sİ kızıl bayrak 11-42

32

Upload: kizilbayrak

Post on 29-Jan-2016

251 views

Category:

Documents


0 download

DESCRIPTION

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak 2011-42 / Kasım

TRANSCRIPT

Page 1: Sİ Kızıl Bayrak 11-42
Page 2: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

2 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLER Gerici savaş ve saldırganlıkta sınır

tanımıyorlar... … . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3

Amerikan tetikçiliği

“benzeri olmayan” noktada… . . . . . . . . 4

Kürt sorununa dokunan yanıyor!.....… . 5

BDP Eşbaşkan Yardımcısı Meral Danış

Beştaş ile konuştuk. . . . . . . . . . . . . . . . . 6

Kürt halkı gerillalarına sahip çıktı . . . . . 7

Karadağ’ın katledilişinin 2. yıldönümü

dolayısıyla avukatlarından polis

cinayetleri ve dava süreci üzerine.... . 8-9

Cinayet(ler)in faili ve

nedeni - Temel Demirer . . . . . . . . . 10-12

Ölümsüzlüğe uğurlanışının 2. yılında

Alaattin yoldaş üzerine... . . . . . . . . . . . 13

Metal İşçileri Birliği MYK

Kasım Ayı Toplantısı . . . . . . . . . . . . . . 14

Sendikal çalışma, reformizm ve

devrimci politika üzerine… . . . . . . . . . 15

TKİP’nin 13. yılı etkinliğindeki

konuşma: Güne yükleniyor, devrime

hazırlanıyoruz! . . . . . . . . . . . . . . . 16-17

“İşçilerin birliği, halkların kardeşliği

gecesi” gerçekleşti.... . . . . . . . . . . . . . . 18

13.Yıl etkinliği mesajlarından... . . . . . 19

AB’nin zayıf halkası Yunanistan’da

kriz derinleşiyor... . . . . . . . . . . . . . . . . 20

“İşgal Et” eylemleri sürüyor! . . . . . . . . 21

Göçün 50. yılı ve kısa hikayesi . . . . . . 22

Libya’da yeni emperyalist

işgal dönemi .….. . . . . . . . . . . . . . . . . . 23

Direnişçi Hugo Boss işçileriyle

konuştuk... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 24

Şubeler hazırlıklara başladı. . . . . . . . . . 25

Asgari ücretliye 1 somun ekmek … . . 26

DİSK/Tekstil’de muhalefeti

sindirme operasyonu...… . . . . . . . . . . 27

İstanbul’da 6 Kasım protestoları .... . . . 28

YÖK’e karşı alanlardaydılar... . . . . . . . 29

Galatasaray önünde 345. hafta . . . . . . . 30

Mücadele Postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:

Eksen Yayıncılık Molla Şeref Mahallesi, Simsar Sokak, No: 5, D: 3 Fatih / İstanbul

Tlf. No: (0212) 621 74 52e-mail: [email protected]

Web: http://www.kizilbayrak.orghttp://www.kizilbayrak.net

Baskı: SM MatbaacılıkÇobançeşme Mh. Sanayi Cd. Altay Sk. No 10 A Blok

Yenibosna / Bahçelievler / İSTANBUL / Tel: 0 (212) 654 94 18

Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011Fiyatı: 1 YTL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Ayten ÖZDOĞANEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tan...Kızıl Bayrak’tan...

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011

Gazetemizin yayına hazırlandığı saatlerde Van’danyeni bir deprem haberi geldi. Gelen bilgilere göredepremin büyüklüğü öncekine daha göre az olmasınarağmen, çok sayıda ölü ve yaralı var. Enkaz kaldırmaçalışmaları sürerken ölü ve yaralı sayısının yükselmesibekleniyor. Van halkı böylelikle daha ilk depreminyaralarını sarmadan ikinci bir felaketle daha yüzyüzekaldı.

Deprem yıkımı altında kalan Kürt halkıyladayanışmanın yükseltilmesi bir kez daha yakıcı birgörev haline gelmiş bulunuyor.

Diğer taraftan ise belirtelim ki bu ikinci yıkım,felaketin sorumlusunun sermaye devleti olduğugerçeğini bir kez daha kanıtlamış, kuşkuya yerbırakmayacak ölçüde kesinleştirmiştir. Öyle kidepremin ardından ortaya çıkan bir dizi veri, bir kezdaha ağır ihmallerin varlığını göstermiştir. Yıkılanbinalardan bazılarının Tayyip Erdoğan deprembölgesine geldiği sırada makyaj çekilmiş ağır hasarlıbinalar olduğu bildiriliyor.

Depremin ardından bölgede boy gösteren devleterkanı, bu kez zamanında arama kurtarmayabaşlamakla övünürken bu gerçeğe değmemeye özengösteriyor. Fakat ilk depremin enkazı ortadaykenyaşanan bu ikinci depremde çok sayıda insanın ölmesiağır bir devlet kusurunun varlığını göstermektedirsadece. Besbelli ki bu devlet ilk depremi, Kürtsorununda inkar ve imha politikasının üzerini örtmekiçin bir fırsat olarak görüp yardımları şova çevirmekleyetinmiştir. İşte bu ikinci depremin gösterdiği en barizgerçeklerden biri de budur. Sermaye devleti işçiye,emekçiye, Kürde, insana düşmandır! Başka türlü deyapamaz.

Bu düşmanlığını da şu durumda sadece depremleöldürerek değil, aynı zamanda çok kapsamlı siyasal vesosyal saldırılarla da icra etmektedir. Açlık, yoksullukve sefaletin diz boyu olduğu ülkede işçi ve emekçilereyönelik yeni ve kapsamlı saldırıların gündemde olduğubiliniyor. Diğer taraftan ise faşist baskı ve terörde sınırtanınmıyor. Hedefte ise öncelikle bir kez daha Kürthalkı var. Kürt halkının hak ve özgürlük mücadelesinikirli bir savaşla boğmak isteyenler, beraberinde ise bu

savaşı ağrısız, sancısız ve keyiflerince icra etmek içinaydın ve sanatçıları da kapsayan azgın gözaltı vetutuklama terörüne başvuruyorlar.

Ancak askeri darbeler döneminde görülebilen veülkedeki her türlü ilerici ve muhalif toplumsalduyarlılığı hedef alan bu teröre karşı mücadele, gününen önemli görevlerinden biridir. Bunun için faşist baskıve teröre karşı sesimizi yükseltmeli, saldırıyauğrayanlarla aktif dayanışma içerisinde olmalıyız.Diğer taraftan ise her an saldırılara hedef olmasımuhtemel mücadele mevzilerimizi güçlendirmeli, herbakımdan hazır olmalıyız.

Sosyalizm Yolunda

KKiittaappççıı llaarrddaa.. .. ..

Page 3: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

Kapak Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak* 3Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011

12 Haziran genel seçimlerinin ardından içerisinegirilen dönemi, içeride dışarıda savaş ve saldırganlıkdönemi olarak tanımlamıştık. Gelişmeler bunun böyleolduğunu döne döne kanıtlıyor. İçeride bir yandan işçisınıfına yönelik kapsamlı bir sosyal yıkım ve köleliksaldırısının startı verilirken, diğer yandan da Kürthalkına yönelik baskı ve saldırganlık tırmandırıldı. Buaynı zamanda ise dışarıda ABD emperyalizmininOrtadoğu’ya yönelik stratejik planlarında ileri rollerüstlenildi. Füze Kalkanı’nın ülke topraklarınakurulması bu yönde tam ve kesin bir dönüm noktasıoldu.

Bir kez daha belirtelim ki, içeride dışarıdatırmandırılan savaş ve saldırganlık yönelimi herbakımdan bütünlüklü bir yönelimdir. Öyle kiOrtadoğu’daki halk hareketleriyle sarsılan emperyalistegemenliğini pekiştirmek üzere hazırlanan planlardaTürk devletine bazen modellik bazen de doğrudanmaşalık rolü verildiği ölçüde Kürt sorunu bu yöneliminönüne ciddi bir engel olarak çıkmaktaydı. ZiraOrtadoğu’daki halk isyanları dalga dalga bölgeyisarsarken, Kürt halkı da kendi mecrasında ulaştığıgelişme dinamizmi ile birlikte bu rüzgardan fazlasıylaetkilendi. Bu ölçüde de kurulu düzeni zorlayan ve biryerden sonra da onu fiilen aşmaya yönelen bir gelişmedinamizmi kazandı. Öyle ki aynı dönemde bir “Kürtbaharı” ihtimali de genel bir beklenti haline geldi. İşteseçimlerden sonra Kürt hareketine yönelik başlatılansaldırganlığın gerisinde, aynı zamanda kurulu düzeninsınırlarını zorlayan Kürt hareketinin bu güçlü gelişmedinamiğini kırmak hedefi bulunuyordu.

Bu hedef doğrultusunda Kürt hareketine yöneliksaldırganlık sistematik biçimde tırmandırıldı.Seçimlerin ardından düzenin ilk işi, seçimlerinöncesinde gerçekleştirdiği, ancak Kürt halkının güçlümilitan mücadelesi karşısında geri çekmek zorundakaldığı kaba müdahalelere yeniden başvurmak oldu.Hatip Dicle’nin miletvekilliğinin düşürülmesiyletutuklu vekillerin serbest bırakılmaması bu kapsamdaatılan adımlardı. Bu hamle yoğun bir polis terörü ilebirlikte kapsamı genişletilen KCK operasyonları iletamamlandı. Böylelikle Kürt hareketinin ve halkınınmücadele direnci kırılarak politik ve moral üstünlükkazanılmaya çalışılıyordu. Fakat düzen cephesibunlarla da yetinmedi, baskı ve terörü kesintisizbiçimde sürdürürken, aynı zamanda Kürt hareketineyönelik kapsamlı bir imha operasyonu hazırlıklarınagirişti. Böylelikle askeri saldırılara da hız verildi.Gerilla üzerinde yoğunlaştırılan askeri operasyonlar, buoperasyonlarla birlikte yoğunlaşan çatışmalar ilebirlikte yaşanan asker ölümleri bir kez daha Kürthalkına yönelik kapsamlı ırkçı-faşist saldırılarıntırmandırılması için kullanıldı.

Geçtiğimiz haftalarda yaşanan Çukurca’dakiçatışmalar ve beraberinde düzen cephesindentırmandırılan ırkçı-faşist saldırganlık ile kirli savaşhamlesi, bu yönelimde yeni ve ileri aşamaydı. Gerillagüçlerine yönelik kimyasal silahların kullanıldığı azgınsaldırganlıkla Kürt hareketine yönelik sınırsız vekuralsız bir imha saldırısının açık işareti verildi, içeridede şovenizm tırmandırılarak linç taburları hareketegeçirildi. Aynı zamanda ise Ragıp Zarakolu ve BüşraErsanlı’nın tutuklanmalarıyla birlikte KCK

operasyonlarında da yeni bir noktaya varıldı. Böyleliklebir yandan Kürt halkı ve hareketine yönelik kirli savaşsopası sallanırken diğer yandan ise bu haksız ve kirlisavaş karşısında Kürt halkını yalnızlaştırmak için“dokunan yanar” mesajı verilmekteydi. Tayyip Erdoğanbu gerçeği “oksijensiz bıracağız”, “KCK’ya sahipçıkanlar kendilerini gözden geçirsin” sözleriyle ortayakoydu.

Diğer taraftan sermaye devleti baskı, terör ve kirlisavaşı bu noktaya ulaştırıldığı sırada, bu zorbalığıngerisindeki ABD desteği de olduğu gibi ortaya çıktı.Türk ordusu Çukurca’da gerillaları kırmak içinkimyasal silah kullanırken ve bu gerçek gerillacenazeleriyle kanıtlanırken ABD emperyalizmicephesinden Türk devletine destek açıklamalarıgeliyordu. Üstüne de saldırı helikopterleri ve insansızhava araçları da olmak üzere kapsamlı silah satışıgerçekleştirildi. Aynı günlerde Savunma Bakanı İsmetYılmaz Pentagon’da ağırlandı. Yılmaz burada “ABDile ilişkilerimiz tarihin en ileri aşamasında” derken bugerçeğe işaret ediyordu. Savunma Bakanıkonuşmasının devamında ABD ile günlük bir bilgipaylaşımı olduğunu söyleyerek ilişkilerin niteliğine tümkapsamıyla ışık tuttu. Bu ifadeler Kürt halkına yöneliktırmandırılan kirli savaş ve saldırganlık politikasınıngerisinde açık ABD desteğinin dolaysız bir itirafıydı.

Fakat ABD ile Türk sermaye devleti arasındakigünlük bilgi paylaşımı düzeyine vardırılmış bulunanişbirliği sadece Kürt hareketiyle ilgili değildir. Öyle kibu işbirliğinin bölgesel boyutları cephesinden de buaynı günlerde çarpıcı gelişmeler yaşandı. Suriye veİran’a yönelik emperyalist müdahale senaryolarıortalığa saçılırken, her iki durumda da Türk devletininetkin roller üstleneceği açık açık yazıldı. Suriyesözkonusu olduğunda burjuva medyadaki bazı kalemlerdahi, böyle bir müdahalenin Türkiye olmaksızınmümkün olamayacağını, ABD ve suç ortaklarının daTürkiye’yi Suriye’ye müdahale amacıyla etkin birbiçimde hazırladığını yazdılar, olası bir işbirliğindenduydukları kaygıları ortaya koydular. Dinci-gericipartinin şefleri de bu aynı günlerde Suriye’ye yönelik

tehditlerini yoğunlaştırdılar. Dikkat çekiciolan bu aynı

günlerde Suriye’deiç karışıklıklarda

nisbi bir durulmagörülüyordu. Bu

sırada ABD emperyalizmi cephesinden ise Suriye’dekimuhalefete Esad rejimine kanmama ve isyanı sürdürmetelkinleri yapılıyordu.

İran sözkonusu olduğunda ise İsrail’in bu ülkeyeyönelik askeri saldırı için hazırlıklar yaptığı bilgisiortaya çıktı. Siyonist rejim İran’ı vurmak konusundakeskin açıklamalar yaparken, İran’ın her an nükleersilah üretebileceğini bu nedenle kaybedecek zamanıolmadığını iddia etti. ABD emperyalizmi cephesindende siyonist rejimi destekleyen açıklamalar yapıldı. Tümbunlar İran’a yönelik emperyalist bir müdahaleninısıtılmakta olduğunu ortaya koyarken, Türk sermayedevletinin böyle bir denklemde ABD ve İsrail’inyanında yer aldığına kuşku yoktur. Zaten Türkiyetopraklarına kurulacak olan ve yıl sonuna kadartamamlanması planlanan füze kalkanı sistemininbaşlıca hedeflerinden biri de bu tür bir savaş içinİran’ın elini kolunu bağlamaktır. İşte tüm bunlarbirarada Türk-Amerikan ilişkilerindeki tarihselısınmanın kaynağını da olduğu gibi ortaya koymaktadır.Emperyalist egemenlik projelerinde ve yağmasavaşlarında suç ortaklığıdır bu. Böylelikle içeridedışarıda halkların kanını oluk oluk akıtmayahazırlanmaktadırlar.

İçeride dışarıda emperyalizme uşaklık ve halklaradüşmanlık çizgisinde varılan bu nokta, ortaya bir dizikapsamlı görev çıkarmaktadır. Emperyalizme veişbirlikçilerine karşı mücadeleyi yükseltmek,beraberinde Kürt halkı başta olmak üzere kardeşhalklarla aktif dayanışma içerisinde olmak gibi. Dahasıbunu, dizginlerinden boşalmış bir faşist teröre karşıkoyarak, ama aynı zamanda da ırkçı-şoven gericiliğietkisizleştirerek başarmak gerekmektedir.

Emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin işçi sınıfı veemekçi halkların ortak bir mücadele cephesindebuluşmalarına engel olmak için varını yoğunu seferberettiği bir durumda, böyle bir mücadele cephesiniyaratabilmeliyiz. Komünistler bu bakışla bir yandanfaşist baskı ve teröre karşı ilerici ve devrimci mevzilerisavunmak ve Kürt halkıyla aktif dayanışma içerisindeolmak için eylemli bir mücadele içerisinde olacaklardır.Beraberinde ise işçi sınıfını gerici savaş ve saldırganlıkcephesi konusunda aydınlatmak vemücadeleye çekmek üzere sınıfçalışmasında yoğunlaşacaklardır.

Gerici savaş ve saldırganlıkta sınır tanımıyorlar...

Dayanışmayı ve eylemli mücadeleyibüyütelim!

Page 4: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

Gündem4 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011

Geçen hafta Washington’da efendilerinin huzurunaçıkan Türk sermaye devletinin Milli Savunma Bakanıİsmet Yılmaz, burada yaptığı açıklamada, ABD-Türkiye ilişkilerinin tarihinin en iyi noktasındabulunduğunu ilan etti. ABD ile aralarında “benzeriolmayan bir ilişki” kurulduğunu vurgulayan AKP’libakan, “Türkiye Amerika’yı, Amerika Türkiye’yi adetayeniden keşfetti” şeklinde konuştu.

ABD Savunma Bakanı Leon Panetta ileWashington’da görüşmeler yapan İsmet Yılmaz,bundan sonra iki devletin her çalışma için birbirinibilgilendireceğini ve danışacağını ifade ederek,“NATO çerçevesi içinde ve ikili ilişkiler çerçevesindeortak hareket edersek, bu ortak hareketin hemTürkiye’ye hem de Amerika tarafına faydalı olacağıkonusunda mutabakata vardık” dedi.

Saldırı helikopteri satma kararını onaylayanPentagon’un savaş baronlarına şükranlarını sunanAKP’li bakan, “Türkiye-Amerikan ilişkilerinin bugünüdünden çok iyi ama yarını bugünden daha iyiolacaktır” şeklinde konuştu.

ABD’nin Irak’taki askerlerini çekmesinin ardındanoluşacak güç boşluğunu doldurmak üzere etkin birişbirliği yapacakları bilgisini de veren AKP’nin bakanıİsmet Yılmaz, halkları köleleştirme saldırısına hızveren ABD emperyalizmi ile suç ortaklığını daha dapekiştirme telaşı içinde olduklarını gözler önüne serdi.

Emperyalistler adına tetikçilikte 60 yıl…

Dinci gericilik odağı AKP’nin Amerikancılıkta son60 yılın tüm hükümetlerini geride bıraktığı konusundayaygın bir mutabakat mevcut. İsmet Yılmaz’ın BeyazSaray’daki efendiler huzurunda yaptığı açıklamalar,suç ortaklığının “aktif taşeronluk” misyonuçerçevesinde daha da pekiştirileceğinin ilanıdır aynızamanda.

AKP, “en Amerikancı” ünvana sahip olsa da,emperyalizme hizmet, diğer bir ifadeyle geneldeemperyalist güçlere özelde ABD’ye uşaklık etmek, son60 yıldır Türk sermaye devleti ve hükümetlerininöncelikleri arasında yer almıştır. Kapitalistemperyalizmin vurucu gücü NATO’ya üye olabilmekiçin 1950’li yılların başında binlerce askeri Koredağlarında ölüme sürükleyen Türk egemen sınıfları veonlara hizmet eden gerici rejim, o günden bu yanaemperyalistler adına tetikçilik yapmaktadır.

Ülke içinde ilerici devrimci güçlere karşı sürekavları düzenleyen sermaye devleti Ortadoğu, Kafkaslarve Balkanlarda ise batılı emperyalistler adına tetikçilikyapmıştır. Eski Sovyetler Birliği’ne ve Türkiye’yiçevreleyen bölgelerde cereyan eden her ilericigelişmeye karşı “kraldan daha kralcı” bir şekilde tepkigösteren Ankara’daki işbirlikçi takımı, bölgedegericiliğin kalesi olmuştur.

Ülkeyi NATO ve Amerikan üsleriyle dolduranegemenler, eski Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’yakarşı casusluğun üssü olmakla yetinmemiş, atombombaları ve nükleer silahlara da ev sahipliğiyapmıştır. Nitekim İncirlik ve diğer üslerde halen en az90 atom bombası bulunmaktadır.

NATO’nun taşeron örgütü olarak kurulan “BağdatPaktı”nda (CENTO) aktif rol alan sermaye devleti,Arap ülkelerindeki ilerici gelişmeleri engellemek içinemperyalistlerin giriştikleri saldırılara ortak olmaklayetinmemiş, Fransız emperyalizmine karşı direnenCezayir halkının bağımsızlığını onaylayan BM

kararına da karşı çıkmıştır. NATO’nun eski Yugoslavya’yı bombalamasına

katılan Ankara’daki tetikçiler, Bosna Hersek,Afganistan, Lübnan gibi ülkelere asker göndererekemperyalist saldırılara fiilen katıldılar. Son olarakLibya’nın bombalanmasında etkin suç ortaklığı yapansermaye devleti ve AKP hükümeti, füze kalkanınınMalatya Kürecik’te kurulmasına onay vererek,emperyalist zorbalara hizmeti bir adım daha ileriyetaşımıştır.

“Dinci, Amerikancı, neoliberal” model…

Emperyalizme hizmetle özdeşleşen alçaltıcı mirasıdevralan dinci gericilik odağı AKP hükümeti,palazlanan Türk burjuvazisinin de talebi olan “etkintaşeronluk” uğruna, ABD adına tetikçiliği daha dapekiştirmektedir. ABD patentli “ılımlı İslam” modeliyaftasıyla Arap halklarının karşısına çıkan AKP şefleri,tek alternatifin “dinci, Amerikancı, neo liberal” modelolduğunu vaaz ediyorlar. Arap halklarının isyanınıyozlaştırıp amacından saptırmak için çaba harcayan,ABD’nin ucubesi olan “ılımlı İslam” modelinintemsilcisi AKP’nin şefleri, bu aralar Pentagon’un savaşbaronları tarafından el üstünde tutuluyor.

Geçen yıllarda Washington’a gönderdiğidanışmanları aracılığıyla, efendilerine, “çukurasüpüreceğinize kullanın” mesajı ileten AKP şefi TayyipErdoğan, halk isyanlarının Arap dünyasındayayılmasıyla, savaş baronları nezdinde kıymete binmişgörünüyor. Zira Arap halklarına dayatılmak istenen“ılımlı İslam” ucubesi için AKP’den daha iyi bir modelbulunmuyor. Bu modeli yaymak için canla/başlaçalışan AKP şefleri ise, Beyaz Saray’daki efendileritarafından takdir edilmektedir.

Mısır’dan Tunus’a, Libya’dan Suriye’yeemperyalistler, halklara AKP modelini dayatıyorlar.İsrail’le gerginlik yaratarak, halklar nezdinde primtoplamaya çalışan Tayyip Erdoğan’la müritleri de buişe dört elle sarılmış halde. Zira bu planı hem bölgedegericiliği yaygınlaştırmanın hem yağmadan payalmanın imkanı olarak görüyorlar. Bu ise, ABD’ninbölgesel politikalarına her türden hizmet etmekanlamına da geliyor. Bilindiği üzere emperyalistler,hizmet sunmayan uşaklara zırnık koklatmazlar.

Kuşkusuz ki, Türk burjuvazisiyle onunhizmetindeki AKP’de bu durumu çok iyi biliyor. Onuniçin ABD’yle “tarihin en iyi ilişkileri”ni kurmaklayetinmiyor, bu ilişkileri daha da geliştirmek uğrunasavaş baronlarının istediği her türlü hizmeti sunuyorlar.

Türk burjuvazisi ve onun hizmetindeki AKP,emperyalizmin vurucu gücü/bölgenin gericilik kalesiolma yolunda ilerliyorlar. Bunun karşılığında Kürthalkına karşı tırmandırılan kirli savaşa destek verenBarack Obama yönetimi, saldırı helikopterlerinin Türkdevletine satışına da onay verdi. Bu arada Pentagon,ayrıca insansız hava araçları Predator ve PeaperlarınTürk devletine satışına onay vermesi için ABDKongresi’ne “tavsiyede” bulundu. Böylece büyükpatron, silahlandırdığı taşeronunu hem kullanıyor hemondan milyon dolarları sızdırıyor…

İç ve dış saldırganlığa karşı meşru/militan mücadele…

Dışarıda saldırganlığın dozunu arttıranAnkara’daki işbirlikçiler, içeride ise Kürt halkına,devrimci harekete, ilerici aydınlara, işçilere,emekçilere, öğrenci gençliğe karşı kapsamlı saldırılaricra ediyorlar. Her durumda Washington’un desteğinialdıkları için kabalaşan dinci gericiliğin şefleri,içerideki her tondan muhalif sesleri boğmak içinuğraşıyorlar. Ne de olsa büyük sermaye ve emperyalistgüçlerin desteği arkalarında...

Son günlerde Suriye ve İran’a yönelttikleritehditlerin dozunu arttıran emperyalist/siyonistgüçlerin, Türk devletinin desteğini hesaba katmadanbu iki komşu ülkeye saldırmaları olası görünmüyor.Olayların bu mecrada ilerlemeye devam etmesihalinde, Türk sermaye devletinin emperyalistler adına“etkin tetikçilik” rolü üstlenmeleri ihtimal dahilindedir.ABD ile “benzersiz ilişki” kurmanın ‘sırrı” bugerici/saldırgan işbirliğindedir.

Suriye-İran ikilisini hedef alacak olası biremperyalist/siyonist saldırının bölgeyi yangın yerineçevirmesi işten bile değil. Bundan dolayı halklarınkardeşliği şiarını yükseltip emperyalizme veişbirlikçilerine karşı mücadeleyi yükseltmek gününöncelikli görevleri arasında yer almalıdır.

Amerikan tetikçiliği “benzeri olmayan” noktada…

Emperyalistlerle suç ortaklığı pekişiyor

Page 5: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

Gündem Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 5Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011

AKP iktidarının KCK operasyonları adı altındaKürt halkına karşı estirdiği terör geçtiğimiz haftayaşanan yeni gözaltı ve tutuklama dalgası ile yeni birboyut kazandı. Operasyonların son halkasında Prof.Dr. Büşra Ersanlı ve yayıncı Ragıp Zarakolu’nun datutuklananlar arasında yer alması baskı ve terörde sınırtanınmadığını gösterdi.

Böylelikle görülmektedir ki, sadece sermayedevletine karşı örgütlü mücadele içinde yer alan ilericive devrimciler değil, en insani ve vicdani duyarlılıklarıile demokrasi ihtiyacını dile getiren aydınlar da AKPdiktasının hedef tahtasına çakılıyor. Öyle ki bu amaçlaörgütlenen baskı ve terör rejimi için burjuvahukukunun tüm yasaları da altüst ediliyor. Düngazeteci Ahmet Şener ve Nedim Şık’ı tutuklarkenhenüz basılmamış bir kitabı gerekçe olarak gösterenmahkemeler Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu’yututuklarken ise yine basılmamış kitaplar için alınannotları ve BDP Siyaset Akademisi’nde verdikleridersleri gerekçe yapıyor. Dahası AKP diktasının hakimve savcıları, yasadışı örgüt üyeliği ile tutukladıkları buinsanlara üyesi olduklarını iddia ettikleri örgüt ile ilgilien ufak bir soru sorma ihtiyacı bile hissetmiyor.

Hiç kuşkusuz ki bu yaşananlar AKP gericiliğininKürt sorunu karşısında içine düştüğü kısırdöngününyeni bir dışavurumudur. Geçtiğimiz yıllarda boyunuaşan iddialarla Kürt sorununu çözeceğini iddia edenAKP geleneksel inkar ve imha politikalarına dahafazla saplanırken, her geçen gün daha dasaldırganlaşıyor. Verdikleri göstermelik tavizlerlesorunun çözüleceğini sanıyor, Kürt halkının devrimcienerjisini bu tavizlerle yok edemedikçe ise daha dakuduruyor.

Dahası buna Ortadoğu’daki son gelişmelerlebirlikte ABD emperyalizminden aldıkları açık destekde eklenince onlar için baskı ve terör rejiminiağırlaştırmanın önünde hiçbir engel de kalmıyor. Dahadüne kadar peşmerge diyerek küçümsedikleri Barzanive Talabani gibi emperyalizmin yanında saf tutan Kürtağalarını da Ankara’da en üst düzeyde ağırlıyor, onlarıbu baskı ve terör rejiminin birer aracı olarakdeğerlendirmeye çalışıyorlar.

İşte yaşananların Kürt sorunu açısından en özlüanlatımı budur. Dün demokrasi sınırları içinde sorunuçözeceğini iddia edenler, bugün kendilerine çizdikleridemokrasi sınırının dışında kalan herkesi, ama en çokda Kürt halkını baskı ve terör ile sindirmeyeçalışıyorlar. Bu baskı ve terör sayesinde Kürt halkınıniradesini kırmayı, onu en geri noktaya sürükleyerekistediklerini kabul ettirebilecekleri bir noktayagetirmeye çalışıyorlar.

Ama geride kalan 30 yılın ortaya çıkardığı birgerçek var. 30 yıldır Kürt halkı bu baskı ve terörehiçbir zaman boyun eğmedi. Dahası bu baskı ve terörderinleştikçe Kürt halkının mücadelesi de herdefasında daha da büyüdü. İşte bu yüzden 30 yıldırKürt halkını silah zoruyla dize getirmeye çalışanlarçözümsüzlüklerini itiraf etmek zorunda kalırken Kürthalkı her türlü teröre rağmen mücadele etmeye,kurtuluşunu dağlarda aramaya devam etti.

Bu nedenle AKP diktası Kürt halkına karşıyürüttüğü topyekün savaşa yeni bir halka ekledi. Soniki yıldır Kürt halkı için demokratik siyasal mücadelealanını KCK operasyonları adı altında sürekli olarakdaraltırken buna Kürt halkının mücadelesinin yanında

yer alan ilericileri ve aydınları da eklemeyebaşladı.

Bunun gerekçesini ise Tayyip Erdoğan’ınson “ulusa sesleniş” konuşmasında dile getirdiğiifadelerle “Terör örgütünü oksijensiz bırakmak”olarak formüle etti. Böylece Kürt hareketindenbaşlayarak tüm toplumsal muhalefete yasal vedemokratik mücadele alanının kapatılmayadevam edileceğinin sinyallerini de vermişoldu.

Yani yaşanan saldırganlık her ne kadarKürt hareketine karşı gündeme getirilse deesas olanın tüm toplumsal muhalefete verilen birgözdağı olduğu ve AKP iktidarının kendisine karşıgelen en dar anlamdaki burjuva muhalefetine biletahammül göstermeyeceği böylelikle bir kez dahaortaya çıktı.

Burada konunun bu boyutunun özel bir önemtaşıdığını belirtmekte fayda var. Çünkü hem Kürthareketi mevcut politik platformu ile temsil ettiğisoruna kurulu düzenin sınırları içerisinde bir çözümarıyor, hem de Kürt halkının mücadelesinin yanındayer aldığı için tutuklanan aydınların niyet vebeklentileri kurulu düzenin demokratikleşmesininötesine geçmiyor.

Buna rağmen bu denli pervasız bir saldırganlığıngündeme gelmesi, önümüzdeki dönemde Türkiyecephesinde sınıfsal ve siyasal mücadelenin çok daha

çetin bir sürece gireceğini gösteriyor. PKK’nin sonÇukurca saldırısının ve KCK operasyonlarınınardından ortaya çıkan tablo ise bu sertleşen süreçteKürt sorununun en temel gündem maddesi olmayadevam edeceğini kanıtlıyor.

Bırakalım direneni, dokunanın dahi yakılmayaçalışıldığı bu süreç içerisinde ise Kürt halkı iledayanışmak, onun haklı ve onurlu mücadelesiniTürkiye işçi sınıfının mücadelesi ile birleştirebilmekyakıcı bir önem taşıyor. Kürt halkını ve toplumsalmuhalefeti oksijensiz bırakmaya yeltenenleri,“İşçilerin birliği halkların kardeşliği” şiarıylaörgütlenecek mücadeleyle oksijensiz bırakmakgerekiyor.

Kürt sorununa dokunan yanıyor!

Faşist baskı ve teröre karşı eylemli dayanışmaya!

Kürt hareketine yönelik gözaltı terörü bayramdada hız kesmedi. Bayramın birinci günü Hakkari’deikinci günü ise İstanbul’da toplam 24 kişi gözaltınaalındı.

İstanbul’da evlere düzenlenen eşzamanlıbaskınlarda 20 kişinin gözaltına alındığı bildirildi.Operasyonun Dolapdere’de bir eylemde molotofattığı iddia edilen kişilere yönelik olduğu belirtildi.Gözaltına alınanların bazılarının isimleri şöyle:Ferhat Yılmaz, Şahin Güzel, Mehmet Emin

Denizer, Cahit Denizer, Mehmet Maruf Çelik,Vedat Öz, Hanım Çelik, Nezir Akman, Kerimİmrak, Şeyhmus Acar, Serhat Yılmaz.

Hakkari’de de gözaltı terörü yaşandı.Hakkari il merkezine 7 kilometre uzaklıkta

bulunan Depin Polis Kontrol noktasındandurdurulan İHD Hakkari Şube Başkanı İsmailAkbulut, Hakkari Belediye Meclis Üyesi NusretKurt ile Mehmet Demiralp ve Cezmi Çiftçigözaltına alındı.

Bayramda gözaltı terörü

Page 6: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

Röportaj6 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011

- “KCK operasyonu” adı altında, parti yönetici veüyeleriniz de içerisinde olmak üzere Kürt hareketineyönelik kapsamlı ve kesintisiz bir gözaltı ve tutuklamaterörü var. Gözaltı ve tutuklamaların ulaştığı boyuthakkında bilgi verir misiniz?

14 Nisan 2009 tarihinden bugüne kadar partimizüye, yönetici, seçilmişler, insan hakları savunucuları,STK temsilcileri, gazeteciler ile ilgili zaman zaman artışgösteren, esas itibariyle hiç durmayan KCK adı altındaoperasyonlar devam ettirilmektedir. Son olarak PartiMeclisi ve Anayasa Komisyonu üyemiz Prof. Dr. BüşraErsanlı, Merkez Yürütme Kurulu üyemiz Mustafa Avcıve yayıncı Ragıp Zarakolu’nun da aralarında bulunduğu44 kişi İstanbul’da tutuklandı. Gözaltı ve tutuklamalarvahim bir boyutta devam etmektedir. 4 Eylül tarihindeyapılan kongremizden sonra seçilen 21 Parti Meclisiüyemiz ve 4 MYK üyemiz tutuklanmıştır. Yani PartiMeclisi’mizin yaklaşık dörtte birine tekabül eden birtablo ile karşı karşıyayız. Bugün itibariyle 14 BelediyeBaşkanımız ve bilindiği üzere milletvekillerimiz HatipDicle, Kemal Aktaş, Selma Irmak, Gülser Yıldırım veFaysal Sarıyıldız’ın seçimden sonra yapılan bütünitirazlara rağmen tutukluluk halleri devamettirilmektedir. Birçok il ve ilçe yöneticimiz anılanoperasyon kapsamında tutuklu bulunduğundanorganlarımız adeta çalışamaz duruma getirilmeyeçalışılmaktadır.

Tutuklama sayıları ile ilgili yapmış olduğumuzaçıklamalara karşın İçişleri Bakanlığı kamuoyunuyanıltmaya yönelik açıklamalar yapmaktadır. Resmiveriler bile İçişleri Bakanlığı verilerini yalanlamaktadır.Komisyonumuzun il, ilçe örgütlerimizden aldığı bilgiler,basından derlediğimiz verilere göre 14 Nisan 2009tarihinden bugüne kadar 4227 kişi KCK adı altındayapılan operasyonlarda tutuklanmıştır. Gözaltı sayısı iseyaklaşık 8000 rakamına ulaşmak üzeredir. Bunun 1838’isadece son 7 ayda yapılan tutuklamalardır. Sadece sonbir ayda 332 kişi tutuklanmıştır. Bizim tahminlerimizegöre tutuklama sayıları belirtilen rakamların üstündedir.Ayrıca sadece tespit ettiğimiz sayıyı verdiğimizi debelirtmek isterim.

- Genelde devlet cephesinden tüm bu süreçhukuksal bakımdan nasıl işletiliyor?

Gözaltı ve tutuklamaların ileri sürülen yasaldayanakları kamuoyuna KCK yapılanması olaraksunulmaktadır. Ancak ne var ki uygulamada hedef KCKdeğil legal alanda demokratik siyaset yapanlar,öğretmenler, kadınlar, gençlik yapılanması, belediyebaşkanları, MYK üyeleri, insan hakları savunucuları,akademisyenler, gazeteciler olmaktadır. Yasal olarakfaaliyet gösteren, Meclis’te grubu bulunan, 99 belediyebaşkanlığı kazanan ve yaklaşık 3 milyon oy alanpartimiz operasyonların muhatabı olmaktadır. Kürtsorununun çözümünde demokratik siyaset kanallarıfiilen kapatılmakta ve işleyemez hale getirilmektedir.

İddialar konusunda çok şey söylemek mümkün.Birkaç örnek vermek gerekirse: Son operasyondatutuklanan Prof. Dr Büşra Ersanlı partimizin resmisiyaset akademisinde (Yargıtay’a bildirilmiştir) dersvermesi dolayısıyla KCK ile bağlantılandırılmaktadır.Kamuoyu yalan yanlış bilgilerle yönlendirilmektedir.Büşra Ersanlı akademide toplumsal cinsiyet rolleriüzerine ders vermiştir. Yine katıldığı toplantılarda aldığınotlar ve sorular KCK ile ilişki konusunda delil olarakileri sürülmektedir.

Adana KCK dosyasında MYK üyesinin il başkanı veyönetimini toplantıya çağırması suç olarak kabuledilmektedir.

Hasankeyf’i kurtarmak için yapılan çalışmalar, 8Mart Dünya Kadınlar Günü etkinlikleri vb. birçok güneilişkin yapılan açıklamalar KCK iddianamelerinde bolcayer almaktadır.

Uluslararası toplantılarda sunulan tebliğler, partibinasına giriş çıkışlar ve daha binlerce materyal suçdelili olarak dosyalarda bulunmaktadır.

Hukuksal süreç açısından başkaca bir nokta iseanadilde savunma yapma isteğinin kabul edilmemesidir.Yaklaşık üç yıla yakın bir süredir tutuklular kendilerinitek kelime savunamadılar. Yargılama savunma olmadandevam ettirilmektedir.

Yine davalarda gizlilik kararı her zaman verilmekteve aylarca bazen yıllarca süren tutukluluk süreleri ilebirlikte avukatlar dosya hakkında bilgiedinememektedir. Basın yayın organlarına servis edilenbilgiler şüpheliler ve avukatlarından gizlenmektedir.

Hukuksal açıdan tam bir ihlaller zinciriyaşanmaktadır. Masumiet karinesi, yargı bağımsızlığı,kuvvetler ayrılığı ve daha birçok temel prensip yoksayılmaktadır.

- Gelinen noktada Kürt sorununda duyarlılık

gösteren aydın ve akademisyenleri de kapsayan budevlet terörünün siyasal hedefleri nelerdir? Devlet neyapmak istiyor?

Bu sürecin çok iyi analiz edilmesi gerektiğikanaatindeyim. Muhaliflerin susturulması operasyonuile karşı karşıyayız. Kürt sorununun legal demokratikzeminde çözülmesini isteyen, savunan herkesoperasyonların hedefine oturtulmaktadır. Susturma veetkisizleştirme süreci yaşatılmak istenmektedir. İleridemokrasi dersi verenler başta düşünce ve ifadeözgürlüğünü, basın özgürlüğünü, örgütlenmeözgürlüğünü fiilen kaldırarak yollarına devam etmeisteğindedirler. Bu bir çözümsüzlük politikasıdır. Bütünmuhalif kesimleri ürkütme ve geri çekmeye zorlayan birpolitika izlenmektedir.

- Bu kapsamlı devlet terörü karşısında işçi sınıfı veemekçilere mesajınız ne olur?

Bu vahim tablo karşısında Kürt sorununun barışçılve demokratik yöntemlerle çözümünü savunan herkesinyek vücut halinde karşı durması aciliyet arz etmektedir.Yaşatılanlar maskelenmeye çalışılan bir darbedir.Türkiye’de yaşayan herkes ve tabi ki işçi sınıfı veemekçiler bunun ne anlama geldiğini çok iyibilmektedirler. Biz bu zorlu süreçte işbirliği, dayanışmave ortak mücadelenin elzem olduğuna inanıyoruz.

BDP Hukuk ve İnsan Haklarından Sorumlu Eşbaşkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş:

“Yaşatılanlar maskelenmeye çalışılan bir darbedir”

Türk devletinin operasyonlarını protesto eden Kürthalkı bayramda sokaktaydı.

Cizre’de binler yürüdü BDP Cizre İlçe Örgütü öncülüğünde, 10 Ekim

tarihinde Xakurke ve Xinere alanlarına yönelikdüzenlenen hava saldırısında yaşamlarını yitiren KCKKonsey üyesi Rüstem Cudi (Rüstem Osman), HPGAskeri Konsey üyeleri Guhar Çekirge (Çiçek Kıçi) ileAlişer Koçgiri’nin (Yücel Halis) de aralarında olduğu7 HPG’li ile Hakkari’nin Çukurca ilçesi KazanVadisi’nde 36 gerillanın yaşamını yitirdiğioperasyonları protesto etmek amacıyla yürüyüşdüzenlendi.

BDP Cizre İlçe binası önünde toplanan binlercekişi Guhar Çekirge’nin ailesinin yaşadığı CudiMahallesi’ne yürüdü.

Çekirge’nin ailesinin evi önünde mevlit için

kurulan çadırın önünde gerçekleştirilen saygıduruşunun ardından çadıra gerillaların fotoğraflarıasıldı.

Konuşmaların ardından HPG’liler için mevlitverildi.

Silopi’de polis terörü BDP Silopi İlçe Örgütü 36 gerillanın

katledilmesini protesto etmek için AKP ilçe binasınatemsili tabut bırakmak istedi. Nuh Mahallesi’ndetoplanan binlerce kişi, temsili tabutla yürüyüşe geçti.Kitlenin önü Cudi Mahallesi’nde polis barikatıylakesildi ve yürüyüşe izin verilmedi. Bunun üzerineoturma eylemi yapıldı.

Polisle yapılan görüşmenin sonuç vermemesiüzerine kitle yeniden yürüyüşe geçerken, polis de gazbombaları ve tazyikli su ile saldırdı. Çatışmada yoğungaz bombası kullanıldı.

Cizre ve Silopi’de kitlesel yürüyüşler

Page 7: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

Gündem Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 7Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011

Kardeşler,Bundan 2 yıl önce bir 19 Kasım akşamı Esenyurt-Avcılar

polisi yeni bir cinayete imza attı. Bu kez hedefte devrimci birişçi vardı. Türkiye Komünist İşçi Partisi (TKİP) militanıAlaattin Karadağ afiş astığı için polis tarafından kurşunlandı.Kurşunlandıktan sonra ise saatler boyunca yaralı haldebekletilerek katledildi.

Mahalle halkı sokak ortasında gerçekleştirilen bualeni infazın tanığıydı. Ancak polis teşkilatı cinayetisaklamak için seferber oldu. Kanıtlar ortadan kaldırılırken

tanıklar da baskı ve tehditle susturulmaya çalışıldı.Ama tüm bunları yapmalarına rağmen cinayeti

saklayamayınca katliamın sorumlularından bir polishakkında göstermelik dava açıldı. Şimdi o polis deaklanmaya ve cinayetin üstü örtülmeye çalışılıyor.

Kardeşler,Alaattin bu ülkede devlet tarafından katledilen ilk

devrimci değildi, son da olmayacak. Bu devletin tarihindeAlaattin gibi katledilen yüzlerce devrimci var. Çarklarımilyonların sömürüsüyle dönen düzenin bekçiliğini yapandevlet, kurulduğundan bu yana devrimci kanı döküyor.Mustafa Suphiler’den Mahir Çayanlar’a, İbrahimKaypakkayalar’dan Deniz Gezmişler’e, Erdal Erenler’denMazlum Doğanlar’a kadar nice devrimci milyonlarınkurtuluşu uğruna mücadele ettikleri için alçakçakatledildiler.

İşte Alaattin de devletin katlettiği bu yiğitdevrimcilerden biriydi. Hayatını kendisi gibi sermayeninkölelik zincirleri altında sömürülen işçi ve emekçilerinkurtuluşu için adayan devrimci bir işçiydi o.

Alaattin asalak burjuvalar keyiflerince sömürsün, devletemekçinin canına keyfince okusun diye katledildi. Bununiçin de devletin tüm kurumları onun katillerine sahip çıktı,cinayeti örtbas etmek için seferber oldu.

Kardeşler,Polise Alaattinler’i katletme keyfiyetini veren, devleti

burjuva asalaklar için yöneten AKP hükümetidir. Öyle kiAKP hükümeti sömürü ve yağma üzerine kurulu düzenibüyük bir polis ordusuna dayanarak sürdürüyor. Bunun içinde polise sınırsız yetkiler verdi. Polis de bu yetkileredayanarak parasız eğitim isteyen öğrencileri, hakları içindirenen işçileri, derelerine sahip çıkan köylüleri, eşitlik veözgürlük isteyen Kürt emekçileri copluyor, gaza boğuyor,gözaltına alıyor. Keyfince işkence ediyor, istediğini kurşunadiziyor.

Kardeşler,Alaattin’e sahip çıkmak gerçekte kendi geleceğimize,

ekmeğimize ve onurumuza sahip çıkmaktır. Alaattin’ikatledenlerin yakasına yapışmak, canımıza okuyanburjuvaların yakasına yapışmak, hesap sormak demektir.

İşte bunun için katledilişinin 2. yıldönümünde Alaattin’invurulduğu yerde olmalıyız. Orada hem Alaattin’e, hemgeleceğimize ve hem de onurumuza sahip çıktığımızıgöstermeliyiz. “Hepimiz birer Alaattiniz” diye haykırmalı, bukanlı sömürü düzenine teslim olmayacağımızı göstermeliyiz.

Tarih: 19 Kasım 2011 Cumartesi Saat: 18.00 Yer: Esenyurt Depo Durağı

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu

Alaattin Karadağ’ın ölümünün 2. yılında,katledildiği yerdeyiz...

Sömürüye ve zulme karşıhepimiz Alaattiniz!

22-24 Ekim tarihleri arasında Türk ordusununÇukurca’da gerçekleştirdiği operasyonda hayatınıkaybeden HPG gerillaları kitlesel törenlerleuğurlanıyor.

Şilan için kitlesel uğurlamaŞilan Ergün, kitlesel bir cenaze töreni ile Van’ın

Ilıca Köyü’nde toprağa verildi. Törende BDP VanMilletvekili Özdal Üçer, BDP Van İl EşbaşkanıMihribah Şan, Çelebibağı Belediye Başkanı VeyselKeser de yer aldı.

Ergün’ün cenazesi önce Erciş’e, buradan doğupbüyüdüğü Doğancı Köyü’ne getirildi. Cenaze, köygirişinde halk tarafından zılgıt ve sloganlarlakarşılandı. Ergün’ün evinin önünde, yaşamınıyitiren birçok gerillanın resimleri kadınlartarafından açıldı. Ayrıca siyah bir pankarta 24HPG’liyi temsilen 24 karanfil asıldı.

HPG’li Ergün’ün annesi Hatice Ergün buradabir konuşma yaparak şunları söyledi: “Benimkızım Zilan’ın gelini, Kürtlerin kızıdır. KızımKürdistan’ın şehididir. Ağlamayın sakın başımızdik ve gururluyuz ve Kürt halkının başı sağolsun.Düşmanı sevindirmeyeceğiz çünkü onun cesedinibile düşmanın elinden aldık.”

Baba Ergün ise, “Şilan Kürt halkının kızıdır.Şilan Zilan gerçeğidir. Erdoğan katildir, çünkümadem öldürdün niye yakıyorsun. Başımız dikolarak kalacağız. Dağda ve tutuklu bulunan tümgerillara selam olsun. Kızım bir kahramandır”dedi.

Konuşmaların ardından kadınlar Ergün’ünPKK bayraklarıyla sarılı cenazesini yaklaşık 5 kmuzaklıkta bulunan Ilıca Köyü’ne “Şehid namirin!”sloganlarıyla götürdü.

Gerilla Hamza sonsuzluğauğurlandı

Cevdet Örtaş’ın (Hamza Botan) cenazesi 5Kasım günü Hakkari Yüksekova’da yağanyağmura rağmen onbinler tarafından sonyolculuğuna uğurlandı.

Oslo Oteli önünde yapılan karşılamadan sonracenaze Merkez Cami’ne getirildi. Cenazeonbinlerce kişinin katılımıyla ilçe merkezindeyapılan yürüyüşten sonra Van yolundan Akalın(Şehitlik) Mezarlığı’na getirildi. Yürüyüşe BDPHakkari Milletvekili Adil Kurt, BDP İlBaşkanvekili Orhan Koparan, BDP il ve ilçeyöneticileri, BDP PM Üyesi Osman Dara dakatıldı.

BDP Hakkari Milletvekili Adil Kurt, kendisininde Kazan Vadisi’nde genç bedenlerin parçalarınıtopladığını belirterek, “Ben de olay yerindevahşete tanıklık ettim. Yaşanan vahşetin

görüntülerine bütün Hakkari halkı şahittir. Ancakhalk bu şehitleri sahiplenmesiyle AKP’nin imhaoperasyonlarını boşa çıkarmıştır. Çözümde çaresizkalanlar katliamlarla vahşet yaratmıştır” dedi.

Cenaze törenine katılanlara teşekkür edenHPG’li Öztaş’ın babası Muhammet Öztaş ise,“Kürt halkının başı sağ olsun. Gerillanın başı sağolsun. Önderliğin başı sağ olsun. Başım diktir.Sonuna kadar şehidimin arkasında olacağım”şeklinde konuştu.

Cenazenin ertesi gününde gerçekleştirilentaziye ziyaretinde BDP PM üyeleri Osman Dara,Abidin Çoğaç, BDP’li belediye başkanları ileKESK ve DİSK’e bağlı sendika yöneticileri yeraldı. Binlerce kişinin katıldığı ziyarette, taziyeevinde yer kalmadığı için köy camisi alanındatoplanıldı. Kazan Vadisi’nde yaşamını yitirenHPG’lilerin fotoğrafları taşınırken, saygıduruşunun ardından “Çerxa şoreşê” marşı okundu.

Bir şehir ayağa kalktı Aynur Kırbaş ve Reşat Aslan’ın cenazeleri,

Yüksekova’da onbinlerce kişi tarafından toprağaverildi. Cenazelerin ilçeye varmasından önceYüksekova Kaymakamı, BDP’li yöneticileri tehditederek kitlenin kontrol edilememesi durumundamüdahale edileceğini söyledi.

Törende BDP Hakkari Milletvekili Adil Kurt,BDP Hakkari İl Başkan Vekili Orhan Koparan veBDP PM üyeleri, Yüksekova, Şemdinli veEsendere belediye başkanları da yer aldı. Binlercekişi 36 gerillanın posterlerini açarak, ŞehitlikMezarlığı’na yürüdü. Yürüyüş güzargahındakibinalara siyah bezler asıldığı görüldü. Mezarlığa500 metre kala yaşamını yitiren gerillaların PKKbayraklarına sarılı tabutları omuzlarda taşındı.Reşat Aslan’ın tabutunu gençler, Aynur Kırbaş’ıntabutunu ise kadınlar taşıdı.

Defin işlemleri sırasında her iki tabutun üzerinegüller serildi. Saygı duruşu gerçekleştirilirkenAynurKırbaş’ın sesinden PKK’ye neden katıldığıyönündeki konuşması dinletildi.

Reşit Aslan’ın abisi Cevher Aslan ile AynurKırbaş’ın annesi Kubar Kırbaş, birer konuşmayaparak halka teşekkür etti.

Törenin ardından merkeze doğru yürüyüşegeçen kitleye Van Yolu, Özgürlük Meydanı veÇarşı merkezinde polisler saldırdı.

Sivil Cuma’da katliama tepkiDiyarbakır, Şırnak, Mardin, Urfa, Siirt,

Batman, Hakkari, Muş ve Ağrı’da binlerce kişitarafından kılınan “Sivil Cuma” namazlarında,Hakkari’nin Çukurca İlçesi Kazan Vadisi’ndekigerilla katliamına tepki gösterildi.

Page 8: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

Polis terörü ve cinayetleri8 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011

MüvekkilimizAlaattin Karadağ,Esenyurt SaadetdereMevkii’nde 19Kasım 2009tarihinde, “olaymahallinde bulunanpolislerce tutulantutanaklara göre”sanık polis OğuzhanVural tarafından

defalarca ateş edilerek vuruldu. Yinetutanaklardan anlaşıldığı kadarıyla müvekkilimiz,olay mahallinde bulunan diğer görevli polislercede yaralı halde saatlerce bekletilerek öldürüldü.

Olay kolluk kayıtlarına ve basına silahlıçatışma olarak geçirilmişse de soruşturma vekovuşturma sırasında ortaya çıkan bilgiler,belgeler ve olayın görgü tanıkları, müvekkilimizAlaattin Karadağ’ın kolluk tarafından keyfibiçimde öldürüldüğünü göstermiştir.

Müvekkilimizin ölmesinin ardından, adlibirimlerce soruşturma başlatılmış ve olaymahallinin yetki sınırları içerisinde olanBüyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığıtarafından, suçun ağırlığı nedeniyle görevlimahkemenin Ağır Ceza Mahkemeleri olduğu,sanık polis Oğuzhan Vural’ın en yakın ağır cezamahkemesi olan Bakırköy Ağır CezaMahkemesi’nde yargılanması gerektiğinibelirtilerek görevsizlik kararı verilmiştir.

Böylece dosya Bakırköy Başsavcılığı’nagönderilmiş ve savcılık tarafından,Büyükçekmece Başsavcılığı’nın görevsizlikkararında belirttiği suç tasnifinde değişiklikyapılmaksızın sanık polis hakkında “kasten adamöldürme, kişilerin Malları Üzerinde UsulsüzTasarruf ve Görevi Kötüye Kullanma” suçlarındaniddianame düzenlemiştir. İddianamenin Bakırköy9. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabuledilmesi üzerine dava açılmış ve ilk duruşması 16Haziran 2010 tarihinde yapılmıştır. Belirtmektefayda vardır ki; bu soruşturma başından sonunakadar eksik yürütülmüştür. Müvekkilimiz AlaattinKaradağ’ın kolluk tarafından öldürüldüğüsaatlerde, olay mahallinde bulunan görevlipolisler, müvekkilimizi hastaneye götürmekyerine çevrede bulunup bulunmadığı, olayı görüpgörmediği dahi belli olmayan ancak,müvekkilimiz aleyhine ifade verebilecek,“vatansever” şahısları toplamış ve karakola ifadevermeye götürmüştür. Evet kolluk işini gücünübırakmış, müvekkilimizin infaz edildiği sokaktaölmesine seyirci kalırken diğer taraftanmüvekkilimiz aleyhine tanık aramış, bulmuş ve buşahısları baskı altına alarak ifadelerini almıştır.

Tanık sıfatıyla dinlenen bu şahıslarınifadelerini alan kolluk görevlilerinin bugün budavada sanık olarak yer almaları gerekirken,bırakın sanık olarak yer almayı kolluksoruşturmayı dahi bizzat yürütmüştür. Bu durumdahi soruşturmanın kanuna ve usule uygun olarakyürütülmediğinin, delilleri karartma ve imha etmesaikiyle hareket edildiğinin açık göstergesidir.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’ncadüzenlenen bu iddianame kolluğun

yönlendirmesiyle ve topladığı belgelerle yürümüşve ciddi bir araştırma yapılmaksızın davaaçılmıştır. Etkin bir soruşturma yapılmış olsa idi,olay mahallinde bulunan birçok kollukgörevlisinin bizzat müvekkilimizin öldürmeolayına iştirak ettiği, göz yumduğu ve öldürmeolayına katıldığı ortaya çıkarılacak ve bugün budavada birçok polis sanık olarak yargılanacaktı.Oysa düzenlenen iddianamede tek bir polis sanıkolarak yeterli görülmüş ve bu sayede olayadoğrudan ve dolaylı olarak iştirak eden kollukgörevlileri aklanmıştır. Hatta öyle bir aklamaoperasyonudur ki bu; davada sanık olarakyargılanması gereken polisler davada tanıklıkyapmışlar ve yargılanan sanık polisi aklamayaçalışmışlardır. Bu aklama operasyonuna ne yazıkki mahkeme de seyirci kalmıştır. Bu davadayaşananlar dahi tek başına bu topraklarda birhukuk devletinin değil polis devletinin varlığınadelalettir.

Evet bu dava bize göstermiştir ki “kralçıplaktır.” Fakat tüm resmi ve adli kurumlargerçeği gizlemek için seferber olsa da, bu davadayargılanan sanık polis beraat de etse, gerçekgizlenemeyecektir. Müvekkilimiz kolluktarafından yasalardan alınan keyfiyetleöldürülmüştür. Bu durum tüm çıplaklığıylaortadadır .

Bize göre bu davanın seyri tam da en başındanberi ısrarla belirttiğimiz hususlar nedeniyledeğişmiştir. Bu davada sanık polisin lehinetanıklık yapan şahısların duruşma salonundayalancı tanıklık yaptıkları anlaşılmıştır. Yineısrarla taleplerimiz sonucunda olay mahallinegittiği belirtilen Acil 112 Hattı kayıtlarının olayıngerçekleşmesinden aylar sonra tutulduğu ortayaçıkmıştır. Müvekkilimize ait olup atış mesafesinintayini için gerekli olan üst giysiler soruşturmasırasında kaybedildiği ve bu da yetmezmiş gibiyine müvekkilimizin öldürüldüğü olay anınailişkin MOBESE ve çevre işyerlerinin kayıtlarınınTerörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nce alındığıve kayıtların mahkemeye gönderilmediğianlaşılmıştır. Ayrıca mahkemede tanıklık yapanolayın gerçek görgü tanıklarının müvekkilimizinsaatlerce sokak ortasında bekletildiği ve sayısızkez kurşunlandığı için öldüğüne ilişkintanıklıkları da davanın seyrini önemli ölçüdedeğiştirmiştir.

Ne var ki tüm bu önemli ve lehyte gelişmelerdahi mahkemenin tavrını değiştirmemiş ve sanıkpolis tutuklanmamıştır. Bu mahkemenin tavrıbizce bellidir. Yüksek(!) Yargıtay’ın koruyupkolladığı gibi mahkeme de suç işleyen, sokakortasında infaz gerçekleştiren kolluğu koruyupkollayacağı anlaşılmıştır. Bizim bu davada tektalebimiz gerçek adaletin tecelli etmesidir. Ne varki etmeyeceği ortaya çıkmıştır. Ancak bilinmelidirki tarih boyunca adalet hiçbir zaman yargıçlarcadağıtılmamıştır. Sınıf açısından adalet, ekmek vesu gibidir. Bu davada adalet yargıçlarcadağıtılmazsa sınıfın adaleti er geç tecelliedecektir.

Bu dava bize göstermiştir ki; “Hepinizinbildiği gibi, güvenlik, insanlığın başdüşmanıdır.”(W. Shakespeare)

Av. Zeycan Balcı Şimşek:

“Sınıfın adaleti er geç tecelli edecektir”

Av. İbrahim Ergün:“Dava süreci infazcılara cesaret

veriyor”Birçok infazda “çatışma oldu”

denerek dava bile açılmadı. Açılmakzorunda kalınan davalardan da sonuçalınamamıştır. Bu durum yeni infazlarave infazcılara cesaret veriyor. Onlardevlet gücünü elindebulundurduklarından aleyhte delillereulaşılmasının zor olduğunu ve heraşamada korunduklarını, eskaza birdava açılırsa bile aklanacaklarınıbilmenin güveni içinde hareket ederler.

İnfazlarda dava açılabilmesi ancak duyarlı kamuoyunun,çevrelerin ve ailelerin çabası ve zorlamasıyla olabiliyor. Bunedenle açılan “davalar” zaten başlangıçta en göz önünde delillerbile toplanmadan, hatta bazen saklanarak açılıyor. Yani aslındaiddianamelerin gerçek anlamda bir iddiası olmuyor. Önceliklesanıklar hemen başka bir ile atanarak yargılama bölgesindenuzaklaştırılıyor. Dava açıldıktan sonra korumacılık mahkemelerdede devam ediyor. Olabildiğince uzun sürdürülen yargılamalardasanık polislerin ilk ifadesini aldıktan sonra mümkünse duruşmalarakatılmamaları sağlanıyor. Ne kadar net delil olursa olsun kesinlikletutuklama kararı çıkmıyor. Keşif ve diğer somut delil toplanmasıistekleri ya reddediliyor ya da zamanı geçtikten sonra, yani sonuçalınamayacak noktada kabul ediliyor. Büyük çoğunlukla infazedilenin elbiseleri kaybedildiği için atış mesafesi tayini tam olarakyapılamıyor. Neticede çabalarımızla çok somut deliller ortaya çıksadahi mahkumiyet verilmiyor.

Geçmişte de infaz davaları hep bu şekilde yargının cezasızlıkkoruması ile karşılandı. Zaman zaman bunun taraflarından basındayer alan itiraflar da oldu. 1988 Tuzla infazından bugüne budavalarda sanıklar için devlet koruması refleksi yargıyı dasarmıştır. Bugün de değişen fazla bir şey olmadığını AlaattinKaradağ davasının benzer biçimde seyretmesinden görüyoruz.

Av. Murat Çelik:“Maddi gerçeğin ortaya çıkması

engelleniyor”Bakırköy 10 Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın 9

Kasım 2010 tarihli ikinciduruşmasında talebimiz üzerine keşifkararı alınmıştır. Mahkemenin 6numaralı ara kararı uyarınca “… olaymahallinde kroki çizebilecek vefotoğraf çekebilecek bir bilirkişialınmak suretiyle 25.03.2011 günüsaat 11.00’da keşif icrasına, keşifmahallinde tanıkların ve mağdurİsmail Durmuş’un hazırbulunmalarına…” karar verilmiştir.

25 Mart 2011 tarihinde keşif için mahkemeye gelindiğinde ise“… aynı tarihte mahkememiz başkanı Bülent Akasma’nın Bakırköy7. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2009/391 E. sayılı dosyasına başkanolarak bakmakla görevli olduğundan keşfin ertelenmesine…”kararı verilmiş ve tutanak düzenlenmiştir.

25 Mart 2011 tarihli düzenlenen tutanakta, keşfin zorunlu olarakertelendiği belirtilmiş olmasına rağmen üç, dört ve beşinciduruşmalarda ertelendiği belirtilen keşif kararı alınmamış “… keşifhususunun daha önceki ara kararlarda belirtildiği şekilde ilgiliraporların alınmasından sonra düşünülmesine…” karar verilmiştir.

Keşif kararı mahkeme tarafından bilinçli olarak ertelenmekte vemaddi gerçeğin ortaya çıkması engellenmektedir.

Alaattin Karadağ 19 Kasım 2009 tarihinde polis tarafından“yargısız infaz” sonucunda öldürülmüştür. Soruşturma, suçuişleyenler ya da mesai arkadaşları tarafından eksik ve etkisiz birşekilde sürdürülmüştür. Tanıklar, fail ve diğer polisler tarafındanyönlendirilmiştir. Dosya kapsamında bulunan tüm deliller AlaattinKaradağ’ı öldüren sanık polisin aklanmasına yönelik olarakhazırlanmıştır.

Page 9: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

Polis terörü ve cinayetleri Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 9Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011

Coğrafyamızda toplumsal muhalefeti veözellikle bu muhalefetin örgütlü kesimlerinihedef alan uygulamaların ve yargısızinfazların bir miladı olmadığını hepimizbiliyoruz. Bu açıdan esasında yeni biryasanın yürürlüğe girmesi, şu ya da buyasada yapılan değişiklik özü itibariyle bukesimlere karşı yürütülen ve “terörlemücadele” söylemi ile yıllarca üstü örtülenterörü farklılaştırmamıştır. Ancak basitistatistiki veriler dahi, PVSK, TMY ve diğerolağanüstü hal düzenlemelerinin ciddisonuçlara yol açtığını gözler önünesermektedir.

Buradan yola çıkarak, öncelikle hepimizibüyük oranda tedirginliğe sürükleyendeğişimin ne olduğunu tanımlamayaçalışmakta fayda var. Bana kalırsa buradadeğişim; “polise korkusuzca öldürmehakkının yasalarca tanınması veaklanmasının kolaylaştırılması” değil,“polisin korkusuzca “herkesi”öldürebilmesine” zemin yaratılmış olması…

Gerçekten de PVSK’dan, TMY’ye kadarilgili yasalar ve özellikle sonuçlarıincelendiğinde, bu rahatlıkla görülebilir.Birinci yasal düzenleme, gürültülü birortamda “dur ihtarını” duyamayan herhangibir insanın kıstaslarını yasaldüzenlemelerden çıkartmamız mümkünolmayan bir “şüphe” iddiası / algısıaracılığıyla öldürülebilmesine zeminyaratmaktadır. İkincisi ise, terör/terörist/terörsuçu kavramlarını iyiden iyiyemuğlâklaştırıp, geçmişten kat be kat genişbir kesimi yasa kapsamında yargılanabilirkılmaktadır. Bütün bunlardan yola çıkarakgeçmişte –genel olarak- hedefli bir imhaetme politikasının aracı olarak devreyesokulan devlet terörünün, bugün sistematikbir biçimde yürütülen korku toplumu inşaetme sürecinin aracına evriltildiğinisöylemek yanlış olmaz. Kısacası sadecehedef büyütüldü, şiddetin uygulandığı alangenişletildi. Belki başka bir tartışma konusuama, “uygulama alanının genişletildiği”niifade ederken “Batıya” doğrugenişletildiğinden de özelliklebahsedilmesinde fayda var. Artık günümüzdesiyasi iradenin toplam yönelimlerinin birürünü olarak, ilgili yasaların yarattığı genişalanda devlet terörü hemen herkesi etkileyenbir gerçeğe dönüştü. Kısacası egemenlerartık şiddet uygularken, sınıfsal bir ayrımyapmanın dışında (ki bu noktada dahi kimizaman ibre şaşabiliyor) örgütlü-örgütsüz,Kürt-Türk, genç-yaşlı ayrımı yapmıyor.

Gerçekten de bir korku toplumuyaratılıyor. Özellikle polis kurumu inanılmazbir özgüven ve pervasızlıkla istediği gibi atkoşturuyor. Yıllarca bizlerin bile dilinde yeretmiş olan “olağanüstülük” kavramınınaslında sistemin olağan uygulamalarınınmeşrulaştırılması için kullanılageldiği artıktartışma götürmez bir açıklık kazandı.Kısacası devlet terörünün olağan olduğunubugün artık 7 yaşındaki çocuklar dahibiliyor.

Her şeyin gerekçesine dönüştürülen

güvenliksorunsalı,bugün polisdevletiinşasının enönemli sosyo-kültürelkökeninioluşturuyor.Güvenlikadına, güvensiz, kendinden korkan,bütünüyle gözetlenen ve kontrol altındatutulan bir toplum yaratılıyor. Bumanipülasyon o kadar etkin ve yaygın ki…Örneğin yıkımlar yapılıyor ve yıkım mahalidışındaki kesimlerde oluşabilecek bütüntepkiler güvenlik ihtiyacına çubuk bükülerekönden eleniyor. Avukatlar adliyeye girerkenüstlerini aratacaklar deniyor, karşı çıkışlarınönüne akan suları durduracak bir buluşla,güvenlik ihtiyacı ile çıkılıyor. Sokaklar adımadım kameralarla izleniyor, her köşede poliskontrolleri yapılıyor, insanların telefonlarıdinleniyor ve bütün bunlar yine güvenlikkavramı ile meşrulaştırılıyor. Kısacasıtoplumsal yaşam adım adım bir karaütopyaya dönüşüyor. İnsanlar iki arada birderede kalıyor; bir yandan güvenliği içinendişe ediyor ve diğer yandan güvenliği tesisetmek adına atılan bütün bu adımlardanötürü kendini yine tehlikede hissediyor.Çünkü haksızlığı kamuoyu karşısında dahigizlenemeyen polis cinayetleri bile buargümanla pişirilerek insanların karşısınaçıkarılıyor. “Hata yapılmış olabilir ama yahata olmasaydı, ya canlı bomba olsaydı, yaterörist olsaydı, ya gözünü kırpmadan siziöldürebilecek bir katil olsaydı…” Somutolaydaki eli kanlı katil polis, bir andatoplumun güvenliğini sağlamak adına –istemeden elini kana bulamış- bir kahramanadönüştürülüyor. Kısacası yaratılmak istenenkorku toplumunun temel yapı malzemesinigüvenlik sorunsalı oluşturuyor.

Bugün devlet terörünün hemen hergörünümünde, sistemin çeşitli kurumlarınınsorumluluğu söz konusu. Hedefli-hedefsiztüm cinayetler ve bundan sonra işleneceklerde böyle kavranmalı. Sonuçta polis buradauygulayıcı, istatistikleri bilfiil kabartan oolacak. Ancak bunu yaparken, güvenini yasaldüzenlemelere değil; kimi zaman yasalararağmen onları aklayan yargı mekanizmasınaborçlu. Bugün PVSK’daki maddelere atıfyaparak kendini kurtaracağını bilir, dünzamanaşımına güvenirdi, yarın da PVSK’nınilgili maddeleri yürürlükten kalksa dakendisini koruyacak bir mekanizmaolacağını bilecek. Medya ise yazılı basındanbaşlayarak bu uygulamalarıngerekçelendirmecisi gibi davranıyor. Ya dagörsel alanda, örneğin çektiği dizilerle(Behzat Ç. örneğinde çok net görüldüğüüzere) meşrulaştırıcısı rolü oynuyor. Busorumluluk ilişkisine daha başka özneler deeklemek mümkün. Kısacası, artık “Türkiyebir polis toplumuna dönüştürülüyor” demekyersiz. Bu dönüşüm kanımca çoktantamamlanmıştır.

Av. Ceren Uysal:

“Devlet terörü olağanlaştı”Olay yerinde keşif yapılması ve tanıkların dinlenmesi ile Alaattin

Karadağ’ın “yargısız infaz” sonucu öldürüldüğü gerçeği ortaya çıkacaktır.Mahkemenin adil bir karar verebilmesi için tanıkları olay yerinde dinlemesive olayı anlaması gerekmektedir. Bu nedenle keşfin yapılması birzorunluluktur.

Keşif günü olarak 19 Kasım tarihi veya yakın bir tarih belirlenmişolsaydı maddi gerçekliğin ortaya çıkması sağlanabilirdi. Bu tarihte keşifyapılması halinde günün koşulları, havanın karanlık olup olmadığınıntespiti, tanıkların olay ile ilgili beyanlarının doğru olmadığı ortayaçıkacaktır. Parkta başlayan ve ölümle sonuçlanan sokak arasındaki mesafe,hatlı minibüsün ana güzargahından çıkarılarak sanık tarafından ara sokağasokulmasının ne kadar tehlikeli olduğu, minibüs şoförünün vurulma şekli vekim tarafından vurulduğu belirlenecektir. Mahkeme tarafından dinlenentanıklar, polislerin yönlendirmesi ve baskısı ile yalan söylemişlerdir. Bazıtanıklar evlerinden veya evlerinin balkonundan olayların ayrıntılıanlatımlarını yapmalarına rağmen bulundukları yerden olay yerinigörmelerinin imkansız olduğu anlaşılacaktır. Ayrıca mahkemede henüz ifadevermeyen bazı tanıkların keşif sırasında tanıklık yapmaları sağlanacaktır.

Polislerin sanık olarak yargılandığı “yargısız infaz” davalarında genelolarak yargı tarafından sanıklar korunmakta ve aklanmaları için özel çabaharcanmaktadır.

Müdahil tarafın taleplerinin büyük bir bölümü reddedilmekte veyazamanında yapılmamaktadır. Bu tür davalar için çok önemli olarak kabuledilen keşif talepleri de gerekçesiz olarak reddedilmekte veya bilinçli olaraksürüncemede bırakılmaktadır. Mahkemelerin bu yaklaşımı sanıklarıcesaretlendilmekte ve yeni infazlara imkan sağlamaktadır.

İHD İstanbul Şube Başkanı Av. Abdülbaki Boğa:

“Failler halkın vicdanında hak ettikleri cezayı almışlardır”

İnsan Hakları Derneği olarak Karadağ davasına katılma talebindebulunduk ancak bu talebimiz mahkemecereddedildi.

Türkiye’de özellikle 90’lı yıllarda sivilalanda çok ciddi kayıplar yaşandı. Bukayıplar, devlet tarafından gözaltına alınıpkaybedilen insanlar, gözaltında işkenceyeuğrayarak öldürülen insanlar veya sokakortasında yargısız infazlar şeklindegerçekleşti. Bunların çok sayıda örneğimevcuttur.

Türkiye’de devlet hala bu konuda yargıyıçözüm aracı olarak görmekten uzak bir noktadadır. Gerek siyaseten gereksehukuk mevzuatı açısından bu böyledir. Mahkemeler hala işkencecileri,yargısız infaz gerçekleştiren şahısları, devlet görevlilerini aklama ve korumagüdüsüyle hareket etmektedir. Hele hele Karadağ olayındaki gibi ayenbeyan, görgü tanıklarının beyanları ve bütün delilleriyle ispat edilebilecekdavalarda iki yıla yakın bir süredir sonuç alınmaması hukukun geçmişteolduğu gibi infazcıları koruma güdüsüyle hareket ettiğini, davayı sonucagötürme konusunda ağır aksak ilerlediği intibasını uyandırmaktadır. Oysaortada bir suç ve bu suçun failleri varsa, delilleri açıksa bu davayısürüncemede bırakmanın bir anlamı yoktur. Bunun hukuksal bir izahı dayoktur.

Biz insan hakları savunucuları olarak bu tür davaların takipçisiolacağımızı her zaman söyledik, yine söylüyoruz. Temel ilkelerimizden biride budur. Özellikle yaşama hakkı kim ne düşünüyor olursa olsun hiçkimsenin dokunmaması gereken kutsal bir haktır. Bu güç hele devletse helebizim vergilerimizle bir organizasyon sağlamış, irademizin büyük birkısmını teslim ettiğimiz bir kurumsa canımızı, malımızı, namusumuzukoruması gerekenler yaşamımıza son veriyorsa, gözaltında kadınlaratecavüz ediyorsa, N.Ç davasında olduğu gibi 26 kişi içinde askeri, kamugörevlilerinin olduğu bir dosyada 13 yaşındaki bir çocuğu kendi iradesiylekendi bedenini pazarladığı yargı tarafından iddia ediliyorsa, bu ülkedehukuktan, yargının bağımsızlığından, adaletin tecelli ettiğinden bahsetmekmümkün değil.

Dolayısıyla Karadağ davasının bir an önce sonuçlanması gerekiyor. Birörnek teşkil etmesi lazım. Nitekim vicdanlar hiçbir katili yastığında rahatuyutmuyor. Ayhan Çarkınlar, İbrahim Şahinler şu anda dile geliyorlar.İşledikleri suçları teker teker anlatmaya başladılar. Failler hiçbir zaman gizlikalmayacak, halkın vicdanında zaten onlar hak ettikleri cezayı almışlardır.Hukukun da adalet duygusunu zedelememesi için bunu ispat etmesi lazım.

Page 10: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

“Yaşamak tek başınabir değer yargısıdır.

Nefes almak ise,yargılamaktır!” [1]

Antoine de Saint Exupéry’nin, “Yaşama anlam verenşey, ölüme de verir”; Rosa Luxemburg’un, “İnsan ikiucundan yanan bir mum gibi olmalı” sözleri banaAlaattin Karadağ’ı anımsatır…

Bir komünist olarak onun yaşamının anlamı, belki deen özlü biçimiyle, W. Shakespeare’in, “Hayat kısa… vebizler eğer yaşıyorsak, kralları çiğnemek için yaşıyoruz”dediği ‘IV. Henry’deki tümcelerde gizlidir sanki…

Bunlar böyle olduğu için takip ederim 19 Kasım2009’da Esenyurt-Avcılar’da sokak ortasında polistarafından katledilen Alaattin Karadağ’ın davasını…

Bunun için de davanın 26 Eylül 2011 tarihindekibeşinci duruşması sonrasında, polis ablukasınınortasındaki basın açıklamasında yaptığım kısakonuşmada, duruşma salonundaki gözlemlerimipaylaşarak, “Davanın artık sona erdiği” vurgusuyla,polise tetiği çektirenin kapitalist devlet olduğunusöylemiştim.

Hakimin, ÇHD’li avukatların uyarılarına gülerekyanıt vermesinin, “Ne yapayım bağırayım mı” demesinintarafsız olmadığının bir göstergesi olduğunun da altınıçizerek, mahkemeye Emniyet, İçişleri Bakanlığıtarafından ayar çekildiğini ifade etmiş ve nihayet bukoşullarda adalet beklentisinin “Nafile” olduğunu dilegetirip eklemiştim: “Sizin adaletiniz devrimcileriöldürme adaletidir”!

Üzülsem de, şaşırmadan belirtmem gerek: Birburjuva hukuk(suzluğ)u tulûatından başka değeriolmayan bu davadan bir sonuç çıkmayacaktır…

Çıkmayacaktır çünkü aslî terör kaynağı olan burjuvadevletin Alaattin Karadağ’a yönelik terörist cinayeti,elbette bu devletin bir fiili olarak yargılanıpcezalandırılamaz!

Evet, her coğrafyada olduğu üzere, bu ülkede deterörist nitelikleriyle burjuva devlet bir “hukuk(suzluk)”kaynağıdır…

Bunu ben değil; bir haber söylüyor…“Nasıl” mı?Associated Press (AP) haber ajansı, 11 Eylül sonrası

66 ülkede yaptığı araştırmada, güvenlik yasalarınınsertleştiğini, tutuklamaların arttığını saptadı.

Peki 66 ülke içinde en çok “terörist” hangi ülkedeçıktı dersiniz?

Bildiniz: Türkiye’de...2001’den beri dünyada 35 bin kişi terörist diye

hüküm giymiş.Bunların üçte biri (12 bini) Türkiye’de...Üstelik bizdeki patlama son 5 yılda yaşanmış:2005’te 273 olan “terörist” sayımız, 2009’da 6345’e

çıkmış.Bu hesaba göre… hükümet hoşuna gitmeyen herkese

“terör örgütü üyesi” damgası yapıştırıyor. Yani devasa birdevlet terörü uyguluyor…

Evet, Türkiye devasa bir devlet terörününuygulandığı coğrafya; Alaattin Karadağ da bu terörünkurbanıdır!

“Katil devlet”

Devlet cinayet işler… Katil de olabilir devlet…Bunları duymak kimilerinin hoşuna gitmese de

böyledir bu!

Mesela Ali Sirmen, “Devlet eliyle işlenmişcinayet”lerden söz eder; Özgür Mumcu, “MetinGöktepe… Hrant Dink... vb.” cinayetleri hatırlatır; birgazete, “1991’de Milliyet gazetesinde seçimlerle ilgili birhaber yayımlandı. Haberde ‘Bize göre parti yok’ diyendört üniversite öğrencisinden üçü artık yaşamıyor. Biriinfaz edildi, biri gözaltında kayboldu, diğeri kendiniyaktı,”[2] der…

Sonra Erdoğan’ın Dolmabahçe’de dinlediği BerfoAna’nın, 30 yıl önce “gözaltında kaybolan” (?) oğluCemil Kırbayır’ın işkencede katledilişi…

Veya Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’ndegörülen “faili meçhuller” davası!

Ya da Susurluk hükümlüsü eski Özel HarekâtçıAyhan Çarkın’ın, 1990’lı yıllarda Ankara’da işlenen üçfaili meçhul cinayet konusunda “dava arkadaşlarını”işaret etmesi!

Var olduğunu sonunda “yargı”nın da kabul ettiğiJİTEM’in marifetleri… “Faili meçhullerin izi”[3] …“Devletin mezarları”[4] …

7 yıldır bir arpa boyu yol alınamayan ve müdahilavukatlardan Oya Arslan’ın, “Bu gidişle dava 15 yıl dahauzayacak,” dediği “Hayata Dönüş Operasyonu” diyetezgâhlanan toplu kırım…

Siz bakmayın Ümraniye Cezaevi’ndeki müdahaledegörevli 267 jandarma ve görevli hakkında “faili belliolmayacak şekilde adam öldürme”, “birden fazla kişininölümüne sebebiyet verme”, “yaralama ve kötü muamele”suçlarından açılan davaya… 7 yıldır süregelen davadayalnızca 94 sanığın dinlenmesi ve diğer sanıklaramahkemenin kaç yılda ulaşacağı sorusu ortadayken!

Aslı sorulursa Berat Günçıkan, ‘Devletin ŞiddetTarihi’[5] başlıklı yapıtında cinayetleri, kayıpları vevahşeti gün yüzüne çıkarırken; bir devlet politikasıolarak şiddetin, ekonomiye, aileye, okula, sokağa,yansımasının izini sürer.

“Türkiye’nin yüzleşmesi gereken bir geçmişi var. Bu

hesaplaşma olmadan, geçmişin karanlık cinayetlerininfailleri yargılanmadan hukuktan söz etmek mümkündeğil,” diye haykırır…

Devlet şiddeti

Siz “Devlet yapmaz, etmez” denmesine aldırmayın…Kapitalist devlet, kusursuz bir şiddet aygıtıdır; başka

türlü de olamaz!“Yine çocuklar, yine polis şiddeti”; “Gözaltında

işkence”; “Elektrikli cop işkence yöntemidir,”haberlerinin adım başında karşımıza dikildiği Türkiye’dedevlet şiddeti (istisna değil) kuraldır…

Bunun kanıtı olarak, birkaç örnek yeter de artarbile…

i) İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu “9 yıllıkAKP iktidarında işkence devam etmektedir. Raporlar,Başbakan Erdoğan’ın ‘sıfır tolerans’ iddialarınıyalanlıyor,” derken; Türkiye İnsan Hakları Vakfı GenelSekreteri Metin Bakkalcı, T.“C”’nin “İşkenceye KarşıSözleşme”yi 1988’de kabul ettiğini, ancak işkenceninhâlen kamu görevlileri tarafından “sistematik” olarakuygulandığını vurguladı...

ii) Başbakan Erdoğan’ın Aralık 2010’da rektörlerleDolmabahçe’de gerçekleştirdiği toplantıyı protestoetmek için Türkiye’nin çeşitli illerinden gelenöğrencilere yönelik polis şiddetine ilişkin soruşturmadapolisin öğrencilere attığı gaz bombalarına Valilik“sakinleştirici” dedi. Öğrencilerin zarar görmemesi içincop yerine “biber gazı” kullanıldığı belirtildi…

iii) Öğrenci muhalefetine yönelik polis şiddetininBM’nin işkence tanımına tamamen uyduğuna dikkatçeken Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı Prof. Dr.Şebnem Korur Fincancı, “İşkencenin illa cezaevlerindeya da kapalı mekânlarda yapılması gerekmez. İşkencesokakta da olabilir. Ne yazık ki Türkiye’de Adli Tıpiktidarın tarafıdır” dedi...

Güncel10 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak

Cinayet(ler)in faili ve nedeniTemel Demirer

Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011

Evet, Türkiye devasa bir devlet terörünün uygulandığıcoğrafya; Alaattin Karadağ da bu terörün kurbanıdır!

Page 11: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

Güncel Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 11Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011

iv) Diyarbakır’da 20 Nisan 2011 günü BDP’nindesteklediği 7 adayın veto edilmesinin ardından yaşananolaylarda gözaltına alınanlar bir süre AKP il binasındatutuldu ve burada dayağa maruz kaldı…

v) Emniyet Genel Müdürlüğü Disiplin Kurulu,2011’in şubat ayında İstanbul Taksim’de kendisinekimlik soran polislere, cep telefonuyla konuştuğu için“bir dakika” diyen tiyatrocu Ü.S.’nin karakola getirilip“makul şüphe” gerekçesiyle çırılçıplak soyulmasıolayına karışan polislere herhangi bir ceza verilmesinegerek görmedi…

vi) Nihayet Yaşar Aydın’ın, “Hopa’da şiddetin adı:polis” diye özetlediği olaylarla ilgili dosyaya girenbelgeye göre polis o gün 127 el ateş açtığı Erdoğan’ınHopa’daki mitingi ve sonrası…

Hızla sıralayalım: Hopa’daki olayları Ankara’daprotesto ederken gözaltına alınanlar anlatıyor: Polisotobüsünde kelepçe, toplu dayak, küfür, hakaret, tacizvardı…

Hopa’da 31 Mayıs’ta Başbakan Recep TayyipErdoğan’ı protesto sırasında öğretmen MetinLokumcu’nun gaz bombasıyla yaşamını yitirmesiüzerine Ankara ve İstanbul’da aynı gün protestolardüzenlenmiş, başkentteki eyleme polis müdahale etmişti.Arbede sonrası Özgür Çağdaş Ersoy, Ozan Gündoğdu,Soner Torlak, Göksel Ilgın ve Ferat Konukçu; 3Haziran’da tutuklandı. Gösterilerde panzerin üzerineçıkan Halkevleri MYK Üyesi Dilşat Aydın, polislercekalçası kırılacak şekilde dövüldü.

vii) Özetle hak örgütleri, iktidarın söylemlerinin aksiyönünde hareket ettiği noktasında birleşiyor: AKPhükümetinin “İşkenceye sıfır tolerans” söyleminin“işkenceciye tolerans” noktasına geldiğine dikkat çekildi.

Polis ve askerin neredeyse her etkinlik ve toplantıyamüdahale ederek orantısız güç kullandığını dile getirenMazlum-Der Diyarbakır Şube Yöneticisi avukat SibelAteş, toplumsal olaylardan sonra yoğun işkencenin vekötü muamelenin kameralara yansıdığını da belirtti.

2010 yılında gözaltında işkence ve kötü muameleiddiasıyla İHD’ye yapılan başvuru sayısı 47 iken, 2011yılının daha ilk dört ayında bu sayının 33 olarak tespitedildiğine dikkat çeken Ateş, 2010 yılında gözaltı yerleridışında tespit edilen işkence vaka sayısı da 122 iken2011 yılının ilk dört ayında 81’e ulaştığını vurguladı.

Bunlar basına yansıyanlar, yani buzdağınıngörünen kısmı! Varın ötesini siz tahayyüledin…

Ya hukuk(suzluk) mu?

Bunları yapan,yaptıran,yapılmasınagöz yumanbir devletin hukuk(suzluğ)undanne beklenebilir ki?

Kapitalist devletinhukuk(suzluğ)u da,şiddetinin bir parçası,yani egemenliğinindolayımsız birenstrümanıdır!

Çünkü Şaban İba’nındeyişiyle, “Hukuk ve yargısistemden bağımsızolamaz.”

Aslında JacquesDerrida’nın, ‘Force and

Law/ Kuvvet ve Yasa’ başlıklı makalesinde otoriteninkökünde, yasanın konmasında, şiddetin varolduğunu[6]işaret etmesi de bundandır.

Bu nedenle de Max Weber devletin metafizikkavranışını reddetmiş, ama modern devletin kendineözgü araçları olduğunu ve bu araçlar dikkate alınaraktanımlanabileceğini öne sürmüştü. Bu araçlarınbelirleyici olanı şiddet araçlarıdır.

Bir başka ifadeyle, modern devletin belirleyiciözelliği şiddet araçlarını tekelinde tutması, fiziksel güçkullanma tekeline sahip olmasıdır.

Ancak, bu şiddet kullanma meşru olmalıdır. Yasalaradayanmalı, yasalara uygun olarak kullanılmalıdır. Şu daunutulmamalı: Modern devlet normatif yaptırım gücünesahip, yüksek derecede disiplinli ve dayatıcı bir siyasalörgütlenmedir, kurulu düzene uyulmasını ister.

Dolayısıyla, yasaları daima bir tehdit içerir. Yasalarındilinde bir şiddet vardır, fiziksel olmayan bir şiddet.Uyulmadığında şiddet kullanılacağı hatırlatılır. Hukukdüzeni şiddet üzerine kuruludur.

Franz Neumann, Weber’i izleyerek “fiziki zorkullanma” tekelini elinde bulundurmanın moderndevletin ayırt edici özelliği olduğu, bu tekelin meşruolması, hukuka dayanması gerektiği düşüncesinivurgular.

Bu çerçevede de “Adalet fikri kendi içindeki farklıtoplumlar tarafından belirli bir siyasi ve ekonomikiktidarın bir aracı olarak ya da bu iktidara karşı bir silaholarak icat edilmiş ve devreye sokulmuş bir fikirdir.Ama… adalet kavramının kendisi, her hâlükârda sınıflıbir toplumda ezilen sınıf tarafından kendisini haklıçıkarmak amacıyla yapılan bir hak iddiası görevinigörür.”[7]

O hâlde “olağanüstü hâl”in istisna değil kuralolduğu burjuva hukuk(suzluğ)un “adalet iddiası”nın daezilenler için sınıfsal bir eşitsizlik olduğu bir an dahiunutulmamalıdır…

AKP ve hukuk(suzluk)

AKP’ye bel bağlayan liberal zavallılığı elinin tersiyleitenlerin, Armağan Öztürk’ün, “Türkiye gerçeğinikarakterize eden olağan şüphelilik hâlinde başınıza heriş gelebilir. Korku ve belirsizlik siyasal sistemin temeliolmuştur,” saptamasının altını özenle çizmelerinde yararvardır…

Çünkü “Bir yerde ders verecekseniz, bir protestoyakatılacaksanız, poşu takacaksanız, kitap yazacaksanızaman dikkat,” vurgusuyla ekler Özgür Mumcu:

“Birini öldüren bir polisseniz tutuksuzyargılanıyorsunuz ve görevinize devam ediyorsunuz.Festus Okey davası bize bunu gösterdi. Festus Okey’iöldüren kurşunun çıktığı silahın sahibi olan polis

memuru dört yıldır tutuksuz yargılanıyor. Ancak bir siyasi partinin siyaset akademisinde

konuşma yapıyorsanız tutuklu yargılanıyorsunuz. KCKdavasının son aşaması bize bunu gösterdi. Prof. BüşraErsanlı, BDP Siyaset Akademisi’nde ders verdiği içintutuklu yargılanıyor.

Galatasaray Üniversitesi öğrencisi CihanKırmızıgül yanlış zamanda yanlış yerde poşuylagezdiği için, savcı beraatini istediği hâlde tutuklu

yargılanıyor. Hem de 21 aydır. Metin Lokumcu’nun ölmesiyle sonuçlanan Hopa

gaz bombası saldırısını protesto eden öğrenciler tutukluyargılanıyor.

Roman açılımı sırasında

‘parasız eğitim’ pankartı açma cüreti gösterdikleri içinFerhat Tüzer ve Berna Yılmaz 19 ay tutuklu kaldı.

ODTÜ öğrencisi Hüseyin Edemir bir bilgisayarçıktısında adı var diye 18 ay tutuklu kaldı.

Devrimci Karargâh davasında yayıncı ve editör BahaOkar bir kimlik fotokopisinde parmak izi olduğu içinaylardır tutuklu.

Ahmet Şık henüz yayımlamadığı bir kitap nedeniyleve başkasının bilgisayarındaki bir belgede ‘Ahmet’ibaresi geçtiği için aylardır tutuklu. Keza Nedim Şener.Seminer sırasında yurtdışında bulunduğu hâlde tutukluyargılanan Balyoz davası sanıkları da unutulmamalı.

Kimsenin neden tutuklu yargılandıklarını anlamadığıTuncay Özkan ve Mustafa Balbay kaç zamandır içeride?

Uzun tutukluluklar bunlardan ibaret değil. Çağdaş Hukukçular Derneği’nin raporu ve CHP

Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün açıklamasınagöre 500 öğrenci tutuklu yargılanıyor. Bunların bir kısmılise öğrencisi.

Tutuklu öğrencilerden bazıları tarihe karışmış,1970’lerden kalma THKP-C örgütüne üye olmaktansuçlanıyor.

Bu öğrencilerden hiçbirinde silah ele geçmemiş.Delil ne? Bazılarında delil olarak benim dekütüphanemde olan kitaplar gösteriliyor. Ne yapacağızyani, bu saatten sonra evdeki Komünist Manifesto’yu,Feuerbach ve Klasik Alman İdeolojisi’nin Sonu kitabınıyakacak mıyız? Ciddi ciddi iddianamelerde yer alıyor bukitaplar.

Burada adı geçen kimse, kimseyi öldürmektenyargılanmıyor. Ama hepsi tutuklu. Festus Okey’iöldürmekle suçlanan polis memuru ise dört yıldırtutuksuz yargılanıyor.

Terörle Mücadele Kanunu’nun Türkiye’yi getirdiğinokta budur…

Ana fikir şudur: Adam öldüren, TMK’danyargılanmıyorsa ve bir de polis memuruysa yıllarcatutuksuz yargılanır, hiçbir şey olmaz.

Ama bir yerde ders verecekseniz, bir protestoyakatılacaksanız, poşu takacaksanız, kitap yazacaksanızaman dikkat. Bir bakmışsınız, terör örgütü üyesiolmaktan yıllarca tutuklusunuz.

Silahsız 500 öğrencinin silahlı terör örgütüne üyeolmaktan tutuklu yargılandığı bir ülkede yaşıyoruz.”

Tüm bunların adı “ileri demokrasi” diye sunulansınıfsal “hukuk(suzluk)tur”!

Bu öyle bir şeydir ki, AKP’nin burjuvahukuk(suzluk)u yargı mensupları ve kollukkuvvetlerindeki devletçi rezervlerle birleşerek bir olağanşüpheliler toplumu yaratıyor!

Bu tabloda muhalefet gayrimeşru ilan ediliyorken;muhaliflere neden öyle oldukları soruluyor!

Muhalefet gayrimeşrulaştırılıp, kriminal bir vakahâline getiriliyor!

Hukuk(suzluk) adına öne çıkartılan akıl tutulmasıderinleşiyor.

Mahkemeler ise Kafka’nın “Josef K.”sındaki karamizahla betimleniyor!

Özel yetkili mahkemeler ve gizli tanıkuygulamalarıyla kristalize olan jurnalcilik burjuvaotoritaryanizmini karakterize ediyor.

Türk(iye) hukuk(suzluğ)u

Tüm bunlar burjuva Türk(iye) hukuk(suzluğ)uyla içiçe geçmiş gerçeklerdir!

Oral Çalışlar’a, “Yargının değişmesi kolay değil,”dedirten; E. Fuat Keyman’a bile,“Hukukun bittiği anlar”dan sözettiren; Soli Özel’e, “Kilit mesele:hukuk” gerçeğini anımsattıran;İlhan Cihaner’e bile, “ArtıkTürkiye’de bir hukuk düzenindensöz etmemiz mümkün değil. Bu butam bir ortaçağ hukuku; yaptım veoldu hukuku,” diye haykırttıran;

Page 12: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

Güncel12 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011

Süleyman Arıoğlu’nun “İktidarı eleştirenler tasfiyeediliyor,” diye betimlediği tabloya Diyarbakır HâkimiFaruk Özsu, “Türk yargısı, ‘taşranın kültürel kodlarınahapsolmuş, güce tapan, toplum ve birey düşmanı,antientelektüel, ahlâkçı, asosyal bir cemaattir’…”notunu düşüyor!

21 Eylül 2010’da tutuklanan ve “Devrimci KarargâhDavası”nda yargılanan Tuncay Yılmaz’ın, “Sessizkalmayanları sokakta gazlıyor, olmazsa senaryoiddianameler, tiyatro davalarla tutukluyorlar. Örnek mi?İşte KCK Davası, işte Devrimci Karargâh Davası, işteHopa Davası...” kaydını düştüğü tablodakihukuk(suzluk)un temelinde, “raison d’etat/ hikmet-ihükümet” olarak “devlet sırrı”;[8] “devleti koruma”kayıtlarıyla betimlenen “olmazsa olmazlar” vardır!

Bu da “Devlet ideolojisine göre hukuk”un“şirazeden çıkmış yargı”sını[9] devreye sokarken;devlet, tüm varlığını/ gücünü/ kendisini var eden herşeyi, sınırsız ve kayıtsızca kullanabilmeolanağına kavuşurken; sınıfsal diktatörlükvücuda gelir.

İşte bunun için de Carl Schmitt’in oünlü cümlesini hatırlayalım: “Egemenolağanüstü hâle (istisna hâline) kararverendir.”

İşte tüm bunlar unutulmadan, birYargıtay yargıcı, Celal Çelik’in,“yargının… çok derin sıkıntılaryaşadığını”, hatta “bittiğini” söylediğiTürk(iye) hukuk(suzluğ)una mündemiç şuörneklere göz atılmasında fayda vardır:

i) Yargının Kürt adaleti başka işliyor.Yargılananlar Kürt olunca mahkemelerinadalet terazisi de değişiyor. Ankara’daKürtçe şarkı söyleyen Emrah Gezer’iöldürenleri beraat ettiren mahkemeler,polise tekme attığı iddiasıyla ÜmitKapagan’a 9 yıl, basın açıklamalarınakatıldıkları iddiasıyla yargılanan 3öğrenciye de 22 yıl hapis verdi…

ii) Anayasa Referandumu öncesi, 18 Ağustos 2010tarihinde Siirt’in Kurtalan İlçesi’nde yapılan mitingdehalay çeken BDP İlçe Örgütü eski başkanı ve ilçeyöneticilerine, “örgüt propagandası” yaptıkları iddiasıylabirer yıl hapis cezası verildi. Ceza verilen BDP Kurtalanİlçe Örgütü eski Başkanı Abdulgafur Kubilay, sözkonusuceza ile Kürtlere halay çekmenin de yasaklandığınısöyledi…

iii) Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbulŞube Sekreteri Güçlü Sevimli, 20 öğrencinin 1 yılı aşkınsüredir cezaevinde tutuklu bulunduğunu, gerçek sayıyıtespit edemediklerini belirterek Adalet Bakanlığı’nıngerçek sayıyı kamuoyuna açıklamasını istedi. BaştaBursa, Malatya, Adana, Ankara ve İstanbul olmak üzereyurdun çeşitli yerlerindeki hapishanelerde, 500’ü aşkınöğrenci çeşitli gerekçelerle tutuklu bulunuyor…

iv) Özgürlükçü Gençlik Derneği üyesi gençlerinevini basarak gözaltına alan polisler, HikmetKıvılcımlı’nın kitaplarını suç delili olarak gösterdi.Gözaltına alınan Özgürlükçü Gençlik Derneği üyesigençlere, savcılıkta, “Hikmet Kıvılcımlı’yı nedenokudunuz?” sorusu soruldu…

v) Başbakan’ın katıldığı 14 Mart 2010 tarihindekiRoman Çalıştayı’nda “Parasız eğitim istiyoruz” yazılı birpankart açıp gözaltına alınan, sonra da örgüt üyeliğiiddiasıyla tutuklanan Ferhat Tüzel ve Berna Yılmaz’adestek için Edirne’de sokakta çadır kurup bildiri dağıtanyedi üniversiteliye de dava açıldı…

vi) Yenibosna’da 7 Ekim 2007’de Yürüyüş dergisisatarken polis kurşunuyla vurularak felç olan FerhatGerçek’in davası, Adli Tıp’tan rapor gelmediği içinyerinde sayıyor. 4 yıldır süren davada mahkeme, hâlâGerçek’in vücuduna isabet eden mermiyle ilgiliaraştırma yapıyor…

vii) Zeynep Oral’ın, “Yargı tecavüze ortak” vurgusu;Umur Talu’nun, “T.C. büyük, N. Ç. küçük!” ironisiyle

betimlediği davada Yargıtay 14. Ceza Dairesi, 2002’deMardin’de 13 yaşında satıldığı 26 kişinin tecavüzüneuğrayan N.Ç. ile ilgili davada, büyük eleştirilere nedenolan mahkeme yorumunu doğru buldu! Yargıtay, hükümverirken, yerel mahkeme gibi, küçük kızın, babası,dedesi yaşındaki kişilerle rızasıyla birlikte olduğuyorumundan hareket etti…

viii) “Adı bir öldürmeye karıştığı için ‘12 Eylülhukuku’ ile 36 yıl hapis cezası alan Tahir Canan, 1991’detahliye oldu. Ama bu kez de örgüt üyesi diye tutuklandıve 12.5 yıla mahkûm edildi. Eski cezasını da üstünekoydular. Aradan 18 yıl geçmesine rağmen Canan’atahliyesi için üç ayrı tarih verdiler.”

ix) “Fener’e Dokunan da Yanıyor!” Deniz Fenerisoruşturmasından el çektirilen Cumhuriyet Savcısı NadiTürkaslan HSYK’ya sunduğu savunmasında görülmemişzorluk ve müdahaleyle karşılaştığını belirtti.

x) Eski İstanbul Barosu başkanlarından 49 yıllıkavukat Turgut Kazan,savunmasınıüstlendiği eskiErzincan CumhuriyetSavcısı İlhan Cihaneriçin yazılan birmektup nedeniyle “3yıl hapis vemeslekten men”istemiyle 1 Kasım2011’de Erzurum 2.Ağır CezaMahkemesi’ndehâkim karşısınaçıkıp, “Böyle birTürkiye yaratmışolanlardan, Türkiyeadına utanıyorum”dedi…

xi) FestusOkey’in

öldürülmesiyle ilgili dava Nijerya’dan gelecek evrakatakılırken, bunu protesto edenlere soruşturma açıldı.Mahkemenin 11 duruşmadır öldürülen kişinin “gerçek”Festus Okey olup olmadığına ilişkin Nijerya’danbeklediği evrak, dosyaya yine ulaşmadı. Dava 2008’denberi bu belgeye takılırken, mahkeme, kendisini evrakıbekleyip dosyayı oyalamakla suçlayan beş avukatladavayı takip eden Göçmen Dayanışma Ağı’nın 30 üyesihakkında “adil yargılamayı etkileme” iddiasıylasoruşturma açtırdı…

xii) HES eylemine katıldığı için mahkeme tarafından“eylemlerde bulunanlarla konuşması” yasaklanan 17yaşındaki Leyla Yalçınkaya’nın itirazı kısmen kabuledildi. Tortum İlçesine bağlı Bağbaşı Beldesi’nde 5 Eylül2011’deki HES eyleminde bulunduğu gerekçesiyle LeylaYalçınkaya eylemci 13 kişiyle görüşemeyecek! AyrıcaLeyla’nın ailesinin de HES mağduru olduğu ortaya çıktı.Leyla’nın babasına 5 bin lira tazminat davası açıldı,annesi ve kız kardeşi eylemlere katıldığı için karakolagötürüldü ve “uyarıldı”. Babaanneye de 250 lira paracezası kesildi. Ailede sadece 14 yaşındaki Murat ve 7yaşındaki Fatih henüz HES cezası almadı…

xiii) Osmaniye’de aile içi tartışma nedeniylegözaltına alınan Metin Serdar Gökçe, karakolda beş polistarafından feci şekilde dövüldü. Ayağı iki yerden kırılanGökçe hakkında beş ay sonra da “kamu görevlisinehakaret ve direnme” suçundan 10 yıl hapis istemiyledava açıldı…

xiv) Ankara’daki Hopa eylemine “terör” davasıaçıldı. Deliller: Tişört, şemsiye, kısaltılan saç...Milletvekili Ertuğrul Kürkçü de iddianamede“terörist”…

Ankara’da Hopa olaylarını protesto eden 28 kişihakkında “THKPC Devrimci Yol Devrimci Gençlik”isimli terör örgütü üyesi olmaktan dava açıldı.Şüphelilerin evlerindeki sol içerikli kitaplar, basketbolcutişörtü, not defterleri delil sayıldı, olay yerinde bulunan

bir şemsiye, sert plastik boru ve flama sopası da suç aletiolarak yer aldı…

“Sonuç yerine”

Buraya kadar ifadeye gayret ettiklerim bağlamındadiyebilirim ki, ne sokak ortasında katledilen AlaattinKaradağ’ın ne de ötekilerin davasında hukuki birbeklentim sözkonusu değil…

Her ne kadar F. Schiller 1800’lerde, Yasanın gözü”metaforuyla hukuka gönderme yaparak, “Korkutamazgece kimseyi/ Yasanın gözü nöbettedir,” dese de,[10]ben, bu burjuva saptamaya inat, bizim gözümüzün,örgütlü özgürlük mücadelemizin burjuva yasalarınüstünde olması gerekliliğin altını özenle çizerek; V. İ.Lenin’in, “Paranın gücü üzerine kurulmuş bir toplumdabir avuç zengin asalak bir ömür sürerken, emekçikitlelerin sefalet içinde kıvrandığı bir toplumda gerçek vetam bir özgürlük olamaz”; İgnazio Silone’nin,“Özgürlük, size armağan edilmiş bir şey değildir. İnsankendi özgürlüğünü başkalarından dilenemez. Özgürlükhalkların alın teriyle kazanabilecekleri emektir,”sözlerinin altını özenle çiziyorum…

Kaldı ki Walter Benjamin’in, “Ezilenlerin geleneğigösteriyor ki, içinde yaşadığımız ‘olağanüstü hâl’, istisnadeğil kuraldır. Buna denk düşen bir tarih anlayışınaulaşmak zorundayız. O zaman açıkça göreceğiz ki,gerçek olağanüstü hâli yaratmak bize düşen birgörevdir,” diye betimlediği tabloda; burjuvahukuk(suzluk)ca kural hâline getirilmiş sahte olağanüstühâle, yani sistemin bekası ve güvenliği için halklarauygulanan teröre karşı tek seçenek özgürlükmücadelesini yükseltmektir…

Hem de Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şu dizelerieşliğinde: “Savcı nedir düşündün mü?/ Bıçakları uçlukılan?/ Bir eski hak alınmamış, bir dere kan sorulmamış,/Şunun bunun alın teri,/ Alınları taçlı kılan./ Savcı nedirdüşündün mü?/ Yazıları suçlu kılan?/ Usla, yüreklebüyümüş, gündüzler geceye karşı,/ Ama nedir çağlarüzre,/ beni senden güçlü kılan?”[11]

Nihayet diyebilirim ki, Alaattin Karadağ’ın davasınınbana hatırlattıkları özetle bunlardır…

8 Kasım 2011 13:06:56

N O T L A R [1] Albert Camus.[2] “Bir Haber, Dört Hikâye, Üç Kayıp Yaşam”,

Taraf, 26 Aralık 2010, s.8.[3] İlhan Taşcı, “Faili Meçhullerin İzi Susurluk’ta

Aranacak”, Cumhuriyet, 15 Eylül 2011, s.8.[4] Erdal Engin, “Devletin Mezarları”, Demokratik

Toplum, 10-16 Ekim 2011, s.22-24.[5] Berat Günçıkan, Devletin Şiddet Tarihi, Agora

Kitaplığı, 2010.[6] Jacques Derrida, Şiddetin Eleştirisi Üzerine, der:

Aykut Çelebi, çev: Zeynep Direk, Metis Yay., 2010.[7] Michel Foucault-Noam Chomsky, İnsan Doğası:

İktidara Karşı Adalet, çev: Tuncay Birkan, BGST Yay.2005.

[8] Meclis’e gönderilen Devlet Sırrı KanunuTasarısı’yla, bilgi ve belgelere devlet sırrı niteliğiniverme işlemlerini yapmak üzere BaşbakanlıkMüsteşarı’nın başkanlığında Devlet Sırrı Kurulukurulacak. Mahkemelerce talep edilen devlet sırrı niteliğitaşıyan bilgi ve belgeler, kurulca gerekçesi belirtilmeksuretiyle verilmeyebilecek. (“Yargının ‘Devlet Sırrı’naUlaşması Zorlaşıyor”, Cumhuriyet, 3 Kasım 2011, s.5.)

[9] Hüsnü Öndül, “Hukuk Şirazesinden Çıkarsa”,Evrensel, 3 Kasım 2011, s.2.

[10] Michael Stolleis, Yasanın Gözü, Çev: ArifÇağlar, Kitap Yay., 2010.

[11] Fazıl Hüsnü Dağlarca, “Dört Kanatlı Kuş”,Büyük Türk Şiiri Antolojisi, derleyen: A. Behramoğlu,Sosyal Yay.

Buraya kadar ifadeyegayret ettiklerim

bağlamında diyebilirim ki,ne sokak ortasındakatledilen AlaattinKaradağ’ın ne de

ötekilerin davasındahukuki bir beklentimsözkonusu değil…

Page 13: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

Parti şehitleri Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 13Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011

Komünist işçi Alaattin Karadağ (Nurettin) yoldaş19 Kasım 2009 tarihinde ölümsüzler kervanına katıldı.TKİP’nin seçkin bir üyesi olan Alaattin yoldaş, partifaaliyeti sırasında düşmanla girdiği çatışmada yaralıolarak ele geçirildi. Ama düşman O’nun devrimcikimliğini iyi tanıyordu ve kendi hukukunun işlemesinibile beklemeyerek infaz etti. Alaattin yoldaş sokakortasında polis kurşunu ile katledildi!

Ölümüyle de Parti’yi onurlandıran Alaattin yoldaş,en az bunun kadar yaşamıyla da Parti’yionurlandırmış, bugünün devrimcileri için örnek birkimliğin temsilcisi olmuştur.

Habip, Ümit ve Hatice’den öğrenen Alaattin’den öğrenmek

Alaattin yoldaş, kendinden önce şehit düşenyoldaşlarından öğrenerek yeni bir örnek hayatbırakmıştır geriye. Bunun en yalın anlatımı, yoldaşınşehit düşmesinin ardından yapılan parti açıklamasındaifade edilmiştir. Açıklamada belirtildiği gibi, O,Parti’nin “seçkin bir üyesi”dir. Bu ifade, yoldaşınölümünün ardından yapılan sıradan bir güzellemedeğildir elbette. Bu niteleme, yoldaşın örgütselhiyerarşideki yerinden değil, devrimci kimliğinden,parti ve devrim davası adına yüklendiği sorumluluktanve devrimin zaferi için kendisine biçtiği misyondangelmekteydi. Sonrasında çeşitli vesilelerle anlatılanyaşamı bunu tüm açıklığı ile ortaya sermektedir.

Alaattin yoldaş proleter kökenli bir komünisttir.Mensubu olduğu sınıfın kurtuluşuna adamış birdevrimcidir. Sınıfının kurtuluşuna yönelikadanmışlığını Parti ile birleştirmiş, hayalini kurduğukurtuluşun ancak sınıfın devrimci partisininkurmaylığı ile gerçekleşebileceğini kavramıştır. Bukavrayış sayesindedir ki, genç yaşta başladığıprofesyonel devimcilik yaşamını Parti üyesi olmaonuru ile taçlandırmıştır.

Yoldaşın devrimci kimliği açık bir bilinç ve köklübir inançla yapılan tercihin ürünüdür. Daha 18 yaşındaiken, yanına kendisinden küçük kardeşini alarak,ailesini ve düzenle olan bağlarını geride bırakarakbüyük sanayi şehirlerinde profesyonel devrimcilikyapmaya gidişi bu açıklığın ve inancın kanıtıdır.Alaattin yoldaş tercihini en başta yapmış, geri kalanyaşamını ise bu tercihin gerekliliklerini yerinegetirebilmek üzerinden kurmuştur.

İnanç yüklü bir sıra neferi

Alaattin yoldaşın devrime bağlılığı, örgütsel

kimliğine de şekil vermiştir. Bir sıra neferi ruhuyladevrim işçiliği yapmıştır. Bir devrimci için örnek birörgütlü kimlik demektir bu. Büyük küçük demeden,Parti’nin kendisine verdiği tüm görevleri yüklenen,devrim davasının sorumluluğunu en derinden hissedenbir sıra neferi ruhu yansır bu örnek kimlikten.

Yoldaşın yaşamı bunun örnekleriyle doludur yine.Genç bir devrimci olarak büyük bir şehre adımattığında Parti’nin içinde bulunduğu bazı olumsuzkoşullarla karşılaşmasına rağmen heyecanınıyitirmemesi, inancının sarsılmasına izin vermemesi buörneklerden biridir. Ya da başka bir ile İK üyesi olarakatanmışken, kendisinden daha deneyimsiz bir yoldaşıyanına alarak afişlemeye çıkması, O’ndaki sıra neferiruhunu anlatmaya fazlasıyla yeterlidir.

Onuruna ve partisine sahip çıkan bir direnişçi

Partili kimliğin bir başka yansıması da devrimcinindirenişçiliği üzerinden gerçekleşir. Bu da en az örgütlükimlik kadar önemlidir partili bir militan için. Parti’yive devrimci onuru korumak, parti bayrağını düşmanınkarşısında düşürmemek her militan için bir görevdiraynı zamanda. Gerekli koşullarda bu görevin layıkıylayerine getirilebilmesi parti ve devrim davasının neölçüde içselleştirildiği ile de yakından ilgilidir.

Alaattin yoldaş örnek bir direnişçidir. Bir devrimciolarak onurunu düşmana teslim etmemiştir.Kendinden önce ölümsüzleşen diğer yoldaşlar gibiParti onurunu korumayı her şeyin başına koymuş,gerektiğinde bedenini ölüme yatırmakta tereddütetmemiştir.

İzmir’deki bir mitingde parti materyallerinikullandıktan hemen sonra düşmanın eline geçmiş,daha bu anda da direnişe başlamıştır. Düşman saldırısıdaha en başından göğüslenmiş, düşmanın gözaltıçabaları bile direnişle karşılanmıştır. İşkencedekazanan yine Alaattin yoldaş olmuştur. Yoldaşlarındandevraldığı parti bayrağını işkencecilerin karşısındayere düşürmemiş, onu titizlikle korumuştur. İşkencesonrası ise yeni bir direniş alanıdır yoldaş payına.Zindan direnişinin sarsılmaz neferidir artık. Günügeldiğinde bedenini açlığa yatırmış, şanlı Ölüm Orucudirenişindeki yerini almıştır.

Alaattin yoldaş tüm bu süreçlerden alnının akıylaçıkmayı başarmıştır. Özellikle zindan direnişisonrasında oluşan atmosferin basıncıyla nicedevrimcinin safları terk ettiği bir dönemde o Parti’yesarılmış, dışarıdaki mücadeleye kaldığı yerden devametmiştir. Ölümsüzleşene kadar da yaşamını bir kavga

adamı olarak sürdürebilmeyi başarmıştır.

Yoldaşlarına ölümüne bağlı bir devrimci

Alaattin yoldaş insani güzellikleri de kendindetoplayan bir devrimcidir. Tıpkı Habip yoldaş gibi, o dakendisinden daha genç devrimcilere moral ve enerjitaşıyan bir komünisttir. Cezaevi süreci sonrasındakaleme aldığı rapordan yansıyanlar buna tanıktır.

“Yoldaşlık üzerine gelen kurşunu bilepaylaşmaktır”… Pratiğiyle bu sözüne sadakatinigösteren Ümit yoldaşın ardından Alaattin yoldaş da butanımın gerçekliğini kanıtlamıştır. Alaattin yoldaş,birlikte faaliyete çıktığı yoldaşını koruyabilmek içindüşmanla çatışma yoluna gitmiş ve bu çatışmanınsonucunda şehit düşmüştür. Bu örnek bile ondakiyoldaşlık anlayışını ortaya sermeye yeterlidir. Kaldıki, bu açıdan onun ilk örneği de değildir şehitdüşmesine neden olan bu olay. Onun için yoldaşlarınaölümüne bağlılık Parti’ye bağlılık demektir. Parti, ensade ifade ile, devrim davasına ölümüne bağlıdevrimcilerin gönüllü birliği üzerinden şekillenen birmüfreze değil midir zaten?

Parti yeni Alaattinler yetiştirecektir

Alaattin yoldaşın parti ve devrim davasınakattıkları, Parti ile karşılıklı olarak kurduğu ilişkininsağlam temellerine dayanmaktadır. O bir devrim işçisiolarak bu dava için emeğini, canını ve nihayetindekanını ortaya koymuş; komünist işçi partisi de bumalzemelerle sarsılmaz bir dava adamı yaratmıştır.Diğer tüm yoldaşlar gibi, Alaattin’den Nurettin’edönüştüğü zaman Parti’nin ışığıyla bulmuştur yolunu.

Alaattin yoldaş ölümsüzleşmiştir. Ancak onuncanını kattığı Parti dimdik ayaktadır. Bu demektir ki,Parti yeni Alaattinler yetiştirecektir. Giden hiçbiryoldaşın yeri dolmayacak elbette, ama yeni AlaattinlerAlaattin Karadağ yoldaşın mirasını layıkıylaomuzlayacak, anısını kıskançlıkla koruyacaklardır.Orak-çekiçli kızıl bayrağa sarmalayıp geleceğetaşıyacaklardı ondan kalanı.

Ve zafer günü… Habipler, Ümitler, Haticeler veAlaattinler önder yoldaşlarının kanıyla boyanan kızılbayrağı burjuvazinin burçlarına dikeceklerdir.

Habip, Ümit, Hatice ve Alaattin yoldaşlar yaşıyor,TKİP savaşıyor!

Ölümsüzlüğe uğurlanışının 2. yılında Alaattin yoldaş üzerine...

Partili kimliğin örnek bir temsilcisi!

Page 14: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

Sınıf hareketi14 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011

Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme KuruluKasım ayı toplantısını gerçekleştirdi. Bir dizi gündemiele alarak çeşitli sonuçlar çıkardı. Toplantınıngündeminde şu başlıklar yer aldı:

- Genel siyasal gelişmeler - İşkolunun gündemi - Bülten

Genel siyasal gelişmeler:- Bu gündem başlığı altında ağırlıkla tartışılan konu

Kürt sorunu ile bağlantılı gelişmeler oldu. Konuyla ilgilikapsamlı tartışmalar yürüten MYK şu sonuçlara vardı:

1. Sermaye devleti Kürt emekçi halkının ulusalözgürlük ve eşitlik taleplerini yok saydığı gibi, halkınmücadele iradesini kırmak için de geleneksel inkar veimha politikalarına başvuruyor. İşte bugün tırmandırılansavaş ve saldırganlık politikalarının gerisinde de bupolitikalar var. Bir halkın haklı ve meşru taleplerinibastırmaya çalışanlar yaşanan ölümlerin desorumlusudur.

2. Devletin bugün tüm hatlarıyla tırmandırdığı busavaş ve saldırganlık yöneliminin gerisinde ABDemperyalizminin açık desteği bulunuyor. Bu desteğinnedeni de ABD emperyalizmi yararına Ortadoğu’daüstlenilen gerici rollerlerdir. AKP eliyle devlet, bölgedeABD’ye kalkan olurken diğer yandan da bölgedemaşalığa soyunuyor. İşte bu nedenle Kürt halkınadüşmanlık aynı zamanda Ortadoğu’nun emekçihalklarına düşmanlıkla birleşiyor.

3. Fakat devlet ve düzen, sorumlusu olduğu askerölümlerini de kullanarak bu gerçeklerin üzerini örtüyor.Irkçı-şoven kampanyalarla halkları birbirine düşmanediyor. Böylelikle de hem kardeş bir halka yönelikhaksız bir savaşı meşrulaştırıyor, hem de toplumuyönetmenin olanaklarını yaratıyor.

4. Düzenin bu kirli siyasetinin en önemlidestekçilerinden biri de sendika ağalarıdır. Öyle ki buağalar bırakalım yukarıda özetlenen gerçekleri, aynızamanda bu ırçkı-şoven saldırganlığın taşeronları olarakhareket ediyorlar. Böyle yapıyorlar çünkü aynıçöplükten besleniyorlar. Burjuvazi ile birlikte işçisınıfının canına okuduktan sonra, vatan-milletedebiyatıyla tüm bu gerçeklerin üstünü örtüyorlar. İşçisınıfının hakları için kıllarını kıpırdatmazken, böylesinegerici bir suç ortaklığına imza atıyorlar.

5. İşkolumuzdaki sendikalardan Türk Metal veÇelik-İş yönetimlerinin tutumu da bu bakımdan farklıdeğildir. İşçi hakları sözkonusu olduğunda seslerisolukları çıkmayan bu sendikalar, milliyetçilikteşampiyonluğu kimseye bırakmadılar. Fakat asıl dikkatçekici olan “ilerici”, “solcu” geçinen Birleşik Metalyönetiminin de onlardan geri kalmamasıydı. “Terörülanetlemekte” diğerleriyle yarışan bu yöneticiler, “şiddetson bulsun” türünden asgari demokratlığın sınırlarındabir tutum dahi alamadılar. Böylelikle de bir kez dahaDİSK’in değerlerinin ne kadar uzağında olduklarınıkanıtladılar.

6. Deprem bu devletin Kürt halkı üzerinde yarattığıfelaketi katmerli hale getirmiştir, düzen ve devlet Kürthalkını bir de böylelikle vurmuştur. Deprem aynızamanda düzenin örgütlediği şovenizmin ve ırkçılığıntüm çirkinliğini de ortaya koymuştur. Öyle ki depremfelaketi düzen cephesinden utanç verici birmemnuniyetle karşılandığı gibi, yardımlar terbiyeetmek amacıyla sopa gibi kullanılmaya çalışılmıştır.Aynı zamanda ise “milli birlik-bütünlük” masallarıokumak için malzeme yapılmıştır. Fakat ne yaparlarsa

yapsınlar deprem felaketi aynı zamanda emekçi halklararasındaki kardeşliğin güçlenmesinin fırsatınadönüşmüştür. Çünkü devletin yıkımı altında acı çekenKürt emekçi halkına hiçbir çıkar beklemeden uzanan elemekçilerin eli olmuştur.

7. Tüm bu değerlendirmelerden hareket ederek ilerive öncü işçilerin görevlerini ele alan MYK, ırkçılığa veşovenizme karşı mücadelenin önemine dikkatçekmektedir. Bu mücadele bir yandan düzenin ırkçı-şoven kampanyaları karşısında “İşçilerin birliği,halkların kardeşiliği” anlayışını işçi sınıfı içerisindeyaymak anlamına gelirken, diğer yandan ise “sınıfakarşı sınıf” çizgisinde mücadeleyi derinleştirmekdemektir. Diğer taraftan ise şovenizmi işçi sınıfınataşımakta uğursuz bir rol üstlenen sendika ağalarınakarşı mücadele de etkin bir tarzda örgütlenmekdurumundadır. Deprem yıkımı altında kalan kardeş Kürthalkıyla dayanışmayı fabrika zemininde örgütlemeközel bir önem taşımaktadır.

- Toplantıda ayrıca sınıfa yönelik Ulusal İstihdamStratejisi adı altında örgütlenen kapsamlı saldırı planı dabir kez daha gündeme alınmıştır. Yapılan tartışmalardamücadelenin henüz oldukça geri olduğu tespitiyapılırken, mücadeleyi örgütlemek bakımından yoğunve sistematik bir aydınlatma çalışmasının belirleyiciönemine bir kez daha vurgu yapılmıştır. Bu kapsamdayapılacak çalışmaları “saldırıyı anlatmadık işçibırakmamak” iddiasına uygun bir seferberlikleyürütmeliyiz.

- Asgari ücret ve Ocak zamları gündemi ise tartışılanbaşlıklardan biri oldu. İşçi sınıfının ana gövdesinintoplu sözleşme hakkından yoksun ve asgari ücretsınırlarında bir ücrete talim ettiği, ayrıca sermayedevletinin iğneden ipliğe okkalı zamlar yaptığıkoşullarda bu konunun hayati önemi ortadadır. Bukapsamda “İnsanca yaşamaya yeterli asgari ücret” talebidoğrultusunda eylemli mücadele yükseltilmelidir. Diğeryandan ise Ocak zamları vesilesiyle bu mücadeleninpatronlarla işçiler arasında sert mücadelelere nedenolacağı da açıktır. Birlik bileşenleri bu anlayışla metalişçilerini bu mücadeleye hazırlamak ve mücadeleyisermaye karşısında başarıyla yönetmek sorumluluğuylahareket etmek durumundadırlar. Bu hedefdoğrultusunda işçileri talep etmek ve mücadele içinörgütlenmek konusunda aydınlatmalı, bulunduğumuztüm alanlarda bu doğrultuda pratik müdahale çabası

içerisinde olmalıyız. MYK bu bakışla mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt

vermek üzere, merkezi düzeyde bir dizi aracıhazırlayarak kullanıma sunacaktır.

- İşkolunun gündemi:Bu gündem başlığı altında işkolundaki gelişmeler

çeşitli cephelerden ele alınmış ve pratik bazı sonuçlarçıkarılmaya çalışılmıştır. Ele alınan başlıklar içerisindetek tek fabrikalardaki örgütlenme ve mücadelesüreçleriyle birlikte sendikalar cephesinden yaşanangelişmeler de masaya yatırılmıştır. Bu bakımdanözellikle Birleşik Metal genel kurul süreci üzerindedurulmuştur.

Birleşik Metal genel kurulu süresince başındanitibaren görülen kaba bürokratik ve dayatmacı tutumlarGebze Genel Kurulu’nda uç bir noktaya ulaşmıştır.Birleşik Metal ve DİSK’in mücadele değerlerine lekesürecek kadar ileriye gidilmiştir. Devrimci eleştiri vemuhalefet karşısında tuttukları koltuklara dayanarakgericilik yapanlar işi aralarında sendika üyelerinin debulunduğu devrimci işçileri, genel kurul salonunaalmamaya kadar vardırmışlardır. Bu pervasızlığı işçisınıfı ve metal işçileri unutmayacak ve mutlaka hesapsoracaklardır.

Belirtmek gerekir ki sendikanın büyük bedellerleyaratılmış değerlerine böylelikle leke sürenler,böylelikle genel kurulların sınıf yararına sonuçlardoğurmasının da başta önüne geçmişlerdir. Mücadeleyigeliştirmek, güçlendirmek gibi amaçlar yerinekoltuklarını sağlamlaştırmak için kaba ve çirkinyöntemlere başvuranların ne işçi sınıfı mücadelesine vene de Birleşik Metal’e verecekleri hiçbir şey olamaz.

Bu gerçeklerin altını çizen MYK bir kez dahasergiledikleri yöntemlerle Türk Metal çetesiyle aynıçizgiye düşen bu bürokrat takımını kınamakta ve ileri-öncü ve devrimci işçileri hesap sormaya çağırmaktadır.

- Bülten:Bültenin Kasım sayısı üzere daha önce yapılan

planlamayı gözden geçiren MYK, güncel gelişmelerüzerinden konu başlıklarını belirlemiş ve yeni birplanlama yapmıştır.

Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu5 Kasım 2011

Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu Kasım Ayı Toplantısı

Değerlendirme ve kararlar

Page 15: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

Sınıf hareketiSayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011.

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 15

“…Dünyanın hiçbir yerinde proletaryanıngelişmesi, sendikalar olmadan, sendikaların ve işçisınıfının partisinin karşılıklı eylemi olmadangerçekleşmemiştir ve gerçekleşemez.” (Lenin)

Marks’ın ya da Lenin’in sözlerinin çarpıtılması ya dasöylenen sözlerin sadece işlerine yarayan kısmınınalınması günümüzde pek çok sol hareketin yaygıneğilimi haline geldi. Marksizm’den, devrimcilikten sözeden, tartışmalarda (mangalda) kimseye söz (kül)bırakmayan bu hareketler, Lenin’in Marksizm’i hiçbirzaman bir dogmalar yığını olarak ele almadığını tekraredip dururken, Lenin’in bizlere sınıf mücadelesinderehberlik edecek en özlü ifadelerini sadece kağıtüzerinde bırakmaktan zerre kadar rahatsızlık duymuyor.Bu eğilim beslendiği küçük-burjuva ideolojik zemindenbağımsız gelişmiyor elbette. Emek üzerine, sömürüüzerine, demokrasi üzerine söylenecek ne varsa hepsisöylendi, söyleniyor belki ama, söylenen her söz teori-pratik arasındaki kopmaz bağın bir o tarafa bir bu tarafaçekilerek esnetilmesinden başka bir işe yaramıyor. Busınıf dışı/karşıtı çaba, işçi sınıfının en kitlesel örgütleriolan sendikalarda da kendisini ne yazık ki hissettiriyor.

“Sendikalar siyasete karışmaz” eğilimi, bugün içinsendikaları denetim altında tutmak için her türlü çabayıgösteren burjuva siyasetçilerinde görülebildiği gibi, ufkudar olan, bu yüzden de dar grupçuluk elbisesiniüzerinden hiçbir zaman çıkaramayacak olan reformistakımlarda da karşımıza çıkıyor. Bir tarafta AKP’ninHak-İş’i, MHP’nin Türk-Metal’i, CHP’nin BirleşikMetal-İş’i doğarken, diğer tarafta da “sendikaların veişçi sınıfının partisinin karşılıklı eylemi olmadan”ifadesini “sendikaların başına geçip yönetimi ele almak”olarak algılayan sol partilerin siyaset dışı ekonomistyaklaşımları sınıf mücadelesi önündeki engellerden birihaline geliyor. Proletaryanın ekonomik mücadelesini,yani yaşam ve çalışma koşullarını iyileştirmek (çalışmasaatlerinin kısaltılması, işçi güvenliği önlemlerininalınması, ücretlerin yükseltilmesi vb.) için verdiğimücadeleyi, kapitalist sömürüyü tamamıyla ortadankaldıracak olan devrimci politik mücadeleden ayıran buakımların işi vardırdığı nokta en nihayetindedevrimcileri sendikalardan olabildiğince uzak tutmak,her türlü ileri eylemi durdurmak ve tam da günükurtarma çabası demek olan sınıfın yerinde saymasınısağlamak oluyor. İşyerlerinden sıklıkla duyduğumuz vealışık olduğumuz “İşçiler henüz eyleme hazır değil”,“Aceleci davranıyorsunuz”, “Ortalığı karıştırıyorsunuz”diyen hareketlerin ideolojik arka-planına bir bakın. Neilginçtir ki, bugün sendikaları devrimci sınıfmücadelesine çekmek, kendiliğinden bir şekildesendikalarda örgütlenen ve ekonomik mücadele verenişçi kitlelerinin ufkunu siyasal olarak da genişletmekiçin sınıf devrimcilerinin ortaya koyduğu pratiği buifadelerle bastırmaya çalışanlar, yani işçi sınıfının kendiöz politikasından, yani kapitalizmi yıkıp sömürüyüortadan kaldırma politikasından korkanlarla sendikalarınyönetici koltuklarına çöreklenenler ve böylelikle kendidar siyasal anlayışlarını sendikalarda da yaşatmayaçalışanlar aynıdır.

“Zaafından hain olanla, hesaplı ve kasıtlı hainlikyapan biri arasında kişisel olarak büyük fark vardır;siyasal açıdan ise böyle bir fark yoktur, çünkümilyonlarca insanın gerçek kaderi siyasete bağlıdır.Ama milyonlarca işçi ve yoksul köylünün, zaafındanhain olanların mı yoksa bencil çıkarları için hainolanların mı ihanetine uğramış oldukları, bu kaderideğiştirmez.” (Lenin)

Türkiye’de sendikalar ve sendikacılık sorunu sınıfadına söz söyleyen herkes için önemli bir yerde duruyor.Herkes şu veya bu şekilde bu soruna dair fikirleriniifade ediyor. Pek çoğu da “sendika bürokratları” ve “iyiniyetli sendikacılar” ayrımı yaparak, bugün burjuvadüzenin dayanağı haline gelen sendikaların bürokrasiylebirlikte anılması sorununu ülke koşullarından, iktisadi-siyasal koşullardan kopuk ele alıyor. Öyle ki, sendikalbürokrasi denince sınıf adına geri kararlar alan, sınıfıpratik ve ideolojik olarak geliştireceği yerde onu kendidar çerçevesine hapseden bir grup yönetici anlaşılıyor.Çözüm olarak da ilk fırsatta onların gidip yerlerine “iyiniyetli” kişilerin gelmesi öneriliyor. Hemen hersendikanın kurullarında ortaya çıkan tablodan bunugörmek mümkün. Bu tabloda her seferinde gözümüzeçarpan karşıt iki sınıf arasındaki savaş yerine, yani işçisınıfının burjuvazi karşısındaki mücadelesi yerine,bürokratlarla “iyi niyetli” sendikacılar arasındaki yarışoluyor. Burada şunu belirtmekte fayda var, sendikalarınelbette ki üye aidatlarıyla saltanat kuran ve işçilerdenuzaklaştığı ölçüdeburjuvaziye yaklaşan, bununsonucu olarak da artıkburjuvazinin ağzındankonuşmaya başlayanağalardan temizlenmesi,onların yerine devrimciişçilerin geçmesi gerekir.Fakat bu hiçbir şekilde,“yönetimde devrimcilerinbulunması gerekir, buyüzden mevcut yönetimle birsüre flört edilebilir” şeklindekendisini gösteren sefil birpragmatist tutum almakbiçiminde çarpıtılmamalıdır.Bunu yapmak adına,mücadeleden, sendikalbürokrasinin yıkılmasıgerektiğinden demvuranların nasıl da işseçimlere gelince onlarla kol kola yürüdüğünügörebiliyoruz. Yapılması gereken, emek-sermayearasındaki uzlaşmaz çelişkiyi ve bu çelişkinin siyasaliktidardan bağımsız ele alındığı, bununla berabersendikal bürokrasinin yarattığı tahribattankurtulunmadığı taktirde asla yok olamayacağını açıkçaifade etmek, “siyasal konuşup yöneticileri ya da geribilinçteki işçileri korkutmamak” adına işi kendini inkaravardırmamaktır.

İşçi sınıfının devrimcileştirilmesiyle sendikalmücadeleyi bir arada ele alan ve buna uygun bir pratiksergileyen sınıf devrimcilerinin, Birleşik Metal-İş’ingenel kurullarında karşılaştığı tutuma (gerek bürokrattakımından gerekse de sözde “devrimcilik” iddiasıtaşıyanlardan) bakarak bu daha iyi anlaşılabilir. Bugün,ne yazık ki, işçileri politikleştirme, tabanın öfkesiniaçığa çıkarma, onların kendileri adına karar almalarıkonusunda ön açıcı olma adına gösterilen her çaba vakitkaybetmeden bastırılmaya çalışılmaktadır. Ve ne yazıkki “iyi niyetli” sendikacılar da iş yönetimde yeredinmeye gelince bırakalım sessiz kalmayı, işi sınıfdevrimcilerine sözlü saldırıda bulunmaya kadarvardırmaktadır. Bir taraftan düzen ağzıyla konuşup“Ortalığı karıştırıyorlar” demeyi eksik etmezken birtaraftan da “Sendikaları karalıyorlar” diyerek ihanetçibürokrat takımıyla aynı tarafta yer almaktadır.

Yönetimde bir yer edinip onlarıdenetleyerek bürokrasiyi

yıkabileceğini zannedenler,mücadelede esas olan

tabanın öfkesi biraz da olsa kendini gösterdiğinde“işçiler bölünüyor” diye geri tavır sergileyebilmektedir.

Bugün işçi sınıfının her türlü ileri eyleminibastırmak, söz söyledikleri yerde onları susturmak, karar

alma süreçlerinin dışına itmekolarak karşımıza çıkan sendikalbürokrasi, işçilerin ve işyeritemsilcilerinin eğitimine de tamda ihtiyaçları kadar ve ihtiyaçolunduğu şekilde gereken “ilgiyi”gösteriyor. Bu durum, sınıfbilincini geliştirmek için hiçbirşekilde eğitim vermemek olarakkarşımıza çıktığı gibi, işçilerikendi kontolleri altındatutabilmek için burjuvazininihtiyaçları doğrultusundaeğitimler vermek olarak dakendini gösterebiliyor. Örneğin,eğitim uzmanlarını sözleşmedöneminde işçilere eğitimvermeye çağırıp onlaragörevlerini hatırlattığımızdakarşımızda “bekleyin, sabredin,yasalar böyle” diyerek “eğitim”

veren birini bulabiliyoruz. “Ekonomik mücadele, ancak ve ancak

proletaryanın politik mücadelesiyle doğru bir şekildebileştirildiği ölçüde işçi kitlelerinin koşullarını kalıcıolarak geliştirebilir ve onların gerçek sınıförgütlenmelerini güçlendirebilir (…) Parti,proletaryanın sosyalist amaçlarının ve sınıfmücadelesinin anlaşılması adına sendikalara üyeişçileri eğitmek için her türlü çabayı göstermelidir.”(Lenin)

Marksizm-Leninizmi rehber edinen ve kendi siyasalçizgilerini sendikalarda işçi kitlelerine taşıyanBolşeviklerin deneyimini referans alan devrimci işçiler,koşulların ve sınıf hareketinin geriliğini kendi rahatlarınıbozmamanın bahanesi haline getiren sendikabürokratlarının ve onlardan geri kalmayan, sınıfındevrimci eylemine öncülük etmek yerine işçilerin kapalıodalarda yetişeceğini düşünen “iyi niyetli”, “romantik”solcu sendikacıların aksine, işçi sınıfını devrimci çizgiyeçekmek, hem politik hem de pratik olarak onlarıeğitmek için her türlü çabayı harcayacaktır. Çünkü,sendikalar ancak ve ancak o zaman işçi sınıfının gerçekmücadele örgütleri ve okulları haline gelecek, ve ancako zaman sosyalizm mücadelesinde ileri bir adımatılacaktır.

Sendikalı bir işçi

Sendikal çalışma, reformizm ve devrimci politika üzerine…

Yapılması gereken, emek-sermaye arasındaki uzlaşmaz

çelişkiyi ve bu çelişkinin siyasaliktidardan bağımsız ele alındığı,

bununla beraber sendikalbürokrasinin yarattığı tahribattankurtulunmadığı taktirde asla yok

olamayacağını açıkça ifadeetmek, “siyasal konuşup

yöneticileri ya da geri bilinçtekiişçileri korkutmamak” adına işikendini inkara vardırmamaktır.

““

Page 16: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

Değerli dostlar, yoldaşlar...Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin 94’üncü,

partimizin kuruluşunun 13’üncü yıldönümünükutlamak için bir kez daha bir aradayız. TürkiyeKomünist İşçi Partisi adına sizleri en içten devrimciduygularla selamlıyoruz...

“İşçilerin Birliği, Halkların KardeşliğiGecesi”ne hoş geldiniz!

2009 sonbaharında toplanan TKİP III. Kongresi,dünya ölçüsünde olayların seyrine ilişkin olarak şudeğerlendirmeyi yapmıştı: “İnsanlık yeni birbunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemine girmişbulunmaktadır. Bunalımlar ve savaşlar halen günümüzdünyasına damgasını vuran yakıcı olgulardır. Birbirinesıkı sıkıya bağlı bu iki olgusal gerçek, yeni birdevrimler döneminin de dolaysız bir habercisidir.Dünya işçi sınıfı ve emekçilerinin kapitalistbunalımların ve emperyalist savaşların büyük yıkım veacılarına yanıtı bir kez daha devrimler olacaktır.Dünyanın dört bir yanında ve elbette Türkiye’de de...”

Bu bir tarihsel dönem değerlendirmesidir. Partimizyıllardır bunun üzerinde özel bir biçimde durmaktadır.Zira günümüz dünyasında olup bitenleri doğru birbiçimde anlamlandırabilmek, bunu da temel ve günceldevrimci görevlere doğru bir biçimde bağlayabilmek,ancak bununla olanaklıdır. Girilmiş bulunulan tarihseldöneme ilişkin açık bir bilinciniz yoksa eğer, olaylarınayrıntıları içinde kaybolursunuz. Olup bitenleribirbirleriyle bağı ve bütünlüğü içindedeğerlendiremezsiniz. Bunu yapamadığınız birdurumda ise, devrimci bir parti olarak sizi bekleyengörevleri gerçek kapsamı ve derinliği ile elealamazsınız.

TKİP III. Kongresi değerlendirmesi, “İnsanlık yenibir bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemine girmişbulunmaktadır” diyor ve “Bunalımlar ve savaşlarhalen günümüz dünyasına damgasını vuran yakıcıolgulardır” diye ekliyor. Aradan geçen iki yılüzerinden olayların genel tablosuna bakalım: Sistemintümü genel bir ekonomik krizin pençesindedebelenmeye devam ediyor. Kriz şirketlerin vebankaların ardından, artık ülkeleri de iflasa sürüklüyor.Trilyonlarca dolarlık kurtarma paketlerine rağmen,krizin hafiflemesi bir yana, genel bir ekonomik çöküşkorkusu bugün her zamankinden daha büyüktür.Krizin son elli yılın en büyük emperyalistprojelerinden biri olan Avrupa Birliği’ni sarsanboyutlara ulaşması, onun kapsamı ve derinliğinin yenibir göstergesi olmuştur.

Bütün bunlarla sistemin çok yönlü bunalımınınekonomik temeline işaret emiş olduk yalnızca. Bunu,bu temel üzerinde yaşanan ve günden güne ağırlaşançok boyutlu bir sosyal ve politik kriztamamlamaktadır. Dünyanın dört bir yanında işçilerinve emekçilerin günden güne büyüyen ve yayılanisyanı, bunun en dolaysız bir göstergesidir, ki bunabirazdan ayrıca değineceğiz.

Bunalımlar alanından savaşlar alanına geçiyoruz.Günümüz dünyasında ekonomik ve sosyal bunalımlar

gerçeğini, militarizm, emperyalist saldırganlık vesavaşlar tamamlamaktadır. Afganistan ve Irak’ınardından, salt petrolünü yağmalamak üzere Libya’dason altı ayda otuz bin kişinin katledilmesi, Afganistanve Irak’ın ardından bu kez Libya’nın yakılıp yıkılması,bunun bir göstergesidir. Emperyalist barış dönemiyerini artık emperyalist savaşlar dönemine bırakmıştır.NATO bir savaş makinası olarak altmış yıldan berivardır, ama bir savaş makinası olarak işlemesi son onküsur yılın bir olgusudur. Kapitalizmin tarihindemilitarizm hiçbir dönem bu denli çığırındançıkmamıştı. Emperyalist dünyada silahlanma yarışıhiçbir dönem bugünkü boyutlara ulaşmamıştı. Bütünbunlar, sona erişi tantanayla ilan edilen soğuk savaşınyerini bir sıcak savaşlar dönemine bıraktığınıngöstergeleridir.

Özetle ve TKİP III. Kongresi değerlendirmesiniizleyerek söyleyelim: Evet, insanlık yeni birbunalımlar ve savaşlar dönemine salt tarihsel ölçülerledeğil fakat fiilen de girmişbulunmaktadır. Peki yadevrimler? Kuşkusuz henüz fiilendeğil, ama tarihsel ölçülerlealındığında, gerçekte devrimlerdönemine de girmişbulunmaktayız. Buna ilkkanıtımız, teorik bakıştan vetarihtendir. 20. yüzyıl tarihi,üstelik iki ayrı evre üzerinden,bunalımlar ve savaşları üreten oaynı koşulların, kaçınılmaz birbiçimde devrimlere de yolaçtığınıgöstermektedir.

İkinci kanıtımız ise günümüzdünyasında olayların somutseyridir. Dayanılmaz boyutlaraulaşmış ekonomik-sosyalsorunlar ile siyasal baskılara karşıdünyanın dört bir yanındaemekçilerin kendiliğinden ayağa kalkışı, devrimciaçıdan günümüz dünyasının en önemli olgusudur.Dünya ölçüsünde milyonlarca emekçiyi kapsayangeniş çaplı sınıf ve kitle hareketleridir, karşı karşıbulunduğumuz. Amerika’dan İngiltere’ye,Yunanistan’dan İspanya’ya, Tunus’tan Mısır’a,İsrail’den Şili’ye, Hindistan’dan Güney Kore’ye kadarartık hiçbir ülke, hiçbir bölge bu isyanın dışındakalamıyor.

Ayağa kalkan emekçiler dosdoğru kapitalistsömürü düzeninin mabetlerini suçluyorlar. Yaşadıklarısorunların kaynağı olarak bankaları, borsaları,kapitalist şirketleri gösteriyorlar. “Gerçek demokrasi!”istiyoruz diye haykıran emekçiler, böylece burjuvademokrasisinin kofluğuna ve ikiyüzlülüğüne de işaretetmiş oluyorlar. Ekonomik sistemle birlikte politiksistemden de umutlarını kesmekte olduklarının ilkişaretlerini veriyorlar.

Ve bütün bunlar, dünya komünist ve devrimcihareketinin en zayıf, en dağınık, en etkisiz olduğu bir

dönemde, demek oluyor ki büyük ölçüde kendiliğindeyaşanıyor. Emekçi insanın sistemin karşısına, üstelikonun metropollerinde, üstelik devrimci bir önderliktenyoksun olarak bu dikilişi, bu sistemin gelip sınırlarınadayandığının, onun iflasının en dolaysız bir göstergesi,en tartışmasız bir ilanıdır.

Bu, bunalımlar ve savaşlarla pençeleşen insanlığın,gitgide yeni bir devrimler dönemine de yaklaşmaktaolduğunun en dolaysız bir göstergesidir. Uzun onyıllarboyunca ana fay hatlarında muazzam enerjilerbiriktiren büyük depremler, gelmekte olduklarınıküçük öncü sarsıntılarla duyururlar. Bilim dünyası buöncü sarsıntıları, gelmekte olan büyük depremlerin endolaysız bir belirtisi sayar. Toplum yaşamında da butamı tamına böyledir. Devrimler büyük toplumsaldepremleridir ve tıpkı depremler gibi gelişlerini öncüsarsıntılarla duyururlar.

Günümüz dünyasını saran, günden güne yayılan,bizzat sistemin kalbinde, emperyalist metropollerde

kendini gösteren isyandalgasını geleceğin büyüktoplumsal depremlerininön belirtisi saymamak içinkör olmak gerekir. Yateorik ve tarihsel bilinçtenyoksun olmak, ya dadevrim davasından hertürlü umudu kesmiş olmakgerekir.

Yazık ki bunun herikisi de tasfiyeci birsürüklenme içindekiTürkiye solunun büyük birbölümü için geçerlidir.Bundan dolayıdır ki, solungitgide daha genişkesimleri kendilerinidevrime değil fakatreforma göre

konumlandırıyorlar. Devrimci teoriden, devrimciprogramdan, devrimci taktikten, devrimci değerlerden,devrimci sembollerden genel bir kaçış halindeler.Kurulu düzeni temellerinden yıkmak hedef veprogramından koparak, onu kendi temelleri üzerindedemokratikleştirmek çizgisine geçiyorlar. Devrimciörgütü tasfiye ederek ya da daha baştan ondan özenleuzak durarak, düzenin icazeti içinde legal yapılarolarak konumlanıyorlar. İşçi sınııfını devrimin biricikgerçek güvencesi olarak görmek, tüm güç veolanaklarıyla onu devrimcileştirmeye, örgütleyip etkinkılmaya yönelmek yerine, yeni liberal birlikprojeleriyle oyalanıyorlar. Dünün sözde büyük birlikprojeleri olan oluşumların görkemli iflası orta yerdeduruyorken, şimdi altında her kafadan bir sesin çıktığışekilsiz Çatı Partileriyle boşa zaman harcıyorlar.

Türkiye Komünist İşçi Partisi bu genel körlüğün,bu devrimden kaçışın, bu tasfiyeci sürüklenmenindışındadır. TKİP girmiş bulunduğumuz tarihseldönemi devrimci bir partiye yaraşır biçimde

CMYK

TKİP’nin 13. yılı etkin 16 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011

Evet, insanlık yeni birbunalımlar ve savaşlardönemine salt tarihsel

ölçülerle değil fakat fiilen degirmiş bulunmaktadır. Peki

ya devrimler? Kuşkusuzhenüz fiilen değil, ama

tarihsel ölçülerlealındığında, gerçekte

devrimler dönemine degirmiş bulunmaktayız.

TKİP’nin 13. yılı etkinliğindeki konuşma:

Güne yükleniyor, dev

Page 17: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

değerlendirmekte, gelmekte olanı görmekte, tümhazırlığını da buna göre yapmaktadır. O girilen tarihseldöneme ilişkin değerlendirmesini, tam da ondangerekli devrimci sonuçları çıkarmak üzere yapmıştır.Devrimci teoriye, devrimci programa, devrimcitaktiğe, devrimci örgüte, devrimci sınıfa, devrimicideğerlere daha sıkı sarılmak üzere yapmıştır.

III. Kongresi üzerinden partimizin bu konuda,tarihsel dönem tespitinden çıkarılması gerekensonuçlara ilişkin sözü şu olmuştur: “Bu tespitpartimizin tüm mücadele, çalışma ve örgütlenmeçabasının belirleyici ana ekseni durumundadır.Partimiz tüm güncel devrimci görev vesorumluluklarına buradan bakmakta, geleceğin büyükmücadelelerine bu bakışaçısı ile hazırlanmaktadır. Herbiçimi ile burjuva gericiliğinin Türkiye toplumunuboğucu bir kuşatma altında tutması güncel olgusugeçici olmaya mahkumdur. Kapitalizmin onulmazçelişkileri karşı konulmaz bir biçimde Türkiye işçisınıfını ve emekçilerini bir kez daha devrimci sınıfmücadelesi alanına yöneltecektir. TKİP bu bilinçle,bundan beslenen bir devrimci güven ve iyimserliklehareket etmekte, tüm güncel çabasını bu sürecihızlandırmaya yoğunlaştırmakta, bunu ise şaşmazbiçimde proletarya devrimi hedefine bağlamaktadır.”

TKİP’nin sözü işte budur ve bu söz onun tümeyleminin, bütün bir gündelik çabasının temelidir.

Dostlar, yoldaşlar!Halen gündemde tuttuğu yer nedeniyle genel bir

ilgiye konu olan Kürt sorununa da kısaca değinmekistiyoruz. Geçen yılın Parti Gecesi’nde partimiz adınayapılan konuşmada, Kürt sorunundaki gelişmeleriözetlemiş, devletle Kürt hareketi arasında süren vebüyük umutlar yaratan gizli görüşmelere değinmiş veardından da, bütün bunlar “Kürt sorununun nihayet birçözüm yoluna girmekte olduğunu mu gösteriyor?”diye sormuştuk. Yanıtımız ise şu olmuştu:

“Buna yanıtımız, hayır, hiçbir biçimde! şeklindedir.Gerekçemiz ise şudur: devletin amaç ve hedefleriyleKürt hareketinin amaç ve hedefleri arasında derin biruçurum vardır. Taraflardan biri kendi konumunuradikal bir biçimde terketmeden, bu uçurumugiderebilmenin bir olanağı da yoktur.

“Devletin bunu yapmayacağını, doğası gereğiyapamayacağını biliyoruz. Büyük burjuvazinin tümkesimlerinin Kürt açılımı üzerinden vardığı mutabakat,sorunun gerçekten çözümü değil fakat sınırlı bazıtavizlerle yatıştırılması ve denetim altına alınması, buarada silahlı biçimiyle Kürt hareketinin tasfiyeedilmesidir. Bunun karşısında Kürt hareketi ise ilkaşamada bölgesel özerklik olmak üzere özgürlük veeşitlik istemektedir. Bu, sorunu devletle uzlaşarakçözmeye çalışan, silahlı direnişi de bu doğrultuda birbaskı aracı olarak kullanan Kürt hareketinin büyük biraçmazıdır da. Partimiz devletin Kürt açılımınıdeğerlendirirken bu açmaza vurgulu bir biçimde işaretetmiş, ancak devrimle elde edilebilir istemlerin kuruludüzenle pazarlıkların ürünü anayasal reformlarla elde

edilebileceğini sanmanın ham hayallerle oyalanmakolduğunu vurgulamıştır. Halen de aynı görüşteyiz.Kürt hareketi bugünkü konumundan ve istemlerindenköklü tavizler vermedikçe, devletle sürdüğü bildirilenmüzakerelerden hiçbir sonuç çıkmayacaktır.”

Tekrar hatırlatıyoruz, bunlar bir yıl önce yine böylebir etkinlikte dile getirdiğimiz görüşler idi. Yazık kiolayların seyri değerlendirmelerimizi olduğu gibidoğruladı. Devletin amaç ve hedefleriyle Kürthareketinin amaç ve hedefleriarasındaki derin uçurumunpazarlık masalarındaaşılamayacağı, taraflardan birikonumunu radikal bir biçimdedeğiştirmedikçe, bupazarlıklardan hiçbir sonuççıkmayacağı, bütün açıklığı ileortaya çıktı. Sonuçta aynı kısırdöngüye, yeni bir kısır çatışmadönemine yeniden dönülmüşoldu. Yazık ki toplumuşovenizmle sersemletenzemine kan taşımak ve ikikardeş halk arasındaki gönülbağını daha da zayıflatmakdışında, bu yeni çatışmadöneminden de bir sonuççıkmayacaktır.

Bu çatışmada kurulu düzen,tümüyle haksız fakat kendiyönünden tümüyle tutarlıdır.Zira kendi doğasına uygun düşmeyen bir çözümeyanaşmamaktadır. Tersinden ise bu Kürt hareketidavasında tümüyle haklı fakat çözüm arayışında aynıölçüde tutarsızdır. Devrime dayalı stratejiyiterketmenin ardından hala da ancak devrimle eldeedilebilir olanı düzenle pazarlık masalarında eldeedebileceğini sanmak, bu tutarsızlığın özü ve esasıdır.Bu tutarsızlığı sürdürmek, bir kısır döngü içindedönenip durmak demektir. Kürt hareketi bu tutarsızlığı

sürdürdüğü sürece, onlarca yıl daha direnmeyi başarsabile bir çözüm elde edemeyecektir. Fakat bu aradaTürkiye ve Kürdistan’da toplumun devrimciolanakları, kısır bir silahlı çatışmanın sürekli kantaşıdığı şovenizm atmosferinde döne döne tüketilmişolacaktır.

Tercih yapması gereken Kürt hareketidir. Gerçeközgürlük ve tam eşitlik istiyorsa, devrimi seçmeli,Türkiye’nin emekçileriyle birleşik bir devrimci

mücadeleyeyönelmelidir. Yok eğersorunu kurulu düzenzemininde, kokuşmuş bircumhuriyeti sözdedemokratikleştirmeküzere, devletle pazarlıkmasasında çözmekistiyorsa, bu durumdagerçek özgürlük ve tameşitlik hayallerindenvazgeçmelidir.

Partimiz Kürt halkıiçin gerçek özgürlük vetam eşitlik istiyor.Bununsa iki halkınkurulu düzene karşıbirleşik devrimcimücadelesi ile olanaklıolduğunu savunuyor.Kurulu düzenaşılmadıkça ulusal

sorunun köklü ve kalıcı bir çözümü yoktur. Devrimciteori bunu söylüyor, tarih bunu kanıtlıyor, Kürt sorunueksenli son otuz yıllık çatışmanın seyri bunudoğruluyor.

Hepinizi bir kez daha içten devrimci duygularlaselamlıyorum.

Yaşasın Türkiye Komünist İşçi Partisi! Yaşasın proletarya devrimi ve sosyalizm!

29 Ekim 2011

CMYK

nliğindeki konuşma: Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 17

Devletin amaç vehedefleriyle Kürt hareketininamaç ve hedefleri arasındaki

derin uçurumun pazarlıkmasalarında aşılamayacağı,taraflardan biri konumunu

radikal bir biçimdedeğiştirmedikçe, bu

pazarlıklardan hiçbir sonuççıkmayacağı, bütün açıklığı ile

ortaya çıktı.

vrime hazırlanıyoruz!

Page 18: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

Parti18 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011

Ekim Devrimi’nin 94. Yeni Ekimler’in PartisiTKİP’nin 13. yılı dolayısıyla, “İşçilerin birliği halklarınkardeşliği” şiarıyla düzenlenen etkinlik başarıylagerçekleştirildi. Almanya’nın Wuppertal kentinde tarihibir binada gerçekleştirilen etkinliğe 700 işçi, emekçi vegenç katıldı.

Devrimci politik bir atmosferin egemen olduğusalon, sosyalizme ait sembollerin bulunduğu pankartlarile Marx, Engels ve Lenin’in posterleri ile süslenmişti.Salonda devrimci şiarlar sıklıkla haykırılırken kızıl birrenk egemendi. Yapılan tüm konuşmalarda Parti’ninbağımsız devrimci duruşu tok biçimde ifade edildi.

Etkinliğe Almanya’dan MLPD katılım gösterdi aynızamanda da mesaj verdi. Filipinler Komünüst Partisi degönderdiği mesajla etkinliği selamladı.

Türkiyeli parti ve çevrelerden TKP/ML, MLKP,MKP ve Heviya Sor etkinliğe katılıp, aynı zamandastand açtılar. MKP ayrıca mesajıyla geceyi selamladı.

Her yıl olduğu gibi bu yıl da Parti örgütlerindengelen mesajlar oldukça etkileyiciydi. Mesajlardaki bilinçaçıklığı, tokluk, kararlılık ve devrimci içtenlik heyecanvericiydi. İstanbul İl Komitesi’ne ait olanı başta olmaküzere Parti örgütlerine ait kutlama mesajları kitledeyoğun bir coşku ve heyecan yarattı.

Gecede yapılan konuşmalarda yakın günlerdegerçekleşen Van depremi belli bir yer tutarken, sunucularkısaca, Van ve Kürt halkının acılarını paylaştıklarını dilegetirdi, halkların kardeşliğinin tam zamanı olduğununaltını çizip, tüm kitleyi Kürt halkıyla her yerde ve herbakımdan dayanışmaya çağırdılar.

Coşkulu ve devrimci program

Etkinlik Fransızca, Almanca ve nakaratı Türkçesöylenen Enternasyonal marşı ile başlatıldı. Bunu,sunucuların okudukları kısa açılış konuşması ve devrimve sosyalizm kavgasında ölümsüzleşenler için yapılanbir dakikalık saygı duruşu izledi. Ardından Ruhr Korosusahneye davet edildi. Ruhr Korosu söylediği devrimcimarşlarla salona enternasyonal bir hava kazandırdı.Onlardan sonra bu kez, Delil Delois sahne aldı ve Kürtozanı Şivan Perver’in en güzel türkülerini seslendirdi.Delil’in dinletisi salondaki tüm dinleyiciler tarafındanbüyük beğeni ile dinlendi ve yoğun biçimde alkışlandı.

Bu güzel dinletinin ardından parti adına geceninkonuşmasını yapacak yoldaş kürsüye davet edildi.Konuşma partinin içinde geçilmekte olan tarihseldönem, bu çerçevede, partinin önünde duran yaşamsalgörev ve sorumluluklar konusunda oldukça önemli vesağlam açıklıklar ile geleceğe ilişkin tok mesajlariçeriyordu. Özellikle Kürt sorunu ve çözümükonusundaki tokluk ve içtenlik dikkati çekti. Konuşmabüyük bir dikkatle dinlendi, coşku yarattı.

Konuşmadan sonra genç partililer sahneye geldiler.Önce kısa bir folklor gösterisi yaptılar. Sonra Almanca,Türkçe ve Kürtçe devrimci marşlar söylediler. Oldukçabaşarılı biçimde sunulan program her zamanki gibiilgiyle ve beğeniyle izlendi, yoğun alkış aldı.

Tok sesi ile söylediği türkülerle büyük beğeni alanHasan Yükselir’in dinletisinin ardından gecenin ilkbölümü sona erdi.

Etkinliğin ikinci bölümü sinevizyon gösterimi ilebaşlatıldı. Dünyadaki proleter kile hareketleri,

Ortadoğu’daki halk isyanları ve Avrupa’daki ırkçı-faşistsaldırganlık ve coğrafyamızdaki Kürt özgürlükmücadelesi ve işçi direnişlerinden çarpıcı karelerdenoluşan sinevizyonda, devrimci teori, devrimci örgüt vedevrimci sınıfın bütünlüğünün altı çizilirken Parti’yeişaret edildi. Gösterim beğeniyle izlendi.

Sinevizyondan sonra Grup Su sahneye çıktı. Kitleyılların emeğine dayanan ve duruşundan taviz vermedenyolundan yürümeyi başaran Gurup Su’ya sahip çıktı.Devrimci marşlar ve hareketli türkülerden oluşan dinletiilgi ve beğeni ile izlendi.

Gecenin son bölümünde bu kez Volkan Yaraşırkonuşmasını yapması için kürsüye çağrıldı. VolkanYaraşır, kapitalist krize, Avrupa’daki işçi ve emekçihareketine, Ortadoğu’daki halk isyanlarına değindi,özellikle Yunanistan örneği üzerinden devrimciimkanlara dikkat çekti, döne döne devrimci sınıf vedevrimci partinin yaşamsallığının altını çizdi. Yaraşırkendisine özgü anlatım tarzı ile bir kez daha dikkatledinlendi.

Etkinliğin finalinde politik rap tarzı müzik yapangenç komünistlerden oluşan grup sahneye çıktı. Oldukçabaşarılı olan sunumlarıyla salona hareketlilikkazandırdılar. Etkinlik yeni bir devrimci etkinliktebuluşmak dileğiyle sona erdirildi.

Politik ilkelerden taviz vermeyen devrimciemeğin ürünü etkinlik

Bu yılki etkinlik, kapitalizmin küresel kriziningitgide derinleştiği, sistemin merkezi Amerika da dahil,tüm kapitalist metropollerin işçi, emekçi ve gençliğinmilitan eylemleriyle sarsıldığı bir süreçtegerçekleştirildi. Aynı dönemde Türkiye’de son dereceönemli gelişmeler vardı. Sermaye devleti kardeş Kürthalkına dönük kirli ve kanlı savaşı gitgidederinleştirirken, ırkçı-şoven saldırganlığı iyiden iyiye

tırmandırıyordu. İşte bu önemli gelişmelerden hareketlegecenin temel şiarı, “İşçilerin birliği halkların kardeşliği”olarak belirlendi.

Ön hazırlıkları da dahil olmak üzere her zamanki gibikomünizme ait sembol ve değerlerden taviz verilmedi.Etkinliğin ana temasına da uygun materyaller hazırlandı.Ön çalışmalar boyunca her yerde ve her vesileyle, arzuedilir düzeyde olamasa da, yoğun bir propaganda veajitasyon faaliyeti yürütüldü. Çalışmalarda “İşçilerinbirliği halkların kardeşliği” şiarının yaşamsallığınadeğinildi. Bu kapsamda yoğun ve yaygın sayılabilecekbiçimde gece çağrıları dağıtıldı, afişler asıldı, emekçievleri ziyaret edildi, gece davetiyeleri satıldı. Etkinliğinbaşarılı biçimde gerçekleşmesi için her imkandeğerlendirilmeye çalışıldı. Gece, toplantı, gösteri vedüğünler kitle çalışması için kullanıldı. Özellikle geceyeev sahipliği yapan kent ve çevre kentlerde çalışma planlıve kolektif biçimde örgütlendi.

Şüphesiz ki etkinliği örgütlemenin önünde ciddigüçlükler bulunuyordu. Yurtdışında devrimci parti veörgütlerin sürekli bir erozyona uğradığı, kimlik, konumve renklerde rahatsız edici bir değişim yaşadığı,emekçilerle politik parti ve örgütlerin arasında ötedenberi var olan soğukluğun arttığı bir dönemdengeçiliyordu. Bu koşullarda bu tür devrimci etkinliklerekatılım giderek azalıyordu. O kadar ki, popüler gruplarınkatıldığı etkinlikler konusunda dahi adeta bir doyumiçindeydi. Fakat tüm bu olumsuzluklara rağmenkomünistler politik ilkelerinden taviz vermediler,devrimci duruşta ısrar gösterdiler.

Sonuçta etkinliğin başarıya ulaşmasının yolununçalışmak ve daha fazla çalışmakta olduğu bilinciyleyaklaşıldı. Her defasında olduğu gibi yoğun, yaygın vekararlı bir politik-pratik çalışmayla anlamlı ve başarılıbir etkinlik örgütlenmiş oldu. Devrimci ve yoğun politikmesajları olan bir etkinlik gerçekleştirildi.

Kızıl Bayrak / Almanya

“İşçilerin birliği, halkların kardeşliği gecesi” gerçekleşti...

Politik mesajları tok, kitlesel ve devrimci etkinlik!

Ekim Devrimi’nin 94., Yeni Ekimler’in Partisi’nin 13. yıl dönümü dolayısıyla, Kartal BDSP bir etkinlikgerçekleştirdi. 31 Ekim günü Kartal İKE’de gerçekleştirilen etkinlik, saygı duruşuyla başladı.

Saygı duruşunun ardından açılış konuşması gerçekleştirildi. Mısır, Tunus ve Ortadoğu’daki gelişmeleredeğinildi ve devrimci partinin önemine işaret edildi. Türkiyedeki tasfiyeci rüzgara karşı, partinin “devrimci örgütyaşamsaldır” şiarını öne çıkardığı vurgulandı. Ardından sinevizyon gösterimi gerçekleştirildi.

İlgiyle izlenen sinevizyonun ardından, Kartal İşçi Kültür Evi Şiir Topluluğu Nazım Hikmet’in şiirlerindenoluşan bir şiir dinletisi sundu. Etkinlik partiyi büyütme ve mücadele çağrısı yapılan BDSP konuşması ile sonaerdi.

Parti, sınıf, devrim!

Page 19: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

Parti Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak* 19Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011

Yeni Ekimler için devrimin kızılbayrağını yükseltiyoruz!

(...) Elbette sermaye düzeniyle esas ve nihaihesaplaşma, tüm toplumsal sorunların kalıcı çözümünüde sağlayacak olan muzaffer bir proleter devrimlegerçekleşecektir. Partimiz TKİP bu bilinç ve misyonlahareket etmekte, dünya komünist hareketi ile Türkiyesol hareketinin tüm devrimci mirasını sahiplenerek,başarılarında olduğu kadar yenilgilerinden de derslerçıkararak, içinden geçtiğimiz dönemin en acil görevini,devrimi örgütleme görevini önüne koymaktadır.

“Parti, sınıf, devrim!” şiarında özetlenen bu güncelgörevin omuzlarımıza yüklediği sorumluluklar, üç-beşyılda yapılacak işler aylara sığdıracak bir devrimcienerji ve ataklığı gerektiriyor. Sınıfı örgütlemek vedevrime kazanmak için daha güçlü bir yüklenmeyigerektiriyor.

Partimizin 13. yılı vesilesiyle düzenlemiş olduğunuzetkinlikte, kavganın sıcaklığı ve mücadeleninortaklığıyla beraber olduğumuzu biliyor ve sizlereburadan söz veriyoruz: Partiyi kazandık, partiyle sınıfıve devrimi kazanacağız!

Yaşasın Türkiye Komünist İşçi Partisi!Yaşasın devrim ve sosyalizm!

İstanbul İl Komitesi

“Yeni Ekimler için ileri!” (...) İnsanlık yeni bir dönemin eşiğindedir. Devrimler

dönemi! Partimizin daha III. Kongre’de ortaya koyduğubu tespit bir dizi gelişme ile doğrulanmıştır. Fakat buaynı süreç dünyanın farklı yerlerinde ayağa kalkmış,isyana durmuş kitlelerin devrimci önderlik ihtiyacını datüm yakıcılığı ile ortaya koymaktadır. Komünistlerolarak kendi misyonumuza yeni dönemin ortayakoyduğu sorumluluklar üzerinden bakmak, buna uygunhareket etmek, günün görev ve sorumluluklarını buçerçevede değerlendirmek durumundayız. Bununkendisi, adım atmış olduğumuz 14. mücadele yılındanbaşlayarak, bunu takip eden dönem içerisindepartimizin kitlelerin devrimci isyanına önderlik edecekbir düzeye taşınması, sınıf içerisinde buna uygunmevzilere kavuşturulması anlamına gelmektedir.Partimizin niteliğini ve savaşım gücünü her geçen günbüyütmek anlamına gelmektedir. Komünistler olarakönümüzdeki süreçte bu görev ve sorumlulukların daüstesinden başarıyla geleceğiz. (...)

Yaşasın Türkiye Komünist İşçi Partisi!Ankara İl Komitesi

Devrim günlerine hazırlanıyoruz! Emperyalist kapitalizmin dünya halklarını her geçen

gün biraz daha yıkıma sürüklediği bir tarihsel evrede“İşçilerin birliği halkların kardeşliği” şiarıyladüzenlediğiniz geceyi, işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluşmücadelesine duyduğumuz sarsılmaz inançlaselamlıyoruz.

(...) Önümüzdeki dönemde genel olarak partininözelde İzmir çalışmamızın önemli bir gelişimyaşayacağına açık bir inanç duyduğumuzu sizyoldaşlarımız ve dostlarımızla bu anlamlı etkinlikvesilesiyle paylaşırken, yurtdışı örgütümüze deçalışmalarında başarılar diliyoruz.

İzmir İl Komitesi

Partiyi kazandık, partiylekazanacağız!

(...) Partimizin ideolojik-politik güçlülüğünü tüm

çalışma alanlarımıza layıkıyla yansıtabilmenin çabasıiçerisindeyiz. Bu çaba, ideolojik eğitimde, örgütselişleyişte ve kadrolaşmada mesafe katedebildiğimizölçüde anlamlı sonuçlar üretebilecektir. Bu noktadayerellerde bizlere düşen sorumluluğun bilincindeyiz. Bubizim her anımızı devrim için yaşamamız gerektiğini,zamanın devrime aktığı gerçeğini bilince çıkartmamızıgerektiriyor. Kaybedecek tek bir saniyemiz yok (...)

Sefaköy Bölge Örgütü

Yaşasın proletarya devrimi! Yaşasınsosyalizm!

(...) Esenyurt sanayi havzası işçi kitlelerine ağırçalışma koşullarının dayatıldığı bir sömürü cennetidir.Uzun yılları geride bırakan devrimci sınıf faaliyetimizlebölgemizde sermayenin sömürü dişlilerini parçalamaçabası içerisindeyiz. Fabrikalara partimizin sesinitaşıyor, işçi sınıfı içinde soluk alıyor, böylece sınıfıdevrime ve sosyalizme kazanmanın güncel önemininbilinciyle günü örgütlüyoruz. Böyle bir faaliyetiçerisinde Alaaddin Karadağ yoldaş sermaye devletitarafından katledilerek parti ve devrim davasındaölümsüzleşmişti. Alaaddin yoldaşı güneşeuğurladığımızdan bugüne geçen iki yıl süresince,sermayenin korkularını gerçek kılacak sınıf kinimiz veiktidar bilincimiz daha da bilendi.(...)

Esenyurt Bölge Komitesi

“Parti, sınıf, devrim!” (...) Biz de bölgemizde fabrika fabrika sınıfın

mücadelesinin önündeki engelleri parçalamaya, siyasalbilinci yaygınlaştırmaya çalışıyoruz. Sınıfı partiyekazanmanın devrimi ve sosyalizmi kazanmak olduğubilinciyle gecemizi gündüzümüze katıyoruz. Patimizinbayraklaştırdığı “Parti, sınıf, devrim!” şiarıbölgemizdeki fabrikaların üstünde dalgalanıyor. Bubayrak şehit yoldaşlarımızdan devralınmıştır. Onların

anısını bu bayrağı kapitalizmin burçlarındadalgalandırarak yaşatacağız.

Partimizin kuruluş yıldönümü vesilesiyledüzenlemiş olduğunuz geceyi devrim ve sosyalizmmücadelesindeki tüm kararlılığımızla selamlıyoruz.

İşçi sınıfı savaşacak, sosyalizm kazanacak!Yaşasın Türkiye Komünist İşçi Partisi!

TKİP Ümraniye Bölge Örgütü

Geleceği kazandıracak adımlarıatanlara selam olsun!

(...) Dünden daha iddialı, daha kararlı ve daha tok birbiçimde yolumuzda yürüyoruz. Bugün sendikabürokatları ve devletin kolluk güçleri işçi sınıfıiçerisinde örgütlenme ve hak talepleriyle gündemegelen mücadelelerde devrimci sınıf kimliği ve ihtilalciörgüt iradesi ile yüzyüze geliyorlar. Bu somutgerçeklikle dünden daha güçlü bir mücadele zemininesahibiz.

Bundan sonrası bizim için, ideolojik gücümüzüyukarıdan aşağıya hakim kılmak, hedefli sistematikçalışmada sonuç üretmek ve sınıf mevzilerindeyoğunlaşmaktır.

Kartal’dan Komünistler

Yaşasın partimiz TKİP! (...) Komünistler olarak sınıfın olduğu her alanda

faaliyet yürütüyoruz. Marksizmin-Leninizminkılavuzluğunda sınıfı örgütlemek ve devrime götürmekiçin yoğun bir çaba içindeyiz. Önümüzdeki dönemin buçabaların filizlendiği bir dönem olacağı umudu vecoşkusuyla hepinizi selamlıyoruz.

Yaşasın partimiz TKİP!Tuzla’dan Komünistler

Yaşasın devrim, yaşasın sosyalizm! .(...) Tüm dünya halklarının proletaryanın kızıl

bayrağı altında eşit, özgür, birlikte ve kardeşceyaşayabileceği günler uzak değildir.

Fakat bu günlerin kendiliğinden gelmeyeceği,bunun, tek devrimci sınıf olan işçi sınıfının kenditarihsel rolünü oynamasına bağlı olduğu açıktır. İşte buaçıklıkla davranan partimiz, işçi sınıfını kazanmak içinbüyük bir çaba içerisindedir. Gerçekleştirilen eylem,etkinlik ve direnişlerin de tanıklık ettiği bu çabanın biziyeni dönemin ihtiyaçlarına yanıt vermeye muktedirkılacağı inancıyla etkinliğinizi bir kez dahaselamlıyoruz.

Yaşasın devrim, yaşasın sosyalizm!Yaşasın partimiz TKİP!

Bursa’dan komünistler

13. yıl etkinliğine mesajlar...

Ekim Devrimi’nin 94. yıldönümü Moskova ve Kiev’dedüzenlenen törenlerle kutlandı.

Rusya’da 7 Kasım’ı “milli gün” olarak kutlayan hükümetinizlediği tutuma karşı komünistler kendi anma törenlerinigerçekleştirdi. Rusya Federasyonu Komünist Partisi öncülüğündedüzenlenen törende binlerce kişi Marks’ın büstünün bulunduğumeydanda buluşarak kızıl bayraklarla Kızıl Meydan’a yürüdü.

Diğer bir kutlama ise Ukrayna’nın başkenti Kiev’de yapıldı.Ukrayna, 2000 yılında Ekim Devrimi’nin yıldönümünü ulusal tatilolmaktan çıkarmış ancak ülkedeki sol partiler kutlamaya devametmişlerdi. Bu yıl gerçekleştirilen gösterilerde ise komünistlerlemilliyetçiler arasında çatışma çıktı. Kutlamalarda Lenin ve Stalinposterleri taşıyan bin kadar yaşlı komünistin de yer aldığı bildirildi.

Ekim Devrimi kutlamaları...

Page 20: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

AB kapitalizminin en zayıf halkası Yunanistan’dasistemin krizi yeni boyutlar kazanıyor. İşçi sınıfının,emekçilerin, genç kuşakların grev, genel grev ve militandirenişlerinin basıncı altında bunalan Yunanistanburjuvazisi ve onun rejimi, krizin enkazı altındakalmamak için değişik taktikler geliştiriyor. İşçi veemekçilerin militan direnişi ile AB şeflerinin basıncıarasında sıkışan PASOK hükümeti ve başbakanı YorgoPapandreu, ne birini ne ötekini memnun edebiliyor. ZiraAB şefleri sosyal yıkım paketinin ne pahasına olursaolsun uygulanmasını dayatırken, işçi sınıfıyla emekçilerise, bu paketi egemenlerin tepesinde parçalamakararlılığındalar.

AB’den sömürge muamelesi…

Çöküşün eşiğindeki kapitalist sistemi kurtarabilmekiçin, Troyka diye adlandırılan Uluslararası Para Fonu(IMF), Avrupa Birliği (AB) ve Avrupa MerkezBankası’nın (AMB) “kurtarma” planına bağımlı olanPASOK, tensikatlar, ek vergiler, özelleştirmeler, kamuharcamalarını budama, sosyal hizmetlerinözelleştirilmesi gibi saldırıları içeren sosyal yıkımpaketini uygulamanın yollarını arıyor.

Genel grev ve militan direnişler karşısında bunalanPapandreu hükümeti, saldırı paketini referandumasunma taktiğine başvurmak istedi. Ancak hem ABşefleri hem içteki burjuva muhalefet, şiddetle buna karşıçıktılar. Zira sınıf ve kitle hareketinin kitlesel ve militanbir çizgide ilerlediği bu süreçte paketin reddedilmesikaçınılmazdı. Bunun farkında olan AB şefleri, Yunanhükümetine adeta kukla muamelesi yaparak,kamuoyuna ilan edilen bu kararı geri aldırdı.

Yunanistan’ı AB’den kovmakla tehdit eden AlmanyaBaşbakanı Angela Merkel ile Fransa CumhurbaşkanıNikolas Sarkozy, sosyal yıkım paketinin ne pahasınaolursa olsun uygulanmasını, aksi halde “kurtarma” planıçerçevesinde Yunanistan’a verilmesi öngörülenkredilerin iptal edileceğini söyleyerek, aba altından sopagösterdiler.

AB şeflerinin tehdidi, sadece PASOK üzerinde değil,ana muhalefetteki Yeni Demokrasi Partisi (YDP)üzerinde de etkisini gösterdi. Referandumdan vazgeçenPASOK, YDP’yi de hükümete dahil ederek, sosyalyıkım paketinin altında kalma riskini azaltmaya çalıştı.YDP ise, PASOK’la koalisyon hükümeti kurmayı kabulederek, okkanın altına girmeye razı olmak zorundakaldı. AB şeflerinin tehditleri karşısında sergilenenutanç verici tutum, Yunan burjuva partilerininemperyalistler karşısındaki sefil hallerini gözler önüneserdi.

Düzen cephesi, “tek bayrak” altında…

Sosyal yıkım paketini uygulamaya çalışanPASOK’un yıpranıp güç kaybetmesini bir süredirkeyifle izleyen YDP şefleri, gelinen yerde siyasi faturasıağır olacak koalisyon hükümetine girmek zorundakaldılar. Bu zorunlu tercihin bir nedeni AB şeflerininbasıncı ise, diğeri de Yunanistan kapitalizmininuçurumun kıyısına gelmiş olmasıdır. Bu da, bu saattensonra esas olanın sistemin bekasının korunmasıolduğunu gösteriyor.

Yunanistan burjuvazisinin “sağcı” (YDP)ve “solcu”(PASOK) siyasi temsilcileri, kokuşmuş sistemin bekasıiçin, sosyal yıkım paketini birlikte uygulama konusundaanlaştılar. Papandreu’nun başbakanlıktan istifa etmesi,

kurulacak hükümete teknokratların katılması, Şubat2012’de seçimlerin yapılması ve işçi sınıfıylaemekçilerin direnişinin bastırılması için birlikteçalışma kararı alan iki partinin şefleri, bedeli ağırolsa da, emperyalizme ve büyük burjuvaziyehizmet etmeye devam edeceklerini ilan ettiler.

AB’nin desteği ve basıncı ile tek cephedebirleşen sermaye partilerinin işçi sınıfına, emekçilereve genç kuşaklara karşı daha saldırgan bir politikaizlemeye hazırlandıkları anlaşılıyor. Zira 400milyar dolara ulaşan dış borcunu ödeyebilmek içinAB şeflerine muhtaç olan Yunanistan yönetimininişçi ve emekçilere saldırmak dışında bir seçeneğibulunmuyor. Bu icraat, sonunu kendi elleriylehazırlamak anlamına gelse de... Nitekim kamuoyuyoklamaları, iki sermaye partisine verilen destekteşimdiden ciddi düşüş meydana geldiğine işaret ediyor.

Saldırı birleşik, kitlesel, devrimci direnişle püskürtülebilir

Yunanistan burjuvazisi kadar AB şefleri de birliğinbu zayıf halkasındaki krizle yakından ilgilenmekzorunda kalıyorlar. Zira Yunanistan’ın yanısıra İtalya,Portekiz, İspanya, İrlanda gibi ülkelerde de krizderinleşiyor. Özellikle dış borç stoku ve AB içindetuttuğu yer itibarıyla on Yunanistan’a bedel olanİtalya’da olası bir çöküş ihtimali, AB şeflerini dikenüstünde bırakıyor. Zira İtalya’da olası bir çöküş, ABülkeleri başta olmak üzere kapitalist emperyalist sistemibir bütün olarak sarsacak sonuçlar yaratabilir. Bundankorkan emperyalist şefler, Yunanistan’ı “kurtarma”paketinin uygulaması için pervasızca bastırıyorlar.

Krizin vardığı nokta ve kapitalist emperyalist sistemiçin yarattığı riskler, egemenlerin, militan kitlehareketlerini bastırmak için faşist diktatörlük dahil heryola baş vurabilecek durumda olduklarını gösteriyor.Nitekim bu günlerde Yunanistan’da askeri darbespekülasyonlarının piyasaya sürülmesi bir rastlantıdeğil. Belirtmek gerekiyor ki, faşist zorbalık için askeridarbenin olması da şart değil. Önemli olan egemenlerin,işçi sınıfıyla emekçi müttefiklerinin militan kitleeylemlerini bastırmak için hangi yöntemlerebaşvuracaklarıdır. Krizlerin derinleştiği yerde,egemenlerin faşist zorbalığa başvurdukları ise tarihseldeneyimlerle sabittir.

Onlarcagenel grev, sayısız grev,

kitle eylemi ve işgalgerçekleştiren Yunanistan işçi

sınıfıyla emekçi ve gençmüttefikleri, sosyal yıkım saldırısını

püskürtmeye kararlı olduklarını gösteriyorlar.Ancak çatışmanın giderek şiddetleneceği ve daha kararlıdaha hedefli daha birleşik daha militan bir mücadeleyigerektireceği dikkate alındığında, mücadele alanındakidevrimci önderlik boşluğunun doldurulmasının hayatibir önemi bulunmaktadır.

Başta Yunanistan Komünist Partisi (KKE) olmaküzere ilerici, devrimci ve anarşist güçlerin tümü de kitleeylemlerinin organik birer parçası durumundadırlar.Ancak yansıyanlara bakıldığında, bu güçlerden henüzişçi sınıfıyla birleşerek devrimci önderliğin hakkınıverecek bir hareketin bulunmadığı anlaşılıyor. Sınıflagüçlü bağları, sendikal mevzileri ve kitlesel gücüolmasına rağmen, KKE’nin reformist çizgide olması,devrimci önderlik boşluğunu doldurmasını engelliyor.Bu çizgi, KKE’nin kimi zaman diğer sol güçlerleçatışmasına da yol açıyor.

KKE’nin reformist çizgisini eleştiren KOE ve“Radikal Sol Koalisyonu” (SYRIZA) gibi güçler ise,kimi zaman daha militan bir çizgi izleseler de, işçisınıfıyla devrimci temelde birleşmekten uzakgörünüyorlar. Hareketin kitleselliği ile kıyaslandığında,ilerici-devrimci güçlerin oynadıkları rolün, halenharekete bir bütün olarak önderlik etmeye yetmediğianlaşılıyor. Dahası henüz aşılmayan bölünmüşlük, buetkiyi kısmen de olsa zayıflatıyor.

Sözünü ettiğimiz bazı etkenlere rağmen, işçisınıfının hareket içindeki etkin rolü, mücadele tarihi,komünist birikim ve ilerici devrimci güçlerin devameden eylemlerde etkin bir rol oynamaları, Yunanistan’dadevrimci önderlik ihtiyacını karşılayacak güçlüpotansiyellerin mevcut olduğunu gösteriyor.

Kolombiya’da faaliyet gösteren “Kolombiya SilahlıDevrimci Güçleri’’nin (FARC) lideri Alfonso Canoaskeri bir operasyon sırasında katledildi.

4 Kasım akşamı Kolombiya ordusunun Suarez ileLopez de Mikay bölgelerine düzenlediği operasyondaöldürüldüğü söylenen Cano 63 yaşındaydı.

Ordu ve polis, Mart 2008’de kalp krizi sonucu ölenörgütün kurucusu ve efsanevi lideri ManuelMarulanda’nın yerine gelen Cano’nun peşindeydi.

Cano’nun öldürülmesi, geçen yıl göreve gelen veFARC ile etkin mücadele sözü veren Kolombiya Devlet

Başkanı Juan Manuel Santos için büyük zafer olarak nitelendiriliyor. 1964’te kurulan örgütün 2008’den bu yana liderliğini yapan 63 yaşındaki Cano, Marulanda’nın ölümünden

sonra FARC’ı yeniden örgütlemişti. İki “modern” gerilla örgütlenmesinden ilki 1964’te oluşturuldu. Marquetalia katliamına bir yanıt olarak,

Komünist Partisi’nin etkisi altındaki birkaç köylü grubu Kolombiya Devrimci Silahlı Kuvvetleri—HalkınOrdusu’nu (Fuerzas Armadas Revolucionarias de Colombia-Ejército del Pueplo-FARC-EP) kurdu.

Aynı zamanda, Küba devriminden esinlenen ve Santander’deki köylü direnişinde yer almış olan bir gerillafokosu oluşturuldu. Ulusal Kurtuluş Ordusu (Ejército de Liberación Nacional-ELN) olarak adlandırılan buörgüt, Che Guevara’nın stratejisine bağlıydı ve Camilo Torres’in katılımıyla büyük bir sempati kazandı.

Dünya20 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011

AB’nin zayıf halkası Yunanistan’da kriz derinleşiyor...

Page 21: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

Saldırılar sürüyor“Wall Street’i işgal edin” (Occupy Wall Street) sloganıyla

New York’ta başlayan ve giderek ABD’nin diğer kentlerineve dünya çapına yayılan anti-kapitalist eylemler baskı vedevlet terörünün hedefi olmaya devam ediyor.

ABD’nin Kolarado eyaletinin başkenti Denver’da 30Ekim günü “İşgal et” eylemleri kapsamında binlerce kişieyalet meclis binası önüne yürüyüş düzenlemek istedi.Polisin yürüyüşü engellemek istemesi üzerine çıkançatışmada 20 gösterici gözaltına alındı. Göstercilerden birkısmı polisin kullandığı plastik mermilerin isabet etmesisonucu yaralandı.

25 Ekim günü ABD’nin Oakland şehrinde polis, belediyebinası önünde kamp kuran “Wall Street İşgali” destekçilerinesaldırarak 85 kişiyi “kaçak konaklama, kötü davranış” gibigerekçelerle gözaltına almıştı.

26 Ekim günü Atlanta’da polisin kampı dağıtmakistemesi üzerine çıkan çatışmada 50 gösterici gözaltınaalınmıştı. Oakland ve San Diego kentlerinde de eylemcilerpolis terörüne maruz kalmışlardı.

28 Ekim günü de Tennessee eyaletinin Nashville kentindepolis saldırısı yaşanmıştı. Eylemcilere kaldıkları çadırlardasaldıran polis onlarca göstericiyi gözaltına almıştı. Yerelmahkeme ise bölgede belirli saatlerde sokağa çıkma yasağıuygulanması gerektiğini açıklamıştı.

Eylemlere dönük saldırılar Sydney’de de yaşanmıştı.Avustralya polisi 23 Ekim günü sabah saatlerinde AvustralyaMerkez Bankası’na ait bina önünde “Sydney’i İşgal Et”eylemine saldırarak 40’tan fazla eylemciyi gözaltına almıştı.

Oakland’da liman işgaliKaliforniya eyaletinde bulunan Oakland’daki “Wall Street

işgal et!” eylemcilerinin yaptığı genel grev çağrısı üzerine 2Kasım günü gerçekleştirilen eyleme binlerce kişi katıldı.Sendikalardan resmi bir çağrı olmamasına rağmen emekçilerde eyleme ilgi gösterdi.

Gün boyu şehrin farklı bölgelerinde büyük eylemlergerçekleşirken göstericilerin sayısı öğlen saatlerinde 20 bini

aştı.Vitrinlerine eyleme destek afişleri asan dükkanlar kepenk

kapatırken, yüzlerce öğretmen ve öğrenci de okulagitmeyerek eyleme katıldı. Eylem nedeniyle Wells Fargo,Chase, Citibank ve Bank of America gibi bankalar şubelerinikapattı.

Eylemde ABD’nin beşinci büyük limanı olan Oaklandlimanı da işgal edildi. Liman işçileri kişisel girişimlerle genelgrev çağrısına yanıt vermeye çalıştı. Sabah saatlerindelimanın yüzde 40 kapasiteyle çalıştığı belirtilirken akşam daliman önünde buluşan yaklaşık 30 bin kişi giriş-çıkışlarıbloke ederek kamyonların geçişini engelledi. İşgal nedeniylelimanda faaliyetlerin durdurulduğu açıklandı.

Öte yandan, eylemcilerin kent limanı işgal etmesininardından, göstericilerden bazılarının çevredeki binalarıncamlarını kırması ve kullanılmayan bir binayı ateşe vermesiüzerine polisle göstericiler arasında çatışma çıktı. 5 göstericiile birkaç polis yaralanırken, 80’i aşkın kişi gözaltına aldı.

New York’ta da uluslararası yatırım bankası GoldmanSachs binasına yürüyüş düzenleyen ve burada oturma eylemiyapan ‘’Wall Street’i İşgal Et’’ grubundan yaklaşık 16 kişipolis tarafından gözaltına alındı.

“Dame Caddesi’ni İşgal Et”İrlanda’da “Dame Caddesi’ni İşgal Et” eylemi 6 Kasım

günü birinci ayını geride bıraktı.Merkez Bankası’nın önünde kurdukları çadırda

konaklayan eylemcilerin sayısı gün geçtikçe artarken, hergün sistematik eylemler gerçekleştiriliyor. 50 kadar eylemcikamp alanında günlük nöbetçi olarak kalıyor.

Bununa beraber hava koşulları giderek kötüleşiyor. Fakatanti-kapitalistlere çevreden erzak vb. yardımlar da eksikolmuyor. Eylemcilerin dört talebi ise şöyle:

“AB ve IMF’nin İrlanda’nın iç işlerinden uzak durması,özel borçların yükünün İrlanda halkının omuzlarınayüklenmemesi, ülkenin gaz ve petrol rezervlerininsahipliğinin İrlanda halkına iade edilmesi ve gerçek birkatılımcı demokrasinin hayata geçirilmesi”

Frankfurt’ta 6 Kasım günü “Özelleştirme saldırısı,taşeronluk sistemi ve görevlerimiz” konulu bir panelgerçekleştirildi.

Hüseyin Aydın panelde IG Metal Sendikası adınakonuştu. Almanya’da sorunun kronolojik gelişimi, kapsamıve bugün yaşanmakta olan sonuçlarına değindi.Konuşmasının devamında yoğun ve katmerli bir sömürüyleiçiçe ciddi sosyal saldırıların ve sendikal hak gasplarınınyaşandığını ifade ederek IG Metal olarak taşeron çalışmasistemine karşı kampanya yürüttüklerini belirtti. Aydınsözlerini, sendikalara sahip çıkılması çağrısıyla bitirdi.

Daha sonra söz alan eski bir IG Bau Sendikası temsilcisiise, suyun özelleştirilmesi ile ilgili çarpıcı açıklamalardabulundu. “Dünyada yaşayan her insan için 46 metreküp suvar’’ diyen konuşmacı suyun günümüzde ticari amaçlarla

özelleştirildiğini söyledi. Panelin “görevlerimiz” bölümünde ise aralarında BİR-

KAR’ın da bulunduğu etkinliğin düzenleyicisi bileşenleradına konuşmalar yapıldı. Kurumlar adına konuşanpanelistlerin tümü saldırılar karşısında işçi sınıfına vesendikalara büyük görevler düştüğünü ancak sendikalbürokrasinin engeleyici çabalarının aşılamadığını belirttiler.Bu nedenle sendikaların olumlu yönde rollerini oynamalarıiçin işyerlerinde işçilerin işyeri komiteleri temelindeörgütlenerek tabanın basıncını harekete geçirmelerigerektiğini, bu görevin ise öncelikle ilerici ve devrimcikurumlara düştüğünü belirttiler.

Canlı tartışmalar eşliğinde yaklaşık 5 saat süren panele60 kişi katıldı.

BİR-KAR / Frankfurt

İsrail’de grev veeylemler

İsrail’de kamu çalışanlarının 7 Kasımgünü gerçekleştirdikleri 4 saatlik grevhastaneler, kamu binaları, uluslararasıhavaalanı da dahil olmak üzere toplu taşımasistemlerini felce uğrattı.

Yüzbinlerce kamu çalışanının üye olduğusendikaların bağlı bulunduğu Histadrut İşçiFederasyonu’nun (HİF) çağrısıyla grevegiden emekçiler ülkede hayatı durdurdu.HİF sayıları onbinleri bulan temizlik,güvenlik ve bakım personelinin kadrolarınıngeçici sözleşmeden kadroluya aktarılmasınıtalep ediyor. Bunun için süresiz grev ilaneden federasyonun karşısına yargı barikatıörüldü.

İş Mahkemesi, hükümetle sendikaarasındaki müzakerelerin sonuçsuz kalmasıüzerine devreye girerek grevin süresinisadece dört saatle sınırladı. HİF kararauyacağını açıklarken, hükümetle yapılangörüşmelerin mahkemenin gözetimindedevam edeceği bildirildi.

Binler yeniden sokaklardaÖte yandan, ülkede sosyal adaletsizliğe

karşı ayağa kalkan emekçiler iki aylık aranınardından 29 Ekim günü bir kez daha alanlarıdoldurdu.

“Sokaklara Dönüş” adı altında yapılangösterilerin en büyüğü başkent Tel Aviv’degerçekleştirildi. 17 bini aşkın kişi, “Halksosyal adalet istiyor!”, “Sadaka değil sosyaladalet!” sloganlarıyla Rabin Meydanı’ndatoplandı. Meydandaki konuşmalarda GazzaŞeridi ile sınırdaki gerginlikler ele alınarak“Güneyde yaşanan gerginlik, bizi sosyaladalet taleplerimizi değiştirmeyegötürmemeli” ifadelerine yer verildi.

Eylemde hükümetten ve parlamentodan2012 yılı bütçesinin değiştirilmesi ve halklaişbirliği içinde yeni bir sosyal bütçehazırlanması talep edildi.

Yürüyüş sırasında 4 gösterici gözaltınaaldı.

Kudüs’te ise yaklaşık 3 bin kişi İsrailParlamentosu’na yürüyüdü.

Eylat, Modiin, Kiryat Şimona gibikentlerde de eylemler yapıldı.

İsrail’de konut fiyatlarının yüksekolmasının protesto edildiği eylemler hayatpahalılığına ve işsizliğe duyulan tepkiyle çığgibi büyümüştü. 3 Eylül’de yapılan ve İsrailtarihinin en büyük gösterisi olaraknitelenen protestolarda, ülke genelindeyarım milyon dolayında insan hükümetinpolitikalarına karşı yürümüştü.

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 21Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011 Dünya

“İşgal Et” eylemleri sürüyor!

Frankfurt’ta ‘özelleştirme’ paneli

Page 22: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

22 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011Dünya

“Onlar ki toprakta karıncaSuda balık

Havada kuş kadarçokturlar....’”

N. Hikmet

Türkiye’den ağırlıkla Almanya olmak üzereAvrupa’ya işçi göçü tam 50 yıl önce başladı. İlk elden30 Ekim 1961 yılında Almanya ile “işçi mübadeleanlaşması” imzalandı. Önceleri de kendiliğinden deolsa Avrupa’ya göç vardı. Bu uluslararası niteliktekianlaşma ile birlikte göç resmileşti. Bu tarihteAvrupa’da yaklaşık 30 bin işçi bulunuyordu.Almanya’yı 1964 yılında Avusturya, Hollanda,Belçika, 1965 yılında Fransa ve 1967’de İsviçre izledi.Bugün Almanya başta olmak üzere Avrupa’da halihazırda, çeşitli ülkelerden gelen toplam 15 milyongöçmen işçi var. Türkiyeli işçi sayısı ise 2.5 milyonuAlmanya’da olmak üzere toplam 4 milyondur.

50 yıl önce imzalanan toplam 12 sayfalık buanlaşma metni, Türkiye’den getirilecek olan ve adına“Gastarbeiter(misafir işçi)” denilen işçileri özgürce veher türlü işte sınırsız biçimde kullanma hakkınıtanıyordu. Avrupalı kapitalistler de böyle yaptılar.Göçmen işçileri kendilerinin belirlediği koşullarda enpis ve en ağır işlerde çalıştırdılar, yoğun biçimdesömürdüler. Fabrikalar, maden ocakları, inşaat sektörüve temizlik işleri bir anda Türkiye’den ve başkaülkelerden gelen göçmen işçilerle dolup taştı.

Almanya II. Dünya Savaşı’nda tam bir yıkımauğramıştı. Yeniden inşa edilmesi ve yeniden imrenilenbir ülke haline getirilmesi hedefleniyordu. Almantekelci burjuvazisi bunun için ihtiyaç duyduğuişgücünü bulmuştu; göçmen, bir başka adıyla “misafirişçiler”. Bu ucuz işgücü ordusu sınırsızca kullanılacakve zamanı geldiğinde, posası çıkmış bir halde gerisingeri geldikleri ülkelere gönderileceklerdi.

Türkiye’de düzen kendi insanlarına insancayaşanılabilir koşullar sağlamamıştı. Ne işverebiliyordu, ne de aş. İşsiz ve yoksul onbinlerce işçizorunlu olarak yerlerinden, yurtlarından göçmekzorunda kaldı. Avrupalı kapitalistler bir ucuz işgücüpazarı kurmuştu, Türk sermaye devleti de bu pazarakaynağını sağlamıştı.

Türkiye’den gelen işçiler son derece yoksuldular,sefalet koşullarında yaşıyorlardı. Bu nedenle deAlmanya’ya gelen bu işçiler burayı bir umut kapısı,bir sosyal haklar cenneti olarak gördüler. Hiç itirazetmeden, en ağır koşullarda ve üstelik de, Almanişçilerine göre çok daha düşük ücretlerle çalışmayıkabul ettiler. Alman burjuvazisi onların bu durumunuçok iyi değerlendirdi. Her fırsatta onları yerli işçilerlekarşı karşıya getirdi. Ücretleri düşürmede, sömürüyüyoğunlaştırmada, kısacası kölelik koşullarını kabulettirmede onları kullandı. Böylece karlarına kar kattı.

Yıkık Almanya kısa denebilecek bir zaman dilimiiçinde yeniden Türkiyeli bu işçilerin de katkılarıylaayakları üstüne dikildi. Türkiyeli işçiler diğerülkelerden gelen sınıf kardeşleri ile birlikte ürettiklerive yarattıkları ile Alman burjuvazisinizenginleştirdiler. “Alman mucizesi” ninyaratılmasında onların da önemli payı var.

Dönmek üzere gelmişlerdi, buralı oldular...

Türkiyeli göçmenler dönmek üzere gelmişti, ama

dönmediler, dönemediler. İktisadi-toplumsal koşullaronları yerli toplumun organik bir parçası halinegetirdi. Bekar ve yalnız gelmişlerdi, sonra eşlerini veçocuklarını da getirdiler. Zamanla buralı oldular.

Sermaye devleti samimiyetten tümüyle yoksundemeçler ve sahte çıkışlar dışında, hiçbir dönemAvrupa/Almanya’daki işçilerin gerçek sorunları ile,onların acıları, iş ve yaşam koşulları, sıkıntıları vb. ileilgilenmedi. Onları sadece ve sadece bir döviz kaynağıolarak gördü.

Geçici olarak gönderilen bu insanlar çoğala çoğalamilyonları buldu. Bu büyük kitleye, 12 Eylül 1980sonrası dönemde bir de hatırı sayılır nicelikte politiksürgün dahil oldu. 2. ve derken 3. kuşak oluştu.Buranın dilini öğrendiler, okudular, memur oldular,polis oldular,yavaş yavaş yaşamın her alanına girmeyebaşladılar. Ticarete atıldılar, işveren oldular, mülk satınaldılar. Yerli toplumla yakınlaştılar, kız alıp verdiler.Zaman içinde sınırlı da olsa buranın toplumsal-siyasalyaşamına dahil olmaya başladılar.

Vatandaşlık hakkını kazananlar seçme ve seçilmehakkını da elde etti. Seçti-seçildi. Bu yeni bir durumduve değerlendirilmesi gerekiyordu. Sermaye devletihızla lobi faaliyetine başladı. Ucuz işgücü aracı olarakAlmanya ve Avrupa’ya gönderdiği işçileri, bu kez depolitik olarak istismar etmeye, onları iç ve dışpolitikalarının dolgu malzemesi olarak kullanmayabaşladı.

Dahası var.Milliyetçiliği körükledi, dinsel gericiliği örgütledi.

Her yerde camiler inşa ettirdi. Tarikatları adeta burayataşıdı. Dini, milliyeti, mezhepleri ticari çıkarların aracıolarak kullandı. Vakıflar kurdu, onlar aracılığıylabilinçsiz emekçilerin yılların emeğine malolanparalarını hortumladı. Kombassan ve günümüzdegündem olan Deniz Feneri gibi patlayan soygunçarkları bunun örnekleridir.

Avrupa eski Avrupa, Almanya eski Almanya değil..

Aradan geçen 50 yılın Türkiyeli işçileri hem fizikive hem de moral açıdan hayli yıprattığı kesin birgerçektir. Öyle ve o kadar ki, yıllarca en pis işlerde, enağır ve en zor koşullarda çalışan ve gereğinden fazlayıpranan bu insanlar doğru dürüst emekli dahiolamadılar, olamıyorlar. Emekli olanların önemli birkısmı ise, hastalıklardan yakasını kurtaramadı, birçoğuyaşamını yitirdi. Büyük çoğunluk hala emeklilik hakkıiçin mücadele ediyor.

Krizin yakıcı ve yıkıcı tüm sorunlarını en çok

göçmen işçiler yaşıyor. Sonuçlarından en çok onlaretkileniyor.

Eski Avrupa ve Almanya’dan eser kalmadı. Sosyaldevlete çoktan elveda dendi. Almanya artık sosyalhaklar cenneti değil. Onyılların mücadelesine malolantüm sosyal haklar tek tek gaspedildi, edilmeye devamediliyor. Refahtan da eser kalmadı.

Günümüzde sömürü daha bir katmerleşmiştir.Ücretler habire aşağı çekilmekte, çalışma ve yaşamkoşulları her geçen gün daha da kötüleşmektedir.İşsizlik tam bir kabusa dönüşmüştür ve bu en çokgöçmen işçileri etkilemektedir. Kriz tehdidi, sınırdışıedilme şantajı ile bu işçiler en düşük ücretleçalıştırılmaya razı edilmektedir. Uzun sürelerleçaılştırılmaktadırlar, mesaiye zorlanmaktadırlar. Bunakarşın bu işçilere bunun için ek bir ücret verilmektedir.Fabrikalarda çalışmak şimdi tam bir ayrıcalık halinegelmiş bulunuyor. Taşeron sistemi iyiden iyiyeyaygınlaştırıldı. Her yerde deyim uygunsa amelepazarları kurulmaktadır. Bu pazarlarda en çok alınıpsatılan ise göçmen işçiler olmaktadır. Yoksulluktoplum ölçüsünde yaygınlaşmış olup, en çok göçmenişçileri vurmaktadır. Eğitimden sağlığa her şeyözelleştirildi. Onbinlerce göçmen çocuğu okullardankaydını sildirmiş bulunuyor.

Avrupa ve Almanya düne kadar demokrasininkalesi olarak sunuluyordu, şimdi bunun sözü dahiedilemez. Dün, Doğu Bloku ve Sovyet devletlerini, buarada da Doğu Almanya’yı polis devleti olmaklasuçlayan, başta Almanya olmak üzere Avrupadevletlerini kendileri gelinen yerde birer polisdevletine dönüşmüştür.

Ayrımcı-dışlayıcı politikalar da sürüyor. Hattagünümüzde daha da acımasız boyutlar kazanmıştır.Avrupa, en çok da Almanya ırkçı ve yabancıdüşmanlığının kalesi olmaya başlamıştır. Daha daönemlisi, göçmenler krizin ve onun tüm yıkıcısonuçlarının nedeni olarak gösterilmektedir.

50 yılın ardından hala vatandaş olanların sayısıazdır. Bu konuda habire yeni şartlar ilerisürülmektedir. Öte yandan seçme ve seçilme hakkımücadelesi de devam etmektedir.

Türkiye’nin çeşitli kentlerinde 1961 yılında başladızorunlu göç. Tarih 2011 ve aradan tam 50 yıl geçti.Yerlerini yurtlarını terkeden onbinlerce işçi çözülürumuduyla sorunlarını da sırtlarında taşıdılar gittiklerikapitalist zengin ülkelere. Nedir ki, sorunlarınınhiçbiri çözülmedi, tam tersine bunlara yenileri eklendi.Üstelik de daha bir ağırlaşarak..

Ne var ki, umut tükenmedi. Umut gelecek aydınlıkgünlerde.

Enternasyonal-İnfo

Göçün 50.yılı ve kısa hikayesi

Page 23: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 23Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011 Dünya

Emperyalist güçlerin vurucu gücü NATO, yedi aysüren Libya saldırısına 31 Ekim’de sona verdiğiniaçıkladı. Yedi ay boyunca Kaddafi denetimindekikentleri bombalayan NATO uçaklarının 26 bin sortiyaptığı, 10 civarında hedefi vurduğu açıklandı.Açıklanmayan ise, bu vahşi saldırılar sırasında -çoğusivil- 30 bini aşkın kişinin katledildiği gerçeğidir. Libyahalkı şahsında insanlığa karşı işlenen bu suça ABD,Fransa, İtalya, İngiltere emperyalistlerinin yanısıraTürkiye, Katar, Suudi Arabistan gibi gerici tetikçirejimler de ortak oldu.

“Sivil halkı koruma” zırvasını gerekçe gösterereksaldırıyı başlatan emperyalistlerle tetikçilerininAfganistan ve Irak’tan sonra tahrip ettikleri üçüncü ülkeoldu Libya. Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi, Libya’dada emperyalistlerin kuklası dinci-gerici yeni bir yönetimkurulacak. Libya örneği, bir kez daha emperyalistlerinelinin değdiği yerin yakılıp yıkıldığını ve ortaçağkaranlığına doğru sürüklendiğini kanıtlamıştır. Buörnekler, gerici iktidar mücadelesine tutuşan egemensınıfların, ülkelerini yıkıma sürükleyecek kadar soysuz,acımasız ve çaptan yoksun olduklarını da çarpıcı birşekilde kanıtlamaktadır.

Devrimci önderlikten yoksun emekçilerin açmazları…

Başkent Trablusgarp dahil Libya’nın çok sayıdakentini bombalayarak 30 bin kişinin katledilmesineneden olan NATO’nun şefi Anders Fogh Rasmussen, busaldırının örgütüntarihindeki en başarılıoperasyonlardan biriolduğunu söyledi. 30 binkişinin katledilmesindensorumlu olan bu eli kanlışef, sivilleri ölümdenkurtardıklarını söylemepişkinliği ile yetinmiyor,“Libya halkının kendigeleceğini belirlemesiiçin gereken koşullarıoluşturduk” açıklamasınıyapabilecek kadar daarsızlaşabiliyor.

Emperyalistlerin enazından şimdilikLibya’da başarılıolmalarını sağlayan esasneden, Kaddafi rejiminekarşı harekete geçengençlerle emekçilerinbağımsız bir önderlik oluşturma becerisigösterememeleri ve bundan dolayı kısa sürede inisiyatifiemperyalistlerin işbirlikçisi olan gerici güçlerekaptırmalarıdır. Zira bu durum, zorba bir yönetime karşıdemokratik sosyal taleplerle başlayan eylemlerin, kısasürede iktidarı ele geçirmek isteyen gerici soysuzlarınelinde bir oyuncağa dönüşmesine yol açtı. DevrikKaddafi yönetiminin zorbalığı emperyalist güçlerinsaldırısına davetiye çıkarmış olsa da, hareketin önderlikalanında meydana gelen boşluğun, düne kadar Kaddafiyönetimi adına cellatlık yapanlarla emperyalistlerinişbirlikçileri tarafından doldurulması, isyanı yozlaştırıphedefinden saptırmıştır.

Yabancı müdahaleye karşı ilk günlerde bazı seslerduyulsa da, bunlar bastırılmış ve NATO saldırısı“tanrının lütfü” olarak sunulmaya başlamıştır.Emperyalistlerle işbirliği yapan dinci gericiler adına

açıklamalarda bulunan “ulema” kılıklı kişiler, dışmüdahaleye “ilahi kılıf” uydurmakla iştigal ederek,NATO ve CIA mensubu profesyonel katiller tarafındangüdülen Kaddafi muhaliflerinin inisiyatifi elegeçirmelerini kolaylaştırdılar. Libya’da son aylardayaşanan süreç, bağımsız devrimci önderlikten yoksunkalan kitle hareketlerinin, emperyalistlerleişbirlikçilerinin karşı devrimci saldırılarının gerekçesihaline gelebileceğini, yazık ki yeniden kanıtlamıştır.

Emperyalizme uşaklık alçaltıcı sonları önlemiyor…

Uzun yıllar emperyalist güçlere hizmet eden, onlaradına tetikçilik/taşeronluk yapan kişilerin efendilerieliyle katledilmeleri sık rastlanan olaylardandır. NATOtetikçileri tarafından linç edilerek katledilen Kaddafi de,Saddam Hüseyin ve Usame Bin Ladin’den sonra bukaderi paylaşmıştır. Kaddafi uzun yıllardan beriemperyalistlerle işbirliği yapıyordu. Özellikle son onyılda, alçaltıcı işler dahil ABD, Fransa, İngiltere, İtalyagibi emperyalist güçlere önemli hizmetlerdebulunmuştu.

Berlusconi, Blair, Sarkozy gibi emperyalist şeflerin“yakın dostu” olan Kaddafi, ‘insan hakları ödülü’verecek kadar da Tayyip Erdoğan’a yakındı. 167 milyardolar olduğu iddia edilen servetinin çoğunu ABD,İngiltere, Fransa, İtalya gibi emperyalist ülkelereaktarmıştı. Libya’nın birinci sınıf petrolü ve ülkeninAfrika Kıtası’na açılan kapı olması, emperyalist şefleri

Kaddafi’nin elini öpmek zorundabırakacak kadar önemliydi.

Oysa tüm bunlara rağmen,Kaddafi’nin emperyalist şeflernezdinde beş paralık bir değeri bileyoktu; nitekim bu şefler, vahşi birşekilde katledilmesini kahkahalarlakarşılamışlardır. Zira Trablusgarp’takurulmakta olan yeni rejiminefendileri halis işbirlikçi/uşaklardanoluşuyor. Kaddafi’nin geçmiştebazen emperyalistlere kafa tuttuğudikkate alınırsa, bu güçler tarafındanilk fırsatta harcanması şaşırtıcıolmamıştır.

Kaddafi’nin dönüşümüsınıfsaldır. Ülke servetiniyağmalayan soysuzlar kastınadönüşen Kaddafi, çocukları veetrafındaki yiyici takımının,emperyalistlere sığınmak dışında biryönelime girmeleri mümkün değildi.

Milyar dolarlara el koyanlar emperyalistlerle işbirliğiyapmaya mahkûmdurlar. Buna karşın Kaddafi olayı,yardakçıların emperyalist şefler nezdinde zerre kadar birkıymetlerinin olmadığını bir kez daha gözler önünesermiştir. Bilindiği üzere emperyalistlerin dostları olmaz,ancak kullanma süreleri dolunca çöpe atılan veyakatledilen işbirlikçileri, tetikçileri, yardakçıları olur…

Libya’yı ortaçağ karanlığına doğru sürüklüyorlar…

Yönetimin devrilmesi, Kaddafi karşıtı gerici güçlerinbaşarısından çok, NATO bombardımanları sayesindeolmuştur. Eğer emperyalistlerle suç ortaklarının havasaldırıları olmasaydı, verili koşullarda Kaddafiyönetiminin, şimdi işbaşına geçenler tarafından

devrilmesi sözkonusu bile olmayacaktı. Zira bu gericigüçlerin davetiyle başlayan emperyalist saldırı, Kaddafimuhaliflerini zayıflatmış, toplumun bir kesiminin ise, ikitarafa da mesafeli durmasını sağlamıştır. Bombardımanarağmen yedi ay ayakta kalabilmesi, bunun göstergesidir.

Sonuçta NATO, Kaddafi denetimindeki kentlerihavadan bombalayarak -onbinlerce sivili katletmekpahasına- zayiatsız bir savaş yürütmüş, işbirlikçi güçlerise, tetikçi durumuna düşürülen Kaddafi muhaliflerinicepheye sürerek iktidarın basamaklarını tırmanmışlardır.Böylece emperyalistlerle işbirlikçileri Libyalılarıbirbirlerine kırdırarak, en azından şimdilik gerici/iğrençemellerine ulaşabildiler.

Kaddafi’nin zorba yönetimi, emperyalistlerinişbirlikçisi dinci gerici zorbalara iktidar yolunu açmıştır.Hem emperyalistlere uşaklık eden hem şeriatı savunanucube bir yönetimin kurulmakta olduğu Libya’da, süreçortaçağ karanlığına doğru ilerlemeye gebe görünüyor.Zira hem işbaşına gelen gerici güçler arasında, hemyönetimle Kaddafi’ye destek veren güçler arasındaçatışmalar yaşanıyor. Uluslaşma süreci tamamlanmayanLibya’da, gerici iç çatışmaların yayılması gibi vahim birtehlike de mevcuttur.

İlk günden erkeklere “çok karılı” evlilik yolunu açanyeni yönetim ise, kokuşmuş zihniyetini sergilemekte tezdavranmıştır. Bu yönetimde ne emekçilerin ne hareketibaşlatan genç kuşakların taleplerine yer olacaktır.Kadınların ise daha kölece koşullarda yaşamayazorlanacağı ise kesindir; tek eşliliği öngören medeniyasanın dinci gerici yönetimin ilk hedefi olması,kadınları bekleyen karanlık dönemin habercisidir.

Emperyalistlerin Arap dünyasındaki halk isyanlarını“ılımlı İslam”ı temsil eden Müslüman Kardeşler eliyleyozlaştırılıp hedefinden saptırmak için çaba sarf ettikleridikkate alındığında, Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi,Libya’nın yakın geleceğinin de daha karanlık, daha geri,daha kasvetli olması kaçınılmazdır.

Emekçiler mücadele alanlarına inene kadar...

Kaddafi yönetiminin yıkılması, emperyalistleringüdümündeki dinci gericilerin iktidara yerleşmesi, buülke halkının sorunlarını çözen değil, daha da ağırlaştırıpkarmaşıklaştıran bir dönemin kapılarını açmıştır. Soysuzişbirlikçiler güdümündeki yönetimin işbaşına geliş şeklive ilk icraatları, Libyalı işçi ve emekçilere daha iyi biryaşam değil daha karanlık bir gelecek vaat edildiğineişaret ediyor.

Yeni yönetimin başını çekenler hem dinci gerici hemeli kanlı hem neoliberal hem emperyalizmin uşaklarıdır.Bunlar ne demokrattır ne özgürlükçüdür ne insanhaklarına saygılı, ne demokratik ve sosyal haklarıönemseyen güçlerdir. Bunlar Libya’ya üşüşmek için sırabekleyen büyük tekellerle ülke zenginliğini birlikteyağmalayabilmek için şimdiden didişmeye başlayansömürücü mülk sahibi sınıflardır. Bunlar, iktidar veranttan pay alabilmek için hem ülke zenginliğininyağmalanmasına hem emperyalist güçlerin askeri üssühaline getirilmesine onay verecek tıynettedir. Ziraiktidara emperyalistler sayesinde gelenler, onları omevkiye taşıyanlara uşaklık yapmaya mahkûmdurlar.

Durumun vahametine rağmen Libyalı emekçilerin bualçaltıcı koşullara uzun süre sessiz kalmaları olasıgörünmüyor. Karanlık kuşatmanın yarılması ve Libyahalkının onurunu yeniden kazanmasının yolu,emperyalistlerle iktidara yeni yerleşen işbirlikçilerinekarşı meşru/militan mücadelenin güçlenmesiyleaçılacaktır.

Libya’da yeni emperyalist işgal dönemi

Emperyalistlerin Arapdünyasındaki halk

isyanlarını “ılımlı İslam”ıtemsil eden Müslüman

Kardeşler eliyle yozlaştırılıphedefinden saptırmak içinçaba sarf ettikleri dikkatealındığında, Afganistan ve

Irak’ta olduğu gibi,Libya’nın yakın geleceğininde daha karanlık, daha geri,

daha kasvetli olmasıkaçınılmazdır.

Page 24: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

Gaziemir Ege Serbest Bölgesi’nde (ESBAŞ) kuruluHugo Boss’ta yürütülen sendikal faaliyet nedeniyleatılan ve direnişe geçen işçilerle konuştuk. Çalışmakoşullarını ve örgütlenme aşamasında mariz kaldıklarıbaskıları anlatan işçiler dayanışma çağrısı yapıyorlar.

- TEKSİF sendikasına üye olduğunuz ve sendikalçalışma yürüttüğünüz için işten çıkarıldınız. Nezamandır sendikal mücadele içerisindesiniz ve hangikoşullara karşı bu mücadeleyi başlattınız?

Eylem Çelik: Biz bir buçuk senedir çalışmayürütüyoruz. İçeride koşullar ağır, dışarıda Hugo Bossgüllük-gülistanlık diyorlar ama, öyle değil. İnsanlarçok ciddi sağlık sorunları yaşıyorlar, ücretler yüksekdeğil. Eve gidiyorsun, 5-6 saat yatıyorsun, tekrardönüyorsun fazla mesaiye.

Bizde çok fazla baskı var. %100 çalışmakzorundasın, %100 kalite vermek zorundasın. Altınadüştüğünde sürekli baskı ile karşılaşıyorsun. Bu durumçeşitli sağlık sorunlarına da sebep oluyor. Boyun fıtığıve psikolojik rahatsızlıklar sık görülüyor. Birçokarkadaşımız ilaç kullanıyor psikolojik sorunlarnedeniyle. Buna karşın iyi bir sağlık hizmeti dealınmıyor. Doktor sabah 8.00’den 10.00’a kadarmuayene ediyor, sonra muayene yok. Sonra hemşireduruyor, onun da tek yaptığı gerektiğinde belli ilaçlarıvermek. Düşünün iki vardiya çalışılıyor sabah6.00’dan geceye kadar çalışılıyor ama toplam 3 saatdoktorumuz var.

Onun dışında fazla mesai ile sık karşılaşıyoruz,bizden istenen sayılar da çok yüksek. Toplam KaliteYönetimi adı altında bir uygulama var.Standartlaştırma uygulaması var. Yani bir metotbelirleniyor ve o metottaki hareketlerin dışına kimseçıkamıyor. El hareketleri olsun duruş olsun, herkes ometotla çalışmak zorunda. Yani tamamen robotsistemi.

Biz bir buçuk yıldır sendikal mücadele veriyoruz,tam örgütlenme aşamasında iken çıkarıldık. Yaklaşık35 gündür burada direnişteyiz. İlk ben çıkarılmıştım,25 gün yalnızdım. Ondan sonra arkadaşlar daçıkarılmaya başlandı. 70 kişi bir çıkarıldı, sonra 30-40kişi daha çıkarıldı. Toplu çıkışların ardından çıkışlarhalen sürüyor. Toplu çıkış yapılırken çıkarılanlararasında üye olanlar da var olmayanlar da var, büyükkısmı rastgele yapılıyor çıkışların. Ama amaç tabi kisendikalaşmayı engellemek, işçiyi korkutmak ve baskıaltına almak.

Mustafa Kılıç: 3500 kişinin çalıştığı bir yer. HugoBoss’un felsefesinde önce insan yatıyor, öyle deniyor.Ama içeriye bakın, çalışanlarda psikolojikrahatsızlıklar var. Psikolojik baskıdan dolayı ilaçkullanıyorlar. Bel fıtıkları, boyun fıtıkları, varisler...Burası dışarıdan düzenli görünebilir ama “beyinolarak, fizik olarak sadece bizim düşündüğümüzüdüşünsünler, biz ne istersek onu yapsınlar başka biryerle başka bir bağlantısı olmasın” politikasıuygulanıyor.

- İçeride çalışmakta olan arkadaşlarınızın sizekarşı tepkileri nasıl?

Son baskılara kadar çok iyi tepkiler alıyorduk.Servisler zaten sürekli buradan geçtiği için arkadaşlargeçerken el sallıyorlardı. Onun dışında telefonlarlaarıyorlar, gelip görüşmek istiyorlar. İki haftadan beriçok baskı var içeride. İşten çıkarmalar, toplantıalmalar, herkesi takip altına almalar. Ben 5 yıldır

çalışıyorum. Atılan arkadaşlar arasında 8 yıllık işçiolan var, 11 yıldır çalışan var. Sürekli çıkışlar var şuan. Daha disiplinli bir çalışma gidiyor içeride.

- Sendikalaşma sonrası ne gibi sıkıntılarlakarşılaşıyorsunuz?

Mustafa Kılıç: İçerdeki insanların çektiğisıkıntılar, çıkarılan işçilerin parasının verilmemesi,tazminatların verilmemesi bir sıkıntı. 25. maddedenatıyorlar. İşe zarar vermekten.

İçerde insanlar sendikayı kötü bilsin diye sendikahakkında bir karalama politikasıvar. İnsanları odalara çekiyorlar, oodalarda insanlara baskıuyguluyorlar. İnsanlara çıkışyaparken son anda çekiyorlar ki oodalara “insanlar bir şeydüşünemesin, yanılgıya düşsün”,parasını almadan imzasını atsınbu gibi bir çok baskı var. İnsanlarıyalnızlaştırmaya çalışıyorlar.

Biz TEKSİF sendikasınagittik, ki insanların anayasalhakkı bu. Ama genel müdür buhakkı karalamaya kalkıyor.

Hacer Karsak: Sendikayadair olumsuz şeyler anlatıyorlar.Sendikanın girdiği yerde herkesiişsiz ekmeksiz bıraktığınısöylüyorlar. Bizim burada kendidüzenimiz var, sistemimiz vardiyorlar. Bu fabrikadan büyük karlar elde etmekistediklerini söylüyorlar. Herkesin uyanık olmasıgerektiğini, sendikayı bu firmaya aslasokmayacaklarını hatta gerekirse kapatacaklarınısöylüyorlar.

Recep Yıldırım: Son aldığımız duyuma göre“performansı, verimliliği düşük olan, sendikamuhabbeti yapan insanlar varsa belirleyin; bayramdansonra onları komple eleyeceğiz” diyorlar işçilere.“Tespit edin tek tek not alın” diyorlar. Benden de aynışeyi istediler. Beni vardiya amiri Emre Yayla ofisineçağırdığında, benim maddi durumumu, anneminrahatsız olduğunu bildiği için “git oraya kim üyeoluyor kim olmuyor bana bildir” dedi. Başta gidipbaktım, oradaki insanlar hep işçi-emekçi olan insanlar.Emekçilerin hakkını yemek bana göre bir iş değilzaten. Ben içeri geri döndüğümde öyle bir şeyinolmadığını sadece sendikanın kendi adamları

olduğunu söyleyerek komplo kurduğunu söyledim.Bana inanmadılar tabi. Çok sevilen bir operatördümaslında. Verimliliğim çok yüksekti benim. % 100 ileçalışmam gerekiyorsa ben %150 çıkarıyordum.Öğrendiklerinde ise hiçbir hakkımı, tazminatımıödemeden çıkardılar.

Mustafa Kılıç: İçerde, dışarıdaki insanların siyasibir boyutla davrandıklarını söylüyorlar. Buradakiinsanlar değişik partileri, değişik siyasi görüşü olaninsanlar. Ama burada insanlar ekmeğinin kavgasınıveriyor. Bu konumda olan, bu şartlar altında çalışan bir

çok insan var. İnsanlarınbirbirini desteklemesilazım. İnsanların yalnız birbaşına bir yeregelemeyeceği, her konudaaşikârdır. Ne kadar işçibiraraya gelirse, biraradaolursa ancak o zamanbirşeyler kazanılır.Sendikaların birbirine olandestekleri konusunda dasınıf dayanışmasıgösterilmesi gerekir. Busadece burada Hugo Bossişçisinin sorunu değil.Burada sendikalı işyerlerivar. Onların buraya destekvermeleri gerekir. Bunlarçok önemli şeyler. HugoBoss’la karşı karşıya

çalışıyorlar. Sınıf dayanışması ile aşılır bir çok engel.Burada sendikasız yerler var. Oralardan işçilergeldiğinde biz de onları bilgilendiriyoruz.

-Buradan son olarak örgütsüz ve örgütlü işçilere,içeride çalışan işçi arkadaşlarınıza çağrınız nedir?

Eylem Çelik: Biz burada direnişimizi sonunakadar sürdüreceğiz. Burası önemli bir yer. 3500 kişininçalıştığı ve tekstilin kalbinin burada attığı bir yer.Hugo Boss’un örgütlenmesi serbest bölgede örgütsüzçalışan işçiler için örnek olacak. Bu nedenle bütünsendikalardan, işçilerden ve Hugo Boss’ta çalışan işçiarkadaşlarımızdan olsun çok büyük bir destekbekliyoruz, bizim direnişimizi bir adım daha ilerigötürmek için.

Mustafa Kılıç: Tüm işçileri ve işçi dostlarınıdesteğe bekliyoruz.

Kızıl Bayrak / İzmir

Röportaj24 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011

Direnişçi Hugo Boss işçileriyle konuştuk...

“Engeller sınıf dayanışması ile aşılır!”

Bu sadece burada HugoBoss işçisinin sorunu değil.Burada sendikalı işyerlerivar. Onların buraya destekvermeleri gerekir. Bunlarçok önemli şeyler. Hugo

Boss’la karşı karşıyaçalışıyorlar. Sınıf

dayanışması ile aşılır bir çokengel.

Page 25: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

‘Yeniden yapılandırma’ adıaltında özelleştirme

Demiryollarında ‘yeniden yapılandırma’ adıaltında özelleştirme saldırısına hız veren sermayehükümeti AKP, demiryollarının kapılarını özel sektöresonuna kadar açmayı hedefliyor. Bu hedefine 2012programında yer veren hükümet gerekli yasaldüzenlemeleri yaparsa özel sektör lokomotif vagonyatırımı yaparak istediği hatlarda yük ve yolcutaşıması yapabilecek. Güvencesizliğin yanısıra işkazalarına da kapı aralayacak yeni planla kamu tekeliTCDD’nin tasfiyesi amaçlanıyor.

Demiryollarında çalışan kamu emekçilerininörgütlü olduğu KESK’e bağlı Birleşik TaşımacılıkÇalışanları Sendikası (BTS) Genel Başkanı Yavuz

Demirkol, özelleştirme planını gazetemizedeğerlendirdi. Demiryollarındaki yük ve yolcutaşımacılığının özel sektöre devredilmesi planınınyaratacağı sorunlara dikkat çeken Demirkol şöylekonuştu:

“Hükümet 2012 Programı’na yenidenyapılandırmayı aldı. Yeniden yapılandırmayla üçüncüşahısların kendi lokomotifleri, vagonları vepersoneliyle demiryollarında tren işletmeciliğinin önüaçılacaktır. Şimdiye kadar TCDD Genel Müdürlüğü,yani devlet tekeli vardı. Dolayısıyla yük trenleriniişletebiliyordu. Kanun çıktığı taktirde üçüncü şahıslarbizim altyapımızı kullanmak suretiyle yük ve yolcutreni çalıştırabilecekler. Bu sadece bizim ülkemizeözgü bir şey değil. Özellikle 1980’den sonra dünyadakiözelleştirme furyasının devamı niteliğinde. Avrupa’nınbirçok ülkesinde uygulanmış olan ya da uygulamaçalışamları devam eden bir proje. Bunun sonucundaise maalesef kazalar artmıştır. Yolcular ve demiryoluhizmeti alan yük taşıtıcıları bundan olumsuz olaraketkilenmişlerdir. Kar güdüsüyle hareket edilmektedir.Demiryolu yasası çıkmadan bile raporlardakiöngörülere dayanılarak birçok kişi işten atılmıştır,işyerleri kapatılmıştır. Şu anda TCDD bünyesinde 5bini aşkın taşeron çalışmaktadır. Esnek çalışmaalabildiğine yaygınlaşmıştır. Bu yasa tasarısı 2012’deyürürlüğe girerse sendika olarak demiryollarındakazaların artmasından korkuyoruz. Yolcular budurumdan olumsuz etkilenecektir. Kar etmeyenbölgelerde yolcu trenleri konulmayacaktır. “

Demiryollarındanki keyfi ve plansız yönetimanlayışına dikkat çeken Demirkol konuşmasını şöylesürdürdü:

“Bu ülkede zaten ulaştırma master planı yok.Alabildiğine keyfi projelerle ulaştırma yapılıyor. Buülkenin gerçeklerine uygun bir şekilde ulaştırmamodları arasındaki iletişim kurulması lazım. Tümülkeler demiryolu ve denizyoluna önem verirken bizdedemiryollarının durumu ortadadır. Yüktaşımacılığındaki pay yüzde 8 civarında iken yolcutaşımacılığındaki pay ise yüzde 1-2 civarındadır. Üçtarafı denizlerle çevrili olan ülkemizde denizyollarınınadı bile geçmemektedir. Bu nedenle öne sürdükleriplan gerçekçi değildir.”

Sendika olarak 1995 yılından bu yana çeşitli eylemve etkinlikler yaptıklarını belirten Demirkol, bukonuda yetkili kurullarının aldığı kararlardoğrultusunda hareket edeceklerini sözlerine ekledi.

Kızıl Bayrak / Ankara

Deri-İş Sendikası, Nokia, Blackberry, Canon veiPhone gibi uluslararası tekellere aksesuar ve kılıfimalatı yapan Trexta Tr Deri Fabrikası’nda daörgütlenme faaliyeti başlattı.

Kölelik koşulları hüküm sürüyor

Çerkezköy’de kurulu fabrikada bir süre öncebaşlayan örgütlenmeden haberdar olan patron,sendikalı işçilerin de aralarında bulunduğu 20 işçiyiişten attı. Kölelik koşullarının ve kuralsızlığın hükümsürdüğü fabrikada düşük ücretlere çalıştırılan işçilersendikal örgütlenmeye yöneldi.

Yüzde 75’i kadın işçilerden oluşan ve toplam 630işçinin çalıştığı fabrikada işe giriş-çıkışlar çok sıkyaşanıyor. Son iki ayda 100’e yakın işçinin giriş-çıkışyaptığı fabrikada, işçilerin yüzde 75’i asgari ücretalıyor. Kölelik ücretine çalıştırılan işçiler buücretlerini bile iki parça halinde alıyorlar.

Tazminatın adı bile yok

Sendikal örgütlenme öncesinde zorunlu fazlamesai uygulamasının olduğu fabrikada patronkonuşma, gülme gibi en temel insanı davranışları bileyasaklamış durumda. İşçi sağlığı ve iş güvenliği

önlemleri alınmadığı için iş kazalarının sıkçayaşandığı Trexta Tr Deri’de işten atılan işçiler içintazminatının adı dahi yok.

Deri-İş Sendikası’nın fabrikada başlattığıörgütlenme çalışmasının ardından ise zorunlu mesaiuygulaması ve fazla mesai ücretleriyle ilgili çeşitliiyileştirmeler yapıldı. Zorunlu mesaileri kaldıranpatron, mesai ücretlerini de ödemeye başladı.

İşten atılan 20 işçiden 12-13’ü sendikal nedenlerleişten atılırken diğer işçiler de kişisel nedenlerle iştenayrıldılar. Sendika işten atmaların ardından fabrikaönüne direniş çadırı kurmasa da içeride ve dışarıdayoğun bir örgütlenme faaliyeti sürüyor. Geçtiğimizhaftalarda mesai çıkışında gerçekleştirilen bildiridağıtımı ise işçiler tarafından ilgiyle karşılandı.

Çin, Hindistan ve İstanbul Hadımköy’de defabrikaları bulunan Trexta Tr patronunun sendika veişçi düşmanı tutumuna karşı çeşitli adımlar atan Deri-İş Sendikası, örgütlenme süreciyle ilgili yurtdışında dagirişimlerde bulunuyor.Trexta Tr’nin iş yaptığıcep telefonu tekeliNokia’da örgütlüsendikalarlabağlantıya geçensendika, şirketüzerinde basınçyapılması içinbirçok kanalıkullanmayaçalışıyor.

Kızıl Bayrak /Çorlu

Sınıf hareketi Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 25Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011..

Sendikal Güç Birliği Platformu’nun bölgetoplantıları devam ederken şubeler içerisinde dehazırlıklar hızlanıyor.

Platform bileşeni sendikaların İstanbul’dakişubelerinin yanısıra platform içerisinde yer almayançeşitli sendikaların İstanbul şubeleri Belediye İşSendikası İstanbul Şubeleri binasında toplantıgerçekleştirdi. Toplantıya Belediye İş Sendikasıİstanbul 1-2-3 Nolu Şubeleri, Deri-İş Tuzla Şubesi,Petrol-İş Sendikası İstanbul 1 ve Kocaeli Şubeleri,TÜMTİS İstanbul Şubesi, Haber-İş İstanbul 1 NoluŞubesi, Tez-Koop İş Sendikası İstanbul 1-4-5 NoluŞubeleri, Yol İş Sendikası İstanbul 1-3 Nolu Şubeleri,Selüloz İş Sendikası İstanbul Şubesi, Tek Gıda İşSendikası İstanbul ve Anadolu Yakası Şubeleri, Havaİş ve TÜMTİS Sendikaları Genel Merkez Yöneticileridüzeyinde katıldılar. Harb-İş İstanbul Şubeleri deçalışmalara katılacaklarını açıkladılar. Toplantıyamazeretleri nedeniyle katılamayan Basın-İş ve TGS deGüç Birliği Platformu çalışmaları içinde yer alıyorlar.

Planlama yapıldı

Emek hareketinin sorunlarını ve neleryapılabileceğini tartışan şubeler, Sendikal Güç BirliğiPlatformu’nun çalışmalarının desteklenmesi,işyerlerinde yaygınlaştırılması, işçilerin tartışmalarakatılmalarının sağlanması, Güç Birliği Platformu’nunçıkış amacına uygun çalışmalar yapması veçalışmaların devamlılığının sağlanması içinyapılabilecekleri masaya yatırdılar.

Türk-İş Şubeleri şu kararları aldılar: * Deri-İş Sendikası’nda örgütlenen ve direnişleri

devam eden Kampana ve Savranoğlu işçilerine destekziyaretinde bulunulması ve yardım yapılması

* Kıdem tazminatının gaspına dur demek, gelir

vergisi oranlarının sabitlenmesi, insanca yaşanacakasgari ücret ve toplumun tüm kesimlerininmutabakatıyla demokratik bir Anayasa yapılmasıtalebiyle imza kampanyası yapılması kararı alındı.İşyerlerinde ve kampanya ile toplanan imzalar,yapılacak bir basın açıklamasının ardından TBMM’yegönderilecek.

* Sendikal Güç Birliği Platformu’nun daha öncealdığı karar gereği 26 Kasım 2011 tarihinde yapılacakİstanbul toplantısı hazırlıkları değerlendirildi.Platform tarafından hazırlanan afiş, bülten vebildirilerin işyerlerinde en yaygın şekildedağıtılmasına karar verildi.

* Toplantıda, 21-25 Kasım tarihleri arasındaörgütsüz işçilerin de 26 Kasım toplantısınakatılmalarını sağlamak amacıyla İstanbul’da iki ayrınoktada bildiri dağıtımı yapılması kararlaştırıldı.

* 8-11 Aralık 2011 tarihleri arasında yapılacakolan Türk-İş Genel Kurulu’nun sendikal hareketingeleceği açısından önem taşıdığı, mevcut Türk-İşYönetiminin emek hareketinin öncülüğünüyapamadığı, Sendikal Güç Birliği Platformu’nunTürk-İş Yönetimine mutlaka talip olması gerektiğitartışıldı. Sendikal Güç Birliği Platformu’nun başarıyaulaşması için yaygın çalışmalar yapılması gerektiği veTürk-İş Genel Kurulu’na katılmak üzere temsilcilerinve işçilerin taleplerinin anlamlı olduğudeğerlendirildi.

* Şubelerin koordinasyonunu sağlamak üzereBelediye-İş Sendikası’ndan Hasan Gülüm, Tez-Koop-İş Sendikası’ndan Rabia Özkaraca Över ve Tek Gıdaİş Sendikası’ndan Yunus Durdu görevlendirildiler.

* Sendikal Güç Birliği Platformu bölgetoplantılarının sonuncusunu 26 Kasım 2011 Cumartesigünü Çağlayan’da bulunan Figaro Düğün Salonu’ndasaat 12.00’da gerçekleştirecek.

Şubeler hazırlıklara başladı

Deri’de örgütlenme

Page 26: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

Hükümet programında, asgari ücretin 2012 yılı Ocakve Temmuz aylarında yüzde 3 oranında, SSK ve Bağ-Kuremekli aylıklarının ise önceki altı aylık enflasyontahminine göre Ocak ve Temmuz aylarında sırasıylayüzde 4.22 ve yüzde 2.78 oranında arttırılmasıöngörüldü. 2012 yılında emekli aylıklarında ise“kademeli intibak” yapılması hedefleniyor.

Günlük 66 kuruş zam hazırlığı

Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları KonfederasyonuAraştırma Enstitüsü (DİSK-AR) tarafından, TÜİK(Türkiye İstatistik Kurumu) Madde Fiyatları Eylül 2011verileri üzerinden yapılan araştırmaya göre 2012 yılıhükümet programında yer alan ilk altı ay için % 3’lükzam oranı uygulanırsa asgari ücret aylık 19,77 TL,günlük 66 kuruş artacak. Geçtiğimiz yıl söz konusu artışaylık 25,6 TL idi. Asgari ücretliye hükümetin ön gördüğüartışla, günlük 1 somun ekmek, 50 gram beyaz peynir, 2yumurta, 24 gram koyun etinden yalnızca birialınabiliyor. Zam ile 1 paket makarna bile alınamıyor.Aylık zam ise 1 kilo koyun eti fiyatına bile denkgelmiyor.

Yine sefalet

% 3’lük artışla asgari ücretli günlük 145 gram Pirinç,12 gram Bebek Maması, 296 gram ekmek, 320 grammakarnadan yalnızca birini alabilecek.

Asgari ücretli, aldığı zamla et almaya kalkarsa,günlük 24 gram dana, 27 gram koyun, 104 gram tavuketinden birini seçmek durumunda. Eğer tercihini süt vesüt ürünlerinden yana kullanacaksa o zaman ya 0,34 ltsüt, ya 50 gram beyaz peynir alacak.

Yoksulun protein deposu kuru bakliyat açısından datablo pek parlak değil. 156 gram kuru fasülye ya da 132gram nohut asgari ücret zammının günlük karşılığı ilealınabilecek gıda ürünleri.

Asgari ücretli, yapılması hedeflenen zammı biriktirip“bari 1 aylık kiramı ödeyeyim” derse, yaklaşık 26 aybeklemek zorunda. Tabi kira fiyatının sabit kalmasıkoşulu ile. Dışarıda bir tas çorba içmek içinse 5 günlükzammın karşılığını bir kenara koymalı.

Bebek maması için 18 saat

Araştırmada yapılması düşünülen ocak zammı ileasgari geçim indirimli net 679 TL olması hedeflenenasgari ücretle, hangi mal için kaç saat çalışılmasıgerektiği de ortaya konuldu. Buna göre asgari ücretli,504 TL’lik ortalama kira giderini karşılamak için 168saat çalışmak zorunda. Bu toplam çalışma süresininyüzde 75’ini oluşturuyor. Asgari ücretli 1 kilo pirinç için1,5 saat, bebek maması için 18 saat ter akıtmakdurumunda. 1 kilo dana eti için çalışılması gereken süreise 8 saat.

Çocuğu varsa 458 TL’lik kreş parasını karşılamak için153 saat çalışması gerekiyor. Bir buzdolabı içinçalışılması gereken süre, başka harcama yapmaksızın 357saate denk geliyor. Erkek ayakkabısı için 33, kadınayakkabısı için 22, çocuk ayakkabısı için 14 saatçalışılması şart.

Asgari ücretli 1 kilo beyaz peynir için 5 saat, ayçiçekyağı için 2 saat çalışmak zorunda. Bununla birlikte 13saatlik çalışma karşılığında 1 gömlek, 2 saatlik çalışmakarşılığında 1 çorap alabiliyor.

Komisyon kandırmaca

Raporun sonuç kısmında şu görüşlere yer verildi: “Asgari ücret artışlarının 2012 yılı Hükümet

Programında birinci ve ikinci altı aylık dönemler içinyüzde 3+ yüzde 3 olarak hedeflenmesi, artık bir ortaoyunu olduğu genel kabul gören Asgari Ücret TespitKomisyonu’nun bir kandırmacadan ibaret olduğunuortaya koymaktadır. Çünkü söz konusu oran işverenlertarafından da uygun görülürse, işçi kesiminin görüşünegerek kalmaksızın, Aralık ayında bu biçimde tespitedilecektir. Enflasyon hedefinin 2011 yılı için % 8’lerinüzerine çıktığı koşullarda, yapılması düşünülen artışın budenli düşük olarak öngörülmesi son derece problemlidir.Asgari ücretliler, işçi statüsünde çalışan nüfusunneredeyse yarısını oluşturmaktadır. Bu anlamda asgariücret düzeyi, halkın refah düzeyini de belirlemektedir.Halkın refahını yükseltmenin yolu asgari ücrettegerçekleştirilecek artışlara bağlıdır. Buna karşın asgariücrete yapılan artışlar komik düzeylerde seyretmektedir.

Sınıf hareketi26 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011

Sağlıkçı grevi 22Kasım’da

25 Ekim’de yapılması planlanan ancak Vanve Erciş’te yaşanan deprem faciası nedeniyleertelenen sağlıkçı grevinin 22 Kasım 2011tarihinde gerçekleştirilmesi kararı alındı.

“Tıp Fakültelerinin Sağlık Bakanlığı’nadevrine karşı” İstanbul ÜniversitesiHastaneleri’nde yapılacak 1 günlük uyarıgrevinin çağrısı şöyle:

İşimize işyerimize sahip çıkacağızsattırmayacağız!

* Hastanemizin Sağlık Bakanlığı’nadevredilmesine hayır demek için,

* Emeklilik ikramiyelerimizin gaspına izinvermemek için,

* Performans ve ek ödemenin maaşaeklenmesi, temel maaşın artırılması veemekliliğe yansıması için,

* Kamu Hastane Birlikleri Yasa Tasarısı geriçekilmesi için

* Elektriğe doğalgaza değil maaşlara zamyapılması için,

* Kamuda iş güvenceli ücret güvenceli tamgün çalışmaya evet, sözleşmeli çalışmaya hayırdemek için!

GREVDEYİZ!Haklarımız ve geleceğimiz için 22 Kasım

2011 Salı tüm İstanbul ÜniversitesiHastaneleri’nde tam gün grevdeyiz.

İmpo Motor’dadireniş sürüyor

Torbalı’da bulunan ve Birleşik Metal-İşSendikası’nda örgütlenen İmpo Motorişçilerinin sendikal mücadelesi sürüyor.Sendikaya üye oldukları için işten çıkarılan 7işçinin kapı önündeki direnişi sürerken,Çalışma Bakanlığı’ndan yetki belgesinin geldiğibildirildi. Yetkiyi alan İmpo Motor işçileripatronun yetkiye itiraz süresini geçirmesinibekledi. 28 Ekim Cuma günü yetkiye itirazınson gününde patron çoğunluğa itiraz eti. İtirazıduyan işçiler öğle saatlerinde bir eylemgerçekleştirdi.

Görüşlerini aldığımız işçiler mücadelelerinisürdüreceklerini ve patronun gözdağına karşıiçerideki işçi arkadaşlarıyla beraber sendikalıolma haklarını savunacaklarını belirttiler.

Kızıl Bayrak / İzmir

Boğaziçi Elektrik Dağıtım A.Ş.’de işten atılan 156işçinin 25 gün süren direnişi kazanımla sonuçlandı.BEDAŞ bünyesindeki taşeron şirketin sözleşme süresinindolması gerekçesiyle işten atılan işçilerin bayramdansonra işbaşı yapacağına BEDAŞ yönetimi tarafından sözverildi.

Enerji-Sen üyesi işçiler, kazanımla sonuçlanandirenişlerini 4 Kasım’da direniş alanında

gerçekleştirdikleri etkinlikle kutladı. Direniş çadırını halaylar ve türküler eşliğinde kaldıranenerji işçileri ‘mücadeleye devam’ sözü verdi.

DİSK Örgütlenme Daire Başkanı ve Nakliyat-İşGenel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, Dev Sağlık-İşGenel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun da destek verdiğieylemde direnişçi işçiler adına Selami Öğretici açıklamayaptı.

Asgari ücretliye 1 somun ekmek

Page 27: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

Koltuk kavgaları ve bürokratik yönetimanlayışı nedeniyle üye sayısında erime yaşayan,biriken borçlar nedeniyle mali olarak dibe vuranDİSK’e bağlı Tekstil İşçileri Sendikası’nda sulardurulmuyor. Bir dönem DİSK Başkanlığı veDSP’den milletvekilliği yapmış olan RıdvanBudak’ın halen genel başkanı olduğuDİSK/Tekstil’de sendikal hareket içindekiçürümenin en pespaye örneklerinden biriyaşanıyor.

Sendikayı çiftliğe çevirdiler

Sendikayı çiftlikleri haline getiren Budak veyönetimi, olan bitenlere itiraz eden, bu gidişe durdemek isteyen sendika içi muhalefeti de kirliyöntemlerle tasfiye operasyonuna girişti.Sendikadaki konumunu, düzen partisi CHP’de boygösterebilmek için sıçrama tahtasına dönüştürenBudak, sendika içerisindeki bürokratik işleyişetepki gösteren muhalif güçleri ise baskı ve tehdityoluyla susturmak istiyor.

Olağanüstü genel kurul talebi

DİSK/Tekstil’in çeşitli şubelerinden yönetici,temsilciler ve delegeler ise 120 imzalı birdilekçeyi genel merkeze sunarak sendikanınolağanüstü genel kurula gitmesini isteyecekler.

Tüzüğe göre 52 imzanın yeterli olduğuolağanüstü genel kurul için şimdiye kadar 120imza toplayan muhalefet, çeşitli fabrikalardakimuhalif unsurların bizzat DİSK/Tekstil GenelBaşkanı Rıdvan Budak tarafından tehdit edildiğinibelirtiyor.

Baskı, tehdit, susturma...

DİSK/Tekstil ağası Budak ve ekibinin sonhamlesi ise sendikanın Bursa, Adana ve Antepşube sekreterlerini Genel Merkez Yönetim Kurulukararıyla görevden almak oldu.

DİSK/Tekstil Bursa Şube Sekreteri İlhami Gün,Antep Şube Sekreteri İlhan Kıyançiçek ve AdanaŞube Sekreteri Sedat Çetin’in profesyonelliklerini

düşüren ve görevden el çektiren yönetim buyöneticileri disiplin kuruluna vermekle tehdit etti.Fabrikalara kadar giderek, sendika içindekimuhalefete destek veren öncü kadroları da tehditeden Budak ve yönetimi “bunlar bir grup çapulcu”söylemini örgüt içerisinde yaymak için kirli birkaralama kampanyası başlattı. Muhalefetiniddiasına göre, Çerkezköy’de DİSK/Tekstil’inörgütlü olduğu Has Örme fabrikasına gidenRıdvan Budak, işyeri baştemsilcisi HalilÇinkaya’yı tehdit etti. Fabrikanın TEKSİF’tenDİSK/Tekstil’e geçiş sürecinde de başı çekenisimlerden biri olan Çinkaya’nın fabrikasına gidenBudak, Çinkaya’nın sendikanın üyesi olmadığınıiddia etti.Aynı şekilde, sendika içindeki gelişmelere karşımuhalefetten yana tutum alan DİSK/Tekstil EdirneTemsilcisi Savaş Testici de “Ayağını denk al. Senide şube yönetimini de görevden alırım”tehditleriyle karşılaştı.

“Anlayış değişikliği gerekiyor”

Örgüt içerisindeki muhalefet içerisindengörüşlerini aldığımız üst kurul delegesi biryönetici, şu anda 1 trilyon 300 TL borcu olanDİSK/Tekstil’deki üye kaybının her geçen günarttığına dikkat çekti. 2007’deki genel kurulunardından sendikanın 3 bin üyesini kaybettiğini veeğer önüne geçilmezse bu erimenin devamedeceğini belirten DİSK/Tekstil delegesi,sendikanın araçlarının hacizli olduğunu,çalışanlara ise maaşların ödenemediğini sözlerineekledi. Diğer yandan, uzunca bir süreden beriörgüt içerisinde örgütlenme atağının olmadığınısöyleyen delege, örgütün günübirlik yöntemlerleyönetilmeye çalışıldığının altını çizdi.

12 Haziran seçimleri öncesinde, CHP’denmilletvekili aday adayı olan ancak milletvekiliseçilemeyen Budak’ın, sendikayı kendiheveslerine alet ettiğini söyleyen delege, buoyunun içerisinde Genel Sekreter Muzaffer Subaşıve Mehmet Nuri Toprak’ın da başını çektiği ekibinbulunduğu bilgisini verdi.

Milletvekili seçilemeyen Rıdvan Budak’ın,seçimler sonrasında rotayı CHP İstanbul İlBaşkanlığı’na çevirdiğini dile getiren Tekstildelegesi, sendikanın imkan ve olanaklarınınCHP’nin yöneticilerinin de katıldığı toplantılariçin kullanıldığını sözlerine ekledi.

“Olağanüstü genel kurul kaçınılmaz”

Bu şartlar altında sendikanın olağanüstü genelkurula gitmesinin kaçınılmaz olduğuna dikkatçeken delege, işçilerle buluşacak ve dahamücadeleci bir duruş sergileyecek bir anlayışaihtiyaç olduğunu belirtti. Basitçe, yönetimdüzeyinde bir değişimi değil, anlayış temelinde birdeğişimi savunduklarını dile getiren DİSK/Tekstildelegesi, bedeli ne olursa olsun başarıyaulaşacaklarına emin olduklarını söyledi.

Üst kurul delegesi, sendika içinde yaşanansıkıntılardan dolayı tabandaki işçiler arasındabaşka bir sendikaya geçme düşüncesinintartışıldığını da sözlerine ekledi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Sınıf hareketi Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 27Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011

DİSK/Tekstil’de muhalefetisindirme operasyonu

Çel-Mer’de yenidendireniş!

Çayırova’da kurulu Çel-Mer Çelik’te işten atılan 2 işçinin31 Ekim günü “işimi geri istiyorum” talebi ile başlattığıdireniş sürüyor.

Çel-Mer Çelik ve Özgün Kablo patronlarının emrindekipolislerin engellemeleri ile karşılaşan işçiler, Çel-Mer Çelikfabrikasının karşısındaki boş araziye geçip kararlılıklarınıortaya koydular.

Fikri Akçan isimli işçi, soğuk çekme bölümündeçalışırken makinenin bir parçasına hasar verdiği gerekçesiile 25 Ekim Salı günü 4857 sayılı kanunun 25/2 maddesigerekçe gösterilerek işten atıldı. Forkliftçi olarak çalışanÜzeyir adlı işçinin de işine son verildi. Bu işçiler 31 EkimPazartesi günü fabrika kapısı önünde direnişe geçtiler.

Direnişlerinin 2. gününde işçileri ziyaret eden GebzeBDSP çalışanları, gün boyunca direniş alanında kalarakişçilerle direnişin seyrine ilişkin sohbetler gerçekleştirdiler.

Fabrika önünde eylem

3 Kasım günü Çel-Mer Çelik karşısındaki direniş alanındagerçekleştirilen eylemde “Keyfi gerekçelerle işten atıldık...İşimizi geri istiyoruz! / İşten atılan Çel-Mer Çelik İşçileri”pankartı açıldı. İşten atılan işçilerden Fikri Akçan konuyailişkin basın açıklaması gerçekleştirdi.

Akçan, açıklamasını “Tüm işçi ve emekçi kardeşlerimizide karşı karşıya kaldığımız haksızlığa karşı başlattığımız buhaklı direnişimize destek olmaya ve sesimize ses katmayaçağırıyoruz” sözleriyle noktaladı. Eyleme BDSP, SODAP, İMDve Halkların Demokratik Kongresi de destek verdi.

Çel-Mer Çelik’te neler olmuştu

Çel-Mer Çelik’de 2010 yılının Haziran ve Temmuzaylarında iki ayrı direniş gerçekleşmiş, Haziran’dakidireniştekapı önündeki kararlı direniş sonrası işlerine geridönen işçiler ardından tekrar patron saldırısına karşıTemmuz’un 17’sinde direnişe başlamıştı. İşçiler 2 Ağustosgünü fabrikayı işgal ederek üretimi durdurmuşlardı. 4 günsüren zorlu işgal sonunda Çel-Mer patronu, Kocaeli Valisi veBirleşik Metal-İş Sendikası arasında bir protokolimzalanmıştı. Protokole göre Çel-Mer Çelik patronu 11işçinin dışında kalan diğer tüm işçileri işe alacak ve sendikayetkisini kabullenecekti. Çalışma ve Sosyal GüvenlikBakanlığı’ndan gelen yetkiye itiraz etmeyen Çel-Mer Çelikpatronu, Birleşik Metal-İş Sendikası’nın toplu iş sözleşmeçağrısını ise tanımamıştı.

Sendikaya olan tahammülsüzlüğünü çeşitli kirlioyunlarla dışa vuran Çel-Mer Çelik patronu yine çeşitli ayakoyunlarıyla fabrikada çalışan işçileri sendikadan istifayazorlamış istifa etmeyen işçilerin ise iş akitlerini tek taraflıolarak fesih etmiş ve işgale katılan tüm işçiler hakkında suçduyurusunda bulunmuştu. İşten atılan işçilerin ise iştenatmalara karşı başlatmış oldukları işe iade davalarımahkemenin işçilerin lehine verdiği kararlarlasonuçlanmıştı.

Fabrikada sendika üyesi işçinin kalmadığı süreçte bilepatronun kural tanımaz, hukuk dışı ve keyfi uygulamalarınınyanısıra polis baskısı da devreye sokularak işçiler üzerindekitahakküm devam etmişti.

Kızıl Bayrak / Gebze

Page 28: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

Gençlik hareketi 28 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011

İstanbul’da öğrenciler ve eğitim emekçileri, YÖK’ünkuruluşunun 30. yıldönümünde alanlara çıktı. YÖK’ün veYÖK düzeninin protesto edildiği eylemlerde mücadeleçağrısı yapıldı. Beyazıt Meydanı’nda, Eğitim Sen 6 NoluÜniversiteler Şubesi ve YÖK Karşıtı Birlik eylemlergerçekleştirdi.

Eğitim emekçilerinden eylem

İlk eylem Eğtim Sen tarafından yapıldı. İstanbulÜniversitesi ana kapı önünde toplanan eğitim ve bilimemekçileri “Şirketleşmeye, baskılara, kadrolaşmaya hayır– Parasız, özgür, demokratik üniversite” pankartını açtılar.Bandista’nın da dinleti sunduğu eylemde açıklamayıokuyan Eğitim Sen İstanbul 6 No’lu Şube Başkanı İsmetAkça, mali özerklik ve mali esneklik adı altındaüniversitelerin şirket gibi çalıştırıldığına ve öğrencilerinmüşteri haline getirildiğine dikkat çekti. AKP’nin dinci,muhafazakar kadrolarını üniversitelere yerleştirdiğinivurgulayarak eğitim emekçilerinin bilim üretmekten,öğrencilerin eğitim alma güvencesinden yoksunbırakıldığını belirtti. Bu saldırılara karşı örgütlü mücadeleçağrısı yaptı.

YÖK Karşıtı Birlik’ten eylem

Bir diğer eylem ise ilerici ve devrimci öğrencilerinoluşturduğu YÖK Karşıtı Birlik tarafındangerçekleştirildi. Lise ve üniversite öğrencilerinin birarayageldiği eylemde Kürt halkıyla dayanışma çağrısı yapıldı.Üniversitelerini sermayeye teslim etmeyeceklerinibelirten öğrenciler, Kürtçe ve Türkçe sloganlarla halklarınkardeşliği şiarını öne çıkardılar.

Sirkeci Tramvay Durağı’nda buluşan öğrencilertramvaya binerek Laleli’de bulunan İstanbul ÜniversitesiFen Edebiyat Fakültesi önüne geldiler. Öğrencilertramvayda marşlar söyleyerek, ajitasyon konuşmalarıyaptı.

Laleli’de Türkçe ve Kürtçe “YÖK düzenini yıkacağız!Özgürlük ve geleceğimizi kazanacağız! / YÖK KarşıtıBirlik” pankartı açan öğrenciler yolu trafiğe kapatarakBeyazıt Meydanı’na yürüdüler.

Merkez Kampüs’ten “YÖK düzenini yıkacağız!Özgürlük ve geleceğimizi kazanacağız!” pankartıylaçıkan öğrenciler, Beyazıt Meydanı’nda, Laleli’den gelenöğrencilerle biraraya geldi. Bir süre sloganlarla YÖKdüzeni protesto edildikten sonra basın açıklamasıgerçekleştirildi.

“Gençliğin mücadelesi bastırılmak isteniyor”

Açıklamada YÖK’ün 1980 darbesinin bir ürünüolduğu belirtilirken, öğrencilerin mücadelesinin baskılarlaengellenmeye çalışıldığı ifade edildi. Talepleri için sokağaçıkan öğrencilerin azgın polis terörü ile karşı karşıyakaldığı söylenirken onlarca öğrencinin tutuklandığıhatırlatıldı. Gençliğin karşı karşıya olduğu geleceksizliğedeğinilen açıklamada dünya çapında yükselen mücadeleiradesine dikkat çekildi.

Açıklamada milliyetçi söylemler karşısında gençliğinKürt halkının yanında olduğu söylendi.

“Üniversite öğrencileri olarak geleceğimizi elimizealmak, özgürleşebilmek için işçi ve emekçilerle devrimmücadelesini büyüteceğiz” denildi. Açıklamanın sonundaBEDAŞ işçilerinin eylemine çağrı yapılırken, direnişebaşlayan ÇEL-MER işçileriyle de dayanışma çağrısıyapıldı.

Açıklamanın ardından Grup Emeğe Ezgi ve GrupAdalılar müzik dinletisi verdi.

Devrimci Gençlik, DÖB, Ekim Gençliği, GençlikCephesi, İşçi Cephesi, Kaldıraç, ÖEP, PDG, SDH,Sosyalist Dayanışma Gençliği, Sosyalizm Gençliği,TÜM-İGD, YDG’den oluşan YÖK Karşıtı Birlik’ineylemine BDSP’nin de aralarında olduğu ilerici vedevrimci kurumlar destek verdi. Devrimci Liseliler Birliğide dövizleriyle eylemde yerini aldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

İstanbul’da 6 Kasım protestoları

“YÖK’ü ve düzenini yıkacağız!” Cesaret fanzini çıktıİzmir’de Ekim Gençliği okurları ile Ekim

Gençliği’nin 133. sayısını tartışmak amacıylayapılan toplantıda alınanfanzin çıkarma kararıhayata geçirildi.

İkinci bir toplantıda ise, yazılan yazılar vekonuları üzerinden tartışmalar yürütüldü. YÖKyazısı üzerinden YÖK’ün tarihsel misyonu vebugün yaptıkları üzerinden verimli tartışmalaryürütüldü.

‘Hazırlık öğrencisi olmak’ adlı yazıiçerisinde, hazırlık öğrencilerinin yaşamışolduğu sıkıntılara değinildi. Bu tartışmaiçerisinde, ‘devamsızlık olgusunun’ kendisiüzerine yoğun tartışmalar gerçekleştirilirken,aynı eğitimi almalarına, aynı sınıfta öğrenciolmalarına rağmen, tıp öğrencisinin vermişolduğu harç parası ile İİBF öğrencilerininvermiş olduğu harç parası arasındakifarklılıklarının büyük bir adaletsizlik olduğubelirtildi.

Bir öğrenci ‘Bologna Sürecinin Yansımaları’yazısı ile hukuk fakültesinde yaşanılansorunları, Bologna Süreci bağlamında ele aldı.

Bir başka yazıda, üniversite bünyesinde varolan kulüplerin ve öğrenci topluluklarınbugünkü durumu, hangi ideolojiyi öğrencilerarasında meşrulaştırmaya çalıştıklarına dairtartışmalar yürütüldü. Bu tartışmalariçerisinde, bu kulüplerin misyon olarak,bireysel kurtuluş mücadelesinimeşrulaştırmaya çalıştıkları ama olmasıgerekenin toplumsal kurtuluş mücadelesivermek olduğu belirtildi. Bu konu ile ilgiligerçekleştirilen tartışmalar sonucunda,toplumsal kurtuluş mücadelesinin meşruluğutüm bileşenlerin ortaklaştığı nokta oldu.

Bir başka yazı, İİBF öğrencilerineseslenebilmek için Keynes’e ayrıldı. Keynes’inkim olduğu, hangi politik argümanlarısavunduğu, sınıfsal tercihinin ne olduğu veKeynes’yen politikaların bugünuygulanabilirliği üzerinden Keynes tartışmasıyapıldı ve “Keynes’i Tarihin ÇöplüğüneGömmek” yazısı kaleme alındı.

Ayrıca İzmir yerelinde var olan öğrenci veişçi eylemlerinin yazıldığı ‘İnsanın İktidara KarşıSavaşı, Belleğin Unutuşa Karşı Savaşıdır!’ yazısıile üniversiteyi bırakmak zorunda kalıp tekstilişçisi olan bir işçi ile röportaja yer verildi. Sonolarak da İzmir yerelindeki üniversitelerbünyesinde var olan etkinliklerin programlarıaktarıldı.

Kolektif üretimin mütevazı örneklerindenbirisi olan fanzin çalışması, beraber bir şeylerüretmenin dışında, tartışabilmenin, aklı ortakkılabilmenin bir aracı olarak kullanıldı. Dağıtımsüreci de kolektifleştirildi. İlk aşamada 150tane basılan fanzinler tükenirken, tatil dönüşüfanzin dağıtımına devam edilecek.

EKim Gençliği / İzmir

DLB çalışmalarıAnkara Devrimci Liseliler Birliği, 4 Kasım

günü Ege Lisesi önünde “Gelecek ellerinde,gelecek DLB saflarında mücadelede!” şiarlıbildirilerin dağıtımını gerçekleştirdi.

Öğrencilerin yoğun ilgi gösterdiği dağıtımdakısa süre içerisinde 300 adet bildiri dağıtıldı.Dağıtımın ardından liselilerle sohbet edildi.

Kızıl Bayrak / Ankara

ÇHD İstanbul Şubesi, YÖK’ün 30. kuruluşyıldönümünde cezaevlerinde tutuklu bulunanöğrencilere dair bir rapor yayınladı. Geçtiğimiz aykiraporunda, Marmara Bölgesi cezaevlerinde tutuklubulunan 89 öğrenciye ulaştığını duyuran ÇHD raporunuyeniledi.

Türkiye cezaevlerindeki tutuklu öğrencileri kapsayanraporda, tutuklu bulunan 500’e yakın öğrenciden281’inin daha isimlerine yer verildi.

İstanbul Barosu’nda düzenlenen basın toplantısındakonuşan ÇHD İstanbul Şube Sekreteri Güçlü Sevimli,Marmara Bölgesi, Güneydoğu Anadolu Bölgesi,

Ankara, İzmir, Adana, Malatya, Erzurum bölgelerinde281 öğrencinin tutuklu bulunduğunu belirtti.

Sevimli, öğrencilerin somut deliller bulunamamasınarağmen ‘terör örgütü’ suçlamasıyla hala tutukluolduğuna dikkat çekti. 20’den fazla öğrencinin bir yılıaşkın süredir tutuklu olduğunu ifade etti.

Puşi taktığı gerekçesiyle 22 aydır tutuklu bulunanGalatasaray Üniversitesi öğrencisi Cihan Kırmızıgül’ünkardeşi Serhat Kırmızıgül de, ağabeyinin hiçbir somutdelil olmadan örgüt üyesi olmaktan tutuklubulunduğunu ve savcının beraat istemesine karşımahkeme tarafından bırakılmadığını söyledi.

500 öğrenci cezaevinde

Page 29: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

12 Eylül askeri faşist darbesinin üniversitelerdekipostal izi YÖK’ün 30. kuruluş yılında öğrenci gençlikyine alanlardaydı. Birçok ilde sokağa çıkan öğrencigençlik, eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim talebinidile getirdi.

Ankara 30 Ekim günü Kolej Meydanı’nda toplanan kitle

yolu trafiğe kapatarak Kolej Meydanı’ndan SakaryaCaddesi’ne kadar yürüyüş gerçekleştirdi. En önde“YÖK’e ve YÖK düzenine başkaldırıyoruz!” pankartıaçıldı.

Genç-Sen, Tıp Öğrenci Kolu, Ekim Gençliği, DPG,SDH, Kaldıraç, ÖEP, ÖGM, Tüm-İGD, Söz Dergisi,YDG ve Halkların Demokratik Kongresi Gençliği’ninörgütlediği eylem Sakarya Caddesi’nde yapılan basınaçıklamasıyla devam etti. Açıklamada, YÖK’ününiversitelerdeki varlığı teşhir edilirken her türlübaskıya ve zora karşı mücadeleyi büyütme kararlılığıvurgulandı. Eylemde konuşan Yazar Temel Demirer,eğitimin ticarileştiğini, öğrenciler üzerindeki baskınınarttığını, şovenizmin kışkırtıldığını söyledi. Gençliğin,Denizler’in, Mahirler’in, İbrahimler’in, Mazlumlar’ınyoldaşları olduğunu belirten Demirer, gençliğin,halkların kardeşliğini ve emperyalizme karşımücadeleyi büyüteceğini dile getirdi. Mamak İşçiKültür Evi Şiir Topluluğu’nun da dinleti sunduğu eylemhalaylarla son buldu.

Ekim Gençliği eyleme “YÖK’e müşteri,emperyalizme kalkan, kardeş halklara düşman ol-ma-ya-ca-ğız!” pankartı ile katıldı. Yaklaşık 250 kişininkatıldığı eyleme Kaos GL, Ankara Anarşi İnisiyatifi veKızıl Hareket destek verdi.

Öğrenciler YÖK’e hayır dedi2 Kasım günü Ankara Üniversitesi Cebeci

Kampüsü’nde biraraya gelen devrimci ve ilericiöğrenciler Yüksel Caddesi’ne yürüyüş gerçekleştirdiler.

“Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim için YÖK’ehayır / Üniversite Öğrencileri” pankartının açıldığıeylemde yol trafiğe kapatılarak yürüyüş başladı. 150kişinin katıldığı eylemde “Polise, YÖK’e, AKP’yebaşkaldırıyoruz!”, “Sermaye defol üniversitelerbizimdir!”, “AKP dışarı bilim içeri!” dövizleri taşındı.Dersane öğrencilerinin de alkışlarla destek verdiğ eylembasın açıklamasının okunmasıyla sona erdi.

Kayseri Kayseri’de Sivas Caddesi üzerinde bulunan pano

altında yapılan basın açıklaması ile YÖK protesto edildi.Genç-Sen Girişimi adına bir üniversite öğrencisitarafından okunan açıklamada, YÖK’ün kurulduğugünden bugüne kadar üniversiteleri baskı altındatuttuğuna değinildi.

YÖK ile hesaplaşmanın önemine değinilenaçıklamada; “YÖK ile hesaplaşacağız. Çünkü YÖK,geleceksizleştirme politikalarının yürütücüsüdür”denilerek mücadele çağrısı yapıldı. BDSP, DHF, ESP,EMEP de eyleme destek verdi.

İzmir’de YÖK eylemleriİzmir’de Devrimci Öğrenci Birliği, Ekim Gençliği,

Felsefe Kulübü, Kaldıraç, Siyah Pembe Üçgen EğitimKomisyonu, TÜM-İGD’nin düzenlediği forum ilebaşlayan etkinlikler 2 Kasım günü Ege Üniversitesi’ndeve Alsancak Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ndegerçekleştirilen eylemlerle devam etti.

Ege’de 6 Kasım forumu: 1 Kasım’da Edebiyat

Fakültesi Sergi Salonu’nda yapılan forumda önceöğrenci temsilcisi söz aldı. Konuşmasında eğitiminmetalaşmasını tarihsel dinamikleriyle ele alan temsilci,kapitalizmde tüm insani ihtiyaçların kar konusunagetirildiği gibi eğitimin de kar konusu halinegetirildiğini, bunun kapitalizmin genel bir eğilimiolduğunu ve bu eğilimin Türkiye’deki uygulamalarınınYÖK tarafından gerçekleştirildiğini anlattı. Öğrencitemsilcisinin ardından Dokuz Eylül ÜniversitesiÖğretim Görevlisi Ümit Akıncı söz alarak, Bolognasürecini anlatan bir konuşma yaptı. Ege ÜniversitesiFelsefe Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Aydın Müftüoğluise ‘üniversite nedir’, ‘üniversitenin tarihsel gelişimi’,‘Türkiye’de üniversiteler ve üniversitelerde özerklik’başlıkları üzerinde durdu.

Ege’de yürüyüş: Ege Üniversitesi’ndeDemokratik Yurtsever Gençlik, Genç-Sen ve EmekGençliği’nin 1 Kasım’da yaptığı çağrıyla birleştirilen 2Kasım eylemi Edebiyat Fakültesi önündetoplanılmasıyla başladı.

Polis ablukasının dikkat çektiği yürüyüş KYK’nınönünden geçilerek E-cafe’ye doğru devam etti.Basın açıklamasında YÖK’ün tarihsel misyonundan,üniversitelerdeki neoliberal saldırılardan, şovenisteğitim sisteminden işsizlik ve geleceksizliktenbahsedilerek mücadele çağrısı yapıldı. Yaklaşık 150kişinin katıldığı eylem Edebiyat Fakültesi’nde sonbuldu.

Alsancak’ta yürüyüş: Akşam 18.00’de KıbrısŞehitleri Caddesi’ndeki ÖSYM Bürosu önündenbaşlayan bir yürüyüş gerçekleştirildi. Aynı saatlerdeBornova metro önünde, Demokratik Yurtsever Gençlik,Emek Gençliği ve Genç-Sen eylem gerçekleştirdi.Alsancak’ta yapılan eyleme DİP ve Liseli Arkadaşdestek verdi. Ekim Gençliği’nin de örgütleyicisi olduğueyleme yaklaşık 250 kişi katıldı.

Anadolu Üniversitesi’nde protestoYunus Emre Kampüsü giriş kapısında toplanan

ilerici ve devrimci öğrenciler “Paralı eğitimi, diplomalıişsizliği, şovenizmi, bireyciliği, yozlaşmayı, rekabetiyaratan YÖK’e ve YÖK düzenine karşı mücadeleye /YÖK karşıtı öğrenciler” pankartı arkasında rektörlüğeyürüdüler. Üniversiteleri sermayeye hizmet eden birerkışlaya çeviren YÖK’ün anti-demokratikuygulamalarının teşhir edildiği basın açıklamasındaBologna sürecinden ve üniversitelerdeki dönüşümlerdenbahsedildi. YÖK düzeninin üniversite öğrencilerininmeşru mücadelesini engelleyemeyeceği vurgulandı.

Yemekhane önüne tekrar yürüyüşe geçen kitleburada halaylar çekerek alternatif bir etkinlikgerçekleştirdi. Etkinlikte, hapishanelerde direnen veşehit düşen devrimciler de anıldı. Eylemi Ekim

Gençliği, DPG, SGD, PDG, YDG ve Genç-Senörgütledi.

Kocaeli Üniversitesi’nde eylemUmuttepe Yerleşkesi’nde gerçekleştirilen eylemde

“Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim. YÖKKaldırılsın!” , “Zanisti, Wekhevi, Perwer DahiyaZimane Zikmaki Bila, YOK Rabe!” yazılı Türkçe veKürtçe şiarlı pankartlar açıldı. Yemekhane önündenalkış ve sloganlarla rektörlük binasına gelen öğrencilerbasın açıklaması yaptılar.

İlk önce Türkçe ardından Kürtçe okunanaçıklamada, YÖK’ün ticarileşen eğitime, anadilde vebilimsel olmayan eğitim sorununun çözümü noktasındabüyük bir engel teşkil ettiğine değinildi.

Eylemin ardından, Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nadestek için yapılan eyleme katılım sağlandı. “Onur hocaonurumuzdur!” sloganıyla Umuttepe Yerleşkesi Akapısına yüründü.

Uludağ Üniversitesi’nde eylemlerİlk eylem 2 Kasım Çarşamba günü Gençlik

Muhalefeti tarafından gerçekleştirildi. İİBF-SevgiMeydanı’nda toplanan Gençlik Muhalefeti üyeleriMediko önüne yürüdü.

3 Kasım Perşembe günü de üniversitede iki ayrıeylem yapıldı. Eylemlerden birini Öğrenci Kolektiflerigerçekleştirdi. Mühendislik fakültesi önünde toplananÖğrenci Kolektifleri üyeleri rektörlük önüne doğruyürüyüşe geçti. Rektörlük önünde bir basın açıklamasıyaptı.

İlerici ve devrimci gençlik örgütleri ortak bir eylemyaptılar. Kitlenin İİBF-Sevgi Meydanı’ndatoplanmasıyla Mediko önüne doğru yürüyüşe geçildi.Yürüyüşte “Eşit, parasız, bilimsel ve anadilde eğitimiçin YÖK’e hayır! Em perwedehıya zimanê zikmokîdixwazin!/Uludağ Üniversitesi Öğrencileri” pankartıaçıldı.

Açıklamanın Kürtçe ve Türkçe okunduğu eylemdeYÖK’ün kuruluşuna değinildi. Eğitiminticarileştirilmesi, eşit, bilimsel ve anadilde eğitiminönünde duran YÖK engeli teşhir edildi. UludağÜniversitesi’nde yaşanan sorunlara da değinilenaçıklamada dünyada ve Türkiye’de yaşanan gelişmeleredikkat çekildi.

Van depremiyle açığa çıkan kapitalist devletgerçeğini teşhir eden, tüm bu saldırıların yanındagençliğe yönelik olarak artan baskılara değinilenaçıklamada Kürt halkına dönük saldırganlık da protestoedildi.

Ekim Gençliği, DGH, Genç-Sen, Yurtsever Gençlik,ÖGM, Emek Gençliği ve Antikapitalist tarafındanörgütlenen eyleme yaklaşık 60 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak / Kayseri-Ankara- Bursa-Kocaeli-Eskişehir-İzmir

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 29Gençlik hareketi Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011

YÖK’e karşı alanlardaydılar

Page 30: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

Güncel30 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/42 * 11 Kasım 2011

Bir hasta tutsak daha öldü...PKK davasından hükümlü Latif Badur yaşamını yitirdi. Doktorların

Badur’un cezaevinde yaşamını sürdürmesinin olanaksız olduğunu belirtenraporlarına rağmen Badur tahliye edilmedi.

Sermaye devletinin cezaevi politikaları bir hasta tutsağın daha ölümüneneden oldu. 20 yıldır cezaevinde olan ve çeşitli cezaevlerinde kalan LatifBadur, cezaevinin sağlıksız koşulları nedeniyle önce siroz, ardındantüberküloz ve son olarak da kanser hastalığına yakalandı. Badur Ailesi veavukatlarının tüm başvurularına rağmen tahliye edilmeyen Badur, 7 Ekimgecesi tedavi mahkum koğuşunda yaşamını yitirdi.

50 yaşında olan Badur uzun süre tedavi edilmedi. Durumunun ağırlaşmasıüzerine 2.5 ay önce Midyat M Tipi Kapalı Cezaevi’nden Diyarbakır DicleÜniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi’ne sevk edildi. Buradan da biray önce Adana Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi’nesevk edildi. Hastanenin mahkumlar için ayrılan odasında yatırıldı.

Hastane raporu: “Yaşamını sürdüremez”

Adana Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi’nin LatifBadur ile ilgili hazırladığı ön rapor, Adalet Bakanlığı’na gönderilmişti. Önraporda, şu teşhis konulmuştu: “Hastanın yüzde 90 yaşam fonksiyonlarınıkaydetmiştir. Hastanın hastalığın son evresi olan su toplama aşamasınageldiğini bu koşullar altında cezaevi koşullarında yaşamını sürdürmesimümkün olmamakla birlikte bir an önce tahliye edilmesi gerekmektedir.Hastan bu şartlarda ve koşullarda yaşamını sürdüremez.”

Devletin gözaltında kaybettiği yakınlarınınfaillerinin bulunup yargılanmasını isteyen CumartesiAnneleri, oturma eylemlerinin 345. haftasında daGalatasaray Lisesi önündeydiler. Kayıp yakınları1992 yılının bir bayram öncesinde işten evedönerken gözaltına alınan ve kendisinden haberalınamayan Mehmet Ertak’ın akıbetini sordular.Bayramlarda yakınlarının mezarlarına çiçekbırakamayan kayıp yakınları ellerindeki karanfillerimezarlar yerine meydandaki heykele bıraktılar.

Hesap sorulsun!

Eylemde ilk sözü alan, 23 Şubat 1995 tarihindekaybedilen Murat Yıldız’ın annesi Hanife Yıldız,devletin acılara çözüm bulmadığını, aksine yaralaratuz bastığını ve karalama kampanyası başlatarak,kayıpların çoğaltıldığını söyledi.

Cemil Kırbayır’ın abisi Mikail Kırbayır, yalnızbırakıldıklarına, felaketlerin sebebinin devletolduğuna değindi. Ayrıca “Devlet niçin yanımızdayok. Yıllardır burayı mekan tuttuk. Bir kemikbulamadık. Nar olsan da dokunacağız, har olmapahasına” dedi. Kayıpların bulunmasını talep etti.

21 Mart 1995’te gözaltında kaybedilen HasanOcak’ın abisi Ali Ocak, yalanlarla baskılarlasusmayacaklarını belirtti.

“Mecliste İnsan Hakları Komisyonu’nunkayıplarla ile ilgili verdiği önergeyi geçirmemek için

tüm gücüyle çabaladılar. Bu onların ikiyüzlülüğününbir kanıtıdır. Sessiz çığlığımızı boğmaya çalışıyorlar,kirli geçmişleri ile hesaplaşmazlar. Fakat ellerimizyakalarında olacak” diyen Kırbayır’ın ardından1993’te kaybedilen Hüseyin Taşkaya’nın oğlu ŞerifTaşkaya söz aldı. Taşkaya, “18 yıldır haberalamıyoruz, mezarımız yok. Önceden listelerhazırlanıp askere, polise verip insanların özgürlükleriellerinden alınıyordu. Şimdi de bu listeler savcılaraverilerek infazlar gerçekleştiriliyor. İnsanlarınözgürlükleri alınıyor. Alamadıklarına ise kimyasalsilahlarla saldırıyor.” dedi. Kayıpların bulunması vehesap sorulması çağrısında bulunan Taşkaya’nınardından Kenan Bilgin’in abisi İrfan Bilginkonuşma yaptı. Bilgin “Devlet yetkilileri halkınbayramını kutluyorlar. Bizimkini kutlamasınlar.AKP’li vekiller gelip burada oturdular. Bugün isemecliste verilen önergelerin geçmemesini sağladılar.Basın patronları ile toplantı yapıp bizlerinyaşadıklarının gazetelerde çıkmasını önlediler.Gazeteciler meslek etiklerine sahip çıksınlar.Bizlerin sesini asla boğamayacaklar” diyerek tepkigösterdi.

Kayıp yakınları adına basın açıklamasını okuyanEHP Genel Başkanı Sibel Uzun, Mehmet Ertak’ındevlet tarafından öldürüldüğünün kanıtlandığını,AİHM tarafından yine devletin suçlu bulunduğunadeğindi. Uzun açıklamaya şöyle devam etti:“Yaşama hakkı en temel insan hakkıdır. Diğer bütünhakların kullanımı ve varlığı bu hakka bağlıdır.Uluslararası hukuka göre, yaşama hakkını etkinşekilde koruyan yasal bir rejim oluşturmak, tümkişilerin yaşamlarının korunması için gerekli adaletsistemini kurmak devletlerin temel görevidir. Devlet19 yıldır Mehmet Ertak’ın gözaltına alındığını inkarediyor. 19 yıldır tüm delillere rağmen hukukişletilmiyor. Devletin gücüyle Mehmet’i işkencedeöldürüp bedenini yok ettikleri tescillenenlercezasızlık zırhıyla 19 yıldır aramızda dolaşıyor.”

Kayıp yakınları açıklamanın ardından, mezarlarıolmadığı için çiçek bırakamadıklarından çiçekleriGalatasaray Meydanı’ndaki anıta bıraktılar.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Ankara Üniversitesi’ndeN.Ç. protestosu

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 86. kuruluş yılıetkinliği kapsamında fakülteye gelen Yargıtay veDanıştay başkanları, Yargıtay’ın N.Ç. davasında verdiğikarar nedeniyle ilerici ve devrimci öğrencilertarafından protesto edildi.

Salona girmek isteyen ilerici ve devrimci öğrencilerise içeriye alınmak istenmedi. Salona girmeyi başaranöğrenciler polis kameralarını ve sivil polisleri teşhirettiler. Teşhirin ardından sivil polis ve kameralarıdışarıya çıkartıldı.

Açılışta söz alan dekanın konuşmasının ardındandekanı teşhir eden bir konuşma yapıldı. Bukonuşmanın ardından dekan salonu terk etti veYargıtay ve Danıştay başkanlarını teşhir eden birkonuşma daha yapıldı. Bu konuşmada, 13 yaşındaki birkız çocuğuna onlarca kişinin tecavüz etmesininardından “kendi isteğiyle cinsel ilişkiye girdi” kararınıveren yargının ve mensuplarının hukuk fakültesiöğrencilerine anlatacak hiçbir şeylerinin olmadığıvurgulandı.

Konuşmanın ardından salondan çıkan ilerici vedevrimci öğrenciler teşhir konuşmaları yapmak üzerefakülteden çıktıklarında ÖGB barikatı ile karşılaştılar.ÖGB barikatını aşan öğrenciler bu kez de fakültegirişinde bekleyen polisleri “Polis defol üniversitelerbizimdir!” sloganıyla kampüsten kovdular.

Kantinlerde yapılan teşhir konuşmalarının ardındanpolis kampüsün kapısında tekrar barikat kurdu.

Devrimci öğrenciler polis çıkmadan okuldançıkmayacaklarını belirterek “Polis defol, üniversitelerbizimdir!” sloganları ile bekleyişlerine devam etti. Polisokuldan ayrıldıktan sonra yapılan basın açıklaması ileeylem son buldu. Üniversitelerin kapılarını sermayeninher türlü temsilcisine kapatmak gerektiği bir kez dahavurgulandı.

Ekim Gençliği / Ankara

Polis-mahkeme-hapishaneüçlüsü katletti

Devletin cezaevi politikası nedeniyle kısa bir süreönce yaşamını yitiren Özgür Gelecek Gazetesi KartalTemsilcisi Suzan Zengin’in yargılandığı davanın 4.duruşması 3 Kasım günü Beşiktaş’taki İstanbulAdliyesi’nde görüldü.

Duruşma öncesinde adliye önünde biraraya gelenPartizan Dergisi ve Özgür Gelecek gazetesi çalışanlarıbasın açıklaması gerçekleştirdi. Açıklamada SuzanZengin’in ölümünden polis-mahkeme-hapishaneüçlüsünün sorumlu olduğu vurgulandı.

“Devrimci gazeteci Suzan Zengin ölümsüzdürSuzan’ın katili polis-mahkeme-hapishane üçlüsüdür”pankartının açıldığı eylemde, gazete adına açıklamayıToğay Okan okudu. Hiçbir delil ve hukuki dayanakolmadan iki yıl tutuklu bırakılan Zengin’i ölümegötürüldüğüne değinilen açıklamada katilin devletolduğu vurgulandı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Galatasaray önünde 345. hafta

Page 31: Sİ Kızıl Bayrak 11-42

Türk Metal ile Birleşik Metal karşılaştırılabilirmi? 2010-2012 TİS sürecine bakıldığında BirleşikMetal, Türk Metal’in ihanet sözleşmesine göreileri bir sonuç almıştı. Sadece bu değil, pek çokaçıdan Birleşik Metal Türk Metal e göre dahaileride. Bu varsayımla Birleşik Metal İzmir Şubesi11. Olağan Genel Kurulu’na katıldım. Ne var kiKürt sorunu konusunda Birleşik Metal’inneredeyse Türk Metal’e yakın durduğunu, şovenistcenahın “ılımlı” bir bileşeni olduğunu gördüm.

Birleşik Metal-İş Örgütlenme Sekreteri ÖzkanAtar divan başkanı olarak yaptığı konuşmanınbaşında Van depremine değindi. Hemen ardındanda sözünü Çukurca’da ölen askerlere getirerek,Türk Metal Genel Kurulu’nda olsa epeycealkışlanacağı bir konuşma yaptı. DİSK eski GenelSekreteri yeni CHP İzmir milletvekili Musa Çambu konuda, bu sendikacılardan daha ileri birkonuşma yaptı. Hiç değilse “İşçiler arasındayaratılmak istenen Kürt-Türk düşmanlığına karşıuyanık olun ve bu oyuna gelmeyin” dedi. Hiçdeğilse asgari demokratlığın sınırlarında kalmayıbildi.

Sonradan konuşan delegeler ise Özkan Atargibi ajitatif olmasa da soruna aynı tarzda değindi.Biri dışında, söz alan tüm temsilcilerin“konuşması” yazılıydı. Yani Özkan Atar’ınyaklaşımı Birleşik Metal İzmir Şube’nin ortaktavrıydı. Konuşmalarda ölen askerlerin hepsininişçi-emekçi çocukları olduğu vurgulandı. Bunarağmen bu vurguyu yapan konuşmacılar işçi-emekçi çocuklarını ölüme yollayan sermayedevletinden çok gerillaya öfke duyuyor ve bunuyansıtıyorlardı.

“Ölen hiç zengin çocuğu yok. Hepsi işçiemekçi çocuğu.” Evet bu doğru. Şovenizmlemalul olmayan bir kafa bu durumda nutuk atıpçocuklarını kirli savaşa süren sermayeye karşıöfke duyar. En azından bu çarpıklığı sorgular.

Kürt sorununda asıl çözümü işçi sınıfısağlayacak. Tekel direnişi bunu çok net gösterdi.Tekel’de Türk ve Kürt işçilerle birlikte mücadeleverdiler. O dönem şovenist histeri dibe vurdu. Birlinç girişimiyle direnişe saldırmayı planlayanhükümet Hayati Yazıcıoğlu’nun ağzıyla Tekelişçilerine karşı “terörist” argümanını kullandı.Ama istedikleri olmayıp ters tepince aynı ağızlaişçilerden özür dilediler.

Kirli savaşta işçi emekçi çocuklarınınölmemesi için, halkların kardeşliğinin ete kemiğebürünmesi için tek çıkar yol var; o da işçilerinbirliğidir. Bir işçi sendikasının genel kurulundaasıl vurgu da buraya yapılmalıydı. İşçilerinbirliğini zedeleyecek her yaklaşım sermayeyehizmet eder.

M. Kurşun

Her gün aynı şeyleri yapan insanlar sadece nefesalıp verirler. Sistem işçilerin beyinlerini birçok sorunladoldurmuştur ki, insanlar dünyada ne olup bittiğindenhabersiz yaşarlar. 14 saat süren çalışmadan sonra insan,toplumsal yaşamdan arındırılıp, çevresindeki bütüninsani şeylere yabancılaştırılır.

Umudumuzu ilmek ilmek örmeye çalıştığımızfabrikalarda da durum bundan çok farklı değil. Gerçekdünyanın kendisi, yalanlarla türlü hilelerle işçilere çokgüzel gibi sunulmaya çalışılıyor. Ama gerçek dünya herzaman kendisini dayatıyor. Asgari ücretin daha daaltında çalıştırılan sefalet içinde yaşayanlar vesaraylarda gününü gün edenler.

Çalıştığımız yerlerde karşımıza en çok çıkan sorunişçilerin birbirine olan güvensizliği oluyor. Birbirinegüvenemeyen insanların birlikte hareket etmeleri,hakları için, yeni bir dünyanın temelleri için mücadeleetmeleri de hayli zorlaşıyor. Birbirine güvenmenin enönemli dayanağı ise paylaşmaktır. Yozlaşmanın birkültür olarak patronlar ve onların kemik yalayıcılarıtarafından dayatıldığını biliyoruz.

Öğle paydoslarında işçiler çay içmeye çıkıyor. Çayiçildikten sonra herkes sıra ile, çay içilen yeritemizliyor, bu sıra ile gidiyor herkes bu işi sıra ileyapıyor. Bu çalışılan bölgeyi işçiler için ortak birpaylaşım alanı haline getiriyor. Çalışılan alanın büyükolması, işçilerin sadece bu mekânda yan yanagelmesini sağlıyor. Ortak sorunlar sadece bumekanlarda toplumsal bir hal alıyor, sorunlar buralardakonuşuluyor.

Bunun farkında olan patronlar, o ortak paylaşımalanını nasıl yıkarız diye düşünüyorlar. Ortak paylaşımalanı olan çay içme mekanını ve paylaşım kültürünüişçilerin birbirine yabancı olacağı, birbirinin üzerindengeçinmeye çalışacağı bir kumar oyununa dönüştürüyor.Çay içme mekanının temizlenmesi işini, çekiliş adıaltında bir şans oyununa dönüştürüyorlar. İşçilerinsayısı kadar bir sayı yazılıyor ve herkes bir sayı yazıyorkendine, numarası çıkan o gün kurtarıyor. En sonakalan temizliği yapıyor.

Çok basit gibi gözüken bu olay bütün işçilerinbilincinde değişikliğe sebep oluyor. Ortak paylaşımalanı artık bir kumarhanede kar etme bilincinedönüşüyor. O gün herkes kendini kurtarmaya çalışıyor.Uzun yıllar birlikte çalışan işçiler arasındaki ilişkileryozlaşmanın ötesinde bir hal alıyor. En ufak insaniilişkilerde bile birbirine yabancı insanlar oluşuyor.

Ortak paylaşım alanı olmayan işçilerde birbirinegüven, saygı gibi değerler, yerini birbirinin ayağınıkaydırmaya ve birbinin kuyusunu kazma gibieğilimlere ve dedikoduya bırakıyor. Herkes birbiriarkasından konuşuyor, herkes kendisinden başkasınınyalaka işçi olduğunu düşünüyor. Gerçek yalaka işçilerise belli olmuyor. Başka bir firmada çalışan işçiler birbardak çay almak için bu işçilerin yanına geliyor. Buinsanlar bir bardak çayı o kişiye vermiyorlar. Birbardak çayı dahi paylaşmıyorlar.

Aynı işyerinde çalışan başka bir barakada çay içenişçiler ise ortak paylaşım kültürünü sürdürüyorlar.Patron işçilerin ücretinde düşürmeye gidiyor. Sadeceortak paylaşım alanı olan işçiler bu duruma tepkigösteriyor, diğerleri ise bu durum sanki kendileriniilgilendirmiyormuş gibi çalışmaya devam ediyorlar.Ortak paylaşım alanı olan işçiler sorunlara birliktecevap veriyorlar. Diğerleri ise sorun kendisinindeğilmiş, soruna kendisinin dışında olanların yanıtvermesi gerekiyormuş gibi düşünüyor.

Sınıf mücadelesini analiz ederken hep mücadelekültüründen bahseder, sermayenin buna saldırdığınavurgu yaparız. Mücadele kültürüne değil aynı zamandaişçilerin ortak yaşam alanlarına da saldırıyorlar.

Gerçek dünyanın ağırlığı altında evine bir lokmaekmek götürmekte zorlanan bu insanlar, kuracakları birkomite ile hayatlarını değiştirirler ve yeni bir dünyayıda kendileri yaratırlar. Birbirine güvenen birkaç kişibunu görüyor. Yeni bir kültür ve yeni bir dünyanıntemellerini atmaya da başlıyorlar. Bir işçinin de dediğigibi “bir kere kıvılcımı çaktık” hiçbir şey eskisi gibiolmayacak.

Bir tersane işçisi

Ben Ostim’de çalışan 17 yaşında genç bir işçiyim.Sizinle paylaşmak istediğim bir konu var: “Ulaşım.”

Ulaşım işçilerin en büyük sıkıntılarından biridir.Sabah o sıcak yataktan kalkıp işin yolunu tutmakinsanı zaten büyük bir gerilim içerisine sokuyor. Saat05.30’ta yollara düşerken gün bile ağarmamış oluyor.Üstüne “otobüsü kaçırırım” telaşı çok garip birduygu. Metro merdivenlerini koşa koşa inmek,vezneye gidip bir bilet almak ve ardından gelmesinibeklediğin metroyu beklemek… Ama bu, o kadarkolay değil. Saat 08.00’de iş başı… Metrodauyumamak gerek. Yoksa işe geç kalırsın. İşe geçkaldığında senaryo bellidir zaten. Patron kapıda,ustabaşı içerde, ikisi de aynı soruyu sorar sana sert birsurat ifadesiyle. “Nerdesin lan sen? İşyerinde saatkaçta olunması gerektiğini bilmiyor musun? Çabuk

işinin başına geç!”Hadi gelde işin yoksa aç karınla iş başı yap.

Neredeyse unutuyordum. Bir de mühendisler var. Saat09.00-09.30 gibi işbaşı yaparlar. Sabahtan akşamakadar bilgisayar başında oyun oynarlar. Bu insanlarınakşam erken yatmak gibi bir dertleri de yok. Çünküulaşım sıkıntısı yok. Altında son model bir şirketarabası… Hem geç kalsa da kızan yok. Çünkü onlarokumuş insanlar.

Neyse. Her sabah yaşadığımız bir durum bu. Eğerörgütlenmezsek 05.30’da işe giden, bizi ölümüneçalıştıranlar ileride bizi hiç uyutmayacak. Amaörgütlenir ve mücadele edersek 05.30’da kalkan birişçi 07.30’da işine gitmek için yola çıkacak.

Gelecek yazıda görüşmek dileğiyle…OSTİM’den genç bir işçi

CMYK

Mücadele Postası

EKSEN Yayıncılık Büroları

Kemalpaşa Mh. Otel Asya yanı Vural Apt. No:2 D:3İzmit / KOCAELİ

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

Birleşik Metal GenelKurulu’nda şovenizm

sahne aldı

Ortak yaşam kültürü...

Örgütlenir, mücadele edersek...

Page 32: Sİ Kızıl Bayrak 11-42