlarla birlikteoturma eylemi gerçekleştirdi. Uzunca bir bekleyişinardından tekrar görüşmeye giden avukatlar, belgelerinyetersiz olduğunu, aynı zamanda İstanbulÜniversitesi’nden toplantıya davet edilen 2 onkolojiuzmanının dinlendiğini belirttiler. Adli Tıp Kurumu sonuçolarak eksik olan evrakların tamamlanması durumundakarar vereceklerini söylemiş. Bu açıklamayla birlikteyarınki Güler Zere’ye özgürlük eylemine katılmakararıyla kitle dağıldı.

Entes direnişçisi Gülistan Kobatan

Kartal’da BDSP faaliyetlerinden...

Page 24: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

Bir devrim sanatçısı, bir dava adamı!24 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

“Devrimci sanatçı, devrimci tabiatı gereğimilitandır, yenileştirici ve değiştiricidir. Toplumsalkurtuluş mücadelesinden ayrı düşünülemez... Devrimcimücadeleye organik bir biçimde bağlı olmalıdır. Bunedenle, devrimci bir sanatçı, o ülkenin devrimcimücadelesinin hedefleri ve görevleri doğrultusundagörevlerle yüklüdür. O her şeyden önce birdevrimcidir, militandır, sanatı devrimin bir aracıdır,bir silahıdır.” (Yılmaz Güney, Kayseri Konuşmaları...)

Kimi insanlar vardır, bedenen aramızdan ayrılsalarda geride bıraktıkları eserlerle yaşarlar…Bizimledirler, o büyük davanın gerçekleşmesimücadelesindedirler. Bu insanlar, bu yanlarıylayaşayan birçok “ölüden” daha canlıdırlar… Saygıylaanılır adları… Yılmaz Güney öldükten sonra yaşayanbu insanlardan birisidir. Canlı hayatın ve kavganınodağındadır.

1 Nisan 1937 yılında Şanlıurfa Siverek’te doğdu. 9Eylül 1984 yılında ölümsüzleşti. Yoksulluğun, açlığın,sefaletin kaynağının kapitalizme dayalı bir toplumsaldüzen olduğu gerçeğini dönemindeki birçok “sanatçı”gibi es geçmeyerek mücadelede aktif misyonlarüstlendi. Sanatsal yetenek ve birikimini kapitalizminyararına kullanarak kendini şaşaalı bir yaşantınıniçerisinde bulabilirdi. Ama o bunu tercih etmedi.Safını belirledi ve toplumsal devrim mücadelesiiçerisinde yerini aldı. Çocukluğundan beri varolansinema sevdasını burjuvaziden yana değil ezilenlerinkurtuluş mücadelesinden yana kullandı. O, “genelanlamıyla sanatçının niteliğini belirlerken, toplumsalpratiğinin, yani siyasal ve kültürel çalışmalarının,toplumsal tutum ve ilişkilerinin ve eserlerinin hangisınıfların hizmetinde olduğuna bakmalıyız” diyordu.Ruhunu burjuvaziye satan sözde sanatçılara inat“halkın sanatçısı, halkın savaşçısıdır” diyerek savaşçıkimliğiyle hareket etti. Her devrim savaşçısı gibiYılmaz Güney de bir savaşçı olarak daimaburjuvazinin hedef tahtasına çakıldı.

Yılmaz Güney 1972 yılında “anarşistlere yardımve yataklık yaptığı” gerekçesiyle iki yıl hapse vesürgüne mahkum edildi. Ama dört duvar onun için,kendini geliştirmek ve yeni eserler yaratmak için birokul işlevi gördü. Yılmaz Güney bu okulun en iyiöğrencilerinden biri olarak kendini sürekli yeniledi veiçeride kaldığı süre boyunca devrimci sinema ve sanatile ilgili düşüncelerinin yanı sıra şiirler ve öyküler dekaleme aldı. Kaleme aldığı eserler Güney Dergisi’ndeyayınlandı. 1974 yılında cezaevinden çıktı.Cezaevinden çıkar çıkmaz “Arkadaş” filmini çekti.“Endişe” filmini çektiği sıralarda AdanaYumurtalık’ta onu provoke eden hakimi öldürdü.Tutuklandı ve 19 yıl hapse mahkum edildi.

12 Eylül döneminde Güney Dergisi’ne yazdığıyazılardan dolayı yüz yıla yakın ceza istemiyleyargılanıyordu. 1981 yılında Isparta Yarı AçıkCezaevi’nden izinli olarak ayrıldı ve yurtdışına kaçtı.Bu süreçten sonra Paris’te yaşamaya başladı. Ancaksermayenin uşakları onu orada da rahat bırakmadı.Faşistlerin saldırısı sonucu 100’e yakın filmininolduğu arşiv yakıldı. 9 Eylül 1984 yılında ölümsüzlerkervanına katıldı. Şimdi Fransa’da ParisKomünarları’nın yanıbaşında yatıyor.

O bir dava adamı, o inancın ve iradenin teslimolmayan berrak duruşudur. Onun sanatı da sineması dataraflıdır. Kendi sözleriyle,“Sanatsal çabalar,

çalışmalar sınıf mücadelesinden ve bunun birifadesinden siyasal mücadeleden kopuk ele alınamaz.Ben bir kavga adamıyım, sinemam da bir kavganın,halkımın kurtuluş savaşının sinemasıdır. Bugünekadar, gücümün ve bilincimin elverdiği orandakavganın içinde yer aldım. Bu nedenle, sanatçıkişiliğimin yanında siyasi bir kişiliğim de var vebunlar birbirinden ayrı değildir.”

Dolayısıyla o, devrimin ve sosyalizminsanatçısıdır. Tıpkı benzer akıbete uğrayan Ruhi Su veNazım Hikmet gibi...

Burjuvazi 12 Eylül darbesiyle birçok değeriayaklar altına almaya çalıştı. Sanatı tek tipleştirerek,burjuvaziye başkaldırmayan deforme edilmiş kimlikleryaratmaya çalıştı. Devrim adına ne varsa yok etmeye,satın almaya, kirletmeye çalıştı. İşte Yılmaz Güney debunlardan biridir. Ancak, burjuvazinin bütün kirletmegirişimlerine karşı yaşam pratiğiyle, duruşuylakirletilemeyen ve asla kirletilemeyecek olan birkimliktir. Yılmaz Güney’in kimliğine dönük başlatılanoperasyon önce sadece “sinemacı” kimliğine vurguyapılarak başladı. Sinemacı kimliğinde ise sürekli“kabadayı” “lümpen”, “vuran kıran”, “maço”özellikleri önplana çıkarılmaya çalışıldı. Oysa YılmazGüney’in birçok filminde sınıf ayrılıkları belirgindir.O, sanatın “bir çeşit yabancılaşma eylemi” olarakhakim sınıflar tarafından kullanıldığının fazlasıylabilincindedir. Bu nedenle sanatı “Devrimci sanat,halkın ve özellikle gençliğin bilincini yozlaştıran,halka zararlı düşüncelere karşı verilen mücadeledeetkin ve güçlü bir temizleme silahı” olarak tanımlar.Burjuvazinin bütün saldırganlıklarına karşı,yozlaşmaya karşı en yetkin cevabı yaşam pratiğiüzerinden verir.

Burjuvazi Yılmaz Güney’i kirletmek için birdönem sanatçı müsvettesi Sinan Çetin’i kullandı.Sinan Çetin, Yılmaz Güney’i iyi bir sinemacı, ancakEnver Hoca’nın peşinden gitmesi bakımından “boşhayaller peşinden koşan bir maceracı” olaraktanımladı. Burjuvazinin çamur saçan TV kanallarıgünlerce bunu tartıştı. Ancak Yılmaz Güney’idevrimci kimliğinden ayırmaları mümkün değildi. ZiraYılmaz Güney, burjuvazinin aynı zamanda ideolojikbombardıman aygıtı olarak da kullandığı sanatanlayışının dışındadır. Bu manada ne sanatını ne deruhunu burjuvaziye satmamıştır. Bu onu, SinanÇetin’den ve diğer birçok “sanatçı”dan ayıran entemel özelliktir. Yılmaz Güney işçi sınıfı veemekçilerin kurtuluş mücadelesiyle o kadar içiçedir ki,burjuvazi ne yaparsa yapsın, onun devrimi kimliğinidejenere etmeyi başaramaz.

O, “Burjuvazi mi? Proletarya mı? Bilemiyorum,savaş henüz bitmiş değil, ben bitmiş değilim. Savaşıbenim yoksul çocuklarım, onların yoksul ve onurlu veyiğit babaları, yiğit anaları, yiğit bacıları kazanmalı.Savaşı yoksul serçeler, kırlangıç kuşları, mineçiçekleri kazanmalı: şebboylar ve hercai menekşelerkazanmalı...” diyerek safının devrim mücadelesiolduğunu pratiğiyle de en bariz bir şekilde gösterir.Kapitalistler ruhunu satılığa çıkaran sanatçımüsvettelerini yere göğe sığdıramazken, YılmazGüney gibi bir toplumsal değeri yerden yerevurmaktan geri duramaz. Kuşkusuz bu onların sınıfsalduruşu gereğidir. Yılmaz Güney elbette kapitalizminkanatları altına sığınarak daha rahat bir yaşantı elde

edebilirdi. Ama o onurlu bir yaşamı tercih etti. “Kiminsaflarında olacağız? Hangi safları seçersek seçelim,seçtiğimiz saflar bize çeşitli görevler yükler. Bugörevlerin yerine getirilmesi, bizi sınıfsal değerleregöre adlandırır. Ya ezilen halkların ve sınıflarınfedakâr, yiğit, bilinçli, unutulmaz savaşçıları olarak,bilinen-bilinmeyen kahramanları olarak tarihegeçeriz… Ya da halk düşmanları olarak, nefretleanılarak tarihin kara sayfalarına, tarihin çöplüğüne...Ya anamıza, babamıza, karımıza ve çocuklarımıza,bizden sonraki kuşaklara şerefli insanların mirasınıbırakırız… Ya da onların, yakınlarımızın, uzun bir süreutanacakları, hatırladıkça yüzlerini kızartacak acı birmiras. Biz, çocuklarımıza şerefli, onurlu bir mirasbırakmalıyız.” (Nisan 1977’de Kayseri Cezaevindedoğum günü vesilesiyle komün arkadaşlarına yaptığıkonuşmadan...)

Yılmaz Güney bizlere onurlu bir miras bıraktı. Oonurunu, dolayısıyla da “özgürlük”ünü kapitalizmesatmayan yılmaz bir savaşçı olarak işçi sınıfı veemekçilerin devrimci sınıf mücadelesinde yaşamayadevam edecek.

İşçi sınıfının devrimci sanatçısıYılmaz Güney kavgamızda yaşıyor!

Page 25: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

Üçüncü sayfa haberleri, çok dillendirilmese desermaye gazetelerinin en çok okunan bölümüdür.Cinayet, insan kaçırma, yaralama, gasp vb. her türlüşiddet olayını bu sayfadan takip etmek mümkündür.Bir toplu taşıma aracında giderken yanınızda gazeteokuyan kişinin “cık cık!” sesleri, bir adamın birbaşkasını kaç bıçak darbesi ile öldürdüğü üzerineduyulan kısa süreli dehşetin gündelik ve sıradanünlemi olmuştur artık. Gündelik ve sıradan olan bellibir alışkanlığı ya da kanıksamayı belirtiyorsa eğer, bukanıksamaya en çok uğrayan da “kadına yönelikşiddettir” dersek hiç de abartmış olmayız. Elbettebunun altında yatan, yüzyıllardır süregelen kadıncinsinin ezilmişliği ve her toplumsal sistem tarafındanpekiştirilen uygulamalar, yasalar, sözlerdir.

Bir ay içinde 17 kadın öldürüldü

Bianet’ten Emine Özcan’ın Temmuz ayı içerisindegazetelerin 3. sayfa haberlerinden yaptığı birderlemeden, 17 kadının öldürüldüğü, onlarcasının datacize ve tecavüze uğradığı bilgisine ulaşıyoruz. Kadıncinsinin yaşadığı şiddete dair küçük bir araştırmayaptığımızda ise, Türkiye’de her üç kadından birininfiziksel şiddete maruz kaldığı, her 100 kadından97’sinin ise en az bir kez eşinden, babasından ya dayakınlarından fiziksel şiddet gördüğü bilgisiniediniyoruz. Kaldı ki bu rakamlar sadece basınayansıyanlar. Bir de kayda düşülmeyenleri ve dünyaölçeğinde yaşanan vakaları düşünürsek, çok daha ciddibir durumla yüzyüze geliriz. Elbette ki durumunciddiyeti rakamlardan ileri gelmiyor, bu sadece birsonuç, kadın cinsinin kapitalist sistemde ve ataerkiltoplumda ezilişinin, horgörülüşünün bir sonucu.

Yaşanan ve yaşatılan şiddetin gerçekliği gün gibiaşikar. Mahallelerde, evlerde, işyerlerinde yani hayatınolduğu her yerde karşılaşmamız mümkün.

Yaşanan bu olayların büyük bir kısmında fizikselşiddete maruz kalan kadınlar ya polise sığınmış yasavcılığa başvurmuşlar. Sonuç tacize, tecavüze,cinayete azmettirip yargılanmayan, üstüne üstlük katilearka çıkan ya da tecavüzcünün sırtını sıvazlayan birdevlet!

Şiddet sadece fiziksel olarak ele alınmamalı!

Şiddeti sadece fiziksel, kaba kuvvet olaraknitelendirmek birçok durumun hasır ardı edilmesine vemücadeleye konu edilmemesine yol açıyor. Bugünkadın cinsine yönelik gerçekleştirilen kaba kuvvetşiddetin bir boyutunu oluşturuyor ise, diğerboyutlarının üzerinde de ısrarla durmak gerekiyor. İştebunlardan bazıları:

Kadınların bilgisiz, eğitimsiz bırakılması şiddettir.“Türkiye’de 25-64 yaş arası kadın nüfusunun yüzde

77’sinin eğitim seviyesinin ilköğretim ve altı düzeydeolduğu, bu nüfusun ancak yüzde 8’ininyükseköğretime gidebildiği belirlendi.”[1]

Kadınların çalışma yaşamına dâhil edilmemesişiddettir.

“70 milyon nüfusu olan ülkemizin yarısı kadın,ama 5.5 milyon kadın çalışıyor. Kadının ekonomiyekatılımı (işgücü oranı) ülkemizde yüzde 27.7. Gelişmişülkelerde bu oran ortalama yüzde 60’larda. Örneğinİzlanda’da yüzde 70.5, Norveç’te yüzde 63.3,Kanada’da yüzde 60.5. İran’da bile yüzde 38,6.Gelişmemiş ülkeler grubunda yer alan Tanzanya’dayüzde 85, Mozambik’te yüzde 85.5, Ruanda’da yüzde80. (...) İş yaşamında erkeklerin yüzde 70’i, kadınların

dörtte biri çalışıyor. Kadın-erkek ücret eşitsizliğidevam ediyor. Ekonomik krizlerde en çok kadınlarişini kaybediyor. Ülkemizde 1994 ve 2000-2001krizlerinde bir milyon kadın işini kaybetti.”[2]

Kadınların zamanlarının büyük bir kısmını eviçerisinde kapalı kalarak ya da ev işlerini yaparakharcaması şiddettir.

“Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından2008 yılında yayımlanan Zaman Kullanımı Anketisonuçlarına göre, Türkiye’de kadınlar ortalamaolarak günde 5 saatlerini ev işlerine ayırıyor:‘Haftanın 7 günü, günde 5 saatten toplam 35saatlik, yani neredeyse tam zamanlı bir çalışmamesaisini, emekleri için hiçbir karşılık almadan yapan20 milyondan fazla yetişkin kadın vardır; bunlardan 12milyonu kendilerini tam zamanlı ev kadını olaraktanımlamaktadırlar. Uluslararası karşılaştırmalarışığında, Türkiye, kadınların ücretsiz mesaisinin enyüksek, okul öncesi eğitim ve kreş oranının ise endüşük olduğu ülkelerden biridir.”[3]

“İstanbul’da her üç kadından ikisi ‘aile reisi’niniznini almadan dışarı çıkamıyor. Kadınların yüzde 54’üaile reisi izin vermeden alışverişe, yüzde 60’ı gezmeyeçıkamıyor...”[4]

Küçük kız çocuklarının kimi Afrika ülkelerindesünnet ettirilmesi şiddettir.

“Birleşmiş Milletler (BM) istatistiklerine görebugün dünyada 130 milyon kadın ve kız çocuğusünnetli. Her yıl yaklaşık 2 milyon kız çocuğu dasünnet nedeniyle hayatını kaybetme tehlikesiyle karşıkarşıya. Acıbadem Kadıköy Hastanesi DermatolojiUzmanı Dr. Tülin Uygur’un araştırmasına göre kadınsünneti esas olarak, Afrika kıtasının orta şeridinde yeralan 30 Afrika ülkesinde uygulanıyor.” [5]

Kadınlar hayatın tam ortasında olmalı!

Sorun bir biçimde gündeme geldiğinde, herkesinüzerine düşündüğü, söz söylediği cümleler bütününedönüşmekten kendini kurtaramaz. Sünnet olmakzorunda olan 4 yaşındaki bir kız çocuğunun acısını

kimse bilemez, dışarıda mis gibi bir bahar günüyaşanıyorken evde hapis kalan kadının acısını kimsebilemez, yoksulluktan sütten kesilmiş bir memeyibebeğinin ağzında tutan bir annenin acısını kimsebilemez, tecavüzü yaşayan ve tecavüzcüsüyle yaşamakzorunda kalan kadının acısını kimse bilmek istemez.

Tarihin akrebi ne kadar ilerlemiş olsa da kadıncinsinin yüzyıllardır çilesi bitmiş değil. İşte bu yüzdeniki kat daha fazla ezilen, sömürülen, acıyı kat ve katfazla yaşayan emekçi kadınlar, işçi kadınlar başlarınıkaldırmalı ve tarihin akrebini her anlamda ilerletmeninbir gönüllüsü olmalıdırlar. Kadın cinsinin kurtuluşununtüm insanlığın kurtuluşu ile geleceğini bilerek erkeksınıf kardeşleriyle mücadeleye katılmalıdırlar.

Kartal Emekçi Kadın Komisyonu

[1] “Kadının Durumu İçler Acısı”, Cumhuriyet, 5Kasım 2008

[2] Mustafa Pamukoğlu, “Kadının EkonomidekiÖnemi Yadsınamaz”, Cumhuriyet, 15 Temmuz 2008

[3] Derya Sazak, “Kadın İstihdamı”, Milliyet, 17Mayıs 2008

[4] Selim Efe Erdem, “Çalış, Kazan, Otur”,Radikal, 16 Ekim 2002

[5] Gökçe Gündüç, “Mısır Kadın SünnetiniYasaklıyor”, Bianet, 9 Temmuz 2007

Kadına yönelik şiddetin ürküten tablosu... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 25Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

Kadına yönelik sıradanlaştırılan şiddet!

Page 26: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

Ufku kapitalizmin ötesini göremeyen bazı “stratejianalizcileri”, 21. yüzyılda “petrol uğruna savaşlar”ınyerini “su uğruna savaşlar”a bırakacağınısavunuyorlar. Eğer insanlık kapitalizm belasındankurtulamazsa, yazık ki bu uğursuz öngörününgerçekleşme olasılığı yüksek olacaktır.

Şimdiden tatlı su havzalarından yararlanma, sınıraşan akarsuların paylaşımı konusunda sorunlar olduğugözönüne alındığında, insan türünün yanısırayerküremizdeki bütün canlıların temel hayatkaynaklarından biri olan suyun adil paylaşımınıntaşıdığı önem daha iyi anlaşılır. Ancak kapitalist-emperyalist sistemin egemenliği devam ettiği sürece,ne doğal kaynakların ne de toplumsal zenginliklerineşit paylaşılması söz konusu olabilir. Bu olgu, insantürünün kapitalist barbarlıktan kurtulmak için fazlazamanının kalmadığına işaret ediyor.

Barındırdığı zengin petrol yataklarını yağmalamakamacıyla emperyalist güçlerin savaş alanına çevirdiğiOrtadoğu, su paylaşımından kaynaklı olası çatışmariskinin de yüksek olduğu bölgelerin başında yeralıyor. Filistin, Ürdün ve Suriye’nin su kaynaklarınıgaspeden siyonist İsrail, halihazırda bu ülkehalklarının susuzluk çekmelerine neden oluyor. Türksermae devleti ise, çok sayıda baraj inşa ederek sınıraşan sular kapsamındaki Fırat ve Dicle nehirlerindenIrak ve Suriye’ye ulaşan su miktarını düşürüyor.Türkiye’nin anlaşmalara uymayan tutumukomşularıyla ilişkilerinin kimi zaman gerilmesine yolaçıyor. Zira Fırat ve Dicle nehirlerinden akan sumiktarı Suriye ve Irak açısından hayati bir önemtaşımaktadır. Suyu kimi zaman bir siyasi şantaj aracıolarak kullanan Türk sermaye devleti, inşa ettiğibarajlarla her iki nehrin sularını kirletmektedir. Suyunkirlenmesi her iki komşu ülkenin sulama ile yapılantarımsal üretimini olumsuz etkilemektedir.

Komşu ülkelerle yapılan bazı anlaşmalara rağmenTürk sermaye devletinin yaklaşık 30 yıldan beri suyusiyasi baskı aracı olarak kullanması, zaman zamangerginliklere yol açıyor. Bu durumu fırsat bilenemperyalist güçlerin oluşturduğu Davos EkonomikForumu, Ortadoğu’daki “su krizi”ni ele almak içinharekete geçmiş bulunuyor. Emperyalist güçlerin elatacağı her sorunun daha karmaşık ve içinden çıkılmazbir hal alacağı ise bilinen bir gerçek.

Komşu ülkelerle “sıfır sorun” politikası izlediğiniöne süren sermaye iktidarının yürütme erki AKPhükümeti, suyu siyasi baskı aracı olarak kullanmaktanvazgeçmiş değil. Tersine, Güneydoğu Anadolu Projesi(GAP) kapsamındaki barajların yapımına hızvereceğini açıklayan hükümet, Kürt halkına karşı Irakve Suriye ile işbirliği yapsa da, su sorunundan dolayıbu iki devletle ilişkilerini gerginleştirmeye adaygörünüyor. Bu sorunların ileride derinleşerekçatışmalara yol açması da ihtimal dahilindedir.

Dünya genelindeki tatlı su kaynakları, eşit ve akılcıkullanılması koşuluyla insan türüne rahatlıklayetebilir. Ancak işçi sınıfı ve emekçilerin ürettiğideğerlerin yanısıra doğal zenginlikleri de yağmalayankapitalizm, milyarlarca insanı bir avuç suya muhtaçduruma düşürmek üzeredir. Şimdiden yüzmilyonlarcainsan yeterli suya ulaşmaktan yoksun veya sağlığazararlı su kullanmak zorunda kalıyor. Bu sorunun

yakın gelecekte bir felakete dönüşmesi riski yüksektir.Zira tatlı su kaynaklarını besleyen ormanlarınyağmalanması, ayrıcalıklı kesimlerin aşırı su tüketimi,küresel ısınmadan dolayı deniz seviyesinin yükselerektatlı su kaynaklarını tuzlandırma tehlikesi gibietkenler, insan türünü ciddi bir su krizi ile karşıkarşıya bırakabilir.

Durum bu kadar vahimken, kapitalist-emperyalistdevletler soruna çözüm üretmek bir yana, suyu siyasibir tehdit aracı kullanarak sorunu daha daderinleştiriyorlar. Kapitalizm belası, bölgesel savaşlar,etnik çatışmalar, yıkım, sömürü, kölelik, işsizlik,yoksulluk, sefillik, ekolojik dengenin bozulmasınaşimdi de susuzluğu ekliyor. Bu ise, barbarlık içindeçöküşe sürüklenen insan türünü kurtarabilecek tekalternatif olan sosyalizmi yaşamsal bir ihtiyaç halinegetirmiş bulunuyor.

Batılı emperyalistlerAfrika’nın güneşine de

göz diktiler!Batılı emperyalistler bugüne kadar Afrika

kıtasının insanını, yeraltı zenginliklerini, denizlerini,ormanlarını yağmaladılar. Şimdi sıra güneşinegeldi…

Deutsche Bank, Siemens, ABB, RWE, AbengoaSolar, MAN Solar Millennium, HSH Nordbank gibibüyük Avrupa tekellerinin başını çektiği “Desertec”adlı proje ile güneş enerjisinden elektrik üretileceğiaçıklandı. 400 milyar avroluk bütçe oluşturmayahazırlanan büyük tekeller, “Desertec” adlı projeyle,Avrupa elektrik ihtiyacının yüzde 15’ini Afrikagüneşinden sağlamayı planlıyor.

2050’de tamamlanabileceği belirtilen projeyegöre, çöle ayna tarlaları kurulacak; sahra bölgesiningüneş ışınları çöle yerleştirilen aynalar vasıtasıylasuyun ısıtılmasına yarayacak; ısınan su tribünleriçalıştırarak elektrik enerjisi üretecek. Bu arada projeile ilgili politik, sosyal, endüstriyel, hukuki bütünsorunlara karşı “The Desertec” isimli bir fonun dakurulduğu belirtildi.

Büyük tekellerin hazırladığı bu proje, batılıemperyalistlerin ne kadar ikiyüzlü, yağmacı, faydacıolduğunu bir kez daha teyit ediyor. Zirasömürgecilik dönemi boyunca Afrika kıtasınıyağmalayan emperyalist güçler, yağmalanacak birşey kalmayınca, kara kıtayı tarihinin dışına itmektetereddüt etmediler. Zenginlikleri yağmalandıktansonra kuraklaşıp çölleşen kıtada açlık, salgın hastalıkve ölüm kol gezmeye başladı. Ancak bu durumyağmacı sömürgecileri zerre kadar etkilemedi.

Son yıllarda ise kıtada bazı yeraltı kaynaklarınınkeşfedilmesi, emperyalist güçlerin uğursuz ilgileriniyeniden kıtaya yöneltmelerine vesile oldu. Bu “ilgi”,kıta halklarına etnik çatışma ve iç savaşlardan başkabir şey sunabilmiş değil henüz. Soykırıma varançatışmalarda taraf olan emperyalist güç odakları,yüzbinlerce sivilin katledilmesini kıllarınıkıpırdatmadan izlediler. Yani kıtaya dönükilgilerinde Afrika halklarını hiçe sayan emperyalistgüç odakları, yağma ve egemenlik dışında hiçbirşeyle ilgilenmediler. “Afrikalıları kurtaran beyazadamlar”a ise ancak Hollywood tepelerinde çekilenAmerikan savaş propaganda filmlerinde rastlandı.

Şu günlerde “Desertec” projesini hazırlayan ABşefleri, vahşi sömürgeci zihniyetin 21. yüzyıldaki“uygar” temsilcilerinden başka bir şey değiller. İnsangücü dahil üretici güçleri tahrip edilen kıtadatoplumsal gelişim uzun yıllar boyuncabaltalanabildi. Bu dönemde kıta halkları,emperyalistlere karşı değil, birbirleriyle savaştılar.Zira emperyalist güç odakları devşirdikleri savaşağalarına destek vererek, kirli emellerine iççatışmalar üzerinden ulaşmaya çalıştılar. Kıtahalklarını vahim bir açmaza sürükleyen bu politika,şu ana kadar emperyalist güç odaklarını halklarıntepkisine maruz kalmaktan korumuş görünüyor.

Gelinen yerde koşulların aynı şekilde devametmesi pek olası görünmüyor. Toplumsal uyanıştasağlanacak gelişim, kıta halklarının namlularıyeniden emperyalist güç odaklarına çevirmesinezemin hazırlayacaktır. 20. yüzyılın ikinci yarısındasömürgeci emperyalistlere karşı direnen halkların,içine yuvarlandıkları vahim durumdankurtulabilmeleri için, emperyalistler ileişbirlikçilerine karşı yeni bir direnişi başlatmalarıdışında bir çıkış yolları bulunmuyor.

Burjuvazinin kirli planları...26 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

Sermaye devleti suyu siyasi şantaj aracı olarak kullanıyor!

Page 27: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

Latin Amerika’da sular ısınıyor... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 27Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

Hugo Chavez’in isabetli benzetmesiyle,kontralaşmış Kolombiya rejimi “Latin Amerika’nınİsrail’i” rolünü oynuyor. Washington’daki savaşbaronlarıyla anlaşma yapan bu rejim, ABD’ninKolombiya topraklarındaki askeri üs sayısını 7’yeçıkarmasını istiyor. Üslerin 7’ye çıkarılması ise,Amerikan savaş makinesinin kısa sürede tüm kıtayasaldırabilecek pozisyona kavuşması anlamına geliyor.

Gelişmeleri değerlendiren Küba devriminin lideriFidel Castro, anlaşmanın amacını, “ABD’nin buüslerle, Latin Amerika’yı birliklerinin birkaç saatteulaşabileceği bir menzile çevirmek” olaraknitelendirdi.

Bu planın ilk hedefinde, Bolivya’daki devrimcisüreçle Venezüella’daki doğal kaynaklar ve petrolündenetimini sağlamanın bulunduğunu vurgulayanCastro şu yorumu yaptı: “Amerikan imparatorluğu,arka bahçesinde gelişen yeni ekonomilerle rekabetistemiyor.”

ABD’nin uyuşturucu kaçakçılığı ya da terörlemücadele bahanesinin gülünç bulunduğunu kaydedenCastro, ABD’nin dünyanın en büyük uyuşturucutüketicisi, dünyanın en büyük silah üreticisi olduğunu,Latin Amerika’daki organize suçlarda kullanılan ateşlisilahların da çoğunun ABD tarafından temin edildiğinihatırlattı.

Anlaşma gündeme geldiğinde ABD tetikçisi kontrarejimin girişimine sert tepki gösteren VenezüellaDevlet Başkanı Chavez ise, kurulması planlananüslerin tüm kıta halkları için büyük bir tehlikeolacağını belirterek, hem orduya hem halka olası birsavaşa hazır olmaları çağrısında bulunmuştu.

Kolombiya rejiminin kıta çapındaki tepkilererağmen anlaşmayı savunması üzerine olağanüstütoplantı düzenleyen UNASUR (Güney AmerikaUlusları Birliği) üyesi devlet başkanları, Arjantin’inBariloche kentinde biraraya geldi.

Toplantıya evsahipliği yapan Arjantin DevletBaşkanı Christina Fernandez ile UNASUR’abaşkanlık eden Ekvador Devlet Başkanı Rafael Correatoplantıyı birlikte yönetti. Fernandez-Correa ikilisininyanısıra Venezüella, Bolivya, Uruguay, Şili, Brezilya,Paraguay, Kolombiya, Peru, Surinam devletbaşkanları da toplantıya katıldı.

Kontra rejimin şefi Alvaro Uribe’nin ABD ileyaptıkları anlaşmayı savunması zirvede serttartışmalara yolaçtı. Bekleneceği üzere en net tutumuVenezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez ile BolivyaDevlet Başkanı Evo Morales gösterdi.

UNASUR’un Kolombiya’da barışın sağlanmasıiçin bir inisiyatif oluşturması gerektiğini belirtenChavez, bir Venezüellalı olarak Kolombiya’dabulunan 7 adet ABD askeri üssünden endişeduyduğunu söyledi. İnternetten edindiği ABD’ninsavunma politikasını içeren bir dökümana dikkatçeken Chavez, söz konusu dökümanda, AlvaroUribe’nin ısrarla vurguladığı “ABD üslerinintamamen Kolombiya’nın iç meselelerini çözmeyeyardımcı olmak amacıyla kurulduğu” iddiasınıçürüten bilgiler bulunduğunu vurguladı.

ABD ordusunun Güney Amerika kıtasındahareketli operasyonlar yapabilecek bir noktadakonuşlanma konusundaki niyetinin altını çizen

Chavez, “ABD Kolombiya’dan kıtaya yönelik birsaldırı yapmayacağına dair bin kez söz verse dahi,emperyalizmin yalanlarına kulak asmayacaklarını”vurguladı.

ABD emperyalizminin kıtadaki varlığını kesin birdille reddeden Evo Morales de, kontra rejiminWashington’daki efendileriyle yaptığı anlaşmaya serttepki gösterdi. “Söz konu üslerin ABD’nin kıtadakibaskısını arttırmak ve yerlileri katleden, emekçihalklara saldıran sömürgeciliğin devamından başkabir amacı olmayacağını” vurgulayan Morales,“kıtada emperyalist askeri varoluşa izinvermemeliyiz” sözleriyle tutumunu net bir şekildeortaya koydu.

ABD-Kolombiya anlaşmasına Ekvador DevletBaşkanı Correa da tepki gösterdi.“Chavez’in satıraralarından çıkarıp altını çizdiği ve kamuya açık birbelgede dahi bulunan bu niyetin kendilerini çokkaygılandırdığını” dile getiren Correa, BarackObama’nın gelip bu konuyu kendilerine bir toplantıdanet bir şekilde açıklaması gerektiğini söyledi.

ABD üslerine karşı çıkan bir diğer lider UruguayDevlet Başkanı Tabare Vasquez oldu. Arjantin’in LasMalvinas Adaları’ndaki İngiliz askeri güçlerine karşınasıl bir tavır alıyorlarsa ABD üslerine de karşı aynıtavrı aldıklarını belirten Vasquez, Güney Amerika’nınbarışın, özgürlüğün ve bağımsızlığın toprakları olmasıgerektiğini vurguladı.

Toplantıya ev sahipliği yapan Arjantin DevletBaşkanı Christina Fernandez ise, “kendilerinin debenzer bir tecrübeye sahip olduklarını, İngiltere’nin1982 yılında işgal ettiği (Arjantin kıyılarına sadecebirkaç km. uzaklıktaki) Las Malvinas (Falkland)adalarında askeri üsler kurduğunu ve bunların yalnızada halkı için değil tüm kıta için bir tehlikeoluşturduğunu” vurguladı. Güney Amerika’yı birbarış bölgesi olarak tutmanın önemine değinenFernandez, kıtayı başkalarının (ABD’nin) sorunu olançatışmalardan uzak tutmak gerektiğini savundu.

“Bu üslerin, ülkelerin sınırlarını bağımsızlık ve

demokrasilerimizi tehdit edecek şekilde ihlal etmesiendişesi taşıyorum” diyen Paraguay Devlet BaşkanıFernando, Kolombiya’nın bu üslerin UNASURülkeleri tarafından denetlenmesine izin vermesigerektiğini belirterek, “eğer saklanacak birşey yoksatebrikler, yok eğer uygunsuz bir durum varsaUNASUR bunu ülkelerimizin demokrasisine zararvermeyecek şekilde adapte etmelidir” dedi.

Kontra şef Uribe’yi “gerçek vatansever” diyeniteleyerek destek veren tek kişi, Peru’nun sağcı-Amerikancı devlet başkanı Alan Garcia oldu.

Latin Amerika için son derece kritik önem taşıdığıbelirtilen toplantı sonrasında devlet başkanları,yayınladıkları sonuç bildirgesinde, “Latin Amerikahalklarının bağımsızlıklarına yönelik her türlümüdahaleyi engelleme konusunda ortak hareketedeceklerini, kıtayı ise bir barış bölgesinedönüştürmeyi hedeflediklerini” vurguladılar.

Washington’daki savaş baronları, Honduras’takifaşist darbenin hemen ardından Kolombiya ileyaptıkları bu anlaşma ile sıranın “arka bahçe”yegeldiğini ilan etmiş oldular. Böylece BarackObama’nın Beyaz Saray’ın şefi olmasıyla oluşan“iyimserlik havası” erken bir dönemde dağılmayabaşladı.

Irak ve Afganistan bataklıklarında çırpınan ABDemperyalizmi, “arka bahçe”de yükselen “sol dalga”yadaha fazla tahammül etmeye niyetli olmadığınıgöstererek, bir kez daha Latin Amerika halklarınıniradesine kaba bir müdahalede bulundu. UNASURüyesi devletlerin bu küstah girişime karşı alacağıtutum önlemli, ancak Venezüella ve Bolivya dışındakiyönetimlerin ABD’ye karşı uzun süre kafa tutmalarıkolay görünmüyor. Halkların kazanımlarına açık birsaldırı anlamına gelen ABD ile tetikçilerinin bugirişimi, kıtada sınıf çatışmalarını sertleştirecektir. Buçatışmanın seyrinde esas olarak kıtanın işçi sınıfı,emekçileri, yerli halkları ile devrimci-komünistgüçlerinin ortaya koyacağı örgütlü direniş belirleyiciolacaktır.

ABD ile tetikçileri Latin Amerika halklarının kazanımlarına saldırıya hazırlanıyor...

Kıta halklarının örgütlü direnişi süreci belirleyecektir!

Page 28: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

Düzenin “Kürt açılımı” üzerine...28 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

Henüz içeriği açıklanmayan “açılım sürecinin”tıkandığı, gelinen noktada yapılan genel ve ortak tespitolmaktadır. Kimileri, sürecin ölü doğduğunu, içeriğiaçıklanmadan tümden açmaza girdiğinibelirtmektedirler. Ortada bir açmaz, hatta çıkmazınolduğu bir olgudur; ancak bu tıkanma veya açmazlarınnedenlerinin ne olduğu konusunda gerçekdeğerlendirmelerden kaçınıldığı çok açıktır. Bizimaçımızdan önemli olan, bu temel nedenlere vurguyapmak ve gerçekleri bir kez daha devrimci bakış açısıdoğrultusunda ortaya koymaktır.

Açmazın temel nedeni, MHP ve CHP gibi“muhalefet” partilerinin sert, hatta sokak şiddetini birtehdit aracı olarak kullanmaları mıdır?

Peki, MGK toplantısında “demokratik açılımsürecine devam” diyen, ama birkaç gün sonra TC’ninresmi çizgisini, inkâr ve imha stratejisini Anayasamaddelerini yeniden okuyup tekrarlayan, 30 Ağustoskutlamalarını diğer yıllara göre daha abartılı birbiçimde gerçekleştiren, bu resmi çizginindeğişmezliğini, bu konudaki bekçilik görevini çok netve açık bir biçimde bir kez daha tekrarlayanGenelkurmay’ın bu yaklaşımı mı temel etkendir?

Yoksa hükümetin, resmi çizgiyi yeniden vurgulamaihtiyacı mı, anılan açmazların temel etkenidir?

MHP ve CHP’nin tutumu, Genelkurmay’ın“eylemli yaklaşımı”, hükümetin, tek ulus, ulus devlet,tek dil gibi resmi çizgi vurguları, açılım sürecininaçmazlarının temel nedenleri ve etkenleri değil; busürecin temel açmazını belirleyen nedenlerinyansımaları, sonuçları, onun tetiklediği korku vekaygıların en yüksek perdeden dile getirilmeleridir!

Temel neden ve açmaz çok ve nettir; bu da devletinresmi çizgisinden, onun kuruluş ve yapılanışfelsefesinden, temel yapı taşlarındankaynaklanmaktadır. Biraz daha açalım:

TC, Kürtler’in, diğer halklar ve azınlıkların,dillerin ve dinlerin inkârı ve imhası üzerine kurulmuş,bu kuruluş çizgilerini kendisi için bir varoluş ve buvaroluşu sürdürüş değişmez çizgisi olarak özümsemiş,bunu bütün yapı taşlarına yedirmiş, siyaset, siyasetkadrosu ve kültürünü buna göre şekillendirmiş birdevlet ulus yapılanmasıdır! İnkâr ve imha, salt birkuruluş felsefesi ve çizgisi değil, aynı zamanda, birsiyaset, günlük davranışlara nüfuz eden bir ideoloji,hergün yeniden üretilen bir düşünüş tarzınadönüştürülmüştür. Günlük yaşamdaki ırkçı şovenyaklaşım ve hep canlı tutulan ve kontrollü linç kültürü,toplumun çoğuna da yedirilmiştir. Elbette buna karşıyıllardır verilen bir mücadele var ve bunun yarattığıhatırı sayılır mevziler de var; ama bu, genel ve egementabloyu, ne yazık, değiştirmeye yetmiyor!

Bu inkâr ve imha sistemi, öyle katı ve kendi içindeesneme ve manevra yapma yeteneklerini tümdenortadan kaldıran bir yapı oluşturmuştur ki, en sıradanbir “taviz” ve “geri adım”, doğrudan devletin varlığı,geleceği ve temel nitelikleri konusunu en üst düzeydegündeme getirmektedir. Bu, aynı zamanda resmiideoloji, çizgi ve politikanın ürettiği ve terstenegemenlik altına aldığı büyük korku ve paranoyanınkendisidir. Yani devletin kuruluş ve varoluş çizgisibüyük korkuyu üretmiş, büyük korku da tümdendevlete ve kadrolarına egemen olmuş, onu teslimalmış, değişmez, esnemez, tartışılmaz, “değiştirilmesiteklif dahi edilemez” ölü hukuk metinlerine, anayasamaddelerine konu olmuştur! MHP’nin ve benzerçizgideki parti, grup ve kişilerin “ihanet”suçlamalarını gündeme getirmesine yol açan ve bugün

sonuçta açılım girişimcileri ile karşıtlarını aynı resmiçizgide buluşturan temel etken, anılan resmi çizgi veonun ürettiği büyük korkudur! Bu korku, saltpsikolojik bir vaka değil, devletin temel hukuksalmetinlerine ruh veren, siyaset yapma tarzına,kültürüne ve kadrosuna sinen, bunların tümünedamgasını vuran ve yine bütün bunların tümününüstüne çıkan “tanrısal” bir güç haline gelmiştir!Devletin vatanı ve milletiyle bölünmez bütünlüğü,anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklifedilemez maddeleri, bu “tanrısal” veya “dinsel”tabunun, gücün hukuksal metinleridir! Her çizgi verenkteki siyasetçi ve “ortalama vatandaşın” siyasetkonuşmalarının bu “tanrısal çerçevenin” dışına taştığıgörülmüş müdür?

Geçerken belirtmekle yetinelim, son 10 yıldır,bütün konuşmalarını anılan “tanrısal çerçevenin”amentüsü ile açan Öcalan’ın bu yaklaşımı rastlantı mı?“Cumhuriyetin temel nitelikleri bizim dekabulümüzdür” vurguları, DTP’nin DemokratikÖzerklik belgesinin yine bu resmi ve tanrısalçerçevenin içinde olmasına özen gösterilmesi boşunamı?

Kürt ve Kürdistan ulusal gerçekliğinin sadece sözdüzeyinde kabulü bile, TC’nin dokunulmaz bir tanrısaltabuya dönüştürülen kuruluş ve varoluş, yani inkâr veimha sistemiyle uzlaşmaz, bağdaşmaz bir karşıtlıkiçindedir. Bu, kendi içinde ve daha işin başındaesneme, taviz verme ve manevra yapma yeteneğini,olanaklarını ve gücünü ortadan kaldıran bir temeldir!Dolayısıyla esneme girişimlerinin, kırılmanınkapılarını sonuna kadar açacağı varsayımı, yukardaözetlemeye çalıştığımız korkuyu en üst düzeydetetiklemekte ve bunu bir varoluş yok oluş algısına vedavranışına götürmektedir! Bu son bir ayıngelişmelerinin ve gelinen-varılan noktanın özü veözeti budur! Yine bu büyük kırılma ve altüst oluştehdit algısı, yeni 12 Eylüller’in habercisi vehazırlayıcısı olarak algılanmalıdır! Başka bir ifadeyleGenelkurmay’ın son açıklamalarını sadece günlüksiyasete herhangi bir müdahale olarak algılamak, TCve onun temel yapısını tam olarak anlamamaklaeşdeğerdir! Yine MHP’nin 12 Eylül öncesi tavrını

çağrıştıran tehditlerini de sadece “oy avcılığı”,“siyasal rant kapma” biçiminde değerlendirmek deTC’nin derinlerindeki temel korkuları ve bununkoşulladığı “refleksleri” yeterince kavramamakanlamına gelir!

Bu kısa ve özet değerlendirmeden çıkan sonuçşudur: Kürdistan sorunu, hatta en sıradan “demokratikaçılım” sorunu bile bir devrim sorunudur! Karşı-devrim ve özel savaşın, bu devrimci sorunu vedinamiği bastırmanın temel silahı, devlet yapılanmasıolduğu, daha öncesi bir yana, son 30 yılın döne dönekanıtladığı temel bir gerçek ve derstir!

Peki, gerçekler ve TC’nin temel çıkmazları bunlarolduğuna göre, son bir aydır hükümet tarafındantoplumda tartıştırılan “demokratik açılım süreci”tümden boşuna bir çaba mıdır?

Bu soru ve yanıtı da önemlidir. Hementekrarlamakta yarar var: Anılan sürecin kendisi biraçmaz ve çıkmazın üzerinden yürütülmektedir.Kürtler’e kimi kırıntılar ile TC’nin kuruluş ve varoluşfelsefesi arasındaki temeldeki çelişki, uzlaşmazkarşıtlık sürecin kendisini, zorluklarını, handikap veparadokslarını belirlemektedir! Dolaysıyla işin başındatemel itirazların ve sert rüzgârların esmesi “işin tabiatıgereğidir”! Bu noktada soluklu ve iradeli bir duruşsergilemek, kişisel bir özellik değil, ideolojik vepolitik sağlamlılığı zorunlu kılmaktadır! Ya da “ulusalmutabakatı”… Devletin bir ay süren girişimlerininardından ortaya çıkan tablo bu mutabakatın, gelinennoktada kurulamadığını, kurulma şansının daolmadığını önemli ölçüde kanıtlamıştır. İdeolojik vepolitik sağlamlılık mı, yani burjuva anlamdademokratik bir duruş, bunu herhangi bir düzen partisive gücünden beklemek kendi kendini kandırmaktanbaşka bir şey değildir! Toplumda da böyle birdevrimci demokratik dalga ve hareket yok… Aynısoruya geldik bir kez daha: Peki, bu açılım süreciboşun bir girişim miydi?

Hayır, boşuna değildi! Öncelikle bu sürecin,ayrıntıları ve somut adımları açıklanmasa da politikhedefleri var, bunların bölgesel ve uluslararasıboyutları var. Daha önceki yazılarımızda bunlarıortaya koyduk, o nedenle tekrarlamak fazlalık olur.

“Açılımın” açmazları…M. Can Yüce

Page 29: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

Hedefleri şunlardır: Bir, öteden beri CumhuriyetKürdü olmaya hazır olduğunu, temel çizgisi devlet vedüzen tarafından kabul edilmek olan İmralı vepartisinin silahlı güçlerini tasfiye etmek, diğerunsurlarını belli bir program temelinde düzenebağlamak ve hukuki bağlamda da DTP’lileştirmek…Bu, öncelikle bir af ve onu tamamlayan yasaldüzenlemeler gerektiriyordu. Ama burada affınkapsamı, Öcalan’ı kapsayıp kapsamayacağı,kapsayacaksa ne düzeyde kapsayacağı sorusu önemli,belki de kilit önemde bir sorundu! Öyle ki bu sorununyanıtı İmralı cephesinde resmi olarak şöyle formüleediliyordu: “Özgür Önderlik ve DemokratikÖzerklik!” Bu, Kongra-Gel’in son kongresinin teksloganıydı; aynı zamanda PKK-KCK’nin tek maddelikprogramını anlatmaktadır! Yine bu, önderlikleriylebirlikte af edilme ve DTP’lileşmek isteğinin tek cümleile formüle edilmesinden başka bir şey değildir!

İki, TRT 6 benzeri dil ve yayın alanında kimiadımlar, siyasetin önünü açacak başka adımlar,kısacası kontrollü kimi kültürel haklar paketi ileKürdistan devrimci dinamiklerini törpülemek,ekonomik ve sosyal desteklerle bu dinamikleridaraltmak, süreç içinde bunu Cumhuriyet Kürdü’nüyaratma projesi olarak adım adım uygulamak!

Üç, bu iki hedefin birleşik bir sonucu olarak Kürtsorununu çözerek Güney Kürdistan ve Irak üzerindenkazanılan rolü sağlamlaştırmak ve giderek ABD’ninbölgesel ayağı olarak bölgesel bir aktör rolünübaşarıyla oynamak…

“Kürt hakları” alanında atılacak her geri adım, buadımı koşullayan politik hesabın kendisine rağmenTC’nin inkârcı yapısında oyucu-delik açıcı bir işlevgörecektir. Bundan dolayı TC’nin büyük korkusuharekete geçmekte, “dinamiklerini ve reflekslerini”tetiklemektedir! Bu, açmazın kendini dışa vurması ve“demokratik açılımın” sınırlarının da vurgulanmasıdemektir.

Yukarda vurguladığımız ilk iki hedef birbiriyle sıkısıkıya bağlantılıdır. PKK’nin “Özgür Önderlik veDemokratik Özerklik” programı kabul edilmedenPKK’nin tasfiyesi ve her açıdan DTP’lileştirilmesiolanaklı değildir. Öcalan’ın açıklayacağı yolharitasının özü de bundan başka bir şey değildi. Amabu noktada Öcalan’ı “kendini dışta tutan bir çözümplanını açıkla” noktasında ikna edemediler. İmralıcephesinde tıkanma ve açmaz noktası Öcalan’ı dıştatutacak bir af veya benzeri bir formülün reddidir!

Burada Kürt halkının ve yurtseverlerin bilmesigereken en önemli nokta şudur: Eğer İmralı’da bir“pazarlık” varsa, bu, Kürt halkının hakları ve istemleriüzerine değildir. Tamamen Öcalan’ın olası bir afkapsamına -bu, bir pişmanlık yasası biçiminde deolsa- alınıp alınmayacağı noktası üzerindedir! Gerisikuru kalabalık ve halkımızı aldatmanındemagojisinden başka bir şey değildir.

Son sözüm de, benim yazılarımı bahane ederekKızıl Bayrak gazetesine saldıranlara ve aynıduygularla şişirilmiş “kıtalara”dır: Saldırmadan önceokuyun, tartışın, olup biteni sorgulayın! Sizdendemokratik tutum ve olgunluk beklemiyorum, amakime hizmet ettiğinizi birazcık düşünün ve anlayın!Soru şu: Kürt halkının temel istemleri ve hakları mı,“müzakere konusu”, yoksa sadece ve sadece“Önderliğinizin” af edilme hesabı mı? “Süreç sonderece tarihi, öyle ki Cumhuriyetin kuruluşu kadarönemli bir süreç” derken, burada kastettiği Kürtler’inözgürlüğü mü, yoksa yine her şeye bedel ve her şeyinüstünde gördüğü kendi varlığı mı? Bu soruları kendikendinize sorun, hemen yanıtını bulamazsanız bile, busorular, gerçekleri araştırmada ve öğrenmenizde enazından bir mum ışığı işlevini görebilir!

Unutmayın, gerçekler devrimcidir! Baskı vesaldırganlıkla susturulmaları ve yok edilmelerimümkün müdür!

1 Eylül 2009

Düzenin “Kürt açılımı” üzerine... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 29Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

1 Mayıs Mahallesi Festivali’nde Kızıl Bayrak gazetesine yapılan

saldırıyı lanetliyoruz!“30 Ağustos günü, 1 Mayıs Mahallesi’nde yapılan festivalde, M.Can Yüce’nin yazısının yer almasını

gerekçe göstererek gazetemizin satışını engellemeye kalkmışlar, engelleyemedikleri için de standımızasaldırmışlardır. Çalışanlarımızın darp edilip, standın dağıtıldığı bu saldırı, komünist faaliyete ve devrimcieleştiriye karşı tahammülsüzlüğün ürünü alçakça bir saldırıdır. Özünde devletin faşist baskı ve teröründen birfarkı yoktur.” (http://www.kizilbayrak.net / 30 Ağustos 2009)

“Faşistler ses ve ışıktan korkarlar.” (Kemal PİR) Kendinden başka bir ses ve görüşe tahammül etmeyen, tek kişiye dayalı despotik Öcalan iktidar sisteminin

egemenliğindeki ve denetimindeki bir güruh, yukarıdaki paragrafta okuduğunuz gibi, Kızıl Bayrak gazetesininstandına saldırdı. Gerekçe, gazetenin boyun eğmeyen devrimci, eleştirel duruşu ve bu duruşundaki ısrarıdır.Bu güruhun bağlı olduğu iktidar sistemi ve hareket istiyor ki, farklı bir ses olmasın, farklı bir ses çıkmasın,çıkaranlar da sussun, susmayanlar susturulsun! Bunun için her türlü zorbalık, ölçüsüzlük, saldırganlık veahlaksızlık meşru görülsün!

Demokrasi ve insan hakları laflarını ağızlarında sakız yapanların en küçük eleştiriye, farklı bir ses vesoluğa en iğrenç saldırganlıkları uygulamaları boşuna değildir. Çünkü onlar, ancak bu despotik saldırganlıklaiktidar tekellerini sürdürebileceklerini, 10 yıldır sürdürdükleri teslimiyet ve tasfiye planlarını rahatlıkla nihaisonucuna götürebileceklerini düşünüyorlar! Bu saldırının tam da yeni bir tasfiye planının gündemde olduğubu dönemde gerçekleşmesi boşuna değildir. Tasfiyeci plan ve uygulamalarının deşifre olmasını istemiyorlarçünkü!

10 yıldır devlete yalvaran, af dileyen, bunun için Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin bütündeğerlerini altın tepside TC’ye sunmakta hiçbir sakınca görmeyen Öcalan ve onun sokak saldırganlarıbilmelidirler ki, bu saldırganlıklarıyla devrimcileri yıldıramazlar; onların kararlı duruşlarını, devrimci eleştirive gerçeklere ışık tutma çabalarını engelleyemeyeceklerdir!

Devlet karşısında sürünen bir duruş sergileyenlerin, bunu “barış” adıyla kodlayanların, devrimcilere karşısaldırganlık ve savaş içinde olmaları, bizim için hiç de şaşırtıcı değildir!

“Fakat bilinmelidir ki, bugüne kadar devletin türlü baskı ve işkencesine karşı diz çökmediğimiz gibi butürden saldırılar karşısında da diz çökmeyiz, pabuç bırakmayız. Şu da iyi bilinmelidir ki, bu saldırıyıyapanların ne Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle, ne de demokratik hak ve özgürlük mücadelesiyleyakından uzaktan bir ilgisi yoktur, olamaz. Bu tür davranışlar sadece ve sadece döner sahibini vurur.

Tüm devrimci, ilerici güçleri bu saldırıyı kınamaya ve hesap sormaya çağırıyoruz. Yine ilgili Kürt siyasiöznelerini bu saldırıları durdurmaya, gazetemize yönelik bu alçakça saldırıyla ilgili açıklama yapmayaçağırıyoruz.” (Kızıl Bayrak gazetesinin konuyla ilgili açıklamasından…)

1 Mayıs Mahallesi Festivali’nde Kızıl Bayrak gazetesine yapılan saldırıyı lanetliyor, Kızıl Bayrakgazetesiyle devrimci dayanışma duygularımızı gür ve net bir biçimde vurgulamak istiyoruz…

M. Can Yüce31 Ağustos 2009

Katillere devlet koruması!2 Temmuz 1993 Sivas katliamı davasında yıllardır bulunamayan “firari sanık”, eski Sivas Belediye Meclis

üyesi Cafer Erçakmak’ın Fransa’da olduğu ortaya çıktı. Devlet kurumlarının bilgisi ve yönlendirmesi dahilinde gerçekleştirilen Sivas-Madımak katliamının

sanıklarından olan Cafer Erçakmak’ın da yine sermaye devletinin kanatları altında “firari” olduğu tespitedildi.

Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ve 7 firari sanığın yargılandığı dava duruşmasında,Mahkeme Başkanı Hasan Şatır, hakkında yakalama emri bulunan Cafer Erçakmak’ın yakalanamadığını,temyiz incelemesi için Yargıtay’da bulunan mahkemenin 2001/83 esasına kayıtlı dava dosyasının dönmediğinibelirtti.

Müdahillerin avukatı Şenal Sarıhan mahkemeye dilekçe vererek, bazı konuların araştırılmasını talep etti.Dilekçede, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından 19 Eylül 2007’de, bir nüfus müdürlüğüne sanık CaferErçakmak’ın Fransa’da ikamet ettiğinin bildirildiği, Erçakmak’ın nüfus kayıt örneğinde de ikamet adresiolarak Fransa’nın gösterildiği ifade edildi. Yapılan araştırmada Fransa ve Almanya’nın Erçakmak’a vizevermediğinin ortaya çıkması ise, Erçakmak’ın devlet desteğiyle yurtdışına çıktığı düşüncesini güçlendiriyor.

Ayrıca, Erçakmak’ın 26 Mayıs 1998’e kadar SSK’dan emekli aylığı aldığının öğrenildiği dilekçede, emekliaylığının bu tarihten sonra neden kesildiği, bu tarihten önceki ödemelerin nereden yapıldığı ve aylığı kimintahsil ettiğinin sorulması talepleri de yer aldı.

Erçakmak’ın ikamet ettiği ülkenin bilinmesi, hatta kendisine emekli maaşının dahi ödenmesi, onun bizzatdevlet tarafından kollandığının göstergesidir.

Page 30: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

Devrimci tutsaklardan...30 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/34 H 4 Eylül 2009

Sevgili Gülistan,Aylar önce tek başına Entes Elektronik önünde

başlattığın onurlu direnişi Sincan KadınHapishanesi’nden sınıf devrimcileri olarak coşkuylaselamlıyoruz. Daha birçok direniş gibi senin budirenişin de bize güç ve umut veriyor.

Tüm toplumu yıkıma sürükleyen kapitalizmin krizien çok da biz kadın işçi ve emekçileri vuruyor.Çoğumuz evde ev işlerine hapsediliyor, koca baskısı,aile baskısı yaşıyor, işyerlerinde düşük ücretlereçalıştırılıyor, tacizlerle aşağılanıyor, evden kovuluyor,dayak yiyor, işten atılıyoruz. Kapitalizmin kadınkimliğimize yönelik bu çifte sömürüsüne ve baskısınakarşı örgütlenip mücadele ettiğimizde DESA’da EmineArslan’ın, SABRA’da BDSP’li tekstil işçilerininyaşadığı gibi patron-polis-yargı işbirliğiyle saldırılaramaruz kalıyoruz.

Bizler de kapitalizmin krizine yıkım saldırılarınakarşı işçi ve emekçileri kültürüyle, sanatıyla,gazetesiyle, devrimden ve sosyalizmden yana tarafolmaya çağırırken tutsak düşen kadın devrimcileriz.

Ne kadar örgütlülüğümüz, sendikalaşmamızengellenmeye çalışılsa da, bizler şunu gördük ki,mücadelenin herhangi bir alanında olmazsaközgürlüğümüzü elimize alamıyoruz. Nasıl Emine Abladirenişi sayesinde kazandıysa, Entes’teki direnişin de

kazanımla sonuçlanacağına eminiz.İşyerlerinde, grevlerde, direnişlerde,

hapishanelerde kadınlar yaşamın yarısından kavganınyarısına...

Seni ve başlattığın bu onurlu direnişi tüm devrimciduygularımızla selamlıyoruz.

18 Ağustos 2009

***Merhaba yoldaşlar,Nasılsınız, bizler burada oldukça iyiyiz. Ancak

elimize henüz günlük gazete dahi alamadık. Buradagazete (günlük) abonelikleri aybaşlarındayapılıyormuş. Şimdilik diğer koğuştan arkadaşlarınanlattıklarıyla gündemi takip etmeye çalışıyoruz.

Buradaki okurumuzla görüşüyoruz. Farklıkoğuşlardayız ama buranın koşullarına inat farklıyönetmelerle görüşüyoruz. Kızıl Bayrak’ın buraya biray gecikmeli geldiğini (elimize ulaşması) söyledi.Büyük bir heyacanla gazeteyi bekliyoruz.

(...) Mektuplarınızı bekliyoruz. Mektuplarınızdadışarıdan ve dünyadan haberler yollarsanız mutluoluruz.

Tüm yoldaşlara selamlar.Sincan Kadın Hapishanesi’nden

Gülnur Ertaş, Eda Ünalan, Evrim Erdoğdu

7. Geleneksel 1 Mayıs MahallesiKuruluş Festivali...

7. Geleneksel 1 Mayıs Mahallesi 2 EylülKuruluş Festivali 28 Ağustos günü başladı.

PSAKD Ümraniye Şubesi’nin bahçesindegerçekleştirilen festival etkinliğinde 1 MayısMahallesi’nin kuruluşunda şehit düşen HüseyinAslan’ın oğlu Metin Arslan açılış konuşmasınıgerçekleştirdi.

Hazırlanan ortak metni ise Mehmet Özcan Türkokudu. Mahallenin kuruluş sürecine değinerek,adını 1977 1 Mayısı’ndan alan 1 MayısMahallesi’nin defalarca yıkım saldırılarıylakarşılaştığını belirtti. Bu saldırıların en büyüğünün 2Eylül 1977’de yaşandığını, yüzlerce polis vepanzerler eşliğinde yıkım için mahalleye gelenekiplerin büyük bir direnişle karşılaştıklarını söyledi.Çıkan çatışmada 12 devrimcinin şehit olduğunu veonlarca emekçinin yaralandığını hatırlatan Türk, ağırbedeller ödeyerek püskürtülen bu yıkım saldırısınınardından devlet tarafından yerle bir edilenmahallenin halk komitelerince tekrar inşa edildiğinibelirterek, “1 Mayıs Mahallesi, isyanın ve öfkeninbilediği devrimcilerin öncülüğünde kurulmuş kavgamerkezlerinden biridir” dedi. Direniş gelenekleriyaratarak bugüne getirilen mahallenin bugün, devleteliyle desteklenen yozlaşma ve çeteleşme tehdidialtında olduğunu söyledi. TOKİ gibi inşaat firmalarıile mahallenin ablukaya alındığını belirterek, “busaldırılara karşı 2 Eylül ruhuyla birbirimizekenetlenmeliyiz” dedi.

Hrant Dink için kaleme alınan şiirin okunmasınınardından, Beyhan Aksoy, İsmail Hakkı Demircioğluve Grup İsyan Ateşi sahne aldı.

Kızıl Bayrak, BDSP, Partizan, DHF, Alınteri,Proleteryanın Kurtuluşu, Halk Cephesi, SODAP,Mücadele Birliği, ESP, Komünist Zemin, SultangaziMayıs’ta Yaşam Kooperatifi, DTP, TKP, ÖDP’ninstand açtığı festivali Eğitim Sen 2 No’lu Şube ile252 gündür direnen Sinter Metal işçileri mesajgöndererek selamladı. Sinter Metal işçileridayanışma amacıyla hazırlanan çakmak ve kalemsatışı gerçekleştirdi.

Festivalin ikincigünü

Festivalin 2. günü panellerle başladı. İlk olarak gerçekleştirilen “Kriz, işsizlik,

yoksulluk” paneline Belediye-İş 2 No’lu ŞubeBaşkanı Hasan Gülüm ve Deri-İş Eğitim UzmanıEngin Çelik katıldı. Krizin nedenleri, üretimeyansımaları, buna karşı yaşanan direnişler ve sınıfmücadelesinin durumu üzerine sunumlar yapıldı.

İkinci olarak “Alevilik ve demokrasi sorunu”başlıklı panel gerçekleştirildi. Panelist olarakPSAKD Genel Sekreteri Kemal Bülbül, Alevi-Bektaşi Der. Fed. MYK üyesi Hacite Ayışık,Araştırmacı Yazar Erdoğan Aydın katıldı. Aleviliğintarihsel süreci, Alevi kimliğinin ve kültürününbugünkü durumu, demokraside yaşanan tıkanıklıklarüzerine sunumlar yapıldı. Soru-cevap kısmıyla panelson buldu.

Festival 19.00’da akşam programıyla devametti. İlk olarak Tiyatro Beyoğlu Kumpanya müzikalbir oyun sergiledi. Daha sonra Emre Saltık, KutsalEvcimen, Grup Munzur ve mahalle yerel sanatçısısahne aldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Aleviler saldırılara yanıt verdiPSAKD İstanbul Şubeleri, zorunlu din dersinin kaldırılması ve yargı kararlarının uygulanması için

Taksim’de gerçekleştirdiği eylemlerine 30 Ağustos günü de devam etti. Taksim Tramvay Durağı’nda biraraya gelen Aleviler, “Darbeciler yargılansın! Zorunlu din dersi

yasaklansın! / PSAKD İstanbul Şubeleri” pankartı açtılar.PSAKD İstanbul Şubeleri adına açıklamayı PSAKD Genel Merkez yöneticisi Feti Bölükgiray okudu.

Zorunlu din dersi uygulamasının sadece Alevilerin değil Türkiye’nin sorunu olduğunu belirterek, hukukikazanımlarına sahip çıkacaklarını ifade etti. AKP’nin Alevi açılımının “patinaj” yaptığını belirten Bölükgiray,çalıştaylar adı altında gerçekleştirilen çalışmaların göz boyamaktan öteye geçemediğini, Alevi örgütlerininüzerinde anlaşmış olduğu konularda tek bir adım atılmadığını vurguladı.

Ardından, Star Tv’de Alevilere dönük hakaretlere karşı bir açıklama daha gerçekleştirildi. Alevilereyönelik hakaretlere ve suçlamalara son verilmesi istendi.

İlyas Salman, Eğitim-Sen 3 Nolu Şube Başkanı Nebat Bukrek, Türkiye Yazarlar Sendikası Genel SekreteriTevfik Taş ve ABF Yönetim Kurulu üyesi Hatice Köse de birer konuşma yaparak, zorunlu din dersininkaldırılmasını talep ettiler.

Oturma eylemiyle devam eden açıklamaya, 1 Eylül mitingine çağrı amacıyla Taksim Tramvay Durağı’ndatoplanan Barış ve Demokratik Çözüm Platformu bileşenleri de destek verdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Sincan Kadın Hapishanesi’den mektup...

“İşyerlerinde, grevlerde, direnişlerde,hapishanelerde kadınlar yaşamınyarısından kavganın yarısına...”

Page 31: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34

Kartal İLGP olarak “Devrim Okulu”nun ilk günprogramını 29 Ağustos günü gerçekleştirdik.

Koordinasyon ekibi olarak çalışmalarınıyürüttüğümüz “Devrim Okulu”nun ilk gününde“Devrimci kimlik, devrimci miras” ve”1960-1980 arasıdevrimci gençlik hareketi” başlıkları işlendi.

Yapılan sunumların soru-cevap şeklinde olması vekonuların örneklerle anlatılması liselilerin katılımınıyükseltti.

Kartal İLGP

CMYK

MücadelePostası

Hacı Ali Bey Mah., Çelikel Sok., Sakarya İş Hanı Kat: 5No: 58 ESKİŞEHİR

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

EKSEN Yayıncılık Büroları Gazetene sahip çık! Abone ol! Abone bul!Adı : ........................................................................Soyadı :........................................................................Adresi : ........................................................................

.........................................................................Tel : ........................................................................

6 Aylık Yurt içi 60 TL Yurt dışı 100 Euro 1 Yıllık Yurt içi 120 TL Yurt dışı 200 Euro

Gülcan Ceyran adına,* TL için : Yapı Kredi Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 0097680-3* Euro için : İş Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 10021127094No’lu hesaba yatırdım. Makbuzun fotokopisi ektedir.

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

853. Sok. Bilen İşhanı No: 27/710Konak/İZMİR Tel-Fax: 0 (232) 489 31 23

Belçika’da yaşayan Mikail Tekin’in cezaevindegördüğü işkence sonucu yaşamını yitirmesine karşı,Tekin’in ailesi ve akrabaları 29 Ağustos günü İstanbulTaksim’deki Belçika Konsolosluğu önünde basınaçıklaması gerçekleştirdi ve konsolosluk önüne siyahçelenk bıraktı. Eylemde, “Başka analar ağlamasın!”,“Irkçı Belçika!”, “A-B sözde insan hakları nerde!”pankartları açıldı.

Basın açıklamasını Tekin’in akrabası MahapÇelikkol okudu. Çelikkol yaptığı açıklamada, Tekin’in,7 Ağustos tarihinde, Cuma namazı çıkışındaarkadaşının arabasına yazılan cezaya itiraz etmesiüzerine gözaltına alındığını söyledi. Bu olayınAvrupa’nın orta yerinde, insan hakları mahkemesininbulunduğu bir ülkede gerçekleşmesinin son derecemanidar olduğunu belirtti. Tüm Avrupa ülkelerini buolaya tepki vermeye çağırarak, Belçika devletindensuçluları bir an önce bulup cezalandırmasını istedi.

Tekin’in kardeşi de yaptığı konuşmada, Tekin’e aitresimler ile işkence izlerini gösterdi ve delillerinkarartıldığını belirtti. Basın açıklamasının ardındankonsolosluk önüne siyah çelenk bırakıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Polis tarafından işlenen cinayetlere bir yenisi eklendi. Gaziantep’te bir polisin açtığı ateş, 40 yaşındakiİbrahim Özkaymak’ın ölümüne neden oldu.

Emniyetin iddiasına göre, polis memuru A.G, 23 Nisan Mahallesi Şahinbey Emniyet Amirliğiarkasındaki Şahinbey Uzay Çatılı Pazar yerinde “yasak olmasına karşın U dönüşü yapan” otomobilsürücüsüne müdahale etmiş, bu sırada yaşanan kavgada polisin “uyarı ateşi” açması sonucu yoldangeçmekte olan İbrahim Özkaymak vurulmuş.

Katil polis böylelikle bilindik yalanlarla koruma altına alınmış oldu. Her defasında aynı yalanlaruydurulur. Polis, “kazayla” ya da “kendisini savunmak için” ateş eder, sonra da yargılanıyormuş gibigöründüğü halde işine devam eder.

Bu polis cinayetlerinin önü, TMY ve ilgili yasalarda yapılan değişikliklerden sonra polise sınırsız adamöldürme yetkisi tanınmasıyla açıldı. Dolayısıyla, polisin döktüğü her kanda bir bütün olarak devletinsorumluluğu var.

Polis terörünü durdurmanın yolu katil devletten hesap sormaktan geçiyor!

Polis can almaya devam ediyor!

Kartal’da “DevrimOkulu”

Tekin Ailesi’ndeneylem

İşçi-Köylü gazetesi Kartal büro çalışanı Suzan Zengin ve üç kişinin 28 Ağustos sabahı gözaltına alınıp31 Ağustos’ta çıkarıldıkları mahkemece tutuklanmaları, Partizan tarafından Kartal Meydanı’ndagerçekleştirilen basın açıklamasıyla protesto edildi.

Basın açıklamasında devrimci, demokrat, sosyalist ve yurtseverlere yönelik saldırıların “açılımtartışmaları” eşliğinde sürdüğü belirtilerek şunlar söylendi: “Demokrasi naraları atan egemenlerin uzunmücadeleler sonucu dirhem dirhem kazandığımız haklarımıza göz diktiklerini bizler çok iyi biliyoruz. Faşistegemen sistemin hiçbir demokratik haklara tahammülü olmadığı her geçen gün fazlaca ortadadır. Keyfigözaltılarla, tutuklamalarla, baskılarla devrimci, demokrat, sosyalist mücadele engellenmeyeçalışılmaktadır.

Yaklaşık 100 kişinin katıldığı eyleme DHF, YDG-M, BDSP, Emek Gençliği, ESP, Kaldıraç, Alınteri, veHalk Cephesi destek verdi.

Kızıl Bayrak / Kartal

Bedeli katmer katmer ödenmişSevdalara kucak açmıştı yeryüzüGülüşümüz hep vardıKimi zaman acıya bulanmşKimi zaman zafere yatkınKimi zaman bir dilim ekmeğiPaylaşmanınYa da Tırnakla umudu kazmanın gülüşüAma hep vardı

Mercan’da 17 kör bıçak bilenmiştiİçimizdeki derinliğe göz dikmişKan kokusuna sırıtkanBiliyordukTanıyorduk

Boylu boyunca uzanmıştıkYeryüzünün en dirençli mağmasınaEn sıcak yerineAcıyla yoğrulmuş bir halkınNasırlı ellerine tutunmuştukKan kokusuBarut kokusuMercan’ın nergizleriBağdaş kurmuştu bedenimizin her parçasına

Halen bıçaklar bileniyorduCafnaya uzanıyordu barut

Artık yüreğimiz 17 bin parçaCafna’nın dev dalgalarında ÖrseleniyorduHer kudurgan dalga 17 bin darbe vuruyorduSuskundu yeryüzüKirli bir suskunlukAkbabaların sinsi bakışıVeÖlüm halay çekiyordu TAMİL’in bedenindeUlucanlara selam dururcasınaİnatla!

Onüçlük bir Tamilli kızın Gözlerinde donup kalmıştıBir damla kan...Cafna’danMunzur’danZifiri dumanların yükseldiğiFabrikalardanBizim alınterimizdi süzülenKiBir kız daha direniyorduCafna’yı Munzur’u alınterini yüreğinesığdırıyorduFabrika kapısında tek başına sıkılı yumruğu ileGülümsüyordu pir-u pak “emekçiler adına direniyorum’’ diyorduBİZ KAZANACAĞIZ!

Ümraniye’den tekstil işçisi

Cafna Munzur ve Gülistan

Kartal’da tutuklama protestosu

Page 32: Sİ Kızıl Bayrak 2009-34