8oxvdo+dvwdo×n< n ddo×üpdv× - tip.hacettepe.edu.tr · türkiye ruh sağlığı profili...
TRANSCRIPT
© 2017 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi.
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması 2017
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması 2017
© 2017 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi.
PROGRAM
18 Nisan 2017
08.30-09.00: Açılış Konuşmaları
Prof. Dr. Bülent ALTUN
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi (HÜTF) Dekan V.
Prof. Dr. Haluk ÖZEN
Hacettepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Recep AKDAĞ (Teşrif ettikleri takdirde)
T.C. Sağlık Bakanı
09.00-10.15: Ulusal Hastalık Yükü Çalışması Sonuçları
Oturum Başkanları:
Prof. Dr. Rıfat KÖSE
Sağlık Bakanlığı Sağlık Araştırmaları Genel Müdürü
Prof. Dr. Banu ERGÖÇMEN
Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü Müdürü
09.00-09.30: Doç. Dr. Alanur ÇAVLİN
Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü Müdür Yardımcısı
09.30-10.00: Prof. Dr. Levent Akın
HÜTF Halk Sağlığı Anabilim Dalı
10.00-10.15: Tartışma
10.15-10.30: Kahve Arası
10.30-12.30: Uusal Hastalık Yükü Çözüm Önerileri
Oturum Başkanları:
Prof. Dr. Bülent ALTUN
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi (HÜTF) Dekan V.
Prof. Dr. Şevkat Bahar ÖZVARIŞ
HÜTF Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Yuvarlak Masa
1
© 2017 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi.
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması 2017
Yuvarlak Masa Katılımcıları
Prof. Dr. Cengiz KILIÇ
HÜTF Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
Prof. Dr. Elif ÖZMERT
HÜTF Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
Prof. Dr. Fitnat DİNÇER
HÜTF Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı
Prof. Dr. Lale TOKGÖZOĞLU
HÜTF Kardiyoloji Anabilim Dalı
Prof. Dr. Levent AKIN
HÜTF Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Prof. Dr. Miyase BAYRAKTAR
HÜTF İç Hastalıkları Anabilim Dalı / Endokrinoloji Bilim Dalı
Prof. Dr. Murat ARSAVA
HÜTF Nöroloji Anabilim Dalı
Doç. Dr. Ömer DİZDAR
HÜTF İç Hastalıkları Anabilim Dalı / Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı
Prof. Dr. Serhat ÜNAL
HÜTF Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı
Prof. Dr. Şevkat Bahar ÖZVARIŞ
HÜTF Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Prof . Dr. Yunus ERDEM
HÜTF İç Hastalıkları Anabilim Dalı / Nefroloji Bilim Dalı
Prof. Dr. Ahmet Uğur DEMİR
HÜTF Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı
12.30-13.00: Tartışma ve Kapanış
2
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması 2017
© 2017 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi.
Ruhsal Hastalıklara Bağlı Hastalık Yükü
Prof. Dr. Cengiz KILIÇ
HÜTF Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
Bu nedenle önemli işgücü kaybına yol açmaktadır ve hem
doğrudan hem de dolaylı ekonomik maliyeti yüksektir. Ruhsal
hastalıkların en az bedensel hastalıklar kadar insanların
işlerini ve günlük yaşantılarını etkilediği ortaya konmuştur.
Nöropsikiyatrik durumlar yeti yitimi içinde geçen yaşam yıllarının
%31’ini oluşturmaktadır. Yetiyitimi içinde geçen yılların önde
gelen nedenleri sıralamasında, ilk sırada yer alan 20 sağlık
durumunun 5 tanesi (unipolar depresif bozukluk, alkol kullanım
bozuklukları, şizofreni, bipolar afektif bozukluk ve Alzheimer ve
diğer demanslar) ruhsal sorunlardır.
Ruhsal hastalıkların ortaya çıkmasında çeşitli genetik ve
çevresel koşulların, ve bu koşulların etkileşiminin sorumlu olduğu
biliniyor. Bu nedenle ülkemiz için ruhsal ihtiyaçlar arasında ruhsal
hastalıkların erken tanınma ve tedavisini sağlayacak şekilde
toplum eğitimi, herkesin ulaşabileceği, yaygın ve nitelikli ruh
sağlığı hizmetlerinin sağlanması kadar anne babadaki bedensel
hastalıkların önlenmesi, sağlıklı gebelik
3
Birçok ülkede yapılan toplum taramaları ruhsal hastalıkların
sanılandan çok daha yaygın olduğunu göstermektedir. Son
on yıl içinde benzer yöntemle 17 ülkede yapılan çalışmalarda
herhangibir ruhsal hastalığın varlığı son 12 ayda % 4.5-26
arasında bulunmuştur. Ülkemizde tüm toplumu temsil eden
Türkiye Ruh Sağlığı Profili çalışmasında da 12 aylık yaygınlık
%17.2 bulunmuştur. Bu oranlar toplumda altı kişiden
birinde tanı konacak düzeyde ruhsal hastalık bulunduğunu
göstermektedir.
Toplumda ruhsal hastalık yaygın olmasına rağmen hastalığı
olanların pek azı yardım aramaktadır. Türkiye Ruh Sağlığı
Profili çalışmasında, ruhsal sorunu olanların %14’ünün
herhangi bir tedaviciye başvurduğu saptanmıştır. Bu oranlar
tedaviye ihtiyacı olan milyonlarca kişinin tedavisiz kaldığını
göstermektedir. Ruhsal hastalıklar sık görülmelerine ek olarak
ciddi yeti yitimine (işten güçten kalmaya) neden olurlar; birçok
bedensel hastalığın aksine genç yaşta ortaya çıkarlar, üstelik
çoğu kroniktir, hatta ömür boyu sürebilir.
© 2017 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi.
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması 2017
Gerek dünyada gerekse Türkiye’de yapılan hastalık yükü
çalışmaları, 1 ve 5 yaş altı bebek ve çocuk ölümlerinin,
beslenme yetersizliklerinin ve aşı ile korunabilen hasatlıklar ve
ishalli hastalıkların yükünün azaldığını göstermektedir. Ulusal
Hastalık Yükü Çalışması sonuçlarına göre Türkiye’nin toplam
hastalık yükünün %4 azalmasındaki en önemli etkenlerin
başında, 1 ve 5 yaş altı bebek ve çocuk ölümlerinin azalması
belirtilmiştir. Yine bulaşıcı hastalıklar, yenidoğan ve beslenme
ile ilgili hastalık yükleri de azalmıştır. Türkiye bu alanda
artık yeni oluşturulmuş “Sürdürülebilir Gelişim Hedeflerini
(Sustainable Development Goal) yakalamıştır. Bu durum çocuk
sağlığı ve hastalıkları alanında hizmet veren tüm çalışanlar
için memnuniyet vericidir. Konjenital anomaliler ve erken
doğum komplikasyonlarına bağlı yük azalmış olmakla birlikte
halen önemli yer tutmaktadır. Diğer ye4nidoğan hastalıkları
ve sepsis, alt solunum yolu enfeksiyonları ve anemi de 1 yaş
altı bebeklerde hastalık yükü oluşturan başlıca durumlardır.
Öte yandan tüm yaş gruplarında ise en önemli hastalık yükü
sırasıyla iskemik kalp hastalıkları, bel ve boyun ağrısı,kronik
obstrüktif akciğer hastalıkları ve diyabet oluşturmaktadır
Ulusal Hastalık yükü çalışması bize çocuk sağlığı alanında
3 temel mesaj vermektedir. Hastalık azalmış ve başarı elde
edilmiş hastalıklar, henüz çalışmaların devam etmesi gereken
durumlar ve çocuk ve ergenlerde göreceli olarak yeni ortaya
çıkan durumlar. Hastalık yüklerinin azaltılması eğitim, hizmet
ve araştırma alanlarda yapılacak çalışmalar ile mümkündür.
Bu üç alandaki çalışmalarda, önleme, erken tanı, uygun
tedavi/rehabilitasyon, sağlık eğitimi ve sağlığın geliştirilmesi
alanlarda yapılmalıdır. İlk grupta yer alan hastalıklar için veriler
uygulanan politikaların etkin olduğunu göstermektedir. Bu
politikalardan başlıcaları gebelik izlemi, doğumların
hastanelerde gerçekleşmesi, yenidoğan tarama programları,
emzirmenin desteklenmesi, aşılama, vitamin D ve demir
supplementasyonları ve düzenli bebek ve çocuk izlemleri
olarak sayılabilir. Bu noktada bu durumun devam ettirilmesi ve
halen uygulamada bulunan sorunların daha da iyileştirilmesi
gerekmektedir. Bunun sürdürebilmesi için gerek tıp fakültesi
öğrencilerine gerekse de çocuklara hizmet sunacak tüm
uzmanlara (aile hekimi, pediatrist) bu konudaki eğitimlere
devam edilmeli, sunulan hizmetler sürdürülmelidir.
Bir yaş altı toplam hastalık yükü içinde azalmakla birlikte
halen en önemli kısmını konjenital anomaliler ve erken
doğum komplikasyonlarının oluşturduğu görülmektedir.
Öncellikle bu durumların önlenmesine yönelik politikalar ve
uygulamalar (akraba evliliği, mikronütrient yetersizlikleri, tüp
bebek uygulamaları) geliştirmeli, ardından erken tanı için fizik
muayene önemi ve taramalar vurgulanmalıdır. Bu konuda
tıp fakültesi öğrencilerinin, uzman hekimlerin ve toplumun
eğitimi sürdürülmeli, hizmet planlamasında yaşamı tehdit eden
anomaliler (konjenital kalp vb) önceliklenerek hastalıklarına
zamanında uygun girişim yapılabilmesi sağlanmalı, önleme ve
tedavi için araştırmalara devam edilmelidir.
Çocuk ve ergen sağlığı ve hastalıkları alanında ele alınması
gereken üçüncü başlık, bulaşıcı olmayan hastalıklardaki
artış ve bunun çocukluk ve ergenlik döneminde önlenmesi
ile ilgilidir. İskemik kalp hastalıkları, kronik obstrüktif akciğer
hastalığı, diyabet ve serebrovasküler hastalıkların ortaya
çıkmasında ve seyrinde etkili riskler ve riskli davranışlar
çocukluk ve ergenlik döneminden itibaren başlamaktadır. Bazı
hastalıkların ise programlanması intrauterin ve erken çocukluk
döneminde olmaktadır. Bunlar arasında en iyi çalışılmış olanı
kronik hastalıklar için önemli bir risk faktörü olan obesitedir.
Tıp fakültesi eğitiminde intrauterin dönemden itibaren
bebeğin programlanmasına etki edecek, riskli davranışlara
zemin hazırlayacak aile tutumları, beslenme, fiziksel aktivite
uygulamaları, tütün kullanımı, alkol/madde kullanımı
konuları, çocuk gençlerde bunların önlenmesi ve tanınması
konuları daha çok yer almalıdır. Üç yaşından itibaren kan
basıncının ölçülmesi sağlanmalıdır. Okul sağlığı hizmetleri de
güçlendirilmelidir. Uzmanlık eğitiminde de hem önleme hem
de tedavi konuları ele alınmalıdır. Erişkin hastalıkları arasında
henüz yeterince bilginin olmadığı durumlar (Alzheimer vb)
için de çocuk ve ergenlikte önlenmesi konularında ayrıntılı
araştırmalar planlanmalıdır.
Dünyadaki hastalık yükü çalışmaları incelendiğinde çocuk
ve gençlerdeki gelişimsel ve davranışsal sorunlarında arttığı
görülmektedir. Bu konunun da pediatri eğitimi içindeki yeri
artırılmalıdır. Sonuç olarak çocuklarda ölüm ve enfeksiyon
hastalıklarının önlenmesinde elde edilen başarının
sürdürülmesi, yenidoğan sağlığı ile ilgili uygulamaların
yaygınlaştırılması ve geliştirilmesi, erişkinlerde çok önemli bir
hastalık yükü olan bulaşıcı olmayan hastalıkların yüklerinin
azaltılabilmesi için önleme çalışmalarına çocukluktan itibaren
başlanması için programlar oluşturulması, sağlığın çok önemli
belirleyicilerinden olan gelişimsel ve davranışsal sorunların da
önlenmesi ve erken tanısının yapılması yaşam boyu ve nesiller
boyu sağlığın temel taşlarını oluşturacaktır.
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Prof. Dr. Elif ÖZMERT
HÜTF Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
4
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması 2017
© 2017 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi.
Hızla değişen yaşam koşulları ve modern hayat her geçen
gün dünyamızda yeni değişikliklere yol açmaktadır. Ancak
1990’dan beri dünya genelinde yapılan hastalık yükü
çalışmalarında bel ve boyun ağrıları en önde gelen özürlülük
nedenleri arasında yer almaktadır. Dünya genelinde 2005
yılında DALY sıralamasında 8. sırada iken 2015 yılında
4. sıraya yükselmiştir. Aynı zamanda yıllar içinde bel ve
boyun ağrıları kaynaklı özürlülük yüzdesinde de artış
dikkat çekmektedir. Görülme sıklığı yaşa göre standardize
olarak incelendiğinde ise sıklıkta kısmen de olsa gözlenen
azalma,nüfus artışına özellikle de yaşlı nüfusun artışına
bağlanabilir.
2013 yılında ülkemizde yapılan”Ulusal Hastalık Yükü
Çalışması’nda” Bel ve Boyun ağrıları, 2000 yılına göre 2
basamak yükselmiş ve 2. Sırayı almıştır. Yaşa göre DALY
nedenleri incelendiğinde bel ve boyun ağrılarının en fazla
üretken çağı etkilediği görülmektedir ki, bu durum bel ve
boyun ağrılarının toplumsal ve ekonomik yükünü daha
da artırmaktadır. Bu açılardan bakıldığında bel ve boyun
ağrılarının olası risk faktörleri ve bu ağrıları önleme
stratejileri öncelikle ele alınmalıdır.Dünya genelinde, bel
ağrısı kaynaklı özürlülüğün %30’u mesleki nedenlerden
kaynaklanmaktadır. Bölgeler arasında farklılıklar
gözlenebilir, bunun olası nedenleri;cinsiyet, iş gücü katılımı ve
mesleki dağılımdaki farklardır. Mesleki nedenlere atfedilen
risk erkeklerde daha fazladır. Gelişmekte olan ülkelerde
toplumun %80-90’ı ağır işlere maruz kalmaktadır. Kırsal
kesimde iş yükü fazladır ve tarım faaliyetleri bel ağrısı riskini
artırmaktayken,şehirlerde ise hızlı endüstrileşme görülmekte
ve bel-boyun ağrı prevalansı yine yüksek tespit edilmektedir.
Hızlı çalışma temposu, tekrarlayan hareket paternleri,
yetersiz dinlenme zamanları, ağır kaldırma ve diğer zorlayıcı
manevralar, doğal olmayan postürler (dinamik veya statik),
mekanik basınç konsantrasyonu, titreşim (segmental veya
tüm vücut) ve düşük sıcaklık sıralayabileceğimiz mesleki
risk faktörleridir. Çalışma ortamı düzenlemeleri, eğitimler,
medikal denetim ve
yönetimin birlikte uygulanması ile risk azaltımında en iyi
sonuçlara ulaşılabilir. Uygulanabilecek bazı önlemler şu
şekilde sıralanabilir : çalışma ortamının eğilme ve dönme
ihtiyacı oluşturmayacak şekilde düzenlenmesi, ağırlık
kaldırmaya yardımcı cihazlar kullanılması, aynı vücut
bölgesine tekrarlayan yüklenmeyi önlemek için iş çeşitliliği
sağlanması, tüm vücut titreşimini önlemeye yönelik mekanik
izolasyonun geliştirilmesi.Obezite, düşük fiziksel aktivite,
sedanter yaşam tarzı, artan motorlu araç kullanımına bağlı
yaralanmalar özellikle de boyun bölgesinde kamçı tipi
yaralanmalar diğer önemli risk faktörleridir.
Bireysel perspektifte bel ve boyun ağrılarını önlemeye
yönelik yapılabilecekleri şu şekilde sıralayabiliriz :
Bilgisayar başında 30 dakikada bir pozisyon değiştirilmeli,
boyun sürekli öne eğik ve aynı pozisyonda tutulmamalı,
otururken sırt dik şekilde arkaya yaslanılmalı, telefon
boyun-omuz arasına sıkıştırılmamalı, ağır kaldırılmamalı,
çekilmemeli veya itilmemeli; gerekirse yardım istenmeli,
taşınacak yükler her iki ele eşit şekilde bölüştürülmeli, yerden
bir şey alınırken eğilmemeli, dizler bükülüp çömelmeli,
ağırlık mümkün olduğunca vücuda yakın tutulmalı, orta
sertlikte, vücuda uyum sağlayan yataklar tercih edilmeli,
kiloya dikkat edilmeli ve dengeli beslenmeli, düzenli ve
günlük egzersiz yapılmalıdır, (tempolu yürümek, yüzmek ve
koşu tercih edilebilecek sporlardır).
Türkiye Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Hayat
Programı, Obezite ile Mücadelede Ulusal Eylem Planı bu
amaca yönelik atılmış önemli adımlardandır.
Toplumsal perspektifte ise omurga sorunları ve önlenmesi ile
ilgili farkındalık artırılmalı, eğitim ve medyayı kullanarak etkili
ve yeni önleyici çözümler geliştirilmelidir.Erken tanı, tedavi
ve rehabilitasyon için iş yeri ve birinci basamak hekimleriyle
işbirliği yapılmalı, Tıp Fakültesi eğitiminin bir parçası olarak
birinci basamağa yönelik kılavuzlar geliştirilmeli,iş ortamı
ve okullar için ergonomi kılavuzları geliştirilmelidir. Toplum
sağlığı karar vericilerinin omurga sorunları farkındalığı
artırılmalıdır. Ayrıca bu husus tüm Dünya da kabul görmüş
“16 Ekim Dünya Omurga Günü’nde” düzenlenecek
etkinliklerle,ülkemizde de,ulusal medya aracılığıyla tüm
topluma ulaştırılmalıdır.
Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon HekimiGözüyle Değerlendirilesi
Prof. Dr. Fitnat DİNÇER
HÜTF Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı
5
© 2017 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi.
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması 2017
Kalp Damar hastalıkları dünyanın birçok yerinde olduğu
gibi ülkemizde de erişkinlerde başta gelen ölüm ve morbidite
nedenidir. WHO öngörülerine göre en iyimser tahminle bile
2023 yılında da önde gelen ölüm nedeni olmaya devam
edecektir. Ulusal Hastalık Yükü çalışmasınında ülkemizde ilk
25 DALY nedenine bakıldığında bir numarayı 2000 yılında
kalp damar hastalıkları aldığı gibi 2013 de hala başta gelen
neden olduğu görülmektedir. Hastalık yükünde % 13 bir
azalma olsa da bu çok yetersiz kalmaktadır. Aslında 2011
yılında yapılan Birleşmiş Milletler zirvesinde tüm katılan
uluslararası derneklerin ve Sağlık Bakanlarının imzası ile
geçen bildirgede 2025 yılına dek hastalığı % 25 azaltma
hedefi koyulmuştur. 25’e 25 adıyla tanımlanan bu projede
istenen hedefe ulaşmak için madde madde uygulanması
gereken yöntemler tanımlanmıştır. Ancak bu zor hedeften
henüz uzak olduğumuz görülmektedir.
Ülkemizde Türk Kardiyoloji Derneği’nin Sağlık Bakanlığı
ile 2007 yılında hazırladığı Ulusal Kalp Sağlığı politikasında
öncelikli hedeflenecek üç risk faktörü sigara, hipertansiyon
ve obezite olarak belirlenmiştir. Bu doğrultuda gerek Sağlık
Bakanlığı gerek TKD önemli eğitim kampanyaları yapmış,
2009 yılında çıkarılan “Tütün Ürünlerinin Zararlarının
Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun” ile önemli bir
adım atılmıştır. Ayrıca, Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen
Türkiye Tütün Kontrol Programı, Türkiye Sağlıklı Beslenme
ve Hareketli Hayat Programı, Obezite ile Mücadelede Ulusal
Eylem Planı ve Türkiye Aşırı Tuz Tüketiminin Azaltılması
Programı bu amaca yönelik atılmış önemli adımlardandır.
Türk Kardiyoloji Derneği de yaptığı farkındalık projeleri ile
(Kalbinizi koruyun, içinde sevdikleriniz var; Hipertansiyon
Farkındalık Kampanyası 12-8; Kalbini sev, kırmızı giy) bu
amaca katkıda bulunmuştur.
Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı araştırmalarda tütün kullanımı
sıklığında %13,4’lük bir azalma meydana gelmiştir. Buna
rağmen Ulusal Hastalık Yükü çalışmasında tütün kullanımı
hala bir numaralı DALY nedeni olarak bulunmuş, bunu
beslenme-obezite ve hipertansiyon izlemiştir. Obezite
özellikle kadınlarda ülkemizde giderek artan bir sağlık sorunu
haline gelmiştir. 2010 yılı Dünya Hastalık Yükü çalışmasına
bakacak olursak hipertansiyon gerek tütün kullanımı gerekse
beslenme ile ilgili nedenlerin önünde gelmektedir. Bu da
ülkemizde tütün ve tütün ürünleriyle savaşmanın hala önemli
bir gereklilik olduğunu gözler önüne sermektedir.
Bu bulgular Ulusal Kalp Sağlığı politikamızın ne denli
yerinde hedefler seçtiğini kanıtlamaktadır. Öte yandan bu
konulara daha fazla odaklanmak gerçeğini de getirmektedir.
2014 yılında Sağlık Bakanlığı ve Türk Kardiyoloji Derneği,
Türkiye Kalp ve Damar Hastalıklarını Önleme ve Kontrol
Programı’nı oluşturmuştur.
Bu programda hedeflenen risk faktörleri Ulusal Hastalık
Yükü çalışması verilerinin belirlediği sorunlar ile birebir
örtüşmektedir. Sonuç olarak, tütün kullanımı, beslenme-
obezite ve hipertansiyon bütün yapılan çalışmalara rağmen
tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de önemli bir hastalık
yükü nedenidir. Oluşturulacak sağlık politikalarının bu risk
faktörlerine daha fazla önem vermesi gerekmektedir.
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması’nın Kardiyolog Gözüyle Değerlendirilesi
Prof. Dr. Lale TOKGÖZOĞLU
HÜTF Kardiyoloji Anabilim Dalı
6
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması 2017
© 2017 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi.
Ülkemizde, sağlık hizmetlerinin ülke çapında yayılmaya
başlaması 1861 yılında belediyeler aracılığıyla illere hekim
atanması ile olmuştur. İllerde sağlık yöneticisi olarak sağlık
müdürü ataması ise ilk kez 1913 yapılmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk 1 Mart 1921 yılında meclisi açış
konuşmasında “.. Sağlık çabalarımızın önemli bir bölümü
bulaşıcı ve salgın hastalıkların sınırlanıp engellenmes-
ine ayrıldı…. Bulaşıcı ve salgın hastalıklara karşı insan-
ları koruma konusunda büyük hizmetleri görülen aşıları
hazırlamak ile meşgul Hıfzıssıhha Kurumları tam başarı ile
çalışmasına devam etmekte ve savaşıma yararlı hizmet yer-
ine getirmektedirler.” Bu Dönemde üç milyon insanımız
trahomlu olup, sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgınlar yap-
makta, bit ise çok yaygın olarak görülmektedir. 1925 yılın-
da Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan çalışma planın-
da salgın hastalıklar mücadele ön planda gözükmekte,
bütçe harcamalarında öncelikli konulardan biri olarak dik-
kati çekmekte ve hastalığa özel dikey örgütlenme ile mü-
cadele edilmektedir. Aynı dönemlerde de dünyada bu-
laşıcı hastalıklar pandemilere varan salgınlara yol açarak
çok fazla sayıda ölüme yol açmaktadır. Dünyada ve ülke-
mizde yaşanan gelişmeler afet boyutlarına ulaşabilen bu-
laşıcı hastalıklar ile mücadelede çok önemli başarılar ge-
tirmiştir. Aşı ve serumların kullanımı, antibiyotiklerin bulun-
ması ve geliştirilmesi, gıda ve su güvenliği esaslarının be-
lirlenmesi ve uygulanması, alt yapı hizmetlerinin güçlendi-
rilmesi, sağlık hizmetlerine erişimin çok yüksek düzey-
lere ulaşması bulaşıcı hastalık morbidite ve mortalitesinde
önemli düşüşlere neden olmuştur.
Özellikle aşıyla önlenebilen hastalıkların önlenmesi ve ana
çocuk sağlığı hizmetlerin etkisi sonucu bebek ve çocuk ölüm-
lerinde önemli düşüşler yaşanmıştır. Bu durum beklenen
yaşam süresinin artışına yol açarken “soğan kabuğu” pren-
sibine uygun olarak diğer hastalıklar ön plana çıkmakta
yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki payını artırmaktadır.
Günümüzde hastalık yükü çalışmaları incelendiğinde
bulaşıcı hastalıkların yükünde azalma, bulaşıcı olmayan
hastalık yükünde ise artma vardır. Bulaşıcı olmayan
hastalıkların, bulaşıcı hastalıklar gibi tek bir etmen ned-
eniyle ortaya çıkmaması, hastalıkların nedenleri, oluş-
ma süreçlerinin çok karmaşık olması bu hastalıklarla mü-
cadelede çok çeşitli disiplinlerin birlikte hareket etmesini
gerekmektedir. Halen dünyadaki kentleşme, sanayileşme,
tütün tüketimi başta olmak üzere iç ve dış ortam hava kirlil-
iği, sağlıklı olmayan beslenme süreçleri, gelir dağılımın-
daki eşitsizlik, iletişim ve ulaşımdaki gelişmeler, besin üre-
timi ve saklanmasında kullanılan gelişmeler, cinsel yaşam-
daki liberalleşme gibi nedenlerle ortaya çok sayıda faktör
sayılabilir. Bu faktörler hem bağımsız hem de birbirleriyle
etkileşerek hastalıkların görülme sıklığını artırmakta, ko-
runma ve kontrolünde alınacak önlemleri ve uygulamaları
da zorlaştırmaktadır.
Bu nedenle premordial korunmanın yanısıra primer ve
sekonder korunmanın önemi ortaya çıkmakta olup, bu
hizmetlerin geliştirilmesi, yaygınlaştırılması ve bu hizmetleri
etkisini artıracak disiplinler arası işbirliği sağlanması
önümüzdeki yıllarda bulaşıcı olmayan hastalık yükünü azal-
tacak önemli müdahaleler olarak görülmektedir.
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması Sonuçları ve Halk sağlığı Yaklaşımı
Prof. Dr. Levent AKIN
HÜTF Halk Sağlığı Anabilim Dalı
7
© 2017 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi.
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması 2017
Diabetes mellitus, neden olduğu akut ve kronik komp-
likasyonları ile ciddi bir sağlık problemidir. Tüm ülkelerde di-
yabet prevalansında önemli artışlar kaydedilmektedir. Dünya
Sağlık teşkilatı (WHO) verilerine göre 18 yaş üzeri popülasyon-
da diyabet global prevalansı 1980 de %4.7 iken 2014 de %8.5
‘a çıkmıştır. Diyabetik hasta popülasyonu 1980 de 108 milyon
hesaplanmışken, 2014 de 422 milyon diyabetik saptanmıştır.
Diyabet artışını, orta ve düşük gelirli ülkelerde en fazla göster-
miştir. 2012 yılında 1.5 milyon ölümün diyabet nedenli oduğu,
2.2 milyon ölümün yüksek glukoz değerleri ile ilişkisi olduğu
saptanmıştır. Ülkemizde diyabet sıklığı son çalışmalarda %13
olarak saptanmıştır. Bunun önemli bir kısmı çalışma sırasında
diyabeti olduğunu bilmemektedir. Diğer ülkelerdeki durumda
farklı değildir. Ulusal Hastalık Yükü Çalışması 2013 verilerine
göre, 2000-2013 yılları karşılaştırmasında diyabet, hastalık
yükünde %60 artış ile (2000 yılında 10. Sırada iken 2013 de 4.
Sıra) ilk sıralara gelmiştir. Diyabet sadece mortalite artışları ile
değil kronik komplikasyonları ile de ciddi bir hastalık yükü ge-
tirmektedir. Körlük , böbrek yetmezliği, koroner arter hastalığı,
inme ve alt ekstremite ampütasyonlarının majör nedenidir. Kötü
glisemik kontrollü, uzun süredir bilinen diyabeti olan hastalar-
da komplikasyon riski en fazladır. İyi glisemik kontrolle mikro-
vaskuler, ve kısmende makrovaskuler komplikasyonları önle-
mek mümkün olabilir. Kötü glisemik kontrollü hastaların yak-
laşık ¼’ünde 5 yılda retinopati gelişirken, iyi kontrolü diyabe-
tiklerde 10 yılda retinopati riski düşüktür. Çalışmalar HbA1c’de
%1’lik düşmenin mikrovaskuler komplikasyon riskini yaklaşık
%37 , ölümcül ve ölümcül olmayan kardiyak infarktüs riski-
ni %14 azalttığını göstermiştir. Diyabetik hastalık yükünü azalt-
mak; diyabeti önlemek ve diyabetik hastalarda iyi glisemik kon-
trolle komplikasyonların ortaya çıkışının ve ilerlemelerinin en-
gellemek ile mümkün olabilir. Diyabeti önlemek için önce-
likle erken tanı konulması önemlidir. Diyabetin hastalık yükünü
azaltma çalışmalarında ve hastalığın erken tanısında en önem-
li faktör EĞİTİM ‘dir.
- Eğitim: Günümüzde sadece hasta ve hasta sahiplerine yönelik
yapılmaktadır. Eğitim tüm kronik hastalıkların önlenmesinde en
etkili yöntemdir. Genel anlamda tüm popülasyona yönelik eği-
tim çalışması yapmak, kronik hastalıkların farkındalığını sağla-
mak bakımından da gereklidir.
-Diyabetle ilgili ulusal verilerin artırılması,
- Hastalık için risk taşıyan bireylerin belli aralıklarla taranması.
Taramada halen en iyi yöntem açlık plazma glukoz ölçümü ve
oral glukoz tolerans testidir. HbA1c’yi tarama testi olarak kul-
lanmak yanlış negatif ve pozitif değerlendirme riskini artırır.
HbA1c standardize edilmişse tanı amaçlı kullanılabilir.
- Risk faktörlerine yönelik önlemler: Tüm populasyona ve
ağırlıklı olarak risk taşıyan kişilere yönelik olmalıdır. Diyabetin
ortaya çıkışında önemli risk faktörleri hareketsiz yaşam, fazla
kilo alma, sigara ve bazı endokrin bozucular olabilir. Eksersizin
artırılması çalışmaları ( okullarda, resmi kurumlarda iş veya
ders arası kısa eksersiz molaları vermek, her ev kadınına spor
giysisi vererek grup eksersizi yaptırmak, medyada eksersizin
önemini vurgulayan yayınlar vs), sağlıklı beslenmenin özellikle
okul yıllarından başlanarak özendirilmesi önemlidir. Okullarda
sağlıklı beslenme ile ilgili dersler ve uygulamalar yapılması gibi.
Sigara konusunda ülkemiz önemli bir mesafe kaydetmiştir.
Devamı uygun olacaktır.
Diyabet tanısı almış kişilerde ise eğitim ve yaşam tarzının dü-
zeltilmesi gene ilk basamaktır. Bunun yanı sıra iyi glisemik kon-
trol sağlamak amacıyla hastanın yaş, kilinik durumu göz önüne
alınarak bireye özel uygun ve yeterli ilaç tedavisi, yakın takip
son derece önemlidir. Yeni çıkan bir çok ilaç olmasına rağmen
sadece ülkemizde değil diğer ülkelerde de maalesef glisemik
kontrolde hedefe ulaşan hasta sayısı çok düşüktür. Burada
önemli nedenler hasta uyumsuzluğu (Yaşam tarzı ve ilaç kul-
lanılımı, yetersiz eğitim) yanı sıra, hastalığın ilerleyici paterni,
tedavi seçeneklerinde uygun zamanlamanın yapılamamsı ger-
eksiz polifarmasiler , hastanın hipoglisemi korkusu, maliyetler
gibi faktörler söz konusudur. Bunların üstesinden gelmek ancak
hasta-doktor ilişkilerinin iyi olması , iyi bir eğitici ile mümkün
olabilir. Bugünkü poliklinik koşullarında doktorun bunu sağla-
ma olanağı yoktur. Bu nedenle hastanelerde ayrı poliklinikler
ve belli hasta sayıları için iyi donanımlı diyabet merkezleri
açılmalıdır.
Hastalık yükünün azaltılması gayesini sadece hekimle
başarıya götürmek mümkün değildir. İyi bir diyabet polikliniği
veya merkezinde doktorun yanısıra, eğitici (hemşire veya eğit-
men), diyetisyen , podiatrist, psikolog veya psikiatrist ve dokto-
run ulaşabileceği oftalmolog, nörolog olmalıdır.
Tıp fakültesi eğitiminde diyabet gibi önlenebilir ve önlendiğinde
birçok hastalık yükününde azaltılabileceği hastalıkların eğiti-
mi daha ağırlıklı yapılmalı, hatta hekim adaylarına bu konuda
mezun olmadan önce polikliniklerde deneyim sahibi olabilme
olanağı sağlanmalıdır , hasta takiplerine eşlik etmelerine ola-
nak verilmelidir.
Ulusal Hastalık Yükünde Diyabetin Önemi
Prof. Dr. Miyase BAYRAKTAR HÜTF İç Hastalıkları Anabilim Dalı / Endokrinoloji
Bilim Dalı
8
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması 2017
© 2017 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi.
Beyin damar hastalıkları (inme) tüm dünyada ciddi bir
sağlık sorunu olmaya devam etmektedir. En son istatistiki
veriler her 100.000’lik nüfus başına 258 kişi şeklinde bir
insidans ve 502 kişi şeklinde prevalans rakamları ortaya
koymaktadır; bu rakamlar ülkemiz için sırasıyla 100.000’lik
nüfus başına 177 ve 254 olarak bildirilmektedir. Başka bir
ifade ile ülkemizde her yıl yaklaşık olarak 132.000 yeni
inme vakasına rastlanılmakta olup, hali hazırda inme ve
komplikasyonları ile yaşamaya devam etmekte olan yak-
laşık 191.000 kişi mevcuttur. Sürecin sıklık dışında daha
da önemli boyutu inmenin sebep olduğu ölüm ve sakatlık
oranlarıdır. İnme hem ülkemizde hem dünyada ikinci sırada
gelen ölüm nedenidir; neden olmakta olduğu sakatlık ned-
eniyle kaybedilen yaşam yılı bakımından da tüm hastalıklar
arasında üçüncü sırayı almaktadır.
Önemli olan bir notka, bu verilerin sadece inme hastalarına
sınırlı olmasıdır; bu rakamlara beyin damar hastalıklarının
katkıda bulunduğu demans, hareket hastalıkları ve yürüme
bozuklukları gibi diğer nörolojik sorunları de eklersek süre-
cin boyutu korkutucu düzeylere ulaşmaktadır. Tüm bu
olumsuzluklara ilaveten inmenin önleme ve tedavisinde or
taya çıkan ana sorunlardan bir tanesi inmenin heterojen ve
multifaktöriyel patofizyolojisidir.Tüm dünyada olduğu gibi,
ülkemizin nüfusu da giderek yaşlanan ve beklenen yaşam
süresi artış gösteren bir profil göstermektedir. Yaşlanma
ile seyreden bu profilin ayrılmaz bir parçası toplumda ar-
tan oranda görülen demans sıklığıdır; Alzheimer hastalığı
ve beyin damar hastalığı kökenli süreçler bu tabloya kat-
kıda bulunan en sık etmenlerdir. Tüm dünyada demans il-
işkili ölüm hızları son 10 yılda %40’a yaklaşan oranlar-
da artış göstermiştir. Gerek demans, gerek beyin dam-
ar hastalıkları bağlamında özgül tedavi arayışları mevcut-
sa da, halk sağlığı problemi olarak düşünülmesi gereken bu
iki hastalık özelinde önleyici yaklaşımların bir sağlık politi-
kası olarak ele alınması gerekmektedir. Yapılan çalışmalar
günümüzde her 10 inmenin 9’unun önlenebilir olduğunu
göstermektedir; bu önlenebilir nedenler arasıda kardi-
yovasküler sağlıkla ile ilişkili parametreler en ön sıralar-
da yer almaktadır. Benzer şekilde demans sürecinde biliş-
sel kayıpların en azından bir kısmının iyi bir nörovasküler
sağlık yönetimi ile durdurulabileceği ve hatta kısmen geri
döndürülebileceği ortaya konulmuştur.
Beyin Damar Hastalıkları ve Demans
Prof. Dr. Murat ARSAVA
HÜTF Nöroloji Anabilim Dalı
9
© 2017 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi.
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması 2017
Türkiye’de Kanser Kayıt Merkezleri ve Referans Tarihleri
İller Referans Yılı
İzmir 1992
Antalya 1998
Bursa 2000
Trabzon 2003
Ankara 2006
Gaziantep 2010
Malatya 2010
İstanbul 2012
Ulusal hastalık yükü çalışması 2013 sonuçları incelendiğinde, bulaşıcı olmayan hastalıklar grubunun en önemli gru-
bu teşkil ettiği ve bu gruptaki en önemli hastalıklardan birinin kanser olduğu görülmektedir. İlk 25 DALY kaybı nedenindeki
değişim tablosuna bakıldığında 1.sırada iskemik kalp hastalığı vardır. Bu tabloda yer bulan 2 kanser trakea/bronş/akciğer
kanseri ve mide kanseridir. Bu kanserlere bağlı DALY kaybına bakıldığında trakea/bronş/akciğer kanserinin 9. Sıradan 7.
Sıraya yükseldiği (%32 artış), mide kanserinin ise 30. Sıradan 23. Sıraya yükseldiği (%30 artış) görülmüştür.
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması 2013 Sonuçları
Doç. Dr. Ömer DİZDAR
HÜTF İç Hastalıkları A.D. / Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı
Öncelikle DALY hesaplanmasında temel alınan refer-
ans rakamları, 2000 yılı için kalite ve tamlık açısından ye-
terli değildir. Ülkemizde kanser kayıtçılığının 1992 yılın-
da başlamış olmasına rağmen, aktif merkezlerin verile-
rinden oluşturulmuş olan insidans raporu ilk kez 2002
serisi ile yayınlanmıştır. Veri yayınlamak için aktif kans-
er kayıt verilerinin kalite ve tamlıklarının analizi önem-
lidir. Bu nedenle 2002 serisinden itibaren yayınlanmış
olan raporlarda veri kalitesine bağlı olarak insidansa da-
hil olan örneklemdeki illerde değişiklikler olmuştur (Tablo
1). Yaklaşık son 10 yıldır kanser kayıtlarının kalite ve tam-
lığının uygun düzeye ulaştığı söylenebilir. Trakea/bronş/
akciğer kanseri ve mide kanseri sıklığında son 5 yılın ver-
ileri analiz edildiğinde belirgin bir artış görülmemektedir.
2013 verilerine göre erkeklerde en sık görülen 5 kanser
trakea/bronş/akciğer kanseri, prostat kanseri, kolorektal
kanser, mesane kanseri ve mide kanseri, kadınlarda ise
meme kanseri, tiroid kanseri, kolorektal
kanser, trakea/bronş/akciğer kanseri ve uterin kanserdir.
Burada da görüldüğü gibi kanser yükünün
önemli bir bölümünü, önlenebilir faktörler olan tütün kul-
lanımı, obezite ve diyet ile ilişkili kanserler oluşturmaktadır.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ:
Kanserin toplum bazında oluşturduğu mortalite ve morbidite
yükünde kritik bir azalmaya yol açabilecek en önemli yol pre-
vansiyondur. Avrupa komisyonu inisiyatifiyle ve Dünya Sağlık
Örgütü ve IARC’ın desteğiyle hazırlanan “European Code
against Cancer” kapsamında günümüzde kanserin primer
prevansiyonu için kanıta dayalı 12 öneride bulunulmaktadır.
Bunlar sigara içilmemesi ve pasif maruziyetin önlenmesi, eg-
zersiz, ideal kilonun korunması, diyet önerileri, alkol alınma-
ması, güneş ışığının fazlasından korunma, evde/işyerlerinde
kimyasal karsinojenlerden ve radon maruziyetinden korun-
ma, kadınlar için emzirme ve hormon replasman tedavilerin-
den kaçınma, HBV/HPV aşıları ve kanser tarama program-
larına uyumdur. Bu öneriler prevansiyonun en önemli
prensipleridir ve hayata geçirilmesi hem bireysel hem
toplumsal riski önemli ölçüde azaltacaktır. Bu bireysel ön-
lemlerin hayata geçirilebilmesi için hükümetler, üniversitel-
er, diğer kurumlar ve sivil toplum örgütleri, gerekli desteği
sağlamalıdır.
TIP EĞİTİMİ İÇİN ÖNERİLER:
Tıp eğitiminin bir aşamasında öğrencilerine prevansiyon
kavramı, en temel kanser prevansiyon prensipleri, bu yol-
la kanser riskinin ne kadar azaltılabileceği, mezuniyet son-
rası yapacakları uzmanlıklar ve çalışacakları kurumlar ne
kadar farklı olursa olsun kanser prevansiyonuna verebilece-
kleri katkılar konusunda eğitim vermek gereklidir. Bu eğiti-
min özellikle öğrencilerin hastalarla yüzyüze geldikleri klinik
stajlar sürecinde verilmesi uygun olacaktır.
10
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması 2017
© 2017 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi.
HIV/AIDS esas olarak korunmasız cinsel temas, kan ve kan
yoluyla bulaşan bir hastalıktır ve 1980’ li yılların başından
beri tüm dünyada çok önemli hasta sayılarına ulaşmıştır.
HIV infeksiyonu hastalık olarak tıbbi sonuçlarının ötesinde
demografik ve epidemiyolojik etkileri vardır ve çok sayıda
kısa/uzun vadeli ekonomik ve sosyal olumsuzluklara yol
açar. Bu epidemi yanlızca HIV infekte kişiyi etkilemekle kal-
mamakta, aileler, toplum ve ulusal ekonomi üzerinde de so-
syal ve ekonomik yönden ağır yük oluşturmaktadır. Bu ned-
enle önemli bir sağlık sorunudur.
Tüm yaşlar itibarıyla ölüm nedenleri dünya nüfusu açısın-
dan incelendiğinde, 2015 yılında ilk üç neden sırasıyla
kardiyo-vasküler hastalıklar, serebro-vasküler hastalıklar ve
alt solunum yolu infeksiyonları iken HIV infeksiyonu altıncı
sırada yer almaktadır. Ancak, düşük gelirli ülkelerde alt
solunum yolu hastalıklarından hemen sonra HIV infeksiy-
onu en sık görülen ölüm nedenini oluşturmaktadır. Bir in-
feksiyon hastalığı olmasına rağmen HIV/AIDS esas olarak
kronik bir seyir göstermesi nedeniyle her birey için ortalama
10- 12 yıllık bir dönemde ölümle sonuçlanarak önemli bir
hastalık yüküne yol açmaktadır. Ancak son 10 yıl içerisinde
yeni gelişen tedavi yöntemleri ile HIV/AIDS hastalığı ölümcül
bir hastalık olmaktan çıkıp tedavi ile kontrol altında tutula-
bilen kronik bir hastalık haline gelmiştir. Uygun tedavi ile
normal yaşam sürelerine yakın bir yaşam süresine kavuşan
bu hasta grubunda, ilerleyen yaş ve kontrol altında olsa bile
arka planda bir inflamasyona neden olarak atheroskeler-
ozu arttırıcı etkisi ile hastalığın kendisi bu hasta grubun-
da diabet, hipertansiyon, serebro vaskular hastalık, kronik
böbrek hasarı gibi kronik süreçlere yol açmakta ve bütün bu
faktörler de HIV/AIDS hastalığının kronik bir hastalık olarak
hastalık yükünün daha da artmasına yol açmıştır.
UNAIDS/WHO 2016 verilerine göre HIV/AIDS ile halen
yaşayan toplam 36.7 milyon hasta vardır, bu sayının 34.9
milyonu erişkin, 1.8 milyonu ise 15 yaş altı çocuklardır.
Bugüne kadar toplam 37 milyon kişi bu hastalık nedeni ile
hayatını kaybetmiştir. 2015 yılında HIV infekte yeni vaka
sayısı 2.1 milyon, ölenler ise 1.1 milyondur. Türkiye WHO
yapılanmasına göre Doğu Avrupa ve Orta Asya bölge-
sinde yer alır. Tüm dünyada hasta sayıları azalma trendine
girmişken, yeni HIV infekte sayısı artan tek bölge bu böl-
gedir. WHO raporuna göre bu bölge içerisinde yer alan
ülkemiz 2004-2013 yılları arası yeni tanı alan HIV infek-
siyonu oranında %467 artış ile en çok artış olan ülkedir.
(European Centre for Disease Prevention and Control)
Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı Haziran 2016 ver-
ilerine göre; Ekim 1985-Haziran 2016 arası toplam HIV/
AIDS hasta sayısı 13 181’dir. Erkekler %70, kadınlar ise %30
oranındadır. Daha önceki yıllara bakıldığında ülkemizde
1985 ile 2005 arası: 2236 yeni vaka
2006 ile 2010 arası: 2201 yeni vaka
2011 ile 2016 arası: 7406 yeni vaka ile
Son 5 yılda % 332 artış
Son 10 yılda % 426 artış tespit edilmiştir.
Bildirilen HIV/AIDS vakalarının bulaşma yollarına göre
dağılım ise; heteroseksüel cinsel ilişki %37.5, homoseksüel/
biseksüel cinsel ilişki %2.6, bilinmeyenler ise %45.8’dir.
Artan hasta sayısı ile birlikte HIV/AIDS sağlık sistemi üze-
rinde bir yük oluşturur. Ülkemizde yapılan bir çalışmada
HIV/AIDS için hasta başına yıllık toplam direkt maliyet 14
bin 75 lira, indirekt maliyet 1 131 lira,
HIV infekte hastaların Sosyal Güvenlik Kurumu’na yükü 96
milyon 968 bin 531 TL olarak hesaplanmıştır. Direkt mali-
yetin % 89’unu ilaç oluşturmaktadır. HIV infeksiyonunun
makroekonomik maliyetine ilişkin hesaplamalar gayri safi
yurt içi hasılanın (GSYİH) büyüme hızındaki azalma ile
ölçülür. Epideminin yaygın olduğu ülkelerde GSYİH’da yıllık
% 0.3 ile %1.5 arasında azalma olmuştur. Yapılan tahmin-
lere göre bu azalma bir süre daha GSYİH’da yıllık % 0.5 ile
%2.6 azalmaya neden olacaktır.
GSYİH üzerindeki olumsuz etkinin temel nedeni ise
hastalığın getirdiği mali yük, HIV infekte bireylerin çalışam-
aması ve ölümler nedeniyle yaşanan ekonomik kayıplardır.
HIV/AIDS Hastalık Yükü
Prof. Dr. Serhat ÜNALHÜTF Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı
11
© 2017 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi.
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması 2017
SONUÇ
Dünya Bankası’nın tahminleri, bu hastalıktan en fazla et-
kilenen Sahra-altı Afrika ülkelerinde kişi başına yıllık gelir
artışında yılda ortalama % 0.6 puan üzerinde yavaşlama
olacağını göstermektedir. Ancak unutulmamalıdır ki tüm
ülkeler bu hastalıktan etkilenmiştir. Her bir ülkenin HIV in-
feksiyonu ile savaşta kullanabileceği tek tip strateji yoktur.
Mücadele planlamasında önemli üç temel ölçüt olan
•HIV/AIDS prevalansı,
•Gelecekteki yayılma riski
•Mevcut HIV/AIDS yükü
durumuna göre her ülke kendine özel bir mücadele, takip
ve tedavi stratejisi belirlemelidir. Şüphesiz konu ile ilgili
değişik alanlardan uzmanları bünyelerinde barındıran baş-
ta Hacettepe Üniversitesi olmak üzere üniversitelerimizin de
bu konuda önemli katkıları olacaktır.
[1] UNAIDS/WHO 2016 datas. www.unaids.org adresinden 13.03.2017 tarihinde ulaşıldı.[2] European Centre for Disease Prevention and Control datas. www.ecdc.europa.eu adresinden 13.03.2017 tarihinde ulaşıldı.[3] THSK Bulaşıcı Hastalıklar Daire Başkanlığı Haziran 2016 verileri. www.thsk.gov.tr adresinden 13.03.2017 tarihinde ulaşıldı.
[4] Çilingiroğlu N. HIV/AIDS Epidemisi ve Demografik, Ekonomik ve Sosyal Faktörler. Güncel Bilgiler Işığında HIV/AIDS. Bilimsel Tıp Yayınevi, Ankara 2016. 4. Baskı:289-315.[5] HIV/AIDS’in “Türkiye’ye olan ekonomik maliyet çalışması” sonuçları. Ankara HIV/AIDS Çalıştayı.25.05.2016, Ankara
K A Y N A K L A R
HIV/AIDS Hastalık Yükü
Prof. Dr. Serhat ÜNALHÜTF Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı
12
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması 2017
© 2017 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi.
Bugün dünyada tüm ölümlerin üçte iksi (%63) “bulaşıcı
olmayan hastalıklar” sonucu meydana gelmektedir. Erken
ölümlerin dörtte üçünün nedeni; kardiyovasküler hastalık,
kanser, diyabet ve kronik solunum yolu hastalığıdır. Dünya
genelinde 1990'dan bu yana, çocuk ölümlerinde %50'nin
üzerinde, maternal mortalitede ise, %45 düzeyinde bir
azalma olmuştur. Ancak, son yıllarda kardiyovasküler
hastalıklar, kanser, kronik solunum hastalıkları ve diyabet
gibi bulaşıcı olmayan hastalıklar küresel bir pandemiye
dönüşmüştür. Bu sorun sadece gelişmiş ülkeler için değil,
günümüzde gelişmekte olan ülkeler için de önemli bir halk
sağlığı sorunu haline gelmiştir.
Ülkemizde hastalık yükü açısından bakıldığında, daha
eski yıllarda öncelikli sorunumuz olan anne-çocuk sağlığı
sorunlarından, bulaşıcı olmayan hastalıklara doğru bir
yer değiştirme söz konusudur. 2013 Ulusal Hastalık Yükü
çalışmasına göre, ülkemizde bulaşıcı hastalıklar ile anne ve
bebek ölümlerinin yükü azalırken, 2000 yılında %68 olan
bulaşıcı olmayan hastalıkların yükü %81’e yükselmiştir.
Bulaşıcı olmayan hastalıklar ile ilgili kontrol program-
larının geliştirilip etkin bir şekilde uygulanmaması halinde,
gelecekte bu yükün daha da artacağı tahmin edilmekte-
dir. Dünya Sağlık Örgütü bu hastalıkların 2020’de küresel
hastalık yükünün %80’inin oluşturacağını, gelişmekte olan
ülkelerdeki, her 10 ölümün yedisinden sorumlu olacağını
(bunların yarısı 70 yaş altı ölüm) belirtmektedir. Bulaşıcı ol-
mayan hastalıkları önleme, erken tanı ve sonrasında etkin
izleme açısından önlemler alınmazsa bu hastalık grubunun
oluşturacağı yükün toplumun karşılayamayacağı boyutlara
ulaşacağı öngörülmektedir.
Bulaşıcı olmayan hastalıkların, sigara ve alkol kullanımı,
sedanter yaşam, aşırı kiloluluk ve sağlıksız beslenme gibi
yaşam tarzına ilişkin, büyük oranda “önlenebilir ortak risk
faktörlerini” paylaşıyor olmaları, bu hastalıkların kontrolü
ve yönetimi alanında çok önemli fırsatlar sunmaktadır.
Nedenlerinin bilinmesi ve risk faktörlerinin tanınmasıyla,
bulaşıcı olmayan hastalıkların önlenmesinde halk sağlığı
ve koruyucu hekimliğin önemli bir parçası olan sağlığı
geliştirme eylemlerinde “yaşam tarzı” yaklaşımı oldukça et-
kili olmaktadır. Bu kapsamda, madde kullanımının önlen-
mesi, ruh sağlığının geliştirilmesi, tütün kullanımının azaltıl-
ması ve hareketli bir yaşam tarzının geliştirilmesi çalışma-
ları önümüzdeki yıllarda çok önem taşımaktadır. Bu konu-
da çok sektörlü bir çabanın yanı sıra, “sağlığı geliştiren
davranışlar” kazanmaları için tıp fakültelerinden mezun
olan hekimlerimizin sağlık eğitimi çalışmalarını yürütmes-
ine ve topluma rehberlik etmesine de çok ihtiyaç vardır.
2013 Ulusal Hastalık Yükü Çalışması Sonuçlarından, Halk Sağlığı Açısından Çözüm Önerileri
Prof. Dr. Şevkat Bahar ÖZVARIŞ
HÜTF Halk Sağlığı Anabilim Dalı
13
© 2017 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi.
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması 2017
Ulusal Hastalık Yükü Çalışmasına göre Bulaşıcı olmayan
hastalıkların oransal olarak artan etkisi görülmektedir. Ön
plana çıkan iskemik kalp hastalığı, bel ve boyun ağrısı,
KOAH, diyabet ve ruhsal hastalıklar olarak görülmekte-
dir. İskemik kalp hastalıkları ve serebrovasküler hastalıklara
bağlı engelliliğe ayarlanmış yaşam yılı (DALY - Disability
Adjusted Life Year) gelişmiş ülkelerde de önde gelen
hastalık yükü nedenidir. Bu şekilde morbidite ve mortaliteye
yol açan vasküler hastalıklar için de önemli risk faktörleri
olarak sigara, hipertansiyon, obezite, diyabet, dislipidemi
ve kronik böbrek hastalıkları sayılabilir.
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması sonuçlarına bu bağlamda
bakıldığında DALY’e neden olan ilk 5 hastalığın yükünde-
ki değişimde oransal bir artış olsa da mutlak olarak iske-
mik kalp hastalığında % 13, serebrovasküler hastalıkta da
% 10’luk bir azalma dikkati çekmektedir. Risk faktörleri
açısından bakıldığında özellikle diyabet ve kronik böbrek
hastalığının artan etkisi göze çarpmaktadır (DALY artışı
sırası ile % 66 ve % 33). Bu çalışma dışında yapılan epi-
demiyolojik çalışmalardan edinilen izlenim diyabet, kronik
böbrek hastalığı ve obezite gibi sorunların sıklığının artmas-
ıdır.Toplumsal açıdan bakıldığında kazanım elde edilmiş iki
temel sorun hipertansiyon ile mücadele ve kısmen de olsa
tuz tüketimidir. Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları
Derneği tarafından yapılan PATENT çalışmasında 2003
yılında hipertansiyon farkındalık oranı % 40 iken 2012 yılın-
da bu oran PATENT 2 çalışmasında % 60 lara yaklaşmıştır.
Benzer şeklde toplumsal bazda hipertansiyon kontrol oranı
da % 8lerden % 30lara yükselmiştir. Gene tuz tüketiminde
de bir azalma eğilimi bulunmaktadır. Türk Hipertansyon ve
Böbrek Hastalıkları Derneği tarafından yapılan SALTURK
çalışmalarında bu eğilim ortaya konmuştur. Bu çalışmalar-
dan elde edilen verilerle de T.C. Sağlık Bakanlığı tarafından
tuz tüketiminin azaltılması programı başlatılmıştır.
Hipertansiyon kontrolünde, tuz ve sigara tüketiminde sağla-
nan olumlu yöndeki kısmi başarılara karşın özellikle diyabet
, obezite ve kronik böbrek hastalıklarındaki artış nedeni ile
iskemik kalp hastalığı ve serebrovasküler hastalığına bağlı
hastalık yükü azalmasının dikkatle incelenmesi gereklidir.
Bir bütün olarak bakıldığında ilgili paydaşların bulaşıcı
olmayan hastalıklarda mücadelede daha etkin rol almaları
gereklidir. Benzer şekilde tıp fakültelerindeki eğitim pro-
gramlarının da bu çalışmanın verileri ışığında düzenlenme-
si gündeme gelebilir.
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması Sonuçları ve Nefroloji Bilim Dalı Değerlendirmesi
Prof . Dr. Yunus ERDEMHÜTF İç Hastalıkları Anabilim Dalı / Nefroloji Bilim Dalı
1.Altun B, Arici M. Salt and blood pressure: time to challenge. Cardiology. 2006;105(
1):9-16.
2.Altun B, Arici M, Nergizoğlu G, Derici U, Karatan O, Turgan C, Sindel S, Erbay B, Hasanoğlu E, Cağlar S. Prevalence, awareness, treatment and control of hypertension in Turkey (the PatenT study) in 2003. J Hypertens. 2005 Oct;23(
10):1817-23.
3.Arici M, Turgan C, Altun B, Sindel S, Erbay B, Derici U, Karatan O, Erdem Y, Hasanoglu E, Caglar S;Hypertension incidence in Turkey (HinT): a population-based study. J Hypertens. 2010 Feb;28(
2):240-4
4.Sengul S, Akpolat T, Erdem Y, Derici U, Arici M, Sindel S, Karatan O, Turgan C, Hasanoglu E, Caglar S, Erturk S. Changes in hypertension prevalence, awareness, treatment, and control rates in Turkey from 2003 to 2012. J Hypertens. 2016 Jun;34(
6):1208-17.
5.Erdem Y, Arici M, Altun B, Turgan C, Sindel S, Erbay B, Derici U, Karatan O, Hasanoglu E, Caglar S. The relationship between hyperten-sion and salt intake in Turkish population: SALTURK study. Blood Press. 2010; 19: 313-8
K A Y N A K L A R
14
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması 2017
© 2017 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi.
Hastalık Yükü Araştırması sonuçları ve göğüs hastalıkları
ile ilgili yorumlar sunulurken hastalık yükü kavramı ve ardın-
daki felsefe, dünyada ve ülkemizde son yıllarda yaşanan de-
mografik değişikliklerin epidemiyolojik etkileri ve araştırma-
da kapsanmadığı halde bilimsel bilgilere göre hastalık yükü
ile ilişkisi olan sağlık riskleri dikkate alınacaktır. Altı çizilmesi
gereken önemli olgu nüfusun yaşlanması ile birlikte erişkin
yaşta bulaşıcı olmayan hastalıklar olarak adlandırılan kro-
nik hastalıklar ve eşlik eden hastalıkların (komorbiditeler)
önem kazanmasıdır. Bu durum önceki hastalık yükü araştır-
malarında da son araştırmada da vurgulanmıştır (1-3).
Hastalık yükü araştırması sonuçları 1- Sonuçların göğüs
hastalıkları alanı açısından yorumlaması, 2- Çözüm öneril-
eri getirmesi, 3- Bu sonuçların Tıp Eğitimine nasıl yansıması
gerektiği başlıklarına göre incelenmiştir.
1. Yorum:
1.a. İlk 26 hastalık DALY (Engelliliğe Ayarlanmış Yaşam
Yılı) nedenlerinin listesinde Kronik obstrüktif akciğer (KOAH)
hastalığının 3., trakea ve bronş ve akciğer kanserlerinin 7.,
alt solunum yolu enfeksiyonlarının 18. sırada olmak üzere
yer aldığı görülmektedir.
1.b. Sigara içilmesinin hastalık yükünde önemli risk etken-
lerinden olduğu görülmektedir.
Hastalık yükü çalışmasında öne çıkan KOAH ve trakea ve
bronş ve akciğer kanserlerinin etiyolojisinde sigara içiminin
payı bilinmektedir. Bunun dışında kalp damar hastalıkları
ile ilgili olarak da sigara içiminin getirdiği riskleri hatırlat-
mak gerekir.
1.c. Hava kirliliği ve mesleksel etkenlerin erkeklerde ilk
10 risk faktörüne atfedilen DALY nedenleri arasında olduğu
görülmektedir.
1.d. Araştırma sonuçları ile sınırlı kalmadan konu ile il-
gili diğer noktalar: Toplumun yaşlanması ve sağlığa ilişkin
beklentilerdeki değişimle birlikte KOAH tedavisinde pulmo-
ner rehabilitasyonun yeri, giderek KOAH ve kanser teda-
vi yaklaşımında önem kazanan “Less is more”(az daha fa-
zladır) ilkesi sadece sağkalım değil yaşam kalitesi yaklaşımı
ile bunun eğitim ve klinik pratikte getireceği değişikliklerden
söz edilebilir. Hastalık yükü ile ilgili olarak yapılan sıralama-
ya yansımamış olsa da hipertansiyon başta olmak üzere
kardiyovasküler hastalıklar ile ilişkisi bilinen uyku apne sen-
dromunu (4), ve hastalık yükü araştırmalarında önemli risk
etkenleri olarak bildirilen mesleksel etkenleri hatırlatmak
gerekir (2). Kronik obstrüktif akciğer hastalığının oluşmasın-
da sigara içimi kadar, hatta Dünya üzerinde etkilediği nüfus
düşünüldüğünde biomass temasının önemli olduğu bilinme-
ktedir (5).
2. Çözüm önerileri:
2.a. Hastalık yükü araştırmasının sonuçları içinde risk et-
kenleri önemlidir. Hastalık geliştikten sonra DALY kavramı
ile anlatılan sağlık sonuçları kronik hastalıkların tedavi mali-
yetleri ile birlikte değerlendirildiğinde “en iyi hekimlik ko-
ruyucu hekimliktir” ilkesinin doğruluğunu bir kez daha gös-
termektedir. KOAH ve kardiyovasküler hastalıklar için rapor-
da da geçen sigara içimi göz önüne alındığında sigara içi-
minin azaltılması toplum sağlığı açısından önemlidir.
2.b. Sigara ile mücadele konusunda önemli bir deneyim
birikimi vardır. Tütün kontrolü yasası ve uygulamalar sonucu
sigara içme sıklığındaki azalmanın izlenmiş olması, sigara
ile mücadele politikalarının ısrarlı ve etkin şekilde uygulan-
ması gerektiğini düşündürmektedir (6). Sigara (tütün ve tütün
ürünlerinin kullanımı) ile mücadelede bilimin, üniversiteler-
in, özelinde üniversitemizin öncülüğü olmuştur. Hastalıkla
ilişkili etkenlerin sorgulanması, buna yönelik koruyucu ön-
lemlerin alınmasının yerini bir kez daha vurgulamak gerekir.
2.c. Etkin sigara bırakma stratejilerinin saptanması, stan-
dart şekilde uygulanması ve bu uygulamaların etkilerinin
ölçülmesi değerlendirilmesi yol gösterici olacaktır. etkileri-
nin ölçülmesi değerlendirilmesi yol gösterici olacaktır.
2.d. Sağlık bakanlığı ile birlikte göğüs hastalıkları uzmanlık
derneği Türk Toraks Derneği’nin işbirliği ile yürütülen old-
uğu GARD (Türkiye Kronik Hava Yolu Hastalıkları Önleme
ve Kontrol Programı) süreci, kronik solunumsal hastalıkların
önlenmesi ve bilimsel standartlara uygun tedavi
Hastalık Yükü Araştırması’na Göğüs Hastalıkları Bakışı
Prof. Dr. Ahmet Uğur DEMİR HÜTF Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı
15
© 2017 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi.
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması 2017
ve izlemi için örnek bir modeldir (7).
2.e. Sağlık hizmetlerinde tedavi öncelikli yaklaşım yerine
koruyucu hekimlik yaklaşımının özendirilmesi ve edinilme-
si desteklenmelidir.
2.f. Kronik hastalıklar, komorbiditeler, bakım sorunlarını
dikkate alan bir planlama yapılmalıdır. Sıklıkla KOAH ve
diğer solunumsal hastalıklara diğer kronik hastalıklar
(Diabetes Mellitus, kardiyovasküler hastalıklar) eşlik etme-
ktedir. Dolayısıyla hastalık merkezli olmaktan çok hasta
merkezli, farklı uzmanlık alanlarının bilgi ve becerisini or-
taklaştıran ekip yaklaşımına, tıbbi tedavi dışında rehabilita-
syon, bakım, diyet, hareket gibi sağlıklı yaşam yaklaşımını
içeren ekip kavramı sorunların daha etkin ve ekonomik
(dolayısıyla maliyet etkin) çözümünü sağlayacaktır. Dünya
sağlık örgütü’nün kronik hastalıkların izlemi için çeşitlü
ülkelere önerdiği bu modelin Üniversiteler ve ilgili kurum-
larla birlikte tartışılması bu politikanın yönlendirilmesinde
önemlidir, bu konuda izleyici değil öncü olunmalıdır.
2.g. Koruyucu hekimlik, kanser özelinde erken tanı ve tedavi
amaçlı tarama programları gibi başlıklarla birlikte epidemi-
yolojik yaklaşım önemsenmelidir.
2.h. Akciğer kanseri için risk altındaki kişilere yıllık
tomografi ile yapılan tarama çalışmaları dünya üzerindeki
örneklerle birlikte ülkemizde uygulanabilirliği maliyet, yarar
oranı ile birlikte değerlendirilmelidir.
3. Tıp eğitimine yansıması:
3.a. Koruyucu hekimlik yaklaşımının ve sağlık risklerinin
mesleksel ve çevresel hastalıklarının önemsenmesi. Sigara
Hastalık Yükü araştırmasında erişkin yaşta öne çıkan risk
etkenlerindendir. Sigaranın sağlık etkilerine ilişkin bilgil-
er biomass örneğinde olduğu gibi çevresel ve mesleksel
diğer etkenler için de bir model oluşturmaktadır. Tıp eğiti-
minde sigara ve etkileri, sigara içiminin azaltılması, siga-
ra bırakma tedavileri ile ilgili bilgi tutum ve beceri kazan-
dırma dışında bu modelin diğer etkenler için de uygulan-
ması önerilir.
3.b. Koruyucu hekimlik yaklaşımı açısından haslıkların
tanı, tedavisi ile sınırlı olmayan, etkene yönelik kavrayış
kazandırılmalıdır.
3.c. Sağlık hizmetlerinin demografik değişimlere göre be-
lirleneceği olgusundan yola çıkarak teknoloji, yaşam kali-
tesi (nitelik), eşlik eden hastalıkların tedavisi, rehabilitasyon
konularının vurgulanması.
1.“Türkiye Kronik Hastalıklar ve Risk Faktörler Sıklığı Çalışması. Sağlık Bakanlığı, Yayın No 909, Ankara, 2013. 2.Murray CJL, Phil. D, Lopez AD. Measuring the Global Burden of Disease. N Engl J Med 2013; 369:448-457.3.Jones DS, Podolsky SH, Greene JA. The Burden of Disease and the Changing Task of Medicine. N Engl J Med 2012; 366:2333-2338.4.Mansukhani MP, Wang S, Somers VK. Sleep, death and the heart. Am J Physiol Heart Circ Physiol 2015;309:H739–49.
5.Jenkins CR, Chapman KR, Donohue JF, Roche N, Tsiligianni I, Han MK. Improving the Management of COPD in Women. Chest 2017; 151(
3): 686-696.
6.Tobacco Control in Turkey; Story of Commitment and Leadership, WHO Euro, 2012.7.Yorgancioglu A, Cruz AA, Bousquet J, Khaltaev N, Mendis S, Chuchalin A, et al. The Global Alliance against Respiratory Diseases
(GARD) Country report. Prim Care Respir J. 2014;23(1):98–101.
Hastalık Yükü Araştırması’na Göğüs Hastalıkları Bakışı
Prof. Dr. Ahmet Uğur DEMİR HÜTF Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı
K A Y N A K L A R
16
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması 2017
© 2017 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi.
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması, Sağlık Bakanlığı Sağlık
Araştırmaları Genel Müdürlüğünün talebiyle Hacettepe
Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü tarafından Washington
Üniversitesi Sağlık Ölçümleri Değerlendirme Enstitüsü
(IHME) ve McKinsey Danışmanlık Hizmetleri Ltd. Şirket ile
yapılan işbirliği kapsamında yürütülmüştür.
Hastalık yükü ve DALY nedir? (Engelliliğe Ayarlanmış Yaşam
Yılı -Disability Adjusted Life Year)
Hastalık yükü ile ölüm, hastalık ve engelliliğin sağlıklı
yaşamdan eksilttiği süre hesaplanmaktadır.
Mutlak bir sağlık kaybı ölçütü olan DALY ölüme neden olan
ya da olmayan hastalık veya bozukluklar nedeniyle kay-
bedilen yılları göstermektedir. Toplum sağlığı için özet bir
göstergedir ve bir DALY sağlıklı yaşamdan yitirilen bir yıldır.
DALY iki bileşenden oluşur: YLL (Kaybedilen Yaşam Yılı
(Years of Life Lost)) + YLD (Engellilikle Geçirilen Yaşam Yılı
(Years Lived with Disability)). YLL bir mortalite göstergesi-
yken YLD morbidite göstergesidir.
Hastalık yükü çalışmalarında cinsiyete ve yaş gruplarına
göre, Uluslararası Hastalık ve Sağlık Sorunlarının İstatistikî
Sınıflandırmasına (ICD-10) uygun olarak her bir hastalık
nedeni için YLL, YLD ve DALY hesaplanmaktadır. Bunlara ek
olarak cinsiyet ve yaşa göre risk faktörlerinin hastalık yüküne
etkisi de risk faktörlerine atfedilen yükler olarak hesaplan-
maktadır.Bu çalışmayla,Türkiye’nin güncel ve gerçek verile-
rini kullanarak temel hastalık yükü hesaplamalarının yapıl-
ması;Ulusal ve uluslararası platformlarda güncel ve gerçek
hastalık yükü sonuçların yaygınlaştırılması amaçlanmıştır.
UHYÇ-2013 kapsamında,
Küresel Hastalık Yükü 2010 ve Küresel Hastalık Yükü
2013’te kullanılan yöntem ve standartlara uygun olarak
Türkiye’de hastalıkların ve yaralanmaların getirdiği yükler
hesaplanmıştır;
2000 yılı ile 2013 yılı hastalık yükler karşılaştırılmıştır;
Uluslararası karşılaştırmaya olanak verebilecek şekilde
sağlık konusunda gelinen aşamanın değerlendirilmesine
katkıda bulunulmuştur.Önemli bulgular
Genel olarak, Türkiye’nin toplam hastalık yükü %4 azalarak
2000’de 19,2 milyon olan engelliliğe ayarlanmış yaşam yılı
(DALY), 2013’te 18,4 milyona gerilemiştir.
Türkiye’de bulaşıcı hastalıklar, anne, yenidoğan ve beslen-
meyle ilgili hastalıkların yükü azalmaktadır. (2000-2013
arasında 4,3 milyondan 2,2 milyona)
Bulaşıcı olmayan hastalıkların yükü artmaktadır. (2000-
2013 arasında 13 milyondan 14,8 milyona)
2013 yılı için yapılan hesaplara göre Türkiye’de bulaşıcı ol-
mayan hastalıklar, ölümlerin %88’ine ve toplam hastalık
yükünün %81’ine sebep olmaktadır.
Bulaşıcı olmayan hastalıklar arasında, en büyük yüke se-
bep olan hastalıklar iskemik kalp hastalığı, bel ve boyun
ağrısı, KOAH, diyabet ve konjenital anomaliler olarak
belirlenmiştir.
2000-2013 yılları arasında iskemik kalp hastalığı ve sere-
brovasküler hastalığın yükü %10 azalmıştır.
Bulaşıcı olmayan hastalıklar arasından bel ve boyun
hastalıklarının yükü %37, KOAH %11 ve diyabetin yükü %66
artmıştır.
2000-2013 döneminde yüklerindeki düşüşe rağmen, 1
yaş altında konjenital anomaliler yüzde 31) ve erken doğum
komplikasyonları (yüzde 24) en büyük yüke sahip olan
hastalıklar olmayı sürdürmektedir.
Toplam hastalık yükü içinde mortalitenin payı azalmakta,
morbiditenin payı yükselmektedir. 2000-2013 döneminde
DALY içindeki YLD payı %33,5’tan %45’e çıkarken, YLL payı
%66,5’tan %55’e düşmüştür.
2000-2013 döneminde mortalite yüküne (YLL) neden olan
en önemli hastalık iskemik kalp hastalığıdır. (Toplam YLL’in
%14’ü)
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması 2013 (UHYÇ-2013)
Doç. Dr. Alanur ÇAVLİN
Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü Müdür Yardımcısı
17
© 2017 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi.
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması 2017
2000-2013 döneminde morbidite yüküne (YLD) ned-
en olan ilk üç hastalık değişmemiştir. Bunlar bel ve boyun
ağrısı, depresif bozukluklar ve migrendir. (2013 yılı toplam
YLD’nin sırasıyla yüzde 17, yüzde 7 ve yüzde 6’sı)
Aktif ve pasif tütün kullanımı ve obezite gibi risk faktörleri-
ni azaltmak için toplumu hedefleyen programlar yürütülme-
sine rağmen, bulaşıcı olmayan hastalıklarınyaşam tarzına
bağlı risk faktörleri önemini korumaktadır.
Politika öncelikleri
Yukarıda belirtilen gelişmeler karşısında Türkiye için önce-
likli sağlık politikaları şunlardır:
Bulaşıcı olmayan hastalıklara ve beslenmeyle ilgili risk fak-
törlerine maruziyetteki artış,
Sağlık hizmetinde artan talebe uygun sayıda sağlık çalışanı
ihtiyacı,
Nüfusun yaşlandığı, bulaşıcı olmayan hastalıklara yol açan
risk faktörlerine maruziyetin (ör; aktif-pasif tütün kullanımı,
obezite ve beslenmeyle ilgili riskler) yüksek olduğu dik-
kate alınmalı ve halen etkisini sürdüren bulaşıcı hastalıklar,
anne, yenidoğan ve beslenmeyle ilgili hastalıklarla baş et-
meye yönelik düzenlemeler yapılmalı.
Türkiye için güncel veri kaynaklarının tamamından yarar-
lanılmıştır. Özellikle önemli olan kaynaklar şunlardır:
Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS)
MERNİS ölüm kayıtları ve ölüm nedenleri (2009, 2010 ve
2011), ➢Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması
(1978, 1983, 1988, 1993, 1998, 2003 ve 2008),
1989 Nüfus Araştırması
Genel Nüfus Sayımı; (1970, 1975, 1980, 1985,
1990 ve 2000 sayımlarının %5 örneklemi)
Bebek ve 5 Yaş Altı Ölüm Araştırması 2011
TÜİK tarafından derlenen 2003-2008 yılları arası ölüm
nedenleri verisi (ICD-8)
TÜİK tarafından derlenen 2010-2012 yılları arası ölüm ned-
enleri (ICD-10)
Anne Ölümleri Çalışması 2005
Sözel Otopsi Araştırması (Ulusal Hastalık Yükü ve Maliyet
Etkililik Çalışması 2004 kapsamında)
Bildirimi Zorunlu Bulaşıcı Hastalıklar Veri Tabanı
(2005-2012)
Aktif Kanser Kayıt Sistemi (2007 8 il, 2008 9 il) ve Kanser
İzlem ve Denetim Merkezi (KİDEM) verileri (İzmir 2000 ve
2006; Antalya 2000; Trabzon 2006)
Türkiye Sağlık Araştırması 2008 ve 2010 (DSÖ)
Türkiye Kronik Hastalıklar ve Risk Faktörlerinin Sıklığı
Çalışması 2013
Türkiye’de Kronik Böbrek Hastalığı Prevalans Araştırması
(CREDIT) (2006-2009) (Türk Nefroloji Derneği)
Ulusal Hemodiyaliz, Transplantasyon ve Nefroloji Kayıt
Sistemi
TEKHARF Araştırması 2008
PURE Araştırması (İleriye Dönük Kentsel Kırsal Epidemiyolojik
Çalışma)
Türk Hipertansiyon Prevalans Çalışması / Patent (2003 ve
2012)
Türkiye Diyabet Epidemiyoloji (TURDEP-II) çalışması (2010)
Trabzon Hipertansiyon Çalışması 2003-2005
Türkiye Ruh Sağlığı Profili 1996
Türkiye Küresel Yetişkin Tütün Araştırması, 2008 ve 2012
Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması 2008
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması 2013 (UHYÇ-2013)
Doç. Dr. Alanur ÇAVLİN
Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü Müdür Yardımcısı
18
Ulusal Hastalık Yükü Çalışması 2017
© 2017 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi.
İletişim
+90 (312) 305 1080 / 115-116 [t]+90 (312) 310 05 80 [f]www.tip.hacettepe.edu.tr
[email protected]/DEKANLIK