tÜrkİye’nİn meselelerİ ve ÇÖzÜm Önerİlerİ · bu raporda, türkiye’nin kendi kendine...
TRANSCRIPT
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
1
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
NE YAPMALI?
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ TEKNOLOJİ ARAŞTIRMA MERKEZİ (TEKAM)
Ergün Çetin Elektronik Mühendisi Araştırmacı [email protected]
GİRİŞ
İktisadi, içtimai ve siyasal gelişimle ifade edilen Modernleşme bütün toplumların ülküsüdür. Modern toplumlar
yüksek hayat standartları geniş kişisel özgürlükleri ile geleneksel anlayışları insani gelişime uyarlama özelliğine
sahiptir. Muasır medeniyet seviyesine ulaşmayı, 2023 yılında dünyanın 10 en büyük devletinden biri olmayı
hedefleyen Türkiye’nin kalan 12 yılda aşması gereken önemli sorunları vardır.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından her yıl yayınlanan İnsani Gelişme Endeksine göre
Türkiye 2009 yılında 182 ülke arasında 0,806’lık insani gelişme endeksiyle 79.sıradadır. Norveç’in ilk sırada
olduğu insani gelişim endeksinde ilk sıralarda G8 ve bizim dışımızdaki OECD ülkeleri yer alırken Nijerya son
sıradadır. BM insani gelişim endeksiyle, kalkınmanın ülke insanına yansımasını ölçerek ülkelerin gelişmişlik
düzeyini sıralamaktadır. Türkiye yüksek gelişme düzeyi olarak kabul edilen 0,800’ün üzerinde bir değere sahip
olmasına rağmen 78 ülkeden geride olması da yadsınamaz. Eğitim, sağlık, gelir dağılımı, çocuk ve kadınların
toplum hayatında ki durumu, fertlerin satın alma gücü, saygın yaşam düzeyi gibi ölçütler esas alınarak
hazırlanan insani gelişim endeksinde Türkiye’nin Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) daha düşük ülkelerden geride
olmasının nedeni eğitim ve sağlık sorunları, kadınların toplum hayatında geri planda kalması olarak
görülmektedir. Bu durumda Türkiye ye eğitim, sağlık ve cinsiyet ayrımcılığı konularında ciddi reformlar yapması
gerektiği tavsiye edilmektedir.
Türkiye’nin uluslar arası ölçekte gelişmişlik düzeyi bu şekilde görülürken işsizlik, ekonomi, gelir dağılımı
adaletsizliği, eğitim ve terör gibi sorunlar vatandaşın günlük yaşamını olumsuz etkilemekte devleti
yönetenlerden sorunlara çözüm beklemektedirler. Halka yönelik yapılan anketlerde ve gündemde en çok kalan
siyasi tartışmalara baktığımızda da bir paralellik görülmekte; terör, işsizlik, eğitim, gelir dağılımı, yoksulluk,
ekonomi, hukuk düzeni, sağlık, yolsuzluklar, iç-dış borçlar ile vb. alanlarda ki sorunlar Türkiye gündemini
belirlemekte ve sorunların çözümüne yönelik tartışmalar birbirini kovalamaktadır. Dünyadaki gelişmiş modern
ülkelerin birçoğu 2008 ekonomik krizine kadar bu gibi temel sorunlardan önemli ölçüde muzdarip değildi, 2008
küresel kriziyle işsizlik ve ekonomik sorunlar baş gösterse de daha sonra alınan önlemlerle o sorunlarını da hızla
aşabiliyorlar. Türkiye ise çok uzun yıllar kangren olmuş aynı problemlerle mücadele etmesine rağmen temel
sorunlarından kurtulamamaktadır.
Türkiye içinde bulunduğu sorunlardan kurtulacak potansiyele ve kaynaklara sahiptir. Küreselleşme adına
birtakım iç ve dış dayatmalarla Türkiye’nin yönünün değiştirilmesi çabalarına prim vermeksizin ama demokratik,
sosyal ve hukuk devleti nizamı öncülüğünde ulusal kaynaklarımızın optimum kullanımıyla ülkemiz muasır
medeniyetler seviyesine ulaşacaktır.
Bu raporda, Türkiye’nin kendi kendine yeterliliğinin kalkınmasının modernleşmesinin önündeki en önemli
problemlerinin temelinde yatan meseleler araştırılmış ve buna göre öncelikle çözümlenmesi gereken sorunlar
incelenmiş ve çözüm önerilerinde bulunulmuştur.
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
2
I. GÖÇLER
İnsanların doğal, ekonomik, sosyal ve siyasal nedenlerden dolayı sürekli yaşadığı memleketlerden
başka memleketlere doğru toplu veya bireysel olarak yerleşmelerine göç denilmektedir. İnsanların bir
umudun peşine düşerek doğup büyüdükleri memleketlerinden göç etmelerinden kaynaklanan genel
sorunların çözümü, göçlerin önlenmesine yönelik çözümlerden daha külfetlidir.
Göç kavramları,
Net göç: Belirli bir alanın aldığı göçle verdiği göç arasındaki farktır. Alınan göç verilen göçten fazla ise
net göç vardır.
İç göç: Ülke sınırları içerisinde gerçekleşen göçlerdir.
Mevsimlik göç: Çoğunlukla yaz mevsimlerinde inşaat, turizm ve tarım alanlarında çalışmak üzere
geçici müddet çalışmak üzere gerçekleşen göçlerdir.
Dış göç: Bir ülkeden başka bir ülkeye doğru yapılan göçlerdir. Savaş, baskı, mübadele, ekonomik,
eğitim ve iş imkânları nedenleriyle dış göçler gerçekleşmektedir.
Beyin göçü: Bilim ve tekniğin gelişmesine katkıda bulunabilecek iyi yetişmiş nitelikli insanların, daha
iyi çalışma olanakları sunan gelişmiş ülkelere göç etmesidir.
Ekonominin üç temel sektörü; tarım, sanayi ve hizmet sektöründen, tarım işgücünün tarım dışı
sektörlere yönelmesi göçler nedeniyle gerçekleşmektedir. Ekonomik, sosyal, siyasal sebep ve
sonuçlarıyla Türkiye’nin en önemli sorunlarının öncelikli kaynakları iç göçler ve beyin göçüdür. İç
göçler ekonomik istikrarsızlık, işsizlik ve asayiş sorunlarına yol açarken; beyin göçü, bilimsel ve
teknolojik gelişmenin kalkınmanın yavaşlamasına neden olmaktadır.
a) İç Göçler:
Emeğin ülke içi hareketiyle sektör değişimi olarak da tanımlanabilen iç göçler önceleri çoğunlukla
şehir kırsalından il merkezlerine doğru gerçekleşirken, daha sonra büyük şehirlere ve yakın çevredeki
gelişmiş illere doğru kentten kente yaygınlaşmıştır. Yaklaşık 60 yıldır süren iç göçler günümüzde de
yoğun şekilde artarak devam etmektedir. Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında toplam nüfusun dörtte
üçü köylerde yaşıyorken günümüzde bu oran tersine dönmüş durumdadır (Tablo 1).
1980’li yıllarda artış kazanan iç göçler sonucunda kentleşme oranı hızla yükselirken kırsal alanlarda 2
milyon hektardan fazla tarım arazisi terk edilmiş, tarım ve hayvancılık gerilemiştir. 1980’li yıllara
kadar dünyada gıda ambarı olarak görülen, ürün çeşitliliği ve bolluğu bakımından kendi kendine
yetebilen ve ihraç eden Türkiye birçok üründe iç tüketimi karşılayamaz hale geldiğinden hayvancılık
ve hububat alımında ithalata yönelmiştir. Tarımsal ve hayvansal kaynaklar beslenme ihtiyacının
karşılanması yanısıra birçok sanayi iş kolunun da ana hammaddesini oluşturmaktadır. Türkiye
yüzölçümünün %36’sını kaplayan 28 milyon hektarlık tarım arazisi maalesef uygun nitelikte
kullanılamamaktadır. 8,5 milyon hektarlık ekonomik sulanabilme imkânına sahip tarım arazilerinin 4
milyon hektarlık kısmının sulanabiliyor olması, çoğunlukla kuru tarım yapılması, arazilerin hala nadasa
bırakılması, modern yöntemlerde bilgi eksikliği, tarım iş gücünün sürekli azalması vb. sorunlar
sonucunda tarımın Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) içindeki payı 1927’de %43 iken günümüzde %8’lere
gerilemiştir. Göçlerle terk edilen kırsal alanlarda ziraatçılık ve hayvancılık azalırken, doğu
bölgelerimizde kalan kırsal kesimde göçlerin yanısıra terör nedeniylede tarım ve hayvancılık
gerilemektedir.
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
3
Tablo:1. Türkiye de kentleşme oranları
Sayım Yılı Toplam Nüfus Şehir oranı % Köy oranı %
1927 13 648 270 24.22 75.78
1940 17 820 950 24.39 75.61
1950 20 947 188 25.04 75.96
1960 27 754 820 31.92 68.08
1970 35 605 176 38.45 61.55
1980 44 736 957 43.91 56.09
1990 56 969 109 59.10 40.90
2000 67 803 927 64.90 35.10
2010 72 561 312 75.50 24.50
Türkiye’de toplam olarak 2007/2008 döneminde 2.273.492 kişi, 2008/2009 döneminde 2.236.981
yerleşim yerlerini değiştirmişlerdir. Göçlerin çoğunlukla Güneydoğu ve Karadeniz illerinden sahil
kesimlerindeki Batı ve gelişmiş İç Anadolu illerine doğru olduğu görülüyor (Tablo 2). Diğer dikkat
çeken husus ise işsizliğin yoğun olduğu kent merkezlerinden sanayileşmiş şehirlere doğru göç
hareketleri olduğu gibi işsizlik oranı daha düşük iller de göç verebilmektedir. Tarım arazilerinin
yetersiz ve eşitsiz dağılımı hızlı nüfus artışı miras nedeniyle bölünmelerle kişi başına düşen tarım
arazilerinin daralması (1965’de 26,7 dekar – 2000’de 22 dekar), topraksız köylü oranının fazlalığı
(1998’de %40) gibi nedenlerden kaynaklanan ekonomik tatminsizlik ve sosyoekonomik beklentiler
göçleri teşvik etmektedir.
Türkiye’de iç göçlerin nedenleri:
Kırsal alanlardaki hızlı nüfus artışı.
Miras yoluyla tarım alanlarının daralması, topraksız köylü oranının fazlalığı.
Tarım alanlarının ve sulama imkânlarının yetersizliği.
İklim ve yer şekillerinin olumsuz etkileri ile doğal afetler, deprem, sel, kuraklık ve erozyonlar.
Tarımda makineleşmenin artması ve buna bağlı olarak tarımsal işgücüne ihtiyacın azalması.
Ekonomik istikrarsızlık ve sosyal problemler.
Terör ve töre baskısı.
Kırsal alanlarda Eğitim ve sağlık hizmetlerinin yetersizliği.
Kentlerde istihdam ve iş olanaklarının fazlalığı.
Kentlerde eğitim ve sağlık gibi kamu hizmetlerinin yaygınlığı.
Akraba ve tanıdıkların daha önce göç etmiş olmasının teşviki.
Ulaşım ve iletişim alanlarındaki gelişmeler.
Yüksek gelir beklentisiyle daha iyi sosyoekonomik düzeye yükselme arzusu.
İç göçlerin sonuçları:
Ülke genelinde nüfus dağılımı dengesizleşir, kent nüfuslarında aşırı artışlar görülür.
Yatırım dengesi bozulur.
Kentler düzensiz ve çarpık genişler.
Sanayi tesisleri kent içinde kalır ve çevreyi kirletir.
Kentlerde konut sıkıntısı çekilir.
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
4
Alt yapı hizmetlerinde yetersizlikler görülür.
Kentlerde işsizlik oranı artar ve nitelikliler daha düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalırlar.
Kentlerde arz/talep dengesi bozulur, ekonomi olumsuz etkilenir.
Başta çocuk ve gençlerde olmak üzere kültürel farklar uyum sorunları oluşur.
Yerel kültürlerden uzaklaşılır, akraba bağları ve aile yapıları zedelenir.
Asayiş sorunları artar.
Tablo:2.Göçler ve illere göre işsizlik oranları
TÜRKİYE'DE 2007/2008 VE 2008/2009 DÖNEMLERİNDE BELLİ BAŞLI İLLERİN GÖÇ DURUMU *(TUİK)
İl ADNKS 2008
Nüfusu Aldığı Göç Verdiği Göç Net Göç Net Göç Hızı
ADNKS 2009 Nüfusu
Aldığı Göç Verdiği Göç Net Göç Net Göç Hızı İşsizlik
Oranı %
Adana 2.026.319 45.493 58.316 -12.823 -6,31 2.062.226 53.685 54.109 -424 -0,21 26,5
Ankara 4.548.939 156.760 126.198 30.562 6,74 4.650.802 168.193 131.114 37.079 8,00 13,6
Antalya 1.859.275 92.031 55.806 36.225 19,68 1.919.729 75.696 58.632 17.064 8,93 12,7
Bursa 2.507.963 82.964 47.370 35.594 14,29 2.550.645 66.615 56.368 10.247 4,03 14,7
Diyarbakır 1.492.828 31.677 47.777 -16.100 -10,73 1.515.011 32.384 43.918 -11.534 -7,58 20,6
Erzurum 774.967 18.999 43.585 -24.586 -31,23 774.207 24.830 33.681 -8.851 -11,37 7,9
Eskişehir 741.739 31.731 21.970 9.761 13,25 755.427 32.346 23.225 9.121 12,15 15,2
Gaziantep 1.612.223 37.184 36.229 955 0,59 1.653.670 36.075 34.125 1.950 1,18 17,4
Mersin 1.602.908 46.776 50.110 -3.334 -2,08 1.640.888 48.377 49.209 -832 -0,51 17,6
İstanbul 12.697.164 374.868 348.193 26.675 2,10 12.915.158 388.467 348.986 39.481 3,06 16,8
İzmir 3.795.978 117.067 89.819 27.248 7,20 3.868.308 116.390 89.517 26.873 6,97 16,2
Kayseri 1.184.386 30.021 28.621 1.400 1,18 1.205.872 31.075 28.831 2.244 1,86 14,1
Kocaeli 1.490.358 63.965 40.947 23.018 15,56 1.522.408 60.432 48.399 12.033 7,94 17,0
Konya 1.969.868 45.502 56.760 -11.258 -5,7 1.992.675 46.042 51.006 -4.964 -2,49 10,8
Manisa 1.316.750 38.301 35.458 2.843 2,16 1.331.957 28.781 34.262 -5.481 -4,11 11,7
Samsun 1.233.677 35.404 40.633 -5.229 -4,23 1.250.076 38.874 39.581 -707 -0,57 7,3
Sivas 631.112 18.871 30.428 -11.557 -18,15 633.347 23.217 28.585 -5.368 -8,44 13,2
Trabzon 748.982 25.918 27.027 -1.109 -1,48 765.127 36.868 26.474 10.394 13,68 6,6
Şanlıurfa 1.574.224 25.510 37.282 -11.772 -7,45 1.613.737 27.190 35.154 -7.964 -4,92 17,0
Van 1.004.369 21.187 30.275 -9.088 -9,01 1.022.310 22.866 27.175 -4.309 -4,21 15,6
Köyden kente göçlerin belli başlı sonuçları yanısıra; Kırsal alanlarda ziraatçılık ve hayvancılık
gerilerken, gecekondulaşmalarla plansız genişleyen şehirler, hızlı artan şehir nüfusunun istihdam
sorunları, ekonomik istikrarsızlık yanısıra ekonomiden pay alamamanın getirdiği sorunlar ve suç
oranlarında artışlara neden olabilmekte anarşiye yol açabilmektedir. Birçok köy terk edilmiş durumda
yahut sadece yaşlıların ikamet etmekte olduğu köyler de bir nesil sonra tamamen terk edilmiş
duruma düşecektir. Kırsal alanlardan başlatılmayan kalkınma ülke kalkınmasının önünde en büyük
engeldir. Köylerin kalkınması Türkiye’nin kalkınmasının önünü açacaktır. Atatürk’ün “Köylü milletin
efendisidir” sözüne kulak verilmelidir.
Ne Yapmalı? İç göçlerin olumsuz etkilerinden kurtulmak için öncelikle göçlerin engellemesi gerekir. Ancak göçleri
yasaklayıcı tedbirlerle engellemeye kalkışmanın ilave sorunlara yol açacağı aşikârdır. Göçleri önlemek
için vatandaşların refah düzeylerinin yükseltilmesi adına imkânlar geliştirilmeli (örneğin; ekim şartıyla
arazi tahsisi, vergi muafiyeti vs.), bölgesel ihtiyaçlar avantajlar belirlenerek ve Türkiye’nin ihtiyacı olan
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
5
yatırım alanları tespit edilerek yeni istihdam alanları açılmalı, bunun için devlet kamu kuruluşları ve
belediye işbirlikleriyle yatırımcılar teşvik edilmelidir. Kırsal alanlarda biyoenerji tarlaları oluşturup,
elde edilecek bitkisel yakıt ve atıklar için lokal kojenerasyon santralleri kurularak çevredeki yerleşim
yerlerinin elektrik ve ısınma ihtiyaçları bu tesislerden sağlanmalıdır. Kırsal alanlarda istihdama yönelik
mesleki eğitime önem verilmeli geliştirilmeli ziraatçılık, hayvancılık ve ürünleri ile biyoenerji üzerine
vasıflı ara iş gücü yaygınlaştırılmalıdır. Kırsal alanlarda tarım ve hayvancılık çoğunlukla babadan
dededen kalma usullerle yapılmaktadır. Kırsal alanlarda yaşayan vatandaşların modern tarım
yöntemleri ve besicilik hakkında eğitime ihtiyaçları vardır ve Türkiye bunu sağlayacak düzeyde yeterli
potansiyele sahiptir, bu iş gücü değerlendirilmeli ziraat mühendisleri kırsal alanlarda ziraat ajanı
olarak görevlendirilmeli, bir miktar arazi verilerek görev alanında yerleşik hale gelmeleri
sağlanmalıdır. Her köye bir imam bir öğretmen gibi uygulamaya bir de ziraat mühendisi eklendiğinde
köylülere sayısız faydası olacaktır. Kırsal alanlarda hayvancılığın yaygın olduğu merkezi mahallerde
(belde bucak vb.) hayvan hastaneleri açılmalı veterinerler görevlendirilmelidir. Sulama olanakları
artırılarak tarım alanları genişletilmeli, kümes, besi ve ahır hayvancılığı yeniden yaygınlaştırılmalı,
Tarım ve hayvancılığa dayalı sanayi kolları kırsal alanlara yönlendirilmelidir. Köylünün mazot, gübre ve
tohum alımında yeniden teşvik uygulanmalıdır. Orman köylülerinin korunmasını teminen önlemler
geliştirilmeli, ormanlardan elde edilen odun, yonga, kereste, reçine, kozalak vb. ürünlerini işletecek
tesisler teşvik edilmeli orman köylerinde ortaklık ve istihdam olanakları sağlanmalıdır. Kıyı köylüleri
balıkçılık deniz ürünleri, seracılık, turizm ve ortaklık konularında bilinçlendirilmelidir. Kırsal kesimlerde
küçük sanayi kolları, kooperatifçilik ve dayanışma teşvik edilmeli, ortak girişimcilik teşvik edilmelidir.
Yatılı bölge okulları, eğitim ve sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi ile köyden kente göçlerin önüne
geçilecek, yaygın işsizlik oranı yukarıdaki tedbirlerin uygulanmasıyla tersine göçleri teşvik edecektir.
b) Beyin Göçü:
Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki ucuz eğitim imkânlarıyla kıt ve sınırlı olanaklarla iyi
yetiştirilmiş kalifiye iş gücünün gelişmiş ülkelere göç etmesidir. Beyin göçüyle az gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkelerde kalkınma yavaşlarken, iyi yetişmiş nitelikli beyinlere daha iyi ekonomik ve
sosyal imkânlar sunan gelişmiş ülkeler daha hızlı kalkınmaktadır. Türkiye beyin göçüyle iyi eğitim
görmüş nitelikli 100 kişiden 59’unu kaybetmektedir. Dünya Bankası verilerine göre yurt dışında eğitim
gören Türk gençlerinin yurt içinde eğitim görenlere oranı %3,2 civarındadır. Yurtdışında eğitim imkânı
edinen Türk öğrenciler lisans, lisansüstü veya doktora eğitimlerinden sonra çoğunlukla yurda
dönmemektedir. Türkiye’nin, iyi yetişmiş nitelikli beyinlerden beyin göçü nedeniyle eğitim, bilim,
teknoloji ve sanayide yeterince yararlanamaması büyük kayıptır. Tablo 3 beyin göçünün nedenlerini
göstermektedir.
Tablo:3. Beyin Göçünün Nedenleri
Beyin Göçü Veren Ülke Beyin Göçü Alan Ülke
Ücretler tatminsiz, vergi oranları yüksek Ücretler tatmin edici, fırsat işgücü maliyeti yüksek
Ekonomi istikrarsız, gelecek endişesi var Gelişmişliğin cazibesi, yüksek yaşam standardı
Siyasal istikrarsızlık ve siyasetin iş hayatını kontrol etmesi Politik istikrar, entelektüel bağımsızlık
Adaletsiz yöneticiler, atamalarda kayırma, kurumsallaşamama Hızlı kalkınma ve yüksek tüketim
Bilim ve teknoloji politikalarında yanlışlar Bilim ve teknoloji zenginliği ve ihraç edebilme gücü
Ar-Ge'ye önem, altyapı ve teşvik az Ar-Ge teşvikleri, deneyimli destek personeli imkânları
Eğitimde fırsat eşitliği yok Planlı eğitim, bilimsel tatminkârlık, kariyer fırsatları
Nitelikli iş gücüne talep az Nitelikli iş gücüne talep fazla
Teknoloji zayıf ve ithal ediliyor Prestij ve çocuklarının geleceğine yönelik imkânlar
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
6
Ne Yapmalı? Gelişmiş ülkelerin sundukları iş ve fırsat olanakları karşısında gelişmekte olan ülkelerin tek başına
beyin göçünü önlemesi mümkün olmamakla birlikte beyin göçünü minimize etmek öncelikli hedef
olmalıdır. Ülkemizin gelişmesinin önündeki önemli engellerden biri olan beyin göçünü önlemek için
öncelikle beyin göçü ile kaybettiklerimizin farkında olunması, önemsenmesi, sosyal ve ekonomik
gelişme ile beyin göçüne neden olan itici faktörlerin çekici hale getirilmesi gerekmektedir.
Ülkemizin gelecekte ihtiyacı olacağı ve istihdama yönelik nitelikli eğitim politikası
geliştirilmelidir.
Gelişmiş ülkelere bedava nitelikli işgücü kazandıran yabancı dilde eğitim sistemi bilim dallarını
kapsamayacak şekilde düzenlenmelidir.
Dönüş ve dolaşım programları geliştirilerek, dışarıda uzun yıllar kalan uzmanların yurda ailece
dönüşüne yönelik cesaretlendirici (Kore, İrlanda, Tayvan örnekleri gibi) entegrasyon
programları uygulanmalıdır.
AB tarafından da desteklenen uluslar arası anlaşmalar ile yüksek nitelikli işgücünün serbest
dolaşım imkânına kavuşması ve yurt dışındaki nitelikli insanlar ile üniversitelerimiz işbirliğini
geliştirecek uzman iletişim ağları kurulması bilgi ve teknoloji transferinde, yurt dışındaki bilim
insanlarımızın ülkemize aidiyet duygularının gelişmesinde, bağlarının kopmamasında önemli
yararı olacaktır.
Üniversite Sanayi Devlet işbirliği geliştirilmeli, Ar-Ge ve araştırma altyapıları güçlendirilmeli
destek imkânları genişletilmeli, katma değer üretecek tatbiki mümkün projelerin
ödüllendirilmesi araştırmayı teşvik edecektir.
II. TERÖR
Türkiye’nin kalkınmasının önündeki diğer büyük engel terördür. Terörü önleme adına harcanan ülke
kaynakları bütçenin büyük bölümünü oluşturmaktadır. Dış güçlerin parmağının olması devletin boşluk
bırakmasındandır. Son 26 yılın terör bilançosuna baktığımızda 6700 şehit verilmiş, 5700 vatandaşımız
hayatını kaybetmiş, 12 000 güvenlik personelimiz ve vatandaşımız yaralanmış yaklaşık 30 000’i ölü
olmak üzere toplamda yaklaşık 50 000 terörist etkisiz hale getirilmiştir. Türkiye Cumhuriyetinin 2010
yılı bütçesi 286,9 milyar TL’dir yani yaklaşık 200 milyar dolar. Türkiye’nin dış borcu Ocak 2010 yılı
itibariyle 273,5 milyar dolardır. Türkiye’nin terörle mücadele kapsamında israf olunan kaynakları ise
250 – 420 milyar dolar olarak ifade edilmektedir. PKK terör eylemlerinin başladığı 1984 yılından
itibaren demokratikleşme adına birçok adımlar atılmış ancak terör eylemleri artarak devam ederken
terör örgütüne güneydoğu halkının desteğinin de belirgin şekilde arttığı görülmektedir.
Türkiye’de göçlere de neden olan sosyoekonomik sorunlar terör örgütü ve destekçilerince araç olarak
kullanılırken etnik ya da sınıfsal söylemlerle halkın ülkeye ve rejimine aidiyet duyguları zedelenerek
siyasal hedefler gözetilmektedir. Terör örgütleri devletlerin yönetim sistemlerini hedef alarak rejimi
tehdit ederken, terör örgütlerine gizli destek sağlayan dış güçlerde siyasal taleplerin yerine
getirilmesi için devleti yönetenlere dayatmada bulunurlar. Devletler ise öncelikle her türlü dış ve iç
tehdide karşı kendi varlığını devam ettirerek halkına huzur ve güven ortamı sağlamayı amaçlar.
Terörle mücadelede devlet görevlilerinin illegal yöntemlere başvurması yasaların yetersiz
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
7
kalmasındandır. Türkiye Cumhuriyeti kuruluş yıllarından başlayarak değişik isim amaç ve yöntemlerle
dönemsel olarak terörizm ve yıkıcı faaliyetlerle mücadele etmiş, önemli miktarda ekonomik
kaynaklarını ve zamanını tüketmek zorunda kalmıştır.
Küresel güç olmayı hedefleyerek dünya nizamını istedikleri şekilde oluşturmak isteyen devletler ya da
topluluklar, siyasal hedefleri doğrultusunda, hedef devletlerin egemenliğine, güvenliğine, rejim ve
bütünlüğüne kastedecek şekilde ideolojik ve etnik özelliklerine hitaben ülkenin jeopolitik konumuna
ve jeostratejik durumuna göre şekillenen tehditler üretir. Küresel güçler, hedef devletlerin ne kadar
demokratik ve insan haklarına ne kadar bağlı olduklarına itibar etmezler, aksine bir taraftan
demokrasiyi zedeleyecek faaliyetleri kışkırtırken diğer yandan insan hakları bahanesiyle baskı kurup
siyasal dayatmalarda bulunurlar. Soğuk savaş dönemlerinde yoğun anarşik faaliyetlerle rejimi tehdit
edilen devletlerin anarşiyi önlemek adına uyguladığı yöntemlerin demokrasiye olumsuz etkileri aynen
terör tehdidi altında bulunan ülkelerde de terörle mücadele kapsamında alınan güvenlik önlemlerinin
aşırılaşması, demokratik kısıtlamalara neden olabilmektedir.
26 yıldır süregelen PKK terör örgütünün yıkıcı, bölücü eylemlerinin ülke güvenliği ve birliğine yönelik
tehdidini ülkemizin jeopolitik konumu göz önünde bulundurarak değerlendirmeli, teröre dayanak
olan etkin özellikler, terörün nereden ve nasıl yönlendirildiği, genel, bölgesel ve sosyoekonomik
etkileri buna göre tahlil edilmelidir. Terör üretenlerin iç ve dış destekçileri ile düşünce ve
söylemlerinin kitleler üzerindeki etkileri çok iyi incelenmeli buna göre önlemler geliştirilmelidir.
1984 yılında Kürtçe konuşma hakkı diye başlayan PKK terörü son yıllarda Kürtçenin resmi dil olması ve
Kürtlere özerklik taleplerine dönüşmüştür. PKK ve destekçilerince dile getirilen talepler Güneydoğu
halkının sosyoekonomik ve insani sorunlarıyla ilgili değildir, terörün güneydoğuya yatırımları,
ormanları, kamu çalışanlarını ve mevsimlik Kürt işçileri de hedef alması göstermektedir ki, terör
üretenlerin dertleri geri kalmışlık ya da insani gelişim değildir.
PKK terörüyle halkta yılgınlık oluşturularak, kara propaganda desteğiyle paradigması değiştirilen halk
yeni siyasal yapılanmalara ikna edilmeye kanıksatılmaya çalışılmaktadır. Siyasal taleplerin yerine
getirilmesiyle ortalık güllük gülistanlık olmayacak yeni ve daha büyük vahim sorunlara yol açacaktır.
Daha fazla etnik köken ayrımına yol açacak bu gibi gelişmeler küresel güçlerin amaçlarına hizmet
edecektir. Küresel güçler; kendi ülkelerinde sınıfsal yâda etnik ayrımlara yol açabilecek her yolu
tıkarken, hedef ülkelerde bu ayrımların uzun süreli iç karışıklıklara ve nihayetinde bölünmeye yol
açacağının bilincindedirler.
Binlerce yıllık kültürlerin harmanlandığı coğrafyada yaşayan Kürt topluluklarında, ikinci sınıf insan
muamelesi yapılan, okumaktan yoksun bırakılan kızların mal gibi satıldığı, berdel gibi adetlerin töre
diye sunulduğu, kan davası gibi geleneklerin soyut kanun haline geldiği ilkel anlayışlar, bölgede
yerleşik kültürel toplum yapısının oluşmadığını göstermektedir. Kırsal kesimde yaşayan büyük
çoğunluğu topraksız işsiz Kürt köylüleri “töre” diye dayattıkları adetlerle sömüren aşiret reisi denilen
feodal derebeylerinin maraba olarak gördükleri Kürt halkının derdi Kürtçe okul ya da demokratik
özerklik olması mümkün değildir, bu gibi taleplerin yerine getirilmesi yoksul işsiz insanlar aç mideler
için bir şey ifade etmeyecektir. Umutsuz beklentisiz hayalsiz yetişen nesilleri bekleyen hayatın
marabalık olduğu bölgede PKK’nın siyasal sözcülüğünü üstlenen aşiret ağası derebeyleriyle işbirliği
içinde olması gözlerden kaçırılmamalıdır.
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
8
Ne Yapmalı? Güneydoğu meselesinin temelinde insani sorunlar yatmaktadır. Feodal ağalık düzeninin yıkılması,
kırsal alanlarda yaşayan halkın toprak sahibi yapılması, işsizliğe çözüm yolları aranması en önemli
hedef olmalıdır. Bölgede yatırımların ve hayvancılığın gelişmesi teşvik edilmeli, halkın uygun iskân
politikalarıyla sulanabilir yeterli arazi tahsisleriyle üretime katılması sağlanmalıdır. Üreten bireyler
hayal kurar kendini geliştirir ve ürettiği katma değerle ülkesine de katkıda bulunur. Din adamları
törelerin dini emir olmadığını anlatmalı, eğitim önemsenmeli sadece yeni yetişen nesiller değil
yetişkinler de çeşitli etkinliklerle bilinçlendirilmeli eğitilmelidir. Böylece bölge halkının devletine
güveni bağlılığı ve aidiyet duyguları gelişecek, teröre alet olmayacaklardır. Eğitimli bilinçli bölge
insanları memleketlerinde görev yapmaya özendirilmeli, zengin aşiret ağalarına vergi baskısı ve vergi
muafiyetleriyle devlet ortaklığıyla yatırım yapmaya iş sahaları açmaya özendirilmelidir. Tüm bunlar
yapılırken ülkemizin birlik ve bütünlüğüne rejimine yönelik her türlü faaliyetlere karşı yasal boşluk
bırakılmaksızın tüm tedbirler çağdaş ülkelerde olduğu gibi gerçekleştirilmeli, devlete karşı yıkıcı
faaliyetlerde bulunanlara, terörist ve destekçilerine yönelik cezalar caydırıcı nitelikte ve en ağır
şekilde uygulanmalıdır.
III. ENERJİ
Çağdaş yaşamın en gerekli unsurlarından olan enerjinin, insan yaşamında ve kalkınmada giderek
artan önemi enerjiyi stratejik bir güç unsuru haline getirmiştir. Çağımızda enerji kaynaklarına sahip
olmak onları yönetmek başlı başına bir stratejik güce ve aynı zamanda çok önemli ekonomik avantaja
sahip olmaktır. Bu nedenle günümüz ve geleceğin dünyasında kendi enerjisini üreten yöneten
kendine yetebilen devletler yenidünya düzeni adıyla kurgulanan hegemonyalaşmanın dışında
bağımsız etkin bir güç olabilecek geleceğini garanti edebilecektir.
Enerjinin üretim ve tüketimine yönelik bilimsel ve teknolojik araştırmalar hızla yaygınlaşırken enerji
tasarrufu konusunda da çeşitli ar-ge çalışmaları ve teknolojik ürünler önemli bir sektör haline gelmiş,
tüm dünyada enerjinin ucuz kaliteli ve sürekli kaynaklardan üretilmesi ile tasarruflu kullanılması
ulusal çıkarların korunması anlamında algılanmaktadır.
19. yüzyıl başında 1 milyara ulaşan dünya nüfusu 20. Yüzyılda 2 milyarı aşmış günümüzde 7 milyara
ulaşmıştır, 2050 de ise dünya nüfusunun 12 milyara ulaşacağı tahmin edilmektedir. Artan nüfus
demek enerjiye talebin önümüzdeki yıllarda çok daha fazla olacağını göstermektedir. Dünyada yaygın
enerji kaynaklarının fosil yakıtlar olması ve tükenebilir olması enerji kaynaklarının stratejik önemini
daha da artırmakta ve küresel güçlerin yaygın enerji kaynaklarına sahip ülkeler üzerinde egemenlik
kurma çabalarını artırmaktadır.
Enerji ve Enerji Kaynakları
Bilindiği üzere, herhangi bir hareketi yapan yâda yapmaya hazır olan kabiliyet olarak ifade edilen
enerji, potansiyel ve kinetik enerji olarak ikiye ayrılmaktadır. Zemberek, pil, akü gibi bataryalarda
depolanabilen enerjiler potansiyel enerji olarak adlandırılırken, bir hareket sonucu açığa çıkan enerji
türü de kinetik enerji olarak tanımlanmaktadır. Kinetik enerji elde edebilme yöntemleri hidrolik,
termik, nükleer gibi ana enerji kaynakları ile rüzgâr, güneş, jeotermal, biomas gibi alternatif enerji
kaynaklarıdır. Ana enerji kaynaklarında kullanılan akarsu, kömür, petrol, doğalgaz, uranyum gibi
materyallerin sürdürülebilirlik ilkesine sahip olmaları, kesintisiz ve hiçbir şarta bağlı olmaksızın enerji
üretimine imkân sağlamaları nedeniyle öncelikli tercih nedeni olmakta ve ana enerji kaynakları olarak
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
9
anılmaktadır. Dünyada yaygın mevcut ve kullanılabilir enerji kaynakları olarak; petrol %37, doğalgaz
%24, kömür %26, akarsular %6, nükleer santraller %6, ve diğer alternatif enerji kaynakları ise %1'lik
paya sahiptir. Türkiye’de bulunan belli başlı elektrik ve ısıl enerji kaynakları Petrol, Doğalgaz, Kömür,
Odun, Akarsular, Jeotermal, Rüzgâr, Güneş, Biyoyakıt, Toryum, Uranyum, Asfaltit ve Bitümlerdir.
Dünyada ki toplam rezervin %70’ine sahip olduğumuz Bor madeni ise geleceğin petrolü olarak
görülmektedir. Zengin enerji kaynaklarımıza rağmen Türkiye’de kişi başına yıllık enerji tüketimi 1,2
ton, elektrik tüketimi 2278 KWh iken, enerji tüketiminde dünya ortalaması 1.45 ton elektrik tüketimi
2500 KWh, gelişmiş ülkelerde 3,1 ton-8900 KWh, ABD’de 6,5 ton-13500 KWh’dir. Türkiye’de
ekonomik durgunluklar haricinde elektrik enerjisine talep her yıl ortalama % 5-6 civarında artmakta,
bunun içinde her yıl 4-5 milyar dolarlık yeni enerji yatırımı gerekmektedir.
Türkiye’nin Enerjisi
Türkiye’de üretilen elektrik enerjisinin %81’i linyit, taşkömürü, petrol, doğalgaz gibi fosil yakıtlardan
elde edilirken, %19’u hidrolik, jeotermal, rüzgâr, biyoenerji gibi alternatif enerji kaynaklarından elde
edilmektedir. Türkiye, güneş enerjisinde zengin bir potansiyele sahip olmasına rağmen halen bu
kaynak kullanımı ihmal edilebilir düzeydedir.
Türkiye’nin Enerji Kaynakları Rezervleri (2008)
Taşkömürü 1.334,62 milyon ton
Linyit 8.375 milyon ton
Ham petrol 42 milyon ton
Doğalgaz 7 milyar m³
Hidrolik 129.388 GWh/yıl
Jeotermal 510 MW/yıl
Biyoyakıt 2,6 milyon TEP
Toryum 380 000 Ton
Rüzgâr 48.000 MW
Güneş 380 GWh/yıl
Tabii uranyum 9129 Ton
Asfaltit 77.477 milyon ton
Bitümler 18.454 milyon ton
Tablo:4. Enerji kaynaklarının kullanıldığı alanlar ve Enerji Kaynaklarına göre Elektrik Enerjisi Üretim Miktarları
2008 YILI ENERJİ DENGESİ *(TC Enerji Bakanlığı verilerine göre düzenlenmiştir)
Enerji Kaynaklarının temini(TEP) Enerji Kaynaklarının Kullanıldığı Alanlar (TEP) Enerji Kaynağına göre
Enerji Kaynağı Yerli İthal Sanayi Ulaştırma Konut/Hizmet Tarım/Diğer Elektrik Elektrik Üretimi (GWh)
Petrol 2.268 36.681 3.872 15.733 1.683 8.796 1.700 7.519
Doğalgaz 981 34.013 7.208 203 7.251 1.189 19.143 98.685
Taşkömürü 1.204 12.078 6.697 4.194 3.288 15.858
Linyit 15.205 1.966 2.216 10.822 41.858
Hidrolik 2.861 2.861 33.269
Jeotermal 2.167 1.016 791 220 140 162
Rüzgâr 73 73 847
Biyokütle 1.200 66 1.086 48 220
Güneş 420 126 294 ELEKTRİK ÜRETİM TOPLAMI
Diğer 6.476 1.944 4.507 3.858 65 198.418 GWh
Türkiye’de 2008 yılında üretilen elektrik enerjisinin %82’si fosil yakıtlardan elde edilirken, %18’i
alternatif enerji kaynaklarından elde edilmektedir. Fosil yakıtlar olarak nitelenen enerji kaynakları;
linyit, taşkömürü, petrol ürünleri, doğalgaz, asfaltit ve bitümler gibi yer altı kaynaklarıdır. Türkiye’deki
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
10
zengin petrol türevi asfaltit ve bitüm kaynakları sadece ısınma amaçlı kullanılmakta olup, elektrik
üretiminde kullanılmamaktadır.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının 2008 yılı verilerine göre Türkiye’nin kurulu gücü 42.000 MW,
Enerji arzı 200.000 GWh’dır. Ekonomik gelişime parelel olarak 2020 yılına kadar kurulu gücün yaklaşık
80.000 MW’a ve enerji arzının 360.000 GWh’a ulaşması beklenmektedir. Tablo 4 ülkemizde enerji
kaynaklarının kullanıldığı alanlar ve enerji kaynaklarına göre enerji üretim miktarlarını 2008 yılı için
göstermektedir.
Türkiye’nin enerji ihtiyacı % 73 oranında dışa bağımlıdır. Elektrik üretiminin büyük kısmı %62’si ithal
fosil yakıtlarla karşılanmaktadır. İthal enerjiye 2007 yılında 33,8 milyar dolar, 2008 yılında 48,2 milyar
dolar, 2009 yılında 29,8 milyar dolar, 2010 yılının ilk yarısında 17,5 milyar dolar ödedik. Ülkemizde
enerjinin verimli kullanılmaması, enerji tasarrufunun yeterince önemsenmemesi, alternatif enerji
kaynaklarının yeterince değerlendirilememesi, elektrik enerjisine dönüşüm verimi %30 olan fosil
yakıtlara dayanan enerji üretim ve tüketim yöntemleri, ülke ekonomik kaynaklarının büyük
bölümünün yurt dışına çıkmasına neden olmaktadır. %18 oranında kaçak elektrik kullanımı ve %7’lik
kayıplar, yüksek vergi oranları (%18 KDV) ile fonlar (TRT, Belediye ve Enerji Fonları) enerjinin
tüketiciye pahalı (14 – 18 cent/KWh) ulaşmasına neden olmaktadır. Özellikle sanayide üretim
maliyetlerini etkileyen bu durum yerli sanayicilerimizin küresel ölçekte rekabet gücünü düşürmekte,
yurt içi pazar payını ithal ürünlere kaptırmakta, yerli sanayimizin gelişim imkânları azalmakta, üretim
maliyetlerinin yükselmesi sonuçta tüketiciye, çalışanlara, istihdama ve yine dolayısıyla ekonomiye
olumsuz yansımaktadır. İnsan yaşamının en temel gereksinimlerinden biri olan enerjinin maliyetleri
direkt ve dolaylı olarak insani yaşam kalitesini de olumsuz etkilemektedir.
Sürdürülebilir kalkınmanın doğal gereği olarak enerji ihtiyacının tam zamanında temiz, güvenilir ve
ucuz karşılamanın önemi kadar enerji üretiminde çevresel faktörlerin ihmal edilmesi de toplumsal
yaşam kaynaklarının israfına neden olmaktadır. Bu çerçevede fosil yakıtların çevreye olumsuz etkileri
çözümü zor sorunlara neden olmaktadır. Fosil yakıtların büyük kısmını karbon ve hidrojen oluşturur,
içlerinde kükürt, yanmayan maddeler ve radyoaktif madde bulundururlar. Fosil yakıtların yakılmasıyla
ortaya CO2 ve SO2 yanısıra radyoaktif maddeler ve kül çıkar. Yanma sıcaklığına bağlı olarak kullanılan
havanın içindeki azot gazının yanmasıyla oluşan NOx gazı, atmosferde ozon ile etkileşime girip ozon
miktarını azaltır. Ortaya çıkan karbondioksit ve kükürt dioksit gazı asit yağmurlarına neden olur. Bu
durumun bitki örtüsüne, ozon tabakasının delinmesine, atmosfer ısısının yükselmesine neden olduğu
bilinmektedir. Nükleer santrallerde ise atıkların depolanması sorun oluştururken, çevreyi çok olumsuz
etkileyen kaza ihtimalleri, çevreye duyarlı insanları endişeye sürüklemektedir. Ancak 50 yıllık süreçte
2 önemli kaza olmuş, güvenlik önlemleri önemsenen Three Mile Island nükleer reaktöründe ki
kazadan reaktör çalışanları dâhil hiç kimse etkilenmemiştir, güvenlik önlemleri ihmal edilen Çernobil
reaktöründe ki kazada ise çevre ülkeleri de önemli ölçüde etkilenmiş sonuçlarına katlanmak zorunda
kalmışlardır. Çernobil kazasının öğretileri sonucu nükleer santraller de güvenlik önlemleri çok yüksek
düzeye çıkmıştır. Günümüzde nükleer santrallere ilişkin tek sorun olarak atıklar gösterilmektedir. 1
GW elektrik üreten nükleer santralden yılda 60 m³ radyoaktif atık çıkmaktadır. Bu atıklar yüksek ısısı
nedeniyle önce 5 yıl süreyle soğuk su havuzlarında dinlendirilip, sonra ışınım oranının düşmesi için 60
cm kalınlığında beton ve çelik duvarlarla her türlü deprem sel yangın gibi afetlere karşı korunaklı ara
depolarda 30 yıl bekletildikten sonra yerin 200-900 mt. altındaki tercihen eski maden ocaklarına
gömülmektedir. Nükleer Santral teknolojileriyle beraber güvenlik önlemleri ve çevre kirlenmesini
önleyici faktörlerin gelişmesi ve yeni nesil nükleer teknolojide uranyum yerine toryum elementinin
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
11
tercih edilmesi nükleer santral risklerini azaltmıştır. Hidroelektrik üretim santralarına ise ekolojik
dokuya etkileri nedeniyle çevreciler tepki göstermektedir. Hidroelektrik santral yapımına uygun olup,
biyolojik çeşitlilik ve doğal güzellik açısından önem arz etmeyen akarsu havzası olmayacağına göre,
çevreyi olumsuz etkilemeyecek fosil yakıtlı termik santral günümüz koşullarında kurulamayacağına
göre enerji üretim planlarında toplum yararı nasıl tecelli edecektir, çevre mi enerji mi?
Tablo:5. Belli başlı OECD ülkelerinde Elektrik Üretimi
OECD ÜLKELERİNDE ELEKTRİK ENERJİSİ ÜRETİMLERİ (TEAŞ) - 2007 - GW
Ülkeler T. Kurulu Güç Termik Nükleer Hidrolik Diğer
ABD 1 089,40 863,22 105,76 99,77 20,65
ALMANYA 132,6 77,74 20,21 8,59 28,06
İSPANYA 88,9 47,41 7,37 18,37 15,75
KANADA 124,72 35,85 13,35 73,62 1,9
FRANSA 116,55 25,67 63,26 25,13 2,49
İNGİLTERE 84,5 66,76 10,98 4,27 2,49
İTALYA 93,59 68,7 - 21,12 3,77
JAPONYA 279,16 178,4 49,47 47,31 3,98
G. KORE 73,38 49,89 17,72 5,49 0,28
YUNANİSTAN 13,7 9,69 - 3,15 0,86
İSVEÇ 34,3 7,88 9,07 16,64 0,71
TÜRKİYE 40,84 27,27 - 13,4 0,17
OECD 2521,53 1668,29 318,58 441,24 93,42
Dünya Enerji Konseyi WEC’in öngörülerine göre 2020 yılına kadar tüm dünyada mevcut enerji talebi
%50 artacaktır, bu oran gelişmiş ülkelerde %23 dolayında beklenirken, gelişmekte olan ülkelerde
%100’ün üzerinde artış beklenmektedir. Yine enerji üretiminde petrol, doğalgaz ve kömürün başı
çektiği fosil yakıt kullanımı %90 civarında olacağı düşünülürken, nükleer enerji üretim oranlarının
%7,6’dan %4’e düşeceği öngörülmekte, alternatif enerji kaynaklarından elektrik üretiminde artış
beklenilmektedir. Fosil enerji kaynaklarının büyük kısmını elinde bulunduran yâda işletmesine hâkim
gelişmiş ülkeler, elektrik enerjisi üretiminde alternatif enerji kaynaklarına yönelirken 2009 yılında bir
önceki yıla göre rüzgâr enerjisi üretimini %29,9, güneş enerjisi üretimini ise %69 oranında artırmıştır.
Alternatif enerji kaynaklarına yönelerek büyük yatırımlar hedefleyen gelişmiş ülkeler, bu yatırımları
devreye alırken termik ve nükleer santralleri zaman içinde devreden çıkarmayı planlarken, en büyük
alternatif enerji yatırımcılarından Almanya, önemli alternatif enerji yatırımlarına yönelmesine rağmen
nükleer enerji santrallerini 2030’a kadar devre dışı bırakmayacağını açıklamıştır. Tablo 5, 2007 yılında
bazı OECD ülkelerinde elektrik enerjisi üretimlerini göstermektedir.
Türkiye’nin 2009 itibariyle 44600 MW olan kurulu gücünün 8109 MW’lık bölümünü linyit kömürü ile
üretim yapan termik santraller oluşturmaktadır. Bilinen linyit kaynaklarının tümünün elektrik
üretiminde kullanılması halinde 10000 MW ilave kurulu güce yetebilecek, henüz aranmamış tahmin
edilen yeni linyit, taşkömürü ve asfaltit kaynaklarının bulunmasıyla çok daha fazla termik santralin
ihtiyacı temin edilebilecektir. Hidrolik kurulu güç potansiyelimiz 36000 MW olmasına rağmen bunun
ancak 1/3’ü elektrik üretiminde kullanılmaktadır. 1997 yılında %38,5 olan hidroelektriğin üretim payı
2008 yılında %16,8’e düşmüş, doğalgaz çevrim santrallerinden elektrik arzı ise 2007’de %44 iken
2008’de %49,7’ye çıkmıştır. İstanbul ve Çanakkale boğazlarındaki çift yönlü akıntılar ile denizlerimizde
ki gel-git akıntıları önemli bir enerji potansiyeli olarak değerlendirilmeyi beklemektedir. Rüzgâr
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
12
enerjisi potansiyelimiz 48000 MW kurulu güce tekabül etmesine rağmen mevcut kurulu güç 640 MW
civarındadır. Ancak 2007 yılında 147 MW olan Rüzgâr santrallerinin kurulu gücünün bugün 640 MW’a
ulaşması olumlu bir gelişme olmakla beraber halen yetersizliği aşikârdır. Rüzgâr enerjisine dayalı
elektrik santrallerinin kurulu gücü Almanya’da 24000MW, İspanya’da 17000MW, İtalya’da 3736MW,
Danimarka’da 2862 MW, Yunanistan’da 985 MW olduğu göz önüne alındığında eksikliğimiz daha iyi
anlaşılacaktır. Güneş enerjisinde dünyanın en şanslı ülkelerinden birine sahip olmamıza rağmen, tüm
Avrupa ülkelerinin toplamına eşit miktarda ki güneş enerjimizden elektrik üretiminde halen kayda
değer oranda yararlanılmamaktadır. Termik santrallerin kuruluş maliyetleri ucuz olmakla beraber,
ithal yakıt kullanılması, işgücü maliyetlerinin yüksekliği işletme maliyetlerini oldukça etkilemekte
elektrik üretim maliyetlerini artırmaktadır. Önlenemeyen çevre etkileri göz önüne alındığında bu
maliyet daha da yükselmektedir. Nükleer santrallerin ise kurulum maliyetleri oldukça yüksek, işletme
maliyetleri düşüktür, fizibilite etüt çalışmaları uzun zaman almakta ve temel atıldıktan sonra yapımı
6–8 yıl sürmektedir. Rusya ile yapılan 4800 MW Kurulu güce sahip 4 reaktörden oluşacak Nükleer
santral anlaşmasının birinci ünitesinin gerçekleştirilmesi bile yaklaşık 10 yıllık sürece tekabül
edecektir. Güney Kore ile yapılan görüşmelerinde olumlu sonuçlanmasıyla Türkiye’nin 20 yıllık
süreçte 8 - 10 bin MW’lık Nükleer güç santraline sahip olması planlanmaktadır. Ekonomik gelişime
parelel olarak 2030 yılında ulaşılması muhtemel 110 bin MW Kurulu güç içinde nükleer santrallerin
payı %9 dolayında olacaktır. Enerji arzında liberalleşme çerçevesinde yapımı süren ve planlanan ancak
cansuyu hesapları yapılmadığı ve ekolojik dengeyi bozduğu gerekçesiyle bölge halkının ve çevrecilerin
tepkisini çeken 2000’den fazla nehir tipi HES projesinin 2020 yılına kadar gerçekleştirilmesiyle toplam
25000 MW ilave kurulu güç ile hidroelektrik enerji arzında 125 000 GWh artış beklenmektedir. Enerji
üretiminde kamu yararı ne yönde tecelli etmelidir, çevre mi enerji mi?
Bölgemizdeki devletlerden Rusya’nın yanısıra Ermenistan, İran, Bulgaristan, Romanya ve Ukrayna’nın
nükleer santrale sahip oldukları bilinmektedir (Tablo 6), İsrail’in de nükleer güce sahip olduğu tahmin
edilmektedir. Nükleer güç, ülke güvenliği açısından da caydırıcı unsur olarak görülmektedir.
Tablo:6. Bölgemizde Nükleer durum (Askeri amaçlılar hariç)
Çevremizdeki Nükleer Santraller (wikipedia.org)
ÜLKE Reaktör İnşaat Halinde Hizmet Dışı T. Kurulu Güç - MW
Rusya 43 7 5 28 967
Ukrayna 21 2 4 19 635
Romanya 2 1 412
Bulgaristan 8 2 4 6 200
Ermenistan 2 1 916
İran 2 1 2 000
2006 yılında dünya çapında 36 ülkede kurulu 465 Nükleer santralde toplam 367 793 MW kapasite ile
elektrik üretilmiş, 29 661 MW kapasiteli 34 nükleer reaktör inşaat halindedir. 17 ülkede ilk nükleer
santral inşaatı devam etmekte yahut planlama safhasındadır. Nükleer santral petrol ihraç eden OPEC
ülkelerinde de tercih edilmekte ve enerji üretim planlarına dâhil edilmektedir.
Nükleer santral yatırım maliyetlerinin yüksekliği, yüksek güvenlik gerektirmesi, atıkların depolanması
gibi dezavantajlarına rağmen temiz, güvenilir, kesintisiz, ucuz enerji üretim ve yerli kaynakların
kullanılabilmesi imkânları yanısıra çevreci olması ve gelişen nükleer teknolojinin sağladığı güvenlik
nedeniyle günümüzde nükleer santral yatırımlarına karşı çıkmak anlamsızlaşmıştır. Türkiye’nin bilinen
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
13
Toryum ve Uranyum rezervleri enerji ihtiyacımızı yüzlerce yıl karşılayacak düzeyde olup, enerjide dışa
bağımlılığımızı önemli ölçüde azaltacaktır.
Küresel ısınmaya karşı atıklar biyoyakıta dönüştürülerek enerji üretiminde kullanılmakta böylece
doğadan karbondioksit azaltılarak çevre korunurken önemli miktarda enerji ihtiyacı karşılanmakta
endüstride de kullanım alanları sağlanmaktadır. Yenilenebilir çevre dostu sosyoekonomik gelişme
sağlayan karbon ve hidrojence zengin ve yüksek ısıl değeri nedeniyle değişik enerji formlarına
dönüşebilen biyoyakıtlar günümüzde stratejik alternatif enerji kaynağı olarak değerlendirilmektedir.
Doğada her yıl 150 milyar ton biyokütle üretilmekte ve birçok gelişmiş ülke bu potansiyeli
kullanabilmek için önemli yatırımlar gerçekleştirmektedir. Brezilya akaryakıt ihtiyacının % 80’ini
biyoyakıtlardan karşılarken ABD’ye de ihraç etmektedir. Malezya ve Endonezya da biyoyakıttan
akaryakıt üretip ihraç etmeye başlamıştır. ABD, Almanya, Çin ve Hindistan da yaygın kullanım alanları
vardır. ABD biyoyakıtın yan ürünü gliserinden kalp stendi üretirken, Almanya biyoyakıttan doğalgaz
üretmeyi başarmıştır. Almanya 2006 yılında 3500 biyogaz tesisinden elektrik ihtiyacının % 1’ni
karşılarken 2020’de %17’yi hedefliyor. Bunun için 7,6 milyar euro yatırımla 85000 kişiyi de istihdam
etmeyi planlamaktadırlar. Türkiye’de halen çöp ve biyogazın yakıt olarak kullanıldığı toplam 14,6 MW
kurulu güce sahip 4 adet santralden yılda 220 GWh elektrik arzı gerçekleştirilmektedir. Büyükşehir
Belediyelerinin girişimleriyle, kentsel atıkların yakıt olarak kullanılacağı yap-işlet-devret modelli
muhtelif elektrik üretim santralleri kurulmasına yönelik çalışmalarla yakın dönemde biyokütle
santrallerinin kurulu gücü 200 MW’ı aşacaktır. Atıkların enerji kaynağına dönüştürülmesi kuşkusuz
çevre için olumlu olmakla beraber metan gibi zehirli gaz salınımı nedeniyle ve tarım alanlarının
biyoyakıt için ürün yetiştiriciliğinde kullanılması eleştirilmektedir.
Su insan yaşamının olduğu kadar doğal hayatında en temel yaşam kaynağıdır. Can suyu denildiği
zaman; bitki örtüsü ve hayvan türlerinin su talebi, ekolojik asgari su ihtiyacı anlaşılmalıdır. Tabiatın
doğal döngüsü içinde çevre korunduğu sürece su kaynakları yaşamaya devam edecektir. Enerji
üretiminde çevrenin ihmal edilmesi bindiğin dalı kesmektir. Çağdaş yaşamın ve kalkınmanın gereği
olarak enerjinin üretimi de bir gereksinim olduğuna göre elbette enerji üretilecek ancak ekolojik
şartlar da gözetilecektir. Bunun için yapılması gereken, enerjide liberalleşme şartları oluştururken
çevreyi enerji üreticilerinin insafına bırakmayacak kuralların konulması, önlemlerin planlama ve
sözleşme safhasın da alınmasıdır. Çevre faktörü ve doğal yaşam gözetilerek planlanarak kurulmuş
Hidroelektrik santraller tercih edilen çevreci elektrik üretim sistemleridir.
En çevreci enerji potansiyeli olarak kabul edilen Güneş, Rüzgâr, Jeotermal, denizlerimizde ki gel-git
dalgaları ve boğazlarımızda ki denizaltı akıntılarından elektrik üretimi tüm enerji kaynaklarına
alternatif olarak sunulmaktadır. Türkiye sadece Alternatif Enerji Potansiyelini kullanarak uzun yıllar
tüm enerji ihtiyacını karşılayabilecek konumdadır. Ancak sistemin önündeki ekonomik teknolojik
stratejik ve politik boyutta ki engellerin zorlanması aşılması gerekmektedir.
Ne Yapmalı?
Türkiye jeopolitik nedenlerle küresel güçlere kurban edilmemeli, kendi öz kaynaklarını kullanarak
enerji ihtiyacını karşılamalıdır. Böylece ekonomimiz üzerindeki büyük enerji yükü de pozitif katma
değere dönüşecektir. Türkiye’nin enerji sorunlarının çözümü sadece bir tek yöntemle
çözülemeyeceğine göre her türlü bilim ve tekniğin düşünüldüğü araştırıldığı kurumsal çalışmalarla
uygun yöntemler geliştirilmeli uzun vadeli planlar uygulanmalıdır. Türkiye enerjide izleyen değil
izlenen ülke olmalı ve bunun içinde önce paradigmasını değiştirmelidir. Her il bazında enerji envanteri
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
14
çıkarılarak, öncelikle her ilin kendi kaynaklarından enerji ve elektrik üretim ile enerji verimliliği
yöntemleri araştırılmalıdır. Bunun içinde her ilde Akademisyen, EİE, TEDAŞ ve Sanayi Sektör
temsilcilerinin katılacağı Enerji Planlama Koordinasyon Kurulları oluşturularak tamamı kurulan
merkezi Enerji Verimliliği Koordinasyon Kuruluna bağlanmalıdır. Enerji Planlama Koordinasyon
Kurullarının hazırladığı proje ve öneriler, merkezi kurullarda ortak stratejik gelişim programı
çerçevesinde değerlendirilerek her ilin enerjide kendi kendine yeterliliğini sağlayacak projelerin
hayata geçirilmesini teminen Enerji Bakanlığına önerilmelidir. Yenilenebilir enerji kaynaklarının
değerlendirilmesiyle bile her ilimizin kendine yetecek enerji potansiyeline sahip olduğu görülecektir.
Enerji sektöründe liberalleşme çerçevesinde yap-işlet-devret modeliyle de hayata geçirilebilecek yeşil
enerji olarak da adlandırılan yenilenebilir enerji projeleri, BM ve AB tarafından da finansal olarak
desteklendiğinden kaynak temininde önemli bir sorun olmayacaktır. Üç yıl önce yürürlüğe giren 5627
sayılı Enerji Verimliliği Yasasının somut uygulamalarla altyapı-kapasite geliştirilmesini teminen il
koordinasyon kurullarının teşkili ile merkezi Enerji Verimliliği Koordinasyon Kurulunun yetkileri
genişletilmelidir. Enerji kaynaklarımızın değerlendirilmesini teminen bilim insanlarımızın yurt dışında
bu gibi ortak projelere katılması teşvik edilmelidir. Üniversitelerin bütün teknik bölümlerinde Enerji
Verimliliği ders olarak okutulmalı, Enerji Mühendisliği ve Alternatif Enerji Kaynakları üzerine
akademik çalışmalar yaygınlaşmalı teşvik edilmeli bu yönde hazırlanacak projeler ödüllendirilmelidir.
Enerji verimliliği ve tasarruf yöntemleri üzerine görsel yayın ve afişler hazırlanarak halkın enerji
tasarruf bilinci artırılmalıdır. Bazı illerde %80 dolayında olan kaçak elektrik kullanımı mutlaka
önlenmeli, %25’lere ulaşan kayıp kaçak oranları toplamı, dünya normlarında kabul edilebilir %5
seviyesinin altına çekilmesini teminen yasal ve teknolojik önlemler alınmalıdır. Enerjide liberalleşme
kuşkusuz enerji arzını çeşitlendirecek uzun vadede rekabet, ucuzluk getirebilecektir. Ancak,
serbestleşme koşullarında kurallar elektrik üreticisi firmaların insafına bırakılmamalı, yasal
önlemlerle, elektrik üretim ve arzında güvenlik, çevre ve tüketicilerin korunmasına yönelik yaptırımlar
sağlanmalıdır. Rüzgâr ve güneş enerjisinden elektrik üretimine yönelik vergi avantajları getirilerek
desteklenmeli, kırsal alanlarda biyokütle ve atıklara dayalı elektrik santralleri ve ısınma yöntemleri
teşvik edilmelidir. Türkiye kısa ve uzun vadeli enerji politikalarını oluşturarak kendi enerji
potansiyeline uygun teknoloji ve projeler geliştirerek enerjide dışa bağımlılıktan kurtulacak, yerel
kaynaklarımızın kullanımı ulusal kalkınmamızı hızlandıracaktır.
IV. EĞİTİM
Eğitim ülkelerin sosyal ve ekonomik kalkınmasını sağlayan insan gücünü üreten araç olarak geleceğe
yönelik en önemli yatırımdır. Günümüz dünyasında anlaşılmıştır ki, geleceği kurtarmanın ve başarının
en önemli kriteri insana yapılan yatırımdır. Kaliteli eğitim görmüş nitelikli bireyler, kültürel bilimsel ve
teknolojik gelişimin en güçlü lokomotifini oluşturur, geleceğin dünyasını belirler. İşte bu nedenle
nitelikli eğitim, para ve diğer her şeyden daha önemlidir. Gelecekte nasıl bir toplum, nasıl bir ülke,
nasıl bir dünya hedefleri eğitimin temel önceliklerini belirler. Ülkelerin eğitim sistemleri gelişmişlik
düzeyleriyle orantılıdır. Bilimsel düşünmeyi ve bilimsel yöntemleri yaşam biçimi haline getirebilmiş
İleri teknoloji üretebilen toplumların hızlı kalkınma sürecine girerek modernleşmelerinin temeli
düşünebilen sentezleyen ve analiz edebilen bireyler yetiştiren eğitim sistemlerine dayanmaktadır.
Eğitim uzun vadede sonuç alınacak bir yatırım olmakla beraber, ülkelerin sosyal ve ekonomik
gelişiminin temel unsurlarını oluşturan insan gücünü hazırlayan bir araç olarak gün geçtikçe daha çok
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
15
önemsenmektedir. Nitelikli eğitim yöntemleriyle kendini ifade ve özgüveni güçlenmiş aidiyet duygusu
gelişmiş, ülke sorunlarının farkında olan ve sorumluluk duygusuna sahip bireyler üretilir.
Türkiye’de eğitim sisteminin temeli 1924 tarihli Tevhidi Tedrisat Kanunu ile 1926 tarihli Maarif
Teşkilatı Kanununa dayanmaktadır. Bu yasalarla eğitim müesseselerinin tümü Milli Eğitim Bakanlığına
bağlanarak eğitim sistemi kontrollü bir yapıya dönüştürülmüş, bireylerin baskı ve yönlendirme altında
kalmadan inançlarını yaşamlarını, farklı inançlara saygı çerçevesinde toplum yaşamının uyum içinde
sürdürülmesini varsayan laik bir milli eğitim sistemi oluşturulmuştur. Bu amaç doğrultusunda Türk
alfabesinin Latin harflere göre düzenlenmesiyle Türk dilindeki seslere daha uygun ve anlaşılmasındaki
kolaylık gibi nedenler ve bu değişimi takip eden okuma-yazma seferberliğiyle okur-yazar oranında
önemli bir artış gerçekleştirilmiştir. Türk Tarih Kurumuyla milli tarih şuur ve anlayışının gelişmesi
hedeflenirken, Türk Dil Kurumu ile de Türkçenin sadeleştirilmesi ve zenginleştirilmesi amaçlanmıştır.
Türkiye Cumhuriyetinin Milli Eğitim Sistemi, Osmanlı dönemi medreselerinden mektebe geçiş işlemini
tamamlarken, laik eğitim düzeninin dini eğitimi daraltıcı yâda engelleyici şekilde uygulanması ise
politik mülahazalara neden olmuştur. Bunun sonucunda İmam Hatip okulları yaygınlaşmış ve bu da
adeta medreselerin yeniden kurulması gibi algılanmış, bu tartışmalarda 1997’de 8 yıllık zorunlu
ilköğretim uygulamasını getirmiştir. Yüksek öğretim düzeninde ise 1946 ve 1960 yıllarında çıkarılan
kanunlarla Milli Eğitim Bakanlığının üniversiteler üzerindeki yetkileri azaltılmış, 1961 Anayasası
üniversiteleri özerk eğitim kurumlarına dönüştürmüş, 1982 Anayasası ise tüm üniversiteleri Yüksek
Öğretim Kurumuna (YÖK) bağlamıştır. Günümüzde Türk Milli Eğitim sistemi Örgün Eğitim ve Yaygın
Eğitim olmak üzere iki ana bölümden oluşmaktadır. Örgün Eğitim; okul öncesi, zorunlu ilköğretim,
genel ve mesleki teknik ortaöğretim ile yükseköğretim kurumlarını kapsamaktadır. Engelli ve üstün
yetenekli çocuk ve gençler içinde Özel Eğitim Kurumlarında eğitim hizmeti verilmektedir. Yaygın
Eğitim ise; örgün eğitim sistemine girmemiş yâda herhangi bir eğitim kademesinden ayrılmış bireylere
okuma-yazma, meslek kazandırma amacıyla halk eğitimi, çıraklık eğitimi, uzaktan eğitim gibi
metotlarla verilmektedir. Ayrıca Türk Milli Eğitim Sisteminde eğitim kurumunun tür ve özelliğine göre
kurgulanmış Rehberlik ve Psikolojik Danışma Merkezlerinde öğrencilerin özellik ve ihtiyaçlarına göre
kişisel, sosyal gelişim ile kariyer gelişim ve kariyer planlamasına yönelik hizmetler yürütülmektedir.
Tablo:7. 2009/2010 Dönemi eğitim göstergesi (MEB/YÖK)
Milli Eğitim Göstergeleri Öğrenci başına düşen
Eğitim Kademesi Okul Derslik Eğitmen Öğrenci Derslik Eğitmen
Okul Öncesi 3 877 45 703 14 513 980 654 21.45 67.57
İlköğretim 33 310 332 902 485 677 10 916 643 32.79 22.47
Ortaöğretim 4 067 65 314 111 896 2 420 691 37.06 21.63
Mesleki Ortaöğretim 4 846 44 996 94 966 1 819 448 40.43 19.16
Üniversite 1 495 32 638 100 504 2 757 828 84.50 27.43
Yaygın Eğitim 13 439 83 708 92 976 7 062 429 84.36 75.96
Toplam 61 034 605 261 900 532 25 957 693 42.89 28.82
Türk eğitim sistemi örgün eğitimde 19 milyon öğrencisi ve 800 bini aşan eğitmen kadrosuyla birçok
ülke nüfusundan daha fazla kitleye sahiptir. Elbette bu kadar büyük bir nüfusun eğitimi için de büyük
fedakârlık, yapısal ve işlevsel önlemler, uluslararası işbirliklerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Ancak
birey için en iyi olanın yani düşüncenin değil sistemin standartlaşması eğitim sistemlerinin statükodan
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
16
arınıp kurumsallaşmasıyla mümkün olacaktır. Tablo 7, 2009-2010 dönemi eğitim göstergelerini
özetlemektedir. Ülkemizde toplam 61 binden fazla okul, 605 binden fazla derslik, 900 binden fazla
eğitmen ve 26 milyona yakın öğrenci bulunmaktadır.
Bilgi ve teknolojik gelişmelerin insan yaşamına egemen olduğu çağımızda bilginin üretim ve tüketim
boyutu, toplumların gelişmişlik göstergesi sayılmaktadır. Büyük savaşlardan sonra barış ve istikrarı
korumak adına uluslar arası işbirliklerinin geliştirilmesi bilimsel çalışmalarda da uluslar arası işbirlikleri
doğurmuş, son yarım yüzyılda tüm insanlık tarihinde üretilenden daha fazla bilgi üretilmiştir. Soğuk
savaşın sona ermesiyle daha da gelişen işbirlikleri sonucu; son çeyrekte dünya ekonomik, sosyal,
politik, bilim ve teknoloji alanlarında çok önemli değişim ve dönüşümler yaşamıştır. Avrupa Birliği gibi
uluslar arası örgütler, toplumsal yaşamın her kesiminde bu işbirliklerini geliştirerek sinerji yaratmak
ve bu sinerjiyle yaşam standartlarının yükseltilmesini hedeflemektedir. Bu çerçevede AB üye ülkelerle
eğitim alanında işbirliği ve kaliteyi geliştirmek adına sekiz eylem planından oluşan Sokrates programı
başlatmıştır. AB aday ülkesi Türkiye birliğe uyum çerçevesinde eğitim alanında iyileştirmeler yaparak
Sokrates programlarına dâhil olmuştur. Ancak AB eğitim standartlarıyla kıyaslandığında belirgin fark
ve yetersizliklere sahip Türk eğitim sisteminin, AB üyeleriyle entegrasyonu ve eğitim kalitesinin AB
standartlarına yükseltilmesi için mantalite değişikliği gerekmekte, yapısal ve işleyiş sorunları çözüm
beklemektedir. Avrupa da güven ve beyana dayalı, sorumluluğu üstlenen bir eğitim sistemine karşılık
Türk eğitim sisteminin güvensizlik ve kontrole dayanan, sistem yerine öğrenciyi suçlayan bir yönetim
anlayışında olması, sistemin önünde aşılması gereken en önemli handikap olarak durmaktadır.
Tablo:8. Bütçeden eğitime ayrılan paylar(MEB-2010/TL)
Bütçe kalemleri MEB Üniversiteler
Toplam 28 237 412 000 9 355 457 600
Personel Giderleri 19 984 011 000 4 727 494 000
SGK Primleri 3 405 144 000 916 186 000
Mal ve Hizmet Alımları 2 145 023 000 1 338 123 000
Cari transferler 901 107 000 209 011 600
Sermaye giderleri 1 472 827 000 2 164 643 000
Yatırım Ödeneği 1 785 327 000
Merkezi Yönetim Bütçesi 288 216 351 892
GSYH 1 028 802 000 000
Türk eğitim sistemine bütçeden ayrılan pay, fiziki altyapı, donanım ve okullaşma oranları bakımından
son yıllarda gelişme içerisindedir. Ancak okul öncesi eğitimde okullaşma oranı, hala Avrupa
normlarına göre çok gerilerdedir. Halen okul, derslik, eğitim araçları ve laboratuar eksiklikleri yanı sıra
eğitmen sayı ve niteliklerindeki yetersizlikler eğitim kalitesine olumsuz etki etmektedir. Çocukların
kişilik gelişiminde ve yaratıcılıklarının ortaya çıkmasında, zihinsel ve sosyal gelişimiyle
toplumsallaşmalarının sağlandığı 3-6 yaş eğitiminin daha fazla önemsenmesi gerekmektedir. Eğitim
kademelerinde mevcut laboratuar araç ve gereçlerin yeterliliği ile bunların eğitim sürecinde hangi
sıklıkta kullanıldığı, öğrencilerin bunlardan ne derecede yararlandığı muammadır. Eğitim ödenekleri
yanısıra hayırsever vatandaşların ve ailelerin eğitime katkıları da eğitim sistemine önemli miktarda
kaynak sağlamaktadır. Eğitim kalitesinin artırılmasında mali kaynakların nitelikli kullanımının da büyük
önemi vardır. Göçler nedeniyle kırsal alanlarda birçok okul atıl durumdayken kentlerde aşırı yığılma
sonucu hala 50-60 kişilik sınıflarda ikili eğitim yapılmaktadır. Zorunlu ilköğretimden sonra okullaşma
oranının önemli ölçüde azalması, zorunlu eğitim süresinin 12 yıla çıkartılması tartışmalarını
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
17
başlatmıştır. Okullaşma oranı kadar nitelikli eğitimin geliştirilmesi de önemsenmelidir. Test çözümleri
ve ezberci eğitim yöntemleriyle sınıfta kalmanın zorlaştırıldığı bir eğitim modelinden optimum fayda
beklenmemelidir. Katılımcı eğitim yerine sınav merkezli bilgi aktaran ezbere dayanan eğitim
yöntemiyle düşünen, tartışan, araştıran ve bilgisini geliştiren nesillerin yetiştirilmesi beklenemez.
Öğretmenin anlattığı öğrencinin dinlediği not aldığı sistemde kendi dünyasında düşünceye dalan
öğrenci sınav zamanı aldığı notları ezberlediği ölçüde başarı elde etmekte ve sonra unutmaktadır.
Mesleki eğitimin seçenek olarak sunulduğu ama meslek edinmek için üniversite eğitimini gözeten
öğrencilerini yarış atı gibi sınavlara hazırlatan bir eğitim sisteminin başarı ölçütü yüksek eğitime hak
kazanmış öğrenci sayısı olmamalıdır. Mevcut sistemde üniversiteyi kazanamama ihtimali, öğrenci ve
ailelerine kâbus yaşatmaktadır. “Benim çocuğum nasılsa üniversiteyi kazanır” inancıyla lise eğitimine
yöneltilen bir öğrencinin üniversiteyi kazanamaması durumunda ve birkaç denemeden sonra umudu
kestiğinde artık 20 yaşlarında hiçbir mesleği olmayan vasıfsız bir işgücü olarak hayattan ne gibi bir
beklentisi olabilir? Çoğunlukla 18 yaşına kadar ailelerin insiyatifiyle okul kayıtları yapılan öğrenciler
üniversite ve meslek tercihlerinde kendi iradeleri öne çıkabilmektedir. Üniversite tercih aşamasına
gelmiş öğrenciye katsayı dayatarak ilgi duyduğu sevdiği bir eğitimi almasının engellenmesi hangi
demokrasi anlayışıyla bağdaşır, bu uygulamada fırsat eşitliğinden söz edilebilir mi? Yaşadığımız çağda
18 yaşına gelmiş bir gencin geleceğini kendi iradesiyle belirlemesine destek olunması Türkiye’nin
yararınadır.
Üniversiteler, yaşam standartlarının yükseltilmesinde, ülke kalkınmasında, nitelikli insan kaynaklarının
yetiştirilmesinde ve bilginin üretiminde çok önemli konuma sahip kurumlardır. Yeni bilgilerin topluma
kazandırılması, ülke meselelerinin kritik edilmesi, kültürel değerlerin korunması ve zenginleştirilmesi
gibi sorumluluklara sahiptirler. Üniversite eğitim sürecinin öğrenciler üzerindeki etkisi arttıkça tutum
davranış ve değer yargılarının gelişmesiyle toplumda değişim süreci başlar, bir ülkede yüksek öğretim
görmüş insanların sayısının artmasıyla toplumsal gelişim hızlanır. Sosyoekonomik kalkınmanın ve
gelişmenin lokomotif kurumu üniversitelerin kuruluş misyonunu sahiplenmesiyle beklenen akademik
fayda sağlanacaktır.
Günümüzde önde gelen birkaç üniversitemiz dışında ileri düzeyde bilgi ve teknoloji üretilmemektedir.
Yeterli akademik kadro ve donanım imkânı sağlamadan açılan üniversitelerde, ekonomik ve sosyal
imkânsızlıklar içinde düşük yaşam standartlarına mahkûm edilmiş akademisyenlerle hedef eğitim
kalitesine ulaşılamamaktadır. Yüksek öğretim sorunlarına ilişkin yapılan bir araştırmada öğrenciler,
kibirli ve mesafeli hocalar ile eğitim araçları laboratuar eksikliği ve ezbere dayalı eğitim sistemini
başarısızlığın nedeni olarak göstermişlerdir. Dünyada en iyi 500 üniversite sıralamasında sadece dört
üniversitemizin yer alması iç acıtıcı bir durumdur. Bilimsel yayın sıralamasında 18. sırada bulunan
ülkemiz, bilimsel yayınların etki değeri bakımından 50 ülke arasında 42. sırada yer almaktadır. Çok
değerli birçok bilim adamının bireysel çabaları ile elde edilen başarılar kurumsal bir gelişimin sonucu
olarak değerlendirilmemelidir. Akademik kariyer aşamasında kaliteli yayın ilkesinin benimsenmemesi
temel bilim politika ve felsefesinin geliştirilememesi yayın kalitesinin düşmesine neden olmaktadır.
Akademik kariyerini profesörlük unvanına taşımış bilim adamlarının rehavet içinde kendilerini bilimsel
üretimden soyutlaması kabul edilebilir durum değildir. Üniversitelerde aşırı kontenjan artışı, ders
tekrarı ve af gibi nedenlerle kalabalık sınıflarda eğitim kalitesi düşerken, öğretim üyeleri daha fazla
derse girerek ekonomik imkânlarını genişletmeye çalışırken ders sınav ve sınav sonuçlarının
değerlendirilmesi aşamasında daralan vakitlerde araştırma ve kendini yenilemeye zaman
ayıramamaktadır. Ortaöğretimden ezberci eğitim yöntemiyle test ile çözüm öğrenerek gelen
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
18
öğrenciler üniversitede temel bilimlerde zorlanırken kalıplaşmış ezberciliğe dayalı öğrenim
alışkanlığını sürdürmeye çalışmakta deneysel faaliyetlerden çekinmektedirler. Üniversitelerimizin
yönetim yapıları çoğunlukla kurumsallaşmamıştır. Rektör seçimiyle dönemsel olarak değişen
akademik yöneticilerin idari tecrübesizliği mevzuat eksiklikleri nedeniyle sistem daimi idari
yöneticilerin inisiyatifinde idare olunmakta üniversitenin kendi akademik bölümlerini iç dinamizme
katamaması kaynak israfına yol açmaktadır. Üniversitelerimizde eğitim genel tıp, genel hukuk, genel
mühendislik, genel iktisat türlerinde verilmekte ihtisaslaşma yüksek lisans düzeyinde yapılmaktadır. İş
ortamı ve toplum gereksinimlerine uygun niteliğe erişmemiş mezunlar iş hayatında bocalamaktadır.
Üniversite sanayi işbirliğinde oluşturulması ve sürekliliğin sağlanamaması bilim ve yöresel gelişimi
olumsuz etkilemekte ve öğretim ve Ar&Ge işbirliği gerçekleşmemektedir.
Eğitim sisteminin başarısı hakkında somut bilgi veren en önemli gösterge öğrenci davranışları olarak
görülmektedir. Eğitim sürecinde eğitimin bütününü kapsayan ölçme ve değerlendirme etkinlikleriyle
yapılacak gözlemler öğrenci davranışlarının hangi düzeyde olduğu, ne tür yetersizliklerinin bulunduğu,
olumsuz davranış tarzları belirlenebilecekken, öğrencinin bilgi seviyesini belirleyen testlerle klasik
ölçme yöntemleri kullanılmaktadır. Klasik eğitim modeliyle verilen bilgiyi “ne işime yarayacak” diye
kulak ardı eden öğrencinin derse motive olması mümkün değildir, bilgiyi nerede, nasıl kullanacağını
bilmeyen öğrenci aktif bilince sahip olmayacağından kısa sürede öğrendiklerini de unutacaktır. Eğitim
süreci ekonomik, dini, çevre faktörleri gibi nedenlerle de olumsuz etkilenmektedir.
Ne Yapmalı?
Hiçbir eğitim sistemi, eğitime motive olmamış öğrencinin eğitim sürecinden hedeflenen faydayı elde
edemez. Hareket ve aksiyona etki eden motivasyon duygusunun sağlanması için uygun atmosferin
oluşturulması gerekir. Eğitim sistemi her şeyden önce öğrencisine, merak etmeyi, sorgulamayı ve
düşünmeyi öğretmelidir. Öğrenci ile iletişim kuran, fizyolojik ve kültürel farklılıkları dikkate alan,
bilginin ne işine yarayacağını öğreten eğitim programlarından beklenen fayda elde edilecektir.
Öğretmen, öğrencinin yetişme çağında aileden daha etkin rol oynamakta anne ve baba gibi
öğrencinin idolü olabilmektedir. Bu nedenle öğretmenin öğrenciye yaklaşımı öğrenciye direkt tesir
etmekte derse motivasyonu artan öğrencinin öğrenimi doğrudan etkilenmektedir. Bu bakımdan
öğretmen öğrenci ilişkisi çok önemlidir ve bunun için de öğrencilerini önemseyen tutarlı sakin telaşsız
önyargısız eşitlikçi ve her sorularını cevaplayabilen bir öğretmenin öğrencisine önemsendiğini
güvendiğini hissettirmesi ile öğrencide oluşan güven ve inanç duygusu öğretmen öğrenci ilişkisini
olumlu yönde geliştirecektir. Bu sayede öğrenci üzerindeki olumsuz aile, okul ve çevre faktörleri
öğretmen desteğiyle azalacak öğrenci derslerine daha fazla yoğunlaşacaktır. Eğitim sürecinin en
önemli faktörü olan nitelikli öğretmenlerin yetiştirilmesi eğitim sisteminin öncelikli hedefi olmalıdır.
Nitelikli öğretmen, bildiklerini öğrenciye aktarabilen, kendisini yenileyebilen sınıf ve okul yönetiminde
başarılı öğretim elemanlarıdır. Eğitim sisteminden iş hayatının beklentilerini karşılayacak düzeyde
sonuçların alınmasıyla öğretmen niteliği arzu edilen seviyede olacaktır. Eğitimde Toplam Kalite
Yöntemlerinin tüm eğitim kurumlarına yayılması ve uygulamanın titizlikle takibi ile sistem içerisinde
bireysel hatadan kaynaklanan sorunlar ortadan kalkacak eğitim kademelerinde yeknesaklık
sağlanacaktır. Eğitimde kalite, bilgi kabiliyet ve beceri ile yenilikleri izleyebilme yeteneğinin
geliştirilmesidir. Eğitim araçlarının, sosyal ve kültürel faaliyetlerin zenginleştirilmesi ile okul ve
sektörel işbirliğinin sağlanmasıyla eğitim kalitesi gelişecektir. Eğitim sisteminin para kaynakları devlet
bütçesi ve bağışlardır, bütçeden ayrılan payın büyük kısmı ise personel giderleri olarak
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
19
kullanılmaktadır. Okulların katma değer üreterek imkânlarını geliştirmesine olanak sağlanmalıdır.
Zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması, genel ortaöğretim kavramı kademeli olarak kaldırılıp, ortaöğretim
kurumlarının istihdama dayalı mesleki öğrenime yöneltilmesi ile hem ara eleman üretiminde kalite
sağlanacak hem de zorunlu eğitim sonucunda her birey meslek sahibi olacak ayrıca orta öğretimden
itibaren üretilen katma değer eğitim imkânlarını geliştirecektir. Eğitim sürecinde en etkili yöntem
uygulamalı eğitimdir, uygulamanın üretime yönelik olmasıyla teorik bilgi pratikle pekişecek toplumsal
ve sektörel beklentilere hazır mezunlar verilecektir. Okulların üretime katılması serbest piyasa
imkânlarını daraltmayacak aksine genişletecek ve kalite getirecektir; çünkü, sektörel gelişimler iş
hacmini büyütür. Okul öncesi eğitim ve ilköğretimden başlayacak okumayı sevdirmek, uygulamalı ve
görsel eğitim programları, ortaöğretimde üretime ve üniversitelerde üretim ve proje geliştirmeye
yönelik olmasıyla ülkemiz bilgi ve teknoloji üreten ve pazarlayan ülke konumuna gelecektir. Yüksek
öğretim kurumlarının markalaşması yeniden özerk kurumlar haline getirilmesi özgür düşünce ortamı
teşvik edilerek sağlanacaktır. Okul ve Üniversite yerleşkeleri sosyal ve kültürel yaşam alanı haline
getirilmeli, akademisyen ve öğrencilerin ortak yaşamın paydaları olarak kaynaşması sağlanmalıdır.
Mezuniyet sonrası destek eğitimleri ile mezunların üniversite ilintileri devamlılık kazanacak üniversite
sanayi işbirliğinin geliştirilmesinde önemli katkı sağlayacak, ayrıca ülke ve yerel sorunlara yönelik
çözüm projelerinin teşvik edilmesi ile üniversiteler toplumsal yaşamda etkinleşecek toplum bilincini
bilimsel sosyal ve kültürel katkıyla zenginleştirecektir. Üniversite sanayi işbirliği ile ortak Ar-Ge
programları devlet politikaları ile desteklenmeli bilim ve teknolojinin gelişmesinde bu işbirliğinin
önemi göz ardı edilmemelidir. Modernleşme toplum bilincinin gelişmesi ile sağlanacaktır. Düşünce ve
ifade özgürlüğü, akıl ve bilime duyulan inanç, bireyin önemsenmesi toplumsal aydınlanmanın
tezahürüdür. Modernleşme yabancı sermayeyle değil bilim ve teknoloji üreterek gerçekleşecektir.
Gelişen teknoloji ve sektör ihtiyaçlarına göre önemsenmesi gereken meslekler
Genç nüfusa sahip olmak bir ülke için umut ve övünç vesilesidir. Ancak genç nüfusun yeterli nitelikli
eğitim olanaklarıyla donatılmış olması ülke geleceği açısından daha da umut ve övünç vesilesi olmakla
beraber aynı zamanda ülkenin geleceği açısından güven artırıcı bir unsurdur.
Genç nesillerin eğitimsizliğinin doğuracağı endişeler kadar, istihdam politikası geliştirmeden yapılan eğitim programlarıyla oluşturulan meslek enflasyonuyla diplomalı işsizler ordusu üretmekte, gençlerin ve ülkenin geleceği açısından endişe vericidir. Gençlerimiz sırf üniversite kapısından dönmesinler işsiz görünmesinler diye bir tahta bir sınıf anlayışıyla sıra sayılarını artırmak kısa vadeli ancak sonuçları açısından kaygı verici çözümdür.
Bilgi ve teknolojinin hızla gelişip yaygınlaştığı günümüz dünyasında toplumlar üretenler ve tüketenler olarak ayırt edilmelidir. Üreten toplumlar sürekli gelişen, geleceği aydınlık nesiller üretirken; tüketen toplumların, teknoloji satın alarak varacağı yer pazar yeri olmaktan öte bir yer olmayacak, kalkınamayacak ve bir gün teknoloji satın alacak parayı da bulamayacaklardır.
Eğitim programları ülkenin yatırım programları ve kalkınma planlarına endeksli olmalı, gençlerin eğitimi sonrası istihdam edilebilirliği gözetilmelidir. Bunun için sermaye sahipleri de ülkemizin ihtiyacı olan alanlarda yatırım yapmaya özendirilmeli ve teşvik edilmelidirler. Ancak böylece hem istihdam alanları genişleyecek hem de planlı kalkınma gerçekleşecektir. İstihdama dayalı eğitim programlarıyla gençlerimiz işsizlikten kurtulacak gelecek endişesi taşımayacaklardır. Üniversite eğitimi sırasında da öğrenciler uygulamalı eğitim ve Ar-Ge çalışmalarına katılarak eğitim kalitesinin artırılmasını teminen laboratuar imkânları devlet desteğiyle genişletilmelidir.
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
20
Türkiye’de insanların kamu kurumlarında çalışmayı yaşam garantisi olarak gördüğü yıllar geride kalmak üzeredir. Devletin küçülmesi birçok sektörden çekilmesi ve özelleştirmeler sonucu kamu da istihdam alanları daralmıştır. Günümüzde iş garantisinin koşulu görevimiz de başarılı olmaktan geçmektedir. İkame edilebilir hizmetler de vasat bir çalışanın iş garantisi çalışma yasaları doğrultusunda işverenin takdirine bağlıdır. Ancak iyi meslek sahiplerinin iş garantisi; görevindeki başarısı, kendini geliştirebilme yeteneği, çalışma azmi ve iş ahlakıdır.
Popüler mesleklerden birine sahip olmak iş bulmayı kolaylaştırabilir ancak iş bulmak başarmak demek değildir. İş bulduktan sonra verilen görevde başarılı olmak, çevremizde ki insanlarla iyi bir iletişim içerisinde olmamızı gerektirir. Bunun içinde önce sevdiğimiz yâda sevebileceğimiz bir mesleğe sahip olmalıyız; çünkü başarı ölçütünün en önemli etkenlerinden birisi de mesleğini sevmektir. Her Üniversite mezununun en az bir yabancı dili çok iyi düzeyde bilmesi gerekir. Meslek sahipleri yabancı literatürleri de takip ederek bilgisini sürekli yenilemeli, teknolojik gelişmeleri yakından izlemeli, mesleğini geliştirebilmeli ve edindiği bilgileri görevine yansıtabilmelidir. Bunların yanısıra disiplinli çalışan, kararlı, sosyal, kendisiyle barışık, işveren ve çalışma arkadaşlarıyla iyi ilişkiler içinde olan, iş ahlakına sahip bir meslek sahibinin iş güvencesi kaygısı olmayacak üstelik iş peşinden koşacaktır.
Türkiye’de istihdam alanı bulunan yâda yakın gelecekte istihdam alanı genişleyecek meslekler de akademik düzeyde eğitim verilmemekte yahut kısıtlı sayıda Üniversite tarafından verilmektedir. Aşağıda sunduğumuz bilim alanlarında gençlerimizin yahut daha çok gencimizin meslek edinmesine ihtisaslaşmasına olanak sağlanmalıdır. Öngördüğümüz Bilim Dallarının Üniversitelerimizde açılması ve yaygınlaşmasıyla hem önemli sayıda yeni istihdam olanakları sağlanacak hem de ileri teknoloji bilim ve üretiminin ülkemizde gelişimine önemli katkıda bulunabileceklerdir.
Toplam Kalite ve Stratejik Planlama Uzmanlığı
Tüm dünyada giderek yaygınlaşan küreselleşme eğilimi, Türkiye’nin Avrupa Birliği ilişkileri ve dünya devletleri ile daha fazla entegre olmamız, kurum ve kuruluşlarımızı küresel ölçekte içeride ve dışarıda büyük rekabet ortamına sokmuştur. Giderek artan rekabet şartları karşısında başarılı olmanın temel koşulu işletmelerin kurumsallaşmasından markalaşmasından geçmektedir. Bunun içinde tüm işletmeler toplam kalite yönetimlerini benimsemeli stratejik yol haritalarını hazırlayıp buna göre gelişimlerini sürdürmelidirler.
Ancak Türkiye üniversitelerinde toplam kalite standardizasyonu ve stratejik planlama konularında uzmanlar yetiştirilmemekte akademik çalışma bulunmamakta yalnızca bazı bölümlerde ders olarak verilmektedir. Toplam Kalite Yönetimi ve Stratejik Planlama konularında kendi çabalarıyla uzmanlaşanların bir araya geldikleri Dernekler ve danışmanlık şirketleri eliyle şirket elemanlarına verilen ücretli derslerle ihtiyaçlar karşılanmaya çalışılmakta ancak bu da çoğu kez yetersiz olmaktadır. Toplam Kalite Yönetim Sisteminin akademik bir çalışmaya ihtiyacı vardır. Aşırı dokümantasyon içermesi sistemin işlerliğini olumsuz olarak etkilemekte ve terk edilmesine neden olabilmektedir. Toplam Kalite Yönetim Sistemleri akademik çalışmalarla geliştirilebilecektir. Kurumsallaşmak isteyen işletmelerin rekabet edebilirliğini artırmak isteyen iş çevrelerinde sistem konusunda akademik eğitim almış uzmanlara ihtiyaç bulunmaktadır. Üniversitelerin İdari Bilimler Fakültelerinde en az lisans düzeyinde verilecek eğitimle mezun edilecek Toplam Kalite ve Stratejik Planlama Uzmanları Müşavirlik denetçilik yapabileceği gibi, Kamu ve Özel işletmelerde kolaylıkla istihdam edilecek aranan elemanlar olacaklardır.
Hukuk ve Mevzuat Müşavirliği
Üniversitelerin Hukuk Fakültelerinde Genel Hukuk eğitimleri verilmekte lisans düzeyinde bir uzmanlaşma söz konusu olmamaktadır. Örneğin Ticaret, Adli suçlar, Terör ve AB Hukuku konularında uzmanlaşmış avukatlar yetiştirilmediği gibi İdari davalarda da uzmanlaşmış avukatlar bulunmamaktadır. Avukatlar mükellef talepleriyle vekâlet ettikleri davalarla kendilerini
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
21
geliştirirlerken de kılavuz olarak Yargıtay kararlarını emsal almaktadırlar. Bu durum ise olaya ve mevzuatlara göre farklılık arz ettiği durumlarda yanlış yorumlara haksız yargılara yol açabilmektedir.
Gerçek ve tüzel kişilere ait işletmeler ise hukuki sorunlarında avukatlara yönelmekte avukatının yönlendirmesiyle hareket ettikten sonra “avukat beni yanlış yönlendirmiş, bilmiyordum” diye sızlanabilmektedir. Ticari meselelerinde muhasebecisine yönelirken de sonuçta muhasebecisinin hata yaptığından yakınabilmekte veya tersi durumlarda olabilmektedir. Özellikle yeni girişimciler de karşılarına çıkan mevzuatlar nedeniyle zorluklar yaşamakta bazıları iş yeri açamadan vazgeçmek zorunda kalabilmektedirler.
Mevcut yasa ve mevzuatlar yanısıra Resmi Gazetede yayımlanan yasa ve tebliğler dışında kamu kurumlarının yönergelerini de iyi takip edecek uzmanların yetiştirilmesiyle toplum yaşamında ve iş dünyasında ihtiyaç duyulan talebin karşılanabileceğini ve bu eğitimin vatandaşla devlet arasındaki bağları da güçlendireceğini düşünüyoruz.
Üniversitelerin Hukuk veya İdari Bilimler Fakültelerinde açılacak uzmanlık alanında yapılacak akademik çalışmalarla Yasa ve mevzuatların geliştirilerek uluslar arası normlara kavuşturulması temin edilirken mezunları da serbest müşavirlik yapabilecekleri gibi avukatlarla ortak çalışabilir, kamu kuruluşlarında ve büyük özel işletmelerde istihdam edilebilirler.
Sibernetik Mühendisliği
Sibernetik, makine ve canlılarda kontrol ve haberleşmenin şartlarını ve kânunlarını tespit eden bilim dalıdır. Sibernetik, canlıların hareket kabiliyeti ile makineler arasındaki çalışma benzerliklerini araştırır. Sibernetikte makine durum değiştirme, yani transformasyon kabiliyetinde olan her türlü dinamik sistem anlamına gelir. Gerek makinelerin, gerekse canlıların bütün faaliyetleri, birer transformasyondan ibarettir. Makinelerde transformasyon, enformasyon ve feed-back kontrol sistemiyle gerçekleşir buna Otomatik Kontrol Sistemleri denilmektedir. Canlılar da bilinç ve zihinsel faaliyetlerle gerçekleşen transformasyon kabiliyeti teknolojinin ilerlemesiyle bir ölçüde makinelerde de gerçekleştirilebilmektedir.
Sibernetik makineler de geliştirilen bilgi alışverişi ve bu bilgi alışverişiyle denge kurma ve yönetim kabiliyetini makine ve insan arasında karşılıklı bilgi alışverişiyle yönetme kabiliyetini gerçekleştirir.
Uçakların otomatik pilota bağlanarak yol alması, gemilerin açık denizde rotasını belirleyerek yol alması, otomobiller de yol kontrol sistemlerinin geliştirilmesi ile robot teknolojileri sibernetik biliminin gelişimiyle mümkün olmuş, sibernetik teknolojiyle üretilen medikal cihazlar da tıbbın hizmetine sunulmaktadır.
Sibernetik konusunda çeşitli üniversitelerimizde çalışmalar yapılmakla beraber halen bir bilim dalı misyonuna sahip değildir. Dünyanın bir çok ülkesinde küçük devletler de bile Sibernetik Enstitüleri kurulmuş sibernetik biliminde Ar-Ge çalışmaları yapıp Sibernetik Mühendisleri yetiştirirken bu hususta eksik kalmamız üzücüdür.
Üniversitelerimizde Sibernetik bilim dalının kurulması, Sibernetik Enstitülerinin açılması, Mühendislik Fakültelerinin Sibernetik Mühendisleri yetiştirmesiyle ülkemizde ileri teknoloji yatırımlarına ilgi büyüyecek, bilim adamlarımız sibernetik teknolojisinin gelişiminde büyük adımlara ortak olabilecektir.
Genetik Mühendisliği
Genetik mühendisliği, canlıların kalıtsal özelliklerinin değiştirilerek, onlara yeni işlevler kazandırılmasına yönelik araştırmalar yapan bilim alanıdır. Genetik mühendisleri, genlerin yalıtılması, çoğaltılması, farklı canlıların genlerinin birleştirilmesi ya da genlerin bir canlıdan başka bir canlıya aktarılması gibi çalışmalarla uğraşırlar.
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
22
Genetik mühendisliği, bilim insanlarının genleri bir organizmadan alıp diğerine aktarmalarına imkân veren bir teknolojidir. Bu teknoloji; nükleik asit hibridizasyon, rekombinant DNA, PCR, RNA,hücre kültürü ve monoklonal antikor tekniklerini içerir.
Genetik Mühendisliğinin uygulama alanlarının başında endüstri gelmektedir. Çeşitli endüstriyel ürünlerin (ilaç, besin vb.) istenilen nitelikte üretilmesi için yapılan çalışmalar bu teknolojinin daha da gelişmesine neden olmuştur. Tıpta özellikle kalıtsal hastalıklarının tanısının yapılmasında, tarım ve hayvancılıkta istenilen özellikte ürünlerin elde edilmesinde, çevre kirliliğin önlenmesi, madencilik vb. gibi pek çok alanda yine genetik mühendisliği kullanılmaktadır.
Bugün, genetik mühendisliği uygulamalarıyla daha sağlıklı yiyecekler, daha güvenli temiz bir çevre ve sağlık alanındaki gelişmeler insanlara sunulmaktadır. Günümüzde büyük bir hızla gelişen bu teknoloji, özellikle gelişmiş ülkelerde bir yarış halini almıştır. Hemen hemen tüm çevreler 21. yüzyılın "Biyoloji Çağı" olacağı görüşünü, büyük ölçüde moleküler düzeyde ve biyoteknolojide genetik mühendisliği tekniklerinin gelişmeleriyle ilişkilendirmektedir.
Üniversitelerimizde Genetik Mühendisliği bulunmamakla birlikte Genetik teknoloji Bilim dalı olarak Tıp Fakültelerinde ve Fen Edebiyat Fakültelerinde önemli çalışmalar yapılmakta, başta İTÜ ve Boğaziçi Üniversitesi olmak üzere birçok üniversitemizde Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümleri lisans ve lisansüstü düzeyinde eğitim vermektedirler.
Nanoteknoloji Mühendisliği
Nanoteknoloji, maddeyi atomik ve moleküler seviyede kontrol etme bilimidir. Genel olarak malzemelerin atom atom ya da molekül molekül işlenmesi, ayrılması, birleştirilmesi ve bozulmasıdır. Maddenin nano boyutta kütle halinden farklı özellikler göstermesi, kütle halinde iken bir başka maddeyle reaksiyona girmeyen bir maddenin nano boyutta tam tersi özellik göstermesi nanoteknoloji bilimini önemsetmektedir. 1 nm, metrenin milyarda biridir.
Fizik, malzeme, elektronik, kimya, biyoloji gibi bilim dallarında nanoteknoloji çalışmaları yapılmaktadır. Nanoteknolojinin tıp, elektronik, bilişim, iletişim, savunma, uzay, malzeme, çevre, kimya, tekstil, gıda ve enerji üretimi gibi alanlarda uygulanma potansiyeli vardır. Dünyada nanoteknoloji alanındaki araştırmalar; ABD, AB, Japonya, Çin, G. Kore eksenli olarak yoğunlaşmıştır. Ayrıca Tayvan, İsrail, Kanada, Rusya ve Singapur’da da önemli çalışmalar yapılmaktadır.
Ülkeler nanoteknolojiye çok büyük miktarda yatırımlar yapmaktadırlar. Nanoteknolojiyle üretilen ürünler hızla yaşamımıza girmektedir. Kişisel bakım ürünleri, cam, seramik, LED televizyonlar, tekstil ve tıbbi sağlık malzemeleri nanoteknolojiyle üretilerek kullanıma sunulmaktadır. Türkiye de Bilkent, İTÜ, ODTÜ, Sabancı Üniversiteleriyle TÜBİTAK Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsünde kurulan Nanoteknoloji Araştırma Merkezlerinde önemli çalışmalar yapılmaktadır.
Nanoteknoloji Mühendisliği yakın geleceğin en popüler mesleklerinden biri olmaya adaydır. Ancak Türkiye de henüz hiçbir üniversitede mevcut olmamakla birlikte Malzeme, Metalürji, Fizik, Biyoteknoloji ve Kimya Mühendisliklerinde okuyanlar, öğrenci değişim programları vasıtasıyla yabancı üniversitelerin Nanoteknoloji Mühendisliği bölümlerine geçebilirler.
Endüstriyel Tasarım Mühendisliği
İnovasyon çağımızda çok önemli bir yer tutmaktadır. Bir ürünün görselliği yanısıra teknik özelliklerinin de geliştirilmesiyle uluslar arası rekabette pazar şansı artmaktadır. Endüstriyel Tasarım Mühendisleri pazar ihtiyaçları ve müşteri beklentilerine göre ürün özelliklerini geliştirebilmekte ürün çeşitliliğini artırarak, ürünün iç ve dış pazarlar da rekabet edebilirliğini geliştirmektedirler.
Temel mühendislik, inovasyon teknikleri ve endüstriyel bilgilerle donatılarak üniversitelerden mezun olan Endüstriyel Tasarım Mühendislerinin; otomotiv, uçak, gemi, makine imalat sanayi, moda, tekstil,
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
23
cam, seramik endüstrisi, savunma sanayi, biyomedikal, tıp, plastik, toplu taşım üretim teknoloji şirketleri gibi pek çok geniş istihdam alanları bulunmaktadır.
Üniversitelerimizde Endüstriyel Tasarım Mühendisleri yetiştirilmemekte buna karşın bazı üniversitelerimizde lisans düzeyinde Endüstriyel Tasarım Bölümleri bulunmaktadır. Ancak Endüstriyel Tasarım bölümlerinde temel mühendislik dersleri bulunmayıp yalnızca ürün görselliğinin geliştirilmesine yönelik eğitim verilmekte bu ise bölümden mezun olan Endüstriyel Tasarım meslek sahiplerinin ürün geliştirme yeteneklerini kısıtlamaktadır. Mevcut Endüstriyel Tasarım bölümlerinden mezun olanlar halen Meslek Yüksek okullarında bulunan Mekatronik veya Makine bölümlerinde önlisans eğitimiyle temel mühendislik bilgisi edinmek suretiyle mesleklerini geliştirebilirler.
Erciyes Üniversitesinin geçtiğimiz Mayıs ayında Mühendislik Fakültesinde açtığını duyurduğu Endüstriyel Tasarım Mühendisliği bölümünün ülkemize yararlı olmasını ve yaygınlaşmasını diliyoruz.
Network (Ağ) ve Yazılım Mühendisliği ya da Bilişim Sistemleri Mühendisliği
Günümüz dünyasında iletişim büyük önem kazanmıştır. 10 yıl öncesine kadar haberleşmenin sadece telefon ve telsiz ile sağlandığı çağımızda bugün kablosuz bilgisayar ağlarıyla iletişim modelleri sunulmakta, yeni nesil sistemlerin gelişimiyle veri hatları üzerinden ses ve görüntünün aktarıldığı uygulamalar ve video konferans teknolojileri her geçen gün yaygınlaşmaktadır.
Bilgisayar tabanlı yazımlarla kurulan network topolojilerinin sunduğu imkânlarla gelişen ses ve görüntü aktarma işlevleri video konferans uygulamaları GSM tabanlı yeni nesil telefonlarla ceplerimize kadar girmiştir.
Türkiye üniversitelerinde Bilgisayar Mühendisliği ve Yazılım Mühendisliği bölümlerinde network ve yazılım eğitimleri verilmektedir. Uluslar arası Ortak Lisans Programları kapsamında son iki yılı ABD’de ki üniversitelerde olmak üzere İTÜ ve Atılım Üniversitesinde Bilişim Sistemleri Mühendisleri yetiştirilmektedir. Boğaziçi Üniversitesi de 2003 yılında Bilişim Sistemleri Mühendisliği bölümlerine öğrenci almış ancak üniversite senatosunda alınan kapatma kararıyla 2006 yılından itibaren öğrenci alınmamıştır.
Bilişim Sistemleri Mühendisliği öğrencilerine temel bilgisayar, yazılım, donanım, network topolojileri ve telekomünikasyon dersleri verilir. Bilişim sistemleri, organizasyonel amaç ve hizmetlere ve bu hedeflere varmak için bilgi teknolojisinin kullanımına odaklanır. Bilişim Sistemleri Mühendisleri gerekli bilgisayar donanımlarını temin ederek talep olunan yazılımı hazırlayıp hedeflenen iletişim şebekesi kurabilirler. Çok yaygın istihdam alanı vardır.
Pilotluk
Çağımızda yaşam standartlarının yükselmesi hava taşımacılığında ki gelişmelerle mümkün olmuştur. Hava taşımacılığının yaklaşık yüz yıllık tarihsel gelişimine baktığımız da hava trafiğinde çok hızlı bir gelişim görülmekte, askeri ve sivil alanda önemi giderek artmaktadır. Hava araçlarında ki gelişim uçakla yolculukları yaygınlaştırmış uzay yolculuklarının da önünü açmıştır. Günümüz teknolojisiyle kısa kalkış ve dikey iniş yapabilen askeri uçak sistemlerinin sivil havacılıkta da kullanılmasıyla ve dikey kalkış ve dikey iniş yapabilen hava araçlarının geliştirilmesiyle hava taşımacılığının daha da yaygınlaşacağı yaşamımızın ayrılmaz bir parçası olacağı kuşkusuzdur. Mevcut hava taşımacılığın da pilot ihtiyacının karşılanmasında güçlük çekilmesi ülkemizde yeterli sayıda pilot yetiştirilmemesi önümüzde ki yıllarda pilot ihtiyacında ülkemizin yetersiz kalacağını göstermektedir.
Türkiye de Hava Harp Okulunda, Anadolu Üniversitesi Sivil Havacılık Yüksek Okulunda, Türk Hava Kurumunda ve özel uçuş okullarında ücreti mukabilinde sivil Pilotluk eğitimi verilmektedir. Bazı üniversitelerimizin Meslek Yüksek Okullarında verilen sivil havacılık eğitimleriyle de yer hizmetleri için ara elemanlar yetiştirilmektedir.
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
24
Hava taşımacılığının önemi ve pilot ihtiyacı gözetilerek yeterli sayıda pilot yetiştirilmesini teminen üniversitelerimiz de Pilot Eğitim Programları yaygınlaşmalıdır.
Türkiye de bir uçuş okulunun kuruluş maliyetinin 3 milyon Euro’yu bulması, bir eğitim uçuşunun maliyetinin 250 Euro’yu bulması, kısıtlı imkânlara sahip üniversitelerimizde Pilot Eğitim Programlarının yaygınlaşamamasının en büyük nedenidir. Devletimiz belli başlı bazı üniversitelerimizi Pilotluk Eğitim Programı açması için teşvik etmelidir. Aksi halde önümüzde ki yıllarda pilot açığı giderek büyüyecek Hava Yolu şirketleri yabancı pilotlara yönelecek, kaynaklarımızın yurt dışına çıkmasına neden olunacaktır.
Alternatif Enerji Mühendisliği
Enerji üretiminde yaygın kullanılan fosil (kömür-petrol-doğalgaz vb.) yakıtların tükenebilir olması, çevreye olumsuz etkileri ve yüksek maliyetleri nedeniyle bilim adamları yenilenebilir alternatif enerji kaynaklarına yönelmiştir. Günümüzde yenilenebilir enerji kaynakları olarak güneş, rüzgâr, biyoyakıt, denizlerde ki gel-git ve dalgalar değerlendirilmektedir. Ancak bilim adamları daha birçok alanda alternatif enerji kaynakları araştırmakta, yenilenebilir enerji kaynaklarının insan yaşamına en rantabl ve ekonomik sunulması için yeni teknolojiler geliştirmektedirler.
Alternatif Enerji Kaynaklarını değerlendiren ülkeler önemli miktarda kaynak israfından kurtulacağı gibi yüksek miktarda ilave ekonomik getiri de sağlayabileceklerdir. Büyük Sahra çölünün sadece %0,3’nün güneş panelleriyle kaplanması sonucu Türkiye dâhil tüm Avrupanın enerji ihtiyacının karşılanabileceğinin ortaya çıkmasının ardından Almanya 100 Gigawatt enerji üretmek üzere Sahra çölünde yatırıma başlamış 2015 yılına kadar 1 Gigawatt üreteceği 11 Güneş Enerjisi projesi için 5,5 milyar sterlin ayırmıştır. Sadece bu yatırım alternatif enerji kaynaklarına verilmesi gereken önemi göstermektedir.
Türkiye de birçok üniversitemiz de Enerji Mühendisliği konusunda lisans ve doktora eğitimleri verilmektedir. Üniversitelerimiz de yenilenebilir enerji kaynakları, enerji tasarrufu, enerjinin verimli kullanılması ve enerjinin yönetimi alanlarında bilimsel çalışmalar yapılmakta danışmanlık hizmetleri sunulabilmektedir.
Yeşil enerji olarak da adlandırılan yenilenebilir Enerji yatırımlarının yaygınlaşmasıyla Enerji Mühendisi ihtiyacının yakın gelecekte 200 binden fazla olacağı öngörülmektedir. Enerji konusunda dışa bağımlılığımız göz önüne alındığında ülkemiz için Alternatif Enerji Yatırımları ve Alternatif Enerji Mühendisliği daha da önem kazanmaktadır.
Denizcilik – Gemi Mühendisliği
Üçte ikisi denizlerle kaplı dünyamızda gemiciliğin askeri ve lojistik anlamda stratejik önemi vardır. Ülkemizde denizcilik bilincinin gelişmesi ve denizciliğin öneminin anlaşılmasını teminen Bahriye vekilliği kurulmasını müteakiben Türk denizciliğinin imkânlarını genişleten Kabotaj Kanunu 1 Temmuz 1926 günü yürürlüğe girmiş ve akabinde yeni tersanelerinin inşasına başlanmış mevcut tersaneler devletleştirilerek yeniden düzenlenmiş, İTÜ’de “Gemi İnsaniye” bölümü açılmıştır.
Bulunduğumuz coğrafyada ülkemiz avantajlı bir konumda olmasına rağmen uluslararası deniz ticaretinden yeterince pay alamamaktadır. Denizcilikten ve deniz ticaretinin avantajlarından yeterince yararlanabilmek için pek çok ülkenin yaptığı gibi denizcilik ve kabotaj taşımacılığı bir devlet politikasıyla teşvik edilmeli, akademik alanda gelişimine katkıda bulunulmalıdır.
Denizcilik ve Gemi endüstrisi yoğun emek isteyen bir işgücü gerektirdiğinden istihdam alanı geniş ve ileri teknolojik kabiliyetleri destekleyen bir sektör olarak kalkınmada önemli rol üstlenmektedir.
Deniz Harp Okulu, İTÜ, YTÜ, KTÜ gibi üniversitelerimizde Gemicilik ve Gemi İnşaat Mühendisliği eğitimleri verilmekte, çeşitli üniversitelerimizde de Denizcilik ve Su Ürünleri alanlarında akademik eğitim verilmektedir. Yaygın eğitim yöntemleriyle de Gemi Adamlığı Sertifikası verilmektedir.
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
25
Geniş istihdam alanına sahip Denizcilik ve Gemiciliğin ülkemizde yaygınlaşması halkımızın denizlerimizden daha fazla yararlanmasını teminen denizciliğin geliştirilmesi elzemdir. Ulu önder Atatürk 1 Kasım 1927 tarihinde TBMM açılışında yaptıkları konuşmada; “En güzel coğrafi vaziyette ve üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye: endüstrisi, ticareti ve sporu ile en ileri denizci millet yetiştirme kabiliyetindedir. Bu kabiliyetten istifadeyi bilmeliyiz denizciliği Türk’ün milli ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız” diyerek konunun önemini ifade etmiştir.
V. YOLSUZLUKLAR
Yolsuzluğun uluslararası ölçekte farklı tanımları olmakla beraber genel olarak “kişisel menfaat elde
etmek amacıyla görevin kötüye kullanılması” diye ifade edilmektedir. Yolsuzluğun etik açıdan büyüğü
küçüğü yoktur, her durumda yolsuzluğun yaygınlaşması kişilerde ve toplumda yozlaşmayı ifade eder.
Kamu yönetimin önündeki en büyük engellerden biri olan yolsuzluk genel bir tanım olarak rüşvet,
zimmet, irtikâp, sahtecilik, kayırmacılık, yetkiyi kötüye kullanma gibi birçok usulsüz faaliyeti kapsar.
Yolsuzluk sadece çıkar amacı taşıyan bir olgu değildir, nemelazım gibi anlayışlarla bir usulsüzlüğe
haksızlığa göz yummak da toplumsal dejenerasyon nedeniyledir. Yolsuzluklar sadece ülkemizin değil
tüm dünyanın sorunudur. Yolsuzluğun her şekli yasal olarak suç ve ahlaki olarak toplum önünde
ayıplandığından yolsuzluğun ekonomik boyutunu yansıtmak çok güçtür, mahkemelere yansıyan ve
sonuçlanan davalarla da gerçek yolsuzluk boyutunu belirlemek mümkün görülmez. Merkezi Berlin’de
bulunan Transparency International isimli Uluslararası Saydamlık Örgütü yolsuzluğa karşı farkındalığı
artırmak amacıyla her yıl ülke insanları ve şirketlerin üst düzey yöneticilerine yönelik anketlerle
hazırladığı ülkelere göre yolsuzluk algılama endeksi yayınlıyor. Yolsuzlukların en fazla olduğu ülkelere
“0” ve yolsuzluğun hiç olmadığı ülkelere verilen “10” endeks puanı sıralamasına göre Dünya Yolsuzluk
Algılama Endeksinde 2009 yılında 180 ülke arasında 4,4 puan ile 61. sırada yer alan Türkiye 2010
yılında 178 ülke arasında yine 4,4 puan ile 56. sırada yer almıştır (Şekil 1).
2009 YILI DÜNYA YOLSUZLUK ALGILAMA ENDEKSİ http://www.transparency.org
178 ülkeyi kapsayan 2010 Dünya Yolsuzluk Algılama Endeksine göre Danimarka (9,3), Yeni Zelanda
(9,3), Singapur (9,2), Finlandiya (9,3), İsveç (9,2) ile ilk 5 sırayı alırken, son 5 ülke; Somali (1,1),
Afganistan (1,4), Myanmar (1,4), Irak (1,5), Sudan (1,6), olmuştur. Sıralamada 6. Kanada (8,9), 15.
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
26
Almanya (7,9), 17. Japonya (7,8), 20. İngiltere (7,6), 22. ABD (7,1), 25. Fransa (6,8), 30. İspanya (6,1)
39. Kore (5,4), 67. İtalya (3,9), 78. Çin (3,5), 154. Rusya (2,1) yer almıştır.
Yolsuzlukların birçok nedeni olmakla beraber en yaygın veya en az olduğu ülkeler arasında, gelişmişlik
demokrasi ekonomik sistem bakımından büyük farklılıklar vardır. Devletçilik anlayışının hâkim olduğu
karmaşık mevzuatlar bürokratik formaliteler yoğun kırtasiye rüşvet çarkını devreye sokarken kayıt dışı
ekonomik faaliyetlerde yolsuzlukları tetiklemektedir. Kayıt dışı ekonomik faaliyetler illegal veya legal
kişilikler üzerinden gerçekleştirebilmektedir. İllegal örgütlenmelerle kumar, fuhuş insan ticareti her
tür kaçakçılık, fikir ve sanat eserlerinin kopyalanması yöntemleri kayıt dışı faaliyet kapsamındadır.
Legal kuruluşlar ise özel sektör, kamu ve sivil toplum örgütleri aracılığıyla yapılan usulsüzlükler ile
elde edilen kayıt dışı gelirleri kapsamaktadır. Küçük işletmelerin vergi ve sosyal güvenlik gibi benzeri
yükümlülüklerden kurtulmak amacıyla ekonomik faaliyetlerini mümkün mertebe kayıt dışı tutması,
kamuda rüşvet irtikâp ve yolsuzlukla elde edilen haksız kazançlar ile dernek, sendika, vakıf ve gönüllü
kuruluşlar gibi bazı sivil toplum örgütü faaliyetlerinin kötü amaçlı kullanılmasıyla da kayıt dışı kazanç
elde edilebilmektedir. Bu faaliyetler sonucu elde edilen çok büyük miktarları bulan gelirler yabancı
banka hesaplarında tutulurken kara para aklama yöntemleriyle bu paralar yasal ekonomiye
katılmaktadır. Kara para ile büyük ekonomik güce ulaşan yasadışı örgüt ve kişiler sahip oldukları güç
ile ekonomiye ve siyasal sisteme etki edebilmekte devletin yapısını zedeleyebilmekte, olumsuz
sosyopolitik etkiler sonucu kayıt dışı ekonomi kendi kendini besler hale gelebilmektedir.
Dünyada kayıt dışı ekonominin 7–8 trilyon dolar büyüklüğünde olduğu ve her yıl yaklaşık 100 milyar
dolar arttığı tahmin edilmektedir. Kayıt dışı ekonominin GSMH’ya oranı ABD’de %12,5, İngiltere’de
%13,5, Japonya’da %12, İtalya’da %26 olduğu ülkemizde %40 dolayında olduğu tahmin edilmektedir.
Örneğin 2001 yılı ekonomik krizinde batık bankalar nedeniyle 12 milyar dolar harcanırken, Sağlık
Bakanlığı bütçesi 1,8 milyar dolardır. Kayıt dışı ekonomik faaliyetlerin toplumsal yozlaşmanın yanı sıra
ekonomik, sosyal ve siyasal sistemleri tehdit eder hale gelmesi kara para ve kayıt dışı ekonomik
faaliyetlere karşı uluslar arası dayanışma ve işbirliğini zorunlu hale getirmiştir. Ekonominin
küreselleşmesi, bankacılık alanında kullanılan teknolojik gelişmeler uluslar arası suç örgütlerinin
küresel ölçekte çok önemli ekonomik güç haline gelmesiyle organize suçlarla mücadele ülkelerin
kendi iç sorunları olmaktan çıkmış uluslar arası boyut kazanmıştır. Özellikle kara para aklanmasında
suç örgütlerinin denetimlerin kısıtlı ve uluslar arası işbirliğinin az olduğu ülkeleri tercih etmesi ülkeleri
küresel işbirliğine yönlendirmiş bu amaçla 1980 yılından itibaren bankacılık ve ekonomik faaliyetlere
ilişkin bir dizi tavsiye kararları alınmış kara para aklanmasının, kaçakçılık ve kayıt dışı faaliyetlerin
önlenmesine yönelik sözleşmeler yapılmıştır. Türkiye’nin de taraf olduğu bu karalardan en önemlileri
1988 Viyana Konvansiyonu ve 1990 Strazburg Konvansiyonudur. Viyana Konvansiyonunda uyuşturucu
madde kaçakçılığının tüm yönleri ve kara para aklama yöntemleri ayrıntılı olarak rapor edildikten
sonra kara para aklamanın suç sayılması ve bu paraların müsaderesi öngörülmüş, bankaların sır
saklama yükümlülüğünün suçluların yargılanması aşamasında anlaşmaya taraf devlet mahkemelerinin
bankalardan mali ve ticari raporları alabilmeleri istenmiştir. Strazburg Konvansiyonunda; Viyana
Konvansiyonunda tanımlanan uyuşturucu madde kaçakçılığına karşın öncül suçları kapsayacak şekilde
genişletilmiş bankacılık, hukuk sistemi ve ekonomik önlemlere ilişkin öneriler getirmiştir. Ayrıca kayıt
dışı ekonomik faaliyetlerle uluslar arası suç örgütlerinin, terörizmin finans kaynaklarının
engellenmesi, kayıt dışı tüm ekonomik faaliyetleri kapsayan mali önlemler Birleşmiş Milletler, OECD
ve Avrupa Konseyi; FATF gibi kararlarıyla tüm ülkelere tavsiye edilmiş yahut sözleşmeye bağlanmıştır.
Bu kararlar; şeffaf yönetim anlayışı, hükümet ve iş çevrelerini kapsayan caydırıcı kültürel anlayış,
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
27
yolsuzlukla mücadele önlemleri, yargının bağımsızlığı ve yargı kararlarının uygulanmasını sağlayan
etkin bir adli sistem, hâkim ve savcılar için yüksek ahlak ve mesleki yükümlülükleri kapsamaktadır.
Türkiye, uluslar arası anlaşmalara taraf olarak bu konularla mücadele etme isteğini ortaya koymuştur.
Türkiye, gerek zaruretinden gerekse taraf olduğu uluslar arası anlaşmalar gereği kayıt dışı ekonomik
faaliyetler ve kara para aklanmasıyla etkin mücadele kapsamında 1996 yılında 4208 sayılı kanunu
çıkarmış, Türk mevzuatında tanımlamış, Maliye Bakanlığı bünyesinde Mali Suçları Araştırma Kurulu
MASAK adıyla uzman bir kuruluş oluşturmuştur. 4208 sayılı kanuna ilaveten 4422 sayılı çıkar amaçlı
suç örgütleriyle mücadele kanunu çıkarılmış kayıt dışıyla mücadele faaliyetleri, suç kapsamının
genişlemesi ve uygulamada ortaya çıkan aksaklıkların önlenmesini teminen ilave yasal düzenlemeler
de gerçekleştirilerek Türk Ceza Yasasına ciddi önlemler konulmuştur. Öncül suçların tanımlanması ve
cezai karşılıklarının konulması, suç gelirlerinin müsaderesi, finans kuruluşlarına şüpheli işlemleri
bildirme mecburiyeti, kara para aklanmasına ilişkin önlemler ve bu kapsamda uluslar arası kuruluşlara
üye olmak, şeffaf devlet yaklaşımıyla vatandaşlara bilgi edinme hakkı, kamu çalışanlarına yönelik Etik
Yasası ile toplumda güvensizlik oluşturan durumların ortadan kaldırılması amaçlanmıştır.
Yolsuzluk kavramının sosyolojik bakımdan kültürel algısı, toplumların ayıp ve ahlak ölçülerinin aleyhte
kültür çarpışması ile erozyona uğraması sonucu bazı kesimlerde, kamu gücüne sahip olanın menfaat
elde etmesi hak olarak görülebilmektedir. Örneğin; parayı veren düdüğü çalar – üzümünü ye bağını
sorma – bana dokunmayan yılan bin yaşasın – devletin malı deniz yemeyen domuz – at binenin kılıç
kuşananın – gibi birçok yaygın atasözü, Fuzuli’nin “selam verdim rüşvet değildir diye almadılar” ünlü
deyişi ile göstermektedir ki rüşvetin toplumsal yaşamımızla tarihsel bağı vardır. Demokratik sorunları
olan siyasal yapı, devlet kontrolündeki ekonomi yönetim sistemi, bağımsız ve adil bir hukuk düzeninin
kurulamaması, siyasal dokunulmazlıklar gibi yolsuzluklara açık yönetim sistemiyle, kamu yetkisinin
çıkar amaçlı kullanılması yerine yasama ve yürütme gücünü elinde bulunduranlar kendi çıkarlarına
uygun düzenlemeler yapabilmektedir. Bu gibi yaklaşımlarla yolsuzlukla mücadeleden etkin sonuç
alınamayacağı aşikârdır. Dürüst görev anlayışına sahip çalışanlara iş yerinde mobbing uygulanması,
terfi etmesinin önlenmesi önünün kesilmesi, hak aramanın zorlaştırılması, kamuda ölçüsüz siyasal
kadrolaşma, halkın bin bir güçlükle ödediği kamu kaynaklarının ulusal kalkınma ve toplum refahında
kullanmayıp karmaşık biçimde israf edilmesi sonuçta vatandaşla devletin arasını açacak yolsuzluk ve
yozlaşma daha fazla kronikleşecektir.
Ne Yapmalı?
Genel olarak gelişmekte olan ülkelerde yolsuzlukların yaygın olduğu ve Türkiye’de de yolsuzluk için
uygun ortam ve koşulların bulunduğu bilinmektedir. Yolsuzluğun sıfırlanması mümkün olmasa da en
asgari düzeye indirilmesi temel hedef olmalıdır. Devlet vatandaşına güvenmeli ve bunu mevzuatlara
yansıtmalıdır. Yolsuzluğu engellemek için halkın kontrolü değil, sisteme otokontrol uygulanmalı
rüşvet ve yolsuzluğa fırsat oluşturan mevzuat ve işlemler izlenerek önlemler geliştirilmeli
usulsüzlüklere karşı halkla işbirliği yapılmalı ve yerel yönetimler reorganizasyondan geçirilmelidir.
Politika bir güvenlik şemsiyesi ya da menfaat kapısı ya da bazı kamu görevleri için pozitif ayrımcılığa
vesile olmamalıdır. Politika, ülke için idealist fikir sahiplerinin yarışacağı arena haline getirilmelidir.
Yargı, denetim ve istatistik mekanizmaları politik müdahalelerden uzak, şeffaf, bağımsız statüye tabii
olmalı, araştırma ve denetimleri izne tabi olmamalıdır. Yatırımların denetimi için Teknik denetim
mekanizmaları kurularak kamu yararı gerekliliği teknolojik durumun uygulamaya yansıması, analitik
inceleme tekniğiyle hesap denetimi birlikte yürütülmelidir. Gelişmiş ülkelerde oluşturulmuş ve
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
28
başarılı Yolsuzlukla Mücadele Kuruluşlarının örgütsel yapıları uygulamaları örnek alınmalıdır. Her türlü
yolsuzluklara verilecek cezalar caydırıcı nitelikte olmalıdır. Yolsuzlukla mücadelede en önemli unsur
siyasi otoritenin kararlı olması tavizden kaçınması ve bürokraside liyakati önemsemesidir. Yolsuzlukla
mücadelede eğitim de ihmal edilmemeli yeni nesiller dürüst faziletli bilinçli yurttaş şuuruyla
yetiştirilmelidir.
VI. ESNAF ve SANATKÂRLAR
Ülkemizde toplam işletmeler içinde %98, toplam istihdam içinde %60, toplam üretim içinde %37,
toplam yatırım içinde %26’lık paya sahip olan Esnaf ve Sanatkârların GSMH içindeki payına ilişkin bir
veri bulunmamakla birlikte Türkiye de sosyoekonomik hayatın en önemli kesimini oluşturan esnaf ve
sanatkârların sorunları çözülmeden hiçbir sorun çözülemeyecektir.
Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK)’in Esnaf ve Sanatkâr Raporuna göre Ekim 2008
itibariyle Türkiye de 491 meslek kolunda TESK’e kayıtlı 1.9 milyon (Türkiye genelinde tahmini 5
milyon) esnaf ve sanatkâr toplumun her kesimine hizmet vermesine rağmen ihtiyaç hissettikleri
hizmetleri almakta oldukça sıkıntı yaşamaktadırlar. Meslek Odalarının kuruluş ve teşkilatlanmalarına
ilişkin yasalar çerçevesinde farklı meslek odalarına kayıtlı esnaf ve sanatkârlara yönelik kesin istatistikî
bilgiler elde edilememektedir. İstatistik bilgilerin koordine edilememesi ise esnaf ve sanatkârları
sorunlarına ilişkin verileri tam olarak yansıtmaktan yoksun bırakmaktadır.
Toplumsal yapının dinamiğini oluşturan sosyal dengenin güvencesi esnaf ve sanatkârların sorunlarına
ilgisizlik önce ekonomik zafiyetlere sonra sosyal sorunlara ve toplumsal yapının deformasyonuna yol
açacaktır.
TC Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca Esnaf ve Sanatkârlar Değişim, Dönüşüm, Destek (3D) Strateji Belgesi
ve Eylem Planı (ESDEP) çerçevesinde başlatılan Esnaf ve Sanatkârlarımızın sorunlarına çözüm
getirmesi beklenen planlara katkıda bulunmak amacıyla Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Teknoloji
Araştırma Merkezimizce (TEKAM) yapılan çalışmalarda aşağıdaki hususlar tespit edilmiş ve çözüm
önerilerinde bulunulmuştur.
Küreselleşmeden Olumsuz Etkilenmektedirler
Gümrüksüz ithalat küçük üreticileri olumsuz etkilemekte küresel şirketlerle rekabet edebilme şansları
bulunmamaktadır. Alış Veriş Merkezlerinin (AVM) albenisine kapılan tüketicilerin alışveriş
tercihlerinin öncelikle AVM’ler olması da olumsuz bir etken olarak karşılarına çıkmaktadır.
Hiper ve grosmarketlerin piyasa paylarındaki artış, sadece bakkalları değil, kasap, manav,
kuruyemişçi, şarküterici, ayakkabıcı, kırtasiyeci ve benzeri 80'e yakın meslek grubunda faaliyet
gösteren esnafımızı da olumsuz yönde etkilemektedir.
Selçuklu ve Osmanlı şehir hayatında önemi yer tutan Bedesten ve Kapalıçarşılar günümüz AVM’lerinin
temelini teşkil etmektedir. Ancak Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Bedesten ve Kapalıçarşı Esnaf ve
Sanatkârlarının diğerlerinden ayrıcalıklı olmaması haksız rekabet oluşmasını önlüyordu.
Ülkemizde perakende emtia satıcılarının yaygınlaşması yeni pazarlama teknikleri promosyonlarla
tüketicilerin sürekli özendirilmeleri alışverişin tutku haline getirilmesi başta ekonomistleri olmak
üzere devletimizi yönetenleri de kaygılandırmalıdır. Bugün ülkemizin ihtiyacı, bilim ve teknoloji
ağırlıklı üretim, sanayileşme ve marka oluşturarak dünya ile rekabet edecek girişimcilerdir. Özellikle
son yıllarda yakamıza yapışan rant ekonomisi ile "girişimcilik" büyük yara almışken ve dünyanın sınai
ve ticari gelişiminde ülkemizin payı azalırken, sanayici ve girişimcilerin, kaynaklarını böyle alanlara
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
29
yöneltmesi üzücüdür. Bunun, ülkemiz açısından kaynak israfı anlamına geldiği, ekonomik olmadığı
açıktır. Sanayici ve girişimcilerimizin, içerisinde bulunduğumuz bilgi çağında, bilgi ekonomisini
geliştirmek, teknolojik standartları yükseltmek, çağa ayak uydurmak, bu konuda öncülük yapmak
yerine, küçük sermayeleriyle faaliyet gösteren esnafımızla rekabete girişmeleri mikro açıdan adil
değildir, makro açıdan akılcı değildir.
Esnaf ve sanatkârlarımızın ortaklık bilinciyle hareket etmeleri girişimcilik ve inovasyon konularında
bilinçlendirilmeleriyle markalaşıp kurumsallaşmalarının yolu açılacaktır. Bu hususta öncelikle Esnaf ve
Sanatkâr Odalarının etkin faaliyetleri ile Devletimizin yapısal düzenlemelerine gereksinim vardır.
Esnaf ve Sanatkârların “Bavul Ticareti” olarak nitelendirilen ölçekte küçük çaplı ithalat ihracat
yöntemleriyle de rekabet alanı genişletilebilmelidir. Büyük sermaye sahiplerinin devletimizce
ülkemizin ihtiyacı olan yatırımlara yönlendirilmesi ve özendirilmesi de sayısız faydalarının yanısıra alt
ve üst gelir gruplarının çatışmasının önüne geçecektir.
Ülkemizde ki Gelir Dağılımından Olumsuz Etkilenmektedirler
Ülkemizde çalışan kesimin çoğunlukla asgari ücret düzeyinde veya düşük ücretle asgari geçim
şartlarında yaşam sürdürüyor olması da esnaf ve sanatkârların satışlarını olumsuz etkilemektedirler.
Bu durum birçok esnafın “veresiyecilerden başka müşterimiz kalmadı” şeklinde sızlanmasına yol
açmış ve veresiye defterlerinin alacak hanesinde tahsili güç rakamlarda artış sağlamıştır. Kar marjı
düşük esnafın komisyon ödeyerek kredi kartları ile satış yapmaktan kaçınması doğal karşılanmalıdır.
Kredi kartı ile satış anlaşmasında Bankaların büyük mağazalar ile küçük esnaflara karşı ayrımcı tutumu
ise esnaf ve sanatkarlar için handikap oluşturmaktadır. Rekabet Kurumunun bu gibi haksız rekabet
ortamları oluşturulmasına da önleyici tedbirler alması beklenmektedir.
Mevzuat Bürokrasi Vergi ve Sosyal Güvenlik Uygulamaları
Ekonomik ve sosyal dengeler ile tüketicilerin korunması, trafik ve çevre sorunlarının önlenmesi
bakımından Büyük Mağazaların faaliyetlerinin bir kurala bağlanması gereklidir.
T.C. Anayasasının 173'üncü maddesi, "Devlet esnaf ve sanatkârı koruyucu ve destekleyici tedbirleri
alır" şeklinde emredici bir hüküm içerdiği halde Türkiye, Anayasalarında böyle bir hüküm dahi
bulunmayan Avrupa ülkelerinden çok geride kalmıştır. Şirket kurmak için 10 kalem evrak talep
edilirken bir dükkân açmak için 17 kalem evrak talep edilmektedir. Örneğin; Bir AVM yahut
grosmarket Pazar ve diğer tatil günlerinde kanun gereği serbestçe faaliyetini sürdürebilirken bir
esnafın Pazar ve tatil günleri için belediyelerden özel izin alma zorunluluğu vardır.
Esnaf ve sanatkârlar ile esnaf ve sanatkâr meslek kuruluşlarının yararına yönelik olarak 507 ve 5362
sayılı Esnaf ve Sanatkâr ve Meslek Kuruluşlarına ilişkin kanun ve ilgili 6762 sayılı Türk Ticaret Yasası ve
5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalara ilişkin kanunlarda gerekli ve
beklenen değişiklikler gerçekleştirilerek günümüz koşullarına göre düzenlenmelidir.
Esnaf ve Sanatkârlar, yasal tanımıyla; geliri ancak geçimini temin edecek kadar az olan toplumsal
kesimdir. Esnaf ve Sanatkârları destekleme politikalarının amacı, hedef ve ilkeleri, gelişmiş
ülkelerinkinden farklı olarak belirlenmek durumundadır. Destekleme politikalarının temel amacı;
yapısal dönüşümden zarar gören toplumsal kesimlere destek vermek, onları üretken kılmak ve
rekabet üstünlüğü kazandırmak olmalıdır. Ülkemiz koşullarında bu kesimi oluşturan 5 milyon meslek
erbabının yaklaşık 2 milyonluk bölümünü, esnaf ve sanatkâr yanında çalışan çırak, kalfa ve usta
statüsünde olup İş Kanunu kapsamı dışında çalışan ücretli kesim oluşturmaktadır.
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
30
Uygarlıklar tarihi, ekonomik ve toplumsal dönüşümlerin de tarihidir. Tarım toplumundan sanayi
toplumuna, sanayi toplumundan bilgi toplumuna dönüşüm uygarlık düzeyinde birer sıçramadır.
Sanayileşme ile birlikte ortaya çıkan kitlesel üretim, ticarette büyüme ve entegrasyon sürecini
başlatmış, bu gelişmeler de geleneksel esnaf ve sanatkar kesiminin önem ve fonksiyonlarını
azaltmıştır. Giderek güç kaybeden ve piyasadan çekilen bu kesimin yaratabileceği benzeri sosyal
sorunların önlenebilmesi için devletçe desteklenmesi gerektiği aşikârdır.
Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş süreci tamamlanıncaya kadar bu süreçten zarar gören
toplumsal kesimlere devletin destek vermek zorunluluğu vardır. Bu destek, sanayileşme süreci
tamamlanıncaya, tarım sektörüyle esnaf kesimi, yapısal dönüşümün koşullarına uyum sağlayıncaya,
yeni ekonomik paylaşım ve kitlelerin yapılanması yeniden tamamlanıncaya kadar devam etmek
durumundadır. Esnaf ve Sanatkâr kavramı ekonomik olmaktan ziyade sosyal bir anlam içerir ve bu
meslek grubu daha çok, ekonomideki mikro kaynakları değerlendirerek kaynak israfını önleyen bir
kesimdir. Esnaf ve Sanatkârlar, aynı zamanda küçük boyutlu işletmeler formunda olduğu için
genellikle KOBİ'lerin sahip olduğu esneklik ve koşullara uyum avantajına da sahiptirler.
Finansal Yetersizlik, Planlama ve Pazarlama Stratejilerinden Yoksunluk
Esnaf ve Sanatkârların küçük sermayeleriyle geleceğe yönelik planlama yapamamalarının nedeni
öncelikle finansal yetersizlikleridir. Bilgi eksiklikleri onları pazarlama stratejilerinden de yoksun
bırakmaktadır.
Esnaf ve sanatkârlar için düşük faizli kredi desteği, bu kesimin üretimini artırıcı, rekabet gücünü
geliştirici bir araç olmalıdır. Ülkemizde esnaf ve sanatkârlara yönelik olarak sürdürülen kısmi düşük
faizli kredi uygulamaları, üretimi ve üretkenliği artırma gibi özel bir amacı bulunmayan, sosyal yanı
ağır basan uygulamalar niteliğindedir. Yapılması gereken, bu toplumsal kesimi, düşük faizli ve sosyal
amaçlı kredi uygulamalarıyla desteklemenin yanı sıra, onları girişimciliğe teşvik etmek, sanayi
toplumunun yeni üretim sektörleri ile katma değeri yüksek yeni mal ve hizmet üretimlerine
yönlendirmek olmalıdır. Esnaf ve Sanatkârlar paranın müşterisi değil girişimciliğin kaynağı olarak
değerlendirilmeli, destek kredileri ilgili kamu kurumlarının kontrolünde esnaf ve sanatkârların
yararına tedbirlerle kontrollü kullandırılmalıdır. Ayrıca eğitimli gençler ve kadınlar olmak üzere
girişimcilik desteklenmeli, girişimcilere yönelik mikro kredi ve hibe mekanizmaları oluşturulmalıdır.
Mesleki Eğitim ve Teknolojik Bilgi Eksikliği
Üretimde ileri teknoloji kullanılmaya başlanılmasıyla geleneksel yöntemlerle yapılan ve daha çok
kişisel becerilere dayanan üretim, günümüzde yüksek teknolojinin kullanıldığı fabrikasyon
yöntemlerle yapılmaktadır.
Bilgi ve teknolojideki değişime paralel olarak “küreselleşmeyle gelen artan çeşitlilik baskısı, Uzak Doğu
özellikle Çin’den gelen maliyet yönlü fiyat baskısı ve Avrupa Birliği (AB) uyum süreciyle gündeme
gelen standardizasyon/kalite baskısı” da esnaf ve sanatkârları güç durumda bırakmaktadır.
İstihdam ve eğitim arasındaki bağın yeterince kurulamaması ve mesleki eğitimin işgücü piyasasının
ihtiyaçları doğrultusunda verilememesi, insan gücü niteliği ile işgücü piyasasının talebi arasında
dengesizliklere yol açmaktadır. Bu durum, eş zamanlı olarak hem işsizliğe, hem de boş iş
pozisyonlarına neden olduğundan mesleki eğitimin işgücü piyasasının talepleri doğrultusunda
biçimlendirilmesine önem verilmelidir.
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
31
Mesleki ve teknik eğitim; kişilere, ilgi, istek ve kabiliyetleri doğrultusunda, iş hayatında geçerli bir
meslek öğretmek için gerekli bilgi beceri ve iş alışkanlığı kazandırma ve kişinin yeteneklerini geliştirme
sürecidir. Ülkemizde mesleki eğitim 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu çerçevesinde yürütülmektedir.
3308 sayılı kanun gereğince mesleki eğitim almanın üç yöntemi bulunmaktadır.
-Örgün Mesleki Eğitim: Okul ağırlıklıdır. Meslek lisesi, Teknik lise vb. mezunları teknisyen diploması
alır, ustalık belgesi almak için ustalık sınavına girmek zorundadırlar.
-Yaygın Mesleki Eğitim: İstihdam için gerekli yeterliliğe sahip olmayanlara iş hayatında istihdam
imkânı olan görevlere hazırlamak amacıyla düzenlenen Meslek kurslarıdır. Halk Eğitim Merkezleri,
Olgunlaşma Enstitüleri, Özel dershane kurs, Pratik Sanat Okulları, Açık lise mesleki ve teknik açık
öğretim ile Bilim ve Sanat Merkezlerinde her yaş grubundan insanlara değişik tür ve nitelikte eğitim
ve sertifika veren kurumlardır.
-Çıraklık Eğitimi: Yaygın eğitim içinde kabul edilse de 3308 sayılı yasada üçüncü bir mesleki eğitim
yolu olarak ele alınmıştır. Çıraklık eğitimi, ikili eğitim olarak da adlandırılmaktadır. Daha çok işletme
ağırlıklı eğitim olup gençleri iş yaşamına hazırlamakta, eğitim sonunda kalfalık, ustalık ve usta
öğreticilik belgelerine ulaşılabilmektedir.
Esnaf ve sanatkârların sorunlarına çözüm amacıyla Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu
(TESK) ve Esnaf ve Sanatkâr Odalar Birliği (ESOB) ile bağlı konfederasyon ve alt teşkilatları kamu ve
özel kurum kuruluş temsilcilerinin katılımıyla sonuncusu 1998 yılında olmak üzere 7 şura toplamış,
geleceğe yönelik plan ve politikalar geliştirmişlerdir.
Şura kararları çerçevesinde Meslek Eğitimi Danışmanlığı Birimleri (MEDB) oluşturulmuş ve MEDB’nin
çalışmaları çerçevesinde 1991 yılındaki yasal düzenlemelerle İşletmeler üstü Eğitim Merkezleri (İÜEM)
veya diğer yaygın adıyla Mesleki Eğitim ve Teknoloji Merkezleri (METEM) adıyla 15 ilimizde üçü kiralık
binada olmak üzere 2002 yılına kadar16 Mesleki Eğitim Merkezi kurulmuştur. METEM’lerde
Tesviyecilik, CNC, Elektrikçilik, Oto Tamirciliği, Otelcilik, Teknoloji Yönetimi vb. eğitimler ileri seviyede
aşağıda sıralanan hizmetlerle sunulmaktadır.
• İşletmeler üstü pratik eğitim,
• Usta öğreticilik eğitimi,
• Esnaf ve sanatkârlara yönelik ileri meslek kursları,
• Proje çalışmaları,
• Çıraklık eğitimine başlayacaklar için mesleğe yöneltme ve danışmanlık hizmetleri,
• Çıraklık eğitimi için pratik eğitim programları ile öğretim materyallerinin geliştirilmesi,
• Esnaf ve sanatkâr kuruluşlarında görevli personelin hizmet içi eğitimi,
• Yeni teknolojilerin esnaf ve sanatkârlara ulaştırılmasına yönelik yayınlar,
• Mesleki ve teknik öğretim alanında konferans, panel düzenlenmesidir.
Ayrıca 3308 sayılı yasa kapsamı dışında kalan esnaf ve sanatkâr kapsamında bulunan meslek dalları ve
proje bazında girişimcilik eğitimleri de MEDB organizesiyle düzenlenmektedir.
Şura kararları çerçevesinde İşyeri Denetleme ve Danışmanlık Grupları (İDDG) oluşturulmuş, çalışma
usul ve esasları belirlenmiş, bir meslek öğretmeni gözetiminde işyeri ziyaretleriyle denetim
danışmanlık ve eğitim hedeflenmiş ancak atıl kalmıştır.
Esnaf ve sanatkârların mesleki eğitim ve danışmanlık hizmeti alacağı pek çok kurum ve kuruluş
bulunmasına rağmen kurumsallaşmış tek bir merkezden söz edilememektedir. Hangi eğitimi nereden
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
32
hangi konuda nereye danışacağını bilmeyen esnaf ve sanatkâr naçar kaldığında çareyi ya meslek
büyüklerinde yahut güvendiği arkadaşlarında aramaktadır.
Tüm meslek okullarının danışmanlık ve denetim merkezleri aynı çatı altında toplanarak ortak
stratejiyle yeni bir kurumsal kimliğe sahip olmalıdır. Kamu ile Esnaf ve Sanatkâr teşkilatlarının
iştirakiyle Mesleki Eğitim Danışmanlık ve Denetim Merkezi (MEDDEM) vb. bir isimle oluşturulacak
böyle bir kurumsal yapının etkin çalışması sonucu öncelikle esnaf ve sanatkârların yararına önemli
gelişimler sağlanacaktır.
MEDDEM vasıtasıyla Mesleki Eğitimlerle çıraklık kalfalık ustalık diplomaları verilebileceği gibi Esnaf ve
Sanatkârlara yönelik hem doğrudan mesleklerini geliştirmeyi hem de teknolojik gelişmelere yönelik
teknik eğitimlerin yanısıra periyodik uyum kursları düzenlenmeli ayrıca bölgesel kriterler eğitim
programlarında gözetilmelidir. Eğitimlerde SWOT analizleri yaptırılarak esnaf ve sanatkârların işyeri
yönetim paradigması geliştirilmelidir. Esnaf ve Sanatkârların tümünün ortak olarak almaları gereken
işletme yönetimi, pazarlama, satış teknikleri, halkla ilişkiler, kalite, verimlilik, inovasyon, girişimcilik,
finansman, vergi, kümelenme, ortaklık, mevzuat, Avrupa Birliği kaynakları vb. konularında yapılacak iş
geliştirmeye yönelik eğitimlerin verilmesine ilişkin tedbirler alınmalı, küçük işletmelerin yaşam süreci
izlenebilmeli ihtiyaç duyulan hususlarda danışmanlık hizmeti verilebilmelidir. Bu kurumlar diğer kamu
kurum ve eğitim kuruluşlarıyla koordineli çalışmalı, MEDDEM bünyesinde oluşturulacak Danışmanlık
Büroları tüm meslek kollarında müracaat almalı, kurumun Denetim gücü yaptırım yetkisiyle
sağlanmalıdır.
Esnaf ve Sanatkârların Handikapları
Bir aileyi hayırsız evlat
Bir şoförü aşırı hız
Bir yiğidi geçimsiz kadın
Bir esnafı asık surat yıkar
Usta ehli eli nasır tutandır
Gibi özdeyişler Esnaf ve Sanatkârlıkta güler yüz, tecrübe ve ustalığın önemini vurguladığı gibi esnaf ve
sanatkârların içerisinde esnaf ve sanatkârlığın özünden uzak olanları da çarpıcı şekilde
yansıtmaktadır. Esnaf ve sanatkârların keyfiyeti tüketici üzerinde en olumsuz etken olarak
durmaktadır.
Türk esnaf ve sanatkârlarının ahilik geleneğine dayandırılmasına rağmen ahiliğin önemli meziyet ve
gereklerinden sayılan marifet, lütuf ve kanaatkârlıktan uzak zihniyetlere sahip esnaf ve sanatkârların
varlığının zararları diğerlerine de sirayet edebilmektedir. İnsanlar alışveriş yaptıkları esnaflardan sırf
somurtmaları nedeniyle uzaklaşıp, pazarlama tekniklerini kullanan güler yüzlü personel çalıştıran
büyük mağazaları tercih etmekte yahut bir tadilat bir ustalık işi yaptıracak kişiler benzer nedenlerle
kurumsal garantili hizmet veren işletmeleri tercih edebilmektedirler.
Esnaf ve Sanatkârlar hem kendilerini geliştirmeli kontrol edebilmeli hem de kendi içlerinde bir oto
kontrol müessesesi oluşturmalıdırlar. Bu gibi handikapların önüne geçmek esnaf ve sanatkârların en
önemli düsturlarından olmalıdır. Esnaf ve sanatkârlara ustalık belgesi ve işyeri açma izni verilirken de
beceri yanısıra iyi ahlak da gözetilmelidir.
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
33
Ne Yapmalı? Türk devlet geleneğinde önemli yer tutan Ahilik müessesesi, Türklerin yerleşik hayata geçmesi ve
şehirleşmesinin de önemli unsurlarındandır. Abbasilerin Fütüvvet Teşkilatından esinlenilerek Şeyh
Nasrettin Mahmut el Hoyi (Ahi Evran) Hazretleri tarafından 1205 yılında Kayseri civarında kurulan
Ahilik Teşkilatının esasları günümüz şartlarında bile geçerliliğini korumaktadır. Ahilik, 5 çekirdek ilkesi
“Toplumsal Sorumluluk, Hizmette Mükemmellik, Ortak Yaşam, Dürüstlük ve Doğruluk” ile örnek bir
toplumsal örgütlenme sunarak esnaf ve sanatkârlarımızın sorunlarına çözüm yollarını göstermektedir.
Günümüzde Kayseri ve bazı illerimizde geçerliliğini koruyan Ahilik anlayışıyla iş hayatını sürdüren
esnaf ve sanatkârlarımız ekonomik sosyal sorunları diğer bölgelerden daha kolaylıkla
atlatabilmektedirler. Örnek alınarak çözüm yolları geliştirebilmeyi teminen yerinde incelenmelidir.
Temeli Ahiliğe dayanan Osmanlı Devlet düzeni uygulamasındaki Lonca Teşkilatı yapısı ise günümüz
esnaf ve sanatkârların meslek odalarının yeniden örgütlenmesine örnek olacak niteliktedir. Lonca
uygulamasında, her esnaf muhakkak bir Loncaya kayıtlı olur, Loncasının koruması ve denetimi altında
bulunurdu. Bugünkü Tabipler Odası, Mimarlar Odası, Şoförler Cemiyeti gibi... Her isteyen dükkân
açamazdı. Dükkân açma hakkına Gedik denilir ve Gedik'e sahip olmak için Çıraklık, Kalfalık yapıp,
Ustalık belgesi almak gerekirdi. Loncalar, İhtar, Maddi Tazminat, Dükkân Kapatma, Esnaflıktan
Çıkarma, Dışlama gibi disiplin cezaları uygulayabiliyordu.
Anayasamızın 172. maddesi Tüketicilerin Korunmasını ve 173. maddesi ise Esnaf ve Sanatkârlarımızın
Korunması hususunda emredici hüküm içermektedir. Ahilik teşkilatının hem tüketiciyi koruma hem
de Esnaf ve Sanatkârların eğitimi ve teşkilatlandırma özellikleriyle, Türk devlet geleneğinde ve toplum
yapısında önemli yer tutan Meslek Odalarının örgütlenmesinde ve kurumsal bir yapı oluşturularak
Düzenleyici, Denetleyici ve Disiplin olguları göz ardı edilmeden Ahilik temelli Lonca Teşkilatı gibi etkin
bir norma kavuşturulmalıdır. Kamusal Teşkilatlarımızın yasal ve kurumsal destekleriyle
örgütlenmelidir.
SONUÇ Türkiye’nin sorunları bu araştırmada sıralanan altı başlıktan ibaret değildir. Ancak bu temel sorunların
çözümlenmesiyle diğer meselelerin çözümlerinin kolaylaşacağı kendiliğinden hal yoluna gireceğini
düşünülmektedir. Örneğin göçlerin çözümlenmesiyle; işsizlik sorunları azalacak, gelir dağılımında
iyileşme olacak, halkın mantalitesi değişecek, eğitimde aşama kaydedilecek ve sonuç olarak nitelikli
toplumsal gelişime önayak olurken, bilinçli toplum anlayışı her kademede yönetim ve hukuk
sistemine yansıyacaktır. Bunların çözümünün kaynakları ise terör, enerji sorunları ve yolsuzluklar
nedeniyle israf olan kaynakların ekonomiye kazandırılmasıyla sağlanacaktır. Ülkemiz sorunlarının
birbirini tetikleyen özellikleri birbirini çözen sinerjik bir açılıma dönüştürülebilir.
Değişim ve dönüşümler mutlak dirençle karşılanır, statükocu anlayış her zaman mevcut döngüyü
sürdürmekten yanadır. Ancak bu durum kamu yönetiminde nitelikli uzman kadroların
değerlendirilmesi ve sahip çıkılması ile aşılabilir. Demokratik, sosyal ve hukuk sistemiyle yönetilen bir
devletin vatandaşlarının en güvendiği kurum yıllardır silahlı kuvvetler oluyor ve devleti yönetenlerle
diğer kurumlar bundan kendilerine bir pay çıkartamıyorsa, o zaman mantalite değişikliğine ihtiyaç var
demektir. Kamu vicdanında, yönetenler sadece yaptıklarından değil yapmadıklarından da sorumlu
olmalıdır. Türkiye küresel güçlerin dayatmalarından ve çıkar çevrelerinin yönlendirmelerinden
sıyrılarak kendi dinamikleriyle ulusal yönetim modelleri geliştirecek iradeyi gösterdiğinde müreffeh
devletler arasında olması gereken yerde olacaktır.
TÜRKİYE’NİN MESELELERİ ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
34
Yararlanılan Kaynaklar
http://tr.wikipedia.org
www.tuik.gov.tr
www.tarim.gov.tr
www.eie.gov.tr www.enerji.gov.tr www.meb.gov.tr www.yok.gov.tr www.transparency.org http://www.turkishjournal.com http://www.elektrikforum.com http://tekam.ogu.edu.tr http://www.sanayi.gov.tr
http://www.tesk.org.tr
http://www.ekodialog.com
İç Göçlerin İtici ve Çekici Güçler Yaklaşımı ile Analizi / Fatih Çelik Beyin Göçü /Entelektüel Sermaye Erozyonu / Prof. Dr. Muammer Kaya Her Yönüyle Kürt Dosyası / Prof. Dr. Abdulhaluk Çay Dünyada ve Türkiye’de Enerji, Türkiye’de Enerji Kaynakları ve Enerji Politikaları / A. Necdet Pamir Yeni Nesil Nükleer Güç Reaktörleri / Ahmet Cangüzel Taner Türk Eğitin Tarihi / Prof. Dr. Yahya Akyüz Avrupa Birliği Sürecinde Türk Eğitim Sistemi / Prof. Dr. Tokay Gedikoğlu
Yolsuzlukla Mücadele Stratejileri / Prof. Dr. Coşkun Can Aktan
Kara para Aklama ile Mücadelede Uluslararası Boyut / Yrd. Doç. Dr. Süleyman Aydın