aşk ,evlilik tanımı ve etkileri
TRANSCRIPT
en temel yaratılış ve varlık özelliği olarak birlikte olma ve birbirini
tamamlama arzusu ile doludur. Beraberlik arzusu, cinsel güdü ile
birlikte, kadın ve erkek için hayatın en anlamlı, en doyumlu
taraflarından biridir. Bu arzunun tatmin edilebileceği en meşru zemin
ise evliliktir. Toplumlar en eski çağlardan beri varlıklarını devam
ettirebilmenin en sağlam yolunu bu meşrulukla bulmuşlardır.
Evlilik aslında birbirinden farklı iki insanın paylaşmaya başladığı yeni
bir hayat dönemi olarak değerlendirir.
Feodal dönemde evlilik ve aile;
tarıma dayalı yerleşik toplumda kadın için tek eşlilik ve ev merkezli
yaşam biçiminin temeli atılmıştır. Evlilik ve aile kurumsallaştıkça,
özellikle kadın için boşanmaya kısıtlama getirilmiş, boşanma dine
karşı çıkmak olarak yorumlanmıştır.
Toplumların tarihiincelendiğinde, evlilik kurumunun, sevginin aşkın
değil, sosyal-ekonomik yaşam koşullarının sonucu ortaya çıktığı
görülmüştür. Feodal dönemde, erkek çocuk iş gücü anlamına
geldiğinden önem kazanmıştır. Çocuğun babaya bağlılığı, ekonomik
bağımlılık ve miras kozuyla pekiştirilmiştir. Babalığın garantiye
alınması için kadın ev içinde tutulup, sıkıca denetlenmiştir. Bu aile
biçimi ile belirginleşen çifte standart, bazı toplumlarda kadının çocuk
üretme aracı, cinsel ****, köle veya mal olarak görülmesine kadar
varmıştır.
Geçmişteki kültür ve dinlerde bu anlayışlar pekişmiştir. Kadına,
babaya ve kocaya itaat etmesi öğütlenmekle kalınmamış zorunlu
hale getirilmiştir. Çifte standart öyle boyutlara gelmiş ki, kimi
toplumlarda kadının yaşam hakkı bile hiçe sayılmıştır.
1
Cumhuriyet döneminde, eşlerin birbirine karşı rolleri ve görevleri
olduğunu, eşler arasında duygusallık olabileceği belirtilmiştir.
İmparatorluk döneminde ise evliliğin anlaşma ve gönül yasaları ile
sürebileceğinin benimsenmesiyle, erkeğin yanında kadına da statü
verilerek, evli kadın-erkek çift olarak tanınmaya başlanmıştır. Batıda,
evlilikle karşılıklı cinsel haz,sevgi,dostluk,yardımlaşma,saygı olması
gerektiği fikriyle, evliliğin bir birliktelik olarak görülüp daha olumlu
bir içerik kazanması da bu süreçte başlamıştır. Ancak hristiyanlığın
egemenleşmesiyle ivme kazanan Avrupa merkezli saldırgan,
yayılmacı iktidarlar güçlendikçe, kadın cinselliğinin sömürüsü
evrensel bir trajedi halini almıştır.
Anadolu’da kadın-erkek ilişkisinin geçmişi, arkeolojik kazılarda
bulunan, kadının bereket tanrıçası olarak heykellerle simgeleştirildiği
kalıtlardan ve çivi yazıları içeren levhaların çözümlenmesiyle açığa
çıkarılmıştır.
Sümerlerde kadının çok eşliliği yasaklanmış, ama çocuğu olmayan
kadının üstüne erkeğin yeni bir kadın ile evlenme hakkı devam
etmiştir.
Asurlarda evlenen hür kadınla hür erkek aynı haklara sahipti,
boşanma kısıtlanmamıştı ancak boşanma halinde karşılıklı hakları
korumak için yasal düzenlemeler vardı ve çocuklar sadece anneye
verilirdi.
Hititlerde boşanma hakkı erkeğe verilmiş, evlilik kurumu
güçlendirilmişti. Başlık ve çeyiz isteme başladı. Erkeğe, kendini
aldatan kadını öldürme, çocukların tazminat olarak başkalarına
verme hakkı tanındı. Hitit yasalarına göre, ölen erkeğin dul karısı o
erkeğin erkek kardeşiyle evlenirdi. Baba öldükten sonra üvey anne
ile cinsel ilişki suç değildi. Aile yapısı tek eşli idi.
Anadolu Beylikleri’nde ardından Selçuklularda ve Osmanlılarda
Hristiyanlığın Avrupa’da yaptığını, İslamiyet Anadolu dahil egemen
olduğu yerlerde yapmıştır. Yani otoriter erkekçi dinle kadın-cinsellik
2
ve aşk baskılanırken, aile-evlilik kurumsallığı pekiştirilmiştir. Bu
süreçte Anadolu kadını, eski avantajlarını yitirmiş, toplum dışına, ev
içine itildiği gibi evlenme ve boşanma hakkında elinden alınmıştır.
Fransız İhtilali, Rönesans ve reformlar sonucu Avrupa da dinin ve
kilisenin egemenliğini yitirdiği yeni çağda, ortaya çıkan yeni sosyal
ekonomik yapılanmalar, bir çok alanda olduğu gibi kadın-erkek
ilişkisinde de büyük değişikliklere yol açmıştır. Evlilik ve aile büyük
ölçüde kutsallığını, önemini, maddi temelini yitirmiş ancak içeriğine
bir ölçek aşk katılarak sürmüştür. Aşkla birlikte ve aşksız, evlilik
öncesi ve ardında evlilik dışı cinsellik serbestleşmiş, yaygınlaşmıştır.
Ruhsal sevginin yerini, bedensel sevgiye bıraktığı bir dönem
başlamıştır. Evliliklerde de çocuk üretme gibi feodal nedenler yerine,
beğenme, hoşlanma, sevgi, cinsel haz, düşünsel kültürel uyum gibi
modern nedenlere bırakmıştır. Hatta bazı çiftler, çocuk yapmak için
değil birlikteliklerinden çocuk olduğu için evlenmeye gerek
görmüşlerdir. Evlenme oranı azalırken, boşanma kolaylaşmış ve
artmıştır. Ancak feodal baskıdan kurtulup nefes alan kadınlar, sistem
ile bütünleşmiş erkek egemenliğine insani bir bilinç ile kırmaya
yönelemedikleri gibi, olanakları ölçüsünde erkek gibi davranmaya
yönelmişlerdir.
Evlilik içi ve evlilik dışı kadın-erkek ilişkileri serbestleştirilmiş gönüllük
ilkesine bağlanmışsa da istisnalar dışında insani aşk boyutuna
sıçrayamamışlardır. Sanayileşme, modernleşme, şehirleşme
sürecinde büyük kalabalık aileler dağılmaya,karı-koca ve çocuktan
oluşan çekirdek aileler yaygınlaşmaya başlamıştır.
BAĞLANMA
Bağlanma kuramı,insanların kendileri için önemli olan başka kişilerle
güçlü duygusal bağlar kurma eğiliminin nedenlerini açıklayan bir
yaklaşımdır.
Bowlby’e göre bebekler bakıcılarıyla olan etkileşimlerini
3
içselleştirerek kendileri ve diğer insanlar hakkında “içsel çalışan
modeller” geliştirirler. İçsel çalışan modeller,bireyin kendilik imgesini
biçimlendirmek, yakın ilişkilere yönelik beklentileri şekillendirmek ve
yaşantıların yorumlanmasına rehberlik etmekle birlikte, göreli olarak
durağan bir kişilik özelliği olan bağlanma stillerini de belirler.
Romantik ilişkiler açısından bakıldığında, içsel çalışan modellerin,
kaygı uyandıran yada ilişkinin süreğenliğine ket vuran bir durum söz
konusu olduğunda (beklenmeyen bir terk ediliş ya da ilişkiye yönelik
bir tehdit gibi) bağlanma sürecini harekete geçirdiği görülmektedir.
Ayrıca bireyin içsel çalışan modelleriyle, eşinin içsel çalışan
modellerinin birbirini tamamlayıcı ve karşılıklı olarak da kabul görücü
/onaylayıcı olma eğiliminde olduğu da bir gerçektir.
Hazan ve Shaver bebeklik döneminde bağlanma sistemini romantik
ilişkilere de uyarlamışlar ve üç tür bağlanma stili tanımlamışlardır:
Güvenli bağlanma stiline sahip bireyler insanlarla yakın ilişkiler
kurmaktan ve onlara bağlı olmaktan dolayı kendilerini rahat
hissederler. Kaçınan bağlanma stiline sahip bireyler, insanlara yakın
ve bağlı olmaktan dolayı huzursuzluk duyarken, kaygılı/kararsız stile
sahip yetişkinler ise insanlarla yakın ilişkiler kurmak için yoğun bir
istek duymakla birlikte, onlar tarafından terk edilme ve reddedilme
korkusu yaşarlar.
Fraley ve Shaver’a göre, bebek- ebeveyn ilişkisi ile romantik
ilişki süreçleri benzerlikler göstermektedir. Bir çocuğun, bağlanma
figürü yanında olduğunda ve gereksinimlerine duyarlılık
gösterdiğinde kendisini güvende hissetmesi gibi; yetişkinler de
eşleriyle birlikte olduklarında ve gereksinimlerine yönelik doyum
sağladıklarında kendilerini güvende ve rahat hissederler. Birey
kendisini, gergin, hasta ya da tehlike içinde hissettiğinde
eşi,güvenlik,rahatlık ve koruma sağlar. Bir başka deyişle, aşk
yaşantısı, güvenlik duygusu sağlayan yetişkin bir eşle yaşanan
duygusal bir bağdır. Bu noktada, bebeklik dönemi ile yetişkinlik
4
dönemi bağlanma süreci arasındaki farklılıklara da değinilebilir.
Bebek ile bakıcısı arasındaki bağ tek yönlüdür, bebek
gereksinimlerinin giderilmesi için rahatlık arar, bakıcıda bu isteğe
duyarlılık gösterir. Yetişkin romantik ilişkilerdeki bağlanma süreci
ise , karşılıklıdır; her iki bireyde hem bakım alan hem de bakım veren
konumundadır. Ayrıca yetişkin bağlanma süreci cinsel ilişkide
bulunma ve ortak amaçlara sahip olma gibi etmenleri de içine
almaktadır. Dolayısıyla, yetişkin romantik bağlanma
sürecinin,bağlanma, ebeveynlik ve cinsel ilişki öğelerinin bir bütünü
olduğu söylenebilir.
Bartholomew ve Horowitz de, hem kendilik hem de diğeri
modellerine olumluluk ve olumsuzluk boyutlarını eklemişler ve dörtlü
bir bağlanma stili ortaya koymuşlardır. Buna göre dört bağlanma
stilimden söz edilir.güvenli bağlanma (olumlu kendilik/olumlu diğeri),
saplantılı bağlanma (olumsuz kendilik/olumlu diğeri), kayıtsız
bağlanma (olumlu kendilik/olumsuz diğeri), kayıtsız
bağlanma(olumsuz kendilik/olumsuz diğeri). Güvenli bağlanma
stiline sahip bireylerin, bağlanma sürecine ilişkin olarak hem kaygı
düzeyleri düşüktür hem de az oranda kaçınma davranışı sergilerler,
yakın ilişkiler kurabilirler, gereksinim duyduklarında destek ararlar ve
başkaları tarafından değer verildikleri konusunda kuşkuları yoktur.
Saplantılı bireylerin, kişiler arası ilişkiler çerçevesinde
incelendiğinde , kaygı düzeylerinin yüksek olduğu, ancak daha az
oranda kaçınma davranışı sergiledikleri görülmektedir. Diğer
insanlarla yoğun bir yakınlık ve bağlılık ilişkisi kurmayı isterler.
Kayıtsız yetişkinler, bağlanma konusunda düşük düzeyde kaygı
yaşamakla birlikte yüksek düzeyde de kaçınma davranışı sergilerler,
yakın ilişkileri önemsiz olarak değerlendirirler, bağımsızlığa ve kendi
kendine yetebilmeye önem verirler. Korkulu bireyler ise bağlanma
konusunda hem yüksek düzeyde kaygı hem de kaçınma davranışları
sergilerler.
5
Yetişkin bağlanma stillerinin davranış örüntülerini şu şekilde
betimlemek mümkündür:
Güvenli bağlanma: eşlerine kolaylıkla yaklaşabilirler ve onlara bağlı
olmaktan da mutludurlar. Terk edilme ve insanların onlara onların
istediğinden fazla yakınlaşmaları yönünde kaygıları yoktur. Uzun
süreli ilişkiler kurarlar. Özellikle uzun süreli eşlerle yaşanan
cinsellikten hoşlanırlar ve hem kendilerine hem de diğer insanlara
duydukları saygı ve güven yüksektir. Stres altındayken sosyal destek
ararlar, kendilerini açmaktan ve diğer insanların da kendilerini onlara
açmalarından hoşlanırlar.
Kaygılı/kararsız bağlanma: çoğunlukla eşlerine onların olduğundan
daha fazla yakınlaşma gereksinimi içindedirler. Bununla birlikte,
eşlerini de kendilerine yeterince yakın olmamakla suçlarlar. Terk
edilme korkusu, bu bağlanma stilinin en belirgin özelliklerindendir.
İlişkileri derin bir biçimde yaşanmakla birlikte kısa sürelidir. Bir kayıp
sonrası büyük acı duyarlar, kendilik saygıları değişkenlik gösterir,
cinsel birleşmeden çok sarılıp uyma tarzında bir cinsel yaşam
yönelimi gösterirler. İş yaşamlarında diğer insanlarla birlikte
çalışmayı tercih ederler; ancak yeterince de takdir edilmedikleri
duygusunu yaşarlar. Ebeveynlerini zorba ve adaletsiz olarak
değerlendirirler.romantik ilişkinin güvenliği konusunda aşırı
kaygılıdırlar, yoğun bir biçimde eşe odaklanırlar, eşlerini kontrol
etmeye yönelik davranışlarda bulunurlar.
Kaçınan bağlanma: eşlerine güven duymazlar, insanların kendilerine
bağlanmış olduğu duygusu gerginlik yaratır, ilişkilerde son derece
sınırlı oranda yatırım yaparlar, eşleriyle cinsel ilişki sırasında
başkalarını düşlerler; ayrıca bir aşk yaşantısı olmada cinsel ilişkiye
girme eğilimi de yüksektir. İş yaşamında yalnız yaşamayı tercih
ederler, yakın sosyal ilişkilerden kaçınmak için işkoliklik gösterirler,
ebeveynlerini azarlayıcı ve reddedici olarak görürler. Kendileri stres
altındayken yalnız kalmayı tercih ederler; bununla birlikte eşleri stres
6
altındayken de uzaklaşma eğilimi gösterirler. İnsanların kendilerine
yeterince özen göstermeyeceklerine inanırlar ve bu nedenle kendi
kendilerine yeterli olmaya çalışırlar.
Ebeveyn ilişkileri konusunda, güvenli bağlanma stiline sahip
bebeklerin ebeveynlerinin, güvenli olmayanların ebeveynlerinden
daha fazla oranda çocukların gereksinimlerine duyarlılık gösterdikleri
ve doyum sağladıkları; kaçınan bağlanma stiline sahip bebeklerin
ebeveynlerinin çoğunlukla bedensel temastan hoşlanmayan,
azarlayıcı ve reddedici oldukları, özellikle de çocuklarının onlara en
çok gereksinim duyduğu anlarda geri çekilme eğilimi gösterdikleri ;
kaygılı/kararsız bağlanma stiline sahip bebeklerin ebeveynlerinin ise,
çocukların gereksinimlerinden çok kendi gereksinimleriyle
ilgilendikleri, kendi kaygılarına odaklandıkları ve bakım sağlama
konusunda çoğunlukla tutarsız oldukları görülmüştür.
ROMANTİK AŞKA İLİŞKİN DİĞER KURAMSAL
YAKLAŞIMLAR
Schacter’in İki-Etmen Kuramı:
bu kurama göre herhangi bir heyecansal yaşantı yoğun fizyolojik
uyarılma ve uygun bilişsel adlandırmadan oluşmaktadır. Bu durumda
romantik aşk, yoğun uyarılma ve ”bu aşk olmalı” “benim için
yaratılmış” gibi adlandırmalardan oluşmalıdır. Buna bağlı olarak,
cinsel doyum, heyecan ve doyum gereksinimi gibi olumlu heyecansal
7
yaşantıların uyarılmayı arttırdığı ve böylece “aşık olma” duygusunu
yükselttiği düşünülmektedir.
Tamamlayıcılık Kuramı:
Reik tarafından geliştirilmiştir. Kişi ulaşmak istediği ancak
ulaşamadığı ya da başaramadığı özelliklere sahip diğer cinsten birine
rastladığında aşık olmaktadır. Birey tek başınayken veya benzer
biriyle ulaşamayacağı avantajları vadeden, kendisinden farklı
kimselere ilgi duymaktadır. Bir birey kendine benzer birine yani
kendi cinsinden birine aşık olamaz. Böylece cinsel ilişkide bireyin tek
başına ya da aynı cinsten biriyle ulaşamayacağı zevkler elde
edilmektedir.
ROMANTİK İLİŞKİLERİN SÜRDÜRÜLMESİ
Bir çok insan romantik ilişki yaşasa da bütün çiftler mutlu değildir ve
doyumlu ya da mutlu olmayan tüm çiftler ayrılmamaktadır. İlişkinin
doyumu her zaman ilişkinin istikrarı anlamına gelmemektedir.
Kirkpatrick ve Davis çiftler ne kadar uzun süre birliktelerse bu
birlikteliği devam ettirmeye o kadar eğilimli olduklarını
belirtmektedir.
Yatırım Modeli: ikili ilişkilerde ilişkinin istikrarını yordama konusunda
Rusbult ‘un yatırım modeli en yetkin modeldir. Yatırım modeli
ilişkilerin iki önemli özelliği olan doyum ve bağlanım arasında bir
ayırım yapmaktadır. Doyum, bireyin ilişkiye yüklediği çekicilik ya da
olumlu duygulardır. Bağlanım ise bir ilişkiyi sürdürme ve ilişkiye bağlı
olma eğilimidir. Yatırım modelinin temel amacı devam eden
ilişkilerden elde edilen doyumun derecesini ilgi ve süreklilik açısından
kestirebilmektedir.
Bir birey kendisine fazla doyum sağlamayan bir ilişkiyi bağımlılığın
yüksek olması nedeniyle sürdürebilmektedir. Bu nedenle ilişkinin
8
sağladığı doyum ile ilişkiye bağımlı olmanın değerlendirilmesine yol
açan ölçütler farklıdır. Karşılıklı bağımlılık kuramına göre bireyler,
ödüllerini (ilişkiden elde edilen olumlu sonuçlar) en üst düzeye
çıkarmak, bedelleri (ilişkinin sürmesi için harcanan çaba) ise en alt
düzeye indirmek için güdülenmişlerdir. Herhangi bir ilişkiden elde
edilen doyum karşılaştırma düzeyinin üstündeyse ilişki doyum verici,
altındaysa doyum sağlamayan bir ilişki olarak nitelendirilmektedir.
İkili ilişkini sürüp sürmeyeceği konusundaki karar, ödül-bedel farkının
seçenekler için karşılaştırma düzeyinin üstünde olup olmadığına
bağlı olarak belirlenecektir.
Kalma-gitme kararı aslında ilişkinin istikrarı konusunda verilmiş bir
karardır ve yatırım modeli ilişkinin istikrarını belirleyen ilişkiye
bağlanıma neden olan üç bileşen olduğunu ileri sürmektedir. Bunlar;
doyum düzeyi, seçeneklerin niteliği ve ilişkiye yapılan yatırımın
büyüklüdür.
Bir ilişki doyuma ulaştırıcı olduğu ölçüde bağlanımda güçlü
olmaktadır. Bireyler ilişkileriyle ilgili zayıf seçeneklere sahip oldukları
sürece bağlanımı daha fazla hissetmektedirler. Bireyin ilişkisine
bağlanımı ilişkiye yatırımları oranında büyümektedir.
Aşkın ne olduğu konusunda tam bir görüş birliği yoktur. Ama herkes
aşkın çok özel bir anlama sahip olduğunu bilir. Aşk, insanların
yaşamlarında en az bir kere hissettikleri ya da hissetmeyi umdukları
bir duygudur. Aşk olmadan yaşamımızın bir yönünün eksik kaldığını
hissederiz. Aşk yaşamımızın vazgeçilmeyen bir yönünü
oluşturmasına karşın ancak yakın bir geçmişte psikolojik
araştırmaların çalışma konusu olduğu görülmektedir. Aşk son otuz
9
yıldır psikologlar tarafından incelenmeye başlanmıştır.
Aşk, hayranlık, duygusallık, arzu duymak gibi tutku yönelimli
ifadelerle açıklanmaktadır. Takdir edilme, çekicilik ve iletişim aşkın
en önemli ön koşulları olarak kabul edilmektedir. Aşk denildiğinde,
fiziksel açıdan etkilenme, birini çok fazla düşünme, ke4ndini iyi
hissetme ve mutluluk gibi olumlu duygular içeren ifadeler akla
gelmektedir.
AŞKIN BİLEŞENLERİ
Hendrick’in çalışmasından yola çıkarak aşk birçok bileşenden oluşur
ve bunlar şu şekildedir:
Duygusal destek: Zor zamanlarında sevgilinin yanında olma.
Değer verme: Sevgiline saygı duyma, onun düşüncelerini taktir etme
ve onay verme.
İletişim:
Kendini açma dürüst iletişim.
Birliktelik
: Sevgiliyle ortak düşünceler, duygular, yaşantılar.
Tutku:
Sevgiliye fiziksel ve cinsel heyecan, eş hakkında kurulan fanteziler.
Bağlanım:
Sevgide sadakat, ilişkiye bağlanım, birlikte olmayı ve ilişkinin
sürmesini isteme.
Özel olma:
İlişkinin farklılığına inanma.
Hoşgörü: Eşin için değişmeyi isteme, eşinin ve ilişkinin eksiklerini
kabul etme ve uzlaşma
Olgunluk:
10
Kendini gerçekleştirme, eşin kendini gerçekleştirmesine hoşgörüyle
bakabilme
Sahiplenme:
Kıskançlık, bağımlılık, kaybetme ve rededilme korkusu, güven
eksikliği
Acı çekme:
Üzülme, düş kırıklığı, hüsran ve depresyon
Keyif:
İlişkinin mutlu , baş döndürücü yönü
Lee aşkın birden fazla boyutu olabileceğini ileri sürmekte ve bu
bağlamda çok boyutlu aşk biçimlerini sınıflandırılması önermektedir.
Lee altı değişik ilişki türünden söz etmektedir:
1-EROS FİZİKSEL AŞK:
Bu tür ilişkide, fiziksel çekicilik çok önemlidir.“İlk görüşte aşk”ı
anlatır.İlişkide hem fiziksel hem de kendini açma anlamında hızla
gelişme olasıdır. Fiziksel aşıklar tercih ettikleri fiziksel özellikleri de
açıkça tanımlamayabilirler (sarışın,esmer,uzun boylu) Sevgililerin
ortak özellikleri, arzuları, duyguları söz konusudur. Fiziksel aşk
genellikle çok güçlü bir fiziksel çekimle başlar ve cinsel yakınlık çok
önemlidir. Eşler ayrıcalıktan hoşlanmakta ve ilişkilerinin diğer
ilişkilerden farklı olduğunu düşünmektedirler.
11
2-AŞK OYUNU:
Bu tür ilişkide bireyler ilişkiyi bir çeşit oyun gibi görmekte,
ilişkileriyle pek fazla ilgilenmemektedirler. İlişkiye şakacı bir tavırla
yaklaşmakta ve ilişkilerini hiçbir sorumluluk almada özgürce
sürdürmek istemektedirler. Bu tür aşk biçimi olanların ideal tipleri
yoktur. Yaşamlarını bir kişiyle geçirmek istemezler. Çok eşli ilişkilere
eğilimlidirler.
3-DOSTLUK YA DA YAVAŞ GELİŞEN AŞK:
Yavaş yavaş ve iyi kurulmuş dostluklar temelinde gerçekleşen aşktır.
Bu tür birliktelikte, etkinlikleri ve ilgileri paylaşmak önemlidir. Fiziksel
etkileşime fazla önem vermezler yani genellikle duygular ve
heyecanlar yoğun olarak yaşanırken cinsel eylemlerin önemi yoktur.
4-BAĞIMLI AŞK:
Sevgiliyi sahiplenme ve ilişkiden beklentiler söz konusudur. Aşkın bu
türünü yaşayan bireyler ne istediklerini bilmemekte sorun ve
çekişme yaratmaktadırlar. Kıskanç ve güvensizdirler. Birlikte olduğu
kişiyi kaybetme korkusu yaşama eğilimindedirler. Zengin ve görsel
bir fantezi dünyaları vardır. Sevgililerine karşı hareketlerinde
tutarsızdırlar. Bir önce onu özlerken bir gün sonra onu bırakabilirler.
İlişkileri sorunlu bile olsa gene de bitiremezler, ilişkiyi bitirenler
genellikle eşleri olur. İlişkileri bittikten sonra acı çekmekten
hoşlanırlar.
12
5-MANTIKLI AŞK:
Aşk ya da ilişkiye mantıkla, hatta hesaplı tavırla yaklaşma, romantik
aşk ve ilişkide uyum söz konusudur. Bu tür ilişkiler yalnızca her iki
tarafın çıkarına olduğunda sürdürülmek istenmektedir. Aşkı bu
şekilde yaşayan bireyler, eşlerinde önceden belirledikleri özellikleri
aramakta ve ilişkide belirli bir uyum istemektedirler. Duygusal ve
cinsel yakınlıktan kaçınırken bir yandan da cinsel uyum tercihinde
bulunmaktadırlar. Kıskançlığı genellikle küçük görürler.
6-FEDAKAR AŞK:
Hep veren,karşılığında bir şey beklemeden seven aşk türüdür.
Karşısındakini olduğu gibi sever, onun iyiliğini kendi iyiliğinden daha
çok düşünürler. Bu tür aşkı yaşayan bireyler görev dolu aşka
inanmaktadırlar. Birlikte olduğu kişiyi koruma duygusu vardır. Cinsel
duygulara az yer vermekte hatta cinsel ilişkiden uzak
durmaktadırlar.
Lee ayrıca aşk biçimlerini açıklamak için bir renk benzetmesi
yapmıştır. Fiziksel aşkı turuncuya, aşk oyununu sarıya, dostluk ya da
yavaş gelişen aşkı da mavi renklere benzetmektedir. Lee’ye göre
aşkı renklerle açıklamanın iki yararı vardır:
İnsanlar nasıl farklı renkleri tercih edebiliyorsa, benzer biçimde
farklı aşk türlerini de tercih edebileceklerinin farkına varmıştı.
Geçmişte yaşanılan kötü aşk deneyimleri daha farklı
değerlendirilebilir. ‘’Sanırım onu gerçekten sevmemiştim, yanlıca
çılgınlıkmış.’’ yerine ‘’ Ona hissettiklerim bir tür aşktı ama tercih
ettiğim aşk türü değil.’’ gibi kişilerin olumsuz yaşantılarını böyle
13
açıklamaları kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlayacaktır. Ayrıca
aşkı renklerle açıklamanın bir diğer yararı, insanların tercih ettikleri
renklerin zamanla değişebildiği gibi tercih ettikleri aşk biçimlerinin
de zamanla değişebileceğini fark edebilmeleridir.
Robert Stenberg aşkın üç farklı unsurdan oluştuğunu söylemiştir:
1-İÇTENLİK (yakınlık unsuru):
Bu unsur bir aşk ilişkisinde kişiler arasındaki yakınlığı ve birbirine
bağlı duyguları ifade eder. İlişkiye yapılan duygusal yatırımlardır.
İçtenlik faktörü bir çok aşk ilişkisinde temel faktördür. Sevilen kişinin
iyiliğini düşünmek, sevilen kişiyle yaşanan mutluluk, sevilen kişiyle
ilgilenmek, sevilen kişiye güvenebilece4ğini bilmek, karşılıklı anlayış,
kişinin kendisini ve sahip olduklarını sevdiğiyle paylaşılması, sevilen
kişiden duygusal destek alma, ona duygusal destek sağlama, sevilen
kişiyle yakın iletişim kurma ve bu kişiye değer vermeyi içermektedir.
2-TUTKU:
Romantizme, fiziksel çekiciliğe ve cinsel birlikteliğe yol açan dürtüleri
içermektedir. Büyük ölçüde ilişkilerin güdüsel yönüdür. Tutku
çabucak alevlenir ve biter. Başlangıçta keyif verici iken, alışkanlığa
dönüştükçe rutinleşmekte ve kişinin karşı tarafa veya ilişkiye
duyduğu hislerin yok olmasıyla sonuçlanmaktadır.
14
3-KARAR / BAĞLILIK:
Bu unsur, kısa ve uzun zamanlı olmak üzere iki farklı şekilde
düşünülebilir. Kısa dönem, kişinin bir başkasını sevdiği yönünde
karar vermesini, uzun dönem ise ilişkisini sürdürmek için ilişkiye
bağlanmasını içermektedir. Kararlılık öğesi daha çok ilişkideki bilişsel
süreçlerle ilgilidir. Bu öğe yakın ilişkilerde önemli yere sahiptir ve
başarılı ilişkinin konumu durumundadır.
Stenberg bu üç etmenin olası kombinasyonlarından yola çıkarak
sekiz değişik romantik türü önermektedir:
AŞKSIZLIK:
Bu üç etmenden hiç birinin bulunmaması durumudur. Aşkı
kapsamayan, karşılıklı etkileşimlerin söz konusu olduğu kişiler arası
ilişkilerdir.
HOŞLANMA (içtenlik unsuru):
Aşkın yalnızca içtenlik öğesi bulunmaktadır. Her bir eş diğerine
yoğun bir tutku, uzun dönemli bağlanmışlık hissetmeksizin yakınlık
bağlılık ve sıcaklık hissetmektedir.
YILDIRIM AŞK (tutku unsuru)
İlk görüşte aşktır. Romantik ilişkinin içtenlik ve kararlılık öğesinin
olmayıp tutku öğesinin olduğu türdür.aşkın bu türü kendini hızlanan
kalp atışı, hormon salgılarının artması gibi belirtiler gösteriri. Birden
bire ortaya çıkar.
15
BOŞ AŞK (bağlılık unsuru):
Bir kişinin bir başka kişiyi sevdiğine karar vermesi ve bu aşkı karar
vermesi ve bu aşkı devam ettirmesi ancak ilişkinin içtenlik ve tutku
barındırmaması sonucu boş aşk ortaya çıkar.
ROMANTİK AŞK (içtenlik/ tutku unsuru):
Bu aşk türünde tutku ve içtenlik öğeleri vardır. Romantik
beğenmenin yanı sıra kişilerin birbirlerine karşı fiziksel ve diğer
açılardan çekici gelmesi durumunda oluşur. Fiziksel ve duygusal
olarak çiftlerin birbirine karşı ilgi duyması gerekir. Bu aşk türünde
bağlılık gerekli değildir. Bu tür aşkta gelecekte birlikte olmama
durumu söz konusu olabilir (yaz aşkları) bu açıdan Romeo ve Juliet’in
yaşadıkları aşk romantik bir aşktır. Tutkulu bir şekilde birbirlerini
severler ancak aşlarının sonucu yoktur.
ARKADAŞÇA AŞK (içtenlik/ bağlılık):
Burada içtenlik, tutku ve karalılık öğelerinin kombinasyonu söz
konusudur. Uzun süreli, paylaşıma dayalı bir arkadaşlıktır. Tutku
unsuru ilişkide pek söz konusu değildir. Birçok evlilik tutku bittikten
sonra arkadaşça aşka dönüşür. İnsanların arkadaşlığa dönüşen
ilişkiler yaşama düşüncesine alışmaları kişiden kişiye değişir. Kimi
insan bunu asla kabullenemez, yaşamında romantizm olmadan
yaşayamaz.
APTALCA AŞK (tutku/ bağlılık)
16
: Tutku ve kararlılık öğelerinin kombinasyonlarından oluşmakta
yakınlık öğesi bulunmamaktadır. Filmlerde gördüğümüz; tanışan
çiftin iki hafta sonra nişanlanıp sonraki ay evlenmesini buna örnek
verebiliriz. Aptalca aşk stresin oluşmasına uygun bir ortam yaratır,
çünkü tutku ortadan kaybolduğunda ya da azaldığında geriye
yalnızca bağlılık kalır. Ancak o da zaman içinde gelişir ve derinlik
kazanır. Bağlılık, ilişkinin başlangıcında yenidir,sığdır.
KUSURSUZ AŞK (içtenlik/ tutku/ bağlılık):
Tutku, yakınlık, kararlılık, bağımlılık öğelerinin üçünün birden yer
aldığı yakın ilişki türüdür. Birçok kişinin arzuladığı aşk türüdür. Bu tür
aşkı yaşamak zordur,ancak bu türü elde tutmak onu yaşamaktan
daha zordur. Bizim için önemli olan ilişkilerde bu aşkı yaşamak
isteriz.
Kişiler arası çekicilik birçok ilişkinin yalnızca ilk evresini değil aynı
zamanda yakın ilişkilerin de başlangıç noktasını oluşturur. Yani yakın
ilişkiler kişiler arası çekicilikle başlar.
İnsanda fiziksel çekiciliğin evrimsel dönemi ilk kez Darwin tarafından
ele alınmıştır. Darwin çekiciliğin, coğrafi olarak ta değişiklik gösteren
soya özgü özelliklerle ve cinsel seçilim yoluyla ortaya çıktığını
savunmuştur. Westermarck’a göre cinsel çekicilik evrensel olarak
doğurgan ve sağlıklı olmakla ilişkilidir. Yani çekici bireyler daha
üretkendir. Symans çekicilikte eşdeğeri atfetmedeki farklılıklara
değinmiştir. Erkeklerin fiziksel çekiciliğe daha fazla önem yükledikleri
17
fikri üzerine çalışmıştır. Buss da eş seçme konusunu kapsamlı bir
şekilde ele almıştır. Buss’un kuramına göre farklı cinsiyetler eş
seçimine farklı şekillerde yaklaşmaktadırlar. Eş seçiminde erkekler
için potansiyel eşin fiziksel çekiciliği ve doğurganlık oranı daha
önemliyken; kadınlar için potansiyel eşin statüsü, ekonomik
kaynakları, kendisine ve çocuklarına yatırım yapma isteği daha
önemlidir.
Çekiciliğin belirleyicisi olan etkenler çok çeşitlidir. ( değerler,
tutumlar, görüşler, sosyalleşebilme olanakları, fiziksel özellikler,
cinsel gereksinimler, kişinin “ben aşığım” şeklindeki kendi yüklemesi,
vb.) Birisini çekici bulduğumuzu söylemek, fiziksel ve psikolojik
açıdan o kişiye yakın olmak istediğimizi söylemektir. Birini çekici
bulup bulmayışımıza en önemli etkenler; yakınlık, aşinalık, benzerlik
ve fiziksel çekicilik tir.
Fiziksel çekicilik: Bir kişinin fiziksel görünüşünün çekiciliği pek de
denetlenemeyen ve adaletsiz de gürünebilen bir etkendir. Çalışmalar
genellikle fiziksel çekicilikle ilgilidir ve bunlar da kadının fiziksel
çekiciliğine odaklıdır.
*
Fizyolojik işlevlerinin yanı sıra yüz, sosyal bazı işlevlere de sahiptir.
Yüz başka insanlara iletişimsel birtakım bilgileri sinyaller. Karşıdaki
kişinin yüzüne bakarak onun cinsiyeti, yaşı, ırkı ve çekiciliği gibi
birçok özelliği hakkında değerlendirmeler yapabiliriz. Bireyin duygu
durumu hakkında da hipotezler üretebiliriz. Yani yüz cinsiyetler arası
ilişkilerde hem duyguların ifade kaynağı hem de çekiciliğin
sinyalleyicisidir.
Dil, insanlarda duyguların ve düşüncelerin ifade edilmesinde yüzden
daha üstün olarak görülebilir ancak dil insanın sonradan kazandığı bir
durumdur ve sınırlılıkları vardır. Duygular yüz ifadeleri yoluyla
18
sözcüklerden çok daha hızlı ve etkili olarak iletilebilirler.
Yüz yüze iletişimde önemli olan bir diğer kaynak gözlerdir. Bakışlar
psikolojik alanı belirler. Kişinin kendisini karşısındakine göstermesine
ve karşı taraftan kabul görmesine olanak sağlar.
Yüz çekiciliği üç şekilde açıklanmaktadır;
Vücut yapısındaki ve yüzdeki simetri ile çekicilik arasında pozitif
korelasyon vardır. Kadınlar üremeye en uygun oldukları dönemde
simetriktirler. Bu duruma örnek olarak kadınların yumurtlama
döneminde çekilen yüz fotoğraflarının erkekler tarafından daha çekici
olarak değerlendirilmesi verilmektedir.
Ortalama yüz şekilleri optimal çekiciliğe sahiptir. Yüzde gözlerin
cinsel davete, dudakların cinsel uyarılmışlığa işaret ettiği
düşünülmektedir. Gözler ve dudaklar irileştikçe çekiciliğin arttığı
fakat erkeklerin bu tipteki kadınları uzun süreli eş olarak tercih
etmediği ortaya çıkmıştır. Evlenilecek kişinin ortalama bir yüze sahip
olması idealdir. Çoğu toplumda kadının çekiciliği genç görünmesi ve
üretkenliği ile bağlantılıdır. Gençlik dişilik işaretleri taşır. Bu nedenle
ideal kadın dişi hormonları baskın olandır. Düzgün bir cilde,
geniş,biçimli gözlere, belirlenmiş kaşlara, dolgun dudaklara ve küçük
bir burna sahiptir. Erkek çekiciliği kimi kadınlara göre kadınsı yüz
hatlarına sahip sevimli biri olmakla ilişkiliyken kimi kadınlara göre
erkeksi görünümle doğru orantılıdır. Yapılan araştırmalara göre;
kadınlar normalde kendilerine benzeyen kadınsı yüz hatlarına sahip
19
erkekleri çekici bulurken, yumurtlama dönemlerinde daha erkeksi
hatlara sahip yüzleri çekici bulmaktadırlar.
ergenlik döneminde ortaya çıkan değişiklikler kadınların ve
erkeklerin yetişkinlik dönemindeki yüz şekilleri üzerinde etkili
olmaktadır. Östrajen hormonu kadınsı çekiciliği
desteklerken,testesteron hormonu da erkeksi çekiciliği destekler.
( Kadınlarda dolgun dudaklar,büyük göz çukurları; erkeklerde büyük
çene kemikleri,kısa alt yüz vb.)
Vücut özellikleri de çekicilikle ilgilidir. Genellikle zayıf kadınlar
şişman kadınlardan daha çekici olarak değerlendirilir. Zayıf kadın
tipine zeki, mükemmeliyetçi ve başarılı gibi olumlu kişilik özellikleri
yüklenmiştir. Bu konudaki kritik faktör yağın vücutta nasıl
dağıldığı,yani bel-kalça oranıdır. Kadın ve erkekteki yağ dağılımı
cinsiyet hormonlarına bağlı olarak farklılık gösterir. Östrajen
hormonu yağın kalça bölgesine depolanmasına sebep olurken karın
bölgesinde kullanımını kolaylaştırır. Testesteron hormonu ise yağın
kalçadan çok karın bölgesinde depolanmasına sebep olur. Kadında
çekiciliği belirleyen bel-kalça oranı aynı zamanda üreme statüsü ve
sağlık durumunu da belirler.
Bu şekilde yüz-vücut durumlarını açıkladıktan sonra, eş seçiminde
erkek için kritik bir nokta olan doğurganlığın sağlıklı ve iyi anne olma
özelliklerini sinyalleyen fiziksel çekiciliğin sadece yüz çekiciliği yada
sadece vücut çekiciliği bakımından ele alınmasının eksik bir yaklaşım
olacağı düşünülebilir. Çünkü cinsel seçilim açısından her ikisi de
20
önemli ve tamamlayıcı rollere sahiptir.
Bu etkenlerin dışında kişileri; saç ve göz rengi, moda ve kültür,
ebeveyn benzerlikleri de çekicilik açısından etkiler.
Yakınlık: Gönül işlerinde mucizelere inanlar, her birimiz için özel
olarak seçilmiş ve dünyanın bir yerlerinde keşfedilmeyi bekleyen
kusursuz bir eş olduğuna inanabilirler. Bu doğru olsa bile, iki kişinin
arkadaş olup olmayacaklarının göstergesi oturdukları,zaman
geçirdikleri yerlerin birbirlerine olan yakınlığıdır. Yakınlığın en sık
görülen sonuçları dostluk yada hoşlanmadır.
Yakınlığın hoşlanma yaratmasının başlıca nedeni aşinalığı
arttırmasıdır. Kişiler bir yüzü ne kadar sık görürlerse ondan o kadar
çok hoşlanmaktadırlar.
Benzerlik: Zıt kutupların birbirini çektiği yolunda bir düşünce vardır
fakat bu genellikle yanlıştır. Kişilerin yaş,ırk, din, eğitim,
sosyoekonomik sınıf gibi fiziksel özellikler açısından ve psikolojik
özellikler açısından birbirlerine benzemeleri ayrıca benzer geçmişlere
sahip olmaları çiftler arasındaki çekiciliği etkiler.
İki kişi ilk karşılaştıklarında ve cinsel açıdan birbirlerini çekici
bulduklarında büyük ölçüde fiziksel özelliklerden etkilenirler. Fiziksel
ve psikolojik gelişim, cinsel çekim ve romantik aşk etkenleri eşler için
evliliği çağrıştırır.Bazı bireyler görünümden daha az etkilenirken
bazıları daha hassastır. Ancak fiziksel çekim eş seçiminde sadece
belirli bir noktaya kadar etkilidir.
21
Eş seçiminde temel ilkeler;
Kişiliğin önemli olduğunu savunan psikologlar baskın ve uysal
kişiliklere sahip bireyleri değerlendirmişlerdir. Baskın kişilerin baskın
kişilik özellikleri gösterenleri, uysal olanların ise uysal kişilikleri çekici
buldukları ortaya çıkmıştır. Kişiler kendilerine en benzer olanları
çekici olarak algılayıp kendilerine eş olarak seçmektedirler.
Bu ilkede yaş, ırk, dil, din, etnik köken, toplumsal sınıf, eğitim ve
kişilik benzerliği seçim yapmayı etkiler.
Tamamlayıcılık ilkesi: Freud ve bazı kuramcılar insanların
kendilerinde olmadığına inandıkları ancak arzu ettiklerine sahip
kişileri çekici bulduklarını savunmuşlardır. ( Sosyal yönden çekingen
olan bir kişi girişken ve becerikli bir kişiyi kendisine eş olarak
seçebilir.)
Araştırmacılar hangi ilkenin daha çok uygulandığını ortaya
koyamamışlardır ancak benzerlik ilkesinin çekicilikle birlikte eş
seçiminde de daha geçerli olduğu düşünülmektedir. Çünkü benzerlik
ilkesi sosyo-ekonomik sınıf, eğitim gibi alanlarda daha az çatışmaya
yol açar ve özellikle evliliğin ilk yıllarında karşılıklı toplumsallaşma
süreci daha kolay olur. Ayrıca ebeveyn isteği ve toplumsal baskı da
benzerlik ilkesi doğrultusundadır.
Genetik benzerlik teorisi: Uzmanlar fiziksel, kişisel ve zihinsel
özellikler açısından benzerliklerin ve birbirini tamamlıyor olmanın
çiftin ilişkisinde etkili olmasının yanı sıra genetik açıdan da benzer
olan bir çiftin ilişkilerinde daha üretken, buna bağlı olarak ta daha
mutlu olduğunu belirtmektedirler.
Genetik kalite; sağlık, güzellik, zeka ve atletik yeteneğin
göstergesidir. Kadın eş seçerken hem iyi nitelikli genlere sahip hem
22
de potansiyel olarak evinin geçimini iyi biçimde sağlayacak kişiler
üzerinde yoğunlaşır.
Bir çift yaşadıkları çekimin ilk aşamalarını geçip duygularının
karşılıklı bir durum olduğunu,birbirlerine karşı hissettikleri duyguların
geçici olmadığını keşfettikten sonra ailelerle tanışma aşamasına
gelir. Bu aşamada kız/erkek arkadaşın aile tarafından
onaylanmaması,itiraz durumu ters tepki yaratabilir. Uyarılmanın
artması sonucu bireyler, “Herkes bize karşı komplo kuruyor,yine de
hala beraberiz, bunun için birbirimize daha çok aşık olmalıyız.”
düşüncesini benimserler ve kişiler arası çekim de artar. Sonuç olarak
ebeveynlerin onaylamadığı bu ilişki bir evlilik ilişkisine dönüşebilir.
Her türden insan için, potansiyel eş ile aradaki uyumu sağlamak
önemlidir ve bunun için göz önünde bulundurulan kriterler vardır;
* Fiziksel özellikler,gençlik,doğurganlık
* Cinsel tavırlar
* Zeka, eğitim, meslek düzeyleri
* Kişilik, dini inançlar, politik tercihler
* Sigara ve alkol alışkanlıkları
* Müzik,eğlence ve yemek konusundaki tercihler
Ülkemizde de bu kriterler benzerlikler gösterir ancak kültürün etkisi
de oldukça fazladır. (Kadın ve erkeklerin eş tercihleri birbirleri ile,
diğer ülkelerdeki kadın ve erkeklerin tercihlerine göre daha fazla
benzerlik göstermektedir.) genel olarak erkekler geleneksel kültüre
uygun olarak eş tercihi yaparken kadınlar modern kültüre uygun
özellikleri tercih etmektedirler. Yani erkekler varolan düzeni koruma
23
eğilimi içindeyken, kadınlar bu düzeni yavaş yavaş değiştirme eğilimi
göstermektedirler.
Ülkemizde de eş seçiminde etkili olan faktörleri
sıralarsak;
* Fiziksel çekicilik (daha çok erkeklerde etkili)
* Sağlık durumu
* İyi yemek yapma ve eve bağlılık ( erkeklerde etkili)
* Bekaret (erkeklerde etkili)
* Yaş / yaş farkı
* Eğitim düzeyi, sosyal statü
* Meslek, maddi kazanç (daha çok kadınlarda etkili)
* Hoş mizaç, narinlik,kibarlık beklentisi (daha çok kadınlarda
etkili)
* Anlayışlılık beklentisi (daha çok kadınlarda etkili)
* Sosyal olma
* Olgunluk, duygusal istikrar
* Çalışkanlık, zeka düzeyi
* Benzer eğitim geçmişi
* Politik düşünce benzerlikleri
* Dini inanç benzerliği
* Güvenilir kişiliğe sahip olama
* Yuva ve çocuk sahibi olma arzusu
EVLİLİKTE SORUNLAR
Evlilik sorunlarının en çok yaşandığı yıllar, evliğin ilk beş yılında ve
45–50 yaşlarında görülür ve bu sorunlar çoğunlukla boşanma ile
24
sonuçlanır. A.B.D’ de yapılan bir araştırmaya göre bütün
boşanmaların %40’ı beş yıldan az evli çiftlerde görülmektedir.
Burada görülen sebeplerin en önemlisi mutsuzluk olarak
saptanmıştır. Sipahier ve Lewis’e göre bir evliliğin kalitesi o evliliğin
getirdiği ödüller ve gerilimler arasındaki denge ile belirlenmektedir.
Evliliklerin sonlanmasındaki bazı nedenler kadınlar için iletişim
sorunları ‘mutsuzluk, uyuşmazlık, duygusal sömürü ve mali
sorunlardır. Erkekler içinde aynı sorunlara cinsel sorunlarında
eklendiği belirtilmiştir.
Duvall’e göre evliliğin iyi hazırlanmamış anne, basından kurtulmak
için evlenilmiş, mutsuz ve boşanmış ana babası olan çocuksuz
çiftlerde daha fazla boşanma görülür. Prinard’a göre de boşanmış
insanların çoğu gergin, sinirli, depresyonlu, aşırı eleştirici ve genelde
uyum sorunu olan kişilerdir. Baxter ayrı çiftlerden ilişkilerinin bitme
nedenlerini yazmalarını istediğinde en yaygın beş neden şunlar
olmuştur:
1) Özerkliğe ya da sorunların karşılıklı dayanışma ile
çözülmesine duyulan istek
2) Eş tarafından desteklenmeme ve zarar görme korkusu
3)Eşler arasındaki benzerlik eksiği
4)İçtenlik ve açıklık isteği
5)Tutkunun ve romantizmin azalması
Evliliğin ilk yıllarında, özellikle ikinci ve dördüncü yıllarında
boşanmanın en fazla olmasının nedenleri bu yıllarda eşlerin düş
25
kırıklığına ve karşılıklı toplumsallaşma eksikliğine uğramış
olmalarıdır. Buradaki diğer nedenler, yaşam koşullarının zorluğu,
maddi durum, genel uyuşmazlık ve ana baba müdahalesidir.
İnsanın hayatındaki her değişim strese sebep olur ancak evlilik gibi
köklü değişimlerin yeri daha farklı olmaktadır. Şöyle düşünün kültürel
olarak, birbirinden farklı kişinin aynı zaman ve mekânı paylaşmaya
başlamaları hayatımızda ne kadar radikal bir değişimdir. Hele birde
eşinizle evlilik öncesinde tam yanaşmadığınızı düşünün. Beklide hep
güzel saatleri paylaştınız ve birbirinize göstermek istediğiniz
yüzünüzü gösterdiniz. Gülünecek neşeli anları paylaştınız.
Ancak artık evlisiniz ve iki kişilik düşünmek zorundasınız ve bu
noktada sorunlar baş gösterir.
1)Evlilikte Sorunlara Yol Açan Cinsel Sorunlar:
Kadınlarda vaginismus, anorgazmi, erkeklerde erken boşalma ve
erektil (cinsel organda sertleşme) fonksiyon bozuklukları sayılabilir.
Bunlar yüksek olasılıkla psikolojik kökenli olup, tedavi edilebilir
sorunlar arasındadır. Eğer kişilerde eşcinsel bir yönelim varsa ve
buna rağmen toplumsal baskılar yüzünden evlilik yoluna gidilmişse,
sorunların çözümü zorlaşmaktadır. Toplumumuzda sıkça karşılaşılan
cinsel sorunlar genellikle daha önce hatta çocukluk döneminde
yaşanan tacizlerle ilişkili olabildiği gibi aile içinde cinsel bilgilerin
ebeveyn tarafından doğru bir şekilde öğretilmeyip kulaktan dolma
yanlış bilgilerden edinilmesi, ailede karşı cins ile iletişimin katı bir
şekilde sınırlandırılması ve korkutulması ile gelişebilmektedir.
Gençler bu nedenlerle genellikle evlendikleri zaman karşı cinsle ilk
cinselliklerini yaşamakta buda aşırı heyecan, performans, kaygıları
ve korku ile sorunlu cinsel girişimlere yol açmaktadır. Bazense
gençler arkadaşlarının ya da bazı akrabalarının telkini ile paralı
26
uygunsuz cinsel ilişkilere girip, ilk deneyimlerde olumsuz
yaklaşımlarla karşılaşmakta, bu durum kendi performans kaygılarını
arttırmaktadır. Bireyler cinsel açıdan sorunlar yaşıyorsa, bunların
tedavilerini birlikteliklerinin erken aşamalarında yaptırmalı bugünkü
işlerini yarına bırakmamalı ve eşlerini yıpratmamalıdır. Cinsellik sevgi
ile birleştirilmeli, mekanik bir eylemden çok adeta bir güzel sanatlar
gösterisi şekline dönüştürülmelidir.
2)Farklı Sosyokültürel Düzeyler:
Çiftler (farklı dinler, milletler, mezhepler, farklı sosyoekonomik
düzeye sahip aile yapıları gibi ) birbirinden çok farklı sosyokültürel
değerlere ve yargılara sahip olduklarından evlilik sorunları
yaşayabilirler. Bireyler çevreden gelebilecek baskı ve zorlamalara
göğüs gerecek değiller ve bunun için gerekli maddi ve manevi güçte
değillerse, birbirlerine ve evliliklerine sahip çıkmayabilirler. Ancak
her ikisi de çevrelerine gerekli sınırları koyabilmek için yeterli
birikime ve kişilik yapılarına sahip, evlilikleri çok mükemmel de
olabilir.
3)İletişim Düzeyleri:
Eşlerin birbirleriyle kurdukları sözel ve vücut dili olan iletişim
(birbirleriyle az konuşmaları, dertlerini paylaşmamaları gibi ) yetersiz
ve kalitesiz ise gene evlilik sorunları erken dönemde
başlayabilmektedir. Eşler birbirleri yanında ağlaya bilmeli, sevgilerini
her şekilde dile getirmelidirler. “Seni seviyorum ” demenin sözel
olmayan bin bir çeşit yolu vardır (ufak bir hediye, değişik bir yemek,
ona yollayacağınız güzel bir yazı yada resim,eşinizin sevdiği bir
demet çiçek,hafta içi yada hafta sonu birlikte yapacağınız ufak bir
27
gezi v.b)Sabah ayrılırken birbirimizi öperek, başarılar dilemek eşiniz
eve geldiğinde kapıda düzgün bir yüz ifadesi ile, güzel giysilerle
karşılamak bunlar arasında sayılabilir.Ayrıca eşler birbirlerine sadece
kendilerine ait,birbirlerinin hoşuna giden bir takım güzel hitaplarla
seslenmeyi alışkanlık haline getirmelidir(bir tanem,bebeğim,aşkım
vb.).Eğer çiftlerden biri diğerinin haklarını çiğniyorsa onun özgürlük
alanına müdahale ediyorsa, kararlar sürekli tek tarafın isteği
doğrultusunda alınıyorsa evlilikler çıkmaza girmektedir.Her kurum
gibi evlilikte demokratik bir şekilde yürütülmelidir.
4)Zaman Paylaşımı:
Evliliklerde bireyler sürekli olarak her şeyi birlikte yapmak zorunda
olmamalıdır. Mutlaka birlikte vakit geçirecek aktiviteler de olmalıdır
ancak bireyler zaman zaman kendi arkadaşları ve çevreleriyle de
birbirinden ayrı zamanlar geçirebilmelidirler. Bu bazen orkestrayı
dinlemek bazen de tek bir enstrümandan oluşan solo albümleri
dinlemek gibidir. Kişi kendine tanıdığı hakları eşine de tanımalıdır.
Aksi halde efendi-köle ilişkisi olur ve bu ilişkilerin temeline dinamit
koymak gibi bir şey olur.
5) İş ve Çevrenin Aile Hayatına Olumsuz Etkileri:
İnsanların günlük hayatları bir parça sirklerde göstericilerin 4–5 topu
bir arada havada döndürmesi gibidir. Her top belli bir sürede elde
tutulmalı ya da dokunulmalı ve birbiriyle aynı hız ve orantıda
atılmalıdır. Toplardan birisi elde fazla tutulur ya da yavaş atılırsa
diğer toplarda düşmektedir. Benzer şekilde kendine eşine mesleğine
ve çevresine yeterli zamanı ayırmazsa, bunlardan biri bile aksasa
diğerleri de zaman içinde zarar görmektedir. Yine benzer şekilde
28
sadece arkadaşlarınızı ön plana alıyor, eve geç geliyor, geleceğinizin
tümünü eşiniz olmadan yapıyorsanız sorunlar
yaşayabilirsiniz.Mutluluğunuz başkalarının mutluluğu üzerine
kurulmamalıdır.Herkesin yeri ayrıdır ve hiçbiri diğerlerini yok
etmemelidir.Aşırı işle haşır-neşir olmak evinizi ihmal etmenize yol
açıyorsa, iyi bir eş ve anne-baba olamazsınız.Bunun faturasını
pahalıya öderiz.Evlilik sorunları, çocuklarınızla sorunlar,sağlık
sorunları ile karşılaşabilirsiniz.İşte yaşanan sorunlar eve, evde
yaşananlar işe taşınmamalıdır.Çevrenizden duyduğunuz her şeyi de
eşinize taşımamalısınız.Evin maddi gereksinimlerini karşılamak işin
sadece bir yönüdür.Manevi yönü ve sevgi gereksinimi de çok
önemlidir.Eş ve çocukların sadece paraya değil sevgiye de ihtiyaçları
vardır.
6) Sadece Eşe Yoğunlaşmak:
Bütün hayatınızı da eşinizin üstüne kurmamalısınız, her şeyi ondan
beklememelisiniz. Kendinizde yaptığınız uğraşlar ve çevrenizle
ilişkilerinizden doyum sağlayabilmelisiniz. Aksi halde eşinizi kıskanır,
onun hayatını kısıtlamaya başlarsanız evliliğiniz tehlikeye girer.
7)Eski Konumdan(Çocukluk)Yeni Konuma(Erişkinlik) Geçişin
İdraki:
Artık siz yeni bir ailede yaşıyorsanız o kurumun sağlığı için, gelecekte
sizden daha kültürlü, sağlıklı ve mutlu yetiştireceğiniz bireyler için
mücadele etmelisiniz. Büyümenize rağmen hala eski evinizin küçük
çocuğu gibi davranırsanız anne babanızın sizin hayatınızı istedikleri
gibi karışıp yönlendirmesine izin verirseniz, kendi prensip ve
yöntemlerinizle hayatınızı sürdüremezseniz gerekli olgunluğa
29
ulaşamamışsınız demektir, buda evliliğinizin kalitesiz olmasına neden
olacaktır. Kendini evlilik için yeterli olgunlukta hissetmeyen ya da bu
olgunluk düzeyinde olan kişiler evlenmemelidirler.
8)Birbirini Tanıyabilmek ve Maske Takmamak:
Özellikle kırsal kesimlerde erişkin döneme gelen kişiler, ailelerinin
kararları doğrultusunda birbirlerini yeterince tanımadan
evlenmektedirler. Bazı durumlarda ise aile baskısı ile hiç karşı
cinsten arkadaşı olmayan kişiler görüşüp tanıştıkları ilk kişi ile
evlenmektedirler. Bu durumlarda kişiler gerçek özelliklerini
saklamakta ve karşılarındakini maskeler takarak aldatmaktadırlar.
Bunun sonucunda “cicim aylarının bitiminde’’ sorunlar başlamakta
ve fertler “bu benim sevdiğim kişi değildi” diyebilmektedirler. Ya
göründüğü gibi olmak, ya da olduğu gibi görünmek en insancıl
yaklaşımdır. Evlilik öncesi kişiler birbirine karşı açık olmalıdırlar ve
olumsuz taraflarını görebilecek sürede ve kalitede
konuşabilmelidirler.
9)Sınırlarınızı Belirlemek ve Korumak:
Toplumumuzda gençler genellikle evlenene dek aileleri yanında
yaşamaktadır. Bazı durumlarda evlenecek çağa gelen gençler
babalarının yanında çalışmaktadırlar. Bu gibi durumlarda gençler
yeterli güce sahip olamamakta ve adeta onların eline bakar duruma
gelebilmektedir. Anneler çocuklarını aşırı kollayıcı olmakta ve onlarda
bağımlı bir kişilik oluşturarak, kendi başlarına yaşayabilme
becerilerini ellerinden almaktadırlar. Bu gibi durumlarda aileler
30
gençlerle aynı dairede ya da apartmanda yaşamakta, gençlere sık
sık müdahale etmektedirler. Bu gibi hallerde sınır sorunları yaşanır
ve baba- oğul, gelin- görümce, gelin- kaynana çekişmeleri, damat-
kayın peder ya da arası geçimsizlikler yaşanabilmektedir.
10)Evlilik Dışı Cinsel İlişki:
Evliliklerde çiftlerden her biri kendini yenileyebilmeli, hayatlarını tek
düzelikten koruyabilmelidir, birbirlerini onore etmeli, birbirinizin
zevklerini küçümsememeli fikirlerine saygı duymalı, bakımlı olmalı ve
ortak plan ve hedefleri olmalıdır. Kişiler kendilerine değer vermez ve
bakımlı olmazlarsa, ev içinde sevimli, anlayışlı bir ortam
oluşturmazlarsa yada kendilerinde doyumsuzluklar varsa,evlilik dışı
cinsel birlikteliklere girişebilirler.kimse kimsenin başkasından kaptığı
mikropları paylaşmak zorunda değildir.bu durumda kişiler kuruma
ihanet ediyor demektir.aldatmanın özrü yoktur ancak,sebepsiz
sonuçta olmaz.Her iki tarafta istiyorsa,sorunların alt yapısına inecek
derinlikte terapiler yapılmalıdır.Ancak elamanlardan biri buna
isteksizse,boşanmaya kararlı ise zorla güzellik olmaz.
11)Uygunsuz Beklenti Düzeyleri
Fertler birbirlerinden çok büyük beklentiler içinde de olmamalılardır.
En mükemmel aşk, sürekli olarak eğlence içinde kahkahalar içinde
yaşama beklenmemelidir. Bu şekilde ayağı yere basmayan aşırı
romantik beklentiler sizi hayal kırıklığına uğratabilir. Histrionik kişilik
özellikleri olan kişiler sürekli olarak bir numara olmak isterler. Oysa
31
evlilik bir çocuk oyunu değildir, kişi çevresine,işine de zaman
ayırmalıdır.Evlenerek başkasının özgürlüğünü tamamen satın
alamazsınız. Özellikle kızla ailelerinin içinde bulundukları gergin
ilişkilerden ve zor ekonomik durumlar nedeniyle erkenden
evlenebilmekte ve gerçekçi olmayan beklentileri nedeniyle
“yağmurdan kaçarken doluya tutulmak” gibi daha olumsuz durumlar
içine düşebilmektedirler. Sadece duyguları ile hareket edenler
hüsrana uğrarlar, duygular ve mantık el ele yürümelidirler.
12)Otorite Mücadeleleri:
Evlilik bir güç mücadelesidir, meydan savaşı değildir. Herkes kendi
alanını korumalı ve birbirine yaptırımlarda bulunmamalıdır. Tabii ki,
bunun olabilmesi için fertlerin kişilik sorunlarını olmaması
gerekir.”Hep ben haklıyım,o haksız,en doğruyu ben bilirim ,benim
sözüm kanun” şeklinde yaklaşımların olabildiği narsisistik ve aşırı
düzen ve katı prensiplerle donatılmış olan obsesif kişilikler bir
diğerinin üzerinde otorite kurmaya çalışabilir.Bu da sürekli olarak
sürtüşmelere yol açar.evlilik bir meydan savaşı değildir.Bu şekilde
elde edilebilecek bir zaferde ancak pirus savaşı zaferi gibidir.İki
tarata mücadelelerden kırılır.kazanan olsa bile sağ kalan çok az
olduğundan zaferin anlamı kalmamıştır.
13) Kadınların Biyolojik Ve Ruhsal Zayıfladığı Dönemlerin
Anlayışla Karşılanması:
Hamilelik ve emzirme dönemi kadınların en fazla zorlandıkları
dönemler arasındadır. Ayrıca kadınların ayda bir yaşadıkları
mensturasyon(adet)dönemleri kendileri için hem kan kaybını
getirdiği halsizlik hem de o dönemde yaşadıkları hormonal da
32
demeyelim, kasırgalar onları strese karşı çok zayıf hale getirir. Bu
zamanlarda erkeğin eşini daha anlayışlı karşılaması, evle ilişkisini
daha çok arttırması, yükleri omuzlaması gerekir.Eğer babalık yada
anneliği kaldıramayacak olgunlukta hissediyorsanız,çocuk sahibi
olmamanız gerekir.Yine zor ekonomik dönemler yaşanıyor iken
birbirinizi mutsuz edecekseniz evlenmemelisiniz.Sinirlenince öfkenize
hakim olamıyorsanız(ki ileri dönemde kalp-damar sorunlarınız olacak
demektir)eşinizi yada çocuklarınızı şiddet uyguluyorsanız, sıkıntılar
sonra içki yada bağımlılık oluşturan maddelere boyun eğiyorsanız
gene evliliği hak etmiyorsunuz demektir. Elbette ki eşinizde görüp
hoşlanmadığız bazı özellikler, içinizde patlama yapmasını
beklemeden söylemelisiniz. Ancak bunu yaparken ifadelerinizi ve
vücut dilinizi sakin tutmanız, mantığı rafa kaldırmayıp, aşırı duygusal
olamadan hareket etmelisiniz. Eğer züccaciyeci dükkânına giren bir
fil gibi davranırsınız, bu davranışınızın amacından uzaklaşır ve
haklıyken haksız duruma düşersiniz, evliliğinize zarar verirsiniz.
Unutmayın ki, tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır. Çocuklarınız
yaptıklarınızı görüyor, bugün başkasına yaptıklarınız yarın ize
uygulanabilir, rüzgâr eken fırtına biçer.
14) Sorumluluklarını Bilmek
Ev işleri, çocuk bakımı, alışveriş vb. tek kişinin sorumluluğu değildir.
Eğer kadın da çalışıyorsa, ev işlerinin yapılmasına erkek de
katılmalıdır. Çocuğun bakımı sadece anneye yüklenmemelidir. Eşiniz
ve çocuğunuzla gelecekteki kurmayı düşlediğiniz güzel günlerin
temelini çok erkenden atmazsanız, gelecekteki güzel günleri sadece
hayalinizde yaşatacaksınız demektir. Evli çifti oluşturan her bir
eleman bu sorumluluklara katılmalı, görevini ihmal etmemelidir. Ne
ekerseniz onu biçersiniz.
33
15)Kendinizi Feda Ederek, Çocuklarınız İçin Evliliği Hasbelkader
Sürdürmek:
Sadece ‘’ çocuklarım annesiz ya da babasız büyümesin ‘’ diye
evliliğinizi sevgi olamadan sürdürüyorsanız, sorunlu bir evlilik
yaşadığınızdan dolayı da çocuklarınız ruhsal olarak olumsuz yönde
etkilenebilmektedir. Anne babanın maddi olarak aralarında olup,
manevi olarak yanlarında olamaması çocuklar için daha da örseleyici
olabilir ve onların da kendi evliliklerinde mutsuz olmalarına yol
açabilirsiniz bazen ayrı ama mutlu ebeveynler, bir arada her gün
mutsuz çiftlerden daha iyi çocuklar yetiştirebilirler. Çocuğunuz için
her türlü olumsuzluğa rağmen evliliğinizi sürdürmek erken yaşta
tükenmenize yol açabilir ve aslında çocuklarınıza daha az yardım
etmiş olursunuz.
16)Alkol, Uyuşturucu Madde Ve Kumar Gibi Alışkanlıklar:
Eğer eşlerden birisi bu tür bir alışkanlık içinde ise bunlar maddi,
manevi,sosyal ve ailesel iletişim sorunlarına yol açabildiğinden
evliliğin güzelliğini bozmaktadırlar.Bu durumların varlığı çoğunlukla
boşanmalara yol açabilmektedir.Geçmişten gelen birikmiş
sorunlarınızın ve günlük mutsuzluklarınızın çözümünü bu tür zararlı
alışkanlıklar yerine bir psikiyatra terapiye giderek sağlamalısınız.
17)Kendi Mutluluğunuzun Anahtarı Sizdedir:
Evlilik akıllı, duygulu, dürüst ve adil insanların işidir. Eğer kişiler
kendilerini karşılarındaki yerine koyamıyorsa yani empati
34
yapamıyorsa, hep ben haklıyım,eşim haksız diyorsa,suçu
karşısındakilere atıyorsa (ki bu kişilik bozukluklarının bir kriteridir),
kendine düşen sorumlulukları yapmıyor,çözmek için çaba sarf
etmiyorsa,evlilik için yeterli olgunlukta değilsiniz demektir ve
evliliğiniz yıkılmaya mahkumdur.
35