cuma mektuplari 2 - ismet ozel[1]

70
8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1] http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 1/70 Çıdam Yayınlan  T elif Eserler: 6 Di zgi-Kapak : Ayçan Grafik 526 24 87 Baskı : Gündoğdu Matbaası 526 38 07 Cilt : Çiftçi Mücellithanesi Birinci Baskı : E YL ÜL 1989 CUMA MEKTUPLARI II İsmet Özel çımmmın  Çatalçeşme Sk. Üretmen Han K at: 1 No: 106 Cağaloğlu/ÎSTANBUL  Tel: 513 65 16

Upload: seniolanyenilgi

Post on 04-Jun-2018

261 views

Category:

Documents


1 download

TRANSCRIPT

Page 1: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 1/70

Çıdam Yayınlan Telif Eserler: 6

Dizgi-Kapak : Ayçan Grafik 526 24 87Baskı : Gündoğdu Matbaası 526 38 07Cilt : Çiftçi Mücellithanesi Birinci Baskı : EYL ÜL 1989

CUMA MEKTUPLARIII

İsmet Özel

çımmmın 

Çatalçeşme Sk. Üretmen HanKat: 1 No: 106

Cağaloğlu/ÎSTANBUL Tel: 513 65 16

Page 2: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 2/70

İçindekiler

Bir Sahici Mektup 7Sen Herhangi Biri Değilsin 13Ahireti Kaybeden Dünyayı da Kaybeder 24Acaba Ben Laik miyim? 36Direniş ve Atıl ım 46Mantar Soslu Bi ftek 55

Demokrasi K imden Yana? 65Susan Çoğunluk Dillenen Demokrasi 75Çiğ Tavuk, Pişmiş Tavuk, Komşunun Tavuğu 85Özgürlük Bedava Değildir 94Devlet, Ordu, Gençlik, Mil let 103Son Tren, İ lk Mil let 112Mil let Çürür, Devlet Düşer 121Önce Refik, Sonra Tarîk 130

 Yol Odur ki Doğru Vara 138

Page 3: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 3/70

BİR SAHİCİ MEKTUP

 Yazdıklar ımın başlığın ifade ettiği gibi sahici birmektuplar olmasını istiyorum. Bu güne kadar bu başlıkaltında yazdıklarım birer sahte mektup muydu öyleyse?Bunu söylemeye dilim varmaz. Ancak yazageldiklerim-de belli düşüncelerin ve belli yorumların aktarılması

ağırbastıkça içimde bir şeylerin yerl i yerine oturmadığıduygusu kabarıyor. Oysa her kurduğum cümlede endişelerimi daha derinden dile getirmek dileğindeyim. Anladığım kadarıyla dertleşme ihtiyacı içinde olan bir ben değil im. Sanıyorum ki yazılarımı okuyanlar da böyle bir ihtiyaç içindedir. Bir dosttan bir başka dosta basit, ama samimi bir kaç söz ulaşmalı mutlaka.

 Türkiye'de bir müslüman olmak ne demek? Bunuen iyi biz biliyoruz: Sen ve ben. Türkiye’de bir müslüman

olmanın mükemmel bir tarifini getiremeyiz belki, bilimsel, felsefi bir yakıştırmayla durumu açıklayamayabili-riz. Lâkin bunun ne demek olduğunu derinden hissederiz. Çünkü kendi durumum uzdur, söz konusu olan. Buülkede doğduk, bu ülkenin şartlarında yetiştik. İyi veyakötü bütün etkileri üstümüzde taşıyoruz. O halde, sudaki balık gibi kendimizi en tabiî ortamımızda hissetmemiz gerekmez mi? Ne gezer! Türkiye'de müslüman ol-

7

Page 4: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 4/70

mak insanın kendisini diken üzerinde hissetmesi için yeter de artar bile. Yalnız diken üstünde değilsiniz, bir detepenizde Demokles'in kılıcı var. Türkiye'de inançlarımciddiye alan, kişiliğini inançları içinde bulmaya çalışanbir müslüman olmaya niyet ettiniz mi,sizi ne bulunduğu

nuz yerde bırakacaklar, ne de bir başka noktaya varmanıza göz yumacaklar.

Diken üstündesiniz, çünkü bir müslüman olarak buülkede size ancak edilgin, boyun eğen, tavizkâr cami cemaati içinde bir yer tanınmıştır. Ama dikkat! Size tanınan yer de günden güne bir yöne kaydırılmaktadır. Sizen azından bir önceki yerinizi korumak üzere etkin olmaya kalkışırsanız, hakkınızı aramaya cüret ederseniz veitikadi konularda titi zlik sahibi olduğunuzu ortaya koyarsanız birden bire "şüpheli şahıs' oluverirsiniz. Bundan kurtulmak için bazı tedbirler almanız, " büyüklerimiz bilir" tavrını göstermeniz gerekecektir. Ne kendi hayatınız, ne de ailenizin düzeni hakkında kararlar almakyoluna gitmeyeceksiniz. Sadece sizin yaşayış üslûbunu-.zu belirleyen ve başkaları tarafından verilmiş kararlarıuyguluyacaksınız, resmi anlayışın size yüklediği görevleri yerine getireceksiniz. Bu kadarla kalsa yine de iyi.Resmî görüş zaman zaman değişecek ve siz bu değişikl iğe ayak uydurmadıkça tehlikedesiniz. Hiç bir zaman

"dün resmi anlayış bana böyle davranmamı telkin etmişti" diyerek kendinizi savunamazsınız. İllâ bugün resmigörüşün hangi merkezde bulunduğunu anlayacak ve onagöre çehrenizi ayarlayacaksınız. Bunu yapmadıkça diken üstündesiniz.

 Tepenizden Demokles’in kıl ıcı hiç eksilmeyecek.Atatürkçü müsünüz? Bu soruya dün verdiğiniz cevabıbugün tekrar etmek sizi bir suçlamadan kurtarmayabi

lir. Laik devlet düzeni hakkında ne düşünüyorsunuz? Nekadar ferahlatıcı bir soru! Düşünmek hakkını tanıyanbiri soruyor bu soruyu herhal! Hırsızların eli kesilmeli ,zânîler recmedilmeli mi? Bu sorulara vereceğiniz hiç bircevabı muhatabınıza beğendiremeyeceksiniz? Eğer ce

vap vermekten imtina ederseniz daha kötü. O zaman çokgizli planlara sahip olduğunuzu adeta itiraf etmiş sayılırsınız. İyi ama, müslümanları bu derece huzursuzluğasevekedenler, müslümanları zan altında bırakma gayretinde bulunanlar kimler? Nasıl oluyor da bazıları soruları sorma mevkiinde sayıyorlar kendilerini ?İşte müslü-manlan asıl bunaltan nokta burası. Çünkü biliniyor kiüzerinde yaşadığımız topraklan savunmak ve hangi sebeple olursa olsun mil lî birliği korumak sözkonusu olduğunda işe koşma, görev ve sorumluluk yüklemek için ilk

akla gelen unsur müslümanlar oluyor. Sosyal sıkmtıla-nn atlatılması gerektiğinde kendilerinden fedakârlık istenilen insanları sadece müslümanlar arasında bulmakmümkün. Böyle zor durumlarda daha önceleri müslü-manlara zulm edenlerin hiç bir yükü üzerlerine alma-dık lan ayniyle vaki. Nedense işler karıştığı zaman, onla-nn Türkiye' dışında gidecek bir yerleri oluyor.

Senin ve benim Avrupa'da, Amerika’da dostlarımızve şemsiyelerimiz yok. İsviçre bankalannda hesabımız

yok. Buna rağmen zulme boyun eğmemeğe kararlıyız.Bedeli ne olursa olsun müslümanca yaşamanın haysiyetine talibiz . Müslümanca ölmek de bu dünyada edinebili-ceğimiz nimetin zirve noktasıdır. Ne var ki bu sözleri buraya yazmak da bana huzursuzluk veriyor. Çünkü ilkbaşta söylediklerimin ucuz tarafından hamaset cümleleri gibi görünmesinde tedirgin oluyorum. Samimiyetin sınanacağı yer neresidir? İ çinde bulunduğumuz ortamda

9

Page 5: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 5/70

bunu sarahatle anlayamıyorum. Türk iye'deki müslü-manın hayatında sadece tehlike, tedirginlik, gerginlikyok; aynı zamanda bulanıklık ve karmaşa da var. K iminnereye bakması gerekt iği açıklıkla söylenemediği gibi,kimi nelerle avutmak ve uyuşturmak eylemine kimlerin

giriştiği de bilinemiyor. İ şte bu puslu hava içinde yazmak zorunluluğu düşündürüyor insanı. A slını istersen,bugün daktilonun başına geçtiğimde niyetim « siyasettedirâyet» başlıklı bir yazı yazmaktı. Türkiye'deki bütünsiyasi parti lerin bugünkü durumları itibariyle müslü-manlar için hangi anlamları i fade ettik lerini izaha gir işecektim. Her birinin müslümanlara neler getirip onlardan neler götürdüğünü görmeye çalışacak ve eğer müs-lümanlar toplum içinde bir muhalif güç olabilecekse,muhalefetlerini sol eğilimli bir ikidar karşısında yürüt

menin mi yoksa sağ eğilimli bir iktidar karşısında yürütmenin mi? daha üretken ve müslümanlann güçlenmesine imkân tanıyan bir hareket olacağını tartışacaktım.

Sanıyorum böyle bir yazı senin keyifle okuyacağınbir yazı olacaktı. Başladım yazmaya....İslâmî hareketiniki li karakteri /AN AP 'm ikbal peşinde müslümanlara tesiri/ SHP'nin Türk solunu nasıl eritip safdışı ettiği/DYP'nin neleri ima ettiği, neyi temsil ettiği/ RP'nin hangibirik ime ulaştığı vs. vs. vs. Yazdıkça keyfim kaçtı. K imene anlatıyorsun? Sözlerin ne değeri var? Çarklar dönüpduruyor yine. Şu okuyucu dediğin de beşûş bir çehreyleaval aval bakıyor. Biliyorum ki yazılan çizilen ancak veancak ete kemiğe büründüğü zaman bir mânâ ifade edebilir. Düşüncelerin ete kemiğe bürünmesi ne demek peki? Sevinçlerin ve tasaların birl ikte hissedilmesi, düşüncelerle o düşünceleri taşıyan insanların aynı şeyi dışa vuracak imkânlara sahip olmaları demek. Oysa biliyoruz

10

 Türkiye'de müslümanlann hangi cendereler altında bulunduklarını. Onlar bir yandan geçim derdiyle uğraşıyorlar. Bu uğraş onları geniş ufuklu tahli ller karşısındasağır bırakıyor. Geçim derdi olmayanlar da durumlarınıkorumak için her türlü tavize açık bir edilginliği devamettiriyorlar. M üslümanlar diğer yandan da sosyal statülerindeki nakısaları gidermeye çalışıyorlar. Yani nasılolup da diken üstünde yaşamaktan, Demokles'in kılıcıaltında kalmaktan kurtulabileceklerini hesaplıyorlar.Böyle telâşlara dalmış müslümanlann kulağına söz mügirer? Girmez elbette.

Eğer müslümanlar kendilerine gelmeleri, bilinç sahibi olmaları sınırl ı bir ölçüde bile olsa olumlu bir gelişme göstermişse bunun ne belli bir hareketle, ne de bell ibir şahısla doğrudan bağlantısı yok. Bir çok şahıs ve bir

çok tavır bizi bugüne getirdi. Olanlar çarklar dönüp dururken oldu, hatta çarklann dönüşü bazı İslâmî gelişmeleri hı zlandırdı bile. Demek ki Türkiye'de müslümanla-rın büyümeleri içteki dinamik harekete geçtiği için gerçekleşti. O halde şikâyete mahal yok. Geçim derdiyle vestatü noksanlık larıyla cenk eden müslümanlar kâfirlerin gözünü korkutan bir noktaya doğru ilerlemişlerse bukendil iğinden vuku bulmuş bir hadisedir. Böyle bir gelişme kendine mahsus sağlamlıklar taşır bünyesinde. Busağlamlıkların başlıcası da harekete engel olmak iste

yenlerin hangi barajı nereye kuracaklar ını bilemeyişle-ridir. Gelgelelim, kendiliğinden büyümekte bulunan bufaaliyetin zayıflığı da sağlamlığına denk. Çok yönlü vebölük pörçük bir gelişmenin verimli bir vadiye ulaşmadan çölde kaybolan nehir ler gibi sönüp gitmesi de ihtimaldahilindedir.

Olay burada düğümleniyor. Türkiye'de İslâmî ha

i l

Page 6: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 6/70

reketin canlılığını temin edenler sadece ve sadece böylebir faaliyetin yürütülmesini yani müslümanlann yaptıklarının bir "avara kasnak" çalışmasından öteye geçmemesini, bir manivelayı harekete geçirmemesini tasvibedenlerdir, yoksa bu faaliyeti bir yerden alıp bir yere götürme kararlılığı ülke çapında yürürlükte değildir. N itekim, Türkiye'de İslâmî hareketin nasıl bir potansiyel taşıdığı ancak yapılan serbest seçimlerde ortaya çıkıyor.Seçim ortamı ve seçim tertibatı‘ne kadar serbest, ne kadar demokratik olursa müslümanlar tabiî temayüllerinio kadar net ortaya koyabiliyorlar. Bu oluşum öylesinekendiliğinden ki Türkiye müslümanlan seçim sonundaelde ettikleri başarıları savunacak yeterliliği gösteremiyorlar.

Sözkonusu yetersizlik matbuat sahasında da, dü

şünce aktarımı ve eğitim sahasında da görülüyor. Helebir müslümanın diğeriyle kurduğu ve İslâmî bir yöndemesafe katetmesine mâtuf faaliyetler bakımından artıkyetersizlikten değil, yokluktan, ilkesizlikten, ilgisizlikten bahsetmek gerek.

Netice-i kelâm bu dert mektubunu kısa kesmek zorundayım zira' sızlanmaktan bir meselenin çözülemeyeceği besbell i. Keyfîm yok. Öfkeliyim.

Müslümanım. Yasam...

12

SEN HERHANGİ BİRİ DEĞİLSİN

 Türkiye'de müslüman olmak özel bir anlama sahip. Türkiye'de müslüman herhangi biri değildir. İ lk bakıştabu yargılan taşıyan cümleler birer çelişik ifade gibi görülebilir. Bir şeyin özel anlama sahip oluşu, o şeyin geneldekarşılaşılan anlamdan aynlışıyla; bir kimsenin herhangi biri olmayışı da çoğunluktan farklı özellikler taşımasıyla mümkün olur. H albuki Türkiye'de müslüman olmak ülke insanlarının genel kabulleri arasındadır. Türkiye'deki müslüman da çoğunluktan biridir. Dolayısıylaona herhangi biri demek ilk bakışta mantıklı gibi sanıla-bilir. Ama dikkatli bir bakışta farkedebiliriz ki Türkiye'de müslüman olmayı seçmenin çok özel bir anlamıvardır ve böyle bir seçmede bulunmuş kişi herhangi birideğildir. Bu gerçek Türkiye'nin müslüman çoğunluğa sahip bir ülke oluşu gerçeğiyle çelişmez, çünkü bu konuda

hesaba katmadığımız temel aynm bir insanın kimliğinidünyada tuttuğu yer bakımından birinci sıraya koyupkoymayışıyla ilgilidir. Çoğunluk için müslüman olmanınyeri sahip olduklan öteki vasıflar kalabalığı içinde bulunur. Meslekleri, memleketleri, eğitimleri, aileleri kendilerini ne ölçüde belirliyorsa müslüman oluşları da aynıölçüde belirleyicilik taşımaktadır. Hatta bu insanlararasında dindarlıklanyla temayüz etmiş kişiler bile bu

13

Page 7: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 7/70

lunabilir. Yani dindar olmak, Türkiye'de müslüman olmanın özel anlamına sahip çıkmaya yeter bir aymcılıkortaya koymaz. Buna mukabil "pek dindar görünmemekle birlikte" müslümanlığı özel anlamda taşıyan insanlar vardır. Türkiye'de müslüman olmanın özel bir an

lam taşıyışı yapageldiğimiz veya yapmakta olduğumuzişlerden ötürü değil, gerektiğinde neyi feda edeceğimizinbilinmesinden ötürüdür. Türkiye'de ki müslümanlar çoğunluk içinde, ama çoğunluktan ayrıdırlar. Çoğunlukgerektiği zaman müslüman vasfını gerisine itebilir. Oysa bir avuç müslüman (her an dindar bir görüntü arzet-mese bile) İslâmî kimliğini hiç bir zaman ikinci sırayadüşürmez ve böyle bir tehlikenin belirdiği herhangi birdönemde rahatı sizliğini dışa vurur.

Müslümanın Türkiye’de taşıdığı özel anlamı Islâmdüşmanlan sarahaten bilmektedir. Bu yüzden vazgeçilmez bir değer olarak müslümanlığını koruyan kişilerinresmî kuruluşlarda, büyük işletmelerde veya toplumubelirleyici noktalarda "sağlam" yerleri yoktur. Özel anlamı ve müslümanlığı atbaşı giden kişiler nisbi olarak bazıdünyevî başarılardan uzak tutulmuştur. Benzer nitelikteki kimseler arasından müslüman olanların bilerek fır satlardan yararlandırılmadığmın örneklerine ülkeninher yanında, her meslek grubunda ve her kademede rastlamak mümkündür. Y ine de anlaşılmaz gibi görünen bazı manzaralarla karşılaşanlar vardır. Meselâ bir iş yerinde müslümanca tavırları bakımından birbirlerine çokbenzeyen iki insandan bir inin daha başarılı görünüşüsadece onun daha zeki, daha çalı şkan, daha beceriklioluşundan değildir. Öyle durumlar vardır ki başarısızkonuma düşenlerin zekâ ve gayret bakımından bariz üstünlükler taşıdıkları ortadadır. Bu halde dünyevî başa-

14

nsı göze çarpafrmüslüman endişe ve ısrarlarını yedeğealabilen ve başarısızlığı sineye çeken müslüman da fedaedemeyeceği şeylerin başında İslâmî endişeleri olduğunu, ısrarının İslâmî istikamette bulunduğunu belli edendir.

Müslüman herhangi biri değildir. Ne zaman kimüslümanlığı "herkes" kadar kabul etmiş, "cümle âlemin müslümanlığından benim müslümanlığımın farkıyoktur" mesajını vermişse, yani "herkesin müslümanlığınasıl askıya alınabiliyorsa, benimki de alınabilir" güvencesini İslâm düşmanlarına vermişse o zaman herhangibiri olur. O takdirde dünya ahvali içinde müslümanlığın-dan ötürü aleyhine kararlar alınmasını önler, terfıineengel olacak şartları aşar. Bu sebepten dolayıdır ki Tüki-ye'de yaşayan nüfusun kahir ekseriyeti müslümandır ve

fakat Türkiye'de müslüman olmak özel bir anlama sahiptir

Sanılmasın ki Türkiye’de müslüman olmanın özelbir anlama sahip oluşu sadece günümüzün meselesidir.Geçmiş dönemlerin şartları içinde Türkiye'de müslüman olmak özel anlama sahip olmuştur. Daha II .Muratzamanında Hacı Bayram Velî'nin müslümanlığı endişeverici sayılmıştı. Bütün Oşmanlı yönetimi boyunca müs-lümanlık yalnızca devletin resmî tutumunu haklılastır-dıgı oranda geçerl il iğini koruyabilmiştir. Kanuni SultanSüleyman döneminde Avrupa da papalık dinine karşı İ ncile dönüş çağrısıyla güç kazanan Protestanlığa iyi gözlebakan devlet erkânı eğer Osmanlı topraklarında da Asr-ıSaadet müslümanlığma dönüşü Öngören bir hareketdoğmuş olsaydı aynı iyi bakışı bu hareketi yürütenlereatfetmeyeceklerdi. Geçmişte olduğu kadarıyla günümüzde de Türkiye'de müslümanlann içinden çıkılması

15

Page 8: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 8/70

kolay olmayan bir karmaşıklık arzetmektedir. YüzünüAvrupaya çevirerek reformlara girişen devlet adamlarıve onlara zaman zaman muhalefet eden , zaman zamanonların eline bakan kalem efendileri arasındaki il işkiaynı derecede karmakarışıktır.lslâmî endişeleri temsiledenlerin geleneksel yapıyı savunanlar arasından mı

çıktığı, yoksa bu mümessilleri topluma yeni bir biçimverme gayretini elden bırakmayanların arasında mı aramak gerektiğini kaba ve anlayışsız taraf tutmalarla değil geleceği gözeten doğru İslâmî çizgi kaygısını taşıyanincelemelerle, tahlillerle faredebilir iz.

Devraldınğımız miras ne kadar karmakarışık olursa olsun günümüz Türkiye'sinde özel anlamı açıklıklaanlaşılabilir. Gerçekte böylesi bir açıkl ığı müslümanlar(ne büyük çoğunluk, ne de bir avuç bilinçli müslüman)

çalışmaları sayesinde elde etmiş değildir. Açıklığı sağlayan bizzat İslâm düşmanlan ve İ slâm'a düşmanlıkla Türkiye'ye bir çok hezimet tattırmış bulunanlar, İslâm'adüşmanlık ederek Türkiye'nin durumunu felâkettenfelâkete sürükleyenlerdir. Durumu sarih ve anlaşılır kılan Türkiye'de Batılılaşma denilen batıl laşmanm gemisinin karaya oturmuş olmasıdır. Biz bugün geriye bakarak yalnız Tanzimat sonrası hayat içinde değil, gaza beyliklerinden itibaren Türkiye'de yaşayan insanı nelerinçıkmaza soktuğunu görebiliyoruz. Çıkmazdan kurtulma

çabalarının değerini ölçebiliyoruz Çünkü Türkiye'demüslüman olmayı birinci sıraya koyarak yapılabilecekdeğerlendirmelerden başka hiç bir değerlendirmenin ülke geleceği bakımından özel bir anlama sahip olmasımümkün değildir.

İster liberal, ister muhafazakâr, ister sosyalist görüşlere sahip olsun ve kendilerine ister sağcı, ister mer

16

kezci, isterse solcu densin İslâm dışı görüşleri savunanlar lâlettayin insanlardır. Onlar anılan görüşlerini dilegetirmekle alelâdeliklerini de itiraf etmiş olurlar. Nitekim taşıdıkları yaftalar onların hiçbir özel görüş geliştirmeye müsait bir kapasiteyi taşımadıklarını da ifade etmektedir. Onların sahip oldukları kapasitenin en fazla

sı, herbirinin beynelmilel düşünme kalıplarının Türkiye'deki bir şubesi olmak imkânını kendilerine bahşetmektedir. Bu kadarı bile onları kimliksiz, kişiliksiz vehastalıklı kalmaktan alıkoymuyor. Kötüden betere doğru seyrediyorlar: Örnek aldıkları kalıpların dünya üzerindeki tebdilat ve tahavvülatı İslâmdışı görüş sahiplerini bir çaresizlikten diğerine savuruyor. Sağcılar sağcılıklarından dolayı, solcular solculuklarından dolayı hezimete uğradıkları zaman marifet gösterme gayretkeşliğiiçinde sağcı kamp içinde yer alıp solcu tezler geliştirmek

veya solcu kamp içinde görünüp sağcı tezler geliştirmekhevesine kapılıyorlar. Türkiye'deki kendi hareketlerinibatılı finans odaklarının harektelerine göre akord edenler akıl hocalarının çaldığı telden çalabilecek gücü bulamadıkları için sürekli detone oluyorlar. Meselâ liberalbir politika güdebilmek için askeri bir rejime muhtaç kalıyorlar. Batılı siyasî odaklara bağlı kalarak demokrasihavariliği yapmaya kalkışanlar varlıklarını muhafazaedebilmek için halkın eğilim ve özlemlerini hiçe sayan,daha da ötede halka karşı durabileceklerini ispat etme

yükümlülüğünü üstlenen bir tavrı izhar etmek mecburiyetindedirler. Yani sol veya sosyalist görüşleri savunanlar despotik özlemlerini de bu görüşlere ilave etmeyecekolurlarsa Batılı ağabeylerinden aferin alamıyorlar.

Batılı düşünme kalıplarına kendini uydurma telâşıiçinde alalâdeleşen, Türkiye'nin meseleleri karşısında

17

Page 9: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 9/70

lâlettayin bir i durumuna düşen insanların bu zavallılığıonların bir gecekondu fikriyatına sığınmış bulunmalarından ve işporta malı ideolojilerden medet umuyor olmalarından doğuyor. Nasıl gecekondu ahalisi büyükşehrin bütün sıkıntılarına katlanmayı göze alıp köyünedönmeyi aklına getirmiyorsa, onlar da kırık dökük batıl ı

alışkanlıklarının rehavetini terkedip Türkiye'nin asli temayülüne bağlanmayı düşünmüyorlar. Düşünmedikleriiçin dünya olayları karşısında Türkiye'nin hayatimkânlarını gaspeden güçlere karşı eleştirisel bir bakışaçısı geliştirilemiyorlar. Türkiye'deki Batılı görüş sahiplerinin farkedilebilir bilinçleri yok, çünkü varmayı düşündükleri bir hedef yok. L iberaller liberalizmden, sosyalistler sosyalizmden ümit kesmiş dürümdalar. Muhafazakâr olduklarını söyleyenler neyi muhafaza edeceklerini bilmiyor. Fakat hepsinin icra-i faaliyet halinde bu

lunmalarını sağlayan bir hadise vuku buluyor Türkiye'de. Bütün batılı görüş sahipleri Türkiye'de müslü-manların yaygınlık kazanmasına karşı ve muhtemel yönetim gücüne karşı bir şeyler yapma zorunluluğu altında sayıyorlar kendilerini . Türkiye'de hedefi olan, bilinciolan, istikameti olan bir müsümanlar kaldı.

Acaba neden bütün düşünce biçimleri hedeften, bilinçten mahrum kaldıkları halde müslümanlar hedeflerini günden güne daha belirgin kılma yolunda mesafe ka-

tediyor, daha bilinçli bir tutuma sahip çıkıyor ve istikametini daha çok insana işaret edebiliyor? Bence bununönde gelen sebebi Türkiye’de sadece müslümanlarınhem ferd, hem toplum ve hemde insanlık bakımından anlam taşıyan bir açıl ımı temsil edişleridir. Sağcı veya solcu olsun Batıcı düşünceleri taşıyanlar Türkiye'nin batılılaşma yolunda geçirdiği başarısız tecrübeleri birer başa-

18

n imiş gibi göstermekten fazlasına talib değiller. Dikkat-%™ İ yenibir oluşuma değil, şimdiye kadar çarpık, kusur^ ve hastalıklı olarak gerçekleştirilmiş batılaşma serüvenine çevirmişler. Bu serüvende savunulacak hiç birnokta bulamasalar bile bizatihi böyle bir serüvene atılmış olmayı savunur haldeler. Müslümanlar ise, dünya

ölçüsünde İslâm davasının bizatihi Türkiye'nin aslî meselesi olduğu konusunda sağlam dayanaklara sahip veüstelik bir ferd olarak da ülke geleceğiyle kendi geleceğini olumlu yönde kaynaştırma gücünü ellerinde tutuyorlar. Böylece müslümanm hedefi Türkiye’nin hedefi, müs-lümanın bilinci Türkiye'nin bilinci haline gelebiliyor.Müslümanların sahip oldukları istikameti ülke bütününün istikameti olarak tekl if etme şansı yine müslüman-larda.

Ekonominin iflâstan kurtulması için alınacak tedbirler konuşulduğunda emperyalist finans odaklarınınbeklentilerini ön şart olarak öne sürenler müslümanlardeğil, liberaller. Üstelik sosyalistlerin buna esastan değil usul yönünden itirazları var. Türkiye insanının temelhak ve hürr iyetleri bahis konusu olduğunda, bu hak vehürriyetlerin dünya sisteminin değirmenine su taşıyacak şekilde tanınması savunusunda bulunanlar müslümanlar değil, sol görüş sahipleri. Bu alanda liberaller solgörüş sahiplerine destek vermekten çekinmiyorlar. Sa

dece müslümanlardır ki, ekonominin sağlıklı bir işleyişekavuşturulmasında ülke çıkarlarından daha önceliklibir şartın ileri sürülemeyeceğini savunabiliyor. SadeceMüslümanlardır ki Türkiye'de yaşayan insanın metropol ahalisinden daha düşük düzeyde kalan haklar sahibiolmasına i tiraz ediyor. Serbest ticaret düzeninin dünyasistemi lehine Türkiye aleyhine sınır lanır ılmasmı iste

19

Page 10: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 10/70

mek bu düzeni savunuyor görünenlerin payına düşüyor.Demokrasinin dünya sisteminin işleyişi yönünde kısıtlıhale gelmesini isteyenler demokratlığı siyasî oluuşumla-nnın temeline yerleştirme iddiasında bulunanlar. K ısacası, oyun kurallara uygun biçimde oynandığı takdirdebundan müslümanların alenen yarar lanacağı korkusu

bütün batıcı düşünce sahiplerini sarmış halde.Bu durum Türk iye'de yaşayan bir müslümamn

herhangi biri olmasını önlüyor. Türkiye'de müslümamntayin edilmiş bir hedefi ve tahsis edilmiş bir görevi var.Hedefine varmak için kalkışını mümkün kılacak temeleveya temellere sahip olduğu gibi, görevini yerine getirebilmesi için elverişli bir ortam içinde; Yani ne düşüncesini kendine tuzaklar kuran efendisinden ödünç almak zorunda, ne de silâhını komşusuna çevirmek mecburiye

tinde. Oysa bu iki şart da Batı düşüncesinden kalkarak Türkiye'ye çözüm getirmek istiyenlerin noksanlan arasında yer alıyor. Onlar bir yandan ödünç aldıkları düşüncenin tekrar tekrar doğrulanmasını "dışardan" bekleyecekler, öte yandan da başarı lar ını kendi ülkelerinde(?) yaşayan insanların ezilmesi, kişil ik lerinin yıpranması, kimliklerinin yok edilmesi üzerine bina edecek

ler.

Müslümanlar dışında kalanlar Türkiye'nin bir ülkeolarak, bir millet ve bir devlet olarak varlığını koruması

konusunda duyarsız kalmaktan rahatsızlık duymuyorlar. Hele Türkiye'nin yeni bir açılım uğruna bazı girişimleri göze alması müslüman olmayanların gündemindehiç yer almıyor. Bugün Türkiye’de yetki ve etki sahibiolanlar dünya sistemi ile olan ilişkileri bakımından tıpkıAhbasî İmparatorluğundaki Türk görevliler gibidir. Bugörevliler bazı makamlan işgal etmekten ve bu işgalden

20

elde ettikleri tatmin yollarından fazlasına talib değiller.Ne toplumun, ne de organizasyonun temel karakteristiğionlan fazla bağlamıyor. Hatta bu organizasyonun işleyişini doğrudan kendileri temin etseler bile.

Müslümamn herhangi biri olmayışı işte bu noktadadaha da belirginleşiyor. Çünkü müslümanlar sadece Batı karşısında eleştirel bir tutum takınmıyorlar, aynı zamanda bütün İslâm tarihi boyunca rastlanan örneklerinbirer şablon olarak kullanılamayacağı ve bir bakıma işlenen hataların ve İslâm'dan uzaklaşma temayüllerininbariz bir şekilde ortaya konmasıyla, müslümanlann geçmişlerinin de eleştirisi yoluyla günümüzde temelli, besleyici ve üretken bir İslâmî hayat kurulabileceğini , böylebir hayatın hem dünya müslümanlarma örneklik etme

de, hem de kâfi r tasallutu altındaki gayri müslim toplumve topluluklara özenilir özellikte alternatifler getirebileceğini savunuyorlar. Demek ki Türkiye'nin vardığı noktada İslâm dışı yolları yürümekte ısrar edenlerin birerzaafı olarak beliren hususlar müslümanlar açısından birgüç toplama imkânı olarak belir iyor. Batı’yıfdünya sistemini) savunarak batılı düşünceler doğrultusunda birbiçim almayı gözetenler bir çıkmazı pekiştirme (yani sistemi pekiştirme; çaresizliğine mahkûm oldukları halde,Batıyı eleştirerek, batılı düşüncelerle temasa geçen

müslümanlar bu bağlantıdan ilke insanlarının yararınasonuçlar elde etmek ülkenin hatalardan salim kalarakvaroluşunu sağlama imkânına açılıyorlar.

Bütün mesele Türkiye'de yaşayan insanın "yapılacak iş sahibi olup, olmayışıyla ilgilidir. Ü lkemizde sağcıve solcu görüş sahiplerinin kendi görüşleri doğrultusunda bir hedef ittihaz etmeleri sözkonusu değildir. Dünyasistemine sağdan veya soldan yamanma teşebbüslerinin

21

Page 11: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 11/70

bir hedef olamıyacak kadar alelâde anlayışlar olduğunu,böyle bir yamanmayı tercih eden insanların lâlettayinkimseler olduğunu anlayabilmek için ne çok bilgili, ne deçok zeki olmaya gerek yok. Gevşek, iradesiz, rahatınadüşkün ve direnme gücünden mahrum insanların kendi

leri adına, ülkeleri ve insan türü adına üstlenebileceklerifazla bir şey kalmamış gibi. Karl Marx ve Freidrich En-gels'in Kominist Manifesto'da işçiler için söylediği şeyler

 Türkiye'de ki sağcılar ve solcular için bugün geçerli görünüyor: Zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şey yok,lâkin onlar zincirlerini seviyorlar. Asıl kaybetmek istemedikleri şey kendilerini dünya sistemine bağlayan veonları günden güne daha kimliksiz, kişiliksiz bırakan veüstelik acı ve ıstırap veren zincirleridir. Türkiye'deİslâm düşmanlığını kendilerine iş edinmiş çevreler ve

müslümanların yapabilirlik imkânlarının artışındanölümcül bir korku duyan kimseler hapishaneye aşık olmuş gibidirler. Tıpkı hayvanat bahçesindeki kafesini yvi-va sayıp rahatını orada arayan tutsak yaratıklar gibi.

 Türkiye'de müslüman olmak eğer özel bir anlamasahipse, bu, müslümanların hangi havanın temiz olduğunu farkedecek kadar aslî vasıflarına sadık kalışlarından ötürüdür. Yani müslümanlar ülke adına bir geleceğiüstlenme görevine talib olurken kaybedecekleri bir şeykalmadığı için değil, tersine kimliklerini, ahlâkî değerlerini, haysiyetlerini kaybetmek istemedikleri için atılımıgöze alabiliyorlar. Gelecek kuşaklara daha sağlıklı birhayat tarzı bırakabilmek, bu alanda ellerinden gelenleriyapmamış olmaktan utanç duymamak için müslümanhayatına yönelen kâfir tasallutuna direnmeyi yapılacakşeylerin başında kabul ediyorlar. Böylelikle alelâde biriolmaktan, lâlettayin bir insan olmaktan, herhangi bir

22

kimse olmaktan çıkıyorlar ve  geçmişi belli esaslar dahilinde eleştiriye tabi tutabilen, geleceğin sorumluluğunatalib olan bir niteliğe kavuşuyorlar.

23

Page 12: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 12/70

AHİRETİ KAYBEDEN DÜNYAYI DA KAYBEDER"İnsanları iğfal edemeyen" diyor K ierkegaard "in

sanları doğru yola da sokamaz." Bu sözün doğru bir tarafivarsa o da yeryüzünde niyetiyle bir yer ve anlam kazanan varlığın sadece insan denilen mahlûk olduğunu

açıklamaya çalışmasıdır. Yeryüzünde insandân başka"iddia" sahibi mahluk olduğunu söylemek mümkün değil. Evet, insan Allah'a teslim olabilir, müslüman olmakinsan oğlunun en büyük imkanıdır, ama aynı insan Allah'a isyanın potansiyeline de sahiptir. İnsanın doğuştanmüslüman oluşu onun diğer mahluklar gibi olduğununbir belirti sidir. İnsan dışındaki varlıkların birçoğu"müslümanca" edalarını muhafaza ettikleri halde insanoğlu çoğu kere içindeki isyan potansiyelini harekete geçirmekte, tabiatın düzenine müdahale cür etini göstermektedir.

İnsandan gayrı yaratıklar kendilerine "vahyedi-len" neyse ona sadık kalmaktan ötesine geçemez. Duvararısı her yumurtası için balçıktan yuvarlak bir oda yaparve içini yumurtadan çıkan larva (yavru)'nın erginleşmesiiçin beslenmesini temin edecek kadar bal ve çiçektozu iledoldurur. Bu yedek besin maddeleri kafi derecede top

24

landıktan sonra bunların üzerine bir yumurta bırakır veodanın ağzını kapatır. Bu hareketiyle de yavrusunundüşman hücumlarına karşı emniyetini temin etmiş olur.Ana an bundan sonra yavrusu ile daha fazla i lgilenmeyerek bir başka oda yapmaya hazırlanır. Bir biyolog bu arı

üzerinde şöyle bir tecrübe yapar: İnşası yeni bitmiş, fakat henüz besin ile doldurulmamış olan bir odacığın alttarafına, ana an çiçeklerden bal topladığı esnada, bir delik açar. Arı geri dönünce odacıktaki bu değişikliğin farkına varır. Çünkü açılan deliği antenleriyle kontrol eder.Fakat deliği kapatmayı, çok kolay olmasına rağmen akıletmez, bilâkis alıştığı şekilde bal ve pollen toplamaya devam eder. Fakat bütün bu toplayıp depo etmek istediğişeylerin hepsi alt taraftaki delikten dışanya dökülürler.Annın bu vaziyet karşısında başarısızlığını görerek da

ha çok çalışması veya bu odayı terketmesi beklenir. Fakat o, bu ikisini de yapmaz. Bilâkis normal vaziyette birlarvaya yetecek kadar bal ve çiçektozu taşıdıktan sonrabunlann üzerine yumurtasını bırakır, şüphesiz yumurtada diğerleri gibi alt taraftaki delikten aşağıya düşer.Bundan sonra an, altında kocaman bir delik bulunan buodanın üst kısmını büyük bir itina ile kapatır.

Bir biyolog duvar arısının davranışını öğrenmeküzere masum bir tecrübe yapıyor. Ama bunu yaparken

bile tabiatın düzenine müdahale ediyor. Sizi bilmemama ben yukarıdaki olayı kitabtan okurken garib bireziklik duydum içimde. Arıyı hiç de yetersiz bir zekâ ileteçhiz edilmiş bir mahlûk olarak görmedim. Allah'ın kainatta kurduğu düzene şevk ve şüphe duymadan iman etmiş bir yaratığın safiyane çabalan olarak anladım yaptıklarını. Tabiatta hiç bir mahlûk, bir diğerine kamınıdoyurmak veya bir yaşama fonksiyonunu yerine getir

25

Page 13: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 13/70

mekten başka bir sebeple zarar vermez. Yalnız insanlardır ki, tabiatın düzenine kendi içindeki menfi duygulandoyurabilmek için, veya eğlence olsun diye ve bazan dagâvurluk olsun diye müdahale eder. Bilim adamlannmistedikleri cevabı almak üzere tabiata işkence etmeleri

nin, belki bu cevabın bütün insanlık için çok önemli ve değerli olduğu gerekçesiyle, bir mazeret bulunabilir. Amainsanlar mazur görülemeyecek sebepler yüzünden de kolaylıkla tabiatı işkenceye maruz bırakabil irler. K apitalistler kârlar ım azamiye çıkarmak, kumandanlar zaferlerine zaferler katmak için, dünya zevklerine düşkünolanlar da tatmin yollar ını çoğaltmak için tabiatın hayasızca tahribi yarışına girebilirler.

Müslümanın tabiatla münasebeti onun ahiret düşüncesine paraleldir . A ynı paralellik insan münasebetlerinde de kurulmadıkça, müslüman için bir çıkış yolu açılamaz. Yani müslümanlar bütün mahlûklara, kendilerigibi yaratılmış olmaları gerçeğini göz önüne alarak davranışta bulunurlar. Her mahlûk yaratılış gayesi dairesinde davranır. M üslümanlar davranış hükümlerinikendilerine indirilen "vahy" aracılığıyla öğrenirler. Bizmüslümanlar günlük hayatımızdan, sosyal münasebetlerimize, diplomatik il işkilerimizden laboratuvar çalış-malanmıza kadar her alanda bize nasıl olmamız gerekti

ğini bildiren vahyin dairesini terkedersek kolayca tabiata işkence etme heveslisi insanların avı veya tecrübemalzemesi haline gelebil iriz. Kâfirlerin avı veya tecrübemalzemesi olacağımızın belirtisi ahiret düşüncesi ilearamıza giren mesafedir. Bunu bir hâdis-i Şeriften öğreniyoruz.

Hadis-i Şerif, mealen şudur: "Bir zaman gelecek,milletler, aç insanların yemek kabına üşüşmeleri gibi si

26

zin üzerinize üşüşeceklerdir."

Bunun üzerine birisi şöyle sordu:

"O gün, bizim çok az oluşumuzdan mı ya Rasûlal-lah?"

"Hayır" dedi, "belki çok olacaksınız,fakat selin getirdiği çöplerden farkınız kalmayacak. Sizin düşmanüzerinizdeki heybetiniz, onların kalplerinden sökülüpatılacak ve sizin kalplerinize "vehen: zaaf atılacaktır."Birisi, "vehen nedir ya Rasûlallah?" dedi. Peygamber(SA)’ de:

"Vehen, dünya sevgisi ve ölüm korkusudur" buyurdu.

 Tarihin bir döneminde Moğol ve H açlı saldırı ları

nasıl İslâm ülkelerini yağmaya yönelmişse, yine tarihinbir başka döneminde emperyalist hakimiyeti aynı niyetedönüktü. Dikkati çeken nokta, peygamberimizin (SA)belirtiği biçimiyle İ slâm düşmanlarının gücünün, müs-lümanlarm zaafından doğmuş olmasıdır.

Hicretin 7. ve 8. yüz yıllarındaki Moğol ve Haçlıvahşetini bir yana bırakacak olursak, son çağlardaki emperyalist saldırılarında, müslümanlann zaafı yüzündenbaşarıya ulaştığını ileri sürmek mümkündür. Sömürme

olayının temel dayanağının sömürücünün sömürme iradesinden çok, sö.mürüye konu olanın sömürülmeye elver ir i oluşunda bulunduğunu ileri sürmek hiç de yanlış, değildir. Bu anlamda bu yargının doğrulanışını ahlâki yönden zaafa uğratmakta yani dünya sevgisi ve ölüm korkusu içinde bulmak mümkündür. Dünya sevgisi, bizim ö :elanlam verdiğimiz medeniyet kavramına denk düşen birduygudur. Ölüm karşısında korkuya kapılmak da düny ı

27

Page 14: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 14/70

sevgisinin kaçını lmaz sonucu sayılabilir . E sasen dünyasevgisi ve ölüm korkusuyla kokuşmuş bir toplumda hertürlü sapık eğilimin baskı kurması tabiidir. Öyle bir topluma, yabancıların hakimiyeti ise basit bir sonuç. Y a daşöyle diyebil iriz: K okuşmuş bir toplumda ipleri ellerinde

tutanların yerli veya yabancı unsurlardan mür.ekkep olması helâl ve haram sınırlarının tanınması bakımındanhiç bir şeyi değiştirmez. Eğer bir farkı vurgulamak zorunluysa şunlar söylenebilir: Doğrudan yabancı denetimi altındaki ülkeler uyanışlarını önleyecek tedbirlerleyüzyüze kaldıkları halde dolaylı denetim altında bulunan ülkeler kıpırdanışlarını önleyecek tedbirlerle karşıkarşıyadırlar. Yani doğrudan müstemlekelerde müslü-manın dili ve bilinci körelti lir; dolaylı müstemlekelerdemüslümanm elini çolak hale sokma ve gücünü verimsiz

alanda tüketme programı uygulanır.Müslümanların düşman üzerindeki heybeti, onla

rın yüksek değerleri sayesinde kurulmuştur. Bu yüksekdeğerlerin harcı ise, ahiret duygusudur. Bu duyguyu elde edip korumak sadece müslümanlara mahsus bir "cultivation" işleme suretiyle mümkündür. Bu i şleme kâfirlerin ellerinde tuttuklarının küçümsenmesine matûftur.Böyle bir küçümsemeye varmak içinse kâfirlerin kazançlarının aşılması gerekir. Düşmanların, müslümanları

heybetten mahrum görmeleri de onları (müslümanları)dünya standartlarıyla ölçebilecekleri mümkün. Empar-yalizmin Islâm ülkesinde pazar bulabilmesi burada siyasî otoriteyi kendi amaçlarına uygun biçimde kullanabilmesi, tamamen dünyaya bağlılığın sonucu olmuştur. Yani terazinin dünya kefesinin, ahiret kefesinden ağırçekmesi sonucu.

Öyle görülüyor ki, çağımızın müslümanları kendi

28

lerine yakışan heybeti dost - düşman herkesin gözündeyeniden kazanmadıkça, düşmanların kalbi müslüman-ların heybetiyle tedirgin olmadıkça, dinimize yakışanilerlemeyi göstermemiz imkan haricindedir. Müslümanlar ise heybetlerini, kalblerinden dünya sevgisini veölüm korkusunu silerek kazanabilirler. Duamız, çaba

mız bu yönde olsun. Hadis-i Şerifte zikredilen "selin getirdiği çöpler" benzetmesi anlamlıdır. Eğer biz olaylarınakışına kapılıp yürüyecek olursak, bütün İslâmî faziletler de bizden uzak kalacaktır.

Fakat yüzyüze geldiğimiz meseleleri bir çözümegötürmenin bir çok inceliği olduğunu, müslümanca sorumluluğun gereğini yerine getirmenin titizlik ve dikkatgerektirdiğini akıldan çıkarmamak gerekir. Bilindiği gibi Batı'nın Doğuya hakimiyeti tahakküm şeklinde tecelli etmiştir. F irenkler, ellerinde bulundurdukları askerîkuvvet aracılığıyla doğu milletlerinin zenginliklerine elatmışlar, askerî güçlerinden kaynaklanan siyasî nüfuzlarını ticarî kârlar elde etme yolunda kullanmışlardır.

 Yani batı kendi içinde sahip olduğu iktisadi kuvveti, doğu topraklarını talan ederek pekiştirmiştir.

Olayın cereyan tarzı bazı zihinlerde batının tahakkümüne aynı yolu takip ederek karşı koyma düşüncesinitabiî olarak getirmiştir. Böylelikle bir yandan sosyalisttezler doğu milletleri üzerinde büyük etki yapmış, bir-

yandan da sosyalizmin getirdiğinden fazlasını götürdüğünü anlayanlar sosyalist ideoloji dışında bir noktadakarar kılmayı ve fakat yine iktisaden ( batılı manada iktisadi kuvveti elinde bulundurmak) kuvvetli olmanın,teknolojik gelişmeyi tamamlamanın zaruretini kaçınılmaz görmüşledir. Her iki tez de sonuçta batıya, batılıusullerle meydan okuma niyetinin iki yüzünü teşkil et-

29

Page 15: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 15/70

mişdir.

Müslümanlar da bu tezlerden bigane kalmış değil lerdir. Onların bir kısmı meseleyi sömürü açısından elealmayı uygun görmüşler, batının İ ktisadî gücünün ortaya çıkardığı tahakkümü, önce kendini sömürtmemek,sonra onun sömürme usullarini ehlileştirerek kendi bünyesine aktarmak yoluyla önleme düşüncesine rağbet etmişlerdir. Elbet sömürüyü kültürel yönüyle de ele almayı ihmal etmemişlerdir, kendilerinin getirecekleri düzenin getireceği zenginl iklerin batınınkinden çok farklı birkültürün ürünü olacağını ısrarla belirtmişlerdir.

Başka yoll ar denemek düşüncesinde olan Müslümanlar da yok değil. Meselâ, kendi hayat tarzını batının-kinden tamamen ayırarak, yalnızca kendi hükümlerinegöre amel etmek suretiyle yani yalnızca kendi değerleri

ni geçerli kabul ederek bir çeşit ayrılma, batıdan her bakımdan kopma ve böylelikle batıyı hep yeni bir örnekle,hiç tanımadığı bir mücadele usulüyle karşı karşıya bırakmak, onun silâhlarının işlemez olduğu bir sahayı faaliyet sahası olarak benimsemek, gibi düşünceler halenmüslümanlar arasında yaşıyor ve taraftar buluyor.

Hangi tez benimsenirse benimsensin, bilinen ve ortada olan şu ki, müslümanlar, önce batı değerleriyle birhesaplaşymayı göze almak zorundadırlar. Bu, hem ha

yat tarzı bakımından gerekli, hem de fikrî çalışmalarınistikametine etki etmesi bakımından kaçınılmaz. Doğrusu, hem batının silahlarını kullanmak isteyip onlarla batının silâhlarını kendi orjinal silâhlarıyla işlemez halegetirmek istiyenler, bu silâhlar hakkında bilgi sahibi olmak,onların mekanizmasından haberdar olmak, zayıfnoktalarını tesbit etmek, onların yanlış ve kötü olduğu

30

nu bizzat kendilerine, sonra da bütün savaşan yığınlaragöstermek hususunda bir şeyler yapmak üzere bir yöntespit edilmelidir. Hasılı batı düşüncesiyle ve fiilî durumuyla hesaplaşmak gündemin birinci maddesidir.

Batıya meydan okuma, hiçbir şekilde batıyla uğraşmaktan vazgeçmek suretiyle gerçekleşemeyecek anlaşı

lan. Bunun da sıhhatli bir şekilde yapılması ancak kendişartlarımızı ciddiye almakla mümkündür.

Müslüman olarak içinde bulunduğumuz ortamdagenel tavrımızın birbirimiz arasında kenetlenmeyi pekiştirmek, yaşayışımızın mutlak manâda müslümanahas olmasına gayret etmek olduğunu sık sık söylüyoruz.Bir anlamda müslümanların kendi aralarında bir kapalıortam meydana getirmelerini, herbiri birdiğerinin sorumluluğunu yüklenmiş olarak genel yapıdan farkl ı bir

yapıya kavuşmamız gerektiğini söylemekle acaba dünyada yürüyüp giden ve birçok insanı etkisi altında bulunduran "yapı" dan, bütünüyle kopmayı, müslüman toplulukları bu düzenin dışına sürgün etmeyi mi tekli f etmişoluyoruz? Elbette hayır.

Sık sık kendimize has alandan sözetmenin bu kabilbir yanlış anlamaya meydan vereceğini tahmin edebiliyoruz. M üslümanlar kendi aralarında kaynaşık birl iklermeydana getirmeyi, yüksek seviyede tesanüd sağlamayıyalnızca dünyanın kötü etkilerinden korunmak üzeredüşünmüyorlar. Yani müslümanlar bir tür küskünlüğüntezahürü olarak kendilerini toplu bir inzivaya çekme fik rinde değiller. Onlar, aralarında sağlam temellerle kurulmuş dayanışma ve anlaşmanın verdiği güçle genel gidişe müdahale etmek, hayatın ana akışını hayırlı yöneçevirmek kısaca dünyaya ellerinden geldiği kadarıyla

31

Page 16: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 16/70

açılmak niyetindeler. Müslüman için müslümanlar arasında kurulan canlı ve şahsiyetli münasebetler hem birçeşit gıda hem bir çeşit mühimmattır. Bir yandan kendiaralarında hayırlı amel işlemeyi kolaylaştıran bir ortamısağlamakla, bundan her yönüyle beslenirler. Hem de bukuvvetlerini kendi dışlarındaki ferd ve topluluklara bazı

şeyleri götürmek için kullanırlar. îşte böylesi bir tutum müslümanın içinde yaşadığı

mız ortam ve düzenle ilgili davranışlarına da yön verecektir. Bir müslüman kalkıp şöyle bir cümle sarfedebilir:"İçinde yaşadığımız bu küfür medeniyetinin, bu zulümdüzeninin ayakta durması için hiçbir davranışta bulunmam, bu düzene bağlı insanların hayır lı sayabileceğihiçbir faaliyet için parmağımı kıpırdatmam. " Bu cümleilk bakışta çok doğru gibi görünebilir. Nitekim doğruyanların yanlışından daha ileridedir bu cümlenin. Üste

lik biraz "hamasi" eda taşıdığı için içinde bir çok faaliyetleri gerçekleştirmek arzusu yanıp duran müslümanapek yakın gelebilir. Ama tırnak içindeki bu hüküm (veyabeyan) bir yanlışı da beraberinde taşımaktadır .

Nasıl müslümanların ayrı bir topluluk meydanagetirmeleri bir yay gerilişi ise ve inziva demek değilse,müslümanların bu düzenin ayakta durmasına katkıdabulunmamaları da bütün çirkeflerine rağmen 'bazı" hayırlı amellerden kendilerini çekmeleri demek değildir.

Bu davranışlar hem insanlara belli faydalan temine yönelmiş olanlardır hem de müslümanların kendilerineolan saygılannı pekiştiren, onların toplum içinde sözsöylemelerini kolaylaştıran, güçlerini artıran, şahsiyetlerini olgunlaştıran davranışlardır. Zayıftan yana olmak, çocuklann bedence ve zihni yetenekler bakımındangelişmelerine katkıda bulunmak, ve hepsinden önemlisi

32

tebliği kolaylaştıncı, şartların oluşması için bu düzeniçinde yürümekte olan bazı kurumlan, bazı davranışformlannı bu davranış kal ıplannı benimsemeksizin desteklemek, düzen için bir payanda olma özelliğinden deuzak kabul edilebilir .

Elbette, müslüman her yapıp ettiğinin kendini nerelere götüreceğini şuurla kavramakla görevlidir. Neyinküfrün yaygın gücünü artıracağını neyin ise bu güce setçekeceğini tesbitte onun ferasetinden başka kesin bir Ölçü koymak da galiba pek müşkül.

Müslümanların ferasetinin işe yaramaması ancakonların aralıksız uğraş içinde bulunmalarıyla mümkündür. Yaşamayı savaşmak sayarak dünyayı değerlendirmek müslümana ferasetinin imkanlar ını açacaktır.

 Yaşamak savaşmaktır , diye kestirmeden vardığımız hükmü bünyemizde temellendirmemiz gerektiğindeyaşayanın ne veya kim olduğunu, nasıl yaşamak üzeresavaştığını, bu savaş sonunda ne elde edeceğini, savaşınınesine dayanarak yaptığını açıklıkla ortaya koymamızkaçınılmazdır. Yoksa yaşamak ve savaşmak kelimelerini yan yana getirmek anlaşılmaz hale gelebilir.

 Yaşamak için savaşmanın kaçınılmazlığını bir kerekabul ettikten sonra geçilecek olan yer savaş adına her

türlü zıtlaşmayı, yok edişi, tahribatı haklı gösteren biryer olabileceği gibi savaşanın kendi niteliğine uygun savaş metodlanyla ve ancak elde etmek istedikleri uğrunda yaptığı mücadeleyi haklı gösteren bir yer de olabilir .Birinci durumda kutsallaştırı lan yalnızca savaş olduğuhalde, ikinci durumda yaşamak konunun merkezi halinegelir.

33

Page 17: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 17/70

Müslümanların yaşamayı savaşmak olarak kabuletmeleri mümkün ve doğrudur. Ancak bu anlayış içindeyaşamak ve savaşmak biri diğeri yerine kolayca ikameedilebilen iki unsur olmaktan ziyade birinin (yaşamanın) gereği olarak diğerinin (savaşmanın) göze alınmasıve benimsenmesi tarzında varılan iki unsurdur. Müslümanların savaşı göze almaları yalnızca yaşamak için değildir. Müslümanlar aynı zamanda yaşatmak için de savaşırlar.

Müslüman kendi vasıflarını korumak ve kendi vasıflarına sahip çıkmak üzere savaşır. Dolayısıyla müslü-manların savaşıyor olmaları için önce müslümanca birhayatı tecrübe ediyor olmaları zorunludur. Yaşadıklarımüslümanlık, yaşatmak istedikleri müslümanlık; iştemüslümanların savaşıyor olmasının temeli. Müslüman

ca hayatı tecrübe etmek hiç de bazı düşüncelere ve inançlara sahip olmakla tamamlanabilecek bir olay değildir.Düşünce ve inançlar harekete geçir ici bir görev yüklenebilirler ama hareket bizzat kendi vasıflarını tecessüm ettirir.

Müsümanın gerek kendisiyle gerekse çevresiyle girişeceği savaş sınırları vahyin muhtevasıyla konmuş biryapıya varmak üzere girişeceği savaştır. Böyle oluncadünya otoritelerinin, siyasî, sosyal veya ekonomik yapı

larının koydukları sınırlar müslümanların savaşlarınınhedeflerini belirtmekte yetersizdirler. Böyle hedefler belirleyici özellik taşıyorsa o savaş müslümanların gözealıp benimseyecekleri bir savaş değildir.

Genel olarak kabul edilen veya insanlığa batı medeniyetinin bir kesimi tarafından kabul ettir ilmek istenen araçlarla amaçlar arasındaki çatışma İslâmi bir mü

34

cadelede yaşanmaz. Müslümanların giriştikleri müca-delede amaç araçları haklı kılmaz. Çünkü bizzat araçlaramaçlara giden yolu açmak üzere kullanılacatır. Öyle kiher araç kul lanıldığı anda amacın bir bölümünü gerçeklik alanına sokar.

Müslümanların savaş anlayışı içinde savaş kavramı yüceltilmez. Bunun bir vecibe olarak anlaşılmasımüslümanları sürekli olarak elde edilecek sonucun esasolduğunu ikaz eder. Sonuç ne zaman alınırsa savaş biter.Bir yenisinin başlaması için yeni bir zorunluluğun doğması gereklidir.

Müslümanlar müslümanca çarpışır. Savaşta kullandıkları silâhlar onlara düşmanları tarafından kabulettirilmiş silâhlar değildir. Kendi itikadının gereği ola

rak, yeryüzündeki anlamına yakışan savaşma araçlarıseçer müslüman. Savaşma araçları eğer onun savunduğu hayat tarzını yıkabilecek bir araçsa bunu kullanmaktan kaçınır. Müslümanın kullandığı araç onu müslümanolmaktan çıkaracaksa artık o Allah'ın dinini değil, savaşa tapan bir din benimsemişti r. Kediler pençeleriyle savaşır, çizmeli kedi ise bildiğiniz gibi bir masal kahramanıdır.

35

Page 18: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 18/70

ACABA BEN LAİK MİYİM?

Bize sorulan sorular ve bizim o sorular karşısındatakındığımız tavır nasıl bir dünyada, hangi şartlar altında yaşadığımızın açıklığa kavuşmasını bir hayli kolaylaştırabil ir. Despotik bir rejim, totaliter bir idare bize orejime sadık olup olmadığımızı, otoriteyi kabul edip etmediğimizi sorar. Adil bir yönetim, kendi adeletindenemin olduğu müddetçe eğer bir soru soracaksa bizimhaklarımızı kullanıp kullanmadığımızı sorabilir. Despotik bir rejim sultası altında tuttuğu insanların rejimekarşı suç işlemeye hazır olduğu görüşündedir. Bu yüzden de herkese "benden yana mısın,yoksa hain misin?"biçiminde sorular sorar. İnsanları ezen ve ancak ezerekayakta kalan bir rejim aykırı görüşlerin hepsini birerihanet sayar. Oysa adil bir yönetim aykırı görüşlerin belirtildiği eleştiriyi kendi bakımından düzelme ve yönettik leri bakımından düzeltme yönünde kullanır.

Günümüz dünyasında adil bir yönetim var mıdır ?Bundan kuşkuluyum, ama dünyanın her yerinde totaliter idarenin örneklerine rastlamanın mümkün olduğundan hiç kuşkum yok. İnsan haklarına çok saygılı olduğuizlenimini veren yönetimler bile, doğrudan doğruya kendi otoritelerini tartışma alanına sokan hususlarda insan

36

hak ve özgürlükleri meselesini derhal askıya alabileceközelliklere sahip. Bu özelliklerin en başta geleni soru sorma gücünü sadece kendilerinde buluyor olmalarıdır. Totaliter rejimler,burada soruları ben sorarım, diyorlar.Nerede? Dünyanın her yerinde. Türkiye'de dünyanınbiryeri olduğuna göre, demek ki bu ülke de sorulan onlar

soruyor. Burada, Türkiye'de, bu zamanda, 1989 yılının26 Mart sonrasında sorulması gerekli sayılan sorulardan biri şudur: Siz Laik misiniz?

Böyle bir sorunun tarihi ve jeo-politik dayanaklarıvar. Türk iye'de bu sorunun niçin sorulduğu kimse içinmeçhul değil. Açık seçik bilinen bir diğer husus da bununbir yıldırma sorusu olduğudur. İşte bu son nokta, yani biryıldırmaya konu olup olmamak, o toplumda yaşayan insanların totaliter rejimin yedeğine alman insanlardan

olup olmadıklarının da işaretidir. Türkiye'nin bugün geldiği yerde "laik olup olmamak" resmi görüş karşısında terörü hissetmenin yegane düşünce zemini halindedir. Düşünce plânında kaldığı süreci ülkemizde konünist,faşist,

 Turancı vs. olmanın bir yıldırmaya uğramak için sebepteşkil etmediği söylenebili r .Yani insanlar, bu saydıklarınızın arasında yer aldıkları için gözaltına alınmaları düşünülmüyor, kovuşturmaya uğramaları için ideolojikyönsemeleri paralelinde bir eyleme girmeleri şart. Halbuki " laik olmadığını" i fade eden bir insan için aynı şart

geçerl i değil. "L aik olmamak" tek başına önem taşıyor,hiç bir eylemde bulunmasamz bile laik olmadığınızı söylemekle bir yasağı çiğniyorsunuz. Ama bu yasak hangitürden? İşte bunu kavrayabilmek çok zor.

 Türk iye'de yaşayan bir insan olarak kendimin laikolup olmadığı hususunda meraka kapılıyorum. Şimdi sizdiyeceksiniz ki senin laik olup olmadığım senden iyi kim

37

Page 19: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 19/70

bili r? Hayır efendim, sandığınız kadar basit bir meseledeğil bu. Eğer sihirbazlık yasak sayılsaydı ve ben sihirbazlık zannı altında olsaydım, o taktirde "acaba sahidensihirbaz mıyım?" diye şüpheye düşmeyecektim. Sihirbazolup olmadığımı herkesten çok kendim bilecektim. Büyücü olmak için büyü yapmak yani önce büyü yapabile

cek yeterl ikte olmak, sonra da fii len büyü yapıyor olmakgerekli . Büyü yapmadığıma göre sihirbaz değilim diyebilirsiniz, ama laiklik yapmadığım için laik değilim diyemezsiniz ki! Laiklik bir düşünce mi, bir durum mu, bir faaliyet mi? Bunların hiçbiri değil, laiklik doğrudan doğruya Hıristiyanlık içinde bir doktrin, bir öğreti. Eski çağlarda laiklik kilise yönetiminde laiklere (yani ruhan sınıfıdışında kalanlara) belli bir kısım ayrılmasına meyledenlerin doktrini imiş. Modern zamanlarda toplum kuramlarına dinî olmayan bir karakter kazandırmak isteyenle

rin doktrini olmuş.

Laiklik kavramını Hıristiyanlıktan kopararak anlamak hemen hemen imkansız. Gerçi Hıristiyanlık öncesinde Grek dünyasında da bu kavram yer sahibi. Grekçelaos, halk demek; laikos denilince de halka ait olan anlaşılıyor. Yani Eski Yunan'da tapmaklar laikos değil,tapmakların rahipleri, rahibeleri laos içinde sayılmıyor.Hıristiyanlık sonrasında da bu ayrım esas alınmıştır:Ruhban sınıfı (clericus) kendini halktan (laicus) tama

men ayırmak suretiyle varlığını hissettiri r. K ili senen hiyerarşisinde, kilisenin emir komuta zincirinde yer almayan herkes laiktir. Demek ki koyu bir Hıristiyan olmak,rahiplerin gücünü mutlak kabul etmek bile laik olmayaengel değil. K ilisenin resmi etiketini taşımayan herşeylaiktir.

38

Avrupa siyasi tarihi bir bakıma kilise gücününhangi "aTanlan kapsayacağı hususunda yürütülen mücadelelerin dindar olup olmamaktan çok işlerin rahiplereliyle yürütülüp yürütülmeyeceği belirleyici sayılmıştır.İki kılıg yani dünyevî ve uhrevî iktidar kimin veya kimlerin elinde olacaktır? K il isenin mi, yoksa laiklerin mi?

Protestanların mücadeleleri ve millî kiliselerin doğusuyla birlikte laik-devlete doğru bir temavül belirmişti . Teorik olarak laik devlet dinler arasında ayrım yapmayan vebir kiliseyi diğerine tercih etmeyen devlet demektir..Fakat dünyanın hiçbir yeriadfijifi.hiçbir çağda böyle bir dev-let örneğine rastlamak mümkün olmamıştır...Devlet herzaman şu veya bu din anlayışı karşısında menfi veyamüsbet bir tavır almıştır. Bugün dünyanın en demokratik sayılan ülkelerinde hükümdarlar (taç ve taht sahipleri) kilisede taç giyer . Papalık son derecede aktif bir siyasî

güçtür ve Rusya'da Glastnost'un ilk belirtilerinden biriOrtodoks kilisesinin etkinliğinin.artırılması şeklinde ortaya konmuştur.

Buna mukabil dinî otoriteyle dünyevî otoriteninbirbirinden ayrılabilirliği tezinin Hıristiyan dinininözünde yer aldığı yanlış bir şekilde uzun süre savunula-bilmiştir. Böyle bir savunmayı yapabilmek için de İsaaleyhisselâm'ın "Kayseri n hakkını K aysere, Allah'ınhakkını Allah'a verin" dediği delil gösterilmiştir. Gerçek

te böyle bir bölünmeye meydan verecek bir ifade Incil'deyer almıyor. Y apılan yorum metni kasten yanlış anlamaktan doğmuştur. Eğer Matta İncili 'nm 22. Babına bakarsak orada şu satır ları görürüz: (15-22) "O zaman Feri-siler gidip İsa’yı sözle nasıl tuzağa düşürsünler diye öğüt-leşiyorlardı. Ve Hirodesîlerle beraber kendi şakirtleriniİsa'ya gönderip dediler: Muallim bil iriz ki, sen doğrusun

39

Page 20: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 20/70

ve Al lah'ın yolunu doğrulukla öğretirsin ve kimseyi ka-yırmazsm; çünkü insanların şahsına bakmazsın, imdi,bize söyle, sana nasıl görünür? K ayser’e vergi vermek caiz mi, yahut değil mi? Fakat Isa onların kötülüğünü anlayıp dedi: ikiyüzlüler, niçin beni deniyorsunuz? Bana vergi parasını gösterin. Ve Isa'ya bir dinar getirdiler. Isa da

onlara dedi: Bu suret ve yazı kimindir? Onlar: Kayser'in,dediler. O vakit I sa onlara: Öyle ise, Kayser'in şeyleriniKayser'e, ve Al lah'ın şeylerini Allah'a ödeyin, dedi. Vebunu işittikleri zaman şaştılar ve Isa'yı bırakıp gittiler."

Metinden açıkça anlaşılacağı gibi Isa aleyhisselâminsan hayatının din ve devlet arasında bölünmesini değil, bilâkis insanın iki dinden birini, Roma'nin resmî dinini veya Allah indindeki dini seçmesi gerektiğini öğret

mektedir. N itekim, yukarıda andığımız metni H.D. Tho-reau şöyle yorumlamış: "Üzerinde Sezar'ın resmi olan veonun geçerli kıldığı akçayı kullanıyorsanız, yani D ev-let'in adamıysanız, Sezar'ın sağladığı nimetlerden defaydalanıyorsanız, o zaman, Sezar isteyince kendi akça-lanndan bir azını geriye veriri ona. Sezar'ınkini Sezar'a,

 Tanrı'ninkini de Tanrıya verin! deyip neyin Sezar'a, neyin Tanrıya ait olduğunu aydınlatmadan bırakır onları.Öğrenmek istemiyorlardı çünkü."

Niyetimiz laiklik kavramını doğru anlamaksa, is

ter tarihe, ister siyaset bilimine, ister teolojiye, istersesosyolojiye başvuralım, göreceğiz ki: Ruhban sınıfınıntedvîn edip yürürlüğe soktuğu Hıristiyanlık içinde yeralmaksızın bu kavramı hayatımıza sokmak mümkün olmayacaktır. Ruhban olacak ki laik bunun karşısında yeralsın; kilise örgütü sivil iktidarı gaspetmeye yönelecek kibu tecavüze karşı laik bir politika önerilebilsin. H aham

40

lar ve rahipler bir rububiyet iddiasıyla Yahudi ve Hıristiyan dininin saliklerine kendi kararları uyarınca neyinhelâl, neyin haram olduğunu bildirdikleri zaman, laiklerde aynı metodlarla farklı sonuçlara varmışlarsa, Ibrani-Hıristiyan kültürü içinde ika edilen ve Islâm'ın alenen vesarahaten reddettiği bir yanlış bir başka yanlışla cevap

landırı lmışsa bir müslüman olarak benim işlenen iki hatadan birini seçmek suretiyle üçüncü bir hataya düşmekgibi bir mecburiyetim var mıdır? Hiç sanmıyorum. Sanmadığım için de "acaba ben laik miyim?" diyerek kendime sorduğum soruyu cevaplandırmak gücünü kendimdebulamıyorum. E ğer laik olduğumu söylecek olursam, bununla kilisenin otoritesini reddetmiş olacağım. Peki, tersi olursa, laik değilim dersem kilisenin otoritesini kabulmü etmiş sayılırım? Dini bütün bir müslüman hangi kil isenin otoritesini kabul eder ki?

Bir kavram olarak laiklikten sözedebilmek için Hı-ristiyanca bir bakış açısına sahip olmak zorunludur. BirHıristiyan I slâmiyeti anlamak istediği zaman "laik" kelimesini anmadan edemiyor. Müsteşriklerin en ünlülerinden Louis Massignon un İslam tanımı bakınız şöyle:"une teocratie laique egalitaire". Eğer bu ibareyi Türkçe'ye doğru tercüme etmek istersek, "toglumsal vesiyasal eşitlik isteyen laik bir din iktidarı" dememiz gerek. İslâmiyet üzerine kapsamlı araştırmaları olan bir

Avrupalı neden Islâm tanımı getirmek istediğinde "laik”kelimesini zikretmek zorunda hissetmiş kendini? Bu soruya verebilecek cevabın birinci sırasında Avrupalı'nınIslâm'da ruhban sınıfını görmeyişi yer almalıdır. Müslüman cemaat içinde ulema ve fukaha çok önemli fonksiyonlar icra etmekle birlikte hiç bir şekilde inanç tekelioluşturacak bir zümre haline gelemezler. Emr-i b'il ma

41

Page 21: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 21/70

ruf, nehy-i a'n-il münker bütün müslümanların yükümlülüğü içindedir. İkjnçi olarak, görülmüştür ki, dinadamlarının yönetimine bırakılmış imtiyazlı mekanlarda yoktur. Allah arzı müminlere mescid kılmıştır. Allahdoğunun da batının da rabbidir. Ügüncü sırada müslü-manlar arasındaki bağlantıların doğrudan doğruya di

nin kaynaklarına sadakat esaslarıyla kuruluşunu zikredebiliriz. Müsülmanlar Allah'a itaat etmeyene itaat etmemek gibi geniş bir hareket imkanından doğan yaygınlaşma gücünü,..kişilerin otoritesine feda etmemişlerdir.Bu saydıklarımıza bir çok başka özellik eklemek mümkündür, ama hepsi müslümanların tek tek dinî sorumluluk sahibi olması noktasına yönelik özelliklerdir. İslâmdininin tabiatında yer alan bu özellikleri Hıristiyan anlayışı ancak laiklik kelimesiyle ifade edebilmektedir. Ohalde bir müslümamn laik olmasını istemek, bir kuşa

kanat takmak istemek gibi bir şeydir. K anadı olmasaydıona zaten kuş demiyecektir. İşin bir yanı böyle.

İşin bir başka yanı daha var. Müslümamn laik olmasını istemek, bir kuşun kanadını koparmaya çabalamak gibi bir şeydir aynı zamanda. Çünkü herhangi birhıristiyanın laik bir tavrı benimsemesi dünyevî kararlarında ruhbanın vesayetini ve velâyetini tanımaması anlamına gelir. Hıristiyan dünya içinde laiklik yönündeatılan adımlar Protestanlığın güç kazanmasına veya yeni protestan mezheplerin doğmasına sebep olmuştur. Busüreç tersinden de belli, sonuçlar vermiştir, yani protes-tanlık güç kazandıkça veya yeni protestan mezhepler(kiliseler) doğdukça laiklik yönünde biraz daha ilerlemek mümükün olabilmiştir. Bir hıristiyanın dini duyguları ve din dolayısıyla karşılaştığı sorumluluklar bakımından reşit olması, rüştünü ispat etmesi biraz da hıris

42

tiyanlıktaki laikleşmenin ürünüdür diyebiliriz. Adlanbile Allah önünde titreyen anlamına gelen Quaker'larrahip ve rahibe tanımayan sofu hıristiyanlardır. (Ya daher Quaker bir rahip veya rahibedir.) Bir hıristiyanın laik tezleri benimsemesi dini bir meslek halinden çıkarması, layman'in sorumsuzluğuna tevdi etmesi demektir.

Buna benzer bir işlemi müslümanların hayatına getirmek insanlan din vakıasından uzak tutmak veya insanların dinle olan bağlarını, din bağı dolayısıyla koparmakdemektir . Çünkü müslümanlık içinde sorumluluk zatentek tek her müslümana tevdi edilmiştir.

i. Bir müslüman dinine sadık kalmak istediği zamanne yapacağını, hangi yönde karar vereceğini, nasıl davranacağını rahipten öğrenmek zorunda değil. Her müs-lim, İslâm kaynaklarıyla içli dışlı olma yetkisine sahip vedinini öğrenme yükümlülüğüyle karşı karşıya. Ulema vefukaha böyle bir sorumluluğu yerine getirmede sadecebirer yardımcı] Laikl ik, İbrani-H ır istiyan âlemde ha-ham-ruhban sultasını din konusundaki kararlar üzerinde kaldırmak çabasıdır, din konusundaki kararlar üzerinde herhangi bir din adamı sultası olmayan İslâm âleminde eğer laiklik isteniyorsa, bunu din bilgilerindenuzak durmak ve dinî konularda müslümanların cahil bırakılması şeklinde uygulamak mümkündür.

Burada son üçyüz yıllık tecrübeler içinde doğan bir

sürece dikkat çekmek gereklidir. İslâm topraklarına İb-rani-Hıristiyan kültürün etkisinin gittikçe daha fazlahissedildiği zamanlarda müslüman halktan gelen tepkibir yönüyle ulemadan ve fukahadan bağımsız olarak gelişen bir tepkidir. Y ani İ slâm topraklarında laiklik yerleştirme çabaları halkın İslâm'a daha fazla sarılmasıylasonuçlanmıştır. Batılılaşma hareketleri bir İslâmi hare

43

Page 22: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 22/70

ket doğurmuştur. Üstelik bu hareketler resmî otoritelerin gücünü tanıdığı şahsiyetler aracılığıyla, değil , halkıntemayüllerinin i fade imkânını bulduğu kişiler eliyle yaygınlık kazanmıştır . Bu demektir ki İ slâm topraklarındalaiklik taraftarı veya modernizasyon yandaşı güçler ellerinde dünyevî iktidarı tutan cler ical bir kimliğe sahiptir

ve bu ruhban-benzeri otoriteye karşı İslâmî tepkiyi dilegetirenler resmî olmayan laik unsurlardır . Evet, gariplik ayan beyan ortada: Müslümanların yaşadıkları top-lumlarda laik lik (halklaşma) uygulaması laik (halktan)olmayan bir güçle gerçekleştiri lmeye çalışılı rken, bu uygulamaya karşı çıkanlar, yani laiklik istemeyenler dedoktrinde tuttukları yer bakımından laik (halktan) unsurlardır.

Buraya kadar dile getirdiklerim, bu yazının başlı

ğında yer alan soruyu cevaplamaya yetecek mi? Hayır,hiç sanmıyorum. Gerçekte böyle bir sorunun ciddi vekapsamlı bir cevabı olmadığını, olamayacağını bilerekişe koyulmuştum. Gerçekten bize laik olup olmadığımızısoranların da ciddi ve doyurucu bir cevap peşinde olduklarını iddia etmek kolay değil. Teste tabi tutulan bizimdünyevî otorite karşısındaki tutumumuz ve ülkemizinkaderiyle ne ölçüde ilgili olduğumuzdur. Bizden istenencevap "evet, laik bir insanım" veya "hayır, laik bir insandeğilim" şeklinde değildir. Bizden sadece şu cevap sadır

olsun isteniyor: "Büyüklerimiz bizden daha iyi bilir.”Halbuki müslümanlar olarak biz doğruya yaklaşma ceh-di içinde kendi görüşlerimizi geliştirmek istiyoruz. Eğerbir konuda karar verme durumunda kalmışsak, düşüncemizi dile getirdikten sonra ekliyoruz: Doğrusunu Allahbilir.

Laik olup olmamanın vehameti sanıyorum ki bu

44

noktada ortaya çıkıyor: Bir ileri bizden büyükleriniz daha iyi bilir" dememizi bekliyor; biz ise "doğrusunu Allahbilir" diyecek olursak, o zaman yer yerinden oynuyor.Ama ne yapalım ki, böyle, ’ dünya yine de dönüyor" ve"doğrusunu sadece Al lah biliyor."

45

Page 23: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 23/70

DİRENİŞ VE ATILIM

Dünyanın görünen gidişi iki eğilimi belirgin bir biçimde ortaya çıkarıyor: Batı denilen metropolde bir sıkıörgütlenme, hatta bir kemikleşme gözlenirken; Batılı olmayan dünyada bir çözülme ve ayrışma furyası harekethalinde. ABD finans hakimiyetini günden güne daha şiddetle hissettirebilecek bir bütünlük içinde. Avrupa Top

luluğu İspanya, Portekiz ve Yunanistan'ı bünyesindeeritebilecek kadar etkin bir faaliyeti sürdürebiliyor. Buna mukabil Sovyet Bloku önce peyk devletlerin kendibaşlarının çaresine bakma faaliyetleri karşısında çaresiz kalmanın, sonra da Sovyetler Birliği içindeki Cumhuriyetlerin ayrılıkçı tutumlarının getirdiği bunalımın içine sürüklenmiş halde. Çin yönetimi bütüncül yapımınımuhafaza edemeyecek bir sulanma ile yüzyüze. ArapBirliği artık canlı bir ideoloji değil. Asya ve Afrika ülkeleri birbiriyle olan ilişkilerde yumuşamayı ve karşılıklı iş

birliğini değil, her küçük farkı derinleştiren zıtlaşmalarıyaşayan bir kargaşaya mahkûm görünüyorlar. LatinAmerika yeni bir dünyaya değil, kendini zircirleyen dünya içindeki fırsatlara, kurtuluş umudunu, bağlamış görünüyor.

Bir i gücünü pekiştiren, diğeri gücünü elden kaçı

46

ran bu iki eğilim arasında Türkiye'nin yeri neresi? Türkiye'yi bir metropol ülkesi olmayışı sebebiyle toparlananunsurlar içinde saymamız mümkün değil. Halbuki Türkiye bütün resmi i lişkilerini metropol ülkelerinin yönünde şekil almak üzere düzenlemiş. İşte Türkiye'nin bu iki-,li özelliği, yani sosyo ekonomik yapısı bakımından çözü

lenlerin vasıflarını taşımasına rağmen, politik karakteriitibariyle toparlananlara yakınlık taşıyor olması onunbir hayat memat kararı arefesinde olduğunu düşündürüyor. Türkiye emperyalistlerin kan tazeleme istikametindeki toparlanmalarına ve sömürgelerin çözülmelerine karşı direnecek mi? Yakso "âlemle gelen düğün bayram" deyip sosyo-ekonomik yapısını çözülmeye bırakarak politi k suretini toparlanmış halde tutma gevşekliğine rıza mı gösterecek?

Direnmek her çağda ve her mekânda zor iştir. Busebepten Türkiye'nin genel akışa ayak uydurarak biradaptasyona kendini bırakması kolayı seçmesinin belirtilerine şaşkınlığa düşmeden bakıyoruz. Göründğü ka-darıyle Türkiye kendini toparlanmış halde tutan güçlerin yanında yer almak suretiyle bir çıkış yolu arıyor. Avrupa Topluluğuna katılmak istemekle güçlülerin kanadı altında yaşayabileceğini , kendisine verdikleri kadarına razı olarak siyasi varl ığını korumayı amaçlıyor. Acaba bu tavır Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan

olma tavrı mıdır? Elbette ki, hayır. Çünkü kimsenin pirinç filân hayal ettiği yok. AT'a katılmak isteyenler Dimyat'a bulgur için gidiyorlar, çünkü görüyorlar ki kiler zaten tamtakır. Evde bulgur bile yok.

Karamsarlık, çaresizlik ve bu>uK çak-ıları göze almaktan duyulan korku Türkiye'yi emperyalist dünyanınkimliksiz bir piyonu olmaya itiyor. Direnmek için önce

47

Page 24: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 24/70

bir atılım yapmak gerek. Atıl ım gösterebilmek ise direnişe başlamakla mümkün. İ lk bakışta bir fasit daire gibigörünen bu durum, gerçekte ülkemizin tek çıkış yolu. Y ani Türkiye bir direnmeyi başlatmakla atılımını gerçekleştirmiş olacak ve yaptığı atılım direnişini mümkün kıl-cak. Bütün bunlar da dünyanın genel akışına karşı dur

makla elde edilebilecek başarılar. Böylesine çetin bir işinaltından kalkmak için de ümit ve cesaret gerekli. Türkiye'nin ümidi ve cesareti var mı?

Buraya kadar yazdıklarımda Türkiye’den sanki birinsan imiş gibi sözettim. Halbuki bir ülke olarak Türkiyesiyasi iktidarı ellerinde tutanlar, siyasi iktidara talipolanlar, ekonomik yapıyı yönlendirenler, ekonomik yapının işleyişini mümkün kılanlar; sosyal eğilimleri benimseyenler, bu eğilimlere farklı bir yön vermek isteyenler

muhassalasıdır. Biz bu saydıklarımızdan hangisine Türkiye diyeceğiz? Belki hepsine, belki hiçbirine. Dikkat etmemiz gereken hangi sosyal grubun ne ölçüde toplum hayatına damgasını vurduğu ve kimlerin ne tür güçleri harekete geçirebildiğidir. Bu açıdan bakıldığında yeryü-zündeki bütün toplumlarda gördüğümüz bölünmenin

 Türkiye için de geçerli olduğunu söylememiz mümkündür: Toplum hayatında eline geçirdiği imkânları korumak içn gayret sarfedenler (tutucular, muhafazakârlar)ile eline imkân geçirmek üzere çaba gösterenler (yenilik

çiler, ilericiler). Türkiye'nin bugün vardığı nokta gözönüne alındı

ğında tutulacak (muhafazakârlık) Batıcılıkla eşanlamlıdır. Buna mukabil yenilikçiliği sadece bir keşim Müslüman temsil eder durumdadır. (Muhafazakârlığın karşısında yer almaları yüzünden Müslümanlara "ilerici" sıfatının yakıştınlması mümkün gibi görünüyorsa da, ben

48

böyle adlandırmanın yerinde olmayacağı görüşündeyim.Bunun birinci sebebi, ilericik kelimesinin 18. yüzyılprogressist anlayışını çağrıştırması, ikincisi ilericik kavramının her ortamda farklı anlamlar taşıyabilecek birözell iği taşımasıdır. (Kanada'da ileri ci Muhafazakârların bulunuşu gibi.) Türkiye'de tutuculuk yalnızca Batıcı

lıkla değil, aynı zamanda İslâm aleyhtarlığıyla da eşanlamlıdır. 0u anda arzettikleri yer itibariyle Türkiye'deyeni bir düzen isteyen M üslümanlar ve bu isteklere karşıçıkan Batıcı muhafazakâr cephe karşı karşıyadır, zıtl ıkiçindedir.

Batıcı muhafazakâr cephenin iki kanadı var: Biryanda.nostal.uk batıcılar, bir yanda da pragmatik batıcılar. Nostaljik (geçmiş özlemi duyan) batıcılar köylülerinangaryaya tabi tutulduğu, esnafın baskı altında ezildiği

dönemlerde kültür kurumlanndaki alafrangalaşmayaövgüler düzerken günümüzde aynı çizginin devamınısağlamak üzere metropol ülkelerden en son akımlarınözü boşaltılmış haliyle Türkiye'ye aktarılmasını savunurlar. Bu aktarmayı bizzat gerçekleştirmeye çalışırlar.Bunlar ABD ve Batı Avrupa kitle iletişim araçları kanalıyla yapılan propagandanın gönüllü taşıyıcılığını yaparve kendilerine tek parti dönemindeki uygulamadan psikolojik bir dayanak bulmaya çalışırlar.

şısındaki tepkisini siyasi başarılarına dayanak yapan,ama siyasi başarılarının devamını Müslümanlar karşısında batıcı güçlere teminat vermek suretiyle sağlayanfaydacı görüş sahipleridir. Sosyal hayatları bakımındannostaljik batıcılardan etkilenirl er, onları izlerler ama iktisadi teşebbüs bakımından ise onları geride bırakırlar.

 Yani metropoldeki iktisadi yönelişlere en hassas olan

Page 25: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 25/70

muhafazakâr kesim pragmatik batıcılardır .

 Toplumda büyük kültüreLdeğişmelere yol açtıklarıhalde ve hatta varlık sebepleri bu değişmelere dayandığıhalde neden batıcıları Türkiye bakımından muhafazakâr sayıyor ve onları yenilikçi kabul etmiyoruz? İki se

bepten: Biri batıcıların her iki kanadı da Osmanlı mirasını doğrudan devralmışlardır. Günümüzün nostaljik batıcıları Osmanlı geleneğince berrut bürokratik iktidar kul-lanma yöntemlerini, pragmatik batıcılar da halkı İslâmîyönelişe sahip tezlerle oyalama yöntemini devralmıştır.Batıcıların muhafazakâr sayılmasının ikinci sebebi batıcıl ığın kendi mahiyetinden gelmektedir: Her ne kadartoplumda bazı değişmelere sebep olsa da, batıcılık bellibir kalıbın belli amaçlarla Türkiye'ye uydurulmaya çalışılmasıyla işleyiş göstermektedir. Batıcı kalıplar ülke

nin belli yönden açılım göstermesine değil, batı tarafından beli rlenmiş bir sınırda dondurulmasına, frenlenmesine matuftur, Görünürde.bir değişme olsa dahi bu değişme ufku önceden çizi lmiş bir operasyonun uygulanmasıdır. Batıcı kalıplara uygun değişme gerçekleştiği orandatoplumun iç dinamizmine uygun düşecek canlı oluşumkösteklenmekte, en azından çarpıtı lmaktadır. Yani batı-cı temayüllerle.gerçekleşen değişmeler metropolle çevrearasındaki sömürü il işkisinin muhafazasını gözetmek

tedir.

Müslümanların yenilikçiliği de tarihi temellere sahip. Osmanlı yönetimi sırasında müslümanca titizliklerini izhar eden halk kesimi devleti her faaliyeti dolayısıyla dinin esaslarına uymaya zorluyordu. Yani müslüman-lar düzene sokulmamış bir denetleme mercii olarak devletin pratik çıkarlarının kozası içinde donup kalmasınabir ölçüde engel sayılırlardı. Fakat bu fonksiyonlarını

50

tam yerine getirdikleri söylenemez. Çünkü İ slâmî ti tizlikgösterme imkânına sahip olanlar, aynı zamanda devleteİslâmî mazeretler sağlayan unsurlar olarak işleyiş gösterebili rlerdi. M üslümanların bir yenili kçi unsur olarakyer sahibi olmaları, batılılaşma sürecine girildikten son

ra belirginlik kazanmıştır. Çünkü bu dönemden itibarenhalkın çoğunluğunun çıkarlarının temsil edildiği tekodak müslümanların meşruiyet bölgeleri olduğu halde,halka karşı tedbirler alma zorbalığının bir devlet politi kası haline geldiği görülmektedir. Bu zamandan itibaren"iyi" ve "kötü" Avrupa çıkarlarına paralel bir konumdaolup olmama ile ölçüldüğü için eğitim görmüş insanlarhalkın içinde atıl ım gücü barındıran direnişçiliğine hiçbir anlam verememişler ve gerçekte kültür değişmeleri ne karşı tutumların ne bakımlardan yenilikçilik sayıla

bileceğini hiç akıl larına getirmemişlerdir.Kültür değişmelerine direnişin gerçekte bir Batı

hegemonyasına direniş olduğu v&bu karşı çıkış yoluylaülke insanlarının bir atılım gücünü ellerine geçirmiş olduklarını günümüzde anlamak belki daha kolaydır.Çünkü günümüzde feda edilecek sermaye kalmamıştır:

 Ya ülke insanları topyekün bir varolma kavgasının yükünü omuzlayacaklar veya Türkiye adını taşıyan ülkenin varlığı tartışma alanına girecektir. Osmanlı devletibir siyasi organizasyon olarak gerek çatıştığı dış unsurlara gerekse hakimiyeti altında tuttuğu uyrukara gücünü gösterebildiği sürece ayakta kalabildi. Merkezi teşkilâta katkıda bulunanlara pay verebildiği dönemlerdefiili üstünlüğü aracılığıyla ortaya çıkan bütün meselelerkendince çözümler getirebiliyordu. Fakat bu merkeziteşkilât Avrupa'da doğan burjuva medeniyeti karşısındagerilemeye başladığı zaman yüzyüze geldiği meseleleri

51

Page 26: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 26/70

Page 27: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 27/70

ğil, bununla hesaplaşmayı ve teknoloji karşısında aşağılık duygusuna kapılmadan sağlıklı bir il işki içinde yer almayı düşünüyorlar.

Dün olduğu gibi bugün de müslümanların direnişgüçleri ve atılım imkânları istismar edilebilir. Temeldebatıcı olduğu halde ve halkın ezilmesi yolunda asli terci

hini yapmış olduğu halde kendi yerini korumak gayretiyle bazı güçler Müslümanların direnişini ve atılımınıkendi amaçları doğrultusunda devreye sokmak isteyebilirler. N itekim bugün bunun işaretleri açıkça veri lmektedir . K ürt meselesi gündeme gelince din kardeşliğinihatır layanlardan tutun da İ slâm'da sigorta yoktur deyipemek sömürüsü peşinde bulunanlara kadar; sadece 141ve 142. maddelerin TCK 'ndan çıkartılmasına yarasın diye 163. maddeye karşı çıkanlardan başlayıp siyasi gayelerle ihrama girenlere kadar uzanan bir muhafazakârlık

cephesi vardır. Bu cehpenin tek gayesi müslümanlarınelinde kalan son direniş gücüne, içlerinde taşıdıkları sonatılım heveslerine kadar her unsuru kendi küçük hesaplan ve neticede dünya sisteminin çarklan adına kullanıpgüçlenmektir. Böyle bir akibetten müslümanların korunmaları da ancak kendi aralarındaki sağlıklı iletişimle mümkün olacaktır. Yani ilk direniş yakın çevredekiuzlaşmacı ve sulandırmacı unsurlara karşı yapılırsa yapılabilecek, ilk atılım yakın çevrenin bağlarındaki sıkıirtibatı kurmakla gerçekleşirse gerçekleşecektir. Gün begün bu iyileşmenin sonuçlarını farketmediğimiz süreceboşa kürek çekmiş olacağız.

54

MANTAR SOSLU BİFTEK 

Ispanya'da bir turist kaldığı lüks otelde mantar soslu biftek yemek istemiş. Ama ne turist İspanyolca konu-şabiliyormuş, ne de otel görevlileri bu turistin bildiği dilveya dillerden anlıyorlarmış. Otel müşterisi istediğiniresimle ifade edebilmek için bir kağıda ince bir mantar veyanına bir sığır resmi çizmiş. Bunun üzerine otel görevli

si turistin isteğini yerine getirmek üzere gitmiş. Geridöndüğünde iki şeyi gülümseyerek sunmuş müşteriye:Bir plâj şemsiyesi ve boğa güreşi izlemek için bir bilet.

 Türkiye'deki insan ilişkilerini ve hatta Türkiye üzerinehesapları olan insanlar arasındaki il işki leri açıklamadabu fıkranın bir yardımı olur düşüncesindeyim. Ortadabir anlaşmazık, bir yanlış anlama var ama bu, bir bakıma daha iyi anlama cehdinin uzantısı. İ spanyaya gelenbir turist neden mantarl^biftek istesin ki! O olsa olsaplajda çapkınlık edecek ve her yerde göremediği bir şeyi

boğa güreşini merak edecektir. İşte Türkiye insanının siyasî, sosyal, ekonomik talepleri de bu taleplerden en çoketkilenecek çevrelerce yanlış yorumlanıyor. Ancak buyanlış yorumlama "ben olsam böyle isterdim" şeklindebir akıl yürütmeden, yani talepleri daha doğru anlıyorzehabına kapılmaktan doğuyor.

55

Page 28: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 28/70

 Yanlış anlaşılmadan olumsuz etkilenenlerin başında müslümanlar yer almaktadır. '’Müslümanlar gelir" ve"İslâmiyet getir ir" korkusu taşıdıkları için İslâmî talepleri farklı ve yanlış değerlendiren bir çok merci, bir çokodak vardır Türkiye'de. Bunları güden yalnızca korkuları ve kendilerinin bildiği (müslümanlann ise hiç haberi

olmayan) suçlan, kabahatleridir. A ma böylesi çevrelerinhiçbiri Islâm’a alıcı gözle bakmamış ve kendi meselesinimüslümanlann meselesiyle irtibatlı kılmamıştır. Böyleolunca da kendi endişelerini müslümanlann zihnindengeçeni okuyormuşcasma dışa vurmaktadırlar] Bizimmantar soslu biftek istediğimizi asla akıllanna getirmeyeceklerdir; bu yüzden biz alış verişe çıkınca şemsiye satan dükkanlan kapatacak ve boğa güreşi gösterilerini iptal edeceklerdir. (Tabiî, onlar böyle yapınca biz de gidipmantarlı bifteğimizi paşa paşa yiyeceğiz. Nerde bu bolluk!)

 Yüreğinde I slâm korkusu taşıyanlar ın bazılannagöre müslümanlar laik cumhuriyeti yıkıp yerine Osman-lı düzenini geri getirmek istiyorlar. Böyle düşünenlerindikkatten kaçırdıkları husus Türkiye'de İslâmî akımla-nn Osmanlı batılılaşması döneminde ve sözkonusu değişmenin dinamiklerinden hız alarak güç kazandığıdır.

;YanLTürkiye'de bazı İ slâmî talepler i leri sürülmüşse,bunlar Osmanlı yönetimi sırasında ve bu yönetime karşı

ileri sürülmüştür. Demek ki mesele hilâfet ve saltanattartışmasına indirgenemez. Bilâkis hilâfetin ve saltanatın mahiyeti üzerine doğan veya doğabilecek tartışmala-nn merkezindeki mesele müslümanlann eleştir i alanınagirmektedir. Bütün bunlar müslümanlann Cumhuriyetaleyhtarı olmaktan önce, dahi cemel konular la ilgili olduklarım göstermektedir.

56

Kimileri de Türkiye'deki müslümanlann İran dev-rimine benzer bir hareketi tezgahlamak gayreti içindeolduklanm sanıyor. Bariz olan şu dur ki, bu kabil korkuları izhar edenler kendilerini İran Şahı konumunda görenlerdir. Gerçi görünürde Türkiye’de bir şahlık tantanası yotktur, ama Türkiye’de de tıpkı Şah’ın İranında ol

duğu gibi rejimin gözdeleri vardır. Meselâ, Şah döneminde Bahaîler ve meşrebi onlara uyan çevreler şahlık rejiminin imtiyazlannı parsellemiş sayılırdı. Bugün Türkiye'deki müslümanlan "Humeynici" görenler ne Türkiyeve İran arasındaki mezhep farkıyla, ne iki toplumun yapısal farklanyla, ne de geleneğin ve siyasî tecrübenin heriki ülkede nasıl yönler belirlediği hususu ile ilgilenirler.Onlann ilgisi müslümanlar gelirse hangi imtiyazlarını,hangi örtülü çıkarlanm kaybedecekleri üzerinde yoğunlaşmıştır. Aslında onlann ne Iran, ne de Türkiye umurla-

rındadır. Biraz deşerseniz gerçek korkularının müslümanlar olmadığını da görürsünüz. Şu anda dönen dolapları durduracak kim olursa olsun düşmanlan odur. Belkide asıl mesele, bazı kişi ve çevrelerin kendilerine birmevki ve kazanç yolu açan güçlerin artık bu yolu başkalarının açacağı korkusunda yoğunlaşıyor.

Müslümanlığı Türkiye'de bir tehlike görenlerin ba-zılan da ülkemiz müslümanlannın Arap ülkelerindekiİslâmî akımiann paralelinde bir davranış sergiledikleri

ni veya Arap ülkelerindeki uygulamalann etkisinde kal-dıklannı ileri sürebiliyorlar. Bu iddia sahiplerin meseleye şaşı bakmalarının sebebi ahalisi müslüman ülkelerarasında sadece Türkiye'nin kanunlarını laik esaslarıdikkate alarak düzenlemiş olması veya Türkiye'nin geçerli kanunlannı muhtelif Avrupa devletlerinin hukukmetinlerinden (adaptasyona bile gerek duymaksızın)

57

Page 29: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 29/70

tercüme ederek ülke insanım konfeksiyon sebebiyle enfeksiyona uğratmasıdır. Dolayısıyla Mısır, Ürdün, SuudiArabistan gibi yönetim kademelerinde bulunan insanların Batı emperyalizmi i le sürtüşmediği ülkelerde ortayaçıkan hafif yollu kimlik belir tileri Türk iye alikı ranbaş-kesenlerince hazımsızlıkla karşılanmaktadır. Arap ül

kelerinden hiç birinde şapka giymeyi reddettiği için herhangi bir insanın asılarak idam edilmemiş olması, Türkiye'deki İslâmî taleplerin Arap ülkelerindeki hareketlerin uzantısı olduğu ispat etmez. Ama Türkiye'de birçokinsan Arap ülkelerinin sırf bu yüzden daha geri olduklarını sanmakta berdevamdır.

Elbet ateş olmayan yerden duman çıkmaz ve mantarda şemsiyeye benzeyen bir taraf vardır. İnsanlar biryerde sığır resmi gördükleri zaman eğer bir oyun akı llarına getirmek istiyorlarsa elbette tenisi değil boğa güreşini düşüneceklerdir. Nitekim Türkiye'de İslâmî taleplersözkonusu olduğunda hem Osmanlı'yı kapsayan bir geçmişin muhasebesi, hem (îran'dakine benzemese de) biriktidar değişikliği olgusu, hem de (Arap ülkelerindekinebenzesin veya benzemesin) kültürel k imliğin araştırı lması işin içine girmektedir. Mamafih, Türkiye'de İslâmîyönelimler ülkemizin kendine mahsus gelişmeleriyledoğrudan bağlantı lı , nev'i şahsına münhasır bir hareketin belirtileridir ve bir bakıma kendi temsilcilerini bekle

mektedir. Bu bekleme süresi içinde bazı noktaların hepimizce anlaşılması, sarahaten kavranılması elzemdir.Kavramamız gereken noktaların başında aslî hedef itibariyle doğru dürüst eğitilmemiş bulunduğumuz gelmektedir. Aslî hedefin ne olduğu bile açıklıkla bilinmemektedir.

Aslî hedef dediğimiz şey bir toplumun hayat hakkı

58

m kendi elinde tutmasından ibaret. H ayat hakkını kendielinde tutmak ise bütün toplumların aslî hedefi olmakdurumundadır. Bu yönüyle Türkiye'de yaşayan herkesiİslâmiyet'le toplumun hayat hakkı arasında nasıl birmünasebet bulunduğunu gözönüne almak zorunda. Tür-kiye'de müslümanların iktidara gelmesini bir felâket sayanlar ve toplumda İslâmî esasların güç kazanarak sosyal düzeni belirlemesini büyük tehlike kabul edenlereğer samimi, yurtsever, dürüst kişilerse şunu söyleyeceklerdir: "Dünya sistemi müslüman bir Türkiye'ye hayat hakkı tanımayacaktır. O halde Türkiye'nin hayathakkını savunan kişi bu ülkenin İslâmî i lkelerle yönetilmesine karşı çıkmalıdır." Bu sözler açık açık telâffuzedilseydi yerinde olurdu. Hatta bu söylendiği şekliyleciddiye alınması gereken bir görüş durumuna yükselirdi.Böylece Türkiye'nin hayat hakkını ancak İslâm'dan

uzaklaşmak suretiyle elde edebildiğini öğrenmiş olurduk. F akat Türkiye'nin hayat hakkına dair bir ifade ülkenin siyâsi, sosyal ve İktisadî iletişim alanında açık seçik yer almamaktadır . Bunun yerine her dönemde değişen ve hiç bir dönemde çözüme bağlamayan bazı kısmîhedeflerden sözedilmektedir. Batılılaşmadan, çağdaşlaşmadan, modernleşmeden, sanayileşmeden, kalkınmadan sözedilmektedir. Yine de bütün bu sayılanlarınülkenin hayat hakkıyla doğrudan ve tartışmasız bağlantısını kurmak kimseye nasib olmamıftır. Neden? Çünkü

bir ülkenin hayat hakkı o ülke insanlarının hayat hakkıdemektir ve insan için "hayat" biyolojik bir vakıadan ibaret değildir.

Diyelim ki dünya sistemi 'Türkiye'ye hayat hakkınıancak toplumun İslâmî esaslardan kopartılarak yönetilmesi ve kültürel bakımdan Batılı bir aşı i le ayakta dur

59

Page 30: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 30/70

ması şartını ileri sürerek tanımıştır. Gerçek bu ise, Tür kiye’de tanınan şeyin bir hayat hakkı değil, bir taabiyethakkı olduğunu kabul etmemiz gerekecek. Bu kadarımkabullensek bile, geçen zamanın taabiyetten elde edilecek imkânlar bakımından Tüirkiye'nin istifadeye maz-har kıl ınmadığını göstermiştir. Y ani Türkiye basit İkti

sadî meselelerini çözüme götürememiş, siyasî istikrarakavuşamamış ve sosyal barışını kuramamaştır. Türkiye'deki insanı Ispanya'yauğrayan turist yerine koyacakolursak istediği mantar soslu biftek yerine ona bir plajşemsiyesi ve boğa güreşi için bir bilet veren dahi yoktur.

Dünya sisteminin T ürkiye'yi hayatta kalabilmekiçin zorladığı şartlardan her ikisi de gerçekleşmiş değildir. Türkiye İslâmî esaslardan uzaklaşmak istikâmetinde yönetili rken bile özü boşaltılmış İslâmî hükümler ve o

hükümlerin halk üzerine düşen gölgeleri yardımıylamevcudiyetini koruma mecburiyetinde kalmıştır. 1937yılma kadar Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında laiklikilkesi yer alamamıştır. 1946 yılmdan bu yana da halkınoyuna başvurulduğu her fırsatta sadece müslüman ahalinin ağırlığını koyduğu taraf siyasî başarı elde edebilmiştir. Günümüze kadar yürürlükte kalan istiklâl Marşıda toplum değerlerini din esasına dayalı olarak koruyanbir ülkenin benimseyebileceği nitelikte bir metindir.

Öte yandan batıl ı kültür kurumlannm Türkiye'deverim sağlayan bir olgunluğa ulaşmadığı da bir gerçektir. Fransız modeline uyularak kurulan liselerde olgunluk (baccalaureat) kaldırılmış, eğitim her kademede gevşekleşmiş ve üniversiteler gittikçe artan bir hızla diploma dağıtan kuruluşlar haline dönüşmüştür. Türkiye bilimsel araştırma için, felsefe öğrenimi için veya sanat ça

60

lışmaları için öğrenci çeken bir ülke olmak şöyle dursunbunlara ülke dışında devama yetecek temelleri temin bakımından yetersizliğe gömülmüş bir ülkedir. Türkiye'deki insanlar mantar soslu biftek ısmarlama çılgınlığındabulunacak olurlarsa bunu ne istediklerini bildiklerindendeğil, sadece komşu masadaki müşterinin iyi bir şey ıs

marladığına inandıkları için, onu taklid etmek üzere yapacaklardır.

Şöyle tuhaf bir durum acı veren ağırlığıyla üzerimize çullanmış haldedir: Islâm kültürünü terketmenin birkurtuluş olduğuna inananlar halkın müslümanca direnişi karşısında kalıyorlar. I slâm kültürüne sadık kalmanın bir kurtuluş olduğuna inananlar böyle bir sadakatimümkün kılacak siyasî ve sosyal kuramların tahrip edilmiş olduğunu görüyorlar. Batı kültürünün vardığı son

aşamadan bütün insanlık adına, bu arada Türkiye'de yaşayan insanlar adına yararlanmak istiyenler ülkemizdeki batıcı görüş savunucularının Batı'yı sadece görünüşbakımından benimsediklerini farkediyorlar. Üstelik düşünce plânında Batı'nm bugünkü zihin formasyonununen azından yirmi yıl gerisinden izlenebildiğini anlıyorlar. Kısacası Türkiye bir toplum ve bir siyasî organisiz-yon olarak eskiden sahip olduğu dayanakları kaybetmişve yeni dayanaklara kavuşamamış haldedir.

işte bu dayanaksızlığı Türkiye'yi (en azından

1945'ten bu yana) Atlantik grubunun himmet ve himayesini hayırhah saymaya icbar etmektedir. Türkiye herhangi bir işleyen mekanizmaya entegre olamazsa, ayakta kalamama korkusu içinde siyasî, sosyal ve ekonomikaçıklarını kapatma çabasındadır. Türkiye'yi tehdit edenbir Iran veya bir Suudi Arabistan olma tehlikesi değildir, Türkiye bir I ran veya bir Suudi Arabistan bile olamama

61

Page 31: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 31/70

tehlikesi ürpertiyle hissetmektedir. Unutmamak gerekir ki, andığımız, bu iki ülke petrol gelirleriyle en azından iaşesini temin imkânına sahiptir. Türkiye'nin isekendinden başka yani insan gücünden başka güvenecekbir unsuru yoktur. Türkiye'deki insan da son tahlildemüslümandır. Birisi kalkıp bunun tersini iddia edecek

olursa, yani Tükiye'deki insanın müslüman olmadığınısöylecek olursa bu topraklar üzerinde niçin bir devlet bulunduğu sorusunu da cevaplandırmaktan aciz kalacaktır.

Etkil i ve yetki li çevreler böyle bir soruya muhatapolmamak için aralıksız bir çabayla durumu idare etmehüneri gösteriyorlar. Acaba dünya şartları böyle bir hünerin sergilenmesine ne kadar süre elverecek? Bunuşimdiden kestirmek güç. Ama durumun idare edilemeye

ceği bir zamanın da geleceğini söylemek kehanet sayılmaz. Eğer Türkiye'nin etkili ve yetkili çevreleri durumuşimdiden göze almak dirayetini gösteremezlerse, birgüngöze alınacak bir durum da kalmamış olabilir. Türkiyedünya sisteminin kendine tanıdığı hayat hakkı yerineiplerini kendi ellerinde bulundurduğu bir hayat hakkıkazanamayacak olursa dünya sistemi Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanmış kontratı iptal edebilir. Türkiye'ye bazı çıkar yolları temin edenler, bir süre sonra kendilerini çok keyfi davranma rahatlığı içinde bulup artık

 Türkiye müslüman bir kimliğe kavuşmadığı ve kavuşamayacağı için Türkiye'nin toprağıyla ve insanıyla yutulmasına varan yolları seyrüsefere açabilirler.

Müslüman bir kimliğe sahip çıkıp çıkmamak Türkiye için asgari varlık şartına sahip olup, olmamak mesabesindedir. Bu varlık şartı devlet için olduğu kadar, millet için, toprak için de böyledir. Bunu yetki li ve etkili çev

62

reler herkesten daha iyi bildikleri için de Türkiye'demüslümanlığı hak istemeyen ve sadece vazife yapan (buzaviyeden bakınca Cumhuriyet Türkiyesi K emalist olmaktan ziyade Ziya Gökalp'çidir) bir kaynak olarak kullanmaktadır. Türkiye'de İslâm itikadına sahip insanların ahlâkî nitelikleri dünya sistemi boyunduruğunu

zevkle kabullenen birkaç tufeylinin keyfini kaçırmamaküzere kullanılmaktadır. Bu gerçek günden güne ortayaçıktıkça mevcut durumdan rahatsızlık duyanların sayısıçoğalmaktadır. İşte 1945'ten bu yana Türkiye'de artanbir hızla gelişen ve gerçekte henüz sağlıklı bir bünyeninverdiği tepkiler olarak anlaşılması gereken İslâmî akımlar Türkiye sosyal yapısında,, devlet organizasyonundave piyasa ortamında yürürlükte bulunan nimet-külfetdengesizliğinin, bir yansıması sayılmalıdır. Henüz buakımların gündemini yaşanılan hayata İslâmî ilkelerin

hükümran olması maddesi işgal etmiyor. Gündemin birinci maddesinde müslüman bilinen insanların sosyalhayat içinde, siyasî organizasyon içinde ve ekonomik hayatta geri plâna iti lmiş, küçümsenen ve gerektiğinde hukuk dışı yollarla hakkı gaspedilen birer unsur olmaktankurtulup haklarını kullanabilen birinci sınıf vatandaşolma mücadelesi yer almaktadır. Yani bugünkü çalkantı

 Türkiye'de İ slâm'ın gelmesi ile değil, müslümanlarıngelmesiyle alâkalıdır.

Diyeceksiniz ki, müslümanların gelmesi aynı zamanda İslâm'ın gelmesi için bir başlangıç değil midir? Neyazık ki hayır. İslâm âlemî şu ayrımı yapmakta. Napol-yon'un Mısır'a girişinden bu yana güçlük çeker olmuştur: Bir yanda gayr-i İslâmî bir mekanizmanın çarkınıdöndürmeyi başlatacak İ slâmî bahaneler ve diğer yandaİslâmî bir hayatı kendi inisyatifi içinde sürdürmek üzere

63

Page 32: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 32/70

gösterilecek dirayet. Birincisi, yani yaşanan hayatınönünde İslâmî bir mahiyet olmadığı halde ortada İslâmîbir bahanenin bulunuşu, bütün devlet otoriteleri tarafından aralıksız istismar edilmiş bir husustur, ikincisi, yani müsîümanlann kendi hayatlarını inançları, beklentileri, üstünlükleri uğruna biçimlendirmeleri, bir bakıma

bu istismarın sona ermesiyle açılacak bir yol. Şimdilikhatırda tutmalıdır ki müsîümanlann gelmesi İ slâm'ıngelmesi anlamı taşımıyor. Çünkü İ slâm'ın gelmesi ancakdünya üzerinde yeni bir yaşama düzeninin kurulmasıylaanlama kavuşabilecek bir vakıadır. Böyle bir değişmeden etkilenmeyecek hiçbir "güç" yoktur, çünkü İ slâm'ıngelmesi dünyadaki bütün güçleri tartışma alanına sokmakla gerçekleşebilecek bir vakıadır.

Bugün Türkiye'de ve dünyanın her yerinde müslü-manlar mantar soslu bil ftek yemek istiyorlar ve onlaraverilen sadece plâj şemsiyesi ve bir boğa güreşi biletidir.Ama bir gün yanlış anlama sona erer de müsîümanlannönüne biftek konursa ne olacak? Nitekim bu yönde işaretler vardır. E ğer müslümanlar kendi sığırlarını kendileri yetiştirmeyi, kendi usûlleriyle kesmeyi, kendi yak-tıklan ateşte pişirmeyi ve canlannın istediği bir zamanda yemeyi başaramazlarsa gerçek anlamda bir sonuç almış sayılmayacaklar. Gerçekte mesele bilftek yeyip yememek değil, insanlığın kurtuluşu yolunda bir cazibe

odağı olup olmamakta düğümlenmektedir. Müslümanlar Türkiye'de olsun, dünyanın herhangi bir yerinde olsun kendileri bir cazibe odağı olacak yerde kâfirlerin şuveya bu alanda başanlı sayılan verimlerinin cazibesiyleharekete geçiyorlarsa değil, İslâm'ı getirmek, İslâm'ıngelmesi için gereken hazırlığı yapmaktan bile uzak kalacaklardır.

64

DEMOKRASİ KİMDEN YANA ?

Los Grandes Palabras ülkesinde siyasi hayat inişliçıkışlı imiş. Bazan adına demokrasi dedikleri bir siyasîyönetim tarzı ülkede hükümran olurmuş. Bu dönemlerde ülkenin seçilmiş parlamentosu görev yapar ve günlükhayat yazılı kanunların, yazılı olmayan örfün güdümünde, ama her an yönetim mekanizmasını ele geçireceği dü

şünülen silâhlı kuvvetlerin ruhunu taciz etmeyecek birbiçimde devam edermiş. Bazan de silâhlı kuvvetler kendilerini ülkenin tek ve mutlak hakimi olduklarını ilâneder, seçilmiş parlamentoyu fesh eder, günlük hayatıngünübirlik keyfi emirnamelerle cereyanını temin ederlermiş. Parlamentolu yönetim ve askerî yenetim LosGrandes Palabras ülkesinde münavebeli olarak birbirlerinin yerini alırlarmış. Ancak, askeri yönetim geldiği zaman demokrasiyi savunanlar, parlamentolu yönetimgeldiği zaman da askeri cuntayı savunanlar emdikleri

süt burunlarından gelecek kadar zorlamrlarmış.İşte bu ülkede, askeri yönetimin geçerli olduğu bir

dönemde devlet başkanı saçlarına çeki düzen vermeküzere berbere gitmiş. Cuntanın ljaşı olan generalin saçlarına makasla müdahale eden berber bütün meslektaş-lan gibi konuşkan biriymiş ve söz arasında "generalim,"

65

Page 33: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 33/70

demiş "demokrasiye ne zaman geçilecek?" Bu soruya general hiç cevap vermemiş. Bir süre geçtikten sonra sorusunu tekrarlamış berber: "Generalim, demokrasiye nezaman geçeceğiz?". Yine ses yok. Berber yılmamış traşınilerleyen dakikalarında aynı soruyu bir kaç kez daha yöneltmiş generale. Ama yaverin sabrı taşmış ve bu tatsız

lığa bir son vermek gereği duymuş. Berbere dönerek:"Görmüyor musun? Sorduğun soruya general cevap vermiyor. Sen berber bir adamsın, işine bak, mesleğini icraet ve siyaset yapma!". Bu sert müdahele karşısında berber gayet yumuşak cevap vermiş: "Aman efendim, siyaset ne haddimize! Ben tıpkı sizin buyurduğunuz gibi kendi işime bakıyorum ve mesleğimi icra etmek için çabalıyorum. Zira, demokrasi kelimesini duyunca generalintüyleri tiken tiken oluyor. Saçları da fırça gibi ayağa kalkınca benim mesleğimi icra etmem kolaylaşıyor, makası

daha ustalıkla kullanabiliyorum böylece. Yoksa memleket demokrasiye geçmiş geçmemiş benim meselem de

ğil."

Acaba L os Grandes Palabras ülkesindeki cuntanınbaşındaki generalin saçlarını dimdik eden demokrasinasıl bir şeydir? Demokrasi bir ideal midir, yoksa uyulması kaçınılmaz bir pratik gerçeklik midir? Günümüzdünyasında bir ideal olarak demokrasiden sözetmek oldukça müşkül. Y ani, henüz yer küre üzerinde uygulama

sı görülmeyen ve insan tekinin toplum içinde kendini enelverişli şartları bulduğu bir örgütlenme biçimi olarak"demokrasi düşü" kişileri ve gruplan harekete geçirenbir hedef kabul ediliyor. Buna mukabil demokrasi gerekli ve geçerl i sayıl ıyor. Yeryüzünde herhangi bir toplumdemokrasi idealine en yakın oluşlarıyla demokrasi yönünden en hiEİı ilerlemeyi temin ettiği iddiasıyla dikkati

66

çekmiyor. Oysa birçok toplumun derece derece demokrasiden nasıl da uzak olduğu ifade edilebiliyor. Diyebilirizki dünyadaki devletler içinde bir olumsuzluk sıralaması,anti-demokratik özellikler sıralaması yapmak kolaylığıne kadar varsa; bir olumluluk sıralaması yani demokratik özellikleriyle özenilmeye değer ülkeler sıralaması

yapma zorluğu da o kadar vardır.Demokrasi konusunda herkesin anlayamaz ve an

laşılmaz bir konumda bulunuşunun sebepleri sayılamayacak kadar çok. Zihinleri karıştıran şey ne konunun çokfazla çetrefil oluşu, ne de insanların meseleyi kavramada yetersiz kalışlarıdır. Demokrasi konusundaki karışıklığı doğuran şey bizim gerçekleri farketmek için yeterli teçhizata sahip olmayışımızla ve bilhassa yakın ta-rihle bağlantıl ı olarak cesaretemizin kır ılmış oluşuyla il-gilidir. Teçhizatımız; yok çünkü güçlüler demokrasiyikendi teçhizatları haline sokmuşlardır. Cesaretimiz yok,çünkü demokrasi galiplerin ideolojisi halinde yaşamaktadır. Bertrand Russel'in belirttiğine göre demokrasiyiElbe nehrinin doğusunda yaşayan insanlar "bir azınlığınz°rla kabul ettirdiği cunta" olarak anlamışlardır. Bu sözlerin hepimizi şaşırtması gerek. Zira bugün cunta kelimesiyle demokrasi kelimesini zıt anlamlar içinde kullanmaya yatkınız. Ama, Russel'in demokrasiyi Elbe nehrinin batısında yaşayan insanların nasıl anladığı konu

sunda sözleri meseleye hesaba katılır bir açıklık sağlıyor: Russel e göre demokrasi: "etkin politik güc.ün.deli-ler... katiller ve asilzadeler haricindeki bütün kendini bi-lerı kişüer arasındaki eş dağılımıdır." Russel'in ifadesinde demokrasi aleyhinde ve lehinde mecazlara yüklenmişanlamlar saklıdır. Bunları çözebilmek için Batı medeniyetinin oluşumundaki tarihî gerçeklere başvurmak zo

67

Page 34: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 34/70

runludur.

Genel anlamıyla demokrasiyi onyedinci yüzyıldanitibaren Batı'da gelişen düşüncelerin paralelinde ortayaçıkan ideallerden sadece bir i olarak görürüz. Gerek kavram, gerekse terim olarak demokrasi ABD'nin kuruluşuna kadar öne çıkmış değildir. Her ne kadar ilhamını An

tik Yunan'dan ve aslî gıdasını Aydınlanma Çağı Avrupa-smdan almış ise de, demokrasi fiili gücünü Amerika'yaborçludur. Her ne kadar demokrasi bir siyasî haklar savunuşu ve insanın manevî yücelmesinin dünyevîimkânları gibi görünse de fiilen endüstriyalizmin ve onabağlı olarak büyüyen bir finans şebekesinin söz geçirmegücünü temsil eder. ABD Britanya ve Fransa aralarındaki sert rekabete rağmen 19. yüzyılda bir kaynaşmayıbaşarmış endüstri finans üstünlüğünü ellerinde tutanülkelerdir. Kendi üstünlüklerini dışlarında bulunan top-

lumlara kabul ettirmenin uygun silâhını demokratik bahanelerde bulmuşlardır. Bismark Prusyası, Çarlık Rus-yası ve Abdülhamit Türkiyesi birer istibdat sayılmış vebunların herbirinin alternatifi demokrasi olmuştur. Yani, büyük Batılı finans odaklarının ülke içinde temsilciliğini yapan bir azınlık tarafından desteklenen cunta.

 Türkiye'de İ ttihat ve Terakki iktidarı hem demokratik,hem de cunta olmaklığı bakımından tipik bir tarihi ör

nektir.

Demokrasinin olumlu tanımı da endüstri-finanskompleksinin hayat şansıyla doğrudan ili şkilidir . Demokrasi delilere, katillere ve aristokratlara etkin siyasiiktidarı vermemek demek. Deliler, yani Roma İmpara-torluğu'nu ihya etmek sevdasına kapılan Faşistler, Alman ı rkına bin yıl lık hayat sahası açmak istiyen Nazilervesaire... Katiller, yani mülkiyet ve imtiyaz sahiplerini

68

öldürmeyi suç saymayan anarşist ve komünistler... Aristokratlar, yani endüstri ye finans hakimiyetinin insanlığın alçaltılması olduğunu iddia eden ve bu yüzden hakimiyetin kendi ellerinden alınmasına rıza göstermeyenalternatif nüfuz odakları„. Demokrasi delilerin, katillerin ve aristokratların iktidardan uzak tutulması için

özen gösterileri bir siyasî rejimdir. Fakat eğer deliler, katiller ve aristokratlar birbirlerini boğazlarsa veya endüstri-finans kompleksinin canına katetmeyen bir alanda cinayetler işlerlerse demokrasiyi savunanların bunadiyecekleri fazla bir şey olamaz. Hatta demokrasilerinböyle bir kapışmadan çok şey umduklarını dile getirmekde zor değil. Nitekim, Faşist İ talya'nın Habeşleri katletmesi, Nazi Almanyası'nm Çekleri ve Slovakları, SovyetRusya'nın L etonya-L itvanya-Estonya'yı yutması demokrasinin delilere ve katillere ne büyük manevraimkânı tanıdığını kanıtlayan vakıalardır. Peki, demokrasi delilere ve katillere işine yaradığı zaman iktidar sunuyor da aristokratlardan bu iyiliği esirgiyor mu? Elbette hayır. Demokrasinin izale ettiği aristokratlar sadeceparanın üstünde bazı İnsanî değerler olduğu gerekçesiyle endüstri-finans kompleksine direnen ve elinden geldiğinde alternatif bir yaşama tarzı ortaya çıkarıp beslemeye çalışan aristokratlardır. Yoksa andığımız kompleksinbir cilâsı olmayı kabullenen ve hatta mekanizmanın iyi

çalışmasına yardım eden aristokratlara(?) demokrasi enmutena yeri vermiş durumdadır. Bugün Britanya demokrasisi olduğu kadar aristokrasisi de en sağlam kabuledilen ülkedir. Dünyanın demokratik işleyişinden en azşikâyetçi olunan ülkeler Belçika, Hollanda, Danimarka,İsveç, Norveç birer cumhuriyet değildir. H atta İsveç, laikbile değildir.

69

Page 35: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 35/70

Bütün bu karışıklık içinde kimse ideal bir modelolarak mükemmel demokrasiyi tanımlamaya yanaşmayacaktır. Hangi ülkenin, hangi döneminin daha demokratik olduğu bizim demokrasiye verdiğimiz anlamla ve oülkede görmek istediklerimizle.bağlantılı olarak değişeceğinden hiç kimsenin kuşkusu yok. Meselâ hem Çarl ık

Rusya'sı, hem de Sovyet Rusya rejim aleyhtarlarını Sibirya’ya sürdü. Acaba bu sürgünlerden hangisi demokratik bir uygulamaya daha yakındı? Bir kış tatili yerinegeçen ve her becerikli insanın kaçmayı başarabildiğiÇarlık sürgünleri mi? Yoksa çalışma kamplarının kötübeslenme ve sağlık şartlan sonucu ömür kısaltan ve kaçıp kurtulanın hiç bil inmediği sosyalizm sürgünleri mi?Demokrasi günlük uygulama bakımından olduğu kadartarihi gerçek bakımından da bir ideali dile getirmektençok uyulması kaçını lmaz bir pratik gerçeklik olarak ya

şanmaktadır.

Kaçını lmazlığın büyük bölümü dünya sisteminingücüyle doğrudan ilişkilidir. ABD, İngiltere ve Fransaardarda iki dünya savaşının galipleri arasındadırlar.Demokrasi bir tez olarak çıkan görüşleri silip yok etmekle kalmamış, kendini tekrar tekrar şartların gereğincetanımlayabilmiş ve insanların anlayışlarını kabul edilebilir olanın demokrasi olduğu veya demokrasi dışındakitekliflerin kabul edilemez olduğu yönünde yoğurabilmiş-

tir . Kaçınılmazlığın bir bölümü de demokrasi dışındatekli fler getirmenin her rejimde ve her devlet yönetiminde kendine mahsus rizikoları yaratması yani böyle tekliflere eğilenlerin tehlikeli sayılma korkusuyla başbaşabırakılmasıdır. Ve nihayet demokrasi dışında geliştirilmiş ve toplumsal iletişim alanında geçerl il iğini koruyabilen tek atmosferin artık (en azından 1945'ten bu yana)

70

bulunmayışıdır.

Halbuki 1914 yılında Dünya Savaşı'mn patlamasıyla birlikte "demokrasi" aydınların gözünde bir idealolarak itibarını tümden yitirmiş durumdaydı. Ne yoksulların yaralarına melhem olabilmiş, ne de zenginlerin servetlerine güven sağlayabilmişti. Demokrasi devam ede

cekse bu durum yoksulları daha karamsar, zenginleridaha korkak hale getirecekti. Y eni bir şeyler bulma endişesi delilerin ve katillerin bir davayı savunmalarıimkânlarını genişletiyordu. E ğer modern demokrasininanavatanı sayılan İngiltere, Fransa ve ABD'de sistem örneklik edecek oranda sağlıkl ı ve verimli bir işleyiş gösterseydi ne İtalya'da Faşistler, ne Rusya'da Bolşevikler, nede Almanya'da Naziler iktidarı ele geçirebilirlerdi. Buyönüyle İspanyol İç Savaşı oldukça öğreticidir. Bu ülkede demokrasi çatışan tarafların topluca düşman oldukları bir kavramdı. İşin içinde sadece rahipler, anarko-sen-dikalistler, faşistler ve komünistler vardı. Günümüzdedurum tersine dönmüş gibidir: İ stekler hangi yönde olursa olsun demokratik olma iddiasını taşırlar. BugünÇin'de daha fazla demokratikleşme adına büyük gösteriler yapılmaktadır.* İşin içinde ise sadece öğrenciler vardır. Öğrenciler dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir zamanDemos yani halk niteliği kazanmamışlardır. Sadece öğrencilerin istediği bir demokrasi abestir. Ama bugün ar

tık bütün sosyal gruplar ve bütün siyasi kamplar ancakdemokrasi isteyebilirler. Çünkü demokrasi bir siyasiideal olarak ortaya çıkarılmasa bile uyulması kaçınılmaz bir pratik gerçeklik olarak bütün ağırlığını hissettirmektir.

*Bu yazı 26.5.1989’da yani'gösterilerin devam ettiği tarihte yayınlandı

71

Page 36: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 36/70

Dünyanın neresinde olursa olsun herhangi bir siyasî talepte bulunan kişiye pasaport sorar gibi "sen demokrasiden yana mısın" sorusu sorabilmekte ve demokrasinin sadece bazı generallerin tüylerini diken diken ettiği kabul edilmektedir. Gerçekte demokrasiden yana olmak veya olmamak ağırlıklı bir soru olmaktan çıkmıştır.

Bunun iki sebebi var: B irincisi, dünyanın hiçbir yerindedemokratik olmadığı halde veya demokrasinin beynelmilel işleyiş tarzına karşı olduğu halde, insanlara çekicigelmeyi başarmış ve haklıl ığını ispat etmiş hiçbir siyasîrejim yoktur. Bir insanın demokrasiden yana olmadığınısöylemesi onun bir askerî cunta yönetiminden veya tekpartili sağ ve sol diktatörlükten yana olması anlamı taşıyabilir. Halbuki bu yönetimler de kendilerini ya demokrasiye geçişin bir aşaması veya kendilerine mahsus birdemokrasi olmakla açıklamaktadırlar. Demokrasiden

yana olup olmamanın ağırlıklı bir soru olmaktan çıkışının ikinci sebebi bu sorunun peşin bir cevap beklentisiiçinde soruluşudur. Yani gerçekte şöyle denmektedir:"Demokrasiden yana olmadığını söyle de yuvanı yapayım." Bu durumdu kimin demokrasiden yana olduğuönemini kaybetmektedir. O halde önemli ve anlamlı sorudemokrasinin kimden yana olduğu sorusudur.

Madem demokrasi kaçınılmaz bir pratik gerçeklikolarak bize sunulmaktadır. Bizim yapacağımız da bu

pratik gerçekliği bütün boyutlarıyla ve varacağı nihaî sonuçla gözönüne almak olmalıdır. Meselâ demokrasi çoğunluktan yana mıdır? Demokratik mekanizma harekete geçirldiğinde çoğunluğun istek ve özlemleri toplumdaağırlık olarak ifadesini bulacak mıdır? Böyle meselelerlekarşılaşılınca derhal gündeme gelen bazı hususlar var.Önce demokrasinin bir çoğunluk diktası olduğu ibaresin

72

den ne anlaşılacak? Çoğunluğun istek ve özlemleri doğrultusunda biçim kazanmış bir örgütlenme tarzında mekanizmanın diktatoryal mahiyette olduğu söylenebilirmi? Eğer demokrasi çoğunluğun istek ve özlemlerini engelleyen bir işleyiş gösteriyorsa bunun bizatihi bir diktatörlük olmadığının teminatı nerede bulunacak? Bu soru-

.lara cevap bulmak güç. Bir başka güçlük de çoğunluğunistek ve özlemlerine kimin set çekeceği meselesindendoğmaktadır. Azınlık haklarını savunacak olan bizatihiazınlık mıdır, yoksa çoğunluk azınlığı ezmeme konusunda kendi ihtiyarıyla mı hareket etmektedir? Eğer birazınlık kendi gücüyle haklarını savunabilecek bir yeterlik gösterebiliyorsa böyle bir siyasi işleyişte çoğunluğundiktasını kuramayacağı rahatlıkla söylenebilir. Yok eğerazınlığın haklan yine çoğunluğun insafına kalmış durumdaysa çoğunluk yönetiminin diktatoryal olmadığı

kendiliğinden ortaya çıkmış olur. Nitekim demokrasininsadece bir seçme seçilme mekanizmasının harekete geçmesi değil , aynı zamanda bir siyasî terbiye ve hayatınbelli esaslar dahilinde düzenlenmesi olduğu demokrasigündeminin dışında tutulmayan hususlardandır.

İşte bu noktada demokrasinin kimden yana olduğunu anlama kolaylığı doğmaktadır. Eğer demokrasi bir siyasi terbiye ise o demokrasinin insanlardan uyulmasınıbeklediği belli ahlâkî, fikrî ve fiil i esaslar bulunuyorsa

artık demokrasiden toplumdaki çeşitl i eğilimlere temsilhakkı ve gücü tanıyan bir serbestiyet rejimi olarak değil,tarihin bir yorumu üzerine bina edilmiş ve önceden belir lenmiş bazı ahlâk değerlerini, yaşama biçimlerini korumak ve savunmak üzere ihdas edilmiş, yasak koyan birsiyasi düzen olarak sözetmek mükmün olacaktır. Demokrasinin çeşitli görüşlerin bu görüşlere güç veren

73

Page 37: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 37/70

ahlâki, teorik ve maddi temellerin savunulmasına dahak tanıyarak yarışmasına imkân veren bir ortam sağladığını ileri sürmek yerine, belirlenmiş bir görüş içinde kişilerin kendilerini o görüşe en iyi hizmet edecek aday olduklarını i spat etmeleri suretiyle yansımasını mümkünkılan bir yol sağladığını söylemek kolaylaşacaktır. De

mokrasiyi savunan herkes sözlerini demokrasinin kendini ortadan kaldıracak görüşlere yaşam hakkı veremeyeceği hükmüyle bitirecektir. Demokrasi sadece demokratik usûllerin devamını kabul edenlerden yanadır.

Demokrasinin belli bir siyasî gelişimin ve toplumoluşumunun verilerinden yana olduğunu tespit etmekzor değildir. Demokrasi temellerini 16. yüzyılda atmış ti caretten, 17. yüzyılda doğmuş bilimden, 18. yüzyılda zafere ulaşmış idare mekanizmasından, 19. yüzyılda dünya üstünlüğünü kurmuş endüstriyalizmden, 20. yüzyılda insanlara kaçacak yer bırakmamış teknolojik devrimden yanadır. Teknolojiyi reddedeni demokrasi sağırlığave dilsizliğe mahkum eder, endüstriyi sağlıksız bulanıdemokrasinin seçme ve seçilme ve hükümet etme, yasakoyma yollarını benimsemeyeni demokrasi çölde bırakır,bilimi eleştireni demokrasi hesap dışı tutar, ticarettenyararlanmayanı demokrasi insan yutan kumlara atar.

Ben gelecekteki kazançlarımı dikkate alarak ihtiyatlı yürümeyi gerekli sayarak ne kadar demokrasiden

yana olsam da, kazandığı zaferler muvacehesinde demokrasi bana karşıdır. Eğer tanımlarda sarahete kavuşabili r, insanlarla sansürsüz ve aydınlık bir dille konuşma imkanına varabilirsek belki bu zorluk da anlaşılabilecektir. Demokrasi yeni bir dilin güç kazanmasına ne ölçüde elverişlidir? Bu da ayrı bir konu.

74

SUSAN ÇOĞUNLUK  DİLLENEN DEMOKRASİDemokrasinin gerek işleyiş tekniği, gerekse hizmet

ettiği felsefe bakımından sakıncalarını veya insanlıkaleyhine tezahürlerini sıralamaya başlayacak olursanız,demokrasi yandaşları size derhal şöyle bir cevap bulacaklardır: Elbette demokrasi insanların içinde yaşayabilecekleri en iyi siyasî rejim değildir, ama karşımıza çıkarılan ve bize muhtemel idare tarzı olarak sunulan kötü

siyasi rejimlerin en iyisi demokrasidir. Demokrasi iyi olduğu için tercih edilmez, diğerleri çok kötü olduğu içindemokraside karar kılınır. Ehveni şer demokrasidir. Biraz dikkatle baktığımızda bu savunmanın temelindeanarşist bir dünya görüşünün yer aldığını farkederiz.Çünkü en iyi yönetimin yönetme erkinin en az kullanıldığı ortamda olduğunu savunanlar anarşistler, demokrasiden bazı iyi şeyleri yapmasını beklemezler, onlarınbekledikleri demokrasinin bazı kötü şeyleri yapmamasıdır. Fakat demokrasi savunması her zaman bu anarşi-

zan anlayış doğrultusunda yapılmaz ve daha çok bir medeniyet ölçüsü gibi öne sürülür.

Avrupa'da medeniyet ölçüsü yüzyıl lar boyunca Hıristiyanlık esas alınarak konulduğu için barbarlığın belir tisi Hıristiyan olmama sayılabilmiştir. Daha sonra demokrat olmayışın da barbarlığa yakınl ığı kolaylıkla vur

75

demokrasi arasında insan meselelerine yaklaşım bakı

Page 38: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 38/70

gulandı ise bundan bizim anlayacağımız barbarlığın hepbelli bir yaşama tarzının dışında kalmakla tanımlanabildiği, medenî oluşun da önce Hıristiyanlık ve sonra demokratlık kimliği içinde kabul edildiğidir. Dün Hıristiyan medeni idi, bugün demokrat medenidir. Demokratolmak Hıristiyan olmanın yerine geçmiştir, ama onu ta

rihten silerek değil, Hıristiyanlığın değerlerini emerek,içine sindirerek belli bir anlayış kendini Hıristiyanlıktan demokrasiye aktarmıştır. Yönetimde bulunduğu sırada canlı siyasî olaylara karışan Papa VI I . P ius, dahaPapa olmadan, 1797'de şöyle demişti: "Evet, aziz kardeşlerim, siate buoni cristiani, e sarete ottimi democratici"(iyi Hır istiyan olunuz, mükemmel demokrat olursunuz)Avrupa'da bir Hıristiyan Demokrat ve bir Sosyal Demokrat medeniyet terazisinin darası olmak bakımından bir birlerinden daha üstün sayılamazlar. Avrupa Topluluğu

Hıristiyan kimliğini demokrasiye olan sadakati sayesinde de belirgin kılabilir.

imdi, demokrasinin savunulmasında iki karşıt görüşle yüzyüzeyiz. Bunlardan birincisi demokrasinin bizatihi özgül (specific) değerlerini savunması yüzündendeğil, birçok farkl ı değerin yaşamasına imkân veren birortamı sağladığı için tercihe yaraşır buluyor. Bu birincigörüşe göre demokrasiyi bir amaç olarak anlamak yerinde olur. Daha doğru olanın faTkedilmesinde herhangi bir

başka siyasi rejime göre sakıncaları daha az olan biraraç, ikinci görüş ise demokrasiyi tarihi yükü ile olduğukadar ulaştığı sonuç itibariyle de savunmaya değer bulur. Çünkü bu görüşe göre demokrasi kendisi bizatihi birdeğer veya değerler bütünüdür. Hıristiyanlık aracılğıylaAvrupa'yı medenileştirmiş bulunan değerlerin günümüzdeki ifadesi demokrasidir. Başka siyasi rejimlerle

76

demokrasi arasında insan meselelerine yaklaşım bakımından derece farkı değil, mahiyet fark ı vardır ve diğersiyasi rejimlerin kötü oluşları demokrasiden uzaklaşmışbulunmalarıyla açıklanabilir.

 Türkiye'de yaşayan insanlar demokrasiye bir açıklama ve mazeret temine yönelmiş bu iki görüşten hangi

sine hak vererek kendilerini demokratik rejimle irtibatlıkılabileceklerdir? Eğer demokrasiyi bir araç sayan anlayışa itibar edersek, bu kabulümüz Türkiye'nin kendinemahsus bir yol arayışı bulunduğunu ve demokrasiyi buarayışta en elverişli ortamı sağlaması bakımından ehveni şer saydığınızı itiraf edişimiz olacaktır. Yok eğer demokrasinin bir amaç olduğu görüşünde karar kılacakolursak bu takdirde içinde yaşadığımız toplumun tarihiçindeki yerini ihmal etmek zorunda olduğumuzu vekendi yapımızı gerek anlayış gerek yaşayış bakımından

değiştirmenin gerekli olduğunu ifade ederiz. Demokrasiyi araç sayan taraf kültür değişmeleri sebebiyle işlenenfilleri eleştiriye tabi tutmaya hazırdır. Demokrasiyiamaç sayan taraf da zoraki kül tür değiştirmelerini toplumun yaşadığı en faydalı tecrübeler sayarak savunmaya hazırdır .

Bu noktada demokrasinin esası ile demokrasininusûlleri arasındaki farklılık veya çatışma da su yüzüneçıkmış oluyor. Türkiye'de demokrasinin esasını savun

duğunu öne süren kişi ve çevreler demokratik işleyişinseyrinden hiçbir zaman tatmin olmamışlardır. Dahadoğrusu, olmamaları gerekir. Çünkü amaç bir değerlersistemi olarak demokrasi ise bu alandaki noksanlar toplum bünyesinde pek belirgin biçimde sırıtmaktadır. Buna karşılık demokratik işleyişten en çok istifade eden kişi ve çevreler de demokrasinin esasına bağlı olduklarını

77

Page 39: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 39/70

reketsiz haliyle konuşma dediğimiz olayın çevresinde İnsan soyuna karşı duyarsız buna karşılık dar çevresine

Page 40: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 40/70

reketsiz haliyle konuşma dediğimiz olayın çevresindeyer alan bütün unsurlarla ilgisi olduğunu, merkezde konuşma (dil) olmak üzere bütün unsurların eşit ölçüde etkili olabileceğini kabul ediyoruz. Hepimiz bir telâffuz ortamında bulunuyoruz. Bu ortamı bir budalalık, bir gününü gün etme, bir karışıkl ık adına kullanabiliriz. Modemzamanların paslı dili başka türlü yapmasını başarama

dığı için muhatabını dinlemenin, kendini anlamanın vedünyayı dinlemenin verimli sonuuna ulaşabilmiş değil.

Şimdi bu daireyi bir çember olarak düşünün ve çemberin ters istikamette, yani saat yelkovanının ilerlediğinin aksi istikametinde döndüğünü varsayın. îşte içindebulunduğumuz dil, konuşmamızı böyle sağlıyor. İçinedüştüğümüz karmaşık telâffuz ortamından (bilgininkaynağından uzaklaşmış bir eğitim ve şartlandırma düzeninden) dünyayı dinlemeye geçiyoruz. Dünyayı dinle

miş olmanın bir uzantısı olarak kendimizi anlamaya yelteniyoruz. Böyle derme çatma bir "özne" muhatabını dinleme işine dalıyor. Tekrar dışa dönük anlama alanınagirdiğimizde bir önceki evreden daha katılaşmış bir halde bulunuyoruz. K atılaşma dünyaya, kendimize ve muhatabımıza karşı muharip tavırlar takınmamızı hızlandırıyor.

 Tersine dönen çarkı siyasî oluşumu izah edecek şekilde de yorumlayabiliriz. İnsanlarla ilişkisini muhatabını diledikten sonra düzenleyen bir konuşma düzeni,denetim altında tutulan ülkelerde metropol ülkelerin yerini açıklar. Metropol ülkelerde muhatabını dinleme, hakimiyet araçlarını dinleme anlamını taşıyacaktır. Dünyayı dinledikten sonra kendini anlama süreci başladığıiçin sömürü ilişkisini haklılaştırma ve bu haklılaştırnıaiçinde kendini korama emperyalist dilin konuşmasıdır.

80

İnsan soyuna karşı duyarsız, buna karşılık dar çevresineve kendi sulbüne karşı bencil bir çıkar telâşı içinde konuşmaya devam edili r. Emperyalist dilde (ve elbetteonun her ülkedeki şube-ajan unsurunda) bilinç ve bulunç (şuur ve vicdan) belirleyici bir rol oynamaz. Çünküemperyalist dili konuşan kendini anlarken yani kendinianlamak için dünyayı dinler. Bu durumda kendini sade

ce fonksiyonu itibariyle anlar. Fonksiyonunun da bütünimkânları kullanarak yerini sağlama almaktan ibaretolduğunu düşünür.

Dil dairesi bir çember olarak algılanıp da doğru çevrilecek olursa yeni bir dile varabiliriz. Doğru istikametsaat yelkovanının ilerledği istikamet sayılmalıdır. Budurumda konuşmaya anlamakla başladığımızı kabvıledeceğiz demektir. Telâffuz ortamına dünyayı dinleyerek ulaşmışızdır. Böylece insan ilişkilerini güden veriler

den haberdar olarak, anlama alanında yani telâffuz ortamında gireriz. Önce dünyayı dinlemek sonra anlamayaulaşmak doğru ilişkilere uygun bir hazırlık sağlar. Tersiolsaydı yani muhatabımızı dinleyip de anlama alanına,telâffuz ortamına girseydik sadece ezen veya ezilen konumunu benimseyecektik. Muhatabımız dünya değildir,bize kendi gücünü hissettiren her ne ise odur. Tersine dönen çarkta muhatabımızı kendimizi anladıktan sonradinleriz. Böylece ben ve başkası yani ben ve muhatabımiki sınırlı ve çatışan unsur olarak devreye girerler. Hal

buki muhatabını dinledikten sonra kendini anlamaya girişmek kendini tartmak anlamına gelir. Muhatabıylabağlantı kurabilecek nitelikteki "ben" katılaşan bir bendeğildir. Bu yumuşayan ve erimeye eğilimli "ben" dünyayı dinlemeye başladığında dünyayı nasılsa öyle bilmeyeelverişlidir. Daha ötede, anlama alanına girince mânâyı

81

ö bil k h l kt l İ ili kil i d bili tan'dan ötürü yaratı lanın dinlenilmesine hassasiyet gös

Page 41: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 41/70

çözebilecek hazırlıkta olur. İnsan ilişkilerinde bilinç vebulunç (şuur ve vicdan) gücünü kullanarak yönünü çi

zer.

Çark tersine döndüğü zaman yoğunluk (kesafet) artar. Doğru dönen çark yumuşaklığı (letâfeti) çoğaltır.Çarkın iki yönlü hareketi de susmayı, suskunluğu geti

rebil ir. Çarkın her dönüşü de bir düzendir. Ancak terisnedönen çarkın getirdiği zorlayıcı, kapatıcı, yıkıcı suskunluktur. Doğru dönen çarkla birlikte özgürleştirici, açıcıve onarıcı suskunluk doğar. Bütün bu anlamları okuyucu çizimi yeniden değerlendirerek ve çizim üzerinde düşünerek zenginleştirebilir ve gerek kendi hayatına, gerekse dünyanın seyrine dair farklı ve yarârl ı yorumlargetirebilir. Ancak çarkın doğru yönde seyretmesini sağlamakla yeni dilin doğru mecrasını bulmuş olmayız.Doğru mecranın, doğru güzerhgâhm elde edilmesi için

"muhatab"a ve "dünyk'-ya bir anlam vermek, onlarınhangi özellikte olduklarını, hatta ne olduklarım bilmekgerekir. Muhatabımız bir insan, bir sevgili, devlet, paraveya tabiat olabilir. O takdirde dünya da "muhatabımıza" bağlı olarak bir yer sahibi olacaktır. Dünya sosyal hayat olarak, sevgi ilişkisinin çevresi olarak, ülke, piyasave kâinat olarak algılanabilir.

Müslümanlar hayatları boyunca muhatab olarakdin gününün sahibini, Yaratıcıyı, Rahman ve Rahîm

olan Allah'ı kabul ederler. Müslümanlar duygularındakiyükselme ve düşüş anlarında, zihinlerinin genişleme vedaralma hallerinde "ya rabbi..." derler. Âlemlerin rabbi-ne yönelmiş olmak, muhatabını bulmak sırat-ı müstakim üzre bulunmak anlamı taşır. Müslümanlar içinmuhatabını dinleme Kur'an-ı K erîm bilgisi edinme anlamı taşır. Dünya ise yaratılandır. Müslümanlar Yara

82

tan'dan ötürü yaratı lanın dinlenilmesine hassasiyet gösterirler. Kendini anlama müslümanlara göre nefse karşıveri len mücahededir. K ırılmış nefs dünyayı dinler, dünyayı nefsi sınırlayarak dinlemeyi başarmakla anlamaalanına varılır ve yine çevrimin gereği olarak kendi durumunun Kur an ölçülerine göre değerlendir ilmesini yapar. B ir üst menzile varır veya kapasitesinin yettiği yerde kalır.

Çarkın doğru dönmesi ve doğru güzergâhta seyretmesi herşeyin sonu değildir. Bir de bilinç ve buluncun(şuurun ve vicdanın) konuşmayı gerçeklemesi vardır.

 Yeni dil fii lî bir gerçekl ik olmak zorundadır. Kur'ân-ıK erîm’i dinleme ve kendini anlama, dinleyebilmek içinanlama sürecine geçmek sözkonusudur. Anlama elbettebir zihnî süreçtir, ama sedece bu zihnî değil, aynı zamanda "ameli"dir. Yani anlama ibadetin kendisidir. "İhdinas

sıratelmüstakim": Konuşma budur. "O", "Ben" ilişkisinin "Sen”, "Ben”, "O" ilişkisine dönüştürülmesidir.

Bütün bu açıklamalardan sonra Türkiye'de demokrasinin yeni bir dilin güç kazanmasına ne ölçüde elverişliolduğu sorusunun cevabına geçebiliriz. Diyebiliriz ki,

 Türkiye'de demokrasiyi bizatihi bir değer olması itibariyle savunan ve bunun yanısıra Batı medeniyetinin üstünlüğüne inanan kişiler herşeyden önce kendi kaynaklarını sıkı ca gözden geçirmek ve eğer Batı medeniyetini

savunuyorlarsa onun kökleri hakkında kapsamlı bilgilere ulaşmak zorundadırlar. Bunu başardıkları takdirdekendilerinin Batı medeniyetiyle kuracakları ili şkinin niteliğini anlamaları gerekecektir. Eğer tâb'ı-metbu ilişkisini kendi dillerine uygun sayıyorlarsa Türkiye'de yaşayabilen demokrasinin yeni bir dil ortaya çıkarması içingayret sarfedeceklerdir. Demokrasiyi öz değerleri bakı

83

mından değil debir araç bir siyasî biçim olduğu için ka

Page 42: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 42/70

mından değil de bir araç, bir siyasî biçim olduğu için kabul edip savunanların Türkiye'den yeni bir dil doğmasına engel olmayacakları şimdiden bellidir. Çünkü sadecebir biçim olarak benimsenen demokrasi kendine bir üslup, bir meşreb bulma yönünde mesafe katedeceğini bildiği kadar, biçimin kendine açacağı yol doğrultusundayeni dile giden imkânları da genişletmediği takdirde o biçimi de kaybedeceğini bilen bir demokrasidir.

84

ÇİĞ TAVUK PİŞMİŞ TAVUK  KOMŞUNUN TAVUĞUİkinci Dünya Savaşı'nm ünlü generallerinden

Dwight D.Eisenhower, ABD Başkanı olarak 1959 yılmırîAralık ayında Türkiye'ye geldi. Başkanı taşıyan uçak birBoeing 707 idi. Bunu biliyorum, çünkü bu ziyaretle ilgilibir gazete haberi yazmamız istenmişti kompozisyon dersinde. O sıralarda bir lise öğrencisiydim ve günlerden pa

zar olmasına rağmen okula çağrılmıştık. Bizi sıralar halinde Atatürk Bulvarına kadar götürüp serbest bırakmışlardı. Ankara’nın ne daha önce, ne de daha sonra böylesine şaşaalı bir karşılama töreni yaşadığını sanmıyo rum. Gazetelerin yazdığına göre dörtyüz bin civarındainsan yol gözlüyordu. (Ankara'nın o günlerde nüfusuneydi ki!) Bildiğim kadarıyla Dışkapı'da gösterişli birtak vardı. Ope da, Sıhhiye'de ve Kı zılay'da kutlamaiçin yerleştiri lmiş abidevi süsler vardı. Hele Kızılay meydanında herhangi bir ABD büyük şehrinden koparıl.pgetirilmiş gibi duran ışıklı nesne çok göz alıcıydı. Nitekim, Eisenhower de "Şimdiyi kadar hiç bir yerde böylesine karşılanmadım" diyesiyıruş. Çankaya'ya kadar bütünyol donatılmıştı. Süsler ve insancıklar. Onbeş yaşında biri olarak beni çok tedirgin eden bir durumdu bu. Tepkimiyüksek sesli "yazık değil rai bu kadar masrafa" diyerekdışavurdum. Y anımdaki orta yaşım geçkin bîr .adam ce

85

di l d k i rinde Cumhuriyet kurulduğu zaman artık "konuşulmaz

Page 43: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 43/70

vap verdi : "Kaz gelen yerden, tavuk esirgenmez,evlâdım." Olayın böylece izahından büyük bir iğrentiduydum. O günden beridir ki, küçük insanların bu bayağı ticaret anlayışından nefret ederim.

Gerçekten kaz geliyor muydu Amerika'dan ve bizhangi tavuklarımızı vermekteydik? Eisenhower'in ziyareti üzerinden altı ay geçmedi, 27 Mayıs 1960'ta Cumhuriyet tarihinin ilk askerî darbesi vuku buldu. Bu darbedaha sonra 1971'de ve 1980'de tekrarlanacak askerî müdahalelerin başlangıcı olması bakımından değil, fakat

 Türkiye'nin yirmi dokuz yıldır duçar olduğu siyasî istikrarsızlığın başlatıcısı olması bakımından Türkiye içinbir yenilikti. Osmanlı Devleti devam ettiği sürece Türkiye'de dışa karşı siyaset "örtülü” sayılırdı. Devletin müs-lim veya gayri müslim tebasına karşı tavrı ne olursa ol

sun, kendi dışındaki güç odaklarına karşı cidârında birsır tutan bir tavrı vardı. Devlet içinde Fransızların tarafını tutan paşalar devlet ricali olduğu kadar, İ ngiliz muhibbi diye bilinen, Rus yanlısı politika güdülmesini isteyen, Almanlarla dayanışmanın jıkar yol olduğunu savunan paşalar ve devlet ricali yer sahibiydi. Fakat bunlarınherbiri merkezi otoritenin gerek toprak kaybını önleyentedbirler almayı mümkün kılan kararlar vermesini kolaylaştırıcı, gerekse merkezi teşkilâtın elde ve iç işleyişimümkün kılıcak şekilde tutulmasını kolaylaştırıcı bir

sessiz anlaşmanın insanlarıydı. Avrupalı siyasiler onlara "the unspeakable Turk" yani "konuşulmaz Türk" derlerdi. Ne var ki onların konuşulmazlığı, cidârlannda muhafaza ettikleri sır işe yaramadı: Ne toprak kaybını önleyebildiler, ne de teşkilâtın iç işleyişinde mutlak hâkimkalabildiler.

İmparatorluğun pek gözde olmayan topraklan üze-.

86

rinde Cumhuriyet kurulduğu zaman artık "konuşulmaz Türk" yoktu. Yeni Türklerle konuşulabili yordu, zira onlar bir önceki muhasımlarının (bunlar İngiliz, Fransız,

 Yunan, Rus veya Almanya da olsalar) dilini konuşuyorlardı artık. Yirmi yedi yıl süren tek parti yönetimi bu yenidilin Türkiye'de yaşayan insanlara öğretilmesi çabala

rıyla geçti. Müslümanlar bu dili öğrenmediler, öğrenemediler. Çünkü onlar Osmanlı devlet ricalinin dilini debilmiyorlardı. Onların bildikleri yegane dil bu topraklara gelişlerini mümkün kılan gaza diliydi. Yunus Em-re'nin, Nasreddin Hoca'mn, Hacı Bayram Velînin dilinibiliyorlardı ve bu dilin grameri içinde:

Şalvan şaltağ OsmanlıEğeri kaltağ OsmanlıEkende yoğ, biçende yoğ

 Yiyende ortağ Osmanlı

demişlerdi. Türkiye'nin yeni yöneticileri bu dildenne kadar haberdar idiler? Bu meçhul. Malûm olan Türkiye'nin 1961 yılının 27 Mayıs ına kadar yekpare bir anlayışla yönetilmiş olduğudur. On yıl süren Demokrat Partiyönetimi sırasında Türkiye Cumhuriyeti, hem devletintemel niteliği konusunda, hem de dış politikayı ilgilendiren konularda aralarında küçük bir çatlak doğmaksızıniktidar ve muhalefet olarak ortak tavırda birleşti. Her ikitaraf da kaz gelen yerden tavuk esirgemiyordu.

Acaba bu tavuk nemenem şeydi? K az geleceği umuduyla esirgenmeyen tavuğun tarihin bir durağında Tanzimat diye tesmiye edildiği söylenebilir. İşin gerçeğini kı sa yoldan ifade etmek gerekirse, diyebiliriz ki OsmanlıDevleti yeni bir güç kaynağı ele geçirmek üzere değil, oanda sahip olduğu kadarıyla gücünü korumak için hukukî ve idari değişmelere rıza gösteriyordu. Bunlara re

87

form demek doğru olmazdı çünkü yenil ikler aslî yapının nna kadar geriye götürmek mümkündür Ne var ki böyle

Page 44: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 44/70

form demek doğru olmazdı, çünkü yenil ikler aslî yapınıntekrar biçimlendirilmesi suretiyle değil, yabancı ve farklı bir biçimin aktarılması yoluyla gerçekleşiyordu. Herhalükârda bir düzenleme sözkonusu olduğundan Tanzimat uygun isimdi. Yapılan yeniliklerin toplumun gelişme çizgisiyle bir bağlantısı yoktu. Toplum içinde doğan

yeni eğil imlerin ifadesi bu yenil iklerle ilgili değildi. Gerçekleşen değişmelerin ne gelenek içinde, ne de insanların düşünce dünyalarında bir kökü, bir temeli bulunuyordu. Osmanlı Batılılaşması kaz gelen yerden tavuğunesirgenmemesi tavrının başlangıcıdır. Devlet güçlü olduğu zamanda kendi dışındaki siyasi otoritelerle kurduğuyağma ve talân ilişkisinin, güçten düştüğü zaman kendielinde tuttuğu maddî ve manevî değerlere uygulanmasını tabiî buluyordu. Yeter ki bütün şartlarda varlığını koruyabilsin.

Osmanlı Batılılaşması ile Cumhuriyet dönemi değişmeleri arasındaki temel fark birincisinin devletinmevcudiyetini kurtarmak için başvurulan çareler yumağı olmasına mukabil, diğerinin kendi dışındaki irili ufaklı güçlerle ayrudil i konuşma gayretinden doğuşudur. Os-manlı kendine bir yaşama alanı açmak için çabalıyordu.Cumhuriyet rejimi mevcut .yaşama alanına girebilmekiçin çırpındı. İkisi de batılı laşma, ikisi de yenileşme(î); fakat Osmanlı Batılılaşması kendi hatırının sayılması uğ

runa değişmelere gidiyor, tavizler veriyor.. Cumhuriyetdönemi batılıl aşması medeni milletlerin hatırı için dünyasını değiştiriyor, tavizkâr davranıyor. İşte bu hatırınısayma tutumu, esirgenmeyen tavuğun yanma, bir de ha-_tın için çiğ yenen tavuğu eklemiştir. Bu Türkiye'de solundoğuşudur.

 Türkiye'de solun doğuşunu Meşrutiyet (1908) yılla-

nna kadar geriye götürmek mümkündür. Ne var ki böylebir başlangıç Türkiye'de yaşayan insanların, bahususmüslümanların geçmişi ve geleceği değerlendirmeleribakımından büyük bir önem taşımaz. Zira 1908'den1925’e kadar bir fikrî akım olarak tezahür etmiş bulunansolculuk öteki batılılaşmacı akım ve hareketler içinde

dikkate değer bir yere sahip değildir. Daha da önemlisi Türkiye'de İ slâm'a karşı takınılan tavır bakımından,müslümanların gerek istisman, gerekse baskı altındatutulmalan yönünden batılaşmacı akımların sağı, solu,ortası birbirinden ayıredilebilir eğilimlere sahip değildir. Batı laşmaçıhk bir kül tür ve devlet tavrıdır.

.Kemalist Türk iye masonların ve komünistlerinaçıkça teşki latlanmalarına açık faaliyet göstermelerineimkân vermedi. Çünkü Türkiye'de yapılan değişikl ikleriçin masonların ve komünistlerin desteğine ihtiyaç yoktu ve bilâkis masonlar ve komünistler kendi hayat sahalarını teklif edebilmek için böylesi değişmelere muhtaçidiler. Herşevden önce bir kültür olarak İslâm ve dinamik bir güç olarak müslümanların "halledilmesi" gerekiyordu. 1960'tan sonra böyle bir sonuca vanldığı nedensekabul edilmiş olmalı ki, rejimin ilkeleriyle partinin ilkelerin} özdeşleştirmiş bulunan CHP kendini "ortanın solunda" ilân itti. Böylelikle Türkiye'de sosyalist olmayanbir soî temayül cesamet kazanmış oluyordu. Eğer Avru

pa’dakisol

akımlan» gelişme seyri esas kabul edilecekotursa, Türkiye'deki sosyalist olmayan solun hakiki birkimliği yoktu. Yani henüz liberal Avrupalı düşünürlerinbile hesaba kattıkları "büyük sayı da olanların azamimutluluğu’' gibi bir ilkeden hareket etmiyordu. Türkiye'de sosyalist olmayan solun tek özelliği hatır için yenençiğ tavuk olmaktan öteye geçmiyordu.

89

K onuşulabilir Türk, konuşulabilirl iğinin yeni bir Dünyadaki solu sosyalist ve komünist hareketleri

Page 45: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 45/70

K onuşulabilir Türk, konuşulabilirl iğinin yeni birtezahürü olarak, kendisiyle temasın ne kadar kolay olduğunu ispat telâşıyla ortanın solundaydı artık. Batı'nınhatırı kınlmamalıydı. Gösterilen bu gayretkeşlik siyasî,istikrarsızlığa yeni bir boyut getirdi. Bir yanda faşizanCHP bünyesinin yeni yeni telâffuz ettiği solculuğa uyarlı

kılınması zorunluluğu yeni meseleler çıkarıyordu, diğeryanda ise sosyalist solun gelişmesine engel olmama gibibir mesele vardı. Sosyalist sol ise okumuşlar arasında ortanın solundan daha büyük bir hızla gelişme kaydediyordu. Geleneksel kültürü darma duman edilmiş Türkiye'de atasözlerinin işaret ettiği gerçekler de tersyüz edilmişti sanki. Eskiden körle yatan şaşı kalkardı, şimdi iseşaşıyla (ortanın soluyla) yatan, kör (sosyalist sol) olarakkalkıyordu.

Otuz yıla yaklaşan siyasî dalgalanmalar içinde sos

yalist solun Türkiye'deki özelliği ise, pişmiş tavuğunkigibidir. Gerçekten sosalist solun başına gelenler pişmiştavuğun başına gelenlere çok benzemektedir. Önce 1961Anayasasının kümesinde yemi ve suyu teinin edilmiş,12 Mart muhtırasının akabinde yakalanarak boğazlanmıştır. 1974 affından sonra sosyalist solun tüyleri ortalıkta fazlaca uçuştuysa, bunun sebebi o sıralar yolunuyor olmasıdır. Aynca dünya sosyalist ve komünist hareketlerinin yardımıyla Türkiye'deki sosyalist solun içi birgüzel boşaltılmıştır. İşte bu beslenmiş, kesilmiş, yolunmuş, ütülenmiş, içi tahnit edilmiş sosyalist solu pişirmek; kazana atıp kaynatmak 12 Eylül 1980 hareketinineline kalmıştır. Burjuvazinin bu hormonlu tavuğu afiyetle yediğini de eklememiz gerek. F akat tavuk dediğinyeniden yeriştirilebilir. Hatta seri üretimi bile mümkündür.

90

Dünyadaki solu, sosyalist ve komünist hareketlerigözününe aldığımız zaman Türkiye'deki sosyalist olanve olmayan solun gerek temelsizliği, gerekse ideolojik zavallılığı bakımından pek ciddiye alınacak özellikte olmadığını bilebilmek gerekir. Fakat Türkiye'deki müslü-manların sosyalist olan ve olmayan solun önceleri bir

düşman, bir nifak odağı ve bir hasım olarak, daha sonraları ise kısmen de olsa bir müttefik veya kendileriyle diyalog kurulabilecek bir kesim olarak ciddiye aldıklarını,önemsediklerini söyleyebiliriz. Bunun sebebi komşununtavuğunun komşuya kaz görünmesidir. Doğru tavır Türkiye'de ve müslümanların yaşadıkları ülkelerde Batılaş-macı akımları bir bütün olarak hesaba katmak, sağ, sol,orta ayrımı yapmaksızın hepsinin İslâm'a bakışları iti bariyle yerli yerine oturtulmasını sağlamaktır.

Müslümanların yaşadıkları ülkelerde gerçek ayrımİslâmiyetin kendine mahsus düşünme ve davranma biçimi olduğunu kabul edenlerle, îslâmiyeti Batılaşmacı tutumlar içinde sınırlı bir fonksiyon yüklendiğini kabuledenler arasında yapılmalıdır. Yani bir yanda müslü-manca yaşama düzeni isteyen ve teklif edenler, diğeryanda ise gayri müslimlerin yaşama düzenini esas alanlar yer alır. Kâfir propagandasına kapılarak bir ülkeninsiyasî hayatında bir sağ kanat, bir de sol kanat olmalıdırgibi bir düşünceye meyledenler ne kadar çırpınırlarsa

çırpınsınlar, müslümanları ve müslümanlığı sağ temayüllerin bir versiyonu olmaktan masun tutamıyacaklar-dır. Oysa Türkiye'de müslümanlık toplumun varlık şartıdır. Aklı olup da konu üzerinde bir miktar düşünme fırsatı bulanlar "müslümanlık yoksa, Türkiye de yok" hükmünün tartışılmaz bir gerçeği dile getirdiğini teslim edeceklerdir. Bu durumda solun bir siyasî kanat olarak ülke

91

yönetiminde yer alabileceği görüşü gizli veya açık biçimpişmesinden önce de, piştikten sonra da kendilerini anlama alanına sokmaya çalıştıklarını söylemek aklı ba

Page 46: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 46/70

yönetiminde yer alabileceği görüşü gizli veya açık biçimde Türkiye'de İslâmî bir dönüşümün gerçekleşmesi önüne dekilmiş en zorlu psikolojik engelin güçlendirmesi anlamına gelir. Türkiye'de sosyalist olsun vaya olmasın solne bir kanat olma gücene sahiptir, ne de kuyruk.

Meselenin aslı müsiümanlarm kendi düşünce vedavranış kaynakları ile dünyanın aldığı şekil arasındakiilişkiyi nasıl yorumlayacakları, hangi usûllerle kâfir tasallutunun bertaraf edilebileceği tartışmalarında odaklanır. L iberaller dinin yerinin sosyal hayatın sadece birkesiminde tanınabileceğini ve hayatı idame ettirme faaliyetlerinde gayri müslim, müslim aynını yapmanın gereksiz, hatta engelleyici olacağını savunacaklardır. Buna karşılık müslümanlar bizatihi hayatı idame ettirmefaaliyetinin bir ibadet olduğunu savunacaklar, bu ibade

tin eğer müslümansak İslâm'ın bize öğrettiği, yol gösterdiği şekilde yerine getirilmesinin kaçınılmazlığını vurgulayacaklardır. Böyle bir tartışmada çiğ tavuğun pişmiş tavuğun ve komşunun tavuğunun diyecek bir sözüolmamak gerekir .

Dünyada da, Türkiye'de de bir çatışma varsa bu, anlamaya açık olan insanlarla, anlamamakta direnen insanlar arasında cereyan etmektedir. Anlamaya açık insanlar (ki müsiümanlarm bu insanların ön saflarında olmaları tanım gereği zarurîdir.) hayatın idamesi ile hayatın manâsını birbir inden ayırmama çabası içinde bulunanlardır. Eğer insan yaşama savaşını sürdürdüğü sırada kâinatın mahiyeti, varlığın ne olduğu, kendisinindünyada bulunuş hikmeti, kendini Y aratanın hangi yolu gösterdiğini düşünmeye gerek duymadan hayatımsürdürmeyi seçmişse kendi kendini hamakate mahkûmetmiş olur. K endini anlamaya kapamıştır. Tavukların

92

lama alanına sokmaya çalıştıklarını söylemek aklı başında herhangi bir insan için mümkün değil.

93

bir blok oluşturamadıklan yolundadır. O halde dünyad ki k kl ğ b bi b l d ? E ki

Page 47: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 47/70

ÖZGÜRLÜK BEDAVA DEĞİLDİR

Dünyanın karışıklıktan kurtulmadığını söylediğimiz zaman bir gerçeği değil , bir gerçek karşısındaki duygusal tepkimizi dile getirmiş oluruz. Belki dünya bize göründüğü kadar karışıklık içinde değildir ve biz sadeceolan bitene bir anlam veremediğimiz, nelerin, hangi yönde değiştiğini kavramakta yetersiz kaldığımız için dünyayı karışık görmekteyiz. Dünyayı karışık saymamızda

sadece bilgisizliğimizin payı önemli yer tutmaz, aynı zamanda kendi yaşama dirayetimizin zayıf oluşu, hedeflerimizin bulanıklığı veya düpedüz hedeften mahrum oluşumuz da dünyayı kanşık saymamızda büyük pay sahibidir. Demek ki düşünce evrenimiz içinde olayları yerleş-tirebildiğimiz oranda dünyayı karışık saymaktan uzakduracağız. Yaşam dirayetimiz güçlendikçe düzenden haberdar olabileceğiz. Hedeflerimizin netleşmesiyle, birhedefi gözden uzak tutmamakla kendimizi karışıklıkiçinde şaşkın addetmekten kurtulacağız.

Şu anda haber ajanslarının projektörleri Rusya,Çin ve Doğu Avrupa gibi yakın bir geçmişe kadar adınasosyalist blok denilen ülkelere çevrilmiş durumda. Ortaklaşa edinilen izlenim günümüzde bu ülkelerin sosyalist vasıflarının tartışmaya konu edilebileceği ve artık

94

daki karışıklığın sebebi bu sarsılma mıdır? Eski sosyalist blok çok kısa bir süre sonra hızlı gelişen hareketlerinkaynağı haline geldi. Daha önceleri etkileyen unsurlardan biri gibi görünürken, şimdi etkilenen bir zemindirartık "ikinci" dünya. Karışıklıktan etkilenen Orta-Doğu,meselelerinin hiçbirini çözüme bağlamaksızın bir bekle

me aşamasına geçti. Fakat bu seçkin bir bekleyiş değil.Orta-Doğu insanı zengini fakir iyle, nüfuz sahibi olanlarıve acz içinde kalanlarıyla tümden huzursuz, kıpır kıpırbir bekleyişi yaşıyor. Benim için hangi planı uygulamayasokacaklar! Neyi kurtarmak için neleri feda edeceğim?Orta-Doğulunun korku içinde cevap bulmaya çabaladığısorular böyle. Yaşadığımız günlerde Türkiye’nin ajanshaberlerini meşgul etmese bile Afrika kıtası doğusundanbatısına, güneyinden kuzeyine kadar bir bütün halindeaynı beklemenin, aynı çözümsüzlüğün içinde sayılır. Pasifik ülkelerini de bu yargıdan uzak tutamayız. Diyebiliriz ki projektörlerin yeryüzündeki şu veya bu noktadaodaklaşması, yaşanan karışıklığa bir izah getirmedeyardımcı olamıyor. Bilakis, bir belli bölgede kendinemahsus bir mesele olduğu zannı bizi karışıklığın temelsebebini farketmekten alıkoyuyor.

Sosalist blokun çözülmesinde, bekleyen Orta-Doğumeselesinde, Afrika'nın görmezlikten gelinen yarasında, Pasifik ülkelerinin tedirgin ve sallantıl ı dinamizmin

de ortak bir taraf vardır, bu ortak taraf karışıklığın açıklanmasında vardığımız birinci basamak sayılabilir. Birdevlet olarak ABD bizim karşılıklık gibi algıladığımızher olayda önemli bir unsurdur. Ya çatışan taraflardanbiridir, ya da çatışan taraflardan birini desteklemektedir veya çatışan taraflardan biri ABD'nin desteğini taleb

95

etmek için çabalamaktadır. ABD bir mil let, bir halk olarak değil bir devlet bir siyasî İktisadî kompleks olarak Dünya sistemi dediğimiz zaman iki şeyi birlikte gö-

Page 48: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 48/70

rak değil, bir devlet bir siyasî, İ ktisadî kompleks olarakdünyanın her yerindedir. İstese de, istemese de. Al tmışlıyıl larda yeryüzünde bir Pax Americana olduğu varsayılır ve ABD'nin dünyanın candamarlığmı üstlendiği söylenirdi. Ne var ki yetmişli yıllarda ABD'nin gerek kendimeselelerini çözmede yetersiz kalışı sebebiyle, gerekse

telkin ettiği çözümleri elde edemeyişi yüzünden dünyasisteminin mutlak hakimi sayılamayacağı görüşü kuvvet kazandı. Buna rağmen, hem yetmişli, hem de seksenli yı llar dünya olaylarının ABD'nin en güçlü müdahil sayılmasıyla değerlendirilebildiği yıllar olarak yaşandı.

Acaba ABD'nin bu vazgeçmezliğinin temelinde neyatıyor? Bu ülkenin finans gücü mü? Askerî üstünlüğümü? Diplomatik mahareti mi? K ültürel zenginliği mi?Bu saydıklarımızın hiçbiri tek başına ABD'nin vazgeçil

mezliğine sebep olarak gösterilmez fakat her birinjjı derece derece etki lediği bir başka husus dünyadaki karışıklıkla ABD arasındaki doğrudan bağı açıklayabilir:Amerika Birleşik Devletleri dünya sisteminin bekçiliğiniisteyerek ve istemeyerek üstlenmiş durumdadır. İsteyerek diyoruz, çünkü ABD İkinci Dünya Savaşı'nm gerçekanlamdaki yegane galibidir. Dolayasıyla savaş sonrasında kurulan düzenin siyasî ve İktisadî bütün avantajları na el koyma gücünü göstermiştir. İstemeyerek diyoruz,çünkü sözkonusu düzenin devam etmemesi halinde refa

hını ve huzurunu kaybedecek ülkelerin ilki ABD’dir. Budurum bir milet olarak ABD'ni k ıskaç altına almış organizasyonun da sonu olacak. Hatırlamak gerekir ki, dünya nüfüsunun sadece yüzde altısı ABD'de yaşadığı halde(%6 yine çıktı karşımıza!) dünya üretiminin yüzde kırkıABD'de tüketilmektedir.

96

zönünde bulundurmak zorundayız. Birincisi yukarıdazikrettiğimiz savaş sonrası status quo'dur. İkincisi isedünya sisteminin XVI . yüzyıldan itibaren gelişim süreciiçinde ortaya çıkardığı pürüzlerdir. Y ani dünya sistemi,bu sistemin kendi istikametinde çalışmasına engel çıka

ran herşeyi bastıracak, aynı zamanda kendini bu günegetiren dayanakların gereksiz ağırlık yapan kısmını temizleyecektir. Sistem ayakta kalabilmek için bu günekadar her iki fonksiyonunu da yerine getirmiştir. Amabu ilelebed aynı gücü gösterecektir anlamına gelmez. Bizsistemin çöküşünü ancak önündeki engeli aşamadığınıve/veya gereksiz yükünü atamadığını farkettiğimiz zaman anlayabileceğiz. Bugün ABD'nin yükünü taşıdığıdünya sistemi kendi gücünü artıran her yeniliği destekleyecek, böylelikle fiilen sisteme bağlanmayı temin eden

bir gelişmeyi körükleyecek; böylesi bir gelişme içinde doğabilecek muhalif unsurları köstekleyecek ve arzuladığıgelişmenin gerisinde kalan nesne ve ilişkileri de silip yo-kedecektir. Eğer dünyada bir karışıklık varsa bunlarınhepsi dünya sisteminin üç yöndeJ ierleyen gücünün birsonucudur. Birinci yön yeni pazarlar açma uğruna tutulan yöndür. Böylece sistemin avı olabilecek kadar beslenen toplumlar ortaya çıkar. Bu toplumlann ne kadar semiz olacakları önemli değildir, önemli olan yenebilecekkadar et tutmalarıdır. İkinci yön semiren toplumlann

daha az semiz olanı kendine av seçmesine engel olmakiçin veya biraz aklı eren toplumlann kendi başlannın çaresine bakmak üzere seçtikleri yollan tıkamak için tutulan yöndür. Üçüncü yön ise, sistemin eğreti olarak desteklediği ve kısa bir dönem desteğine çok muhtaç olduğubazı toplum kuruluşlannm,.bazı alışkanlıkların ve bazı

97

yerleşik değerlerin sökülüp temizlenmesi için gerek du- edilen status quo, sonra dünya sistemine karşı hangi al

Page 49: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 49/70

yulanyöndür.

Nerede bir karışıklık görürseniz bilin ki bu üç yönden biri, ikisi veya üçü belli olanlarda işleyiş göstermektedir. Bir ülkenin, bir etnik grubun, bir İktisadî gücündesteklenişi, kösteklenişi ve gömülüşü bariz biçimde sis

temin üç yönlü çalışmasına bağlıdır. Rusya'da, Çin'deolup bitenleri bu ölçülere vurarak değerlendirmek gereklidir. Güney Afrika Birl iğinin ve İsrail'in dünya sistemikarşısındaki yerlerini bu ölçüler dahilinde hesaba katmak zorunludur. Dünya sisteminin Sovyet Rusya’yı çökertip dağıtacağını, Çin'i açık pazar haline yeniden getireceğini sanmak sistemin çıkarlarının nerede olduğunufarkedememek demektir. Sistemin İ srai l'i ve Güney Afrika Birliğini de sonuna kadar ve şartsız destekleyeceğini farzetmek de bir büyük hata olur. Sistem desteğini de

engellemesini de sadece kendi hayatiyetini koruduğu derecede devreye sokacaktır. Bu sebeple Balkan ülkelerinde hiçbir uzlaşma alanı bırakılmayacak, Orta-Doğu ülkeleri de hem iç kargaşalık içine salınacak, hem de birbirlerini boğazlama pahasına siyasî varlık sahibi olabileceklerdir.

ABD'nin temsilcisi olduğu dünya sistemi bütün toplumlar üzerinde sultasını kurabilecek kadar güçlü vesağlam mıdır? Yeryüzünün her bucağından istediğini

alabilecek gücü gösterip, hiç bir pazarlığa yanaşmadanhükmünü yürütebilecek enerjiyi nereden sağlıyor? Dünya sistemi dediğimiz bu düzen içinden patlama, dışındantahrip olma ihtimali karşısında değil mi? Bu sorularıncevabı, tıpkı karışıklık konusunda elde ettiğimiz tutamak noktalan esas alınırsa elde edilebilecek türdendir.

 Yani dikkat edilecek nokta öncelik le 1945 sonrası ihdas

98

ternati f veya latematiflerin gerçek bir imkânı temsil ettiği, üçüncü olarak da geçmişten devralınan değerlerinhangilerinin sisteme kan pompaladığının ve hangilerinin sistem karşısında birer engel olduğunun tesbitidir.

Bu noktalar bir bilgi donatımı, aşama dirayeti vegözden uzak tutulmayan hedefler hesaba katılarak elealındığında bugün hemen hemen bütün toplumlar üzerinde sulta kurduğu kabul edilen sistemin gerçek gücesahip olmadığı ve sağlamlıktan mahrum olduğu görülebilecekti r. Farkedılmesı perekftn şev dıinva sistemininenerjisini ne teknolojik üstünlükten, ne İktisadî etkinli-ğiflj jeçL-ne de siyasî yapının kemikleşmesinden aldığıdır.Dünya sisteminin bütün gücü 1945 sonrasında yürürlüğe konan beyin yıkama faaliyetinden gelmektedir. Beyinyıkamanın temelinde "hür teşebbüs" vardır, fakat yürürlüğe sokulan faaliyetin mahiyeti gereği "özgür bilinç" ko-nu dışı tutulmuştur.

Görünüşe bakılırsa günümüz dünyasında otoriterdevlet yönetimlerinden bir uzaklaşma, sert siyasi rejimlerden kurtulma hareketleri yaşanıyor. Yine görünüşegörü diktatörlüklerin takibatından kurtulabilenler demokratik ideallen benimsemiş ve uygulamaya geçirmişyönetimler tarafından himaye edilmektedir. Dünya sis

teki "serbestiyet' taraftan görünmek için azami gayretsarfettiğini saklamıyor. Sakladığı şey serbestiyetin yal nızca daha kârlı olmaya tanındığı, daha bilinçli olmayaise hiç bir serbestiyet verilmediğidir. Bilindiği gibi 1945sonrasında M usolini, H itler ve S t ali n gibi diktatörTerinşahsında bütün otoriter yönetimler lânetlenmiş, "kö-tu'nün adı konmuş, buna mukabil "iyi'nin ne olduğu hu

99

susu sessizlikle geçiştirilmiştir. Beyin jjkama, iyinin nema kolaylıklarına razı olup muhalefetten vazgeçenlered ğl E dü i t i i bi ü ü d

Page 50: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 50/70

g ç ş ş y jj , yoîSugunun düşünülmemesi yönündedir•Y ıkanmış beyinler en fazla kötüden uzaklaşmayı kavrayabilmekte ve

bu .kaçısın bizatihi iyi. İyilik oldttgmffl zannfetıpskie*

dirler.

Sanki dünyada sebepsiz ve mücerret baskı rejimleri

yaşanmış ve yaşanmaktadır. Sanki diktatörlükler karşısında sebepsiz bir direniş gösteren, mücerret serbestl etrejimleri yer almıştır, yer almaktadır. Dünya sistemininböyle çocuksu bir zıtlıklar tablosu çizmekte ısrarlı davranmasının bir sebebi olsa gerek. Bu sebebi "dünya sisteminin alternatifini arama" çabaları içinde bulabiliriz.Eğer alternatif aramıyorsanız dünya sistemi size bedavaözgürlük veriyor. Dünya sisteminin bir bucağından başka bir bucağına kaçma şansınız her zaman var: Yeter kısistemi içinden patlatacak veya dışından tahrip edecekherhangi bir ideale bağlanmış olmayasınız. Eğer böylebir idealiniz varsa, bir "dava" adamıysanız işiniz her yerde aynıdır. K aldığınız yerde yapacaklarınız gitiğiniz yerde yapacaklarınızdan farklı değildir. Lâkin kendilerinebedava özgürlük verilenler, ellerine geçenin özgürlük olmadığım, hissettikleri bedava serbestiyetin sadece biruzlaşma gevşekliği olduğunu er geç farkedeceklerdir.

Bedava özgürlük bir insana rahat fakat haysiyetsizbir yaşama şansı tanımanın bir şeklidir. Diktatörlükten

kaçarsınız, fakat sığındınız otoritenin de sizden bekledikleri vardır. Bu beklediklerinin başında da "itaat" gelir. Bedeva özgürlük denilen şey, şu veya bu sebeptenötürü bir otoriteyle uzlaşmazlığa düşmüş kişinin, kendine uzlaşabileceği bir otoritenin şemsiyesini sağlamasıdır. Özgürlüğün bedava olanını dünya sistemi sadecediktatörlüklerden kaçanlara değil, aynı zamanda yaşa

100

de sağlar. Esasen dünya sisteminin bir gücü varsa o dasistem içinde "refah" .ırama çabalar ının yaygınlaşmasında aranmalıdır .

 îşin püf noktası, 1945 sonrasında ihdas edilen sta-tu sjpıo'nun devletleri milletlerden koparmasını başar-

mış olmasındadır. O kadar ki dünya sisteminin bekçiliğini üstlenmiş olan ABD bir siyasi organizasyon olarakAmerika toplumunun gerçek özlem ve menfaatleriniyansıtmaktan çok uzaktır. Zengin veya fakir, denetleyenve denetlenen, doğulu veya batılı , kuzeyli veya güneylibütün toplumlarda milletle devlet arasında ciddi boşluklar vardır. Sözkonusu boşluk, yani uçurum dolayısıylaher iki taraf da korkuya kapılmaktan geri duramaz. Ohalde sisteme bir alternati f aranacaksa, bunun devletlemillet arasındaki uçurumu ortadan kaldıran çabalarda

aranmak gerektiği fikrini tereddütsüz kabul etmek gerekir.

Devlet millet arasındaki uçurumun kapanması demek her toplumun geçmişten devraldığı değerleri dünyanın şimdi içinde bulunduğu şartlar karşısında yenidenyorumlaması anlamına gelir. Böyle bir yorum elde edilebildiğinde ise mücerret demokrasi, bedava hürriyet,kâbus diktatörlükler dolayısıyla sürdürülen beyin yıkama hükmünü yürütemeyecektir. Milletle devlet arasın

daki uçurumun kapanması 1945'ten bu yana doğmuş bulunan icazetli yöneticiler ağınm parçalanması sonucunudoğuracaktır. Yani her ülkedeki idari kadronun kendinebir başka ülkenin idari kadrosundan destek aramak yerine yönetiminde bulunduğu ülke isnanmdan güç alarakve o insanlara güç vererek bir savunma hattı kurmalarımümkün olacaktır. Bir toplumun kendine mahsus de

101

ğerlerinin ne ithal ne de ihraç edilemeyeceğinin anlaşılmasıyla dünya sisteminin dağıttığı bedava özgürlük ge

Page 51: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 51/70

masıyla dünya sisteminin dağıttığı bedava özgürlük geçersiz kılınabilecktir. Şimdilik dünya da böyle bir işi başarmış ülke yok. Ama bunun başarılmasını zorunlu sayan bir çok insan var.

Özgürlüğün bedava olmayacağı, olamaycağı fikri

bir Müslümanın Sünnet-i Seniyye'den kolaylıkla edinebileceği bir fikirdir. Özgürlüğe kavuşmak Mekke'nin fethine ulaşmaktır. Fetihten sonra hicret yoksa, bundanşunu anlamalıyız ki hicret mutlaka fethi icabettiri r. Ne-caşî ensar değildir. Ensar Medine'dedir ve muhacirleridavet eden onlardır. Bütün bu vakıalarda hiç bir karışıklık yoktur. Dünya dün olduğu gibi bugün de sadece hedefiolmayanlar için veya hedefi şaşIrmışlar için karışıktır.

102

DEVLET, ORDU, GENÇLİK, MİLLET

Çağımızdaki sosyal huzursuzlukların, siyasi didişmelerin, iktisadi açmazların ve hangi zümreye, hangidüşüncelere bağlı olursa olsun bütün insanların bunalıma düşmelerinin temelinde bir boşluk bulunduğuna inanıyorum: Devletle millet arasındaki boşluk. Yani yeryüzünde hükümranlığını devam ettiren devletler yetkilerini ve etki güçlerini görünürde temsilcisi oldukları millet

lerin çıkarlarını savunmak üzere kullanabilecek kadarinsan tabanına, böyle bir tabanın güvencesine sahip değiller. Buna mukabil yeryüzünde irili ufaklı öbekler olarak dağılmış milletler bekledikleri başarının güvencesiolarak kendi devletlerini görme rahatlığını elde bulun-duramıyorlar. Devletler milletlerine, milletler devletlerine güvenemiyor. Bu kaidenin yoksul ülkeler bakımından, denetim altında tutulduğu belirgin olan ve beynelmilel alanda sesini duyurmada yetersiz kalan ülkeler bakımından yürürlükte olduğunu kabul etmenin kolaylığını bil iyoruz, ama bu kaide zenginliği tartışılmayan, denetim merkezlerinin odaklandığı ve her beynelmilel meselede etkinliği hissedilen ülkeler içinde geçerlidir. Diyebiliriz ki dünya sisteminin işleyişinden en büyük rantıalan, pastanın kremasını yiyen ülkelerde de devletle mil let arasında bir boşluk vardır.

103

Page 52: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 52/70

şürmekle hükmünü yürütebilmektedir. Dahada kötüsü,birbirine düşen milletlerden herhangi biri bu içine gir

cağımız sonuç devletin devlete, mil letin mil lete benzediği hükmü olamıyacaktır. Dolayısıyla hiçbir devletin di

Page 53: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 53/70

birbirine düşen milletlerden herhangi biri bu içine girdikleri belâdan kârlı çıkarak sıyrılamamaktadır, çünkütaraflarca anlaşılabili r veya taraflarca anlatılabil ir bir"dava" gütmekte aciz kalmaktadır: Devletle millet arasında boşluk vardır.

Durumun tersine dönmesi ve kimin hangi meseleyiçözmek üzere harekete geçtiğinin anlaşılabil ir ve anlatı-labilir şekle bürünmesi mümkündür. Yani devletle millet arasındaki boşluk ortadan kaldırı labilir . K ökleri ro-mantizme uzanan ve X I X viizvılrila-Hnğııp XX yı'izvıl Av-rupasıni kasıp kavuran iHp.nlnjilftr yüzvüze geldikleridehşet verici insanlık traiedisnin sona ermesini devletlemUTetarasındaki boşluğun ortadan kaldırılmasına de-ğil, devletin veya milletin yahut her ikisinin birden kaldırılmasıyla mümkün olacağım ileri süren bir çırpınışı

yan sıtırlar. Sağcı ve solcu bütün ideolojilerde aksayan veinsanlık trajedisini derinleştirmekten başka bir sonucavarmayan taraf, devlet ve millet kavramlarını tektipleş-tirme eğilimleridir. "Her"tâeoloiinin devletin nasıl devletolduğu ve mil letin nasıl millet olduğuna dair kendi öncül-lerine uygun bir açıklaması vardır. Bu açıklamanın kendi yanlarındaki güçlere göre değeriyle, kendilerini hasımsaydıkları güçlere göre değerini eşit veya benzer sayarakharekete geçmişlerdir.

Devlet dediğimiz bir teşkilât, millet dediğimiz debir insanlar topluluğu değil midir? Birincisinin yapısını,İkincisinin ise davranışını farkedersek ve sonra yapılararasında ve davranışlar arasında ortak noktalan bulabilirsek bütün devletleri ve bütün milletleri biri diğeriylekarşılaştırılabilen incelik ve niteliklerle ifade edemezmiyiz? Bu sorulan "evet" diye cevaplandırsak bile vara

106

ğ y y y çğerine, hiçbir milletin ötekine kendi çözümünü tekli f etmesi mümkün değildir. Nasıl devlet ve millet arasındakiboşluk her toplumda nev'i şahsına münhasır özellikteise, bu boşluğun giderilme yöntemleri de birbirindenfarklı olacaktır.

Devletlerin ve mil letlerin birbir lerine benzer gö- ^rünmesine yol açan etkiler teTcnoiöjınin yaygınlığındanve finans şebekelerinin nüfuzundan doğmaktadır . Yanibenzerlik mekanizasyon ve mekanizma sebebleriyledir.İnsanlar, insan elinden çıkma, ama insansızlaştırılmışbir eşyalar evreninde, görünürdeki bir homojenizasyonuve standardizasyonu kabullenmiş gibidirler. Aynı markaürünü kullandıkları, aynı kalıplarda cereyan eden münasebetleri sürdürdükleri için devletlerinin de "türdeş"

olduğu yanılgısı doğabilmektedir. Gerçekte devlet de,millet de sadece "insan" özellikleriyle vücut bulabilenolaylar aracılığıyla bilinebilen gerçeklerdir. Devletlemillet arasındaki boşluk insanın devre dışı kaldığı me-kanizasvonunun ürünüdür ve dünya sistemleri dediği-miz baskı mekanizması böyle bir boşluktan yararlana-rak ömrünü uzatmaktadır. O halde insana dönüş, insanolmaya yöneliş devletle millet arasındaki boşluğu azaltma anlamına gelebilecektir.

İnsana dönüş ibaresini Batı Medeniyetinin temelindeki "hümanizma" kavramıyla kanştırmamak gerekir. Batının bir i lâhiyat düşmanlığı sonucu ortaya attığıinsan-merkezli düşünme tarzı, gerçekte bir soyutlama,insanı fi ili konumundan kopuk bir anlayışla kabullenmeyoluydu. Bu düşünme tarzının yapısındaki soyutluk yüzünden kolayca insan aleyhine dönen ülkülere saptığını

107

gördük. İnsana dönüş denildiğinde insanın yüklendiğitarih birikimini tasrih etmek ve tenkid etmek anlaşılma

yaşayan insanlar üzerinde yön verici bir etkisi olduğusöylenemez. Hatta George Orvvell'in yazdığına göre İngi

Page 54: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 54/70

lıdır. Bu takdirde devleti ve milleti ortaya çıkaran insandan yana ve insana karşı özellikler tanınabilir durumagelir. O zaman başından beri sözünü ettiğimiz boşluğunnasıl doldurulabileceği belirginleşir.

Modem devletlerin doğuşunda ve modem mil letlerin oluşumunda üç esaslı dalga belirleyici rol oynamıştır.Bunlardan birinci feodalizm ile doğu despotizmi arasındaki zıtlıktır. İkincisi erken endüstrileşme ile geç endüstrileşme dolayısıyla ortaya çıkan zıtl ıktır. Üçüneüsüise koloni kurulmasından yarar sağlayanlarla, kolonileşmeden zarar görenler arasındaki zıtlıktır. Son iki bin yı lın insanlık tarihi içinde andığımız bu üç zıtlıktan birinden veya birkaçından etkilenmemiş ne bir devlet ne debir milet vardır. K aba bir basitleştirme modern devletin

ve modem milletin günümüzdeki çeşitliliği içinde bellibir kampı ayırdetmeyi mümkün kılar, bu da hem feodalizmi yaşamış, hem erken endüstri leşmiş, hem de kolonikurmaktan büyük yararlar sağlamış devlet ve millet topluluğudur. Bu topluluk içinde de İngiltere özel bir yer tutar.

İngiltere'de toplum hayatı devletle millet arasındabir boşluk olduğu görüşünü yalanlayacak bir manzaraarzeder. 1989 yazının kurak geçeceği tahminleri üzerineresmi makamlar halka suyu tutumlu kul lanmaları uyarısında bulunmuştur. İfade edildiğine göre İngiltere’desavaş zamanlarında bile alınacak tedbirler halka sadecebildirilir ve uymayanlar için cezaî müeyyide tehditi yoktur. Yani millette devlete karşı kendi lehine karar aldığına dair bir güven doğmuştur. İngiliz polisinin silâh taşımadığı övgüyle vurgulanır. Silahlı kuvvetlerin ülkede

108

y g y ğ g gliz ordusu ahali tarafından alaya alınmak endişesi yüzünden ülkede resmi geçit bile yapmaz. Buna mukabilİngilizler'in savaş vukuunda neferinden generaline kadar dövüşken kesildikleri bilinir. Oysa İngiltere bir Birleşik Krallık'tır. Y ani Galler, Ülkesi Ve İskoçya ile birlik

te üç milletin, üç devletin birl iği söz konusudur.

Bir ülkede ordu, sivil hayatın akışında belirleyicibir rol üstlenmemişse, rolünü ülke çıkarlarının yabancılar karşısında savunulması işleviyle sınırlamışsa ve birülkede gençlik korkulan değil korunan bir kategori olarak hesaba katılıyorsa o ülkede devletle millet arasındaki boşluğun bulunmadığı ileri sürülebilir. Bu bakımdanİngiltere'nin olumlu bir konumu olduğu düşünülebilirsede bu yanıltıcı olacaktır. Çünkü bu ülkede devletle millet

arasındaki boşluk latent (örtülü) olarak varlığını sürdürmekte ve ortaya toplu cinnet şekliyle çıkmaktadır.Bunun belirgin örneğini İngiliz futbol seyircilerinin sergiledikleri şiddet olaylarında görebiliyoruz. Öte yandanülke otoritelerinin cinsi hayatları da dahil olmak Ü2erebüyük bir değer erozyonundan etkilendikleri ve gizli-açık yıkıcılık ilkesine sarıldıkları gözler önündedir. R.D.Laing'in altmışlı yıllarda dile getirdiği gerçek, öneminden hâlâ büyük bir şey kaybetmiş değildir: Orta öğrenimini bitiren bir İ ngiliz gencinin tımarhaneye gitme ihti

mali üniversiteye gitme ihtimalinden yüksektir.

Modem devletin ve modem milletin günümüzdekiçeşitliliği içinde yaptığımız kaba basitleştirmenin beriyakasında doğu despotizmini yaşamış, geç endüstrileşmiş ve kolonyalizmden olumsuz etkilenmiş ülkeler yeralır. Bu ülkelerin gerçekten bir kesim oluşturduklarını

109

Page 55: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 55/70

modernleşmenin besleyip güçlendirdiği millet veya milletlerdir. İkinci modernleşmeye direnerek beslenip güç

Page 56: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 56/70

SON TREN, İLK MİLLET

Devlet ve mil let arasında bulunan boşluğun yeni biraçılımı ve ilgili insanlar hesabına bir kazancı sağlayacakbir tarzda giderilmesi gereğinden, hatta zorunluluğundan sözettiğimiz zaman Türkiye'de yaşayan insanlarınaklına takılacak soruların ilki "millet” demekle neyi kastettiğimiz olacaktır. Çünkü siyaset teorisinin çetin meselelerinden biri olsa bile "devlet" hakkında ülkemiz in

sanları ister günlük hayatlarının akışı içinde olsun, isterse geleceğe il işkin endişelerinde olsun kelimelere dökülmese bile sarahatle kavranabilen bir anlayış sahibiolmuşlardır. Bir devlet yükseliş halinde ise devletten anlaşılan bir amaçtır, düşüş halinde bir devletten anlaşılanda baskıdan başka değildir. Devlet için "ya yükselir, yadüşer" denildiğini biliyoruz. Peki, millet için diyebileceğimiz nedir? Mil let için söyleyeceğiniz, her insan için diyeceklerimizden farklı olmayacaktır: "Ya gürleşir, ya çürür." Milleti gürleştiren ve çürüten etmenlere dokunma

dan önce yukarıdaki sorumuza, milletten neyi anladığımız veya millet demekle neyi kasdettiğimiz sorusunadönmemiz gerek.

Millet dediğimiz zaman ya milliyetçiliğe temel olabilecek bir tür etnik bütünü, ya da irade ve kültür ortaklığının bütünleştirdiği insan topluluğunu anlarız. Birinci

112

lenen bir ümittir. Yani ya modernleşme treninin vagonlarını teşkil eden milletler vardır veya bu trenin raylarına mahkûm olmamayı başlatacak bir millet olacaktır.Bu başarının bizim mensup olduğmuz milletin payınadüşmesini, böyle bir şerefi taşıyan insanlar arasında yer

almamızı düşünerek tutum ve davranışlarımızı ayarlama çabasını öneriyoruz. Teklifimizin neden ve nelerdenmüteşekkil olduğunu önce en yakınımızdakine, sonraderece derece ulaşabildiğimiz çevreye açıklayabilmekiçin dile ilişkin, ideolojiye ilişkin ve tarihin yorumunailişkin bazı zorlukları aşabilmemiz gerek.

 Türkçe konuşulduğunda millet kelimesine siyasîbakımdan iki anlam vermek mümkün, ya Frenk dillerindeki nation (ulus?) sözünün tercümesi olarak veya müs-

lümanları kastederek ümmet kelimesinin yerine geçmek üzere kullanacaksınız. Her iki farklı kullanım birbi-riyle uzlaşmayan ideolojileri besleyecek ve bu iki kul lanımdan birini seçen tarihin yorumunda benzemez yolları seçmiş olacaktır. Gerçekte, millet kelimesinin üzerinde yaşadığımız topraklarda vakıalara, dönemlere ve siyasî iktidarın aldığı şekle göre değişen bir serencamı vardır ve ayrıntılı bir incelemeyle öğrenmeye değer bir çokhususu gözler önüne sereceği kesindir. Ama Türkiye'debu konularda resmî makamların benimseyebilecekleri

kesin bilgilerden kaçınıl ır ve şartların gereği bir tavır takınılarak "vaziyet" idare edil ir ve hayatî sorunlar geçiştiril ir . Böyle yapılmasının sebebi modernleşmeden istifade edenlerin aynı zamanda millet konusundaki sarihfikirlerden zarar görecek bir yerde bulunuşlarıdır . M illetmeselesinin vuzuhtan mahrum oluşu yalnız Türkiye’nin

113

ve Türkçe'nin zorlukları yüzünden doğmuş değildir..Mil-let meselesini kendi sıhhati için, denetim altında tutanülk i l b k d k k dü i

içinde kendine en kolay ve en çabuk güç temin edecek değerleri harekete geçirme mecburiyetini hissetmektedir.

Page 57: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 57/70

ülke ve insanlar bakımından çıkmaza sokan dünya sistemine hakim çevrelerdir.

Modern kültürün bir ürünü olarak millet (nation)hem Fransız ihtilâliniri, hem de Fransızların malıdır.Fransa, XVII.yüzyılda merkezî krallık yoluyla bir yandan dil birliğini sağlarken, öte yandan ticaret kapitalizmi aracılığıyla millî pazarını kurmuş bir ülkedir. Fransa'da kilise önce devletin en güçlü desteği durumuna getir ilmiş, sonra devlet kiliseyi etkisiz kılarak gücünü pekişti rmiştir. Yaşanan çok yoğun tecrübeler sonunda modern zamanların toplum biçimine örneklik edecek bir"millet", Fransa'da doğmuştur. Bünyesinde bir paradoksu taşıyarak nasyonalimz ideoloji kalıbı içinde dünyayayayılmaya başlamıştır. Fransız örneği karşısında Bri

tanya adası millet olma vasfını daha ziyade İktisadî zorlamalara yaslamak mecburiyetindeydi. Nitekim endüst-riyalizmin İngiliz adasında Fransa'ya nisbetle dahaavantajlı oluşu buna bağlanabilir.

Avrupa'nın bütün diğer millet(!)leri Anglo-Fransızkalıplarda etkilendiler. Avrupa kültüründen çok yönlüetkilenen, ama kendine mahsus bir millet olma yolunda(para-mülkiyet-kaba güç milleti) ilerleyen ABD, henüzbaşlangıçta hesaba ağırlıklı olarak girecek özelliklere sahip değildi. Millet olma çabalarım Almanya'da biyolojiktemelli bir ırkçılığa varmasında, İtalya'da Roma İmpara-torluğu’nu canlandırma hülyasına dalmasında, Rusya'da ideolojik kuruntulara (önce Slav ortodoksluğu,sonra Marksizm) tutunmasında şaşılacak bir yön yoktur. Her toplum kapitalizmin baskısı altında millet olabilmek için kendine bir dayanak aramakta, bu arayış

114

ğ g ç ySon üçyüz yılın gelişim şartlan Avrupa milletlerine kendi başlannın çaresine bakmak için bazı tutamaklar sağlamıştır diyebiliriz. Sözkonusu tutamaklar aynı zamanda Avrupalı olmayan toplumlann da başını yiyen etmenler haline kolayca girebildiler.

Asya'nın ve Afr ika'nın toplumları gelişim şartlanve gelişim süreçleri Avrupa'daki toplumlara hiç benzemediği halde belli siyasî, sosyal ve İktisadî kalıplara uymaya zorlandılar. Millet (nation) bu kalıpların en anlaşılmaz olanıdır. Bugün aklı başında hiç kimse Kongo milletinden veya Kamboçya milletinden ne anlamak gerektiğini açıklayamaz. Aynı anlamsızlı k Yugoslavya için de,Suriye için de geçerlidir. Farkına varmamız gereken birtoplumun kültürü ve iradesi arasındaki bağ ise dünya

nın denetim altında tutulan ülkeleri arasında böyle birbağın kolaylıkla kurulamadığını ifade edebiliriz. Asya,Afrika ve Lâtin Amerika ülkelerinde birbirinden kopuküç ierçeFağırl ığıru hissettirir: Sözkonusı T tö^ -türü, toplumun iradesi ve toplumun yönetimi. Millet an-layışımn gügkazanrnası yukarıda andığımız üç unSurarasında, her birini canlandıracak, her bir ine üretkenfıkverecek bir bağın kurulmasıyla mümkün oîabıİmekde-dir. Ne var ki bu ülkelerde toplumun kültürü, iradesi veyönetimi temel tutmayacak şekilde ''oluşturuI muş''2böy

lelikle Asya, Afrika. L atin Amerika ülk l rind yırtıp yapıştırma türünden bir millet anlayışı geçerli kılınmıştır.Bir ülkede kapitalist ilişkilerin gelişme oranı o ülkedemenfaat birliğinin kurulmasını kolaylaştırmakta, dolayısıyla millet ve refah düzeyi birbir ine yakın kavramlarhaline girebilmektedir. Denetim altında tutulan ülkeler

115

de yönetimin toplumun çoğunluğunu teşkil eden ve yönetimin geleceğini teminata bağlayacak olan insan ço

iyi örgütlenen güçleniyor, hem de güçlenen iyi örgütleniyor. Toplumun kültürü para, toplumun iradesi parayı ar

Page 58: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 58/70

ğunluğuna sahip olduğundan yüksek bir hayat düzeyivaadedemeyeceği için ve korunmasını beklediği bir refahdüzeninin zaten o çoğunluğa ulaşmamış bulunduğu birgerçek olduğu için "millet" kısa vadade toplumdaki enköklü İnsanî değerlerin istismarı suretiyle oluşturulmak

istenir.

K ısacası modem dünyanın oluşumuna beşikl ik etmiş ve kapitalist gelişmeden nisbî olarak erken etkilenmiş toplumlarda son ikiyüz yılın olaylarıyla yoğurulmuşbir millet anlayışı vardır. Modern dünyanın hem sebebi,hem sonucu olan bu mil let anlayışının belkemiğini toplumun kültürü ve iradesi arasındaki kaynaşma teşkil etmekte ve toplumun yönetimi bu kaynaşmadan etkilenerek belirginlik kazanmaktadır. Modern millete temel

olan şey dil birliği değildir. İsviçre'de dört dil konuşulduğunu ve buna mukabil Britanya İ mparatorluğunun parçalanması sonucunda doğmuş ABD, Avustralya gibi mil-let(!)lerin ortak bir dilleri olduğunu biliyoruz. İtalya'daherkesin İ talyanca konuşmasına rağmen mutlak bir dilbirliği bulunmadığını da. Aynı şey din birliği için de bahis konusu. Avrupa ve ABD'de katolik veya protestanlıkne birleştiren ne de ayıran bir kültür unsuru olarakönem taşımıyor. Milletin temelini ırk birliğine dayamakda, bazı milletler bakımından gerçekle uyuşmuyor, bazı

milletler bakımından da gerçekçi sayılmıyor. Sonuç olarak Avrupa'da millet anlayışının belirleyicisi olarak sadece refah seviyesi yani menfaat ortaklığı kalıyor.

Menfaatini koruma dürtüsü her ferdi, her insanöbeğini, her meslekî topluluğu harekete geçirebildiği içinher türlü organizasyonun önemi artıyor. Böylelikle hem

116

tırmak olunca toplum yönetimi paranın iktidarı şeklindeortaya çıkabiliyor. Dünya sistemi dediğimiz yapı, bu iktidarın tezâhürü olarak etkinliğini bütün insan toplulukları üzerinde gösterebiliyor. Dünya sistemi menfaatinikoruma dürtüsünü istismar ederek dünya üzerinde in

sanların birliğini sağlayacak bir oluşumu gerçekleştirmiş değil. Bi lâkis insanları para esasına dayalı bir hiyerarşiye zorlayarak bölmüş ve her küçük farktan sisteminişleyişine yarayacak sonuçlar elde etmeye yönelmiştir.Sözgelimi, Avrupa Topluluğu bu topluluğu meydana getiren millî devletlerin tabanını teşkil eden insan öbeklerini homojen kılmaya değil, aralarındaki farkların üsttabakalardaki soyut kategori lere güç kazandıracak şekilde istismarına yönelmiştir. Dünya sistemi içinde vedünya sistemine hizmet edecek şekilde oluşturulan birlikler onlara hücum edebilmek istendiğinde gözle görülüp, elle tutulamayacak bir gücün pekişmesine hız kazandırdığı gibi, sistem doğrultusunda imdat istendiğinde de her insanın muhtaç olduğu bir patrona elverişliaraçları kazandırmaktadır.

 Ygryüzünd; ki devletler de dünya sisteminin birerbirimi gibi çalışmadıkça günlük işleyişini bile temin edemeyen kuruluşlar durumuna düşürülmüşlerdir. Yanibir bakıma dünya sistemi dediğimiz şirketin şubeleri gi

bidirler... Bu şubeler hem bütünlüklerini korumak, hemde sisteme iyi hizmet sunabilmek için ideolojik bir kuruntuya yani milliyetçliğe muhtaçtırlar. Milleti milliyetçiliğe bahane etmenin sonucu her zaman devlet güçlerinin çatışması yüzünden dünya sisteminin kârlı çıkmasına varmakta ve mahallî birimler bu zarardan kurtulmak

117

için çaresiz kalmaktadırlar. Ticarî rekabet acımasız vesavaşlar çok kan dökülecek ölçüde kıyıcıdır. Çatışmalar

ill t iliği b l kt ill tl i t kt d

cak yeni güç odaklarının merkezi devre dışına iteceğinden, tahmin edilemez gelişmeler sonucunda sistemin çö

Page 59: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 59/70

milleyetçiliği beslemekte, milletleri yıpratmaktadır.Çünkü mil liyetçilik, milletin kültürü ve iradesi arasındaki kaynaşmanın bir türevi olarak değil, millet üzerinde hükmünü yürüten organizasyonun soyut ideolojikzorlamalarının uzantısı olarak ortaya çıkmaktadır. Çün

kü milliyetçilik modernleşmenin ister istemez kabul ettirdiği ve Avrupa'daki fikri ve siyasi olaylar yoğunluğundan nasibini almamış insan toplulukları üzerine salınmış tehdittir . Siyasî organizasyon bu tehditi hükmü altında tuttuğu insanlara, insan öbeklerine yöneltir, aynısiyasî organizasyon rakibi saydığı siyasî organizasyonuda bu tehdit karşısında bırakır.

Mil let kavramının mil liyetçliğe temel olacak şekil de modern kültürün bir uzantısı biçiminde anlamanın

insanlığı getirdiği yer bugün yaşadığımız kaostur. Menfaat birliğinden başka tutamak bulunmayan, ama hertürlü ideolojiyi kendine âlet kılabilecek birlikler gerçekte herbirini kıâkıvrak bağlamış bulunan sisteme çalışmakta, onun değirmenine su taşımaktadır. Ama acabadünya sistemi denilen değirmen rahat rahat dönüyormu? Onun kendi açmazları yok mu? Esasen yer yüzündeki milletleri yaşama gücünden uzak tutmaya çabalayarak, devletleri hem çatışmaya, hem de kendine yaramayacak uzlaşmalara zorlayan dünya sisteminin açmazla

rıdır.Dünya sistemi elinde tuttuğu İktisadî gücü eğer bir

ülke veya ülkeler topluluğu bünyesinde koruyacak olursa pazar olarak yayılmama tehlikesi sebebiyle çökeceğinden korkuyor. Aynı dünya sistemi İktisadî gücünüyeryüzü ölçüsünde paylaşıma açacak olursa ortaya çıka

118

keceğinden korkuyor. Sistemin bu korkularını ciddiyealmayan, bu korkulardan habersiz olan veya bilse bilekendi menfaat dürtüsünün gereğini yerine getirenmillî unsurlar önlerinde sadece sistemin açtığı gelişme

yollarının bulunduğunu kabul ediyorlar. Onlara göre insanlık iktisadiyatı, sosyal yapısı, siyasî örgütlenme biçimiyle bir yöne, bir açılıma doğru ilerlemektedir. Teknolojinin icbar ettiği bu gelişim süreci denetim altında tutulan ülkenin ağababalarını telaşa sürüklüyor. Önümüzdeki yıllarda bu konularda ilk fırsatları iyi değerlendirenmiletler, devletler, kuruluş ve şirketler diğerlerine üstünolabilecektir. Böyle bir aldanış içinde içlerinde Türkiye'nin de bulunduğu nice devlet, nice millet kendilerinehayal-meyal gösterilen bu son trene yetişmeye çabalıyorlar.

Bir çıkmazda ne kadar çok ilerlenirse, karşılaşılacak gerçeğin o derecede sert ve acımasız olacağı belli.Millet kavramına milliyetçiliğin hesabına ve modernleşmenin yararına verilen anlam yerini din birliğinin veümmet dayanışmasının gereği olan anlamla değiştirecekse çıkmazın sonuna varmadan dönmek mümkün olabilir. Yeryüzünde hangi toplum olursa olsun millet kavramına yeni bir anlam yükleme başarısını gösteren toplum olma gücünü gösterebilirse insanlık tarihinde yeni

bir çağın açılmasına de  öncülük etmiş olacaktır. Bu bakımdan Türkiye'nin büyük avantajları vardır. Hatta bugüne kadar dezavantaj gibi yaşanan bir çok gelişim belirli bir hedef gözetilerek girişilecek çaba içinde büyükavantajlar durumuna dönüşebilir. Ama her şeyden önce

 Türkiye de yaşayan insanların ilk millet olma iradesine

119

sahip çıkıp, çıkmayacakları önem kazanmaktadır. Bunun ardından kendi kültürel zenginliklerinin neler oldu

Page 60: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 60/70

ğunu farkedip, etmeyecekleri gelir. Nihayet iradelerininve kültürlerinin kaynaşması ile doğacak düşünceninkendi siyasî organizasyonlarında ne ölçüde yansıyabileceği önemlidir. Son trene binmeyi reddedecek iradeyigösterenler, ilk millet olmaya yaraşan iradenin temsilcisi olabileceklerdir.

120

MİLLET ÇÜRÜR, DEVLET DÜŞER

 Yazının başlığını okuyunca sevimli bir yanlışa kapılacağınızı tahmin ediyorum. Sanabilirsiniz ki , ben mil let çürüdüğü için devletin düştüğünü ileri süren bir görüşü dile getirme yanlışıyım. Bu sevimli yanlış çok yaygındır. Meseleleri yakından inceleme hevesine kapılmadanönce benim de kolayca ve seve seve düştüğüm bir yanlıştır bu. Ama hayır, ne milletin çürümesiyle devletin düşmesi arasında doğru orantılı bir ilişki vardır, ne de milletin gürleşmesi devletin yükleşiliyle açıklanabilir. Belkiböyle bir ilişkinin bulunması özlenen bir durumun ifadesidir. Eğer devletle mil let arasında bir boşluk yoksa, yanidevlet t e^latmilkumuâjmnetten b a ^"KıFşey değilse,o zaman devletin niçin düşmekte olduğu sorusunun cevabı milletin çürümekte bulunuşuyla verilebilir. Yoksamilletin gerçeği devletin gerçeğinden bağımsızca ele alınabilir.

Modern siyaset bilimçileri yeni zamanlarda, enazından Fransız ihtilalinden itibaren dünyada millî devletlerin doğduğunu söylemeyi çok severler, hatta dahaileri girip bir "nation-state" yani, tercüme uygun düşür-se, bir "millet-devlet" kavramının doğduğunu ileri sürerler. Böyle bir düşüncenin siyaset bilimi okutan profesör

121

lere büyük bir teorik kolaylık sağlamaktan öte bir yaranolmamıştır. Daha doğrusu, olmayan bir mill î devlet kav

d l l dü i t idi A

ye yatkınız. O kadar ki uzun yıllar boyunca üzerimizdekikâfir tasallutunun, devletin İslâm umdelerinden uzlaşması sebebiyle çekilmez hale geldiğinde inanmışız Bu

Page 61: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 61/70

ramından yararlanan yalnızca dünya sistemidir. Aynıdünya sistemi gerçekleşecek bir millet-devlet bütünlüğünden en büyük yarayı alacak gibi görünmektedir.

Dünyanın her yerinde millet adına hareket ettiğini

iddia eden, milletin temsilciliğini üslendiğini ileri sürendevletler vardır. Gariptir ki herhangi bir tehlike karşısında kaldığı zaman sözcüsü olduğunu söylediği milletedaha çok hareket serbestisi tanıyan bir devlet dünyanınhiçbir yerinde yoktur. Bir devlet, bir başka devlet tarafından tehdit edildiği zaman önce kendi mil letini inkıyadettirmekte, milletten fedakârlık istemekte (gerektiğindebu fedakârlığı zorla koparıp almakta) ve daha sonra düşman devletin kendine inkiyad ettirdiği düşman milletlehesabını görebilmektedir. Ortada bir millet-devlet bü

tünlüğü bulunmuş olsaydı, belki durum tersine dönecek,tehlike karşısında kalan millet devletini yönlendirip etkinliğini artıracaktı. Devletin milleti inkıyad ettirmesiyerine milletin devleti muktedir kılması gerekecekti.Oysa modern devletin işleyişi soyut "iktidar" eliyle millete yaşama biçimi tayin etmek şeklinde tecelli etmektedir.

Sözkonusu tersliğin yukarıda sözünü ettiğimiz yanlış anlamadan doğduğunu, mil letin dinamikleriyle, devletin varlık sebebinin henüz ortak titreşimlere ulaşmadığını farketmek zorundayız. Bunu farkedemeyecekolursak varacağımız nokta bizim için hazır lanan mapus-hanenin ne kadar rahat olduğuna inanıp kapatıldığımızparmaklık lara övgüler düzme noktasıdır. Bizler moderndünyanın şartlandırmaları altında milletin kaderiyledevletin kaderinin birbir ine bağlı olduğunu kabul etme

122

ması sebebiyle çekilmez hale geldiğinde inanmışız. Bukonuya açıklık getirmeden önce milletin ve devletin hayatiyetinin farklı temelleri olduğu hususuna eğilmemizgerek.

Millet bir ili şkiler bütününden, devlet ise amaç bir liğinden doğar. Herhangi bir topluluk insan-insan, in-san-tabiat, insan-Al lah i lişkilerinde ne kadar çok ortakdeğer sahibi ise o kadar millet olma vasfına yaklaşmışsayılır. Devletin ortaya çıkması için ise yapılacak bir "iş"üzerinde anlaşmış olmak, bir amaç birliğine erişmek ye-terlidir. Gerçi amaçta ortak bir insan topluluğunun müşterek değerleri olması amacın gerçekleşmesinde kolaylaştırıcı bir etken olabilir, ama ortak değerlere yaslan-maksızın da amaç uğruna birleşilebilir, hatta bazı du

rumlarda farkl ı değerlere sahip insanların amaç birli ğidevletin kuruluşunu hızlandırabili r. Çünkü yapılacak o"iş" bir yönüyle bazı olumlu değerlerin devreye sokulmasını gerektirebildiği gibi, başka bir yönüyle de olumsuzbazı değerlerin işleme sokulmasını gerektirebilir.

İlişkiler bütüftü milletin hayatiyetini temin etmekle kalmaz, aynı zamanda ne türden hayatiyete talip olduğunu veya hangi ilişkilerin ortadan kalkmasıyla hayatiyetini kaybedebileceğini de gösterir. İlişkilerin şu veyabu şekilde cereyan etmesinin temelinde topluluğu mey

dana getiren fertlerin kendilerini nasıl tanımladıklanyatar. Bu esas tanımlama varlığını hissettirdiği sürecemilletin varlığını devam ettirir. Türkiye'de İslâm'ın toplum hayatındaki şekle bağlı etkinliğini ortadan kalkmasına rağmen Müslüman bir milletin devamından sözede-bilmemiz topluluğu meydana getiren ferdlerin kendileri

123

ni Allah'ın kulu, I luhammed'in ümmeti saymakla oluşan değerlerin hâlâ belirleyici rol oynamasındandır.Avurpa'daki Lâtin-Cermen farklara, Katolik-Protestan

Mi li etin çürümesinin şartları ili şkilerin çözülmesiyle;devletin düşüş şartlan da amacın kaybolması ve eyleminsönükleşmesiyle doğar

Page 62: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 62/70

Avurpa daki Lâtin Cermen fark lara, Katolik Protestandüşmanlıklara ve demokratik-totoliter zıtlıklara rağmen bu kıtada bir milletin (aynı mil letin) yaşadığm düşünmemiz Avrupa milletinin(!) asırlardan beri Allah'ı insan suretinde ve insanı da Allah nisbetinde saymakla

oluşan değerlerin ürünü gibi tezahür edişidir. Nasıl T ürkiye’deki milletin en derindeki niteliği Batılılaşma öncesi ve sonrasında özünü korumuşsa, Avrupa da feodalizmini, kolonyalizminTve^apiîaTfzmîhi ântropomorfik değerlerinin uzantısı olarak yaşamıştır. Avrupa’da milletin millete benzemezliği sözkonusu edilebilirse farklarantroporfızmin altında kalan basamaklara dayandırılarak ortaya konabi]ir^,İşîâm dünyasında milletin milletebenzemezliğinden sözedebilmek için de kulluk ve ümmetbilinci altında kalan özelliklerden başlamak zorunlulu

ğu vardır.

Devletleri ortaya çıkaran amaç farkları istilâ etmek, hükümranlık tesis etmek, refahı teminata bağlamak, eldeki kazançları korumak gibi noktalarda toplanır. Devletin eylemine katılmak devlete katılmaklaeşanlamlıdır. Devletin amacı istilâ ise her müstevli devlettendir ve devlettir. Devlet amacını, eylemini eldekikazançları korumakla sınırlandırmışsa devlete dahil olmak için kazancını koruma amacını benimsemek ve ka

zancını koruma eylemine koyulmak devlete iştirak etmek için veya devlet olmak için yeterlidir. İşte bu göstermeye çalıştığımız sebepler yüzünden devletle milletinsıhhat şartlarını müşterek esaslar dahilinde kavramakve izah etmek mümkün olmamaktadır. Bu yüzden milletçürüdüğü için devletin düştüğü iddiası tutarlı değildir.

124

sönükleşmesiyle doğar.

Milletin gürleşmesi kendine hayatiyet veren ilişkilerin kuvvet kazanmasıyla gerçekleşir. Bu anlamda milletin özünde (nomosunda, namusunda) yatan değerlerininsan-insan ilişkilerinde müşahhas hale geçmesi milletin gürleşmesi demektir, insanlar arasında dayanışma,güven, ahde vefa, hakkı gözetme, cesaret ve açıklık gibideğerler geçerlil ik bakımından ön sırayı alır, tnsanlanninsanlarla münasebetinde böyle değerlerin belirleyici vebaskın yer tutması insanın tabiat içinde hangi konumukabullendiği ile bağlantılıdır. Milletin gürleşmesi insanların tabiatla münasebetinden ötürü insanlarla münasebetini ayarlaması sayesinde olur. Yine de ilişkiler zinciriburada son bulmaz. Tabiatla ilişkinin doğru, sağlıklı v î  

canlı kılınması için insanın kendi durumunun Allah karşısında ne anlam taşıdığını bilmesi gerekir. Yani insanınsosyal, kozmik, ilahi bağlantıları bir bütün oluşturmaklabirlikte hiyerarşik bi r düzene de sahiptir. M illetin gürleşmesi değerler silsilesi içinde daha güçlü olanın az güçlü olana güç sağlaması biçiminde gerçekleşir.

Milletin çürümesi de bu ilişkinin ters çevrilmesi yüzünden olur. Yani insan-insan ilişkileri belirlediği içinbelli bir insan-tabiat ilişkisi kurulur ve böyle bir i lişkininuzantısı olarak da (kabul veya reddedilen) bir ilâhî bağlantı kavranılmaya çalışılır. Milletin çürüyüşü halindede insanlar arasında muamelat devam eder, ne var ki buişlemler gizlilik, korku, gıybet, döneklik, tehdit yoluyladevamı mümkün kılınabilen işlemlerdir.

Bu sözler karşısında şöyle bir soru akla gelebilir:

125

Çürümüş haliyle bile olsa bir milletin devamım kavrayabilmek kolay, çünkü özü boşaltılmış haliyle dahi insanların biçime ilişkin faaliyetleri yerine getirerek topluluk

yan bu eğilimimiz hoşumuza gitmeyen gerçekleri görmekten bizi kolaylı kla alık oyabi İm ektedir. Yanlışımızsevimlidir, çünkü olması gerekeni var saymaktan doğ

Page 63: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 63/70

rın biçime ilişkin faaliyetleri yerine getirerek topluluközelli klerini koruyabildiklerini görüyoruz. F akat yükselmesi durmuş ve çöküşe uğramış bir devlet nasıl oluyorda çöküşü devam ettiği halde varlığını koruyor? Yani ortada ulaşılacak bir amaç olmadığı halde devlet, veya dev

letler niye hâlâ var? Hemen belirtmemiz gerekir ki amacıolmadığı halde varlığını koruyan devlet ne geçmişte olmuştur ve ne de şimdiki zamanda raslanabilmektedir.Muz cumhuriyetinin, kukla devletlerin, sömürgecilerinsömürülerini devam ettirebilmek için derme çatma ihdas ettikleri devletlerin bile bir amacı vardır: iktidara elkoyan zümrenin elde tuttuğu çıkarları koruması. Böylebir amacın bir devlete ikbal sağlayacak hiçbir temele sahip bulunmadığını ileri sürebilirsiniz. Buna itirazımyok. Nitekim amacı iktidara el koymuş zümrenin eldetuttuklarını korumakla sınırlı olan devletlerde uygulamaya konulan yegane "iş" dünyası sisteminin gerekleri:ne toplumu kurban etmekten ibarettir.

Şimdi yazının başında sözünü ettiğimiz yanlışınuzantısı olarak niçin sevimli olduğu ve bu yanlışın uzantısı olarak niçin bizim uzun zaman devlet İslam umdelerinden uzaklaştığı için üzerimizde kâfir tasallutununarttığına inandığımız meselesine dönebiliriz. Yanlışımızsevimlidir, çünkü bir iyi niyetten doğmaktadır. Bizler

toplum olarak varoluşumuzun temelinde yatan değerlerin zorlamasıyla dinin milleti ortaya çıkardığına ve dinindevletten ayrılmayacağı oranda devletin milleti (temsildeğil) ifade ettiğine, bunun kaçınılmaz sonucu olarak damilletin devletle bütünleşmesinin vazgeçilmez sayılacağına inanma eğilimindeyiz. Yüzyıl lar öncesinden başla

126

g y ğmakta ve bir bakıma varlık kazanmasına da imkân veren yolu açık tutmaktadır.

Osmanlı devletinin çöküşü teşkilâtı sağlayan gücün İslâm'dan kopuşuyla açıklanamaz, çünkü devlet çö

küşünü geciktirebilmek için milletin İslâm'a bağlılığından medet ummuştur. Milletin gürlüğü devletin düşüşüne yine de engel olamamıştır. Burada Osmanlı devletinin bir gaza beyliği olarak ve diğer gaza beylikleri karşısındaki tutumu ile birlikte kuruluş şartlarını inceleyecek değiliz. Devletin yükselişinde sosyal etmenlerin neyönde rol oynadığı bilindiğinde umulmadık gerçeklerkarşımıza çıkabilir. Belki dikkat edilecek husus Osmanlıdevletinin her dönemde aynı devlet olup olmadığıdır. Neolursa olsun Osmanlı devleti de bütün devletler gibi biramaç etrafında birleşmiş insanların eylemi olarak devam etmiştir. Bu amaç ne idi? Bu eylem her çağda nasıltezahür etti? Bu soruların cevabı farklı bakış açılarıyladeğişebili r. Konumuzu ilgilendiren kısmıyla bilmemizgereken şudur ki, devletin yükseliş dönemleri aynı zamanda milletin gürleşme zamanını gösteriyor değildir.Ne yazık ki ders kitapları Türkiye'de eğitim gören insanlar gözünde devletin ihtişamını öne çıkaran bir tutumubenimsediği için bizler sadece savaşlardaki galibiyetleri

ve sonraları uğranan toprak kayıplarını esas kabul edenbir zihin örgüsüyle olayı değerlendirme zorunluluğu ileyüzyüze bırakıl ıyoruz. Oysa devletin yükselişiyle milletin gürleşmesinin ters orantılı olduğu dönemler bulunabildiği gibi hem devletin yükseldiği, hem mil letin gürleştiği zamanları da farketmek mümkündür. Fakat öğretici

127

ve bugün de bize yardımcı olacak bir anlayış, devletindüşmeye başlamasıyla birl ikte milletin çürümediğidir.

Üzerinde yaşadığımız topraklarda iki gerçek birbi

ise ikinci bir sevimli yanlışa hazınz demektir. Yeni yanlışımızı şu sözlerle ifade edebiliriz: Millet gürleşir, devletyükselir . Hiç şüphesiz ki bunların her biri kendi başınad ğ h iki l d d ğ t l bi b ğ

Page 64: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 64/70

Üzerinde yaşadığımız topraklarda iki gerçek birbirinden bağımsız iki oluşuma konu olmakla birlikte, bir-biriyle sıkı i lişkiyi devam ettirgelmişlerdir. Devletle milletin aralarında sıkı ili şki herbirinin kendine mahsus değerleri göze batacak şekilde ortaya sermesine engel olu

yor. Fakat bu sıkı il işki devlet millet arasındaki boşluğudoldurabilecek nitelikte değil. M eselâ devletin kozmopolit niteliği milliyetçi bir görüntüyle perdeleniyor, bunamukabil milletin müslüman kimliği devletin resmi müs-lümanlığıyla perdeleniyor. Devlete bakınca kozmopoli-tizmi, millete bakınca müslümanlığı göremiyorsunuz.

 Yanılt ıcı görüntü öylesine etkinlik le devreye girmiştirki, millette kozmopolitizmi devlette Müslümanlığı görmek daha gerçeğe sadık bir tablo gibi anlaşılabilir.

 Türkiye'de devletin düşüş kaydetmesiyle birli ktemilletin birleşmesi vakıası gittikçe artan bir hızla gerçekleşen vakıalardandır . Yani millet günden güne sosyalilişkilerinin temelindeki kozmik bağlantıyı farketmek-te, dünya üzerindeki varlığının açıklanmasını İlâhî sebeplere bağlamakta günden güne daha çok mesafe katet-mektedir. Teknolojinin, ilktisadi baskının ve bozucu sosyal katalizörlerin yaygınlığına rağmen millet içinde dayanışmaya ve açıklığa doğru bir yöneliş belirmiş ve gidişini hızlandırmıştır. Herbirimizin memnuniyetsizliğine

rağmen ve mükemmeliyet arayışı içinde sert şikâyetlerde bulunmamıza rağmen müslümanlar arasında iletişimve gerçekleri kavrayış seviyesi yükselmektedir. Bütünbunlar ve eklenecek bir çok başka gerekçe Türkiye'demilletin çürümediğini, bilakis gürleşme yolunda (henüzsendeleyerek de olsa) ilerlediğini göstermektedir. Böyle

128

doğru, ama her iki olgu arasında doğru orantılı bir bağkurulabilir mi? Keşke kurulsa...

129

nebilecek yollann açılmasının mümkün olduğuna dairdir.

Hangi işi yapmalı, hangi yoldan yürümelidir? Bu

Page 65: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 65/70

ÖNCE REFÎK, SONRA TARÎK 

Otuz yazıyı aşan Cuma Mektupları yla bir noktayageldiğimi anlıyorum. Bu noktada görülen odur ki tasvir ler, tahliller ve istidlaller aracılığıyla belirgin kılmayaçabaladığım yaklaşım bir imkânı vurgulamakla sınırl ıdır. Türkiye'de yaşayan müslümanlar bir imkandır.Kendileri için, dünya müslümanlan için, bütün insanlıkiçin. Bu noktada görülen bir başka husus da böyle bir

imkânı heba etmek için bir çok güç odağının hareketegeçtiğidir. Söylenen ve söylenebilecek herşey bunlardanibarettir. Daha otuz yazı yazsam ve başka yazarlarla birlikte otuz bin yazı daha yazılsa özü itibariyle farklı birnoktaya gelinemeyecektir. Tasvirleri ayrıntılar bakımından zenginleştirebilir, çarpıcı örnekler verebilir, derin ve kapsayıcı tahlil lerde bulunabilir iz. İstidlallerimizçok ikna edicji, boşlukları giderici, İslâm düşmanlarınınçıkmazlarını işaret edici özellikte olabilir. Fakat yine deyazılanların gerçekle bağlantısı, gerçeklerin yazılanlarla bağlantısını kurabilecek değildir . Çünkü yazdıklarımyapılan bir iş içinde çalışanlardan bir inin diğerine, yürünen yol üzerinde bulunan birinin diğerine yapılan işindaha iyi ve dikkatli yapılması için yürünen yolun dahaçabuk ve emin katedilmesi için söyledikeri değildir. Y azdıklarım yapılacak bir takım işlerin bulunduğuna, yürü

130

Hangi işi yapmalı, hangi yoldan yürümelidir? Busoruların cevaplandınlabilmesi için "hedefin, hasıl edilmek istenen sonucun bilinmesi gerekli. E ğer amaç bell iise bu amaca varmak için uygun araçların neler olacağışöyle veya böyle bulunabili r. Ama eğer kısa ve uzun va

deli hedeflerin neler olduğunda tereddütler varsa, amaçolarak kabul edilen belirsizl ikle yaralanmışsa neyin yapılacağı da, nereden yürüneceği de işe yaramaz. Yanihangi l imana gideceğini bilinmeyen kaptanın mahareti,tecrübesi, ustalığı kimseye, kendine bile fayda vermez.Elbette bu yargıyı tersten doğrulamak da mümkündür,diyebilirsiniz ki gemiyi seyrü sefere sokamıyacak birkaptanın nereye gideceğini bilmesi de bir işe yaramaz.L imanını tayin etmiş birisi kaptan değilse hedefini iyi tayin etmiş olmasının ne kendine ne de bir başkasına faydası yoktur. Belirleyici olan gerçeklerdir. Hedef hakkın-daki bilgimiz gerçek olmalı, gemiyi yürütecek hünerimizgerçek olmalıdır. Haritada görünen, ama hiç bir sahildebulunmayan bir liman, varılabilecek bir liman değildir.İnşa edilmemiş bir gemiye binemeyiz. Pusula okuyamayan bir kaptanla , denizcili kten nasibini alamamış tayfalarla binilen gemiyle bir yere gidemeyiz.

Düşüncelerin önemi, onların doğru oluşundan gelmez; düşünceler gerçeklikleri oranında önemlidir. Doğru

fakat gerçek olmayan düşünceler vardır. Tıpkı haklı fakat mağlup, haksız ama galip insanların olduğu gibi. Belki insanlığın bütün macerası doğru düşünceleri gerçekletilmek üzere harekete geçenlerin gerçek düşüncelerinidoğrulamak uğruna çabalayanlarla çatışmalarından dolayı bir mecraya dökülmüştür. Haklı lar mağlubiyeti bir

131

türlü kabul etmedikleri, galipler haksızl ıklarım gözlerden saklayabilmek için aralıksız çaba gösterdikleri içininsanlığın macerası çağdan çağa karmaşıklaşarak de

di bi i l l k d b k kt d

İnsanlar düşünceler itibariyle taraf seçerler, insanlar arasındaki temel ayrım doğru düşünceleri tercihedenlerle gerçek düşünceleri tercih edenler arasındadır

Page 66: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 66/70

vam edip bizi meseleler karşısında bırakmaktadır.

Gerçek düşünceler önemlidir, dedik. O halde düşünceleri gerçek kılan nedir? Düşünceleri gerçek kılanonları taşıyanların gücüdür. Belli düşünceleri taşıyan

kimseler yeryüzünde bir etki alanına sahip iseler, yapıpettikleri dünyadaki olayların akışına yön verebiliyorsa odüşüncelerin gerçekliğini ister istemez kabul ederiz. Belki bu düşünceleri yanlış buluruiz, belki bu düşüncelerintehlikeli, zararlı, haksız olduğunu kabul ederiz. Yanlışbulunduğumuz kimi düşünceler önemsiz saydığımız zaman onların gerçekliklerine ağırlık tanımadığımızı dagöstermişizdir. Ama ne zaman ki tehlikeli ve haksız saydığımız düşüncelerle savaşma gereğini hissediriz, işte ozaman o zararlı düşüncenin gerçek olduğuna karar vermiş bulunuruz. Düşüncelere karşı savaşmak demek odüşünceleri taşıyan insanlara karşı savaşmak anlamınagelir. Demek ki gerçek düşünceler, gerçek, müşahhas,hayatta etkinliği devam eden insanlar anlamına gelir.

Düşüncelerin insanlarla bağlantısı ne ölçüde mutlaktır? Bir bakıma insan demek, düşünceleri değişebilen, düşünceler arasında tercihte bulunabilen, bildiğinde ısrar edebildiği kadar bildiğini gerektiğinde örten yaratık değil mi? Böyle ise gerçek düşünce eşittir gerçek in

san denklemi yürürlüğe konabili r mi? Mesele burada düğümleniyor: Nerede ve ne zaman gerçek düşünceleringerçek insanları istifade ettiği izlenimi doğmuşsa oradave o zaman düşünceler önemlerini kazanıyorlar, oradave o zaman düşüncelerhayatm ayrılmaz parçası halinegeliyorlar. Buna İ slâmî ıstılah "ihlas" karşılığını veriyor.

132

edenlerle, gerçek düşünceleri tercih edenler arasındadır.Doğru düşünceleri tercih edenleri de ikiye ayırabiliriz.Bir kısmı doğru düşünceleri gerçekleştirmek istiyenlerbölüğünü, teşkil eder, geri kalanları da doğru düşünceleri gerçeklerle uzlaştırma yolunu seçerler. Yani doğru düşünceli olanların birinci kısmı düşünceleri uğruna savaşı göze alanlardan, ikinci (ve çoğunlukta olan) kısmı hazıra konmayı bekleyenlerden oluşur. Eğer insanlığın geleceği adına bir şey bekliyorsak gerçek düşünceleri tercih edenleri bir yana bırakmamız, onları ancak idare edilebilir insanlar arasında telakki etmemiz gerekir. Bizimüzerine eğilmemiz gereken insanlar doğru düşünceleritercih edenler olmalıdır. Çünkü onlar gerçeklerin istismarından değil, doğrunun kazandıracaklarından yar

dım umanlardır. Yani imkânın farkında olanlar ve aynızamanda kendileri de birer imkân halinde varlık kazanmış bulunanlardır. Fakat doğru düşünceleri seçenlerinhepsi de birer imkân olma hakkını elde tutamaz. Böylebir imkânı elinde tutanlar doğrularla gerçekleri uzlaştırmak yani doğruların doğruluğunu gerçeklerin gerçekliğioranında kabul edenler arasında değil, doğrulara gerçeklik kazandırmak kastıyla savaşı göze alanlar arasındadır.

 Yazılan yazıların, çekilen nutukların gerçeklik kazanması ancak sözlere hayat içinde yer bulmak suretiyleolur. Unutmamak gerekir ki Resûl-i Ekrem: "Ya Rabbi!...Bu dini Ebu Cehil i le, yahut Ömer İbnil-Hattab ile azizet", diye Cenab-ı Hakk'a dua etmişti. Ve yine unutmamak gerekir ki hicret zamanı geldiğinde eshab-ı kiramın

133

hepsi gizlice Mekke'den çıkıp M edine’ye geldiler. Onlararasında sadece Ömer ul Faruk, aleni olarak hicret etti.K ılıcını kuşandı, yayını omuzuna astı, oklarını eline aldı

siz kaldığımızı itiraf edişimizden başka birşey değil.

 Türkiye'de müslümanlann durumuna ilişkin gerçekleri iki aşamada kavrayabiliriz Birincisi tek parti

Page 67: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 67/70

Kılıcını kuşandı, yayını omuzuna astı, oklarını eline aldıve Kureyş reisleri Ka'be-i Mükerreme avlusunda halkahalka olup oturmakta iken Harem-i Şerife gitti. Beyt-iŞerifi yedi defa tavaf etti ve iki rekat namaz kıldı. Bununardından K ureyş reislerine "yüzleriniz kara olsun" diye

beddua ederek yanlarından geçerken "Anasını ağlatmakve evladını yetim ve karısını dul bırakmak isteyen kimseşu vadinin öte tarafında bana kavuşsun" deyip Mekke'den çıktı ve Medine’ye hicret etti. Arkasına düşen olmadı. işte söz böylelikle hem doğru hem de gerçekolur.

Şimdi günümüzün gerçeklerine bir göz atalım. Gerçeklere eğilişimiz onları kabullenmek, benimsemek vegerçeklerin gereğini yerine getirmek için değildir. Biz

doğrularımızın gerçekliğe ulaşmasını bekliyor ve bununiçin hayat içinde sözlerimizin yer tutmasına çaba harcamak niyeti besliyoruz. Y oksa gerçeklerin doğrularımızıçarpıtmasına yol açacak ölçüde gerçeklere açılacak değiliz. Gerçekleri yok saymıyoruz. Gerçekleri tanımak zorunluluğuna katlanacağız. Gerçekleri tanımak, o gerçeklerin nereden vurulursa yaralanabileceğini öğrenmek için, gerçekleri doğrularımızı yüklenir hale sokabilmek içindir. Doğrularımıza ters düşen gerçekleri nasılyapıp da gerçek olmaktan çıkarabileceğiz. Derdimiz bu.

Aksi takdirde gerçeklere kapanmaya, gerçeklere sırt çevirmeye ve eğer gerçekler hayatımızın bütün bölgeleriniişgal etmişse onlara yabancı kalmaya hazırız. Doğrularımızla gerçekleri uzlaştırmaya niyet etmişsek, bunun anlamı bizim doğrularımızdan emin olmadığımız ve hattabizim bu doğrulara yakışmayacak ölçüde zayıf ve yeter

134

çekleri iki aşamada kavrayabiliriz. Birincisi tek parti,tek şef dönemine mahsus baskıya karşı duran potansiyelin günümüzdeki uzantısı, ikincisi halkın Islâmi beklentilerinin real politik alanına tahvil edilmesiyle doğan po

tansiyelin günümüzdeki uzantısıdır. Yani sarahatenkavramamız gereken odur ki Türkiye'de İslâmî tutumpolitik ifadesini bizzat ve bizzatihi müslüman çoğunluğun gayret-i diniyyesi sonucu bulabilmiş değildir. Bilâkis müslüman çoğunluğun koruyabildiği oranda İslâmîalışkanlık ve geleneği doğrudan İ slâmî hedefler gütmeyen ihtiyaca mebni hedefler uğruna harekete geçirilmiştir.

Bu yüzdendir ki Türkiye'de İslâmî düşünce dayanaklarını çoğunlukla zaman ve mekan bakımından ak

tüel unsurlarda aramamıştır. Veya aktüel unsurlar büyük çoğunluğun düşünce bakımından dayanağı olmakiçin fırsatlar ele geçirememiştir.

Böyle bir durumda Türkiye'de her kademedekimüslümanm önemi vahim denecek ölçüde büyümektedir. İslâmî tutum ve davranış gösterme gereği duyan herferd tek tek kararıyla etkileyici gücü uhdesinde barındırmaktadır. Yani her menfi veya müsbet adım Türkiye'deyaşayan bütün müslümanları ilgilendiren sonuçlara

ulaşmaktadır. "Bir ben ölmeyinen ordu bozulmaz" diyentürkü doğruyu söylemediği gibi gerçeği de yansıtmıyor.

/ Çünkü Türkiye'de müslümanlann hali öyledir ki herkes"bir ben ölürsem ordu bozulabilir" düşüncesi doğrultusunda adım atmak vecibesi ile yüzyüzedir. Durumun bumerkezde olduğunu 12 Eylül 1980 sonrasında yaşadığı

135

Page 68: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 68/70

mek ister; öfke karar verdiğinin doğru bulunmasını ister." İşte insanın aceleciliği ve cimriliği. Ademoğlu aklet-mekle yanlışı teşhis edebilir, neyin veya nelerin kendind k l f k d bili i d ğ l

Page 69: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 69/70

 YOL ODUR Kİ DOĞRU VARA

Gidilemeyecek yolu bilmek gidilecek yolun delili değil. Yine de yanlış hakkmdaki bilgimiz bir kapı açar bize.Korkuyu yenmek cesaret sağlamaz insana. Y ine de korkudan kurtulmanın bize açtığı bir kapı vardır. Meselebazı şeylerden uzak durmayı başardığımız zaman hal yoluna girmiş olmuyor, eğer kimi şeylerden uzak duruşumuz kimi şeylerle kurduğumuz yakınlıklara bizi götür

memişse reddettiğimiz kısa sürede bizi kuşatabil ir ve bizbir yerine iki düşmanla savaşmak zorunda kalabiliriz.

 Yanlışı reddetmek, ama doğruya ulaşamamak bizi yanlış içinde bulunmaktan daha kötü duruma sokar. Bu durumdaki insan kendini yurtsuz kılmıştır, inkâr ettiğivardır ve lâkin ikrar ettiği yoktur.

Ademoğlu kendini acaba neden böyle bir çaresizliğesürüklemek gafletine düşer. Çünkü aceleci ve cimridir.Aceleciliği yüzünden kendine zarar verdiğini hissettiği

alandan çabucak kaçmak ister ve cimri liği yüzünden yarar beklediği yolun kendi kavrayışı'oranında güvenli vesağlam olacağını umar. Vermeden almak ister. Aklıylabir yol çizmek, öfkesiyle bu yolu haklılaştırmak hevesin-dedir. Seneca'mn sözlerine kulak verirsek, onun şöyledediğini duyarız: "Akıl neyin doğru olduğuna karar ver

138

den uzak tutulmasını farkedebilir, ama neyin doğru olduğuna aklederek karar veremez. Ne var ki aceleci insanyanlış hakkında birkaç fiki r sahibi oldu mu, hemen oradan doğruya sıçradığını sanmakta gecikmez. Sonra da

cimriliği girer devreye: Doğruyu uhdesinde bulunduruyor ya, kendi doğrusuna itibar etmeyene öfkelenir . K endi kararı dışına düşene cimri davranır.

Bu yüzden sağlam, güvenli bir yoldan yürümek isteyenleri ciddiye almakta aceleci davranmamalı derim.

 Yolun ne kadar sağlam, ne kadar güvenli olduğu ancakyüründüğü zaman anlaşılabili r çünkü. Bir kimse çıkıpda kendi yolunun en sağlam, en güvenilir yol olduğunusöylerse ona kuşkuyla bakmak gerektiğini düşünürüm.

Sorarım kendime: Yolun sağlamlığı ve güvenilirliği niçinböylesine önemli sayılsın? Belki de sağlam ve güveniliryollar felakete açılıyordun Belki insanın mahvına sebepolması için o yollar böylesine sağlam ve güvenilir bir görünüşe sahiptir. Belki hedefe varılmasın, hep yolda kalınsın diye bazı yollar sağlam ve güvenli kıl ınmıştır. Üstelik sağlamlıktan, güvenilirlikten neyi anlamak gerektiğini açıklı kla biliyor muyuz?

Giderek yürümek için sağlam bir yol arayanlarıngerçekten yürümek isteyip istemedikleri takıl ır aklıma.Varılmak için arzulanan bir yer sözkonusu ise yolun değil, bu yerin sağlamlığı, güvenil ir liği, doğruluğu hesabakatılmalıydı. O zaman da yolun sağlamlığından sözet-mek yerine kaçınılmazlığından bahis açmak zorunluolurdu. Y ürünecek yolun niteliklerini tartışmanın önüneyerleştirenler belki de yürümemek için bir bahane bul

139

muş sayılı rlar. Yürümek gereğini duyanlar, yürümedenhiç bir yol bitmez diye düşünenler zaten belli mesafelerikatetmiş durumdadır. Onlar yollarının övgüsüyle vakitk b t kt h d fl i i ö d k b t

dılışıyla birlikte verilmiştir. Yine de hedefi bilmek, yolubulmak doğru hakkında ne kadar isabette bulunduğumuzun sağlaması olsa gerek.

Page 70: Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

8/13/2019 Cuma Mektuplari 2 - Ismet Ozel[1]

http://slidepdf.com/reader/full/cuma-mektuplari-2-ismet-ozel1 70/70

kaybetmektense hedeflerini gözden kaybetmemeye çabalarlar.

Hedefin bu kadar önemine inanmış kişiler tuttukları yolun da paha biçilmeyecek derece değerli olduğunukabul etmişlerdir. Onların dıştan farkedilen özellikleridolayısıyla istikametlerinden alıkonabileceğini düşünmek büyük bir yanılgı olur. Bu konuda Montaigne dikkate değer bir tespitte bulunuyor: "Her şerefli insan, vicdanını yitirmektense, şerefini yitirmeyi tercih'eder." Böy-ledir, çünkü şeref tarif edilmiş ve toplum tarafından yeribelirlenmiş, pahası biçilmiş bir değerdir. O halde tanımda bulunanlar yeni tanımlara paha biçenler yeni fiyatlara doğru her zaman seyretme şartlarına sahiptirler. İ n

sanlara şerefli olmayı konduran toplum, insanlardan buetiketi sökebilme gücünü de gösterir. Ne var ki vicdan(veya şuur) bir toplum uzlaşması sonucunda sahip olduğumuz bir kazanç değildir. Demek ki hedefi de yolu da bize il işkin kı lan bazı derin sebepler vardır. Bu sebeplerebirer ad taktığımız zaman onları tamıtamına ifade edemiyoruz. Adını koymadan dahi onları bizim kılmamızmümkün ve gerekli.

 Tevhid bize yolu ve hedefi birl ikte ve biri olmadandiğeri olmayacak biçimde öğretir. Müslüman hedefini"eşhedü en lailahe illallah" diyerek, yolunu "ve eşhedüenne Muhammeden abduhu ve rasulühü" diyerek dilegetirir. Eğer insan hedefi gözden kaçır ırsa yolunu bulamaz, yolu şaşır ır sa hedefi farkedemez. K ısacası, yol vehedef insanın dünya şartlarında edindiği istek ve beklentilerinden doğacak değildir. Yol ve hedef insana yara

140141