ve atatürkçülük - · pdf filebu dönemde türk...
TRANSCRIPT
T.C. İNKILAP TARİHİ VE
ATATÜRKÇÜLÜK
ZEKİ DOĞAN
SINAVLARA HAZIRLIK
ÖĞRENCİYE KOLAYLIK
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 1
BU DERS NOTLARI,
SOSYAL BİLGİLER DERS KİTAPLARI
VE WEB ORTAMINDAKİ BİLGİLERDEN DERLENEREK,
TAMAMEN ÖĞRENCİLERİN YARARLANMASI AMACIYLA HAZIRLANMIŞTIR.
TİCARİ AMAÇLI KULLANILMASI YASAKTIR.
ZEKİ DOĞAN
SOSYAL BİLGİLER ÖĞRETMENİ
sosyalciniz.wordpress.com
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 2
İÇİNDEKİLER
1.ÜNİTE - BİR KAHRAMAN DOĞUYOR
Batıya Erken Açılan Kent Selanik 3
Cepheden Cepheye Mustafa Kemal 4
Mustafa Kemal ve Dört Şehir
Mustafa Kemal Liderlik Yolunda 5
2.ÜNİTE - MİLLİ UYANIŞ: YURDUMUZUN İŞGALİNE
TEPKİLER
Osmanlı Devleti Hangi Cephede 7,11
Mondros Ateşkes Antlaşması
Kuvayı Milliye
Cemiyetler 11,13
Samsuna Çıkış
Genelgeler
Kongreler 13,15
Misakı Milli
TBMM’nin Açılması
İsyanlar
Sevr Antlaşması 15-18
3.ÜNİTE - YA İSTİKLAL YA ÖLÜM
Cepheler-Doğu ve Güney Cephesi 19-20
Batı Cephesi 20-24
4.ÜNİTE - ÇAĞDAŞ TÜRKİYE YOLUNDA ADIMLAR
Saltanatın Kaldırılması
Lozan Antlaşması
Cumhuriyetin İlanı
Halifeliğin Kaldırılması 24-27
Çok Partili Hayat Geçiş Denemeleri 27-28
İnkılaplar 28-32
5.ÜNİTE ATATÜRKÇÜLÜK
Atatürkçülük 33
Atatürk İlkeleri 34-37
6.ÜNİTE ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI
Dış Politika 38-41
7.ÜNİTE ATATÜRK’TEN SONRA TÜRKİYE
II. Dünya Savaşı ve Türkiye 42-50
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 3
BATIYA ERKEN AÇILAN KENT: SELANİK
ÇAĞDAŞ KENT: SELANİK
Selanik, Rumeli’de Ege denizi kıyısında yer alan ve
Osmanlı-Avrupa ticaretinin önemli noktalarından biri olan
önemli bir kentti. Kara, deniz ve demiryolu ulaşımı
gelişmişti. Üsküp, Belgrat, Manastır ve İstanbul’a demir yolu
ile bağlıydı.
Selanik’te, çoğunluğu Türkler olmak üzere Rum, Bulgar,
Ermeni, Yahudi ve Sırplar yaşamaktaydı. Farklı milletlerin
bulunduğu bu şehirde, çeşitli dillerde gazete ve dergiler
yayınlanırdı.
Gelişmiş bir kent olan Selanik'te çocukluğunu geçiren
Atatürk'ün fikri zenginliğinin ve ufkunun gelişmesinde bu
şehrin olumlu katkıları olmuştur.
Osmanlı Devleti’nde 19. yüzyıla kadar huzur ve güven
içerisinde yaşayan bu milletler, Fransız İhtilali ile ortaya çıkan
milliyetçilik düşüncesinden etkilenerek çatışma ortamına
sürüklenmişlerdir. Bu çatışma ortamında devleti
parçalanmaktan kurtarmak amacıyla Osmanlı aydınları bazı
çareler aramış bunun sonucunda yeni düşünce akımları
ortaya çıkmıştır.
OSMANLI DEVLETİ’Nİ DAĞILMAKTAN KURTARMAK İÇİN
ORTAYA ATILAN FİKİR AKIMLARI
BATICILIK: Osmanlı Devleti’nin kurtuluşunun tek
yolunun batıya ayak uydurarak çağın fikir ve ihtiyaçlarına
uygun medeni bir millet ve devlet haline gelmekten geçtiğini
savunan fikir akımıdır.
OSMANLICILIK: Bu fikir akımına göre Osmanlı Devleti
içindeki tüm milletler bir ‘’Osmanlılık’’ duygusu ile Osmanlı
milleti haline getirilmelidir. Böylece devlet içindeki değişik
milletlerin ayaklanmaları önlenmiş olacaktır. Bu düşünce
Balkan Savaşlarında Balkanlarda yaşayan milletlerin Osmanlı
Devletine isyan edip bağımsızlıklarını ilan etmeleriyle
uygulanamamıştır.
İSLAMCILIK: Bu akıma göre, devletin parçalanmasını
engellemek için Müslüman milletler Osmanlı halifesinin
liderliğinde tek bir çatı altında birleşmelidir. Bu düşünce I.
Dünya savaşı yıllarında Arapların Osmanlı Devletine karşı
isyanı ile iflas etmiştir.
TÜRKÇÜLÜK: Osmanlı Devleti içinde yaşayan Türkleri
milli bir duygu ile bilinçlendirmeyi ve bir bayrak altında
toplamayı amaçlamıştır. Balkan Savaşlarından sonra
Osmanlıcılık akımının zayıflaması ile Osmanlı yönetimine
hâkim olan düşünce akımıdır. Türkçülüğün en ateşli savucusu
Enver Paşa’dır.
Fransız İhtilalinin yaydığı Milliyetçilik akımı sonucunda
Osmanlı Devleti’ne karşı
İlk ayaklanan Sırplar
İlk bağımsız olan Yunanlılar (Rumlar)
En son ayrılan ise Arnavutluk’tur.
MUSTAFA KEMAL’İN ÇOCUKLUĞU
Babası Ali Rıza Efendi annesi Zübeyde Hanım’dır.
Babası önce gümrük memurluğu sonrada tüccarlık yapmıştır.
Zübeyde Hanım ev hanımıydı.
Atatürk 1881 yılında Selanik’te doğdu. Ailesi
Rumeli’nin Türkleştirilmesi için Anadolu’dan gönderilen
Türkmenlerdendir.
Mustafa Kemal’in kendisinden başka 5 kardeşi oldu;
Fatma, Ahmet, Ömer, Naciye, Makbule.
MUSTAFA KEMAL OKULDA
Mahalle Mektebi: Geleneksel eğitim veren bir okuldur.
Annesinin isteği üzerine ilk olarak bu okula gitmiştir.
Şemsi Efendi Okulu: Modern eğitim veren, Selanik’in ilk
özel Müslüman okuludur. Babasının isteği üzerine bu okula
gitmiştir.
Selanik Mülkiye Rüştiyesi: İlkokuldan sonra bu okula
devam etmiştir. ( Rüştiye = Ortaokul). Bu okulda okurken
gizlice askeri okulun sınavlarına girmiş ve kazanmıştır.
Selanik Askeri Rüştiyesi: Mustafa bu okulda, zekâsı ve
üstün yetenekleriyle öğretmenlerinin sevgisini kazandı.
"Kemal" adını bu okuldaki matematik öğretmeninden
almıştır.
Manastır Askeri İdadisi: Mustafa Kemal, Selanik Askeri
Rüştiyesini bitirdikten sonra, 1896 yılında Manastır Askeri
İdadisine (lise) başladı. Mustafa Kemal derslerde gösterdiği
başarıyla hem öğretmenlerinin hem de arkadaşlarının
takdirini kazandı. Bu okulda sınıf arkadaşı Ömer Naci
sayesinde edebiyata ve hitabete ilgi duydu. Fransızca özel
dersleri aldı. Tarih öğretmeni Kolağası Tevfik Bey’in tarih
bilgisi onda tarih bilinci uyandırmıştır. İdadide başlayan bu
tarih sevgisi hayatının sonuna kadar artarak devam etmiştir.
Askeri İdadi’de okurken Fransız yazarlar ile Türk Milliyetçiliği
üzerine de Namık Kemal ve Mehmet Emin Yurdakul gibi
yazarları okumuş ve etkilenmiştir.
İstanbul Harp Okulu: Manastır Askeri İdadisini
bitirdikten sonra 1899 yılında Harp Okulu’na girdi. 1902 ‘de
Teğmen rütbesiyle mezun oldu.
İstanbul Harp Akademisi: Harp Akademisinde okurken
derslerinin yanı sıra, ülkenin içinde bulunduğu siyası
durum ve sorunları ile yakından ilgilendi. Mustafa Kemal,
Harp Akademisini kurmay yüzbaşı olarak bitirdi (11 Ocak
1905). Böylece orduda görev almaya hazır bir kurmay subay
oldu.
Bu çok uluslu yapı, konuşulan diller, inançlar, gelenek
ve görenekler ülkede çok zengin bir sosyal ve
kültürel yapının oluşmasını sağlamıştı.
T.C. İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK
1.ÜNİTE - BİR KAHRAMAN DOĞUYOR
Bu fikir akımlarından hiçbiri Osmanlıyı dağılmaktan
kurtaramamıştır.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 4
Atatürk’ün yetiştiği dönemde Osmanlı Devleti sınırları
içinde farklı özelliklerdeki okullar mevcuttu. Bir tarafta dini
derslerin ağırlıkta olduğu mektep ve medreseler; diğer
tarafta Batı tarzı okullar, askeri okullar ve çeşitli meslek
okulları vardı. Bunun yanında azınlık okulları ile yabancı
okullar da faaliyetteydi. Bu okulların her biri kendi amaçları
doğrultusunda eğitim yapıyordu.
CEPHEDEN CEPHEYE MUSTAFA KEMAL
Mustafa Kemal’in askerlik hayatında gösterdiği başarılar
hem kendi hem de Türk milletinin kaderini etkilemiştir.
Mustafa Kemal’in iz bıraktığı bazı askeri olaylar ve cepheler
şunlardır:
ŞAM’A ATANMASI (1905): İlk görev yeri olarak
Şam’daki 5. Orduya Kurmay Yüzbaşı olarak atandı. Suriye'de
bulunduğu sırada yakın arkadaşlarıyla Vatan ve Hürriyet
Cemiyetini kurdu (Ekim 1906). Selanik başta olmak üzere
birçok şehirde cemiyetin şubesini açtı.
31 MART OLAYI (1909): İstanbul'da meşrutiyet
karşıtlarının çıkardığı 31 Mart Ayaklanmasını bastırmak ve
düzeni sağlamak amacıyla hazırlanan Hareket Ordusu’nda
kurmay yüzbaşı olarak Mahmut Şevket Paşa ile birlikte
başarıyla görev yaptı. 31 Mart Olayı mevcut düzene karşı
girişilen ilk isyan hareketidir.
PİKARDİ MANEVRALARI (1910): Fransız ve İngiliz
birliklerinin ortaklaşa düzenlediği askeri tatbikatlara Fethi
Okyar ile birlikte gözlemci olarak katılmış, gelecekte hava
kuvvetlerinin önemine vurgu yapmıştır.
TRABLUSGARP SAVAŞI (1911): İtalya'nın Trablusgarp'a
saldırması üzerine Osmanlı bölgeye askeri kuvvet
gönderemeyince Mustafa Kemal gönüllü subay arkadaşları
ile birlikte gizlice Mısır üzerinden Trablusgarp'a gitti. Mustafa
Kemal, halkı örgütleyerek Derne ve Tobruk'ta İtalyanlara
karşı başarılı savunma savaşları yaptı. Başarılarından dolayı
Mustafa Kemal binbaşılığa terfi ettirildi.
Balkan Savaşlarının başlamasıyla Trablusgarp'tan ayrılmak
zorunda kaldı.1912 yılında İtalyanlarla Uşi Antlaşması yapıldı.
Bu anlaşmaya göre:
Trablusgarp ve Bingazi İtalyanlara verildi.
Oniki ada geçici olarak İtalyanlara bırakıldı.
Uşi Antlaşması ile Kuzey Afrika’daki son Osmanlı
toprağı da elden çıkmış oldu.
ÇANAKKALE CEPHESİ (1915): 1. Dünya Savaşında İtilaf
Devletlerine karşı Çanakkale Cephesinde mücadele eden
Osmanlı Devletinin en önemli komutanlarından biri Mustafa
Kemal’dir.
Arıburnu, Conkbayırı, Anafartalar'da düşmana karşı
büyük başarılar elde eden Mustafa Kemal, Osmanlı Devleti'nin
bu cephedeki savaşı kazanmasında önemli rol oynadı.
Mustafa Kemal’in Çanakkale Savaşlarında kazandığı
başarılar onun askeri dehasının tüm yurtta ve dünyada
tanınmasını sağlamıştır.
Rütbesi albaylığa yükselmiştir.
KAFKASYA CEPHESİ (1916): Mustafa Kemal
Çanakkale’deki başarılarının ardından Ruslara karşı mücadele
verilen Kafkasya cephesinde 16.Kolordu Komutanı olarak
görevini sürdürdü. Burada Ruslar karşısında dağınık halde
olan birlikleri bir araya getirerek eksiklikleri tamamlayan
Mustafa Kemal, Rusların elinden Muş ve Bitlis’i (8 Ağustos
1916) geri almayı başardı.
SURİYE CEPHESİ (1917): Suriye’deki 7. Ordu
Komutanlığına atandı. Alman komutan ile düştüğü
anlaşmazlık sebebiyle istifa etmiş İstanbul’a döndü.1918
yılında 7.Ordunun da bağlı olduğu Yıldırım Orduları Grup
Komutanı olarak atanmış ve Halep’in kuzeyinde
oluşturduğu savunma hattı ile Arap ve İngiliz kuvvetlerini
durdurmayı başarmıştır.
KURTULUŞ SAVAŞI (1921-1922): Osmanlı Devleti'nin
Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmesiyle İtilaf Devletleri Türk
topraklarını işgale başladılar. Bu durum karşısında Mustafa
Kemal Samsun'a çıkarak Kurtuluş Savaşı’nı başlatmış ve
zafere ulaştırmıştır. Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nın her
aşamasında Türk Milletine önderlik etmiş, Türk halkını
düşmana karşı birleştirmiştir. Başkumandan olarak orduyu
yönettiği Sakarya Meydan Savaşı ve Başkumandanlık
Meydan Muharebesi'ni kazanmıştır. Ardından da Türk
milletinin her alanda çağdaşlaşmasını hedef alan inkılapları
gerçekleştirmiştir.
Bu durum, Atatürk'ün yetiştiği dönemde Osmanlı
Devleti’nde eğitim birliği olmadığını gösterir.
Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurması, liderlik
özelliğini, yöneticiliğini ve vatanseverliğini
göstermektedir.
Mustafa Kemal’in 31 Mart isyanını bastırmada önemli
rol oynaması, meşrutiyet yani yenilik yanlısı
olduğunu gösterir.
Trablusgarp Savaşı, Mustafa Kemal’in ilk askeri
başarısıdır.
Mustafa Kemal'in Trablusgarp'ta yerli halkı İtalyanlara
karşı örgütleyerek direnişe geçirmesi onun
teşkilatçılığı ile ilgilidir.
Mustafa Kemal, meşhur “Ben size taarruz
emretmiyorum. Ölmeyi emrediyorum.” sözünü
burada söylemiştir. Bu söz onun vatanseverliği ile
ilgilidir.
Çanakkale savaşlarında düşmanın nereden çıkarma
yapacağını bilmesi ileri görüşlülüğü ile ilgilidir.
Bu başarı, Mustafa Kemal’in kişisel özelliklerinden
sabır ve disiplin anlayışını göstermektedir.
Kurtuluş Savaşındaki başarısı Mustafa Kemal’in,
liderliği, birleştirici ve bütünleştirici oluşu,
teşkilatçılığı ve vatanseverliği ile ilgilidir.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 5
DÖRT ŞEHİR VE MUSTAFA KEMAL
Selanik, Manastır, İstanbul ve Sofya şehirleri Mustafa
Kemal'in fikir hayatının oluşmasında büyük etkiye sahiptir.
Bu şehirlerden Selanik günümüzde Yunanistan; Manastır
Makedonya; İstanbul Türkiye; Sofya ise Bulgaristan sınırları
İçinde yer almaktadır.
SELANİK
Mustafa Kemal’in doğup büyüdüğü, çocukluğunun
geçtiği şehir olan Selanik, Osmanlı’nın önemli bir Balkan
kentiydi. Ege kıyısında bulunan Selanik’te deniz ticareti
oldukça gelişmişti. Nüfusu da çoktu. Farklı milletlerin
bulunduğu bu şehirde, çeşitli dillerde gazete ve dergiler
yayınlanırdı.
Mustafa Kemal, 1907’de askeri görevle geldiği
Selanik’te İttihat ve Terakki Cemiyetine katıldı. İttihat ve
Terakki Cemiyetinin çalışmaları sonucunda II. Meşrutiyet ilan
edildi (1908). Mustafa Kemal ordunun siyasetten ayrılması
gerektiğini düşündüğünden ve İttihat ve Terakki Cemiyeti
ile olan fikir uyuşmazlıkları sebebiyle cemiyetten ayrılarak
kendini tamamen askerlik mesleğine verdi.
MANASTIR
Konsolosluklar ve ticaret şehri Manastır, o dönemde
aralarında çekişme olan çeşitli din ve milliyetten insanları
barındırıyordu. Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan, kendi
kiliseleri aracılığıyla bölgeye hâkim olmak istiyordu.
Mustafa Kemal Askeri İdadide (lise) öğrenim görmek
üzere geldiği Manastır’da vatan ve hürriyet şiirleri yazan
Namık Kemal’den, milliyetçilik alanında ise Ziya Gökalp’ten
ve Türkçülüğü savunan Mehmet Emin Yurdakul’dan
etkilenmiştir.
Mustafa Kemal’in tarih bilincinin gelişmesinde
öğretmeni Mehmet Tevfik Bey’in rolü büyüktür.
Burada bazı Fransız düşünürlerinin eserleriyle tanıştı.
Bu dönemde Türk kültür ve tarihi ile ilgili okuduğu
eserler sayesinde Mustafa Kemal'in fikir hayati şekillendi.
1897 Türk-Yunan Savaşında savaşta başarılı olunmasına
rağmen barış masasında istenilenin alınamaması Mustafa
Kemal’i derinden etkiledi.
İSTANBUL
İstanbul Osmanlı’nın başkentiydi ve Osmanlı’nın en
gelişmiş şehriydi.
Mustafa Kemal, İstanbul’da hem asker hem öğrenci
olarak bulunmuştur.
Mustafa Kemal'in İstanbul’da bulunduğu Beyoğlu (Pera)
ve Galata civarı, şehrin Batı’ya açılan yüzüydü. Avrupa
elçiliklerinin yoğun olduğu bir semtti. Sosyal ve kültürel
yönden hareketli bir semttir.
Mustafa Kemal, okul yıllarında, arkadaşlarına konferans
niteliğinde konuşmalar yaparken sonraki yıllarda da
İstanbul’da evinde arkadaşlarıyla toplantılar düzenlemiş,
ülke sorunlarını tartışmıştır. Ayrıca o yıllarda arkadaşlarıyla
gazete ve dergi hazırlamıştır.
SOFYA
Mustafa Kemal, Balkan Savaşları sonrasında 1913'te
Sofya Askeri Ataşeliği’ne atanmıştır.
O günlerde Sofya'da sosyal hayat çok canlıydı. Üst düzey
yetkililerin katıldığı danslı, yemekli toplantılarda Mustafa
Kemal, Avrupa devletlerinin temsilcileriyle doğrudan
görüşme ve fikirlerini paylaşma imkânı buldu.
Bulgaristan'da kalan Türklerle yakın ilişki kurdu ve
Türklerin yaşadıkları yerleri ziyaret etti. Bulgaristan'da Türkçe
olarak yayımlanan gazetelerle irtibat kurarak bölgedeki
Türklerin sosyal ve siyasi haklarının yükseltilmesi
çalışmalarına katıldı.
Bulgar Meclisinin toplantılarını takip etti. Mustafa
Kemal, gözlemlerinin yer aldığı raporlarına kendi analizlerini
de ekleyerek bunları Osmanlı Hükümeti yetkilileriyle paylaştı.
MUSTAFA KEMAL LİDERLİK YOLUNDA
Mustafa Kemal, Harp Akademisinden mezun olduktan
sonra askerlik mesleğine Şam'daki göreviyle adım attı.
Burada yakın arkadaşları ile gizlice Vatan ve Hürriyet
Cemiyetini kurdu. Mustafa Kemal, Suriye'den gizlice Selanik'e
geldi.
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından
sonra İstanbul’a çağrıldı. İstanbul’da bulunduğu günlerde
hiç boş durmadı. Vatanın içinde bulunduğu durumu
anlatmak, vatanın kurtuluşu için çareler düşünmek
amacıyla padişah, sadrazam ve bakanlarla birçok kez
görüşme yaptı. Fakat bu görüşmelerden vatanın kurtarılması
yönünde bir sonuç çıkmadı.
Bu durum karşısında Mustafa Kemal, Türk vatanın
kurtuluşunu sağlamak ve Türk milletini örgütlemek
amacıyla Anadolu'ya geçmeye karar verdi.
ATATÜRK’ÜN KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ
Vatan ve millet sevgisi: Vatanını ve milletini çok seven,
vatanı ve milleti için canını feda etmekten kaçınmayan bir
liderdir.
İdealist oluşu: Millî birlik duygusuyla kenetlenmiş uygar
bir toplum oluşturmak en önemli idealleri arasında yer alır.
Mantıklı ve gerçekçi oluşu: Akla ve bilime önem verirdi.
Gerçeğe akıl ve bilim yoluyla ulaşılacağına inanırdı.
Sabır ve disiplin anlayışı: Bir konuda karar alırken ve bu
kararı uygulamaya koyarken uygun zamanı bekler,
zamanlamaya çok önem verirdi.
İleri görüşlülüğü: Olayların gelişmesinden sonucunun ne
olabileceğini önceden kestirebilirdi.
Açık sözlülüğü: Gerçekleri millete açıkça ifade etmekten
çekinmemiştir.
Çok yönlülüğü: Hem komutan, hem devlet adamı, hem
de inkılapçı yönleri olan bir liderdir.
Öğreticilik yönü: Eğitim ve öğretime çok önem vermiştir.
Harf inkılâbı sırasında yaptığı çalışmalar onun Başöğretmen
olarak anılmasını sağlamıştır.
Sanatseverliği: Çağdaş Türk sanatının gelişmesi için
çabalar harcamış, sanata ve sanatçıya büyük önem vermiştir.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 6
Yöneticiliği: İyi bir yönetici ve devlet adamıdır. O, her
zaman toplumun çıkarlarını kendi çıkarlarının üstünde
tutmuştur.
Yaratıcı düşüncesi: Kazandığı askerî başarılardan ve
inkılapların yapılması sırasındaki uygulamaları ile üstün deha
olarak adlandırılmaktadır.
Önder oluşu: Kurtuluş Savaşı'nın her aşamasında Türk
Milletine önderlik etmiş, Türk milletinin her alanda
çağdaşlaşmasını hedef alan inkılapları gerçekleştirmiştir.
Kararlı ve mücadeleci oluşu: Güçlükler karşısında
yılmamış, ümitsizliğe düşmeden Kurtuluş Savaşı ve yapılan
inkılapları gerçekleştirmiştir.
Planlı çalışması: Bütün çalışmalarında planlı hareket
etmiş, bunun karşılığını Kurtuluş Savaşı'nda ve ardından
yaptığı inkılaplarda almıştır.
İnkılâpçılığı: Gerçekleştirdiği inkılaplar ve inkılaplar
hakkındaki düşünceleri ile örnek bir inkılapçıdır.
Birleştirici ve bütünleştirici oluşu: Kurtuluş Savaşı'nın
hazırlık döneminde Türk Milletini milli birlik ve beraberlik
düşüncesi etrafında bir çatı altında toplamıştır.
İnsan sevgisi: Bütün insanları çok seven ve dünya
barışına önem veren bir liderdi.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 7
OSMANLI DEVLETİ HANGİ CEPHEDE
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ DÜNYANIN GENEL
DURUMU
19.Yüzyılda dünyayı sarsan iki önemli olay Sanayi
İnkılabı ve Fransız İhtilali’dir.
SANAYİ İNKILABI: Sanayi İnkılâbı sonucunda üretim
arttı. Bu durum hammadde ihtiyacı ve Pazar arayışını
önemli bir sorun haline getirdi. Bu da sömürgeciliğin
hız kazanmasına neden oldu. Devletler ekonomik
alanda birbirleriyle rekabete başladılar. İngiltere geniş bir
sömürge İmparatorluğu kurdu. Ardından Fransa ve diğer
Avrupa Devletleri de sömürgeler elde etme yarışına
girdiler. Böylece devletlerarası sömürgecilik yarışı
başladı.
FRANSIZ İHTİLALİ: Fransız İhtilali önce Avrupa’yı
etkilemiş daha sonra da etkileri tüm dünyaya yayılmıştır.
Fransız İhtilali sonucunda önem kazanan Milliyetçilik
düşüncesi her milletin bağımsız yaşamasını ve kendi
geleceğini belirlemesini öngörüyordu. Bu anlayış birçok
milleti içinde barındıran imparatorlukları olumsuz
etkiledi. Milliyetçilik akımının etkisi ile birçok
ayaklanmalar oldu. Bu ayaklanmalar sonucu yeni
devletler kuruldu.
Ayrıca Fransız İhtilali ile eşitlik, hürriyet, adalet,
bağımsızlık gibi kavramlar ortaya çıktı.
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ OSMANLI
DEVLETİ’NİN GENEL DURUMU
Osmanlı Devleti 19.yüzyıldan itibaren topraklarının büyük
bir bölümünü kaybetti. Özellikle Fransız İhtilali sonucunda
dünyaya yayılan Milliyetçilik akımı en çok Osmanlı Devleti’ni
etkiledi. Özellikle Balkanlarda birçok devlet Osmanlı
Devleti’nden ayrılmak için isyan ettiler.
Osmanlı Devleti, kötü gidişi durdurabilmek için bazı
ıslahatlar yapma gereği duydu. Bu amaçla;
1839 yılında yayınlanan Tanzimat Fermanı ile hukuk,
yönetim, maliye, eğitim alanlarında yenilikler yapıldı.
Tanzimat Fermanı ile ilk kez kanun gücünün, padişah
gücünden üstün olduğu kabul edilmiştir. (Hukukun
üstünlüğü)
1856 yılında yayınlanan Islahat Fermanıyla da azınlıklara
geniş haklar verildi.
Osmanlı devlet adamları, yapılan bu tüm yeniliklerle
Avrupa’nın baskısının azaltılabileceği ve buna bağlı
olarak devletin kötü gidişatının durdurulabileceğini
düşündüler.
Bu amaçla, yeniliklere daha sonra da devam edilerek II.
Abdülhamit zamanında I.Meşrutiyet ilan edildi. (1876) İlk
Osmanlı anayasası olan Kanun-u Esasi hazırlandı. Osmanlı
Mebusan Meclisi toplandı. Fakat Osmanlı-Rus Savaşı (93
Harbi) nedeniyle I.Meşrutiyete son verildi.
93 Harbi’nden sonra imzalanan 1878 Berlin Antlaşması
ile Sırbistan, Karadağ ve Romanya’ya bağımsızlık verildi. Kars,
Ardahan ve Batum Rusya’ya bırakıldı.
Cezayir ve Tunus Fransa tarafından, Kıbrıs ve Mısır ise
İngiltere tarafından işgal edilmişti.
İttihat ve Terakki Cemiyetinin çalışmalarıyla 1908 yılında
II. Meşrutiyet ilan edildi.
II. Meşrutiyet’in ilanı sırasındaki karışıklıktan yararlanan
Avusturya Bosna Hersek’i, Yunanistan Girit’i işgal etti.
Henüz Osmanlı Devleti’nden kopmamış olan Bulgaristan da
bağımsızlığını ilan etti.
TRABLUSGARP SAVAŞI 1911
Sebebi: İtalya siyasi birliğini geç kurduğu için (1870-
1871) sömürgecilik yarışında geç kalmıştı. Osmanlı
Devletinin Kuzey Afrika’daki toprakları İngiltere (Mısır)
ve Fransa (Cezayir, Tunus) tarafından işgal edilmişti.
İtalya da Osmanlı Devletinin Kuzey Afrika’daki son
toprağı olan Trablusgarp ve Bingazi’ye (Bugünkü Libya)
göz dikti. Çünkü Osmanlı Devleti iyice zayıflamıştı ve
buraları hem karadan, hem de deniz gücü olarak
savunabilecek gücü yoktu.
İtalya, 1911 yılında; Avrupa Devletlerinin de onayını alıp
Osmanlı Devletine bir nota vererek, buraların kendine ait
olduğunu bildirdi. Osmanlı Devleti de böyle bir durumun
kabul edilmeyeceğini İtalya’ya bildirdiyse de İtalyanlar,
Trablusgarp ve Bingazi’ye asker çıkardılar.
Osmanlı Devleti; Mısır İngiliz işgalinde olduğu için
karadan, donanması yetersiz olduğu için denizden yardım
gönderemedi. Bunun üzerine bazı gönüllü subaylar (Mustafa
Kemal, Enver Paşa…) Trablusgarp’a giderek yerli halkı
İtalyanlara karşı teşkilatlandırdılar.
T.C. İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK
2.ÜNİTE - MİLLİ UYANIŞ: YURDUMUZUN İŞGALİNE TEPKİLER
Sömürgecilik: Bir devletin, kendi sınırları dışındaki
topraklarda egemenlik kurması, o toprakların yeraltı ve
yer üstü kaynaklarına sahip olarak ekonomik ve siyasi
çıkarlar elde etmesidir.
Osmanlıya karşı Milliyetçilik akımının etkisiyle ilk isyan
eden millet Sırplar; ilk bağımsızlıklarına kavuşan millet
ise Yunanlılar’(Rumlar)dır.
Osmanlı Devleti, ilk dış borcu 1854 Kırım Savaşı sırasında
İngiltere’den almıştı. Sonraki yıllarda aldığı borçları
ödeyemeyince Avrupalı devletler Düyun-u Umumiye
(Genel Borçlar) İdaresini kurarak Osmanlı devletinin gelir
kaynaklarına el koydular.(1881)
Trablusgarp Savaşı, Mustafa Kemal’in ilk askeri
başarısıdır.
Mustafa Kemal'in Trablusgarp'ta yerli halkı İtalyanlara
karşı örgütleyerek direnişe geçirmesi onun
teşkilatçılığı ile ilgilidir.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 8
Derne ve Tobruk’ta İtalyanlara karşı başarılı savaşlar
yapıldı. Bu arada İtalya, Osmanlı Devletini barışa zorlamak
amacıyla On iki adayı da işgal etti.
Bu durum devam ederken Balkan Savaşı patlak verdi. İki
farklı bölgede düşmana karşı savaşamayacağını anlayan
Osmanlı Devleti İtalyanlarla Uşi Antlaşmasını imzalamak
zorunda kaldı. (1912) Bu anlaşmaya göre;
Trablusgarp ve Bingazi İtalya’ya bırakıldı.
On iki Ada geçici olarak İtalya’ya bırakıldı.
ÖNEMİ: Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti Kuzey Afrika’daki
son topraklarını da kaybetti.
BALKAN SAVAŞLARI 1912-1913
Yunanistan, Sırbistan, Karadağ ve Bulgaristan Osmanlı
Devletinin Balkanlarda varlığına son vermek amacıyla
aralarında anlaştılar. Osmanlı Devletinin Trablusgarp
ile uğraşmasından faydalanan Balkan Devletleri,
Osmanlı Devletine karşı saldırıya geçtiler. Karadağ’ın
Osmanlı Devletine saldırması üzerine Balkan Savaşları
başladı.(1912)
Balkan Savaşlarının Nedenleri:
1-Rusya’nın Balkan Devletlerini Osmanlı Devletine karşı
kışkırtması.(Rusya’nın Panislavizm Politikası)
2-Osmanlı Devletinin Trablusgarp Savaşı ile uğraşması.
3-Milliyetçilik akımının etkisi.
I.BALKAN SAVAŞI (1912-13)
Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan, Karadağ kendi
aralarında anlaşarak Osmanlı Devletine çeşitli yönlerden
saldırıya geçtiler.
Osmanlı subayları arasındaki siyasi çekişme (İttihatçı ve
İtilafçı), ordunun bir kısmının terhis edilmesi, haberleşme
ve lojistik yetersizliği Osmanlı Devleti’nin başarısız
olmasına neden oldu.
Makedonya, Sırplar ve Karadağlılar tarafından işgal
edildi. Bulgaristan Batı Trakya’yı tamamen işgal ederek
Edirne ve Kırklareli’ye kadar ilerledi. Bulgar orduları
Çatalca önlerine kadar geldiler.
Yunanlılar tüm Ege adalarını işgal etti. Savaş devam
ederken Arnavutluk da bağımsızlığını ilan etti.
( Arnavutluk Osmanlı Devletinden en son ayrılan
Balkan Devletidir.)
Bu kötü durum karşısında Osmanlı Devleti barış istemek
zorunda kaldı. Avrupalı Devletlerin arabuluculuğuyla
Londra Antlaşması imzalandı. (1912)
Bu antlaşmaya göre;
Osmanlı Devleti Midye-Enez çizgisinin batısında kalan
tüm topraklarını kaybetti.
Edirne ve Kırklareli elimizden çıktı.
Arnavutluk bağımsızlığını ilan etti.
Ege adaları elimizden çıktı.
II. BALKAN SAVAŞI (1913)
o Birinci Balkan Savaşı sonrasında Osmanlı Devletinin
kaybettiği toprakları Balkan Devletleri kendi aralarında
paylaşamadı. En büyük payı Bulgaristan’ın aldığını iddia
eden diğer Balkan Devletleri Bulgaristan’a savaş
açtılar. Bu savaşa Romanya da katıldı.
o Yunanistan, Romanya, Sırbistan, Karadağ Bulgaristan’la
savaşırken Osmanlı Devleti de durumdan yararlandı.
Daha önce kaybettiği Edirne ve Kırklareli’yi geri aldı.
Avrupalı Devletlerin araya girmesiyle Bükreş Antlaşması
imzalandı. Bu anlaşmaya Balkanlarda sınırları kalmadığı
için Osmanlı Devleti katılmadı.
o Osmanlı Devleti Bulgaristan’la İstanbul Antlaşmasını
(1913) imzaladı. Bu antlaşmaya göre;
Meriç Nehri her iki ülke arasında sınır kabul edildi.
(Edirne Osmanlı Devletine kaldı.)
Batı Trakya Bulgaristan’a bırakıldı.
o Yunanistan ile Atina Antlaşması (1913) imzalandı. Bu
antlaşmaya göre;
Bozcaada ve Gökçeada dışındaki tüm Ege adaları
Yunanistan’a verildi.
Selanik ve Girit adası da Yunanistan’a bırakıldı.
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI 1914-1918
19. yüzyılın sonlarına doğru İtalya ve Almanya'nın
siyasi birliklerini kurması mevcut dünya dengesini
altüst etti. İngiliz ve Fransız çıkarları Almanya ile
bağdaşmadığından bu iki devlet birbirine yakınlaşmaya
başlamıştır.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun ise
Balkanlardaki çıkar çatışmaları nedeniyle Rusya ile arası
açıktı. Bu nedenle Almanya'ya yakınlaştı.
Böylece savaş öncesinde bloklar oluştu. Bloklar arası
soğuk savaş başladı.
Üçlü İttifak (1882): Almanya, Avusturya - Macaristan, İtalya
Üçlü İtilaf (1907) : İngiltere, Fransa, Rusya
I. Dünya Savaşı, Avrupa ve diğer kıtalarda bulunan
yirminin üzerinde devletin katıldığı, o tarihe kadar
dünyada eşi görülmemiş ilk büyük savaştır.
Mustafa Kemal, 1. Dünya savaşı çıktığı sırada
Sofya'da askeri ateşe olarak bulunuyordu.
I.DÜNYA SAVAŞINA KATILAN DEVLETLERİN OSMANLI
DEVLETİ HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ
ABD: Amerika, Osmanlı üzerinde söz sahibi olmak için
Osmanlı topraklarında okul, hastane, matbaa gibi kurumlar
açarak siyasi ve ekonomik nüfuz(güç) kazanmıştır.
Fransa: Osmanlı ülkesinde yaşayan gayri müslimleri
kışkırtarak siyasi baskılarını arttırmış ve bu yolla Osmanlıyı ele
geçirmeye çalışmıştır.
Panislavizm: Rusya’nın, Balkanlarda yaşayan Slav ırkından
olan Ortodoksları bir çatı altında toplamak ve İstanbul ve
Boğazları ele geçirerek Akdeniz’e açılmak için izlediği
politika.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 9
Avusturya Macaristan İmparatorluğu: Osmanlı’nın
Avrupa’daki topraklarını ele geçirerek Balkanlar’da egemenlik
kurmayı ve Ege denizine ulaşmayı amaçlamıştır.
Rusya: İstanbul ve Çanakkale boğazlarını ele geçirerek
sıcak denizlere inmeyi ve başkenti İstanbul olan bir Slav
imparatorluğu kurmayı amaçlamıştır. Bu amaçla Panslavizm
politikası gütmüştür.
Almanya: Siyasi birliğini geç tamamlamış, İngiltere ile
rekabet edebilmek için Osmanlı’nın Ortadoğu’daki
zenginliklerini ele geçirmeyi amaçlamış, bu nedenle Osmanlı
ülkesine yatırımlar yaparak ekonomik ve askeri açıdan
etkinliğini arttırmaya çalışmıştır.
İtalya: Siyasi birliğini geç tamamlayan ve sömürge
yarışında geç kalan İtalya, Osmanlı topraklarını ele geçirmek
için büyük devletlerle birlikte hareket etmiştir.
İngiltere: Uzakdoğu sömürgelerini korumak ve
Almanya’nın Osmanlı Devleti ile yakınlaşmasını önlemek için
azınlıkları ve Arapları Osmanlı’ya karşı ayaklandırmıştır.
SAVAŞTA TARAFLAR
İttifak Devletleri: Almanya, Avusturya-Macaristan,
Osmanlı İmparatorluğu, Bulgaristan, İtalya (İtalya
sonradan taraf değiştirmiştir.)
İtilaf Devletleri: İngiltere Fransa, Rusya, İtalya, Sırbistan,
Belçika, Japonya, Romanya, Portekiz, ABD, Yunanistan,
Brezilya
I.DÜNYA SAVAŞININ SEBEPLERİ
GENEL SEBEPLER
1-Fransız İhtilali’yle ortaya çıkan milliyetçilik düşüncesinin
yayılması.
2- Sanayi inkılabı ile ortaya çıkan hammadde ve sömürge
arayışı.
ÖZEL SEBEPLER:
1- Fransa'nın 1871 Sedan Savaşı'nda kaybettiği zengin kömür
yataklarına sahip Alsace- Loren bölgesini Almanya'dan geri
almak istemesi
2- İngiltere ve Fransa'nın mevcut sömürgelerini koruma
düşüncesi.
3-İngiltere ile Almanya arasındaki sanayileşme rekabeti.
4- Avusturya Macaristan İmparatorluğu ve Rusya arasındaki
Balkanlara hakim olma mücadelesi.
ASIL SEBEP: Avrupa devletleri arasındaki ekonomik çıkar
çatışmasıdır.
GÖRÜNÜR (SAVAŞI BAŞLATAN) SEBEP: Avusturya-
Macaristan İmparatorluğu veliahtı, Saraybosna'da Sırplı bir
genç tarafından öldürüldü. Bunun üzerine Avusturya-
Macaristan İmparatorluğu, Sırbistan'a savaş açtı. Rusya
Sırbistan'ın yanında yer aldı. Almanya'nın Rusya'nın karşısında
savaşa girmesiyle İngiltere ve Fransa, Rusya tarafında savaşa
girdiler.
OSMANLI DEVLETİ’NİN SAVAŞA KATILMASI
Osmanlı Devleti Trablusgarp ve Balkan savaşlarından yeni
çıkmıştı. Ordusu zayıf, donanması yetersizdi. Bunun için
bir yandan askeri alanda güçlenmeye çalışırken diğer
yandan da siyasi yalnızlıktan kurtulmak için girişimlerde
bulunmaya başladı.
Osmanlı Devleti, Almanya'ya güvenemediği için İtilaf
Devletlerine yakınlaşmaya çalışmış ancak bu devletler
Osmanlı Devleti'ni yanlarına almak istememişlerdir.
Bunun üzerine Osmanlı Devleti;
Almanya ve Bulgaristan'la dostluk anlaşmaları imzaladı.
Tarafsızlığını ilan etti. Kapitülasyonları tek taraflı olarak
kaldırdı.
Osmanlı Devleti'nin tarafsızlığı başta Rusya olmak üzere
İtilaf Devletleri tarafından desteklendi.
Buna karşılık Osmanlı Devleti;
Kapitülasyonların kaldırılması
Ege adalarının geri verilmesi
Mısır sorununun çözülmesi,
gibi isteklerini İtilaf Devletlerine iletti. Bu isteklerin
İngiltere tarafından reddedilmesi, Osmanlı Devleti'nin
Almanya'ya yakınlaşmasına neden oldu.
Almanya'nın Osmanlı Devleti'ni kendi yanına çekmek
istemesinin nedenleri
Savaşı geniş bir alana yayarak yükünü hafifletmek
Osmanlı Devleti'nin jeopolitik konumundan yararlanmak
Osmanlı halifesinin dini ve siyasi gücünden yararlanmak
Geçiş yollarını kontrol altında tutarak İtilaf Devletlerinin
Rusya'ya ulaşmasını önlemek
OSMANLI DEVLETİ’NİN SAVAŞA GİRMESİ
Akdeniz'de İngilizlerin önünden kaçan iki Alman ( Goben
ve Breslav ) gemisi Çanakkale Boğazını geçerek Osmanlılara
sığındı. Osmanlı Devleti bu iki gemiyi satın aldığını açıklayarak
bu gemilere Yavuz ve Midilli adını verdi. Karadeniz’e geçen
bu gemilerin Rus limanlarını topa tutması ile Osmanlı
Devleti'ni fiilen savaşa girmiş oldu. (Kasım 1914)
Osmanlı Devleti'nin Almanya’nın yanında savaşa girme
nedenleri
Son zamanlarda kaybettiği toprakları geri almak,
Siyasi yalnızlıktan kurtulmak,
Almanya'nın savaşı kazanacağına inanılması
Osmanlı devlet adamlarının (İttihat ve Terakki Partisi)
Alman hayranlığı
İngiltere, Fransa ve Rusya’nın düşmanca politikaları
Coğrafi konumu itibariyle savaş dışında kalmanın zorluğu
Kapitülasyonlardan kurtulmak
Osmanlı Devleti'nin Savaşa Girmesiyle;
1-Savaş geniş bir alana yayılmış,
2-Savaşın süresi uzamış,
3-Yeni cepheler açılmış, mevcut cepheler genişlemiş,
4-Almanya büyük ölçüde rahatlamış,
5-İtilaf Devletlerinin işi zorlaşmıştır.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 10
OSMANLI DEVLETİNİN SAVAŞTIĞI CEPHELER
Kendi Sınırlarımızda: Kafkas, Çanakkale, Kanal(Süveyş ), Irak-
İran, Filistin-Suriye, Hicaz-Yemen
Sınırlarımız dışında: Makedonya, Romanya, Galiçya
Bu cephelerde müttefiklerimize ( İttifak Devletlerine) yardım
ettik.
Taarruz(Saldırı) Cepheleri: Kafkas, Kanal (K ile başlar)
Savunma Cepheleri: Çanakkale, Suriye-Filistin, Irak-İran,
Hicaz-Yemen
Yardım Gönderdiğimiz Cepheler: Makedonya, Romanya,
Galiçya (Sonu ya ile biter)
KAFKAS CEPHESİ
Osmanlı Devleti'nin ilk taarruz cephesidir.
Açılma Nedenleri:
1- İttihatçıların Anadolu'daki Türklerle Orta Asya'daki Türkleri
birleştirmek istemeleri
2- Almanların Bakü petrollerini ele geçirmek istemesi
Osmanlı orduları bu cephede Ruslara karşı savaştılar.
Enver Paşa’nın gerekli hazırlıkları yapmayıp tedbirleri
almaması, aşırı soğuk ve hastalık nedeniyle Türk ordusu
iklime mağlup olmuştur.(Sarıkamış Faciası-90 bin şehit )
Doğu Anadolu ( Erzurum, Muş, Bitlis, Trabzon, Erzincan
ve Van) Rus işgaline uğradı.
Rusya'da çıkan Bolşevik İhtilali Rusya'nın savaştan
çekilmesine neden oldu.
Rusya ile Osmanlı Devleti arasında imzalanan 3 Mart
1918 Brest Litowsk Antlaşması ile bu cephe
kapanmıştır.
ÇANAKKALE CEPHESİ
1-İstanbul ve Boğazları ele geçirip Osmanlı Devleti'ni saf dışı
bırakmak
2-Rus ordusuna gerekli askeri yardımı ve malzemeyi
ulaştırmak.
3-Balkan Devletleri'ni savaşa çekmek
4-Savaşı kısa zamanda sonuçlandırmak
isteyen İtilaf Devletleri tarafından açıldı.
18 Mart 1915 günü başlayan asıl hücumları sonuçsuz
kaldı. İtilaf Devletleri donanması bozguna uğradı. Boğazı
geçemeyeceğini anlayan İtilaf Devletleri, Gelibolu'ya
asker çıkardılar.
İngiliz ve Fransız güçleri 8-9 Ocak 1916'da Çanakkale'yi
tamamen boşalttılar.
Sonuçları
I. Dünya savaşının en kanlı cephesidir.
Savaşın uzamasına neden olmuştur.
Osmanlı Devletinin galip geldiği tek cephedir.
Rusya, yardım alamadığı için ekonomik kriz çıkmış ve
Bolşevik İhtilali yaşanmış; Rusya I. Dünya savaşından
çekilmiştir.
Mustafa Kemal'in tanınmasına ve Milli Mücadele'nin
lideri olmasına ortam hazırladı.
Savaş sırasında gizli antlaşmalar ilk kez ortaya çıktı.
Balkan devletlerinin tutumları değişmiş, Bulgaristan
İttifak Devletlerinin yanında savaşa girmiştir.
(Amacı; I. Balkan savaşı sonunda kazandığı toprakları
tekrar alabilmektir.)
KANAL CEPHESİ
o Almanya'nın isteği üzerine açılan bir taarruz cephesidir.
o Amaç; Mısır’ı İngilizlerden geri almak ve Süveyş
Kanalı’nı ele geçirerek, İngiltere'nin Uzakdoğu (
Hindistan ) sömürgeleriyle olan bağlantısını
kesmektir.
o Bu cephede başlayan mücadeleler Temmuz 1916'de
Osmanlı devleti aleyhine sonuçlandı.
SİNA-FİLİSTİN CEPHESİ
Osmanlı Devleti'nin Kanal cephesinde başarılı olamaması
üzerine üstünlük İngilizlere geçmiş, İngiltere Araplarla
işbirliği yaparak Osmanlı ordusunu Şam'a kadar
çekilmeye zorlamıştır.
SURİYE CEPHESİ
Filistin Cephesinin devamıdır.
Mustafa Kemal bu cephede Yedinci Ordu Komutanı
olarak bulunuyordu.
Mustafa Kemal, Halep'in kuzeyinde bir savunma hattı
kurarak İngiliz ve Arapların saldırılarını önledi.
IRAK CEPHESİ
Bu cephe İngilizler tarafından açıldı.
Amaç, Irak petrollerini ele geçirmek ve Kuzey
yönünde ilerleyerek Kafkaslardaki Rus kuvvetleriyle
birleşmekti. Böylece Türk kuvvetlerinin İran'a girerek
Hindistan'ı tehdit etmesini önlemiş olacaktı.
İngiltere ayrıca Abadan petrollerini korumak istiyordu.
Kasım 1915'te Türk kuvvetleri Kut-ül Amare'de İngilizleri
yendiler.
Ancak sonuçta Türk ordusu başarısız oldu ve İngilizler
Bağdat'ı işgal ettiler.
HİCAZ-YEMEN CEPHESİ
Türk birlikleri bu cephede hem İngilizlerle hem de
ayaklanan Araplarla savaşmak zorunda kalmıştır.
Bu cephedeki savaşlar İslam dünyasında ümmetçilik
düşüncesinin sona erdiğini göstermiş, bunun yerine
milliyetçiliğin güçlendiğini ortaya koymuştur.
Çanakkale başarısından sonra Diyarbakır'a gönderilen
Mustafa Kemal, burada gerekli tedbirleri alarak Muş ve
Bitlis’i Rus işgalinden kurtardı.
Mustafa Kemal'in 19. Tümen Komutanı olarak
bulunduğu Türk ordusu; Conkbayırı ve Anafartalar'da
zaferler kazanarak düşman ilerleyişini durdurdu.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 11
SAVAŞIN SONA ERMESİ
o 1917 yılında Rusya’nın savaştan çekilmesi üzerine İttifak
Devletleri İtilaf Devletlerine karşı üstünlük kurmuşlardı.
o Ancak bu durum uzun sürmedi. Almanya’nın ABD
ticaret gemilerini batırması üzerine Amerika Birleşik
Devletleri İtilaf Devletlerinin yanında savaşa girdi.
o Amerikan birlikleri o zamana kadar hiç savaşa
katılmamıştı. Almanya güçlü, dinamik olan Amerikan
orduları karşısında tutunamadı. İngiliz, Fransız ve ABD
birliklerinden oluşan güçlü müttefik kuvvetleri Batı
Cephesinde Almanya’yı çökerttiler.
o Diğer cephelerde de Almanya’nın başarısızlıkları artmaya
başlamıştı. Böylece savaşın sonunda İttifak Devletleri
savaşı kaybettiklerini belirterek (yenilerek) yenen
devletlerle ateşkes anlaşmasını imzaladılar.
o Bulgaristan savaştan çekildi. (İttifak devletleri
bloğundan çekilen ilk devlettir.)
o Müttefiklerinin yenilgiyi kabul etmesi üzerine Osmanlı
Devleti, Mondros Ateşkes Antlaşması’nı (30 Ekim 1918)
imzalayarak savaştan çekildi.
o Ardından Avusturya ve son olarak da Almanya da
savaştan çekildiler.
I.DÜNYA SAVAŞI SONUNDA YENİLEN DEVLETLERLE
YAPILAN BARIŞ ANTLAŞMALARI
Versay Antlaşması ( Haziran 1919): İtilaf devletleri ile
Almanya arasında imzalanmış, Almanya'ya askeri ve
ekonomik kısıtlamalar getirilmiş, Almanya, Avrupa’daki
topraklarının bir kısmıyla bütün sömürgelerini kaybetmiş,
Alsace-Loren bölgesi Fransa'ya bırakılmıştır. Bu durum
Almanya'da rejim değişmesine, silahlanmanın başlamasına ve
II. Dünya savaşına zemin hazırlamıştır.
Saint Germain Antlaşması (Eylül 1919): İtilâf devletleri
ile Avusturya arasında imzalandı. Bu antlaşma ile Avusturya-
Macaristan imparatorluğu parçalanmış Avusturya bir
cumhuriyet haline getirilmiştir.
Triyanon Antlaşması (Haziran 1920): İtilaf devletleri ile
Macaristan arasında imzalanmıştır.
Nöyyi Antlaşması ( Kasım 1919): Bulgaristan'ın Ege
Denizi ile olan bağlantısı kesildi. Balkan Savaşları sırasında
elde ettiği toprakları kaybetti.
Sevr Antlaşması (10 Ağustos 1920): İtilaf devletleri
Osmanlı devleti arasında imzalanmıştır.
I.DÜNYA SAVAŞININ SONUÇLARI
1- Milyonlarca insan öldü. Birçok şehirler yakılıp yıkıldı.
2-İmparatorluklar yıkılarak yerine yeni devletler kuruldu.
(Polonya, Çekoslovakya, Yugoslavya, Macaristan, Türkiye)
3-Yenilen devletlerde rejim değişiklikleri (yönetim
değişiklikleri) ortaya çıktı. (Cumhuriyet, Kominizm, Faşizm,
Nazizm.)
4-Avrupa’nın siyasi haritası değişti.
5-Dünya barışını sağlamak ve anlaşmazlıkları çözmek için
Cemiyet-i Akvam ( Milletler Cemiyeti ) kuruldu.
6-Sorunların çözümü sağlanamadığı için II. Dünya Savaşının
çıkmasına neden oldu.
7-Sömürgecilik, Mandacılık haline dönüştü.
WİLSON İLKELERİ (8 Ocak 1918)
Amerika Başkanı Wudrov Wilson, savaş henüz sona
ermeden, barış ilkelerini açıklamıştır.
Bu ilkeler;
1. Savaş sonunda yenen devletler yenilen devletlerden
toprak almayacak
2. Barış antlaşmaları açık olacak, gizli antlaşmalar yapılma-
yacak.
3. Devletlerarası sorunları çözmek için uluslararası bir
cemiyet kurulacak. (Milletler Cemiyeti)
4. Silahlanma yarışına son verilecek ve devletler birbirine
garanti verecek.
Osmanlı Devleti ile İlgili Maddeleri:
5. Osmanlı topraklarında yaşayan azınlıkların çoğunlukta ol-
dukları yerlerde bağımsız devlet kurmalarına imkân
verilecektir.
6. Osmanlı Devleti'nde Türklerin çoğunlukta olduğu bölgelere
kesin egemenlik hakkı tanınmalıdır.
7. Boğazlar tüm devletlere açık olacak.
Bu ilkeler başarıya ulaşamamıştır. Çünkü İtilaf Devletleri
bu ilkelerin kendi çıkarlarına ters düştüğünü anlamışlardı.
Bir yandan ABD'ye ters düşmemeye çalışırken bir yandan
da gizli antlaşmaları uygulamaya çalıştılar. İşgallerini
gizleyebilmek için manda ve himaye sistemini ortaya
attılar.
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI (30 Ekim 1918)
Bulgaristan'ın savaştan çekilmesiyle İttifak Devletleri
arasındaki irtibat kesilmişti. Bu durumda savaşa devam
etmeye imkân yoktu. Zaten müttefikler de yenilmişti. İşte bu
ortamda Osmanlı Devleti adına Bahriye Nazırı Rauf (Orbay)
Bey başkanlığında bir heyet ile İtilaf Devletleri adına İngiliz
Amirali Calthorpe arasında Limni Adası'nın Mondros
Limanında Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandı.
Antlaşmaya göre;
1- Çanakkale ve İstanbul Boğazı İtilaf Devletlerinin
denetimine geçecek.
2- Osmanlı ordusu terhis edilecek, donanmasına ve silahlarına
el konacak.
3- Toros tünelleri İtilaf Devletlerinin denetimine verilecek.
4- Bütün haberleşme ve ulaşım araç ve gereçleri İtilaf
Devletlerine bırakılacak.
5- İtilaf Devletleri bütün Osmanlı liman ve tersaneleri ile
demiryollarından yararlanacak.
6- Doğuda yani Vilayet-i Sitte’de (altı ilde) (Sivas,
Erzurum, Van, Bitlis, Elazığ, Diyarbakır) karışıklık çıkarsa
İtilaf Devletleri buraları işgal edecek (24.Madde)
Bu madde ile Osmanlı Devleti savunmasız bırakılmak
istenmiştir.
Bu madde ile doğuda bir Ermeni devletinin kurulması
amaçlanmıştır.
İletişim ve haberleşme kontrol altına alınarak, milli
direniş çabaları engellenmeye çalışılmıştır.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 12
7-İtilaf Devletleri kendi güvenliklerini tehdit eden bir durum
ortaya çıkarsa herhangi bir stratejik noktayı işgal
edebilecekler. (7. Madde)
Osmanlı Devleti bu antlaşma ile fiilen sona ermiştir.
Mondros'tan hemen sonra İtilaf Devletleri işgallere
başladı. İngiltere Musul'u işgal ederek ilk işgali
gerçekleştirdi.
Bu işgallere karşı Türk halkının ilk tepkisi bölgesel
direniş cemiyetleri etrafında toplanmak olmuştur.
İşgallerin resmen başlaması Kurtuluş savaşının
başlamasına neden oldu.
MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI’NIN UYGULANMASI
İtilaf Devletleri, barış antlaşmasının imzalanmasını
beklemeden, Mondros Ateşkes Antlaşması'na dayanarak
Osmanlı topraklarını işgal etmeye başladılar.
İLK İŞGAL EDİLEN YERLER
İngilizler: Musul, Urfa, Antep, Maraş, Batum, Samsun,
Merzifon
Fransızlar: Dörtyol, Adana, Mersin, Urfa, Antep, Maraş
İtalyanlar: Antalya, Fethiye, Bodrum, Konya
Yunanlılar: İzmir, Aydın, Edirne
İngilizler işgal ettiği Urfa, Antep ve Maraş'ı daha
sonra Fransa'ya bıraktı.
13 Kasım 1918'de İtilaf Devletlerinin donanması
İstanbul'a geldi.
Suriye cephesindeki görevinden İstanbul’a dönen Mustafa
Kemal, yanında bulunan yaverine (İtilaf Devletleri donamasını
kastederek) “Geldikleri gibi giderler” demiştir.
PARİS BARIŞ KONFERANSI (18 Ocak 1919)
İtilaf Devletleri, Birinci Dünya Savaşında yenilen
devletlerle yapılacak anlaşmaları görüşmek üzere
toplandılar. Asıl amaçları ise yenilen devletleri (özellikle
Osmanlı Devletini) aralarında paylaşmaktı.
Bu konferansta, Doğu Akdeniz’de güçlü bir İtalya
istemeyen İngiltere, savaş sırasında İtalya'ya vereceğini
vadettiği Batı Anadolu'yu Yunanistan'a vermiştir ( güçlü
İtalya yerine zayıf Yunanistan). Böylece İtilaf Devletleri
arasında ilk anlaşmazlıklar başlamıştır.
Konferansta; Milletler Cemiyeti'nin kurulması
kararlaştırılmıştır.
Manda ve himaye fikri ilk kez ortaya atılmıştır.
Manda ve himaye düşüncesi, Wilson İlkelerindeki
sömürgeciliğe karşı maddelere alternatif olarak ortaya
atılmıştır. (Sömürgeciliğin başka bir adı)
İZMİR’İN İŞGALİ (15 Mayıs 1919)
İzmir ve çevresi 1.Dünya Savaşı sırasında İtalya’ya
verilmişti. Fakat İngiltere Paris Barış Konferansı’nda sahte
belgelere dayanarak; “Batı Anadolu nüfusunun
çoğunluğunun Yunanlı olduğunu ve Türklerin
Yunanlıları öldürdüğünü” ileri sürerek Batı Anadolu’nun
Yunanistan’a verilmesini sağladı.
15 Mayıs 1919’da Megola İdea’yı (Büyük Ülkü / Amaç)
gerçekleştirmek isteyen Yunanistan İzmir’i işgal etti.
İzmir’in işgaline ilk tepkiyi Hasan Tahsin (Hukuk-u Beşer
Gazetesi) gösterdi ve ilk kurşunu attı.
AMİRAL BRİSTOL RAPORU (13 EKİM 1919)
o Yunanlıların işgal gerekçelerinin doğruluğunu araştırmak
üzere Amerikalı Amiral Bristol bölgede bir inceleme
yaptı. Amiral Bristol Raporunda, İzmir’de Türklerin
çoğunlukta olduğunu, katliamları Yunanlıların yaptığı
belirtilmiştir.
o Böylece Batı Anadolu’daki işgallerin haksızlığı ilk kez
uluslararası bir raporda belirtilmiş ve Türklerin haklı
davası ilk kez uluslararası alanda duyurulmuştur.
KUVA-YI MİLLİYE HAREKETİ
Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra vatanın işgal
edilmeye başlaması ve Osmanlı Devleti’nin sessiz kalması
üzerine, işgal bölgesinde bulunan vatansever Türk
halkının düşmana karşı kendini ve vatanını korumak için
oluşturduğu direniş kuvvetleridir.
Türk Milleti'nin milli mücadele döneminde kendiliğinden
silahlanarak kurduğu bu kuvvetlere Kuva-yı Milliye
denir.
Kuva-yı Milliye’nin Özellikleri:
1-Tamamen halk tarafından oluşturulan gönüllü birliklerdir.
2-Aralarında birlik yoktur.
3-Bölgesel amaçlı kurulmuşlardır.
4-Düşmanı durduramamış, ancak yavaşlatarak, düzenli
ordunun kurulmasına zaman kazandırmışlardır.
5-Düzenli ve disiplinli bir ordu durumunda değillerdir.
6-Bütün ihtiyaçlarını halktan karşılamışlardır.
7-Bazen keyfi uygulamaları da olmuştur.
Bu madde ile Anadolu işgallere açık hale
getirilmiştir.
Manda: 1. Dünya Savaşı'ndan sonra, az gelişmiş ülkeleri,
kendi kendilerini yönetecek bir düzeye eriştirip, bağımsızlığa
kavuşturuncaya kadar Milletler Cemiyeti adına yönetmek için
bazı büyük devletlere verilen yetkidir.
İzmir’in işgali, Kurtuluş Savaşı’nın başlamasına ve
Kuva-yı Milliye’nin kurulmasına sebep olmuş ve
Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışını hızlandırmıştır.
İşgallere karşı ilk direniş, 19 Aralık 1918'de
Dörtyol'da Fransızlara karşı oldu.
İlk Kuva-yi Milliye Hareketi ise Batı Anadolu'da
İzmir'in işgalinden sonra Yunanlılara karşı başlatılmıştır.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 13
CEMİYETLER
1- ZARARLI CEMİYETLER
A- Azınlıklar tarafından kurulan zararlı cemiyetler
B- Milli varlığa düşman zararlı cemiyetler
2- YARARLI CEMİYETLER
ZARARLI CEMİYETLER
A- AZINLIKLAR TARAFINDAN KURULAN CEMİYETLER
1. Mavri Mira Cemiyeti:
İstanbul Fener-Rum Patriği tarafından kurulmuş, büyük
Yunanistan Krallığını kurmayı amaçlamıştır.
2. Pontus - Rum Cemiyeti:
Trabzon merkez olmak üzere Samsun'dan Batum'a kadar
uzanan alanda ( Doğu Karadeniz’de ) bir Pontus-Rum
Devleti kurmayı amaçlamıştır.
3. Etnik-i Eterya Cemiyeti:
1814'te kurulan bu cemiyetin amacı Yunan ideallerini (Megalo
İdea) gerçekleştirmek (1829'da Yunanistan'ın bağımsız
olmasında etkili oldu.)
4. Taşnak ve Hınçak Cemiyetleri:
Ermeniler tarafından kurulan bu cemiyetlerin amacı Doğu
Anadolu'dan Adana'ya kadar uzanan bölgede bir Ermeni
devleti kurmaktı. Fransızlar tarafından desteklenmiştir.
5- Kardos Cemiyeti:
Rumlar tarafından kurulan bu cemiyetin görünüşteki amacı
Rum göçmenlerine yardımcı olmaktı.
6. Makabi ve Alyans-İsrailit Cemiyetleri: Yahudiler
tarafından Filistin’de bir Yahudi devleti kurmak amacıyla
kurulmuştur.
Diğerleri; Yunan Kızılhaç Cemiyeti (Rum), Rum Ermeni Birlik
Komitesi, Zaven Efendi Derneği.
B- MİLLİ VARLIĞA ZARARLI CEMİYETLER
Müslümanlar tarafından kurulan zararlı cemiyetlerdir. Kuruluş
amaçları olumlu olmasına rağmen izledikleri metotlardan
dolayı milli bağımsızlığa ters düşmüşlerdir.
1. Hürriyet ve İtilaf Fırkası:
İttihat ve Terakki düşmanlığı ile ortaya atılmış, iç isyanlarda
kışkırtıcı rol oynamış, müdafa-i hukuk hareketlerini hedef
almıştır.
2. Sulh ve Selamet-i Osmaniye Fırkası:
Sadrazam Damat Ferit tarafından desteklenen bu cemiyet,
vatanın kurtuluşunun ancak padişah ve halifenin buyruklarına
bağlı kalmakla gerçekleşebileceğini savunmuştur.
3. Teali - İslam Cemiyeti:
İstanbul'da kurulmuştur. Temel dayanağı hilafettir. Kurtuluşun
Islam’da olduğu savunmuştur.
4. Kürt Teali Cemiyeti:
Wilson prensiplerinden güç alınarak İstanbul'da kurulmuştur.
Doğu Anadolu'da bağımsız bir Kürdistan devleti kurmayı
hedeflemiştir. 5. Wilson Prensipleri Cemiyeti:
Bazı aydınlar tarafından desteklenen bu cemiyet, Osmanlı
Devleti'nin ABD'nin manda ve himayesine girmesi gerektiğini
savunmuştur.
6. İngiliz Muhipleri Cemiyeti:
İstanbul hükümetince desteklenen bu cemiyet, Osmanlı
Devleti'nin varlığını koruyabilmesi için İngilizlerin himayesine
sığınmak gerektiğini savunmuştur.
YARARLI CEMİYETLER
1- Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti:
Kurulan ilk yararlı cemiyettir. Doğu Trakya'nın Yunanlılar
tarafından işgal edilmesini önlemek amacıyla kurulmuştur.
Osmanlı Devleti'nin dağılması durumunda bağımsız bir devlet
kurma kararı da alınmıştır.
2- İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (Redd-i İlhak):
Mondros'tan hemen sonra İzmir'de kuruldu. Amacı İzmir ve
çevresini Yunanistan'a katılmasını önlemektir. Ancak İzmir'in
Yunanlılar tarafından işgalinin kesinleşmesi üzerine Redd-i
İlhak Cemiyeti olarak çalışmalara devam edildi.
3- Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti:
Merkezi İstanbul'dur. Amacı Doğu Anadolu'yu işgallerden
koruyarak Ermeni devletinin kurulmasını önlemektir. Erzurum
kongresini bu cemiyet düzenlemiştir.
4- Kilikyalılar Cemiyeti:
İstanbul'da kurulmuştur. Amaç; Adana ve çevresini Fransız ve
Ermeni işgalinden kurtarmaktır.
5- Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti:
Bu cemiyet, Trabzon ve çevresine yönelik Rum ve Ermeni
iddialarına karşı, Türk ve Müslüman halkın haklarını korumak
amacıyla faaliyet göstermiştir.
6- Milli Kongre Cemiyeti:
İstanbul'da kuruldu. Cemiyetin amacı, Türklere karşı yapılan
haksız ve yersiz propagandalara karşı çıkmak, basın ve yayın
yolu ile Türk Milletinin haklı sesini dünyaya duyurmaktır.
7- Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti:
Sivas’ta kurulmuş, vatanın bütünlüğünü korumak için
mitingler düzenlemiştir.
Yararlı Cemiyetlerin Özellikleri
1-Bölgesel cemiyetlerdir.
2-Öncelikli amaçları ülkeyi korumak değil, kuruldukları
bölgeyi korumaktır.
3- Genellikle basın-yayın yolu ile çalışmalarını
sürdürmüşlerdir.
4-Kuruluşlarında milliyetçilik düşüncesi etkilidir.
5-Milli direniş bilincini uyandırdılar.
6-İstanbul'a bağlı veya karşı değillerdir.
7- Sivas Kongresi’nde Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk
Cemiyeti adı altında birleştirilmişlerdir.
İŞGALLER KARŞISINDA DURUM
İSTANBUL’UN ( OSM.HÜKÜMETİ ) TUTUMU: Padişaha
göre İtilaf Devletleri çok güçlü idi. Bunlara karşı koymak
mümkün değildi. O nedenle istenilenleri yapmak gerektiğine
inanıyordu. (İşgallere boyun eğme)
AYDINLARIN DÜŞÜNCESİ: Aydınların bir kısmı Amerikan ve
İngiliz mandasını savunurken bir kısmı da bölgesel direniş
hareketlerini benimsiyordu.
M. KEMAL’İN DÜŞÜNCESİ: Mustafa Kemal, Anadolu’ya
geçip, halkı örğütleyip Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak istiyordu.
Tam bağımsız bir devlet ancak böyle kurulabilirdi.
Kuva-yi Milliye tabirini kullanan ilk kuruluş Milli
Kongre Cemiyetidir.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 14
KURTULUŞ SAVAŞI (19 MAYIS 1919-11 EKİM 1922)
Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandığında Mustafa
Kemal, Suriye cephesinde Yedinci Ordu Komutanı
olarak görev yapıyordu. Ateşkes imzalandıktan bir gün
sonra Mustafa Kemal Yıldırım Orduları Grup
Komutanlığına getirildi.
Ancak birkaç gün sonra bu ordu dağıtıldı. Mustafa Kemal
ateşkes gereği 13 Kasım 1918'de İstanbul'a geldi. Aynı
gün İtilaf donanması da İstanbul'a gelmişti. Mustafa
Kemal işgal donanması için "Geldikleri gibi giderler"
dedi.
Mustafa Kemal, İstanbul'da kaldığı süre içinde önde
gelen komutanlar ve siyasiler ile vatanın kurtarılmasına
yönelik fikir çalışmalarında bulundu.
VE MİLLİ MÜCADELE BAŞLIYOR
MUSTAFA KEMAL'İN SAMSUN'A ÇIKIŞI (19 Mayıs 1919)
Mustafa Kemal, 16 Mayıs 1919 günü padişahın çıkardığı
bir fermanla 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun'a hareket
etti. Görevi;
1-Doğu Karadeniz'de asayişi ve güvenliği sağlamak,
2-Mondros Ateşkes Antlaşmasının hükümlerinin
uygulanmasını sağlamak,
3-Halkın elinde bulunan silah ve cephanelerin toplanması,
4-Halka silah satan kişileri ve kurumları belirlemek, bu
faaliyetleri yasaklamak ve bu kuruluşları ortadan kaldırmaktı.
19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkan Mustafa Kemal
görevi gereği burada bir durum değerlendirmesi yaptıktan
sonra bir rapor hazırlayarak telgrafla İstanbul'a iletti. Bu
raporda;
Bölgedeki karışıklıkların sebebi Rumlar olduğunu,
eğer Rumlar siyasi emellerinden vazgeçerlerse bölgede
huzur ve asayiş kendiliğinden sağlanacağını, Türklüğün
yabancı mandası ve kontrolüne tahammülü olmadığını
bildirdi.
Mustafa Kemal, daha sonra Havza'ya geçerek burada
28 Mayıs 1919'da bir bildiri yayınlamıştır.
HAVZA GENELGESİ (28 MAYIS 1919)
Mustafa Kemal, Havza’da İzmir’in işgalini Anadolu’ya
duyurmak ve milli bilincin uyanmasını sağlamak amacıyla
tüm askeri ve sivil yetkililere bir genelge gönderdi.
Bu genelgede;
Mitingler yapılarak işgallerin protesto edilmesi,
İtilaf devletlerinin temsilcilerine ve İstanbul
hükümetine uyarı protesto telgrafları çekilmesi
istenmiştir.
Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa 8 Haziran 1919'da
İstanbul Hükümeti tarafından geri çağrılmış ancak
Mustafa Kemal bu emre uymamış ve Havza’dan
Amasya'ya geçmiştir.
AMASYA GENELGESİ (22 HAZİRAN 1919)
Amasya'da Milli Mücadele çalışmalarını sürdüren
Mustafa Kemal, Rauf Bey (Orbay), Refet Bey (Bele) ve
Ali Fuat Paşa (Cebesoy) ile birlikte bir bildiri hazırladı.
Hazırlanan bu bildiri 15. Kolordu Komutanı Kazım
Karabekir'in de onayı alındıktan sonra 22 Haziran
1919'da yayımlandı. Genelgede;
1- Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir.
2- İstanbul hükümeti üzerine düşen görevi yerine
getirememektedir. Bu da milleti yok saymaktadır.
3- Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı
kurtaracaktır.
4- Her türlü etki ve denetimden uzak milli bir kurul
oluşturulmalıdır.
5- Anadolu’nun her bakımdan en güvenilir yeri olan Sivas'ta
bir kongre toplanacaktır.
6- Ayrıca doğu illeri için Erzurum'da toplanacak olan
kongre delegeleri Sivas'a gelecektir.
7- Alınan kararlar milli bir sır olarak saklanacaktır.
Gerekçe: Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığının teh-
likeye girmesi (1. ve 2. madde)
Amaç: Milletin bağımsızlığını sağlamaktır. (3. madde)
Yöntem: Milli mücadeleyi halk yapacaktır. (3. madde) Nasıl
organize edileceği (4. ve 5. madde)
Amasya Genelgesi'nde millet iradesine dayanarak yeni
bir devlet kurmaya doğru gidildiği ortaya konmuştur. Yeni
bir devletin kurulması fikri ilk kez ortaya atıldı. (3. madde)
Genelgenin, milli bir kurulun kurulmasını zorunlu
görmesi, başta İtilaf devletleri olmak üzere İstanbul
hükümetine karşı da bir ihtilal bildirisidir.
GENELGE SONRASI GELİŞMELER
Genelgeden sonra özellikle İngilizlerin İstanbul
hükümetine baskılarını artırmaları neticesinde Mustafa
Kemal İstanbul'a geri çağrıldı. Gerekçe olarak yetkilerini
aştığı belirtilmektedir.
Mustafa Kemal, bu tarihten sonra mücadelesine sivil
olarak devam etti.
Havza Genelgesi’nden sonra yurdun değişik yerlerinde
mitingler düzenlenerek milli bilincin uyandırılması
sağlanmış, Türk halkı Milli mücadele fikri etrafında
birleştirilmeye başlanmıştır.
Amasya genelgesi ile milli mücadelenin gerekçesi,
amacı ve yöntemi ilk kez belirtilmiştir.
Genelgeden sonra Mustafa Kemal "Artık İstanbul
Anadolu’ya hâkim değil bağlı olmak zorundadır" demiştir.
Mustafa Kemal'in bu çağrıya uymaması üzerine yetkileri
elinden alınarak Dokuzuncu Ordu Müfettişliği görevine
son verildi.
Bunun üzerine Mustafa Kemal 7-8 Temmuz gecesi
askerlik görevinden de istifa etti.
Bu durum, Mustafa Kemal'in vatanseverliğini,
kararlılığını ve mücadeleci kişiliğini gösterir.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 15
ERZURUM KONGRESİ (23 Temmuz - 7 Ağustos 1919)
15. Kolordu Komutanı olan Kazım Karabekir, İstanbul
Hükümetinin emrine rağmen Mustafa Kemal’i
tutuklamayarak onun hizmetinde olduğunu bildirdi.
Kongreyi; Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk ve Trabzon
Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti düzenlemiştir. Elazığ,
Diyarbakır ve Mardin valileri temsilcilerini kongreye
göndermediler.
Kongrede Alınan Kararlar:
1. Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, bölünmez.
2. İşgalcilere karşı İstanbul hükümetinin kayıtsız kalması
durumunda derhal geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu
hükümeti milli bir meclis seçecektir. Milli Meclis toplanana
kadar görev yapacak bir temsil heyeti oluşturulacaktır.
3. Manda ve himaye kabul edilemez.
4. Kuva-yı milliyeyi amil, milli iradeyi hakim kılmak esastır.
5. Azınlıklara siyasi egemenliğimizi sınırlayıcı ve toplumsal
dengeyi bozucu ayrıcalıklar verilemez.
6. Ulusal irade, padişahı ve halifeyi de kurtaracaktır.
7. Meclis derhal toplanmalı, hükümet çalışmaları meclis
denetimine girmelidir.
Yeni bir devletin kurulmakta olduğu açıklanmış, yeni
Türk devletinin temelleri atılmıştır.
Erzurum kongresi Mustafa Kemal'in sivil olarak yaptığı
ilk çalışmadır.
Kongre çalışmaları devam ederken İstanbul Hükümeti 30
Temmuz 1919'da Mustafa Kemal ve Rauf Bey hakkında
tutuklama kararı çıkardı.
BALIKESİR KONGRESİ (26-31 TEMMUZ 1919)
Batı cephesindeki Kuva-yi Milliye birliklerini
örgütlemek, sevk ve iradesini sağlamak, ihtiyaçlarını
karşılamak amacıyla toplanmıştır.
İşgal devletlerinin temsilcilerine telgraflar çekildi.
Bu kongre asker toplamanın yanında, padişaha olan
bağlılığını da bildirmiştir. Bu kongrenin tek başına
hareket etme gibi bir özelliği de vardır.
Kongreyle birlikte Ege'deki güçler bir ölçüde
örgütlenmiştir.
ALAŞEHİR KONGRESİ (16-25 AĞUSTOS 1919)
o Bu kongrede Erzurum ve Balıkesir Kongresi'nin kararları
görüşülmüş, Balıkesir kongresi kararlarını pekiştirmek,
teşkilatlanmayı genişletip güçlendirmek amacıyla
toplanmıştır.
o Yunanlılara karşı direnileceği, silahlanma ve askere alma
çalışması yapılacağı kararlaştırılmıştır.
SİVAS KONGRESİ (4-11 EYLÜL 1919)
Kongrenin toplanmasını engellemek amacıyla
Fransızlar ve Osmanlı yönetimi bazı önlemler almışlardı.
Elazığ valisi Ali Galip kongreyi basmakla
görevlendirilmişti. Ancak başarılı olamadılar.
Kongre'de,
Erzurum Kongresinde alınan kararlar aynen kabul
edilmiştir.
Erzurum Kongresinden farklı olarak tüm ülkeden
delegeler katılmıştır. Bundan dolayı milli bir kongre
niteliği vardır.
Kongrede alınan başlıca kararlar:
1. Milli sınırlar ve Misak-ı Milli'nin esasları tespit edilmiştir.
4. Temsil heyetinin yetkileri genişletilmiş, üye sayısı
artırılmış ve tüm vatanı temsil eder hale getirilmiştir.
5. Meclis-i Mebusan'ın toplanması için İstanbul'a baskı
yapılacaktır.
6. Ali Fuat Paşa Batı cephesi Kuva-yi Milliye komutanlığına
tayin edilmiştir. (9 Eylül 1919)
Ali Fuat Paşa’nın Batı Anadolu Kuva-yı Milliye
komutanlığına getirilmesi ile Temsil Heyeti yürütme
yetkisini ilk kez kullanmış oluyordu. Bu, Temsil Heyeti’nin
bir hükümet gibi hareket ettiğini gösterir.
7. Haftada iki kez yayınlanmak üzere İrade-i Milliye Gazetesi
çıkarılacaktır. (Milli mücadelenin ilk yayın organıdır.)
Sonuçları:
1- Kongrenin toplanmasını önleyemeyen Damat Ferit Paşa
Hükümeti daha fazla direnemeyerek istifa etti. Yerine milli
mücadele yanlısı Ali Rıza Paşa Hükümeti kuruldu.
2- Temsil Heyetinin İstanbul Hükümeti üzerindeki ilk etkisi
Damat Ferit Paşa hükümetinin istifasıdır.
3- Sivas Kongresi'nden etkilenen Sivaslı kadınlar; Anadolu
Kadınları Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti"ni kurdular.
Manda ve himaye ilk kez reddedilerek ulusal
egemenliğin koşulsuz olarak gerçekleştirilmesine karar
verilmiştir.(Tam bağımsızlık)
Toplanış amacı ve yapısı bakımından bölgesel, aldığı
kararlar ulusaldır/millidir.
Temsil heyeti ilk kez burada oluşturulmuş,
başkanlığına Mustafa Kemal seçilmiştir.
Kongrenin toplanma amacı; Ermeni ve Rumlara karşı
nasıl bir strateji izleneceğini belirlemek ve Mondros
Ateşkes Antlaşmasının 24. maddesine göre Doğu
Anadolu’nun Ermenilere verilmesini önlemekti.
GENERAL HARBOURD RAPORU
Doğu Anadolu’da Ermenilerin çoğunlukta olmadığını,
Türklerin Ermenileri katletmediğini ve Anadolu’nun
Amerika’nın ihtiyaçlarını karşılayacak zenginlikte
olmadığını belgeleyen bir rapordur.
2. Manda ve himaye kesin olarak reddedilmiştir.
3. Tüm milli/ ulusal cemiyetler Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilmiştir.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 16
EGEMENLİK MİLLETİNDİR
AMASYA GÖRÜŞMELERİ (20-22 Ekim 1919)
o Sivas Kongresi’nden sonra Damat Ferit Paşa
Hükümeti’nin isifa edip, yerine milli mücadeleyi
destekleyen Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin kurulması Temsil
Heyeti ile İstanbul Hükümeti arasındaki ilişkilerin
yumuşamasını sağladı. Bu yumuşama Amasya
Görüşmelerine zemin hazırladı.
o Görüşme İstanbul Hükümetini temsilen Bahriye Nazırı
Salih Paşa ile Milli mücadeleyi temsilen, Temsil Heyeti
Başkanı Mustafa Kemal arasında gerçekleşti.
İstanbul hükümeti; Amasya görüşmesi ile Anadolu'daki
milli mücadele hareketini kendi kontrolüne almayı
amaçlamıştır.
Temsil Kurulu ise; Milli Mücadele hareketini İstanbul'a
tanıtmayı, mümkün olursa desteğini almayı amaçlamıştır.
Mustafa Kemal, Milli Mücadele için Salih Paşa'dan;
1-Milli meclisin vereceği en son karara uyulması şartıyla vatan
bütünlüğünün ve istiklalinin korunması
2-Müslüman olmayan gruplara, siyasi egemenlik ve sosyal
dengemizi bozacak tarzda imtiyazlar verilmemesi
3-Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk cemiyetinin İstanbul
Hükümetince tanınması
4-Milli meclisin İstanbul'da toplanması halinde baskı altında
olacağını, bu nedenle meclisin rahat çalışamayacağını, bu
yüzden meclisin başka bir yerde toplanmasını istemiştir.
TEMSİL KURULU'NUN ANKARA'YA GELMESİ
(27 ARALIK 1919)
Mustafa Kemal, İstanbul'da toplanacak olan Meclis-i
Mebusan'ın çalışmalarını daha yakından takip
edebilmek amacıyla Temsil Heyeti üyeleri ile birlikte
Ankara'ya geldi.
Bu iş için Ankara'nın seçilmesinin nedenleri:
Bu arada seçimler de yapılmış ve birçok yerde Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti'nin adayları kazanmıştır. Mustafa Kemal
Erzurum Milletvekili seçilmiştir.
Mustafa Kemal, Ankara'da Milli mücadele taraftan
mebuslara yaptığı görüşmelerde şu isteklerde bulundu.
1-Kendisinin gıyaben meclis başkanı seçilmesi
2-Ali Rıza Paşa Hükümetine güvenoyu verilmesi
3-Misak-ı Milli kararlarının alınması
4-Mecliste bir Müdafaa-i Hukuk Grubu'nun oluşturulması
SON OSMANLI MEBUSAN MECLİSİNİN AÇILMASI
(12 OCAK 1920)
Mustafa Kemal, Meclisin İstanbul'un dışında bir şehirde
toplanmasını istiyordu. Ancak, İstanbul Hükümeti'nin
padişahsız meclis olmaz, düşüncesi ile hareket etmesi
sonucunda Son Osmanlı Mebusan Meclisi İstanbul'da
toplandı.
Milli mücadeleciler Müdafaa-i Hukuk grubu yerine
“Felah-ı Vatan” grubunu kurdular.
Mustafa Kemal’in vatanın bütünlüğü konusundaki
isteklerinin bir kısmı gerçekleşti ve Misak-ı Milli (milli
yemin) kararları kabul edildi.
MİSAK-I MİLLİ KARARLARI (28 Ocak 1920)
1. Mondros Ateşkesi imzalandığı sırada işgal edilmemiş
bölgeler kesin Türk yurdudur, parçalanamaz.
2. Kars, Ardahan ve Batum'da (Elviye-yi Selase) gerekirse
referanduma gidilecektir.
3. Araplar kendi geleceklerini kendileri belirleyecektir.
(Arapların çoğunlukla yaşadığı yerlerde referandum
yapılacaktır.)
4. Batı Trakya'nın geleceği referandum ile belirlenecektir.
5. İstanbul ve Marmara denizinin güvenliği sağlandığı
takdirde, Boğazlar trafiğe açılacaktır.
6. Azınlıklara, diğer ülkelerdeki Türk azınlığa tanınan haklar
tanınacaktır.
7. Siyasi, mali ve adli gelişmemizi engelleyen sınırlamalar
kabul edilemez. (Kapitülasyonlar)
İSTANBUL'UN RESMEN İŞGALİ (16 MART 1920)
İtilaf Devletleri başlangıçta, İstanbul'da toplanacak olan
Mebusan Meclisine karşı çıkmamıştı. Çünkü bu meclisi
kendi amaçları doğrultusunda kullanabileceklerini
düşünüyorlardı. Böylece, Anadolu hareketini sonuçsuz
bırakmak istiyorlardı.
Ancak son Osmanlı Meclis-i Mebusanından tam
bağımsızlık anlamına gelen Misak-ı Milli kararlarının
çıkması üzerine İtilaf Devletleri Meclis-i Mebusan'ı
dağıttılar ve İstanbul'u resmen işgal ettiler. (16 Mart
1920)
Mebusların bir kısmı Malta'ya sürgüne gönderilirken bir
kısmı da Anadolu’ya kaçabildi.
İstanbul Hükümeti ilk kez Milli Mücadele'yi yani
Temsil Kurulunu tanımış oluyordu.
İstanbul Hükümeti'nin Milli Mücadele'ye karşı olan
olumsuz tutumu bir süre engellenmiştir.
Meclis-i Mebusan'ın toplanması sağlanmış, Misak-ı
Milli Meclisin onayından geçmiştir.
1-Milli Mücadele'de en önemli cephe olan Batı Cephesi'ne
yakın olması.
2-Ulaşım ve haberleşme imkânlarının fazla olması.
3-Anadolu'nun ortasında merkezi bir konumda bulunması.
4-İç kesimlerde olması nedeniyle güvenlikte olması.
Vatan sınırları (Misak-ı Milli sınırları) kesin olarak
belirlendi. Bu, Milli mücadelenin hedeflerinin de belirlendiği
anlamına gelir.
Son Osmanlı Meclis-i Mebusan'ın aldığı en önemli
kararlardır.
Bu kararlar meclis onayından geçtiği için resmiyet
kazanmış kararlardır.
Erzurum ve Sivas Kongresi kararlarının Meclis-i
Mebusan tarafından onaylanması, milletvekillerinin milli
mücadeleyi benimsediklerini gösterir.
Misak-ı Milli kararlarının alınmasından sonra İstanbul’un
İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmesi, meclisin
İstanbul’da açılmasını istemeyen Mustafa Kemal’in ileri
görüşlülüğünü gösterir.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 17
İstanbul’ un işgalinden sonra Temsil Heyeti bazı kararlar
ve tedbirler aldı. Bunlar:
İstanbul ile telefon ve telgraf görüşmelerinin
kesilecektir.
İstanbul'a para ve mal gidişi durdurulacaktır.
Anadolu’da bulunan İtilaf Devletleri subayları
tutuklanarak silahları alınacaktır.
İstanbul'un işgali ve Meclis-i Mebusan'ın dağıtılması
iki olumlu gelişmeyi beraberinde getirmiştir.
TBMM'NİN AÇILMASI (23 Nisan 1920)
Mustafa Kemal, milleti temsil edecek bir meclis
oluşturmak için çalışmalara başladı. İstanbul'daki
milletvekillerinin de Anadolu'ya geçmesini sağladı. Bu
arada seçimler yapıldı ve 23 Nisan 1920'de Büyük
Millet Meclisi Ankara'da açıldı.
Böylece Amasya Genelgesi'nde de belirtildiği gibi
milletin, geleceği ile ilgili kararları kendisinin alabileceği
bir meclis açılmış oluyordu.
Mustafa Kemal meclis başkanı seçildi. Başlangıçta
Kurucu Meclis adı verilmesine rağmen tepkilerden
çekinildiği için yeni kurulan bu meclise Olağanüstü
Meclis adı verildi.
TBMM'NİN ALDIĞI İLK KARARLAR
1- Hükümet kurmak zorunludur.( Kurucu meclis )
2- Geçici devlet başkanı veya padişah vekili atama doğru
değildir.
3- Meclis başkanı aynı zamanda hükümetinde başkanıdır.
4- Yasama, yürütme, yargı yetkileri meclise aittir.
5- Padişah ve halifenin durumunu meclis belirleyecektir.
6- Meclis, yürütme yetkisini hükümet aracılığı ile kullanır.
7- Türkiye devleti TBMM tarafından yönetilir ve hükümeti
TBMM hükümeti adını alır.
8- TBMM'nin üstünde herhangi bir güç yoktur.
( Saltanat ve hilafet yok sayılmıştır )
TBMM'YE KARŞI ÇIKAN AYAKLANMALAR
Bu ayaklanmaları 4 grupta toplamak mümkündür.
I- İSTANBUL HÜKÜMETİNİN ÇIKARDIĞI AYAKLANMALAR
a) Anzavur ayaklanması:
Ahmet Anzavur tarafından Balıkesir ve çevresinde çıkarılmıştır.
İtilaf devletlerinden destek almıştır. Çerkez Ethem tarafından
bastırıldı.
b) Kuva-yi İnzibatiye(Halifelik Ordusu):
Adapazarı, Geyve dolaylarında çıktı. Ali Fuat Paşa tarafından
bastırıldı. Anzavur kuvvetleriyle işbirliği yaptılar.
II- İSTANBUL HÜKÜMETİ VE İŞGAL DEVLETLERİNİN
BERABER ÇIKARDIĞI AYAKLANMALAR
1. Bolu, Düzce, Hendek, Adapazarı Ayaklanmaları
2. Yozgat Ayaklanması (Çapanoğulları)
3. Konya Ayaklanması (Bozkır Aşireti Delibaş Mehmet)
4. Afyon Ayaklanması (Çopur Musa)
5. Milli Aşireti Ayaklanması (Urfa)
6. Koçgiri Ayaklanması (Sivas, Tokat)
7. Şeyh Eşref Ayaklanması (Bayburt)
8. Cemil Çeto, Ali Batı Ayaklanması (Siirt / Mardin)
III- AZINLIKLARIN ÇIKARDIĞI AYAKLANMALAR
1. Doğu Anadolu’daki Ermeni Ayaklanmaları: Kazım
Karabekir tarafından bastırıldı.
2. Güney Bölgesindeki Ermeni Ayaklanmaları: Adana,
Antep, Maraş, Urfa bölgelerinde Fransızların da desteğiyle
çıkan ayaklanmalardır.
3. Doğu Karadeniz’de Rum Ayaklanmaları: TBMM’yi en çok
uğraştıran ayaklanma olmuştur.
4. Batı Anadolu’da Rum Ayaklanması: Düzenli birlikler
tarafından bastırıldı.
IV- KUVA-YI MİLLİYECİLERİN ÇIKARDIĞI
AYAKLANMALAR
Düzenli ordu kurma çalışmalarına karşı çıkan Çerkez
Ethem ( Yunanlılara sığınmıştır ),
Demirci Mehmet Efe (ikna edilmiştir) ve
Yörük Ali Efe gibi kişilerin çıkardığı ayaklanmalardır.
TBMM'NİN AYAKLANMALARA KARŞI ALDIĞI ÖNLEMLER
29 Nisan 1920'de Hiyanet-i Vataniye Kanunu çıkarıldı.
Vatana ihanet edenlerin cezalandırılması için 18 Eylül
1920'de İstiklal Mahkemeleri kuruldu.
TBMM'nin açılması için uygun bir zemin oluştu ve yeni
bir meclis gerekli hale geldi.
Mustafa Kemal, Milli Mücadeleyi padişah adına da
yürüttüğünü söyleme imkânı buldu.
KURUCU MECLİS: Yeni bir devlet kurmak amacıyla kuruluş
için gerekli kararlan alan, yeni anayasa yapan ve yeni
devletin esaslarını belirleyen heyet temsilcilerinden oluşan
bir meclistir.
o Kurucu meclis özelliği gösterir.(1.madde)
o Yeni Türk devleti resmen kuruldu.
o Meclis geçici değil, süreklidir.(2.madde)
o Milletin egemenliği kesin olarak gerçekleşti.
o Güçler birliği ilkesi benimsendi.(4.madde )
o Meclis hükümeti sistemi kabul edildi.
o Mustafa Kemal, hem meclis hem hükümet başkanı
oldu.
Meclisin tek amacı vatanı kurtarmaktır. Bu yüzden
mebuslar arasındaki fikir ayrılığı gün yüzüne çıkmamıştır.
Meclis açılınca Temsil Heyeti'nin görevi sona erdi.
İlk TBMM’de (demokratik olmamasına rağmen) Güçler
Birliği ilkesi benimsenmiştir. Bunun nedeni olağanüstü
şartlardan dolayı hızlı karar alıp uygulanmasını
sağlamaktır.
TBMM, yasama ve yürütme yetkisini kullanmıştır. İstiklal
mahkemelerinde milletvekillerinin görev alması yargı
yetkisini de kullandığını gösterir.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 18
İstanbul'da Milli Mücadele aleyhine alınan fetvalara
karşılık, Ankara müftüsü Rıfat Börekçi’den karşı fetvalar
alındı.
Kuva-yi Milliye birlikleri kaldırılarak yerine düzenli
ordu kuruldu.
İstanbul Hükümeti ile tüm ilişkiler kesildi.
Ayaklanmalar;
o Kardeş kavgasına ve milli kaynak israfına sebep olmuştur.
o Kurtuluş Savaşının başarıya ulaşmasını geciktirmiştir.
o TBMM’nin ekonomik olarak zarar görmesine neden
olmuştur.
BARIŞ ANTLAŞMASI MI? ÖLÜM FERMANI MI?
SEVR ANTLAŞMASI (10 Ağustos 1920)
İtilaf devletleri; Osmanlı Devleti'nin topraklarını paylaşma
konusunda aralarında anlaşamadıkları için yapacakları
barış antlaşmasını geciktirmişlerdi. Daha sonra İtalya’nın
San Remo kentinde bir konferans düzenleyerek
hazırladıkları antlaşmayı Osmanlı Devletine sundular.
İstanbul Hükümeti, antlaşmayı onaylamakta yavaş ve
isteksiz davranınca antlaşmanın imzalanmasını
çabuklaştırmak için İngilizler Mudanya ve
Bandırmaya asker çıkarırken, Yunanlılar Bursa
Balıkesir ve Edirne’yi işgal ettiler.
Bu gelişmeler üzerine Sevr kasabasına gönderilen
Osmanlı heyeti antlaşmayı imzaladı.( 10 Ağustos 1920 ).
Buna göre;
Sınırlar
1. Doğu Trakya ve Batı Anadolu Yunanistan’a verilecek.
2. Bütün Suriye, Mardin, Urfa, Antep Fransa’ya verilecek,
3. Rodos ve 12 ada İtalya’ya, diğer adalar Yunanistan’a
verilecek,
4. Arabistan, Musul ve Irak İngiltere’ye verilecek,
5. Güney batı Anadolu İtalya’ya verilecek,
6. Doğu Anadolu’da Ermeni ve Kürt Devleti kurulacak,
7. Osmanlı Devleti’ne Tokat, Ankara ve İstanbul arası
bırakılacak.
Siyasi
8. İstanbul başkent olarak kalacak ama İtilaf Devletleri’nin
istekleri yerine getirilmediği takdirde, o da elinden alınacak,
9. Boğazlar bütün devletlere savaş zamanında bile açık
olacak. Boğazlar Komisyonu kurulacak.
10. Azınlıklar vergi vermeyecek, askerlik yapmayacak.
Askeri
11. Mecburi askerlik kaldırılacak
12. Osmanlı ordusu 50700 kişiden oluşacak, ağır silah
olmayacak.
13. Deniz gücü 13 gemiyi geçmeyecek, denizaltı olamayacak.
(Bu maddeler Osmanlı Devleti’ni savunmasız bırakmak
için konulmuştur.)
Ekonomik
14. Osmanlı Devleti ağır bir tazminat ödeyecek.
15. Kapitülasyonlardan bütün devletler yararlanabilecek.
16. Osmanlı devleti maliyesi İtilâf Devletlerinin komisyonuna
bırakılacak.
ÖNEMİ
Ayaklanmaların bastırılması, TBMM’nin otoritesini
güçlendirmiştir. I. Dünya Savaşı sonrasında imzalanan en son
antlaşmadır.
I. Dünya Savaşı sonunda imzalandığı halde
uygulanamayan tek antlaşmadır. ( Ayastefanos Antlaşması
gibi)
Misak-ı Milli kararlarına uygun değildir.
Osmanlı Devleti’nin imzaladığı en son antlaşmadır.
Meclis-i Mebusan tarafından onaylanmadığı için ölü
doğan bir antlaşmadır. (Osmanlı Anayasasına göre,
hükümetçe imzalanan barış antlaşmalarının parlamento
tarafından onaylanması gerekiyordu.)
I. Dünya savaşından sonra imzalanan en son ve şartları en
ağır antlaşmadır.
TBMM antlaşmayı yok saymış ve antlaşmayı
imzalayanları vatan haini ilan etmiştir.
“Siyasi, adli, iktisadi ve mali bağımsızlığımızı imhaya ve
sonuç olarak yaşama hakkımızı inkar ve ortadan
kaldırmaya yönelik olan Sevr Antlaşması bizce mevcut
değildir.”
Atatürk
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 19
KURTULUŞ SAVAŞINDA CEPHELER
Kurtuluş Savaşı’nda;
Doğu Cephesinde Ermenilerle,
Güney cephesinde Fransızlar ve Ermeni çetelerle,
Batı cephesinde ise Yunanlılar ile mücadele edildi.
DOĞU CEPHESİ / İLK ZAFERİMİZ
Ermeni Meselesi
Ermeniler 19. yy ortalarına kadar Osmanlı devletinde
barış içinde yaşamışlar, devlete olan bağlılıklarından
dolayı kendilerine "millet-i sadıka" denilmiştir.
Fransız İhtilali’nin etkisi ve Avrupalı devletlerin
kışkırtmaları sonucu 19. yy'ın sonlarına doğru Ermeniler
bağımsız olma fikrine sahip olmuşlardır.
Ermeni meselesi ilk kez Berlin Antlaşması'nda (1878)
gündeme gelmiştir. Bu antlaşmada Osmanlı
Devleti'nden Doğu Anadolu'da Ermeniler lehine ıslahatlar
yapması istenmiştir. Sultan II. Abdülhamit Ermenilerin
bağımsız olmalarını sağlayacak olan bu ıslahatları
uygulamamıştır.
I.DÜNYA SAVAŞI’NDA ERMENİLER
VE TEHCİR KANUNU
Ruslar I. Dünya Savaşı'nda Kafkas cephesinde Ermenileri
kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak bölgedeki
Türkleri katlettirdiler.
Ermenilerin doğuda sivil halka ve Türk ordusuna yönelik
saldırıları üzerine, İttihat-Terakki Hükümeti "Tehcir
Kanunu"nu (1915) çıkararak katliamlara karışan
Ermenileri Suriye ve Lübnan'a gönderdi/göç ettirdi.
I. Dünya Savaşında Kafkas cephesinde, Rusya ile Osmanlı
Devleti arasında 3 Mart 1918'de imzalanan Brest Litowsk
antlaşması ile Kars, Ardahan ve Batum Osmanlı Devleti'ne
bırakılmıştı. Fakat daha sonra Kars ve çevresini Ermeniler,
Ardahan ve Batum'u Gürcüler işgal etti.
TBMM, Osmanlı Devleti'nden kalan ve başında Kazım
Karabekir Paşa'nın bulunduğu 15. Kolorduya hareket emri
verdi.
Ermenistan Savaşı
TBMM, Ermeni meselesini çözmek için Kâzım Karabekir
Paşa'yı Doğu cephesi komutanlığına tayin etti. 24 Eylül
1920'de taarruza geçen Türk ordusu Ermenileri yenilgiye
uğrattı. 30 Ekim 1920'de Kars zaferi kazanıldı.
TBMM ile Ermenistan arasında Gümrü Antlaşması
imzalandı. ( 3 Aralık 1920 ).
Buna göre;
1. Aras Nehri - Çıldır Gölü hattı sınır olacak.
2. Kars, Sarıkamış ve Iğdır TBMM'ye verilecek.
3. Ermenistan Sevr antlaşmasını tanımayacak, Misak-ı
Milli'yi tanıyacak.
Batum Antlaşması 23 Şubat 1921
1-TBMM ile Gürcistan arasında yapıldı.
2-Artvin ve Batum çevresi TBMM'ye bırakıldı.
3-Bu antlaşmalardan kısa bir süre sonra Ermenistan ve
Gürcistan Sovyet Rusya'nın egemenliğine girdi. Bu
antlaşmaların yerine daha sonra Moskova ve Kars
antlaşmaları imzalandı.
GÜNEY CEPHESİ / DESTANLAŞAN DİRENİŞ
Mondros Mütakeresi'nden sonra Adana, Antep, Maraş
ve Urfa önce İngilizlerin işgaline uğramış, Paris
Konferansından sonra Fransızlara devredilmiştir. İngilizler
bölge halkına yönelik baskılar yapmadıkları için ciddi bir
direnişle karşılaşmamışlardır.
Fransızlar bölgeyi Ermenilerle birlikte işgal ederek
ağır baskılar yaptılar ve sivil halka yönelik katliamlar
gerçekleştirdiler. Bu durum halkın tepkisine neden oldu.
Sivas Kongresi'nde bölgeye komutanlar tayin edildi.
Bölgede bütün halkın katıldığı bir Kuva-yı Milliye hareketi
başladı.
Uzun mücadelelerden sonra; 11 Şubat 1920'de Maraş,
10 Nisan 1920'de Urfa, 8 Şubat 1921'de Antep kurtarıldı.
Fransızlar Sakarya Savaşı'ndan sonra imzalanan Ankara
Antlaşması (20 Ekim 1921) ile Anadolu'yu terkettiler.
KURTULUŞ SAVAŞI VE İTALYANLAR
Birinci Dünya savaşı sırasında İtalya'ya gizli anlaşmalarla
İzmir verilmişti. Paris Barış Konferansı'nda (18 Ocak 1919)
İngilizler Akdeniz'de güçlü bir İtalya istemedikleri için
İzmir'in Yunanlılara verilmesini sağladılar. Bu olay
anlaşmazlığa neden oldu.
T.C.İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK
3.ÜNİTE - YA İSTİKLAL YA ÖLÜM
Bu göç esnasında bazı Ermeniler yolda, sıcaklık,
hastalık ve saldırılar nedeniyle hayatını kaybetti.
Ermenistan bu durumu uluslararası alanda aleyhimize
kullanmaya başladı. Bugün bile sık sık gündeme
getirilen Ermeni soykırımı yalanının aslı budur.
Önemi:
o TBMM Hükümetinin ilk askeri ve siyasi başarısıdır.
o TBMM'yi ve Misak-ı Milli'yi ilk tanıyan devlet
Ermenistan’dır.
o Ermeni meselesi sona erdi.
o Bu cephedeki birlikler Batı cephesine kaydırılmıştır.
Maraş’ta Sütçü İmam, Urfa’da Ali Saip Bey, Antep’te
Şahin Bey, Adana (Osmaniye)’de Tayyar Rahmiye
Hanım halka liderlik yaptılar.
TBMM tarafından Antep'e "Gazi"(1921), Maraş'a
"Kahraman"(1973), Urfa'ya "Şanlı"(1984) unvanları
verildi.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 20
İtalyanlar Muğla, Antalya ve çevresini işgal ettiler.
İtalyanlarla TBMM arasında ciddi bir savaş olmadı.
Çünkü İtalyanların hem İngilizlerle arasının açılması hem de
bu dönemde İtalya'da iç karışıklık olması savaş ihtimalini
azalttı.
İtalyanlar II. İnönü savaşından sonra Anadolu'dan
çekilmeye başladılar (5 Temmuz 1921) Sakarya savaşından
sonra tamamen çekildiler.
BATI CEPHESİ / İSTİKLAL MİLLETİMİNDİR
Bu cephe, 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgali ile açılmış,
11 Ekim 1922’de Mudanya Atşkes Antlaşması ile
kapanmıştır.
Sebebi;
Yunan işgalinin diğerlerine göre daha kanlı olması
Yunan işgalinin kalıcı nitelik taşımasıdır.
GEDİZ MUHAREBELERİ: Yunanlıların 22 Haziran 1920'de
saldırıya geçerek Balıkesir, Bursa, Uşak ve Doğu Trakya'yı işgal
etmeleri üzerine, Ali Fuat Paşa TBMM'den izinsiz olarak
Yunanlılara karşı Gediz'de taarruza geçti. Ancak birliklerimiz
yenilgiye uğradı.
Sonuçta;
Bu durum düzenli ordunun gerekliliğini ortaya çıkardı.
Ali Fuat Paşa görevden alınarak Moskova büyükelçiliğine
gönderildi.
Batı cephesi ikiye ayrıldı. Asıl Batı cephesine İsmet Bey,
Batı cephesinin güney kısmına Refet (Bele) Paşa tayin edildi.
DÜZENLİ ORDUNUN KURULMASI - 8 KASIM 1920
Sebepleri
1- Kuva-yı Milliye birliklerinin halktan zorla para ve yardım
toplamaları
2- Kuva-yı Milliye birliklerinin Yunan ilerleyişini
durduramamaları
3-Kuva-yı Milliye komutanlarının merkezi otoriteden uzak,
başlarına buyruk hareket etmeleri
4-Bölgesel kurtuluşu hedef almaları
5-Askeri disiplin ve eğitimden yoksun olmaları v.b.
ÇERKEZ ETHEM İSYANI - Ocak 1921
Çerkez Ethem, Kuva-yı Seyyare adlı birlikleri ile gerek
Yunanlılara gerekse ayaklanmalara karşı önemli başarılar
sağladı. Ancak Çerkez Ethem zamanla disiplinsiz
davranmaya başladı. Düzenli ordu birliklerine
katılmayı reddederek isyan etti. Daha sonra adamları
ile birlikte Yunanlıların tarafına geçti.
I. İNÖNÜ SAVAŞI 6-10 OCAK 1921
Sebepleri:
1- Yunanların, Sevr antlaşmasını TBMM’ye zorla kabul
ettirmek istemesi.
2-Yunanların, düzenli Türk ordusunu güçlenmeden yok
etmek istemesi.
3- Yunanların, Ankara’ yı alıp TBMM’yı dağıtmak
istemesi.
4-Yunanlıların, Megola İdea’yı (Büyük Yunanistan) hayalini
gerçekleştirmek istemesi.
5- İngilizlere layık olduklarını göstermek istemeleri.
Ulusal Sonuçları
TBMM'nin kurduğu düzenli ordunun ilk başarısıdır.
TBMM'nin otoritesi ve halkın TBMM'ye olan güveni arttı.
İsmet Bey generalliğe terfi etti.
Yeni Türk Devletinin ilk anayasası olan Teşkilat-ı
Esasiye hazırlandı.
Çerkez Ethem isyanı bastırıldı.
İstiklal Marşı kabul edildi.(12 Mart 1921)
Düzenli orduya geçiş hızlandı.
Uluslararası Sonuçları
LONDRA KONFERANSI 23 ŞUBAT-12 MART 1921
TBMM Hükümetinin kurduğu düzenli ordunun I. İnönü
Savaşında başarılı olması üzerine, İtilaf Devletleri Sevr
Antlaşmasını biraz yumuşatarak TBMM Hükümetine
akabul ettirmek için bu konferanssı düzenlediler.
Konferansa İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan
katıldı. İtilaf Devletleri konferansa hem İstanbul
Hükümeti’ni hem de TBMM Hükümeti’ni davet
etmişlerdir.
TBMM Hükümeti adına Bekir Sami Bey, İstanbul
Hükümeti adına ise Tevfik Paşa katılmıştır.
Konferansta Türk tarafı Misak-ı Milli’yi, İtilaf Devletleri ise
Sevr Antlaşması’nı esas almışlardır.
Güney cephesinde, Kuva-yı Milliye birlikleri ile düşmana
karşı mücadele edilmiş, düzenli ordu
kullanılmamıştır.
Batı cephesi, Kurtuluş Savaşının en uzun süren ve en
şiddetli savaşların yapıldığı cephesidir.
Kuva-yi Milliye birlikleri ilk kez bu cephede ortaya
çıktı. (Ayvalık'ta).
Çerkez Ethem Olayı, TBMM’nin otoritesini zayıflatmış ve
Yunan işgalini kolaylaştırmıştır. Tüm bu olaylar, TBMM ‘nin
düzenli orduyu kurmaktaki haklılığını ortaya koymuştur.
İtilaf Devletleri TBMM'yi Londra Konferansı'na
çağırdılar.
Sovyet Rusya ile Moskova Antlaşması imzalandı.
Afganistan ile Ankara Dostluk Antlaşması imzalandı.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 21
Londra Konferansı'nın Toplanmasında Etkili Olan
Sebepler
1-TBMM'nin doğuda Ermenileri yenilgiye uğratması
2-Güneyde Fransızlara karşı başarı kazanılması
3- I.İnönü Savaşı'nda Yunanlıların yenilmesi
4-TBMM'nin Sovyet Rusya ile yakınlaşması
İtilaf Devletlerinin Amaçları
1-Yunan kuvvetlerinin yeniden toparlanması için zaman
kazandırmak
2-Barış yolu ile Sevr Antlaşması'nın şartlarını biraz
yumuşatarak kabul ettirmek
3-TBMM konferansa katılmazsa Türklerin barışa karşı
oldukları şeklinde propaganda yapmak
4-Konferansa TBMM ile birlikte İstanbul hükümetini de
çağırarak ikilik çıkarmak
o Londra Konferansında İstanbul Hükümeti temsilcisi Tevfik
Paşa "Sözü Türk milletinin yegâne temsilcisi olan TBMM
heyetine bırakıyorum" demiş, böylece İtilaf devletlerinin
çıkarmak istedikleri ikilik önlenmiştir.
TÜRK-AFGAN DOSTLUK ANTLAŞMASI
1 MART 1921
TBMM Hükümetini tanıyan ilk İslam ülkesi
Afganistan oldu. Bu durum, Asya’da Müslümanlar
arasında TBMM’nin tanınması açısından olumlu olmuştur.
Buna göre;
1-Bu iki kardeş devlet ve millet, birbirlerinin bağımsızlıklarını
tanıyacaklardı.
2-Taraflardan birine yapılacak saldırı diğerine de yapılmış
sayılacak ve saldırıyı birlikte ortadan kaldıracaklardı.
3-Kültürel bağları güçlendirmek için Türkiye’den Afganistan’a
öğretmen ve subay gönderilecekti.
İSTİKLAL MARŞININ KABULÜ - 12 MART 1921
Milli Eğitim Bakanlığınca düzenlenen yarışmanın
sonucunda Mehmet Akif Ersoy’un kaleme aldığı İstiklal
Marşı 724 şiir arasından seçilmiş ve TBMM tarafından 12
Mart 1921’de kabul edilmiştir. Günümüzdeki bestesi Zeki
Üngör tarafından düzenlenmiştir.
MOSKOVA ANTLAŞMASI - 16 MART 1921
Türk-Rus Yakınlaşmasının Nedenleri
1-TBMM'nin doğuda Ermenilere karşı başarı kazanması
2-Fransızlara karşı güneydeki halk direnişinin etkili olması
3-Yunanlılara karşı I. İnönü zaferinin kazanılması
4-İki ülke arasında karşılıklı elçilikler açılarak iyi ilişkilerin baş-
laması
5-Her iki ülkenin de düşmanlarının ortak olması
6-Sovyet Rusya'nın Anadolu'daki milli mücadeleyi kendi
rejimine dönüştürmek istemesi
Antlaşmanın Maddeleri
1-Osmanlı Devleti ile Çarlık Rusya arasındaki anlaşmalar
geçersiz sayılacak.
2-İki taraftan birinin tanımadığı bir antlaşmayı diğeri de
tanımayacak.
3-Sovyet Rusya Misak-ı Milli'yi tanıyacak.
4-Kapitülasyonların kalktığını Sovyet Rusya kabul edecek.
5-Rusya, TBMM ile Ermenistan ve Gürcistan arasında
imzalanan antlaşmaları Batum'un Gürcistan'a verilmesi
şartıyla tanıyacak.
II. İNÖNÜ SAVAŞI 23-31 MART 1921
Sebepleri
1-TBMM'nin Londra Konferansı'nda Sevr'i kabul
etmemesi
2-Yunanlıların I. İnönü mağlubiyetinin intikamını almak
istemesi
3-Türk ordusunun güçlenmeden yok edilmek istenmesi
Sonuçları
Savaşı Türk ordusu kazandı.
İtalyanlar işgal ettikleri yerlerden çekilmeye başladılar.
Yunanlılar Türkleri yenmek için daha büyük kuvvetlere
ihtiyaçları olduğunu anladılar.
İngiltere'nin Yunanistan'a olan güveni sarsıldı.
TBMM Hükümeti Londra Konferansı'na katılarak;
TBMM'nin barış taraftarı olduğunu göstermek.
Misak-ı Milli'yi dünya kamuoyuna duyurmak
istiyordu.
Londra Konferansının Önemi / Sonuçları
o İtilaf Devletleri TBMM'yi hukuken tanımış oldular.
o TBMM ilk defa uluslararası bir kurulda varlığını
gösterdi.
o Misak-ı Milli dünyaya duyuruldu.
o Yunan kuvvetleri zaman kazanarak yeniden
toparlandılar.
o TBMM barış yanlısı olduğunu ispatladı.
Batum, Misak-ı Milli'den verilen ilk tavizdir.
Sovyet Rusya, TBMM'yi tanıyan ilk Avrupa
devletidir.
Sovyet Rusya milli mücadeleye destek vermeyi kabul
etti.
Sovyet Rusya, Sevr antlaşmasını tanımadığını ilan etti.
Doğu sınırımız güvence altına alındı.
o 20 Ocak 1921 'de Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ( 1921
anayasası) kabul edildi.
o 1921 Anayasası Yeni Türk devletinin ilk
anayasasıdır.
II. İnönü Savaşından sonra Mustafa Kemal Paşa, İsmet
Paşa'ya çektiği telgrafta "Siz orada yalnız düşmanı değil,
milletin makus talihini de yendiniz" demiştir.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 22
KÜTAHYA-ESKİŞEHİR SAVAŞLARI 10-24 TEMMUZ 1921
Sebepleri
1-Yunanlıların İnönü savaşlarıyla kaybettikleri prestijlerini
tekrar kazanmak istemeleri
2-Türk ordusunun toparlanmasına fırsat vermeden ortadan
kaldırma düşüncesi
3-Ankara'yı alarak TBMM'yi dağıtmak ve Sevr'i Türklere kabul
ettirmek istemeleri
4-İtilaf devletlerinin desteğini yeniden kazanmak istemeleri
o İsmet Paşa komutasındaki Türk ordusu, Yunanlıların
aniden saldırmaları üzerine yenilgiye uğradı. Mustafa
Kemal Paşa'nın tavsiyesiyle Türk ordusu Sakarya
ırmağının doğusuna çekildi.
Sonuçları
MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN BAŞKOMUTAN OLMASI
5 AĞUSTOS 1921
Türk ordusunun Sakarya’nın doğusuna çekilmesi Mustafa
Kemal’e yoğun olarak eleştirilmesine neden oldu.
Mustafa Kemal karşıtları, onun ordunun başına
geçmesini böylece kaybedilecek bir savaşta onun gözden
düşmesini amaçlamışlardır.
Mustafa Kemal yanlıları, ise içine düşülen durumdan
kurtuluşu sadece Mustafa Kemal’e geniş yetkiler
vermekle sağlanacağını düşünüyorlardı.
5 Ağustos 1921 de Mustafa Kemal’e Başkomutanlık
yetkisi verildi.
Böylece Mustafa Kemal Paşa, Erzurum Kongresi öncesi
istifa ettiği askerlik mesleğine geri döndü.
ANADOLU İNSANININ BÜYÜK FEDAKÂRLIĞI
TEKALİF-İ MİLLİYE EMİRLERİ / KANUNU
8 AĞUSTOS 1921
Tekalif-i Milliye Emirleri ile ordunun ihtiyaç duyduğu
şeylerin halk tarafından karşılanması amaçlanmıştır.
Bazı önemli maddeleri şunlardır:
1. Her ilde Tekalif-i Milliye Komisyonları kurulacak.
2. Her aile orduya çorap, çamaşır, çarık vs. verecek.
3. Halkın ve tüccarın elinde bulunan giyim ve besin
maddelerinin % 40’ına bedeli daha sonra ödenmek şartı ile el
konulacak.
4. Her türlü makine, araç ve gerecin % 40’ına el konulacak.
5. Binek hayvanların % 40’ına el konulacak.
Emirlere uymayanlar için İstiklal Mahkemeleri yeniden
kuruldu.
Türk ordusunun kesin zaferi kazanmasında bu
emirlerin yeri ve önemi çok büyüktür.
SAVAŞA RAĞMEN EĞİTİM KONGRESİ
ANKARA MAARİF KONGRESİ
(15-21 Temmuz 1921)
Kütahya-Eskişehir Muharebelerinin devam ettiği sırada
Ankara’da 180 kişinin katıldığı Maarif ( Eğitim ) Kongresi
toplanmıştır.
Toplanma Amacı: Kurtuluş Savaşı’nı kazandıktan sonra
yeni Türk Devletinin eğitim politikasını belirlemekti.
Kongreye Mustafa Kemal’de katılmıştır.
Atatürk bu kongrede yaptığı konuşmada “Milli
Kimliğimize zarar veren zararlı fikirlerle mücadele
edilmesi “gerektiğini vurgulamıştır.
EDEBİYAT VE SANAT ESERLERİNDE KURTULUŞ SAVAŞI
Milli Mücadele edebiyat ve sanat eserlerine de konu
olmuştur. Başta İstiklal Marşı olmak üzere bu dönemde
yazılan eserlerde Kurtuluş Savaşı anlatılmıştır.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun (Yaban),
Halide Edip Adıvar’ın (Türk’ün Ateşle İmtihanı),
Samim Kocagöz’ün (Doludizgin) romanlarında,
Halil Dikmen ve İbrahim Çallı gibi ressamların
tablolarında bu dönem yansıtılmıştır.
Düzenli ordunun Batı cephesindeki ilk ve tek
yenilgisidir.
Sakarya ırmağı iki ordu arasında sınır oldu.
Afyon, Kütahya, Eskişehir işgale uğradı.
İtalyanlar Anadolu'dan geri çekilme işlemini durdular.
Fransızlar barış yapmaktan vazgeçtiler.
TBMM'nin Kayseri'ye taşınması gündeme geldi.
Düzenli ordunun kaldırılarak Kuva-yı Milliye'ye
geçilmesi fikri ortaya çıktı.
TBMM'de sert tartışmalar başladı.
Mustafa Kemal TBMM’nin bütün yetkilerinin ve
Başkomutanlık Yetkisinin geçici olarak kendisine
verilmesi kaydıyla bunu kabul etti.
o Savaşın kazanılması amacıyla daha hızlı kararlar
alabilmesi ve uygulayabilmesi için Mustafa Kemal
Paşa'ya TBMM'nin bütün yetkileri üç ay süre ile
verildi. (Bu yetki daha sonra uzatıldı.)
Savaşın en şiddetli döneminde böyle bir kongrenin
düzenlenmesi, Atatürk’ün eğitime verdiği önemi
göstermektedir.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 23
DİRİLİŞİN DESTANI / SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ
23 Ağustos - 13 Eylül 1921
Sebebi: Yunanlıların Türk ordusunu kesin olarak yok ederek
Ankara'yı işgal etmek istemeleri.
Savaş 22 gün 22 gece savaş sürdü. Mustafa Kemal Paşa,
"Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh
da bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı
vatandaşın kanıyla sulanmadıkça terk olunamaz"
diyerek, topyekün savaş taktiğini uyguladı.
Savaş Türk ordusunun zaferi ile sonuçlandı.
Ulusal Sonuçları
1683’ten beri devam eden Türk ordusunun geri çekilişi
sona erdi.
TBMM tarafından Mustafa Kemal Paşa'ya "Gazilik"
unvanı ve "Mareşallik" rütbesi verildi.
Türk ordusunun Kurtuluş Savaşı'ndaki en büyük kaybı
Sakarya Savaşı'nda oldu.
Milli mücadelenin son savunma savaşıdır.
Yunanlılar savunmaya çekilirken taarruz sırası Türklere
geçti.
Yunanlılar Doğu Trakya'dan İstanbul'a yapmak istedikleri
saldırıdan vazgeçtiler.
Uluslararası Sonuçları
KARS ANTLAŞMASI 13 EKİM 1921
TBMM Hükümeti ile Sovyet Rusya’ya bağlı Kafkas
Cumhuriyetleri ( Azerbaycan - Gürcistan - Ermenistan )
arasında imzalandı.
Sovyet Rusya'nın hakimiyetine giren bu cumhuriyetlerle
imzalanan bu antlaşma, Moskova Antlaşmasının
tekrarı niteliğinde bir antlaşmadır.
ANKARA ANTLAŞMASI 20 EKİM 1921
Sebepleri:
1-Fransızların işgal bölgelerinde büyük bir direnişle
karşılaşmaları
2-Yunanlıların Türkleri yenemeyeceklerinin anlaşılması
3-Londra Konferansı'nda İtilaf devletlerinin aralarındaki
anlaşmazlıkları giderememeleri
4-Sakarya savaşının kazanılması üzerine Fransızlar antlaşma
yapmak zorunda kaldılar.
Antlaşmanın Maddeleri
1-Taraflar arasındaki savaş hali sona erecek
2-Savaş esirleri karşılıklı olarak serbest bırakılacak
3-Hatay Fransızlarda kalacak ancak burada özel bir yönetim
kurulacak.
Önemi:
HAYAT VEREN ZAFER
BÜYÜK TAARRUZ / BAŞKOMUTANLIK MEYDAN
MUHAREBESİ
26-30 AĞUSTOS 1922
Yapılan Hazırlıklar
o Bir yıla yakın hızlı ve gizli olarak savaş hazırlıkları yapıldı.
o Doğu ve güney cephelerinden takviye birlikler getirildi.
o Tekalif-i Milliye Kanunu bütün yurtta uygulandı.
o Orduya taarruz eğitimi verildi.
o Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlık süresi
uzatıldı.
Türk ordusu 26 Ağustos 1922'de Afyon'dan taarruza
geçti.
o Afyon'dan taarruz edilmesinin sebebi,
o Yunanlıların taarruzu Eskişehir'den beklemeleri
o Afyon’un ulaşım ve haberleşme açısından merkezi bir
konum olması
Sonuçları
İtalyanlar, Anadolu'dan tamamen çekildiler.
Fransızlarla Ankara Antlaşması imzalandı.
TBMM ile Sovyet Rusya hâkimiyetindeki Kafkas
Cumhuriyetleri arasında Kars Antlaşması imzalandı.
Ukrayna ile dostluk antlaşması yapıldı. (2 Ocak 1922)
Moskova Antlaşmasının hükümleri tekrarlandı).
İtilaf devletleri Sevr'i hafifleterek kabul ettirme
girişiminde bulundular.
Doğu sınırımız kesin olarak çizilmiş oldu.
Güney cephesi kapandı ve buradaki birlikler Batı
cephesine kaydırıldı.
Hatay'ın kaybıyla Misak-ı Milliden taviz verildi.
İlk kez bir İtilaf Devleti Misak-ı Milliyi ve TBMM
Hükümetini tanıdı.
İtilaf Devletleri grubu parçalandı.
Suriye sınırı güvenlik altına alındı.
TBMM’yi tanıyan;
İlk devlet Ermenistan,
İlk Müslüman devlet Afganistan,
İlk batılı/Avrupalı devlet Sovyet Rusya,
İlk İtilaf Devleti Fransa’dır.
Taarruz için uzun süre beklenmesinin nedeni,
Yunanlılara kesin bir darbe indirmek için gerekli
hazırlıkları yapmak ve orduyu taarruza
hazırlamaktı.
Yunanlılar büyük bir yenilgiye uğradı.
9 Eylül'de İzmir, 18 Eylül'de Bursa düşmandan kurtarıldı.
Mustafa Kemal Paşa "Ordular, ilk hedefiniz
Akdeniz'dir, ileri" sözünü söyledi.
Yunan başkomutanı esir alındı.
Kurtuluş Savaşı başarıya ulaştı.
Kurtuluş Savaşı'nın sıcak savaş dönemi bitti,
diplomatik mücadele dönemi başladı.
Yunanlıların çekilmesi üzerine Türk ordusuyla İngiliz
kuvvetleri karşı karşıya geldiler.
İtilaf devletleri ateşkes teklifinde bulundular.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 24
SAVAŞA SON VEREN BELGE
MUDANYA ATEŞKES ANTLAŞMASI
11 EKİM 1922
Katılan Devletler: İngiltere - İtalya - Fransa <-> TBMM
Yunanlılar katılmadı.
Yunanistan'ı İngiltere temsil etti.
TBMM'nin temsilcisi İsmet Paşa'dır.
Maddeleri
1-Türk ve Yunan kuvvetleri arasındaki savaş hali sona erecek
2-Doğu Trakya 15 gün içinde Yunanlılarca boşaltılacak ve
TBMM'ye teslim edilecek
3- İstanbul ve Boğazların yönetimi TBMM'ye bırakılacak
ancak barış yapılıncaya kadar İtilaf kuvvetleri İstanbul'da
kalacak
4-TBMM, barış antlaşması imzalanıncaya kadar Doğu
Trakya'ya asker göndermeyecek ancak sekiz bin kadar
jandarma kuvveti bulundurabilecek
5-Türk kuvvetleri barış yapılıncaya kadar Çanakkale-lzmit
çizgisinde bekleyecek
Önemi
Kurtuluş savaşının silahlı mücadele bölümü sona
erdi.
İstanbul ve Doğu Trakya savaş yapılmadan
kurtarıldı.
İstanbul ve Boğazların yönetimi TBMM'ye
bırakılmasıyla Osmanlı devleti hukuken sona erdi.
Lozan Antlaşması'na zemin hazırlandı.
İngiltere'de Yunan yanlısı Lyod George Hükümeti istifa
etti.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 25
SALTANATTAN MİLLİ EGEMENLİĞE
SALTANATIN KALDIRILMASI - 1 KASIM 1922
o İtilaf Devletleri Lozan Barış Konferansına TBMM
Hükümeti ile birlikte İstanbul Hükümeti'ni de çağırdılar.
Amaçları Türk heyetleri arasında ikilik çıkarmaktı.
o TBMM hem bu ikiliği kaldırmak hem de milli
egemenliği tam olarak gerçekleştirmek için Saltanatın
kaldırılmasına karar verdi.
Sonuçları
ZAFERİN VE BAĞIMSIZLIĞIN TESCİLİ
LOZAN ANTLAŞMASI - 24 TEMMUZ 1923
I. Lozan Görüşmeleri: 20 Kasım 1922- 4 Şubat 1923
II. Lozan Görüşmeleri: 23 Nisan 1923 - 24 Temmuz 1923
o Katılan Devletler : İngiltere, İtalya, Yunanistan, Fransa,
Japonya, Romanya, Yugoslavya
o Boğazlarla ilgili Görüşmelere Katılanlar: Sovyet Rusya,
Bulgaristan
o Gözlemci Devlet : ABD
Konferansın Toplanma Yeri Sorunu
TBMM, konferansın İzmir'de toplanmasını istiyordu.
Böylece Mustafa Kemal Paşa'nın konferansı etkilemesi
kolaylaşacak, Türk heyeti ile TBMM arasındaki
haberleşme daha kolay sağlanacaktı.
İtilaf Devletleri ise uluslararası konferansların tarafsız
ülkelerde toplanması gerektiğini bildirdiler.
Konferansın İsviçre'nin Lozan kentinde yapılması kabul
edildi.
Konferansa Gönderilecek Temsilci Sorunu
TBMM'yi Lozan Konferansı'nda hükümet başkanı Rauf
(Orbay) Bey temsil etmek istiyordu. Amacı Mondros
Ateşkesi'ni imzalamakla edindiği kötü izlenimi silmekti.
Mustafa Kemal Paşa Mudanya'da başarılı bir ateşkes
imzalamış olan İsmet Paşa'yı tercih etti. TBMM tarafından
İsmet Paşa'nın temsilci olması kararlaştırıldı.
Konferansta Görüşülecek Konular
Türk heyeti, konferansta sadece Kurtuluş Savaşı'yla ilgili
konuları değil yüzlerce yıllık sorunları görüşecekti.
Konferansta görüşülecek diğer konularla ilgili olarak ise
pazarlık yapılacaktı.
Lozan Görüşmelerinin Başlaması ve Kesilmesi
o 20 Kasım 1922'de başlayan Lozan görüşmeleri bir süre
sonra tıkandı. İtilaf Devletleri Türk heyetinden birçok
konuda taviz istediler. En çok anlaşmazlık çıkan
konular şunlardı.
Kapitülasyonlar
Dış borçlar
Musul sorunu
Boğazlar sorunu
Bu gelişmeler üzerine Lozan görüşmeleri 4 Şubat 1923'te
kesildi. Lozan görüşmelerinin kesildiği dönemde Türkiye'de iki
önemli olay meydana geldi.
İzmir I. İktisat Kongresi- 17 Şubat 1923
I. TBMM'nin feshedilmesi 1 Nisan 1923
Lozan Görüşmelerinin Yeniden Başlaması ve Barış
Antlaşmasının İmzalanması
Lozan konferansının dağılması üzerine TBMM, boğazlar
ve çevresini ele geçirmek için hazırlık yapmaya başladı.
İngilizlerle savaş tehlikesi ortaya çıktı.
İngiltere'de ise kamuoyu yeni bir savaşa karşı idi. Ayrıca
İngiliz sömürgeleri çıkacak bir savaşta yardım
göndermeyeceklerini, diğer Avrupa devletleri ise tarafsız
kalacaklarını açıkladılar.
Her iki tarafında savaşı göze alamaması üzerine
konferans yeniden toplandı.
24 Temmuz 1923'te Lozan Antlaşması imzalandı.
ANTLAŞMANIN MADDELERİ
1-SINIRLAR
Doğu Sınırı: Kars antlaşması geçerli oldu.
Irak Sınırı: Musul konusunda anlaşmazlık çıkması
üzerine Türkiye ile İngiltere arasında ikili görüşmelere
bırakıldı.
Suriye Sınırı: 20 Ekim 1921'de imzalanan Ankara
Antlaşmasına göre belirlendi.
Batı Sınırı: Meriç nehri sınır oldu.
Ege Adaları: Bozcaada ve Gökçeada Türkiye'ye, Oniki
Ada İtalya'ya, diğer bütün Ege adaları silahsızlandırılması
şartıyla Yunanistan'a verildi. II. Dünya savaşından sonra
imzalanan Paris Antlaşması ile 12 Ada Yunanistan'a
verildi.
T.C. İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK
4.ÜNİTE - ÇAĞDAŞ TÜRKİYE YOLUNDA ADIMLAR
Altı yüz yıldan beri devam eden Osmanlı hanedanı sona
erdi.
Laikliğin gerçekleştirilmesi için ilk önemli adım atıldı.
İtilaf devletlerinin çıkarmak istedikleri ikilik önlendi.
Milli egemenliğin gerçekleşmesi yolunda önemli bir
adım atıldı.
Cumhuriyetin ilanına zemin hazırlandı.
Son Osmanlı hükümdarı Sultan Vahdettin İstanbul'dan
ayrıldı.
Osmanlı hanedanından şehzade Abdülmecit Efendi
TBMM tarafından Halifeliğe seçildi.
Şartlar ve ortam uygun olmadığı için halifelik
kaldırılmamıştır.
Mustafa Kemal, Türk heyetinden iki konuda kesinlikle
taviz verilmemesini istedi. Bunlar;
Ermeni meselesi
Kapitülasyonlardır.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 26
2-BOĞAZLAR
Boğazların yönetimi başkanlığını bir Türk'ün yapacağı
uluslararası bir Boğazlar Komisyonuna bırakılacak.
Boğazların her iki yakasında yirmişer km'lik alan
silahsızlandırılacak
Ticaret gemileri serbestçe boğazlardan geçebilecek
Savaş gemilerine tonaj sınırlaması getirilecek.
Savaş ihtimali olduğunda Türkiye boğazlan
silahlandırabilecek
3-İSTANBUL'UN DURUMU
İstanbul'un Lozan Antlaşması'nın TBMM'de
onaylanmasından sonra bir buçuk ay içerisinde İtilaf
Devletlerince boşaltılması kararlaştırıldı.
4-KAPİTÜLASYONLAR
Kapitülasyonların bütün sonuçlarıyla birlikte kaldırılması
kabul edildi.
5-DIŞ BORÇLAR
En çok Fransa ile aramızda bu konuda sorun çıktı.
Düyun-u Umumiye İdaresi kaldırıldı.
Osmanlı borçları Osmanlı Devleti'nden ayrılan devletler
arasında paylaştırıldı.
Borçların önemli bir kısmını Türkiye ödeyecekti.
Borçlar Türk lirası ya da Fransız frangı ile ve taksitler
halinde ödenecekti.
6-PATRİKHANE
Yabancı kiliselerle ilişki kurmaması şartıyla patrikhane
İstanbul'da kalacak
Seçilen patriği Türk hükümeti onaylayacak
7-YABANCI OKULLAR
Türkiye'de bulunan bütün yabancı okullar Türk Milli
Eğitim sistemine bağlı olacak.
Bu okullar Türk müfettişlerince denetlenecek.
8-SAVAŞ TAZMİNATI
Yunanistan'dan savaş tazminatı olarak sadece Edirne'nin
Karaağaç istasyonu alındı.
9-AZINLIKLAR
Türkiye'de bulunan bütün azınlıklar Türk vatandaşı
sayıldı. Böylece Avrupalı devletlerin içişlerimize
karışmaları önlendi.
Batı Trakya Türkleri ile İstanbul Rumları hariç
Yunanistan'daki Türkler ve Türkiye'deki Rumların yer
değiştirmesi kararlaştırıldı.
LOZAN ANTLAŞMASI'NIN ÖNEMİ
II. TBMM DÖNEMİ
Kurtuluş savaşını kazanan I. TBMM bu süre içinde
yıprandığı için 1 Nisan 1923'te feshedildi. 11 Ağustos
1923’te II. TBMM açıldı.
II. TBMM 1923-1927 arasında faaliyet gösterdi.
II. TBMM bir inkılap meclisidir.
II. TBMM döneminde;
Lozan Antlaşması'nın onaylanması
Cumhuriyetin ilanı
Ankara'nın başkent olması
Halifeliğin kaldırılması
1924 Anayasası'nın kabulü
gibi bir çok önemli inkılap gerçekleştirildi.
BAŞKENT ANKARA
ANKARA’NIN BAŞKENT OLUŞU -13 Ekim 1923
27 Aralık 1919'da Temsil Heyeti'nin Ankara'ya gelmesi ile,
Ankara Millî Mücadele'nin karargâhı olmuştu. 23 Nisan
1920 de TBMM’nin Ankara'da açılmasıyla yeni Türk
Devletinin temelleri atıldı. Kurtuluş Savaşı buradan
yönetildi. Böylece Ankara, fiilen başkent durumuna geldi.
gibi nedenler etkili olmuştur.
YAŞASIN CUMHURİYET
CUMHURİYETİN İLANI - 29 EKİM 1923
Kurtuluş savaşı yıllarında sürekli milli egemenliğin önemi
vurgulanmıştı.
TBMM'nin varlığı ve saltanatın kaldırılmış olması
cumhuriyetin ilanını gerektiriyordu.
Ankara'nın başkent olarak ilan edilmesinin ardından rejim
tartışmaları başladı.
1923 Ekim'inde Ali Fethi Bey Hükümetinin istifasıyla
ortaya bir hükümet bunalımı çıktı.
Meclis hükümeti sistemi yüzünden yeni bir hükümetin
kurulması gecikiyordu.
Hükümet bunalımını çözmek ve rejim tartışmalarını
sona erdirmek amacıyla Mustafa Kemal Paşa'nın teklifiyle
Cumhuriyet ilan edildi.
Yeni Türk devletinin bağımsızlığı uluslararası alanda
resmen tanındı.
Türk milleti açısından I. Dünya savaşı sona erdi.
Boğazlar Komisyonunun varlığı egemenlik haklarımıza
gölge düşürdü.
Uzun yıllar süren kapitülasyonlar, dış borçlar,
azınlıklar gibi sorunlar çözümlendi.
Irak sınırı hariç diğer sınırlarımız belirlendi.
Türk bağımsızlık savaşı diğer esir milletlere örnek
oldu.
Lozan Antlaşmadan Kalan Sorunlar
o Musul Sorunu, Hatay Sorunu, Boğazlar Sorunu, Nüfus
mübadelesi, Yabancı okullar
Ankara’nın başkent ilan edilmesinde;
Milli mücadelenin idari merkezi olması
TBMM’nin burada açılması
Yeni Türk devletinin temellerinin burada atılması
Askeri ve coğrafi açıdan güvenli bir yerde olması
Anadolu’nun orta yerinde ve merkezi bir konumda
olması
“Lozan antlaşması, Türk milleti aleyhine, asırlardan beri
hazırlanmış ve Sevr antlaşmasıyla tamamlandığı zannedilmiş,
büyük bir suikastin yıkılışını ifade eden bir belgedir. Osmanlı
devrine ait tarihe eşi geçmemiş bir siyasi zafer eseridir.”
Atatürk
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 27
CUMHURİYETİN İLANININ SONUÇLARI
Mustafa Kemal Paşa İlk Cumhurbaşkanı
İsmet Paşa İlk Başbakan
Fethi (Okyar) Bey İlk TBMM Başkanı seçildiler.
HALİFELİĞİN KALDIRILMASI - 3 MART 1924
Sebepleri
1- Saltanatı kaldırılması ve Cumhuriyetin ilanı ile halifeliğin
bir fonksiyonunun kalmaması
2- Ulusal egemenlikle halifeliğin bağdaşmaması.
3- Yeni rejime karşı olanların sığınabilecekleri tek makamın
halifelik olması
4- Bazı milletvekillerinin halifeyi TBMM'nin üzerinde
görmeleri vb.
Bütün bu gelişmeleri dikkate alan TBMM, 3 Mart
1924'de çıkardığı bir kanunla halifeliği kaldırdı. Bu
kanunla birlikte;
Halifeliğin Kaldırılmasının Sonuçları
İnkılapların gerçekleştirilmesi için uygun bir ortam
hazırlandı.
Laikliğin en önemli aşaması gerçekleştirildi.
Yeni kurulan rejim güçlendirilerek eski rejime dönüş
yolu kapatıldı.
Ulusal egemenliğin pekiştirilmesi sağlandı.
Ümmetçilik arayışları sona erdi.
Osmanlı hanedanı yurt dışına çıkarıldı.
ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ DENEMELERİ
İlk TBMM'de Gruplar
İlk TBMM'de bütün milletvekillerinin ortak amacı
vatanın işgalden kurtarılması olduğu için partileşmeye
gidilmedi.
İlk TBMM'de Islahat Grubu, İstiklal Grubu, Tesanüt
Grubu gibi gruplar vardı.
Mustafa Kemal Paşa'nın öncülüğünde Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu kuruldu.
Mustafa Kemal Paşa taraftarlarına I. Grup, karşı olanlara
ise II. Grup dendi. II. Grup saltanat ve hilafet taraftarı idi.
HALK FIRKASI’NIN KURULUŞU 9 Ağustos 1923
o Mustafa Kemal Paşa'nın öncülüğünde Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk grubu temel alınarak kuruldu.
o Bu süre içinde;
Mustafa Kemal Paşa 1923- 1938
İsmet İnönü 1938-1950 hem cumhurbaşkanlığı hem de
genel başkanlık yaptılar.
o Yapılan inkılaplar parti programına dayanarak
gerçekleştirilmiştir.
o Halk partisi 14 Mayıs 1950'de yapılan seçimleri kaybetti
ve yönetimi Demokrat Parti aldı.
ORDUNUN SİYASETTEN AYRILMASI - 10 Aralık 1924
II. TBMM döneminde milletvekilliği ile komutanlık aynı
kişide bulunabiliyordu.
Mustafa Kemal Paşa İttihatçılarda gördüğü ordu-
politika ilişkisinin Cumhuriyet döneminde de devam
etmesini istemiyordu.
1924 yılı Ekim ayı sonlarında Kazım Karabekir Paşa, Ali
Fuat Paşa, Refet Paşa gibi komutanlar birliklerinin
başından ayrılarak Ankara'ya geldiler. Bu gelişmeler
üzerine milletvekilliğiyle askerliğin aynı kişide
bulunamayacağına dair kanun kabul edildi. Böylece ordu
siyasetten ayrıldı.
TERAKKİPERVER CUMHURİYET FIRKASI - 17 KASIM 1924
Partinin genel başkanı Kâzım Karabekir Paşa'dır.
Kurucuları milli mücadelenin önde gelen isimleridir. Rauf
(Orbay) Bey, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, Refet (Bele) Paşa,
Adnan (Adıvar) Bey gibi.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının muhafazakar ve
dini inançlara saygılı bir siyaset izlemesi yeni rejime karşı
olanların bu partide yer almalarına neden oldu.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Şeyh Said İsyanı ile
ilgisi olduğu gerekçesiyle kapatıldı. (5 Haziran 1925)
Çok partili hayata geçişte ilk deneme başarısızlıkla
sonuçlandı.
Yeni Türk devletinin adı ve rejimi ( yönetim şekli )
belirlendi.
Hükümet bunalımı sona erdi.
Meclis Hükümeti sisteminden kabine sistemine geçildi.
Demokratikleşme yolunda önemli bir adım atıldı.
1921 Anayasası'na devletin rejimi, dili, dini, başkenti
ile ilgili maddeler eklendi.
Şer'iye ve Evkaf Vekâleti kaldırılarak yerine Diyanet
İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü kuruldu.
Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti kaldırılarak yerine
Genelkurmay Başkanlığı kuruldu ve siyaset dışı bırakıldı.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarılarak eğitimde birlik
sağlandı.
Maarif Vekâleti yerine Milli Eğitim Bakanlığı kuruldu.
o Parti 1923-1950 yılları arasında tek başına
iktidarda kaldı.
o Halk partisi ekonomide devletçiliği savunmuştur.
o Türkiye'de kurulan ilk siyasi partidir.
Türkiye'de Halk partisinden sonra kurulan ikinci parti,
Cumhuriyetin ilanından sonra kurulan ilk partidir.
İlk muhalefet partisidir.
Ekonomide liberal düşünceyi savunmuştur.
Dini inançlara saygılı olmayı ilke olarak kabul etmiştir.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 28
REJİM KARŞITI BİR İSYAN / ŞEYH SAİD İSYANI
13 ŞUBAT 1925
SEBEPLERİ
Şeyh Said'in yeni rejime karşı olması
Halifeliğin kaldırılması ve medreselerin kapatılmasının
kullanılarak insanların kışkırtılması
Musul sorununu kendi lehine çözmek isteyen İngilizlerin
kışkırtmaları
Terakkiperver Cumhuriyet Partisi'nin ”dini inançlara
saygılı olduğunu” vurgulaması
Diyarbakır'da başlayan isyan çok geniş bir alana yayıldı.
İsyanı bastıramayan Fethi (Okyar) Bey hükümeti istifa etti,
yeni hükümeti İsmet Paşa kurdu. Alınan tedbirlerle Şeyh Said
isyanı bastırıldı.
ALINAN TEDBİRLER
Takrîr-i Sükun (Huzuru Sağlama) Kanunu çıkarıldı. (4
Mart 1925)
Bu kanunla basına sınırlama getirildi.
Hükümetin eleştirilmesi yasaklandı.
Bu kanun 1929'a kadar yürürlükte kaldı.
İsyan bölgelerinde İstiklal Mahkemeleri kuruldu.
MUSTAFA KEMAL PAŞA'YA SUİKAST GİRİŞİMİ
16 HAZİRAN 1926
Eski İttihatçılar ve yeni rejime karşı olanlar Mustafa
Kemal Paşa'ya bir suikast düzenleyerek iktidarı ele geçirmeyi
planladılar.
Suikast yeri olarak İzmir seçildi.
Suikast gerçekleşmeden ortaya çıkarıldı.
Olayı planlayanlar İzmir İstiklal mahkemesinde
yargılanarak ağır cezalara çarptırıldılar. .
SERBEST CUMHURİYET FIRKASI - 12 AĞUSTOS 1930
1929'da bütün dünyada başlayan ekonomik bunalım
Türkiye'yi de etkiledi.
İktidardaki Cumhuriyet Halk Partisi'ne karşı tepkiler
artmaya başladı.
İktidar partisinin denetlenebilmesi ve demokrasinin
tam olarak yerleşebilmesi için yeni bir partiye ihtiyaç
duyuldu.
Mustafa Kemal Paşa'nın isteğiyle Fethi (Okyar) Bey'in
başkanlığında Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruldu.
Serbest Cumhuriyet Partisi ekonomide liberalizmi
savunuyordu.
Zamanla partiye inkılap karşıtları girmeye başladı.
Fethi Bey kontrolü kaybedeceğini anlayınca partiyi
feshetti. (17 Kasım 1930)
KUBİLAY / MENEMEN OLAYI - 23 Aralık 1930
Laik Cumhuriyete karşı olan Derviş Mehmet ve adamları
Menemen'de olay çıkardılar.
Olayı bastırmak isteyen Öğretmen Asteğmen Kubilay
şehit edildi.
Alınan tedbirlerle isyan bastırıldı.
Olayı çıkaranlar İstiklal Mahkemelerinde yargılanarak ağır
cezalara çarptırıldılar.
1945'e kadar çok partili hayata geçilmesi gecikmiştir.
ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİLEMEMESİNİN SEBEPLERİ
1-Yeni rejimin yerleştirilmek istenmesi
2-Halkın çok partili hayata hazır olmayışı
3-Yeni bir dünya savaşının çıkma ihtimali
4-Lozan'dan kalan bazı sorunların çözülmek istenmesi (Hatay-
Boğazlar)
ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ 1945
II. Dünya savaşından sonra bir çok ülkede demokrasi
hakim olmaya başladı.
Savaşı kazanan ülkeler de demokrasi ile yönetilen
ülkelerdi.
Dünya barışını korumak için savaştan sonra Birleşmiş
Milletler kuruldu.
1946'da "açık oy, gizli sayım" sistemine dayalı yapılan
seçimi Cumhuriyet Halk Partisi kazandı.
14 Mayıs 1950'de "gizli oy, açık sayım" sistemiyle
yapılan seçimi Demokrat Parti büyük bir çoğunlukla kazandı.
Demokrat Parti 1950-1960 yılları arasında Türkiye'yi
idare etti.
Bu dönemde Cumhurbaşkanı - Celal Bayar, Başbakan -
Adnan Menderes TBMM Başkanı - Refik Koraltan’dır.
Yeni rejime yönelik ilk isyandır.
Terakkiperver Cumhuriyet Partisi kapatıldı.
İlk demokrasi denemesi başarısızlıkla sonuçlandı.
İngiltere Musul konusunda önemli bir avantaj elde etti.
Mustafa Kemal Paşa "Benim naçiz vücudum elbet
bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti
ilelebet payidar kalacaktır." demiştir.
Menemen olayı, laik Cumhuriyete yönelik ikinci isyan
hareketidir.
Serbest Cumhuriyet Partisi'nin kendini
feshetmesindeki haklılık anlaşılmıştır.
Çok partili hayata geçişin ikinci denemesi de
başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Türkiye'nin, dünya devletleri içerisinde yerini
alabilmesi için çok partili hayata geçmesi gerekiyordu.
Türkiye, 1945 yılında ilk kez çok partili hayata geçti.
1946'da Cumhuriyet Halk Partisi'nden ayrılan Adnan
Menderes, Celal Bayar, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü
Demokrat Parti'yi kurdular.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 29
İNKILAPLAR
Cumhuriyet döneminde; Siyasi alanda, Hukuk alanında,
Eğitim alanında, Sosyal ve Toplumsal alanda, Ekonomi
alanında ve daha birçok alanda inkılaplar yapıldı.
SİYASİ ALANDA YAPILAN İNKILAPLAR
Saltanatın kaldırılması 1 Kasım 1922
Ankara'nın başkent olması - 13 Ekim 1923
Cumhuriyetin ilanı - 29 Ekim1923
Halifeliğin kaldırılması - 3 Mart1924
Ordunun siyasetten ayrılması
Siyasi partilerin kurulması
Çok partili hayata geçiş denemeleri yapılmıştır.
[ Bu konulara daha önceki sayfalarda (23-26) değinildiği
için bakınız. ]
HUKUK ALANINDA YAPILAN İNKILAPLAR
Sebepleri
TEŞKİLAT-I ESASİYE'NİN ( 1921 ANAYASASI) KABULÜ
20 OCAK 1921
23 maddedir.
Amasya Genelgesi ile gelişen milli hakimiyet ruhuna
resmi bir kimlik verilmiştir.
Bu Anayasaya devletin yönetim şekli (cumhuriyet) 29
Ekim 1923'de eklenmiştir.
1924 ANAYASASI - 20 NİSAN 1924
Gerçek hayatın ihtiyaçlarına cevap veren bir anayasadır.
Egemenlik kayıtsız şartsız millete verilmiştir.
Vatandaşın haklarının korunması için Danıştay
kurulmuştur.
1928'de Anayasadan "devletin dini İslam’dır" ibaresi
çıkarılmıştır.
Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmiştir.
1937'de Atatürk ilkeleri anayasaya girmiştir.
Günün şartlarına göre en çok değişikliğe uğrayan
anayasadır.
1960'a kadar yürürlükte kalmıştır.
MEDENİ KANUNUN KABULÜ – 1926
Osmanlı Devleti zamanında yapılan ve Osmanlı aile
hukukunu düzenleyen Mecelle kaldırılarak yerine İsviçre
Medeni Kanunu kabul edildi. (17 Şubat 1926 ) Çünkü İsviçre
Medeni Kanunu en son, en modern, yapımıza en uygun
medeni kanun idi.
Medeni Kanunun Kabulünün Sonuçları
Patrikhanenin dini konuların dışındaki yetkileri kaldırıldı.
Azınlıklar Lozan'da tanınan kendi kanunlarıyla yönetilme
hakkından vazgeçerek Türk kanunlarına tabi oldular.
Ayrıca;
- İsviçre Borçlar Kanunu 1928
- Almanya Ticaret Kanunu 1928
- İtalya Ceza Kanunu 1926 alınmıştır.
SOSYAL / TOPLUMSAL ALANDA YAPILAN İNKILAPLAR
ŞAPKA VE KILIK KIYAFET KANUNU’NUN KABULÜ
25 Kasım 1925
Osmanlı Devleti zamanında kılık kıyafet konusunda birlik
yoktu. Bu durum toplumda hoş bir görünüm
arzetmiyordu.
Türk toplumunu görünüş itibariyle de çağdaş bir
görünüme kavuşturmak için Şapka Kanunu çıkarıldı ve
kılık kıyafet konusunda inkılap yapıldı.
Atatürk şapka’yı ilk kez Kastamonu ziyareti sırasında
giymiştir.
Kılık kıyafet inkılabı ile;
Giyim-kuşamda çağdaşlaşma sağlandı.
Kıyafet karmaşasına son verilerek birlik beraberlik
sağlandı.
Kısa olmasının nedeni o zamanın olağanüstü şartları
ve acil ihtiyaçları karşılamak için hazırlanmış olmasıdır.
Güçler birliği ilkesi hakimdir.
TBMM yasama ve yürütme yetkisine sahiptir
Meclis Hükümeti sistemi vardır.
TBMM'nin üstünde güç yoktur.
Osmanlı Devleti'nde hukuk birliğinin olmaması
Kadın-erkek eşitliğinin olmaması
Çağın ihtiyaçlarını karşılayacak yeni bir hukuk
sitemine ihtiyaç duyulması
Devlete laik bir karakter kazandırma düşüncesi
Laiklik yolunda önemli bir adım atılmış ve hukukta
birlik sağlanmıştır.
Toplumsal ve ekonomik alanda kadın-erkek eşitliği
sağlanmış, kadınlara istediği mesleğe girme hakkı
tanınmıştır.
Resmi nikah ve tek eşlilik zorunlu hale getirilmiş,
boşanma hakkı kadına da tanınmıştır.
Mirasta kız erkek eşitliği sağlanmıştır.
Medeni Kanun, dini bir karakter taşımadığı için Laiklik
ilkesi ile, kadın erkek eşitliğini sağladığı için Halkçılık ilkesi
ile ilgilidir.
Şapka ve Kılık Kıyafet Kanunu daha çok İnkılapçılık
ilkesi ile ilgilidir ve Çağdaşlaşma hedefine yöneliktir.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 30
TEKKE, ZAVİYE VE TÜRBELERİN KAPATILMASI
(30 Kasım 1925)
Tekke; tarikatların toplantı, tören, eğitim yeridir. Zaviye
ise tekkenin daha küçüğüdür. Tekke ve zaviyeler Osmanlı
devletinde tarikatların faaliyet yaptığı yerlerdi. Osmanlı
devletinin son zamanlarında tekke ve zaviyeler esas
görevlerinden uzaklaşmışlar ve halkın din duygularının
istismar edildiği yerler haline gelmişlerdi.
İnsanların dini duygularını sömüren ve gerçek amacından
uzaklaşmış bu kurumlar kapatılmıştır. Ayrıca şeyhlik,
dervişlik, dedelik gibi unvanlar da kaldırılmıştır. Böylece;
1-Türk halkının bilime, akılcılığa ve laik düşünceye yönelmesi,
2-Birlik beraberliğin sağlanması yönünde önemli bir adım
atıldı.
Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması, Laiklik ve
Halkçılık ilkesi ile ilgilidir.
TAKVİM, SAAT VE ÖLÇÜLERDE DEĞİŞİKLİK
Osmanlı Devletinde kullanılan Hicri ve Rumi takvim
kaldırılarak yerine Miladi Takvim ve uluslararası saat
sistemi kabul edildi. (26 Aralık 1925)
1 Ocak 1926’dan itibaren kullanılmaya başlandı.
20 Mayıs 1928’de Arap rakamları yerine uluslararası
rakamlar kabul edildi.
26 Mart 1931’de eski ölçü birimleri ( okka, endaze,
arşın…) yerine kilogram, metre ve litre kabul edildi.
Hafta tatili Cuma gününden Pazar gününe alındı. (1935)
SOYADI KANUNUNUN KABULÜ - 21 Haziran 1934
Osmanlı Devletinde kişiler yer, ana baba adları ya da
lakapları ile tanınıyorlardı. Bu durum devletle olan resmi
ilişkilerde ( okul-vergi-askerlik-tapu) karışıklığa neden
oluyordu. Bu karışıklığa son vermek için Soyadı Kanunu
çıkarıldı.
Böylece;
KADINLARA SİYASİ HAKLARIN VERİLMESİ
Belediye seçimlerine katılma hakkı verilmesi (3 Nisan
1930) İlk siyasi haktır.
Muhtar olma hakkının verilmesi (26 Ekim 1933)
Milletvekili seçme- seçilme hakkının verilmesi (5 Aralık
1934)
Türk kadını birçok Avrupa ülkesinden önce siyasi
haklarına kavuşmuştur.
1935’te yapılan seçimlerde meclise 18 kadın milletvekili
girmiştir.
KODLAMA: Belediyenin Muhtarı Vekil oldu.
EĞİTİM VE KÜLTÜR ALANINDA YAPILAN İNKILAPLAR
Tevhid-i Tedrisat Kanunu (3 Mart 1924) ile
Medreseler kapatıldı.
Tüm okullar Milli Eğitim Bakanlığına bağlandı.
Karma ve laik eğitime geçildi.
Eğitimde birlik sağlandı.
Yeni Türk Alfabesinin-Latin harflerinin kabulü
(1 Kasım 1928) .
Millet mekteplerinin açılması (1 Ocak 1929)
o Aynı gün şeyh, derviş, mürit gibi unvanların kullanılması
ve bunlarla ilgili elbiselerin giyilmesi ve muskacılık
yasaklandı.
o Türbeler kapatılırken Yavuz ve Fatih gibi Türk
büyüklerinin türbelerinin kapatılmaması; Türk
İnkılabının tarihi kökleri koparmaya yönelik
olmadığını gösterdi.
“Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve
mensuplar memleketi olamaz.” Mustafa Kemal Atatürk
Takvim, Saat ve Ölçülerde değişikliğin amacı,
Batılı /Avrupalı devletlerle olan ekonomik ilişkilerde
kolaylık ve birlik sağlanmasıdır.
Takvim, saat ve ölçülerde yapılan inkılaplar,
İnkılapçılık ilkesi ve Çağdaşlaşma hedefi ile
ilgilidir.
Kişilerin toplum hayatında kolayca tanınmaları sağlandı.
Ağa, paşa, bey, hacı, hoca gibi ayrıcalık belirten lakap ve
ünvanlar ile Osmanlı Devletinden kalan nişan ve
rütbelerin kullanılması yasaklandı.
Uluslararası ilişkilerde düzen sağlandı.
TBMM tarafından Mustafa Kemal’e Atatürk soyadı
verildi.
Soyadı Kanunu, ayrıcalıkları kaldırdığı ve eşitliği sağladığı
içinHalkçılık ilkesi ile ilgilidir.
Seçme ve seçilme hakkı olduğu için Cumhuriyetçilik
ilkesi ile, bu hak kadınlara da verildiği için Halkçılık ilkesi
ile ilgilidir.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu;
Medreseleri kapattığı için Laiklik ilkesi ile,
Eğitimde fırsat eşitliği sağlandığı için Halkçılık ilkesi ile,
Eğitimi milli hale getirdiği için Milliyetçilik ilkesi ile
ilgilidir.
Yeni Türk Harflerinin ( Latin alfabesinin) kabulü,
öğrenimi kolaylaştırmış,
Millet Mekteplerinin açılması okuryazar oranını
arttırmıştır.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 31
MİLLİ KÜLTÜRÜMÜZÜ GELİŞTİRMEK İÇİN
Türklerin çok eski ve köklü bir tarihe sahip olduklarını,
medeniyete katkıda bulunduklarını ortaya çıkarmak ve
Avrupa’da Türkler aleyhine yapılan olumsuz propagandaları
önlemek için Türk Tarih Kurumu kuruldu. (15 Nisan 1931
Türk dilinin zenginliğini ortaya çıkarmak ve Türk dilini
yabancı dillerin etkisinden kurtarmak için Türk Dil Kurumu
kuruldu. (12 Temmuz 1932)
MİLLİ SINIRLARDAN MİLLİ EKONOMİYE
EKONOMİ ALANINDA YAPILAN İNKILAPLAR
Amaçları
1- Devletin ekonomik bağımsızlığını sağlamak.
2- Sanayiyi geliştirmek, modern araçları ve tesisleri ülkeye
kazandırmak.
3- Ekonomide millileşmeyi sağlayarak yabancı sermayeye
bağımlılığı ortadan kaldırmak.
4- İktisadi kurumları devletleştirmek ve iktisadi girişimleri
desteklemek
5- Özel teşebbüsü desteklemek.
İZMİR İKTİSAT KONGRESİ -17 Şubat 1923
Lozan görüşmelerinin kesintiye uğradığı dönemde
İzmir’de yeni Türk devletinin ekonomi politikasını
görüşmek ve ekonomik kalkınmanın nasıl sağlanacağını
kararlaştırmak için toplandı.
1135 kişinin katıldığı bu kongrede Misak-ı İktisadi
( Ekonomik Milli Yemin ) kabul edildi.
Kongrede alınan en önemli kararlar;
1-Yerli malı kullanılması sağlanmalıdır.
2-Teknik eğitim geliştirilmelidir.
3- Hammaddesi yurt içinden olan sanayi kolları
geliştirilmelidir.
4-Küçük imalathanelerden büyük işletmelere geçilmelidir.
5- Milli bankalar kurulmalıdır.
6- Özel teşebbüsün geçekleştiremediği yatırımlar devlet eliyle
yapılmalıdır.
Ekonomi Alanında Yapılan Diğer Yenilikler
1933’te Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı hazırlandı ve
uygulandı. 1938’de hazırlanan İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı
2.Dünya savaşı nedeniyle uygulanamadı.
Özel sermaye yetersiz olduğundan Karma Ekonomi
modeli benimsendi.
İş Bankası kuruldu.(1924)
Yerli sanayiyi korumak için gümrük vergileri yükseltildi.
Teşvik-i Sanayi Kanunu kabul edildi.(1927)
Ülkemizdeki maden kaynaklarını araştırmak için MTA (
Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü ) kuruldu.(1935)
Maden yataklarını işletmek için Etibank kuruldu.
Dokuma sanayini geliştirmek için Sümerbank kuruldu.
Birçok yabancı kuruluş devletleştirildi.
TARIM ALANINDA GELİŞMELER
Aşar Vergisi kaldırıldı. (1925)
Toprak Reformu yapıldı ve köylüye toprak mülkiyeti
sağlandı.
Tarım Kredi Kooperatifleri kuruldu.
Ankara’da Atatürk Orman Çiftliği kuruldu.
Yüksek Ziraat Enstitüsü kuruldu.
Ziraat okulları açıldı.
Örnek çiftlikler kuruldu.
Makineleşmeye önem verildi.
KABOTAJ KANUNU - 1 Temmuz 1926
Bu hak Osmanlı Devletinde yabancı şirketlere verilmişti.
Bu durum ekonomik bağımsızlığımıza ve egemenlik
haklarımıza aykırı bir durumdu.
Kabotaj Kanununun kabul edilmesi ile limanlarımız
arasındaki taşımacılık Türklere verildi.
Türk karasularında yük ve yolcu taşıma haklarının
Türklere ait olduğu kabul edildi. ( 1 Temmuz 1926 )
BİR DEVRİN ANALİZİ: NUTUK
o Nutuk, yeni Türk devletinin yazılan ilk tarihidir. Yazarı
Mustafa Kemal Atatürk’tür. Mustafa Kemal Atatürk
yaptığı çalışmaları Türk insanına tanıtabilmek amacıyla
bu kitabı kaleme almıştır.
Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumunun kurulması
Milliyetçilik ilkesi ile ilgilidir.
Üniversite reformu yapılarak İstanbul Üniversitesi
açıldı. (1933)
Ankara’da Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi açıldı.
(1936)
Ankara’da Musiki Muallim Mektebi (1924) açılmış,
Sanayi-i Nefise mektebi Güzel Sanatlar Akademisi’ne
dönüştürülmüş (1928),
Ankara Devlet Konservatuvarı (1936) ,
Resim ve Heykel Müzesi açılmıştır. (1937)
Kongreye her kesimden insanın katılması Halkçılık,
ekonomide bağımsızlığın amaçlanması Milliyetçilik,
ekonomik kalkınma amaçlandığı için Devletçilik ilkesi ile
ilgili olduğunu gösterir.
Aşar verginin kaldırılması ile köylüyü ağır vergi
yükünden kurtarmak ve tarımsal üretimi arttırmak
amaçlanmıştır.
Köylünün yararına bir uygulama olduğu için Halkçılık
ilkesi ile ilgilidir.
Kabotaj; bir ülkenin kendi karasularında (deniz ve limanları
arasında) yük ve yolcu taşıma hakkıdır.
Kabotaj Kanunu ile denizyolları millileştirildiği için
Milliyetçilik ilkesi ile ilgilidir.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 32
o Nutuk, Atatürk tarafından kurulan Cumhuriyet Halk
Partisinin 15-20 Ekim tarihleri arasında Ankara da
toplanan İkinci Kongresinde okunmuştur.
o Nutuk, 1919’dan başlayarak 1927 ye kadar olan tarih
dilimini incelemektedir. Bu dönem üç bölümde ele
alınmıştır.
1. Kuva-yı Milliye Dönemi 1919-1920
2. TBMM Dönemi 1920-1923
3. Cumhuriyet Dönemi 1923-1927
o Atatürk bu eserinde, ulusal varlığı sona ermiş sayılan
büyük bir ulusun, bağımsızlığını nasıl kazandığını,
bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve
çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya
çalışmıştır.
o Nutuk’un birçok dile çevrilmesi onun evrensel bir eser
olduğunu gösterir.
SAĞLIK ALANINDA YAPILAN ÇALIŞMALAR
DEVLET TOPLUM ELELE
Koruyucu hekimliğe önem verilerek Hıfz-ı Sıhha
Enstitüsü kuruldu.
İlk Hıfz-ı Sıhha Enstitüsüne Sağlık Bakanı Refik Saydam’ın
adı verildi.
Verem o önemde yaygın bir hastalıktı. Bu amaçla; Behçet
Uz’un girişimiyle
1923’te İzmir Veremle Mücadele Cemiyeti;
15 ağustos 1924’te İstanbul’da Senatoryum;
1925’te Veremle mücadele için ilk Dispanser;
1927’de İstanbul Veremle Mücadele Cemiyeti kuruldu.
1930’da “Umumi Hıfz-ı Sıhha Kanunu” çıkarıldı. Umumi
Hıfz-ı Sıhha Kanunu ile veremlilerin ihbar edilmesi ve önlem
alınması ile ilgili kanundur.
Behçet hastalığını ilk kez 1937 yılında Hulusi Behçet
tanımladığı için bu hastalık onun adıyla anılır.
Kurulan diğer kurumlar: Kızılay, Yeşilay, Verem Savaş
Dernekleri, Çocuk Esirgeme Kurumu gibi sosyal
kuruluşlardır.
ÖNEMLİ NOTLAR
Siyasi alanda yapılan inkılapların diğer adı, yönetim ve
idari alanda yapılan inkılaplardır.
Siyasi alanda yapılan inkılaplar Cumhuriyetçilik ilkesi
doğrultusunda yapılmıştır.
Toplumsal alanda yapılan inkılapların diğer adı sosyal
alanda yapılan inkılaplardır.
Toplumsal alanda yapılan inkılapların büyük bir kısmı
Halkçılık ilkesi ile ilgilidir.
Eğitim ve Kültür alanında yapılan inkılapların büyük bir
kısmı Milliyetçilik ilkesi doğrultusunda yapılmıştır.
Şeyh Sait İsyanı ve Menemen Olayı, Cumhuriyete ve
Laikliğe karşı olan olaylardır.
Senatoryum, uzun dönemli tedavi gerektiren
hastalıklara sahip - özellikle verem - hastaların
iyileştirilmesi için kurulmuş sağlık kuruluşu.
Dispanser: Ayakta tedavisi yapılabilecek durumdaki
hastaların, hafif tedavi edilerek, karşılığında ücret talep
edilmeyen bakım evi.
LAİKLİĞE GEÇİŞ AŞAMALARI
1-Saltanatın Kaldırılması 1 Kasım 1922
İlk aşamadır.
2-Halifeliğin Kaldırılması 3 Mart 1924
En önemli aşamadır.
3-Şer'iye ve Evkaf Vekaleti'nin kaldırılması 3 Mart 1924
4-Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun Kabulü 3 Mart 1924
5-Tekke-Zaviye ve Türbelerin Kapatılması 30 Kasım 1925
6-Medeni Kanun'un Kabulü 17 Şubat 1926
7-Devletin Dini İslam'dır" maddesinin anayasa'dan çıkarılması
10 Nisan 1928
8-Laikliğin Anayasa'ya girmesi 5 Şubat 1937
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 33
ATATÜRKÇÜLÜK
Türk milletinin bugün ve gelecekte tam bağımsızlığa, huzur
ve refaha sahip olması, devlet yönetiminin millet egemenliği
esasına dayandırılması, Türk kültürünün aklın ve bilimin
öncülüğünde çağdaş uygarlık düzeyi üzerine çıkarılması
amacıyla temelleri yine Atatürk tarafından belirtilen devlet
hayatına, fikir hayatına ve ekonomik hayata, toplumun temel
kurumlarına ilişkin gerçekçi düşüncelere ve ilkelere
Atatürkçülük denir.
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ
Atatürkçülük; Türk Devleti'nin ve toplumunun çağdaşlaşması
yolundaki genel hedef, amaç ve ilkeleri ortaya koyduğundan,
Atatürkçü düşünce sistemi olarak da adlandırılmaktadır.
Atatürkçü Düşünce Sisteminin Özellikleri
Atatürkçü Düşünce Sisteminin Oluşmasında Etkili Olan
Olaylar
Fransız İhtilali'nden sonra demokrasi, eşitlik, adalet, insan
hakları, özgürlük ve milliyetçilik gibi kavramların tüm dünyada
yaygınlık kazanmaya başlaması
Osmanlı Devleti'nin, Avrupa devletlerinin gerisinde
kalması ve her alanda Avrupa'ya bağımlı hale gelmesi
Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya Savaşlarının kayıplarla
sonuçlanması neticesinde Türk halkının büyük acılar çekmesi
Avrupa devletlerinin ve azınlıkların, Osmanlı topraklarını
bölmeyi amaçlamaları
Mondros Ateşkes antlaşmasının ardından başlayan
işgaller karşısında Osmanlı yönetiminin aciz kalması
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCEDE MİLLİ GÜÇ UNSURLARI
HER ŞEY GÜÇLÜ BİR TÜRKİYE İÇİN
Milli güç unsurları şunlardır:
SİYASİ GÜÇ: Atatürkçü düşüncede siyasi güç, devletin
gücünü milletten alması ve devlet politikalarının
millet iradesine göre belirlenmesi esasına dayanır.
Atatürk, siyasi gücün zayıflamasının devletin ve
demokrasinin geleceğini tehlikeye düşüreceğini
söylemiştir.
Atatürk, Anadolu’ya geçmek üzere İstanbul’dan ayrılırken
millî egemenliğe dayanan kayıtsız şartsız bağımsız yeni
bir devlet kurmaya karar vermişti. Bu nedenle Samsun’a
çıktıktan sonra yaptığı konuşmalarda, yayımladığı
genelgelerde ve topladığı kongrelerde sürekli biçimde
millet iradesini öne çıkarmaya çalıştı. 23 Nisan 1920’de
de BMM’yi açarak Türk milletine kendi kendisini yönetme
imkânını sağladı. O, Millî Mücadele’nin en buhranlı
günlerinde bile kararlarını Meclisin onayına sunarak millî
iradeye bağlı kalmaya özen gösterdi.
EKONOMİK GÜÇ: Atatürk, Türk milletinin varlığını ve
bağımsızlığını koruyabilmesi için güçlü bir ekonomiye sahip
olması gerektiğini biliyordu. O “Bütün dünyada olduğu gibi
memleketimizde de en başta bulunan mühim işimiz, iktisat
işidir.” sözünde de belirttiği gibi ekonomiyi diğer bütün işlerin
önünde görüyordu.
T.C. İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK
5.ÜNİTE - ATATÜRKÇÜLÜK
Atatürkçülüğün Nitelikleri
1-Milli birlik ve ülkenin bütünlüğüne önem verir.
2-Egemenliğin(yönetim gücünün), millete ait olmasını esas
alır.
3-Bağımsızlık ve özgürlükten yanadır.
4-Türk toplumunu, çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine
çıkarmayı amaçlar.
5-Akılcı ve bilimseldir.
6-Yurtta ve dünyada barıştan yanadır.
7-Gelişmeye ve yeniliklere açıktır.
8-Dünyadaki insanlığın ortak değerlerini taşıdığı için
evrenseldir.
9-Atatürk ilkeleri bir bütündür; Birbirinin devamı ve
tamamlayıcısıdır.
Siyasi, ekonomik, kültürel, adli, askeri vb. alanlarda tam
bağımsızlığı sağlamayı hedefler.
Milli egemenliğe dayalı güçlü bir devleti öngörür.
Milli kültürümüzü aklın ve bilimin yol göstericiliğinde
çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmayı; çağın
ihtiyaçlarına uygun siyasal ve sosyal kurumlar oluşturmayı;
demokratik ve laik kurallar içinde Türk milletinin rahat ve
mutlu bir yaşam sürmesini hedefler.
Milli birlik ve beraberliğin sağlanmasını ve sür-
dürülmesini hedefler.
Türk milletinin ihtiyaçlarından, tarihi
gerçeklerinden doğmuş, temelinde Türk tarihi ve kültürü
olan milli bir düşünce sistemidir.
Dogmalara dayanmaz.
Akılcılık ve bilimselliği temel aldığından yeniliklere
açık, dinamik bir düşünce sistemidir.
Atatürk'ün belirlediği ilkeler, işaret ettiği hedefler ve
gerçekleştirdiği inkılaplarla bir bütündür.
Atatürk’ü Etkileyen Türk ve Yabancı Aydınlar
Namık Kemal
Ziya Gökalp
Tevfik Fikret
Jan Jak Russo
Voltaire
Milli Güç: Bir ulusun, ulusal hedeflerine ulaşabilmek
amacıyla kullanabileceği maddi ve manevi kaynaklarının
toplamına milli güç denir.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 34
Ekonomik gücü harekete geçirmeye çalışan Atatürk,
Kurtuluş Savaşı’nın hemen ardından İzmir İktisat
Kongresi’ni toplayarak millî ekonomi ilkesinin esaslarını
belirledi. Bu ilke doğrultusunda tarım, sanayi, ulaşım,
ticaret ve madencilik alanlarında önemli atılımların
gerçekleşmesini sağladı. Böylece ülkemizin ekonomik
yönden kalkınmasının yollarını açtı.
Atatürk cumhuriyetin ilk yılarında, ekonomik yönden
zayıf bir milletin güçlü medeniyet kuramayacağını,
toplumsal ve siyasal felaketten kurtulamayacağını
belirterek, yeni Türk Devleti'nin güçlü bir ekonomiye
sahip olması gerektiğini vurgulamıştır.
Siyasi bağımsızlık gibi ekonomik bağımsızlığa da büyük
bir önem veren Atatürk bu amaçla, kapitülasyonların
kaldırılması ve ülkemizde bulunan yabancılara ait
kuruluşların millileştirilmesi politikalarını izlemiştir.
ASKERİ GÜÇ: Devleti iç ve dış tehlikelere karşı koruyan
silahlı güce askeri güç denir. Türkiye'nin, coğrafi
konumu gereği her türlü iç ve dış tehditlere açık olması
güçlü bir orduya sahip olmasını gerektirmektedir. Bu
nedenle Atatürk, her dönemde Türk ordusuna ayrı bir
önem vermiştir.
Türkiye Cumhuriyeti yalnız iki şeye güvenir: Biri millet
kararı, diğeri en elim ve en güç şartlar içinde dünyanın
takdirlerine hakkıyla layık olma niteliği kazanan
ordumuzun kahramanlığı.” diyen Atatürk, askerî güce ayrı
bir önem vermiştir. Bunun nedeni, vatanımızın ve
bağımsızlığımızın korunmasında orduya duyulan
ihtiyaçtır.
Atatürk “Sağlam bir devlet hayatı için ordunun lüzumuna
delil aramak lüzumsuzdur.” sözüyle ordunun önemini ve
ne kadar gerekli olduğunu ifade etmiştir. O, konuyla ilgili
bir başka konuşmasında ise “Ordu istemeyen ve
ordunun yüklediği maddi, manevi fedakârlığı göze
alamayan bir millet, esaret zincirini kendi eliyle
boynuna geçirir.” diyerek askerî gücün önemine ve
gerekliliğine dikkat çekmiştir.
SOSYOKÜLTÜREL GÜÇ: Bir ülkede eğitimli, kültürlü ve
teknik bilgilerle donanmış insanların oluşturduğu
güce, sosyokültürel denir. Milli gücün temel öğesi olan
insan iyi yetiştirildiğinde siyasi, ekonomik ve askeri güç
de değer kazanır.
Sosyokültürel güç; bilim, sanat ve diğer alanlarda
gelişmeye yol açar. Bunun bilincinde olan Atatürk,
bireyden başlayarak halkı eğitmek ve halkın bilgi
düzeyini yükseltmek için çalışmalarda bulunmuştur.
Sosyokültürel güç, milleti oluşturan fertlerin niteliklerini
ifade eder. Bu niteliklerin başında ise eğitim ve kültür
gelir. “Kültür; okumak, anlamak, görebilmek,
görebildiğinden mana çıkarmak, uyanık davranmak,
düşünmek, zekâyı terbiye etmektir.” diyen Atatürk, bir
milletin gücünün, sahip olduğu maddi varlıklarından çok
eğitim ve kültür düzeyiyle ölçülebileceğine inanan bir
liderdir. Atatürk millî kültürümüzü çağdaş uygarlık
seviyesinin üzerine çıkarmayı amaç edinmiştir.
Bu konudaki düşüncesini de “Türk ulusunun idaresinde ve
korunmasında ulusal birlik, ulusal duygu, ulusal kültür en
yüksekte göz diktiğimiz idealdir. Yüksek ve inkılapçı bir kültür
seviyesine varmak için önümüzdeki yıllarda daha çok emek
vereceğiz.” sözleriyle ifade etmiştir.
ATATÜRK İLKELERİ
CUMHURİYETLE BİR MİLLETİZ
CUMHURİYETÇİLİK
Cumhuriyet, halkın kendi kendisini yönetmesi ve devlet
içinde karar verecek en yetkili ve son makam olarak
milleti kabul etmektedir. Cumhuriyet rejiminde esas,
yöneticilerin seçimle iş başına gelmeleridir.
Halkın kendini doğrudan doğruya yönetmesi demek
olan demokrasi ise cumhuriyet rejiminin ulaştığı en
ideal yönetim biçimidir.
Cumhuriyet yönetiminde millet adına karar verme yetkisi
doğrudan millet tarafından seçilmiş olan meclise aittir.
Cumhuriyetin Bize Kazandırdıkları
1- Ülkenin bir hanedan tarafından yönetilmesi uygulamasına
son verilmiş, vatandaşlar devlet yönetimine eşit olarak
katılma imkanı elde etmişlerdir.
2- Temel hak ve özgürlükler devlet güvencesi altına
alınmıştır.
3- Herkesin kanun önünde eşitliği sağlanmış, kanunları
uygulama görevi bağımsız mahkemelere verilmiştir.
4- Düşünce özgürlüğü sağlanarak, vatandaşlara huzurlu bir
hayat sürme olanağı tanınmıştır.
5- Gelişmemize engel olan unsurlar ortadan kaldırılarak,
çağdaş uygarlığa ulaşmayı sağlayacak bir ortam
oluşturulmuştur.
6- 18 yaşını dolduran her Türk vatandaşına seçme ve halk
oylamasına katılma hakkı ve sorumluluğu getirmiştir.
Türkiye Cumhuriyetinin ve Atatürkçülüğün temeli olan ve
1937 yılında anayasamıza konulan Atatürk ilkeleri
şunlardır:
1- Cumhuriyetçilik 2-Milliyetçilik 3- Halkçılık
4- İnkılapçılık 5- Laiklik 6-Devletçilik
Cumhuriyetçilik; demokrasi ve cumhuriyet rejiminin
korunması, geliştirilmesi ve benimsenmesi için yapılan
tüm çalışmalardır.
Cumhuriyetçilik İlkesi Doğrultusunda Yapılan
İnkılaplar
TBMM'nin açılması
1921 ve 1924 Anayasalarının yapılması
Saltanatın kaldırılması
Cumhuriyetin ilan edilmesi
Siyasal partilerin kurulması
Ordunun siyasetten ayrılması
Kadınlara seçme ve seçilme haklarının verilmesi
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 35
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE
MİLLİYETÇİLİK
Millet: Geçmişte bir arada yaşamış, şimdi bir arada
yaşayan, gelecekte de bir arada yaşama inanç ve
kararlılığında olan, aralarında dil, tarih, kültür ve ülkü
birliği bulunan insan topluluğuna millet denir.
Milliyetçilik: Ait olduğu milletin varlığını sürdürmesi ve
yüceltilmesi için diğer bireylerle birlikte çalışmaya bu
çalışmayı ve bilinci diğer kuşaklara da yansıtmaya
milliyetçilik denir. Milliyetçiliğin en önemli unsuru
millettir.
Atatürk'e göre milliyetçilik, kendini aynı milletin
üyeleri sayan kişilerin, o milleti yüceltme istekleridir.
Milliyetçilik bir duygu işidir. Bir insan kökeni ne olursa
olsun kendini hangi millete ait hissediyorsa o milletin
kimliğini taşıyor demektir. Bu yüzden Atatürk ne mutlu
Türk olana değil "Ne mutlu Türküm diyene" demiştir.
Milliyetçilik İlkesi Doğrultusunda Yapılan İnkılaplar
Kapitülasyonların kaldırılması
Kabotaj Kanunu'nun çıkarılması
Türk Tarih Kurumu'nun kurulması
Türk Dil Kurumu'nun kurulması
Yabancı okulların ayrıcalıklarının kaldırılarak Milli Eğitim
Bakanlığı'na bağlanması
Yabancı okullarda Türkçe, tarih ve coğrafya derslerinin
Türk öğretmenler tarafından okutulması
HALKÇILIK
Halk: Bir milleti oluşturan, çeşitli mesleklerin ve
toplumsal grupların içinde bulunan insanlara halk denir.
Halkçılık, milletin çıkarına ve yararına bir siyaset
izlenmesi, halkın kendi kendini yönetmeye
alıştırılmasıdır.
Halkçılık İlkesi Doğrultusunda Yapılan İnkılaplar
Cumhuriyetin ilanıyla egemenliğin doğrudan halka
verilmesi
Hukuk birliğinin gerçekleştirilmesiyle kanunlar
karşısında eşitliğin sağlanması
Azınlıkların Türk vatandaşı kabul edilerek ayrıcalıklarının
sona erdirilmesi ve toplumda eşitliğin sağlanması
Soyadı Kanunu'nun yanı sıra çıkarılan bir kanunla "ağa,
hacı, hoca, hafız, molla, bey" gibi ayrıcalık belirten
unvanların kaldırılması
Medeni Kanun'un kabul edilmesiyle sosyal ve ekonomik
alanlarda kadın - erkek eşitliğinin sağlanması
Sosyal devlet ilkesinin benimsenmesi,
İlköğretimin parasız ve zorunlu olması
TOPLUMDA DEVLET DESTEĞİ
DEVLETÇİLİK
Devletçilik, temel anlamıyla devletin ekonomik hayatın
içine girmesidir. Yani ekonomik kalkınmanın devlet
eliyle gerçekleştirilmesidir.
Atatürk'ün devletçilik anlayışında devlet ekonominin
içinde yer almakla birlikte özel teşebbüsün önünde
engel değildir. Sermayesi olan vatandaşlar birkaç alan
dışında diledikleri biçimde üretime katılabilirler.
Cumhuriyetin ilanından sonra özel teşebbüs
desteklenerek liberal bir ekonomi kurulmak istenmişti,
ancak sermaye yetersizliği, makine ve yedek parça
sorunu, teknik eleman azlığı gibi nedenlerden dolayı özel
teşebbüs başarısız oldu. Bu durumda devlet ekonomik
hayata müdahale etmek zorunda kaldı. (Ulusal sebepler)
Diğer yandan 1929’dan itibaren tüm dünyada etkili
olan ekonomik kriz devletçi bir politika izlemeyi
zorunlu hale getirdi. (Uluslararası sebepler)
1933'ten itibaren I. Beş Yıllık Kalkınma Planı ile devlet
ekonomik hayatın içinde yoğun bir şekilde yer almaya
başladı. Kısa zamanda devlet eliyle büyük sanayi tesisleri
kuruldu. Devlet tarafından dokuma ve şeker
fabrikalarının yanında Karabük Demir Çelik Fabrikası
gibi dev sanayi tesisleri oluşturuldu.
1939'da II. Beş Yıllık Kalkınma Planı hazırlandı. Ancak II.
Dünya Savaşı çıktığından uygulanamadı.
Atatürk milliyetçiliğinin özellikleri şunlardır:
Atatürk milliyetçiliğinde milleti bir arada tutan
unsurlar; milli eğitim, Misak-ı Milli, dil, tarih, kültür
ve gaye birliği, milli kültür, Türklük şuuru ve manevi
değerlerdir.
Halkçılıkta belli bir grup, kişi ya da sınıf üstünlüğü
yoktur. Toplumu oluşturan bütün vatandaşlar eşittir.
Herkes devlet imkânlarından eşit olarak
yararlanma hakkına sahiptir. Herkes seçme ve
seçilme hakkına sahiptir. Kanunlar önünde herkes
eşittir.
Halkçılık, sosyal devlet anlayışını, fırsat eşitliğini,
sosyal güvenliği herkes için eşit kılar.
Halkçılık ilkesi, hem cumhuriyetçilik hem de
milliyetçilik ilkelerinin doğal sonucudur.
Devletçilik ilkesi bir zorunluluk olarak ortaya
çıkmıştır.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 36
Devletçilik İlkesi Doğrultusunda Yapılan İnkılaplar
Beş Yıllık Sanayi Planları yapılması ve bu planlar
doğrultusunda dokuma, maden, selüloz, seramik ve kimya
gibi sanayi kollarında fabrika ve işletmelerin kurulması
Sanayi yatırımlarını desteklemek için Sümerbank ve
Etibank’ın kurulması
Eğitim, sağlık, kültür ve sanat alanlarında yatırımların
yapılması
Faiz oranlarının ve temel tüketim mallarının fiyatlarının
devlet tarafından belirlenmesi
Devlet bankalarının ve Merkez Bankası’nın kurulması
LAİKLİK
Laiklik, devlet düzeninin ve hukuk kurallarının dine
değil, akla ve bilime dayandırılmasıdır. Kısaca din işleri
ile devlet işlerinin ayrı yürütülmesidir.
Laiklik ilkesinde temel hedef, inanç özgürlüğü
sağlanmasıdır. Herkes istediği inanca sahip olabilir ve bu
inancın gereklerini yapabilir.
Atatürk'e göre dine saygı, inanan kişinin haklarına
saygının bir sonucudur. Atatürk dine karşı olmadığı gibi,
gerçek dindara da karşı değildir. O, dinin çıkarlar için
kullanılmasına karşı çıkmıştır.
Atatürk, "Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletin
devamına imkan yoktur. Din vardır, lazımdır. Temeli
sağlam bir dinimiz vardır." diyerek dinin hayatımızdaki
yerini belirtmiştir.
HER ALANDA YENİLİK
İNKILAPÇILIK
İnkılap, toplum düzenini ve yapısını daha iyi duruma
getirmek için yapılan köklü değişiklik ve
iyileştirmelerdir.
Atatürk, inkılabı, "Türk milletini son yüzyıllarda geri
bırakmış olan müesseseleri yıkarak yerlerine, milletin en
yüksek medeni gereklere göre ilerlemesini sağlayacak
yeni müesseseler koymuş olmaktır." şeklinde
tanımlamıştır.
İnkılapçılık, Batılılaşma ve çağdaşlaşma yolunda daima
ileriye, çağdaş uygarlığa yönelmektir.
Atatürk'ün inkılap anlayışı; eskiyi kaldırıp yerine yeni ve
güzel olanı koymak olmakla birlikte, milli kültürün
geliştirilmesi de Atatürkçülüğün özünü oluşturmaktadır.
Atatürk bu konuda, "Biz, batı medeniyetini bir taklitçilik
yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi,
kendi bünyemize uygun bulduğumuz için dünya
medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz." diyerek milli
kültürün de geliştirilmesi gerektiğine dikkat çekmiştir.
Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik,
laiklik ve inkılapçılık olarak bilinen Atatürk ilkeleri, 10 Mayıs
1931'de yapılan Cumhuriyet Halk Fırkası kurultayında Atatürk
tarafından açıklanmıştır.
1937 yılında anayasaya eklenen Atatürk ilkeleri, 1961
ve 1982 yıllarında hazırlanan anayasalarda da anlam ve içerik
yönüyle yer almıştır.
ATATÜRK İLKE VE İNKILAPLARINI OLUŞTURAN TEMEL
ESASLAR
Milli Tarih Bilinci ve Milli Dil
Bağımsızlık ve Özgürlük
Vatan ve Millet Sevgisi
Türk Milletini Çağdaş Uygarlık Düzeyinin Üzerine
Çıkarma Hedefi
Egemenliğin Millete Ait Olması
Milli Birlik ve Beraberlik, Ülke Bütünlüğü
Milli Kültürün Geliştirilmesi
Devletçilik, halkçılık ilkesinin zorunlu bir sonucudur.
Ekonomik kalkınmada bölgeler arası farklılıkların
giderilmesinde önemli rol oynamıştır.
Laiklik İlkesi Doğrultusunda Yapılan İnkılaplar
o Saltanatın kaldırılması
o Halifeliğin kaldırılması
o Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun çıkarılması
o Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması
o İbadet yerleri dışında dinsel kıyafet, sembol ve
işaretlerle dolaşılmasının yasaklanması
o Medeni Kanun'un kabul edilmesi
o Ekonomi, hukuk, eğitim ve sosyal yaşam gibi her
alanda dinden kaynaklanan uygulamalara son
verilmesi
o 1928’de anayasadan, "Türkiye Cumhuriyeti
Devleti'nin dini İslâm'dır." maddesinin çıkarılması
o 1937'de anayasaya Türk Devleti'nin laik olduğu
ifadesinin eklenmesi
Yapılan bütün inkılaplar inkılapçılık ilkesi ile
doğrudan ilgilidir.
ATATÜRK İLKELERİNİN AMAÇLARI VE ORTAK
ÖZELLİKLERİ
1- Atatürkçü düşünce sistemini kurmayı ve geliştirmeyi
amaçlar.
2- Aklın ve bilimin öncülüğünde, Türk milletini çağdaş
uygarlık seviyesinin üstüne çıkarmayı hedefler.
3- Türk toplumunun ihtiyaçlarından doğmuştur.
4- Akla ve mantığa uygundur.
5- Atatürk tarafından hem sözle hem de uygulama ile
belirlenmiştir.
6- İlkeler bir bütündür. Birbirlerinden ayrılamazlar.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 37
ATATÜRK İLKELERİ İLE İLGİLİ ANAHTAR KAVRAMLAR
CUMHURİYETÇİLİK
Demokrasilerde en iyi yönetim biçimidir.
En önemli unsur seçimdir.
Halkın, seçtiği temsilciler aracılığı ile kendini
yönetmesidir.
Yeni Türk devletinin değişmez yönetim biçimi olarak
kabul edildiği için temel ilkelerin başına konulmuştur.
Atatürk’e göre Türk ulusunun tabiatına ve adetlerine en
uygun yönetim cumhuriyettir.
Hükümet ile halk arasında ayrılık bırakmamıştır.
MİLLİYETÇİLİK
Fransız İhtilali’nden sonra Milliyetçilik, bağımsızlık
mücadelesinin kaynağı olmuştur.
Türk toplumunu oluşturan bireylerin birlikte yaşama ve
ülkeyi kalkındırma arzusunu ifade eder.
Ulusal (milli) mücadelemizde ilk uygulamaya konulan
ilkedir.
Din birliğine değil, birlikte yaşama arzusuna dayanır. Bu
nedenle laiktir.
Türk ırkının üstünlüğüne değil, ulusların eşitliği
temeline dayanır. Bu nedenle ırkçı değildir.
Yayılmacı (fetihçi) değildir; ancak ulusal bağımsızlığı
temel alır.
Din ve ırk birliği şart değildir, Ümmet anlayışı yoktur.
HALKÇILIK
Toplumu oluşturan bireyler arasındaki ayrıcalıkların
ortadan kaldırılmasıdır.
Halk arasında din, dil, ırk farklılığı olmaksızın herkesin
kanun önünde eşit olmasıdır.
Halkçılık her türlü sınıf farklılığını reddeder.
İç barışı ve sosyal adaleti sağlamayı amaçlar.
Cumhuriyet, halkın egemenliğine dayalıdır. Millet (ulus)
ise halkın bilinçlendirilmesi ile ortaya çıkar.
Cumhuriyetçilik ve Milliyetçilik ilkelerinin zorunlu
sonucu olarak Halkçılık doğmuştur.
DEVLETÇİLİK
Devletin ekonomik kalkınmayı sağlamak için yaptığı
bütün müdahaleler bu ilke ile ilgilidir.
Ekonomideki devletçilik, özel girişimlerin
gerçekleştiremeyeceği ekonomik atılımları devletin
kendi imkânlarıyla yapmasıdır.
Devletçilikte özel girişim (liberal ekonomi) engellenmez;
ancak devlet ekonomiye müdahale etmeyi (sosyalist
ekonomi) görevleri ve hakları arasında görür. Bu, liberal
ve sosyalist ekonomik sistemlerin olumlu yönlerini alarak,
ikisinin karışımı ile ortaya çıkarılmış karma ekonomik
sistemdir ve yeni Türk devleti bu sistemi uygulamaya
koymuştur.
LAİKLİK
Devlet düzeninin ve hukuk kurallarının dine değil akla
ve bilime dayandırılmasıdır.
Kişilerin din ve vicdan özgürlüklerinin sağlanmasıdır.
Bütün kurumlarda bilimsel esasların ve ileri teknolojinin
kullanılmasını amaçlar.
Dinin çıkarcı kimseler tarafından sömürü aracı olarak
kullanılmasının engellenmesini amaçlar.
İNKILAPÇILIK (Devrimcilik)
Toplumun eskiyen düzeninin yerine yeni ve çağdaş bir
düzen getirilmesidir. Bu yeni ve çağdaş düzen köklü
değişiklikler yapılarak gerçekleşir.
Atatürk İnkılâpçılığı, kendi kendini yenileyen (değişen
şartlara göre kendini yenileyen hareketli) bir yapıya
sahiptir.
Amaç bir taraftan devleti güçlendirmek ve korumak,
diğer taraftan da uygar dünyanın gidişine ayak
uydurmaktır.
Anahtar Kelimeler: Ulusal (milli) egemenlik, Ulusal irade,
Seçim, Çok partili rejim, Seçme ve seçilme hakkı,
demokrasi, millet iradesi, rejim, yönetim, halkın yönetimi…
Anahtar Kelimeler : Ulusal (milli) benlik, Ulusal (milli) bilinç,
Ulusal (milli) bağımsızlık, Ortak dil, Ortak kader, ülkü birliği,
Bütünleyici İlkeler
Milli bağımsızlık
Milli birlik ve beraberlik
Ülke bütünlüğü
Anahtar Kelimeler: Eşitlik, Ayrıcalıkların kaldırılması,
Dayanışma, Topluma hizmet, Sosyal devlet, Sosyal adalet,
Sınıfsız toplum, Ayrıcalık yok
Anahtar Kelimeler: Ekonomi, Karma ekonomi modeli,
Yatırım, Sanayi, Özel sektör, özel teşebbüs, KİT (Kamu
İktisadi Teşebbüsleri), Kamulaştırma, Bankalar
Anahtar Kelimeler: Din ve devlet işlerinin birbirinden
ayrılması, Akılcılık ve bilimsellik, Din ve vicdan
özgürlüğü, akıl ve bilim, dinin sömürü aracı olmaktan
çıkarılması
Anahtar Kelimeler: Devrim, İnkılâp, Çağdaşlaşma,
Batılılaşma, Değişim, Yenilik, Dinamik yapı, İlerleme.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 38
TÜRK DIŞ POLİTİKASI
Milli Dış Politika, bağımsız bir devletin, diğer devletlerle olan
ilişkilerinde, benimsediği ilkeler doğrultusunda izlediği yoldur.
İzlenen bu yolda öncelikle yurdun bölünmezliği ve ulusun
bağımsızlığı göz önünde bulundurulmalıdır. Diğer ulusların
haklarına da saygı gösterilmelidir. Atatürk’ün dış politika ile
ilgili görüşlerini en iyi "Yurtta barış, dünyada barış" ilkesini
ortaya koymaktadır.
1923-1930 DÖNEMİ
Türkiye'nin bu dönemdeki dış politikası, Lozan'dan
geriye kalan sorunların çözülmesine ve Lozan'da
alınan kararların uygulanmasına yönelik olmuştur.
1923-1930 döneminde; Musul sorunu, dış borçlar,
yabancı okullar ve nüfus mübadelesi konuları
Türkiye'nin dış politikasında belirleyici olmuştur.
IRAK SINIRI VE MUSUL MESELESİ
Lozan Barış Antlaşması'yla Musul sorunu çözüme
kavuşturulamamıştı. Türk Hükümeti, Musul halkının
çoğunun Türk olmasından dolayı Musul'un kendisine
bırakılmasını istiyordu.
İngiltere ise bölgenin zengin petrol yataklarına I sahip
olması ve ekonomik çıkarları dolayısıyla Musul topraklarını
bırakmak istemiyordu.
Lozan'da Musul sorununun iki taraf arasında yapılacak
karşılıklı görüşmelerle halledilmesine karar verilmişti.
İkili görüşmeler sırasında bir çözüm sağlanamamış ve
durum Milletler Cemiyetine götürülmüştü.
İngiltere'nin uzlaşmaz tutumu üzerine Türkiye, bölgeye
müdahale kararı almış, fakat bu sırada Şeyh Sait İsyanı'nın
çıkması, müdahalenin gerçekleşmesini engellemişti. Türkiye,
Şeyh Said isyanıyla uğraştığı için gerekli askeri müdahalede
bulunamadı.
Sonuç olarak 5 Haziran 1926'da iki ülke arasında Ankara
Antlaşması imzalanmış ve Musul sorunu çözülmüştür.
Ankara Antlaşması (1926)
Türkiye ile İngiltere arasında yapıldı.
Musul, İngiliz mandasındaki Irak'a verildi.
Musul'un petrol gelirlerinin % 10'u yirmi beş yıllığına
Türkiye'ye verildi.
Türkiye beş yüz bin İngiliz sterlini karşılığı bu hakkından
vazgeçti.
DIŞ BORÇLAR SORUNU
Fransa ile aramızda sorun oldu.
Türkiye'den alacağı en fazla devlet olan Fransa,
borçların altın olarak ödenmesini istedi.
Türkiye ise borçların kağıt para olarak ve Fransız frangı
şeklinde ödenmesini kabul ettirdi.
Türkiye borçların anaparasını 1954'e, faizlerini ise 1984'e
kadar ödedi.
1929'da başlayan dünya ekonomik bunalımı Türkiye'nin
borçlarını geç ödemesinde etkili oldu.
YABANCI OKULLAR SORUNU
Avrupalı devletler kapitülasyonlar aracılığıyla Osmanlı
Devleti'nde pek çok farklı okullar açmışlar ve çeşitli haklara
sahip olmuşlardı.
Bu okullar, zamanla Osmanlı Devleti'ne karşı bazı zararlı
faaliyetlerde bulunmaya başlamışlardı.
Lozan'da yabancı okulların Türk milli eğitim sistemine
bağlanması kararlaştırılmış, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile de
bu durum pekiştirilmişti.
Ancak, Fransa ile Papalık yabancı okullarda Türk
öğretmenlerin görev yapmasına ve bazı derslerin Türkçe
okutulmasına karşı çıktılar.
T.C. İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ
6.ÜNİTE - ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI
Atatürk'ün belirlediği Millî Dış Politikamızın esasları
şunlardır:
1- Bağımsızlığımızı korumak
2- Milli çıkarlarımızı korumak ve
3- Milli sınırlarımız içinde kalmak
4- Gerçekleşmeyecek amaçlar peşinde olamamak
5- Barışçı olmak
6- Diğer devletlerle dostluk ve eşitliğe dayalı ilişkiler kurmak
7- Diğer devletlerin iç politikalarına karışmamak ve onların
da bizim iç politikamıza karışmamalarını sağlamak
8- Dünyadaki gelişmeleri göz önünde tutmak
Önemi
Türk-İngiliz anlaşmazlığı sona erdi.
Musul'un kaybıyla Misak-ı Milli'den taviz verildi.
Musul’daki Türkleri koruyucu kararlar alınmadı.
Lozan Barış Antlaşması'yla; bu okullarla ilgili tek
yetkili kurumun TBMM olmasına karar verilmiş ve bu
okulların eğitim sistemini düzenleme yetkisi TBMM'ye
verilmişti.
3 Mart 1924 tarihinde Tevhidi-Tedrisat Kanunu'nun
çıkarılmasıyla tüm okullar Millî Eğitim Bakanlığına
bağlanmıştı.
Türkiye, bu sorunun kendi iç meselesi olduğunu
bildirdi. Bu okullarda tarih, coğrafya, Türkçe
derslerinin Türk öğretmenlerce okutulması, Türk
müfettişlerince denetim yapılması kararlaştırıldı.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 39
NÜFUS MÜBADELESİ (NÜFUS DEĞİŞİMİ) SORUNU
Nüfus mübadelesi Yunanistan'la aramızda sorun
olmuştur. Lozan Antlaşması'na göre İstanbul Rumlarıyla Batı
Trakya Türkleri hariç diğer Türk ve Rumların yer
değiştirmesi kararlaştırılmıştı.
Yunanistan, özellikle İstanbul'da daha çok Rum
bulundurmak istiyordu.
Sorun, Milletler Cemiyeti ve Lahey Adalet Divanı'nda
da çözümlenemedi.
Türk - Yunan ilişkileri 1954 yılına kadar sürecek iyi ilişkiler
dönemine girdi.
1954 yılında ortaya çıkan Kıbrıs sorunu, Türk-Yunan
ilişkilerinin yeniden bozulmasına neden olmuştur.
1930-1939 DÖNEMİ
1929'da başlayan dünya ekonomik bunalımı liberal
eğilimlere karşı tepkilere neden olmuş, otoriter rejimler
güçlenmiştir. (Komünizm, Faşizm, Nazizm gibi)
Almanya ve İtalya'nın saldırgan politikaları
Türkiye'nin dış güvenliğini tehlikeye düşürmüş ve ittifak
arayışlarına yöneltmiştir.
TÜRKİYE'NİN MİLLETLER CEMİYETİ'NE GİRMESİ
18 Temmuz 1932
Cemiyet I. Dünya Savaşı'ndan sonra uluslararası
sorunların barışçı yollarla çözümlenmesi için İtilaf
Devletleri tarafından kurulmuştur.
BALKAN ANTANTI – 9 Şubat 1934
Dünya Savaşı'ndan sonra imzalanan antlaşmalar kalıcı bir
barış sağlayamamıştır.
Bu gelişmeler karşısında Milletler Cemiyeti kuruluş
amacına uygun olarak devletlerarası anlaşmazlıkları çözmede
etkisiz kalmıştır.
Bu gelişmeler üzerine Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya
ve Romanya arasında Balkan Antantı imzalanmıştır.
Bulgaristan Balkanlardaki emellerinden dolayı ittifaka
katılmamıştır.
Arnavutluk ise İtalya'dan çekindiği için tarafsız kalmıştır.
Türkiye, Balkan Antantı'nı imzalayarak batı sınırını
güvence altına almıştır.
Dünya Savaşı'nın çıkması üzerine ittifak dağılmıştır.
MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ – 20 Temmuz 1936
Lozan'da, Boğazlar sorunu Türkiye'nin aleyhine
çözümlenmiş, tam egemenlik hakkı verilmemişti.
1930'lu yıllarda Almanya'nın hızla silahlanması,
İtalya'nın Habeşistan'ı işgali, Japonya'nın Mançurya'ya
saldırması karşısında Milletler Cemiyeti hiçbir şey yapamadı.
Türkiye'nin isteği ile İsviçre'nin Montrö şehrinde bir
konferans toplandı.
Konferansa Türkiye, Yunanistan, İngiltere, Fransa,
Sovyet Rusya, Yugoslavya ve Japonya katıldı.
İtalya 1938'de bu sözleşmeyi imzalamıştır.
Rusya'nın karşı çıkmasına rağmen İngiltere ve Fransa'nın
desteğiyle Türkiye'nin boğazlardaki hakimiyeti kabul
edildi.
Boğazlar Komisyonu kaldırılarak yetkileri Türkiye'ye
devredildi.
Ticaret gemileri serbest geçebilecekti.
Boğazların iki yakasındaki askersiz yerlere asker
yerleştirilebilecekti.
Barış zamanında ticaret gemilerinin geçişine izin verilecek,
Savaş gemilerinin geçişine sınırlandırmalar getirilecek,
Savaş durumunda Türkiye isterse Boğazları
kapatabilecektir.
Türkiye ile Yunanistan arasında 10 Haziran
1930'da bir antlaşma yapıldı.
İstanbul Rumlarının ve Batı Trakya Türklerinin
yerleşme tarihlerine bakılmaksızın yerlerinde
kalmaları kabul edildi. Diğer yerlerdeki Türk ve Rumlar
yer değiştirecekti.
Türkiye, dünya barışına verdiği önemi göstermek ve
yurtta sulh, cihanda sulh ilkesini gerçekleştirmek
amacıyla Milletler Cemiyeti’ne üye oldu.
Avrupa'da devam etmekte olan silahlanma yarışı ve
Almanya ile İtalya’nın yayılmacı politikaları Balkanları ve
Orta Doğu'yu tehdit etmekteydi.
Bu antlaşmayla Balkan ülkeleri karşılıklı olarak
sınırlarını güvence altına almayı ve çıkabilecek
tehlikeleri birlikte önlemeyi amaçlamışlardır.
Lozan Barış Antlaşması'nda Boğazların yönetiminin
Türkiye'nin başkanlığını yapacağı uluslararası bir Boğazlar
Komisyonuna verilmesi ve Boğazların her iki yakasında asker
bulundurmaması, Türkiye'nin Boğazlar üzerindeki
egemenlik haklarını sınırlandırmaktaydı.
Önemi:
Boğazlar Komisyonu kaldırılarak yetkileri
Türkiye'ye devredildi.
Boğazlar kesin olarak Türkiye'nin kontrolüne girdi.
Türkiye'nin Akdeniz'deki güvenliği artmıştır.
Boğazlar Sorunu, Misakı Millî'ye uygun bir şekilde
çözüme kavuşturulmuştur.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 40
SADABAT PAKTI (8 Temmuz 1937)
1935 yılında İtalya’nın Habeşistan'a saldırması,
Akdeniz ve Ortadoğu güvenliğinin tehlikeye düşmesine
neden olmuştur.
Bu yüzden Balkan Antantı'na benzer bir antlaşmanın Orta
Doğu'da da gerçekleştirilmesi için faaliyetlere başlanmıştır.
Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Sadabat
Paktı imzalanmıştır.
HATAY SORUNU VE SONUCU - 1939
1921 yılında TBMM ile Fransa arasında imzalanan
Ankara Antlaşmasıyla Hatay, Fransa mandası durumundaki
Suriye sınırlarında kalmıştır.
Ayrıca burada yaşayan Türklere geniş haklar tanınmış ve
bölgede özerk bir yönetim uygulanmıştır. Hatay'ın Türk
toprakları dışında kalması Misakı Millî’den taviz verildiği
anlamına gelmekteydi.
Mustafa Kemal bu yüzden Hatay'ın anavatana katılması
gerektiğini savunmuş ve çeşitli girişimlerde bulunmuştur.
1936 yılında Fransa, Suriye'deki manda yönetimine
son verdi ve buralardan çekildi. Ancak Hatay'ın durumu
belirsizliğini korudu.
Bunun üzerine Türkiye, Milletler Cemiyetine başvurarak
sorunun çözülmesini istemiştir.
Türkiye ile Fransa arasında yapılan ikili görüşmelerden
sonra Türkiye'nin önerdiği, "Hatay'ın geleceğini buradaki
halkın belirlemesi" ilkesi kabul edildi.
Hatay'da bağımsız bir Türk devletinin kurulması
kararlaştırıldı.
Bir anayasa hazırlandı ve seçimler yapıldı. Ardından
Hatay Bağımsız Cumhuriyeti kuruldu. (2 Eylül 1938).
ATATÜRK'ÜN ÖLÜMÜNÜN YURTİÇİ VE YURT DIŞINDAKİ
YANKILARI
Son Günleri ve Ölümü
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk, hayatı boyunca
milletine her alanda hizmet etti. Milletin huzuru, güveni ve
mutluluğu için çalıştı.
Atatürk'ün hastalığı ile ilgili ilk şikâyetleri 1937 yılında
başladı. Fakat doktorlar bu hastalığın teşhisini uzun bir süre
koyamadılar. 1938 yılında Yalova Kaplıcalarına dinlenmek
için gittiğinde kaplıcadaki doktor, Atatürk'ün hastalığının
siroz olduğunu belirledi.
Hastalığın teşhisi geciktiği için hastalığın ilerlemesi
engellenemedi. Buna rağmen Atatürk'ün hastalığı Türk
milletinden ve dünyadan gizlendi. Çünkü, Hatay'ın ana vatana
katılması çalışmaları devam ederken Atatürk'ün hastalığının
duyulması, Türkiye için olumsuz bir gelişme olurdu.
Atatürk, ömrünün son yıllarında yoğun olarak Hatay
sorunu ile ilgilendi.
Hataylılara yalnız olmadıklarını bildirmek ve Türk
devletinin gücünü diğer ülkelere göstermek isteyen Atatürk,
1938 yılında Mersin ve Adana gezilerine çıktı. Bu gezilerde
ordunun tatbikatlarını ve geçit törenlerini hasta olmasına
rağmen ilgi ile izledi.
Geziden sonra Ankara'ya döndü. Hem tedavi olmak hem
de dinlenmek için İstanbul'a gitti. Doktorlar onun sağlığına
kavuşması için yoğun bir çaba harcadılar.
İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı yerine Savarona
yatında kalmayı tercih etti. Atatürk doktorların dinlenmesi
yolundaki ısrarlarına rağmen ülke işleriyle ilgilenmeye devam
etti.
Hastalığın iyice ilerlemesi üzerine Dolmabahçe Sarayı'nda
dinlenmeye alındı. Atatürk 2 Eylül 1938 tarihinde hasta
yatağında yatarken Hatay'ın bağımsız bir devlet olduğu
haberini alınca buna çok sevindi.
Atatürk'ün hastalığı ciddiyetini korumaya devam
ediyordu. Kendisini iyi hissettiği bir gün noter çağırarak
vasiyetnamesini hazırlattı.
Atatürk, cumhuriyetin ilanının on beşinci yıl dönümünü
hasta yatağında geçirdi. Çok arzu ettiği hâlde, Ankara'ya gidip
cumhuriyet törenlerine katılamadı (29 Ekim 1938). Türk
ordusuna gönderdiği mesaj, dönemin başbakanı Celal
Bayar tarafından okundu. Bu mesajda, Türk ordusuna
Kurtuluş Savaşı'nda gösterdiği kahramanlıktan dolayı
teşekkür etti.
Ayrıca Türk milletini ve cumhuriyeti, modern silahlarla
donanmış Türk ordusuna emanet ediyordu.
1 Kasım 1938'de cumhurbaşkanı tarafından yapılması
gelenek hâline gelen TBMM'nin yeni yılı açılış konuşmasını,
Atatürk'ün yerine yine başbakan yaptı.
Atatürk'ün hastalığı, kasım ayının ilk haftasından itibaren
normal seyrinden çıkarak şiddetlendi. Nihayet korkulan an
geldi ve Mustafa Kemal Atatürk 10 Kasım 1938 perşembe
günü saat dokuzu beş geçe öldü.
Bu antlaşmaya göre üye ülkeler;
Karşılıklı olarak birbirlerinin sınırlarına saygılı olmayı,
İç işlerine karışmamayı,
Ortak çıkarlar doğrultusunda dostluk ve iş birliklerini
geliştirmeyi kabul etmiştir.
Bu antlaşma ile Türkiye, doğu sınırlarının
güvenliğini sağlamış oldu.
Mustafa Kemal Adana'da yaptığı bir konuşmada,
"Kırk asırlık Türk yurdu, düşman elinde esir kalamaz."
diyerek ileride Hatay'ın ana vatana katılacağının müjdesini
vermiştir.
Misak-ı Milli'ye son katılan toprak Hatay'dır.
Bağımsız Hatay Cumhuriyeti'nin devlet başkanlığını
Tayfur Sökmen yapmıştır.
Hatay Millet Meclisi, 29 Haziran 1939'da oy birliği
ile Türkiye'ye bağlanmaya karar verdi.
Atatürk vasiyetnamesinde, malvarlığının büyük bir
bölümünü kendisi tarafından kurulan Türk Tarih Kurumu
ve Türk Dil Kurumuna bağışladı.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 41
Kara haber, memleketin her köşesini derin bir yasa
boğdu. Ayrıca dünyada geniş bir yankı uyandırdı.
Bu büyük üzüntüye rağmen, devlet iş!erinde herhangi bir
aksamaya meydan vermemek en yakın silah arkadaşı İsmet
İnönü, cumhurbaşkanı seçildi (11 Kasım 1938).
16 Kasım günü, Atatürk'ün Türk bayrağına sarılı tabutu,
Dolmabahçe Sarayı'nın tören salonunda katafalka konularak
ziyarete açıldı.
19 Kasım günü Prof. Şerafettin Yaltkaya tarafından
cenaze namazı kıldırıldı. Daha sonra naaşı Yavuz Zırhlısı'na
konuldu. Türk donanması ve yabancı gemilerin eşliğinde
İzmit'e getirildi. Buradan Ankara’ya gönderildi.
ÖRNEK ATATÜRK-MAZLUM MİLLETLER
Türk Kurtuluş Mücadelesi ve Türk milletinin emperyalist
(sömürgeci) devletlere karşı verdiği bağımsızlık
mücadelesi ve bu mücadele sonunda kazanılan başarı,
diğer yandan Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu çağdaş
Türkiye Cumhuriyeti, sömürge altında bulunan Kuzey
Afrika ülkeleri, Ortadoğu ülkeleri ve Güneydoğu Asya
ülkelerine örnek olmuştur.
İlerleyen yıllarda Pakistan, Hindistan, Mısır gibi ülkeler
Türk Kurtuluş Savaşını örnek alarak bağımsızlık mücadelesi
vermişler ve bağımsızlıklarını kazanmışlardır.
Bu durum, Kurtuluş Savaşımızın ve Türk inkılabının
evrensel karakterde olduğunu gösterir.
20 Kasım'da Ankara'ya getirilen Atatürk'ün naaşı
Etnografya Müzesinde hazırlanan geçici kabre konuldu.
Ankara Rasattepe’de Emin Onat ve Orhan Arda’nın bir
projesi olan Anıtkabir yapıldı.
Atatürk'ün naaşı 10 Kasım 1953’te Anıtkabir’e
nakledildi.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 42
Mustafa Kemal Atatürk, dış politikada "Yurtta barış,
dünyada barış!" ilkesini benimsemiştir. Bu politika
doğrultusunda Türkiye, cumhuriyetin ilanından sonra
çevresindeki ülkelerle dostluk antlaşmaları imzaladı.
Almanya ve İtalya'nın yayılmacı politikaları karşısında
Türkiye, Balkan Antantı ve Sadabat Paktı gibi dostluk
antlaşmalarını imzaladı.
Atatürk'ün İkinci Dünya Savaşı'nın çıkacağını önceden
tahmin ederek gerekli önlemler alması ve barış amaçlı bir
politika izlemesi Türkiye'nin bu savaşta doğru kararlar
almasını sağlayacaktı.
II. DÜNYA SAVAŞI (1939 - 1945)
II. Dünya Savaşı'nın Nedenleri
1- I. Dünya Savaşı'nda yenilen devletlerle ekonomik, siyasi,
askerî ve hukuki alanlarda ağır şartlar içeren antlaşmalar
imzalandı. Bu durum Almanya'da hoşnutsuzluğa ve
dolayısıyla II. Dünya Savaşı'na neden oldu.
2- I. Dünya Savaşı'ndan sonra sınırların çizilmesinde
milliyetçilik anlayışına dikkat edilmedi. Bu nedenle etnik
çatışmalar ve sınır sorunları ortaya çıktı.
3- İtalya Birinci Dünya Savaşı'ndan galip çıkmasına rağmen
amaçlarına ulaşamadı. İtilaf Devletleri tarafından ikinci sınıf bir
devlet gibi davranılması İtalya'yı saldırgan bir devlet hâline
getirdi. Yönetimi ele geçiren Mussolini'nin İtalya'yı büyük
devlet yapmak istemesi II. Dünya Savaşı'nın nedenlerinden
biri oldu.
4- Uzak Doğu'da imparatorluk kurmaya çalışan Japonya,
Avrupa Devletlerini Asya'dan çıkarmak istedi.
SAVAŞIN GELİŞİMİ
Almanya'da iktidara gelen nazi yönetimi, üstün Alman
ırkı, düşüncesini savunmuş, Versay Barış Antlaşmasını
tanımadığını ilan etmiş ve işgallere başlamıştır.
Avusturya ve Çekoslovakya Alman işgaline uğramıştır.
Almanya, Rusya ile tarafsızlık anlaşması imzalamış ve
1939 yılında Polonya'ya savaş açmıştır. İngiltere ve Fransa,
Polonya'ya güvence vermişler, Polonya da Almanya'ya savaş
ilan etmiş, böylece II. Dünya Savaşı başlamıştır.
Savaşın başlamasıyla Almanya işgal ettiği Polonya
topraklarını Ruslarla paylaşmıştır.
Daha sonra Almanlar; Danimarka, Norveç, Hollanda ve
Fransa'yı işgal etmiştir.
İtalya ise Arnavutluk'u işgal etmiş, Yunanistan'a saldırmış
fakat başarılı olamamıştır.
Bunun üzerine Almanya, Balkanlara yönelmiş,
Macaristan, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya’yı işgal
etmiştir.
Almanların Balkanları tehdit etmesi üzerine Rusya,
müttefik grubuna geçmiştir.
Japonların ABD'nin Pearl Harbour üssüne saldırması
üzerine ABD de Müttefik Grubunda savaşa katılmıştır.
SAVAŞIN SONA ERMESİ
Almanya ve İtalya, ABD'nin Akdeniz çıkarması sonrasında
geri çekilmek zorunda kalmıştır.
1944'de müttefiklerin Sicilya'ya asker çıkarmaları ve
İtalya'ya geçmeleri üzerine İtalya teslim olmuştur(Mussolini
Hükümeti düşmüştür.)
1944 Haziran'ında müttefikler Fransa’nın kuzey
bölgelerine çıkarma yapmışlar ve Almanya sınırlarına
ilerlemişlerdir.
Ruslar Almanları, Polonya ve Rusya’dan çıkarmaya
başlamıştır.
Almanya 1945'te ateşkes istemiştir.
II. Dünya Savaşı Mihver Devletlerinin yenilgisiyle sona
ermiştir.
Yalnız kalan Japonya, savaşa devam etmiş, Hiroşima ve
Nagazaki şehirlerine atom bombası atılmasıyla teslim
olmak zorunda kalmıştır.
II. DÜNYA SAVAŞI'NIN SONUÇLARI
Savaşı demokrasiyi savunan devletler kazanmış ve
Avrupa'da demokrasi rejimi yaygınlaşmıştır. Demokratik
Avrupa devletleriyle birlikte hareket eden Türkiye'de de
demokratik hayata geçilmiştir.
Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler gelişmiş, Türkiye
Sovyet Rusya'dan uzaklaşarak ABD'ye yakınlaşmıştır.
Almanya ve İtalya’nın işgal ettiği Balkan ve Doğu Avrupa
ülkeleri, Rusya'nın denetiminde yeniden kurulmuştur. Rusya,
komünist rejimini bu ülkelere taşımış, ABD ile birlikte
dünyanın en büyük iki devleti haline gelmiştir.
Almanya ikiye bölündü. Doğusunda Rusya, batısında
ABD, Fransa, İngiltere denetim kurdular. (1990'da Almanya
Devleti birleşmiştir.).
T.C. İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ
7.ÜNİTE - ATATÜRK’TEN SONRA TÜRKİYE:
II. DÜNYA SAVAŞI VE SONRASI
İtalya, Almanya ve Japonya aralarında anlaşarak "Üçlü
Mihver" grubunu kurmuşlardır.
Mihver Grubuna karşı, İngiltere ve Fransa "Müttefik
Devletler" grubunu kurmuşlardır. Bu gruba daha sonra
Rusya ve ABD'de katılmıştır.
Sömürgecilik dönemi sona ermeye başlamış ve sömürge
altındaki Hindistan, Mısır, Pakistan, Cezayir, Tunus ve
Libya bağımsızlıklarını kazanmışlardır.
Milletler Cemiyeti'nin yerine, Birleşmiş Milletler
Teşkilatı kurulmuştur.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 43
Dünya barışını korumak amacıyla Birleşmiş Milletler
kuruldu (1945).
İngiltere ve ABD'nin desteğiyle Filistin'de İsrail devleti
kuruldu (1948).
Türk - Amerikan ilişkileri gelişti.
Devletlerarasındaki rekabet savaştan sonra da devam etti.
TÜRKİYE'NİN SAVAŞTAKİ TUTUMU
Türkiye İkinci Dünya Savaşı öncesinde dünya devletlerine
karşı dost bir politika izliyordu. Ancak, İtalya ve Almanya'nın
yayılmacı politikalarına karşı İngiltere ve Fransa'ya daha
yakın durmaya çalışıyordu.
Türkiye bu savaşta toprak bütünlüğünü kazanmayı ve
tarafsız kalmayı amaç edinmişti.
Müttefik ve Mihver Grubu devletleri Türkiye'yi kendi
saflarına çekmek için her yolu denediler.
Türkiye savaşın başından itibaren Müttefik Devletlerle ile
yakın ilişkiler kurmaya özen gösteriyordu. Ancak müttefiklerin
bütün ısrarlarına rağmen savaş girmeme konusundaki
tutumunu da sürdürüyordu.
İkinci Dünya Savaşı'nın Türkiye üzerinde olumsuz
sonuçları da oldu. Ülkemiz insanı, yanı başında yaşanan bu
savaş sebebiyle sıkıntılı günler yaşadı. Çünkü Türkiye her an
savaşa girecekmiş gibi hazırlık yaptığı için tarım, sanayi
ve ekonomi alanlarında duraklama dönemi yaşadı.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SIRASINDA TÜRKİYE’DE ALINAN
ÖNLEMLER
Bütün illerde hava saldırısı tehlikesine karşı karartma
uygulaması başlatılmış, sivil savunma önlemleri alınmıştır.
Tahıl stoklarına el konmuş, ekmek, zeytin, şeker gibi
ürünler karneyle verilmeye başlanmış, buğday unundan
pasta ve benzeri ürünlerin yapılması yasaklanmıştır. Bu durum
savaşın, savaşa girmeyen ülkeleri de ekonomik ve sosyal
yönden olumsuz etkilediğini göstermektedir.
İstanbul'da özel otomobillerin trafiğe çıkması
yasaklanmış, daha sonra bu yasak genişletilmiştir.
Savaş şartlarının getirdiği ekonomik sıkıntıları aşmak için
yeni vergiler konmuştur, Askeri harcamalar artırılmıştır.
Karadeniz'deki Türk gemi seferleri durdurulmuştur.
Radyo yayınlarında kesinti yapılmıştır, gece 23.00'dan
sonra sokağa çıkma yasağı getirilmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sırasında alınan bu önlemlerle
seyahat etme, haber alma ve ekonomi alanındaki hak ve
özgürlükler sınırlandırılmıştır.
Bu sınırlandırmanın amacı kamu güvenliği ve sağlığını
korumaktır. Çünkü yaşama hakkının korunması diğer hak ve
özgürlüklerden daha önemlidir.
TÜRKİYE'DE DEMOKRASİNİN GELİŞMESİ
23 Nisan 1920'de TBMM'nin açılmasıyla demokrasi
yolunda en önemli adımlardan biri atılmış oldu.
1923 ile 1930 yılları arasında çok partili hayata geçiş
denemeleri yapılmış, fakat başarılı olunamamıştı.
1930'dan sonra Türkiye'de tek partili rejim 1946 yılına
kadar devam etmişti.
İkinci Dünya Savaşı'nın Batı demokrasilerinin zaferiyle
sonuçlanması üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisinde birkaç
milletvekili siyasi hayatımızda demokratik usullerin kabul
edilmesini istemeye başlamıştır.
14 Mayıs 1950 seçimleri cumhuriyet tarihinde
demokrasinin gelişmesi bakımından büyük bir ilerleme
olmuştur. Çünkü bu seçimde millî egemenlik en iyi şekilde
temsil edilmeye başlanmıştır.
ÇATIŞMA YOK AMA
SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ
Amerika ve Sovyet Rusya liderliğinde Batı ve Doğu
blokları arasında gelişen, açık ama silahlı mücadeleye
dönüşmeyen sınırlı çekişmeye soğuk savaş adı verilmiştir.
"Soğuk savaş" deyimi ilk kez 1947 yılında Amerika'da
kongredeki bir görüşme sırasında ABD'li maliye ve başkanlık
danışmanı Bernard Buruch tarafından ifade edilmiştir.
II. Dünya Savaşı sonunda Amerika Birleşik Devletleri ve
Sovyet Rusya iki süper güç olarak ortaya çıktılar. Bu
durumun ortaya çıkmasında dünya siyasetinde söz sahibi
devletlerden Almanya, İtalya ve Japonya'nın II. Dünya
Savaşı'nda yenilmeleri, savaşın galiplerinden İngiltere ve
Fransa'nın da bu süreçte her bakımdan yıpranmaları etkili
olmuştur.
Dünya devletleri Amerika Birleşik Devletleri ve
Sovyet Rusya liderliğinde iki gruba ayrıldı.
Sovyetler Birliği öncülüğünde Varşova Paktı, ABD
öncülüğünde NATO kuruldu.
4-11 Şubat 1945'te ABD, İngiltere ve Sovyet
Rusya'nın katıldığı Yalta Konferansında, II. Dünya
Savaşı'ndan sonra kurulacak olan Birleşmiş Milletle
Teşkilatı'na katılmak için 1 Mart 1945'e kadar Almanya
ve Japonya'ya savaş açmak şartı getirildi.
Bu gelişme üzerine Türkiye 23 Şubat 1945'te Japonya
ve Almanya'ya savaş ilan etti. Türkiye, böylece hem II.
Dünya Savaşı'ndan sonra dünya siyasetinde söz sahibi
olma imkanı elde etmiş, hem de Avrupa'nın demokratik
devletleriyle yakınlaşmıştır.
1945 yılında çok partili hayata geçilmiş, Millî
Kalkınma Partisi, Millet Partisi ve Türkiye Köylü Partisi
kurulmuştur.
1946 yılında ilk çok partili seçimler yapılmış,
böylece demokrasi alanında önemli bir adım atılmıştır.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 44
Sovyet Rusya II. Dünya Savaşı'ndan sonra yayılmacı
bir politika takip ederek komünizm rejiminin Balkanlar ve
Orta Avrupa'da yerleşmesi için mücadele etmiştir. Rusya'nın
komünizm ideolojisini bütün dünyaya yaymak istemesi
demokrasi ile yönetilen ABD'yi ve Avrupa devletlerini
endişelendirmiştir.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra oluşan yeni durum ABD'nin
önderliğinde demokratik Batı Avrupa devletlerinden oluşan
Batı Bloğu'nu ve Sovyet Rusya'nın önderliğinde Doğu
Avrupa ve Balkan devletlerini içine alan Doğu Bloğu'nu
ortaya çıkarmıştır
Soğuk Savaş Dönemi'nde nükleer silahların gelişmesi
yüzünden ABD ve Sovyet Rusya silahlı olarak karşı karşıya
gelmekten kaçınmışlardır. Taraflar arasında rekabet daha
çok siyaset, ekonomi ve propaganda alanlarında
sürdürülmüştür.
TRUMAN DOKTRİNİ VE MARSHALL PLANI
NATO’NUN KURULMASI
II. Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa devletleri savaşın
yıkıntılarını temizleyip ekonomilerini güçlendirmeye çalışırken,
Sovyetler Birliği genişleme politikasını sürdürüyordu.
Sovyetler Birliği, bir yandan topraklarını genişletirken, bir
yandan da yedi ülkede kendi kontrolünde komünist
yönetimlerin kurulmasını sağlamıştı.
Batı Avrupa ülkeleri, Sovyetler Birliği'nin yayılmacı
politikaları karşısında ortak bir güvenlik sistemi kurmaya
karar verdiler. Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nın ilkelerine sadık
kalarak oluşturulacak bu savunma teşkilatı barışı korumayı
amaç edinecekti.
Bu amaçla Belçika, Fransa, Hollanda, Lüksemburg, İngil-
tere, ABD, Kanada, Portekiz, Norveç, İtalya, İzlanda ve
Danimarka arasında 4 Nisan 1949'da Washington'da
imzalanan antlaşma ile Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı
(NATO) kurulmuştur.
TÜRKİYE'NİN NATO'YA ÜYE OLMASI
Asya ve Avrupa arasında yer alan Türkiye, sahip olduğu
jeopolitik konumu nedeniyle dünya politikasında önemli bir
ülkeydi. Akdeniz ile Karadeniz arasında geçişi sağlayan
Boğazlara sahip olması, Orta Doğu'ya hakim bir konumda
bulunması jeopolitik önemini artırıyordu.
Türkiye, İkinci Dünya Savaşı'na girmemişti. Ama sahip
olduğu bu jeopolitik konum yüzünden savaş sonrasında
yerini belirlemek zorundaydı. Ayrıca Sovyetler Birliği
Türkiye'den Kars ve Ardahan'ı istiyor, Boğazlardan da üs
talep ediyordu. Bu yüzden Türkiye için NATO'ya üye olmak
hayati derecede önemliydi.
Türkiye, II. Dünya Savaşı yıllarından beri NATO üyesi
devletlerle uyumlu bir dış politika takip ettiği için 1952
yılında Yunanistan ile birlikte bu ortak savunma örgütüne
alınmıştır.
Türkiye'nin sahip olduğu coğrafyanın bir savaş sırasında
Avrupa, Asya ve Orta Doğu için askeri açıdan büyük önem
taşıması NATO'ya kabul edilmesini kolaylaştırmıştır.
Bir toprağın veya coğrafyanın bölge ya da dünya
siyasetindeki konumuna jeopolitik konum denilmektedir.
KORE SAVAŞI
Soğuk Savaş Dönemi'nde ABD ile SSCB'yi karşı karşıya
getiren önemli olaylardan biri de Kore Savaşı'dır.
Savaş SSCB'nin denetimindeki Kuzey Kore'nin,
ABD'nin denetimindeki Güney Kore'ye saldırmasıyla
başlamıştır.
Bunun üzerine Birleşmiş Milletler saldırıyı kınayarak
müdahale kararı almıştır. Uluslararası bir askeri güç
oluşturularak, ABD başkanlığında bölgeye gönderilmiştir.
1950-1953 yılları arasında süren savaşta taraflar
birbirine üstünlük sağlayamamış ve ateşkes imzalayarak
savaşa son vermişlerdir.
Kore Savaşı, Soğuk Savaş ortamını değiştirmemiştir.
NATO'ya üye devletlerin Kore Savaşı'ndaki ittifakı karşısında
SSCB, etkisi altındaki Doğu Avrupa devletleri ile Varşova
Paktı'nı kurmuştur. Bu durum iki kutup arasındaki rekabet
silahlanma yarışını artırmıştır.
İNSAN HAK ve ÖZGÜRLÜKLERİNİN GELİŞMESİ
1789'da ortaya çıkan Fransız İhtilali sonunda yayınlanan
İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi, insan hakları
kavramının uluslararası bir nitelik kazanmasını sağlamıştı.
İnsan haklarının evrensel ilkeler olarak kabul edilmesi ve
korunması yönünde çalışmalar, II. Dünya Savaşı'ndan sonra
Birleşmiş Milletler Örgütü'nün kurulmasıyla hızlanmıştır.
SSCB'nin Doğu Avrupa'da yayılması üzerine ABD
Başkanı Truman, Sovyet tehdidi adı altındaki ülkeleri
ekonomik ve askeri açıdan güçlendirmek için kendi
adıyla anılan Truman Doktrini'ni ortaya atmıştır (1947).
Bu doktrin çerçevesinde yapılan ekonomik yardımlara
Marshall Planı denmiştir. Marshall Planı çerçevesinde
Türkiye’nin de içinde olduğu 16 ülkeye yapılan
yardımlar daha çok askeri araç gereçleri kapsıyordu.
Türkiye, II. Dünya Savaşı'ndan sonra Sovyetler Birliği'ne
karşı ABD ile yakınlaşma politikası takip ediyordu. Ayrıca
Atatürk'ün "Yurtta barış dünyada barış" ilkesi
doğrultusunda dünya barışını koruyucu faaliyetlere destek
vermeyi görev sayıyordu. Bu doğrultuda Birleşmiş Milletlerin
çağrısına uyarak Kore'ye bir tugay gönderdi. Türkiye'nin
Kore'ye asker göndermesi NATO'ya kabul edilmesinde
önemli rol oynamıştır.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 45
İNSAN HAKLARINI KORUYAN ULUSLARARASI
SÖZLEŞMELER
İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ
1945'te dünya barışını korumak için kurulan Birleşmiş
Milletler Örgütü yalnızca üye devletlerde değil, tüm
dünyada insan haklarının korunması için çalışmalar
başlattı. Bunun sonunda 1948'de İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi kabul edildi.
Ülkemizde insan hakları konusunda önemli ilerlemeler
sağlanmıştır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından
kabul edilen ilkeler, ülkemiz tarafından da kabul edilmiş,
insan haklarının korunması için anayasa ve yasalarda
gerekli düzenlemeler yapılarak hukuki bir nitelik
kazandırılmıştır.
KİŞİSEL VE SİYASAL HAKLARA İLŞİKİN SÖZLEŞME (1966)
Devletler bu sözleşmeyle, insan haklarına saygı gösterip
göstermediklerini denetleyen bir mekanizma kurulmasını
kabul etmişlerdir. Bu doğrultuda İnsan Hakları
Komisyonu kurulmuştur. Türkiye, 1976'da yürürlüğe
giren bu sözleşmeyi 2000 yılında imzalamıştır.
AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ
Avrupa Konseyi'ne üye ülkeler tarafından Roma'da 1950
yılında imzalanmış, 1953 yılında yürürlüğe girmiştir.
Bu sözleşmeyle İnsan Hakları Bildirgesi'nde yer alan
temel hak ve özgürlükler yargı güvencesine
alınmıştır. Böylece demokrasinin temel öğeleri olan
siyasal özgürlükler ve hukukun üstünlüğü uluslararası
koruma altına alınmıştır.
Avrupa insan Hakları Sözleşmesi'nin en önemli özelliği
insan haklarını korumak için Avrupa İnsan Hakları
Komisyonu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin
kurulmasıdır. Bu sözleşmeyi imzalayan devletlerin
yurttaşları uğradıkları haksızlıklar nedeniyle kendi
devletleri veya diğer devletler aleyhine dava açma
hakkına sahiptirler.
İşkencenin ve İnsani Olmayan ya da Küçültücü Ceza ve
Muamelenin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi
1987 yılında yürürlüğe giren sözleşme Türkiye tarafından
1988'de onaylanmıştır. Bu sözleşmeyle devletler kendi
topraklarında ırk ayrımı yapılmasını önlemekle
yükümlüdürler.
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi
Uluslararası Sözleşmesi
1981 yılında yürürlüğe giren sözleşme Türkiye tarafından
1985'te onaylanmıştır. Sözleşmede kadın ve erkek
eşitliğinin sağlanması konusunda alınması gereken önlemler
vurgulanmıştır.
ÇOCUK HAKLARI SÖZLEŞMESİ
Sözleşmeyi imzalayan devletler, herhangi bir ayrım
yapmadan bütün çocukları her türlü fiziksel ve
zihinsel zarar ve ihmalden korumayı kabul etmişlerdir.
HELSİNKİ SONUÇ BELGESİ
1975 yılında yürürlüğe giren belge, insan hakları
kavramının dünya görüşü ne olursa olsun bütün
devletlerarasında ortak bir değer olarak
benimsenmesi amacını taşımaktadır.
TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK): Türkiye Cumhuriyeti
Devleti'ni içten ve dıştan gelebilecek tehditlere karşı savunma
vazifesini üstlenmiş silahlı devlet kuvvetidir. Yaptırım gücünü
Türkiye Cumhuriyeti anayasasından alır
Günümüzde Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), dünyada en
çok asker bulunduran 9. ordudur. Temelini oluşturan yapı
Mehmetçiktir. Türkiye'nin güvenliğine yönelik iç ve dış
tehditlere karşı caydırıcı güç olan TSK, Anayasa ve yasaların
kendisine verdiği görevler çerçevesinde şu alt
komutanlıklardan oluşur.
Kara Kuvvetleri Komutanlığı (KKK)
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı (DzKK)
Hava Kuvvetleri Komutanlığı (HvKK)
Jandarma Genel Komutanlığı (JGnK)
Sahil Güvenlik Komutanlığı (SGK)
TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ'NİN GÖREVLERİ
TSK'nin temel görevi Anayasa'da açıkça şu şekilde
belirtilmiştir "...Türk Yurdunu ve nitelikleri anayasada belirtilen
Türk Cumhuriyetini iç ve dış tehditlere karşı korumak ve
kollamaktır."
Bu çerçevede TSK 2000'li yıllarda, yeni güvenlik
sorunlarına ve sorunlara uygun şekilde tepki göstermek,
belirsizliklere karşı hazır olmak, iç ve dış tehdit ve risklere
karşı ülkenin güvenliğini sağlayabilmek için şu şekilde
kendisine görevler belirlemiştir;
Caydırıcılık,
Güvenlik / Harekât Ortamının Şekillendirilmesi,
Savaş Dışı Harekât (Barışı Destekleme Harekâtı, Doğal
Afet Yardım Harekâtı ve İç Güvenlik Harekâtı),
Kriz Yönetimi,
Sınırlı Güç Kullanımı,
Konvansiyonel harp gibi faaliyetleri icra etmek
Bu görevleri yerine getirebilmek için çok amaçlı birliklerin
kurulması, sayısal fazlalık yerine teknolojik üstünlüğün
kurulması, silah ve düzeneklerinin etkinliğini arttıracak
teknolojik araştırmaların yapılması ve erken ikaz, darbe,
elektronik harp, hava üstünlüğünün kurulması gibi ek
görevleri de yapmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni 1954 yılında
imzalayan Türkiye, 1987'de bireysel başvuru hakkını
tanımış, 1990'da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin
zorunlu yargı yetkisini tanımıştır.
1990'da yürürlüğe giren sözleşmeyi Türkiye 1994
yılında onaylamıştır.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 46
TÜRK ORDUSU KIBRIS'TA
Kıbrıs'ı elinde bulunduran İngiltere 1955 yılından
sonra adadan çekilmeye karar verdi. Bu süreçte 1960'da
İngiltere, Türkiye ve Yunanistan arasında bir Garantörlük
Antlaşması yapıldı.
Bu antlaşma ile kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti bu üç
devletin koruması altında bulunacaktı. Ancak Kıbrıs'ta
yaşayan Rumlar, Yunanistan'a bağlanma fikrinden
vazgeçmedi. Bu durum adada gerginliklere neden oldu.
Gerginlik Kıbrıs'taki Türklerin katliama maruz kalmasına
dönüşünce Birleşmiş Milletler Ada'ya bir barış gücü gönderdi.
Barış harekâtından sonraki uluslararası görüşmelerde
Ada'daki Türk halkının mevcudiyeti tanınmayınca 1975'te
Kıbrıs Türk Federe Devleti, 1983'te de Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti'nin kurulduğu ilan edildi. Günümüzde de Türk
ordusu Kıbrıs'ta yaşayan soydaşlarımızın en büyük
güvencesidir.
Barış harekâtından sonra Türkiye'ye çok yönlü bir
ambargo uygulanınca savunma sanayi alanında yeni
önlemlerin alınması gerekli hale gelmiştir. Bu gelişme
üzerine
havacılık alanında TAİ,
elektronik alanında ASELSAN,
yazılım alanında HAVELSAN,
füze imalatı alanında da ROKET-SAN
faaliyete geçirilmiştir.
o Ayrıca Atatürk döneminde kurulan Makine Kimya
Enstitüsü (MKE) çağın ihtiyaçlarına göre geliştirilmiş,
Savunma Sanayi Müsteşarlığı kurularak bu alandaki
çalışmalar sürekli hale getirilmiştir.
DÜNYA BARIŞINA KATKI
Ülkemiz bulunduğu konum itibariyle Kafkasya, Bakanlar
ve Orta Doğu'da meydana gelen gelişmelerle ilgilenmektedir.
Türk Silahlı Kuvvetleri barışa katkı sağlamak için çeşitli
bölgelere uluslararası kuruluşların bünyesinde asker
göndermektedir. Türk ordusu ülke sınırlarını korumanın
yanında dünya barışını korumaya yönelik çabalara da destek
vermiştir.
Türk Silahlı Kuvvetleri dünya barışını destekleme
çalışmalarına; birlik gönderip askeri harekâtı
destekleyerek, personel gönderip uluslararası gözlemci
olarak katkıda bulunmaktadır.
Aşağıdaki tabloda Türk Silahlı Kuvvetleri'nin dünya
barışına katkıları gösterilmiştir: Tarih Yer Bölgede Bulunma Nedeni
1974 Kıbrıs Garantörlük hakkını kullanma
1992 Somali Somali’deki iç savaş
1993 Bosna -Hersek Boşnakları koruma
1997 Arnavutluk Arnavutluk'ta iç karışıklıklar
1999 Kosova Kosova'daki iç karışıklıklar
2001 Makedonya Makedonya'da iç karışıklıklar
2002 Afganistan Afganistan’da iç karışıklıklar
2006 Lübnan Lübnan'da iç savaş yaşanması
HEDEF TÜRKİYE
Türkiye dünya üzerinde çok önemli bir konuma sahiptir.
Bu nedenle çok sayıda ülkenin, topraklarımız üzerinde
emelleri vardır. Bu emellerine ulaşabilmek için kültür, dil, din,
yurt, tarih ve ülkü birliğini zayıflatmaya bu yolla milletin birlik
ve bütünlüğünü bozmaya çalışmaktadırlar.
Ülkemizin karşı karşıya olduğu tehditlerden bazıları
şunlardır:
MİSYONERLİK
Misyonerlik, başka dini inançlara sahip olan insanları
kendi dinine geçirmek, ülke içindeki milli ve kültürel değerleri
yok ederek ülke bütünlüğünü bozmak için çalışmalar
yapmaktır.
Misyonerler hedeflerine ulaşabilmek amacıyla halkın
arasına katılıp, özellikle gençleri etkileyebilmek için sevgi,
barış, kardeşlik, özgürlük, mutluluk gibi evrensel kavramları
kullanırlar.
BÖLÜCÜ UNSURLARIN FAALİYETLERİ
Bir bütün olan toplumun unsurlarının ayrı ırk, ayrı din ve
ayrı mezhepten olduklarını iddia ederek toplumu bölmeye
yönelik faaliyetlere bölücülük denir. Türkiye, son yıllarda
ülkeyi ırk ayrılığı bahanesiyle bölmeyi amaçlayan terör
hareketleriyle karşı karşıya kalmıştır.
Terörizm; her türlü siyasal eyleme karşı bilinçli ve kanlı
şiddet göstergesidir. Terörizm insandaki ahlaki değerleri yok
eder. Bu özelliği ile sadece insanlığa değil, uygarlığa karşı da
bir tehdit oluşturur.
Terör örgütleri,
Hak, adalet, özgürlük ve eşitlik gibi evrensel değerleri kötü
amaçlı kullanırlar.
faaliyet gösterirler.
Bu güç Kıbrıs'taki sorunları çözemeyince Türkiye
Garantörlük Antlaşması'ndan doğan haklarını
kullanarak 20 Temmuz 1974'te barış harekâtı
düzenledi.
Bu olaydan sonra ada ikiye bölündü.
Garantör Devlet: Yapılan bir uluslararası anlaşmanın
ardından, iki tarafın antlaşmaya bağlı kalıp kalmadıklarını
denetleme hakkına sahip olan devlete denir.
Cunta: Yönetime kuvvet kullanarak el koyan askeri ya
da siyasi gruplara verilen addır.
Türk ordusu, bugün Bosna - Hersek, Kosova,
Afganistan, Lübnan ve Kıbrıs'ta halen barışa hizmet
etmeye devam etmektedir.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 47
İRTİCAİ FAALİYETLER
İrticai faaliyetlerin amacı Türkiye Cumhuriyeti'nin laik,
demokratik yapısını değiştirerek yerine dini esaslara dayalı bir
devlet kurmaktır.
BÖLÜCÜLÜK VE İRTİCA İLE MÜCADELEDE KİŞİLERE
DÜŞEN GÖREVLER
Milli hedefler doğrultusunda bilinçli olmalıyız. Türk
milletinin bağımsızlığını, bütünlüğünü, cumhuriyeti ve
demokrasiyi korumanın milli hedeflerimizin en başında
geldiğini bilmeliyiz.
Millî kültürümüzden taviz vermeden, Türk vatandaşı
olmanın, şeref ve mutluluğunu duyarak, Atatürk'ün yolunda
yürümeliyiz. Türk olmakla gurur duymalı, vatanımızı,
milletimizi ve bayrağımızı çok sevmeliyiz.
Yıkıcı ve bölücü faaliyetlere karşı bilinçli olmalıyız. Bu
faaliyetlerin ülkenin ve toplumun huzurunu bozacağını temel
hak ve özgürlükleri yok edeceğini bilmeliyiz.
Terörizm ve terör odaklarına karşı duyarlı olmalıyız. Bu
hareketlerin toplum içinde yayılmasını engellemek için
gereken vatandaşlık görevlerimizi yapmalıyız. Yakınlarımızın
terör hareketlerinin içinde yer almasını önlemeliyiz.
Cumhuriyet yönetimine inançla bağlı olmalıyız.
Cumhuriyetin hak ve özgürlüklerimizin korunması ve
kullanılmasını sağladığı bilinciyle hareket etmeliyiz.
SSCB DAĞILDIKTAN SONRA
1991 yılı dünya tarihi açısından yeni bir dönüm
noktasıdır. Bu tarihten sonra Avrupa ve Asya'nın siyasi haritası
değişmiştir. 1917'de temelleri atılan ve 1922'de kurulan
Sovyetler Birliği'nin dağılması ve yerini Bağımsız
Devletler Topluluğu'na bırakması (BDT) dönemin en önemli
olaylarındandır.
Yeni bağımsız devletler, içinde bulundukları siyasi
dönüşüm sürecinde komünist yapılanmadan uzaklaşma
arayışlarına girerken, kendi milli kadrolarını, sembollerini ve
tarihlerini keşfetmenin heyecanına büründüler.
Sovyetler Birliği'nin dağılması dünyada hakim olan
süper güçlerden birinin ortadan kalkması demekti. Bu da
dünyada siyasi, sosyal ve ekonomik alandaki dengeleri
değişikliğe uğrattı. Sovyet Birliği'nin dağılması ile birlikte
Adriyatik'ten Çin’e kadar siyasi bir boşluk oluştu. Tûrkiye'nin
çevresinde Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya tehlikeli bir bölge
hâline geldi.
Türkiye bağımsızlığına kavuşmuş ve henüz ne yapacağına
karar vermemiş, zayıf ve güçsüz kuzey komşularıyla olduğu
kadar Orta Asya'daki Türk devletleriyle de ilgile-mek
durumunda kalmıştır. SSCB’nin dağılması ile Türk dış ve iç
politikası hem olumlu hem olumsuz yönde etkilenmiştir.
SSCB'nin dağılması Avrupa'da komünist rejimi uygulayan
ülkelerde de bu sistem çözülmesine yol açtı. Bu devletler
ekonomik model olarak kapitalist ekonomiye geçmeye
başladı.
KÖRFEZ'DE SAVAŞ
I. Körfez Savaşı
Irak, 1980 -1988 yılları arasında İran ile yaptığı savaşta
ekonomik yönden ağır zararlara uğramıştı. Bu zararları
karşılamak için 2 Ağustos 1990'da Kuveyt'i işgal etti.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Irak'ın Kuveyt
topraklarını boşaltması için karar alarak, bu kararın 15 Ocak
1991 tarihine kadar uygulanmasını, aksi takdirde güç
kullanılacağını duyurdu. Irak'ın bu süre içinde Kuveyt'i terk
etmemesi üzerine ABD'nin öncülüğündeki çok uluslu
hava güçleri 17 Ocak 1991 'de taarruza geçti.
Irak, çok uluslu müttefik güçler karşısında başarısız olarak
6 Nisan 1991'de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin
şartlarını kabul ettiğini yazılı olarak ilan etti. Böylece I. Körfez
Savaşı sona ermiştir,
II. Körfez Savaşı
ABD, Irak'ın Kitle İmha Silahları ürettiğini iddia ederek
bu devlete 20 Mart 2003'te yeniden savaş açtı.
ABD bu savaşta Birleşmiş Milletler’den askeri destek
kararı çıkartamamıştır. Bunun üzerine ağırlığını ABD ve
İngiltere askerlerinin oluşturduğu koalisyon gücü
oluşturulmuş, bu güç 1 Mayıs 2003'te Irak'ta Saddam Hüseyin
yönetimine son vermiştir.
Irak'ta 30 Ocak 2005'te geçici seçimler yapılmış ve
demokratik yönetime geçilmiştir. Ancak ABD güçleri hala
Irak'ta bulunmaktadır ve ülke henüz huzur ve güvene
kavuşamamıştır.
Körfez Savaşlarında Türkiye'nin Tutumu
Türkiye, I. Körfez Savaşanda Irak'ın karşısında yer
alarak Birleşmiş Milletler’in aldığı kararlara destek
vermiştir. Örneğin Birleşmiş Millefler'in Irak'a ekonomik ve
askeri ambargo kararına ilk uyan ülke Türkiye'dir. Ancak
Türkiye savaşa aktif olarak katılmamış, İncirlik Üssü'nün çok
uluslu güçler tarafından kullanılmasına izin vermiştir.
Türkiye, II. Körfez Savaşı 'nda ABD'yi ve koalisyon
güçlerini desteklemekle birlikte daha çekimser bir politika
izlemiş ve koalisyon güçlerinin Türkiye üzerinden cephe
açmasına izin vermemiştir.
İrtica, bir toplumun sahip olduğu çağdaş değerleri
reddedip akla ve bilime aykırı faaliyetlerde bulunarak eski
düzeni geri getirmeye çalışmaktır.
İlk önce SSCB'nin batısındaki Baltık ülkelerinden;
Estonya, Letonya, Litvanya, Ukrayna, Belarus (Beyaz Rusya)
Moldova, Kafkas ülkelerinden; Azerbaycan, Gürcistan,
Ermenistan, Orta Asya ülkelerinden; Özbekistan,
Kırgızistan, Tacikistan ve Türkmenistan birer birer
bağımsızlığını ilan etti.
Komünizm: Sanayi Devrimi'nden sonra ortaya çıkan
sosyal devlet anlayışının en son aşamasıdır. Ortak mülkiyet
ve servetin herkese eşit olarak paylaştırılması düşüncesini
savunan siyasi ve ekonomik modele denir.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 48
KÖRFEZ SAVAŞININ TÜRKİYEYE ETKİLERİ
Irak'a uygulanan ambargo Türkiye'yi ekonomik yönden
olumsuz etkilemiştir. Türkiye'nin ihracat kaybı onlarca
milyar dolara ulaşmıştır.
Körfez Savaşlarından sonra Kuzey Irak'ta oluşan otorite
boşluğu ve kaos Türkiye için bir tehdit ve risk bölgesi
oluşturmuştur.
Kuzey Irak'taki otorite boşluğundan yararlanan bölücü
terör örgütü, kamplarını buraya taşımış ve bunun
sonucunda Güney Doğu Anadolu'da terör olayları
artmıştır.
Körfez Savaşı'nın sonunda Saddam Hüseyin'in
baskısından kaçan yüz binlerce Kürt, Türkiye'ye
sığınmıştır. Bu mültecilerin vatanlarına geri dönünceye
kadar geçen sürede barınma ve temel ihtiyaçlarının
karşılanması Türkiye'ye ekonomik bir yük getirmiştir.
Körfez Savaşlarında Türkiye, savaş bölgesi ilan edilmese
de yüz binden fazla yabancı turist rezervasyonlarını iptal
ettirerek ülkemize gelmekten vazgeçmiştir.
TÜRKİYE’NİN ENERJİ POLİTİKASI
Petrol ve doğalgaza sahip olmak kadar bu kaynakları
dünya pazarlarına ulaştırmak da önemlidir. Azerbaycan,
Kazakistan ve Türkmenistan gibi petrol ve doğalgaz
bakımından zengin kaynaklara sahip ülkeler bu kaynakları
ihraç edecek altyapıya sahip değiller. Hazar Denizi
çevresindeki enerji kaynaklarının Avrupa'ya ve dünyaya
taşınmasında Türkiye koridor görevi görebilecek bir
konumdadır.
BAKÜ-TİFLİS-CEYHAN BORU HATTI PROJESİ
Türkiye, kendi topraklarından geçen uluslararası enerji
yollarının dünya siyasetinde etkisini artıracağını ve ekonomik
kalkınmasına büyük katkı yapacağını bilmektedir. Türkiye bu
bilinçle 1990'lı yılların başından beri Azerbaycan petrolünü
Akdeniz'e ulaştırmak için Baku - Tiflis - Ceyhan Boru
Hattı Projesi'ni gerçekleştirmeye çalışmıştır. Nihayet 2005
yılında tamamlanan boru hattı ile Azerbaycan petrolü
Ceyhan'a ulaşmıştır.
Kazakistan petrollerinin de bu hat ile taşınması
konusunda anlaşmaya varılmasıyla bu hattın kapasitesi ve
önemi artmıştır.
BAKÜ-TİFLİS-ERZURUM DOĞLAGAZ HATTI PROJESİ
Azerbaycan petrolünün yanında doğalgazının da
Türkiye vasıtasıyla Avrupa'ya taşınması için Baku -Tiflis -
Erzurum Doğalgaz Hattı Projesi tamamlanmış ve 2006
yılının sonunda Bakü'den Erzurum'a doğalgaz pompalanmaya
başlanmıştır. Türkmenistan doğalgazının da bu yolla
nakledilmesi söz konusudur.
NABUCCO PROJESİ
Türkiye bu doğalgazın Avrupa'ya taşınması için Yu-
nanistan - İtalya - Doğalgaz Boru Hattı ve Bulgaristan,
Romanya ve Macaristan üzerinden Avusturya'ya bağlayacak
olan Nabucco Projesi'ni hayata geçirmeye çalışmaktadır.
GAP PROJESİ
Türkiye, uluslararası düzeyde yürüttüğü projelerin
yanında ulusal düzeyde de önemli projeleri
gerçekleştirmektedir. Bunların en önemlisi Güneydoğu
Anadolu Projesi (GAP)'dir.
Bu proje ile tarım alanlarının sulanması ve enerji
üretiminin artırılması amaçlanmıştır. Özellikle nüfusun
artması ve sanayinin gelişmesi sonucunda elektriğe
duyulan ihtiyaç artınca GAP son derece önemli hale
gelmiştir.
DOĞAL KAYNAKLARDAN VERİMLİ YARARLANMA
Hava, su, toprak, bitki örtüsü, hayvanlar ve madenler
doğal kaynakları oluşturur. Doğal kaynaklar insan ve
toplum hayatı için vazgeçilemez nitelikte önemli değerlerdir.
Su, oksijen, bitki örtüsü, petrol gibi doğal kaynakların büyük
hızla azalması, canlıların yaşam alanlarını kısıtlamakta,
çevresel felaketlere yol açabilecek iklim değişikliklerine yol
açmaktadır.
Türkiye çeşitli maden kaynakları bakımından zengindir.
Ülkemizde madenlerimizin bilimsel olarak işletilmesi
Cumhuriyet döneminde 1935 yılında Maden Tetkik ve Arama
(MTA) Enstitüsü'nün kurulması ile başlamıştır. Doğal
kaynakların verimli bir şekilde değerlendirilmesi ülkemizin
kalkınmasına doğrudan katkı sağlayacaktır.
Ülkemizdeki doğal kaynakların verimli kullanılmasıyla ilgili
projelerden bazıları şunlardır:
SU
Türkiye su zengini bir ülke değildir. Kişi başına düşen
yıllık su miktarına göre ülkemiz su azlığı yaşayan bir ülke
konumundadır. Üstelik Türkiye mevcut su potansiyelinin
tamamını kullanamamaktadır. Devlet Su İşleri'nin verilerine
göre 2003 yılında sulama, içme suyu ve sanayi sektöründe
mevcut su potansiyelimizin yaklaşık olarak % 36'sı
kullanılabilmiştir.
DEVLET SU İŞLERİ (DSİ), su kaynaklarının
değerlendirilmesi ve verimli bir şekilde kullanılması amacıyla
projeler üretmektedir. DSİ ürettiği projeler ile 2030 yılına
kadar su potansiyelinin tamamını değerlendirmeyi ve ülke
ekonomisine yıllık 27,8 milyar dolar gelir sağlamayı
amaçlamaktadır.
Türkiye, enerji kaynakları bakımından dışa bağımlı bir
ülke olmasına rağmen dünyada enerji kaynaklarının
yaklaşık % 70'ini barındıran Orta Doğu ve Avrasya
ülkelerinin komşusu durumundadır. Bu durum
Türkiye'nin jeopolitik önemini artırmaktadır.
Su, günümüzde en önemli enerji türlerinden biri olan
elektrik üretiminde de önemli bir kaynaktır. Ülkemizde
kurulan hidroelektrik santralleriyle elektrik üretimi
yapılmaktadır. Türkiye bu alanda potansiyelinin % 20'sini
değerlendirebilmektedir.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 49
PETROL
Türkiye, çevresinde yer alan komşularının zengin petrol
yataklarına sahip olmasına karşın bu doğal kaynak
bakımından yetersiz bir rezerve sahiptir. Türkiye enerji
ihtiyacının yarısına yakınını petrolden karşılamaktadır. Bu
durum Türkiye'yi enerji bakımından dışa bağımlı hale
getirmektedir.
Ülkemizde petrol arama ve üretimiyle Türkiye Petrolleri
Anonim Ortaklığı (TPAO) görevlendirilmiştir. TPAO son
yıllarda yeni teknolojilerle petrol arama faaliyetlerine hız
vermiştir. Özellikle son iki yılda denizlerde yapılan araştırma
çalışmalarının sayısı 50 yılın toplamından daha fazladır. Bu
çalışmalar sonunda zengin petrol yataklarının bulunması
umut edilmektedir.
Türkiye coğrafi konumu nedeniyle petrol rezervleri
zengin üretici ülkelerle, enerji tüketimi yoğun sanayileşmiş
batı ülkeleri arasında ve Asya - Avrupa yolu üzerinde yer
almaktadır. Türkiye'nin öncelikli hedefleri arasında bu
potansiyelin değerlendirilerek "21. yüzyılın Avrasya Enerji
Koridoru" konumuna getirilmesi yer almaktadır.
BOR
Bor madeni günümüzde, camdan elektroniğe, seramikten
uzay teknolojisine, sağlıktan enerjiye, ahşaptan metalürjiye ve
izolasyondan tarıma kadar yüzlerce alanda kullanılmakta,
yaşam kalitemizi önemli ölçüde etkilemektedir.
Ancak Türkiye'nin bu rezervleri istenilen oranda
ekonomik kazanca dönüştürdüğü söylenemez. Bor madeni
rezervlerimize eş değer oranda ekonomik fayda elde
edilebilmesi bora dayalı sanayinin geliştirilmesine bağlıdır. Bu
amaçla Ulusal Bor Araştırma Enstitüsü (BOREN)
kurulmuştur. BOREN endüstriyel uygulama amaçlı projelere
gerekli desteği sağlamaktadır.
TORYUM
Türkiye'de toplam rezerv yaklaşık 380.000 ton civa-
rındadır. Günümüzde toryumla çalışan ticari ölçekli bir santral
bulunmamaktadır.
Toryumun, gelecekte nükleer santrallerde kullanılması
beklenmektedir. Bu yüzden dünyadaki teknolojik gelişmelerin
paralelinde ülkemizde de toryum tabanlı yakıt çevrimi
konusundaki araştırma - geliştirme çalışmalarına devam
edilmelidir. Bu amaçla Türkiye Atom Enerjisi Kurumu 2000
yılında Uluslararası Yenilikçi Nükleer Reaktörler ve Yakıt
Çevrimi adlı projeye katılma kararı almıştır.
AVRUPA BİRLİĞİ'NE DOĞRU
AB'nin kuruluşu 18 Nisan 1951'de Belçika, Federal
Almanya, Fransa, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda arasında
Paris'te imzalanan antlaşmaya kadar uzanır. 25 Mart 1957
tarihinde Roma'da imzalanan anlaşmalarla resmen
kurulmuştur.
7 Şubat 1992'de Hollanda'nın Manstricht şehrinde
imzalanan Avrupa Birliği Antlaşması ile topluluğun adı
Avrupa Birliği (AB) olmuştur.
Avrupa Birliği, Avrupa'nın ekonomik ve siyasi olarak
bütünleşmesini hedeflemektedir.
TÜRKİYE - AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ
11 Eylül 1959: AET Bakanlar Konseyi Ankara ve Atina'nın
ortaklık başvurularını kabul etti.
27 Mayıs 1960: Türkiye - AET ilişkileri donduruldu.
12 Eylül 1963: Türkiye ile AET'yi Gümrük Birliği'ne
götürecek ve tam üyeliği sağlayacak olan Ortaklık Anlaşması
(Ankara Anlaşması) imzalanmıştır.
13 Ocak 1972: Ortaklık Anlaşması'nın Topluluğa katılacak
yeni ülkelerce de kabulünü sağlayacak Türkiye - AET
müzakereleri başlamıştır.
22 Ocak 1982: Avrupa Topluluğu, Türkiye ile ilişkilerini
dondurma kararı almıştır.
16 Eylül 1986: Türkiye-AET Ortaklık Konseyi toplanmış,
böylece dondurulmuş bulunan Türkiye - AET ilişkilerinin
canlandırılması süreci başlamıştır.
14 Nisan 1987: Türkiye, AT'ye, tam üye olmak üzere
müracaat etmiştir.
1 Ocak 1996: Türkiye ile AB arasında sanayi ve işlenmiş
tarım ürünlerinde gümrük birliği yürürlüğe girmiştir.
11-12 Aralık 1999: Helsinki'de gerçekleştirilen Avrupa
Konseyi zirve toplantısında Türkiye'ye adaylık statüsü
tanınmıştır.
28 Haziran 2002: Avrupa Birliği ile Türkiye arasında
topluluk programlarına katılımın genel ilkelerini belirlemek
üzere imzalanan Çerçeve Anlaşma, 28 Haziran 2002 tarihli
Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
16-17 Aralık 2004: AB Devlet ve Hükümet Başkanları
Konseyinin Brüksel'de yapmış olduğu zirve toplantısında,
Türkiye'nin Kopenhag siyasi kriterlerini yeterli ölçüde
karşıladığına karar verilmiş ve 3 Ekim 2005 tarihinde
müzakerelere başlanması öngörülmüştür.
12 Haziran 2006: Türkiye ile AB arasında üyelik
müzakereleri başlamıştır.
AVRUPA BİRLİĞİ: 1 Ocak 2002 yılından itibaren, Avrupa
Birliği üyesi 15 ülkeden 12'si kendi ulusal para birimlerini
bırakarak ortak para birimi "euro" yu kabul ettiler.
Avrupa Komisyonu tarafından geliştirilen e simgesi,
Avrupa sözcüğünün ilk harfini temsil eder, iki paralel çizgi ise
ekonomideki istikrarı simgeler.
Türkiye, kimya sanayinin önemli ham maddelerinden
biri durumunda olan bor madeni bakımından dünyanın
en zengin yataklarına sahiptir. Dünyadaki bor
rezervlerinin % 63'ü ülkemizde bulunmaktadır.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 50
AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYE ÜLKELER
10 Ocak 2007’deki genişleme ile AB'nin 27 üyesi vardır.
1951/1957 yıllarında toplulukta bulunan altı kurucu üye
şunlardır:
Belçika, Fransa, İtalya, Almanya, Lüksemburg,
Hollanda
Bunu izleyen yıllarda çeşitli aşamalarda şu ülkeler birliğe
katıldı: 1973'te Danimarka, İrlanda ve Birleşik Krallık,
1981'de Yunanistan, 1986'da Portekiz ve İspanya,
1990'da Doğu ve Batı Almanya'nın birleşmesi sonucu üye
ülke sayısı artmamasına rağmen AB'nin sınırları genişledi
ve nüfusu arttı.
1995'te Avusturya, Finlandiya ve İsveç, 2004'te Güney
Kıbrıs Rum Kesimi, Çek Cumhuriyeti, Estonya,
Macaristan, Letonya, Litvanya, Malta, Polonya,
Slovakya, Slovenya 2007'de Bulgaristan ve Romanya,
2013’te ise Hırvatistan birliğe üye olmuştur.
23 Haziran 2016’da İngiltere’de yapılan referandumda
İngiltere, Avrupa Birliği’nden ayrılma kararı aldı.
Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni Sayfa 51