türk tıp Öğrencileri birliği 2015 dergisi

32

Upload: tuerk-tip-oegrencileri-birligi

Post on 22-Jul-2016

266 views

Category:

Documents


0 download

DESCRIPTION

 

TRANSCRIPT

Page 1: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi
Page 2: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

1 2

Türk Tıp Öğrencileri BirliğiTürk Tıp Öğrencileri Birliği(TurkMSIC), 1952 yılında kurulmuş;

bağımsız, siyasi olmayan ve kar amacı gütmeyen Türkiye’deki tıp öğren-cileri arasında oluşturulmuş en köklü kuruluştur. Ülke çapında 58 tıp fakültesinde üye yerel temsilcileri mevcut ve bu sayı artmaktadır.

Üye tıp fakülteleri ile Türkiye’deki 30.000’den fazla tıp fakültesi öğren-cisinden oluşan bir ağa sahip olmakla birlikte, uluslararası çapta ise kurulduğu yıldan beri üyesi olduğu IFMSA (Uluslararası Tıp Öğrencileri Birlikleri Federasyonu) dahilinde 116 ülkede bulunan 123 Ulusal Üye Ku-ruluşu arasında Türkiye’yi temsil etmektedir.

Birlik; Türkiye’deki tıp fakültesi öğrencileri için ve tıp fakültesi öğren-cileri tarafından yürütülen, tamamen gönüllülük esas alınarak çalışan bir organizasyondur. Birleşmiş Milletler ve WHO (Dünya Sağlık Örgütü) tarafından resmi olarak tanınan IFMSA’in Türkiye’deki temsilcisi konu-mundadır

Birlik, faaliyetlerini 6 çalışma kolunda yürüttüğü projeler ve çeşitli organizasyonlarla yürütmektedir. Bunlar; tıp eğitimi, halk sağlığı, insan hakları ve barış, üreme sağlığı, staj ve araştırma değişimi çalışma kol-larıdır. Bunların yanında kendi eğitmenlerini yetiştirerek kişisel gelişim eğitimleriyle tıp öğrencilerine farklı platformlar yaratmaktadır.

Yayın EditörüÖzgür Ercan Eray

Yayın KoordinatörüBurak Duymaz

İçerik TakımıAhmet PeçenAylin GareayaghiBarçın BarıBerfin ŞenolDeniz DemirElif Rabia İçözSüleyman Doğan Polat

Yayın SahibiTürk Tıp Öğrencileri Birliği(TurkMSIC)Sağlık Mah. Aksu Sok. Park Apt. Kat:4 Çankaya [email protected]

© TurkMSIC Dergi - Tüm hakları saklıdır.

Bu dergide bulunan yazılar, dergi sahibinden izin alınmaksızın hiçbir yayın organın-da yayınlanamaz, çoğaltılamaz. Ancak kaynak gösterilerek paylaşılabilir.

Yazılarda dile getirilen düşüncelerden ve kaynakların doğruluğundan yazarlar so-rumludur. Türk Tıp öğrencileri Biwrliği (TurkMSIC) bu dergide yer alan yazılarda sorum-luluk sahibi değildir.

İçindekilerTürk Tıp Öğrencileri Birliği Çalışma Kolları

Türk Tıp Öğrencileri Birliği Desteklenmiş Projeler

IFMSA ve TurkMSIC

Tıp Dünyasının İlkleri

Robotik Cerrahi

Diziler ve Tıp

Hekim ve Hasta Hakları

Hayatımızdaki Kanserojenler

Fitoterapi ve Kanser

3D Yazıcılar ve Tıp

Sık Görülen Hastalıklar

Hastane İnfeksiyonlarına Bakış

Mecburi Hizmet le İlgili Soru-Cevap

Koruyucu Tıp

Kronik Hasta Eğitimi

Küresel Isınma

Hekimlerle Röportajlar

En Tartışmalı Tıp ve Fizyoloji Nobeli

Tıp Tarihi ve Etik

İbn-i Sina’ya Bakış

4. Tıp Öğrencileri Sempozyumu - Yılın Enleri

4. Tıp Öğrencileri Sempozyumu - Röportajlar

March Meeting 2015 - Turkey

Türk Tıp Öğrencileri Birliği - Hikaye Yarışması

Bulmacalar

5

11

12

13

17

18

20

22

23

25

26

29

30

32

33

35

36

39

40

43

45

46

49

51

58

Page 3: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

3 4

Genel Başkandan... Editörden...

Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi’nin Değerli Okuru ,

Türk Tıp Öğrencileri Birliği(TurkMSIC), 1952 yılında kurulmuş; bağımsız, siyasi olmayan ve kar amacı gütmeyen ülkemizin en köklü ve en yüksek öğrenci temsiliyetine sahip öğrenci yapılanmasıdır. Birliğimiz aramıza yeni katılan fakültelerle birlikte 2015 Mayıs Genel Kurulu itibariyle 71 tıp fakülte-sinde aktif olarak temsiliyete ulaşmıştır. Birlik olarak ülkemizde tıp öğrenci-lerini temsil etme vizyonuyla çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Uluslararası Tıp Öğrencileri Birlikleri Federasyonu(IFMSA) nezdinde ülkemiz tıp öğrencilerini temsil etmekte ve 60’tan fazla ülkeyle değişim hareketliliği organize etmek-teyiz.

Birliğimiz gönüllüleri sağlık alanında bilimsel gelişmeleri takip etmek ve geleceğin hekimleri olarak bilimde söz sahibi olmak vizyonuyla çalışmakta-dır. Bu manada etkinliklerin, organizasyonların ötesinde yazılı yayınlar büyük önem arz etmektedir. Vizyonu ve misyonu hem ulusal hem de uluslararası alanda kendisini geliştiren nihayetinde ‘bir tıp öğrencisinden daha fazlası’ olabilen tıp öğrencilerini gerçekleştirmek olan birliğimizin en yeni çalışması dergimizdir. Dergimizde birliğimizin 2015 ilk yarıyılında gerçekleşen büyük etkinlerinden bilgilendirmelere, söyleşilere ve bilimsel alanda ilgi çekici ya-zıları bulabilirsiniz. Sene boyunca çalıştaylardan, sempozyumlara ve panel-lere çeşitli alanlarda etkinlikleri başarıyla gerçekleştiğimiz bir dönemi geri-de bırakıyoruz. Yerel birliklerimizin yıl içerisinde etkin çalışmaları birliğimizin gösterdiği başarının en önemli faktörüdür. Ümidimiz tüm tıp fakültelerine yayılmış, politika üreten ancak siyasi olmayan ve tüm tıp fakültesi öğrencile-rine katkı sağlayan bir yapıya ulaşabilmektir. Ulusal ve uluslararası alanlarda büyük bir atılım döneminden geçiyoruz. Birlik olarak ülkemizde özellikle tıp eğitimi, bilimsel araştırma ve sağlık politikalarında aktifliğimizi gün geçtikçe arttırıyoruz. Uluslararası alanda IFMSA(Uluslararası Tıp Öğrencileri Birlikleri Federasyonu) nezdinde çalışmalarımız bu yıl itibariyle doruk noktasına ulaş-mıştır. Uluslararası alanda en büyük tıp öğrencisi buluşması olan IFMSA Mart Genel Kurulu’nu ülkemizde gerçekleştirmemiz tüm ülkemiz tıp öğ-rencilerine önemli bir gözlem imkanı tanımıştır. Daha detaylı olarak dergi-mizde IFMSA Mart Genel Kurulu bölümünden bilgi edinebilirsiniz. Tüm bu imkanlarla birlikte yeni çağı takip eden gençler olarak daha fazla söz söy-lemeli ve bilimsel alanda ülkemiz adına söz sahibi yarınların bilim insanları olabilmeliyiz. Bu yönde gelişimler adına birliğimiz imkanları tıp öğrencileriyle buluşturmaya devam etmeye kararlıdı.

Derginin hayata geçmesinde büyük emeği geçen Yayın Direktörümüz Özgür Ercan Eray ve tüm ekibini tebrik ederim. Umarım dergi bir başlangıç olur ve periyodik olarak birliğimizin sürekli yayını haline gelir. Elbette tama-men bilimselliğe yönelmiş öğrencilerin çalışmalarına yer veren bir bilimsel dergi en son aşamada ulaşılması gereken bir hedef olmalıdır. Sosyal içeriği, eğlenceli konularıyla, bulmacalarıyla ve bizden haberler içeren Türk Tıp Öğ-rencileri Birliği Dergisi’yle sizi baş başa bırakıyorum. Siz değerli okuyucu-muza keyifli okumalar diliyorum.

Murat AKSOY

Türk Tıp Öğrencileri BirliğiGenel Başkanı

Değerli Türk Tıp Öğrencileri Birliği Derigisi Okurları,

2014- 2015 dönemi Yayın Destek Birimi olarak temellerini attığımız, Dergi Takımı ile bütünleştirdiğimiz bu yayının, aylarca süren çalışmaları sonuçlandı. Sizlere ilk Türk Tıp Öğrencileri Birliği Dergisi’ni sunmaktan bü-yük mutluluk duyuyorum.

İlkler daima sancılı olur. Temelinde tecrübesizlik yatar. Biz de bu yola tecrübesizce, ama ne istediğimizii bilerek çıktık. Takımı oluşturduk; yazıları belirledik; topladık; tasarımı yaptık... Yavaş yavaş beliren dergimizi gör-dükçe daha da heyecanlandık. Sonucunda elimizde 60 sayfalık, bilimsel konulardan kültür sanata, birliğimizden haberlere kadar geniş bir yelpa-zede bir dergi oluştu. Ne istediğini bilmenin verdiği güven, ilk defa çıkarı-lan bir derginin verdiği heyecanla birleşti. Sonucunda ise hepimiz ortaya çıkan dergiden memnun olarak kapatıyoruz bu süreci.

Bu uzun süreçte yanımda olan başta Yayın Koordinatörü Burak Duy-maz olmak üzere, İçerik Takımından Deniz Demir, Elif Rabia İçöz, Barçın Barı, Kaan Durmuş, Berfin Şenol, Süleyman Doğan Polat, Aylin Garea-yaghi, Ahmet Peçen’e, bütün süreç boyunca yanımızda olup, desteklerini esirgemeyen değerli Yönetim Kurulu’muza, yazılarıyla dergimiz canlandı-ran Yürütme Kurulu’muza kişisel olarak sürekli yanımda olup dergi hazır-lanmasının her safhasında yardımıma koşan Gizem Akın’a, tasarım süre-cinde fikirleriyle dergiye neşe katan Çağrı Kutlugün Emral’a, dergi tasarım süreci boyunca Yayın Destek Birmi’nin bütün işlerini yapan asistanım Efe Deniz’e ve desteklerini esirgemeyen başta Ahmet Melih Erdoğan olmak üzere bütün Türk Tıp Öğrencileri Birliği ailesine sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Bir tıp öğrencisinden daha fazlası olmak dileğiyle...

Özgür Ercan Eray

Türk Tıp Öğrencileri BirliğiYayın Direktörü

ve Dergi Genel Editörü

Page 4: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

5 6

Araştırma Değişimi Çalışma Kolu Halk Sağlığı Çalışma Kolu

SCORE, IFMSA (International Federation of Medical Students’Associations) ve TurkMSIC’te 1991 yılında eş zamanlı olarak değişimlerin bilimsel zeminini güçlendirmek ve tıp öğrencilerine öğrencilik yıllarında bilimle ve bilimsel araştırmalarla tanıştırmak, katılım-larını sağlamak amacıyla kurulmuştur.SCORE yani ‘Araştırma Değişimi Çalışma Kolu’ olarak tıp fakültesi öğrencilerinin, tıp hayatı boyunca belki de hiç dahil ol-amayacakları bir araştırma programına, daha öğrenci iken katılmaları imkanını sunuyoruz. Preklinik ve klinik alanlarında dünyanın dört bir yanındaki birçok kaliteli üniversitede araştırmalarınızı yaparken aynı zamanda o ülkenin kültürel zenginliklerini tanıyacak ve unutulmaz bir 4 hafta geçireceksiniz.

SCORE olarak amacımız;

•Tıp öğrencilerinin eğitimini bir bilimsel araştırma deneyimi ile zenginleştirmek ve onların bilimsel araştırmanın temel prensiplerini öğrenmelerini sağlamak,

•Öğrencilerin; tıbbi araştır-malara, tıp eğitimine ve sağlık sistemine karşı mevcut farklı yaklaşımları yerinde görüp te-crübe etmelerini sağlayarak ufuk-larını genişletmek,

•Kültürlerarası iletişim ve küresel arkadaşlık ruhunu destekleyerek bir uluslararası tıp öğrencileri ağı yarat-maktır.

‘Bir Süreç Olarak SCORE’ dönem başında düzenlediğimiz SCORE Kongre ile başlar. Öğrenci SCORE Kongre’deki değişime gidip gelen insanların tecrübelerini dinledikçe, sorularını sordukça, yani mini bir prova yaptıktan sonra her sene SCOPE ile ortak olarak düzenlediğimiz TurkMSIC Değişim Sınavı’na katılır. Sınavda SCORE ile değişime gitme hakkı kazan-dıktan sonra süreç hızlanmaya ve daha da heyecanlı bir hale gelmeye başlar. Artık değişime gidecek kişinin hayatındaki en harika deneyimlerden birini yaşamadan önceki tek ihtiyacı biraz daha bilgilenmek ve değişime tüm soru işaretlerini cevaplandırmış olarak gitmektir. Bu noktada sürecimiz PET ( Pre Exchange Training) ile devam eder. PET, SCORE ile değişime gitme hak-kı kazananlar için bir ön hazırlık niteliğindedir. Kişinin hoca sunumları ile ve laboratuvarlarda aktif gözlemler yaparak akademik açıdan kendini dolu hissetmesini,

çeşitli aktivitelerle takım ruhunu güçlendirmesini ayrı-ca aklına takılan her şeyi değişime daha önce gitmiş kişilere yüzyüze sorma imkanını sağlar. Artık SCORE ile değişime gitme yani;

- Bir ay boyunca dünyanın dört bir yanında en donanımlı laboratuvarlarda aktif olarak çalışma,

- Alanlarında başarılı işlere imza atmış olan hoca-larla birlikte akademik olarak tecrübe kazanma,

- Dilini geliştirme, - Binbir çeşit kültür tanıma ve kendi kültürünü

tanıtma,- Onlarca ülkeden onlarca insan tanıma ve

harika dosluklar kazanma, harika anılar biriktirme zamanı !

Ayrıca SCORE ile sadece yurtdışı değil ‘Yurtiçi Değişim’ ile de bambaşka deneyimler kazanabilirsiniz. ‘Akademik Kalite’ isimi küçük çalış-ma grubumuzun düzelediği ‘SCORE Bilim Günleri - SCORE Research Days’ ile kendi projelerinizi, sunum-

larınızı hem İngilizce hem Türkçe anlatabilirsiniz. ‘Ne-

glected Tour’ ile Türkiye’deki en-demik hastalıklar hakkında yapılan

ve primer olarak yurtdışından ülkem-izde değişim yapacak öğrenciler için düzen-

lenen programda önce laboratuvar çalışmalarına son-ra da saha çalışmalarına katılabilirsiniz. Eğer SCORE ile değişime gittiyseniz ‘SCOREview’ adlı dergimizde siz de deneyimlerinizi değişime gitme planları yapan kişiler ile paylaşabilirsiniz.

Peki ya siz bu eşsiz deneyimleri SCORE ile yaşamak istemez misiniz ?

KEEP SCORE HIGH!!!

Zülal Yılmaz

Araştırma Değişimi Çalışma Kolu Ulusal Yöneticisi National Officer on Research Exchange

(NORE)

Daha sağlıklı bir dünya oluşturmak için halk sağlığını geliştirmek; sağlık politikaları üreterek, toplum sağlığı-na sahip çıkan hekimler yetiştirilmesine katkıda bulun-mak amaçlarını güden Halk Sağlığı Çalışma Kolu bu doğrultuda çalışmalarına birikimli bir şekilde devam etmektedir.

Çok geniş bir kapsamı olan Halk Sağlığı’nın elim-izden geldiğince her konusuna dokunmaya çalışarak bu dönem Akılcı İlaç Kullanımı, İş Sağlığı ve Çevre Sağlığı konularını da çalışmalarımıza katmayı ve Yer-el Halk Sağlığı Direktörlerimizden gönüllülerle bilimsel çalışmalar yapmayı hedefledik. Başarıya ulaşan birçok çalışmamızın yanında bazı çalışmalarımız da sağlam temellerle başlamış olup, üzerine eklenerek devam edildiği takdirde il-eriki dönemler için yol gösterici ni-teliklere ulaşmıştır.

29-30 Kasım’da Dokuz Eylül Üniversitesi ev sahip-liğinde gerçekleştirilen Halk Sağlığı Kampı’nın ardından SCOPH, donanım kazanmış Yerel Halk Sağlığı Direktörleri ve Ulusal Takımıyla farkındalık çalışmalarına sahalarda, bilim-sel çalışmalarına da arka plan-da devam etmektedir. SCOPH’da ; TurkMSIC Tüzüğü ve SCOPH iç tüzüğüne uymak koşuluyla her aktivite gerçekleştirilebildiği için kısıtlamalara giril-meden kendi projelerini ve çalışma alanlarını ürete-bilecek kapasitede gönüllüler yetiştirmeye çalışarak yürütülen bir dönemin; saha çalışmalarıyla meyvel-erini topladık ve dönem sonuna kadar da toplamaya devam edeceğiz. Bu bağlamda yaptığı etkinliklerle çalışmalarımıza destek olan bütün Yerel Halk Sağlığı Direktörlerine teşekkürü borç biliriz.

Ceren Bilgün

Halk Sağlığı Çalışma Kolu Ulusal YöneticisiNational Public Health Officer

(NPO)

Page 5: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

7 8

İnsan Hakları ve Barış Çalışma Kolu Staj Değişimi Çalışma Kolu

İnsan Hakları ve Barış Çalışma Kolu (SCORP), Uluslararası Tıp Öğrencileri Birliği Federasyonu’nun (IFMSA - International Federation of Medical Stu-dents’ Associations) altı çalışma kolundan biridir.

SCORP’un temelleri 1983 yılında kurulan Mülte-ciler Komitesi (SCOR - The Standing Commitee on Refugees) ile atılmıştır ve bu komite savaş veya diğer sebeplerle ülkelerinden ayrılmak zorunda kalmış in-sanların problemlerine dikkat çekmeyi amaçlamıştır. Bu konularda sürdürülebilir çözümün “çatışmaların” ve “insan hakları ihlallerinin” önlenmesi olduğu an-laşılmış ve sonuçta 1994’te alınan karar doğrul-tusunda komitenin adı İnsan Hakları ve Barış (SCORP) olarak değiştirilmiş ve insan hakları savunucuları ise “SCORPion” adıyla anılmaya başlamıştır.

Şimdilerde SCORP’un il-gilendiği konulardan bazıları:

• İnsan Hakları• Kadın Hakları• Engelli Hakları• Çocuk Hakları• Hekim Hak ve So-

rumlulukları• Hasta Hak ve Sorumlu-

lukları• Hasta-Hekim İlişkileri• Mülteci Hakları ve Sağlığı• LGBTİ• Savaş Ortamında Hekimlik Tüm bunlar her türlü siyasi otorite ve rejimden

bağımsız ele alınması gereken konulardır. İnsanlığın ve insan olmanın getirdiği haklar ve özgürlükler ve bunları kısıtlayacak herhangi bir durum SCORP’un ilgi alanına girmektedir.

SCORP, geleceğin sağlık çalışanları olacak tıp fakültesi öğrencilerinin, küresel bir bakış açısıyla, sağlıkta eşitlik; insan hakları ihlallerinin ve çatışmaların önlenmesi için bilgi, beceri ve tutum sahibi olmalarını sağlayarak, yoksullar, göçmenler, mülteciler ve insan hakları konusunda savunmasız kimseler gibi sağlık hakkı ihlallerine uğrayan insanların sağlık durumlarının düzeltilmesi ve güçlendirilmesi için çalışılabilmesine imkân sunar.

Oldukça geniş bir konu yelpazesine sahip olması SCORP’a diğer birçok alt komite ile birlikte ortak pro-jeler hazırlama ve çalışmalar yürütebilme avantajı sun-maktadır. SCORP çalışmalarında, Birleşmiş Milletler ve onun organlarının yanında, Avrupa Birliği ve pek

çok Sivil Toplum Örgütüyle ortak çalışmalar yürütmeyi amaçlamakta, projelerine gönüllü olarak katılmakta ve yaygınlaştırılması için çaba sarf etmektedir. Ulusal ve uluslararası toplantılara katılarak da bu alanda güçlen-meyi hedeflemektedir.

SCORP Takvimi• 21 Eylül Dünya Barış Günü• 26 Ekim Hasta Hakları Günü• 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü• 3 Aralık Dünya Engelliler Günü• 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü

• 8 Mart Dünya Kadınlar Günü

Her yıl rutin olarak takvimim-izde yer alan günlerde SCORP

gönüllülerinin birlikte oluştur-duğu etkinlik planları doğrul-tusunda birçok organizasyon hazırlanmaktadır. Atölye ve saha çalışmaları yapılmakta ve standlar açılmakta, broşür ve el ilanı dağıtılmakta, film gösterimleri yapılmakta ve

söyleşiler düzenlenmektedir.SCORP Eğitim Kampı ve

Hekim Hukuk Platformu gibi ulusal çapta düzenlediğimiz organizasyon-

larımız sayesinde öncelikle LORP’larımız olmak üzere tüm katılımcılarımızı, SCORP’un

kapsamına giren konularda bilgilendirmeyi hedefle-mekteyiz.

Cansel Çetin

İnsan Hakları ve Barış Çalışma Kolu YöneticisiNational Officer on Human Rights and Peace

(NORP)

SCOPE Tarihi ve Genel Bilgilendirme‘Staj Değişimi Alt Komitesi’; başta tıp fakültesi öğren-

cileri olmak üzere, dünyada sağlık sektöründe çalışan tüm bireyler arasında, işbirliği sağlama, kültürel anlayış geliştirme ve farklı kültürlere toleransın arttırılmasını kendisine misyon olarak belirlemiştir.

IFMSA (International Federation of Medical Students’ Associations) tarihinde kurulmuş olan ilk Daimi Komite (Alt Komite) olmasının yanı sıra kurulduğu ilk günden bu yana da IFMSA’e en fazla öğrenci değişim olanağını sun-maktadır.

Bu değişim programı öğrencilere sunduğu eşsiz eğiti-ci ve kültürel deneyimin yanı sıra, mesleki özgeçmişleri için de benzersiz bir sayfa ekler. Farklı ülkeler ve sosyal koşullarda uygulanan tıbbi yaklaşımlarla tanış-mak; tıp fakültesi öğrencilerinin, hekimlik mesleğine dair ufuklarını genişleterek onlara empati becerilerini geliştirme şansı tanır. İsmimizde bulunan ‘professional’; yurtdışındaki bir hastanede yapılan tıbbi çalışmayı belirtir. Tamamen eğitim amaçlı olan bu staj, öğrenciye bir maaş sunmaz.

Türkiye’de SCOPETürkiye’de SCOPE çalışmaları,

TurkMSIC’a bağlı olan tıp fakültel-erinde bulunan LEO’lar (Local Ex-change Officer – Yerel Staj Değişimi Direk-törü) ve TurkMSIC’ı, başta IFMSA olmak üzere diğer uluslararası ve ulusal platformlarda temsil eden bir NEO (National Exchange Officer – Ulusal Staj Değişimi Direktörü) aracılığıyla devam etmektedir.

TurkMSIC (Turkish Medical Students’ International Committee) 1962 senesinden beri IFMSA ile iş birliği içinde olup tüm bu olanaklardan Türk tıp öğrencilerinin de yararlanmasına önderlik etmiştir. Günümüzde ise bu değişim programından yararlanabilen, 5 farklı kıtada 102 ülkede 1000’i aşkın tıp fakültesinde 12000’den fazla tıp öğrencisi mevcut. Bu tıp öğrencileri hem tıp bilgile-rini tazeleyip pratik yapma şansını elde ediyor hem de dünyanın dört bir yanından gelen tıp öğrencileriyle bir ay boyunca vakit geçirerek vizyonlarını genişletip ‘bir tıp öğrencisinden daha fazlası…’ olma yolunda belki de ilk adımlarını atıyorlar.

SCOPE ile yurtdışında staj şansını yakalayan tıp fakültesi öğrencileri, her yıl düzenli olarak yapılan bir sınav ile seçilir. SCOPE’de aktif olan TurkMSIC Yerel Kurulları (be sene bu sayı 39 tıp fakültesidir), LEO’ları aracılığı ile fakültelerinde afişler, standlar ve sunumlar ile bu sınavı tanıtır, öğrencileri bilgilendirir ve sınav kayıt-larını yapar. Yapılan sınav sonucunda kazananlar NEO ve LEO’lar tarafından bilgilendirilir ve staj işlemleri başlatılır.

Staj yapmaya hak kazanan öğrencilere, değişime git-

meden önce LEO’lar tarafından eğitim verilir. Bu eğitim-lerin amacı: dört haftalık stajın nasıl daha verimli geçire-bilecekleri, farklı kültürlere nasıl yaklaşmalarının gerektiği anlatılır; değişim süresince hastanede yaptıklarının nasıl değerlendirileceği hakkında bilgiler verilip öğrencilerin kafalarındaki soru işaretleri giderilmeye çalışılır.

Mart ayında yapılan IFMSA Genel Kurul Toplantısı’nda diğer ülke NEO’ları ile dokümantasyon değişimini yapan NEO, ülkesine geri döndüğünde; Türkiye’de staj yap-maya hak kazanan öğrencilerin, başvuru formlarında doldurduğu fakülte tercih sıralamasına bakarak, öğren-cilerin staj yapacağı fakülteleri ilan eder ve bu fakülte SCOPE sorumlularına (LEO), bu belgeleri yollayarak ülkemizde staj yapacak öğrencilerin de staj işlemlerini

başlatmış olur.Bu sene 450’nin üzerinde öğrenciye yurtdışında staj imkanı sağlamış olan

TurkMSIC, yine aynı sayıda yabancı öğrenciye de TurkMSIC bünye-sinde çalışmalarına devam eden üniversitelerde staj yapma olanağı sunmuştur. Yıl boyunca yapılan değişimleri değerlendirmek ve yeni kontratlar imzalamak üzere ülke NEO’ları IFMSA Ağustos

Genel Kurulu’nda, SCOPE ayrılmış oturumlarında etraflıca sorunları

çözmeye çalışırlar ve kontratlar için ayrılmış olan günde ise ülke NEO’ları

değişim yapılacak öğrenci sayısını ve şartlarını belirleyerek, sonraki yıl için geçerli olacak yeni kontratları imzalarlar.

Staj Olanakları Nelerdir?Yurtdışındaki bir fakültede staj yapma hakkı kazanan

öğrenci, ülkeye adım attığı anda havaalanında, staj yap-acağı fakültenin İrtibat Sorumlusu (Contact Person) tarafından karşılanıp; daha önceden ayarlanmış olan konaklama yerine yerleştirilir; bir ay boyunca staj yap-acağı hastane kendisine tanıtılır ve staj yapacağı depart-mandaki sorumlu öğretim üyesi ile tanıştırılıp kendisine yapacağı staj ile ilgili genel bilgi verilir.

Gelen öğrenci dört haftalık stajının sonunda da Ana Bilim Dalı Başkanı ve Fakülte Sekreterliği’nin resmi kaşel-erinin bulunduğu SCOPE sertifikası almaya hak kazanır.

Öğrenciler, hastanede geçirdikleri staj vakitleri dışın-da kalan zamanda LEO ve irtibat sorumlularının daha önceden hazırladığı sosyal programlar sayesinde aynı zamanda o ülkeye staj amacıyla gelmiş diğer onlarca öğrenciyle, hem ev sahibi ülkenin hem de diğer katılımcı ülkelerin kültürlerini daha yakından tanıma şansını yaka-larlar.

Özgür Deniz Akıncı

Staj Değişimi Çalışma Kolu Ulusal YöneticisiNational Officer on Professional Exchange

(NEO)

Page 6: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

9 10

Tıp Eğitimi Çalışma Kolu Üreme Sağlığı Çalışma Kolu

Biz Kimiz? Ne Yapıyoruz?

• Tıp eğitimi, IFMSA’in ‘dünya genelinde ideal öğ-renmeyi’ keşfetmeyi sağlayan ve uygulanmasını amaç edinen çalışma koludur. Bizlere tıp eğitimi konusunda endişe duygusu kazandırarak içinde bulunduğumuz tıp dünyasını tanıtan, gördüğümüz eksikliklere karşı farkın-dalık aşılayan bu çalışma kolu ile sesimizi daha bilinçli yükseltmeye başlayabilmenin haklı gururunu yaşıyoruz.

• Fakülte eğitim programının hazırlanmasında ya-şanan sıkıntılar, fakülte yönetiminde yaşanan sıkıntılar, altyapı problemleri, hastane yetersizliği, kontenjan sı-kıntıları ve daha niceleri.. Bu sorunlardan en az biriyle yüzleşmemiş bir tıp öğrencisinin olmadığını dü-şünerek baz aldığımız belli sorunlar, çözü-me ulaştırmaya çalıştıklarımız ve üzerine konuştuklarımızla geniş bir kitleye hi-tap etmekteyiz.

• Bir tıp eğitimi gönüllüsü-nün önünde ne uzun bir yol oldu-ğunu ve bireysel araştırma süreç-lerinin daimi olacağını hatırlamalıyız çünkü yeni adımlar atmaya, takım ruhunu paylaşmaya, bilgisini aktar-maya ve en önemlisi öğrenmeye hazır bir tıp eğitimi gönüllüsü eğitimin şakaya gelmeyeceğini bilir, konu eğitimse kriz yö-netimi için en usta rolünü oynar. Ve eğitimimize gerekli değerin verilmesine inanarak aldığımız sorumlu-luklarla bizler emin olun gerektiğinde pek çok kriz anını yönettik ve takım çalışmaları ile düzenlenen toplantılar, çoğulculuğumuzun desteklediği beyin fırtınalarımız en büyük desteğimizdi.

• Evet bizler bu sene şu toplantılarda bir araya geldik;

—Tematik Tıp Eğitimi Toplantıları: -1.Tematik Tıp Eğitimi Toplantısı-İSTANBUL Değerlendirme(Sınav) Sistemleri-2.Tematik Tıp Eğitimi Toplantısı-AYDIN Tıp Fakültelerinde Yeterlilik

—7. Tıp Eğitimi Çalıştayı (Tıp Eğitiminde İletişim Becerilerinin Yeri ve Önemi)-ESKİŞEHİR

—Tıp Eğitimi Yarıyıl Buluşması-ANKARA

• Ve şu başlıklarda Küçük Çalışma Grupları (KÇG) kurduk;

—Biz ne yapıyoruz ?Amacı SCOME bilinirliğini, tanınırlığını arttırmak- yeni

gelen tıp eğitimi direktörlerine kolaylık sağlamak olan ça-

lışa grubu bu doğrultuda sözlükler, etkinlik rehberleri ve pek çok tanıtım konusunu çalışmaktadır. Kısacası SCO-ME’yi kendi içinde anlamlandırmaktadır.

—Tıp ve hukukTıp ve Hukuk Çalışma Grubunun amacı hekimlerin ve

hastaların haklarını ne kadar bildiklerini ölçmek, değer-lendirmek ve sunmaktır. Bu amaçla Tıp ve Hukuk Çalış-ma grubu ilk önce bilinmeyen hakların farkına varacak ve ardından bu bilinmeyenleri öğretecektir

—Nithekim Temellendirmesini nitelikli bir akademisyenin sahip

olması gereken yetileri araştırıp bu alanda biz gelece-ğin akademisyenlerine yönelik verilebilecek eğitimlerden alan çalışma grubunun hedefleri arasında hasta-hekim

ve hekim-hekim ilişkileri de yer almaktadır—Altyapı hayat kurtarır

Çalışma grubu sorun temelli çalış-makta ve her fakültenin altyapı yeterli-

liğini araştırmaktadır. Hazırlanan de-taylı anket ve formlarla geniş çaplı bir araştırma yapan grubun asıl amacı her fakültenin benzer-eşit şartlarda eğitim vermesine katkı-da bulunmaktır.

—Hekimlik sanatıBu çalışma grubunum amacı tıp

öğrencisine mesleklerinin inceliklerini fark ettirmek, günümüzde hekime du-

yulan saygı ve güvenin azalmasındaki ne-denleri araştırmak, değerlendirmek ve hekim-

lik- mesleğini, tıp öğrencisini hak ettiği yerlere taşıyacak yol haritalarını bulmaktır. Hekimliği sadece meslek olarak görmeyen bunun bir sanat olduğuna inanan çalışma grubunun esas amacı bu sanatın püf noktalarını ortaya çıkarmaktır.

—Kongre ve konferanslarAmacı kongre ve konferanslar için yardımcı rehberler

hazırlamak, gerekli broşür ve kitapçıkları oluşturmak ve etkili katılım için yapılması gerekenleri vurgulamak olan KÇG kongre ve konferanslardan alınan verimi maksimu-ma çıkarmayı hedeflemektedir.

—Tıp ve psikolojiTıbbın da en önemli branşlarından birisi olan psikoloji-

yi tıp eğitim hayatına entegre etmek amacıyla kurulan bu grupta sevgiden nefrete aşktan kaygıya temel duyguları keşfetmek, tıp öğrencisinin sosyal ve psikolojik yanlarını ele alabilmek amaçlandı. Alanında uzman eğitmenlerle tıp fakültesi öğrencilerine bilgilendirmeler hedeflenmek-tedir.

Enes Akdan

Tıp Eğitimi Çalışma Kolu Ulusal YöneticisiNational Officer on Medical Education

(NOME)

2014’ten 2015’e ÜREME SAĞLIĞI ÇALIŞMA KOLU11-13 Ekim tarihleri arasında düzenlenen 63.Ekim

Genel Kurulu’nun bitmesi ile başlayan yeni döneme belirlediğimiz hedefler uğruna çalışma arzusuyla başla-dık. Bunca zamandan sonra ilk gün olduğu gibi çalışma arzusuyla dönüp geçen zaman dilimine baktığımızda emek vermenin tatlı yorgunluğunu tatmaktayız

Bütün bu süre zarfında bizler, Dünya AIDS Günü ha-zırlıklarına başlarken kimi yerellerimiz Transgender Day of Remembrance(TDoR) etkinliklerini yaptılar. Aynı za-manda 20 Kasım Dünya Çocuk hakları günü kapsamın-da Ensest-Çocuk İstismarı etkinlikleri yapan yerellerimiz oldu.

Bizler için çok geç olan bir genel kurul tarihinden sonra yaklaşan 1 Aralık Dünya AIDS Günü(DAG) etkinlikleri için hızlı bir materyal çalışmasına girişildi. Mevcut olan DAG Materyalleri incelendi, gereken ufak güncelleme-ler yapıldı. Genel Kurul öncesinde görüştüğümüz Eczacıbaşı O.K fir-ması ile yeniden anlaşmamız ile kendilerinden 45.000 broşür ve 12.000 afiş 3.000 rozet temin et-tik. Bu materyallerin içinden 9.500 kondom ve yaklaşık 30.000 broşür ve de 1.400 afişin ve 3.000 roze-tin zamanında talep eden 51 birliğe gönderimini sağladık. Aynı zamanda 10.000 afiş ve 10.000 broşürü de Toplum Gönüllüleri Vakfı(TOG)’na ulaştırdık. Öte yandan kendileri ile yaptığımız konuşmalar sonrası bizlere belirli bir miktar materyal yollamayı kabul ettiler. Kendileri kayıt altına almasa da en son yapılan görüşmemiz ve bizlere gelen sayıların da uyuşması dahilinde 12.000 kondom yardımında bulunduklarını rahatça söyleyebiliriz.Bütün bu materyallerin kullanımından sonra DAG etkinliğini ge-ciktiren birliklere ise elimizde kalan materyaller iletilmiştir. Yani elimize ortalama;

• 12.000 kondom• 45,500 broşür• 2000 afiş• 3.000 rozet elimize geçmiş ve yerellerimizin bunları

kullanması sağlanmıştır.Aynı zamanda Hepatit , Doğum kontrol Yöntemleri,

Sifiliz, Adet Düzensizliği, Meme Kanseri ve HPV ile il-gili herbirinden 15.000 broşür temin ettik. 15.000 tane Prostat kanseri broşürünü de gelecek sene kullanılmak üzere hazır hale getirdik ve aynı zamanda Erkek Cinsel Fonksiyon Bozuklukları ile ilgili 10.000 broşür aldık. Bü-tün bu süre esnasında da bir yandan İç Tüzük’te güncel-lemeleri kararlaştırdık.

Amacımız hem sponsorluk çalışmaları öncesinde hem de sonrasında raporlamaların çalışmalarımızı active edici yönünü kullanmaktı.Yenilikler ve eklemeler sayes-

nde çalışmalarımızhem düzenlü hem de daha sonraki çalışmalara ışık tutacak nitelik kazanacaktır.

SCORA nın kabul edilen vizyon ve yenilik çalışmala-rına uygun olarak bilimsel anlamda çalışmalar yapmak için I.Üreme Sağlığı Sempozyumunu hazırladık. 4-5 Nisan tarihlerinde gerçekleşecek olan sempozyumun teması nı ise ‘Cinsel saldırı ve kürtaj’ olarak belirledik.Böylece Genel kurulda kabul edilen bilimsel bir SCORA anlayışı için önemli bir adım atmış olduk.Sempozyumda ‘Cinsel saldırı ve kürtaj’ konusunda hem tıp hem hukuk alanında uzman hocalar ,bu konuda çalışmalar yürüt-müş gazeteci,yönetmen ,yazar konuklarımız konuşmacı olarak bizlere katkılarını sunacaklardır.

Ekim ayı süresinden başlayıp bugüne kadkadar geçen süre içinde, bir takım yerellerimiz ken-

dilerine uygun gördükleri programlar için-de Ensest-Çocuk İstismarı etkinlikleri

düzenlediler. Aynı zamanda 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısı ile her sene yaptığımız kadın hakları etkinliklerinin içine bu sene kadın sağlığı konusunun da eklenmesini istedik.

SCORA’nın uluslararası alanda yapmş olduğu kaynaştırıcı unsurla-

rından biri olan SCORA X-CHANGE bu sene de biriken deneyim ve enerji-

siyle gerçekleştirilecektir.Bu süreçte de İstanbul Üniversitesi ‘de gerçekleşecek bir

programın yanında Anadolu turu kapsamında Başkent,Uludağ,Isparta ve Muğla da bulunmaktadır.

Eczacıbaşı ve O.K ile yapılan görüşmeler 2015-2016 Dünya AIDS Günü çalışmalarına yazın başlanması kararı alınmıştır.Ve gelecek yılda yapılan çalışmalarda material kolaylığı ve temini sözü alınmıştır.

Gelecekteki hedeflerimiz ve ulaşmak için emek vere-ceklerimiz:

• SCORA sempozyumunu her gelecek yıl farklı SCORA konularını tema belirleyerek daha bilimsel hale getirilmesi

• Dış kuruluşlarla bağlantılı oalrakAkran eğitmen eği-timinin gerçekleştirip,eğitmenlerin tüm yerellerde eğitim vermesinin sağlanması

•Temin edilen broşürlerle SCORA nın üreme sağlığı konusundaki saha çalışmalarında daha verimli hale ge-tirilmesi

•Üreme sağlığının her alanında daha aktif olunmasıSavunuculuk çalışmalarınn hızlanması• Birlik Genel Kurulu onaylı SCORA Vizyon ve Yenilik

Bildirisi doğrultusunda çalışmalara devam edilmesi

Ahmet Melih ErdoğanÜreme Sağlığı Çalışma Kolu Ulusal Yöneticisi

National Officer on Sexual and Reproductive Health incl. AIDS(NORA)

Page 7: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

11 12

Türk Tıp Öğrencileri Birliği Desteklenmiş Projeler

Türk Tıp Öğrencileri Birliği 6 çalışma kolu dışında desteklenmiş projelerle de çalışmaktadır. Şu an aktif olan projeler şu şekildedir:

• Çocukluk Çağı Obezitesi ve Aile Farkında-lığının Arttırılması:

Obezite riski taşıyan çocuklara sağlıklı beslenmenin ne olduğu, han-gi yiyeceklerden ne ölçüde yemeleri gerektiği, sporun sağlık için öneminin anlatılması, çocuklar üzerinde kalıcı davranış değişikliği hedefinin sağlanması içinde aile-lere de aynı eğitimlerin verilerek şişman çocuk sağ-lıklıdır algısının yıkılması ve evin beslenme düzeninin değiştirilmesi amaçlanmaktadır. İşleyişte ise yerel bir-liklerimizin bulundukları şehirlerdeki bir ilkokul sınıfını müdahale grubu olarak belirlemesi, öğrencilerin BKİ (Beden Kitle İndeksi) ölçümünün yapılması, deva-mında müdahale grubunun aileleri ve öğretmenleri de dahil olmak üzere dengeli ve düzenli beslenme, besin değerleri ve sporun önemi hakkında bilgilendirilmesi ve verilen eğitimler sonunda yeniden bki ölçümü yapı-larak davranış değişikliği gözlenmesi.

• İki Elin Sesi:

Ülkemizde 3 milyon işitme engelli vatan-daşımız bulunmakta. Ne yazık ki sağlık kurumlarında işitme engelli hastalarla iletişim sorunları sıkça görülmektedir. İşitme engelli hasta sağlık kuruluşuna

adım attığı andan itibaren, giriş işlemle-ri, anamnez, tedavi süreci ve diğer bir

çok konuda iletişim sorunları yaşamak-tadır. Tüm bunların yanı sıra bu sıkıntının farkında olan sağlık çalışanları ve tıp fakültesi öğrencileri kendi ça-baları ile işaret dili öğrenmek istese dahi, yer(ulaşım), zaman(uygun olmayan ders saatleri) ve maddi sıkıntı-lar yaşamakta, işaret dili eğitimini alamamaktadır. Tüm bu sebeplerle “İki Elin Sesi” projesi hayata geçirildi, böylece tıp öğrencileri olarak meslek hayatına adım attığımızda karşılaştığımız işitme engelli hastalarla düzgün iletişim kurabileceğiz. Uzun vadede, Türki-ye’nin çeşitli illerinde meslek hayatına başladığımızda çalıştığımız kurumun geneline işaret dili tercümanlığı yapabileceğiz.

• SağlıkTurnesi:

Yaşama hakkının en büyük sağlayıcısı olan sağlık hakkından, her yönüyle eşit olarak doğdukları kabul edilen insanların eşit olarak faydalanabilmeleri beklenir. Sağlık Turnesi Projesi ülkemizin temel sağlık hizmet-leri yönünden dezavantajlı bölgelerini tespit ederek, tespit edilen yerlerde halkın temel sağlık taramalarını yapmayı öngören, halka sağlık eğitimi vermeyi amaç-layan, yaptığı tarama ve verdiği eğitim-lerin ardından bölgede yapılan gözlem sonucu yazılacak bildiriyi yetkili ma-kamlarla paylaşarak dezavantajlı böl-gelerin temel sağlık hizmetlerinden fay-dalanmasına katkıda bulunan, tamamen gönüllü tıp öğrencileri tarafından hiçbir maddi karşılık beklenmeksizin gerçekleştirilen bir projedir.

Barçın Barıİçerik Takımı

IFMSA ve TurkMSIC

IFMSA, yani Uluslararası Tıp Öğrencileri Birlikleri Fe-derasyonu, “2. Dünya Savaşı” bitiminden hemen sonras kurulan sayısız uluslararası öğrenci organizasyonundan biridir. Federasyonun kuruluşunun gerçekleştiği ilk top-lantı 1951 yılında Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da yapıldı. Bu yeni kurumun ilk üyeleri İngiltere, Avusturya, Batı Almanya, Finlandiya, Norveç, İsveç, Danimarka, Hollanda ve İsviçre olmuştur. İlk genel kurul ise 1952 Temmuz ayında Londra’da 10 ülkeden 30 katılımcı ile gerçekleştirilmiştir. Geçen 64 yılda Avrupa’da kurulan bir organizasyonun 100’den fazla ülkede temsil edilecek şekilde büyümesi gerçekten göz doldurmaktadır.

IFMSA öğrenci değişimlerinin yanı sıra daima konfe-rans ve çalıştaylara da önem vermiştir. İlk konferanslar 1950lerde çok başarılı olan “Uluslararası Öğrenci Klinik Konferansları”dır. 1963’te Danimarka, İngiltere ve İskan-dinavya’da başlayan “Yaz Okulları” yıllar boyunca devam etmiştir, hala da etmektedir. 1960lardaki diğer konfe-ranslar ise “Tıp Eğitimi”, “Madde Kullanımı” ve “HIV ve AIDS” hakkında düzenlenmiştir. Bu yıllarda konferanslar ve yaz okullarının yanı sıra, ekonomik düzeyi düşük tıp öğrencilerine kitap yardımları ve zengin ülkelerden ihti-yaç sahibi ülkelere tıbbi araç-gereç yardımları bulunması ve bunların yerlerine ulaştırılması için projeler gerçekleş-tirilmiştir.

1970ler federasyon için genişleme zamanının geldi-ği yıllar olarak görülmüş ve ilk olarak Afrika ve Asya’da bölge organizasyonları kurulması sağlanmıştır. Diğer ül-kelere de yayılım arttığı için 6 bölge belirlenmiş ve koor-dinatörler atanmıştır.

Erken 1980li yıllarda IFMSA, tıp eğitiminden nükleer silah kullanımının yasaklanmasına ve temel sağlık hiz-metlerinin sağlanmasına kadar geniş bir yelpazede bil-diriler yayınlamıştır. 80’lerin sonlarına gelindiğinde yerel projelerin geliştirilmesi için büyük bir hareket başladı. Aynı zamanda 1986’da Dünya Sağlık Örgütü ile birlikte “Liderlik Eğitim Programları” gerçekleştirildi. Bu eğitim programları günümüzde de aktif olarak yürütülmektedir.

Dünya Sağlık Örgütü ile resmi ilişkiler 1969 yılında başladı. Bu ilişkinin ilk ürünü ortaklaşa gerçekleştirilen

“Tıp Eğitiminde Programlanmış Öğrenme” konulu sem-pozyum olmuş, immünoloji ve tropikal tıp programları ile devam etmiştir. İlerleyen yıllarda IFMSA ve DSÖ ortaklaşa çeşitli çalıştay ve eğitimler düzenlemişlerdir. IFMSA 1971 yılından beri UNESCO ile de ortaktır. IFMSA 2007’den itibaren de HIFA2015’in (Healthcare Information For All by 2015) resmi destekçisidir.

Ülkemizde ise 1952 yılında kurulan TurkMSIC, ba-ğımsız, siyasi olmayan, din-dil-ırk ayrımı yapmayan ve kar amacı gütmeyen Türkiye’nin en büyük ve en köklü tıp öğrencileri organizasyonudur.

Kurulduğu yıllarda IFMSA gibi değişimlere odaklanan TurkMSIC, 80’li yıllara geldiğinde büyük şehirlerin dışın-daki tıp fakültelerine de yayılmaya ve kurumsallaşmaya başlamıştır. IFMSA’de de uzun yıllar boyunca etkin bir şekilde çalışan TurkMSIC, bugün IFMSA’in 6 çalışma kolundan biri olan “Bilimsel Araştırma Değişimi” çalışma kolunun kurulmasını sağlamıştır. Uluslararası ortamda temsiliyetimizi sağlarken bir yandan da IFMSA yönetici-leri çıkaran Türkiye’nin IFMSA’de 2 ömür boyu onur üye-si bulunmaktadır.

1980 öncesi bir dönemde Türk Tabipler Birliği altına girmiş fakat sonrasında bu kurumdan ayrılarak devam edilmiştir. Bu yıllardaki büyüme ile değişim sınavı yapıl-maya karar verilmiş ve el emeği ile o yıllardaki yöneti-cilerin kendileri bu sınavları hazırlamış ve uygulamıştır. IFMSA’deki yaz okularının benzeri ülkemizde de gerçek-leştirilmiş olup o dönemde büyük beğeni toplamıştır.

2000li yıllarda büyümesi ivmelenerek devam eden TurkMSIC önceleri “Türk Tıp Öğrencileri Uluslararası Ko-mitesi” adını kullanırken, günümüzde “Türk Tıp Öğren-cileri Birliği” adını almıştır. 58 üye tıp fakültesinde temsil edilen birliğimiz Tıp Eğitimi, Bilimsel Araştırma Değişimi, Staj Değişimi, Üreme Sağlığı, İnsan Hakları ve Halk Sağ-lığı olarak 6 temel alanda çalışmalarını yürütmektedir.

Sahip olduğu vizyon ve misyon ile giderek kurumsal-laşan birliğimiz ulusal ve uluslararası alandaki ortaklarını ve bağlantılarını arttırmış olup dekanlıklar ve bazı bakan-lıkların düzenledikleri toplantılara davet edilir duruma gel-miştir.

Geçmişe oranla çok daha organize ve profesyonelce çalışan Türk Tıp Öğrencileri Birliği, amatör ruhundan hiç bir şey kaybetmeyen dinamik üye yapısıyla ülkemizde-ki tıp öğrencilerinin mesleksel ve sosyal gelişimine katkı sağlamakta, halka sunulan hizmetlerin gelişmesine yar-dımcı olmakta ve toplumu her konuda bilinçlendirmeye çalışmaktadır. Bu sebeple “Bir Tıp Öğrencisinden Daha Fazlası” sloganını benimsemiş daima insanlığın yanında, bağımsız, öncü, Atatürk ilke ve inkilaplarına bağlı bir ku-ruluş olmuştur. Barçın Barı

İçerik Takımı

Page 8: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

13 14

Tıp Dünyasından İlkler

Tıp Dünyasında da her şeyin bir ilki vardır. Günümüz şartları ve imkanlarına göre çok basit olan bu ilkler; kendi dönemlerinde büyük yankılar uyandırmıştır.Kimi zaman hayatlara malolmuş, kimi zaman hayatlar kurtarmış, kimi zaman mucidine ihanet etmiş çok sonra değeri anlaşıl-mıştır. Ancak ne olursa olsun hepsinin ; Tıbbın günümüz seviyesine gelmesinde ; “Tıbbın İnşası”nda büyük önem-leri vardır.

İşte günümüze kadar katedilen aşamalar:

•İlkDefibrilatörCihazı

İlk defibrilasyon 1947’de denendi. 20.yy başından beri köpek üzerindeki deneyler kalbe elektroşok uygula-manın faydalı olabileceğini gösterdi. Dr.Claude Beck bu uygulamayı destekledi. İlk kez 14 yaşında bir erkek ço-cuğuna uyguladı. İlk olarak 45 dakika el ile kalp masajı yapıp şok uygulandı ve kalbin normal ritmine dönmesi sağlandı.

•İlkTozBazlıHaplar

19.yy başlarında kimyasal temelli haplar üretimi de-nendi ama birçok problem ile karşılaşıldı. 1843’te İngiliz bir usta olan William Brockedon, grafit tozunu basınçla sert yığınlara dönüştüren bir makine icat etti. Ve bir ilaç üreticisi bu makineyi ilaç üretiminde kullanabileceğini dü-şündü ve toz bazlı tablet üretimine uyguladı ve başarılı oldu.

•İlkİntravenözİğne

Kolera, 19.yy Avrupası’nda en çok korkulan hastalık-tı. Bu korkulan olay tıbbi tedavi araştırmalarını tetikledi. Koleranın tedavisi için bir yol bulmak 100 yıldan fazla bir zaman aldı. 1800’lerin ortalarında tedavi sadece semp-tomları biraz olsun azaltmak,dindirmek yönündeydi. Bir fizikçi olan Thomas Latta bu hastalığın takipçisi oldu. Dr. W.B. O’Shoughnessy, damar içi enjeksiyon fikrini ortaya attı ama pratikte hiç denemedi. Ama Latta bu yöntemin nolursa olsun denenmesinde kararlıydı. Thomas, bunu kolera hastası yaşlı bir bayana uyguladı ama ne yazık ki birkaç saat içinde öldü. Her şeye rağmen bu yöntem birçok doktor tarafından örnek alındı ve döneminde çok ön plana çıktı. damar içine madde enjekte etmenin ne kadar önemli olduğu 19.yy sonlarına kadar anlaşılama-dı. Günümüzde enjektörler geleneksel bir tıbbi malzeme oldu ve ciddi hastaları bile hayatta tutmaya çok katkısı oldu.

•İlkTıbbiDergi

En eski ve hala yayımlanan tıp dergisi “New England Journal Of Medicine” dır. Ve 1812’de yayımlanmıştır.

Ayrıca bu dergi ilk ingilizce tıp dergisidir. Kulak Ağrısı tedavisi için ve tavşan bitinden kaynaklı ölümlere ilişkin bilgiler de içermiştir.

•İlkAşılamaProgramı

1840’ta Birleşik Krallık, yoksulların aşılanmasını sağ-layan bir program uygu-ladı.1853’e kadar aşıla-ma, tüm yenidoğanlar ve 3 aylıktan küçüklere zorunlu kılındı.1867’de 14 yaş altı herkes çiçek hastalığına karşı aşılan-mak zorundaydı ve bu sayede çiçek hastalığın-

dan korunmada çok büyük yol kat edildi.

•İlkKlinikAraştırmaveTedavi

İlk klinik araştırma bir gemide gerçekleştirildi. Skorbüt hastası 12 denizci 2’şer kişilik 6 gruba ayrıldı. Her grup farklı tedaviye maruz bı-rakıldı. Sirke, deniz suyu v.s denendi. Bir gruba limon ve portakal verildi-ğinde buluş gerçekleşti! 6 gün boyunca bu be-sinlere maruz bırakılan denizciler tedavi sonun-da neredeyse iyileştiler. Bu klinik araştırmanın mimarı ise Dr.James Lind.

•İlkRöntgen

X-ışınları Wilhelm Konrad von Röntgen tarafından 1895 yılında keşfedildi. Röntgen opak şeyler arkasında gizlenmiş nesneleri fotoğraflamasını sağlayan radyasyo-nun bu yeni formunu açıkladı. Hatta kendi iskeletin bir kısmını fotoğrafladı. X-ışınları tıpta önemli bir tanı aracı olarak kullanılmıştır. Röntgen bu ışın dalgaları hakkında bilinen çok çok az şey olduğu için “X-ışını” olarak ad-landırdı.

•İlkSolukBorusuAmeliyatı

Dünyadaki ilk soluk borusu ameliyatı İngiltere ‘de 10 yaşında bir çocuğa yapılmıştır. Çocuğun kemik iliğinden çıkarılan kök hücreler çocuğun boğazına yerleştirilmiş ve ameliyat sonrası çocuğun kendi başına nefes aldığı ve konuştuğu belirtilmiştir.

İngiliz Daily Telegraph gazetesinin haberinde, ölen bir kişinin soluk borusuna, çocuğun boğazına yerleşti-rilmeden önce çocuktan alınan kök hücrelerin enjekte edildiği, böylece organ nakli ameliyatlarında karşılaşılan bir sorun olan, nakledilen organın vücut tarafından kabul edilmemesi olasılığının sıfıra indirildiği bildirilmiş.

•İlkLokalAnestezi

Dünyadaki ilk lokal anestezi uygulaması Viyana ‘da Alman Hastanesi doktorlarından Karl Koller tarafından bulunmuş ve bir göz hastasının ameliyatında kullanılmış-tır. Dünyadaki ilk anestezi ise ABD ‘de Dr. Crwford Long tarafından bir öğrenciye uygulanmıştır. Ancak diğer yan-dan M.Ö. 2250 yıllarına ait olan çamur tabletlerden diş ağrısı tedavisinde “banotu” ile hazırlanan ilaçtan yararla-nıldığı anlaşılmaktadır. Lokal anestezide ilk olarak kabul edilebilir.

•İlkTansiyonÖlçmeAygıtı

Dünyadaki ilk tansiyon aleti 1896 yılında İtalya ‘da Dr. Scipione Ri-va-Rochi tarafın-dan icat edilmiş ve sphygmoma-nometre adıyla kullanılmıştır. Bu aygıtta, ana atar-damarlardan bi-rinin üzerine bir bant içinde hava basıncı uygulanır. Bu basıncın, kan basıncının altına düşürülmesiyle, atış sesleri kulaktan duyulur ve bu arada aygıtın basınçölçe-rindeki rakam okunur.

•İlkSezeryan

Dünyadaki ilk sezeryan doğum 1500 yılında İsviç-re ‘de Jacob Nufer isimli doktorun eşine uyguladığı ve başarılı olduğu ameliyattır. Hem anne hem de bebek sağ olarak kurtarılmıştır Jacob Nufer, büyük bir cesaret göstererek sezeryan ameliyatı tek başına gerçekleştirdi. Araç olarak ise, yalnız domuzları hadım etmekte kullan-dığı malzemelerden yararlandı.

İlk modern sezaryen ise 1881 yılında Alman jinekolog Ferdinand Adolf Kehrer tarafından gerçekleştirilmiştir.

•İlkÖtenaziKliniği

Ötenazi; bir kişinin veya bir hayvanın yaşamını, ya-şamlarının dayanılamayacak durumda olarak algılanma-sı sebebiyle, acısız veya çok az acıtan bir ölümcül en-jeksiyon yaparak, yüksek dozda ilaç vererek veya kişiyi yaşam destek ünitesinden ayırarak sonlandırmak anla-mına gelmektedir.

Dünyadaki ilk ötenazi kliniği Hollanda ‘da 2012 yılında açılmıştır. Klinikte ilk etapta 70 kişinin ölüm isteği gerçek-leştirilecek ve ötenazi isteği doktorları tarafından kabul edilmeyen hastalar için hizmet verecekti.

Doktorlar, tıbbi yoldan tedavisi yapılamayan 18 yaş üzeri ve yaşlıların özel başvurusu dikkate alınarak ve ilk olarak kendi doktoru, tedavi gördüğü hastanesi ve varsa psikiyatristi ile ilk görüşmelerinin ardından ölüm işlemini gerçekleştirildiği kaydettiler. Açılan özel klinik ile, hasta-lara yasal olarak ötenazi hakkı tanıyan ilk ülke Hollanda olmuş oldu.

•İlkKanBankası

Gerektiğinde hastalara aktarmak için sağlam kimse-lerden alınan kanların saklandığı yere kan bankası denir. Bugün bilinen anlamıyla ilk kan bankası, 1931 yılında Moskova Acil Yardım Hastanesi’nde, Profesör Sergey Yudin tarafından kuruldu. “Kan Bankası” deyimi ise, 1937 yılında Chicago’daki Cook County Hastanesi Kan Merkezi ‘ni kuran Bernard Fantus tarafından kullanıldı ve daha sonra deyim, dünya çapında yerleşti.

•İlkKanNakli

Dünyadaki ilk kan nakli 12 Haziran 1667 tarihinde Profesör Jean Baptiste Denys tarafından 15 yaşındaki bir hastaya bir kuzudan alınan 250 gr. kan nakli ile ger-çekleşmiştir. Bu, o güne göre çok teh-likeli bir denemeydi ve hasta çok geç-meden sağlığına kavuştu. Ne var ki sonraki denemeler-de aynı sevindirici sonucu vermedi. Bir insandan bir başka insana ilk kan naklini düşünen ve bunu başaran kişi, 28 yaşındaki Thomas Blundell’dir. Kendi buluşu olan ince bir şırınga aracılığıyla değişik kişilerden aldığı taze kanı, ölmek üzere olan bir hastasına aktardı fakat başarısızlıkla sonuçlandı. Ancak 10 yıl sonra Doktor Blundell, başka bir insanı yaşatmayı başardı ve bu konu-da tıp biliminde çığır açarak kendisinden sonra gelecek meslektaşlarına öncülük etti.

•İlkDoğumKontrolHapı

Dünyadaki ilk doğum kontrol hapı ABD ‘de 1954 yı-lında yapılan deney sonucunda ilk defa Dr. Pincus tara-fından geliştirilmiştir. 1960 yılından itibaren de eczaneler-de dağıtılmaya başlanmıştır. Serbest piyasada satılan ilk doğum kontrol hapı ise, Enovid 10’dur.

Page 9: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

15 16

•İlkYapayDöllenme

Dünyadaki ilk yapay döllenme, Abbe Lazare Spallan-zani tarafından yapıldı. Başarıyla sonuçlanan bu dene-yinde Spallanzani, İspanyol türü bir erkek köpekten aldığı dölü, dişi bir av köpeğinin üreme organına yerleştirdi ve ardından üç yavru köpek dünyaya gel-di. Bunlar, ispanyol av köpeği türünün melezleriydi. Böyle-ce ilk yapay döllen-me başarılı olarak gerçekleştirildi.

İnsan üzerinde ilk yapay döllenme-yi, 1785 yılında Pa-ris Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Thouret gerçekleş-tirdi. Bay Thouret, kendisinden elde ettiği dölleri, ince bir şırınga ile kendi karısının rahmine yerleştirdi. Bu deneme sonucunda sağlıklı bir bebek dünyaya geldi.

Kocanın dışında, bir başka erkekten alınan dölle ya-pılan ilk yapay döllenme ise, Philadelphia’da Prof. Pan-coast tarafından 1884 yılında kloroformla bayıltılmış bir kadın üzerinde, kadının bilgisi dışında denendi. Bu dene-me, kadının kısır olan kocasının isteği üzerine yapılmıştır.

•İlkKataraktAmeliyatı

Dünyadaki ilk katarakt ameliyatı kısaca Ammâr olarak tanınan Müslüman tıp âlimi Ebu’l-Kasım Ammâr b. Ali el-Mevsılî tarafından kendisinin tasarladığı enjektör biçi-mindeki özel bir iğne ile yapılmıştır.Göz ilmi yani Oftalmo-loji ilminin babası sayılır

•İlkYüzNakli

Dünyadaki ilk tam yüz nakli, 20 Mart 2010 tarihinde Barcelona’da 31 yaşındaki Oscar isimli hastaya gerçek-leştirilmiştir. Yani bu vaka, Ahmet Kaya’dan Uğur Acar’a yapılan operasyonun ilk örneğidir.

•İlkKökHücreNakliYapılanHasta

Dünyadaki ilk kök hücre nakli Uzm. Dr. Selçuk Kılınç tarafından İzmir ‘de yaşayan Gizem Kılıç ‘a yapılmıştır. Bu sayede tıp dünyasında binlerce hastaya da umut ışığı olmuştur. Bu operasyonda İnce Bağırsak Nakliyle Birlik-te Kök Hücre Nakli Yapılmıştır.

•İlkProtez

Dünyadaki ilk protez uygulamasına milattan önce 5. Yüzyılda Heredot ‘un kitaplarında bahsedilmiştir ve bu takma uzuvlar el yerine takılan kanca veya kedi, köpek

ayağından ibarettir. Genelde de tarihte korsanlarda rast-lanmıştır.

•İlkBebekKuvözü

İlk bebek kuvözü 1891 yılında Fransa ‘nın Nice şeh-rinde Dr. Alexandre Lion tarafından yapılmış ve bu kuvö-zün havası bir vantila-tör yardımıyla sürekli temizleniyor, ısısı da bir termostat aracılığıyla sürekli denetim altın-da tutuluyordu. Dr. Lion, çalışmalarının ilk üç yılında prematüre 185 çocuktan 137’sini kurtarmak gibi hiç de küçümsenemeyecek bir başarıya imzasını attı.

•İlkAntiseptik

Dünyadaki ilk antiseptik kullanımı 1865 yılında Glas-kow şehrinde Joseph Lister isimli cerrah tarafından ge-liştirilmiş ve ameliyatta ilk kez kullanılmaya başlanmıştır.

•İlkAmbulans

Dünyadaki ilk ambulans 1792 yılında savaşta yarala-nanları daha az kayıpla kurtarmayı amaçla-yarak, Napolyon ‘un özel cerrahı Baron Do-minique Jean Larrey tarafından yapılmıştır. Larrey’in ambulansı, savaş alanında yarala-nan kişileri, daha fazla kayba yol açmadan bölgeden uzaklaş-tırmayı amaçlıyordu. Bunlar, ilk kez Napol-yon’un İtalya’ya karşı açtığı 1796-1797 savaşında görev aldılar.

•İlkAspirin

Dünyadaki ilk aspirin Mayıs 1899 yılında, Alman Ba-yer AG firması tarafından piyasaya sürülmüştür ve ilk kez 1853 yılında Alsaslı kimyacı Karl Gerhard tarafından sen-tetik olarak elde edilmişti.

•İlkApandistAmeliyatı

Dünyadaki ilk apandist ameliyatı 4 Ocak 1885 tarihin-de, ABD ‘nin Iowa eyaleti Davenport kentinde, 22 yaşın-daki Mary Gartside’e Dr. William West Grant tarafından yapılmıştır. Bu ameliyat tam bir başarıyla sonuçlandı.

•İlkAntibiyotik

Dünyadaki ilk antibiyotik 1928 yılında St. Mary Has-tanesi ‘nden Prof. Alexander Fleming tarafından “penisi-lin” adı ile bulunmuştur. Devrim niteliğindedir. Bir rastlantı sonucu bulmuş olan ve penisilin adı verilen antibiyotik, mikrop öldürücü özellikteydi, ancak birkaç gün içinde bu özellikleri kay-boluyordu. 1940 yılında Oxford Üniversitesi öğ-retim üyelerinden Howard Florey ve Ernst Chain, yapmış oldukları çalışmalar ile antibiyotiğin özelliklerinin uzun süre korunmasını sağlamışlardır

•İlkEczaneler

Dünyadaki ilk eczaneler 1140 da Napoli ve 1180 de Paris’te var olduğu bilinir.

•İlkRobotluObeziteAmeliyatı

Dünyada ilk kez obezite ameliyatını robot kullanarak tek delikten yapan İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fa-kültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Umut Barbaros ve ekibidir. Ekip, dünyada ilk kez göbekten tek delikten girerek robotik cerrahi ile obezite ameliyatı yaptılar.

•DünyadakiİlkTüpBebek

Dünyadaki ilk tüp bebeğinin adı Louise Brown 25 temmuz 1978 de doğmuştur. Louise Brown laboratuvar ortamında ortamında döllenmiş ilk bebektir. Ebeveynler-nini Cambridge Üniversitesi’nde fizyolog Robert Edwards ve ji-nekolog Patri-ck Steptoe’nun a r a ş t ı r m a s ı n ı duymaları çift için dönüm nok-tası oldu ve do-ğurganlık tedavi-si tüp bebek için iki bilim adamıyla anlaşma imzaladılar.

•İnsülininİlkKullanımı

6 Aralık 1922’de İnsülin ilk kez Kanada’da bir has-tanede hastalar üzerinde denendi. Ayrıca insülin Pank-reasın hormonal salgı birimleri olan Langerhans ada-cıklarından salgılanan insülinin adı da Latince’de “ada” anlamına gelen “insula” sözcüğünden türetilmiştir.

•İlkHIVVirüsü

Bilinen ilk AIDS vakaları 1981’de ABD’nin New York ve Kaliforniya eyaletlerinde rapor edildi.AIDS teşhisi konulan ilk şahısların çoğu hastalığı cinsel yolla kapan eşcinsel erkekler ve şırıngaları ortak kullanan damardan alınan uyuşturucu bağımlılarıydı. 1983 yılında Amerikalı ve Fransız araştırmacılar hastalığın nedeninin HIV oldu-ğunu buldular.

•İlkGenelAnestezi

Anestezi ciddi olarak ilk defa 19. yüzyıl ortalarında kullanılmaya başlamıştır. 16 Ekim 1846’da Boston’daki Massachusetts General Hospital’da dişhekimi William Thomas Green Morton, 52 yasinda bir erkek hasta-nın boyun bölgesindeki bir tümörün cerrah Dr. Warren tarafından çıkarılması sırasında “dietil eter” kullanarak başarılı bir genel anestezi uyguladı.Bu uygulama ile anestezi tarihine “eterin babası” olarak geçmiştir.

1844 yılında Bostonlu diş he-kimi Wells has-tasına solunum yoluyla diazot monoksit (N2O) vererek ağrı-sız dişçekmiş-tir. 1846 yılında Amerika’da yine diş hekimi olan Jackson ilk olarak eterile anestezi uygulamıştır. 1847 yılında da İngiltere’de jinekolog olan Simpson aneste-tik olarak ilk kez kloroformu (CHCl3) kullanmıştır.

*bu bölümün hazırlanmasında kaynak tarama ve kaynak dilinden dili-mize çevirmede yardımcı olan Kemal mahsereci’ye emekleri için teşekkür ederim.

Deniz Demirİçerik Takımı

Page 10: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

17 18

Robotik Cerrahi Diziler ve Tıp

Robotik cerrahi; NASA Araştırma Merkezi’nde ça-lışan araştırmacılar, sanal gerçeklik sistemini inceleyen mekanik mühendisler ve ABD Kaliforniya’daki Stanford Üniversitesi Araştırma Merkezi’nde çalışan robot tekno-lojisi uzmanları tarafından geliştirildi. Prototipi 1997 yı-lında ortaya çıkarılan da Vinci sistemi, ilk olarak robotik kolesisektomi (safra kesesi ameliyatı) ile denendi. 2000 yılında Amerika Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) onayıyla ilk olarak kardiyovasküler cerrahide, sonra da yaygın olarak üroloji, genel cerrahi ve jinekolojide kullanılmaya başlan-dı. Türkiye’de ise 2004 yılından beri kullanılmakta olan teknik sayesinde 180’den fazla olguya cerrahi müdahale yapılabilmektedir.

Robotik cerrahide ameliyatlar, tıpkı laparoskopik cer-rahide olduğu gibi, ‘port’ adı verilen küçük borucuklar yoluyla yapılıyor. Robotun kollarından biri kamerayı, di-ğer kollar cerrahi aletleri tutuyor. Ameliyat sırasında has-ta başında duran bir cerrah konsoldaki cerraha yardım ediyor. Robotik cerrahi sistemi ile elde edilen net görün-tüler ilgili bölgeye yapılacak müdahalenin etkin bir şekilde gerçekleştirilmesine olanak tanıyor. Üç boyutlu görüntü imkânıyla yapılan müdahalede doktor derinlik hissi ile çalışıyor. Kamera cerrahın kontrolünde olduğu için de-rin ve dar bölgelerdeki anatomik yapılara dair büyültül-müş, net görüntüler elde edilebiliyor. Bu sayede ameliyat esnasında oluşabilecek yaralanmalar aza indirilebiliyor. Sistemde yapılan kesilerin küçük olması ve en ufak da-marın bile 3 boyutlu görüntü ile büyütülmesi sayesinde kan kaybı büyük ölçüde azalıyor. Bazı operasyonlarda kan nakline ihtiyaç duyulmadığı da olabiliyor. Küçük ke-siler sayesinde ameliyat sonrası yaşanabilecek ağrılar azalıyor, hastaların hastanede kalma ve günlük hayata geçiş süreleri kısalıyor. Bu sayede ameliyat sonrasında

kemoterapi veya radyoterapi gereken hastalarda teda-viye daha erken başlama imkanı sağlıyor. Ayrıca morbid obez hastalarda bile pek çok operasyonun yapılmasına olanak sağlanıyor.

Cihazın kollarının ucundaki aletler insan bileğine ben-zer şekilde her yöne 180 derece dönebiliyor. Ayrıca bu aletler 7 kademeli serbest hareket etme özelliğine sahip olan küçük aletler olarak tanımlanabilir. Bu aletlerin uçları ‘endowrist’ adı verilen sistem sayesinde kendi eksenleri etrafında 540 derece dönebiliyor. Bu sayede vücudun birçok noktasına (özellikle dar ve küçük alanlarda) ulaşıp kritik cerrahi müdahalelerde kesme, tutma, dikiş atma

gibi önemli kolaylıklar sağlıyor. Sistem “tremor scaling” özelliği ile cerrahın operasyon anındaki olası el titremesi-ni hiçbir şekilde aletlere iletmiyor. Ayrıca bu aletler cerra-hın kontrolü dışında çalışmıyor. Bu sayede riskli bölgeler-de yapılacak müdahalelerde insan eline bağlı hatalar da büyük ölçüde azaltılabiliyor.

Tüm bu avantajların yanı sıra bir de dezavantaj bulun-makta. Bu da cihazın 3 milyon Amerikan Doları olan ma-liyeti. Hali hazırda pek çok özel hastanede bulunan da Vinci Robotik Cerrahi sistemi pahalı fiyatına rağmen pek çok üniversite ve devlet hastanesinin demirbaş listeleri-ne girmeye başladı. Avantajlarının haricinde, Türkiye’nin bölgedeki sağlık turizmi politikası ve cihazın sayılı eğitim merkezlerinden biri olmayı istemesi sebebiyle bütçelerde cihaz için kalemler ayrılmaktadır.

Barçın Barı

İçerik Takımı

Tıp dünyasından ekrana aktarılan cok sayıda film ve dizi var. Bunların büyük kısmı yabancı kaynaklı olsa da birçoğumuz yakından takip ediyoruz.Bir tıp öğrencisi olarak bu dizileri takip ediyor olmak ise ekstra bir katkı sağlıyor belki de bizlere..

Şimdi bunlara kısa bir göz atalım.Sizlere bir seçki ha-zırladım. Tıp dünyasından ekrana aktarılanlar ve hayatı-mıza etkileri :

House MD

Medikal dram tarzı dizi yapımlarının belki de en ün-lüsüdür. 2004’ten 2012 yılına kadar 8 sezon yayınlan-mıştır. Dizinin ana karakteri olan Dr.House (Hugh Laurie) diğer doktorların tanı koyamadığı hastalara tanı koymak-la ilgilenen Princeton-Plainsboro Eğitim Hastanesi’nde –kurgusal bir hastane- bir ekibin başında bulunmakta-dır.

Her bölümde ayrı bir vakanın irdelendiği dizide bölüm

sonunda genelde vaka çözülüyor ve tüm bu aşamalarda vaka üzerinde çalışan doktorlar arasındaki ilişkide dizide cok güzel işlenmiş.

House inatçı, narsist, kendi dışında kimseyi düşün-meyen oldukça kaba biri. Takımındaki doktorlara çoğu zaman kötü davranıyor diyebiliriz. Ancak diğer doktorlar da dizinin olmazsa olmazı bence.Çoğu zaman house ve ekibi arasında geçen diyaloglar vakadan daha etkileyici olabiliyor.

Dizide house;un arkadaşı diyebileceğimiz tek isim Dr.Wilson.House’a katlanabilen ve gerçekten seven iyi kalpli bir doktor.

Dizi tıp dünyasında çok derin olarak görülen vakalarla ilgilendiği ve bunları da gerçekten bilimsel olarak çözüm-lediği için tıp dünyasından büyük bir hayran kitlesine sa-hip.Hatta sizinle okuduğum çok ilginç bir gazete haberini paylaşmak istiyorum.İşte House’un gerçek hayatta bir hastayı iyileştirme hikayesi:

“Aylarca teşhis konulamayan hastanın rahatsızlığı-nın ne olduğunu, “House M.D.” dizisinin hayranı dok-tor çözdü.

Almanya’da ciddi kalp yetmezliğinin yanı sıra, ateş,

körlük, sağırlık, genişlemiş lenf bezleri gibi çok sayıda kafa karıştırıcı belirtinin bir arada görüldüğü 55 yaşın-daki hasta, “House M.D.” hayranı bir doktor tarafından kurtarıldı.

Hastasının, dizinin bir bölümünde konu edilen hastayla aynı belirtileri gösterdiğini anlayan doktor, dizinin baş karakteri Dr. Gregory House’un koyduğu “kobalt zehirlenmesi” teşhisini koyarak hastayı tedavi etti.

Tıp öğrencilerine ders verirken düzenli olarak bu diziden yararlandığını anlatan, Frankfurt’un kuzeyinde-ki Marburg’da bulunan Tanı Konulamayan Hastalıklar Merkezi’nden Dr. Jürgen Schaefer, Mayıs 2012’de kalp yetmezliği sorunu olan hastayı gördükten 5 da-kika sonra neyin yanlış olduğunu anladığını söyledi” http://www.hurriyet.com.tr/saglik-yasam/25756934.asp)

Ben de dizinin hayranlarından biriyim ve henüz izle-meyenlere şiddetle öneriyorum. Unutmadan ; Hugh La-urie bu dizideki Dr. Gregory House rolüyle 2006 ve 2007 yılında iki kez Altın Küre ödülü kazanmıştır.

Grey’s Anatomy

Yine bir ABD yapımı ; hastane yaşantısını anlatan dizi.House’dan farklı olarak her bölümde birkaç vaka bulun-makta ve doktorların özel hayatını biraz daha ön planda ele almaktadır.

Dizi tıp dünyasından bir çok insanın antipati duyduğu bir yapım olarak konuşuluyor.Çünkü dizide hastane orta-mındaki doktorların rahat davranışları ve farklı boyuttaki ilişkileri , mes-leğini özenle yapan,hasta-larıyla ilgilen-mekten çoğu zaman kendi-ni ihmal eden d o k t o r l a r ı n tepkisini çeki-yor.Bu konu-da tartışmalar devam etse de dizinin hay-ran kitlesi oldukça geniş.Sanırım insanlar kadın ve er-kek ilişkisini hangi ortamda olursa olsun izlemekten zevk alıyor Ayrıca dizinin Emmy ve Altın Küre ödüllerininin olduğunu da belirtelim.

ER (Emergency Room)

ER yani Acil servis en eski tıp dizilerinden biridir.15 sezon süren bu uzun dönemli yapımın son bölümü 2009 yılında yayınlandı.

Acil servisteki heyecanlı vakaları ele alan dizi acil

Page 11: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

19 20

servis ekibinin de hayatına dahil olmamıza imkan tanı-yor.

Dizinin ilginç yönleri var.Öncelikle dizinin yapımcısı gerçek bir tıbbıyeli. Mic-hael Crichton, öğrenciliği sırasında Massachusetts Hastanesi’nde çalışmış bir Harvard Tıp Fakültesi me-zunuymuş.Ayrıca ER ’ın dördüncü sezonunda Am-bush isimli bölüm ‘canlı’ olarak yayınlanmış hem de bir doğu ve bir de batı kıyısı

için olmak üzere iki kez.Belgesel havasında çekilen bu bölüm için oyuncular 8 kez prova almış.

Scrubs

Yine bir ABD yapımı medical dizi.Scrubs ol-dukça eğlenceli 9 sezon-luk bir yapım.

Kurgusal “sacred he-art” hastanesinde geçen dizide Dr.John Dorian ‘J.D.’ nin iç sesleri ve hayalleriyle gelişen bir olay örgüsüne şahit olu-yoruz. Tıp fakültesinden yeni mezun olan J.D. ve üniversiteye başladığı günden beri en iyi arkadaşı olan Turk, Sacred Heart has-tanesinde stajyer olarak çalışmaya başlarlar.Genç dok-torların kız arkadaş edinme çabaları da dizide yer almak-tadır.Ayrıca dizide genç doktorlara yol gösterecek olan akıl hocaları ve doktorların hocalarıyla ilişkileri de komik olaylarla ele alınmıştır.

Dizi için bir çok internet sitesinde ‘sadık bir izleyici kitlesine sahip’ bir yapım ifadesi kullanılıyor.

The Knick

The Knick yepyeni bir dizi.1900lerde geçen dizinin başrolü ise ünlü isim Clive Owen…

İlk sezonu 10.bölümde final yapan dizi tam da tıbbın gelişimini kısmen görebileceğimiz tıpta ilklere şahit ola-cağımız bir yapım.Bu yüzden de cok heyecanla 2. Se-zonu bekliyoruz.

Dizi ilginç vakalarla desteklense de asıl olarak bizleri; antibiyotiğin bulunması,x-ray’in bulunması gibi mucizevi anlarla ekrana bağlıyor.

The Knick bir çok kişiye göre ‘ House ile yarışabilecek en büyük rakip.’

A Young Doctor’s Notebook

Mikhail Bulgakov’un eserlerinden uyarlanan bir İngiliz kara komedi televizyon dizisidir. Baş rollerini Jon Hamm ve birçoğumuzun Harry Potter olarak tanıdığı Daniel Radcliffe oynamaktadır. Aslında geçmişiyle şim-diki zamanının karşılaş-tırıldığı tek bir doktorun hayatını izliyoruz bu iki karakterde. Dizi, 1917 yılında tıp fakültesinden yeni mezun olan bir dok-torun başından geçen olayları morfin bağımlısı olan şimdiki halinin geç-mişiyle muhasebesi üze-rinden ele alıyor.

Tıp öğrencisinin biraz da kendini bulduğu bir dizidir.Çünkü 6 yıllık fa-külte hayatımızda şaşkın anlarımızı ekrada görme-nin hissettirdikleri birçoğumuzu eğlendirir.

Nip Tuck

İki plastik cerrah ; Chris-tian Troy ve Sean Mcnama-ra’nın başından geçen olay-ları anlatan dizi.

Nip/Tuck’ta birçok cinsel, kişisel ve toplumsal sorun-lar, hastalıklar, uç noktalarda olanlar dâhil birçok konu sert bir şekilde işlenmiş.Oldukça cesur sahnelenmiş bir se-naryo.Bu yüzden çokça da eleştirilmektedir. Dizinin se-vilmesinin en önemli nedeni belki de ; tartışma yaratacak konulara yaklaşımında sınır koymaması olarak görülebi-lir.

Deniz Demirİçerik Takımı

Hekim ve Hasta Hakları

Hekim Hakları•HekiminHastanınTedavisiniÜstlenmemeHak-

Tıbbı Deontoloji Nizamnamesi’nin 18. maddesinde “Tabip ve diş tabibi, acil yardım, resmi veya insani va-zifenin ifası halleri hariç olmak üzere, mesleki veya şah-si sebeplerle hastaya bakmayı reddedebilir” denmekle hekimlere acil durumlar ya da resmi bir görevin yerine getirilmesi halleri dışında kendilerine başvuran hastaların tedavilerini gerek şahsi gerekse mesleki nedenlerle üst-lenmeme hakkı tanınmıştır. Kamu hastanelerinde çalı-şan hekimler bakımından ise “resmi bir görevin ifası” söz konusu olduğundan, hastanın tedavisini üstlenmeme hakkının kullanılabilmesi söz konusu değildir.

•HekiminHastasınınTedavisiniYarıdaBırakmaHakkı

Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nin 19.maddesine göre “Hekimler mesleki veya şahsi sebeplerle tedavi-yi bitirmeden hastasını bırakabilir”. Aynı maddenin de-vamında ise hekimin tedaviyi tamamlamadan hastasını bırakmasına ilişkin şartlar düzenlenmiştir; “Ancak bu gibi hallerde, (hekimin) diğer bir meslektaşın tedavi veya müdahalesine imkan verecek zamanı evvelden hesap-layarak hastayı vaktinde haberdar etmesi şarttır. Hasta-nın bırakılması halinde hayatının tehlikeye düşmesi veya sıhhatinin zarara uğraması muhtemel ise, diğer bir mes-lektaş temin edilmedikçe, hastayı terk edemez.” Yine belirtmek gerekir ki, hastanın tedavisini yarıda bırakma hakkı, yukarıda açıkladığımız sebeplerle kamu hastane-lerinde çalışan hekimler bakımından söz konusu değildir. Ancak, hasta ya da yakınlarının hekime hakaret etmesi, fiziksel şiddet uygulaması veya hekime güvenmedik-lerini netlikle dile getirmeleri ve benzeri hallerde, kamu hastanelerinde görevlerini ifa eden hekimlere , üstlerine bildirmek ve onay almak koşulu ile, hastanın tedavisini üstlenmeme ya da yarıda bırakma hakları tanınmalıdır.Medimagazin

•Hekimin Mesleğini Özgürce Uygulama Hak-kı

Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nin 6.maddesinde de belirlendiği üzere “Hekim sanat ve mesleğini icra eder-

ken, hiçbir tesir ve nüfuza kapılmaksızın, vicdani ve mesleki kanaatine göre hareket eder.” Hekim mesleğini ifa ederken hasta, hasta yakınları ya da sair üçüncü kişi veya kurumların baskı, etki ve emri altında değil özgür ve bağımsız olarak çalışmalıdır. Söz konusu bağımsızlık elbette hastanın teşhisi de kapsayan tedavisi ile, yani he-kimin mesleki faaliyeti ile sınırlıdır. Hekim, ister kamu has-tanesi ister özel hastane olsun, görevine ve çalıştığı ku-ruma ilişkin mevzuata uygun davranmakla yükümlüdür. Diğer taraftan hekimi istihdam eden ya da kamu hizmeti gördüren sağlık kurumu da hekimin faaliyetlerine müda-halesini “hekimin mesleğini özgürce uygulama hakkı” nı ihlal etmeyecek şekilde sınırlamalıdır.

•Hekimin Uygulayacağı Tedaviyi Seçme Hak-kı

Hekim – hasta ilişkisinin hukuk düzenindeki sözleş-mesel yansıması da bizlere bu bağımsızlığı işaret etmek-tedir. Nitekim; vekalet sözleşmesinin tanımından “vekilin (hekimin) tedaviyi nispeten bağımsız olarak yürüteceği” anlaşılmaktadır. Eser sözleşmesinin söz konusu olduğu hekim- hasta ilişkilerinde ise her ne kadar bir “sonuç”un ortaya çıkarılmasından bahsedilse de, hekim kullanaca-ğı teşhis ve tedavi yöntemlerini belirlemekte hastasını hukuka uygun şekilde aydınlatmak ve onamını almak koşulu ile serbesttir. Diğer taraftan Tıbbi Deontoloji Ni-zamnamesi’nin 6. maddesinin 2. fıkrasında da hekimin uygulayacağı tedaviyi belirlemekte özgür olduğu ifade edilmiştir.

•HekiminDanışmaHakkı

Hekim, mesleki faaliyeti kapsamında hastalarına iliş-kin olarak kendisi ile aynı ya da farklı branşta uzman bu-lunan diğer hekimlere danışabilir (konsültasyon). Heki-min danışma hakkını kullanması hem danışan, hem de danışılan hekimin tıbbi bilgi ve becerilerini geliştireceği gibi, hastanın da sağlık hizmetlerinden daha etkin şekil-de faydalanmasını sağlayacaktır.

•Hastayı İyileştirme Garantisi Vermeme Hak-kı

Hasta ve hekim arasındaki hukuki ilişkinin vekalet sözleşmesi olarak kabul edildiği durumlarda vekalet sözleşmesinin niteliği gereği hekim, hastasını iyileştirmek için tüm tıbbi bilgi ve becerisini kullanarak sadakat ve

özen borcu çerçevesinde çalışmakla yükümlü olup başarılı sonuç elde edi-lememesinden sorumlu değildir. Aynı husus Tıbbi Deontoloji Nizamname-si’nin 13.maddesi ile de hüküm altına alınmıştır.

Page 12: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

21 22

•HekiminÜcretİstemeHakkı

Hekim hastasına verdiği sağlık hizmeti karşılığı olarak ücret isteyebilir. Gerek kendi muayenehanesinde ge-rekse de kamu ve özel hastanelerde çalışan hekimlerin tümü ücret isteme hakkına sahiptir.

•HekiminTemizveÇağdaşSağlıkKurumveKu-ruluşlarında Çalışma Hakkı

Hangi meslek kolundan olursa olsun, her birey temiz ve sağlıklı koşullar altında çalışmayı, çalıştığı ortamın mi-nimum hijyen kurallarına uygun olmasını arzular. Sağlık faaliyetleri söz konusu olduğunda ise en modern koşul-larda temizlik ve hijyen vazgeçilmezdir. Hekimin temiz ve çağdaş sağlık kurum ve kuruluşunda çalışma hakkı kendi sağlığı kadar hastalarının da sağlığını korumaya yöneliktir.

•HekiminSaygılıDavranılmaveGüvenilmeHak-kı

Hekimin, kendisine saygılı davranılmasını ve güve-nilmeyi hastalarından olduğu gibi meslektaşlarından da beklemesi, mesleğini en iyi şekilde ifa edebilmesi için vazgeçilmez bir haktır. Nitekim, Tıbbi Deontoloji Nizam-namesi’nin 37 ve devamı maddelerine göre “Hekimler birbirlerine mesleki konularda yardım etmeli, birbirlerini küçük düşürücü tavır ve hareketlerden kaçınmalı; üçün-cü kişilerin onur kırıcı davranışlarına karşı meslektaşlarını korumalıdırlar.” Diğer taraftan, hekimin tedavi etmek için uğraş verdiği bir hasta tarafından onur kırıcı hakaretlere ya da fiziksel şiddete maruz kalması, olayın Ceza Huku-ku sorumluluğu bir kenara, hekim hakları bakımından kabul edilmez niteliktedir.

•HekiminHastasınaGerekliZamanıAyırmaHak-kı

Hekimler, hastalarının şikayetlerini dikkatlice tetkik edip değerlendirerek doğru tanıyı koymakla yükümlü-dürler. Bu hayati yükümlülüğün yerine getirebilmesi için hekimin yukarıda bahsettiğimiz uygun koşul ve teknik imkanlara sahip olmasının yanında hem hastanın mu-ayenesi hem de muayene sonuçlarının değerlendirile-bilmesi için yeterli zamanı da olmalıdır. Özellikle kamu hastanelerinde yaşanan yoğun hasta trafiği, hekimlerin hastalarına karşı yükümlülüklerini yerine getirebilmeleri için zaman bakımından ciddi bir engel oluşturmaktadır. Her meslekte olduğu gibi hekimlik mesleği bakımından da günlük çalışmanın belli bir yoğunluğun üzerinde ol-maması gereği hekimlerin kişisel sağlıklarının korunması için zaruridir.

Hasta Hakları•Hizmetten genel olarak faydalanma:Adalet ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde sağlıklı ya-

şamanın teşvik edilmesine yönelik faaliyetler ve koruyu-

cu sağlık hizmetlerinden faydalanmaya,•Eşitlikiçindehizmeteulaşma:Irk, dil, din ve mezhep, cinsiyet, siyasi düşünce, fel-

sefi inanç, ekonomik ve sosyal durumları dikkate alınma-dan hizmet almaya,

•Bilgilendirme:Her türlü hizmet ve imkanın neler olduğunu öğren-

meye,•Kuruluşuseçmevedeğiştirme:Sağlık kuruluşunu seçme ve değiştirmeye ve seçtiği

sağlık kuruluşunda verilen sağlık hizmetlerinden fayda-lanmaya,

•Personeli tanıma, seçme ve değiştirme:Sağlık hizmeti verecek ve vermekte olan tabiplerin ve

diğer personelin kimliklerini, görev ve ünvanlarını öğren-meye, seçme ve değiştirmeye,

•Bilgiİsteme:Sağlık durumu ile ilgili her türlü bilgiyi sözlü veya yazılı

olarak istemeye,•Mahremiyet:Gizliliğe uygun olan bir ortamda her türlü sağlık hiz-

metini almaya,•Rızaveİzin:Tıbbi müdahalelerde rızanın alınmasına ve rıza çerçe-

vesinde hizmetten faydalanmaya,•Reddetmevedurdurma:Tedaviyi reddetmeye ve durdurulmasını isteme-

ye,•Güvenlik:Sağlık hizmetini güvenli bir ortamda almaya,•Dinivecibeleriniyerinegetirebilme:Kuruluşun imkanları ölçüsünde ve idarece alınan

tedbirler çerçevesinde, dini vecibelerini yerine getirme-ye,

•Saygınlıkgörme:Saygı, itina ve ihtimam gösterilerek, güleryüzlü, nazik,

şefkatli sağlık hizmeti almaya,•Rahatlık:Her türlü hijyenik şartlar sağlanmış, gürültülü ve ra-

hatsız edici bütün etkenler giderilmiş bir ortamda sağlık hizmeti almaya,

•Ziyaret:Kurum ve kuruluşlarca belirlenen usül ve esaslara uy-

gun olarak ziyaretçi kabul etmeye,•Refakatçibulundurma:Mevzuatın, sağlık kurum ve kuruluşlarının imkanları

ölçüsünde ve tabibin uygun görmesi durumunda refa-katçi bulundurmayı istemeye,

•Müracaat,şikayetvedavahakkı:Haklarının ihlali halinde, mevzuat çerçevesinde her

türlü başvuru, şikayet ve dava hakkını kullanmaya,•Süreklihizmet:Gerektiği sürece. sağlık hizmetlerinden yararlanma-

yahakkı vardır. Berfin Şenol

İçerik Takımı

Hayatımızdaki Kanserojenler

Hızla artan endüstrileşme, değişen yaşam koşulları ve yeniçağın tüketim anlayışı; gıdadan kozmetiğe, ev eş-yalarından teknolojik aletlere kadar her türlü ürüne ulaş-mamızı kolaylaştırdı. Toplum bir yandan tüketime teşvik edilirken, kara yönelik üretim anlayışıyla ürünlere yapılan kimyasal müdahaleler de artıyor. Yediğimiz ve kullan-dığımız her şeyde sentetik maddelere, kimyasallara ve radyasyona maruz kalıyoruz ve bu durum sağlığımızı et-kiliyor. Hayatımıza giren kimyasalların çokluğunu karşın, bu konuda yapılan denetimler de bir o kadar az ve yetersiz. Sonuç olarak sağlığımızı ko-rumak ve sağlığı tehdit eden maddelerden olabildiğince uzak durmak konusunda bi-linçli olmak yine biz tüketicile-re kalıyor. Peki biz bu tehdidin ne kadar farkındayız ve haya-tımızın her alanını işgal eden bu maddeler hakkında ne ka-dar bilgi sahibiyiz?

Gıda sektörü kimyasal madde kullanımında başı çe-kiyor. Her gün yediğimiz yi-yeceklerle; raf ömrünü uzatma, kıvam ayarlama, renk/koku verme ya da tatlandırma amaçlı kullanılan yüzlerce kimyasal maddeyi vücudumuza alıyoruz. Bu maddeleri daha yakından tanımak, kullanıldıkları gıdalar ve sağ-lığa olumsuz etkileri konusunda bilgi sahibi olmak için EWG’nin gıdalardaki katkı maddeleri ile ilgili hazırladığı listenin bir özetine göz atalım:

• Nitritler ve Nitratlar: Salam, sucuk, sosis gibi et ürünlerinde koruyucu olarak kullanılıyor. Mide ve eso-fagus kanseriyle ilişkili olduğu konusunda araştırmalar bulunuyor. Ayrıca beyin ve tiroid kanseriyle nitrit/nitratlar arasında bir ilişkiden şüphe ediliyor.

• Potasyum bromat: Ekmek ve krakerlerde ka-bartıcı olarak kullanılan madde, Uluslararası Kanser Ajansı tarafından kanserojen madde olarak kabule dili-yor. Böbrek toksini olduğu, hayvanlarda çeşitli bölgeler-de tümör oluşumuna yol açtığı ve DNA’ya zarar verdiğini gösteren çalışmalar bulunuyor.

• Propyl Paraben: Özellikle gıda boyalarında kul-lanılıyor. Genelde sağlıklı olarak bilinen bir madde olsa da, endokrin etkilerini olduğu biliniyor. Paraben ile göğüz kanseri arasında olası bir ilişkiden şüphe ediliyor.

• Bütile hidroksi-anisol: Cipslerin içeriğinde bu-lunuyor. Çeşitli kanser organizasyonlarınca olası bir in-san kanserojeni olarak sınıflandırılıyor.

• Bütile hidroksi-toulen: Endokrin etkileri ve fa-relerde tümöre yol açtığı biliniyor. Ancak kanser ve sağlık

organizasyonlarınca yine de kanserojen olarak sınıflandı-rılmıyor.

• Theobromin: Kahve, kafeinli ürünler ve mısır gevreklerinde güvenli limitin üstünde miktarlarda kullanı-labiliyor.

• Doğal tatlandırıcı: Bu isim altında paketli yiye-ceklerdeki pek çok kanserojen ve toksik madde gizleni-yor.

• Yapay renklendiri-ciler: Sağlık üzerine etkileri kesin olarak bilinmiyor ancak daha çok çocukların tükettiği gıdalarda bulunması açsısın-dan riskli.

• Diasetil: Patlamış mısır üreten iş yeri çalışanlarında akciğer hastalıklarına yol açı-yor.

• Fosfatlar: Fast-food-larda ve işlenmiş gıdalarda yüksek miktarda bulunuyor. Böbrek ve kalp hastalıklarına

yol açıyor.

• Alüminyum: Vücutta birikiyor ve sinir hücreleri-ne toksik etkisi biliniyor.

Kullandığımız kozmetikler, kişisel bakım ürünleri ve temizlik malzemeleri de güvenli değil. Bu ürünlerin için-deki toksik ya da kanserojen maddelere özellikle bebek-lik, çocukluk, ergenlik ve hamilelik dönemlerinde maruz kalmak, sağlık üzerindeki negatif etkilerini daha da artırı-yor. EWG; paraben, triclosan, kurşun, dietil fitalat, retinol acid türevleri, alfa/beta hidroksil asit, bakır, hidrokuinon, BHA, formaldehit, oksi-benzen, vitamin A türevleri içe-rikli kozmetik ürünlerinden uzak durulmasını öneriyor. Bu içeriklerin çoğu FDA tarafından da kullanımı kısıtlandırıl-mış ya da yasaklanmış maddeler. Bu maddeler ciltten emilerek kan dolaşımına ya da dokulara ulaşabiliyor; kimilerinin endokrin ya da toksik etkileri, kimilerinin ise çeşitli kanser tipleriyle ilişkili olduğu biliniyor.

Peki kullandığımız ya da yediğimiz ürünler nasıl ve hangi kurum ve kuruluşlar tarafından kontrol ediliyor. Amerika’da gıda ve ilaç denetimi konusundaki kuruluş-ların başında FDA geliyor. FDA, yaptığı düzenlemeler ve yasalarla çeşitli maddelerin gıda ya da kozmetik ürün-lerinde kullanımını kısıtlayabiliyor ya da yasaklayabiliyor. Ancak FDA’nın üreticileri ürünlerini test ettirmeye zorla-ma ya da satılan her türlü denetleme konusunda yap-tırımı bulunmuyor. Üretici firmaların ürettikleri ürünlerin zararlı etkileri sonucu yapılan tüketici şikâyetlerini rapor etme zorunluluğu da bulunmuyor. Bu durum, tüketicile-

Page 13: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

23 24

rin aldıkları ürünler konusunda daha dikkatli olmalarını ve denetimlere güvenmeyerek kendi kontrol mekanizmala-rını oluşturmalarını gerektiriyor. Avrupa Birliği, kimyasal madde kullanımı kısıtlanması ve denetleme konusunda daha katı bir politika izliyor. Kullanımı yasaklanan mad-delerin sayısı Avrupa’da 1000’in üzerindeyken, FDA ta-rafından yapılan kısıtlamaların sayısı çok daha az.

Ülkemizde ise bu denetim Tarım ve Köyişleri Bakan-lığı, Sağlık Bakanlığı ya da belediyeler tarafından yetki-lendirilmiş laboratuvarlar, TUBITAK, TSE ve gümrüklerde kurulmuş laboratuvarlar tarafından yapılmaktadır. Fakat denetimlerin nicelik ve nitelik olarak yeterliliği tartışma konusudur. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının ve-rilerine göre Türkiye’deki kayıtlı yaklaşık 640.000 gıda işletmesinden, 2010 yılında sadece 376.700’ü, 2011 yılında 400.00’i denetlenmiştir. Onaylanan işletme sayı-sı is 5.600’dür. Rakamlar Türkiye’de gıda denetimlerinin yetersizliğini gözler önüne sermektedir.

Denetimlerin yetersizliği, tüketicilerin bu konu hak-kında bilinçlenmelerini ve kendi koruyucu önlemlerini almalarını gerektirmektedir. Tüketiciler; gıda ürünlerinde işlenmiş ve paketlenmiş gıdaları olabildiğince az tercih ederek, taze ve evde hazırlanmış gıdalara yönelmelidir. Hem gıda hem kozmetik ürünlerinin güvenilir yerlerden alınmasına önem verilmeli, içerikleri dikkatle incelenmeli ve araştırılmalıdır. Devletlerin de tüketici haklarını ve sağ-lığını koruyacak bir politika uygulamaları ve ürün dene-timlerine önem vermeleri, toplum sağlığı açısından önem taşımaktadır.

Süleyman Doğan Polat

İçerik Takımı

KAYNAKLAR1) EWG’s Dirt Dozen Guide to Food Additives. Enviromen-

tal working group. November, 2014. http://www.ewg.org/research/ewg-s-dirty-dozen-guide-food-additives

2) Tips for Safer Products. Enviromental Working Group. http://www.ewg.org/skindeep/top-tips-for-safer-products/

3) Myths on Cosmetic Safety. Envirmental Working Group. http://www.ewg.org/skindeep/myths-on-cosmetics-safety/

4) State Logo California Safe Cosmetics Program Product Da-tabase. California Department of Public Health. https://safecosmetics.cdph.ca.gov/search/faq-toxicology-primer.aspx#4

5) Laws and Regulations: Prohibited and Restricted Ingredients. US. Food and Drug Administration(FDA). http://www.fda.gov/Cosmetics/GuidanceRegulation/LawsRegulations/ucm127406.htm

6) Chemicals in Household Products. Breast Cancer Fund. http://www.breastcancerfund.org/clear-science/environmental-breast-can-cer-links/household-products/

7) Türkiye ve Dünya’da Gıda Denetimi ve Laboratuvarları. Gıda Mühendisliği Dergisi. http://www.gidamo.org.tr/resimler/ekler/7f7fb873e-af2952_ek.pdf?dergi=19

8) 2010-2011 Yılı Gıda İşletmeleri Denetim Değerlendirme Ra-poru. TC Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı. http://www.tarim.gov.tr/GKGM/Belgeler/G%C4%B1da%20ve%20Yem%20Hizmetleri/gida_de-netim_sayilari-27%2002%202013.pdf

9) TC Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Onay ve Kayıt Kapsamındaki Gıda İşletmeleri Sayısı. http://www.tarim.gov.tr/Konu/1047/Onay-ve-Ka-yit-Kapsamindaki-%C4%B0sletme-Sayilari

Fitoterapi, kelime anlamıyla bitkilerle tedavi anlamına gelmektedir. Yazılı kaynaklara göre M.Ö. 3000li yıllara kadar giden bir tarihi vardır. Günümüzde de hala aktar-larda satılan otlar tedavi için kullanılmaktadır. Peki bu ne kadar doğru? İşe yarıyor mu? İşe yarıyorsa dozajı nasıl olmalı? Peki bitkiler bizi günümüzün hastalığı kansere karşı koruyabilir mi?

Kansere baktığımız zaman genlerdeki bir takım mu-tasyonlar veya delesyonlar sebebiyle kontrolsüz çoğal-ma görüyoruz. Bu kontrolsüz çoğalma sonucu oluşan iyi huylu veya köyü huylu kitleler, organlarımıza bası veya metastaz yaparak hayatımızı tehdit ediyorlar. Peki bu ge-netik kontrolsüz çoğalma, kansere gitmeden önlenebilir mi?

Cevap: evet! Bazı besin takviyeleriyle bir takım hüc-resel mekanizmaları aktive etmek ve kanserleşmeden ortadan kaldırmak mümkün. Bunlardan bir tanesi de çö-rekotu. Çörekotunun içerisindeki timokinon isimli mad-de kendi başına bağışıklık üzerine çok etkili. Timokinon bağışıklık sisteminin tümör hücrelerine karşı verdiği ilk cevabı oluşturan interlökin ve interferonların sayılarını arttırıyor. Aynı zamanda doğal öldürücü(NK) hücrelerin de sayıca ve fonksiyonca artmasını sağlıyor. Çöreko-tu aynı zamanda ölmesi gereken hücreleri de apopitoza götürmede çok yardımcı. Çörekotunun en iyi tüketim şekli tohumları ağza alıp çiğnemektir.

Kakule tüketmek de vücudu kansere karşı bağışık hale getiriyor. Kakule vücuttaki T hücrelerinin üretimini arttırmakla kalmayıp NK hücrelerinin de öldürme yete-neğini arttırıyor. Vücutta kontrolden çıkmış, yok edilmesi gereken bir hücre grubu görüldüğü zaman NK hücreleri hemen işe koyuluyor. Kakule içerisindeki aromatik yağ hem sizi mest edecek cinsten, hem de çok faydalı. Bi-limsel çalışmalarda farelerdeki deri kanserini gerilettiği tespit edilmiş. Tüketmek için kaynamış suda 10 dakika kadar demlenerek çayı içilebilinir. Kakule kaynatıldığı za-man pek bir faydası kalmadığından kaynatmak öneril-miyor.

Zerdeçal vücuttaki zararlı maddeleri yakalayıp bir öğütücü gibi çalışan retiküloendotelyal sistemi (RES) güçlendiriyor. Sitokin üretimini de arttırıyor. Sitokinler ise vücudumuzdaki T hücresi ve makrofajlar gibi bağı-şıklık sistemi hücrelerinin enflamasyon yerine gitmelerini sağlıyor. Zerdeçal her türlü yemeğe, çorbaya ve salataya eklenebilir. Yemeğe sarımtırak bir renk ve hoş bir tat ka-zandırır.

Yoğurt sadece bağışıklık için değil, probiyotik olarak da her gün tüketilmesi gereken bir besin. İçeriğindeki laktik asit bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Vücuttaki si-tokinleri ve IgA salgısını da arttırıyor. Tüketim şekli olarak en güvenliği evde yapılmış yoğurt fakat bu imkan yoksa marketlerden en güvendiğimiz markayı tercih edebili-riz.

Fitoterapi ve KanserD vitamini, hormon olarak da görev yaparak vücudu

kanserden bir çok farklı mekanizma ile koruyor. D vitami-ni, kontrolsüz çoğalan hücrelerden oluşan kanserin kar-şısında hücre siklusunu düzenleyerek duruyor. Bunun yanında ölmesi gereken hücrelerin apopitoza gitmelerini kolaylaştırarak kistik bir yapı oluşturmalarına engel olu-yor. D vitamini ile ilgili son zamanlarda yapılan çalışmala-rın birkaç çıktısı şu şekilde:

• Doğal güneş ışığının en az alındığı ülkelerde ba-ğırsak kanseri en çok tespit edilmiş

• İleri evre pankreas kanseri vakalarında kandaki D vitamini çok düşük olarak ölçülmüş

• Kandaki D vitamini yüksek kişilerde böbrek kan-serine daha az rastlanmış

• Kandaki D vitamini ile prostat kanseri ilişkisi ters orantılı olarak saptanmış

• Meme kanserinin dokuda invazyon ve metastazı-nı kolaylaştıran dört genin (Plau, Hbegf, Postn, Has2) D vitamini tarafından baskılandığı saptanmış

Özetle, D vitamini kanser hücrelerinin üremelerini ya-vaşlatıyor, apopitoza gitmelerini kolaylaştırıyor, damar-lanmalarını ve beslenmelerini engelliyor. Tüm bunların yanı sıra klasik kanser tedavilerinin de etkilerini arttırıyor. D vitamininden en zengin kaynak güneş ışığıdır. Doğal güneş ışığının zararlarının faydalarından çok daha fazla olduğunu ve eczanelerden D vitamini edinmenin daha faydalı olduğunu söyleyen çalışmalar da mevcut. Şunu eklemek gerekli ki, SPF içeren güneş koruyucuları cilde D vitamini nüfuzunu engelliyor. Bitkisel güneş koruyucu-ları ile güneş ışığının zararlı etkilerini dışlayıp, faydalarını almak mümkün.

Yeşilçay da antikanser bitkilerden birisi. İçeriğindeki epigallocatechin-3-gallatea adlı madde ölmesi gereken hücrelerin polarizasyonlarını değiştirerek onları ölüme gönderiyor. Aynı zamanda interlökinleri de kamçılaya-rak DNA tamirini sağlıyor. Araştırmalara göre yeşilçay cilt kanseri riskini de ortadan kaldırıyor. Çok çay içen bir millet olarak günde sadece bir fincan çayımızı bile yeşil-çaya çevirirsek belki de düşündüğümüzden daha çok korunmuş oluruz, ne dersiniz?

Nar bir çok bilimsel araştırmaya konu olan bir mey-ve. Ciltte oluşan ultraviyole ışınların hasarlarını tamir et-tiği söyleniyor. Yapılan bir deneyde bir grup hücreye nar özütü verilip diğer gruba verilmeden UV-B isin uygula-ması yapılmış. UV-B maruziyetinden önce nar özütü ile muamele edilen hücrelerde oluşan hasar diğer gruba göre çok az olarak saptanmış. Narin içeriğindeki aktif maddelerin sağlıklı hücrelerin DNAlarını koruyup, kan-serli hücrelerin DNA’larının onarımını engellediği biliniyor. Üstelik nar yaşlanmayı da geciktiriyor!

KAYNAKLAR 1Majdalawieh AF., Hmadian R., Carr RI.; Nigella sative modulates

splenocyte proliferation, Th1/Th2 cytokine profile, macrophage function and NK anti-tumor activity. J Ethnopharmacol., 15;131(2):268-75, 2010.

2Sethi G., Ahn KS., Aggarwal BB.; Targeting nuclear factor-kappa B activation pathway by thymoquinone role in suppression of antiapop-totic gene products and enhancement of apoptosis. Mol Cancer Res., 6(6):1059-70, 2008.

3Majdalawieh AF., Carr RI.; In vitro investigation of the potential im-munomodulatory and anti-cancer activities of black pepper (piper nigrum) and cardamon (elettaria cardamomum). J Med Food. Apr;13(2):371-81, 2010.

4Qiblawi S., Al-Hazimi A., Al-Mogbel M. et.al.; Chemopreventive ef-fects of cardamom (elettaria cardamomum L.) on checmically induced skin carcinogenesis in Swiss albino mice. J Med Food., Jun;15(6):576-80, 2012.

5Tomoda M., Gonda R., Shimizu N.et.al.; A reticuloendothelial system activating glycan from the rhizomes of Curcumalonga. Phytochemistry, 29 (4):1083-1086, 1990.

6Grace GL., Yuea, Ben CL., Po-Mona C. et.al; Immunostimulatory activities of polysaccharide extract isolated from Curcumalonga. Interna-tional Journal of Biological Macromolecules, 47(3):342-347, 2010.

7Perdigon G., Alvarez S., Rachid M. et.al.; Immune system stimulati-on by probiotics. J Dairy Sci., 78(7):1597-606, 1995.

8Van Look K., Owzar K., Jiang C. et.al, 25-Hydroxyvitamin D Level-sand Survival in Advanced Pancreatic Cancer: Findings From CALGB 80303 (Alliance). J Natl Cancer Inst., Aug 6;106(8), 2014.

9Joh HK., Giovanucci EL., Bertrand KA. et.al, Predictedplasma 25-hydroxyvitamin D and risk of renalcell cancer. J Natl Cancr Inst., May 15;105(10):726-32, 2013.

10Schwartz GG., Vitamin D in blood and risk of prostate cancer: les-sons from the Selenium and vitamin E cancer prevention trial and the prostate cancer preventioan trial. Cancer Epidemiol Biomarkers Prev, Aug;23(8):1447-9, 2014.

11Laporta El., Welsh J., Modeling vitamin D actions in triplenegative/basal-like breast cancer. J Steroid Biochem Mol Biol., Nov 14,2013

12Gilchrest BA.; Sun exposure and vitamin D sufficiency. Am J Clin-Nutr., Aug;88(2):570S-577S, 2008.

13Matsuoka LY, Ide L., Wortsman J. et al, sunscreens suppres scuta-neous vitamin D3 synthesis., J Clin Endocrinol Metab. Jun;64(6):1165-8, 1987.

14Qanungo S., Das M., Haldar S. et al.; Epigallocatechin-3-gallate induces mitochondrial membrane depolarization and caspase-depen-dent apoptosis in pancreatic cancer cells. Carcinogenesis, 26(5):958-67, 2005.

15Katiyar S., Elmets CA., Katiyar SK.; Green tea and skin cancer: photoimmunology, angiogenesis and DNA repair. J Nutr Biochem., May18(5):287-96, 2007.

16Afaq F., Zaid MA., Khan N et.al.; Protective effect of pomegrana-te-derived products on UVB-mediated damage in human reconstituted skin. Exp Dermatol., Jun;18(6):533-61, 2009.

Aylin Gareayaghiİçerik Takımı

Page 14: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

25 26

3D Yazıcılar ve Tıp

Teknoloji çağında yaşamanın güzel yanlarından biri de “Üç Boyutlu Yazıcılar”. Bu yazıcılar sanal ortamda tasarlanmış herhangi şekildeki bir üç boyutlu nesne-nin katı formunu basabiliyor. İnorganik veya organik pek çok hammadde kullanılarak istediğiniz her şey bir tık uzağınızda oluyor. İlk üç boyutlu yazıcı 1984 yılında üretilmiş olup, günümüzde pek çok firma tarafından üretimi yapılmaktadır. 2012 yılı itibari ile üç boyutlu yazıcıların market hacmi 2.2 milyar dolara erişmiştir.

Endüstri ürünlerini üretilmesinin ve kişisel kulla-nımlarının yanı sıra üç boyutlu yazıcılar, kişiye uygun protez ve kırıklar için alçılarla tıp dünyasına adım attı. Kalça protezleri, çene eklemi protezleri, işitme cihaz-

ları ve dental protezler ilk başarılı uygulamalar içinde yer almaktadır. İlerleyen zamanlarda bu işlemleri el ve ayak protezleri takip etmiştir. İnsanlarda olduğu kadar hayvanların da tedavisinde kullanılmaktadır.

Üç boyutlu yazıcı ile doku üretilmesi ilk defa 2009 yılında gerçekleşti. 2012 yılına gelindiğinde biotekno-loji dalındaki pek çok firma ve araştırma merkezi doku mühendisliği ile ilgili “inkjet” tekniği ile organ ve doku

üretimine geçti.

2013 yılında Çin 10 adet ulusal araştırma ensti-tüsü için 500 milyon amerikan doları yatırım yaptı ve özel üç boyutlu bioyazıcılar ile canlı dokudan organ üretmeyi başardılar. Bu organlara örnek olarak kulak, karaciğer ve böbrek gösterilebilir. Bu sayede ilerleyen yıllarda tam anlamıyla fonksiyonel organların üretimi için büyük bir gelişme kaydedilmiş oldu.

2015 yılında Londra’da bir hastanede üç boyutlu tarama yapan bir MR görüntüleme sistemi kuruldu ve üç boyutlu yazıcı sistemiyle birleştirildi. Bu sistem ilk olarak 2 yaşında bir kız çocuğunun kalbindeki komp-leks bir deliğin kapatılması operasyonu sırasında kul-

lanıldı.

Günümüzde pek çok ülkede bulunan üç boyutlu yazıcı teknolojisi, ülkemizde de bulunuyor. Canlı hüc-reli dokular ile organ hasarları tamir ediliyor ve protez-ler yapılabiliyor.

Barçın Barı

İçerik Takımı

Sık Görülen Hastalıklar

Halk Sağlığı Kurumu’nun en güncel verilerini sizler için taradık:

Dolaşım Sistemi Hastalıkları

Dolaşım sistemi hastalıkları ülkemizde ölüm neden-lerinin en başında hastaneye yatış sıralamasında ise ilk sıralarda gelmektedir. Kalp ve damar hastalıkları ; te-melinde aterosklerozun olduğu kalp ve damar sistemi-ni etkileyen hastalıklardır.Koroner arter hastalıkları, kalp kapak hastalıkları, kardiyomyopatiler, perikarditler, hiper-tansiyon ve bir çoğunun sonucu olarak kalp yetersizliği-nin bu mortalite oranında büyük rolü vardır.

Koroner kalp hastalığı (KKH), ateroskleroz nedeniyle kalbi besleyen damarların daralmasıyla ortaya çıkan anji-na pektoris, akut myokard infarktüsü ve ani ölüm gibi bir grup klinik sendromu kapsar. KKH sonucu ortaya çıkan kalp yetmezliği de bu grupta ele alınır.

Türkiye’de 20 yaş üzeri popülasyonda 1990’da yapı-lan bir çalışmada beyan ve fizik muayene

değerlendirmesine dayalı olarak KKH sıklığı erkekler-de yüzde 4,1 kadınlarda yüzde 3,5 olarak

bildirilmiştir. TÜİK 2010 Sağlık Araştırmasında beya-na dayalı anjina/göğüs ağrısı sıklığı 15 yaş üzeri her iki cinsiyette de yüzde 4,2 olarak saptanmıştır. Geçirilmiş myokard infarktüsü sıklığı ise erkeklerde yüzde 2,1 ka-dınlarda yüzde 0,7’dir. Serebrovasküler hastalıklar kalp ve damar hastalıkları içinde ikinci grubu oluşturmaktadır. KKH Ulusal Hastalık Yükü Çalışmasının sonuçlarına göre Türkiye’de toplam hastalık yükünün yüzde 8’i KKH’ya, yüzde 5’i ise SVH’ye bağlıdır.

KKH ve inme ortak risk faktörleri olan kronik hasta-lıklardır. Hastalıkların risk faktörleri tıbbi tedavi ve sağlıklı yaşam biçimi değişiklikleriyle ortadan kaldırılırsa hasta-lıkların gelişimi büyük ölçüde önlenebilmektedir. Birincil koruma adı verilen bu yaklaşımın etkinliği pek çok çalış-ma ve ülke uygulamasında gösterilmiştir. Kalp ve damar hastalıklarının kontrolünde birincil koruma ve hastaların uygun şekilde tanı, tedavi ve izlemlerini kapsayan ikincil koruma önlemleri birlikte kullanılmalıdır. KKH’nin teda-visinin temel amacı ise yeni akut koroner olayların ge-lişmesinin önlenmesi, iskeminin kontrol altına alınması, yaşam kalitesi ve yaşam süresinin artırılmasıdır. KKH olduğu bilinen başka bir söyleyişle miyokart infarktüsü geçirmiş ya da koroner darlık saptanmış kişilerde yeni bir koroner olayın olmasını ya da ölümü önlemek amacıyla yapılan tedavilere ikincil koruma adı verilmektedir. İkincil korumada uygun diyet, fizik aktivite ve sigaranın bıra-kılması ile birlikte uygun ilaç tedavisinin yapılması

önemlidir. Yapılan çalışmalarda KKH olan kişilerde kan basıncı beta bloker, ACE inhibitörleri, lipid düşürücü statinler gibi ilaçlarla pıhtılaşmayı önleyen aspirin gibi ilaç-ların hastalarda sağ kalımı artırdığı saptanmıştır.

Hipertansiyon, kalp-damar hastalıkları risk faktörleri

Page 15: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

27 28

arasında en önde gelen ve en yaygın olanıdır.Kıtalar ve bölgeler arasında farklar olmak üzere -2000 yılı itibariy-le- dünya genelinde 20 yaş üzerindeki erişkin nüfusun yüzde 26.4’ünün hipertansiyonu vardır.

Hipertansiyonu olan bireylerin çoğu, ekonomik olarak gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır. Bu ülkelerde hi-pertansiyonun bu denli sık olması ve giderek artması, “epidemiyolojik geçiş” sürecine bağlanmaktadır. Avru-pa’da altı ülkede yapılan benzer bir çalışmada, 35 yaş üzerindeki nüfusun yüzde 44’ünde hipertansiyon olduğu saptanmıştır.

Daha önce hipertansiyon tanısı almamış kişiler, orta-lama SKB ≥ 140 mmHg veya ortalama DKB ≥ 90 mmHg üzerinde ise “hipertansiyonu var” olarak tanımlanmıştır. Daha önce hipertansiyon tanısı alan ve antihipertansif ilaç kullananlar, kan basıncı ölçümleri ne olursa olsun “hipertansiyonu var” olarak kabul edilmişlerdir. Daha önce hipertansiyon tanısı alan ve ilaç kullanmayanlar ise ortalama SKB ≥ 140 mmHg veya ortalama DKB ≥ 90 mmHg olduğunda “hipertansiyonu var” olarak tanımlan-mıştır. İzole sistolik hipertansiyon ortalama SKB ≥ 140 mmHg ve ortalama DKB <90 mmHg olarak, izole dias-tolik hipertansiyon ise ortalama SKB < 140 mmHg ve ortalama DKB ≥ 90 mmHg olarak tanımlanmıştır.

Hipertansif olarak sınıflandırılan kişilerin ancak yüzde 30’unun kan basıncı kontrol altındadır. Hastaların yüzde 42’si kan basıncı ölçümüne göre hipertansif bulunduğu halde bir ilaç kullanmamaktadır; yani tedavisizdir.Hiper-tansiyon yüzde 24’lük bir prevalans ile ülkemiz için halen önemli bir kronik sağlık sorunu ve bir risk faktörü olarak görünmektedir. Hipertansiyon yaşla birlikte artmaktadır, kırsal bölgede yaşayanlarda ve kadınlarda daha yük-sektir.Hastalığın farkında olma oranında önceki yıllara göre bir artış olmakla birlikte, farkında olmama halen yüksektir. Hipertansiyonu olan gruptaki kişilerin yaklaşık üçte

birinin tansiyonu kontrol altında değildir. Kadınlar-da kontrolde olmama, erkeklerde ise farkında olmama önemli bir sorun olarak görülmektedir.

Kan basıncını veya kalp-damar hastalık riskini düşü-receği yaygın kabul gören ve tüm hastalarda düşünül-mesi gereken yaşam tarzı önlemleri şunlardır:

• Tuz kısıtlaması

• Obezitenin önlenmesi ve ideal kilonun sağlan-ması

• Meyve ve sebze tüketiminin arttırılması ve doy-muş yağ alımının azaltılması

• Fiziksel aktivitenin arttırılması

• Sigara alışkanlığının bırakılması

• Alkol tüketiminin makul ölçülere indirilmesi

Solunum Sistemi Hastalıkları

Kronik hava yolu hastalıkları (KHH-astım ve KOAH) gerek dünyada ve gerekse ülkemizde hastalık yükünde önemli bir paya sahip olmaları, ekonomik ve sosyal so-nuçları nedeniyle önemli halk sağlığı sorunlarıdır. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre KOAH, 2004 yılı ölümlerin-de yüzde 5,1’lik payı ile dördüncü sırada yer almakta, 2030 yılında ise yüzde 8,6’lık payla üçüncü sırada yer alması beklenmektedir. Ülkemizde 2000 yılında yürü-tülmüş olan Ulusal Hastalık Yükü Çalışmasında hastalık yükü sıralamasında KOAH’ın yüzde 2,8 ile sekizinci sı-rada yer aldığı; astımın ise yüzde 1,3 ile kentsel alanda 14’üncü sırada, kırda yüzde 1,1 ile dokuzuncu sırada yer aldığı saptanmıştır.

KOAH -Kronik Obstüktif Akciğer Hastalığı- ilerleyici ve tam olarak geri dönüşümlü olmayan,havayollarını da-raltıcı, solunumu güçleştirici; buna karşılık önlenebilir ve tedavi edilebilir bir akciğer hastalığıdır.

WHO verilerine göre, KOAH yılda 2,9 milyon ölüme neden olmaktadır. Günümüzde dünyada tüm ölümler-de 4. ölüm nedeni, bulaşıcı olmayan hastalıklar içinde 3. ölüm nedeni haline gelen KOAH, tüm ölümlerin de %5,5’inden sorumludur. Türkiye’de solunum sistemi hastalıkları tüm ölümler içerisinde en sık görülen 4. ölüm nedenidir ve bu ölümlerin % 61,5’i KOAH nedeniyle ol-maktadır. Toplumun KOAH konusunda yeterli bilgiye sa-hip olmaması, hastalığın erken tanısını ve etkin tedavisini güçleştirmektedir.

KOAH gelişimi için tüm dünyada en yaygın görülen risk faktörü, sigara dumanıdır. Sigara dışındaki tütün ürünleri de aynı şekilde KOAH gelişimini tetikler. Tütün dumanı ile nefes borularına ve hava keseciklerine zararlı gazlar ve maddeler dolar. Yıllar geçtikçe bu zararlı gazlar ve maddeler bronşların ve hava keseciklerinin yapısını bozmaya başlamakta bunun sonucunda bronşların has-talanmasıyla “tıkayıcı bronşit” , hava keseciklerinin hara-biyeti ve parçalanması ile “amfizem” ortaya çıkar. Bu iki hastalık bize KOAH tablosunu doğurur.

Son yıllarda ; fiziksel aktivitede azalma ve hareketsiz-liğin KOAH oluşumunu tetiklediği üzerine de araştırmalar yapılmış ve bu etki doğrulanmıştır.

KOAH’da en sık görülen yakınmalar nefes darlığı, öksürük ve balgam çıkarmadır. Nefes darlığı hastalığın erken dönemlerinde koşma, hızlı yürüme veya merdiven çıkma gibi eforlarda ortaya çıkarken, hastalığın ilerlemesi ile istirahatte dahi nefes darlığı oluşur.

KOAH risk faktörlerine maruz kalan kişilerde hastalık-tan şüphelenilmelidir. Ancak asıl tanı solunum fonksiyon testleriyle doğrulanmalıdır. Bu testler, hastalığın şiddeti-nin belirlenmesi ve hastalığın seyrinin takibinde de kul-lanılmaktadır. KOAH’ın erken tanısı, hastalığa bağlı sa-katlık ve ölüm oranlarını azaltacaktır. Bu nedenle, 40 yaş üstü, sigara içmiş ya da içmekte olan veya meslek icabı

ya da çevresel ortam gereği tozlu ortamlarda bulunan kişilerde kronik seyirli öksürük, balgam ve nefes darlığı yakınmalarından en az birinin bulunması halinde kişinin bir göğüs hastalıkları hekimi tarafından görülüp ”nefes ölçüm testini” yaptırması gerekir.

KOAH ilerleyici bir hastalık olmasına karşı önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalıktır:

KOAH tedavisinin temelini “sigaranın terk edilmesi” oluşturur. Çok ağır KOAH’lı hastalar sürekli olarak günde en az 15 saat oksijen kullanmak zorundadırlar. Kanda oksijen seviyesi tehlike sınırının altına inmiş olan hasta-ların uzun süreli oksijen tedavileri hem şikayetlerini azal-tacaktır hem de yaşam kalitelerini artıracaktır. Zararlı toz ve dumandan uzak durulması, grip ve zatürre aşılarının yapılması ve nefes yoluyla alınan ilaç tedavisinin yanı sıra “fiziksel aktivitenin önerilmesi ve uygulanmasının” sağ-lanması; hem hastalık gelişiminin, hem hastalığın ilerle-mesinin ve kötü sonuçlarının önlenmesinde önemli bir adımdır.

Astım, hava yollarının ataklar (krizler) halinde gelen tıkanmaları ile kendini gösteren bir hastalıktır. Hastalar ataklar arasında kendilerini iyi hissederler. Astımda hava yollarında mikrobik olmayan bir iltihap vardır. Bu nedenle hava yolu duvarı şiş ve ödemlidir. Bu durum akciğerlerin uyaranlara aşırı duyarlı olmasına neden olur. Toz, duman koku gibi uyaranlar ile hemen öksürük, nefes darlığı ve göğüste baskı hissi gibi yakınmalar ortaya çıkar. Krizde hava yollarını saran kaslar (adeleler) kasılır, ödem ve şişlik artar, ilerleyen iltihapla birlikte hava yolu duvarı kalınla-şır. Hava yollarındaki salgı bezlerinden kıvamlı bir müküs (ifrazat-balgam) salınır. Tüm bunlar hava yollarını önemli ölçüde daraltır ve havanın akciğerlere girip çıkması en-gellenir. Bu durum kendini artan öksürük, nefes darlığı, hırıltı, hışıltı ile kendini gösterir. Astım her yaştan bireyi etkileyebilen ve kontrol altına alınamadığında günlük aktiviteleri ciddi olarak sınırlayabilen kronik (müzmin) bir hastalıktır.

Astım belirtilerini tetikleyen risk faktörleri bireylere özgü olarak tanımlanmalı ve bu faktörlere maruz kal-maktan kaçınarak ya da en azından maruziyeti azalta-rak astım belirtileri ve ataklarının gelişmesini önlemeye yönelik önlemler mümkün olduğunca her yerde yaşama geçirilmelidir. Hastanın eğer varsa allerjisi olduğu şeylere maruziyetten kaçınılmalıdır. Astımlı hasta sigara içmemeli veya maruziyetinden kaçınılmalıdır.

Astımlı hastaların en çok dikkat etmesi gereken konu ilaçlarını düzenli kullanmaları ve doktorları önermedi-ği sürece kesmemeleridir. Hastalıkları ve tedavi ile ilgili kendilerini endişenlendiren herşeyi doktorlarına sorma-ları tedaviye uyum göstermeleri açısından önemlidir. Ay-rıca astımlarını kötüleştiren etkenlerden kaçınmaları da önemlidir.

Neoplazi

Kanser, Türkiye’de 1982 yılında 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha

Kanunu’nun 57. Maddesi gereğince “bildirimi zorunlu hastalıklar listesi”ne alınmıştır.

Her yıl dünya çapında 14 milyon kişiye kanser tanı-sı koyulmaktadır.her yıl kanser nedeniyle ölenlerin sayısı 8.2 milyondur.2030’da bu sayının ikiye katlanması bek-lenmektedir.

Kanser riskini arttıran faktörler:

Dünya çapında her 5 kanserden birinin sebebi tü-tündür. Tütün akciğer ,karaciğer ,böbrek kanserleri ve lösemi dahil birçok kanser türünün 15 kanser türünün nedenidir. Akciğer kanserlerinin %85 ila %90 nedeni tü-tündür.Ağız kanserlerinin %85 inin nedeni tütündür.La-renks kanserleri riski sigara içenlerde içmeyenlere oranla 20-30 kat daha fazladır.Mesane kanseri riski ise tütün kullananlarda kullanmayanlara göre 6 kat daha fazladır.Tütün içmeye devam eden hastalar kanserden ölüm risklerini yüksek derecede arttırmaktadırlar.

Taramanın Sağkalıma Etkisi

%30 Meme kanserinde tarama hayat kurtarır. 50 yaş üstü kadınlarda yapılan tarama, gelecek 20 yıl içinde meme kanserinden ölme riskini yaklaşık %30 oranında azaltmaktadır.

18.800 Kolon kanseri taraması, kullanılan yöntemden bağımsız olarak maliyet-etkindir.50 yaş üstünde yapılan rutin taramanın, Amerika’da yılda 18.800 hayat kurtara-bileceği tahmin edilmektedir.

%80 servikal kanser yüksek oranda önlenebilir bir kanserdir.Düzenli aralıklarla yapılan Pap testi, servikal kanser insidans ve mortalitesini %80 oranında azaltmak-tadır.

Deniz DemirKAYNAKLAR İçerik TakımıSağlık araştırmaları genel müdürlüğü Türkiye kanser istatistikleriTürkiye kanserle savaş vakfı Türk kanser araştırma ve savaş kurumu derneğiTürkiye halk sağlığı kurumuTablolar halk sağlığı kurumunun 2013 yılı sağlık istatistikleri yıllığından alın-mıştır.Sağlık bakanlığı -Türkiye kanser istatistikleriTürk kanser araştırma ve savaş kurumu derneği- kanserde bilgi ve dav-ranış

Page 16: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

29 30

Hastane İnfeksiyonlarına Bakış

Hastaneler pek çok hasta insanın bir arada bu-lunduğu mekanlar olarak enfeksiyonların oluşması ve yayılması için oldukça ideal ortamlardır. Risk altında olan kitlenin zaten sağlık durumu elverişli olmayan ki-şiler olması hastane enfeksiyonlarını daha da tehlikeli kılmaktadır. Enfeksiyonlar hastalarda pek çok kompli-kasyona sebep olmakta, tedavini süresini uzatmakta ve tedavi masraflarını artırmaktadır.

Alınan önlemlerle birlikte hastane enfeksiyonları vakaları azalmış olsa da halen bu risk halen ortadan kaldırılamamıştır. CDC’nin 2011 verilerine göre Ame-rika’da rastlanan hastane enfeksiyonu vakası sayısı yılda yaklaşık 720.000’i bulmaktadır. Hastaneye ge-len her 25 hastadan 1’inin hastane enfeksiyonuna yakalandığı rapor edilmiştir. En sık rastlanan enfek-siyon tipi zaatüre olup, onu gastrointestinal ve idrar yolu enfeksiyonları izlemektedir. Enfeksiyonlar bakteri ya da virüs kaynaklı olabilmektedir. En sık rastlanan bakteriyel ajanlar E.coli, S.aerus, Clostridium difficile, Pseudomonas spp., Proteus, Enterobacter ve Kleb-siella olarak sıralanabilir. Rotavirus, RSV ve enterovi-rüs en sık rastlanan viral ajanlardır. Parasit ve mantar enfeksiyonları da hastane ortamında yaygın olarak görülmektedir. Hastaneye yatırılmış çocuklarda en sık görülen enfeksiyon ise gastroenterittir.

Hastane enfeksiyonları dokunma ve soluma yoluy-la geçebileceği, çeşitli cerrahi operasyonlarda hijyene ve aletlerin sterilliğine dikkat edilmemesi ile de oluşa-bilir. Santral yol açılmış ve sonda takılmış hastalarda ya da ameliyatlı hastalarda ameliyat yarası bölgesinde bu tip enfeksiyonlara sıklıkla rastlanır. Bunları önlemek için cerrahi operasyonlarda kullanılacak aletler 121 C derecede ısıtılarak; etilen oksit, formaldehit gibi gaz sterilatörler ya da aldehit, hidrojen peroksit, parase-til asit gibi kimyasallar kullanılarak sterile edilir. Ayrı-ca havalandırma ya da ısıtma sistemlerinde mikrobik ajanların üremesiyle oluşan ve yayılan enfeksiyonlar da sıklıkla görülmektedir.

Özellikle organ nakli geçirmiş hastalar, yaşlılar, ço-cuklar, ameliyat geçirmiş hastalar ve AIDS hastaları enfeksiyonlardan en kötü etkilenen gruptur. Hastanın zaten var olan sağlık problemlerinin yanı sıra enfeksi-yonun komplikasyonlarının da eklenmesi ve hastaların antibiyotik kullanmak zorunda kalması, klinik tablola-rını kötü etkilemektedir. Bu hastalarda hem yapılmakta olan ilaç tedavisini etkilemeyecek ve buna karşılık söz konusu mikro-organizmaya karşı etkili bir antibiyotik seçmek son derece zordur. Görüldüğü üzere hastane enfeksiyonları hem hastalar hem de sağlık personeli için çözülmesi zor bir problemdir.

Hastane enfeksiyonlarından korunmada en önemli faktör, hastane personelinin, hastaların ve hekimle-rin bu konuda bilinçlenmesidir. Dünya Sağlık Örgütü, hastane enfeksiyonlarını engellemek için her hastane-de bir “Enfeksiyon Kontrol Komitesi” kurulmasını ve bu komitenin konuyla ilgili bir manuel yayınlamasını önermiştir. Oluşturulan bu manuelde hastanede hij-yen konusunda uyulması gereken kurallar belirtilmeli ve hastane personelinin buna uyması titizlikle denet-lenmelidir. Ayrıca her hekim, hemşire ya da hastaba-kıcı, kısacası hastalarla teması olan herkes ellerini sık-lıkla yıkama, eldiven değiştirme, sağlık aletlerini doğru yöntemlerle sterilize ederek bu konuda kendi kontrol mekanizmasını oluşturmalıdır. Hastanelerde temizlik profesyonel ekiplerce yapılmalı, ısıtma ve havalan-dırma sistemlerinin düzenli olarak temizlenmesine de dikkat edilmelidir.

Süleyman Doğan Polat

İçerik Takımı

Referanslar:

1) Prevention of hospital-acquired infections, A practical guide, 2nd edition. WHO/CDS/CSR/EPH/2002.12. http://www.who.int/csr/resources/publications/drugresist/en/whocdscsreph200212.pdf?ua=1

2) Health-Care Associated Infections. CDC. http://www.cdc.gov/hai/

3) Hospital-Acqired Infections. Medscape Re-ference. http://emedicine.medscape.com/artic-le/967022-overview

Mecburi Hizmetle İlgili Soru Cevap

Mecburi hizmet yükümlülüğü nedir?

Mecburi hizmet (Yasal ifadesiyle Devlet hizmeti yü-kümlülüğü), 5371 sayılı Kanun ile Sağlık Hizmetleri Te-mel Kanununa eklenen hükümler uyarınca, 05.07.2005 tarihinden sonra mezun olan, uzmanlığını tamamlayan ya da yan dal uzmanlığını tamamlayan tabiplerin, Sağlık Bakanlığı tarafından atandıkları yere göre değişen 300 ila 600 gün süreyle görev yapması zorunluluğudur.

Yeni tıp fakültesini bitirenler için süreç nasıl işle-yecek?

Tıp fakültesini bitiren tabiplerin diplomaları ilgili fakülte dekanlıkları tarafından 15 gün içinde Sağlık Bakanlığı’na gönderilir. Sağlık Bakanlığı diplomaların kendisine gel-mesinden sonra iki ay içinde tabibin atamasını yapmak zorundadır. Pratikte olayın işleyiş süreci genellikle şöy-ledir:

Tıp fakülteleri mezunlarını,15 gün içinde bir yazıyla Sağlık Bakanlığı’na bildirmekle yükümlüdürler. Bazen de postadaki ya da iç yazışmalardaki gecikmeler de süreci uzatmaktadır. İsimler bakanlığa en erken 15 temmuzda gelmektedir. Gelen isimler bir sicil defterine kaydedil-mekte ve bir sicil numarası verilip ilan için biriktirilmek-tedir.

- Sağlık Bakanlığı bazen her ay sonu, bazen de 2 ayda bir tescil edilen ve biriken isimleri internet yoluyla duyurmaktadır.

- Şu ana kadarki uygulamalar isim listesinin duyurula-rının yapılmasından yaklaşık 1 ay sonra kuraların çekildi-ğini göstermektedir. Yani, isminiz Temmuz sonundaki lis-tede varsa kuranız Ağustos sonunda çekilecektir.

- Mecburi hizmet yapılması gereken yerin belirlenme-sinden sonra bu listeler Sağlık Bakanlığı internet sayfa-sında ilan edilmektedir. Bu listelerin ilanından yaklaşık 7-8 gün sonra yine internet sitesinde yapılan ilan tebligat yerine geçmektedir. Yani Ağustos sonunda çekilen kura-nın tebliğ yazısı yaklaşık 10 eylülde yayınlanacak ve 20 günlük süreniz başlayacaktır ve 30 eylüle kadar başla-manız gerekecektir

Mecburi hizmet tercihleri nasıl yapılacak? Tercih yapmazsam ne olur?

Mecburi hizmete tâbi olanların atamaları mevcut kad-rolar arasında kendilerine tercih yapma hakkı tanınarak uygulanmaktadır. Ancak kişilerin tercih yapmış olmaları bu tercihlerine mutlak surette uyulacağı garantisini ver-memektedir. Tabip tarafından tercih yapılabilmesi için öncelikle Sağlık Bakanlığı internet sayfasında yayım-lanan kuraya dahil edilecek kişiler arasında isminin ya-yımlanmış olması gereklidir. Listede ismi olan tabip yine internet üzerindeki programı kullanarak tercihlerini belir-

tecek ve alacağı çıktıyı posta ya da kargo yoluyla Sağlık Bakanlığına ulaştıracaktır. Yerleştirme noter huzurunda kur’a çekimi suretiyle yapılmaktadır. Öncelikle tercih be-lirtenler için kur’a çekimi yapılmakta, ardından tercihleri-ne yerleştirilmeyenler ile hiç tercih yapmamış olanlar için genel bir kura çekimi yapılmaktadır.

Gıyabımda kura çekilmesi ne demek?

Mecburi hizmet, yerine getirilmesi gereken bir zo-runluluk olarak ortaya konulmuş olmakla kişinin görev için müracaatı olması dahi atamasının yapılması öngö-rülmüştür. Gıyapta (yokluğunda) kur’a çekilmesi de kişi-nin herhangi bir başvurusu olmamasına karşın mecburi hizmet yapacağı yerin belirlenmesi için kur’a çekiminin yokluğunda yapılmasını ifade etmektedir.

Çektiğim ya da gıyabımda çekilen yere ne kadar sürede gitmem gerekir? Gitmezsem ne olur?

Mecburi hizmet yapılması gereken yerin belirlen-mesinden sonra bu listeler Sağlık Bakanlığı internet sayfasında ilan edilmektedir. Anılan ilan tebligat yerine geçmektedir. Fakat pratik uygulamada bakanlık tabibin ikametgâhının bulunduğu yer il sağlık müdürlüğüne de ilgilisine tebliğ edilmek üzere atama evrakı göndermek-tedir.

Mecburi hizmet yükümlüsü tabibin atama emrinin tebliğinden (internette tebliğ mahiyetinde yazının yayın-lanmasından) itibaren en geç yirmi gün içinde atandığı yerde göreve başlaması gereklidir. Atandığı yere gitme-yen tabip istifa etmiş (müstafi) sayılır. Ancak, mecburi hizmete ek bir ceza süresi eklenmez.

Mecburi hizmet sürem dolmadan istifa ya da gö-revimi terk edersem ne olur?

Mecburi hizmet süresini tamamlamadan görevden istifa edenler ya da istifa etmiş (müstafi) sayılanlar belir-li süreyle yeniden memuriyete alınmazlar. Bu süre istifa edenler için 6 ay, müstafi sayılanlar için ise 1 yıldır.

Mecburi hizmet yükümlülüğü bitmeden istifa eden ya da müstafi sayılanlar anılan yükümlülüğü yerine getir-medikçe zorunlu hizmete tâbi mesleklerini icra edemez-ler.

Müstafi sayılmak ne demek?

Devlet memurlarının görevlerinden ayrılmalarında belirli usullere uyulmaması sebebiyle kişinin istifa etmiş sayılmasına müstafi sayılmak denir. Devlet Memurları Yasasının 94. maddesinin ikinci fıkrasına göre çekilmek isteyen memur yerine atanan kimsenin gelmesine veya çekilme isteğinin kabulüne kadar görevine devam eder. Memurun görevden ayrılma isteğinin kabulünü ya da ye-rine gelecek kimsenin gelmesine kadar beklemesi gere-ken bir aylık süreyi beklemeksizin ayrılması durumunda

Page 17: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

31 32

müstafi sayılır.

İstifa ya da müstafilikten sonra cezalı sürem bi-tince ismim tekrar zorunlu hizmet kurasında yer alır mı?

Kişi zaten zorunlu hizmetten kendi isteğiyle istifa ettiği için kendisi tekrar kuraya katılmak için yazılı müracaatta bulunmadıkça ismi herhangi bir zorunlu hizmet listesin-de yer almaz.

Mecburi hizmeti yerine getirmeden, istifa ede-rek ya da müstafi sayıldıktan sonra girdiğim TUS’da Sağlık Bakanlığı’na bağlı eğitim hastanelerine ait bir kadronun sınavını kazanırsam ne olur?

2006 TUS Kılavuzunun 2.1.1 maddesine göre de “e) 657 sayılı Devlet Memuru Kanunu hükümlerine tabi olanlar için, istifa veya müstafi sayılan asistanlardan yeni-den kamu görevine girebilmek için belirlenen yasal ceza süresini asistanlık giriş sınavı günüden itibaren üç ay içinde bitirecek olanlar.” sınava başvurabilirler. Bu çer-çevede, istifa sebebiyle memuriyete girilemeyen altı aylık sürenin, ya da müstafi sayılma halinde bir yıllık sürenin son üç ayı veya sonrasına denk gelen dönemde TUS sınavına girilmesi halinde kazanılan kadroya atama ya-pılacaktır.

Burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir husus da şudur: İstifa dilekçesinin verilmesi o gün istifanın ge-çerli olduğu anlamına gelmiyor.

Ayrıca; hekimlerimiz ne zaman istifa ettiğine ya da mustafi sayıldığına (zorunlu hizmete başlasın ya da baş-lamasın) bakılmaksızın her TUS’da istediği Üniversite kadrosunu yazabilirler ve sorunsuz başlayabilirler.

Mecburi hizmeti yerine getirmeden, istifa ederek ya da müstafi sayıldıktan sonra vakıf ya da resmi üniversitelerin uzmanlık kadrolarını tercih edip kaza-nırsam ne olur?

Üniversitelerin tıpta uzmanlık kadrolarına Yükseköğ-retim Kanununun 50.maddesi uyarınca araştırma görev-lisi olarak atama yapılmaktadırlar. Araştırma Görevlileri YÖK Personel Kanunu uyarınca, 657 Sayılı Yasa kapsa-mında devlet memuru değildirler. Bu nedenle 657 sayılı yasa kapsamında istifa edenler veya müstafi sayılanlar için yeniden kamu görevine girebilmek için belirlenen sü-relerin araştırma görevliliği kadroları için uygulanmaması gerekir.

Bu çerçevede, istifa sebebiyle memuriyete girileme-yen süre içinde TUS sonucuna göre üniversitelerin tıpta uzmanlık kadrolarından birinin kazanılması durumunda araştırma görevlisi olarak atamalarının yapılması gere-kir.

Mecburi hizmet TUS’a girmeme engel mi?

Mecburi hizmet yapılırken TUS’a girilmesinin önün-de bir engel bulunmadığı gibi aksine yasal düzenleme-

de bunun mümkün olduğuna ilişkin hükümler mevcut-tur.

Ancak uzmanlar için durum farklıdır: Halen uzman olanların ikinci bir uzmanlık eğitimi yapmak istemeleri du-rumunda önce mecburi hizmeti bitirmeleri koşul olarak getirilmiştir.

Sağlık raporu almam mecburi hizmet kurasına girmemi engeller mi?

Sağlık mazereti mecburi hizmet yapmayı engelleyen bir mazeret olmayıp hastalığın niteliğine göre atama ya-pılacak yerin belirlenmesinde önem taşıyabilir. Sağlık mazereti bulunanlar kura öncesinde durumu Sağlık Ba-kanlığı’na belgesi ile birlikte ilettiklerinde bu durum ata-ma kurasında değerlendirmeye alınır.

Ayrıca kurası çekilip ataması yapılanların hastalan-maları halinde atandıkları yere gitmemelerinin gerekçesi olarak hakem hastanelerden alınan sağlık raporunu gös-terebilmeleri koşuluyla ilgili yerde göreve başlamak rapor süresinin sonuna kadar ertelenir. Bir başka ifadeyle, ata-ması yapılan bir mecburi hizmet yükümlüsü atama kara-rının kendisine tebliğinden önce hastalanması ve istira-hat rapor verilmesi halinde atama kararının tebliği rapor sonrasına ertelenebileceği gibi bu arada tebliğ edilmiş olsa da hükmünü rapor süresinin bitiminden doğurmaya başlar. Ancak önemle belirtmek gerekir ki, atama öncesi ya da atandıktan sonra raporlu olarak geçirilen süreler mecburi hizmet sürelerinin hesabında dikkate alınmaya-caktır.

Uzman hekim olduktan sonra mecburi hizmet yü-kümlüğüm olacak mı?

Mecburi hizmet tabiplere, uzman tabiplere ve yan dal uzmanı tabiplere getirilmiş bir yükümlülüktür. Her statü için ayrı ayrı zorunlu hizmet getirilmiştir. Uzman hekim-ler de 05.07.2005 tarihinden sonra uzman olmuşlar ise mecburi hizmet yükümlüsüdürler.

Yan dal yapmak istiyorum, mecburi hizmeti nasıl erteleyebilirim?

Yan dal uzmanlığı yapılmak istenmesi durumunda, daha önce yan dal uzmanlığı öğrenimi yapmamış olmak koşuluyla, ilgili sınava katılmak mümkündür. Anılan sınav sonucunda başarılı olunması durumunda ilgili alanda yan dal öğreniminin sürdürülmesinde mecburi hizmet bir engel değildir.

***Askerlik,mecburi hizmetten sayılmamaktadır.

Berfin Şenol

İçerik Takımı

Koruyucu Tıp

Dünyada en sık mortalite ve morbidite nedenleri ara-sında başı çeken kalp ve damar hastalıkları, kanser ve diyabet gibi hastalıkların yaşam tarzına ve çevresel fak-törlere bağlı olarak geliştiği bilinmektedir. Çağımızın en önemli hastalıklarının yaşam tarzı değişiklikleri ve aktif tarama programlarıyla önlenebiliyor ya da görülme sık-lıklarının azaltılabiliyor olması, koruyucu tıp uygulama-larının önemine dikkat çekmektedir. Koruyucu tıp, hem bu hastalıkların toplumda azaltılması ve toplumun genel sağlık düzeyinin artırılması, hem de sağlık hizmetleri ve giderlerinden tasarruf edilmesini sağlaması açısından önem taşımaktadır. Toplumun bilinçlendirilmesi ve ko-ruyucu önlemlerin ulusal düzeyde etkili şekilde uygulan-ması, hem bireylere hem de devletlere önemli avantajlar sağlamaktadır.

Amerika’da ölümlerin yaklaşık yarısı önlenebilir ne-denlere dayanmaktadır1. 2000’li yılların başında yapılan kapsamlı bir çalışmaya göre; sigara ölüme sebep olan önlenebilir risk faktörleri arasında ilk sırada gelmektedir1. Bunu kötü beslenme alışkanlıkları, yetersiz fiziksel akti-vite, kontrolsüz alkol tüketimi, mikrobik enfeksiyonlar, kazalar, cinsel davranışlar ve reçetesiz ilaç kullanımı ta-kip etmektedir1. Başka bir çalışmaya göre, Amerika’da en yaygın 4 önlenebilir risk faktörü, beklenen yaşam süresini kadınlarda 4,1, erkeklerde 4,9 yıl azaltmakta-dır2. Türkiye’de en sık rastlanan ölüm nedenleri kalp ve damar hastalıkları(40%), kanser(%21), solunum sistemi hastalıkları(%9), iş ve trafik kazaları(%6) ve metabolizma hastalıkları(2%) şeklinde sıralanmaktadır3, ve bu hasta-lıkların pek çoğunun da yukarıda bahsi geçen hareketsiz yaşam tarzı, yanlış beslenme alışkanlıkları, sigara ve al-kol tüketimi gibi önlenebilir/değiştirilebilir faktörlere bağlı geliştiği bilinen bir gerçektir. Sağlık Bakanlığı’nca destek-lenen araştırmalar, önlenebilir risk faktörlerinin Türkiye’de oldukça yaygın olduğunu göstermiştir. Araştırmalar Tür-kiye’de erkeklerin %43’ünün, kadınların ise %17sinin si-gara içtiğini, %7’sini günde 5 kereden fazla alkol tüket-tiğini göstermiştir3. Toplumun %24’ü hipertansif, %16’sı diyabetik, %12,5’i hiperlipidemiktir3. Obezite oranının

erkeklerde %15, kadınlarda 29% olduğu, buna karşılık esmer ekmek tüketiminin yaklaşık %10-15’lerde olduğu ve her 5 kişiden 1’inin tadına bile bakmadan yemeğe tuz attığı saptanmıştır3. Halkımızın %55’inin günlük fi-ziksel aktivitesi yetersizdir3. Bu rakamlar, önlenebilir risk faktörlerinin toplumda oldukça yaygın olduğunu gözler önüne sermekte ve koruyucu tıp uygulamalarının yay-gınlaştırılmasının gerekliliğine dikkat çekmektedir.

Toplumdaki risk faktörlerinin azaltılması, hastalıkların önlenmesi ve görülme sıklıklarının azaltılması bakımından büyük önem taşımaktadır. Halk arasında koruyucu yön-temlere ilişkin bilinç düzeyinin artırılması, aşı kampanya-larının yaygınlaştırılması, hijyen eğitiminin küçük yaşlar-dan itibaren etkili olarak verilmesi bulaşıcı hastalıklara yakalanma oranını önemli ölçüde azaltacaktır. Sigara ve alkol bırakma konusunda bireylere destek olma amaçlı çağrı hatlarının, kliniklerin, danışmalıkların yaygınlaştırıl-ması ve sigorta kapsamına alınması gerekmektedir. Bu şekilde çok sayıda kanserin, kalp ve damar hastalıkları-nın, çeşitli karaciğer ve akciğer rahatsızlıklarının önüne geçilmiş olacaktır. Kolonoskopi, servika smear testi, ma-mografi gibi kanser tarama uygulamalarının ulusal dü-zeyde bir devlet politikası olarak etkili ve düzenli şekilde uygulanması; bu kanserlerin erken dönemde yakalana-rak tedavi edilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Özellikle ailelerinde kanser vakası bulunan ya da çeşitli hastalıklara genetik yatkınlığı olduğu tespit edilen kişilerin tarama testlerine düzenli katılımı sağlanmalı; gerektiğin-de koruyucu cerrahi operasyonlar gerçekleştirilmelidir. Fiziksel aktiviteyi teşvik edici kampanyalar düzenlenmeli, spor ve egzersiz küçük yaşlardan itibaren özendirilmeli, diyet ve egzersiz konusunda bireylere ihtiyaç duydukları desteği sağlayacak hizmetler verilmelidir. Cilt kanserine yönelik koruyucu olarak, güneşten korunma bilinci oluş-turulmalı, özellikle çocukların öğle saatlerinde güneşe maruz bırakılmaması gerektiği ve koruyucu giysiler kul-lanılmasının gerekliliği anlatılmalıdır. Ülkemizde koruyucu tıp uygulamaları modern tıbbın gelişmesiyle birlikte ivme kazanmasına karşın halen yeterli düzeyde olmadığı, risk faktörlerinin toplumdaki yaygınlığını gösteren rakamlar-dan anlaşılmaktadır. Yine sağlık bakanlığı verilerine göre toplumun yalnızca %6-9’u grip aşısı, %5’i pnömokok aşısı yaptırmaktadır3. Gaitada gizli kan testi yaptırma oranı %5; 40 yaş üstü kadınlarda servikal smear yap-tırma oranı %23, mamografi çektirme oranı %24’tür3. Sağlıklı beslenme, kilo verme ve fiziksel aktivite ile alakalı doktorlarından öneri almış olanların 40%’tır3. Bu oranla-rın artırılması ve koruyucu sağlık hizmetlerinin yaygınlaş-tırılmasının; kronik ve ölümcül hastalıkların önlenmesine önemli etkide bulunacağı öngörülmektedir.

Hastalıkların ortaya çıkmasının engellenmesi ya da erken dönemde tanı ve tedavisinin yapılması bireylerin sağlığı, mutluluğu ve yaşam kaliteleri açısından olduğu

Page 18: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

33 34

kadar, devletlerin sağlık gideri tasarrufları açısından da önemlidir. Koruyucu tıp uygulamaları kişiyi hastalıkların ya da tedavilerin getirdiği mortal ve morbid durumlar-dan korurken; aynı zamanda bu hastalıkların teşhis ve tedavisinde yapılan harcamaları da ortadan kaldırmak-tadır. Koruyucu sağlık hizmetleri için yapılan harcama-lar düşünüldüğünde, bunun ekonomik açıdan avantajlı olup olmadığı tartışmalıdır, ancak pozitif yöndeki ekono-mik etkilerini gösteren pek çok çalışma da yapılmıştır4. Ancak hasta bireyler için yapılan sağlık harcamalarının yanında, bu bireylerin çalışma hayatından uzak kaldıkları ve ülke ekonomisine katkıda bulunamadıklarından do-layı ülkedeki toplam verimin düştüğünü de göz önünde bulundurmak gerekir4. Amerika’daki saygın sağlık kuru-luşlarından CDC’ye göre, yılda 69 milyon çalışan hastalık durumları nedeniyle belli süre çalışma hayatından uzakta kalmakta, bu da ülkeye 260 milyar dolarlık bir ekonomik kayba neden olmaktadır.

Süleyman Doğan Polat

İçerik Takımı

REFERANSLAR

1) Mokdad, A. H., Marks, J. S., Stroup, D. F., & Gerberding, J. L. (2004). Actual Causes of Death in the United States, 2000. Journal of the American Medical Association,291(10), 1238-1245

2) Danaei G, Rimm EB, Oza S, Kulkarni SC, Murray CJL, et al. (2010) The Promise of Prevention: The Effects of Four Preventable Risk Factors on National Life Expectancy and Life Expectancy Disparities by Race and County in the United States. PLoS Med 7(3): e1000248. doi:10.1371/journal.pmed.1000248

3) Türkiye Kronik Hastalıklar ve Risk Faktörleri Sıklığı Araştırması. TC Sağlık Bakanlığı, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu. Ankara, 2013.

4) y Michael V. Maciosek, Ashley B. Coffield, Thomas J. Flotte-mesch, Nichol M. Edwards, and Leif I. Solberg. Greater Use Of Preventive Services In U.S. Health Care Could Save Lives At Little Or No Cost. HE-ALTH AFFAIRS 29, NO. 9 (2010): 1656–1660. 2010 Project HOPE— The People-to-People Health Foundation, Inc.

5) Preventive Health Care. CDC Website. http://www.cdc.gov/healthcommunication/toolstemplates/entertainmented/tips/preventive-health.html

Hastalara hastalıklarıyla başa çıkmayı öğretmek; özellikle astım, diyabet, tansiyon, arterit çölyak gibi kro-nik ve kontrol edilebilir hastalıklarda; tıbbın önemli görev tanımlarından biridir. Bu tip hastalıklarda hastanın yaşam kalitesini sağlamak, hastanın hastalığı hakkında eğitil-mesine ve yaşam tarzında yapılacak köklü değişikliklere bağlıdır. Hastanın uyumlu ve kontrollü olması, hekimin yol gösterici ve eğitici olması, hasta yakınlarının ise des-tekleri; hastanın hastalığına uyum sağlayarak ve yaşam kalitesini düşürmeden hastalığıyla yaşamayı öğrenmesi açısından son derece önemlidir.

Hastaların hastalıkları hakkında uzmanlardan bilgi alması, birbirleriyle deneyimlerini ve tavsiyelerini paylaş-ması amacıyla pek çok hastanede, aile sağlığı ve eğitim merkezlerinde başlatılan hasta eğitim programlarının, hastaların yaşam kaliteleri ve hastalığa uyum süreçleri üzerinde olumlu etkileri araştırmalarla doğrulanmıştır. Bu programlar hastaları yemek ve yaşam tarzıyla, oluşabi-lecek acil durumlarla ve bu durumlarda neler yapılması gerektiğiyle, ilaç kullanımı ve tansiyon ya da şeker ölçen aletlerin kullanımıyla ilgili bilgilendirmek ve aynı zamanda psikolojik destek vermek amacını taşımaktadır. Bilgilen-dirmenin yanı sıra, çeşitli sosyal aktiviteler ve kamplarla zenginleştirilmiş programların hastalar açısından daha iyi sonuç verdiği düşünülmektedir. Hastaların bu aktivi-telere ve danışmanlıklara yakınlarıyla birlikte katılması, hastalığa uyum sürecinde gerekli ortamın hazırlanması ve hastaya gerekli desteğin verilmesi açısından oldukça önemlidir.

Hayatımızın her alanına giren teknoloji, kronik hasta-lıkların yönetiminde de önemli bir araç olarak karşımıza çıkmakta. Hastalara almaları gereken ilaçları, yapmala-rı gereken egzersizleri, diyetlerini ve doktor kontrollerini hatırlatan mobil uygulamalar son zamanlarda hastanın oto-yönetiminin sağlanması açısından sıkça kullanılıyor ve araştırmalar bu tip uygulamaların yararlı olabileceğini gösteriyor.

Bu hastalıkların toplumsal olarak da kabul edilmesi ve bunların gerektirdiği yaşam biçimlerine uygun hiz-metler ya da ürünler sunulması da hastaların uyum sü-recini kolaylaştırıyor ve yaşadıkları problemleri azaltıyor. Restoranlarda diyabetik hastaların diyetine uygun menü seçenekleri sunulması, marketlerde çölyak hastaları için glütensiz ürünlerin satıldığı reyonlar oluşturulma-sı, egzersiz için parkların, yürüyüş ve bisiklet yollarının artırılması hastaların yaşamını kolaylaştırıyor ve yaşam kalitelerini artırıyor. Bu konunun devlet yetkilileri tarafın-dan hassasiyetle ele alınarak, verimli devlet politikaları-nın oluşturulması gerekiyor. Ayrıca kronik hastalıklar için devlet tarafından yapılan maddi yardımın artırılması ve hastanın hayat kalitesini artıracak uygulamaların sigorta

Kronik Hasta Eğitimikapsamında değerlendirilmesi de önemli noktalar ara-sında yer alıyor.

Bu tip hastalıklarda hekimin en önemli görevi has-taya yol gösterici olması, tedaviyi ve hastanın yaşamın-da gerçekleştirecek değişiklikleri hastanın ihtiyaçlarına, mesleğine, yaşam koşullarına, yaşına ve cinsiyetine, ye-teneklerine uygun olarak planlamasıdır. Kronik hastalık-larda sürecin hastaya uygun şekilde kişiselleştirilmesinin hastalığa uyum sürecine olumlu etki yaptığı bilinmekte-dir. Hekimler, hastalarının bu süreçte karşılaşabilecekleri güçlükleri bilmeli, hastalarına aktarabilmeli ve hastalarını bu güçlükleri aşma konusunda motive etmelidir.

Diyabet hastalarında hastanın düşük karbonhidrat-lı diyete uyması, düzenli egzersiz ve insülin ilacı kulla-nımı ve doktor kontrollerinin aksatılmaması kan glikoz seviyesinin kontrol altında tutulması açısından oldukça önemlidir. Diyabet hastaları ayrıca egzersiz sonrasında ve insülin kullanımının bir komplikasyonu olarak oluşa-bilecek hipoglisemik krizler, ayak bakımı, şeker seviyesi ölçen aletlerin kullanımı ve hangi durumlarda hastaneye başvurmaları gerektiği konularında bilinçlendirilmelidir. Hastalar gerektiğinde psikososyal destek alabilecekleri merkezlere yönlendirilmeli ve hasta yakınlarının işbirliği sağlanmalıdır.

Çeşitli genetik enzim eksikliği hastalıkları çocukluk çağından itibaren başladığından hem aileleri hem de ço-cukların psikolojilerini ciddi ölçüde etkilemektedir. Aileler, çocuklarının hastalığı ve diyeti hakkında bilinçlendirilmeli, çocuğa da bu eğitim küçük yaşlardan itibaren verilme-lidir. Bu durumda çocukların toplumsal hayattan dışlan-mış hissetmeleri nedeniyle oluşabilecek psikolojik prob-lemlerin çözümünde ailelerin desteği ve çocuğun alacağı psikolojik yardımın yararı büyük olacaktır. Bu hastaların diyetlerine uygun yiyecek seçenekleri sunulması konu-sunda üreticiler hassas olmalıdır.

Süleyman Doğan Polat

İçerik Takımı

REFERANSLAR

1)Stanford Patient Education Center, Chronic Disease Self Manage-ment Program. http://patienteducation.stanford.edu/programs/cdsmp.html

2)Supporting Self-management in Patients with Chronic Illness. MARY THOESEN COLEMAN, M.D., PH.D., and KAREN S. NEWTON, M.P.H., University of Louisville School of Medicine, Louisville, Kentucky. Oct 15, 2015. http://www.aafp.org/afp/2005/1015/p1503.html

3) Patient Self-management of Chronic Disease in Primary Care. Thomas Bodenheimer, MD; Kate Lorig, RN, DrPH; Halsted Holman, MD; Kevin Grumbach, MD. JAMA. 2002;288(19):2469-2475. doi:10.1001/jama.288.19.2469.

4) Mobile phone messaging for facilitating self-management of long-term illnesses. Thyra de Jongh, Ipek Gurol-Urganci, Vlasta Vodopi-vec-Jamsek, Josip Car,Rifat Atun. The Cochrane Library. Published On-line: 12 DEC 2012

5) Diyabetes Mellitusta Hasta Eğitimi ve İzlemi. Dr. Füsun Ersoy, Dr. Murat Yılmaz, Dr. Tamer Edirne. Kırıkkale Üniversitesi. Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi. Mart 2001

6) http://celiac.org/about-cdf/strategicplan/

7) National Standards for Diabetes Self-Management Education and Support. Linda Haas, PHC, RN, CDE, (Chair)1, Melinda Maryniuk, MEd, RD, CDE, (Chair)2, Joni Beck, PharmD, CDE, BC-ADM3, Carla E. Cox, PhD, RD, CDE, CSSD4, Paulina Duker, MPH, RN, BC-ADM, CDE5, La-ura Edwards, RN, MPA6, Edwin B. Fisher, PhD7, Lenita Hanson, MD, CDE, FACE, FACP8,Daniel Kent, PharmD, BS, CDE9, Leslie Kolb, RN, BSN, MBA10,Sue McLaughlin, BS, RD, CDE, CPT11, Eric Orzeck, MD, FACE, CDE12,John D. Piette, PhD13, Andrew S. Rhinehart, MD, FACP, CDE14,Russell Rothman, MD, MPP15, Sara Sklaroff16, Donna Tomky, MSN, RN, C-NP, CDE, FAADE17 and Gretchen Youssef, MS, RD, CDE18 on behalf of the 2012 Standards Revision Task Force. American Diabetes Association. June 2007

8) http://www.celiaccentral.org/education/

Page 19: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

35 36

Küresel Isınma

“Küresel ısınma” terimine senelerdir televizyon ve ga-zetelerden aşinayız. Dünya için zararlı bir şey olduğunu, yaşam kalitemizi etkilediğini, buzullardaki hayvanların ölümle yüz yüze olduğunu bir çok kez duyduk. Fakat küresel ısınmanın aslında ne kadar ciddi bir sorun oldu-ğunun farkında mıyız? İnsan sağlığına vereceği zararın boyutlarını biliyor muyuz? Peki nasıl önüne geçeceğimizi öğrenmek istiyor muyuz?

Küresel ısınma, dünyaya salınan gazların sera etkisi ile dünya üzerindeki sıcaklığı arttırmasına deniyor. Gü-neş ışınları dünyaya vurduğu zaman, hali hazırda dün-yada artarak bulunan karbondioksit, metan gazı ve su buharının etkisiyle atmosferden çıkamıyor. Atmosferden çıkamayan bu sıcaklık dünyada hapis kalarak dünyamızı daha çok ısıtıyor ve buna küresel ısınma deniyor. Tüm bu terminoloji karmaşası içerisinde elimizdeki somut bilgi dünyanın sıcaklığının 1860-1900 seneleri arasında 0.6 C yükseldiği yönünde. Buna ek olarak 1976’dan bu yana da dünya ısısında 0.76 C oranında bir yükselme gözlen-di. Tüm bu geçen yazlar-kışlar arasında bu bir-iki derece-nin önemi ne? Gelin bir de buna göz atalım.

Küresel ısınma tarım faaliyetlerini olumsuz yönde etkiliyor. Kuraklıktan ve artan sıcaklıklardan etkilenen topraklar ne tarıma uygun işlev görebiliyorlar ne de hay-vanlara gerekli besini sağlayabiliyorlar. Kuraklığın bir so-nucu olarak tarım topraklarını yağmur suyu yerine insan çabasıyla sulamak da zaten azalmakta olan kaynakların tükenmesine katkıda bulunuyor. Haşereler de kısalan kış mevsimi ve azalan soğuk havadan dolayı tarım toprakla-rına her zamankinden çok hasar veriyor.

Isınan havalardan buzullar da nasibini alıyor. Eriyen buzullara bakarak bilim adamları önümüzdeki 50 yılda deniz seviyelerinin 88 santimetre kadar artabileceğini söylüyorlar. Bunda genleşen okyanus sularının daha faz-la yer kaplaması da pay sahibi. Bu durum tabi ki kıyı şe-hirlerini ve adaları kötü yönde etkiliyor. Deniz transportu daha pahalı hale geliyor ve denizlerde oluşan fırtınalar kıyıları daha sert etkiliyor. Aynı zamanda sıcaklığı artan

sularda yaşayamayacak deniz canlıları da mevcut. Bu-nun yanında sıcak sularda yaşayabilen deniz canlıları da diğer alanlarda artan sıcaklığa bağlı olarak göç edip tatlı ve tuzlu suların ekolojik dengeleriyle oynuyorlar.

Karaya bakacak olursak, kara canlıları da artan sı-caklığa adaptasyon göstermek amacıyla daha yüksek rakımlara çıkıyorlar. Bazı şanssız canlıların ne yazık ki daha fazla çıkabilecek yeri kalmadığından nesilleri tüke-niyor. Buzullardaki kutup ayıları ve penguenlerin eriyen buzullardan dolayı hareket alanları kısıtlanıyor ve adap-tasyon gösteremezlerse nesilleri tükenmeye mahkum bırakılıyor.

Peki bu felaketlerin başımıza gelmemesi için, küresel ısınmayı durdurmak adına ne yapılabilir?

Mesela kendi enerjimizi üretmeyi deneyebiliriz. Çiftlik-lerde yel değirmenleriyle enerji üretimi yapılarak havaya karbon salınımı kısıtlanabilir. Ulaşım sistemleri de küresel ısınmaya katkı sağlayan pastadan büyük bir dilim alıyor. Kişisel olarak bisiklet kullanımı, araç şartsa da karbon yönünden fakir yakıtların kullanımı küresel ısınmayı kısıt-layabilir. Fosil yakıtları küresel ısınmanın artışından epey-ce sorumlu ve yeşil enerji kolayca bunun yerini alabilir. Bunlar daha toplu hareketler gerektirebilir fakat bireysel olarak, yarından itibaren yapmamız gereken en önemli şey: GERİ DÖNÜŞÜM! Geri dönüşüm ile doğal kaynak-ları koruyabilir, karbon üretimini azaltabilir, doğaya karı-şan çöpü azaltabiliriz.

Küresel ısınmaya karşı hep beraber, yeşil olalım..

Aylin Gareayaghi

İçerik Takımı

Hekimlerle Röportajlar

Dr. Berke Özüçer, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa TıpFakültesimezunu,BezmialemVakıfÜniversitesiKulak-Burun-Boğaz (KBB) bölümünde asistan dok-tor.

•Bubölümüseçmenizdekinedenlernelerdir?

Ben bir kere cerrahiden çok hoşlanıyorum, biraz ma-tematiksel işleyen bir kafam var. Cerrahi mi dahiliye mi kararsızlığını hepiniz yaşayacaksınız zamanı gelince. Benim için cerrahi daha ağır bastı, bu birinci adım. Sırf işten ibaret değil hayat, dolayısıyla insanî yaşamaya mü-sade eden bir branş olsun istedim, dolayısıyla bir sürü branş eledim. Örneğin plastik cerrahi, ortopedi vesaire gibi branşlar eleniyor. Dolayısıyla son zamanlarda yükse-len bir trend olan ufak cerrahilerle ilgilenen üroloji, KBB ve göz üçlüsüne kaldım. Çok sistematik ilerledi. KBB de çok geniş, yani kulakta hem mikrocerrahi yapabili-yorsun, büyük cerrahiler yapmak istersen baş-boyun cerrahileri var, estetikle uğraşmak istiyorsan ortoplasti, rinoplasti, çene yapabiliyorsun. Çocuklarla uğraşmak istersen pediatrik otolaringoloji de var. Dolayısıyla çok geniş bir skala var. Eğer cerrahi ile çok mutlu olmazsan ileri hayatında poliklinik yaparak da mesleğini idame etti-rebiliyorsun. Masif cerrahiden oluşan branşlarda bu çok mümkün değil; cerrahi yapmayı kestiğin anda mesleğin de kesiliyor. Tüm bu faktörleri değerlendirdim ve KBB ağır bastı, çok mutluyum.

•Pişmanlıkyokozaman?

Pişmanlık yok ya, iyiyim, keyfim yerinde.

•Çalışmasaatleriniznasıl?Yorgunlukderecesine?Bu sizi rahatsız ediyor mu?

Sabah 7.30’da vizitimiz başlıyor. Salı ve Çarşamba gün-leri yine sabah 7.00’da toplantımız var. Dolayısıyla 7.15 gibi ortalama hastanede olmam gereken bir branş. Vi-zitlerden sonra saat 8.00’de poliklinik ya da ameliyat-lar başlıyor, akşam 5.30-6.00’ya kadar sürüyor. Tuttu-ğun nöbet sıklığına göre de 36 saati görebiliyorsun ama bizim nöbetlerimiz daha konforlu çünkü yukarıdayız, aşağıda acilde değiliz. Dolayısıyla mesai saati olarak inanılmaz tempolu olmasa da ben çok yoğun KBB ile uğraşıyorum; okuyorum, yazıyorum, çiziyorum, düşünü-yorum, işler ayarlıyorum, kurslara gidiyorum, eğitimlere katılıyorum ve kendimi yoğunlaştırıyorum. Fakat hal iti-bariyle Bezmialem’deki süreç beeni çok yormuyor, has-ta yoğunluğumuz çok ama çalışma saatlerimiz iyi. KBB konforlu bir bölüm herkese tavsiye ederim. (Arada hasta giriyor...)

Aile, arkadaş, sosyal hayatınız mesleğinizle beraber ne derece yürüyor? Yakınlarınız hiç vakit ayırama-manızdan şikayet ediyor mu?

Ben zaten en başta söylediğim gibi sosyal hayatıma izin versin diye seçtiğim bir branştı. Şimdi altı aydır evlen-dim, eşim de çocuk psikiyatristi, onu da çok tavsiye edi-yorum. Valla normal sosyal hayatıma arkadaş-eş-dost toplantılarının hepsine katılıyorum aşağı yukarı, her haf-tasonu ormanda koşumu sporumu yapıyorum, ailemi görüyorum. Geçen bir hafta önce yurtdışına kayağa gittim, Paris’e gittim. İyi yani, ben hayatımı güzel yaşı-yorum, mutluyum. Hiç depresif bir ropörtaj olmadı, çok güzel bir ropörtaj yapıyoruz.

•Birseçimşansınızdahaolsaydıhangialandauz-manlaşmak isterdiniz? Nedenleri neler?

KBB isterdim! İki branşta yoğunlaşmak isterdim: birincisi plastik cerrahi isterdim. Eğer şu anki gibi insanî dışı olan temposu ve diyabet vesaire gibi angarya iş yapmıyor ol-salar plastik ilgimi çekiyor. Ben de onun yüzdeki kısmıyla ilgileniyorum gerçi. Bir de çocuk psikiyatrisi çok ilgimi çekiyor, eşim girdikten sonra ilgim iyice arttı. Bütün kadın doktorlara tavsiye ederim çünkü çok konforlu ve ilginç. Her gün dinlediğim hikayeler çok heyecanlandırıyor beni. Eşim de bana diyor ki sen cerrahsın, biz de ruh cerrahisi yapıyoruz diyor. Herkese tavsiye ederim. Ben de yap-mak isterdim neden zamanında hiç aklıma gelmemiş.. Eşime ben seçtidim çocuk psikiyatrisini, çok güzel bir branş. Erişkin psikiyatrisinden daha keyifli.

Tıp öğrencilerine iletmek istediğiniz bir şey var mı?

“Sanat uzun, hayat kısa” öyle diyorlar: “vita bravis, ars longa”. Çok çalışın çok eğlenin!

Dr. Hakan Kaçar, Elazığ Fırat Üniversitesi Tıp Fakül-tesi mezunu, Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştır-ma Hastanesi’nde Göz Hastalıkları bölümünde asis-tan doktor.

•Bubölümüseçmenizdekinedenlernelerdir?Seçi-minizden dolayı hiç pişmanlık yaşadınız mı?

Benim küçümlüğümden beri göz doktoru olma hayalim vardı. Üniversiteye başlayıp kliniği ziyaret etmeye gitti-ğimde de göz hastalıkları çok hoşuma gitti. Benim için herhangi bir negatif yönü olmadığı için seçmeyi düşün-düm. Şu an seçimimden dolayı mutluyum. Hiç bir sıkıntı yok.

•Çalışma saatleriniz nasıl? Yoğunluk derecesi ne?Bu sizi rahatsız ediyor mu?

Çalışma saatlerimiz bayağı yoğun. Şu an servisteki asis-tan sayımız üç, bu nedenle ben de en çömez olduğum için 12 nöbetim var, nöbet ertesi de akşam 17.00’a ka-dar mesai. Yani yaklaşık 36 saat çalışma saatim oluyor.

Page 20: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

37 38

Ayda 12 nöbet, gün aşırı neredeyse çalışıyorum. Bayağı yoğun, ama beni henüz çok rahatsız etmiyor. İnşallah ileride de rahatsız etmez.

•Aile, arkadaş, sosyal hayatınızmesleğinizlebera-ber ne derece yürüyor? Yakınlarınız hiç vakit ayıra-mamanızdan şikayet ediyor mu?

Bu nöbet yoğunluğu zamanla azalacak ama şu anda el-bette yeterince vakit ayıramıyorum. Kısa zaman sonra inşallah nöbet yoğunluğum azalıp daha fazla zaman ayı-racağımı düşünüyorum. Sıkıntı olmayacak bence.

•Birseçimşansınızdahaolsaydıhangialandauz-manlaşmak isterdiniz? Nedenleri nelerdir?

Dünyaya üç kere daha gelsem üç kere daha göz uz-manlığını seçerdim. Nedenleri de..bilmiyorum seviyorum bu bölümü. Tıptan daha ayrı bir branş gibi geliyor bana, daha spesifik daha özel. O yüzden çok memnunum. (Telefon geliyor ve doktorumuz hastaya gitmek için kal-kıyor.)

Doç. Dr. Şahabettin Selek, Cumhuriyet Üniversitesi TıpFakültesimezunu,BezmialemVakıfÜniversite-si’nde Biyokimya Anabilim Dalı’nda öğretim üye-si.

•Bubölümüseçmenizdekinedenlernelerdir?Seçi-minizden dolayı hiç pişmanlık yaşadınız mı?

Mezun olduktan sonra birkaç yıl pratisyen hekimlik yap-tım ama içimde hep bir şeyler araştırmak, bulmak, ya-kalamak laboratuarda bir şeyler katıp karıştırmak isteği vardı. Onun için girdiğim TUS sınavında da tüm tercih-lerim biyokimyaydı ve üçüncü tercihim Harran Üniversi-tesi geldi. Hiç pişmanlık duymadım, şimdi girsem yine biyokimyayı seçerim. Genelde temel bilimlerin asistanlığı biraz daha rahat olur diyorlar fakat ben çok yoğun bir araştırma-geliştirme (ARGE)’nin içerisine girdim. Hat-ta bizde mesai ikiye ayrılırdı: dörde kadar rutin işimiz vardı, dörtten sonra da biz ARGEye başlardık. Dörtten gece 11-12’ye kadar devam ederdik. Bu kadar yoğun bir araştırmanın içerisine giriyorduk ama çok da mutluy-duk çünkü moleküllerle uğraşmak daha güzel geliyordu bana. Tabi ki yapılan her iş kutsaldır ama devamlı hasta bakmak, ömrümün sonuna kadar hastalarla ilgilenmek bana çok cazip gelmedi çünkü içimde hep bir şeyler ek-sik hissediyordum. Temel nedeni de ARGE idi. O yüzden tüm tercihlerim biyokimyaydı, şimdi girsem yine biyo-kimya isterim. Hekimlerin şöyle bir şansı var: bir sınavla seçim yapıyorsunuz. İstediğiniz yer gelene kadar sınava girebilirsiniz.

•Çalışma saatleriniz nasıl? Yoğunluk derecesi ne?Bu sizi rahatsız ediyor mu?

Genel olarak aslında hekimlerin çalışma saatleri yoktur.

Burayı değerlendirirsem burada günde en az 11 saat Bezmialem’deyim. Sabah 7.00, akşam 6.15 burada-yım. Şikayetçi değilim. Evet, yoğun bir çalışma saatimiz var fakat bu meslek açısından bakarsan akademisyen olmak, başarılı olmak, daha daha iyi olmak istiyorsanız fazla çalışmanız gerekiyor. İlgi ve sevgi isteyen bir bö-lümdür. TUS’ta ilk 10’lardadır şimdi, bazı yerlerde ilk 3’lerde. İki nedeni var bunun, sadece biyokimya değil temel bilimler için söylüyorum: birincisi rahatına düşkün-dür insanlar, uzmanlığı rahattır. İkincisi de çok çalışmak isterseniz buna da çok uygundur. Bir şeyler araştırayım, bulayım derseniz temel bilimlerde araştırılacak o kadar çok şey var ki. İki ucu da çok açık, bence insanlar bu iki sebepten dolayı seçiyorlar. Son dönemde bayanlar çok tercih ediyor çünkü anne olacaklar, ailelerine vakit ayıra-caklar. Uzmanlığı rahattır temel bilimlerin, çalışma saat-leri onlara uygundur. Zevkli de bir bölümdür, cihazların başında sabahlayabileceğiniz bir alan.

•Aile, arkadaş, sosyal hayatınızmesleğinizlebera-ber ne derece yürüyor? Yakınlarınız hiç vakit ayıra-mamanızdan şikayet ediyor mu?

Asosyal bir kişi olduğumu söylerler. Mesleğe asistanlıkla beraber girdiğim andan itibaren gece geç saatlere ka-dar hep çalıştım. Çalışmanın sonucunda iki patent al-dım, bir takım hedeflerime de ulaştım, başarılı olduğum yerler oldu. Fakat hep şunu görürsünüz: ailenizi ihmal etmeden, asosyal olmadan bu işlerde başarılı olmak çok zor. İçimi acıtan tarafı olduğunu da söyleyebilirim; ailemle yeterince ilgilenemiyorum, vakit ayıramıyorum. Çok en-teresan bir anım var: kızım şimdi dokuz yaşlarında, beş yaşlarındayken hafta sonu bir arkadaşın evine gidiyoruz. Orada soruyorlar kızıma ‘Şeyda sen büyüyünce ne ola-caksın?’ diye, ‘doktor olacağım’ diyor. ‘Neden doktor ol-mak istiyorsun?’ diyorlar, ‘babamın hastanesinde çalışıp onu görmek için’ diyor. Böyle anılarım da vardır benim, kızımın, çocuklarımın beni yeterince görememesi, onlara yeterince vakit ayıramamam. Hala bile sağlık problemleri oluyor ve hakikaten ilgilenemiyorum, vakit ayıramıyorum. Eşim de artık alıştı bu duruma, benim bu eksiğimi kapat-maya çalışıyor. Kapatamamış olsa çok zor olurdu zaten. O noktada evet, asosyal bir duruma geldik; aileyi de, herkesi de ihmal ettik. Bu mesleğe girdiğiniz andan iti-baren toplumdan daha farklı bir kişiye bürünüyorsunuz. En basitinden gecenin geç saatlerine kapım çok çalındı ‘doktor bey koşun babama bir şeyler oldu’ diye, çıkıp bakıyorum ki babası vefat etmiş. Bunları hep yaşadım. Oturduğunuz yerde, kaldığınız mahallede, ailenizde artık kendinizden vazgeçiyorsunuz. Bir nevi toplumun malı ol-muş oluyorsunuz. Ne kendinize ne ailenize çok vaktiniz olmuyor.

•Birseçimşansınızdahaolsaydıhangialandauz-manlaşmak isterdiniz? Nedenleri neler?

Bir seçim şansını daha düşünmüyorum. Dünyaya yeni-den gelsem yine Şahabettin olmak isterdim, yine biyo-

kimyayı seçmek isterdim işin doğrusu. İkinci bir tercih belki şöyle olabilir: biyokimyanın kendi içinde bir takım alanlarda özelleşip o noktada tamamen gitmek ister-dim.

•Tıp öğrencilerine iletmek istediğiniz bir şey varmı?

Çalışınca başarı kendiliğinden gelir, bu bir gerçek. Bu çalışma ile ilgili 2010larda televizyonda bir röportaj gö-züme çarptı, çok da hoşuma gitti. Birisi KPSS sınavına giriyor, yüksek de bir puan alıyor ve istediği bölüme gi-riyor. Röportajda soruyorlar bu işi nasıl becerdin diye. Cevap şuydu: beyin bedava! Kaydet, sınava gir, ver, çık. Hiç üzülmesinler tıp öğrencileri başarabilirler her şeyi. Onların bu şevkini görünce ülkemiz adına da çok sevi-niyorum.

Prof. Dr. Nahid Motavalli, İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi mezunu, kendi kliniğinde Çocuk Psiki-yatrisi alanında çalışıyor.

•Bubölümüseçmenizdekinedenlernelerdir?Seçi-mizden dolayı hiç pişmanlık yaşadınız mı?

Psikiyatr olmak için analitik düşünce, empati becerisi ve iyi sözel beceri gerekir. Bu bölümü seçme nedenim kişisel yeteneklerimin bu yönde olması. Hiç pişman ol-madım.

•Çalışma saatleriniz nasıl? Yoğunluk derecesi ne?Bu sizi rahatsız ediyor mu?

Hem üniversite hem muayenehanede çalıştığım zaman günde 12 saat durmadan çalışırdım. Şimdi günde 7-8 saat çalışıyorum. Eskiden daha çok yorulurdum fa-kat şimdi de ağır hastalar takip ettiğim için yoruluyo-rum.

•Aile, arkadaş, sosyal hayatınızmesleğinizlebera-ber ne derece yürüyor? Yakınlarınız hiç vakit ayıra-mamanızdan şikayet ediyor mu?

Üniversite ve muayenehanede çalıştığım zamanlarda ya-kınlarımı daha az görürdüm fakat şimdi daha fazla görü-şebiliyorum.

•Birseçimşansınızdahaolsaydıhangialandauz-manlaşmak isterdiniz? Nedenleri neler?

Eğer bu bölüm olmasaydı klinik genetik seçerdim. Ora-da dismorfi ve anomalilerle uğraşmayı puzzle çözmek gibi yaşıyorum.

Aylin Gareayaghi

İçerik Takımı

Page 21: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

39 40

En Tartışmalı Tıp ve Fizyoloji Nobeli

Bu yazımda literatüre kazandırdığı lobotomi tekniğiyle 1949 yılı Tıp ve Fizyoloji Nobeli’ni kazanan, bazı kesimler-ce tarihin en tartışmalı Nobel sahibi olarak nitelendirilen nörolog Egas Moniz’i ele aldım. Egas Moniz ilk Portekizli Nobel Ödülü sahibi olmasının yanı sıra serebral anjiog-rafiyi geliştiren kişidir. Ayrıca birçok diplomatik mevkide bulunmuştur. Onun hafızalarda yer etmesini sağlayan çalısması üzerinden yarım asırdan fazla geçmiş olmasına rağmen günümüzde dahi etik açıdan tartışmalara sebep olan lobotomidir.

Egas Moniz 1935 yılında Lond-ra’da katıldığı bir konferansta Dr.Fulton’ın iki şempanze üzerinde yaptığı deneyden çok etkilenir. Bu deneyde Fulton iki şempanzenin frontal loblarındaki bağlantıları ha-raplamış ve sonrasındaki hareket-lerini gözlemlemiştir. Öncesinde çok saldırgan hareketler sergileyen şempanzelerin bu girişimsel müda-heleden sonra durgun hale geldik-

lerini gören Egas Moniz bundan esinlenerek 1936 yılında ‘’prefrontal lökotomi’’ tekniğini tanıtır. Çalışmalarına ağır psikotik atakları olan bir hayat kadınının frontal lobunu saf alkol enjeksiyonuyla sklerotik bir dokuya dönüştüre-rek başlar. Sonrasında bu girişimlerine, sinir bağlantılarını kopartmak için ‘‘lökotom’’ adlı aleti geliştirir ve çalışma-larını manik depresif psikoz atakları gösteren hastalarda ve şizofreni hastalarında sürdürür. Egas Moniz’in bu ça-lışmalarını benimseyen ve kendi kliniğinde uygulayanların başında Amerikalı Dr. Freeman gelir. Freeman ‘‘prefrontal lökotomi’’ tekniği üzerinde küçük değişiklikler yaparak tekniği yaygın şekilde kullanılan standart formuna kavuş-turur ve teknik ‘’prefrontal lobotomi’’ adını alır.

Egas Moniz’in bu çalışmasında en çok tepki topla-yan nokta lobotomi sonrası hastalardaki değişimler ve hasta-larda gözlenen yan etkilerdir. Hastaların çoğundaki semp-

tomlar lobotomi sonrası ortadan kaybolmuştur fakat bu sefer hastalar çevrelerindeki olaylara tepkisiz hale gel-miş, ‘‘ruhsuzlaşmıştır’’ . Lobotomi ameliyatı olan bir kızın annesi bu durum için: ‘‘Vücüdu burada bizimle ama ruhu sanki bir yerlerde kaybolmuş gibi’’ ifadelerini kullanmıştır.

Peki, bu kadar kötü yan etkilere sahip bir yöntem 1940’larda nasıl bu kadar popüler oldu ve Egas Moniz’e nobel getirecek kadar kabul gördü? Bunu 4 maddede özetleyebiliriz: Birincisi Egas Moniz lobotomi araştırma-

sından önce yaptığı serebral anjiyografi icadıyla büyük prestij sahibi olmuştur. İkinci olarak o sırada lobotomi-ye alternatif bir tedavi yöntemi olmaması gösterilebilir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası post travmatik stres sonucu meydane gelen vakaların, hastanelerin yataklı servislerinin karşılayamayacağı kadar artması üçüncü sebep olarak gösterilebilir. Son olarak manik depresyon gibi hastalıklara sahip kişilerin çok uzun süre boyunca hastanede yatırılmalarıyla birlikte bu hastaların hastane enfeksiyonları kaynaklı mortalitelesinin Amerika Birleşik Devletleri’nde %18 gibi çok yüksek rakamlara ulaşma-sından bahsedebiliriz.

Tarihçesinden, yan etkilerinden, uygulanış şeklinden bahsettiğimiz bu yöntem ne kadar işe yaradı? Bu soruyu cevaplamak için İngiltere’de 1942-1954 yılları arasındaki vakaları inceleyen Dr. Tooth ve arkadaşlarının çalışmasını inceleyebiliriz. Bu çalışmada 10.365 lobotomi cerrahisi mercek altına alınmıştır. Sonuçlara göre hastaların %41’i tamamen iyileşmiş ya da yüksek derecede ilerleme kay-detmiştir. %28’i çok az bir gelişme göstermiş , %25’inde ise hiçbir değişiklik gözlenmemiştir. Hastaların %2’si cer-rahiden sonra daha kötü olmuş ve %4’ü hayatını kay-betmiştir. Bu veriler de bu tartışmalı yöntemin işlevselliği hakkında fikir sahibi olmamızı sağlamıştır.

1940’lı yıllarda çok popüler olan bu yöntem 1952’de şizofreni hastaları için geliştirilen klorpromazin adlı nöro-leptik ilacın geliştirilmesiyle doktorların çok büyük bir kıs-mı tarafından terkedilmiştir. Günümüzde ise bazı mer-kezlerde lobotominin daha az radikal versiyonları nadir de olsa uygulanmaktadır.

Süleyman Doğan Polat

İçerik Takımı

KAYNAKLAR1-MLA style: “Controversi-

al Psychosurgery Resulted in a Nobel Prize”. Nobelprize.org. Nobel Media AB 2014. Web

2- “Watts, James: Oral History, January 25, 1979,” interview by Thomas M. Peery and Oral His-tory Committee George Washington University Medical Center, The GW and Foggy Bottom Historical Encyclopedia, 2010, 29, accessed October 20, 2013,

3-MLA style: “Controversial Psychosurgery Resulted in a Nobel Pri-ze”. Nobelprize.org. Nobel Media AB 2014. Web. http://www.nobelprize.org/nobel_prizes/medicine/laureates/1949/moniz-article.html

4-Swayze II, VW: Frontal leukotomy and related psychosurgical pro-cedures in the era before antipsychotics (1935-1954): A historical over-view. Am. J. Psychiatry 1995, 152 (4):505-515.

Tıp Tarihi ve Etik

Tarihteki ilk doktor kimdi? Etik kavramı ne zaman ve nasıl ortaya çıktı ? Aydınlatılmış onam nedir? tıp etiğinin babası gerçekten Hipokrat mı? İlk anemnezi hangi Mısırlı aldı? Çinliler böyle akupunktur yapmayı nereden öğren-di? İkinci Dünya Savaşı tıp etiğinde neleri etkiledi? Siz-lerle tarihte keyifli bir keşfe çıkacağız sevgili okur.

Tıp, evrendeki en eski disiplindir ve yeryüzündeki ilk insan da ilk doktor. Dünya tarihi boyunca tüm sosyal ve politik olaylardan etkilenmiş olan tıp disiplininin bugünkü halini alışını görmek için önce biraz tarih öncesi zaman-larda dolaşalım. Tarih öncesi zamanları üçe ayırırsak; paleolitik çağ ilk insanların alet yapmaya başladıkları, mezolitik çağ insanların toplu yaşamanın önemini an-layıp mağaraları boyamaya başladıkları, neolitik çağ ise tarımla tanışıldığı dönemdir. Tarihöncesi zamanlardaki tıpla ilgili geliştirilmiş farklı teoriler var.

İçgüdüsel tıp teoremine göre paleolitik çağ insanla-rında yalnızca yalamak, emmek ve üflemek gibi öğre-nilmemiş, içgüdüsel tıbbi müdahaleler görülüyordu. Bir diğer teori deneysel tıp. İnsanların deneyimlerinden ders çıkardığı ve üzerine bir de deneme-yanılmalar yaşadı-ğına dair görüş. İnsanların mevsim, doğa şekilleri gibi faktörlerin etkilerini anlamaya başladığını söyler ve se-bep-sonuç ilişkisine dayanır. Bir de sihre dayalı tıp teo-risi var. Buna göre insanlar yağmur, yıldızlar, güneş gibi faktörleri tanımaya başladı ve onları doğaüstü olarak nitelendirdi. Sonra da sağlıklı ya da sağlıksız olma du-rumuna bu doğaüstü güçler tarafından karar verildiğine inandılar. Yine mezolitik ve neolitik çağda karşılaşılan bu teoriye göre doktor, bu doğaüstü güçleri ikna etme kabi-liyeti olan kişi idi. Tarihöncesi çağlara ait bir diğer teori de rahip tıbbı teorisi. İnsanların tanrı figürleri şekillendirme-ye başlaması ile birlikte ortaya rahipler çıktı. Tapınaklar inşa edildi. Liderlik, rahiplik ve doktorluk sıfatları bir tek kişide toplandı. Bu “lider-doktor-rahip” tapınakta yaşa-dığından tarihin ilk hastaneleri de tapınaklar oldu. bu dönem doktorları hastalarını iyileştirmek için bitkileri kul-landı ve tanrılarına kendilerine iyileştirme gücü vermeleri, ceza olduğuna inandıkları hastalığı uzaklaştırmaları için dua ettiler. Onlara göre hastalık, insanın cezalandırılması için içine yollanmış kötü bir ruhtu.

Tüm bu tarih öncesi zaman boyunca uygulanan yalnızca tek bir cerrahi müdahale vardı: Trepanasyon. “Doktor-rahip-lider” hastalığın inatçı olduğuna ve iyi-leşmeyeceğine karar verdiğinde trepanasyon yapardı. Hastanın kafatasında taştan aletlerle bir delik açarlar ve içeride sıkışıp kalmış kötü ruhun bu delikten çıkacağını ümit ederlerdi. Trepanasyon yapılan hastalar genelde kaybedilir, yaşamayı başarsa bile felç, epilepsi gibi ciddi komplikasyonlara maruz kalırdı. Eğer bir kişi trepanas-yonun ardından hayatta kalmayı başarırsa kutsal kişi olarak kabul edilir ve toplumun tüm kesimindeki üyeler

tarafından saygı görerek tapınakta bakılırdı.

Tarih sayfalarında dolaştığımız bu ufak gezintiden sonra sizleri bir dünya turuna davet etmeme izin verin sevgili okur. Sular sıçratarak Nil nehri kenarında koşma-ya, akupunktur iğneleri ile isminizin baş harfini yazmaya, tapınakların tepesinden yıldızları gözlemlemeye, sevimli koyunların karaciğer falına bakmaya, Ying ile Yang’ı iç içe geçirmeye, Hipokrat’ın tüylü kalemini aşırıp kaçmaya hazırsanız buyurun başlayalım.

Asur-Babil Medeniyetinde Tıp

Asurlular milattan önce 5000li yıllarda Basra Körfe-zi’nde yaşadılar. “Krallık” olgusu Asur kültürü ile başladı. Şehirleri ve farklı amaçlara hizmet eden binaları ilk onlar inşa ettiler. Alfabe oluşturdu ve tabletlere yazdılar. Köle-liğin ilk izlerini de yine onlarda gördük. Asurlulara göre güneş en büyük güçtü ve doğurganlığın temeliydi. Kanı hayati element kabul ettiler ve karaciğerin de merkez or-gan olduğu kanaatindeydiler. Asurlular insanlık tarihine, tıp anlayışını etkileyen altı konsept kazandırdı.

İlki metamorfoz: İnsan, hayvan ve bitki, tüm evrenin bir bütün olduğuna ve asla engellenemez bir etkileşim içinde olduklarına dair görüş. İnsanların hayvanlardan hastalık kapabileceğinin, bitkilerden zehirlenebileceğinin farkına vardılar.

İkincisi reenkarnasyon: Aynı ruhun farklı bedenlerle tekrar tekrar dünyaya geldiği inanışı. Bu inanışa göre tüm hayatlar boyu ruhun temel hissi mutluluk olmalıdır ve sağlıklı olmak mutlu olmak için çok önemli bir faktör-dür. Durum böyle olunca koruyucu tıbbın öncüsü olmuş, düzenli yıkanmayı ve çöplerin evden uzaklaştırılmasını adet edinmişlerdir.

Üçüncü konseptleri astroloji: Yıldızlardan edindik-leri bilgileri hayatlarındaki önemli olayları düzenlemek için kullandılar. Kahinler önemli hastalara teşhis koydu-lar.

Dördüncü konseptleri sınavdı: Doğuştan rahatsız-lığı olan bir çocuk dünyaya geldiğinde eğer kastın üst basamağındaki bir aile söz konusu ise bunun bir sınav olduğuna, tanrının ebeveynlerin sabrını ölçtüğüne inan-dılar.

Beşinci ve en ilginç konseptleri karaciğer falı: Yalnız-ca kritik derecedeki hasta çocuklar için gerçekleştirilen bir ritüel bu. Hasta çocuğa koyunun burnundan nefes aldırılıyor ve yine burnuna verdiriliyor. Sonrasında koyu-nun karaciğeri çıkarılıyor ve rahip tarafından, astrologun da yardımıyla bir teşhis konmaya çalışılıyor.

Altıncısı ise biraz endişe verici: Yazılı kuralların atası Hammurabi doktorları da unutmamış ve yanlış tedavi

Page 22: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

41 42

uygulayan doktorlar için de ağır cezalar getirmiştir.

Mısırlılarda Tıp

Mısırlılar milattan önce 5000 yılında Nil kenarına ta-şındı ve milattan önce 3500 yılında da ilk barajı kralları Menes öncülüğünde Nil üzerine inşa ettiler. Kralı ve ai-lesini korumanın ve yaşamlarını güzelleştirmenin kutsal olduğuna ve ölümden sonraki hayatta mutluluğu yakala-manın yolunun dünya hayatındaki fiziki yönleri korumak-tan, sağlıklı olmaktan geçtiğini düşündüler.

Mısırlılar iyileştirme sanatını icra ettiğine inandıkları sağlık tanrısı Tot’a tapındılar. Mumyalamayı geliştirdiler. Reçetelerdeki Rx’e dikkat ettiniz mi hiç? Kimi doktorlar el alışkanlığı olarak ilaçları yazmaya başlamadan önce reçetenin kenarına “Rx” yazarlar. İsmi İnsignia olan bu işaret tanrısal koruma anlamına geliyor.

Bu noktada ciddi bir soruyu hatırlatmak istiyorum. Tıp etiğinin babası Hipokrat mı? Bu sorunun cevabının Hipokrat değil Imhotep olduğuna dair tartışmalar gü-nümüzde halen devam etmekte. Hipokratın milattan önce 500lerde yaşadığı bilgisini, İmotep’in milattan önce 2700lerde yaşadığı bilgisinin yanına getirince bu son derece akla yatkın bir soru haline geliyor. Biz de ceva-bın peşinden koşalım, İmotep’i biraz yakından inceleye-lim.

Kral Zoser zamanında yaşayan İmotep hem mimar, hem doktor, hem de astrologdu. Dönemin kraldan son-raki en önemli adamıydı. Mısır’da tıp eğitimi tam anlamı ile İmotep döneminde başladı. İmotep’in tıp eğitimi hak-kında dönemin çok ilerisinde fikirleri vardı. Imhotep’ten önce tıp eğitimi yalnızca soylulara açıktı. İmotep doktor olmanın soyluluk değil bazı kişilik karakterleri gerektirdi-ğini düşünüyordu ki bunlar çalışkanlık, açıkgörüşlülük, güvenilirlik, dürüstlük, sevgi ve ilgi göstermek. İmotep ilk herkese açık tıp okulunu açtı ve haftanın belirli günleri öğ-rencilerine dersler verdi.Ama hala köleler bu “herkes”in dışında kalıyordu. İmotep anemnez almaya ve hastaların durumlarını, semptomlarını, teşhislerini, tedavilerini pa-pirüslere yazmaya başladı ki bu da tıp literatürünün ve hastalıkların klasifikiye edilmesinin ilk örnekleridir.

1895 yılında bulunan Edwim Smith ve Ebers Papi-rüslerinde İmotep’in muayene yöntemlerine dair bilgile-re rastlıyoruz. Kulakla dinleme, palpe etme, gözlemleme yöntemlerini kullandığını da bu papirüslerden biliyo-ruz.

Mısır kültüründe yılan figürünün de yeri büyük. Mı-sırlılar yılan zehrinin bağışıklık sistemini aktive ettiğinin farkındaydılar ve yılanları bu amaçla kullandılar. Isıtılmış metalleri kanamayı durdurmada, cerrahi enstürmanları müdahalelerde kullanıyorlardı ve kalbin ve damarların kanı pompaladığını biliyorlardı. Mumyalama teknikleri sayesinde de çok ileri seviyede anatomi biliyorlardı. Kal-bin merkez organ olduğunu ve ruhani konsepte göre so-

lunumun hayati eylem olduğunu düşünüyorlardı. Koru-yucu tıp Mısırlılarda pek çok alanda kendini göstermiştir. Mesela; düğün yapıp yapmadıklarını bilmiyoruz ama sünnet oluyor, evin içinde hayvan beslemiyor, ölülerini sağlıklı biçimde gömüyorlardı.

Çin Medeniyetinde Tıp

Fu-Shi doğa ve tıpta Ying ve Yang prensiplerinin ya-ratıcısı olan Çin hükümdarı. Milattan önce 2000li yıllar-da hüküm sürdüğünü biliyoruz. Bu felsefeye göre Yang erkeklik ve olumlu olan tüm özelikler olarak kabul edilir. Cennet, güneş, güç, sertlik, yürek, kuruluk, gözler,vü-cudun sol tarafı Yang’ın içerisindedir. Öte yandan Ying kadınlık ve negatif tüm özellikler olarak kabul edilir ve yeryüzü, ay, karanlık, zayıflık, nem, soğuk, kulaklar ve vücudun sağ tarafı Ying’in içindedir. Bu birbirinden ayrıl-mış özelliklerin uyum içerisinde olması da Çin kültürün-de sağlık olarak tanımlanır. Hastalığın Yang’ın Ying’i bas-tıramamasından kaynaklandığı düşüncesi ile tedavilerini Yang’ı güçlendirmek üzere yaparlar.

Shen-Nung da yine Çin topraklarında bir İmparator ve diyor ki evren ve insanları meydana getiren beş ele-ment vardır. Bunlar: ateş, toprak, metal, su ve tahta. Bu görüşe göre evrenin makro kozmosu ve insanın da ken-di içinde bir mikro kozmosu var ve bu mikro kozmosda her beş elementin ayrı ayrı anlamları var.

Huang-Ti , bir diğer çin imparatoru. Kendileri tıp için bitkilerin kullanılması konusunda çok hevesliydiler. Lakin vücudun diseksiyonunun büyük günah olduğunu dü-şündüklerinden anatomi bilimi bu beyefendi zamanında gerileme göstermiştir. Akupunktur Huang-Ti tarafından geliştirilmiş bir yöntemdir. 12 hayali enerji kanalı oldu-ğuna inanan Çinliler bu kanallara minik iğneler batırarak Yang’ı uyarmaya çalışırlar. Nabız ölçmeye büyük önem veren Çinli doktorlar, 250 farklı nabız tanımlamış ve bun-ları hastalıklarla eşleştirmiştir.

Hint Medeniyetinde Tıp

Milattan önce 560 yılında siddhertha Budda’nın Bu-dizmi getirmesi ile birlikte, Hint insanı hayat bilgisi anla-mına gelen Ayuverda’yı benimsemiştir.Dini ibadetlerini yoga yaparak gerçekleştiren Budistler için mutluluğun sırrı şükretmek ve başkalarını mutlu etmekte idi çünkü Ayüverda mutlu olmak istiyorsan mutlu et der ki bu an-layışın adı da alturizm.

Hintliler üç element teorisini geliştirdi. Hazırsanız sa-yıyorum, bu üç element: kan, balgam ve safra. Sağlığı bu üç elementin dengesi ve hastalığı da bu dengenin bozulması olarak tanımladılar.

Krala karşı gelme, hırsızlık yapma gibi ağır suçlar işle-yenlerin kulakları veya burnu kökünden kesme gibi ceza-lara çarptırılıyor olması Hint kültüründe plastik cerrahinin

gelişmesini sağladı. Doktorlar bu cezalandırılmış insan-lar için vücudun diğer kesimlerinden parçalar kullanarak yeni organlar yapmaya çalıştılar. Susruta Koleksiyonu adı verilen 250 parça cerrahi araç geliştirdiler.

Hintlilerde diyabet çok yaygındı ve bu hastalığı üç semptomla tanımladılar: Çok tuvalete gitmek, çok su içmek ve çok yemek yemek. Buna üç p kuralı dediler. Sırası ile polyuri, polydipsi, polyhaji. Ggod Shiva hint-lilerde en büyük tanrıydı ve bir budistin ateşi çıktığında bunu God shiva’yı kızdıırmış olmasına bağladılar.

Yunan Medeniyetinde Tıp

Yunanlılarda filozofların tıp disiplinine doğrudan etkisi olmuştur. Misal Thales. Tamam kaçmayın geometriden bahsetmeyeceğim. Thales’e göre su herşeyin sebebidir. Sonra Anaximener tüüm dünyanın tek bir elementten, havadan oluştuğunu söyler. Pythagoras’ın bir Harmoni Teorisi var. Özel günlerin, homeostazın, doğanın iyileş-tirici gücünün ve krizin uyumu. Alcmeeeon der ki beyin duyunun ve duyguların merkezidir. Hipokrat’a ilham ve-ren Empedokles evrendek her şeyin ve insanların dört elementten oluştuğu kanısında: ateş, su, hava ve top-rak.

Yunanlıların sağlık tanrısının ismi Apollo ve iyileştirici tanrı da Aesqulapius. Hygeia. Apollo’nun kızı ve hasta-lığın tahmininden sorumlu. Bu sağlık tanrıları için büyük tapınaklar inşa etti ve adına da AESCULAPIONS dedi-ler. Burada rahipler, hemşireler, doktorlar vardı. Hastane olarak kullanılan bu tapınaklarda ilginç yöntemler kulla-nılıyordu. Eve doktorun gelmesi ile iyileştirilemeyen has-talar buraya getirilir. İlk iki gece hasta dışarıda kalmak zorundadır. Kusturucu, ishal edici ilaçlar, uygun diyet ve egzersizle hasta bir tür detox sürecinden geçirilir. İkinci adımda hasta tapınağa alınır, verilen bitkisel ilaçlarla bü-yük Aesculapiu heykelinin altında uyur. Hasta uyurken iyileştirici yılanlar hastayı sokması için salınır ve böylece bağışıklık sistemi devreye sokulur. Uykudan sonra hasta doktor ile görüşür ve Aesculapius tarafından kendisine kutsal iyileştirici bir rüya gönderildiyse anlatır, oktordan tavsiyelerini alır, tapınağın dışındaki havuzlara para bıra-kır ve gider.

Hipokrat

Milattan sonra 460 yılında Cosina adasında doğan hipokrat ilk eğitimini babasından almıştır. Llaik tıbbın babasıdır ve trepanasyondan sonra epileptik semptom-lar gösteren insanların kutsal değil yalnızca geçirdikleri operasyon sonucu sakat kalmış hastalar olduğunu söy-lemiştir. Bütün hastalıkların ruhani değil doğal sebeplere dayandığı fikrini savunur. İmotep gibi o da tıp eğitiminin yalnızca soylulardan olanlara verilmesine karşı çıkmıştır. Hipokrat Empadoples’in dört element kuramından yola çıkarak humeral teoriyi geliştirmiştir. Bu teoride Hipokrat ateşin yanına kalp ve kanı, suyun yanına dalak, mide,

sırt ve safrayı, havanın yanına beyin ve balgamı, toprağın yanına da karaciğeri ve safrayı koymuştur.

Yunan kültürünün yetiştirdiği bir diğer önemli doktor Galen. Pergamum’da doğan ve 130-200 yılları arasın-da yaşayan ünlü düşünür-doktor tam 83 kitap yazmış-tır. Galen kalbin kanın hareketinden sorumlu olduğunu, beynin duyu ve hareketi yönettiğini, karaciğerinse bes-lenme ve metabolizma merkezi olduğunu keşfetmişti. Ona göre soluduğumuz hava beynimizde hayvan ru-huna dönüşür ve sinirlerle dağıtılır, kalbimizde yaşamsal ruha dönüşür ve arteriolerle dağıtılır, karaciğerimizde de doğal ruha dönüşür ve damarlarla dağıtılırdı.

Bambaşka coğrafyalarda dolaştıktan, tahmin edi-yorum epeyce şaşırdıktan sonra sevgili okur, yeterince dinlendiyseniz son bir kaç sorum var size. Tarihte böyle yollardan geçmiş, böyle maceralar yaşamış, türlü türlü inanışlara kendini adamış insanoğlu bugün tıp etiği hak-kında neler tartışıyor? Hangi konularda hemfikir ? Etik tam olarak nedir? Etik denen şey iyiyi ve kötüyü, doğru-yu ve yanlışı sorgulayan ama asla kesin bir kanıya var-mayan disiplindir. Etiğin bilimsel bir disiplin olduğunu ka-nıtlayan üç nokta var. Birincisi etik daima sorulara açıktır. İkincisi temel gereci mantık ve münazaradır. Üçüncü olarak ise tüm sosyal disiplinlerin gelişme yolu etikten geçer. 1950lerde organ nakli yapılabilecek blgi ve araç gerece sahipken ilk organ naklinin 1967’de yapılmış ol-ması, bugün insan klonlamak mümkünken henüz hiç bir insanın klonlanmamış olması etik tartışmaların getirdiği bir durumdur. Biz, insanoğlu 1950 yılına dek paternal anlayışı benimsedik. Bu anlayışa göre doktor her şeyin en iyisini bilen ve hasta için en iyi kararı verecek olandı. Lakin ikinci dünya savaşında insanlık tıp biliminin insana zarar da vereceğini görünce bu anlayış terk edildi. 1948 yılında Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi ya-yınlandı ve 1949 yılında Nrünberg’de insanlık tıp etiğini baştan düzenledi. Hiç bir insanoğluna kendi iradesi dı-şında müdahale edilemeyeceği ilan edildi. Aydınlatılmış onam kavramı da böyle doğdu. Günümüzde her dok-tor, 14 yaşından büyük ve akıl sağlığı yerinde olan her hastadan eğer bilinci yerindeyse tedaviye/müdahaleye başlamadan önce onay almak zorundadır.

Severek okuduğunuzu, kapağını tatmin olmuşlukla kapatacağınızı ümit ettiğim bu yazı benim Etik Tanrıçam, saygıdeğer Doçent Doktor Elif Vatanoğlu Hoca’mın ders notlarından düzenlenmiştir. Beni yazıyı yazarken destek-leyip notlarını kullanmama müsaade eden hocama hepi-nizin huzurunda teşekkürü bir borç bilirim.

Elif Rabia İçöz

İçerik Takımı

Page 23: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

43 44

İbn-i Sina’ya Bakış

Yaşadığı dönemden günümüze kadar ilmi bilgisiyle toplumları etkileyen ve felsefesiyle her asırda canlılığını koruyan İbn-i Sina, çağına ve çağlar ötesine damgası-nı vurmuştur. Batılıların “Avicenna” adıyla tanıdığı İbn-i Sinâ, her ne kadar hekim olarak şöhret yapmışsa da matematik, astronomi, fizik, kimya, jeoloji, felsefe, teolo-ji, şiir ve müzik alanındaki çalışmalarıyla da ender görülür bir simadır.

İbn-i Sina (980-1037) bugünkü İran sınırları içinde kalan Belh şehrinden; Ab-dullah’ın oğludur. Sonra Buhara kenti-ne göç eden babası, burada devlet işinde memuriyete devam etmekteyken bir süre sonra Buhara yakın-larındaki Harmay-san’a atanır, buraya yakın Afşana nahiye-sinde evlenir. İbn-i Sina; tam adıyla Ebu Ali Hüseyin bin Abdullah İbn-i Sina 980 tarihinde burada dünyaya gelir.(980)

İbn-i sina’yı dönemindeki bilim insanlarından ayıran bazı özellikler vardır. O kendini tamamen İslam ve bili-me adamasının yanı sıra sahip olduğu zeka ve yetenek sayesinde din ve bilim dünyasında “ender” olarak nite-lendirilir. İbn-i Sina’nın öğrencisi Curcani’nin direkt İbni Sina’nın ağzından yazdığı nottan da anladığımız gibi… :

“Ben beş altı yaşında iken, babam tekrar Buhara’ya döndü, bizi de birlikte götürdü. Buhara’da ilk tahsilimi gördüm on yaşına geldiğim zaman Kur’an’ı ezberlemiş ve birçok bilgi edinmiştim. Birkaç sene sonra aynı hoca-lardan hesap, fıkıh ve kelam okudum; bu sırada Buha-ra’ya Abdullah Natili adında bir alim gelmişti. Babam bu zatı evimize davet etti; ondan mantık ve felsefe öğren-dim. O sırada, tıp da tahsil ediyor, nazari bilgimi hastalar üzerinde müşahedelerle tamamlıyordum. Kitap okumak-tan ziyade, doğrudan doğruya tecrübe ve müşahedeler-den faydalandım. On sekizime kadar bu şekilde fasılasız çalışmaya devam ettim. Geceleri de okumakla veya yaz-makla meşgul olur, uyku bastıracak olsa, bir bardak bir şey içerek açılır, yeniden çalışmaya koyulurdum. Uykuda bile zihnim okuduğum şeyler ile meşgul oluyordu. ekseri uyandığım zaman, evvelce halledemediğim bazı şeyleri, uyku sırasında halletmiş olduğumu görürdüm…”

Tıp alanındaki bilgi ve yetenekleri, hayatının çeşitli dö-nemlerinde ona kimi zaman özgürlük kimi zaman rütbe sağlamış ve tüm bunlar da sonraki araştırmaları için İbn-i Sina’ya imkan sağlamıştır.

Birgün Buhara Sultanı Nuh İbn Mansur hastalanır.

Tedavisi için İbn Sina istenir. İbn Sina titiz bir tedavi uy-gular ve sultanı iyileştirir. Bu vesile ile İbn-i Sina, sultanın kütüphanesine girme imkanı bulur. İlgisini çeken ve işe yarar kitaplar ile meşgul olmaya başlar. Sultanın kütüp-hanesi, içeriğiyle kendi zamanı için eşsizdir. İbn-i Sina ilminin büyük bir kısmını burada yaptığı çalışmalar neti-cesinde elde eder.

İbn-i Sina 20’li yaşlarında çok zor bir dönem geçirir. Siyasi karışıklardan etkilenir. Bazı kesimler onunla uğraş-maya başlar. Çeşitli iftiralara maruz kalır. Evi, varı-yoğu ne varsa yağma edilir. Daha sonra hapse atılır. Bunca sıkıntılara tahammul edemeyen İbn-i Sina kurtuluş yolları arar. Bu arada hükümdar ailesi olan Büveyhilere men-sup, Mecdûddevle’nin hastalığını Rey şehrinde tedavi eder. Bu vesile ile hanedan ile iyi ilişkilere girer. Kısa bir sürede vezir olur ve savaşlara katılır.Yani İbn-i Sina’nın en büyük kurtarıcısı hekimlik özelliğidir.

Sadık talebesi Curcani tutsak zamanlarında da yine onun yanındadır. Yine onun kaleminden İbn-i Sina’ya bir bakış:

“Ben (Curcani) İbn Sina’ya yirmi beş sene öğrenci-lik yaptım ve onun hizmetinde bulundum. Onun acayip yönlerinden birisi de eline yeni bir kitap aldığı zaman onu baştan sona okuduğunu hiç görmemiş olmamdır. O sadece kitabın en güç yerleri ve lüzumlu meselelerini gözden geçirirdi. Kitabın yazarının o konuda ne dediği-ne bakardı. Böylece kitabın ve yazarının ilmilik derecesini anlardı.”

İbn-i Sina bir Hamedan seferi sırasında şiddetli bir kolik atağına yakalanır.Güçlükle ayakta durmaktadır.

Hamedan’a vardığında önerilen tedavileri uygulamaz ve kendisini kadere teslim eder. 1037 Haziranında 57 ya-şında ölür,kabri Hamedan’dadır.

İBN-İSİNAVETIP

İbn-i Sina her ne kadar klasik tıp bilgisine sahipse de, bu bilgileri kendi deney ve gözlemlerine dayanarak tartıştığını, zaman zaman yeni görüş ve bilgiler ileri sür-düğünü görürüz. İbn-i Sina’nın tıp çalışmalarını, kaleme aldığı çeşitli eserlerinden öğreniyoruz. En tanınmış iki eseri: Kalp İlaçları Risalesi ve Tıp Kanunu’dur.

Kalp ilaçları resilesi; kalp ilaçları konusunda yazılmış eczacılık ile ilgili bir monografik eserdir. Bu eserinde önce kalp hakkındaki teorileri ve genel olarak ilaçların özellikle-rini ele almış, sonrasında kalp ilaçlarını ele alıp, alfabetik sırayla onların özelliklerini ve hangi kalp rahatsızlığına iyi geldiğini belirtmiştir.

El Kanun Fi’t-Tıbb’ın (Tıp Kanunu) ayrıcalıklı bir yeri vardır. İbn-i Sina’nın Kanunu yaklaşık bir milyon kelime-den oluşur, o güne kadar yazılmış en etkileyici kitaptır. 6 yüzyıla yakın Asya ve Avrupa’daki tıp okullarında okutu-lan hakim kitap olmuştur. İlk defa XIII. yüzyılda Cremonalı Gerard tarafından Latince’ye çevrilmiştir. Her sayfasında hem şaşırılacak ve hayran olunacak, hem de kullanıla-maz diye hüküm verilecek bir şeyler bulunur.

Farmakoloji hakkında engin bir bilgi vardır, ilaçların kokusu, tadı ve renginden onların terapötik etkileri için mantıklı bir sonuç çıkarma çabası da vardır. Semptomlar hakkında çalışmalar içermekte ve ağrıyı bölümlere ayır-maktadır.

Gonore’yi tedavi eder-ken İbn-i Sina çeşitli hay-van derilerinden yapılan kateterleri kullanan ilk ki-şidir ve gümüş şırınga ile intravezikal injeksiyondan bahseder. Diğer taraftan idrar retansiyonundan muzdarip kişinin meatu-suna bir bit yerleştirmeyi önermiştir.

Tıp Kanunu ansiklo-

pedik bir eserdir. Beş kitaptan oluşan bu eserde tıp bili-mi ile ilgili hemen her konuda bilgi bulmak mümkündür. Batıda XVI. yüzyıl sonuna kadar defalarca baskısı yapıl-mıştır. Doğuda XIX. yüzyıla kadar tıp okullarında el kitabı olarak kullanılmıştır.

İbn-i Sina aynı zamanda bir ruh hekimi olarak da şöh-ret yapmıştır. O zamana kadar tedavinin psikolojik yönü, hekimlerden çok din adamları tarafından yürütülmektey-ken İbn-i Sina’ya göre ruh ve beden olarak iki kaynak vardır ve bu ikisinin de kendine göre hastalıkları vardır.

İbn-i Sina; çok çalışması ve tecrübeye önem vermesi bu sayede yeni yeni tedavi şekilleri ortaya koyması saye-sinde uzun asırlar Batı’da ve Doğu’da emsalsiz bir hekim olarak hüküm sürmüştür.

Deniz Demirİçerik Takımı

Kaynakça:Adnan Adıvar, “İbn Sina” Maddesi, İslam Ansiklopedisi, c: 5-11, Kültür

Bakanlığı Yay.Altıntaş H. İbn-i Sina’da Metafizik, İbn-i Sina Metafiziği, T. C. Kültür

Bakanlığı.Vikipedi Özgür ansiklopediSüleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü DergisiYıl:

2012/1, Sayı:15ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ MECMUASI Cilt 55, Sayı 2,

2002Hilmi Ziya Ülken- Türk Tefekkür Tarihi İbn-i Sina maddesi

Page 24: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

45 46

4. Tıp Öğrencileri Sempozyumu - Yılın Enleri Her yıl düzenlenen Tıp Öğrencileri Sempozyumu bu

sene 7-8 Şubat 2015 tarihlerinde Maltepe Üniversite-si Marmara Eğitim Köyü Dr. Reşit Galip Konferans Salonunda gerçekleştirildi. Gerçekleşen oturumlarda dün-yaca ünlü birçok isim ağırlandı. Oturum konuları ve konuş-macıları ise:

•Yale University’den Dr. Kaya BILGUVAR’ın Genom Dizile-me Teknolojileri,•ACU CASE’den Dr. Emin AKSOY’un Tıbbi Simülasyon Teknolojileri, •Liv Hospital’dan Dr. Erdal KARAGÖZ’ün Laboratuvardan Kliniğe Hücre ve Gen,•Bilgi Üniversitesi’nden Dr. Ata AKIN’ın Biyomedikal Mü-hendisliğinin Dünü Bugünü ve Yarını, •ASG’den Dr. Mehmet HACIHANEFİOĞLU’nun Nörotek-nolojiler•Maltepe Üniversitesi’nden Dr. Ranan GÜLHAN AKTAŞ’ın Yapay Organ Çalışmalarında Hücresel Teknolojiler •Maltepe Üniversitesi’nden Dr. Hakan ERDOĞAN’ın Beyin Cerrahisi Teknolojileri ve Minimal İnvaziv Teknikler•Gazi Üniversitesi’nden Dr. Lütfi TUNÇ’un Laparoskopik ve Robotik Cerrahi Teknolojileri, Tunç Tekniği•Boğaziçi Üniversitesi’nden Dr. Rıfat RASLER’in Lazer Tek-nolojileri•Sabancı Üniversitesi’nden Dr. Özge AKBULUT’un Cerrahi Simülasyon Amaçlı Sentetik Doku ve Organ Modellerinin Üretimi•ACU’dan Sinan FINDIK’ın Tıbbi Bilişim Teknolojileri•Marmara Üniversitesi’nden Dr. Can ERZİK’in Teknolojinin Gelişimi ve Tıp Etiği şeklinde idi.

Türk Tıp Öğrencileri Birliği’nin çalışma kolları ve pro-jelerinin stantlarının yer aldığı sempozyumda, katılımcılar stantlardan yararlanırken TurkMSIC Marketten de çeşitli ürünler ve Birlik Kartlarını alabildiler. Türkiye’nin dört bir yanından gelen tıp öğrencilerinin, bilimi merdivenin ilk ba-samağına koyarak yeni proje ve fikirleri ortaya çıkardığı bu sempozyumun teması ise “Tıp ve Teknoloji” idi. İlk gün gerçekleştirilen en’ler ödül gecesinde ise tıp öğrencileri ta-rafından seçilen birçok isme ödül verildi.

Türk Tıp Öğrencilerinin oylarıyla belirlenen “Yılın Enleri”:

•Yaralı, Kahraman Tazeoğlu > “Yılın En İyi Kitabı”•National Geographic > “Yılın En İyi Dergisi”•Kardeş Payı > “Yılın En İyi Dizisi”•Erdil Yaşaroğlu > “Yılın En İyi Karikatüristi”•Onedio.com > “Yılın En Sevilen İnternet Sitesi”•Serdar Yayında, Serdar Gökalp > “Yılın En İyi Radyo Prog-ramı”•Günaydın, İrfan DEĞIRMENCİ > “Yılın En İyi Sabah Haberi Programı”•Fatih Portakal ile FOX Ana Haber > “Yılın En İyi Ana Haber Programı”•CNNTurk.com > “Yılın En İyi Haber Sitesi”•Doktorlarsitesi.net > “Yılın En İyi Sağlık Sitesi”

•Kim Milyoner Olmak İster? > “Yılın En İyi TV Yarışma Prog-ramı”•Güldür Güldür Show, Show TV > “Yılın En İyi TV Eğlence Programı”•Beyaz Show, Beyazıt ÖZTÜRK > “Yılın En İyi Talk Show Programı”•Yeni Ay, Sıla > “Yılın En İyi Müzik Albümü”•Atalay Demirci > “Yılın En Sevilen Komedyeni”•Vedat Milor ile Tadı Damağımda > “Yılın En İyi TV Kültür Sanat Programı”İ•ki Kitap Bir Heves, Sunay AKIN > “Yılın En İyi Tiyatro Oyu-nu”•Çocuklar Gülsün Diye > “Yılın En İyi Sosyal Sorumluluk Projesi”•Best FM > “Yılın En İyi Radyo Kanalı”•Unutursam Fısılda > “Yılın En İyi Filmi”•Farah Zeynep Abdullah > “Yılın En İyi Kadın Oyuncusu”•Ahmet Kural > “Yılın En İyi Erkek Oyuncusu”•Nuri Bilge Ceylan > “Yılın Yönetmeni”•THY > “Yılın En Başarılı Markası”•Anadolujet > “Tarihe Saygı Özel Ödülü” sahibi olarak•“Hoşuna Mı Gidiyor?”, Ece SEÇKİN ve Ozan DOĞULU > “Yılın En Sevilen Şarkısı”•Hadise AÇIKGÖZ > “Yılın En İyi Kadın Sanatçısı”•Mehmet ERDEM > “Yılın En İyi Erkek Sanatçısı”•Ceyhun Yılmaz > “Yılın En İyi Bireysel Sosyal Medya Kul-lanıcısı”İ•BB Beyaz Masa > “Yılın En İyi Kurumsal Sosyal Medya Kullanıcısı”•T.C. Sağlık Bakanlığı > Sosyal medyayı etkin kullanarak topluma fayda sağladığı için “ÖZEL ÖDÜL”•Fazıl Say > “Yılın Müzisyeni”•Hayat Felsefesi > “Yılın Sosyal Medya Fenomeni”•SosyalBen > “Yılın En İyi Farkındalık Çalışması”•Medcezir, Toygar Işıklı > “Yılın En İyi Dizi Müziği”•Ayşe Arman > “Yılın En İyi Köşe Yazarı”•MIT Igem yarışmasında Altın Madalya alan “kanseri önce-den fark eden hücre geliştirme” konulu çalışma > “Yılın En Önemli Bilimsel Çalışması”•Dr. Haluk Uygur > “Yılın Fotoğrafçısı”•Simge SAĞIN > “Yılın En İyi Çıkışı”•Gripin > “Yılın En İyi Müzik Grubu”•TRT Spor > “Yılın En İyi Spor Kanalı”•Yüzyüze, Yalçın Çetin - Ömer Üründül, TRT Spor > “Yılın En İyi Spor Programı”•Sinan Vardar > “Yılın En İyi Spor Adamı”•Erdem ERKUL > “Teknoloji Özel Ödülü”•Hakan TÜMER > Tıp öğrencilerine verdiği destekten ötürü “Özel Ödül” •Yalın > Tıp öğrencilerinin çalışmalarına verdiği destekten ötürü> “Özel Ödül” •Taylan AYAZ > 2014 yılında yaptığı çalışmalar ile tıp öğren-cileri tarafından “Özel Ödül” •2014 yılında tıp öğrencileri tarafından örnek kişiliği ve ça-lışmaları ile tıp öğrencilerine rol model olduğu için “Özel Ödül” alan isimler ise > Prof. Dr. Gazi YAŞARGİL, Prof. Dr. İskender SAYEK, Prof. Dr. Murat AKSOY, Prof. Dr. Mehmet MUTAF, Prof. Dr. Dilek ÖZCENGİZ.

4. Tıp Öğrencileri Sempozyumu - Röportajlar

(Prof.Dr.GaziYAŞARGİL)

“Beynin Piri Reis’i”, “Hocaların Hocası”, “Yüzyılın Cer-rahı” Prof.Dr.GaziYAŞARGİL’i anlatmaya yetmeyen ünvanlardan birkaçı sadece. Örnek kişiliği ve çalışmaları ile tıp öğrencilerine rol model olduğu için “Özel Ödül”e layık görünen hocamızı birçoğumuz aslında tanıyoruz. Kısaca başarılarından bahsedecek olursak: Mikro cer-rahinin Nöroşirürji alanında kullanılabilirliğini keşfetti ve bu alanda en büyük gelişmelere imzasını attı. Epilepsi ve beyin tümörlerinin tedavisindeki bulduğu yeni yöntemler dışında anevrizma’ya karşı ilk müdahale tekniğini geliş-tiren ilk isim olarak tıp tarihine geçti. Sayısız ödüle sahip hümanist hocamız 70 yıl yurt dışında yaşadıktan sonra 2 yıl önce Türkiye’ye döndü, biz de iyi ki dönmüş diyerek söyleşimize başlıyoruz…

Normal bir gününüzü nasıl geçiyorsunuz?

HAYATIM BOYUNCA HİÇBİR EĞLENCEYE KATIL-MADIM!

İnanın bana 70 senedir her sabah 6 da kalkarım. Geceleri 11-12 en geç 1 de yatarım. Bazı geceleri de hiç uyumam. Hiçbir eğlenceye katılmadım. Hiçbir cemi-yet hayatına katılmadım. Fazla bir spor da yapamadım. Hep meslekte devam ettim, akşamları da oturur, oku-rum.

Şuan bilhassa 70 senedir hastanedeyim, hayatımız üniversite hastanelerinde geçti. Sabahtan akşama ka-dar hastanede yoğun çalışmak lazım, genç arkadaşımız Prof. Atalay Bey de aynı durumda.

Yeni çalışmalarınız var mı? Hala ameliyat yapıyor musunuz?

Artık ameliyat yapmıyorum, kitap yazmakla meşgu-lüm.

Yapılan araştırmalarla Beyin ve Sinir Cerrahisi hakkında ne kadar bilgiye sahibiz?

Tümör, damar yumakları, anevrizmalarının teşhisinde büyük ilerlemeler oldu. Eskiden zordu. Şimdi bilgisayara koyuyorsunuz yahut MR’a sokuyorsunuz tertemiz görü-yoruz. Teşhiste çok ilerledik. Alet edevatlar çok ilerledi. Ameliyatlarda büyük gelişmeler var. Hastalıklar beynin belli yerlerinde oluyor. Tümörlerin belli yerini, damarını bilirsek toptan alabiliyoruz ama onun için mikrocerrahi, beynin yapısını öğrenmek gerekiyor. Ama henüz her şe-yin başlangıcındayız. Beyin diğer organlar gibi değil çok karışık. Her tarafı bambaşka, tek doku, yapı değil, mu-azzam bir şey.

Peki sizce Türkiyede’ki teknik imkanlar diğer ül-kelere göre nasıl?

Her yer de aynı gibi, diğer memleketlerle karşılaştırdı-ğımızda bir fark yok.

Bir rol model ve örnek kişilik olarak biz genç he-kim adaylarına ne önerirsiniz?

Disiplinli çalışın. Focus olacaksınız (odaklanacaksınız) bir şeye, disiplinli çalışacaksınız. Düşünün, sizin içinizde dilerim tanrının sesi var bunu ne felsefeci, ne dinci, izah edebiliyor. Bilim de izah edemiyor, o ses, o göz sizi din-liyor gözlüyor. Unutmayın!

------------

(Erdil Yaşaroğlu)

Karikatürün Konusu Her Şey…

Bir sempozyum daha, 2 yıldır “en iyi karikatürist” kategorisinde ödülü alan Erdil Yaşaroğlu ile birlikteyiz. Türk Tıp Öğrencileri Birliği olarak bizi kırmayıp 2 yıldır yı-lın enleri ödül törenine geliyor. Esprileriyle bizi güldüren çok içten ve Türk karikatürünün en önemli isimlerinden biri kendisi. Şimdiye kadar 50’ye yakın birçok televizyon programında görev aldı, Komikaze ve Penguenin kuru-cularından. 2012 yılında dünyanın en büyük karikatürü-nü çizerek Guinness rekorunu kırdı. Sözü daha uzatma-dan gerçekleştirdiğimiz mizah tadındaki röportajımıza iyi okumalar…

Karikatürist olmaya nasıl karar verdiniz? Küçük yaşlarda da çizimler yapar mıydınız?

Her şey İzmir’de başladı. Resim çiziyordum ama karikatür nedir bilmiyordum, hiçbir fikrim yoktu. 8-9 yaşlarında ailemle birlikte İzmir’e gittim. Kuzenim Varol karikatür çiziyordu ama ben sadece resim çiziyordum. Sonra “Ne çiziyorsun?” diye sorunca karikatür dedi. Ba-kınca benim çizdiğim gibi şeylerdi ama daha komiklerdi. Komik suratlar yapıyor, balonlarla konuşturuyordu. Oku-yunca gülüyordun. “Çok komik bu” dedim, “ evet çok komik” dedi. “Bunu yapınca insanlar seni seviyor mu? “ diye sordum. “ Çok seviyorlar” dedi. “Tamam, ben de bunu yapacağım bundan sonra” dedim ve öyle başla-dım.

Page 25: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

47 48

Çalışmalarınızda size ilham veren şeyler ne-ler?

Her şey… Karikatürün konusu her şey çünkü. Uzay, mekan, dünyada var olan olmayan uzaydaki evrendeki her şey.

Çalışmalarınızı yaparken önünüze resim mi, yok-sa yazılar mı ilk geliyor? Yoksa her ikisi de mi?

Önce fikri buluyorsun. Örneğin penguenle ilgili bir şey çizeceğim diyorsun sonra onu çeşitliyorsun, her boyuta götürüyorsun pengueni. Karikatür olduğu için milattan önceye de götürebilirsin, uzaya da taşıyabilirsin, astro-not kıyafeti de içinde de çizebilirsin veya bir tane kangu-runun kesesinde de çizebilirsin, çöle de götürüp bedevi kıyafetleri de giydirebilirsin, her şey olabiliyor. Çeşitleme-ye başlıyorsun, komik anları durumları yakalamaya çalı-şıyorsun. 4 boyutlu düşünmen gerekiyor. Zaman mekan her şeyi karıştırarak her türlü olasılık bir araya geldiğin de ne elde edebilirsin diye çalışarak başlıyorsun.

Sizin de beğendiğiniz 3 karikatürist desek kimleri söylersiniz?

3 mü! çok var… Onları şimdi ben söy-leyemem, çünkü ay-rım gayrım olur. Ayrım gayrım ne demek sor-ma, uydurdum (gülü-yoruz)

Sosyal medya da inançlardan mizah olmaz çok tartışıldı. Böyle bir şey söyle-mediğinizi biliyoruz peki sizce neden bu kadar bu olay tartı-şıldı? Neden bu ka-dar çarpıtıldı?

YANLIŞ ANLAŞILMAYA KURBAN GİTTİM!

Çünkü bir şekilde seni sevenler kadar sevmeyenler de var herhalde, yanlış anlamak isteyenler var veya yan-lış anlayanlar var. İlk çıkışı şöyle bir şeydi. Canlı yayında kanaldaki editörün benim konuştuğum şeyi yanlış algı-lamasıyla böyle bir alt başlık yazmış, caps koymuş ya-yında. Buda canlı yayın olduğu için biz görmüyoruz tabi ben de fark etmedim. İzlemedim de sonra programı. Charlie Hebdo olayında ekran görüntüsü alıp yayınladık-ları zaman böyle bir şey mi olmuş oldum ama öyle bir şey söylememiştim. Üstelik eski yayınlanmış bir röpor-tajdı. Başka bir konuydu başka bir konu konuşuluyordu. O kadar ama düzelttim sonuçta.

Peki sizin bu yaşadığınızdan sonda diğer kari-katüristlerin özellikle siyasi mizahı daha az kullana-caklarını düşünüyor musunuz?

Hayır öyle bir şey olmaz. Biz bunları o kadar çok ya-şıyoruz ki sorun değil.

Geçen sene de size ödül vermiştik, sağ olun hep geliyorsunuz. Bu ödüller size ne ifade ediyorlar? Bir sanatçının motivasyonunu arttıran şeyler mi?

BİZİM YAPTIĞIMIZ MESLEK SAHNE İNSANLARINA BENZEMİYOR

Arttırmaz mı, tabi ki arttırıyor! Özellikle bizim yaptı-ğımız meslek diğer sanatçılara çok benzemiyor. Bizi bu şekilde alkışlayan çok insan yok. Evinde ya da dergide karikatür çiziyorsun yayınlanıyor, gidiyor. Sonra ne olu-yor hiçbir haberin yok. En fazla şimdi yeni yeni sosyal medya çıktı. Böyle etki tepki görebiliyorsun. Bizi böyle seviyorlar galiba dediğimiz, gaza geldiğimiz, mutlu ol-duğumuz, sevindiğimiz yerler buraları: söyleşiler, imza günleri. O yüzden çok değerli tabi ki.

-------

(Sosyal Ben)

İlla tek bir şemsiye altında toplanmak için yağmuru beklemeye gerek yok!

Daha önceden bilmeyenler için kısaca kendinizi ve projenizi anlatabilir misiniz?

Ece ÇİFTÇİ, Bahçeşehir Üniversitesi Sosyoloji me-zunuyum. 14 yaşımdan beri sosyal sorumluluk projesi yapıyorum. SosyalBen de 14 yaşında başlattığım ufa-cık bir projeydi. Şimdi 4 yıldır dernek. 1 kişi başladığımız projede şu an 220 gönüllü aktif olarak çalışıyoruz. Sa-dece İstanbul’da değil 5 bölgede Edirne’de, Trabzon’da, İzmir’de Karabük’te, Diyarbakır’da temsilciliklerimiz var. Aslında amacımız ilköğretim çağındaki öğrencilerin sos-yal becerilerini geliştirmek ve keşfetmelerini sağlamak. Yani mesela çocuk müzik yapabildiğini keşfederse, far-kına varırsa konservatuara da gidebileceğini göstermek. Yani tek sistemli bir yol değil de bu yolun çeşitlenme-sinin kendisini keşfetmesi ile başlayacağını göstermek istiyoruz ve aslında bu sürecin adına SosyalBen diyoruz. Gittiğimiz şehirlerde 1 hafta boyunca 36 saat boyunca gönüllü üniversite öğrencileri eğitim veriyor. 10 farklı atöl-ye çalışması oluyor.1 haftanın sonunda bir gösteri yapı-yoruz. Çocuğun kendini keşfetme süreci olan 1 hafta-dan sonrada takip ve destek süreci başlıyor. Türkiye’de 26 şehirde çalıştık aynı zamanda Makedonya, Gambiya Kamboçya’da da uluslararası saha çalışmaları yapıyo-ruz. Çocuk her yerde çocuktur. Elimizden geldiğince her yere yetişmeye çalışıyoruz. “Dünya’nın her yerindeki ço-cuklar” diye sloganımız var zaten.

Çoğu sosyal farkındalık çalışmalarındaki gibi siz-de sponsor yardımıyla çalışıyorsunuz. Peki bu ko-nuda zorlandığınız oluyor mu?

Ben şunu kabul etmiyorum “Para bulamadık pro-je yapmadık. “ Evet biz de zorlanıyoruz, hadi gelin size sponsor olalım diyen hiç kimse yok. Biz kendi ürünle-rimizi yaptık. İşte şemsiyemiz var kendi defterimiz var. Bunları satıyoruz, hatta her sattığımız kişi ile resim çek-tiriyoruz. Ünlüler de var, başarılı iş adamları da var, iş kadınları da, gönüllülerimiz de var. Aslında burada gös-termek istediğimiz mesaj şu: “İlla tek bir şemsiye altında toplanmak için yağmuru beklemeye gerek yok! “.

Afrika’danVan’a,Giresun’danMakedonya’yaka-dar bir sürü yerde çalışmalar yapmışsınız. Bu tür farklı yerlerde çalışmalarınızı nasıl yapıyorsunuz?

Nasıl bir alt yapıya sahipsiniz? Bu yerlerle bağlantı-larınızı nasıl kuruyorsunuz?

Tabi ki sahaya gitmeden önce bir Ar-Ge çalışma-sı oluyor. Yani Giresun’a gidiyorsak hangi bölgenin bu sürece ihtiyacı var. Bu noktada İl, İlçe Milli Eğitim Ba-kanlığı’yla aynı zaman da belediyelerle çalışıyoruz. Gi-deceğimiz yerin önce bir listesini istiyoruz veya orda temsilciliğimiz varsa o bize bu süreçte yardımcı oluyor. Zaten artık okullardan da mail geldiği için ona göre bir değerlendirme sistemimiz oluyor.

Bildiğim kadarıyla şuan bir SosyalBen Junior diye bir projeniz varmış, bundan bahsedebilir misi-niz?

SosyalBen Junior’da aslında küçüklere şunu göster-meye, aşılamaya çalışıyoruz. Sosyal sorumluluk dedim ya ömür boyu yapılması gereken bir sorumluluk. Küçük çocuklara diyoruz ki “Sosyal sorumluluk nedir?”, “Ne yapmak istersiniz? “ daha sonra onları doğrudan saha-ya bırakıyoruz yani siz kendi projeniz olsa çevrede neyi görüyorsunuz? Sizce soruna yol açan ne? Kendi proje-lerini üretiyorlar. En büyük amacımız Junior’la başlayan birinin, dernekte üniversite yaşamında gönüllü olarak devam etmesi.

Akran eğitmen eğitimi de veriyorsunuz. Bu eği-timlerde önem verdiğiniz noktalar var mı? Özellikle eğitmenlerin kalitesinde veya gönüllülerde nelere dikkat ediyorsunuz?

2 tür akran eğitimimiz var. Bir tanesi liselere verdi-ğimiz. Liselere gittiğimiz zaman şunu soruyoruz “Sen ne yapıyorsun? “ ya da “Bu süreç için neden bir şey yapmıyorsun? “, “Senin aklındaki sosyal sorumluluk ne? “, “Senin aklındaki topluma yardım etme süreci ne? “2. adımı üniversitelerde oluyor. Konuşmacı olarak gidiyo-ruz. En son Adnan Menderes ve İstanbul Üniversitesi’n-deydik. Orada konuştuğumuz şey şu: Üniversiteye git de yaparsın, üniversiteye git de halledersin. Üniversiteye geldik 1. sınıftayız ama bizden en sosyal kişi olmamız bekleniyor. Hem ders çalışırken hem bir elimizle resim yapmamız hem ayağımızla keman çalmamız bekleniyor. Ama bize böyle öğretmediniz bir dk! Biz şimdi alt dö-neme bunu nasıl öğretebiliriz onu konuşuyoruz. Ya da kaçıncı sınıfsınız, hala geç değil. Hadi şimdiden başla-yın. SosyalBen’in amacı bu, kan görünce bayılan doktor halen gündemdedir dimi Türkiye’nin bir gerçeğidir. İşte böyle olmasın, kanı görünce bayılıyorsa lütfen doktor ol-masın belki müzisyen olacaktır.

Sizce hedeflerinize tam anlamıyla ulaşabildiniz mi?Yoksaönünüzdehalaçokyolvarmı?Veyabun-dan sonra ne gibi hedefleriniz var?

Bunun daha çok başındayız. Ben 14 yaşımdan beri, 7 yıldır bu işi yapıyorum ama 7 yıl yetmez. Çünkü devamlı değişen gelenek görenekler, töreler olmasına karşın ço-cuklarda sürekli değişiyor, dönemde sürekli değişiyor. 70 yaşımda da olsam şunu diyeceğimi sanmıyorum: “Evet hedeflerimize ulaştım! Beklediğimiz noktadayız.” Hedeflerimizde kesinlikle bu algının oturması lazım. Bunlardan bir tanesi sosyal becerilerin, resim yapma-nın, keman çalmanın, top oynamanın boş iş olmadığı. Önümüzde çok büyük bir süreç var. Bu noktada şu an-daki en büyük hedefimiz mart ayında mülteci öğrenciler ile birlikte Gaziantep’te çalışacağız. Ondan sonraki en büyük hedefimiz Türkiye’nin yanında Orta Doğu’da ça-lışmak.

Türk Tıp Öğrencileri Birliği olarak bizim de yaptı-ğımız bazı çalışmalar oluyor. İleride ortak çalışmalar veya projeler gerçekleşebilir mi?

Kesinlikle gerçekleşmeli zaten, çünkü bizim tıpçılara çok ihtiyacımız var. Yani ilk defa çikolata yiyen bir çocuk karşınızda alerji olduğu zaman ona ne yapacağınızı bil-miyorsunuz. Kızamık, su çiçeği olmuş çocuğu eve gön-dermek dışında biz bir şey yapamıyoruz. Bu noktada biz defalarca söyledik hala söylüyoruz. Lütfen bizimle gelin. En azından dış fırçalamayı öğretelim. İlk defa diş macunu ile tanışan bir çocuk şeker ile aynı tadı alıyor. Gelin bunun doğrusunu gösterelim, çocuk gülümsediği zaman içine sinerek gülümsesin. Çok istiyoruz, umarım olur. Tıpçıların programları çok yoğun ama en azından yaz sahalarına gelseler bizim için yeter.

Kaan Durmuş

İçerik Takımı

Page 26: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

49 50

March Meeting 2015 - Turkey

IFMSA üyesi ülkeler için bir genel kurul toplantısına ev sahibi olabilmek adeta bir rüya gibidir. Onlarca ülkeden yüzlerce kişiyi ağırlamak hiç kolay olmamakla birlikte, ev sahibi ülkenin de prestijini arttırır.

Türkiye’de daha önce 2005 yılında Antalya’da düzenle-nen genel kurul toplantısını yeniden burada gerçekleştirme hayalleri son yıllarda gündeme geliyordu ve 1.5 yıl önce bu hayali gerçeğe dönüştürmek için ilk adım atıldı. 1 yıl önce-sinde de Tunus’un ev sahibi olduğu genel kurulda adaylığı-mızı sunduk ve ev sahibi olmaya hak kazandık. Nihayetinde “Uluslararası Tıp Öğrenci Birlikleri Federasyonu (IFMSA) 64. Mart Genel Kurulu Toplantısı” yani diğer bir ismiyle “MM 2015 Turkey”, 2-8 Mart tarihleri arasında Antalya’da ger-çekleştirildi.

Tunus’ta adaylık sürecini bitirmiştik ve artık kolları sıva-manın vakti gelmişti. Önümüzde koskoca “1” yıl vardı, fakat 1 yıl 1000 kişilik uluslararası bir organizasyonun hazırlana-bilmesi için ucu ucuna yetecekti.

Maceramız 5 kişilik bir merkezi komitenin çalışmasıyla başladı. Bu ekip ev sahipliğini aldıktan sonra 8 kişi daha alarak 13 kişi oldu. Bu sayede “Central OC” diye tabir edi-len “Çekirdek Organizasyon Komitesi” oluştu. Çekirdek ekip her pazartesi akşamı saatler süren toplantılar yaptı. Bu toplantılarda organizasyonumuz için gerekli olan ve yapıl-ması gereken şeyler planlandı, her kişi bir konu üzerine yo-ğunlaştı. Böylece kayıt, kaynak bulma, konaklama, ulaşım, promosyon vb. ekiplerin liderleri olmuş olduk. Ekip lider-leri olarak her birimizin bir görev tanımı ve çalışma takvimi vardı. Görevlerimiz ve çalışma takvimlerimiz doğrultusunda herkes 1 yıl boyunca elinden geleni yaptı.

Her toplantımızda yeni fikirler ortaya atılıyor, yapmak istediğimiz şeyler artıyordu. Fakat bir sonraki toplantıda olması mümkün görünmeyen isteklerimizi eleme yoluna gidiyorduk. Bizimle çalışacak organizasyon firması ve top-lantının yapılacağı otel de kesinleştikten sonra artık daha realistik olmak zorundaydık. Bu sebeple geçtiğimiz eylül ayında otelimize bir ziyarette bulunduk. Bu ziyarette odaları, salonları ve otelin teknik imkanlarını görme imkanı bulduk. Aynı anda gerçekleşecek 8 ayrılmış oturum, genel oturum, açılış ve kapanış töreni, tema oturumları ve bölge oturum-ları için hangi salonların uygun olduğu ne düzende olacağı, misafirlerimizin otelin hangi bölümlerinde kalacağı, kayıtların nerede alınacağı, yönlendirmelerin nasıl yapılacağı ve daha sayısız konuyu ilk defa yüz yüze görüşme fırsatımız oldu.

Gün geçtikçe işler çoğalıyor, gidilecek yerler artıyor ve çevirimiçi toplantılarımız uzuyordu. Biz de bu süreç boyun-ca 2 kere ekiplerimizi genişletme yoluna gittik. Genişleyen ekiplerimizdekiler de bizler gibi Türkiye’nin dört bir yanında-ki tıp fakültelerindeki arkadaşlarımızdan oluşuyordu. Ekip-lerimizin motivasyonunu yüksek tutmak ve koordinasyonu-nu sağlamak zorundaydık. Her toplu organizasyon öncesi olduğu gibi bizim de yaşayacağımız aksaklıklar, gerginlikler ve moral bozuklukları olacaktı. Öncelikle kendimize bunu kabul ettirdik ve bu sayede zorlukların üstesinden gelebil-dik.

Türk Tıp Öğrencileri Birliği olarak hem yönetim kuru-lumuz hem de organizasyon komitesi üyeleri bu toplantı-ya odaklanmış, büyük emek ve vakit harcamıştır. Sponsor

arayışları, maliyet hesapları, kayıt işlemleri, ulaşım için araç temin edilmesi, konuk davetleri, misafirlerin odalarının be-lirlenmesi, promosyon materyallerinin üretimi ve tanıtımları-mızın yapılması gibi pek çok alanda çalışarak en sonunda 26 şubat gününe geldik.

Emeklerimizin karşılığını nihayet alma zamanımız gelip çatmıştı. Uykusuz geceler, yüzlerce kilometre yol ve binler-ce dakika süren telefon konuşmalarının sonunda 26 Şubat günü “Pre-GA” denilen genel kurul toplantısı öncesi çalış-tayları ile organizasyonumuz başladı.

İstanbul’da gerçekleşen ve 2 Mart günü son bulan ge-nel kurul öncesi çalıştayları sonrasında, Pre-GA’den de gelen 200 ve ülkelerinden gelen diğer 750’den fazla katı-lımcımızı Antalya’da çok sistemli bir şekilde karşıladık ve odalarına yerleştirdik. Tüm bu yorucu işler tam gün devam etti ve açılış seremonisine sıra gelmişti.

Açılışta hazırlığı için haftalarca çalışılmış olan organizas-yon komitesi üyeleri dans gösterisi ve senfoni orkestrası ile müzik dinletisi vardı. Bu güzel açılış ile bu toplantının gidişatı artık belli olmuştu. “This Must Be It!” sloganıyla yola çıkmış, “Here I Am!” sloganıyla toplantımızı düzenlemiştik ve geriye insanların “This Was It!” diyebilmelerini sağlamak kalmıştı.

Çok güzel geçen kayıtlar ve açılış ardından oturumlar başlamış, kargolar gelip gidiyor, malzemeler tükeniyor yer-lerine yenileri alınıyor ve basım işlerinin sonu gelmiyordu. Kapanış gününe kadar bir orada bir burada olan organi-zasyon komitesi üyeleri, geceleri de sosyal program eki-binin planladığı eğlencelerle misafirlerimize katılıp stres atı-

yorlardı. Sosyal program ekibi gündüzleri de unutmayarak “IFMSA Olympics” adı altında çeşitli yarışmalar ve oyunlar düzenlemenin yanı sıra, Türkiye’yi anlatan geleneksel el sa-natları ustalarının da stantlar kurmasını sağlayarak kültürü-müzü misafirlerimize tanıtmamıza yardımcı oldular.

Çalışma kolları oturumları, bölge oturumları ve genel oturumlar haricinde bir önemli oturum da “Tema Oturum-ları”ydı. “İnsancıl Eylem” teması çerçevesinde çağırılan yerli ve yabancı alanlarında önemli konumlarda bulunan konuş-macılarımız vardı. Önemli insanlık suçlarının yaşandığı bu son zamanlarda böylesine bir tema ile en kalabalık tema oturumlarını gerçekleştirmenin gururunu yaşadık.

8 Mart akşamı geldiğinde artık kapanış zamanı gelmişti. Kapanış seremonisi Dünya Kadınlar Günü hakkındaki bir konuşma, folklor ekibi ve perküsyon ekibi gösterileriyle son buldu. IFMSA tarihinin en çok katılımlı ve en güzel genel kurul toplantısını gerçekleştirmiş olmanın sevincine, 2 tane Türk Tıp Öğrencileri Birliği üyesinin de IFMSA Yönetim Ku-rulu üyeliklerine seçilmesi de eklenince tüm yorgunlukları-mıza değdiğini anladık.

Böylesine büyük ve prestijli bir toplantıyı gerçekleştire-bilmiş olan Türk Tıp Öğrencileri Birliği üyelerine tüm emek-leri için teşekkürü bir borç biliyor, yeni dönem IFMSA Yöne-tim Kurulu’nda görev yapacak arkadaşlarımıza da başarılar diliyoruz.

Barçın Barı

İçerik Takımı

Page 27: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

51 52

Türk TIp Öğrencileri Birliği - Hikaye Yarışması TurkMSIC Dergi tarafından düzenlenen serbest konulu

hikaye yarışmamız 20 Mart gecesine dek tam 34 hikaye başvurusu aldı. Türkiye’nin çok farklı illerinden eserlerini ya-rışmaya yollayan tüm tıp fakültesi öğrencilerini tebrik ederiz. Gelen 34 hikaye 6 gün süresince jüri üyelerimiz tarafından değerlendirilmiş ve 26 Mart Perşembe günü Jüri üyeleri Ay-şegül Tunca, Ömer Faruk Gürses ve Sevil Orhan; yaptıkları son toplantı ile birinciliği hak eden hikayeyi ortak kararları ile belirlemişlerdir. Yarışmaya “Kan Gölü Balesi” isimli hikaye ile katılan, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem 2 öğrencisi sayın Mehmet Ali ŞAHİN birinciliğe layık görülmüştür.

Kan Gölü Balesi

Gözlerimin içi…nasıl da karanlığa açılıyor sessiz-ce. Bir adım daha atıyorum aynaya doğru. Yüzümdeki çizgiler, alnımdaki vadiyi andıran yarılmalar, beyazla henüz tanışmış saçlarım…Bunlar değil de gözlerim ürkütüyordu beni daha çok. Yaşadıklarımın yegane şahidi olduğundandır diye düşündüm. Asansörün olabildiğince çirkin zil sesiyle benliğime geri döndüm. Otelden çıkmadan önce paltomun düğmelerini sıkıca ilikleyip atkımın nazikçe boynuma sarılmasına izin ver-dim.

Berlin’de kışlar insanın zihnini dahi uyuşturacak cinstendir. Gençliğin verdiği muazzam enerjiyle bu lanet soğuğa aldırmadan yürüyen, incecik giyinmiş sevgililere biraz gülümseyerek biraz da imrenerek ba-kıyordum. Benim gibi kırklı yaşlarının sonlarına gelmiş insanları incelediğimde çoğunun yaşlarıyla ilgili derin bir korkuya sahip olduklarını gördüm. Bana sorarsanız yaşlanmaktan korkmak yaşamanın kendisinden kork-makla aynı şeydir. Sonuçta hepimiz, çığlıklar içerisin-de ilk nefeslerimizi aldığımız andan itibaren yani yaşa-maya başlar başlamaz aynı zamanda yaşlanmaya da başlamıyor muyduk. Önümdeki genç aşıklar sokağa kahkaha yankılarını bırakıp sokağın köşesindeki bara girdi. Her geçen saniyede gözlüğümün camında ka-rınca gibi çoğalan su damlaları, kar yağışının hızlandı-ğının habercisi gibiydi; usulca adımlarımı hızlandırdım. Senfoni binasına girdiğimde konserin başlamasına beş dakika kalmıştı. Koltuğuma geçerken; bir senfoni konserine göre oldukça şık giyinmiş, orta yaşlı, sarı-şın bir kadının ayağına basmıştım. O kadar mahcup olmuştum ki eminim o an fotoğrafım çekilse gelincik çiçekleri kırmızılığıma gıpta ederdi. Almanca özür dile-meme rağmen tek elini açarak iki yana sallayıp yüzüne hafif bir gülümseme koydu ve ‘’sorun değil’’ anlamına gelen bir hareket yaptı. İçimden yabancı biriydi her-halde diye söylenerek koltuğuma iyice yerleşmiştim.

Bu konserlere gelmeyi öyle alışkanlık haline getirmiş-tim ki bazen programlarına bile bakmadan kendimi burada buluyordum. Salona kış aylarında gecenin birden çökmesine benzer şekilde aniden bir karanlık çökmüştü. Orkestra, salonun her köşesinden yankıla-nan alkışların eşliğinde yerini alıyordu. Başkemancının orkestranın akordu için ‘’la’’ sesini verirken arşeyi nasıl tuttuğunu inceliyordum. Ne çok sıkı tutuyordu ne de çok gevşek çünkü sıkı tutsa seslerin estetiği bozula-cak gevşek tutsa ses cansız bir hal alacaktı. Hayat da böyleydi galiba ne fazla sıkı tutmak gerekiyordu ne de çok gevşek bırakmak.

Başkemandaki kadının makyajının altına saklanmış bulutlu havayı sezebiliyordum. Sessizce, bir sır gibi içinde tuttuğu gerginlik bütün yüz hatlarına yansıyor gibiydi. Maestro bütün endamıyla salona giriyor, ha-fifçe eğilerek olağanca yapmacık bir gülümsemeyle seyircileri selamlıyordu. Şef, yüzüne kondurduğu suni gülümsemeyi yavaşça bırakıp yüzünü orkestraya dön-dü. Elini hafifçe yukarı kaldırmasıyla içimdeki heyecan daha da arttı; bugün kimin zihnindeki sesleri tarihten çekip bu salonda yankılatacaklardı acaba. Bach, Mo-zart, Beethoven, Wagner, Haydn belki Brahams,Man-delsshon,Handel…Müziğin başlamasıyla dünyanın bütün ağırlığıyla içime çöktüğünü hissedebiliyordum. Bir an koltuktan kalkıp koşarak salondan kaçasım geldi, ancak böyle saygın bir orkestranın ön sırala-rından kalkıp salondan kaçmak büyük bir saygısızlık olacaktı. Direnmeyi bırakıp müziği dinliyor, düşünce-lerimin zihnimi paramparça etmesine izin veriyordum. Göz yaşlarımı diğer insanların görmemesi için elimi hafifçe eğerek alnım ve yanaklarımın etrafında tutu-yordum. Bu lanet güzel ve acı verici müzik: Tchaikov-sky’den Kuğu Gölü Bale Suiti. Nasıl da diğer insanlara bu derece huzur verirken bana cehennemin seslerini dinliyormuşum hissini veriyordu. Bir anda beni daha fazla yaralayan beklenmedik bir şey oldu. Başkeman-cı arşesini elinden kaydırıp yere düşürdü, arşeyi almak isterken önündeki nota sehpasını da devirdi. Orkest-ra derin bir sessizliğe bürünmüştü .Şef ve diğer or-kestra üyeleri ağır bir şaşkınlık içerisinde yere öylece serpilmiş olan kadına bakıyordu. İşte o an, o birkaç saniyedeki bakışlar… ’’Ne yaptın sen ?’’ anlamındaki bakışlar, ‘’zavallı’’ anlamındaki bakışlar, ‘’şimdi ne ola-cak ? ‘’ anlamındaki bakışlar, ‘’ bunu nasıl yapabildin ‘’ anlamındaki bakışlar ve daha nice manalı bakışlar…Bu bakışları ne kadar iyi tanıdığımı fark edince kendi-mi bir an başkemancının yerinde hissetmiştim. İşte, geçmişimin bütün acıları bu birkaç saniyede gözleri-min önünde bana yeniden yaşatılıyordu. Hıçkırıklarımı tutamayıp bir çocuk gibi ağlıyordum. Dingin bir göl olmuş gözlerimden, damlaların tıpkı bir kuğu gibi sü-

zülmesine izin veriyordum. Damlalar sessizce tam da benim hikayemin başladığı yere doğru süzülüyordu.

Ellerim…

Annemin kış günlerinde beni okula bırakırken bir an-lığına ellerimi ellerinin arasına alıp şefkatle ısıtışı aklıma geliyor. Annemin ellerinin benimkilere olan muntazam benzerliği beni büyülüyordu. İnce, uzun ve olabildiğin-ce estetik duran; beyaz, hünerli parmaklar…Babam, anneme benzediğim için çok şanslı olduğumu, ileride yakışıklı bir erkek olup kızları peşimden koşturacağımı söyler hatta bazen bana‘’ erkek güzeli’’ dediği olurdu. Aslında çocukluğum çok sallantılı geçti. Babam ateşe olduğu için o ülkeden diğer ülkeye atlarken sürekli kül-tür şokları, dil şokları geçirdiğimden pek de özenilecek yanı olmayan bir çocukluk geçirdim. Babamı aylarca görmediğim oluyordu. Annem arkeolog olduğundan farklı ülkelerde çeşitli kazılara katılıyor, çoğu zaman beni de yanında götürüyordu. Toprak yorganını üze-rine çekmiş olan tarihi, tatlı uykusundan uyandıran bu esrarengiz insanları seyrettikçe en az onlar kadar heyecanlanıyordum. Ufak bir sikke bile bulduklarında bağrışarak heyecan içinde birbirlerine koştuklarını ha-tırlıyorum. Bazen bir kenarda oturur, kullandıkları alet-leri inceler, elime alır ve ne işe yaradıklarını kestirmeye çalışırdım.

Çocukluğumun büyük bir kısmı Hamburg’da geç-ti. Okula başladığım dönemden liseyi bitirene kadar Almanya’da bulundum. Annemin büyük destekleriyle piyano ve el becerisi geliştirme kurslarına gittim. Elle-rimi o kadar çok koruyordum ki neredeyse ilkbahara kadar deriden eldivenlerle geziyor, yanımda çeşit çeşit el kremleri taşıyordum. Okuldaki erkekler elime krem sürdüğümü görünce alay eder bazense muzır kahka-halarını savururlardı yüzüme.

Babamın eve çok yorgun gelmesine alışıktım, an-cak bir akşam her zamankinden daha bitkin ve daha sinirli halleriyle evin içinde oradan oraya bir poyraz gibi esmişti. Annemle uzun uzun tartışmalarını ha-tırlıyorum. Onları kükrercesine yüksek seslerle tartı-şırken gördüğüm çok nadirdi. Babam, iş dolayısıyla Türkiye’ye kesin dönüş yapmasının istendiği bir posta almıştı. Annem benim eğitimime Almanya’da devam etmemi istiyor, babam ise Türkiye’de de kaliteli eği-tim veren kurumların olduğu konusunda annemi ikna etmeye çalışıyordu. Liseyi bitirdiğim yılın yazında İs-tanbul’a taşındık. İşin tuhaf kısmı köklerimin uzandı-ğı bu esrarlı ülkeye o kadar uzaktım ki doğru dürüst Türkçe bile konuşamıyordum. Yazın geri kalan kısmını Türkiye’yi keşfetmeye, anlamaya çalışarak ve Türkçe romanlar okuyarak geçirdim. Kendimi ne zaman tıp

fakültesinde buldum bilmiyorum. Aile sohbetleri yapı-lırken İstanbul’da hangi tıp fakültesinin daha iyi eğitim verdiğinin konuşulduğunu duyuyordum. Doktorluğa, özellikle de cerrahlığa sıcak baktığım söylenebilirdi; cerrahların sahip olduğu mükemmel refleksler, el be-cerileri ve soğukkanlılıkları beni her zaman büyülemiş-ti. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi tarafından kabul edildiği-mi duyunca annem sevinç göz yaşlarını sakınmamıştı, babam gözleri buğulanmış bir şekilde sağlamca sarı-lıp ‘’yolun açık olsun oğlum’’ diyordu, gür sesiyle.

Tıp fakültesine girdiğimde diğer insanlardan çok daha fazla zorlanıyordum. Zayıf Türkçe bilgim ve Al-manya-Türkiye arasındaki eğitim farklılığı beni uzun bir süre geride bırakacaktı. Bunu da yenecektim, tıb-bı sevecektim; hele bu kadar farklılığı bu kadar güzel harmanlayan Türkiye’yi, yönetenlerine ve politik çirkin-liklerine aldırmadan içten sevecektim. İnsan bir şeyini kaybettiğinde akıllara gelmeyecek yerlere bile bakınır ancak aradığı şeyi cebinde buluverir, işte aynı bu şe-kilde kendimi bulmuştum bu ülkede.

Tıp fakültesinde yıllar beklediğimden çok daha hızlı geçiyordu. Çok güzel dostluklar kurdum diyebilirim; üniversite boyunca çokça sevgilim de oldu, ancak ‘’aşk’’ denilen şeyi yaşayıp yaşamadığımı bilemiyorum çünkü ne olduğunu bilmeyince tecrübe edip etmedi-ğinizi de bilemiyorsunuz galiba. Sahiden ‘’aşk nedir ? ‘’ diye sorardım kendime; okuduğum romanlarda-ki, filmlerdeki, şiirlerdeki aşk ise benim yaşadıklarım neydi ?.Özellikle Türk Edebiyatı’nda anlatılan bu mu-azzam aşklara, aşıklara ve bu aşıkların yaşadıklarına, sevgilerine, sevişmelerine özenirdim; onları kendi ya-şadıklarımla karşılaştırırdım. Kiminle beraber olduy-sam ilişkileri bir bardak su gibi tüketmiş ve sonunda ayrılmak durumunda kalmıştım. Kendimi hiçbir zaman birine aitmiş gibi hissedemediğimden ve bağlanama-dığımdan içi boş yaşıyordum ilişkileri. Yaşadıklarımın kitaplarda yazanlara benzemediği şüphe götürmez bir gerçekti. İşte bu özenerek okuduğum Türk Ede-biyatı’nı babam da çok sevmiş olacak ki Nazım Hik-met’ten çok etkilenip adımı ‘’ Nazım’’ koymuş. Türki-ye’ye geldiğimde en çok hoşuma giden şeylerden biri de bu olmuştu galiba, insanlar ismimi doğru telaffuz edebiliyordu.

Tıp fakültesi de bütün doluluğuyla, stresiyle, kah-kahaları ve üzüntüleriyle bitmişti. İnsan onca yıl hayali-ni kurduğu şeyi birden elde edince büyük bir boşluğa düşüyor. İnsanlar hedefler koyar, onlara ulaşabilmek için kendini yer bitirir, onlara ulaşınca da ‘’Ne oldu be şimdi ?‘’ diyebilir. Bunun için sürekli bir hedef koyma hali olmalıdır. Tıp fakültesini bitirdiğimde benim hede-fim oldukça belirgin görünüyordu. Tabi ki de yıllardır hayalini kurduğum gibi el becerilerimi kullanacağım

Page 28: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

53 54

genel cerrahi alanında ihtisasımı yapacaktım. Asistan-lığım boyunca hangi ülkede kendimi geliştirebileceğim kurs, kongre, proje çalışması varsa katıldım diyebili-rim. Hatta daha asistanken karaciğer tümörlerine yak-laşımla ilgili yaptığımız çalışmalar hem ulusal hem de uluslararası alanda bize tanınırlık sağlamıştı. Yorucu yıllar bitmiş yerini daha yorucu yıllara bırakmıştı. Asis-tanlığımı bitirmiş, ülke çapında tanınır bir genel cerrah olmuştum. Uzmanlığım süresince de tıp literatürü-ne girmeye değer çalışmalar yaptığım söylenebilirdi. O kadar mutluydum ki , istediğim hayatı yaşadığımı düşünüyordum. Sabah kalkıp kahvaltı yapıyor, spor arabamla hastaneye gidiyor; ameliyat listeme bakıyor, ameliyathaneye dalıyordum. Anestezist meslektaşı-ma, asistanlarıma ve hemşirelerime içtenlikle gülüm-seyip selam veriyor; hallerini sorduktan sonra hemşi-relerimden birine istediğim müziği açmasını söylüyor, diğerinin eldivenlerimi giymemde yardım etmesini isti-yordum. Gözlerimi birkaç saniyeliğine kapıyor ve mü-zik başlar başlamaz insanların sahip olduğu en müthiş organik makine parçalarına dokunuyor, onları tamir ediyor, hatta bazen onları değiştiriyordum. Sonunda yaptığım işe uzunca bakıp gülümsüyor, asistanları-ma teşekkür edip yapmaları gereken işleri söylüyor ve ameliyathaneden çıkıyordum. İçinde bol yeşilin ve kırmızının olduğu bu muazzam hayatımda buruk his-settiğim dönemler de oluyordu. Bazen o kadar yalnız hissediyordum ki boğulasım geliyordu.

Hastanede sıradan sayılabilecek bir günde acile ağır bir vaka gelmişti ve hemen ameliyata alınması gerekiyordu. Onlu yaşlarda bir kız çocuğu ağır bir tra-fik kazası geçirmiş ve iç organlarından ciddi hasar al-mıştı. Çocuk cerrahisinden herhangi birini bekleyecek zaman olmadığından aceleyle ameliyata başlamıştım. Ameliyathanenin kapısından içeri süzülen bir silüet belirdi, ancak kafamı kaldıramadığımdan kim olduğu-nu anlamadım. Karaciğerindeki kanamayı durdurup başımı hafifçe kaldırmamla gözlerime yıldırım düş-tü sandım. Göğüs duvarımı zorlayan kalbime anlam veremeyip gözlerimi yeniden hastaya çevirdim. ‘’Siz Nazım Bey olmalısınız ‘’ dedi. Hafifçe başımı sallaya-rak onayladım. Ameliyatın gidişatını dikkatle inceliyor aynı zamanda hemşireye eldivenlerini giydiriyordu. ‘’Ben İpek, daha birkaç gün önce çocuk cerrahı ola-rak hastaneye atandım ‘’ dedi. Tanıştığıma memnun olduğumu söylerken sesimin titreyişlerinden utanıyor-dum. İyi iş çıkarmışa benziyorsunuz, dedi. ‘’Ancak bundan sonrası benim alanım, geri kalan kısımda ufak yardımlarda bulunmanız yeterli ‘’dedi. ’’Elbette’’ diye-rek başımı salladım. Ameliyat boyunca ara ara gözle-rine bakıp, İpek baktığımı fark eder etmez gözlerimi bir serçenin ürkekliğiyle kaçırıyordum. Onlarca kadınla birlikte olmuştum ama İpek’e karşı o an hissettiğim

şeyi daha önce hissetmediğime yemin edebilirdim. Daha yüzünün tamamını görmemiştim bile, üstelik bir kadın cerrahın ameliyathanede görebileceğiniz tek yeri gözleridir. Hayatımda ilk defa bir kadının yüzüne, gülümsemesine, dudaklarına, vücut ölçülerine bak-madan ansızın gözlerinden vurgun yemiştim. Gözleri gibi yaptığı iş de güzel görünüyordu. ‘’Elinize sağlık, ince iş çıkardınız ‘’ dedim. Gülümsediği gözlerinin kenarlarındaki hafif çizgilenmelerden kendini belli edi-yordu. ‘’ Teşekkür ederim Nazım Bey, iyi başlayan işi bitirmek her zaman daha kolaydır ‘’ dedi. ‘’Yeniden görüşürüz umarım ’’dedim. ‘’Görüşmek üzere ‘’ deyip ameliyathaneden sessizce ayrıldı. İçimde beni yıllardır esir almış ağlamaklı ve kasvetli hava, bir bahar hava-sına dönüşmüş gibi hissediyordum.

Akşam hastaneden çıkarken otoparkta kırmızı şapka takmış narin bir kadın görmüştüm. İpek olabi-lir diye düşündüm bir anlık heyecanla. Kendime ina-namıyordum. Nasıl da bir anda mantıksal yeteneğimi kaybediyordum!. Onu nereden tanıyacaktım ki daha yüzünü bile tamamen görmemiştim. Herhangi bir ka-dını herhangi bir belirti bile olmadan İpek’e benzetiyor olmam, duyguların beni nasıl aklını yitiren bir insana çevirdiğini kanıtlıyor gibiydi.

Spor arabama atlayıp motoru bütün gürültüsüyle çalıştırarak eve doğru yola koyuldum. Ertesi gün hiç-bir ameliyatım yoktu, klinikteydim. Sabah hastane-de odama doğru ilerlerken koridorun diğer ucundan bana doğru gelen, gülümseyen ve gülümsemesinde yapaylıktan tek bir kırıntı bile barındırmayan bir güzel-lik görüyordum. Dalgalı kumral saçları, kendiliğinden uzun kirpikleri, bal rengine yakın gözleri ve kıvrımları kemanı andıran enfes vücuduyla karşımdaydı.

‘’Merhaba İpek, sizi yeşillerin içinde görmeyince neredeyse tanıyamayacaktım.’’

Dudaklarının köşelerinden çenesine doğru dalga gibi ilerleyen gülümsemesiyle ‘’Sizi tanımak kolay ama ‘’ dedi. Neden öyle olduğunu sorduğumda ‘’siz ünlü bir doktorsunuz ‘’ dedi. Sizin yaptığınız çalışmaları da okudum, siz de az tanınan bir doktor değilmişsiniz, dedim yumuşak bir tebessümle.

‘’Demek hakkımda araştırma yaptınız ‘’ dedi. Bir an öyle utandım ki eminim ince olan cildimin altın-daki kılcal damarlar beni çoktan ele vermişti. Hafifçe öksürerek ‘’Evet ‘’ diyebildim. Yumuşak bir ifadeyle gülümsedi ve gitmesi gerektiğini söyledi. Telaşla onu durdurup hastaneden sonra akşam işi olup olmadığı-nı sordum. ‘’Aslında bakarsanız mühim bir işim yok’’ dedi. İsterseniz sizi çok sevdiğim bir restorana götü-rebilirim, dedim. Telefon numarasını alıp çocuklar gibi hareketli tavrımla odama geçtim. Bugün de kliniğe

ne kadar çok hasta gelmişti; ya da her zamankinden fazla değildi; belki de akşamı sabırsızlıkla beklediğim için bana öyle geliyordu. Akşam olup mesai saati bit-tiğinde önlüğümü askıya asıp paltomu giydim. İpek’in kapısının önünde bir süre bekledikten sonra içeriden kırmızı elbisesi ve elinde kırmızı bir şapkayla tüm gü-zelliğini getirmiş karşımda duruyordu. O gün otopark-ta gördüğüm kadının gerçekten İpek olduğunu fark edince epey şaşırmıştım. ‘’Hadi gidelim’’ dedim. Bir şey demeden süzülerek önümde yürüyordu. Ha-yatımda daha güzel yürüyen bir kadın görmediğime emindim.

Balık sevip sevmediğini sordum. O cennetten düşme gülümsemesini yüzüne takınarak ‘’bayılırım’’ dedi. Ortaköy’de boğaz kenarına oturmuş lüferleri-mizi yiyorduk. Sağlık sisteminden, doktorluğun bize getirdiği yükten yani daha çok mesleki konulardan konuşup bir yandan da şaraplarımızı yudumluyorduk. Elleri dikkatimi çekmişti, annemin ellerine ne kadar da çok benziyordu. Elleriniz ne güzelmiş, dedim. Hafifçe başını sallayıp mütevazi tavrıyla teşekkür etti. Bazen sessizce oturuyor boğazı seyrediyorduk. Gözleri bo-ğazda birilerini arıyormuş gibi bakıyordu; sanki Ay’ın ışığı denize düşmüş, denizdeki ışık da bu muazzam kadının gözlerine düşmüştü; kirpikleri rüzgarla titriyor, söylediği her kelimede dudakları dünyanın en estetik varlıklarına dönüşüyordu. Elleriyle kadehi okşarcasına nazik kavrıyor, oturuşu Rönesans dönemi tabloların-daki kadınları kıskandırıyordu. İpek’i bıraktıktan sonra evde yatmadan önce uzun uzun düşündüm. Haya-tımda daha önce hiç kimseye karşı böyle içi dolu his-ler beslememiştim.

Sabah dinç olarak kalkmıştım; sporumu yapmış, biraz piyano çalmış, birkaç tıbbi dergiyi incelemiş ve yeni çıkan bir romana başlamıştım. Ne yaparsam ya-payım İpek aklımın köşelerinde bir yerlerdeydi. So-nunda dayanamayıp ‘’Selam İpek, eğer işin yoksa çok sevdiğim bir jazz-bar var, akşam seni oraya götü-rebilirim’’ diye mesaj yolladım. ‘’ Olur Nazım, adresimi yazıyorum beni evimden alırsın ‘’ yazdı.

Üzerime şık bir şeyler giyip İpek’e doğru arabamı sürdüm. Evine geldiğimde o da çoktan hazırlanmıştı. Başında farklı tarzda ama yine kırmızı renkte bir şapka vardı, üzerinde tüm vücut hatlarını özellikle de kalça-larını belirginleştiren zarif bir elbise vardı. İçkilerimizi söyledikten sonra vokaldeki yumuşak sesli kadının et-kisiyle içi huzurla dolmuş olan jazz müziği dinliyor, olu-şan bu sıcak ortamda muhabbet ediyorduk. Birbirimi-zin çocukluğundan bahsettik. Birçok ülkede yaşamış olmam onun dikkatini çekiyordu; şehirler, kültürel fark-lılıklar biraz da politika hakkında konuşuyorduk. Ben ellerim hakkında ne kadar takıntılı olduğumu anlattım

ve ellerimi masanın üstüne hafifçe koydum. ‘’ Ellerin ne kadar da güzelmiş ‘’ dedi gözlerini büyülterek. ‘’ İyi bir cerrah olmana şaşmamak gerek, bunun için doğmuşsun ‘’ dedi. ‘’ Gerçekten öyle, bazen dünya-da cerrahlıktan başka yapılacak meslek yokmuş gibi hissediyorum’’ dedim. Piyano çaldığımdan ve klasik müziğe olan tutkumdan bahsettim biraz. O da ayrıntı-ya girmeden fakir bir ailenin çocuğu olarak doğduğu-nu, annesinin onu doğururken öldüğünü, pek sağlam bir çocukluk geçirmediğini, büyük zorluklarla okuyup kendi ayakları üstünde durduğunu anlattı. Ne yalan söyleyeyim biraz hüzünlenmiştim; anlattıklarını dinle-yince ve karşımdakinin ne kadar güçlü bir kadın oldu-ğunu görünce derinden saygı duymuştum. Saat iler-leyince onu evine kadar bırakıp kendi evime geçtim. Sabah uzun zamandır olmadığı kadar enerjik uyandım ; güzel bir kahvaltı yapıp evden çıktım, arabayı çalış-tırıp hareketli bir müzik açtım. Ameliyathaneye hiç ol-madığım kadar mutlu girmiştim o sabah. Hemşirem Neriman’dan müzik çalara ‘’ Michael Nyman’’ CD’sini takmasını ve on ikinci sıradaki parçayı açmasını söy-ledim; müzik hafifçe yürürlüğe giriyordu. Gözlerimi ka-payıp müziğin sesini biraz daha açmasını istedim. ‘’ İşte bu ! ‘’ diyordum içimden. ‘’ Lady in Red Hat’’ yani kırmızı şapkalı kadın… Bu müzik kesinlikle gözümün önüne İpek’i getiriyordu.

Ameliyattan sonra, iki ay sonra yurt dışındaki bir bale yarışmasına katılmak isteyen ancak tiroid kanseri epey ilerlemiş olan genç bir kadın hasta geldi. Yarış-maya yetiştirmek için elimizden geleni yapacağımızı, ameliyat programlarının çok yoğun olmasına rağmen en uygun zamana kadının ameliyatının gerçekleştiril-mesi için asistanlarıma haber vereceğimi söyledim.

Son dönemde kendimde inanılmaz bir enerji his-sediyordum. Ameliyatlarım ve üzerinde çalıştığımız projeler son derece harika gidiyordu. Bazı akşamlar İpek’le dışarı çıkar; birbirimize hayattan istediklerimizi, gelecek planlarımızı anlatır; birbirimize içimizde pas-lanmış anılarımızı, düşüncelerimizi anlatırdık. İşin acı kısmı ben ne zaman ilişkiler konusunda konuşmaya başlasam İpek hemen konuyu değiştiriyor ve kelime-leri boğazıma tıkıyordu. Hayatımda hiçbir insana karşı içimi bu kadar açmadığımı fark etmiştim; hiç kimseye bu kadar kendimden bahsetmemiş, kimseye hayata bakışım hakkındaki fikirleri bütün çıplaklığıyla sunma-mıştım. Onu kendime o kadar yakın hissetmeye baş-lamıştım ki yıllardır ne olduğunu merak ettiğim bu ‘’ aşk ‘’ denilen esrarın ne olduğunu öğrendiğimi düşü-nüyordum. Hangi şair söylemişti hatırlayamıyorum ‘’ İnsan yalnız bir kere aşık olur, gerisi teferruattır’’ diye. Galiba benimki de İpek’ti işte. Bundan önce yaşadık-larım sevgiydi belki ama aşk değildi. Aşk da belki sev-

Page 29: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

55 56

ginin bir çeşidiydi ancak sevgi zamanla oluyordu aşk ise aniden oluyor ve içi zamanla sevgiyle doldurulu-yordu. Hafta içi bir akşam, önceden gittiğimiz jazz-ba-ra yeniden gitmeyi teklif ettim İpek’e. Çok yoğun bir gün geçirdiğini, bana söyleyeceği çok önemli şeylerin olduğunu, iyi bir fikir olabileceğini söyleyip telefonu kapattı. Bu akşam ona tamamen açılmayı planlıyor-dum. Tüm hislerimi sakınmadan cesurca sunacaktım önüne. Bana karşı çoğu zaman bir dost gibi davran-masına ve ilişki konularını hiç açmamasına rağmen yapacaktım bunu çünkü ‘’ keşke ‘’ demeyecektim. Akşam İpek’i evinden aldıktan sonra yola çıktık, yolda neredeyse hiç konuşmamıştık. Yine barın her zaman-ki gibi en sessiz köşelerinden birine geçtik birbirimizi duyabilmek için. İçkilerimizi yudumlayıp yine her za-manki konuşmalarımızı yapıyorduk. Bu kadın her gün daha da güzelleşiyor gibiydi gözlerimin içinde. Bazen anlattıklarını umursamayıp sadece başımı salladığım oluyor; yüzündeki mimikleri, tebessümleri ve bal rengi gözlerini izliyordum. Yüzü sanki mevsimleri yaşıyor-du konuşurken, hani derler ya her mevsimin kendine göre güzelliği vardır diye işte her duygu farklı güzellik-te bir hareket yaratıyordu yüzünde. ‘’ Anlatacakların vardı sanırım İpek ‘’ dedim gülümseyerek. Yüzündeki neşe birden uçup gitmişti. ‘’ Senin de söyleyeceklerin vardı Nazım, istersen sen başla’’ dedi. Heyecandan kalbim, doğadan alınıp kafese yeni atılmış bir kuş gibi çırpınıyordu. Alkolün de etkisiyle daha da yaklaşıp du-daklarımı dudaklarına değdirivermiştim. Dudaklarım-da hoş kokulu çiçekleri, ihtişamlı şelaleleri, işlenme-miş saf pamuğu hisseder gibi oldum. Beni hafifçe ileri itmese o an cennette olduğumu düşünebilirdim. ‘’Ne yapıyorsun Nazım ? ‘’ dedi titreyen sesiyle. Artık daha fazla dayanamayacaktım.

‘’Geçirdiğimiz günleri, paylaştığımız düşüncelerimi-zi düşünüyorum da… Çok sevdim seni İpek, dünyada kendime daha yakın bulduğum başka bir insan yok, belki senden sonra da olmayacak. Sen benim içim-deki ‘’ben’’ i bulup çıkarmamı sağladın, bambaşka bir insan yaptın beni… ben… ben sana aşık oldum ‘’. Yü-züme umutsuzca bakıyor bir yandan da gözlerinden süzülen yaşları silmeye çabalıyordu.

‘’ Ben de sana yakın buldum kendimi, ben de ken-dimi buldum seninleyken ‘’

‘’ O zaman neden kaçıyorsun benden ? ‘’

‘’ Hiçbir şeyi bilmiyorsun Nazım ‘’

‘’ Anlat o zaman İpek bilmek istiyorum ‘’ dedim ağlamaklı sesimle.

Derince yutkundu ve yüzü şimdiye kadar gördü-ğüm en kasvetli hali aldı birden.

‘’ Ben önceden de anlattığım gibi rahatlık içinde büyümedim Nazım. Hayat bana çok erken başladı kötü davranmaya. Daha on yaşımdaydım. İstanbul’un gecekondu mahallelerinden birinde yaşıyorduk. An-nemi zaten önceden kaybettiğimi söylemiştim sana. Babam da porselen fabrikasına gider çoğu zaman akşama kadar eve gelmezdi. Evi ben temizler ak-şam babamla yemeği beraber hazırlar, sofrayı yine ben toplardım. Akşam geri kalan vakitte kitap okur, okuldaki ödevlerimi yapmaya çalışırdım. Bir gün ba-bam her zaman olduğu gibi evden çıktı, ben de ak-şam yemek için ekmek ve biraz sebze almaya gittim. Bakkal önce istediklerimi verdi ve güler yüzle ailem hakkında sorular sormaya başladı. Bu mahalleye yeni taşındığımızı, annemin çoktan öldüğünü, babamın işte olduğunu söyledim. Üzülüyormuş gibi bir ifadeye bürünüp bugün para ödemeden gidebileceğimi söy-ledi. Akşam babam gelmişti; dünyanın en mükemmel insanı, benim kahramanım gibiydi. O gün bana gofret veya şeker alabilmem için biraz para vermişti. Babam genelde fabrikadan aldığı üç kuruş maaşla temel ih-tiyaçlarımızı anca karşılar başka şeyler için para yeti-remezdi. O kadar mutlu olmuştum ki bir an önce sa-bah olsun diye erkenden yatmıştım. Sabah olur olmaz bakkalın yolunu tuttum. İstediğim tüm şekerlerden alabileceğimi söylüyordu, bir yandan da kapıya doğru yöneldiğini gördüm. Adam kapıyı kilitledi ve ‘’ kapalı ‘’ yazan kartonu cama bakacak şekilde değiştirdi. Son-rasında hissettiğim tek şey ağzımı kapatmış kocaman eller ve derin bir acı… ‘’

Göz yaşları, karanlık gökyüzünden yağmurların acıyla inmesini andırıyordu. Hayatımda hiç bu kadar ağladığımı hatırlamıyorum. Bir süre karşılıklı olarak ağ-ladık. Sonra kendini zorlayarak hırıltıyla derin bir nefes aldı ve sözlerine devam etmeye çalıştı.

‘’ Tam iki yıl sürdü bu eziyet. Eğer babama tek ke-lime bile söylersem önce beni sonra babamı öldüre-ceğini söylüyordu. Beni öldürmesi hiçbir şeyi değiş-tirmiyordu ama babam...Bu dünyadaki en iyi insan, kahramanım…Kendimden daha çok seviyordum onu. Yine ben bir sabah, önceki sabahlar olduğu gibi bakkala ölmeye gidiyordum. Aslında her sabah ölü-yordum yavaş yavaş ama babamın ölmesini istemi-yordum. İşte o sabah artık gerçekten ölmek istedim, bayılana kadar bağırdım. Bağırdığım için mi bayılmış-tım yoksa bakkal bana vurmuş muydu hatırlamıyo-rum. Tek hatırladığım şey yüzü kanlar içerisinde kalmış kırmızı şapkalı bir kadının beni kollarına alıp sokaktan aşağıya doğru koşturduğu. Kırmızı şapkasını benim korkmamam için yüzüme kapamıştı. Kadın beni önce hastaneye götürmüş, ardından polisleri de çağırıp bana her şeyi anlatmamı ve iyileşeceğimi söylemişti.

Yaşadıklarımı tek tek anlattım, babam kahrından ken-dini duvarlara vurdu.

İşte bu kırmızı şapkalı kadın yaşadığı sürece yıllardır eksikliğini hissettiğim annem gibi olmuştu. Sık sık evi-mizi ziyaret eder bir ihtiyacımızın olup olmadığını sorar ve ayrılırdı. Ölmeden önce mirasından benim tüm eği-tim ve tedavi masraflarımın karşılanacağına dair pay ayırtmış. Onun sayesinde önce tıbbı kazandım; sonra da benim çürüyüp giden çocukluğuma inat çocuklara yardım edebilmek için çocuk cerrahı oldum ve haya-tımı buna adadım. Uzun bir süre babam haricindeki bütün erkeklerden nefret ettim. Psikiyatrik tedavi gör-düm uzunca bir süre, bu tedaviler ancak benim intihar düşüncelerimi baskılayabildi. Sonraları çok iyi erkek dostlarım da oldu. ‘’

Gözlerindeki makyaj yanaklarından süzülüp duda-ğının kenarından çenesine doğru akıyordu, eline bir peçete alıp yüzünü iyice sildi.

‘’ Tıpkı senin gibi ‘’ dedi.

‘’ Ama’’ dedi ‘’ Ama erkeklere karşı en ufak bir is-tek duymuyorum Nazım ‘’ ve son bir kez acıyla yut-kundu.

‘’ Ben eşcinselim ‘’

‘’ Sana da Pittsburgh Üniversitesi’nden kabul aldı-ğımı söyleyecektim, yarından sonra Amerika’ya uça-ğım var, kariyerime orada devam edeceğim ‘’

O kadar darmadağın olmuştum ki değil tek bir ke-lime tek bir harf bile çıkaramamıştım. Uzunca bir süre kendimi toplamaya çalıştım. İpek’in çantasını alıp pal-tosunu giydiğini fark ettim. Masanın kenarında duran kırmızı şapkasını da bir eline aldı. Ayağa kalktım ve uzun süre sıkıca sarıldık. Hoşça kal, diyebildim sade-ce hoşça kal…Hafifçe şapkasını giydi, kapıdan dışa-rıya doğru yürüyordu. Ruhumdan kopan parçaları da sürüklüyordu. Attığı her adımda eksiliyordum, küçü-lüyordum, tükeniyordum… Gidiyor işte sevdiğin ka-dın diyordum içimden, kimseyi sevemeyeceksin belki böyle, sonraları sevemedim de zaten.

O gece ne kadar çok içtiğimi, kaçta uyuduğumu ya da eve nasıl geldiğimi hatırlamıyorum. Tek hatırla-dığım asistanımın telefonumu ısrarla aramasıydı. Sa-londa uyuduğumdan sehpaya zar zor uzanabildim, telefonu açtım.

‘’ Nazım hocam, hatırlarsanız bu sabah ameliyat olacak balerin bir kız vardı, tiroid kanseri olan. Biz ameliyathaneyi hazırladık sizi bekliyoruz ‘’

İsteksizce ve özensizce üstümü giyinip evden çıktım, arabama atlayıp son sürat hastaneye doğru ilerliyordum. Yolda gelirken ve arabayı park ederken

gürültülü sesler duymuştum. Arabadan inip baktığım-da spor arabamın sağlam olan tek bir yerinin kalmadı-ğını fark ettim. Umrumda da değildi zaten, anahtarları arabanın üstünde bırakıp hastaneye doğru koşmaya başladım. Koşarken birkaç kere düşmüşüm çünkü hala başım çok dönüyordu, üstelik en son ne zaman yemek yediğimi hatırlamıyordum. Ameliyathaneye gir-diğimde içeriye derin bir sessizlik hakimdi. En basit ameliyatlara bile vaktinden sonra geldiğim görülme-mişti. ‘’ Hadi başlayalım ‘’ dedim boğuk sesimle. Ba-lerin kız, Neriman’dan ameliyat boyunca ‘’Kuğu Gölü Bale Suiti’’ nin çalınmasını istemiş. Başımla hafifçe onayladım.

Ameliyata başlıyorduk, asistanlarıma onların baş-layabileceğine dair komut verdim. Tümör tüm tiroid bezine yayılmıştı, hafif ama ürkek dokunuşlarla tiroid bezini tümörle beraber çıkarabilmiştim. Şimdi daha önce ameliyatlarımda yüzlerce kez yaptığım gibi et-rafındaki lenf düğümlerini de alacaktım. Bir an dün-yanın, ameliyathane zemininin döndüğünü fark ettim. Ameliyat masasına tutunup geçmesini bekledim. ‘’ İyi misiniz hocam ? ‘’ diyordu asistanlarımdan bir tanesi. ‘’ İyiyim, iyiyim hadi bitirelim şunu ‘’ dedim. Yavaşça nodüllerin olduğu bölüme neşterimi götürdüm, bir an bütün sesler kesilmişti. Geriye doğru düşüyormuş gibi hissettim, Neriman hemen beni öne itti, yeniden ayak-ta durmaya çalıştım. Asistanlarım ,anestezist ve tüm hemşireler bana öyle bir baktılar ki… o birkaç saniye içerisinde ‘’ Ne yaptın sen ?’’, ‘’ Bunu nasıl yapabildin ? ‘’, ‘’ Şimdi ne olacak ? ‘’, ‘’ Zavallı ‘’ anlamındaki manalı ve bir o kadar da haklı bakışlar. Tıpkı başke-mancı kadına senfonide yöneltilen bakışlar gibiydi, hatta aynısıydı. Bu saniyelik bakışlardan sonra man-zara cehennemden farksızdı. Kızın karotid arterini( şah damarı) kesmiştim. İşte bütün kariyerim, hayallerim, hayatım, gelmişim ve geleceğim fışkırarak akıyordu zemine. Asistanlarım damarı onarmak için ellerinden ne geliyorsa yapmaya çalışıyorlardı, benim yıllardır tek bir titreme görmemiş ellerim öyle titriyordu ki toprağa sürsem deprem olur sanırdınız. Hasta eks olmuştu, kanlar içinde kalp masajı yapmaya çalışıyordum. Asis-tanlarım umutsuz gözlerle bana bakıyordu.

‘’ Öldü hocam ‘’ dedi biri ürkek bir sesle. Ellerimi hastanın göğsünden kaldırıp yüzüme çevirdim. Ame-liyathane kan gölünü andırıyordu. Arkadan ‘’ Kuğu Gölü Bale Suiti’’ çalıyordu, balerin çoktan ölmüştü.

Hastanenin acil servisinde uyandığımı hatırlıyorum. O an gerçekten ölmeyi diledim hatta hemşirenin getir-diği sakinleştirici iğneyi kalbimin tam ortasına saplayıp kendimi öldürmek istedim. Denedim, başaramadım, ellerimi yatağa bağladılar…

Her gece kanlar içinde dans eden balerin kız rüya-

Page 30: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

57 58

ma giriyor ve hıçkırıklar içerisinde uyanmama sebep oluyordu. Yavaş yavaş iyileştim uzun bir süre davalar-la ve bana verilen cezalarla uğraştım. Mahkemelerde avukatımın tüm ısrarlarına rağmen tek bir kelime et-medim. Suçluydum zaten, en ağır cezayı almalıydım. Aradan yaklaşık iki yıl geçti, yeni açılan özel bir hasta-nede çalışmak için başvurdum. Daha ilk ameliyattan sonra istifa etmek zorunda kaldım. Fokal el distonisi denilen bir hastalığa tutuldum. Elime neşter ve diğer kesici ameliyat aletlerini alamıyor, ameliyatı yapma-ya cesaret edemiyordum. Tam başlayacağım sırada elime derin bir titreme giriyor, parmaklarım kasılıyor ve ameliyathaneden çıkana kadar devam ediyordu. Nörolog arkadaşlarımdan yardım istedim ancak teda-vi başarılı olamadı. Psikoterapi de hiçbir işe yarama-mıştı. Hayatımda daha işe yaramaz hissettiğim hiçbir dönem olmamıştı.

Sonunda hastalığı yenemeyeceğimi anlayıp emek-leyerek, tırnaklarımla kazıyarak zorla elde ettiğim ge-nel cerrahi kariyerimi sonlandırdım. Heidelberg Tıp Fakültesi dahiliye programına başvurdum, önceki tec-rübe ve çalışmalarımı da göz önünde bulundurup beni kabul ettiler. Dahiliye uzmanı olup Almanya’da uzun süre çalıştım. Geçen ay İpek’in ağır bir trafik kazası sonucu öldüğü haberini aldım. Oturup uzun uzun dü-şündüm, kafamın içerisinde bir yerlerde intihar etmeye yönelik önlenemez bir arzu dolaşıyordu. İpek’le olan konuşmalarımızı hatırlayıp bu korkunç arzudan kendi-mi arındırdım. İpek’in bıraktığı yerden devam edecek-tim. Hastaneden bir hafta önce istifa edip bütün mal varlığımı satışa çıkardım. İpek’in ölmeden önce üye olduğu Dünya genelinde özellikle çocuklar için gönüllü sağlık turneleri düzenleyen bir kuruluşta işe başlaya-cağım. İpek’in dokunamadığı çocuklara dokunup on-ları tedavi edeceğim, belki yeteneklerimi zamanla geri kazanıp onun yaptığı gibi ameliyat edeceğim. Eminim İpek de böyle isterdi ‘’

Elimden süzülen damla birkaç saniyede bütün hi-kayemi anlatmış, parmak ucumdan konser salonunun zeminine damlamıştı. Orkestra üyeleri manalı bakışları bırakıp ‘’ konzertmeister, konzertmeister ! ‘’ diye ba-ğırıyorlardı. Kadının bir an tıbbi bir problemi olabilece-ğini düşünerek koltuğumdan kalkmak istedim, fakat hafifçe doğrulmaya başladığını görünce vazgeçtim. ‘’ Hadi başarabilirsin, güçlü ol ‘’ diyordum içimden. ‘’ Ben başaramadım, sen başarmalısın, onlara yapa-bileceğini göster, ellerin titremesin ! ‘’ bir an Türkçe olarak mırıldandığımı fark ettim, yanımdaki sarışın ka-dının bana tuhaf bir şekilde baktığını görünce kendimi durdurdum.

Başkemancı sandalyesine oturdu, birinci keman-daki naif adam kadının nota sehpasını düzeltti. Maest-

ro başlama işaretini yeniden veriyordu. ‘’Kuğu Gölü Bale Suiti’’nin bendeki kötü anısına rağmen uzun za-mandır ilk defa gülümsüyordum.

Mehmet Ali Şahin

Bulmacalar

Türk Tıp Öğrencileri Birliği Bulmacası

Page 31: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

59

Tıp Bulmacası

Ulusal Yöneticiler 2014- 2015

Page 32: Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi