irk ulus sinif

146
 

Upload: olur61

Post on 30-May-2018

241 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 1/146

 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 2/146

Etienne Balibar, Immanuel Wallerstein IRK ULUS SINIF 

ETİENNE BALİBAR, Paris-I Üniversitesi'nde felsefe öğre-tim üyesidir. Eserleri: Lire Le Capital (L. Althusser'le birlikte,1965), Cinq etudes du materialisme historique (1974), Sur la dictature du proletariat  (1976), Marx et sa critigue de la politique (1979),   Ecrits pour Althusser ve Spinoza et la politique (1985). IMMANUEL WALLERSTEIN 1930 yılında New York'tadoğdu. Columbia Üniversitesi'nden 1951 yılında lisans,1959 yılında doktora diploması aldı ve aynı üniversiteninSosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesi oldu. 1955-1970 döne-

minde başlıca araştırma alanı Afrika'ydı. 1961 'de Africa: the  Politics of  İ ndependence adlı çalışması, 1967'de ise  Africa:the Politics of Unity adlı çalışması yayımlandı. 1968yılında Columbia Üniversitesi'ndeki reform hareketine etkin  bir biçimde katıldı. 1971 yılında Montreal'de McGillÜniversitesi'nde görev aldı. 1976'dan bu yanaBinghamton'daki New York Eyalet Üniversitesi'ndesosyoloji profesörlüğü yapmaktadır ve Fernand BraudelEkonomi, Tarihsel Sistemler ve Uygarlık Araştırmalar ı Merkezi'nin müdürlüğünü üstlenmiştir. Modern World System başlıklı çalışmasının birinci cildi 1974'te, ikinci cildiise (Mercantilism and the Consoli-dation of the EuropeanWorld Economy, 1600-1750 altbaşlı-ğıyla) 1980'deyayımlanmıştır. Yazar ın Metis Yayınlar ındaki diğer kitaplar ı: Tarihsel Kapitalizm (1993), Sistem Kar  şıt ı  Hareketler (1965, G. Arrighi ve T. Hopkins ile birlikte), Sos-  yal Bilimleri Açın! (1996; Başkanlığını yaptığı GulbenkianKomisyonu'nun Sosyal Bilimlerin Yeniden Yapılanması Üzerine Raporu) ve Liberalizmden Sonra (1998). 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 3/146

Metis Yayınlar ı İ pek Sokak No.9, 80060 Beyoğlu, İstanbul 

IRK ULUS SINIF Belirsiz Kimlikler  

Etienne Balibar, Immanuel Wallerstein Özgün Adı: Race, nation, class: les identites ambigues Fransızca Basımı: Editions la decouverte, Paris, 1990 

İngilizce Basımı: Verso, Londra, 1991 © Editions la decouverte, Paris, 1990 

© Bu çevirinin bütün yayım haklar ı Metis Yayınlar ı'na aittir  

Bu kitap Fransız Kültür ve İletişim Bakanlığı'nın

Katk ı

lar ı

yla Yayı

mlanmı

ştı

r  Birinci Basım: Mayıs 1993Üçüncü Basım: Eylül 2000 

Yayıma Hazırlayanlar: SosiDolanoğlu, Semih Sökmen 

Dizgi ve Bask ı Öncesi Hazırlık: Metis Yayıncılık Ltd. Kapak ve İç Bask ı: Yaylacık Matbaası 

Cilt: Sistem Mücellithanesi 

ISBN 975-342- 025-0 

ETİENNE BALİBAR IMMANUEL WALLERSTEIN 

IRK ULUSSINIF 

Belirsiz Kimlikler  

Çeviren:

 NAZLI ÖKTEN 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 4/146

İçindekiler  

Önsöz, BALİBAR , 7 

I EVRENSELIRKÇILIK  

Bir "Yeni-Irkçılık" Var mı? BALİBAR , 25 Kapitalizmin İdeolojik Gerilimleri: Irkçılık ve Cinsiyetçilik  

Kar şısında Evrenselcilik, WALLERSTEİ N, 39 Irkçılık ve Milliyetçilik, BALİBAR , 50 

n

TAR İHSELULUS Halklığın İnşası: Irkçılık, Milliyetçilik  

ve Etniklik, WALLERSTEIN, 91 Ulus Biçimi: Tarih ve İdeoloji, BALİBAR , 109 

Kapitalist Dünya Ekonomisinde Hane Yapılan ve Emek Gücü Oluşumu, WALLERSTEİ N, 134 

III SINIFLAR: 

KUTUPLAŞMA VE ÜST-BELİRLENİM Kapitalist Dünya Ekonomisinde Sınıf Çatışması, WALLERSTEİ N, 145 

Marx ve Tarih: Kutuplaşma, WALLERSTEİ N, 157  11. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Kavram ve 

Gerçeklik Olarak Burjuva(zi), WALLERSTEİ N, 169 Sınıf Mücadelesinden Sınıfsız Mücadeleye mi? BALİBAR , 193 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 5/146

IV TOPLUMSAL ÇATIŞMAYER Mİ DEĞİŞTİR İYOR? 

Bağımsızlık Sonrası Siyah Afrika'da Toplumsal Çatışma: Yeniden Değerlendirilen Irk ve Statü Grubu 

Kavramlar ı, WALLERSTEİ N, 233 Sınıf Irkçılığı, BALİBAR , 254 

Irkçılık ve Kriz, BALİBAR , 270 

Sonsöz, WALLERSTEIN, 283 

Bu kitapta topladığımız ve birlikte sunduğumuz bu denemeler kişisel çalışmamızın, her birimizin sorumluluğunu tek başınayüklendiği anlar ıdır. Ancak durumun ve koşullar ın özelliği bu de-nemeleri, son yıllarda yoğunlaşan ve bugün bir yansımasını or-taya koymak istediğimiz bir diyaloğun unsurlar ı haline getirdi.Aydınlatılmasına katk ıda bulunmak istediğimiz canalıcı soru şu-dur: Ça ğ da ş  ırkçıl ı ğ ın özgüllü ğ ü nedir? Kapitalizmde sınıflara

 bölünmüşlükle ve ulus-devletlerin çelişkileriyle nasıl ilişkilendi-rilebilir? Irkçılık görüngüsünde bizi, kar şılıklı olarak, milliyetçilik ve sınıf mücadelesinin eklemlenmesini yeniden düşünmeye itennedir? Bu soru yardımıyla "Batı Marksizmi"ne gireli on yıldanfazla olan daha geniş bir tartışmaya da katk ıda bulunmak istiyo-ruz. "Batı Marksizmi"nin, bu tartışmadan, çağını yakalayabilmek için yeterince yenilenmiş bir şekilde çıkacağı umulabilir. Bu tar-tışmanın uluslararası bir tartışma olarak ortaya çıkması ve felsefidüşünme ile tarihsel sentezi ve kavramsal bir yeni baştan inşa ile

günümüzde (özellikle Fransa'da) ivedi olmaktan da öteye gidensiyasal sorunlar ın çözümlenmesini birleştirmesi kuşkusuz bir rast-lantı değildir. 

Burada bazı kişisel bilgiler vermek isterim. 1981 yılında Im-manuel Wallerstein'la ilk kez tanıştığımda (1974'te yayınlanmış olan) The Modern World-System adlı eserinin ilk cildini oku-muştum, ancak henüz ikinciyi okuyamamıştım. Bu nedenle onaüretim tarzlar ının dönemselleştirilmesine dair "geleneksel" Mark-sist tezin "kuramsal olarak bilinçli" bir sunumunu borçlu olduğu- 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 6/146

 İ  RK, ULUS, SINIF 8  ÖNSÖZ 9 

mu bilmiyordum — bu tez, modernliğin başlangıcını saptamak için tarihi, ya 1500 dolaylar ında (Avrupalılar'ın yayılmasıyla vedünya pazar ının yaratılmasıyla birlikte) ya da 1650'ye doğru (ilk "burjuva" devrimler ve bilimsel devrimle birlikte) "kesmeyi" öne-renlere kar şı, manüfaktür dönemini bir geçiş dönemiyle ve tamanlamıyla kapitalist tarzın başlangıcını da sanayi devrimiyle öz-deşleştirmektedir. Özellikle de, Spinoza'nın müdahalesini —yal-nızca, "ortaçağa ait" bir geçmiş açısından değil çağdaş eğilimler açısından da devrimci olan çizgisiyle— zamanının siyasal ve din-sel gruplar ının mücadelelerinin (milliyetçilikle kozmopolitliği; de-

mokrasi yanlılığıyla "kitle korkusu"nu birleştirmeleri nedeniyle)tuhaf bir şekilde atipik olan oyunlar ının çerçevesine oturtmak için,tam da Wallerstein'ın 17. yüzyıl Hollanda hegemonyası çözümle-mesinde bir dayanak noktası bulacağımı da bilmiyordum. 

Buna kar şılık, Wallerstein'ın da bilmediği, bizim yetmişli yıl-lar ın başından beri,  Kapital'i "yapısalcı" okuyuşumuzun ortayaçıkardığı tartışmalar ın ertesinde ve tam da dönemselleştirmeninklasik çıkmazlar ından kaçınmak için, sınıf mücadelesinin ve kar-şılığında bu mücadelenin sonuçlar ının çözümlenmesini, sadece,ideal bir araç olarak ya da değişmez bir sistem olarak değer-lendirilen —ki bu, yapının tamamıyla mekanist bir anlayışla kav-ranmasıdır— üretim tarzının gelişiminden değil, aynı zamandatoplumsal olu şumlar çerçevesinde kapitalizmin gelişiminden deönemli sayma gerekliliğini kabul ettiğimdi. Bundan, bir yandanüretim ilişkilerinin biçimlendirilmesinde sınıf mücadelesinin tarih-sel görünümlerinin (Marx'ın çift anlamlı üstyapı kavramıyla belir-tilenler de buna dahil olmak üzere) bütününe belirleyici bir rol at-fetmek gerektiği sonucu çık ıyordu. Öte yandan yine bu, kapi-talizmin, birikimin dünya ölçeğine çıkmasını ve emek gücünün

 proleterleşmesini zorunlu olarak gerektirdiğini öne süren Marx'ı sürekli doğrulamaya yönelerek, ama farklılaşmamış "dünya pa-zar ı" soyutlamasının ötesine geçerek, emek (ya da ücretliler)-ser-maye ilişkisinin yeniden üretim alanı sorununu bizzat kuramıniçine koymayı zorunlu k ılıyordu. 

Aynı şekilde, Althusser'in, her toplumsal oluşumun birçok ü-retim tarzının birleşmesi üzerine kurulu olduğu tezinin yanısıra 

Fransa'da yetmişli yıllarda göçmen işçilerin özgül mücadelesininortaya çık ışı ve bunlar ın siyasal açıdan yorumlanmalar ının güç-lüğü de beni, i şçi sını f ının bölünmesinin ikincil ya da kalıntı bir görüngü değil, günümüzün kapitalist toplumlar ının, devrimci dö-nüşüm perspektiflerini ve hatta toplumsal hareketin günlük ör-gütlenmesini belirleyen yapısal (ki bu değişmez demek değildir)

 bir niteliği olduğuna ikna etmişti.' Son olarak, "reel sosyalizmin" Maocu eleştirisinden ve "kül-

tür devriminin" (benim kavradığım şekliyle) tarihinden benimaklımda kalan, kuşkusuz revizyonizmin şeytan ilan edilmesi ve

Stalinizm nostaljisi değil, "sosyalist üretim tarzının" gerçekte dev-let kapitalizmiyle proleter komünizm eğilimlerinin değişken bir 

 birleşimini meydana getirdiği bilgisidir. Bu farklı düzeltmeler,dağılmış olduklar ı durumda bile, bir "tarihsel kapitalizm" sorun-salını yapının ve tarihin biçimsel antitezinin yerine koyma ve ticariolmayan toplumlar ın "genelleştirilmiş iktisat" toplumlar ına geçiş-leri süresince eklemlenen üretim ilişkilerinin değişkenliklerini busorunsalın ana sorusu olarak tanımlama eğilimindeydiler. 

Ben diğerlerinin aksine Wallerstein'ın çözümlemelerine sık sık yöneltilmiş olan ekonomizm suçlamalar ı konusunda çok dahassas değildim. Aslında bu terimin anlamı üzerinde fikir birliğinevarmak gerekir. Marksist Ortodoksluk geleneği içinde ekono-mizm, üretici güçlerin gelişimine dair bir determinizm olarak görünür: Wallersteincı dünya ekonomisi modeli, bunun yerine,kapitalist birikim ile çelişkilerinin bir diyalektiğini kendi tarzıncagayet iyi ortaya koyuyordu. Wallerstein gelişme ve durgunluk ev-relerinin çevrimini içine yerleştirebileceği tarihsel koşullar hak-k ında kendini sorgularken, bana Marx'ın gerçek tezi ve ekono-mizm ele ştirisinin ifadesi gibi gelen şeyden uzaklaşmamıştı. Butez toplumsal üretim ilişkilerinin, üretici güçlere önceliğidir. Buönceliğe göre kapitalizmin çelişkileri, üretim ilişkileri ile üreticigüçler arasındaki çelişkiler (örneğin, Engels'in itibar kazandırdığı 

1. Burada Yves Duroux, Claude Meillassoux ve Suzanne de Brunhoffunemek gücünün yeniden üretimi ve "ücret biçiminin" çelişkileri konusundakiaraştırmalar ının bu görüşler üzerindeki belirleyici etkilerini anmak zorunda-yım. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 7/146

 İ  RK, ULUS, SINIF 10 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 8/146

  IRK,ULUS, SINIF 12  ÖNSÖZ 13 

leceği hiç de kesin değildir. Açıkçası ben, bir "dünya burjuvazi-sinin varlığından kuşku duyuyorum. Ya da daha kesin söylemek gerekirse, dünya ölçeğinde birikim sürecinin yayılmasının, yasası kesintisiz rekabet olan bir "dünya kapitalist sınıf ı"nın oluşturul-masını gerektirdiğini tamamen kabul ediyorum (ve paradoksun

 paradoksu olarak, bu kapitalist sınıfa "hür teşebbüs "ün yönetici-leri kadar "sosyalist" devlet korumacılığının yöneticilerinin de dahiledilmesini zorunlu görüyorum). Ancak bu kapitalist sınıf ın, aynı nedenle, tarihsel anlamda somut olabilecek, kurumlarda örgüt-lenmiş tek sınıf anlamında bir dünya burjuvazisi olduğuna inan-

mıyorum. Wallerstein'ın bu soruya şöyle cevap vereceğini tahmin edi-

yorum: Ancak, diyecektir, dünya burjuvazisinin, iç çatışmalar ınınötesinde (hatta bunlar şiddetli askeri çatışmalar şeklini aldıklar ında

 bile) ve özellikle de ezilen halklar üzerindeki hegemonyasının ta-mamen farklı biçimlerinin ötesinde, kendisine somut bir varlık ka-zandırmaya yönelen ortak bir kurumu vardır! Bu kurum, devrimve kar şı devrimlerin, sömürgeleştirme ve sömürgelikten kurtu-luşun ardından, ulusal devlet biçiminin tüm insanlığa yayılma-sından bu yana etkililiği belirgin bir şekilde ortaya çıkan devletler 

 sistemi' dir . Bizzat ben her burjuvazinin, kapitalizmin planlı bir devlet kapitalizmi gibi örgütlü olmadığı yerlerde bile, bir "devlet

 burjuvazisi" olduğunu inanarak söyledim ve bu noktada uyuşa-cağımızı düşünüyorum. Bana göre Wallerstein'ın sorduğu en ye-rinde soru, dünya ekonomisinin (19. ve 20. yüzyıldaki birçok gi-rişimine rağmen) neden siyasal olarak birleşmiş bir dünya impara-

torlu ğ una dönüşmediği; siyasal kurumun burada neden bir "dev-letlerarası sistem" biçimini aldığı sorusudur. Bu soruya a prioriolarak cevap verilemez: Dünya ekonomisi tarihini ve özellikle deçıkar çatışmalar ının, "tekel" görüngülerinin ve dünya ekonomisi-nin günümüzde zaten giderek tek bir coğrafi alanla sınırlı olmaktançıkan "merkez"inde sürekli görülen eşitsiz güç gelişimlerinin, fakataynı zamanda "çevre "sinin e şitsiz direni şleri'nin tarihini yenidenyazmak gerekir. 

Ancak bu cevap (eğer iyi bir cevapsa) beni, itirazımı açıkçayeniden biçimlendirmeye itiyor. Wallerstein, Modern Dünya Sis- 

temi'nin(1. cilt) sonunda, göreli olarak özerk "toplumsal sistem-ler"! tanımak için bir ölçüt öneriyordu: evrimlerinin (ya da dina-miklerinin) iç özerkli ğ i. Buradan radikal bir sonuca var ıyordu:Genelde ("kabileden" ulus-devlete) toplumsal sistemler olarak ad-landır ılan tarihsel birimlerin çoğu aslında öyle değildirler; bunlar 

 bağımlı birimler olmaktan öteye gitmezler; tarihte sistem olarak tanımlanabilecek olanlar sadece kendine yeterli cemaatler ve "dün-yalar"dır (dünya imparatorluklar ı ve dünya ekonomileri). Bu tez,Marksist terminolojide yeniden biçimlendirildiğinde bizi bugünündünyasında tam anlamıyla tek toplumsal olu şumun dünya ekono-

misinin kendisi olduğunu düşünmeye yöneltecektir. Çünkü içindetarihsel süreçlerin birbirine bağımlı hale geldiği en büyük birimodur. Başka bir deyişle dünya ekonomisi yalnızca iktisadi bir bi-rim ve bir devletler sistemi değil, aynı zamanda toplumsal bir bi-rim olacaktır. Sonuç olarak evriminin diyalektiği de küresel  bir diyalektik ya da en azından küresel k ısıtlamalar ın yerel güç iliş-kilerine önceliği özelliğiyle ayırt edilen bir diyalektik olacaktır. 

Bu açıklamanın onyıllardır tanık olduğumuz ve bize yüz-yıllardır süren zincirleme bir sürecin sona ermesi gibi görünen,siyasetin ve ideolojinin dünya çapında yayılması görüngülerini

 bireşimsel olarak gösterme gibi bir meziyeti olduğu kuşkusuzdur.Bu açıklama kriz dönemlerinde özellikle çarpıcı bir yansıma bu-lur. Bu derlemenin devamında görüleceği gibi, ırkçıl ık ve milli-

 yetçili ğ in, geçmişin "yabancı düşmanlığı" ve "hoşgörüsüzlük"görüngüleriyle kar ıştır ılmasını önleyerek, bugün modern dünya-nın her yerine yayılan bu görüngüleri anlamak için güçlü bir araçsağlamaktadır: biri (milliyetçilik) merkezdeki devletlerin egemen-liğine bir tepki olarak, diğeri (ırkçılık) dünya iş bölümünün getir-diği hiyerar şilerin kurumlaşması olarak. Ancak kendime soru-yorum: Wallerstein'ın tezi bu biçimiyle, çok çeşitli toplumsal ça-tışmalar ın (özellikle de sınıf mücadelelerinin) üstünü biçimsel yada en azından tek yanlı bir küresellik ve tekbiçimlilikle örtmüyor mu? Bana öyle geliyor ki, bu çatışmalar ın özelliğini belirleyenyalnızca uluslararasılaşma değil, yerelleşmiş toplumsal ilişkilerinya da toplumsal çatışmanın yerel biçimlerinin şimdiye dek oy-nadıklar ı, "toplamlar ı" doğrudan elde edilemeyen önemli roldür. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 9/146

 IRK, ULUS, SINIF 14 

Başka bir deyişle, ben kendi adıma, içinde bir sistemin düzenle-mesinin yer aldığı en uçtaki dış sınır yerine, toplumsal hareketle-rin ve bunlardan doğan çelişkilerin özgüllüğünü (ya da tercihegöre, küresel çelişkilerin yansıdığı özgül biçimi) ölçüt aldığım-dan, kendime çağdaş dünyanın toplumsal birimleri'nin iktisadi bi-rimi'nden ayr ı tutulması gerekmez mi, diye soruyorum. K ısacası neden örtüşsünler ki? Aynı nedenle dünya ekonomisinin genelhareketinin toplumsal birimlerin hareketinin nedeni olmaktan çok,raslantısal bir  sonucu olduğunu öne sürüyorum. Ancak söz konu-su toplumsal birimleri basit bir biçimde teşhis etmenin zor oldu-

ğunu da kabul ediyorum, çünkü bu birimler ulusal birimlerle ka-yıtsız şartsız örtüşmemektedirler ve birbirlerini ancak k ısmen kap-layabilirler (bir toplumsal birim neden kapalı, hele neden "otar şik"olsun?)3. 

Bu da beni üçüncü bir soruna getiriyor. Wallerstein'ın, Marx' insermayenin sınırsız birikimi dolayımında varolan "nüfus yasası"hakk ında verdiği bilgileri hem genelleştiren hem de somutlaştıranmodelinin başar ısı, bu yasanın insanlar ın direnişini k ırarak ya dauzlaşarak, hatta geçim stratejilerini kullanarak ve birbirlerine zıtçıkarlar ıyla oynayarak onlara, "iş  bölümü"nün, toplum-sal-mesleki kategoriler dahilinde, bir yeniden dağılımını (zorla ya 

3. Bu bak ış açısının "sistem kar şıtı hareketler"in "yak ınsaması" beklenti-sine kuşkuyla yaklaştığının fark ındayım (Wallerstein hem işçi sınıf ının sos-yalist hareketlerini, hem ulusal kurtuluş hareketlerini, hem de kadınlar ın cin-siyetçiliğe kar şı mücadelesini ve ezilen azınlıklar ın —özellikle de ırkçılığamaruz kalanlar ın— mücadelesini potansiyel olarak aynı "dünya sistem kar şıtı 

hareketler topluluğu" içinde görüyor. Tarihsel Kapitalizm, s. 74-93, Metis Ya-yınlar ı, 1992): çünkü bu hareketler bana, aslında birbirinin "çağdaşı olmayan",  bazen birbirleriyle bağdaşmayan, evrensel  ama ayr ı  çelişkilere, farklı "toplumsal oluşumlar"da e şitsiz derecelerde belirleyici toplumsal çatışmalara bağlı olan hareketler gibi görünüyor. Bu hareketlerin tek bir tarihsel bloktayoğunlaşmalar ını uzun vadeli bir eğilim olarak değil, süresi siyasal yeniliklere bağlı olan konjonktürel bir raslantı olarak görüyorum. Bu, en başta feminizmve sınıf mücadelesinin "yak ınsaması" için geçerlidir: Bu iki hareketin hiçbir zaman kaynaşamamış olmasına rağmen, neden örgütlü bir sınıf mücadelesiolan toplumsal oluşumlar dışında "bilinçli" feminist mücadele olmadığını sor-mak ilginçtir. Bu iş  bölümüne mi bağlıdır? Yoksa mücadelelerin siyasal biçi-mine mi? Yoksa "sınıf bilinci"nin bilinçaltına mı? 

ÖNSÖZ 15 

da hukuk yoluyla) dayatmaya devam ettiğini göstermesindedir.Bu kapitalist toplumsal oluşumlar ın temeli bir iş bölümüdür (bu,geniş anlamda, sermaye üretimi için gerekli olan farklı işlevleri deiçerir); ya da daha doğrusu toplumsal dönüşümlerin temeli iş bö-lümünün dönüşümüdür. Fakat böylece Althusser'in daha önce top-lum etkisi olarak adlandırdığı şeyin bütünlüğünü iş bölümüne da-yandırmakla daha aceleci davranmış olmaz mıyız? Başka bir de-yişle (Marx'ın bazı felsefi metinlerinde yaptığı gibi) toplumlar ınya da toplumsal oluşumlar ın, sadece bazı tarihsel ilişkiler çerçe-vesinde üretimi ve mübadeleleri örgütleyebildikleri için "hayatta"

kaldıklar ını ve göreli olarak dayanıklı birimler oluşturduklar ını düşünebilir miyiz? Daha açık olmam gerekirse; burada söz konusu olan, madde-

cilik ve idealizm çatışmasını tekrarlamak ve toplumlar ın iktisadi birliğinin, gerek hukuk, gerek din, gerekse ensestin yasaklanması vb. açısından tanımlanmaya çalışılacak bir sembolik birlikle bü-tünlenmek ya da yerini ona bırakmak zorunda olduğunu telkin et-mek değildir. Söz konusu olan daha çok Marksistler'in, kendiçözümlemelerinin anlamına dair, büyük ölçüde liberal iktisat ideo-lojisinden (ve bu ideolojinin içkin antropolojisinden) miras kalanak ıl almaz bir yanılsamanın kurbanlar ı olup olmayacaklar ını sor-maktır. Kapitalist iş bölümünün, görevlerin, bireylerin ve toplum-sal gruplar ın birbirini tamamlayıcılığıyla hiçbir ilgisi yoktur: Biz-zat Wallerstein'ın da sık sık tekrarladığı gibi toplumsal oluşum-lar ın, çıkarlar ı ortak olmaktan giderek uzaklaşan kar şıt sınıflar ha-linde kutuplaşmalar ına yol açar. Bir toplumun (çatışmalı da olsa)

 birliği böyle bir bölünmenin üzerine nasıl inşa edilebilir? Öyleyse belki de Marksist tezi yorumlayışımızı tersine çevirmemiz gere-kiyor. Kapitalist iş bölümünün insan toplumlar ını göreli olarak is-tikrarlı "topluluklar" halinde kurduğunu ya da kurumlaştırdığını düşünmektense, onlar ı  yık ıma u ğ ratt ı ğ ını düşünmemiz gerekmezmi? Ya da daha doğrusu; eğer diğer toplumsal pratikler —onlar damaddi olmakla birlikte homo economicus'un davranış biçimineindirgenemeyecek pratiklerdir: örneğin dilsel iletişimle ve cinsel-likle ilgili pratikler— üretim ilişkisindeki emperyalizme sınırlama-lar getirmeseydi ve onu içeriden değiştirmeseydi, kapitalist iş bö- 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 10/146

 İ  RK, ULUS, SINIF 16  

lümünü, bu toplumlar ın içsel eşitsizliklerini uzlaşmaz kar şıtlıklar haline getirerek onlar ı yık ıma uğratacak olan şey olarak düşünme-miz gerekmez miydi? 

Öyleyse toplumsal oluşumlar ın tarihi, ticari olmayan cemaat-lerden piyasa toplumuna ya da (insani emek gücünün mübadeleside dahil) genelleştirilmiş mübadele toplumuna geçişin tarihi değil

  —ki bu, Marksizm'in sürdürdüğü sosyolojik ya da liberal bir temsil biçimidir— bireylerin tarihsel ortaklığının mayasını oluştu-ran "iktisat-dışı" toplumsal ilişkiler karmaşığının, değer biçimininyayılmasının kendilerini tehdit ettiği yapısal yık ıma kar şı tepkileri-

nin tarihidir. Toplumsal tarihe; sermayenin genişletilmiş yenidenüretiminin basit "mantığına" ya da iş bölümünün ve devletler sis-teminin tanımladığı aktörlerin "stratejik bir oyununa" dahi indir-genemeyecek bir işleyiş kazandıran bu tepkilerdir. Siyasetin ger-çek konusu ve özünde belirsiz, ideolojik ve kurumsal olan çeşitliüretimlere (örneğin insan haklan ideolojisine, fakat aynı zamandaırkçılığa, milliyetçiliğe, cinsiyetçiliğe ve bunlar ın devrimci antitez-lerine) temel oluşturan da bu tepkilerdir. Nihayet, "yadsımanınyadsınmasını" gerçekleştirmeye, yani belli bir amaca uygun ola-rak toplumsal varoluşun koşullar ını   yok eden mekanizmayı yok etmeye çalışmakla, aynı zamanda kaybolmuş bir birliği ütopik o-larak yeniden kurmayı amaçladıklar ı ve böylece farklı egemengüçlerin "telafi" işlemine maruz kaldıklar ı ölçüde sınıf mücadele-sinin iki yanlı etkilerini kavrayanlar, yine bu tepkilerdir. 

Böyle bir soyutlama düzeyinde tartışmaya girmek yerine sa-hip olduğumuz kuramsal araçlar ı ortak bir girişim içinde bizzatgüncelliğin getirdiği ve kar şılaştırmayı daha ileri götürebilecek ka-dar zorlu ve temel bir sorunun çözümlenmesinde kullanmanındaha iyi olduğunu düşünüyoruz. Bu proje üç yıl boyunca (1985-1987) la Maison des sciences de l'homme de Paris'de düzenle-diğimiz bir seminerde somutluk kazandı. Seminer sırasıyla "ırk-çılık ve etniktik", "ulus ve milliyetçilik" ve "sınıflar" konular ınaayr ılmıştı. Bu kitaptaki metinler müdahalelerimizi kelimesi keli-mesine yansıtmamakla birlikte, konuyu seminerde olduğundandaha iyi tamamlayarak tekrar ele almaktadır. Makalelerden bazılar ı 

ÖNSÖZ 17  

 belirttiğimiz diğer yayınlar ın ya da sunumlar ın konular ıyla çak ıştı.Bunlar ı anlaşma ve anlaşmazlık noktalar ını ortaya çıkaracak  şe-kilde yeniden sıraladık. Sıralanma biçimleri, mutlak bir tutarlılık ya da eksiksizlikten çok, sorunu açma ve bazı araştırma yollar ı keşfetme isteğinin sonucudur. Bir sonuca varmak için henüz çok erken. Buna kar şın okura düşünme ve eleştiri konusu sağlayaca-ğını umuyoruz. 

İlk bölüm olan "Evrensel Irkçılık"ta, liberalizmin dayatmış olduğu ve Marksist tarih felsefesi taraf ından büyük ölçüde yeni-den ele alınan (bunun hangi koşullarda olduğunu ileride göre-

ceğiz) "ilerleme" ideolojisine alternatif bir sorunsalı genel nitelik-leriyle ortaya koymak istedik. Çağdaş dünyada geleneksel ya dayenilenmiş biçimler altında —yine de kökü bellidir—  ırkçıl ı ğ ın

 gerilemedi ğ ini tersine ilerledi ğ ini saptıyoruz. Bu görüngü, teza-hürlerinin birbirine kar ıştır ılmasından dikkatle kaçınılması gere-ken, fakat son çözümlemede ancak yapısal nedenlerle açıklana-

 bilecek olan eşitsizlikler ve tehlikeli evreler içermektedir. İster üstdüzey kuramlar, ister kurumsal ya da kitlesel ırkçılık söz konusuolsun, burada geçerli olan insanlığın yapay bir şekilde yalıtılmış türler halinde sınıflandır ılması olduğu ölçüde, bizzat toplumsalilişkiler düzeyinde son derece çatışmalı bir bölünmenin varolması gerektiğidir. Öyleyse söz konusu olan basit bir "önyargı" değil-dir. Ayr ıca sömürgelerin bağımsızlaşması kadar kesin toplumsaldönüşümlerin ötesinde, bu bölünmenin, kapitalizmin yarattığı dünya ölçeği çerçevesinde yeniden üretilmiş olması gerekir. Ohalde söz konusu olan ne bir kalıntı ne bir arkaizmdir. Peki bu,genelleştirilmiş iktisat ve bireyci hukuk mantığıyla çelişkili değilmidir? Kesinlikle hayır; Wallerstein da ben de burjuva ideolojisi-nin evrenselciliğinin (dolayısıyla hümanizminin de) öncelikleırkçılık ve cinsiyetçilik biçimini alan dışlama ve hiyerar şi siste-miyle ba ğ da şmaz olmad ı ğ ını düşünüyoruz. Irkçılık ve cinsiyet-çilik de böylesi bir sistem oluşturmaktadırlar. 

Ama yine de çözümlemenin ayr ıntılar ında birçok noktadaayr ılığa düşüyoruz: Wallerstein evrenselciliği piyasanın bizzat bi-çimine (birikim sürecinin evrenselliğine), ırkçılığı merkez ve çev-re arasındaki emek gücü farklılaşmasına ve cinsiyetçiliği de (tarih- 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 11/146

 IRK, ULUS, SINIF 18  ÖNSÖZ 19 

sel kapitalizmin temel kurumu olarak kabul ettiği) aile ya da ha-nede eril "çalışma" ile dişil "çalışma dışı"lığın kar şıtlığına bağ-lıyor. Bense ırkçılığın özel olarak milliyetçilikle eklemlendiğinidüşünüyorum ve evrenselliğin, bizzat ırkçılığın içinde paradoksalolarak varolduğunu gösterebildiğimi sanıyorum. Zamansal boyut

  burada çok önemli hale gelmektedir. Bütün sorun geçmiştekidışlamalar ın belleğinin nasıl bugünkü dışlamalara aktar ıldığını yada yine halk hareketlerinin uluslararasılaşması ve ulus-devletlerinsiyasal rollerindeki değişimin nasıl olup da bir "yeni-ırkçılığa",hatta bir "ırkçılık-sonrası"na varabildiğini anlamaktır. 

İkinci bölüm olan "Tarihsel Ulus"ta, "ulus" ve "halk" katego-rileri tartışmasını yenilemeyi denedik. Yöntemlerimiz oldukçafarklı: Ben ulus biçiminin yörüngesini ararken art-zamanlı bir yolizliyorum; Wallerstein dünya ekonomisi içindeki diğer siyasal ku-rumlar arasında ulusal üstyapının yerini araştır ırken eş-zamanlı bir yol izliyor. Bu nedenle ulusal oluşumu ve sınıf mücadelesini defarklı şekillerde eklemliyoruz. Eğer bu farklılığı uç noktaya götü-rürsek; Wallerstein ulusu, diğer biçimleriyle, sınıf mücadelesi ze-minine (her ne kadar bunlar "kendileri için sınıfa ancak istisnaidurumlarda dönüşebilirlerse de, ki bu noktaya daha ilerde deği-neceğiz) yerleştirirken benim konumumun tarihsel sınıf mücade-lelerini (her ne kadar antitezini temsil etseler de) ulusal biçimeyerleştirmek olduğu söylenebilir. 

"Toplumsal oluşum" kavramının anlamı kuşkusuz bu noktadaönem kazanıyor. Wallerstein "halk"ın yapılanmasına dair üç bü-yük tarihsel yolu belirlemeyi önermektedir:  İ rk, ulus ve etniklik.

Bu üçü dünya ekonomisinin farklı

yapı

lar ı

yansı

r; Wallerstein"burjuva" devletiyle (ulus-devlet) devletin önceki biçimleri arasın-da (aslında onun için "devlet" terimi bile ikircildir) tarihsel bir ko-

 pukluk olduğunda ısrar eder. Ben kendi açımdan "ulusal öncesi"devletten "ulusal" devlete geçişi özellikleriyle belirlemeye çalıştı-ğım için onun başka bir düşüncesine —ki burada ele alınmadı — çok daha fazla önem veriyorum: Bu da Wallerstein'ın dünya eko-nomisinin oluşumu aşamasında  siyasal biçimlerin ço ğ ullu ğ u dü-şüncesidir. Ben, halk ın oluşumu (buna kurmaca etniklik  diyo-rum) sorununu bir iç hegemonya sorunu olarak ortaya koyuyo- 

rum ve bunun üretiminde sırasıyla dilsel cemaate ve ırksal cema-ate vücut veren kurumlar ın oynadığı rolü çözümlemeye çalışıyo-rum. Aramızdaki bu farklılıklar nedeniyle ben ço ğ unluklar ın et-nikleşmesine kar şı daha duyarlıyken, Wallerstein azınl ıklar ın et-nikleşmesini daha iyi değerlendiriyor gibi görünüyor; belki de oçok "Amerikalı", ben de çok "Fransız"ım. Bununla birlikte kesinolan ikimizin de ulusu ve halk ı,  şimdiki kurumlar ın ve uyuşmaz-lıklara, "cemaatler"e —ki bireysel "kimlik" duygusu bu "cemaat-ler"e bağlıdır— göreli bir istikrar kazandırmak amacıyla geçmi şe

 yansıt ılabilmelerini sağlayan tarihsel yapılanmalar olarak düşün-

menin esas olduğuna inandığımızdır. "Sınıflar: Kutuplaşma ve Üst-Belirlenim" başlıklı üçüncü bö-lümde, kapitalizmi Marx'ın en özgün bilgilerini uygulayarak tarih-sel sistem (ya da yapı) olarak gerçekten çözümleyebilmek içinMarksist Ortodoksluğun şemalar ına (k ısacası farklı varyantlar ıylaüretim tarzı evrimciliğine) getirilmesi gereken radikal dönüşümler hakk ında kendimizi sorguluyoruz. Önermelerimizi önceden özet-lemek can sık ıcı olurdu. Muzip okurlar bu birbirini izleyen "yeni-den inşa" denemelerimiz arasında ortaya çıkan çelişkileri saymak-tan zevk alacaklardır. Kim olurlarsa olsunlar, iki "Marksistin ay-nı kavramlara aynı anlamlan vermekten aciz görünmeleri kuralını 

  bozmuyoruz... Bundan skolastik bir oyunun söz konusu olduğusonucunu çıkarmakta acele etmeyelim. Tersine, yeniden okudu-ğumuzda bana en anlamlı gelen şey, bu denli farklı öncüllerdenyola çıkarak vardığımız sonuçlardaki uyumun derecesi oldu. 

Elbette tartışılan, sınıf mücadelesinin "iktisadi" yanıyla "siya-sal" yanının eklemlenmesidir. Wallerstein benim reddettiğim "ken-dinde sınıf" ve "kendi için sınıf" sorunsalını sahiplenmektedir.Fakat bu sorunsalı, (ona göre ücretli emeğin genelleşmesi anla-mına gelmeyen) proleterleşmenin temel biçimi hakk ında pek azk ışk ırtıcı olan tezlerle birleştirmektedir. Onun kanıtlama yolunutakip ederek şuraya varabiliriz: Ücretlileşme, realizasyon bunalım-lannın ve "çevresel" (k ısmi zamanlı ücretli emek için geçerli) aşınsömürüye kar şı verilen işçi mücadelelerinin çifte etkisi sonunda,kapitalistlerin acil çıkarlar ına ra ğ men yayılmaktadır. Bu düşünmedüzeninin tüm sömürünün "yoğun" olduğunu varsaydığını, yani 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 12/146

 IRK, ULUS, SINIF 20  ÖNSÖZ 21 

teknolojik devrimlere tabi olan ücretli emeğin yoğunlaşmasına(Marx buna "reel altalama" ya da "göreli artık değer" üretimi adını veriyordu) bağlı bir aşır ı sömürü biçiminin olmadığını varsay-dığını söyleyerek itiraz edeceğim. Fakat çözümlemedeki bu ay-r ılıklar —ki bunlar ın, merkez bak ış açısı kar şısında bir çevre ba-k ış açısını yansıttıklar ı düşünülebilir— üç ortak düşüncenin ya-nında ikincil hale gelmektedir: 

1.  Marx'ın kapitalizmde sınıf kutuplaşmasına ilişkin tezi cansık ıcı bir hata değil, kuramının  güçlü noktasıd ır. Yine de kapitalizmin gelişmesiyle birlikte "sınıf ilişkilerinin basitleşmesi"nin — 

tarihsel felaketçiliğe bağlanan— ideolojik temsilinden dikkatleayırt edilmesi gerekmektedir.2. Sınıflar ın (proletarya ve burjuvazi) "ideal tip"i yoktur. Pro

leterleşme ve burjuvalaşma [embourgeoisement]4  süreçleri vardır ve bu süreçlerin her biri kendi iç çelişkilerini taşır (ben bunu kendi adıma, Althusser'i izleyerek, uzlaşmazlığın "üst-belirlenim"idiye adlandır ıyorum): Böylece kapitalist ekonominin tarihinin ulusal ve uluslarüstü alandaki  siyasal  mücadelelere bağlı olduğu anlaşılır.

3. Burjuvazi basit kâr birikimiyle (ya da üretici yatır ımla)tanımlanmaz: Bu koşul zorunludur fakat yeterli değildir. MetindeWallerstein'ın burjuvazinin tekel durumuna geçiş arayışı ve kâr ın,devlet taraf ından farklı tarihsel şekillere göre güvence altına alı narak "rant"a dönüşümü hakk ındaki kanıtlamalar ını okuyacaksı nız. Kuşkusuz bu, ileride yeniden ele alınması gerekli bir noktadır. "Marksist sosyoloji"de sınıflar kavramının tarihselleşmesi (ve

 böylece diyalektikleşmesi) henüz yeni başlamıştır (bunun anlamı da kendini Marksist sosyoloji olarak tasarlayan ideolojiyi yıkmak için daha yapılacak çok iş olduğudur). Burada da ulusal gelenek lerimize kar şı çık ıyoruz: Fransa'da çok köklü olan (fakat Engels'edayanan) bir önyargıya kar şı ben, burjuva-kapitalistin bir asalak olmadığını göstermeye giriştim; Wallerstein ise "yönetici" mitinin

4. Kelimenin olası ikircilliğine rağmen (üstelik bu o kadar kesin mi aca- ba?) Wallerstein'ın kullandığı bourgeoisif ıcation yerine, Fransızca embourge-oisement demeyi tercih ediyorum (askerler nasıl siviller arasından alınırsa bil-mem kaçıncı kuşaktan burjuvalar da burjuva olmayanlar arasından alınmıştı). 

oluştuğu ülkeden gelen biri olarak burjuvanın (ne geçmişte ne de bugün) aristokratın zıddı olmadığını göstermeye girişti. 

Farklı nedenlerden dolayı, günümüz kapitalizminde, yaygınokulla şmanın sınıf farklılıklar ının yalnızca "yeniden üreticisi" de-ğil, aynı zamanda üreticisi haline geldiği düşüncesine tamamenkatılıyorum. Sadece ondan daha az "iyimser" olarak, bu "meri-lokratik"* mekanizmanın, ayr ıcalıklı toplumsal statü edinmeninönceki tarihsel mekanizmalar ından, siyasal anlamda daha daya-nıksı z olduğuna inanmıyorum. Bu benim gözümde, okullaşma-nın —en azından "gelişmiş" ülkelerde— hem bir personel seçme

.yolu hem de toplumsal ayr ımlar ı, özellikle de kafa ve kol emeğiya da personel ve uygulama ayr ımını, birbirlerini izleyen biçim-leriyle "bilimsel" ve "teknik" olarak yerleştirmek için uygun bir ideolojik aygıt olarak ortaya çıkmasına bağlıdır. Ya da, ırkçılıklaçok sık ı ilişkileri olduğunu göreceğimiz bu yerleştirme, ayr ıca-lıklar ın diğer tarihsel meşrulaştır ılmalar ından daha az etkili de-ğildir. 

Bu da bizi doğrudan son konumuza getirmektedir: "Top-lumsal Çatışma Yer mi Değiştiriyor?" Bu dördüncü bölümün ko-nusu başlangıçta ortaya konmuş olan soruna (ırkçılık ya da dahagenel olarak "starü"ye ve "cemaate dayalı" kimlik sorununa), dahaönceki tespitlerle kar şı kar şıya gelerek ve —belki de fazla ilerigidip— pratik sonuçlar çıkararak geri dönmektir. Aynı zamandasosyoloji ve tarihte bazı klasik temalar kar şısında alınan mesafeyihesaplamak da söz konusu. Doğal olarak daha önce ortaya çıkanaz ya da çok önemli yaklaşım farklılıklar ı ve ayr ılıklar bu bölümdede varlığını sürdürüyor; bu nedenle bir sonuca varmak söz konu-su değil. Eğer çizgilerimizi daha ileri götürmek isteseydim bu kez

 benden çok daha az "iyimser" olanın Wallerstein olduğunu söy-lerdim; çünkü Wallerstein "grup" bilincinin kaçınılmaz olarak "sınıf"

 bilincine üstün geldiğini, ya da en azından, sınıf bilincinin tarihselolarak gerçekleşmesinin zorunlu biçimini oluşturduğunudüşünüyor. Ona göre iki terimin ("asimptotik") sınırda, eşitsizlik-lerin ve çelişkilerin uluslarüstüleşmesinde birleştikleri doğrudur. 

* meritokrasi: bireysel liyakat üzerine kurulu toplumsal hiyerar şi, (ç.n.) 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 13/146

 IRK, ULUS, SINIF 22 

Kendi açımdan ben ırkçılığın, sınıf yapısının bir d ı şavurumu ol-duğuna değil, özellikle çelişik biçimler altında (proletaryanın ırk-çılaşması, uvriyerizm, "günümüz" krizinde "sınıflararası" kon-sensüs), milliyetçilik zemininde, sınıf mücadelesinin kendindevarolan siyasal yabancılaşmanın tipik bir biçimi olduğuna inanı-yorum. Esas olarak Fransız tarihi ve koşullar ı örneğine dayanarak fikir yürüttüğüm doğrudur. Burada belirsiz bir biçimde, bütün en-ternasyonalist ideolojilerin ve pratiklerin yenilenmesi sorunu or-taya konulmaktadır. Aynı zamanda Üçüncü Dünya'nın "proleter uluslar ı"nın, ya da daha doğrusu, onlar ın yoksullaşmış kitleleri-

nin ve Batı Avrupa ve diğer yerlerin "yeni proleterleri"nin pratiktetek bir rakipleri olduğu doğrudur: kurumsal ırkçılık ve onunuzantılar ı ya da bunun kitledeki siyasal nüveleri. Ve aşılması ge-reken tehlike aynı: etnik partikülarizmin ya da siyasal-dinsel ev-renselciliğin kendinde özgürleştirici olan ideolojilerle kar ıştır ıl-ması. Belki de, üniversite çevrelerinin ötesinde, ilgili kişilerle bir-likte ne üzerine düşünmek ve neyi araştırmak gerektiği esas alın-malıdır. Bununla birlikte aynı rakip, ne aynı dolaysız çıkarlar ı, neaynı bilinç biçimini, ne de hele mücadelelerin toplanmasını içerir.Gerçekte bu, yapısal engellerin kar şı koyduğu bir eğilimden

 başka bir şey değildir. Kendini dayatabilmesi için uygun bir kon- jonktür ve siyasal pratikler gerekir. İşte özellikle bu yüzden bu ki-tap boyunca, bugün ve gelecekte dört nala giden milliyetçiliği diz-ginleyebilecek bir sınıf ideolojisinin yeni temeller üzerinde (belkide yeni terimlerle yeniden) inşasının koşulunun —içeriği baştan

 belirlenmiş — etkili bir ırkçılık-kar şıtlığı olduğunu savunuyorum. 

Son olarak, bu kitaba kaynaklık eden seminere çalışmalar ıylakatılmakla bizi sevindiren meslektaşlar ımıza ve dostlar ımıza teşek-kür etmek isteriz: C. Meillassoux, G. Noiriel, J.-L. Amselle, P.Dommergues, E. Terray, V. de Rudder, M. le Guillon, I. Taboa-da-Leonetti, S. Amin, R. Fossaert, E. Hobsbawm, E. Gellner, J.-M. Vincent, K. Vergopoulos, F. Duroux, M. Drach, M. Freys-senet. Aynı şekilde tartışmalara katılan, burada isimlerini sayma-nın olanaksız olduğu, fakat gözlemleri boşa gitmeyen herkeseteşekkür ediyoruz. 

I  

 Evrensel Irkçıl ık  

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 14/146

 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 15/146

 IRK, ULUS, SINIF 26  

sal bünyeyi anlaştırma, "kendi", "biz" kimliğini her türlü melez-leşme, kar ışma ve istiladan koruma zorunluluğu) zihinsel ürünleriolan söylemlerde, temsillerde ve pratiklerde (şiddet, horgörme,hoşgörüsüzlük, aşağılama, sömürü biçimlerinde) kayıtlıdır. Böy-lece (psikolojisi, saplantılı karakter yapısının ama aynı zamanda"ak ıldışı" çelişikliğin anlatımına bağlı olan) kimi duygulanımlar düzenler; bunu, onlara "nesne"leri açısından olduğu kadar "özne"leri açısından da klişeleşmiş bir biçim vererek yapar. Bir ırkçı ce-maatin (ya da aralar ında uzaktan "taklit" bağlar ının bulunduğu bir ırkçılar cemaatinin) oluşumunun ve aynı zamanda ırkçılığın hedefi

("nesne"leri) olan bireylerin ve topluluklar ın kendilerini cemaatolarak algılamakta nasıl sık ıntı çektiklerinin fark edilmesini sağ-layan şey, dokunaklı bir klişeler ağı içindeki bu pratikler, söy-lemler ve temsiller birleşimidir. 

Ancak bask ı ne denli mutlak olursa olsun, kuşkusuz, kurban-lar ı için bask ı olmaktan çıkamaz: Ne çelişkisiz bir biçimde içsel-leştirilebilir (Memmi'yi yeniden okuyalım); ne cemaat kimliğinintam da kendi kendilerini tanımlama haklan inkâr edilen toplulukla-ra atfedilmesindeki çelişkiyi silebilir (Fanon'u yeniden okuyalım);ne de uygulanan şiddetin ve eylemlerin, söylemler, kuramlar veak ılcılaştırmalardan her zaman daha fazla olduğu gerçeğini değiş-tirebilir. Öyleyse eylemleri ve eyleme geçişi, tartışmasız biçimdeöğretilere üstün tutan ırkçı karmaşık, kurbanlar ı açısından temel

 bir simetrisizlik taşımaktadır; doğal olarak bu eylemlere yalnızcafiziksel şiddet ve ayr ımcılık değil, bizzat sözler de —sözlerin bir horgörme ve saldır ı tavr ı olarak şiddeti de— dahildir. Başlangıçta

  bizi dil ve öğreti mutasyonlar ını görelileştirmeye iten de budur; pratikte aynı eylemlere yol açtıklar ına göre, dinin dilinden bilimin-kine ya da biyolojininkinden kültürün ve tarihin diline kadar hepaynı yapıyı (haklar ın inkâr ını) koruyan savlara bu denli önem at-fetmek gerekli midir? 

Bu uyar ı doğrudur, hatta canalıcı önemdedir ama sorunu orta-dan kaldırmaz. Irkçı karmaşığın yok edilmesi yalnızca kurbanla-r ının başkaldırmasını değil, aynı zamanda bizzat ırkçılar ın dö-nüşümünü ve sonuç olarak ırkçıl ı ğ ın varetti ğ i cemaatin iç çözü-lü şünü gerektirir. Yirmi yıldan beri sık sık belirtildiği gibi durum 

 B İ  R YENI-IRKÇILIK VAR MI? 27  

 bu açıdan tamamen cinsiyetçilikle benzerdir; cinsiyetçiliğin aşıl-ması, hem kadınlar ın başkaldırmasını hem de "erkekler" cemaati-nin çözülmesini gerektirir. Oysa ki bu cemaatin oluşumu için ırkçı kuramlar vazgeçilmezdir.  Asl ında kuramı (kuramlar ı ) olmayanırkçıl ık yoktur. Kendimize ırkçı kuramlar ın daha çok seçkinler-den mi yoksa kitlelerden mi, egemen sınıflardan mı yoksa ezilensınıflardan mı çıktığını sormak tümüyle boşuna olacaktır. Bunakar şın entelektüeller taraf ından "ak ılcılaştır ıldıklar ı" apaçıktır. Da-hası üst düzey ırkçılık kuramlaştırmalar ının —bunlar ın prototipi19. yüzyılın sonunda oluşturulan evrimci "biyolojik ırklar" antro-

 polojisidir— ırk "gösteren"i etraf ında kurulan cemaatin kristal-leşmesindeki işlevleri üzerine kendimizi sorgulamak son dereceönemlidir. 

Bana göre bu işlevin kaynağı, ne yalnızca entelektüellerinak ılcılaştırmalar ının genel düzenleyici gücünde —ki Gramsci bu-nu onlar ın "organikliği", Auguste Comte ise "manevi gücü" ola-rak adlandır ır— ne de üst düzey ırkçılık kuramlar ının her toplum-sal sınıftan insanın kendini bulabileceği bir cemaat, bir asıl kimlik imgesi oluşturmalar ındadır. Bu işlev daha çok, üst düzey ırkçılık kuramlar ının gözle görülür "kanıtlara" (ırksal işaretler ve özelliklede bedensel işaretler çok önemlidir) dayanarak bilimsel gidimli-liği* taklit edişlerindedir. Ya da daha doğrusu, bilimsel gidimli-liğin "görülebilir olgular ı" "gizli" nedenlere eklemleme şeklini tak-lit edişlerinde ve böylece kitlelerin ırkçılığının özünde bulunan bir kendiliğinden kuramlaştırmanın önünde gidişlerindedir.1 O haldeırkçı karmaşığın çok önemli bir bilmezlikten/tanımazl ıktan gelme

işleviyle (ki bu olmadan şiddet, onu kullananlar için bile taham-mül edilebilir olmaktan çıkardı), toplumsal ilişkilere dair güçlü bir doğrudan bilme arzusunu, bir "bilme istemi"ni, içinden çık ılamaz 

* Gidimlilik: Bir önermeden başka bir önerme çıkaran ve böylece bir-tak ım ara düşünülerden geçerek ilkeden sonuca varan düşünüş tarzı. (ç.n.) 

1. Bana göre temel olan bu noktayı, Collette GUILLAUMIN tümüyleaçıklığa kavuşturmuştur: "Sınıflandırma etkinliği aynı zamanda  bir  bilgi et-kinli ğ idir. [...] Bar ındırdığı sürprizlere ve klişelere kar şı mücadelenin belirsiz-liği kuşkusuz bundandır. Sınıflandırma bask ıya olduğu gibi bilgiye de gebe-dir." (L'Ideologie raciste. Genese et langage actuel, Mouton, Paris - La Haye,1972, s. 183 ve devamı) 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 16/146

 IRK, ULUS, SINIF 28   B İ  R YEN  İ -IRKÇILIK VAR MI? 29 

 bir şekilde birbirine kar ıştırdığını söyleyeceğim. Bunlar birbirlerini  besleyen işlevlerdir çünkü kendi kolektif  şiddetleri bireyler vetoplumsal gruplar için ivedi bir açıklama bekleyen, boğucu birer muamma oluşturmaktadır. Irkçılık ideologlar ının, ortaya çıkardık-lar ı şey ne denli inceltilmiş olursa olsun, entelektüel konumlar ını 

 benzersiz k ılan şey budur. Tarihsel olarak etkili olan ırkçılık ideo-loglar ı her zaman, örneğin içrek spekülasyonla halk ın anlayabi-leceği öğreti arasında bir mesafe ("gnose"* yoluna sapmadıkçamutlak bir kopukluk değil) bırakmak zorunda olan tanr ı bilimci-lerden farklı olarak, kolay kavranabilir ve adeta peşinen kitlelerin

sözde aşağı düzeylerine uyarlanmış "demokratik" öğretiler oluş-turmuşlardır; seçkinci temalar ın hazırlanması bile buna dahildir.Bu, bireylerin yalnızca ya şad ıklar ına değil, toplumsal dünyada neolduklar ına da dolaysız açıklama anahtarlar ı vermeye —ki bu

 bak ımdan astrolojiye, karakter okumaya, vb. yak ındırlar— elve-rişli öğretiler demektir: Bu anahtarlar insani durumun bir "sır"r ının açığa vurulması biçimini aldıklar ında bile (yani hayali etkili-likleri için esas olan bir  sır etkisine sahip olduklar ında bile — Leon Poliakov bu noktayı epeyce açıklamıştı)2 bu böyledir. 

Üst düzey ırkçılığın içeriğini, özellikle de etkisinin içeriğinieleştirmeyi güçleştirenin de bu olduğunu belirtelim. Nitekim ku-ramlar ının yapısında, gerçekte kitleler taraf ından aranan, arzula-nan "bilgi"nin, yalnızca onlar ın içten gelen duygular ını doğrula-maktan ya da onlar ı içgüdülerinin doğruluğuna götürmekten baş-ka bir şey yapmayan basit bir bilgi olduğu varsayımı görülür. Bi-lindiği gibi Bebel, antisemitizmi "budalalar sosyalizmi" olarak,

 Nietzsche ise nerdeyse bir geri zekâlı

lar siyaseti olarak niteliyordu(ama bu onu kendi hesabına ırklara dair mitolojinin büyük bir  bölümünü yeniden ele almaktan hiç de alıkoymadı). Biz bile ırkçı öğretileri, etkililikleri kitlelerin bilme arzusuna verdikleri peşin ce-vaptan ileri gelen, tümüyle demagojik kuramsal yapımlar olarak 

 belirlediğimize göre bu ikircil anlamdan kaçabilir miyiz? "Kitle"  

* Gnose: Araçsız olarak ve sezgi yoluyla ulaşılan Mutlak Bilgi. (Yunan-ca gnosis'ten, ç.n.) 

2. L. POLİAKOV, Le Mythe aryen,Calmann-Levy, 1971; La Causalitédiabolique, 1980. 

(ya da "halk") kategorisi bile yansı z de ğ ildir, toplumsal olanınırksal ve yurtsal k ıl ınması mant ı ğ ı yla do ğ rudan ili şkilidir. Bu ikir-cil anlamı gidermek için ırkçı "mit'in kitleler üzerinde nasıl nüfuzkazandığını dikkate almak kuşkusuz yeterli olmayacaktır; aynı za-manda kendimize, "zihinsel" ve geniş anlamda "elle yapılan" et-kinlikler ayr ımı çerçevesinde işlenmiş diğer sosyolojik kuramlar ınneden bu bilme arzusuyla kolayca kaynaşamadıklar ını sormamızgerekir. Irkçı mitler ("arilik miti", soyaçekim miti) yalnızca sahte-

 bilimsel içerikleri gereğince değil, entelektüelliği kitleden ayıranuçurumu hayali olarak aşmanın, yine kitleleri sözde doğal ço-

cuksuluklar ına hapseden örtük bir kadercilikten ayr ılamayacak yollar ı olduklar ı için böyledirler. 

Artık "yeni-ırkçılığa" dönebiliriz. Burada güçlük çıkaran ırk-çılık  olgusu değildir. Daha önce de söyledim, eğer pratiğin yolaçtığı inkârlar ın —özellikle de bu yolla basiretsizliğini ya da dal-kavukluğunu ortaya koyan "siyasal sınıf ın büyük bir bölümü ta-raf ından yapılan inkârlar ın— bizi aldatmasına izin vermezsek pra-tik yeterince güvenli bir ölçüttür. Güçlük, dilin görece yeniliğinin,veni ve sürekli bir toplumsal pratikler ve kolektif temsiller, üstdüzey öğretiler ve siyasal hareketler eklemlenmesini ne dereceifade ettiğini bilmektedir. K ısacası Gramsci'nin diliyle konuşacak olursak, burada hegemonya gibi bir şeyin ortaya çık ı p çıkmadı-ğını bilmektedir. 

Göç kategorisinin — ırk kavramını ikâme edici ve "sınıf bilinci"ni parçalayıcı etken olarak— işleyişi, bize bir ipucu veriyor.Şurası açık ki işimiz, ne sadece ırk teriminin ve onun türevlerininiğrençliğinin gerekli k ıldığı bir kamuflaj işlemiyle ne de özeldeFransız toplumunun dönüşümlerinin sonuçlar ından biriyle ilgili.Göçmen işçi topluluklar ı uzun zamandan beri ayr ımcılığa ve ırkçı klişelerle dolu yabancı düşmanı şiddet hareketlerine maruz kal-maktalar. Diğer bir kriz dönemi, iki savaş arası da, Yahudi olsunolmasın "pis yabancılar"a kar şı —faşist hareketlerin dışına taşanve mantıksal sonuçlan Vichy yönetiminin Hitlerci girişimi destek-lemesi olan— kampanyalar ın birbiri ardına gelişine tanık olmuştu.

 Neden "biyolojik" gösteren'in, "öteki"ne duyulan nefret ve kor-kunun simgeleri için dayanak noktası olarak yerini kesin biçimde 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 17/146

 IRK, ULUS, SINIF 30   B İ  R YEN  İ -IRKÇILIK VAR MI? 31 

"sosyolojik" gösteren'e bırak ışına tanık olunmadı? Bunun, antropolojik mitin Fransızlara özgü geleneğinin ağırlığı dışındaki nedenlerinden biri, temelde Avrupalı olan göç kavrayışıyla sömürgeci deneyimlerin(Fransa bir yandan "istila" edilmiştir, diğer yandan "hükmeden"dir)arasında sürüp giden ideolojik ve kurumsal kopukluktur. Diğer nedenise dünya ölçeğinde, devletler, halklar ve kültürler arasında yeni bir eklemlenme modelinin yokluğudur.3 Ayr ıca bu iki neden birbirine bağlıdır. Yeni-ırkçılık, "sömürgelikten kurtuluş" çağına, eskisömürgelerle eski metropoller arasındaki nüfus hareketlerinin tersineçevrilişi, insanlığın tek bir siyasal alan içinde parçalanışı çağına ait bir 

ırkçılıktır. Bizde göç karmaşığını merkez alan günümüz ırkçılığı ideolojik olarak, Fransa dışında, özellikle de Anglosakson ülkelerdeçoktan beridir gelişmiş olan bir "ırksız ırkçılık" çerçevesi içinde yer alır: Bask ın temanın biyolojik soyaçekim değil, kültürel farklılıklar ınaşılamazlığı olduğu bir  ırkçılık; ilk bak ışta bazı grup ya da halklar ındiğerlerine üstünlüğünü değil, "sadece" sınırlar ın kaldır ılmasınınsak ıncasını, hayat tarzlar ının ve geleneklerin bağdaşmazlığını savunan  böyle bir ırkçılık, haklılıkla,  farkçı-ırkçıl ık  (P. A. Taguieff)4 olarak adlandır ılabilir. 

Sorunun öneminin altını çizmek için hemen bu değişimin siyasalsonuçlar ını göstermek gerekir. Bunlardan ilki, geleneksel ırkçılık-kar şıtlığının başvurduğu savunmalar ın —savlar ının ters- 

3. ABD'de "zenci sorunu" ile Avrupa'dan gelen yoğun göç dalgalar ınınyarattığı etnik sorunun, 1950-60 yıllar ında yeni bir "etniklik paradigması"nınikincisini birinciye yansıtışına dek, nasıl ayr ı kaldığını düşünün(Bkz. MichaelOMI ve Howard WINANT, Racial Formation in the United States, Routledge

and Kegan Paul, 1986).4. Özellikle "Les presuppositions definitionnelles d'un indefinissable: leracisme" (Mots, no. 8, Mart 1984); "L'identite nationale saisie par les logi-ques de racisation. Aspects, figures et problemes du racisme differentialiste"(Mots, no. 12, Mart 1986); "L'identite française au miroir du racisme differentialiste", Espaces 89, L'identite française, Editions Tierce, 1985. Bu düşüncedaha önce Colette GUILLAUMlN'in incelemelerinde belirmiştir. Aynı zamanda: Veronique DE RUDDER, "L'obstacle culturel: la difference et la distance", L'Homme et la societe, Ocak 1986. Anglosakson ülkeleri için Martin BAR-KER'm kitabıyla kar şılaştır ınız (The New Racism, Conservatives and the Ide-ology of the Tribe, Junclion Books, Londra, 1981).

yüz edildiğini, hatta kendisine kar şı döndüğünü fark ettikçe (Taguieff  bunu farkçı-ırkçılığın misilleme etkisi olarak çok iyi adlandırmıştır)— istikrarsızlaşmasıdır. Irklar ın yalıtılabilir biyolojik birimler oluşturmadıklar ı; aslında "insan ırklar ı" diye bir şey olmad ı ğ ı dolaysızkabul edilir. Bireylerin tutumlar ının ve "yetenekliliklerinin"kanbağıyla ya da genleriyle bile değil, tarihsel "kültürlere"aidiyetleriyle açıklanması da aynı şekilde kabul görebilir. Oysa savaş sonrası  ırkçılık-kar şıtı hümanist ve kozmopolitçi tezlerin büyük   bölümü, tümüyle kültürlerin çeşitliliğini, eşitliğini — ki insanuygarlığını oluşturan sadece bu kültürlerin çok sesli birliğidir— aynı 

zamanda da bunlar ın tarih boyu  sürekliliklerini tanımaya yönelenantropolojik kültürcülüğe aittir. Tekbiçimliliği dayatan bazı emperyalizmlerin hegemonyasına ve azınlıkta kalan ya da ezilenuygarlıklar ın yok edilmesine, "etnik k ır ım"a kar şı verilen savaşayaptığı katk ı, antropolojik kültürcülüğün değerini ortaya çıkarmıştı.Farkçı-ırkçılık bu tezi hemen kabul edivermekte-dir. Daha önce, bütünuygarlıklar ın eşit derecede karmaşık ve insan düşüncesinin ilerlemesiiçin eşit derecede gerekli olduğunu kanıtlayarak ünlenen,antropolojinin büyük ismi (Claude Levi-Strauss,   Irk ve Tarih) şimdikendini, isteyerek ya da istemeyerek, "kültürel mesafelerin" ortadankaldır ılmasının, "kültürel kar ışım" in, insanlığın entelektüel ölümünetekabül edeceği ve hatta belki de biyolojik olarak hayatta kalmasını sağlayan düzenlemeleri bile tehlikeye sokacağı düşüncesinin (Irk ve Kültür)5 hizmetine girmiş olarak bulmuştur. Ve bu "kanıtlama", insangruplar ının —siyasal 

5. 1971'de UNESCO için yazılmış konferans, 1983'te Le Regard eloig-

ne'de yeniden ele alınmıştır; Plon, 1983, s. 21-48, [Irk ve Tarih Türkçe ya-yınlanmıştır, Metis Yayınlar ı, 1985). Bkz. M. O'CALLAGHAN ve C. GUIL-LAUMIN, "Race et race. . . la mode 'naturelle' en science humaines", L'Hom-me et la societe, no. 31-32, 1974. Bambaşka bir bak ış açısından Levi-Strauss"anti-hümanizmin" ve "göreciliğin" savunucusu olarak saldır ıya uğramaktadır (Bkz. T. TODOROV, "Levi-Strauss entre universalisme et relativisme",  Le Debat, no. 42, Kasım-Aralık 1986; A. FINKIELKRAUT, La Defaite de lapen- see, Gallimard, 1987). Tartışma tamamlanmadığı gibi henüz yeni başlamış-tır. Kendi adıma Levi-Strauss'un öğretisinin "ırkçı" olduğunu değil, 19. ve20. yüzyılın ırkçı teorilerinin, hümanizmanın kavramsal alanında kurulduk-lar ını savunuyorum: dolayısıyla onlar ı böyle ayıramayız (bu kitaptaki "İrk-çılık ve Milliyetçilik" başlıklı çalışmama bak ınız). 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 18/146

 IRK, ULUS, SINIF 32   B İ  R YEN  İ -IRKÇILIK VAR MI? 33 

kategori olarak ulusun antropolojik anlamının belirsizliğine rağ-men, pratikte ulusal gruplar ın— geleneklerini, dolayısıyla kimlik-lerini koruma konusundaki "kendiliğinden" eğilimleriyle doğru-dan ilişkilendirilmiştir. Buradan da ortaya çıkan, genetik ya da bi-yolojik doğalcılığın, insan davranışlar ını ve toplumsal bağlan or-tama uydurmanın tek yolu olmadığıdır. Hiyerar şik bir modelin

 bırak ılması pahasına —bunun gerçek olmaktan çok görünüştekaldığını göreceğiz— kültür de bir do ğ a gibi, özellikle de bireylerive gruplar ı a priori olarak bir soy kütüğüne, dokunulmaz ve de-ğişmez bir soy belirlenimine hapsetme yolu olarak iş görebilir. 

Ama bu ilk misilleme etkisi daha kurnazca ve bu nedenle dahaetkili bir ikinci etkiye yol açar: Eğer değiştirilemez kültürel fark-lılık insanın gerçek "doğal ortamı", tarihsel solunumu için vaz-geçilmez atmosferi ise, o zaman bu farklılığın ortadan kalkması,sonunda zorunlu olarak savunma tepkilerinin, "etnik gruplar ara-sı" anlaşmazlıklar ın doğmasına ve genelde bir saldırganlık artışınayol açacaktır. Bize bu tepkilerin "doğal" olduğu söylenir ama aynı zamanda tehlikelidirler. Burada bizzat farkçı öğretilerin, yüz sek-sen derecelik şaşırtıcı bir dönüşle, ırkçıl ı ğ ı açıklamaya (ve önünegeçmeye) niyetlendikleri görülür. 

Aslında sorunsalın genel bir yer değiştirişine tanık olunmak-tadır. İnsanlık tarihinde ister psikolojik, ister biyolojik temeller üzerine kurulmuş olsun, ırklar ya da ırklar ın mücadelesi kura-mından, toplumda ırksal aidiyeti de ğ il ırkçı tutumu kendine mal-eden "etnik ilişkiler" (ya da ırk ili şkileri) kuramına geçilmektedir.Farkçı-ırkçılık mantıksal açıdan, ırkçılık ve ırkçılık-kar şıtlığı ara-sındaki çatışmadan ders almış, toplumsal saldırganlığın nedenle-rine siyasal olarak müdahale edebilecek gibi görünen bir meta-ırkçılık ya da "ikinci konum" olarak adlandırabileceğimiz türden

 bir  ırkçılıktır. Irkçılığı önlemek isteniyorsa "soyut" ırkçılık-kar-şıtlığının, yani insan topluluğunun hareketlerinin sosyolojik ve

 psikolojik yasalar ının bilmezlikten/tanımazlıktan gelinmesinin,önlenmesi gerekecekti: "Hoşgörü eşikleri"ne saygı göstermek,"kültürel mesafeleri" korumak, yani bireylerin bir tek kültürünmirasçılar ı ve taşıyıcılar ı olduğunu ileri süren varsayım gereğincetopluluklar ı ayırmak gerekecekti (bu bak ımdan en iyi duvar yine 

de ulusal sınırdır). Bu noktada doğrudan siyasete ve günlük de-neyime varabilmek için spekülasyondan çık ıyoruz. Kuşkusuz"soyut", epistemolojik bir özellik değildir; kendisine tekabül edenuygulamalar daha somut, ya da daha etkili olduğu oranda uygundüşen bir değer yargısıdır. Bu uygulamalar kentsel yenileştirme,ayr ımcılığa kar şı mücadele, hatta okulda ve işyerinde kar şı-ay-ıı mc ı lık programlar ıdır (yeni Amerikan sağı, buna tersine-ay-r ımcıl ık diyor; aynı şekilde Fransa'da, şu ya da bu aşır ı hareketlehiçbir ilgisi bulunmayan "aklı başında" insanlar ın, yarattığı ka-r ışıkl ık ve yurttaşlar ın ulusal aidiyet duygular ını "k ışk ırtma" bi-

çimiyle "ırkçılığı yaratanın ırkçılık-kar şıtlığı olduğu"nu söyle-dikleri giderek daha fazla duyulmaktadır).6 

Farkçı-ırkçılık kuramlar ının —artık  gerçek ırkçıl ık-kar  şıtl ı ğ ı ,yani gerçek hümanizm olarak ortaya çıkmaya elverişlidirler— bu-rada ak ıldışı hareketlerin toplu şiddet ve saldırganlığının, özelliklede yabancı düşmanlığının genel açıklaması olarak "kitle psikolo-

 jisinin" yeniden kavuştuğu itibarla kolayca bağlantı kurması rast-lantı değildir. Burada, yukar ıda hatırlattığım ikili oyun tam an-lamıyla devreye girer: kitleye "kendiliğindenliği"nin bir açıklama-sının sunulması ve aynı kitlenin "ilkel" kalabalık olarak örtük bir değersizleştirilmesi. Yeni-ırkçı ideologlar soyaçekim mistiklerideğil, "gerçekçi" sosyal psikoloji teknisyenleridirler... 

Yeni-ırkçılığın misillemesinin etkilerini bu şekilde ortaya ko-yarken kuşkusuz yaratılışını ve içsel değişimlerinin karmaşıklığını 

 basitleştiriyorum, ama bunu yaparak gelişmesindeki stratejik koz-lar ı ortaya çıkarmak istiyorum. Burada ancak özetlenebilecek bazı 

eklemeler ve düzeltmeler yapı

labilir. 6. Bu temalar Anglosakson ülkelerde "insan etolojisi" ve "sosyo-biyo-

loji" taraf ından bol bol kullanılarak zenginleştirilmektedir. Fransa'da ise doğ-rudan kültürcü bir temele dayandır ılmışlardır. Bu konuyla ilgili olarak, A. BE-Jİ N ile J. FREUND yönetiminde hazırlanan ve Yeni Sağ'ın kuramcılar ından tu-lün da, daha durmuş oturmuş üniversite öğretim üyelerine kadar uzanan bir yelpazede çeşitli yazılara yer veren bir seçki çıkmıştır:  Racismes, antiracis-ıııe.s, Meridiens-Klincksieck, 1986. Bu eserin aynı zamanda çok yüksek tirajlı   bir popüler yayında (J'ai tout compris, no. 3, Haziran 1987, "Dossier choc: Immigres: Demain la haine", Yazı İşi. M.: Guillaume Faye) basit bir dile in-dirgenmiş olduğunu bilmekte de yarar var. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 19/146

 IRK, ULUS, SINIF 34   B İ  R YEN  İ - İ  RKÇILIK VAR MI? 35 

"Irksız bir  ırkçılık" düşüncesi sanılabileceği kadar devrimcideğildir. Aslında, tarihbilimsel kullanımı "soybilim" (genealoji)kelimesinin "genetik" kelimesine dahil edilmesinden önce gelen ırk kelimesinin anlamındaki değişmelere girmeden önce, ne kadar rahatsız edici olsalar da — ırkçılık-kar şıtı bir döküm için, ama aynı zamanda yeni-ırkçılığın onu maruz bıraktığı inanç değişiklikleri için—  bazı büyük tarihsel olgulardan sözetmek gerekiyor. 

İkincil kuramsal yapımlar düzeyinde bile olsa, esas gücünü sahte-  biyolojik bir ırk kavramından almayan bir  ırkçılık hep varoldu ve  bunun prototipi de antisemitizmdir. Aydınlanma çağı Avru-pası'nda,

hatta  Reconquista ve Engizisyon İspanyası'nın dinsel Yahudidüşmanlığına getirdiği devletçi ve milliyetçi sapmadan bu yana belirginleşmeye başlayan modern antisemitizm, daha o zamandan,"kültürcü" bir ırkçılıktır. Bedensel izler kuşkusuz düşsel olarak büyük  bir yere sahiptirler, ama biyolojik bir soyaçekimin işaretleri olmaktançok, derin bir psikolojinin, manevi bir mirasın izleri olarak.7 Denilebilir ki bu işaretler, ne denli zor görülebilirse o denli  belirticidirler ve Yahudi ne denli "ayırt edilemez" ise o denli"gerçek"tir. Özü kültürel bir geleneğin, törel bir parçalanmanınmayasının özüdür. Antisemitizm çok üst düzeyde "farkçı"dır vegünümüzün farkçı-ırkçılığı biçimsel olarak birçok bak ımdan, genelle ştirilmi ş bir antisemitizm gibidir. Bu düşünce, özellikleFransa'da günümüzün Arap fobisini açıklamak için çok önemli- 

7. Ruth Benedict buna H. S. Chamberlain konusunda dikkat çekiyordu:"Ancak Chamberlain Yahudiler'i fiziksel özelliklerinden ya da soyağaçlar ındantanımıyordu; onun da bildiği gibi Yahudiler modern Avrupa'daki nüfusun gerikalanından belli antropomorfik ölçümlerle ayr ılamazlar. Fakat düşmandılar,çünkü özel düşünme ve davranma şekilleri vardı. 'İnsan Yahudi haline gelebi-lir...' vb." (R. BENEDİCT, Race and Racism, yeni basım: Routledge and Ke-gan Paul, 1983, s. 132). Ona göre bu Chamberlain'in hem "dürüstlüğü"nünhem de iç "çelişkisi"nin işaretidir. Bu çelişki kural halini almıştır ve aslındatek kural da değildir. Antisemitizm'de Yahudi'nin aşağılığı teması, yok edil-mez farklılık temasından çok daha az önemlidir. Chamberlain'in Yahudiler'içok daha "tehlikeli" k ılan zihinsel, ticari, cemaate dair "üstünlüklerini" an-maktan hoşlandığı bile görülmektedir. Nazi girişimi kendisini çoğunlukla,Yahudiler'in fiili "insan-altı" durumu kar şındaki bir girişim olarak değil, on-lar ı "insan-altı" duruma indirme girişimi olarak kabul eder: Bu yüzden deköleleştirmeyle yetinemez ve yok etmeyle sonuçlanır. 

dir; çünkü beraberinde "Avrupalılıkla" bağdaşmayan "dünya görüşü"ve evrensel ideolojik egemenlik girişimi olarak bir  İslam imajını,oradan da "Araplığın" ve "İslamlığın" kasıtlı olarak birbirinekar ıştır ılmasını getirir. 

Bu da dikkatimizi ırkçı geleneklerin Fransa'da aldığı ulusal biçime ilişkin kabul edilmesi daha da zor ve bu nedenle de önemli bir tarihsel olguya çeker. Arilik öğretilerinin, antropometrinin ve  biyolojik genetiğin şüphesiz özel olarak Fransız bir geçmişi vardır,ama gerçek "Fransız ideolojisi" burada değildir: Bu ideoloji, "insanhaklan ülkesi" kültürünün, insan türünü evrensel olarak eğitme

misyonu bulunduğu düşüncesindedir. Bu düşünceye tekabül eden pratik, ezilen topluluklar ın asimilasyonu ve buradan da bireylerin vegruplar ın asimilasyona direni şlerinin ya da uyumlar ının az ya da çok olu şuna göre ayırt edilmesi ve aşamalandınl-ması gerekliliğidir."Beyaz adamın yükü"nün bu Fransızlara özgü (ya da "demokratik")varyantında ve sömürgeleşmede kendini gösteren şey, hem etkili hemde ezici olan bir dışlama/içine alma biçimidir. Irkçı ideolojilerinişleyişindeki ya da ideolojilerin işleyişlerinin ırkçı yanlar ındakievrenselcilik ve partikülarizm paradokslar ına başka yerde tekrar döneceğim.8 

Bunun tersine, yeni-ırkçı öğretilerde hiyerar şi temasının ancak görünüşte ortadan kalktığını anlamak zor değildir. Hiyerar şininsaçmalığı yüksek sesle ilan edilebilecek kadar ileri gidilebilir; asl ındahiyerar şi düşüncesi kendini bir yandan öğretinin  pratik kullanımında(böylece açıkça dile getirilmesine gerek kalmaz), diğer yandankültürlerin farklılığını kavramak için kullanılan ölçütlerin tipinde bileyeniden oluşturur ve yine "ikinci konum"un, meta-ırkçılığın mantıksalolanaklar ını tehlikeye soktuğu görülür. 

Gerçekte "kar ışma"dan korunma, kurumla şmı ş kültürün, devletin,egemen sınıflar ın ve hayat tarzlar ıyla düşünceleri okul taraf ındanmeşrulaştır ılan "yurttaşlar" kitlesinin kültürü olduğu yerde iş görmektedir. Böylece tek yönlü bir toplumsal yükselme ve ifadeyasağı gibi işler. İngiltere'deki bir "Siyah"ın, ya da Fran-sa'daki bir "Beur"ün*, zaten içinde yaşamakta olduğu toplumla 

8. Bkz. bu kitapta, "Irkçılık ve Milliyetçilik". 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 20/146

 IRK, ULUS, SINIF 36    B İ  R YEN  İ -IRKÇILIK VAR MI? 37  

"bütünleşmesi" için gerekli olan asimilasyonun (kaldı ki bu top-lum her zaman onun yüzeysel, kusurlu, yapmacık olduğundankuşkulanacaktır) bir ilerleme, özgürleşme ve haklar ın tanınması gibi gösterildiği gerçeğini, bütün kültürlerin saygın olduğunu önesüren hiçbir kuramsal söylem değiştiremez. Bu durumun ardında,insanlığın tarihsel kültürlerinin iki büyük sınıfa ayr ıldığı düşün-cesinin henüz yenilenmiş varyantlar ı iş başındadır. Bu iki sınıf şunlardır: Evrenselci, ilerici olacaklar ve iflah olmaz bir şekilde

  partikülarist, "ilkel" olacaklar. Paradoks bir rastlantı değildir:"Tutarlı" bir farkçı-ırkçılık  bütün kültürlerin değişmezliğinin

ayr ım gözetmeksizin savunucusu olduğundan aynı zamanda mu-hafazakâr da olacaktır. Gerçekten öyledir de; Çünkü Avrupa kül-türünü ve yaşam tarzını "üçüncü dünyalılaşma"dan koruma ba-hanesiyle onlara gerçek gelişmeye giden tüm yollan ütopik bir şekilde kapatır. Ama derhal eski bir ayr ımı yeniden devreye so-kar: toplumlar ın "açık" ve "kapalı", "durağan" ve "girişken", "so-ğuk" ve "sıcak", "sürücül" ve "bireyci" vb. olarak ayr ılmalar ı.Bu, kendi hesabına kültür kavramındaki tüm muğlaklığı hareketegeçiren bir ayr ımdır (Fransızca için özellikle geçerlidir!). 

Ayr ı kendilikler (ya da sembolik yapılar) olarak ele alınankültürlerin (Kultur) farklılığı, bizzat "Avrupalı" alan içindeki kül-türel eşitsizliği yansıtır; ya da daha iyisi "kültürü" (Bildung, üstdüzey ya da popüler, teknik ya da folklorik vb.) sanayileşmiş,eğitimli, giderek uluslararasılaşan, dünya ölçeğine çıkan bir top-lumda yeniden üretilme eğilimi gösteren e şitsizlik yapılar ı olarak yansıtır. "Farklı" kültürler, kültürün edinilmesinin önünde engeloluşturan ya da (okul taraf ından, uluslararası iletişim normlar ı ta-raf ından) engel olarak kurulan kültürlerdir. Ve buna kar şılık ezi-len sınıflar ın "kültürel handikaplar ı", "dış"ta olmanın pratiktekikar şılıklar ı olarak ya da özellikle "kar ışma"nın y ık ıcı etkilerine(yani bu "kanşma"nın içinde gerçekleştiği maddi koşullar ın etkile-rine) açık kalan yaşam tarzlar ı olarak görünmektedir.9 Hiyerar şik temanın bu gizli varlığı (önceki dönemin açıkça eşitsizlik yanlısı 

*  Beur. Fransa'da ikinci kuşak yabancılara, çoğunlukla Kuzey Afrika-lılar'a verilen ad (ç.n.) 

olan ırkçılığı gibi, ırksal tiplerin temelde değişmez olduğu var-sayımını dile getirebilmek için, ister genetik ister Völkerpsycho-logie* üzerine kurulu olsun, farkçı bir antropolojiyi önceden ka-

  bullenmek zorundaydı) bugün bireyci modelin bask ın oluşundaayr ıcalıklı bir yere sahiptir: Açıkça söylenmese de üstün görülenkültürler, "bireysel" girişimi, toplumsal ve siyasal bireyciliği diz-ginleyenlerin aksine bunlara değer veren ve destekleyen kültürler olacaktır. Bunlar "ortak ruh"un bireycilikten oluştuğu kültürler o-lacaktır. 

Buradan da sonunda biyolojik temanın dönü şüne, kültürelırkçılık çerçevesinde biyolojik "mit"in yeni varyantlar ının hazır-lanmasına izin verenin ne olduğunu anlıyoruz. Bilindiği gibi buaçıdan farklı ulusal durumlar vardır. Etolojik ve sosyobiyolojik kuramsal modeller (ki bunlar da rakiptir) Anglosakson ülkelerdedaha etkilidir. Bu ülkelerde mücadeleci bir neoliberalizmin siyasalamaçlar ıyla doğrudan kesişerek Sosyal Darwinizm ve Soyar ıtım-cılık geleneklerinin yerini almışlardır.10 Yine de biyolojik açıkla-malara dayanan bu ideolojiler bile, esas olarak "farkçı devrime"

 bağlıdır. Açıklamayı amaçladıklar ı şey, ırklar ın inşası değil, gele-neklerin ve kültürleri birbirlerinden ayıran setlerin, bireysel yete-neklerin birikimi açısından taşıdığı hayati önem ve özellikle de ya-

 bancı düşmanlığının ve toplumsal  sald ırganl ı ğ ın "doğal" temel-leridir. Saldırganlık, yeni-ırkçılığın her biçiminin başvurduğu ve

 bu durumda biyolojizmi bir derece ileri götüren kurmaca bir öz-dür: Kuşkusuz "ırklar" yoktur, sadece halklar ve kültürler vardır;ama kültürün biyolojik (ve biyopsişik) nedenleri ve sonuçlar ı ve

kültürel farklı

ğa gösterilen biyolojik tepkiler vardı

r (bu tepkiler,hâlâ genişlemiş "aile"sine ve "toprağına" bağlı insanın silinemez 

* Völkerpsychologie: Bir etnik grubun psikolojisi. (Alm. ç.n.). 9.  Şurası açıktır ki, "ırksal çatışmalar ın" ve okulda göçmenlerin bulu

nuşuna duyulan hıncın —ki bu komşuluktakinden çok daha fazladır— keskinliğini, toplumsal sınıflama ve bünyesine kabul etme konusunda son karar ı veren makam olarak kültürün kurumsal hiyerar şisi altındaki kültürlerin"sosyolojik" farklılığındaki altalamaya bağlamak gerekir. Bkz. S. BOULOT veD. BOYSON-FRADET, "L'echec scolaire des enfants de travailleurs immigres", L'Immigration maghrebine en France, özel sayı, Les Temps modernes, 1984.

10.  Bkz. M. BARKER, The New Racism... 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 21/146

 IRK, ULUS, SINIF 38 

"hayvanlığının" izi olarak biçimlenecektir). Bunun tersine, katıksızkültürcülüğün bask ın göründüğü yerlerde (örneğin Fransa'da) giderek  biyoloji üzerine ve "canlı"nın, üremesinin, eylemlerinin, sağlığının dış düzenlenmesi olarak kültür üzerine bir söylem oluşturulmasınasaptığına da tanık olunmuştur. Bunu ilk sezenlerden biri MichelFoucault olmuştur.11 

Yeni-ırkçılığın günümüzdeki varyantlar ının, ideolojik bir geçiş oluşumundan başka bir  şey meydana getirmemeleri mümkündür. Bugeçiş, soya ilişkin mitlerin tarihsel anlatı yönünün(ırk, halk, kültür veulus arasındaki yer değiştirme oyununun); zihinsel yeteneklerin,

"normal" toplumsal yaşama (ya da tersine suçluluğa ve sapk ınlığa) ve(manevi açıdan olduğu kadar sağlık açısından, soyar ıtımı açısındanvb.) "optimal" üremeye olan eğilimlerin, bilişsel bilimler,sosyopsikoloji ve istatistiğin ölçmek, seçmek, çevre ve soyaçekimfaktörlerinin dozunu ayarlayarak kontrol etmek isteyeceklerieğilimlerin ve yeteneklerin psikolojik değerlendirilmesi yönününgölgesinde kalacağı söylemlere ve toplumsal teknolojilere doğru...yani bir "ırkçılık sonrası"na doğru evrimleşen bir geçiş olabilir.Toplumsal ilişkilerin dünya ölçeğine çık ışı ve nüfuslar ın yer değiştirişi, ulusal devletler sistemi çerçevesi içinde sınır kavramınıngiderek yeniden gözden geçirilmesine ve uygulanış biçimlerininazaltılmasına yol açtıkça buna daha çok inanacağım. Böylece,uygulanış biçimlerinin azaltılmasıyla, "sınır" kavramına toplumsalkorumacılık işlevi verilecek ve daha birey-selleşmiş statülere bağlanacaktır. Bu arada teknolojik dönüşümler, sınıf mücadelesindeeğitim eşitsizliğine ve entelektüel hiyerar şilere —bireylerle ilgiliolarak genelleştirilmiş tekno-politik bir a-yıklamaya gidilmesi bak ımından— giderek daha önemli bir rol oynatacaktır. Şirket-uluslar çağında, gerçek "kitleler çağı" belki de önümüzde. 

11. Michel FOUCAULT, La Volonte de savoir, Gallimard, 1976.  NOT: TAGUlEFF'in yukar ıda başvurduğum çözümlemeleri önemli ölçüde

geliştirdiği, tamamladığı ve değiştirdiği kitabını bu incelemenin redaksiyo-nundan sonra okudum. İleride hak ettiği şekilde tartışabilmeyi umuyorum.(Pierre-Andre TAGUIEFF, La Force du prejuge, Essai sur le racisme et sesdoubles, Editions La Decouverte, 1988. 

Uzun zamandır bize, modern dünyanın, dar, yerel bağlılıklar ınsınırlar ını aşmakta ve insanın evrensel kardeşliğini ilan etmekte ilk olduğu söylenmiştir. Ya da 70'lere kadar böyle söylenmişti. O za-mandan beri evrenselci öğretinin bizzat terminolojisinin, örneğininsanlığın kardeşliği** teriminin kendi kendisini yalanladığının, buterimin cins olarak eril olmasından dolayı dişi olan herkesi örtük bir   biçimde dışladığının ya da ikincil bir alana ittiğinin bilincinevarmamız sağlandı. Modern dünyada evrenselciliğin ideolojik olarak sürüp giden meşrulaştır ılması ile yine aynı dünyadaki ırkçılık vecinsiyetçiliğin (hem maddi hem de ideolojik anlamda) sürüp gidengerçeklikleri arasındaki derinde yatan o aynı gerilimi ortaya çıkaran butür dilsel örnekleri çoğaltmak kolay olurdu. Benim tartışmak istediğimise bu gerilimdir, ya da daha kesin olarak, bu çelişkidir. Çünküçelişkiler yalnızca tarihsel sistemlerin dinamik gücünü sağlamaklakalmayı p onlar ın asli özelliklerini de ortaya koyarlar. 

Evrenselci öğretinin nereden geldiğini, ne denli yaygınlıkla 

* Bu makale ilk kez İngilizce olarak "Kapitalizmin İdeolojik Gerilimleri:Irkçılık ve Cinsiyetçilik Kar şısında Evrenselcilik" başlığıyla J. SMITH vediğerleri, Racisnı , Sexism and the World-System, New York, 1988'de yayın-lanmıştır. Immanuel Wallerstein'ın bu kitaptaki makalelerinin tümü İngi-lizce orijinallerinden çevrilmiş, ancak Fransızca basımda yer alan notlar da da-hil edilmiştir. 

** Brotherhood of Man. Kardeşlik olarak çevrilen kelime, İngilizce"brotherhood", "erkek kardeşlik" ya da "biraderlik"tir. (ç.n.). 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 22/146

 IRK, ULUS, SINIF 40   KAP  İ TAL İ  ZM  İ  N  İ  DEOLOJ  İ  K GER İ  L İ MLER İ 41 

 paylaşıldığını ya da ırkçılık ve cinsiyetçiliğin neden varolduğunuve sürdüğünü sormak başka şeydir, bu iki ideolojinin bir çiftoluşturmasının kökenlerini sorgulamak başka şey; gerçekte busözde zıtlar ın arasında simbiyotik bir ilişki bulunduğu öne sü-rülebilir. Görünüşte bir paradoksla başlıyoruz. Irkçılık ve cinsi-yetçiliğe kar şı başlıca itiraz evrenselci inançlardı; evrenselciliğekar şı başlıca itiraz da ırkçı ve cinsiyetçi inançlardı. Her bir inançkümesini savunanlar ın ayr ı taraflardan olduklar ını varsayar ız.Kendimize, Pogo'nun söylediği gibi düşmanın biz olduğumuzu,çoğumuzun (belki de hepimizin) iki öğretiyi aynı anda izlemeyi ta-

mamen mümkün saydığını fark etme iznini ise sadece ara sıra ve-ririz. Kuşkusuz bundan üzüntü duyulmalıdır; ama aynı zamandaaçıklanmalıdır ve basit bir ikiyüzlülük iddiasından daha fazla bir şeyle açıklanmalıdır. Çünkü bu paradoks (ya da bu ikiyüzlülük)sürekli, yaygın ve yapısaldır. Geçici bir insani zaaf değildir. 

Daha önceki tarihsel sistemlerde tutarlı olmak daha kolaydı.Her ne kadar yapılar ında ve öncüllerinde farklı olsalar da bu ön-ceki sistemlerin hiçbiri, hem içeridekinin daha yüksek törel nite-liklerine duyulan inancın hem de içeridekilerin birbirlerine kar şı yükümlülük duygular ının, insan türüne ilişkin tüm soyut kavram-lardan —eğer böyle soyutlamalar ileri sürülüyorsa tabii— öncegeldiği bir çeşit törel ve siyasal içerideki/dışar ıdaki ayr ımı yap-makta tereddüt etmezdi. Tektar ınlı dünya dinleri bile —Musevilik,Hıristiyanlık ve İslamiyet— tekil bir insan türüne hükmeden tek 

 bir Tanr ı'ya olan farazi bağlantılar ına rağmen içeridekiler ve dışa-r ıdakiler arasında böyle ayr ımlar yapmışlardır. 

Bu denemede önce modern evrenselci öğretinin kökenleri,sonra modern ırkçılık ve cinsiyetçiliğin kaynaklar ı ve son olarak iki ideolojinin birleşiminin gerçeklikleri, hem bu birleşimi doğu-ranın ne olduğu hem de sonuçlar ının neler olduğu bak ımındantartışılmaktadır. 

Varolan tarihsel sistemimizin ideolojisi olarak evrenselciliğinkökenlerini açıklamanın başlıca iki yolu vardır. Bunlardan biri ev-renselciliği daha eski bir entelektüel geleneğin doruğu olarak görmektir. Diğeri ise özellikle kapitalist bir dünya ekonomisineuygun bir ideoloji olarak görmektir. Bu iki açıklama tarzının bir- 

 birleriyle çelişmesi gerekmez. Evrenselciliğin uzun bir geleneğinsonucu ya da doruğu olduğu savı kesinlikle tektanr ılı dinler üç-lemesiyle ilgilidir. En önemli törel sıçramanın, insanlar (ya da

 bazı insanlar) kabilevi bir tanr ıya inanmayı bırak ı p Tanr ı'nın bir-liğini ve dolayısıyla örtük bir biçimde insanlığın birliğini kabul et-tikleri zaman gerçekleştiği öne sürülmüştür. Savlan şöyle devameder: Kuşkusuz bu üç tektanr ılı din de konumlar ının mantığını an-cak bir yere kadar izlemişlerdir. Musevilik Tanr ı'nın seçilmiş in-sanlar ına özel bir konum veriyordu ve içine kabul etme yoluylaüyeliği özendirmekte isteksizdi. Hıristiyanlık ve İslamiyet ise hem

seçilmişler grubuna girmenin önündeki engelleri kaldırdılar hemde din değiştirme yoluyla tamamen tersi yöne gittiler. Fakat hemHıristiyanlık hem de İslamiyet normal olarak, Tanr ı'nın krallığınatamamen ulaşabilmek için olumlayıcı bir sadakat edimini (bu ön-ceden inançsız olan bir yetişkinin de resmi olarak dine dönmekleyapabileceği bir  şeydi) şart koştular. Denir ki, modern Aydın-lanma düşüncesi, hepimizin doğuştan sahip olduğumuz ve saye-sinde haklar ımızın, kazanılmış ayr ıcalıklardansa yetkiler halinegeldikleri insan haklar ını türetmekle bu tektanr ısal mantığı bir adım öteye götürmüştür yalnızca. 

Bu hatalı bir düşünce tarihi değildir. Elimizde Aydınlanmaideolojisini yansıtan, 18. yüzyıl sonlar ına ait, dönemin siyaset ah-lak ıyla ilgili birçok belge bulunuyor. Bunlar, başlıca büyük siya-sal değişimlerin (Fransız Devrimi, Amerika'nın sömürgeliktenkurtulması, vb.) bir sonucu olarak, yaygın bir şekilde güven vekabul gören belgelerdir. Dahası ideolojik tarihi daha da ileri gö-türebiliriz. 18. yüzyıla ait ideolojik belgelerde defacto ihmaller vardı — en çok da beyaz olmayanlar ve kadınlar unutulmuştu.Ancak zaman geçtikçe bu ve diğer ihmaller, evrenselci öğreti

 başlığı altında bu gruplar ı da açık bir biçimde içerecek şekildedüzeltilmiştir. Bugün varlık nedenleri ırkçı ya da cinsiyetçi poli-tikalar ı yürürlüğe sokmak olan toplumsal hareketler bile evrensel-cilik ideolojisine en azından boş vaatlerinde başvurma eğilimin-dedirler; bu nedenle de, çok net bir biçimde siyasal öncelikleridüzenlemesi gerektiğini düşündükleri ve inandıklar ı şeyi açıkçaileri sürmeyi, her nasılsa ayı p sayar gibidirler. O halde düşünce 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 23/146

 IRK, ULUS, SINIF 42   KAP  İ TAL İ  ZM  İ  N  İ  DEOLOJ  İ  K GER İ  L İ MLER İ 43 

tarihinin noktalar ını izleyerek, evrenselci ideolojinin kabul gö-rüşünün bir tür dindışı, yükselen eğrisini çizmek ve bu eğriye da-yanarak, bir tür kaçınılmaz dünya-tarihsel sürecin varlığını Önesürmek zor olmayacaktır. 

Ancak, evrenselcilik bir siyasal öğreti olarak yalnızca moderndünyada ciddiyetle izlendiği için, kökenlerinin bu dünyanın özeltoplumsal-iktisadi çerçevesinde aranması gerektiği iddiası da çok güçlü görünmektedir. Kapitalist dünya ekonomisi sonsuz ser-maye birikimi üzerine kurulu bir sistemdir. Bunu mümkün k ılanana mekanizmalardan biri her şeyin metalaştır ılmasıdır. Bu meta-

lar bir dünya pazar ı içinde, mal, sermaye ve emek gücü biçiminde  bir yerden diğerine akarlar. Ak ış ne denli serbestse metalaş-tırma derecesinin de o denli yüksek olacağı varsayılır. Sonuç ola-rak bu ak ışı k ısıtlayan her şey varsayımsal olarak ters etki yapar. 

Mallan, sermayeyi ya da emek gücünü pazarlanabilir bir metaolmaktan alıkoyan her şey bu tür ak ışlar ı k ısıtlamaya hizmet eder.Mallar ı, sermayeyi ve emek gücünü değerlendirmek amacıyla pi-yasa değerleri dışında ölçütler kullanan ve sonra bu türden de-ğerlemelere öncelik tanıyan her şey, bunlar ı o derece pazarlana-maz ya da en azından daha az pazarlanabilir hale sokar. İşte bunedenle bir tür kusursuz mantıkla, hangi türden olursa olsun par-tikülarizmin kapitalist sistemin mantığıyla bağdaşmadığı ya da enazından, en uygun biçimde işleyişi kar şısında bir engel oluş-turduğu söylenir. Buradan çıkacak sonuç, kapitalist bir sistemiçinde sonsuz sermaye birikimi arayışında asli bir unsur olarak evrenselci bir ideolojiyi savunmanın ve uygulamanın zorunlu ol-duğudur. Nitekim kapitalist toplumsal ilişkilerden, her  şeyi sa-dece para ölçüsüyle gösterilen homojen bir meta biçimine indir-gemeye çalışan bir "evrensel çözücü" olarak söz ederken kastet-tiğimiz de budur. 

Bunun iki ana sonucu olduğu söylenir. Mallar ın üretimindemümkün olan en yüksek verimliliği sağladığı öne sürülür. Özelolarak emek gücü açısından, eğer elimizde "yeteneklere açık bir kariyer" (Fransız Devrimi'nde ortaya çıkan bir slogandır bu) varsaen yeterli kişilere dünya iş  bölümünde onlar için en uygun olanmesleki rolleri vermemiz daha mümkün görünmektedir. Ve ger- 

çekten de bugün "meritokratik" bir sistem olarak adlandırdığımızşeyi kurmak için tüm kurumsal mekanizmalar ı —devlet okullar ı sistemini, devlet memurluğunu ve nepotizmaya* kar şı kurallar ı — geliştirmiş durumdayız. 

Bundan başka, denir ki, meritokrasi sadece iktisadi olarak et-kili olmakla kalmaz, aynı zamanda siyasal olarak da istikrar sağ-layıcıdır. Tarihsel kapitalizmde (önceki tarihsel sistemlerde oldu-ğu gibi) ödüllerin dağıtımındaki eşitsizlikler varolduğu ölçüde,daha az ödül alanlar ın daha çok alanlara duyduklar ı öfkenin dahaaz şiddetli olduğu, çünkü bu durumun gelenek temelinde değil,

meziyet temelinde haklı çıkar ıldığı öne sürülmektedir. Yani, bir-çok insan için meziyetle edinilen ayr ıcalığın verasetle edinilenden,siyasal ve törel olarak her nasılsa daha kabul edilebilir olduğudüşünülmektedir. 

Bu siyasal sosyoloji şüphe götürür. Gerçekte bunun tam tersidoğrudur. Veraset yoluyla kazanılan ayr ıcalık, ezilenler için es-kiden beri, inanması hiç olmazsa insana kesinliğin getirdiği ra-hatlığı sunan, öncesiz ve sonrasız bir düzene duyulan mistik ya dakaderci inançlar temelinde en azından marjinal olarak kabul edi-lebilir bir şey olmuşken, biri sırf diğerinden belki daha zeki amakuşkusuz daha iyi eğitilmiş olduğu için kazanılan ayr ıcalık, mer-divenin üst basamaklar ına tırmanan birkaçı dışındakiler için yeni-lir yutulur şey değildir. "Yuppie" olmayan hiç kimse "yuppie"lerisevmez ya da onlara hayran olmaz. Prensler en azından canayak ın

 baba figürleri olabilirler. Bir "yuppie" ise ancak fazla ayr ıcalık ve-rilmiş bir kardeştir. Meritokratik sistem siyasal olarak en az istik-

rarlı

sistemlerden biridir. Ve işteı

rkçı

k ve cinsiyetçilik, tam da bu siyasal k ır ılganlık yüzünden devreye girmektedir. Evrenselci ideolojinin yükseldiği varsayılan eğrisi, uzun za-

mandan beri, hem ideoloji hem de olgular olarak  ırk ya da cinsinortaya çıkardığı eşitsizlik derecesinin düşen eğrisiyle kuramsalolarak eşleştirilmiştir. Ancak ampirik olarak durum bu değildir.Hatta belki de tersi bir savı, modern dünyada ırk ve cins eşit-sizlikleri eğrilerinin fiili olarak yükseldiğini, ya da en azından 

* nepotizm: akrabalar ına ya da yak ınlar ına çıkar sağlama, (ç.n.) 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 24/146

 IRK, ULUS, SINIF 44   KAP  İ TAL İ  ZM  İ  N  İ  DEOLOJ  İ  K GER İ  L İ MLER İ 45 

düşmediğini savunmak mümkün — olgular açısından bu kesin-dir, belki de ideoloji olarak bile böyledir. Bunun neden böyleolabileceğini anlamak için ırkçılık ve cinsiyetçilik ideolojilerininaslında ne ileri sürdüklerine bakmamız gerekir. 

Irkçılık sadece, genetik ölçütle (deri rengi gibi) ya da toplum-sal ölçütle (dinsel bağlılık, kültürel modeller, dilsel tercih, vb.)tanımlanmış başka gruptan birini küçümseme ya da ondan kork-ma tutumunda olma meselesi değildir. Irkçılık normal olarak böy-lesi küçümseme ve korkuyu içerir, ancak bunlardan daha fazla bir şeydir. Küçümseme ve korku, kapitalist dünya ekonomisindekiırkçılık pratiğini tanımlayan şeyin yanında oldukça ikincildir. Ger-çekten de ötekini küçümsemenin ve ondan korkmanın (yabancı düşmanlığı) ırkçılığın çelişkiye neden olan bir yönü olduğu bilesavunulabilir. 

Daha önceki tarihsel sistemlerin tümünde yabancı düşmanlığı-nın temel bir davranışsal sonucu olmuştur: Bu da "barbar"ın, ce-maatin, toplumun, iç-grubun fiziksel alanından dışar ı atılmasıdır 

 — ölüm bu dışar ı atılmanın en uç biçimidir. Ne zaman ötekini fi-ziksel olarak dışar ı atsak, sözümona aradığımız bir çevre "saflığı-na" kavuşuruz, ama aynı zamanda bir şeyi kaçınılmaz olarak kay-

 bederiz. Dışar ı atılan kişinin emek gücünü ve böylece bu kişinin,tekrarlanan bir temelde kendimize mal edebileceğimiz bir artığınyaratılmasına yapabileceği katk ıyı kaybederiz. Bu her tarihsel sis-temde bir kaybı gösterir, ama bütün yapısı ve mantığı sonsuz ser-maye birikimi üzerine kurulu bir sistem söz konusu olduğundaözellikle ciddi bir kayı ptır. 

Yayı

lan bir kapitalist sistemin (ki ömrünün yar ı

nda yaptı

ğı

 da budur) bulabildiği bütün emek gücüne ihtiyacı vardır, çünküdaha çok sermayenin üretilmesini, paraya çevrilmesini ve birikti-rilmesini sağlayan mallar ı üreten bu emektir. Sistem dışına atmak anlamsızdır. Fakat eğer, sermaye birikimini en üste çıkarmak iste-niyorsa, aynı zamanda üretim maliyetlerini (bu yüzden de emek gücü maliyetlerini) en aza indirmek ve siyasal rahatsızlığın mali-yetlerini en aza indirmek (bu yüzden de emek gücünün protesto-lar ını —saf dışı etmemek, çünkü bu yapılamaz— en aza indir-mek) gereklidir. Irkçılık işte bu hedefleri bir araya getiren sihirli 

lormüldür. Bir ideoloji olarak ırkçılığa ilişkin en eski ve en ünlü tartış-

malardan birine bakalım. Avrupalılar Yeni Dünya'ya geldiklerindekar şılar ına çıkan halklar ı —ya doğrudan k ılıçla ya da dolaylı ola-tak hastalıklar yoluyla— kitle halinde katlettiler. Bir İspanyol Ka-tolik keşişi olan Bartolome de Las Casas, Yerliler'in ruhlar ınınkurtar ılması gerektiğini öne sürerek onlar ı savundu. Las Casas'ınkilisenin ve sonuçta devletlerin resmi onayını kazanan tezinin ne-ler içerdiğine bakalım. Yerliler, ruhlar ı olduğuna göre insandılar ve doğal yasanın kurallar ı onlar için de geçerliydi. O halde, ras-

gele katledilmelerine (topraklardan dışar ı atılmalar ına) ahlaki ola-rak r ıza gösterilemezdi. Bunun yerine ruhlar ının kurtar ılmasına(onlar ı Hıristiyanlığın evrenselci değerlerine döndürmeye) çalışıl-malıydı. O zaman canlı ve muhtemelen din değiştirme yolunda ola-caklar ından işgücüyle bütünleşebilirlerdi — elbette ki yetenekleridüzeyinde; bu da meslek ve ödül hiyerar şisinin en alt düzeyi an-lamına geliyordu. 

Irkçılık, işlemsel olarak işgücünün "etnikleşmesi" denebile-cek bir biçim almıştır; demek istediğim, sözde toplumsal ölçütlekar şılıklı ilişkide olma eğilimini gösteren bir meslek-ödül hiye-rar şisinin her zaman varolduğudur. Fakat etnikleşme tipi sabitkalırken ayr ıntılar, genetik ve toplumsal insan gruplar ının hangik ısmının belli bir yer ve zamanda bulunduğuna ve bu zaman veyerde ekonominin hiyerar şik gereklerinin neler olduğuna bağlı olarak bir yerden diğerine ve bir zamandan diğer zamana deği-şiklik göstermiştir. 

Yani ırkçılık, bizim ırklar ya da etnik-ulusal-dinsel gruplaş-malar diye adlandırdığımız bu şeyleşmiş varlıklar ın kesin sınırla-r ını tanımlarken, (genetik ve/veya toplumsal) geçmişin süreklili-ğini temel alan iddialar ı, her zaman için bugüne uyarlanmış bir es-neklikle birleştirmiştir. Geçmişin sınırlar ıyla bir bağ iddia etmeninesnekliği, bugünkü sınırlar ın sürekli olarak yeniden çizilmesiyle

 birleşince, ırksal ve/veya etnik-ulusal-dinsel gruplar ın ya da ce-maatlerin yaratılması ve sürekli yeniden yaratılması biçimini al-ınıştır. Bu gruplar her zaman oradadırlar ve her zaman hiyerar şik olarak sıralanırlar ama her zaman tam olarak aynı değildirler. Bazı 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 25/146

 IRK, ULUS, SINIF 46    KAP  İ TAL İ  ZM  İ  N  İ  DEOLOJ  İ  K GER İ  L İ MLER İ 47  

gruplar sıralama sisteminde hareketli olabilir; bazı gruplar kaybo-labilir ya da diğerleriyle birleşebilir; bazılar ıysa parçalanır ve yeni-leri doğar. Fakat her zaman "zenci" olan birileri vardır. Eğer orta-da hiç siyah yoksa ya da bu rolü oynamak için sayılar ı yetersizse"beyaz zenciler" icat edilebilir. 

Bu tür bir sistem —biçimi ve kini değişmeyen ama sınır çiz-gileri her nasılsa esnek olan bir ırkçılık— üç şeyi son derece iyiyapmaktadır. Belirli bir yer ve zamanda en düşük ücretli ve iktisadiolarak en az ödüllendirici rolleri alabilecek olanlar ın sayısını ogünkü ihtiyaçlara göre genişletmeye ya da daraltmaya olanak sağ-

lar. Çocuklar ı uygun rolleri oynamalar ı için bilfiil toplumsallaş-tıran (her ne kadar bu toplumsallaştırma direnme biçimlerini be-nimsemeleri için de yapılıyor olsa da) toplumsal cemaatleri ortayaçıkar ır ve onlar ı sürekli olarak yeniden yaratır. Ve eşitsizliğin hak-lı çıkar ılması için "meritokratik" olmayan bir temel sağlar. Bu sonnoktanın altını çizmek gerekir. Irkçılık tam da öğretisinde evren-selcilik kar şıtı olduğu için kapitalizmin bir sistem olarak sürme-sine yardımcıdır. İşgücünün büyük bir k ısmına, meziyet ilkesiylehaklı çıkar ılabilecek olandan çok daha az ücret verilebilmesine o-lanak tanır. 

Fakat, eğer bir sistem olarak kapitalizm ırkçılığı vücuda geti-riyorsa, bu aynı şekilde cinsiyetçiliği de vücuda getirmesini ge-rektirir mi? Evet, çünkü bu ikisi gerçekte çok sık ı bir şekilde bir-

 birine bağlıdır. İşgücünün etnikleşmesi emek gücünün tüm ke-simleri için çok düşük ücretlere zemin sağlamak üzere vardır.Böyle düşük ücretler gerçekte, ücretlilerin, hayat boyu ücret-gelirin toplam hane gelirinin yalnızca görece küçük bir bölümünüsağladığı hane yapılar ında yaşamalar ı nedeniyle mümkün olabil-mektedir. Bu tür haneler, sözde geçimlik ve küçük pazar etkinlik-leri için çok miktarda emek girdisine ihtiyaç duyarlar. Bunu sağ-layan elbette k ısmen yetişkin erkektir, ama daha büyük k ısmı ye-tişkin kadın ve ayr ıca her iki cinsin yaşlılar ı ve gençleridir. 

Böyle bir sistemde, ücretsiz işteki bu emek girdisi ücret-geli-rin düşüklüğünü "telafi eder" ve gerçekte böylece bu hanelerdekiücretli işçilerin işverenleri için dolaylı bir yardım ödeneğinin yeri-ni tutar. Cinsiyetçilik bunu düşünmememizi sağlar. Cinsiyetçilik  

yalnızca, farklı ve hatta daha az beğenilen iş rollerinin kadınlarayüklenmesi değil, ırkçılıktan hiç de aşağı kalmayan bir yabancı düşmanlığıdır. Irkçılık insanlar ı çalışma sisteminden dışar ı atmayı değil onlar ı içeride tutmayı hedefliyor; cinsiyetçiliğin de istediği

 budur. Kadınlar ı —ve gençlerle yaşlılar ı — onlara azıcık bile ücret

ödemeyen sermaye sahiplerine artık değer yaratmak için çalışma-ya kandırma yolumuz, çalışmalar ının gerçekten çalışma olmadı-ğını ilan etmektir. "Ev kadını"nı icat ederiz ve onun "çalışmadı-ğını" yalnızca "eve baktığını" öne süreriz. Böylece hükümetler is-

tihdam edilmiş olan sözde aktif emek gücü yüzdelerini hesaplar-ken, "ev kadınlar ı", bu hesabın ne payında ne paydasındadırlar.Ve cinsiyetçilikle birlikte otomatik olarak yaş ayr ımcılığı gelmek-tedir. Ev kadınının çalışmasının artık değer yaratmadığını var-saydığımız gibi ücretsiz genç ve yaşlılar ın birçok çalışma girdisi-nin de artık değer yaratmadığını öne süreriz. 

Bunlar ın hiçbiri gerçekliği yansıtmamaktadır. Ama hepsi, sonderece güçlü olan ve hepsini uyum içinde tutan bir ideolojiye ek-lenmektedir. Orta tabakanın ya da kadrolar ın sistemi meşrulaştır-malar ına zemin oluşturan evrenselcilik-meritokrasi ile işgücününçoğunluğunu yapılandırmaya yarayan ırkçılık-cinsiyetçiliğin birle-şimi çok iyi işlemektedir. Ama yalnızca bir noktaya kadar. Bununda nedeni çok basittir — kapitalist dünya ekonomisinin bu iki ide-olojik modeli birbirleriyle açık çelişki içindedir. Çeşitli gruplar bir yandan evrenselciliğin diğer yandan ırkçılık-cinsiyetçiliğin man-tığını çok ileriye götürmeye başladıkça, hassas bir dengede duran

 bu birleşim sürekli bozulma tehlikesiyle kar şı

kar şı

ya kalmak-tadır. Irkçılık-cinsiyetçilik çok ileri gittiğinde neler olduğunu biliyo-

ruz. Irkçılar, dışar ıdaki-grubu —Naziler'in Yahudi katliamında ol-duğu gibi hızla, bütün bir apartheid hedefinde olduğu gibi dahadüşük bir hızla— tamamen dışar ı atmayı deneyebilirler. Bu öğ-retiler, bu denli uç noktaya götürüldüklerinde ak ıldışıdırlar veak ıldışı olduklar ı için direnişle kar şılaşırlar. Kuşkusuz en baştakurbanlar ının direnişiyle kar şılaşırlar ama, ırkçılığa değil onunana amacının —etnikleşmiş ama üretken işgücünün— unutulmuş 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 26/146

 IRK, ULUS, SINIF 48   KAP  İ TAL İ  ZM  İ  N  İ  DEOLOJ  İ  K GER İ  L İ MLER İ 49 

olmasına kar şı çıkan büyük iktisadi güçlerin direnişiyle de kar şıla-şırlar. 

Evrenselcilik çok ileri gittiği zaman ne olacağını da hayal ede- biliriz. Birileri ırk ın (ya da eşdeğerinin) ve cinsiyetin gerçekten dehiçbir rol oynamadığı, gerçek anlamda eşitlikçi bir iş ve ücretdağılımını yürürlüğe koymaya çalışabilirler. Irkçılığı çok ileri gö-türmekten farklı olarak, evrenselciliği çok ileri götürmenin hızlı 

 bir yolu yoktur; çünkü evrenselciliğe varmak için yalnızca resmive kurumsal engeller değil, içselleştirilmiş etnikleşme modelleride safdışı edilmelidir ve bunun için mutlaka, en azından bir 

kuşağa ihtiyaç vardır. Öyleyse evrenselciliğin çok ileri gitmesinedirenmek daha kolaydır. Bunun için, kurumlaşmış ırkçılık ve cin-siyetçilik aygıtını dağıtmak üzere atılan her adımda, bizzat evren-selcilik adına, sözde tersine-ırkçılık suçlamasında bulunmak ye-terlidir. 

O halde, evrenselcilik ile ırkçılık-cinsiyetçiliğin doğru dozlar ı arasındaki gergin bir bağla işleyen bir sistemle kar şı kar şıyayız.Bu denklemin şu ya da bu taraf ını "çok ileri" götürme çabalan her zaman olacaktır. Sonuç bir çeşit zikzak modelidir. Bu sonsuza ka-dar sürebilirdi, ancak bir sorun var. Zikzaklar zamanla küçülmü-yorlar, büyüyorlar. Evrenselciliğe doğru yapılan hamle dahagüçlü hale geliyor. Irkçılık ve cinsiyetciliğe doğru yapılan hamlede öyle. Bahisler yükseliyor. Bunun iki nedeni var. 

Bir yanda tarihsel deneyim birikiminden gelen bilginin tümtaraflar üzerindeki etkisi var. Diğer yanda ise bizzat sistemin dün-yevi doğrultulan var. Çünkü evrenselcilik ve ırkçılık-cinsiyetçilik 

zikzağı

sistemdeki tek zikzak değildir. Aynı

zamanda, örneğin ev-renselcilik ve ırkçılık-cinsiyetçiliğin ideolojik zikzağıyla k ısmenkar şılıklı ilişki içinde olan bir iktisadi yayılma-daralma zikzağı davardır. Bu iktisadi zikzak da giderek keskinleşmektedir. Neden

 böyle olduğu ayr ı bir hikâye. Ancak, modern dünyanın genelçelişkileri, sistemi uzun bir yapısal krize soktuğunda varis bir sis-tem arayışının ideolojik-kurumsal olarak en şiddetli olduğu yer,gerçekte, evrenselcilik ile ırkçılık-cinsiyetçilik arasındaki artanzikzaklar, çoğalan gerilimdir. Sorun bu zıtlığın hangi taraf ının

 —bir şekilde— kazanacağı değildir, çünkü bunlar birbirlerine 

kavramsal olarak ve çok sık ı bir şekilde bağlıdır. Bu, ne evrensel-cilik ideolojisini ne de ırkçılık-cinsiyetçilik ideolojisini kullanacak yeni sistemleri icat edip etmeyeceğimiz ve eğer edersek, bununasıl yapacağımız sorunudur. Görevimiz budur ve kolay değildir.Ancak gerçekleşmesi kesinlikle kaçınılmaz ya da otomatik olmasa

 bile, gerçekleştirilebilir bir görevdir bu. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 27/146

 

Irkçı örgütler milliyetçili ğ i sahiplenerek ve iki kavramın (ırkçılığınve milliyetçiliğin) birbirine indirgenemeyeceğini ilan ederek ençok da ırkçı olarak nitelenmeyi reddederler. Bu bir gizleme taktiğimidir, yoksa ırkçı tutumun doğasında bulunan bir kelimelerdenkorkma semptomu mudur? Aslında, ırk ve ulus söylemleri bir in-kâr biçimi altında da olsa hiç bir zaman birbirinden çok uzak ol-mamıştır; böylece ulusal topraklarda "göçmen"lerin varlığı "Fran-sız kar şıtı bir ırkçılığın" nedeni olacaktır. Kelimelerdeki bu dalga-lanma bize, milliyetçiliğin belli siyasal hareketlerde örgütlenme-sinin, en azından kuruluşunu tamamlamış bir ulusal devlette ırk-çılığı kaçınılmaz olarak gözden sakladığını telkin etmektedir. 

Tarihçilerin, en azından bir k ısmı, bu noktadan hareketle ırk-çılığın —kuramsal söylem ve kitle görüngüsü olarak— modernçağda her yerde var olan "milliyetçilik zemininde" geliştiği savını 

öne sürmüşlerdir.1 Şu halde milliyetçilik  ırkçılığın tek nedeni de-ğilse de ortaya çık ışının belirleyici koşuludur. Şöyle de diyebili-riz: İktisadi (krizlerin sonucu) ya da psikolojik (kişisel kimlik yada kolektif aidiyet duygusundaki çelişiklik) açıklamalar milli-yetçiliğin sonuçlar ını ya da önvarsayımlar ını aydınlattıklar ı ölçüde 

* Bu makalenin bir özeti M dergisinin No. 18, Aralık 1987- Ocak 1988tarihli sayısında çıkmıştır. 

1. Son dönemin en tartışmalı çalışması Rene GALLISSOT'nun eseridir,Misere de l'antiracisme, Editions Arcantere, Paris, 1985. 

 IRKÇILIK VE M  İ  LL İ YETÇ  İ  L İ   K 51 

anlamlıdır. Kuşkusuz böyle bir sav, ırkçılığın nesnel biyolojik "ırklar"ın

varlığıyla hiçbir ilgisi olmadığını onaylamaktadır.2 Bu sav ırkçı-lığın tarihsel ya da kültürel bir ürün olduğunu, dolambaçlı bir yol-dan olsa da ırkçılığı insan doğasının değişmez bir şartı haline ge-tirmeye yönelen "kültürcülerin" açıklamalar ının çeşitli anlamlaraçekilebilirliğinden de kaçınarak gösterebilmektedir. Irkçılığın psi-kolojisinin yine tamamen psikolojik olan açıklamalar yoluyla yo-rumlandığı çemberi k ırmak gibi bir avantajı da vardır. Nihayet,sanki ırkçı hareketleri hesaba katmadan, yani bunlara yol açan ve

çağdaş milliyetçilikten (özellikle de emperyalizmden)3

ayr ılamaya-cak olan toplumsal ilişkilere dek uzanmadan milliyetçiliği olduğugibi tanımlamak mümkünmüşçesine, ırkçılığı, milliyetçilik zemi-ninden ayr ı  bir yere yerleştirmeye özen gösteren diğer tarihçilerinyumuşatma stratejilerine oranla eleştirel bir işlevi yerine getirmek-tedir. Bununla beraber tüm bu güçlü nedenler, ne ırkçıl ı ğ ın milli-

 yetçili ğ in kaçınılmaz bir sonucu olmasını ne de daha ziyade açık  ya da gizli bir ırkçıl ı ğ ın varl ı ğ ı olmadan milliyetçili ğ in tarihsel ola-rak imkânsı  z olmasını zorunlu k ılar.4 Kategorilerin ve eklemlen-melerin belirsizliği süregitmektedir. Bunun her türden kavramsal"saflığı" etkisiz k ılan nedenlerini uzun uzun aramaktan çekinme-meliyiz. 

Geçmi şin Bugündeli ğ i 

20. yüzyılın bu son döneminde, yar ı resmi tanımlardaki ırkçılık anlayışımızı hangi modellere göre oluşturduk? Bu modeller, k ıs- 

2.  Ruth BENEDICT'in  Race and Racism adlı kitabındaki amacı buydu(1942, yeniden basımı: Routledge and Kegan Paul, Londra, 1983). Yine de R.BENEDİCT, ulus, milliyetçilik, kültür arasında gerçekten ayr ım yapmıyor yada daha çok  ırkçılığın "tarihselleştirilmesi" yoluyla, onu milliyetçiliğin görünümü olarak "kültürelleştirme" eğilimi gösteriyor.

3.  Bkz. Raoul GIRARDET,  Encyclopaedia Universalis, "Nation: 4. Lenationalisme" maddesi.

4. Daha önceki bir incelemede savunduğum gibi: "Sujets ou citoyens? -Pour l'egalite",   Les Temps modernes, Mart-Nisan-Mayıs 1984 (L'Immigra-tion maghrebine en France, özel sayı).

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 28/146

 IRK, ULUS, SINIF 52 

men Nazi antisemitizmi, sonra Amerika Birleşik Devletleri'ndeSiyahlara kar şı (uzun bir kölelik cefası olarak algılanan) ayr ımcı-lık ve nihayet fetihlerin, savaşlar ın ve sömürge egemenliklerinin"emperyalist" ırkçılığıdır. Bu modeller üzerine (demokrasi savu-nusu, insan haklar ı ve yurttaşlık haklan, ulusal kurtuluş politika-lar ına bağlı bir biçimde) kuramsal olarak düşünüldüğünde bir diziayr ım ortaya çıkmıştır. Soyutluklar ına rağmen bu ayr ımlar ı hatır-layarak başlamak yararsız değil, çünkü bunlar neden arayışlar ınınyöneldiği doğrultulan göstermektedirler ve az çok ifade edilen bir düşünceye göre sonuçlar ın ortadan kaldır ılması nedenlerin orta-

dan kaldır ılmasına kesin olarak bağlıdır. Kar şılaştığımız ilk ayr ım kuramsal (ya da öğretisel) ırkçılık vekendiliğinden ırkçılık (ırkçı "önyargı") ayr ımıdır. Bu ikincisi kimizaman bir kolektif psikoloji görüngüsü olarak kimi zaman da azçok "bilinçli" bir bireysel kişilik yapısı olarak değerlendirilmekte-dir. Bu konuya daha sonra döneceğim. 

Daha tarihsel bir bak ış açısından, sömürgeci ırkçılığın tersine,antisemitizmin tek oluşu ya da yine —ABD'de— siyahlar ın ırk olarak ezilmesi ile göçmen "etnik gruplara" yönelik ayr ımcılığı farklı yorumlamak gerekliliği, beraberinde az çok idealleştirilmiş 

 bir ayr ımı getirmektedir. Bu (ulusal alanda azınlıklaşmış bir nü-fusa yöneltilmiş) iç ırkçılık ile (yabancı düşmanlığının bir uç biçimiolarak değerlendirilen) dış  ırkçılık arasındaki ayr ımdır. Bu ay-r ımın ulusal sınırlar ı verili bir ölçüt olarak varsaydığını ve sınır kavramının diğer yerlerden daha ikircil hale geldiği sömürge son-rası koşullanna ya da (Kuzey Amerika'nın Latin Amerika üzerin-deki egemenliği gibi) yar ı-sömürge koşullar ına uygun düşmemetehlikesi taşıdığını kaydedelim. 

Irkçı söylemlerin çözümlenmesinde görüngübilimsel ve se-mantik çözümleme yöntemlerinden yararlanıldığından beri, "öte-ki"ne at ı fta bulunan ya da "ötekinden korkan" bir ırkçılığa kar şı,

 bazı ırkçı tavırlar ı, kendine at ı  fta bulunan tavırlar olarak nitelemek yararlı gibi görünmektedir. Birinci tip ırkçılar fiziksel ve sembolik şiddet kullanan, kendilerini üstün bir ırk ın temsilcileri olarak gör-me önyargısını taşıyan ırkçılardır; bu ikinci tip ırkçılıktaysa, ter-sine, ırkçılığın ya da daha iyi bir deyişle ırklaştırma sürecinin kur- 

 IRKÇILIK VE M  İ  LL İ YETÇ  İ  L İ   K 53 

 banlar ı, aşağı ya da meşum bir ırka atfedilenlerdir. Bu nedenle so-run yalnızca ırklar mitinin nasıl oluştuğunu bilmek değil, aynı za-manda ırkçılığın bu mitten ayr ılmaz olup olmadığını bilmektir. 

Siyasal çözümleme ister güncel olaylara uygulansın ister geç-miş olaylar ın doğuşunu yeniden kurmaya çalışsın, kurumsal  bir ırkçılığın ve sosyolojik  bir ırkçılığın kar şılıklı paylar ını tahmin et-meye çalışır. Bu ayr ım kuramsal ırkçılık ve kendiliğinden ırkçılık ayr ımıyla büyük ölçüde uyum içindedir (nitekim tarihte, öğretisel

 bir doğrulama olmadan ırksal ayr ımcılığı hedefleyen devlet ku-rumlar ı olduğunu düşünmek ya da göstermek güçtür); fakat onunla

kayıtsız şartsız örtüşmez, çünkü hem bu doğrulamalar bir  ırk mitolojisi dışındaki kuramsal ideolojilerden ödünç alınabilir, hemde sosyolojik  ırkçılık kavramı dikkatimizi ırkçı nitelikteki kolektif hareketlere çekerek önyargı psikolojisinin ilerisine giden dinamik 

 bir konjonktür boyutu taşır. Kurumsal ırkçılık ve sosyolojik  ırk-çılık alternatifi bizi, devlette ırkçılığın varlığıyla bir devlet (resmi)ırkçılığının kurulmasını ayıran farklar ı hafife almamamız gerektiğikonusunda uyar ır. Aynı zamanda bazı toplumsal sınıflar ın ırkçı-lıktan etkilenmeye daha yatk ın olduklar ını ve bunlar ın, belli bir konjonktürde ırkçılığa kazandıracaklar ı biçimleri araştırmanın ö-nemli olduğunu da telkin eder. Ancak temelde bu, özellikle yan~sıtma ve inkâr stratejilerini dile getiren yanıltıcı bir alternatiftir.Her tarihsel ırkçılık, hem kurumsal hem de sosyolojiktir. 

Sonuç olarak Nazizm ile sömürgeci ırkçılığın ya da ABD'dekiayr ımcılığın kar şılaştır ılması, (dışlayıcı) bir  imha ya da tasfiyeırkçılığı ile (kapsayıcı) bir bask ı ya da sömürü ırkçılığı ayr ımını 

 büyük ölçüde dayatmaktadı

r. Bunlardan ilki toplumsal gövdeyiaşağı ırklar ın temsil ettiği tehlike ya da pislikten ar ıtmayı amaç-larken diğeri tersine, toplumu hiyerar şize etmeye, bölümlemeyeniyetlidir. Fakat aynı zamanda öyle görünüyor ki, en uç olaylarda

  bile bu iki biçimden hiçbiri saf bir durumda varolmuyor: Böy-lelikle Nazizm imha ile toplama kamplar ına sürgünü, "nihai çö-züm" ile köleliği birleştirmiş; sömürgeci emperyalizm de hem zo-runlu çalışmayı, kast rejimlerinin kurulmasını ve etnik ayr ımcılığı,hem de "soyk ır ımlar ı" ya da sistematik katliamlar ı uygulamıştır. 

Aslında bu ayr ımlar ideal olarak saf yapı ve hareket tarzı tiple- 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 29/146

 IRK, ULUS, SINIF 54   IRKÇILIK VE M  İ  LL İ YETÇ  İ  L İ   K 55 

rini sınıflandırmaya yaramaktan çok tarihsel yörüngeleri bulmayayarar. Bunlar ın göreli uygunluklar ı bizi, değişmez bir ırkçılığındeğil, açık bir durumlar spektrumu oluşturan ırkçılık/ar'ın varol-duğu gibi sağduyulu bir saptamaya, ayr ıca entellektüel ve siyasalolarak kaçınılmaz olabilecek bir çekinceye götürmektedir. Bu çe-kince şudur: Belirli bir ırkçı biçimlenmenin sabit sınırlan yoktur;o kendi potansiyelinin, aynı zamanda tarihsel durumlar ın, toplum-sal oluşumdaki güç ilişkilerinin olası ırkçılıklar spektrumunda yer değiştireceği bir evrimin bir anıdır. Son noktada ırkçılığın varol-madığı çağdaş ülkeler bulmak (özellikle de egemen kültürün ırk-

çılığın açıkça ifade edilmesini yasakladığını ya da şiddetli "eylemegeçiş"in adalet aygıtı taraf ından şöyle böyle bastır ıldığını sapta-mak tatmin edici gelmiyorsa) güçtür. Bununla beraber hiç bir ayr ım olmaksızın, hepimizin "ırkçı toplumlarda" yaşadığımız so-nucuna var ılmayacaktır. Ancak bu ihtiyat bir mazerete dönüşme-melidir. Ve işte tipolojilerin ötesine geçme zorunluluğunun ortayaçıktığı yer burasıdır. Irkçıl ık, tek bir tip olmaktan ya da biçimselkategorilerde sınıflandır ılacak özel vakalar ın yan yana getirilmesiolmaktan çok (yol ağızlar ı, gizli evreleri ve büyük çık ışlar ıyla) ke-sinlikle çizgisel olmayan, modern insanlık durumlar ıyla bağlantı kurup onlardan etkilenen, bizzat tekil bir tarihtir. İşte bu nedenle

  Nazi antisemitizminin ve sömürgeci ırkçılığın, hatta köleliğinsembolleri ne şu ya da bu "ırkçı patlamanın" katışıksızlık ve tehli-kelilik derecesinin ölçülebileceği modeller olarak ne de tarihte ırk-çılığın yerini sınırlayan olaylar ya da dönemler olarak hatırlan-malıdır. Bunlar her zaman etkin, k ısmen bilinçli k ısmen bilinçsiz

ve güncel koşullardan doğan hareket ve tutumlar ı

yapı

landı

rmayakatk ıda bulunan olu şumlar olarak değerlendirilmelidir. Burada pa-radigmatik bir olgunun altını çizelim: Güney Afrika'nın apart-heid' ı , değindiğimiz üç oluşumun (Nazizm, sömürgecilik, köle-lik) çizgilerini birleştirmektedir. 

Gerisi iyi biliniyor: Nazizm'in yenilgisi ve kamplar ın imhaedildiği haberi yalnızca, günümüz dünyasında, evrensel olduğuiddia edilen kültürün bir parçasını oluşturan bir bilinçlenmeyi (her ne kadar bu bilinç kendi içeriğiyle eşit değilse ve kendi içeriğin-den emin değilse de; k ısacası bir bilgiden başka bir şeyse de) 

hızlandırmakla kalmadı. Aynı zamanda tüm yasaklar gibi iki yön-lü sonuçlara yol açan yan hukuksal yar ı ahlaksal bir yasağı da ge-tirdi: Bu sonuçlar çağdaş  ırkçı söylemin, Nazizm'in ("dil sürç-meleri" dışındaki) tipik ifadelerini değiştirmesi gerekliliğinden,kendisini Nazizm açısından, ırkçılığın öteki'si olarak göstermeolasılığına ve nefretin Yahudiler'den başka "nesnelere" kaydır ıl-masından, Hitlerciliğin kayı  p gizlerinin kar şı konulamaz çekici-liğine dek uzanmaktadır. Genç "dazlak" çetelerinin zavallı bileolsa Nazi taklitçiliğinin (ki bu görüngü bana hiçbir zaman marji-nalmiş gibi görünmedi) "mahşer"den sonraki üçüncü kuşak için

günümüz ırkçılığının bağr ında, kolektif haf ı zanın biçimlerindenbirini temsil ettiğini, ciddiyetle inanarak belirteceğim; ya da ko-lektif haf ızanın, günümüz ırkçılığının güç çizgilerini belirlemeyekatk ıda bulunma biçimlerinden birini temsil ettiği söylenebilir.Bunun anlamı günümüzde ırkçılıktan, sadece onu bastırma ya davaaz yoluyla kurtulmaya umut bağlanamayacağıdır. 

Kuşkusuz hiçbir tarihsel deneyim yeniden etkin hale gelmegücüne kendinde sahip değildir ve seksenli yıllardaki ırkçılığın,sözlü Nazizm kar şıtlığı ile söylenmeyen ve mitsel yeniden üretimarasında gidip gelişlerini yeniden yorumlayabilmek için, hedefle-diği kolektiviteleri, onlar ın eylemlerini ve tepkilerini hesaba kat-mak gerekir. Çünkü ırkçılık, ırkçı kişilerin basit bir hezeyanı değiltoplumsal bir ilişkidir.5 Ne ki güncellik geçmişin tekil izlerindedüğümlenir. Böylelikle ırksal nefretin Magrip ülkelerinden gelengöçmenlerde sabitlenmesinin, antisemitizmin klasik çizgilerini neanlamda yeniden ürettiği sorusu sorulduğunda, ne sadece Avru-

 pa'daki Yahudi azınlıklar ın 19. ve 20. yüzyıllar ın dönüm noktala-

r ındaki durumlar ıyla bugünün Fransası'ndaki "Arap-İslam" azın-lıklar ın durumlar ı arasındaki analojiye işaret etmek ne de bunlar ı 

 bir toplumun (ya da daha çok onu oluşturan bireylerin) sık ıntı- 

5. Irkçı söylemin şiddet ve zulüm senaryolar ı tasarlayarak gerçek olanı inkâr ediş şekli yüzünden, ırkçı kompleks tanımlanmaya çalışıldığında, heze-yan kategorisi kendiliğinden akla geliyor. Ancak bu kategoriyi düzeltme yap-madan kullanamayız: Bir taraftan ırkçılığın sürekli yürüttüğü düşünce etkin-liğini maskeleme tehlikesi taşıdığı için, diğer taraftan toplu hezeyan kavramı terimler arası çelişkinin sınır ında olduğu için. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 30/146

 IRK, ULUS, SINIF 56   1RKÇ1LIK VE M  İ  LL İ YETÇ  İ  L İ   K 57  

lar ının ve hüsranlar ının yine o toplumun bir parçasına yansıtıldığı soyut bir "iç ırkçılık" modeline atfetmek yeterli olacaktır. Bu nef-retin nasıl türediğini, antisemitizmin "Yahudi kimliği"nin ötesindetekrarlanmasının Fransa'ya özgü nedenlerinden ve Hitler'le önef ırlamasından yola çıkarak sorgulamak gerekir. 

Sömürgeci ırkçılığın devamı hakk ında da aynı şeyler söyle-necektir. Etraf ımızda bunun her yere sinmiş etkilerini bulmamızgüç değildir. Bunun nedeni öncelikle doğrudan Fransız sömür-geciliğinin tümüyle yok olmamış olmasıdır (bazı "topraklar" ve

 bunlar ın yar ı-yurttaş statüsündeki "yerlileri" sömürgelikten kur-

tulma sürecini atlamışlardır). Daha sonraki neden ise, yeni-sö-mürgeciliğin bilmezlikten gelinemeyecek büyük bir gerçeklik olu-şudur. Ve son olarak günümüz ırkçılığının ayr ıcalıklı "nesneleri",eski Fransız sömürgelerinden gelen işçiler ve onlar ın aileleri,sömürgeleşmenin ve sömürgelikten kurtulmanın ürünleri olarak ortaya çıkmışlar ve böylelikle hem imparatorluk dönemine ait bir horgörünün devamını, hem de bir hayali öç alma sabit fikrinideğilse de, yitirilmiş bir egemenliğin yurttaşlar ının duyduğu hıncı kendilerinde toplamayı başarmışlardır. Fakat durumun özelliğini

 belirtmek için bu devamlılıklar yeterli değildir. Bunlar daha geniş tarihsel eğilimlerin ve olaylar ın ulusal zeminde (toplumsal grupla-ra, ideolojik konumlara göre farklı  şekillerde) düşünülmesinin(Sartre'ın deyişiyle) aracılığındadırlar; (Althusser'in deyişiyle) budüşünmeyle üst-belirlenmişlerdir. Burada da, her ne kadar Na-zizm'den tamamen farklı bir kipliğe göre de olsa, bir kopuş yer almıştır. Daha doğru bir deyişle, çok uzun bir tortulaşma ve gö-rece hızlı fakat son derece ikircil bir kopuş. 

Sömürgeci ırkçılığın, "dış ırkçılığın" mükemmel bir örneğinioluşturduğu sanılabilir; bu tür  ırkçılık, korku ve horgörüyü bir-leştiren yabancı düşmanlığının uç bir varyantı olup sömürgecile-rin, kalıcı bir düzen kurmuş olma iddialar ına rağmen bu düzenintersyüz edilebilecek bir güç ilişkisine dayandığının bilincinde ol-malar ıyla yaşatılır. Sömürgeci ırkçılık ve antisemitizm arasındaki

 birçok antitez, bask ı ve (Naziler'in "nihai çözümü"nü retrospektif olarak tüm antisemitizm tarihine yansıtmaya teşvik eden) imhaarasındaki farka olduğu kadar bu ayırt edici niteliğe de dayanmak- 

tadır. Böylelikle bağdaşmama eğiliminde olan iki tip olacaktır (ki bu da bazılar ının, birazcık Yahudi milliyetçiliğiyle, "antisemitiz-min bir ırkçılık olmadığını" söylemelerine f ırsat verir): Bir yandayalnızca "asimile" olmakla kalmayı p başlangıçlar ından bu yanaAvrupa uluslar ının ekonomilerinin ve kültürlerinin tümleyici bir 

 parçasını oluşturmuş olan bir iç azınlığı safdışı bırakmaya çalışan bir  ırkçılık; diğer yanda ise zorla kuşatılmış bir çoğunluğu yurt-taşlıktan, egemen kültürden, toplumsal otoriteden hem fiili hemde hukuksal olarak dışlamaya devam eden, yani sınırsızca "dış-layan" bir ırkçılık vardır (fakat tersine bu dışlama "paternalizmi",

"yerli" kültürlerin yok edilmesini ve sömürgeleştirilmiş uluslar ın"seçkinleri"ne sömürgecilerin düşünce ve yaşam biçimlerinin da-yatılmasını engellemez). 

Bununla birlikte sömürgeleştirmede "yerli" halklar ın d ı ştal ı ğ ı ya da daha ziyade ırksal dıştalık olarak temsili, çok eski "farklılık"imgelerini söylemine alsa ve katsa bile, verili durum ile bağlantılı değildir. Aslında bizzat fetih ve sömürgeciliğin, yönetim, zorunluçalışma, cinsel bask ı gibi somut yapılar ıyla yarattığı alanda, yani

 belli bir içeridelik zemini üzerinde üretilmiş ve yeniden üretilmiş-tir. Bu olmaksızın ne yerlilerin asimilasyonu ve dışlanması gibiikili bir hareketin çelişikliği, ne de sömürgeleştirilmiş olanlara at-fedilen alt-insanlığın dünyanın paylaşılması döneminde nasıl sö-mürgeci uluslar ın kendileri hakk ında geliştirdikleri imajı belirleye-cek kadar ileri gittiği açıklanabilir. Aslında sömürgeciliğin mirası,sürekli dışlaştırma ile "içsel dışlama"nın oynak bir bileşimidir.Bu, emperyalist üstünlük kompleksinin nasıl oluştuğu gözlenir-

ken de saptanabilir. Farklı

tabiyetlerden (İngiliz, Fransı

z, Hollan-dalı, Portekiz vb.) sömürgeci kastlar, uygarlığı vahşilere kar şı sa-vunma hedefi ile bir "beyaz" üstünlüğü düşüncesini ortakla şa uy-durmuşlardır. Bu tasvir —"beyaz adamın omuzlar ındaki görev"— modern bir uluslarüstü Avrupalı ya da Batılı kimliği kavramınınoluşturulmasına önemli bir katk ıda bulundu. Aynı kastlar ın, Kip-ling'in "büyük oyun" dediği şeyi, yani "birinin" yerlilerinin "di-ğerinin" yerlilerine kar şı ayaklanmasını ve birbirlerine kar  şı , özel

 bir insanlığa sahip olmakla böbürlendikleri, ırkçılık imajını rakip-lerinin sömürgeci uygulamalar ına yansıttıklar ı oyunu, oynamaya 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 31/146

 İ  RK, ULUS, SINIF 58   İ  RKÇILIK VE M  İ  LL İ YETÇ  İ  L İ   K 59 

devam ettikleri de daha az doğru değildir. Fransız sömürgeciliğikendini "asimile edici", İngiliz sömürgeciliği de kendini "kültürleresaygı duyan" diye ilan etmiştir. Öteki Beyaz aynı zamanda kötüBeyaz'dır. Her beyaz ulus, manevi olarak "en beyaz"dır: Yanihem en elitist hem de en evrenselcidir; bu açık çelişkiye daha ile-ride değineceğim. 

Sömürgelikten kurtulma süreci hızlandığında bu çelişkiler de biçim değiştirdi. Sömürgelikten kurtulma, kendi idealleri ile kar-şılaştır ıldığında hem eksik hem de saptır ılmış olduğundan başa-r ıya ulaşamamıştır. Fakat görece bağımsız diğer olaylarla (dünya

çapında iletişim ağlar ı ve silahlanma çağına giriş) kesişince yeni bir siyasal alan yaratmıştır; bu sadece içinde stratejilerin oluştuğu,sermayelerin, teknolojilerin ve mesajlar ın dolaştığı bir alan değil,aynı zamanda pazar yasasına tabi olan halklar ın tümünün fizikselve sembolik olarak kar şılaştıklar ı bir alandır. Böylelikle sömür-gecilerin fetih döneminden beri ırkçılığın yapısal boyutlar ından bi-rini oluşturmuş olan ikircil içeridelik-dışar ıdalık biçimlenmesi, ye-niden üretilmiş, genişletilmiş ve yeniden etkin hale getirilmiş bir hal aldı. Bu biçimlenmenin eski sömürgelerden ya da yar ı sömür-gelerden kapitalist merkezlere göçün ortaya çıkardığı "evdekiüçüncü dünya" gibi sonuçlar ına işaret etmek alışılmış bir şey olur.Fakat "ırk" ve "etnik grup" tasvirlerinin üzerinde gittiği çizgiyiçizen bu d ı şar ının içselle ştirilmesi biçimi, görünürde antitezsel o-lan içerinin d ı ş salla şt ır ılması  biçimlerinden ancak soyut olarak ayr ılabilir. Özellikle de, sömürgeciler iyi kötü çekilip gittiktensonra, kapitalist burjuvaziler ya da "Batılılaşmış" devlet burjuva-zileri ile bu yüzden "gelenekçiliğe"6 itilmiş yoksul kitleler arasın-daki patlamaya hazır düşmanlıklar ıyla, dünyamızın o büyük çevre

 bölgelerinde ulusal olmaya çalışan (ama tam olamayan) devletlerinoluşumunun sonucu olan biçimlerden. 

Benedict Anderson üçüncü dünyada sömürgelikten kurtulma-nın, belli bir propaganda taraf ından "kar şı-ırkçılık" (beyaz-kar şıtı,Avrupalı-kar şıtı) olarak adlandır ılan şeyin gelişmesiyle dile gel- 

6. Eski sömürgeci dünyanın "yeni" uluslar ının sınıflar ının herbiri, böy-lece diğerlerinden toplumsal farklılığını etnik-kültürel anlamda göstermek-tedir. 

mediğini söylüyor.7 Bunun, bizim konjonktürümüzde "yabancı düşmanlığı"ndaki artışa katk ısını sorgulamamız gereken İslami"entegrizm" deki son gelişmelerden önce yazıldığını biliyoruz; fa-kat bu her durumda eksik bir saptamadır. Çünkü Afrika'da, As-ya'da ve Latin Amerika'da "üçüncü dünyacı" kar şı-ırkçılık yoksada "uluslar", "etnik gruplar", "cemaatler" arasında hem kurumsalhem de kitlesel düzeyde yık ıcı bir ırkçılık bolluğu vardır. Ve kar-şılık olarak, bu ırkçılıklar ın dünya çapındaki iletişim taraf ındançarpıtılan görüntüsü, insanlığın dörtte üçünün kendi kendini yö-netmekten aciz olduğunu öne süren o eski düşünceyi sürdürerek,

 beyaz ırkçılığın klişelerini beslemekten geri kalmamaktadır. Kuş-kusuz bu taklit etkilerinin geri planında, sömürgeci uluslar ın veonlar ın manevra alanlar ının (insanlığın geri kalanı) eski dünya-sının yerini, birbirine denk (hepsi uluslararası kurumlarda temsiledilen) ulus-devletler halinde biçimsel olarak örgütlenmiş yeni bir dünya almıştır, fakat bu dünyayı ortak ölçüleri olmayan iki in-

 sanl ı ğ ın   —sefaletle "tüketim"in, azgelişmişlikle çokgelişmişli-ğin— sürekli olarak yer değiştiren, devlet sınırlar ına indirgene-meyecek olan sınır ı böler. Emperyalist hiyerar şilerin ortadan kalk-masıyla, görünürde insanlık yeniden birleşmişti: Aslında böylesibir insanl ık ancak bugün, bir anlamda vard ır, fakat  bağdaşmamaeğiliminde olan kitlelere bölünmü ştür. Gerçekten dünya siyase-tine, dünya ideolojisine dönüşmüş bir dünya ekonomisi alanındaalt-insan ve üst-insan ayr ımı yapısal, fakat fena halde istikrarsız

 bir ayr ımdır. Daha önce insanlık kavramı bir soyutlamadan başka bir şey değildi. Fakat —biçimleri bize son derece sapk ın görü-

nen—  ırkçı düşüncede süregiden "insan nedir?" sorusuna verilentek bir cevap yoktur ki bu bölünmeye dayanmasın.8 

7. Benedict ANDERSON, Imagined Communities, Reflections on the Or-igin and Spread of Nationalism, Verso Editions, Londra, 1983, s. 129.

8. Bence bu kurgusal yapı temeldir: "Azgelişmişler" için "çokgelişmiş-ler" ırkçı horgörüyü her zamankinden daha çok alışkanlık haline getirenlerdir;"çokgelişmişler" için "azgelişmişler" kendilerini özellikle kar şılıklı birbirinihorgörme şekilleriyle tanımlarlar. İrkçılık herkes için "ötekinde"dir; ya da daha doğrusu: öteki, ırkçılığın yeridir. Fakat "çokgelişmişlik" ile "azgelişmiş lik" arasındaki sınır kontrol edilemez bir biçimde yer değiştirmeye başlamış tır: Kimse ötekinin kim olduğunu tam olarak söyleyemez.

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 32/146

 IRK, ULUS, SINIF 60   IRKÇILIK VE M  İ  LL İ YETÇ  İ  L İ   K 61 

Buradan ne sonuca varmalıyız? Sözünü ettiğim kaymalar,  Nietzsche'nin diliyle söylersek, ırkçılığın çağdaş  transvaluatiorilan (değerlerin yeniden değerlendirilmesi) olarak adlandırabilece-ğimiz şeyin parçasıdır. Bu yeniden değerlendirmeler, insanlığınhem tarihinin tahayyülüyle hem de siyasal gruplanmalar ının genelekonomisiyle ilgilidir; yukar ıda ırkçılığın tekil oluşu diye adlan-dırdığım, "insanlığın eğitimi" sandığımız şeye ayk ır ı olarak, tipo-lojileri görelileştiren ve birikmiş deneyimleri yeniden ele alan şeyioluşturmaktadır. Bu anlamda, bizzat ırkçı ideolojinin en değişmezifadelerinden birinin kanıt göstermeden öne sürdüğünün aksine,

insanlar ın psikolojik ya da biyolojik "haf ı zası" olan  şey " ırk" de ğ ildir, fakat modern toplumlar ın tarihsel haf ı zasının en kal ıcı biçimlerinden birini temsil eden şey ırkçıl ıkt ır. İnsanlık tarihininkolektif kavrayışının açığa vurulduğu hayali geçmiş ve güncellik "kaynaşmasını" meydana getirmeye devam eden şey ırkçılıktır. 

İşte, durmadan ortaya sürülen, antisemitizmin sömürgeci ırk-çılığa indirgenemezliği sorunu bu nedenle yanlış sorulmuş bir sorudur. Bu ikisi hiçbir zaman tamamen bağımsız olmadığı gibi,değişmez de değildirler. Önceki biçimleriyle ilgili çözümlememizietkileyen ortak bir soylar ı vardır. Bazı izler durmadan diğerleriniyansıtır, fakat aynı şekilde "söylenmeyen"i de temsil eder. Böyle-likle, ırkçılığın antisemitizmle ve özellikle de Nazizm'le özdeş-leştirilmesi bir mazeret işlevi görmektedir, çünkü göçmenleri he-defleyen "yabancı düşmanlığının ırkçı niteliğinin inkâr edilme-sine izin vermektedir. Fakat bunun tersine, bugün Avrupa'da ge-lişen yabancı düşmanı hareketlerin söyleminde  göçmenlere kar  şı ı

rkçı

l ı

 ğ ı

n antisemitizmle bir tutulması

 (ki görünüşe göre bu "ası

l-sızdır) ne genel bir "anti-hümanizm"in, "öteki"nin dışlanmasını tüm biçimleriyle içeren bir yapının ifadesidir, ne de milliyetçi yada faşist olarak adlandır ılan muhafazakâr bir siyasal geleneğinedilgen etkisidir. Bu, ırkçı düşünceye bilinçli ve bilinçsiz model-ler sağlayarak onu daha "sapk ın" bir biçimde ve çok daha özgülolarak düzenlemektedir: Nazi "imha"sının tasavvur edilemez ka-rakteri, Türk kar şıtı ve Arap kar şıtı ırkçılığa da musallat olan imhaarzusunu eğretilemek üzere çağdaş ırkçı karmaşığa bu yolla yer-leşmiştir.9 

Milliyetçilik Zemini 

Şu halde milliyetçilik ve ırkçılık arasındaki bağa dönelim. Ve mil-liyetçilik kategorisinin bile özünde ikircil olduğunu kabul etmekle

 başlayalım işe. Bu, öncelikle milliyetçi politikalar ın ve hareketle-rin ortaya çıktığı tarihsel durumlar ın antitezine bağlıdır. Fichte yada Gandi bir Bismarck değildir, Bismarck ya da de Gaulle bir Hitler değildir. Bununla beraber burada uzlaşmaz güçlere kendinidayatan ideolojik simetri etkisini basit bir entelektüel kararla orta-

dan kaldıramayız. Hiçbir  şey bize ezilenlerin milliyetçiliği ileezenlerinkini, kurtuluş milliyetçiliği ile fetih milliyetçiliğini kayıt-sız şartsız özdeşleştirme hakk ını vermez. Fakat bu bizi CezayirliFLN'nin milliyetçiliği ile sömürgeci Fransız ordusununki arasın-da, bugün de ANC'nin milliyetçiliği ile "Afrikaner"lerinki arasında

 —bir durumun mantığına, çağdaş dünyanın siyasal biçimlerineyapısal olarak dahil oluşa ilişkin— ortak bir unsurun varol-duğunu bilmezlikten gelmeye de yetkili k ılmaz. Durumu en uçnoktasına götürürsek, bu biçimsel simetri tekrar tekrar yaşamış olduğumuz acı verici deneyime yabancı değildir; bu deneyim (na-sıl ki sosyalist devrimlerin devlet diktatörlüklerine dönüşmesiniyaşadıysak) kurtuluşu amaçlayan milliyetçiliklerin tahakkümüamaçlayan milliyetçiliklere dönüşmesidir; bu deneyim bizi her  

9. Irkçılık-kar şıtı örgütlerin —özellikle de Nazi modelinin manidarlı-ğınm soyk ır ımın gizlenmesinden ileri geldiğine inanıyorlarsa— günümüzdekitehlikeye kar şı koymak için başvurduklar ı "haf ıza pedagojisinin tıkanıklıklar ı 

 bundan kaynaklanmaktadır. Temelde "revizyonist" girişimler, yadsımanın sonderece kar şıt anlamlı tarzıyla, sürekli olarak gaz odalar ından söz etmenin bir  biçimi olduklar ından, bu açıdan tam bir tuzak işlevi görmektedir. Gerçektenantisemitist olan ırkçılar ın Nazi soyk ır ımını gizlediklerini if şa etmek ne yazık ki Yahudi düşmanlığıyla Arap kar şıtlığı arasında ortak bir  şey olduğununherkes taraf ından kabulüne yol açmaya yetmeyecektir. Fakat "şefler söylemindeki Nazizm nostaljisinin maskesini düşürmek de sıradan ırkçı "kit-le"yi, her gün gerçekleştirdikleri, oysa temelde onlar ın bilgisi dışında gerçek-leşen nesnenin yer değiştirmesi konusunda aydınlatmaya yetmeyecektir. Enazından bu kaçınılmaz pedagoji, düşünce sistemi ve toplumsal ilişki olarak tüm bir tarihin özeti olan çağdaş  ırkçılığın tam bir açıklığa kavuşturulmasınaulaşana dek yetmeyecektir. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 33/146

 IRK, ULUS, SINIF 62 

türden milliyetçiliğin bask ıcı potansiyelleri konusunda kendimizisürekli sorgulamaya mecbur k ılmaktadır. Çelişki, kelimelerdenönce tarihin kendisinde yatmaktadır.10 

Milliyetçiliği tanımlamak neden böylesine zor görünmekte-dir? Çünkü öncelikle bu kavram hiçbir zaman tek başına işlevgörmez, her zaman hem en önemli hem de en zay ıf halkası olduğu

 bir zincirin içinde yer alır. Bu zincir (bir dilden diğerine farklı ne-denlerle değişen özel kipliklere göre) sürekli olarak, ara ya da uçyeni terimlerle zenginleşmiştir: yurttaşlık, yurtseverlik, popülizm,"etnizm" "etnosantrizm", yabancı düşmanlığı, şovenizm, emper-

yalizm, jingoizm... Bu gösterim farklar ının her birini değişik kul-lanımlar ı aynı anlama gelecek biçimde kesin olarak sabitleştirme-nin mümkün olmadığını düşünüyorum. Fakat bana öyle geliyor kigenel biçimleri çok basit bir şekilde yorumlanabilir. 

Milliyetçilik-ulus ilişkisi açısından, anlamın özü "gerçekliğe"yani ulusa kar şı, bir ideolojiyi yani milliyetçiliği koyar. Ancak builişki herkes taraf ından çok farklı algılanır çünkü bir çok cevapsızsoruyu bar ındırmaktadır: Milliyetçi ideoloji uluslar ın varoluşunun(zorunlu ya da koşullara bağlı) bir yansıması mıdır? Ya da uluslar mı milliyetçi ideolojilerden (bu ideolojilerin "amaçlar ına" ulaştık-tan sonra dönüşmeleri pahasına) yola çık ılarak kurulur? Ulusunkendisi her şeyden önce bir "devlet" olarak mı, yoksa bir "top-lum" (bir toplumsal oluşum) olarak mı görülmelidir? (Doğal ola-rak bu soru öncekilerden bağımsız değildir.) Bir an için bu tar-tışmalar ı da, kent, halk, tabiyet gibi terimlerin girişiyle yol aça-

 bilecekleri varyantlar ı da bir kenara bırakalım... Milliyetçilik ve ırkçıl ık  ilişkisi açısından anlamın özü "nor-

mal" bir politika ve ideolojiyi (milliyetçiliği), "aşır ı" bir tutum veideolojiyle (ırkçılıkla) —ister zıtlaştırmak, ister birini diğerinindoğrusu k ılmak için— kar şı kar şıya getirir. Burada da hemen so-rular ve diğer kavramsal ayr ımlar ortaya çıkar. Düşüncemizi ırk-çılık üzerinde yoğunlaştırmaktansa daha "nesnel" olan milliyet- 

10. Bu çelişkinin hem ayr ıntılı hem de kesintisiz bir çözümlemesi için eniyisi Maximc RODİ  NSON'un tüm eserlerine ve özellikle de Marxisme et monde musulman, Paris Editions du Seuil, 1972 ve  Peıtple juif ou probléme Juif?, Maspero, 1981, adlı eserlerinde toplanmış metinlere bakmaktır. 

 IRKÇILIK VE M  İ  LL İ YETÇ  İ  L İ   K 63 

çilik/emperyalizm alternatifine ayr ıcalık tanımak daha uygun ol-mayacak mıdır? Fakat bu kar şılaştırma başka olasılıklar ın ortayaçıkmasına neden olur: örneğin bizzat milliyetçiliğin uluslar ın em-

  peryalist niteliklerinin ya da emperyalist çağ ve çevrede hayattakalmalar ının siyasal-ideolojik sonucu olması olasılığının ortayaçıkmasına. Faşizm ve Nazizm gibi kavramlar ı da devreye sokarak zinciri bir soru ağıyla karmakar ışık edebiliriz: Bu ikisi milliyetçilik midir? Emperyalizm midir? 

Aslında bütün bu sorular ın gösterdiği gibi, tüm bu zincir tek  bir temel soruya bağlanmaktadır. Madem ki bu tarihsel-siyasal

zincirin "bir yerinde" görünürde "ak ıldışı" olan tahammül edile-mez bir şiddet sahneye çık ıyor, öyleyse bu sahneye çık ışı nereyeyerleştirmek gerek? Sadece gerçeklerin rol oynadığı bir sekansamı girmek gerek yoksa ideolojik çatışmalar ın yanına mı? Öte yan-dan şiddeti normal durumun bir sapması olarak, insanlık tarihininfarazi "düz çizgisinden" bir sapma olarak mı görmek gerekir,yoksa daha önceki anlar ın gerçekliğini temsil ettiğini ve bu bak ış açısıyla milliyetçiliğin, hatta uluslar ın varoluşundan beri siyasetiniçinde ırkçılık tohumlar ını bar ındırdığını kabul etmek mi? 

Doğal olarak bu sorular ın gözlemcilerin bak ış açılar ına veüzerinde düşündükleri duruma göre değişen çok sayıda cevabı vardır. Ancak bence, cevaplar ne denli farkl ı olursa olsun aynı ikilemin etraf ında dönüp durur: Milliyetçilik kavramı sürekli ola-rak bölünmektedir. Her zaman bir "iyi" bir de "kötü" milliyetçilik vardır; bir devlet ya da bir cemaat oluşturmaya çalışan ile boyuneğdirmeye, yok etmeye çalışan; hukuğa başvuran ile kuvvete

 başvuran; diğer milliyetçiliklere tahammül gösteren, hatta onlar ı onaylayı p aynı tarihsel perspektife (büyük rüya: "halklar ın ilkba-har ı") dahil eden ile emperyalist ve ırkçı bir bak ış açısıyla onlar ı kökten dışlayan. Sevgi uyandıran (hatta aşır ı biçimde) ile nefretuyandıran. Sözün k ısası, milliyetçiliğin iç bölünmesini ayırmak "yurdu için ölmekten","vatanı için öldürmeye" geçişi ayırmak ka-dar zor ve önemli olarak görünmektedir. "Komşu" terimlerin, eş anlamlılar ın ya da zıt anlamlılar ın çokluğu bunun dışavurumundan

 başka bir şey değildir. Sanır ım hiç kimse bu ikilemin bizzat milli-yetçilik kavramında yeniden belirdiğini (ve kuramdan kovuldu- 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 34/146

 IRK, ULUS, SINIF 64   IRKÇILIK VE M  İ  LL İ YETÇ  İ  L İ   K 65 

ğunda pratiğin kapısından içeri girdiğini) bilmiyor değildir. Fakat bu ikilem özellikle liberal gelenekte görünür haldedir. Belki de bunun nedeni en azından iki yüz yıldan beri, liberalizm ve milli-yetçilik arasındaki ilişkilerde bulunan derin ikircilliktir.11 Irkçı ideolojilerin bu tartışmayı bir parça kaydırarak taklit edebilecekle-rini de saptamak gerekir: "Hayati alan" gibi kavramlar emperya-lizm ya da ırkçılığın "iyi yanı" sorusunu ortaya çıkarma işlevigörmezler mi? Ve günümüzde, "farkçı" antropolojiden sosyobi-yolojiye kadar hızla arttığını gördüğümüz yeni-ırkçılık, kaçınıl-maz ve gerçekte işe yarar olanı (gruplar ı "topraklar ını", "kültürel

kimliklerini" savunmaya, aralar ındaki "uygun mesafeyi" koru-maya iten belli bir "yabancı düşmanlığını") sürekli olarak —her ne kadar etnikliğin temel gerekleri yok sayıldığında kaçınılmaz ol-sa da— zararlı ve işe yaramaz olandan (doğrudan şiddetten, ey-leme geçişten) ayırmaya bel bağlamış değil midir? 

Böyle bir döngüden nasıl çık ılabilir? Son dönemdeki bazı çö-zümlemecilerin yaptığı gibi değer yargılar ının reddedilmesini iste-mek yani yargıyı milliyetçiliğin farklı konjonktürlerdeki12 so-nuçlar ına göre ertelemek; ya da yine milliyetçiliği kesinkes ulus-lar ın (ve ulus-devletlerin) kurulması gibi "nesnel" bir sürecin so-nucu olarak görmek yeterli değildir.13 Çünkü tüm milliyetçilik- 

11.  Milliyetçilik konusunda (ister "ideoloji", ister "siyaset" olarak) çalı şan liberal tarihçilerin esas sorusu şudur: "Liberal milliyetçilik"ten "emper yalist milliyetçiliğe" ne zaman ve nerede geçilmiştir? Bkz. Hannah ARENDT,"L'imperialisme", The Origins of Totalitarianism'm 2. bölümünün Fransızcaçevirisi, Fayard, Paris, 1982, ve Hans KOHN, The Idea of Nationalism, AStudy ofits Origins and Background,  New York, 1944. Ortak cevaplar ı şudur:

18. yüzyılın "evrenselci" devrimleriyle 19. yüzyılın başta Almanya'dan çıkandaha sonra tüm Avrupa'ya ve sonunda 20. yüzyılda tüm dünyaya yayılan "Ro-mantizm"i arasında geçilmiştir. Fakat daha yak ından incelersek Fransız Devri-mi'nin daha o zamandan iki görünümün çelişkisini bar ındırdığını görürüz: ohalde milliyetçiliği "rayından çıkaran" Fransız Devrimi'dir.

12. Bkz. Tom NAIRN'in "The Modern Janus",   New Left Review, no.94, 1975 (daha sonra The Break-Up of Britain,   NLB, Londra, 1977). Bkz.Eric HOBSBAWM'ın eleştirisi "Some Reflections on the Break-Up of Britain", New Left Review, no. 15, 1977.

13. Bu sadece Marksist bir tavır değil, liberal geleneğin "ekonomist" düşünürlerinin de tezidir: Bkz. E. GELLNER, Nations and Nationalism, Oxford,1983.

lerin tarihinde sonuçlar ın iki yanlılığı söz konusudur ve açıklan-ması gereken de budur. Bu bak ış açısıyla ırkçılığın milliyetçilik-teki yerinin çözümlenmesi kesindir: Irkçılık bütün milliyetçilikler-de ya da onlar ın tarihlerinin her anında belirgin değilse de, kurula-

 bilmeleri için gerekli bir eğilimi temsil etmektedir. Son çözüm-lemede bu çak ışma durumu, tarihsel olarak tartışmalı  topraklar üzerine kurulu ulus-devletlerin nüfus hareketlerini kontrol etmeyeve hatta sınıfsal bölünmelerden üstün siyasal bir cemaat olarak "halk" kavramını üretmeye çabaladıklar ı durumlara bağlıdır. 

Ancak bu noktada tartışmanın terimlerine yöneltilen bir itiraz

ortaya çıkmaktadır. Bu Maxime Rodinson'un, özellikle, ColetteGuillaumin gibi daha "geniş" bir ırkçılık tanımını kabul eden her-kese yönelttiği itirazdır.'4 Bu geniş tanım biyolojik kuramlaş-tırmalar ı olsun olmasın tüm dışlama ve azınlıklaştırma biçimlerinihesaba katmak istemektedir. "Etnik" ırkçılıktan daha geriye, "ırk mitinin" kökenine ve onun soya dair söylemine: feodalizm sonrası aristokrasisinin "sınıf ırkçılığına" inebileceğini öne sürmektedir.Özellikle de farklılıklar ın doğallaştırmasında kullanılan ortak me-kanizmayı inceleyebilmek için, biçimsel olarak eşitlikçi bir top-lumda toplumsal gruplar ın (etnik gruplar ın, fakat aynı zamanda dakadınlar ın, cinsel sapk ınlar ın, ak ıl hastalar ının, proletaryanın al-tındakilerin vb.)15 "ırklaştır ılması" görüngülerine yol açan azın-lıklar ın ezilmesi görüngülerini, ırkçılık adı altında toplamak iste-mektedir. Rodinson'a göre yine de seçmek gerekir: Ya iç ve dış ırkçılığı, milliyetçiliğin ve oradan da, modern biçimi milliyetçilik olan "etnosantrizm"in eğilimi saymak;  ya da ırkçılığın tanımını,tarihsel özgüllüğünü silme pahasına, psikolojik mekanizmalar ı da(korkunun yer değiştirmesini, hayali bir başkalığın gösterenleriyleörtülmüş olan gerçek Öteki'nin reddini) içerecek şekilde geniş- 

14. C. GUİLLAUMİ N,   L'Ideologie raciste. Genese et langage act ııel,Mouton, Paris-La Haye, 1972. M. RODINSON, "Quelques theses critiques sur la demarehe poliakovienne",   Le Racisme, mythes et sciences (M. OLEN-DER'in yönetiminde) Ed. Compiexe, Bruxelles, 1981. M. RODINSON,  En-cyclopaedia Universalis. "Nation: 3. Nation et ideologie" maddesi.

15. Erving GOFFMAN'la kar şılaştırmak faydalı olacaktır, Stigma. Noteson the Management of Spoiled Identity, Penguin Books, 1968.

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 35/146

 IRK, ULUS, SINIF 66  

letmek. Bununla birlikte bu itiraz ortadan kaldır ılabilir ve hatta ırkçı-

lık ve milliyetçiliğin tarihsel kar ışmışlığını çözecek şekilde yapıla- bilir bu; ancak ırkçılığın "geniş" bir tanımı düşüncesini k ısmendüzeltecek ya da en azından açıklığa kavuşturacak bazı tezler or-taya koymak şartıyla: 

1.  Hiçbir ulus (yani hiçbir ulusal-devlet) gerçekte etnik bir temele sahip de ğ ildir. Bunun anlamı milliyetçiliğin, kurgusal bir et-nikliğin sonucu anlamına gelmediği sürece, bir etnosantrizm olarak tanımlanamayacağıdır. Başka türlü ak ıl yürütmek "halklar ın"

da "ırklar" gibi bir soy, bir kültürel cemaat ya da önceden var olançıkarlara dayalı bir ortaklık gereğince doğal olarak varolmadık lar ını unutmak olur. Fakat diğer olası birliklere kar  şı , hayali bir liklerini gerçeğe (ve dolayısıyla tarihin zamanına) oturtmak gerekir.

2. Tamamen farklı "tabiatlara sahip toplumsal gruplar ı, özellikle de "yabancı" topluluklar ı ve "aşağı  ırklar ı", kadınlar ı, "sapk ınlar ı" aynı anda hedefleyen "azınl ıkla şt ırma" ve "' ırkla şt ırma" 

 görüngüsü,  birbirinden bağımsız bir dizi tanımsız nesne kar şı sında uygulanan, sadece benzer söylem ve tutumlar ın yan yanagelmesini değil, birbirine ba ğ l ı , birbirini tamamlayan d ı şlama vetahakkümlerin olu şturdu ğ u tarihsel bir sistemi temsil etmektedir.Başka bir deyişle, yaşanan şey "etnik bir ırkçılık" ile "cinsel bir ırkçılığın" (ya da cinsiyetçiliğin) koşut gidişinden çok, ırkçılık vecinsiyetçiliğin birlikte işlemesi, özellikle de ırkçıl ı ğ ın her zamanbir cinsiyetçili ğ i önvarsaymasıd ır. Bu koşullarda bir ırkçılık genelkategorisi, evrensellik açısından kazandığı avantajı tarihsel kesinlik ve kalıcılık açısından kaybetme tehdidi altındaki bir soyutlamadeğil, ırkçılığın zorunlu çokbiçimliliğini, globalleştirme işlevini,toplumsal norma uygun hale getirme ve dışlama pratiklerinin

 bütünüyle bağlantılar ını hesaba katan daha somut bir kavramdır;yeni-ırkçılığın ayr ıcalıklı nesnesinin "Arap" ya da "Siyah" değil,"keş", "suçlu", "mütecaviz" vb. (olarak) Arap, ya da "Arap", "Siyah" vb. olarak mütecaviz ve suçlu oluşu da bunu göstermektedir.

3. İşte, milliyetçilikle zorunlu bir ili şkiyi sürdüren ve milliyet-

 IRKÇILIK VE M  İ  LL İ YETÇ  İ  L İ   K 67  

çiliğin kurulmasına, etraf ında örgütlendiği kurgusal etnikliği üre-terek katk ıda bulunan şey ırkçılığın bu geni ş yapı sıd ır; bu yapı heterojen olmakla birlikte öncelikle bir fantazmalar ağı ve bunutakip eden söylemler ve tutumlarla sık ı sık ıya bağlanmıştır. 

4. Nihayet, eğer ırkçılığın ortaya çıktığı toplumlar ın aynı za-manda "eşitlikçi" toplumlar, yani bireyler arasındaki statü farklı-lıklar ını (resmi olarak) yok sayan toplumlar olduklar ı olgusunu,modern ırkçılığın hem kurumsal hem de sembolik olan yapısalkoşullar ının arasına sokmak gerekliyse (özellikle L.Dumont ta-raf ından savunulan16) bu sosyolojik sav ulusal çevrenin kendisin-

den soyutlanamaz. Başka bir deyişle, "eşitlikçi" olan modern dev-let değil, modern ulusal (ve milliyetçi) devlettir. Çünkü, e şitli ğ iniç ve d ı ş sınır ı ulusal cemaattir ve esas içeriği de kendisini doğ-rudan gösteren edimlerdedir (özellikle, genel oy hakk ı ve siyasal"yurttaşlık"). Eşitlik her şeyden önce uyrukluk açısından bir eşit-liktir. 

Bu tartışmanın yapılmasının (başvurabileceğimiz diğer ben-zerleri gibi17) şimdiden bir avantajı var: Milliyetçilik ve ırkçılık arasındaki bağın bir sapma sorunu (çünkü milliyetçiliğin "saf özü yoktur), ya da biçimsel bir benzerlik sorunu değil, bir tarihseleklemlenme sorunu olduğunu anlamaya başlıyoruz. Kavramamızgereken şey ırkçılığın özgül farklılığı ve milliyetçiliğe eklemle-nirken — ondan farkl ı olmakla — onun için nasıl gerekli oldu ğ u-dur. Yani, milliyetçilik ile ırkçılığın eklemlenmesi klasik neden-sellik  şemalar ıyla —bunlar ister mekanist olsunlar (sonucun ne-dene uygunluğu kuralına göre biri diğerine yol açarak ona "ne-den" olur) ister spiritüalist (biri diğerini "ifade eder", ya da onaanlam verir, ya da gizli anlamını ortaya çıkar ır)— açıklanamaz.Kar şıtlar ın birliğinin diyalektiğini gerektirir. 

Bu gereklilik hiçbir yerde, "Nazizm'in özü" konusunda sü-rekli yeniden başlatılan tartışmadaki kadar açık seçik değildir. Butartışma günümüzün siyasal tereddütlerinin yansıdığı (ve ak- 

16. Bkz. L DUMONT,  Essais sur l'individualisme, Editions du Seuil,1983.

17. Bkz. Adı geçen eserlerde Tom Nairn ve Benedict Anderson arasında,"milliyetçilik", "yurtseverlik" ve "ırkçılık" konusundaki tartışma.

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 36/146

 IRK, ULUS, SINIF 68   IRKÇILIK VE M  İ  LL İ YETÇ  İ  L İ  K 69 

tar ıldığı) tüm toplumsal ilişki yorumsamalar ı için gerçek bir tu-zaktır.18 

Bazılar ının gözünde Hitlerci ırkçılık, milliyetçiliğin vardığı son noktadır; Alman Romantizminden ya da Luther'den, 1918yenilgisinden ve Versailles diktasının rezaletinden kaynaklanmı-yorsa Bismarck'tan kaynaklanıyordur ve mutlak bir emperyalizm

  projesine ("hayat sahası", Alman bir Avrupa) ideolojik anlamdakaynaklık etmiştir. Bu ideolojinin tutarlılığı bir hezeyanınkine

 benzer görünüyorsa, her toplumsal kökenden insanı bar ındıran"kitle" üzerindeki ve basiretsizlikleriyle ulusu yık ıma götüren

"şefler" üzerindeki —k ısa fakat neredeyse bütünsel— etkisininaçıklamasını burada görmek gereklidir. Dünya egemenliği girişimitüm "devrimci" aldatmacalar ın ve konjonktür değişikliklerinin öte-sinde, kitlelerin ve şeflerin ortaklaşa sahip olduklar ı milliyetçilik mantığı dahilindedir. 

Fakat bazılar ının gözünde bu tür açıklamalar, toplumsal güç-lerin ve entelektüel geleneklerin, iktidar stratejilerinin ve olaylar ınçözümlenmesinde ne denli ince olursa olsun, Alman tarihinin"anomali"siyle Nazizm canavarlığı arasındaki bağı ne denli us-talıkla kurarsa kursun sonuçta meselenin özünü gözden kaçır-maktan başka bir şey yapamaz. O dönemin "demokratik" ulus-lar ının yöneticileri ve kamuoylar ı, Nazizm'de tam da kendi milli-yetçiliklerine az çok benzer bir milliyetçilik gördükleri için, onunamaçlar ı konusunda kendilerini aldatmışlar ve onunla uzlaşa-

 bileceklerini ya da yık ımlar ını sınırlayabileceklerini sanmışlardı. Nazizm istisnaidir (belki de modern insanın durumuna içkin olansiyasal rasyonaliteyi ihlal etme olasılığını ortaya çıkar ır). Çünkü

 Nazizm'de ırkçılık mantığı her şeyi aşar. Kendisini "saf" milli-yetçi mantığın zarar ına dayatır: çünkü içte ve dışta "ırksal savaş"(egemenlik hedefleri olumlu kalmaya devam eden) "ulusal savaş"in tutarlılığını yok eder. Nazizm böylelikle hayali Düşman'ın im-hasını, Kötü'nün kişileşmesini (Yahudi, komünist), ve kendi 

18. Bkz. P. AYÇOBERRY'nin mükemmel sunuşu:  La Question nazle. Essai sur les interpretations du nalional-socialisme, 1922-1975, Paris, Edi-tions du Seuil, 1979. 

kendini yık ımı ("ırksal elifinin, SS ve Nazi partisi kastının ba-şar ısızlığı itiraf etmektense Almanya'nın yık ılışı) birleştiren, ken-disinin yardıma çağırmış olduğu "nihilizm"in bir figürü olacaktır.Bu tartışmada analitik söylemlerin ve değer yargılar ının sürekliolarak üst üste bindiği iyice görülmektedir. Tarih kendi kendinenormal ya da patolojik teşhisi koyar, muhaliflerini ve kur-

 banlar ını şeytanlaştıran Nazizmi şeytan ilan etmekle kendi nesne-sinin söylemini taklit edecek denli ileri gider. Fakat bu döngüdençıkmak kolay değildir, çünkü görüngüyü,  pratik  güçsüzlüğünüaçıkça göstermiş olduğu beylik genellemelere indirgememek söz

konusudur. Nazi ırkçılığı konusundaki izlenimimiz çelişiktir, şöyleki: Milliyetçiliğin Nazi ırkçılığı vasıtasıyla, hem gizli eğilimlerinin(Hannah Arendt'in ifadesiyle, trajik bir biçimde "sıradan"eğilimlerinin) en derinine gittiğini hem de kendisinden çıkt ı ğ ını ,genellikle kendini gerçekleştirdiği, yani kitlelerin "sağduyusu"nauzun süre için sızdığı ve kurumlaştığı ortalama biçimden çıkt ı ğ ını düşünürüz. Bir yandan, mutlak üstünlüğünü ilan ettiği ulusal dev-leti parçalamaya varan bir  ırk mitolojisinin ak ıldışılığının fark ına(doğrusu iş işten geçtikten sonra) var ıyoruz. Bunun, gündelik şiddetin bayağılığı ile kitlelerin "tarihsel" sarhoşluğunu, zorunluçalışma ve imha kamplar ının bürokratizmi ile "efendiler ulusu-nun" "dünya" egemenliği hezeyanını birleştiren bir bütün olarak ırkçılığın, milliyetçiliğin basit bir görünümü olarak değerlendirile-meyeceğinin kanıtı olduğunu düşünüyoruz. Fakat aynı zamandakendimize şu soruyu da soruyoruz: Bu ak ıldışılığın kendi kendi-nin nedeni haline gelmesi, Nazi antisemitizminin istisnai nite-

liğinin, onu bizzat Kötü'nün tarihi olarak (ve bununla bağlantı

  bir şekilde kurbanlar ını gerçek İsa olarak) sunan spekülatif bir ta-rih görüşünde kutsal bir sır halini alması nasıl önlenebilir? Bununtersine, Nazi ırkçılığını Alman milliyetçiliğinden çıkarmanın biziher türlü ak ıldışıcılıktan kurtaracağı da kesin değildir. Çünkü şusaptamayı yapmak zorundayız: Ancak "aşır ı" güçlü bir milliyet-çilik, "istisnai" bir iç ve dış çatışmalar zincirinin azdırdığı bir mil-liyetçilik, çok sayıda cellatın şiddet uygulayabilmesini sağlayacak ve bu şiddeti ötekiler kitlesinin gözünde "normalleştirecek" dere-cede ırkçıl ı ğ ın hedeflerini idealle ştirmi ş olabilir. Bu bayağılık ve 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 37/146

 IRK, ULUS, SINIF 70 

 bu idealizmin birleşimi daha çok Alman milliyetçiliğinin kendisi-nin tarihte "istisnai" olacağı gibi metafizik bir düşünceyi pekiş-tirme eğilimindedir: Liberalizme oranla patolojik bir yanı olan bumilliyetçilik paradigması, sonuç olarak "sıradan" milliyetçiliğe in-dirgenemez olacaktır. Buradan da yine yukar ıda, "kötü" ve "iyi"milliyetçilik olarak belirttiğimiz çıkmazlığa yeniden düşüyoruz. 

Oysa Nazizm üzerindeki anlaşmazlığın gösterdiklerini, milli-yetçilik ve ırkçılığın söylemler, kitle hareketleri ve özgül politi-kalar şeklinde belirdikleri her konjonktürde tekrar kar şımızda bu-lamaz mıyız? Bu içsel bağ ve ak ılcı amaçlarla çıkarlar ı hiçe sayma,

günümüzde, örneğin "yeni Avrupa düzeni" ve "sömürge kahra-manlığı" özlemlerini önüne katı p sürükleyen bir hareket, "göçmensorunu"na "çözüm" umudunu başar ıyla k ışk ırttığında, yeniden fi-lizlendiğini sandığımız o aynı çeli şki değil midir? 

Öyleyse bu düşünceleri genelleştirip, ilk olarak, milliyetçi-liğin tarihsel "zemininde", milliyetçilik ve ırkçılık arasındaki belir-lenimde her zaman kar şılıklılık olduğunu söyleyeceğim. 

Bu kar şılıklılık kendini öncelikle milliyetçiliğin gelişiminin vedevlet taraf ından resmen kullanılmasının, uzlaşmazlıklar ı ve baş-ka bir kökenden olana yapılan zulümleri modern anlamda ırkçılığadönüştürmesi (ve etniklik gösterenleriyle belirtmesi) biçimindegösterir. Bu, Reconquista İspanyası'ndan beri, raza* Yeni Dün-ya'nın fethine atılırken dinsel Yahudi düşmanlığının "kanın saflı-ğı" üzerine kurulu soysal dışlama bağlamına oturtuluşu biçimin-den, modern Avrupa'da uluslararası proletaryanın yeni "tehlikelisınıflar ı"nın sömürgecilik sonrası çağın krizini yaşayan uluslardaı

rk ı

n ad ı

 halini alan "göç" kategorisi içinde düşünülüşü biçiminekadar uzanmaktadır. Bu kar şılıklı belirlenim kendini, çok sayıda etnik gruptan

oluşan bir devletin heterojenliğine, bir ulusun siyasal ve kültürel birliğini kazandırmayı

19 hedefleyen tüm 19. ve 20. yüzyıllar ın"resmi milliyetçilik"lerinin antisemitizmi kullanma biçimlerinde de 

* raza: safkan ırk. (  İ  sp. ç.n.) 19. Yak ın zamandaki çalışmalar arasında Benedict Anderson'ınki, "Rus-

laştırma" ve "İngilizleştirme" pratik ve söylemlerini kar şılaştırması açısındanmemnuniyet vericidir. 

 IRKÇILIK VE M  İ  LL İ YETÇ  İ  L İ   K 71 

göstermektedir: Az çok kurgusal olarak birleşmiş bir kültür vemilliyetin (Rus, Alman, Romen gibi), asimilasyona mahkûm o-lan, hiyerar şize edilmiş çeşitli "azınlık" kültürler ve etnik gruplar üzerindeki tahakkümünü "telafi etmek", aynada yansıtmak için,tahakküm altındaki tüm kültürlerin, tüm halklar ın ortak iç düşma-nı gibi gösterilen (kendi toprağı, "ulusal" dili olmayan) tekil bir sahte etnik grubun ırkçı bir zulme uğratılması gerekliymiş gibi.20

Ve nihayet, ister ilk sömürgeleştirmenin eski imparatorluklar ınakar şı, ister hanedanlara dayanan çokuluslu devletler ya damodern sömürge imparatorluklar ına kar şı olsun, tüm ulusal kur-

tuluş savaşlar ının tarihinde bu belirlenim yine kendini gösterir.Bu süreçleri tek bir modele yöneltmek söz konusu olamaz. Bu-nunla birlikte Yerli soyk ır ımının, ABD'nin —Lipset'in ünlü deyi-şiyle "yeni uluslar ın ilki"nin21  — bağımsızlığının hemen ertesindesistematik hale gelmesi raslantı sonucu olamaz. Bipan Chandra'nın öne sürdüğü aydınlatıcı çözümlemeye göre, Hindistan'da"milliyetçilik" ve "komünalizm"in bugünkü içinden çık ılmaz du-ruma (ki büyük ölçüde Hint milliyetçiliği ile Hindu komünaliz-minin tarihsel anlamda mevsimsiz kaynaşması yüzündendi) vara-na kadar birlikte kurulmuş olmalar ı da raslantı sonucu değildir.22

Ya da bağımsız Cezayir, sömürgeciliğin çok kültürlü mirasıylaçatışı p "Berberiler"in asimile edilip "Araplaşmalar ını" ulusal ira-deciliğin onur meselesi yapıyorsa bu da raslantı değildir. Hatta içve dış düşmanlar ına şiddetle saldıran İsrail Devleti bir "İsrail ulu-su" kurmak gibi olanaksız bir bahis için hem "doğulu" Yahudi-ler'e (bunlara "siyahlar" deniyor) hem de topraklar ından sürülenve sömürgeleştirilen Filistinliler'e kar şı yönelen güçlü bir  ırkçılığı geliştiriyorsa bu da raslantı sonucu değildir.23 

20. Bkz. Leon POLIAKOV,  Histoire de l'antisemitisme, yeni bask ı (LeLivre de poche Pluriel), cilt 2 , s. 259; Madeleine REBERIOUX, "L'essor duracisme nationaliste",   Racisme et societe (P. DE COMARMOND ve Cl. DU-CHET'nin yönetiminde), Paris, Maspero, 1969.

21.  Bkz. R. ERTEL, G. FABRE, E. MARIENSTRAS, En marge. Les mi-norites aux Etats-Unis, Paris, Maspero, 1974, s. 287.

22.  Bipan CHANDRA,  Nationalism and Colonialism in Modern India,Orient Longman, New Delhi, 1979, s. 287.

23. Bkz. Haroun JAMOUS, Israel et ses juifs. Essai sur les limites du 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 38/146

 IRK, ULUS, SINIF 72   IRKÇILIK VE M  İ  LL İ YETÇ  İ  L İ   K 73 

Hepsi tekil olan fakat tarihsel olarak birbirine zincirlenmiş bu-lunan bu olaylar ın birikimi bizi milliyetçilik ve ırkçıl ı ğ ın tarihsel kar  şıl ıkl ıl ık çevrimi olarak adlandır ılabilecek olan ve ulus-dev-letler sisteminin diğer toplumsal oluşumlar üzerinde artan tahak-kümünün zamansal şekli olan şeye götürmektedir. Milliyetçilikten

 sürekli olarak ırkçıl ık çıkmaktad ır; sadece dışar ı doğru değil, aynı zamanda içeri doğru da. ABD'de ilk yurttaşlık haklar ı hareketiniengelleyen, ırk ayr ımının sistematik olarak kuruluşu, Ameri-kalılar ın emperyalist dünya rekabetine girmeleri ve Kuzey ırkla-r ının hegemonyacı misyonu düşüncesine katılmalar ıyla aynı za-

mana denk gelir. Fransa'da "toprak ve ölüler"in geçmişine kök salan bir "Fransız ırk ı" ideolojisinin hazırlanışı, yoğun göçün baş-langıcıyla, Almanya'dan öç alma hazırlıklar ı ve sömürgeci impa-ratorluğun kurulmasıyla aynı zamana denk düşer. Ve milliyetçilik ırkçıl ıktan çıkar; bu anlamda kar şı çıktığı resmi milliyetçilik sonderece ırkçı olmasaydı, milliyetçilik bir ulusun "yeni" ideolojisiolarak ortaya çıkmazdı: böylelikle Siyonizm antisemitizmden veüçüncü dünya milliyetçilikleri de sömürgeci ırkçılıktan ileri gelir.Fakat bu büyük çevrimin içinde birçok özel çevrim vardır. Eğer Fransız ulusal tarihinden çok temel bir örnek vermek gerekirse,antisemitizmin Dreyfus olayından sonra uğradığı bozgun cumhu-riyetçi rejimin idealleriyle sembolik anlamda bütünleşerek, sö-mürgelerde sağduyuya bir kapı açmış ve ırkçılık ve sömürge-leştirme kavramlar ının uzun süre (en azından sömürgeci devletinidrak ında) ayr ıştır ılabilmesine olanak sağlamıştır. 

Fakat ikinci olarak, ırkçıl ık ve milliyetçili ğ in temsilleri ve pra-tikleri arasındaki mesafenin her zaman varolageldi ğ ini söyleyece-ğim. Bu mesafe zorunlu bir özdeşleşme ile bir çelişkinin oluştur-duğu kutuplar arasında oynamaktadır — ve belki de, Nazi örne-ğinin gösterdiği gibi, çelişki en çok bu özdeşleşme görünürdetamamlandığında şiddetli hale gelir. Çelişki bu sı fatla milliyetçilik ve ırkçılık arasındaki değil, belirlenmiş biçimler arasındaki; milli-yetçiliğin siyasal amaçlar ı ile ırkçılığın  şu anda,  şu "nesne"de be-lirginleşmesi arasındaki bir çelişkidir. Bu, milliyetçilik potansiyel 

volontarisme, Paris, Maspero, 1982. 

olarak özerk, ezilen bir halk ı "içermeye" niyetlendiğinde böyledir:"Fransız" Cezayir, "Fransız" Yeni Kaledonya. Bu andan itibaren,

 başvurduğum örneklerin çoğundan çıkan sonucu daha iyi anla-mak için, bu mesafeyle ve alabileceği paradoksal biçimlerle ilgile-neceğim. Bu sonuç şudur: Irkçılık milliyetçiliğin bir "dışavu-rumu" değil, milliyetçili ğ e bir ektir; daha doğrusu, milliyetçili ğ ebir iç ektir; ona oranla her zaman aşındır, ama onun inşası için her zaman gereklidir ve bununla birlikte onun projesini tamamlamaktaher zaman yetersiz kalır; tı pk ı milliyetçiliğin, ulus oluşumunun yada toplumun "ulusallaştır ılması" projesinin tamamlanması için

hem gerekli olması hem yetersiz kalması gibi. 

 Evrenselli ğ in Paradokslar ı 

Milliyetçilik kuramlar ının, stratejilerinin her zaman için evrensel-lik ve yerellik çelişkisi dahilinde değerlendirildiği, kabul görmüş ve geliştirilmeye son derece açık bir düşüncedir. Gerçekte milli-yetçilik rasyonelleştirici, tekleştiricidir ve her türlü dağılmadankorunması gereken, kökenlerden gelen bir ulusal kimliğin fetiş-lerini geliştirir. Burada beni ilgilendiren, bu çelişkinin genelliğideğil ırkçılığın onu gözler önüne seriş biçimidir. 

Gerçekten de ırkçılık hem evrensel alanda hem de yerel alan-da temsil edilir. Milliyetçilikten fazla yanı ve dolayısıyla milli-yetçiliğe getirdiği ek, hem onu evrenselleştirmeye, k ısacası onda-ki evrensellik eksiğini kapamaya, hem de yerelleştirmeye, özgül-lük eksiğini kapamaya yatk ın olmasıdır. Diğer bir deyişle ırkçılık,milliyetçiliğin müphemliğini arttırmaktan başka bir şey yapmaz;

 bunun anlamı milliyetçiliğin, ırkçılık yoluyla bir "ileriye kaçış"a,maddi çelişkilerinin düşünsel çelişkilere dönüşmesine giriştiği-dir.24 

24. Çoğu zaman milliyetçiliğin, 19. ve 20. yüzyıllar ın büyük siyasalideolojilerinden farklı olarak, kuramcılardan ve kuramdan yoksun oldu ğ unundo ğ rulanabildi ğ i sanılmı şt ır (Bkz. B. ANDERSON, a.g.e.; Isaiah BERLİ N, "Na-tionalism-Past Neglect and Present Powers",  Against the Current, Essays inthe History of Ideas, Oxford, 1981). Bu, ırkçılığın milliyetçiliğe gündelik bir tasavvur verdiği gibi, kuramlar ını da verdiğini, böylelikle "ideolojik hareke- 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 39/146

 IRK, ULUS, SINIF 74   IRKÇILIK VE M  İ  LL İ YETÇ  İ  L İ   K 75 

Kuramsal bir ifadeyle, ırkçılık bir tarih felsefesidir; daha doğ-rusu tarihi, gizli ve insanlara kendi doğalar ı ve soylar ıyla vahyedi-len bir "sırr ın" sonucu k ılan bir tarihbilim'dir. Bu, toplumlar ın vehalklar ın kaderinin görünmez nedenini görünür k ılan  bir felsefe-dir, onlar ın bilmezlikten/tanımazlıktan gelinmesi bir soysuzlaşma-ya ya da kötünün tarihsel gücüne işaret eder.25 Tabii ki inayetçiteolojilerde ve ilerleme felsefelerinde tarihbilime özgü yanlar var-dır, ama bunlar aynı zamanda diyalektik felsefelerde de vardır.Marksizm bundan muaf değildir; bu durum da "sınıf mücadelesi"yle "ırk mücadelesi", ilerlemenin motoruyla evrimin muamması 

arasındaki simetrinin etkilerinin, yani bir ideolojik evreni diğerineaktarma olasılıklar ının beslenmesine katk ıda bulunmuştur. Bu-nunla birlikte bu simetrinin çok belirgin sınırlar ı vardır. Irkçı fel-sefelerin çoğunun ulusal bütünlüğün, kimliğin ve kültürün soy-suzlaşması, alçalması ve çöküşü terimleriyle, ilerleme temasınıntersine dönük biçimleri olarak ortaya çıktıklar ı her ne kadar doğru(ve pratikte kesin) ise de burada düşündüğüm şey ne ak ılcılık veak ıldışıcılığın ne de iyimserlik ve kötümserliğin soyut antitezi-dir.26 Düşündüğüm, ırk ya da kültür mücadelelerinin, tarihbilim-den ya da "seçkin" ile "kitle" arasındaki uzlaşmazlıklardan farklı 

tin" iki kutbunda yer aldığını unutmaktır. 25. M. RODINSON'un ideolojik hareketlerde kérygme'in işlevi üzerin

deki düşünceleri için bkz. "Nature et fonction des mythes dans les mouve-ments socio-politiques d'aprés deux exemples compares: communisme marx-iste et nationalisme arabe", Marxisme et monde musulman, s. 245.

26. Sosyal Darwincilik'e "kötümser" soysuzlaşma temasının girmesi,Darwinci doğal ayıklanma kuramıyla hiçbir ilgisi olmamasına rağmen evrim

ciliğin ideolojik olarak sömürülmesinde başlıca etaptır  {kal ıt ım kavramınınçifte anlamı üzerinde oynar). Her  ırkçılık varsayımsal olarak kaçınılmaz bir  biçimde "kötümser" ise de kategorik olarak değildir: Üstün ırk (kültür) eğer sonunda barbarlar, düşkünler denizinde "boğulursa" kaybolur (ve insan uygarlığı da onunla birlikte kaybolur). Bunun "farkçı" varyantıysa şudur: Tümırklar (kültürler) kar şılıklı olarak farklılıklar ının denizinde boğulurlarsa, bir likte oluşturduklar ı "düzen" tekbiçimleşmiş bir "kitle kültürü" entropisindealçalırsa kaybolurlar (insan uygarlığı da beraber). Tarihsel kötümserlik iradeciya da kararcı bir siyaset görüşünü de beraberinde getirir: Çöküşü önleye bilecek hatta tersine çevirebilecek olan tek şey saf irade ve olaylar ın ak ışı antitezini, dolayısıyla irade adamlar ıyla edilgenlik adamlar ı antitezini yansıtanradikal bir karardır. Marksizm (ve daha genelde sosyalizm) temsil ettiği tarih-

olarak, tarihsel diyalektiğin hiçbir zaman "manikeist" bir temanın basit bir biçimde işlenmesi şeklinde ortaya çıkmayacağıdır. Tarih-sel diyalektiğin yalnızca "mücadele" ve "çatışma" yı değil, müca-dele güçlerinin ve mücadele biçimlerinin tarihsel olarak kurulma-lar ını da kavraması, başka deyişle, tarih boyunca kendi temsilikonusunda eleştirel sorular sorması gerekir. Bu açıdan ırk vekültür tarihbilimleri eleştirel olmaktan kesinlikle uzaktır. 

Irkçı felsefe her zaman sistem biçimini almadığına göre, tek  bir ırkçı felsefe yoktur. Çağdaş yeni-ırkçılık günümüzde şu tarih-sel ve ulusal biçim çeşitliliğiyle kar şımıza çıkmaktadır: "ırk mü-

cadelesi" miti, evrimci antropoloji, "farkçı" kültürcülük, sosyobi-yoloji vb. Bu kümenin etraf ında da nüfusbilim, kriminoloji, soy-ar ıtımı gibi siyasal-toplumsal teknikler ve söylemler dolanmak-tadır. Gobineau ve Chamberlain yoluyla, ama aynı zamanda"halklar ın psikolojisi" ve sosyolojik evrimcilik yoluyla Aydınlan-ma Çağı'nın 27 doğabilimlerine ve antropolojisine ve L. Sala-Mo-lins'in "blanco-biblique" teoloji adını verdiği şeye kadar uzananırkçı kuramlar ın soyağacının dallar ını tek tek ayırt etmek gere-kir.28 Öncelikle çok k ısa tutarak, bugüne dek, üç yüz yıldan berikuramsal ırkçılıkta hangi entelektüel işlemlerin geçerli olduğunuve gündelik ırkçılığın "bilme arzusu" adını verebileceğimiz şeyleeklemlenmesini hangi işlemlerin sağladığını irdeleyeceğim. 

Öncelikle, temel bir  sını fland ırma işlevi, yani insan türününkendisini oluşturan farklılığı içeriden düşünüşü, insanlar ın "in-san" olarak kabul edildikleri ölçütleri arayışı söz konusudur: İn-sanı insan yapan nedir? Ne ölçüde, ne biçimde insandır? Her hi-yerar şi oluşturma, bu sınıflandırmayı önceden varsayar. Sınıflan-

 sel determinizmi katastrofizme vardırdığında kurulan —ki bu da peşinden"kararcı" bir devrim anlayışını getirir— tehlikeli yak ınlığın nedeni budur. 

27. Bkz. özellikle Michele DUCHET'nin çalışmalar ı,   Anthropologie et histoire au siecle des Lumieres, Paris, Maspero, 1971, ayr ıca "Racisme etsexualite au XVIII. siecle", L. POLIAKOV,  Ni juif ni grec. Entretiens sur leracisme (II), Mouton, Paris-La Haye, 1978; "Du noir au blanc, ou la cin-quieme generation", L. POLIAKOV,  Le Couple interdit. Entretiens sur le racisme (III), 1980.

28. Bkz. Louis SALA-MOLINS, Le Code noir ou le calvaire de Canaan,PUF, Paris, 1987.

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 40/146

 IRK, ULUS, SINIF 76    IRKÇILIK VE M  İ  LL İ YETÇ  İ  L İ   K 77  

dırma hiyerar şiye yol açabilir çünkü insan türünü oluşturan grup-lar ın az çok uygun, hiyerar şik bir tablosunun çizilmesi, bu türün"bir"liğinin eşitsizlik  içinde ve eşitsizlik taraf ından ayr ıcalıklı tas-viridir. Fakat aynı zamanda bu sınıflandırma katıksız "farkçılık"olarak kendi kendine yetebilir; en azından görünüşte, çünkü ayırtetme ölçütleri hiçbir durumda "tarafsız" olamaz. Pratikte kabulgörmeyen ve etniklik ya da kültür dolayımında dayatılan toplum-sal-siyasal değerlerle bütünleşirler.29 

Sınıflandırma ve hiyerar şi, tarihsel ve toplumsal farklılıklar ındoğallaştır ılması ya da daha doğrusu bunlar ın hayali bir doğanın

ufkuna yansıtılması işlemidir. Fakat sonucun apaçık olduğuna bak ı p aldanmamak gerekir. İnsan türü içinde bir "doğal farklı-lıklar" sisteminin artı nitelikler eklediği "insan doğası" hiç de do-laysız bir kategori değildir. Özellikle de hem "sonuçlar" ya da be-lirtiler ("ırksal nitelikler" ister psikolojik ister bedensel olsunlar her zaman için cinsiyet farklılığına dair metaforlardır) açısındanhem de "nedenler" (melezlik, kalıtım) açısından cinsel şemalarlakaçınılmaz bir şekilde bütünleşir. Bir "saf" doğa kategorisinden

 başka her şey olan soykütü ğ ü ölçütünün esas önemi buradan kay-naklanmaktadır: o, göreli hukuksal kavramlarla her  şeyden öncesoy zincirinin meşruiyetiyle eklemlenen sembolik bir kategoridir.Öyleyse ırk "doğalcılığı"nda gizli bir çelişki vardır. Bu çelişkikendini, her zaman hayırlı ve meşum, masum ve sapk ın olanındüşselliğine yansıtılan, en temel, "en eski" bir "doğaüstü" yönün-de aşmak zorundadır.30 

Bu ilk görünüm derhal bir ikincisini devreye sokmaktadır: 

29. Farkçılık, nasıl "ırklar"ın doğallığını "ırkçı tutumlar ın" doğallığınakaydırmaktaysa, ayr ımcılığı da sınıflandır ılmış gruplar ın doğrudan görünüşünden sınıflandırma ölçütlerine aktararak  ayr ımcıl ı ğ ın yerini de ğ i ştirir, "ikinci konum"da bir  ırkçılıktır; bu eserdeki "Bir Yeni-Irkçılık Var mı" adlı incelememde Fransa ve İngiltere'deki ırkçı söylemin son çözümlemelerinden yarar lanarak bunu inceliyorum (C. GUILLAUMIN, V. DE RUDDER, M. BARKER,P. A. TAGUIEFF).

30.  Irkçı ve cinsiyetçi ideolojilerde "düşsel ana" olarak doğa kavramı için bkz. C. GUILLAUMIN, "Nature et histoire. A propos d'un materialisme",  Le Racisme, mythes et sciences. Soybilim ve kalıtım için bkz. Pierre LEGEN-DRE, L'Inestimable Objet de la transmission, Fayard, Paris, 1985.

Her kuramsal ırkçılık antropolojik tümellere göndermede bulunur.Hatta öğretisinin evrimi, bir anlamda, onlar ı seçip bir araya getiriş 

  biçiminden ibarettir. Elbette "insanlığın genetik mirası" ya da"kültürel gelenek" gibi kavramlar bu tümeller arasında yer alır.Fakat bizi yabancı düşmanlığı, etnosantrizm ve kabilecilik düşün-celerinin farklı varyantlar ına götüren insani sald ırganl ık ya da ter-sine "tercihli" özgecilik  31 gibi daha özgül kavramlar da bu tü-meller arasındadır. Burada "yeni-ırkçılığa", kendisine getirilenırkçılık-kar şıtı eleştiriyi ters teptirme olanağı veren bir ikili oyunmümkündür: kimi zaman insanlığı doğrudan bölmek ve hiye-

rar şize etmek, kimi zaman bizzat "ırkçılığın doğal zorunluluğu"açıklamasına sığınmak. Bu düşünceler de gerek sosyolojik (örne-ğin içeriden-evlenmenin tüm insan gruplar ının bir durumu ve ku-ralı olduğu, bu nedenle de dışar ıdan-evlenmenin bir sık ıntı ve ev-rensel yasak olduğu düşüncesi) gerekse psikolojik (örneğin, tel-kin ve toplu hipnoz, kitle psikolojisinin geleneksel içgüçleri) olandiğer tümeller üzerine kuruludur. 

Tüm bu tümellerde aynı "sorun"un sürüp gittiğini görmekte-yiz: insanl ık ve hayvanl ık arasındaki fark  sorunu. Bu sorunun

 problematik niteliği tarih ve toplumun çatışmalar ını yorumlamak için yeniden kullanılmaktadır. Klasik Sosyal Darwincilik'te in-

 sanl ı ğ ı (yani kültür, doğaya teknolojik olarak hâkimiyet — soy-ar ıtımında olduğu gibi insan doğası da dahil olmak üzere) hay-vanlıktan çıkarmak zorunda olan; fakat bunu yaparken hayvanlığaözgü olan yollar ı ("en beceriklinin hayatta kalması"), başka bir deyişle insanl ık dereceleri arasında "hayvansal" bir rekabeti kulla-nan paradoksal bir evrim figürünün varlığı böyledir. Çağdaş sos-yobiyolojide ve etolojide bireylerin ve özellikle de insan grup-lar ının "toplumsal-duygusal" davranışlar ı (saldırganlık ve özge-cilik), evrimleşen insanlıktaki hayvanlığın silinmez izleri olarak görülür. Farkçı kültürcülükte bu temanın hiçbir şekilde varol- 

31. Sosyobiyolojinin "özgeci duygular ı" önce doğrudan aileyle başlayı p,daha sonra akrabalara — kin altruism —, nihayet onun uzantısı sayılan etnik cemaate gelerek hiyerar şize ediş biçimine bak ınız. Bkz. Martin BARKER, The New Racisme. Conservatives and tl ıe Ideology of the Tribe, Junction Books,Londra, 1981. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 41/146

 IRK, ULUS, SINIF 78   IRKÇILIK VE M  İ  LL İ YETÇ  İ  L İ   K 79 

madiği izlenimi edinilebilir. Bununla birlikte dolaylı bir biçimdevarolduğunu sanıyorum: Kültürel farklılık söyleminin ekolojisöylemiyle (sanki kültürlerin tecriti insan türünün "doğal or-tamı"nın korunmasının koşuluymuşçasına) sık sık bir arada kul-lanılmasında ve özellikle de kültürel kategorilerin bütünüyle birey-lik, seçilme, üreme, melezleştirme terimlerinde eğretilenmesindevarolduğunu sanıyorum. Böylelikle insanın, insanda varolan veinsana kar şı olan hayvanlığı —ki ırklaşan insan gruplar ı ve birey-leri bundan dolayı sistematik bir biçimde "hayvanlaşır"— insantarihselliğini düşünmenin kuramsal ırkçılığa özgü yoludur. Bu ta-

rihsellik, üstün insanlar ın "iradelerini" onayladığı zaman bile, pa-radoksal bir biçimde, geri gitmese de hareketsiz bir tarihselliktir. 

 Nasıl ki ırkçı hareketler birbiriyle çelişen devrimci ve gericiideolojilerin, paradoksal ve bazı durumlarda da bir o kadar etkilisentezini temsil ediyorlarsa, kuramsal ırkçılık da dönüşüm ve de-ğişmezliğin, tekerrür ve kaderin ideal sentezini temsil etmektedir.Sürekli olarak keşfedermiş gibi göründüğü sır, hayvanlıktan ebe-diyen çıkan ve ebediyen hayvanlığın nüfuzunun tehdidi altındaolan bir insanlığın sırr ıdır. İşte bunun için ırk göstereni yerinekültürel göstereni koyarken onu daima bir "miras"a, bir "döl"e,

 bir "kök salma"ya, hepsi de insan ve kökenleri arasındaki hayaliçekişmenin gösterenleri olan bu şeylere bağlamak zorundadır. 

Öyleyse, günümüz kültürcülüğünü eleştirenlerden bazılar ınınyaptığı gibi, kuramsal ırkçılığın her türlü aşk ınlıkla uzlaşmazolduğunu sanmakla —ki onlar milliyetçilik konusunda da aynı yanılgıya düşmektedirler— büyük bir hata yapmış oluruz.32 Ter-

sine,ı

rkçı

kuramlar, kaçı

lmaz olarak, yüceltici bir yan taşı

rlar ve türü, öncelikli figürü estetik olan bir idealleştirmeye tabi tutar-lar: Bu nedenledir ki idealleştirme, hem zihin hem de beden olarak ideal insanı (dünün "Cermen" ve "Kelt"inden bugünün "gelişmiş"uluslar ının "üstün yeteneklisine" dek) gösteren bir  insan tipinintanımlanması ve değerlendirmesiyle tamamlanmak zorundadır. Buideal hem (bozulmamış) ilk insanlarla hem de geleceğin insanıyla(üst insan) ilişkilidir. Bu, ırkçılık ve cinsiyetçiliğin eklemlenme 

32. Bkz. A. FINKIELKRAUT, La Defaite de lapensee, Gallimard, 1987. 

 biçimlerini (ırkçılıktaki "fallik" gösterenin önemini) anlamak içinolduğu kadar, ırkçılığı emeğin sömürüsüne ve yabancılaşmaya

 bağlamak için de önemli bir noktadır. Toplumsal ilişkilerin este-tize edilmesi, ırkçılığın, siyasetin izdüşümsel zemininin kurul-masına yaptığı belirleyici bir katk ıdır. Teknokratik etkililik değer-lerinin idealleştirilmesi bile estetik bir yüceltmeyi gerektirir. Giri-şimleriyle bütün gezegene hakim olacak olan modern yöneticininaynı zamanda bir sporcu ve kadın avcısı oluşu bir tesadüf değil-dir. Ve sosyalist gelenekte, tersine, i şçi figürünü, aşır ı yabancı-laşmadan aşın güce "geçiş" olarak, gelecek insanlığın eksiksiz tipi

olarak değerlendiren sembolik bir tersyüz ediş, beraberinde yo-ğun bir estetize etme ve cinselleştirmeyi de getirmiştir; bu da fa-şizmin ondan yararlanmasını sağlamış, ve aynı zamanda bizi, ırk-çılıktaki hangi unsurlar ın "sosyalist hümanizme" tarihsel olarak dönüş yaptığını kendi kendimize sormak durumunda bırakmış-tır 33 

Bu tarihsel ve antropolojik temalar ın dikkat çekici kalıcılığı,kuramsal ırkçılığın hümanist (ya da evrenselci) ideolojilerle ikiyüzyıldan beri sürdürdüğü ilişkilerin müphemliğini aydınlatmaya

 başlamamıza olanak vermektedir. "Biyolojik" ırkçılıklar ın köke-ninde, özellikle Fransa'da çok yaygın olan bir düşünce yatar: Budüşünceye göre ırkçılık, tanım olarak hümanizmle ba ğ da şamaz,

 yani kuramsal bir söyleyi şle bir anti-hümanizmdir, çünkü "ha-yata", ahlaklılık, bilgi, kişinin onuru gibi tamamen insani değer-lerin aleyhine olacak  şekilde değer verir. Oysa burada kavramkargaşası ve yanılgı söz konusudur; kavram kargaşası vardır,çünkü ırkçı kuramlar ın "biyolojizm"i (antropometriden, SosyalDarwincilik'e, ve sosyobiyolojiye kadar tümü) hayata olduğu gibideğer vermek değildir; biyolojinin bir uygulaması olmaktan ise i- 

33. Siyasetin estetize ediliş biçimi olarak Nazi düşüncesi için bkz. Phi-lippe LACOUE-LABARTHE,   La Fiction du politique, Christian Bourgois, Pa-ris, 1988. Pierre AYÇOBERRY {La Question nazie, s. 31 ) Nazi estetiğinin"işlevinin her kategoriyi ırksal cemaatteki yerine oturtarak —kök salmış köy-lü, üretim atleti işçi, ev kadını — sınıf mücadelesinin izlerini silmek olduğunu"  belirtiyor. Ayr ıca bkz. A. G. RABINBACH, "L'esthetique de la production sousle III. Reich",   Le Soldat du travail, derleyenler: L. MURARD ve P. ZYL-BERMAN, Recherches, no. 32/33, Eylül 1978. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 42/146

 IRK, ULUS, S  İ  N  İ   F 80   IRKÇILIK VE M  İ  LL İ YETÇ  İ  L İ   K 81 

yice uzaktır; bu, cinselleştirilmiş bazı toplumsal değerlerin, enerji,karar, girişkenlik ve genelde tahakkümün erkekçe temsillerinin yada tersine edilgenlik, şehvet ve dişiliğin, ya da dayanışma, birlik ruhu ve genelde toplumun içeriden-evlenmeci bir aile modeli üze-rine kurulan "organik" birliğinin dirimselci bir eğretilemesidir. Budirimselci eğretileme psikolojik ya da kültürel "karakterlerin" be-lirtilerini bedensel  izler haline getiren bir yorumsamayla bağ-daşmaktadır. Fakat burada aynı zamanda yanılgı da vardır, çünkü

 biyolojik  ırkçılığın kendisi hiçbir zaman insan özgüllüğünühayatın, evrimin ya da doğanın daha geniş bütünlüğü içinde erit-

me biçimi olmamıştır; tersine insan türünü olu şturmak ve onudaha iyi duruma getirmek ya da gerilemeden korumak için sahte- biyolojik kavramlar ın uygulanma biçimi olmuştur. Aynı şekilde, bir kahramanlık ve çilecilik töresiyle de sık ı sık ıya bağlıdır. Niet-zsche'ci "üst-insan" ve "üstün insan" diyalektiği bizim için işte bunoktada aydınlatıcı olabilir. Collette Guillaumin'in mükemmel bir 

  biçimde dile getirdiği gibi, "biyolojik farklılıklarla belirlenen bukategoriler insan türünün içine yerleşmiştir ve olduklar ı gibi kabuledilir. Bu nokta çok önemlidir. Gerçekte insan türü, ırkçılığınkendisini kurmuş olmasını ve her gün yeni baştan kurmasını sağlayan anahtar bir kavramdır".34 Eğer "insanlık suçu" hümanist

 bir söylem aracılığıyla ve onun adına işlenmeseydi ırkçılığa kar şı mücadeleyi zihinsel olarak örgütlemekte bunca güçlükle kar şıla-şılmazdı. Belki de bizi, Marx'ın başka bir metinde tarihin "kötüyanı" olarak adlandırdığı, fakat tarihin gerçeğini oluşturan şeylekar şı kar şıya getiren bu olgudur. 

Fakat ırkçılığın ideolojik bünyesinde evrenselci, hümanist bir  bileşkenin bu paradoksal varlığı, "ırk" göstereninin (ve fiili olarak onun yerini tutan gösterenlerin) ulusal kimlikler ve birlik açısın-dan taşıdığı kar şıt anlamlılığı aydınlatmamızı sağlar. 

Irkçılık, ek bir özellik olarak, öncelikle bir üst-milliyetçilik şeklinde ortaya çıkar. Sadece siyasal bir milliyetçilik, rekabet vesürüp giden bir savaş evreninde (özellikle de bugün, uluslararası "iktisadi savaş" söyleminin her zamankinden daha açık sergilen- 

34. L'Ideologie raciste..., s. 6. 

diği bir zamanda) uzlaştır ıcı bir pozisyon olarak algılanır, yetersizgörülür. Irkçılık, "eksiksiz" bir milliyetçilik olmayı arzular, bumilliyetçiliğin de ancak ulusun dışar ıya ve içeriye kar şı bütünlüğüüzerine kurulduğu takdirde bir anlamı (ve şansı) olacaktır. Öy-leyse kuramsal ırkçılığın "ırk" ya da "kültür" (ya da ikisi birlikte)olarak adlandırdığı  şey, ulusun sürekli bir kaynağı ve "sadece"yurttaşlara ait olan niteliklerin yoğunlaşmış bir  şeklidir. Ulus,kendi kimliğinin saf halini "çocuklar ının ırk ı"nda görebilecektir.O halde ulus ırk ın etraf ında toplanmak zorundadır. Her türlü al-çalmadan korunması gereken "ata mirası", ırkla "ruhsal" olduğu

kadar "bedensel" ya da "tensel" bir şekilde özdeşleşmek zorun-dadır (aynı durum, ırk ı ikâme edici ya da içerideliğini oluşturucuyönüyle kültür için de geçerlidir). 

Kuşkusuz bu, ırkçılığın, "kayı p" topluluklar ın (örneğin Sudetve Tirol Almanlar ı, vb.) ve bireylerin ulusal "gövdeye" bağlanma("dönüş") taleplerine temel oluşturduğu anlamına gelmektedir. Budurumun, milliyetçiğin "panist" geli şmeleri olarak adlandırabi-leceğimiz şeyle (panslavizm, pancermenizm, panturanizm, pana-rabizm, panamerikanizm...) çok yak ından ilişkili olduğu da bilin-mektedir. Fakat bu asıl, ırkçılığın ulus konusunda sürekli olarak aşır ı bir "saflıkçılığı" getirdiği anlamına gelir: Ulus kendisi olabil-mek için ırksal ya da kültürel olarak saf olmak zorundadır. Öy-leyse "sahte", "dış", "melez", "kozmopolit" unsurlar ı safdışı et-meden ya da bunlar ı dışar ı atmadan önce kendi içine dönmesi ge-rekmektedir. Bu ister hayat tarzı, ister inanış, isterse etnik kökenaçısından olsun, birleştirici özellikleri dıştalık ve katışıklığın izlerihaline getirilen toplumsal gruplar ın ırklaştınlmasından, doğrudandoğruya sorumlu olan saplantılı bir zorunluluktur. Fakat ırk ı, üst-ulusallık üzerine inşa sürecinin sonu ileriye kaçışa varmaktadır.İlke olarak, görünüş ya da davranışa bağlı bazı güvenilir ölçütleredayanarak kimin "gerçek bir yurttaş" ya da "esas yurttaş" oldu-ğunu ke ş fedebilmek gerekir. Benedict Anderson'ın Britanya İm-

 paratorluğu'nda memurlar ın sınıflandır ılmasından ve kastlar ın hi-yerar şisinden söz ederken kullandığı  şekliyle, "İngiliz İngiliz","Frank-Fransız", otantik anlamda "Cermen" olan Alman —Na-zizm'in Volkszugehörigkeit  ile Staatsangehörigkeit arasında koy- 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 43/146

 IRK, ULUS, SINIF 82  1RKÇIL1K VE M  İ  LL İ YETÇ  İ  L İ   K 83 

duğu ayr ıma bak ınız— WASP'ın* otantik anlamda Amerikanlığı ve elbette Güney Afrikalı "yurttaşın" beyazlığı gibi. Fakat pratikte

 bunu diğer birleştirici özellikleri, diğer ortadan kaldır ılamaz "fark-lılıklar" sistemlerini hayali olarak  inkâr ederek, hukuksal uzlaş-malar ya da kuşkulu kültürel özerklik yanlılıklar ı yoluyla olu ş-turmak gerekmektedir. Bu da ırk yoluyla milliyet arayışını ulaşıl-maz bir sona doğru iter. Ayr ıca böyle "ırksal" (ve bundan dolayı da kültürel) bir anlamla donanmış ölçütlerin büyük ölçüde top-lumsal sınıf ölçütleri olduklar ı, ya da siyasal ve iktisadi sınıf eşitsizlikleriyle zaten seçilmiş durumda olan bir eliti sembolik an-

lamda "seçmeye" yol açtıklar ı sık sık görülür. Ezilen sınıflar ın,"ırksal bileşimi" ve "kültürel kimliği" en şüpheli olan sınıflar olduğu da görülmektedir. Bu etkiler, bir elitizmi yeniden yarat-mayı değil, bir popülizm oluşturmayı; "halk"ın tarihsel ve toplum-sal heterojenliğinden kuşkulanmayı p onun esas birliğini ortayakoymayı hedefleyen milliyetçi amacın tam tersi yönde etkir. 

İşte bu nedenle ırkçılık her zaman, daha önce Avrupa milli-yetçiliklerinde antisemitizmin rolüyle ilgili olarak değindiğimizyansıtma mekanizmasını izleyerek, devrik bir biçimde işlemeeğilimindedir: "Gerçek yurttaşlar ın" ırksal-kültürel kimliği görün-mez kalır, fakat bu kimlik kendisini "sahte yurttaşlar"ın yan haya-li, sözde görünürlüklerinin kar  şıt ı olarak ortaya çıkar ır (ve bu yol-la kendini güven altına alır). Sahte yurttaşlar, Yahudiler, göçmen-ler, yerleşik yabancılar, yerliler, Siyahlar, Indiolar'du. Bu kimlik her zaman havada ve tehlikededir: "Sahte" olanın fazla görünür olması "gerçek olanın" yeterince gerçek olduğunu hiçbir zaman

garanti edemeyecektir. Böyleceı

rkçı

k, yurttaşlar ı

n ortak özünüsınırlamaya çalışmakla, bulunması mümkün olmayan bir bozul-mamışlığın "çekirdeği"nin saplantılı bir arayışına girişir, ulusallığı sınırlar ve tarihsel ulusu istikrarsızlaştır ır.35 Bunun en uç noktası ırksal fantazmanın tersine dönüşüdür; ırksal-ulusal saflık buluna- 

* WASP (White Anglo-Saxon Protestant): Beyaz Anglosakson Protes-tan, (ç.n.) 

35. Tüm bir casuisüque'in [vicdan durumlar ını inceleyen tanr ı bilim kolu;ahlaki anlamda, yaltakçı kurnazlık, ç.n.] kaynağı budur. Fransız milliyetininart arda gelen çok sayıda göçmen kuşağını ve onlar ın çocuklar ını kap- 

mad ı ğ ından ve köklerinin halklar ın kökeninden geldiği garantiedilemediğinden, bu saflığı (üst) ulusal bir üst-insan idealine uy-gun olarak  imal etmeye girişilecektir. Nazi soyar ıtımının anlamı 

 budur. Fakat aynı yönelimin tüm toplumsal insan seçme (ayık-lama) tekniklerinde, hatta "tipik İngiliz" eğitim geleneğinde varol-duğunu ve günümüzde farkçı psikolojinin (ki mutlak silahı IQ'dur) "pedagojik" uygulamalar ında yeniden belirdiğini söylemek gerekir. 

Üst-milliyetçilik'ten bir milliyetçilik-üstü olarak  ırkçılığa ge-çişteki çabukluğun kaynağı da budur. 19. ve 20. yüzyıllar ın ırk 

kuramlar ının, tarihsel devletlerin bir ya da birkaçına örtülü bir bi-çimde atıfta bulunduklar ı halde genelde bunlarla örtüşmeyen dil,soy, gelenek cemaatleri tanımlar ı yapmalar ını ciddiye almak gere-kir. Bu da demektir ki, antropolojik görünümlerini biraz önce an-lattığımız kuramsal ırkçılığın evrensellik boyutu burada temel bir rol oynamaktadır; "özgül bir evrenselleştirmeye", dolayısıyla mil-liyetçiliğin idealle ştirilmesine yol açmaktadır. Son olarak incele-mek istediğim de ırkçılığın bu yanıdır.36 

Klasik  ırk mitleri, özellikle de arilik mitleri, öncelikle ulusadeğil, aristokrat bir perspektiften sınıfa atıfta bulunurlar. Bukoşullarda, "üstün" ırk (ya da üstün ırklar, yani Gobineau' nun"saf ırklar ı) tanım olarak hiçbir zaman ne ulusal nüfusun tümüyleörtüşebilir ne de kendini onunla sınırlayabilir.37 Bu yüzden, ku-rumlaşmış, "görünür" ulusal topluluk, dönüşümlerini sınırlar ı 

sadığını kabul etmek gerekirse bunlar ın manevi "ilhak"lar ı asimile olma yete-nekleriyle —ki bu Fransızlığa eğilim gibi anlaşılır— aklanacaktır; fakat bu

asimilasyonun yüzeyde, görünürde olup olmadığı (Engizisyon önündeki con-verso'lar gibi) sorusu her zaman sorulabilir. * IQ (Intelligence Quotient): "Zeka yüzdesi" anlamına gelen terim, bir 

insanın zihinsel gelişim yaşının, zaman yaşına bölünüp 100 ile çarpılmasıylaelde edilen ve o insanın zekasını gösterdiği varsayılan sayısal niceliği ve bun-dan hareketle bir sınıflandırmayı ifade eder. (ç.n.) 

36. Hannah ARENDT'ın The Origins of Totalitarianism adlı eserininsonuç k ısmında söz ettiği "üst-anlam" bir idealleştirme sürecine değil, "ideo-lojik tutarlık" hezeyanından ayr ılamayacak olan terörist bask ıya atfedilmiştir;insanlığın bir çeşitliliğine değil, insan iradesinin, totaliter hareketlerin "hız-landırmaya" niyetlendikleri Tarih'in ya da Doğa'nın anonim hareketinde erime-sine atfedilmiştir. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 44/146

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 45/146

 IRK, ULUS, SINIF 86    IRKÇILIK VE M  İ  LL İ YETÇ  İ  L İ   K 87  

yılın ortasından beri tarihin temsil ediliş biçimlerini "sınıflar ınmücadelesi" ve "ırklar ın mücadelesi" olarak —ki bu ikisi insan-lığın kaderinin söz konusu olduğu "uluslararası iç savaşlar" ola-rak düşünülür— kar şı kar şıya getiren simetri de bu denli önem-liydi. Bu iki mücadele şu anlamda uluslarüstüydü: Sınıf müca-delesinin milliyetleri ve milliyetçiliği çözdüğü kabul edilirken ırk mücadelesinin uluslar ın sürekliliğini sağladığı ve aralar ındakihiyerar şiyi kurduğu ve milliyetçiliğin, özellikle ulusal unsurla top-lumsal anlamda muhafazakâr unsuru (militan nitelikteki anti-sosyalizm ve anti-komünizm) kaynaştırmasına olanak verdiği ka-

 bul edilmektedir. Irk mücadelesi ideolojisi, ancak bir milliyetçilik-üstünün yapılışındaki evrensel olanın eki olarak sınıf mücadele-sinin evrenselciliğini bir şekilde sınırlayabilmiş ve ona başka bir "dünya görüşü"yle kar şı koyabilmiştir. 

İkinci olarak, kuramsal ırkçılık hiçbir zaman için hümanizminantitezi değildir. Bizzat milliyetçiliğin içinde milliyetçilikten ırkçı-lığa geçişi gösteren ve milliyetçiliğe kendi şiddetini billurlaştırmaolanağı veren gösterim ve eylemcilik aşır ılığında, paradoksal bir 

 biçimde üstün gelen taraf evrenselliktir. Bunu kabul etmek ve bundan sonuçlar çıkarmak konusunda bizi tereddüte düşüren şeykuramsal bir hümanizm ile pratik bir hümanizm arasında hükümsürmeye devam eden karmaşadır. Eğer bu ikinci hümanizmi sı-nırlamasız ve tekelci olmayan bir yurttaşlık haklar ı savunusununetiği ve siyasetiyle özdeşleştirirsek, ırkçılık ve hümanizm arasında

 bağdaşmazlık olduğunu görürüz ve fiili bir  ırkçılık-kar şıtlığınınneden kendisini "tutarlı" bir hümanizm olarak kurmak zorunda

olduğunu kolayca anlar ı

z. Buradan pratik bir hümanizmin kuram-sal bir hümanizm üzerine (yani insanı tür olarak, kurulu ve ilanedilmiş haklar ın kaynağı ve sonu sayan bir öğreti üzerine) kurul-mak zorunda olduğu sonucu çıkmaz. İnsan düşüncesini doğadüşüncesine tabi k ılan dindışı bir bilgelik, bir teoloji üzerine ya datam tersine, insanın ve insan türünün genelliğinin yerine özgül top-lumsal ilişkileri koyan bir kurtuluş hareketleri ve toplumsal ça-tışma çözümlemesi üzerine de kurulabilir. Buna kar şılık ırkçılık-kar şıtlığıyla pratik bir hümanizm arasındaki kaçınılmaz bağ, ku-ramsal ırkçılığın aynı zamanda kuramsal bir hümanizm olmasını 

hiçbir şekilde engellemez. Bu da, buradaki çatışmanın hümaniz-min ideolojik evreninde cereyan ettiğini gösterir; bu evrende ka-rar, kimlik hümanizmi ile farklılık hümanizmi arasındaki basit ay-r ımdan başka siyasal ölçütlere göre alınır. Devlete ili şkin "aidi-

 yetlere" a ğ ır basan mutlak medeni e şitlik: bu daha da kaçan ol-mayan bir formülasyondur. İşte bu nedenle bu kavramlar arasın-daki geleneksel bağı tersten okumamız —ya da "başaşağı etme-miz"— gerektiğini düşünüyorum: Günümüzde pratik bir hüma-nizm ancak her şeyden önce fiili bir ırkçılık-kar şıtlığı olursa müm-kündür. Hiç kuşku yok ki bu da, belli bir insan düşüncesine kar şı 

 bir diğer düşüncedir; fakat bölünemez bir biçimde, milliyetçi bir yurttaşlık siyasetine kar şı enternasyonalist bir yurttaşlık siyaseti-dir.40 

40. Çeşitli "vesileler" üzerine yazdığım makalelerin bazılar ında bu tavr ı geliştirmeye çalıştım: "Suffrage universel" (Yves BENOT'yla beraber),  LeMonde, 4 Mayıs 1983; "Sujets ou citoyens? - Pour l'egalite", a.g.m.; "La so-ciete metissee", Le monde, 1 Aralık 1984; "Propositions sur la citoyennete", LaCitoyennete, C. WlHTOL DE WENDEN taraf ından yürütülen çalışma, Edi-lig-Fondation Diderot, Paris, 1988. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 46/146

 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 47/146

 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 48/146

 IRK, ULUS, SINIF 92   HALKLI Ğ IN  İ  N Ş   ASI 93 

lerin her biri kar ışıktır ve içlerinde çok sayıda olası alt-grubu bar ındır ır. Tek bir etiket altında toplanan alt-gruplar dışar ıdan birinin bak ış açısıyla bazen garip görünür. Yine de bu etiketler yasalar ıngücünü taşımakta ve bireyler için çok özgül sonuçlar doğurmaktadır.Güney Afrika'da oturan herkes idari olarak bu dört kategoriden birinesokulmakta ve bunun sonucu olarak farklı siyasal ve toplumsal haklarasahip olmaktadır. Örneğin, kişinin, içinde bulunduğu kategori için yada bazı durumlarda alt-kategori için devletin belirlediği belli bir ikâmet bölgesinde oturması gerekir. 

Güney Afrika'da apartheid olarak bilinen bu yasal sınıflandırma

sürecine kar şı çıkan çok sayıda insan vardır. Ancak bu muhalefetintarihinde, yasal etiketler konusundaki taktiklerde de en azından bir tane önemli değişiklik oldu. Başlangıçta apartheid'a kar şı çıkanlar buayr ı kategoriler çerçevesinde örgütler oluşturdular. Örneğin, 1955'te,her biri hükümetin dört kategorisindeki halklardan birine dahil olankişilerden oluşan dört grubun ortaklaşa düzenledikleri çok ünlü bir Halk Kongresi gerçekleştirildi. Bu Halk Kongresi, diğer şeylerin yanı sıra, apartheid'a son verilmesini talep eden bir Özgürlük Bildirgesiçıkardı. 

Dört muhalefet örgütünün en büyüğü, hükümetin Bantu olarak adlandırdıklar ını, yani devletin sınırlar ı içindeki toplam nüfusunyaklaşık yüzde 80'ini oluşturanlar ı temsil eden Afrika UlusalKongresi'ydi (ANC). 1960'larda ya da 70'lerde bir zaman —ne zamanolduğu kesin değil— ANC, "Afrikalı" terimini "Avrupalı" olmayanherkes için kullanma yoluna gitti ve böylece hükümetin Bantu, Renklive Hintli olarak adlandırdığı herkesi bu tek etiket altında topladı.

Başkalar ı da —kim olduklar ı kesin değil— benzer bir karar verdiler ama bu grubu "Beyazlar" kar şısında "Be-yaz-olmayanlar" diyeadlandırdılar. Sonuç, her durumda, dörtlü bir sınıflandırmanın bir ikili bölümlemeye indirilmesiydi. 

Ancak bu karar, eğer karar denebilirse, kesin değildi. ÖrneğinANC'nin Hintliler arasındaki kardeş örgütü Güney Afrika HintliKongresi (SAIC), başkanının ve diğer üyelerinin hem SAIC'nin hemde ANC'nin üyeleri haline gelmelerine rağmen varlığını sürdürdü. 

Dördü arasındaki en sorunlu kategori şüphesiz "Renkliler"di. 

Bu "grup" tarihsel olarak Afrikalılar ile Avrupalılar arasındaki çeşitli birleşmelerin torunlar ından oluşuyordu. Aynı zamanda yüzyıllar önceDoğu Hint Adalar ı'ndan getirilen ve Cape Malaylar ı olarak bilinenkişileri de içeriyordu. "Renkliler" çoğunlukla dünyanın diğer yerlerinde "mulatto"* diye adlandır ılan ve ABD'de, ırk ayr ımını düzenleyen, şimdi feshedilmiş eski yasalar açısından her zaman"Zenci ırk ın" parçası sayılmış olan insanlardı. 

1984 Temmuzu'nda, ANC'nin bir üyesi ve devletin bak ış açısıyla bir Renkli olan Alex La Guma, ANC'nin resmi gazetesi Sechaba'nıneditörüne bir mektup yazdı ve aşağıdaki şu sorunu ortaya attı: 

Sechaba'dak ı görüşme, makale ve söyleşilerde, "Sözde-Renkli" (bazen deküçük 'r' ile yazılıyor) diye adlandır ıldığımın fark ına vardım. Kongre bana buadı vermeye ne zaman karar verdi? Güney Afrika'da Kongre İttifak ı içinde ak-tiftim ve "Sözde-Renkli Halk ın Kongresi"ne değil, "Renkli Halk ın Kongre-sine üyeydim. Halk ın Kongresi ve Özgürlük Bildirgesi için çalışırken "BizRenkli halk, varolmak için mücadele etmeliyiz..." diye şark ılar söylerdik. Ozamanlar Sözde-Renkli halktan söz edenler, sözde birlik hareketinden [buANC'ye rakip bir örgüttü] bazı kişilerdi, yoksa bizim Kongremiz değil. Se-chaba'nın eski sayılar ında bu değişikliğin yapılmasına ne zaman ya da nedenkarar verildiği görünmüyor. Evet belki bana yüzyıllardır Renkli diyenler hükümetler, yönetimlerdi; toplumsal ve siyasal işlemlerdi. Ama ak ıllı insan-lar, etnologlar, antropoloji profesörleri ve diğerleri benim gerçekte kim ol-duğumu umursamadılar. 

Editör Yoldaş, kafam kar ıştı. Aydınlatılmaya ihtiyacım var. Bu bana"sözde" bir insanmısım, insanlar ın tüm özelliklerine sahip ama gerçekte ya- pay olan o şeylerden, yani "insammsı"lardan biriymişim gibi bir his veriyor.Diğer azınlıklardan olan insanlar "sözde" diye adlandır ılmıyor. Neden ben? Bu"Ham'ın laneti"** olsa gerek. 

Bu mektuba verilen üç cevap olmuştur. Bunlardan birincisi

editörün, yine aynı sayıda (Haziran sayısı) yayınlanan cevabıdır: Hatırlayabildiğim kadar ıyla hareketimizde "Renkli"nin "Sözde-Renkli"

olarak değiştirilmesi yönünde alınmış bir karar yoktur. Bütün bildiğim ara-mızdan bazılar ının —UDF'den [Birleşik Demokratik Cephe; apartheid kar şıtı 

* Zenci-beyaz melezi, (ç.n.) ** Nuh'un üç oğlundan biri. Eski Ahit'e göre Nuh'un üç oğlu (Ham,

Sam, Yafet) üç ayr ı insan soyunun atasıdır. Bunlardan Ham, Afrikalılar'ın ata-sı olarak kabul edilir, (ç.n.) 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 49/146

 IRK, ULUS, SINIF 94   HALKLI Ğ IN  İ  N Ş   ASI 95 

 bir örgüt] Allan Boesak [Boesak hükümetin Renkli diye etiketlediği biridir]gibi — "Sözde-Renkli" terimini giderek daha sık kullandıklar ıdır. Sanır ım si-zin fark ettiğiniz şey bu gelişmenin bir yansımasıdır. K ısa bir süre önceSechaba, Richard Rive'ın kitabı  Writing Black'in eleştirisini yayınladı. Bueleştiride şöyle diyorduk: 

"Birlik çabamız bizi farklılıklar ı görmekten alıkoymamalıdır; eğer bun-lar ı görmezden gelirsek tam da ulaşmaya çabaladığımız birlik açısından sorun-lar çıkabilir. Sözde-Renkliler demek ya da Renkli sözcüğünü tırnak içindeyazmak yeterli değildir. Bu sorun olumlu bir yaklaşımla halledilmelidir çünküsöz konusu olan ayırt edilebilir ve kimliği belirlenebilir bir insan grubudur." 

Başka bir deyişle bizim bu dergide söylediğimiz bu konu üzerinde tartış-manın gerekli olduğudur ve bence mektubunuz böyle bir tartışma için pekâlâ bir başlangıç olabilir. Bu konudaki her yoruma açığız. 

Sechaba'nın Ağustos 1984 sayısında P.G. imzalı bir mektupyayınlandı. İçeriğinden P.G.'nin de hükümet taraf ından Renkliolarak etiketlenenlerden biri olduğu belli oluyordu. P.G., Alex LaGuma'dan farklı olarak "Renkli" terimini tereddütsüz reddediyor-du: 

Batı Cape'te, Yoldaşlar Hareketi'nin gruplar ı olarak toplandığımızdaRenkli terimi üzerinde yaptığımız tartışmayı hatırlıyorum. Bu gruplar 1976ayaklanması sırasında eğitim ve eylem amacıyla bir araya gelen, dağınık bir şekilde örgütlenmiş ve genelde ANC yanlısı gençlik gruplar ıydı. "Sözde-Renkli" terimi apartheid  terminolojisinin reddinin popüler bir ifadesi olarak gençler arasında sık kullanılırdı. 

Sechaba'da Richard Rive'ın Writing Black'i için yazılanlara tamamenkatılıyorum, ama söylediğiniz gibi nasıl ki "Sözde-Renkliler" demek ya daRenkli sözcüğünü tırnak içinde yazmak yeterli değilse "Renkli" terimini kabuletmek de eş derecede yanlıştır. Bunu çoğu kişinin "Renkli" terimini reddettiğigerçeğinin ışığında söylüyorum. Kongre'dekiler, UDF'dekiler, yurttaşlık gruplar ı, kilise gruplar ı ve sendikalar, halk ın sevdiği önderler, "Sözde-Renkli"den söz ediyorlar ve onlar ya da halk kendilerini hiç de "insanımsılar"

gibi görmüyor. Aslında insanlara yapaylık duygusu veren şey "Renkli" teri-minin kullanılmasıdır. Renkli, kimliksizlik çığlıklar ı atan bir terimdir. 

Renkli terimi özel bir gruptan ç ıkmadı; 1950 tarihli Nüfus Kayıt Ya-sası'nın "görünüş itibar ıyla Beyaz ya da Hintli olduğu belli olmayan ve yerli bir  ırktan ya da bir Afrika kabilesinden olmayan" diye tanımladığı bir kişiyeyapıştır ılan bir etiketti. Dışlama üzerine kurulu bir tanım — yani bir çeşit"olmayan"-halk... Irkçılar ın marjinaller olarak gördükleri, "Renkli" terimiyleadlandır ıldı. "Renkli" terimi, ırkçı safkan beyaz Afrikaner miti için esastı."Renkli" terimini kabullenmek bu mitin sürmesine izin vermektir... 

Bugün insanlar, "ırkçılar ın bak ış açısını reddediyoruz, terminolojilerinireddediyoruz," diyorlar ve düşmanın tam ortasında eskiye meydan okuyarak YENİYİ kurmaya başlıyorlar. "Renkli-Kleurling" terimi aynı "half-caste" 

(kar ışık atalı), "Bruine Afrikaner"* ve "Güney Afrika'nın üvey çocuklar ı" te-rimleri gibi, ırkçılardan kalmadır. "Sözde-" önekinin kullanımını çok dar bir anlama çekerek alınacağımıza ya da şaşalayacağımıza, bunu yıllardır başımızaçöreklenmiş bir belanın çözümünde bir ilk adım olarak görmeliyiz. 

Bu "Sözde-Renkli" terimini olumlu bir şekilde ele alarak yola çıkmalıyız.Şimdi insanlar adımızın ne olacağını seçecek olan biziz diyorlar ve çoğu,kurulmakta olan ulusun heyecanıyla, "Güney Afrikalı"yı tercih ediyor. Tar-tışma çeşitli biçimler alabilir ama  Baasskap** teriminin kabullenilmesinedönmek söz konusu olamaz. Eğer bir Güney Afrikalı olmanın dışında, bir alt-kimliğe gerçekten ihtiyaç duyan olursa soruna kitlesel bir tart ışmayla çözüm bulunabilir. 

Sechaba'nın Eylül 1984 sayısında hükümetin bir Avrupalı olarak etiketlediği biri olan Arnold Selby tartışmaya, "uluslar" ile"ulusal azınlıklar ı" birbirinden ayıran bir dizi kategori kullanarak girdi: 

İşe, bazı sağlam ve kabul görmüş gerçekleri gözden geçirerek başlaya-lım: 

a) Henüz Güney Afrika ulusu diye bir şey yoktur; b) Afrikalı çoğunluk ezilen bir ulustur, Renkliler ve Hintliler ayr ı ve

tanımlanabilir, ezilen ulusal azınlıklardır. Beyaz nüfus ezen azınlık ulusu o-luşturmaktadır;

c) Renkli, Hintli ve Beyaz ulusal azınlıklar homojen değildir; diğer ulusal ya da etnik gruplar ı da bar ındır ırlar. Örneğin Lübnanlılar topluluğu temelde beyaz olarak sınıflandır ılır ve kendisini beyaz olarak görür, Malaylar ve Grikalar kendilerini Renkli ulusun parçası sayarlar, Çinli azınlık ise kendini bir k ısmı beyaz, bir k ısmı Asyalı ve diğer k ısmı Renkli olarak sınıflandır ılmış bulur;

d) Güney Afrika'nın geleceğinin anahtar ı ve ulusal sorunun çözümü Afrika ulusunun ulusal kurtuluşundadır. Afrika Ulusal Kongresi yönetimindekiulusal demokratik devrimimizin zaferi ile Afrika ulusunun ulusal kurtuluşunuda beraberinde getirerek bir Güney Afrika ulusunun doğuş sürecini başla

tacaktır.Yukar ıda (b) maddesinde belirttiğim gibi, Renkli halk, ayr ı ve tanımla-

nabilir bir ezilen ulusal azınlık oluşturmaktadır. Fakat "Renkli" tanımı, bundançıkan terminoloji ve günlük hayat pratiğindeki kullanımı, ne doğal toplumsalnedenlerin sonucudur ne de "Renkli" halk ın seçimidir. Avrupalı burjuvauluslar ın, hem ticari hem de emperyalist aşamalar ında ve 1910'da saldırganGüney Afrika Devleti'nin kuruluşundan sonra, Güney Afrika'ya saldır ı, sızmave yerleşme dalgalar ının ardından gelen rejimlerin, Renkli halka da- 

* Hollandalılar'ın kahverengi ayıya verdikleri isim. (ç.n.) ** Baas, Afrikadilinde "sahip" anlamına gelmektedir. Kap (Cape) ise Güney Afrika'ya gelenHollandalılar ın ilk koloni bölgeleridir, (ç.n.) 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 50/146

 IRK, ULUS, SINIF 96    HALKLIGIN  İ  N Ş   ASI 97  

yattığı şeylerdir. Şimdi gelelim bir k ısmımızın "Sözde" Renkli halktan söz etme eğilimine.

İnanıyorum ki bu, kar şı kar şıya olduğumuz iki gerçek etkenin sonucudur. İlki yurtdışındaki çalışmalar ımız sorunudur. Diğer ülke ve uluslar ın

"Renkli halk" terimi hakk ında, ülkemizde ulusal olarak ezilen Renkli ulusalazınlığın gerçekliğine hiç de yak ın olmayan, farklı düşünceleri vardır. Ülke-mizden, mücadelesinden ve Renkli halk ın bu mücadeledeki yerinden ve rolün-den söz ederken Renkli halk ın kim olduğunu açıklamamız gerekiyor; işte buyüzden, sık s ık kendimizi, "Renkli" terimini saldırganlar ın dayattığını vurgu-lamak için "Sözde-" kelimesini (lütfen tırnaklara dikkat) kullanırken buluyo-ruz. Tı pk ı şimdi ABD olan yerin esas sakinlerinden söz ederken "Sözde-" K ı-zılderililer de denilebileceği gibi. Bu yurtdışında, kurtuluş mücadelemiz hak-k ında daha çok şey bilmek isteyenlere daha net bir tablo sunmaktadır. 

İkinci olarak, aramızdan bazılar ının "Sözde" kelimesini kullanma eğilim-lerinin genelde kabul görmüş "Renkli halk" terimimizin reddi anlamına gel-diğine inanmıyorum. Benim düşünüş tarzıma göre bu kelimeler, ezilen Renklive Hintli ulusal azınlıklar ın, ezilen çoğunluk Afrika ulusuyla artan birliklerinivurgulamak üzere kullanılmaktadır. İnanıyorum ki, bu kelimelerin kul-lanılması Renkli'nin Siyah'tan ayr ılmasından çok Siyah'la özdeşleşmesineişaret etmektedir. Bu kullanım aynı zamanda Renkli halkla ezen Beyaz ulusalazınlık arasına uzaklık koymaktadır. Ezen Beyaz ulusal azınlık sayısız defalar,doğal olarak onlarla ilişkili olan Renkli halk ın, kendilerinin aşağı bir koluolduğu düşüncesini kabul ettirmek için başar ısız girişimlerde bulunmuştur."Sözde"nin kullanımı saldırganın bu ırkçı ideolojiyi bilimsel terminolojinink ılıf ı altında kabul ettirme girişimlerinin reddi anlamına gelmektedir. 

"Sözde"yi ister kullanalım ister kullanmayalım gerçeklik, ülkemizde ezi-len bir Renkli ulusal azınlık olduğudur. Bence, bugünün koşullar ında "Söz-de"yi kullanmak, gerçek anlamı ifade eden uygun bağlamda olması ve tırnak içine alınması kaydıyla yanlış değildir. Renkli halk ın ezilen bir azınlık ulusolarak varlığının gerçekliği hiçbir koşulda reddedilemez. 

Selby'nin konumunun P.G.'ninkinden oldukça farklı olduğugöze çarpıyor. Her ikisi de "Sözde"nin "Renkli"nin önünde kul-

lanı

lması

kabul ediyor, ama P.G. bunu Renkliler diye bir  şeyolmadığı için yapıyor. Selby ise "ulusal azınlıklar" diye adlandır-dığı çeşitli halklar arasında Renkliler'in de bir halk olarak var-olduğunu düşünüyor ama "Sözde"nin siyasal iletişimde bir taktik olarak kullanımını savunuyor. 

Sonuçta, Kasım 1984 sayısında La Guma geri adım atmadancevap verir: 

[P.G.], "Sözde-Renkli"nin, "apartheid terminolojisinin" reddinin popüler ifadesi olarak kullanıldığını söylüyor. Ancak daha sonra "çoğu, kurulmakta 

olan ulusun heyecanıyla, 'Güney Afrikalı'yı tercih ediyor," diyor. Ancak Edi-tör Yoldaş, ülkemize kimin resmi olarak Güney Afrika ismini verdiğini söy-lemiyor bize. Hangi yetkiye ya da kimin yetkisine dayanarak? Bu "terminolo- jiyi" reddederek ülkeyi "Azanie" olarak adlandıranlar var (yine kimin yetki-sine dayanarak?) ve belki de nüfusun geri kalanını "Sözde Güney Afrikalılar"olarak adlandır ırlardı. Ne var ki Güney Afrika ismi bile, Boer mar şında Suid- Afrika denilmesine rağmen kabul edilmiştir. Ancak, (sözde de olsa) herhangi bir azınlığın kendi keyfiyeti için kendisine Güney Afrikalı deme hakk ına sahipolduğunu sanması bana, bariz bir haddini bilmezlik değilse bile, demokratik olmayan bir şey gibi geliyor; çünkü hak doğal olarak çoğunluğa aittir. 

 Ne yazık ki, "Renkli" teriminin Nüfus Kayıt Yasası ya da Grup BölgeleriYasası'nda yapılan tanımın sonucu olarak (P.G.'nin söylediği gibi) çıktığını   bilmiyordum. Ben bu yasalar ın çıkmasından çok önce doğdum, o halde

halk ımız bundan biraz daha eski olmalı. P.G.'nin anlattığı bütün o korkunçdeneyimlerden (bölünen aileler, atılmalar, vb.) sadece bizim muzdarip olduğu-muzu sanmamalıyız. Kar ışık ırklar ya da marjinal topluluklar dünyanın başkayerlerinde de aynı sık ıntı ve çilelere katlanıyorlar. 

Şimdi P.G. "Sözde"nin de "Renkii"nin de yeterince iyi olmad ığını söy-lüyor; bu da kafamın kar ışıklığını artır ıyor. Ama "Yıllar boyunca bir bela"olan, "Renkli" diye çağr ılmak değil, halk ımıza bugün ve geçmişte davranılış  biçimidir. Yoksa onlara ne dendiği fark etmez, tı pk ı kendi başına "Asyalı" yada "Hintli" teriminin lanetli anlamına gelmediği gibi... P.G.'nin "kitlesel tar-tışma"smın sonucunu sabırsızlıkla beklerken, yine de bugün ne olduğumu bilmek isterim. İşte böyle Editör Yoldaş, bana istediğiniz küfürü edin amaTanr ı aşk ına "Sözde" demeyin. 

Bu yazışmalara epey uzun yer vermemin nedeni her  şeydenönce tartışmalar ın en dostçasının bile oldukça ateşli olduğunugöstermekti; ikinci olarak da meselenin, ister tarihsel zeminde ol-sun ister ideolojik zeminde, çözümünün ne denli zor olduğunugöstermek. Bir Renkli halk, ya da bir Renkli ulusal az ınlık, ya da

 bir Renkli etnik grup var mıdır? Hiç oldu mu? Bazılar ının şimdi

ve/veya geçmişte olduğunu bazı

lar ı

n da olmadı

ğı

düşündük-lerini, yine bazılar ının bu konuda kayıtsız olduklar ını ve diğer  bazılar ının ise böyle bir kategoriden habersiz olduklar ını söyleye- bilirim. 

Yani ne? Eğer ortada asli bir görüngü, bir Renkli halk varsa  bunun parametreleri konusunda anlaşmaya varabilmeliyiz. Amaeğer bir halk ı gösteren bu isim üzerinde ya da herhangi bir halk ı gösteren diğer bir isim üzerinde anlaşamadığımızı görüyorsak bu-nun nedeni belki de halklığın yalnızca deneysel bir kavram değil,her özel örnekte sınırlar ı sürekli değişen bir deneysel kavram 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 51/146

 IRK, ULUS, SINIF 98 

oluşudur. Belki de bir halk biçim olarak değişken olduğu var-sayılan bir şeydir. Ama eğer öyleyse, bu ateşlilik neden? Belki dekimse bu değişkenliğin fark ında olmadığından. Eğer haklıysamgerçekte çok garip bir görüngüyle kar şı kar şıyayız demektir; enönemli özellikleri değişkenlik gerçekliği ve bu gerçekliğin inkâr ı olan bir görüngüdür bu. Çok karmaşık, hatta acayip olduğunusöylemeliyim! İçinde bulunduğumuz tarihsel sistemde böylesi ga-rip bir toplumsal süreci doğuran şey nedir? Belki de ortada keşfe-dilmesi gereken bir atom parçacığı vardır. 

Meseleyi birbirini izleyen aşamalarla ortaya koyacağım. İlk 

önce toplumsal bilimlerde halklığa ilişkin görüşleri k ısaca gözdengeçirelim. Daha sonra da bu tarihsel sistemin süreçlerinde ve ya- pısında, böylesi bir kavramı neyin ortaya çıkarmış olabileceğinigörelim. Son olarak da yararlı olabilecek kavramsal bir yenidenformülasyonun varolup olmadığını görelim. 

Başlangıç için, tarihsel olarak toplumsal bilimler literatürüne bakarsak "halk" teriminin gerçekte pek az kullanıldığını görürüz.En çok kullanılan üç terim, hepsi modern dünyada "halklar"ın çe-şitleri sayılan, "ırk", "ulus" ve "etnik grup"tur. Bunlardan sonun-cusu en yenisidir ve gerçekte, önceden yaygın bir  şekilde kul-lanılan "azınlık" teriminin yerini almıştır. Kuşkusuz bu terimlerinher birinin birçok varyantı vardır ama yine de bunlar ın hem ista-tistiksel hem de mantıksal olarak, üç kipsel terim olduklar ını sanıyorum. 

Bir "ırk"ın, görünür fiziksel biçime sahip olan bir genetik ka-tegori olduğu varsayılır. Son 150 yılda ırklar ın isimleri ve ayırt

edici niteliklerine ilişkin önemli bir akademik tartı

şma olmuştur.Bu tartışma oldukça ünlüdür ve büyük bölümü de kötü bir üne sa-hiptir. "Ulus"un, bir devletin fiili ya da muhtemel sınırlar ına her nasılsa bağlı olan toplumsal-siyasal bir kategori olduğu varsayılır.Bir "etnik" grubun, kuşaktan kuşağa geçen ve normal olarak ku-ramda devlet sınırlar ına bağlı olmayan,  bazı sürekli davranışlarasahip olduğu söylenen kültürel bir kategori olduğu varsayılır. 

Kullanılan diğer terimlerin çokluğu bir yana, bu üç terim ina-nılmaz derecede değişken biçimlerde kullanılmaktadır. (Daha ön-ce, yukar ıdaki tartışmada, bir kişinin "ulusal azınlık" adını verdiği 

 HALKLI Ğ1N  İ  N Ş   ASI 99 

şeye diğerlerinin "etnik grup" adını verebildiklerini görmüştük.)Bu terimleri kullananlar ın çoğu, her üçünü de, sürekliliği saye-sinde, bugünkü davranışlar üzerinde güçlü bir etkiye sahip olanve aynı zamanda günümüzde siyasal iddialarda bulunmak için bir zemin oluşturan kalıcı bir görüngüye işaret etmek üzere kullan-maktadır. Yani, bir "halk"ın oluş ve davranış biçiminin nedeni-nin, ya ayırt edici genetik özellikleri, ya toplumsal-siyasal tarihiya da geleneksel normlar ı ve değerleri olduğu varsayılmaktadır. 

Bu kategorilerin tüm amacı, bugünün yönlendirilebilir "ak ıl-cı" süreçlerine kar şı, geçmiş üzerine kurulu iddialarda bulun-

mamıza olanak sağlamakmış gibi görünmektedir. İşlerin neden şuanda olduklar ı şekilde olduklar ını ve değişmemeleri gerektiğini yada neden böyle olduklar ını ve neden değişemeyeceklerini açıkla-mak için bu kategorileri kullanabiliriz. Ya da tam tersine, neden

 bugünkü yapılar ın yerini, daha eski ve derin, yani bu nedenledaha meşru, toplumsal gerçeklikler adına başkalar ının alması ge-rektiğini de açıklayabiliriz. Geçmişliğin zamansal boyutu halklık kavramı için çok önemlidir ve bu kavramın kendinde vardır. 

Bir geçmiş, bir "kimlik" neden istenir ya da buna neden ih-tiyaç duyulur? Bu tümüyle yerinde bir sorudur, üstelik ara sırasorulur da. Örneğin P.G., yukar ıda yer verdiğimiz tartışmada"Renkli" adlandırmasından vazgeçilmesini ve onun yerini dahageniş bir kategori olan "Güney Afrikalı"nın almasını savunuyor ve sonra şöyle diyordu: "Eğer Güney Afrikalı olmanın dışında bir alt-kimliğe gerçekten ihtiyaç duyan olursa..." Bu "olursa" sözü"neden olsun"u ima ediyor. 

Geçmişlik insanlar ı

bugün, aksi takdirde davranmayabilecek-leri şekilde davranmaya ikna eden bir kiptir. Geçmişlik kişilerin birbirlerine kar şı kullandıklar ı bir araçtır. Geçmişlik bireylerintoplumsallaşmalar ı, grup dayanışmasının korunması, toplumsalmeşruiyetin oluşturulması ya da ona meydan okunması için mer-kezi bir öğedir. Bu nedenle geçmişlik en başta törel bir görüngü,

 bu nedenle siyasal bir görüngü ve her zaman için çağdaş bir gö-rüngüdür. Kuşkusuz bu yüzden değişkendir. Gerçek dünya sü-rekli olarak değiştiğinden çağdaş siyasette geçerli olan da zorunluolarak sürekli değişmektedir. Bu nedenle geçmişliğin içeriği zo- 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 52/146

 IRK, ULUS, SINIF 100   HALKLI Ğ IN  İ  N Ş   ASI 101 

runlu olarak sürekli değişir. Ancak geçmişlik tanım olarak, bir sabit geçmiş iddiası olduğuna göre, belirli herhangi bir geçmişindeğiştiğini ya da değişebileceğini hiç kimse hiçbir zaman kabuledemez. Geçmiş normal olarak taşa yazılıdır ve geri çevrilemezsayılır. Kuşkusuz, gerçek geçmiş gerçekten taşa yazılıdır. Öteyandan toplumsal geçmiş, yani bizim bu gerçek geçmişi anlayış 

 biçimimiz, olsa olsa yumuşak kile yazılıdır. Durum bu olduğuna göre, geçmişliği genetik olarak sürekli

gruplar (ırklar) açısından mı, tarihsel toplumsal-siyasal gruplar (uluslar) açısından mı, yoksa kültürel gruplar (etnik gruplar)

açısından mı tanımladığımız pek az bir farklılık yaratır. Bunlar ınhepsi halklık kavramlar ıdır; hepsi geçmişliğin icatlar ıdır; hepsisiyasal görüngülerdir. Ancak eğer durum buysa kar şımıza başka

 bir analitik bulmaca daha çıkmaktadır. Tek bir terimin yeterli ola- bileceği bir durumda neden üç ayr ı kipsel terim ortaya çıkmıştır?Tek bir mantıksal kategorinin üç toplumsal kategoriye ayr ılma-sının mutlaka bir nedeni olmalıdır. Bunu bulmak için kapitalistdünya ekonomisinin tarihsel yapısına bakmamız gerekir. 

Bu üç kipsel terimin her biri kapitalist dünya ekonomisinintemel yapısal özelliklerinden birinin etraf ında dönmektedir. "Irk"kavramı dünya ekonomisindeki eksenel iş bölümüyle, yani mer-kez-çevre zıtlığıyla ilgilidir. "Ulus" kavramı bu tarihsel sisteminsiyasal üstyapısıyla, yani devletlerarası sistemi biçimlendiren veondan türeyen egemen devletlerle ilgilidir. "Etnik grup" kategorisi,sermaye birikiminde ücretsiz emeğin büyük payının korun-masını sağlayan hane yapılar ının yaratılmasıyla ilgilidir. Bu üç te-rimden hiçbiri sınıfla doğrudan ilgili değildir. İşte bu yüzden "sı-nıf" ve "halklık", diklemesine tanımlanmıştır; bu da, daha sonragöreceğimiz gibi, bu tarihsel sistemin çelişkilerinden biridir. 

Dünya ekonomisindeki eksenel iş bölümü, mekânsal bir iş-  bölümüne yol açmıştır. Bizce bu iş  bölümünü, bir merkez-çevrezıtlığı meydana getirmiştir. Kesin bir şekilde ifade edersek, mer-kez ve çevre, farklılaşmış üretim maliyetleri yapılar ıyla ilgili olan

 bağıntısal kavramlardır. Bu farklı üretim süreçlerinin mekânsalolarak uzak alanlarda yerleşmesi bağıntının kaçınılmaz ve de-ğişmez bir özelliği değildir. Ama normal bir özellik olma eğili- 

mindedir. Bunun birçok nedeni var. Çevresel süreçler hammaddeüretimiyle ilişkili olduğu ölçüde —bugün geçmişten çok daha azgeçerlidir bu; ama asıl tarihsel olarak doğrudur— çevresel ürünyetiştirme koşullar ı ya da coğrafi yataklar bu süreçlerin coğrafi o-larak yer değiştirebilmelerini k ısıtlamaktadır. İkinci olarak, bir dizi merkez-çevre ilişkisinin korunmasında siyasal unsurlar roloynadığı sürece, ürünlerin siyasal sınırlan bir meta zinciri halindegeçmeleri olgusu, gerekli siyasal süreçleri kolaylaştırmaktadır;çünkü sınır geçişlerinin kontrolü devletlerin fiili olarak kullan-dıklar ı en büyük gerçek güçlerden biridir. Üçüncü olarak, merke-

zi süreçlerin çevresel süreçlerin yoğunlaştığı devletlerden farklı devletlerde yoğunlaşması, her birinde birbirinden ayr ı siyasal içyapılar yaratma eğilimi taşır. Aralar ındaki bu farklılık, daha sonraeksenel iş bölümünü sürdüren ve yöneten devletlerarası eşitsiz sis-temin koruyucu siperi haline gelmektedir. 

Meseleyi daha açık bir biçimde ortaya koymak gerekirse,dünyanın bazı bölgelerinin büyük ölçüde merkezi üretim süreç-lerinin, bazılar ının da çevresel üretim süreçlerinin alanı olma-lar ının nedeni budur. Kutuplaşma derecesi çevrimsel olarak de-ğişiklik gösterse de, uçurumun genişlemesi yönünde çağcıl bir eğilim bulunmaktadır. Bu dünya çapındaki mekânsal farklılaşma-nın aldığı siyasal biçim, birincil olarak, Avrupa-merkezli bir ka-

 pitalist dünya ekonomisinin sonunda tüm yerküreyi kaplayacak şekilde yayılmasıydı. Bu "Avrupa'nın yayılması" görüngüsü ola-rak bilinir. 

Dünya gezegeni üzerindeki insan türlerinin evrimi sırasında,

yerleşik tar ı

n gelişmesinden önceki bir dönemde, genetik var-yantlar ın öyle bir dağılımı ortaya çıktı ki, herhangi bir yerdekifarklı genetik tipler, kapitalist dünya ekonomisinin gelişiminin

 başlangıcında, bugün olduklar ından çok daha homojendiler. Kapitalist dünya ekonomisi, esas olarak Avrupa'daki başlan-

gıç noktasından yayıldıkça, merkezi ve çevresel üretim süreçleri-nin yoğunlaşmalar ı coğrafi olarak giderek daha oransız hale gel-dikçe, "ırksal" kategoriler bazı etiketler altında belirginleşmeye

 başlamışlardır. Farklı kişiler arasında değişiklik gösteren, hem deönemli değişiklikler gösteren bir dizi genetik özelliğin varolduğu 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 53/146

 IRK, ULUS, SINIF 102   HALKL1Ğ IN  İ  N Ş   ASI 103 

aşikâr görünebilir. Ama bunlar ın, "ırklar" adını verdiğimiz, üç beş ya da elli tane şeyleşmiş gruplaşmayla kodlanmalar ının gerek-liliği hiç de öyle aşikâr değil. Kategorilerin sayısı, hatta herhangi

 bir sınıflandırma olgusu, toplumsal bir karardır. Burada gözlem-lediğimiz şudur: Kutuplaşma arttıkça kategori sayısı giderek azal-maktadır. W.E.B. Du Bois'nın 1900'de, "20. yüzyılın sorunurenk sorunudur" derken kastettiği renkler beyaz ve beyaz-olma-yan biçiminde gerçekleştiler. 

Irk ve dolayısıyla ırkçılık, eksenel iş bölümüyle ilişkili olancoğrafi yoğunlaşmalar ın dışavurumu, itici gücü ve sonucudur.

Bu, Güney Afrika Cumhuriyeti'nin son yirmi yılda ülkeyi ziyareteden Japon işadamlar ını Asyalı (Güney Afrika'da yaşayan Çinli-ler Asyalı sayılır) olarak değil, "fahri beyaz" olarak adlandırmak konusunda aldığı kararda, çarpıcı bir netlikle görülür. Görünüşe

 bak ılırsa, yasalar ın genetik kategorilerin kalıcılığı üzerine kurulusayıldığı bir ülkede genetik, dünya ekonomisindeki son gelişme-lere göre belirleniyor. Bu tür saçma kararlar yalnız Güney Afrika'ya özgü değildir. Ama sadece Güney Afrika bu saçmalıklar ı kâğı-da dökerek kendini güç duruma sokmaktadır. 

Ancak ırk, kullandığımız tek toplumsal kimlik kategorisi de-ğildir. Söylediğimiz gibi ulus, dünya sisteminin  siyasi yapılan-masından doğmaktadır. Bugün Birleşmiş Milletler'in üyesi olandevletlerin hepsi modern dünya sisteminin yaratımlar ıdır. Bu dev-letlerin çoğu bundan yüz ya da iki yüz yıl önce ne isim ne de idari

  birim olarak vardılar. 1450'den önceki dönemde şimdiki coğrafiyerleriyle kabaca aynı yerde, isim ve sürekli bir idari varlık sahibiolan az sayıda ülke arasında şunlar ı sayabiliriz: Fransa, Rusya,Portekiz, Danimarka, İsveç, İsviçre, Fas, Japonya, Çin, İran,Etiyopya. Bunlar herhalde en az muğlaklık taşıyan örneklerdir;yine de bu devletlerin modern egemen devletler olarak ortayaçıkmalar ının ancak bugünkü modern dünya sisteminin doğusuylamümkün olduğu ileri sürülebilir. Bir bölgenin tanımlanması için

 bir isim kullanılması konusunda daha süreksiz bir tarihe sahipdiğer bazı modern devletler de vardır — örneğin Yunanistan,Hindistan, Mısır, Türkiye, Almanya, İtalya, Suriye gibi isimleregelince üzerinde yürüdüğümüz zemin iyice kayganlaşmaktadır. 

Gerçek şu ki eğer 1450'lerde doğmuş birçok varlığa —örneğinKutsal Roma İmparatorluğu, Moğol İmparatorluğu, BurgonyaHollandası — bugün bakarsak bunlar ın bir çeşit siyasal, kültürel,mekânsal mirasını sahiplenen bir değil en az üç egemen devleterastlar ız. 

Peki şu anda üç devlet olduğu gerçeği üç ulusun olduğu an-lamına mı gelir? Bugün bir Belçika, bir Hollanda, bir Lüksem-

 burg ulusu var mıdır? Çoğu gözlemci olduğunu düşünmektedir.Eğer öyleyse bunun nedeni ilk önce bir Hollanda Devleti'nin, bir Belçika Devleti'nin, bir Lüksemburg Devleti'nin ortaya çıkmış ol-

ması değil midir? İnanıyorum ki modern dünyanın tarihine sis-tematik bir bak ış, bu konudaki yaygın mitin tersine, devletin he-men hemen her örnekte ulustan sonra değil, önce geldiğini gös-terir. 

Birçok bölgede, yeni egemen devletlerin kurulmasını talepeden milliyetçi hareketler kesinlikle, devletlerarası sistemin işle-meye başlamasından sonra ortaya çıkmıştır ve bu hareketler bazenamaçlar ına ulaşmışlardır. Fakat sak ınılması gereken iki şey vardır sırada. Bu hareketler, çok az istisnayla, daha önce yapılmış olanidari sınırlar içinde ortaya çıktılar. Bu nedenle, her ne kadar ba-ğımsız değilse de, bir devletin bu hareketlerden önce geldiğisöylenebilir. Ve ikinci olarak, devletin fiili kuruluşundan önce,ulusun bir ortak duygu olarak ne denli köklü olduğu tartışılır.Sahra halk ı örneğini ele alalım. Bir Sahra ulusu var mıdır? Ulusalkurtuluş hareketi Polisario'ya sorarsanız, evet derler ve bin yıldır varolduğunu eklerler. Faslılar'a sorarsanız bir Sahra ulusu hiçbir 

zaman varolmamıştır ve bir zamanlar İspanyol Sahrası'nın sömür-gesi olan yerde yaşayanlar her zaman için Fas ulusunun parçası olmuşlardır. Bu farklılığı zihinsel olarak nasıl çözebiliriz? Cevapçözemeyeceğimizdir. Eğer 2000 ya da belki 2020 yılında Polisa-rio halihazırdaki savaşı kazanırsa bir Sahra ulusu olmuş olacaktır.Eğer Fas kazanırsa olmamış olacaktır. 2100 yılında yazan her ta-rihçi bunu halledilmiş bir sorun olarak görecek ya da daha büyük olasılıkla bunu bir sorun olarak bile görmeyecektir. 

Devletlerarası sistemde her özel egemen devletin kuruluşuneden buna tekabül eden bir "ulus", bir "halk" yaratıyor? Bunu 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 54/146

 İ  RK, ULUS, SINIF 104   HALKLI Ğ1N  İ  N Ş   ASI 105 

anlamak gerçekten zor değil; kanıt her yanımızda. Bu sistemdedevletlerin kaynaşma sorunlar ı vardır. Devletler bir kez egemenolarak tanındıktan sonra kendilerini iç parçalanma ve dış saldır ı tehdidi altında bulurlar. "Ulusal" duygular geliştiği ölçüde bu teh-ditler de azalır. Devletin içindeki her tür alt-grup gibi, iktidardakihükümetlerin de bu duygunun k ışk ırtılmasından çıkarlar ı vardır.Devletin dışındaki ya da herhangi bir alt-bölgesindeki gruplar kar şısında çıkarlar ını artırmak için devletin yasal gücünü kullan-makta fayda gören her grubun, taleplerinin bir meşrulaştır ılması olarak milliyetçi duygular ı k ışk ırtmaktan çıkar ı vardır. Dahası,

 politikalar ının etkisini artıran idari tekbiçimlilik devletlerin ya-rar ınadır. Milliyetçilik böyle devlet düzeyinde tekbiçimliliklerindışavurumu, itici gücü ve sonucudur. 

Milliyetçiliğin yükselişinin daha da önemli başka bir nedenivardır. Devletlerarası sistem sözde egemen devletlerin basit bir bi-raraya gelişi değildir. İstikrarlı ama değişebilen bir k ıdem sırasınasahip hiyerar şik bir sistemdir. Yani, sıralamada bazı yavaş kay-malar yalnızca mümkün değil, aynı zamanda tarihsel olarak nor-maldir. Belirgin ve katı olan ama değişmez olmayan eşitsizlikler,tam anlamıyla, üst tabakayı doğrulamakla kalmayı p alt tabakayı suçlayabilen ideolojilere yol açan türden süreçlerdir. Milliyetçilik olarak adlandırdıklar ımız böylesi ideolojilerdir. Bir devletin bir ulus olmaması demek onun, sıralamadaki yerinin değiştirilmesinedirenme ya da bunu destekleme oyununun dışında kalması de-mektir. Fakat o zaman bu devlet, devletlerarası sistemin parçası olmaz. Kapitalist dünya ekonomisinin siyasal üst yapısı olarak devletlerararası sistemin gelişiminin dışında ve/veya öncesindevarolan siyasal varlıklar ın "ulus" olması gerekmezdi ve değillerdide. "Devlet" kelimesini hem bu öteki siyasal varlıklar ı hem dedevletlerarası sistem içinde yaratılan devletleri tanımlamak içinyanıltıcı bir şekilde kullandığımızdan, bu sonuncu "devletlerin"devletliğiyle ulusluğu arasındaki kaçınılmaz, açık bağlantıyı sık sık gözden kaçırmaktayız. 

Öyleyse bir yerine iki kategoriye — ırklar ve uluslar— sahipolmanın ne işe yaradığını sorarsak, ırksal sınıflandırmanın esasolarak merkez-çevre zıtlığını koruma ve ifade etmenin bir tarzı 

şeklinde ortaya çıkmış olmasına kar şın milliyetçi sınıflandırmanınköken olarak, hiyerar şik düzenin yavaş fakat düzenli değişimiiçinde devletler arasındaki rekabeti ifade etmenin bir tarzı olarak ortaya çıkmış olduğunu ve bundan dolayı ırksal sınıflandırmanınkabalığına kar şı, sistemde daha ayr ıntılı avantajlar sağladığını gö-rürüz. Fazlaca basitleştirilmiş bir formülle açıklarsak, ırk ve ırk-çılık merkez ve çevre bölgeleri, birbirleriyle olan mücadelelerinde

 bölgeler-içi bir şekilde birleştirirken; ulus ve milliyetçiliğin ise bunlar ı daha ayr ıntılı bir sıralama için bölgeler-arası olduğu kadar   bölgeler-içi rekabetlerinde de, bölgeler-içi bir şekilde böldüğünü

söyleyebiliriz. Her iki kategori de kapitalist dünya ekonomisindeavantaj elde etme hakk ı için ortaya konulan iddialardır. 

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi etnik grup —bir zamanlar a-zınlık denirdi— kategorisini yarattık. Azınlıklardan söz edebilmek için bir çoğunluğa ihtiyaç vardır. Çözümlemeciler azınlık olmadurumunun aritmetik temelli bir kavram olması gerekmediğininuzun süredir fark ındadırlar; bu durum toplumsal güç derecesiyleilişkilidir. Sayısal çoğunluklar toplumsal azınlık olabilirler. Butoplumsal gücü ölçtüğümüz yer kuşkusuz bir bütün olarak dünyasistemi değil, ayr ı ayr ı devletlerdir. Bu nedenle "etnik grup" kav-ramı, devlet sınırlar ına —tanım olarak bu durum belirtilmese bi-le— pratikte "ulus" kavramı kadar bağlıdır. Aradaki tek fark bir devletin tek bir ulus ve birçok etnik grup içerme eğiliminde ol-masıdır. 

Kapitalist sistem yalnızca, kendisi için asli ve kalıcı olan ser-maye-emek zıtlığı üzerine değil, aynı zamanda, her emek baş-kalar ına aktar ılan bir artık değer yaratması nedeniyle sömürülsede, emek kesiminde varolan ve bazı emekçilerin yarattıklar ı artık değerin diğerlerinden daha fazla bir k ısmını "kaybettikleri" kar-maşık bir hiyerar şi üzerine de kuruludur. Buna olanak sağlayananahtar kurum  part-lifetime* ücretli işçi hanesidir. Bu haneler,ücretli işçilerin saat ücreti olarak, emeğin yeniden üretiminin oran- 

* "Yar ı zamanlı" anlamına gelen "part-time job" kelimesine göndermeyapılarak oluşturulan kelime yar ı-hayat boyu gibi bir anlama sahiptir. Buradakastedilen hane üyelerinin sadece k ısmen ya da hayatlar ının sadece bir k ıs-mında ücretli olmalar ıdır. (ç.n.) 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 55/146

 İ  RK, ULUS, SINIF 106    HALKLI Ğ IN  İ  N Ş   ASI 107  

tılı hesaplanmış maliyetinden daha azını alabilecekleri şekilde ku-rulmuştur. Bu, dünya işgücünün çoğunluğunu kapsayan, çok 

yaygın bir kurumdur. Başka yerlerde öne sürülmüş olan savlar ı1

 burada tekrarlayacak değilim. Sadece halk olma durumu açısındansonuçlar ını tartışmak istiyorum. Daha "proleterleşmiş" hane ya-

 pılar ında bulunan daha yüksek ücretli işçilerden, daha çok "yar ı- proleterleşmiş" hane yapılar ında bulunan daha az yüksek ücretliişçilere kadar, farklı tür hane yapılar ında bulunan ücretli işçilerinolduğu her yerde bu çeşitli hane yapılar ının "etnik grup" diye ad-

landır ılan "cemaatlerde" yer aldığını görmemiz mümkündür. Yani,

 belirli bir devletin sınırlan içindeki işgücünün "etnikleşmesi",mesleki bir hiyerar şinin beraberinde gelmektedir. Bugün GüneyAfrika'da ya da geçmişte ABD'de olduğu gibi bunu pekiştirecek kapsamlı bir yasal zeminin olmadığı durumlarda bile, "meslekler"dar değil, geniş kategorilerde gruplandığı takdirde, etnik grup ile

meslek arasında, her yerde, çok yüksek bir bağıntı vardır. Mesleki kategorilerin etnikleşmesinin çeşitli avantajlar ı var 

gibi görünmektedir. Farklı tür üretim ilişkilerinin, işgücünden,farklı normal davranış türleri talep ettiğini öne sürebiliriz. Bu dav-ranış gerçekte genetik olarak belirlenemeyeceğine göre öğretil-melidir. İşgücünün, makul özgül tutumlar gösterecek şekilde top-lumsallaştır ılması gereklidir. Bir etnik grubun "kültürü" tam ola-rak, o etnik gruba ait olan anababalar ın çocuklar ına toplumsal ola-rak öğretmek zorunda olduklar ı kurallar kümesidir. Kuşkusuzdevlet ya da eğitim sistemi bunu yapabilir. Ama genelde, bu özel-leşmiş işlevi tek başına ya da fazla açık bir biçimde yerine getir-mekten kaçınır. Çünkü bunu yapması "ulusal" eşitlik kavramını ihlal etmek olurdu. Böyle bir ihlali açıkça ortaya koymaya razı olan devletler sürekli olarak bu ihlalden vazgeçmeye zorlanmak-tadır. Ama "etnik gruplar" kendi üyelerini birbirlerinden farklı bir şekilde toplumsallaştırabilmeklee kalmazlar; belli bir tarzda toplum-sallaşmak bir etnik grubun tanımında vardır. Bundan dolayı, dev-let için gayrimeşru olan şey, toplumsal bir "kimliği" savunan 

1. I. WALLERSTEIN, Tarihsel Kapitalizm, Metis Yayınlar ı, İstanbul,1992, ve bu kitapta "Kapitalist Dünya Ekonomisinde Hane Yapılar ı ve Emek Gücü Oluşumu" adlı bölüm. 

"gönüllü" grup davranışı olarak buyur edilir. Böylece bu da, kapitalizmin hiyerar şik gerçekliğinin, kapita-

lizmin ilan edilmiş siyasal öncüllerinden biri olan yasa önünderesmen eşitliğe zarar vermeyecek şekilde meşrulaştır ılmasına ola-nak sağlar. Etnikleşme ya da halk olma tarihsel kapitalizmin te-mel çelişkilerinden birini —aynı anda hem kuramsal eşitliğe hemde pratik eşitsizliğe kalk ışmasını — çözmekte ve bunu dünyanınemekçi tabakalar ının zihniyetlerini de kullanarak yapmaktadır. 

Tam da halklık kategorilerinin değişkenliği —daha önce sö-zünü etmiştik— bu çabada son derece önemli bir hale gelmekte-

dir. Çünkü kapitalizm, tarihsel bir sistem olarak, sürekli eşitsizliğigerektirirken, iktisadi süreçlerin sürekli yeniden yapılanmasını dagerektirmektedir. İşte bu nedenle, bugün belli bir hiyerar şik top-lumsal ilişkiler kümesini güvence altında tutan şey yar ın için ge-çerli olmayabilir. İşgücünün davranışı, sistemin meşruiyetini boz-madan değişmelidir. O nedenle, etnik gruplar ın yinelenen doğuş-lar ı, yeniden yapılanmalar ı ve kayboluşlar ı iktisadi mekanizmanınişleyişinin esnekliği açısından son derece yararlı bir araçtır. 

Halklık, tarihsel kapitalizmin çok önemli bir kurumsal yapı-mıdır. Asli bir dayanaktır ve bu haliyle, sistem daha fazla yo-ğunluk kazandıkça, giderek daha önemli olmuştur. Bu anlamda,yine asli bir dayanak olan ve önemi giderek artan devlet gibidir.Dünya-tarihsel Gesellschaft 'ımız* içinde, yani kapitalist dünyaekonomisi içinde biçimlenen bu temel Gemeinschaft' lara. giderek daha az değil daha çok bağlanıyoruz. 

Marx'ın da Weber'in de iyi bildikleri gibi sınıflar halklardan

gerçekten oldukça farklı

yapı

mlardı

. Sı

flar "nesnel", yani anali-tik kategoriler, bir tarihsel sistemdeki çelişkilere ilişkin ifadelerdir ve toplumsal cemaatlerin tanımı değildirler. Sorun bir sınıf cemaa-tinin yaratılı p yaratılamayacağı ya da hangi koşullarda yaratıla-

 bileceğidir. Bu, ünlü an sich /für sich [kendinde / kendi için] ay-r ımıdır. Kendi için sınıf çok nadir bir varlıktır. 

* İlk kez Tönnies'in Gesellshaft und Gemeinschaft kitabıyla ortaya çıkanve sözleşmeye dayalı modern topluluklar ı (Gesellschaft), geleneksel bağlaradayalı organik cemaatlerden (Gemeinschaft) ayırt etmek için kullanılan terim,(ç.n.) 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 56/146

 IRK, ULUS, SINIF 108 

Bitirmeden önce son bir nokta olarak; belki de bunun nedeniinşa edilmiş "halklar ın" — ırklar ın, uluslar ın, etnik gruplar ın— "nesnel sınıfla eksik de olsa çok yoğun ilişki içinde olmalar ıdır.Sonuç, modern dünyada sınıf tabanlı siyasal etkinliklerin büyük 

 bir oranının halk tabanlı siyasal etkinlik biçimini alması olmuştur.Eğer "saf işçi örgütleri denilen, ancak aslında çoğu zaman örtük ve defacto "halk" tabanına sahip olan örgütlere yak ından bakar-sak, halk-dışı katıksız bir sınıf terminolojisi kullandıklar ında bile,

 bu oranın genelde düşündüğümüzden daha yüksek çıktığını gö-

rürüz. Dünya solu, dünya işçilerinin yüzyıldan uzun bir zamandır fazla sık bir biçimde, "halk" biçimleri içinde örgütledikleri ikile-minden yak ınmıştır. Fakat bu çözülebilir bir ikilem değildir. Sis-temin çelişkilerinden doğmaktadır. Halk tabanlı siyasal etkinliktentamamen ayr ı olan kendi için sınıf etkinliği olamaz. Bunu, sözdeulusal kurtuluş hareketlerinde, tüm yeni toplumsal hareketlerde,sosyalist ülkelerdeki bürokrasi-kar şıtı hareketlerde görüyoruz. 

Halklığı, olduğu gibi —kesinlikle ilkel sabit bir toplumsalgerçeklik değil, düşman güçlerin birbiriyle mücadele ettiği kapita-list dünya ekonomisinin karmaşık, kil benzeri bir ürünü olarak— anlamaya çalışmak daha anlamlı olmaz mı? Bu sistemde halklığı,hiçbir zaman ne yok edebiliriz ne de olduğundan daha önemsiz bir role düşürebiliriz. Öte yandan ona atfedilen erdemler bizi sersem-letmemeli, yoksa bu var olan sistemi meşrulaştırma yollan bizi al-datacaktır. Daha dikkatlice çözümlememiz gereken şey, halklığın

  bu tarihsel sistem için daha da merkezi hale gelmesiyle, biziiteceği doğrultulardır; bizi sistemin ikiye ayr ıldığı noktada, şuanki tarihsel sistemimizden, onun yerini alacak sistem ya da sis-temlere geçişteki belirsiz sürecin çeşitli olası alternatif sonuçlar ınadoğru iteceği doğrultular... 

...hiçbir zaman mevcut olmamış ve hiçbir zaman olmayacak bir "geçmiş" 

- Jacques DERRIDA Marges de la

 Philosophie, Paris, 1972, s. 72. 

Başta Fransız tarihi olmak üzere, uluslar ın tarihi bugüne dek bizehep, bu tarihlere bir öznenin sürekliliğini atfeden bir anlatı şek-linde sunulmuştu. Böylece ulusun oluşumu, tarihçilerin taraflı-lıklar ının az çok kesinmiş gibi gösterdikleri (Fransa'nın kökenlerinerede aranmalıdır? Galyalı atalarda mı? Capet monar şisinde mi?89 Devrimi'nde mi? vb.) fakat her durumda özdeş bir şema içindeyer alan bilinçlenmeleri ve aşamalar ı gösteren yüzyıllık bir "proje"nin tamamlanması olarak belirmektedir. Bu özdeş  şema ulusalkişiliğin "ben"inin açığa vurulmasıdır. Bu tür bir temsil kuşkusuzgeçmişe ilişkin bir yanılsama meydana getirir, fakat aynı zamandazorlayıcı kurumsal gerçeklikleri de dile getirir. Yanılsama iki yapı-lıdır; aşağı yukar ı sabit bir toprak üzerinde, yaklaşık olarak tek-anlamlı bir adlandırma altında, yüzyıllardır birbirini izleyen ku-şaklar ın birbirlerine değişmez bir töz ilettiklerine inanmaya da-

yanmaktadı

r. Ve görünümlerini, kendimizi onun sonuca ulaşması

 olarak kavramamızı sağlayacak şekilde geçmişe yönelik olarak ayıkladığımız evrimin mümkün olan tek evrim olduğuna, bir ka-deri temsil ettiğine inanmaya dayanmaktadır. Proje ve kader ulu-sal kimlik yanılsamasının simetrik iki yüzüdür. Üçte biri en a-zından bir tane "yabancı"1 ataya sahip olan 1988'in "Fransız" lar ı (Galyalılar'dan söz etmezsek), kolektif olarak kral XIV. Louis'nin tebaasına ancak olması muhtemel olaylar ın art arda gelişi saye- 

1. Bkz. Gerard NOIRIEL, Le Creuset français, Editions du Seuil, 1988. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 57/146

 IRK, ULUS, SINIF 110  ULUS B İ Ç  İ M  İ : TAR İ  H VE  İ  DEOLOJ  İ 111 

sinde bağlı olabilirler; bu olaylar ın nedenlerinin ise ne "Fransa"nın kaderi, ne "krallar ının projesi", ne de "halk ının" özlemleriylehiçbir ilgisi yoktur. 

Fakat bu eleştiri, ulusal köken mitlerinin güncellik içinde ken-dini hissettiren somutluğunun gözümüzden kaçmasına neden ol-mamalıdır. Tamamen inandır ıcı bir örnek verelim: "yol açtığı" çe-lişkili sahiplenmeler nedeniyle, Fransız Devrimi... Her çağdaş ulusun tarihinde hiçbir zaman birden fazla kurucu devrimci olayınolmadığını öne sürmek (Hegel ve Marx'la) mümkündür. (Bu,"aşır ı uçtaki" taraflara özgü —ister ulusal kimliğin devrimden

önce varolduğunu kanıtlayarak, ister birincisinin tamamlanması olacak yeni bir devrimin gerçekleşmesini bekleyerek— devrimin

 biçimlerini tekrarlama, ikincil olgular ını ve kişilerini taklit etme veonu geçersiz k ılma eğilimini de açıklamaktadır). Sömürgeliktenkurtulan (Cezayir ya da Hindistan gibi) "genç" uluslar ın çağdaş tarihinde yerini aldığı kolayca görülen, fakat son yüzyıllarda"yaşlı" uluslar için de üretilmiş olduğu unutulan ulusal süreklilik ve kökler miti, ulusal oluşumlar ın hayali tekilliklerinin, bugündengeçmişe giderek, gündelik olarak kurulduğu fiili bir ideolojik 

 biçimdi. 

"Ulusal Öncesi"Devlet'ten Ulus-Devlet'e 

Bu çarpıklık nasıl hesaba katılmalı? Ulusal oluşumun "kökleri"her biri çok farklı eskilikteki birçok kuruma atıfta bulunmaktadır.Gerçekten de bunlardan bazılar ı çok eskidir. Hem ruhban sınıf ı-

nın dinsel dilinden hem de "yerel" dillerden ayr ı olan, önceleri da-ha sonraki aristokratik diller gibi idari amaçlar ı olan devlet dili ku-rumu, Avrupa'da Ortaçağ sonlar ına kadar uzanmaktadır; monar-şik iktidar ın özerkleştirilmesine ve kutsallaştır ılmasına bağlıdır.Mutlak monar şinin derece derece oluşması aynı şekilde berabe-rinde, parasal tekel, göreli mali ve idari merkezileşme, hukuksalstandartlaşma ve iç "bar ışın" sonuçlar ını getirmiştir. Böylece sınır ve toprak  kurumlar ını da kökünden değiştirmiştir. Reform veKar şı-Reform, Kilise ile Devlet arasındaki (Kilise Devleti ile laik devlet arasındaki) rekabetten birbirlerini tamamlamaya (ve en so- 

nunda devlet dinine) geçişi hızlandırmıştır. Bütün bu yapılar retrospektif olarak, bize ulus-öncesi imiş 

gibi görünür; çünkü nihai olarak az çok değişimlerle dahil olacak-lar ı ulusal devletin bazı özelliklerini mümkün k ılmışlardır. Öyleyseulusal oluşumun uzun bir "tarihöncesi"nin sonucu olduğu ol-gusunu bir yana kaydedebiliriz. Fakat bu tarihöncesi, milliyetçidoğrusal kader mitinden özünde farklılaşır. Öncelikle; zamaniçinde ileri ya da geri kaydır ılan, hiçbiri kendisinden sonra gelen-leri içermeyen, nitel açıdan farklı bir olaylar çokluğundan oluşur.Ardından; bu olaylar yaratılış olarak belirli bir ulusun tarihine ait

değildirler. Bugün bize özgün bir etnik kişilikle donatılmış gibigörünenlerin dışındaki siyasal birimleri de içerirler (böylece nasılsömürge döneminin devlet aygıtı, 20.yüzyılda, "genç uluslar"ındevlet aygıtının habercisi olmuşsa, Avrupa Ortaçağı da moderndevletin "Sicilya", "Katalonya" ve "Burgonya" çerçevesi içinde

 belirişine tanık olmuştur). Ve hatta yaratılış olarak ulus-devletindoğasına ait olmadıktan gibi, diğer rakip biçimlere (örneğin "em-

 peryal" biçime) de ait değildirler. Her şey olup bittikten sonra buolaylar ı ulus biçiminin tarihöncesine kaydeden şey zorunlu bir ev-rim çizgisi değil, konjonktürel bir ilişkiler zinciridir. Hangisi olur-sa olsun devletlerin ayırt edici niteliği, kurduklar ı düzeni öncesizve sonrasızmış gibi sunmaktır; fakat pratik, gerçeğin neredeysetam tersi olduğunu gösterir. 

 Ne var ki tüm bu olaylar, tekrarlanmalar ı, yeni siyasal yapı-larla bütünleşmeleri halinde ulusal oluşumlar ın yaratılışında ger-çekten rol oynamıştır. Bu, tam olarak onlar ın kurumsal nitelikleri-ne, devleti kendisine ait olan biçime sokmalar ı olgusuna bağlıdır.Başka bir deyişle, çok başka (örneğin hanedanla ilgili) amaçlar ın

 peşinde olan, ulusal olmayan devlet aygıtlar ı derece derece, ulusaldevletin unsurlar ını üretmişler ya da iradeleri dışında "ulusal-laşmış" ve toplumu ulusallaştırmaya başlamışlardır — bu noktadaRoma hukukunun canlandır ılması, merkantilizm, feodal aristok-rasinin evcilleştirilmesi, "devlet menfaati" öğretisinin oluşturul-ması, vb. akla gelmektedir. Ve, modern döneme yaklaşıldıkça buunsurlar ın birikiminin dayattığı zorlama daha da güçlü görünmek-tedir. Bu da tersine çevrilemezlik e şi ğ i sorununu gündeme getirir. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 58/146

 IRK, ULUS, SINIF 112  ULUS B İ Ç  İ M  İ : TAR İ  H VE  İ  DEOLOJ  İ 113 

Şiddetli çelişkilerle dolu iki yüzyıl boyunca bir yandan ege-men devletler  sistemi şeklini ortaya çıkaran, diğer yandan ulus

 biçiminin insan toplumlar ının neredeyse bütününe yavaş yavaş yayılmasını dayatan bu eşik, hangi anda, hangi nedenlerle aşıl-mıştı? Ben, (elbette ki tek bir tarihle özdeşleştirilemeyecek olan2)

  bu eşiğin modern kapitalizme özgü sınıf ilişkilerinin ve pazar yapılar ının gelişimine (özellikle de emek gücünün proleterleş-mekle kendisini feodal ve loncaya bağlı ilişkilerden tedrici olarak kurtarmasına) tekabül ettiği düşüncesini doğru buluyorum. Fakatgenel olarak kabul gören bu sav bir çok kesinleştirme gerektirir. 

Kapitalist üretim ilişkilerinden ulus biçimini "çıkarsamak"mümkün değildir. Parasal dolaşım ve ücretli emeğin sömürüsümantıksal olarak, belirli bir devlet biçimini içermez. Ayr ıca, biri-kimin içerdiği realizasyon alanı —kapitalist dünya pazar ı — "ikti-sat dışı" koşullar ın dayattığı ya da toplumsal sermayenin belirlen-miş kesimlerince kurumlaştır ılmış olan ulusal sınırlamalar ı aşmak yolunda özsel bir eğilim taşır. Bu koşullarda, ulusun oluşumunda

 bir "burjuva projesi" görmeye devam edebilir miyiz? Marksizm'inliberal tarih felsefelerinden devraldığı bu formülasyonun kendihesabına tarihsel bir mit oluşturması mümkündür. Fakat banaöyle geliyor ki, Braudel ve Wallerstein'ın uluslar ın inşasını kapi-talist pazar soyutlamasına değil, onun somut tarihsel biçimine

 bağlayan görüşlerini yeniden ele alarak bu güçlüğü giderebiliriz.Bu somut tarihsel biçim, farklı birikim ve emek gücü sömürüsüyöntemlerine tekabül eden ve aralar ında eşitsiz mübadele vehâkimiyet ilişkilerinin kurulduğu bir "merkez" ve "çevre" etraf ın-da örgütlenmiş ve hiyerar şikleştirilmiş bir "dünya ekonomisi"

 biçimidir.3 

2. Sembolik olarak bir tarih seçmek gerekseydi 16. yüzy ılın ortası gösterilebilirdi: İspanyollar'ın Yeni Dünya'nın fethini tamamlamalar ı, Habsburghanedanının parçalanışı, İngiltere'de hanedan savaşlar ının sona erişi, Hollanda bağımsızlık savaşının başlaması.

3. Fernand BRAUDEL, Civilisation materielle, Economie et capitalisme,cilt 2;  Les Jeux de l'echanges, cilt 3;   Le Temps du monde, A. Colin, Paris,1979; Immanuel WALLERSTEİ N, The Modern World-Syslem, cilt 1; Capital-ist Agricullure and the Origin of the European World-Economy in the Six- 

Ulusal birimler, küresel bir dünya ekonomisi yapısından yolaçıkarak, orada belli bir dönemde oynadıklar ı role göre, merkezden

 başlayarak oluşur. Daha doğrusu, merkezin çevre üzerindeki hâ-kimiyetinin rakip araçlar ı olarak birbirlerine kar şı oluşur. Bu ilk kesinleştirme temeldir, çünkü Marx'ın ve özellikle de Marksist ik-tisatçılar ın "ideal" kapitalizmlerinin yerine, emperyalizmin erkengörüngülerinin ve savaşlar ın sömürgeleştirmeyle eklemlenmesinin

 belirleyici bir rol oynadığı bir "tarihsel kapitalizm" koyar. Bir an-lamda her modern ulus sömürgeleştirmenin bir ürünüdür: aşağı yukar ı daima ya sömürgeci ya sömürge, bazen de ikisi birden ol-

muştur. Fakat ikinci bir kesinleştirme gereklidir. Braudel ve Waller-

stein'ın en güçlü kanıtlar ından biri kapitalizmin tarihinde ulusal biçimden ba şka "devletsel" biçimlerin de ortaya çıkt ı ğ ını ve bu

 biçimlerin sonuçta bastır ılmadan ya da araçsallaştır ılmadan önce bir süre onunla rakip olarak kaldığını göstermektedir. Bunlar im- paratorluk  biçimi ve özellikle de bir ya da birden çok kenti merkezalmış uluslarötesi bir siyasal-ticari a ğ   biçimidir.4 Bu biçim bize,kendinde-"burjuva" bir siyasal biçimin değil, birçok   biçimin va-rolduğunu gösterir (Hanse* örneği ele alınabilir; fakat 17. yüzyıl-da Provinces-Unies**'nin tarihi, dinsel ve zihinsel hayat da dahiltüm toplumsal hayata yansıyan bu alternatif taraf ından kesin bir şekilde belirlenmiştir). Başka bir deyişle, doğmakta olan kapitalist

 burjuvazi birçok hegemonya biçimi arasında —koşullar gereğin-ce— "kararsızlığa düşmüş" gibi görünmektedir. Daha doğrusu,dünya ekonomisi kaynaklar ını sömüren farklı sektörlere bağlı ola-

rak, farkl ı

burjuvazilerin varolduğunu söyleyelim. Eğer "ulusal teenth Century, Academic Press, 1974; cilt 2, Mercantilism and the Consoli-dation of the European World-Econonomy, Academic Press, 1980. 

* Hanse: 1241'de Kuzey-Batı Almanya'daki ticaret şehirleri birliğine ve-rilen ad; bu şehirlerin başında Lübeck şehri geliyordu, (ç.n.) 

** Provinces-Unies (Birleşik Eyaletler): 1566-1609 yıllar ı arasında ayak-lanan İspanyol Hollandası'nın —1566-1700 arasında İspanya Kralı'na ait olanKuzey-Batı Avrupa topraklar ı  — yedi kuzey eyaletine verilen ad. Bu eyaletler günümüz Hollanda Krallığı'nın çekirdeğini oluşturdular. (ç.n.) 

4. Bkz. BRAUDEL, Le Temps du monde, s. 71; WALLERSTEIN, Capita-list Agriculture...., s. 165. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 59/146

 IRK, ULUS, SINIF 114  ULUS B İ Ç  İ M  İ : TAR İ  H VE  İ  DEOLOJ  İ 115 

 burjuvaziler" sonunda, sanayi devriminden bile önce (ama "ge-cikmeler" ve "uzlaşmalar", yani diğer egemen sınıflarla kaynaş-malar pahasına) üstün geldilerse, muhtemelen bunun nedeni, hemmevcut devletlerin silahlı güçlerini içeride ve dışar ıda kullanmayaihtiyaç duymalar ı, hem de köylülüğü yeni iktisadi düzenin buy-ruğu altına almak, onlar ı mamul mallar ın alıcı piyasası ve "özgür"emek gücü yataklar ı yapmak için köylere sızmak zorunda olma-lar ıydı. Öyleyse son tahlilde, ulusal devletlerin kuruluşunu her bi-rinin kendi tarihiyle ve toplumsal oluşumlar ın ulusal oluşumlaratekabül eden dönüşümleriyle, anlatan şey "saf iktisadi mantık de-

ğil, sınıf mücadelesinin somut biçimleridir. 

Toplumun Ulusalla şması 

Dünya ekonomisi, toplumsal oluşumlar ın yerel sonuçlar olmanınötesine gidemediği, bütünsel olarak değişmez, kendi kendini dü-zenleyen bir sistem değildir; iç çelişkilerinin öngörülemez diyalek-tiğine tabi olan bir bask ılar sistemidir. Tüm birikim alanı içindedolaşan sermayelerin kontrolünün merkezde gerçekleştirilmesiküresel olarak gereklidir; fakat bu yoğunlaşmanın hangi biçimaltında gerçekleşeceği sürekli bir mücadelenin konusu olmuştur.Ulus biçiminin ayr ıcalığı, yerel olarak (en azından tarihsel bir dönem boyunca) heterojen sınıf mücadelelerine hâkim olunmasınave bunlardan yalnızca bir "kapitalist sınıf ın değil, burjuvazilerin,ya da daha doğrusu aynı zamanda hem siyasal, hem iktisadi, hemde kültürel hegemonya kurabilen ve bu hegemonyanın  sonucuolan devlet burjuvazilerinin ortaya çıkmasına izin vermiş olma-sındadır. Egemen burjuvazi ve burjuva toplumsal oluşumlar, dev-leti ulusal biçimde yeniden yapılandırarak ve tüm diğer sınıflar ınstatüsünü değiştirerek "öznesiz bir süreç"le kar şılıklı olarak oluş-muşlardır. Bu da milliyetçilik ile kozmopolitçiliğin eşzamanlı ya-ratılışını açıklığa kavuşturur. 

Bu varsayım ne denli basitleştirilmiş olursa olsun, ulusun ta-rihsel bir biçim olarak çözümlenmesi açısından temel bir sonucayol açmaktadır: çizgisel evrim şemalar ından, yalnızca üretim tarzı 

 bağlamında değil siyasal biçimler bağlamında da kesin olarak vaz- 

geçmemiz gerekiyor. Bundan dolayı hiçbir  şey bizi, dünya eko-nomisinin yeni bir evresinde ulus-devlete rakip devlet yapılar ınınyeniden oluşma eğiliminde olup olmadıklar ını incelemekten alı-koymuyor. Aslında toplumsal oluşumlar ın zorunlu tek-çizgiselevrimi yanılsaması ile ulus-devletin, siyasal kurumun ("devletin"varsayımsal bir "sonu"na yer açmak yerine) kendini sonsuza dek sürdürecek bir "nihai biçimi" olarak sorgusuz kabul edilmesi ara-sında örtük ama sık ı bir dayanışma vardır.5 

Ulus biçiminin evrim ve inşa sürecinin göreli belirsizliğindenkurtulmak için kasten k ışk ırtıcı bir sorunun dolambaçlı yoluna

 başvuralım: Bugün kimin için art ık çok geçtir? Yani, dünya eko-nomisinin küresel bask ısına ve onun ortaya çıkardığı devletler sis-temine rağmen, tamamen ulusa —sadece hukuksal biçimde ve ke-sin bir çık ışı olmayan sayısız çatışma pahasına— dönüşümleriniart ık gerçekleştiremeyecek toplumsal oluşumlar hangileridir?  A

 priori bir cevap ve hatta genel bir cevap kuşkusuz olanak dışıdır;fakat bu sorunun sadece sömürgelikten kurtuluştan, sermayelerinve iletişimin uluslararasılaşmasından, dünya çapındaki savaş ma-kinelerinin kurulmasından vb. sonra kurulmuş olan "yeni uluslar"açısından değil, bugün aynı olaylardan etkilenen "eski uluslar"açısından da sorulması gereken bir soru olduğu açıktır. 

Şöyle denilebilir: "Uluslararası" sayılan kurumlarda temsil e-dilen ve biçimsel olarak eşit olan bağımsız devletlerin hepsinin,kendi ulusal kültür, yönetim ve ticaret dili ya da dilleriyle, ba-ğımsız askeri güçleri, korunan iç pazarlar ı, paralar ı ve dünya öl-çeğinde yanşan şirketleri ve özellikle de yönetimdeki burjuvazile-riyle (ister özel kapitalist bir burjuvazi olsun ister bir devlet "no-menklatura"sı olsun farketmez, çünkü öyle ya da böyle her burju-vazi bir devlet burjuvazisidir) kendilerini merkez alan uluslar şeklini almalar ı için artık çok geçtir. Fakat bunun tersi de söy-lenebilir: Uluslar ın yeniden üretilmesi, ulus biçiminin yayılması 

5. Bu açıdan, üretim tarzlar ının tek-çizgisel olarak art arda gelişlerine dair "ortodoks" Marksist kuramın SSCB'de milliyetçiliğin zaferiyle resmileştiril-miş olması —kendisini yeni evrensel ulus gibi "ilk sosyalist devlet" olarak sunmasına izin verdiği ölçüde— hiç de şaşırtıcı değildir. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 60/146

 IRK, ULUS, SINIF 116  

zemini günümüzde, eski çevre ve yar ı-çevre ülkelerde olduğun-dan daha açık değildir; yaşlı "merkez" ise farklı derecelerde, hâ-kimiyetinin eski biçimlerine bağlı olarak, ulusal yapılar ın çözül-mesi aşamasına —böylesi bir çözülmenin sonucu uzak ve belirsizgibi görünüyorsa da— girmiştir. Bununla beraber, bu varsayımdagelecek uluslar ın eskilere benzemeyeceği açıktır. Günümüzde dört

 bir yanda (Kuzey ve Güney, Doğu ve Batı) milliyetçiliğin genel bir tırmanışına tanık olunduğu olgusu bu tür bir ikilemi ortadankaldırmaz. Bu ikilem uluslararası devletler sisteminin biçimsel ev-renselliğinin parçasıdır. Çağdaş milliyetçilik, dili ne olursa olsun,

"dünyanın yaşı"na oranla ulus biçiminin gerçek yaşı hakk ındahiçbir şey söylemez. Gerçekte, durumu biraz daha açıklığa kavuşturmak için, ulu-

sal oluşumlar ın tarihinin başka bir ayırt edici niteliğini tartışmayadahil etmek gerekir. Bu, öncelikle bizzat eski uluslar ı ilgilendiren,

 benim toplumun gecikmi ş ulusalla şması  olarak adlandıracağımşeydir. Bu öyle gecikmiştir ki, sonuçta sonsuz bir görev halinialmıştır. Eugen Weber gibi bir tarihçi (ve diğer incelemelerde onuizleyenler) Fransa örneğinde yaygın okullaştırmanın, bölgelera-rası işgücü göçü ve askerlik hizmeti sonucu inançlar ın ve âdetlerinkaynaşmasının, siyasal ve dinsel çatışmalar ın yurtsever ideoloji-nin üstünlüğü altına girmesinin 20. yüzyılın başından daha eskiyeuzanmadığını göstermiştir.6 Weber'in kanıtlaması, Fransız köylü-sünün ancak çoğunluk sınıf ı olarak kaybolmak üzereyken "ulusal-laştığını" düşünmemize yol açar (bu kayboluşun da ulusal siyase-tin temelinde yatan korumacılıkla geciktirildiği söylenir). Gerard

 Noiriel'in daha yak ın zamandaki çalışması ise 19. yüzyılın sonun-dan beri "Fransız kimliğinin", hep göçmen halklar ı bütünleştirmekapasitesine bağımlı olduğunu göstermektedir. Sorunun amacı bukapasitenin kendi sınır ına mı dayandığını, yoksa aynı biçimdegerçekleşmeye devam edip edemeyeceğini öğrenmektir.7 

6. Eugen WEBER,   Peasants into Frenchmen,Stanford University Press,1976; Fr. çevirisi, La Fin des terroirs, Fayard, 1983.

7. Gerard NOIRIEL,  Longwy. Immigres et proletaires, 1880-1980, Paris,PUF, 1984;  Le Creuset français. Histoire de l'immigration XlX e-XX e siecles,Paris, Editions du Seuil, 1988.

ULUS B İ Ç  İ M  İ : TAR İ  H VE  İ  DEOLOJ  İ 117  

O halde ulusal oluşumun göreli istikrar ının nedenlerini tamolarak belirlemek için, ortaya çık ışının ilk eşiğine başvurmak ye-terli değildir. Kendimize, kent ve k ır ın eşitsiz gelişiminin, sana-yileşme ve sanayisizleşmenin, sömürgeleştirmenin ve sömürge-likten kurtuluşun, savaşlar ın, devrimlerin geri tepişinin, uluslar-üstü "blok"lann kuruluşunun... yani en azından sınıf çatışmala-r ının ulusal devletin "konsensus"uyla k ısıtlandığı sınırlar ın öte-sine sürüklenmesi riskini taşıyan tüm bu olaylar ve süreçlerin pra-tikte nasıl aşıldığını sormamız gerekir. Denilebilir ki, bugün Fran-sa'da mutatis mutandis* diğer eski burjuva oluşumlarda olduğu

gibi, kapitalizmin getirdiği çelişkileri çözmeye, henüz tamamlan-madığı halde ulus biçimini yeniden yapmaya (ya da daha tamam-lanmadan bozulmasını önlemeye) olanak sağlamış olan şey ulu-

 sal-toplumsal devlet kurumudur; yani iktisadın yeniden üretimineve özellikle bireylerin formasyonuna, aile yapılar ına, halk sağlı-ğına ve genelde "özel hayat"ın tüm alanlar ına "müdahale eden" bir devlet kurumudur. Bu eğilim —daha sonra ele alacağım— ulus

 biçiminin ortaya çık ışından beri vardır, fakat 19. ve 20. yüzyıllar süresince başat hale gelmiştir ve bunun sonucunda her sınıftan bi-reyin varlığı tümüyle ulus-devletin yurttaşı statüsüne, yani belli

 bir milliyete aidiyet sıfatına tabi k ılınmıştır.8 

 Halk ın Olu şturulması 

Bir toplumsal oluşumun kendini ulus olarak yeniden oluştura- bilmesi, ancak bireyin doğumundan ölümüne dek bir gündelik  pratikler ve aygıtlar ağıyla bir homo nationalis olarak —aynı za-manda homo economicus, homo politicus ve homo religious ola-rak— kurulabilmesiyle mümkündür. İşte bu yüzden ulus biçimisorunu —ki artık açık olduğunu varsayıyorum— böylesi bir ku-ruluşun hangi tarihsel koşullarda, hangi iç ve dış güçlerin ilişkilerisayesinde ve aynı zamanda, temel maddi pratiklerin hangi sembo- 

* gerekli değişiklikler yapıldığında (Lat. ç.n.). 8. Bu hususta bazı tamamlayıcı gelişmeler için bkz. E. BALIBAR,

"Propositions sur la citoycnnete",   La Citoyennete, C. WlHTOL DE WENDENyönetiminde, Edilig-Fondation Diderot, Paris, 1988. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 61/146

 IRK, ULUS, SINIF 118  ULUS B İ Ç  İ M  İ : TAR İ  H VE  İ  DEOLOJ  İ 119 

lik biçimleri sayesinde mümkün olduğu sorusunda yatmaktadır.Bu soruyu sormak, toplumlar ın uluslaşmasının uygarlıktaki hangigeçişe tekabül ettiğini, bireyliğin milliyetle belirlenen şekillerininneler olduğunu sormanın başka bir biçimidir. 

Canalıcı olan nokta şudur: Ulusu bir "cemaat" yapan nedir?Daha doğrusu, ulusun kurduğu cemaat biçimini diğer tarihsel ce-maatlerden özgül bir biçimde ayıran nedir? 

Geleneksel olarak bu kavrama bağlanan antitezleri derhal bir kenara bırakalım: öncelikle de "gerçek" cemaat ile "hayali" cemaa-ti. Kurumlar ın i şleyi şiyle yeniden olu şturulan her toplumsal ce-

maat hayalidir, yani bireysel bir varoluşun kolektif bir anlatı ör-güsüne yansıtılmasına, ortak bir ismin kabul edilmesine ve (yenidurumlar için türetilmiş ve tekrarlana tekrarlana yerleştirilmiş deolsalar) çok eski bir geçmişin izleri olarak yaşanan gelenekleredayanmaktadır. Fakat bu, bazı koşullarda sadece hayali cemaatle-rin gerçek olduklar ını  belirtmekle aynı kapıya çıkar. 

Ulusal oluşumlar söz konusu olduğunda, gerçek olanda ka-yıtlı olan tahayyül, "halk" tahayyülüdür. Bu, kendisini daha baş-tan devlet kurumunun içinde bulan, diğer devletler kar şısında budevleti "kendisinin" diye kabul eden ve özellikle de siyasal müca-deleleri onun ufkunda gören, örneğin toplumsal devrim ve reformözlemlerini, kendi ulusal "devletinin" dönüşüm projeleri şeklindeformüle eden bir cemaatin tahayyülüdür. Bu olmadan ne "örgütlüşiddet tekeli"ne (Max Weber) ne de "ulusal-kitlesel irade"ye(Gramsci) sahip olabilir. Fakat böylesi bir halk doğal olarak va-rolmaz, bir eğilim biçiminde inşa edildiğinde bile varlığı kesin de-

ğildir. Hiçbir modern ulus —bir kurtuluş savaşı

yürütürken bi-le— verili bir "etnik" temele sahip değildir. Ve öte yandan, nedenli eşitlikçi olursa olsun, hiçbir modern ulus sınıf çatışmalar ınınortadan kaldır ılmasına tekabül etmez. Şu halde esas sorun halk ı üretmektir. Daha iyisi: Halk ın kendi kendisini ulusal cemaat ola-rak devamlı bir biçimde üretmesidir. Ya da, halk ın herkesin gö-zünde "bir halk olarak", yani siyasal iktidar ın temeli ve kökeni o-larak görünmesini sağlayan birlik etkisini ortaya çıkarmaktır. 

Soruyu bu açıdan ilk tasarlayan Rousseau'dur: "Bir halk ı halk yapan nedir?" Bu soru, temelde biraz önce kar şımıza çıkan 

sorudan farklı değildir: Bireyler nasıl ulusallaştır ılırlar, yani başatulusal aidiyet biçiminde nasıl toplumsallaşırlar? Bu da bizi bir diğer yapay ikilemden hemen kurtar ır: Söz konusu olan, kolektif 

 bir kimliğin kar şısına bireysel kimlikleri koymak değildir. Çünküher kimlik bireyseldir, ancak tarihsel olanı dışında bireysel hiçbir kimlik yoktur. Yani toplumsal değerler, kolektif semboller vedavranış kurallar ı zemininde inşa edilmiş olanı dışında, bireysel

 bir kimlik hiçbir zaman yoktur. Bireyler hiçbir zaman (kitle hare-ketlerinin "kaynaştır ıcı" pratikleri ya da duygusal ilişkilerin yak ın-lığında bile) birbirleriyle özdeşleşmezler, fakat hiçbir zaman da

yalıtılmış bir kimlik —bu özünde çelişkili bir kavramdır— edin-mezler. Asıl soru bireysel kimliğin bask ın işaretlerinin zamanla vekurumsal çevreyle nasıl dönüştüğüdür. 

Halk ın (ya da ulusal bireyliğin) tarihsel yaratımı sorusuna, fe-tihleri, topluluklar ın yer değiştirmelerini ve "ülkeleşmenin" idari

 pratiklerini tanımlayarak cevap vermekle yetinemeyiz. Kendilerinitek bir ulusun üyesi olarak algılayacak bireyler, ya göçle oluşmuş uluslarda (Fransa'da, Amerika Birleşik Devletleri'nde) olduğugibi çeşitli coğrafi kökenlerden yola çıkarak dışar ıdan toplan-mışlardır ya da hepsini içeren tarihsel bir sınır ın içinde birbirlerinikar şılıklı olarak kabul etmeye yönelmişlerdir. Halk, ortak bir ya-saya tabi k ılınan farklı topluluklardan hareketle inşa edilir. Fakather durumda, birliğin modeli bu inşadan "önce" gelmelidir: Bir-leşme süreci (ki bunun başar ısı örneğin savaşta toplu seferberlik-le, yani ölüme kolektif bir şekilde meydan okuma kapasitesiyleölçülebilir) özgül   bir ideolojik biçimin inşasını gerektirir. Bu

 biçim, hem bir kitle görüngüsü hem de bir bireyleşme görüngüsüolmak, "bireylerin özneliğe çağr ılması"nı (Althusser) gerçekleş-tirmek zorundadır; bu çağırma, siyasal değerlerin aşılanmasındançok daha etkilidir, daha doğrusu bu aşılamayı daha temel ("ilkel"diyebileceğimiz) bir süreçle, kin ve sevgi duygular ının sabitleş-mesi süreciyle ve "kendilik" temsilinin süreciyle bütünleştirir. Bu

 biçim, bireylerle ("yurttaşlarla") toplumsal gruplar arasındaki ile-tişimin a priori bir koşulu haline gelmek zorundadır. Ama bunu,

 bütün farklılıklar ı ortadan kaldırarak değil, bu farklılıklar ı "biz" ve"yabancılar" arasındaki, üstün gelen ve azalmazmış gibi yaşanan 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 62/146

 İ  RK, ULUS, SINIF 120  ULUS B İ Ç  İ M  İ : TAR İ  H VE  İ  DEOLOJ  İ 121 

 bir sembolik farklılık haline gelecek şekilde görelileştirerek vekendine tabi k ılarak yapmalıdır. Başka deyişle, Fichte'nin 1808'deki  Alman Ulusuna Söylev'inde önerdiği terminolojiyi kulla-nırsak, devletin "dış sınırlar ının" aynı zamanda "iç sınırlar ı" ha-line gelmesi gerekir; ya da dış sınırlar ın, kişiye devletin zaman vemekânında her zaman için "evindeymiş" gibi olunmuş ve hep öyleolunacak bir yer gibi yaşama olanağı sağlayan, herkesin kendindetaşıdığı kolektif bir iç kişiliğin yansıtılması ve korunması olarak kalıcı bir biçimde düşünülmeleri gerekir ki bu da bizi aynı noktayagetirir. 

Bu ideolojik biçim hangisi olabilir? Koşullara göre bu ideo-lojik biçim yurtseverlik ya da milliyetçilik olarak adlandır ılacaktır;

 bu biçimin inşasını kolaylaştıran ya da gücünü açığa çıkaran olaylar sıralanacaktır; kökeni, devlete bir  şekilde kitlesel bilinci türetmeolanağı veren siyasal yöntemlere, (Machiavelli ve Gramsci'nindedikleri gibi) "zor" ve "eğitim" birleşimine dayandır ılacaktır. Fa-kat bu türetme bir dış görünüşten ibarettir. Öyleyse etkililiğinin enderindeki nedenlerini bulmak için, siyasal felsefede ve sosyolo-

 jide üç yüzyıldan beri yapıldığı gibi, yurtseverlik ve milliyetçiliğimodern zamanlar ın dini değilse de, bir din sayarak, din analoji-sine dönülecektir. 

Bu cevapta kaçınılmaz olarak bir doğruluk payı vardır. Bu-nun nedeni sadece, dinlerin de "ruh"tan ve bireysel kimlikten yolaçıkarak cemaat biçimleri kurmalar ı, toplumsal bir "töre" emretme-leri değil, aynı zamanda teolojik söylemin, bireyler arasında fe-dakârlık bağını kurmaya ve hukuk kurallar ına "doğruluk" ve "ya-

sa" damgası

vurmaya olanak sağlayan, devletin kutsallaştı

r-ması ve ulusun idealleştirilmesine model oluşturmasıdır.9 Her ulusal cemaatin, şu ya da bu zamanda, bir "seçilmiş halk" olarak sunulması zorunlu olagelmiştir. Bununla birlikte klasik döneminsiyasal felsefeleri bu analojinin yetersizliğini kabul etmişti; "me-deni dinler" oluşturma girişimlerinin başar ısızlığı, "devlet dininin"sonuçta ulusal ideolojinin geçici bir biçimi olmaktan (bu geçiş 

9. Bu konuda KANTOROWICZ'in eseri kuşkusuz çok önemlidir: Bkz.Mourirpour la patrie et autres textes, PUF, 1985. 

uzun sürse ve ulusal savaşlara dinsel savaşlar ekleyerek önemlisonuçlar yaratsa bile) öteye gitmemesi olgusu ve teolojik evren-sellikle milliyetçiliğin evrenselliği arasındaki bitmeyen çatışma da

 bunu kanıtlamıştır. Aslında tam ters yönde ak ıl yürütmek gerekir: Ulusal ideoloji,

tartışılmaz bir biçimde, dinsel cemaatleri sağlamlaştıran kutsallık duygusunun, sevgi, saygı, fedakârlık, korku duygular ının ak-tar ılabileceği düşünsel gösterenler (her  şeyden önce ulusun,"vatanın" ad ı) taşır; ama bu aktar ımı mümkün k ılan şey ba şka bir tip cemaatin söz konusu oluşudur. Analoji, kendini, daha derin

 bir farklılık üzerine kurar; bu farklılık olmadan, dinsel kimliğin  biçimleriyle neredeyse tamamen bütünleşen ulusal kimliğin, so-nuçta onun yerini alışını ve onu "ulusallaşmaya" mecbur k ılışını anlamak mümkün değildir. 

 Kurgusal Etniktik ve İ deal Ulus 

Ulusal devletin kurduğu cemaate kurgusal etniklik adını veriyo-rum. Bu, kurgu teriminin, yukar ıda belirttiklerime uygun olarak tarihsel sonuçlar ı olmayan basit ve katıksız bir yanılsama an-lamında değil, aksine kurumsal bir sonuç, bir "türetme" anlamın-da, hukuksal geleneğin persona ficta' sı olarak düşünülmesini ge-rektiren, bilinçli olarak karmaşık bir ifadedir. Hiçbir ulusun doğalolarak etnik temeli yoktur, fakat toplumsal oluşumlar ulusal-laştıkça, içerdikleri, paylaştıklar ı ya da hükmettikleri topluluklar da "etnikleşir"; yani sanki kendiliğinden bir ilk kimliğe, kültüre,çıkarlara sahip olan, bireyleri ve toplumsal koşullar ı aşan doğal

 bir cemaat oluştururmuşçasına geçmişte ya da gelecekte temsiledilir hale gelir.10 

Kurgusal etniklik, yurtseverliğin nesnesi olan ideal ulusla ka- 

10. "İçerdikleri" diyorum ama şöyle eklemek gerek:  ya da d ı şlad ıklar ı;çünkü ulusal halk ın ve diğerlerinin etnikleşmesi eş zamanlı olur. Etnik farklılıktan başka tarihsel farklılık yoktur (bu nedenle Yahudiler de bir "halk"olmalıdır). Sömürge halklar ının etnikleşmesi için bkz. J.-L. AMSELLE ve E.M'BOKOLO, Au cæur de l'ethnie: ethnies, tribalisme, et Etat en Afrique, Paris,La Decouverte, 1985. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 63/146

 IRK, ULUS, SINIF 122  ULUS B İ Ç  İ M  İ : TAR İ  H VE  İ  DEOLOJ  İ 123 

yıtsız şartsız örtüşmez, ancak onun için vazgeçilmezdir; çünkükurgusal etniklik olmasaydı ulus tam olarak, keyfi bir soyutlamaya da bir düşünce gibi görünmekten öteye gidemezdi, yurtsever-liğin çağr ısı kimseye ulaşmazdı. Devletin önceden varolan bir bir-liğin ifadesi olarak görülmesine, sürekli olarak, ulusun hizme-tinde olma "tarihsel misyon"uyla değerlendirilmesine ve sonuçtasiyasetin idealleştirilmesine olanak sağlayan kurgusal etnikliktir.Her bireye tek bir etnik kimlik atfeden ve böylece tüm insanlığı 

 potansiyel olarak aynı sayıdaki ulusa tekabül eden farklı etnik gruplara ayıran evrenselci bir temsil üzerine, halk ı kurgusal etnik 

 bir birlik olarak inşa eden ulusal ideoloji, devletin topluluklar ı kontrol altında tutmak için kullandığı stratejileri haklı çıkarmaklakalmaz, bu topluluklar ın taleplerini, aidiyet duygusuna, kelimeniniki anlamında dahil eder: kendine ait olmak ve diğer benzerlerineait olmak. Bu da kişinin, birey olarak açıkça ismini taşıdığı kolek-tivite ad ına çağnlabilmesi demektir. Aidiyetin yurttaş olmayla ta-nımlanması ve ideal ulusun yüceltilmesi aynı sürecin iki yönüdür. 

Etniklik nasıl üretilir? Ve nasıl, bir kurgu olarak değil de, kö-kenlerin en doğalı olarak üretilir? Tarih bize iki büyük rakip yol ol-duğunu göstermektedir: dil ve ırk. Bu ikisi çoğunlukla birlikte dü-şünülür, çünkü sadece bu ikisinin birbirini tamamlaması "halk"ı mutlak bir biçimde özerk bir birlik olarak sunmaya olanak verir.İkisi birlikte ulusal karakterin (buna ulusun ruhu ya da özü dediyebiliriz) halka içkin olduğunu ifade eder. Ancak her ikisi de şuanki bireylere, siyasal ilişkilere oranla bir aşk ınlık gösterirler. Dilve ırk, tarihsel topluluklar ın kökenlerini bir doğa olgusunda (dil-

lerin ve aynı

 şekildeı

rklar ı

n çeşitliliğinin bir kader gibi görün-mesinde) bulmanın, fakat aynı zamanda bu topluluklar ın süremle-rine bir anlam vermenin, bu süremin olumsallığını aşmanın ikiyoludur. Bununla beraber duruma göre bazen biri, bazen diğeri

 başat hale gelir; çünkü ikisi aynı kurumlar ın gelişimine dayanmazve aynı sembollere, aynı ulusal kimlik idealleştirmelerine baş-vurmaz. Başat yönü dilsel olan ya da ırksal olan bir etnikliğinfarklı eklemlenmesinin belli siyasal sonuçlan vardır. Bu nedenleve çözümlemenin netliği açısından ayr ı ayr ı incelenmelidirler. 

Dil cemaati en soyut kavram gibi görünüyor: Oysa gerçekte 

en somutudur, çünkü bireyleri, içerik olarak onlar ın kar şılıklı ilişkilerinin ve konuşulan dilin araçlar ı ile yazılı ve kayıtlı metinle-rin sürekli yenilenen bütününü kullanan gidimli iletişimlerinin or-tak edimine sahip olan, her an fiili hale gelebilecek bir kökene

 bağlar. Bu, söz konusu cemaatin doğrudan olması, iç sınırlar ınınolmaması ya da tüm bireyler arasındaki iletişimin gerçekte "say-dam" olması demek değildir. Fakat bu sınırlar her zaman göreli-dir: Birbirinden çok uzak toplumsal koşullardan gelen bireylerinaralar ında hiç bir zaman doğrudan iletişim olmasa bile, birbirleri-ne kesintisiz bir aracı söylemler zinciriyle bağlıdırlar. Ne gerçekte

ne de kağıt üzerinde yalıtılmışlardır. Ancak bu durumun tarih kadar eski olduğunu sanmayalım.Tersine, belirgin bir biçimde yenidir. Eski imparatorluklar ve An-cilen Régime toplumlar ı da dil olarak ayr ı topluluklar ın yan yanagelmesine; ezen ve ezilen, kutsal olan ve olmayan çevreler arasın-da tüm bir "çeviri" sisteminin varlığını gerektiren uyuşmaz "dille-rin" bir arada bulunmasına dayanmaktadir.11 Modern ulusal olu-şumlarda çevirmenler "halk ın" dilini konuşan aktörler, yazarlar,siyasetçiler, gazetecilerdir. Fakat bunu o kadar doğal bir biçimdeyaparlar ki daha da çok ayr ım getirirler. Bu çeviri her  şeydenönce, "dil düzeyleri" arasında bir iç çeviri halini almıştır. Toplum-sal farklılıklar, ortak bir kodu ve hatta ortak bir normu gerektiren,ulusal dili farklı konuşma biçimleri olarak ifade edilir ve göre-lileştirilir.12 Biliyoruz ki bu, yaygın okullaşmayla —ki birincil iş-levi budur— aşılanır. 

Uzmanlaşmış formasyonlarla ya da seçkinlerin kültürüylesınırlı olmayan, tümüyle bireylerin toplumsallaştır ılmasına zeminoluşturan "kitlesel" kurum olarak okulun gelişimi ile ulusal olu-şum arasındaki sık ı tarihsel bağıntının nedeni budur. Okulun,aynı zamanda ulusal ideolojinin aşılandığı —bazen de reddedil- 

11. Ernest GELLNER,  Naüons and Nationalism, Oxford, 1983 ve Bene-dict ANDERSON,   Hayali Cemaatler, Metis Yayınlar ı, İstanbul, 1993; çözümlemeleri "materyalizm" ve "idealizm" olarak ayr ışan bu iki eserde de aynı konu üzerinde durulmuştur.

12. Bkz. Renee BALIBAR,  L'Institution dufrançais. Essai sur le colin- guisme des Carolingiens a la Republiaue, Paris, PUF, 1985.

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 64/146

 IRK, ULUS, SINIF 124  ULUS B İ Ç  İ M  İ : TAR İ  H VE  İ  DEOLOJ  İ 125 

diği— yer olması, kesinlikle öncekinden daha az zorunlu olan tü-rev bir görüngüdür. Diyelim ki okullaşma, dilsel cemaat olarak et-nikliği üreten ana kurumdur. Ama bunu yapan tek kurum o de-ğildir: Devlet, iktisadi ilişkiler ve aile hayatı da bir anlamda okul-dur; bunlar "özellikle" kendisine ait olan ortak bir dille tanınabilenideal ulusun organlar ıdır. Çünkü kesin olan şey, ulusal dilin sa-dece resmileştirilmiş olması değil, daha temelde bizzat halk ın ha-yatının unsuru olarak, herkesin bu yolda kendi kimliğini ortadankaldırmadan kendince benimseyebileceği  gerçeklik  olarak gö-rünebilmesidir. Kesinlikle farklı diller olmayan "sınıf dillerinin"

gündelik uyuşmazlığı ve sürtüşmesiyle ulusal bir  dil kurumuarasında çelişki değil, tamamlayıcılık vardır. Bütün dilsel pratik-ler, okul normlar ına ya da özel kullanımlara değil, "anadile", yaniöğrenmenin ve uzmanlaşmanın kullanımlar ının ötesinde ortak bir köken idealine başvuran ve buradan da yurttaşlar ın kar şılıklı sev-gisi eğretilemesine dönüşen tek bir "dil sevgisi"ne yönelir.13 

Öyleyse ulusal dillerin tarihinin, birleşmelerindeki ya da da-yatılmalar ındaki zorluklar ın, hem "kitlesel" hem de "kültürlü" dil-ler haline getirilmelerinin —ki tüm ulusal devletlerde, çeşitli ulus-lararası kuruluşlar ın yardım ettiği entelektüellerinin çabalar ınarağmen henüz başar ılmış olmaktan uzak olduğu bilinmektedir— yol açtığı tarihsel sorulardan bağımsız olarak, kendi kendimize şusoruyu sorabiliriz:  Neden dil cemaati, etnikliğin yaratılması için

 yeterli de ğ ildir? Bu, belki de dil cemaatinin bireysel kimliğe, dilsel gösterenin

yapısı nedeniyle verdiği paradoksal özelliklere bağlıdır. Bir an-

lamda bireyler özneliğe her zaman dil unsuru içinde çağr ılırlar,çünkü her çağr ı söylem niteliğindedir. Her "kişilik", hukukun,soybilimin, tarihin, siyasal seçimlerin, mesleki niteliklerin, psiko-lojinin ifade edildiği kelimelerle kurulur. Fakat kimliğin dilsel 

13. Bu konuda Jean-Claude MILNER'in çok etkileyici iddialar ı vardır, fa-kat bunlara   L'Amour de la langue'dan çok,  Les Noms indistincts'de, (Seuil,1983) rastlanabilir. SSCB'de "tek ülkede sosyalizm" siyaseti bask ın çıktıktansonra "sınıf mücadelesi" ve "dil mücadelesi" alternatifi için bkz. F. GADET,J.-M. GAYMANN, Y. MIGNOT, E. ROUDINESCO,  Les Maîtres de la langue,Maspero, 1979. 

inşası tanım gereği açıkt ır. Hiçbir birey ana dilini "seçmez", iste-ğiyle "değiştiremez". Bununla beraber, birçok dili kendine malet-mek ve kendini başka bir şekilde dilin dönüşümlerinin ve söy-leminin taşıyıcısı k ılmak her zaman mümkündür. Dilsel cemaatkorkunç derecede k ısıtlayıcı (R. Barthes bir seferinde "faşist"diye nitelemeye kadar gitmişti) bir etnik haf ıza ortaya çıkar ır ama

 bu haf ızanın yine de garip bir işlenebilirliği vardır: dile gireni der-hal benimser. Bir anlamda,   fazla hı zl ı  yapar bunu. Varlığını,"kökenlerin" bireysel unutuluşu pahasına sürdüren kolektif bir haf ızadır. Bu bak ımdan yapısal gösterim kazanmış bir kavram

olan "ikinci kuşak"tan göçmen, ulusal dili (ve onun dolayımındaulusu da), bizden denilen "k ırsal bölgeliler"den birinin oğlu kadar (ki onlar ın çoğu, şimdiye kadar günlük hayatta ulusal dili kullan-mazdı) kendiliğinden, "kalıtımsal", duygusal ve düşsel açıdan zo-runlu bir biçimde yaşamaktadır. "Ana" dil, "gerçek" annenin diliolmak zorunda değildir. Dil cemaati her zaman var olmuş hissiveren ama sonraki kuşaklara hiçbir kaderi zorunlu k ılmayan edim-

 sel  bir cemaattir. En mükemmel şekliyle, kim olursa olsun herkesi"asimile eder", kimseyi esirgemez. Sonuç olarak, (öznede kuru-luş biçimiyle) herkesi derinden etkiler, ama tarihsel özelliği ancak 

 birbirinin yerine konabilen kurumlara bağlıdır. Koşullar elver-diğinde, farklı uluslara hizmet edebilir (İngilizce ya da İspanyolcahatta Fransızca gibi) ya da onu kullanan topluluklar ın "fiziksel"yok oluşlar ından sonra da hayatta kalabilir (Latince, "eski" Yu-nanca, "edebi" Arapça gibi). Belirli bir halkla sınırlanması için ek 

 bir özelliğe, ya da bir kapalılık, bir dışlama ilkesine ihtiyacı var-dır. 

Bu ilke ırk cemaatidir. Fakat burada birbirimizi iyice anla-maya çok dikkat etmeliyiz. Her türden bedensel ya da psikolojik,görünür ya da görünmez özellik, ırksal bir kimlik kurgusu oluş-turmak üzere kullanılmaya, dolayısıyla ister aynı ulusun içindekiister sınırlar ının dışındaki toplumsal gruplar arasındaki kalıtımsalve doğal farklılıklar ı temsil etmeye elverişlidir. Irksal işaretlerinevrimine ve bunlarla toplumsal çatışmanın farklı tarihsel şekilleriarasındaki ilişkiye başka yerde değindim. Burada ilgilenmemizgereken şey sadece, ırk ve etnikliği mükemmel bir biçimde öz- 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 65/146

 IRK, ULUS, SINIF 126   ULUS B İ Ç  İ M  İ : TAR İ  H VE  İ  DEOLOJ  İ 127  

deşleştirmeye ve ırk birliğinin kendisini bir halk ın tarihsel sü-rekliliğinin nedeni ya da kökeni olarak sunmasına olanak verensembolik çekirdektir. Oysa ki burada, dilsel cemaatten farklı ola-rak, siyasal bir birlik oluşturan tüm bireylerin gerçekten ortak bir 

 pratiği söz konusu olamaz. Burada söz konusu olan, iletişimin eş-değeri değil, bir anlamda ikinci dereceden bir kurgudur. Bununla

 birlikte bu kurgu da etkililiğini gündelik pratiklerden, bireylerin"hayatını" doğrudan yapılandıran ilişkilerden almaktadır. Ve özel-likle dil cemaati bireylerin eşitliğini ancak aynı anda dilsel pratik-lerin toplumsal eşitsizliğini "doğallaştırarak" sağlayabildiği halde,ırk cemaati toplumsal eşitsizlikleri, daha da zıt anlamlılık içeren

 bir "benzerlik" içinde eritir: Uzlaşmaz kar şıtlıklar ı açığa vuran top-lumsal farklılığı, ona "sahte" ve "gerçek" yurttaş arasında bir bö-lünme biçimi vererek etnikleştirir. 

Böylece, burada bir paradoksun aydınlatılabileceğini düşünü-yorum. Irk düşüncesinin (ve onun demografik, kültürel eşde-ğerlerinin) sembolik çekirdeği soybilimin şemasıdır; yani sadece,

 bireylerin soy zincirinin bir kuşaktan öbürüne, hem biyolojik hemde ruhsal bir töz ilettiği ve aynı zincirin, bireyleri, "akrabalık" de-nilen zamana bağlı bir cemaatin içine aldığı düşüncesidir. İşte bunedenle, ulusal ideolojinin, aynı halk ı oluşturan bireylerin hısımolduklar ı (ya da bir buyruk tarzında, geniş bir akrabalık çevresioluşturmalar ı gerektiği) önermesini ifade etmesinden itibaren buikinci etnikleşme kipiyle kar şı kar şıyayızdır. 

Burada, böylesi bir temsilin, hiçbir ulusal yanı olmayan top-lumlar ın ve cemaatlerin özelliklerini nitelediği söylenerek itiraz e-

dilebilir. Fakat ulus biçimi ile modernı

rk düşüncesini eklemleyenyenilik tam da bu noktada önem taşımaktadır. Bu düşünce, gele-neksel tercihli evlilik ve soy sistemlerince kodlanmış olduğu (vehâlâ kodlandığı) şekliyle "özel" soykütüklerinin silinmesiyle bağ-lantılıdır. Bir  ırk cemaati dü şüncesi ancak, akrabal ık sınırlar ınınklan düzeyinde, kom şuluk cemaati düzeyinde ve en azından ku-ramsal olarak toplumsal sını f düzeyinde, hayali olarak bir milliye-tin e şi ğ ine ta şınmak üzere erimesiyle ortaya çıkar: "yurttaşlardan"herhangi biriyle ittifak ı yasaklayan hiçbir şey olmadığı, hatta ter-sine bu, "normal" ve "doğal" olan tek ittifak gibi göründüğü za- 

man ortaya çıkar. Irk cemaati büyük bir aile gibi, ya da aile ili ş-kilerinin ortak k ılıf ı ("Fransız", "Amerikalı", Cezayirli" ailelerincemaati) gibi temsil edilmeye elverişlidir.14 O halde ait olduğu top-lumsal durum ne olursa olsun her bireyin bir ailesi vard ır, amaaile —mülkiyet gibi— bireyler arasında olumsal bir ilişkiye dö-nüşür. Bu konuda daha fazla şey söyleyebilmek için ailenin, bunoktada az önce okulun olduğu kadar merkezi bir rol oynayan veırk söyleminin tamamında varolan bu kurumun tarihini tartış-mamız gerekmektedir. 

Okul ve Aile 

Bu noktada, evlilik hukukunun antropolojik, edebi konu olarak "özel hayat"ın egemen bak ış açılar ının etkisi altındaki aile tarihinin

 boşluklar ıyla kar şı kar şıya geliriz. Günümüzün aile tarihi yazımı-nın gözde teması, (anababa çifti ve çocuklardan kurulu) "çekirdek aile" ya da küçük ailenin ortaya çık ışıdır. Bunun tartışılmasınınnedeni çekirdek ailenin burjuva toplumsallaşma biçimlerine bağlı,özgül biçimde "modern" (18. ve 19.yüzyıl) bir görüngü mü (buAriés ve Shorter'ın tezidir), yoksa kilise hukukunun ve Hıristiyanotoritelerin evlilik üzerindeki kontrolünün uzun süreden berihazırladıklar ı bir evrimin sonucu mu (Goody'nin tezi) olduğunu

 bulmaktır.15 Gerçekte bu konumlar bağdaşmaz değildir. Fakatdaha çok, bizim için en önemli olan soruyu gölgede b ırakmaeğilimindedir. Bu soru da hukuk devletinin kurulmasından ve ai-lenin yasal olarak düzenlenmesinden bu yana (ki Napoleon Yasa-lar ı bunun prototipidir) ulusal devletin, verasetin düzenlenmesin-den doğum kontrolünün örgütlenmesine dek varan müdahalesi 

14.  Şunu da ekleyelim ki, burada elimizde, milliyetçilikle ırkçılık arasındaki birbirinin yerine geçme olgusu üzerine güvenilir bir  ölçüt vardır: Vatan ya da ulus üzerine, bu kavramlarla "ailenin savunulmasını" bağlantılan-dıran her tür söylem —doğum oranından söz etmeksizin—  ırkçılık evrenindezaten mevcuttur.

15.  Philippe ARIES,  L'Enfant et la vie familiale sous l'Ancien Régime,yeni basım, Seuil, 1975; Edward SHORTER, Naissance de la famille moderne, XVIII e-XX e s., Fr. çevirisi, Seuil, 1977; Jack GOODY,   L'Evolution de lafamille et du mariage en Europe, Fr. çevirisi, A. Colin, 1985.

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 66/146

 İ  RK, ULUS, SINIF 128  ULUS B İ Ç  İ M  İ : TAR İ  H VE  İ  DEOLOJ  İ 129 

sonucu, "geniş" akrabalık ilişkilerinin azalması ile aile ilişkilerininağırlık kazanması arasında yavaş yavaş gelişen bağıntıdır. Burada

 belirtelim ki, çağdaş ulusal toplumlarda, bazı soykütüğü "man-yaklar ı", bazı aristokrasi "nostaljikleri" dışında; soykütüğü, nekuramsal bir bilgi ne bir sözlü haf ıza nesnesi ne de özel  bir şe-kilde kaydedilmiş ve korunmuş bir şeydir: Günümüzde soyzincirive evlilik ar  şivlerini tutan ve saklayan devlettir. 

Burada yine yüzeysel bir düzey ile derin bir düzey aras ınaayr ım getirmek gerekir. Yüzeysel olan düzey, özellikle Fransız si-yasal geleneğinde, milliyetçilikle zamansız bir biçimde birleştirilen

aile yanlısı söylemdir (bu da muhafazakâr milliyetçiliği oluşturanunsurlardandır). Derin olan düzey ise, "özel hayat'ın, sınırlı "ailevimahremiyetin" ve devletin aile siyasetinin, kamusal alanda yeni bir nüfus kavramına ve bunun ölçülmesinin demografik tekniklerine,ahlak ve sağlık açısından kontrolüne ve yeniden üretimine yolaçan eşzamanlı ortaya çık ışlar ıdır. Öyle ki modern ailevi mah-remiyet, devletin yapılar ının kapısından giremediği özerk bir alanolmanın tam zıddındadır; döllenmeye göre düzenlenmiş cinsiyetilişkilerinden başlayarak, bireyler arasındaki tüm ilişkilerin doğru-dan "yurttaşlığa ilişkin" bir işlev yüklendiği ve devletin sürekliyardımıyla mümkün k ılındığı bir alandır. Bu aynı zamanda cinselolarak "sapk ın" davranışlar ın, önceki toplumlarda daha çok dinsel

 bir sapk ınlık havasına bürünmesine rağmen, modern ulusal olu-şumlarda kolayca anar şist bir havaya bürünmelerini anlamamızada olanak sağlamaktadır. Halk sağlığı ve sosyal güvenlik, günahçıkaran papazın yerini almıştır; ama aynı koşullarda değil, hemyeni bir "özgürlük" ve yeni bir desteği, hem yeni bir misyonu ve

 bundan dolayı da yeni bir talebi devreye sokarak. Böylece soyadayalı akrabalık, kuşak dayanışması ve geniş ailenin iktisadi iş-levleri kayboldukça bunlar ın yerini alan doğal bir mikro-toplumya da katıksız "bireyci" bir sözleşme ilişkisi değil, ailenin ulusal-laşması olmuştur. Bu ulusallaştır ılmanın da kar şılığı, ulusal ce-maatin, sahte-içeriden-evlilik kurallar ıyla sınırlı, yansımasını belkide önceki kuşaklardan çok ortak gelecek ku şaklarda bulmaya el-verişli sembolik bir akrabalıkla özdeşleştirilmesidir. 

İşte bu yüzden, "burjuva" ailesiyle ulusal biçimdeki toplumun 

kar şılıklı ilişkisinde her zaman için bir soyar ıtımı düşüncesi gizli-dir. Aynı şekilde, milliyetçiliğin cinsiyetçilikle gizlice bağlantılı olmasının nedeni de budur; aynı otoriter geleneğin tezahürleri ol-malar ından ziyade kar ı-koca arasındaki aşkta ve çocuklar ın yetişti-rilmesinde görülen cinsel rol eşitsizliği, devletin hukuki, iktisadi,eğitsel ve tı bbi aracılık yapmasına yol açacak bir tutunma noktası olduğu ölçüde böyledir bu. Ve son olarak yine bu nedenle milli-yetçiliğin bir "kabilecilik" olarak temsili —ki bu, milliyetçiliğindinsel yorumuna kar şı sosyologlar ın en büyük alternatifidir— hem yanıltıcı hem de açıklayıcıdır. Yanıltıcıdır, çünkü milliyetçili-

ği aslında ulus-devletle bağdaşmayan (bunu soya dayalı ya da ka- bileci dayanışmalar ın güçlü bir şekilde sürdüğü her yerde ulusunkuruluşunun başar ısızlığından anlayabiliriz) arkaik cemaat biçim-lerine doğru bir gerileme olarak tasarlamaktadır. Ancak ulusun bir akrabalık tahayyülünün yerine bir başkasını koyması ve bunun

  bizzat ailenin dönüşümüne az çok temel oluşturması konusundaaçıklayıcıdır. Aile dönüşümü "tamamlanmış" olduğuna, yani cin-siyet ilişkileri ve döllenme soy düzeninden tamamen sıyr ıldığınagöre, ulus biçiminin kendini durmadan (en azından egemen biçimolarak) yenileme-üretmeye nereye kadar devam edebileceği soru-sunu sormamızı zorunlu k ılan da budur. Böylece insan "ırklar ı"nın ne olduğunu kavramanın ve bu temsili, etnikliğin üretimindekullanmanın maddi olasılıklar ının sınır ına gelinecektir. Fakat kuş-kusuz henüz o noktada değiliz. 

Althusser, "devletin ideolojik aygıtlar ı" tanımının taslağında burjuva toplumlar ında egemen ideolojinin çekirdeğinin aile-kiliseikilisinden aile-okul ikilisine geçtiğini söylerken haksız değildi.16

Bununla beraber, bu formülasyona iki düzeltme getirmeyi dene-yeceğim. Öncelikle şu ya da bu kurumun kendiliğinde, bir "dev-letin ideolojik aygıtı"nı oluşturduğunu söyleyecek değilim: Buifadenin tam olarak kar şıladığı şey daha ziyade birden çok egemenkurumun birleşik işleyişidir. Ardından, okul eğitiminin ve ailehücresinin çağımızdaki öneminin sadece emek gücünün yeniden 

16. Bkz. Louis ALTHUSSER, "Ideologie et appareils ideologiques del'Etat", Positions, Editions sociales, Paris, 1976. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 67/146

 IRK, ULUS, SINIF 130 

üretiminde üstlendikleri işlevsel rolden değil, bu yeniden üretimikurgusal bir etnikliğin yapılışına, yani nüfus politikalar ında (Fou-cault bunlara ilham verici ama ikircil bir terim kullanarak "biyo-iktidarlar"17 diyordu) örtük olarak içerilen bir  ırk cemaati ve bir dil cemaati eklemlenmesine bağımlı k ılmalar ından da kaynaklan-dığını düşünmeyi önereceğim. Belki de okul ve ailenin başka yan-lar ı da vardır ya da başka bak ış açılar ına göre de incelenmeleri ge-reklidir. Tarihleri, ulus biçiminin ortaya çık ışından önce başla-maktadır ve o zamandan bu yana sürmektedir. Fakat okul ve aile-nin birlikte, burjuva toplumlar ındaki giderek artan kar şılıklı ba-

ğımlılıklar ıyla ve bireyler yetiştirme süresini sonuna dek paylaşmaeğilimleriyle açığa vurduklar ı egemen ideolojik aygıtı oluştur-malar ını sağlayan şey ulusal önemleridir; yani etnikliğin üreti-mindeki doğrudan önemleridir. Bu anlamda burjuva toplumsaloluşumlarda okul ve aileye eklenen diğer kurumlar ın yanı sıraeğitim ve aileyle ilgili kurumlar ı kendi amaçlar ı için kullanan;varlığıyla milliyetçiliğin hegemonyası için temel oluşturan "dev-letin ideolojik aygıtı" yalnızca bir tanedir. 

Bu varsayımı sonuçlandırmak için bir noktaya dikkat çe-keceğim. Eklemlenme hatta tamamlayıcılık, uyum demek değil-dir. Dilsel etniklik ve ırksal (ya da kalıtımsal) etniklik bir anlamda

 birbirlerini dışlar. Yukar ıda dil cemaatinin açık olduğunu, bunakar şın ırk cemaatinin ilke olarak kapalı göründüğünü öne sür-müştüm (ırk cemaati kendi ölçülerine göre aslen o ulustan olma-yanlar ı durmaksızın, kuşaklar boyu, cemaatin dışında ya da "alt","dış" sınır ında tutmaya —kuramsal olarak— yöneldiği için kapa-lıdır). Bunlar her iki durumda da ideal temsillerdir. Kuşkusuz ırk sembolizmi, üzerine kurulu olduğu antropolojik evrensellik öğe-siyle (kuşaklar zinciri, tüm insanlığa yayılmış akrabalık mutlağı)

 bir yasaklar ve ırk ayr ımcılığı tahayyülünü birleştirmektedir. Fa-kat pratikte göçler ve gruplar arası evlilikler bu yolla yansıtılansınırlar ı (bask ıcı politikalar ın "melezleşmeyi" suç saydıklar ı du-rumlarda bile) durmadan ihlal etmektedirler. Nüfuslar ın kar ışımı için gerçek engel daha çok kast görüngülerini yeniden kurma 

17. Michel FOUCAULT, La Volonte de savoir, Gallimard, 1976. 

ULUS B İ Ç  İ M  İ : TAR İ  H VE  İ  DEOLOJ  İ 131 

eğilimi gösteren sınıf farklılıklar ıdır. Etnikliğin kalıtımsal tözünüdurmaksızın yeniden tanımlamak gerekir: bu, dün "Cermenlik","Fransız ırk ı", ya da "Anglosakson'du, bugün "Avrupalılık" yada "Batılılık"tır, gelecekte belki de "Akdeniz ırk ı" olacaktır. Bu-nun tersine, dilsel cemaatin açıklığı, her ne kadar maddi dayanak olarak dillerin birbirlerine çevrilmeleri olasılığına ve dolayısıyla

  bireylerin dilsel yetilerini çoğaltma kapasitelerine sahipse de,düşünsel bir açıklıktır. 

Biçimsel olarak eşitlikçi olan dilsel cemaat aidiyeti —özellikleeğitim kurumu taraf ından dolaylı k ılındığından— yeniden, toplu-

ca sınıf farklılıklar ına denk düşen bölünmeler, ayır ıcı normlar ya-ratır. Burjuva toplumlarda okullaşma arttıkça dilsel (dolayısıylaedebi, "kültürel", teknolojik) uzmanlık farklılıklar ı, bireylere farklı "toplumsal kaderler" getiren kast farklılıklar ı gibi işlev görmek-tedir. Bu koşullarda bunlar ın, genelleştirilemeyecek kişisel özel-likler taşıyan söz söyleme edimine ırksal ya da yar ı-ırksal bir işa-ret işlevi veren (ve "sınıf ırkçılığı" formülasyonunda her zamanönemli yer tutan) bedensel habitus'la (burada Pierre Bourdieu'nün söyleyişini kullanıyoruz) birleştirilmeleri şaşırtıcı değildir.Söz konusu işaretler "yabancı" ya da "bölgesel" aksan, "halk"söyleyişi, konuşma "hatalar ı" ya da tam tersine konuşan kişininşu ya da bu topluluğa ait olduğunu doğrudan gösteren ve kendi-liğinden ailevi bir kökene ya da kalıtsal bir eğilime işaret edengösterişçi "kusursuzluk"tur.18 Etnikliğin üretimi aynı zamanda di-lin ırklaştınlması ve ırk ın sözel hale getirilmesidir. 

18. Bkz P. BOURDİEU,  La Distinction. Critique sociale du jugement.Edition de Minuit, 1979; Ce que parler veut dire; l'économie des échanges lin- guistiques, Fayard, 1982; ve esas olarak Bourdieu'nün toplumsal rolleri "ka-der" olarak saptama ve bunlar ın uzlaşmazlıklar ına doğrudan, "bütünün" yeni-den-üretimi işlevini atfetme şeklini tartışan grup çalışması (dil konulu bölümFrançoise KERLEROUX'undur) "Révoltes logiques"in eleştirisi (L'Empire du sociologue, La Découverte, 1984). 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 68/146

 İ  RK, ULUS, SINIF 132  ULUS B İ Ç  İ M  İ : TAR İ  H VE  İ  DEOLOJ  İ 133 

Hangi etniklik temsilinin egemen olduğu, ne doğrudan siya-sal açıdan ne de ulus biçiminin evrimi ve toplumsal ilişkilerin ku-rulmasında oynayacağı rol açısından önemsiz sayılabilir. Çünkü

 bütünleşme ve asimilasyon sorunu kar şısında radikal bir şekildefarklı iki tutumu, hukuk düzeni kurmanın ve kurumlan ulusal-laştırmanın iki biçimini ortaya çıkarmaktadır.19 

"Devrimci Fransız Ulusu" öncelikle, ayr ıcalıklı bir şekilde,dil sembolü etraf ında kurulmuştur: Siyasal birlikle dilsel tekbiçim-lilik arasında, devletin demokratikleşmesiyle "taşra ağzı"nın fik-sasyon nesnesi olduğu kültürel "partikülarizm"lerin zorla bastı-

r ılması arasında sık ı bir bağ kurmuştur. "Devrimci Amerikan Ulu-su"ysa kendi köken ideallerini bir çifte bastırma üzerine, "yerli"Amerikalılar'ın yok edilmesi ve özgür "beyaz" adamlarla köle "si-yahlar" arasındaki farklılık üzerine kurmuştur. Anglosakson "anaulus"un mirası olan dilsel cemaat, İspanyol kökenli göçün onasınıfsal bir sembol ve ırk işareti vermesine kadar, en azından gö-rünürde sorun yaratmıyordu. Fransız ulusal ideolojisinin tarihinde"doğuştancılık", 19. yüzyılın sonlar ında bir yandan sömürgecilik,diğer yandan işgücü ihracı ve işçilerin etnik kökenleri dolayısıylaayr ımcılığa maruz kalmalar ının yoğunlaşması, "Fransız ırk ı" fan-tazmasının yaratılmasıyla sonuçlanıncaya kadar örtük bir biçimdeduruyordu. Amerikan halk ının oluşumunu yeni bir ırk potası ola-rak, fakat aynı zamanda farklı etnik paylar ın hiyerar şik bir birle-şimi olarak tasarlayan Amerikan ulusal ideolojisinin tarihindeysetam tersine çok çabuk dışavurulmuştur. (Bu birleşim, Avrupa yada Asya kökenli göç ile köleliğin mirası olan ve Siyahlar'ın iktisa-

di sömürüsüyle pekiştirilen toplumsal eşitsizlikler arası

nda kurul-ması güç analojiler pahasına oluşturulmuştur).20 

19.  Bu konuda birtak ım değerli bilgiler için bkz. Françoise GADET, Mich-el PECHEUX,  La Langue introuvable, Maspero, 1981, s. 38. ("L'anthropologielinguistique entre le Droit et la Vie").

20. Amerikan "doğuştancılığı" için bkz. R. ERTEL, G. FABRE, E. MA-RIENSTRAS, En marge. Les minorités aux États-Unis, Paris, Maspero, 1974,s. 25; Michael OMI ve Howard WINANT,  Racial Formation in the United States. From the 1960s to the 1980s, Routledge and Kegan Paul, 1986, s.120. Günümüzde İngilizce'nin ulusal dil olarak resmile ştirilmesini talep eden

Bu tarihsel farklılıklar kesinlikle hiçbir alın yazısı dayatmaz  —daha çok siyasal mücadele nedenidir— ama asimilasyon, hak eşitliği, yurttaşlık, milliyetçilik ve enternasyonalizm sorunlar ının

 belirdiği koşullan derinden değiştirmektedir. "Avrupalılığın inşa-sının", ulusal devletin sembollerini ve işlevlerini "cemaat" düzeyineaktarmayı denediği ölçüde, daha ziyade "Avrupa ortak dilinin"(peki hangisi) kurulması anlamında ya da daha ziyade özellikle"Güney Halklan"na (Türkler, Araplar, Siyahlar) kar şı tasarlanan"demografik Avrupalı kimliği"ni idealleştirmesi anlamında kurgu-sal bir etnikliğin üretilmesi konusuna yönelip yönelmeyeceği so-

rusu ciddi bir biçimde sorulabilir.21 Günümüzde ulusal bir etnik-leşme sürecinin ürünü olan her "halk", uluslar-ötesi iletişim vedünya çapında güç ilişkileri ortamında dışlayıcılığın ya da kimlik ideolojisinin aşılması için kendi yolunu bulmak zorundadır. Ya dadaha doğrusu her birey, "kendi" halk ının tahayyülünün dönüşü-münde, diğer halklar ın kendisiyle aynı çıkarlara ve bir ölçüdekendisiyle aynı geleceğe sahip olan bireyleriyle iletişim kurmak için bu tahayyülden çıkmanın yollar ını bulmak zorundadır. 

 bir hareketin sadece ABD'de (Latin Amerika'dan göçe kar şı) ortaya çıktığını görmek çok ilginç. 

21. Bu alternatifin çaprazında gerçekten çok önemli olan şu soru vardır:Geleceğin "birleşik Avrupa'sının yönetsel ve eğitsel kurumlan Arapça'yı,Türkçe'yi, hatta bazı Asya ve Afrika dillerini Fransızca, Almanca ve Portekiz-ce'yle eşit mi sayacaklar? Yoksa bunlar ı "yabancı" diller olarak mı kabul ede-cekler? 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 69/146

 

Haneler, kapitalist dünya ekonomisinin ana kurumsal yapılar ın-dan birini oluşturmaktadır. Toplumsal kurumlan, her tarihsel sis-temin bir varyantını ya da türünü ortaya çıkardığı bir cins ailesioluşturuyorlarmışçasına, tarih-ötesi bir biçimde incelemek her za-man için bir hatadır. Verili bir tarihsel sistemin çeşitli kurumsalyapılar ının, (a) başlıca yönlerden sadece o sisteme özgü olduk-lar ını ve (b) sistemin işlemsel yapılar ını oluşturan birbiriyle ilişkilikurumlar  kümesinin  parçası olduklar ını söylemek daha doğruolur. 

Bugünkü durumda tarihsel sistem, evrilen tek tarihsel varlık olarak kapitalist dünya ekonomisidir. Bu sistemde bulunan hane-leri en iyi şekilde anlamak, bunlar ı başka tarihsel sistemlerdeki(çoğunlukla aynı adı taşıyan) paralel olduklar ı varsayılan kurum-larla kar şılaştırmakla değil, bu sistemin kurumlar kümesine nasıluyduklar ını incelemekle mümkündür. Gerçekten de önceki sis-

temlerde, bizim "hane"mizle paralel bir şeyin olup olmadığı, ma-kul bir sorudur (fakat aynı şey "devlet" ya da "sınıf" gibi kurum-sal kavramlar için de söylenebilir). "Hane" gibi terimlerin tarih-ötesi bir şekilde kullanılmalar ı, en hafif terimiyle bir analojidir. 

Muhtemelen paralel olan kurumlar ın varsayılan özellik kü-melerini kar şılaştıracağımıza, soruyu süregiden kapitalist dünyaekonomisinin içinden soralım. Sonsuz sermaye birikimi bu siste- 

* Bu makalenin İngilizce orijinali, J. SMITH ve diğerleri, Households inthe World Economy, Beverly Hills, 1984'te yayınlanmıştır. 

 HANE YAP  İ  LAR İ VE EMEK GÜCÜ OLU Ş UMU 135 

min tanımlayıcı özelliği ve varlık nedenidir. Zamanla bu sonsuz birikim, her şeyin metalaştır ılmasma, dünya üretiminin mutlak ar-tışına ve karmaşık ve çapraşık bir toplumsal iş bölümüne yol açar.Birikim yapma amacı, dünya nüfusunun çoğunluğunun, bir yolladünya nüfusunun geri kalan azınlığı arasında dağılan artık değeriüreten emek gücü görevini gördüğü, kutuplaşan bir dağıtım siste-mini önvarsayar. 

Sermaye biriktiricilerinin bak ış açısıyla, söz konusu dünyaemek gücünün üretiliş ve yeniden üretiliş yollar ının ortaya çıkar-dığı sorunlar nelerdir? Sanır ım, biriktiricilerin üç ana endişesi ol-duğu söylenebilir: 

1. Biriktiriciler, kullanımı zaman içinde değişen bir emek gücüne sahip olmaktan fayda sağlarlar. Yani, tek tek girişimciler yalnızca üretime doğrudan bağlı harcamalar ın olmasını isteyecek lerdir ve bu yüzden gelecekte seçenek olsun diye, kullanılmamış emek zamanı için bir çeşit kira ücreti vermeyi istemeyeceklerdir.Öte yandan, üretmek istediklerinde çalışmaya istekli kişilerin bulunmasını da isteyeceklerdir. Zamansal değişim on yıldan on yıla,yıldan yıla, haftadan haftaya ve hatta saatten saate olabilir.

2. Biriktiriciler, kullanımı mekânsal olarak değişebilen bir emek gücüne sahip olmaktan fayda sağlarlar. Yani, tek tek girişimciler işletmelerinin yerini, maliyet bedellerine göre (ulaşım maliyetleri, emek gücünün tarihsel maliyetleri, vb.), dünya emek gücünün var olan coğrafi dağılımı taraf ından çok da fazla k ısıtlanmadan, belirlemek ya da değiştirmek isteyeceklerdir. Mekânsaldeğişim k ıtadan k ıtaya, k ırdan kente ya da belli bir yerden di

ğerine olabilir.3. Biriktiriciler, emek gücünün maliyet düzeyinin mümkünolduğu kadar düşük olmasından fayda sağlarlar. Yani, tek tek girişimciler doğrudan maliyetlerin (bunlar ücret, dolaylı nakdi ödeme ve ayni ödeme biçimindedir), en azından orta vadede ve endüşük düzeyde olmasını isteyeceklerdir.

Tek tek girişimcilerin ısrar etmek zorunda olduklar ı (yoksacezası iflas ederek iktisadi arenadan silinmektir) bu tercihlerin her 

 biri bir dünya sınıf ı olarak sermaye biriktiricilerinin çıkarlar ıylak ısmen çelişkiye düşer. Bir dünya sınıf ı olarak biriktiriciler, dün- 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 70/146

 IRK, ULUS, SINIF 136  

ya emek gücünün, dünya üretim düzeyine uygun bir sayısal dü-zeyde yeniden üretilmesini ve bu dünya emek gücünün sisteminvarlığını tehdit edecek bir sınıfsal güç oluşturacak şekilde örgüt-lenmemesini sağlamalıdırlar. Nitekim, yine bir dünya sınıf ı olarak 

 biriktiriciler için bazı yeniden dağıtım çeşitleri (dünya çapında ye-terli miktarda fiili talep sağlamak, dünya emek gücünün uzun va-dede yeniden üretimini sağlamak ve kadrolar ın artık değerin bir k ısmını almasına izin vererek sistem için yeterli siyasal savunmamekanizmalar ını garantilemek için) gerekli adımlar olarak gö-rülebilir. 

Öyleyse sorun, sermaye biriktiricilerinin bak ış açısıyla (bir rakip bireyler kümesi ve kolektif bir sınıf şeklindeki çelişkili sı-fatlar ıyla), emek gücü oluşumu açısından hangi tür kurumlar ın enuygun olacağıdır. Bu amacın, "hane" yapılar ının tarihsel gelişi-miyle birçok yoldan uyumlu olduğunu öne süreceğiz. 

Birey olarak girişimcilerle bir sınıf olarak girişimcilerin çe-lişen ihtiyaçlar ı, emek gücü arzının belirleyenlerinin esnek bir tu-tarlık gösterdikleri durumda en iyi şekilde uzlaştır ılabilir. Kurum-lar uyum sağlarlar (kurumlar "pazar"ın çeşitli bask ılar ına esnek 

 bir  şekilde kar şılık verirler), ama bunu birdenbire yapmazlar."Hane", kapitalizmde tarihsel olarak geliştiği şekliyle, tam da buözelliğe sahip görünmektedir. Sınırlar ı esnektir, ama yine de hemiktisadi çıkardan hem de üyelerinin toplumsal psikolojilerindenkaynaklanan k ısa vadeli bir sık ılığa sahiptir. 

Bu sınırlar ın esnek tutulması başlıca üç yoldan olmuştur. İlk olarak, hane örgütlenmesiyle belli bir toprağa bağlılık arasındaki

 bağı

n kopması

için sürekli bir bask ı

ortaya çı

kmı

ştı

r. Erken ev-rede bu, giderek daha çok kişiyi belirli bir küçük toprak birimineduyduklar ı (fiziksel, yasal ve duygusal) bağlılıklardan koparmayönündeki uzun süre görülen bask ı oldu. İkinci evrede ise —ki

 bu genelde zamansal olarak daha sonraki evredir— bir toplu gelir yapısına duyulan yasal ve toplumsal-psikolojik bağlılıklar ın temeliolarak ortak-ikâmeti azaltmak, ama hiçbir zaman tamamen yok et-memek yönünde bir bask ı olmuştur. (Bana kalırsa genelde yanlış 

 bir şekilde, çekirdek ailenin yükselişi olarak düşünülen olay bu-dur.) 

 HANE YAPILARI VE EMEK GÜCÜ OLU Ş UMU 137  

İkinci olarak, kapitalist dünya ekonomisi zamanla evrildikçeüretimin toplumsal bölünüşünün k ısmen ücretli olan dünya emek gücüne dayandır ılmış olduğu iyice açıklık kazanmıştır. Bu "k ıs-milik" iki yönlüydü: (a) Dünya "hane"leri, kar şılığı ücretle ödenentoplam "üretici çalışma" yüzdesini gösteren bir eğri boyunca da-ğılım gösteriyordu. Sanıyorum ki, bir bütün olarak dünya eko-nomisinin düzgün bir istatistiksel çözümlemesi bize, bu eğrinintarihsel zaman içinde daha az çarpık bir hale geldiğini ve çan

 biçimine daha fazla benzediğini gösterirdi. (b) Gerçekte, kapitalistdünya ekonomisinde hiçbir hane eğrinin uç noktalar ında bulun-

mamıştır. Bu demektir ki, gerçekte tek tek her hanenin emek kar-şılığını alma biçimi "k ısmi" ücretli emekti. 

Üçüncü olarak hanelerin emek gücüne katılım biçimleri, et-niklik/halklık ve cinsiyet açısından katmanlıydı ve giderek daha dakatmanlanıyordu. Fakat bu sırada f ırsat eşitliği ideolojisi de gide-rek daha fazla ileri sürülüyor ve yürürlüğe konuyordu. Bu ikihamle fiili katmanlaşmanın esnekliğiyle uzlaşabilirdi, çünkü etnik-liğin sınırlar ı (içten-evlenme kurallar ı da dahil) zaten esnekti. Cin-siyet için geçerli sınırlar ise bu kadar esnek değildi ama yine demeslek rollerinin cinsleri katmanlar halinde ayıran çizginin hangiyanına düştüğü sürekli yeniden tanımlanabilirdi. 

Bu görünümlerin (bölgesellik, ücretli emek, etnik ve cinsiyettemelinde katmanlaşma) her birinde, yapının bir gerilim içerdiğinedikkat çekmek isterim. Bu gerilim şu biçimlerde ortaya çıkmıştır:Belli bir toprağa bağlılıktan kopuş ama ortak-ikâmetin rolünün bir ölçüde sürmesi; ücretli emek sistemi ama yalnızca k ısmi olanı; et-

nik ve cinsiyet temelli katmanlaşma sistemi ama bir f ı

rsat eşitliğiideolojisiyle ılımlılaştır ılmış hali. Sermaye biriktiricilerinin dünyaemek gücünü (sadece bir noktaya kadar) manipüle edebilmelerinisağlayan işte bu gerilimdir, bu "arada kalmışlık"tır. Dünya emek gücünün verdiği cevabın —toplumsal bilinç bak ımından (bir hal-ka, bir sınıfa, bir haneye bağlılık) ve siyasal bilinç bak ımından(siyasal hareketlere katılma) verdiği cevabın— hem gücünü hem

 belirsizliklerini yaratan yine aynı gerilimdi. Gelirin toplandığı bir birim (mecazi anlamda aynı kaptan ye-

mek) olarak haneyi, iki varsayımsal alternatifle kar şılaştır ırsak bi- 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 71/146

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 72/146

 İ  RK, ULUS, SINIF 140   HANE YAPILARI VE EMEK GÜCÜ OLU Ş UMU 141 

uğraşmaktadırlar. Dünyevi günlük hayatın metalaştır ılması süreci-nin tanımı, iki yüz yıldır toplumbilim çalışmalar ının büyük bir k ısmını işgal etmiştir. Bu dünyevi süreç, uzun vadede sisteminçöküşünü garanti altına almaktadır. Bu arada süreç, yemeğin ha-zırlanmasından temizliğe, ev eşyalar ının ve giysilerinin tamirine,çocuk ve yaşlılar ın bak ımına, tı bbi bak ıma ve duygusal anlamdaonar ıma dek, tüm içsel dinamikleri metalaştır ılmış olan ve meta-laştır ılmaya devam eden hane yapılar ına aktar ılmıştır. Günlük ha-yatın artan metalaştır ılmasıyla birlikte, sınır belirleyicileri olarak ortak-ikâmet ve akrabalık bir düşüşe uğramıştır. Ancak bence bu

dünyevi bask ının son noktası ne "birey" ne de "çekirdek aile"dir;son nokta, yerine getirdiği gelirleri birleştirme işlevi giderek dahaçok kaynaştır ıcı harç olan bir birimdir. 

Marshall Berman modernlik deneyimi hakk ındaki son kita- bında (1982) başlık olarak Marx'ın Manifesto'âak ı  metaforunukullanmış: "Katı olan her  şey buharlaşır". Bu, Marx'ın üretimilişkilerinin ve araçlar ının hep aynı şiddetle "kökünden değişti-rilmesi" konusundaki çözümlemesinin sonucudur. Alıntı, "kutsalolan her şey kirletilir" diye devam eden ve bizim bağlamımızla ençok ilgisi olduğunu düşündüğüm parçayla son bulur: "ve insansonunda gerçek yaşam koşullar ıyla ve kendi türüyle olan iliş-kileriyle açıkça yüz yüze gelmeye zorlandı." Birçok açıdan, bu ol-maya başlamıştır. Yaşamın gerçek koşullar ını çı plak bir biçimdegözler önüne sermekte en büyük katk ıyı yapan şey —toprakla,akrabalıkla ve ortak-ikâmetle ayr ılmaz bağlar ı kopar ılan— ömür 

 boyu gelirlerin birleştiği proleter hanesidir. Bu nedenle onlar ı bu

asgari düzeyde tutmak siyasal olarak olanaksı

z hale gelecektir.Tam da metalaşmanın yayılması bizzat en derin siyasallaşmadır.Eğer kutsal olan her şey kirlenirse eşitsiz ödül dağılımını haklı çıkaracak bir şey kalmaz. En bireyci "daha çok isterim" tepkisi

 bile "en azından adil payımı isterim"e dönüşecektir. Bu da düşü-nülebilecek en radikal siyasal mesajdır. 

Bu şekilde, sermaye biriktiricilerinin neden her zaman "orta" bir hane yaratmaya çalıştıklar ı açıklığa kavuşmuş oluyor: Kuş-kusuz emek gücü örgütlenmelerinin eski "cemaat" biçimlerindenkopmak, ama proleterleşmenin yavaş fakat kaçınılmaz ilerleyişini 

de geciktirmek. O halde günümüzde aile hayatını, kadın ve erkek haklar ını ve gündelik hayatı çevreleyen konular ın en önemli siya-sal konular olması bir rastlantı değildir. Aslında, bu konular ındaha şiddetli hale gelmesinin nedeni tam olarak proleterleşmeningünümüzdeki ilerleyişidir. Bu, sermaye biriktiricilerinin derin bir güvensizlikle kar şıladığı, fakat aynı zamanda, toplumsal hareket-leriyle bu konuda çelişik konumlar geliştirmiş olan dünya işgücü-nün de sık sık şaşk ın bir korkuyla kar şıladığı bir ilerleyiştir. Veyine de birçok açıdan sınıf bilincinin yapılanması ve dolayısıyla

 bizzat bu toplumsal hareketlerin potansiyeli için bir anahtar işlevi

görmektedir. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 73/146

 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 74/146

 

Toplumsal sınıf Karl Marx taraf ından icat edilmiş bir kavramdeğildi. Yunanlılar zamanında biliniyordu ve 18. yüzyıl Avrupatoplumsal düşüncesinde ve Fransız Devrimi'nden sonra yazılaneserlerde yeniden ortaya çıktı. Marx'ın katk ısı ise üç yönlüdür.İlk olarak, tüm tarihin sınıf mücadelesinin tarihi olduğunu önesürmüştür. İkinci olarak, an sich (kendinde) bir sınıf ın, für sich(kendi için) bir sınıf olması gerekmediği olgusuna işaret etmiştir.Üçüncü olarak, kapitalist üretim tarzının asli çatışmasının burjuvaile proleter arasında, üretim araçlar ına sahip olanlarla olmayanlar arasında olduğunu öne sürmüştür. (Bu, üretici olmayan rantiye-lere kar şı, aktif patronlar ın işçilerle birlikte üretici kişiler olarak gruplandır ıldığı, esas uzlaşmazlığın üretici kesim ile üretici ol-mayan kesim arasında olduğu iddiasıyla terstir.) 

Sınıf çözümlemesi, devrimci amaçlar için kullanılmaya baş-lanınca, devrimci olmayan düşünürlerin hepsi taraf ından değilse

 bile birçoğu taraf ından meşruiyeti öfkeyle reddedilerek bir kenara bırak ıldı. O zamandan beri Marx'ın sınıf üzerine bu en önemli üçiddiasının her biri şiddetli anlaşmazlıklara konu oldu. 

Weber, sınıf çatışmasının, grup çatışmasının asli biçimi oldu-ğu savına, sınıf ın, gruplar ı oluşturan üç boyuttan yalnızca biri ol-duğunu; diğer ikisinin statü ve ideoloji olduğunu ve bu üç boyu-tun da aşağı yukar ı eşit derecede geçerli olduğunu öne sürerek kar şılık verdi. Weber'in takipçilerinden birçoğu daha ileri gittiler ve asıl ya da "ilksel" olanın statü grubu çatışması olduğunu önesürdüler. 

* Bu makalenin İngilizce orijinali I.WALLERSTEIN, The Capitalist World- Economy, Cambridge, 1979'da yayınlanmıştır. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 75/146

 IRK, ULUS, SINIF 146  

Çeşitli sosyal psikologlar, sınıflar ın belirli zamanlarda  für  sich olup olmadıklar ına bak ılmaksızın, an sich varolduklar ı savınakar şı, anlamlı olan tek deneysel kavramın sözde "öznel" bir kav-ram olduğunda ısrar ettiler. Bireyler sadece kendilerini bu tür sınıflar ın üyesi saydıkça öyledirler. 

Burjuvazinin ve proletaryanın kapitalist üretim tarzındaki ikiasli, kutuplaşmış grup olduklar ı savına kar şı, birçok çözümlemeci(bizzat Marx'tan alıntı yaparak) ikiden fazla "sınıf ın" varolduğunuve "kutuplaşmanın" zamanla çoğalmayı p azaldığını öne sürerek kar şılık verdiler. 

Marksist öncüllere getirilen bu kar şı kanıtlar ın her biri; kabulgördükleri ölçüde, özgün Marksist çözümlemeden çıkan siyasalstratejilerde bozulmaya yol açtı. Bu durumda tepkilerden biri, bukar şı kanıtlar ın ideolojik temellerini göstermekti ve bu birçok kezyapıldı. Ama, ideolojik çarpıtmalar beraberinde kuramsal yanlışlı-ğı getirdiğinden, rakip kavramlar ın kuramsal kullanışlılığının tar-tışılmasında yoğunlaşmak, uzun vadede, hem entelektüel hem desiyasal açıdan daha etkilidir. 

Bundan başka, sınıf ve sınıf çatışmasına ilişkin Marksist ön-cüllere yapılan sürekli saldın dünyanın gerçeklikleriyle birleşerek,Marksist cephenin içinde entelektüel belirsizliğe yol açmıştır. Bu

 belirsizlik zamanla üç biçim almıştır: sözde "ulusal sorun"un öne-mine ilişkin tartışma; belirli toplumsal tabakalar ın (özellikle de"köylü"nün ve "küçük burjuvazinin ve/veya "yeni işçi sınıf ı"nın)rolüne dair tartışma; küresel, mekânsal hiyerar şileştirme kavram-lar ının ("merkez" ve "çevre") ve bunlarla ilişkili olan "eşitsiz mü-

 badele" kavramı

n yararlı

ğı

na ilişkin tartı

şma. "Ulusal sorun" Marksist (ve sosyalist) hareketlere, ilk kez19. yüzyılda, özellikle de Avusturya-Macaristan ve Rusya impa-ratorluklar ında, musallat olmaya başlamıştır. "Köylü sorunu" ikidünya savaşı sırasında, Çin Devrimi'yle öne çıkmıştır. "Çevre"nin bağımlı rolü İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Bandung'un*, 

* 1955 yılında Endonezya'nın Bandung kentinde yapılan konferanstaAsya ve Afrika ülkeleri bir araya geldiler. Konferansın ana tartışması Sovyet-ler'in Doğu Avrupa ve Güneydoğu Asya'daki faaliyetlerinin Batı sömürgecili-ğiyle bir tutulup tutulamayacağıydı. (ç.n.) 

SINIF ÇATI Ş MASI 147  

sömürgelikten kurtuluşun ve "Üçüncü Dünyacılık"ın dümen su-yunda çok önemli bir mesele haline gelmiştir. Aslında bu üç "so-run" tek bir temanın varyanttandır: Marksist öncüller nasıl yorum-lanmalı; gerçekte tarihsel olarak evrildiği şekliyle kapitalist dünyaekonomisinde sınıf bilincinin ve sınıf oluşumunun temelleri neler-dir ve dünyanın, bu öncüller açısından tanımlanışıyla, onun için-de yer alan gruplar taraf ından halen siyasal olarak tanımlanışı nasıl uzlaştır ılabilir? 

Bu tarihsel tartışmalar ı göz önünde tutarak, kapitalist üretimtarzının doğasının bize, gerçekte kimlerin burjuva ve proleter ol-

duklar ı ve hem burjuvanın hem de proleterin kapitalist iş bölü-münde çeşitli yer alış biçimlerinin  siyasal sonuçlar ının neler ol-duğu konusunda verdiği bilgileri tartışmayı öneriyorum. 

Bir üretim tarzı olarak kapitalizm nedir? Bu kolay bir sorudeğildir ve bu yüzden gerçekte çok tartışılan bir soru da değildir.Bana öyle geliyor ki, "model"i inşa etmek için birleşen çok sayıdaöğe vardır. Kapitalizm artık yaratımının en üste çıkar ılmasının,

 per se (kendiyle) ödüllendirildiği tek üretim tarzıdır. Her tarihselsistemde bir k ı sım üretim kullanım için, bir k ı sım üretim ise mü-badele içindir; yalnızca kapitalizmde, tüm üreticiler birincil olarak ürettikleri mübadele değeri için ödüllendirilir ve buna aldırma-dıklan ölçüde cezalandır ılırlar. "Ödüller" ve "cezalar", "pazar" adı verilen bir yapı aracılığıyla dağılır. Bu bir yapıdır ama bir kurumdeğildir. Birçok (siyasal, iktisadi, toplumsal, hatta kültürel) ku-rum taraf ından biçimlendirilen bir yapıdır ve iktisadi mücadeleninesas arenasıdır. 

Sadece artık, artık için, en üste çıkar ılmakla kalınmaz; artığı daha çok artık üreterek daha fazla sermaye biriktirmek için kulla-nanlar, daha da çok ödüllendirilir. O halde  sürekli yayılma, bu sı-rada sistemin bireyselci öncülü taraf ından olanaksız k ılınmasınarağmen, zorunludur. 

Kâr arayışı nasıl gerçekleşir? Asıl üreticilerin emeğinin ya-rattığı artık değere el koymalar ı için, tek tek şirketlere (bunlar 

 büyüklük olarak bireylerden, devletler ötesi acenteler de dahil,çok geniş örgütlenmelere dek uzanmaktadır) yasal himayeler sağ-layarak gerçekleşir. Ancak, eğer bu artık değerin tümü ya da çoğu 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 76/146

 İ  RK, ULUS, SINIF 148 

"şirketlere" sahip olanlar ya da kontrol edenler taraf ından tüketil-seydi kapitalizm olmazdı. Aslında, çeşitli kapitalizm-öncesi sis-temlerde olmuş olan hemen hemen budur. 

Kapitalizm bundan başka, sermaye sahiplerinin ve sermayeyikontrol edenlerin, esas olarak, artık değerin yalnızca bir k ı smını kendi tüketimleri için, (genellikle daha büyük olan) diğer bir k ıs-mını ise daha yeni yatır ımlar için kullanan kesimini ödüllendirenyapı ve kurumlan içerir. Pazar ın yapısı sermaye birikimi yapma-yanlar ın (artık değeri sadece tüketenlerin) zamanla, sermaye birik-tiricilere, iktisadi anlamda yenilmelerini sağlar. 

Buradan yola çıkarak, kendilerinin yaratmadıklar ı artık de-ğerin bir bölümünü alan ve bunun da bir bölümünü sermaye biri-kimi yapmak için kullananlar ı burjuvazi olarak adlandırabiliriz.Burjuvayı tanımlayan belirli bir meslek ve hatta (tarihsel olarak önemli olmasına rağmen) yasal mülk sahipliği statüsü de değildir;

 burjuvanın, ister birey olarak, ister bir ortaklığın üyesi olarak, ya-ratmadığı artığın bir k ısmını elde ettiği ve bu artığın bir k ısmını üretim malzemesine (yine ister bireysel olarak, ister bir ortaklığın

 parçası olarak) yatırma konumunda olduğu gerçeğidir. Bunu mümkün k ılan çok geniş bir örgütsel düzenlemeler dizisi

vardır; klasik "hür teşebbüs sahibi" modeli bunlardan yalnızca biridir. Belli anlarda, belli devletlerde (çünkü bu düzenlemeler ya-sal çerçeveye bağlıdır) hangi örgütsel düzenlemelerin hâkim ola-cağını belirleyen, bir yandan bir bütün olarak dünya ekonomisiningelişme durumu (ve belli bir devletin dünya ekonomisindeki ro-lü), diğer yandan ise dünya ekonomisinde (ve o devlette) s ınıf 

mücadelesinin bu durumun sonucu olarak aldı

ğı

biçimlerdir. Buyüzden, tüm diğer toplumsal kavramlar gibi burjuvazi de durağan bir görüngü değildir. Aralıksız yeniden yaratılma ve bundan do-layı biçim ve bileşim olarak sürekli değişme süreci içinde olan bir sınıf ın adlandır ılışıdır. 

Bu bir düzeyde (en azından belli bazı epistemolojik ön-cüllerle) o denli açıktır ki, bunu söylemek çok bilinen bir şeyi tek-rarlamak gibi oluyor. Yine de literatür, herhangi bir yerel grubun,kapitalist dünya ekonomisinin gelişiminin başka bir yerinden vezamanından türetilen bir örgütsel düzenleme modeli açısından, 

SINIF ÇATI Ş MASI 149 

 burjuva (ya da proleter) olup olmadığı konusundaki değerlendir-melerle dolup taşmaktadır.  İ deal tip yoktur. (Çok tuhaftır ki,"ideal tip" Weberci bir yöntemsel kavram olmasına rağmen birçok Weberci pratikte bunun fark ındadır, tersine birçok Marksist isegerçekte "ideal tipleri" sürekli olarak kullanmaktadır). 

İdeal tip olmadığını kabul edersek, nitelikler bak ımından de-ğil, ancak süreçler bak ımından tanım (yani soyutlama) yapabiliriz.Bir birey nasıl burjuva olur, burjuva kalır, bir burjuva olmaktançıkar? Bir burjuva olmanın başlıca yolu pazardaki başar ıdır. Baş-langıçta başar ı elde edilecek bir konuma nasıl gelindiğiyse ikincil

 bir sorudur. Çeşitli yollar ı vardır. Biri Horatio Alger* modelidir:daha fazla çaba göstererek işçi sınıf ındakilerden farklılaşmak.(Bu, Marx'ın feodalizmden kapitalizme giden "gerçekten devrimciyol"una şaşırtıcı bir biçimde benzer.) Oliver Twist modeli vardır:yetenek sayesinde seçilme. Horace Mann** modeli vardır: potan-siyelin, resmi eğitimdeki başar ı yoluyla ispatı. 

Fakat atlama tahtasına giden yol önemsizdir. Burjuvalar ın ço-ğu veraset yoluyla burjuva olurlar. Bu havuzda yüzme imkânı eşitsiz ve bazen de düzensizdir. Fakat en önemli soru şudur: belirli

 bir birey (ya da şirket) yüzebilir mi? Bir burjuva olmak herkesteolmayan becerileri —kurnazlığı, sertliği, gayretli çalışmayı — ge-rektirir. Her zaman için, burjuvalar ın belli bir yüzdesi pazarda ba-şar ısız olur. 

Ancak daha da önemlisi, hepsi değilse bile çoğu, konumla-r ının sunduğu ödüllerin keyfini sürmek isteyen, başar ılı olmuş 

  büyük bir grup vardır. Muhtemel ödüllerden biri pazarda çok çetin bir şekilde rekabete girmek zorunda olmamaktır. Fakat geliri

 başlangıçta sağlayanın pazar olduğu varsayıldığına göre, gelir düzeyini, ona tekabül eden düzeyde çalışma girdisi sağlamadankoruyabilmenin yollar ını bulmak konusunda yapılaşmış bir bask ı vardır. Bu, başar ıyı statüye dönüştürme çabasıdır — siyasal ve 

* Horatio Alger, 19. yüzyılda ABD'de yaşamış çok popüler bir yazar.Zengin olmayı başaran yoksul çocuklar ın öykülerini yazarak öyle bir ünsağlamıştır ki "Alger kahramanı" Amerikan dilinde deyimleşmiştir. (ç.n.) 

** Horace Mann, 19 yüzyılda ABD'de yaşamış, demokratik eğitim siste-mini savunan ünlü bir eğitimci. (ç.n.) 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 77/146

 IRK, ULUS, SINIF 150  SINIF ÇATI Ş MASI 151 

toplumsal bir çabadır. Statü geçmiş başar ının ödüllerinin fosilleş-mesinden öte bir şey değildir. 

Burjuvazi için sorun, kapitalizmin dinamiğinin siyasal ya dakültürel kurumlarda değil, ekonomide yer almasıdır. Bu nedenle,statü edinme iddiasında olan statüsüz yeni burjuvalar her zamanvardır. Ve eğer çok fazla sayıda insan sahip olursa yüksek statü-nün değeri kalmayacağından, yeni zenginler (yeni başar ılılar) her zaman, kendilerine yer açmak için diğerlerini yerlerinden etmeyeçalışırlar. Açık hedef tabii ki, eski başar ılılar ın, edinilmiş statü-lerine dayanan ama artık pazarda varlık gösteremeyen en alt par-

çasıdır. Böylece, diyebiliriz ki, burjuvazinin her zaman üç parçası vardır: "yeni zenginler"; "eski başar ılar ının üstüne yatanlar"; ve

 pazarda hâlâ yeterince varlık gösteren burjuva çocuklar ı. Bu üçalt-grup arasındaki ilişkileri anlayabilmek için üçüncü kategorininhemen hemen her zaman en büyükleri olduğunu ve genelde diğer ikisinin toplamından da büyük olduğunu ak ılda tutmamız gerekir.Burjuva sınıf ının homojenliğinin ve göreli istikrar ının ana kaynağı 

 budur. Ancak "yeni zenginlerin" ve "eski başar ılar ının üstüne yatan-

lar ın", burjuvazideki yüzdelerinin arttığı anlar olur. Bence bunlar genelde hem iflaslar ın çoğaldığı, hem de sermaye yoğunlaşma-sının arttığı, iktisadi daralma anlar ıdır. 

Genelde böyle zamanlarda, burjuvazinin içinde siyasal kav-ganın oldukça şiddetli hale geldiği görülür. Terminolojik olarak sıklıkla, "ilerici" unsurlarla "gerici" unsurlar ın savaşı olarak ta-nımlanır. Bu tanımda "ilerici" gruplar, kurumsal "haklar ın" ve im-kânlar ın pazardaki varlık açısından tanımlanmasını ya da yenidentanımlanmasını talep edenler, "gerici" gruplarsa önceden edinilmiş ayr ıcalıklar ın (sözde "geleneklerin") korunmasını vurgulayanlar-dır. Bence İngiliz Devrimi bu tür burjuvazi içi çatışmanın çok açık 

 bir örneğidir. Bu tür siyasal mücadelelerin çözümlenmesini bu derece tar-

tışmalı hale getiren ve gerçek sonucu çoğunlukla belirsiz (ve esasolarak "muhafazakâr") k ılan şey, burjuvazinin en büyük parçası-nın (çatışma sırasında bile) hem "sınıf" hem de "statü" bak ımın- 

dan ayr ıcalık iddia etmesi olgusudur. Yani, bu iki tanımdan han-gisi üstün gelirse gelsin, birey ve alt-grup olarak otomatik bir bi-çimde yenilmezler. O halde, tipik bir biçimde, siyasal olarak ka-rarsız ya da bocalar durumdadırlar ve "uzlaşma" peşindedirler. Veeğer, diğer alt gruplar ın ihtiraslar ı yüzünden bu uzlaşmayı derhalsağlayamazlarsa, uygun zaman gelene dek f ırsat kollarlar (İngil-tere'de 1688-89'da böyle olmuştur). 

Bu tür burjuvazi içi çatışmalar ın çekişen gruplar ın retoriği açı-sından çözümlenmesi yanıltıcıdır; ancak bu tür çatışmalar ın, kapi-talist dünya ekonomisinin devam eden süreçleri açısından önem-

siz ya da ilgisiz olduğunu iddia edecek değilim. Bu tür burjuvazi içi çatışmalar, kesinlikle sisteme iktisadi da-

ralmalar ın dayattığı yinelenen "sarsıntılar ın" ve sistemin esas mo-torunu, yani sermaye birikimini yenileme ve yeniden canlandırmamekanizmasının parçasıdır. Bu tür çatışmalar sistemi işe yaramazasalaklar ın bir k ısmından ar ındır ır; toplumsal-siyasal yapılar ı de-ğişen iktisadi etkinlik ağıyla daha uyumlu hale sokar ve süregidenyapısal değişim için ideolojik bir cila işlevi görür. Eğer buna"ilerleme" demek isteyen varsa diyebilir. Ben bu terimi daha temeltoplumsal dönüşümlere saklamayı tercih ederim. 

Sözünü ettiğim bu diğer toplumsal dönüşümler, burjuvazininevrilen karakterinin değil, proletaryanın evrilen karakterinin so-nuçlandır. Eğer burjuvaziyi, kendilerinin yaratmadığı artık değerialanlar ve bunun bir k ısmını sermaye birikimi yapmak için kulla-nanlar olarak tanımladıysak bunun sonucu olarak proletarya da,yarattıklar ı artık değerin bir k ısmını başkalar ına bırakanlar olarak 

tanı

mlanı

r. Bu anlamda, kapitalist üretim tarzı

nda yalnı

zca burju-valar ve proleterler vardır. Kutupluluk yapısaldır. Proleter kavramına ilişkin bu yaklaşımın nelere yol açtığını 

iyice açıklığa kavuşturalım: Üreticiye ücret ödenmesini, proletar-yanın tanımlayıcı özelliği olmaktan çıkar ır. Bunun yerine başka

 bir perspektiften yola çıkar. Üretici, değer yaratır. Peki, bu değerene olur? Mantıksal olarak üç olasılık vardır:  Hepsine sahip olur (dolayısıyla elinde tutar), bir k ı smına sahip olur, ya da hiçbir k ı smına sahip olmaz. Eğer hepsine sahip olmaz da, bir k ısmını yada hepsini başka birine (ya da bir "şirkete") "aktar ırsa" kar şılığın- 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 78/146

 İ  RK, ULUS, SINIF 152  SINIF ÇATI Ş MASI 153 

da ya hiçbir şey ya mal ya para ya da mal artı para alır. Eğer üretici hayatı boyunca kendi ürettiği değerin hepsini

gerçekten elinde tutarsa kapitalist sisteme katılmamış olur. Amakapitalist dünya ekonomisinin sınırlar ı içinde, bu tür bir üreticisandığımızdan çok daha ender bir olaydır. Daha yak ından incelen-diğinde sözde "geçim için üreten çiftçi"nin bile aslında bazı yollar-la, birilerine artık değer aktardığı görülür. 

Eğer bu grubu saf dışı bırak ırsak diğer mantıksal olasılıklar,içlerinden sadece bir tanesi klasik modeli kar şılayan sekiz çeşit

  proletaryadan bir matris oluştururlar. Klasik modele uyan bu bir 

tanesi, yarattığı değerin hepsini "sahip"e aktaran ve kar şılığında para (yani ücret) alan işçidir. Matrisin diğer noktalar ına ise küçük üretici (ya da "orta köylü"), kiracı çiftçi, ortakçı, gündelikçi, kölegibi tanıdık tipleri yerleştirebiliriz. 

Kuşkusuz bu "tipler"in her birinin tanımına ilişkin başka bir  boyut daha vardır. Söz konusu olan, işçinin rolünü belli bir bi-çimde oynamayı, pazar ın bask ılar ı altında (buna pişkinlikle "öz-gür" emek adını veriyoruz) ya da siyasal mekanizmanın buyruk-lar ı yüzünden (buna da dürüst bir şekilde, angarya ya da "mec-

 buri" emek diyoruz), nasıl kabullendiğidir. Başka bir konu dasözleşmenin uzunluğudur; günlük, haftalık, yıllık ya da ömür bo-yu olabilir. Üçüncü bir konu ise üreticinin verili bir patronla iliş-kisinin, üreticinin r ızası alınmadan, diğer bir patrona devredilipdevredilemeyeceğidir. 

Çalışmaya zorlanma derecesi ve sözleşme uzunluğu ödeme biçimiyle kesişmektedir. Örneğin, 17. yüzyıl Perusu'nda mita,

zorunlu ücretli emekti, ama sadece belirlenmiş bir süre için zorun-luydu. Resmi sözleşmeyle bağlanmış emek, üreticinin, yarattığı değerin tümünü aktardığı ve kar şılığında büyük k ısmını mal ola-rak aldığı bir emek biçimiydi. Süresi sınırlıydı. Gündelikçi bütündeğeri aktar ıyordu, kuramsal olarak para, ama pratikte mal alı-yordu; sözleşme kuramsal olarak bir yıl, pratikte ise ömür boyusürüyordu. Gündelikçi ile köle arasındaki fark, kuşkusuz sonuçtakuramsal bir farktı, ancak pratikte iki yönde ortaya çık ıyordu. Bi-rincisi, bir derebeyi bir köleyi satabilirdi, oysa genelde bir günde-likçiyi satamazdı. İkincisi, eğer dışar ıdan biri gündelikçiye para 

verirse yasal olarak "sözleşmesini" sona erdirebilirdi. Bu bir köleiçin geçerli değildi. 

Bu morfolojiyi oluştururken nihai bir amaç olarak değil, ka- pitalist dünya ekonomisinin bazı  süreçlerini açıklığa kavuşturmak için yaptım. Çeşitli emek biçimleri arasında, iktisadi ve siyasalimalar ı açısından büyük  farkl ıl ıklar vardır. 

Sanır ım iktisadi olarak, basit bir biçimde (yani en az maliyet-le) denetlenebilecek tüm emek süreçleri içinde en yüksek kar şılık alan emek biçimi ücretli emektir. Ve bu nedenle, artık değeri alankişi üreticiyle mümkün olduğu kadar, ücretli olarak değil başka

 bir şey olarak ilişki kurmayı tercih edecektir. Şurası kesindir ki,artığın belli bir k ı smı , denetim maliyetlerine harcanmak yerineüreticiye verilirse fazla denetim maliyeti gerektiren emek süreçleridaha az masraflı olur. Bunu yapmanın en kolay yolu ücretlerdir ve ücret sisteminin tarihsel (ve süregiden) kaynağı budur. 

Burjuvazinin bak ış açısıyla, ücret göreli olarak  pahal ı  bir emek tarzı olduğu için, neden kapitalist dünya ekonomisinde hiç-bir zaman tek ve hatta yak ın zamana dek birincil emek biçimi bileolmadığını anlamak kolaydır. 

Ancak kapitalizmin de kendi çelişkileri vardır. Bunlar ın temelolanlar ından biri k ısa vadede kârlı olanın uzun vadede ille de kârlı olmasının zorunlu olmayışıdır. Sistemin bir bütün olarak yayılma

 becerisi (bu, kâr oranını korumak için gereklidir) düzenli olarak,yetersiz dünya talebi kar şısında darboğaza girer. Bunu aşmanınyollar ından biri bazı üretici süreçlerin ücretsiz emekten ücretliemek süreçlerine toplumsal dönüşümüdür. Bu, üretilen değerinüreticide kalan k ısmının artmasına ve dolayısıyla da dünya talebi-nin artmasına yarar. Sonuçta, bir emek biçimi olarak ücretli eme-ğin dünya çapındaki genel yüzdesi, kapitalist dünya ekonomisinintarihi boyunca giderek artış göstermiştir. Genelde "proleterleşme"olarak söz edilen budur. 

Emek biçimi siyasal olarak da büyük farklılık yaratır. Çünküüreticilerin gerçek geliri arttıkça ve resmi yasal haklar yayıldıkça,sonuçta bir noktaya kadar, proleter sınıf bilinci de yayılmaktadır.Bir noktaya kadar diyorum, çünkü "haklar" ve gelir artışının belli

 bir düzeyine gelindiğinde, "proleter" aslında ba şkalar ının art ık de- 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 79/146

 IRK, ULUS, SINIF 154  SINIF ÇATI Ş MASI 155 

 geriyle ya şayan bir "burjuva" halini alır ve bunun en doğrudan et-kisi sınıf bilinci üzerinde olur. 20. yüzyıl bürokratı/meslek sahibi,aslında bazen belli gruplar ın yaşamlar ının seyrinde görülebilir buniteliksel kaymanın açık bir örneğidir. 

"Burjuva" ve "proleter" kategorilerine ilişkin bu yaklaşım bi-çimi, "köylülerin", "küçük burjuvalar ın" ya da "yeni işçi sınıf ı-nın" rollerini açıkça gösterse de, "ulusal" sorunla ve "merkez""çevre" ile ne ilgisi olduğu sorulabilir. 

Bu konuda konuşmak için, şu sıralar popüler olan bir soruna,kapitalizmde devletin rolüne bakmamız gerekir. Kapitalist dünya

ekonomisinde bir kurum olarak devletin rolü, pazardaki bazıla-r ının avantajını diğerlerine kar şı artırmaktır; yani pazar ın "ser-

 bestliğini" azaltmakt ır. Bu "tahrifat"tan kârlı çıkanlar ın tümü ta-raf ından desteklenecektir bu; zararlı çıkanlar ın tümü ise buna kar şı olacaktır. Bütün sorun kimin tekerine taş konduğudur. 

Avantajlar ı artırmanın birçok tarzı vardır. Devlet, geliri biri-lerinden alı p diğerlerine vererek aktarabilir. Devlet (metalar ın yada emeğin) pazar imkânlar ını sınırlayabilir, bu da zaten oligopol-lerde ya da oligopsonlarda payı olanlar ın yarar ınadır. Devlet, ki-şilerin devletin eylemlerini değiştirmek üzere örgütlenmesini k ı-sıtlayabilir. Ve kuşkusuz devlet, yalnızca kendi sınırlan içinde de-ğil, daha ötesinde de etkide bulunabilir. Bu meşru (sınır geçiş-lerine dair kurallar) ya da gayri meşru (bir başka devletin içişle-rine kar ışma) biçimler alabilir. Kuşkusuz savaş da kullanılan me-kanizmalardan biridir. 

Devletin özel bir tür örgüt olduğunu kavramak çok önemlidir.

Devletin egemenliği —ki bu modern dünyanı

n bir kavramı

r— sınırlar ı içinde meşru zor kullanımını tekeline alma (düzenleme)iddiasıdır ve üretim unsurlar ının ak ışına etkin bir biçimde müda-hale etmekte göreli olarak güçlü bir konumdadır. Belli toplumsalgruplar ın da devlet sınırlar ını değiştirerek avantaj sağlamalar ı kuşkusuz mümkündür. Ayr ılık (ya da özerklik) ve ilhak (ya da fe-derasyon) hareketlerinin nedeni budur. 

Bir bütün olarak kapitalist dünya ekonomisinde yapısal iş bö-lümünün siyasal payandası işlevini gören şey, devletlerin üretimunsurlar ının ak ışına müdahale edebilme biçimindeki bu gerçekçi 

güçleridir. Yinelenen ilk uzmanlaşma hamleleri (bir metanın üreti-minde doğal ya da toplumsal-tarihsel avantajlar ı) normal pazar be-delleriyle açıklanabilir; ama eğilimleri kemikleştiren, pekiştiren ve

 büyüten devlet sistemidir ve dünya çapında iş bölümü modeliniyenilemek için devlet mekanizmasının düzenli aralıklarla kulla-nılması gerekmiştir. 

Dahası ak ışlara müdahale etme gücü farklılaşmıştır. Yani,merkez devletler çevre devletlerden daha güçlü hale gelmişlerdir ve bu farklılaşmış gücü devletlerarası ak ış serbestliğini farklı-laşmış bir derecede tutmak için kullanmaktadırlar. Özellikle mer-

kez devletler, tarihsel olarak, paranın ve mallar ın emekten daha"özgür bir biçimde" akması için, zaman içinde ve dünya çapındadüzenlemeler yapmışlardır. Bunun nedeni merkez devletlerin, buyolla "eşitsiz mübadele"nin avantajlar ından faydalanmalar ıdır. 

Aslında eşitsiz mübadele sadece, dünya çapında artığa el ko-nulması sürecinin bir parçasıdır. Bir  proleterin bir  burjuvaya iliş-kilendirildiği modele harfiyen bağlı kalırsak hatalı çözümlemeler yapar ız. Gerçekte, üreticinin yarattığı artık değer bir dizi kişi veşirketten geçer. Bu nedenle, birçok  burjuvanın, tek bir  proleterinartık değerini payla şt ıklar ı olur. Zincirdeki farklı gruplar ın (mülk sahibi, tüccar, ara tüketiciler) kesin paylar ı tarihsel değişime tabi-dir ve kapitalist dünya ekonomisinin işleyişinde analitik bir de-ğişkendir. 

Bu artık değer aktar ımı zinciri ulusal sınırlar ı sık sık (Çok sık? yoksa neredeyse her zaman mı?) aşar ve bu olduğunda, bur-

  juvalar arasındaki paylaşımı merkez devletlerdeki burjuvalar le-hine çevirmek üzere devreye devlet işlemleri girer. İşte bu eşitsiz

mübadeledir — artık değere el konulması sürecinin bütünü için-deki bir mekanizma. 

Bu sistemin toplumsal-coğrafi sonuçlar ından biri, farklı dev-letlerde, eşit olmayan bir burjuvazi-proletarya dağılımının oluşma-sıdır. Merkez devletler ulusal olarak, çevre ülkelerden daha yük-sek bir burjuva yüzdesine sahiptir. Buna ek olarak, iki bölgede

 bulunan burjuva ve proleter çe şitleri arasında sistematik farklı-lıklar vardır. Örneğin merkez devletlerde ücretli proleter yüzdesisistematik olarak daha yüksektir. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 80/146

 İ  RK, ULUS, SINIF 156  

Kapitalist bir dünya ekonomisinde devletler siyasal çatışma-nın esas arenası olduğuna göre ve dünya ekonomisi ulusal sınıf 

 bileşiminin yaygın bir şekilde farklılık göstermesi şeklinde işle-diğine göre, dünya ekonomisinin farklı konumlar ında olan devlet-lerin politikalar ının neden bu denli farklı olması gerektiğini kavra-mak kolaydır. Bundan dolayı, ulusal üretimin dünya ekonomisin-deki işlevini ve toplumsal bileşimini değiştirmek için belli bir dev-letin siyasal mekanizmasını kullanmanın, kapitalist dünya sisteminikendiliğinden değiştirmeyeceğini kavramak da kolaydır. 

Ancak şurası açıktır ki, yapısal konumda bir değişime doğru

yapılan bu çeşitli ulusal hamleler (bunlara çoğu zaman yanıltıcı bir  biçimde "gelişme" deriz) gerçekten de dünya sistemini etkilemekteve uzun vadede gerçekten de dönüştürmektedir. Ama bunu prole-taryanın dünya çapında sınıf bilinci üzerindeki etkileri yoluyla — araya giren bu değişken yoluyla— yaparlar. 

O halde merkez ve çevre, burjuvazinin artığa el koyma sis-teminin çok önemli bir parçasını belirlemek üzere kullandığımızibarelerdir yalnızca. Çok basite indirgersek, kapitalizm, proleterinartık değerine burjuvanın el koyduğu bir sistemdir. Bu proleter 

  burjuvadan ayr ı bir ülkede bulunduğu zaman, el koyma sürecinietkileyen mekanizmalardan biri, devlet sınırlar ından ak ışın kont-rolünün yönlendirilmesidir. Bu, merkez, yar ı-çevre, ve çevrekavramlar ında özetlenen "eşitsiz gelişme" şekillerine yol açar. Buda elimize, kapitalist dünya ekonomisindeki birçok sınıf çatışması 

 biçiminin çözümlenmesine yardımcı olan bir zihinsel araç ver-mektedir. 

Genelde çoğu çözümlemeciler (özellikle de Marksist çözümleme-ciler), Marx'ın tarih yazımıyla ilgili en çok belirsizlik taşıyan dü-şüncelerini vurgulama ve süreç içinde onun en özgün ve verimlidüşüncelerini ihmal etme eğilimi göstermektedirler. Bu belki deşaşırmamamız gereken bir şeyse de işimizi hiç kolaylaştırmadığı açıktır. 

"Herkesin Marx'ı kendine," derler ve kuşkusuz bu doğrudur.Aslında son otuz yılda genç Marx, epistemolojik kopuş vb. hak-k ında yapılan tartışmalara bakarsak ben, "herkesin çifte Marx'ı kendine" diyeceğim. Benim iki Marx'ım kronolojik olarak birbiri-ni izlemiyorlar. Bana Marx'ın epistemolojisindeki temel bir içselçelişki gibi görünen, iki farklı tarih yazımı ile sonuçlanan şeydendoğuyorlar. 

Bir yanda, insan doğası kavramı üzerine kurulu bir antropo-lojiyi, Kantçı kesin buyruklar ı, insanlık durumunun yavaş amakaçınılmaz bir şekilde iyileşmesine olan inancı ve özgürlüğü ara-

yan insana olan ilgiyi temel alan liberal burjuva düşüncesine kar şı en büyük başkaldır ı olan Marx var. Marx tüm bu kavramlar kü-mesine kar şı, her biri farklı yapıya sahip, her biri kendi üretimtarzıyla tanımlanan ayr ı dünyalarda bulunan, çok sayıda toplumsalgerçekliğin varolduğunu öne sürdü. Amaç bu üretim tarzlar ınınideolojik perdelerinin ardındaki işleyişlerini ortaya çıkarmaktı. 

* Makalenin İngilizce orijinali, "Marx and History: Fruitful and Unfruit-ful Emphasis" (Marx ve Tarih: Verimli ve Verimsiz Vurgulamalar) adıylaThesis Eleven dergisinde, no. 8, 1984'te yayınlanmıştır. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 81/146

 IRK, ULUS, SINIF 158  MARX VE TAR İ   H 159 

Bundan sonra "evrensel yasalar"a duyulan inancın kişiyi her bir üretim tarzının özelliklerini tanımaktan, işleyişinin gizlerini keş-fetmekten ve böylece de tarihin yollar ını açıkça incelemekten alı-koyduğu düşüncesi geldi. 

Diğer yandan ise Marx, ilerlemeye doğru kaçınılmaz bir tarih-sel gidişi kabul ettiği ölçüde, evrenselciliği de çizgisel antropoloji-siyle beraber kabul etti. Onun üretim tarzlar ı okul çocuklar ı gibi

 boy sırasına göre, yani üretim güçlerinin gelişme derecesine göredizilmiş görünüyorlardı. (Aslında kurallara uymayı ve düzgünsıraya girmeyi reddeden haylaz bir okul çocuğu rolünü oynar gibi

görünen Asya tipi üretim tarzı kavramının neden olduğu şiddetlisık ıntının kaynağı budur.) 

Açıktır ki bu ikinci Marx, liberaller taraf ından çok daha kabuledilebilirdir ve hem entelektüel hem de siyasal olarak uzlaşmayahazır olduklar ı Marx odur. Öteki Marx çok daha can sık ıcıdır. Li-

 beraller o Marx'tan korkar ve onu reddederler, elbette onun ente-lektüel meşruiyetini de inkâr ederler. Bu ilk Marx, ister kahramanolsun ister şeytan, bana ilginç gelen ve bugün hâlâ bize söyleye-cek bir şeyleri olan tek Marx'tır. 

İki Marx arasındaki bu ayr ımda söz konusu olan, birbiriylezıt tarihsel mitlerden türetilen farklı kapitalist gelişme beklentileri-dir. Kapitalizm öykümüzü iki kahramandan birinin etraf ında dön-dürebiliriz: muzaffer burjuva ya da yoksul kitleler. Kapitalist dün-ya ekonomisinin beş yüzyıllık tarihinin anahtar kişiliği bu ikisin-den hangisidir? Tarihsel kapitalizm çağını nasıl değerlendireceğiz?Diyalektik olarak kendi reddine ve Aufhebung*una yol açtığı için

toptan olumlu mu? Yoksa dünya nüfusunun büyük çoğunluğununyoksullaşmasına yol açtığı için toptan olumsuz mu? Bu görüş seçiminin ayr ıntılı her çözümlemede yansıtıldığı ba-

na oldukça açık gelmektedir. Sadece tek bir örnek verip, çağdaş   bir yazardan rasgele bir düşünceye değineceğim. Buna özellikledeğiniyorum, çünkü rasgele, yani masumane denebilecek bir  şe-kilde ileri sürülmüş bir düşünce bu. Yazar, Saint-Just'ün FransızDevrimi boyunca iktisat üzerine düşünceleriyle ilgili kavrayıcı ve 

 Aufl ıebung: Aşma (ç.n.) 

derin bir tartışmasında, Saint-Just'ü "anti-kapitalist" olarak tanım-lamanın uygun olacağı ve bu tanımın aslında sanayi kapitalizminikapsayacak bir  şekilde genişletilebileceği sonucuna var ıyordu.Daha sonra şöyle ekliyordu: "Bu anlamda Saint-Just'ün selefle-rinden ya da çağdaşlar ından daha az ilerici olduğu söylenebilir."1

Peki neden "daha" ilerici değil de "daha az" ilerici? Meselenin özü bu. 

Kuşkusuz Marx bir Aydınlanma adamı, bir Smithgil, bir Ja-koben, bir Saint-Simoncu'ydu. Bunu kendi söylüyordu. 19. yüz-yılın tüm iyi sol entelektüelleri gibi onun da zihni burjuva libera-

lizminin öğretileriyle doluydu. Yani tüm arkadaşlar ıyla birlikte,  Ancien Regime kokan her şeye —imtiyaz, tekel, derebeylik hak-lan, aylaklık, dindarlık ve hurafeye— kar şı bir çeşit sürekli, nere-deyse içgüdüsel bir protestoyu paylaşıyordu. Marx bu miyadını doldurmuş dünyaya kar şı ak ılcı, ciddi, bilimsel, üretici olan nevarsa onun yanındaydı. Çok çalışmak erdemdi. 

Marx, bu yeni ideolojiye dair çekincelere sahip olmasına rağ-men (ki bunlar çok da fazla değildi), bu değerlere bağlı olduğunuiddia etmeyi ve daha sonra liberalleri kendi ipleriyle asarak, budeğerleri onlara kar şı siyasal açıdan kullanmayı taktik olarak ya-rarlı buldu. Çünkü liberallerin kendi devletlerinde düzen ne zamantehdide uğrasa ilkelerini rafa kaldırdıklar ını göstermek onun için

 pek de zor değildi. Bu nedenle Marx için liberallere kendi sözle-rini tutturmak, liberalizmin mantığını en uç noktasına dek götür-mek ve böylece onlara, kendilerinden başka herkese salık verdik-leri ilacı yutturmak kolay bir işti. Marx'ın başlıca sloganlar ınındaha fazla özgürlük, daha fazla eşitlik, daha fazla kardeşlik ol-duğu söylenebilir. 

Marx'ın zaman zaman Saint-Simon kar şıtı bir geleceğe doğru bir imgelem sıçrayışı yapmaya eğilimli olduğu kuşku götürmez.Fakat belki de her zaman antipatik ve gerçekten zararlı bulduğuütopyacı ve anar şist iradeciliğin ekmeğine yağ sürmekten kork- 

1. Charles-Albert MICHALET, "Économie et politique enez Saint-Just.L'exemple de l'inflation",   Annales historiques de la Révolution française, LV,no. 191, Ocak-Mart 1968, s. 105-106. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 82/146

 IRK, ULUS, SINIF 160  MARX VE TAR İ   H 161 

tuğu için bu yönde fazla ileri gitmekte tereddüt ettiği oldukçaaçıktır. Görüşlerine çok kuşkucu bir şekilde yaklaşmamız gerekenMarx, işte tam da bu burjuva liberal Manx'tır. 

Tekrar sahneye çıkarmamız gereken Marx ise öteki Marx'tır;tarihi karmaşık ve dolambaçlı gören Marx; bu nedenle de kapita-lizmi tarihsel bir sistem olarak eleştiren Marx'tır. Bu Marx tarihselkapitalizm sürecine yak ından baktığında ne buldu? Yalnızca "bu-güne dek varolmuş olan tüm toplumlar ın" görüngüsü olan sınıf mücadelesini değil, sınıf kutupla şmasını da buldu. Onun en radi-kal ve cüretkâr varsayımı buydu ve dolayısıyla en şiddetle kar şı 

konulan varsayımı da bu oldu. Başlangıçta Marksist partiler ve düşünürler, yaptığı felakethaberciliğiyle geleceği ipotek altına almış görünen bu sınıf kutup-laşması kavramını ortalığa bol bol savurdular. Fakat Marksizmkar şıtı entelektüeller en azından 1945'ten beri, Batı ülkelerindekisanayi işçilerinin yoksullaşmak bir yana, büyükbabalar ından çok daha iyi yaşadıklar ını ve sonuç olarak değil mutlak, göreli bir yoksullaşma bile olmadığını kanıtlanmakta çok daha az zorlan-dılar. 

Dahası, haklıydılar. Ve bunu bizzat sanayi toplumlar ında sol  partilerin esas toplumsal tabanı olan sanayi işçilerinden daha iyi bilen de yoktu. Bu nedenle Marksist partiler ve düşünürler, butemadan geri çekilmeye başladılar. Bu belki bir bozgun değildi,ama en azından konuya girmekte tereddüt eder hale geldiler. Ku-tuplaşma ve yoksullaşmaya yapılan atıflar yavaş yavaş (tı pk ı dev-letin "sönümlenmesine" yapılan atıflar gibi) tümden azaldı ya dakayboldu; bizzat tarih taraf ından yalanlanmış gibi göründü. 

Bizim Marx'ımızın sahip olduğu en zekice sezgilerden biri-nin, bir çeşit planlanmamış ve karmakar ışık düşüşü işte böylegerçekleşti. Çünkü Marx, longue durée* konusunda sandığımız-dan çok daha kurnazdı. Gerçek şu ki kutuplaşma tarihsel olarak yanlış değil doğru bir varsayımdır ve hesap birimi olarak kapita-lizm için gerçekten geçerli olan tek varlığı, yani kapitalist dünyaekonomisini kullanmak kaydıyla, bu varsayımı ampirik olarak  

* uzun vadelilik. (ç.n.) 

kanıtlamak mümkündür. Bu oluş içinde, dört yüzyıl boyunca sı-nıflar ın yalnızca göreli olarak değil, mutlak olarak da kutuplaş-malar ı gerçekleşmiştir. Peki eğer durum buysa kapitalizmin ileri-ciliği nerede yatmaktadır? 

Kutuplaşmadan ne kastettiğimizi saptamak ve belirlemek zo-runda olduğumuzu söylemeye gerek yok. Tanım kendiliğindenaçık değildir; her  şeyden önce (geniş tanımıyla) maddi servetintoplumsal dağılımı ile, proleterleşme ve burjuvalaşmanın ikiz sü-reçlerinin sonucu olan toplumsal iki uçlulaşmayı birbirinden ayır-mamız gerekmektedir. 

Servetin dağılımı söz konusu olduğunda, bunu hesaplamak için çeşitli yollar vardır. Başlangıç olarak hesap birimine karar vermek zorundayız; yalnızca mekânsal birime (yukar ıda ulusaldevlet ya da şirket yerine dünya ekonomisini tercih ettiğimizi be-lirtmiştik) değil, zamansal birime de karar vermeliyiz. Sözünüettiğimiz dağılım, bir saatlik mi, bir haftalık mı, bir yıllık mı, otuzyıllık mı? Her hesap farklı, hatta bağdaşmaz sonuçlar verebilir.Aslına bakarsanız insanlar ın çoğu iki zamansal hesapla ilgilenir.Biri çok k ısa vadeli bir hesaptır ve hayatta kalma hesabı olarak ad-landır ılabilir. Diğeri ise, hayatın niteliğini, bir kişinin yaşamaktaolduğu günlük hayatın toplumsal değerlendirmesini ölçmek içinkullanılır ve tüm bir hayatın hesabı olarak adlandır ılabilir. 

Hayatta kalma hesabı doğası gereği değişken ve gelip geçi-cidir. Bize maddi kutuplaşma olup olmadığını, nesnel ve öznelolarak gösterebilecek en iyi ölçü tüm bir hayat ın hesabıdır. Ku-şaklar arası ve uzun vadeli olan bu ikinci tür hesaplar ı kar şılaş-

rmamı

z gerekir. Ancak kuşaklararası

bir kar şı

laştı

rma, tek bir sülale içindeki kar şılaştırma anlamına gelmez; çünkü böylesi bir kar şılaştırma bir bütün olarak dünya sistemi perspektifiyle ilgisiolmayan bir etkeni, dünya ekonomisinin belirli bölgelerindeki top-lumsal hareketlilik oranlar ını işe kar ıştırmaktadır. Yapmamız ge-reken, dünya ekonomisinin, her biri gruptakilerin tüm hayatlar ıylaölçülen paralel tabakalar ını, birbirini izleyen tarihsel anlarda kar-şılaştırmaktır. Sorulması gereken soru, bir tarihsel anda, verili bir tabakada tüm bir hayat deneyiminin diğerinden daha kolay mı yoksa zor mu olduğu ve zaman içinde yüksek tabaka ile aşağı ta- 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 83/146

 IRK, ULUS, SINIF 162  MARX VE TAR İ   H 163 

 baka arasında artan bir uçurum oluşup oluşmadığıdır. Hesap, yalnızca bir hayat boyu sağlanan tüm geliri değil, bu

gelirin, (hangi biçimde olursa olsun) sağlanmasına ayr ılan hayat boyu çalışma saatlerine bölünmesini de içermelidir. Böylece kar-şılaştırmalı bir çözümlemenin temeli olabilecek sayılan elde ede-

 biliriz. Hayat süresi göz önünde bulundurulmalıdır, fakat bu süredaha çok 1 ve hatta 5 yaşından itibaren hesaplanmalıdır (böylece,yetişkinlerin sağlığını etkilemeyen, ancak çocuk ölümleri oranını düşürebilecek sağlık alanındaki kimi gelişmelerin etkisini saf dışı 

 bırak ılabiliriz). Son olarak çok sayıda insanın soyunun devamını 

önleyerek diğer bazılar ının kaderinin iyileşmesinde rol oynayançeşitli soyk ır ımlar ı da hesabın (ya da indeksin) içine ka-tılmalıdır. 

İnanıyorum ki, uzun vadede ve tüm dünya ekonomisinin bir ucundan öbür ucuna hesaplanmış bazı makul rakamlar elde edile-

 bilse, bu rakamlar son dört yüzyıl boyunca kapitalist dünya eko-nomisinde belirgin bir maddi kutuplaşma olduğunu açıkça kanıtla-yacaktır. Daha açık olmak gerekirse, dünya nüfusunun (hâlâ k ır-sal olan büyük çoğunluğunun) günümüzden dört yüzyıl önce-sinden çok daha az kar şılık alarak daha çok ve uzun çalıştığını id-dia etmekteyim. 

Kitlelerin daha önceki çağlardaki hayatlar ını idealize etmeyeniyetim yok; sadece onlar ın insani olanaklar ının genel düzeyini

 bugünkü torunlar ıyla kar şılaştırarak değerlendirmek istiyorum.Bir Batı ülkesinde vasıflı işçilerin atalar ından daha iyi durumdaolduklar ı gerçeği, bugün Kalküta'da yaşayan vasıfsız bir işçinin

hayat standardı

hakk ı

nda —kaldı

ki Perulu ya da Endonezyalı

bir mevsimlik tar ım işçisinin durumundan söz etmiyorum bile— pek  bir şey söylememektedir. 

Proleterleşme gibi Marksist bir kavramı maddi gelir bilançosuolarak kullanmakla "ekonomizme" fazla kaydığım söylenerek iti-raz edilebilir. Ne de olsa önemli olanın üretim ilişkileri olduğunusavunanlar var. Kuşkusuz bu doğru bir yorumdur. Öyleyse ku-tuplaşmaya bir toplumsal iki uçlulaşma, çok sayıda ilişkinin tek 

 bir burjuva-proleter zıtlığına dönüşmesi olarak bakalım. Yani yal-nızca (Marksist literatürün bir kurtar ıcısı olan) proleterleşmeye 

değil, (onun mantıksal kar şılığı olan ama aynı literatürde pek aztartışılan) burjuvalaşmaya da bakalım. 

Bu durumda da bu terimlerle ne demek istediğimizi belirle-mek zorundayız. Eğer bir burjuva, tanım olarak yalnızca 19. yüz-yılın başında Frenglandlı tipik bir sanayici olabiliyorsa ve bir pro-leter de yalnızca, bu sanayicinin fabrikasında çalışan kişi olabili-yorsa, kapitalist sistemin tarihinde pek de sınıf kutuplaşması ol-madığı epey kesindir. Kutuplaşmanın azaldığı bile kanıtlanabilir.Ancak eğer gerçek bir burjuva ve gerçek bir proleterden kasıtbugünkü gelirleriyle, yani miras kalmış kaynaklardan (sermaye,

mülk, ayr ıcalık, vb.) elde edilen gelire bağımlı olmadan yaşayan-larsa; ayr ım, ikili rolleri fazla içermeyen, yalnızca artık değeri ya-ratan (proleter) ile onun yarattığı artık değerle yaşayan (burjuva)arasında yapılan bir ayr ımsa; yüzyıllar boyunca giderek daha çok insanın bu iki kategoriden birinde yerini aldığı ve bunun henüz ta-mamlanmamış olan yapısal bir sürecin sonucu olduğu, kuşkuyayer bırakmayacak şekilde öne sürülebilir. 

Bu süreçlere daha yak ından bakmak savımızı açıklığa kavuş-turacaktır. "Proleterleşme"de gerçekte olup biten nedir? Tüm dün-yada işçiler, gelirlerin toplandığı küçük "hane" gruplar ında yaşa-maktadırlar. Ne tümüyle akrabalıkla ilgili ne de zorunlu olarak or-tak-ikâmete dayalı olan bu gruplar ın belli bir ücret gelirine dayan-madığı durumlar enderdir. Fakat aynı şekilde sadece ücret gelirle-riyle geçinmeleri de pek az rastlanır bir şeydir. Bu gruplar küçük meta üretiminden, kiralardan, hediyelerden, transfer ödemelerin-den ve (hiç de az olmayan) geçimlik üretimden gelenleri ücret ge-lirine eklemektedirler. Böylelikle çok sayıda gelir kaynağını, kuş-kusuz çok farklı oranlarda, çok farklı yerlerde ve zamanlarda bir-leştirirler. Bu nedenle proleterleşmeyi ücret gelirine bağımlılığıntoplam yüzde olarak artma süreci şeklinde düşünebiliriz. Bir ha-nenin ücretlere yüzde sıf ır bağımlılıktan yüzde yüz bağımlılığa

 birdenbire geçtiğini düşünmek tümüyle tarihdışı düşünmektir.Söz konusu hanelerin bazen k ısa sürelerde, diyelim ki yüzde yir-mi beş bağımlılıktan yüzde elli bağımlılığa geçmeleri daha müm-kündür. Bildiğimiz klasik örnekte, 18. yüzyılın İngiliz "çitlemehareketlerinde" de olan aşağı yukar ı budur. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 84/146

  IRK, ULUS, SINIF 164  MARX VE TAR İ   H 165 

Proleterleşmeden kârlı çıkan kimdir? Kapitalistlerin kârlı çık-tığı hiç de kesin değildir. Hanelerin ücretlerden elde ettikleri gelir-lerin yüzdesi arttıkça ücret düzeyi de yeniden üretim için gerekliasgari düzeye yaklaşacak şekilde azalmak zorunda değil, eşza-manlı olarak artmak zorundadır. Belki de böylesi bir savın saçmaolduğunu düşünebilirsiniz. Eğer bu işçiler daha önce asgari ücret-lerini almamış olsalardı biyolojik olarak nasıl hayatta kalabilirler-di? Aslında bu hiç de saçma değildir. Çünkü eğer ücret geliri hanegeliri toplamının yalnızca küçük bir oranını oluşturuyorsa, ücretliişçinin işvereni, toplam hane gelirinin diğer bileşenlerini, ödenen

ücret ile hayatta kalmak için gerekli asgari miktar arasındaki fark ı "kapatmaya" zorlayarak asgari-alt ı  bir saat ücreti ödeyebilir. Bunedenle, asgari bir düzeyi yakalamak için geçimlik emekten ya daküçük meta üretiminden tüm bir haneye asgari-üstü gelir elde et-mek amacıyla gereken çalışma, ücretli emekçinin işvereni için bir "yardım ödeneği" olarak, bu işverene artık değer aktar ımına hiz-met etmektedir. Dünya ekonomisinin çevre bölgelerindeki inanıl-maz derecede düşük ücret ölçeklerini açıklayan şey budur. 

Kapitalizmin temel çelişkisi iyi bilinir. Bu, kâr ını en üst düze-ye çıkarmanın (ve bu nedenle ücretler de dahil olmak üzere, üre-tim maliyetlerini en aza indirmenin) yollar ını arayan bireysel giri-şimci olarak kapitalistin çıkar ı ile onun, üyeleri kârlar ını realizeedemedikçe, yani ürettiklerini satamadıkça para kazanamayacak olan bir sınıf ın üyesi olarak çıkarlar ı arasındaki çelişkidir. İşte buyüzden alıcılara ihtiyaçlar ı vardır ve bu çoğunlukla işçilerin nakitgelirlerini artırmaya ihtiyaç duymalar ı anlamına gelmektedir. 

Burada dünya ekonomisinin tekrarlanan durgunluklar ını,dünya nüfusunun (her seferinde yeni) bazı k ısımlar ının alım gü-cündeki süreksiz fakat zorunlu (yani basamak benzeri) artışlaragötüren mekanizmalar ı yeniden gözden geçirmeyeceğini. Sadece

 bu gerçek alım gücünü artırma mekanizmalar ının en önemlile-rinden birinin proleterleşme olarak adlandırdığımız süreç oldu-ğunu söyleyeceğim. Proleterleşme, kapitalistlerin bir sınıf olarak k ısa vadeli (yalnızca k ısa vadeli) çıkarlar ına hizmet etse bile tek tek işverenler olarak çıkarlar ına kar şıdır ve bu nedenle prole-terleşme, normal olarak, onlar sayesinde değil onlara rağmen ger- 

çekleşir. Proleterleşme talebi daha çok öbür taraftan gelir. İşçiler kendilerini çeşitli yollarla örgütlerler ve böylece taleplerinden ba-zılar ını elde ederler, bu da onlara gerçek bir ücret-tabanlı asgariücret eşiğine ulaşma olanağı sağlar. Yani işçiler kendi çabalar ıyla

 proleterleşirler ve sonra da zafer diye hayk ır ırlar! Benzer şekilde, burjuvalaşmanın gerçek niteliği de inandır ıl-

dığımızdan oldukça farklıdır. Burjuvanın klasik Marksist sosyo-lojik portresi, bizzat Marksizm'in temelindeki epistemolojik çeliş-kilerle yüklüdür. Marksistler bir yandan, ilerici-girişimci-burju-vanın, tembel-rantiye-aristokratın zıddı olduğunu ileri sürerler. Ve

 burjuvalar arasında da ucuz alı  p pahalı satan (bu nedenle spe-külatör-vurguncu-aylak) ticari kapitalist ile üretim ilişkilerinde"devrim yapan" sanayici arasında bir zıtlık gösterilir. Eğer bu sa-nayici kapitalizme giden "gerçekten devrimci" yolu tutmuşsa, yani

 bu sanayici liberal efsanelerin kahramanına, çalışa çalışa büyük adam olmuş küçük adama benziyorsa, bu zıtlık daha da keskinhale gelir. Marksistler, bu inanılmaz ama köklü tavır sonucu ka-

 pitalist sistemin kutsanışının başlıca faillerinden biri olmuşlardır. Bu tanım insana, bu aynı sanayicilerin, işçileri, artık değeri

çekip alma biçimindeki sömürüşleri —ve böylece mantıksal ola-rak tüccar ve "feodal aristokrat" ile birlikte aylaklar saf ına katılış-lar ı — hakk ındaki diğer Marksist tezleri neredeyse unutturmak-tadır. Fakat eğer hepsi bu temel biçimde birbirlerine benzer iseler o halde farklılıklar ı açığa vurmak, kategorilerin tarihsel evrimini,varsayılan gerilemeleri (örneğin "soylu yaşamak" isteyen burju-vazinin "aristokratlaşmasını"), bazı burjuvalar ın ihanetini (çünkü

görünürde "tarihsel rollerini oynamayı

" reddetmektedirler) tartı

ş-mak için ne demeye bu kadar zaman harcıyoruz? Üstelik bu doğru bir sosyolojik portre midir? Tı pk ı çok sayı-

da kaynaktan (ücret bunlardan sadece biridir) elde edilen gelirleri birleştiren hanelerde yaşayan işçiler gibi, kapitalistler de (özellikle büyük olanlar ı) aslında birçok yatır ım, kira, ticari kârlar, "nor-mal" üretim kârlar ı, mali spekülasyonlar gibi kaynaklardan gelengelirleri birleştiren işletmelerde yaşarlar. Bu gelirler para biçiminialdıktan sonra kapitalist için bir fark yoktur; hepsi mahkûm ol-duklar ı o bitmek bilmez ve cehennemi birikimin peşine düşmek  

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 85/146

  IRK, ULUS, SINIF 166   MARX VE TAR İ   H 167  

için birer araç oluverir. Bu noktada konumlar ının psikolojik-sosyolojik çelişkileri

devreye girmektedir. Weber uzun süre önce Kalvincilik'in man-tığının insanın "psikolojisi"yle çeliştiğine dikkat çekmişti. Mantık 

 bize, insanın kendi ruhunun kaderini bilmesinin olanaksız oldu-ğunu söyler; çünkü insan Tanr ı'nın niyetlerini bilebilseydi, tam da

  bu nedenle, Tanr ı'nın gücünü sınırlamış olurdu ve Tanr ı artık "her şeye kadir" olmazdı. Fakat insan, kaderi üzerinde hiçbir etkisiolmadığını kabul etmeyi psikolojik olarak reddeder. Bu çelişkiKalvinci teolojik "uzlaşmaya" yol açmıştır. Kişi Tanr ı'nın niyetle-

rini bilemezse de en azından "dış işaretler" yoluyla olumsuz bir karan görebilir; ancak bu tür işaretlerin yokluğunda tersi bir sonu-ca varmadan yapabilir bunu. Böylece ahlak şu şekli alır: Namusluve müreffeh bir hayat selamet için gerek  şarttır ama yeter  şartdeğildir. 

Bugün burjuva, daha dünyevi bir k ılıfta da olsa, aynı çeliş-kiyle yüz yüzedir. Mantıksal olarak kapitalistlerin Tanr ısı, burju-vanın sadece biriktirmesini ister. Ve bu buyruğa kar şı gelenlerieninde sonunda iflasa sürükleyerek cezalandır ır. Fakat biriktir-mekten başka bir şey yapmamak hiç de eğlenceli değildir. İnsanara sıra birikiminin meyvelerini de tatmak ister. Burjuva ruhundahapsedilmiş olan "feodal-aristokrat" aylağın şeytanı gölgeler ara-sından çıkar ve burjuva, "soylu yaşamak" ister. Fakat "soylu ya-şamak" için insanın geniş anlamda rantiye olması, yani elde etmek için az çaba gerektiren, siyasal olarak "güvence altında" ve "miras

 bırak ılabilir" gelir kaynaklar ına sahip olması gerekir. 

Bu nedenle "doğal" olan, bu kapitalist dünyada her ayr ı

calı

klı

 taraf ın "dilediği" şey rantiye statüsünden girişimci statüsüne geç-mek değil, bunun tam tersidir. Kapitalistler "burjuva" olmak iste-mezler. Her zaman için "feodal-aristokratlar" olmayı tercih eder-ler. 

Eğer kapitalistler yine de giderek daha fazla burjuvalaşıyor-larsa bu, onlar ın iradesi sayesinde değil, iradelerine rağmen ger-çekleşmektedir. Bu, işçilerin, kapitalistlerin iradesi sayesinde de-ğil onlar ın iradelerine rağmen proleterleşmelerine paraleldir. Bu

 paralellik daha da ileri gider. Eğer burjuvalaşma süreci ilerliyorsa 

 bu k ısmen kapitalizmin çelişkilerine, k ısmen de işçilerin bask ı-lar ına bağlıdır. 

 Nesnel olarak, kapitalist sistem yayıldıkça daha ak ılcılaşmış  bir hale gelir, daha çok sermaye yoğunlaşmasına neden olur, re-kabet giderek daha çetin bir hal alır. Birikim yapma zorunlulu-ğuna aldırmayanlar rakiplerinin kar şı saldır ılar ından çok daha hız-lı, kesin ve vahşi bir şekilde zarar görürler. Bu nedenle "aristok-ratlaşma" yolundaki her hata dünya pazar ında çok daha ağır bir 

 biçimde cezalandır ılır; dünya pazar ı "işletme"nin —özellikle degeniş ve (yar ı) millileşmiş ise— içsel bir tasfiyesini gerektirir. 

Bir işletmenin yönetiminin varisi olmayı isteyen çocuklar artık dışar ıdan, yoğun ve "evrenselci" bir eğitim almak zorunda-dırlar. Teknokratik yöneticinin rolü yavaş yavaş artmıştır. Kapi-talist sınıf ın burjuvalaşmasını kişileştiren işte bu yöneticidir. Bir devlet bürokrasisi, artık değere el konulmasını gerçekten tekel-leştirebilirse, her türlü ayr ıcalığı k ısmen bireysel ya da sınıfsal ve-rasete değil de hali hazırdaki etkinliğe bağlı k ılarak, bu burjuva-laşmayı mükemmelen kişileştirebilir. 

Bu sürecin işçi sınıf ı taraf ından daha ileri götürüldüğü ol-dukça açıktır. İktisadi hayatın araçlar ını teslim almak ve adaletsiz-liği ortadan kaldırmak yolundaki tüm çabalar ı kapitalistleri sınır-lama ve onlar ı burjuvalaşmaya doğru geriletme yönündedir. Feo-dal-aristokrat aylaklık siyasal olarak fazla tehlikeli ve fazla göze

 batıcıdır. Karl Marx'ın tarih yazımındaki teşhisi bu şekilde kendini

doğrulamaktadır: burjuva ve proleter şeklinde iki büyük sınıftakutuplaşma; hem maddi hem de toplumsal olarak. Fakat Marx'ınokunmasından türetilebilecek verimli ve verimsiz tarih yazımı vur-gulamalar ı arasında yapılan tüm bu ayr ım neden önemlidir? Bu,sosyalizme "geçiş"i kuramlaştırma, aslında, genelde "geçişler"ikuramlaştırma sorunuyla kar şılaşıldığında önem kazanır. Geç-mişle kar şılaştır ıldığında kapitalizmden "ilerici" olarak söz edenMarx, burjuva devrim(ler)inden, feodalizmden kapitalizme birçok "ulusal" geçişin anahtar ıymışçasına söz etmektedir. 

Kuşku verici ampirik niteliklerini bir yana bırak ırsak, burjuva"devrimi" kavramı, bu devrimin hem öncül hem de önkoşul oldu- 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 86/146

 IRK, ULUS, SINIF 168 

ğu bir proleter devrimini düşünmeye yöneltir bizi. Modernlik bir- birini izleyen bu iki "devrim"in zirvesi halini alır. Kuşkusuz buart arda geliş ne acısız ne de aşamalıdır: daha ziyade şiddetli vekesintilidir. Fakat yine de, tı pk ı kapitalizmin feodalizmin ardındangelişi gibi kaçınılmazdır. Bu kavramlar, işçilerin mücadelesi içintüm bir stratejiyi, tarihsel rollerine aldırmayan burjuvalara kar şı ahlaki suçlamalarla dolu bir stratejiyi içermektedir. 

Fakat eğer burjuva "devrimleri" yoksa ve sadece aç gözlü ka- pitalist kesimlerin öldürücü mücadeleleri söz konusuysa ne kopyaedilecek bir model ne de aşılacak bir siyasal-toplumsal "geri kal-

mışlık" vardır. Hatta tüm "burjuva" strateji, kaçınılması gereken bir şey olabilir. Eğer feodalizmden kapitalizme "geçiş" ne ilericine de "devrimci" ise; eğer bu geçiş egemen katmanlar için işçiyığınlar ı üzerindeki kontrollerini pekiştirmeye ve sömürü düzeyiniartırmaya izin veren büyük bir kurtar ıcı olmuşsa (şimdi ötekiMarx'ın diliyle konuşmuş oluyoruz) bugün bir geçiş zorunluysada, bunun kaçınılmaz olarak sosyalizme geçiş (yani üretimin kul-lanım değeri için olduğu eşitlikçi bir dünyaya geçiş) olmadığı so-nucuna varabiliriz. Günümüzde anahtar sorunun küresel geçişinyönü olduğu sonucuna varabiliriz. 

Kapitalizmin, çok uzak olmayan bir gelecekte ölüm haberinialacak olması, bana hem kesin hem de hoş geliyor. Bunu, içinde

 büyüyen "nesnel" çelişkilerinin bir çözümlemesiyle kanıtlamak kolaydır. Gelecek dünyanın niteliğinin, bugünkü mücadelenin so-nucuna bağlı olan cevaplanmamış bir soru olarak kalıyor olması da bence kesindir. Gerçekte geçiş stratejisi kaderimizin anahtar ı durumundadır. Kendimizi kapitalizmin tarihsel ilericiliği üzerine

 bir taziyeye kaptırarak iyi bir strateji bulmamız mümkün görün-müyor. Tarih yazımının bu tür vurgulamalar ı bizi bugünkü sis-temden daha ilerici olmayan bir "sosyalizme", yani bu sistemin

 bir "tecessüd"üne götürecek bir stratejiyi içerme tehlikesini taşı-maktadır. 

 Déf ınir le bourgeois? Nous ne serions pas d'accord. ** 

Emest LABROUSSE (1955) 

Modern dünya mitolojisinde baş oyuncu burjuvadır. Kimileri içinkahraman, kimileri için cani, ama çoğu kimse için bir esin ya dacazibe kaynağı, ya da geçmişi yık ı p bugünü kuran bir kahraman-dır. İngilizce'de "burjuva" terimi pek kullanılmaz, onun yerine,genellikle, orta sınıf(lar) (middle classes) terimi yeğlenir. Anglo-sakson düşüncesinin o bütün övülen bireyciliğine rağmen, "ortasınıf(lar)" terimi için uygun bir tekil adlandırmanın bulunamamış olması herhalde küçük bir ironidir. Dilbilimciler, terimin ilk kez1007 yılında, Latince'de, burgensis şeklinde görüldüğünü söylü-yorlar; sözcük, 1100'de Fransızca'da, burgeis olarak tescil edil-miş. Özgün anlamı içinde, bu, kentsel bir yerleşim alanının, bir bourg'un sakini, ama "özgür" bir sakini anlamına geliyordu.1

Özgür, ama neyden özgür? Feodal sistemin toplumsal dokusunun 

* Bu makale ilk kez 23 Mart 1987'de Vanderbilt Üniversitesi'nde tarihsemineri olarak verilmiştir. İngilizce orijinali   New Left Review, Sayı: 167,Ocak-Şubat 1988'de; ilk Türkçe versiyonu da  Defter, Sayı: 8, Şubat-Mart1989'da yayınlanmıştır. 

** "Burjuvayı tanımlamak mı? Bu tanımda anlaşamazdık." (ç.n.) E. LA-BROUSSE, "Voies nouvelles vers une histoire de la bourgeoisie occidentaleaux XVIIie et XIXe siecles (1700-1850)", Relazioni de X Congresso Interna- zionale di Scienze Storiche içinde, IV: Storia Moderna, Floransa, Yay. G.C.Sansoni, 1955, s. 367. 

1. G. MATORÉ,  Le vocabulaire et la société médiévale, Paris, 1985, s.292. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 87/146

 İ  RK, ULUS, SINIF 170   KAVRAM VE GERÇEKL İ  K OLARAK BURJUVAZ  İ  171 

ve iktisadi bağlar ının ifadesi olan yükümlülüklerden özgür. Bur- juva, bir köylü ya da serf de ğ ildi, ama bir soylu da de ğ ildi. 

Demek ki, daha baştan bir ayk ır ılık, bir muğlaklıkla kar şı kar-şıyayız. Ayk ır ılık, çünkü "burjuva" kavramının doğmakta olduğusırada, feodalizmin kristalize olmuş üç zümreli hiyerar şik yapı-sında ve değer sisteminde, burjuva için mantıksal bir yer yoktu.2

Muğlaklık, çünkü o zamanlar (bugün de sürmekte olduğu gibi) burjuva terimi, hem bir şerefi, hem bir aşağılamayı; hem bir öv-güyü hem de bir yergiyi ifade ediyordu. XI. Louis'nin "Berne

 burjuvası" payesini almaktan onur duyduğu söylenir.3 Ama öte

yandan Moliére, "Le bourgeois gentilhomme" üzerine sert bir hi-civ yazmıştı. Flaubert'in de, "J'appelle bourgeois quiconque pense bassement"* dediği bilinir. 

Bu ortaçağ burjuvası ne köylü ne de soylu (lord) olduğun-dan, sonunda, onun bir ara sınıf üyesi, yani bir orta sınıf olduğudüşünülmeye başlandı. Ancak, böylece başka bir muğlaklığa dameydan verilmiş oldu. Bütün şehir sakinleri mi, yoksa onlar ın sa-dece bir k ısmı mı burjuvaydı? Zanaatkarlar burjuva mı, yoksa kü-çük burjuva mıydı ya da burjuvadan sayılmazlar mıydı? Terim,

  pratikte, hem tüketim olanaklar ını (yaşam tarzı) hem de yatır ımolanaklar ını (sermaye) dolayımlayan, hali vakti yerindelikle çak ı-şan belirli bir gelir düzeyiyle özdeşleştirildi. 

Terimin kullanımı, bu iki eksen —tüketim ve sermaye— üze-rinden geliştirildi. Buna göre burjuva yaşam tarzı, bir yandansoylular ın, diğer yandan da köylü/zanaatkârlar ın yaşam tarzlar ıylakar şıtlık oluşturuyordu. Köylü/zanaatkârlar ın yaşam tarzı kar şı-sında burjuva yaşam tarzı, konforu, adab-ı muaşereti, temizliğiifade ediyordu. Ama soylununki kar şısında, belirgin bir lüks yok-sunluğunu ve toplumsal davranışlardaki beceriksizliği temsil edi-yordu (yani, nouveau riche** imajına uygun düşüyordu). Çok sonralar ı şehir hayatı zenginleşip karmaşıklaşınca, burjuva yaşam 

* "Bayağı düşünen her kimse ona burjuva derim." (ç.n.) **yeni zengin, sonradan görme. (ç.n.) 2. G. DUBY, Les trois ordres ou iimaginaire du féodalisme, Paris, 1978.3. M. CANARD, "Essai de semantique: Le mot 'bourgeois'",  Revue de

 philosophie française et de littérature, XXVII, s. 33.

tarzı, bir sanatçının ya da bir entelektüelin yaşam tarzıyla da kar-şıtlık içine girdi. Bu kar şıtlıkta burjuva yaşam tarzı, düzeni, top-lumsal uyumluluğu, temkinliliği, alıklığı temsil etti. Yani burjuva,kendiliğindenlik, serbestlik, şenlik ve zekilik adına ne varsa hep-sine kar şıt, nihayet bugün bizim kültür-düşmanı dediğimiz bir ya-şam tarzına sahipti. Son olarak, kapitalist gelişme, bir proleterinde burjuvanın iktisadi rolünü üstlenmeksizin, sahte bir burjuvayaşam tarzını benimsemesi anlamında yeni bir yaşam tarzını ola-naklı k ıldı, ki biz buna "orta sınıflaşma" diyoruz. 

Babbitt gibi bir burjuva, modern kültürel söylemin merkezinde

yer almışsa, kapitalist olarak burjuva da siyasal-ekonomi söy-leminin merkezinde olmuştur. Buna göre burjuva, üretim araçla-r ını sermayeleştiren, ücret kar şılığında işçi kiralayan ve üretileni

 pazarda satandır. Satışlardan elde ettiği gelirin, ücretleri de içerenüretim maliyetlerinden daha büyük olması durumunda, burjuva-nın amacı olan kârdan söz edilebilir. Burjuvayı toplumsal rolününerdemlerinden dolayı (yaratıcı bir girişimci olarak burjuva) öven-ler olduğu gibi, bu rolünün kötülüklerinden dolayı (parazit bir sö-mürücü olarak burjuva) yerenler de olmuştur. Fakat övenler deyerenler de burjuvanın, bu kapitalist burjuvanın —çoğuna göre,19. yüzyıldan bu yana; birçoğuna göre, 16. yüzyıldan beri; çok 

  büyük bir gruba göreyse, daha da uzun bir zamandan beri— modern iktisadi yaşamın merkezi dinamik gücü olduğunda birleş-mişlerdir. 

19. Yüzyıl Tanımlar ı 

Tı pk ı "burjuva" kavramının soylu/toprak sahibi ve köylü/za-naatkâr arasında bir ara tabaka olarak tanımlanması gibi, burjuvaçağı ya da burjuva toplumu da iki yön arasında tanımlanmaya baş-landı: geriye doğru gidildiğinde feodalizmden ilerde, ileriye doğrugidildiğindeyse sosyalizm vaadiyle (ya da tehdidiyle) kar şı kar şı-ya... Bu tanım 19. yüzyılın bir olgusuydu, öyle ki, çoğu kimse

 bu yüzyılın, burjuva zaferinin çağı olduğunu, kavram ve gerçek-lik olarak burjuvanın en asli tarihsel uğrağı olduğunu düşünmek-teydi. Burjuva uygarlığını kolektif bilincimizde, dünyanın atölye- 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 88/146

 IRK, ULUS, SINIF 172   KAVRAM VE GERÇEKL İ  K OLARAK BURJUVAZ  İ  173 

si, beyaz adamın omuzlar ındaki yükün anavatanı, o üzerinde gü-neşin hiç batmadığı, sorumluluklar ının bilincinde, bilimsel, uygar Viktorya Britanyası'ndan daha iyi ne temsil edebilir ki? 

Böylece burjuva gerçekliği —hem kültürel hem de siyasal-iktisadi gerçekliği— 19. yüzyılın üç büyük ak ımı (muhafazakâr-lık, liberalizm ve Marksizm) taraf ından, benzer şekilde betimlen-di. Burjuvanın mesleki işlevi (önceleri genellikle bir tüccar, fakatsonralar ı, mallar ını işçilere ürettiren, yani ücretli emek istihdameden ve üretim araçlar ına sahip bir işadamı), iktisadi motoru (kâr güdüsü, sermaye biriktirme arzusu) ve kültürel profili (sorumlu,

ak ılcı, kendi çıkarlar ının peşinde koşan), bu üç ak ımın burjuvayı kavramlaştırma konusunda anlaştıklar ı özellikler oldu. 

Merkezi bir kavram etraf ında 19. yüzyılda oluşmuş böylesine bir kavrayış birliği dolayısıyla bu kavramı hiç tereddüt etmeden,tartışmaya gerek duymaksızın kullanabileceğimiz düşünülebilir.Ancak Labrousse, tek bir tanım üzerinde anlaşamayacağımızı ve

 bu nedenle ampirik gerçekliğe daha yak ından bakmamızı ve ufku-muzu mümkün olduğunca geniş tutmamızı salık veriyor. Lab-rousse'un 1955'teki bu önerisine rağmen, akademik camianın buöneriyi dikkate almadığını sanıyorum. Neden acaba? 

Şimdi, tarihçilerin ve öteki toplumsal bilimcilerin çalışmala-r ında, içinde burjuva(zi) kavramının (onlar ın değilse de, çoğu okur-lar ının canını sıkacak bir biçimde) kullanıldığı beş ayr ı bağlamı elealalım. Bu rahatsızlık verici noktalan çözümlemekle, kavram vegerçeklik arasında daha iyi bir çak ışmayı sağlayacak ipuçlar ını bu-labiliriz. 

1. Tarihçiler sı

k sı

k "burjuvazinin aristokratlaşması

" olarak adlandırdıklar ı bir olgudan söz ederler. Örneğin, bazılar ına göre, bu durum 17. yüzyılda Hollanda'da görülmüştü.4   Ancien RegimeFransası'nda, mevki satışlar ı (venality of office) sistemiyle ya-ratılmış olan "noblesse de robe"*, sözü edilen kavramın fiili bir  

* Yargıçlık mevkiine sahip olunduğunda verilen asalet. (ç.n.) 4. D. J.ROORDA, "The Ruling Classes in Holland in the Seventeenth Century", der.J. S. BROMLEY ve E. H. KOSSMAN, Britain and the Nether-lands, II,Gröningen 1964 içinde s. 119; ve "Party and Faction", Acta Histo-riae Nederlandica, II, 1967, s. 196-97. 

kurumsallaşmasıydı. Ve kuşkusuz, Thomas Mann'ın  Budden-brooks'ta betimlediğinin de —zengin aile hanedanlar ının toplum-sal kalı plar ında, büyük girişimciden iktisadi bütünleşmeye (konso-lidasyon), oradan sanat hamiliğine, nihayet günümüzde ya deka-dan bir ahlak düşkününe ya da yoldan çıkmış idealist bir hedonistedoğru izlediği tipik dönüşüm çizgisi— bu olduğu söylenebilir. 

Görmeye çalıştığımız şey nedir? Hayatının belli bir uğrağın-da, birtak ım nedenlerle, bir burjuvanın "aristokratik" (19. yüz-yıldan beri eski zengin tabiri de kullanılıyor) rol adına, hem kül-türel tarzını hem de siyasal-iktisadi rolünü terk etmesi olgusudur.

Bu olgunun geleneksel biçimsel simgesi, topraklı malikâne eldeedip, kent sakini —fabrika sahibi— burjuvalıktan, k ır sakini — toprak sahibi— soyluluğa doğru bir değişim geçirmek oldu. 

Burjuva bunu niye yapar? Yanıtı açık. 11. yüzyıldan bugünekadar, gerek toplumsal statü açısından, gerekse modern dünyanınkültürel söylemi açısından, bir aristokrat olmak, her nedense bir 

  burjuva olmaktan daha "iyi", daha arzu edilir bir şey olarak görülmüştür. 

İlk bak ışta bu, iki nedenden dolayı dikkate değerdir. Birincisişu: Bize herkesin söylediği, 19. yüzyıldan, 16. yüzyıldan ve hattadaha da öncesinden beri, siyasal-iktisadi sürecin dinamik figü-rünün burjuva olduğudur. Peki öyleyse, herhangi biri toplumsalsahnenin daha arkaik olan ve hep de öyle kalacak olan bir kö-şesinde yer almak için, sahnenin merkezinde bulunan yerindenneden vazgeçsin? 

İkincisi, feodalizm veya feodal düzen, ideolojik sunuşlar ı 

içinde soyluluğu yüceltirken, kapitalizm kesinlikle burjuvalı

ğı

 yücelten bir ideolojiyi doğurdu. Ve kuşkusuz, bu ideoloji, enazından kapitalist dünya ekonomisinin merkezinde ve yine enazından 150-200 yıldır egemen bir konumda bulunmaktadır. Bud-denbrooks olgusu geçerliliğini korumaya devam ediyor. Ve Bü-yük Britanya'da asilzadelik bugün bile bir şeref olarak görülüyor. 

2. Çağdaş düşüncenin polemiklere yol açan önemli bir kav-ramı da, burjuvazinin kendi tarihsel rolüne "ihaneti" kavramıdır. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 89/146

 IRK, ULUS, SINIF 174   KAVRAM VE GERÇEKL İ  K OLARAK BURJUVAZ  İ  175 

Buna benzer bir fikri Marksist yazılarda da bulabiliriz; tabii bu,söz konusu kavrayışın sadece Marksist yazılarda bulunabileceğianlamına gelmez. Bu kavram aslında "burjuvazinin aristokratlaş-ması" kavramına bağlıdır. 

Belirli ülkelerde, özellikle az "gelişmiş" denilenlerde, bu kav-ramla anlatılmak istenen, yerel (ulusal) burjuvazinin kendisinden

 beklenen "normal" iktisadi rolü, toprak sahibi veya rantiye olmak için, k ısacası aristokrat olmak için terk etmiş olmasıdır. Fakat bu,kişisel biyografi bağlamındaki aristokratlaşmadan daha fazla bir şeyi ifade etmektedir. Yani, kolektif biyografi bağlamındaki kol-

lektif aristokratlaşmayı ifade etmektedir. Söz konusu olan, budeğişimin bir çeşit ulusal takvime göre zamanlanması sorunudur.Verili bir kesin gelişme evreleri kuramına göre, burjuvazi belirli

 bir noktada devlet aygıtını ele geçirmeli, "burjuva devleti" denenşeyi yaratmalı, ülkeyi sanayileştirmeli ve dolayısıyla, kolektif ola-rak önemli miktarda sermaye biriktirmeliydi, k ısacası Büyük Bri-tanya'nın geçtiği varsayılan tarihsel yolu izlemeliydi. 

Bu andan itibaren, birey olarak burjuvanın kendini aristokrat-laştırması belki daha az önem taşıyacaktı. Fakat bunlar gerçek-leşmeden önce, bu tür bireysel değişimler ulusal kolektif dönüşü-mü zorlaştırmaktadır (hatta olanaksızlaştırmaktadır). 20. yüzyılda,

 bu tür çözümlemeler büyük bir siyasal stratejinin payandası oldu-lar. Üçüncü Enternasyonal partilerinin ve onlar ın ardıllar ının "iki-aşamalı ulusal devrim kuramı" denen kuramlar ını haklı göstermek için kullanıldılar. Buna göre, sosyalist partiler sadece proleter (ikinci aşama) devrimi başarmakla yükümlü değillerdir, burjuva

(birinci aşama) devrimini gerçekleştirmede de oynamalar ı

gerekençok geniş bir rol vardır. İddia, ulusal burjuvazinin tarihsel rolüne"ihanet" etmiş olması, dolayısıyla, tarihsel olarak "zorunlu" burolü, onlar ın yerine proletaryanın üstlenmek zorunda olduğu yo-lundaki bir mantığa dayanır. 

Bu kavram iki bak ımdan tuhaftır. Bir kere, bir toplumsal sını-f ın, proletaryanın, başka bir sınıf ın, burjuvazinin, tarihsel görev-lerini hem yerine getirme yükümlülüğüne, hem de bunu yerinegetirmenin toplumsal olanağına sahip olduğu düşünülüyor. (Bu-rada, bu stratejinin gerçekte Lenin taraf ından ortaya atılmış ol- 

masına ya da en azından takdir edilmiş olmasına rağmen, Marx veEngels'in reddettikleri Utopyacı Sosyalistler'in töreciliğini de çok fazla çağr ıştırdığını geçerken belirtmek isterim.) 

"Burjuvazinin ihaneti" fikri, burjuvazi açısından bak ıldığındadaha da tuhaftır. Neden bir ulusal burjuva kendi tarihsel rolüneihanet etsin? Üstelik, böyle bir tarihsel rolü yerine getirmekle ka-zanacaklar ı çok şey var. Ve madem ki, herkes de —muhafaza-kârlar, liberaller ve Marksistler— burjuva kapitalistlerin daimakendi çıkarlar ı peşinde koştuklar ında hemfikirdir, öyleyse, burju-vazi kendi çıkar ına olan bir şeyi nasıl görmez? Kelime oyununa

dayanan bir bilmeceden daha fazla bir şeydir bu; kendi kendisiyleçelişen bir iddiadır. Tarihsel görevlerine "ihanet" ettikleri söyle-nen ulusal burjuvalar ın nicel olarak küçük değil, çok büyük bir çoğunluğu meydana getirmesi, bu fikrin acayipliğini daha daçarpıcı bir biçimde gösteriyor. 

Mülk Sahipli ğ i ve Mülkün Kontrolü 

3. "Burjuvazinin aristokratlaşması" lafzı esas olarak 16. ve 18.yüzyıl arasında, Avrupa ülkelerindeki bir olguya işaret etmek içinkullanılmışken, "burjuvazinin ihaneti" ifadesi, 20. yüzyılda, Av-rupalı olmayan ülkelerdeki bir olguya işaret etmekte kullanıldı.Bununla birlikte esas olarak, geç 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl KuzeyAmerikası ve Batı Avrupası'ndaki bir duruma işaret etmek içinkullanılan üçüncü bir lafz daha var. 

Berle ve Means 1932'de yazdıklar ı o ünlü kitaplar ında, mo-dern iş girişiminin yapısal tarihinde "mülk sahipliği ile mülkünkontrolünün ayr ılması" dedikleri bir yönelime işaret ettiler.5 Bu-nunla, bir işin yasal sahibinin, aynı zamanda, o işin yöneticisi deolduğu durumdan, modern korporasyona doğru bir değişimi kas-tediyorlardı. Bu yeni korporasyonun, sadece parasal sermaye ya-tır ımcılar ı derecesine indirgenmiş, çok sayıda sahibi vardır, amatüm iktisadi karar verme iktidar ı, zorunlu olarak —k ısmen dahi 

5. A. BERLE ve G. MEANS, The Modern Corporation and Private Pro- perty, New York, 1932. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 90/146

 IRK, ULUS, SINIF 176    KAVRAM VE GERÇEKL İ  K OLARAK BURJUVAZ  İ  177  

olsa— girişimin sahibi olmayan yöneticilerin ya da resmi terimiiçinde ifade edecek olursak, maaşlı-çalışanlar ın elindedir. Şimdiartık herkesin kabul ettiği gibi, burjuvanın iktisadi rolü hakk ında19. yüzyılda liberaller ya da Marksistler taraf ından yapılmış ta-nımlamalarla çak ışmamaktadır. 

Ticari girişimin sözü edilen korporasyon biçiminin yükselişi,sadece girişimlerin üst düzeydeki yapılar ını değil, çok daha fazlaşeyi değiştirdi. Bütün bir yeni toplumsal katmanı yarattı. Marx,19. yüzyılda, sermayenin merkezileşmesi gibi, sınıflar ın kutup-laşmasının da zamanla artacağını ve nihayet sadece bir burjuva-

ziyle (azınlık), bir proletaryanın (çoğunluk) kalacağını öngörmüş-tü. Bununla, kapitalist gelişme sırasında, iki geniş toplumsal gru- bun, bağımsız küçük tar ımsal üreticiler ve bağımsız küçük kentzanaatkârlar ının ikili bir süreçle kaybolacaklar ını söylemek isti-yordu: Pek azı girişimci (yani burjuva) ve çoğu ücretli işçi (yani

  proleterler) olacaktı. Liberaller genellikle bu tür öngörülerde bu-lunmadılarsa da, sadece toplumsal bir tasvir olduğu kadar ıyla,Marx'ın öngörüsündeki hiçbir şey liberal tezlerle uyuşmaz bir hal-de değildi. Cariyle gibi muhafazakârlar Marksist öngörünün doğ-ru olduğunu düşündüler; bu onlar ı dehşete düşürüyordu. 

Gerçekte Marx haklıydı ve gerçekten de bu iki toplumsal ka-tegori son 150 yıl içinde dramatik bir biçimde küçüldü. Fakat,İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana sosyologlar, bu iki katmanınyok oluşu yanında, yeni bir katmanın ortaya çık ışına işaret etmek-tedirler. "Eski orta sınıf ın yitmekte olduğu ve "yeni bir orta sı-nıf ın ortaya çıkmakta olduğu artık herkesin bildiği bir şey halinegeldi.6 Bu yeni orta sınıf ile kastedilen, üniversite eğitimiyle ka-zandıklar ı becerileri dolayısıyla şirket yapılar ındaki yönetimsel yada yar ı yönetimsel konumlarda bulunan ücretli uzmanlar ın büyü-yen katmanıydı (öncelikle "mühendisler", sonra hukuk ve sağlık uzmanlar ı, pazarlama uzmanlar ı, bilgisayar analizcileri vb.). 

Burada iki şey dikkati çekiyor: Her  şeyden önce dilsel bir karmaşa. Bu "yeni orta sınıflar" da bir "ara katman" olarak (11. 

6. Kayda değer bir örnek için bkz. C. WRIGHT MILLS, Wl ıite Collar, New York, 1951. 

yüzyıldaki gibi) görülüyor, fakat şimdi, "burjuvazi" ya da "kapi-talistler" veya "üst yönetim" ile "proletarya" ya da "işçiler" arası-na yerleştiriliyor. Yani 11. yüzyılın burjuvası orta katmandı, fakat20. yüzyılın terminolojisinde, hâlâ üç katmanın tanımlanmakta ol-duğu bir durumda, söz konusu terim üst katmanı tanımlamak içinkullanılıyor. Bu karmaşa 1960'larda, "yeni orta sınıflar ı", "yeniçalışan sınıflar" olarak yeniden adlandırarak, üç olan katmanı ikiyeindirmeye girişen kişilerin çabalar ıyla daha da arttı.7 Bu ad deği-şikliği olası siyasal çıkar ımlar ı yüzünden geniş ölçüde teşvik edil-di, fakat bu kez, değişen başka bir gerçekliğe daha dikkat çekili-

yordu: Nitelikli işçilerin ve bu maaşlı uzmanlar ın yaşam tarzlar ı vegelir düzeyleri arasındaki farklılıklar daralıyordu. 

İkinci olarak, bu "yeni orta sınıflar ı", 19. yüzyılın çözümlemekategorileriyle tanımlamak oldukça zordu. Bu sınıflar, "burjuva"sayılma ölçütüne biraz uyuyorlardı; "halleri vakitleri yerindeydi";yatır ım yapmak için —çok olmasa da— biraz paralar ı vardı (ço-ğunlukla, hisse senetleri ve tahvillere yatır ım yapıyorlardı); kuş-kusuz iktisadi ve siyasal olarak kendi çıkarlar ını gerçekleştirmeyeçalışıyorlardı. Fakat yaşamlar ını (servetlerinin gelirinden çok) üc-retli işçiler gibi, öncelikle halihazırdaki ücretleriyle kazanıyorlardı.Ve böylece "proleter" sayılma ölçütüne de uyuyorlardı. Onlar ın ya-şam tarzında, burjuva kültürüne eşlik ettiği düşünülen püriten tar-zın önemli bir yeri yoktu; tersine, bu tarz daha çok hedonistik ve

 bundan dolay ı da "aristokratik"ti. 

4. Üçüncü Dünya'da bu "yeni orta sınıflar ın" bir benzeri var-

. İkinci Dünya Savaşı

'ndan sonra birbiri ardı

na bağı

msı

zlı

ğı

nakavuşan bu ülkelerde, araştırmacılar, nüfusun çok önemli bir kat-manının yükselişine, devlet taraf ından istihdam edilen, diğer yurt-taşlarla k ıyaslandıklar ında gelir düzeylerine göre zengin sayılaneğitilmiş kadrolara işaret ettiler. Diğer "hali vakti yerinde" insantürlerinin fiilen bulunmadığı Afrika'da hemen göze çarpan bu kad-rolar ı tanımlamak için yeni bir kavram yaratıldı: "İdari burjuvazi". 

7. Örneğin bkz. A. GORZ, Stratégie ouvriére et néocapitalisme, Paris,1964. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 91/146

 İ  RK, ULUS, SINIF 178 

İdari burjuvazi, yaşam tarzı ve toplumsal değerler açısından,gerçekten geleneksel anlamda "burjuva" idi. Bunlar çoğu rejimindayanağı oldular. Fanon, tekpartili Afrika devletlerinin "burjuvadiktatörlükleri" olduğunu iddia ederken8 bu burjuvaziyi kastedi-yordu. Kuşkusuz bu memurlar henüz, ücretli emek istihdameden, yenilikçi, risk üstlenen, en yüksek kâr ı elde etme amacındaolan bir girişimci olarak burjuvanın iktisadi rollerini yerine ge-tirme anlamında burjuva değillerdi. İyi de, o kadar da doğru de-ğil. Çünkü idari burjuvalar ın bu klasik iktisadi rolleri sıklıkla ye-rine getirdikleri de oluyordu, fakat bunu yaptıklar ında pek de tak-

dir edilmiyorlardı, daha çok, "rüşvet ve irtikap" ile suçlanıyor-lardı. 

5. Burjuvazi ve/veya orta sınıflar kavramının modern dünya-daki devlet yapısının çözümlenmesinde, karmaşa yaratmakla bir-likte merkezi bir rol oynadığı beşinci bir alan daha var. Bir kezdaha muhafazakâr, liberal ya da Marksist öğretilerden hangisine

 bakarsak bakalım, kapitalizmin ortaya çık ışının, bir biçimde, dev-let mekanizmasının siyasal kontrolüyle ilişkili olduğunun, ikisinin

 birbirine sık ıca bağlı olduğunun varsayıldığını görürüz. Marksist-ler en veciz ifadesini "devlet, yönetici sınıf ın yürütme komitesi-dir"9 sözünde bulan görüşleriyle, kapitalist ekonominin bir burjuvadevleti gerektirdiğini söylediler. Whig'in tarih yorumununmerkezinde ise insan özgürlüğüne doğru itkinin, iktisadi ve siya-sal arenalar içinde koşut bir biçimde geliştiği iddiası vardı. Lais-sez-faire, temsili demokrasiyi ya da en azından parlamenter yö-netimi gerektiriyordu. Ve muhafazakârlar ın yak ındıklar ı  şey,(hepsinden önemlisi, devlet yapılar ı düzeyinde) geleneksel ku-rumlar ın düşüşü ile para bağlan arasındaki derinlikli ilişki değilsenedir? Muhafazakârlar, ne zaman Restorasyon'dan söz etmişler-se, bununla kastettikleri, monar şinin ve aristokratik imtiyazın res-torasyonu olmuştur. 

8. F. FANON, The Wretched of the Earth, New York, 1964, s. 121-63.9. K. MARX, F. ENGELS, The Communist Manifesto [1848], New York,

1948.

 KAVRAM VE GERÇEKL İ  K OLARAK BURJUVAZ  İ  179 

Kuşkusuz, bazı muhalif seslerin olduğu da belirtilmelidir.Burjuva zaferinin o en önemli vatanında, Viktorya Britanyası'nda, tam da zafer anında, Walter Bagehot, monar şinin, modern

 bir devlete ve kapitalist bir sisteme yaşamını sürdürme ve zafereulaşma olanağı veren koşullar ı korumadaki süregelen asli rolünüaraştırdı.10 Max Weber, kapitalist uygarlığın kilit süreci olarak gördüğü bürokratizasyonun tam da siyasal sistemin tepesinde aslaolanaklı olamayacağını vurguladı.11 Ve Joseph Schumpeter, bur-

 juvazinin Bagehot'un uyar ılar ını anlama yeteneğinde olmaması dolayısıyla, yönetim yapısının kaçınılmaz olarak yık ılacağını ileri

sürdü.12 Burjuvazi yönetmekte ısrar ederek kendi mezar ını kaza-caktı. Her üçü de, burjuva ekonomisiyle burjuva devletini eşitle-menin göründüğü kadar basit olmadığını iddia ediyorlardı. 

Gerçekten de, Marksistler için devlet kuramı, (burjuva) devle-tin sınıf temeli kuramı, son 30 yılın en pürüzlü konular ından birioldu; bunun en dikkate değer olanı N. Poulantzas ile R. Milibandarasındaki tartışmalardır.13 "Devletin göreli özerkliği" ibaresi, geniş nominal desteğe sahip bir klişe haline geldi. Oysa bu "burjuva-zinin" ya da "orta sınıflar ın" —içlerinden hiçbirinin devleti, Mark-sist aforizmadaki doğrudan tarz içinde kontrol edemediği— çeşitliversiyonlar ının olduğu ve bunlar ın bileşiminin tek bir sınıf ya dagrup adıyla ifade edilemeyeceği gerçeğini değilse, neyi anlatıyor? 

 Kavramın Yeniden Dü şünülmesi 

Burjuva kavramını, Ortaçağ'da ilk ortaya çık ışından, Ancien Re-

 gime'in ve sonra 19. yüzyı

l sanayiciliğinin Avrupası

'ndaki teces-sütleri yoluyla bize ulaşan haliyle 20. yüzyıl dünyasından konu-şurken net bir anlamda kullanmak hayli zor görünüyor. Hele onu, 

10. W. BAGEHOT, The English Constitution [1867], III, Londra, 1964.11. M. WEBER, Economy and Society [1922], III, New York, 1968.12. J. SCHUMPETER, Capitalism, Socialism and Democracy,  New

York, 1942, Bölüm 12.13. R. MİLIBAND, The State in Capitalist Society, Londra, 1969; N.

POULANTZAS,  Political Power and Social Classes [1968], NLB, Londra,1973; tartışma için bkz. New Left Review, sayı: 58, 59, 82 ve 95.

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 92/146

 IRK, ULUS, SINIF 180   KAVRAM VE GERÇEKL İ  K OLARAK BURJUVAZ  İ  181 

modern dünyanın tarihsel gelişmesini açıklıkla yorumlamamızaolanak veren bir Ariadne ipi olarak kullanmak daha da zor gö-rünüyor. Bununla birlikte henüz görünürde bu kavramı bütü-nüyle ıskartaya çıkartacak bir kavram yok. Bizim modern dünya-mız üzerine bildiğim hiçbir ciddi tarihsel yorum yok ki burjuvaziya da ona alternatif olarak orta sınıflar kavramını içermesin. Bu da

 boşuna değil. Çünkü baş kahramanı olmayan bir öykü anlatmak zordur. Buna kar şılık bir kavram gerçeklikle —ve bu gerçekliğinçatışan belli başlı bütün ideolojik yorumlar ıyla— sürekli bir uyuş-mazlık gösterdiğinde, belki de artık bu kavramı gözden geçirmenin

ve temel niteliklerinin gerçekte neler olduğunu yeniden değerlen-dirmenin zamanı gelmiştir. 

Entelektüel tarihin önemli başka bir parçasına işaret ederek  başlamak istiyorum. Proletaryanın, ya da isterseniz ücretli işçile-rin, tarihsel olarak basitçe birdenbire ortaya çıkmadığını, zamaniçinde yaratılmış olduğunu hepimiz çok iyi biliriz. Bir zamanlar dünyadaki emek gücünün çoğu, çok farklı gelir biçimlerine — ama çok nadiren ücret biçiminde gelire— sahip k ırsal tar ımsalüreticilerdi. Bugün, dünyadaki işgücünün geniş (ve sürekli ge-nişleyen) bir kesimi kentseldir ve çoğu ücret biçiminde gelir eldeeder. Bu değişim, kimilerince "proleterleştirilme", kimilerince de"işçi sınıf ının kendi kendini kurması"14  şeklinde adlandır ıldı. Busüreç hakk ında birçok kuram var; çok sayıda incelemenin de ko-nusunu oluşturuyor. 

Çoğumuzun daha az gözüne çarpsa da, burjuva olarak ad-landır ılabilecek kişilerin yüzdesinin, bugün, öncekinden daha fazla

olduğunun ve bu büyümenin, tartışmasız 11. yüzyıldan, özelliklede 16. yüzyıldan beri durmadan sürdüğünün de fark ındayız. Ve bildiğim kadar ıyla, henüz, "proleterleştirilme"ye paralel bir süreçolarak ne "burjuvalaştır ılma"dan söz eden kimse var, ne de

 burjuvazinin kendi kendisini kurması üzerine kitap yazan biri;daha çok, "muzaffer burjuvazi" üzerine kitap yazanlar var.15 Bu- 

14. E. P. THOMPSON, The Making of the English Working Class, gözden geçirilmiş basım, Londra, 1968.

15. C. MORAZE, Les bourgeois conquérants, Paris, 1957.

rada burjuvazi, adeta verili bir olguymuş ve bu yüzden diğerleriüzerinde, aristokrasi, devlet ve işçiler üzerinde etkili oluyormuş-çasına kavramlaştır ılmaktadır. Bu haliyle burjuvazi, sanki köken-teri yokmuş da bir yetişkin olarak Zeus'un başından çıkmış gibigörünüyor. 

Böyle aşikâr bir deus ex machina* kar şısında hemen iz sür-meye başlamalıyız. Gerçekten de tam bir deus ex machina oldu

 burjuva. Çünkü burjuvazi/orta sınıflar kavramının en önemli kul-lanımı, modern dünyanın kökenlerini açıklamak için olmuştur.Bir zamanlar, diye anlatılır efsane, feodalizm veya ticari olmayan,

uzmanlaşmamış bir ekonomi vardı. Derebeyleri vardı, köylüler vardı. Aynı zamanda üreten ve pazar aracılığıyla ticaret yapan bir-kaç kent sakini de vardı (bu sadece bir şans eseri miydi?). Ortasınıflar doğdu, bunlar parasal işlem alanını genişlettiler ve dola-yısıyla modern dünyanın harikalar ını dört bir yana saçtılar. Ya da,öz olarak aynı fikir, biraz farklı sözlerle dile getirilir: Burjuvazisadece iktisadi arenada değil, ardından, önceden egemen olanaristokrasiyi devirmek için siyasal arenada da yükseldi. Bu efsa-nede, burjuvazi/orta sınıflar, efsanenin anlamlı olması için bir veriolmalı. Burjuvazinin tarihsel oluşumunu çözümlemek, kaçınılmazolarak, efsanenin açıklayıcı tutarlılığını tartışılır hale getirecekti.Bu yüzden bu yapılmadı, ya da çok fazla yapılmadı. 

Varoluşsal bir aktörün, geç Ortaçağ'ın kentsel sakininin, in-celenmemiş bir öz içinde, burjuvada (modern dünyanın fatihi olan

 burjuvada) şeyleştirilişi, burjuvanın psikolojisine ya da ideoloji-sine ilişkin bir mitleştirmeyle el ele gitmektedir. Bu burjuvanın bir "bireyci" olduğu varsayılıyor. Burada muhafazakârlar ın, liberalle-rin ve Marksistler'in bir kez daha uzlaştıklar ını görüyoruz. Her üçdüşünce okulu da burjuva girişimcinin, geçmiş çağlardakindenfarklı olarak (Marksistler'e göre, gelecek çağlardakinden de farklı olarak), yalnızca kendisini gözettiğini ileri sürdü. Onun toplumsalyükümlülük duygusu yoktu, toplumsal sınırlar ı tanımıyordu (yada az tanıyordu), daima Benthamcı bir haz ve acı hesabıyla hare- 

* Deus ex machina: Klasik dramda zor bir durumu halletmek için meka-nik araçlarla sahneye indirilen tanr ı, (ç.n.) 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 93/146

 IRK, ULUS, SINIF 182   KAVRAM VE GERÇEKL İ  K OLARAK BURJUVAZ  İ  183 

ket ediyordu. 19. yüzyıl liberalleri bunu özgürlüğün kullanılması olarak tanımladılar ve biraz da gizemli bir biçimde, herkesin bunuyürekten yapmasının kendi avantajına olacağını iddia ettiler. Kay-

 beden olmayacaktı, sadece kazananlar olacaktı. 19. yüzyıl muha-fazakârlar ı ve Marksistleri bu liberal lakayıtlığı ahlaken dehşet,sosyolojik olarak da endişe verici buldular. Liberaller taraf ından"özgürlük"ün kullanılması ve insanın ilerlemesinin kaynağı olarak görülen şey, muhafazakârlar ve Marksistler taraf ından, uzun va-dede, toplumu bir arada tutan toplumsal bağlar ın çözülmesine yolaçacak "anar şi" durumuna götüren bir şey olarak görüldü. 

Modern düşüncede güçlü bir "bireyci" çizgi olduğunu ve bu-nun etkisinin 19. yüzyılda doruğuna ulaştığını da, bu düşünceçizgisinin modern dünyanın önemli aktörleri taraf ından anlamlı 

  birçok toplumsal davranış tarzına —neden ve sonuç olarak— yansıtılmış olduğunu da yadsımıyorum. Benim yapmak iste-diğim, yapılan bir mantık sıçraması kar şısında; bireyciliği önemlibir  toplumsal gerçeklik olarak incelemekten, onu modern dün-yanın, burjuva uygarlığının ve kapitalist dünya ekonomisinin enönemli gerçekliği olarak incelemeye doğru yapılan mantıksal sıç-rama kar şısında uyar ıda bulunmaktır. K ısacası bu doğru değildir. 

Temel sorun, kapitalizmin nasıl işlediğine ilişkin imgelerimiz-de yatıyor. Kapitalizm, üretim faktörünün —emeğin, sermayenin,metalar ın— serbest ak ışına gerek duyduğundan, bütünüyle ser-

 best bir ak ışa ihtiyaç duyduğunu, ya da en azından kapitalistlerinarzusunun böyle olduğunu sanıyoruz; oysa gerçekte, kapitalizmk ı smi bir ak ış gerektirir, kapitalistler de bunu arzu eder. Kapita-

lizm arz ve talep "yasası" üzerinde temellenen pazar mekanizma-lar ı aracılığıyla işlediğinden, tam olarak rekabetçi bir pazar gerek-tirdiğini, kapitalistlerin de bunu istediğini sanıyoruz. Oysa kapi-talizmin ihtiyacı, kapitalistlerin de istediği, hem yarar elde edilebi-len, hem de zarara uğranılabilen pazarlardır, uygun bir kar ışımiçinde, rekabet ile tekelin yan yana yer aldığı bir ekonomidir. Ka-

 pitalizm bireyci davranışı ödüllendiren bir sistem olduğundan, ka- pitalizmin ihtiyacının ve kapitalistlerin isteğinin, herkesin bireycigüdülerle hareket etmesi olduğunu sanıyoruz; oysa gerçekte, ka-

 pitalizmin ihtiyac ı ve kapitalistlerin istediği, hem burjuvalar ın, 

hem de proleterlerin zihniyetinde yüksek dozda bir anti-bireycitoplumsal yönelimin olmasıdır. Kapitalizm mülkiyet haklar ınınhukuksal temeli üzerinde inşa edilmiş olduğundan, sanıyoruz ki,kapitalizmin ihtiyacı ve kapitalistlerin istediği mülkiyetin dokunul-maz olması ve özel mülkiyet haklar ının daima toplumsal etkile-şimin giderek daha geniş bir alanına yayılmasıdır; oysa, kapitaliz-min bütün tarihi, gerçekte, mülkiyet haklar ının genişlemesinin de-ğil, şaşmaz bir şekilde daralmasının tarihidir. Kapitalizm, kapita-listlerin saf iktisadi alanlar içinde iktisadi karar verme hakk ını elegeçirmeye çalıştıklar ı bir sistem olduğundan, bunun aslında kapi-

talistlerin kararlar ına siyasal meseleleri kar ıştırmaya alerji duyduk-lar ı anlamına geldiğini düşünüyoruz; oysa onlar sürekli olarak veısrarla devlet aygıtlar ından yararlanmaya çalışıyorlar ve siyasalöncelik kavramına da bayılıyorlar. 

Sonsuz Birikim 

K ısaca, bizim burjuvayı kavrayışımızda yanlış olan, kapitalizmintarihsel gerçekliğini (eğer çarpıtma değilse) tersten okumamızdır.Eğer kapitalizm herhangi bir  şeyse, sermayenin sonsuz birikimiüzerinde temellenmiş bir sistemdir. Kapitalizmin Prometeci ruhuolarak göklere çıkartılan ya da yerden yere vurulan işte bu son-suzluktur.16 Durkheim'ın, anominin, ayr ılmaz bir parçası olduğunudüşündüğü şey işte bu sonsuzluktur.17 Erich Fromm'un hepkaçmaya çalıştığımızı söylediği şey de işte bu sonsuzluktur.18 

Max Weber, Protestan ahlak ı ile kapitalizmin ruhu arasındakizorunlu bağı çözümlemeye çalışırken, Kalvinci kaderci teolojinintoplumsal çıkar ımlar ını belirliyordu.19 Mantıksal olarak, eğer Tanr ı her şeye kadir olsaydı ve sadece bir azınlık kurtanlabilecek olsaydı, insanlar bu azınlığın arasında olmalar ını sağlayacak hiç- 

16. D. LANDES, Prometheus Unbound, Cambridge, 1969.17. E. DURKHEIM, Silicide [1897], Glencoe, 1951.18. E. FROMM, Escape from Freedom,  New York, 1941.19. M. WEBER, The Protestant Ethic and the Spirit of Capitalism

[1904-05], Londra, 1950 (Protestan Ahlak ı ve Kapitalizmin Ruhu, Hil Yayın, 2. Basım, 1991)

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 94/146

 IRK, ULUS, SINIF 184   KAVRAM VE GERÇEKL İ  K OLARAK BURJUVAZ  İ  185 

 bir şey yapamazlardı, çünkü yapabilselerdi, Tanr ı'nın iradesini de belirlemiş olacaklardı ve bu durumda da Tanr ı artık her şeye kadir olan olamayacaktı. Weber, bunlar ın hepsinin lojik (mantıksal) o-larak çok iyi, ama psiko-lojik olarak olanaklı olmadığını belirtti.Psikolojik olarak insan bu mantıktan, önceden mukadder k ılınmış olduğundan her davranışın kabul edilebilir olduğu sonucunuçıkarabilirdi. Ya da ilahi kurtuluş doğrultusunda olmayan hiçbir davranış değer taşımadığından, edilginleşip atıl kalabilirdi. 

Weber'e göre, psiko-lojik ile çatışma içindeki bir mantık ya-şayamaz ve bunun için bükülmesi gerekir. Bu bükülme Kalvinci-

lik ile gerçekleşti. Kalvinciler mukadderat ilkesine, önceden bilmeolanağını ya da en azından, olumsuz önceden bilme olanağını ek-lediler. Tanr ı'nın davranışlar ını edimlerimizle etkileyemezken, be-lirli olumsuz ya da günahkâr davranış türleri de, Tanr ısal inayet-ten yoksunluğun işaretleriydi. Şimdi psikolojik olarak da her şeyiyiydi. Aksi biçimde davranmak Tanr ı'nın bizi yüzüstü bıra-kacağının işareti olduğundan, doğru biçimde davranmaya zorla-nıyorduk. 

Kapitalist ahlak ın lojiği ve psiko-lojiği arasında ayr ım yapa-rak Weber'inkine paralel bir çözümleme yapmak istiyorum. Eğer işleyişin nesnesi sermayenin dur durak tanımayan birikimiyse,mantıksal olarak hep çok çalışma ve feragat kaçınılmazdır. Üc-retin bir demir yasası olduğu kadar, kâr ın da bir demir yasası vardır. Kişisel tatmin için harcanan her kuruş, yatır ım sürecindenve dolayısıyla daha çok sermaye birikiminden bir kuruş eksiltmek demektir. 

Kâr ı

n demir yasası

mantı

ksal olarak katı

olması

na rağmen psiko-lojik olarak olanaklı değildir. Eğer herhangi bir kişisel ödülyoksa bir kapitalist, bir girişimci, bir burjuva olmanın anlamı ne-dir? Açık ki, elde edilecek bir şey yoksa onu yapacak kimse de ol-mayacaktır. Ama işte yine de mantıksal olarak istenen budur. Eh,elbette bu mantık bükülmeliydi, yoksa sistem hiç çalışmayacaktı.Ve açık ki şimdi sistem ne zamandır çalışmaktadır. 

 Nasıl her şeye kadirlik ile ilahi takdir bileşimi önceden bilmetaraf ından biçimlendirildiyse (ve nihayet zayıflatıldıysa), birikimile tasarruflar bileşimi de rant taraf ından biçimlendirildi (ve niha- 

yet, zayıflatıldı). Bildiğimiz gibi rant, klasik iktisatçılar taraf ındankâr ın gerçek bir anti tezi olarak sunuldu. Böyle bir  şey değildi;kâr ın tecessütüydü. 

Klasik iktisatçılar, burjuvazinin aristokrasiyi devirdiği yolun-daki tarihsel efsanemizde ifadesini bulan, ranttan kâra doğru gi-den bir tarihsel evrime işaret ettiler. Tersine, aslında bu iki anlamdayanlıştır. Zamansal dizi uzun vadeli değil, k ısa vadelidir ve tersyönde yürümektedir. Her kapitalist kâr ı ranta dönüştürmeye çalı-şır. Bu, şu hükme tercüme edilebilir: Her burjuvanın temel amacı 

  bir "aristokrat" olmaktır. Bu, uzun vadeye ilişkin bir hüküm de-

ğil, k ısa vadeli bir dizidir. "Rant" nedir? Dar iktisadi terimlerle ifade edilecek olursa,rant mülk sahibi taraf ından yaratıldığı ya da onun kendi çalışma-sının (hatta bir girişimci olarak çalışmasının) sonucu olduğu iddiaedilemeyecek, somut bir mekânsal-zamansal gerçekliğin kontro-lünden çıkan gelirdir. Bir  ırmağın sığlaştığı noktanın yak ınında

 bir toprağa sahip olacak kadar şanslıysam, toprağımdan geçenler-den bir geçiş ücreti alır ım, işte bu aldığım ranttır. Eğer başkala-r ının benim toprağımda kendi hesaplar ına çalışmalar ına ya da be-nim binamda oturmalar ına izin verirsem, bunun kar şılığında on-lar ın bana ödedikleri bedel de rant olacaktır. Tahvil satın alı p, her üç ayda bir kâr payı alırsam bana rantiye denir. 

Gerçekten de, 18. yüzyıl Fransası'nın belgelerine bakacak o-lursak, rantiyelerin "gelirleriyle soylular gibi yaşayan burjuvalar"olarak, yani işten ya da bir iş sahibi olmaktan kaçınanlar olarak tanımlandığını görürüz.20 

Şimdi yukar ıda sözü edilen durumlarda, ranta yol açacak avantajı elde etmek için hiçbir şey yapmadığımı söylemek pek  

20. G. V. TAYLOR, "The Paris Bourse on the Eve of the Revolution", American Historical Review, LXVII, 4 Temmuz 1961, s. 954. Ayr ıca bkz. M.VOVELLE ve D. ROCHE, "Bourgeois, Rentiers and Property Owners: Ele-ments for Defining a Social Category at the End of the Eighteenth Century",der. J. KAPLOW, New Perspectives and the French Revolution: Readings in  Historical Sociology, New York 1965 içinde; ve R. FORSTER, "The MiddleClass in Western Europe: An Essay", der. W. SCHNEIDER, Wirtschaftskräf-ten und Wirtscl ıaflswege: Beilrage zur Wirtschaftsgesclüchte, 1978. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 95/146

 IRK, ULUS, SINIF 186    KAVRAM VE GERÇEKL İ  K OLARAK BURJUVAZ  İ  187  

doğru olmaz. Bir kere, bana yasal biçimde rant elde etme olanağı veren mülkiyet haklar ının belli bir türüne sahip olmak için öngö-rüm ya da şansım vardı. Bu mülkiyet haklar ını elde etmenin altın-da yatan "çalışmanın" iki özelliği var. Birincisi, şimdi değil, geç-mişte yapılmıştır. (Gerçekten de çoğunlukla uzak geçmişte, bir atataraf ından yapılmıştır.) İkincisi, siyasal otorite taraf ından resmentahsis edilmesi gerekirdi, yoksa bugün para kazandırması müm-kün olmazdı. Demek ki, rant=geçmiş ve rant=siyasal iktidar. 

Rant mevcut mülk sahibine hizmet eder. Halihazırdaki ça-lışması sayesinde mülk elde etmeye çalışan birine hizmet edemez.

Bu yüzden rant daima tehdit altındadır. Ve rant siyasal olarak ga-ranti altına alındığından, daima siyasal bir tehdit altındadır. Ne var ki başar ıya ulaşan bir tehditkâr, bu başar ısının sonucu olarak mülk elde edecektir. Ama bu mülkü elde eder etmez de ç ıkar ı rantın meşruluğunu savunmayı gerektirecektir. 

Rant kâr oranını, bir kimsenin tamamıyla rekabetçi olan bir  pazarda elde edeceği oranın üzerinde artıran bir mekanizmadır.İçinden ırmak geçen toprak örneğine geri dönelim. Öyle bir ırma-ğımız olduğunu varsayalım ki, köprü inşa edilebilecek kadar dar olan tek bir noktası olsun. Şimdi çeşitli alternatifler var. Devlet

  bütün toprağın potansiyel olarak özel toprak olduğunu ve bir ırmağın kar şılıklı her iki k ıyısındaki toprağın sahibi olan kişinin

 bu en dar noktada özel bir köprü yapabileceğini ve bu köprüdengeçiş için özel bir bedel alabileceğini beyan edebilir. Hatırlarsanız,örneğimizde sadece tek bir geçiş noktası vardı. Öyleyse, söz ko-nusu kişi bir tekele sahip olacaktır ve ırmak üzerinden taşınan bü-tün meta zincirlerinin artık değerinden önemli bir parça elde etme-nin bir yolu olarak ağır bir geçiş bedeli isteyebilecektir. 

Şimdi, diğer bir alternatife bakalım. Bu kez devlet, söz konusuiki k ıyının kamu toprağı olduğunu beyan edebilir; bu durumda daiki ideal-tipik olasılıktan biri sivrilecektir. Devlet kamu fon-lar ından yararlanarak bir köprü inşa eder ve hiçbir geçiş ücreti al-maz ya da maliyet giderlerini kar şılayıncaya kadar belli bir ücretalır. Bu durumda, köprüden geçirilen meta zincirlerinin artık de-ğerinden pay alınması söz konusu değildir. Ya da devlet, kamusalolan bu k ıyılar ın, mallar ı kar şı k ıyıya ulaştırmak için rekabet eden 

çok sayıdaki küçük sal sahibinin kullanımına verildiğini beyanedebilir. Bu durumda, keskin rekabet bu hizmetlerin fiyat ını dü-şüreceğinden sal sahiplerinin çok düşük bir kâr oranına razı olma-lar ına, ırmağı geçen meta zincirinden aldıklar ı artık değer payınınen aza inmesine neden olacaktır. 

 Rant ve Tekel  

Bu örnekte, rantın nasıl tekelci kârla aynı  şeymiş gibi görün-düğüne dikkat edilmeli. Bildiğimiz gibi, bir tekel, onu işletenin,

rekabetin olmaması dolayısıyla yüksek bir kâr elde edebileceği bir durum demektir. Ya da, tekelleşmiş kesimin de bir parçası olduğumeta zincirinin bütününde oluşan yüksek bir artık değer oranı olduğu söylenebilir. Mekânsal-zamansal olarak özgül bir iktisadiiş tipini tekelleştirmekte olan bir girişimin daha yüksek oranda kâr elde edeceği son derece açıktır, aslında kanıt bile gerektirmeyecek 

  bir olgudur. Pazar ın durumunda rekabetin ne kadar fazla gerçek etkisi varsa, kâr oranı da o kadar düşecektir. Gerçekten, tam reka-

 bet ve düşük kâr oranı arasındaki bu bağ, serbest girişimcilik sis-temini tarihsel-ideolojik olarak haklı çıkarmak için başvurulan ol-gulardan biridir. Yazık ki kapitalizm yaygın serbest girişimciliğiasla tanımadı. Kapitalizm yaygın serbest girişimciliği asla tanımadı çünkü kapitalistler, olanaklı olduğu kadar daha fazla sermaye

 biriktirmek için kâr peşinde, en fazla kâr ın peşinde koşarlar. Do-layısıyla, tekelci konumlar elde etmeye sadece güdülenmekle kal-mazlar, yapısal olarak da buna zorlanırlar; bu onlar ı, sözü edilen

tekelleşmenin uzun ömürlülüğünü mümkün k ılan bir araç vası-tasıyla, devlet vasıtasıyla kârlar ını en üst düzeye çıkarmaya iten bir şeydir. 

Gördüğünüz gibi, size sözünü ettiğim dünya başaşağı duran bir dünya. Kapitalistler rekabeti değil, tekeli istiyorlar. Sermayeyikâr yoluyla değil, rant yoluyla biriktirmeye çalışıyorlar. Burjuvaolmayı değil, aristokrat olmayı istiyorlar. Ve madem ki tarihselolarak, yani 16. yüzyıldan günümüze kadar kapitalist dünya eko-nomisi içinde kapitalist mantığın derinleştiğine ve yayıldığına ta-nık olmaktayız, öyleyse az olan değil, çok olan tekeldir; az olan 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 96/146

 IRK, ULUS, SINIF 188   KAVRAM VE GERÇEKL İ  K OLARAK BURJUVAZ  İ  189 

kâr, çok olan ranttır ve daha az burjuvazi, daha çok aristokrasivardır. 

Evet biliyorum, şimdi, hem de ne çok diyeceksiniz! Doğruolamayacak kadar zekice bir buluş! Bildiğimiz dünyanın kabul e-dilebilir bir tablosu ya da incelediğimiz tarihsel geçmişin makul

 bir yorumuymuş gibi görünmüyor. Tepkinizde haklısınız, çünküöykünün yar ısını eksik bıraktım. Kapitalizm statik bir durum de-ğil, tarihsel bir sistemdir. İçsel mantığı ve içsel çelişkileriyle ge-lişmiştir. Başka bir ifadeyle, döngüsel ritmleri kadar, dünyevieğilimleri de vardır. Öyleyse bu dünyevi eğilimlere, özellikle de in-

celediğimiz konudaki, burjuva konusundaki dünyevi eğilimlere bakalım; ya da daha iyisi, burjuvalaşma adını verdiğimiz dünyevisürece bakalım. Sürecin şöyle işleyen bir şey olduğuna inanıyo-rum. 

Kapitalizmin mantığı, perhizci püritene, hatta Noel'i bile çok gören türden bir kanaatkara gerek duyar. Bununla birlikte, para-nın güç ölçüsü olmaktan çok, inayet işareti olduğu yerde, kapi-talizmin psiko-lojiği, zenginliğin teşhisine, bundan dolayı da,"gösterişli bir tüketim"e gerek duyar. Bu çelişkiyi içeren sisteminişleyiş biçimi, söz konusu iki eğilimi kuşaksal bir ardışıklığa,

 Buddenbrooks olgusuna dönüştürür. Başar ılı girişimcilerin yo-ğunlaşmasının görüldüğü her yerde,  Buddenbrooks tiplerinin deyoğunlaştığını görürüz. Nitekim, geç 17. yüzyıl Hollandası'ndaki

 burjuvazi aristokratlaşması buna örnek olarak gösterilebilir. Bu bir fars gibi tekrar ettirildiğinde, buna burjuvazinin tarihsel rolüneihaneti diyoruz — bunun için de 20. yüzyıl Mısır'ı örnek olarak verilebilir. 

Sadece bir tüketici olarak burjuva sorunu değildir bu. Burju-vazinin aristokratik tarza olan tutkusu, bir girişimci olarak onunözgün çalışma tarzı içinde de bulunabilir. 19. yüzyıla gelinceyedeğin (can çekişmekte de olsa bugün de), iş ilişkileri bak ımından,kapitalist girişim Ortaçağ'ın malikâne modeli üzerine inşa edildi.İşyeri sahibi kendisini, işçilerini gözeten, onlara konut temin e-den, bir tür sosyal güvenlik programı sunan peder şahi bir çeh-reyle sundu. İşçilerinin sadece çalışma davranışlar ıyla değil, bü-tün ahlaki davranışlar ıyla da ilgilenmekteydi. Bununla birlikte, za- 

manla sermaye yoğunlaşmaya başladı. Bu, rakipleri safdışı etme,tekelleşme çabasının bir sonucudur. Sürekli olarak yar ı-tekelleriyıkan ters eğilimler yüzünden bu süreç yavaş işlemektedir. Giri-şim yapılar ı henüz yavaşça genişlemektedir, ama bu genişleme,mülk-sahipliği ile kontrolün birbirinden ayr ılması —paternalizminsonu, şirketin yükselişi ve dolayısıyla da yeni orta sınıflar ın or-taya çıkması — anlamına gelmektedir. "Girişimler"in, şeklen özelolmaktan çok, devlete ait olduğu çevre ve özellikle yar ı-çevre

 bölgelerin zayıf devletlerinde görüldüğü gibi, yeni orta sınıflar,geniş ölçüde, bir idari burjuvazi biçimini alırlar. Bu süreç devam

ettikçe, yasal mülk sahibinin merkezi rolünün giderek azaldığı vesonunda kaybolduğu görülür. 

Bu yeni orta sınıflar ı, maaşlı burjuvalar ı nasıl kavramlaştır-malıyız? Bu kişiler, yaşam tarzlar ı veya tüketimleri açısından yada (isterseniz) artık değeri ele geçirenler olarak açıkça burjuva-dırlar. Fakat, sermaye ya da mülkiyet haklar ı söz konusu oldu-ğunda, burjuva olduklar ı söylenemez ya da pek söylenemez. Yanikendilerini aristokratlaştırmak için kâr ı ranta dönüştürmekte "kla-sik" burjuvalar kadar olamazlar. Onlara geçmişten miras kalmış imtiyazlar ı değil, bugün elde ettikleri avantajlar ı kullanarak ya-şamlar ını sürdürürler. 

Dahası, şimdiki geliri (kâr), gelecekteki gelire (rant) dönüş-türemezler. Yani, günün birinde çocuklar ının geçimini temin ede-cek geçmişi temsil edemezler. Sadece kendileri şimdi'de yaşa-makla kalmazlar, çocuklar ı ve çocuklar ının çocuklar ı da şimdi'deyaşamak zorunda kalacaklardır. İşte burjuvalaşma tam da budur 

 — klasik burjuvalar ı

n en tatlı

rüyası

olan aristokratlaşma ihtimali-nin sonu, gelecek için bir geçmiş inşa etmenin sonu, şimdi'deyaşamaya mahkûm olmak. Öyleyse bunun, geleneksel olarak pro-leterleşme dediğimiz şeye nasıl olağandışı bir biçimde koşut (öz-deş değil, koşut) olduğunu görelim. Genel olarak kabul görmüş anlayışa göre, bir proleter artık ne köylü (yani, bir toprak üze-rinde kontrole sahip küçük bir köylü) ne de bir zanaatkardır (yanimakine üzerinde kontrola sahip küçük bir üretici olan işçi). Bir 

 proleter, emek gücünden başka pazara sunabileceği bir şeyi ol-mayan, dayanacağı başka kaynaklar ı (yani geçmişi) olmayan 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 97/146

 İ  RK, ULUS, SINIF 190 

kişidir. O, şu anda kazandığıyla yaşamını sürdürür. Benim betim-lediğim burjuva da artık sermayeyi kontrol etmiyor (dolayısıylageçmişsiz) ve şimdi kazandığıyla yaşıyor. Bununla birlikte, pro-leter ile arasında çarpıcı bir fark var. O çok çok iyi yaşıyor. Bufark ın nedeni, artık üretim araçlar ı üzerindeki kontrol değil. Fakathâlâ, her nasılsa burjuvalaşmanın ürünü olan bu burjuva, prole-terleşmenin ürünü olan o proleterin yarattığı artık değeri ele geçi-rebiliyor. Üretim araçlar ının kontrolü söz konusu olmadığına gö-re, bu burjuvanın hâlâ kontrol edebildiği (ama o proleterin edeme-diği) başka bir şey olmalı. 

"  İ nsan Sermayesi"  

Bu noktada, son zamanlarda ortaya çıkan başka bir oturmamış kavramdan, insan sermayesi kavramından söz edelim. İnsan ser-mayesi, bu yeni tip burjuvalar ın bolca sahip olduğu, ama prolete-rin sahip olmadığı bir şey. Peki burjuva bu insan sermayesini ne-rede kazanıyor? Cevap belli: temel ve kendini açıkça if şa eden iş-levi, insanlar ı orta sınıflar ın üyesi olmalar ı için (uzmanlar, teknik elemanlar, sistemimizin işlevsel iktisadi yapıtaşlar ı olan özel vekamu girişimlerinin yöneticileri olarak) eğitmek olan eğitim sis-temlerinde. 

Eğitim sistemleri gerçekten insan sermayesi yaratırlar mı; ya-ni, insanlar ı kar şılığı yüksek bir gelir elde etmek olan, güç veözgül becerileri kazanmalar ı için mi eğitirler? Eğitim sistemimizinen önemli işlevinin bu olduğu (hatta yalnızca bu olduğu) ileri

sürülebilir; fakat gerçekte bizim eğitim sistemimiz daha çok top-lumsallaştırma, çocuk bakma ve yeni orta sınıflar olarak ortayaçıkacak olanlar ı süzgeçten geçirme işlevleri görmektedir. Pekisüzgeçten nasıl geçerler? Bunun cevabını da biliyoruz. Aptalınteki doktora alamayacağına göre (ya da en azından nadiren aldığı söyleniyor) liyakat bir rol oynuyor olmalı. Çok sayıda liyakatli(en azından yeni orta sınıflar ın üyesi olmaya layık çok sayıda) kişiolduğundan, eleme biraz da keyfi olmalı. 

Kura çekmeyi seven kimse yoktur. Çünkü riski fazladır. Ço-ğu kimse keyfi elemeden kaçınmak için hiçbir şey yapmayacaktır. 

 KAVRAM VE GERÇEKL İ  K OLARAK BURJUVAZ  İ  191 

 Nüfuz sahibi olanlar kurayı kazanmak için, yani ayr ıcalık elde et-mek için nüfuzlar ını kullanacaklardır. Halihazırda avantajlı du-rumda olanlar ın nüfuzu daha fazladır. Yeni orta sınıflar çocuk-lar ına —artık bir geçmişi miras bırakamayacaklar ından (ya da enazından böyle bir mirası bırakabilmeleri giderek güçleştiğinden)— tek bir şey verebilirler: "daha iyi" eğitim kurumlar ına girme ayr ı-calığı. 

En geniş anlamıyla, eğitimde oyunun kurallar ını belirlemeyeyönelik mücadelenin, giderek siyasal mücadelenin kilit noktası haline gelişi artık şaşırtıcı olmamalıdır. Öyleyse şimdi yeniden

devlete dönelim. Giderek, devletin geçmişi ödüllendirmesi, imti-yazı artırması ve rantı meşrulaştırması engelleniyorsa, yani kapita-lizmin tarihsel yörüngesinde ilerleyişiyle, mülkiyetin önemi sü-rekli azalıyorsa, devlet bu tablonun dışında tutulamaz. Şeref pa-yeleriyle geçmişi ödüllendirmek yerine devlet, meritokrasi aracılı-ğıyla şimdiyi ödüllendirebilir. Nihayet, uzman, idari, mülksüz

 burjuvalar ımız arasında, "yeteneğe açık kariyerler" mevcut olabi-lir, ama kimin yetenekli olup, kimin olmadığına biri karar verme-lidir. Ve bu karar, ayırt edici özellikleri büyük olmayan bir dağı-lım için alındığında siyasal bir karardır. 

Böylece tablomuzu özetleyebiliriz. Zaman içinde, kapitalizmçerçevesinde gerçekten bir burjuvazi gelişti. Bununla birlikte bur-

 juvazinin şimdiki versiyonu, tanımıyla burjuvazi adına yol açanOrtaçağ tüccar ına da, tarihsel toplumsal bilimlerin bugün genel o-larak tanımladıklar ı kavramın ortaya çıkmasına yol açmış olan 19.yüzyılın kapitalist sanayicisine de çok az benziyor. Rastlantısal o-

lan aklı

kar ı

ştı

rdı

, ideolojiler yolumuzu şaşı

rttı

. Her şeye rağ-men, artık değeri ele geçiren kimse olarak burjuvanın, kapitalistoyunun baş aktörü olduğu doğrudur. Ama sadece iktisadi değil,aynı zamanda siyasal bir aktör. Her ne kadar çok tutulan bir iddiaise de, kapitalizmin, iktisadi alanı siyasal alandan özerk tutan ye-gâne tarihsel sistem olduğu iddiası, bence çok yanlış bir iddiadır. 

Bu bizi 21. yüzyılla ilgili olarak değineceğim son bir noktayagetiriyor. Burjuva ayr ıcalığının nihai tezahürü olan, meritokratik sistem sorununa... Temeli çok zayıf olduğundan burjuvazi açı-sından bu, sistemler arasında en az (en çok değil) savunulabilir  

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 98/146

 IRK, ULUS, SINIF 192 

olanıdır. Ezilenler, belki kendilerini yönetenlerin ve dolayısıylaödülendirilenlerin buna doğuştan hak kazandıklar ı iddiasını yuta-

 bilirler. Ama sadece yetenekli ve açıkgöz olmalar ı dolayısıyla, bu-na hak kazandıklar ını ileri sürenlerin iddialar ı öyle kolay yutula-maz. Bu durumda örtü daha kolay yırtılabilir ve sömürü daha say-dam bir hale gelir. Öfkelerini yatıştıracak ne çarlar ı, ne de peder-şahi sanayicileri olan işçiler, daha dar bir çıkar temeline dayanansömürüye ve uğradıklar ı talihsizliklere kar şı koymaya daha çok hazırdırlar. Bagehot ve Schumpeter'in sözünü ettikleri de buydu.Bagehot hâlâ Kraliçe Viktorya'nın durumu kurtaracağını umuyor-

du. Viyana'dan değil Londra'dan gelen, Harvard'da ders veren,yani her şeyi görmüş olan Schumpeter daha karamsardı. Bir kere,

  burjuva için aristokrat olmak artık mümkün olmadığında, sonunyaklaşmış olacağını biliyordu. 

Öncelikle bu sempozyuma katılanlara sorulan sorunun biçiminiinceleyelim: "Whither Marxism?", "Marksizm nereye gidiyor?"Bu soru Marksizm'in sadece yönelimi konusunda değil, gittiğiyol ve yaşayabilirliği konusunda bir kuşku olduğunu öncedenvarsaymaktadır. Lenin, 1913 yılında "Karl Marx'ın ÖğretisininTarihsel Kaderleri" başlıklı ünlü bir makalede evrensel tarihin,Paris Komünü'nü eksen alacak  şekilde dönemselleştirilmesiniöneriyordu. Tarihin "görünürdeki kaosu" içinde net görmeyi veyol bulmayı sağlayan "yasa"nın, yani Marx'ın aynı çağda tam an-lamıyla biçimlendirdiği şekliyle sınıf mücadelesi yasasının günışığına çıkması tarih itibariyle bu olaya dayanacaktı. Ve onun gö-zünde bu öyle denk düşüyordu ki, "tarihin diyalektiğinin, Mark-sizm'in kuram konusundaki zaferinin düşmanlar ını bile Marksistk ılığına girmeye mecbur edecek şekilde geliştiğini" doğrulayabile-ceğini düşünüyordu. Diğer bir deyişle, Marksizm egemen "dünya

görüşü" halini alıyordu ona göre. Sosyalist devrimler onyıllar  boyunca hepsi aptal ya da muhteris olmayan milyonlarca insanda bu kanaati doğrulamaya devam etti. Buna ayk ır ı olarak ve Mark-sizm'in resmi öğreti olduğu devletlerin ideolojik memurlar ındanoluşan hatır ı sayılır bir grubu hariç tutarsak (bu öğretiye inanı p i-nanmadıklar ı da sorulabilir), günümüzde bu tip doğrulamalar ı an- 

* Bu makale ilk kez Hannah Arendt Siyasal Felsefe Sempozyumu'ndasunulmuştur, New School for Social Research, New York, 15-16 Nisan 1987.Makalede atıfta bulunulan kaynaklar, sonda, s. 227'de verilmiştir. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 99/146

 İ  RK, ULUS, SINIF 194 

cak bazı neo-liberalizm kuramcılar ının kaleminden okuyabiliriz;onlara göre en küçük "himayeci devletin" en basit toplumsal siya-seti bile "Marksizmin bir tezahürünü oluşturuyor. Diğerleriningözünde, ağır basan izlenim daha çok Marksizm'in yık ılmaya yüztutmasıdır: the withering away of Marxism!:* İnanç için inanç; fa-kat bu yeni Ortodoksluk ne sağlamaktadır? 

Soruyu doğrudan kestirip atmak niyetinde değilim. Çünküsoru yanlış bir şekilde ortaya konmuştur. Bana öyle geliyor ki bi-zim için söz konusu olan daha çok, art arda gelen bu "zamansızdoğruluk iddialar ı"nın (Lacan böyle derdi) gözden sakladığı çe-

lişkileri canlandırmak ve bu çelişkilerin biraz üzerine gitmektir.En iyi halde, tartışmanın başka bir zemine kayacağını umalım.Ama öncelikle yöntem üzerine bazı gözlemler yapmak gerekmek-tedir. 

İlkin, "Marksizm nereye gidiyor? sorusuna kuram olarak Marksizm'in dahi hiçbir olumlu cevap getiremeyece ğ i, temel bir mantık gerçeğidir. Bu, bir eğilimin belirlenmesi biçiminde bilemümkün değildir. Bu, Marksizm'in kendi "anlamı"nın bilgisinesahip olduğunu varsaymak olacaktır. Marksizm'den, toplumsalhareketlere "ithalinin" kendi öğretisel tarihi üzerinde yarattığı so-nuçlar ı ve kar şılığında "maddi güç" olarak bulunduğu tarihsel du-rumlar ın sonuçlar ını incelemesini isteyebiliriz (ki bu yapılmamış-tır). Ancak bu şekilde ne kavramsal diyalektiğinin ne de hayatageçişinin "gerçek" diyalektiğinin sonuçlar ına hâkim olacağını dü-şünebiliriz. Bu sorular üzerine felsefi anlamda düşünmekten, yaniönceden varolan kurallar olmaksızın düşünmekten (Lyotard) öte-

ye gidemeyiz. Kaldı

ki her düşünme nesnesine uygun değildir,sorgulamak istediği meseleye "içkin" değildir. İkincisi, varolduğu şekliyle (kuram olarak, ideoloji olarak,

örgütlenme biçimi olarak, tartışmalarda koz olarak) Marksizm'edoğrudan uygulayabileceğimiz yaygın fakat çok zor tartışılan di-yalektik bir tez vardır: "Varolan her şey yok olmayı hak eder"(Engels'in "Hegelci sisteme" uyguladığı, Goethe'nin Faust 'undan 

* "Marksizm eriyip gidiyor mu?"; "Sönme", "eriyip yok olma" anla-mındaki İngilizce wither fiili, devletin "ortadan kalkması" için bu fiili kulla-nan Marx'a atfen kullanılıyor, (ç.n.) 

SINIF MÜCADELES  İ  NDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE M  İ ? 195 

alıntı). Bu teze göre Marksizm, varolan tüm biçimleriyle, kaçı-nılmaz olarak, er ya da geç ortadan kalkacakt ır. Kuram biçimi dedahil olmak üzere. Eğer Marksizm bir yerlere gidiyor ise, bu an-cak kendi yık ımına olabilir. Şimdi bir başka tez daha (Spinoza'dan) ekleyelim: "Birden fazla yok olma şekli vardır." Bazısı ka-yıtsız şartsız, ardında bir şey bırakmadan eriyip gitmedir. Bazısı yeni baştan kalı ba dökme, nöbet değiştirme ya da devrimdir: zıd-dının şeklini alsa da, geriye bir şeyler kalır. Geçmişe bakarak (veyalnızca geçmişe bakarak), Marksizm'in ne derece sağlam temel-lere oturduğunu, onun ortadan kalkma tarzından anlayacağız.

Eğer "yok olma" sürecinin devam etmekte olduğu ve hatta ilerle-diği —ki bunu düşündürecek birden fazla gösterge vardır— var-sayımından yola çıkarsak, entelektüel müdahale ve konjonktür ye-rini bulur; sürecin sonucunun bağlı olduğu pratik-kuramsal anlamçekirdeğini tanımlama ve onu belli bir yönde işletme riskini gözealabiliriz. 

Gelelim üçüncü gözleme: Marksizm'in tarihsel etkisi, kurgu-lanış çevriminde, pratik yatır ımlar ında, kurumlaşmasında ve "kriz"inde artık bize göründüğü şekliyle, şaşırtıcı derecede çelişkili bir görünüm sergiliyor. Hatta iki misli çelişkili. 

Bir yandan, bu olayın kendini ne zaman gösterdiğini kesin o-larak söylemek mümkün olmaksızın (belki de bazı komünist parti-lerde, "proletarya diktatörlüğü" hedefinden vazgeçildiği andır bu

 — bir anlamda fazla geç, bir anlamda fazla erken bir zaman),Marksizm'in "öngörüleri"nin ve devrimci "programı"nın hiçbir 

 zaman olduklar ı gibi gerçekle şemeyece ğ i ortaya çıktı; çünkü bun-lar ın üzerine kurulu olduklar ı koşullar —sınıf mücadelesinin, ka-

 pitalizmin belli bir biçimi— kapitalizmin bu koşullar ın ve böyle-likle de bizzat Marksizm'in "ötesine" geçmiş olmasıyla, çoktandır ortadan kalkmıştı. Bununla beraber, bu aşmanın kiplikleriyle ilgilihiçbir ciddi çözümleme, bu aşmanın kendisinin, k ısmen (ve hattaönemli bir k ısmının) Marksizm'in etkililiğinin dolaylı bir sonucuolduğunu bilmezlikten gelemedi. Bu etkililik özellikle, 19. yüzyıldakapitalizmin "yeniden yapılanmalar ının", Sovyet Devrimi'nin(Marksizm'in meşru ya da meşru sayılan çocuğunun) ve daha çok onun işçi hareketlerindeki, ulusal kurtuluş mücadelelerindeki 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 100/146

 IRK, ULUS, SINIF 196  

uzantılar ının "meydan okuyuşlar ına" kar şı cevap ve kar şı saldır ı olmalar ında görünür. Öyleyse Marksizm, kendi gelecek perspek-tifinin aşılmasında kazanan taraftır. 

Diğer yandan Marksizm —ya da belli bir Marksizm, ama buakrabalığı a priori bir şekilde reddedemeyiz— "sosyalist devrim-lerde" ve "sosyalizmin kuruluşunda"  gerçekle şti ğ ine inanmış ve

  bunu ilan etmiştir. "Geçiş" kuramının ve beklentisinin sosyaliz-min kuruluşunda kar şılaştığı ve hâlâ kar şılaşmakta olduğu acı serüvenler ne olursa olsun, "gerçekleşmiş sosyalizm" toplumlar ı kendilerini resmi olarak "sınıfsız" ya da en azından "sınıf mü-

cadelesiz" toplumlar şeklinde kavramak için Marksizm'e dayan-mışlardır. Marksizm'den bir şeylerin, geri döndürülemez bir bi-çimde edimsel kurumlara geçişi, her  şeyden önce bu normatif 

  biçimle olmuştur. Bununla beraber eğer bu toplumlar, İkinciDünya Savaşı'nın sonundan bu yana tarihsiz, siyasal olarak hare-ketsiz toplumlar olmadılarsa, bu özellikle, en klasik tarz sınıf mü-cadelelerinin (işçi mücadelelerinin) ve hatta tekelci parti-devirtle-rine kar şı verilen demokratik mücadeleyle sık ı sık ıya ilişkili dev-rimci sınıf mücadelelerinin (Çin, Polonya) aldığı keskin biçimsayesindedir. Burada yeni bir paradoks sonucu, toplumsal uzlaş-mazlıklar ın sorunsalı olarak Marksizm, her zaman, kendi "ta-mamlanmışlığının" ilerisinde görünür. 

Marksizm'in, tarihsel bugünümüzün toplumsal oluşumlar ı ve bölümleriyle tuhaf bir şekilde kar ışması şuradan kaynaklanmak-tadır: Öyle görünüyor ki Marksizm'le ilişki çağdaş dünyayı her zaman "bölüyor", ama aynı zamanda "yasasını" ya da anlaşılırlık 

ilkesini ifade ettiği sı

f mücadeleleri, hiçbir zaman olmalar ı

ge-reken yerdeymiş gibi görünmüyor. Buradan şu merkezi temaya gelmek gerekir. K ısacası; Mark-

sizm'in kimliğinin, tamamıyla sınıf ve sınıf mücadelesi çözüm-lemesinin tanımına, menziline ve geçerliliğine bağlı olduğu yete-rince açıktır. Bu çözümlemenin dışında Marksizm yoktur: ne top-lumsal olanın özgül kuramlaştırması olarak, ne siyasal bir "strate-

 jinin" tarihe eklemlenmesi olarak. Tersine, sınıf mücadeleleri top-lumsal dönüşümlerin anlaşılırlığına dair ilkeyi taşıdığı süreceMarksizm'den bir  şeyler, tarihsel hareketin "motoru" ya da tek  

SINIF MÜCADELES  İ  NDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE MI? 197  

"temel belirlenimi" olarak değilse de en azından hiçbir siyasetinkendisini soyutlayamayacağı evrensel, uzlaşmaz kar şıtlık olarak,kaçınılamayacak bir şey olarak kabul edilebilir. Tanımlar ına ve

 belli bir eğilim gösteren "yasalar ına" getirilmesi gereken düzelt-meler ne olursa olsun bu böyledir. 

Fakat itirazlar ın yükseldiği ve Marksizm'in somut sarihliğinin bulandığı yer de tam bu noktadır. Marksizm'in görünürde tutarlı  bir bütüne eklemlediği kavramlardan bazılar ı aşın derecede baya-ğılaştır ılmıştır: örneğin devrim ve özellikle de kriz. Buna kar şınsınıf mücadelesi, en azından "kapitalist" ülkelerde, ya onu övenle-

rin toplumsal olanın karmaşıklığı üzerindeki etkileri giderek azalır gibi olduğu için ya da —ki bu ikisi bir arada gider— bizzat s ı-nıflar, çoğunluğun pratiğinde ve siyasetin en çarpıcı biçimlen-melerinde görünür kimliklerini kaybettikleri için sahneden çekil-miştir. Öyle olunca sınıf mücadelesi mit gibi görünecek bir halegelmiştir. Bugün artık büyük ölçüde aşılmış olan koşullar varol-saydı, bu mit kuramla üretilirdi ve örgütlerin (hepsinden önce işçi

  partilerinin) ideolojisiyle gerçek tarihe yansıtılırdı ve kendilerinihak ve dava taşıyıcılar ı olarak kabul ettirme olanağını sağladığı heterojen toplumsal gruplarca neredeyse tamamen "içselleştiri-lirdi". Peki ama eğer sınıflar ın sadece mitsel bir kimliği varsanasıl olur da bizzat sınıf mücadelesi gerçekliğini kaybetmez? 

Böylesi bir saptamanın farklı biçimlerde dile getirilebileceğidoğrudur. Bunlardan en kabaca olanı, son iki yüzyılın tarihini,toplumun iki (ya da üç) kar şıt sınıf halinde kutuplaşmasının her 

 zaman için bir mit olmuş olduğunu gösterecek şekilde gözden ge-

çirip düzeltmektir: Bunun yerindeliği de sadece siyasal tahayyülün psikolojisini ve tarihini ilgilendirir. Fakat aynı zamanda sınıfsal uzlaşmazlık şemasının 19. yüzyıl

sonunun "sanayi toplumlar ı"nın gerçekliğine en azından yaklaşık olarak  tekabül etmi ş oldu ğ u da kabul edilebilir. Sadece artık du-rum bu değildir ya da giderek bu olmaktan çıkmaktadır. Bir dizideğişimin sonucudur bu: bir taraftan ücretlilik durumunun ge-nelleşmesi, emeğin zihinselleşmesi, hizmet faaliyetlerinin artması 

 — bu kaybolan "proletarya"dır; diğer taraftan mülkiyet ve yöne-tim işlevlerinin birbirinden ayr ılma sürecinin tamamlanması, 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 101/146

 IRK, ULUS, SINIF 198  SINIF MÜCADELES  İ  NDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE MI? 199 

ekonomide toplumsal kontrolün (yani devletin) yayılması — buda eriyen "burjuvazi"dir. Madem ki "orta sınıflar", "küçük burju-vazi", "bürokrasi", "yeni ücretli tabakalar", yani Marksizm'in heptak ıldığı o sonu gelmeyen siyasal ve kuramsal bilmeceler sonundasahnenin en büyük k ısmını kapladı ve tipik işçi ve kapitalist iş-veren figürlerini (sömürülen emek ve mali sermaye kaybolmasa

  bile) marjinalleştirdi; o halde sınıflar ve sınıf mücadelesi siyasal bir mite, Marksizm de bir mitolojiye dönü şmektedir. 

Yine de bazılar ı çık ı p sınıflar ın bir anda (yetmişli-seksenliyıllar) ve Marksizm'in sömürüye ve sınıf mücadelesine bağladığı 

 bir dizi toplumsal görüngünün —ağır yoksullaşmanın, işsizliğin,kapitalist üretimin eski "kaleleri"nin hızla sanayisizleşmesinin,yani mali ve parasal spekülasyonla örtüşen sermaye yık ımının— gözlemlendiği bir bağlamda (iktisatçılar ın otuzlu yıllarla kar şılaş-tırdıklar ı iktisadi dünya krizi) ortadan kaybolduğunu ilan etmektedev bir sahtekârlık olup olmadığını soracaklardır kendi kendile-rine. Oysa aynı esnada, Marksizm'e şöyle bir bulaşmış olanlar ın"sınıf" politikalar ı olarak gördüğü devlet politikalar ı yürürlüğekonmaktadır; açıkça savunulan buyruklar ı artık genel çıkar (kaste-dilen kolektif çıkar, hatta toplumsal çıkardır) değil, işletmelerinsağlığı, iktisadi savaş, "insan sermayesinin" verimliliği, insanla-r ın hareketliliği vb. olan politikalardır. Burada bizzat sınıf müca-delesiyle kar şı kar şıya değil miyiz? 

Fakat eksik olan şey (S. de Brunhoff'un haklı olarak ifadeettiği gibi), toplumsal, siyasal ve kuramsal olanın eklemlenmesi-dir. O andan itibaren sınıfsal uzlaşmazlıklar ın görünürlüğü bu-

lanıklığa dönüşür. Yeni-liberal ve yeni-muhafazakâr politikalar kuşkusuz uluslararası ilişkilerin güvensizliğinde, yönlendirile-mezliğinde, kendi popülizmlerinin (ve kendi ahlakçılıklar ının)çelişkilerinde bocalayı p durma eğilimindedirler; ancak işçi hare-ketinin kurumsal biçimlerinin, örgütlü sınıf mücadelesinin dağıl-ması ve gayri meşru hale getirilmesi konusunda inkâr edilemeye-cek olumsuz  başar ılar elde ediyorlar. Bu konuda kesin kararlı veazimli çabalara gerek kalsaydı mitin direndiği düşünülebilirdi. Fa-kat bu başar ılar, kapitalist merkezlerin çoğunda işçi sınıf ının arka-sında uzun yıllara dayanan örgütler, deneyim ve kuramsal tartış- 

malar bulunduğu halde elde edilmiştir. Yine son yıllar ın tipik işçimücadelelerinin en sert ve en yoğun olanlar ı (İngiliz madenciler,Fransız demir-çelik ve demiryolu işçileri...) sektörel (hatta "kor-

  poratif") ve savunmaya dönük, kolektif gelecek için anlam taşı-mayan gövde gösterileri gibi görünmektedir. Ve aynı esnada top-lumsal çatışma durumu, bazılar ı kurumsal istikrarsızlıklar ına rağ-men ya da bu nedenle, görünürde çok daha manidar olan bir dizi

 başka biçim almıştır. Bu, kuşak çatışmalar ından ve çevre üstün-deki teknolojik tehdide bağlı çatışmalardan, "etnik" (ya da "din-sel") çatışmalara ve uluslararası terörizm ve savaşın bazı yerlerde-

ki kronikleşmiş biçimlerine kadar gider. Belki de "sınıflar ın ortadan kaybolması"nın en radikal biçimişu olacaktır: Toplumsal-iktisadi mücadelelerin ve ifade ettikleri çı-karlar ın kayıtsız şartsız yitip gidişi değil —çatışmanın her yerdevarolmasının beraberinde hiçbir hiyerar şiyi, toplumun görünür bir şekilde "iki kampa" bölünmesini, konjonktürü ve evrimi belirle-yen hiçbir "son kerteyi"; teknolojik bask ılar ın, devlet çıkarlar ınınve ideolojik hırslar ın rastlantısal bileşkesinden başka hiçbir dö-nüşüm vektörünü getirmediği— bir çok-biçimli toplumsal çatışmadurumunun dokusunda emilip dağılmalar ı ve siyasal merkeziyet-lerini kaybetmeleridir. K ısacası siyaset felsefesinin son yönelim-lerinde yansımasını bulan, "Marx'vari" olmaktan çok "Hobbes'vari" bir durum. 

Bana kalırsa böyle bir durum üzerinde düşünmek Marksizm'in kuramsal varsayımlar ının geçerliliği konusundaki yargının erte-lenmesinden çok, tarihsel kavramlar ın ve biçimlerin çözümlenme-sinin zamanı ile programlar ın ya da sloganlar ın zamanı arasında

net bir ayr ıştırma yapmayı gerektirmektedir. Çünkü bunlar ın bir- birine kar ıştır ılmasının, Marksizm'in kendi ifadelerinin nesnelliği-ni ve evrenselliğini kavrayışını, bunlara önceden pratik doğrular statüsü vererek etkilediğini düşünmek için haklı nedenlerimiz var.Demek ki bu kar ışıklığı çözmek "saf kurama sığınmanın bir şekliolmaktan ziyade, spekülatif ampirizme değil stratejik buluşa bağlı olan bir kuram-pratik eklemlenmesini düşünmek için —yeterli de-ğilse de— gerekli bir koşuldur. 

Şimdi sınıf mücadelesi kavramını eleştirel bir incelemeye tabi 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 102/146

 IRK, ULUS, SINIF 200 

tutarak böyle bir düşünme tarzının unsurlar ını biçimlendirmek is-tiyorum. İlk olarak, Marx'ın gözler önüne serdiği, daha sonrakigelişmelerinde de hep bu izi taşıyan sınıf kavramının bazı ikiyönlü özelliklerine ayr ım getireceğim. İkinci olarak, sınıf müca-delesinin yalın şekliyle ters düşen bazı görünümlerini kurama ek-leme olanağını inceleyeceğim. Sınıf mücadelesi kuramlaştırma-sına indirgenemedi ğ i, hatta onunla bağdaşmadığı görülen ve do-layısıyla onun gerçek iç sınırlar ını (ya da isterseniz, Marksizm'inaltında yatan antropolojinin iç sınırlar ını) tanımlayan süreçlerin vetoplumsal ilişkilerin, örneğin "zekânın mekanikleşmesi"nin ya da

cinsel bask ı ilişkilerinin, ya da yine milliyetçilik ve ırkçılığın bazı görünümlerinin Marksist bir açıdan nasıl belirlenebileceğini dearaştırmak uygun olur — fakat bu başka bir açıklamanın konusuolmak zorundadır. 

"Marksist" S ını f "Kuramı"  

Burada söz konusu olan "tarihsel materyalizm"in temel kavram-lar ını bir kez daha özetlemek değil, —bir sistemden ziyade ku-ramsal bir deneyim olarak— harfi harfine ele al ınan Marx'ın ese-rinde de sınıf mücadelesi çözümlemesine, pratik yatır ımı için ge-rekli "koz"u verdiğini düşünebileceğimiz bir kar şıt anlamlılık gö-rüntüsü veren şeye işaret etmektir. Çok bilinen ya da daha önceöne sürdüğüm gelişmeleri hızla geçeceğim. 

Bizi durdurması gereken ilk olgu, bir yanda Marx'ın "tarih-sel-siyasal" eserlerinde, diğer yanda Kapitalde, rastladığımız sınıf mücadelesi biçimleri arasındaki aşır ı ayk ır ılıktır. 

Doğal olarak bu ilk eserler hazırlandıklar ı koşullar ın geri tep-mesine —tüm diğer metinlerden daha fazla— maruz kalmıştır.Bize sunduklar ı "tablolar", temel tarihsel şemanın, sürekli olarak a posteriori düzeltmeyle önceden bilme arasında gidip gelen, (esasolarak Avrupa tarihine indirgenmiş olan) ampirik tarihin beklen-medik olaylar ına uyarlanmış halleri gibi görünmektedir. Bu uyar-lamalar kimi kez kavramsal yapım üretilmesini gerektirir: ünlü"işçi aristokrasisi" temasında olduğu gibi. Kimi kez de ciddi man-tıksal güçlükler doğururlar: Bonapartizm'in yol açtığı, burjuvazi- 

SINIF MÜCADELES  İ  NDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE M  İ ? 201 

nin sınıf olarak siyasal iktidar ı tek başına yürütemeyeceği dü-şüncesinde olduğu gibi. Fakat "somut olanın" çok daha ince bir diyalektiğini çıkardıklar ı da olmuştur: sınıflar ın temsilinin ayr ış-ması ve toplumun düşman kamplarda kutuplaşması görüngüle-rinin tehlikeli bir şekilde birbirini izleyişinde devrimci ve kar şı-devrimci krizlerin yoğunlaştığı düşüncesinde olduğu gibi. Aslında

 bu çözümlemeler, kendilerine ait bir kimlikle, toplumsal bir iş-levle ve özel siyasal çıkarlarla donanmış kolektif güçlerin oluş-ması ve çarpışması olan, stratejik diye adlandırabileceğimiz bir ta-rih temsilini tartışma konusu yapmazlar. Bu temsil  Komünist Ma-

nifesto'nun "örtülü ya da açık bir iç savaş" diye adlandırdığı şeydir. Sınıflar ı tarihin maddi ve ideolojik aktörleri olarak kişileş-tirme olanağını sağlayan budur. Elbette ki böyle bir kişileştirme,öne sürdüğü terimlerin temel bir  simetrisini içermektedir. 

Oysa esas olarak, Kapitalin çözümlemelerinde olmayan şey budur (ve onun "mantığıyla" hiç mi hiç bağdaşmaz).  Kapital,kuşkusuz sınıf mücadelesine bütünüyle bağlı olan bir süreci göz-ler önüne serer, ama temel bir  simetrisizlik ta şır: o kadar ki, onun

 bak ış açısından, uzlaşmaz sınıflar ın hiçbir zaman "kar şılaşma-dıklar ı" söylenecek kadar ileri gidilebilir. Gerçekte burjuvalar yada kapitalistler (bu çifte adlandırmanın yarattığı sorunlara dahasonra döneceğim) hiçbir zaman bir toplumsal grup olarak gö-rünmezler; sermayenin ve onun farklı işlevlerinin "taşıyıcılar ı","maskeleri", "kişileşmeleri" olarak görünürler. Kapitalist "sınıf fraksiyonlar ı" —girişimciler ve para babalar ı, tüccarlar— ancak 

 bu işlevler kendi aralar ında çatıştığı zaman; ya da sistemin "dışın-da" sayılan kapitalizm-öncesi sınıflar ın ve toprak mülkiyetininçıkarlar ıyla kar şılaştıklar ı zaman sosyolojik bir istikrar kazanırlar.Proletarya, bunun tersine, para-sermayesinin kar şısında, üretimve yeniden üretim sürecinde somut, elle tutulur bir gerçeklik ola-rak ("kolektif emekçi", "emek gücü") belirmektedir. Bir bak ıma

 Kapitalde iki, üç ya da dört değil yalnı zca bir sınıf ın, proleter-işçisınıf ının olduğu söylenebilir; bu sınıf ın varlığı hem sermayenindeğerlenmesinin koşulu ve birikiminin sonucudur hem de hare-ketinin otomatikliğini sürekli olarak köstekleyen engeldir. 

O halde iki "temel sınıf ın simetrisizliği (birinin kendi olarak  

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 103/146

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 104/146

 IRK, ULUS, SINIF 204  SINIF MÜCADELES  İ  NDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE MI? 205 

kapitalist toplumsal ilişki zorunluluğu olduğunu gösterir. Bunudoğrudan, "yedek sanayi ordusu"nun ve "göreli nüfus fazlası"nın(sömürgeciliği, erkeklere rakip olarak kadın ve çocuklar ın işealınmasını, göçü, vb. kapsayan) farklı biçimlerine, yani kapitaliz-min tarihi boyunca proleterleşmenin başlangıçtaki şiddetini sür-düren "nüfus yasası"na bağlar. 

Bunlar proleterleşmenin, aynı zamanda proletaryanın yenidenüretiminin üç evresi de olan üç görünümü' dür . Başka bir yazıda(Balibar, 1985) öne sürdüğüm gibi bunlar örtük bir "kitle" ve"sınıf diyalektiği taşımaktadır: Bu, tarihsel olarak heterojen (ayr ı 

özelliklerle imlenen) kitlelerin (ya da nüfuslar ın) kesintisiz bir  biçimde bir  işçi sınıf ına ya da işçi sınıf ının art arda gelen gö-rünüşlerine dönüşmesi, ve sınıfsal duruma özgü "kitleleşme" bi-çimlerinin ("kitle emeği", "kitle kültürü", "kitle hareketleri") ba-ğıntılı gelişmesidir. 

Marx'ın ak ıl yürütme tarzını diğerlerinden ayıran şey, bu üçanı, hem mantıksal olarak tutarlı hem de ampirik olarak saptanabi-lir tek bir ideal-tipte, durum ve koşullara bağlı yak ın varyantlarla

 birleştirmesidir (Alman işçilerine "de te fabula narratur"* der).Böylelikle bu birleştirme sermaye hareketinin birliğinin kar şılığı olarak görünür, onun di ğ er yüzünü temsil eder. O halde "serma-yenin mantığı"nı değer biçiminin evrensel yayılımı olarak, in con-creto** düşünebilmek için gerekli bir koşuldur. Meta biçiminintüm toplumsal üretimde ve dolaşımda geçerli olması ancak emek gücünün tamamen meta olmasıyla mümkündür. Fakat emek gücü-nün tamamen meta olması da, ancak farklı proleterleşme biçimleritek bir süreçte (Marx, bizzat maddi üretiminkiyle aynı "çark"ın et-kisiyle, diyor) birleşirse mümkün olur. 

Fakat bu doğrudan doğruya, ancak tartışmalı ampirik-spe-külatif varsayımlarla giderilebilecek tarihsel zorluklarla sonuçlan-maktadır. Örneğin üretimde iş bölümü eğiliminin, bazı istisnalarla,değerin tözü olan "soyut" emeği bir  şekilde gerçekte vareden,farklılaşmamış ve değiştirilebilir "basit emeği" genelleştirecek şe- 

* "Anlatılan senin hikâyendir". (Lat. ç.n.)** in concreto: somut biçimde. {Lat. ç.n.) 

kilde, emekçilerin niteliksizleşmesi ve homojenleşmesi yönündeolmasını gerektiren varsayım bunlardan biridir. Ve bu da kapita-lizmin "tarihsel yasalar ı"nm (ve bu üretim tarzının çelişkilerinin)anlamına dair derin bir ikircilliğe varmaktadır. Bu ikircilliğin biz-zat Marksist sınıf temsilinin merkezinde olduğunu göreceğiz. 

Fakat yine de dikkatlerimizi bir an Marx'ın ortaya koyduğu proleterleşme tanımına yöneltelim. Bu tanımın klasik, iktisadiolan ve siyasal olan kategorileri konusundaki iki yönlülüğe birkaçkelimeyle değinmek isterim. Bu iki yönlülük sadece bizim için de-ğil, bizzat Marx için de söz konusudur. Çoğu kez Kapital'in çö-

zümlemelerinin, önceliğin benim "biçimleri" ya da "içerikleri" de-diğim şeye verilmesine göre, iki ayr ı okumasını yapmak müm-kündür. Böylece aynı  metinden yola çıkarak ister bir "iktisadisınıf kuramı" ister bir "siyasal sınıf kuramı" üretilebilir. 

Birinci bak ış açısıyla, proleterleşmenin tüm anlar ı (ve bu an-lar ın özellikle 18. yüzyıl ve 19. yüzyıl İngiliz toplumsal tarihininayr ıntısına dek inen anlar ı) yalnızca toplumsal bir bask ı yı değil,aynı zamanda işçi sınıf ına atfedilen pratiklerin gizli özünü deoluşturan, değer, değer kazanma ve sermaye birikimi döngüsündeönceden belirlenmiştir. Kuşkusuz bu öz Marx'ın bize dediği gibi

  bir "fetiş"tir; tarihsel-toplumsal ilişkilerin nesnelliğin yanılsamalı zeminine yansıtılmasıdır ve son çözümlemede "nihai" gerçeklik,yani insan emeği olacak gerçek özün, yabancılaşmış bir biçimidir.Fakat "biçimlerin" gelişim sürecinin ekonomist bir okumasını ön-lemekten çok uzak olan bu ana ilkeye başvurmak, tersine bunuaşılmaz bir ufuk olarak dayatır, çünkü genelde emek ve meta (yada değer) kategorilerinin bağıntısı bizzat klasik iktisadın ilkesidir.O halde değerin çekilip alınması yöntemlerinin ve bunlara kar şı direnişlerin (makinalaşmaya ya da zorunlu kentleşmeye başkal-dır ılar ve grevlerden iş hukukuna, devletin sosyal politikalar ına,işçi örgütlerine kadar) tanımlar ının her alanında varolan siyasalçelişiklik, kendi başına bir önem taşımaz, ancak iktisadi mantığın(ya da "ekonomik" biçimin içinde yabancılaşmış emeğin mantığı-nın) çelişkilerinin ifadesi olduğunda anlam taşır. 

Fakat bu okuma tersine çevrilebilir, yeter ki biçimin önceliği-nin yerine içeriğin önceliği getirilsin; bu içeriğin biçimi de onun 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 105/146

 IRK, ULUS, SINIF 206  

olumsallıkla belirlenmiş, "yönelimli" sonucundan başka bir şeydeğildir. Sınıf mücadelesi iktisadi biçimlerin d ı şavurumu olmak yerine, onlar ın göreli tutarlılığının —güç ilişkileri ve konjonk-türün rastlantısına maruz kaldığında zorunlu olarak değişen— ne-deni haline gelir. Bunun için aynı "emek" adı altında, antropolojik 

 bir öz yerine, bir toplumsal ve maddi pratikler karmaşığını anla-mak yeterlidir. Bu karmaşığın birliği, Batı toplumlar ının tarihinin

 bir döneminde (Sanayi Devrimi'nin meslekleri çözülmeye uğrat-tığı, kentleşmenin vb. olduğu bir dönemde) ve kurumsal bir yerde(üretim, fabrika, işletme) toplanmalar ından doğar. 

O zaman bütün açıklığıyla —Manx'ın çözümlemelerinde de— görünen şey, biçimlerin önceden belirlenmiş bir zinciri değil,uzla şmaz stratejilerin, kendi etkileriyle sürekli olarak gerileyen veatılım yapan sömürü ve egemenlik stratejilerinin, direniş strateji-lerinin bir oyunudur (bu söz konusu etkiler özellikle kurumsal et-kilerdir: emek zamanının hukuksal incelenmesinin —"sosyal dev-letin" ilk tezahürünün— sahip olduğu önemin nedeni budur. Bi-çimsel altalanmadan gerçek altalanmaya, mutlak değer fazlasın-dan göreli değer fazlasına ya da yaygın sömürüden yoğun sömü-rüye geçiş, tarihsel olarak bu eksen etraf ında döner). Şu haldesınıf mücadelesi, ekonominin kendi başlar ına hiçbir özerkliğe sa-hip olmayan çeşitli figürlerinin belirdiği   siyasal zemin olarak görünür (bu Negri'nin deyişiyle, emek gibi "kendine pek az ben-zeyen", "oynak" bir zemindir). 

 Ne var ki, bu iki okumanın nihai olarak, genelde biçim veiçerik gibi tersyüz edilebilir olduğunu söylemiştim. Ve bu daMarx'ın girişiminin ikircilliğini gayet iyi açıklar: Bu girişim hemüretimin uzlaşmazlıklar ının gözler önüne serilmesiyle, güç vesiyaset ilişkilerinin (ki liberal ideoloji bu alanda, yarar sağla-yabilmek için az bir zarar ı göze alarak, yani çatışmayı devlet ve"iktidar" açısından belli bir sınır içinde tutarak ak ılcı hesabın vegörünmez bir elin sağladığı genel faydanın saltanatını kurduğunuzanneder) her yerde varoluşuyla "ekonomi-politiğin eleştirisi"dir;hem de, aynı zamanda sadece hukukun, egemenliğin ve sözleş-menin alanı olarak  siyasetin sınırlar ının ispatı, if şasıdır (bunlar dış sınırlar olmaktan çok iç sınırlardır, çünkü siyasal güçler "maddi" 

SINIF MÜCADELES  İ  NDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE M  İ ? 207  

çıkartan ifade eden iktisadi güçler olarak kendilerim içeriden gös-terirler). 

Bu iki okuma tersyüz edilebilir olduğundan istikrarsızdır. Her yerde —bizzat Marx'ta da— kendilerini çözümlemenin kaçamak noktalan olarak gösterirler (özellikle de toplumsal sınıflar ın, Ri-cardo'dan mülhem, gelir dağılımıyla yapılan ekonomist bir sahtetanımı —  Kapital' in el yazması bununla tamamlanır— bu türden

 bir kaçamaktır; "mutlak tarihsel sınırlar ı"na ulaşan kapitalizmin batışına dair felaketçi yaklaşımlar da bunlardandır). Özet olarak ekonomizm ile siyasetçilik arasında gidip gelme, kapitalist üretim

tarzının çelişkileri kavramını etkilemeye devam etmektedir. Ya ka- pitalist üretim ilişkilerinin iktisadi sonuçlar ının, belli bir evreyigeçtikten sonra, nasıl ancak  kendi zıtlar ına çevrilebileceklerinigöstereceklerdir (emek üretkenliğinin "gelişme koşullar ı"yken on-lar ın "ayak bağı" halini alacaktır; kriz ve devrim buradan kaynak-lanır). Ya da baştan beri varolan kalıcı olguyu, insani emek gü-cünün meta durumuna indirgenemez kaldığını ve direnişinin gide-rek daha güçlü ve örgütlü bir şekilde (sınıf mücadelesi de budur)sistemin yık ımına doğru ilerlediğini göstereceklerdir. Marx'ın"mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi"ne dair ünlü ifadesinin

 bu iki yoldan "yadsımanın yadsınması" olarak anlaşılabilmesi ol-dukça çarpıcıdır. 

Fakat bu gidip geliş olduğu gibi devam edemez. Kuramınmakul ve uygulanabilir olması için belli bir noktada sabitleş-tirilmesi gerekir. Özellikle Marx'ta —ve yine onun haleflerinde— siyasetin iktisatta içkinliği ve iktisatın tarihselliği düşüncesi ola-

rak, diyalektik düşüncesinin yerine getirdiği işlev budur. İktisadinesnellikle siyasal öznelliğin "nihayet bulunan" denkliğini temsileden devrimci proletarya düşüncesinin, kuram ve pratik için çok anlamlı bir zıtlar ın birliği olarak devreye girdiği yer burasıdır. Budüşüncenin öncülleri Marx'ta kesinlikle vardır (Marx'ın spekü-latif ampirizmi dediğim şey budur). "İktisadi" sınıf olarak i şçi sı-nı f ı ve "siyasal özne" olarak  proletarya ideal kimliğinin söz konusuolduğu da söylenebilir. Stratejik sınıf mücadelesi temsilinde bukimliğin bütün sınıflar için geçerli olup olmadığı sorulabilir; ama

 bu kimliğe yalnızca işçi sınıf ının kendiliğinden sahip olduğunu 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 106/146

 IRK, ULUS, SINIF 208 

kabul etmek gerekir. Bu da onu "evrensel sınıf" olarak düşün-memizi sağlar (diğer sınıflar ise "evrensel" olmaya yaklaşmaktanöteye gidemezler; proletarya bizzat devrimci olabileceği ve olmak zorunda olduğu halde, "burjuvazinin bizzat egemen olamayacağı"nı öne süren semptomatik düşünceyi hatırlayalım). 

Doğal olarak işçi sınıf ında, bu ilke birliğini etkileyen ve kim-lik anını zaman içinde geciktiren engeller ve uymazlıklar rahatçagözlenebilir: "gelişmemiş bilinç", ulusal ya da mesleki "bölün-meler", "emperyalist kalıntılar", vb. Son raddede —Rosa Luxem-

 burg gibi— proletaryanın sınıf kimliğinin gerçek olarak ancak 

devrimci edimin kendisinde varolduğu düşünülebilir. Fakat buaçıklamalar işçi sınıf ının, kapitalist gelişmenin ürünü olan nesnel

 birliğiyle, konumunun radikal olumsuzluğunda yani tam olarak ürünü olduğu bu gelişmenin çıkarlar ıyla ve hatta varoluşuyla

 bağdaşmazlığında bulunan öznel birliği arasındaki tutarlılıkta, dahaönce fiilen varolan kimlik ilkesini doğrulamaktan başka bir  şeyyapmaz. Ya da bu tutarlılık, toplumsal iş bölümündeki yerleri ne-deniyle işçi sınıf ına "ait olan" tüm bireylerin katılacağı bu sınıf ınnesnel bireyli ğ iyle onlar ın doğrudan çıkarlar ının savunusunu vesömürünün sonunu (yani "sınıfsız toplumu", sosyalizm ya da ko-münizmi) mümkün ve örgütlenebilir k ılan özerk, toplumsal dö-nüşüm projesi arasında söz konusu olacaktır. 

Böylelikle Marksizm'in sınıf mücadelelerinin tarihsel olarak   belirleyici niteliğini tasarlayış şekliyle bizzat sınıflar ın (öncelikle proletaryanın) öznel ve nesnel (çifte) kimliklerini tasarlayış şekliarasında kar şılıklı önvarsayım var gibi görünüyor. Tarihsel dö-nüşümlerin anlamını tasarlayış  şekliyle, tarih sahnesinde kendidramının oyuncular ı olarak görünen sınıflar ın varoluş sürekli-liğini, sürekli kimliğini tasarlayış şekli arasında da aynı şey sözkonusudur. 

Biraz önce söylediğim gibi, bu döngünün öncülleri bizzatMarx'ta verilidir; sömürü durumunun içerdiği radikal olumsuz-luğun bilincine varmak olarak devrimci öznellik düşüncesinde, ve

 bu durumun dereceler ve aşamalarla da olsa, baştan başa tek bir mantığa tekabül eden bir birleşmiş proleterleşme sürecini ifadeettiği düşüncesinde verilidir. Bu koşullarda, uzlaşmazlığın yapısal 

S  İ  N  İ  F MÜCADELES  İ  NDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE M  İ ? 209 

düşüncesinin sürekli olarak  sını f ili şkilerinin yal ınla şması yla ilgili  —ki bunun sonunda insanlık macerasının hayati kozlar ının (sö-mürü ya da özgürleşme) "dünya" ölçeğinde "gün ışığına" çıkması gerekir— tarihsel bir kurguda yansıması hiç de şaşırtıcı değildir. 

Ancak bu döngünün k ır ılması —ve Marksizm'in çelişkili bir-liğinde harmanlanan bin yılcı  ideoloji unsurlar ının ve kuramsalçözümleme unsurlar ının ayr ışmaya başlaması  — için proleterleş-menin farklı yanlan arasında gözlenebilen ampirik uyuşmazlık-lar ın geçici olmayan, "tarihsel kapitalizm"in (Wallerstein) somutkoşullar ının içerdiği yapısal uyuşmazlıklar olarak görülmesi ge-

rekmektedir. Burjuvazinin —ki Engels ve Kautsky'nin yanılsa-malar ının aksine "gereksiz sınıf olarak düşünülemez— toplumsalişlevi, sermayenin iktisadi işlevlerinin "taşıyıcısı" olmaya indir-genemez. Ya da; "burjuvazi" ve "kapitalist sınıf", egemen kesimsöz konusu olduğunda bile, tek ve aynı kişi için birbirinin yerinekullanılabilir isimler değildir. Nihayet, devrimci (ya da kar şı dev-rimci) ideoloji tarihsel olarak, tek-anlamlı ve evrensel bir kendi bi-lincinin öbür adı değil, koşullar ın, kültürel biçimlerin ve belirlikurumlar ın etkin ürünüdür ve bu da azımsanacak bir güçlük değildir. 

Bütün bu düzeltmeler ve kaydırmalar hem tarihsel deneyimdehem de tarihçilerin ya da sosyologlar ın eserlerinde meydana çık-mış, ve başlangıçtaki Marksist kuramın gerçek bir yapı-çözümüne[dekonstrüksiyon] varmıştır. Bunlar Marksizm'in çözümleme il-kelerinin kayıtsız şartsız iptaline yol açar mı? Daha çok bu kura-mın yeni baştan kalı  ba dökülmesine —kapitalizmin gelişiminin(sınıfsız toplumun kaçınılmazlığını "kendinde" taşıyan) "sınıfsaluzlaşmazlıklar ın bir yalınlaşması" olarak tasavvur edilmesine yolaçan ideolojik önvarsayımlar ı bir kez radikal bir şekilde eleştir-dikten sonra, tersine, sınıf ve sınıf mücadelesi kavramlar ının, be-lirlenmi ş bir sonu olmayan bir dönü şüm sürecine işaret edecekleri,

 başka bir deyişle öncelikle toplumsal sınıflar ın kimliğinin ke-sintisiz bir dönüşümüne tekabül edecekleri yeni bir kalı ba dökül-mesine— olanak sağlayı p sağlamadıklar ı akla uygun bir şekildesorulabilir. İşte o zaman Marksist, çok ciddi olarak, mitsel bir sü-reklilik ve bir kimlikle donanmış ki şiler gibi anlaşılan sınıflar ın 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 107/146

 IRK, ULUS, SINIF 210 

erimesi düşüncesini kendi hesabına yeniden ele alı p geldiği yeregeri gönderebilir. K ısacası "sınıfsız bir sınıf mücadelesi"nin hemtarihsel hem yapısal varsayımını oluşturabilir. 

Manx' ın Ötesinde Marx 

Bir an için Marksizm'in, sınıf mücadelesinin "iktisadi" bir yoru-muyla "siyasal" bir yorumu arasındaki salınımına geri dönelim.Her ikisi de tarihsel karmaşıklığın indirgenmesidir. Her biri di-ğerinin doğruluğunu göstermesine k ısmen de olsa olanak tanıdı-

ğından, sembolleri günümüzde oldukça iyi tanınmaktadır. Komünist gelenek (Lenin'den Gramsci'ye, Mao'ya, Althus-ser'e, vb.), "ortodoks" Marksizm'in ekonomist evrimciliğinin, işçisınıf ını temsil eden örgütlerin, devlet aygıtlar ı sistemiyle bütün-leşmesine (ya da Gramsci'nin deyimiyle burjuva hegemonyasına

 boyun eğmelerine) bağlı olarak, devletin, sömürü ilişkilerinin ye-niden üretiminde oynadığı rolü doğru değerlendirmediğini ortayaçıkarmıştır. Diğer yandan emperyalizm çözümlemesi aracılığıyla

  bu bütünleşmeyi uluslararası iş bölümünün sonucu olan, sömü-rülenlerin bölünmesine bağlamıştır. Fakat bu eleştiri, "iktidar ınele geçirilmesi"nin ve "siyasetin önceliği"nin iradeci kullanımı yla,

 bizzat sınıf ın yerini almış bir yönetici tek parti tekelinin, üretim-cilik ve milliyetçiliğin birleştiğinin görüldüğü ülkelerde, sosyaldemokrat işçi hareketinin geliştiği ülkelerdekinden daha az de-mokratik devlet aygıtlar ının yeniden kurulmasına varmıştır. 

Bu olgular ı, ("totalitarizm" kuramlar ının tersine) hiçbir önce-den varolmuş mantıktan çıkarsamıyorum; fakat Marx'ın öğreti-sinin güçlükleriyle kar şılaştınlmalar ından bazı dersler çıkarmak isterim. Negri'nin güzel deyimini kendi amaçlar ım için ödünç ala-rak, bu kar şılaştırmanın bize Marx'ın kavramlar ını "Marx'ın öte-sine" taşıma olanağını nasıl sağlayabileceğini göstermeye çalı-şacağım. 

Marx'ta iktisat ve siyaset temsillerinin ikircilliği onun gerçek-leştirdiği kopuşu gözden kaçırmamıza neden olmamalıdır. Buikircillik bir anlamda, bu kopuşun bedelinden başka bir şey de-ğildir. Marx emek ilişkileri alanının "özel" bir alan olmayı p mo- 

SINIF MÜCADELES  İ  NDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE M  İ ? 211 

dern toplumdaki siyasal biçimlerin doğrudan kurucular ından biriolduğunun fark ına var ırken, siyasal alanı hukukun, gücün ve"kamu"oyunun alanı sayan liberal temsilden kesin bir kopuş gerçekleştirmekle kalmıyordu. Aynı zamanda, devletin geri dön-dürülemez olduğu görünen toplumsal dönüşümünü öngörüyor-du. Ayr ıca üretimin uzlaşmazlığını —ister otoriter ister sözleşme-ye dayalı yollarla olsun— ortadan kaldırmanın ya da kapitalizmdetoplumsal güçler arasında bir "iktidar paylaşımına", sabit bir çı-karlar dengesine varmanın olanaksız olduğunu gösterirken, devle-tin, esas olarak "özgür ve eşit" bireyler topluluğu kurma iddiasını 

hiçe indirgiyordu; özellikle de ulusal devletinkini. Bu noktada,19. ve 20. yüzyıldaki tüm "sosyal devlet"lerin (buna  sosyalist devletler de dahil) yalnızca birer ulusal devlet değil, birer milli-

 yetçi devlet olduklar ını unutmayalım. Bu anlamda Marx, toplumsal gruplarla bireyleri birbirine ba ğ -

layanın ortak bir üstün fayda ya da hukuksal bir düzen değil,sürekli gelişme halinde olan bir çatışma olduğunu savunan gizemlidüşünceye tarihsel bir temel kazandır ıyordu. İşte bu nedenle,özellikle ve hatta "iktisadi" kavramlar olarak sınıf mücadelesi ve

 bizzat sınıflar her zaman için son derece  siyasal kavramlar ol-muştur; fakat potansiyel olarak, resmi siyaset kavramının yeni

 baştan kalı ba dökülmesini ifade etmiştir. "Ortodoks" evrimcilik veekonomizm kadar, sınıf mücadelesi kavramının örgütlenme tek-nikleri ve devlet diktatörlükleri için klişeleşmiş bir k ılıf olup çık-tığı devrimci devletçiliğin de örttüğü ve az çok bütünüyle feshet-tiği işte bu kopuş ve yeniden kalı ba dökmedir. Bizi, sınıf kimlik-leri, örgütlenme görüngüleri ve devletin dönüşümleri arasında ta-rihsel olarak süren ilişkiyi daha yak ından incelemeye mecbur edende budur. 

Başlangıç olarak, 19. ve 20. yüzyılda görece özerk bir "pro-leter" kimliği olarak görünen şeyin nesnel bir ideolojik etki olarak anlaşılması gerektiğini söyleyeceğim. Bir ideolojik etki bir "mit"değildir ya da en azından ona indirgenemez (özellikle de bu "mitingerçekliğinin" bireycilik olması demek değildir: Bireyciliğin ken-disi başlı başına pazar iktisadına ve modern devlete organik olarak 

 bağlı bir ideolojik etkidir). Kendi kendini "işçi sınıf ı" olarak  

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 108/146

 IRK, ULUS, SINIF 212 

tanımlayan ve tanıtan bir gücün siyasal sahnede varlığını —müda-halesi, birleşmesi ve bölünmesindeki kesintiler ne olursa olsun— 

 bir mite indirgemek de mümkün değildir. Bu varlık olmadan, top-lumsal sorunun devamı ve devletin dönüşümündeki rolü anlaşıl-maz kalırdı. 

Buna kar şın tarihçilerin çalışmalar ının bize gösterdiği şey buideolojik etkinin kendiliğinden, otomatik, değişmez hiçbir yanı ol-madığıdır. Bu etki, sadece "yaşam koşullar ı"nın, "çalışma koşul-lar ı"nın "iktisadi konjonktürlerin" değil, ulusal siyasetin devletçerçevesinde aldığı biçimlerin de (örneğin bütün yurttaşlara oy

hakk ı, ulusal birlik, savaşlar, eğitim ve dinde laiklik sorunlar ı vb.) devreye girdiği, işçi pratikleriyle örgütlenme biçimlerinin sü-rekli bir diyalektiğinden ileri gelir. K ısaca bu, göreli olarak birey-leşmiş bir sınıf ın ancak bir kurumlar ağı içinde tüm diğer sınıflarlakurduğu bağ sonucu oluştuğu, sürekli olarak üst-belirlenen bir diyalektiktir. 

Bak ış açısını böyle tersine çevirmek, tarihsel olarak yüzeydegözlenebilenlere uygun olarak, "işçi sınıf ının" az çok homojen bir sosyolojik durum temelinde değil sadece bir işçi hareketinin ol-duğu yerde varolduğunu kabul etmek demektir. Ve üstelik, işçihareketinin ancak işçi örgütlerinin (partilerin, sendikalar ın, sen-dikalar birliğinin, kooperatiflerin) olduğu yerde varolduğunu ka-

 bul etmektir.  İşte işler bu noktada kar ışık ve ilginç hale gelmektedir. Nite-

kim tersine bir indirgemecilikle, tam da idealleştirilmiş "özne sı-nıf tasvirinin temelinde yatan bir indirgemecilikle işçi hareketini

giderek işçi örgütleriyle ve —göreli de olsa— sınıfsal birliği işçihareketiyle özdeşleştirmeyelim. Bu üç terim arasında her zamankaçınılmaz olarak uyuşmazlık olmuştur. Sınıf mücadelesinin ger-çek, toplumsal ve siyasal tarihini yapan çelişkileri üreten budur.Böylece işçi örgütleri (özellikle de siyasal sınıf partileri) hiçbir za-man işçi hareketinin bütününü "temsil etmemiş" olduklar ı gibi,onunla dönem dönem çelişmek durumunda da kalmışlardır: hemtemsil etme yetkileri Sanayi Devrimi'nin belli bir aşamasında mer-kezi konuma yerleşmiş bazı "kolektif emekçi" kesimlerinin ideal-leştirilmesi üzerine kurulduğu için, hem de devletle siyasal bir uz- 

SINIF MÜCADELES  İ  NDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE M  İ ? 213 

laşma biçimine tekabül ettiği için. Öyle ki her zaman, işçi hareke-tinin kendisini mevcut örgütlenme biçimlerine ve pratiklerine kar  şı yeniden kurması gereken bir an gelmiştir. İşte bu yüzden "kendi-liğindencilik" ve "disiplin"in klasik ve her zaman yeniden ortayaçıkan ikilemleri, ideolojik çatışmalar (reformizm ve devrimci ko-

 puş), bölünmeler, tesadüfleri değil, bu ilişkinin tözünü temsil et-mektedir. 

Aynı  şekilde işçi hareketi hiçbir zaman fabrikanın, ailenin,meskenin, etnik dayanışmalar ın, vb. işçi alanında göründüklerişekliyle yaşama ve çalışma koşullar ına bağlı sınıfsal pratiklerin

(bunlar ı işçiye özgü toplumsallaşma biçimleri olarak adlandıra- biliriz) bütününü ifade etmedi ve bunlar ı bünyesine almadı. Bu-nun nedeni bilincin gelişmemişliği değil, sömürünün onlara uygu-ladığı bask ının (bu sömürünün biçimlerindeki çeşitlilik bir yana)şiddeti ne olursa olsun, proleterleşmiş bireyleri ayırt eden yaşamve söylem biçimlerinin, çıkarlar ın yok edilmez çeşitliliğidir. Bunakar şılık her seferinde onlara hareketle (grevler, hak arayışlar ı,

 başkaldır ılar) ve örgütlerle birleşme kapasitelerini sağlamış olan,tam da bu sınıf pratikleridir — mesleki alışkanlıklar, toplu direniş stratejileri, kültürel sembollerdir. 

Daha ileri gidelim. Göreli tarihsel sürekliliği içinde "sınıf ı"yapan pratikler, hareketler, örgütler arasında sürekli uyuşmazlık olduğu gibi bu terimlerin her birinde temel bir katışıklık da vardır.Uvriyerist bir ideoloji geliştirse bile, hiçbir sınıf örgütü ( özelliklede hiçbir kitle partisi) hiçbir zaman kat ıksı z  bir  i şçi örgütü ol-mamıştır. Tersine her zaman bazı "öncü" işçi kesimleriyle, ister dışar ıdan toplanan, ister "organik aydınlar" gibi k ısmen içeridençıkan aydın gruplar ının kar şılaşması ve az çok çatışmalı bir şe-kilde kaynaşmalar ıyla kurulmuştur. Aynı şekilde, çok belirgin bir 

  proleter niteliğe büründüğü zaman bile, hiçbir önemli toplumsalhareket hiçbir zaman sadece ve sadece anti-kapitalist hedeflerin vehak iddialar ının üzerine oturmamıştır; her zaman için anti-kapi-talist hedeflerle demokratik ya da ulusal, ya da pasif ıst veya geniş anlamda kültürel hedeflerin birleşimi üzerine kurulmuştur. Aynı şekilde sınıf pratiklerine, direnişe ve toplumsal ütopyaya bağlı temel dayanışmalar, tarihsel ana ve ortama bağlı olarak, her za- 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 109/146

 İ  RK, ULUS, SINIF 214 

man için hem mesleki dayanışmalar hem de kuşak, cinsiyet, milli-yet, kentsel ya da k ırsal çevre, askeri mücadele, vb., dayanışma-lar ı olmuştur (1914'ten sonra Avrupa'daki işçi hareketi biçimle-rini "eski tüfeklerin" deneyimi olmadan anlamak mümkün değil-dir). 

Bu anlamda tarihin bize gösterdiği şudur: Toplumsal ilişkiler kendi üzerlerine kapanmış sınıflar arasında kurulmazlar; sınıflar ı 

 —işçi sınıf ı da dahil— katederler. Ya da: S ını f mücadelesi sını f-lar ın kendi içlerinde cereyan eder. Fakat şunu da gösterir: Devletsınıflar ın oluşmasında kurumlar ıyla, aracılık ve idare işlevleriyle,

düşünceleri ve söylemleriyle zaten hep vardı. Bu öncelikle "burjuvazi" için geçerlidir ve klasik Marksizm'in

tökezlediği nokta tam da burasıdır. Devlet aygıtını, "sivil toplu-mun" dışında bir "makina" ya da bir organizma olarak kavray ışı 

 —ki bu, kimi zaman egemen sınıf ın hizmetinde tarafsız bir araçolarak kimi zaman asalak bir bürokrasi olarak anlaşılır—, liberalideolojiden miras kalan ve genel fayda düşüncesine kar şı sadecetersine çevrilmiş olan bu kavrayış, devletin kurucu rolünü düşün-mesini engellemiştir. 

Bana kalırsa, her "burjuvazinin" tam anlamıyla bir devlet bur- juvazisi olduğu savunulabilir. Bunun anlamı burjuva sınıf ınındevlet iktidar ını, kendisini iktisadi anlamda egemen sınıf olarak kurduktan sonra ele geçirmediği, tam tersine devlet aygıtını geliş-tirdiği, kullandığı ve kontrol ettiği ölçüde ve bunu yapabilmek içinde dönüşerek ve çeşitlenerek (ya da devletin işleyişini sağlayantoplumsal gruplarla; askerlerle, entelektüellerle kaynaşarak) iktisadi

(ve toplumsal, kültürel) anlamda egemen olduğudur. Bu sonnoktasına kadar götürülmüş bir Gramsci'vari hegemonya dü-şüncesinin olası anlamlar ından biridir. O halde, dar anlamda "ka-

  pitalist sını f  yoktur; görünürde "temel toplumsal ilişkinin" dı-şında olan di ğ er toplumsal gruplarla —aydınlar, memurlar, kad-rolular, toprak sahipleriyle—- belli bir eğilimin sonucu olarak bir-leştikleri takdirde bir sınıf oluşturan farklı tipte kapitalistler vardır (sanayiciler, tüccarlar, para babalan, rantiyeler, vb.). Modern si-yasal tarihin önemli bir k ısmı bu "birleşme"nin değişkenlikleriniyansıtır. Bu, burjuvazinin sermayenin varoluşundan ya da kapi- 

S  İ  N  İ  F MÜCADELES  İ  NDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE MΠ? 215 

talist girişimcilerden bağımsız olarak kurulduğu anlamına gelmez.Bunun anlamı bizzat kapitalistlerin sömürülebilir bir el emeğindenyararlanmak için sağlamak zorunda olduklar ı "toplumsal" işlev-lerin yerine getirilmesinin, birliklerinin, çıkar çatışmalar ının uzlaş-tınlmasının devletin sürekli arabuluculuğu olmaksızın olanaksızolacağıdır (buna göre eğer bizzat kendileri devletin "idarecileri"nedönüşemeselerdi ve devletin kullanımı ve idaresi için, kapitalistolmayan burjuvalarla birleşemeselerdi —ki bunu her zaman yapa-mazlar— bu yine olanaksız olurdu). 

Son noktada, tarihsel bir burjuvazi, kendi dönüşümü pa-

hasına (bu şiddetli bir dönüşüm de olabilir), dönemsel olarak yenidevlet biçimleri icat eden bir burjuvazidir. Mali kârla girişimcilik işlevinin çelişkileri böylelikle, ancak "Keynesçi" devlet yoluyladüzene koyulabilmiştir. Ve yine aynı devlet, emek gücünün yeni-den üretimi üzerindeki burjuva hegemonyasının 19. yüzyılın pa-ternalizmi'nden 20. yüzyılın sosyal politikalar ına geçmesine izinveren "yapısal biçimleri" (Aglietta) sağlamıştır. Burjuva sınıf ı içindeki güç, prestij, hayat tarzı ve muazzam gelir eşitsizliklerinin,ya da mali mülkiyet ile iktisadi ve teknik idare ("teknik yapı" de-nen şey) arasındaki bölünmenin, ya da özel mülkiyet ve kamumülkiyeti dalgalanmalar ının, eğer siyasal alan en azından düzen-leme işlevlerini gerçekten üstleniyorsa, egemen sınıf içinde arasıra ikincil çelişkilere yol açmasını, fakat kendi yapısını nadirentehlikeye sokmasını bu yolla daha iyi açıklayabiliriz. 

Fakat burjuvazi için geçerli olan, bir başka biçimde ve Mark-sist Ortodoksluk açısından daha paradoksal da olsa, sömürülensınıf için de geçerlidir. O da "devlettedir", meğer ki devletin "on-da" olduğunu düşünmek tercih edilsin. Proterleşmenin Marx tara-f ından çözümlenen üç görünümünün bir kapitalist oluşumda belli

 bir eğilim yönünde varolduğu her zaman düşünülebilir ama mo-dern çağın başlangıcından itibaren ("ilk birikim" döneminde) dev-letin arabuluculuğu olmaksızın kendi aralar ında eklemleneme-mişlerdir. Bu, sadece toplumsal düzene "ceberrut devlet"in ya da"bask ıcı aygıt"ın verdiği bir dış güvence anlamında değil, çatış-mak bir iç arabuluculuk anlamındadır. Gerçekte bu arabuluculuk 

 proleterleşmenin tüm anlar ı için istenir (ücret normlar ının ve iş 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 110/146

 IRK, ULUS, SINIF 216  

hukukunun saptanması, işgücü ihracı ve ithali politikalar ı, do-layısıyla işçi sınıf ının yerleştirilme ve harekete geçirilme politika-lar ı); özellikle de belli bir anda, kar şılıklı evrimlerini eklemlemek için istenir (emek piyasasının, işsizliğin, sosyal güvenliğin, sağlı-ğın, eğitim ve mesleki formasyonun yönetimi; bunlar olmadansürekli olarak yeniden üretilip pazara getirilen "meta emek gücü"olamazdı).  Devlet olmasayd ı emek gücü bir meta olamazd ı. Veaynı zamanda emek gücünün meta konumuna indirgenemezli ğ i — ister başkaldır ıyla ister krizle, ister bu ikisinin birleşmesiyle ken-dini göstersin— devleti sürekli olarak kendini dönüştürmeye zor-

lamaktadır. Başlangıçtan beri varolan bu müdahaleler sosyal devletin ge-

lişimiyle yalnızca daha organik, bürokratikleşmiş, nüfus ak ışla-r ının, mali ak ışlar ın ve mal ak ışlar ının en azından ulusal ölçekteeklemlenmeye çalışıldığı planlamalarla bütünleşmiş bir biçime bü-rünmüştür. Fakat bu arada sosyal devlet ve içerdiği toplumsalilişkiler sistemi, sınıf mücadeleleri için ve birleşik iktisadi ve siya-sal "kriz" etkileri için doğrudan bir zemin ve koz halini almıştır.Bu, üretim ilişkilerinin devletleştirilmesi (Henri Lefebvre buna"devletsel üretim tarzı" diyecek kadar ileri gidiyor), ücret ilişkisi-nin diğer dönüşümleriyle birleştiği oranda böyledir. Bu dönü-şümler şunlardır: ücretliliğin biçimsel olarak toplumsal işlevlerin

 büyük çoğunluğuna yayılması; mesleki yönlendirmenin, eğitimselyönlendirme kar şısında giderek daha doğrudan bağımlı hale gel-mesi (ve bunun sonucunda okul kurumunun sınıfsal eşitsizliklerinsadece yeniden üreticisi değil, bu eşitsizliklerin üreticisi olduğu

gerçeği); doğrudan (bireysel, "işe" ve "niteliklere" göre) ücretin belli bir eğilim doğrultusunda dolaylı (kolektif, daha doğrusu "ih-tiyaca" ve "statü"ye göre toplu olarak belirlenen ) ücrete dönüş-mesi; nihayet "üretici olmayan işlerin" (hizmetler, ticaret, bilimselaraştırma, daimi eğitim, ileşitim, vb.) mekanikleşmesi ve küçük 

 parçalara ayr ılmasıdır — ki bu da, üretici olmayan işlerin genel-leşmiş bir iktisat çerçevesinde devletin ya da özel sermayeninyatırdığı değerlerin değer kazanması sürecine dönüşmesine olanak sağlar. Tüm bu dönüşümler liberalizmin ölüm fermanını —dahadoğrusu ikinci ölüm fermanını — ve siyasal bir mite dönüşmesini 

SINIF MÜCADELES  İ  NDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE M  İ ? 217  

imzalamaktadır, çünkü devletleştirme ve metalaştırma birbirindenkesinlikle ayr ılmaz hale gelmiştir. 

Ancak, kesinleştirilmeye çalışılabilecek olan bu tanım bariz bir kusur taşımaktadır: hiç de önemsiz olmayan, eğer giderilmezsetüm çözümlemeyi ve hele bundan siyasal sonuçlar ç ıkarma ça-

 balar ının tümünü boşa çıkaracak bir "unutkanlık". Ben, örtük bir  biçimde kendimi ulusal bir çerçeve içine yerleştirdim (belirtmek gerekir ki, bizzat Marx "toplumsal oluşum"dan söz ederken he-men her zaman aynı  şeyi yapıyordu), sınıf mücadelelerinin vesınıflar ın yapılışının zeminini ulusal bir alan olarak kabul ettim.

Ya da daha doğrusu, kapitalist toplumsal ilişkilerin ulusal çerçe-veye (ulus-devlet çerçevesine) ve bir dünya çerçevesine aynı andayayıldıklar ı gerçeğini etkisizleştirdim. 

Bu unutkanlığı nasıl telafi etmeli? Burada "uluslararası" üre-tim ilişkilerinden ya da iletişimden söz etmek yeterli olmayacaktır.Sınıf mücadelesi biçimlerinin bağlı olduğu iktisadi-siyasal süreç-lerin ba şlang ıçtan beri uluslarötesi niteliğini daha iyi ifade edecek 

 bir kavrama ihtiyacımız var. Burada Braudel ve Wallerstein'ın ka-  pitalist "dünya ekonomisi" kavramlar ını —ulusal oluşumlar ındünya ekonomisinin yapısı taraf ından tek yanlı şekilde belirlen-mesi ve bunun tersi önyargısına varmadan— yineleyeceğim. Vekendimi işin özüyle sınırlamak için önceki tabloya sadece ikidüzeltme ekleyeceğim: Bunlar bana, klasik Marksizm'in pratikte(emperyalizm sorununu ortaya koyduğu zaman bile) ihmal ettiği,sınıfsal uzlaşmazlığın yapıcı çelişkilerini gösterme olanağını sağ-layacaklar. 

Kapitalizmde bir "dünya ekonomisi" görüldüğü andan itiba-ren sorun kaçınılmaz olarak bir dünya burjuvazisinin varolup ol-madığını bilmek  şeklinde ortaya çıkacaktır. Oysa burada bir ilk çelişki vardır: sadece, burjuvazinin dünya ölçeğinde, az çok ulu-sal aidiyetlerle çak ışan çıkar çalışmalar ıyla daima bölünecek oluşuanlamında değil —ne de olsa ulusal burjuvazinin içinde de sürekliçıkar çatışmalar ı vardır— çok daha güçlü bir anlamda. 

Modern kapitalizmin başlangıcından bu yana değer birikimialanı her zaman dünya çapında bir alan olmuştur. Braudel parasalkâr iktisadının, (Marx'ın ortaya koyduğu gibi) yalnızca "tarih- 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 111/146

 IRK, ULUS, SINIF 218 

öncesi" ve "ilk birikim" evrelerinde değil, tüm gelişimi boyunca,uluslar arasında ya da daha ziyade farklı üretim tarzlar ı ve uy-garlıklar arasında bir para ve meta dolaşımını önceden varsaydı-ğını gösterdi. Özgül toplumsal gruplarca taşınan, yavaş yavaş yo-ğunlaşan bu dolaşım, giderek artan "ürünlere" ve "ihtiyaçlara" te-kabül eden üretim merkezlerinin uzmanlaşmasını belirlemektedir.Wallerstein bu dolaşımın üretimin tüm kollar ını, ister merkezinücretlilik  ilişkilerinde olsun, ister çevrenin kapitalist ama ücretliolmayan ilişkilerinde olsun nasıl içinde erittiğinin ayr ıntılı tarihiniyazmaya başladı. Bu süreç pazar ekonomilerinin pazar ekonomisi

olmayanlar ı, merkezin çevreyi şiddetle egemenliği altına almasını içerir. Ve ulus-devletler bu çerçevede sabit kişilikler olmuştur; ara-lar ından en eskileri de yeni siyasal-iktisadi merkezlerin ortayaçıkmasına engel teşkil etmiştir. Bu anlamda, tüm üretimin ancak Sanayi Devrimi'nden sonra dünya pazar ı için örgütlenmesinerağmen, emperyalizmin kapitalizmin çağdaşı olduğu söylenebilir.Bu durumda kapitalistlerin toplumsal işlevinde belli bir eğiliminsonucu bir tersine dönüş gözlemlenmektedir. Kapitalistler 

 başlangıçta "uluslarötesi" bir grup oluşturuyorlardı (mali kapita-listler ya da ezen ve ezilen uluslar arasındaki aracılar hep öyle ka-lacaklardır). Kendilerini dünya ölçeğinde kabul ettirenlerin, uzunvadede, etraflar ında başka "burjuva" gruplar ı toplamayı, devletingücünü kontrol etmeyi ve milliyetçiliği ortaya çıkarmayı başa-ranlar olduğunu söyleyebiliriz — eğer bunun tersi değilse; yanidevlet, dünya çapındaki siyasal mücadele arenasındaki yerini ko-ruyabilmek amacıyla kapitalist bir burjuvazinin oluşma sürecinikolaylaştırmıyorsa. Burjuvazinin iç toplumsal işlevleri ile dış re-kabete girişi birbirini tamamlıyordu. Ancak (geçici olarak) var ılanyerde, baştan beri varolan bir çelişkinin şiddetlenmesine tanık o-lunur. Büyük işletmeler çok uluslu hale gelir, bütün dünyada belli

 başlı sanayi süreçleri baş gösterir, işgücü göçleri yoğunlaşır: başka bir deyişle, dünya ölçeğine çıkan şimdi sadece dolaşımdakisermaye değil, bizzat üretici sermayedir. Buna bağlı olarak malidolaşım ve parasal yeniden üretim doğrudan dünya ölçeğindegerçekleşir (borsalar ın, belli başlı bankalar ın birbirine bağlanması ve bilgisayar düzenine geçmesi sonucu yak ında "reel zamanda", 

SINIF MÜCADELES  İ  NDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE M  İ ? 219 

hatta "öne alınan" zamanda gerçekleşecektir). Oysa ne tek dünya devleti ne de tek uluslararası para olabilir.

Sermayenin uluslararasılaşması hiçbir birleşmiş toplumsal ve si-yasal "hegemonya"ya yol açmaz; olsa olsa bazı ulusal burjuvazile-rin kapitalistleri, devletleri, iktisat politikalar ını ve iletişim ağlar ını kendi stratejilerine bağımlı k ılarak, devletin iktisadi ve askeriişlevleriyle her zaman önceden bütünleşerek kendilerine dünyaçapında bir üstünlük sağlamalar ı gibi geleneksel bir girişime yolaçar (buna daha önce "süpergüçler"in doğuşu denmişti ve ben

 başka bir yerde E. P. Thompson'a cevap olarak, bunu bir süper-

emperyalizmin gelişmesi diye tanımlamaya çalışmıştım1

). Bu stra-tejiler, ulus-devletin bazı özelliklerini büyük ölçekte   yeniden ya-ratmak için (pratikteki tek örnek Avrupa'dır) yapılan çelişkili gi-rişimlerden geçtikleri zaman da dahil, katıksız bir  şekilde ulu-saldırlar. Çağın belirleyici özelliği olan fakat çok yeni biçimlenmiş ulus-devletin tekelinden az çok bütünüyle kaçan siyasal biçimlerindoğusuyla aynı şey değildirler. 

Burjuvazinin toplumsal (ya da hegemonyacı) işlevleri enazından şu anki biçimleriyle, ulusal ya da yar ı-ulusal kurumlara

 bağlıdır. Eski paternalizm yapılar ının modern eşdeğerleri (örneğinuluslararası özel ya da kamusal insani kurumlar ın etkinliği) hi-mayeci devletin üstlendiği toplumsal çatışmalar ın düzene sokul-ması işlevinin ancak çok küçük bir k ısmını yapmaktadır. Aynı şekilde "uluslarüstü" kurumlar ın çoğalmasına rağmen parasal vedemografik ak ışlar ın planlanması da dünya ölçeğinde örgütlenipuygulanamaz. O halde öyle görünüyor ki, en azından eğilim ola-rak, sermayenin uluslararasılaşması daha üst bir bütünleşme dü-zeyine değil, burjuvazilerin göreli ayr ı şmasına yol açmaktadır.Azgelişmiş ülkelerin ve "yeni sanayi ülkeleri"nin kapitalist sı-nıflan artık bir iç pazar ın ya da sömürgeci ve himayeci bir devletinkanatlar ı altında "toplumsal", "hegemonyacı" burjuvaziler halindeörgütlenemezler. "Eski sanayi ülkeleri"nin kapitalist sınıflan —engüçlüleri bile— toplumsal çatışmalar ı dünya ölçeğinde düzene so-kamazlar. Sosyalist ülkelerin devlet burjuvazilerine gelince, onlar  

l.E. BALIBAR, 1982 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 112/146

 IRK, ULUS, SINIF 220  SINIF MÜCADELES  İ  NDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE M  İ ? 221 

ekonomilerinin dünya pazar ıyla yavaş yavaş bütünleşmesi ve sü-  per-emperyalizm dinamiğiyle "modernleşmek", yani tam olarak kapitalist sınıflara dönüşmek zorunda kalmışlardır: fakat tam da

 bu yüzden hegemonyalar ı (ister bask ıcı ister ideolojik olsun — ki pratikte, devrimci olayın onlara verdiği meşruiyet derecesine göre bu ikisinin bir bileşimidir) ve birlikleri tehdit altına girmektedir. 

Burada ikinci bir düzeltme yapmak gerekir. Sermayenin ulus-lararasılaşması, baştan beri, indirgenemez bir tahakküm ve  sö-mürü stratejileri çokluğuyla bir arada bulunmaktadır. Hegemonya

  biçimleri doğrudan buna bağlıdır. Sartre gibi konuşursak, her ta-

rihsel burjuvazinin geliştirdiği sömürü biçimlerince, onlar ı "yap-tığı" ölçüde ve yaptığından daha fazla, "yapıldığını" söyleriz.Çünkü her sömürü stratejisi tekniklerin, finansmanlar ın, artık emek üzerindeki bask ılar ın belli bir üretici birleşimine bağlı olan

 bir iktisadi politikayla, nüfusun kurumsal kontrolü ve idaresi için bir sosyal politikanın eklemlenmesini temsil eder. Fakat kapitaliz-min gelişimi sömürü tarzlar ının başlangıçtaki çeşitliliğini yok et-mez: Tersine sürekli olarak, bir şekilde ona "yeni tip" işletmeler ve yeni teknolojik üstyapılar ekleyerek artır ır. Başka bir yerde,diğerlerinden sonra (R. Linhart) öne sürdüğüm gibi, kapitalistüretim sürecine özelliğini veren basit sömürü değil, aşır ı-sömü-rüye olan sürekli eğilimidir. Bu eğilim olmazsa kâr oranlar ının bir eğilim olarak düşüşünün (ya da verili bir üretici birleşiminin"azalan randımanının" yani artan sömürü maliyetlerinin) önünegeçmek mümkün olmaz. Fakat aşır ı-sömürü, bizzat sömürününrasyonel örgütlenişiyle her yerde tamamen bağdaşmaz. Örneğinemekçi kitlelerinin çok düşük bir yaşam ve nitelik düzeyinde tu-tulmasını ya da başka yerlerde emek gücünün yeniden üretimininve kullanımının (apartheid olayında olduğu gibi yurttaşlığın ka-yıtsız şartsız inkâr edilişi söz konusu değilse) organik koşullar ı haline gelmiş olan toplumsal hukukun ve demokratik haklar ınyokluğunu içeriyorsa bağdaşmaz. 

İşte bu nedenle dünya ekonomisinde (oynak) merkez ve çevreayr ımı, sömürü stratejilerinin coğrafi ve siyasal-kültürel bir dağı-lımına da tekabül etmektedir. Eşitsizliklerin sadece yavaş yavaş yitmeye mahkûm bir gecikmeyi temsil edeceklerini öne süren ge- 

lişme yanılsamalar ının tersine, dünya ekonomisinde sermayenindeğer kazanması pratikte tüm tarihsel sömürü biçimlerinin aynı 

 zamanda kullanılmasını içerir. En "arkaik" olanlardan (Fas ya daTürk halılar ının imalatında kullanılan ücretsiz çocuk emeği) en"modernlerine" (iletişim sanayiinde görevlerin yeniden düzenlen-mesi), en şiddetlisinden (Brezilya'da şeker kamışı tarlalar ında ta-r ımsal gündelikçilik) en uygar ına kadar (toplu sözleşme, sermaye

 payı, devlet sendikacılığı, vb.) tüm biçimleri içerir. Genelde, bir-birleriyle (kültürel, siyasal, teknik olarak) ba ğ da şmaz olan bu

 biçimler ayr ı kalmalıdır. Ya da daha doğrusu birbirinin ça ğ da şı ol-

mayan toplumsal bloklar ın tehlikeli bir biçimde kar şı kar şıya gel-dikleri "ikili toplumlar"ın oluşmasını önlemek için mümkünolduğu kadar ayr ı kalmalıydılar. Burada Wallerstein'ın terime ver-diği anlamı biraz kaydırarak, "yan-çevre"nin birbirinin çağdaşı ol-mayan sömürü biçimlerinin aynı devletin alanı içinde konjonktürelolarak kar şılaşmalar ına tekabül ettiği öne sürülebilir; Böyle bir konjonktür uzun (asırlar boyu) sürebilir: fakat her zaman istik-rarsızdır (belki de bu nedenle yar ı-çevre geleneksel olarak siyasetdiye adlandırdığımız şeyin seçim yeridir). 

Fakat bu durum —ulusal sosyal devletler halini almış "eski"ulus-devletlerde bile— emek gücü göçleri, sermaye aktar ımlar ı veişsizlik ihracı politikalar ının etkisiyle genelleşmekte değil midir?Oysa ikili toplumlar ın aynı zamanda "ikili" proletaryalar ı vardır:Adeta klasik anlamda proletaryalar ı yoktur. Claude Meillassouxgibi Güney Afrika apartheid 'inin genel durumun paradigmasını temsil ettiğini düşünenlerin çözümlemelerine katılsak da katılma-

sak da, kabul etmeliyiz ki sömürü tarzlar ı

yla stratejilerinin çoklu-ğu, emek gücünün iki yeniden üretim tarzı arasında görülen dün-ya çapındaki büyük bölünmeyle en azından eğilim olarak kesişir.Bu tarzlardan biri kapitalist üretim tarzıyla bütünleşmiştir; kitleseltüketimden, yaygın eğitimden, çeşitli dolaylı ücret biçimlerinden,oturmamış ve eksik de olsa işsizlik sigortasından geçer (gerçektetüm bu özellikler kurumsal fakat değişmez olmayan güç ilişkile-rine bağlıdır). Diğeriyse yeniden üretimi (özellikle de "kuşaklar ınyeniden üretimini") tamamen ya da k ısmen, kapitalizm-öncesiüretim tarzlar ına (ya da daha iyisi: kapitalizmin bastırdığı ve 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 113/146

 IRK, ULUS, SINIF 222 

yapılar ını bozduğu, ücretli olmayan üretim tarzlar ına) bırak ır;"mutlak nüfus-fazlası", emek gücünün yık ıcı sömürülmesi ve ırk ayr ımı görüngüleriyle doğrudan bağıntılıdır. 

Günümüzde bu iki tarz, büyük ölçüde, aynı ulusal olu şumlar içinde mevcuttur. Sınır çizgisi kesin olarak saptanmamıştır. Bir taraftan "yeni yoksulluk" yaygınlaşır, diğer taraftan "hak eşitliği"talepleri ortaya çıkar. Ne var ki eğilim olarak bu proletaryalardan

 biri diğerinin sömürüsü yoluyla yeniden üretilmektedir (bu, ilki-nin kendisinin de ezilmesine engel değildir). îşçi sınıf ının bir ye-niden oluşumuna yol açmaktan çok uzak olan iktisadi kriz evresi

(krizin kimin için ve hangi anlamda varolduğunu yeniden sorgula-mak uygun olacaktır) proleterleşmenin farklı görünümlerini coğ-rafi, fakat aynı zamanda etnik, cinsel ve kuşaklararası engellerleçok daha kesin olarak ayırmaya dek varacaktır. Öyleyse sınıf mü-cadelesinin gerçek savaş alanının dünya ekonomisi olmasına kar-şın dünya proletaryası  ("düşüncede" olan hariç) yoktur, heledünya burjuvazisi hiç yoktur. 

Konuyu toparlamayı ve şimdilik bir sonuca bağlamayı dene-yelim. Çizmiş olduğum tablo Marksistler'in uzun bir süreden beritüm engellere kar şı koruduklar ından çok daha karmaşıktır. Yalın-laştırma programı Marksist tarih görüşünün (teleolojisinin) içindeolduğu ölçüde böylesi bir tablonun Marksist olmadığı, hattaMarksizmi yürürlükten kaldırdığı söylenebilir. Bununla beraber,

 bu programın, Marx'ta her yerde hazır ve nazır olmasına rağmen(o bu programdan hiç vazgeçmemiştir), olaylar ın sadece bir ya-nını temsil ettiğini de gördük. Altmışlı ve yetmişli yıllarda "tarih-selci" Marksizm ile "yapısalcı" Marksizm arasındaki ateşli tartış-malar ı hatırlayanlara, burada belirleyici alternatifin yapıyla tarihizıtlaştıran değil, ister öznelci ister nesnelci olsun teleolojiyle yapı-sal tarihi zıtlaştıran alternatif olduğunu düşündürmek isterim. Bunedenle, tarihte daha etkili bir tutunma noktası edinebilmek için,

 başlangıçtaki Marksizm'in yapısal kavramlar ından en azından bir-kaçını kullanmaya ve sonuçlar ını göstermeye çalıştım. 

Bu tabloda klasik Marksizm temel bir noktada düzeltilmiştir.Toplumsal sınıflar ın sabit ayr ıl ı ğ ı yoktur  — eğilim olarak bile; 

SINIF MÜCADELES  İ  NDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE M  İ ? 223 

uzlaşmazlık düşüncesini "iki düşman taraf gibi askeri ve dinsel bir metafordan (dolayısıyla "iç savaş" ya da "konsensüs" alterna-tifinden de) kurtarmak gerekmektedir. Sınıf mücadelesi, ister tem-siller düzeyinde olsun, ister fiziksel olarak, özellikle de dinsel yada etnik çatışmayla üst-belirlendiğinde olsun, ister devletler arası savaşla birleştiğinde olsun, istisnai olarak bir iç savaş biçiminialır. Fakat çoğulluğu a priori olarak sınırlanamayan ve ondan da-ha az önemli olmayan başka biçimler de alır — çünkü daha önceaçıkladığım gibi sınıf mücadelesinin tek "özü" yoktur (bu nedenleGramsci'nin yine aynı metaforu taşıyan hareket savaşı ve konum

savaşı ayr ımını da doyurucu bulmuyorum). Sınıflar ın ne nesne nede özne sıfatıyla toplumsal süper-bireylikler olmadıklar ını ya da başka bir deyişle kast olmadıklar ını kesin olarak kabul edelim.Sınıflar, yapısal ve tarihsel olarak en azından k ısmen iç içe geçer,örtüşürler. Nasıl burjuvalaşmış proleterler kaçınılmaz olarak var-sa, proleterleşmiş burjuvalar da vardır. O halde maddi bölünmeler olmadan bu örtüşme söz konusu olamaz. Başka bir deyişle görecehomojen "sınıf kimlikleri", bir yazgının değil, konjonktürün so-nucudur. 

Ancak sınıflar ın bireyleşmesini konjonktüre, dolayısıyla dasiyasetin olumsallığına bağlamanın uzla şmazl ı ğ ın ortadan kaldır ıl-masıyla hiçbir ilgisi yoktur. "İki düşman taraf" metaforundanuzaklaşmakla (hiç kuşkusuz bu metafor, devlet ve sivil toplumunayr ı alanlar oluşturacaklar ı düşüncesine, bir başka deyişle, iktisatve siyaset arasında yaptığı devrimci k ısa devreye rağmen Marx'ındüşüncesindeki liberalizm etkisine sık ı sık ıya bağlıdır) toplumsal

 bir bütünsellik, basit bir "katmanlaşma" ya da "yaygın hareketli-lik" metaforuna yaklaşmış olmuyoruz. Proleterleşmenin k ısmençelişkili, k ısmen bağımsız süreçler arasında patlak vermesi prole-terleşmeyi yürürlükten kaldırmaz. Modern toplumlar ın yurttaşlar ı görevlerin zahmetliliği kar şısında, özerklik ve bağımsızlık, yaşamgüvenliği ve ölüm haysiyeti, tüketim ve eğitim (dolayısıyla bilgi)kar şısında her zamankinden daha az eşit bir durumda bulunmak-tadırlar. İster yönetim, ister iktisadi aygıt, uluslarası ilişkiler ya dasavaş ve bar ış söz konusu olsun karar ve iktidar alanında kolektif eşitsizlikle yurttaşlığın bu farklı "toplumsal" boyutlar ı birbirine 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 114/146

 IRK, ULUS, SINIF 224 

hiç bu kadar bağlı olmamıştı. Bütün bu eşitsizlikler dolaylı bir şekilde, değer biçiminin yayılmasına, birikimin "sonsuz" sürecine

 bağlıdır. Toplumsal çatışmanın devlet taraf ından düzenlendiği bir çerçevede sınıf mücadelesi biçimlerinin bile kitlesel güçsüzlüğeçevriliş biçimine, siyasal yabancılaşmanın yeniden üretimine bağ-lıdır. 

İşte çifte ba ğ  olarak adlandırabileceğimiz şey budur: Metalar ınmetalar ı ("maddi olmayanlar" da dahil) üretmesi ve devletsel top-lumsallaştırma, bireysel ya da kolektif pratikleri kapsar; sömü-rüye kar şı direniş, sömürünün yayılmasına yol açar; güvence ve

özerklik talepleri, tahakkümü ve kolektif güvensizliği besler (enazından "kriz" döneminde). Yine de bu döngünün yerinde gerçek-leşmediği unutulmamalıdır; tersine kendi ürettiği, ulusal ve ulusla-rarası düzene zarar verici, genelleşmiş iktisadın mantığına indir-genemez ve beklenmedik hareketlerin etkisiyle sürekli yer değişti-rir. Dolayısıyla bir determinizm değildir. Siyasal biçim ne olursaolsun ne kitlesel çatışmalar ı ne de devrimleri dışlar. 

Sonuç olarak "sınıflar ın kaybolması", kimlik ya da töz ka-yı plar ı, hem bir gerçek hem de bir yanılsamadır. Bir gerçektir,çünkü uzlaşmazlığın fiili olarak evrenselleşmesinin sonu, bir yan-dan işçi sınıf ının öte yandan burjuva devletin yaklaşık bir yüz-yıldır ulusal burjuvazileri ve proletaryalar ı görece birleştirdikleriyerel kurumsal biçimleri yıkarak, evrensel bir sınıf mitini ge-çersizleştirmeye varmıştır. Yine de bir yanılsamadır, çünkü sınıf-lar ın "tözsel" kimlikleri toplumsal aktörlerinin pratikleri kar şı-sında bir sonuç olmaktan öteye gitmemiştir ve bu bak ış açısıylayeni hiçbir şey yoktur: o "sınıflan" kaybetmekle aslında hiçbir  şeykaybetmedik. Bugünkü "kriz", sınıf mücadelesinin belirlenmiş 

 pratiklerinin ve temsil biçimlerinin krizidir; bu haliyle önemli ta-rihsel sonuçlar ı olabilir. Ancak uzlaşmazlığın kendisinin yok ol-ması değildir; ya da sınıf mücadelesinin uzlaşmaz biçimleri dizisi-nin sonu değildir. 

Bu krizin kuramsal yarar ı, belki de nihayet bize sömürüşüz bir topluma geçiş ya da kapitalizmden kopu ş sorununu, kapitalistüretim tarzının sınırlar ı sorunundan ayırma olanağı sağlayacak ol-masıdır. Eğer öylesi "sınırlar" varsa —ki bu kuşku vericidir, çün- 

SINIF MÜCADELES  İ  NDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE M  İ ? 225 

kü gördüğümüz gibi emekçilerin toplumsal bütünleşme ve prole-terleşme biçimlerinin, teknolojik buluşlar ın ve artık emeğin yo-ğunlaştınlmasının diyalektiği kesintisizdir—, yalnızca sınıfsal iliş-kinin kendisinin, yani iktisat-devlet karmaşığının istikrarsızlaş-masının sunacağı siyasal f ırsatın sonucu olabilecek devrimcikopuşla doğrudan hiçbir ilgileri yoktur. Yine kim ve ne için "kriz"olduğunu bilmek sorunu ortaya konmalıdır. 

Geçmişin devrimleri her zaman hem toplumsal eşitsizliklerehem yurttaşlık haklar ının talep edilmesine, hem de ulus-devletintarihsel değişkenliklerine yak ından bağlı oldular. Modern devletin

 bir "cemaat" kurma iddiasıyla, farklı dışlama biçimlerinin ger-çekliği arasındaki çelişkiden patlak verdiler. Daha önce gördüğü-müz gibi Marx'ın iktisat ve siyaset eleştirisinin en derin ve enyık ıcı yanı, insan toplumlar ını genel çıkar ın üzerine değil, uzlaş-mazlıklar ın düzene sokulması üzerine kurduğu gerçeğinden iba-rettir. Hatırlattığım gibi Marx'ın antropolojisinin, eme ğ i insanınve toplumsal ilişkilerin "özü" haline, uzlaşmazlığı tek başına be-lirleyen temel pratik haline getirdiği doğrudur. Özgürlüğü özelmülkiyetle özdeşleştiren liberal ideoloji, bu indirgeme olmadan ra-dikal bir biçimde tartışma konusu edilemezdi. Bugün bundan kur-tulmamız mümkün mü? Aksine, zaten sürekli bir biçimde yeni et-kinliklere (geleneksel olarak "üretime" değil, "tüketime" bağlı olanlara da) girmek üzere çeşitlendikleri ve yayıldıklar ı bugünküdurumda, emeğin ve iş  bölümünün ortadan kalkacaklar ını düşü-nebiliyor muyuz? Kesin olan şu ki, iş bölümü diğer bölünmelerlekar ışmadan, kaçınılmaz olarak onlara uymaktadır; etkileri de an-cak soyut olarak yalıtılabilir. "Etnik" çatışmalar da (daha doğrusuırkçılığın etkileri) evrenseldir. Tı pk ı, en azından bazı uygarlıklar-da cinsel ayr ım üzerine kurulu uzlaşmazlıklar ın olduğu gibi (ay-r ıca cinsel ayr ım da, F. Duroux'nun çözümlemelerine bakacak olursak işçi sınıf ı da dahil tüm toplumsal gruplar ın kurum veörgütlerinde vardır). Sınıf mücadelesi tüm toplumsal pratiklerikapsayan, ancak bu konuda tek olmayan belirleyici bir yapı olarak düşünülebilir ve düşünülmelidir. Daha doğrusu; kesinlikle tüm

  pratikleri kapsadığı ölçüde kaçınılmaz olarak diğer yapılar ın ev-renselliğiyle iç içe girer. Üst-belirlenim, belirsizliğin eşanlamlısı 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 115/146

 IRK, ULUS, SINIF 226   SINIF MÜCADELES  İ  NDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE MI? 227  

olmadığı gibi evrensellik de tekliğin eşanlamlısı değildir. İşte belki de Marksizm denen şeyden giderek sapma halin-

deyiz. Ancak uzlaşmazlığın evrenselliği tezini böyle biçimlen-dirmekle Marksist sorunsalda hiç olmadığı kadar kaçınılmaz olanşeyi de ortaya çıkarmış oluyoruz. Bana kalırsa bunun en iyi kanıtı günümüzde sınıf sorunuyla milliyetçiliğin eklemlenmesinin yeni-den ortaya çık ış şeklidir. Milliyetçilik, popülist-otoriter biçimle-rinde olduğu gibi liberal-demokrat biçimlerinde de, hem devlet

 planlamasıyla hem iktisadi bireycilikle, daha doğrusu ikisininçeşitli birleşimleriyle tamamen bağdaşır görünmüştür. Milliyetçi-

lik, özel ideolojilerle yaşam tarzlar ını tek bir egemen ideolojide — kendini "ezilen" gruplara dayatmaya, iktisadi "yasalar ın" kopuş etkilerini siyasal olarak etkisizleştirmeye ve sürüp gitmeye muk-tedir bir ideolojide— birleştirmenin anahtar ı olmuştur. O olma-saydı burjuvazi kendisini ne ekonomide ne de devlette oluştu-rabilirdi. O halde sistem çözümlemesi terminolojisiyle, ulusal vemilliyetçi devlet, modern tarihin "başlıca karmaşıklık indirgeyici-si" halini almıştır diyebiliriz. Milliyetçiliğin kendisini "bütünlük-lü" bir dünya görüşü olarak kurma eğilimi buradan kaynaklan-maktadır (ve inkâr edilse bile, böylesi dünya görüşlerinin res-mileştirildiği her yerdeki varlığı da buradan kaynaklanır). Ancak daha önce de söylediğim gibi, çeşitli yerlerde ("Avrupa"ya, "Batı"ya, "sosyalist topluluğa", "üçüncü dünya"ya vb. atıfta bulunarak)girişilen uluslarüstü milliyetçiliklerin aynı bütünlemeye varması 

 pek az muhtemel görünür. Tersine, milliyetçilikle sürekli kar şı kar şıya gelerek gelişen sosyalist sınıf ve sınıf mücadelesi ideolo-

 jisinin sonunda tarihsel bir çevreye uyum etkisiyle onu taklit et-tiğini saptamak gerekir. Böylece sosyalist ideoloji de sadece çe-şitli toplumsal pratiklerin sentezinde, (etnik önvarsayımlar ıyla)devlet ölçütü yerine sınıf ölçütünü (hatta sınıf kökeni ölçütünü)koyarak bu tür bir "karmaşıklık indirgeyicisi" halini almıştır (buiki ölçütü "sınıf devleti" perspektifinde birleştirmeyi ummuştur).Günümüzdeki durumun belirsizliği şudur: Milliyetçiliğin krizinin,aşır ı milliyetçiliğe ve onun yaygın yeniden üretimine varmaması için, sınıf mücadelesi davasının, toplumsal olanın temsili alanındakendi indirgenemez ötekisi olarak ortaya çıkması gerekir: Öyley- 

se sınıf ya da sınıf mücadelesi ideolojisinin, kendini hangi ad al-tında tanıtırsa tanıtsın, taklitten kurtularak özerkliğini kazanması gerekmektedir. "Marksizm nereye gidiyor?": Bütün içermeleriyle

 birlikte bu paradoksa kar şı koymadığı sürece hiçbir yere. 

Kaynakça 

Michel AGLIETTA, Régulation et crises du capitalisme, L'expérience des  Etats-Unis, Calmann-Lévy, 1976. Louis ALTHUSSER, Réponse â John Lewis, Maspero, 1973, (Türkçe çev. John Lewis'e Cevap, Birikim, 1978). Positions, Editions sociales, 1976. Etienne BALIBAR, Cinq études dematérialisme historiaue, Maspero, 1974. Marx et sa critique de la politiaue (A. TOSEL ve C. LUPORINI ile birlikte), Maspero, 1979. 

"Classes" et "Lutte des classes" maddeleri,   Dictionnaire critique dumarxisme (yön. G. LABICA), PUF, 1982. 

"Sur le concept de la division du travail manuel et intellectuel", J.BELKHIR ve diğerleri, L'intellectuel, l'intelligentsia et les manuels içinde,Anthropos, 1983. 

"L'id"e d'une politique de classe chez Marx", Marx en perspective içinde(yay. B. CHAVANCE), Editions de l'EHESS, Paris, 1985. 

"Apr"s l'autre Mai", La Gauche, le pouvoir, le socialisme içinde, Hom-mage â Nicos Poulantzas, PUF, Paris, 1983. 

"Longue marche pour la paix", E. P. THOMPSON ve diğerleri, L'Exterminisme. Armement nucléaire et pacifisme içinde, PUF, 1982.Christian BAUDELOT, Roger ESTABLET, L'Ecole capitaliste en France, 

Maspero, 1971. Christian BAUDELOT, Roger ESTABLET, JacquesTOISER, Qui travaille 

 pourqui?, Maspero, 1979. Daniel BERTAUX, Destins personnels et  structure de classe, PUF, 1977. Jacques BIDET, Quefaire du Capital?Mat"riaux pour une refondation, Meri- diens-Klincksieck, 1985. Pierre BOURDIEU, La Reproductlon. Elements pour une théorie du systéme d'enseignement, Ed. de Minuit, 1970. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 116/146

1RK, ULUS, SINIF 228 

Fernand BRAUDEL, Civilisation matérielle. Économie et capitalisme, XV e-  XVIlI e siècles, 3 cilt, Armand Colin, 1979. Suzanne DE BRUNHOFF, État 

et capital, PUG-Maspero, 1976. L'Heure du marché, PUF, 1986. Biagio DE GIOVANNI, La teoriapolitica délie classi

nel "Capitale", De Do- nato, Bari, 1976. Marcel DRACH, La Crise dans les pays de l'Est, La

Découverte, 1984. Françoise DUROUX, La Famille des ouvriers: mythe ou politique?, Li- 

sansüstü Tezi, Paris-VII Universitesi, 1982. Friedrich ENGELS (KarlKAUTSKY ile birlikte), "Notwendige und 

uberfliissige Gesellschaftsklassen" (1881), M.E.W Band 19, s. 287 ve de- vamı. Roger ESTABLET, L'École est-elle rentable ?, PUF, 1987. François

EWALD, L'État-providence, Grasset, 1986. John FOSTER, Class Struggleand the Industrial Revolution, Methuen, Lon- dra, 1977. Michel FOUCAULT, Surveiller et punir. Naissance de la prison,

Gallimard, 1975. Michel FREYSSENET, La Division capitaliste du travail, Paris,

Savelli, 1977. Jean-Paul DE GAUDEMAR, La Mobilisation générale, Éditions du

Champ urbain, Paris, 1979. Paul G1LROY, There Ain't No Black in the Union Jack,

Hutchinson, Londra, 1987. Eric HOBSBAWM, Industry and Empire (The Pélican Economie

History of  Britain, cilt: 3), Penguin Books, 1968, (Turkçe çev. Devrim Ça ğ ı , V Ya- yınlar ı, 1989). Ernesto LACLAU et Chantai MOUFFE, Hegemony and 

Socialist Strategy, Towards a Radical Démocratie Politics, Verso, Londra, 1985, Turkçe çev. 

 Hegemonya ve Sosyalist Strateji, lletişim Yayınlar ı, 1992. HenriLEFEBVRE, De l'État, cilt: 3, Le Mode de production étatique, UGE, 

10/18, 1977. Jacques LE GOFF, Du silence à la parole. Droit du travail, société, Etat  

(1830-1985), Calligrammes, Quimper, 1985. Robert L1NHART, Le Sucre

et la faim, Éditions de Minuit, 1980. Jean-François LYOTARD, Le Différend,Éditions de Minuit, 1983. Karl MARX,  Le Capital, Livre 1, 4. Almanca basımdan J.P.Lefèbvre'in yeni 

Fransizca çevirisi, Éditions sociales, 1983, (Turkçe çev. Kapital, c. I, Sol Yayınlar ı, 3. Basım, 1986. Claude MEILLASSOUX, Femmes, greniers et 

capitaux, Maspero, 1975. Stanley MOORE, Three Tactics, The Background inMarx, Monthly Review 

Press, New York, 1963. Jean-Louis MOYNOT, Au milieu du gué, CGT, syndicalisme et démocratie 

déniasse, PUF, 1982. Antonio NEGRI, La Classe ouvrière contrel'État, Galilée, 1978. 

SINIF MÙCADELESINDEN SINIFSIZ MUCADELEYE MI? 229 

Gérard NOIRIEL, Longwy. Immigrés et prolétaires, PUF, 1984. Lesouvriers dans la société française, Seuil, 1986. 

Karl POLANYI, La Grande Transformation (1944), Fr. çev. Gallimard, 1983.  Nicos POULANTZAS,  Les Classes sociales dans le capitalisme aujourd'hui,

Seuil, 1974. Adam PRZEWORSKI, "Prolétariat into a class: The Process of Class Forma-

tion from Karl Kautsky's The Class Struggle to Récent Controversies", Politics and Society, cilt: 7, n° 4, 1977. 

Peter SCHÔTTLER,  Naissance des Bourses du travail. Un appareil idéolo- gique d'État à la fin du XIX e siècle, PUF, 1985. 

Gareth STEDMAN JONES,   Languages of Class, Cambridge UniversityPress, 1983. 

Gôran THERBORN, "L'analisi di classe nel mondo attuale: il marxismo comescienza sociale", Storia del Marxismo, IV, Einaudi, 1982. Edward P. THOMPSON, "Eighteenth-Century English Society: Class Strug-

gle without Classes?", Social History, cilt: 3, nc 2, Mayıs 1978. The Making of the English Working Class, Pélican Books, 1968 (Fr. çev.

Gallimard, 1988). Alain TOURAINE, Michel WIEVIORKA,   Le Mouvement ouvrier, Fayard,

1984. Travail (AEROT'nun dergisi, yön. Robert Linhart), 13 sayı çıktı (64, rue de la

Folie-Méricourt, 75011 Paris). Bruno TRENTIN, Da sfruttati a produttori. Lotte operaie e sviluppo capitalis-

tico dal miracolo economico alla crisi, De Donato, Bari, 1977. Michel VERRET,  L'Espace ouvrier (L'Ouvrier français, I), Armand Colin,

1979. Jean-Marie VINCENT, Critique du travail. Le faire et l'agir, PUF, 1987. Immanuel WALLERSTEIN, The Modem World-System, 2. cilt, Académie

Press, 1974 et 1980 (Fr. çev. Flammarion). The Capitalist World-Economy. Essays, Cambridge University Press ve

Éditions de la Maison des sciences de l'homme, 1979.   Le Capitalisme historique, La Découverte, 1985. (Turkçe çev. Tarihsel 

 Kapitalizm, Metis Yayinlar ı, 1992) 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 117/146

 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 118/146

 

 Kuramsal Bulanıkl ık  

Güney Afrika'da, ABD'de ve Büyük Britanya'da "ırksal gerilim-ler" diye bir  şeyin varolduğunu herkes "bilmektedir". Kimileri

 bunun Latin Amerika'nın bazı k ısımlar ında, Karayipler'de, Gü-ney ve Güneydoğu Asya'nın çeşitli yerlerinde varolduğunu dü-şünmektedir. Peki ama Siyah Afrika'nın bağımsız devletlerinde"ırksal gerilim" diye bir şey bulunabilir mi? Tersine, Siyah Afri-ka'da "kabileciliğin" varolduğunu yine herkes "bilmektedir". "Kabilecilik" yalnızca Afrika'ya özgü bir görüngü müdür, yoksasanayileşmiş, kapitalist devletlerde de bilinir mi? 

Sorun bazı kavramsal güçlüklerden doğmaktadır. Günlük bi-limsel kullanımdaki toplumsal tabaka ya da toplumsal gruplaşmakategorileri çok sayıda, belirsiz ve örtüşmüş durumdadır. Sınıf,kast, milliyet, yurttaşlık, etnik grup, kabile, din, parti, kuşak,estate** ve ırk gibi terimlere rastlanabilir. Standart tanımlar yok-tur; tam tersine, terimleri birbiriyle ilişkilendirmeye çalışan yazar sayısı pek azdır. 

Bu konudaki ünlü bir deneme üç temel kategori oluşturan 

* Bu makale ilk kez, Les Cahiers du CEDAF, no. 8/1971, 1. Dizi: Sosyo-loji'de yayınlanmıştır. 

** Ortaçağ sınıflar ı (ç.n.). 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 119/146

 IRK, ULUS, SINIF 234 

Max Weber'inkiydi. Bu kategoriler  şunlardı: sınıf, statü grubu{stand) ve parti1, Weber'in sınıflandırmasıyla ilgili bir sorun,mantıksal olarak katı olmayışı, birçok açıdan örneklerden yolaçık ılarak oluşturulmuş olmasıdır. Ve bu örnekleri büyük ölçüde19. yüzyıl Avrupası'ndan, Avrupa Ortaçağı'ndan ve klasik antik çağdan almıştır. Bu Weber için yerinde bir seçimdir ama 20.yüzyılın Avrupa-dışı dünyasının ampirik gerçekliğiyle uğraşanlar için Weber'in ayr ımlar ında uygun bir yansıma bulmak zor olabi-lir. Weber, sınıf ı, az çok Marksist gelenek içinde, iktisadi sistemle

  benzer yollardan ilişkili olan bir kişiler grubu olarak tanımlar.

Partiyi, gücün dağılımını ve kullanımını etkilemek için, birleşmiş  bir grup içinde toplanmış bir grup olarak tanımlar. Ancak statügrubu çeşitli açılardan bir "arta kalan" kategorisidir. Kuşkusuzolumlu bir ölçüt var gibi görünmektedir. Statü gruplar ı insanlar ıniçine doğduklar ı ilksel2 gruplardır; birbirine, hesaplanmış amacayönelik birleşmeler üzerine kurulu olmayan bağlılıklarla bağlı ol-duklar ı varsayılan hayali aileler; geleneksel ayr ıcalıklar ın varlığı ya da yokluğuyla oluşan gruplar; onuru, saygınlığı ve hepsindenönce (çoğu zaman ortak bir mesleği de içeren) bir hayat tarzını 

 paylaşan, fakat ille de ortak bir gelir düzeyini ya da sınıfsal üye- 

1. Bkz. Max WEBER,   Economy and Society,  New York, Bedminster Press, 1968, ss. 302-307, 385-398 ve 926-940. 

İngilizce'de, toplumsal katmanlaşmayı konu alan literatürde, AlmancaStand  teriminin kar şılığı olarak çoktan beridir "status-group" terimi kul-lanılmaktadır. Bu Fransızca'ya hiç şüphesiz "toplumsal tabaka" olarak tercümeedilmektedir; Georges Gurvitch ve Raymond Aron bu terimi kullanırlar (bkz.G. GURVİTCH,  Le Concept de classes sociales de Marx â nos jours, Paris,

"Les Cours de Sorbonne", 1954, s. 80; R. ARON,   La Sociologie allemandecontemporaıne, Paris, PUF, 1950, s. 49). Aron, "eski Fransa'daki toplumsal tabakalar anlamında" diye belirtir. İngilizce'de ise kelime feodal sisteme ya- pılan gönderme niteliğini kaybetmiştir ve sadece bu sisteme gönderme yap ıl-mak istendiğinde stand, estate olarak tercüme edilir. 

2. Burada Edward SHILS'in kazandırdığı bir terimi kullandım. Bkz. "Pri-mordial, Personal, Sacred and Civil Ties", British Journal of Sociology, VIII,2 Haziran 1957, ss. 130-145. SHILS'e göre ilksel nitelikler sadece bir "etkileşim işlevi" olmaktan çok, "anlamlı ilişkiler"e ilişkin niteliklerdir. Anlamlar ı "tarif edilemez"dir (s. 142). Bkz. Clifford GEERTZ, "The Integrative Revolu-tion, Primordial Sentiments and Civil Politics in the New States", yay. haz.C. GEERTZ, Old Societies and New States içinde, Glencoe, Free Press, 1963. 

  IRK VE STATÜ GRUBU KAVRAMLARI 235 

liği paylaşmalar ı gerekmeyen gruplardır bunlar.3 Ulus, kendisine "milliyetçi" duygular beslediğimiz ulus, bu

tanıma çok da iyi uymuyor mu? Öyle görünüyor. Yine de statügrubu kavramı kullanıldığında genelde akla gelen ilk şey ulusal

 bağlılık değildir. Weber'in kavramı, esas olarak Ortaçağ sınıfla-r ından, çağdaş Afrika'ya uygulanabilirliği oldukça sınırlı olan bir kategoriden esinlenmiştir. Modern Afrika hakk ındaki literatür da-ha çok "kabile"den ve/veya "etnik grup"tan söz etmektedir. Çoğuyazar statü grubuna yapılan en anlamlı ampirik atıf ın "etnik grup"olduğunu düşünecektir ve bunun Weber'in kavramının ruhuna

uygun düştüğüne kuşku yoktur.  Irk  terimi —her ne kadar statügrubuyla ilişkisi birçok yazarda üstü kapalı bırak ılmışsa da— sık sık kullanılmaktadır.  Irk, Afrika incelemelerinde esas olarak,Avrupa kökenli beyaz kişiler ile k ıtanın yerlisi siyahlar arasındakiçatışmalara atıfta bulunmak üzere kullanılmıştır. (Bazı yerlerdeHint yar ımadasından gelen göçmenler ya da onlar ın soyundanolanlar üçüncü bir kategori oluşturmaktadır.) Fakat bu teriminyerli siyah nüfus arasındaki çeşitlilikleri ayırt etmek için kul-lanılmasına pek az rastlanır. 

Şu halde ırk  ve etnik grup iki ayr ı görüngü müdür, yoksaaynı temanın iki çeşitlemesi mi? Terminolojik bulanıklığı

4 gözönünde tutarsak, ampirik gerçekliği açıklamamızı sağlayacak bir kuramsal çerçeveyi önceden kurmaktansa, önce ampirik gerçek-liği tanımlamak ve ardından kuramsal olarak neler geleceğini gör-mek en iyisi olabilir. 

3. Weber'in tanımı onura vurgu yapar: "Stände (statü gruplar ı), sınıflar ın

tersine normal olarak gruptur. Ancak çoğu kez şekilsiz türdendir. Bizim yapmak istediğimiz, salt iktisadi açıdan belirlenmiş "sınıfsal konum"un tersine,onurun özgül, olumlu ya da olumsuz bir toplumsal değerlendirmesiyle belir lenmiş olan insan hayatındaki her tipik bileşeni "toplumsal konum" olarak adlandırmaktır [...] Hem mülkiyet sahibi hem de mülksüz kişiler aynı statü gru  buna dahil olabilirler ve bu beraberinde son derece elle tutulur sonuçlar getirerek, sık s ık böyle olur [...] Normalde statü onuru, gruba ait olmak isteyenherkesten, öncelikle, özgül bir  hayat tarzı  beklendiği olgusuyla ifade edilir [...]" (Max WEBER, a.g.e., s. 932).

4. İngilizce yazanlar ın "tribe" [kabile] kelimesini kullandıklar ı bağlamda, birçok yazar Fransızca'daki "race" [ırk] kelimesini kullandıklar ından, Fransızcaliteratür çok daha kar ışık ve bulanıktır.

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 120/146

 IRK, ULUS, SINIF 236     IRK VE STATÜ GRUBU KAVRAMLARI 237  

 Ampirik Veriler: Kaç Çe şit Statü Grubu? 

Sömürgelik öncesi Afrika, karmaşık ve hiyerar şik olan çok sayıdatoplumu içeriyordu. Afrika topraklar ının ya da nüfusunun yüzdekaçının, parçalı toplumlarda değil de bu tür gruplarda yaşadığı konusunda hiçbir tahmin yürütülmemişse de en azından üçte ikilik 

 bir oranın söz konusu olduğu kesindir. Bu devletlerden bazılar ın-da "estate"ler—yani kalıtımsal statülere sahip insan kategorileri:asiller, avam, zanaatkarlar, köleler, vb.— vardı. Bu devletlerden

 bazılar ında "etnik gruplar" —ayr ı olduğu varsayılan soylara işareteden farklı adlar verilmiş insan kategorileri— vardı. Bunlar ge-nelde fetih durumlar ının sonuçlandır.5 Bundan başka birçok dev-lette "yurttaş olmayanlar" ya da "yabancılar" olarak onaylanmış 

  bir kategori de vardır.6 Son olarak, hiyerar şisiz toplumlarda bileinsanlar, genelde antropologlar taraf ından "klan" diye adlandır ılanve uydurma bir soy grubu yaratan belirli bazı sınıflandırma ilkele-rine göre ya da kuşaklara, yani "yaş grubu"na göre bölünmüş-lerdir.7 

5. Jean SURET-CANALE her iki görüngünün de fetih durumlar ından kaynaklandığını ama bazı açıklanmamış nedenlerle asimilasyonun bazı yerlerdediğerlerinden daha hızlı gerçekleştiğini ortaya koyuyor: 

"Bir kabilede sınıfsal uzlaşmazlıklar neredeyse hiç görülmediği sürece[...] hiçbir devlet üstyapısı ortaya çıkmadı [...] Köleliğin yayılması ve bir ka-  bile aristokrasisinin oluşmasıyla, sınıf uzlaşmazlıklar ının geliştiği yerlerdeçeşitli türden devletler [...] ortaya çıktı [...] Bu devletlerin oluşmasıyla diğer kabilelere tahakküm ve onlar ı sindirme ve bir devlet içinde yeni bir kültürel ve

dilsel birlik oluşması

söz konusu olduğunda kabile örgütlenmesinin izleri azçok kayboldu... Örneğin Zulu topraklar ında böyle oldu... Sınıflara bölünme bazen kabile çelişkisi görünümünü alabildi: Doğu Afrika'nın göller bölgesinin bazı monar şilerinde (Ruanda, Burundi, vb.) yetiştirici fatih Tutsiler' in, yerliköylüler olan Hutular'ı egemenlikleri altına alarak aristokrasiyi oluşturduklar ı yerlerde böyle oldu." ("Tribus, classes, nations",   La Nouvelle Re-vue Internationale, no. 130, Haziran 1969, s. 112). 

6. Bkz. Elliot P. SKINNER, "Strangers in West African Societies", Afri-ca, XXXIII, 4, Ekim 1963, ss. 307-320. 

7. Robin HORTON'un bu tür hiyerar şik olmayan toplumlar ın toplumsalörgütlenmesine ilişkin araştırmalar ına bak ınız, "Stateless Societies in theHistory of West Africa", yay. haz. J. F. A. AJAYI ve M. CROWDER,  A His-tory of West Africa içinde, Cilt 1, Londra, Longmans, J971. 

Sömürge hâkimiyetinin kurulması bu sınıflandırmalardan hiç- birini doğrudan değiştirmemiştir. Bununla beraber en az bir yeni-sini dayatmıştır: ikili hatta üçlü bir hal alan sömürge uyrukluğudur 

 bu (örneğin, Nijeryalı, Britanya Batı Afrikalısı, Britanya İmpara-torluğu uyruğu). 

Buna ek olarak birçok örnekte dini kategoriler sömürge hâ-kimiyeti altında yeni bir önem kazanmıştır. Hıristiyanlar hem"kabile"8 hem de "yöre"9 içinde önemli bir alt-grup olarak ortayaçıkmıştır. Tarihsel olarak İslam'ın aşağı yukar ı her yerde Avrupasömürge hâkimiyetinden önce gelmesine rağmen, Müslümanlar'ın

 birçok yerde Hıristiyanlar'a kar şı tepki olarak daha kendinin bilin-cinde bir kategori haline gelmiş olmalar ı mümkündür. İslam'ın bazı yerlerdeki ani yayılışı da buna işaret ediyor gibidir.10 Ve her yerde yeni "etnik gruplar" peydahlanmıştır.11 Sonuç olarak  ırk,sömürge dünyasının, siyasal haklar ı, mesleki dağılımı ve geliriaçıklayan birincil kategorisi olmuştu.12 

Milliyetçi hareketlerin yükselişi ve bağımsızlığın gelişi dahada çok kategori yarattı. Kimliğin belli bir toprak parçasıyla öz-deşleşmesi —yani milliyetçilik— yaygın ve önemli hale geldi. Buözdeşleşmeyle birlikte etnik özdeşleşmeye yeni bir bağlılık olarak,çoğunlukla kabilecilik diye adlandır ılan şey ortaya çıktı. ElizabethColson'un söylediği gibi: 

Muhtemelen birçok genç belli etnik geleneklere aç ık bağlılıklar ını, Afri-ka'nın bağımsızlığına kendilerini adayışlar ıyla aynı zamanda keşfettiler... 

8. Bkz. K. A. BUSIA, The Position of the Chief in the Modem Politi-cal System of Ashanti, Londra, Oxford University Press, 1951. BUSIA, Asan-

tiler arası

ndaki Hı

ristiyan-Hı

ristiyan olmayan anlaşmazlı

ğı

n neden ve sonuçlar ını ayr ıntılar ıyla birlikte anlatmıştır.9. Uganda, siyasetin dinsel bir üçe-bölünmeyle bir ölçüde billurlaştığı 

 başlıca örnektir: bu üç g rup, Protestanlar, Katolikler ve Müslümanlar'dır.10. Bkz. Thomas HODGKIN, "Islam and National Movements in West

Africa", Journal of African History, III, 2, 1962, ss. 323-327; ayr ıca bkz. J.-C.FROELICH,   Les Musulmans dAfrique noire, Paris, Ed. de l'Orante, 1962,Böl. 3. 

i 1. I. WALLERSTEIN, "Ethnicity and National Integration in West Afri-ca", Cahiers d'eludes africaines, no. 3, Ekim 1960, ss. 129-139. 

12. Bu nokta Georges BALANDİER ve Frantz FANON'un çalışmalar ındatartışılmıştır. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 121/146

 IRK, ULUS, SINIF 238 

Afrika'da kendi dilini ve kültürünü ilerletmeye en hevesli olan ve ülke için-deki herhangi bir diğer grubun diline ve kültürüne verilen avantajlar kar şısındaen hassas durumda olduğunu düşünen kişi okullu adamdı, entelektüeldi.13 

Bağımsızlık sonrası dönemde, eğitimli sınıflar ın iktisadi ikilemleri"kabilecilik" yönündeki bu eğilimi artırdı.14 Sonuç olarak milliyetçilik   pan-Afrikanizm ile de ilgili hale geldi. Yani, kendi kar şıtına,"Avrupalılara" tekabül eden bir "Afrikalılar" kategorisi oluştu. Buayr ışma ilk önce derinin rengi ile ilgili gibi görünmüştü. Ancak bir kavram olarak Afrika, 1958'den itibaren, birçoklar ı için, Kuzey (Arap)Afrika'yı da içermeye başladı (fakat hâlâ Kuzey, Doğu ya da Güney

Afrika'da yerleşmiş olan beyazlan içermemektedir).15

 Bağımsızlık, diğer bir önemli değişkeni de devreye soktu: dahageniş törel cemaate birinci sınıf üyeliğin oldukça katı bir yasaltanımını, yurttaşlık tanımını. Bu kavramın çektiği çizgiler yalnızcasömürgelik öncesi Afrika'nın değil, sömürgelik dönemininçizgilerinden de farklıydı. Sömürgelik döneminde, örneğin bir  Nijeryalı eğer oturduğu yeri değiştirmişse Altın Sahili'ndeki bir seçimde oy verebilirdi, çünkü bu iki bölge de Britanya Batı Afri-kası'nın parçasıydı ve o kişi de Britanyalı bir tebaaydı. Ancak,sömürgelik döneminin federal idari birimlerinin bağımsızlıktan sonraulusal emelin birimleri olarak varlıklar ını sürdürmeye devametmelerine rağmen, bağımsızlık sonrası dönemin ilk yıllar ında birçok siyasetçi ve devlet memurunun öğrenmek durumunda kaldığı gibi, bu birimlerin bir üyesi olmak artık egemen birer ulus-devlet olan bölgeselalt birimlere eşit katılım hakk ını sağlamıyordu. 

13. "Contemporary Tribes and the Development of Nationalism", yay.haz. June HELM, Essays on the Problem of Tribes içinde, Amerikan Etnoloji

Derneği'nin ilkbahardaki yıllık toplantı dönemi çalışmalar ı, 1967, s. 205.14. Bkz. WALLERSTEIN, "The Range of Choice: Constraints on the Po-

licies of Governments of Contemporary African Independant States", yay.haz. Michael F. LOFCHIE, The State of the Nations içinde, University of Ca-lifornia Press, 1971.

15. Bunun nedeni ve "Afrikalılığın" deri rengine bağlı olmayan tanımı için bkz. WALLERSTEIN,  Africa: The Politics of Unity, New York, RandomHouse, 1967.

  IRK VE STATÜ GRUBU KAVRAMLARI 239 

Afrika'da, yerli nüfusun, ülkedeki siyasal bölünmelerde ö-nemliunsurlar olarak ortaya çıkan alt-gruplara bölünmediği hiçbir ülkeolmadığını anlamak için literatüre şöyle bir bakmak yeterlidir. Yani,"kabilevi" ya da etnik bağlanmalar, siyasal gruplaşmalar ya da hizipler ya da konumlarla bağlantılıdır; mesleki kategorilerle çoğunlukla bağlantılıdır; işe yerleştirmelerle ise kesinlikle bağlantılıdır. Yabancı gazeteciler bu konu üzerinde yorum yaptıklar ında Afrikalı politikacılar çoğunlukla bu tür bir çözümlemenin gerçekliğini inkâr ederler. Ancak dışar ıdan gözleyenlerin çelişkili iddialar ı kadar böylesi inkârlar daçözümsel amaçlardan çok ideolojik amaçlara hizmet etmektedir.

  Nitekim Afrika devletlerindeki ünlü etnik-siyasal rekabetlerin listesioldukça uzundur (örneğin, Kenya'da Luo'ya kar şı Kikuya; Zambiya'daLozi'ye kar şı Bemba; Somali'de Somaale'ye kar şı Sab). Hükümetin yada ulusal siyasal hareketin önlemek için gösterdikleri sözde çabalararağmen, bu vakalar ın her birinde kişiler siyasal hedefler için "kabilevi"yollarla sıralanmış ve/veya harekete geçirilmişlerdir.16 Bazı ülkelerde  bu sözde kabilevi bölünmeler bazı ek etkenlerce pekiş-tirilmektedir.Örneğin, Etiyopya'da Amhara ya da Amhara-Tigre ile Eritreliler arasındaki bölünmeler, aşağı yukar ı Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasındaki dini bölünmeyle çak ışmaktadır ve taraflar bunun tümüyle bilincindedir, çünkü böylesi bir çatışmanın arkasında uzun bir tarihselgelenek vardır.17 

Batı Afrika k ıyısı boyunca ve Orta Afrika'ya doğru boylu boyuncaçekilebilecek kesintisiz bir yatay çizgiyi oluşturan yedi komşu ülke  bulunuyor (Fildişi Sahili, Gana, Togo, Benin, Nijerya, Kamerun veOrta Afrika Cumhuriyeti). Bu çizginin kuzeyindeki ve güneyindekihalklar bir dizi özellikleriyle birbirlerine zıt olma eğilimindedir:toprağın koşullar ı söz konusu olduğunda or- 

16. Bkz. Donald ROTHSCHILD, "Ethnic Inequalities in Kenya",  Journal of Modern African Studies, VII, 4, 1969, ss. 689-711; Robert I. ROTBERG,"Tribalism and Politics in Zambia",  Africa Report, XII, 9, Aralık 1967, ss.29-35; I. M. LEWIS, "Modern Political Movements in Somaliland",  Africa,XXVIII, 3, Temmuz 1958, ss. 244-261; XXVIII, 4, Ekim 1958, ss. 344-363.

17. Bkz. Czeslaw JESMAN, The Ethiopian Paradox, Londra, Oxford University Press, 1963.

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 122/146

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 123/146

 IRK, ULUS, SINIF 242    IRK VE STATÜ GRUBU KAVRAMLARI 243 

rüldüğii devletlerdir. Bunlar Zanzibar (Arap ve Afrikalı-Şirazlı),Ruanda (Tutsi ve Hutu), Burundi (Tutsi ve Hutu), Madagaskar'dır (Merina ve diğerleri). Bu ülkelerin hepsinde (Burundi hariç)sömürgelik öncesi aşağı tabaka olan çoğunluk şimdi siyasal ola-rak en üst konuma erişmiştir.21 Benzer sömürgelik öncesi kat-manlaşma sistemlerinin daha geniş sömürgelik ya da sömürgelik sonrası birimlerin içinde varolduğu durumlarda siyasal sonuç çok daha muğlak olmuştur (Nijerya ve Kamerun'da Fulani Sultanlık-lar ı, Uganda ve Tanganika'da Hima Krallıklar ı). 

Afrikalılar, kendi kendini yönetim ve bağımsızlıkla başlaya-

rak, çok sayıda "vatanına geri gönderme hareketi"yle "ana" yurt-lar ına gönderilmişlerdir. İmparatorluklar ın nüfusun hareketi ko-nusundaki liberallikleri pek ünlüdür. Bu, elde bulunan insanlar ınen iyi şekilde kullanılması amacına hizmet eder. Öte yandan ulus-devletler ayr ıcalıklar ın yurttaşlık statüsünde toplandığını kesin bir 

 biçimde kanıtlamaya çalışmaktadır. Bu bask ıyı ilk hisseden grup politikacılardı. Bağımsızlık yak-

laştıkça Fransız Batı Afrikalı ya da Britanyalı Doğu Afrikalı kate-gorisi kaybolmaya yüz tuttu. Siyasal kariyerlerini Yukar ı Volta'dayapmış Malililer ya da Kenya'da yapmış Ugandalılar kendi kale-lerine dönmeyi daha güvenli buldular. Yeni bir siyasal gerçekliğin

 bu şekilde üstü kapalı bir biçimde kabullenilmesine ek olarak bir-çok insan kategorisi resmi ya da yar ı resmi bir biçimde sürüldü:Beninliler (ve Togolular) Fildişi Sahili'nden, Nijer'den ve diğer yerlerden; Nijeryalılar ve Togolular Gana'dan; Malililer Zaire'densürüldüler. Bu durumlar ın her birinde sürülenler, artan bir işsizlik döneminde, para iktisadı içinde belli konumlara sahip kişilerdi.Söz konusu gruplar kendilerini birdenbire, Afrikalı olarak değilde uyruk-olmayanlar olarak tanımlanır buldular. Bu, bazı durum- 

21. Bkz. Michael LOFCHIE, "Party Conflict in Zanzibar",   Journal of Modern African Studies, I, 2, 1963, ss. 185-207; Leo KUPER, "Continuitiesand Discontinuities in Race Relations: Evolutionary or RevolutionaryChange", Cahiers d'etudes africaines, X, 3, 39, 1970, ss. 361-383; Jean ZIE-GLER, "Structures ethniques et partis politiques au Burundi",  Revue françaised'etudes politiques africaines, 18, Haziran 1967, ss. 54-68; Raymond K.KENT,   From Madagascar to the Malagasy Republic,  New York, Praeger,1962. 

larda resmi yurttaşlık elde etmiş olsalar da, daha çok Afrikalı-olmayan kategorisine girenler için doğruydu; Zanzibar'daki Arap-lar'ın, Kenya'daki Asyalılar'ın durumunda ve Gana'daki Lübnan-lılar'ın tek tük sürülmeleri durumunda böyleydi. Bir noktada, Zai-re'den bir Belçikalı göçü olduysa da, şimdiye dek Siyah Afri-ka'da Avrupalılar'ın toptan sürgünleri gerçekleşmemiştir. 

Afrika'daki durumun bu hızlı değerlendirmesindeki amaç, bir noktanın altını çizmekti: Etnik grup, dinsel grup, ırk, kast gibisözde statü grubu çeşitlilikleri arasında işe yarar bir fark yoktur.Bunlar ın hepsi tek bir temanın çeşitlemeleridir. Bu tema da, mitsel

olarak  şu anki iktisadi ve siyasal durumdan önceye uzanan vesınıfsal ya da ideolojik anlamda tanımlanmış dayanışmalar ı aşan

 bir dayanışma olma iddiası taşıyan bir yak ınlıkla insanlar ı grupla-maktır. Temanın çeşitlemeleri bu halleriyle, Akiwowo'nun kabi-lecilik hakk ında söylediği gibi, "ulus inşa süreçlerinin öngörül-medik sonuçlar ına kar şı bir dizi kalı plaşmış cevap, ya da isterse-niz uyum sağlama düzenlemeleri"22 olarak görünmektedir. Ya daSkinner'in, daha pervasız söyleyişiyle, bunlar ın merkezi işlevleri,"insanlar ın, çevrelerinde değerli görülen hizmetler ve mallar hangileriyse onlar için rekabet edebilen siyasal, kültürel veya top-lumsal birliklerde örgütlenebilmelerini sağlamaktır".23 

Bu işlev kavramın kendinde varolduğuna göre statü gruplar ı, birden fazla toplumsal sistemde örgütlendiklerini ya da varolduk-lar ını iddia etseler bile, tanım olarak, parçası olduklar ı daha geniş 

  bir toplumdan önce varolamazlar.24 Fried'ın "kabileler" için ih-tiyatlı bir şekilde belirttikleri tüm statü gruplar ı için doğrudur: 

22. Akinsola A. AKIWOWO, "The Sociology of Nigerian Tribalism?", Phylon, XXV, 2, Yaz 1964, s. 162.

23. Elliot P. SK İ NNER, "Group Dynamics in the Politics of ChangingSocieties: The Problem of 'Tribal' Politics in Africa", yay. haz. J. HELM, a. g. e., s. 173.

24. Bkz. WEBER, a.g.e., s. 939: "Sınıflar, statü gruplar ı ve partiler hak k ında bir genel gözlem daha eklemeliyiz: Bunlar ın, özellikle bir siyasal birim çerçevesi içinde, çok daha büyük bir birliği önceden varsaydıklar ı gerçeği  bununla sınırlı olduklar ı anlamına gelmez. Tersine, böyle bir birliğin her zaman için [...] devlet sınırlar ının dışına taşması alışılmış bir  şeydir [...] Fakatamaçlan ille de yeni bir toprak hâkimiyetinin kurulması değildir. Esas olarak 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 124/146

 IRK, ULUS, S  İ  N  İ  F 244    IRK VE STATÜ GRUBU KAVRAMLARI 245 

Kabilelerin çoğu, çok özgül bir anlamda ikincil görüngüler gibi gö-rünmektedir. Bunlar göreli olarak yüksek derecede örgütlenmiş toplumlar ın,çok daha basit bir  şekilde örgütlenmiş diğer toplumlar ın içinden ortaya çık ı-şıyla başlayan süreçlerin sonucu olabilirler. Eğer bu kanıtlanabilirse, kabile-cilik, karmaşık bir siyasal yapının evriminde zorunlu bir ön basamak olarak değil, bu yapının yaratılışına bir tepki olarak görülebilir.25 

Modern dünya durumunda, bir statü grubu biçimsel olarak gayrimeşru zeminlerde, bir ulus-devlet içinde mallar ın ve hizmetlerindağıtımını ve iktidar ı ele geçirmek üzere yapılan kolektif bir taleptir. 

S ını f ve Statü Grubu ili şkisi 

Şu halde bu tür talepler sınıf dayanışması talebiyle nasıl bir arada bulunur? Marx sınıf kavramını kullanırken an sich (kendinde) sınıf ile für sich (kendi için) sınıf ı birbirinden ayırmıştır. Weber, "Nitekim her sınıf çok sayıdaki mümkün sınıf eylemi biçimlerinden herhangi birinintaşıyıcısı olabilir, ama bu zorunlu değildir. Her durumda, bir sınıf kendiliğinden bir grup (Gemeinschaft) oluşturmaz"26 derken bu ayr ımı tekrarlamıştır. 

Sınıflar neden her zaman   für sich (kendi için) olmazlar? Pekiaslında neden bu kadar ender  für sich olurlar? Ya da soruyu başka bir   biçimde sorarsak, statü grubu bilincinin Afrika'da ve tüm dünyada,  bugün ve tüm tarih boyunca bu denli etkili ve yayılmacı bir güçoluşunu nasıl açıklar ız? Bunun yanlış bilinç olduğunu söylemek sadece soruyu mantıksal olarak bir adım geri götürmek olur, çünkü ozaman nasıl olup da insanlar ın çoğunun çoğu zaman yanlış bilinçsergilediklerini sormamız gerekir. 

Weber'in bunu açıklamak için bir kuramı vardı. Şöyle diyor: Statü yoluyla katmanlaşmanın üstünlüğüne yol açan genel iktisadi ko-

şullara gelince, yalnızca şunlar söylenebilir: Mallara sahip olunmasının ve 

varolan siyaseti etkilemeyi amaçlarlar." Şunu eklemeliyim ki, bu bir dünyasisteminde, bir ulus-devlete bağlılığın statü grubu bilincinin bir ifadesisayıldığı durumlar dışında böyledir. 

25.  Morton J. FRIED, "On the Concept of Tribe' and Tribal Society'",yay. haz. J. HELM, a.g.e., s. 15.

26.  M. WEBER, a.g.e., s. 930.

dağıtımının zemini göreli olarak sabit ise, statü yoluyla katmanlaşma kolay-laşır. Her iktisadi dönüşüm ve teknolojik yansıma statü yoluyla katmanlaş-mayı sarsar ve sınıf konumunu ön plana çıkar ır. Yalın sınıfsal durumun en  büyük önem taşıdığı ülkeler ve çağlar, genelde teknik ve iktisadi dönüşümdönemleridir. Ve iktisadi katmanlaşmanın değişimindeki her yavaşlama, za-man içinde statü yapısının büyümesine yol açar ve toplumsal onurun önemlirolünü yeniden canlandır ır.27 

Weber'in açıklaması çok basit görünmektedir ve sınıf bilinciniilerleme ve toplumsal değişimle bağlantılıymış; statü yoluylatabakalaşmayı da gerici güçlerin dışavurumuymuş gibi göstermektedir   — bu bir çeşit kaba Marksizm'dir. Teoremin ahlaki tepkisi kabul

edilebilir ama bu teorem tarihsel gerçeklikteki daha küçük kaymalar hakk ında pek de öngörüde bulunamaz; ayr ıca ne modern iktisadiatılımlar ın neden statü grubu k ılığı altında bulunduğunu28, ne degeleneksel ayr ıcalığın sınıf bilincinde korunması mekanizmalannı açıklamaktadır.29 

Favret Cezayir'deki Berberi ayaklanması hakk ında yazdık-lar ıyla bize bir ipucu vermektedir: 

Cezayir'de ilksel gruplar kendi arkaizmlerinden habersiz, bağımsız bir şe-kilde değil tepkisel olarak varolmaktadır. Kendini geleneksel siyasal görüngü-leri toplamaya kaptıran antropolog bunlar ı naif bir şekilde yorumlamakla mu-azzam bir yanlış anlama tehlikesiyle kar şı kar şıya kalır, çünkü bunlar ın bu-günkü içerikleri tersine dönüktür. 19. yüzyılın parçalı kabilelerinin torunlar ı için hedefler arasından —merkezi hükümetle iş birliği yapmak ya da muhalefetikurmak— seçim yapmak söz konusu değildir, çünkü artık yalnızca tek seçenek mümkündür. Azgelişmiş tar ım sektörünün köylülerinin seçimi —ya dakaderi— onlar ı bu amaca ulaştıran araçlara bağlıdır; bunlar ın arasında, para-doksal bir biçimde muhalefet de yer alır.30 

Favret bizi, statü grubu bağlanmalar ı üzerine kurulu taleplere, söz

konusu aktörlerin entelektüel durumlar ı açısından değil, bu tür taleplerin toplumsal sistemde oynadıklar ı fiili işlevler açısından  bakmaya itmektedir. Moerman, Tayland'da bir kabile olan Luehakk ındaki çözümlemesinde benzer bir çağr ı yaparak, etkili üç 

27. a.g.e., s. 938.28.  Bkz. Jeanne FAVRET, "Le traditionalisme par exces de modernite",

 Archives europeennes de sociologie, VIII, 1, 1967, ss. 71-93.29. Bkz. Clifford GEERTZ, "Politics Past, Politics Present",  Archives

europeennes de sociologie, VIII, 1, 1967, ss. 1-14.30.  J. FAVRET, a.g.e., s. 73.

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 125/146

 IRK, ULUS, SINIF 246    IRK VE STATÜ GRUBU KAVRAMLARI 247  

soru sormaktadır: Lueler nedir? Neden Lue'dirler? Ne zamanLue'dirler? Şu sonuca var ıyor: 

Etnik kimlik belirleme mekanizmalar ı —yaşayan insanlardan oluşan her   bir etnik kümeyi, tarihleri incelenmemiş sayısız kuşağa sahip ortak bir girişim haline getirmek konusundaki büyük potansiyelleriyle— evrensel gibigörünmektedir. Bu nedenle toplumsal bilimciler bunlar ın nasıl kullanıldık-lar ını incelemeli ve tanımlamalıdırlar, bunlar ı —yerlilerin yaptığı gibi— yal-nızca açıklama olarak kullanmamalıdırlar... Etnik kategorilerin, önemli insanyüklemlerine nadiren uygun olan özneler olmalar ı oldukça mümkündür.31 

Öyleyse, belki de Weberci sınıf, statü grubu ve parti üçlemesini üçayr ı ve birbirini kesen grup olarak değil, aynı asli gerçekliğin farklı 

varoluşsal biçimleri olarak yeniden düşünebiliriz. Bu durumda soru,Weber'in statü yoluyla katmanlaşmanın sınıf bilincine hangi koşullar altında üstün geldiği sorusundan, bir katmanın hangi koşullar altında  bir sınıf, bir statü grubu ya da bir parti olarak cisimleştiği sorusunakaymaktadır. Bu tür bir kavram-laştırma için grubun sınır çizgilerinin,art arda gelen cisimleşmelerinde de aynı kalacağını öne sürmek değil —tam tersine, yoksa farklı dış giysileri olmasının bir işlevi olmazdı — her toplumsal yapıda, her zaman birbiriyle ilişkide, çatışmada olansınırlı bir grup kümesinin varolduğunu öne sürmek gerekir. 

Rodolfo Stavenhagen'in önerdiği bir yaklaşım, statü gruplar ını toplumsal sınıflar ın "fosilleri" olarak görmektir. Stavenhagen şunuöne sürüyor: 

Katmanlaşmalar (yani statü gruplar ı), çoğunlukla, sınıf ilişkileriyle tem-sil edilen özgül toplumsal üretim ilişkilerinin, sıklıkla, hukuksal yollardantoplumsal sabitlenmesi olarak —kesinlikle öznel bir biçimde— adlandırdığı-mız şeyi temsil eder. Bu toplumsal sabitlemelerin yanına, katmanlaşmayı  pekiştiren ve aynı zamanda katmanlaşmayı iktisadi temelle olan bağlar ından

"kurtarma" işlevine, başka bir deyişle, iktisadi temeli değişse bile gücünükoruması işlevine sahip olan diğer ikincil, eklenti etkenler (örneğin dinsel, et-nik etkenler) sokulur. Sonuç olarak katmanlaşmalar, kurulu iktisadi sisteminak ılcılaştmlmalar ı ya da doğrulanmalar ı olarak, yani ideolojiler olarak düşü-nülebilir. Toplumsal üstyapının tüm görüngüleri gibi katmanlaşmanın da,kendisini doğuran koşullar değişmiş olsa bile onu sürdüren bir atalet niteliğivardır. Sınıflar arası ilişkiler değişikliğe uğradıkça.... katmanlaşmalar esas o- 

31. Michael MOERMAN, "Being Lue: Uses and Abuses of Ethnic Identi-fication", yay. haz. J. HELM, a.g.e. içinde, s. 167. 

larak üzerine kurulu olduklar ı sınıf ilişkilerinin fosillerine dönüşür... [Dahası]iki tip gruplaşma (egemen sınıf ve üst tabaka) belli tarihsel koşullara göre bir süre için bir arada varolabilir ve toplumsal yapıda kabuk bağlayabilir gibigörünmektedirler. Fakat halihazırdaki sınıf sistemine daha düzgün bir biçimdetekabül eden yeni bir katmanlaşma sistemi er ya da geç ortaya çıkar.32 

Stavenhagen, daha sonraki bir çözümlemesinde, Orta Amerikaverilerini kullanarak, bir sömürgelik durumunda, kast benzeri iki altstatü grubunun (bu olayda indio ve ladino'lar ın) nasıl ortayaçıkabildiklerini, kabuk bağladıklar ını ve sınıfsal tasfiye olarak adlandırdığı  şeyin çeşitli bask ılar ına rağmen varlıklar ını sür-dürdüklerini anlatmaktadır. îki bağımlılık biçiminin (etnik ayr ımcılık ve siyasal tabiyet üzerine kurulu bir sömürgelik biçiminin) ve (çalışmailişkileri üzerine kurulu) bir sınıf biçiminin yan yana büyüdüğünü ve paralel bir sıralama sistemini yansıttığını öne sürmektedir.  İ ndiolar ileladinolar  arasında, "toplumun üyelerinin değerlerine derindenyerleşmiş olan" ikilik, bağımsızlıktan sonra ve iktisadi gelişmeyerağmen toplumsal yapıda "özünde muhafazakâr bir güç" olarak kalmıştır. "Bu ikilik geçmişe ait bir durumu yansıtmakla... yeni sınıf ilişkilerinin gelişmesi kar şısında bir engel rolünü oynamaktadır".33 Buaçıklama tarzında bugünkü katmanlaşma hâlâ geçmişin fosilidir, amasadece kendili ğ inden sınıf ilişkilerinin bir fosili değildir. 

Diğer bir yaklaşım, sınıf ı ya da statü bağlanmasını toplumunçeşitli üyelerine açık olan seçenekler olarak görmek olurdu. Bu Peter Carstens'ın yaklaşımıdır. Biri Carstens'a diğeri Allen'a ait daha yeni ikimakalede k ırsal alanlarda toprakta çalışan Afrika-lılar'ın, "işçisınıf ı"nın üyeleri olan —yani teknik olarak kendi işlerinde çalışı p  pazar için ürün yetiştiren çiftçiler de olsalar emek güçlerini satan— 

"köylüler" olarak düşünülmeleri gerektiği konusunda bir anlaşmavardır.34 Fakat Ailen pazar için ürün yetiştiren 

32. "Estratificatiön social y estructura de clases (un ensayo de interpreta-ciön)", Ciencias politicas y sociales, VIII, 27, Ocak-Mart 1962, ss. 99-101.

33. Rodolfo STAVENHAGEN, "Clases, colonialismo y aculturaciön: ensayo sobre un sistema de relaciones interetnicas en Meso-America",  Americalaf ına, VI, 4, Ekim-Aralık 1963, s. 94.

34. V. L. ALLEN, "The Meaning and Differenfiation of the Working Classin Tropical Africa" ve Peter CARTENS, "Problems of Peasantry and Social

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 126/146

 IRK, ULUS, SINIF 248 

çiftçilik ile ücret kazancının birbirinin yerine geçiş kalı plar ını vur-gulamakla ilgiliyken35, Carstens, köylü sınıf örgütlenmesinin statügrubu aygıtını ya da "köylü statü sistemi" dediği şeyi açıkla-makla daha çok ilgilidir. 

Carstens, "zayıf kabile bağlılıklar ının korunması ya da can-landır ılması kişilerin saygınlık ya da nüfuz oluşturmak için kul-lanabilecekleri kaynaklardır" savıyla başlangıç yapar.36 Ardından,"bir köylü sını f ı ortaya çıkaran gizli gücü üreten kurumlar aynı za-manda köylü statü sistemlerini de yaratmıştır. Örneğin, egemensınıftan olduğu kadar yerli köylülerden de saygınlık ve nüfuz elde

etmenin, onlar taraf ından kabul görmenin en emin yolu dışar ıdandayatılan eğitim ve din kurumlar ına katılmaktır" diyerek bir ha-tırlatma yapıyor.37 Buradan çıkan sonuç da şudur: "Daha üst sı-nıftaki diğer statü sistemlerine ancak iç statü sistemlerini kulla-narak ulaşabilirler. Statü kullanımı stratejisi sınıfsal sınırlar ı geç-mek için en iyi araç olarak görülür".38 

Statü yoluyla katmanlaşmanın gücü bu açıdan anlaşılabilir ol-maktadır. Statü onuru yalnızca, geçmişin başar ılılar ı için çağdaş 

 pazarda avantaj elde etme mekanizması, yani Weber'in tanımladı-ğı gerici güç değildir; aynı zamanda yükselmeye çalışanlar ın sis-tem içinde amaçlar ına ulaşmalar ını sağlayan mekanizmadır (Col-son'un dikkat çektiği, yüksek düzeyde etnik bilinç ile eğitim ara- 

Class in Southern Africa". İki rapor da 13-19 Eylül 1970'te Varna'daki VII.Dünya Sosyoloji Kongresi'nde sunuldu. 

35.  "Ücretliler yaşam standartlar ı ve iş konusunda dalgalanmalar yaşarkenköylü üreticiler yaşam standartlar ında ve işin yoğunluğu konusunda dalgalan

malar yaşar. Ancak ücretlilerin yaşam standartlar ında bir düşme ya da işsizliğinartışı, emeğin köylü üretimine geri dönmesine neden olur ya da köylü üretiminin kaynaklar ı bir emniyet sübabı olduğunda tahammül edilir bir hal a-lır." (Ailen, 1970). Bkz. Giovanni ARRIGHI benzer bir tez öne sürmüştür,"L'offerta di lavoro in una perspettiva storica", Sviluppo economico e sovras-lutture in Africa içinde, Torino, Einaudi, 1969. Bunun İngilizce versiyonuvardır: "Labor supplies in Historical Perspective: A Study of Proletarianiza-tion of the African Peasants in Rhodesia", Giovanni ARRIGHI ve John S.SAUL,  Essays on the Political Economy of Africa (New York, Monthly Re-view Press i973, ss. 180-234).

36.  P. CARSTENS, a.g.e., s. 9.37. a.g.e., s. 10.  38. a.g.e.. s. 8.

  IRK VE STATÜ GRUBU KAVRAMLARI 249 

sındaki kar şılıklı bağıntının nedeni budur). Böylesine önemli ikigruptan gelen destekle statü grubunun ideolojik üstünlüğünü anla-mak mümkündür. Bu bahaneyi (ya da bu gerçekliği — arada fark yoktur) korumak isteyen öğelerin bu birleşimini bozmak içinalışılmadık bir örgütsel durum gereklidir. 

Weber haksızdı. Sınıf bilinci teknolojik değişim ya da top-lumsal dönüşüm gerçekleşirken sivrilmez. Tüm modern tarih bu-nu yalanlar. Sınıf bilinci yalnızca, hem ideolojik bir dışavurumhem de ideolojik bir dayanak olduğu çok ender bir durumda, bir "devrimci" durumda sivrilir. Bu anlamda, temel Marksist kavram-

sal içgüdü doğruydu. 

Yeniden Çözümlenen Afrika Verileri 

Şimdi, bu kuramsal gezintinin ışığında çağdaş bağımsız Afrika'nın ampirik gerçekliğine dönelim. Bugün, Bağımsız Siyah Af-rika, görece özerk ve merkezileşmiş birer siyaset, iktisat ve kültüresahip olmak anlamında ulusal bir toplum sayılamayacak olan,Birleşmiş Milletler üyesi bir dizi ulus-devletten oluşmaktadır. Budevletlerin hepsi dünya toplumsal sisteminin parçasıdır ve çoğu,

 belli emperyal iktisadi ağlarla iyice bütünleşmiştir. Genel iktisadiçizgileri benzerdir. Nüfusun çoğunluğu toprakta çalışır ve hemdünya pazar ı için ürün ve hem de kendi geçimleri için gıda üre-tirler. Çoğu ya toprak sahibinden ücret almak anlamında ya danakit para kazanmak zorunda olduklar ı bir durumda kendi işle-rinde çalışmak anlamında işçidir (ve çiftçiliği diğer ücretli işçilik 

çeşitlerine kar şı

iktisadi bir alternatif olarak görürler). Kentselyerlerde, çoğunlukla döngüsel bir göç kalı bının parçası şeklindeişçi olarak çalışanlar da vardır. 

Her ülkede, eğitilmiş ve servetlerinin bir k ısmını mülke çevir-mek isteyen, çoğunlukla hükümet için çalışan bir bürokratik sınıf vardır. Her durumda, bürokratik sınıfta oransız olarak temsil edi-len bazı (birçoklar ından biri) gruplar olduğu gibi, kentli işçiler arasında da oransız olarak temsil edilen başka gruplar vardır.Aşağı yukar ı her yerde bir grup beyaz, yüksek statüde ve teknik görevlerde çalışarak yaşar. Saygınlık sıralamasındaki yerleri sö- 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 127/146

 İ  RK, ULUS, SINIF 250    IRK VE STATÜ GRUBU KAVRAMLARI 251 

mürge hükümetinden beri çok az değişmiştir. Beyazlar ın yüksek yerel konumlan, bu ülkelerin "eşitsiz mübadelenin" sonuçlar ınakatlanan "proleter" uluslar olarak yer aldıklar ı dünya iktisadi siste-mindeki konumlar ını yansıtmaktadır.39 

Resmi egemenliğin gösterdiği siyasal özerklik derecesi yerelseçkinlerin ya da seçkin gruplar ın, ülkelerindeki eğitim sistemininhızla yayılması sonucu, dünya sisteminde yukar ı doğru hareketli-lik elde etme çabalar ına olanak sağladı. Dünya sistemi açısından

 bireysel olarak işlevsel olan, kolektif olarak işlevsizdir. Dünyasisteminin işleyişi ulusal düzeyde yeterli iş olanağı sağlamaz. Bu

da seçkin gruplar ı içlerinden bir k ısmını ödüllendirecek ve diğer-lerini reddedecek bir ölçüt bulmak zorunda bırak ır. Bu bölün-menin belli çizgileri keyfidir ve ayr ıntılarda değişebilir. Bölünme

 bazı yerlerde etnik çizgilerle, bazılar ında dinsel, bazılar ında ırksalçizgilerle, çoğunda da tüm bunlar ın örtük bir birleşimiyle gerçek-leşmektedir. 

Bu statü grubu gerilimleri sınıfsal engellenmenin etkisiz ve başar ısız dışavurumlar ıdır. Çağdaş Afrika'nın siyasal ve toplum-sal yaşamının günlük unsurlar ıdır. Halk ın algılayışına geneldetoplumsal bilimcilerden daha yak ın olan gazeteciler, Siyah Afrikahakk ında yazarken, bu görüngüye "kabilecilik" adını vermeye e-ğilimlidirler. Sudan ve Nijerya'daki içsavaşlar ın en dokunaklı bi-çimde gösterdikleri gibi kabilevi ya da etnik çat ışmalar son de-rece gerçek şeylerdir. Bunlar, bu çatışmalara katılan insanlar, ge-nelde etnik (ya da kar şılaştırabilir statü grubu) kategorileri kulla-nan çözümlemelerle harekete geçirildikleri; dahası, genelde güçlü

etnik bağlı

klar gösterdikleri için etnik çatı

şmalardı

r. Yine de et-nik "gerçekliğin" altında, yüzeyden çok da uzak olmayan bir yer-de, bir sınıf çatışması yatmaktadır. Bununla, aşağıdaki açık veampirik olarak sınanabilir (ancak hiçbiri kesin olarak sınanmamış)önermeleri kastediyorum: Eğer statü grubu farklılıklar ıyla ilişkiliolan (ya da örtüşen) sınıf farklılıklar ı, değişen toplumsal koşul-lar ın bir sonucu olarak ortadan kalksaydı, statü grubu çatışmalar ı da sonunda ortadan kaybolurdu (şüphesiz yerlerini yenileri alır- 

39. Bkz. Arghiri EMMANUEL, L'Echange inegal. Paris. Maspero, 1969. 

di). Statü grubu bağlılıklar ı, sınıfsal bağlılıklarda kriz anlar ı dışın-da görülmesi zor bir biçimde bağlayıcı ve etkilidir, ama aynı za-manda çözümlemecinin bak ış açısıyla, daha geçicidir. Eğer top-lumlar etnik olarak "bütünleşmiş" olsalardı uzlaşmaz sınıfsal kar-şıtlıklar azalmazdı; hatta tam tersi doğrudur. Statü grubu bağlan-malar ı ağının işlevlerinden biri sınıfsal farklar ın gerçekliklerinigizlemektir. Ancak belirli sınıfsal kar şıtlıklar ya da farklar azaldığı ya da kaybolduğu takdirde statü grubu kar şıtlıklar ı da (farklar değilse bile, hatta onlar da) azalır ve ortadan kalkar. 

 İ rk Kavramının Yararl ıl ı ğ ı 

Siyah Afrika'da "etnik" çatışmadan söz edilir. ABD'de ya daGüney Afrika'da ise "ırksal" çatışmadan söz edilir. Bazı ülkelerde(Siyah Afrika devletleri gibi) değil de diğerlerinde en bariz statügruplaşmalar ını tanımlamak için ırk gibi özel bir kelimenin olma-sının herhangi bir yaran var mıdır? Eğer her bir ulusal örneği tek 

 başına ve mantıksal olarak ayr ı değerlendirseydik yarar ı olmazdı,çünkü statü yoluyla katmanlaşma hepsinde aynı amaca hizmeteder. 

Fakat ulusal örnekler tek başlar ına ve mantıksal olarak ayr ı değildirler. Bir dünya sisteminin parçasıdırlar. Daha önce, sü-rülmüş beyaz Avrupalılar'ın bugünkü Siyah Afrika'daki rollerinitartışırken belirttiğimiz gibi, ulusal sistemdeki statü ve saygınlık,dünya sistemindeki statü ve sıralamadan ayr ı tutulamaz. Ulusalstatü gruplar ı olduğu gibi uluslararası statü gruplar ı da vardır. Irk-

tan kastımız, özünde, böyle bir uluslararası statü grubudur. Be-yazlarla beyaz-olmayanlar arasında temel bir bölünme vardır.(Kuşkusuz beyaz-olmayanlar çeşitlidir ve sınıflandırma zamanave yere göre değişir. Bir tür gruplama deri rengine dayanır amagerçekte pek geçerli değildir. Daha iyi bilinen bir diğeri k ıtalaragöredir ancak Araplar çoğunlukla kendilerinin ayr ı tutulmasını is-terler.) 

Bu uluslararası ikilik açısından deri renginin önemi yoktur."Beyaz" ve "beyaz-olmayan" deri rengiyle pek az ilişkilidir. "Si-yah nedir? Ve her şeyden önce, onun rengi nedir?" diye sormuştu 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 128/146

 IRK, ULUS, SINIF 252 

Jean Genet. Afrikalılar, Kuzey Sudan'daki daha açık renkli Arap-lar'la Güney Sudan'daki koyu renkli Niloteler arasındaki çatış-manın ırksal bir çatışma olduğunu inkâr ederken —ki çoğu inkâr eder— ikiyüzlülük etmiyorlar.  Irk  terimini uluslararası, özel bir toplumsal gerilime saklıyorlar. Bu Sudan'daki çatışmanın gerçek olmadığı ve statü grubu açısından dışavurulmadığı anlamına gel-mez. Öyledir. Fakat bu, ABD'de siyahlar ve beyazlar, Güney Af-rika'da Afrikalılar ve Avrupalılar arasındaki çatışmaya biçimselolarak benzer olsa da siyasal olarak farklıdır. Siyasal farklılık dünya sistemi için ve onun içindeki anlamında yatmaktadır. 

Çağdaş dünyada ırk, tek uluslararası statü grubu kategorisi-dir. En azından MS. 8. yüzyıldan beri bu rolü oynayan dinin yerinialmıştır. Bu sistemde statü grubuna üyeliği belirleyen, renktençok sıralamadır. Nitekim, Trinidad'da tüm üyeleri siyah olan bir hükümete kar şı, bu hükümetin Kuzey Amerikan emperyalizmiyleittifak içinde olduğu ileri sürülerek, bir "Siyah Güç" hareketi olu-şabilmektedir. Nitekim, Quebec ayr ılıkçılar ı da kendilerini KuzeyAmerika'nın "beyaz zencileri" diye adlandırabilmektedirler. Nite-kim pan-Afrikanizm, Kuzey Afrika'nın beyaz derili Araplar ı'nı içine alabilmekte ama Güney Afrikalı beyaz derili Afrikanerleridışlayabilmektedir. Nitekim, K ı br ıs ve Yugoslavya üç k ıtali (As-ya, Afrika ve Latin Amerika) konferanslara davet edilebilmekteama İsrail ve Japonya dışar ıda bırak ılmaktadır. Bir statü grubukategorisi olarak ırk, uluslararası bir sınıf kategorisi için, proleter uluslar kategorisi için bulanık bir kolektif temsildir. O haldeırkçılık, yalnızca, varolan uluslararası toplumsal yapıyı olduğu

gibi koruma edimidir veı

rk ayr ı

mcı

ğı

için türetilmiş bir sözcük değildir. Bu, ikisinin birbirinden ayr ı görüngüler olduğu anlamı-na gelmez. Irkçılık kuşkusuz ayr ımcılığı, taktik cephanesinin bir 

 parçası, bir ana silah olarak açıkça kullanır. Ama doğrudan an-lamıyla herhangi bir ayr ımcılık söz konusu olmadan da ırkçılığıngörülebileceği birçok olası durum vardır. Daha zor gibi görün-mesine rağmen, belki ırkçılık olmadan ayr ımcılık bile olabilir. An-laşılması gereken şey, bu kavramlar ın farklı toplumsal örgütlen-me düzeylerindeki eylemlere atıfta bulunduklar ıdır; ırkçılık dünyaarenasındaki eyleme atıfta bulunmakta; ayr ımcılık göreli olarak  

  IRK VE STATÜ GRUBU KAVRAMLARI 253 

küçük ölçekli toplumsal örgütlenmeler içindeki eylemlere atıfta bulunmaktadır. 

Özet  

Özet olarak, benim esas görüşüm statü gruplar ının (partiler ka-dar) sınıflar ın bulanık kolektif temsilleri olduklar ıdır. Bulanık (ve

 bu nedenle yanlış) çizgiler birçok toplumsal durumda farklı öğele-rin çıkarlar ına hizmet eder. Toplumsal çatışma daha şiddetli halegeldikçe statü grubu çizgileri, asimptot yaparak sınıf çizgilerine

yaklaşırlar; bu noktada "sınıf bilinci" görüngüsünü görebiliriz.Fakat asimptota hiçbir zaman ulaşılamaz. Gerçekten de asimpto-tun etraf ında yaklaşan eğriyi iten bir manyetik alan varmış gibi-dir. Sonuç olarak ırk, çağdaş dünyada statü grubunun belli bir bi-çimidir; dünya toplumsal sistemindeki sıralamayı belirleyen bir 

 biçimdir. Bu anlamda, bugün bağımsız Siyah Afrika devletlerindeırksal gerilimler yoktur. Bununla beraber, ulusal kimliğin d ışa-vurumlar ından biri, ulaşıldıktan sonra ancak uluslararası sınıf bi-lincinin asimptotuna yaklaşıldıkça aşılabilecek ya da alt edilebi-lecek olan artan bir uluslararası statü grubu bilinci ya da ırksalözdeşleşme olacaktır. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 129/146

 

Üst düzey ırkçılık çözümlemeleri ırkçı  kuramlar ın incelenmesineöncelik verdiklerinde, "sosyolojik" ırkçılığın bir  kitle görüngüsüolduğunu ortaya çıkar ırlar. Böylelikle işçi sınıf ında ırkçılığın ge-lişmesi (ki bu komünist ve sosyalist militanlara doğaya ayk ır ı gelir)kitlelerde varolan bir eğilimin sonucu halini alır. Kurumsal ırkçılık, bu  psikososyolojik "kitle" kategorisinin yapılışına bile yansır. Öyleysesınıflardan kitlelere geçerek kitleleri, ırkçılığın hem ayr ıcalıklı nesnesi, hem de öznesi olarak gösteren bu yer değiştirme süreciniçözümlemeye çalışmak gerekmektedir. 

Bir toplumsal sınıf ın, (kimliği terimini kullanmamak için) ide-olojisi, konumu nedeniyle ırkçı tutumlara ve davranışlara eğilimliolduğu söylenebilir mi? Bu soru daha çok, Nazizm'in yükselişikonusunda önce spekülasyonlar düzeyinde daha sonra çeşitli ampirik göstergeler yoluyla tartışılmıştı.1 "Küçük burjuvazi" konusunda dahaağırlıklı bir tercih bulunmakla birlikte, şüphelerin üzerinde

yoğunlaşmadığı neredeyse hiçbir toplumsal sınıf olmadığından, sonuçtümüyle paradoksal olmuştur. "Küçük burjuva" kavramı da, daha çok,toplumun birbirinden ayr ı nüfus dilimlerine bölünmesine dayalı bir sınıfsal çözümlemenin çıkmazlar ını 

* Burada gözden geçirilmiş biçimde yer verdiğimiz bu makale ilk kez,Clara Gallini'nin Napoli'de, Istituto Universitario Orientale'de, Mayıs 1987'dedüzenlemiş olduğu "Gli Estranei - Seminario di studi su razzismo e antirazzis-mo negli anni 1980" adlı seminerde sunulmuştur. 

1. Bkz. Pierre AYÇOBERRY,  La Question nazie. Essai sur les interpreta-tions du national-socialisme, Paris, Seuil, 1979. 

SINIF IRKÇILI Ğ  I 255 

yansıttığından, açıkçası, ikircil bir kavramdır. Kökeninde siyasalsuçlama taşıyan tüm sorularda olduğu gibi burada da soruyu tersineçevirmeliyiz: Günlük hayatı kuşatan ırkçılığın (ya da ona neden olanhareketin) temellerini küçük burjuvazinin doğasında aramak yerine,ırkçılığın gelişiminin nasıl olup da farklı maddi koşullardan bir "küçük   burjuva" kitlesi ortaya çıkardığını anlamaya çalışmalıyız. Böyleceırkçılığın sınıfsal temelleri gibi kötü sorulmuş bir sorunun yerine, busorunun k ısmen perdelediği daha karmaşık ve kesin bir sorukoyabiliriz. Bu, milliyetçiliğe ek olarak  ırkçılık ile toplumda sınıf çatışmalar ının indirgenemezliği arasındaki ilişkilere dair bir sorudur.

Irkçılığın gelişiminin sınıf çatışmasının yerini nasıl aldığını, ya dadaha ziyade bu çatışmanın " ırklaştıncı" bir toplumsal ilişki taraf ındannasıl dönüştürülmüş olduğunu; ve aynı zamanda, tam tersine, sınıf mücadelesine getirilen milliyetçi alternatifin özellikle ırkçılık biçiminialması olgusunun hangi nedenle bu mücadelenin uzlaşmaz özelliğinin  bir göstergesi sayılabileceğini sormamız gerekecek. Kuşkusuz bu,(maddi varoluş ve çalışma koşullar ıyla, fakat aynı zamanda ideolojik gelenekler ve pratik siyasal ilişkilerle belirlenen) sınıfsal durumunverili bir konjonktürde, ırkçılığın toplumdaki etkilerini — yani"eyleme geçiş" biçimlerini ve sıklığını, onu ifade eden söylemi,militan ırkçılığın benimsenmesini— nasıl belirlediğini incelemeninönemli olmadığı anlamına gelmez. 

Irkçılığın sınıf mücadelesince sürekli olarak "üst-belirlenme-sinin" izleri, tarihine bak ıldığında tümel olarak milliyetçi belirlemekadar saptanabilir durumdadır ve her yerde fantazmalar ının ve  pratiklerinin anlamındaki öze bağlıdır. Bu da bizim, "modernlik"sosyologlar ının o çok önem verdikleri genellemelerden daha somut vekesin bir belirlemeyle uğraştığımızı göstermeye yeter. Irkçılıkta ya daırkçılık-milliyetçilik ikilisinde, (eski, "kapalı", "hiye-rar şik" toplumlar ve "açık" "hareketli" toplumlar şeklindeki ikili bölümlemenin sonucuolarak) modern toplumlar ın özelliği sayılan bireycilik ya daeşitlikçiliğin paradoksal ifadelerinden birini ya da bu bireyciliğe kar şı "cemaat" biçimindeki bir toplumsal düzenin nostaljisini yansıtan bir savunma tepkisini görmek yeterli değildir 2. Bireycilik yalnızca (emek gücü içindeki rekabet de dahil) 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 130/146

 IRK, ULUS, SINIF 256   SINIF IRKÇILI Ğ  I 257  

sınıf mücadelelerinin bask ısı altında bireylerin bir araya gelmesiyleistikrarsız bir denge tutturan somut ticari rekabet biçimlerindemevcuttur. Eşitlikçilik yalnızca, (varsa) siyasal demokrasinin, (varsa)"koruyucu-devletin", varoluş koşullar ının kutuplaşmasının, kültürelayr ımcılığın, reformist ya da devrimci ütopyanın çelişen biçimlerindemevcuttur. Irkçılığa "iktisadi" bir boyut veren şey, basit antropolojik figürler değil bu belirlemelerdir. 

Ama yine de ırkçılıkla sınıf mücadelesi arasındaki ilişkinin ta-rihsel biçimlerinin heterojenli ğ i sorun yaratmaktadır. Bu heterojen-lik,antisemitizmin "Yahudi parası" teması etraf ında ucuz "anti-

kapitalizm" halini alış şeklinden, günümüzde göç kategorisinin ırksalizi ve sınıfsal kini birleştirme şekline kadar uzanmaktadır. Bugörünüşlerin hiçbiri (kendilerine tekabül eden konjonktürler gibi),indirgenemez; bu da, ırkçılıkla sınıf mücadelesi arasında herhangi bir  basit "dışavurum" (ya da ikâme) ilişkisi tanımlamayı engeller. 

Esas olarak 1870 ve 1945 yıllar ı arasındaki dönemde (yaniAvrupa'nın burjuva devletleriyle, örgütlü proletarya enternasyonalizmiarasındaki çarpışmanın stratejik döneminde) antisemitizmin anti-kapitalist bir aldatmaca olarak kullanılmasında gördüğümüz, yalnızca,işçilerin başkaldır ısı için bir günah keçisi bulunması, işçiler arasındaki  bölünmelerin istismar edilmesi ya da yalnızca soyut bir toplumsalsistemin kötülüklerinin bundan "sorumlu olanlar"ın hayalikişileştirilmelerine yansıtılarak temsil edilmesi (her ne kadar bumekanizma ırkçılığın işleyişi için temel oluştursa da) değildir.3 Burada birbirlerini eğretilemeye elverişli iki tarihsel anlatının "kaynaşımı"nı da görürüz: bir yanda kayı p 

2. Kari POPPER'in kuramlaştırmalar ına bak ınız: La Societe ouverte et  ses etmemi ş , Fr. çevirisi (çok hatalı bir çeviri), Seuil, 1979 ve daha yak ın zamanda, Louis DUMONT, Essais sur l'individualisme. Une perspective anthro- pologique sur l'ideologie moderne, Seuil, 1983.

3. Sermayenin, toplumsal ilişkinin kişileştirilmesi bizzat kapitalist  fi-gürüyle başlar. Fakat bu, hiçbir zaman temel duygular ı harekete geçirmeyeyetmez. Bu nedenle "aşır ı" mantığına uygun olarak, hayali-gerçek başka özellikler de eklenir: âdetler, soy ("iki yüz aile"), yabancı kökenler, gizli stratejiler, ırksal komplo (Yahudiler'in "dünya egemenliği" projesi, vb.) Bu kişileş tirmenin yalnızca Yahudilik örneğinde para fetişizminin yapımıyla orantılı olması kuşkusuz rastlantı değildir.

"Hıristiyan Avrupa" birliği pahasına uluslar ın oluşumu anlatısı; diğer yanda ulusal bağımsızlıkla, sınıf mücadelelerinin uluslara-rasılaşmasına tekabül etme riskini taşıyan, kapitalist iktisadi ilişkilerinuluslararasılaşması arasındaki çatışmanın anlatısı vardır. Tüm uluslar ınortak "içerideki dışlanmışı" olan, fakat aynı zamanda olumsuz olarak,nesnesi olduğu teolojik kin nedeniyle, "Hıristiyan halklar ı" birleştirdiğivarsayılan sevginin kanıtı olan Yahudi, işte bu nedenle, hem kayı p birliğin izini yeniden canlandırabilir hem de her ulusal bağımsızlığı tehdit eden "sermaye kozmopo-litçiliği"yle imgesel olarak özdeşleştirilebilir.4 

Göçmen kar şıtı  ırkçılık, sınıf konumuyla etnik kökeni en üstdüzeyde özdeşleştirdiğinde, ortaya bambaşka bir görüntü çıkar (buözdeşleştirmenin gerçek temelleri her zaman için, kimi kez yoğun kimikez seyrek olsa da hiçbir zaman ortadan kalkmayan, işçi sınıf ınındurumunun özellikle proleter niteliklerinden birini oluşturan bölgelerarası, uluslararası ya da k ıtalararası işçi s ınıf ı hareketliliğindemevcuttur). Irkçılık bu özdeşleştirmeyi uzlaşmaz toplumsal işlevler karmasıyla birleştirir: Böylece Fransız toplumunun Magripliler taraf ından "istilası", işsizliğe neden olan göç temalar ı, "bizim"işletmelerimizi, "bizim" gayri menkullerimizi, "bizim" yazlıklar ımızı satın alan petrol şeyhlerinin parası temasıyla bağlantılı hale gelir. Bu,Cezayirliler'in, Tunuslular'ın ya da Fas-lılar'ın soy olarak neden "Arap"diye adlandır ılmalar ı gerektiğini k ısmen açıklamaktadır (tabii bu"gösteren"in —ki söylemin gerçek merkezidir— bu temalarla terörizm,İslam vb. temalar ı birbirine bağladığını da unutmamak gerekir). Fakat,terimlerin değerlerinin tersyüz oluşundan ileri gelenler de dahil olmak üzere, diğer görünümler unutulmamalıdır. Bu tersyüz oluşun bir örneği, belki de yirmili yıllarda Japon milliyetçiliği taraf ındanyaratılan5; her  

4. "Hıristiyan" Avrupa'nın kayı p birliğinin, "uygarlığın kökenlerininmitik simgesinin, aynı Avrupa'nın "dünyayı uygarlaştırmaya", yani uluslar arasında yırtıcı bir rekabetle dünyayı tahakkümü altına almaya giriştiği bir zamanda, ırk kayıtlar ında bu şekilde temsil edildiği gerçeği işleri daha da kar ış tırmaktadır.

5. Bkz. Benedict ANDERSON, 'magined Communities, Londra, 1983, s.92-3 (Hayali Cemaatler, Metis Yayınlar ı, İstanbul, 1993)

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 131/146

 IRK, ULUS, SINIF 258  S1NIF  İ  RKÇILI Ğ  I 259 

halükârda, günümüzdeki hortlayışı göz önüne alındığında sessiz-ce geçiştirilemeyecek Nazizm'in belirginleşmesinde çok önemli

 bir rol oynaması öngörülen "proleter ulus" temasıdır. Bu görünümlerin karmaşıklığı aynı zamanda, "ırk" ve "sınıf"

in, tarihin modern temsillerinin merkezinde olan sürekli bir diya-lektiğin çelişen kutuplar ını oluşturduğunu emeğe ilişkin kaçınıl-maz bir varsayım olarak kabul ettiğimiz halde, ırkçılığın "sınıf bi-linci"ne kar şı kullanılması düşüncesini (sınıf bilincinin ırkçılık ta-raf ından engellenmediği, caydır ılmadığı, bozulmadığı  sürece sınıf koşullar ında doğal olarak çıkması gerekirmişçesine) kayıtsız şart-

sız sahiplenmenin neden mümkün olmadığını da açıklığa kavuş-turmaktadır. Bundan başka işçi hareketi içinde ya da onun ku-ramcılar ı arasında ırkçılığa araçcı, entrikacı yaklaşımlar ın da (ki

 bunlar ın bedelinin ne denli pahalı bir şekilde ödendiğini biliyoruz:W. Reich bunu ilk görenlerden olduğu için çok değerlidir), ırkçı-lıkta şu ya da bu sınıfsal durumun "yansımasını" gören mekanikçigörüşler gibi, işçi sınıf ında ve onun örgütlerinde milliyetçiliğinvarlığını, başka bir deyişle ırkçılığa kar şı kitlesel mücadelenin(kapitalizme kar şı devrimci mücadele gibi) bağlı olduğu, sınıf ideo-lojisi ve milliyetçilik arasındaki iç çatışmayı inkâr etme işlevinigördüklerinden kuşkulanmaktayız. Burada "sınıf ırkçılığı"nın bazı tarihsel görünüşlerini tartışarak göstermek istediğim şey bu iç ça-tışmanın evrimidir. 

Modern ırk kavramının, bir ayr ımcılık ve horgörme söyle-minde yer alışı, insanlığı "üst-insanlık" ve "alt-insanlık" olarak 

 bölüşüyle, başlangıçta ulusal (ya da etnik) bir gösterime değil, sı-nıfsal bir gösterime, daha doğrusu (toplumsal sınıf eşitsizliğiniyaratılıştan gelen bir eşitsizlik olarak sunmak söz konusu olduğuiçin) bir kast gösterimine sahip olduğunu birçok ırkçılık tarihçisivurgulamıştır (bunlar arasında Poliakov, Michele Duchet ve Ma-deleine Reberioux, Colette Guillaumin ve modern kölelik konu-sundaki çalışmasıyla E. Williams vardır).6 Bu açıdan, ırk kav- 

6. L. POLİAKOV,  Hisloire de l'antisemitisme, yeni bask ı (Le Livre de poche Pluriel); M. DUCHET, M. REBERIOUX, "Prehistoire et histoire du ra-cisme", Racisme et societe içinde, derleme, P. DE COMARMOND ve Cl. DU- 

ramının çifte kökeni vardır: Bir yanda aileden soylu olanlar ınüstün bir "ırk" olarak aristokratik temsili (yani gerçekte, egemen-liği artık tehdit altında olan bir aristokrasinin siyasal ayr ıcalıkla-r ının meşruiyetini güvenceye almasını ve soyağacının kuşkulusürekliliğini idealleştirmesini sağlayan mitsel bir anlatı); diğer yanda ise zaten her zaman tutsaklığa mahkûm olan ve özerk bir uygarlık kurmaktan aciz, aşağı "ırk" muamelesine maruz kalantopluluklar ın kölelik yanlısı bir şekilde temsil edilmeleri vardır.Kan, derinin rengi, melezlik söylemleri buradan kaynaklanmak-tadır. Irk kavramının, art arda gelen metamorfozlar ının başlangıç

noktası olan milliyetçi karmaşıkla bütünleşmek üzere "etnikleş-mesi" çok daha sonra gerçekleşmiştir. Şu halde tarihin ırkçı tem-sillerinin ba ştan beri, sınıf mücadeleleriyle ilişkili olduklar ını gös-termiş oluruz. Fakat ırk kavramının evriliş biçimini ve milliyetçi-liğin "sınıf ırkçılığının" ilk şekillerinden beri etkisini, diğer bir de-yişle siyasal belirlemesini incelemezsek bu olguya gereken önemiveremeyiz. 

Aristokrasi kendini daha baştan "ırk" kategorisiyle düşünüpsunmamıştır: Burada söz konusu olan gecikmiş bir söylemdir;örneğin Fransa'da ("mavi kan" ve soylular ın "Frank" ya da "Cer-men" kökenleri mitiyle) açıkça bir savunma işlevine sahip olan busöylem, mutlak monar şi feodal senyörlerin zarar ına devleti mer-kezileştirdiğinde ve bünyesinde burjuva kökenli, idari ve mali bir yeni aristokrasiyi "yaratmaya" başladığında, böylece ulus-devletinkuruluşunun çok önemli bir aşamayı geçmesini sağladığındagelişmiştir.7 Klasik İspanya örneği daha da ilginçtir. Poliakov'un

 bu konudaki çözümlemesi şöyledir: Yeniden fetihten sonra gelen CHET yönetiminde, Paris, Maspero, 1969; C. GUİLLAUMİ N, L'Ideologie ra-ciste. Genese et langage actuel, Mouton, Paris-La Haye, 1972; "Caracteresspecifiques de l'ideologie raciste", Cahiers internationaux de sociologie, ciltLIII, 1972; "Les ambigui'tes de la categorie taxinomique 'race'", L. POLİA-KOV, Hoınmes et betes. Entretiens sur le racisme (I) içinde, Mouton, Paris-LaHaye, 1975; Eric VVILLIAMS, Capitalism and Slavery, Chapel Hill, 1944. 7.Bu söylem Fransa örneğinde "üç işlev ideolojisinin yerini alır: Temeldeteolojik ve hukuksal olan bu ideoloji, soylu sınıf ın devletin inşasında (tamdeyimiyle "feodalizm"de) organik olarak işgal ettiği yerin tersine daha fazlaanlam ifade eder. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 132/146

 IRK, ULUS, SINIF 260  SINIF IRKÇILI Ğ  I 261 

ve Katolikliğin devlet dini olması için gerekli yol olan Yahudik ıyımı aynı zamanda, İspanyollaştırmanın (daha doğrusu Kastil-yalılaştırmanın) kar şı koyduğu "çok-uluslu" kültürün de izidir.Bu nedenle Avrupa milliyetçiliği prototipinin oluşumuyla sık ı sık ıya ilintilidir. Fakat, daha sonra tüm Avrupa ve Amerikan ırk-çılığı söyleminin devraldığı "safkanlık statülerinin" (limpieza de

 sangre) kurulmasıyla sonuçlandığında, daha da çift anlamlı bir gösterime bürünür. Magripliler ve Yahudilerle ilk melezleşmenininkâr ından kaynaklanan bu gösterim, raza'nın* kalıtımsal tanımı (ve nitelikleriyle ilgili soruşturma) gerçekte, hem bir iç aristokra-

siyi tecrit etmeye ve tüm "İspanyol halk ı"na kurgusal bir asaletvermeye, hem de soyk ır ım, köleleştirme, zorla Hıristiyanlaştırma,zorbalık yoluyla dünyanın en büyük sömürge imparatorluklar ından

 birine hükmettiği sırada bu halktan bir "efendiler halk ı" yaratmayayarar. İşte bu yörüngede sınıf  ırkçılığı zaten milliyetçi ırkçılığadönüşür, ancak yine de kaybolmaz.8 

Fakat bizim sorumuz için en önemli olan nokta, 19. yüzy ılınilk yar ısından itibaren tanık olunan, değerlerin tersyüz oluşudur.Aristokratik ırkçılık (ki bu, bizzat söylemin sahibini ırk haline ge-tiren, günümüz çözümlemecilerinin "kendine atıfta bulunan" ırkçı-lık diye adlandırdıklar ı şeyin prototipidir; onun emperyalist torun-lar ının sömürge koşullar ındaki önemi de buradan kaynaklanır:Hindistan'daki İngilizler, Afrika'daki Fransızlar, soylar ı, çıkar-lar ı, tavırlar ı ne denli avam olursa olsun, kendilerini modern soy-lular olarak göreceklerdir) zaten ilkel sermaye birikimine dolaylı olarak bağlıdır; bu da ancak sömürgeci uluslardaki işleviyle

mümkündür. Sanayi Devrimi tam anlamı

yla kapitalist sı

f ilişki-lerini yaratırken, burjuva çağının yeni-ırkçıl ı ğ ını da (bu tarihselanlamda ilk "yeni-ırkçılık"tır) ortaya çıkarmıştır. Bu sömürülen(ve hatta, sosyal devletin başlangıcından önce aşır ı sömürülen)topluluk ve siyasal olarak tehlikeli topluluk gibi çifte bir statüyesahip olan proletaryayı hedefleyen bir ırkçılıktır. 

Özellikle Louis Chevalier bunun anlatımlar ağını ayr ıntılar ıyla 

* ırk (hp. ç.n.) 8. L. POLIAKÖV, Historie de l'Antisemitisme, cilt I, s. 95. 

tanımlamıştır.9 Buna göre ırk kavramı, "işçilerin ırk ı" konusunda,tarihsel-teolojik yananlamlar ından uzaklaşarak hayali bir biyoloji,sosyoloji, psikoloji ve "toplumsal bünye" patolojisi denkliklerininalanına girmiştir. Burada polisiye, tı bbi, insansever edebiyatın,k ısaca edebiyatın (ki toplumsal "gerçekçiliğin" siyasal anahtar-lar ından ve temel dramatik içgüçlerinden biridir) tak ıntı halinialmış temalar ı çıkar kar şımıza. Günümüze dek bir toplumsal gru-

 bun ırklaştır ılması yöntemlerinin hepsinin tipik görünümleri ilk kez tek bir söylemde toplanmıştır. Bunlar, maddi ve manevi sefa-let, suç oranı, soydan gelen kötü alışkanlıklar (alkolizm, uyuştu-

rucu), bedensel ve ahlaki kusurlar, bedensel kirlilik ve cinsel kon-trolsüzlük, insanlığı "soysuzlaşma"yla tehdit eden özel hasta-lıklardır. Burada ayırt edici bir kararsızlık vardır: Ya işçiler soy-suzlaşmış bir ırktır ya da yurttaşlar ın, ulusun üyelerinin "ırk ı" için

 bir soysuzluk tohumu olan şey işçilik durumudur, onlar ın varlığı ve onlarla temastır. Darwinci evrimcilikten, kar şılaştırmalı anato-mi ve kitle psikolojisinden sahte-bilimsel güvenceler alarak, ençok da polis ve toplumsal kontrol kurumlar ıyla örülü bir ağla sar-malanarak sosyobiyolojik (ve de psikiyatrik) determinizmin tümvaryantlar ına dayanak oluşturan hayali "emekçi sınıflar" ve "tehli-keli sınıflar" denklemi, toplumsal-iktisadi bir kategoriyle antro-

 polojik ve ahlaki bir kategorinin kaynaştır ılması, bu temalar yo-luyla gerçekleşir.10 

Oysa bu sınıf  ırkçılığı, günümüze dek eşitsiz bir evrim ge-çiren temel tarihsel süreçlerden ayr ılamaz. Burada yaptığım, on-lar ı hatırlatmaktan başka bir şey değildir. Sınıf ırkçılığı öncelikle,ulus-devletin kurulması açısından çok önemli olan siyasal bir so-runa bağlıdır. "Burjuva devrimleri", özellikle de radikal hukuki 

9. Louis CHEVALİER, Classes laborieuses et classes dangereuses â Paris pendant la premiere moitie du XlX e siecle, yeni bask ı, Le Livre de poche Plu-riel, Paris, 1984.

10. Bkz. G. NETCHINE, "L'individuel et le collectif dans les representa-tions psychologiques de la diversite des etres humains au XIX e siecle", L.POLIAKÖV, Ni juif ni grec. Entretiens sur le racisme (II) içinde, Mouton Paris - La Haye, 1978; L. MURARD ve P. ZYLBERMAN,   Le Petit Travailleur infatigable ou le proletaire regenere. Villes-usines, habitat et intimites au XIX e siecle. Editions Recherches, Fontenay-sous-Bois, 1976.

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 133/146

 IRK, ULUS, SINIF 262  SINIF IRKÇILI Ğ  I 263 

eşitlikçiliğiyle Fransız Devrimi, kitlenin siyasal haklar ı sorununu geridöndürülemez bir  şekilde ortaya koymuştur. Bir buçuk yüzyıllık toplumsal mücadelelerden kazanılması umulan şey buydu. Bireyler arasında do ğ u ştan farkl ıl ık  olduğu düşüncesi ak ıl almaz değilse bilehukuksal ve ahlaki açıdan çelişik hale gelmiştir. Fakat kurulutoplumsal düzen, mülkiyet ve "seçkinler" iktidar ı açısından "tehlikelisınıflar"ın siyasal "ehliyet'ten zorla ve hukuk yoluyla d ışlanmalar ı vekent-devletinin sınırlar ında tutulmalar ı  şart olduğu sürece, sonuçtaonlar ın tam insanlık ya da normal insanlık niteliklerinden anayasalolarak "yoksun olduklar ını" göstererek (ve buna ikna olarak)

 yurtta şl ıklar ını inkâr etmek önemli olduğu sürece, bu düşünce siyasalolarak kaçınılmazdı. Öyleyse burada iki antropoloji (benim deyimimleiki "hümanizm") çatışmaktadır: doğuştan eşitlik antropolojisi ilekalıtımsal eşitsizlik antropolojisi. Bu da toplumsal uzlaşmazlıklar ınyeniden benimsetilmesine izin verir. 

Oysa bu işlem baştan beri ulusal ideoloji taraf ından üst-belir-lenmiştir. Disraeli11 (Anglosakson "üstün ırk ı"na kar şı "Yahudi-ler'inüstünlüğü"nün şaşırtıcı emperyalist kuramcısı), çağdaş devletlerinsorununun tek bir toplumsal oluşumda yaşanan gizli, "iki ulus"a bölünmüşlük olduğunu anlatarak bunu hayranlık verici bir  şekildeözetlemişti. Buradan hareketle, sınıf mücadelelerinin ilericiörgütlenmesiyle kar şı kar şıya kalan egemen sınıflar ın izleyebileceğiyollar ı da gösteriyordu: Önce, "sefiller" kitlesini bölmek (özellikle deköylülere ve "geleneksel" zanaatkarlara ulusal sahicilik, sağlıklılık,ahlaklılık, ırksal bütünlük gibi sanayinin patoloji-siyle taban tabana zıtnitelikler bahşederek); daha sonra "emekçi sınıflar ın" tehlikeliliğininve soyaçekiminin i

şaretlerini yava

şyava

şyabancılara, özellikle de

göçmenlere ve sömürgelerdekilere kaydırmak; bu sırada da oy hakk ı kurumunun, "yurttaşlar" ile "tebaa" arasındaki kopukluğu milliyetinsınırlar ına taşıması. Fakat bu süreçte daima —imparatorluk mekânının bütünü hesaba katılsa 

11. Bkz. H. ARENDT,  Antisemitism, The Origins of Totalitarianism, 1.Bölüm, Harcourt, Brace and World, New York, 1968, s. 68; L. POLIAKOV,  Histoire de l'antisemitisme, II. cilt, s. 176; Kari POLANYI,  La Grande Trans- formation, Fr. çevirisi, Gallimard, 1983, ek XI: "Disraeli, les 'Deux Nations' etle probleme des races de couleur". 

da, ulusal topluluğun kurumsal bir ayr ımcılığı, baştan varolan bir apartheid'\   bünyesinde bar ındırmadığı Fransa gibi ülkelerde bile— fiili durumun belirgin bir  şekilde hukukun gerisinde kaldığı, halk sınıflar ına kar şı "sınıf  ırkçılığı"nın sürdüğü gözlenir (ve aynı  şekilde  bu sınıflarda ırksal damgalamaya özel bir elverişlilik, ırkçılık kar şısındaki tutumlar ında aşır ı bir çelişiklik gözlenir). Bu da bizi sınıf ırkçılığının süreklilik gösteren bir diğer yönüne getirmektedir. 

Bundan kastım kol eme ğ inin kurumsal  ırkla şt ır ılması  olarak adlandır ılması gereken şeydir. Bunun sınıflı toplumlar kadar eski olankökenlerini bulmak zor olmayacaktır. Kol emeği ve emekçisine

duyulan küçümsemenin köleci Yunan'ın felsefi elitleri taraf ından ifadeedilme şekliyle, Taylor'un 1909'da bazı bireylerin zekâ, ak ıl, karar alma yeteneği değil, bedensel güç gerektiren tekrara dayalı pis veyorucu görevlere doğal yatk ınlıklar ını tanımlama şekli arasında buaçıdan çok önemli fark yoktur (Taylor bu insanı  Principles of Scientif ıcManagement'ta "öküz gibi adam" diye adlandır ır; bu aynı zamanda,çelişkili bir biçimde, kökleşmiş bir "sistematik aylaklık" eğilimininetkisinde olan, dolayısıyla doğasına göre çalışması için bir efendiye/ustaya ihtiyacı olan insanla aynı kişidir).12 Ancak SanayiDevrimi ve kapitalist ücretlilik tarzı burada bir yer değiştirmeye nedenolur. Artık horgörü nesnesi olan ve kar şılık olarak korkuyu besleyenşey, kayıtsız şartsız kol emeği değildir (tersine, paternalist, eskiye bağlı ideolojiler bağlamında, bu emeğin "zanaat" türünde olanlar ınınkuramsal olarak idealleştirilmesine tanık oluruz), "makinenin uzantısı"haline gelmiş, yani doğrudan bir örneği olmadan hem simgesel hem de bedensel bir şiddete maruz kalan bedensel emek ya da daha doğrusu

mekanikle şmi ş  bedensel emektir (iyi bilinir ki, bu emek Sanayi 

12. Frederic W. TAYLOR,   La Direction scientif ıque des entreprises, Fr.çevirisi, Editions Marabout; Robert LINHART'ın   Lenine, les paysans, Tay-l or'undaki, Le Seuil, Paris, 1976, ve Benjamin CORIAT'nın   LAtelier et lechronometre'indeki, Christian Bourgois, Paris, 1979, yorumlar ına bak ınız.Aynı zamanda benim, "Sur le concept de la division du travail manuel et in-tellectuel" başlıklı, Jean BELKH1R ve diğer., L'Intellectuel, l'intelligentsia et les manuels'indek ı , Anthropos, Paris, 1983, incelememe bak ınız. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 134/146

 IRK, ULUS, SINIF 264 

Devrimi'nin yeni aşamalar ıyla ortadan kalkmamış, birçok üretimsektöründe, hem "modernleşmiş", "zihinselleşmiş" biçimler altın-da hem de "arkaik" biçimler altında varlığını sürdürmeye devametmiştir). 

Bu süreç insan bedeninin statüsünü (bedenin insani statüsü-nü) değişikliğe uğratır: Bedeni, parçalara ayr ılmış ve bastır ılmış,yalıtılabilir bir hareket ya da işlev için kullanılmış, hem bütünlüğüiçinde bozulmuş hem fetişleştirilmiş, hem "işe yarar" organlar ı aşır ı gelişmiş  hem güçsüzleşmiş bir makine-beden olan insan-bedenler yaratır. Oysa ki her türlü şiddet gibi bu da bir direnişten

ve aynı zamanda bir suçluluktan ayr ı tutulamaz. "Normal" emek miktar ının kabul edilmesi ve işçinin bedeninden elde edilmesi an-cak mücadelenin bu emeğin sınırlar ını saptamasıyla mümkündür.Kural aşır ı sömürüdür; bünyenin alttan alta yık ıma uğratılmasıdır (ki bu da "soysuzlaşma" olarak eğretilenecektir); ve her ne olursaolsun emeğin zihinsel işlevlerinin bastınlmasındaki aşır ılıktır. İşçiiçin dayanılmaz olan bu süreç, efendileri taraf ından ideolojik vedüşsel yönden hazırlanması olmaksızın "kabul edilebilir" değildir:İnsan-bedenlerin varolması  bedensiz insanlar' ın varolması de-mektir; insan-bedenlerin parçalara ayr ılmış ve sakat (bu bedeninzihinden "aynlması"nın sonucudur) bedenli insanlar olması, insanırk ının üzerindeki tehditi kaldırmak için bireyleri başka bir beden-üstuyle donatmak, sporu, gösterişçi erkekliği yaymak gerektiğianlamına gelir.13 

Kimi zaman ırksal aşağılığın "fiziksel özelliklerinin" k ınan-masına, kimi zaman da üstün ırk ın "insan tipi"nin idealleştirilme- 

13. Hiç kuşkusuz kölenin "hayvanlığı" Aristo'da da, onun ticarettekiçağdaşlar ında da sorun yaratmıştır (nesnesi olduğu aşır ı cinselleştirme bununkanıtıdır); ancak Sanayi Devrimi yeni bir paradoks daha doğurmuştur: İşçinin"hayvansı" bedeni giderek daha az hayvan bir hale, daha çok teknikleşmiş, do-layısıyla insanlaşmış bir hale gelmişti. Bu, insanın alt-insan'laşmasından çok iist-insarila şmasının (bilişsel bilimlerin ve seçme tekniklerinin ve bunlaratekabül eden eğitimin "nesneleştirdiği" zihninde ve bedeninde), ve her durum-da bu ikisinin birbirine çevrilebilirliğinin yarattığı sık ıntıdır. Hayvanlık fan-tazmalar ından kurtulan bu çevrilebilirliğin yansıması, tercihen, taşıdığı "yabancı" statüsünün ona aynı zamanda bir "öteki erkek", bir "rakip" özelliğiverdiği emekçiye yöneltilir. 

SINIF IRKÇILI Ğ  I 265 

sine yol açarak modern ırkçılığın tüm varyantlar ını belirleyen be-denin estetize edilmesi (ve dolayısıyla fetişist tarzda cinselleştiril-mesi) sürecini tam olarak anlamamızı sağlayan sadece bu tarihseldurumdur, bu özgül toplumsal ilişkilerdir. Irkçı kuramlar ın tari-hinde biyolojiye başvurulmasının gerçek anlamını bunlar aydınla-tırlar: Bu başvurmanın bilimsel buluşlar ın etkisiyle hiçbir ilgisiyoktur; bedensel fantazmanın idealleştirilmesinden ve bir eğretile-meden ibarettir. Üst düzey biyoloji ve aynı zamanda diğer kuram-sal söylemler bedenin görünürlüğüne, oluş biçimlerine, davranış-lar ına, simgesel organlar ına ve uzuvlar ına eklemlendikleri tak-

dirde bu işlevi yerine getirebilir. Burada, daha önce yeni-ırkçılık konusunda ve onun zihinsel emeğin küçük parçalara bölünme-sinin en son biçimiyle olan bağı konusunda biçimlendirilen var-sayımlara uygun olarak, günümüzde IQ düzenlemesinden tutunda karar alıcı, entelektüel ve sportif "kadro"nun estetize edilme-sine kadar tanık olduğumuz, zihinsel yeterliliklerin "bedensel leşti -rilmesi"ni, yani ırksallaştınlmasını tanımlayarak devam etmek ye-rinde olur.14 

Fakat sınıf  ırkçılığının yapılışında belirleyici bir yan dahavardır. İşçi sınıf ı, tanımı gereği belirsiz "sınırlan" olan —çünkü

 bu sınırlar emek sürecindeki ve sermaye hareketindeki durmak  bilmez dönüşümlere bağlıdırlar— hem heterojen hem de oynak  bir topluluktur. Aristokratik kastlardan ve hatta burjuvazinin yö-netici kesimlerinden farklı olarak, bir toplumsal kast değildir. An-cak sınıf ırkçılığı (ve özellikle de göçmenler durumunda olduğugibi, milliyetçi sınıf ırkçılığı) işçi sınıf ının en azından bir k ısmı için bir kastın kapalılığına eşdeğer bir şey üretme eğilimindedir.Daha doğrusu (ya da en kötüsü): "toplumsal hareketlilik"te tamkapalılık, proleterleşme dalgalar ına olabildiğince tam açıklıkla

 birleşir. Şimdi meseleyi başka bir şekilde ele alalım. Kapitalist biriki-

min mantığı bu konuda iki çelişkili görünüş taşır: Bir yandan,emek ve yaşam koşullar ını emek pazar ındaki rekabeti sağlaya- 

14. Bu kitapta yer alan "Bir Yeni-Irkçılık Var mı?" ve "İrkçılık ve Milli-yetçilik" incelemelerine bak ınız. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 135/146

 IRK, ULUS, SINIF 266  

cak, "yedek sanayi ordusu"na sürekli olarak yeni güçler katacak, göreli  bir nüfus-fazlasını besleyecek  şekilde sürekli olarak hareketegeçirmek, süreksizleştirmek; diğer yandan işçi topluluklar ını, onlar ı iş için "eğitmek" ve işletmeye "bağlamak" üzere (ve aynı zamanda"paternalist" siyasal hegemonya ile işçi "aileciliği" arasındakitekabüliyet mekanizmasını işletmek üzere) uzun süreli olarak (birçok kuşak boyu) süreklileştirmek söz konusudur. Bir yandan, sadece ücretilişkisine bağlı sınıfsal durumun atalar kuşağı ve torunlar kuşağıylahiçbir ilgisi yoktur; son noktada "sınıfsal aidiyet" kavramının kendisi  pratik gösterimden yoksundur; hesaba katılması gereken şey sadece

sınıfsal durumdur. Diğer yandan işçi sınıf ının en azından bir k ısmınınişçi oğullan olması, bir toplumsal kal ıt ımın kurulması gerekmektedir.15 Fakat, pratikte, direniş ve örgütlenme güçleri de bununla birlikteçoğalır. 

Demografik politikalar, göç ve kentsel ayr ım politikalar ı — dahagenelde, D. Bertaux'nun antroponomik diye adlandırdığı pratikler 16 —   bu çelişkili gereklerden doğmuş ve 19. yüzyıl ortalar ından itibarenhem işveren hem devlet taraf ından, onlar ın paternalist (ki bu milliyetçi propagandayla sık ı sık ıya bağlıdır) ve disiplinci çifte görünümleriyleuygulamaya konulmuştur: bir yanda vahşi kitlelere kar şı "toplumsalsavaş" açmak, diğer yanda aynı kitleleri her anlamda"uygarlaştırmak"; günümüzde bunun mükemmel bir örneği "banliyö"ve "getto"lara yapılan toplumsal-po-lisiye muamelede görülmektedir.Irkçı karmaşık, gelip "nüfus sorununa" (buna bir dizi yananlamdahildir: doğum oranı, nüfus kaybı ve nüfus fazlası, "melezleştirme",kentleşme, sosyal konut, halk sağlığı, işsizlik) ekleniyorsa ve tercihen,

yanlı

ş bir ifadeyle "göçmen" olarak adlandı

r ı

lan ikinci ku şak sorununda yoğunlaşı-yorsa, bu bir tesadüf değildir; bilinmesi gerekenşey bu ikinci 

15. Bu sadece bireysel bir akrabalık anlamında değil, eğilim olarak dı-şar ıdan-evliliği uygulayan bir "nüfus" anlamındadır; sadece becerinin aktar ımı anlamında değil (bu aktar ıma çıraklık, okul eğitimi, sanayi disiplini aracılık eder), öznel kimliklerde ve kurumlarda inşa edilen "kolektif bir etik" anlamındadır. Daha önce sözü geçen eserlerden başka, bkz. J. P. DE GAUDE-MAR, La Mobilisation generale, Editions du Champ urbain, Paris, 1979.

16. Daniel BERTAUX, Destins personnels et structure de classe,PUF,1977.

SINIF IRKÇILI Ğ  I 267  

kuşağın —sınıfsal hak davasıyla kültürel hak davalar ını birleştirip,daha güçlü bir toplumsal kavgacılık geliştirme tehlikesini gözealarak— önceki kuşağın (tam deyimiyle "göçmen işçiler"in) yolunumu izleyeceği yoksa proleterliğin altına düşmek ile işçilik durumundan çıkmak arasında istikrarsız bir konumda bulunan "sınıf düşmüş" bireyler kümesini mi büyüteceğidir. Hem egemen sınıf açısından hem de halk sınıflan açısından sınıf  ırkçılığının ortayasürdüğü şudur: toplu olarak kapitalist sömürüye tahsis edilmiş olantopluluklar ı ya da iktisadi süreç onlar ı sistemin doğrudan kontrolündençekip aldığı (ya da önceki kontrolleri, yoğun işsizlikle, etkisiz hale

getirdiği) anda bu sömürü için yedekte tutulması gerekenleritanımlayıcı işaretlerle belirlemek. Sabit yerleri olmayanlar ı, kuşaklar   boyu "yerlerinde tutmak": Böylece o andan itibaren bir soyağaçlar ı olması gerekecektir. Göçebeliğin ve toplumsal kalıtımın çelişen buyruklar ını, kuşaklar ın evcilleştirilmesini ve direnişlerin bertaraf edilmesini tasavvurda birleştirmek. 

Eğer bu gözlemler doğruysa, işçi sınıf ının "kendi kendini ırk-laştırması" diye adlandırmakta tereddüt etmeyeceğim şeyin birbir-leriyle çelişen görünümlerine ışık tutabilir. Burada, emekçi toplu-luklar ının etnik ya da ulusal köken sembolleri etraf ında örgüt-lenmesinden tutun da  sını  fsal köken ölçütünü (dolayısıyla işçi ailesikurumunu, "birey" ile "sınıf ı" arasında sadece ailenin kurduğu bağı) veeme ğ e fazla de ğ er verilmesi ölçütünü (dolayısıyla sadece onunsağladığı erkeksi niteliği) merkez alan belli bir uvriye-rizmin "işçiler ırk ı" temsillerinin bir k ısmını, "sınıf bilinci" açısından yeniden üretiş  biçimine var ıncaya dek, hatırlanması gereken bir toplumsal deneyimler ve ideolojik biçimler yelpazesi vardır.17 Uvriyerizmin radikal  biçimlerinin, en azından Fransa'da, bizzat işçilerin başının altındandeğil, daha çok işçi sınıf ını "temsil etmek" isteyen (Proudhon'dankomünist partiye dek) entelektüellerin ve siyasal aygıtlar ın başınınaltından çıktığı doğrudur. Ne var ki bu biçimler kazanılmış konumlar ı,mücadele geleneklerini 

17. Bkz. G. NOIRIEL,   Longwy. Immigres et proletaires, 1880-1980,PUF, 1985; J. FREMONTIER,  La Vie en bleu. Voyage en culture ouvriere,Fayard, 1980; Françoise DUROUX,  La Famille des ouvriers: mythe ou poli-tique?, lisansüstü tezi, Paris-VII Üniversitesi, 1982. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 136/146

 IRK, ULUS, SINIF 268  SINIF IRKÇILI Ğ  I 269 

korumak, ve sınıf ırkçılığının "gösterenlerini burjuva toplumunakar şı çevirmek için, dışa kapalı "birlik" oluşturma eğilimine te-kabül ederler. Uvriyerizmi belirleyen kar şıt anlamlılık bu tepkiselkökenden ileri gelir: sömürü durumundan kurtulma arzusu venesnesi olunan küçümsemenin reddi. Bu kar şıt anlamlılığın en ba-riz olduğu yer tam da milliyetçilikle, yabancı düşmanlığıyla olanilişkisidir. İşçiler resmi milliyetçiliği fiilen kabul etmedikleri öl-çüde (kabul etmedikleri zaman) sınıf mücadelelerinin bozulmasınakar şı siyasal bir alternatifin taslağını oluştururlar. Fakat korku-lar ını ve hınçlar ını, umutsuzluklar ını ve meydan okuyuşlar ını ya-

 bancılara yansıttıklar ı ölçüde, savaştıklar ı şey söylendiği gibi sa-dece rekabet değil, çok daha derinde, kurtulmaya çalıştıklar ı kendisömürülme koşullar ıdır. Nefret ettikleri, proleter olarak ya da pro-leterleşme çark ına yeniden yakalanma tehlikesi taşıyanlar olarak,kendileridir. 

Sonuç olarak, nasıl ki milliyetçilik ile ırkçılığın sürekli kar şı-lıklı belirlenimi varsa, "sınıf ırkçılığı" ile "etnik ırkçılığın" da kar-şılıklı belirlenimi vardır ve bu iki belirlenim ba ğ ımsı z de ğ ildir.Her biri kendi sonuçlar ını, bir şekilde, diğerinin alanında ve onunzorlamasıyla ortaya çıkarmaktadır. Bu üst-belirlenimi kaba hat-lar ıyla anlatırken (ve ırkçılığın somut tezahürleri ile onun kuram-sal söyleminin yapılışını nasıl anlaşılır hale getirdiğini göstermeyeçalışırken) başlangıç sorular ımıza bir cevap getirebildik mi? Dahaziyade onlar ı yeniden biçimlendirdik. Milliyetçiliğe oranla ırkçılı-ğın, onu oluşturucu fazlalığı diye adlandırdığımız şey, aynı za-manda, sınıf mücadelesi açısından bir eksikliğin belirtisi olarak 

görünmektedir. Fakat bu fazlanı

n, milliyetçiliğin (onun dinamiğinikullandığı halde) sınıf mücadelesine kar şı oluştuğu olgusuna bağlı olmasına ve bu eksikliğin de sınıf mücadelesinin kendinimilliyetçilik taraf ından bastır ılır bulması olgusuna bağlı olmasınarağmen, ikisi birbirini götürmez: daha çok birbirine eklenme eği-limindedir. Milliyetçiliğin öncelikle toplumun ve devletin —dahasonra sınıf mücadelelerine çarpacak— birliğini tahayyül etme vehedeflemenin bir yolu mu, yoksa öncelikle sınıf mücadelesininulusal birliğin önüne koyduğu engellere bir tepki mi olduğu esasolarak önemli değildir. Buna kar şın, hem ulusla devlet arasında 

kapanmaz bir mesafenin hem de durmak bilmeden yeniden ortayaçıkan sınıfsal uzlaşmazlıklar ın bulunduğu bir tarihsel zeminde,milliyetçiliğin kimi zaman diğer biçimlere (dilsel milliyetçilik) ra-kip olarak, kimi zaman da onlarla birleşerek kaçınılmaz olarak ırk-çılık biçimini aldığını ve böylece bir ileriye kaçışa giriştiğini göz-lemlemek çok önemlidir. Irkçılık, bireylerin bilincinde azınlıkta yada saklı olsa bile, milliyetçiliğin sınıf mücadelesiyle eklemlenme-sine, terimin çifte anlamıyla ihanet eden, onun bu "içsel" fazlası-dır. Sonsuzca sürdürülen paradoksu da bundan ileri gelmektedir.Paradoks şudur: insanlar ın doğalar ı gereği kendilerini "evlerinde"

hissedecekleri, çünkü "biz bize" olacaklar ı bir ulus-devleti geçmi-şe dönük bir biçimde tahayyül etmek, ve bu devleti içinde oturula-maz k ılmak; durmadan düşmanın "içeride" olduğunu keşfederek ve cemaati, kendi bölünmelerinin hayali yapımlar ı olmaktan öteyegitmeyen işaretlerle özdeşleştirerek, onu "dış" düşmanlar kar şı-sında birleşmiş bir cemaat olarak ortaya çıkarmaya çalışmak.Böylesi bir toplum, siyasal olarak tam anlamıyla yabancılaşmış bir toplumdur. Zaten çağdaş toplumlar ın hepsi bir ölçüde kendi siya-sal yabancılaşmalar ıyla boğuşup durmuyorlar mı ? 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 137/146

 

Günümüz Fransası'nda ırkçılığın gelişmesi, genelde bir  krizgörüngüsü olarak; iktisadi fakat aynı zamanda siyasal, ahlaksal yada kültürel bir krizin az çok kaçınılmaz, az çok kar şı konulabilir sonucu olarak sunulmaktadır. Bu değerlendirmede, tartışılmazunsurlarla mazeretler, küçümseyişler ve az çok çıkara dayalı ya-nılgılar birbirine kar ışmaktadır. Burada, bizzat kriz kavramınınikircillikleri de tartışmayı iyice bulandırmaktadır.1 Bu noktadaçarpıcı olan bir kez daha bir döngüyle kar şı kar şıya oluşumuzdur:"Irkçılığın tırmanışı", "birdenbire tehlikeli hale gelişi", güçlenensağ partilerin programına ve daha genelde siyasal söyleme girişi;

 bütün bunlar, bir krizin, geçmişte Nazizm'in ya da antisemitizmve milliyetçilik "bayraklar ının" yükselişi gibi, toplumsal ilişkileriderinden etkileyen ve tarihsel hale gelmekte kararsızlık gösterenbüyük  bir krizin varlığına işaret eden özellikler göstermektedir.Mekanikçi açıklamalar ı (iktisadi kriz  yüzünden işsizlik, işsizlik 

 yüzünden işçiler arasında rekabetin şiddetlenmesi, bu yüzden dekin, yabancı düşmanlığı, ırkçılık... türünden açıklamalar) ve mis-tik açıklamalar ı (kriz yüzünden çöküşün bunaltısı, kitlelerin "ak ıl- 

* Bu makale, ilk kez 1985'te la Maison des sciences de l'homme'a sunul-muş metnin gözden geçirilmiş biçimidir. 

1. "Kriz, hangi kriz?" sorusu, krizin kim için, hangi "sistem" açısından,hangi eğilim açısından ve hangi göstergelere göre varolduğunu sormadan, ta-rihsel konjonktürleri incelemek için bu kategoriyi kullanmanın olanaksızolduğunu göstermesi bak ımından haklı bir sorudur (bkz. S. AMİ N, La Crise,quelle crise? Dynamique de la crise mondiale, Maspero, 1982). 

 İ  RKÇILIK VE KR İ  Z 271 

dışı olan"ın büyüsüne kapılması... ki ırkçılık bunun bir ifadesi o-lacaktır, türünden açıklamalar) bir yana bırak ırsak elimizde tar-tışılmaz kar şılıklı bağıntılar kalır. İngiltere'de altmışlı yıllardan

 beri "cemaatlerin" çatışmasını hızlandıran, milliyetçiliği besleyen,"Thatcherizm"in, "Powellizm"in yerini doldurmasını ve renklinüfusu suç yuvası olarak gösteren yoğun bir propagandayla2 bir-likte bask ıcı kanun ve nizam politikalar ının benimsenmesini ko-laylaştıran şeyler, sanayisizleşme, kentsel yoksullaşma,  Refah

 Devletinin çözülüşü, ve imparatorluğun gerilemesidir. Ve Fran-sız toplumu da seksenli yıllar ın başından beri, benzer bir yola gir-

miş gibi görünmektedir. Irkçı suçlar ın ve polisin "hata"lar ının ço-ğalması3, yurttaşlık hakk ının sınırlanması projeleri, Ulusal Cep-he'nin yükselişi, bunu haber veren işaretler olabilir. Bazılar ı şöylediyecektir: Fransa aynı uçurumun kenar ında henüz tereddüt eder gibidir. 

Özellikle ırkçılık olgusunun, onu vücuda getiren şiddet edim-lerinin, toplumsal krizin etkin bir bileşkesi haline geldiği ve ondansonra da krizin evrimini etkilediği tartışılmazdır. İşsizlik, kentleş-me, okullaşma sorunlar ı ve aynı zamanda siyasal kurumlar ın iş-leyişi (oy verme hakk ı sorununu düşünelim) ile göçmen fobisi-nin, göçmenlerin (ya da çocuklar ının) kendi savunma mekanizma-lar ının ve birbirinin antitezi olan "Fransız kimliği" kavrayışlar ı arasında büyüyen kar şıtlığın oluşturduğu karmaşık arasındaki

 bağlantı giderek daha da güçlenmektedir. Sonunda bir zorunlu- 

2. Bkz. Kristin COUPER ve Ulysses SANTAMARIA, "Grande-Bretagne:la banlieue est au centre", Cahier de Banlieues 89, Murs, murs dergisinin

Aralık 1985, II. sayısının yurttaşlık ve melezleşme konulu eki; Paul GIL-ROY, The re Ain't No Black in the Union Jack, The Cultural Politics ofRaceandNation, Hutchinson, Londra, 1987.

3. Suçlar ın ve "hata"lar ın (yani polislerin işlediği suçlar ın) artan simetrisi ırkçılığın ve özellikle de Nazizm'in tarihindeki klasik durumlar ı andıranönemli bir görüngüdür. Aynı zamanda Michel Foucault'nun "gayri meşruluk lar" konusunda sorduğu sorular ın yerindeliği için, eğer ihtiyaç varsa, bir onaydır. Tüm sorunu başka bir noktadan, ırkçılık ve kurum arasındaki ilişkiler açısından, "toplumdaki" ve "devletteki" ırkçılık açısından sorgulama çerçevesinde ele almak gerekmektedir. Bkz. K. COUPER ve U. SANTAMARIA, "Vio-lence et legitimite dans la rue",  Le Genre humain, no. 11, La Societe face auracisme, 1984-1985 sonbahar-k ış sayısı.

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 138/146

 IRK, ULUS, SINIF 272   IRKÇ1LIK VE KR İ   Z 273 

îuğun biçimlerini alır hale gelmiştir. Korku siyasetinin ya da fela-ket tellallığı siyasetinin profesyonellerine yer açan ve bununla

 bağlantılı olarak ulusal topluluğun bir k ısmını bu noktada sansür ve otosansür uygulamaya teşvik eden de işte budur. Daha dakötüsünün varolduğuna (tarihsel örneklere dayanarak) inanıldı-ğında, ırkçılık daha vahim bir hal almasın diye bu konuda susmak daha iyi olmaz mı? Hatta sonuçlar ı kontrol edememek korkusuy-la, nedeni ortadan kaldırmak (yani, varlıklar ıyla "red tepkileri"neyol açan "yabancı topluluklar ı" —kendi nitelikleri ya da istekleridolayısıyla "asimile olabilir" olan herkesi "asimile etmek" koşu-

luyla— ülkelerine geri göndermek) daha iyi olmaz mı? Aslına bak ılırsa neden ve sonuçtan ziyade, konjonktür içindeırkçılık ve krizin kar şılıklı etkisinden söz etmek gerekir: Yani, top-lumsal krizi ırkçı kriz olarak nitelendirmek, özellikle belirtmek veaynı zamanda, belirli bir toplumsal oluşumda, belli bir anda or-taya çıkan "kriz ırkçılığı"nın ayırt edici ve belirleyici özellikleriniaraştırmak gerekmektedir. Başlarken mazeretler ve yanılgılar diyeadlandırdıklar ımın önüne geçme şansını böylece yakalayabiliriz.Gerçekte, ırkçılığın daha görünür hale gelmesi, hiç yoktan ya da

 pek az şeyden ortaya çıkması demek değildir. Amerikan toplumugibi diğer toplumlar için apaçık olan şey gerçekte bizim için degeçerlidir: Irkçılık, ulusal kimlik diye adlandır ılan şeyle bir bütünoluşturan uzun vadeli maddi yapılarda (psişik ve toplumsal-siya-sal yapılar da dahil) yerleşmiştir. Çalkantılarla, inanışlar ın tersyüzoluşlar ıyla sınansa da sahneden ve her halükârda kulislerden, hiçkaybolmaz. 

Bununla birlikte, önceleri fark edilmeyen bir kopuş gerçek-leşmiştir: Gizli kalan bir yapının varlığını ve bu yapıyla liberaldevletin resmi hümanizminde yer alan sansür arasındaki çatışmayı göz önünde tutarak  ırkçılığın edime geçi şi olarak adlandırmayı önereceğim açık ırkçılık (bu geçiş söylemden "bireysel" şiddete,oradan da ufkunda dışlamanın ya da ayr ımcılığın kurumlaşma-sının belirdiği örgütlü harekete varan derece derece bir ilerleyişlegerçekleşir) hedeflerini ve taşıyıcılar ını değiştirir. Konjonktürünçözümlenmesi için öncelikle önem taşıyan şey bu yer değiştir-melerdir: Irkçılığın, öncelikle entelektüellerin mi yoksa halk ta- 

kalar ının mı, ya da terimin geleneksel anlamıyla küçük burjuva-lar ın mı (küçük mülk sahipleri), yoksa ücretlilerin (özellikle iş-çilerin) mi olgusu olduğu, ne dili açısından, ne amaçlar ı açısın-dan ne de yayılma gücü açısından önemsizdir; öncelikle Yahudi-leri mi, Araplar ı mı, genelde "'météque"leri* mi hedef aldığı, hu-kuki anlamda yabancı üzerinde mi yoğunlaştığı, yoksa toplumsal

 bünyenin ar ılaştır ılmasına dair bir fantazma, "Sahte Fransızlar ın,ulusun içinde güya kistleşmiş olan yabancılar ın, kökününkazınmasına dair bir fantazma mı geliştirdiği de aynı  şekildeönemsiz değildir. Kriz ırkçılığı hiç de tamamıyla yeni, geçmiş 

örneği ya da kökenleri olmayan bir şey değildir. Fakat, (bizzatmağdurlara "hoşgörü eşikleri" olarak yansıtılan) bazı  ho ş görü- süzlük e şiklerinin aşılmasıdır. Ve giderek çeşitlenen durumlarda  —kentlerde komşuluk, aynı zamanda iş konusunda; cinsel veailesel ilişkiler, aynı zamanda siyaset konusunda— bir "ırklaştır-ma" tavr ını benimseyen yeni toplumsal sınıflar ın ya da tabaka-lar ın (ya da daha çok yeni toplumsal tabakalarda giderek çoğalan

 bireylerin) eyleme geçişi, sahneye çık ı şıd ır. Şöyle ifade etmek daha doğru: Eğer radikal biçimiyle Hitler 

örneğinin, sömürgeci ve Amerikan ırk ayr ımı örneklerinin, o "se-vimli Beyazlar"ıyla telkin ettiği gibi, ırkçı ideolojinin temelde(yalnızca bir aşma anlamında değil sınıfsal dayanışmanın etkin

 bir inkâr ı anlamında da)  sını flararası   bir tutuma sahip olduğudoğruysa, kriz ırkçılığı, sınıf ayr ılıklar ının artık "yabancılar"konusunda eğilim olarak farklı tutumlar ı belirlemeyip yerlerinidışlama üzerine ve düşmanlık konusunda sessiz bir suç ortaklığı üzerine kurulu bir toplumsal "uzlaşma"ya bıraktıklar ı bir kon-

  jonktürü belirtmektedir. En azından, sınıf ayr ılıklar ını görelileş-tiren bir uzlaşmanın belirleyici faktörü haline gelmektedir. 

Bu bak ış açısıyla —belli bir özgünlük iddiasında olmadan— günümüz Fransız toplumunda bazı eşiklerin  şimdiden aşılmış ol-duklar ını gösteren bazı belirtiler öne sürülebilir. 

Önce göç karmaşığının oluşumuna dikkatle bakalım. Bundan 

* Küçümseyici anlamda, Fransa'ya yerleşmiş ve dış görünüşüyle dav-ranışlar ı hoşa gitmeyen Akdenizli yabancı, (ç.n.) 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 139/146

 IRK, ULUS, SINIF 274   IRKÇILIK VE KR İ  Z 275 

kastettiğimiz basit anlamda, göçmen olarak adlandır ılan heterojentopluluğun dışar ı atılmaya ve saldır ılara maruz kalışı olgusu değil,şu türden açıklamalar ın bugünkü kabul edilebilirlikleridir: "Bir göç sorunu vardır", "göçmenlerin varlığı bir sorun oluşturmakta-dır" (sorunu "çözme"ye niyetlenme biçimi ne olursa olsun buaçıklamalar genel bir kabul görmek üzeredir). Gerçekte bu açıkla-malar ın özelliği, ister işsizlik, ister yerleşim, sosyal sigorta, okul-laşma, halk sağlığı, âdetler, isterse suç eylemleri olsun, tüm top-lumsal "sorun"lar ın "göçmenlerin" varlığı olgusundan çıkan ya daen azından bununla daha vahim hale gelen sorunlara dönüştüğü

sonucunu çıkarmalar ıdır. Böylece göçün azaltılmasının vemümkünse kaldır ılmasının —pratikte, tabii ki en "can sık ıcı", enaz "kabul edilebilir" ya da "asimile edilebilir" olanlardan, en az"işe yarar" olanlardan başlayarak mümkün olduğu kadar çok göçmenin dışar ı atılmasının— toplumsal sorunlar ın çözülmesineolanak sağlayacağı ya da en azından çözüm yolunda bir engeli or-tadan kaldıracağı düşüncesi yayılmaktadır. Burada, bu tezlerinteknik olarak çürütülmesine bile girmeden4, çok önemli olan ilk 

 paradoksa değiniyoruz: "göçmenlerin toplumsal sorunlar ı ya da  göçmenleri topyekün etkileyen toplumsal sorunlar ne denli azözgülse, onlar ın varl ı ğ ı bunlardan, dolaylı biçimler altında bile ol-sa, o denli fazla sorumlu tutulur. Bu paradoks da kendi hesabına,tam anlamıyla canalıcı olan yeni bir sonuç ortaya çıkarmaktadır:Göçmenleri tek ve aynı "sorunun", tek ve aynı "krizin" görü-nümleri olarak düşünmeye iten şey onlar ın bir dizi sorunun hep-sinden sorumlu ve bunlara bulaşmış sayılmalar ıdır. Burada,ırkçılığın esas ayırt edici özelliklerinden birinin kendini günü-müzde yeniden üretişinin somut biçimine var ılmaktadır. Bu, ırk-çılığın, "toplumsal patolojinin" tüm boyutlar ını, ırktan ya da sonzamanlardaki eşdeğerlerinden türeyen bir dizi gösteren ile sınırlı tek bir davada birleştirme becerisidir. 

4. Göçmenler Sosyal Güvenlik kaynaklar ına yük olmamakta, tersine bunlar ı beslemektedirler; toplu halde geri gönderilmeleri hiçbir iş alanı yarat-mayacak, hatta bazı iktisadi sektörlerin istikrar ını bozarak iş alanlar ını ortadankaldıracaktır; suç oranlar ındaki paylar ıda "Fransızlar"dan daha hızlı anmamak-tadır, vb. 

Dahası da var. Bizzat göçmen ve göç kategorileri ikinci bir   paradoksu içermektedir. Bunlar, hem birle ştirici hem de fark-l ıla şt ır ıcı kategorilerdir. Coğrafi kökleri, özel tarihleri (dolayısıylakültürleri ve yaşam tarzlar ı), ulusal alana giriş koşullan ve hukuk-sal statüleri tamamen farklı yapıda olan "nüfuslar ı", tek bir durum-da ya da tek bir tipte özümlerler. Böylece, nasıl bir Kuzey Ame-rikalı çoğunlukla bir Çinli'yi, bir Japon'u, bir Vietnamlı'yı, hatta

 bir Filipinli'yi (hepsi çekik göz'dür) birbirinden ya da bir Portori-kolu'yu bir Meksikalı'dan (hepsi chicano'âm) ayırt edip belirt-mekten acizse bir Fransız da çoğunlukla bir Cezayirli'yi, bir Tu-

nuslu'yu, bir Faslı'yı, bir Türk'ü birbirinden ayırmaktan acizdir (hepsi "Arap"tır, bu daha baştan basmakalı p ırkçı bir yargı oluştu-ran, genel kapsamlı bir adlandırmadır ve bougnoules*, ratons**gibi hakaretlere çanak tutar). Daha genelde "göçmen", etnik ve sı-nıfsal ölçütleri birleştiren, yabancılar ın karman çorman içine bocaedildiği —ama bütün yabancılar ın değil ve sadece yabancılar ın dadeğil— karma bir kategoridir.5 Gerçekte tam olarak, görünürde"nötr" olan yabancılar bütününü ayr ıştırmaya olanak sağlayan bir kategoridir. Kuşkusuz bu bütünün ikircillikleri vardır: bir Porte-kizli (Paris'te) bir  İspanyol'dan daha çok, bir Arap ya da Siyah'tan daha az "göçmen" olacaktır; bir İngiliz ya da bir Alman tabii ki"göçmen" olamaz; bir Yunanlı belki; İspanyol bir işçi, hele Faslı 

 bir işçi "göçmen" olacaktır ama bir İspanyol kapitalist, hatta Ce-zayirli bir kapitalist öyle olmayacaktır. Buradan kategorinin, ön-cekinden ayr ılmaz olan farklılaştır ıcı yanına, daha önce gördü-ğümüz gibi dış farklılaşmaya, fakat aynı zamanda iç farklılaşmayavar ıyoruz; çünkü birlik ancak sonsuz bir tür çeşitliliği içinde der-hal maddiyata çevrilmek üzere ortaya konmuştur. Gerçek bir onur  

* Senegalli Beyazlar'ın ve Kuzey Afrika'daki Avrupalılar'ın bu bölgelerinyerlileri için kullandıklar ı aşağılayıcı, ırkçıhakaret, (ç.n.) 

** sıçan yavrusu; Kuzey Afrikalılar'a yönelik aşağılayıcı, ırkçı hakaret.(ç.n.) 

5. Burada Wallerstein'ın alıntıladığı, Jean Genet'nin Siyahlar hakk ındakisorusunu ("Siyah nedir ve her şeyden önce onun rengi nedir?") biraz değiştire-rek şöyle tekrarlayacağım: Göçmen nedir ve o her şeyden önce nerede doğmuş-tur? 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 140/146

 IRK, ULUS, SINIF 276    IRKÇILIK VE KR İ  Z 277  

meselesine yol açarak (ne birbirini aldatmak ne de aldanmak gere-kir), söylemde biçimlendirilen ve davranışlarda gelişen, "göçe"dair gündelik bir vicdan muhasebesi vardır. "Araplar ı sevmeyen-ler", "Cezayirli arkadaşlar ı" ile övünebilmektedirler. Araplar'ın"asimile olamaz" olduklar ını (İslam, sömürge döneminin mirası vb. nedeniyle) düşünenler Siyahlar'ın ya da İtalyanlar'ın öyle ol-madıklar ını kanıtlayabilmektedirler. Ve bu böyle sürüp gider. Vetüm vicdan hesaplaşmalar ı gibi bunun da kendi çıkmazlar ı vardır:Tanım olarak hiyerar şize edicidir, ama bununla beraber kendihiyerar şize etme ölçütlerinin ("dinsel", "ulusal", "kültürel", "psi-

kolojik", "biyolojik" ölçütler) tutarsızlığına çarpı p durmakta ve bulunmaz bir tehlikelilik ve üstünlük ölçeği arayışında bunlardanfaydalanmaktadır. Bu ölçek, Siyahlar'ın, Yahudiler'in, Araplar'in, Akdenizliler'in, Asyalılar'ın, "yerlerini", yani orada oldukla-r ında "onlara nasıl davranılması", "nasıl bir tutum alınması", "neyapılması" gerektiğinin bilinmesini sağlayacak hayali yerlerini ala-caklar ı bir ölçektir. 

Göç kategorisi söylemleri ve davranışlar ı bu şekilde yapılan-dırmaktadır, fakat en az bunun kadar önemli bir  şey daha yap-maktadır: Irkçıya, ırkçı olarak birey ve gruba, "kendi bilinci"nintemel etkeni olan tanınacak ve araştır ılacak bir dü şünce, bir "nes-ne" yanılsamasını verir. Bu cümleyi yazdıktan sonra bir ikircillik taşıdığının fark ına vardım. Çünkü burada varolan şey, düşünceyanılsaması değil, yanılsama yarat ıcı  bir nesnenin fiili düşünce-sidir. Sınıflandıran düşünür, düşünen de varolur. İçinde bulundu-ğumuz durumda, sınıflandıran toplu olarak varolmaktadır. Daha

doğrusu —yeniden düzeltmek gerekli—sı

flandı

ran, üyelerinin benzerliği üzerine kurulu bir topluluktan ibaret olan bu yan ılsa-mayı fiili olarak vareder. Irkçılık-kar şıtlığı, bu çifte edimselliğidoğru değerlendiremediği için, sık sık, ırkçılığın bir dü şünce yok-lu ğ u, gerçek anlamda bir zihinsel gerilik olduğu ve onu gerilet-mek için düşünmenin ya da dü şündürtmenin yeterli olacağı yolun-daki yanılsamayla kendini avutur. Halbuki dü şünce tarzını de ğ i ş-tirmek söz konusudur, yani yapılabilecek en zor şeyi yapmak. 

Burada kendi hesabımıza —nasıl ki "göçmen", bireyleri ırkçı  bir tipolojiye yerleştirmeye olanak sağlayan başlıca ayırt edici 

özellikse—   günümüz Fransası'nda "göç"ün de tam anlamı yla, ır-k ın yeni ad ı haline geldi ğ ini keşfediyoruz; bu isim yenidir amaişlevsel olarak eskisinin eşdeğeridir. Bu noktada daha önce sö-mürgeci ırkçılığın, birliğin ve farklılaşmanın vicdan hesaplaşma-sına, sadece kendiliğinden söyleminde değil, kurumlar ında ve yö-netim pratiklerinde de temel bir işlev verdiğini hatırlamak gerekir.Sömürgeci ırkçılık bunu, şaşk ınlık verici olan genel "yerli"6 ka-tegorisi diye bir şey uydurarak ve aynı zamanda (kavim [ethnie]kavramının kökeninde bulunan) "etnik" alt bölümleri bu potada,hiyerar şiler ve ayr ımlar ("Tonkinler" ve "Annamlar", "Araplar" ve

"Berberiler," vb.) oluşturmaya olanak sağlayacak güya tek-an-lamlı sahte tarihsel ölçütler yoluyla çoğaltarak yapmıştır. Nazizmde, alt-insanlar ı* "Yahudiler" ve "Slavlar" şeklinde bölerek, hatta

 bunlar ı da kendi içlerinde bölerek, ve soysal tipolojiler sabukla-masını bizzat Alman halk ına taşıyarak aynı şeyi yapmıştır. 

Cinse ilişkin bir göç kategorisinin oluşturulmasının ortaya çı-kardığı sonuçlar bununla kalmaz. Bu kategori, tam milliyetçi söy-lemin tarihsel olarak aynı devlet çerçevesinde toplanmış halklar ın

 bölünmez birliğini ilan ettiği anda, kendilerini az çok utanç verici bir dıştalık statüsüne atılmış ve bununla sınırlanmış bulan Fransızmilliyetindeki bireyleri içine almaya çalışır: Fransız topraklar ı üze-rinde doğmalar ı ya da yurttaşlığa kabul edilmeleri nedeniyle Fran-sız milliyetinde olmalar ına rağmen, siyah Antilliler'in ve çok sayı-da "yabancı kökenli" Fransız'ın pratikte durumlar ı budur. Böyle-ce, pratik ve kuram arasında, bazılar ı eğlendirici görünebilecek çelişkilere var ılmaktadır. Yeni Kalendonya'daki bağımsızlık yan-lısı bir Kanak kuramsal olarak "yurdunun" bütünlüğüne zarar ve-ren bir Fransız yurttaşıdır; ama "metropol "deki bir Kanak, bağım- 

* "Sous-homme" terimi Himmler taraf ından bir konuşmada kullanıl-mıştır, (ç.n.) 

6. Bu şaşırtıcıdır, çünkü ilke olarak yerli "o yerde doğmuş" olandır. Yanisömürgelerin herhangi birinde: Buna göre Fransa'da yerleşmiş, sömürgelerden  bir Afrikalı "yerli" kalır ama Fransa'daki bir Fransız tabii ki yerli değildir!Sömürgeci bilimin etniklik kavramını inşası için bkz. J.-L. AMSELLE, E.M'BOKOLO,Au cær de l'ethnie. La Découverte, 1985. Fransız Baş bakanı (J.Chirac) yak ın zamanda, "Kanak halk ı yoktur, o bir etnik grup mozaiğidir,"dedi. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 141/146

 IRK, ULUS, SINIF 278   IRKÇILIK VE KR İ   Z 279 

sizlik yanlısı olsun olmasın, hiç bir zaman için siyah bir göçmen-den başka bir şey değildir. Liberal (sağcı) bir milletvekili göçün"Fransa için bir şans olduğu"7 düşüncesini açıkladığında ona ha-karet etmek üzere tak ılmış "Stasibaou" lakabıyla gülünç durumadüşürüldüğünü gördü! Bu bak ımdan en anlamlı olgu, muhafa-zakâr kamuoyunun (ki sınırlar ını belirlemek oldukça risklidir) Ce-zayirliler'in Fransa'da doğmuş olan çocuklar ını, "göçmen ikincikuşak" ya da "ikinci kuşak göçmenler" olarak göstermedeki ve

  zaten parçası olduklar ı  Fransız toplumuyla "bütünleşmelerininmümkün olup olmadığı" üzerine (bütünleşme kavramını, yani

gerçek bir tarihsel ve toplumsal bütüne aidiyeti, her türlü uyuş-mazlığı önlemek için peşinen bir güvence sayılan mitsel bir "ulu-sal tip"e uygunluk kavramıyla sistematik bir biçimde kar ıştırarak)sürekli olarak kafa yormaktaki inatlar ıdır. 

Böylece sözünü ettiğim ikinci paradoksa var ılır: Göç katego-risiyle belirtilen nüfus gerçek anlamda ne kadar az "göçmen"se,

 yani statü ve toplumsal i şlev açı sından, fakat aynı zamanda âdetler ve kültür açı sından8 ne kadar az yabancı ysa o denli yabancı bir bünye olarak gösterilir. Elbette ki bu paradoksta belli bir  ırk ku-ramı olsun olmasın, ırkçılığın belirleyici bir özelliği yine kar şımızaçık ıyor ki, bu da soybilimsel ilkenin uygulanmasıdır. Melez-leşme ve çok-etnik gruplu ya da çok-kültürlü ulus saplantısının,Fransız toplumunun bir k ısmının kendi dönüşümlerine direnişininve hatta çoktan olup bitmiş dönüşümlerini, yani kendi tarihiniinkâr edişinin özel bir hali olduğundan da kuşkulanabiliriz. Bu di-renişin, bu inkâr ın, tüm toplumsal sınıflara, özellikle de çoğunluk olması nedeniyle daha düne kadar bir dönüşüm gücünü temsiletmiş sınıfa ait olan, daha geniş çevrelerde görünmesi olgusu,gerçekte haklı nedenlerle derin bir krizin belirtisi olarak değerlen-dirilebilir.  

7. Bernard STASI,  L'lmmigration: une chance pour la France, R. Laf-font, 1984.

8. R. GALLISSOT'nun deyimiyle "Fransız-Cezayirli kar ışımı"nın evrimiüzerine kurulabilecek varsayımlar ne olursa olsun, bu değişmez. Bkz. R.GALLISSOT, Misere de iantiracisme, Editions de l'Arcantere, Paris, 1985, s.93; yine bkz. Juliette MINCES, La Generation suivante, Flammarion, 1986.

Bu da bizi ikinci bir belirtiyi tanımlamaya götürmektedir.Fransız toplumunun siyasal tarihini gözönüne alarak, bu belirtiyigöç karmaşığının oluşumu kadar önemli sayıyorum; daha doğ-rusu bu oluşumdan ayr ılamayacağını düşünüyorum. Bu ikisini

 birbirinden yalıtabileceklerini sananlar uydurma bir tarih yarat-maktan öteye gidemezler. Sözünü ettiğim şey, son yıllarda belkitoplu şiddet hareketleri açısından değilse de seçimlerdeki sapmalar ve özellikle de göçmen işçilerin hak arama mücadelelerinin yalı-tılması açısından ipuçlar ını yakalayabildiğimiz, kitlesel  ırkçıl ı ğ ınve özellikle de i şçi sını f ının ırkçıl ı ğ ının yayılmasıd ır. 

Bu noktada birçok önlem almak gerekir ama sonuçta bunlar olgunun beraberinde getirdiği sonuçlar ın tehlikeliliğini artırmaktan

 başka bir şey yapmazlar. İlk olarak, toptan bir şekilde bir sını f ınırkçıl ı ğ ından söz etmek anlamdan yoksun bir ifadedir: Seçilengöstergeler ne olursa olsun (ve bu göstergelerin, siyasal söyleminkurnazlıklar ına yatk ın "kültürlü" bireylerin inkâr stratejilerini at-layarak, kitlesel ırkçılığı artırma eğiliminde olduklar ını da göz-önünde bulundurarak) bütün anketler bunu göstermektedir. Ger-çekte bir sınıf ın ırkçılığından söz etmek, ırklaştır ıcı bir mantığınkendisine dahil olan yansıtmacı bir açıklama tipidir. Buna kar şınanlamlı olan, sınıfsal bir koşulun ya da konumun ayırt edici özel-likleri olan —iş, boş zaman, komşuluk, akrabalık ilişkilerinin ku-rulması, militanlık gibi— verili durumlardaki ırkçı tutumlar ın vedavranışlar ın sıklığını sorgulamaktır. Ve özellikle de, ırkçı eğilimedirenişi ya da teslim oluşu önceden varsayan örgütlü pratiklerinzaman içinde ilerleyişini ya da gerileyişini ölçmektir. 

İkinci olarak, burada "seçkinler"in, egemen sı

flar ı

rk-çılığı ya da entelektüel ırkçılık sorunu kar şısında kitlesel ırkçılık (ya da "halk kitlelerinin" ırkçılığı) sorununa verilen öncelik, ne buikisinin birbirinden yalıtılabileceğini ne de birincisinin kendiliğin-den, diğerlerinden daha keskin olduğunu gösterir. Aksine, ırkçılı-ğın kitleselleşmesinin, ırkçılık-kar şıtlığının sömürülen sınıflara veözellikle de işçi sınıf ına özgü kurumsal biçimlerinin bozulmasıyla

 birlikte, ırkçılığın "hegemonya halini alması"nda geri dönüşü çok zor bir e şik oluşturduğunu gösterir. Nitekim tarihsel deneyim (ister anti-faşizm deneyimi ister sömürge savaşlar ına direniş deneyi- 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 142/146

 İ  RK, ULUS, SINIF 280   IRKÇILIK VE KR İ  Z 281 

mi olsun) göstermiştir ki, işçi sınıf ı, ırkçılık-kar şıtlığının ortayaçıkar ıl masında bir önceliğe sahip olmasa da, gelişiminde ve etkilioluşunda, ister ırkçı propagandaya direnişiyle olsun, ister ırkçı bir siyasetle gerçekten bağdaşmaz olan siyasal programlara katılışıylaolsun, yeri doldurulamaz bir temel oluşturmaktadır. 

Üçüncü olarak, ırkçılığın işçi sınıf ında (ya da işçi sınıf ına)yayılmasından söz etmek bizi, olgunun öncesindekileri ve kökle-rinin derinliğini bir kez daha hafife almaya itmemelidir. Fransaörneğiyle devam edersek, herkes işçilerdeki yabancı düşmanlığı-nın yeni bir  şey olmadığını ve art arda İtalyanlar'a, Polonyalı-

lara, Yahudiler'e ve Araplar'a vb., güdüldüğünü bilmektedir. Ya- bancı düşmanlığı basit bir yapısal göç olgusundan ve emek pa-zar ında rekabetten çok (Fransa yüzyıllardır işgücü ihraç eden bir ülkedir), patronlar ın ve devletin, nitelikli işleri ve kadrolar ı az çok yeni "Fransızlar"a, niteliksiz işleri göçmen işgücüne ayırarak, hattaçok fazla sayıda niteliksiz işgücünü gerektiren, bu nedenle göçe

 büyük çapta başvurma olasılığı taşıyan (bu strateji bugün de de-vam etmektedir: "kaçak göç" sorununu düşünün) sanayileşmemodelleri seçerek, çalışanlar ın hiyerar şize edilmesini örgütleme

 biçimlerine bağlıdır.9 Şu halde Fransız işçilerinin ırkçılığı nitelikliolmanın göreli ayr ıcalıklar ına, sömürü ve aşır ı sömürü arasındakifarka organik olarak bağlıdır. Burada tek-anlamlı bir nedensellik yoktur: bunun kanıtı göçmen militanlar ın enternasyonalizmininFransız işçi hareketinin tarihinde oynadığı önemli roldür. Bununla

 birlikte, ne denli önemsiz ve zayıf olurlarsa olsunlar bu ayr ıcalık-lar ın savunulmasının işçi sınıf ı örgütlerindeki (buna belediyeler-deki, sendikalardaki, kültürel hayattaki "motor kayışlar ıyla" en iyidönemindeki komünist parti de dahil) milliyetçiliğin gücüyle atba-şı gittiğinden pek kuşku duyulamaz. 

Öyleyse ortaya çıkan soru iki yönlüdür: kitlesel üretimde vedaha sonra da otomasyonda, birbirini izleyen sanayi devrimleri"yurttaşlarla" (özellikle de kadınlar ve genç işsizlerle) göçmenleri 

9. Bkz. l'AEROT'nun yayımladığı Travail dergisinin 1985, 7. sayısında"Göç" dosyası; Albano CORDEIRO,  L'Immigration, La Decouverte/Maspero,1983; Benjamin COR İAT,   L'Atelier et le chronométre, Christian Bourgois,Paris, 1979. 

aynı sömürü ve proleterleşme biçimi altında birbirine yaklaştı-rarak, ulusal işçi sınıf ının toplu bir "yukar ıya doğru hareketlilik"yönündeki beklentilerine sert bir şekilde son vererek, işçi eme-ğinin topyekün niteliksizleşmesine yol açtığında, bu istikrarsızlık kendini işçi sınıf ında kesin bir bölünmeyle mi, yoksa işçi sınıf ı mücadelelerinin radikalleşmesiyle mi açığa vuracaktır? Sanayilerinçözülmesi ve beraberinde eski emperyalist güçlerin çökmesi olgu-lar ıyla tırmanan iktisadi kriz, sınıf mücadeleleri sırasında eldeedilmiş ve siyasal "uzlaşma"nın, toplumsal "denge"nin bütünle-yici parçası haline gelmiş olan yaşam düzeyi, itibar, iş konular ın-

daki göreli güvenceyi sorgular duruma geldiğinde aynı soru dahada keskin bir hal alır. 

Burada ikilemin en önemli noktasına geliyoruz: Böylesi bir "yeniden proleterleşme" sınıf ideolojilerini ve pratiklerini kaçınıl-maz olarak altüst eder. Ama hangi yönde? İşçi sınıf ı tarihçilerigöstermişlerdir ki, işçi sınıf ı hegemonyacı bir toplumsal grubun(örneğin ağır sanayinin nitelikli işçilerinin) etraf ında, örgütlenme

 biçimleri ve idealleriyle örülü bir ağ oluşturarak özerkleşir. Aynı zamanda bu özerklik her zaman için kar şıt iki anlam içerir, çünkühegemonyacı grup kendini "ulusal birliğin" meşru bir bileşeni ola-rak kabul ettirebilen, toplumsal avantajlar ve yurttaşlık haklar ı kazanabilen bir gruptur.10  İ leti şim ve dü şünme tarzlar ının " ırkla ş-t ır ılması" ya da kolektif kültürde gizli ırkçıl ı ğ ın a şılması  —ki buzorunlu olarak belli bir özeleştiriyi gerektirir—  ikileminin bir do ğ ruluk sınavı , siyasal bir ölüm kal ım meselesi haline gelmesiözellikle i şçi sını f ı için söz konusudur. Sol'un ırkçılığın yükselişikar şısındaki dirençsizliği, ona verdiği ödünler ya da sağladığı f ırsatlar sorununun bu denli önemli olmasının nedeni de budur. 

10. Bkz. Gerard NOIRIEL'in iki kitabı:   Longwy. Immigres et proietaires,PUF, 1984;   Les Ouvriers dans la societe française, XIX-XX e  siecles, Seuil,1986. Zeev STERNHELL'in yararlı iki eseri (La Droiıe revolutionnaire, Seuil,1978; M droite ni gauche, Seuil, 1983). Sadece düşünce tarihiyle yetinen buiki eser, örgütlü işçi hareketinin Dreyfusçuluğa katk ısının ("Jaures cephesi-nin", "Guesde cephesine" kar şı zaferi), işçi sınıf ında yabancı düşmanlığını ön-leyemediyse de, en azından yüzyılın üç çeyreği boyunca anti-kapitalizmin ye-rini dolduracak şey olarak kuramlaştınlmasını engellemiş olduğu gibi önemli bir olguyu dikkat çekmektedir. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 143/146

 IRK, ULUS, SINIF 282 

En azından Fransa'da, komünizm ve sosyalizm düşünceleri etra-f ında birleşenler dışında siyasal olarak güçlü bir "sol" olmamıştır.Özellikle belirleyici olan sorun proletaryaya ait olma savındaki ör-gütlerin ve ideolojilerin bu krizinden ne çıkacağıdır. Eğer "Stali-nizm'den kurtulma" bahanesi bizi, Fransız komünizminin siyasalgeleneklerindeki milliyetçi yanda bulunan ırklaştıncı sapmalar ı — ister onu faşizan örgütlerle popülist bir rekabete soksunlar, ister,ki bu daha mümkün görünmektedir, onun tarihsel sonuna ve halk sınıflar ının bir k ısmının Ulusal Cephe'nin etki alanına geçmesinekatk ıda bulunsunlar— hafife almaya ya da çok basit bir biçimde

kendiliğinden olmuş gibi görmeye yöneltirse, bizi siyasal hata-lar ın en büyüğüne sürükler.11 

Bu eğilimler sadece krizin vahimleşmesi koşullar ının parçası değildir, aynı zamanda, tüm toplumsal haklar ve yurttaşlık haklar ı sorunlar ının ayr ıcal ık sorunlar ı —korunması ya da "doğal olarak"kâr sağlayan birtak ım kişilere verilmesi söz konusu olan ayr ıca-lıklar— haline gelmesine katk ıda bulunurlar. Haklar gerçektenkullanılır. Ayr ıcalıklar ise çoğunlukla hayali olabilir (işte sömü-rülen sınıflara da genelde böylece verilir). Haklar onlar ı talepedenlerin ve onlardan yararlananlar ın sayılar ının (ve güçlerinin)artmasıyla niteliksel olarak ço ğ al ır. Ayr ıcalıklar ancak, mümkünolduğu kadar sınırlayıcı bir tekelin savunusuyla güvence altınaalınabilir. Bana öyle geliyor ki, neden kriz konjonktürünün halk sınıflar ında, varoluş "güvenliği"ne dair bir belirsizliği (bazan so-nu paniğe varan bir belirsizliği) ve kolektif "kimliğe" dair bir be-lirsizliği birleştirdiğini bu noktada anlayabiliriz. Yukar ıda sözünüettiğim göç karmaşığının oluşumu bu belirsizliğin hem nedenihem de sonucudur; ve bu, etraf ında, ayr ıcalıklar ın değil haklar ındiliyle ifade edilen toplumsal ve iktisadi çıkarlar savunusununsiyasal geleneğinin oluştuğu örgütlü işçi sınıf ının dağılma eğilimigöstermesi için de geçerlidir. Bu iki olgu birbirini beslemektedir.Irkçı kriz ve kriz ırkçılığı, tam da siyasal olarak içinden çık ılamazhale geldiklerinde varolmaktadır. 

11. Bkz. E. BALIBAR, "De Charonne â Vitry",  Le Nouvel Observateur,9 Nisan 1981. 

Etienne Balibar, önsözünde, çok nazik bir sorunun aydınlatılma-

sına katk ıda bulunmak istediğimizi söylemişti: Çağdaş ırkçılığınözgüllüğü nedir? Bu metinleri yeniden okurken kendi kendime,

 bu arzumuzu nereye kadar gerçekleştirebildiğimizi sordum. Öncelikle "çağdaş" kelimesinin belirsizliği üzerinde durmak 

gerekir. Eğer "çağdaş" birkaç on yıllık dönemi, diyelim ki 1945'ten başlayan bir dönemi gösteriyorsa, sanır ım bugünkü durumda,

 birçok araştırmacının ve siyaset adamının sandığının tersine, istis-nai hiçbir şey olmadığını (ya da çok az olduğunu) kanıtlamayaçalıştık. Fakat eğer "çağdaş", "modern dünya"yı ifade etmenin

 biçimiyse, o zaman evet, "ırçılık" görüngüsüyle, tarihsel olarak ondan önce gelen çeşitli yabancı düşmanlıklar ı arasında, enazından bizim savımıza göre, büyük bir farklılık vardır. 

İnanıyoruz ki bu denemelerimizle, sürekli olarak ve hatta yi-nelenen bir şekilde, iki savın altını çizmek istedik. Birincisi, he-

 pimizin ait olduğumuz, "değerlerimizi" aldığımız, "bağlılık" duy-duğumuz, "toplumsal kimliğimizi" tanımlayan muhtelif "cemaat-

lerin" hepsinin tarihsel yapı

mlar olduklar ı

r. Ve daha da önem-lisi, kesintisiz bir şekilde yeniden inşa edilen tarihsel yapımlar ol-duklar ıdır. Bu, onlar ın sağlam ya da uygun olmamalar ını gerektir-mez. Bilakis; fakat bunlar hiçbir zaman köklü değildirler ve bunedenle yüzyıllar boyunca gelişimlerine ve yapılar ına ilişkin ola-rak yapılmış tüm tarihsel tanımlar kaçınılmaz olarak bugünün ide-olojisini yansıtırlar. 

İkincisi, evrenselcilik bize her zaman, ulusal, kültürel, dinsel,etnik ya da toplumsal partikülarist kutuplar ın tam kar şıtı olacak bir çözümleme ya da çekim kutbu olarak sunulmuştur. Bu zıtlık, bu 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 144/146

 İ  RK, ULUS, SINIF 284  SONSÖZ 285 

çatışma bize, gerçeklikle ilgili hatalı değilse bile aldatıcı bir görüş olarak görünmektedir. Bu ideolojiler daha yak ından incelendikçe,

 birbirlerini ne kadar kapsayı p gerektirdiklerinin fark ına var ılır. Okadar ki, bir madalyonun iki yüzü olduklar ından şüphe etmeyedek gidilir. 

Ancak bu iki saptama da umut kincidir. Modern olmayı amaç-layan toplumlardaki hümanist öğreti bize uzun süredir tersini vaazettiğinden bu bizi bile şaşırtmaktadır. Sınırlı "ortaçağ" düşünce-siyle, modernliğin insancıl ve açık düşüncesi arasında temel bir kar şıtlık bulmak bizim için geleneksel bir hal almıştır. Ve çoğu-muz, kin ve zulümle tıka basa dolu bir güncelliğin acımasız ve za-

rarlı gerçeklikleri önünde titredikçe bu Epinal* resimlerine daha dasık ı sar ılmaktayız. Öyleyse olup biteni nasıl anlamalıyız? Bunun sadece iki yolu

var. Irkçılık, cinsiyetçilik, şovenizm ya insanlarda doğuştan var olan öncesiz ve sonrasız kötülüklerdir. Ya da belli tarihsel yapı-lardan çıkan ve bu nedenle de dönüştürülebilir talihsizliklerdir.Açıkça ikinci çık ış yolunu seçersek burada sunduğumuz incele-melerde bizi bu yüzden kolaycı bir iyimserliğe sürükleyecek hiç-

 bir şey yoktur. Tam tersine; bizzat ırk, ulus ve sınıf kavramlar ının"özünde varolan" belirsizliklerden, incelenmesi ve aşılması zor olan belirsizliklerden söz ediyoruz. 

Bu kitapta, ikimiz de kendi hesabımıza çabalar ımızı bu belir-sizliklerin çözümlenmesinde yoğunlaştırdık. Bu sonsözde, öner-diğimiz farklı yapı-çözümlerini ya da ortaya çıkardığımızı düşün-düğümüz kar ışıklıklardan çıkmak için önerdiğimiz ip uçlar ını ye-niden ele alacak değilim. 

Daha çok, Balibar'ın çözümlemesi ile benimki arasında, bazı ayr ılıklara işaret ediyor gibi görünen şeylere dönmeyi tercih edi-yorum. Doğrusunu söylemek gerekirse ben bunlar ın nüanslardanöteye gitmediklerini düşünüyorum. Başka kimselerin benim çö-zümlemelerim hakk ında yaptığı bazı eleştirilerle arasına mesafekoymasına rağmen, yine de beni "ekonomist" bir eğilime sahipolmakla suçluyor. Kapitalist dünya ekonomisinin evrenselci-par- 

* Fransa'da, 17.-19. yüzyılda halk resimleri ticaretiyle ünlü şehir (ç.n.) 

tikülarist bulanıklıklar ının, bizzat ezilenler taraf ından kabul edilen bir egemen ideolojiden ileri geldiği gerçeğine daha fazla önemvermek istediğini söylüyor. Belirsizliklerin içselleştirilmesi, kitle-lerin bu zihniyet yönünde toplumsallaşmalar ı, içinde bulunduğu-muz çark ın kilit unsurlar ıdır. Gerçekten de bu durum nasıl inkâr edilebilir ki? Bir toplumsal oluşumdan ya da bir toplum ya da ta-rihsel sistemden söz etmek kaçınılmaz olarak, yalnızca zorla de-ğil, üyelerinin katılımıyla ayakta duran bir yapıdan söz etmektir.Bununla beraber, çoğunluk olarak, tarihsel sistemlerimizi oluş-turan inançlara sadık olsak da her zaman alaycılar, kuşkucular veisyancılar vardır. Kuşkusuz Balibar da aynı fikirde. Ancak, bu

 bak ı

mdan "kadrolarla", büyük çoğunluk arası

nda üstü örtülü bir şekilde varolan bir ayr ımı ortaya koymanın yararlı olacağını düşü-nüyorum. Bu ikisinin sistemin ideolojik yapımlar ıyla olan ilişki-leri aynı değildir. 

Evrenselciliğin her şeyden önce kadrolar ın sıralar ını sağlam-laştırmak için oluşmuş bir inanç olduğu kanısındayım. Bu sadece

 bir teknik etkililik sorunu değildir. Aynı zamanda, aynı kadrolar ınsistemin işleyişi için pek yararlı bulduklar ı cinsiyetçilik ve ırkçılık unsurlar ını, çok ileri gitmeleri korkusuyla, bastırmanın bir yolu-dur. Bu anlamda, evrenselcilik, sistemi içten yıkabilecek olan ni-hilistlere (Naziler gibi) fren işlevi görmektedir. Kuşkusuz muhte-lif "partikülarizmleri" vaaz ederek inkâr bayrağını yükseltmeyehazır başka kadrolar, deyim yerindeyse, yedek kadrolar her za-man olacaktır. Fakat genelde uzun vadede çıkarlar ının korunması için, bir ideoloji olarak evrenselcilik, zıddından, partikülarizmdendaha uygundur. 

Emekçi sınıflar için bunun tersinin doğru olduğunu söylemi-

yorum. Bununla beraber bana, daha çok öbür tarafa eğilimliler gibi geliyor. Partikülarizmleri —ister sınıfsal, ister ulusal, ister ırksal olsun— göklere çıkar ırken, çoğunlukla, kalıcı eşitsizlik vemaddi ve toplumsal kutuplaşma üzerine kurulu bir sistemde ka-çınılmaz olarak ikiyüzlü olan bir evrenselciliğin yık ımlar ına kar şı 

 bir korunma içgüdüsüne boyun eğiyorlar. Bu da beni ikinci bir nüansa getiriyor. Etienne Balibar, belki

uzun vadeli bir eğilim olarak varlığı dışında, bir dünya burjuva- 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 145/146

 IRK, ULUS, SINIF 286   SONSOZ 287  

zisinin varlığını gerçekten kabul edemeyeceğini söylüyor. Böy-lece beni, biraz fazla toptanlaştır ıcı bir model içinde, özgüllükleriihmal etmekle suçluyor. Bir burjuvazinin ancak, kesinlikle bir dünya burjuvazisi olabileceği cevabını vermek istiyorum. Burjuvaolmak olgusunun kendisi herhangi bir "cemaate" sadık olmayı,Mammon'dan* başka tanr ıya adaklar sunmayı engeller. 

Kuşkusuz abartıyorum, ama çok da değil. Kuşkusuz burju-valar milliyetçi, hatta yurtseverdirler. Kuşkusuz her türlü etnik olaydan fayda sağlarlar. Ama... daha çok işler yolundayken milli-yetçidirler. 18. yüzyılda İspanyollara kar şı bağımsızlık savaşı sür-

dürürken bir yandan da onlara silah satan Amsterdam burjuvala-r ını unutmayalım. Büyük, gerçekten de büyük kapitalistlerin, ge-rileme dönemlerinde sermayelerini ülkelerinden, nasıl hiç tereddütetmeden çektiklerini unutmayalım. Küçük delikanlılar, belki de,daha az manevra kabiliyetine sahip olduklar ı için "kendi" ülke-lerine daha bağlı gibi görünüyorlar, ama bu, olgunun gerçekliğinideğiştirmiyor. Bu demektir ki, ulus, ırk ve evet sınıf bile, bukapitalist dünya ekonomisinde ezilenler için birer sığınak olarak kalırlar; kavram olarak popülerliklerinin temelini oluşturan da bu-dur. Bana kalırsa bu aynı zamanda emekçi sınıflar ın nasıl olup da,ilk bak ışta bağdaşmaz gibi görünen "partikülarizmler" arasında budenli ani geçişler yapabildiklerini de açıklamaktadır. Bir sığınak 

 bir an için etkisiz göründüğünde derhal bir başkası aranır. Böylece üçüncü bir eleştiriye geldim: İş bölümünün etkisine

kendini fazlaca kaptırarak toplum etkisini bilmezlikten geliyo-rum. Bu günahtan dolayı suçlu olmadığımı ilan ediyorum. Kapi-talist bir dünya ekonomisinin bağr ında iş bölümü, hayatta kalmaolanaklar ına sınırlar koyarak, bir çeşit dış bask ı oluşturur. Top-lum etkisi, insanlar ın ve özellikle küçük insanlar ın, sınırsız ser-maye birikimi dışında hedeflerin peşinde koşma lüksünü tadabil-mek için bu bask ıyı k ırma çabalar ıdır. 

Bu birikim arayışının özünde varolan aşır ılığı frenlemeyi ba-zen, hatta sık sık başar ırlar. Şimdiye kadar sistemi yıkmayı ve

 böylece bask ılar ına boyun eğmekten kurtulmayıysa başaramadı- 

* Suriye mitolojisinde zenginlik tanr ısı. (ç.n.) 

lar. Sistem kar şıtı hareketlerin tarihi işte budur ve o da belirsizdir.Belki de Balibar, iş bu hareketlerin "bölgesel-ötesi" bir şekilde bir araya gelme olanaklar ına geldiğinde fazla iyimser olduğumu dü-şünmekte haklı. Yine de, benim iyimserliğim ihtiyatlı bir iyimserlik. 

Sonuç olarak tüm bu çekincelerin aynı noktadan çıktığını gö-rüyorum. Sanır ım beni formülasyonlar ımda birazcık fazla "deter-minist" buluyor. Demek ki bu açıdan konumumu kesinleştirme-liyim. Felsefede (en azından Batı felsefesinde) determinizm iletikel irade arasındaki bin yıllık tartışma, bana kalırsa, FernandBraudel'in düşüncesindeki, toplumsal zamansallıklar çokluğunu

göstermektedir. Bir tarihsel sistem —hangisi olduğu fark etmez, dolayısıylakapitalist dünya ekonomisi de dahil— normal bir biçimde işler-ken, bence, neredeyse tanım olarak, "belirlenen" diye adlandır ılanüstün gelir. Sistem, tam olarak eyleme bask ılar uygulanması de-mektir. Eğer bu bask ılar gerçek olmasalardı bu bir sistem olmazdı ve hemen dağılırdı. Fakat tüm tarihsel sistemler sonuçta kendi çe-lişkilerinin mantığıyla tükenirler. O zaman bir "kriz"e, bir "geçiş dönemine" girerler; bu da Prigogine'in "çatallanma" olarak ta-nımladığı şeye, yani hafif bir itişin bile çok büyük bir yuvarlan-maya neden olabileceği sallantılı bir duruma yol açar. Diğer bir deyişle, tikel iradenin üstün geldiği söylenebilir. İşte tam bu yüz-den, rastlantısal dönüşümleri öngörmek olanaksızdır. 

O halde bir kapitalist dünya ekonomisinde sınıflar ın, ulus-lar ın, ırklar ın rolünü, gerçeklikler kadar kavramlar ın da rolünügözönünde tutarak incelediğimiz zaman özde varolan, yani yapısal

 belirsizliklerden söz ettiğimizi biliyoruz. Tabii ki her türden dire-niş vardır. Ama öncelikle mekanizmalar ın, bask ılar ın, sınırlar ınaltını çizmek gerekmektedir. Öte yandan, "sistemin sonu" anı ge-lecektir ve bence daha şimdiden o uzun anın içinde bulunuyoruz.O halde olası sıçrayışlar üzerine, hiç olmazsa anlaşılır hale gelmiş ütopyalar üzerine kafa yormak gerekir. 

İşte o anda evrenselcilik ile ırkçılık/cinsiyetçiliğin, sentezineulaşılması gereken bir tez-antitez ikilisini değil, tarihin bizi aş-maya çağırdığı bir şeyi, birleşik bir tahakküm ve kurtuluş ref-leksleri ağını oluşturduğunu hatırlamak bence yararlıdır. 

8/9/2019 Irk Ulus Sinif

http://slidepdf.com/reader/full/irk-ulus-sinif 146/146