bizbiriz dergisi 8 9 sayi

60
Kurban Allah’a Teslimiyetin Adıdır Sayı: 8-9 Eylül 2013 ISSN: 2147-642 Bizbiriz d e r g i s i “Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin takvânız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları müjdele!” (Hacc/27) اَ هَ ر خَ سَ كِ لَ ذَ كْ مُ كْ نِ ى مَ وْ ق التُ هُ الَ نَ يْ نِ كَ لَ ا وَ هُ اؤَ مِ ا دَ لَ ا وَ هُ ومُ حُ لَ ه ل الَ الَ نَ يْ نَ لَ ينِ نِ سْ حُ مْ الِ ر شَ بَ وْ مُ اكَ دَ ا هَ ى مَ لَ عَ ه ل وا الُ ر بَ كُ تِ لْ مُ كَ ل

Upload: biz-biriz-dernegi

Post on 31-Mar-2016

242 views

Category:

Documents


3 download

DESCRIPTION

Kurban Allaha Teslimiyetin Adıdır

TRANSCRIPT

Page 1: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Kurban Allah’a Teslimiyetin

Adıdır

Sayı: 8-9Eylül 2013ISSN: 2147-642

Biz

biri

zd

e r

g i

s i

“Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin takvânız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları müjdele!”

(Hacc/27)

رها لن ينال الله لحومها ولا دماؤها ولكن يناله التقوى منكم كذلك سخ

ر المحسنين لكم لتكبروا الله على ما هداكم وبش

Page 2: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi
Page 3: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi3

Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun

Lokman Hekim (a.s) oğluna şöyle tavsiyede bulunur.

İki şeyi unut,

Yaptığın iyilikleri unut ve sakın bir daha bahsetme yaptığın iyiliklerden. Çünkü her anlatışta, o yapmış olduğun iyilikten bir miktar gidiyor. Yapmış olduğun iyilik sana yazılmış olan bir sevap sen yapmış olduğun iyiliği unut anlatıp durma.

Sana yapılmış olan kötülükleri de unut. Çünkü Cenab-ı Hak sana bir sabır verdi ve sen sabrettin ve ecrini kazandın. İyiliği Allah için yapmak lazım, iyilik ticaret değildir, yani tüccarlık değildir. Ben bunu yaptım sen ne yaptın veya ne yapacaksın denmez ve böyle bir beklenti içinde de olunmaz. Sen iyiliği yap ve unut, hiç ummadığın bir anda ve hiç ummadığın bir yerde karşına çıkar.

iki şeyi unutma;

Allah-u Teala’ nın (“  Nerede olursanız olun, Allah sizinle beraberdir.”) (Hadid suresi, ayet 4)   ayeti kerimede de belitildiiği üzere Cenab-ı Hakk’ın her an ve her yerde zaman ve mekan gözetmeksizin bizimle beraber olduğunu unutmamak gerekir.

Birde ölümü unutma ; (Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz)(Ankebut suresi, ayet 57 ) Ölümü ve mutlak suretle yaradana geri dönüşün olacağını bir an bile olsun aklımızdan çıkarmamak gerekir.

Değerli kardeşlerim Lokman Hekim’in oğluna etmiş olduğu tavsiyeleri bizde kendimize edilmiş bir tavsiye olarak değerlendirmemiz gerekir. Cenab-ı Hak yapmış olduğumuz iyilikleri gösteriş ve riyadan uzak, bize yapılmış olan her türlü davranışın Cenab- Hak tarafından ve O’ nun izni ile olduğunu bilmemizin idrakini bize nasip etsin.

Değerli okuyucularımız Rabbimizin izin ve müsaadesi ile yine yepyeni ve dopdolu bir sayımızla daha huzurunuzdayız. Bu sayıda

kardeşlerimiz evvelen Allah’ın rızası için sonra da siz kıymetli okuyucu kardeşlerimizin istifadesine sunulmak üzere birbirinden güzel konuları kaleme aldılar. Rabbim cümlemize okuyup anlamak ve hayatımıza tatbik etmemizi nasip eylesin. Amin

Selam ve dua ile…..

EDİTÖRDEN

Bizbiriz Dergisiİmtiyaz SahibiBizbiriz Derneği adınaYön.Krl.Bşk. M. Emin Doğan

Editör ve Yazı İşleri MüdürüKadir Aydın

Grafik – TasarımYasin Candan

FotoğrafBahadır Aktaş

Reklam KoordinatörüAhmet Navruz

Yayın KuruluHamide ErbayAyşe TunçSelman BaharZehra BilmenFaruk KulÜmmü Haram

Baskı TarihiEkim 2013

Baskı Erman Ofset Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti.Yeni Matbaacılar Sit. Yayın Cad. 6. Blok No:14 KonyaTel : 0 332 342 01 55 Fax : 0332 342 21 63www.ermanofset.com

Bizbiriz Dergisinde yayınlanan yazı, şiir, söyleşi, fotoğraf, illüstrayon, infografik ve makalelerin elektronik ve basılı

ortamlarda çoğaltılma hakkı Bizbiriz Derneği’ne aittir.

Yayın TürüAylık, yaygın süreli yayınBizbiriz Derneği Şeyh Sadrettin Mahallesi Turgutoğlu Sokak No:9 Meram / KONYATel : 0 (332) 353 27 000 (541) 248 65 28 - 0 (507) 577 22 25

Page 4: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Hadis12

Müslüman Bilimadamları

39

Tîn Sûresi Tefsîri

9

Siyer-i Nebi14

DillerdeZikrimiz

29

Sahabe-i Güzin30

Fıkıh13

Tasavvuf18

Ayın Sohbeti

25

Büyük Oyun; “Ilımlı İslam!”

6

Page 5: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Haydar50

Tarih’teEylül

52

ÇOCUK54

İlginç Bilgiler51

Surelerden46

Toprağı Kaybedilmiş

Kubbe:“Gönül

Dünyamız”44

Şehrin Görünmeyen

Yüzü 42

ArapçaRabca’ya Götürür

48

Page 6: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi6

Büyük Oyun; “Ilımlı İslam!”SELMAN BAHAR

Müslümanların üzerindeki en büyük teh-ditlerden biri İslam’ı kendi nefsine göre yo-rumlayan insanların sebep olduğu bir sonuç olarak İslam’ın kurallarının esnetilmeye çalı-şılması, çerçevesinin küçültülmesi, kalıbının daraltılmasıdır.

Başta kelime kalıbı olarak Ilımlı İslam, İslam’ın ağırlığına uymayan bir tabirdir. İslam’ın ağırlığında değiştirilemezlik vardır. Yani Allah tarafından İslam değiştirilmeye gerek duyulmayacak bir din olarak gönderil-miştir. Bu yüzden İslam’ı ılımlı hale getirmeye çalışmak nafile bir fiil olduğu gibi Allah’ın in-dirdiği dini beğenmemek yoluyla Allah’a is-yan etmek demektir.

Kaldı ki İslam’ı yaşama çabasında samimi Müslümanların başvurmayacağı bir yöntem olan İslam’ı yumuşatma eylemi, İslam karşıtı gruplar tarafından planlanmış bir oyundur. Müslümanların hayatına yanlışlar doğru, doğ-rular yanlış olarak empoze edilmeye çalışılır ve bu yolla kültürel değerler çökertilir.

İslam Hukuku’nun ve İslami yaşantının ba-riz şekilde zıttı olan kurallar ve adetler hisset-tirilmeden yaşamımıza sokuluyor. Bir zaman sonra manevi huzursuzluklara yol açan bu müdahaleler fark edildiğinde çözümü ya geç-miş oluyor ya da telafisi oldukça zorlaşıyor.

En başta İslam Kültürü’nü hedef alan “Ilımlı İslam!” söylemi kültürel değerleri yozlaştırdık-

tan sonra ekonomik yapısından siyasal düze-nine kadar bir toplumun bütün değerlerini iç ediyor. Bu bir binayı yıkmak için dinamit-leri binanın önce en zayıf noktalarında daha sonra destek kolonlarında patlatmaya ben-ziyor. Müslümanların İslami yaşantılarında zayıf bıraktıkları noktayı tespit ederek önce o zayıflığın yerini nefse hoş gelen bir hazla dolduruyorlar. Müslümanlar bu hazzın gafle-tine düştükten sonrada artık daha büyük bir değeri Müslümanların elinden alıyorlar. Bu tip müdahalelere birkaç basit örnek vermek ge-rekirse;

İslam denince akla gelen ilk gereklerden biri olan tesettürden hanım kardeşlerimizi soğutmaya çalıştılar. Gerekçeleri ise tesettü-rün sosyal hayatı kısıtladığı, her ortama uyum sağlamayı zorlaştırdığı, kaba gösterdiği, itici ve ilkel olduğu gibi tamamen gerçekten uzak bahanelerdi. “Tesettür güzeldir ama bak şöy-le pahalı markalardan git al eşarbını. Birazda gevşek bağla ki rüzgarda salınsın şöyle, hem eteğin modası geçti, etek yerine geniş pan-tolon giyersin vesaire, vesaire...” diyen birile-ri çıktı hanım kardeşlerimize, arkadaş oldu. Bir gün eşarbını gevşetti, bir gün makyajını yaptırdı. bir de geldi eşarbı bağlamaya gerek duymadı hanım kardeşimiz. İçini rahatlatan-da “Ne olacak canım böyle daha güzel oldun, hem senin kalbin temiz, niyetin halis.” diyen o arkadaşı oldu.

Page 7: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi7

Erkeklerimize günlük meşgaleler buldular. Camiden, cemaatten ayırdılar. “Çağa ayak uy-dur, sosyalleş biraz.” dediler. “Haftada bir halı sahaya gidelim. Çok moda, arkadaşlarla sine-maya gidelim. Bugün o doğdu, görmemek ol-maz. Ertesi gün şu eğlence partisi düzenledi, gitmemek olmaz.” dediler. Önceleri abdestsiz dolaşmayan genç “Bana ne oldu böyle” dedi-ğinde, “Haftada bir Cuma’ya gidiyoruz ya başı-mıza molla mı olacaksın” deyip yolundan dön-dürdüler.

Şu anda günümüzde faiz kullanımının Müslümanlara aşılanmasının yöntemi de bu-dur, yani İslam’ın kurallarının içini boşaltmak... Önce banka önünden geçmeyen halkımıza nema, kâr payı adıy-la sahip olmadıkları parayı cazip kıldılar. Sonra “Bu para faizdi ama işine yaradı bak.” dediler. Arkasından içimizden haram-he-lal çizgisi zayıf olanlar banka kredilerinin ge-rektiğinde başvuru-labilecek bir yöntem olduğunu, zorda ka-lındığında kredi faizi-nin haram olmayacağını söylediler.

İslam soğuk bir din mi ki, İslam’ın ılımlısı ol-sun. Haşa, Allah bilemedi de İslam’ı yanlış indir-di, sen aciz bir kul olarak o yanlışlığı mı fark et-tin? Yarım aklınla Allah’a kusur mu buluyorsun?

İnsanoğlu dini kendine göre yontmaya ne kadar meraklı. Ne kadar cesur ki böyle bir ve-bali üstleniyor. Daha doğrusu ne kadar cahil ki, din diye dayatılan yanlışların doğrusunu öğ-renmek için Kur’an’ı Kerim’e ve Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz’in sünnetine sarılmıyor...

Neden sormuyor yanındaki kardeşine, “Bir yerde faize şart koşup helal dediler, ben haram biliyordum. Sen nasıl biliyorsun?” diye. Biz Müs-lümanların işine mi geliyor yoksa yalan yanlış bir din yaşamak... Canımız istediğinde kredi çekip, eşin dostun arasında o krediyle sadaka verir görünmek, başına buyruk yaşadığını san-mak değil de nedir? Dini kendi nefsine göre yorumlamak, her arzuladığını dine uydurmaya

çabalamak Allah’ı bilmemek değil de nedir?

Birden fazla din varmış gibi İslam’ı, hurafe ve bidatlerle tahrif olmuş anlayışlarla diyaloga sokmaya çalışmak Allah’a düpedüz yalan söyle-mektir. “Ilımlı İslam’dır bu, bu din hoşgörü dini-dir” diyerek Müslüman’ın vatanını, namusunu, emeğini kafire peşkeş çekmek Allah’a en büyük ihanettir. Din içinde bozgunculuk yapanlar, Allah’a karşı yalan söylediklerinin idrakinde de-ğiller. Onlar Müslümanları aldatmanın Allah’a yalan söylemek olduğunu bilmiyorlar. Çünkü onlar hidayetten nasiplerini almamışlar. Öyle olsaydı Müslümanlar arasında fitne çıkartma-nın, günaha sevk etmenin, Allah’ın dini İslam’ı

kullanarak kendilerine dünyevi paylar biç-menin vebalini sırtla-namazlardı. Rabbimiz Hud Suresi’nin 18. ayetinde onları şöyle lanetliyor;

“Bir yalanı Allah’a iftira edenden daha zalim kim olabilir? Bunlar Rablerinin huzuruna çıkarıla-caklar, şahitlerde şöyle diyecekler; ‘İşte şunlar Rablerine

karşı yalan söyleyenler!’ Haberiniz olsun Allah’ın laneti zalimler üstünedir.”

Hal böyleyken bizim dikkatimizin daha faz-la olması gerekiyor. Her “İslam budur.”, “Hakikat böyledir.”, “Doğrusu bizimki.” diyene güvenme-mek gerekiyor. Aç, bak Kur’an’a, Furkan’dan âlâ kaynak mı var? Oku ve öğren. İlk emir değil mi ki, oku? Niye okumazsın? Okumak, hayata Kur’an’la bakmak demektir. Okumak, olayları Allah’ın Kelamı ile analiz etmek demektir. Oku-yan insanın gözleri İslam İslam bakar. Yaşadığı-nı Kur’an’la algılamaya çalışan insanın kulakları İslam İslam duyar. O okuyana ne hurafe bulaşır, ne bidat. Bir makinenin kullanma kılavuzunu okumuş birine o makinenin düğmesinin yerini şaşırtabilir misiniz? Kur’an’da yaşamanın kıla-vuzudur. Kur’an’ı özümsemiş birini faizin helal olduğuna inandırabilir misiniz?

Okumakla doğruyu-yanlışı öğrenir, bilirsin tamamda sadece bilirsin. Eğer okuduğunu ya-

“Birden fazla din varmış gibi İslam’ı, hurafe ve bidatlerle tahrif olmuş anlayışlarla diyaloga sokmaya çalışmak Allah’a düpedüz yalan söylemektir. “Ilımlı İslam’dır bu, bu din hoşgörü dinidir” diyerek Müslüman’ın vatanını, namusunu, emeğini kafire peşkeş çekmek Allah’a en büyük ihanettir.”

Page 8: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi8

şarsan senin yaşayışınla doğruyu-yanlışı bilirler, senden yaşamayı öğrenirler.

“Kitaptan hiç kimseye ne bir yarar vardır ne bir zarar, Ancak içindeki haya-ta tatbik edilirse fayda sağlar.” der Ab-dullah Murad Şükrüoğlu Hocamız...

Kandırılmamak için okuyacaksın, öğ-reneceksin. “Bak biliyorum.” diye kendini kandırmamak içinde bildiğini hayatına tatbik edeceksin. Sonra kimse gelip ak-lını çelemeyecek. Kimse senin önünde “Bu İslam’dır.” diye yalanı doğrultama-yacak. Kandıracak bir iki bilmeyen bul-duğunda da karşısında seni bulup, geri adım atacak.

***

Gün gelecek karaya ak diyecekler, aka kara. Olmazı olduracaklar, oluru zora sokacaklar. Sen “Yaparım” diyecek-sin, birileri “Yapılmaz, günahtır.” diyecek. “İyi o zaman günahsa sizde yapmayın.” diyeceksin. “Biz Müslüman kardeşleri-miz için kendimizi feda ediyoruz.” diye-cekler. Seni İslam’dan koparmak için ol-madık tezgah düzecekler, buna da Ilımlı İslam! diyecekler.

Yani sözün özü Fatır Suresi’nin 5. aye-tinde Rabbimizin buyurduğu uyarı ma-hiyetindeki emirdir;

“Aldatıcılar sizi Allah ile aldatma-sın.”

Allah’a Emanet Olalım...

Page 9: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi9

Tîn Sûresi TefsîriİNSANA LUTFEDİLEN YARATILIŞ KIVAMI: AHSEN-İ TAKVİM SIRRI

Hamide ERBAYBeşiktaş İlçe Vaizi

Tîn sûresi, Mekke döneminde indirilmiş olup, 8 âyetten oluşmaktadır. Adını ilk âyette geçen “incir” anlamına gelen “tîn” kelimesinden almıştır. Ayrıca “ve’t-tîn” ismiyle de anılmaktadır.

Yüce Allah’ın (c.c.) insanı en güzel biçimde yarattığına dair peş peşe gelen dört yemin

ifadesiyle başlamaktadır. Sûre, Allah Teâlâ (c.c.) kendisinin ilim, sanat ve kudret sıfatlarını gösteren dört önemli varlığa, insanın maddi gıdalarından olan incir ve zeytine, manevi gıdası olan vahyin indiği Sînâ dağı ile ‘emin belde’ yani Mekke’ye ve ayrıca insanların muhtaç olduğu maddi ve manevi ikramların en mükemmel örneklerine yemin ederek,

Page 10: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi10

insanın “ahsen-i takvim” üzere en güzel biçimde yaratıldığını bildirmektedir. Ardından gelen ayetlerde de insanın aşağıların aşağısına döndürüleceği, inanan ve sâlih amel işleyenlere ise kesintisiz bir mükafât verileceği ifade edilmektedir. Sure, apaçık delillerden sonra İslam’ın ve ahiret günündeki hesaba çekilmenin inkâr edilemeyeceğini ve Yüce Allah’ın (c.c.) hüküm verenlerin en üstünü olduğunu adeta haykırarak sona ermektedir.1

1. “İncir ve zeytine yemin olsun ki...”

İlk âyet hakkında tefsir alimleri genel olarak iki farklı yorumu benimsemişlerdir. Birinci yoruma göre, ‘tîn’ ve ‘zeytin’den maksat, bu adla meşhur olan incir ve zeytin yemişleri ve ağaçlarıdır. Bu görüş, Hasan, Mücahid, İkrime, İbrahim en-Nehaî, Âta gibi bir kısım alimlere ve İbn Abbas’a nisbet edilmiştir. Bu müfessirler, incire ve zeytine yeminle başlanmasının sebebini şöyle açıklamışlardır: İncir ve zeytin, insan hayatı için hem lezzetli bir gıda, hem ilaç, hem de ticaret açısından faydaları pek çok olan meyvelerdendir. Meyvelerin en faydalı ve mübareklerinden olmaları itibariyle özel durumlarına yemin edilmiştir.

İkinci yoruma göre, incir ve zeytinden maksat yemiş değil, bu isimlerle anılan mübarek yerlerdir. Müfessirlere göre, 3. ve 4. âyetlerde “Sîna dağı” ve “emin beldenin (Mekke)” zikredilmeleri bunu gösteren bir karinedir.2 Bu görüşe göre incir ve zeytin mecaz olarak bu ağaçların çokça bulunduğu toprakları yani Akdeniz’in doğusunda bulunan Filistin ve Suriye’yi simgelemektedir. Hz. Nuh (a.s.), Hz. İsa (a.s.), Hz. İbrahim (a.s.), Kur’ân’da adı geçen peygamberlerin çoğu, vahiyle bereketlenmiş bu topraklarda yaşayıp tebliğde bulundukları için, iki ağaç cinsi bu peygamberlerin dile getirdiği dinî öğretilerin sembolü olarak kabul edilmiştir.

2. “Sîna dağına yemin olsun ki...”

Sîna dağı, Hz. Musa’nın Yüce Allah (c.c.) ile konuşma şerefine naîl olduğu dağ olup, ‘sin’ harfinin kesrası veya fethası ve nunun uzatılmasıyla ‘Tûr-i Sînâ’ ve ‘Seynâ’ diye tanınmış ve meşhur olmuştur. Ayrıca Sîna dağı için kullanılan “sinîn” kelimesinin “verimli, bereketli, bol ağaçlı” veya “mübarek” anlamına geldiği alimler tarafından ifade edilmektedir.3

1 DİBY, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c.V, s.646.2 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.IX, s. 305-8.3 DİBY, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c. V, s.647.

3. “Ve bu güvenli şehre yemin olsun ki...”

Mekke, Hz. İbrahim (a.s.) zamanından beri bütün Araplarca saygı gösterilen, dokunulmaz bölge olarak kabul edilmiştir. Hz. İbrahim’in duasına mazhar olmuş, ‘emin belde’ ve ‘harem’ kılınmış olan Mekke’de bütün canlılar ve insanlar zarar görmekten muhafaza edilerek emin kılınmışlardır. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) doğduğu ve risalet vazifesine mazhar olduğu yer olarak da, “Sen içlerinde iken Allah (c.c.) onlara azab edecek değildir. Mağfiret diledikleri halde Allah (c.c.) onlara azab edecek değildir”. (Enfâl, 8/33) âyeti gereği, hem Resûlullah (s.a.v.) içlerinde bulunduğu müddetçe, hem de Yüce Allah’ın (c.c.) mağfiretini isteyerek istiğfar ettikleri sürece halkına azap olunmayacağı vaad edilen şehirdir Mekke-i Mükerreme.4

4. “Biz insanı en güzel biçimde yaratmışızdır.”

Peş peşe gelen dört yeminin ardından Yüce Allah (c.c.) insana has olan yaratılış lütfunu zikretmektedir. “Takvîm,” eğriyi doğrultmak, kıvama nizama koymak, kıymet biçmek, kıymetlendirmek anlamlarına gelmektedir. “Ahsen-i takvim” ise, “biçimlendirmenin en güzeli” demek olur ki, maddi ve manevi her türlü güzelliği kapsar. İnsanın, yeryüzü varlıkları içerisinde gerek fizyolojik gerekse ruhsal yetenekler bakımından en mükemmel ve seçkin canlı olarak yaratılmış olmasını ifade eder. Yaratılmışların en mükemmeli olan insanda bulunan bu güzelliğin kaynağı, Allah’ın (c.c.) onu kendi eliyle yaratıp ruhundan üflemesi,5 “kendi sureti üzere” (kendi sıfatlarından ona-insanlık düzeyinde olmak üzere- lütufta bulunarak) yaratması6 ve onu yeryüzünde halife kılması7 gibi lütuf ve inayetleridir.8

Bu hakikat Hz. Ali’ye (r.a.) nisbet edilen dizelerde şöyle dile getirilmektedir;

İlacın sendedir de farkında olmazsın,

Derdin de sendendir fakat görmezsin,

Sanırsın ki sen sade küçük bir cisimsin,

Oysa sende dürülmüş en büyük âlem.

4 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. IX, s. 310.5 Sa’d, 38/726 Buhari,”İsti’zan”,1; Müslim “Birr”,1157 Bakara, 2/308 DİBY, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c. V, S.647.

Page 11: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi11

Nakledildiğine göre bir hükümdar, mehtaplı bir gecede hanımı ile baş başa kalır ve “eğer şu aydan daha güzel olmamış isen boşsun,” der. Bu söz Kadı Yahya b. Eslem’e taşınır ve fetvası sorulur. Fetvayı “Karısını boşamış olmaz.” şeklinde verir. Kendisine “Sen hocalarına muhalefet ettin.” denildiğinde, o da “Fetva ilme göredir. Yemin olsun ki, bunun böyle olduğuna hepimizden daha âlim olan Allah (c.c.) fetva vermiştir. Çünkü O, ‘Biz gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık,’ buyurmuştur,” diyerek cevap verir.9

5. “Sonra onu aşağıların en aşağısına indirdik.”

Bu ayeti müfessirler farklı anlamlarda yorumlamışlardır. Bir görüşe göre, aşağıların aşağısına indirilmesi, bedensel ve fiziksel gelişimini tamamladıktan sonra fizyolojik olarak zamanla gerilemeye başlaması, algı, hafıza ve düşünce kapasitesinin zayıflamasıdır. “Erzel-i ömür” denilen ömrün en sıkıntılı ve zayıf çağından diğer ayetlerde de bahsedilmektedir.10 Yaşlanmak hem mü’minler hem de inkar edenler için kaçınılmaz bir durumdur. Ancak mü’minler bedenen zayıflasa da, manen güçlenirler, ruhları bu hayattan sonra kesintisiz sevaba erer.

İkinci bir görüşe göre bu âyet, yaratılış amacına uygun hareket etmeyip ahlaki değerleri hiçe sayan ve en güzel biçimde yaratılmış olmanın şükrünü yerine getiremeyenlerin cehenneme indirileceğini anlatmaktadır.

Başka bir yoruma göre ise, Allah’ın (c.c.) insana verdiği onu yaratılmışların en mükemmeli kılabilecek imkanları kötüye kullananların, en güzel kıvama erişme ve ecir alma imkanından mahrum olarak geriye, insanlardan daha aşağı canlılar alemine doğru gideceğini, alçalmış olacağını ifade etmektedir.11

6. “Ancak iman edip salih ameller işleyenler başka; onlar için kesintisiz bir ödül vardır.”

Allah’ın emrine uyarak rızasını kazanmak için iman edip salih amel işleyenler, “ahsen-i takvim” üzere yaşayanlar aşağıların aşağısına indirilmeyecekler, bilakis Rableri katından hiç kesilmeyecek bir mükafâtla ödüllendirileceklerdir.

9 Razi, Tefsr-i Kebir, c.XXIII, s. 246.10 Hac, 22/5; Yasin, 36/68.11 DİBY, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c.V, s.648.

7. “Artık bu kanıtlardan sonra ey insan seni dinin asılsız olduğu sonucuna götüren şey nedir?”

Âyetteki “ed-dîn” kelimesi İslâm dini anlamına gelebileceği gibi, âhiret ve ceza anlamına da gelebilmektedir. İnsanın yaratılışının üstünlüğüne, onun istifadesine verilen nimetlere temas edildikten sonra, sağlıklı bir düşüncenin insanı imana götürmesi gerektiği, bütün âyet ve delillere rağmen dini inkar etmenin ilim ve akıl yönünden sağlam bir dayanağının bulunamayacağı ifade edilmektedir. En güzel biçimde yaratılan insanların bir kısmı ahlaki bakımdan en aşağı seviyeye düşerken bir kısmı iman ederek iyi ameller işlemekte ve bu düşüşten kurtulmaktadır. Bu iki ayrı grup insanın akıbetinin aynı olacağını kabul etmek de akla aykırı bir durumdur.

8. “Allah (c.c.) hüküm verenlerin en adili değil midir?”

Bu son ayette de Allah’ın (c.c.) kainattaki varlıkları hikmet ve adalet ölçülerinde yaratıp yönettiği, dünyada peygamberleri aracılığıyla en doğru ve adil hükmü verdiği ve ahirette de yine en adil hakim olarak mahlukat arasında hüküm vereceği vurgulanmaktadır. Âyetin soru şeklinde olması ise hükmünün kesinliğini göstermektedir. Resûlullah (s.a.v.) bu âyeti okuyanın “Evet öyledir, ben de buna şahitlik edenlerdenim” demesini tavsiye etmiştir.12

12 DİBY, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c. V, s.648.

Page 12: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi12

ن كان لا ا من بطنه بحسب ابن اآدم لقيمت يقمن صلبه فاإ ما مل�أ اآدمى وعاء شرمحالة فاعل� فثلث لطعامه و ثلث لشرابه و ثلث لنفسه

Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (sav) buyuruyor ki;“Âdemoğlu,midesinden/karnından daha şerli/fena bir kap doldurmamıştır.

Belini doğrultacak birkaç lokmacık ona yeter. Yok, birkaç lokma ile yetinmeyecekse (nefsinin galebesiyle) ille de midesini dolduracaksa hiç olmazsa

onu üçe ayırsın: (karnının) üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğine/suya, üçte birini de nefesine (ayırsın, üçte birden fazlasına yemek koymasın).” *

Bir zât, Rasulullah’ın yanında öğürmüştü. Rasulullah ona şöyle buyurdu: “Öğürtünü/ geğirmeni bizden uzak tut. Zira, dünyada insanların en çok doymuş olanları, Kıyamet günü en çok aç kalacak olanlardır.”1

Hocam ben zayıflamak istiyorum.Arkadaş zayıflamanın temeli az yemekten

geçiyor. Acıkmadan yemeyeceksiniz. Mide yediklerini eritip, bir şey kalmayıncaya kadar geçen vakitte küçülme başlıyor. Çok acıktınız, ‘midem kazınıyor, başım dönüyor, asabım bozuluyor, sinirlerim kalkıyor, elim ayağım titriyor’ diyor ya insanlar, işte o zaman iyice acıkmış oluyorsunuz. Biraz sabredin, oruç tutmadınız mı hiç? Arada bir şey yemeyin. Sünnette 3 öğün yok zaten. İki öğün yerken de doymadan kalkacaksınız. Allah’ın Rasulü (sav); “çok geviş getirin” diyor. Çok çiğneyin ki, hazmınız kolay olsun, tokluk hissi çabuk gelsin. Tabii ki dua edin;

-Allah’ım! Benim vekilim, kefilim Sensin. Benim yeme tamahıma, yeme hırsıma karşı sabretme gücü ver.

Paraya mı ihtiyacınız var; -Aman ya Rabbi! Bana kanaat ver. Amin. Para

isteme güzel kardeşim, isteme. İstedikçe bu göz doymaz. Zaten istediğin de bir şekilde olmaz. * (Tirmizî, Kıyâmet 38 –2480-; İbn Mâce, Et’ıme 50 –3350-; K. Sitte, 11/130).1 Abdullah Murad Şükrüoğlu\ On Hafta Sohbetleri 5.cilt

Sağlık isteyeceksiniz, hastalıkta şükür isteyin.-Ya Rabbi! Biliyorum ki bu hastalığı bana

Sen ihsan ettin. Demiri küften arındırmak için ateşi verdin. Bedeni günahlardan dökmek için hastalık verdin, şükürler olsun ya Rabbi! Bize çekemeyeceğimiz yük verme Ya Rabbi! Şifa istemeyi bile bilmiyoruz. İnsanoğlu hemen isyan eder. Allah’ın kovmuş olduğu şeytanlar ve cinler bu insanlara yakındırlar. Bunlar der ki; ‘Sen oldun, sen şöylesin, böylesin, senin gibi abdest alan yok, senin gibi namaz kılan yok, sen cennetliksin kardeşim, sen oldun.’

Bizler Allah’tan mü’minlik isteyeceğiz. İnsanlar tek halle kendisini korurlar. Alışkanlık haline getireceksiniz. Gururu, kibri bırakıp, Hak yolda yol alacaksınız. Hakikat yolunda yol kat edeceksiniz. Bu yol Muhammedilik. Muhammed Mustafa (sav)’in yolu.

“Bende sizin gibi bir beşerim-kuru et yiyen kadının oğluyum” diyen bir Nebinin tevazu yolu. Bu Hak ve hakikat yolu nefsimizi susturmak için yememeye, içmemeye alışma yoludur. Kendi kendimizi motive edeceğiz. Yemeyi yiyeceğimizde, acıktığımızda içimizde bir trafik polisi belirleyeceğiz, ‘dur yeme, bir saat sonra ye’ diyeceğiz.

Şimdi az yiyeceğiz. Yemezsem öleceğim diyen kardeş, yersen daha çabuk öleceksin.

Vesselam.

HADİSM. DİKKATLİ

Page 13: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi13

Sual: Kurban kesmenin hükmü ve vakti nedir? Hangi hayvanlardan kurban olur? İzah eder misiniz?

Kurban

FIKIHAYŞE TUNÇ

Cevap:Değerli Kardeşim;Kurbanın sözlük anlamı;  “Yaklaşmak, Allah’a

yakınlık sağlamaya vesile olan şey” demektir. Dinî bir terim olarak ise; “ibadet maksadıyla belirli bir vakitte belirli şartları taşıyan hayvanı usulünce boğazlamak, ya da bu şekilde boğazlanan hayvan” demektir. Arapçada bu şekilde kesilen hayvana udhiyye denilir.

Kurban kesmenin hükmü hususunda fakihler arasında görüş farklılıkları vardır. Yükümlülük şartlarını ( Müslüman olmak, akıl-baliğ olmak, mukim olmak, nisap miktarı malı olmak) taşıyan kimselerin kurban kesmeleri Hanefî mezhebinde ağırlıklı görüşe ve bazı müctehid imamlara göre vacip, fakihlerin çoğunluğuna göre müekked sünnettir. Hanefîler, Kur’an’da Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v)’e hitaben “Rabbin için namaz kıl, kurban kes” 1buyrulmasının ümmeti de kapsadığı ve gereklilik bildirdiği görüşündedir. Ayrıca Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v)’in birçok hadisinde hali vakti yerinde olanların kurban kesmesi emredilmiş veya tavsiye edilmiş, hatta “Kim imkânı olduğu halde kurban kesmezse bizim mescidimize yaklaşmasın.” 2”Ey insanlar, her sene, her ev halkına kurban kesmek vaciptir.” 3

Öte yandan kurban kesmeyi Allah’ın Resulü hiç terk etmemiştir. Bu ve benzeri delillerden hareket eden fakihler gerekli şartları taşıyanların kurban bayramında kurban kesmesini vacip görürler.

Kurbanın sahih olabilmesi için belirlenmiş vakit içinde kesilmesi gerekir. Kurban, kurban bayramının ilk üç günü yani zilhicce ayının 10, 11 ve 12. günleri, bayram namazının kılınmasından, 3. günün akşamına kadarki süre zarfında kesilebilir. Şâfiî mezhebine ve bazı fakihlere göre bu süre, bayramın 4. günü akşamına 1 (el-Kevser 108/2)2 (İbn Mâce, “Edâhî”, 2; Müsned, II, 321),3 (Tirmizî, “Edâhî”, 18; İbn Mâce, “Edâhî”, 2)

kadardır. Bayram namazı kılınmayan yerlerde sabah namazı vaktinden itibaren kesilebilir. Kurbanın bayramın 1. günü kesilmesi daha faziletli görülmüş, kesimin gündüz yapılması tavsiye edilmiştir. Geceleyin kurban kesmeyi caiz görmeyenler veya mekruh görenler, aydınlatma imkânının yetersizliğinin yol açacağı muhtemel tehlike, hata ve zorlukları göz önünde bulundurmuş olmalıdır. Bu sakıncalar yoksa gece de kurban kesilebilir.

Kurban; koyun, keçi, sığır, manda ve deveden olur. Bunların dışındaki hayvanlar kurban olarak kesilemezler. Söz konusu hayvanların kurban olarak kesilebilmesi için devenin 5; sığır ve mandanın 2; koyun ve keçinin 1 yaşını doldurmuş olması gerekir. Bu sayılan yaş sınırını geçtiği halde süt dişlerini değiştirmeyen hayvanlar da kurban edilir. Bunun yanında, 6 ayını tamamlayan koyun, bir yaşını doldurmuş gibi gösterişli olması halinde kurban edilebilir. Koyun veya keçinin bir kişi tarafından; sığır, manda ve devenin ise, yedi kişiye kadar ortaklaşa kurban olarak kesilebileceği Rasulullah’ın hadisleri ve uygulamaları ile sabittir.4 Ancak ,kurbanın ibadet niyeti ile kesilmesi şarttır. Ortaklaşa kesilen kurbanda, ortaklardan birinin sadece et elde etme niyetiyle iştiraki diğerlerinin kurbanını geçersiz kılar.

Kurban edilecek hayvanın, sağlıklı, azaları tam ve besili olması, hem ibadetin gaye ve mahiyetine hem de sağlık kurallarına uygun düşer. Bu nedenle, kötürüm derecesinde hasta, zayıf ve düşkün, bir veya iki gözü kör, boynuzlarının biri veya ikisi kökünden kırık, dili, kuyruğu, kulakları ve memesi kesik, dişlerinin tamamı veya çoğu dökük hayvanlardan kurban olmaz. Ancak, hayvanın doğuştan boynuzsuz olması, şaşı, topal, hafif hasta, bir kulağı delik veya yırtılmış olması, kurban edilmesine mani teşkil etmez.5

4 (Ebû Dâvûd, “Dahâyâ”, 7-8). 5 İsam

Page 14: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi14

Rabbü’l Alemin’in buyurduğu gibi yeryüzünde ibadet maksadıyla inşa edilmiş ilk bina, rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulmuş ilk mescit Kabe’dir1. Küp şeklinde yapı anlamına gelen Kabe’yi ilk inşa edenin Hz. Adem olduğu bilinirken bu inşa şimdiki haliyle değil temelleri belirlenmiş hürmet ve tazim gören bir mekan halindedir. Hz. Şit tarafından yenilendiği bilinen ve Nuh tufanından sonra yeri kaybolmuş olan Kabe’yi, hayatı boyunca zulmün karşısında durmuş, tek başına ümmet olmuş, yürekli Hz. İbrahim’ in, sadakat ve teslimiyete örnek kurbanlık oğlu İsmail (as) ile birlikte aynı temel üzerine ikinci defa inşa ettikleri rivayet olunur. Ayet-i kerimede bu durum şöyle belirtilir;

“Bir zamanlar Kabe’nin yerini İbrahim’e şu şekilde hazırlamıştık: Sakın bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, orada (kıyama) 1 Ali İmran, 96.

duranlar, rüku edenler ve secdeye varanlar için evimi tertemiz et.” 2

Ayette ‘Evimi tertemiz et’ denilirken Kabe’nin Allah katındaki değerinden bahsedilmesi adına evimiz diye belirtilmiş, hem maddi hem manevi pisliklerden arınmış olarak muhafaza edilmesi adına da tertemiz istenmiştir.

Başka bir ayet-i kerimede geçen ‘yükseltiyor’ kelimesi daha önceden belirlenmiş bir temel halinin yeniden inşasına bir işaret olarak kabul edilmiştir.3

Bu inşa halinde Hz. İbrahim gelen ilahi emirle Kabe’nin duvarlarını örerken oğlu İsmail (as) ise sevgili babasına çevreden taş taşıyordu. Örülen duvarın boyunu aşması üzerine Hz. İbrahim günümüzde Makam-ı 2 Hac, 26.3 Bakara, 127.

SİYER-İ NEBİM. DİKKATLİ

Page 15: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi15

İbrahim olarak ziyaret edilen bu mekanı iskele taşı olarak kullanarak inşaatı devam ettirir. Bu taş, Kabe’nin inşası esnasında iskele olarak kullanıldığı için üzerinde Hz. İbrahim’in ayak izleri oluşmuştur. Makam-ı İbrahim ifadesi Kuran’ı Kerim’de iki defa zikredilir.4 Kabe tevhidin, Makam-ı İbrahim kulluğun sembolüdür, kulluğa düşen amelin, gereken çabanın sembolüdür. İbrahimî bir duruşun anlamını ifade eder ki aynı taşın Hz. İbrahim tarafından insanları hacca çağırırken de kullanıldığı rivayet edilir. Bu kutlu emanet Hacerü’l-esved ile Hicr-i İsmail arasında kalan yerde, Kâbe’nin kapısının olduğu tarafta Kabe’ye 15.40 metre mesafededir. Yaşadığı çağın her şekil putperestliğine karşı duran bu kıdemli yüreği anmak, O’na yakınlaşmak adına tavaftan sonra Makam-ı İbrahim’de iki rekat namaz kılmak sünnettir.5

Yine bu yükseltme işlemi sırasında Kâbe’nin güney doğu köşesinde yerden bir buçuk metre yüksekliğinde, yumurta biçiminde 30 cm. çapında oldukça parlak siyah bir taş olan ve bundan dolayı ‘siyah taş’ olarak anılan Hacerü’l- Esved’in de buraya Hz. İbrahim tarafından konulduğu bilinir. Mekke’nin hemen yakınında olan Ebu Kubeys Dağı’ndan getirildiğine inanılmakla birlikte cennetten Cebrail (as) vasıtasıyla getirildiği de rivayet edilir.6

Rasulü Zişan Efendimiz bu iki nişane hakkında şöyle buyurmuştur;

“Rükn (Haceru’l-Esved) ve Makam-ı İbrahim Cennet yakutlarından iki yakuttur. Eğer Allah onların aydınlıklarını gidermemiş olsaydı doğu ile batı arasını sürekli aydınlatırlardı.” 7

Haniflerin efendisi, ümmetin önderi Hz. İbrahim’in; “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut. Rabbim! Çünkü o putlar insanlardan birçoğunu saptırdılar.”8 Kabe her tarafının putlarla dolu olmasının yanı sıra bulunduğu konum itibarı ile de yaşanan sel ve toprak kaymalarından, zamanla yaşanan yangın, hırsızlık ve benzeri olaylardan etkilenerek epeyce yıpranmıştı. Başka kabilelerin elinde hırpalanmış, zaman zaman da bunları gidermek için inşasına çalışılmıştı.

Kainatın Efendisi Habibi Kibriya Muhammed Mustafa (sav)’in risalet görevlerinden 5 yıl 4 Ali İmran, 96-97. / Bakara, 125.5 İmam Nevevi, el-İdah, s.2456 Keşfü’l-Hafâ, Aclûnî, 11087 İbrahim, 35- 36.8 A. Köksal, İslam tarihi, 1-2/ 190.

öncesinde yaşanan yenilenme kararıyla M.605 yılında yıkılmasından korkulan Kabe’nin dört bir duvarının yapımını Kureyşliler kendi aralarında bölüştüler. İşe başlayacakları sırada Kureyş’in ileri gelenlerinden Ebu Vehb b. Amr şöyle bir çağrıda bulundu;

‘Ey Kureyş topluluğu! Kazancınızdan ancak temiz olanla bu işe girişin. Buraya faiz veya insanlardan haksızlıkla elde ettiğiniz bir kazançla katılmayın.’ Bu çağrı zamanla dejenere olunsa da öz itibarı ile edilen duaların karşılığının alınacağına, tamir ve tadilatın yalnızca yapılarda değil gönüllerde de vukuu bulacağına işaret oluyordu.

Ne var ki bunca hazırlığa rağmen kimse bu kutsal mabetten ilk taşı sökmeye cesaret edemez. Buna Velid bin Muğire’nin niyetinin salih olması ve bu şekilde Allah’a yakarmasıyla attığı ilk adım son verir. Velid bin Muğire’nin başına bir şey gelmediği görüldükten sonra Kabe’ nin duvarları tamamen yıkılarak Hz. İbrahim’in attığı temellere kadar inildi. Göz nuru Efendimiz (sav)’in bu inşada amcalarıyla beraber bizzat taş taşıdıkları bilinir.

Bu şekilde bina Hz. İbrahim’in zamanındaki temellerin üzerine yükselmeye başlayıp sıra Hacerü’l Esved’i yerleştirmeye gelince kabileler arasında tartışma çıktı. Her bir kabile bu şerefli görevi kendilerinin hak ettiğini düşünerek iknaya yanaşmıyordu. Konu iyice şiddetlenip taraflardan bir kısmının kanları uğruna yemin etmesiyle daha da büyüyen bu anlaşmazlık dört gün sürdü. Kureyşin en ihtiyarı Ebu Ümeyye bin Muğire9 Ben-i Şeybe kapısından Kabe’ye girecek ilk kişinin hakem olmasını ve onun kararına göre hareket edilmesini teklif etti.10 İyice zora sıkışan bu durumun bitmesini isteyen bir kısım Mekkeliler bu teklifi hemen kabul ettiler ve herkes Ben-i Şeybe kapısından kimin gireceğini beklemeye koyuldular.

Heyecan, merak, korku ve endişeyle bekleyen Mekkelilerin baktığı tarafta bir kişinin belirmesi tüm bu duyguları daha da arttırdı. Uzaktan beliren bu zat, kendine has görünüşü, vakurlu yürüyüşüyle her vakitte olduğu gibi o günde gören gözlere derman oldu. İnsanlar içlerindeki huzur, güven ve ferahlığı coşkuyla hep bir ağızdan şöyle dile getirdiler;

“İşte güvenilir kişi, El-Emin geldi! Biz onun 9 Taberî, Tarih, c. 2, s. 210.10 İbn Sa’d, I/146.

Page 16: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi16

vereceği karara seve seve razı oluruz.”11

Hikmet budur ki, Efendimiz burada vereceği kararla insanlara risaletinden öncede derin düşünce ve muhakeme yeteneğini ispatlamış olacaktı. Çevreye uyan değil, çevreyi oluşturan insanlardan olmasının kanıtıyla kendisini sevmeyenlerin dahi koşulsuz güvendiği haliyle bizlerin bir kez daha modeli olacaktı. Biz kendisine peygamberlik görevi verilmeden önce dahi ‘El- Emin’ olarak anılan bir nebinin ümmetiyiz. Bu şekilde kaçacak noktamızın kalmadığını, emin olunmamış bir Müslümanlığın kalitesinden sorgulanacağımızı unutmamalıyız. Sonraki zamanlar içinde insanların kendisine olan itimatlarını ve onları hiçbir suretle yanıltmayacağını ifade edecek zemin hazırlanmıştı.

Bu şekilde kendisine anlatılan duruma karşılık Nebiyi Muhterem Efendimiz tertemiz zihniyle net ve hızlı bir şekilde gelerek hemen ridasını çıkarttı ve yere yaydı.12 Merakla beklenen çözüm herkesi memnun edecek, kendisine duyulan güveni de ispatlayacak şekildeydi. Efendimiz (sav) Hacerü’l Esved taşını bir yaygının üzerine koyarak, bu yaygının her bir ucunu dört büyük kabile reisleri olan, Utbe bin Rebia, Zem’a, Ebu Huzeyfe b. Muğire, Kays bin Adiy’in eline verdi. Hep birlikte taşın konacağı yüksekliğe kaldırıldıktan sonra Efendimiz (sav)’de taşı alıp kendi elleriyle yerleştirdi. Anlaşmazlığın bu şekilde memnuniyetle sonuçlanması, kan dökülmeden hallolmasıyla kısa sürede duvar tamamlandı, Kabe’ nin inşası sona erdi.�

Allahın evi olarak kıymet bulan, tevhidin sembolü, enbiyaların hatırası olan Kabe-i Muazzama bundan başka çeşitli dönemlerde ve hatta günümüzde de devam eden bir şekilde tadilatta kalmış, gelişen ihtiyaca cevap verebilmek adına genişletmelerde bulunulmuştur. Osmanlı’nın da ciddi anlamda katkısının olduğu son hali kutsal mekanlar hac ve

11 Belâzurî, Ensab, c. 1, s. 99.12 İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 146

umre çalışmaları merkezi tarafından hazırlanan plan gereği mimari yapı korunmaya çalışılarak düzenlenmektedir.

Bugünde hedeflediğimiz toplumun maddi-manevi inşası için güdülen benliklerin, çıkar davalarının, dökülen kan ve gözyaşının tesellisi Rasul-ü Zişan’ın göstermiş olduğu yolla olacaktır. Çözüm olarak sermiş oldukları rida, üst giysisi anlamına gelmekle risalet görevine de benzetme yapılabilir. Çünkü insan bir sorumluluğu almakla bir nevi omuzlarına bunu yüklenmiş olur. Efendimiz (sav)’in getirdiği ölçülere sıkı sıkıya tutunarak, benlik değil de bizliğe aday olarak tutunduğumuzda o zaman yükseliş gerçekleşecektir. Ve yine o mübarek elleriyle hitama erdirdikleri gibi bizler de işlerimizi O’na götürmekle, işlerimizi Onunla yürütmekle güzel sonuçlara erişeceğiz biiznillah. Bizlerin, dağların

dahi yüklenmekten kaçındığı emaneti hakkıyla taşımamız Emin (sav) olana tutunmamız, emin olarak anılmamızla yaşanacaktır. Emin olana emanet olalım inşallah.

Kabe’nin Bina Olarak Özellikleri

Beyt-i Muazzama şu son çalışmalar haricinde en son haliyle 145 metrekarelik bir alanı kapsamaktadır. 13 m yüksekliği, 122 ye 11 m duvar uzunlukları olan küp

şeklinde bir yapısı vardır. Kabe’nin yapısı sade fakat heybetlidir. Sitare veya kisvede denilen altın işlemeli hat yazıları bulunan siyah bir örtü ile kaplıdır. Üzerindeki bu örtü, ipekli bir kumaştan dokunmuş olup, üzerine Kelime-i Şehadet işlenmiş, çatıya yakın kısmında çevresine altın işlemeli bir şerit geçirilmiş; kemer biçiminde olan bu şeritte de Kur’an ayetleri işlenmiştir. Bu örtü her sene hac mevsiminde yenilenmektedir.

1. Hacerü’l-Esved: Doğu köşesinde bulunan kara parlak taştır. Günümüzde taşın parçaları gümüş bir çerçeveyle bir arada tutulmaktadır. Görünen kısmı yaklaşık 16,5x20 cm’dir. Tavafa buradan başlanır ve burada bitirilir.

2 . Kabe Kapısı: Kabe’nin doğu duvarında zeminden 2,13 metre yükseklikte bulunmaktadır.

Page 17: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi17

3. Altın oluk: Kuzey duvarı üzerinde bulunan altından yapılmış oluk. Mekke’de ender yağan yağmur sularını Kâbe’nin çatısından indirmek için ilk 605 yılındaki tamir esnasında eklenmiştir. Emeviler döneminde altınla kaplandığı için bu isimle anılır. Farsça da -Mi’zab’ur Rahme/ Rahmet oluğu- olarak bilinir.

4 . Kabe’nin duvarlarının diplerini yağmur ve sel sularından korumak amacıyla yapılan mermer korumadır. Kabe’nin duvarları 25 cm yükseklikte ve 30 cm kadar çıkıntılı bir mermer kaide üzerinden başlar.

5. Hatim: Kabe’nin batı duvarının önünde bulunan ve 90 cm yüksekliğinde ve 1,5 m eninde beyaz mermerden yapılmış İsmail duvarı adı verilen kavisli yarım daire şeklinde alçak duvarla sınırlanmış bir bölgedir. Kabe’ nin aslından olup, 605 yılındaki tamir esnasında dışarıda kalan bölümdür. Bu boşluğun iç kısmına da Hicr denilir.

6 . Mültezem: Kâbe’nin doğu duvarında Kâbe kapısı ile Hacerü’l-Esved arasındaki duvar kısmıdır. Duaların kabul edildiği kıymetli yerlerden biridir.

7 . Makam-ı İbrahim: Hz. İbrahim ve oğlu İsmail tarafından Kâbe inşa edilmekte iken İbrahim’in ayak izini bıraktığı taşın olduğu yerdir.

8. Rükn-i Şarkî (Doğu köşesi “Hacerü’l-Esved”)

9. Rükn-i Yemanî (Güney köşesi)

10. Rükn-i Şamî (Batı köşesi)

11. Rükn-i Irakî (Kuzey köşesi)

12. Cebrail makamı: Kabe’nin doğu duvarının önünde kapının bulunmadığı kısımda “Irakî” köşesinin hemen yanında bulunan mevkidir.

13. Tavaf’ın başlangıç ve bitiş çizgisi olarak kullanılan mermer banttır. 2006 yılından itibaren kaldırıldı.

Page 18: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi18

TASA

VV

UF

Z.BİLMEN

Tasavvuf, İnsan İlmidir...

Zamanın velisi  Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefendi şöyle buyurarak bize Kabe’nin kapısını açtı, ledün okyanusundan hikmet damlaları saçtı;

Kabe Beytullah, insanların kıblesi.

Hakikatte ise Beytullah insanın kendisi.

İnsanların kıblesi beyt iken Rabb’imizin Beyt’i

İnsanın gönlü haline geldi.

İnsana nazargahullah denildi.

“Bir adam Şibli’ye gitti. Şiblî (k.s) ona dedi ki:

-Nereye gidiyorsun?

-Hacca

-Öyle ise iki çuval götür, onlara orada rahmet doldur ve onları giy, bize getir ki, hacdan nasibimiz olsun;gelene onu verelim, ziyaret edeni onunla ağırlayalım.

Adam diyor ki;

-’Huzurundan vedalaşıp çıktım. Döndüğüm zaman Şibli bana sordu’;

-Haccettin mi?

-Evet.

-Haccetmek için ne amel yaptın?

-Guslettim, ihrama girdim, iki rek’at namaz kıldım ve telbiye ettim.

-Bununla haccı akdettin mi(ahdettin mi, söz verdin mi Allah’a)?

-Evet...

-Peki, yaratıldığından beri bu akdine muhalif bütün akitleri bozdun mu?

-Hayır...

-Sen akdetmemişsin.

-Sonra elbiseni çıkardın mı?

-Evet...

-Yaptığın her işten de soyundun mu?

-Hayır...

-Sen elbiseni çıkarmamışsın.

-Sonra temizlendin mi?

-Evet...

Page 19: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi19

-Bu temizlenmenle sende bulunan her illeti giderdin mi?

-Hayır...

-Sen temizlenmemişsin.

-Sonra telbiye ettin mi? (Lebbeyk Allahümme lebbeyk.. Buyur Allah’ım emret…anlamında dua)

-Evet...

-Aynen telbiyenin cevabını aldın mı?

-Hayır...

-Sen telbiye etmemişsin.

-Sonra Harem’e girdin mi?

-Evet...

-Harem’e girmenle her haramı terk etmeye ahdettin mi?

-Hayır...

-Sen Harem’e girmemişsin.

-Sonra Mekke’yi gördün mü?

-Evet...

-Mekke’yi görmenle Allah’tan sana hal geldi mi?

-Hayır...

-Sen Mekke’yi görmemişsin.

-Mescid-i Haram’a girdin mi?

-Evet...

-Allah’a yaklaşmaya erdin mi?

-Hayır...

-Sen Ka’be’yi görmemişsin.

-Üç defa remledip, dört defa yürüdün mü?

-Evet...

-Seninle beraber olduğunu bildiğin her şeyden kaçıp kesildin mi? Dört defa yürümekle güvene erip bundan dolayı Allah’a şükrettin mi?

-Hayır...

-O’ndan başka şeylerden kesilmemişsin.

-Hacer’i musafaha ettin mi?

-Evet...

-Yazık sana, hani denilir ki, Hacer’i musafaha eden Hakk’ı musafaha eder; Hakk’ı musafaha eden de güven mahallindedir. Binaenaleyh sende güven alameti göründü mü?

-Hayır...

-Sen Hacer’i musafaha etmemişsin.

-İki rekat namaz kıldın mı?

-Evet...

-Allah, azze ve Celle’nin önünde durur gibi, olduğun yerde durup niyetini O’na gösterdin mi?

-Hayır...

Page 20: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi20

-Sen namaz kılmamışsın.

-Safa’ya çıkıp orada durdun mu?

-Evet...

-Ne amel ettin?

-Orada tekbir ettim.

-Safa’ya çıkmakla sırrın saflaştı mı? Rabbini tekbir etmekle ekvan gözünde küçüldü mü?

-Hayır...

-Sen Safa’ya çıkmamışsın ve tekbir de etmemişsin.

-Sa’yinde hervele ettin mi?

-Evet...

-O’ndan O’na kaçtın mı?

-Hayır...

-Sen Hervele ve sa’y etmemişsin.

-Merve’de durdun mu?

-Evet...

-Merve’de iken üzerine sekine’nin (huzurun) indiğini gördün mü?

-Hayır...

-Sen Merve’de durmamışsın.

-Oradan Mina’ya gittin mi?

-Evet...

-Temenni ettiğin sana verildi mi?

-Hayır...

-Sen Mina’ya gitmemişsin.

-Hayf Mescidi’ne girdin mi?

-Hayır...

-Sen Hayf Mescidi’ne girmemişsin.

-Arafat’ a çıktın mı?

-Evet...

-Halkedildiğin (Yaratıldığın) ve varacağın hali bildin mi? Bildin mi ki Rabbin kimdir ve inkar etmekte olduğun o Zat-ı Kibriya kimdir? Ve hak sana, havassı aşina kıldığı bir hal gösterdi mi?

-Hayır...

-Sen Arafat’a çıkmamışsın.

-Meş’ar’e koştun mu?

-Evet...

-Orada Allah’ı, masivayı hatırlamayı unutturan

bir zikirle zikrettin mi? Ve ne ile cevap verildiğini ve ne ile hitap edildiğini anladın mı?

-Hayır...

-Sen Meş’ar’e gelmemişsin.

-Kurban kestin mi?

-Evet...

-Şehvetlerini ve iradeni Hakk’ın rızasında ifna ettin mi?

-Hayır..

-Sen kurban kesmemişsin.

-Şeytana taş attın mı?

-Attım...

-Sendeki cehaleti attın mı ve bu suretle sende ilim zuhur etti mi?

-Hayır...

-Sen taş atmamışsın.

-Ziyaret ettin mi?

-Evet...

-Sana hakaikten bir şey keşfedildi mi? Yahud ziyaret sebebiyle ikramların arttığını gördün mü? Çünkü Rasulullah (S.A.V.) şöyle buyurmuştur:

“Hacılar ve umre yapanlar, Allah’ın ziyaretçileridir. Ziyaret edilenin kendisini ziyaret edene ikram etmesi haktır.”

-Hayır...

-Sen ziyaret etmemişsin.

-İhlal ettin mi?

-Evet...

-Helal yemeye azmettin mi?

-Hayır...

-Sen ihlal etmemişsin.

-Veda ettin mi?

-Evet...

-Nefsinden ve ruhundan bi’l-külliye çıktın mı?

-Hayır...

-Sen veda etmemişsin ve Hac da etmemişsin. Eğer istersen tekrar dönüp haccetmen gerekir. Ve eğer haccedersen bu söylediğim şekilde haccetmeğe çalış.

في اأمان الله

Page 21: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi
Page 22: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi
Page 23: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi
Page 24: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Dün

ya’n

ın k

ıyam

etini

düşü

nürsü

n,K

endi

kıya

meti

ni dü

şünm

ekten

uza

k.K

endi

kıya

meti

duru

rken

düny

anın

kini

düşü

nen,

Bizc

e hak

ikat

en a

hmak

.

Dün

ya’n

ın k

ıyam

etini

düşü

nürsü

n,K

endi

kıya

meti

ni dü

şünm

ekten

uza

k.K

endi

kıya

meti

duru

rken

düny

anın

kini

düşü

nen,

Bizc

e hak

ikat

en a

hmak

.

Varis

ün-N

ebi

Abd

ulla

h M

urad

Şük

rüoğ

lu

Page 25: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

VarisÜn-NebiAbdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızın sohbetinden...

Bizbiriz Dergisi25

AyınSohbeti

Putlardan temizlenmeden hac olur mu? Beyt-i tavaf etmeden sahibi bulunmaz mı?

Beyt iki tanedir: gökte Beyt-i Ma’mur, yerde Beytullah. Allah’ın gökte Beyt-i Ma’mur’u evve-la yeryüzünde idi. Yerde iken ziyarete gücümüz yetmedi. Gökte iken gelin seyran edelim desem kim gelir? Adem (as) ile Havva annemiz cennet-ten indirildiğinde Beyt-i Ma’mur semaya kaldırıl-dı, Kabe bugün bulunduğu yere atıldı. İnsanların kıblesi Kabe. Hakikatte ise Beytullah yani Allah’ın evi, insanın kendisi. İnsanların Kabesi beyt iken Rabbimizin beyt’i insanın gönlü haline geldi. İn-sana nazargah denildi.

NE BEN VARSIN NE DE SEN.

CÜMLE VAR OLAN ALLAH.

BUNU ZAT’A YÜKLEME SEN.

ADEMDİR NAZARGAHULLAH.

Rabbimin ziyaret ettiği beytin sahibi insan-lık siz, yirmi dört saatte her nefes alışverişinde Allah’ı bilirseniz; “men arafa nefsehu fe gad arafe Rabbehu” sırrına ermiş, nefsinizi bilmiş olursu-

nuz. O zaman sizi yaratanın daim size nazar etti-ğinin fevkine ve farkına varırsınız. Rabbü’l alemin daim bizimle. O zaman bizim nefislerimiz Allah-u Teala’nın mülkü haline gelir. Beden Kabe’sini temizleyip içerdeki yedi nefsi, yani yedi hayva-ni huyu “Bismillah Allah-u ekber” deyip kurban etmeden gelen hacıya, hacı mı denir? Sahibini bulmadan gelen hacı, hacı mı olmuştur? Evi gör-dünüz ev sahibini görmeden bu evin sahibi var diyebilir misiniz? Diyemezsiniz değil mi? O za-man hepsi yalan söylemiş olmuyor mu?

Şirk putundan, beden putundan, nefis putun-dan, hanım putundan, dünya putundan kurtul-madan hacı olunmaz. Allah-u Teala buyuruyor ya;

لن ينال الله لحومها ولا دماؤها ولكن

رها يناله التقوى منكم كذلك سخ

ر لكم لتكبروا الله على ما هداكم وبش

المحسنين

ن في الناس بالحج ياأتوك رجالا وعلى كل ضامر ياأتين من كل فج عميق. واذ

“İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler.” 1

1 (Hacc/27)

Page 26: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

“Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin takvânız ulaşır. Sizi hida-yete erdirdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyası-nız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifade-nize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları müjdele!”2

Sizin kurbanlık ettiğiniz, şu nefsiniz ve hevesi-niz olsun. Rabbü’l Alemin buyuruyor:

“Görmedin mi o hevasını Rab edineni?”3

Hevanızı kurban ettiğiniz zaman işte, siz nef-sinizi bilmeye başladınız. Bir koç gibi sağ tarafına yatırdınız, sol ayağınızı sırtına bastırdınız. ‘Bismil-lah Allahu Ekber! Ya Rabbi, bendeki tamahı, hırsı, kini, nefreti, hasedi kestim’ diyerek bıçağı boynu-nuza vurdunuz. Keçiyi inadın bil, sığırı doyma-yı bilmeyen tamahkar nefsin, deve kindarlığın olsun, koyunu başı eğik mülayim gibi görünüp aslında içinde bir şeytan gibi duran nefsin bil. Dizinin altına koyup bıçağı, ‘Allah sen çok büyük-sün ben bunu kesiyorum sende beni bu dünya ve dünyalıklardan kes’ deyip keseceksiniz. Kesen siz, kesilen sizsiniz. Şimdi Hak kurbanı kestiniz.

Kabe’yi, taş duvarları yedi şavt, bir tavaf etmek hac değildir. Evin sahibini ziyarete gedeceksiniz. Sahibinin etrafında aşk ile şevk ile döneceksi-niz. Her gönlü Kabe bilip, gönüller ziyaret edip, gönlün sahibini memnun edeceksiniz. Allah-u Teala’nın bize söylettiği gibi;

İKİ GÖNÜL BİRBİRİNİ SEVERSE RIZAEN LİL-LAH,

OLUR BİRİ GÖKTE BEYT-İ MAMUR, DİĞERİ YERDE BEYTULLAH.

Haccı uzakta arama, bak yanı başında.

Arifi billah öyle demiş;

Ey muradı Kabe olan,

Kabe benem, hac bendedir.

Gelsin Hacc-ı ekber kılan,

Kabe benem, hac bendedir.

Arif-i billah doğru söylüyor. Sebebi ne? O Rah-man olan Allah’ın nazargahı haline gelmiş. Daim Allah-u Teala’nın Kitab-ı Kadim’i ile hem hal. Ki-tabın emirleriyle meşgul. Allah-u Teala benimle beni işitiyor, beni görüyor, beni biliyor inancıyla hareket ediyor. Kulun gönlü Rahman’ın beyti, Kabesi oldu. Kim ki onu ziyaret etti muhakkak ki 2 Hac suresi/ 37 3 Casiye/23

hacı oldu. Hadis-i Şerif’te şöyle buyrulmaktadır:

“Mümin kulun kalbi, Rahman olan Allah’ın arşıdır.”4

İşte buradan da anlıyoruz ki, kulun gönlü ma-nevi arş yani beyt-i Ma’mur’dur. Taş Kabe’yi, gön-lünü Kabe’ye çeviren insanın öğretisiyle ziyaret edebilirsin. O öğretiyi almadan kuru bir taklit ile gidersen Mekke’li müşriklerin ziyaret etmesine, tavaf etmesine benzersin. Onlar kurban kesmi-yor değildi. Onlar Kabe’yi tavaf etmiyor değildi. Onlar namaz kılmıyor değildi. Dünya kuruldu-ğundan bu yana her insan namaz kılıyor ama ha-beri yok kıldığı namazdan. İnsanların namazdan anladığı şu;

NAMAZI SANDILAR EĞİL EĞİL KALK

HANİ HUZUR HANİ HUŞU BİR DÜŞÜN BAK.

Kimisi haç çıkartıyor namaz kılıyor. Kimisi akşama kadar oturuyor namaz kılıyor. Her in-san kendince bir şekilde Allah’a ibadet ediyor. Müslüman’da namaz sadece bende var zan edi-yor. Namaz bezm-i vahdette başladı. İlk secde-yi melekler Adem (as)’a yaptı. Başlar, o zaman secdeye vardı. Başlar, o zaman tazimi bildi. Bel-ler, o zaman rükuya eğildi. Ama Müslüman, sen anlamıyorsun ki? Namazı anladığın yok, sücudu anladığın yok, kıyamı anladığın yok, tahiyyatı bildiğin yok. Okuduğun şehadetten haberin yok. Ne diyeyim ki sana? Aklını başına topla! Allah-u Teala insanı kendisine halife etti. Halifeye kov-muş olduğu şeytanı secde ettirdi. E peki secde etti mi? Etmedi. Etmediği gibi karşısındakini yani Hz. Adem’i suçlu bildi. Hep karşıyı, hep karşıyı görenler muhakkak ki şaşırır, Allah-u Teala’dan yüz çevirirler.

‘Allah’ım, ben her attığım taşla, kötü huyları-mı atıyorum’ şuuruyla Allah’ın kovduğu şeytanı taşla. Her taş bir nefise işaret etsin, deyin bis-millah, atın kurtulun inşallah. Haccı böyle yapın, hacı olacaksanız böyle olun.

Kişi helalleşmeden hacca gidiyor. Önce bütün dünya ve dünyalıklarla helalleşin. Hocam benim helalleşeceğim kişi vefat etti, nasıl helalleşece-ğim, diyor. Onun hakkında nasıl helalleşirsin? Parasını aldın da vermediysen şahsın arkasında bıraktığı birileri varsa onlara vereceksin. Yoksa o kişinin adına hayır yapıp, Allah-u Teala’dan afv ve mağfiret dileyeceksin. Gelin burada hesaplarımı-zı kolay edelim. Gelin burada hakkı ve hakikati gözetelim. Yalanlarınızdan temizleneceksiniz. Yalan işlerden, yalancı kimselerden yüz çevi-4 K. Hafâ

Bizbiriz Dergisi26

Page 27: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

receksiniz. O zaman işte ‘Rabbim ben kelamını okudum, hayatıma tatbik ettim’ diyebileceksiniz. Hayatınıza tatbik etmediğiniz kitabın tecvidini, mahrecini bilseniz, cübbe giyseniz, sarık taksa-nız, elinize asa alsanız, başınız eğik, ayakucunuza bakıp dolaşsanız yine de cehennemden kurtula-mazsınız. Kur’an’ın hükümlerine uymaz, insanları aldatırsanız Allah-u Teala bunun hesabını hepi-mizden soracak. “Onların kıyafetleri yaşantıları bize benzeyecek içinde zerre miktarı iman eden olmayacak.” diyor Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (sav).

Zamanında hac farizasını bir yükmüş gibi gö-ren, başıboş bırakıldığını zanneden bir abimiz geldi:

-Hacca gideceğim hakkını helal et, dedi.

- Helallik vereceğim lakin sana bir menkıbe anlatayım, dedim. Hacca üç kişi çağırır. Allah-u Teala’nın kovmuş olduğu şeytan çağırır, Allah-u Teala çağırır, Allah’ın Rasulü (sav) çağırır. Seni hangisi çağırdı dedim?

-Nasıl yahu, nasıl bileceğiz bunu? Dedi.

-Kolay dedim gelince görüşürüz. Allah’ın ça-ğırdığı ihlasla, aşk ve muhabbetle gider ehli ke-ramet olur da döner. Keramet ehli olur. Feraseti açılır.

Allah’ın Rasulü’nün çağırdığı kişinin muhab-beti, aşkı artar, ibadeti, itaati artar. Fakat hayatın-da bir değişiklik olmaz.

Allah-u Teala’nın kovmuş olduğu şeytanın ça-ğırdığı kişi, cömert gider cimri olarak gelir. Gider selametle gelir ihanetle dedim.

Kişi hacdan döndü, aradan biraz zaman geç-sinde rahat bir zamanda gidelim, dedim. Dediler ki dükkanı açmış dükkanda ağırlıyor misafirleri-ni. Kasıtlı olarak tam öğle vakti yanına gittik. Biz öğle yemeği yemeyiz. Konya’da adettir öğle ye-meği İslam’da ise bidattir. İslam’da öğlen yemeği diye bir yemek yoktur, sabah ve akşam yemeği vardır. Sabah yemeğini çokça yiyin akşam yeme-ğini fazla kaçırmayın, az yiyin. Akşam yemeği ye-mezseniz de erken ihtiyarlarsınız. Allah’ın Rasulü (sav) böyle tembihliyor. Dört kişiyiz, tabakta beş-altı tane hurma var, mini mini bardaklarda zem-zem. Ben gülümsedim.

-Niye gülüyorsun, dedi.

-Hani sana bir kıssa anlatmıştım, hatırladın mı? Önceden her geldiğimizde yemek ikram ederdin, biz istemezdik. Bugün teklif dahi ede-miyorsun. Zemzemi, hurmayı bir başka misafire verirsin, dedim.

Müslüman haddini bilen insan demektir. Had-dini bilen insan ise her işini Kur’an’a ve sünne-te götüren demektir. Kur’an’ı ve sünneti hayata intizam olarak geçirmeyen kimse, ‘Kul ya eyyu-hel kafirun’ diye okur, Allah-u Teala Muhammed (sav)’e söyledi der, ‘Kul’ emrinin kendine olduğu-nu bilmezse, KUL olmayı bilmez. Rabbim bana ne emredecek diye Kur’an’ı okumaya başlayın: ‘Ya Rabbi Senin adınla kelamına başlıyorum, Ha-bib-i Kibriya Muhammed Mustafa (sav)’in sana gelişi gibi geldim. Emret ya Rabbi! Lebbeyk Ya Rabbi!’

Bir hadis-i şerifte Efendimiz (sav) şöyle buyu-rurlar:

“Kim Rabbiyle konuşmak istiyorsa Kur’ân okusun.“5

Kim ki Allah’la muhabbet diler, açsın Kur’an-ı Kerim okusun. Kim ki Allah’ı ziyaret etmek ister, açsın Kur’an-ı Kerim okusun. Biz haccı, Kabe’nin etrafında fırıldak gibi dönmek bilirsek, birine omuz birine tekme atıp, birine küfür edip gelir-sek, Allah-u Teala’nın kovmuş olduğu şeytanı taş-lıyorum diye ‘filanca gün filanca saatte şu günahı işletmiştin, al sana’ deyip taşa ayakkabıyı atarsak hacı mı oluruz sizce? Hala Allah-u Teala’nın kov-muş olduğu şeytanı, şeytan bilip, karşıdaki taşta arıyorlar. Yahu senin kolunu burkmuyor ki sen 5 Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd 7/239; ed-Deylemî, el-Müsned 1/302

Bizbiriz Dergisi27

“ Ey mü’minlerin emîri! Ben bir şey yapmadım!

Sadece her koyunu kendi bacağından astım.

Fakat görülüyor ki, her koyun kendi bacağından

asılsa da bütün çevreyi rahatsız ediyor, herkese

zarar veriyor. Bir kötünün zararı sadece kendine

olmuyor, herkese zarar veriyor “.

Page 28: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

niyet ediyorsun, o niyetinin ipini gevşetiyor. Sen faiz alacaksın da yolda karşına banka çıkartıyor. Sen zina yapacaksın da internette karşına ad-resler çıkarıyor. Sen zina yapmaya azmetmişsin zaten. Niyetine göre Allah-u Teala’nın kovmuş ol-duğu şeytan olaylar çıkartacak. Sen hacca vardı-ğında makinalı tüfeği alıp taşı tarasan, patriyot-ları yağdırsan geri döndüğünde bir daha işlemez misin o günahı?

İçindeki şeytanı öldürmedikten sonra, sen seninle olduğun müddetçe günah işleyeceksin elbette. Benim diyen Allah-u Teala’nın kovmuş olduğu şeytana benzeyeceksin işte.

Kurbanda koçu değil nefsini keseceksin. Şim-di Müslümanlar kurban parasına acıyorlar. El-bette onu et bayramı haline getirenler utansın. Birbirini aldatmak için kurban kestik diyenler

utansın. Daha ucuz fiyata kurbanlık arayıp, bir keseceğime iki kestim diyen cahiller utansın. Beş yüz liraya bir tanesini alamazken yüz liraya nasıl alacaksın? İsmini bilmediğin, resmini bilmediğin, namazını bilmediğin başka diyarlarda, kesilip ke-silmediğinden habersiz kurbana razı oluyorsun. Kurbanınızı Kabil’in kurbanına çevirmeyin. Hac-ca giderken, ‘Ben taklidini yapmaya gidiyorum döndüğümde hayatıma uygulayacağım inşallah’ deyin. Allah’ın Rasulü nasıl hacca yöneldiyse na-sıl umreye yöneldiyse bizde öyle yöneleceğiz. Al-lah-u Teala’nın Kabe’si kulun gönlüdür bunu da böyle bileceğiz…6

6 Bu yazı Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefendi’nin 31.08.2013 tarihli Cumartesi sohbetlerinden alıntıdır.

Bizbiriz Dergisi28

Page 29: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Biz Muhammediyiz gönülden eseriz

Güneşin doğup battığı yerdeyiz biz

Gül-i Rana Sultan Murad bazarındanız

Gülzarıyız oluk oluk Fatih hanlarız

Damla olur akarız yeryüzüne

Sevgi olur damlarız her bir gönüle

Kan olur akarız kerb-ü beladan

Sultanımızda Rasulullahın (s.a.v) tadı var

Yürüyoruz zaman ve mekân şahit olsun

Dillerde tekbirler sembolümüz olsun

Asırlardır beklenen meş’ale tutuştu

Murad Sultan Gülzarı kalp bağımız olsun

Der ki fuzuli aşık-ı sadık menem

Bende mecnunun adı var

Bizde deriz ki aşk Muradımızdır

Bizde Efendimizin himmeti var

Ve dahi deriz ki biz Muhammediyiz

Bizde Sultanımızın bereketi var

Ve kalben beyan ederiz: Biz biriz

Bizde Şeyhimizin sevdası var

Dillerde zikrimizdir daim Subhanallah

Gönüllerde keremimizdir Zikrullah

Daim Allah deriz hak La İlahe İllallah

Sultan Murad aşkımızdır ElhamdülillahEbubekir ONHAN

Dillerde Zikrimiz

Page 30: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi30

SAHABE-İ GÜZİN

EBÛ ZER GIFÂRÎ

Burak Çınar (Edb.Fak. Tarih Böl. 3. Sınıf)

Ebû Zer-i Gıfârî, Mekke’nin ticâret yolu üzerinde yaşamakta olan  Benî Gıfârkabîle-sindendir. Bunlar Arabistan’da bulunan diğer kabîleler gibi câhiliye devrinin her çeşit kö-tülüğünü işliyor ve putlara tapıyordu. Ticâret kervanlarını çevirip, yağmacılık yapmalarıyla tanınmışlardı.

Ebû Zer-i Gıfârî de çevresinin te’sîriyle bir müddet kervan soygunlarına katılmıştı. Kavmi arasında atılganlığı ve cesâreti ile şöhret bul-muş, gücü, kuvveti ve yiğitliği ile o çevrede pek meşhur olmuştu.

Putlardan Nefret Ediyordu

Fakat o, bütün bunlardan bir tat almıyor, zavallı insanların elleriyle yonttuğu putlara ilâh diyerek tapmasına şaşıyor, putlardan nef-ret ediyordu.

Nihâyet bir gün her şeyin tek bir yaratıcısı olduğuna inanarak, yol kesme işinden vaz-geçti. İnsanlardan uzak bir hayat yaşamaya ve Allah Teâlâ’nın rızâsına kavuşmak için kendisi-ne yol gösterecek bir rehber aramaya başladı. Üç sene böylece devam etti.

Ebû Zer-i Gıfârî hidâyete adım adım yaklaş-makta iken, Muhammed aleyhisselâma Allah Teâlâ tarafından peygamberliği bildirilmişti. Artık insanlar birer ikişer Müslüman olmakla şerefleniyor, İslâmın nûru âlemi aydınlatmaya başlıyordu. İslâmın doğuş haberi gün geçtik-çe çevrede yayılıyor, müşrikler ise engellemek için çâreler arıyordu.

Nihâyet bu haber Benî Gıfâr kabîlesinin yurduna da ulaşmıştı. Mekke’den gelen biri, Ebû Zer-i Gıfârî’nin “Lâ ilâhe illallah” dediği-ni işitince dedi ki:

Page 31: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi31

- Mekke’de bir zât var, senin söylediğin gibi  “Lâ ilâhe illallah” diyor ve peygamber ol-duğunu bildiriyor.

Ebû Zer heyacanla sordu:

- Hangi kabîledendir?

- Kureyş’tedir.

Ne Haber Getirdin?

Ebû Zer-i Gıfârî bu hâlleri işitir işitmez kardeşi Üneys’e dedi ki:

- Hayvanına bin, Mekke’ye git, kendisine va-hiy geldiğini söyleyen zâtla görüş, söylediklerini dinle, benim için bilgi edin, haberini bana getir.

Üneys, Mekke’ye gidip, Peygamber Efendimi-zin (asm) mübârek cemâli, sohbeti ve ihsânları ile şerefledi. Hayran kaldı. Sonra tekrar memle-ketine döndü. Kardeşi Ebû Zer kardeşine sordu:

- Ne haber getirdin?- Vallahi öyle yüce bir zâtı gördüm ki, hep

hayrı, iyiliği emredip, kötülüklerden sakındırı-yor.

- Peki insanlar, onun hakkında ne diyorlar?Zamanın meşhur şairlerinden olan kardeşi

Üneys şöyle cevap verdi:- Şair, kâhin, sihirbaz diyorlar. Fakat onun söy-

ledikleri ne kâhinlerin sözüne, ne de sihirbazla-rın sözüne benzemiyor. Onun söylediklerini şa-irlerin her çeşit şiirleriyle karşılaştırdım. Onlara hiç benzemiyor, hiç kimsenin sözüyle ölçülemez. Vallahi o zât hakkı bildiriyor, doğruyu söylüyor. Ona inanmayanlar yalancı ve sapıklık içindedir-ler. Bu zât iyiliği, ahlâkî değerleri emrediyor, kö-tülükten de sakındırıyor.

Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri kardeşinin bu sözü üzerine:

Page 32: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi32

- Sen bana, bu husûsta arzû ettiğim, gön-lüme şifâ veren, müşkillerimi giderir bir haber getirmedin. Kendim gidip, onu görürüm, dedi.

Kardeşi Üneys dedi ki:

- İyi olur, fakat sen Mekke halkından sakın! Çünkü Mekkeliler, ona karşı son derece kin besli-yorlar ve onunla görüşenleri takip ediyorlar.

Ebû Zer, hemen Mekke’ye gitmeye ve Pey-gamberimizi (asm) görüp Müslüman olmaya ka-rar verdi. Eline bir değnek ve biraz da azık alarak büyük bir şevkle Mekke yoluna düştü.

Kimseye Sormadı

Mekke’ye varınca hâlini kimseye anlatma-dı. Çünkü bu sırada müşrikler Peygamberimize (asm) ve yeni Müslüman olanlara şiddetli düş-manlık yapıyorlar ve bu düşmanlıklarını safha safha ilerletiyorlardı. Bilhassa Müslüman olup da, kimsesiz ve garip olanlara işkence yapıyorlardı.

Ebû Zer-i Gıfârî de Mekke’de kimseyi tanımı-yordu. Garip ve yabancı idi. Bu bakımdan kimse-ye bir şey sormadan Kâ’be’nin yanına varıp otur-muştu. Peygamberimizi (asm) görmek için fırsat kolluyor, nerede olduğunu öğrenmek için bir işâ-ret arıyordu. Burada Zemzem’den başka bir şey yiyip içmiyordu.

Akşam üstü bir sokak köşesine çekildi. Hz. Ali (ra), Ebû Zer’i gördü. Garip olduğunu anlayarak alıp evine götürdü. Hâlinden bir şey sormadığı gibi, Hz. Ebû Zer de ona sırrını açmadı.

Sabah olunca, tekrar Kâ’be’ye gitti. Akşama kadar dolaştığı hâlde hiçbir ip ucu elde edemedi. Eski oturduğu köşeye gelip oturdu. Hz. Ali (ra), o gece yine oradan geçerken, Ebû Zer’i görünce:

- Bu biçâre hâlâ aradığını bulamamış,  diyerek tekrar evine götürdü.

Sabahleyin yine Beytullaha gitti, sonra otur-duğu köşeye çekildi. Hz. Ali (ra) tekrar da’vet edip evine götürdü ve ona sordu:

- Senin işin nedir? Bu şehre ne için geldin?

- Eğer bana doğru bilgi vereceğine kat’î söz verirsen, söylerim.

- Söyle, hâlini kimseye açmam.

Akıllılık Ettin

- İşittim ki, burada bir Peygamber çıkmış. Onunla görüşmesi, ondan işittiklerini ezberleyip bana nakletmesi için kardeşimi göndermiştim. Kardeşim gönlüme şifâ verecek bir haber getir-

medi. Onun için bizzat kendim onunla görüşmek ve ona kavuşmak için buraya geldim.

- Sen doğruyu buldun, akıllılık ettin. Bu zât Allah’ın Resûlüdür, hak Peygamberdir. Sabahle-yin ben o zâtın yanına gidiyorum. Beni takip et, senin için korkulacak bir şey görürsem, ayakka-bımı düzeltiyormuş gibi yaparım. Sen beklemez gidersin. Ben geçip gidersem, arkamdan gel ve benim girdiğim eve sen de peşimden gir!

Ebû Zer-i Gıfârî, Hz. Ali (ra)’yi takip edip, onun-la birlikte Peygamberimizin (asm) mübârek yü-zünü görmekle şereflendi. Ve hemen:

- Esselâmü aleyküm, diyerek selâm verdi. Bu selâm İslâm’da bu şekilde verilen ilk selâm ve Ebû Zer-i Gıfârî de ilk selâmlayan kimse oldu.

Peygamber efendimiz selâmını aldıktan son-ra, aralarında şu konuşma geçti:

- Sen kimsin?

- Gıfâr kabîlesindenim.

- Ne zamandan beri buradasın?

- Üç gün üç geceden beri buradayım.

- Seni kim doyurdu?

- Zemzem’den başka bir yiyecek, içecek bulama-dım. Zemzemi içtikçe hiç açlık ve susuzluk duyma-dım.

- Zemzem mübârektir. Aç olanı doyurur.

- Yâ Muhammed! İnsanları neye da’vet edi-yorsun?

- Bir olan ve ortağı bulunmayan Allah’a îmân etmeye ve putları terketmeye, benim de Allah’ın Resûlü olduğuma şehâdet etmeye da’vet ediyorum.

Bana İslâmı Bildir

Bunun üzerine Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri:

- Bana İslâmı bildir, dedi.

Peygamber Efendimiz (asm) ona Kelime-i şehâdeti okudu. O da söyleyip, Müslüman oldu. Ebû Zer Müslüman olmanın verdiği büyük bir iş-tiyâkla dedi ki:

- Yâ Resûlallah! Allah Teâlâ’ya yemîn ederim ki, Müslüman olduğumu Kâ’be’de müşrikler arasında haykırmadıkça memleketime dönmi-yeceğim.

Bundan sonra Ebû Zer-i Gıfârî Kâ’be yanına gi-dip, yüksek sesle:

Page 33: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi33

- Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Resûlüh, diye hay-kırdı.

Bunu işiten müşrikler hemen üzerine hücum ettiler. Taş, sopa ve kemik parçaları ile öyle döv-düler ki, kanlar içinde kaldı.

Bu hâli gören Hz. Abbâs seslendi:

- Bırakın bu adamı, öldüreceksiniz! O sizin ti-câret kervanınızın geçtiği yol üzerinde oturan bir kabîledendir. Bir daha oradan nasıl geçeceksiniz?

Böylece Ebû Zer Hazretlerini müşriklerin elin-den kurtardı.

Kavminin Yanına Dön!

Müslüman olmakla şereflenmenin verdiği şevkle, öylesine seviniyor ve coşuyordu ki, erte-si gün gene Kâ’be’nin yanında Kelime-i şehâdeti yüksek sesle bağıra bağıra söyledi. Bu sefer de üzerine hücum eden müşrikler, yere yıkılıncaya kadar dövdüler. Yine Hz. Abbâs yetişip, ellerin-den kurtardı.

Bundan sonra Peygamber Efendimiz (asm) Ebû Zer-i Gıfârî Hazretlerine buyurdu ki:

- Şimdi kavminin yanına dön! Emrim sana ulaşınca, onu kavmine haber ver! Ortaya çık-tığımızın haberi sana geldiği zaman yanımıza dön!

Bu emir üzerine Ebû Zer-i Gıfârî kendi kabîlesi arasına dönüp, onlara İslâmiyeti anlatmaya baş-ladı. Hicrete kadar bu hizmete devam etti.

Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri kavmini İslâmiyete da’vet ediyordu. Birgün kabîlesine, Allah’ın bir ve Muhammed aleyhisselâmın onun Resûlü ol-duğunu ve bildirdiklerinin hak ve tapmakta ol-dukları putların bâtıl, boş ve ma’nâsız olduğunu söylemişti. Kendisini dinleyen kalabalıktan bir kısmı, “Olamaz” diye bağrışmaya başladılar. Bu sırada kabîlenin reisi Haffâf, bağıranları susturdu ve dedi ki:

- Durun, dinleyelim bakalım ne anlatacak!

İşte Sizin Taptığınız Şey

Bunun üzerine Ebû Zer Hazretleri şöyle de-vam etti:

- Ben Müslüman olmadan önce, bir gün Nu-hem putunun yanına gidip, önüne süt koymuş-tum. Bir de baktım ki, bir köpek yaklaşıp, sütü içiverdi. Sonra da putun üzerine pisledi. Görü-yorsunuz ki, put köpeğin üzerini kirletmesine mânî olacak güçte bile olmayan bir taş! İşte sizin

taptığınız şey! Köpeğin bile hakâret ettiği puta tapmak hoşunuza gidiyorsa, buna çok şaşılır.

Herkes başını eğmiş duruyordu. İçlerinden biri cevap verdi:

- Peki senin bahsettiğin Peygamber neyi bil-diriyor. Onun doğru söylediğini nasıl anladın?

Bunun üzerine Ebû Zer Hazretleri, yüksek ses-le kalabalığa şöyle hitap etti:

- O, Allah’ın bir olduğunu, O’ndan başka ilâh olmadığını, her şeyi yaratan ve her şeyin mâliki, sahibi olduğunu bildiriyor. İnsanları Allah’a îmân etmeye çağırıyor. İyiliğe, güzel ahlâka ve yardım-laşmaya da’vet ediyor. Kız çocuklarını diri diri gömmenin ve yaptığınız diğer her türlü kötülü-ğün, haksızlığın, zulmün, çirkinliğini ve bunlar-dan sakınmayı emrediyor.

Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri  İslâmiyeti uzun uzun açıkladı. Kabîlesinin, içinde bulunduğu sa-pıklığı bir bir sayıp, bunların zararlarını ve çirkin-liğini gayet açık bir şekilde anlattı. Onu dinleyen-ler arasında başta kabîle reisi Haffâf, kendi kar-deşi Üneys olmak üzere çoğu Müslüman oldu. Diğerleri ise daha sonra Peygamberimizi (asm) görerek Müslümanlığı kabûl ettiler.

Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri  bu hizmetleri yaptığı sırada, İslâmiyet, Mekke’de ve civârında oldukça yayılmıştı. Müşriklerin zulmü de o de-rece artmış, İslâm uğrunda kanlar dökülmüş, ilk şehîdler verilmişti. İki defa Habeşistan’a, daha sonra Medîne-i Münevvereye hicret yapıldı.

Her Şeyi Sorardı

Ebû Zer Hazretleri de Medîne’ye hicret etti. Peygamber Efendimiz (asm) hicretten sonra Es-hâb-ı kirâm arasında kurduğu kardeşlikte Ebû Zer Hazretlerini de Münzir bin Amr Hazretleri ile kardeş yaptı. Daha sonra İslâmı anlatması için tekrar kabîlesi arasına gönderildi.

Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri Hendek savaşın-dan sonra Medîne’ye geldi ve yerleşti. Bundan sonra Peygamber efendimizin yanından ayrıl-madı.

Bütün zamanını dîni öğrenmeye ayırdı. İlim öğrenmek husûsunda büyük gayret sahibi idi. Her şeyi Peygamberimize (asm) sorardı. Îmân, ihsân, emir ve yasaklar husûsunda, Kadir Gecesi ve daha birçok husûsların sırlarını, izâhını, nama-za dâir ince husûsları ve nice şeyleri Resûlullah (asm)’a bizzat sorarak öğrenmiştir.

Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm) Ebû Zer’i çok

Page 34: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi34

sever, ona, husûsî iltifât buyururdu. Çok zaman gece geç vakte kadar Resûlullah (asm)’ın huzû-runda kalırdı. Peygamberimizin (asm) mahremi, sır dostu idi. Onunla mahrem meseleleri konu-şurdu.

Ayrıca Ebû Zer Hazretleri, Peygamberimizin (asm) mübârek elini öpmek saâdetine kavuş-muştur. Resûlullah Efendimize bi’ât ederken de, “Hak Teâlâ’nın yolunda hiçbir kötüleyicinin kötü-lemesine aldanmıyacağına, ne kadar acı olursa olsun dâimâ doğru sözlü olacağına” söz vermiş-ti. Ömrünün sonuna kadar hep böyle kaldı. Bu husûsta Resûlullah Efendimiz (asm) buyurdu ki:

- Dünyaya Ebû Zer’den daha sâdık kimse gelmedi.

Tebûk Seferi

Resûlullah (asm)’a anlatılamayacak derecede muhabbeti ve bağlılığı vardı. Bir defasında şöyle demiştir:

- Yâ Resûlallah, benim kalbim yalnız Allah Teâlâ’nın ve sizin muhabbetinizle doludur. Bu muhabbet o derecede ki, insanın kalbi ancak bu kadar muhabbetle dolu olur.

Tebük muharebesinde Ebû Zer-i Gıfârî Hazret-lerinin devesi pek zayıf ve dayanıksız olduğu için geride kalmıştı. Yolun ortasında devesi çöküp kalınca, devesinden indi. Eşyasını sırtına yükle-yerek orduya yetişmek için yaya yürümeye baş-ladı. Şiddetli sıcak ortalığı kavuruyordu. Bir öğle

vakti Ebû Zer orduya yetişti. Resûlullah (asm)’ın yanında bulunan Eshâb-ı kirâm dediler ki:

- Yâ Resûlallah! Tek başına bir adam geliyor.

Resûlullah Efendimiz (asm):

- Ebû Zer midir? Onun olmasını isterim, bu-yurdular.

Eshâb-ı kirâm dikkatle bakıp Resûlullah (asm)’a dediler ki:

- Yâ Resûlallah, gelen Ebû Zer’dir.

- Allah Ebû Zer’e rahmet eylesin! O, yalnız yaşar, yalnız yürür, yalnız başına vefât eder ve yalnız başına haşrolunur.

Daha sonra Ebû Zer’e:

- Ey Ebû Zer! Niçin geride kaldın, buyurdu-lar.

Her Adımına Karşılık

Ebû Zer, devesinin durumunu anlattı ve bu sebeple geride kaldığını söyledi. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz:

- Bana gelip kavuşuncaya kadar, attığın her adımına karşılık, Allah Teâlâ bir günâhını bağışlasın, diye duâ buyurdular.

Ebû Zer-i Gıfârî dünyaya hiç değer vermezdi. Son derece kanâatkâr, fakîr ve yalnız yaşardı. Pey-gamber Efendimiz (asm) bu sebeple ona, “Me-sîh-ül-İslâm”lâkabını vermişti.

Page 35: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi35

Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri, Mekke’nin fethine de kendi kabîlesinin sancağını taşıyarak katılmış-tır.

Peygamberimize (asm) tam bağlanıp, onun sevip, beğendiğini seven, sevmediğini ve be-ğenmediğini sevmeyen Ebû Zer, Resûlullah (asm)’ın vefâtında da yanında bulunmuştur. Pey-gamberimizin (asm) vefâtından sonra bir köşeye çekilip, son derece mahzûn ve yalnız yaşadı. Hz. Ebû Bekir (ra)’in halîfeliği devrinde de böyle ya-şayıp, onun vefâtından sonra Şam’a gitti. Oraya yerleşti.

Bir gün Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri, Kâ’be’nin yanında durarak şöyle dedi:

- Ey ahâli, sizden biri bir yolculuğa çıkacak olsa, azıksız aslâ çıkmaz, mutlaka bir yol hazırlığı yapar. Yanına yiyecek, içecek, para vs. alır. Dünya hayâ-tında bir yolculuğa çıkan bir insan, azık almadan çıkmazsa, ya âhıret yolculuğuna çıkacak birisi, azıksız nasıl çıkar?

Âhıret Azığı

Orada toplanan ahâli sordu:

- Bizim âhıret azığımız nedir yâ Ebâ Zer?

- Dünyayı iki kısma ayırınız. Birini dünyalık elde etmeye, diğerini de âhıret hazırlığı yapma-ya tahsîs ediniz. Üçüncüsü size zararlı olur, fayda vermez.

Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri, Hz. Osman (ra)’ın halîfeliğine kadar Şam’da kaldı. Şam halkına din bilgilerini öğretmekle meşgul oldu. Şüpheliler-den ve harâmlardan son derece sakınırdı. Evinde bir günlük nafakasından fazlasını bulundurmaz, hep fakîrlere dağıtırdı.

Bir defasında Şam vâlisi, tecrübe etmek için, hizmetçisi ile akşam on bin dirhem altın gön-dermişti. Ebû Zer Hazretleri altınları alınca uyku-su kaçtı, uyuyamaz hâle geldi. Hemen kalktı ve fakîrlere dağıttı. Yanında tek altın bile saklamadı.

Ertesi gün vâlinin hizmetçisi gelip dedi ki:

- Aman efendim, dün akşam sana getirdiğim altınlar meğerse başkasına gidecekmiş. Yanlışlık-la sana getirmişim. Mümkünse altınları geri ala-yım, yoksa vâli benden hesap sorar.

Bunun üzerine Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri bu-yurdu ki:

- Oğlum, onları fakîrlere dağıttım. Sen vâliden iki-üç gün mühlet iste, ben bu parayı hazırlarım, o zaman iâde ederiz.

Vâlinin adamı durumu vâliye anlattı. Vâli, Ebû Zer’in, sözünün eri olduğunu anladı.

Ancak, Ebû Zer’in bir günlük ihtiyaçtan fazla-sını bulundurmayıp dağıtmasını ve halkı buna teşvik etmesini, halkın anlamayacağını anlayan vâli, durumu halîfe Hz. Osman (ra)’a mektup ile bildirdi.

Medîne’den Ayrıl!

Bunun üzerine halîfe, Ebû Zer’i Medîne’ye da’vet etti. Ebû Zer, Medîne’ye geldiğinde, ev-lerin Sel Dağına dayandığını ve refâhın arttığını gördü. Halîfenin huzûruna çıkınca, Hz. Osman (ra)’a, niçin insanların biriktirdikleri malları dağıt-tırmıyorsun,  diye sordu. Bunun üzerine Hz. Os-man (ra) buyurdu ki:

- Yâ Ebâ Zer, halkı zühd yoluna zorla sokmak imkânsızdır. Onlar zekâtlarını verdikten sonra, benim vazîfem, onlar arasında Hak Teâlâ Hazret-lerinin emriyle hükmetmek ve onları çalışma, ik-tisat tarafına teşvik eylemektir.

Bunun üzerine Ebû Zer dedi ki:

- Resûlullah (asm) bana “Binalar Sel dağına ulaştığı zaman, sen Medîne’den ayrıl!”  diye emretmişlerdi. İzin verirseniz, ben Medîne’den gideyim.

Hz. Osman (ra) müsâade buyurdu. Birkaç koyun ve keçi, yetecek miktarda yiyecek vere-rek, Medîne-i Münevvere yakınlarındaki  Rebe-ze  adındaki köye gitmesini söyledi. Ailesi de Şam’dan buraya gönderildi.

Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri, Rebeze’de, küçük bir kulübeye yerleşti. Gelip geçenlere, hadîs-i şerîf ve dînî bilgiler öğretmeye başladı. Halîfenin hediye ettiği, birkaç koyun ve keçisi vardı. Onlar-la hayatını devam ettiriyor, dâimâ Allah’a şükre-diyordu.

Elbisen Eskidi

Birgün, muhterem hanımı hatırlattı:

- Elbisen çok eskidi, bir yenisini bulamaz mı-yız?

- Bize artık elbise değil, kefen lâzımdır! Üstelik sana, iyi haberlerim var.

- Hayırdır İnşâallah efendi...

- İnşâallah yakında, Allah’ın sevgilisi Peygamber Efendimize (asm) kavuşacağım. Ey ölüm çabuk gel, rûhum Rabbime kavuşmak sevgisiyle çırpınıyor.

Hanımı ağlamaya başladı.

Page 36: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi36

- Niçin ağlıyorsun hanım?

Kadıncağız bir şeyler söylemek için dedi ki:

- Nasıl ağlamıyayım! Gerçekten bir emr-i Hak vâki olsa, vefât etsen, ben buralarda tek başıma ne yaparım? Sonra bir kefen bezimiz bile yok. Ay-rıca kadın başıma, seni nasıl defnedebilirim?

- Şimdi bunları bırak da, kapıya çık bakalım! Gelen giden, var mı?

Hanımı gözlerini sildi. Kapı önüne çıktı. Uzak-lara, ufuklara baktı, baktı. Issız çöl rüzgârlarından başka, ne gelen vardı, ne giden! Üzüntüyle içeri döndü. Başını salladı:

- Bilirsin ki, hac mevsimi geçti. Bu günlerde, şu ıssız çöle, kimin yolu düşebilir?

- Gelirler! Gelirler! Sen şimdi kalk! Bir keçi kes; pişirmeye başla! İyi kalbli Müslüman cemâ’ati ge-lince, onlara ikrâm edersin. Sakın, yemeden onları salıverme!

Hanımı, tekrar dışarı çıktı. Gözleri nemli, efen-disinin emirlerini yerine getirmeye başladı. Ye-mek pişirirken yolu da gözlüyordu. İşte bu sırada ufukta, bir toz bulutu belirdi. Bulut yaklaştı, yak-laştı.

Gelenler Var!

Nihâyet atlılar ve develiler, açıkça belli oldu-lar. O zaman kadıncağız buruk bir sevinçle içeri koştu:

- Müjde efendi! Söylediğin gibi, gelenler var!

Yaşlı Sahâbînin gözleri parladı ve dedi ki:

- Elhamdülillah! Çok şükür, geldiler demek. Öy-leyse, gel de şu yaşlı vücûdumu, Kıbleye doğru çe-virelim.

Sonra Kelime-i Şehâdet getirip vefât etti. Ha-nımı, efendisinin dediklerini yaptı. Sonra tekrar, kapı önüne çıktı. Yolcular gelmişlerdi.

Bunlar Abdullah bin Mes’ûd, Mâlik bin Eşter ve ba’zı Müslümanlardı. Kadıncağız eliyle, gelen-lere evi gösterip sordu:

- Ebû Zer içerde, vefât etti. Onu kefenleyip, ecre, sevâba nâil olmak istemez misiniz?

Bu ismi duyan kâfile mensupları, hep birlikte, Ebû Zer Hazretlerinin hizmetine koştular.

Abdullah bin Mes’ûd’un verdiği kefenle ke-fenlendi ve cenâze namazını da, Abdullah bin Mes’ûd kıldırdı. Hazırlanan etten de yiyerek hep birlikte Medîne’ye döndüler. Çoluk çocuğunu Hz. Osman (ra) himâyesine aldı.

Hz. Ömer (ra), halîfeliği zamanında birgün ar-kadaşları ile oturmuş sohbet ediyordu. Bu sırada iki genç huzûruna geldi. Yanlarında kollarından sıkıca tuttukları bir genç vardı. Kollarından tutu-lan genç, temiz giyimli mert birine benziyordu. Biri geliş sebeplerini şöyle anlattı:

- Bu genç, babamızı öldürdü. Bunun muhâke-me edilmesini istiyoruz.

Üç Gün Mühlet Ver

Hz. Ömer (ra), her iki tarafın da ifâdelerini aldı. Hâdisenin nasıl cereyân ettiği iyice öğrenildikten sonra kâtil genç suçlu görülerek idâma mahkûm edildi.

Delikanlı kararı sükûnetle dinledikten sonra, dedi ki:

-Siz, mü’minlerin emîrisiniz. Emriniz başımızın üzerinedir. Kararın yerine getirilmesine hazırım. Ancak, babam vefât etmezden önce paraları-nı ayırmış, bana,”Oğlum, şunlar senin, şunlar da kardeşinindir. Büyüyünceye kadar sen muhâfaza et! Büyüyünce kendisine verirsin.” diye vasiyet et-mişti. Ben de bu paraları bir yere gömdüm. Şimdi karar infaz edilirse, bu paralar orada kalır. Çünkü benden başka yerini bilen yoktur. Yetim hakkı zâyi olur. Bana üç gün müsaade ederseniz gider emâneti ehil birine teslim ederim. Sonra da gelir teslim olurum.

Hz. Ömer (ra):

-Yerine bir kefil bırakman lâzım, buyurdu.

-Burada bulunanlardan biri bana kefil olur?

-Kefilini göster!

Genç, orada bulunanların yüzüne dikkatlice baktı. Sonra Ebû Zer Gıfarî Hazretlerini göstere-rek:

- İşte bu zât kefil olur, dedi.

Hz. Ömer (ra):

- Ey Ebû Zer, kefil olur musun?

- Evet, üç güne kadar döneceğine ben kefil olurum.

Aradan üç gün geçti. Mühlet bitmek üzereydi. Da’vâcı gençler gelmiş fakat, suçlu genç gelme-mişti. Da’vâcılar dedi ki:

- Ey Ebû Zer, kefil olduğun genç gelmedi. Madem o gelmedi, sen onun kefili olarak, onun cezâsını çekmedikçe buradan ayrılmayız.

Ebû Zer Hazretleri gayet sakin bir şekilde:

Page 37: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi37

- Daha vakit var, sürenin sonuna kadar bekleyin bakalım. Eğer gelmezse, ben hazırım.

Sözünde Durdu

Nihâyet bildirilen vakit doldu. Ebû Zer Hazret-leri de ortaya çıkıp, cezâsının infazını istedi. Tam bu sırada, toz duman içinde birinin gelmekte ol-duğunu gördüler. Gelen, o gençten başkası de-ğildi.

Genç geciktiği için özür dileyerek:

- Parayı bulup dayıma teslim ettim. Kardeşimi de ona emânet ettim. Dayımın yeri haylı uzak ol-duğu için ancak bu zamanda gelebildim.

Orada bulunanlar, gencin sözünde durmasına hayran kaldılar. Bu husûsu kendisine söyledikle-rinde:

- Mert olan hakîki Müslüman sözünde durur. Arkamdan, “Artık dünyada sözünde duran kal-madı.” dedirtmem.

Ebû Zer Hazretlerine, genci tanımadığı hâlde neden kefil olduğunu sorduklarında:

- Genç bana güvenerek, “Bu bana kefil olur.” dedi. Bunu reddetmeyi mürüvvete, insanlığa sığdıramadım.  “Âlemde fazîlet, iyilik kalma-mış.” dedirtmem.

Bu durumu gören da’vâcılar:

- Biz de  “Bu dünyada kerem sahibi, cö-mert kalmadı.”  dedirtmeyiz. Allah rızâsı için, da’vâmızdan vazgeçtik, ölenin vârisleri olarak affettik, dediler.

Peygamber Efendimiz (asm) Ebû Zer Hazretle-ri hakkında buyurdu ki:

- Benim ümmetimde Ebû Zer, Meryem oğlu İsâ’nın zühdüne sahiptir. Bu fıtrat üzere yara-tılmıştır. İsâ aleyhisselâmın tevazuuna bak-mak kendisini mesrur eden kimse, Ebû Zerr’e nazar eylesin.

Ebû Zerr-il Gıfârî Peygaberimiz (asm)’den biz-zat işiterek 281 hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Ken-disinden Enes bin Mâlik, İbn-i Abbas, Hâlid bin Vehba, Zeyd bin Vehb, Hurşe bin Hurr, Cübeyr bin Nüfeyr, Ahnef bin Kays, Abdullah bin Samit, Amr bin Meymun ve daha çok sayıda hadîs âlimi, hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Ondan rivâyet edi-len bu hadîs-i şerîfler Kütüb-i sitte denilen meş-hur altı hadîs kitabında yer almıştır.

Ebû Zerr’in rivâyet ettiği bir hadîs-i kudsî şöy-ledir: Allahü tebâreke ve teâlâ Hazretleri buyur-du ki:

“Ey kullarım! Şüphesiz zulmü kendime haram kıldım. Ya’ni zulümden münezzehim. Bunu size de haram kıldım. Sakın kimseye zu-lüm etmeyin.”

“Ey kullarım! Hepiniz, dalâlet, sapıklık üze-re yaratıldınız. Yani din bilgilerini bilmiyor-dunuz. Ancak sizden hak yoluna hidayet ve imân etmeğe muvaffak eylediğim kimseler hidayete kavuştu, dalâletten kurtuldu. Ben-den hidayet isteyiniz, sizi hidayete kavuştu-rayım.”

“Ey benim kullarım hepiniz açtınız. Fadl ve keremimle sizleri yedirip içirip doyurdum. Benden yiyecek içecek talep ediniz ki size bu-nun sebeplerini ve yolunu kolaylaştırayım.”

“Ey benim kullarım hepiniz çıplaktınız, he-pinizi ben giydirdim. Benden giyecek talep ediniz ki sizi giydireyim.”

“Ey benim kullarım! Şüphesiz siz bana hiç bir zarar veremezsiniz ve bana hiç bir fâide sağlayamazsınız. Ben bunlardan münezzeh ve müberrâyım. Ben ganiyy-i mutlakım siz de fakir-i mutlaksınız.”

“Ey benim kullarım! Eğer sizin öncekileri-niz ve sonrakileriniz, insanlarınız, cinleriniz, takvânın en yüksek derecesinde olsa, benim mülkümde zerrece artış olmaz. Zühd ve tak-vânızın fâidesi yine sizedir.”

“Ey benim kullarım! Sizin öncekileriniz ve sonrakileriniz insan ve cinleriniz, yani he-piniz en âsî bir kimse gibi hep, isyânkâr ve günâhkâr olsanız, benim mülkümden zerre eksilmez. Bunların zararı, ziyânı size ulaşır.”

“Ey kullarım! Öncekileriniz ve sonrakile-riniz, insanlarınız ve cinleriniz, yeryüzünde bir yerde el kaldırıp benden isterseniz, (Ben de dilersem), her istediğinizi veririm. Böyle-ce benim mülkümden bir şey eksilmiş olmaz. İğne denize daldırıldığı zaman iğne denizden birşey eksiltir mi? Ucunda kıymetsiz bir yaşlık kalır.”

“Ey kullarım! Sizin amel ve ibadetlerinizi, her işinizi, ilmi ezelîm ve hafaza meleklerim ile zapt ve hıfz ederim. Sonra işlerinizin karşı-lığını âhirette noksansız veririm. İşte bu şekil-de her kim bir hayır işlerse, bana hamd-ü senâ eylesin. Bu da benim ihsânımdır. Bundan baş-ka iş işleyenler de beni değil, kendi nefislerini kötülesinler. Zira kötülük işleyenler, irâde-i cüz’iyyeleri ile kendi nefslerine uyarak günâh işliyorlar.”

Page 38: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi38

Ebû Zerr-il Gıfârî şöyle anlatmıştır

Bir gün mescid girdim. Resûlullah Efendimiz (asm) yalnız oturuyordu. Ben de yanına otur-dum, buyurdu ki:

- Yâ Ebû Zer, mescide girince iki rekât na-maz (tahıyyet-ül mescid) kılmak gerekir. Kalk kıl.

Kalktım iki rekât tahıyyet-ülmescid namazı kıldım sonra yine Resûlullah (asm)’ın yanına va-rıp oturdum. Dedim ki,

- Yâ Resulallah, bana namaz kılmayı emir bu-yurdunuz. Bu namaz nedir?

- Azı ve çoğu Allah Teâlâ’nın koyduğu bir ibâdettir.

- Yâ Resûlallah hangi amel daha efdaldir:

- Allah Teâlâ’ya imân etmek ve onun yolun-da cihad yapmak.

- Yâ Resûlallah imân bakımından en kâmil mü’min hangisidir?

-Ahlâkı en güzel olanıdır.

-Yâ Resûlallah mü’minlerin en emini kimdir?

- İnsanlara elinden ve dilinden zarar gel-meyen kimsedir.

-Yâ Resûlallah en efdal hicret hangisidir?

- Günâhlardan uzaklaşmaktır.

- Yâ Resûlallah en efdal namaz hangisidir?

- En uzûn kılınan namazdır.

- Yâ Resûlallah, oruç nedir?

- Ecrini, mükâfatını bizzat Allah Teâlâ’nın katkat vereceği bir farzdır ibâdettir,

- Yâ Resûlallah hangi cihad daha efdaldir?

- Mal ve canı ile yapılan cihaddır,

- Yâ Resûlallah hangi köleyi azât etmek daha efdaldir?

- Madden ve manen kıymetli olanı.

- Sadakanın en efdali hangisidir?

- Az da olsa fakirin gönlünü almak için ve-rilendir.

- Yâ Resûlallah, Allah Teâlâ’nın indirdiği âyetler içinde en fazîletlisi hangisidir?

- Âyet-el kürsîdir..

Ebû Zer Hazretleri devam ederek,

- Yâ Resûlallah bana nasihât et!

- Sana Allah’tan korkmayı tavsiye ederim. İşin başı budur.

- Yâ Resûlallah biraz daha!..

- Sana Kur’ân-ı Kerîmi okumayı tavsiye ederim. O senin için yeryüzünde nur, gökte meleklerin övgüsüdür.

- Biraz daha...

- Çok gülmeyi terket, çok gülmek kalbi öl-dürür, yüzün nurunu giderir.

- Biraz daha nasihât buyur, Yâ Resûlallah!

- Susmayı tercih et sadece hayır söyle, bu şeytanı senden uzaklaştırır, dîne uymakta sana yardımcı olur.

- Biraz daha, Yâ Resûlallah!

- Cihad et, çünki cihad ümmetimin zühdü-dür.

- Biraz daha...

- Miskinleri, fakirleri sev onlarla bulun.

- Biraz daha, Yâ Resûlallah!

- Kendinden aşağı olanlara bak, senden üstün olanlara bakma, çünkü içinde bulun-duğun hal senin için nimettir.

- Biraz daha, Yâ Resûlallah dedim!

- Akrabanı ziyaret et, onlar seni ziyaret et-meseler de.

- Biraz daha, Yâ Resûlallah dedim.

- Allah Teâlâ’ya itâat et, kınayanların kına-masına aldırma.

- Biraz daha nasihât et, Yâ Resûlallah!

- Acı da olsa Hakkı söyle!

- Biraz daha istedim.

- Tedbir almak gibi akıllılık yoktur. Haram-lardan el çekmek gibi vera yoktur. Güzel ah-lâk gibi de soyluluk yoktur.

Kaynaklar:1) Hilyet-ül-evliyâ, 1/156.2) Tabakât-ı İbn-i Sa’d 1/219, 2/354.3) El-A’lâm, 2/140.4) Tehzîb-üt-tehzîb 12/90.5) El-İsâbe 4/62.Selam ve dua ile...

Page 39: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi39

Türk-İslam dünyasının büyük astronomi ve kelam alimi olan Ali Kuşçu, XV. yüzyıl başlarında Semerkant’ta doğdu. Babası Muhammed, ünlü Türk Sultanı ve astronomu Uluğ Bey’in kuşcu başısı (doğancıbaşı) olduğu için, ailesi ‘Kuşçu’ lakabıyla meşhur oldu. Küçük yaştan itibaren matematik ve astronomiye ilgi duyan Ali Kuşçu, devrin en büyük alimleri olan Bursalı Kadızâde Rumî, Gıyâseddin Cemşîd ve Muînuddîn Kâşî’den matematik ve astronomi dersi aldı.Daha sonra bilgisini artırmak için Kirman’a gitti. Burada Hall-ü Eşkâl-i Kamer (Ay Safhalarının Açıklanması) adlı risale ile Şerh-i Tecrîd adlı eserini yazdı.Ali Kuşçu, Semerkant ve Kirman’da eğitimini tamamladıktan sonra Uluğ Bey’e yardımcı ve rasathanesine müdür olmuştu. 1449’da hacca gitmek istedi. Tebriz’de Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan kendisine büyük saygı gösterdi ve Fatih’le barış görüşmelerinde yardımını istedi. Ali Kuşçu, Uzun Hasan’ın sözcülüğünü yaptıktan sonra Fatih’in davetiyle İstanbul’a geldi. XV. yüzyılın ilk yarısında, Semerkant, dünyanın en önemli bilim merkeziydi.

Uluğ Bey Rasathanesi, gök bilgisi araştırmaları için en doğru sonuçları alıyordu. Rasathanenin genç müdürü Ali Kuşçu, gece gündüz demeden çalışıyor, bilimsel gerçeklere yenilerini katmak için uğraşıp didiniyordu.

Gökyüzü bilgisi (astronomi), hem değişmez kuralların, kanunların tespit edilmesine yarıyor, hem de gözlemlerle kontrol edilebiliyordu. Otuz yıla yakın bu işte çalışan Ali Kuşçu, bir gün ansızın her şeyi yüzüstü bırakarak hacca gitmeye karar vermişti. Buna da sebep, en olmayacak bir zamanda, sevgili hükümdarı Uluğ Bey’in 1449

yılında öldürülmesiydi. Uluğ Bey, Ali Kuşçu için bambaşka bir mânâ taşıyordu. Her şeyden önce hocasıydı. Ondan matematik ve astronomi dersleri almış, eserlerini uzun uzun incelemiş, sohbetlerinde bulunmuş, hâttâ Doğancıbaşısı olduğu için, adının ucundaki “Kuşçu” lâkabı bile böylece yadigâr kalmıştı.Uluğ Bey, kendi kurduğu rasathaneye de müdür olarak Ali Kuşçu’yu lâyık görmüş, henüz tecrübesiz bir çağdayken bu dev rasathanenin başındaki çalışmalarda, ona bizzat yardımcı olmuştu. İşte Uluğ Bey’in bir ihanete kurban giderek öldürülmesi Ali Kuşçu’yu can evinden vuran bir olaydı.  Ali Kuşçu bu olayla çok kırıldı. Çoluk çocuğunu toparlayıp Tebriz’e geldi. Uzun Hasan kendisine o kadar saygı gösterdi ki, Konstantiniye Fâtih’i, bir devri kapayıp yenisini açan genç cihangirle ihtilâfında aracılık etmesini istedi. Genç Fâtih’in de bilgin olduğunu, bilginlere büyük saygı gösterdiğini biliyordu. İstanbul’da olup bitenler, kuş kanadıyla Tebriz’e ulaşıyorduBunun üzerine Ali

“Hünkârım izin verirlerse önce Tebriz’e döneyim. Çünkü burada bu-lunuşumun gerçek sebebi, Akkoyunlu Hükümdarı’nın elçisi olmaktır. Elçiye ze-val yoktur. Gerektir ki, hünkârımın lütûf-kâr davetini kabul etmeden önce vazi-femi iyi bir sonuca ulaştırdığımı, beni gönderen, bana güvenmiş olan insana bildireyim...”

MÜSLÜMAN BİLİMADAMLARIALİ KUŞÇU FARUK KUL

Page 40: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi40

Kuşçu, kendisine bunca itibar eden Uzun Hasan’ın dileğini kırmayarak yol hazırlıklarını tamamladı. Semerkant’ta Kızıl Elma olarak bilinen eski Bizantium’a ulaştı. Haberciler; onun geleceğini daha önceden saraya uçurmuşlardı. Huzura kabul edildiği zaman Osmanlı hükümdarından beklemediği kadar iltifat gördü. Çünkü, kendisinden önce, eserleri İstanbul’ca biliniyordu. Uluğ Bey Rasathanesi’ndeki çalışmalarından, Semerkant’a aylarca uzak bulunan İstanbul’daki hükümdarın haberi vardı. Osmanlı tahtında oturan II. Mehmet (Fatih), gayet dikkatli, bilgili, uyanık bir padişahtı. Âdet olan merasimle Uzun Hasan’ın elçisini kabul etmiş, dileklerini dinlemiş, ama hemen geri dönmesine izin vermemişti. Ondan, gelip artık batıya kaymış olan ilim merkezlerini aydınlatmasını, bilgisiyle İstanbul medreselerinde ilim heveslisi gençleri yetiştirmesini rica etti.  Bu teklif, Ali Kuşçu için beklenmedik bir iltifattı. Cefâlı olduğu kadar şefkatli olduğunu da bildiği Fatih’in isteği, onun için emir demekti. Ama, ahlâkı dürüst bir ilim adamı olduğunu şu sözlerle ispat etti: “Hünkârım izin verirlerse önce Tebriz’e döneyim. Çünkü burada bulunuşumun gerçek sebebi, Akkoyunlu Hükümdarı’nın elçisi olmaktır. Elçiye zeval yoktur. Gerektir ki, hünkârımın lütûfkâr davetini kabul etmeden önce vazifemi iyi bir sonuca ulaştırdığımı, beni gönderen, bana güvenmiş olan insana bildireyim...” Ali Kuşçu’nun bu mazereti, Fatih’e son derece akla yakın göründü. Padişah; iki şeye birden sevinmişti: Kuşçu, davetini kabul etmişti, gelip buradaki ilim öğrencilerini yetiştirecekti. İkincisi ise, son derece mert ve ahlâklı bir insandı. Her haliyle, medreselerde yetiştireceği gençlere örnek olacaktı. Bu sebeple, bir müddet daha misafir ettikten sonra kendisine izin verdi.  Değerli matematik ve astronomi bilgini Ali Kuşçu, sözünü tuttu. İki yıl sonra, ailesini de alarak Tebriz’den hareket etti. Osmanlı İmparatorluğunun sınırlarından karşılanarak ihtişam içinde İstanbul’a getirildi. Ölümüne kadar da gençleri yetiştirmekle uğraştı. Kuşçu’nun ders vermeye başlamasıyla, İstanbul medreselerinde astronomi ve matematik alanında büyük gelişme oldu. 

Ali Kuşçu’nun İstanbul’a gelişi önemlidir; çünkü o zamana kadar İstanbul’da astronomi ile uğraşan güçlü bir bilgin yoktu. Ali Kuşçu, Osmanlılar arasında astronomi bilimini yaydı. 

Uluğ Bey Ziyc’inin tamamlanmasında büyük emeği geçmiştir. Nasirüddün Tusi’nin Tecrid-ül Kelam adlı eserine yazdığı şerh, bu konuda da gayret ve başarısının en güzel delilini teşkil etmektedir. Ebu Said Han’a ithaf edilen bu şerh,

Ali Kuşcu’nun ilk şöhretinin duyulmasına neden olmuştur.

Kaynakların değerlendirilmesi sonucu anlaşılmaktadır ki; Ali Kuşcu yalnız telih eseriyle değil, talim ve irşadıyle devrini aşan bir bilgin olarak tanınmaktadır. Öyle ki; telif eserlerinin dışında, torunu Mirim Çelebi, Hoca Sinan Paşa ve Molla Lütfi (Sarı Lütfi) gibi astronomların da yetişmesine sebep olmuştur. Bu bilginlerle beraber, Ali Kuşcu’yu eski astronominin en büyük bilginlerinden birisi olarak belirtebiliriz.

Doğum yeri Maveraünnehir bölgesi olduğu ileri sürülmüşse de, adı geçen bölgenin hangi şehrinde ve hangi  yılda  doğduğu kesinlikle bilinmektedir. Ancak doğum şehri Semerkant, doğum yılının ise 15. yüzyılın ilk dörtte biri içerisinde olduğu kabul edilmektedir. 16 Aralık 1474 (h. 7 Şaban 879) tarihinde İstanbul’da ölmüş olup, mezarı Eyüp Sultan Türbesi hareminde bulunmaktadır. Ölüm tarihi; torunu meşhur astronom Mirim Çelebi’nin (ölümü, Edirne 1525) yazdığı bir eserin incelenmesi sonucu anlaşılmıştır. Mezar yerinin 1819 yılına kadar belirli olduğu ve muhafazası yapıldığı; ancak 1819 yılından sonra, Ali Kuşcu’ya ait mezarın yerine, zamanının nüfuzlu bir devlet adamının mezar taşının konmuş olduğu anlaşılmaktadır.

ALİ KUŞÇU’NUN ESERLERİ Ali Kuşçu’nun değişik alanlardaki eserlerini beş

grupta toplamak mümkündür.1 Astronomi Eserleri[1]

Şerh-i Zîc-i Uluğ Bey:  Süleymaniye, Carullah, nr. 1493, 215 yaprak.

Risâle fî Halli Eşkâli Mu‘addili’l-Kamer li’l-Mesîr (Fâide fî Eşkâli ‘Utârid):  Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, III. Ahmet, nr. 3843, yaprak 270b-273a.

Risâle fî Asli’l-HâricYumkin fî’s-Sufliyyeyn:  Bursa İl Halk Kütüphanesi, Hüseyin Çelebi, nr. 751/8, yaprak 124b-125b.

Şerh ‘ale’t-Tuhfeti’ş-Şâhiyye fî’l-Hey’e: Süleymaniye, Ayasofya, nr. 2643, 64 yaprak.

Risâle der ‘İlm-i Hey’e: Süleymaniye, Ayasofya, nr. 2640/1, 24 yaprak. 1 Astronomi alanındaki eserleri için bkz. Ramazan Şeşen ve diğ., Osmanlı Astronomi Literatürü Tarihi (Ed. Ekmeleddin İhsanoğlu), İstanbul 1997, I, 27-38; matematik alanındaki eserleri için bkz. a. mlf. ve diğ., Osmanlı Matematik Literatürü Tarihi (Ed. Ekmeleddin İhsanoğlu) , İstanbul 1999, I, 271-275; kelam sahasındaki eserleri için bkz. Müjgan Cumbur, a.g.e., Ankara 1974, s. 6-23.

Page 41: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi41

el-Fethiyye fî ‘İlmi’l-Hey’e[2]:  Süleymaniye, Ayasofya, nr. 2733/1, 70 yaprak.

Risâle fî Halli Eşkâli’l-Kamer:  Bursa İl Halk Kütüphanesi, Hüseyin Çelebi, nr. 751/7, yaprak 119b-123b.

2. Matematik Eserlerier-Risâletu’l-Muhammediyye fî’l-

Hisâb: Süleymaniye, Ayasofya, nr. 2733/2, yaprak 71b-168b.

Risâle der ‘İlm-i Hisâb:  Süleymaniye, Ayasofya, nr. 2640/2, yaprak 25b-72b.

3. Kelâm ve Usûl-i Fıkıh Eserleri:eş-Şerhu’l-Cedîd ‘ale’t-Tecrîd:  Süleymaniye,

Çorlulu Ali Paşa, nfr. 305, 285 yaprak.Hâşiye ‘ale’t-Telvîh:  Süleymaniye, Carullah,

nr.1438/2, yaprak 13b-20a.4. Mekanik Aletleri Hakkındaki Eseri:et-Tezkire fî Âlâti’r-Ruhâniyye[3].   5. Dil ve Belagat Eserleri:Şerhu’r-Risâleti’l-Vad‘iyye:  ‘Adûduddîn

İcî’nin  Fâ’ide fî’l-Vad‘  adlı risâlesinin şerhidir (Köprülü, nr. II, 339/1; Râgıb Paşa, nr. 1285/6, 1289/3; Kayseri Raşid Efendi, nr. 1001/4).

el-İfsâh: İbn Hâcib (ö.h.646)’in Arapçanın cümle yapısı konusunda kaleme aldığı el-Kafiye fi’n-Nahv adlı eserinin şerhidir. (Raşid Efendi, nr. 9226, Topkapı Sarayı Müzesi, Emanet Hazinesi, nr. 1891, 1892).

el-‘Unkûdu’z-Zevâhir fî Nazmi’l-Cevâhir: Arapça sarf ilmi konusunda kaleme aldığı bir giriş ve üç bölümden oluşan bir eseridir  (Süleymaniye, Fatih, nr. 4676, 148 yaprak; Yeni Cami, nr. 1181/1; Laleli, nr. 3030/10; Şehit Ali Paşa, nr. 2576, 2577, 2578). Sultan Selim döneminde Müftüzâde Abdürrahim tarafından şerh edilmiştir. 

Şerhu’ş-Şâfiye: İbn Hâcib’in sarf ilmindeki eş-Şâfî  adlı eserinin Farsça şerhidir (Köprülü, nr. 1598, vr.42-234).

Risâle fî Beyâni Vad‘i’l-Mufredât: Kelimelerin bir anlam için konulmasıyla ilgili küçük bir risaledir (Süleymaniye, Şehit Ali Paşa, nr. 2830; Hafit Efendi, nr, 450, vr. 80b-81a; Köprülü, nr. 1610/35).

Fâ’ide li-Tahkîki Lâmi’t-Ta‘rîf: Harf-i tarifin 2 Ali Kuşçu’nun bu eseri Seyyid Ali Paşa (ö.1846) tarafından Mir’âtu’l-Âlem (“Evrenin Aynası”) adıyla Türkçeye çevrilmiştir. Bkz. Seyyid Ali Paşa, Mir’âtu’l-Âlem (Haz. Yavuz Unat), Kültür Bakanlığı, Ankara 2001.3 Takiyyuddîn Râsid bu eserden söz eder. Bkz. Sevim Tekeli, 16’ıncı Asırda Osmanlılarda Saat ve Takiyyuddîn’in “Mekanik Saat Konstrüksüyonuna Dair En Parlak Yıldızlar” Adlı Eseri, Ankara 1966, Türkçe s.46, İngilizce s.114, Arapça s.221.

bazı özellikleri üzerinde duran tek varaklık bir risâledir (Köprülü, nr. 1593/21; Süleymaniye, Reşid Efendi, nr. 1032/39).

Risâle mâ Ene Kultu: Taftazanî’nin  Telhîsu’l-Miftâh üzerine yazdığı ve el-Mutavvel diye tanınan şerhte geçen “mâ ene kultu” ibaresiyle ilgili olarak yazılmıştır.  Risâle fî Beyâni Sebebi    Takdîmi’l-Musnedi İleyh diye de anılır (Süleymaniye, Reşid Efendi, nr. 1032/30; vr. 183-187; Köprülü, nr. III, 704/3; Ragıb Efendi, nr. 374, vr.208-211).

Risâle fî’l-Hamd: Seyyid Şerîf el-Curcânî’nin el-Hâşiyetu’l-Kubrâ’sında söz konusu ettiği “hamd” ile ilgili sözlerin tahkikine dair bir risaledir (Süleymaniye, Fatih, nr. 5384, vr. 68-70).

Risâle fî ‘İlmi’l-Me‘ânî:  İlm-i Me‘ânî konusunda küçük bir risâledir (Süleymaniye, Carullah, nr. 2060, vr. 136-137).

Risâle fî Bahsi’l-Mufred:  Arapça’da basit ve mürekkep kavramlar hakkında dil felsefesi ağırlıklı bir risaledir (Süleymaniye, Pertevniyal, nr. 896, vr. 7b-8b; Şehit Ali Paşa, nr. 2761, vr. 63-68).

Risâle fî’l-Fenni’s-Sânî min ‘İlmi’l-Beyân: Belagat ilimlerinden beyân ilmi hakkında kısa bir risaledir (Süleymaniye, Yazma Bağışlar, nr. 4140, vr. 78a-81a).

Tefsîru’l-Bakara ve Âli ‘İmrân:  Kehhâle tarafından zikredilen bu eserin herhangi bir nüshasına rastlanmamıştır[4].

Risâle fî’l-İsti‘âre:  Bu risâlede hakikat, mecaz, istiare ve kinaye konuları örneklerle incelenmektedir[5].

Kaynaklarda Ali Kuşçu’ya nispet edilen, ancak nüshaları tespit edilemeyen başka eserler de vardır. Bunlar:  Târîhu Ayasofya, Tefsîru’z-Zehraveyn, Mahbûbu’l-Hamâ’il, Risâle fî Mevdû‘ati’l-‘Ulûm, Meserretu’l-Kulûb fî Def‘i’l-Kurûb[6]

“Babası, Ünlü Türk Sultanı ve astronomu Uluğ Bey’in kuşcu başısı (doğancıbaşı) olduğu için, ailesi ‘Kuşçu’ lakabıyla meşhur oldu.”4 ‘Umer Ridâ Kehhâle, a.g.e., Beyrut ts., VII, 227.5 Ali Kuşçu’nun bu eseri Musa Yıldız (ö.1846) tarafından Türkçe-ye çevrilerek İsmail Ayvalı tarafından yapılan şerhi ile birlikte Bir Dilci Olarak Ali Kuşçu ve Risâle fî’l-İsti‘âre’si adıyla Kültür Bakanlı-ğı yayınları (Ankara 2002) arasında basılmıştır.6 Cengiz Aydın, a.g.m., s. 410; ayrıca bkz. Katib Çelebi, a.g.e., I, 286, 448, 572, 883, II, 1676; Muhammed Süreyya, Sicill-i Osmânî, İstanbul 1311, III, 486-487; Abdülhak Adnan ADIVAR, Osmanlı Türklerinde İlim, s. 47-54.

Page 42: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi42

Bismillahirrahmanirrahim

Başlık oldukça ilginç değil mi? Biz bu duayı ilk defa Abdullah Murad (k.s.) hocamızdan işittiğimizde bize de çok ilginç gelmişti. Oysa Rasul-ü Ekrem Muhammed Mustafa (s.a.v.)’in sığındığı şeylerdenmiş eceli gelen insanın şerri. Öyle ki adamın vadesi yetmiştir bir dokunmayla yere yıkılır, üzerine kalır. Bunun gibi birçok örnek verilebilir bu duruma. Mesela yaptığımız mahalle ziyaretlerinden birinde rastladığımız bir vakıa da buna bir örnek teşkil edebilir.

Soğuk bir güz gününün akşam saatleriydi. Sobalar, kaloriferler yeni yanmaya başlamış. Gündüz olmasa bile akşamları bir ısınma aracına ihtiyaç hissedilir olmuştu. O günkü ziyaretlerimizi, Konya’nın en mutena semtlerinden birine yapacaktık. Kardeşlerimizle muhabbet ederek ziyaret edeceğimiz adreslere doğru ilerlerken, “Bu lüks semtlerde de yardıma muhtaç insanlar var mıdır?” sorusunun üzerine konuşuyoruz. Artık, gözlerimizle görerek anladığımız üzere her semtte ihtiyaç sahibi insan yaşıyor.

Bol ışıklı caddelerin kenarlarındaki görkemli binaların içinde yaşayan iyi giyimli, hali vakti yerinde olduğu belli insanlar, lüks araçlarını park edip, evlerine çekilmeye başlamışlardı. Caddelerde, sokaklarda bir akşam telaşı hakimdi. Aracımız ana caddeden ara sokaklara saptığında, bu ışık ve renk cümbüşü yerini hüzünlü bir karanlığa bırakmıştı.

Mahallenin, caddenin iç tarafında kalan

bölümü, yine lüks evlerin çoğunluklu olduğu bir yer olmasına karşın daha gariban bir görüntü vardı. Arada kalmış tek tük müstakil evler de, bir müteahhit tarafından yıkılıp yerine yapılacak apartman için gün sayıyordu, besbelli. Aracımız işte böyle bir evin önünde durdu. Yıkılmasına az kalmış bu küçük evde bir kadının çocukları ile birlikte yaşadığını öğrendik.

Çaldığımız kapının aralanması ile birlikte içeriden dört beş çocuk fırlıyor. Bir yandan da nara atıyorlar, sesleri anneleri ile anlaşmamıza

mani olacak kadar yüksek. Anneleri bir birine sesleniyor bir ötekine... Ama heyhat söz dinleyen kim? Bakıyoruz çocukların neredeyse hepsi yaşıt gibi. “İkiz, üçüz falan mı?” diye soruyoruz. “Yok.” diyor hanım. Çocukları işaret ederek, “Şu ikisi yaşıt, bu ikisi de birbiriyle yaşıt.” diye ekliyor. Bizim şaşırdığımızı görünce, “Şu ikisi benim, diğer ikisi kumamın. Bunlar aynı yıl doğdu.” diye açıklama yapıyor.

Öyle güler yüzlü, öyle pozitif bir hanım ki yıllardır tanışıyormuş

gibi kaynaşıyoruz. Hikayesini anlatıveriyor samimiyetle. Çocuk denecek yaşta evlenmiş. Şu anda da kırkında yok zaten. Kocası üzerine kuma getirmiş. Çaresiz kalıp kabullenmiş. Fakat gelen kuma oldukça serkeş bir kadınmış. Kanaatten, sabırdan, sebattan nasibini alamamış. Evde sürekli kavga çıkartıp kocasını da kendisini de rezil ediyormuş. İkiye bir evi terk edip gidiyormuş. Beraber yaşadıkları süre içerisinde üç kendinin

Ümmü HARAM

Eceli Gelen İnsanın Şerrinden Allah’a Sığınırız

ŞEHRİN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ

Page 43: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi43

üç de kumanın çocuğu olmuş. Hanımın önceden de bir çocuğu varmış.

Kumasının çocuklarına da kendisi bakmış. Çocuklar zaten onu anneleri biliyorlarmış. “Şu anda bu çocukların hepsi benim evlatlarım.” diyor.

Hikayenin gerisi daha acıklı. Kuma evden kaçtığı zamanlar bakıp ilgilenmediği halde çocuklarını da kaçırıyormuş. Baba evlatlarının derdine düşüp birde onları arıyormuş. birkaç defa çok uzak memleketlerdeki yuvalardan çocukları bulup getirmişler. Hanımın kocası o sıralarda şehir dışındaki büyük piknik alanlarından birinde bekçilik yapıyormuş.

Bir gün kuması adamın çalıştığı parka gidiyor. Çıkan bir tartışma uzayarak fiziksel kavgaya dönüyor. Aralarında çıkan arbede sonucu kuma gelen kadın ölüyor. Adam hapse gönderiliyor. Çocuklar da ziyaret ettiğimiz hanıma kalıyor. Basit bir darbe ile ölüveren kuma, bize “Eceli gelen insanın şerrinden Allah’a sığınırım.” duasını hatırlatıyor.

“Babaları hapiste, anneleri öldü. Bunlar benim evlatlarımdan farksız. Belki de bu yavruların hürmetine Rabbim bizi rızıklandırıyor.” diyor hanım kardeş. Kadıncağız sahip çıkamam düşüncesi ile 15 yaşındaki öz kızını evlendirmiş. “Başında babası yok, arkasında dolanamam, kötü olmasından da korktum.” diyor. Diğer çocuklar zaten çok büyük değil, Altı ile on yaş arasında değişiyor, altı çocuğun yaşı.

“Evde şimdilik oturuyoruz ama bu ev harabe, bir gün yıkılacak. Allah bir çıkış yolu gösterecektir diye bekliyorum.” diyor.

Bizde yardımlarımızı yapıp hanım kardeşimizle vedalaşıyoruz. Bir sonra ki eve doğru yol alırken hanım kardeşimiz için dua ediyoruz.

Hayır dualarıyla bu kapıdan ayrılırken, şükrün ve sabrın ne kadar önemli olduğunun idrakine tekrar vardık. Rabbim Cümle Müslüman’a şükrün lezzetini versin. Allah’a emanet olalım.

Page 44: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi44

Gerçek saadet, insan zihninin dağınıklık ve perişaniyetten kurtulması, insan kalbinin itminan ve istirahata ermesinden ibarettir. Onu, deniz kenarlarında, dağ başlarında, tenha koruluk ve koylarda arayanlar hep yanılmışlardır.

Aydınlık veya Şua, karanlıklarla savaşarak gerçek derinliğine ulaşır. Güzellikler, çirkinlikler içinde daha bir belirginleşir. İyiler, fâikiyetlerini tam olarak ancak kötüler arasında ortaya koyabilir; hiç olmazsa bazıları için bu böyledir. Toplum, huzura ihtiyaç hissettiğinde onu daha iyi duyar; duyar ve onun için çabalar durur. Rahatı, gerçek derinlikleriyle ancak meşakkat görmüşler anlayabilir; Cenneti de sırat yaşamış, sırattan geçmiş olanlar. Karanlığın en azgın ânı ışığın sabahını soluklar. Gündüzler, ana rahmi dönemini gecenin bağrında geçirirler; baharlar da karın-yağmurun sinesinde. Sebepler, bütün bütün tesirsizleşince, ruhları Kudreti Sonsuz mülâhazası sarar, “meşakkat teysîri celbeder” fehvâsınca, sıkışma da her zaman ferahfeza iklimlere açılmanın önemli bir rıhtımıdır.

İç içe bunalımlarla sarsılıp çeşitli kaosların fasıklar dairesi içinde kıvrandığımız şu günlerde, rahatı, huzuru daha iyi anlayabiliyor en azından ışığın kadrini daha bir yürekten takdir edebiliyoruz. İmanı ve Hakk’a kulluğu, o derin güzellikleriyle daha net görebiliyor ve kaynağı iman, vicdanlarımızdaki hakikî güveni daha engin duyabiliyoruz. İyiliklere karşı arzularımızın köpürdüğünü, kötülüklere karşı da tiksinti duyduğumuzu daha açık hissediyor ve tam bir iyilik duası yapmak için kendimizi, şu aydınlık günlerin çağlayanlarına salarak son bir kez daha topraği kaybedilmiş olan gönül dünyamızın meçhuller limanına yanaşıp tekrar yok olmasını

engellemek adına ellerimizi semaya kaldırıyoruz. Kim bilir, şimdiye kadar kaç defa semaya yönelmiş ama, değişik olumsuzlukların milleti çepeçevre kuşattığı, iradelerimizin çatırdayıp azimlerimizin sarsıldığı ve gurbet içinde gurbetler yaşadığımız böyle kasvetli bir zaman diliminde, hırpalana hırpalana tam mazlumlaşmanın, her gün ayrı bir saldırı karşısında buruklaşmanın hâsıl ettiği farklı bir hisle –bu biraz da kulluk insiyaklarımızdan kaynaklanıyor– sinelerimizi Rabbimize açıp en içten duygularla sızlanıyor ve “Ey Müsebbibü’l-esbâb, sebepler bütün bütün uçup gitti! Düşmanların cefâsı, dostların da hâl bilmezliği acz ve zaafımıza inzimam edince yol mülâhazalarımızı yoldakilerin hayreti sardı; bahtına düştük, bizi takılıp yollarda kalan yalnızların tâli’sizliğine uğratma!” diyoruz; diyor ve içimizi çekiyor; maruz kaldığımız ızdırapları duyma ölçüsünde, ihtiyaç ve ıztırar hâliyle O’nun kapısının tokmağına dokunuyor; böyle bir tevhid mülâhazasına iltifatlarının ifadesi sayılan teveccühlerini, yine O’na olan itimat ve güvenlerimizle bekliyoruz ki, bu seviyede tabiatlarımızın derinliklerinde duyarak bir başka zaman dilimi yaşadığımızı hatırlamıyorum ve yaşayacağımıza da fazla ihtimal veremiyorum. Evet, şimdiye kadar değişik iltifat esintileriyle defaatle idrak ettik ve defaatle dualaşmaya çalıştık; millet olarak şanlı günlerin içli ve derin sarsıntıları, harb u darblerin yaşandığı o tozlu-dumanlı günlerin sisli atmosferinde, ziyası ve bereketiyle maytaplar gibi yanıp-sönen buruk anları; maddî-mânevî iç içe yoklukların ortalığı kasıp kavurduğu hazanlı günleri… Azimlerimizi ümitlerimize bağlayıp “Hak tecelli eyleyince her işi âsân eder / Halk eder esbâbını bir lahzada ihsan eder” duygularını mırıldanarak, gece-

Ebubekir ONHAN

TOPRAĞI KAYBEDİLMİŞ KUBBE:“GÖNÜL DÜNYAMIZ”

Page 45: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi45

gündüz arası gelip-gidip fevkalâdeden bir kapı aralanacağı ümidiyle hep aktif bekleyişte bulunduğumuz canlı fakat yetim zamanları…

Her anın bir sebepler dairesinde işleyişi vardır. Ve her şey lisan-ı hal ile Bismillah der. Der ve O uhuvvet deryasında zaman dahi tüllenip gider. Bütün mevcudat adeta ruh-i hal ile hicret eder. Ve bu kutlu yolculukta sadece Rabbine doğru yöneliş vardır.

“Kimi beyhude yorulur

Kimi ise aşk ile yoğrulur”

Aşk ile yoğrulanların, İman sevdası ile coşanların soy kütüğüne işlenmiştir bu asil duruş. Mehmet Akif Üstadım ne güzel de anlatıyor:

“ Oku, şayet sana hisli bir yürek lazımsa

Oku, zira O’nu yazdım iki söz yazdımsa…”

“Faran dağlarının eteklerine kurulu o mukaddes şehir, ‘Şehirlerin Anası’, o gün çok farklı bir hâdiseye şahitlik ediyordu. Güneş o sabah sanki bir başka doğmuştu, Mekke semalarında. Vakit, herkesin istirahat için köşesine çekildiği öğle vaktiydi. Efendiler Efendisi (sallallâhu aleyhi ve sellem), ‘kardeşim’ diye iltifat ettiği Ebû Bekir’i (ra) ziyaret için o gün hiç de alışık olmadıkları bir zamanı seçmişti. Mekke’nin ıssız sokaklarını aşarak Hz. Ebû Bekir’in hânesine ulaştı, kapısını çaldı; içeri girmek için izin istiyordu. Her hâliyle şaşılacak bir hâdiseydi bu. Hz. Ebû Bekir, hâne halkıyla birlikte hemen ayağa kalktı ve: “Anam babam yoluna feda olsun! Vallahi bu saatte geldiğine göre, bunda

mutlaka önemli bir iş var!” dedi önce. Sonra da hemen kapıya koştu ve göz aydınlığı misafirini içeri buyur etti. Merakla bekliyordu olacakları. Allah Resûlü önce baş başa kalmalarının daha uygun olacağını söyledi ise de, Ebû Bekir (ra), kızlarını kastederek: “Ey Allah’ın Resûlü, endişe etmeyin. Onlar benim kızlarım; Senin de ehlinden sayılır.” dedi. Bunun üzerine Kutlu Nebî (sallallâhu aleyhi ve sellem): “(Bilesin ki,) Mekke’den hicret etmek için bana izin verildi.” dedi. Hz. Ebû Bekir heyecanla: “Birlikte mi, ey Allah’ın Resûlü?” diye sordu. “Evet, birlikte.” diye karşılık verdi, Allah Resûlü.  Resûl-i Ekrem’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu mukaddes yolculukta refakat etmek için sabırsızlıkla bekleyen biri için bu haber, bir muştu, bir sevinç kaynağıydı. Çünkü Hz. Ebû Bekir, diğer arkadaşları gibi hicret için izin istediğinde, Efendimiz kendisine: “Acele etme! Belki Allah yanına bir arkadaş verir.” diye karşılık vermişti. O, bu sözlerden ne kastedildiğini anlamakta gecikmemişti. Hemen iki deve satın almış ve dört aydır da bu yolculuk için hazırlanmaya çalışıyordu. Allah Resûlü’nün bu sözleri onun için büyük bir lütuftu; kendini tutamadı, sevinçten hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı... Sonrasında, tarihin akışını değiştirecek o mukaddes yolculuğa çıkmak için gerekli olan plân ve hazırlıkları yapmaya koyuldular...”

Page 46: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi46

113 - Felak Suresi

Medine döneminde inmiştir. 5 âyettir. Felak, sabah aydınlığı demektir.

Bismillâhirrahmânirrahîm

1. De ki: «Sığınırım o sabahın Rabbine,

2. yarattığı şeylerin şerrinden,

3. Karanlığı çöküp bastırdığında bir gecenin şerrinden,

4. o düğümlere üfleyen üfürükçülerin şerrinden

5. ve kıskançlık gösterdiğinde bir kıskancın şerrinden!»

114 - Nas Suresi

MUAVAEZETEYN SURELERİSURELERDEN

S.GÜLSOY

Page 47: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi47

Medine döneminde inmiştir. 6 âyettir. Nâs, insanlar demektir.

Bismillâhirrahmânirrahîm

1. De ki: «Sığınırım insanların Rabbine,

2. insanların hükümdarına,

3. insanların İlahına;

4. o sinsi vesvesecinin şerrinden,

5. ki, insanların sinelerine vesvese verir durur.

6. Gerek cinlerden, gerekse insanlardan (olsun).»

Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v) bir çok durumda ; yağmurda ve karanlıkta,uyurken, şeytanın, nefsin ve yaratılmış tüm mahlukların şerrinden emin olmak için, nazar değmesine karşı ve bunun gibi zarar verecek nice duruma karşı ashabına muavezeteyn surelerini okumalarını tavsiye etmiştir.

Ukbe İbnu Amir’den rivayetle

Resulullah (s.a.v) buyurdular ki: «Bu gece indirilen ayetler var ya, onlar gibisi hiç görülmemiştir: Kul euzu bi>rabbi>l-felak ve Kul euzu bi-rabbi>n-nas sureleri».1

Abdullah İbnu Hubeyb anlatıyor:

Hafif bir yağmur ve karanlığa maruz kalmıştık. Bize namaz kıldırsın diye Resulullah (s.a.v) ‘ı bekledik.” (Ravi der ki; Abdullah İbnu Hubeyb şu manada birşeyler daha söyledi: “Resulullah (s.a.v) çıktı ve: “Söyle” dedi. Ben: “Ne söyliyeyim?” diye sordum. Bunun üzerine: “Aksama ve sabaha erince Kul hüvallahu ahad ve Muavvizeteyn sürelerini üçer kere oku. Bu sana, her şeye karşı yeterlidir” dedi.2

Cabir (r.a) den:

Resulullah (s.a.v) bana: “Ey Cabir okur dedi. Ben: “Annem babam sana kurban olsun, ne okuyayım?” diye sordum. Bunun üzerine: “Kul euzu bi-rabbi’l-felak ve Kul euzu bi-rabbi’n-nas surelerini oku!” dedi. Ben de onları okudum. Resulullah ilaveten: “Bu iki süreyi oku, bunlar gibisini asla okuyamıyacaksın!” dedi.3

Hz. Aişe de demiştir ki:

1 Müslim, Misafirin 2642 Nesai, İstiaze 1, (8, 250-2533 Nesai, İstiaze 1, (8, 254

Hz. Resulullah (s.a.v) (bir gün) Ay’a bakarak: “Ey Aişe, şunun şerrinden Allah’a sığın. Bu, (ayet-i kerimede geçen) gasıktır. (Ayet): “Kaybolduğu zaman Ay’ın şerrinden...” demektir”4

İbnu Abbas(r.a)den rivayetle

Resulullah (s.a.v) buyurdular ki: “Şeytan insanoğlunun kalbinin üzerinde tünemiş vaziyette bekler. Allah’ı zikredince siner, çekilir, gaflet etse vesvese verir.”5

Ukbe İbnu Amir

Tirmizi’de gelen bir rivayette der ki: “Resulullah (s.a.v), bana, her namazın arkasından Muavvizeteyn’i okumamı emretti.”6

Rabbim bizleri bu surelerin sırrına mazhar etsin. Bu surelerle bizleri Rasulünü ve ashabını koruduğu gibi korusun (amin) velhamdülillahi rabbilalemin.

4 Tirmizi, Tefsir, Muavvizateyn, (3363) 5 Buhari, Tefsir, Kul euzu bi-rabbi’n-nas 16 Tirmizi, Sevabu’l-Kur’an 12, (2905)

Page 48: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi48

ARAPÇA RABCA’YA GÖTÜRÜR

N. HADRA

İSİM CÜMLESİ

İsimle başladığı için cümleye “İSİM CÜMLESİ” denir.İki öğeden oluşur;1-mübteda 2-haber İlk isme mübteda ikinci isme haber denir.MÜBTEDA her zaman marife ل أ(elif-lam) alır.Son harfin harekesi daima merfu () olur. NOT: Özel isimler ل أ(elif-lam) takısı almazlar.

İkinci isim HABER’dir.Başında ل أ(elif-lam) takısı almaz.Son harfin harekesi olur. Nekradır.Bütün “dır-dir’ler haberdir.Mübteda ve haber birbirlerine (Müzekker-Müennes //Tekil-İkil-Çoğul)’da uyarlar.

ÖRNEK CÜMLELER;

Kız güzeldir. البنت جميلةKalem kısadır. القلم قصير

Okul büyüktür. المدرسة كبيرةOda geniştir. الغرفة واسعة

Öğrenci çalışkandır. الطالب مجتهد

Page 49: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi49

İÇECEKLER المشروبات

Ayran عيرانÇay شاي

Kahve قهوةMaden suyu مياه معدنيةMeyve suyu عصير الفاكهة

Limonata عصير الليمونPortakal suyu عصير البرتقال

Soğuk suyu ماء بارد

انا فتحنا لك فتحا مبيناBİZ SANA APAÇIK FETİH VERDİK.

(FETİH DİYE İSİMLENDİRİLEN SÜRE 1.AYET)

البخيل من ذكرت عنده فلم يصل عليCİMRİ, YANINDA ADIM ANILIP DA BANA SALAVAT GETİRMEYEN KİMSEDİR.

TİRMİZİ

Page 50: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi50

HAYDARAhmet NAVRUZ

İki peçeli halkın hayret dolu bakışları arasında küffar askerlerini yara yara ilerliyordu. Üstelik birisi yaralı idi. Herkes biliyordu ki onu ayakta tutan iman kuvveti idi. Dumanlar içinde yürüyerek kayboldu peçeliler.

***

Peçeli sırtındaki yaralı kardeşini güvenli bir yere taşımak için var gücü ile koşuyordu. Ama aklında da sürekli bir düşünce vardı. Sırtındaki peçeli kim di?Bu eller bu ses tanıdığı birine aitti. Kimsenin bilmediği deposuna gelmişti peçeli yaralı kardeşini yatağa yatırdı ve hemen tedaviye başladı. İçinden bir ses önce yüzünü aç diyordu ama merakını yenip bir an evvel kurşunu çıkardı. Tedaviyi tamamlamıştı şükür ki ağır birşeyi yoktu. Peçeli yaralı kardeşinin yavaşca yüzünü açtı. Gördükleri onu şaşrıtmamıştı bu Muhammetti. Ama bu sırada bir tıkırtı duydu hemen dışarı bak-tı. İsrail askerleri takip etmiş ve etraflarını sarmıştı.

Peçeli birşeyler yapıp Muhammeti kurtarmalı idi. Hemen gizli tunele doğru taşıdı Muhammeti ve siper aldı. Çok kalabalıktı küffar askeri ama Peçeli önce bir tekbir getirdi ve ateşe başladı. Attığı kurşular boşa gitmiyordu hiç. Her biri bir küffarı cehenneme yolluyordu. Ama peçeli bir kurşun atı-yordu sipere yüzlerce kurşun geliyordu. Peçeli burdan çıkmalı idi ama nasıl. birden arka taraftaki israil hastanesi aklına geldi oraya girerse savaşması ve kaçması daha kolay olacaktı. Cephanesine baktı 3 tane el bombası kalmıştı onları askerlerin yoğun olduğu yerlere atıp koşmaya başladı. Çok cephanesi yoktu ama hastahanenin altını israil askerleri cephanelik olarak kullanıyordu o yüzden daha da bir kuvvetle koştu. Hastahanen kapısına varmiştı hemen güvenliği etkisiz hale getirirp kapıya mayın döşedi ve zincirle kitledi israil askerleri çevrede peçeliyi arıyordu. Anons odasına girip kimseye zarar vermeyeceğini herkesin pencereden uzak durmasını söyledi. Çünkü biliyordu ki küffar masum çoçuk demez öldürür dü. Hemen en güzel yere cephane taşıyıp beklemeye baş-ladı İsrail askerleri hastahaneye girdiğini anlamış hasta masum demeden ateş ediyordu. Peçeli de kendi başına yardım ediyordu. Hastahane de hiç müslüman yoktu ama bu acımasızlığı gören bazı hristiyan ve yahudilerde ellerine silah almış ediyorlardı. Bazı kadınlarda cephane taşıyordu. Peçeli hem ateş ediyor hem de ayetel kürsi ile fil suresini okuyordu.

***

Çatışma saatelerdir devam ediyordu. İsrail askeri geri çekilmiyor hastahanede teslim olmuyor-du. Bir anda kurşunlar durdu ve dışardan komutan konuşmaya başladı.

‘’İçerdeki herkes 5 dakika içinde dışarı çıkmazsa nükleer bomba atacağız içeri’’ diyordu.

Herkes panik içinde kapıya koşmaya başladı Peçeli :’’Eğer çıkarsanız hepizi öldürürler kalın savaşalım diyordu. ’’ama kimse dinlemiyordu bir kaç kişi hariç. Peçeli mayını çekerek isteyenleri dışarı çıkarıyordu ki israil askerleri çıkanlara ateş etmeye başladı. Peçeli bu hamleyi bildiği için herkesi içeri katıp kapıyı kapatmaya uğraşiyordu ki kurşunun birisi koluna isabet etti. Dışarı çıkan 50 kişi kadar halk ölmüştü. İçerde 120-130 kişi kalmıştı. Peçeli yerden kalkıp kapıya tekrar mayını döşedi ve kolunu sardı. Kurşun sıyırmıştı. Dışarda küffar ordusu nükleeri hazırlıyordu herkes kor-ku içinde ağlıyordu. Haydar yüksek sesle:

‘’ Ey alemlerin sahibi ikram ve kerem sahibi Yüce Rabbim. Sen bizi bu küffar ordusu karşısında bizi hezimete uğratma. Katından bize rahmet ve yardım gönder. Burada senin yolundan sapmış bu kalpler belki bu vesile ile doğru yolu bulurlar. Ey Rabbim her zaman sana duam beni saidler olarak yaşat şehid olarak ruhumu kabzet oldu. Muhakkak senin yolunda ölmek benim için mü-kafatın en büyüğüdür lakin bu küffar karşisinda yenilgiye uğramamız müslüman kardeşlerimizin azmini kıracaktır,sen bizi kafir ordusu karşısında yenilgiye uğratma. ’’diyerek duasını bitirdi ve oradakilere:’’Eğer kurtulmak istiyorsanız dediklerimi tekrar edin’’ deyip ayetel kürsiyi okumaya başladı ve ateş acti.

Bu arada küffar bombayı hazırlayıp fırlattı. Tam o anda her yer karardı ve etrafı kumrular sardı. Herkes korkudan titriyor peçeli ise tekbir getiiryordu.

Page 51: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi51

İlginç Bilgiler

Bir insan hayatı boyunca ortalama 22 kilogram deri kaybediyor.

Karıncalar uyumaz.

Timsahlar renk körüdür.

Hawaii alfabesinde sadece 12 harf bulunmaktadır.

Kereviz yerken harcanan kalori, kerevizin içindeki kaloriden daha fazladır.

Hiçbir kağıt parçası 7 defadan fazla ikiye katlanamaz!

Hamamböcek ler i yaklaşık olarak 250

milyon yıldır yaşadıkları halde hiçbir değişime uğramamışlardır.

Eiffel Kulesi´nin tepesine çıkana kadar 1792 basamak vardır.

Dünyanın en hızlı büyüyen bitkisi bambu, bir günde 90 cm kadar uzuyor.

Kağıt para sanıldığı gibi kağıttan değil pamuktan yapılır. 1950´den önce kenevir, ağaç kabuğu ve marijuana yaprağı kullanılarak yapılırdı.

Kangurular geri geri yürüyemezler.

Ketçap 1830´lu yıllarda ilaç olarak satılırdı.

Haz. Ahmet NAVRUZ

Page 52: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi52

1 Eylül - Özbekistan’ın bağımsızlığı (1991); Galatasaray Lisesi’nin açılışı (1868); II. Dünya Savaşının başlaması (1939)

4 Eylül - Belediye Zabıta Teşkilatı’nın kuruluşu (1826); Sivas Kongresi (1919)

5 Eylül - Nazilli, Pazaryeri, Domaniç, Alaşehir, Gördes ve Salihli’nin kurtuluşları (1922)

6 Eylül - Çeçenistan’ın bağımsızlık ilanı (1992); Tebriz’in fethi (1514)

7 Eylül - Kanuni Sultan Süleyman’ın vefatı (1566); Aydın’ın kurtuluşu (1922)

9 Eylül - Kapitülasyonlara son verildi (1914); İzmir’in kurtuluşu (1922); Keban Barajı’nın hizmete girişi (1974)

11 Eylül - Budapeşte [Budin] (1526) ve Graz’ın (1532) fetihleri; Plevne Zaferi (1877); Bursa’nın kurtuluşu (1922)

12 Eylül - Ordunun idareyi ele alması (1980); Mudanya, Urla ve Kırkağaç’ın kurtuluşu (1922)

14 Eylül - İstanbul’da Küçük Kıyamet denilen büyük deprem (1509); Bergama, Manyas ve

Karacabey’in kurtuluşu (1922)

15 Eylül - Yassıada’da Demokrat Partili 11 devlet adamının idam kararı (1961); Bakü’nün fethi (1918)

16 Eylül - Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamları (1961)

17 Eylül - Adnan Menderes’in idamı (1961); Rusların, Polonya’yı işgali (1939)20 Eylül - Peygamberimizin Hicreti (622); Sivrihisar, Mihalıççık ve Bozcaada’nın kurtuluşları (1921)

21 Eylül - II. Abdülhamid Han’ın doğumu (1842); Kore Savaşı için, askerlerimiz Kore’ye gitti (1950)

22 Eylül - Iran-Irak Savaşı’nın başlaması (1980)

26 Eylül - I. Viyana Kuşatması (1529); Dil Kurultayı’nın ilk toplantısı (1932)

27 Eylül - Preveze Zaferi (1538); Deniz Kuvvetleri Günü

29 Eylül - İnebahtı Kalesi’nin fethi (1499)

30 Eylül - Kanuni Sultan Süleyman’ın taht’a çıkması (1520); Azerbaycan’ın bağımsızlığı (1991)

791114

15146

Tarih’te EylülHaz. A.Kadir AYDIN

161721262730

Page 53: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi
Page 54: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi54

Çocuk

Rasulullah (sav), bir gün çarşıya çıkmış. Evine geri dönerken yol kenarında ağlayan bir kızcağıza rastlamış. Kıza neden ağladığını sormuş. Kız ağlayarak cevap vermiş Rasulullah (sav):

” Ya Rasulallah. Ben bir hizmetçiyim. Ev sahibim bana iki dirhem verip alışverişe göndermişti. Fakat ben parayı kaybettim.”

Rasulullah (sav), cebindeki iki dirhemi hemen küçük kıza vermiş, ama küçük kız ağlamaya devam etmiş. Rasulullah (sav), bunun nedenini merak edip sormuş:

” Geç kaldığım için bana kızmalarından korkuyorum.” demiş. Gül kokulu Efendimiz kızın elini tutup hizmetçilik yaptığı eve götürmüş. Kapıya gelince:

” Esselamüaleyküm ” diyerek selam vermiş. Selama kimse cevap vermemiş.

Bunun üzerine Rasulullah (sav), bir kez daha ” EsselamüAleyküm” diyerek selam vermiş ama yine hiç ses çıkmamış. Rasulullah (sav), üçüncü

defa selam verdiğinde:

” Aleykümselam ” diyerek selama karşılık verenler olmuş. Rasulullah (sav):

” Verdiğim birinci ve ikinci selamı duymadınız mı? ” diye sormuş. Evin reisi:

” Duyduk Ya Rasulallah! Fakat bize verdiğiniz selamları artırmanızı ve güzel sesinizi biraz daha fazla duymayı istediğimiz için birinci ve ikinci selamınıza karşılık vermedik.” demiş. Rasulullah (sav)’i evlerine buyur etmişler ve:

” Ya Rasulallah! Buraya ziyaretinize ne vesile oldu? ” diye sormuşlar. Rasulullah (sav), olan biteni anlatıp, küçük kızın endişesi yüzünden geldiğini söyleyince evin reisi:

” Canım yoluna feda olsun ey Allah’ın Nebisi! Madem ki, bizim bu hizmetçi kızımız sizin buralara gelmenize vesile oldu, Artık hizmetçimiz değil, kızımızdır.” demiş. Peygamberimiz bu habere çok sevinmiş ve mutlu bir şekilde oradan ayrılmış.

Bir sözdür ki şeytan kaçar, Bir anahtardır, Her kapıyı açar.

(besmele)

Minarede ses, Ölümsüz nefes

(ezan)

Eğilirsin kalkarsın, Engelleri yıkarsın, Bazen perde açılır, Sen Kabe’ye bakarsın. 

(namaz)

Page 55: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Bizbiriz Dergisi55

KÜÇÜK YAŞTA SORUMLULUK SAHIBI OLMAK

Osmanlı padişahlarından 2. Murad’ın oğlu olan 2. Mehmed (Fatih Sultan Mehmed) 29 Mart 1432 yılında dünyaya geldi. 12 yaşında tahta çıktı. İlk padişahlığını 1444-1445 yılları arasında yaptı.

En büyük mürekkep balığı

Dünyanın en büyük mürekkepbalığı 2004 yılında yakalanmıştı ve 150 kilo ağırlığındaydı. Şubat 2007’de Yeni Zelandalı balıkçıların yakaladığı dev mürekkepbalığı ise daha önceki rekoru kırdı. 10 metre boyunda ve 450 kilo ağırlığındaydı. Yakalandığı yer ise Antartika açıklarıydı.

Bengal kaplanları

Günümüzde sayıları yüzlerle ifade edilen Bengal kaplanları sadece Hindistan ve çevresinde yaşar. 160 cm uzunluğundadır.

BULBAKALIM!

Elimdeki çiçeklerin ikisi hariç hepsi papatya, ikisi hariç hepsi gül ve ikisi hariç hepsi karanfil olduğuna göre elimde hangi çiçekten kaç tane bulunmaktadır?

(Her çiçekten birer tane vardır.)

Salih’in babasının 5 çocuğu var: Birincisinin adı Çaça, ikincisinin Çeçe, üçüncüsünün Çiçi, dördüncüsünün Çoço, beşincisinin adı nedir?

(Salih)

FIKRA ;

Annesi, matematiği zayıf olan oğluna dört işlemi öğretmeye çalışıyordu:

- Bak yavrum, matematik kadar kolay bir ders yoktur aslında. Örneğin; sen bir bakkal olsan, ben sana gelip tanesi elli kuruştan iki yumurta, bir liradan da üç ekmek alsam, kaç lira vermem gerekir.  Çocuk gözlerini kırptı, biraz düşündü, ama işin içinden çıkamadı.  

- Zararı yok anneciğim, borcun olsun; sonra ödersin. 

Page 56: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi
Page 57: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi
Page 58: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi
Page 59: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi
Page 60: Bizbiriz dergisi 8 9 sayi