sİ kizil bayrak 2009-43

32

Click here to load reader

Upload: kizilbayrak

Post on 21-Mar-2016

237 views

Category:

Documents


1 download

DESCRIPTION

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak 2009-43 / Kasım

TRANSCRIPT

Page 1: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

Sayı: 2009/43 6 Kasım 2009 1 TL

Sosyalizm İçin

Özgürlük ve eşitlik

sosyalizmde!

✔ İnanç ve vicdan özgürlüğü!✔ Din ve devlet işleri tam olarak ayrılsın!✔ Diyanet dağıtılsın!✔ Devletin dinsel kurumlara her türlü yardımına son verilsin!✔ Gericilik yuvası tarikat ve cemaatler dağıtılsın!✔ Mezhepsel ayrıcalıklara ve baskılara son!

Page 2: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

2 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLERİşbirlikçi iktidar

“aktif taşeron”luğa hazırlanıyor…. . . . . 3

“Açılım süreci”nin tasfiyeci

karakteri netleşiyor! . . . . . . . . . . . . . . . . 4

“Kağıt parçaları”ndan yansıyan

kokuşmuş düzen gerçeği . . . . . . . . . . . . 5

Aleviler 8 Kasım’da

alana çıkıyor!.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6

Toplumsal muhalefete dönük hukuk

terörü artarak sürüyor... . . . . . . . . . . . . . 7

Sermaye hükümeti yönetmelikle genetiği

değiştirilmiş tarım üretimini yasal bir

statüye kavuşturdu.... . . . . . . . . . . . . . . . 8

Asgari ücrete sefalet zammı!.…. . . . . . . 9

6 milyonla işsizler ordusu büyüyor...… 10

Metal İşçileri Kurultayı 22 Kasım’da

Su Gösteri Sanatları Sahnesi’nde!… . . 11

25 Kasım uyarı grevi hazırlıkları..... 12

25 Kasım uyarı greviyle ilgili kamu

emekçileriyle konuştuk.... . . . . . . . . . . 13

İşçi ve emekçi hareketinden...... . . . 14-15

Büyük devrimin aynasında

parti davası - H. Fırat . . . . . . . . . . 16-19

Kapitalist üretim

tarzının doğası - Volkan Yaraşır . . . 20-22

Sağlıkta ticaret ölüm demektir...!.. . . . . 23

Gençlikten... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 24

Hillary Clinton ırkçı-siyonistlere kalkan

oluyor!… . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25

Pentagon’un savaş baronlarının

yıllık bütçesi 680 milyar dolar!.. . . . . . 26

Dünyanın dört bir yanında grevler....... 27

Ücretli ve İşsiz Mühendis, Mimar ve

Şehir Plancıları Kurultayı. . . . . . . . . . . 28

“Demokratik Türkiye ulusu” hakkında

birkaç söz -2- M. Can Yüce-… . . . . . . 29

Sincan F Fipi

Cezaevi’nden mektup... . . . . . . . . . . . . 30

Mücadele postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Mollaşeref Mh. Turgut Özal Cd.

(Millet Cd.) No: 50/10 İstanbulTel: 0 (212) 621 74 52 - Fax: 0 (212) 534 95 90

e-mail: [email protected] / [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: SM MatbaacılıkÇobançeşme Mh. Sanayi Cd. Aytay Sk. No 10 A Blok

Yenibosna / Bahçelievler / İSTANBUL / Tel: 0 (212) 654 94 18

Sayı: 2009/43 l 06 Kasım 2009Fiyatı: 1 YTL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Ayten ÖzdoğanEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tanKızıl Bayrak’tan

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

Emperyalist-kapitalist sistem insanlığı bir yokoluşadoğru sürüklüyor. Kriz içinde debelenen kapitalistsistem geleceksizlikle, savaş ve işgallerle, açlık vesefaletle, doğanın tahribatıyla gün geçtikçe yıkımınıdaha fazla hissettirmektedir. İnsanlık ve doğa geridönülemez bir biçimde felaketlere itilmektedir.Dünyanın dört bir yanında yaşanan acı ve katliamlar,insanlığa “Ya barbarlık içinde yokoluş ya sosyalizm!”ikilemini her zamankinden daha fazla dayatmaktadır.

Emperyalist-kapitalist sistemin milyonlar tarafındanlanetlendiği, sosyalizmin yeniden umut olmayabaşladığı bir süreçte şanlı Ekim Devrimi’nin 92.yıldönümünü karşılamaya hazırlanıyoruz. İnsanlığagelecek, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik vaadeden büyükEkim Devrimi insanlığa umut olmaya devam ediyor.

Sosyalizm her zamankinden çok günceldir. Çünküdünyanın her yanında işçiler, emekçiler ve ezilenhalklar Ekim Devrimi’nin açtığı yoldan ilerleyerekemperyalist-kapitalist sistemin dayatmalarına boyuneğmeyeceğini, geleceklerini ellerine alacaklarınıhaykırmıştı.

Tutarlı tek devrimci sınıf olan işçi sınıfı, iktidarı elegeçirince ilk işi işsizlik ve yoksulluğu bir kaderolmaktan çıkarmak, emperyalist savaşın yıkıntılarındanyeni bir ülke inşa etmek, o zamana kadar halklarhapishanesi olan Sovyetleri özgürleştirmek oldu. Ulusalbaskı ve kölelik altında ezilen halkları özgürlüklerinekavuşturdu.

Emperyalist-kapitalist sistemin korucuları, EkimDevrimi’nin kazanımları ve basıncı altında kendi işçive emekçilerindeki özlemi yatıştırmak için bir dizisosyal ve siyasal hakkı tanımak zorunda kaldılar.Dünyanın her yerinde işçi ve emekçiler, ezilen halklar,Ekim Devrimi’nden aldıkları umut ve inançlamücadelelerini büyüttüler.

İnsanlık bugün her zamankinden daha fazlasosyalizme ihtiyaç duymaktadır. Kapitalizme karşıduyduğu öfkeyi biriktirmekte ve geleceğini kazanmanınmücadeleden geçtiğini giderek daha açık bir biçimdegörmektedir.

Sosyalizm insanlık için bugün yeniden güncel veyakıcı bir ihtiyaç haline gelmiştir. Özgürlük ve eşitlikiçin, insanca koşullarda yaşamak için insanlığın yeni

Ekimler’e ihtiyacı vardır. Yeni Ekimler’i yaratmak içinde sınıfın devrimci partisine ihtiyaç vardır. Komünistlertam 11 yıl önce büyük zorluklara rağmen Komünist İşçiPartisi’ni kurdular. “Yeni Ekimler için ileri!” şiarıylaşanlı Ekim Devrimi’nin açtığı yoldan ilerliyorlar.

Ekim Devrimi’nin 92., Komünist İşçi Partisi’nin 11.yıldönümünü coşkuyla selamlıyor, devrim ve sosyalizmdavasına bağlı tüm işçi ve emekçileri, devrimcileri YeniEkimler’i gerçekleştirme mücadelesine güç vermeyeçağırıyoruz.

Sosyalizm İçin

KKiittaappççıı llaarrddaa.. .. ..

Page 3: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

Kapak Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 3Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

Son haftalarda merkezinde Başbakan TayyipErdoğan ile Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nunbulunduğu yoğun bir diplomatik trafik gözleniyor.Amerikancı sermaye iktidarı adına yürütülen bugirişimler, Türkiye egemenlerinin bölgede “etkili güç”olma heveslerinin iyice depreştiğine işaret ediyor.

Suriye’den Pakistan’a, İran’dan Afganistan’a,Ermenistan’dan Irak’a uzanan sözkonusu hareketlilik,muhatap ülkeler tarafından da belli bir ilgiylekarşılanıyor. Her biri pek çok sorunla boğuşan budevletlerin, küstah emperyalist güç odakları yerine“aktif taşeron” olan Türk devletinin temsilcileriyle(hele de bunlar “ılımlı İslam” çizgisini temsil eden birpartinin temsilcileri olunca) muhatap olmaktanmemnun kalmaları şaşırtıcı değil.

İşbirlikçi sermaye iktidarı “yüzünü doğuya mı dönüyor”?

Türkiye-İsrail ilişkilerinde bir takım sorunlarınyaşandığı günlerde belirginleşen Ankara’dakiişbirlikçilerin tutumu batı medyasında yoğuntartışmalara konu oluyor. The Economist, TheGuardian, Los Angeles Times gibi etkili gazeteler ileAmerika’nın Sesi radyosu konuyu manşete taşıyanlararasında.

Bazıları yaklaşık 60 yıldır savaş makinesi NATOadına tetikçilik yapan Türkiye’nin sırtını batıyadönmesinden duyduğu korkuyu dile getirirken,diğerleri ise son gelişmeleri, Türkiye’nin bölgedeartan ekonomik ve siyasi etkisinin yarattığı özgüveninbir yansıması olarak değerlendiriyor. Farklı yorumlaryapılsa da kesin olan şudur; emperyalist batı medyasıAnkara’daki rejim temsilcilerinin sergilediği“diplomatik ataklığı” ilgiyle izlemektedir.

Görünen o ki, batılı emperyalistlerin akıl hocalığınıyapan “uzmanlar”ı şaşırtan, sadık uşaklığı tescilli birrejimin “bağımsız” sayılabilecek bir takımgirişimlerde bulunabilmesidir.

Palazlanan burjuvazinin temsilcisi olarak hareketeden AKP hükümeti ile bürokratik aygıtın şeflerininbelli bir inisiyatifle hareket ettiği bir gerçek. Ancakbunun batıya, aynı anlama gelmek üzere emperyalistgüçlere sırt çevirmekle hiçbir ilgisi yoktur. Tersine, bugirişimler, sermaye iktidarının ABD emperyalizmininbölgesel politikalarında oynayabileceği “etkin rol”ünprovası olarak gündeme gelmektedir.

İsrail ile yaşanan gerginliklerin de esasa ilişkinolmadığı, her iki tarafın temsilcileri tarafından dilegetiriliyor. Ancak medyada konumlanan siyonizmborazanlarının İsrail’in bazı eleştirilere maruzkalmasına gösterdikleri tahammülsüzlük, sorununabartılı bir şekilde gündeme taşınmasına yol açıyor.Bununla birlikte, her iki devletin temsilcilerinin,Türkiye-İsrail ilişkilerinin köklü olduğunu hatırlatanaçıklamaları eksik olmuyor.

Amerikancı rejim Erdoğan-Obama görüşmesine hazırlanıyor

Tayyip Erdoğan ile müritlerinin Ortadoğu’da dörtdönmesi, İran başta olmak üzere farklı ülkelerleimzaladıkları anlaşmalar, palazlanan Türk

burjuvazisinin yeni pazar ve etki alanları arayışınıngöstergesi sayılmalıdır. Bu girişime diplomatik vesiyasi alandaki etkisini pekiştirme kaygısı eşlik ediyor.Atılan her adımın Washington’daki efendilerinbölgesel çıkarlarıyla uyumlu olmasına özel bir dikkatgösterilmekle birlikte, tetikçi rejim, bunca hizmetinkayda değer bir karşılığının olması gerektiğini dehatırlatmaya çalışıyor. Başka bir ifadeyle, sermayeiktidarının temsilcileri olarak, “etkin bir taşeron olarakyağmadan aldığımız payın büyümesini istiyoruz;ekonomik, siyasi, diplomatik alanlardaki etkimizinvardığı nokta, artık bu talebi yükseltmemizigerektiriyor” mesajını Washington’a iletiyorlar.

Irak ve Afganistan bataklıklarında çırpınan Obamayönetiminin, buradan çıkabilmek için Türkiye gibietkili işbirlikçilerin katkılarına duyduğu ihtiyaç,Tayyip Erdoğan’ın öncülük ettiği girişimlerinWashington tarafından sessizce izlenmesine nedenoluyor. Nitekim bazı çevreler şimdiden Erdoğan’ınObama’nın huzuruna “güçlü” çıkacağını öne sürmeyebaşladılar.

7 Aralık görüşmesinin çerçevesini Washington’daki efendiler çizdi

Batı medyası “Türkiye yüzünü doğuya mıdönüyor?” tartışmaları yaparken, Beyaz Saray BasınSekreteri Robert Gibbs tarafından yapılan açıklamada,Başkan Barack Obama’nın Tayyip Erdoğan’lagörüşmeyi istekli bir şekilde beklediği belirtildi.

Açıklamada, “birçok değişik konunun işleneceğibir görüşme olacak” ifadelerine yer verenGibbs,“Buluşmada Irak’ta ekonomik ve güvenlikişbirliğinin artırılması, Afganistan ve Pakistan ileilgili ortak stratejiler, Ortadoğu barış girişimleri,insan hakları, nükleer silahların yayılmasının kontrolaltına alınması, Kıbrıs sorununa çözüm bulunması,Ermenistan’la ilişkilerin normalleştirilmesi gibikonular konuşulacak” dedi.

Görüldüğü üzere Washington’da çizilen çerçeve,

ABD emperyalizminin Ortadoğu ve Kafkaslar’dakarşı karşıya bulunduğu tüm temel sorunları içeriyor.ABD’nin Ortadoğu ve Kafkaslar politikasınınniteliğini anlamak için ise, Afganistan, Irak ve sonolarak Pakistan’a yayılan işgal ve savaşlar yeterinceveri sunuyor.

Bu uğursuz politikanın merkezinde, halklarıköleleştirip bölgedeki doğal zenginlikleri yağmalamahedefi bulunuyor. Ülkelerin yakılıp yıkılması, yıllardırdevam eden kitlesel kıyımlar, bu vahşi politikanınkaçınılmaz sonuçlarıdır.

Halkların direnişiyle açmaza giren savaşbaronlarının bölge politikası, hesapta olmayan pek çoksoruna yolaçtı. ABD emperyalizminin Ankara’dakiişbirlikçileri “etkin taşeronluk” misyonuna layıkgörmesi, sözkonusu sorunların aşılmasında Türksermaye devletine biçilen rolle dolaysız olarakbağlantılıdır.

Palazlanan Türk burjuvazisi ise, 90 yıl önceemperyalist güçler tarafından paylaşılan bölgedevarlık gösterebilmek için “uygun fırsat” yakaladığınıvarsaymaktadır. Emperyalist güç odaklarınınegemenlik alanlarında meydana gelen boşluktanyararlanmaya çalışan ve bu konuda kısmi başarılara daulaşan Türk burjuvazisi, “etkin taşeron”luk misyonuüstlenerek alanını genişletmeyi, böylece yağmadandaha büyük bir pay almayı hedefliyor. İşte TayyipErdoğan ile müritleri, 7 Aralık’ta Obama ilegirişecekleri “at pazarlığı”na özel bir hazırlıklagitmeyi, söz konusu hesaplardan dolayı önemsiyorlar.

İşbirlikçi burjuvazi ve onun siyasi temsilcisi olanAKP hükümetinin yağmadan daha büyük pay almakiçin çaba harcaması şaşırtıcı değil. Zira her kapitalistgüç, halkların kanıyla karılan yağma pastasından dahabüyük pay almak için her yola başvurur. Ankara’dakiişbirlikçilerin bu kirli amaca ulaşabilmeleri ise ancakbölge haklarına karşı ABD safında “aktif mücahitlik”yapmalarıyla mümkün olabilir. Bu amaca ulaşılırsaeğer, Türk burjuvazisi ve onun devletinin “bölgeselgerici güç” olmasının yolu da açılmış olacaktır.

İşbirlikçi iktidar “aktif taşeron”luğa hazırlanıyor

Page 4: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

Kürt halkının ihtiyacı devrimci hedeflerdir!4 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

“Barış grupları”nın ardından sermaye devletiinisiyatifi ele almak için önce sert açıklamalar yaptı.Bir yandan şovenizm tırmandırılırken, diğer yandan dabelli sınırlarda tutulmaya çalışılıyor.

Sömürgeci sermaye devleti, AKP hükümetiaracılığıyla PKK’lilerin dönüşlerini ertelemişbulunuyor. “Açılım”dan sorumlu bakan Beşir Atalay,Kürt hareketine mesaj vererek “Bu gelişlerierteliyoruz, dağdan inişle ilgili, eve dönüşle ilgilikonuya bir ara veriyoruz. Bunu bir değerlendireceğiz.Çünkü bunun istismarı oldu. Toplumumuzda buhassasiyetler var” dedi.

“Esas olan Kuzey Irak’tan, dağdan silah bırakıpdönüşlerdir. Kuzey Irak’tan dönüşler yakın zamandaolabilir. Dönüşler Mahmur’dan olur, dağdan olur.Avrupa öncelikli olmaz” ifadelerini de kullananAtalay’ın sözlerinin anlamı, “barış grupları”nıngelişinin daha sonra ve daha farklı koşullardaolabileceğidir. Sermaye devleti Kürt hareketine“teslim olacaksanız da, ancak bu bizim belirlediğimizkoşullarda olur” mesajı vermeye çalışmaktadır.

Sürecin uluslararası boyutuna vurgu yapan Atalay,“Demokratik açılım süreci ile ilgili çalışmalarımızdevam ediyor. Uluslararası boyutu devam ediyor.Önümüzdeki haftada Dışişleri Bakanımızın yine Irakseyahati olacak. Başbakanımızın İran’da görüşmelerivar. Orada yine bunlar gündeme gelecek” dedi.Nitekim, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve DevletBakanı Zafer Çağlayan ile 80 işadamı birlikte GüneyKürdistan’a gitti. Davutoğlu, Bölgesel Kürt YönetimiBaşkanı Mesut Barzani ile görüştü. Davutoğlu,Barzani ile yaptığı görüşmede, PKK’nın tasfiyeedilmesi durumunda ilişkilerde parlak bir dönemegirileceğini söyledi.

Davutoğlu, Barzani’ye PKK ile mücadelenin üçayağı olduğunu, bunun ilkinin Türkiye içinde,ikincisinin Güney Kürdistan’da, üçüncüsünün iseAvrupa’da olduğunu ifade etti. Davutoğlu, Kandil’iişaret ederek Güney Kürdistan yönetiminden bumücadelede yardım etmesini istedi. Tüm bunlar,sömürgeci sermaye devletinin Güney Kürdistan’dakiPKK varlığını tasfiye hedefine kilitlendiğinigösteriyor.

Öte yandan bakanlar düzeyinde Güney Kürdistanziyareti, Türk sermaye devletinin Bölgesel Kürt

Yönetimi’ni “resmen tanıma” ve böylece PKK’nintasfiye sürecinde Güney Kürdistan yönetiminiaktifleştirme yolunda önemli bir aşamaya geçtiğinigösteriyor. Dahası, Davutoğlu’nun Güney Kürdistantemasları ve kendisine atfedilen sözleri, Türk sermayedevletinin PKK’nin tasfiye sürecine Güney Kürdistanyönetiminin aktif katılımının sağlanmasında önemlimesafe aldığını da gösteriyor. Öyle anlaşılıyor ki, Türksömürgeci sermaye devleti Güney Kürdistanyönetimini “aşiret reisliği”nden “devlet adamlığı”nayükseltişinin bedelini ödemeye zorluyor!

Neticede, Davutoğlu’nun Güney Kürdistanziyaretinin amacı, Kürdistan Federe Devleti’yleyapılacak “al-ver” anlaşmalarıyla PKK’yi kuşatma vetasfiye planını tamamlama hamlesidir. Onca vaat veövgü ise PKK’ye karşı yürütülen operasyonkonusunda Güneyli Kürtlere biçilen role onlarıkazanmak içindir. Davutoğlu’nun Güney Kürdistanziyareti, Kürt sorunuyla ilgili dişe dokunur somut biradım atılmamış olsa da görünürde “Kürt açılımı”sürecini başlatan Türk sömürgeci sermaye devleti veonun başbakanı Erdoğan’a, ABD Başkanı Obama ile 7Kasım’da yapacağı görüşme öncesinde emperyalistABD’nin büyük önem atfettiği Güney Kürdistanyönetimi ile iyi ilişkiler kuran bir Türkiye imajınısağlamıştır! Uşak takımı için şimdilik bu da yeterlidir.

“Karşımızda öyle bir sistem var ki, dağa çıkıyoruzkorkuyor, dağdan iniyoruz korkuyor” diyen PKKyöneticilerinden Duran Kalkan, Kürt gençlerini dağaçıkmaya çağırdı. Kalkan’ın sözleri, sömürgecisermaye devletinin tasfiye yöneliminin farkında olanKürt hareketinin bir yandan Türkiye’ye “barışgrupları” gönderirken, diğer yandan da kendisiniaskeri açıdan güçlendirmeye çalıştığını gösteriyor.

Sürecin “çatışma”ya evrildiğini ima eden PKKlideri Abdullah Öcalan, “Süreci yenidendeğerlendireceğiz falan diyorlar, olmaz böyle.Erdoğan’ı ciddiyete davet ediyorum. Bundan sonragrup murup da gelmeyecek. Gelmelerine gerekkalmadı” dedi. Öcalan, “Bu barış grubunungelmesiyle AKP’nin ne yapmaya çalıştığı açıkçaortaya çıkmıştır. Zaten benim grup çağırmamdakiamaç da buydu. Bunlar sözde burada beni kullanarakbu meseleyi kendilerince halledeceklerinihesaplıyorlar. Beni bu amaçla kullanamazlar. Açılım

hikâye, asıl amaçları PKK’nın tasfiyesidir” diyekonuştu. Bu sözler, Öcalan’ın Türk sermaye devletininPKK’yi tasfiyeyi temel alan çizgisinindeğişmeyeceğini anladığına işaret etse de, hemenardından Korsika modelini telaffuz etmesi de düzen içiçözümde ısrarını gösteriyor.

Öcalan, sözlerinin devamında “Barış grubunungelişinden de anlaşılıyor ki silah bırakma konusundahâlâ PKK’yı ikna edebilirim. Beni dinliyorlar, banabağlılar. Ama ben artık karışmıyorum. Demokratikçözüm ve barış konusunda üzerime düşeni yaptım. Benburadan savaş kararı da veremem, vermem. Bu kararısadece PKK’nın kendisi verebilir” dedi. Anlaşılıyorki, Öcalan bir yandan “eylemsizlik” süreciyle ilgilikararı Kandil’in kendisine bırakırken, diğer yandan dasermaye devleti ile pazarlık marjını koruma kaygısıylaPKK’ye hâkim ve silah bıraktırmaya muktedir olduğumesajını vermeyi de ihmal etmiyor.

İlkin “Kürt açılımı” denilen, gelinen yerde artık“Milli Birlik Projesi” olarak anılan bu devlet projesi,Kürt halkının talepleriyle tam bir karşıtlık içindedir.İnkâr, imha ve asimilasyon politikalarında öze ilişkindeğişen bir şey yoktur. Geleneksel devlet politikasındazikzaklara, düzen güçleri arasında sert tartışmalara yolaçan “verilecek tavizler”in sınırıdır! “Başa döneriz”tehdidi, “proje”nin “sınır çizgileri”nin Kürt halkkitleleri tarafından aşılmasından duyulan korkununyansımasıdır.

Açıktır ki, Kürt halkının bugün ihtiyacı olan,devrimci hedefler ve mücadele perspektifidir. Kürthareketinin Kürt halkına çözüm olarak sunduğu isekültürel taleplerin karşılanmasına daralmış, sistem içianayasal bir “çözüm”dür. Fakat olup bitenler, Kürthalkının ufkunun ve umudunun çok daha ötesindeolduğunu gösteriyor. Bundan dolayı düzen, kırıntılarvermeyi ve bir takım düzen içi kanallar yaratmayı birpolitika olarak benimsese dahi Kürt halkı bu kadarıylayetinmeyecek, daha ötesini isteyecektir. İşte düzeninçok yönlü kuşatması ve Kürt hareketinin teslimiyetçitutumuna rağmen son eylemlerde militan ve görkemlibir duruş içinde olmasının sırrı buradadır. Kürthalkının hareketini belirleyen o denli çok faktör vardırki, ne düzenin ne de DTP ve PKK’nin bu hareketi tamolarak denetleme ve yönetme imkanıbulunmamaktadır.

“Açılım süreci”nin tasfiyeci karakteri netleşiyor!

Page 5: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

Belgenin ortaya çıkardığı kokuşmuş düzen gerçeğidir Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 5Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

“Kağıt parçaları”ndan yansıyankokuşmuş düzen gerçeği

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un ortayaçıktığı gün “kağıt parçası” dediği, kısaca darbeyehazırlık veya olası bir darbe için eylem planı olarak daadlandırılabilecek belgeyle ilgili mektubun ayrıntılarıortaya çıktı. Artık herkes biliyor ki, “kağıt parçası”Genelkurmay’ın resmi belgesidir. Anlaşılıyor ki, bubelgenin fotokopisi Haziran ayında ilk kez ortayaçıktığında, kapsamlı bir delil karartma operasyonunagirişilmiş, belgenin fotokopisi ortaya çıktığında buna“kağıt parçası” diyen Genelkurmay Başkanı halkayalan söylemiştir!

Adli Tıp, ordu içinde hazırlandığı belirtilen “AKPve Fethullah Gülen’i bitirme planı”nın orijinalinde yeralan imzanın Albay Dursun Çiçek’e ait olduğunusöyledi. Soruşturmayı yürüten İstanbul CumhuriyetBaşsavcılığı, gelen bir ihbarda yer alan ve tartışmakonusu belgenin orijinali olduğu iddia edilen metniAdli Tıp’a gönderdi. Adli Tıp Kurumu, 19 Ekim’deverdiği raporda, Çiçek’in imzasının belgedeki imzaylauyuştuğunu belirledi.

Bilindiği üzere, söz konusu plan Ergenekondavasında yargılanan eski subay Avukat SerdarÖztürk’ün ofisinde yapılan aramada ele geçirilmişti.TSK’nın sözkonusu bu “psikolojik harp planı”nda,AKP içindeki ajanların harekete geçirilmesindenErgenekon sanığı subayların savunulmasına,“milliyetçi partiler”in tabanlarının genişletilebilmesiiçin Yunanistan ve Ermenistan’la ilgili “tepki”uyandıracak haberlerin hazırlanmasına kadar bir dizi“kara propaganda”dan söz ediliyordu. Planın ilgiçeken yanlarından birisini de hedefteki kişilere nasılsuç yüklenebileceğiyle ilgili bazı “komplo”planlarının hazırlanması oluşturuyor, icra edilecekfaaliyetlerin “dost” ve “düşman” kavramlarıüzerinden yerine getirilmesi öngörülüyordu.

“İrtica İle Mücadele Eylem Planı”nın “ıslakimzalı” orijinal belgesini Ergenekon savcılarınagönderen muvazzaf subayın, 5 sayfalık mektubunda“cunta”yı da ihbar ettiği, belgenin kamuoyunayansımasının ardından, üst rütbeli askerler veuzmanlar gözetiminde belge ve bilgilerin nasıltemizlendiğini anlattığı söyleniyor.

Belgenin basına sızmasının ardındanGenelkurmay’daki imha operasyonu da ihbarmektubunda şöyle ifade ediliyor: “Eylem planınınbasında çıkacağı bilgisi Genelkurmay’a aynı günsabaha karşı 04.30’da ulaştı. Önce planı hazırlayanBilgi Destek Dairesi temizlendi. Kullanılan 6bilgisayar silindi. Sonra 34 bilgisayar da özelprogramlarla tam 35 kez silindi. Bilgisayartemizliğine Org. Ergin Saygun’un özel sekreteriKurmay Albay Uğur Berksun nezaret etti. Temizliğigerçekleştirenlerin adları ve silinen bilgisayarlarınnumaraları mevcut.”

Mektupta, “İrtica İle Mücadele Eylem Planı”nınemir komuta zinciri içerisinde nasıl hazırlandığındanordu içerisindeki cuntanın halen devam edenfaaliyetlerine kadar birçok konuda önemli bilgilereyer veriliyor. İhbar mektubunda, TSK içindeki cuntave etkinlikleri şöyle anlatılıyor: “Gayri hukukiçalışmalar, TSK içindeki cunta yapılanmasının kilitisimlerinden olan Org. Hasan Iğsız’ın Genelkurmay2. başkanlığında hız kazanarak devam etti. Iğsız,doğrudan netice alınabilecek bir eylem planıhazırlanmasını emretti.” Iğsız’ın emriyle, İrtica

Eylem Planı’nın, Korg. Mehmet Eröz ve Tümg.Mustafa Bakıcı’nın katkılarıyla, Kurmay AlbayDursun Çiçek tarafından hazırlandığı mektupta yeralıyor.

Belge basında yer alır almaz aslını gizlicedosyalandığı klasörden aldığını iddia eden ihbarcı,“Belgenin aslının yerinde olmadığı anlaşılınca öncebir kriz yaşandı. Ancak daha sonra belgenin elegeçirilmesinden korkan biri tarafından imha edildiğigörüşü benimsendi. Nitekim İlker Başbuğ belgeninaslının imha edildiğine kanaat getirdikten sonraaçıklama yaptı” dedi.

Öte yandan Genelkurmay’ı kızdıran ve köşeyesıkıştıran “kağıt parçaları” çoğalıyor. Subayınyolladığı ihbar mektubunun elindeki ikinci bir planyeni tartışma başlattı. “İrticayla mücadele eylemplanı”nın orijinal belgesiyle birlikte Ergenekonsavcılarına gönderilen eklerinde yer alan “BilgiDestek Planı” da ortaya çıktı. Korgeneral NusretTaşdeler’in adını taşıyan Eylül 2007 tarihli beşsayfalık belgede 22 Temmuz 2007 seçimleri sonrasıTürkiye’nin durumuyla ilgili tespitler vedeğerlendirmeler yer alıyor.

Son sayfasında ‘Genelkurmay Başkanı’nın emriyleibaresi bulunan belgede 22 Temmuz seçimlerininTürkiye’nin ılımlı İslam’a dönüştürülmesi gayretleribakımından milat olduğu öne sürülürken TSK’yaduyulan güvenin de azaldığı belirtiliyor.

Belgede dikkat çekici bölümlerden bir diğeri ise,DTP’ye ayrılan bölüm. DTP’nin Meclis’e girmesinintalihsizlik olduğu belirtilerek, “DTP’nin sıkıntılarıistismar edilmeli. Kamuoyu baskısı yaratılmalı”deniyor. DTP’nin bitirilmesi için madde madde“önerilere” yer veriliyor:

“(a) DTP’nin, TSK tarafından terörist olarakgörüldüğünü ve herhangi bir şekilde muhatap kabuledilmeyeceğini üst düzey bir açıklama ile ilan etmek.

(b) Terörü bu şekilde destekledikleri müddetçedemokratik olarak herhangi bir ilerlemesağlayamayacaklarını ve bu suretle esas olarak temsilettiklerini iddia ettikleri kişilere zarar verecekleri

mesajını yaymak.(c) Bu suretle ‘bugüne kadar ki kazanımlardan

taviz vermeyin, yumuşamayın’ diyen Kandil ile‘terörden bir fayda gelmez, teröristleri desteklemeyinvazgeçin’ diyen başta AB olmak üzere Kandil karşıtıçevrelerin arasında sıkışıp kalmalarına yol açmak,

(ç) Irak’ın kuzeyindeki desteği kesmek için bölgehalkını terörle mücadele bağlamında ‘rahatsız etmek’,bu suretle de PKK’ya yardım ettikleri ve desteksağladıkları müddetçe bu rahatsızlığın devam edeceğimesajını vermek,

(d) PKK’nın eylemlerinin, işadamlarının bölgedeyatırım yapmamalarına yol açması, iş makinelerini,yolları, köprüleri tahrip ederek bölgeye hizmetgötürülmesine mani olması gibi sonuçları ile bölgehalkına daha da zarar verdiği gibi söylemlerinyaygınlaştırılarak bölge halkının teröristleresağladığı desteğin azaltılmasına çalışılabileceğidüşünülmektedir.”

Belgelerin gün yüzüne çıkmasının ardındanaçıklama yapan Genelkurmay’ın hedefi ise belgelerihazırlayanlar değil sızdıranlar ve yayınlayanlar oldu.Belgelere ilişkin soruşturma ise yasalara rağmen sivildeğil askeri mahkemelerde yürütülüyor. Askerisavcılıklar ise gündemi alt üst eden belgelerle ilgitakipsizlik kararı veriyorlar.

Başbakan Erdoğan, Pakistan gezisinde “İrticaEylem Planı”yla ilgili “Dönünce görüşeceğiz TSK bulekeyi kaldıramaz” açıklaması yaptı. Görüşmegerçekleşti, fakat görüşme sonucu ortaya “uzlaşma”çıktı. Görüşmenin ardından yapılan açıklamada eylemplanına ilişkin soruşturma sürecinin “adlî ve askerîyargı makamları tarafından kendi görev ve yetkialanları kapsamında yürütüldüğü” belirtildi. “Süreçbitene kadar kişi ve kurumların hedef alınmaması”istendi. Ne belgede adı geçen Orgeneral Hasan Iğsızgörevden alındı ne de Başbuğ’un görevden alınmasıgündeme geldi. Hatta AKP hükümetinin büyük birgürültü eşliğinde çıkardığı askerlerin sivilmahkemelerde yargılanması konusu bile gündemegelmedi.

Düzen cephesinde, konuya ilişkin tarafların düzeniçi saflaşmadaki konumlarına göre yorumları dadeğişmektedir. Belge kimilerine göre, tıkanan “Kürtaçılımı” gündeminin üstünü örtme gayretleri,kimilerine göre ise orduyu yıpratma kampanyasınınbir parçası vb.

Açıktır ki artık herhangi bir “kağıt parçası”olmadığı kesinleşen belge, kitabına uygun yazılmışpsikolojik bir savaş planıdır. Bu, işçi sınıfı ve emekçikitlelere, Kürt halkına ve devrimci harekete yönelikdöne döne uygulamaya konulan onlarca psikolojiksavaş planlarından biridir. Bunun öncekilerden farkı,hedefe konulanların bu kez düzen içi güçler olmasıdır.Amaç ise düzen içi egemenlik mücadelesinde dahauygun bir konum elde etmektir. Bunun için rakibineyönelik bir operasyona zemin hazırlamak veya onuyıpratmaktır. Fakat unutulmamalıdır ki, mevcutdalaşma burjuva sınıf düzeninin kendi iç dalaşmasıdır.Bu temelde, iktidarda etkin bir yer tutmak, bunu dasömürü ve yağmadan daha etkin pay elde etmekdoğrultusunda kullanma kavgasıdır. Taraflar işçi sınıfıve emekçilere karşı aynı cephededirler ve olaylarınher zaman açıkça gösterdiği gibi bu konuda tek birkuvvet gibi hareket etmektedirler.

Page 6: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

Alevi Bektaşi Federasyonu 8 Kasım’da İstanbul’dabüyük bir miting düzenlemeyi hedefliyor.“Ayrımcılığa karşı eşit yurttaşlık hakkı” talebiyleyapılacak miting 8 Kasım Pazar günü saat 13.00’teKadıköy Meydanı’nda yapılacak. Miting vesilesiyleAleviler’in talepleri bir kez daha gündeme geldi.

Aleviler ne istiyor?

Aleviler, ibadethaneleri olan cemevlerinin yasalstatüye kavuşturulmasını, zorunlu din dersiuygulamasının kaldırılmasını, Alevi köylerine camiyapımından vazgeçilmesini, Tekke ve ZaviyelerKanunu’yla Aleviler’in elinden alınan Hacı BektaşDergahı’nın ve diğer Alevi mekanlarının sahiplerineiade edilmesini, Madımak Oteli’nin müze olmasınıistiyorlar.

Alevi toplumu sermaye devletinin Alevi inancınıtanımlama konusunda fikir yürütmekten vazgeçmesinive Aleviliğin ne olduğunu o inancı yaşayanlarabırakmasını istiyor. Aleviler devletin tek kimlikli(Türk-Sünni) politikalardan vazgeçmesini talepediyorlar. Devletin Alevi kimliğini kabul ederekhukuksal güvenceye kavuşturması talebiniyükseltiyorlar. Cemevlerinin Aleviler’in ibadetmerkezi olarak tanımlanmasını, bu tanımın anayasalgüvenceye alınmasını, zorunlu din derslerininkaldırılmasını, Diyanet İşleri Teşkilatı’nınlağvedilmesini, inanç ve ibadet hizmetlerinin inançmensuplarına bırakılmasını istiyorlar.

Aleviler eşitlik istiyorlar. Aleviler gerçek laiklikistiyorlar. Aleviler, kendi kimlik tanımlamalarınınkabul edilmesini, bunun gereği ve doğal sonucu olanhaklarının teslim edilmesini talep ediyorlar. Aleviler,kendi inanç ya da öğretilerinin gereği olan etkinlikleriözgürce yerine getirmeyi ve buna saygı duyulmasınıistiyorlar.

Aleviler, sermaye devletinin din dersi altında zorlaçocuklarına Sünni inancının dayatılmasınıistemiyorlar. Anayasasında “laik” ibaresi yazmasınarağmen “Sünni devlet” kimliğinin varlığınısürdürmesine karşı çıkıyorlar. Aleviler, laik olduğuiddiasındaki devletin, her kesimden topladığıvergilerle belli bir inanç grubunu finanse etmesini;laikliğin gereği olarak tüm inançlara eşit mesafededurmak yerine belli bir kesime din hizmeti vermesinikabul etmiyorlar. Aleviler, Osmanlı’dakiŞeyhülislamlığın devamı olan bir fetva kurumukonumunda bulunan, 100 bini aşan kadrosu, birkaçbakanlığa eş bütçesi ile kullandığı kamu kaynaklarınıtoplumun sadece bir kesimine hizmet götürmedekullanan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılmasınıistiyorlar.

Aleviler, öğrencilere kendileri ve ailelerininiradesine aykırı biçimde “zorunlu din dersi”dayatmasını, kamu görevlerinde yükselmede liyakataaykırı biçimde Alevi kökenlilerin önünün kesilmesini,Alevilere yönelik negatif ayrımcılığa dayalıuygulamaları istemiyorlar. Aleviler, Ramazan orucu,namaz kılma gibi kendi inanç ya da öğretilerindeolmayan ritüellere zorlanmak, oruç tutmadığı içinfiziki şiddete uğramak istemiyorlar. Aleviler,kendilerine yönelik planlı ya da plansız, doğrudan yada dolaylı asimilasyon faaliyetlerini istemiyorlar.

Egemenlerin Aleviler’i yok sayantutumu sürüyor!

Elbette bu talepler sermaye devletini vehükümetini rahatsız etti. Kültür Bakanı ErtuğrulGünay, öfkesini Alevi örgütlerine “saçmalamasınlar”diyerek gösterdi. Sermaye devleti kendine uygun birAlevi toplumu yaratmayı ve bunu da Alevi emekçileridenetim altında tutmanın etkili bir aracı olarakkullanmayı istemektedir. Onyıllardır sermaye devletitarafından baskı ve zorbalıkla yapılmak istenen bu kezAKP eliyle rüşvet ve devlet katında makam-mevkidağıtılarak hayata geçirilmek istenmektedir.

Ne sermaye devleti ne de hükümeti Aleviemekçilerin demokratik istemlerine yanıt vermekniyetinde değildir. Onlar Alevi emekçileri kontroletmek istemektedirler. Son Alevi Çalıştayı’nda ortayaçıkan tablo devletin “Alevi açılımı” konusundakisamimiyetsizliğini ve ikiyüzlülüğünü tüm açıklığı ilegözler önüne sermiştir.

Sermaye düzeni, Sünni inancına mensup işçi veemekçileri baskı ve denetim altında tutmak için dinselgericilikten nasıl yararlanıyorsa, bu kez de Aleviliğidinsel gericiliğin bir kolu haline getirerek Alevi işçi veemekçileri düzene yedeklemeyi hedeflemektedir.Alevileri denetim altına almanın önemlibasamaklarından biri de, Aleviliğin Diyanet İşleriBaşkanlığı bünyesine alınmasıdır. Bunun içinBaşbakanlığa bağlı, genel müdürlük statüsünde bir“Alevi kurumu” oluşturulması planlanıyor.

Alevi emekçiler sorunlarının kalıcı çözümüiçin sosyalizme sarılmalıdırlar!

Alevi burjuvazisi, sorunun çözümünü devlettenkısmi tavizlerin koparılmasına indirgemektedir.Nitekim devletle tamamen bütünleşme eğilimindekiAlevi burjuvazisinin bu yönelimi, Alevi emekçilerikontrol altında tutmak isteyen sermaye devletinden dedestek görmektedir. Alevi burjuvazisi, sınıfsal çıkarıgereği Alevi inancının dinsel gericiliğin bir aracı olarakkullanılması için çabalamaktadır.

Aleviler mücadele etmeden burjuvazidendemokratik haklar konusunda adım atmasınıbeklememelidir. Zira onların amacı hak ve özgürlüklerigenişletmek değil sömürü düzenlerinin devamınısağlamaktır. Alevi emekçiler, sahte demokratların velaiklik tüccarlarının yarattığı yanılsamaları bir kenaraiterek devrimci işçi sınıfının saflarında mücadeleyekatılmalıdır. Gerçek anlamda özgürleşmenin başkayolu yoktur.

Komünistler, din ve devlet işlerinin tam olarakbirbirinden ayrılması, Diyanet İşleri Başkanlığı’nındağıtılması, devletin dinsel kurumlara yönelik her türlüyardımına son verilmesi, gericilik yuvası tarikat vecemaatlerin dağıtılması, mezhepsel ayrıcalıklara vebaskılara son verilmesi için, tüm bu yaşananhaksızlıkların kaynağı olan burjuva sınıf iktidarınıyıkmak için savaşıyorlar. Komünistler, tüm sorunlarınve Alevilerin sorunlarının gerçek çözüm yolu olandevrim ve sosyalizm için mücadele çağrısıyla 8Kasım’da yerlerini alacaklar.

Alevilerin sorunlarının gerçek çözümü sosyalizmde!6 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

Aleviler taleplerini haykırmak için 8 Kasım’da alana çıkıyor!

8 Kasım mitingine çağrı...Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) Genel Başkanı Fevzi Gümüş, 3 Kasım günü gerçekleştirdiği

açıklama ile İstanbul’da 8 Kasım tarihinde gerçekleştirecekleri mitingin “Aleviler’in Demokrasi Cemi”olacağını ve uğradıkları hak gaspları ile taleplerinin ifade edildiği kürsü işlevi göreceğini vurguladı.

PSAKD Genel Başkanı Fevzi Gümüş yaptığı açıklamada Aleviler’in sorunlarına işaret etti. Zorunlu dinderslerinin, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması, cemevlerinin yasallaşması, Madımak Oteli’nin utançmüzesi olması gibi taleplerinin olduğunu ifade eden Gümüş, AKP hükümetinin sorunları görmezden geldiğinibelirtti.

Aleviler’in taleplerinin meşru ve insani olduğunu ifade eden Gümüş, 8 Kasım mitinginin Aleviler’inuğradıkları hak gasplarının ve her şeyden önemlisi de taleplerinin yankı bulduğu bir kürsü işlevi göreceğinibelirtti.

Page 7: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

Hukuk terörü sürüyor... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 7Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

Özel mülkiyetin korunmasına ve ücretli emeksömürüsüne dayalı kapitalist sistemde hukuk terörüuygulamalarına her geçen gün yenileri eklenmektedir.Sermaye devletinin başta devrimciler olmak üzeretoplumsal muhalefeti ezmeye ve sindirmeye dönükpolis devleti uygulamalarını ve terörünü çoğunluklahukuk terörü izlemektedir.

Sömürü çarkına tehdit oluşturan unsurlar, sermayedevletinin denetimindeki polis-savcılık-mahkemeişbirliğiyle hızlıca “etkisiz” hale getirilmeyeçalışılmaktadır. Birçoğu keyfi gerekçelere dayalıhukuk terörü uygulamaları son dönemde giderekpervasızlaşmaktadır.

Hukuk terörüne gerekçe olan “suçlar” ve “kanıtlar”

pervasızlığın boyutlarını göstermektedir!

Sermaye devleti haklı ve meşru eylem veetkinlikleri, devrimci yayınları, marksist kitapları,sendikal faaliyeti, devrimci önderlerinsahiplenilmesini, fotoğraflarının ve isimlerininkullanılmasını, devrimci sembolleri, grev ve direnişşiarlı pankartları, telefon numaralarını kısaca aklınagelen herşeyi “suça kanıt” gerekçesi haline getirerekkeyfilikte sınır tanımadığını göstermektedir.

19 Ocak’ta ODTÜ’de devrimci öğrenciler,“istihbarattan” olduğunu düşündükleri şahsı

jandarmaya teslim etmelerinin ardından evleri veyurtları basılarak gözaltına alındılar. Öğrencilerden 5’itutuklanarak Ankara 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nekonuldu. 6 Kasım’da ilk duruşması görülecek olandavanın kamuoyuna yansıyan iddianamesinde savcılartarafından “suç” sayılan eylemler arasında “ODTÜstadyumuna ‘Devrim’ yazmak, Deniz-Yusuf-Hüseyin’ianmak için düzenlenen ‘Devrim Yürüyüşü’ne katılmak,1 Mayıs ve Newroz eylemlerine katılmak” gibiörnekler bulunmaktadır. Bu “suçların” yanı sıra“üzerinde ‘orak çekiç ve yıldız’ bulunan uçurtma,‘Canım benim’le başlayıp ‘Nazım’la biten not kâğıdı,Genç-Sen üye listesi, Kürtçe müzik kaseti, KomünistManifesto- Faşizme Karşı Birleşik Cephe- SovyetlerBirliği Komünist Partisi Tarihi- Bolşevik Devrimikitapları” ise iddianamedeki bazı “kanıtları”oluşturmaktadır.

Bursa’da ESP’ye yönelik operasyonlar sonrası 46kişinin yargılandığı ve Ekim ayında duruşması görülendavadaki “suçlamalar” da benzer niteliktedir. “DTPkapatma davasını protesto etmek, 1 Mayıs- Newroz ve8 Mart etkinliklerine katılmak, SSK İl Müdürlüğüönünde ‘Sendikasız, sigortasız çalışmayacağız’ içerikliaçıklama yapmak, ırkçılığa karşı müzik dinletisidüzenlemek...” Aynı dava çerçevesinde “KomünistManifesto” kitabı ise örgüt üyeliğine gerekçe olaraksunulabilmiştir.

Yine Adana, Mersin ve Hatay’da gerçekleştirilen

operasyonlar sonrası aralarında İHD Adana ŞubeBaşkanı Ethem Açıkalın’ın da bulunduğu 8’i tutuklu22 kişi hakkında açılan davanın ilk duruşmasıTemmuz ayında gerçekleştirilmiştir. Dava kapsamındaiddia edilen “suçlar”dan bazılarını şunlaroluşturmaktadır: “Tayyip Erdoğan’ı ve krizi protestoetmek, işçi kurultayına ve 1 Mayıs’a katılmak, Maraşkatliamı ve Hrant Dink cinayeti protestolarınakatılmak...” Bu davada ele geçirilen “deliller” deoldukça “kapsamlı”dır; “Che Guvera’nın hayatınıanlatan film, Lenin işlemeli duvar halısı, KazımKoyuncu belgeseli, ‘kuş gribi’ bildirisi, altı düdük, beşsalsa aleti, dört zilli tef...”

KESK’e yönelik operasyonlarda tutuklanan 31 kişiİzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 31 Temmuz’dahazırladığı iddianamede “Anadilde eğitim maddesiniEğitim-Sen tüzüğüne koymaya çabalamak, Kürtçekursu vermek, çay partisi görünümlü toplantıyapmak” gibi suçlamalarla karşılaşmıştır.

Adana 6. 7. ve 8. Ağır Ceza Mahkemeleri’ndeHaziran ayında görülen davalarda 9 çocuk için, Şubat2008’de sınır ötesi operasyon karşıtı eylemlerde“örgüt adına suç işlemek, örgüt propagandası yapmakve polise mukavemette bulunmak” “suçlamaları”ndantoplam 86 yıl 11 ay hapis cezası verilmiştir.

Mersin’de 2008 yılında Hrant Dink içindüzenlenen anmanın basın açıklamasını okuyan ÖDPMerkez İlçe Başkanı Ali Sesal’a “yasadışı yürüyüşedönüşen toplantıya katılmak” “suçlaması”ndan dolayıŞubat 2009’da Mersin 6. Asliye Ceza Mahkemesitarafından 1 yıl 3 ay hapis cezası verilmiştir.

Benzeri örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Hiçbir baskı, zor ve terör devrimci mücadeleyi boğmaya

yetmeyecektir!

Örneklerden de görüldüğü üzere hukuk, kapitalistsistemin devamlılığını sağlamanın araçlarından biriolarak işlev görmektedir. Burjuvazinin hukuksalanlamda kendi belirlediği sınırları ve yasaları dahiçoğu zaman görmezden gelmesi ya da bu sınırlarıkeyfi bir biçimde yorumlaması ise şaşırtıcı değildir.Çünkü sınıfsal temeli olmayan bir hukuk yoktur vekapitalizmde aslolan burjuva egemen sınıfınçıkarlarıdır. Burjuva düzende sömürü çarkını ve özelmülkiyete dayalı üretim ilişkilerini korumak için“hukuk” türlü biçimlerde sürekli devreye girmeyedevam etmektedir.

Sermaye devletinin temel bir parçası olan burjuvahukuku dolaysız olarak sömürüyü perdelemenin biraracı olarak kullanılmaktadır. “Tüm yurttaşlarınyasalar karşısında eşit olduğu” dile getirilirken işçi-emekçilerin gözlerinin içine baka baka yalansöylenmektedir. Tüm bunların ışığında “hukukunüstünlüğü ilkesi”,“hukuk devleti” gibi kavramların daburjuva aldatmacalarından ibaret olduğu bir kez dahaanlaşılacaktır.

Kapitalizm var olduğu sürece burjuvazinin “hukukterörü” uygulamaları da çeşitli biçimlerde sürecektir.Düzenin her türden baskı ve zoruna, bunlarıbütünleyen polis ve hukuk terörüne rağmenmücadeleyi büyütmek işçi ve emekçilerin,devrimcilerin kaçınılmaz görevleri arasındadır.

Toplumsal muhalefete dönük hukuk terörü artarak sürüyor...

Burjuvazinin hukuku özel mülkiyetin vesömürünün devamını sağlama aracıdır!

Sermaye devletini suçlu bulan kararYargıtay yolunda!

Sosyal güvencesi olmayan Saynur Kandemir’in kız kardeşinin sağlık güvencesi ile 4 Şubat 2009 tarihindedoğum yapması yargıya taşınmış, SGK ise Kandemir hakkında Sosyal Sigortalar Kurumu’nu 400 TL zararauğratarak dolandırıcılık yaptığı iddiasıyla dava açmıştı.

Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen dava “devletin sağlık yaşam hakkını koruyacakdüzenlemeleri gerçekleştirmediği” gerekçesiyle Saynur Kandemir’e ceza verilmemesiyle sonuçlandı.

Mahkeme kararında, “Devletin görevini yerine getirmediği ve yaşama hakkını koruyacak kadar sağlıkgüvencesi sağlamadığı için suç işlenmiştir” denildi.

Üç yıla kadar hapsi istenen Kandemir için verilen emsal niteliğindeki kararda mahkeme, genç kadının“hiçbir geliri ve sosyal güvencesi olmadığı için suçu işlemek zorunda kaldığı” tespitinde bulundu.

Sermaye hükümetinin, “hastane kuyrukları sona erecek”, “herkesin sosyal güvencesi olacak”, “parasıolmayanın sigorta primlerini devlet yatıracak” vb. yalan ve aldatmacalarla yürürlüğe soktuğu SSGSS saldırısıişçi ve emekçilere ağır bir yıkım getirdi. Bu örnekte de, sağlık güvencesinden mahrum kalan yüzbinlerceemekçiye ölümü dayatan “sağlık” politikaları karşısında, bir anne bebeğini yaşatabilmek için çaresizliklekendi çözümünü üretmeye çalıştı. Saynur Kandemir’in hikayesi aslında oldukça tanıdıktı. Masraflarıkarşılayamadığımızdan birçoğumuzun tedavi olmak için başvurduğu, başkasının sağlık güvencesindenyararlanma yoluna gitmek...

Ve bu olayda yargılanan, emekçilere ölümü reva gören, “Paran kadar sağlık!” diyen devlet değil de sağlıkhakkı elinden alınan Saynur Kandemir...

Sermaye devleti, hükümetiyle, askeriyle, polisiyle, yargısıyla bir bütün olarak, kapitalist üretimilişkilerinin sorunsuz bir biçimde devam edebilmesi için gerekli uygulamaları gerçekleştirir. Burjuvazinindaha fazla semirebilmesini sağlayan bu uygulamalar ise emekçi düşmanı politikalar ile şekillenir.

Bundan kaynaklı da Sakarya savcısının vermiş olduğu bu karara Cumhuriyet Savcısı tarafından itirazdabulunulmuştur. Devlet, yürüttüğü politikaların kişisel düşünceler çercevesinde zarara uğramasına izinveremeyeceğinden itiraz da kaçınılmazdır. Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı özlü bir biçimdesermaye devletinin durduğu yeri tanımlarken, sistemin işleyinde ufak da olsa pürüzler yaratabilecek buörneklerin boşa düşürülmesi gerekmektedir. Büyük ihtimalle yargıtaydan geri dönecek bu karar ile de çarkişlemeye devam edecektir...

Page 8: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

Dünya tarımı tekelleşiyor8 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

Sermaye hükümeti genetiği değiştirilmiş tarım üretimini yasal bir statüyekavuşturdu...

Kapitalizm insanlığa yıkımdan başka bir şey sunamaz!

Sermaye hükümeti insan, doğa ve toplum sağlığınıhiçe sayan yasal bir düzenlemeye daha imza attı.Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan“Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı DeğiştirilmişOrganizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi,İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelik”26 Ekim tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarakyürürlüğe girdi.

Tarım ve Köy İşleri Bakanı Mehdi Eker yaptığıbasın toplantısında bu yönetmeliğe tepki gösterenleri“cahillik”le suçladı. Demagojik söylemlere debaşvuran Eker, kamuoyunda oluşan tepkiler üzerineBiyo Güvenlik Yasa Tasarısı’nı da yasalaştırmak içinçalıştıklarını, çevre ve insan sağlığına zararsızolduğunu söyledi. Yönetmelikle “GDO’lu üretiminönü açılmıyor, kesiliyor ve denetim altına alınıyor”dedi. Ancak yönetmeliğin maddelerine bakılınca neyeve kime hizmet ettiği ortaya çıkmaktadır.

Yönetmelik, emperyalist tarım tekellerinin veülkedeki uzantılarının istekleri doğrultusundahazırlanmıştır. Yönetmelikle ülkenin tüm tarımsal genzenginliği kurutulacak ve tarım tamamen dünyatekellerinin hizmetine girerek emperyalist bağımlılığayol açacaktır. Yönetmelikte GDO’lu ürünlerindenetlenmesine dair bazı maddeler yer alsa da,Türkiye’de bu denetlemenin yapılabileceği nelaboratuvar var ne de başka bir mekanizma. Öteyandan tekellerin baskısına direnebilecek bağımsızbilim otoriteleri yerine güdümlü organizasyonlaryeğleyen yönetmelik, bakanın talimatı ile her andeğiştirilebilecek konumdadır. Yönetmeliğin 5.maddesinin 9. bendinde “Bu yönetmelikte yer almayanhususlarda bakanlık her türlü düzenlemeyi yapmayave tedbiri almaya yetkilidir” denilmektedir.

Bebekler için risk sayılan gıdaların yetişkinler içinserbest tüketime konu edilmesi, GDO’suz gıdamaddesi üreten işletmelerin bu yönde etiketkullanmasının yasaklanması gibi hükümlerin yanısıraasıl olarak GDO’lu ürünlerin her türlü ticaretininmeşru zemine çekilmesi yönetmeliğin önemlimaddeleri arasında. Yönetmelikte GDO’lu tohumlarınekimiyle ilgili de bir madde bulunmamaktadır.Konuyla ilgili bakanlık karar alabilir ve izin verebilir.Bu ve benzeri örnekler daha da çoğaltılabilir ancak tekbaşına bu madde bile bütün bir yürütmeyi hiçesayacak genişliğe sahiptir.

Biyolojik zenginlik değil, kâr hırsı uğruna insanlığın,

doğanın ve geleceğin yok edilmesi!

Halihazırda dünyadaki tarım arazilerinin yüzde10’unda GDO’lu üretim yapıldığı ifade edilmektedir.Tekeller ve işbirlikçileri genetiği değiştirilmiş tarımısavunurken “Açlığa karşı tek çare az masrafla veçabuk üretilmesinden dolayı GDO’dur” argümanınasarılmaktadırlar.

GDO’yla ilgili en önemli tehlikelerden biriaktarılmış genlerin doğal bitki türüne atlayarak,bulundukları çevredeki doğal türlerde genetikçeşitliliğin kaybına, yabani türlerin doğal yapılarında

sapmalara neden olmaları, ekosistemdeki türdağılımını ve dengeleri bozmalarıdır. Tek tipleşenGDO üretiminde ortaya çıkan bir hastalık tüm ürünüetkileyecek şekilde hızla yayılabilmektedir. Konununuzmanları zamanla bu hastalığın insanlara bulaşmahızında da aynı derecede etkili olduğunu belirtiyorlar.GDO üretimiyle gıdalardan alınan besin ve tat dazamanla tek tipleşmektedir.

Arılar ve rüzgarlar GDO’lu polenleri alarakkomşunun geleneksel ekiminin üzerine bırakıyorlar.Böylece civardaki, bitkiler genetik olarak değiştirilmişbitkilerin içerdiği böcek ve ot ilaçlarına karşı dirençlihale geliyorlar. GDO karşıtları tarafından Frankeştayngıda olarak nitelenen, kolera bakterisinin geninitaşıyan yonca, tavuk geni taşıyan patates, akrep genitaşıyan pamuk, balık genli domates gibi gıdalarındoğal çeşitliliğe verdikleri zarar sonucunda yeniFrankeştaynlar’ın ortaya çıkması en büyük tehlikeolarak görülüyor.

Açlık sorununun yaşandığı ülkelerin hemen hepsiemperyalizmin eski sömürge ülkeleridir. Bu ülkelerintarım ekonomileri emperyalistlere bağımlı halegetirilmiştir. Yani halkı doyuracak besinler üretmekyerine döviz sağlayacak besinler üretilmeyeçalışılmıştır. Açlık sorunu yaşanan birçok ülkede,eskiden besin yetiştirmek için kullanılan topraklardakahve, pamuk, muz, kakao gibi gelişmiş ülkeleresatılan ürünler yetiştirilmektedir. Örneğin, Etiyopya’daaçlığın kol gezdiği dönemlerde bile kahve üretimi veihracatı sürdürülüyordu. Dünyadaki açlığın nedeniyeterli gıda maddelerinin olmaması değil, gıdaüretiminin adil dağılmaması ve emperyalizminçıkarlarına göre düzenlenen tarım politikalarıdır.

Biogüvenlik adı altında dünya tarımının tekelleşmesi!

Dünyada genetiği değiştirilmiş tarım ve yemürünlerinin tohum piyasası 8-10 tekelin elinde. Butekellerin ana hedefi; dünyadaki tüm ülkelerin tarımve hayvancılığını, tohum alımında kendilerine bağımlıhale getirecek şekilde biçimlendirmek. Sözkonusualanı kontrol eden birkaç şirket, devletlerinpolitikalarını da yönlendiriyor. Her yerde ve ülkede,gıda ile ilgili her alanda aynı şirketler ön plana çıkıyor.Cargill, Monsanto, Archer Daniels Midland, Bunge,Dupont Agriculture and Nutrition, Potash, Mosaic gibişirketler milyarlarca dolar kazanmanın ötesinde, gıdaticareti, tohum ve gübre konusunda dünyayı yönetiyor,ülkeleri kendilerine bağımlı hale getiriyorlar.

Genetik yapısı değiştirilen ürünler patentleniyor.Çünkü bu çalışmaları yapan şirketlerin temel kazançmodeli, patent bedeli tahsil etme üstüne kurulu.Örneğin sadece mikroorganizma bile patentkapsamında korunabiliyor, bunlarla ilgili büyüksaklama kuruluşları bulunuyor. Halbuki doğada omikroorganizma milyonlarca yıldır yaşıyor, fakat birtekel onu doğal ortamından yalıttığı ve belirliözelliklerini gösterdiği-ispatlayabildiği için bir tekelhakkı, korunma hakkını almak istiyor ve bu istisna onatanınıyor.

Oysa bu köhne düzende patent, sadece yenilik

özelliği taşıyan ve sanayide uygulanabilirliği olanbuluşları korumak için uygulanıyordu. Genetikdeğişikliklerde, ancak değişikliğin gerçekleştirildiğitekniğin patenti alınıyordu. Ancak emperyalisttekellerin doymak bilmez kâr hırsı, yaşamın kendisinipatentlemeye kadar işi götürdü. Böylece tümdünyadaki zengin tarım alanları, dünya halklarınınyaşamsal kaynakları üzerindeki patent hakları birkaçülkenin, hatta birkaç emperyalist şirketin elindetoplanıyor.

ABD Irak’ı işgal ettiğinde ilk el koyduğu şeylerdenbiri de, dünyanın en verimli tohumlarının yer aldığıgıda depoları oldu. Yapılan düzenlemelerin ardındanIrak’taki tarım üretimi “fikri mülkiyet ve patent”uygulaması altına alındı. Bu düzenleme sonucundaIraklı bir çiftçinin tescilli tohum alması dayatıldı vetohumu bir sonraki yıl yeniden kullanılmasıyasaklandı. Bunun adı da, “kaliteli tarım ve bio-çeşitliliğin korunması” oldu! Yani yarın ABD’nin Irakişgali sona erse bile Irak halkının gıda üretimininkontrolü Amerikan şirketlerinin elinde olacak.

Yine uzmanların verdiği bilgilere göre; Irak’taişgal öncesi bir adet buğday tohumu başakta 300 adetbuğday verirken, şu an GDO’lu bir buğday tohumubaşakta 15-30 adet veriyor!

Ya barbarlık ya sosyalizm!

Bu yılın Mayıs ayında Türkiye’deki hükümet vemuhalefetten beş vekil ABD’ye bir haftalık bir “gezi”düzenlemişlerdi. Vekiller ABD Tarım Bakanlığı veMonsanto gıda şirketiyle de temaslarda bulunmuştu.Bu temaslardan birkaç gün sonra AKP hükümeti tarımalanında değişik düzenlemelere imza attı. Tarım veKöy İşleri Bakanlığı’nın adı, Tarım ve Gıda Bakanlığıolarak değiştirildi. Bu düzenlemelerle Temmuz’dayürürlüğe giren “Türkiye Tarım Havzaları Üretim veDestekleme Modeli” ile hangi ürünün, nerede, nekadar üretileceği de önceden planlanacak ve çiftçilerona göre yönlendirilecek.

Yapılan düzenlemelere dair o dönem açıklamayapan Cemil Çiçek, imzaya açılan Ulusal GıdaGüvenliği Kanun Tasarısı ile ulusal biogüvenliğinamaçlandığını vurgularken, düzenleme ile “ulusalbiogüvenlik” konusunun tek çatı altında toplandığınısöylemişti. Sözkonusu yasalar ve son yönetmelik,işbirlikçi uşakların emperyalist efendileriyle ne türmüzakereler yaptıklarını göstermektedir.

AKP’nin işçi ve emekçilere düşmanlıkta,sermayeye uşaklıkta bugüne kadarki sermayehükümetlerinin eline su dökemeyeceği açıktır.Emperyalist tekellerin ve işbirlikçilerinin AKPhükümetini kollamalarının arkasında da bu başarısıbulunmaktadır.

Ülkenin bezirganları geçtiğimiz günlerde bolnutuklarla, şaaşalı törenlerle sermaye devletininkuruluşunun 86. yılını kutladılar. Sermaye devleti 86yıldır işçi ve emekçilere, ezilen halklara, kadınlara,çocuklara, doğaya yıkım, sefalet, imha ve açlıktanbaşka bir şey sunmamıştır.

İşçi ve emekçiler ise barbarlıktan kurtulmak içinsosyalizmi seçmelidir!

Page 9: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

Sefalet zammına hayır! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 9Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

Asgari ücrete sefalet zammı!Resmi Gazete’de yayınlanan 2010 Yatırım Programı

sermaye devletinin işçiye yine sefalet ücretini revagördüğünü gösterdi.

2010 Yılı Yatırım Programı’na göre asgari ücretin2010 yılı Ocak ve Temmuz aylarında yüzde 3 oranında,emekli aylıklarının ise Ocak ve Temmuz aylarındaönceki altı aylık enflasyon tahminine göre sırasıylayüzde 4 ve yüzde 2.4 oranlarında artırılmasıöngörülüyor.

Mevcut kaynaklar burjuvaziye peşkeş çekilirkenoldukça bonkör davranan sermaye devletinin eli,sözkonusu işçiler olunca kasasına varmıyor.

“İşçilere normal bir çalışma günü karşılığındaödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım vekültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatlarıüzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret”olarak tanımlanan asgari ücretin bugünkü hali işçi veemekçilere biçilen değeri de ifade ediyor.

Muazzam bütçe açığının daraltılabilmesi içinsermaye devleti çeşitli “önlemler” alıyor. Fakat buönlemlerin muhatapları işçi ve emekçiler oluyor.Patnonlara fazlasıyla destek sunan sermaye devleti, budesteği işçi ve emekçilerden esirgiyor ve acı fatura herzaman olduğu gibi emekçilere ödettiriliyor.

Krizin etkilerinin daha da derinleştiği, ekonominindaha da küçüldüğü bir süreçte sermaye devleti devasaaçıklar veren bütçe için 2010’da gelir artışı öngörüyor.Bunu da elini işçi ve emekçilerin cebine daldırarakyapmayı hesaplıyor. Bir yandan vergi artışlarıyla,yapılan zamlarla emekçileri sefalete sürüklerken diğeryandan ücretlere yapılan zammı da en aşağı seviyedetutmaya çalışıyor. Tüketim ürünlerine yapılan zamkarşısında da asgari ücrete yapılan zam eriyip gidiyor.

Yapılacak olan çok kaba bir karşılaştırma sermayedevletinin patronlar için varolduğunu ve ancakemekçilerin sömürüsü üzerinden ayakta kalabileceğinigösteriyor. 2010 bütçesinde işçi ve emekçilerinhayatlarını devam ettirebilmesi, yeme-içme, ulaşımgibi gereksinmelerini karşılaması için ihtiyaç duyduğutüketim maddelerinden alınan özel tüketim vergisi%31.6, ısınmak ve ulaşımı sağlamak için alınan vergiise %36.15 artarken, asgari ücrete toplamda %6 zamyapılıyor. Buna karşın patronların kârı üzerinden alınanKurumlar Vergisi’nin artış oranı % 8’de kalıyor.

Sermaye devleti sadece vergi artışlarıyla yaşamı %31.6 daha pahalı hale getiriyor. Bunun yanında sağlık,eğitim gibi temel hakların yükü de işçi ve emekçilerebindiriliyor.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 3 Kasım tarihindebasına yansıyan açıklamaları ile vergide her türlütedbiri almaktan kaçınmayacaklarını belirterek yenizam sinyalini de verdi. ÖTV artışlarıyla 2010’da 979milyon liralık KDV artışı elde edeceklerini açıklayanŞimşek, ilk elden köprü ve otoyollara zam yapılacağınısöyledi. Şimşek işçi ve emekçilere gerçekleşecek zamyağmurunun haberini verirken, doğalgaza %70civarında zam oranının da kapıda olduğu yine basındayer aldı.

Peki sermaye devleti elini ayağını kamusalhizmetlerden çekerken, zam üstüne zam ile elde edilengelirleri arttırırken, üstelik işçiye, memura sefaletzammını reva görürken nasıl oluyor da bütçe açığı hergeçen yıl daha da büyüyor.

Eğitimden, sağlıktan sakınılan bütçe, buralardansağlanan tasarruf ile elde edilen kaynak kredi ya dateşvik adı altında patronların cebine gidiyor, dış borçödemeleri ile İMF’nin kasasına giriyor. Emperyalistlerişçi ve emekçilerin sömürüsü üzerinden semirirkenasgari ücrete yapılan zam %6’da kalıyor.

Açlık sınırı 756,68 TL, yoksulluk sınırı 2 bin 464,75 TL

Türk-İş’in yaptığı araştırmaya göre, Ekim 2009sonu itibariyle dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengelive yeterli beslenebilmesi için yapması zorunlu gıdaharcaması tutarı 756,68 TL. Gıda ile birlikte yapılmasızorunlu olan kira, yakacak, elektrik, su, konut, ulaşım,giyim, sağlık, eğitim vb. harcamalar da dikkatealındığında, insan onuruna yaraşır bir yaşama düzeyisağlamak için yapılması gereken harcama tutarı(yoksulluk sınırı) ise 2 bin 464,75 TL olarakhesaplanmıştı.

Net 527,13 TL olan 2009 asgari ücretine yapılanzam ise, ifade edilen bu rakamlar gözönüne alındığındaişçilerle alay etmek anlamına geliyor. Zira milyonlarcaişçinin asgari ücretin dahi altında çalıştığı düşünülüncekapitalist sistem, işçi ve emekçilere sadece hayattakalmasına yetecek kadar ücret ödüyor.

İşçiye kölelik reva görülüyor

Kapitalist ekonominin küçüldüğü bir süreçtepatronlar da kriz bahanesi ile asgari ücretin mümkünolduğunca düşük tutulmasını istiyor. Kriz ise patronlariçin, işçi ve emekçilerin daha fazla sömürüsü ile dahafazla kâr elde etmenin sadece demagojik bir gerekçesioluyor. Bu bahaneye sarılan patronlar asgari ücretimaaliyet unsuru olarak tanımlıyor ve bu denli aşağıyaçekebiliyor.

İşsizlik kaygısı ve işsizliğin oldukça yüksek olmasıasgari ücreti sefalet düzeyinde tutmak için patronlarınelinde bir sopa işlevi görürken, aynı zamanda işçi veemekçileri asgari ücretin altında çalıştırabilmeyi dekoşulluyor.

Aldığı ücretle kıt kanaat geçinebilen işçiler,birbirleriyle ve işsizlerle girdikleri iş kapma ve korumamücadelesinde daha da yoksullaşıyor, yaşamlarınısürdürebilmek için her düzeyde ücrete razı geliyorlar.İşçi ve emekçiler gerçek anlamda yoksulluklaboğuşurken, yaşamını asgari biçimde sürdürebilmekbelki de yalnızca hayatta kalabilmek için asgariücretinde altında bir ücrete razı oluyorlar. İşte böylecesefalet ücreti dediğimiz asgari ücretin bile vahşi piyasakoşullarında hükmü kalmıyor.

Ücret tespiti, sınıfların güç dengesine, işçi veemekçilerle patronlar arasındaki savaşımda kiminüstün olduğuna bağlı olarak belirlendiği ölçüde, işçisınıfının bugünkü parçalı ve dağınık tablosu bu konudainisiyatifi burjuvaziye bırakıyor. Sermaye devleti iseböylelikle sınıfa sefalet ücretini dayatabiliyor.

İşçi sınfının bugünkü örgütsüzlük tablosu içinasgari ücretin bu seviyede olması olağandır amaanlaşılabilir değildir. Kapitalist sistemde asgari ücret yada ücret hiçbir zaman adil olamaz. Ücretler ne kadaryüksek olursa olsun kapitalist sistem içerisinde emekgücünün sömürüsü son bulmaz. Ücretlerin düzeyi iseişçinin emek gücü sömürüsünün seviyesini gösterir.

Bugün için hak gasplarına vb. saldırılara karşısınıfın vereceği mücadelenin yanında, vergiden muafinsanca yaşamaya yeten bir ücret mücadelesi işçisınıfının kendi kurtuluşunun da bir ayağıdır. Bu uğurdaverilen mücadele ile edinilen her türlü kazanım sınıfıbir adım daha kendi kurtuluşuna yaklaştırır.

İşçinin yaşamını sürdürmesi için gerekli ve zorunluolan araçları almaya yetecek kadar bir paranın ücretolarak belirlenmesi dahi sermaye için külfet olarakgörülürken, bugünden sefalet ücretine karşı mücadeleetmek, emeğin korunması uğruna bir savaşım vermekişçi sınıfı için bir zorunluluktur.

SGK yöneticisi çocuklarını sigortalatmış!

Sermaye devletinin “herkesin sosyal güvencesi olacak”, “hastane kuyrukları sona erecek”, “parasıolmayının sigorta primlerini devlet yatıracak” vb. yalanlarla hayata geçirdiği SSGSS saldırısı ile milyonlarcaişçi ve emekçi için emeklilik bir ayrıcalık haline geldi.

Yasa gereği kadın ve erkeklerde emeklilik yaşının kademeli olarak 65 yaşına çıkartılması ve 9 bin günsigorta primi ödeme zorunluluğu, yasa yürürlüğe girmeden önce çocuklarını sigortalı yaptıranların sayısındapatlama yaratmıştı. İşçi ve emekçiler SSGSS’nin mezarda emeklilik demek olduğunu bildikleri için bu yolabaşvurmuş ve binlerce kişi çocuklarını işyerinde çalışıyor gibi göstermişti.

İşçi ve emekçiler için ağır bir yıkım demek olan SSGSS saldırı karşısında emekçilerin böylesi bir davranışsergilemesi anlaşılabilecek bir önlem alma ihtiyacı iken SSGSS’yi aldatmacalarla propaganda eden, bununiçin reklam filmleri çeken SGK’nın yöneticilerinin de aynı yola başvurması oldukça traji-komik bir durumyaratıyor.

SGK yöneticisi de çocuklarını sigortalatmış

Sosyal Güvenlik Kurumu Başkan Yardımcısı Veysel Uyar, 5 ve 13 yaşlarındaki iki çocuğunu bir matbaadaçalışıyor göstererek çalıştığı kurumun uygulamalarına karşı kendi önlemini almayı tercih etmiş.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı müfettişlerinin raporları sonrasında Uyar’ın çocuklarınınsigortalılığı iptal edildi.

Bakan Ömer Dinçer’in oluruyla “uyarı” cezası verilen Veysel Uyar hakkında kamu görevlileri etik kuruluda resen inceleme başlattı.

Son bir yılda yaklaşık 250 bin kişi sigorta primini ödeyemediği için sistemden çıkmak zorunda kaldığıölçüde, Uyar’ın çoçuklarının geleceği konusunda kaygılı olması da gayet olağan!

“Yılların düşü gerçek oldu. Sosyal güvenlik reformu gerçekleşti” sloganıyla geçtiğimiz aylarda ekranlardayer alan bir reklam filmi ile SGK, kendi bünyesinde çalışan yöneticilerin dahi inanmadığı yalanlarıpropaganda etmeye çalışmıştı.

Baştan sona demagojik bir üslupla hazırlanan reklâm filmi, SGK’nın uygulamalarına dair pek çok yalan veçarpıtma içeriyordu.

“Artık bürokrasi için değil, yüzünüzü güldürmek için çalışan bir devlet var” cümleleriyle son bulan reklamfilmi ile SGK’nın ve sermaye devletinin emekçilerin yüzünü nasıl “güldürdüğünü” bir yıl içerisinde karşıkarşıya kaldığımız uygulamalarla görmüş olduk.

Page 10: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

İşsizler ordusu büyüyor...10 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

Sermaye hükümetinin “krizde dip noktayagelindiği” yönlü propagandasının aksine ekonomikgöstergeler durumun hiç de iddia edildiği gibiolmadığını ortaya koymaktadır. Hükümetin, sermayeyidesteklemek için uyguladığı ÖTV-KDV indirimleristokların erimesine ve imalat sektöründe bir nebzekıpırdanmaya yol açsa da Eylül ayı itibariyle bu“kıpırdanmanın” yerini yeniden durgunluğa bıraktığıgörülmektedir. Eylül ayı itibariyle imalat sanayindekapasite kullanımına ilişkin veriler de bunudoğrulamaktadır.

Öte yandan sermaye temsilcileri de, hükümetinaksine durgunluğun önümüzdeki dönemde desüreceğini belirterek yeni “teşvikler” talep ediyorlar.Mevcut durumdan sınıfsal çıkarları doğrultusundafaydalanmaya bakıyorlar. Örneğin Türkiye İşverenlerSendikası Konfederasyonu (TİSK), işsizliğin 2010’dayüzde 16 olacağını söylerken krizin faturasını işçisınıfına ödettirmeye devam edeceklerini ilan ediyor.Bunu hükümetten yeni teşvikler kopartmanın birimkanına dönüştürmeye çabalıyor.

Kuşkusuz sermaye sınıfı ne krizde dip noktayaulaşıldığına inanıyor, ne de sınıfsal çıkarlarından enufak bir taviz vermeye yanaşıyor. Bu nedenle defaturanın işçi ve emekçilere kesilmesi yönündekisaldırılarına kesintisiz devam ediyor.

Önümüzdeki dönemin işçi ve emekçilere pembetablo mu yoksa daha karanlık bir gelecek mi sunduğuTürkiye İstatistik Kurumu’nun çarpıcı verileriüzerinden de anlaşılabilir. Zira durumun vahameti öylebir boyuta ulaşmıştır ki, sermaye hükümetininpropagandalarını haklı çıkarma işlevi gören TÜİK’inverileri bile gerçeklerin üzerini örtmeye yetmemiştir.

TÜİK’in verilerinden yapılan hesaplamaya göre,Temmuz ayında istihdam 22 milyon 213 bin. Bununyüzde 46,4’ünü oluşturan 10 milyon 305 bin kişininherhangi bir sosyal güvenlik kurumuna kaydıbulunmamaktadır. Yani çalışan nüfusun neredeyseyarısı herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna dahildeğildir.

Oysa 2 bin kişiye tekabül eden işsizlikteki düşüşünasıl olarak tarım ve turizm sektöründe yaşanancanlanmaya bağlı olarak “mevsimsel” bir etkidenkaynaklandığını, işsizliğin son çeyrekte yine artacağınıbizzat sermaye temsilcileri söylemektedir. Hem deTİSK örneğinde olduğu gibi işsizlik için 2010’dayüzde 16 rakamları bile telaffuz edilebilmektedir.

Açıklanan bu rakamların “resmi” rakamlarolduğunu, gerçek işsizliğin ise bunun kat be katüstünde olduğunu hatırlatmakta fayda var. TÜİK’in işaramayıp çalışmaya hazır olan ve “umutsuzlar” olaraktabir edilen kesimi “işsizler” kategorisinde saymadığıbilinmektedir. Bu grupta da geçen yılın aynı dönemineoranla 120 binlik bir artışla mevcudun 1 milyon 817bin kişiye çıktığı açıklanmaktadır. Bu kesim de hesapedildiğinde işsizlik oranı yüzde 19,9’a çıkmaktadır.

TÜİK’in işsizlik rakamına ilişkin bu çarpıkyaklaşımına bir itiraz da sendikalardan gelmektedir.Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun(DİSK) konuya ilişkin yaptığı açıklamada resmiişsizlik oranının yüzde 14.8, gerçek işsizliğin iseyüzde 22 olduğu belirtmektedir. 2 milyon 252 bini işbulma ümidini yitirmiş ve işsiz olmak üzere toplam 5

milyon 789 bine ulaşan bir ordudan bahsedilirkensadece 252 bin kişinin Eylül 2009’da işsizliksigortasından yararlanabildiği ifade edilmektedir.Kısacası işçi ve emekçiler krizin en büyük bedeliniişsizlik üzerinden ödemeye devam etmektedirler.

Elbette bu bedel sadece işsizlik üzerinden değil,çalışma koşullarının ağırlaşması, kayıtsız vegüvencesiz çalışma koşulları üzerinden de

ödettirilmektedir. Hükümetin işçi ve emekçileri aldatmaya dönük

iyimser beklentilerinin aksine kapitalist kriz tüm yıkıcısonuçlarıyla devam etmektedir. Elbette emekçiler içinyıkıcı sonuçlar asalak sermaye sınıfı için yeni fırsatlaranlamına gelmektedir. İşçi ve emekçiler “Krizinfaturası kapitalistlere!” şiarıyla mücadele yolunuseçmedikçe bu fatura her geçen gün daha da artacaktır.

Ticarileşen eğitimden manzaralar...Eğitime ayrılan bütçenin ihtiyacın çok altında olması, bu sorunun doğrudan eğitim emekçileri, öğrenciler

ve öğrenci velilerine yansımasına neden oluyor. Eğitime ayrılan pay ile eğitim sisteminde yapısal hale gelen fiziki alt yapı, öğretmen, idari ve akademik

personel açıkları, araç gereç gereksinimi vb. sorunların çözülebilmesi ve ihtiyaçların karşılanabilmesi için yükailelerin üzerine bindiriliyor. Üst üste gelen örnekler ise ticarileşilen eğitimin boyutlarını ve eğitimemekçilerinin üstündeki etkilerini yansıtıyor.

Kayıt parasını ödeyemeyen anne, okulun halılarını yıkarken kaza geçirdi

Diyarbakır’ın Çınar İlçesi Yuvacık Köyünde, 6 yaşındaki oğlunun anasınıfına yazdıran Elif Sadık, okullaraçıldıktan bir hafta sonra, okul yönetiminin kayıt ve aidat parası olarak 20 TL istediğini, parası olmadığınısöyleyince de “Paran yoksa okulun halıları yıkarsın, ya da çocuğun okula giremez” cevabını aldığını ifade etti.Ertesi gün öğrenciler tarafından evine getirilen halıları yıkarken damdan düşüp belini kırdığını ve iki haftayoğun bakımda kalıp ciddi bir ameliyat geçirdiğini söyleyen Elif Sadık, sakat kalma riski olduğunu belirtti.

Öğrencinin yakasına koli bandıyla “ihtiyaçları karşılayın” notu yapıştırıldı

Tokat’ın Zile ilçesinde bir anasınıfı öğrencisinin yakasına “İhtiyaç listesinde alamadığınız eksikliklerilütfen bir an önce temin edin” notu yapıştırıldı.

Bu örnekler çoğaltılabilir. Geçtiğimiz yıllarda da kayıt parasını ödeyemeyen bir anneye okulun temizliğiyaptırılmış, bir baba ise okulun çatısını onarırken, çatıdan düşerek hayatını kaybetmişti. Yine bir öğretmenistediği temizlik parasını öğrencisinin koluna “TEM-PAR” yazarak istemişti.

Eğitim emekçileri taraf olmalıdır

Münferit olmayan bu örnekler, bir çok eğitim kurumunun bütçe yetersizliği nedeni ile okulun ihtiyaçlarınıvelilerden istemesi sonucunu ortaya çıkaran sonuçlardan sadece ikisi. Bu iki örnekte paralı eğitimuygulamalarının, yozlaşmanın eğitim emekçilerini düşürdüğü noktayı da görüyoruz. Okulu idare etmekte nekadar zorlanılırsa zorlanılsın hiç bir biçimde para veremeyen bir velinin çocuğunun elinden eğitim hakkınıalmanın bir mazereti olamaz. Sorgulanması gereken, sistemle bütünleşmiş ve gerek eğitimdeki gereksetoplamda sorunların çözümü için mücadele etmeyen ve kolay yolu tercih edererek öğrencisinin yakasına notiliştiren bir öğretmenin eğitimci kimliğidir de aynı zamanda.

Eğitim emekçileri taraf olmalıdır. Ya ticarileşen eğitimin kaynağı kapitalizmin kendilerini yozlaştırmasınaizin verecekler ya da paralı eğitime, sözleşmeli çalışmaya vb. karşı mücadele edecekler.

6 milyonluk işsizler ordusu büyüyor...

Krizin faturası işsizlikle sınıfa ödettiriliyor!

Tokat’ta kriz karşıtı etkinlik... “Tokat Krize, İşsizliğe, Yoksulluğa Karşı Mücadele İnisiyatifi” 1 Kasım günü “Krize, İşsizliğe ve

Yoksulluğa Karşı Dayanışma Konseri” düzenledi. Konsere Ali Asker konuk sanatçı olarak katıldı. Devrim şehitleri için saygı duruşu ile başlayan konserde,

krizin gençliğe, kadınlara ve emekçilere yönelik etkilerinin anlatıldığı konuşmalar yapıldı. Konuk sanatçı Ali Asker, devrimci tutsak Güler Zere için de bir türküsünü söyleyerek desteğini sundu. Yaklaşık 400 kişinin katıldığı konser coşkulu bir atmosferde gerçekleşti. Konsere katılanların çoğunluğunu

emekçiler oluştururken gençlerin attığı Kürtçe ve Türkçe sloganlar salondakiler tarafından alkışlandı. Kızıl Bayrak / Tokat

Page 11: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

Metal İşçileri Kurultayı 22 Kasım’da Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 11Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

Çolakoğlu’nda iş cinayetiGebze Dilovası’nda kurulu bulunan Çolakoğlu Metalurji’den bir kez daha iş cinayeti

haberi geldi.29 Ekim günü Çolakoğlu’nda bakım ve onarım görevlisi olarak çalışan Engin Gündüz

isimli teknik servis elemanı iş cinayetine kurban gitti.Çolakoğlu’nda çalışan işçilerin aktarımına göre yaşanan iş cinayeti şöyle gelişti:“29 Ekim Perşembe günü Çolakoğlu’nda iki bakım ve onarım işçisi çelikhane bölümünde

ortaya çıkan bir arızayı çözmek üzere görevlendirildiler. Arızanın yaşandığı kireç taşıyanbant bölümünde bandın üzerine çıkarak arızayı tamir etmeye çalışan Engin Gündüz, bandınbirden çalışmasıyla dişlilerin arasına sıkışarak can verdi. Vücudu parça parça olan işçininkafası ve organları savcının ve makine teknik servisinin gelip makineyi sökmesiylebulunabildi.”

Makinenin nasıl çalıştığı ya da Gündüz’ün bu makineye bakım yapmak üzere bireğitimden geçip geçmediği ise henüz bilinmiyor. Çolakoğlu’nda her sene üç ya da dört işçipatronun aşırı kâr hırsına kurban veriliyor.

Çolakoğlu’nda çalışan işçiler, bu kaza yaşanırken üretimin bir an bile durmadığını veişyerinde örgütlü olan Türk Metal Sendikası’nın iş cinayetine tepki dahi vermediğinibelirtiyorlar.

Gebze’de metalişçileri toplantısı

Bir süredir hazırlıkları yürütülen Metal İşçileri Kurultayıçalışmaları kapsamında, Metal İşçileri Kurultayı Hazırlık Komitesideğişik sendikalarda örgütlü-örgütsüz işçilerin katılımıyla birtoplantı gerçekleştirdi.

Toplantı için hazırlanan davetiyelerle fabrikalara çağrı yapıldı vekurultay üzerine çeşitli tartışmalar gerçekleştirildi.

Yapılan toplantıda kurultayın amacı ve hedefleri, bölgedeki metalişçilerinin tablosu ve bu alana yönelik görevler tartışıldı. Toplantıyakatılan her işçi söz aldı ve kendi deneyimleri ışığında katkı sağladı.

Toplantıda yapılan tartışmaların somut görevlere bağlanmasıgerektiğinin altı çizildi. Toplantı kendi sınırlarında anlamlı sonuçlarda yaratmış oldu. Tartışmaları sendikal ihanete karşı mücadele,bölgedeki değişik fabrikalar arasında sınıf dayanışmasını geliştirmeve tabana dayalı fabrika komiteleri kurma biçimde somut sonuçlarabağlayan toplantıda, yerel bir metal işçileri bülteni çıkarılmasıyönünde de çeşitli tartışmalar yapıldı.

Toplantıda kurultayı etkin bir tarzda örgütlemek için kalanzamanın en verimli biçimde kullanılması gerektiği vurgulandı.

Toplantıya değişik fabrikalardan örgütlü-örgütsüz toplam 20metal işçisi katıldı.

Metal İşçileri Kurultayı Gebze Hazırlık Komitesi

Metal İşçileri Kurultayıhazırlık çalışmalarından...

Ankara’da bülten dağıtımıOSTİM’deki atölyelere ulaştırılan Metal İşçileri Bülteni işçiler tarafından ilgiyle

karşılandı. Bültenin dağıtımının yapıldığı bir diğer nokta da Ulus’tu. Servis noktasındayapılan dağıtımda daha çok metal fabrikalarının servisleri seçildi. Dağıtım anında gençişçilerle kriz ve patronların saldırıları üzerine çeşitli konuşmalar yapıldı.

Manisa’da bülten dağıtımıBülten dağıtımları sırasında işçilerle kurultay üzerine sohbetler gerçekleştirildi.

Sohbetlerde Manisa’da örgütlü olan işbirlikçi-ihanetçi Türk Metal Sendikası’na karşı tepkileröne çıktı. Metal işçilerine patronlara ve sendika ağalarına karşı mücadele çağrısı yapıldı.

Bülten dağıtımları özellikle işçilerin kalabalık olarak servislere bindikleri Sultanönü,Garaj ve Cemiyet’te gerçekleştirildi.

Aylardır yoğun bir emekle hazırlıklarını sürdürdüğümüz Metal İşçileri Kurultayı’na sayılıgünler kaldı. Kurultayımız 22 Kasım tarihinde İstanbul Fatih’te bulunan Su Gösteri SanatlarıSahnesi’nde gerçekleştirilecek.

Metal işçilerinin öfkesini örgütleme iddiası ile gerçekleştirdiğimiz kurultaya, İstanbul’unçeşitli sanayi havzalarından metal işçileri katılacaklar. Metal işçileri kurultayda, patronlara veyanı sıra işbirlikçi sendikal ihanet çetelerine karşı mücadelenin sorunlarını tartışacaklar. Metalişçilerinin örgütlü birliğini yaratma iddiasını taşıyan metal işçileri, aynı zamanda mücadeleyeyön vermek üzere oluşturulacak mücadele programını da ele alacaklar.

Kurultayda açığa çıkacak iradenin metal işçilerinin gelecek mücadele dönemini belirlemeiddiası taşıdığını da bugünden söyleyebiliriz. Kurultayımız bugüne kadar sermaye sınıfınınsaldırıları karşısında bunalan ve çıkış yolu bulamayan, sendikal ihanet çetelerine karşı örgütlübir tepki veremeyen metal işçilerinin öfkelerinin ve değiştirme iradelerinin birleştiği bir kürsüolacaktır. Kurultayla birlikte açığa çıkacak birlik iradesi ise gelecek açısından önemli bir adımolacaktır.

Tüm öncü metal işçilerini hedeflerimize daha güçlü bir şekilde yürüyebilmek içinadımlarımıza ortak olmaya, son iki haftada daha güçlü bir kurultay için çalışmalara dört ellesarılmaya çağırıyoruz.

Metal İşçileri Kurultayı Hazırlık Komitesi

Metal İşçileri Kurultayı 22 Kasım’daSu Gösteri Sanatları Sahnesi’nde!

Page 12: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

25 Kasım’a giderken...12 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

Eğitim-Sen 5 No’lu Şube’de üyetoplantısı...

İstanbul Eğitim-Sen 5 No’lu Şubesi’nde 27 Ekimgünü işyeri temsilcileri ve üye toplantısı gerçekleşti.70 emekçinin katıldığı toplantıda 25 Kasım uyarıgreviyle ilgili gündem tartışıldı. Toplantıda uyarıgrevinin örgütlenmesine ilişkin yapılan eleştirilerinyanısıra öneriler de sunuldu.

Toplantıda ağırlıklı olarak grevin 1 günlük uyarıgrevi değil TİS hakkı kazanılana kadar sürmesigerektiği ifade edildi. işyerlerinin sendikalarla bağınınkopuk olması nedeniyle emekçilerin sorunlarkarşısında duyarsızlaşması eleştirildi. İlde merkeziolarak yapılan eylemlere katılımın zayıf geçtiği,yerellerde gerçekleştirilen eylemlere daha fazlakatılım olduğu, bu nedenle yerel eylemlerinörgütlenmesi gerektiği ifade edildi. Tabandayürütülmesi gereken çalışmanın güçlendirilmesinedair öneriler yapıldı.

Sosyalist Kamu Emekçileri de sürecinörgütlenmesine ilişkin önerilerde bulundular. KamuEmekçileri Bülteni’nin 25 Kasım gündemli özelsayısını dağıttılar.

Emekçilerin önerilerinin ardından şu kararlaralındı:

Hem merkezi hem de bölgelerde grevkomitelerinin kurulması. Özellikle büyük işyerlerindegrev komitelerinin oluşturulması ve “Bu işyerindegrev vardır!” pankartı asılması, grev önlüklerininhazırlanması. İşyerlerini gezmek için ekiplerkurulması. Sendika yayınlarının işyerlerineulaştırılması. Büyük okulların önünde bildiridağıtımları yapılması. Velilerle 25 Kasım gündemlitoplantılar gerçekleştirilmesi. Sendika şube binasınıncaddeye bakan bölümüne grev taleplerinin yer aldığı“25 Kasım’da grevdeyiz!” pankartının asılması. Herpazartesi günü örgütlenme komisyonunun toplanması.Emekçilerin yoğun bulunduğu alanlarda toplu bildiridağıtımları gerçekleştirilmesi. Sokak afişlerininyapılması.

Toplantının ardından 2 Kasım günü örgütlenmekomisyonu toplantı. Üye toplantısında alınan kararlarıhayata geçirmek için planlama yaptı, adımlar atılmayabaşlandı.

Tokat’ta işyeri gezileri...Tokat Egitim-Sen Hukuk ve Kadın Sekreterliği 25

Kasım uyarı grevi ile ilgili devlet, SSK ve üniversitehastanesiyle merkez postaneye iş yeri gezileriörgütledi. İş yeri gezilerinde sendikalı-sendikasız tümemekçilerle sohbet gerçekleştirildi.

İş yeri sohbetlerinde SES üyesi emekçiler,hastanelerde ağırlıklı olarak Sağlık-Sen’in örgütlüolduğunu, bundan dolayı iş bırakma eylemine etkilibir katılım olamayacağı yönünde görüş bildirdiler. İşyeri gezilerinde öne çıkan bir başka sorun iseemekçilerin sendiklara duyduıu güvensizlik oldu.Emekçiler, 25 Kasım’ın ardından soruşturma vesürgün saldırısına karşı sendikaların kendilerini nasılsahipleneceği konusunda güvensizlik taşıyorlar. Yinesağlık alanında yaşanan baskılar ve bu baskılaraörgütlü cevap verilememesi çalışanları olumsuzetkileyen sorunlar arasında. Diğer bir olumsuzluk iseemekçilerin kendi gücüne, örgütlülüğe inançsızolmaları. Emekçiler hemen her sorun karşısında neleryapılması gerektiği üzerine yapılan tartışmalarda “bizbaşaramayız” söylemini kullanarak inançsızlıklarınıyansıtıyorlar. Bu olumsuz ruh halini kırmak içinemekçilerin ortak sorunlar yaşadığı ve çözümün debirlikte hareket etmekten geçtiği sık sık vurgulandı.

İş yeri gezilerinden olumlu tablolar da yansıdı.Emekçiler iş yeri ziyareti gerçekleştiren ilericisendikacıları oldukça sıcak karşıladılar, KESKbroşürlerine fazlasıyla ilgi gösterdiler. İş bırakmakonusunda henüz net olmamakla birlikte 25 Kasım’akadar düşüneceklerini ve katılmak istediklerinibelirttiler. SES üyesi emekçilerin bir kısmıkatılacağını net olarak belirtirken, kararsızlar da vardı.

Merkez postanede ise emekçilerin yoıun bir ilgisisöz konusuydu. İş yerinde KESK üyelerinin hiçolmamasına rağmen emekçilerin KESK’e birsempatisi vardı. Türk Haber-Sen’in örgütlü olduğu işyerinde emekçiler kendi sendikaları olan Kamu-Sen’ekızgınlıklarını dile getirdiler. Emekçiler sorunlarınsaymakla bitmeyeceğini belirterek hiçbir sendikanınkendilerine sahip çıkmadığını belirttiler. İş bırakmaeylemine sahip çıkmakla birlikte eyleme katılmakonusunda net bir tutum ifade etmediler.

İş yerlerinde görülen en önemli sorunun“emekçilerin kendi özgücüne ve örgütlülüğe duyduğugüvensizlik” olduğu ortaya çıktı. Sohbetlerde grevinmeşruluğu ve çalışanların en doğal hakkı olduıu dilegetirildi.

Adana 25 Kasım toplantısı...KESK MYK’nın 25 Kasım uyarı greviyle ilgili il

gezilerinin Adana ayağı 3 Kasım günü saat 17.30’daİMO toplantı salonunda gerçekleşti. Toplantı KESKMYK üyesi Adnan Gölpınar’ın açılış konuşmasıylabaşladı. Gölpınar, Türkiye’nin siyasal ve ekonomiktablosu hakkında kısa bir açıklama yaptıktan sonra 25Kasım uyarı grevi hakkında bilgi vererek sözü üye veyöneticilere bıraktı.

9 kamu emekçisinin söz aldığı toplantıda grevkararının altının doldurulmadığı, tepeden alınan birkarar olduıu, merkez yönetimin kamu emekçileri ile

baıının koptuğu, uyarı grevi ile bileşenlerin yüzünüişyerlerine çevirmesi gerektiği eleştirileri öne çıktı.

Sosyalist Kamu Emekçileri toplantıda 25 Kasım’ınbir başlangıç olması gerektiğini ifade ettiler. 25Kasım’ın ardından kamu emekçilerinin taleplerininkarşılanmadığı koşullarda sermaye sınıfı geri adımatana kadar genel grevin örgütlenmesi gerektiğini dilegetirdiler. Bunun için işyerlerinden başlayarak grevkomitelerinin kurulması, 25 Kasım’ın sonrasıylabirlikte örgütlenmesi gerektiğini söylediler.Toplantıda Kamu Emekçileri Bülteni’nin dağıtımınıgerçekleştirdiler.

Üyelerin konuşmasından sonra toplantıya gelenMYK üyeleri de söz alarak kısa konuşmalar yaptılar.Konuşmalar DSD’de yaşanan ayrışma ve taraflarınhesaplaşması şeklinde gerçekleşti. Bu tabloemekçilerin tepkisine neden oldu.

Kapanış konuşmasını Adnan Gölpınar yaptı. 25Kasım’ın iyi örgütlenmesi gerektiıini ifade etti vesorumluluğa çağrı yaptı. “Burada tüm sorumlulukillere düşmektedir ve örgütümüzün bunugerçekleştirecek gücü vardır” diyerek toplantıyıbitirdi.

Yaklaşık 70 emekçinin katıldığı toplantıheyecansız geçti.

Ayrıca Adana’da ilerici, devrimci kamuemekçilerinin biraraya gelerek KESK’e sınıfsendikacılığı bakışıyla müdahale etmeye çalışanSendikal İnisiyatif Platformu da 25 Kasım ile ilgiliçalışmalarını sürdürüyor. İnisiyatif, 24 Kasım uyarıgrevinin başarılı geçmesi için 14 Kasım’da KESKüyesi devrimci, demokrat emekçilerle bir toplantıgerçekleştirme ve işyerlerine yönelik faaliyetinikomisyonlar aracılığıyla sürdürme yönünde karar aldı.

Sosyalist Kamu Emekçileri

KESK’ten 25 Kasımhazırlıkları

Kayseri’de 25 Kasım çağrısı4 Kasım günü Kayseri Sosyal Güvenlik Kurumu İl

Müdürlüğü önünde, KESK Kayseri Şubeler Platformu bir basınaçıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasını KESK DönemSözcüsü U. Sedat Ünsal yaptı. Sedat Ünsal yaptığı açıklamada,katılım payı, muayene ücreti gibi ek ödemelerin derhal durdurulmasıgerektiğini söyledi. Sağlık emekçilerinin güvenli çalışma ortamınakavuşturulması, sağlıkta taşeronlaşmaya son verilmesi gerektiıini ifade etti.

SSGSS’nin içyüzünün teşhir edilmeye devam edileceğinin söylendiğiaçıklamada mücadelenin sürdürüleceği belirtildi. Açıklamada şunlar söylendi:

“25 Kasım’da kamu emekçilerinin yapacağı grevde bu mücadelenin bir parçasıdır.Emekçileri, işsizleri, yoksulları, toplumun tüm duyarlı kesimlerini 25 Kasım eylemineçağırıyoruz.”

Kızıl Bayrak /Kayseri

Sağlıkta dönüşüm protesto edildi!4 Kasım günü SGK İl İzmir Binası önünde biraraya gelen KESK, DİSK, TMMOB ve TTB basın

açıklaması gerçekleştirdi. “Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu” pankartının açıldığıeylemde basın metnini KESK İzmir Şubeler Platformu adına Ali Kılıç okudu.

AKP’nin SSGSS yasasını yürürlüğe soktuğundan beri yaşananları özetledi. Hükümetin sağlıkgüvencesi olmayan hiçbir vatandaş kalmayacak, prim ödeyebilenden prim alınacak, prim ödeyemeyeninprimini devlet ödeyecek vb. birçok şeyler söylendiğini ama bunların hiçbirinin hayata geçmediğinibelirtti. Halen hastane önlerinde kuyrukların olduğu, parası olmayanın muayene olamadığını ifade etti.

Taşeron sağlık işçisinin, radyasyon altında çalışan röntgen teknisyeninin, doktorun, ebenin sağlıkçalışanlarının çalışma koşullarının zor olduğu vungulandı. Eylem 25 Kasım uyarı grevine çağrıyla bitirildi.

Kızıl Bayrak / İzmir

25 Kasım uyarı grevi hazırlıkları...

Page 13: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

Kamu emekçileriyle konuştuk... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 13Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

- 25 Kasım’da KESK, toplu sözleşme hakkı,insanca bir ücret, krizin faturasını ödememek,demokratik bir çalışma yaşamı için uyarı grevi kararıaldı. Kararın işyerinize yansıması nasıl oldu,işyerinizdeki emekçilerin düşünceleri nelerdir?

Tokat Eğitim-Sen Hukuk Sekreteri MuratÖzcan: KESK’in aldığı karar iş yerlerinde pekkarşılığını bulmadı. Zira uzun süreden beri olduğu gibibu kararda bir anlamda tabandan değil genelmerkezden alınmıştır. Dolayısıyla grevin hangi amaçiçin yapılacağından tutun da tarihine kadar hiçbir şeyişyerlerinde tartışılmıyor. Kamu-Sen’li arkadaşlar isebu grev kararını milliyetçi-şovenist bir tutumla,iktidarla bir nevi hesaplaşma olarak algılıyor.

Kırklareli Eğitim-Sen işyeri temsilcisi ErselÇinkılıç: Kararı çok da olumlu bulmuyorlar, kayıtsızkalıyorlar, inandırıcı gelmiyor, tüm bunlar başka birdünyada oluyormuş gibi geliyor insanlara. Başkakaygıları var. Mesela araba almak, ev taksidi ödemek,idarecilik sınavını kazanıp kazanamamak gibikaygılar. Saldırıların farkındalar ama sonuçta somutbir kazanım elde edeceklerine inanmadıkları içinduyarsızlar.

Adana Eğitim-Sen üyesi bir emekçi: Eylemkararı işyerinde sadece sendika panosuna uyarıgrevinin afişi asılarak duyuruldu. Bunun dışında birçalışma yapılmadı. İş yerindeki arkadaşlar 25 Kasımgünü ancak sevk alarak çalışmayacaklarını ifadeediyorlar.

- Sendikanın 25 Kasım’ı örgütleme sürecini nasıldeğerlendiriyorsunuz, 25 Kasım yeterincegündemleştiriliyor mu, ön süreci güçlü örgütleniyormu?

Tokat Eğitim-Sen Hukuk Sekreteri MuratÖzcan: Ülke genelinde 25 Kasım’ın bir gündemhaline geldiğini söylemek güç. Bu grevin başarılıolabilmesi için ülke genelinde olumlu, büyük birrüzgar esmeli. Bu anlamda henüz KESK’in, bağlısendikaların ve şube yönetimlerinin tam anlamıyla buişe sarıldıklarını söyleyemem. KESK MYK’sınıngayret gösterip göstermemesi grevin başarısı için çokda önemli sayılmaz. Zira bir avuç kişinin tüm ülkeyiörgütlemesi düşünülemez. Burada önemli olan bugrevin tabandan örgütlenmesidir. Bu da grev kararınıntabandan alınmasıyla olur.

Kırklareli Eğitim-Sen işyeri temsilcisi ErselÇinkılıç: Güçlü örgütlediğini düşünmüyorum. Baştayöneticilerin çoğu bu işe yeterince asılmıyorlar.Yöneticilerin olmadığı yerde de üyeleri bu işe katmakkolay olmuyor.

Adana Eğitim-Sen üyesi bir emekçi: Hayır.Sendika afiş asmak dışında bir şey yapmadığı içingrevi gündemleştirdiğini düşünmüyorum.

- Sürecin güçlü örgütlenmesi için sizce neleryapılması gerekiyor?

Kırklareli Eğitim-Sen işyeri temsilcisi ErselÇinkılıç: Okullarda taban örgütlenmesini yapabilmeklazım. Aksi taktirde her hafta aynı iş yerine de gidilsesonuç elde etmek zor.

Tokat Eğitim-Sen Hukuk Sekreteri MuratÖzcan: Öncelikle grevin gerekçesi tabana iyi

anlatılmalı ve taban tarafından benimsenmelidir. Heralan mümkün olan en üst seviyede kullanılmalı.Tabanda grev komiteleri kurulmalı. Diğer sendikalarınüyeleri ve sendikasızlar da bu sürece dahil edilmeli.Gerekirse Kamu-Sen’lilerle ortak örgütlenmeleregidilmeli. Tüm siyasi çevreler bu greve destek olmasınoktasında harekete geçirilmeli. Eğer bu grev başarısızolursa kamu emekçileri bir daha uzun süre grevyapamaz. Bu asla unutulmamalı.

Adana Eğitim-Sen üyesi bir emekçi: 25 Kasımuyarı grevinin işyerlerinde anlatılması, tartıştırılması,kamu emekçilerinin süreçle ilgili aydınlatılması veduyarlılıklarının arttırılması gerekmektedir.

- 25 Kasım’ın güçlü örgütlenmesinin koşullarındanbiri de işyerini harekete geçirebilecek tabanörgütlülüklerinin yaratılmasıdır. Bu anlamda sürecingrev ve direniş komiteleri aracılığıyla örgütlenmesiönemli bir ihtiyaç olarak görünüyor. Bu konuda siz nedüşünüyorsunuz? Sendikanın bu yönlü bir çabası varmı?

Kırklareli Eğitim-Sen işyeri temsilcisi ErselÇinkılıç: Var ama cılız bir çaba. Okullarda işyeritemsilciliği hayata geçirilemediği için bu komitelerekatılım da az oluyor.

Tokat Eğitim-Sen Hukuk Sekreteri MuratÖzcan: Sendikalarda taban örgütlülüğü sadecesöylemde kalmakta. Uzun süreden beri tabanörgütlülükleri üzerinden bir hareket gelişmediği birgerçek. Bu tip taban örgütlülükleri içinden gelenkadrolar emekli oldu. Bugün kamu emekçilerinin ileri

kadrolarının geçmişin tecrübesini üzerinde taşıdığınıdüşünmüyorum. Adeta herşeyin yeniden öğrenilmesigerekiyor. İş zor ancak imkansız değil.

Adana Eğitim-Sen üyesi bir emekçi: Tabanörgütlülükleri grevin örgütlenmesi için birzorunluluktur. Fakat sendika yönetimlerinin böyle birçabası görülmemektedir. Sendika yöneticilerinin busüreci bir takım işyerlerini gezerek, afiş ve broşürgöndererek geçiştireceğini düşünüyorum.

- Sürecin güçlü örgütlenebilmesi için kamuemekçilerine ne gibi görevler düşmektedir?

Kırklareli Eğitim-Sen işyeri temsilcisi ErselÇinkılıç: Bu sürecin bize ne gibi kazanımlargetireceğini ve neler götüreceğini iyi anlatmamızlazım. Başka işkollarına, öğrencilere, velilere, esnafavb. iyi anlatmak lazım. Bir işkolunda iyi örgütlüolmak tek başına yeterli değil çünkü saldırı her yerdenver her alandan geliyor. Bunun için gündemi sıcaktutarak sürekli tartışmak, insanları bu konuda uyarmakgerek.

Tokat Eğitim-Sen Hukuk Sekreteri MuratÖzcan: Hızlı bir bilinçlendirme süreci içine girilmeli.Bugün sendikalarımız maalesef bürokratikleşme vegerici fikirlerin ön plana geldiği bir süreci yaşıyor.Ülkedeki siyasal hayatta, Kürt ulusal mücadelesininkarşısında güçlenen gericileşme, şovenizm rüzgarımaalesef sendikalarımızda da esiyor. Eldekinikaybetme korkusuyla sürekli bir geriye gidiş, ileriatılmada korkaklık zihinlere yerleşmiş. Bu bağlamdasendika içinde bile şovenizmle bir savaş süreciyaşıyoruz. Gericileşen taban ve yönetimlerden 25Kasım’da ilerici bir hareket beklemek zor görünüyor.Hatta öyle düşünüyorum ki iktidarla hesaplaşmauğruna güdülenen Kamu-Sen’lilerin bu greve daha çokkatılacaklarını bile bekleyebiliriz. Ancak tümolumsuzluklara rağmen yine de ilerici ve bu grevibaşarıyla örgütleyebilecek kadrolar KESK içindemevcuttur.

Adana Eğitim-Sen üyesi bir emekçi: Kamuemekçilerinin var olan hak gasplarına karşı duyarlıolması, işyerinden başlayarak örgütlenmeye başlamasıve “Hak verilmez alınır” mantığı ile hareket edereksokağa dökülmesi gerekmektedir.

Sosyalist Kamu Emekçileri

25 Kasım uyarı greviyle ilgili kamu emekçileriyle konuştuk...

“Grevin örgütlenmesi için tabanörgütlülükleri bir zorunluluktur!”

Tutuklanan KESK’liler serbest bırakılsın! KESK İstanbul Şubeler Platformu, 28 Mayıs 2009 tarihinde KESK’e yapılan operasyon sonucu tutuklanan

22 kamu emekçisinin serbest bırakılması için 31 Ekim günü eylem gerçekleştirdi. Mecidiyeköy Metro önünde bir araya gelen kamu emekçileri, “KESK” pankartı taşıdılar. Basın açıklamasını KESK İstanbul Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Eğitim-Sen 8 Nolu Şube Başkanı

Hatun İldemir gerçekleştirdi. KESK’lilerin 5 aydır cezaevinde olduğunu belirten İldemir, iddianamelerin 3 ay önce açıklanmış olmasına

rağmen, KESK’li tutsakların ilk duruşmalarına 19-20 Kasım günü çıkacaklarını ifade etti. İldemir, buuygulamanın bile cezalandırma olduğunu, hukuka ve uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu söyledi.

KESK’in 20 yıldır fiili ve meşru bir mücadele perspektifiyle hareket ettiğini vurgulayan İldemir, KESK’eyönelik rahatsızlığının kaynağının da savunulan çizgiler ve ilkeler olduğunu ifade etti.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 14: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

Taşeron sağlıkişçilerinin direnişisürüyor...

Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ndeçalışırken Dev Sağlık-İş Sendikası’na üye olduklarıiçin işten çıkarılan 18 taşeron işçisi, sendikalı olaraktekrar işe dönmek için 2 Ekim’den bu yanadirenişteler.

Dev Sağlık-İş, 3 Ekim günü direnişin 32. günündebir eylem gerçekleştirirek atılan işçilerin gerialınmasını istedi.

Okmeydanı SSK Başhekimlik önünde birarayagelen işçiler, “İşimize, ekmeğimize, hastanemize sahipçıkıyoruz! Okmeydanı SSK işçileri / DİSK DevSağlık-İş” pankartı taşıdılar.

Eylem sırasında ayrıca hastane camından, “Atılanarkadaşlarımız geri alınsın!” pankartı açıldı. Pankartakısa bir süre sonra hastane özel güvenlikleri müdahaleettiler.

Basın açıklamasını Dev Sağlık-İş Sendikası GenelBaşkanı Arzu Çerkezoğlu yaptı.

Çerkezoğlu, devlet ve üniversite hastanelerindesağlık hizmetini taşeron aracılığıyla gördürerek yüzbini aşkın taşeron işçisinin alınteriyle ürettiklerideğerlere el koyan ve dilediğinde istediği kadar işçiyikapı dışarı eden AKP’nin piyasacı sağlık sistemininiflas ettiğini vurguladı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

“Maaşlarımızı isteyince kovulduk!”Adana’da Paksoy Ticaret ve Sanayi AŞ’de çalışan

40 işçi, ödenmeyen ücretlerini isteyince işten atıldı. 2006 yılından beri ücretlerini düzenli ve tam

alamayan işçiler, ücretlerini isteyince kendilerinehiçbir şey ifade edilmeden işten çıkartıldı. İşçilerhakları olan ücretlerini istemek için fabrika önündetoplandı.

3-4 yıldan beri geriye dönük alacaklarınınolduğunu belirten işçiler, asgari ücretle çalıştıklarınıve nadiren maaş aldıklarını ifade ettiler. Son aylardahiç para alamadıklarını söyleyen işçiler, maaşlarınıistediklerinin ertesi günü kapıdan içeri alınmadıklarınıbelirttiler.

Sağlık emekçilerinden kitleselyürüyüş...

SES Ankara Şubesi, İbni Sina Hastanesi’nde 2Kasım günü gerçekleştirdiği eylemle, dönersermayedeki kesinti ve eşitsizliğin ortadankaldırılmasını istedi. Eşit işe eşit ücret isteyen sağlıkemekçileri, kitlesel bir yürüyüş gerçekleştirdi.

Döner sermayedeki kesintileri protesto etmek için

iş bırakan SES Ankara Şubesi üyesi sağlıkemekçileri, İbn-i Sina Hastanesi Başhekimlikönünde biraraya geldi. “Ekmek yoksa, barış dayok!” pankartı arkasında Ankara Üniversitesi(AÜ) Tıp Fakültesi Dekanlığı’na yürüyen vesayıları 300’ü bulan emekçiler, burada basınaçıklaması gerçekleştirdi.

Basın açıklamasını okuyan AÜ Tıp FakültesiHastanesi İşyeri Temsilciler Kurulu Üyesi FatmaSarıkaya, “Sağlıkta dönüşüm” adı altındabugüne kadar gerçekleştirilen uygulamalarıeleştirerek, sözleşmeli çalışanların yok sayıldığıüniversite hastanelerindeki adaletsizliğin sonbulmasını istedi.

SES Ankara Şube Başkanı İbrahim Karayaptığı konuşma ile onurlu bir mücadelesürdürdüklerini belirterek, 25 Kasım’daalanlarda olacaklarını belirtti.

Sağlık çalışanlarından 2 saatlik işbırakma eylemi...

SES üyesi sağlık emekçileri 4 Kasım günü ÇapaTıp Fakültesi’nde döner sermayelerin adil dağıtılmasıtalebiyle 2 saatlik iş bırakma eylemi gerçekleştirdi.

Emekçiler Çapa Tıp Fakültesi önünde birarayagelerek sloganlarla hastane bahçesinde yürüyüşgerçekleştirdi.

“Dönerler arttırılsın, adil dağıtılsın! / SES İstanbulAksaray Şubesi” pankartının taşındığı basınaçıklamasında, 8 Nisan 2009 tarihinde SES’in dönersermaye ile ilgili taleplerini rektöre ilettiği, rektörün,döner sermaye adaletsizliği konusundaki taleplerinmakul ve karşılanabilecek talepler olduğu ve konu ileilgili olarak çalışma başlatacağı sözleri hatırlatıldı.

İstanbul Üniversitesi Rektörü’nün verdiği sözütutmazken, bir yandan da performansa dayalı dönersermaye dağıtımı uygulamasının hazırlıklarınıyaptığının ifade edildiği açıklamada, bu uygulamanınhekimlerin yaptığı işlerin sayısı ve fiyatı üzerindendöner sermaye ödenmesini esas aldığı, personelarasında eşitsizliği derinleştirirken, çalışanları iyihizmet verme yerine daha çok para kazandırmayateşvik ettiği belirtildi.

Sağlık emekçileri 25 Kasım tarihinde de KESK’inkararı ile grevde olacaklarını ilan ettiler.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Dev Sağlık-İş’ten 7 Kasım çağrısı Dev Sağlık-İş Sendikası 4 Kasım günü Adana ÇÜ

Balcalı Hastanesi’nde sağlıkta taşeronlaşmaya karşıbasın açıklaması gerçekleştirdi.

Açıklama öncesinde Dev Sağlık-İş Adana Şube Başkanı Mustafa Hotlar ve Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, sağlıktataşeronlaşmaya ve devletin sağlıktaki politikalarınakarşı birer konuşma yaptılar.

Dev Sağlık-İş’in 7 Kasım Cumartesi günüAnkara’da yapacağı mitingin de çağrısının yapıldığıaçıklamayı Dev Sağlık-İş Adana Şubesi adına AliEkber Takmaz okudu.

Açıklamada, sağlık kurumlarında yaklaşık olarak200 bin taşeron işçinin asgari ücretle çalıştırıldığı veyaşam sınırı altındaki ücretlerle çalıştırılan işçilerindomuz gribi gibi salgın hastalıklarda açık hedefolduğu belirtildi. Bunun en açık göstergesinin 24 Ekimgünü Ankara Atatürk Göğüs Hastalıkları ve GöğüsCerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde çalışantaşeron sağlık çalışanı Mustafa Güneş’in domuzgribinden yaşamını yitirmesi olduğuna vurgu yapıldı.

Kızıl Bayrak /Adana

Kent AŞ işçileri Ankara’dan ayrıldıKent AŞ işçilerinin 16 Eylül günü İzmir’de

Karşıyaka Belediyesi önünden başlattıkları Ankarayürüyüşü 17 Ekim’de Ankara’da sona ermişti.

İşçiler, 17 Ekim’den 3 Kasım tarihine kadarSıhhiye Abdi İpekçi Parkı’nda haklı taleplerinikamuoyuna duyurmak ve işlerine geri dönebilmek içinoturma eylemine başlamışlardı.

Bu tarihten itibaren Abdi İpekçi Parkı’ndabekleyişlerini sürdüran Kent AŞ işçilerinin DenizBaykal’dan talep ettikleri randevu isteği isekarşılanmadı.

3 Kasım tarihinde Genel-İş yaptığı yazılı açıklamaile Kent AŞ işçilerinin Abdi İpekçi Parkı’nda

Sınıfa karşı sınıf!14 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

İşçi ve emekçi hareketinden...

01 Kasım 2009 / Esenyurt

Page 15: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

gerçekleştirdikleri oturma eyleminin sona erdiğiniifade etti. Kararın Genel-İş Yönetim Kurulu veüyeleri tarafından ortaklaşa alındığına işaretedilerek, işçilerin mücadelesine destek veren kurum,kuruluş ve kişilere teşekkür edildi.

MMO’da işten çıkarmalara tepkiTMMOB Makine Mühendisler Odası Diyarbakır

Şubesi’nde işten çıkarılan 9 işçi, şube binası önündebasın açıklaması gerçekleştirerek haklarınıarayacaklarını ifade ettiler.

Diyarbakır, Batman ve Adıyaman’da görevli 4işçinin işten çıkarıldığı, 5 kişinin de keyfiuygulamalardan kaynaklı istifa etmek zorundakaldığının belirtildiği açıklamada, sosyal yardımyapılmaksızın, asgari ücretle çalıştırılan bürogörevlilerine yıllarca kadro verilmediği söylendi.Sendikal hakların önüne geçebilmek için kendilerne11 aylık sözleşme yapıldığını söyleyen işçileradaletsizliklere karşı hukuk mücadelesivereceklerini ifade ettiler. MMO DiyarbakırŞubesi’nin haksız uygulamalara son vermesininistendiği açıklamada, mühendislerden ve demokratikkamuoyundan destek istendi.

Batman Belediye işçileri açlıkgrevinde

Batman’da Beşiri Belediyesi’nde işten çıkarılanve mahkemenin işe iade kararına rağmen işlerinegeri alınmayan DİSK/Genel-İş Sendikası üyesibelediye işçileri belediye önüne kurduklarıçadırlarda direnişlerini sürdürüyor.

İşçiler 31 Ekim günü Beşiri Postanesi’ndenbaşbakanlığa faks gönderdiler.

Farks metninde şu ifadelere yer verildi:“Batman Beşiri Belediyesi’nde 5620 Sayılı

Kanun kapsamında daimi statüde kadrolu olarakçalışırken 29 Mart yerel seçimlerde belediyebaşkanlığını kazanan genel başkanlığını yaptığınızAK Partili başkan tarafından 24 Nisan 2009 tarihiitibari ile 6 aylık ücretsiz izine tabi tutulan M. AdilAydın’ın çocuğuyum.

26 Ekim 2009 tarihinde 6 aylık izin süresi bitenbabamın işbaşı yapmasını beklerken belediyebaşkanı tarafından işbaşı yaptırmayacağını şokuylakarşılaştık. Şu an Beşiri Belediyesi önünde ailemlebirlikte babamın işbaşı yapmasını beklemekteyim.Babamın işsiz kalmasının yarattığı ekonomikimkansızlıktan dolayı okula gidemeyeceğimden nasılbir gelecekle karşılaşacağımı bilemiyorum.Mağduriyetimizin giderilmesi ve babamın işinedönmesinin teminini yüce makamınıza arz ederim.”

İşçiler 2 Kasım günü de dönüşümlü açlık grevibaşlattı. 32 işçiden dönüşümlü olarak 10’ar kişi 10günlük arayla açlık grevini sürdürecek. İşe gerialınana kadar eylemlerine devam edeceklerinibelirten işçilere Eğitim-Sen, Tüm-Bel-Sen, Petrol-İşve bazı kuruluşları da destek veriyor.

Sınıfa karşı sınıf! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 15Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

Cesur Çuval işçisi patrona ve sendikabürokratlarına karşı direniyor!

Yaklaşık 400 işçinin çalıştığı Cesur Ambalaj’da hak gasplarına karşı direndikleri için işten çıkartılan işçiler,1 Kasım günü Kartal Meydanı’nda gerçekleştirdikleri eylemle mücadelelerini sürdüreceklerini duyurdular.

“Cesur Çuval İşçileri” pankartının açıldığı eylemde ilk olarak konuşan Cesur Çuval işçisi Selim Akbaşoğlu,bir seneyi aşkın süredir Cesur Çuval fabrikasında patronun kazanılmış sosyal hakları gaspettiğin belirterekşunları söyledi:

“Bizler gece-gündüz demeden 3 vardiya ve yoğun mesailerle ürettiğimiz tonlarca malı yurtiçine veyurtdışına gönderdiğimiz halde haklarımız gaspedilmektedir. Gaspedilen bu haklarımızın verilmemesini CesurÇuval patronu Mehmet Cesur, krizin etkilerine bağlıyor. Krizi bahane göstererek elimizdeki son kırıntılara dagöz dikenler trilyonluk bir iplik makinesini İran’da kurulu bulunan fabrikası için alabiliyorlar”.

Ardından sürecin başından itibaren Cesur Ambalaj işçilerinin yanında yer alan ve işçilere her türlü desteğisunan Kartal İşçi Kültür Evi Derneği adına bir konuşma gerçekleştirildi. Yapılan konuşmada Cesur Çuvalsürecini aktarılarak yaşananların sadece Cesur Çuval’da değil tüm fabrikalarda yaşandığı belirtildi. Busaldırılara “dur” demek için Cesur Çuval işçilerinin taleplerine destek olması gerektiği vurgulandı.

Ardından işten atılan Cesur Çuval işçisi Naim Arslan konuya ilişkin basın açıklamasını gerçekleştirdi.Arslan, 2004 yılında bedeller ödeyerek örgütlendikleri DİSK Tekstil’in yaşanan tüm bu saldırılara seyircikaldığını ve ücretlerindeki sendika kesintisi dışında sendikanın ne adını ne de kendisini fabrikadagörmediklerini ifade etti.

Naim Aslan, mücadelelerine destek çağrısıyaptı.BDSP, Eğitim-Sen, Emekli-Sen, Partizan, Tersane İşçileri Birliği Derneği (TİB-DER) ve Demokratik

Birlik Hareketi’nin de destek verdiği eyleme 60 kişi katıldı. Kızıl Bayrak / Kartal

Esenyurt Belediye işçileri dayanışmaetkinliği gerçekleştirildi!

Esenyurt Belediyesi’nde sendikalı oldukları için işten atılan belediye işçileri 76 gündür, Esenyurt Belediyesiönünde ve çeşitli merkezi yerlerde eylem ve etkinlikler gerçekleştirerek haklarını savunuyorlar.

Direnişin 76. gününde, Belediye-İş 2 No’lu Şube bir dayanışma etkinliıi gerçekleştirdi.Esenyurt’ta bulunan Yorum Düıün Salonu’nda 1 Kasım günü gerçekleştirilen etkinliğe İSG, Halkalı Kağıt,

Sinter Metal, Entes, Okmeydanı SSK direnişçilerinin yanısıra yüzlerce işçi ve emekçi katıldı. Ayrıca etkinliğeBelediye İş Sendikası 1 ve 5 No’lu, Tüm Bel-Sen 1 No’lu, Eıitim-Sen 1 No’lu, Deri İş Genel Merkez ve TuzlaŞube Yöneticileri destek verdiler.

Etkinlikte belediye işçisi Fatih Albayrak bir konuşma yaptı. Albayrak şunları söyledi: “76 gündür sürdürdüıümüz haklı direnişimizin zorlu geçeceğini biliyorduk. Genel merkezimiz ve

direnişimize destek verenlerin yardımıyla direnişimiz daha da güçlendi. İşten atılanların sadece bizlerolmadığını gördük. Bizler baskılara raımen buradayız. Direnişe destek verenlere teşekkür ediyoruz.”

Ardından Belediye-İş Sendikası yöneticilerinden Erdoğan Kepeli kısa bir konuşma yaptı. Bu konuşmadan sonra Grup İsyan Ateşi sahneye çıkarak ezgileriyle direnişe destek verdi. İsyan Ateşi’nin

ezgileriyle çekilen halayların ardından Belediye-İş Sendikası 2 No’lu Şube Başkanı Hasan Gülüm bir konuşmayaptı.

Gülüm yaptığı konuşmada esnek çalışmanın yasallaştığını, sağlığın paralı hale getirildiğini, kıdemtazminatının gaspı ve sendikalar yasasıyla ellerinde kalan kırıntı haklarını da alarak işçilerin köle gibiçalıştırılmak istendiğini belirtti. Direnişe başından beri destek sunan işçi emekçilere, kitle örgütlerine teşekkürederek konuşmasını sonlandırdı.

Ardından Esenyurt’ta direnen “Belediye İşçileri ve Pazar Emekçileri ile Dayanışma Platformu” adına birkonuşma yapıldı. Esenyurt belediye işçilerinin direnişi selamlandı. Direnişe destek verme ve sınıfdayanışmasını yükseltme çağrısıyla konuşma sonlandırıldı.

Platform adına yapılan konuşmanın ardından EMEP, DDSB’nin, Yurtiçi Kargo, Okmeydanı SSK direnişçiişçileri, Yurtsever Cephe İşçi Birliği, Partizan ve Tekstil-Sen’in etkinliğe gönderdiği mesajlar okundu. UİD-DER tiyatro grubu, “Hamdolsun direnişteyiz!” adlı oyunu sergilediler.

Grup Munzur’un söylediği marşların ardından Esenyurt İşçi Kültür Evi bünyesinde kültürel faaliyetgösteren Tanyeli şiir grubu, okudukları şiirlerle mücadele çağrısı yaptı. Direnişçi işçilerin gerçekleştirdiğietkinlik Erdal Bayrakoğlu’nun söylediıi şarkılarla devam etti. Etkinlik çekilen horonların ardından sona erdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 16: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

Büyük devrimin aynasında parti davası

CMYK

(İlk olarak Kasım 1997’de Ekim Devrimi’nin80. yıldönümü

vesilesiyle yayınlanmıştır...)

-I-Ekim Devrimi ve devrimin partisi

Yüzyılımıza damgasını vuran en büyük tarihselolay olan Sosyalist Ekim Devrimi’nin 80.yıldönümünü yaşıyoruz. Ekim Devrimi, tüminsanlığı sarsan, yeni bir çağ açan, ezilenlerin vesömürülenlerin kurtuluş umutlarını görülmemişölçüde büyütmekle kalmayan, bunu bizzat açtığıçığır içinde somutlayan, bir gerçeklik halinegetiren muazzam önemde ve kapsamda bir tarihselolaydır. Biz komünistler için, dünyanın veTürkiye’nin tüm gerçek devrimcileri için, böyle birdevrimin yıldönümünü kutlamak, herşeyden önce,ondan daha dikkatli bir biçimde öğrenmenin, onunderslerini, elde ettiği muazzam tarihsel başarınıntemel etkenlerini daha derinlemesine incelemeninve özümlemenin bir vesilesi olabilmelidir.

Hareketimiz, tam on yıl önce, EkimDevrimi’nin 70. yıldönümünde, onun maddikazanımlarının tümden tahrip edileceği, fikir veideallerinin dünya ölçüsünde görülmemiş bir çokyönlü gerici saldırı kampanyasının hedefi halinegetirileceği gelişmelerin hemen öncesindemücadele sahnesine çıktı. Kendisi için EKİMismini benimsedi ve daha en baştan “Yeni Ekimlerİçin!” şiarını yükseltti. O kendine özgü evrede butercih ve tutumun bizim için rastlantı ya da sıradanbir davranış olmadığını, duygusal nedenlere ise hiçdayanmadığını aradan geçen on yıllık süre yeterliaçıklıkta gösterdi. Bu on yıllık süre içinde biztutum ve tercihlerimize ideolojik bir içerik vemaddi bir gerçeklik kazandırmaya çalıştık. Bunuyaparken Ekim Devrimi’nden, onu hazırlayan önsüreçlerden ve onu dünya ölçüsünde izleyensonraki süreçlerden en iyi biçimde öğrenmeyeçalıştık. Bu nedenledir ki Ekim Devrimi’niönceleyen ve Ekim Devrimi’ni izleyen süreçlerinteorik ve pratik mirası, muazzam önemdekidersleri, bizim kimliğimizin şekillenmesindetemelli bir rol oynamıştır.

20. yüzyıl çok sayıda devrime sahne oldu;denilebilir ki yüzyılımız bir devrimler yüzyılı oldu.Onyıllar boyunca halk devrimleri ve milli kurtuluşdevrimleri birbirini izledi. Fakat Ekim Devrimi budevrimler zincirinden herhangi biri olmadığı gibi,onlardan herhangi biriyle de kıyaslanamaz bir özelkonuma ve niteliğe sahip bir devrimdir. EkimDevrimi yalnızca tüm öteki devrimlerin önünüaçmakla kalmayan, onların tümünü kapsayan veaşan bir anlama, öneme ve kapsama sahip olmakyönünden de çağımızda apayrı bir yere sahiptir. O

teorik ve pratik yönden hala da aşılamayanmuazzam bir evrensel tarih olayıdır. O yalnızcaproleter devrimler çağını açmakla kalmadı, bugünönümüzde hala da tarihin kaydettiği en ileriproleter devrim örneği olarak durmaya devametmektedir. Yüzyılın ilk muzaffer devrimi olduğuhalde, sonradan onu peş peşe bir dizi başka halkdevrimi izlemiş olduğu halde, bugün gücü ve etkisibakımından tüm ötekilerle kıyaslanamaz bir yereve canlılığa sahip olmasının gerisinde de bu özel,bu kendine özgü tarihsel konum vardır.

Bu gerçekler gözetilmeden, Ekim Devrimi’ninçağımızdaki bu kendine özgü yeri anlaşılmadan,onun özel etkisi altında bir politik kimlikgeliştirmenin gerçek anlamı ve önemi de yeterincedeğerlendirilemez.

Ekim Devrimi’nden, onun düşünsel temeli olanMarksizm-Leninizm’den öğrenmek, bugün bizkomünistler için parti sorunu çerçevesinde apayrıbir güncellik taşımaktadır. Komünistler bugünekadarki parti inşa süreçlerinde buna zaten çok özelbir dikkat gösterdiler. Devrimi örgütlemeninherşeyden önce devrime önderlik edecek partiyiörgütlemek demek olduğu bilinciyle hareket ettiler.Bu konuda Lenin’den ve Bolşevizmin pratiğindenen iyi biçimde öğrenmeye ve öğrendiklerinigerçekleştirmeye çalıştılar.

Rusya proletaryasıyla et ve tırnak gibikaynaşmış Bolşevik partisinin başarılı önderliğiolmasaydı, Ekim Devrimi’nin zaferi de mümkünolamazdı. Bu bir öznel iddia değil, matematikselkesinlikte bir tarihsel gerçekliktir. Muzaffer EkimDevrimi’ni hazırlayan tüm sürecin olayları apaçıkbir biçimde gösteriyor ki, devriminhazırlanmasında, zaferinde ve kazanımlarınınkorunmasında devrimci parti, öncü ve yönetici birgüç olarak, belirleyici bir role ve konuma sahiptir.

Devrimin neden Rusya’da başarı kazandığınınve aynı dönemde Avrupa’da neden bu kadar kolayyenilgiye uğradığının açıklayıcı temelunsurlarından biri de budur. Elbetteki Rusya’dadevrimin muzaffer olmasıyla Avrupa’dadevrimlerin kolayca yenilgiye uğramasının tekaçıklaması bu değildir. Böyle bir iddia devrimsorununu basite ve tek boyuta, öznel boyutaindirgemek demek olur. Devrimin koşullarıderinlemesine ve genişlemesine oluşmadan hiçbirdevrimci parti, ne kadar doğru bir çizgi izlerseizlesin, ne kadar militan ve gözüpek olursa olsun,herhangi bir devrim yapamaz. Fakat eğer bukoşullar oluşmuşsa, hazırlıklı ve yetenekli bir öncükuvvet olarak parti olmadan, koşulları oluşmuş birdevrimi muzaffer bir sona bağlamak da mümkünolamaz. Rusya’nın kendine özgü konumu yalnızcaemperyalist çağın tüm çelişkilerinin düğümlenipyoğunlaştığı, bu temel üzerinde devrimcibunalımın en derin bir biçimde patlak verdiği bir

Büyük devrimin aynasında parti davası

H. Fırat

16 H Kızıl Bayrak H Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

Page 17: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

Büyük devrimin aynasında parti davası Sayı: 2009/43 H 6 Kasım 2009 H Kızıl Bayrak H 17

CMYK

ülke olması değil, yanısıra, bu ülkede başındanitibaren bunun bilincinde olan ve tarihsel hazırlığını dabu çerçevede yapan bir devrimci sınıf partisininvarolması ve devrimci sürecin en kritik anlarında,kendi tarihsel rolünü büyük bir başarıyla ve gözüpekbir biçimde oynayabilmiş olmasıdır.

Dolayısıyla biz, Ekim Devrimi’nden öğrenmeninherşeyden önce bu devrimde partinin oynadığı özelrolden öğrenmek demek olduğu gerçeğini, bu gerçeğinözel önemini, yalnızca Rusya’daki devriminbaşarısından değil, yanısıra Avrupa’daki devrimlerinkolay yenilgisinden giderek de görebiliriz. BizzatLenin tarafından Avrupa’daki devrimci bunalımınpatlamalara dönüşmesinin hemen öncesinde, AlmanKasım Devrimi’nden yalnızca bir ay önce (9 Ekim1918) kaleme alınan şu satırlarda dile getirilenkaygılar da, bu aynı gerçeğin özel önemine işaretetmektedir:

“Avrupa için en büyük talihsizlik, onun için enbüyük tehlike, orada devrimci bir parti olmamasıdır.Scheidmannlar, Renaudeller, Hendersonlar, Webblerve hempaları gibi hainlerin partileri, ya da Kautskygibi uşak ruhlular var. Devrimci parti yok Avrupa’da.Gerçi yığınların güçlü bir devrimci hareketi bu yanlışıdüzeltebilir, am bu olgu büyük bir talihsizlik ve büyükbir tehlike olarak kalıyor...”

Lenin’in bu kaygılarının yersiz olmadığını, sürecinsonraki seyriyle doğrulandığını biliyoruz. Lenin’inAvrupa’da devrimci partilerin olmamasını “büyük birtalihsizlik ve büyük bir tehlike” sayması şaşırtıcı

değildir. Zira Lenin, siyasi yaşamının başındanitibaren, partinin devrimci sürecin ilerletilmesinde vedevrimin zaferinde oynayacağı olağanüstü rolü büyükbir derinlikle kavrayan büyük bir devrimcidir. Onun,bir devrim ülkesinde, tüm dikkatini ve enerjisinidevrimci sınıf partisinin örgütlenmesine, buörgütlenmenin her koşul altında korunupgeliştirilmesine vermesinin gerisinde bu vardır.

Özetle, biz komünistler, proletaryanın kendibağımsız öncü partisi yoksa proletarya devriminin aslazafere ulaşamayacağı konusundaki bugünkü berrakbilincimizi ve bu alandaki kesin ve kararlıtutumumuzu herşeyden çok Lenin’in teorisine,Bolşevizmin pratiğine ve muzaffer Ekim Devrimi’ninderslerine borçluyuz. Bu böyle olduğuna göre, partiinşa sürecimizin parti kimliğinin ilanına varacağı buözel evrede, Ekim Devrimi’ni zafere götüren partininkendisine, onun öncü misyonunu başarıylaoynayabilmesinin gerisindeki temel etkenlere herzamankinden daha özel bir dikkat göstermemizgerektiği herhangi bir özel açıklama gerektirmez.

-II-“Devrimci teori olmadan, devrimci

hareket olmaz”

Bir devrimler yüzyılı olan 20. yüzyıl içinde EkimDevrimi’nin teorik ve pratik yönden hala daaşılamadığını söylemiştik. Bu aynı gerçek Ekim

Devrimi’nin zaferini hazırlayan parti için de geçerlidir.Bitmekte olan yüzyılımızın tarihi Bolşevik Partisiniaşan daha ileri bir devrimci parti örneği kaydetmedi.Hala aşılamayan bir devrime önderlik eden partinin dehenüz aşılamamış olması anlaşılır bir durumdur. Ziradevrimci bir partinin konumunu, kimliğini vekapasitesini önderlik ettiği ve zafere ulaştırdığıdevrimden ayrı düşünmek mümkün değildir.

Bu nedenledir ki Ekim Devrimi’nin teori vepratiğinden öğrenmek, işin özünde, ona önderlik edenpartiden, bu partinin teorisinden ve tarihselpratiğinden öğrenmek demektir.

“Marksist teorinin sağlam temeli”

Lenin, 1920’de, Komünist Enternasyonal II.Kongresi’nin hemen öncesinde, Bolşevizmdeneyiminden Komünist Enternasyonal için sonuçlarçıkarırken, “siyasal bir düşünce akımı olarak vesiyasal bir parti olarak Bolşevizm, 1903’ten berivardır” diyor ve daha ilerde şu olgunun altını çiziyor:“Bolşevizm, 1903’te marksist teorinin son derecesağlam temeli üzerinde yükseldi.” (“Sol”Komünizm...)

Bu, Bolşevizmin sağladığı tarihsel başarının temeletkenlerinden ilkine ışık tutuyor. Lenin’in verdiği tarihüzerinden Bolşevizmin şekillenmesinin başlangıçevresine baktığımızda, 1920’de gözlemlenen olgunundaha baştan bu şekillenmeye ışık tutan berrak birbilincin ürünü ve ifadesi olduğunu görürüz.

Marksist bir hareketin çıkışından itibaren marksistteori tabanında yükselmesi, ilk bakışta herhangi birözel anlam taşımayan olağan bir durummuş gibigörünür. Oysa Bolşevizmin ilk şekillenme evresinebaktığımızda, bunun, bizzat dönemin genel “marksisthareketi” içinde, bir yandan teoriyi revize eden “legalmarksizm”e, öte yandan “teoriye karşı tam birumursamazlığı” dar pratikçilikle birleştiren “illegalekonomizm”e, kendiliğindenciliğe ve kuyrukçuluğakarşı kararlı ve kapsamlı bir mücadele içindebaşarıldığını görürüz. Bir başka ifadeyle,“Bolşevizmin 1903’te marksist teorinin son derecesağlam temeli üzerinde yüksel”mesi, burada başlığaçıkardığımız temel fikir temelinde (“Devrimci teoriolmadan, devrimci hareket olmaz”!) yürütülen sıkı vekararlı bir mücadele sayesinde olanaklı olabilmiştir.Lenin, öncü devrimci bir partinin ve devrimci bir sınıfhareketinin şekillenmesinde devrimci teorinin taşıdığıçok özel ve belirleyici önemi, tam da bu mücadeleleriçinde vurgulamıştır: “Öncü savaşçı rolünün ancaken ileri teorinin klavuzluk ettiği bir parti ile yerinegetirilebileceğini belirtmek istiyoruz.” (Ne Yapmalı?,1902)

Türkiye’de son 30 yıldır Lenin’in devrimcilerarasında en çok okunan birkaç kitabından biri olan NeYapmalı?, çoğu durumda örgütsel dar kafalılığa (vebunun kaçınılmaz bir ürünü olan dar pratikçiliğe) bir

Büyük devrimin aynasında parti davası

H. Fırat

Page 18: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

dayanak olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Budavranış, geleneksel devrimci hareketin Marksizmiinceleme tarzına ve anlama kapasitesine de iyi birgöstergedir. Bu bize, bir dizi grup şahsında gösterilenonca çabaya rağmen, devrimci bir sınıf partisinininşası yolunda neden bir arpa boyu yol alınamadığınında bir açıklamasını vermektedir. Oysa bu temel eserinen temel fikri, tam da burada başlığa çıkarılancümlede ifadesini bulmaktadır: “Devrimci teoriolmadan, devrimci hareket olmaz”!

Bu vurguyla; Rusya’daki hareketin o gün içinmuzdarip olduğu dar pratikçilikten,kendiliğindencilikten, örgütsel dağınıklık veşekilsizlikten, pratik çalışmada ilkellik veamatörlükten kurtulmanın temel önkoşuluna işaretedilmiş olmaktadır. Bununla; başarılı bir teorikçalışma olmaksızın, “hareketin başarılı birbüyümesi(nin) olanaksız”lığı vurgulanmış olmaktadır.Dahası Lenin, daha da ileri giderek ve bu konudabizzat Engels’e dayanarak; proletaryanın devrimcisınıf mücadelesinin çokça sanıldığı gibi yalnızca “ikibiçiminin (siyasal ve iktisadi) değil, teorik mücadeleyiilk ikisi ile bir tutarak üç biçimi”nin olduğunun altınıçiziyor. Marksist bir hareketin, özellikle de bir ilkşekillenme sürecindeyse, henüz genç ve deneyimsizse,“proletaryanın devrimci hareketinin teorik yönüne”özel bir dikkat göstermek zorunda olduğunuhatırlatıyordu. Ve tüm bunlar, bizde garip ve gülünçbir biçimde örgütsel dar kafalılığa, bunu tamamlayankısır ve amaçsız dar pratikçiliğe dayanak yapılmayaçalışılan aynı Ne Yapmalı da ortaya konuluyordu.

“Marksizmde aslolan

onun devrimci diyalektiğidir”

Fakat sorun partinin ve proletaryanın devrimcisınıf mücadelesinin başarılı bir gelişmesi için devrimciteorinin taşıdığı özel önemi vurgulamakla bitmiyor.Bundan da önemli olan teorinin yöntemidir. Teoriyidevrimci ve işlevsel kılan, onu cansız ve yararsız birdogmalar yığını, ya da amaçsız bir aydın gevezeliğiolmaktan çıkaran, tam da onun bilimsel devrimciyöntemidir. Lenin’in teorik çabası şahsındaBolşevizmin büyük tarihsel başarısı ve üstünlüğü tamda buradadır. Lenin ve Bolşevizm için Marksizm birbilimdir. Bir dogmalar yığını değil, fakat bir eylemklavuzudur. Marksizmde aslolan, onun devrimcidiyalektiğidir.

Bolşevizm Marksizmi böyle kavradığı içindir ki,işçi sınıfının öncü ve devrimin yönetici gücü bir partiolmayı başarabildi. Marksizmin bu bilimsel devrimciele alınışı olmasaydı, Bolşevik Partisi Rusya gibi geribir köylü ülkesinde hala da aşılamayan görkemli birproleter devrimin öncüsü olmayı başaramazdı. Bunuanlayamayan ve Ekim Devrimi’ni gözden düşürmeyeçalışan II. Enternasyonal bilgiçlerine Lenin’in verdiğiaçık ve sade yanıt, Bolşevizmin Marksizme nasılyaklaştığının da bu açıdan veciz bir ifadesidir: “Hepsikendilerine marksist diyorlar, ama marksizmanlayışları çekilmez bir biçimde bilgiççedir.Marksizmde belirleyici olan şeyi, yani onun devrimcidiyalektiğini hiç anlayamamışlardır.” (Devrimimiz,1923)

Ölümünün hemen öncesinde bunları söyleyenLenin’in, siyasal yaşamının daha en başından itibarensorunu hep böyle ele alageldiğini ise biliyoruz:

“Biz tam olarak Marx teorisinin tabanıüzerindeyiz: Yalnızca bu teori, sosyalizmi bir ütopyaolmaktan çıkararak bilim haline getirmiş, bu bilimisağlam temeller üzerine oturtmuş ve bu bilimi daha dageliştirmek ve tüm ayrıntıları ile işlemek için tutulmasıgereken yolu göstermiştir.”

“... Biz Marx’ın teorisini, bitirilmiş ve dokunulmazbir şey olarak asla görmüyoruz; tersine biziminancımıza göre, bu teori yalnızca, sosyalistlerin,

yaşamın gerisinde kalmak istemiyorlarsa, her yöndedaha da geliştirmek zorunda oldukları bilimin temeliniatmıştır. Bizim kanımızca, Marx’ın teorisini bağımsızolarak daha çok geliştirmek, özellikle Rus sosyalistleriiçin zorunludur; çünkü bu teori yalnız, ayrı ayrı,İngiltere’de Fransa’da olduğundan başka türlü,Almanya’da Rusya’da olduğundan başka türlüuygulanan genel ilkeleri verir.” (Programımız, 1899)

Devrimci teori ve kitlelerin tarihsel pratiği

Ve marksist bilimsel teorinin bu yöntemsel elealınışını tamamlayan kritik bir başka nokta daha var.Devrimci teori yalnızca devrimci eyleme klavuzluketmekle kalmaz, aynı zamanda onunla sıkı sıkıya birilişki içinde gelişir. Bu ise, yalnızca devrimci teorininpratiğin ortaya çıkardığı gerçek sorunlara yanıtoluşturması anlamına gelmez, fakat aynı zamanda,onun bizzat proletaryanın ve emekçi kitlelerindevrimci pratiğinden beslendiğini, bu pratik içindesınandığını, zenginleştiğini, ve en önemlisi, kesinbiçimini ba sayede aldığını da gösterir. Bir başkaifadeyle, devrimci teori yalnızca kitlelerin tarihseldevrimci eylemine yön vermekle kalmaz, aynızamanda bizzat bu tarihsel zeminde gelişip serpilme,arınma ve güçlenme, kesin biçimini alma olanağı dabulur.

Bu çerçevede ve bu anlamda, devrimci teorik çaba,aynı zamanda, gerçek devrimci yığın hareketinden vebizzat devrimin kendisinden öğrenmesini bilmekanlamına gelir. Bu ise, kitlelerin yürüyenmücadelesine örgütlü bir güç olarak aktif biçimdekatılmak, ona fiilen önderlik etmek, onu sürekli olarakdaha ileri düzeylere çıkartmak için gereken her çabayıharcamak ölçüsünde, bu türden bir önderlik pratiğiiçinde mümkün olabilir ancak. Ve yine bu, devrimciteorik çabanın neden ancak devrimci bir örgütlü yaşamiçinde mümkün olabileceğine ışık tutar. Aynı şekilde,ancak devrimci örgütlü çaba içinde mümkün olabilenbir devrimci teorik gelişme ile bireysel aydınların eniyi durumda akademik sınırları aşamayacak olan kısırçabaları arasındaki derin uçurumu gösterir.

Sonuç olarak; Bolşevizm kendi muazzam tarihselbaşarısını, aynı zamanda devrimci teorinin bu tarz birele alınışına borçludur. Lenin, devrimci teoriye ilişkinbu son noktayı; “bir dogma olmayan, ancak sonbiçimini gerçek yığın hareketinin ve gerçek devrimcibir hareketin pratik eylemi ile yakın ilişki içinde olan,doğru devrimci teori” (“Sol” Komünizm..., 1920)tanımlaması içinde, en özlü bir biçimde ortaya koyar.Ve bundan dolayıdır ki, “Bir yandan, Bolşevizm,1903’te marksist teorinin son derece sağlam temeliüzerinde yükseldi” derken, hemen devamında şunlarıekler: “Öte yandan, teorinin bu kaya gibi temeliüzerinde yükselen Bolşevizm, deneyim zenginliğiyönünden dünyanın hiç bir yerinde eşi olmayan onbeş

yıllık (1903-1917) bir tarih pratiği yaşadı.”Dolayısıyla, bolşevizmin kendine özgü teorik

gelişmesini, Marksizmin sağlam teorik temeliyleRusya’daki devrimci eylemin diyalektik ilişkisi veetkileşimi içinde kavramak gerekir. Her gerçekdevrimci öncü sınıf partisi de kendi teorikşekillenmesini ancak kendine özgü böyle bir tarihselgelişme süreci içinde bulabilir.

-III-“İktidar savaşımında, proletaryanın

örgüttenbaşka bir silahı yoktur”!

“İktidar savaşımında, proletaryanın örgüttenbaşka bir silahı yoktur. ... Proletarya, ancak,marksizmin ilkeleri üzerinde ideolojik olarakbirleşerek ve bunu, milyonlarca emekçiyi bir işçi sınıfıordusu halinde kaynaştıran maddi örgüt birliğiylepekiştirerek, yenilmez bir güç haline gelebilir vegelecektir. Ne Rus otokrasininin bunak yönetimi ne deuluslararası sermayenin ömrünü doldurmuşegemenliği bu orduya dayanabilecektir.”

Bu sözler Lenin’in proletarya partisinin örgütselsorunlarını ele aldığı “Bir Adım İleri, İki Adım Geri”başlıklı eserinin bitiş pasajından alınmıştır. Partisaflarındaki aydın oportünizminin örgütsel yansımasıolan örgüt ve disiplin tanımaz bireyci ve kibirli aydınanarşizmine yöneltilmiş sert bir saldırının finalindeifade edilen bu fikirler, sonraki tarihin ışığında elealındığında, apayrı bir anlam kazanmaktadır. Tarihbize, Marksizmin ilkeleri üzerinde sağladığı ideolojikbirliğini maddi örgüt birliğinde somutlayan vepekiştiren Rus proletaryasının devrimci öncüsünün,böylece “milyonlarca emekçiyi bir işçi sınıfı ordusuhalinde” kaynaştırabildiğini, bu sayede yenilmez birgüç haline geldiğini, bu güce ne Rus otokrasisi veburjuvazisinin ne de uluslararası sermayenindayanabildiğini apaçık biçimde gösterdi.

Örgüt, sosyalizm ile sınıf hareketinin maddileşmişbirliğinin gerçekleştiği alandır. Marksist teorininsağlam temeli üzerinde kurulan ideolojik birlik ancakbir maddi örgüt birliğinde somutlandığı zaman gerçekbir anlam taşır ve gerçek bir güç haline gelir. Veelbette partinin gerçek işlevi de ancak bu sayedeolanaklı hale gelebilir. Devrimci teoriyle, toplumsalgelişme ve sınıf mücadelesi yasalarının bilgisiyle venihayet devrimci eylem tecrübesiyle donanıpsilahlanmış bir parti örgütü, proletaryanın sınıfbağımsızlığının biricik güvencesi ve sermayeye karşıdişe diş mücadelesinin en temel silahıdır.

Bolşevizmi yenilmez kılan; kendi varlığını, uzunmücadeleler içinde inşa edilmiş, en güç koşullaraltında bile Lenin’in deyimiyle diş ve tırnaklasavunulmuş ve korunmuş bir örgütsel yapıda

Büyük devrimin aynasında parti davası18 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

Page 19: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

cisimleştirmiş olmasıdır. Örgüt yoksa, ihtilalci birörgütsel yapıda etekemiğe bürünmemişse eğer,devrimci teoriden ve bu teori temelinde bir ideolojikbirlikten sözetmenin de bir anlamı kalmaz. Budurumda bir öncü partiden sözetmenin ise zatenhiçbir olanağı kalmaz. Parti, varlık koşulunu ve somutanlamını, ideolojik birliği örgütsel birlikletamamlamada, onda maddileştirip somutlamadabulur. Parti, gücünü saflarındaki ideolojik ve örgütselbirlikten, bu birliğin somut ifadesi ve göstergesi olandisiplininden alır.

Lenin, partiyi “proletaryanın sınıf birliğinin enyüksek biçimi” olarak tanımlar. Bu, parti örgütününde proletaryanın sınıf örgütlenmesinin en yüksekbiçimi olduğu anlamına gelir. Parti sınıfın öncüörgütlenmesi, onun yönetici çekirdeğidir. Böyleolunca, sınıfın en ileri, en gelişmiş, devrimci sınıfbilinciyle donanmış öğelerini kapsar. Lenin,Komünist Enternasyonal İkinci Kongresi’nde, partiile sınıf arasındaki bu ayrımı, bu tür bir ayrımın ürünüolan öncü parti ile onun sınıfa ve sömürülenyığınların geniş kesimlerine önderlik edebilmeyeteneği arasındaki ilişkiyi şöyle ortaya koymaktadır:

“Kapitalizm üzerinde zafer, yönetici komünistparti, devrimci sınıf, yani proletarya ve yığın, yaniemekçiler ve sömürülenlerin tümü arasında doğruilişkiler kurulmasını gerektirir. Yalnızca komünistparti, eğer gerçekten devrimci sınıfın öncüsü ise, eğersaflarında bu sınıfın en iyi temsilcilerinibarındırıyorsa, eğer tamamıyla bilinçli ve özverili,direngen bir devrimci savaşım deneyimi ile yetişipçelikleşmiş komünistlerden bileşmiş bulunuyorsa,eğer bu parti kendi sınıfının tüm yaşamına ve, onunaracılığıyla, tüm sömürülenler yığınına çözülmez birbiçimde bağlanmayı ve bu sınıf ile bu yığına mutlakbir güven esinlemeyi biliyorsa -kapitalizmin bütüngüçlerine karşı en gözüpek ve en amansız sonalsavaşımda, yalnızca böyle bir parti proletaryayıyönetmeye yeteneklidir.”

Örgüt yalnızca bir araçtır ve bir araç olarak amacauygun olmak zorundadır. Amaca uygunluk herşeydenönce örgütün ideolojik temelinde ve sınıfsal yapısındaanlamını bulur. Marksist ideolojik kimlik ve proletersınıfsal temel, parti örgütünün amaca uygunluğununolmazsa olmaz koşullarıdır. Ama amaca bu uygunluk,kendini aynı zamanda örgütün varoluş biçiminde degösterebilmelidir. Komünistler, Lenin’in partidüşüncesi ve Bolşevik deneyimin en ileri ve olgunsonuçları temeli üzerinde, partinin varoluş sorununukonuya ilişkin temel metinlerinde iki boyutlu olarakele aldılar. Bunlardan ilki düzen karşısında, ikincisiise sınıf içinde konumlanıştır.

Bunlardan ilki hakkında söylediklerimizin özüşöyledir: “İdeolojik kimliği, sınıfsal konumu vetarihsel-siyasal amaçlarıyla proletaryanın sınıfpartisi, kurulu düzen karşısında ihtilalci birkonumdadır ve varoluş biçimi de buna uygun olmakzorundadır. Partinin ihtilalci esaslara dayalı illegalörgütlenme ihtiyacı buradan doğmaktadır. Partiörgütlenmesinin tek ve mutlak varoluş biçimiolmamakla birlikte, illegalite, temel ve ilkesel önemdebir sorundur. İllegalite sorununun özü, düzeninhukuksal çerçevesi içine sığıp sığmamak değil, bizzatdüzenin içine sığamamaktır.” (Parti: ProletaryanınDevrimci Öncüsü, Mart 1991, Bkz, PartileşmeSüreci-1, s.69, Eksen Yayıncılık-Red...)

Çarlık otokrasisi koşullarında her zaman illegalbir örgütsel temele sahip olmuş Bolşevizmin illegalitekonusundaki aşırı ilkesel titizliğini görebilmek için,tasfiyeciliğe ve örgütsel yansıması olan legalizmekarşı verilen çok yönlü kesintisiz mücadeleye bakmakyeterlidir. Fakat Bolşevizmin bu alandaki tutumunusalt Rusya’nın siyasal özgürlükten yoksun otokratikkoşulları ile ilişkilendirenlere Lenin’in KomünistEnternasyonal İkinci Kongresi’ndeki tezlerini kanıt

gösterebiliriz. Bu tezlerde, “yasal çalışma ile yasadışıçalışmayı birleştirme mutlak zorunluluğu”nu ilkeselönemde gören Lenin, sorunu şöyle ortayakoymaktadır:

“Bütün ülkelerde, hatta en özgür, en ‘yasalcı’ veen ‘barışçıl’, yani sınıflar savaşımının en az keskinolduğu ülkelerde bile, her komünist parti için yasalçalışma ile yasadışı çalışmayı, yasal örgütlenme ileyasadışı örgütlenmeyi sistemli biçimde birleştirmeyikesinlikle zorunlu olarak görme zamanı gelmiştir.”

Komünistlerin parti örgütlenmesinin varoluşbiçimine ilişkin ikinci temel nokta hakkındasöylediklerinin özü ise şöyledir:

“Parti örgütünün sınıf içinde varoluş biçimi ise,fabrika hücreleri temeline dayalı bir partiörgütlenmesi temel leninist düşüncesinde ifadesinibulur. Parti sosyalizm ile sınıf hareketinin birliği ise,fabrika hücreleri temeline dayalı bir partiörgütlenmesi de bu birleşmenin temel ve tarihselamaçlara, herşeyden önce iktidarı ele geçirmeamacına, en uygun örgütsel gerçekleşme biçimidir.Tarihsel deneyim, parti örgütlenmesinin sınıfbünyesindeki bu varoluş biçimiyle onun ihtilalciniteliği ve hareket kabiliyeti arasındaki kopmazilişkiyi bütün açıklığı ile göstermiştir.”(age, s. 70-Red...)

Bu aynı konuda ise, Lenin’in, partinin işçikitleleriyle sımsıkı bağlar kurması zorunluluğuna,buna ulaşmak için de partinin fabrika hücreleritemeline oturmasına ilişkin temel düşüncesinin enveciz ifadesi olan “her fabrika bizim kalemiz olmalı”sözlerini hatırlatmakla yetiniyoruz.

Komünist partisi gücünü saflarındaki ideolojik veörgütsel birlikten, bu birliğin somut ifadesi olandisiplininden alır demiştik. Proletarya partisindedisiplin, ideolojik ve örgütsel birliğin hayati biretkeni, partinin önderlik fonksiyonunun, savaşmagücü ve kapasitesinin zorunlu bir koşuludur. BolşevikPartisini karakterize eden en temel özelliklerdenbirisinin onun “demirden disiplin”i olması bu açıdanrastlantı değildir. Bolşevik Partisi, verimli bir içdemokrasiyi katı ve sağlam bir disiplinle birleştirmeyibaşarabilen bir parti oldu. Lenin’in önemle altınıçizdiği gibi, bunu onun sağlam marksist ideolojiktemelinden ve proleter kitlelerle kurduğu güçlübağlardan ayrı düşünmek mümkün değildir.

Güçlü, örgütlü, deneyimli ve amansız bir sınıfolan burjuvaziye karşı mücadelesinde proletaryaya veemekçi yığınlara önderlik etmek iddiasındaki birparti, saflarında sağlam bir disiplin anlayışı veuygulamasını egemen kılmadan bu misyonunugerçekleştirme başarısı gösteremez. Lenin, üç Rusdevriminin toplam deneyimi üzerinden,“proletaryanın mutlak merkeziyetçiliği ve sınıfdisiplininin burjuvazi üzerindeki zaferinin temel birkoşulu olduğunu” söyler ve sayısız kereler, budisiplinde en ufak bir gevşeme ya da zayıflamayı,proletaryayı burjuvaziye karşı mücadeledesilahsızlandırma girişimi sayar.

Elbetteki proletarya partisinde disiplin,körükörüne olmak bir yana, yine Lenin’in sözleriyle,“düşünce ve bilincin en yüksek düzeyi”ne dayanır. Budüşünce ve bilinç, proletarya devriminin ve komünistpartisinin çıkarlarını herşeyin üzerinde tutmadaifadesini bulur. Bu temel üzerinde daha somut olarakise proletarya partisinde disiplin, Lenin’in sözleriyle,şu anlama gelir:

“Eylemde birlik, tartışma ve eleştiride özgürlük:İşte biz disiplini böyle tanımlıyoruz. Öncü sınıfındemokratik partisine layık olan biricik disiplin debudur. İşçi sınıfının gücü örgütlenmesinde yatar.Kitlelerin örgütü yoksa, proletarya bir hiçtir;örgütlüyse de herşeydir. Örgüt demek, eylem birliği,bütün pratik çalışmada birlik demektir.”

Parti disiplini, iç tartışma ve eleştiriyi dışlamak bir

yana, güçlü ve bilinçli bir disiplin anlayışı veuygulamasının önkoşulu olarak varsayar: “Ancakyetkili organlar bir kez karara vardıktan sonra, bizbütün Parti üyeleri, tek bir adam gibi davranırız”(Lenin). Disiplin sorununun asıl özü ve kritik anlamı,işte burada, bir kez sonuca varılıp karar alındıktansonra, uygulamada bütün parti üyelerinin “tek biradam”mış gibi davranabilmelerinde yatmaktadır.

Proletarya partisinde disiplinin önemi, anlamı,gerçekleşme şekli üzerine çok şey söylenebilir.Gelgelelim bu soruna açıklık getirmekle birliktesorunun pratikte çözümünün taşıdığı güçlüğüherhangi bir biçimde ortadan kaldırmaz. Sorununpratik çözümü zorlu, sabırlı ve uzun süreli birmücadeleyi ve deneyimi gerektirir. Lenin’in bizzatBolşevizm deneyiminden hareketle ve soruna ilişkinkolaycı ve hayalci eğilimleri eleştirirken söyledikleriolağanüstü bir önem ve derinlik taşımaktadır. Bunedenle onları burada olduğu gibi yinelemeyi yararlıbuluyoruz:

“Ortaya çıkan ilk sorular şunlardır:Proletaryanın devrimci partisinin disiplini nasılkorunmaktadır? Nasıl denetlenmektedir? Nasılgüçlendirilmektedir? Önce, proletarya öncüsününsınıf bilinciyle ve onun kendini devrime adamasıyla,onun sağlamlığı, özverisi ve kahramanlığıyla.İkincisi, çalışan insanların en geniş yığınlarıyla,başta proletarya ile, ama aynı zamanda çalışaninsanların proleter olmayan yığınlarıyla belirliölçüde bağ kurma, en yakın ilişkiler sürdürme, ve -eğer dilerseniz- onların içinde erime yeteneğiyle.Üçüncüsü, bu öncü tarafından uygulanan siyasalönderliğin doğruluğuyla, geniş yığınların, doğruolduklarını kendi öz deneyimleriyle görmelerikaydıyla, siyasal strateji ve taktiklerinindoğruluğuyla. Bu koşullar olmaksızın, göreviburjuvaziyi devirmek ve toplumun tümünüdeğiştirmek olan gerçekten ileri sınıfın partisi olmayeteneğindeki bir partide, disiplin sağlanamaz. Bukoşullar olmaksızın, disiplini yerleştirmek içinyapılan bütün girişimler, kaçınılmaz olarakbaşarısızlığa uğrar ve laf ebeliği ve soytarılıklasonuçlanır. Öte yandan, bu koşullar birden ortayaçıkmaz. Bunlar ancak uzun çaba ve çetindeneyimlerle yaratılırlar. Bunların yaratılması, birdogma olmayan, ancak son biçimini gerçek yığınhareketinin ve gerçek devrimci bir hareketin pratikeylemiyle yakın ilişkisi içinde alan, doğru devrimciteoriyle kolaylaştırılır.” (“Sol” Komünizm...)

***Bolşevizmin deneyiminden hareketle, proletarya

partisinin ideolojik kimliği ile örgütsel kimliğininyanısıra sınıfsal kimliğini de ayrı bir bölüm olarak elealıp irdeleme yoluna gidebilirdik. Fakat halkçılığakarşı on yılı bulan ideolojik mücadele süreciiçerisinde bunu o kadar çok yaptık ve bizzatLenin’den ve Bolşevizmin tarihsel deneyiminden bukonuda öylesine çok yararlandık ki artık yeni biryinelemeyi gerekli görmüyoruz.

Burada şu kadarını söyleyebiliriz: Siyasal veörgütsel varlığını bütün bir devrim öncesi dönemboyunca neredeyse yalnızca proletaryaya dayandıranve saflarını sürekli olarak proletaryadan gelme sınıfbilinçli işçilerle besleyen Bolşevik Partisi, buanlamda tarihin gördüğü en proleter partidir de aynızamanda. Rusya gibi sanayi proletaryasının toplumunyalnızca küçük bir azınlığını oluşturduğu bir ülkede,kendine yaşam alanı olarak neredeyse tamamen busınıfı seçen Bolşevik Partisinin bu pratiği, partininsınıf kimliği konusundaki açık leninist bilincin biryansımasıdır.

Kasım 1997(Ekim, Sayı: 180-182,

Partileşme Süreci-1, s.9-23, Eksen Yayıncılık)

Büyük devrimin aynasında parti davası Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 19Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

Page 20: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

Kapitalizmin ruhu ve krizler...20 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

“Doğrudan doğruya zora dayalı emek, antikdünyanın temelidir; cemaatin gerçek temeli budur;

henüz bütünüyle tikel nitelikte bir privilegium(ayrıcalık) olarak, genel mübadele değerleri üretmeye

yönelik olmayan emek ise orta çağ dünyasınıntemelini oluşturur.

-Oysa modern toplumda- emek ne zora dayanır, nede ikinci durumda olduğu gibi yüksek ve ortak bir

bütün –korporasyonlar- göz önünde bulundurularakgerçekleştirilmiştir…

Sermayeyi efendi-uşak ilişkisinden ayıran temelayırım, işçinin sermaye karşısına bir tüketici ve

ödeyici olarak, bir para sahibi biçiminde,para biçiminde, basit bir dolaşım odağı biçiminde

çıkmasıdır.İşçi burada sonsuz sayıdaki dolaşım odağından

biri olarak, işçi belirlemesini yitirir.” (Karl Marx*)

Max Weber kapitalizmin ruhunu Hıristiyan ahlakıüzerinden tanımlar. Hıristiyan ve seküler ahlaktaçalışmak kutsanır. Hırs ve rekabet teşvik edilir vedoğallaştırılır. Aslında kapitalizmin ruhu, kendini ennet biçimde cehennemle ifade eder. Bu mecaz anlamdadeğil, kelimenin gerçek anlamıyla bir cehennemdir.Kapitalizmin ruhuyla, kapitalist krizler arasındadiyalektik bir bağ vardır. Ruhun anlaşılması vekavranması bir başka bağlamda kapitalist krizlerinanlaşılması demektir.

Kapitalizm kendini makro ve mikro cehennemlerlebesler. Ücretli emekle sermaye arasındaki ilişkikapitalist üretim biçiminin tüm karakterini belirler.Marx’ın bu tanımlamasını aslında şöyle açıklayabiliriz:Mikro kozmos olan fabrika ve fabrikadaki tümilişkilerin çözümlenmesi, makro kozmos olankapitalizmin işleyişini ve içeriğini göstermektedir.Marx Kapital’i kaleme alırken de bu mikro kozmosabakmış, çözümlemiş ve makro kozmosun işleyişiniortaya koymuştur (1).

Mikro cehennemler bugün fabrikalar ve Türkiye’debulunan 249 adet organize sanayi bölgesidir. ÖrneğinTuzla tersane bölgesi bir mikro cehennemdir. Krizöncesine kadar bu cehennemde 50 bin işçiçalışmaktadır. 300’ün üzerinde taşeron vardır. Çalışmave yaşam koşulları 18. yüzyılı aratmayan düzeydedir.Ve ölüm gündelik hayatın bir parçasına dönüşmüştür.Bu cehennemin gıdası ölüm, kan, gözyaşı ve alınteridir. Bir başka düzlemde Neo-liberalizminlaboratuarıdır. 200’e yakın ölüm ve yüzlerceyaralanma doğal karşılanmakta, cehennemin rutinişleyişi olarak görülmektedir.

Mikro cehennemlerden biri, resmi rakamlara göre 5bin, gayrı resmi rakamlara göre 10 bin çalışanı olankot taşlama atölyelerdir. Bu küçük cehennemlerde kotkumlaması sonucunda işçiler bir akciğer hastalığı olan,ölümle sonuçlanan silikozis hastalığına yakalanırlar.Bütün çalışanlar kademeli olarak bu hastalığıyaşamaktadır. 2006 yılına kadar tanımlanmayan,geçiştirilen bu hastalık sonucunda yüzlerce işçiyaşamını kaybetmiş, yüzlercesi de ölümübeklemektedir. Ancak hastalık işçilerin çeşitlieylemleriyle kamuoyuna duyuruldu. Bugün 650 tanesilikozis hastası meslek hastalığı içersinde kabul edilip,emekliye ayrıldı. Fakat hala yüzlerce silikozisli işçiolmasına rağmen, aynı hak devlet tarafından bu

işçilere tanınmamaktadır. Halihazırda birçok sektördehiçbir önlem alınmadan işçiler silisli havayı teneffüsetmektedir.

Bir mikro cehennem örneği de Paraguay’dayaşanmıştır. Paraguay’da 2006 yılında bir marketteçıkan yangında, patron meydana gelebilecek bir yağmave talanı önlemek üzere kapıları, çalışanların vemüşterilerin üzerine kapatır. Dışarıya çıkamayan 300kişi yanarak ölür. Bu örnekte görüldüğü gibikapitalizm için insanın hiçbir değeri yoktur, meta herşeydir.

Dünyanın en büyük perakende şirketi olan WallMart’ta kasada çalışan kadın işçilerin tuvaletegitmelerini engellemek için altlarına pet bağlanıyor.Kendinin aşağılandığını hisseden işçiler, vücutlarınıterbiye ederek son derece insanı bir ihtiyacı ertelemekzorunda kalıyorlar. Kapitalizm işçiyideğersizleştirerek, artı değer sömürüsünügerçekleştirir.

Örneklerini çoğaltabileceğimiz bu mikrocehennemlerin işleyişi de ölüm, aşağılama,değersizleştirme ve aşırı sömürüyle gerçekleşir.

Özel mülkiyet ve kar, kapitalizmin temel güdüsü veamacıdır. Kapitalizm var oluşunun tek bir nedenivardır. Kâr ve daha fazla kârdır. Marx “Kapital kendiniasacak urganı bile pazarda satar” der. Evet,kapitalizm için artı değer sömürüsü ve sermayebirikimi her şeydir.

Son günlerde aktüel konu olan domuz gribiniincelediğimizde yine karşımıza kapitalizmin vahşetiçıkar. 1990’ların ortalarından 2000’li yıllarınbaşlarında Amerika’da mega domuz çiftliklerinde biryoğunlaşma yaşandı. 1965 yılında 53 milyon domuz, 1milyon domuz çiftliği varken, günümüzde bu sayı 65milyon domuza karşılık 65 bin çiftliğe indi. NAFTAanlaşmasından sonra ucuz işgücü ve çeşitli sermayeteşviklerinden yararlanmak, çevrenin korunması,sağlık problemleri gibi şeylerden muaf olmak içinçiftliklerin büyük bir kısmı Meksika’ya taşındı. Sonderece sağlıksız, standardize ve steril olmayankoşullarda domuz üretimine başlandı. Bu koşullarbirleşik virüslerin oluşma zeminini yarattı. Basit birgrip virüsü başka bir virüsle birleşerek mutasyona

uğradı. Ve karşımıza öldürücü ve hızla bulaşan domuzgribi hastalığı olarak çıktı. Bu hastalığın, eğer sonucuitibariyle tartışılmayacaksa, sorumlusu daha ucuzişgücü ve maksimum kâr peşinde olan kapitalizmdir.

Benzer bir tanımlamayı Kırım-Kongo KanamalıAteşi hastalığı için de yapabiliriz. Daha önce hastalığınadını aldığı Kırım ve Kongo hattında göçmen kuşlarıngöç yollarında meydana gelen bu hastalık, bir taraftanekolojik dengedeki bozukluk, diğer taraftanendüstriyel tavukçuluktan dolayı Erzurum, Sivas,Çorum ve Tokat bölgesinde sık sık görülmeye başladı.Ev besiciliğinde bir tavuğun günde 40 bin kene yediğiaçıklanmaktadır. Endüstriyel tavukçuluğunyaygınlaşmasıyla ve ekolojik bozukluktankaynaklanan nedenlerle artık Erzurum, Sivas, Çorumve Tokat bölgesi Kırım-Kongo Kanamalı hastalığınyaşandığı yerlere dönüştü. Bu hastalığın kaynağı dakapitalizmdir. Kapitalizmin kar hırsı hem ekolojikdengeyi bozmuş, hem de endüstriyel tavukçuluğuyaygınlaştırmıştır.

Kapitalizm yarattığı makro ve mikrocehennemleriyle kendini var eder. Ruhunu ona görebiçimlendirir. Onun için insanın, doğanın, diğercanlıların önemi yoktur, aslolan kardır. Bütün buözellikleriyle kapitalizm aşağılık, simsar ve iğrenç birsistemdir.

Kapitalist üretim tarzının doğası

Kapitalizm sadece burjuvaziyi ve burjuva düzeninisimgelemez, aynı zamanda bir ilişki ve zihniyetyumağıdır. İnsanın yabancılaşmasınınderinleşmesinden güç alır. Ona amaç yükler, manadünyası kurar, arzularını şekillendirir ve bunegatiflikten dinamizm kazanır.

Kapitalist sistem bünyesinde üç çelişkiyi barındırır.Bunlardan birincisi antagonist karakterli emek-sermaye arasındaki çelişkidir, diğeri sermaye-sermayearasındaki çelişkidir. Bir diğeri ise emek-emekarasındaki çelişkidir.

Emek-sermaye ve sermaye-sermaye arasındakiçelişki kapitalist üretim tarzının kaotik ve anarşikyapısını işaretler. Sermaye emeği sistemli ve yoğun bir

Kapitalizmin ruhu ve krizler – I

Kapitalist üretim tarzının doğasıVolkan�Yaraşır

Page 21: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

Kapitalizmin ruhu ve krizler... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 21Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

şekilde sömürmek isterken, emek buna karşı direnir.Hatta bu direniş emek gücü olmaya ve işçileşmeyekarşı direniştir. Bir anlamda insan kalma uğraşıdır.Çünkü sermaye karşısında insan değil işçi arar. KapitalI sermaye birikim süreçlerini ve işçileşme tarihinianlatan bir çalışmadır. 18. yüzyıl bir işçileştirmetarihidir. 19. yüzyıl ise işçi sınıfının yoğun ve uzunçalıştırılma tarihidir. 18. yüzyıl ile 19. yüzyılın birinciyarısı işçileştirme ve bu işçileştirilen yığınları denetimaltına alma politikalarını kapsar. Kapital I bir başkamanada işçileştirme politikalarına karşı direnişleri vemücadeleleri anlatır (2).

Sermaye-sermaye arasındaki çelişki ise rekabetedayanır. Yıkıcıdır ve sermayenin üç halini açığaçıkarır. Sermaye birikir, yoğunlaşır ve merkezileşir.Kapitalist üretim tarzının bünyesindeki emek-sermayeçelişkisi ve sermaye-sermaye çelişkisi kapitalistkrizlerin nedenlerini oluşturur. Kriz onun doğasındadır.Kapitalizm kriz üretir. Kriz onun bir gelişme biçimidir.

Kapitalizmin doğasını şöyle tanımlayabiliriz; 1) İşçiler üretir, çalışır, üretim araçlarına sahip

değildir, fakirdir; burjuvazi, üretmez, çalışmaz, üretimaraçlarına sahiptir, zengindir. Yani üretim araçlarınasahip olmak, yaratılan tüm değerin gasp edilmesineneden olmaktadır. Başka bir ifadeyle kapitalistsistemde üretim kolektif ve toplumsaldır, üretimaraçları ise özel mülktür. Bunun doğal sonucu olaraksermaye üretimin kaderini ve sosyal yeniden üretiminibütünüyle belirler. Ayrıca özel mülk kapitalizmingerçek ruhudur.

2) Ayrıca kapitalizmde plan ve anarşi iç içedir.Kapitalizmde her üretim belirli bir planlagerçekleştirilir. Üretimin değişik birimleri arasındakoordinasyon vardır. Bu süreç üretimin realizasyonuiçin zorunludur. Fakat sermaye grupları arasındakiilişki ise tam tersinedir ve anarşik özelliktedir. Hiçbirkoordinasyon yoktur ve rekabet esastır. Kapitalizmdeplan ve anarşi madalyonun iki ayrı yüzü gibidir.Kapitalizmde makro potansiyeller ve üretkenlik anarşiile yan yana var olur. Daha öz bir anlatımla insanlarkapitalizmde bolluğun içinde çıplak açlıkla yüzyüzedir. Tarihte insanlar birçok kez yiyecek kıtlığındandolayı aç kaldı. Kapitalizmde ise fazla yiyecekolmasına rağmen insanlar açtır. Bu sistemin paradoksudeğil, doğasıdır.

3) Kapitalizmde üretim insan için yapılmaz. Tümürünler metadır. Her şey satış ve piyasaya yöneliküretilir. İşçiler başkaları için üretir, kendigereksinmeleri için değil. Üretim kar amaçlıgerçekleştirilir. Bundan dolayı kullanım değeri değil,

değişim değeri belirleyicidir. Marx, kapitalizmin temelçelişkisinin kullanım değeri ve değişim değeri arasındaolduğunun altını çizer (3). Örneğin Türkiye’de 2 milyonboş ev bulunmaktadır ama milyonlarca insan evsizhayatını idame ettirmektedir. Çünkü ev bir metadır verant için inşa edilmektedir. Max Horkheimer’inkapitalizmi bir değişim değeri sistemi olaraktanımlaması boşuna değildir.

4) Sermayenin organik birleşimi, en genelbiçimiyle canlı emek-cansız emek oranını gösterir.Sermaye göreli artı değer (emeğin verimini artıranteknik yeniliklerin uygulanmasıyla çoğaltılan artıdeğer) üretimini artırmak için sürekli olarakmekanizasyona gider, bu durum canlı emeğinkullanımını cansız emeğin kullanımına oranla (ya dasabit sermaye, yani fabrikalar, makineler, toprak, bina,teçhizat, hammadde) giderek azaltır. Canlı emek cansızemeğe tabi olur (4). “Canlı halkalar yerini demirdenhalkalara bırakır.” Ya da Deleuze-Guattari’ninifadesiyle, sermaye canlı emek tüketen bir karmakinesidir. Ne var ki artı değeri yalnızca canlı emeküretir. Bu durum kar oranının düşmesi yönünde bireğilim yaratır. Özetle kar oranının düşüşü sermayeninorganik birleşiminin yükselişiyle emek üretkenliğininartışı arasındaki gerilime bağlıdır (5).

Kısaca sermaye kâr, daha fazla kâr hırsıyla artıdeğerin kaynağı olan işçinin emeğini (canlı emeği)üretimin dışına atar, yerine makinelerle simgelenencansız emeği koyar. Bunun anlamı sermaye “hiçbirzaman” canlı emeğe yatırım yapmaz. Emek kapitalistüretim için bir girdidir. Yatırımı cansız emeğe yapar.İşçileri aç ve işsiz bırakır. Cansız emeğe yatırımyaparak teknolojisini yeniler ve rekabet gücünü artırır.

İşte bu nokta, yani işçinin aç ve işsiz bırakılmasıemek - sermaye arasındaki antagonizmanın biryansıması olurken, rekabet için cansız emeğe yatırımyapılması da sermaye - sermaye arasındaki çelişkinintezahürüdür.

Kapitalist sistemde sermayenin temel motivasyonuartı-değeri ve sermaye birikimini maksimize etmektir.Sermaye emeği nesneleştirdiği oranda artı-değerin vesermaye birikiminin maksimizasyonunu sağlar.

Cansız emeğe yapılan yatırım sonucunda malyığılır ama malı alacak kimse yoktur. Çünkü onualacaklar aç ve işsiz bırakılmışlardır. Ya da bir işçi birsermayedar için işçiyken, öbürü için müşteridir.

Piyasada fazla üretim vardır ve eksik tüketimyaşanmaktadır. Bu noktada her ne kadar birbiriyleilişkili olsa da ticari aşırı üretimle, sermayenin aşırıüretiminin iki ayrı olgu olduğunun altını çizmek

gerekiyor. Sorun satılamayan bir ticari ya da malbolluğu sorunu değildir, sorun, satışların belirli bir karoranı üzerinden gerçekleştirilemiyor oluşundankaynaklanmaktadır.

Peki bu fazla üretim sorunu nasıl aşılacaktır. İşte oan devreye Marx’ın bir boyutuyla peygamber, yanikurtarıcı, diğer boyutuyla üçkağıtçı, yani dolandırıcıdiye tanımladığı finans, spekülasyon devreye girer (6).Yığılmış malın tüketilmesi doğrultusunda spekülasyonhareketleri başlar, yani kredi sistemi, Mortgage vekredi kartı ve sıcak para hareketleri gibi… alım gücüolmayana sanal bir imkan yaratılıp, yığılmış malıtüketmek doğrultusunda operasyonlara girişilir. Biranlamda tüketim terörü yaratılır. Bu operasyon birbaşka boyutuyla sınıfın devrimci kimyasını bozucuiçeriktedir. Alım gücü olmayan bir işçi kredi kartları vekredilerle borçlandırılıp bir taraftan sisteminrektifikasyon aracına dönüştürülür, diğer taraftan kendigeleceğini uzun yıllar ipotek altına aldığından dolayıgreve, direnişe çıkması pek mümkün olmaz. İşsizliktehdidi bu baskılandırmayı daha da artırır. Sistemböylece kendisi için yıkıcı bir gücü absorbe edereksistemin problemlerini aşmada son derece organizelibir şekilde kullanır. Aslında spekülasyon burada dagörüldüğü gibi bir semptom tedavisidir. Hastalıksürmektedir, hatta artmaktadır ama belirtileri semptomtedavisiyle ortadan kaldırılmaktadır. Böylece hastalığınkendisi en fazla ötelenmektedir.

Kapitalist kriz tiplerine girmeden önce yaşadığımızbu krizi, yani finans sektöründen başlayıp hızla üretimsektörüne yansıyan ve büyük bunalım niteliği taşıyankapitalist krizi ve buradaki finansal aktivitelerianlamak için Marx’a döndüğümüzde son dereceçarpıcı çözümlemeler görürüz.

Marx 1848 Devrimleri için yaptığı yorum sonderece aydınlatıcı ve bugünü tanımlayıcı içeriktedir:“Aşırı üretim dönemlerinde spekülasyon düzenliolarak oluşur. Spekülasyon aşırı üretim sonunda geçicipiyasa olanakları sağlayarak bir rahatlama yaratırsada tam da bu nedenle krizin patlak verme sürecinekatılır, ve patlamanın şiddetini artırır. Kriz öncespekülasyon alanında başlar, ondan sonra üretimivurur. Yüzeysel bir gözlemciye (göre siz bunu burjuvaiktisatçılar ve sol liberaller diye okuyun V.Y.) krizinnedeni aşırı üretim değil, aşırı spekülasyon olarakgörülür; halbuki bu aşırı üretimin bir semptomudur.”

Yine Marx’ın Kapital 3’te konuya ilişkin başka biryorumu ise şöyledir:

“Yeniden-üretim sürecinin tüm sürekliliğininkrediye dayandığı bir üretim sisteminde, kredinin

Page 22: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

Kapitalizmin ruhu ve krizler...22 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

birden bire kesildiği ve ancak nakit ödemelerin geçerliolduğu sıralarda – ödeme araçlarına olan büyükhücum karşısında – bir bunalımın mutlaka ortayaçıkacağı açıktır. Bu yüzden, ilk bakışta bütünbunalımın sırf bir kredi ve para bunalımı gibi görünür.Ve aslında bu, yalnızca, poliçelerin parayaçevrilebilme sorunudur. Ne var ki bu poliçelerinçoğunluğu, fiili alım-satımları temsil eder ve bu alım-satımların genişliğinin toplumun gereksinmelerininçok üzerinde olması, en sonunda, bütün bu bunalımıntemelidir. Aynı zamanda, bu poliçelerin muazzam birmiktarı, şimdi gün ışığına çıkan ve sabun köpüğü gibisönen düpedüz bir dolandırıcılığı; ayrıca başkalarınınsermayesiyle yapılan başarısız spekülasyonları; ve ensonu, değer kaybeden ya da hiç satılamayan meta-sermayeyi, ya da hiçbir zaman tekrargerçekleştirilemeyecek olan geriye dönüşleri temsileder. Yeniden-üretim sürecindeki zoraki genişlemeyedayanan bu baştan sona yapay sisteme, hiç kuşkusuzİngiltere Bankası gibi bir bankanın, bütündolandırıcılara, senetleri yoluyla değersiz sermayevermesi ve değer kaybetmiş bütün metaları eskinominal değerleri üzerinden satın almasıyla çarebulunamaz. Ayrıca burada her şey çarpıtılmış birgörünüştedir, çünkü bu senet dünyasında, gerçek fiyatile bunun gerçek temeli hiçbir yerde görünmez, yalnızkülçeler, madeni sikkeler, banknotlar, poliçeler,senetler vardır.” (7)

(Devam edecek...)

Dipnotlar:

(*) Karl Marx, Grundrisse; Birikim Yay., 1979, s. 279-464

(1) Şöyle bir vurgunun yapılması da yararlı olacaktır.Marx Kapital’de en gelişmiş kapitalist ülke olarak İngiltere’yimodel aldı. İngiltere ekonomisi, üzerinde güneş batmayanimparatorluk vasfıyla bir anlamda dünya çapında kapitalistilişkileri simgeledi. Marx Londra’dan bakarak yaptığıprojeksiyonla uluslararası kapitalist sistemi analiz etti.

(2) Marx şöyle der: “Böylece mülklerinden zorla sökülüpçıkarılan ve serseriliğe mahkum edilen kır nüfusu korkunçbir terör aracı olarak yararlanılan kanunlar altında kırbaçladövülmek, kızgın demirle dağlanmak ve her türlü işkencealtında inletilmek suretiyle ücretli iş sisteminin zorunlukıldığı disipline alıştırıldılar. Bir yandan, bir uçta işin maddişartlarının sermaye olarak belirlemesi, öte yandan, diğeruçta işgüçlerinden gayri satacak hiçbir şeyleri olmayaninsanların ortaya çıkması yetmiyordu. Bunların kendilerinigönüllü olarak satmaya zorlanmaları da yetmez. Kapitalistüretimin gelişmesiyle birlikte, eğitimleri, gelenekleri vealışkanlıkları dolayısıyla bu üretim biçiminin zorunluluklarınıapaşikar doğa kanunlarıymış gibi gören bir işçi sınıfımeydana gelir.”

(3) Kapitalizmin bu temel çelişkisi, krizin potansiyelleriniaçığa çıkartır. Değişim değeri zamanla özerklik kazanır. Busüreç bir yanıyla da spekülatif sermayenin muazzamgelişmesini işaretler. Spekülatif sermaye üretimkapasitesine ve bağlantılı olarak canlı emeğe geçici birzaman ihtiyaç duyar ya da onları kullanıp atar. Yoluna birkasırga şiddetiyle durmadan devam eder. Bu değişimdeğerinin mantığıdır. İnsanın gerçek ihtiyaçlarındanbağımsız bir süreçtir. Tam anlamıyla bir illüzyon gücüdür,yıkıcı bir illüzyon. Kriz kullanım değeri ile değişim değeriarasındaki açıklıktan ortaya çıkar. İşte bu aralık Marx’ın kriz

tanımlamasını yaptığı alandır. (4) “Büyük sanayi geliştikçe… Emek üretim

sürecinin içsel bir öğesinden çok, üretim sürecinindenetçisi ve düzenleyicisi konumunu almaya başlar…İşçi üretim sürecinin başlıca faktörü olacak yerde,sürecin kenarında duran bakıcı haline gelir… İşbölümüaracılığıyla, işçinin işlevleri giderek o ölçüde mekanikhale getirilir ki, belli bir noktada artık mekanizma onunyerine geçebilir.” (Karl Marx, Grundrisse, Birikim Yay.,1979, s.650-652)

Marx Grundrisse’deki bu sözleriyle canlı emeğinüretimin içsel öğesi olmaktan çıkmaya başladığını veyerini makineye bıraktığını belirtir. Bu adım her nekadar işgününün kısaltılması yönünde bir basınçyaratsa da, sermaye süreci ters yönde işletir. İnsanemeğine gereksinim azaldıkça işsizlik büyür. Çünküsermaye makineleri işçinin daha az çalışması içindeğil, işçinin daha çok, daha yoğun çalışması vekendine daha fazla tabi olması için kullanır. Bu nedenlekapitalizmin gireceği her formasyona ya da teknolojikyenilenme ve mekanizasyona rağmen kapitalizmincanlı emeğe ihtiyacı vardır ve bu ihtiyaç ontolojik birihtiyaçtır. Çünkü canlı emek artı değer üretiminin tekkaynağıdır ve canlı emeğin tümüyle üretim sürecinindışına çıkması demek, artı değer üretiminin, kar içinüretimin ve bunun dolayımlarının ortadan kalkmasıdemektir. Bu durum daha özlü bir ifadeyle kapitalizmikapitalizm yapan öğelerin yok olması anlamına gelir.

(5) Marx, sermayenin organik birleşimini, sabitsermayenin değişir sermayeye oranı olarak tanımlar.Sermaye birikimi sürecinde artan mekanizasyon,sermayenin organik birleşiminin yükselmesine yol açar.Toplam sermaye içinde sabit sermaye oranı, bir başkaifadeyle cansız emeğin canlı emeğe oranı, sürekliolarak artma yönündedir. Bunun sonucu olarakortalama kar oranı düşme “eğilimi” içine girer. Kar oranısermayenin organik birleşimiyle ters orantılıdır.Sermayenin organik birleşiminin artması kar oranındadüşmeye neden olur. Artık-değerin toplam sermayeyeoranı olarak tanımlanan kar oranı, emek daha azüretken olduğundan dolayı değil, tam tersine daha çoküretken hale geldiği için ya da işçi daha azsömürüldüğü için değil, emeğin kullanımın oranınıncansız emeğe yapılan yatırımdan daha az olduğu içindüşmektedir. Yani iş sürecinin makineleşmesi veteknolojik gelişme emek üretkenliğini artırarak, artı-değer kitlesini yükseltirken, aynı süreç sabitsermayenin değişir sermayeye oranını yükseltir. Buaynı zamanda kar oranlarındaki düşme eğilimindenedenidir. Marx bunu kapitalist üretim tarzının bir“yasası” olarak niteler.

(6) Sanayi sermayesinin 1974-75 sonrasında ikincilsermaye tipine dönüşmesiyle, spekülatif sermayebirincil sermaye tipi haline geldi. Bu süreç önemligelişmelere yol açtı. Bu konu başlı başına özel olarakincelenecek bir içeriktedir. Finans kapitalin bu yenievresi birçok tartışmayı beraberinde getirdi. Fakat sonzamanlarda spekülatif sermayenin bağımsızlaştığınaait farklı mistifikasyonlar yapılmaktadır. Yeni sermayebirikim rejiminin temel varyasyonu olan spekülatifsermayenin ya da finanslaşmanın “bağımsız varoluşkazanması” bir taraftan bu sermayenin üretim alanıtarafından belirlenmesi anlamına gelir. Evetfinanslaşma reel üretim süreçlerinden uzaklaşmış yada tam tersi bütün reel üretim süreçleriyle dolayımlı daolsa iç içe geçmiştir. Aslında söz konusu olan Marx’ınKapital II’de artı değer teorilerinde belirttiği gibi,yaşanan “reel üretim süreçlerinden bir kopukluk değil,çelişkili birliktir”.

(7) Karl Marx, Kapital III, Sol Yay., 1990, s. 434

Entes direnişgünlüğünden...

167. gün...Kitap okurken üşüdüğümüzü fark ettik ve ateş

yakmaya karar verdik. Ateş yaktığımızı gören OSBgüvenliği ateş yakmamamız için uyarıda bulundu. Biz deüşüdüğümüzü söyledik. Patronun direniş alanınadöktürdüğü molozların arasındaki çatı izolasyonmalzemelerini de yakacak olarak kullandık. Süreklidevriye gezen OSB güvenliği bu sefer OSB başkanı ileberaber çıkageldi. Tekrar bu ateşi yakamazsınız dediler vebiz de üşüyoruz yakarız dedik. Bizim umursamadığımızıgörünce bu sefer yangın tüpüyle beraber teşrif ettiler. Ateşisöndürerek oradan uzaklaştılar. Bunun üzerine lokantadanaldığımız büyük yağ tenekesinin içinde ateşimizi yakmayadevam ettik. Gün boyu devriye gezdiler ama bir dahayanımıza uğramadılar.

Emekçi Kadın Komisyonları ziyaret gerçekleştirdi. (...)TÜMTİS Sendikası’nda örgütlü bir işçi ateş

yaktığımızı görünce yakacak ve yiyecek bıraktı.ışyerindeki işçilere de anlatarak Entes direnişine destekolmak noktasında bir şeyler yapmak istediıini söyledi. (...)

168. gün...(...) Yoldan geçen iki işçi merak edip kaç gündür

direndiğimi, mahkemeye verip vermediğimi ve direnişinne zamana kadar devam edeceğini sordu. “Umarımmahkemeyi kazanırsın, Allah yardımcın olsun” diyerekyanımdan ayrıldılar. OSB’nin verdiği meslek kurslarınakatılan işçiler de direniş yerini ziyaret edenlerarasındaydı.

171. gün…Metal işçileri birliğini sağlamak için yapacağımız

Metal İşçileri Kurultayı’nın eğitim toplantılarından birinidaha gerçekleştirdik. Ardından Direniş Platformu’nuntoplantısına katıldım. (...)

172. gün…Esenyurt Belediye işçilerinin dayanışma etkinliğine

katıldım. Oldukça geniş katılıma sahip bir etkinlik oldu.En güzel yanı da direnişteki işçiler bir aradaydık. Entes,Sinter Metal, Esenyurt Belediyesi pazar işçileri, direniştekiSabiha Gökçen hava işçileri, grevleri sona eren HalkalıKâğıt işçileri de oradaydı. (...)

174. gün…Her Salı olduğu gibi Emekçi Kadın Komisyonları

bugün de direniş alanında nöbetteydiler. (...)Yakın bir fabrikaya tıra mal yüklemek için gelen ve

yükleme esnasında boş vakitlerini bizimle geçiren tırşoförleri Entes direnişi hakkında bilgi almak istediler. Kaçkişilik bir fabrika olduğunu, sendika olup olmadığınısordular. Sendikasız bir fabrika olduğunu öırenince tekbaşına nasıl direndiğimi sordular. Ben de sendikadaörgütlü olmadığımı ama bölgede var olan bir işçiderneğinde örgütlü olduğumu söyledim. Bunun üzerinedaha önce çalıştıkları bir yurt dışı firmasından 50 bin Euroalacakları olduıunu anlatan işçiler ne yapabileceklerinisordular. (...)

175. günİşçi-Köylü gazetesi muhabiri ziyaretime geldi.

Herhangi bir gelişme olup olmadığını sordu. Direnişekatkıda bulundu. Birlikte Sinter Metal işçilerinin yanınagittik. (...)

Page 23: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

Parasız sağlık! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 23Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

Kapitalist sistem domuz gribini kendi kâr hırsıiçin kullanarak insanların hayatını hiçe saymayadevam ediyor. Domuz gribi aşısının güvenli olupolmadığına dair tartışmalar sürerken sermayedevleti ilaç tekelleriyle masaya oturuyor. İnsanlarıbu ilacı kullanmaya ikna etmek de SağlıkBakanı'na kalıyor.

Geçtiğimiz hafta “Türkiye’de domuz gribindenikinci ölüm!” olarak duyurulan 28 yaşındakiYusuf Demirtaş’ın ölüm sebebinin domuz gribiolmadığı ortaya çıktı. Akciğer enfeksiyonusebebiyle yaşamını yitiren Yusuf; kapitalizmin,sayısına rakamların yetişemeyeceğikurbanlarından biri oldu. İstanbul’da domuz gribiolan arkadaşlarıyla temasının ardındanrahatsızlanan ve hastaneye giden Yusuf’ukapitalist sistem ve onun rant alanına çevirmişolduğu sağlık sistemi karşılamıştır. Yeşil kartınınsüresi dolduğu için tedavi edilmeyen Yusuf, dahafazla dayanamamış ve memleketi Manisa’yadönmüştür. Yaklaşık sekiz saatlik yolda daha dakötüleşen Yusuf, Manisa’da gittiği hastanedebürokratizmin eserleri olan işlemlerigerçekleştirmek için elinde kağıtlarla kapı kapıdolaşmıştır. Sonunda tedavi için hastaneyeyatırılan Yusuf için artık geç kalınmış, Yusufyaşama veda etmiştir.

Yusuf’un ölüm sebebi ne domuz gribidir, ne deakciğer enfeksiyonu! Yusuf’un ölüm sebebi,kamusal bir alan olan sağlık alanının kapitalistsistemin kâr alanlarından biri olarak görülmesi vesağlık hizmetinin paralı hale getirilmiş olmasıdır.Kapitalizmde parası olmayan sağlık hizmetialamaz. Yani parası olmayan yaşayamaz! Yusufda, bu sistemde yaşmaması gerekenlerden biriydi.Sağlığın ticarileştirilmesi sonucu hayatınıkaybeden ilk can da değildir. Toplu bebekölümleri, yanlış ameliyatlarla yaşamlarınıyitirenler, hastane kapılarında can verenler vb.

Yusuf’un ölüm sebebi medyaya domuz gribiolarak yansıtılmış, sağlık sisteminin sorunlarınınüzerinden atlanmıştır. Ölüm sebebilaboratuarlarda yapılan testler sonucuyalanlanınca topluma “müjde!” verilmiştir.Yusuf’un katili “meğer domuz gribi değilmiş,sakinleşin” denilmiştir.

Böylece sorunun esas kaynağı gözlerdenkaçırılmak istenmekte, her seferinde bir günahkeçisi bulunmaktadır. Bu bazen bir personel,bazen ölenin ta kendisi, bazen de şimdi olduğugibi hastalığın öldürücü gücü olabilmektedir.Domuz gribi telaşının arkasına saklanmak istenensağlık sisteminin üst üste biriktirdiği sorunlarıdır.Sadece Yusuf değil, domuz gribinden ölen 13yaşındaki Betül Bilgili de kapitalizmin kurbanıdır.Bu sefer teşhis doğrudur. Ancak Esra’nın kalbinidurduran H1N1 virüsü değil, hastaneler arasındagidip gelen, hiç susmayan ambulans sirenleridir!Zamanında yapılamayan müdahale sonucu Betülyaşamını yitirmiştir.

Hiçbir salgın hastalık kapitalizminkendisinden daha tehlikeli değildir. Sağlıkharcamalarında gidilen kısıtlamalar, sağlıkocaklarının kapatılması hemen hepsi salgınhastalıklara davetiye çıkarmaktadır. Kapitalistsistemde insan yaşamına değer verilmez, tekdeğerli şey daha fazla kardır!

Sağlıkta ticaret ölüm demektir...

Davutpaşa’da 18. hafta... İstanbul Davutpaşa’da yaşanan patlama sonucu hayatını kaybeden ve yaralananlarin aileleri 31 Eki günü

Taksim Tramvay Durağı’nda 18. hafta bulaşmalarını gerçekleştirdiler. Aileler, “Davutpaşa’yı unutmadık,!” pankartı ve “Sorumlular yargılansın, adalet istiyoruz” dövizlerini taşıdılar. Eylemde basın açıklamasını aileler adına Davutpaşa katliamında yaşamını yitiren Hasan Akhan’ın yakını

Önder Özden gerçekleştirdi. Özden yaptığı açıklamada, patlamanın üzerinden 22 ay geçmesine raımen halen davadosyasının açılmamasına tepki gösterdi. “Adalet Bakanlığı, ıstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, görevli savcılık neyapmaktaı Yasal yetkilerini kullanmaktan neden kaçınmaktadır” diye sordu. Özden, herkesin vergileriyle maaşınıalan ve verilen görevi yapacağını beyan etmiş olan bütün seçilmiş ve atanmışların ihmallerinden dolayıyargılanabilmelerinin önündeki bütün engellerin kaldırılmasını istedi. Adelet ve adil yargılanma istemeye devamedeceklerini söyleyen Özden, yetkililerin yetkilerini davayı sürüncemede bırakmak için kullanmasına izinvermeyeceklerini ifade etti.

Kızıl Bayrak / İstanbul

KESK KESK İstanbul Şubeler Platformu, İstanbulTabip Odası ve Dev Sağlık-İş, domuz gribi ile ilgili 4Kasım günü eylem gerçekleştirerek, hükümetinuygulamalarını protesto etti.

Ayasofya önünde bir araya gelen kurumlar, dövizleraçarak, sloganlarla İstanbul Valiliği önüne yürüdüler.

Valilik önüne gelindiğinde, “Mikroplar hastalandırır,yoksulluk/yoksunluk, kötü yönetim öldürür / İTO, DevSağlık-İş, KESK İstanbul Şubeler Platformu” pankartıaçıldı.

Basın açıklamasını İTO Genel Sekreteri HüseyinDemirdizen okudu.

Demirdizen yaptığı açıklamada, domuz gribindenbugüne kadar 11 kişinin öldüğünü ve binlerce kişininhastalığa yakalandığını ifade etti. Domuz gribi ile ilgiliyoğun tartışmaların yaşandığını belirten Demirdizen, bunu sebebinin Sağlık Bakanlığı ve hükümetin politikalarınaolan güvensizlik olduğunu vurguladı.

Sağlık Bakanlığı ve hükümetin, sağlığı piyasaya havale ederek tekellerin insafına terkettiğini belirtenDemirdizen, domuz gribine karşı yapılması gereken önlemleri maddeler halinde sıraladı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Grip değil, yoksulluk öldürür!

Page 24: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

YTÜ’de Ekim Gençliğiçalışmalarından... 

YTÜ Ekim Gençliği, Yıldız Teknik Üniversitesi’ndegerçekleştirdiği çalışmalar ile paralı eğitimuygulamalarını teşhir ediyor ve gençliğe 6 Kasım’daalanlarda olma çağrısı yapıyor.

6 Kasım çalışmaları kapsamında “YÖK düzenininkrizine ve geleceksizliğe karşı 6 Kasım’da alanlara / EkimGençliği” başlıklı duvar gazetesini, 6 Kasım’da alanlaraçıkmaya çağrı yapan afişleri Tonoz Kantin, yemekhane vefakültelerde yaygın olarak kullanıyor. YÖK düzenininicraatlarını teşhir eden, buna karşı mücadeleye çağıranbildiri dağıtımlarını gerçekleştiriyor.

Ayrıca “YTÜ Öğrencileri” imzası ile başlatılan ortakkampanya kapsamında YTÜ’de kimlik kartlarının,turnikelerden elektronik kartlı geçişin sağlanması vezorunlu bankamatik kartı olarak kullanılması (YıldızElektronik Kart-YEK) uygulamasına karşı çalışmalarsürüyor. “Müşteri değil öğrenciyiz!”, “YEK iptal edilsin!”şiarlarıyla örgütlenen kampanya kapsamında YEKuygulamasına dikkat çekmek için anket çalışması, yakakartı dağıtımı, YEK’in iptal edilmesi için imzakampanyası gerçekleştiriliyor. YEK uygulaması ileöğrencilerin kendi iradeleri dışında zorunlu olarak İşBankası müşterisi yapıldığına, bununla birlikte elektronikkart uygulamasının öğrencilerin fişlenmesinde bir araçolduğuna vurgu yapan duvar gazetesi ve afişlerkullanılıyor, bildiri dağıtımı gerçekleştiriliyor.

Ekim Gençliği, 6 Kasım çalışmaları ve YEK karşıtıkampanyanın yanısıra gündemleri işleyen duvargazetelerini yaygın olarak kullanıyor. Ayrıca düzenliolarak açılan Ekim Gençliği masası ile dergi satışıgerçekleştiriliyor.

YTÜ Ekim Gençliği

Gençlikten...24 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

Gençlikten...

Genç-Sen çalışmasına polis saldırısı 

Çukurova Üniversitesi’nde 6 Kasım yaklaşırken devletin kolluk güçleri de saldırılarını arttırıyor. 4 Kasım günü Adana Genç-Sen bileşenleri 7 Kasım tarihinde gerçekleşecek merkezi Ankara eylemine

çağrı yapan “Üniversiteler bizimle özgürleşecek!” şiarlı bildirileri R1- R2 dersliklerine dağıttıkları sıradaDevrimci Genç-Senliler’den bir kişi gözaltına alındı.

Kolluk güçleri tarafından gözaltına alınan Devrimci Genç-Senli, Fen-Edebiyat Fakültesi öğrencilerinin“Açılım Yapıyoruz, Formasyon Hakkımızı İstiyoruz” eylemine ve YÖK’ün kuruluşunu protesto etmek için5 Kasım Adana’da gerçekleştirilecek eylemin çağrısının yapılacağı panele katılımının engellenmesi için 4.5saat Sarıçam Karakolu’nda zorla tutuldu. Daha sonra Kabahatler Kanunu’na muhalefetten 1500 TL paracezası kesilerek serbest bırakıldı.

Devlet, devrimci faaliyeti engellemek için her türlü baskı ve zor aygıtını kullanmaya devam edecektir.Bu baskılar ne ilktir, ne de son olacaktır. Devrimci Genç-Senliler baskılara boyun eğmeyecek,üniversitedeki devrimci faaliyeti sürdürmeye devam edecek...

Adana’dan Devrimci Genç-Senliler

İzmir’de 6 Kasım çalışmaları...

İzmir’de 6 Kasım üzerinden yaşanan politik ayrışmaların ardından Genç-Sen, Ekim Gençliği, SosyalistGençlik Derneği, Özgürlükçü Gençlik Derneği, Yeni Demokrat Gençlik, EHP Gençliği, Kurtuluş YolundaDev-Genç, Demokratik Gençlik Hareketi ve Devrimci Öğrenci Birliği çalışmalarını sürdürüyor.

Dokuz Eylül Üniversitesi ve Ege Üniversitesi’nde açılan ortak masalardan etkinliklere ve yürüyüşlereçağrı bildirileri dağıtılıyor. Afişler yaygın olarak kullanılıyor.

Aynı zamanda her iki üniversitede Genç-Sen, yerellerde örgütlenen eylemlere çağrı yaparken bir yandanda 7 Kasım günü gerçekleştirilecek 7merkezi eylemin çalışmalarını yürütüyor.

Merkezi Ekim Gençliği afişleri ve bildirileri yaygın olarak kullanılıyor. “YÖK düzeninin krizine vegeleceksizleştirilmeye karşı 6 Kasım’da alanlara!” şiarlı ozalitlerle öğrenci kitlelerine çağrı yapılıyor.

Ekim Gençliği İzmir

İLGPfaaliyetlerinden...

İzmir Liseli Gençlik Platformu çalışmalarına aravermeden devam ediyor.

2 Kasım günü Çiğli’deki liselerin önünde bildiridağıtımı gerçekleştirildi. Bir lisenin önündekonumlanmış olan sermaye devletinin kollukkuvvetleri dağıtıma engel olmaya çalıştı. Kollukgüçleri tarafından önce okulun önünün kamuya açık biralan olmadığı ve dağıtımın okulun önündeyapılamayacağı söylendi. Faaliyeti engelleme çabası,sergilenen kararlı tutum sonrasında tehditlerle sürdü.Kolluk güçleri gözaltına almakla ve milyarlarca liraceza yazmakla tehdit etti. Ne olursa olsun faaliyetinsüreceği ve hiçbir tehdidin sökmeyeceğinin ifadeedildiği dağıtım sırasında liselilerden de faaliyetisahiplenenler oldu. Daha sonra kolluk güçleri GBTkontrolü gerçekleştirdi.

Dağıtım sırasında birçok liseliyle disiplinyönetmeliği, gerici, faşist ders müfredatları, stajsömürüsü ve bu dönem sadece adı değişen amamantığı aynı olan ”Sınıfsal Eleme Sınavları” üzerindentartışma imkanı yakalandı. Liselilerin bildiriye ilgisiyoğundu. Hatta o gün okula hasta olduğu içingelemeyen arkadaşlarına vermek için birkaç tanebirden bildiri alan liseliler de oldu.

İzmir Liseli Gençlik Platformu (İLGP)

Adana’da 6 Kasım çalışmalarına polissaldırısı

Çukurova Üniversitesi’nde 6 Kasım çalışması yürüten öğrencilere 2 Kasım günü düzenin kolluk güçleritarafından saldırı gerçekleştirildi.

Üniversitede 6 Kasım çalışmaları kapsamında devrimci-demokrat öğrenciler tarafındangerçekleştirilecek eyleme çağrı yapan stikırların kampüsün çeşitli bölümlerine yapıştırılması sırasındadüzenin kolluk güçleri tarafından taciz edilen öğrenciler buna rağmen çalışmalarını sürdürdüler.

Ancak çalışma sonrasında bir Ekim Gençliği okuru Fen-Edebiyat kantininde gözaltına alındı ve yaklaşıkiki saat kadar polis karakolunda tutuldu. Adli Tıp Kurumu’na sevk edilen Ekim Gençliği okuru sağlıkkontrolünün ardından serbest bırakıldı.

Adana Ekim Gençliği faaliyetlerinden... Adana Ekim Gençliği faaliyetlerini 6 Kasım ve Ekim Devrimi gündemleri üzerinden gerçekleştiriyor. Adana Ekim Gençliği yerelde gerçekleştirilecek 6 Kasım öncesinde, çalışmaları etkin bir şekilde

sürdürüyor. Ortak faaliyetle beraber Ekim Gençliği

materyallerinin kullanıldığı bağımsız siyasal faaliyet dedevam ediyor. Gençliğin geleceksizleştirildiği ve hertürlü hak arama eyleminin YÖK eliyle bastırılmayaçalışıldığı bir dönemde gençliğin taleplerini, YÖK’ünkaldırılması talebiyle birleştirmeye çalışan bir faaliyetyürütülmeye çalışılıyor.

6 Kasım çalışmasının yanında Ekim Devrimi veYeni Ekimler’in Partisi’nin kuruluş yıldönümleriüzerinden yaklaşık 1 aydır sürdürülen çalışma, yerelmateryaller üzerinden ilerliyor. Gerçekleştirileceketkinliğe gençlik cephesinden anlamlı bir katılımsağlanmaya çalışılıyor.

Adana Ekim Gençliği

Page 25: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

Siyonist İsrail, kurulduğundan bu yana Filistinhalkını yaşlı-çocuk demeden katletmiş, halkın en temelihtiyaçlarını karşılamasını engelleyerek yüzbinlerceFilistinli’yi açlığa ve ölüme mahkum etmiştir.

Baskı, terör ve katliamdan başka politikası olmayansiyonist İsrail, Hitler faşizmini aratmayanuygulamalarla Filistin halkını yoketmeye devametmektedir. Modern teknoloji silahlarının yetmediğiyerde, Filistinlier'in en temel yaşamsal ihtiyaçlarınaulaşmasını engelleyerek Filistinliler’i toptan yoketmepolitikası uygulamaktadır.

Uluslararası Af Örgütü’nün 27 Ekim günüyayımladığı rapor, siyonist İsrail’in katliamcı yüzünübir kez daha belgelemiştir. Uluslararası Af Örgütü’nünküresel yoksulluğu yaratan ve derinleştiren politikalarason vermek üzere başlattığı “Onurunu İste”kampanyası kapsamında yayınlanan rapor “Adaletesusamak: Filistinlilerin suya erişimleri kısıtlanıyor”başlığıyla kamuoyuna açıklandı.

Siyonist İsrail Filistin halkına su vermiyor!

Rapora göre İsrail işgal ettiği yerleşimbirimlerinde, halkın suya ulaşımını engellemekte,yağmur suyunun dolması için yapılan sarnıçları dozerve askeri araçlarla yıkmaktadır

* İsrail, Filistin’in ana yeraltı suyu kaynağıkonumundaki Akifer Dağı’ndan gelen suyun %80’inikendisi için kullanırken, Filistinliler’e suyun %20kadarını bırakıyor. Filistin’de kişi başı günlük sutüketimi güçlükle 70 litreyi bulurken, İsrail’de tüketimdört katından fazlaya, 300 litrenin üzerine çıkıyor. Bazıkırsal bölgelerde yaşayan Filistinliler, 20 litre suylahayatta kalmaya çalışıyorlar. Dünya Sağlık Örgütü(WHO) tarafından tavsiye edilen günlük miktar ise 100litredir.

* Kırsal alanda yaşayan 180-200 bin civarındaFilistinli’nin musluklarından su akmamasına rağmenİsrail ordusu sıklıkla yağmur suyunu toplamalarınabile izin vermiyor. Batı Şeria’yı işgal eden İsrailliyerleşimciler, yoğun sulama yapılan çiftliklere, yeşilbahçelere ve yüzme havuzlarına sahipler.

* Gazze Şeridi’nde kullanılan suyun %90-95’isahilde bulunan, kirli ve insan kullanımına uygunolmayan yeraltı sularından oluşuyor. İsrail, BatıŞeria’daki Akifer Dağı’ndan Gazze’ye su taşınmasınahalen izin vermiyor. Ayrıca içme suyu kanalizasyon vedeniz suyuyla kirleniyor. Altyapının geliştirilmesi veonarımı için Gazze’ye giren malzeme ve ekipmanüzerinde İsrail tarafından uygulanan engellemeleryüzünden bölgedeki su ve sağlık koşulları Filistinhalkının hayatını tehdit etmektedir.

İsrail suyu Filistin halkına karşı silah olarak kullanıyor!

İsrail’in suyu engelleme girişimlerine karşıFilistinliler, tankerlerle satılan kaynağı belirsiz sularıyüksek fiyatlara satın almak zorunda bırakılıyorlar. Sutankerleri, İsrail kontrol noktalarından geçmemek içinuzun yan yollardan dolaşarak Filistinliler’e ulaşıyor.Bu da su fiyatlarının daha da fahiş olmasına nedenoluyor. Bazı Filistin köylerinde ise suya ulaşılamadığıiçin tarım yapılamıyor, kendi ihtiyaçları için bile ürünyetiştiremiyorlar.

Siyonist İsrail Akifer Dağı’ndan gelen suya elkoyarken, Filistinliler'in Ürdün Irmağı’ndan suya

ulaşımını engelleyerek tamamını kendisi içinkullanıyor. Filistin halkının temel geçim kaynaklarıtarım ve hayvancılık. Bu nedenle Filistin halkı hiçbirşey üretemiyor. Zor koşullarda üretilebilenler ise İsrailaskerleri tarafından sökülüyor. Filistinliler ancak sınırlısayıda ve hayatta kalmalarını sağlayacak kadar hayvanbesleyebiliyorlar.

Yanısıra susuzluktan kaynaklı salgın hastalıklarFilistin halkının yaşamını tehdit etmektedir. İsrail,Filistin halkını mülteci bir hayat yaşamayazorlamaktadır.

Filistinliler'in, suyu saklayabilmek için evlerininüzerinde kurdukları su tankları ise İsrailli askerlerinatış poligonu haline gelmektedir. Af Örgütü’nün, birİsrail askerine su tanklarına neden ateş ediyorsunuzsorusuna verdiği yanıt durumun boyutlarını gözlerönüne sermektedir: “Su tankları atış talimi yapmakiçin iyi yerler; bunlardan her yerde var, hedef almak vesilahınızı kalibre etmek için uygun bir boyuta sahip,tatminsizliğinizden kurtulmanın bir yolu, mahalledesize taş atan ve yakalayamadığınız çocuklara bir dersvermeye veya nöbet hizmetinin getirdiği kısıtlamanınmonotonluğundan kurtulmaya da yarıyor.”

Siyonist İsrail’in bu insanlık dışı uygulamalarınakarşı, Filistin halkı mücadeleyi bırakmıyor. Filistin

halkınının yaşadığı yerleşim alanlarını çeşitlizorbalıklarla boşaltma girişimleri Filistin halkınındirenişine çarpıyor.

Direnen halklar kazanacak! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 25Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

Hillary Clinton ırkçı-siyonistlerekalkan oluyor!

Gazze’ye karşı giriştiği vahşi saldırıda işlediği savaş suçlarının uluslararası kurumlar tarafından dabelgelenmesi, siyonist İsrail devletinin dünya nezdinde teşhir olmasını önlemeye dönük girişimleri boşadüşürdü. Medya tekellerinde mevzilenen siyonizm yardakçılarının çabaları da sonucu değiştiremedi. Yahudiasıllı Güney Afrikalı savcı Goldstone liderliğinde hazırlanan raporda, İsrail’in Gazze’de işlediği savaşsuçlarının belgelenmesinin ardından Birleşmiş Milletler’le Uluslararası Adalet Divanı da İsrail’in savaşsuçlusu, çocuk katili, ırkçı bir devlet olduğunu kabul etmek zorunda kaldılar.

Katliamcı yüzünün dünya nezdinde teşhir olması, siyonist rejim üzerinde belli bir basınca yol açsa da,İsrail’in Filistin halkına karşı izlediği malum politikalarda bir değişiklik olmadı: Doğu Kudüs’te Arap nüfusuntaciz edilmesi, Batı Şeria’da yeni Yahudi yerleşimlerinin kurulması, İsrail vatandaşı Araplar’a karşı ırk ayrımcıuygulamaların yaygınlaştırılması, hava saldırıları vb…

Tüm bunlar olurken, Barack Obama yönetimi Filistin ile İsrail’in “barış görüşmeleri”ne yenidenbaşlamalarını sağlamak için ısrarcı olduğunu ilan ediyor. Gerici çıkar hesaplarının yanısıra ABD’nin Ortadoğuhalkları nezdinde yerlerde sürünen imajını kısmen de olsa düzeltmek için Filistin sorununda iğreti de olsa birçözüme varmak istiyorlar; oysa son gelişmeler, Barack Obama yönetiminin böyle bir çözüm üretmekudretinden bile yoksun olduğunu ortaya koydu.

“Barış süreci”nin yeniden canlandırılması için Ortadoğu turuna çıkan Obama yönetimin dışişleri bakanıClinton, önce Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, ardından siyonist şef Benyamin Netanyahu ve İsraillibakanlarla görüştü. İddialı bir şekilde yaptığı görüşmelerin ardından İsrail başbakanı ile ortak basın toplantısıdüzenleyen Clinton, tam bir siyonist şef gibi konuştu.

“İsrail’le Filistin yönetiminin en kısa zamanda barış görüşmelerine başladıklarını görmek istediklerini”söyleyen Clinton, Filistin tarafının görüşmelerin yeniden başlatılması için ısrarla dile getirdiği Yahudiyerleşimlerinin dondurulması talebine karşı çıktı. “İsrail’in, Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimleri içingörülmemiş ölçüde ödünler verdiğini” öne süren Clinton, Filistin halkıyla küstahça alay etti.

ABD’li bakanın siyonist şeflerle aynı telden çalması, Barack Obama’nın daha önce sık sık gündemegetirdiği, “İsrail Yahudi yerleşimleri kurmayı durdurmalıdır” yönündeki talebinin geri çekilmesi anlamınageliyor. Bu yaklaşım, Filistin yönetimine onursuz bir teslimiyet dayatmaktan başka bir anlam taşımıyor.

Nitekim tüm umutlarını Amerikancı iğreti çözüme bağlayan Mahmud Abbas liderliğindeki Filistinyönetimi, Clinton’ın dayatmalarını reddettiğini ilan etti.

Açıklamayı yapan Filistinli başmüzakereci Saib Erakat, “Sayın Clinton, yerleşim birimlerinin tamamendurdurulmasını öngörmeyen anlaşma temelinde müzakerelerin başlatılmasını istedi. Öneriyi reddettik” dedi.

Barack Obama yönetiminin alçaltıcı dayatmasına karşı çıkan Mahmud Abbas da, Yahudi yerleşimleridurdurulmadan İsrail’le yenide görüşmelere başlamanın mümkün olmadığını belirtti.

Irkçı-siyonist tezlerle Filistin yönetiminin karşısına çıkan Clinton’ın girişimi, “barış görüşmeleri”ninbaşlatılması konusunda çok iddialı bir görüntü çizmeye çalışsa da, tam bir fiyaskoyla sonuçlandı. Bu sonuç,Amerikancı çözüme bel bağlayanları bir kez daha hayal kırıklığına uğrattı.

Siyonist İsrail, Filistin halkını susuz bırakıyor...

Filistin halkı kazanacak!

Page 26: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

Honduraslı emekçilerin militan direnişi kazandı!26 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

Konuyla ilgili uluslararası kuruluşlarınhesaplamalarına göre yerküremizdeki beslenme,barınma, sağlık, eğitim gibi temel insani ihtiyaçlarınkarşılanmasında yaşanan sorunların çözümü içinyaklaşık 500 milyar dolar gerekmektedir. Bunakarşın kapitalist devletlerin “savunma” adı altıdayaptıkları yıllık harcamalar 1.3 trilyon doları aşmışbulunuyor. Yani yıkım ve kıyımlar için dünyada biryılda harcanan paranın yarısından daha az bir miktar,insan türünü aşağılayan yoksulluk, sefillik belalarınınyanısıra eğitim, sağlık, barınma sorunlarınınçözümüne de yetiyor.

Milyarlarca insanın acı çekmesine yolaçan busorunlar durmaksızın artarken, kapitalizmin egemenolduğu dünyamızda temel insani ihtiyaçlarınkarşılanması için yapılan harcamalar sistemli birşekilde azaltılmaktadır. Öte yandan “savunma” adıaltında savaş aygıtlarının donanımı için yapılanharcamalar her yıl on milyarlarca dolar artarakdevasa boyutlara ulaşmıştır. Üstelik açıklananrakamlar sadece resmi olan bütçeleri kapsıyor. Oysaülkemizden de bildiğimiz gibi savaş aygıtlarına“örtülü ödenek”, “fon” gibi adlar altında resmikayıtlara geçmeyen büyük kaynaklar daakıtılmaktadır.

Kapitalist/emperyalist düzenin en büyük gücüolan ABD, 680 milyar dolar ile dünyada savaşaygıtlarına yapılan toplam harcamaların yarısınatekabül eden bir bütçe ayırıyor.

Geçen yıla göre yüzde 3.4 oranında arttırılarak680 milyar doları bulan ABD savaş bütçesini, tıpkıönceki başkanlar gibi Barack Obama da tereddütsüzimzaladı. Aksinin olması zaten düşünülmezdi. Ziraher ABD başkanı gibi Barack Obama da büyüktekellerin çıkarlarını gözeten emperyalist, yayılmacıpolitikaları hayata geçirmekle yükümlüdür.

Hal böyleyken, Barack Obama savaş bütçesinionaylarken demagoji yapmaktan geri durmadı. BeyazSaray’da düzenlenen törende yaptığı açıklamada,“ülkemizin güvenliğini sağlamak için vergiyükümlülerinin milyarlarca dolarını saçıpsavurmamız gerektiği düşüncesini her zamanreddettim” şeklinde konuşan Obama’ya göre, 680milyar doların abartılacak bir tarafı bulunmuyor. Nede olsa dünya jandarmalığını sürdürmek için her yolabaşvuran ABD emperyalizminin Irak, Afganistanbaşta olmak üzere birçok ülkede bulunan işgalcigüçlerini beslemek, lojistik ihtiyaçlarını karşılamak,dahası yeni silahlar geliştirip bunları halklar üzerindedenemek gibi “masraflı” işleri vardır.

Verili koşullarda ABD, halen dünyanın en büyükekonomisi, en büyük emperyalist gücüdür; yine de buülkede yaşayan halklar kapitalizmin her gün yenidenürettiği işsizlik, yoksulluk sefillik vb. sorunlardanmuaf değiller. Kapitalizmin küresel krizinin patlakvermesinden sonra ise, pek çok ülkede olduğu gibiABD’de de sömürü ve kölelik düzenin kurbanlarınınsayısında büyük bir artış oldu.

680 milyarlık savaş bütçesinin açıklanmasındanbirkaç gün önce ABD Ulusal Bilimler Akademisi’nin(NAS) yaptığı hesaplamanın sonuçlarına göre, ülkedeyoksulluk oranı yüzde 15.8 düzeyine ulaşmış. Yaniartık her 6 Amerikalı'dan biri yoksul. Başka birifadeyle ABD’de 47.4 milyon yoksul bulunuyor.

Yoksulluk oranı 65 yaş ve üzerindekiAmerikalılar'da yüzde 18.7’ye ulaşırken, 18-64 yaş

arasındakilerin yüzde 14.3’ü, çocukların ise yüzde17.9’u yoksulluk içinde yaşıyor.

Kapitalist emperyalizmin “rüyalar ülkesi”ABD’den yansıyan bu kara tablo, sömürü ve kölelikdüzeninin akıl dışılığını çarpıcı bir şekilde gözlerönüne sermektedir. Sefilliği bir yanda serveti diğeryanda biriktiren kapitalizm, azınlığın çoğunluküzerinde, emperyalist güçlerin ezilen halklar

üzerinde egemenliğini şart koştuğu için, savaşaygıtlarını da kesintisiz bir şekilde tahkim etmeyedevam ediyor. Kapitalizmin egemenliği devam ettiğisürece bu gidişatın değişmesi sözkonusu bile olamaz.İnsanlığı barbarlık içinde çöküşe sürükleyen bu gidişidurdurmanın tek yolu var; o da insan türünün, tümkurumlarıyla birlikte kapitalist sistemi yıkıpsosyalizmi inşa etmesidir.

Pentagon’un savaş baronlarınınyıllık bütçesi 680 milyar dolar!

Honduras halkının kararlı direnişi sayesindeManuel Zelaya, yeniden devlet başkanı…

Honduras Devlet Başkanı Manuel Zelaya,28 Haziran’da gerçekleştirilen ABD destekliaskeri bir darbeyle görevden uzaklaştırılıpzorla sürgüne gönderilmişti. Sicili kanlıHonduras ordusunun darbenin ardındankurduğu cunta, Barack Obama yönetiminindesteğine rağmen, ancak dört ay ayaktakalabildi. Zira son ana kadar askeri cuntayadestek veren Washington’daki savaş baronları,gelinen yerde Zelaya’nın yeniden devletbaşkanlığı görevine dönmesini kabul etmekzorunda kaldılar.

Honduras halkının kararlı direnişinden güçalan Zelaya, cunta şeflerinin tehditlerinerağmen gizli yollarla ülkeye dönerek fiili bir durum yaratınca, darbeciler devrik devlet başkanıyla masayaoturmak zorunda kaldılar. Yaklaşık iki hafta süren görüşmeler, cunta şeflerinin Zelaya’nın yeniden görevedönmesini kabul etmemelerinden dolayı tıkandı. Bunun üzerine cunta yönetimine meydan okuyan Zelaya,zafer kazanana kadar mücadele edeceklerini, bu amaca ulaşmalarının ise yakın olduğunu ilan etti.

Bu gelişmelerin hemen ardından Honduras’a heyet gönderen cuntanın Washington’daki hamileri,Zelaya’nın devlet başkanlığı görevine dönmesinin yolunu açacak bir anlaşmanın yapılmasını sağladılar.

Anlaşmaya varıldığını açıklayan Amerikan Devletleri Örgütü (OAS) Siyasi İlişkiler Sekreteri Victor Rico,söz konusu anlaşmanın, Honduras halkı ve Honduras demokrasisi için yararlı bir gelişme olduğunu söyledi.Anlaşma metnini basına açıklamayan Rico, Zelaya’nın görevine iadesinin yolunun açıldığını belirtti.

Kısa süre öncesine kadar tehditler savuran cunta şefi Roberto Micheletti, Washington’daki efendilerindengelen emre uyarak, Zelaya’nın görevine dönüşünü sağlayacak anlaşmayı imzalamaya hazır olduğunu açıkladı.

Anlaşmayı değerlendiren Manuel Zelaya ise, bu gelişmeyi “Honduras demokrasisi için bir zafer” diyeniteledi.

Manuel Zelaya’nın ülkesine dönüşünden duyduğu rahatsızlığı saklamayan Barack Obama yönetimi de,anlaşmadan memnun izlenimi yaratmaya çalışıyor. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Pakistan ziyaretisırasında gazetecilere yaptığı açıklamada, “Honduras halkını, Başkan Zelaya ve Başkan Micheletti’yivardıkları tarihi anlaşmadan dolayı tebrik ederim” dedi. Bu sözleri sarf eden Clinton’ın, ülkesine dönmektekararlı davranan Zelaya’yı bizzat tehdit eden kişi olduğunu belirtelim.

Hem darbeyi tezgâhlayan hem ardından kurulan cunta hükümetini destekleyen Obama yönetimi, Hondurashalkının kararlı direnişi sonucu, Zelaya’nın göreve dönmesinin yolunu açmak zorunda kaldı. Elbette Zelaya’yıbelli konularda tavizler vermeye zorlayarak yaptı bunu. Ancak anlaşmanın içeriğinden bağımsız olarak ABD,tezgahladığı bir darbenin başarısızlığa uğradığını fiilen kabul etmiş oldu.

Honduraslı emekçilerle ilerici-devrimci güçlerin kararlı direnişiyle sağlanan bu başarı, askeri cuntaları dapüskürtmenin mümkün olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. Hatırlanacağı üzere Nisan 2003’te HugoChavez’e karşı girişilen CIA patentli darbe, Venezüellalı emekçilerin kararlı direnişiyle üç gündepüskürtülmüştü.

Ulaşılan başarının elbette sınırları var. Zira cunta şeflerinin hiçbirinden henüz hesap sorulmuş değil. Oysadarbeciler, -diğer suçlarının yanısıra- cuntaya karşı mücadele eden 30’a yakın emekçiyi katlettiler. Fakatkazanımlar sınırlı olsa da, zorbaları püskürtmenin direnişten başka yolunun olmadığı, bu örnek üzerinden dekanıtlanmıştır.

Washington’daki savaş baronlarının geri adım atmalarını zorunlu kılan nedenlerin başında, Hondurashalkının cunta karşıtı mücadelesinin daha militan daha kitlesel bir noktaya sıçramasından duyulan endişe yeralmaktadır. Manuel Zelaya’nın göreve dönmesi Honduraslı emekçilerin mücadelesinin kısmen durulmasınısağlayabilir. Ancak kararlı direnişiyle askeri cunta püskürtmüş bir halkın kazandığı özgüvenin, devam edensınıf çatışmalarında yankısını bulmasını hiçbir güç engelleyemez.

Page 27: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

Arjantin’de grev...Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te öğretmenler,

doktorlar ve metro çalışanları greve gitti. Grevbaşkenti felce uğrattı. Doktorlar son 6 ay içinde 4. kezgreve gittiler.

Kamusal sağlık sisteminde düzenlemeleregidilmesini talep eden doktorlar planlanan kısıtlamalarıprotesto ediyorlar.

Şili’de maden işçileri grevdeBakır üretimi yapan Spence Maden Ocağı’nda

çalışan işçiler 13 Ekim günü başlattıkları grevisürdürüyor.

Dünyanın en büyük maden şirketi olan BHPBilliton’a bakır üretimi yapan Spence MadenOcağı’nda gerçekleştirilen grev üretimi tamamendurdurarak şirkete ağır bir darbe indirmiş oldu.

BHP yetkilileri maden çıkarma, kırma ve istiflemeişlerinin tamamının grev dolayısıyla ertelendiğinisöyledi.

Sendika başkanı Andres Ramirez ise BHP’nin teklifettiği zammın yeterli olmadığını söyledi.

Şirket, Spence Maden Ocağı’nda yılda 172,685 tonbakır ürettiğini ve önümüzdeki yıl 200 bin ton üretimyapma hedefinde olduklarını söylemişti.

Şirket, talepleri dikkate almazsa işçilerin yolukeserek bakır nakliyatını engelleyebilecekleri söylendi.

Royal Mail’de grev zamanı İngiltere’de Birleşik Krallık Posta Servisi “Royal

Mail”de posta servisi çalışanları geçen hafta ülkegenelinde çıktıkları iki günlük grevden sonra Perşembegünü de üç günlüğüne yeniden greve gittiler.

Greve, Royal Mail yetkilileri ile posta servisiçalışanları arasında hafta içinde süren görüşmelerdeanlaşmaya varılmaması üzerine çıkıldı.

Posta servisi çalışanları çalışma koşullarınıniyileştirilmesini, işten atılmaların durdurulmasını, ücretzammı ve kurumda yapısal yenilenmelere gidilmesinitalep ediyorlar.

Geçen hafta gidilen iki günlük grevin ilk günündeposta ayıklama merkezlerinden 40 bin işçi, ikinci günise dağıtım ve diğer alanlardan toplam 80 bin RoyalMail işçisi katılmıştı. Grev nedeniyle 30 milyondanfazla mektup ve kargo dağıtılamadı.

Kamuya ait posta ve paket kurumu Royal Mail’in2007 yılında özelleştirme kapsamına alınmasından buyana 63 bin işçi işini kaybetti, çalışma saatleri uzatıldı,ücret artışları sınırlandı. İşten atılmalara ve hakgasplarına karşı direnen işçiler Londra’da kısasüreliğine greve gitmişlerdi ama ülke genelinde grevyaşanmamıştı.

Hindistan’da çelik işçileri grevdeHindistan’da 150 bin çelik ve maden işçisi 48

saatliğine greve gitti. İşçiler ücret artışı ve sosyal haktaleplerinin karşılanmaması nedeniyle greve gittiler.

Greve giden işçilerin çalıştığı işyerleri Hindistan’ınen büyük çelik tekeli olan Steel Authority of IndiaLimited’e (SAIL) ait.

Fujitsu’da işçiler grev kararı aldı! İngiltere’de Tokyo merkezli dev teknoloji şirketi

Fujitsu’da çalışan sendikalı işçiler ücret kesintisine veişten atmalara karşı grev kararı aldı.

Sendika temsilcileri 2 Kasım günü yaptıklarıgörüşmede bir sonraki adımın ne olacağını tartıştılar.İşçilerin %74’ünün oylamaya katıldığı ve bunlardan

%92’sinin grev kararı aldığı açıklandı. İşçilerin yapacağı kitlesel bir eylemin bazı önemli

kamu hizmetlerini önemli ölçüde etkileyeceğidüşünülüyor.

Shougang’de grev sona erdi… Peru’da bulunan Çin şirketi Shougang Çelik

Tesisi’nde çalışan maden işçileri geçtiğimiz ay zamtalebiyle greve çıkmıştı. 15 günlük grevin ardındanişçilerle şirket arasında anlaşma sağlandı ve grev sonaerdi.

İşçilerin grevi şirketin 2008 Temmuz ayında aldığıgünlük %1.91 dolarlık zam kararını uygulamamasınınardından başlamıştı. Marcona Maden Ocağı’ndaçalışan 1,200 işçinin tamamı greve katılmış, şirket 15günlük grev süresince 500 bin ton demir üretimi kadarzarar etmişti.

Grevin ardından işçilerle şirket arasında yapılananlaşmaya göre işçilere söz verilen zamla beraber 35dolar ikramiye ödenecek. Ayrıca greve katılan işçilereşirket tarafından herhangi bir baskı uygulanmayacak.

British Airways yılbaşını grevlekarşılayabilir!

British Airways’te (BA) çalışan kabin görevlilerigrev uyarısında bulundu.

İşçilerin şirketin uygulamalarına karşı duyduklarıöfkeyi dile getirdikleri sendika toplantısında 3 binişçinin yılbaşı tatilinin başlayacağı 21 Aralık’ta greveçıkabileceği açıklandı.

BA kabin görevlilerinin grev tehdidi çalışma

koşullarının düzeltilmesi, işten atılmalarındurdurulması ve 2 yıllık maaş dondurma kararınıniptali için yapıldı.

Henüz kesin olarak grev kararı alınmasa daişçilerin bu uyarısı ülkede şimdiden etkisini gösteriyor.Yılbaşı tatili için havayollarında yer ayırtan yolcularseyahat edip edemeyecekleri konusunda endişeyekapılıyor.

Güney Kore’de genel greve doğru…KCTU (Kore İşçi Sendikaları Konfederasyonu)

Başkanı Lim Sung-kyu, ülkenin en büyük sendikasıolan Hyundai Motor İşçileri Sendikası’nın diğerKCTU sendikalarıyla birlikte genel greve katılacağınıaçıkladı.

Lim, birkaç gün önce Hyundai Motor’da örgütlüsendikanın başkanıyla genel grevi konuşmak için birgörüşme yaptığını söyledi.

45 bin üyesiyle KCTU’ya bağlı en büyük sendikaolan Hyundai Motor İşçileri Sendikası’yla yapılacakolan anlaşmanın oldukça önemli olduğu söylendi. Buyüzden konfederasyonla sendika arasında yapılangörüşmelerin hükümet ve şirket yetkilileri tarafındanda yakından takip edildiği belirtiliyor.

Genel grev görüşmeleri, Çalışma Bakanlığı’nınbirden fazla sendikanın tek bir şirketteörgütlenebilmesi ve şirketlerin sendikalarda tamzamanlı çalışan üyelerin maaşlarını ödememesineilişkin planlarını protesto etmek için FKTUsendikasının grev çağrısı yapmasının ardındanbaşlamıştı.

Dünyadan... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 27Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

“Kapitalizm krizde, çözümsosyalizmde!”

Yurtdışında her yıl gerçekleştirdiğimiz merkezi gece etkinliğine hazırlanıyoruz. Bu yılki etkinliğimizikapitalizmin kriz içinde debelendiği bir süreçte gerçekleştireceğiz. Kriz her geçen gün derinleşiyor ve sadeceyoksul ülkelerde değil, dünyanın gelişmiş ülkelerinde de giderek ağırlaşan ve hissedilen iktisadi, sosyal vesiyasal sorunlara ve yıkımlara yol açıyor.

İşçi ve emekçilerin çalışma ve yaşama koşulları giderek kötüleşiyor. Siyasal gericilik topluma nüfuzediyor, Avrupa’nın, “demokrasisi” ile övünen tüm devletleri gitgide özüne yani polis rejimine dönüşüyor.Kapitalizm çöküşünü hazırlarken sosyalizme karşı dadüşmanlık yaratmaya çalışıyor. Devrimci sembollere vedeğerlere yönelik anti-komünist kampanyalaryürütülüyor, yasaklar getiriliyor.

Tam da bu gelişmelerden hareketle etkinliği“Kapitalizm krizde, çözüm sosyalizmde!” şiarıyladüzenleyecek, politik ve pratik çalışmalar yürüteceğiz.Şanlı Ekim Devrimi’nin 92. yıldönümü vesilesiylekapitalizmi suçlayan, krize karşı devrim ve sosyalizmseçeneğini gösteren, devrimci ve komünist değerlere vesembollere sahip çıkan bir propaganda ve ajitasyonfaaliyeti gerçekleştireceğiz. Yeni Ekimler’e vurguyaparak bir kez daha devrim ve sosyalizmin zaferi için,devrimci bir sınıf partisinin yaşamsallığına dikkatçekeceğiz. Başta emekçiler olmak üzere tüm samimidevrimcileri bu çabayı ve etkinliği desteklemeyeçağıracağız.

Etkinliğe çağrı materyalleri ve program geceninpolitik içeriğine uygun hazırlandı. Gecenin temelvurguları parti, devrim, sınıf ve sosyalizmdir.

Her yıl yaptığımız gibi tok bir faaliyet yürüterekemekçileri etkinliğimize çağıracağız. Bir kez dahaiddialıyız ve yine başaracağız!

Yurtdışından komünistler

Dünyanın dört bir yanında grevler...

Page 28: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

Kurultaya giderken...28 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

Ücretli çalışan mühendis, mimar ve şehir plancılarıaçısından son yıllar mesleki alanda köklü değişimlerinyaşandığı bir dönem oldu. Ağırlıklı olarak mavi yakalıişçilerin sorunları gibi görünen işsizlik, düşük ücret,uzun çalışma saatleri, ücret gaspları vb. sorunlarlayüzleşmek durumunda kalan ücretli teknik elemanlar,konumlarını daha sık tartışmaya başladılar.

Bu kapsamda 2007 yılında TMMOB ve bağlıodalar bünyesinde “TMMOB Mühendislik,Ücretlendirme ve İstihdam Sempozyumu” düzenlendi.Mühendis, mimar ve plancıların meslek yaşamındakarşılaştığı sorunlar ve örgütlenme biçimleritartışmaya açılmış oldu. TMMOB’nin 2008 yılındagerçekleşen 40. Dönem Genel Kurulu’nda da ücretlive işsiz mühendis, mimar ve şehir plancılarınınsorunları ile ilgili kararların alınacağı bir kurultayyapılması kararı alındı. Bu karara uygun olarak 14-15Kasım ‘09 tarihinde “Ücretli ve İşsiz Mühendis,Mimar ve Şehir Plancıları Kurultayı” yapılması kararabağlandı.

Kurultayın yerel toplantılarla ve kurultaylarlaörgütlenmeye çalışılması, böylece geniş bir kesimikapsaması amaçlanmıştı. Ancak bu açıdan çok daistenen bir tablonun oluştuğunu söylemek zordur.Gerek kurultayların, gerekse de toplantıların önçalışmasında ortaya çıkan eksiklikler, kurultayınyeterince duyurulamaması, mühendis, mimar ve şehirplancılarının yoğun olarak çalıştığı yerlerde yapılmasıplanlanan tartışma toplantılarının yeterince etkinyapılamaması kurultay sürecinin en belirginzayıflıkları olarak sıralanabilir.

Bu zayıflıklara rağmen kurultay birçok çevredeheyecan yarattı. Teknik elemanların sınıfsal yapısı,çalışma yaşamındaki sorunları ve örgütlenmesi üzerineciddi bir tartışma ortamı yaratılmış oldu. Öncesindeyapılan yerel kurultayların forum şeklindeörgütlenmesi, Kurultayı, sırf yapılmış olması içinyapılan başka bir dizi etkinlikten ayıran yönü oldu.Ayrıca kurultaya sadece ücretli çalışanlarınkatılacağının açıklanması, sembolik olarak da olsa,görmeye çok da alışık olmadığımız bir tutumun ifadesisayılabilir.

Kurultayın tartışma başlıkları ise şöyle:* Ücretli mühendis, mimar ve şehir plancılarının

çalışma yaşamını belirleyen yasalar.* Ücretli mühendis, mimar ve şehir plancılarının

çalışma koşulları.* Ücretli mühendis, mimar ve şehir plancıları için

asgari ücret ve ücret.* Kamu ve özel sektörde çalışan ücretli mühendis,

mimar ve şehir plancılarının özlük hakları ve işgüvencesi.

* Kapitalizmin dünyadaki ekonomik krizi ve özlükhaklarına etkileri.

* İşsizliğin ve güvencesizliğin mühendis, mimar veşehir plancıları üzerinde etkileri.

* Ücretli ve işsiz kadın mühendis, mimar ve şehirplancılarının çalışma yaşamında karşılaştıklarısorunlar ve çözümleri.

* Özelleştirmenin mühendis, mimar ve şehirplancıları üzerindeki etkileri.

* Çalışma yaşamında karşılaşılan diğer sorunlarve çözüm önerileri.

* Örgütlenme; TMMOB, sendikalaşma ve diğerleri.Teknik elemanların örgütlenmesi tartışması çok

eskiye dayansa da bu tartışmanın teknik elemanlarınsınıfsal konumları ile birlikte ele alınarak yapılmasıyeni bir olgu olarak tanımlanabilir. Kapitalizmindeğişen dengeleri içinde geçmişin ayrıcalıklı işçilerikonumundaki teknik elemanlar büyük bir yıkım vekonum kaybı yaşadılar. Krizle birlikte teknikelemanların kapitalizmin yıkımından muaf olmadığıortaya çıkarken teknik elemanların sınıfsal zeminde birörgütlenmeden yoksun oldukları için burjuvazininsaldırıları karşısında savunmasız durumda olduklarıanlaşılmış oldu. Bu noktada mühendis, mimar ve şehirplancılarının mesleki örgütü konumundaki TMMOB,bu tartışmaların muhatabı konumuna geldi.

Her ne kadar toplumsal muhalefetin içinde önemlive köklü bir yere sahip olsa da TMMOB, ne bugünkügibi ağırlıklı olarak patronlardan oluşan yönetimleriylene de bir meslek örgütü kimliğiyle bu yükükaldırabilecek bir noktada değildir. TMMOB bugündurduğu noktaya hiç de bir sınıf örgütü kimliğiyledeğil ancak aydın kimliğiyle gelmiş, sınıfsal açıdanheterojen bir meslek örgütüdür. Tüm bunlara karşınTMMOB, gerek toplumsal muhalefet içindeki yeri,gerekse de yarattığı güçlü muhalefet geleneğiylehalihazırda bu alandaki tek mücadele örgütükonumunu korumaya devam etmektedir.

Örgütün yapısına da bakıldığında yaklaşık 350 binüyesinin 280 bininin ücretli çalışan olduğu ortayaçıkmaktadır. Bunun büyük bir kısmının da ağır çalışmakoşulları altında çalıştığı bilinen bir gerçektir. Ancakörgüt hem kendi bürokratik yapısıyla, hem demühendis, mimar ve şehir plancılarının ön yargılarınedeniyle kendi tabanıyla buluşmayıbaşaramamaktadır. Ayrıca sınıf hareketiningerilemesinden beslenen bu kopukluk çelişik bir tabloortaya çıkarmıştır.

Tablo özetle şöyledir; siyasal yelpazenin solundamesleki bir örgüt, bu örgütün patron yöneticileri,ücretli çalışan ama ne siyasal ne de örgütsel olarakemek cephesinde yer alan üye ağırlığı…

Böylesi karmaşık bir denklemin içindedebelenmenin doğal sonucu ise bir dizi ileri unsur içinnet politik bir çerçeve oluşturamamak olmaktadır.Ancak devrimci politika açısından mesele bu karışıkdenkleme bir çözüm oluşturmak değil nesnel gerçekler

üzerinden politika üretmek olmalıdır. Yani her nekadar TMMOB, mühendis, mimar ve plancılarıaçısından tek örgüt konumunda olsa da, teknikemekgücünün örgütlenmesi sınıfsal bir sorundur ve busavunulmak zorundadır. Bu bir iyi niyet söylemiolarak veya işçilerle dayanışma anlamında değil işinsınıfsal tahlilinin bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır.Bu noktada birleşik bir tarzda emekten yana unsurlarile güçlü bir muhalefet cephesi örmek TMMOB gibiönemli bir mevzi açısından ama asıl olarak sınıfhareketi açısından izlenmesi gereken hattır.

“Ücretli ve İşsiz Mühendis, Mimar ve ŞehirPlancıları Kurultayı” bu noktada ön açıcı bir roloynamalıdır. Kurultayın en geniş katılımla yapılmasıve bu noktada tüm sorumluluk kurultayorganizasyonuna atılmadan güçlü bir çağrınınörgütlenmesi gerekmektedir. Elbette katılım ilk eldenduyarlı çevreler üzerinden gelişecektir ancak bunesnelliğe teslim olunmadan çağrı ücretli çalışan tümmühendis, mimar ve şehir plancılarına ulaşmalıdır.

Kurultayın bir dizi dar grupçu anlayışın çekiştiğibir alan olmaması, hele de seçimlerin yaklaştığı birdönemde dikkat edilmesi gereken bir noktadır. Böylesibir durum önemli bir imkanın heba edilmesi anlamınagelecektir.

Kurultaya az bir zaman kala bazı eksiklikleryaşansa da ardından gelen ve 21-22 Kasım tarihlerindeyapılacak olan “TMMOB Kadın Mühendis, Mimar veŞehir Plancıları Kurultayı” ve seçim süreci halenbüyük olanaklar taşımaktadır. Ancak bu olanağı sonuçüreten bir biçimde kullanmak için sürecin öncesindeve sonrasında herkes üzerine düşeni yapmalıdır.Kurultay seçim hesaplarının bir sonucu olarak koltukkapmak isteyen anlayışların heba ettiği bir imkandeğildir. Kurultay, ücretli mühendis, mimar ve şehirplancılarını sınıf mücadelesinin bir parçası halinegetirmeye çalışmanın bir imkanı olarak görülmelidir.Tersini savunan tüm liberal ve bürokratik anlayışlarlabu çerçevede hesaplaşmak gerekmektedir. Ayrışmaçıkar kavgaları üzerinden değil sınıfsal bir eksendeyaratılmalıdır. Bu anlamda kurultay önemli birbaşlangıç noktası olabilir.

Toplumcu Mühendis Mimar ve Şehir Plancılarıolarak bizler işçi sınıfının bir parçası olarak teknikelemanların sorunlarının kaynağının kapitalist sistemolduğunu biliyoruz. Gerek düşük ücretler, hakgaspları, ücretsiz mesailer, işsizlik gibi çalışmayaşamındaki sorunların, gerekse de iş güvenliği,mesleğin onuruna uygun olmayan işlerde çalışmak,insanlığa değil sermayeye göre üretim yapmak gibimesleki sorunların kaynağı sermaye düzenidir. Bukapsamda bir meslek örgütü olan TMMOB bu gerçeğeuygun politikaların yapılabileceği bir alan olarakgörülmeli, ancak örgütlenmenin asıl adresi sınıförgütleri olmalıdır. Bunu başarmak hem TMMOB’yi,hem de teknik emekgücü hareketini ileriye taşıyacaktek yoldur. “Ücretli ve İşsiz Mühendis, Mimar ve ŞehirPlancıları Kurultayı”na da bu kapsamda bakılmalıalınacak kararlar bu mücadeleye bir kılavuz olmalıdır.

Toplumcu Mühendis Mimar ve Şehir Plancıları

TMMOB Ücretli-İşsiz Mühendis, Mimar ve ŞehirPlancıları KurultayıTarih: 14-15 Kasım 2009Yer: İTÜ Maçka Kampusu Mustafa Kemal Anfisi

Ücretli ve İşsiz Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları Kurultayı

Page 29: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

Demokratik Türkiye ulusu hakkında birkaç söz... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 29Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

Hemen görüş ve yargımızı çok net bir biçimdeortaya koyalım: “Demokratik Türkiye ulusu”“Teorisi”, Kürtler’i inkâr ve imha çizgisi olanresmi çizgiyi, Kürtler’e kabul ettirme veözümsetme, resmi Türk ulus teorisini bir kalemdarbesiyle restore etme ve “Kürtler” eliylemeşrulaştırma ve “sonsuzlaştırma” girişimidir!

Bu girişimin hiçbir tarihsel, toplumsal ve kültüreltemeli, dayanağı yoktur. Ancak Kürtler’in bilincinibulandırma, onları bu düzene bağlama ve özgürlükistemlerini geriletme işlevi vardır.

Resmi Türk ulus tanımını restore etme, restoreederek yeniden üretme girişimi, TC’nin de en sonesneme marjını ortaya koymaktadır. Gündemdeki“açılım sürecinin” de dayandığı “temel” buolmaktadır. Bu, aslında “Tek vatan, tek ulus ve tekdevlet” “amentüsünün” başka bir ifadesidir.

Bol “tırnak”lı bir yazı yazdığımızın farkındayız.Çünkü tartıştığımız konu, gerçekten bilimsellikten,tarihsel ve toplumsal gerçeklikten yoksun birgirişimdir. Kısaca açmakta yarar var:

Bir ulus yaratma ihtiyacı, Osmanlı aydınlarının veOsmanlı yönetici sınıflarının 19. ve 20. yüzyıllardakien temel ihtiyaçlarından biri olmuştur. Yaratılan vegeliştirilen milliyetçi ideolojilerin merkezinde buihtiyaç vardır. Osmanlıcılık, Pan-Türkizm, Pan-İslamizm ve Kemalizm gibi milliyetçiliklerinodağında bir ulus yaratma hedefi var. Ayrıntıyagirmiyoruz.

TC’nin kuruluş felsefesi ve TC’yi var eden temelçizgi, Misak-î Milli sınırları içinde devlet eliyle vezoruyla Türk ulusunu yaratma, bu hedefle çelişenbütün unsurları inkâr etme, yok etme, eritme veasimile etme hedeflerini içermektedir. Bu çizgi,aslında İttihat Terakki Fırkası’nın köklerineuzanmaktadır. Ermeni soykırımı, bu çizginin ilk ve endehşet uygulamasıdır.

Başka halkların ve ulusların inkârı ve imhasıüzerine kurulu bulunan bir ulus tanımı, onu var edendevlet ve çizgi için herhangi bir amaç değil, bir varoluş ve sürdürüş gerekçesi olmaktadır. Kürt halkını vediğer halkları inkâr ve imha etmeyi kendi varoluşkoşulu sayan bir devlet ve çizginin, aslında kendiniyenileme, bu anlamda aşma şansı, olanağı yoktur.İnkâr, imha, eritme ve asimilasyon, onun özüdür;bunların dışında bir eğilime açık olması mümkündeğildir.

Esneme, kendini yenileme ve aşma şansı olmayanresmi çizgi ve devletin, en fazla yapacağı ve bugünekadar yapmaya çalıştığı, kavramlarla oynama, böyleceresmi Türk ulus tanımını kabul ettirme ve çözümüburada arama girişimi dışında başka bir şeyolmamıştır. Bugüne dek egemenler cephesinde en“ileri” düzeyde ortaya konulan rapor özelliğini taşıyanSHP’nin “Güneydoğu Raporu” da buna en iyi vesomut örnektir. Resmi çizgiyi ve o bağlamda gündemegetirilen “Açılımları” deşifre etmenin en temel ölçütüulus tanımı ve bu bağlamda uluslar gerçeğikarşısındaki duruştur.

Şunu çok net biliyorlar: 86 yıllık resmi Türk ulusteorisi, resmi çizgi iflas etmiştir. Son çeyrek asrıngelişmeleri ve olayları göstermiş ve kanıtlamıştır ki,Kürtleri resmi Türk ulus tanımı içinde tutmak, Kürtleribuna sığdırmak olanaklı değildir. Bu apaçık gerçeklikkarşısında çözüm olarak üretilen, resmi Türk ulus

teorisinin özüne ve temellerine dokunmadan yenikavramlar geliştirmek ve Kürtleri bu “yeni”kavramların içine sıkıştırmak olmuştur. “Üst-kimlik”,“Alt-kimlik”, “Türkiyelilik”, “Anayasal vatandaşlık”ve en son Öcalan tarafından ortaya konulan“Demokratik Türkiye ulusu” bu girişimlerin somutadlarıdır. 86 yıldır TC’nin başaramadığını Öcalaneliyle başarmak istiyorlar. “Üst-kimlik”, “Türkiyelilik”gibi tanımlar, giderek geniş bir “taraftara” dayanmaklabirlikte henüz resmi düzeyde kabul görmemektedir.Son açılım süreci bu doğrultuda bir eğilimi ifade etsede ne kadar işe yarayacağı konusunda emin değildirler.Öcalan tarafından dillendirilse de Kürtler tarafındankabul görme olasılığının zayıf olduğunu da biliyorlar.

“Türkiye ulusu” tanımında Kürtler, sözcükdüzeyinde var. Ama ulus gerçeği, inkâr ediliyor; inkâr,gerçekliğinin çarpıtılması, “etnik unsur” derekesineindirgenmesi biçiminde olmaktadır. Bu tanımda, bütün“unsurlar” alt-kimlik olarak tanımlanıyor gibiyansıtılıyor. Ama bu çok büyük bir yanılsamadır.Adına ne denirse denilsin, “kucaklayıcı”, kapsayıcıolarak gösterilen teori, resmi Türk ulus teorisinin, cilatutmayan biçiminden başka bir şey değildir.

Diğer halklar ve gruplar bir yana iki farklı ulusolan Türkleri ve Kürtleri, ortak bir üst-ulus kimliğindebütünleştirmek, bunu birkaç kalem darbesi ve kelimeoyunu ile başarmayı sanmak, sadece somut güncel vetarihsel gerçekliklerle oynamak değil, aynı zamandakendi kendini de kandırmaktır. Bugün yapılan bu…

Kürtler açısından en sıradan demokratik çözümünanahtar kavramı, mihenk taşı şudur: Kendilerini nasılgörüyor ve tanımlıyorlar? Yani bir ulus mu, yoksa“Türkiye ulusunun”, böyle bir üst-kimliğin parçası,unsuru bir topluluk mu?

Öncelikle bu soruyu doğru ve ikirciksiz birbiçimde yanıtlamalıdırlar. Aslında bu sorunun kendisive yanıtı ‘70’li yıllarda çözülmüştü. O dönemde “bir

ulus muyuz, ulus değil miyiz” sorusunun tartışılmasıbile anlamsız ve geri bulunuyordu. Sorun şöylekonuluyordu:

Kürdistan bir ülkedir, bütün hakları ve her şeyielinden alınan inkâr ve yok edilmek istenen sömürgebir ülke, Kürtler sömürge bir halktır. Onun bağımsızlıkve özgürlüğe ihtiyacı vardır. Bunun için mücadeleetmek kaçınılmazdır!

Ancak ne yazık, Kürt ulusunun kaderini vegeleceğini kendisine ve yaşamına bağlamış Öcalan, bubasit gerçekleri ve onların bilincini tersyüz etmek,çarpıtmak ve bunları resmi çizgi bağlamında yenidenüretmek için yoğun bir çaba sergilemektedir. Bununsonucunda birçok kavram ve değer tersyüz edildiğigibi ulus kavramının da içi boşaltıldı; dahası resmiulus teorisi bilinçlere ve bilinç altına işlenmeye devamediliyor. Bundan dolayı ‘70’li yıllarda tamamlanantartışmaları yeniden yapmak durumunda kalıyoruz.

Kendini ulus olarak tanımlamayan bir tarafın,kendini “barış tarafı” olarak tanımlarken eşit birkonumda görmesi mümkün mü? Kürt tarafı son 10yıldır neden kendisini eşit bir taraf olarak görmüyor?Rastlantı mı?

Kendi kendini tanımlarken bir “unsur”, bir parça,bir “alt-kimlik” olarak tanımlayanların, kendileriniruhsal ve düşünsel olarak eşit görmeleri mümkün mü?

Teslimiyet ve tasfiye çizgisi olan İmralı, Kürtleriher açıdan ve cephede silahsızlandırmayaçalışmaktadır; en önemlisi de bilinç ve ruh düzeyindevurduğu darbelerdir… 86 yıldır cumhuriyetinyapamadığını yapmaya çalışmak ve bunu büyük birpişkinlik ve pervasızlıkla yapmak tarihimizin tanıkolduğu en kapsamlı tasfiye hareketi değilse nedir?Peki, bunun vebali az bir şey mi? Bunda bu süreceonay verenlerin tarih karşısında kendini aklamaşansları var mı?

3 Kasım ‘09

“Demokratik Türkiye ulusu”hakkında birkaç söz -II-

M. Can Yüce

Kayıp yakınları eylemdeİstanbul Şubesi ve kayıp yakınlarının, kayıpların bulunması ve sorumluların yargılanması talebiyle

Galatasaray Lisesi önünde gerçekleştirdikleri buluşmaların 240.’sı 31 Ekim günü Galatasay Lisesi önündegerçekleştirildi.

Kayıp yakınlarının bu haftaki buluşmasında; 14 yıl önce gözaltına alınarak kaybedilen 3 köylünün dosyasıaçıldı.

İHD İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon adına açıklamayı Hasan Ocak’ın ağabeyiHüseyin Ocak gerçekleştirdi. Ocak yaptığı açıklamada, 27 Ekim 1995’te, Binbaşı Mehmet Emin Yurdakulkomutasındaki Yüksekova Komando Taburu ile Bolu Komando Tugay Komutanlığı’na bağlı askerlerin,Hakkari’nin Yüksekova ilçesine bağlı Ağaçlı köyüne askeri bir operasyon düzenlediklerini belirtti.

Ocak, bu operasyonda 73 yaşındaki Şemsettin Yurtseven, 18 yaşındaki Mikdat Özeken ve 13 yaşındakiMünür Sarıtaş’ın askerler tarafından gözaltına alınarak askeri bir araçla götürüldüklerini ve bir daha daonlardan haber alınamadığını söyledi. Ailelerin yaptığı tüm başvuruların sonuçsuz kaldığını söyleyen Ocak,yüzlerce köylünün gözleri önünde askeri araçla götürülen 3 köylü için tüm resmi kurumların, “Gözaltınaalınmamışlardır” dediklerini belirtti.

Açıklamada, devlet adına çalışan itirafçı Kahraman Bilgiç’in 3 köylünün katledilişini anlattığı ifadeleri dehatırlatıldı.

Ocak, 2003 yılında işbaşında olan AKP hükümetine, dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek’e ve BaşbakanErdoğan’a seslenerek, suçu kabullenmenin yetmeyeceğini söyledi. Suçluların yargılanması, üç köylününakıbetlerinin açıklanması için ne yaptıklarını ve AİHM kararında adı geçen Binbaşı Mehmet Emin Yurdakulhakkında ne işlem yaptıklarını sordu. AİHM kararında da adları geçen faillerin Ergenekon kapsamındayargılanmalarını istedi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 30: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

Zindanlar yıkılsın, tutsaklara özgürlük!30 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/43 H 06 Kasım 2009

Sincan F Fipi Cezaevi’nden mektup...

“Ekim Devrimi’nin 92. yılınıtüm coşkumuzla,

özgürlüğe olan tutkumuzla selamlıyoruz!”Merhaba yoldaşlar,Bir kez daha merhaba! Öncelikle nasılsınız diye

soralım? Bizler bildiğiniz gibi gayet iyiyiz. EkimDevrimi’nin 93. yılına gireceğimiz şu günlerde tatlı birtelaş ve coşku içindeyiz. Bu mektupta coşkumuzusizlere de iletmek istedik.

***Doğa uyanırken hayata, toprak gebeyken yeni

doğumlara, mavi sarmış onu sonsuzluğuyla. Mavigökyüzü olmuş, deniz olmuş. Sevdalanmış, adıözgürlük olmuş.

Düşmanları da olmuş mavinin. Onun özgürlüğeolan sevdasından korkmuşlar. Gökyüzüne, denizlereyıllarca sürecek bir savaş açmışlar. Ve maviyi “tutsak”almış, hapse koymuşlar…

Mavi soğuk duvarlar arasında demir kapı olmuş,camları boyalı pencereleri saran demir parmaklıkolmuş. Düşmanları sanmışlar ki; zafer kazandılar,mavinin özgürlüğe olan sevdasını doğanın karnındansöküp kopardılar. Sanmışlar, çünkü hayatı hep kendiördükleri duvarların içinde yaşamışlar ve yalnızcaduvarların içinden bakmışlar. Yıllar böyle sürmüşgitmiş. Onlar maviden kurtulduklarını sanmakta, doğamaviyi düşmanlarından sakınmakta…

Maviyi tutsak ettikleri gibi bizi de tutsak ettilerduvarların ardına. Şimdi biz yalnızca 30 adımda sonugelen, etrafı duvarlarla örülü havalandırmamızdayız.Başımızın üstünde telaşlı kuşlar, yıldızlar, ay…Başımızın üstünde her günbatımında kızıllığı koynunaalan özgür bir mavi. Yalnız biz biliyoruz onun tutsakedilemeyeceğini. Ve onun sevdasına tutkunyüreğimizle hapishane duvarlarına inat göğe salıyoruzözgür düşlerimizi, öfkemiz büyüdükçe denizleşiyoruz.Sonsuz bir maviliğe çalıyor benliğimiz…

“Tutsaklığımızda” dışarıyı yaşıyoruz. Yüreğimizkavganın ortasında atıyor. 1917’de Rusya’da BolşevikParti öncülüğünde gerçekleştirilen Büyük SosyalistEkim Devrimi’nin 93. yılına giriyoruz. Bizler, işçisınıfının Büyük Sosyalist Devrimi’ni tüm coşkumuzla,özgürlüğe olan tutkumuzla selamlıyoruz. 93. yılvesilesiyle tarihin sayfalarına geri dönüp baktığımızda,Ekim Devrimi’nin gerçekleştiği süreçte dünyadaemperyalist paylaşım savaşlarının yaşandığınıgörüyoruz. Bu dönemde kapitalist çarklarını daha dasağlamlaştıran büyük devletler bir yandan daemperyalist saldırganlıklarıyla dünya halklarına kankusturmaktadırlar. Birinci Dünya Savaşı’nın içindeolan Rusya’da da burjuvazi kendi işçi sınıfının kanıüzerinden çarklarını büyütme planları yapmaktadır.Ancak Rusya’da, işler burjuvazinin istediği gibigitmemiş ve Rusya işçi sınıfı emperyalist ile kapitalistpolitikaları reddederek, burjuvaziye karşı tarihe adınıaltın harflerle yazdıracak bir sosyalist devrimgerçekleştirmiştir. O dönemde dünyanın tablosunabaktığımızda işçi sınıfı adına kapitalizminvahşetinden, savaşlarından, açlıktan, ölümlerden başkabir şey görünmezken, Rusya’da gerçekleşen bu devrimtüm dünya halklarına, işçilere, emekçilere bir umutışığı olmuştur. Ekim Devrimi bir kıvılcım yakmış, bukıvılcım giderek pek çok ülkeye yayılmış, bu

ülkelerdeki işçi sınıfı mücadelelerini tetiklemiş, yenidevrimler doğurmuştur. Artık, dünyayı kendi tekelindeolarak gören emperyalist efendilerin karşısında buyağmaya “dur” diyen bir işçi sınıfı durmaktadır.

93 yıl önce yazılan bu tarihin sayfalarını çeviripbugüne geldiğimizde Ekim Devrimi’nin günümüze deışık tuttuğunu görüyoruz.

“Tarih sınıf savaşımları tarihidir” der Karl Marks.Bugün için sınıf savaşı burjuvazinin üstünlüğüylesürüyor. Ancak burjuvazinin temsil ettiği kapitalistideoloji kendi çelişkileriyle giderek daha da çürüyor.Kapitalizm, yaşadığı her gün, işçi sınıfı ile burjuvaziarasındaki uçurum daha da derinleşiyor. Kapitalistlerinaşırı kâr hırsı sürekli yeni krizler doğuruyor. Öteyandan krizlerin yol açtığı yoksulluk, açlık, savaşlarbu sisteme yeni “mezar kazıcıları” yaratıyor.

Bugün Türkiye’de açlık sınırı sermayeninsözcülerinin dillendirdiğine göre yaklaşık 1.200 TLiken, yeni açıklanan rakamlara göre Türkiye’nin enzengin ailesi Koç ve Sabancılar’ın geliri 6 milyondoların üzerine çıkıyor. Bir gazete haberi “krizde enyoğun stresi yaşayan kesimlerin başında gelen işadamları ve aileleri, zor psikolojik koşullar altındaalışveriş yerine farklı deneyimler yaşamayı tercihettiler” diye yazarak onların seyahat planlarındanbahsederken, kriz nedeniyle işten atılan, ev kirasınıödeyemeyen, çocuğunu okula gönderemeyenmilyonlarca emekçi intihara sürükleniyor, cinnetgeçirip akıl almaz cinayetler işliyor. Sermaye, krizikendi cephesinden kolaylıkla atlatabilmek için İMF-DB gibi emperyalist efendilerle işbirliği yapıyor.Vergilerle, zamlarla, sağlık, eğitim gibi temel haklarınpiyasalaştırılmasıyla krizin faturasını işçi sınıfınınsırtına yüklüyor. Ve kapitalizm her sarsıntılı sürecindebilinçten yoksun ve örgütsüz bir tablo sergileyen işçisınıfının sırtına yaslanarak yeniden doğruluyor. Sınıfbilinciyle hareket eden burjuvazi kendi sistemininçürük olduğunu biliyor ve çürüdükçe saldırılarınıartırıyor. Bu yüzden şu an hala ağır bir şekilde yaşanankriz döneminde sermayenin efendilerinin Karl Marks’ıyeniden hatırlamalarına hiç de şaşırmamak gerekir.Karl Marks, daha yüzyıllar öncesinden işçi sınıfınınkurtuluşunun ancak sosyalizmle olacağını söylemiştir.“Sermaye, ölü emektir ve ancak vampir gibi canlıemeği emerek yaşayabilir, ve ne kadar çok emek

emerse, o kadar çok yaşar” diyerek kapitalizmingerçek yüzünü teşhir etmiş, onun bir gün tarihinçöplüğüne gömüleceğini ilan etmiştir. İşte burjuvazibu gerçeğin bilincinde olduğu için onunlayüzleşmekten korkmaktadır. İşçi sınıfının devrimcibaşkaldırısından korkmaktadır. Ekim Devrimi’nin bizebıraktığı mirastan korkmaktadır. Korktuğu içinsaldırısını yalnızca ekonomik alanla sınırlamaz,ideolojik olarak da saldırır. Nasıl mı? Hatırlayalım:İMF-DB başkanı Türkiye’ye gelişinin arifesinde“sosyalist” olduğunu ilan etmemiş miydi? Koç’unsponsorluğunda gerçekleştirilen Bienal’in sözcülerivahşi kapitalizmin karşısında “Ya barbarlık yasosyalizm” dememişler miydi? Sermaye cephesindengelen bu “cüretkâr” çıkıştan hiç de onların değiştiğinizannetmiyoruz. Ortada bir değişim varsa bu da ancaksermayenin sosyalizmin içini boşaltıp, onukendilerince değiştirme çabalarıdır. Yani onların“sosyalizm”i sınıf savaşını gölgeleyerek, “ebedi düzen(!)” “kapitalizm içerisinde sorunsuz nasıl yaşanır?”yanıtıdır. Ya da kapitalizmin tek alternatifininsosyalizm olduğunu iyi biliyor olmalarından kaynaklıve işçi sınıfının bu alternatifi görebilme olasılığınakarşı zihin bulanıklığı yaratmak ve sınıfın karşısınaçıkıp, “sizin aradığınız sosyalizm işte bizimdüşüncelerimizdir” demektir.

Kapitalizmin vahşetini her geçen gün artırdığı,sosyalist ideolojiye azgınca saldırdığı bir dönemdeEkim Devrimi’nin bize bıraktıklarını bir kez dahahatırlamak ve hayata geçirmek bugünün acilihtiyacıdır.

Ekim Devrimi, sağlıktan eğitime, ulaşımsorunundan barınmaya, kadın sorununa kadar bugünkapitalist sistem içerisinde çözülmez görünen pek çoksorunun, tüm zenginlikleri yaratan işçi sınıfınıniktidarında nasıl kolayca çözülebildiğini ve insandanyana, eşit, özgür bir geleceğin ancak sosyalizmlemümkün olabileceğini göstermiştir.

Gün gelecek yaşamı “demir parmaklıklardan değil,asma bahçelerden” seyredeceğimiz günleri yazacaktarih sayfaları. O gün tüm renklerin yılları bulantutsaklığı son bulacak, maviler ve tüm renkler özgürolacak. Tüm dostları, yoldaş2ları mavi düşlerimizinsonsuzluğu ile kucaklıyoruz.

BDSP’li tutsaklar

Page 31: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

Sessiz sedasız bir şekilde ülkeye girişleri beklenen ve devletin büyük bir lütfuymuş gibi gösterilmeyeçalışılan barış gruplarının ülkeye gelişleri Kürt halkı tarafından tüm Kürdistan illerinde ve ülkenin birçokbölgesinde şenliklerle ve şölenlerle karşılandı. Ardından şovenizm önce hükümet ve ordu, ardından sivilfaşist beslemeler tarafından tırmandırılmaya başlandı. Her kesimden ağzı salya dolu açıklamalar gelmeyebaşladı. “Şehit aileleri” edebiyatıyla ülkenin bir çok yerinde şovenist eylemler ve mitingler tezgahlandı,linç girişimleri gerçekleştirildi.

Sermaye devletinin kalemşörleri de duruma el attı. “Vatan-millet-Sakarya” teraneleri gazeteköşelerinde ve medyada boy göstermeye başladı. Foseptik çukurunda debelenen kimi yazarlar iseağızlarındaki pisliği kusmak için yarışa koyuldular. Bunlardan Akşam gazetesi yazarı Serdar Turgut öneçıkanlar arasında bulunmaktadır. Bu pisliğe bulaşmış yazar müsveddesi “PKK Teröristi OlmadığımaPişmanım” başlıklı köşe yazısında Kürt halkının yıllarca onuruyla yürüttüğü mücadeleye azgınca diluzatmaktadır. “Dağdan gelenlerin” hem “devlet” hem de Kürt halkı tarafından iyi karşılandığından demvuran Turgut, “Devlet bana bir gün bile iyi davranmadı. Beni hiç sevmedi. Bu PKK'lıların adaletsisteminden gördüğü anlayışı ben hiçbir zaman göremedim” diyerek veryansın etmektedir.

Kürt halkının her gün onlarca şehit verdiği mücadelesine minik beyniyle atıfta bulunan zat, “PKK'lıolarak dağa çıkabilir, arada bir dağdan inip birkaç Türk öldürebilirdim. No problem. Bu benim için birsorun yaratmazdı. PKK'nın basın hücresinde militan olarak yer alırdım, olur biterdi iş. Canım sıkılıncaarada bir dağdan inip yayın yönetmeni öldürürüm, her şey yoluna giriverirdi. Tıkır tıkır işlerdi bütünherşey” diyerek kin kusmaya devam etmektedir.

Kürt halkının katline yıllarca çanak tutan, Kürt çocuklarının kanı üzerinden şizofrenik nutuklar atan,hem cinsel hem ulusal hem de sınıfsal olarak sömürüye maruz kalan Kürt kadınlarına yöneliksermayenin kolluk güçleri tarafından uygulanan taciz ve tecavüzlere ağzı salyalı bir şekilde sahip çıkaniğrençlik abidesi yazar, Kürt kadınları şahsında Kürt sanatçı Rojin'e zehir dolu dilini uzatmaktan da geridurmamaktadır.

Kuş beyniyle yıllarca Kürt ulusunun mücadelesini karalamak için yazılan iğrenç senaryoları kendinedayanak yaparak “dağda toplu seks partileri yapıldığı”nı ima etmeye çalışan Serdar Turgut, “...dağdaÖcalan'ın açıklamalarıyla anladığım kadarıyla arada bir toplu seks partileri de oluyor. Bunlara damutlaka militan bir aktiflikle katılırdım. Bugüne kadar hoşlandığım PKK'lı bir kadın henüz görmedimama olsun. Dağda bulamazsam da bir hücre oluşturup, şehri basıp Rojin'i dağa kaldırıverirdim olurbiterdi. Hatta belki Rojin'e evlenme bile teklif edebilirdim. Rojin ile evliliğimin şu andaki evliliğimdendaha tehlikeli ve dehşet verici geçmesi de mümkün değildi” diyerek iğrençliğin sınırı olmadığınıgöstermektedir.

Rojin'in bu iğrençlik karşısında, Serdar Turgut'un yazısını barışa düşman bir manevra olarakgördüğünü belirttikten sonra “Serdar Turgut, bu çirkin amaç için adımı da aynı çirkinlikte kullanmıştır.‘Dağa kaldırmak’, ‘seks kölesi yapmak’ gibi ağzı salyalı erkek edebiyatının en ucube cümlelerinifütursuzca kullanmaya cesaret etmesinin nedeni benim Kürt olmam mı hele de kadın olmam mıdır?”demesi üzerine söylemlerini düzeltmek zorunda kalan sermaye uşağı bu zat, aklınca kelime oyunuyaparak kendini mağdur göstermeye çalışmakta, kargaların bile tiksintiyle bakacağı “mizah anlayışı”nınanlaşılmadığından dem vurmaktadır. Ardından açılım sürecine de destek verdiğini belirterek yazınınHabur'da yaşananlara ve sonrasındaki gelişmelere tepki olduğunu belirtmeye çalışmaktadır.

Ruhlarını çanaklarını yaladığı efendilerine satmış olanlar Kürt halkının yıllardır yaşadığı baskı vezulümden, inkar ve imhadan bir şey anlayamazlar. Kürt halkının haklı ve onurlu mücadelesinikaralamayı kendilerine iş edinirler. Serdar Turgut gibileri yıkılmaya mahkum olan sermaye düzenlerininaltında ezilmekten kurtulamayacaklardır.

A. Güney

CMYK

MücadelePostası

Şair Nedim Cd. Küçük İş Merkezi Kat 3 No: 40 Beşiktaş / İSTANBUL (Ekim Gençliği Bürosu)

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

EKSEN Yayıncılık Büroları

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

Halklar arasına kin vedüşmanlık ekmeye çalışanlar

fırtına biçecekler!

Derneğimiz Gökkuşağı'nın 2009 sonbahar programıkapsamında örgütlediği seminer dizilerinden "İsviçre’desendikalar ve iş hukuku" konulu semineri, 1 KasımPazar günü, 200 bin üyeli UNIA sendikasınınyöneticilerinden biri olan deneyimli bir sendikacınınkatılımıyla derneğimizde gerçekleştirdik.

İsviçre’deki iş kanunu ve sendikal yasalara hakimolan konuşmacının, örneklerle zenginleştirdiği canlısunum katılımcılar tarafindan ilgilyle izlendi.

Canlı tartışmaların yaşandığı seminerde İsviçre’desendikaların yasal zemin ve dayanaktan yoksun olduğu,hatta sıradan bir dernekten daha farklıdeğerlendirilemeyeceği ifade edildi. Asgari ücretinyasayla belirlenmediği ender ülkelerden biri olanİsviçre’nin sendikal kanunlarının da muz cumhuriyetiAfrika ülkelerindekilerden daha geri olduğunu aktarankonuşmacı, demokrasinin beşiği gibi algılananİsviçre’de herşeyin işverenlerin iki dudağı arasındaolduğunu, zaman zaman toplu sözlesmelerin iş verenlertarafından tek taraflı fesh edilmesinin bileyaşanabildiğini belirtti. Konuşmacı, çoğunluğu göçmenkökenli emekçilerin (başta İtalyanlar ve Fransızlar) bellibir taban örgütlenmesi olmasından kaynaklı toplusözleşmelerin imzalanabildiği ifade etti.

Seminerde dile getirilen çarpıcı bir açıklama da, heryıl sendikaya katılan yeni üye sayısı kadar emekçinin,sendikaya olan güvensizlikten dolayı üyelikten istifaettiği bilgisiydi.

30’un üzerinde katılımcıyla gercekleştirilen seminersoru-cevap ve canlı tartışmalarla son buldu.Önümüzdeki dönemde farklı konu başlıkları ileseminerler dizisini sürdürmeye devam edeceğiz…

Basel BİR-KAR

DTFC'de faşist saldırıAnkara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğraya Fakültesi'nde 2 Kasım günü devrimci, demokrat ve

yurtsever öğrencilere bir grup faşist sadırdı. Yemekhanede meydana gelen saldırı öğlen saatlerinde gerçekleştirildi. Faşistlerin saldırısını geri

püskürten öğrenciler okuldan toplu çıkış yaptı. Çevik kuvvetin, Dil Tarih-Coğrafya Fakültesi bahçesinde kurduğu barikat ile faşistleri koruduğu

çatışma sonrasında, devrimci, demokrat ve yurtsever öğrenciler, okulun önünde saldırıya karşıdayanışmaya gelen diğer öğrencilerle birleşerek sloganlarla Sakarya Caddesi'ne doğru yürüdü.

Sakarya Caddesi'ne gelindiğinde basın açıklaması gerçekleştirildi. Faşist saldırılara karşı mücadelenin süreceğinin ifade edildiği açıklamada, saldırının dışarıdan gelen

bir grup tarafından provokasyon amacıyla düzenlendiğini belirtildi.

Basel’de seminer

Page 32: Sİ Kizil Bayrak 2009-43

Ek

im D

evri

mi

92.,

Yen

i E

kim

ler’

in P

art

isi

11. y

ılın

da!