İçindekiler - feyyazdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/pdf/haftalik...2014/04/25 ·...
Post on 25-Jan-2021
6 Views
Preview:
TRANSCRIPT
-
1
http://www.sorularlaislamiyet.com/
-
2
İçindekiler
Sahabenin, Hz Ali’nin görüşlerine uymadığı iddiasına ne dersiniz? ........................................ 3
"Allah katında her şey olup bitmiştir" anlamında bir hadis var mıdır?.................................... 5
Cariyeleri dünya menfaatleri uğruna fuhşa zorlamayın, ayetine göre, bunu yapan insanlara
verilecek ceza neden yok? ............................................................................................................ 6
Nisa 6. ayet buluğ çağından önce evliliği yasaklıyorsa, Talak 4. ayet buna nasıl izin veriyor?
....................................................................................................................................................... 7
Açık saçık giyinmek ile tacize ve tecavüze uğramanın bir ilişkisi var mı? ................................. 9
Peygamberimiz'e (s.a.v.) hacca veya umreye gidenlerle selam yollamak, selam yollayanların
ismini liste yapıp kabri başında okuyarak selam iletmek bidat midir? .................................... 11
"Ahir zamanda peştemalle bile olsa hamama girmek haramdır." hadisine göre, hamam ve
havuz gibi yerlere girmek haram mıdır? ................................................................................... 12
İran, Arabistan gibi şeriat ile yönetilen ülkelerin yönetim şekli doğru mudur? ..................... 14
Üzerine okunmuş gıdaları yemenin dinimizdeki yeri nedir? .................................................... 17
Su vermekteki fazileti bilseydiniz, susuzlara su vermek için yarışırdınız, anlamında bir hadis
var mıdır? .................................................................................................................................... 18
İdarecinin istişare kararına uyması gerekli midir? .................................................................. 20
Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır, anlamındaki hadis ne demektir? ................ 21
Nebi olarak gelen peygamberlerin nübüvvet mührü ve Mehdi’deki işaretle ilgili rivayet sahih
midir? .......................................................................................................................................... 22
-
3
Sahabenin, Hz Ali’nin görüşlerine uymadığı iddiasına ne dersiniz?
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in sahabeler arasında ilim, takva ve basiretiyle zirvede olduklarını
yine Buhari, Müslim gibi hadis ve sahih siyer ve tarih kaynaklarından öğreniyoruz.
Hz. Ömer’in veya baĢkasının bir -iki meseleyi, özellikle yeni bir hükmü içeren bir konuyu
bilmemesi son derece normaldir. Bu durum, onların baĢka konuları bilmediği anlamına gelmez.
Hz. Peygamber Ģöyle buyurdu: “Eski ümmetlerde ilhama mazhar zatlar vardı. Eğer benim
ümmetimde de bazı kimseler varsa Ömer onlardandır.” (Müslim, Fedailu’s-Sahabe, 23-
2398)
Abdullah b. Abbas anlatıyor: Ömer b. Hattâb teneĢirinin üzerine kondu. Ve kaldırılmadan önce
halk ona dua ve sena ederek, Allah’tan rahmet dileyerek etrafını sardılar. Ben de içlerinde idim.
Arkamdan biri omuzumdan tutunca irkildim bir de baktım ki, Ali’dir. Ömer'e rahmet okudu
ve Ģunu söyledi: “Yeminle söylüyorum ki, geriye bıraktıkların arasında senden daha fazla
onun ameli gibi bir amelle Allah'a kavuĢmak istediğim kimse yoktur. Ben Allah'ın seni iki
dostunla birlikte koyacağını biliyordum. Çünkü ben çok defa Resûlüllah’ın:
“Ben Ebû Bekr ve Ömer'le beraber geldim; Ebû Bekr ve Ömer'le be¬raber girdim; Ebû
Bekr ve Ömer'le beraber çıktım.” buyururken iĢitiyordum. Ve seni Allah'ın onlarla beraber
edeceğini umuyordum (yahut biliyordum).” (Müslim, Fedail 14 -2389)
Hz. Ömer’in arzusuna uygun “Makam-ı Ġbrahim’in namazgâh olması, kadınların
örtünmesi, Hz. Peygamberin eĢlerini boĢaması halinde, Allah’ın kendisine onlardan daha
iyisini vereceği Ģeklinde üç konuda üç ayetin indiği" gerçeğini yine en sahih hadis
kaynaklarında görmekteyiz. (bk. Buhari, Talak, 32; Tefsir/Bakara 9, Ahzab 8, Tahrim 1;
Müslim, Fedailu’s-Sahabe, 24-2399).
Bir hadiste efendimiz Ģöyle buyurmuĢtur: “Benden sonra hilafet 30 yıldır.” Ve bu hadisin
verdiği 30 yıllık süreç, dört raĢit halifenin 29 yıl ve 6 aylık süresi yanında Hz. Hasan’ın 6 aylık
hilafet süresi Ģeklinde değerlendirilmiĢtir. (bk. Nevevî, ġerhu Müslim, 12/201).
Güzel bidatler tabiri “Hz. Peygamber zamanında olmayıp da sonradan ortaya çıkan güzel
Ģeylerdir.” Bunlar aslında bidat değildir. Çünkü bidat dinin aslına iliĢen ve resulullah’ın
sünnetini ortadan kaldıran kötü Ģeylerdir.
Örneğin, Hz. Ömer’in “Cemaatle kılınan teravih namazı” için bu “güzel bidattır” demesi, onun
Ġslam’a ne kadar bağlı olduğunu gösteren bir göstergedir. Çünkü gerçekten bu bir bidat
değildir. Zira Hz. Peygamber Teravih namazını az da olsa bir kaç gün camide cemaatle kıldığı
bilinmektedir. Buna rağmen, Hz. Ömer, Hz. Peygamberin vacip olur endiĢesiyle, ümmetine
olan Ģefkatinden ötürü cemaatle teravih namazını daha fazla sürdürmemiĢtir. ĠĢte Hz. Ömer bu
inceliği dikkate aldığı için çok samimi bir Ģekilde buna “güze bidat” demiĢtir.
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’le ilgili övücü ayetlerin olduğu da bilinmektedir.
Hayatı boyunca, çok sevdiği eĢi ve Kur’an’ın açık ifadeleriyle iffeti, temizliği tescil edilen Hz.
AiĢe’ye karĢı kin tutmak gerçekten dini açıdan bir cinnettir. Bu cinayeti iĢleyenler, yarın Hz.
Peygamberden nasıl Ģefaat beklerler.
-
4
Allah, bildiğimiz dört halifeyi de halife yapmak istemiĢtir. Ve bunları halife yaparken de
onların ömürlerini de nazara almıĢ ve ona göre sıraya koymuĢtur. Eğer Hz. Ali ilk baĢta halife
olsaydı, diğer halifelerden hiç biri halife olamazdı. Çünkü Hz. Ali diğer üç halifeden sonra
Ģehit edilmiĢtir.
Bize göre, eğer Hz. Ali hilafetin kendi hakkı olduğu halde cebren bunun kendisinden
gasbedildiği anlayıĢında olsaydı, bir saat bile buna müsaade etmez ve hemen ortaya çıkardı.
ġiaların “takiye” dedikleri Ģey, Hz. Ali gibi bir Ģecaat simgesi, bir Ġslam kahramanına yapılan
en büyük bir haksızlıktır. Onu korkaklıkla itham etmektir.
Bize göre, Hz. Ali Sahabeler arasında ilim, takva, Ģecaat bakımından en zirve olan bir
Ģahsiyettir. Onun zamanındaki olaylar, onun yüzünden değil, karĢı taraf olanlar yüzünden
ortaya çıkmıĢ, özellikle hariciler tarafından bir terör estirilmiĢtir. Hz. Ali gerek Cemel, gerek
Sıffin vakasında kesin olarak haklıdır. Fakat karĢısında, özellikle Cemel vakasında, karĢı
tarafta yer alan Hz. Zübeyr ve Hz. Talha da, Hz. Ali gibi cennetle müjdelenmiĢ kiĢilerdir. Bu
sebeple bu konuya daha dikkatli yaklaĢmak gerekir.
Bize göre, bu konuyu kurcalayıp, ġii-Sünni bölünmesini körüklemek, Ġslam’a ve Müslümanlara
yapılan en büyük bir kötülüktür. Sözlerimizdeki dikkat, bu sorumluluğun bir yansımasıdır.
Son olarak hepimize ciddi ve hayırlı bir ders olan Bediüzzaman hazretlerinin Ģu ifadelerine
kula verelim:
“Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat! Ve ey Âl-i Beytin muhabbetini meslek ittihaz eden
Alevîler! Çabuk bu manasız ve hakikatsız, haksız, zararlı olan nizaı aranızdan kaldırınız. Yoksa
Ģimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka cereyanı, birinizi diğeri aleyhinde âlet edip
ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlub ettikten sonra, o âleti de kıracak. Siz ehl-i tevhid
olduğunuzdan uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer esaslı rabıta-i kudsiye mabeyninizde varken,
iftirakı iktiza eden cüz'î meseleleri bırakmak elzemdir.” (Lem'alar, 26 )
Ġlave bilgi için tıklayınız:
Dört halifenin sırasıyla halife olmalarına iĢaret eden hususlar ...
Dört Halife seçiminin ayrıntıları ve Hz. Ali'nin halife seçimindki görüĢleri...
http://www.sorularlaislamiyet.com/qna/5968/dort-halifenin-sirasiyla-halife-olmalarina-isaret-eden-hususlar-nelerdir.htmlhttps://www.google.com/url?q=http://www.sorularlaislamiyet.com/article/12116/dort-halife-seciminin-ayrintilari-ve-hz-ali-ra-nin-halife-secimindeki-gorusleri-nelerdir.html&sa=U&ei=sPm_UZX_JILM0AXSzoGQBQ&ved=0CAcQFjAA&client=internal-uds-cse&usg=AFQjCNFDmJd7C5aIuLFrJ3gS8b85uguGCg
-
5
"Allah katında her şey olup bitmiştir" anlamında bir hadis var mıdır?
Evet bu anlama gelecek Ģöyle bir hadis vardır:
“Allah’ın ilminde kalem (her Ģeyi yazmıĢ), kurumuĢtur. (artık/her Ģey bitmiĢtir).” ( bk.
Mecmau’z-Zevaid, 11812, 11813)
Bu hadisi Ģöyle anlamak mümkündür:
Kâinatta var olan ve olacak olan her Ģey Allah’ın ezeli ve sonsuz ilminde yerini almıĢtır.
Kâinatta hiç bir hadise, hiç bir olay, Allah’ın ilmine aykırı bir Ģekilde ortaya çıkamaz. Çünkü
bu takdirde, Allah’ın ilmine cehaletin karıĢması söz konusu olur ki, Allah bütün evrenin
Ģahadetiyle böyle bir noksanlıktan münezzehtir.
Bu hadis, bir nevi Kadere de iĢaret etmektedir. Her Ģeyin her boyutu Allah’ın ilminde tayin
edilmiĢtir. Nitekim, Bediüzzaman’ın da ifade ettiği gibi, Kader de ilmin bir nevidir.
Fakat kader insanların özgür iradesini elinden almaz. Bilakis, insanların imtihan alanlarında
özgür bir iradeyle hareket etmeleri de Kaderle tayin edilip pekiĢtirilmiĢtir.
Ġnsanlar istese de kendilerini özgürsüz, iradesiz kılamazlar, bir robot Ģekline sokamazlar.
Çünkü bu da kadere ve Allah’ın ilmine aykırı olacağı için imkânsızdır.
Ġlave bilgi için tıklayınız:
Bizim ne yapacağımız kaderimizde yazılmıĢ ise, ne suçumuz var ...
http://www.sorularlaislamiyet.com/article/12393/bizim-ne-yapacagimiz-kaderimizde-yazilmis-ise-ne-sucumuz-var-allah-cennet-veya-cehenneme-gidecegimizi-biliyorsa-ne-diye-bizi-bu-dunyaya-gonderdi.html
-
6
Cariyeleri dünya menfaatleri uğruna fuhşa zorlamayın, ayetine göre, bunu yapan insanlara verilecek ceza neden yok? Kaynaklarda bu konuda herhangi bir cezanın olduğuna dair bir bilgiye rastlayamadık.
Ġlgili ayetin konumuzla ilgili bölümünün meali Ģöyledir:
“Dünya hayatının geçici metâını/menfaatini elde etmek için, sakın cariyelerinizi -hele
iffetli olmak isterlerse- fuhĢa zorlamayın! Her kim onları fuhĢa zorlarsa, bilinmelidir ki
zorlanmalarından sonra, Allah kendileri hakkında gafurdur, rahîmdir/çok affedicidir,
merhamet ve ihsanı boldur.” (Nur, 24/33)
En sağlam kabul edebileceğimiz haberlere göre, münafıkların baĢı Abdullah b. Übey b. Selul
adındaki kiĢinin bir (veya iki) cariyesini zina yapmaya zorlaması ve bunların da konuyu Hz.
Peygambere intikal ettirmeleri üzerine bu ayet nazi olmuĢtur. (bk. Müslim, Tefsir, 26-27/3029;
ayrıca bk. Taberi, Razi, Ġbn Kesir, Kurtubî, ilgili ayetin tefsiri)
Ġbn AĢur’un verdiği bilgiye göre, ayette yer alan “BĠĞ” kavramı cahiliye devrindeki evlenme
çeĢitlerinden biri sayılıyordu. Bu ayet inmeden önce bazı Müslümanlar tarafından da cariyelere
rızaları dairesinde bir ücret mukabilinde bu çeĢit “evliliğe”, bir erkekle birlikte olmaya fırsat
veriliyordu. Bu ayette bu cahiliye devrinin bu geleneği tamamen ortadan kaldırılmıĢtır. Önemli
bir nokta da Ģudur: bazı alimlere göre bu ayet indiği zaman daha zina cezası ile ilgili ayet
inmemiĢti. (Ġbn AĢur, ilgili ayetin tefsiri)
Özetle: Bu ayette “el-BĠĞA” denilen cahiliye dönemi adetlerinden olan bir nikah Ģekline
yasak getirilmiĢtir. O güne kadar geçerli olan bu gelenek bu ayetle sona erdirilmiĢtir. Zina
cezası daha sonra söz konusu olduğu için burada herhangi bir cezadan değil, fiilin kendisinin
yasağına vurgu yapılmıĢtır.
-
7
Nisa 6. ayet buluğ çağından önce evliliği yasaklıyorsa, Talak 4. ayet buna nasıl izin veriyor? - Evvela, “Yetimleri evlenme/erginlik çağına varıncaya kadar gözetip deneyin. Akılca
olgunlaĢtıklarını görürseniz mallarını kendilerine teslim edin. Büyüyünce ellerine
alacakları düĢüncesiyle o malları israfla tüketmeyin. Ġhtiyacı olmayan veli, yetim malına
tenezzül etmesin. Muhtaç olan ise meĢrû sûrette, ihtiyaç ve emeğine uygun olarak yararlansın.
Onlara mallarını teslim ettiğinizde bunu Ģahitlerle tesbit ettirin. Allah hesab sorandır ve O’nun
hesap sorması kâfidir.” (Nisa, 4/6) mealindeki ayet, genel olarak kızların evlenmeleri ile ilgili
değildir.
Bu surenin 2. ayetinde yetimlerin malları kendilerine verilmesi emredilmiĢ, burada ise, o
malların ne zaman verileceğine dair açıklama getirilmiĢtir. Nitekim burada mallarının
kendilerine verilmesi için iki Ģart söz konusu edilmiĢtir: Erginlik ve RüĢd.
Ayette yer alan “BELEĞU’N-NĠKAH” ifadesinin “Erginlik çağına ulaĢma” anlamına
geldiğine fakihler arasında ittifak vardır. Erginlik alameti beĢ tanedir. Bunlardan üçü erkekler
ile kadınlar arasından ortaktır. Bunlar: Ġhtilam, belli yaĢa ulaĢmak (15, 18 vs.) ve etekte
kılların çıkması. Bunlardan ikisi kadınlara özeldir: AybaĢı ve gebelik. (Razi, ilgili ayetin
tefsiri)
RüĢd ise, Hanefi ve ġafii alimleri arasında farklılık arz etmekle beraber, genel olarak akıllı
olmanın yanında alıĢ-veriĢ iĢlerini yapabilecek maharete sahip olmak manasına gelir.
(Razi, a.y)
- Bu farklı anlayıĢın bir sonucu olarak, ġafii alimleri, bir kimse kendi yarar ve zararını fark
edecek durumda olmadığı takdirde, 25 yaĢında dahi olsa malı kendisine teslim edilmeyecektir.
Ġmam Muhammed ve Ebu Yusuf da bu görüĢtedir.
Hanefi mezhebinin ünlü fıkıh alimi Ebubekir er-Razi’ye göre, kiĢinin rüĢdü, onun akıllı olması
anlamına gelir. ġayet bir kimse akıl-balığ olduktan sonra, kâr-zararını fark etmezse bile 25
yaĢından sonra malı kendisine teslim edilir. (Razi, a.y)
Özetle diyebiliriz ki, bu ayette erginlik çağına gelmeden kadınların evlenmelerinin caiz
olmadığına dair bir ifade içermemektedir. Burada sadece yetimler hukukuna dair ifadeler söz
konusudur. Çünkü “yetim” kavramı, kiĢinin erginlik çağından önceki konumunu ifade
etmektedir.
- “Kadınlarınızdan âdetten kesilenlerin iddetinde tereddüt ederseniz, onların iddet
süreleri üç aydır. Henüz âdet görmeyenlerin de süreleri böyledir. Hamile olan kadınların
iddetleri, çocuklarını doğurdukları vakit biter. Kim Allah’ı sayıp O’na karĢı gelmekten
korunursa, Allah onun iĢinde bir kolaylık verir.” (Talak, 65/4) mealindeki ayette ise, bir kızın
çocuk yaĢta evlendirilebileceğine, özellikle kendisiyle cinsel iliĢkiye girilebileceğine dair bir
ifade söz konusu değildir.
Bu sebeple, Talak suresinin ilgili 4. ayetinin yorumuna dayanarak 5 yaĢı civarında olan bir kız
çocuğunu evlendirmeye zorlamak ne Ġslamidir, ne de insanidir. Formel hukuk açısından bir
bebeğin de ebeveyn gibi mücbir veliler tarafından nikahının kıyılması caiz olabilir. Ancak bir
bebeğin cinsel iliĢkiye gireceğini düĢünmek, akıllı insanların iĢi değildir.
Bu ayette meal olarak yer alan “Henüz âdet görmeyenlerin de (iddet) süreleri böyledir.”
ifadesinden örneğin, beĢ yaĢı anlamak mümkün değildir. Çünkü burada konu, evlenmiĢ olup da
henüz aybaĢı görmemiĢ kadınlar söz konusudur.
-
8
Bugün, bilimsel çalıĢmalar yapan uzmanların verdiği bilgiyi göre, kızlarda ortalama ergenlik
yaĢı 10.5. Adet kanamasının baĢlangıcı ise yine ortalama 12.5 yaĢtır. Yine yapılan bilimsel
araĢtırmalara göre, kız çocuklarında ilk adet kanamasının en geç 14 yaĢında baĢlaması gerekir.
Bir de buna nadir veya ender olan istisnai halleri de dikkate alınabilir. O halde, ayette yer alan
“Henüz âdet görmeyenlerin de (iddet) süreleri böyledir” mealindeki ifadeden 12-15 veya
daha fazla bir yaĢı anlamak neden makul olmasın!
Çünkü ortalama hayız yaĢı 12,5 ise, bunun -istisnalarda- en fazla yaĢının 15-20’yi de geçecek
bir yaĢ olarak değerlendirmekte dini, akli ve ilmi kriterler açısından hiç bir sakınca yoktur. Zira
hükümler herkesi kapsayacak Ģekilde olur.
O halde, hiç hayız görmemiĢ bir kızın yaĢının ortalama 12-13 olarak kabul edebileceğimiz gibi,
bunu -ender de olsa- hormonal olarak sağlıklı olmadığından adet görmeye baĢlamamıĢ 20 yaĢın
üstündeki kızları da içine alan bir ifade olduğunu da kabul edebiliriz. Nitekim uzmanların
bildirdiğine göre, kuzey ülkelerde ilk adet yaĢı 16-17’lere kadar çıkabiliyor.
- Bizim kanaatimize göre, bu ayeti böyle anlamakta hiç bir sakınca yoktur. Üstelik insani
değerler bakımından realitelere daha da uygundur. Ve konumuz olan bu iki ayet arasında
herhangi bir çeliĢki de söz konusu değildir.
Çünkü Nisa 6. ayette (aslında bütün yetimler için söz konusu olmakla beraber, o günkü
problemin kaynağı olanlar yetim kızlar olduğu için onlara vurgu yapılarak Ģöyle denilmiĢtir:)
yetim kızlara mallarının teslim edilebilmesi için onların âkil-bâliğ-reĢid olmalarının gereğine
iĢaret edilmiĢtir.
Talak 4. ayette ise, (ister küçük ister büyük olsun, herhangi bir sebepten ötürü, bir Ģekilde)
henüz aybaĢı halini yaĢamamıĢ kızların durumuna açıklık getirilmiĢtir.
-
9
Açık saçık giyinmek ile tacize ve tecavüze uğramanın bir ilişkisi var mı? Bu konunun anlaĢılması için meseleyi bir kaç madde halinde bazı kriterlere iĢaret edeceğiz:
1) Dindar-dinsiz farkı olmaksızın bütün insanlarda kuvve-i Ģeheviye denilen bir cinsellik
dürtüsü vardır. Bu dürtünün veriliĢ gayesi, insanların -Allah’ın uygun gördüğü- meĢru nikah
dairesinde bir erkek ile bir kadının bir araya gelmesini ve bu fabrikadan insan üretimine vesile
olmalarını sağlamaya yöneliktir.
2) Bu Ģehvet dürtüsünün ucu açık olduğundan, değiĢik hikmetlerden ötürü
sınırlandırılmadığından meĢru dairenin dıĢına çıkarak, gayr-ı meĢru iliĢkilere yol açması her
zaman mümkündür. O halde, insanlar için bu konudaki en önemli mesele, bu dürtüyü kontrol
altına almak ve gayr-ı meĢru yollara taĢmasını engellemektir. Bunun yolu ise insanların Ģehvet
dürtüsünü ve bu konudaki duygularını terbiye etmekten geçer. Bunun da maddi ve
manevi tedbirler açısından bir kaç yolu vardır:
Maddi Tedbirler:
a) Evlenmek ve meĢru evliliği teĢvik etmek suretiyle fert ve tolum bazında bu dürtüyü kontrol
altına almaktır. Hz. Peygamber (asm) bu tedbire iĢaret etmek üzere, “Allah bir kimseye
saliha/uygun bir kadın nasip etmiĢse, dinin yarısını himaye altına alması konusunda ona
yardım etmiĢtir. Artık o da dininin geriye kalan yarısı hususunda Allah’tan korksun.” buyurmuĢtur. (Hâkim, 2/175. -Zehebi de hadisin sahih olduğunu belirtmiĢtir. (bk. Zehebi, a.y).
b) ġehvet dürtüsünü hafifletmek suretiyle az da olsa bunu kontrol etmektir. Bunun çaresi,
Ģehvet dürtüsünü kamçılayan gıdalar almaktan sakınmak ve özellikle aç kılmak suretiyle bu
dürtünün Ģiddetini hafifletmektir.
Peygamber efendimizin “Ey gençler topluluğu! Ġmkan bulduğunuz anda evlenin. Bu
imkânı elde edinceye kadar da oruç tutunuz. Çünkü bu da Ģehvet dürtüleriniz
törpülemeye yönelik fayda sağlar.” tavsiyesi, bu tedbire yöneliktir. (Mecmau’z-Zevaid, h. no:
7303, 7395)
c) Halvette kalmalarını önlemek. Bir erkek ile bir kadının tek baĢlarına bir araya gelmeleri
durumunda bu Ģehevi dürtülerin kabaracağı binlerce tecrübe ile sabittir. “AteĢ ile odun”un yan
yana gelmesi yangına sebep olduğu gibi, erkek ile kadının baĢ baĢa kapalı bir ortamda
kalmaları da böyle bir yangını körüklemek anlamına gelir. Eksi ile artı kutuplar birbirlerini
çektiği gibi, erkek ile kadın dürtüleri de birbirini çeker.
“Yabancı bir erkek yabancı bir kadınla tek baĢına halvette kalmasın; çünkü onların
üçüncüleri Ģeytan olur.” (Mecmau’z-Zevaid, h. no: 9131) manasına gelen hadiste bu gerçeğe
vurgu yapılmıĢtır. ġeytan, halvette bulunan her iki tarafa da, karĢı tarafın müsait olduğunu
fısıldamak suretiyle, önce su-i zan tuzağını kurar, ardından da Ģehvet dürtülerini harekete
geçirir. Bu selin önünde durmak elbette kolay değildir. Ġslam’da karma eğitime, flörte prim
verilmemesinin önemli bir hikmeti, bu selin önüne geçmektir.
d) Sokakta kalabalık içinde de olsa, bir kadının açık-saçık olarak gezmesi, kötü niyetli olan
kimselerin iĢtihasını kabartır. Çünkü kadının çıplak bedeni, erkeğin Ģehvetini tahrik eden
önemli bir faktördür. Bu olumsuz faktörün ortadan kaldırılması ancak Ġslam’ın emrettiği
örtünün desteğiyle kaldırılır veya hafifletilir.
-
10
Burada her örtülü kadının iffetli veya açık-saçık gezen kadının kötü kadın olduğu anlamına
gelmez. Burada önemli olan, erkekleri tahrik eden ortamdan uzaklaĢtırmaktır.
Örtülü kadınlar arasında da fahiĢeliğin var olması, bu tedbirin önemini azaltmaz. Çünkü
erkeklere karĢı müstehcen söz, fiili veya davranıĢ sergilemek kadının iffetli olup olmadığına
bakmadan, kötü niyetli erkeklerin hayallerini süsler. Ġmam Gazali’nin de ifade ettiği gibi,
zinanın ilk postacısı hayaldir.
Manevi Tedbirler:
a) Gayr-ı meĢru iliĢkileri önleyen en önemli amillerden biri Allah korkusudur.
Allah korkusunun güçlenmesine paralel olarak kötülüğü frenleyen kiĢinin iradesi de güçlenir.
Çünkü bir polisten korkarak, iki günlük hapisten korkarak bir çok arzusunu frenleyen kiĢinin,
her yerde ilim ve kudretiyle hazır ve nâzır olan Allah’a samimi iman etmesi ve cehennem gibi
bir hapsin varlığına ciddi inanması halinde günaha sevkeden dürtülerini frenlemesi kadar doğal
bir Ģey olamaz.
ġunu da belirtelim ki, Allah’ın emri olduğunu düĢünerek örtünen kadınlar arasından çıkan kötü
kadınların sayısı oldukça azdır. Bu yargı Allah’tan korkan erkekler için de geçerlidir. Bu iĢin
tabiatının gereğidir.
b) Ġslam’da dıĢ görünüĢe önem atfedilir. Çünkü insan olarak vereceğimiz hükümler ancak
görebildiğimiz hususlardır. KiĢilerin gizli, saklı yönleri bizim alanımızın kapsamı dıĢlındadır.
“Ben zahire/görünürdeki duruma göre hüküm vermekle emrolundum. Gizli-saklı olan
Ģeyleri ise Allah değerlendirir” (Acluni,1/219) manasına gelen hadis-i Ģerifte, bu hakikate
iĢaret edilmiĢtir.
Bundan anlaĢılıyor ki, insanların algı alanına giren niyetleri değil, söz ve fiilleridir. Bu husus
akıl alanında böyle değerlendirildiği gibi, duygu ve dürtüler penceresinden aynı Ģekilde
değerlendirilir.
Buna göre, kötü niyetli bir erkeğin bakıĢına takılan kadının dıĢ görünümü onun üzerinde
olumlu veya olumsuz etkiye sahip olmadığını söylemek, insanların fıtratını, psikolojisini,
reflekslerini bilmemek anlamına gelir.
c) ġehvetle harama bakmak, müstehcen lafları dinlemek veya bilerek eliyle bir bayana
dokunmak gibi âmiller gerçek zinanın kılavuzlarıdır.
“Sakın zinaya yaklaĢmayın, çünkü o çirkin bir hayasızlık, bir fahiĢeliktir ve çok onursuz
bir yoldur.” (Ġsra, 15/32) mealindeki ayetin ifadesinde, her iki taraftan da zinaya zemin
hazırlayan davranıĢlara tevessül etmemeleri konusunda uyarılar bulunmaktadır.
d) Hiç kadınları görmemiĢ bir kimsenin bir anda kendini kadınlar arasında gördüğünde,
gösterdiği refleks, Ģehevi dürtü coĢkusunun fazla olacağı düĢünülebilir. Hatta yasaklar
engelinin oluĢturduğu bazı direnç yan etkilerinin de olacağı kabul edilebilir. Fakat bu hiç bir
zaman, kadınlarla sürekli aynı ortamı paylaĢan kimsenin erkeklik dürtüsünü, Ģehevi duygusunu
kaybedeceği varsayımının doğru olduğu anlamına gelmez.
Yıllarca yasak aĢk yaĢayanların varlığı, böyle bir düĢüncenin yanlıĢ olduğunun göstergesidir.
Ġnsanın fıtratında/yaratılıĢında var olan Ģehvet duygusunu bu yolla törpüleneceğine inananlar,
dünyanın her yerinde kadın-erkek beraber her ortamda serbestçe beraber olan ortamlarda
binlerce kızın zinadan gebe kaldığına ve eĢlerin birbirini aldatmaları sonucunda yılda yüz
binlerce yuvanın yıkıldığına dair gerçekleri inkâr etmeleri gerekir.
-
11
ġunu unutmayalım ki, milyarlar seneden beri var olan ateĢ yakıcılığından bir Ģey kaybetmediği
gibi, odunlar da yanıcılığından bir Ģey kaybetmemiĢtir.
Not:
Kur'an-ı Kerim bir yandan cazip yerlerin örtülmesini isterken diğer yandan erkeklerin ve
kadınların harama bakmaktan sakınmalarını, iradelerini kullanarak kendilerine hakim
olmalarını istiyor. Günümüz ve ülkemiz Ģartlarında bu ikinci yol "tek yol" olarak karĢımızda
duruyor: Gözümüzü sakınacağız, ısrarla ve tekrar bakmayacağız, duygularımıza hakim
olacağız.
Ġslâmî bakımdan günah iĢlememek için gayret eden bir kimseye karĢı bu günaha kıĢkırtan,
insanları tahrik eden kılık kıyafetle dolaĢmak, bu insanlar için bir taciz, bir eziyet, bir tuzak ve
ağır bir imtihan olarak değerlendirilebilir.
Ama yapılacak bir Ģey de yok; iĢ baĢa düĢüyor, imtihan zorlaĢtıkça bedelinin değeri de artıyor,
bir yandan belki günahın derecesi azalıyor, ama bir yandan kesin olarak sakınmanın ecri,
sevabı, manevi ve ahlaki değeri artıyor.
Peygamberimiz'e (s.a.v.) hacca veya umreye gidenlerle selam yollamak, selam yollayanların ismini liste yapıp kabri başında okuyarak selam iletmek bidat midir? Bid'at dine, onda olmayan bir inanç veya ibadet eklemekle olur. Peygamberimize (s.a.) selam
göndermek ibadet değil, mahabbettir ve pek güzel olur.
-
12
"Ahir zamanda peştemalle bile olsa hamama girmek haramdır." hadisine göre, hamam ve havuz gibi yerlere girmek haram mıdır?
Sorudaki Ģekliyle hadis kaynaklarında bir bilgiye rastlayamadık.
Ramuzu’l-ehadis, sahihler yanında zayıf ve mevzu rivayetlere de yer veren bir kaynaktır.
Bununla beraber, ilgili hadis rivayetinde yer alan “...Zira onlar çıplak insanların üzerine
girerler veya onların üzerine çıplak insanlar girer. Agah olunuz ki, Allah Teala bakana
da kendisine baktırana da lanet etmiĢtir" Ģeklindeki ifadeler doğru bir kritere iĢaret
etmektedir.
Bu tehlike olduğu zaman kiĢi kendisi peĢtamalla da olsa baĢkası yüzünden harama girmiĢ olur.
Böyle bir tehlike olmadığı zaman ise baĢka hadis rivayetlerinde verilen ruhsata göre amel
edilebilir.
Hasen sayılabilecek bir hadiste Ģöyle bir rivayet vardır: “Allah’a ve ahirete iman eden kimse
izarsız/peĢtemalsiz hamama girmesin.” (Tirmizi, Edeb 42)
Aynı hadisi Hâkim de rivayet etmiĢ, Zehebi de bunun Müslim’in Ģartına uygun olduğunu
söyleyerek tashih etmiĢtir. (bk. Hâkim, 4/320)
PeĢtemalle hamama girmeye cevaz veren bu sahih rivayetlerin varlığı, Ramuzu’l-ehadis’teki
rivayetin zayıflığına bir iĢaret sayılabilir.
Buna göre, müslüman bir kadın veya erkeğin, görmesi ve göstermesi gereken yerlerin açık
olduğu hamam, havuz, deniz gibi yerlere girmemesi gerekir.
Hz. ÂiĢe'nin, "Resûlullah erkeklerin ve kadınların hamama gitmelerini önceleri yasakladı,
daha sonra peĢtemal kullanmak Ģartıyla erkeklere izin verdi." (Müsned, 6/132, 139, 179;
Ebû Dâvûd, Hammâm 1) sözünü dikkate alan âlimler hamam yasağıyla ilgili hükmün sonradan
kaldırıldığını belirtmiĢlerdir.
BaĢka bir hadiste de, "Acem topraklarını fethedecek ve o bölgede hamam denilen yapılar
bulacaksınız. Oraya erkekler peĢtemalsiz girmesin. Hasta ve lohusa olanların dıĢında
kadınların girmesine de engel olun." denilmiĢtir (Ebû Dâvûd, Hammâm, 1; Ġbn Mâce, Edeb,
38)
Öyle anlaĢılıyor ki hadislerde ifade edilen bu kaygı ve yasaklama, o dönemde insanların
örtünmeye ve edebe riayet etmeksizin fütursuzca soyunup yıkandıkları hamamların komĢu
ülke ve bölgelerde yaygın olup aynı âdetin Müslümanlar arasında yayılmasını önleme
maksadına yöneliktir. Esasen bu sakıncanın kalkması veya iyice azalmasına paralel olarak
Ġslâm ülkelerinde hamamlar yaygınlaĢmıĢ, literatürde hamam âdâbıyla ilgili birçok bilgi ve
öneri yer almaya ve hamamlar Ġslâm medeniyet ve mimarisinin önemli bir parçasını
oluĢturmaya baĢlamıĢtır.
Fukahanın çoğunluğu, yukarıdaki hadisleri ve bazı sahâbîlerin hamama gitmiĢ olmasını dikkate
alarak erkeklerin avret yerlerini (göbekte diz arası) örtmek Ģartıyla hamama girmelerinin, buna
bağlı olarak da hamam yapımının, alım satım, kiralama ve iĢletme gibi hukukî iĢlemlerin kural
olarak caiz olduğunu ifade etmiĢlerdir.
-
13
Bunların kerahetle caiz olduğu Ģeklindeki daha çok Hanbelî fakihlerine ait görüĢ ise bazı kadın
ve erkeklerin hamamda avret yerlerini örtmede gerektiği Ģekilde titiz davranmamasından,
dolayısıyla hem kendilerini hem de çevrelerindeki kimseleri günaha sürüklemekte
olmasından kaynaklanır.
Bu sebeple, kadın ve erkeklerin umuma açık hamam ve havuz gibi yerlere gitmesi ve
buralardan elde edilecek kazanç hakkında klasik kaynaklarda görülen olumsuz veya tereddütlü
tavırlar yukarıdaki hadislerin lafzî yorumu olarak açıklanabilir.
Ayrıca, insanların bu sakıncalı durumlardan kaçınmasını, dinî mükellefiyetlere ve edep
ölçülerine uymasını sağlamayı hedefleyen bir uyarı ve geçici bir önlem olarak da görülebilir.
Gazzâlî de hamama gitmekle ilgili olumlu görüĢün hamamın faydalı yönlerini esas aldığını,
aksini savunanların ise sakıncaları göz önünde bulundurduklarını söyleyerek mahzurlarından
sakınmak Ģartıyla hamamdan faydalanılabileceğini belirtir. (Ġhya, 1/186)
Hanefiler'in dıĢındaki fakihler, "Kim Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsa peĢtemalsız
hamama girmesin; kim Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsa hanımını hamama
göndermesin" (Tirmizî, Edeb, 43) ve "Kocasının evinin dıĢında elbisesini çıkaran kadın
Allah'la kendisi arasındaki örtüyü kaldırmıĢ olur" (Müsned, 6/173) mealindeki hadislere de
dayanarak kadınların, hamama gitmeyi gerektiren mazeretleri bulunmadığı veya kendi
evlerinde yıkanmalarına engel teĢkil eden bir durum söz konusu olmadığı takdirde
hamama gitmelerini mekruh sayarlar.
Hanefîler'e göre ise içeride avret yerlerini açanlar bulunmadıkça kadınların da hamama
gitmesinde mahzur yoktur. Hamamda örtülmesi gereken yerlerle ilgili hükümler mezheplerin
avret yerlerine dair görüĢleriyle paralellik arzeder. Dolayısıyla Müslüman bir kadının diğer
Müslüman kadınlarla hamamda birlikte bulunması durumunda kadının kadına göre avret sayıl-
mayan (göbekle diz arasının dıĢında kalan) kısımlarını açması caizdir.
Hanbelîler'in dıĢındaki hukukçulara göre gayri müslim kadınlarla birlikte hamamda bulunacak
müslüman kadınların erkeğe karĢı avret sayılan yerlerini örtmeleri gerekir. Bunun baĢlıca
sebebi gayri müslim kadınlara karĢı duyulan güvensizliktir.
Hanbelî fakihleri ise müslüman kadınla gayri müslim kadın arasında bir ayırım yapmamakta,
onlara karĢı da yalnız kadının kadına göre avret sayılan yerlerinin örtüleceğini
belirtmektedirler. Bakılması haram olan yerlere dokunulması da haram olduğundan hamamda
sadece avret yerinin dıĢında kalan kısımları tellâğa ovdurmak caizdir.
Kaynaklarda hamamla ilgili fıkhî hükümlerin yanı sıra hamam âdabı denilen bazı kurallara da
yer verildiği görülür. Meselâ:
Hamama besmele ile girmek,
avret yerini baĢkalarının bakıĢlarından ve dokunmasından korumak,
baĢkalarının avret yerlerine bakmamak,
âdaba aykırı davrananları uygun Ģekilde uyarmak,
hamamda fazla kalmamak,
az konuĢmak,
yemek yememek,
suyu israf etmemek,
hamamın kalabalık olmadığı zamanı tercih etmek ve tenha bir yerde yıkanmak,
yıkanma yerlerinin temiz kalmasına özen göstermek,
hamamdan çıkan kimseye "sıhhatler olsun" demek bunların baĢlıcalarıdır. (bk. TDV Ġslam
Ansiklopedisi, Hamam md.)
-
14
İran, Arabistan gibi şeriat ile yönetilen ülkelerin yönetim şekli doğru mudur?
Söz konusu bilgilerin %90’ı yalandır.
Misal olarak bir kaç açık yalanına iĢaret etmekte fayda vardır:
- Diyorlar ki: “Suudi Arabistan'da ekmeğini getiren 2 erkekle konuĢan 75 yaĢındaki dul bir
kadına, 40 kırbaç ve 4 ay hapis cezası verildiği belirtildi.”
Ġslam’da böyle bir ceza olmadığı gibi, ilgili ülkede böyle bir ceza da vaki değildir.
- Diyorlar: “Pakistan'da 13 yaĢındaki kızı, 65 yaĢında 5 karısı olan adama verdiler.”
Ġslam’da dört kadından fazla eĢ almanın caiz olmadığını bilen herkes bu bilgini bir iftira
olduğunu da bilir.
- Diyorlar: “Arabistan'da bir kızı iĢaret parmağı ile gösteren adamın, iĢaret parmağı
kesildi”.
Bu bir iftira olduğu kadar komik bir yalandır. Çünkü hiç bir mezhepte böyle bir Ģey yoktur.
- Diyorlar: “Kuzeybatı Ġran'da (Güney Azerbaycan) Azer Türk'ü olan genç kadın, TIMES
dergisinde, baĢ örtüsünün altından saçı göründü diye, 99 kırbaç cezası aldı.”
Böyle bir ceza Ġslam hukukunda yoktur. Bu sebeple, bunlar yalandır.
- ġunu da belirtelim ki, Ġslam Ģeriatı ayrıdır, Ġran’da ġiilerin, Suud’da Vahhabilerin,
Afganistan’da Taliban’ın tatbikatı ayrıdır. Bu gün dünyada demokrasi ile yönetilen değiĢik
ülkelerdeki uygulamalar farklı olduğu gibi, ġeriatı uyguladığını söyleyen insanların anlayıĢına
göre bazı farklı uygulamalar olabilir. Bu sebeple, Ġnsanların yanlıĢ algılarından kaynaklanan
yanlıĢ uygulamalarını esas alarak Ġslam Ģeriatını tenkit etmek hem ilme hem de vicdana
aykırıdır. ġeriatın en mükemmel uygulaması, Hz. Peygamber efendimiz ve ilk halifeler
dönemidir.
ġeriatın gerçek prensiplerini ancak Kur’an, Sünnet ve ehl-i sünnet alimlerinin yorumlarına
bakarak doğru anlayabiliriz.
- ġimdi kısaca ġeriatın ne anlama geldiği üzerinde durmakta fayda vardır:
1) AĢağıdaki ayetlerden açıkça anlaĢılacağı üzere, ġeriat, yalnız ceza kanunları değil, dinin
tamamına verilen bir isimdir. ġeriat, Ġslamın getirdiği hükümlerin genel adıdır. Devlet yönetimi
de bunun içine girmektedir.
“Sana da, daha önceki kitapları, hem tasdik edici, hem de onları denetleyici olarak bu kitabı,
gerçeğin ta kendisi olarak indirdik. O halde bütün Ehl-i kitabın aralarında, Allah’ın sana
indirdiği ile hükmet, sana gelen bu hakikati terkedip de onların keyiflerine uyma! Her biriniz
için bir Ģeriat ve bir yol tayin ettik. Eğer Allah dileseydi, hepinizi bir tek ümmet yapardı. Fakat
O, size verdiği farklı Ģeriatlar dairesinde sizi imtihan etmek istediği için ayrı ayrı ümmetler
yaptı. Öyleyse durmayın, hayırlı iĢlerde birbirinizle yarıĢın! Zaten hepinizin dönüĢü Allah’a
olacak, O da hakkında ihtilâf ettiğiniz Ģeyleri size tek tek bildirecektir. (haklıyı haksızı iyice
belli edecektir.)” (Maide, 5/48)
-
15
“Sonra din iĢinde, seni ayrı bir Ģeriat yoluna koyduk. Sen ona tâbi ol, gerçeği bilmeyenlerin
keyiflerine uyma. Çünkü Allah’tan gelecek herhangi bir cezayı önleme hususunda, onlar sana
hiçbir fayda veremezler. Zalimler birbirinin dostudur. Allah ise müttakilerin dostudur!”
(Casiye, 45/18-19)
- Bazı yerlerde küçük bir farkla kullanıldığı zaman, Din, ġeriatten daha geniĢ bir kavram
olarak kabul edilebilir. Ancak genel olarak her iki kavram aynı manaya gelir. Mesela: “Ġslam
dini” kavramı, “Ġslam Ģeraiti” anlamında kullanıldığı gibi, “Hz. Muhammed’in dini” ifadesi,
“Hz. Muhammed’in Ģeriatı” manasına gelir.
2) Ġslâm’ın temel Ģartlarının ihmale uğradığı, ferdî ve ailevî hayatın yanlıĢ esaslar üzerine bina
edildiği bir cemiyette, sadece muamelât ve ceza hükümlerinin uygulanması fazla bir fayda
sağlamaz. Yahut bu hükümlerin, böyle bir cemiyete uygulanması mümkün olmayabilir. Olsa
bile, birçok kimse, bunlara, inanmadan ve istemeyerek uymakla nifaka düĢer. Müslüman
görünür, ama bir Ġslâm düĢmanı olarak yaĢar.
Bu sebeple Ġslam Ģeriatında temel amaç, insanları adalet ve fazilet ölçülerine göre teĢekkül eden
evrensel ahlaki temele dayanan bir toplumda yaĢatmaktır.
-Bediüzzaman hazretlerinin ifade ettiği gibi,
“ġeriatta yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nisbetinde
siyasete mütealliktir (yönetimle alakalıdır); onu da ulü-l emirlerimiz düĢünsünler.” (Divan’-ı
Harb-i Örfi, 20; Tarihçe-i Hayat, 66)
Demek ki, Ġslam Ģeriatı, ahlak, ibadet, fazilet, ahiret, dünya saadetini temin eden adalet
mekanizmasını iĢleten muamelat ve cezai müeyyidelerdir.
3) Halkın sadece recim ve hırsızın elinin kesilmesi olarak gördüğü Ģeriat, aslında Allah’ın
indirdiği Kur’an’ın hükümleri ile Hz. Peygamberin ortaya koyduğu ve Kur’an’ın bir nevi
açıklaması olan sünnetin tesis ettiği hükümlerdir. Muamelatta zulüm yapılmazsa, aldatma
olmazsa cezaya gerek kalmaz.
Kaldı ki, dünyanın hiç bir yerinde ceza usulleri ve kanunları olmayan bir ülke yoktur.
Cezai müeyyidelerin en bariz özelliği caydırıcı olmasıdır. Caydırıcı bir özelliğe sahip olmayan
bu günkü bir kısım kanunların peĢ para bir fayda sağlamadığını iĢin uzmanları söylüyor.
Konuyu fazla uzatmamak için, bazılarının en fazla eleĢtirdikleri hırsızlık vakası üzerinde
duralım: Hırsızlık olayında iki taraf vardır: Birinci taraf, malı çalınan mağdur insanlar, ikinci
taraf ise cezayı hak eden gaddar bir hırsız. Ġnsan olarak bu iki kiĢiyi adalet ölçüsünde
tartacağız. Ne yapalım ki, mazlumun malı korunmuĢ olsun, zalimin de elinin kesilmesi
engellenmiĢ olsun.
Eğer burada caydırıcı bir müeyyide olmazsa, ne malı koruyabilir, ne de hırsızın elini
engelleyebiliriz. Hapis gibi cezaların caydırıcı olmadığının en büyük kanıtı bugünkü hırsızlık
vakalarının bilançosudur. Her Ģeyin hikmetini en iyi bilen Allah, çalıĢmadan, alın teri
dökmeden, baĢkasının mağduriyetine acımadan malını çalmakta menhus bir lezzetin olduğunu,
nefs-i emare sahiplerinin bu çirkin iĢi kolay kolay bırakmayacaklarını, bunun engellenmesinin
tek yolu hırsızlık eden elin kesilmesi olduğunu bilmiĢ ve hükmünü vermiĢtir.
-
16
Hırsızın elinin kesilmesi ile ilgili Kur’an’ın hükmü -deyim yerindeyse- en çağdaĢ bir
hükümdür. Çünkü bu çağ kadar hırsızı, Ģehir eĢkıyası, kapkaçı, gaspçısı bol olan baĢka bir çağ
olmamıĢtır. Dünya bunlara karĢı aldıkları yüzeysel ve düzeysiz cezaların caydırıcı olmadığına
dair -hırsızlar hariç- herkes hemfikirdir.
Ġslam tarihinde, bu cezanın âdil bir Ģekilde uygulandığı ilk üç asırda –hırsızlık suçundan
ötürü- kesilen ellerin sayısı yalnız altıdır. (Ġlk üç asırda hırsızlıktan ötürü sadece 6 elin
kesildiğine dair Ģu makaleye bakılabilir: Ġsmail el-Fehranî, “eĢ-ġeriatu beyne’s-salihin ve’l-
Murcifin” el-Ehram, 17 Yenayır, 2011)
ġu anda, dünyanın her bir Ģehrinde her gün bu suçlar sebebiyle –talan edilen bunca servet
yanında- en az bir veya birkaç el değil- baĢ kesilmekte /mal sahibi zalimce öldürülmektedir.
Buna caydırıcı bir önlemle dur demek, her çağdan daha çok bu çağın ihtiyacı vardır.
Ġlginçtir, hırsızın durumuna acıyoruz da malı çalınan, hayatı boyunca on yıllarca çalıĢıp zor
biriktirdiği bütün servetini hırsıza kaptıran mal sahibinin bu durumunu pek nazara almıyor gibi
davranıyoruz. Bu adamın da çoluk çocuğu yok mu? Kendisi de muhtaç duruma düĢmemiĢ mi?
Ġnsanın aklına –malına mukayyet olmadığı için eleĢtirilerin hedefi olmuĢ-Nasrettin hocanın
meĢhur Ģu sözü akla geliyor “Yani hırsızın hiç mi suçu yok?”
4) Ġslam Ģeraiti, insanlık hukukunu en güzel Ģekilde muhafaza eden ve hukukun üstünlüğünü
esas alan bir nizamdır.
Örneğin Münazarat risalesinde Bediüzzaman’ın Kürt aĢiretleri ile yaptığı sohbetlerin bir
yerinde soru-cevap Ģeklindeki bu diyalogda Ģeriata yapılan vurgu konumuzu aydınlatacak ip
uçlara sahiptir:
“S- Gayri müslimlerle nasıl müsavi olacağız?
C- Müsavat ise, fazilet ve Ģerefte değildir; hukuktadır. Hukukta ise, Ģah ve geda birdir. Acaba
bir Ģeriat, karıncaya bilerek ayak basmayınız dese, tazibinden men'etse; nasıl benî
âdem'in hukukunu ihmal eder? Kellâ... Biz imtisal etmedik. Evet Ġmam-ı Ali'nin (ra) âdi
bir Yahudi ile muhakemesi ve medar-ı fahriniz olan Salahaddin-i Eyyubî'nin miskin bir
Hristiyan ile mürafaası, sizin Ģu yanlıĢınızı tashih eder zannederim.” (Münazarat, 30 )
5) Acaba, bütün kâinatın yaratıcısı olduğuna iman ettiğimiz, sonsuz ilim, hikmet, rahmet, adalet
ve kudret sahibi olan Allah’ın ortaya koyduğu bir Ģeriatın hükümlerinin sağlam olmadığını
söyleyen bir kimse nasıl mümin, nasıl akıllı unvanını alabilir?
ġunu da vurgulayalım ki, Allah’ın hükümlerinin doğru olduğuna inanmayan kimse dinden
çıkar. Fakat onların doğru olduğuna iman etmekle beraber, onları uygulamayanlar kâfir değil,
fasık ve zalim olurlar. Bu durum, sadece yönetimle ilgili konular için değil, Ġslamın bütün emir
ve yasakları için geçerlidir.
-
17
Üzerine okunmuş gıdaları yemenin dinimizdeki yeri nedir?
Bu tür muskaların sahih sünnete yeri olmadığında Ģüphe yoktur. Özellikle, çalıĢkanlar ile
tembellerin; zeki olanlarla zeki olmayanların durumunu ortaya koymak için yapılan
imtihanlarda böyle kısa yoldan köĢeyi dönmek için yapılacak bu tür tedbirlerin değeri de
yoktur.
Ancak ayetlerin Ģifa kaynağı olduğuna dair Kur’an ayetleri vardır. (bk. Yunus, 10/57; Ġsra,
17/82)
Bu gibi ayet ve bazı hadis rivayetlerine baktığımızda, Kur’an’ın ve Hz. Peygamberin öğrettiği
bazı duaların maddi- manevi sıkıntılara Ģifa kaynağı olduğunu söyleyebiliriz.
Bu sebeple, Kur’an’ın bazı ayetlerini veya resulullah’ın bazı dualarını ilgili bazı sıkıntıların
giderilmesine vesile olması için yazılması, yiyecek veya içeceklere okunmak suretiyle bir
vesile yapılmasında bir sakınca yoktur.
Bu konuda ehl-i sünnet alimlerinin, değiĢik hadis rivayetlerine dayanarak bunu benimsedikleri
bilinmektedir. (Misal olarak, eĢ-ġeyh Ahmed b. Mahmud ed-Dîbî’nin er-Rukiyyu’Ģ-ġeriyetu
bil-Ku’ani ve’l-Ediyeti’n-Nebeviye -Cidde/1414-adlı eserine bakılabilir.)
-
18
Su vermekteki fazileti bilseydiniz, susuzlara su vermek için yarışırdınız, anlamında bir hadis var mıdır?
Sorudaki Ģekliyle bir bilgiye rastlayamadık.
Ancak konuyla ilgili Ģöyle bir rivayet vardır:
Sa’d b. Ubâde’nin annesi vefat etmiĢti ve Rasûlullah (asm)’a gelerek: “Ey Allah’ın Rasûlü!
Annem öldü onun adına sadaka verebilir miyim?” diye sordu. Rasûlullah (asm) da: “Evet”
buyurdu.
Sa’d: “Hangi sadaka daha hayırlı ve değerlidir?” diye sorunca, Rasûlullah (asm): “Ġnsan ve
hayvanların su ihtiyaçlarına cevap vermektir” buyurdu. (bk. Nesai, Vesaya, 9; Ġbn Mace,
Edeb, 8)
Bunun üzerine Sa'd, Medine'de bir çeĢme yaptırmıĢ, o çeĢme uzun süre insanlara hizmet
etmiĢtir. (bk. Ġbn Hanbel, Müsned, 5/284; 6/7)
"Her kim ki, elbise ihtiyacı olan bir Müslümana elbise giydirse, Allah da ona cennetin
yeĢil elbiselerinden giydirir. Hangi Müslüman aç bir Müslümanı doyurursa, Allah da onu
cennet meyvelerinden doyurur. Hangi Müslüman susamıĢ bir Müslümana su verirse,
Allah da ona içerisinde güzel kokuları olan cennet içeceği içirir." (Ebû Dâvûd, Zekat, 32;
Tirmizi, Kıyame, 18)
"Erkek, hanımına su içirdiği zaman sevap kazanır." (Suyûtî, Câmiu'l-Ahâdîs, Hadis
No:1457)
Yine, mümin kiĢiye öldükten sonra da sevap kazandırmaya devam edecek iĢlerin sayıldığı
bir rivayette, “Kanal açarak su getirmesi” de zikredilmektedir. (Ġbn Mâce, Mukaddime 20)
Suyu, "Kendi rahmeti" (A'râf, 7/57; Furkân, 25/48; Neml, 27/63; Rûm, 30/46) olarak tavsif
eden Allah Teâlâ: "Kendilerine içecekleri tatlı suları bahĢetmesini, insanlara verdiği
nimetler arasında sayar." (Mürselât, 77/27)
Bir ayete göre; bol yağmur sayesinde bereketli topraklara ve içlerinden ırmaklar akan
beldelere sahip olmak, insanlar için önemli nimetlerdendir. (Enâm, 6/6)
Kur'ân'daki birçok ayette, cennetin güzellikleri arasında, “Ġçinden nehirlerin akması” da
zikredilir. Meselâ bir ayette: “Ġman edip sâlih amel iĢleyenlere, 'içlerinden ırmaklar akan
cennetlerin kendilerinin olacağını' müjdele!” (Bakara, 2/25) buyrulur.
Hz. Peygamber (asm), bazı dualarında, suyun temizleme özelliğine dikkat çekerek,
"hatalarının su, kar ve buzla yıkanması sonucunda tertemiz olmayı" Allah'tan dilemiĢtir.
(Buhârî, Deavât 39, 44, 46)
Bu mecazi ifadeyle, "su ile yıkanarak bembeyaz olmuĢ bir elbise gibi, hatalardan arınma
talebi" dile getirilmiĢ olmaktadır.
Su ve onun kar, buz Ģeklindeki türevleri, değiĢik kültürlerde arılığın, duruluğun, temizliğin
sembolüdür.
-
19
Dilimizde, bilhassa küçüklerin büyüklere içmesi için su vermesi üzerine söylenen: “Su gibi
aziz ol!” Ģeklindeki dua cümlesi, hem suyun önemini çok güzel ifade etmekte, hem de
kültürümüzde bu nimete ne kadar büyük değer verildiğini göstermektedir.
Ayrıca, ecdadımızdan su alanında zengin bir maddi miras devralmıĢ bulunuyoruz. Bu gün,
birçok Ģehrimizde, suyun taĢınmasını, depolanmasını ve dağıtılmasını sağlayan; su kemeri,
sarnıç, maksim ve su terazisi gibi yapılar ile suyu insanların istifadesine sunan çeĢme, sebil,
Ģadırvan gibi eserlerimizden hâlâ ayakta kalarak hizmet verenler mevcuttur. Bunlar,
medeniyetimize bir “Su medeniyeti” damgası vuracak derecede önemli eserlerimizdir.
Kur'an ve Sünnet'in, suyun hayatın temeli olduğuyla ilgili vurguları, Müslümanlara birtakım
görev ve sorumluklar yüklemektedir. Mevcut su kaynaklarının en güzel Ģekilde korunması, bu
kaynakları kirletecek ve suyun temizliğini ve niteliklerini bozacak her tür davranıĢ ve eylemin
engellenmesi, bunların baĢında gelir.
Diğer taraftan, suyun kullanımında kesinlikle savurgan ve sorumsuz bir tutum içinde
olunmamalıdır. Su ve diğer tüm doğal kaynaklarımızı azami derecede rasyonel ve verimli
kullanmaya çalıĢmalıyız.
Dinimizin ve kültürümüzün ortaya koyup bize miras bıraktığı "Su medeniyeti"ne sahip
çıkarak, onu daha da geliĢtirmeli ve sonraki nesillere aktarmalıyız.
-
20
İdarecinin istişare kararına uyması gerekli midir?
ĠstiĢâre, kiĢinin kendisini ilgilendiren konularda bir baĢkasının görüĢüne baĢvurması veya
idârecilerin ümmetin durumunu ilgilendiren konularda müĢâverede bulunması Ģeklinde iki
cepheden ele alınabilir. Birinci durumda istiĢâre sünnettir. (Nevevî, ġerhu'l-Müslim, 4/76)
- Hz. Peygamber (asm) istiĢâreye teĢvik etmiĢ; kendisi de Bedir'de Ebû Süfyân'ın geldiğini
haber alınca ne gibi tedbir alınacağı konusunda Ensar'la müĢâvere etmiĢ; ayrıca Bedir esirleri
konusunda, Uhud ve Hendek Gazvelerinde, Hudeybiye'de, Taif Seferinde, Ġfk
hadisesinde, ezan konusunda olduğu gibi birçok mevzuda ashabıyla istiĢâre etmiĢtir. Hatta
Ebû Hureyre, Rasûlullah'tan daha çok ashabıyla istiĢâre eden kimse görmediğini belirtmektedir.
- Ġdârecilerin ümmetin durumunu ilgilendiren konularda istiĢârede bulunmasının hükmü
konusunda ise farklı görüĢler vardır. "ĠĢ hususunda onlarla istiĢâre et." (Ali Ġmrân, 3/159)
ayetinin vücûb mu nedb (sünnet) mi ifade ettiği konusunda ulema ihtilâf etmiĢlerdir.
- Ġmam Nevevi’nin bildirdiğinde göre, Alimlerin cumhurunun/fakihlerin ve usulcülerin kabul
ettiği görüĢe göre, ilgili ayetin emri, vücubu ifade etmektedir. Buna göre, idareci yanındaki
yetkili kiĢilerle istiĢare eder, ancak daha sonra hangi görüĢün daha yararlı olduğuna karar verir
ve ona göre hareket eder. (Nevevi, a.y)
- Ġmam ġafiî ayetteki istiĢâre emrini nedb'e hamletmiĢ, ancak daha sonraki ġâfiî fukahası
ayetin vücub ifade ettiği görüĢünü benimsemiĢlerdir. (Râzî, Kurtubî, Ali Ġmran, 159. ayetin
tefsiri)
- Mâlikîler dini konularda Ġslâm devletinin yönetimi ile ilgili mevzularda idarecilerin istiĢârede
bulunmalarının vacip olduğu görüĢündedirler. Hatta Ġbn Atiyye böyle bir durumda âlimlere
danıĢmayan idarecinin azledilmesinin vacib olduğunu savunmuĢtur. (Kurtubî, Ġbn AĢur, Ali
Ġmran:159. ayetin tefsiri)
- Bu konuda Hanefilere nisbet edilen bir görüĢ bulunmamakla birlikte, Hanefi alimlerinden
Cessâs "ĠstiĢârenin iman ve namaz kılmakla birlikte ele alınması, konunun önemine ve
bizim bununla emrolunduğumuza delâlet etmektedir." (Cessas, Ahkamu’l-Kur’an, ġûrâ:38.
ayetinin tefsiri) Ģeklindeki sözünden istiĢârenin vacip olduğu görüĢünü benimsediğini
anlıyoruz.
- Hanbeli alimlerinden Ġbn Teymiye’ye göre, Allah’ın istiĢareyi peygamberine emretmiĢ olması
gösteriyor ki, hiç bir idareci istiĢareden muaf olamaz. (Ġbn Teymiyye, es-Siyâsetü'Ģ ġer'iyye-
Mecmû'l-Fetâva içinde-Riyad 1381-86, 28/386- 387)
- Alimlerin bildirdiğine göre, istiĢarede bulunan idareci, istiĢare heyetinde ortaya çıkan Kitap
ve sünnete en yakın olan görüĢü tercih eder. ġayet böyle bir kıyaslama imkânı bulmazsa, aklına
göre en sağlam görüĢü esas alır. “Bir kere azmettin mi artık Allah’a tevekkül et.” (Ali
Ġmran, 3/159) mealindeki ayetin ifadesi bu gerçeğe iĢarettir. (bk. Kurtubî, Ġbn AĢur, a.y)
- Bu açıklamalardan anlaĢılıyor ki, bir idareci iĢin ehli olan kimselerle belli konularda istiĢare
etmek durumundadır. ġayet istiĢareden çıkan sonuç kitap ve sünnete uygun olduğuna dair bir
kanaat oluĢursa, idareci ona uymak zorundadır. Böyle bir münasebet görülmediği takdirde,
çoğunluğun görüĢüne bakmaksızın, kendisini tatmin eden herhangi bir grubun görüĢlerini
esas alabilir veya istiĢare heyetinin vardığı sonuçtan baĢka bir görüĢü daha uygun
görebilir. Yeter ki, karar alırken, nefsani arzularına, gayri meĢru heva ve heveslerini değil de,
gerçekten Allah’ın rızasını esas alsın ve ümmetin menfaatini ön planda tutmuĢ olsun.
Özetle, idareci meĢru sebep göstererek, meĢru bir ictihada dayanarak kendi görüĢünü ve
tercihini uygulama yetkisine sahip olmalıdır. Uygulama sonunda topluma zarar getirirse ve bu
da tekerrür ederse yönetici usulüne göre görevden alınır.
-
21
Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır, anlamındaki hadis ne demektir?
Bu sorunun özeti Ģudur:
Hz. Peygamber (asm), Hz. Ali için “Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır” diye
buyurmuĢtur.” (Tirmizi, Menakıb,19; Ġbn Mace, Mukaddime,11; Ġbn Hanbel, 1/84,118, 119..)
Ġbn Hacer bu hadisin çok değiĢik yollardan nakledildiğini belirtmiĢ ve rivayetinin sağlamlığına
iĢaret etmiĢtir. (bk. Ġbn Hacer, 7/74)
Zeyleî ise, bu hadisin değiĢik rivayetlerden gelmesine rağmen zayıf olduğunu belirtmiĢtir. (
Tuhfetu’l-Ahvezi, 3/137)
Ehl-i ġia bu gibi hadislere dayanarak, Hz. Ali’nin ilk halife olduğunu, hakkının gasbedildiğini
iddia ederler. Bu konu 14 asırdan beri ġii alimler ile ehl-i sünnet alimleri arasında tartıĢma
konusudur. Yüzlerce kitapta bunun münakaĢası yapılmıĢtır.
Ehl-i sünnet alimlerine göre, “Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır” Ģeklindeki
hadisin manası: “Ben kimi seviyorsam, Ali de onu sever” Ģeklindedir. Diğer bazılarına göre
ise, “Ben kimi dost edinir veya yetkili kılarsam Ali de onu dost edinir, yetkili kılar.”
(Tuhfetu’l-Ahvezi, a.y)
Bu iki yorumu yorumlarsak diyebiliriz ki, bu hadiste iki önemli noktaya dikkat çekilmiĢtir.
a) Bu hadiste yer alan “MEVLA” kelimesini ġia’nın da kabul ettiği gibi, tevliye/yetki vermek
anlamına alırsak, hadisin manası Ģöyle olur: “Ben kimi tevliye edersem/ kimi yetkili
kılarsam, Ali de onu yetkili kılar, onun yetkisini kabul eder.”
Bu yoruma göre, bu hadis-i Ģerif, Hz. Ali’yi aĢırı sahiplenme adına, ondan önceki halifeleri
zalim ve haksız olarak gören Ehl-i ġiaya önemli bir ders içermektedir. Hadiste, Hz. Ali’nin
yetkilerini kabul ettiği ilk üç halifenin hilafetlerini kabul etmemek, onlara karĢı kin beslemek,
Hz. Ali’nin onlara gösterdiği saygı ve sevgi ve onlar döneminde onlara itiraz etmeyerek onlar
için bir nevi ġeyhu’l-Ġslamlık makamında bulunmasının iĢaretiyle, ehl-i Ģia bu tavırlarında
haksızdırlar. Ehl-i ġianın tutumu, hem bu hadisin iĢaretine, hem de Hz. Ali’nin ilk üç halifeye
karĢı takındığı tutum ve davranıĢına aykırı ve taban tabana zıttır. Çünkü; Bediüzzaman’ın da
ifade ettiği gibi,
“Hazret-i Ali (ra) mükerreren kendi ikrarı ve yirmi seneden ziyade o hulefa-i selâseye (o üç
halifeye) ittiba ederek onların Ģeyhülislâmlığı makamında bulunması, ġîaların bu davalarını
cerhediyor (çürütüyor)... Demek Ehl-i Sünnet Ve Cemaatın davası, haktır.” (Lem'alar, 22 )
“Çünki bunlar(ġialar) Hazret-i Ali'yi (ra) fevkalâde sevmek davasında oldukları halde tenkis
ediyorlar ve sû-i ahlakta bulunduğunu onların mezhebleri iktiza ediyor. Çünki diyorlar ki:
"Hazret-i Sıddık ile Hazret-i Ömer (ra) haksız oldukları halde Hazret-i Ali (ra) onlara mümaĢat
etmiĢ, ġîa ıstılahınca takiyye etmiĢ; yani onlardan korkmuĢ, riyakârlık etmiĢ."
Acaba böyle kahraman-ı Ġslâm ve "Esedullah" ünvanını kazanan ve sıddıkların kumandanı ve
rehberi olan bir zâtı, riyakâr ve korkaklık ile ve sevmediği zâtlara tasannu'kârane muhabbet
göstermekle ve yirmi seneden ziyade havf altında mümaĢat etmekle haksızlara tebaiyeti kabul
etmekle muttasıf görmek, ona muhabbet değildir. O çeĢit muhabbetten Hazret-i Ali (ra) teberri
eder.” (Lem'alar,25 )
-
22
b) Hz. Peygamber, kendisinden sonra, Hz. Ali’yi tekfir eden haricilerin ve ona karĢı kin
besleyen nasibelerin ve bir kısım fasık ve zalimlerinin menfi propagandalarına karĢı, Hz. Ali’yi
layık olduğu yere oturtarak, Ģah-ı velayet gibi manevi makamına iĢaret ederek -ona karĢı
insanların hüsnü zanlarını temin etme adına- ümmetinin dikkatini çekmiĢtir.
Bediüzzaman hazretleri bu gerçeğe Ģu ifadelerle iĢaret etmiĢtir:
“Hem istikbalde Hazret-i Ali (ra elîm hâdisata ve dâhilî fitnelere maruz kalacağını nazar-ı
nübüvvetle görmüĢ, Hazret-i Ali'yi (ra) me'yusiyetten ve ümmetini onun hakkında sû'-i zandan
kurtarmak için (Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır” diye
buyurmuĢtur) gibi mühim hadîslerle Ali'yi (ra) teselli ve ümmeti irĢad etmiĢtir.” (Lem'alar, 23)
Nebi olarak gelen peygamberlerin nübüvvet mührü ve Mehdi’deki işaretle ilgili rivayet sahih midir?
“Allah hiçbir peygamber göndermemiĢtir ki onun Sağ elinde peygamberlik beni (ġamet
ün nübüvve) olmamıĢ olsun. Ancak bizim peygamberimiz istisnayı teĢkil etmiĢtir. Onun
peygamberlik beni Sağ elinde değil kürek kemikleri arasındadır” manasındaki hadis için
bk. Hâkim, 2/631.
- Zehebi, bu hadisle ilgili yorum yapmamıĢ, iĢi sükutla geçirmiĢtir. (bk. Zehebi, telhis-
Müstedrek ile birlikte; a.y). Bu sükut, rivayetin gücünü hafifleten bir durumdur.
- “Mehdi aleyhisselamda; Peygamberler'in alameti vardır. (Kıyamet Alametleri, s.
165/Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 23)” konusuna gelince;
1) Hz. Mehdi ile ilgili sahih hadisleri bir araya getirmeyi hedefleyen Usam Musa Hadi, “Sahihu
EĢrati’s-Saati” adlı eserinde böyle bir bilgiye yer vermemiĢtir.
2) Hz. Mehdi, peygamber olmadığına göre, omzunda peygamber mührünün bulunduğuna dair
iddiayı anlamak mümkün değildir.
3) Hz. Mehdi’nin en meĢhur olan alameti yanağında bulunan ve yıldız gibi parlak olduğu
bildirilen BEN’dir. (bk.Abdullah b. Suleyman el-Ğafilî, EĢratu’Saati, 1/78)
Bilgi için tıklayınız:
Peygamberlik Mührü hakkında bilgi verir misiniz?
Mehdi'nin Özellikleri Nelerdir?
http://www.sorularlaislamiyet.com/qna/3482/peygamberlik-muhru-hakkinda-bilgi-verir-misiniz.htmlhttps://www.google.com/url?q=http://www.sorularlaislamiyet.com/article/9633/mehdi-nin-ozellikleri-nelerdir.html&sa=U&ei=CIPKUY3XGMnFswaBloEY&ved=0CAcQFjAA&client=internal-uds-cse&usg=AFQjCNEUg4NfeCurEsd79uV4xf-TLdhzuQ
top related