kızıl bayrak 2013 42

32
Kızıl Bayrak Haſtalık Sosyalist Siyasal Gazete www.kizilbayrak.net Sayı: 2013 / 42 • 1 Kasım 2013 • 1 TL Büyük devrimin aynasında parti davası » s.16-19 H alkların Demokratik Kongresi (HDK) 3. Genel Kurulu’nun gerçekleştirilmesinden bir gün sonra, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Olağanüstü Kongresi de toplandı. Haziran isyanından esinlenen, “Bu daha başlangıç” sloganıyla toplanan HDP kongresi, Eş Genel Başkanlığa Ertuğrul Kürkçü ile Sebahat Tuncel’i seçti. Emekçilerin gerçek umudu devrim ve sosyalizmdir HDP projesine bakıldığında, bunun dört dörtlük bir burjuva reformu projesi olduğu anlaşılıyor. Kuşkusuz ki, bu düzende baskı ve ayrımcılığa maruz kalanların birleşik mücadele yürütmelerinin bir anlamı var. Devrimci olduğunu iddia edenler hariç, bu mücadeleyi kapitalist sistemi yıkacak olan sosyalist devrime bağlı olarak ele almak gibi bir zorunlulukları da bulunmuyor; zaten bu mümkün de değil. Sorun, hal böyleyken, HDP’ye olmadık meziyetler vehmedilmesindedir. İşçi sınıfı ve emekçiler için, tek bir kurtuluş umudu vardır. O da her tür sömürü, baskı ve ayrımcılığın kaynağı olan burjuvazinin siyasal sınıf iktidarının yıkılması ve sosyalist işçi-emekçi iktidarının kurulmasıdır. Bu böyleyse eğer, anti-kapitalist/anti-emperyalist olmayan hiçbir proje veya programın işçi sınıfıyla emekçiler için umut olması mümkün değildir. Sermaye istiyor hükümet uyguluyor! P atronlar, başlarından atmak istedikleri kıdem tazminatı hakkı, esnek üretim modelleri, kiralık işçi uygulaması vb. saldırılar ile daha fazla zenginleşmenin derdindeler. Gün kölelik dayatmalarına karşı “direnİŞÇİ” olma zamanıdır. » sayfa 8 Bu vahşeti durdurabiliriz! S ermaye hükümeti AKP’nin saldırılarını hayata geçirmek için en temel dayanaklarından biri olan kolluk gücü, saldırganlığını yeniden vahşet boyutuna taşıyor. » sayfa 7 M etal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu (MİB MYK) Kasım ayı toplantısını gerçekleştirdi. Toplantıdan yansıyan değerlendirme ve kararlar... » sayfa 14-15 MİB MYK Kasım ayı toplantısı » Ekim Devrimi üzerine - V.İ. Lenin » s.20-21 » Umut devrim ve sosyalizmde!

Upload: kizilbayrak

Post on 21-Feb-2016

236 views

Category:

Documents


2 download

DESCRIPTION

Kızıl Bayrak 2013-42/01 Kasım

TRANSCRIPT

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete www.kizilbayrak.net Sayı: 2013 / 42 • 1 Kasım 2013 • 1 TL

Büyük devrimin aynasında parti davası » s.16-19

Halkların Demokratik Kongresi (HDK) 3. Genel

Kurulu’nun gerçekleştirilmesinden bir gün sonra,

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Olağanüstü

Kongresi de toplandı. Haziran isyanından esinlenen, “Bu

daha başlangıç” sloganıyla toplanan HDP kongresi, Eş Genel

Başkanlığa Ertuğrul Kürkçü ile Sebahat Tuncel’i seçti.

Emekçilerin gerçek umudu

devrim ve sosyalizmdir

HDP projesine bakıldığında, bunun dört dörtlük bir

burjuva reformu projesi olduğu anlaşılıyor. Kuşkusuz ki, bu

düzende baskı ve ayrımcılığa maruz kalanların birleşik

mücadele yürütmelerinin bir anlamı var. Devrimci olduğunu

iddia edenler hariç, bu mücadeleyi kapitalist sistemi yıkacak

olan sosyalist devrime bağlı olarak ele almak gibi bir

zorunlulukları da bulunmuyor; zaten bu mümkün de değil.

Sorun, hal böyleyken, HDP’ye olmadık meziyetler

vehmedilmesindedir.

İşçi sınıfı ve emekçiler için, tek bir kurtuluş umudu

vardır. O da her tür sömürü, baskı ve ayrımcılığın kaynağı

olan burjuvazinin siyasal sınıf iktidarının yıkılması ve

sosyalist işçi-emekçi iktidarının kurulmasıdır. Bu böyleyse

eğer, anti-kapitalist/anti-emperyalist olmayan hiçbir proje

veya programın işçi sınıfıyla emekçiler için umut olması

mümkün değildir.

Sermaye istiyorhükümet uyguluyor!

Patronlar, başlarından atmakistedikleri kıdem tazminatı hakkı,esnek üretim modelleri, kiralık işçi

uygulaması vb. saldırılar ile daha fazlazenginleşmenin derdindeler. Gün kölelikdayatmalarına karşı “direnİŞÇİ” olmazamanıdır. » sayfa 8

Bu vahşeti durdurabiliriz!

Sermaye hükümeti AKP’ninsaldırılarını hayatageçirmek için en temel

dayanaklarından biri olan kollukgücü, saldırganlığını yenidenvahşet boyutuna taşıyor. » sayfa 7

Metal İşçileri Birliği MerkeziYürütme Kurulu (MİB MYK) Kasımayı toplantısını gerçekleştirdi.

Toplantıdan yansıyan değerlendirme vekararlar... » sayfa 14-15

MİB MYK Kasım ayıtoplantısı

» Ekim Devrimi üzerine - V.İ. Lenin » s.20-21»

Umut devrim ve sosyalizmde!

Halkların Demokratik Kongresi (HDK) 3. GenelKurulu’nun gerçekleştirilmesinden bir gün sonra,Halkların Demokratik Partisi (HDP) OlağanüstüKongresi de toplandı. Haziran isyanından esinlenen,“Bu daha başlangıç” sloganıyla toplanan HDP kongresi,Eş Genel Başkanlığa Ertuğrul Kürkçü ile SebahatTuncel’i seçti.

HDP kongresi, “Yeni bir umut”, “yeni bir başlangıç”,“yeni bir rönesans” gibi iddialı tanımlara konu edilsede, üç ana başlık altında toplanan kongre kararlarınabakıldığında, ortada yeni bir şey olmadığı görülüyor.Yeni bir şey varsa, o da HDP liderlerinin “yücegönüllülük” gösterip, dinci-Amerikancı iktidarın başıTayyip Erdoğan’ı kongreye davet etmeleriydi.Erdoğan’ın, kongreyi selamlayan mesajı da, bir yeniliksayılabilir belki!

Alt kimliklere dayalı ‘renkli bileşim’

Ezilenlerin sesi olacağını vaat eden HDP’de ezilenve kimliği için mücadele eden Kürtler, Aleviler,Çerkesler, Süryaniler, Ermeniler, Romanlar, Pomaklar,LGBTİ ve diğer oluşumların temsil edildiği belirtildi.Kongrede ulusal, etnik, dinsel, mezhepsel, cinsel baskıve ayrımcılığa karşı mücadelenin önemine özelliklevurgu yapılırken, sınıfsal baskı ve sömürüden pek sözeden olmadı.

Bütün sömürü, baskı ve ayrımcılığın anası olansınıfsal baskı ve sömürü geri plana itildiği için, doğalolarak kongrede öne çıkan da, ezilen alt kimliklersorunu oldu.

Belirleyici olan terminolojiye bakıldığında, “sınıfsızbir toplumda ezilen alt kimlikler” sorununun esasolduğu sanılabilir. Kongre’de utangaçça da olsaemekçilerden, sosyalizmden söz edenler olsa da,belirleyici olan, sınıfsal kavramlardan özenlekaçınılmasıdır.

Deneyimli önderler için bu tercih tesadüf olmasagerek…

Kapitalist/emperyalizme laf yok

Açıklanan kongre kararlarında üç ana başlık var:Birincisi, yerel seçimler, ikincisi, barış süreci, üçüncüsü,ekoloji…

Bu üç ana başlık altında yer alan iki sayfalıktalepler/hedefler listesinde, “Emeğin kurtuluşu içinher düzeyde yeniden yapılanma ve örgütlenme”, “İşçive emekçilere yönelik saldırı girişimlerine karşımücadele” ifadeleri de yer alıyor. Ancak kararlarıntoplamına ve ruhuna bakıldığında, bu ifadelerin hemçok silik kaldığı hem sözcüklerin özenle seçildiği hemengöze çarpıyor. Belli ki, metinde sınıflar mücadelesiniçağrıştıracak hiçbir ifadeye yer verilmemesi esasalınmıştır.

Söylemde bile anti-kapitalist görünmektenkaçınanlar, doğal ki, Ortadoğu halklarını hedef alanemperyalist saldırganlık ve savaşa dair de tek kelimeetmemişlerdir. Oysa daha dün savaşın kara bulutları

bölge halklarının tepesinde dolaşıyordu ve tehlikeortadan kalkmış değil. Emperyalist savaş tehdididevam etse de, sınıflar mücadelesini “yok hükmünde”sayan bir anlayışın, anti-emperyalist bir tutum almasıda beklenemez elbet.

HDP kongresi toplandığında BDP lideri SelahattinDemirtaş ile Van Milletvekili Nazmi Gür, “YeniOrtadoğu’da Kürt Rolü”nü anlatmak içinWashington’da bulunuyorlardı. Kongrenin emperyalistsaldırganlığı görmezden gelmesinin bu çakışmayla birilgisi var mı? Bilemeyiz.

HDP, CHP ile ittifaka açık

HDP liderlerinin açıklamalarında öne çıkan bazıvurgular, CHP ile ittifaka sıcak baktıklarına işaretediyor. Tabii bunun için CHP’nin Kürt sorunukonusundaki şoven yaklaşımı terk etmesi veya enazından yumuşatması gerekiyor.

Bu kadarı sermayenin “sol kanadı” olan CHP’ninprogramında esaslı bir değişiklik gerektirmiyor. En iyiihtimalle “gerçek sosyal demokrat” çizgiye yaklaşmasıumulur. Bu yaklaşım ve kimi açıklamalarda öne çıkanbaşka bazı vurgular, HDP’nin CHP ile birleşme zeminiyakalayabilmesi durumunda, AKP’ye karşı burjuvamuhalefetin sol kanadının bir parçası olmaya hevesettiği izlenimi veriyor. CHP gibi bir sermaye partisiyleittifak aramanın sırrı da bu heveste gizli olsa gerek.

Burjuva siyasetçilerHDP’ye sıcak mı bakıyorlar?

Kongre’de konuşan Sırrı Süreyya Önder, HDP’ninegemenleri telaşlandırdığını iddia etti. Ancak ErtuğrulKürkçü’nün açıklamaları bu iddiayı tam desteklemiyor.

Kongre’de kalp krizi geçiren Kürkçü, hastaneizlenimlerini anlatırken, “parlamentoda grubu bulunanMHP dışındaki tüm siyasi partilerden şu ya da budüzeyde ilgi gösterenler oldu” diyor ve bu yakın ilgiyiHDP ile başlattıkları yeni sürece bağlıyor.

Kürkçü, devamında şu ifadeleri kullanıyor: “Şimdiözellikle hem AKP-cemaat çevresi hem CHP’ninulusalcı kanadını tedirgin eden bir yürüyüşe başlamışolduğumuzu tüm tepkilerden görüyoruz. Bu bize doğru

yolda olduğumuz duygusu kazandırıyor. Tabiimücadele azmimizi de biliyor.” Buna göre CHP’nin“ulusalcı olmayan kanadı”, “HDP’nin kurulmasından netelaşlı ne de tedirgin. Hatta belki de memnun.

“İsyan devrimciliği değil devletle müzakere”

Bilindiği üzere HDK projesi ve onun devamı olanHDP’nin fikir babası PKK lideri Abdullah Öcalan’dır.Nitekim kongrede alınan kararların tümü de, dahaönce Öcalan tarafından şu veya bu vesile ile dilegetirilmiş fikirlerdir.

Projenin fikir babası olarak kongreye de mesajgönderen Öcalan, HDP’ye şu nasihatleri veriyor: “‘71devrimciliği devlete isyan devrimciliğiydi. 40 yıllıkisyandan sonra artık devletle müzakere önemlidir. Ziradevrimci mücadeleler, ancak nitelikli bir müzakeresüreci ile kalıcı bir insanlık kazanımına dönüşebilir…”

Öcalan, “Devlete (demek oluyor ki, burjuvazininsiyasal sınıf egemenliğine ) isyan devrimciliğidöneminin kapandığını, artık esas olanın “devletlemüzakere” olduğunun altını çiziyor. Göründüğükadarıyla HDP saflarında -sosyalist olma iddiasındakilerdahil- buna itiraz eden kimse yok.

Emekçilerin gerçek umududevrim ve sosyalizmdir

HDP projesine bakıldığında, bunun dört dörtlük birburjuva reformu projesi olduğu anlaşılıyor. Kuşkusuzki, bu düzende baskı ve ayrımcılığa maruz kalanlarınbirleşik mücadele yürütmelerinin bir anlamı var.Devrimci olduğunu iddia edenler hariç, bu mücadeleyikapitalist sistemi yıkacak olan sosyalist devrime bağlıolarak ele almak gibi bir zorunlulukları da bulunmuyor;zaten bu mümkün de değil. Sorun, hal böyleyken,HDP’ye olmadık meziyetler vehmedilmesindedir.

İşçi sınıfı ve emekçiler için, tek bir kurtuluş umuduvardır. O da her tür sömürü, baskı ve ayrımcılığınkaynağı olan burjuvazinin siyasal sınıf iktidarınınyıkılması ve sosyalist işçi-emekçi iktidarınınkurulmasıdır. Bu böyleyse eğer, anti-kapitalist/anti-emperyalist olmayan hiçbir proje veya programın işçisınıfıyla emekçiler için umut olması mümkün değildir.

HDP “yeni bir umut” mu?

Geçtiğimiz hafta gündemin üst sıralarında bulunanHakan Fidan ve dış politikada “eksen kayması”tartışmaları yerini korumaya devam etti. Bununlabirlikte Türk sermaye devletinin ABD, NATO ve İsrail ileilişkilerine dair birçok söz söylendi. “Hakan Fidan İranyanlısı mı?”, “İran yanlısı ise Esad’a neden karşı?”, “ElKaide’nin hamisi mi?” gibi soruların yanında Çinfüzeleri de “eksen kayması” tartışmalarında yer tuttu.

Bilindiği gibi gericiliğin şefi Erdoğan, İsrail’e veemperyalist metropollere “çatmayı” çok seviyor.Çünkü bu söylemlerin çok çeşitli işlevleri bulunuyor.Özellikle burjuva medya, Erdoğan ya da diğer AKPkurmaylarının bahsettiğimiz minvaldeki söylemlerinegeniş yer veriyor. Hatırlanacağı gibi Erdoğan birkaç ayöncesine kadar Gazze’ye girecek, ablukayı delecekti.Yahut “mazlum” Suriyeli çetelerin haklarını korumakiçin zalim BM sistemine çatması, daha eskileregidersek “one minute” çıkışı gibi. Yani parlatılan birMüslüman, Türk, “Büyük Doğu”nun sultanı RecepTayyip Erdoğan ve onun neo(liberal) Osmanlı politikasıvar.

Bunun yanında Haziran Direnişi, Kürt sorunu vs.birçok konunun altında İsrail, faiz lobileri, BBC, CNNveya Avrupalılar’ın parmağı olduğu yalanları dinci-gerici medyanın köşelerinde kol geziyor. İki türlü dekendi tabanı üzerinde milliyetçi ve dini hassasiyeteseslenerek günler kotarılıyor, gündemler atlanabiliyor.Aslolan ise işçi ve emekçilerin burjuva medyatarafından yürütülen milliyetçi, dinci bombardıman ilebilinçlerini bulandırmak, böylece ‘yurtta taşeron -cihanda taşeron’luğun devamlılığını sağlamaktır.

Türk-İsrail ilişkileri:Fidan bahane ticaret şahane!

Türk sermaye devletinin ODTÜ’de fidanlara vahşisaldırısı sırasında, “Fidan’ı yedirtmeyiz” açıklamalarıyapılıyordu. MİT Müsteşarı Hakan Fidan hakkında İsrailve Amerikan medyasında çıkan iddialar üzerine epeycesöz söylendi. Böylece David Ignatius’un yazısıüzerinden Türkiye’deki MOSSAD çalışmalarının düzeyihakkında da bilgiler edinmiş olduk. MOSSAD, MaviMarmara saldırısından sonra dahi çalışmalarınıTürkiye’de sürdürüyordu, İran’a yönelik emperyalist-siyonist casusluk üssü olarak Türkiye topraklarınıkullanıyordu. Mavi Marmara’nın hesabını sadece şovmalzemesi olarak kullanabilen Türk sermaye devleti,kim bilir sineye çektiği İsrail’den hesap sormadüşüncesini belki de MOSSAD ajanlarını İran’a deşifreederek sormuştu. Ama İran’dan İsrail’e atılacak füzeleriçin de kalkan olmuş, Kürecik’e radar kurmuştu. Buyüzden küçük istisnalar dışında ‘ebedi ve stratejik’Türk-İsrail cephesinin parçalandığını söylemek gerçekdışıdır.

Son dönem İsrail’e giden gazetecilerin söylediğinegöre Erdoğan’ın sürekli İsrail’e çatmasıanlaşılamıyormuş. Ancak ona rağmen İsrail eskiDışişleri Bakanı Lieberman’ın da açıkladığı gibi Türk-İsrail ekonomik ilişkileri gözle görülür biçimde arttı.

2009 yılında 2,5 milyar dolar olan ticaret hacmi, 2011yılında 4,5 milyar dolara çıkıyor ve bu rakam halageçerliliğini koruyor. Mavi Marmara tazminatları içinpazarlıklar süredursun, ekonomik ilişkiler alıp başınıgitmiş. O dönem Gazze ve Mavi Marmara bahaneymiş,şimdi de Hakan Fidan! Dahası açıklanmayan askerifaaliyetler, gözlerden sakınılan uçak ve İHAmodernizasyonları var. Gazze’ye abluka sürüyor,hastaneler çalışmıyor, ama sermaye devleti Göksu’nunsuyunu İsrail’e taşımayı, Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boruhattını yine İsrail topraklarından geçirmeyi düşünüyor.

Türk-İsrail İş Konseyi üyesi Menaşe Carmon,diplomatik gerginliklerin, siyasi kişilerin geçiciolduğunu söylüyor. Milyar dolarlık ticari ilişkilerinyanında İsrail, Türk Hava Kuvvetleri için gelişmişelektronik sistemler satıyor ve diplomatik alandakitüm zırvaların ötesinde savaş sanayinde işbirliğininsürdüğü ifade ediliyor. Son yıllarda Ortadoğu’yu kasıpkavuran gerginlikler yüzünden Türk ticaret gemilerininİsrail limanlarını tercih ettiği de kamuoyunayansıyanlar arasında. Geçtiğimiz ay ise Makine KimyaEndüstrisi İsrail’den on binlerce parça tank mühimmatısatın aldı.

Kamuoyunda yer alan birçok değerlendirmedeekonomik ilişkilerdeki bu yükselişin iki ülke arasındakidargınlığı bitireceği iddia ediliyor. Zaten buna gerekkalmadan ABD Başkanı Obama’da devreye girmiş,Netahyahu’nun Mavi Marmara için özür dilemesinisağlamıştı. Ancak Ankara’daki işbirlikçiler bu adıma“yetmez ama evet” demiş, Gazze’ye yönelik uygulananablukanın da kaldırılmasını istemişlerdi. Geçenzamanda Türk devleti Gazze üzerinde söz sahibi olmakonumunu dahi yitirdi. Tüm bunlardan önce iseABD’den gelen baskı sonucunda İsrail’in NATO ile ilişkikurması konusundaki veto kaldırılmış oldu. İsrail ilehalklara karşı emperyalist-siyonist savaşta aynı saftayer almanın önünde pek de fazla pürüz kalmadı. Ki busavaş Suriye halkına yönelik birlikte sürdürülüyor.

Son yaşanan “kriz”, yani Hakan Fidan meselesi iseyine AKP için iyi bir propaganda malzemesi niteliğitaşıyor. Tüm dünyaya ve iç düşmana karşı gelen Türk

istihbaratı, daha önce “one minute” denilen DavidIgnatıus tarafından ‘batılı’ olmadığı, İsrail aleyhineçalıştığı şeklinde yaftalanmış oldu. Böylece AKPkurmaylarına da propaganda fırsatı doğdu. ÖrneğinArınç, “bu kadar saldırı varsa istihbaratımız gayetbaşarılıdır” şeklinde açıklamalar yaptı.

Son noktayı ABD koydu

Gerek istihbarat, gerekse askeri olarak Ankara’dakitaşeronlardan asıl istenen füze savunma sistemininÇin’e verilmemesi oldu. Onun haricinde Hakan Fidan’lahiçbir sorunları olmadığı, aksine onun emperyalizmehizmet için epey çalıştığı ifade edildi. ABD BüyükelçisiRicciardone, Fidan hakkında ABD basınında yer alanaçıklamaların önemsenmemesi, bunların resmiolmadığını söyledi ve “Kendisine mesleki ve kişiselaçıdan büyük saygı duyuyorum. En fazla sorumluluk vehassasiyet gerektiren görevlerden birini yürüten,kendini işine adamış, sadık ve yetkin bir üst düzeyyetkili. Onunla çalışmak bir ayrıcalık ondan çok şeyöğreniyorum” diye de ekledi. Daha sonra sözü asılkonuya getiren büyükelçi aslolan sorunun füzeihaleleri meselesi olduğunu söyledi ve ülkesinin bukonuda “kaygı” duyduğunu belirtti.

ABD’nin gerek Washington’dan gerekse deAnkara’daki büyükelçisi yoluyla “kaygı duyduğunu”iletmesi üzerine Türk sermaye devleti hemen füzelerkonusunda geri adım atarak, NATO üyesi ülkelerinihaleye katılan firmalarına tekliflerini yenilemeleriniisteyen bir yazı gönderdi. Bu adımdan önce Erdoğan veDavutoğlu’nun ağzından geri adım atılacağınınsinyalleri gelmişti.

İsrail, ABD ve NATO ile olan ilişkiler, taşeronların yolaçtığı kazalara yapılan uyarılar eşliğinde sürüyor. Türksermaye devletinin emperyalizme olan tam bağımlılığıve siyonizme verdiği hizmetlerin üstü şovlarlaörtülmek istense de gerçekler ayan beyan ortada. Bu‘ebedi-stratejik’ ortaklar askeri, ticari faaliyetlerleSuriye’yi, Filistin’i ve Kürdistan’ı yağmalamaya devamediyorlar.

Yurtta taşeron, cihanda taşeron!

“Asrın projesi” olarak tanıtımı yapılan Marmaray29 Ekim’de açıldı. Açılış törenine ise “Her yerTaksim, her yer direniş!” sloganı ve açılışın hemenertesi günü yaşanan elektrik kesintisi sebebi ileyolcuların tüneli yürüyerek geçmek zorunda kalmasıdamgasını vurdu. Bir yandan da uzmanlarınMarmaray’ın tamamlanmadan açıldığına ve tehlikesaçtığına dair yaptığı açıklamalar ve bunun üzerineyapılan tartışmalar devam ediyor.

Marmaray bir dizi eksiklikle açıldı

TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu SekreteriSüleyman Solmaz 8 yıldır Marmaray Projesi’ndeçalışan Rıza Behçet Akcan’ın “Marmaray’a sakınbinmeyin” dediğini belirtirken, TMMOB Akcan’ınraporuna dayanarak yaptığı açıklamada projenineksikliklerini şu şekilde sıraladı:

* Tüpler birleştirilerek bu deniz geçişioluşturulmuştur. Bunlar esnek bir bağlantıylayapılmıştır. Bu bağlantılarda yırtılma söz konusuolduğunda tünele su dolacaktır. Böyle bir riskoluştuğunda bu problemi çözecek bir senaryo, birproje geliştirilmemiş bunun için hiçbir önlemalınmamıştır.

* Emniyet vagonları yoktur. * Elektronik güvenlik sistemi yoktur. Proje bir

bütün olarak dikkate alınmış ve Gebze’denbaşlayacak Halkalı’da bitecek olan projenin güvenliksistemi buna göre oluşturulmuştur. Şu anda açılışıyapılan hattın kontrol güvenlik merkezi yoktur.

CHP’li milletvekili Umut Oran ise TBMM’yesunduğu önergede şu soruların cevaplandırılmasınıistedi:

* Ulaştırma Bakanı, TCDD Genel Müdürü ve tümüst düzey bakanlık bürokratlarının da katıldığıotomatik deneme sürüşü sırasında 25 Ekim 2013’teyaşanan bir kaza nedeniyle lokomotiflerden birisininıskartaya çıktığı doğru mudur? Raylardaki varileçarpma nedeniyle yaşanan bu kaza nedeniyle SayınBakan ve bürokratlarının yarım saat boyuncalokomotifte mahsur kaldığı doğru mudur?

* Marmaray’ın bazı bölümlerinde zeminde çökmeolduğu ancak 29 Ekim açılışına yetişmesi için geçiciçözümle dolgu yapılarak bu durumun görmezdengelindiği doğru mudur?

* Reklamlarda 4 dakikada bir olacağı belirtilenseferlerin, sistem eksikliği nedeniyle 10 dakikada birancak yapılacağı doğru mudur?

* “Marmaray Projesinin aslında; Gebze’denHalkalı’ya bir bütün olduğu ve parçalar halindeaçılmasının yolcular için hayati tehlike yaratacağıdoğru mudur?

* Otomatik Tren Kumanda (ATC) sistemininprojede bu haliyle bulunmaması nedeniyle trenlernerede nasıl hangi hızda ilerlediğibilinemeyeceğinden acil bir durumun varlığı gerekgörsel gerek işitsel olarak anında izlenemeyeceğibilgisi doğru mudur?

* Özellikle tüp tünel içinde olmak üzere Anadolu

yakasında 3, Avrupa yakasında ise yaklaşık 11 kmolmak üzere toplam 14 km uzunluğundaki tüneldebir trenin arızalanmasının tam bir felaket olacağı, acildurumlar için Söğütlüçeşme ile Zeytinburnu banliyöistasyonlarında konuşlandırılacak Acil DurumKurtarma Lokomotiflerinin de henüz gelmediğiiddiası doğru mudur? Bu lokomotifler gelse bileAvrupa yakası hat boyunda bekletilebileceği istasyonbulunmadığından kurtarma işlemindekullanılamayacağı bilgisi doğru mudur?

Marmaray ile ilgili sorularcevapsız kalıyor

Uzmanların Marmaray ile ilgili yaptığı açıklamalarprojenin eksikliklerini ve tehlikeyi işaret ederken AKPhükümeti cephesinden ise hiçbir ciddi açıklamagelmemektedir. İstanbul Büyükşehir BelediyeBaşkanı Kadir Topbaş “Japon teknolojisi ile

gerçekleştirildi. Her türlü ciddiyetle bütün ihtimaller

dikkate alındı. Bütün ihtimaller dikkate alınarak

hazırlandı, test sürüşleri gayet başarılı” diyerekprojenin tek garantisi olarak Japon teknolojisinigöstermektedir.

Yetkililer ağzından, alınan önlemlerle ilgili yapılanaçıklama ise Marmaray’ın depreme dayanıklı olduğu,olası bir elektrik kesintisinde rayların hemen yanındatahliye koridorlarının bulunduğu ve 10’a yakınparçadan oluşan tünelin her birinde güvenlikodalarının bulunduğu şeklindedir. Ancak uzmanlarınişaret ettiği güvenlik sistemi vb. gibi ciddi sorunlaradair tek bir bilimsel açıklama yapılamamaktadır.Rayların yanındaki tahliye koridorlarının denenmesi(!) ise Marmaray’ın açılışının hemen ertesi günüyaşanan elektrik kesintisi sonucu başarılı (!) birşekilde test edilmiş, pek çok yolcu daha ilk gündenmağdur olmuştur.

AKP Marmaray’ıseçim propagandası olarak kullanıyor

AKP hükümeti insan hayatını tehlikeye atmariskini göze alarak Marmaray’ı “üstün belediyecilikhizmeti”ymiş gibi sunmaktadır. Böylece bir yandanda yaklaşan yerel seçimlere yönelik propagandasınıgerçekleştirmektedir. Kuşkusuz ki bu projenin bir de“rant” boyutu bulunmaktadır. BTS İstanbul 1 No’luŞube Yönetim Kurulu Üyesi Ersin Albuz, yapılandemiryollarının gerçek ihtiyaçlar üzerinden değil derant bakışıyla yapıldığını, Marmaray projesi ile birçokdemiryolu arazisinin sermayeye peşkeş çekileceğinibelirtmektedir.

Kısacası Marmaray projesi ile AKP hükümeti açıkbir şekilde, 2004’te yetersiz altyapı çalışmasınarağmen büyük bir şovla açılışı yapılan Ankara-İstanbul hızlı tren hattında yaşanan Pamukovafaciasına benzer bir faciaya sebep olabilecek birprojeye imzasını atmıştır.

Marmaray’a binmeyin!Bir rant projesi:

Marmaray

29 Ekim tarihinde meslek odaları ve uzmanlarıntüm uyarılarına karşın Marmaray tüp geçidinin açılışıyapıldı.

Halihazırda tamamlanmamış olan ve birçoknoktada riskler barındıran ve bu olası risklerkarşısında gerekli önlemlerin alınmadığı bir koşuldaseçim yatırımı olarak insanların hayatı riske edilerekMarmaray açıldı.

Marmaray’ın açılmasına ilişkin oluşan tepkilerinbaşında barındırdığı riskler gelse de bu projeylebirlikte bir dizi rant sağlanacak olması da tepkilerekonu olmaya devam ediyor. Bu rant alanlarındanbiri; kalıcı bir kumanda merkezi yerine Üsküdaristasyonunda yapılacak olan kumanda merkezi içinmaliyete ek olarak 10 milyon Euro civarında birödeme yapılmasıdır. Proje tamamlandığında ise bukumanda merkezi iptal edilerek bir işlevtaşımayacaktır. Ayrıca projenin yapımı esnasındaparça parça faaliyete koymanın da yüklenici firmalariçin ekstra kazançlar sağladığı bizzat projede yeralmış uzmanlar tarafından söyleniyor.

Bütün bunlara ek olarak sayılabilecek dahabirçok rant projesi Marmarayla birlikte devreyesokulacak.

Haydarpaşa Garı da Marmaray projesi ile birliktesermayeye peşkeş çekilmek isteniyor. Tarihibakımdan önemi olan Haydarpaşa Garı, tamamenrant sağlamak gayesiyle yapılan bu projenin dışındabırakılıyor. İstanbul Büyükşehir Belediye BaşkanıKadir Topbaş, Haydarpaşa Garı’nın yerine neyapılacağı sorusuna, “Hızlı tren ve hatlarınrehabilitasyonu için bir çalışma başlatıldı. Bu tabii kimevcut banliyö hatlarını da etkiliyor ve Haydarpaşa,Marmaray’dan sonra gar fonksiyonunu bir miktaryitirmiş oluyor. Artık trenler mevcut Marmaray’ıkullanmak suretiyle kesintisiz geçecekler. Yani birgar ihtiyacı kalmayacak. İnsanlar istedikleriherhangi bir istasyondan inip binebilecekler” yanıtınıvererek Haydarpaşa’nın işlevsizleştirileceğiniaçıklamış oldu. Topbaş, konuşmasının devamındaHaydarpaşa’nın konaklama alanı olarak dadüşünülebileceğini ifade ederek gerçek niyetleriniortaya dökmüş oldu.

Zira Haydarpaşa gerek bulunduğu konum,gerekse oradaki demiryolu arazisinin büyüklüğübakımından yıllardır sermayenin iştahını kabartanbir alan. Yıllardır Haydarpaşa Garı’nın otel verestorant yapılması planları tartışılırken Marmaray’labirlikte gar tamamen işlevsizleştirilerek bu planıhayata geçirmek için ilk adımlar atılmış oldu.

Marmaray projesi gerçek anlamda toplumunihtiyacını karşılamaktan tamamen uzak biryaklaşımla hayata geçiriliyor. Hem siyasi kaygılarlatamamlanmadan açılan tüp geçidin ciddi risklerbarındırması hem de bunlardan kaynaklı sermayeninbüyük rantlar elde etmesi iktidarın buradaki gerçekkaygısını ortaya koymaktadır.

Van’da depremzedelerin açlık grevi sürüyor.Depremzedeleri kış şartlarında açlık grevinesürükleyen sorunlar ise devam ediyor. Elektriği ve suyuolmayan prefabriklerde kalan depremzedeler açlıkgrevi yoluyla seslerini duyurmaya çalışıyorlar.

Kısa bir süre önce Van’ı ziyaret eden AKP şefidepremzedelerin yaşadıkları drama dair tek kelimeetmedi. Acıları duygusal bir tonda kullanan, yerigeldiğinde timsah gözyaşları döken AKP şefi Van’ayaptıkları büyük yatırımlara dair yalanlar eşliğindeziyaretini tamamladı. Konteynerlerde süren sefaletiçindeki yaşamı görmemeyi yeğledi.

Depremzedelerin yaraları hala kanıyor

Van depreminin ardından depremzedelerin yaşammücadelesi sürüyor. Yüzlerce depremzede konteynerkentlerde kalıyor. Anadolu Konteyner Kenti’nde kalandepremzedelerin, iki yıl geçmesine rağmen su veelektrik gibi en doğal ihtiyaçları karşılanmadı. Yaşammücadelesi sadece konteynerlerde değil Van’ın heryanında sürüyor. Depremden kurtulanlar içinmücadele sürerken, yakınlarını kaybedenlerin hayatlarıenkaza dönmüş bulunuyor.

BDP’li belediyeler, TMMOB ve ilerici kitle örgütleridepremzedelerin yaralarını sarmak için hareketegeçerken AKP iktidarı gelişmeleri elleri böğründeizlemeyi tercih etti. BDP’li belediyeler öncülüğündeTMMOB’un katılımıyla kurulan koordinasyonmerkeziyle kent 5 bölgeye ayrıldı. Depremzedelerinyaraları sarılmaya çalışıldı. Belediyenin yardımseferberliğine dahil olan grupların başında ise gençlerve kadınlar geldi.

Kentte kurulan “Gönüllüler Çadırı” gelenyardımları sabaha kadar paketleyerek,depremzedelere ulaştırdı. Birçok ilden gelen gencingösterdiği dayanışma örneği takdir topladı. Gönüllügençlerin yardımları kentte yaşam normale dönünceyekadar sürdü. Deprem döneminde BDP’li belediyelerinve demokratik kitle örgütlerinin yardım faaliyetleriözelde Van Valiliği, genelde ise AKP iktidarı tarafındanboşa çıkarılmaya çalışıldı.

Meydana gelen depremlerde başta hastanelerolmak üzere birçok alanda depremzedeler devlettenhizmet alamadılar. Depremin üzerinden 2 yıl gibi birsüre geçmesine rağmen depremzedelerin yaşadıklarısorunlar aratarak devam etti. Halen devam edensorunlar kapitalizmin, sermaye devleti ve AKPiktidarının insanlık ayıbı olarak kayıtlara geçti.

Deprem döneminde dışarıdan depremzedelereyardım yağdı. Yardım için onlarca gönüllü ve sağlıkçıgeldi. Ancak yardımların gerçekleştirilmesi için Valiliktarafından bilinçli bir tercihle alan açılmadı. VanValiliği’nin bu tutumu nedeniyle araçlarla gelen yardımmalzemeleri ve insan desteği uzun süredepremzedelerle buluşamadı. Zira yaraları sarılacakolanlar Kürt milliyetindendi ve en iyi Kürt ölü Kürt’tü.

AKP iktidarının depremde yaşamını yitirenlereilişkin yaptığı resmi açıklamalar yalanlarla doluydu. Bu

açıklamalara göre Van depreminde 644 kişi yaşamınıyitirmişti. Ancak yaşamını yitirenlerin sayısı bunun çoküzerindeydi. Çünkü birçok kişi ölen yakınlarını kendiimkanlarıyla defnetmek zorunda kaldığı için devletebildirmemişti. Bu nedenle, bu ölümlerin hiçbiri resmikayıtlarda yer almamıştı. Yaşamını yitirenlerin yakınlarıancak 3-4 ay sonra SES’e başvurarak ölüm raporlarınınasıl alabileceklerini sorabildiler. SES yaptığıaçıklamayla depremde yaşamını yitirenlerin sayısınınbinin üzerinde olduğunu ilan etti.

Van halkı aslında doğanın depremini değil, AKPiktidarının yarattığı depremi yaşadı. Van’ın kış koşullarıbelli olduğu halde depremzedelerin barınabileceği kışkoşullarına uygun çadırlar bile depremzedelerdenesirgendi. Dağıtılan çadırların hepsinin yazlık çadırolduğu ortaya çıktı. Van’ın nüfusu 300 binin üzerindeolduğu halde 10 bin çadır dağıtıldı ve kış koşullarındadağıtılan yazlık çadırlarda 5 ile 10 aile bir arada kalmakzorunda bırakıldı.

AKP iktidarı depremzedelere yönelik baskı veterörde sınır tanımıyor

Yaşanan afet koşullarına ırkçı yaklaşımlar eklendi.Sermaye düzeninin Kürt halkına yönelik düşmanlığıortalığa saçıldı. Sermaye medyasının ekranlarındanKürt halkına yönelik düşmanlığın göstergesi iğrençsözler edildi. Van’da depremzedeler büyük acılaryaşarken “Herkes haddini bilecek, yeri geldi mi taş

atacaksın, kuş avlar gibi avlayacaksın, sonra yardım

isteyeceksin” denilerek Kürt halkına olan düşmanlıkkusuldu. Satır aralarında sermaye medyasında “oholsun” türünden alçakça yaklaşımlar bilesergilenebildi.

Kürt illerinden gelen yardımlara da AKP iktidarıtarafından el konuldu. Yardım taşıyan araçlar uzun vederin aramalardan sonra yollarına devam edebildiler.AKP iktidarı depremzedelerin eksiklerini gidermek içindeğil resmen daha çok mağdur etmek için çabalarınıyoğunlaştırdı.

Deprem değil kapitalizm öldürür!

Kentler kapitalizmin önemli rant merkezleridir.Deprem tehlikesi ya da dayanıksız binalar, kapitalizmindaha fazla kar anlayışının dolaysız sonucudur.Burjuvalar daha fazla kar için baştan binaları ‘bozuk’yapar, bu yolla devasa karlar elde ederler. Depremdensonra ise kar ettiklerini onararak ya da yıkıp yerineburjuvazi için daha gösterişlisini ve sağlamını yaparakkarlarına kar katarlar.

Van depremi sermaye düzeninin kendi çıkarlarıdışında başka hiçbir şey için çaba harcamayacağınıgösterdi. Doğal afetler karşısında çözümsüz olduğunubir defa daha kanıtladı. Bu da doğal diye sunulanafetlerin, aslında doğal olmadığını kaynağınınkapitalizm olduğunun göstergesidir.

Van’da depremzedelerinaçlık grevi sürüyor

Van’da Erdoğan içindepremzedelere polis

ablukası

Depremden sonra ikinci kez Van’a giden sermayehükümeti AKP’nin şefi Erdoğan’ı depremzedelerpankartlarla protesto etti.

Erdoğan’ın gelişi nedeniyle hayata geçirilen“sıkıyönetim” çerçevesinde, 3 liselinin “Öğrencilere1 dakika” yazılı pankartı açmasına dahi izinverilmedi. Liseli gençler polisler tarafındanhavaalanından uzaklaştırıldı.

Erdoğan’ın güzergahı üzerinde bulunanSeyrantepe Mahallesi’ndeki Tahir Paşa KonteynerKenti ve çevresinde de polis ablukası uygulandı.Polis Akrep tipi zırhlı araçlar ve onlarca çevik kuvvetile depremzedelerin giriş çıkışlarını denetime aldı.Konteyner kentteki sorunlarına dikkat çekmek içindönüşümlü açlık grevine başlayan aileler sesleriniduyurmak için yol kenarına pankart asmak istedi.Fakat polis tahammülsüzlüğünü göstererek pankartadahi izin vermedi.

“7.2’lik depremin mağdurları olarak sıcak yuvaistiyoruz!” pankartı ve “Bir Başbakanınvatandaşından haberi olmazsa hiçbir şeyden haberiolmaz!”, “Ölüme terk edildik!”, “Mağdurlar olarakunutturulduk!” dövizleri açan aileler konteyner kentgirişinde beklediler.

Konteyner kentteki depremzedelerdenAbdulselam Diler yaşadıkları sorunları şöyle ifadeetti: “Sayın Başbakanımız buradaki insanlarınmağduriyetini dinlemeye gelmişse, başımız gözümüzüzerine gelmiş. Eğer bu insanlara bir el uzatılırsa bizgerçekten de çok mutlu oluruz. Kış koşullarıyaklaşıyor. Burada ne elektrik var, ne su var. Çokmağduruz. Bir süreden beridir 12’şer saatlikaralıklarla açlık grevi yapıyoruz. Elektriğimizikestiler. Burada çoğu insanlar hasta. Eğer devlet biravuç insana bakamıyorsa o zaman bizi başka birülkeye göndersinler.”

Erdoğan yaptığı konuşmada depremzedelere hiçdeğinmeyerek onları yok saydı.

Emperyalist efendilerinin Suriye’ye yöneliksürdürdükleri kirli savaşta işbirlikçi rolünü layıkıylayerine getiren Türk sermaye devleti, pervasızcasavunduğu askeri müdahale alternatifinin ertelenmişolmasından kaynaklı derin bir hoşnutsuzluk içindeçırpınıyor. Lakin sermaye iktidarı yükselttiği savaşçığırtkanlığının dozunu düşürmeksizin emperyalistefendilerinin direktiflerine harfiyen uyuyor, onlarınizlediği taktik politikaya uyum göstererek uşaklıkçizgisinden taviz vermiyor. Elbette diğer yandan ABDemperyalizminin bölgedeki tetikçisi olarak onunemrine amade iken kendi gerici hesaplarına uygunadımları atmaktan da geri durmuyor. Tabi ki dışpolitikadaki saldırgan çizginin ürünü olan pek çoksorunla boğuşmak pahasına.

MGK toplantısı; dış ve iç politikada gündeme gelenkarmaşık sorunlara sermaye iktidarının gericiçıkarlarına uygun bir şekilde askeri ve siyasi açıdan biryön vermek amacına hizmet etmiştir. Öncesinde ifadeedildiği gibi toplantıda Suriye ve Mısır’da yaşanangelişmeler, mülteci sorunu başlıklarına ek olarak sınırgüvenliği ve Irak gündemi ele alındı. Tartışılmasıbeklenen ve gündeme alınmış olmasına kesin gözlebakılması gereken ‘barış süreci’ aldatmacasına ilişkinherhangi bir yorumun bildiriye yansımamış olmasıönemli bir ayrıntı olarak dikkat çekmektedir.

Bildiriden yansıyan kararlar AKP iktidarınınönümüzdeki günlerde dış politikada izleyeceği savaş vesaldırganlık politikasının daha da derinleşeceğibiçiminde okunmalıdır. Bu kapsamda MGK toplantısıbu politikanın ürünü olan sorunların ağırlığı altındagerçekleşmiştir. Toplantıdan bildiriye aktarılan sınırlıbaşlıklar üzerinden sahip olduğumuz bilgiler, dışpolitikada içine düşülen bataklığa dair önemlikararların alındığını doğrular niteliktedir.

Gerici çetelere lojistik destek için sınır hattınıaçarak, kamplarda eğiten, silah-askeri mühimmatbaşta olmak üzere her türlü desteği sağlayan,Ceylanpınar’da, Akçakale’de hastane imkânı dahisunan, besledikleri dinci çetelerin attığı havanmermileri yüzünden sınırda bölge halklarının ölümleburun buruna yaşamasının tek sorumlusu olansermaye devletinin sınır hattı güvenliği başlığını isegerici çıkarları çerçevesinde tartıştığı açıktır. Bildiridebu konu “Suriye’de süregiden çatışma ortamının bölgeve ülkemizin güvenliği açısından oluşturduğu tehditlerve bunlara karşı ülkemizce alınan tedbirler ile ihtilafınsona erdirilmesi için yürütülen uluslararası çabalargözden geçirilmiştir” ifadeleri ile ele alınmıştır.Emperyalistlere hizmette sınır tanımayan dinci-gericitakımın halkları boğazlama histerisinin ürünü olaraksınırların güvenliği kisvesi arkasına saklanarakSuriye’ye yönelik askeri müdahalenin önünü açmakiçin çıkardığı savaş tezkeresi ve Türkiye’ninemperyalistlerin bir savaş üssü haline getirilmesisüreci düşünüldüğünde sınırda yaşanan en büyüktehdit Türk sermaye devletinden başkası olamaz. Budoğrultuda önümüzdeki günlerin ciddi gelişmeleregebe olduğu açıktır.

Suriye’ye yönelik emperyalist kuşatmadan,

mezhepçi-cihatçı katillerin saldırıları yüzünden içsavaştan kaçan ve artık büyük bir insanlık dramı halinegelen yüz binlerce Suriyeli mültecinin büyükmetropoller ve sınır kentleri başta olmak üzere ülkenindört bir yanına sığınması sorunu ise ‘‘Ülkemize sığınanSuriyelilerin durumu ve ihtiyaçlarının karşılanmasıamacıyla yürütülen çalışmalar incelenmiştir’ başlığı ileişlenmiştir. İhtiyaçları karşılananların cihatçı çeteler veaileleri olduğu, bunun dışında kalan yüz binlerceSuriyeli emekçinin sömürü tezgâhlarında köle gibi ucuziş gücü olarak pazarlandığı, iş cinayetlerine kurbangittiği, kadınların fuhuşa zorlandığı, Alevilerinkamplardan dinci çetelerin tehdit ve baskısı yüzündenkaçtığı gerçekliği ise Türk sermaye devletininsorumlusu olduğu bu yıkımın gerçek yüzüdür.

Irak konusu ise bildiride ‘‘Irak’ta gelinen son durummütalaa edilmiş, artan şiddet ve terör eylemlerindenduyulan endişe dile getirilerek, istikrarın kalıcı birşekilde tesis edilmesi amacıyla bu ülkeye yönelikdesteğimizin sürdürüleceği vurgulanmıştır.” biçimindeele alınmış. Emperyalist işgal politikasının sonucundabitmek bilmeyen katliamların yaşandığı, patlamalarınardı arkasının kesilmediği Irak’ta ise “istikrarın”yıllardır nasıl inşa edildiği ise ortadır.

Toplantıda ‘Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki siyasigelişmeler, demokratik geçiş sürecinde bulunanülkelerde yaşananlar ile bu ülkelerle Türkiye’ninilişkilerinin de’ değerlendirilmiş olduğunu yayınlananbildiriden öğreniyoruz. Son aylarda Türkiye de dahilolmak üzere Mısır ve Tunus’ta emperyalizminişbirlikçisi, neoliberal saldırıların icracısı olan dinci-gerici iktidarlara karşı yükselen halk hareketleri AKPiktidarı için tehlike çanlarının çalması anlamınagelmektedir. Bu açıdan Müslüman Kardeşler

çizgisindeki Nahda hükümetin ekonomik-sosyal-siyasalsaldırıları karşısında Tunus’ta yükselen halk hareketidinci-gerici iktidarın bölgedeki ortaklıklarının gücünükırmakta, “Ilımlı İslam Projesi”nin sonunun yaklaştığınıkanıtlamaktadır. Bu çerçevede AKP iktidarının İhvancırejimleri desteklemeye devam ederek buradaki baskıve katliamların altına imza atacağı ise ortadadır.

Gırtlağına kadar savaş ve saldırganlık politikasınabatan sermaye iktidarının tüm kurumları ileemperyalist hegomanya savaşının çetinleşmesineuygun bir hazırlık içerisine girdiği biliniyor. Sermayedevletinin içine düştüğü politik açmazlar önümüzdekigünlerde yaşanılacak gelişmelere ilişkin askeri-siyasihazırlıklarını hızlandırmasına neden olmaktadır.Emperyalist saldırganlıkta öne çıkan Suriye gündemi,derinleşen Kürt sorunu, Tunus’la birlikte büyüyen halkhareketleri ve kızışan emperyalist rekabet vbgelişmeler sermaye devletinin dış politikada içinegirdiği açmazı daha da büyütmektedir. MGK toplantısısermaye devletinin içine düştüğü derin çıkmaza uygunbiçimde kapsamlı bir yıkım için kollarını sıvadığınıgösterirken sınıf ve emekçi kitlelerin devrimci politikaekseninde harekete geçirilmesinin yakıcılığını daortaya koymaktadır. Kuşkusuz ki emperyalizminişbirlikçisi AKP iktidarının savaş politikası işçi veemekçilerin içinde bulunduğu iktisadi-sosyal sorunlarıdaha da ağırlaştırmaktadır. Bu nedenle her geçen gündaha da artan toplumsal hoşnutsuzluğa karşı sermayeiktidarı içeride de çok yünlü bir saldırı için kollarınısıvamaktadır. İşçi sınıfı ve emekçilerin içine girdiğimizbu yeni döneme hazırlanması ise acil birsorumluluktur.

MGK toplantısınasavaş ve saldırganlık damga vurdu!

Polis şiddeti yeniden gemi azıya aldı. Sermayehükümeti AKP’nin saldırılarını hayata geçirmek için entemel dayanaklarından biri olan kolluk gücü yenidensaldırganlığını vahşet boyutuna taşıyor.

Kitlelere yönelik baskı ve şiddetin kesintisiz olarakuygulandığı bir süreçteyiz. Sermaye devleti işlediğitüm cinayetlere, uyguladığı vahşete rağmen kitlelerinsokakları terk etmemesi üzerine bir yandan faşistterörüne devam ederken diğer yandan kendisinigizlemeye yönelik manipülasyonları devreye sokuyor.Düzenin bekçisi polis, saldırganlıkta bir sınırıolmadığını her bir pratiğinde kanıtlıyor.

Haziran Direnişi’nin ardından Tuzluçayır’daki cami-cemevi projesine karşı yapılan eylemler ve ODTÜ’dekiyol yapımına karşı sürdürülen direniş polis terörününbir adım bile geri atmadan hayata geçirildiğini açıkçagösteriyor. Geçtiğimiz hafta Tuzluçayır’da veODTÜ’deki eylemlere yönelik saldırganlık bunun açıkbir yansımasıydı. Tuzluçayır’da mahalle gençliğinineylemine saldıran polisin özellikle 7-15 yaş arası küçükçocukları hedef alarak ateş ettiği görüldü. Saldırısırasında 8 yaşındaki 2 çocuk yaralandı. Çocuklardanbiri kafasına gelen plastik mermiyle diğeri ise kolunagelen gaz bombası ile yaralandı.

Aynı günlerde ODTÜ’de yol yapımına karşıdirenenlere de polis terör estiriyordu. Gerçekleştirileneylem için A4 Kapısı’nın önünde buluşmaya dahi izinvermeyen polis, yurtlar bölgesinden yürüyüşle alanagelen öğrencilere TOMA’larla, gaz ve ses bombalarıylasaldırdı.

ODTÜ’deki yol yapımının başından beri benzerpolis saldırıları yaşanıyor. Fakat bu saldırıda polisin bir‘mesaj’ vermek istediği görülüyor. Öğrencilere ormaniçinde pusu kuran polis, yoğun gaz ve ses bombasınınardından geri çekilmek zorunda kalan öğrencilere çoksayıda çevik kuvvetle saldırdı. Bu saldırısındaöğrencileri linç edercesine darp etti. Polisler, ÖğrenciKolektifleri üyesi Yener Çıracı isimli bir öğrenciyi uzunsüre darp ettikten sonra ateşin içine sürüklediler.Çıracı’yı eylemciler ateşin içerisinden çıkardılar.Çıracı’nın sırtında, bacaklarında ve bel bölgesinde ciddiyanıklar oluştu. Doktorlar Çıracı’nın yaraları için 2.dereceden yanık teşhisi koydu. Ayrıca Çıracı’nınkafasına aldığı darbeler nedeniyle 6 dikiş atıldı.

Polis benzer bir vahşeti Haziran Direnişi sürecindede gerçekleştirmişti. Sarıgazi’de Hakan Yaman isimliservis şoförü iş çıkışı evine dönerken atılan gazbombası fişeğiyle yaralanmıştı. Yere düştüğünde gelenpolisler azgınca saldırmış, Yaman bayılıncaya kadardarp etmişlerdi. Hakan Yaman, bayılınca yakındakiateşe atılmıştı. Yaman gördüğü şiddet sonucu birgözünü kaybetti. Uzun süre hastanede tedavi görmekzorunda kaldı. Yaman’ı ateşe sürükleyen çevik kuvvet

polisleri video görüntülerine de yansımıştı.

Tüm vahşetine rağmenpolis şiddeti sökmeyecek!

Polisin arka arkaya iki saldırıda böyle bir vahşetgüdüsü ile hareket etmesi elbette bir tesadüf değil.Haziran Direnişi ile güçlenen toplumsal hareket için ikiönemli dinamik olan Tuzluçayır ve ODTÜ’dekieylemlerin sürmesi tüm ülkeye yayılabilecek yangınlariçin bir ilk kıvılcımdır. Sermaye devleti şu ana kadarateşin yayılmasını engelleyebildi fakat söndüremedi.Bu saldırılarla sadece Tuzluçayır’daki birkaç çocuk,ODTÜ’deki Yener Çıracı hedef alınmıyor. Eylemekatılan, katılmayan kitleler yeniden korkutulmak, bukorkuyla eylemlerin sönümlenmesi isteniyor.

Haziran Direnişi sürecinde de izlenen bu vahşisaldırganlık artık kendini hiçbir maskenin ardınagizleyemiyor. Ankara Büyükşehir Belediyesi BaşkanıMelih Gökçek gibi azılı gericilerin çıkıp “arkadaşlarıattı” argümanı zerre kadar karşılık bulmadı. Uygulananvahşetin aleni mesajına karşılık kitleler sokakları terketmiyor. Saldırının ardından Çıracı’nın annesininsöyledikleri bu açıdan oldukça anlamlıdır. Anne SultanÇıracı, bu saldırının kendilerini yıldıramayacağınıvurgulayarak, “Oğlum Gezi eylemleri sürecinde bir aytutuklu kaldı. Ama sanmasınlar ki bu saldırılarlaçocuklarımız geri çekilir... Ölmek var, dönmek yok.Ağlayan bir anne değilim. Sonuna kadar çocuğumunarkasındayım” diyebiliyor. Saldırıların istenen karşılığıbulmamasıysa polis saldırılarını arttırıyor.

Ethem Sarısülük davasının 2. duruşmasında dabenzer bir vahşet tablosu hayata geçirilmesi sonucu 1’iağır 3 kişi yaralandı. Uygulanan vahşete rağmenkitlelerin eylemleri sürdürmesi tüm baskı ve şiddetpolitikalarının sınırını da göstermektedir.

Bugün kitleler sokağa çıkarken polisin terörününfarkındadır. Bunun için polis şiddeti sokaktaki kitleyidurduramıyor. Zaten polis bundan dolayı esasta sokağaçıkmayan kitleyi durdurmayı amaçlıyor. Faşist polisterörüne karşı mücadele hala çok güçlü örülemediğiiçin bu pervasızlık kendine yaşam alanı bulabiliyor.Bugün sokaklardaki dinamik mücadele ve yerelsorunlara karşı hassasiyet, AKP’nin saldırılarını hayatageçirmesine zemin düzleyen polis şiddetine karşımücadeleyle birleştirilmelidir. Sermaye devleti,Haziran Direnişi’ni önceleyen 1 Mayıs ve sonrasındakiTaksim eylem yasakları sürecinde de polis şiddetinegüvenmiş, toplumu baskı ile durdurabileceklerinidüşünmüşlerdi. Fakat patlayan direniş bu saldırganlığısarsmayı başardı. Bugün polis terörü üzerindenverilmek istenen mesajı da aynı kararlık vedirengenlikle karşılamak gerekiyor.

Örtülü ödenekte 9 ayda920 milyon TL harcandı

Örtülü ödenek bütçesinin en yoğun kullanıldığıdöneme ulaşıldığı, yıl tamamlanmadan 1 milyarliraya yakın bir meblağın harcandığı ortaya çıktı.

Cumhuriyet gazetesinden Çiğdem Toker’inverdiği bilgilere göre örtülü ödenek bütçesindedevasa harcamalar yapılıyor.

“Hesabı verilmeyen ve denetlenemeyen örtülüödenek, hükümetlere sınırsız denebilecek birmanevra alanı sunar” diyen Toker’in işaret ettiğigibi, örtülü ödeneğin tanımında bir dizi alandakullanılabileceği ifade edilmiş olsa da bugün dahaçok baskı ve saldırı aygıtlarına gizli bütçe sunmakiçin kullanıldığı bilinen bir alandır.

Sermaye hükümeti AKP döneminde diğer kollukgücü bütçelerinde olduğu gibi örtülü ödenekte deivmeli yükseliş görülüyor. 2005 yılında 156 milyonlira olan örtülü ödeneğin 2012’de 1.2 milyaraulaştığı ifade ediliyor. Bu yılın 9 aylık harcamasınında 920.5 milyon lira olması bu yıl da 1 milyarseviyesinin geçileceğini gösteriyor.

Öte yandan, yasal düzenlemelerle polise ağırsilah dahi alımına zemin hazırlayan devlet, örtülüödenek ile düzen kolluğunun ihtiyaçlarını sessizsedasız karşılıyor. Bir yandan “barış”, “demokrasi”nutukları atılırken ayrılan bütçelerden savaş aygıtlarımodernize ediliyor, yeni baskı mekanizmalarıoluşturuluyor. Dinleme için ayrılan bütçeninarttırılması da bunun somut uygulamalarından birioluyor.

Katil polisin avukatıAKP aday adayı!

Ethem Sarısülük’ü katleden polisin avukatıHüseyin Yelkovan Ankara Altındağ Belediyesi içinAKP’nin Belediye Başkan Aday Adaylığı’na başvurdu.

AKP’nin aday adayları arasına giren HüseyinYelkovan’ın geçmişte AKP Gençlik Kolları Başkanlığıda yürüttüğü öğrenildi.

Katil polisin aklanması için avukatlığını üstlenenYelkovan’ın AKP’den aday olması elbette şaşırtıcıdeğil. Dinci-gerici AKP daha nice eli kanlı katilinavukatlığını üstlenen isimleri partisinde barındırıyor.Özellikle Sivas Katliamı davasında avukatlık yapanisimlerin AKP tarafından nasıl ödüllendirildiği aşikar.Davaya müdahil olan 33 avukat AKP tarafındansistematik olarak görevlendirilereködüllendirilmiştir. Bazıları milletvekili olurken,Hayati Yazıcı gibi Devlet Bakanı olma “şanına” nailolmuştur. Katillerin avukatlarından bazıları iseAnadolu Ajansı’nın Yönetim Kurulu’na getirilmişti.

Aynı AKP, Ethem’in katiline sahip çıkarak dahaduruşma görülmeden meşru müdafaa olduğunusavunmuş, katil polisin ‘37 taş ile yaralandığı’senaryosunu sunmuştu.

Yelkovan’ın adaylığının AKP tarafındandesteklenmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Zira AKP’ninkirli geçmişi bu konuda bir “şaşkınlık” yaşanmasınamüsaade etmemektedir.

Bu vahşetidurdurabiliriz!

Sermaye kendi sınıf çıkarları için her zaman uzun vekısa vadeli programlar yapıyor ve sürekli bunlarınyaşama geçmesini denetliyor. Özcesi örgütlü hareketediyor ve işi sağlama alıyor. Patron örgütlenmelerindenbiri olan Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu(TİSK) böylesi çalışmalarından biri olarak her ayçıkardığı Ekonomi Bülteni’nin Ekim sayısında sermayesınıfının kazançlarını artırmanın, kaygılarını gidermeninyollarına dair değerlendirmeler bulunuyor, hükümeteöneriler/direktifler sunuluyor.

Ekonomi Bülteni’ne bakıldığında, dünya ve ülkeekonomisi üzerine ve Ekim ayında açıklanan Orta VadeliPrograma (2014-2016) ve 2014 yılı Merkezi YönetimBütçesi’yle ilgili hükümetin önümüzdeki yıl izleyeceğiiktisat politikasına dair değerlendirmeler bulunmakta.

Bültende sermaye cephesinde öne çıkan sorun vekaygıların arasında işsizlik sorunu da önde geliyor.Deniliyor ki: “İşgücü piyasasına yönelik yapısaldüzenlemeler yapılmadığı takdirde istihdamınartırılamayacağını ve işsizliğin azaltılamayacağınıortaya koyuyor.” Sanılmasın ki bu kaygı işçi veemekçileri düşündükleri içindir. Patronlar “Mevcutyapının sürdürülmesi halinde, ülkemiz uzun dönemdeyüksek bir sosyal maliyet ile karşı karşıya kalacaktır”diyerek esasta kaygılarının “sosyal patlama” olduğunuda belirtmiş oluyor.

TİSK verilerine göre, 2013 yılı Temmuz dönemindegeçen yılın aynı dönemine oranla işsiz sayısı 363 bin kişiartarak 2 milyon 686 bin kişiye ulaşmıştır. Bununneticesinde işsizlik oranı 0,9 puanlık artışla % 9,3düzeyinde bir noktaya gelmiştir. Kentsel alanda işsizlikoranı 1 puanlık artışla %11,4’e yükselirken, kırsal alandaişsizlik 0,7 puan artmış ve %5,2 olmuştur. Bu dönemdeişsizlik oranındaki artışta tarım dışı işsizlik oranının 1,1puan artarak %11,8’e ulaşması önemli etken olmuştur.Temmuz 2013 döneminde genç nüfus olaraktanımlanan 15-24 yaş grubunda işsizlik oranı, geneloranın üzerinde 1,7 puanlık artışla %18 düzeyine kadartırmanmıştır.

Yine TİSK verilerine göre istihdam edilenlerin sayısı94 bin kişi azalmış ve 25 milyon 449 bin kişiyegerilemiştir. Bu gerilemenin etkisiyle işsiz sayısı 107 binkişilik artışla 2 milyon 856 bin kişiye ulaşmıştır. Bugerçekleşmeler sonrasında mevsim etkilerindenarındırılmış istihdam oranı 0,3 puan azalışla % 45,7’yegerilemiştir.

Sermaye istiyor, hükümet uyguluyor!

TİSK, hükümetten beklediği “işgücü piyasasınayönelik yapısal düzenlemeleri” önemlehatırlatmaktadır. AKP’nin son dönemde tekrargündeme getirdiği kıdem tazminatının gaspı, istihdambüroları vb. saldırı yasalarının hızla çıkarılmasınıistemekteler. AKP hükümetinin sermayeninbeklentilerine göre davrandığını bilen sermaye sınıfıgidişattan hoşnuttur. Deniliyor ki: “Veriler, 2014 yılındaCumhurbaşkanlığı ve mahalli idareler seçimi olmasınarağmen Hükümetimizin bir seçim ekonomisiizlemeyeceğini göstermektedir. Nitekim seçimlerden

önceki son yıl olan 2013 yılının Merkezi YönetimBütçesi’nin Eylül ayına kadarki gerçekleşmeleri, maliyepolitikasının ciddi bir mali disiplin temelindeuygulandığını göstermektedir. OVP ve 2014 yılıbütçesini birlikte değerlendirdiğimizde, hükümetin cariaçık veren bir ülkenin olası makroekonomik risklerekarşı elindeki en önemli savunma silahının bütçedengesi olduğunu düşündüğünü göstermektedir.”Bütçe dengesinin nasıl sağlandığını ise yoksulyaşamlarımıza bakarak gayet iyi anlayabiliyoruz.

İstihdamın arttırılması ve işsizliğin azaltılması içinsermayenin önerileri ise şöyle sıralanmaktadır: “Buolumsuz yapılanmayı tersine çevirmek için kısadönemde ücretler üzerindeki vergi ve prim yükünüazaltmaya yönelik düzenlemelerin yapılmasıgerekmektedir. Uzun dönemde ise ilk olarak sanayisektörünün yatırım iklimi iyileştirilmelidir. Ayrıca, ortave yükseköğretimde eğitimin kalitesi yükseltilmelidir.Eğitimin marjinal maliyetinin sürekli yükseldiğiülkemizde, bu maliyete rağmen gençlerin niteliksizeğitim almaları, istihdam imkanı zayıf alanlardaeğitilmeleri yerine, araştırma yapma yeteneğikazandırılmış, yaratıcılık gücü yüksek bir eğitimsisteminde geçerek işgücü piyasasına girmeleri, hemistihdam oranını arttıracak, hem de işsizlik oranınıdüşürecektir. Ancak böyle bir çalışan yapısı ile halendüşük düzeylerde seyreden toplam faktör verimliliğiyükseltilebilir.”

Sermaye kendi ihtiyacına uygun genç, yaratıcıişçilerle kâr oranlarını artırmak isterken bu işçilerinhiçbir hakka sahip olmadan emri altında olmasınıistemektedir. Ayrıca işsizliğin esas kaynağını daçarpıtmaktadır.

İşsizlik kapitalist sömürü düzeninin doğrudansonucudur. Patronların kâr hırsı nedeniyle sürekli deartmaktadır. Sürekli kriz içinde olan kapitalistler işçiçıkartarak kâr oranlarını korumayı tercih ediyorlar.Onlara göre işçinin ücreti, sigortası vb. hepten yüktür.Ancak bunun yaratabileceği sorunlar ve istihdamihtiyaçları onları haklarından arındırılmış işçi ihtiyacınayöneltiyor. Zaten kayıt dışı çalışan pek çok işçi olmasıpatronların nasıl kârlar elde ettiğini ortaya seriyor.Ancak gelinen yerde sermaye için daha ideal biryöntem devreye sokulmak isteniyor. Haklarından yasalolarak tamamıyla arındırılmış köle işçiler, patronlarıişçinin hakkını vermemek için yaptıkları türlü “AliCengiz” oyunlarından kurtaracak.

Patronlar, başlarından atmak istedikleri kıdemtazminatı hakkı, esnek üretim modelleri, kiralık işçiuygulaması vb. saldırılar ile daha fazla zenginleşmeninderdindeler. Sermaye sınıfının, işçi sınıfının örgütlügücüyle kazandığı haklara el uzatma cüretleri kuşkusuzişçilerin örgütsüzlüğünden aldıkları güven sayesindedir.Sendikalaşmanın önündeki çeşitli engeller ve varolanlardaki hâkim bürokratik ve uzlaşmacı çizgi işçisınıfını sermayenin saldırılarına açık hale getirmektedir.İşçi ve emekçiler bu saldırılara karşı tabanörgütlenmelerinde örgütlenmeli, fiili-meşru birmücadele yolunu seçmelidir. Gün kölelik dayatmalarınakarşı “direnİŞÇİ” olma zamanıdır.

Sermaye istiyor,hükümet uyguluyor!

Punto işçilerieylemlerini sürdürüyor

Direnişteki Punto Deri işçileri 26 Ekim’deNişantaşı’ndaki Punto mağazası önünde eylemyaptılar.

Sloganlarla Punto mağazasınına yapılanyürüyüşün ardından bir basın açıklamasıgerçekleştirildi.

İşçiler adına konuşan direnişçi Ramazan Aygün,15-16 yıldır çalıştıkları Punto Deri’nin 2009 yılındataşeron bir şirket kurarak işçileri taşeron şirketegeçirdiklerini anlattı. Patronun işçilerden açık senetalarak yaptığı hukuksuzluktan bahseden Aygün,yaşadıkları baskıları anlattı. On yıl boyunca sadecebir defa senelik izin kullandıklarını söyleyerek 2013yılı için de senelik izinleri iptal ettiklerini fakatsendikalaşma olduğunu öğrendikten sonra izinparalarını verdiklerini anlattı. Arkasından da iştenatma saldırısının başladığını ve 76 gündürdirendiklerini belirtti.

Aygün’ün ardından Deri-İş Genel Başkanı MusaServi bir konuşma yaptı. Punto patronununsendikadan istifa etmeleri yönünde baskıkurduğunu aktaran Servi, kazanana kadarmücadelenin sürdürüleceğini vurgulayarakkonuşmasını sonlandırdı.

Burada yapılan açıklamanın ardından direniştekiErmenegildo-Zegna işçileri için de Zegna mağazasıönüne sloganlarla yüründü. Musa Servi buradayaptığı konuşmada Ermenegildo-Zegna’da 9 işçinindirenişe devam ettiklerini ve işçilerden birinin işeiade davasında sendikal nedenden atıldığının kararabağlandığını söyledi. Konuşmanın ardından eylembitirildi.

İşçiler eyleme eşleri ve çocuklarıyla katıldılar.DDSB ve BDSP de eyleme katılarak destek verdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Artı değer sömürüsü üzerine kurulu kapitalistsistem, doğası gereği acımasız ve yüzsüzdür. Birkapitalist için sömürü ve kölelik koşullarını başarıylahayata geçirmek aynı zamanda övünç kaynağıdır. Bukonuda başarı sağlayan sermayedarlar kapitalistdünyanın zirvesinde yer almak için çabalarlar ve kendiaralarında kıyasıya bir rekabet halindedirler.

Bunun nedeni, emek sömürüsü ve köleliğin hiçbirzaman yetmemesidir. Kapitalistlerin başarılarınıkutlamak için ise çeşitli basın yayın organları (Forbesvb.) oluşturulmuştur. Bu organların temel görevikapitalist dünyadaki gelişmeleri patronların gözündenanlatmak ve onların “başarılarını” ülkenin “kalkınmave büyüme” başarısı olarak göstermektir.

Capital dergisinin, geçtiğimiz günlerde duyurduğu‘Türkiye’nin En Büyük 500 Özel Şirketi Araştırması’bunun en güncel örneğidir. Her biri devletin sınırsızdesteğini arkasına alarak büyüyen Türkiye’nin enbüyük 500 şirketi, yakaladıkları başarıyı düzenlenenödül töreniyle kutlamışlardır. Bu şirketlerin başarısı işçisınıfı ve emekçiler için ise yıkım anlamına gelmektedir.

Özelleştirilen şirketler zirvede

Liste incelendiğinde dikkat çeken en temel noktaise, ilk 500 şirket arasında zirveyi paylaşanların 2000’liyılların başından itibaren özelleştirilmesi için düğmeyebasılan şirketler olmalarıdır. “Kamu işletmeleri kâretmiyor”, “Devletin sırtına yük oluyor” türünden sahtegerekçelerle yıllar önce sermayeye peşkeş çekilen buşirketlerin bugün ulaştıkları düzey dudak uçuklatancinstendir.

Türkiye’nin en büyük şirketi ödülünü alan veyıllardır bu türden araştırmalarda birinciliği eldenbırakmayan TÜPRAŞ, sahte gerekçelerle özelleştirilenbir şirkettir.

2005′te özelleştirme yağmasına açılan ve yüzde 51hissesi Koç Holding ve Shell Ortak Girişim Grubu’naverilen TÜPRAŞ, AKP iktidarının şefleri tarafındangöstere göstere peşkeş çekilen bir işletmedir. DöneminMaliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın “Babalar gibisatarım” diyerek peşkeş çekileceğini ilan ettiğiişletmeler arasında TÜPRAŞ başı çekmiştir. Uzunyıllardır sendikal örgütlülüğün bulunduğu TÜPRAŞ,

zirvedeki yerini korumasını, petro-kimya gibi kilit birişkolunda faaliyet yürütmenin yanı sıra son yıllardaartan taşeron işçi çalıştırma politikasına borçludur. KoçGrubu, bu işletmedeki sendikal örgütlülüğü tasfiyeetme niyetini yer yer çeşitli saldırılarla göstermektedir.

En büyük şirketler sıralamasında ikinci sırada yeralan Petrol Ofisi de tıpkı TÜPRAŞ gibi özelleştirilmiş birşirkettir. 1998 yılında başlayan özelleştirme süreci2002 yılında tamamlanan Petrol Ofisi de “zarar ediyor”yalanıyla peşkeş çekilmiştir.

Listedeki en büyük üçüncü şirketin ise Türk HavaYolları (THY) olması şaşırtıcı değildir. TÜPRAŞ gibi THYde AKP döneminde özelleştirilmesi hız kazananşirketlerden biridir. THY’de örgütlü Hava-İşSendikası’nın yaşadığı grev süreci THY yönetimininsendikasızlaştırma saldırılarının başlangıcı olmuştur. Busaldırıların son durağı ise havayollarında grev yasağınakarşı iş bırakan THY işçilerinden 305’inin iştenatılmasıdır. Dünya çapındaki havayolları firmalarıarasında üst sıralara tırmanan THY’nin büyümesininarkasında yatan en büyük etken de budur.

Capital dergisinin ilk 500 listesine baktığımızda isekârını en çok artıran şirketlerden Borusan Lojistikdikkat çekmektedir. Borusan Lojistik, yakın birdönemde bünyesinde çalışan işçilerin DİSK/Nakliyat-İşSendikası’na üye olmaları nedeniyle işçi kıyımınabaşvuran emek düşmanı bir sermaye grubudur.

En çok kâr eden şirketlerden biri olan Türk Telekomiçin de benzer bir durum söz konusudur. Kasım 2005’teözelleştirilen ve Oger Telekom’a devredilen TürkTelekom, taşeronlaştırma ve hak gasplarıuygulamalarına sıkça imza atan bir şirkettir. TürkTelekom’da yaşanan grev sürecinin çıkış noktası daTelekom işçilerinin mevcut haklarını geriye götürmeyihedefleyen uygulamalardır.

Cirosunu en çok artıran şirketler arasında başıçeken Sanko Enerji, ülke genelinde doğa ve çevrekatliamlarına neden olan HES projelerinde AKPhükümetinin tam desteğini alarak büyümüş birşirkettir.

Keza aynı listede yer alan Anadolu Grubu’nunkurucusu Kamil Yazıcı’nın “Onur Ödülü”ne layıkgörülmesi de önemli bir veridir. Sinop Gerze’ye termiksantral yapma projesiyle tanıdığımız Anadolu Grubu,Gerze halkının direnişi sonucunda bu projede geriadım atmak zorunda kalmıştır ve iyiden iyiye teşhirolmuştur.

En çok hak gaspının yaşandığı şirketler

En çok ihracat yapan şirketler listesindeTÜPRAŞ’tan sonra gelen Arçelik ve Ford Otosan dametal işkolunda faaliyet gösteren şirketler arasındabaşı çekmektedir. Binlerce işçinin çalıştığı bu iki devşirket düşük ücret uygulamaları, taşeronlaştırmanınyanı sıra taşeron sendika Türk Metal ile kurdukları kirliittifakla tanınmaktadırlar. İşçi kıyımlarının sıkçayaşandığı Ford Otosan ve Arçelik, en çok hak gaspınınyaşandığı şirketler listesi hazırlansa böyle bir listede

hiç kuşku yok ki başı çekeceklerdir.

Sermaye devleti gerçeği

Özelleştirilen şirketlerin en büyük 500 firmaarasında yer alması yıllardır AKP’den aldıkları desteğinilanıdır. Özelleştirilmelerinin ardından sömürü vekölelik koşullarının azgınlaştığı bu işletmeler kendialanlarında tekel konumuna ulaşmışlar ve kapitalistpazar içerisinde hatırı sayılır bir konum elde etmişledir.Capital 500 listesi, AKP’nin sermaye sınıfına sunduğusınırsız desteğin yanı sıra devletin sermayeyle olankopmaz bağına da işaret etmektedir. Ödül töreninekatılan kapitalistlerin Ekonomi Bakanı ZaferÇağlayan’ın etrafında toplanması tesadüf değildir. AKPiktidarının şefleri, kapitalistlerin sırtını sıvazlayarakyeni vurgunlar için desteklerini göstermişlerdir.

Kamuya ait işletmeler kapitalistlere peşkeşçekilerek devletin sermayenin devleti olduğutescillenmiştir. Yapılan araştırma ve büyük sükseylegerçekleştirilen ödül töreni özü itibariyle kapitalistlerinemek sömürüsündeki başarılarının tebriki veödüllendirilmesidir.

Forumlar, THYgrevcileriyle buluştu

THY Greviyle Dayanışma Komitesi’nin çağrısınıyaptığı ortak forum, 27 Ekim’de THY grev alanındagerçekleştirildi.

“Gezi Direnişi şimdi de forumla hava alanında”şiarıyla yapılan çağrı üzerine birçok forumdankatılım oldu. Bakırköy Çamlık Parkı Forumu “THYişiçisi yalnız değildir!” pankartıyla direniş alanınagirdi.

Forum, Grup Emeğe Ezgi’nin seslendirdiğimarşlarla başladı. Dinletinin ardından, THY işçilerigrev sürecine ve yaptıkları eylemlere dairbilgilendirme yaptılar.

Daha sonra birçok kişi söz alarak THY işçilerininyanlarında olduklarını ifade eden, mücadele vesosyalizm vurgulu konuşmalar gerçekleştirdi.

“Ortak direniş komiteleri kurulsun”

İstanbul’da birçok direnişin yaşandığı, bunlarınortaklaşmasının önemli olduğu, ortak direnişkomitelerinin kurulması gerektiği ifade edilerekbuna önayak olması için somut öneride bulunuldu.Bir sonraki forumun Punto Deri ya da farklı birdireniş alanında yapılması gerektiği ifade edildi.Öneri forum bileşenleri tarafından olumlukarşılanarak destek konuşmaları yapıldı.

Yapılan konuşmaların ardından forum çekilenhalaylarla sona erdirildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Capital 500 ’ün gölgede bıraktıkları

Doymak bilmez kâr hırslarıyla kapitalistler, en azmaliyetle en fazla kâr elde etme amacındadır. Bundandolayı daha ucuz ve masrafsız olarak gördükleri çocukemeği özel olarak tercih edilmekte, binlerce çocuksermayenin çarkları arasında ömür tüketmekte ya da işcinayetlerinde can vermektedir. Çocuk işçiliğinin önünüalmak yerine, sermaye hükümeti AKP yaptığı biryönetmelik değişikliği ile çocuk işçilerin çalıştırılmasınaizin verilen alanları genişletti. Böylece neden ve kiminiçin üç çocuk istendiği bir kez daha açığa çıkmış oldu.

Geçtiğimiz günlerde Çalışma ve Sosyal GüvenlikBakanlığı’nın çocuk işçilik için hazırladığı yönetmelikdeğişikliği Resmi Gazete’de yayınlandı. Çocuk ve Gençİşçilerin Çalıştırılma Usul ve Esasları HakkındaYönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’teşöyle deniliyor: “Mesleki ve teknik eğitim okul vekurumlarından mezun olan meslek sahibi ve 16 yaşınıdoldurmuş genç işçiler; sağlığı, güvenliği ve ahlakınıntam olarak güvenceye alınması şartıyla bu yönetmeliğineklerinde belirtilen sınırlamalara bağlı kalmaksızınihtisas ve mesleklerine uygun işlerde çalıştırılabilirler.”

Böylelikle patronlar çocuk işçi çalıştırma kılıfını yasalyoldan elde etmiş oldular. Zira İş Yasası’nın 72.maddesinde, çocuk işçiler için şunlar denilmektedir:“Maden ocakları ile kablo döşemesi, kanalizasyon vetünel inşaatı gibi yeraltında veya su altında çalışılacakişlerde on sekiz yaşını doldurmamış erkek ve her yaştakikadınların çalıştırılması yasaktır.” Ancak artık yönetmelikdeğişikliğiyle bu alanlarda da patronlar için yasal kılıfhazırdır.

Bilindiği gibi 4+4+4 sistemiyle artık çocuklar yasalolarak ortaokuldan sonra çalışabilir hale gelmiştir. Ayrıcameslek liseleriyle birlikte çocuğun çıraklık yaşınınindirilmiş olması ve gençlerin çalışmasına ilişkinyönetmeliğin de değiştirilerek “18 yaşına kadar olançocuklar ağır işlerde çalışamaz” ifadesinin kaldırılması,çocuk işçiliğin önünü açan uygulamalardır. Hemenarkasından gelen bu yönetmelik değişikliği de AKP’nin,sermayenin istediklerini adım adım nasıl da yerinegetirdiğini göstermektedir.

Sermayenin yeni dönem ihtiyaçlarına göre AKPiktidarı döneminde yapılan bu değişikliklerle küçükyaştaki çocuklar temel eğitime teşvik edilmek yerinegeleceksizliğe ve köleliğe mahkûm edilmektedir. Küçükyaşlardan itibaren asgari ücretin dahi altında, güvencesizve kuralsız koşullarda çalışmaya mahkûm edilen çocukişçileri daha fazla sömürmenin yasal dayanaklarıhazırlanmaktadır.

TUİK’in 2012 yıl sonu verilerine göre, Türkiye’de 893bin çocuk ekonomik işlerde çalışıyor. Ev işlerindefaaliyette bulunanların sayısının ise 7,5 milyon olduğuifade ediliyor. Ancak kayıtlara geçmeyen örneklerlebirlikte gerçek sayının daha da fazla olduğuunutulmamalıdır. Sanayide ve özellikle tarımda çocuklarçok daha fazla çalıştırılmaktadır.

Çocuk işçiler, çalışma yaşamında kaybettiklerihayatlarıyla hep gündemdeydiler. Sadece 2012 yılında38 çocuk iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. 3 madenişçisinin göçük altında hayatını kaybettiği Şırnak’ta,madende çalıştırılan çocuk işçi gerçeği bu vesileyleortaya çıkmıştı. 14–15 yaşlarında çocuklar, aylık 300

liraya madende çalıştırılıyordu. Yine geçtiğimiz aylardaAdana’da 13 yaşında pres makinesine sıkışarak hayatınıkaybeden Ahmet Yıldız’ın ölümü de başka bir çocuk işçigerçeğini ortaya çıkarmıştı. Hatırlanacağı gibi 13yaşındaki çocuk işçi Ahmet Yıldız 14 Mart 2013 tarihindeAdana’da haftalığı 100 TL’ye çalıştığı fabrikada kafası presmakinesine sıkışarak yaşamını kaybetmişti. Mahkeme,patrona verdiği 30 bin lira cezayı bir de 24 taksitebölerek çocuk işçiliğine sermaye sınıfının yaklaşımınızaten göstermekteydi. Ayrıca patronlar çocuk işçiliğiyönetmeliğini tartışadursun aynı günlerde Sakarya’da birçocuk işçi kolunu beton mikserine kaptırıyordu.

Çocuk işçiliğinin önlenmesi, ona ihtiyaç duyan,yoksulluk batağındaki işçi ve emekçi çocuklarına hayattakalabilmek için çalışmaktan başka bir yol bırakmayankapitalist sistemden beklenebilecek birşey değildir. Zirakapitalistler en az maliyetle en fazla kar elde etmemantıkları nedeniyle ucuz ve masrafsız olarak gördükleriçocuk emeğini özel olarak tercih etmekteler. Çocukemeğinin sömürülmesinin ortadan kaldırılmasının yolu,onu sömüren sistemin ortadan kaldırılması ilemümkündür. Esas olarak çocuklar tüm toplumunsorumluluğundadır. Ancak sosyalist bir toplumdaçocuklara bu gözle bakılır. Çocukların yetişmesi, eğitimi,üretim sürecine katılması tüm toplumun duyarlılık alanıolarak görülmelidir.

Çocuk işçi sorununa ilişkin olarak, sınıfın devrimciprogramında yer alan şu önlemler ve talepler içinörgütlü mücadele edilmelidir:

*14 yaşından küçük çocukların çalışmasının

yasaklanması,

*14–18 yaş arası çocuklar için maddi üretimin genel

ve mesleki eğitimle birleştirilmesi,

*16–18 yaş arası için 4 saatlik, 14–16 yaş arası için 3

saatlik işgünü,

*Ortaçağdan kalma bir yarı-feodal uygulama olarak

çıraklığın tasfiye edilmesi

Çocuk emeği sömürüsündedurmak yok, yola devam!

“CHP sözünü tut!”

Direnişçi BELTAŞ işçileri, CHP Beşiktaş İlçe Binasıönünde eylem yaparak, CHP il ve ilçe yöneticilerininverdikleri sözleri tutmalarını istedi.

BELTAŞ işçileri 26 Ekim günü , “Beşiktaş BelediyeBaşkanı Toplu İş Sözleşme hakkımızı gasp etti.Sendikasına sahip çıkan işçiyi işten attı. Sendikalhaklarımız için direniyoruz!” pankartı açaraksloganlarla eyleme başladı.

Açıklamada, Beşiktaş Belediyesi’ne bağlı BELTAŞadlı firmada çalıştıkları ve 2 yıl önce DİSK’e bağlıGenel-İş Sendikası’nda örgütlendikleri, öncekendilerini işten atan sonra işe geri alan ve sendikalhakları tanıyacağını ifade eden CHP yöneticileri veCHP’li Beşiktaş Belediyesi Başkanı İsmail Ünal’ınsözlerini tutmadığı belirtildi. İş Mahkemesi’ninkararlarını temyiz etmeyeceklerini dile getirenCHP’lilerin, 2 yıl içerisinde 2 ayrı dava açtıkları vetoplu sözleşme yapmadıkları ifade edildi.

Sendikal haklarının tanınması için 3 Ekim’denberi çadır kurarak direnişte olduklarını belirtenBELTAŞ işçileri, direnişlerinin 19. gününde işe geriçağrıldıklarını fakat tüm talepleri karşılanana kadardirenişlerini sürdüreceklerini belirttiler. Direnişlerinekatılmamaları için Genel-İş 1 No’lu Şube BaşkanıHikmet Aygün’ün parkları tek tek gezerek işçilerlekonuştuğu ve bu duruma karşı çıkan bir işçinin ertesigün işten atıldığı belirtilerek, sendika şubebaşkanının işbirlikçi olduğu ifade edildi.

Açıklama tüm talepler kabul edilene kadardirenişinin sürdürüleceği belirtilerek sonlandırıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

AKP’nin iktidarda olduğu dönemde işgücü maliyetinidüşürmek için taşeronluk, hizmet alımı, fason üretim,müteahhitlik gibi uygulamalar hızla yaygınlaştırıldı.Taşeron işçilerinin sayısı milyonları buldu. Taşeronişçilerinin büyük bölümü, mevcut kanunlardaki haklarınıbilmediğinden büyük hak kaybına uğratıldılar.

“Taşeron İşçiliğe Karşı Mücadele Sempozyumu” 27Ekim günü gerçekleştirildi. Sempozyumu yakıcı bir sorunolan taşeron köleliği konusunda işçi sınıfı saflarındaasgari bir açıklık sağlanması temelinde planladık. Tabii kihedefimizi işçi sınıfının taşeronluk köleliğine karşıaydınlatılmasıyla sınırlamadık. Aynı zamanda meclisgündeminde olan taşeronluk yasasının kapsamıkonusunda işçileri aydınlatmak ve taşeronluk köleliğinekarşı bölgemizdeki mücadele dinamiklerinibirleştirmeye ve örgütlenme düzeyini de yükseltmeyeçalıştık.

Belirttiğimiz temel amaca bağlı olarak birincisi;taşeronluk köleliğine karşı asgari bir sınıf bilinciyaratmayı, ikincisi; taşeronluk köleliğine karşı sınıfın ileripotansiyelini açığa çıkarmayı ve harekete geçirmeyi,üçüncüsü; Taşeron İşçiliğe Karşı Mücadele Sempozyumuiçinde öne çıkan sınıf dinamiklerini devrimci sınıfçizgisine kazanmayı hedefledik.

Taşeron çalışan işçiler, işçi sınıfının yoğun sömürüyemaruz kalan kesimlerinin başında yer almaktadır.Geçmişte taşeron işçi sayısı azdı. 350 bin olan taşeronişçisi sayısı AKP iktidarı döneminde 1,5 milyona yaklaştı.Sempozyum çalışmamızın bir yanı TİSK ve AKPiktidarının elbirliği ile gündeme getirdiği yeni taşeronlukyasasının niteliğini ortaya koymaktı.

Taşeron işçilerin İş Kanunu’ndan kaynaklanan bazıhakları vardı. Ancak AKP iktidarı sanki bu haklar yokmuşda yapılacak kanun değişiklikleriyle taşeron işçilerineyeni hak verilecekmiş gibi bir hava yaratmak istedi. Oysatam tersi bir durum söz konusuydu. AKP iktidarı,taşeron işçilerinin birçoğunun kullanamadığı mevcuthakları ortadan kaldırma çabası içinde. AKP iktidarınınmeclis gündemine taşıdığı taşeronluk yasası altişverenin üstlendiği işi bölerek bir başka alt işverenevermesine dönük sınırlayıcı hükmü kaldırıyor.

45 günlük bir süreye yayılan sempozyum çalışmasıiçerisinde propaganda ve ajitasyon araçları bakımındanbelli imkanlarımız vardı. Kayseri İşçi Bülteni ve Karayoluİşçi Bülteni’nin Eylül ve Ekim sayılarında sempozyumyazıları öne çıktı. Ayrıca Karayolu 6. Bölge işçileri veKayseri İşçilerin Birliği Derneği facebook sayfalarında dasempozyum çağrısı yükseldi. Taşeron köleliğine karşıyüzlerce el ilanı kullanıldı.

Sempozyuma hazırlık çerçevesinde asıl önemli olanise özelde taşeron işçilerle genelde sınıfın tümbölükleriyle biraraya gelmekti. İşçi ve emekçilerle yüzyüze gelmek, onları giderek bir tartışma süreci içerisinesokmaktı. Bunun için fabrikalarda, sanayi havzalarında,bölgedeki birçok merkez ve semtlerde hazırlıktoplantıları gerçekleştirildi.

Sempozyumun gündemi son derece günceldi. AKPiktidarı taşeron işçilerinin sorunlarını çözeceğine dair biryanılsama yaratmak için harekete geçmişti. Taşeronlukyasasını meclise getirmiş ve Ekim ayı içinde

yasalaştırmaktan bahsediyordu. İşçi sınıfı ve emekçilerde taşeronluk yasası hakkında merak içindeydi. Özelliklesayıları 1,5 milyona yaklaşan taşeron işçiler gelişmeleriyakından takip ediyorlardı. Öte yandan gelişmelerisermaye medyasından izliyorlardı. Bu da sermayemedyası ve iktidarı tarafından verilen vaatlerin işçileriçinde etkili olmasına yol açıyordu. “Taşeron İşçiliğeKarşı Mücadele Sempozyumu Hazırlık Komitesi”taşeron işçilerin sorunlarını çözeceğini vaat eden yasatasarısının gerçek niteliğini ortaya sermeyi önemsedi.

Sempozyumun temel hedeflerinden birisi yukarıdaaltının çizildiği gibi özelde taşeron işçilerin genelde işçisınıfının tüm bölüklerinin taşeron köleliğine karşıörgütlenmesiydi. Zira örgütlenme demek, düşünce vepolitikanın gücünü açığa çıkarmak, amaca ulaşmaküzere her türlü enerji zerresini değerlendirmek,emekçileri bir fikre kazanmak ve o fikirlerin taşıyıcısıhaline getirmekti. Eğer politik tutumunuzu başarılı birörgütlenme faaliyeti ile birleştiremezseniz, sözünüzkendi içerisinde ne kadar anlamlı ve doğru olursa olsunhayata geçme gücü bulamazdı.

Çalışmanın başından itibaren sempozyum hazırlıkkomitesinin oluşturulmasına ve süreci yönlendirmesineözel önem verdik. Çeşitli işkollarında da sempozyumhazırlık komiteleri oluşturduk. Taşeron köleliğine karşıöfke duyan, hakları ve geleceği konusunda duyarlı olanher enerji zerreciğini sempozyum hazırlık sürecinekatmaya çalıştık. Sempozyum hazırlık sürecindekazandığımız ve duyarlı kıldığımız ilişkilerin katkılarınıkendi zeminlerinde örgütlemeyi başarabildik.

Sempozyumun nitelikli olması için çaba harcadık.Tebliğlerde taşeron köleliğinden kurtuluşun kalıcı olmasıiçin gerekli olan işçi sınıfının devrimci iktidarıdıranlayışını temel alarak hazırladık. Militan mücadelevurgusunu öne çıkardık. Sempozyuma katılımı daönemsedik. Zira “İşçilerin Birliği Halkların KardeşliğiKurultayı”na katılımın yoğun olmasının, aynı zamandaörgütlenme konusunda sağladığı avantajlarınfarkındaydık. Sempozyumda katılım açısından da açıkbir başarı bekliyorduk. Bu noktada yanılmadığımızısempozyum gösterdi.

Taşeron işçileri mücadele kararlılıklarıyla ve sendikaağalarının ayak oyunlarını boşa çıkararak taşeronköleliğine karşı mücadeleyi kazanabilirler. Taşeronişçileri güvencesiz çalışmanın yoğunlaşacağının farkınadaha fazla varmaya başladılar. “Taşeron İşçiliğe KarşıMücadele Sempozyumu” bu farkındalığın yaratılmasıyolunda atılmış bir adımdır.

Sempozyumun yarattığı moral güçle taşeronlukköleliğine ve güvencesiz çalışmaya karşı oluşan tepkiyiörgütlemek önümüzdeki dönemde kavranması gerekentemel halkadır. Taşeron işçilerinin taban örgütlerinikurarak, komiteleşerek duyarlılık ve kararlılıklarını,sonuç alıcı bir eylem hattına taşıyabilmesi yaşamsalönemdedir. Ancak böylesi dinamik taban örgütleritaşeronluk köleliğine darbe vurabilir. Güvenceliçalışmanın yolunu düzleyebilir. Bu yolda adımlarısıklaştırma görevi öncelikle öncü taşeron işçilerininomuzundadır.

Sempozyum Hazırlık Komitesi

Sempozyum üzerine...

Taşeron işçilerisempozyumda buluştu

Taşeron İşçiliğe Karşı Mücadele Sempozyumu, 27Ekim’de gerçekleştirildi. Sempozyuma 100 kişikatıldı.

Sempozyum, Hazırlık Komitesi Sözcüsü’nün açılışkonuşmasıyla başladı. Sözcü, son 11 yılda katlanantaşeron işçi çalıştırma eğilimine dikkat çekti.Taşeronluğun ve tüm sorunların kaynağı olankapitalizme karşı mücadelede alınacak mesafenintaşeron köleliğinin son bulmasında belirleyiciolduğunu belirtti. Taşeron işçilerin hakları ile ilgiliolarak meclis gündeminde olan taşeron yasasınadeğinen sözcü, yasanın tam bir aldatmaca olduğunubelirtti.

Açılış konuşmasının ardından söz alan Kayseriİşçilerin Birliği Derneği Başkanı Hacı Bora Koç,işçilerin birliğini vurgulayarak işçilerin üretimdengelen gücüne dikkat çekti.

“Taşeron işçi çalıştırma eğilimigiderek artıyor”

Karayollarında çalışan bir taşeron işçisitarafından okunan ilk tebliğde taşeron işçilerininyaşadığı sorunlar ve yeni yapılmak istenendüzenlemenin bu sorunları ortadan kaldırmakyerine ağırlaştıracağı anlatıldı. İşçilerin yaşadığısorunların kaynağı olan kapitalizme hizmet edenhükümetlerin sorunu çözemeyeceği, çözümünyolunun işçi sınıfının iktidar mücadelesinden geçtiğibelirtilerek tebliğ sonlandırıldı.

Söz işçilerde…

Tebliğin okunmasının ardından söz sempozyumakatılan işçilere bırakıldı. Değişik sektörlerdenişçilerin söz aldığı bu bölümde işçiler yaşadığısorunlar ve bu sorunların kaynağına ilişkindüşüncelerini paylaşarak mücadele edilmesigerektiğinin altını çizdiler. İşçiler birlik ve dayanışmaiçerisinde mücadeleyi büyütme kararlılıklarını ifadeettiler.

Sempozyum sonunda, sonuç bildirgesindetaşeron işçilerin talepleri sıralandı.

Kızıl Bayrak / Kayseri

- Çalışmalarınız hakkında bilgi verebilir misiniz?- Bilindiği gibi kıdem tazminatı hakkının gaspı,

kiralık işçi uygulamasının yasalaşması ve istihdampaketinde yer alan diğer saldırılarla sermaye sınıfı işçisınıfına tam bir kölelik dayatmaktadır. Bu saldırılarakarşı SİDER olarak “Haklarımıza ve geleceğimize sahipçıkalım!” şiarıyla bir çalışma başlattık. Başta OrganizeSanayi Bölgesi olmak üzere sanayi site ve bölgelerinihedefleyen bir çalışma olacak. Kuşkusuz işçi sınıfınınhak ve özgürlükleriyle ilgili taleplerini ancak mücadeleile elde edebileceği bilinciyle, derneğimizinkuruluşundan bu yana bu yönlü çalışmalaryürütülmekteydi. Ayrıca ‘rafa kaldırılmadan” öncedederneğimiz kıdem tazminatı hakkına sahip çıkmak içinimza kampanyası düzenlemişti. Gelinen yerdekazanılmış tüm haklara göz dikildiği, tamamenköleliliğin dayatıldığı böylesi bir süreçte işçi sınıfınayönelik çalışmalarımızı daha da yoğun sürdürmekgerekmektedir. Biz de bunun için mücadele ediyoruz.

- Bu çalışmayı ne gibi araçlarla yürütmeyidüşünüyorsunuz?

- Saldırıların kapsamıyla ilgili bilinçlendirme veörgütlenme konusuna öncelik verecek, gerekbildirilerle, gerek afiş, sticker gibi görsel yollarla ya daradyo ve sosyal paylaşım siteleri gibi kanallarla işçi veemekçilere ulaşacağız. Ayrıca önümüzdeki günlerde bugündemli bir işçi toplantısı da yapmayı düşünüyoruz.Sermaye devleti elindeki imkanlarıyla ciddi birmanipülasyon yaratabilmekte, hak gasplarını işçiye“iyilik” adıyla sunabilmekte, bilinç bulandırmaktadır.Bu nedenle öncelikle bilinçlendirme çalışmalarınaağırlık vereceğiz.

- DİSK geçtiğimiz günlerde benzeri bir çalışmabaşlattı. Ne düşünüyorsunuz?

- Son saldırılarla birlikte gelen kölelikdayatmalarına karşı “diren işçi” vurgusunu biz desahipleniyoruz. Ancak DİSK’in açıkladığı program,sonuç alıcı bir eylem programı değil. Zira böylesiçalışmalar sendikalı olsun ya da olmasın fabrikalarda

taban örgütlenmelerinin önünü açmalı ve eylemlisüreçlerle beslenmelidir. İşçi sınıfı tarihigöstermektedir ki hak gasplarını durdurmanın ve yenihaklar elde etmenin yolu fiili-meşru mücadeledengeçmektedir. Bu nedenle taban örgütlenmelerininönemi ayrıca öne çıkmaktadır. Dolayısıyla “Genel grev,genel direniş” perspektifiyle hareket edilerek, ülkegenelinde sendika ve konfederasyon düzeyindeyapılacak çalışmalarla sonuç alıcı adımlar atılabilir.

Oysa kıdem tazminatını tartışmayacaklarını,kazanılmış bu hakkın gasp edilmesinin grev nedeniolduğunu söyleyen sendikalar tamamen sessizliğebürünmüş durumda. Sendikalara egemen olanbürokratik zihniyetin böylesi bir derdi olmadığı ortada.DİSK ise, daha önceki pratiklerine bakıldığında dagörülecektir, adeta göstermelik bir adım atmıştır.Bugünlere kadar işçi sınıfına yönelik diğer hak gasplarıkarşısında yaptığı gibi diğer konfederasyonlarıneylemsizliğini de bahane ederek “biz yaptık, denedikolmadı” dememelidir. Tabii burada görev gerek DİSKgerekse diğer konfederasyonlardaki öncü işçileredüşmektedir. Bizler de taban iradesinin açığa çıkmasıve örgütlenmesi için çalışmalarımıza bulunduğumuzalanda yükleneceğiz.

- Son olarak ne söylemek istersiniz?- Sermaye sınıfının kapsamlı saldırılarıyla yüz

yüzeyiz. Bu saldırılara işçi sınıfı ve emekçiler olarak bizde kapsamlı bir şekilde, birleşik mücadele ile yanıtvermeliyiz. Tüm çalışmalarımız, çabamız bu yönlü.Buradan başta Adana’dakiler olmak üzere tüm işçikardeşlerimize örgütlenme çağrımız var. Ancak örgütlübir şekilde hareket edersek kazanabiliriz. Ve zafersokakta kazanılır. Haziran Direnişi önemli deneyimlerbıraktı. Bu deneyimleri daha ileriye taşıyabilmek,sanayi havzalarında “direnişçi” olmak gereklidir.Özetleyecek olursak; kıdem tazminatının gaspına,kiralık işçi uygulamalarına, yaşamımızınköleleştirilmesine karşı haklarımıza ve geleceğimizesahip çıkmak için “direnİŞÇİ” diyoruz.

Kızıl Bayrak / Adana

“Haklarımıza sahip çıkmakiçin ‘direnİŞÇİ’”

Ücretli köleliğe karşımücadeleye!

Sınıf devrimcileri Ankara ve Adana’da kıdemtazminatının gasp edilmesine, Ulusal İstihdamYasası’na karşı mücadeleyi örgütlüyorlar.

Ankara’da sınıf devrimcileri OSTİM veBatıkent’te işçi ve emekçilere kölelik koşullarınıdayatan Ulusal İstihdam Yasası’nı teşhir edenfaaliyet yürütmeye devam ediyorlar. Sınıfdevrimcileri, OSTİM ve Batıkent’te yoğun bir teşhirçalışması yürüterek işçi-emekçilere yönelik saldırıyasalarına karşı örgütlü mücadele yürütmeyeçağırıyorlar. Aynı zamanda Bağımsız Devrimci SınıfPlatformu’nun 3 Kasım’da Batıkent’tegerçekleştireceği UİS konulu söyleşiye çağrı yaptılar.

Sınıf devrimcileri 28 Ekim sabahı, söyleşiye çağrıyapan BDSP imzalı bildirileri OSTİM’de işçilerinkahvaltı yaptıkları pastaneleri dolaşarak dağıttılar.Pastaneler dolaşıldıktan sonra işçilerin yoğun olarakkullandığı geçiş güzergahlarında bildiri dağıtımınadevam edildi. Öğle arasında da lokantalar veatölyeler dolaşılarak bildiri dağıtımı yapıldı.Dağıtımlarda işçilerle işyerlerinde karşılaştıklarısorunlar ve gündemdeki İstihdam Yasası üzerinesohbetler edildi.

28 ve 29 Ekim tarihlerinde akşam iş çıkışsaatlerinde Batıkent metro çıkışında istihdamyasasına karşı yapılan ajitasyon konuşmalarıyla KızılBayrak gazetesinin satışı gerçekleştirildi.

Sınıf devrimcileri 30 Ekim sabahı da OSTİMişçilerine seslemeyi sürdürdüler. OSTİM Metroçıkışında söyleşi çağrılarının da bulunduğubildirilerin dağıtımını gerçekleştiren sınıfdevrimcileri, öğle arasında da işçilerin yemek yediğilokantaları dolaşarak bildiri dağıtımına devamettiler. Akşam iş çıkış saatinde ise Batıkent Metroçıkışında bildiri dağıtımı gerçekleştirildi.

Adana Sanayi İşçileri Derneği’nin başlattığıçalışmalar yoğunlaşarak devam ediyor. Kölelikyasalarına karşı “direnİŞÇİ” olma çağrısı 30 Ekimgünü Organize Sanayi Bölgesi’ne taşındı. OSBdışında da, Adana’nın belirli fabrika ve atölyelerininbulundukları güzergâhlarda; “direnİŞÇİ! Kıdemtazminatı gasp ediliyor, kiralık işçi uygulamasıgeliyor, kölelik yasalaşıyor! Haklarına ve geleceğinesahip çık!” şiarlı pullamaları yapıldı.

Kızıl Bayrak / Ankara-Adana

Sincan İşçi Birliği, 26 Ekim’de ÇağdaşHukukçular Derneği Çalışma Yaşamı Komisyonuüyesi Avukat Zeycan Balcı Şimşek’in katılımıyla işhukuku konulu bir etkinlik gerçekleştirdi. ToplantıSincan İşçi Birliği adına yapılan konuşmaylabaşladı.

Sincan’da işçiler dayanışma vemücadele için birleşiyor!

Birlik temsilcisi, Sincan bölgesinde işçilerinbirliğini ve dayanışmasını oluşturabilmek içinyola çıktıklarını ifade etti. İşçilerin sendikasız, işgüvencesinden yoksun, düşük ücretlerde ve kötükoşullarda çalıştıklarını vurguladı. Çalışma yaşamınındüzeltilmesi için işçilerin birlikte mücadele etmelerigerekliliğine dikkat çekti. Çalışma koşullarınındeğiştirilmesinin tek tek bireysel çabalarla değil,dayanışma içinde örgütlenmekle mümkün olduğunavurgu yapan Sincan İşçi Birliği temsilcisi sözü AvukatZeycan Balcı Şimşek’e bıraktı.

“Gerçek kazanım davalarda değil,fiili mücadelede!”

Avukat Şimşek konuşmasına kapitalizminTürkiye’deki gelişimini kısaca özetleyerek başladı.Ülkede değişen üretim biçimlerini-modellerini vebunun sosyal yaşama etkilerini anlatan Şimşek,kapitalizmin her kriz ve bunalım döneminde üretim veçalışma biçimlerinin patronlar lehine değişikliğeuğradığını ve yapılan her bir değişiklikle çalışmayaşamının daha da ağırlaştığını vurguladı. Esnek

çalışma dayatmalarıyla bu saldırının daha daağırlaşacağını belirten Şimşek, UİS kapsamındabölgesel asgari ücret, geçici işçi çalıştırma, özelistihdam büroları konularıyla ilgili bilgilendirmelerdebulundu.

Şimşek, iş yaşamında karşılaşılan hukuksuzluklariçin dava açmanın, hukuka başvurmanın önemliolduğunu, ancak gerçek kazanımın davalarla değil, fiilimücadele ile yaratıldığını vurguladı. Şimşek, bukonuyla ilgili olarak pek çok işçi direnişinden örneklerverdi. İşçilerin kararlılıkla mücadeleyi sürdürdüklerindedavalara gerek kalmadan sorunların çözülebileceğiniaktardı. Şimşek’in sunumunun ardından soru-cevapbölümüne geçildi.

Toplantıya katılan işçiler genelde ücret sorunuüzerinden problemler yaşadıklarını belirterek,sorunlarını paylaştılar. Canlı bir atmosferde geçentoplantı Sincan İşçi Birliği’nin yaptığı birliğigüçlendirme çağrısıyla sonlandırıldı.

Kızıl Bayrak /Ankara

Sincan’da işçilerbirliğini güçlendiriyor!

İşçi Okulu sona erdi!

Ankara’da Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu’nundüzenlediği İşçi Okulu, 27 Ekim’deki 3. oturumdayapılan seminerle tamamlandı.

İşçi Okulu’nun son oturumunda, “HaziranDirenişi ve işçi sınıfı” ve “Sosyalizm ve işçi sınıfı”başlıklarına dair sunumlar gerçekleştirildi.

İlk sunumda, Haziran Direnişi’ni yaratan tarihselkoşullar ele alındı. Dünya ölçeğinde ‘90’lardan buyana emperyalist-kapitalist sistemin çok yönlüsorunlarının ürünü olarak ortaya çıkan sosyalsorunlar ve kitle hareketleri anlatıldı. Türkiye’deHaziran Direnişi’nin ise dünya ölçeğinde yaşanansosyal hareketliliğin bir parçası olduğu vurgulandı.12 Eylül’den itibaren günümüze kadar iktisadi-sosyalsorunlar ve dinamikler ele alındı. Güncel plandaHaziran Direnişi’ne ilişkin yapılan tartışmalardadirenişin bileşeni, önderliği vb. üzerine düşüncelerifade edildi. Haziran Direnişi’nin gösterdikleriışığında işçi sınıfı içinde örgütlenmenin öneminedikkat çekildi. Sunumun ardından Haziran Direnişive sınıfı örgütleme ekseninden güncel gelişmelere(Tuzluçayır cami-cemevi yapımı, ODTÜ’deki yolçalışması) dair tartışmalarla sunum devam etti.

“Sosyalizm ve işçi sınıfı” sunumuna ise “Nasıl birdünya istiyoruz?” sorusu ile başlandı. Komünisttoplum üzerine değinmelerin ardından kapitalistsistemin çözümsüzlüğü, sosyalizmin kaçınılmazlığı,sosyalist iktidar mücadelesinde işçi sınıfı, parti vedevrim ilişkisi, proletarya diktatörlüğünde üretim,bölüşüm ve yönetim ilişkileri ele alındı. Sosyalizmintarihsel deneyimlerinden çıkartılan sonuçların daele alındığı sunumda, işçi sınıfını sosyalizmekazanmanın ve sınıf içinde sosyalist propagandanınönemi vurgulandı. Sunumun ardından ise, devrim veiktidar sorunu, sosyalizmin zorunluluğu, işçi sınıfınıntarihsel misyonu üzerine tartışmalar yapıldı.

Sunumların bitmesinin ardından katılan güçlerile İşçi Okulu üzerine tartışma yapıldı. Eksikliklerinerağmen İşçi Okulu’nun işlevsel yanına dair vurgularyapıldı. Benzer eğitici toplantıların sürmesi ihtiyacıdile getirildi.

Kızıl Bayrak / Ankara

Devrimci sınıffaaliyetlerinden...

38 Gezi tutsağının bulunduğu İzmir’de, merkezigüzergahlar, sınıf devrimcilerinin yaptığı “Özgürlük,devrim, sosyalizm!” ve “Faşist polis terörüne karşıdirenişe!” şiarlı afişlerle donatıldı.

Bayraklı, Soğukkuyu, Altınyol güzergahı,Naldöken ve Çiğli’de yaygınca yapılan afişler,emekçiler tarafından da ilgiyle karşılandı.

***Kayseri İşçi Bülteni Ekim sayısı 25 Ekim sabahı

işe gidiş saatlerinde işçilere ulaştırıldı. Kayseri’ninmerkezi işçi servis güzergahları olan EskişehirBağları ve Belsin’de yaklaşık 900 adet Kayseri İşçiBülteni kullanıldı.

İşçilerden bazıları bülten dağıtımına da katıldı.Kimisi bülteni servis aracında bulunan arkadaşınataşıdı, kimisi fabrikasına götürdü.

Kızıl Bayrak / İzmir-Kayseri

Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu (MİBMYK) Kasım ayı toplantısını gerçekleştirdi. Toplantınıngündemi şu konu başlıklarından oluşturuldu:

- ODTÜ ve artan siyasal saldırılar- Kıdem ve sosyal saldırı programı- İşkolundaki gelişmeler - BültenBu başlıklar üzerinde yapılan değerlendirmeler ve

varılan kararları aşağıda özetleyelim.

- ODTÜ ve artan siyasalsaldırılar üzerineBu başlık altında gelişmeleri değerlendiren MYK,

sermaye iktidarının bir gece yarısı operasyonuylaODTÜ ormanına iş makinaları ve polis ordularıylagirerek yaptığı kırımı ve bu kırıma karşı direnenlereyönelik yaptığı zulmü protesto etmektedir.

ODTÜ’deki bu saldırganlığın nedenleri son dereceaçıktır. Öncelikle ODTÜ’nün baş eğmeyen devrimciruhu hedef alınmıştır. İş makinaları, polis orduları veyalan makinası medyalarıyla planlı bir biçimde buhedef için davranmışlardır. İkinci olarak Gezi sürecindeyaşadıkları siyasal ve moral yenilginin rövanşını almakistemişlerdir. Bunun için ne yasa, ne mahkeme kararı,ne de ahlak tanımışlardır.

Tüm bu gelişmeler de gösteriyor ki, faşist birdüzende yaşıyoruz. Bu düzende orman kanunlarısürüyor. Siyasal iktidarı elinde bulunduranlar zorbalıkla

yönetmeye çalışıyor. Bunun için böyle bir düzendeayakta kalmanın, haklarına sahip çıkmanın tek yoluörgütlenmekten, meşru-militan mücadeleden geçiyor.ODTÜ’de olup bitenler, bu gerçeğin altını bir kez dahaçizmiştir.

MYK, ayrıca işçi sınıfının ve onun örgütlü güçlerininODTÜ gibi toplumsal siyasal süreçlerde taraf olmasıgerektiğine inanmaktadır. Çünkü ODTÜ işçi sınıfınınyaşam ve gelecek mücadelesinden bağımsız değildir.ODTÜ’ye karşı bu hoyratlığı yapanlar işçi sınıfının dacanına okumaktadırlar.

MYK, bu düşüncelerle ODTÜ direnişiniselamlamakta, direnen ODTÜ’nün yanında olduğunuilan etmektedir.

- Kıdem ve sosyal yıkımsaldırıları üzerine1- Topluma karşı baskı ve zorbalıkta sınır

tanımayanlar, işçi sınıfının haklarına karşı da topyekûnbir saldırı planı üzerinde çalışıyorlar. Bu plan içerisindekıdem tazminatının gaspı da var, özel istihdam bürolarıda var, esnek çalışma da var. İşçi sınıfını tümdenköleleştirecek ve onu dipsiz bir sömürü cehennemininortasına atacak olan bu saldırıları önümüzdekigünlerde hayata geçirmeye çalışıyorlar. Bu bakımdanda olup bitenlerin ODTÜ’deki hoyratlıktan geri kalır biryanı da yoktur.

Öyle ki, önce sendika bürokratlarıyla bir

“müzakere” ve “mutakabat” oyunu oynadılar,kendilerinden emin görünüyorlardı ki, onlara göre“anlaşma tamamdı sorun ambalajlama sorunuydu.”Ama baktılar ki bu bürokrat takımının bu gasplarınaltına imza atacak takati yok. Hepsi işçinin öfkesininaltında kalmaktan korkuyor. Bunun üzerine “uzlaşmaolmazsa başka bahara kalır” diyenler, mecburenuzlaşma çıkmayınca “hiç kimsenin istediği gibiolmayacak yasaları meclisten geçireceğiz” demeyebaşladılar. Bunun ne demek olduğu malum. Hükümetve sermaye tarafından alınan gasp kararları, meclistegöstermelik oylamalarla hayata geçirilecek. Meclisörtüsü altında milyonlarca işçinin iradesi hiçe sayılarakhaklarımız ve geleceğimiz bir oldu-bitti ile karartılacak.

2- MYK, “geliyorum” diyen bu büyük saldırıya karşımücadelenin acil ve ertelenemez bir zorunlulukolduğunu bildirmektedir. Aksi halde geçtiğimiz yılsendikalar ve TİS yasasında olanların başımıza gelmesikaçınılmazdır. Şu an DİSK yönetiminin sınırlı ve sonderece yetersiz görünen eylem programı, Türk-İşcephesinden boş sözler ile beklemeci bir tutumgörüyoruz. Hükümetin basit bir uydusu gibi hareketeden Hak-İş ise zaten bu saldırı programınıdesteklemektedir.

Sendika bürokratlarına kalsa haklarımızı altıntepside sermayeye sunacaklar, ama biz teslimolmamalı, buna izin vermemeliyiz. Bunun için bubürokrat takımını sorumluluk üstlenmeye, geliyorumdiyen saldırı programına karşı etkili ve sonuç alıcı birmücadele programı hazırlamaya ve hayata geçirmeyezorlamalıyız. Zorlamalı, buna rağmen hareketegeçmedikleri durumda da onlardan hesap sormalıyız.Dahası vakit yitirmeden mücadele inisiyatifini elimizealmalı, eyleme geçmeliyiz.

3- MYK, mücadelenin örgütlenmesi bakımındanönümüzde duran üç engelin varlığına dikkatçekmektedir. Bunlardan birincisi pazarlıkçılıktır.Yaşamsal haklarımızı tartışmaya açan, kölelik yasalarınımeşru kılan bu türden pazarlıkçı yaklaşımlarlauzlaşmamalı, bu yaklaşımın temsilcilerinietkisizleştirmeli, saflarımızdan uzaklaştırmalıyız. Çünküher türlü pazarlıkçılık kaybetmenin yolunu açacaktır.İkincisi teslimiyetçi düşünce ve ruh halidir. Saldırıplanlarını sineye çeken ve herhangi bir mücadeledüşüncesini dahi aklına getirmeyen bu tutumusaflarımızdan söküp atmalıyız. Üçüncüsü cehalet vekafa karışıklığıdır. Öyle ki saldırının mahiyeti vesonuçları hakkında saflarımızda yer yer ciddi bir kafakarışıklığı yaşanmaktadır.

Bu engeller kuşkusuz sermaye, hükümet ve sendikaağaları tarafından bilinçli bir biçimde karşımızadikilmektedir. Çünkü başarmaları tüm bunlara bağlıdır.Biz ise enerjik bir çabayla bu engelleri yıkmakzorundayız.

4. MYK, bu düşüncelerle MİB’in üzerine düşengörevlerin altını çizmiş, bazı somut planlamalaryapmıştır. İmza standları, bildiri, duvar gazeteleri,

Değerlendirme ve kararlar

söyleşiler ve fabrika toplantıları, eylemli tutumugeliştirmek ve yapılan eylemlere sınıfın kitleselkatılımını sağlamak, bu çerçevede tanımlanan işlerolmuştur.

- İşkolundaki gelişmelerMYK işkolundaki gelişmeleri farklı yönleriyle ve

yerellerden gelen bilgiler ışığında değerlendirmiştir. 1- İşkolunda MESS-Türk Metal cephesinden

kendileri için işkolunu dikensiz gül bahçesineçevirebilmek amacıyla enerjik bir yüklenmegörülmektedir. Bu amaçla yoğun bir örgütlenmeçalışması yapmakta, özellikle de Birleşik Metal veÇelik-İş’in örgütlülüklerine saldırmaktadır. Mevcutdurumda bu bakımdan ciddi kazanımlar elde ettikleride görülmektedir. Belirtmek gerekir ki MESS-TürkMetal bu gücünü, büyük ölçüde geçtiğimiz dönem TİSsürecinin özellikle Birleşik Metal cephesinde ortayaçıkardığı moral çöküntüden almaktadır. Zira TürkMetal’in imzaladığı sözleşmenin altına imzaatılmasının ardından Birleşik Metal saflarında büyükbir moral bozukluğu ve enerji kaybı ortaya çıkmıştır.Bu arada Bosch, Dinex, Arobus gibi örnekler de butabloyu daha da ağırlaştırmıştır. Başarma umudunu veözgüvenini yaralayan bu örnekler Birleşik Metal’inörgütlülüğünün altını oymaktadır. Bu koşullarda geriyeçekilme de sadece düşmanın işini kolaylaştırmakta,iştahını azdırmaktadır.

Dolayısıyla işkolunda metal işçisinin bugün enönemli sorunu bu gidişi durdurabilmektir. İleri-öncümetal işçilerinin mücadele direncini, inancını veazmini arttıracak onları birbirlerine kenetleyecek birmüdahaleyi gerçekleştirmektir. Ama bu boş laflarla,hamasi nutuklarla başarılamaz. Yapılması gerekenöncelikle varılan bu durumun nedenleriyle, bunedenlerin başında gelen icazetçi-yasalcı sendikacılıkanlayışıyla hesaplaşmaktır. Bu ise tabandan ileri veöncü metal işçilerinin yan yana gelmesi ve inisiyatifiellerine alması ölçüsünde gerçekleşebilecektir. Aksihalde Bosch’ta olduğu gibi büyük olanaklarıntüketilmesi kaçınılmazdır.

Kuşkusuz ki tüm bu yapılacaklar önümüzdekidönem MESS grup TİS sürecini kazanmak içinbugünden yapılmış en doğru hazırlık olacaktır. Aksihalde Türk Metal çetesine ve bu gidişe karşı metalfabrikalarındaki büyük öfke bir kez daha açığaçıkamadan ve doğru kanallara akma olanağıbulamadan heba olup gidecektir.

MYK, bu düşüncelerle başta Birleşik Metalsaflarındakiler olmak üzere tüm ilerici ve öncü metalişçilerini sorumluluk almaya çağırmaktadır.

2- Sürmekte olan Feniş direnişi üzerine dedeğerlendirmelerde bulunan MYK, bu direnişinkazanması için bu aşamada özellikle eylemli sınıfdayanışması ile sermaye iktidarını hedef alan birsiyasallaşmayı zorunlu görmektedir. Tüm bubakımlardan atılacak adımlarla direniş hem taze vegüçlü bir soluk edinecek, hem de kazanmanın yolunuaçabilecektir. MYK, direnişe yapılacak müdahalenin buçerçevede gerçekleştirilmesi için yapılacaklar üzerindebazı sonuçlar çıkarmıştır.

- BültenToplantıda bültenin yeni sayısı, Kasım ayı başında

çıkacak biçimde planlanmıştır. Tüm bileşenlerin enkısa sürede katkılarını iletmeleri gerekmektedir.

Metal İşçileri BirliğiMerkezi Yürütme Kurulu

31 Ekim 2013

Feniş işçisi arkadaşlar! Haftalardır haklarınız için onurlu bir direnişinizi

sürdürüyorsunuz. Fabrika işgalinin yanısıra, Taksim’eçıktınız, Aloğlu’nun kapısına dayandınız, E-5’i trafiğekapattınız ve daha pek çok yola başvurdunuz. Fakat sizde görüyorsunuz ki bu kadarı kazanmaya yetmedi. Buaşamada kazanmak için yeni şeyler yapmak gerekiyor.Metal İşçileri Birliği olarak bu konuda düşüncelerimizisizlere iletmek istiyoruz.

Düşüncemiz odur ki, kazanmanız için esas olarak ikişeye ihtiyacınız var.

Bir: Eylemli sınıf dayanışması için sendikalarınızınkapısına dayanmalısınız!

Elbette direnişinize pekçok fabrikadan işçiler veilerici, devrimci tarafından destek geldi. Ama budestekler ne kadar anlamlı olursa olsun, asla kendizeminlerinden direnişinizi büyütecek ve sınıfdüşmanlarınızı yere serebilecek eylemli sınıfdayanışmasının yerini tutmaz. Eylemli sınıfdayanışması ise her şeyden önce, sendikanız Çelik-İş veüst örgütünüz Hak-İş’ten gelmelidir. Bunun ne demekolduğunu yetersiz de olsa TEKEL direnişinde gördük.TEKEL işçileri öyle bir kararlılık gösterdiler ki üstörgütleri olan Türk-İş’in yöneticileri genel grev kararıalmak zorunda dahi kaldılar. Ama Hak-İş göstermelikmesajlar dışında kılını kıpırdatmış değil. İşte bunun içinsendikanıza ve Hak-İş yönetimine sorunlarınızı kendidavası gibi sahiplenerek mücadele gündemine almasıiçin zorlamalısınız. Bununla birlikte diğer sendika vesınıf bölüklerinin aktif dayanışmasını da bekleyebilir veisteyebilirsiniz.

İki: Sorunlarınızı çözmesi için Hükümet’in kapısına

dayanmalısınız!

İkincisi, hedefinizi doğru belirlemelisiniz. Bugünekadar hedefiniz Sedat Aloğlu’ydu, bu aşamadan sonrahedefiniz hükümet olmalıdır. Çünkü söz konusu olanTürkiye’nin yarım asırlık bir alüminyum devi, bundanönemlisi 800’ü aşkın işçi ve onların bakmakla yükümlüolduğu binlerce yakınıdır. Yani sizin sorununuz birtoplumsal sorundur, dolayısıyla bu sorunu çözmek,haklarınızı teslim etmek hükümetin sorunudur.Hükümet bunu Feniş gibi bir önemli fabrikayıkamulaştırarak mı yapar, Aloğlu’ndan hakkınızı alır sizemi teslim eder, sizin tazminatlarınızı ve haklarınızıüstlenerek Aloğlu’nu mu borçlandırır, artık bunlarhükümetin sorunudur. Tamam hükümete de gittiniz,ama sadece nasihat dinlediniz, üstüne de sizikullanarak kıdem tazminatı hakkının gaspınımeşrulaştırmaya kalktılar. Oysa hükümetin karşısınadikilmeli, talep etmelisiniz, eylemlerinizin hedefinekoymalısınız. Bunun için gerekirse Ankara’yayürürsünüz, meclisin önüne çadır kurar, sorunlarınızçözülmeden kalkmazsınız.

Arkadaşlar!İşte bizce kazanmak için böyle bir yol tutmalısınız.

Elbette kararı verecek sizlersiniz ve sizler olmalısınız.Bunun için sendika yönetimlerinden bağımsızkomitelerinizi kurmalı, sağlamlaştırmalı ve yolunuzdakararlı bir biçimde yürümelisiniz. Bu yolda yalnızolmadığınızı da bilmelisiniz. Metal İşçileri Birliği’ninbayrağını taşıyan biz metal işçileri, mücadelenizdeyanınızda olmaya devam edeceğiz.

Selamlar ve sevgilerimizle... Metal İşçileri Birliği

Merkezi Yürütme Kurulu27 Ekim 2013

Kazanmak için ne yapmalı?

Feniş’te direniş ikinci ayında...

Direnişlerinde iki ayı dolduran Feniş işçileri mücadeleye devam ediyorlar. Bir yandan direnişe desteklerdevam ederken bir yandan da fabrikada yapılan eğitim seminerleri ile işçiler sınıfsal bilgi ve birikimlerinigeliştirmeye devam ediyorlar.

49. gününde eğitim semineri ve destek ziyaretleri devam etti. Bölgedeki fabrikalardan Petrol-İşSendikası temsilcileri coşkulu bir yürüyüşle fabrikaya geldiler. Girişte karşılıklı olarak “Yaşasın sınıfdayanışması!” sloganları atıldı. Sınıf dayanışması ve direniş kararlılığı üzerine konuşmalar yapıldı.Temsilciler dayanışmayı büyütme sözü ile fabrikadan ayrıldılar.

Eğitim seminerleri devam ediyor

Volkan Yaraşır’ın Feniş işçilerine verdiği eğitim seminerleri devam ediyor. Önceki dört dersteanlatılanların kısa bir tekrarının ardından yeni derse geçildi. Feniş’te yaşananların dünyada yaşanansömürü çarkının bir parçası olduğunun çeşitli örneklerle altı çizildi. Herhangi bir ülkede işçiler ve emekçilertarafından gerçekleştirilen hak arama eylemlerinin tüm işçiler tarafından coşku ile karşılanması gerektiği,dünya işçisi tarafından “benim sınıfım direniyor” denilmesi gerektiği vurgulandı. Sistemin alt kimliklerikullanarak, bunun önüne geçmeye çalıştığı ve buna izin verilmemesi gerektiği dile getirildi.

Kızıl Bayrak / Gebze

-I-

Ekim Devrimi ve devrimin partisi

Yüzyılımıza damgasını vuran en büyük tarihsel olay

olan Sosyalist Ekim Devrimi’nin 80. yıldönümünü

yaşıyoruz. Ekim Devrimi, tüm insanlığı sarsan, yeni bir

çağ açan, ezilenlerin ve sömürülenlerin kurtuluş

umutlarını görülmemiş ölçüde büyütmekle kalmayan,

bunu bizzat açtığı çığır içinde somutlayan, bir gerçeklik

haline getiren muazzam önemde ve kapsamda bir

tarihsel olaydır. Biz komünistler için, dünyanın ve

Türkiye’nin tüm gerçek devrimcileri için, böyle bir

devrimin yıldönümünü kutlamak, herşeyden önce,

ondan daha dikkatli bir biçimde öğrenmenin, onun

derslerini, elde ettiği muazzam tarihsel başarının

temel etkenlerini daha derinlemesine incelemenin ve

özümlemenin bir vesilesi olabilmelidir.

Hareketimiz, tam on yıl önce, Ekim Devrimi’nin 70.

yıldönümünde, onun maddi kazanımlarının tümden

tahrip edileceği, fikir ve ideallerinin dünya ölçüsünde

görülmemiş birçok yönlü gerici saldırı kampanyasının

hedefi haline getirileceği gelişmelerin hemen

öncesinde mücadele sahnesine çıktı. Kendisi için EKİM

ismini benimsedi ve daha en baştan “Yeni Ekimler

İçin!” şiarını yükseltti. O kendine özgü evrede bu tercih

ve tutumun bizim için rastlantı ya da sıradan bir

davranış olmadığını, duygusal nedenlere ise hiç

dayanmadığını aradan geçen on yıllık süre yeterli

açıklıkta gösterdi. Bu on yıllık süre içinde biz tutum ve

tercihlerimize ideolojik bir içerik ve maddi bir gerçeklik

kazandırmaya çalıştık. Bunu yaparken Ekim

Devrimi’nden, onu hazırlayan ön süreçlerden ve onu

dünya ölçüsünde izleyen sonraki süreçlerden en iyibiçimde öğrenmeye çalıştık. Bu nedenledir ki EkimDevrimi’ni önceleyen ve Ekim Devrimi’ni izleyensüreçlerin teorik ve pratik mirası, muazzam önemdekidersleri, bizim kimliğimizin şekillenmesinde temelli birrol oynamıştır.

20. yüzyıl çok sayıda devrime sahne oldu;denilebilir ki yüzyılımız bir devrimler yüzyılı oldu.Onyıllar boyunca halk devrimleri ve milli kurtuluşdevrimleri birbirini izledi. Fakat Ekim Devrimi budevrimler zincirinden herhangi biri olmadığı gibi,onlardan herhangi biriyle de kıyaslanamaz bir özelkonuma ve niteliğe sahip bir devrimdir. Ekim Devrimiyalnızca tüm öteki devrimlerin önünü açmaklakalmayan, onların tümünü kapsayan ve aşan biranlama, öneme ve kapsama sahip olmak yönünden deçağımızda apayrı bir yere sahiptir. O teorik ve pratikyönden hala da aşılamayan muazzam bir evrensel tariholayıdır. O yalnızca proleter devrimler çağını açmaklakalmadı, bugün önümüzde hala da tarihin kaydettiğien ileri proleter devrim örneği olarak durmaya devametmektedir. Yüzyılın ilk muzaffer devrimi olduğu halde,sonradan onu peşpeşe bir dizi başka halk devrimiizlemiş olduğu halde, bugün gücü ve etkisi bakımındantüm ötekilerle kıyaslanamaz bir yere ve canlılığa sahipolmasının gerisinde de bu özel, bu kendine özgütarihsel konum vardır.

Bu gerçekler gözetilmeden, Ekim Devrimi’ninçağımızdaki bu kendine özgü yeri anlaşılmadan, onunözel etkisi altında bir politik kimlik geliştirmenin gerçekanlamı ve önemi de yeterince değerlendirilemez.

Ekim Devrimi’nden, onun düşünsel temeli olanMarksizm-Leninizm’den öğrenmek, bugün biz

komünistler için parti sorunu çerçevesinde apayrı birgüncellik taşımaktadır. Komünistler bugüne kadarkiparti inşa süreçlerinde buna zaten çok özel bir dikkatgösterdiler. Devrimi örgütlemenin herşeyden öncedevrime önderlik edecek partiyi örgütlemek demekolduğu bilinciyle hareket ettiler. Bu konuda Lenin’denve Bolşevizmin pratiğinden en iyi biçimde öğrenmeyeve öğrendiklerini gerçekleştirmeye çalıştılar.

Rusya proletaryasıyla et ve tırnak gibi kaynaşmışBolşevik partisinin başarılı önderliği olmasaydı, EkimDevrimi’nin zaferi de mümkün olamazdı. Bu bir özneliddia değil, matematiksel kesinlikte bir tarihselgerçekliktir. Muzaffer Ekim Devrimi’ni hazırlayan tümsürecin olayları apaçık bir biçimde gösteriyor ki,devrimin hazırlanmasında, zaferinde ve kazanımlarınınkorunmasında parti, öncü ve yönetici bir güç olarak,belirleyici bir role ve konuma sahiptir.

Devrimin neden Rusya’da başarı kazandığının veaynı dönemde Avrupa’da neden bu kadar kolayyenilgiye uğradığının açıklayıcı temel unsurlarındanbiri de budur. Elbette ki Rusya’da devrimin muzafferolmasıyla Avrupa’da devrimlerin kolayca yenilgiyeuğramasının tek açıklaması bu değildir. Böyle bir iddiadevrim sorununu basite ve tek boyuta, öznel boyutaindirgemek demek olur. Devrimin koşullarıderinlemesine ve genişlemesine oluşmadan hiçbirdevrimci parti, ne kadar doğru bir çizgi izlerse izlesin,ne kadar militan ve gözüpek olursa olsun, herhangi birdevrim yapamaz. Fakat eğer bu koşullar oluşmuşsa,hazırlıklı ve yetenekli bir öncü kuvvet olarak partiolmadan, koşulları oluşmuş bir devrimi muzaffer birsona bağlamak da mümkün olamaz. Rusya’nın kendineözgü konumu yalnızca emperyalist çağın tümçelişkilerinin düğümlenip yoğunlaştığı, bu temelüzerinde devrimci bunalımın en derin bir biçimdepatlak verdiği bir ülke olması değil, yanısıra, bu ülkedebaşından itibaren bunun bilincinde olan ve tarihselhazırlığını da bu çerçevede yapan bir devrimci sınıfpartisinin varolması ve devrimci sürecin en kritikanlarında, kendi tarihsel rolünü büyük bir başarıyla vegözüpek bir biçimde oynayabilmiş olmasıdır.

Dolayısıyla biz, Ekim Devrimi’nden öğrenmeninherşeyden önce bu devrimde partinin oynadığı özelrolden öğrenmek demek olduğu gerçeğini, bu gerçeğinözel önemini, yalnızca Rusya’daki devriminbaşarısından değil, yanısıra Avrupa’daki devrimlerinkolay yenilgisinden giderek de görebiliriz. Bizzat Lenintarafından Avrupa’daki devrimci bunalımınpatlamalara dönüşmesinin hemen öncesinde, AlmanKasım Devrimi’nden yalnızca bir ay önce (9 Ekim 1918)kaleme alınan şu satırlarda dile getirilen kaygılar da buaynı gerçeğin özel önemine işaret etmektedir: “Avrupa

için en büyük talihsizlik, onun için en büyük tehlike,

orada devrimci bir parti olmamasıdır. Scheidmannlar,

Renaudeller, Hendersonlar, Webbler ve hempaları gibi

Büyük devrimin ayn

hainlerin partileri, ya da Kautsky gibi uşak ruhlular var.

Devrimci parti yok Avrupa’da. Gerçi yığınların güçlü bir

devrimci hareketi bu yanlışı düzeltebilir, am bu olgu

büyük bir talihsizlik ve büyük bir tehlike olarak kalıyor.”

Lenin’in bu kaygılarının yersiz olmadığını, sürecin

sonraki seyriyle doğrulandığını biliyoruz. Lenin’in

Avrupa’da devrimci partilerin olmamasını “büyük bir

talihsizlik ve büyük bir tehlike” sayması şaşırtıcı

değildir. Zira Lenin, siyasi yaşamının başından itibaren,

partinin devrimci sürecin ilerletilmesinde ve devrimin

zaferinde oynayacağı olağanüstü rolü büyük bir

derinlikle kavrayan büyük bir devrimcidir. Onun, bir

devrim ülkesinde, tüm dikkatini ve enerjisini devrimci

sınıf partisinin örgütlenmesine, bu örgütlenmenin her

koşul altında korunup geliştirilmesine vermesinin

gerisinde bu vardır.

Özetle, biz komünistler, proletaryanın kendi

bağımsız öncü partisi yoksa proletarya devriminin asla

zafere ulaşamayacağı konusundaki bugünkü berrak

bilincimizi ve bu alandaki kesin ve kararlı tutumumuzu

herşeyden çok Lenin’in teorisine, Bolşevizm’in

pratiğine ve muzaffer Ekim Devrimi’nin derslerine

borçluyuz. Bu böyle olduğuna göre, parti inşa

sürecimizin parti kimliğinin ilanına varacağı bu özel

evrede, Ekim Devrimi’ni zafere götüren partinin

kendisine, onun öncü misyonunu başarıyla

oynayabilmesinin gerisindeki temel etkenlere her

zamankinden daha özel bir dikkat göstermemiz

gerektiği herhangi bir özel açıklama gerektirmez.

-II-

“Devrimci teori olmadan,

devrimci hareket olmaz”

Bir devrimler yüzyılı olan 20. yüzyıl içinde Ekim

Devrimi’nin teorik ve pratik yönden hala da

aşılamadığını söylemiştik. Bu aynı gerçek Ekim

Devrimi’nin zaferini hazırlayan parti için de geçerlidir.

Bitmekte olan yüzyılımızın tarihi Bolşevik Partisi’ni

aşan daha ileri bir devrimci parti örneği kaydetmedi.

Hala aşılamayan bir devrime önderlik eden partinin de

henüz aşılamamış olması anlaşılır bir durumdur. Zira

devrimci bir partinin konumunu, kimliğini ve

kapasitesini önderlik ettiği ve zafere ulaştırdığı

devrimden ayrı düşünmek mümkün değildir.

Bu nedenledir ki Ekim Devrimi’nin teori ve

pratiğinden öğrenmek, işin özünde, ona önderlik eden

partiden, bu partinin teorisinden ve tarihsel

pratiğinden öğrenmek demektir.

“Marksist teorinin sağlam temeli”

Lenin, 1920’de, Komünist Enternasyonal II.

Kongresi’nin hemen öncesinde, Bolşevizm

deneyiminden Komünist Enternasyonal için sonuçlarçıkarırken, “siyasal bir düşünce akımı olarak ve siyasalbir parti olarak Bolşevizm, 1903’ten beri vardır” diyorve daha ilerde şu olgunun altını çiziyor: “Bolşevizm,1903’te marksist teorinin son derece sağlam temeliüzerinde yükseldi.” (“Sol” Komünizm...)

Bu, Bolşevizmin sağladığı tarihsel başarının temeletkenlerinden ilkine ışık tutuyor. Lenin’in verdiği tarihüzerinden Bolşevizmin şekillenmesinin başlangıçevresine baktığımızda, 1920’de gözlemlenen olgunundaha baştan bu şekillenmeye ışık tutan berrak birbilincin ürünü ve ifadesi olduğunu görürüz.

Marksist bir hareketin çıkışından itibaren marksistteori tabanında yükselmesi, ilk bakışta herhangi birözel anlam taşımayan olağan bir durummuş gibigörünür. Oysa Bolşevizmin ilk şekillenme evresinebaktığımızda, bunun, bizzat dönemin genel “marksisthareketi” içinde, bir yandan teoriyi revize eden “legalmarksizm”e, öte yandan “teoriye karşı tam birumursamazlığı” dar pratikçilikle birleştiren “illegalekonomizm”e, kendiliğindenciliğe ve kuyrukçuluğakarşı kararlı ve kapsamlı bir mücadele içindebaşarıldığını görürüz. Bir başka ifadeyle, “Bolşevizmin1903’te marksist teorinin son derece sağlam temeliüzerinde yükselmesi”, burada başlığa çıkardığımıztemel fikir temelinde (Devrimci teori olmadan,devrimci hareket olmaz”!) yürütülen sıkı ve kararlı birmücadele sayesinde olanaklı olabilmiştir. Lenin, öncüdevrimci bir partinin ve devrimci bir sınıf hareketininşekillenmesinde devrimci teorinin taşıdığı çok özel vebelirleyici önemi, tam da bu mücadeleler içindevurgulamıştır: “Öncü savaşçı rolünün ancak en ileriteorinin klavuzluk ettiği bir parti ile yerinegetirilebileceğini belirtmek istiyoruz.” (Ne Yapmalı?,1902)

Türkiye’de son 30 yıldır Lenin’in devrimcilerarasında en çok okunan birkaç kitabından biri olan “Ne

Yapmalı?” çoğu durumda örgütsel darkafalılığa (vebunun kaçınılmaz bir ürünü olan dar pratikçiliğe) birdayanak olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Bu davranış,geleneksel devrimci hareketin Marksizmi incelemetarzına ve anlama kapasitesine de iyi bir göstergedir.Bu bize, bir dizi grup şahsında gösterilen onca çabayarağmen, devrimci bir sınıf partisinin inşası yolundaneden bir arpa boyu yol alınamadığının da biraçıklamasını vermektedir. Oysa bu temel eserin entemel fikri, tam da burada başlığa çıkarılan cümledeifadesini bulmaktadır: “Devrimci teori olmadan,

devrimci hareket olmaz!”

Bu vurguyla; Rusya’daki hareketin o gün içinmuzdarip olduğu dar pratikçilikten,kendiliğindencilikten, örgütsel dağınıklık veşekilsizlikten, pratik çalışmada ilkellik ve amatörlüktenkurtulmanın temel önkoşuluna işaret edilmişolmaktadır. Bununla; başarılı bir teorik çalışmaolmaksızın, “hareketin başarılı bir büyümesi(nin)olanaksız”lığı vurgulanmış olmaktadır. Dahası Lenin,daha da ileri giderek ve bu konuda bizzat Engels’edayanarak; proletaryanın devrimci sınıf mücadelesininçokça sanıldığı gibi yalnızca “iki biçiminin (siyasal ve

iktisadi) değil, teorik mücadeleyi ilk ikisi ile birtutarak üç biçimi”nin olduğunun altını çiziyor.Marksist bir hareketin, özellikle de bir ilk şekillenmesürecindeyse, henüz genç ve deneyimsizse,“proletaryanın devrimci hareketinin teorik yönüne”özel bir dikkat göstermek zorunda olduğunuhatırlatıyor. Ve tüm bunlar, bizde garip ve gülünç birbiçimde örgütsel darkafalılığa, bunu tamamlayan kısırve amaçsız dar pratikçiliğe dayanak yapılmaya çalışılanaynı Ne Yapmalı’da ortaya konuluyor.

nasında parti davası

“Marksizmde aslolanonun devrimci diyalektiğidir”

Fakat sorun partinin ve proletaryanın devrimci sınıfmücadelesinin başarılı bir gelişmesi için devrimciteorinin taşıdığı özel önemi vurgulamakla bitmiyor.Bundan da önemli olan teorinin yöntemidir. Teoriyidevrimci ve işlevsel kılan, onu cansız ve yararsız birdogmalar yığını, ya da amaçsız bir aydın gevezeliğiolmaktan çıkaran, tam da onun bilimsel devrimciyöntemidir. Lenin’in teorik çabası şahsındaBolşevizmin büyük tarihsel başarısı ve üstünlüğü tamda buradadır. Lenin ve Bolşevizm için Marksizm birbilimdir. Bir dogmalar yığını değil, fakat bir eylemklavuzudur. Marksizmde aslolan, onun devrimcidiyalektiğidir.

Bolşevizm Marksizmi böyle kavradığı içindir ki, işçisınıfının öncü ve devrimin yönetici gücü bir partiolmayı başarabildi. Marksizmin bu bilimsel devrimciele alınışı olmasaydı, Bolşevik Partisi Rusya gibi geri birköylü ülkesinde hala da aşılamayan görkemli birproleter devrimin öncüsü olmayı başaramazdı. Bunuanlayamayan ve Ekim Devrimi’ni gözden düşürmeyeçalışan II. Enternasyonal bilgiçlerine Lenin’in verdiğiaçık ve sade yanıt, Bolşevizm’in Marksizm’e nasılyaklaştığının da bu açıdan veciz bir ifadesidir: “Hepsikendilerine marksist diyorlar, ama marksizmanlayışları çekilmez bir biçimde bilgiççedir.Marksizmde belirleyici olan şeyi, yani onun devrimcidiyalektiğini hiç anlayamamışlardır.” (Devrimimiz,1923)

Ölümünün hemen öncesinde bunları söyleyenLenin’in, siyasal yaşamının daha en başından itibarensorunu hep böyle ele alageldiğini ise biliyoruz:

“Biz tam olarak Marx teorisinin tabanı üzerindeyiz:Yalnızca bu teori, sosyalizmi bir ütopya olmaktançıkararak bilim haline getirmiş, bu bilimi sağlamtemeller üzerine oturtmuş ve bu bilimi daha dageliştirmek ve tüm ayrıntıları ile işlemek için tutulmasıgereken yolu göstermiştir.”

“... Biz Marx’ın teorisini, bitirilmiş ve dokunulmazbir şey olarak asla görmüyoruz; tersine biziminancımıza göre, bu teori yalnızca, sosyalistlerin,yaşamın gerisinde kalmak istemiyorlarsa, her yöndedaha da geliştirmek zorunda oldukları bilimin temeliniatmıştır. Bizim kanımızca, Marx’ın teorisini bağımsızolarak daha çok geliştirmek, özellikle Rus sosyalistleriiçin zorunludur; çünkü bu teori yalnız, ayrı ayrı,İngiltere’de Fransa’da olduğundan başka türlü,Almanya’da Rusya’da olduğundan başka türlüuygulanan genel ilkeleri verir.” (Programımız, 1899)

Devrimci teori vekitlelerin tarihsel pratiği

Ve marksist bilimsel teorinin bu yöntemsel elealınışını tamamlayan kritik bir başka nokta. Devrimciteori yalnızca devrimci eyleme klavuzluk etmeklekalmaz, aynı zamanda onunla sıkı sıkıya bir ilişki içindegelişir. Bu ise, yalnızca devrimci teorinin pratiğin ortayaçıkardığı gerçek sorunlara yanıt oluşturması anlamınagelmez, fakat aynı zamanda, onun bizzat proletaryanınve emekçi kitlelerin devrimci pratiğinden beslendiğini,bu pratik içinde sınandığını, zenginleştiğini, ve enönemlisi, kesin biçimini aldığını da gösterir. Bir başkaifadeyle, devrimci teori yalnızca kitlelerin tarihseldevrimci eylemine yön vermekle kalmaz, aynızamanda bizzat bu tarihsel zeminde gelişip serpilme,arınma ve güçlenme, kesin biçimini alma olanağı bulur.

Bu çerçevede ve bu anlamda, devrimci teorik çaba,aynı zamanda, gerçek devrimci yığın hareketinden vebizzat devrimin kendisinden öğrenmesini bilmekanlamına gelir. Bu ise, kitlelerin yürüyen mücadelesineörgütlü bir güç olarak aktif biçimde katılmak, ona fiilenönderlik etmek, onu sürekli olarak daha ileri düzeylereçıkartmak için gereken her çabayı harcamakölçüsünde, bu türden bir önderlik pratiği içindemümkün olabilir ancak. Ve yine bu, devrimci teorikçabanın neden ancak devrimci bir örgütlü yaşamiçinde mümkün olabileceğine ışık tutar. Aynı şekilde,ancak devrimci örgütlü çaba içinde mümkün olabilenbir devrimci teorik gelişme ile bireysel aydınların en iyidurumda akademik sınırları aşamayacak olan kısırçabaları arasındaki derin uçurumu gösterir.

Sonuç olarak; Bolşevizm kendi muazzam tarihselbaşarısını, aynı zamanda devrimci teorinin bu tarz birele alınışına borçludur. Lenin, devrimci teoriye ilişkinbu son noktayı; “bir dogma olmayan, ancak sonbiçimini gerçek yığın hareketinin ve gerçek devrimci birhareketin pratik eylemi ile yakın ilişki içinde olan,doğru devrimci teori” (“Sol” Komünizm..., 1920)tanımlaması içinde, en özlü bir biçimde ortaya koyar.Ve bundan dolayıdır ki, “Bir yandan, Bolşevizm,1903’te marksist teorinin son derece sağlam temeliüzerinde yükseldi” derken, hemen devamında şunlarıekler: “Öte yandan, teorinin bu kaya gibi temeliüzerinde yükselen Bolşevizm, deneyim zenginliğiyönünden dünyanın hiç bir yerinde eşi olmayan onbeşyıllık (1903-1917) bir tarih pratiği yaşadı.”

Dolayısıyla, bolşevizmin kendine özgü teorikgelişmesini, Marksizm’in sağlam teorik temeliyleRusya’daki devrimci eylemin diyalektik ilişkisi veetkileşimi içinde kavramak gerekir. Her gerçek

devrimci öncü sınıf partisi de kendi teorikşekillenmesini ancak kendine özgü böyle bir tarihselgelişme süreci içinde bulabilir.

-III-“İktidar savaşımında, proletaryanınörgütten başka bir silahı yoktur”!

“İktidar savaşımında, proletaryanın örgütten başkabir silahı yoktur. ... Proletarya, ancak, marksizminilkeleri üzerinde ideolojik olarak birleşerek ve bunu,milyonlarca emekçiyi bir işçi sınıfı ordusu halindekaynaştıran maddi örgüt birliğiyle pekiştirerek,yenilmez bir güç haline gelebilir ve gelecektir. Ne Rusotokrasininin bunak yönetimi ne de uluslararasısermayenin ömrünü doldurmuş egemenliği bu orduyadayanabilecektir.”

Bu sözler Lenin’in proletarya partisinin örgütselsorunlarını ele aldığı “Bir Adım İleri, İki Adım Geri”başlıklı eserinin bitiş pasajından alınmıştır. Partisaflarındaki aydın oportünizminin örgütsel yansımasıolan örgüt ve disiplin tanımaz bireyci ve kibirli aydınanarşizmine yöneltilmiş sert bir saldırının finalindeifade edilen bu fikirler, sonraki tarihin ışığında elealındığında, apayrı bir anlam kazanmaktadır. Tarih bize,Marksizmin ilkeleri üzerinde sağladığı ideolojik birliğinimaddi örgüt birliğinde somutlayan ve pekiştiren Rusproletaryasının devrimci öncüsünün, böylece“milyonlarca emekçiyi bir işçi sınıfı ordusu halinde”kaynaştırabildiğini, bu sayede yenilmez bir güç halinegeldiğini, bu güce ne Rus otokrasisi ve burjuvazisininne de uluslararası sermayenin dayanabildiğini apaçıkbiçimde gösterdi.

Örgüt, sosyalizm ile sınıf hareketinin maddileşmişbirliğinin gerçekleştiği alandır. Marksist teorininsağlam temeli üzerinde kurulan ideolojik birlik ancakbir maddi örgüt birliğinde somutlandığı zaman gerçekbir anlam taşır ve gerçek bir güç haline gelir. Ve elbettepartinin gerçek işlevi de ancak bu sayede olanaklı halegelebilir. Devrimci teoriyle, toplumsal gelişme ve sınıfmücadelesi yasalarının bilgisiyle ve nihayet devrimcieylem tecrübesiyle donanıp silahlanmış bir partiörgütü, proletaryanın sınıf bağımsızlığının biricikgüvencesi ve sermayeye karşı dişe diş mücadelesininen temel silahıdır.

Bolşevizmi yenilmez kılan; kendi varlığını, uzunmücadeleler içinde inşa edilmiş, en güç koşullaraltında bile Lenin’in deyimiyle diş ve tırnaklasavunulmuş ve korunmuş bir örgütsel yapıdacisimleştirmiş olmasıdır. Örgüt yoksa, ihtilalci birörgütsel yapıda ete-kemiğe bürünmemişse eğer,devrimci teoriden ve bu teori temelinde bir ideolojikbirlikten sözetmenin de bir anlamı kalmaz. Budurumda bir öncü partiden sözetmenin ise zatenhiçbir olanağı kalmaz. Parti, varlık koşulunu ve somutanlamını, ideolojik birliği örgütsel birlikletamamlamada, onda maddileştirip somutlamadabulur. Parti, gücünü saflarındaki ideolojik ve örgütselbirlikten, bu birliğin somut ifadesi ve göstergesi olandisiplininden alır.

Lenin, partiyi “proletaryanın sınıf birliğinin enyüksek biçimi” olarak tanımlar. Bu, parti örgütünün deproletaryanın sınıf örgütlenmesinin en yüksek biçimiolduğu anlamına gelir. Parti sınıfın öncü örgütlenmesi,onun yönetici çekirdeğidir. Böyle olunca, sınıfın enileri, en gelişmiş, devrimci sınıf bilinciyle donanmışöğelerini kapsar. Lenin, Komünist Enternasyonal İkinciKongresi’nde, parti ile sınıf arasındaki bu ayrımı, bu türbir ayrımın ürünü olan öncü parti ile onun sınıfa vesömürülen yığınların geniş kesimlerine önderlik

edebilme yeteneği arasındaki ilişkiyi şöyle ortayakoymaktadır: “Kapitalizm üzerinde zafer, yöneticikomünist parti, devrimci sınıf, yani proletarya ve yığın,yani emekçiler ve sömürülenlerin tümü arasında doğruilişkiler kurulmasını gerektirir. Yalnızca komünist parti,eğer gerçekten devrimci sınıfın öncüsü ise, eğersaflarında bu sınıfın en iyi temsilcilerini barındırıyorsa,eğer tamamıyla bilinçli ve özverili, direngen birdevrimci savaşım deneyimi ile yetişip çelikleşmişkomünistlerden bileşmiş bulunuyorsa, eğer bu partikendi sınıfının tüm yaşamına ve, onun aracılığıyla, tümsömürülenler yığınına çözülmez bir biçimdebağlanmayı ve bu sınıf ile bu yığına mutlak bir güvenesinlemeyi biliyorsa -kapitalizmin bütün güçlerine karşıen gözüpek ve en amansız sonal savaşımda, yalnızcaböyle bir parti proletaryayı yönetmeye yeteneklidir.”

Örgüt yalnızca bir araçtır ve bir araç olarak amacauygun olmak zorundadır. Amaca uygunluk herşeydenönce örgütün ideolojik temelinde ve sınıfsal yapısındaanlamını bulur. Marksist ideolojik kimlik ve proletersınıfsal temel, parti örgütünün amaca uygunluğununolmazsa olmaz koşullarıdır. Ama amaca bu uygunluk,kendini aynı zamanda örgütün varoluş biçiminde degösterebilmelidir. Komünistler, Lenin’in parti düşüncesive Bolşevik deneyimin en ileri ve olgun sonuçlarıtemeli üzerinde, partinin varoluş sorununu konuyailişkin temel metinlerinde iki boyutlu olarak ele aldılar.Bunlardan ilki düzen karşısında, ikincisi ise sınıf içindekonumlanıştır.

Bunlardan ilki hakkında söylediklerimizin özüşöyledir: “İdeolojik kimliği, sınıfsal konumu ve tarihsel-siyasal amaçlarıyla proletaryanın sınıf partisi, kuruludüzen karşısında ihtilalci bir konumdadır ve varoluşbiçimi de buna uygun olmak zorundadır. Partininihtilalci esaslara dayalı illegal örgütlenme ihtiyacıburadan doğmaktadır. Parti örgütlenmesinin tek vemutlak varoluş biçimi olmamakla birlikte, illegalite,temel ve ilkesel önemde bir sorundur. İllegalitesorununun özü, düzenin hukuksal çerçevesi içine sığıpsığmamak değil, bizzat düzenin içine sığamamaktır.”

Çarlık otokrasisi koşullarında her zaman illegal birörgütsel temele sahip olmuş Bolşevizmin illegalitekonusundaki aşırı ilkesel titizliğini görebilmek için,tasfiyeciliğe ve örgütsel yansıması olan legalizme karşıverilen çok yönlü kesintisiz mücadeleye bakmakyeterlidir. Fakat Bolşevizmin bu alandaki tutumunu saltRusya’nın siyasal özgürlükten yoksun otokratikkoşulları ile ilişkilendirenlere Lenin’in KomünistEnternasyonal İkinci Kongresi’ndeki tezlerini kanıtgösterebiliriz. Bu tezlerde, “yasal çalışma ile yasa-dışıçalışmayı birleştirme mutlak zorunluluğu”nu ilkeselönemde gören Lenin, sorunu şöyle ortayakoymaktadır: “Bütün ülkelerde, hatta en özgür, en‘yasalcı’ ve en ‘barışçıl’, yani sınıflar savaşımının en azkeskin olduğu ülkelerde bile, her komünist parti içinyasal çalışma ile yasa-dışı çalışmayı, yasal örgütlenmeile yasa-dışı örgütlenmeyi sistemli biçimdebirleştirmeyi kesinlikle zorunlu olarak görme zamanıgelmiştir.”

Komünistlerin parti örgütlenmesinin varoluşbiçimine ilişkin ikinci temel nokta hakkındasöylediklerinin özü ise şöyledir: “Parti örgütünün sınıfiçinde varoluş biçimi ise, fabrika hücreleri temelinedayalı bir parti örgütlenmesi temel leninistdüşüncesinde ifadesini bulur. Parti sosyalizm ile sınıfhareketinin birliği ise, fabrika hücreleri temeline dayalıbir parti örgütlenmesi de bu birleşmenin temel vetarihsel amaçlara, herşeyden önce iktidarı ele geçirmeamacına, en uygun örgütsel gerçekleşme biçimidir.Tarihsel deneyim, parti örgütlenmesinin sınıf

bünyesindeki bu varoluş biçimiyle onun ihtilalci niteliğive hareket kabiliyeti arasındaki kopmaz ilişkiyi bütünaçıklığı ile göstermiştir.”

Bu konuda ise, Lenin’in, partinin işçi kitleleriylesımsıkı bağlar kurması zorunluluğuna, buna ulaşmakiçin de partinin fabrika hücreleri temeline oturmasınailişkin temel düşüncesinin en veciz ifadesi olan “herfabrika bizim kalemiz olmalı” sözlerini hatırlatmaklayetiniyoruz.

Komünist partisi gücünü saflarındaki ideolojik veörgütsel birlikten, bu birliğin somut ifadesi olandisiplininden alır demiştik. Proletarya partisindedisiplin, ideolojik ve örgütsel birliğin hayati bir etkeni,partinin önderlik fonksiyonunun, savaşma gücü vekapasitesinin zorunlu bir koşuludur. Bolşevik Partisinikarakterize eden en temel özelliklerden birisinin onun“demirden disiplin”i olması bu açıdan rastlantı değildir.Bolşevik Partisi, verimli bir iç demokrasiyi katı vesağlam bir disiplinle birleştirmeyi başarabilen bir partioldu. Lenin’in önemle altını çizdiği gibi, bunu onunsağlam marksist ideolojik temelinden ve proleterkitlelerle kurduğu güçlü bağlardan ayrı düşünmekmümkün değildir.

Güçlü, örgütlü, deneyimli ve amansız bir sınıf olanburjuvaziye karşı mücadelesinde proletaryaya veemekçi yığınlara önderlik etmek iddiasındaki bir parti,saflarında sağlam bir disiplin anlayışı ve uygulamasınıegemen kılmadan bu misyonunu gerçekleştirmebaşarısı gösteremez. Lenin, üç Rus devriminin toplamdeneyimi üzerinden, “proletaryanın mutlakmerkeziyetçiliği ve sınıf disiplininin burjuvaziüzerindeki zaferinin temel bir koşulu olduğunu” söylerve sayısız kereler, bu disiplinde en ufak bir gevşeme yada zayıflamayı, proletaryayı burjuvaziye karşımücadelede silahsızlandırma girişimi sayar.

Elbette ki proletarya partisinde disiplin, körükörüneolmak bir yana, yine Lenin’in sözleriyle, “düşünce vebilincin en yüksek düzeyi”ne dayanır. Bu düşünce vebilinç, proletarya devriminin ve komünist partisininçıkarlarını herşeyin üzerinde tutmada ifadesini bulur.Bu temel üzerinde daha somut olarak ise proletaryapartisinde disiplin, Lenin’in sözleriyle, şu anlama gelir:

“Eylemde birlik, tartışma ve eleştiride özgürlük:

İşte biz disiplini böyle tanımlıyoruz. Öncü sınıfındemokratik partisine layık olan biricik disiplin debudur. İşçi sınıfının gücü örgütlenmesinde yatar.Kitlelerin örgütü yoksa, proletarya bir hiçtir;

örgütlüyse de herşeydir. Örgüt demek, eylem birliği,bütün pratik çalışmada birlik demektir.“

Parti disiplini, iç tartışma ve eleştiriyi dışlamak biryana, güçlü ve bilinçli bir disiplin anlayışı veuygulamasının önkoşulu olarak varsayar: “Ancak yetkiliorganlar bir kez karara vardıktan sonra, biz bütün Partiüyeleri, tek bir adam gibi davranırız” (Lenin). Disiplinsorununun asıl özü ve kritik anlamı, işte burada, bir kezsonuca varılıp karar alındıktan sonra, uygulamadabütün parti üyelerinin “tek bir adam”mış gibidavranabilmelerinde yatmaktadır.

Proletarya partisinde disiplinin önemi, anlamı,gerçekleşme şekli üzerine çok şey söylenebilir.Gelgelelim bu soruna açıklık getirmekle birliktesorunun pratikte çözümünün taşıdığı güçlüğü herhangibir biçimde ortadan kaldırmaz. Sorunun pratik çözümüzorlu, sabırlı ve uzun süreli bir mücadeleyi ve deneyimigerektirir. Lenin’in bizzat Bolşevizm deneyimindenhareketle ve soruna ilişkin kolaycı ve hayalci eğilimlerieleştirirken söyledikleri olağanüstü bir önem vederinlik taşımaktadır. Bu nedenle onları burada olduğugibi yinelemeyi yararlı buluyoruz:

“Ortaya çıkan ilk sorular şunlardır: Proletaryanındevrimci partisinin disiplini nasıl korunmaktadır? Nasıldenetlenmektedir? Nasıl güçlendirilmektedir? Önce,proletarya öncüsünün sınıf bilinciyle ve onun kendinidevrime adamasıyla, onun sağlamlığı, özverisi vekahramanlığıyla. İkincisi, çalışan insanların en genişyığınlarıyla, başta proletarya ile, ama aynı zamandaçalışan insanların proleter olmayan yığınlarıyla belirliölçüde bağ kurma, en yakın ilişkiler sürdürme, ve -eğerdilerseniz- onların içinde erime yeteneğiyle. Üçüncüsü,bu öncü tarafından uygulanan siyasal önderliğindoğruluğuyla, geniş yığınların, doğru olduklarını kendiöz deneyimleriyle görmeleri kaydıyla, siyasal stratejive taktiklerinin doğruluğuyla. Bu koşullar olmaksızın,görevi burjuvaziyi devirmek ve toplumun tümünüdeğiştirmek olan gerçekten ileri sınıfın partisi olmayeteneğindeki bir partide, disiplin sağlanamaz. Bukoşullar olmaksızın, disiplini yerleştirmek için yapılanbütün girişimler, kaçınılmaz olarak başarısızlığa uğrarve laf ebeliği ve soytarılıkla sonuçlanır. Öte yandan, bukoşullar birden ortaya çıkmaz. Bunlar ancak uzun çabave çetin deneyimlerle yaratılırlar. Bunların yaratılması,bir dogma olmayan, ancak son biçimini gerçek yığınhareketinin ve gerçek devrimci bir hareketin pratikeylemiyle yakın ilişkisi içinde alan, doğru devrimciteoriyle kolaylaştırılır.” (“Sol” Komünizm...)

*** Bolşevizmin deneyiminden hareketle, proletarya

partisinin ideolojik kimliği ile örgütsel kimliğininyanısıra sınıfsal kimliğini de ayrı bir bölüm olarak elealıp irdeleme yoluna gidebilirdik. Fakat halkçılığa karşıon yılı bulan ideolojik mücadele süreci içerisinde bunuo kadar çok yaptık ve bizzat Lenin’den ve Bolşevizmintarihsel deneyiminden bu konuda öylesine çokyararlandık ki, burada yeni bir yinelemeyi gerekligörmüyoruz. Burada şu kadarını söyleyebiliriz: Siyasalve örgütsel varlığını bütün bir devrim öncesi dönemboyunca neredeyse yalnızca proletaryaya dayandıranve saflarını sürekli olarak proletaryadan gelme sınıfbilinçli işçilerle besleyen Bolşevik Partisi, bu anlamdatarihin gördüğü en proleter partidir de aynı zamanda.Rusya gibi sanayi proletaryasının toplumun yalnızcaküçük bir azınlığını oluşturduğu bir ülkede, kendineyaşam alanı olarak neredeyse tamamen bu sınıfı seçenBolşevik Partisinin bu pratiği, partinin sınıf kimliğikonusundaki açık leninist bilincin bir yansımasıdır.

(Ekim, Sayı: 180, 1 Kasım ‘97, Başyazı)

25 Ekim’in (7 Kasım) dördüncü yıldönümüyaklaşıyor. Bu büyük gün geride kaldıkça Rusya’daproleter devrimin önemi daha çok ortaya çıkıyor ve bizde bir bütün olarak çalışmalarımızın pratik anlamınıdaha iyi kavrıyoruz.

Bu önem ve tecrübeler kısaca ve doğal olarak çokeksik ve kaba bir biçimde şöyle özetlenebilir:

Rusya’da devrimin ilk ve kaçınılmaz görevi, Ortaçağkalıntılarını bertaraf etmek, bunları son kırıntısınakadar temizlemek, Rusya’yı bu barbarlıktan, buutançtan, kültürün ve ilerlemenin önüne dikilen bu enbüyük frenleyici engelden kurtarmak şeklindekiburjuva-demokratik bir görevdi.

Ve bu temizliği, 125 yıl önceki Büyük FransızDevrimi’nin yaptığından çok daha büyük bir kararlılıkla,hızla, cesaretle, başarıyla ve halk yığınları üzerindekietkisi açısından çok daha geniş ve köklü bir şekildeyaptığımız için haklı bir gurur duyabiliriz.

Gerek anarşistler, gerekse de küçük-burjuvademokratlar (yani bu enternasyonal sosyal tipin Rustemsilcileri olan Menşevikler ve Sosyalist-Devrimciler)olsun, burjuva-demokratik devrimin sosyalist (proleter)devrimle olan ilişkisi üzerine inanılmayacak kadar çoksaçma sapan şey söylediler ve söylemekteler. Geridebıraktığımız dört yıl, bu konuda Marksizmi doğrukavradığımızı, geçmiş devrimlerin tecrübelerinibütünüyle doğru değerlendirdiğimizi göstermiştir. Biz,hiç kimsenin yapmadığı bir şeyi yaptık, burjuva-demokratik devrimi sonuna kadar götürdük.

Biz, bilinçli, kendimizden emin, şaşmadan ileriyedoğru, sosyalist devrime doğru yürüyoruz. Biz, sosyalistdevrimin burjuva-demokratik devrimden Çin seddi ileayrılmadığı bilinciyle, (sonuçta) ne kadarilerleyebileceğimiz, bu muazzam görevlerin ne kadarınıbaşarabileceğimiz ve başarılarımızın ne kadarını süreklihale getirebileceğimiz konusunda yalnızcamücadelenin belirleyici olacağı bilinciyle hareketediyoruz. Bunu zaman gösterecektir. Ama dahaşimdiden -çöle dönüştürülmüş, harap edilmiş, geri birülkede- toplumun sosyalist dönüşümü alanında nedenli müthiş başarıların elde edildiğini görüyoruz.

Devrimimizin burjuva-demokratik içeriği hakkındakidüşüncelerimizi sonuna kadar götürelim. Marksistleriçin bunun ne anlama geldiği net olmalıdır. Açıklamakiçin örnekler verelim.

Devrimin burjuva-demokratik içeriği, ülkenintoplumsal ilişkilerini (yapısını, kurumlarını)Ortaçağ’dan, serfikten, feodalizmden temizlemekdemektir.

1917’de Rusya’da serfliğin başlıca belirtileri,kalıntıları, yaşayan unsurları nelerdi? Monarşi, Ortaçağkalıntıları, büyük toprak sahipliği ve toprağın tasarrufhakkı, kadının durumu, din ve ulusların ezilmesi. Şu“Augias ahırlarından” herhangi birini ele alalım -veşurasını da belirtelim ki, bunlar 125 yıl, 230 yıl ve hattadaha önce (İngiltere’de 1649’da) gelişmiş devletleringerçekleştirdiği kendi burjuva-demokratik devrimlerisırasında çok büyük ölçüde temizlenmemişlerdir-görülecektir ki, biz bu ahırları köklü bir şekilde

temizledik. Sadece on hafta içinde, yani 25 Ekim (7Kasım) I9l7’den Kurucu Meclis’in dağıtılmasına (5 Ocak1918) kadar geçen zaman içinde, burjuvademokratların ve liberallerin (Kadetler) ve küçük-burjuva demokratların (Menşevikler veSosyalist-Devrimciler) bu alanda yaptıklarından bin katfazlasını yaptık.

Bu korkaklar, palavracılar, kibirli narsistler veHamletler kağıttan kılıç salladılar ama krallığı bileyıkamadılar! Biz şimdiye kadar hiç kimsenin yapmadığıbir şeyi yaptık, krallık pisliğini olduğu gibi temizledik.Yüzyıllık kast sisteminden geriye taş üstüne taş, tuğlaüstüne tuğla bırakmadık. (İngiltere, Fransa, Almanyagibi en ileri ülkeler bile bugün hala bu kast sistemininizlerini üzerlerinden atamamışlardır!) Kast sistemininderin köklerini, yani feodalizmi ve toprağa bağlıserfliğin kalıntılarını radikal bir şekilde koparıp attık.Büyük Ekim Devrimi’nin tarımda giriştiği dönüşümdeneninde sonunda ne çıkacağı üzerinde tartışılabilinir.(Yurtdışında bu gibi tartışmalara girebilecek yeterincekalemşor, Kadet, Menşevik ve Sosyalist-Devrimci var).Biz şimdilik böyle tartışmalarla zaman kaybetmekistemiyoruz, çünkü bu tartışmayı ve onun getireceği biryığın soruyu mücadele içinde çözüme bağlayacağız.Fakat tartışılmayacak bir şey varsa, o da küçük-burjuvademokratların sekiz ay boyunca büyük topraksahipleriyle, yani serf geleneğinin koruyucularıyla“uzlaşmış” olduklarıdır. Oysa biz birkaç hafta içinde Rustopraklarını hem toprak sahiplerinden, hem debunların geleneğinden geriye en ufak bir şeykalmaksızın temizledik.

Dini, ya da kadının hak yoksunluğunu, Rus olmayanulusların eşitsizliğini ve ezilişini ele alalım. Bunlarbütünüyle burjuva-demokratik devrimin sorunlarıdır.Aşağılık küçük-burjuva demokratları sekiz ay boyuncabu konuda lafladılar.

Oysa bugün dünyanın en ileri ülkeleri arasında dahi

bu sorunları burjuva-demokratik doğrultuda tamamençözmüş olan tek bir ülke dahi yoktur. Bizde bunlar EkimDevrimi Yasaması ile tamamen çözüme bağlanmıştır.Biz dine karşı gerçekten savaştık, ve hala dasavaşıyoruz. Rus olmayan bütün uluslara kendi özcumhuriyetlerini ya da otonom bölgelerini tanıdık.Bizde, Rusya’da artık kadın haklarının ya da kadın-erkekeşitliğinin tam olmayışı gibi bir alçaklık, adilik, rezillik;dünyanın istisnasız bütün ülkelerinde çıkarcı burjuvazive odun kafalı, korkak küçük-burjuvazi tarafındansürekli tazelenen bu serfliğin ve Ortaçağ’ın rezil kalıntısıkalmamıştır.

Bütün bunlar burjuva-demokratik devriminiçeriğine girer. Bundan yüz elli, iki yüz elli yıl önce, budevrimin (eğer bir genel devrim tipinin kendine özgüulusal şeklinden söz edilecekse) ilerici önderlerihalklara insanlığı ortaçağın ayrıcalıklarından, kadın-erkek eşitsizliğinden, şu ya da bu dine devletin tanıdığıimtiyazlardan (ya da tamamen “din fikri”nden,“dindarlıktan”), ulusal eşitsizliklerden kurtaracaklarısözünü verdiler. Ama onlar sadece söz verdiler,sözlerinde durmadılar. Sözlerinde duramazlardı, çünkü“kutsal özel mülkiyet” için duydukları “saygı” bunaengel oluyordu. Bizim proleter devrimimizde kahrolasıOrtaçağ’a ve “kutsal özel mülkiyet”e karşı duyulan bir“saygı” sözkonusu değildir.

Fakat burjuva-demokratik devrimin kazanımlarınıRusya halklarına geri dönülemez bir tarzda maletmekiçin daha da ileriye gitmeliydik ve gittik de. Bu yoldailerlerken burjuva-demokratik devrimin sorunlarınıkendi temel ve gerçek proleter-devrimci sorunlarımızın,sosyalist eylemlerimizin bir “yan ürünü” olarak çözdük.Her zaman söylediğimiz ve eylemlerimizlekanıtladığımız gibi, burjuva-demokratik reformlar,devrimci sınıf mücadelesinin yani sosyalist devriminyan ürünüdür. Bu arada, Kautsky, Hilferding, Martov,Çernov, Hillquit, Longuet, Mac Donald, Turati ve

Ekim Devrimi üzerineV.İ. Lenin

“ikibuçukuncu” Marksizmin diğer kahramanlarınınburjuva-demokratik devrim ile proleter-sosyalistdevrim arasında böyle bir karşılıklı ilişki olduğunu birtürlü anlamak istemediklerini de belirtelim. Birincisiikincisinin içine girer. İkincisi geçerken birincisininsorunlarını da çözer. İkincisi birincisinin eserinikökleştirir. Mücadele ve sadece mücadele ikincininbirinciyi ne derece aşıp aşmayacağını belirler.

İşte Sovyet düzeni böyle bir devrimin bir diğerininiçinde yeşerişinin en açık kanıtlarından,görüntülerinden biridir. Sovyet düzeni işçi ve köylüleriçin * demokratizmin en üst ölçeğidir ve aynı zamandada burjuva demokratizminden bir kopuş, dünyatarihinde yeni bir tip demokrasinin, yani proleterdemokratizmin diğer bir deyimle proleteryadiktatörlüğünün de doğuşudur.

Bırakın can çekişen burjuvazinin ve onun ardındanyalpalayan küçük-burjuvk demokratizminin köpeklerive domuzları Sovyet düzeninin kuruluşundaki yanılgı vehatalar yüzünden üstümüze küfür, beddua ve alayyağdırsınlar. Bir an için bile gerçekten bir çokbaşarısızlığımızın olduğunu ve hatalar yaptığımızıunutuyor değiliz. Sanki böylesine, tüm dünya için yenibir tip devlet düzeninin yaratılması gibi bir eseryanılgısız ve hatasız ortaya konulabilirmiş gibi! Hiçşaşmadan yanılgılarımızı ve hatalarımızı, henüzmükemmel olmaktan son derece uzak olan Sovyetilkelerini hayata uygulayış tarzımızı düzeltmek içinmücadele edeceğiz. Fakat Sovyet devletinin inşasınabaşlamak ve böylelikle dünya tarihinde yeni bir çağın,bütün kapitalist ülkelerde ezilen ve her yerde yenihayata, burjuvaziyi yenmeye, proletaryadiktatörlüğüne, insanlığın sermayenin ve emperyalistsavaşların boyunduruğundan kurtuluşuna doğruilerleyen yeni sınıfın egemenlik çağının yolunu açmakmutluluğu bize nasip olduğu için gurur duymaktahaklıyız. Emperyalist savaş sorunu, yani finans kapitalinönde gelen uluslararası politikası, bugün kaçınılmaz birşekilde yeni emperyalist savaşlara yol açmakta vekaçınılmaz bir tarzda zayıf, geri ve küçük halkların biravuç “ileri” güç tarafından yağmalanmasını,soyulmasını ve ulusal baskıyı artırmaktadır.

İşte bu sorun 1914’den beri tüm ülkelerinpolitikasında köşe taşıdır. Bu, milyonlarca insan içinölüm kalım sorunudur. Sorun, burjuvazinin gözlerinizinönünde hazırladığı, göz göre göre kapitalizmin ürünüolan gelecek savaşta (1914-1918 savaşında ölen 10milyon insan ve bugün hala sürüp giden “küçük”savaşlarda ölen insanlar yerine) 20 milyon insanın yokedilip edilmemesi, (kapitalizmin sürüp gitmesi halinde)kaçınılmaz bir şekilde yaklaşan savaşta (1914-1918yıllarında sakatlanan 30 milyon insan yerine) bu kez 60milyon insanın sakatlanıp sakatlanmaması sorunudur.Bu sorunda da Ekim devrimimiz dünya tarihinde yenibir çağ açmıştır. Burjuvazinin yaltakçıları ve bunlarınişbirlikçileri olan Sosyal-devrimciler ve Menşeviklerşahsında dünyanın tüm sözde “sosyalist” küçük-burjuvademokrasisi “emperyalist savaşın iç savaşadönüştürülmesi” sloganıyla alay ettiler. Fakat tekgerçek -kuşkusuz hoş olmayan, kaba, çıplak, insafsızama gene de gerçek- sloganın bu olduğu ispatlandı.Uydurulan yalanlar yıkıldı. Brester barışının ne olduğuortaya çıktı. Ve her gün daha pervasız bir tarzda,Brester’e göre çok daha kötü olan Versaille barışınınanlamı ve sonuçlan teşhir olmakladır. Dünkü savaşın veyaklaşan savaşın nedenleri üzerine kafa yoranmilyonlarca insanın önünde daha açık, daha belirgin,daha su götürmez bir şekilde şu acı gerçekaydınlanıyor: Bolşevik mücadele olmadan, bolşevîkdevrim olmadan emperyalist savaştan ve bunun

kaçınılmaz yaratıcısı emperyalist dünyadan(emperyalist barıştan -Rusça sözcüğün bu anlamını daekleyelim), bu cehennemden kurtulunamaz.

Bırakın burjuvalar ve pasifistler, generaller veküçük-burjuvalar; kapitalistler ve filistenler, tüm imanıtam hıristiyanlar ve II. ve İkibuçukuncuEnternasyonal’in bütün şövalyeleri bu devrimekızgınlıklarını kussunlar. Dünya tarihinin bu gerçeğini:yüzlerce, binlerce yıldır kölelerin ilk kez, efendileriylekendi aralarında süren savaşı “efendilerin ganimetlerinipaylaşmak için sürdürdükleri bu savaşı, tüm uluslarınkölelerinin tüm ulusların efendilerine karşı bir savaşadönüştürelim!” sloganlarıyla yanıtladıklarını, işte bugerçeği kızgınlık, inkar ve yalan hücumlarıyla dadeğiştiremeyecekler.

Yüzlerce, binlerce yıldır ilk kez bu slogan pasif vecansız bir beklentiden çıkıp, net bir tarzda biçimlenenpolitik bir program halini alarak, proletaryanınöncülüğünde ezilen milyonlarca insanın etkili birmücadelesine, proletaryanın ilk zaferine, savaşların yokedilmesi yolundaki ilk zafere, sermaye kölelerinin,ücretli işçilerin, köylülerin ve emekçilerin zararına barışimzalayıp savaş yapan değişik ulusların burjuvazisininittifakına karşı bütün ülkelerin işçilerinin ittifakınınzaferine dönüştü.

Bu ilk zafer, nihai zafer değil henüz. Ekimdevrimimiz sadece bizim cephemizde ve emsalsizcefalar ve güçlükler, işitilmemiş acılar içinde ve büyükyanılgılar ve hatalarla gerçekleştirildi. Sanki yanılgılarolmaksızın, hata yapılmaksızın tek başına, geri bir halk,dünyanın en güçlü ve en ileri ülkelerin emperyalistsavaşının üstesinden gelebilirmiş gibi! Hatalarımızısöylemekten korkmuyoruz ve onları düzeltebilmesiniöğrenmek için bu hatalarımızı değerlendireceğiz. Amagerçek gerçek olarak kalacaktır. Yüzlerce, binlerce yıldırilk kez, efendiler arasındaki savaşa, kölelerin bütünefendilerine karşı yapacağı savaş ile “cevap vermek”doğrultusunda verilen söz eksiksiz yerine getirildi vetüm güçlüklere rağmen yerine getirilecek.

Biz bu eserin yapımına başladık. Ne kadar zamanda,ne zaman, hangi ulusun proleterleri bu eseri sonunavardırırlar bunun öze ilişkin bir önemi yok. Önemli olanbuzun kırılmış, yolun gösterilmiş ve açılmış olmasıdır.

Bütün ülkelerin kapitalist efendileri -JaponyaAmerika’ya, Amerika Japonya’ya karşı, Fransız İngilizekarşı vb.- “anavatanı koruyoruz” diye palavraya devamedin! Bütün dünyanın pasifist küçük-burjuvaları vefilisternler, II. ve İkibuçukuncu Enternasyonal’inkahramanları yeni “Basel Manifestoları ile (1912 BaselManifesto’sunu örnek alarak) emperyalist savaşa karşımücadele sorunundan “yakanızı sıyırmaya” devamedin! İlk Bolşevik devrimi dünyanın ilk yüz milyoninsanını emperyalist dünyanın elinden kurtardı.Bundan sonraki devrimler bütün insanlığı busavaşlardan ve bu dünyanın elinden çekip kurtaracak.

En son eserimiz, aynı zamanda en önemli, en güç veen az tamamlanmış olan eserimiz, harlıp feodal ve yarıharap kapitalist yapının yerine yeni sosyalist yapınınekonomik temelinin döşenmesi ve iktisadi inşadır. Enfazla başarısızlığı ve en çok hatayı bu en önemli ve güçişte kaydettik. Sanki, dünya çapında böylesine yeni olanbir işe başarısızlıklar ve hatalar olmaksızıngirişilebilirmiş gibi! Ama biz/bu işe giriştik. Bu işi dahada ilerisine götürüyoruz. Tam da şimdilerde “YeniEkonomi Politik” ile bir dizi hatayı düzeltmeklemeşgulüz, bir küçük çiftçiler ülkesinde bu hatalaradüşmeden sosyalist yapının inşasını nasılilerletebileceğimizi öğreniyoruz.

Karşılaştığımız güçlükler ölçülemeyecek derecedebüyük. Biz ölçülemeyecek derecede büyük güçlüklerle

mücadeleye alışığız. Düşmanlarımız bizi boşuna “kayagibi sağlam”, ve “kemik gibi sert politikaların”temsilcileri olarak adlandırmadılar. Fakat, devrimde hiçdeğilse belirli bir ölçüye kadar kaçınılmaz olan bir başkasanatı öğrendik: esneklik, taktiğimizi çabuk ve anideğiştirebilmek, değişen objektif şartları göz önündebulundurmak, eğer daha önce tuttuğumuz yolunbugün için yanlış, imkansız olduğu ortaya çıkmışsahedefimize giden başka bir yol seçmek.

Coşkunluk dalgasına kapılmış olan ve halkın öncegenel politik, sonra askeri coşkusunu alevlendirenbizler, bu coşkunluk dalgasıyla, genel politik ve askerisorunlar kadar büyük olan iktisadi sorunları da dolaysızbir tarzda çözebiliriz sandık. Önce ve yeterince üzerindedüşünmeden, bir küçük çiftçiler ülkesinde devletüretimini ve malların devlet tarafından dağıtımınıproleter devletin direkt emirleri ile komünistçeyürütebileceğimizi sandık. Yaşam hatalı olduğumuzugösterdi. Komünizme geçişi yıllar sürecek bir çalışmaylahazırlamak için bir dizi geçiş düzenleri gerekiyordu:devlet kapitalizmi ve sosyalizm. Duyulan coşkunluk iledolaysız değil, ama kişisel çıkarınız, kişisel ilginiz veekonomik planlamanın temeli üzerinde büyük devriminyarattığı coşkunluğun yardımı ile, ilk önce bir küçükköylü ülkesini devlet kapitalizminden sosyalizmegötüren küçük köprüleri kurmaya gayret edin. Aksitaktirde komünizme varamazsınız, ve milyonlarcainsanı komünizme götüremezsiniz. Bize bunu hayat vedevrimin objektif gelişimi böyle öğretti.

Ve bu üç, dört yıl içinde eğer gerekiyorsa, keskindönüşler yapmayı biraz olsun öğrenmiş olan bizler;gayretle, dikkatle, sabırla (hala da yeterince gayretli,dikkatli ve sabırlı olamamakla beraber) yeni bir dönümnoktası olan “Yeni Ekonomi Politik”i öğrenmeyebaşladık. Proleter devlet geniş bakmasını bilen, titiz venesnel bir işadamı, çalışkan bir büyük tüccar olmalıdır,yoksa bu devlet, bu küçük köylü ülkesini iktisadibakımdan ayağa kaldıramaz. Bugünkü koşullar içindeve kapitalist (henüz kapitalist) Batı’nın yanıbaşındakomünizme geçişi sağlamak için başka hiçbir yol yoktur.Büyük tüccar, göğün yere uzak olduğu kadarkomünizme uzak bir iktisadi tip gibi görünebilir. Fakatcanlı hayatın içindeki bu çelişki, küçük köylüişletmeciliğini devlet kapitalizmine ve onun üzerindensosyalizme götürecek çelişkilerden biridir. Kişisel çıkarüretimi arttırır; ve bizim her şeyden önce ve nepahasına olursa olsun ihtiyaç duyduğumuz şey üretimiartırmaktır. Büyük çaptaki ticaret milyonlarca küçükçiftçiyi ilgilendirdiği, ekonomik olarak biraraya getirdiğive bir sonraki basamağa ulaştırdığı için (tam daüretimin çeşitli ilişki ve birleşme biçimlerinin kendiiçinde), çiftçileri ekonomik olarak birleştirmektedir. Bualanda yeni bir “bilim”in hazırlık sınıfını bitiriyoruzartık. Hedefli bir şekilde usanmadan çalışırsak, heradımımızı pratikteki deneyimlerimizle kontrol edersek,başladığımızı yeniden ve yeniden değiştirmekten,hatalarımızı düzeltmekten ve bunun anlamınıkavramaktan çekinmezsek diğer sınıfları da geçebiliriz.Dünya ekonomisi ve politikası bu işi istediğimizden çokdaha uzun süreli ve güç bir duruma sokmasına rağmen,bütün bu “öğrenim aşamalarından” geçeceğiz. Nepahasına olursa olsun, geçiş döneminin acıları, ızdırabı,açlığı ve yıkıntısı ne denli büyük olursa olsuncesaretemizi kırmayacağız ve eserimizi zaferlesonuçlandıracağız.

(14 Ekim 1921, Werke Bd.33, s.31-39)

Çeviren: Derya HAZAR(ekimler’in Şubat ’94 tarihli 2. sayısından

alınmıştır…)

Gerici üçlü, savaşkışkırtıcılığına devam

ediyor

Suriye’nin farklı bölgelerinde devam eden yıkıcısavaşın şiddetlendiğine dair veriler, son günlerdeartmaya başladı. Savaşı sona erdirecek sürecibaşlatması umulan Cenevre-2 Konferansı içinhazırlıklar artınca, savaşın bitmesini engellemekisteyen güçler ise, savaşı daha da şiddetlendirmekiçin, Suriye’de savaşan tetikçilerini hareketegeçirdiler.

Cenevre-2 Konferansı’ndan rahatsız olanlarınbaşını Türk sermaye devleti-Suudi Arabistan-Katar“Amerikancı üçlü”sü çekiyor. Bölgenin bu gericirejimleri, konferansın toplanmasını sabote etmekiçin seferber oldular. Bu histerik savaş kışkırtıcılığı,ne pahasına olursa olsun, Şam’da dinci-gerici birrejimi işbaşına getirmeye odaklı politikanınürünüdür.

Gırtlaklarına kadar Suriye halkının kanına batanbu üç Amerikancı rejim, finanse ettikleri,silahlandırdıkları, eğittikleri, korudukları köktendinciçeteleri kullanarak, Cenevre-2 Konferansı’nıntoplanmasını sabote etmeye çalışıyorlar. Sivil halkıhedef alan intihar saldırılarında görülen artış veneredeyse her gün onlarca kişinin bu çetelerinbombalarıyla katledilmesi, konferansı sabote etmegirişimlerinin ürünüdür.

Söylemde Suriye’deki savaşın bitmesinden yanaolduklarını iddia eden Amerikancı üçlünün pratiktetam tersi yönde hareket ettikleri bir sır değil.Nitekim Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un sonaçıklamasında, “Cenevre-2 Konferansı’nıengellemeye çalışan devletler var” sözleri, tam dabu devletleri işaret ediyor.

Suriye’de savaşan 13 köktendinci çeteye mensupkişiler tarafından yayınlanan bir videoda yer alan“Cenevre-2 Konferansı’na katılmak ihanettir” başlıklıaçıklamaları, bu tetikçileri finanse eden, eğiten,silahlandıran “Amerikancı üçlü”nün bakış açısını dayansıtıyor. Nitekim siyasi analizciler de, açıklamayı,“Amerikancı üçlünün işi” olarak değerlendiriyorlar.

Başını AKP iktidarının çektiği, “Amerikancı üçlü”güdümündeki kökten dinci çetelerin Cenevre-2Konferansı’nı sabote etmek için seferber olmaları ve“Esad yönetimini yıkana kadar savaşa devam”naraları atmaları, bu tetikçileri kullanan devletlerin,nasıl bir gözü dönmüşlük içinde olduklarını gözlerönüne seriyor. Görünen o ki, Cenevre-2Konferansı’nı sabote etmek isteyen AKP iktidarı ileKörfez şeyhleri, tetikçilerini kullanarak Suriye’yidaha kanlı günlere sürüklemek için ellerinden geleniartlarına koymayacaklar.

Hedefler gerici olunca, bunlara ulaşmak içinyasa, kural, ahlak, ilke, değer tanımamak da, hemAmerikancı üçlü hem tetikçileri tarafından “olağan”sayılıyor.

YPG’ye bağlı Halk Savunma Komiteleri (HSK) ilecihatçı çeteler arasındaki çatışmalar, son günlerdeSuriye-Irak sınır bölgesinde yoğunlaşıyor. Stratejikönemdeki Til Koçer kentiyle sınır kapasını ele geçirenHSK güçleri, cihatçı çetelere önemli bir darbeindirdiler. Zira hem kenti hem Irak’la köprü oluşturansınır kapısını kaybeden çeteler, çatışmalarda verdikleriağır kayıpların yanı sıra, önemli imkânlardan da yoksunkaldılar.

Bölgede çatışmalar devam ederken, HSK güçlerininbazı köyleri de cihatçı çetelerden temizledikleri, bazıbölgeleri ise, kuşatma altına aldıkları bildiriliyor.

Irak zaten cihatçı çetelerin hedefindeydi

HSK karşısında hezimete uğrayan AKP iktidarı veKörfez şeyhleri desteğindeki çeteler, suçu Irak’taki NuriEl Maliki hükümetine yıkmaya çalışıyorlar. Irak-Şamİslam Devleti (IŞID) adlı çetenin şefleri, “Irak’a savaşilan ederiz” diye tehditler savurmaya başladılar.

Beşar Esad yönetimini ve HSK’yi desteklediğigerekçesiyle Irak’a tehdit savuranlar, zaten her gün buülkede vahşi katliamlar yapıyorlar. Patlayıcı yüklüaraçların havaya uçurulması ve intihar saldırılarıylaIrak’ı kan gölüne çeviren bu çetelerin, hal böyleykensavaş tehdidi savurmaları, HSK karşısında uğradıklarıhezimetin sarsıcı olduğuna işaret ediyor. Zira Irak’ıntehdit edilmesine gerek yok, çünkü Irak yaklaşık ikiyıldan beri zaten cihatçı çetelerin fiili savaş alanıdurumundadır.

El Maliki yönetimininbeladan kurtulma arayışları

İşgalci ABD ordusunun çekilmesinden sonra(Bağdat’ta halen 30 bini aşkın Amerikan askeribulunuyor, ancak bunlar üslerinin dışına pekçıkmıyorlar) Irak’ın karşı karşıya bulunduğu en ciddimeydan okumalardan biri, cihatçı çetelerin giderekartan vahşi saldırılarıdır. Zira çetelerin saldırılarındakatledilenlerin sayısı günlük 35-40 kişiye ulaşmıştır.Yeni oluşturulan Irak ordusu ve polisi ise, saldırılarıönlemekte aciz kalıyor.

El Maliki yönetimini başarısızlığa uğratıp yıkmakisteyen çetelerin arkasında AKP iktidarı, SuudiArabistan, Katar gibi güçler var. İçeride ise, buAmerikancı rejimlerle işbirliği yapan Iraklı egemenlerinbir kısmı da, cihatçı çeteleri destekliyor. Yani cihatçılar,aldıkları destekler karşılığında hem Irak içindeki iktidarmücadelesinde bir kesim adına tetikçilik yapıyorlarhem adı geçen bölge ülkelerinin çıkarlarına hizmetediyorlar.

Hem içeriden hem dışarıdan destek alan çetelerin,

Suriye’ye rahat girip çıkmaları, El Maliki’nin işini dahazorlaştırıyor. Çünkü IŞID adlı çete halen esas olarakSuriye’de savaşsa da, Irak’taki katliamları dagerçekleştiriyor. Diğer bir ifadeyle Suriye’deki savaşınbir cephesi de Irak’tadır.

Bu koşullarda Suriye’deki savaşın seyri, Irak’ı dadolaysız bir şekilde etkilemekte ve El Maliki yönetiminitaraf olmaya zorlamaktadır. Nitekim El Malikiyönetimi, olayların başından beri, devşirmecihatçıların Suriye’ye taşınmasına karşı çıktı. Sonolaylarda ise, ABD’nin saldırı tehditlerine karşı da açıkbir tutum aldı.

Halen ABD ile sıkı bağları olan El Malikiyönetiminin, Suriye olayları ve cihatçı çetelerkonusunda Obama yönetiminden farklı bir tutumalması, ciddi bir meydan okumayla karşı karşıyabulunmasından dolayı olsa gerek.

Cihatçı çetelere karşı kader birliği

Suriye’yi savaş alanına çeviren cihatçı çeteler, buülkenin tahrip edilmesi ve yağmalanmasında önemlibir rol oynadılar. Sınırsız dış desteğe rağmen, elbetteyönetimi yıkma gücünden uzaklar. Buna rağmenSuriye’nin enkaza çevrilmesinde azımsanmayacak birrolleri var. Bu çeteler şu veya bu şekildeetkisizleştirilene kadar, Suriye’nin yıkıcı savaştankurtulması çok zor.

Esas savaş alanı Suriye olmakla birlikte, Irak’ta hergün 5-10 saldırı düzenleyen çeteler, Irak’ın da başbelası durumuna gelmişlerdir. Suriye’de hedeflerineulaşabilselerdi, savaşın esas cephesini Irak’akaydıracaklardı. Bu ise, 1991’den beri emperyalistsaldırı ve kuşatma altında inletilen Irak halkı için, dahada vahim bir dönemin başlaması anlamına gelirdi.

Görüldüğü üzere, bölgedeki çatışma vehesaplaşmaları mezhepsel alana çekmek isteyen AKPiktidarı ve Körfez şeyhleri tarafından finanse edilipeğitilen cihatçı çeteler hem Suriye’ye hem Irak’a, aynıgüçler tarafından musallat edilmiş belalardır.Dolayısıyla bu belayı defetmek için iki ülkenin işbirliğiyapmaları zorunludur. Nitekim bu işbirliğinin sondönemde geliştiğini söylemek mümkündür.

ABD ve bölgedeki önde gelen işbirlikçileri, yaniTürkiye, Suudi Arabistan, Katar üçlüsü ile siyonistİsrail’in aksi yöndeki çabalarına rağmen, Irak-Suriyeilişkilerinin gelişmesini, bu koşullarda önlemek olasıgörünmüyor. Son olarak vurgulamak gerekiyor ki, neSuriye ne Irak yönetimleri, bu ülkelerin emekçihalklarının çıkarlarını temel alan politikalar izliyorlar.Buna rağmen, resmen ilan edilmeyen Şam-Bağdatittifakının cihatçıların üstesinden gelebilmesi, bölgehalkları açısından da hayırlı bir gelişme olurdu.

Ortak tehdidekarşı

Irak-Suriyeittifakı

Çeteler veya aşiretler tarafından idare edilen“devletçiklere” bölmek isteyenlerin etkili olduğuLibya’da hükümet, kendi güvenliğini bile sağlamaktanaciz.

Libya’da Muammer Kaddafi yönetimi, yedi ay sürenNATO bombardımanın ardından yıkılmış, yakalananKaddafi ise, 20 Ekim 2011’de linç edilerek katledilmişti.

Yedi ay boyunca NATO adına fiili tetikçilik yapanlar,bu olayı “Libya devriminin zaferi” diye yutturmayaçalıştılar. Ne var ki, geçen yıl “zaferin 1. yıldönümü”diye kutlamalara konu edilen bu tarih, bu yıl sessizcegeçiştirildi. Yani 2. yılında “büyük zaferi” pekhatırlayan olmadı ya da birileri hatırlamaktankaçındılar.

Libya artık “yok” hükmünde

İki yıl önce medya tekellerinin manşetlerindeninmeyen Libya’nın, bugünlerde esamesi bileokunmuyor. Kaosun egemen olduğu bu ülkede artık nedevrimden ne zaferden ne demokrasiden söz eden var.Zira Libya’nın kaliteli petrolüne el koyan büyüktekeller, bu ülkede olup bitenlerle artık fazla ilgilideğiller.

Libya’nın gündemin dışına itilmesi, bu ülkede herşeyin yolunda gittiği anlamına gelmiyor. Tersine, ülketam bir keşmekeş içinde. Dolayısıyla çok büyük olaylarolmadığı sürece Libya’dan söz edilmemesi,emperyalistlerin hizmetindeki medya tekellerinintercihlerinden kaynaklanıyor. Libya’da olup bitenlerindünya kamuoyu tarafından öğrenilmesini istemiyorlar;çünkü o durumda NATO füzeleriyle Libya’ya taşınanşeyin özgürlük değil, rezil bir kaostan başka bir şeyolmadığını herkes görecektir.

Kukla hükümetin aczi

Emperyalistlerin desteği ile kurulan Libya’dakikukla hükümet, başkent Trablusgarp’ta bile otoritesinisağlayabilmiş değil. Ülkeyi yönetmekte aciz olan bu

kukla yapı, başkentin bile iki silahlı çete tarafındanparsellenmesine katlanmak zorunda kalıyor.

Libya, halen çok sayıda silahlı çetenin bulunduğu,her çetenin belli bir bölgeyi kontrol altında tuttuğu birülkedir. Bazı kentlerin özerklik ilan ettiği, kimibölgelerin paylaşımında anlaşamayan çeteler arasıçatışmaların yaşandığı, ülkeyi çeteler veya aşiretlertarafından idare edilen “devletçiklere” bölmekisteyenlerin etkili olduğu Libya’da hükümet, kendigüvenliğini bile sağlamaktan aciz. Çetelerin geçenhafta başbakanı bile kaçırdıkları hatırlanırsa, kuklahükümetin aczi daha iyi anlaşılır.

“Zafer”i kutlayamadılar

1. yıldönümünde “devrim kutlaması” yapan kuklayönetim, bu yıl ise, “görkemli zafer”i uyduruk biraçıklama ile geçiştirmek durumunda kaldı. Çünküböyle bir seremoni, kukla yönetimi gülünç durumadüşürürdü. Kendilerini bile korumaktan aciz olanların,hal böyleyken, “ülkeyi diktatör Kaddafi’den kurtardık,halkı özgürleştirdik” diye nutuk atmaları, ancak rezilolmalarını sağlayabilirdi. Belli ki, onlar da bu durumunfarkındaydı ve bundan dolayı olsa gerek, ortalıktagörünmemeyi tercih ettiler.

Kukla yönetimin içine düştüğü bu alçaltıcı durum,emperyalistlerin füzelerine binerek yönetimegelenlerin, halklara sunacak hiçbir şeylerininolamayacağını kanıtlamaktadır. Bu da, halkın gücünedayanarak diktatörlüğü yıkıp yönetime gelmek ilesavaş aygıtı NATO’nun ölüm saçan uçaklarıylayönetime taşınmak arasındaki derin uçurumugöstermektedir.

Emperyalistler himayesindeki büyük tekeller ileonlar adına tetikçilik yapanlar ülke zenginliğiniyağmalarken, kaos ortamının bedelini yazık ki, Libyalıemekçiler ödüyor. Geçmişte bir diktatörle baş etmekzorunda olan emekçilerin işi, şimdi çok daha zordur.Zira artık karşılarında kukla hükümetin yanı sıra çoksayıda savaş ağası da var.

NATO füzeleri özgürlük değilkaos getirdi

Hamburg’da göçmenpolitikası protesto edildi

Almanya’nın göçmen politikalarını protestoetmek, “kâğıtsız” Afrikalı mültecilerle ve Lampedusamültecileriyle dayanışmak için 26 Ekim Cumartesiakşamı Hamburg’da 10 bin kişilik kitlesel bir gösterigerçekleşti. Protesto yürüyüşüne 110 dernek, sporkulüpleri, taraftarlar derneği ve semt aktivistleridestek verdi.

Almanya’nın ikinci lig takımlarından St. Paulitakımı ile SV Sandhausen karşılaşmasının sonaermesinden sonra biraraya gelen 10 bin kişilik kitle,Avrupa’nın tanınmış eğlence merkezlerindenSt.Pauli / Reeperbahn semtine doğru açtıklarıdövizlerle yürüyüşe geçerek eyalet hükümetiniprotesto etti.

Eylem Hamburg Park Fiction’da (Hamburg GeziParkı) yapılan konuşmalar ve Lampedusa Mültecileriile dayanışmanın devam edeceğine vurgu yapılarakbitirildi.

Lampedusa mültecileri şehrin merkez trenistasyonu yakınında kurdukları bir çadırda veSt.Pauli Kilisesi’nde barınıyorlar. NATO’nun Libya’yıişgali sonrasında ülkeyi terk etmek zorunda kalan bumülteciler önce İtalya’ya, oradan da Hamburg’agelmişlerdi.

Altona Belediye Meclisi, Hamburg Senatosu’nuntutumuna karşın, aldığı bir kararla, Nordkirche’yebağlı 5 kilisenin arazisi üzerine mültecilerinbarınması için 25 konteyner yerleştirme kararı aldı.

Eyalet hükümetinin göçmenlere ve ilticacılarakarşı “insani olmayan tutumu”, geçen hafta Belediyebaşkanı Olaf Scholz’un konuşması esnasındasahneye çıkan FEMEN üyesi kadınlar tarafından daprotesto edilmişti.

Göçmenlerin yoğun bir şekilde yaşadığı Berlin’inKreuzberg semtinde de 25 Ekim akşamı “polisşiddeti ve Alman devletinin iltica politikasına karşı”700 kişilik bir korsan gösteri düzenlenmişti.

Washington’dabinler yürüdü

ABD ve emperyalist merkezler, dinlemeskandallarıyla sarsılıyor. Washington’a son tepkisokaklardan geldi. Washington sokaklarındabinlerce kişi Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA)’nı ve ABDyönetimini protesto etti.

Dinleme skandalına karşı binlerce kişininkatılımıyla düzenlen en büyük gösteri olan yürüyüşeHollywood’dan da katılım oldu.

Colombus Meydanı’nda toplanan binlerce kişi“Teşekkürler Edward Snowden”, “Bizi izlemeyidurdurun”, “NSA: Ellerini benim verilerimden çek”yazılı dövizler taşıdı.

Sokaklara dökülen tepkiler de ABD yönetiminifazlasıyla sıkıştırırken ABD’nin istihbaratfaaliyetlerinin sorumlusu John Clapper ve UlusalGüvenlik Kurumu Direktörü General KeithAlexander, Temsilciler Meclisi’nde ifade vermekzorunda kaldı.

Clapper, yaptığı savunmada dinlemenin gerekliolduğunu ifade ederek meşrulaştırmaya çalıştı.

Dünyanın dört bir yanından grev haberleri yansıyor.İşçi ve emekçilere yönelik kapsamlı saldırılar karşısındagrevlerle üretim durdurulurken şehir merkezlerindekitlesel eylemler gerçekleştiriliyor.

Yapılan eylemlerle sermaye düzeninin saldırılarıprotesto ediliyor. Avrupa’da, Asya’da, Amerika’dabirbirinden bağımsız olarak işçi sınıfı grevle üretimdengelen gücünü kullanarak sermayeye ve hükümetlerinekarşı mücadeleyi yükseltiyor.

Geçtiğimiz hafta emperyalist AB Troykası’nındayatmaları sonucu yerel hükümetlerin yeni kemersıkma politikalarını gündeme getirmesi İtalya’dagrevlerle hayatın durdurulmasıyla karşılanmıştı.

İspanya’da 24 Ekim günü, ülke genelindeüniversitelerde ve devlet okullarında çalışan eğitimemekçileri, Rajoy hükümetinin planladığı yeni “eğitimreformu”na karşı greve gitti. Yeni reform paketiuygulanabilirse, eğitim emekçilerinin maaşlarıdüşürülecek, çalışan öğretmenlerin sayısı azaltılacak vedin dersleri arttırılacak. Öte yandan hem eğitimücretlerini arttırmak hem bursları kaldırmak isteyenhükümet, eğitimin paralı hale getirilmesini de dayatıyor.

Gündeme gelen bu yeni saldırılar kemer sıkmapolitikalarıyla bunaltılmış ve geleceğini yitirmişöğrencileri, ailelerini ve eğitim emekçilerini sokaklaradöktü. Sendikaların yaptığı açıklamaya göre grevekatılım, üniversitelerde yüzde 90, devlet okullarında iseyüzde 83 oranında gerçekleşti.

İspanya sermaye devleti ise greve yöneliktahammülsüzlüğünü gösterdi, sokaklardaki öğrenci veöğretmenlere yönelik terör estirdi.

Madrid’de yapılan gösterilerde trampet çalarak,“bıçak kemiğe dayandı” diyen grevciler, akşamsaatlerinde polisin saldırısına karşı barikat kurarakdirenişe geçti. Polis saldırılarına kaldırım taşlarıyla yanıtveren grevciler, geleceklerini koruyacaklarına dairkararlılıklarını gösterdiler.

Peru’da Buenaventura Orcopampa AltınMadeni’nde işçilerin 21 Ekim günü başlattıkları grevsürüyor. Greve katılan hem sendikalı işçiler hem taşeronişçiler, daha iyi çalışma koşulları talebinde birleştiler.

Buenaventura, devlete ait bir şirket ve Peru’nundeğerli metal madenlerinin en büyük operatörü.

Kolombiya’da yerli halkın daha iyi yaşam koşulları vepolitik yaşamda söz hakkı talepleriyle başlattıklarıgösteriler sürüyor. Protesto gösterileri düzenleyen onbinlerce yerli, geçtiğimiz günlerde ülkenin belirlistratejik noktalarına barikatlar da kurdular. 14 Ekim’denberi süren yürüyüş ve gösterilere 102 halk grubunamensup 100 bin yerli katıldı.

Kamboçya’nın başkenti Phnom Penh’de gerici Hun-Sen hükümetine karşı üç gün süren protestokampanyası çerçevesinde 20 bin kişi sokaklara çıktı. 28yıldır iktidarda olan ve rüşvet uygulamasınısıradanlaştıran hükümeti protesto eden kitleler ikimilyon imza toplayarak, geçtiğimiz Temmuz’da yapılanseçimlerin iptal edilmesini talep ediyorlar.

Endonezya’nın Kuzey Sumatra bölgesinde bulunanSimalungun’da PT Bridgestone Sumatra Kauçuk tekelineait kauçuk tarlalarında çalışan binlerce işçi greve gitti.

İşçiler yöneticinin istifasını talep ediyorlar. Sözü edilenyöneticinin göreve gelmesinden bu yana hem çalışmakoşullarının daha da kötüleştiği hem de fazla mesaiödemelerinin düşürüldüğü bildirildi.

Ayrıca Endonezya’da asgari ücret görüşmeleri de 30Ekim itibariyle başladı. Her yıl olduğu gibi, bu yıl daEndonezyalı işçiler insanca yaşamaya yetecek bir asgariücret için mücadeleye ve greve hazırlanıyor.

Ülkede asgari ücret yaklaşık 2,2 milyon Rupiah.İşçiler ise asgari ücretin 3,7 milyon Rupiah (334,54Dolar) olmasını talep ediyor. Endonezya hükümeti iseasgari ücretin 2013 yılı için 2,3 milyon Rupiaholabileceğini belirtiyor.

İşçiler, asgari ücret konusundaki taleplerininkarşılanmaması durumunda greve çıkmayahazırlanıyorlar. 28 Ekim’de, Ülkenin sanayi merkezleriolan Pulogadung, Cilincing, Bekasi, Cikarang, Tangerangve Bogor kentlerindeki birçok fabrikanın önüne çadırlarkuruldu bile.

Endonezya’da bölgesel asgari ücret uygulanıyor veher bölgedeki Asgari Ücret Tespit Komisyonu enflasyonve ekonomik büyüme kriterlerine göre asgari ücretibelirliyor.

Portekiz’de sermaye hükümetinin krizin faturasınıemekçilere ödetme politikası, binlerce insan tarafındansokaklarda protesto ediliyor.

Günlerdir büyük eylemlere sahne olan Portekiz’debirçok kentte hükümete geri adım attırmak içingösteriler vardı. Burjuva basının verdiği bilgilere göreLizbon’da 20 bin, Porto’da ise 5 bin kişi yürüdü.

Sendikalar 1 Kasım günü oylanacak tasarı için bir kezdaha sokaklara çağrı yaptı. Kamu emekçileri ise 8Kasım’da iş bırakarak maaşlarında yapılacak kesintilerekarşı sokaklara çıkacaklar.

Meksika’da eğitim emekçileri, Meksika DevletBaşkanı Enrique Pena Nieto yönetimi tarafındanönerilen eğitim reformuna karşı haftalardır protestogösterilerini sürdürüyorlar. Derslere girmeyenöğretmenler 28 Ağustos’tan beri ülkenin birçokkentinde sokağa çıkarak gösteriler düzenliyor. 14Ekim’de yapılan grev oylamasında derslere dönmekararı alınmasına karşı protesto gösterileri yerellerdefarklı yoğunlukta sürüyor. Kitlelerin sokaklara dökülmesiAğustos ayının sonunda hükümetin eğitim reformu veenerji reformu ile ilgili kararları açıklaması üzerinebaşladı.

25 Ekim Cuma günü özellikle Chiapas ve Michoacáneyaletlerinde öğretmenler önemli ana ulaşım yollarını,Guatemala’ya açılan sınır kapılarını, şirketlere, liman vepetrol rafinerilerine giden yolları işgal ederekprotestolarını sürdürdüler. Ülke genelinde gerçekleşençeşitli protestolara öğretmenlerin örgütlü olduğu CNTEve SNTE sendikaları çağrı yaptı. 35 tarım emekçileriörgütünün de destek verme kararı alması ve eylemlerekatılması Chiapas’taki eylemlerin ivme kazanmasındaönemli bir etken oldu.

Michoacán eyaletinde gösteriler kıyı kenti LázaroCárdenas limanının ablukaya alınması ile sona erdi. Bukentte 16 Ekim’den bu yana CNTE Sendikası’nda örgütlüöğretmenlerin süresiz grevi devam ediyor.

Dünyadan grev sloganlarıyükseliyor!

Eğitim emekçilerihaklarına sahip çıkıyor...

Güney Kore’de eğitim emekçileri sendikalarınınyasaklanmasına karşı sokağa çıktı. Brezilya’da iseeğitim emekçilerinin iki aydan fazla süren grevianlaşma ile sonuçlandı.

Güney Kore’de eğitim emekçileriyasağa direniyor

Güney Kore hükümeti, emekçileri hedef alansaldırılar kapsamında, Öğretmenler Sendikası’nı(KTU) yasakladı. Sendika, 23 Ekim’den itibarenillegal bir yapı kazandı.

KTU, 24 Ekim’de yaptığı açıklamada hükümetinbu kararını ülkedeki demokrasiye vurulan bir darbeolarak değerlendirdi. Hükümetin gerici ve saldırgantutumuna karşı sendikalarını savunan 10 bin eğitimemekçisi, geçen hafta sonu başkent Seul’da protestoyürüyüşü gerçekleştirerek, hükümetin saldırgankararını tanımadıklarını gösterdiler.

60 bin eğitim emekçisinin örgütlü olduğuKTU’nun liderleri, mücadeleyi sürdürmekte kararlıolduklarını açıkladılar.

Brezilya’da eğitim emekçileri kazandı

Eğitim emekçilerinin iki ay süren grevleri sonaerdi. Öğretmenler, Brezilya’nın büyük kentlerindenRio de Janeiro’da yapılan grev toplantısındakendilerine verilen yüzde 8,5 ücret artışını kabulettiler. Belediye başkanı ve eyalet hükümetinin grevsüresince maaşlarının ödenmeyeceği ile ilgilisavurduğu tehditler de geri alındı.

Sendika, grevin polisin vahşice saldırılarınarağmen kazanımlarla sonuçlandığını açıkladı.

Grevin kazanılmasında 7 Ekim’de Brezilya’nınbirçok bölgesinde gerçekleşen ve tüm halkındesteğini alan yaygın kitlesel gösteriler etkili oldu.Bu dayanışma ve grevdeki öğretmenlerin kararlılığı,ülkedeki politik iklimi değiştiren Haziran Direnişi’nindolaysız sonuçlarından biri kabul ediliyor.

Gezi Direnişi öylesine bir etki yaratmıştı ki birçokezber bozulmuş, birçoğumuz için geleceğe olanumutlar tekrardan yeşermişti. Her türlü baskıya,sömürüye, zorbalığa ve eşitsizliğe karşı farklılıklarımızlaördüğümüz barikatlarda savaştık. Birlik olmayı,çoğalmayı, farklılıklarımızı ortak düşman karşısındamücadele vererek yok etmeyi öğrendik.

Barikatların ardından devam eden forum sürecindede bu durum olduğu gibi devam etti. Bir çok farklıkimlik, kültür, inanç ve düşünce aynı platformlardaözgürce tartıştı, kararlar aldı ve eylemler gerçekleştirdi.

Tüm bu yaşananların birikimiyle mücadeleyiörgütleyen gençliğin özellikle 6 Kasım’da ne yapacağı, 6Kasım’ı nasıl örgütleyeceği en büyük merakkonularından biriydi. Bu yıl gerçekleştirilecek 6 Kasımeylemleri geçtiğimiz yılların tekrarı şeklinde parçalı,dağınık bir tabloda mı gerçekleşecekti yoksa Gezi’nin 6Kasım’ı, yani birleşik, kitlesel bir 6 Kasım mı olacaktı?

Okulların açıldığı günden bugüne süregelenforumlarda alınan kararlar doğrultusunda, 6 Kasımeylemlerinin forumlar üzerinden örgütlenmesi iradesibu anlamda Gezi ruhunun 6 Kasım’a rengini vereceğinedair umutları çoğalttı. Ege ve Dokuz Eylül Üniversiteforumlarının 6 Kasım eylemlerinin örgütleyicisi olmakararları alması, politik gençlik örgütlerinin forumlarınbileşenleri olarak bu kararın alınmasında ortak iradegöstermeleri uzun yıllar sonra birleşik bir 6 Kasımyaşayacağımızı müjdeledi.

Forumların örgütlediği, kararını aldığı ve hayatageçirdiği ilk ve tek şey olmamasına rağmen, budurumun bu denli büyük bir heyecanla karşılanmasınınnedeni ise, Gezi Direnişi’nin bir kültürünün halayaşatılıyor olduğunu göstermesinden dolayıdır.

Geçtiğimiz yıllarda yan yana gelmeyen, farklı alanlardafarklı 6 Kasım eylemleri gerçekleştiren gençlik, bu yıltek bir 6 Kasım eylemi örgütleyecektir.

6 Kasım’ı örgütleme sürecinde bir irade gösterenforumların bileşeni olarak, artık diğersorumluluklarımızı da üstlenmemiz gerekmektedir.Öyle ki, 6 Kasım’a çok kısa bir zaman kalmışkeneylemlere dair tek bir örgütleme çalışmasınınyapılmaması, eylemlerin nerelerdegerçekleştirilecekleri, panellerin ne zamanyapılacakları ve kimlerin konuşmacı olarakkatılacakları, afişler, bildiriler vb. alanlardakibelirsizlikler hala giderilememiştir. Dolayısıyla gençlikiçerisinde YÖK karşıtı propaganda ve ajitasyonyapılamamış, gençlik eylemlere çağrılamamıştır.

Bu noktada, bu eksikliklerin bilinciyle hareketetmeli ve forumları daha verimli kullanmalıyız.Forumları tartışma platformları olmaktan öte, belirlisorunların tartışılarak kararların alındığı ve hayatageçirildiği alanlar olarak görmeliyiz. Belirli konularıgündemleştirirken, o konuları derinlemesinetartışmadan ve kararlar almadan başka bir konuyutartışmaya geçmemeye özen göstermeliyiz. Dolayısıyla,uzun yıllar sonra birleşik 6 Kasım örgütleme kararıalarak bu alandaki yanlış alışkanlıkları terketme adımıatanlar olarak, önümüzdeki hafta toplanacak olanforumlarda pratiğe dayalı kararlar almalı ve forumlarıdaha verimli kullanmalıyız. Yani öz olarak, birleşikkıldığımız 6 Kasım eylemlerinin kitlesel geçebilmesi içinforumları daha etkin kullanmalıyız.

Özgürlük, devrim ve sosyalizm için 6 Kasım’daalanlara!

İzmir’den bir Ekim Gençliği okuru

İzmir’de Gezi’nin6 Kasımı’na doğru

İstanbul Üniversitesi’ndeforum

İstanbul Üniversitesi öğrencileri forumlaradevam ediyor.

Bu haftanın ilk iki gününün tatil olmasınedeniyle 30 Ekim’de gerçekleştirilen forumda 6Kasım YÖK eylemi konuşuldu.

6 Kasım günü tüm üniversite forumlarınınkatılacağı merkezi eylemin planlaması yapıldı.Ardından söz alan birkaç öğrenci YÖK’ü öğrencikitlelerine daha iyi anlatabilmek, ayrıca öğrencilerepolitik bir etkinlik sunabilmek için panel yapmaönerisi sundu. Miting şeklinde gerçekleşecekeylemin teknik ayrıntılarının planlaması bittiktensonra, gelecek hafta salı günü (5 Kasım) “6 Kasım”gündemli bir panel yapılması kararlaştırıldı.

Eğitim Sen ve üniversite emekçilerinin de destekvereceği eylem için 6 Kasım Çarşamba günü saat13.00’te Laleli Tramvay Durağı’nda buluşulacak.

Ekim Gençliği / İstanbul Üniversitesi

Direniş çağrısı yükseliyor!

İstanbul’da direniş çağrısı sokaklara taşındı!

Üniversitelerin açılmasıyla yoğun bir şekildefaaliyetlerine başlayan Ekim Gençliği,üniversitelerde yürüttüğü devrimci faaliyeti İstanbulsokaklarına da taşıyor.

26 Ekim’de Kadıköy merkezde masa açanİstanbul Ekim Gençliği yaklaşan 6 Kasım öncesigençliğe bir kere daha direniş çağrısını taşıdı. Açılanmasada Kızıl Bayrak ve Ekim Gençliği’nin yanı sıra,Liselilerin Sesi de yer aldı.

Faaliyet boyunca yapılan konuşmalarla 6 Kasımyaklaşırken YÖK düzenine karşı Haziran Direnişiruhuyla direnişi büyütme çağrısı yapıldı. EkimGençliği’nin, gençliği 6 Kasım’da alanlarıdoldurmaya çağıran “Vazgeçmediğin süreceözgürsün!” başlıklı bildirisinin dağıtımı dagerçekleştirildi. Faaliyet öncesi alana “Gençlikdirenişe!” ve “Gençlik direnişe, YÖK düzenine karşı 6Kasım’da alanlara!” şiarlı afişler asıldı. Birçoköğrenciye Ekim Gençliği ve Liselilerin Sesi dergisiulaştırılırken, özellikle YÖK’ün misyonu ve 6Kasım’da yapılacak eylem süreci üzerine sohbetlergerçekleştirme imkanı oldu.

Trakya’da gençlik faaliyeti

Ekim Gençliği, Haziran Direnişi’ni üniversiteleretaşımak için çalışmalarını sürdürüyor. “Gençlikdirenişe!” şiarıyla, gençliği gelecek ve özgürlük içinmücadeleye/direnişe çağırıyor.

Trakya Ekim Gençliği de bu kapsamda yürüttüğüçalışmalarını hızlandırdı. Bunun ilk ayağı olarak“Gençlik direnişe!” şiarlı afişleri Çorlu’da kentmerkezine ve öğrencilerin yoğun olarak yaşadıklarıyerlere yaptı.

Trakya Ekim Gençliği, 6 Kasım çalışmaları ilegençliği direnişe çağırmaya devam ediyor.

Ekim Gençliği / İstanbul-Trakya

BursaKESK, DİSK, TMMOB, DOĞADER, ÇHD tarafından 25

Ekim günü Şehreküstü Meydanı’nda ODTÜ’de ağaçkatliamını protesto etmek ve direnişçileri desteklemekamacıyla basın açıklaması gerçekleştirildi. Basınaçıklamasında “Diren ODTÜ Bursa seninle!”, “Her yerODTÜ her yer direniş!” pankartları açıldı.

“ODTÜ’de kanunsuz olarak sürmekte olan yolyapım çalışmaları derhal durdurulmalıdır.” denen basınaçıklamasında “Diren ODTÜ Bursa seninle!”,“ODTÜ’den yol değil orman geçer!”, “Her yer ODTÜher yer direniş!” , ”Direne direne kazanacağız!”sloganları atıldı.

Basın açıklamasına BDSP, Partizan, ÖDP, DHF’nin dearalarında bulunduğu ilerici ve devrimci kurumlardestek verdi.

28 Ekim’de ise polisin ODTÜ’ye saldırılarınıarttırmasını protesto için Setbaşı Mahfel’den Heykel’eyürüyüş gerçekleştirildi. Yürüyüşte “Diren ODTÜEthem’in yoldaşları seninle / Diren Bursa” pankartıtaşındı.

Yürüyüş yolun tek şeridi kapatılarak başladı. Baştansona coşkulu olan eyleme çevredeki insanlar alkışlarladestek verdi. Çevreden de yürüyüşe katılım oldu.Heykel’e gelindiğinde basın açıklamasını UludağÜniversitesi’nden öğrenci yaptı. ODTÜ’deki polisterörüne vurgu yapılan açıklamada Yener Çıracı’nınateşe atılması ve darp edilmesi protesto edildi. EthemSarısülük davasında yaşananlardan da bahsedilenaçıklamada “Adalet sokaklarda tecelli edecektir!”denildi.

Hükümet istifa!”, “Katil polis hesap verecek!”, “Heryer ODTÜ her yer direniş!” sloganlarının atıldığıeylemde Kızıl Bayrak muhabiri polis tarafından “Senibütün polisler tanıyor, gezdiğin insanlara dikkat et!”denilerek tehdit edildi.

İzmir23 Ekim akşamı ODTÜ’ye destek için yürüyüş

gerçekleştirildi. Alsancak Sevinç pastanesi önünde biraraya gelen kitle burada pankart hazırlanmasınınardından Kıbrıs Şehitleri caddesinden yürüyüşebaşladı.

“Diren ODTÜ İzmir seninle” yazılı pankartınarkasında sloganlarla yürüyen kitle yönünüBasmaneye çevirerek yürüyüşe devam etti. Sık sık“Diren ODTÜ İzmir seninle!”, “Her yer ODTÜ her yerdireniş!”, “Faşizme karşı omuz omuza!” sloganlarıalkışlar ve ıslıklar eşilğinde atıldı.

Çevreden geçen araçların da desteğiyle BasmaneMeydanı’na kadar yüründü. Burada polis ile KESK İzmirŞubeler Platformu Dönem Sözcüsü Ramiz Sağlamarasında yapılan görüşme sonucu polis barikatlarıkaldırıldı.

Basmane Meydanı’ndaki AKP İl Binası önünde KESKadına Ramis Sağlam basın açıklamasını okuyarak “AKPfaşizmine boyun eğmeyeceklerini” dile getirdi. Basınaçıklamasının ardından Basmane Meydanı’ndakiçimenlerin olduğu alana beş adet fidan dikilerek

ODTÜ’ye ve direnişe sahip çıkıldığı gösterildi.İlerleyen günlerde dikilen fidanların sökülmesi

üzerine 27 Ekim’de KESK, DİSK, TMMOB-İKK, İzmirEmek ve Demokrasi Güçleri ile İzmir ParkForumları’nın çağrısıyla bir eylem örgütlendi.

Alsancak Sevinç Pastanesi önünde toplanan kitle“Siz fidanlarımızı söktünüz, biz de ocağınıza incir ağacıdikeceğiz” pankartı arkasında Basmane Meydanı’nadoğru yürüyüşe geçti.

Eylemi örgütleyen kurumların aldığı karardoğrultusunda, yürüyüş için tek sıra halinde insanzinciri oluşturuldu. “Faşizme karşı omuz omuza!”,“Diren ODTÜ İzmir seninle!” sloganlarının atıldığıyürüyüşte Basmane Meydanı’na gelindiğinde polisleyapılan görüşmenin ardından basın açıklaması ve fidandikimi için AKP Konak İlçe Başkanlığı önüne kadaryüründü.

Meydandaki çimlik alana incir fidanları dikildiktensonra basın açıklaması için AKP İlçe Başkanlığı önündetoplanıldı. Burada basın metnini KESK Dönem SözsücüRamis Sağlam okudu. “Buradan bir kez dahahaykırıyoruz; Gezi Parkı da, ODTÜ ormanı da, bumeydanlarda doğasıyla, yeşiliyle halkındır. Şundanemin olunki bundan sonraki süreçte nerede bir doğakatliamı, nerede bir hukuksuzluk var ise Taksim Geziruhunu oraya taşıyacağız. Baskıyla, şiddetledirenişimizi engelleyemediniz engelleyemeyeceksiniz”denilen açıklama atılan sloganlarla bitirildi.

İstanbul27 Ekim’de Kadıköy Altıyol’da binlerce kişi

toplanarak sloganlarla Bahariye Caddesi üzerindenyürüyüşe başladı. Kortejin en önünde “Diren ODTÜİstanbul seninle” pankartı taşındı. “Her yer ODTÜ heryer direniş!”, “Gezi şehitleri ölümsüzdür!”, “Faşizmekarşı omuz omuza!”, “Diren ODTÜ Kadıköy seninle!”sloganları atıldı. Çeşitli dövizlerin ve forumların ayrıayrı pankartlarının da yer aldığı eylemde yürüyüş

boyunca duvarlara yazılamalar yapıldı. Yürüyüşle Bahariye Caddesi’nin sonundan kilisenin

olduğu sokağa, buradan da otobüs yoluna çıkılarakKuşdili Çayırı’na gidildi. Burada, ağaç kostümü giyenVava adlı grup pandomim gösterisi sergiledi ve müzikdinletileri yapıldı.

ODTÜ’deki ağaç katliamına karşı, betonlaştırılmışolan Kuşdili Çayırı’na temsili olarak fidanlar dikildi.Eylem tulum eşliğinde çekilen horonların ardındansonlandırıldı.

Polislerin yürüyüşün yapıldığı hiçbir alandaolmadığı, yalnızca AKP İlçe Binası civarındakonuşlandığı gözlendi.

28 ve 29 Ekim günlerinde, Sarıgazi’deki Vatanİlköğretim Okulu önünden başlayan yürüyüşte “DirenODTÜ Sarıgazi halkı seninle” şiarlı ozalit taşındı.Yürüyüş, coşkulu sloganlarla Demokrasi Caddesikapatılarak Sarıgazi Meydan’a kadar sürdü. Çevredenkatılanların da olduğu yürüyüşe birçok işçi ve emekçialkışlarla destek verdi.

Sarıgazi Meydan’da öncelikle direniş sürecindeyaşamını yitirenler şahsında tüm devrim şehitleriadına bir dakikalık saygı duruşu yapıldı. Saygıduruşunun ardından “Devrim şehitleri ölümsüzdür!”sloganı atılarak basın açıklamasına geçildi.

Basın açıklamasında öncelikle Haziran Direnişisürecinden bu yana artan polis terörü vurgulandı.Ardından polis terörüne karşı ortaya konan direnişlerhatırlatılarak artık korku duvarının aşıldığına değinildi.Basın açıklaması şu ifadelerle sonlandırıldı: “Bizler

devletin terörüne yabancı değiliz. Devlet de

direnenlerin taviz vermeyeceğini iyi bilmekte. Bunu

Mahir Çayan’dan, Deniz Gezmiş’ten, Mazlum

Doğan’dan ve İbrahim Kaypakkaya’dan iyi bilirler. Ve

bir kez daha haykırıyoruz ODTÜ yalnız değildir ve her

zaman direnen halk kazanacaktır.”

Açıklamanın ardından eylem bitirildi. Kızıl Bayrak / Bursa - İzmir - İstanbul

ODTÜ’ye destek eylemleri

Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ilk duruşması23 Eylül’de görülen ve mahkeme salonunda yaşananolaylar nedeniyle ertelenen duruşma 28 Ekim’degerçekleştirildi.

Davaya ilk duruşmada da olduğu gibi izleyicilerinkatılması engellenmeye çalışıldı. Mahkeme BaşkanıAfak İlleez, yaptığı açıklamada, “İlk duruşmada çıkanolaylar nedeniyle yapamamıştık. Bu nedenle buduruşma kapalı olacak” dedi. Fakat kapalı duruşmaadliye önünü miting alanına çeviren kitlenin kararlılığıüzerine açık duruşmaya çevrildi.

İlk duruşmaya peruk, gözlük ile kendini kamufleederek gelen katil polis Ahmet Şahbaz duruşmayakatılmadı. Şahbaz’ın avukatları, ifadesinin görevyaptığı Urfa’dan telekonferans yöntemi ile alınmasıtalebinde bulundu.

Sarısülük ailesinin avukatlarıysa mazeretsizduruşmaya katılmadığı için katil polis hakkındayakalama kararı çıkarılmasını talep ettiler.

Talepler için mahkeme heyeti duruşmaya ara verdi.Ara kararını açıklayan heyet, savcının da vurgusuyla“sanık polisin kaçma ve delil karartması şüphesiolmadığı” gerekçesini savundu. Şahbaz’ıntutuklanması talebini reddetti.

Ayrıca Şahbaz’ın savunmasının Ses ve GörüntüBilişim Sistemi (SEGBİS) ile yani telekonferans yoluylaUrfa’dan alınması talebini kabul ederek, davayı 2Aralık’a erteledi. Mahkeme heyetinin kararları salondabulunanlar tarafından protesto edildi.

Duruşma süresince, sloganlarla Adliye önündebekleyen devrimci ve ilerici güçlere kararınaçıklanmasının ardından polis saldırdı. Tazyikli su vegaz bombaları atarak saldıran polis, adliye bölgesiniadeta dumana boğdu.

Saldırının ardından Güvenpark’ta basın açıklamasıyapıldı. İlk sözü Ethem Sarısülük ailesi avukatlarındanKazım Bayraktar aldı. “Bir duruşma değil tiyatroyaşandı. Tiyatro bitti, polis saldırısı başladı” diyenBayraktar, mahkemedeki hukuksuzlukları anlattı.Bayraktar şunları ifade etti: “Hukuksuzluğu teşhiretmeye devam edeceğiz. Polis terörü vardı. Şimdidarbe mahkemelerinde gördüğümüz askerlesıkıyönetim görüntüsü vardı.”

Bayraktar, “adalet barikatlarda, sokaklarda tecelli

edecektir” diyerek sözlerini tamamladı. Basın

açıklaması Ankara Dayanışması adına yapılan konuşma

ile devam etti.

Ankara Dayanışması adına yapılan konuşmada 3

ağır yaralının olduğu bilgisi verildi. Ankara

Dayanışması’nı oluşturan bileşenler olarak Ethem’i

sahiplenmeye devam edecekleri ifade edildi. Türkiye’yi

açık bir cezaevine çevirmeye karşı mücadeleyi

sürdürecekleri söylendi. Konuşma bitiminde “Katil

devlet hesap verecek!” sloganları haykırıldı.

Eylemde HDP Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel de

söz aldı. “Adalet için Sarısülük davasını takip edeceğiz”

diyerek hükümete seslenen Tuncel, “Şahbaz’ın

görevden el çektirilmesi” ve “tutuklanma kararı

verilmesi” çağrısı yaptı.

Mustafa Sarısülük ise “Haziran’dan beri

yürüttüğümüz mücadeleyi büyütmemiz gerekiyor”

diyerek sözlerine başladı. Faşist devlet zihniyetinden

hukuk ve adalet beklentisi olmadığını vurgulayan abi

Sarısülük, özgürlük ve adaletin barikatlarda,

sokaklarda olduğunu söyledi.

Av. Kazım Bayraktar yeniden söz alarak “duruşma

günlerini mücadele günlerine dönüştürülmeliyiz” dedi.

Bayraktar, Ali İsmail Korkmaz ve Ethem Sarısülük

davalarına katılım çağrısı yaptı.

Basın açıklaması “Bu daha başlangıç mücadeleye

devam!”, “Ethem yoldaş ölümsüzdür!” sloganları ile

bitirildi. Polis saldırısında gözaltılar ve yaralanmalar

yaşandı.

Ethem’in davasına Adana’dan tepki

Katil polisin tutuklanması talebinin reddedilmesi ve

adliye dışındaki polis terörü Adana’da protesto edildi.

5 Ocak Meydanı’nda yapılan açıklamada “Adaletiniz

size kalsın, hepimiz Ethem’iz! Katiller halka hesap

verecek!” pankartı açıldı. Eylemi Adana HDK, İHD,

ÇHD, KESK, DİSK ve Adana Tabip Odası birlikte yaptı.

Kurumlar adına basın açıklamasını ise Güven Boğa

okudu.

Kızıl Bayrak / Ankara - Adana

Ethem’in katili Şahbazdavası ertelendi

Onursuzca yaşamaktansaonurluca ölmek yeğdir

En büyüğü 26 yaşında olan gençlerin ölümü gözealmaları, katillerin anlayamayacağı bir şey.Tetikçilerin kafası değil onursuzluğu bunuanlamalarına engel. Bu yüzen korkuyorlar. Hiçdüşünmeden verilen emri uygulayıp, Ethem’ivuranlar Ethem’den çok korkuyorlar. Çünkü Ethembiyolojik olarak dursa bile, yüreği hala devrim vesosyalizm için atan bir devrimci. Onurluca yaşamakiçin ölümden sakınmayan bir insan. Ölümsüzlüğükucaklasa bile, hiç ölmeyecek gülümsemesi, sadeceonur değil, umut da aşılıyor.

Tetikçi Ahmet Şahbaz’ın “havaya ateş ederken”Ethem’i vurduğunu dahi söyleyebildiler. Hem dehedefli olarak Ethem’e ateş ederken ki görüntülerikendi medyalarında dahi gösterilirken. Erdoğan’ı,Mutlu’su polislerin vahşice demenin bile masumkaçacağı saldırıları ekranın yarısında gösterilirken,diğer yarısında, “kimsenin kılına zarar vermiyoruz”demişlerdi. Tarihe geçen onursuzluk örneklerine biryenisini eklemişlerdi, tetikçi “masum” derken!Onların onursuzluk imparatorluklarında onurlucayaşamak istemişti, Ethem, Ahmet, Abdullah,Medeni, Mehmet, Ali İsmail, Hasan Ferit. Ama buçocuklar o gün yalnız değillerdi. Onlar gibi, insanca,onurlu bir yaşam için yüreği çarpan binler vardıyanlarında. Bugün binler azalsa da yarın milyonlarolacağı açık.

23 Eylül’de kah ana, kah abi kardeş, kah yoldaş,dost yürekleri Ethem’le birlikte atan onlarca yürekadliye önündeydi. Oraya gelmese bile yürekleriEthem’le birlikte atan binlerce yürek vardı. Elbetteonursuzluk imparatorluğunun mahkemelerindenonurla örtüşen bir karar beklemiyordu hiç kimse.Ama adliyede beklenenden fazlası oldu. Tetikçikorunurken, Ethemlere saldırıldı.

28 Ekim’de de benzeri bir şey yaşandı.Saldırdıkça korkutacaklarını sanıyorlar. 12 Eylül’den31 Mayıs’a kadar sandıkları gibi olmuştu da. Ama 31Mayıs’tan sonra en büyüğü 26 yaşında olan gençleronların ezberlerini bozdular. Onursuzcayaşamaktansa onurluca ölmek yeğdir, dediler.Tetikçilerin yargılandığı mahkemede Ethemleronursuzca yaşamamak için, hesap sormayagidiyorlar. Sadece mahkemede değil, yaşamın heralanında, yüreği Ethemlerle, Ali İsmaillerle, HasanFeritlerle birlikte atanlar, yüreklerinin hareketineuygun davranmalıdır. Ethemler, kendilerine iyiçocuklardı denilip dizlerin dövülmesi için değil,dizleri döven eller yumruk olup onursuzlukimparatorluğu çökene dek vurulsun diye ölümükucakladılar.

Evet, bir bildikleri var bu çocukların.M. Kurşun

Hemen her gün kapitalist sistemin kadimtemsilcilerinin kendi iğrenç yüzlerini gizlemek adına“uygar”, ”demokrat” veya “modern” yaftalımaskelerini takarak sarf ettikleri yalanları işitiyoruz. Buzatlar ağızlarına ne zaman “hak” ve ”özgürlük” gibikavramları alıp TV ekranlarında şov yapmayabaşlasalar içimizi bir endişe kaplayıveriyor. Bu güzelimkelimelerin nasıl da onların ağızlarında kirlendiğinidüşünüyor, ardından ise bu cilanın altından kabaracakhangi saldırıyla karşı karşıya olduğumuzu kestirmeyeçalışıyoruz.

Bu OSCAR’lık performansları mücadelenin“nazarı”na geliyor olsa gerek ki kral çıplak misalikitlelere sobelendiklerinde tüm bu maskeler bir kenaraatılıyor ve kanlı eller kitlelerin üzerine azgıncasaldırıyor. En son Gezi Direnişi’yle beraber buna açıkçatanık olduk ve olmaya devam ediyoruz. Maskeleridüşüren ve sokakları dolduran kitlelere, Gezi’ye ,ODTÜ’ye Tuzluçayır’a selamlarımızı yolluyor ve herdaim kralın çıplak dolaştığı bir mekana cezaevlerineçeviriyoruz bakışlarımızı.

Türkiye’nin cezaevleri gerçekliği; baskı, işkence,kan, cinayet... Kapitalist sistemin tüm kurumları, onunideolojik çıkarlarını korumak için konumlanmakta vebir bütün olarak bu sistemin bekasına hizmetetmektedir. Bu demek oluyor ki, tüm pratikleri bu ulviamaç doğrultusunda şekillenmektedir. Sömürüçarklarının üzerinde yükselen bu kurumlar, çarkları işçive emekçilerin kanıyla yağlamak adına seferberolurken bir yandan da tam da bu işçi ve emekçileri din,milliyetçilik vb. ideolojik zehirleriylezehirlemektedirler. Yalnız bunlardan biri vardır ki,burjuvazi burada son derece rahattır. Cezaevlerinde nekanlı ellerini saklama gayretindedir ne de yüzüne birmaske takma gereksinimi duymaktadır. Rahattır, çünkücezaevleri onun evidir. İşte bu sebeple, cezaevlerindeburjuvaziyi koltuğunun altında maskesiyle çalımsatarken bulmak işten bile değildir.

Türkiye’de cezaevleri gerçeğine kısaca göz atmakbile kapitalizmin gerçek karakteriyle bizleri yüz yüzegetirmeye yetmektedir. Baskı, işkence, kan ve cinayetleözdeşleşen bu gerçeklik, Türkiyeli işçi ve emekçilerinyüreklerinde kapanmaz yaralar açmıştır. Unutmamakgerekir ki, sınıf mücadelesinin diyalektiği istisnasızburalarda da işlemeye devam etmektedir. Sindirme veyok etme mekanları olarak işlev gören cezaevlerindetutsaklar fiziki ve psikolojik işkenceye tabi tutulmakta,hasta tutsaklar ölüme terk edilmekte, en ufak bir hakarama mücadelesi keyfi cezalar ve yaptırımlarlakarşılanmaktadır. Denilebilir ki, devrimci tutsaklar kaniçinde boğulmuyorlarsa bugün, sessizlik içindeboğulmaya çalışılmaktadır.

Diğer bir açıdan belirtmek gerekir ki, devrimcilerüzerindeki bu saldırılar, kapitalizmin kendi terimiylediğer “suçlu”lar için ise başka bir boyuttayaşanmaktadır. Suç bireysel değildir, toplumsal birkaraktere sahiptir. Manşetlerde sıkça karşılaştığımız“cani”, “hırsız”, “fuhuş” haberlerinde sistemin rolünün

üstünden bilinçli bir biçimde atlanmakta faturayalnızca bireyin kötü mizacına/doğasına kesilmektedir.Oysa ki kapitalizmin bataklık dünyasında işsizlik, açlık,yoksullukla kol kola giren ve bizzat kapitalizminideologları aracılığıyla kutsanan bireyselcilik, toplumucenderesi altına almıştır. İşte bu cenderede “suça”meyilli bireyler özenle yaratılmakla kalınmayıp, gerisingeri kapitalizm tarafından “suçlu” ilan edilerek hertürlü baskı ve cinsel istismara mahkum edilmektedir.Diğer bir yandan ise topluma kazandırma yalanlarıeşliğinde ucuz -bedava demek daha doğru olur- işgücü olarak kullanılmaktadır. Elbette bireyin rolüyadsınmamalıdır ancak buradaki trajik tablodaki vurgusadece ve sadece kapitalizmin ikiyüzlü karakterinedirve bu sistemin ortadan kalkmasıyla da “suç”tanımlamamızın değişeceği, farklı bir düzlemde hayatbulacağı unutulmamalıdır.

Cezaevlerinde kişiliği teslim almaya dönüksaldırılar, devrimci tutsaklar tarafından boşadüşürülmekle beraber bugün, cezaevlerindeki tümtutuklu ve hükümlüler saldırıların yöntemleri değişsede aynı gerçeklikle karşı karşıyadırlar. O da, bukokuşmuş sistemin sömürü karakteridir. Denilebilir ki,ikinci kesimin aralarında yine bu sistemin ektiği nefretve güvensizlik tohumları sebebiyle birlikte hareketetme yeteneğinden yoksun olduklarından keyfidayatmalara kat be kat fazla maruz kalmaktadır.Cezaevleri kadınlar söz konusu olduğunda daha yakıcıbir biçimde göze çarpmaktadır. Sistemin kadına bakışı

cezaevlerinde ayyuka çıkmakta ve tüm çıplaklığı ileyaşanmaktadır. Cezaevlerinde yaşanan her türlü cinseltaciz ve tecavüz kadın kimliğinin sindirilmişliği vetoplumda yaratılan bakış sebebiyle cezaevi duvarlarıarasına hapsedilmeye çalışılmaktadır. Ancak devrimcikadın tutsaklar kadının cinsel kimliğine dönük buiğrenç saldırıları her daim teşhir etmiş ve bu saldırılarakarşı cepheden aldıkları tutumla meselenin esirdüşmek değil de teslim olmamak olduğunu dostadüşmana ilan etmişlerdir.

İşte bu sebeple cezaevlerinde taciz ve tecavüzsaldırıları gündemleştiğinde akla ilk elden devrimcikadın tutsakların maruz kaldığı saldırılar gelmektedir.Biz de yine devrimci kadın tutsakların yaşadığıörneklere değineceğiz. Yalnız bu uygulamaların kat bekat ağırlarının her ne kadar gündemleştiremeseler decezaevlerindeki kadın tutsaklar için rutin bir gerçeklikolduğu unutulmamalıdır. Tersinden devrimci tutsaklarıteslim alma çabalarında söz konusu olan devrimcitutsak kadınsa, cinsel kimliğine yönelik saldırılar özelolarak öne çıkmaktadır.

Cezaevlerinin sicili, söz konusu devrimci kadıntutsakları sindirme politikası olarak devreye sokulancinsel taciz ve tecavüz saldırıları olduğunda bir haylikabarıktır. Yalnız son Gezi süreciyle beraber yaşanangüncel örneklere kısaca bakmak bile bu siciliözetlemek için kafidir. Gezi eylemlerine kadınlarınyığınlarla katıldığı bilinen bir gerçektir. Bu eylemlerdeözellikle kadına yönelik hiçleştiren bakışın öfkelere

Cinsel taciz ve şiddete karşıyükseltilecek her ses...

31 Mayıs tarihinden bu yana çok şeyi farkettik.Belki daha önce konuşmuş, tartışmıştık. Evet, teorideyalnız olmadığımızı, birşeyler yapmamız gerektiğinikabul etmiştik. Ancak 31 Mayıs’ta sadece kabuletmekle kalmayıp tüm bu gerçekleri çok yalın birbiçimde yaşadık. Sokaklardaydık artık. Ve yalnızdeğildik. İstersek biraraya gelebileceğimizi, güçlerimizibirleştirebileceğimizi ve birleştiğimiz ölçüdegüçlenebileceğimizi gördük.

Konuşmuş, tartışmıştık ya, bu sefer de hep birlikteyürüyorduk. Fabrikasında sömürü koşullarına karşıyürüyordu birimiz. Bir ötekimiz kadın kimliğine yönelikgerici bakışa karşı yürüyordu.

Diğer yanımızdaki parasız eğitim, gelecek veözgürlük istiyordu. Ben “çözüm devrimde, kurtuluşsosyalizmde” diyordum. Sen ana dilinde rüyalargörmek istiyordun. Bir diğeri ‘Alevi inancınınasimilasyonuna geçit yok’ diye haykırıyordu.Taleplerimiz gelip bir noktada buluşuyordu ve biz deişte tam bu noktada birleşiyorduk. Çok basit bir şeydiaslında; insanca bir yaşam talebiydi bizi birleştiren,sokakları tutuşturan.

Yürüdük beraber. Kimimiz bir karanlık sokakta linçedildi, kimimizin gözü oyuldu. Kimimizin bedeni isedört duvar denen zindanlara kapatıldı. Ancakmücadeleyi durdurmaya yetmedi hiçbir zulüm.Forumlarda, etkinliklerde, eylemlerde yine birarayageldik ve gelmeye devam ediyoruz. Eskisinden dahagüçlüyüz, eskisinden daha kalabalığız ve eskisindendaha inatçıyız bu sefer.

Alınterimizi katık yapan bizler, patrona, bu sistemeöfkemizi sıktığımız dişlerimiz arasından savurduğumuzküfürlere hapsetmiyoruz artık. Artık çocuklarımızayaşanır bir dünya ve onurlu bir gelecek bırakmak içinsokaklara iniyoruz.

Tekstil işçisiyiz, metal işçisiyiz, inşaatçıyız belki de.Belki öğrenci, işsiz ya da emekliyiz.

31 Mayıs’ta ilk adımımızı attık özgürlüğe. Belkişimdi henüz emekliyoruz ama yarın koşacağız.

İşte Şakran Zindanı’ndan bu duygularlaselamlıyorum tüm dostları. İnanıyorum ki, mücadeledaha yeni başlıyor. Dalgalanan kızıl bayrak daha birgururla salınıyor gökyüzünde. Gün bizim günümüz, kimne derse desin!

Sevgilerle... Mücadele alanlarında buluşmak üzere...

Burcu Koçlu

“Henüz emekliyoruz amayarın koşacağız”

konu olduğu da. Gezi eylemelerinin akabindebaşlatılan tutuklama terörünün kitleleri sindirmekamacıyla ilk elden bu ülkenin devrimcilerine yöneldiğide bilinen bir gerçek. İşte bu kapsamda İzmir’detutuklanarak Şakran Kadın Kapalı Hapishanesi’negetirilen Elif’in yaşadıkları sürecin başından sonunadek hapishaneler gerçekliğine, sözde burjuvaadaletine ve burjuva medyaya ışık tutar niteliktedir.Hapishane girişinde çıplak arama dayatmasınıreddederek darp edilen Elif, sonrasında insanlık dışıuygulamaya direndiği için ceza aldı. Bunun yanı sırahapishane yönetimince hedef haline geldi ve her“Cuma” bir başka tacizin bahanesine dönüştürüldü.Üst üste verilen cezalara karşı devrimci duruşundangeri adım atmayarak kadın bedenine yönelik buaşağılık uygulamaları teşhir eden Elif’in ağzındançıkanlar ise hastalıklı burjuva medyanınçarpıtmalarıyla kendilerince “haber niteliğine”büründürüldü. Bir kez daha burjuva medya, derdininüzüm yemek değil de bağcıyı dövmek olduğunuispatladı. Ve yarattığı zemin, çeşitli hapishanelerdenadli erkek tutsakların Elif’e yolladığı tacizmektuplarının peydahlanmasına yol açtı. Elif’in çıplakaramaya dair yazdığı her mektubun karalandığı veya elkonulduğu, Elif’i destekleyen arkadaşlarının,platformların, devrimci tutsakların mektuplarına elkonulduğu bir ortamda taciz mektupları sözde“denetime” takılmadan hapishane duvarlarını aşarakElif’e ulaştırıldı. Böylelikle cinsel taciz hapishanegirişindeki çıplak aramayı kat be kat aşarak hergüntekrarlanan yeni bir boyut kazandı. Diğer bir yandandevrimci kadın tutsakların tedavi haklarını kullanırkenya da suç duyurusu, mahkeme vs. gibi sebeplerlehapishane dışına çıktıkları her an cinsel tacizin birvesilesine dönüştürüldü. Adliye ya da hapishanelerdebulunan tutuklu hücreleri bölümünde devrimci erkektutsaklarla diyalog kurulmasının önüne geçilmesi anahedefiyle kadın tutsaklar, adli erkek tutsaklarla yanyana getirilmekte ve böylece hiçbir sürprize yerbırakmayacak şekilde cinsel tacize davetiyeçıkarılmaktadır. Şakran Cezaevi’nde bu tacize davetiyeçıkaranlar, bu sistemin memuru, kolluk gücü ve askeri,tam bir pişkinlikle tutum takınmakta, devrimci kadıntutsakların tepkilerine ise yavan bir sırıtılışla cevapvermektedirler sadece. “Eğer ki sen” demektedir evinefendisi “bir gaflet içerisine düşer ve insan olduğunuhatırlarsan, çıplak aramaya karşı çıkarsan dahası bunuteşhir edersen, eğer ki sen beslenme, tedavi ve suçduyurusu gibi haklarını kullanmak istersen, cinseltacize maruz kalırsın.” Tüm bu mizansende, sözlü vefiili tacizlerin ortasında devrimci kadın tutsaklar,şikayetlerinden vazgeçmeye, susturulmaya,sindirilmeye ve yıldırılmaya çalışılmaktadır.

“Kadının kurtuluşu devrimde, sosyalizmde”

Tablo cezaevlerinde son derece açık ve nettir.Kralın giydirilmeye ihtiyacı yoktur. Ve elbette kidevrimci kadın tutsaklar kadın bedenine dönüksaldırılara gereken yanıtı vermektedir. Ancak buyanıtın ne topyekûn cezaevlerinde yürüyenmücadeleden ne de tam da bu ve benzeri kurumlarınüzerinde yükseldiği kapitalizme karşı mücadeledenbağımsız olduğu düşünülebilir. Kadının eşitlik veözgürlük mücadelesi sosyalizm mücadelesine sımsıkıbağlıdır. Cinsel taciz ve şiddete karşı yükseltilecek herses bu mücadelenin avazına karışacaktır.

Şakran Kadın Kapalı Cezaevi’nden BDSP tutsağı Burcu Koçlu

Devlet tecavüzcüyü koruyor!

Diyarbakır’da 2009 yılında yaşanan bir tecavüz sonrası açılan davada mahkeme heyeti mağdur çocuğunzorla hastaneye götürülüp ‘kontrol’ edilmesini istedi.

İstismarcıların avukatı gibi çalışan gerici savcılar ve mahkeme heyetlerinin son icraatı Diyarbakır’da2009 yılında istismar edilen M.K hakkında, daha önce rapor verilmesine rağmen zorla getirme kararıçıkartmak oldu.

Mahkemenin “rapor” işkencesi dayattığı M.K, için “Travma sonrası stres bozukluğu yaşadığı ve ruhsağlığının bozulduğu” yönünde teşhis bulunuyor. Fakat mahkeme heyeti bu rapora rağmen M.K’yi “rapor”işkencesine yolluyor. “Bekaret testi” ve “fiili livatanın olup olmadığına dair tam teşekküllü rapor” isteyenmahkemenin isteği üzerine daha önce hastaneye giden M.K’nin koluna mühür de vurulmuştu. Tecavüzcüve istismarcıları koruyup, kollamayı görev edinenler, alınan raporları yeterli bulmadılar ve psikolojisibozulan M.K’den yeniden rapor istediler. Rapor işkencesinden bunalan aile ise çözümü kenti terk etmektebuldu.

Adli tıp raporları sonucu mağdur çocuktan alınan örnekler ile istismarcının örnekleri uyuşmasınarağmen tecavüzcü serbest bırakıldı. Ancak mahkeme heyeti M.K’nin peşini bırakmadı. Ailenin avukatıGevriye Atlı, “Müvekkilim Adli Tıp Kurumu’na gitmek istememektedir. Psikolojik durumu buna müsaitdeğildir. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne sevk edilmesi için 15 gün uğraşılmıştır. Oradan bu konuda raporverilmiştir. Diyarbakır Adli Tıp Kurumu da bu konuda rapor verdi. Bunlarla yetinilmesini istiyoruz” dedi.

Cumhuriyet savcısı ise “rapor” işkencesine gitmeyen, hatta şehri terk etmek zorunda kalan M.K veailesine ise zorla getrime kararı çıkarttı.

Kadını ikinci cins gören sermaye devleti ve onun yargısı, tecavüzü haklı gösterip, tecavüzcüleri kollarkenmağdur kadın ve çocuklara yapmadığını bırakmıyor. Tecavüz davalarında kadının “rızası”, “bekaretininbozulup bozulmadığı”, “psikolojisinin etkilenmesi” gibi kıstaslar arayarak tecavüz davalarında kadın bir kezdaha mağdur ediliyor.

- Günümüz toplumunda kadınların en çok karşı karşıya kaldığı şiddet nedir?- Kadın en çok evde şiddete maruz kalıyor. Kadının yuvayı kurtarma kaygısı,

eğer çocukları varsa onlar için katlanması gibi yaklaşımlar karşımıza çıkıyor. Buyüzden de kadın önce kendine şiddet yapıyor. Fiziksel işkencelerin yanısıra

bir de sözlü olarak işittiği, psikolojik olarak yaşadığı şiddet var.Ben kadının önce kendisini aşması gerektiğini düşünüyorum. Bir

birey olduğunu kadın önce kendisi kabul etmeli. Karşı cinstenşiddet görüp de ayrılmak istediğinde “ben kendi ayaklarımın

üstünde durabiliyorum, meslek sahibi olmasam bilemücadele edebilirim” diyecek özgüvene sahip olabilmeli.Bazı kadınlarımız dini inançları da kullanılarak baskı altındatutuluyor. Tabii ki kadınların sorunları bunlarla sınırlı değil.Erkeklerin yoğunlukta olduğu yerlerde çalışan kadınınyaşamış olduğu sorunlar, yine rastladığımız sözlü tacizler,gözle olan tacizler, elle yapılan tacizler veya çalışmaşartlarında “sen kadınsın yapamazsın”, “elinin hamuruylaerkek işine karışma”, “bu işler sana uygun değil”şeklindeki yaklaşımlar karşımıza çıkıyor. Bizim meslekörgütümüzden örnek vereyim; mühendislikte aynıdersleri alıyorsun, aynı fakülteden mezun oluyorsun,aynı eğitimi alıyorsun, aynı uygulamaları görüyorsunama şantiye bölümüne geldiğinde “bu işler sana uygundeğil, inşaat sana uygun değil, makine sana göre değil,

elektrik sana göre değil” diye kadını soyutlamayaçalışıyorlar. Bence kadınlar da bu işleri yapabilir, belki

kadının fiziki gücü çok fazla uygun olmayabilir belli şeyleriçin ama meslekte cinsiyet ayrımı yapılmasını gerektirmez.

Beynin olduğu yerde, bilimin olduğu yerde kadın da var.Biz kadınların önünü açmak gerekiyor. Biz kadınlar birilerinden

hak isteme durumunda olmamalıyız, bizim hakkımız olanı bizimolanı almamız, haklarımıza sahip çıkmamız gerekiyor. Nasıl ki birerkek gece evden çıkabiliyorsa bir kadın da çıkabilmeli. Kadınatoplumda cinsel bir obje gözüyle bakılmasının kalkması gerekiyor.Bugün erkeğin nasıl giyimine, gezmesine karışılmıyorsa kadın için

de aynı olmalı. Kadının namusu erkekten sorulmamalıdır.Kadınlarımız bunları aştığı zaman özgürleşecektir.

Kadının en güzel özelliklerinden biri doğurganlığıdır. Bu kadınaverilmiş bir özellikse benim kaç çocuk yapmam gerektiğine başkaları karar vermemelidir. Bir yandan bu kararlarverilirken diğer taraftan buna uygun bir bütçe tartışılmıyor. İş yaşamında süt hakkımı, emzirme hakkımı, doğumizni hakkımı, çocuğumun bakım ve kreş hakkını vermelisin. Güzel ve iyi bir gelecek için çocuklarımızın olmasıgereken şartlarda büyümeleri gerekmektedir. Bunlar da gaspediliyor. Bir de hamile kaldığımız için veya doğumsonrasında işten atılabiliyoruz. Tüm bunları çalışma yaşamında fiziken görünmeyen ama her an hissettiğimiz birşiddet olarak yaşamaktayız.

- Kadınların toplumda yaşadıkları şiddete karşı neler yapabiliriz, nasıl örgütlenmeliyiz?Öncelikle bence ailede, ev içinde eğitim olmalı. Dışarıdan karı-koca hayatına müdahale edilemez düşüncesi

var. Zorlukları nasıl aşabileceğini, eğer aşamıyorsa neler yapacağını bilmesi için önce kadının kendisininbilinçlenmesi gerekiyor. Kadının bilinçlenmesi için de bol bol seminerler yapılması, kitap ve basının ücretsizolması, aynı zamanda medyanın içi boş yayınları yerine kadının haklarını içeren programların sunulması iyi olur.

Kadınların ekonomik özgürlüğü olması gerekiyor. Sırf erkeğe ekonomik bağımlılığından kaynaklı yaşadıklarınısineye çekmeye devam etmemeli. Her kadının çalışma olanağı olmayabiliyor, bu yüzden de evde çalışmakzorunda kalan kadınların eğitilmesi gerekiyor. Haberlerde kadın cinayetleri hayatımızda çok rastladığımız sıradanbir olaymış gibi yansıtılıyor. Sıradanlaştırılarak insanlara gösteriliyor. Şiddete maruz kalmış kişilerin çocuklarınında eğitimden geçmeleri gerekiyor. Çünkü çocuklarımız annenin maruz kaldığı şiddetten dolayı veya babanınuyguladığı şiddetten dolayı psikolojisi bozuk bir şekilde büyüyorlar.

Bugün örnek olarak almamız gereken bir Gezi olayı var. Orada da kadınlarımız ön sıradaydı. Şimdi etrafımızabaktığımızda kadınlarımız artık siyaset tartışmaya başladılar. Hatta fasulye kırarken bile teyzelerimiz annelerimizkonuşuyorlar. Bilinçlenmeli, mücadele etmeliyiz. İçimizde var olan güce ve birleştiğimizde neler yapabileceğimizi,değiştirebileceğimiz yanlışları ve toplumu gözardı etmemeliyiz. Kadınların örgütlü olmasını sağlamalıyız.

“Bilinçlenmeli,mücadele etmeliyiz”

H.İ.’nin çığlığı veolmayan adalet

Geçtiğimiz aylarda Denizli’de bir akrabasıtarafından üç kez tecavüze uğrayan H.İ. ile tanıştık.H.İ.’nin yaşadığı tecavüz saldırısı ve başındangeçenler kapitalist sistemin çürümüşlüğüne bir kezdaha ayna tuttu.

15-16 yaşlarında olan H.İ. olayı ilk önceailesinden gizler. Belli bir zaman sonra ailesineaçılan H.İ. babası tarafından büyük bir destek görürve ardından babası, tecavüz eden akrabası AhmetÇınar’ı şikayet eder. 2 gün tutuklu kalan AhmetÇınar şimdi serbest ve H.İ.’nin çığlığına karşı busistemin mahkemeleri sağır ve dilsiz.

H.İ.’nin davasının 3. duruşması 24 Ekim günüDenizli 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.Duruşmaya H.İ.’nin ailesi ve avukatları katılırken,sanık Ahmet Çınar ve avukatı duruşmaya katılmadı.Duruşmada, şikayet için karakola giden H.İ’ninAhmet Çınar tarafından telefonla tehdit edilmesinetanıklık eden polis dinlendi.

Avukat Julide Keleş Yarışan ve Sezin Uçartecavüzcünün davalara katılmamasına ve ilk verdiğiifadelerde çelişki olmasına dikkat çekti. Ayrıcatelefon görüşmelerinin avukatlara geç ulaşmasındandolayı ek süre talep ettiler. DNA raporunun ve tanıkbeyanlarının kuvvetli suç şüphesi olduğuna işaretederek Ahmet Çınar’ın duruşmalara getirilmesini,tutuklanmasını talep ettiler. Hakimin bu talebi reddisonucunda, tecavüzcü için adli kontrol talep edildi.

Düzen mahkemesi H.İ.’nin kendi rızası ile birlikteolduğu iddasıyla Ahmet Çınar’ı suçlu görmüyor.Türkiye’de sık sık kadın cinayetleriyle, taciz vetecavüzle karşılaşıyoruz. Mahkemelerin yaptırımgücünün olmaması, yasaların hep kadınlarınaleyhine işlemesi nedeniyle bu vakalar gün geçtikçeartıyor. Açılan davalar hep sonuçsuz kalıyor.Kadınların tecavüz sonucu yaşadıkları travmasonrasında açılan davalarda tahrik etme veya kendirızası olma iddalarıyla daha da derinleşiyor.Çemberin içinde hapsedildiğini hisseden kadınlar,geri kalan yaşamını da sağlıksız geçirmek zorundakalıyorlar.

İnsanlık dışı olaylara göz yuman, hizmet edenmahkemeler, insanlık dışı sistemin yani kapitalistsistemin mahkemeleridir. Bunlardan adaletbeklemek yanılgı olur. Çürümüş ve kokuşmuşsistemden medet ummak yerine, sağlıklı ve insanideğerlerin yüksek olduğu, eşit bir sistem için yanisosyalizm için mücadeleyi yükseltelim.

Sınıf devrimcilerinin İstanbul’da 3 bölge’de,

Gebze’de ve Bursa’da gerçekleştireceği etkinlikler için

çalışmalar yoğunlaştırılıyor.

Bursa Etkinlik çalışmalarını ve etkinlik gününü planlamak

için yapılan komite toplantıları sürüyor. Son yapılan

toplantıda, kitle çalışması gözden geçirildi, bugüne

kadar gerçekleştirilen faaliyet üzerine konuşuldu.

Ayrıca haftalık program çıkarıldı. Etkinlik programının

taslağı çizildi.

Üniversitelilerin yoğun olarak yaşadığı Görükle’de

ve Uludağ Üniversitesi’ne etkinlik afişleri yapıldı.

Üniversitede duraklara ve öğrencilerin yoğun olarak

bulunduğu alanlarda panolara afişler yapıldı.

26 Ekim’de ise Fomara’da etkinliğe çağıran bildiriler

dağıtıldı. Yüzlerce bildiri emekçilere ve gençlere

ulaştırıldı. İlgilenenlerle sohbetler gerçekleştirildi.

İstanbulEsenyurt’ta sınıf devrimcileri, 30 Kasım’da Esenyurt

Derya 1 Düğün Salonu’nda gerçekleştirilecek olan

“Özgürlük, Devrim, Sosyalizm Gecesi”nin hazırlıklarına

devam ediyor.

Düzenli toplantılarla gece hazırlıklarını

değerlendiren ve yeni planlamalar yapan BDSP’liler,

geçtiğimiz günlerde Avcılar ve Yeşilkent’te hazırlık

toplantıları düzenledi.

4 Kasım akşamı Esenyurt’ta yapılacak “Parti, Sınıf,

Devrim” panelinin hazırlıklarının yanısıra 3 Kasım Pazar

günü Kadıköy’de Alevi örgütleri tarafından

düzenlenecek olan mitinge katılım da tartışıldı. Diğer

yandan, mitinge kitlesel katılım sağlamak amacıyla

çıkarılan el ilanlarında araç kalkış yer ve saatlerine yer

verildi.

Esenyurt’ta etkinlik hazırlıkları toplantılarla

sürüyor.

Saadetdere Mahallesi Gece Hazırlık Komitesi

haftalık olarak gerçekleştirdiği toplantıda biraraya

geldi. Toplantıda, geride kalan bir hafta içerisinde gece

hazırlıkları kapsamında yapılan faaliyetler konuşularak

bir sonraki haftanın planlamaları yapıldı. Sınıf devrimcileri, düzenleyeceği ev ziyaretleri, işçi

toplantıları, ajitasyon propaganda çalışması ile“Özgürlük, devrim, sosyalizm!” şiarını işçi veemekçilere taşıyacak, ücretli kölelik düzenine karşımücadeleyi yükseltme çağrısı yürütecek.

Gecenin siyasal gündemlerinden biri olan baskı veasimilasyon politikasına karşı eşitlik ve özgürlükmücadelesini büyütme gündemi üzerine detartışmalar gerçekleştirildi. Bu kapsamda baskı veasimilasyona karşı 3 Kasım’da Kadıköy’degerçekleştirilecek miting toplantının ana gündeminioluşturdu. Mitinge etkin katılım sağlama, mitinginyaygın duyurusunu yapma, afiş ve el ilanları ileduyuruyu güçlendirme, ev ziyaratleri gerçekleştirmeplanlandı.

Toplantı çıkışında, Depo Kapalı Cadde’ye mitingeçağrı yapan ve araç kalkış saatlerinin yer aldığı BDSPafişleri asıldı. Yanı sıra Depo Kapalı Cadde girişinde,BDSP’nin miting çağrısının yer aldığı el ilanlarınındağıtımı yapıldı.

BDSP’liler 29 Ekim gününü yoğun bir propagandafaaliyetiyle geçirdiler. Örnek Mahallesi Salı Pazarı’nda 3Kasım mitingine çağrı yapan bildiriler dağıtıldı.BDSP’liler mitinge çağrı yapan ve araç kalkış saatlerininyazılı olduğu ozalitleri bölgeye yaygın biçimde yaptılar.Örnek Mahallesi’nde “Özgürlük, Devrim, Sosyalizm”yazılamaları yapan BDSP’liler faaliyet sırasında polislertarafından engellenmek istendiler. Gelen resmi polislerbir BDSP çalışanını gözaltına aldılar. Kıraç Karakolu’nagötürülen BDSP çalışanına çevreyi kirletmekten cezakesilerek kısa bir süre sonra serbest bırakıldı.

Köyiçi’nden Depo’ya kadar mitinge çağrı yapanozalitleri kullanan BDSP’liler Saadetdere Mahallesi veYurtiçi Kargo civarında da “Özgürlük, Devrim,Sosyalizm / BDSP” yazılamaları yaptılar. Fatih SanayiSitesi, İncirtepe Mahallesi ve Atalay Caddesi’ne yaygınyazılamalar yapıldı. Ayrıca 3 Kasım mitingi için araçkalkış yer ve saatlerinin duyuruları da dağıtıldı.

Ümraniye’den sınıf devrimcileri 16 Kasım’daSarıgazi’de yapacakları “Özgürlük, devrim, sosyalizm”şiarlı etkinliğin çalışmalarına devam ediyor. Bölgede

birçok noktayı afişlerle donatan sınıf devrimcileri,etkinliğin duyurusu olan broşürleri de işçi ve emekçimahallelerinde dağıtıyor. İnönü, Atatürk, Aydınlar veAkpınar mahalleleri kapı kapı gezilerek broşür dağıtımıgerçekleştirildi. Ayrıca 1 Mayıs, Başaran, Akpınarmahalleleri etkinlik afişleriyle donatıldı.

Akşam iş çıkış saatinde Sarıgazi merkezde standaçılarak broşür dağıtımı gerçekleştirildi. BirçokSarıgazili işçi ve emekçiyle etkinlik üzerine sohbetlergerçekleştirildi. Standda ayrıca Haziran Direnişi’ndetutuklanan hasta tutsak Burcu Koçlu için imza toplandıve Kızıl Bayrak gazetesinin satışı yapıldı.

KocaeliGebze’de 17 Kasım tarihinde gerçekleşecek olan

“Yaşasın sosyalist işçi-emekçi iktidarı!” şiarlı etkinliğinhazırlık komitesi, Yeni Ekimler’in Partisi’nin tarihiüzerine bir toplantı gerçekleştirdi.

Toplantıda ilk olarak, bu topraklardaki komünisthareketin 20. yılı vesilesiyle hazırlanan, komünisthareketin çizgisini ve ortaya çıkış sürecini sol hareketve sınıf hareketindeki gelişmelerle birlikte ele alarakişleyen “EKİM’den partiye, partiyle devrime!” başlıklısinevizyonun gösterimi gerçekleştirildi.

Sinevizyon gösteriminin ardından yapılansunumda, ‘71 devrimci kopuşunun Türkiye devrimtarihi açısından önemi vurgulandı. Burjuva ve küçükburjuva sosyalizminin eleştirisi üzerine çizgisini ortayakoyan, sınıf devrimciliğinde ısrarı ile işçi sınıfınıkapitalist düzene karşı örgütleme iddiasıyla hareketeden komünist hareketin tarihsel süreçleri üzerindeduruldu. “Sınıf kitleleri ile buluşmak”, “sınıflabütünleşmek” açısından atılması gereken adımlarıhızlandırmanın gerekliliği belirtildi. Etkinliğinörgütlenme sürecini işçi ve emekçi kitlelerle, gençliklebuluşmanın ve sınıfın partisi etrafında birarayagetirmenin vesilesine dönüştürmenin yakıcı ihtiyacıifade edildi. Toplantı sunumun ardından bitirildi.

Kızıl Bayrak / Bursa – Gebze - İstanbul

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:

Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52 - 0536 285 73 25

e-mail: [email protected]: @kizilbayraknet

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: ESMAT MatbaacılıkM. Nezih Özmen Mah. Yüksel Sk. No: 19

Güngören / İstanbul

Sayı: 2013/42 * 1 Kasım 2013Fiyatı: 1 TL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Tayfun AltıntaşEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

Özgürlük, devrim, sosyalizmetkinliklerine hazırlık

“...biz komünistler, proletaryanın kendi bağımsız öncü partisi yoksa proletaryadevriminin asla zafere ulaşamayacağı konusundaki bugünkü berrak bilincimizi vebu alandaki kesin ve kararlı tutumumuzu herşeyden çok Lenin’in teorisine,Bolşevizmin pratiğine ve muzaffer Ekim Devrimi’nin derslerine borçluyuz. Buböyle olduğuna göre, parti inşa sürecimizin parti kimliğinin ilanına varacağı buözel evrede, Ekim Devrimi’ni zafere götüren partinin kendisine, onun öncümisyonunu başarıyla oynayabilmesinin gerisindeki temel etkenlere herzamankinden daha özel bir dikkat göstermemiz gerektiği herhangi bir özelaçıklama gerektirmez.

... Bir devrimler yüzyılı olan 20. yüzyıl içinde Ekim Devrimi’nin teorik ve pratik

yönden hala da aşılamadığını söylemiştik. Bu aynı gerçek Ekim Devrimi’ninzaferini hazırlayan parti için de geçerlidir. Bitmekte olan yüzyılımızın tarihiBolşevik Partisini aşan daha ileri bir devrimci parti örneği kaydetmedi. Halaaşılamayan bir devrime önderlik eden partinin de henüz aşılamamış olmasıanlaşılır bir durumdur. Zira devrimci bir partinin konumunu, kimliğini vekapasitesini önderlik ettiği ve zafere ulaştırdığı devrimden ayrı düşünmekmümkün değildir.

Bu nedenledir ki Ekim Devrimi’nin teori ve pratiğinden öğrenmek, işin özünde,ona önderlik eden partiden, bu partinin teorisinden ve tarihsel pratiğindenöğrenmek demektir.”

(EKİM, sayı 180, Büyük devrimin aynasında parti davası)

DEVRİME HAZIRLANIYORUZ!“Bu ilk zafer, nihai zafer değil henüz. Ekim devrimimiz

sadece bizim cephemizde ve emsalsiz cefalar ve güçlükler,işitilmemiş acılar içinde ve büyük yanılgılar ve hatalarlagerçekleştirildi. Sanki yanılgılar olmaksızın, hatayapılmaksızın tek başına, geri bir halk, dünyanın en güçlü veen ileri ülkelerin emperyalist savaşının üstesinden gelebilirmişgibi! Hatalarımızı söylemekten korkmuyoruz ve onlarıdüzeltebilmesini öğrenmek için bu hatalarımızıdeğerlendireceğiz. Ama gerçek gerçek olarak kalacaktır.Yüzlerce, binlerce yıldır ilk kez, efendiler arasındaki savaşa,kölelerin bütün efendilerine karşı yapacağı savaş ile “cevapvermek” doğrultusunda verilen söz eksiksiz yerine getirildi vetüm güçlüklere rağmen yerine getirilecek.

Biz bu eserin yapımına başladık. Ne kadar zamanda, nezaman, hangi ulusun proleterleri bu eseri sonuna vardırırlarbunun öze ilişkin bir önemi yok. Önemli olan buzun kırılmış,yolun gösterilmiş ve açılmış olmasıdır.”

V.İ. LENİN