kıvılcım dergisi sayı-1...

47
Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Upload: others

Post on 11-Jun-2020

14 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Page 2: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

İçindekiler

1-Sunuş - Editör 2-Anayasa Raporu – Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı 3-Mescid-i Dırar Olayı – Serhat KAHRAMAN 4-Mefkûre Bilinci – Mustafa DUMAN 5-İman Etme ve Rabb Edinme – Caner ÇETİN 6-Tanrı Demek Doğru Mu? – Vural Egemen SARIGÖZ 7-Google İnsanlığı Ele Geçirecek! – Teknoloji Köşesi 8-Hz.Ali’den(r.a) Müthiş Cevap - Allah(c.c.) Dostlarından Menkıbeler 9-Ebuzer El Gıffari(r.a) – Ashab-ı Kiram Serisi 10-Seccade’nin Gözyaşları – Bir Nefes Hikaye 11-Müctehidlerimiz – İlmihâl Bilgileri 12-Çarpık Çağ(Şiir) – Abdurrahim KARAKOÇ

Yasal Uyarı;

Dergimizdeki yazılar,dergimizin ismi ve yazının çıktığı sayı belirtilmeden iktibas edilemez. Kıvılcım Dergisi

Page 3: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Sunuş Kıvılcım Dergisi olarak yayın hayatına girmiş olmanın verdiği heyecan ve sevinçle ilksayımız ile karşınızdayız. İlk olarak ‘’derginin ismi neden Kıvılcım olarak belirlendi?’’bunun cevabını verelim. Kıvılcım bilindiği üzere en büyük ateşlerin bile tutuşmasına vesile olur.Bu bağlamda dergimizin ismini Kıvılcım olarak belirlerken , içimizde büyüttüğümüz değerler için yakılacak büyük ateşin tutuşturulması amacı güdülmüştür. Türk’ün tarihinde bir çok büyük işler başarılmış ve bütün bu işler küçücük bir kıvılcım ile gerçekleşmiştir. Göktürk’lerin bağımsızlık ateşini yakan kıvılcım Kürşad Ata’nın 40 çerisi ile Çin Sarayı’nı basması ile çakılmıştır. Kahramanmaraş’ın düşman işgalinden kurtuluşuna dair büyük ateşin kıvılcımını sokak ortasında bir kadının başörtüsünü çeken Fransız askerine karşı sıktığı ilk kurşun çakmıştır. İzmir’de Yunanlıları bertaraf edecek büyük ateşin ilk kıvılcımını Gazeteci Hasan Tahsin’in silahından çıkan bir kurşun çakmıştır. Osmanlı Cihan Devleti’nin temelleri atılırken Cihan Devleti olma yolundaki ilk kıvılcımı Osman Bey çakmıştır. Bu vesile ile bir kıvılcımın neleri başlatabildiğini , neleri başaracak olanlara bir başlangıç noktası belirlediğini düşünerek dergimizin bir kıvılcım çakması niyaz edilmiştir. Allah(c.c.)’ın rızası olmadan başlanan hiçbir iş başarıya ulaşamaz. Bu sebepten Kıvılcım Dergisinin amacı önce yerleri ve gökleri yaratan Rabbimiz’in rızası , sonra Yüce Türk Milleti’nin istifadesidir. Allah(c.c.) emeklerimizi zâyi etmeden, muvaffak olmayı nasip etsin.

Editör

Page 4: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Anayasa Çalışmalarına İlişkin Kültür ve Öneriler

ÜLKÜ OCAKLARI EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFI

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI’NIN YENİLENMESİNE İLİŞKİN

GÖRÜŞ VE ÖNERİLER

ANKARA – NİSAN / 2012

TBMM ANAYASA UZLAŞMA KOMİSYONU BAŞKANLIĞI’NA

Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı olarak, kıymetli mensuplarımızla birlikte, uzun bir çalışma sonucunda oluşturduğumuz, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın yenilenmesi sürecine ilişkin görüş ve önerilerimizi arz etmekteyiz.

Ayrıca belirtmek isteriz ki yayın organımız olan “Ülkü Ocakları Dergisi”nin Mart 2012 sayısı da adeta “Anayasa Özel Sayısı” olarak çıkarılmış olup, dergimizin bir nüshasını da görüş ve önerilerimizin ayrılmaz bir parçası olarak arz etmekteyiz. Anayasa Uzlaşma Komisyonu tarafından ihtiyaç duyulması halinde, görüş ve önerilerimizin ayrıntıları ve gerekçeleri dergimizdeki ilgili makalelerde de mevcuttur.

Bu süreçte Aziz Türk Milleti’nin hassasiyetleri doğrultusunda bir anayasa metni oluşturulmasını temenni eder; “katılımcı demokrasi” adına üstün gayret gösteren ve bu bağlamda Ülkü Ocakları Eğitim Ve Kültür Vakfı olarak bizim de görüş ve önerilerimizi talep eden TBMM’deki tüm siyasi parti gruplarına, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda görev yapan değerli temsilcileri nezdinde teşekkürü de bir borç biliriz.

Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Genel Başkanı Harun ÖZTÜRK

1. ANAYASANIN YENİLENMESİ SÜRECİ İLE YAZIM VE ONAYLANMA USULÜ

Anayasanın yenilenmesi sürecinde, “katılımcı demokrasi” ilkesi tam anlamıyla ve tüm aşamalarda hassasiyetle göz önünde bulundurulmalıdır. Bu bağlamda, şimdiye kadar yapılmış olan çalışmaları özenle takip etmekte ve bunları katılımcı demokrasi adına anlamlı bulmaktayız. Gerek vatandaşlardan alınan görüşlerin, gerekse toplumun her kesimini temsil eden kurumlardan alınan önerilerin, sürecin “anayasa yazımı” aşamasına da yansımasını da aynı anlayışla önemsiyor ve temenni ediyoruz.

Page 5: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Ancak “katılımcı demokrasi” adına, “mili uzlaşma” ilkesinden asla taviz verilmemeli, milletin sadece bir kısmının talepleri, milletin tümüne dayatılmamalıdır.

Yazım aşamasında, “kazuistik anayasa” değil, “çerçeve anayasa” tercih edilmeli, kanunla ve/veya daha alt normlarla düzenlenebilecek konulara anayasada yer verilmemelidir. Ancak çerçeve anayasa tercihi adına “anayasal boşluk” da bırakılmamalıdır.

Anayasanın yazımı, açık, anlaşılır, tutarlı ve bütüncül bir “Türkçe” ile gerçekleştirilmelidir.

Böylelikle ortaya çıkacak anayasa metni, sadece hukukçular tarafından değil, milletin tümü tarafından anlaşılıp özümsenebilmelidir. Bu kapsamda, oluşturulacak anayasa metninin, üniversitelerin “Türk Dili” alanında çalışan akademisyenlerinin, Türk Dil Kurumu’nun ve Türkçenin güçlü yazarlarının da yer aldığı bir komisyonun “dilbilimi denetimi”nden geçirilmesi sağlanmalıdır. Böylece Anayasamıza girmesi gerektiği düşünülen yeni bir kavram ya da terim varsa bunun mutlaka “Türkçe” olması gerekliliğinde kararlı olmak devlet ciddiyetimizi ortaya koyan önemli bir işaret olacaktır. Örneğin, yazılacak yeni metinde “çevre bilimi” çerçevesinde “iyi bir çevrede yaşama hakkı” düzenlenirken, “ekoloji” vb. yabancı terimlerin dilimize yerleşmesinin en baştan önüne geçilmelidir.

Uzlaşılması halinde ortaya çıkacak anayasa taslağı metninin, yeniden kamuoyu nezdinde tartışılması sağlanmalıdır. Böylelikle taslak hakkında milletten gelecek yeni görüş ve önerilerin katkısını sağlayacak bir yapıya imkan tanınmalıdır.

En son aşamada ise, oluşturulacak metnin TBMM’de kabul edilmesi halinde, mutlaka halkoyuna sunulması ve yapılacak halkoylamasında her bir maddenin ayrı ayrı oylanması sağlanmalıdır.

Önemle belirtmek gerekir ki “ancak böyle bir usulle yürürlüğe girecek anayasa”, en üst düzeyde bir toplum sözleşmesi niteliğinde kabul görerek meşruiyetine kavuşacak ve bu sayede çok uzun yıllar değişiklik ihtiyacı olmadan varlığını sürdürebilecektir.

2. BAŞLANGIÇ METNİ

Pek çok milletin ve devletin anayasasında olduğu gibi, Türk Anayasası’nın da dayandığı temel felsefeyi açıklayan bir başlangıç metni olmalıdır.

Page 6: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Başlangıç hükmünde, “cumhuriyetimizin ruhunu ve kuruluş felsefesi olan Türk Milliyetçiği ilkesinin yanı sıra; demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına dayanan devlet anlayışına” vurgu yapılmalıdır.

Anayasa tekniği bakımından ise, “başlangıç kısmı, anayasa metnine dahil olarak kabul edilmelidir.”

3. DEĞİŞTİRİLEMEYECEK HÜKÜMLER

Anayasamızın ilk üç maddesinde düzenlenen temel ilkeler aynen korunmalı ve hatta “üniter devlet” ile “mili devlet” ilkeleri cumhuriyetin niteliklerine mutlaka eklenmelidir. Belirtilen temel ilkeler asla anayasa tartışmalarının konusu yapılmamalıdır.

Daha açık bir ifadeyle; devletin şeklini düzenleyen, “Türkiye Devleti bir cumhuriyettir” hükmü, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ile cumhuriyetin niteliklerini düzenleyen “insan haklarına saygılı, milli, üniter, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olduğu” hükmü, devletin dilinin “Türkçe”, başkentinin “Ankara”, milli marşının “İstiklal Marşı” ve bayrağının beyaz ay yıldızlı “Albayrak” olduğu hükmü hiçbir tartışmaya meydan vermeyecek şekilde, açık ve net olarak ortaya konmalı ve bu temel ilkeleri en küçük seviyede bile zedeleyebilecek dayatmalara ve hatta önerilere dahi izin verilmemelidir.

Hatta “Türkiye Cumhuriyeti”, egemenliğin kayıtsız ve şartsız Türk milletine ait olduğu bir devlet olduğuna göre, aynı zamanda “milli” ve “üniter” bir devlettir. Öyleyse milli devlet ve üniter devlet niteliklerinin de cumhuriyetin nitelikleri içerisinde ayrıca ve açıkça ifade edilmesi ile bu felsefi altyapının hukuki bir gerçeklik olarak, anayasal hüküm altına alınması gerekmektedir.

4. DEVLETİN AMAÇ VE GÖREVLERİ

Devletin temel amaç ve görevlerini düzenleyen anayasanın beşinci maddesi korunmakla beraber; bu başlık altında devlete bilimi geliştirme görevi ile kültür coğrafyamızda yer alan soydaş ve/veya akraba devlet ve topluluklar ile her türlü kültürel ve iktisadi ilişkilerin geliştirilmesi suretiyle bölge ve dünya barışının korunmasına katkıda bulunmak görevleri de verilmelidir.

Ayrıca “devletin amaç ve görevlerini, anayasada belirtildiği şekliyle yerine getirmesi”, ayrıca ve açıkça bir görev olarak ve bağlayıcı biçimde anayasal düzenleme haline getirilmelidir.

Page 7: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

5. HAK VE HÜRRİYETLER

5.1. Hak ve Hürriyetlerin Sınıflandırılması

Genel olarak anayasal düzenlerde kabul edilen ve anayasal metinlerde yer verilen “üç kuşak” hak vardır:

Birinci kuşak haklar “klasik haklar” denilen, insanların doğuştan sahip olduğu, dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez nitelikli, hayat hakkı, mülkiyet hakkı gibi haklardır. İkinci kuşak haklar, “siyasi haklar”dır. Üçüncü kuşak haklar ise, “sosyal haklar” denilen, hukuk düzeninin içinde ve hukuk düzeninin elverdiği ölçüde iyi bir çevrede, iyi bir sağlıkla, iyi bir eğitimle, insanca yaşayabilmenin sağlanması yönünde devletten talep hakkı doğuran haklardır.

Bu bağlamda önemle vurgulamak gerekir ki son yıllarda ortaya atılan ve “dördüncü kuşak haklar” olduğu iddia edilen “grup/topluluk/kolektif haklar”, yukarıda belirtilen üç temel hak kategorisi içerisinde zaten vardır. Başka bir ifadeyle, ferdin tek başına değil de topluluk halinde kullanabileceği ve topluluk olmanın gereği yaşanabilecek olan, örneğin, “siyasi parti, dernek veya sendika kurma” gibi haklar, zaten “siyasi haklar” kataloğunda mevcuttur ve böylece söz konusu hakları, “grup/topluluk/kolektif haklar” olarak ayrıca kategorize etmek ve bunu yaparken, yanlış terminoloji ile adlandırmak, bilimsel gerçekten uzak olduğu gibi, iyi niyetli de değildir. Bu tartışmalı konumlarının da bir sonucu olarak, günümüzde, “grup/topluluk/kolektif haklar”, anayasaların “temel haklarla” ilgili bölümlerinde kendilerine yer bulamamaktadır. Öğretide ileri sürülen örnekler ise, daha çok sosyal ve ekonomik hakların, belirli grup üyesi bireyler tarafından kullanılan türleridir. Bu noktada, elbette, bu tür sosyal ve ekonomik hakların, belirli grup üyeleri lehine (örneğin, işçiler, kadınlar, gençler) “ayrımcılık” oluşturup oluşturmadığı tartışılabilir. Ancak, netice olarak, söz konusu olan “salt bir grup/topluluk/kolektif hak” değil bireysel haklardır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın yenilenmesi sürecinde, “grup/topluluk/kolektif haklar” ilgili tartışma ve taleplerin ise, dünyadaki uygulama ve örneklerin çok az bir kısmını kapsayacak şekilde, daha çok etnik temelli ve toplumu ayrıştırıcı asıl taleplerin maskelenmesi amacıyla gündeme gelmesi üzücüdür.

Zira “grup/topluluk/kolektif haklar”, -örneğin çevre hakkı ve kalkınma hakkı- her ne kadar temel haklar arasında sayılmasa da Anayasa dışındaki mevzuatta da değerlendirilebilecek ve toplumun geneli için önemli faydalar sağlayabilecek hukuki ve fiziki gelişmelere yol açabilme potansiyeline sahiptir.

İşte anayasanın yenilenmesi sürecinde, bahsedilen karmaşanın ve faydasız tartışmaların önüne geçilmeli ve hak ve hürriyetler herhangi bir tasniflemeye gidilmeden, ayrı ayrı ve maddeler halinde düzenlenmelidir.

Page 8: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

5.2. Ödevler

1982 Anayasası’nın “ödeve bağlı hak anlayışından” vazgeçilerek, “vatan hizmeti” ve “vergi ödevi” dışında, anayasada herhangi bir ödev boyutu yer almamalıdır. Bunun yerine, “herkesin hak ve özgürlüklerini kullanırken başkalarının haklarına saygı gösterme yükümlülüğü bulunduğu” ifade edilmelidir.

5.3. Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanması ve Korunması

Hak ve hürriyetlerin, mevcut anayasada olduğu gibi geniş olarak düzenleme yolu tercih edilir ise, sınırlandırılması konusunda anayasada genel sınırlama nedenlerine yer verilmemeli, hak ve hürriyetler sadece ilgili maddede öngörülen özel sebeplerle sınırlandırılabilmeli ve özel sınırlama nedenleri belirlenirken evrensel düzenlemeler dikkate alınmalıdır.

Hak ve hürriyetlerin anayasa yargısı yoluyla etkin bir şekilde korunmasını sağlamak amacıyla Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolu muhafaza edilmelidir. Ancak bireysel başvuruya konu olacak hak ve özgürlükler belirlenirken uluslararası sözleşmelere atıf yapılmamalı, doğrudan ilgili anayasa maddelerine atıf yapılmalıdır.

5.4. Şayet Hak ve Hürriyetler Tasnif Edilecekse “Sosyal Hakların” Sağlanması Bakımından Devletin Yükümlülüğünün Sınırı

Anayasa’da sosyal haklar bakımından devletin ekonomik gelişmeye paralel olarak –mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde– hak yararlanıcıları için katkıda bulunması da kabul edilmiştir (m.65). Anayasa’nın 65. maddesinde yer alan, devletin, sosyal ve ekonomik alanlarda üstlendiği görevleri, mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getireceğine ilişkin bu düzenleme genellikle, grev, toplu sözleşme ve sendika hakkı gibi bazı haklar dışında kalan haklar bakımından, devletin sosyal hakların gerçekleştirilmesi görevini yerine getirmesinden sıyrılmasına olanak verdiği biçiminde yorumlanabilmektedir. Hatta yargı organlarının bu konuda karar vermesinin bir hukuki denetim olmaktan çıkıp, yerindelik denetimi olacağı da söylenebilmektedir.

Anayasada bu şekliyle yer almakla beraber, yargı yoluyla ulaşılamayan veya talepte bulunulsa da sahibinin isteği doğrultusunda bir işlemde bulunulamayan düzenlemelerin hak olarak kabul edilmesi hakkın özüne aykırıdır.

Öyleyse sosyal haklarla ilgili düzenlemelerdeki “herkes” kavramını, devletten isteme bakımından, tüm vatandaşları kapsadığını kabul etmek gerekir.

Page 9: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Çünkü herkese tanının haklardan, devletin, bu haklara sahip olmayanlardan başlamak üzere, 65. maddedeki düzenlemeyi dikkate alarak, ekonomik gelişme düzeyine göre herkesin sosyal haklara daha iyi düzeyde sahip olmasını temin etmesi gerekir. İşte o zaman, yasama ve yürütme organları Anayasa’nın 65. maddesindeki düzenlemenin arkasına sığınarak, hem temel hak olarak düzenlenmiş bir hususun Anayasa’da yer almasına uygun olarak kullanımına engel olamaz, hem gereğini yapmaktan kaçınamazlar. Anayasa’da güvenceleriyle düzenlenen sağlık hakkının yasama ve yürütmenin takdirine bırakılmaması ve açık düzenleme sayesinde hak sahibinin doğrudan yargı organına başvurarak hakkını elde etmesi sağlanmış olacaktır.

Dolayısıyla şayet hak ve hürriyetler tasnif edilecekse, sosyal hakların sağlanması bakımından devletin yükümlülüğü hususunda herhangi bir sınırlama öngörülmemelidir.

5.5. Hak ve Hürriyetlere İlişkin Normlar Çatışması

Hak ve hürriyetlere ilişkin uluslararası sözleşmeler ile kanunların çatışması halinde, hak ve hürriyetleri daha geniş ölçüde düzenleyen hükmün esas alınması gerektiği düzenlenmelidir. Uluslararası sözleşmeler ile ilgili mutlaka bir ön denetim sistemi getirilmeli ve bu denetim Anayasa Mahkemesi’ne verilmelidir.

5.6. Bazı Hak ve Hürriyetlere İlişkin Görüşlerimiz

Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı olarak, “Türk Gençliği” odaklı projelerle faaliyet göstermekte olduğumuzdan, hak ve hürriyetler bağlamında gençler bakımından daha fazla önem arz ettiğini düşündüğümüz bazı hususları ayrıca vurgulamakta fayda görmekteyiz.

Kimsenin kılık kıyafeti sebebi ve dini inançlarından dolayı eğitim hakkından mahrum bırakılamayacağı hususunun, eğitim hakkına ilişkin yapılacak anayasal düzenlemede açıkça yer alması gerekmektedir. Bizce anayasa ile çözülmesine gerek olmamasına rağmen ülkemizin önemli toplumsal meselelerinden biri olarak tartışıla gelen başörtülü gençlerin eğitim hakkını kullanamaması sorununun, anayasal bir hükümle çözüme kavuşturulması en azından konunun bir daha gündeme gelemeyecek şekilde sorun olmaktan çıkarılması iradesinin anayasadan başlayarak gösterilmesi artık gelinen noktada toplum ihtiyaçlarının karşılanması adına bir zorunluluk arz etmektedir.

Gençlerin siyasete katılımı arttırılmalı ve meşru siyasi faaliyetleri özendirilmelidir. Bu suretle özellikle, siyasi katılıma ilişkin olarak mevcut anayasada yer alan yaş sınırlamaları kaldırılmalı ya da en azından bu saik dikkate alınarak en aza indirilmelidir.

Seçme hakkına getirilen sınırlamaların kapsamı daraltılmalı; er ve erbaşlar ile askeri öğrencilere de seçme hakkı tanınmalıdır.

Page 10: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

“Çevre hakkı” olarak bilinen ve mevcut düzenlemede yer alan bu hakkın geliştirilmesi ve gençlerimize daha sağlıklı bir çevre ile birlikte sürdürülebilir kalkınma temelli bir çevre hakkı sunulmalıdır. Bu hak, temel hak ve özgürlüklerin devlet eliyle sınırlandırılabilmesi kapsamının dışında tutulmalıdır.

Sosyal devletin gereği olarak, bir takım güçlüklerle boğuşan vatandaşlarımıza pozitif ayrımcılık anayasal bir düzenleme olarak uygulanmalıdır. Engelli vatandaşlarımızın hakları geliştirilmeli, işyerlerine ve devlet kurumlarına engelli vatandaş çalıştırma kotası getirilmeli, hali hazırda var olanlar arttırılmalıdır.

Üstün zekalı ve yetenekli Türk gençlerinin, eğitimini tamamladığında Türkiye’ye dönmek kaydıyla, yurtdışında lisans ve lisansüstü düzeyde eğitim alma hakkı anayasal düzeyde tanınmalıdır.

Türkçe’nin ve Türk kültürünün, Türkiye Cumhuriyeti sınırlarının dışında da ve özellikle diğer Türk Cumhuriyetleri dâhilinde korunması ve geliştirilmesi, devlete etkin bir ödev yükleyecek biçimde, anayasa hükmü haline getirilmelidir.

Türk kültürünün korunması ve geliştirilmesi kapsamında faaliyet gösteren vakıf ve derneklerin desteklenmesi hususu, anayasal güvence altına alınmalıdır.

Mutlaka anayasal ölçekte çözümü olan bir mesele olmadığı düşünülebilirse de ülkemiz adına önemli bir mesele olması sebebiyle askerlik kurumunun ve askere alma sisteminin yeniden gözden geçirilerek çağın ve toplumuzun, özellikle de Türk gençliğinin ihtiyaçlarına, eğitim ve öğretim süreç ve sürelerinin gerekliliklerine uygun olarak yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Anayasa çalışmalarında bu husus dikkate alınarak hiç değilse bundan sonra konu ile ilgili yapılacak alt normlara yön verecek bir anlayışı açıkça ortaya koyması bakımından konunun anayasada ele alınması isabetli olacaktır.

6. DEVLETİN DİLİ VE EĞİTİM DİLİ

Gerek devletin dili, gerekse eğitim dili konusunda mevcut anayasal sistemimizin uluslararası hukuka uygunluk ve çağdaşlık açısından haklı ve meşru bir gerekçe ile olumsuz şekilde eleştirilemeyeceğini söyleyebiliriz. Zira başta gelişmiş ülkeler olmak üzere, devletin dili konusunda genel eğilim tekil bir yaklaşım belirlemek şeklinde olmuştur. İki veya daha fazla resmi dil kabul eden ülkelerin durumu ise nev’ i şahsına münhasır ve istisnai özelliktedir ve bu durumda olan ülkeler çok sınırlı sayıdadır. Bu yönleriyle kendi benzerlerine dahi emsal olabilmesi mümkün olmayan bu ülkelerin devletin dili konusunda gerçek bir sıkıntısı olmayan ülkemize örnek olarak gösterilebilmesi zaten mümkün ve gerçekçi değildir.

Ayrıca başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmak üzere hiçbir uluslararası hukuk belgesi bireye, idare ile ilişkilerinde istediği dili kullanma hakkını tanımamakta veya güvence altına almamaktadır.

Page 11: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Nitekim AİHM Fransız Polinezyası Meclisi’ne Tahiti Dilinde hitap etme yasağıyla ilgili Fransız vatandaşı Sabrina Birk-Levy’in başvurusunu kabul edilemez bulmuş ve mahkeme bu kararda özetle şu tespitlere yer vermiştir:

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin hiçbir maddesi bireye, idare ile ilişkilerinde istediği dili kullanma hakkını tanımamaktadır.Ayrıca seçimle oluşturulan parlamento veya diğer meclislerin seçilmiş üyelerinin de istedikleri dili kullanmalarını güvence altına almamaktadır.

Ulusal özelliklerin çeşitliliği olduğu dikkate alındığında bu alana müdahale edilemez. Özel tarihsel ve siyasal nedenlerin belirlemiş olduğu dilsel tercihler devletin münhasır

yetkisi alanına girmektedir. Her devletin kurumsal sisteminin normal biçimde işlemesinde meşru çıkarı kabul

edilmiştir.Devletin kurumsal sistemlerinin ulusal özelliklerine saygı ilkesi gereğince, parlamento çalışmalarında yerel dil kullanılması talebinin AİHS’ nin koruduğu hak ve hürriyetler kapsamına girmediği kabul edilmektedir.Bir kere daha ve açıkça vurgulamak gerekirse esasen konunun insan hakları, temel hak ve hürriyetler ve bunların ihlali ile uzaktan yakından alakası yoktur.

Eğitim hakkı konusunda uluslararası hukuk belgeleri devletlere, ayrım gözetmeme ve eşit muamele, eğitim hakkının kullandırılması bakımından ayrımcılığı ortadan kaldırma ve fırsat eşitliği yaratma gibi bir takım olumlu edimler yüklemekteyse de bu yükümlülüklerin hiçbirisi vatandaşa istediği dilde eğitim yapma hakkını tanımamakta veya devlete bu talebe uygun eğitim imkânı sunma yükümlülüğünü getirmemektedir.

Özellikle AİHS çerçevesinde Belçika Dil Davası ile kabul gören ve yerleşik hale gelen uygulamaya göre “Sözleşmeci Devletin egemenlik yetkisi içinde bulunan kimseler Ek 1 No.lu protokolün 2. maddesine dayanarak kamu makamlarının belirli bir türde eğitim sistemi kurmasını isteyemezler. Ancak belirli bir eğitim sistemi kuran bir Devlet, bir eğitim kurumuna girişi şarta bağlarken 14. madde anlamında ayrımcılık niteliğinde bir tasarrufa bulunamaz. Bu davada Sözleşme’nin 14. maddesi, Ek 1 No.lu protokolün 2. maddesiyle birlikte okunduğunda bile, anne-babaların kendi tercih etikleri bir dilde çocuklarına eğitim verilmesini isteme hakkını güvence altına almamaktadır. Bu maddelerin birlikte okunmasından, dil sebebine dayanarak bir ayrımcılık yapmadan eğitim hakkını güvence altına alma yükümlülüğü çıkmaktadır.”Anadilde eğitim konusunda ise yine Belçika Dil Davası’ na konu 6 talepten biri olan “özel statülü bölgelerde Fransızca eğitim veren ana sınıfı ve hazırlık sınıfları açılmasını sağlayan ve fakat bu okullarda ağırlıklı olarak Flamanca okutulmasını öngören düzenlemenin Sözleşmeye aykırılığının ileri sürüldüğü” talebe ilişkin değerlendirmede Mahkeme, bu düzenlemenin çocuğun kendi ana dili olan Fransızca dışındaki bir dilde ağırlıklı olarak eğitim görmesini öngörmenin çocuğun asimile olmasını neticelendirmeyeceğine karar vermiştir.

Page 12: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Görüldüğü gibi bırakın devletin dili konusunda tekil bir yaklaşım benimsemeyi anadil dışında bir dilde eğitim görmenin dahi AİHM’ ye göre asimilasyonla bir ilgisi bulunmamaktadır. AİHM’ nin bu tespiti ülkemizde anadilde eğitim tartışmaları çerçevesinde bazı talep ve görüş ileri sürenlerin ne kadar haksızca ve konuyu çarpıtarak ileri gittikleri, konunun insan hakları ve ihlalleri ve dahası asimilasyonla ilgisi olmadığı açısından çok manidar bir mahiyet arz etmektedir.

Ayrıca “ana dilde eğitim”, kavram olarak, esas itibariyle azınlık kavramı ile birlikte ele alınan bir olgudur. Bu haliyle uluslararası hukukta yapılmış her devlet için geçerli genel ve kabul gören bir azınlık tanımı olmadığından her ülke kendi azınlık gruplarını kendi tanımlar ve bu daha çok iki taraflı antlaşmalarla şekillenir. Uluslararası hukukun söz konusu gereklerine uygun olarak Türkiye’ de de azınlıklar Türkiye Cumhuriyeti ve Bulgaristan Krallığı Arasındaki Dostluk Antlaşması gereği Bulgar kökenli Türk vatandaşları ve Lozan Antlaşması’ na göre ise sadece Rum, Ermeni ve Musevi gayrimüslim Türk vatandaşlarıdır ve anadilde eğitim hakkı ise azınlık olmaları sebebiyle sadece Lozan Antlaşması’ nda kabul edilen gayrimüslim azınlık için tanınmıştır. Bunların dışında ister dini, ister kültürel, ister dilsel, isterse etnik açıdan olsun Türkiye açısından tanımlanan ve herhangi bir meşru vasıta ile tanımlanması mümkün olan başka bir azınlık grubu ve dolayısıyla da talep edilecek bir anadilde eğitim hakkı yoktur.

Sonuç olarak, anayasanın yenilenmesi sürecinde devletin dili, eğitim dili ve anadilde eğitim gibi konulara ilişkin gerçekler çarpıtılmadan ele alınmalı ve ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ nin dili ve Türk vatandaşlarının eğitim ve öğretim dili Türkçe olarak yeni anayasal sistemde de var olmalıdır.

Devlet Türkçe’ den başka bir dilde eğitim ve öğretim yapmamalı ancak uluslar arası hukuka uygun olarak, özel öğretim kurumları, mahalli nitelikli lehçe ve dil öğretimi yapabilirler. Burada önemli olan, kamu güç ve kaynaklarının bu yönde kullanılmamasıdır; devlet tüm sosyal gruplara eşit yaklaşmak zorundadır. Yine devlet yabancı dille eğitim anlayışından vazgeçip, yabancı dil öğretimini önemle benimsemelidir.

7. DİN EĞİTİMİ

Okullarda din dersinin zorunluluğunun kaldırılarak isteğe bağlı veya seçmeli olması bir İsveç veya İngiltere için Türkiye boyutunda önemli olmayabilir. Dünyevileşme düzeyinin yüksek olduğu ve dinin siyaset ve toplum hayatında merkezde olmadığı, dindarlığın düşük olduğu Batı Avrupa ülkelerinde bu yalnızca bir din eğitim ve öğretimi meselesi olarak değerlendirilebilir. Türkiye’de ise bu konu, din eğitim ve öğretiminin ötesinde öneme sahiptir.

Page 13: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Tarihsel deneyim, din-devlet ilişkileri, dinin toplumdaki yeri gibi açılardan üzerinde önemle durulması gereken Türkiye’ye özgü bir durum arz etmekte ve batı ülkelerinden ayrılmaktadır.

Türkiye’de bugün için batıda olduğu gibi, çok dinli ve çok kültürlü çoğulcu bir toplumsal yapının olduğunu söylemek zordur. O halde din, öğretime konu edilirken birinci derecede kendi toplumsal ihtiyaçlarımızı ve tarih boyunca ortaya çıkan İslam yorumlarının İslam’la ilişkilerini göz önünde bulundurmak ve buna göre bir model geliştirmek olağan sayılmalıdır. Türkiye geçmişten getirdiği din eğitimi ve öğretimi ile ilgili olarak kendine özgü bir model geliştirmiştir. Bu modele göre Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi, “Mezhepler Üstü Diğer Dinler Açılımlı” yaklaşıma uygun olarak okutulmaktadır. İçerik itibariyle halkın büyük çoğunluğu Müslüman olduğu için İslamiyet’e daha fazla yer verse de diğer dinleri da kapsamaktadır. Aslında bu durum Türkiye’ye özel olmayıp Batı ülkelerinde de din derslerinde o ülkede çoğunluk dinine daha fazla yer verilmesi genel bir uygulamadır. Türkiye’deki din dersleri, dini özgürlükler bağlamında değil, sosyal haklar bağlamında uygulanmaktadır. Din derslerini dini özgürlükler kapsamında ele alan AB üyesi ülkelerde devlet, din eğitimine müdahaleyi bu özgürlükleri sınırlamak olarak kabul etmekte ve din eğitimini ilgili dinin temsilcisi olan kurumlara bırakarak masraflarını da karşılamaktadır. Din derslerini vatandaşın sahip olduğu sosyal bir hak olarak kabul eden Türkiye’de ise bu ders, devletin gözetimi ve sorumluluğu altında ilk ve orta öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı’na, Milli Eğitim Bakanlığı’nın elinde olan bu göreve, halka verilecek eğitim ve öğretim hususunda Kur’ an Kursları vb. kurslar açarak yardımcı olma fonksiyonu verilmiştir.

Dünyada son yıllarda din öğretimi, sosyal bilgiler öğretimi çerçevesinde diğer alanlarla birlikte öğretimi gerçekleştirilen bireye ve topluma kazandırdıkları açısından ihmal edilmeyecek önemli bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’deki 25 yıllık zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi deneyimi de bu anlamda mezhepsel ve ideolojik ayrışmaların azalmasına yardımcı olmuş ve hoşgörü ve uzlaşma kültürünün gelişimine katkı sağlamıştır. Ülkemize yönelik dıştan ve içten kaynaklanan din istismarını önemli ölçüde din hakkında bilimsel ve kaynaklara dayalı kapsayıcı bilgi vererek önlemiştir. Çünkü zorunlu öğretim herkes tarafından alınmaktadır ve bu ortak bir din kültürü ve anlayışının oluşmasına katkı sağlamıştır. Bu ise ülkemizin birlik ve bütünlüğünün devamına yardımcı olmaktadır.

Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretimi uygulama süresince okullarda din ve mezhep kaynaklı bir çatışmanın olmaması da bu uygulamanın başarısı olarak zikredilebilir.

Page 14: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi ile ilgili yapılan bu değerlendirmelerle birlikte bu ders ile ilgili hiçbir sorunun olmadığı elbette söylenemez. Ancak konu değerlendirilirken yaşanılan tarihi tecrübeler göz ardı edilmemelidir. Türkiye’de Cumhuriyet döneminde yaşanan tarihi süreç neticesinde devlet eliyle zorunlu din dersleri uygulamasına karar verilmiştir. Öyle görünüyor ki ülkemizdeki uygulamalar, derin bir tarihi tecrübenin sonucudur ve ülkemizin geçmişten gelen sosyal ve siyasi şartları dikkate alındığında en uygulanabilir olan bir seçenek olarak karşımızda durmaktadır. Bununla birlikte özellikle 2007 yılından itibaren yaşanan gelişmeler din dersleri üzerinde tekrar düşünmek gerektiğini ortaya koymaktadır. Bundan sonra geliştirilecek programlarda din derslerinin nesnel ve çoğulcu olma özelliği dikkate alınması gereken en önemli noktalardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Zorunlu din dersleri uygulamasından kesinlikle vazgeçilmemekle birlikte bütün inançlara yönelik isteğe bağlı eğitim ve öğretim ile ilgili imkânlar artırılmalıdır. Ancak isteğe bağlı eğitim ve öğretim uygulamalarında mevcut anayasada da belirtildiği üzere devletin gözetimi esasına önem verilmelidir.

8. TÜRK VATANDAŞLIĞI

Vatandaşlık, bireyi kuşatan aidiyetlerden biridir ve siyasi bir yapıya ve topluluğa mensubiyetin göstergesidir. Modern öncesi dönemlerde vatandaşlık belli şartlara bağlı olmanın sonucu olarak ele alınırken, modern vatandaşlık kurumu çok daha kapsayıcı, koruyucu ve işlevseldir. Modern vatandaşlıkta millî devlete üyelik vardır. Üyelerin, dini, etnik, kültürel, cinsiyet, toplumsal statü ve rol gibi verili kimliklerinin belirleyiciliği yoktur. Vatandaşın devletle ve toplumla ilişkilerinde temel belirleyici etken vatandaşlık kimliğidir. Millî devletin millî vatandaşlık kurumuna çok kültürcülerin yönelttiği eleştirinin başında, devlete üyelik ve bu üyeliğin kazandırdığı kimlik olarak yurttaşlık kimliğinin bireyin sahip olduğu etnik ve kültürel kimliğinin üstünde yapılanmış olması gelmektedir. Dolayısıyla millî vatandaşlığın, farklı etnik/kültürel kimlikleri birleştirici bir üst kimlik işlevi yüklenemediği üzerinde tenkitler yoğunlaşmaktadır. Oysa milli devletin varoluş zemininde farklılıkların üzerinde yeni bir sosyo-politik ve kültürel evren yaratma olgusu vardır.

Bu açıklamalardan hareketle, vatandaşlık tanımı ile ilgili olarak, mevcut anayasanın 66. Maddesindeki düzenleme aynen muhafaza edilmelidir. Önemle vurgulamak gerekir ki “Anayasal vatandaşlık” ya da “çok kültürlülük” veya “Türkiyelilik” kavramları, milli devlet olarak örgütlenmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerinin değiştirilmesi teşebbüsünden başka bir anlam taşımamaktadır. Anayasanın 66. Maddesindeki “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” ifadesi ile antropolojik ve sosyolojik manadaki “Türk” tanımından ayrı olarak, hukukî manada bir tanım yapılmıştır.

Page 15: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyetini kuran ve bu devlete ait olduğunu hisseden herkes “Türk” olarak kabul edilmiştir. Nitekim benzer düzenlemeler, başta Almanya ve Fransa olmak üzere, birçok ülke anayasasında da bulunmaktadır.

9. DEVLET TEŞKİLATI

Anayasanın ikinci ana bölümü olan devlet teşkilatı bakımından belirleyici olan “hükümet sistemi”dir.

Hükümet sistemlerinin tasnifinde ise genellikle devletin temel kuvvetleri arasındaki ilişki esas alınmaktadır. Ancak bütün demokratik hukuk devletlerinde yargı kuvvetinin bağımsız, ayrı bir kuvvet olması gerektiği kabul edildiği için hükümet sistemlerinin tespitinde yargı kuvveti dışında kalan iki temel kuvvet, yasama ve yürütme kuvvetleri arasındaki ilişkiler belirleyici olmaktadır.

Bu anlamda kuvvetler arası ilişkiler incelendiğinde genel olarak iki türlü hükümet sisteminin olduğu kabul edilmektedir: kuvvetler birliğine dayalı hükümet sistemleri ve kuvvetler ayrılığına dayalı hükümet sistemleri. Eğer yasama ve yürütme kuvveti tek bir organda birleşmiş ise kuvvetler birliğine dayalı hükümet sistemleri, eğer yasama ve yürütme kuvveti ayrı ayrı organlara verilmiş ise bu durumda kuvvetler ayrılığına dayalı hükümet sistemlerinden bahsedilir.

Kuvvetler birliğine dayalı sistemlerden, kuvvetlerin yasama organında toplanması halinde, meclis hükümeti sisteminden; kuvvetlerin yürütme organında toplanması halinde mutlak monarşi ya da diktatörlük gibi anti-demokratik rejimlerden söz edilir.

Kuvvetler ayrılığına dayalı sistemler ise kuvvetler arasındaki ilişkinin yoğunluğuna göre; kuvvetler yumuşak bir şekilde birbirinden ayrılmış ise parlamenter sistemden, kuvvetler sert bir şekilde birbirinden ayrılmışsa başkanlık sisteminden ve nihayet yasama ve yürütmenin birbirinden ayrı olmanın yanı sıra yürütme içinde devlet başkanına ağırlık verilmişse yarı başkanlık sisteminden söz edilir.

Bize göre, söz konusu sistemlere ilişkin teorik açıklamalar ve bilimsel tartışmalardan ziyade, Türkiye’nin hükümet sisteminin ne olması gerektiği önem arz etmektedir.

Başkanlık sisteminin kuvvetlerin kesin ve sert ayrımına dayanmakta, yasama ve yürütme kuvvetlerinin birbirinin varlığına son verme yetkisi bu rejimde söz konusu olmamaktadır. Bunun sonucunda, sistemde tıkanma olduğunda bunu çözecek uzlaşmacı siyasal kültüre sahip olmayan ülkelerde, rejim derhal krize girmekte, ya da Başkanın diktatörlüğüne dönüşmektedir. ABD’de bu sistem, ülkenin siyasal geçmişi, sahip olunan faydacı ve bundan dolayı uzlaşmacı kültür ve kurumsal olarak da çift meclis ve bu meclisin görevlerinin düzenleniş şekli sayesinde hassas bir denge üzerinde işleyebilmektedir.

Page 16: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Oysaki uzlaşı kültürünün olmadığı özellikle de üniter yapılı ülkelerde bu rejim kesinlikle işlememekte, siyasal diktatörlüklere dönüşerek çoğulcu demokrasinin ve hukuk devletinin sonunu hazırlamaktadır.

Parlamenter sistem ise ülkemizde 1909 yılında Kanun-u Esaside yapılan değişikliklerden bu yana uygulanmaktadır. Yani siyasal kültür olarak en aşina olduğumuz siyasal sistem, daha doğrusu tek demokratik siyasal sistem, parlamenter sistemdir. Ülkemizin siyasal kültür geçmişi, itiraf etmek gerekir ki diktatörlük eğilimlerinin kolayca su yüzüne çıkmasına müsait kültürel kodları da bünyesinde taşımaktadır. Ülkemiz üniter bir devlettir ve bu yapının korunması varlığımızın devamı için şarttır. Bu nedenle eyalet sistemine dayalı bir çift meclis uygulaması ülkemizde mümkün değildir.Bütün bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde, başkanlık sisteminin, Türkiye için hem siyasal hem de hukuksal anlamda tam bir felaket oluşturacağı, ne üniter yapının ne de çoğulcu demokrasi ve hukuk devleti anlayışının bu sistemle sağlanması ve korunmasının mümkün olamayacağı açıktır. Bu durumda, ülkemizin siyasal sistemi parlamenter sistem olmak zorunda olduğuna göre, devletin yapısı ve kurumların birbiri ile ilişkileri de bu esasa göre tasarlanmak durumundadır.Bu açıklamalardan sonra, devlet teşkilatına ilişkin görüş ve önerilerimizi şu şekilde sıralamak mümkündür:

9.1. Hükümet Sistemi Netleştirilmelidir.

Her şeyden önce, hükümet sistemi tercihinin netleştirilmesi gerekmektedir. Zira mevcut hükümet sistemimiz ne tam olarak parlamenter sistem, ne de tam olarak yarı başkanlık sistemi olmayıp; özellikle 21 Ekim 2007 Anayasa değişikliğiyle cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin benimsenmesi ile birlikte, yarı başkanlık sistemine büyük bir adım atılmıştır.

9.2. Hükümet Sistemi Netleştirilirken, “Parlamenter Sistem” Tercih Edilmelidir.

Hükümet sistemi tercihi netleştirilirken ise, değişik sistem arayışları yerine, parlamenter sistemi aslına uygun hale getirmek daha uygun olacaktır. Türkiye, yeni hükümet sistemleri denemek yerine, yüzyılı aşkın tecrübesinden de yararlanarak parlamenter sistemi daha işler hale getirmeye çalışmalıdır. Yani en açık ifadesiyle, bizim tercihimiz, yasama ile yürütme arasında uyumsuzluğa yol açmaması bakımından en mantıklı sistem olan ve Türkiye’nin tarihsel geleneklerine uygun bulunan parlamenter sistemdir. Öyleyse anayasanın yenilenmesi sürecinde asıl yapılması gereken değişiklik, parlamenter sistemi tercih ettiğini hiçbir tereddüde yer vermeyecek biçimde net olarak ortaya koymaktır. Bunun içinse her şeyden önce cumhurbaşkanının yetkileri parlamenter sistemin özüne uygun olacak şekilde azaltılmalı ve temsili yetkililerinin dışındaki icrai yetkilerinin tümü mutlaka kaldırılmalıdır.

Page 17: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Bu sayede, cumhurbaşkanlığı makamı, parlamenter sistemdeki gerçek rolüne uygun olarak, siyasi tarafsızlığa kavuşturulmalı ve siyasal sistem içerisinde yeri geldiğinde hakem rolü oynayabilecek bir makam olarak tasarlanmalı ve böylece parlamenter sistemin mantığına uygun biçimde ve o çerçevede işlevselleştirilmelidir. Cumhurbaşkanının olması gereken rolüne kavuşturulacağı böylesi bir parlamenter sistemin, sair meselelerini çözmek için ise sistemin özüne uygun olmak kaydıyla pek çok öneri getirilebilir.

9.3. Mevut Anayasanın Benimsediği “İdari Yerinden Yönetim” İlkesi Hassasiyetle Korunmaya Devam Edilmeli; “Siyasi Yerinden Yönetim” Talep/Öneri/Dayatmaları Asla Kabul Edilmemelidir.

Merkezi İdare ve Mahalli İdare başlıkları altında idarenin kuruluşuna ilişkin mevcut Anayasanın 126 ve 127. maddelerinde yer alan düzenlemelerin, aynen benimsenmesi gerekir. İdari yapıya ilişkin olarak en hassas ve üzerinde durulması gereken konu, Anayasa’da mahalli idarelere ilişkin olarak, yerinden yönetim ilkesinin düzenleniş şeklidir. Mevcut düzenleme, bir üniter devlette olması gereken şekliyle konuyu idari yerinden yönetim ilkesine göre ele almıştır. Bu düzenleme, bu gün için yeterlidir ve Türkiye’nin mevcut uluslararası taahhütleri ve antlaşmalarıyla da uyumludur.

Fakat kamuoyunda, yerinden yönetim ilkesinin “idari yerinden yönetim” anlayışının sınırlarını aşarak “siyasi yerinden yönetim” ilkesine göre tasarlanması taleplerinin de dile getirildiği gözlenmektedir. Diğer bir deyişle, bazı çevreler tarafından “yerel yönetimlerin özerkliği” adı altında üniter devlet ilkesi ile bağdaşmayan “siyasi yerinden yönetim” anlayışının uygulamaya konulmasının amaçlandığı gözlenmektedir. Siyasi yerinden yönetim anlayışı ancak federatif yapılı devletlerde uygulanabilir; bu anlayışın üniter bir devlette uygulama alanı bulması söz konusu değildir. Çünkü bu anlayışta doğrudan doğruya egemenlik yetkisinin paylaşılması söz konusudur. Oysaki idari yerinden yönetim anlayışı, merkezi idareyle mahalli idareler arasında sadece idari fonksiyonla sınırlı bir görev paylaşımını öngörür; egemenlik yetkisinin paylaşılması bu tür yapılanmalarda hiçbir şekilde söz konusu değildir. Anayasadaki mevcut düzenleme, idari yerinden yönetim ilkesinin sınırları içerisinde yapılacak her tür yasal düzenlemeye imkân verecek derecede genel bir düzenlemedir.

9.4. Diyanet İşleri Başkanlığı Haricindeki Özerk Kurum Ve Kuruluşlar, Anayasada Değil, Yasalarla Düzenlenmelidir.

Özerk nitelikli idari kurum ve kuruluşların anayasal güvencelerinin ve hukuksal statülerinin anayasada düzenlenmesi uygun ise de kural olarak tek tek kurumların bizatihi kendilerinin idari yapılarının anayasada düzenlenmesi doğru değildir.

Page 18: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Çünkü kurum bazında yapılacak bu tür düzenlemelerin yasa ile yapılması çok daha doğru ve uygun olacaktır. Fakat belli tür kurumların tabi olacağı genel hukuksal statü kuralları anayasada düzenlenebilir. Nitekim Anayasada Kamu Kurumları Niteliğinde Meslek Kuruşları, Mahalli İdareler, Yükseköğretim Kurumları, hukuksal statü olarak düzenlenmiş, bu kapsamda herhangi bir kurum doğrudan anayasal düzenleme konusu yapılmamıştır. Yani bu usul, uygun bir usuldür. Ancak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, Türkiye’nin özel şartları dikkate alınarak anayasal bir kurum olarak düzenlenmeye devam edilmesinin zorunlu olduğunu düşünmekteyiz. Bununla birlikte, kurumun yapısının yasal temelde ihtiyaçlara uygun olarak ve vatandaşlarımızın tüm kesimlerine hitap edecek şekilde yeniden düzenlenmesi mümkündür ve gereklidir.

9.5. Yargı Bağımsızlığı Sağlanmalı Ve HSYK Yeniden Yapılandırılmalıdır.

Yargıya siyasetin ve yürütmenin nüfuz kanallarının önlenmesine yönelik tedbirlerin alınarak, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının şüpheden uzak bir şekilde teminine yönelik olarak yeniden yapılandırılması gerektiği açıktır. Bu bağlamda, özellikle Anayasa Mahkemesi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yeniden yapılandırılması önem taşımaktadır. Hukuk kurallarıyla yönetilen bir ülkede toplum genel hukuk ilkelerinin, adil yargılanma hakkının ve diğer temel hakların uygulanabilirliğinin garanti edilmesini ister. Bir toplumun huzur içinde yaşayabilmesi, o toplumda yaşayan insanların kendilerini güvende hissedebilmeleri için adalet çok önemlidir. Bu yüzden diktatörler bile ülkelerinin adaletli bir şekilde yönetildiği konusunda bir algı yaratmaya büyük çaba göstermektedirler. Ayrıca adaleti sağlayacak kurumlarla ilgili düzenlemeler yapılırken kafalarda şüphe bırakılmamalı ve toplumun kahir ekseriyetinin yapılan düzenlemeleri benimsemesi gerekmektedir. 2010 Anayasa değişiklikleri ağırlıklı olarak yargı ile ilgili konulara odaklanmıştır. HSYK’nın oluşumunda esaslı değişiklikler yapılmıştır. Ne yazık ki yapılan değişiklikler HSYK anayasal bir kurum olmadan önce başlayan ve 1982 Anayasası dönemi boyunca yapılan eleştirileri sonlandıramamıştır.

Bu tartışmaları sonlandıracak, insanların kafasında şüphe bırakmayacak şekilde düzenlemeler yapılabilecekken yapılmaması akıllarda soru işaretleri bırakmıştır. Bu kapsamdaki somut önerilerimiz aşağıda arz edilmektedir.

Adalet Bakanlığı müsteşarı, kurulda doğal üye olarak bulunmamalıdır. Bunun yanında adalet bakanının belli koşulların sağlanması durumunda kurul üyesi olmasının bir sakıncası olmadığı düşüncesindeyiz. Bu koşullar; kurulda başkan olarak yer almamak, katıldığı toplantılarda oy hakkının bulunmaması ve disiplin ile ilgili işlerin konuşulduğu toplantılara katılmamak olarak sayılabilir.

Cumhurbaşkanı tarafından seçilecek üyelerin TBMM tarafından nitelikli çoğunlukla (2/3 gibi) seçilmesi gerektiği düşüncesindeyiz.

Page 19: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Nitekim nitelikli çoğunluk arandığı takdirde seçilecek üyeler bir uzlaşma neticesinde seçileceğinden, iktidar partisinin seçilecek üyelerde çok etkili olamayacağı kanaatindeyiz. Bununla birlikte, nitelikli çoğunluk aransa bile yasama organı fazla üye seçememeli, üyelerin çoğunluğu hâkimler ve savcılar tarafından seçilmelidir.

2010 Anayasa değişikliğinden sonra HSYK ile ilgili olarak yapılan bir diğer eleştiri de seçilen üyelerin görev süresi dolduktan sonra (4 yıl) tekrar seçilebilmeleridir. Bu durum, kurul üyelerinin tekrar seçilebilmek için bazı tavizler verebilecekleri konusunda endişe oluşmasına neden olabilecek niteliktedir. Bu sebeple, kurul üyelerinin görev süresinin biraz daha uzun olması (örneğin 6 yıl) ve seçilen üyenin bir daha seçilememesinin uygun olacağı düşüncesindeyiz.

Yargı üst kurullarının kararları sonuç itibariyle kişilerin hukuki durumlarına etki yapmaktadır. Bu nedenle de çoğunluğu yargı mensuplarından oluşsa da, icra ettiği görevin idari nitelikte olması nedeni ve hukuk devleti ilkesi gereği, yargı kurullarının kararlarının yargısal denetime veya kararı veren makamın dışında bir başka makam tarafından etkili bir denetime tabi olması, uluslararası belgelerde ve çağdaş hukuk sistemlerinde kabul gören bir durumdur. Bu sebeplerle Kurulun tüm kararlarına karşı yargı yoluna başvurulabilmesinin, hukuk devleti ve evrensel hukuk açısından en doğru yol olduğu kanısındayız.

Genel sekreterin belirlenmesi tamamıyla kurula bırakılmalıdır. Yapılacak seçimde en çok oyu alan kişi genel sekreter olarak atanmalıdır. Yine bütçe konusunda kurulun kendi kaynakları olmalı ve bunları kendisi bağımsız olarak yönetebilmelidir. Kurulun kendisinin belirlediği bir bütçesinin olmaması durumunda, kaynakları elinde bulunduran makamların bunları kısarak Kurula tesir etmeye çalışabilecekleri düşünülmektedir..

Hâkim ve savcıların denetiminde, soruşturma izni verip vermeme konusunda adalet bakanına her hangi bir yetki verilmemelidir. İlgili daireden soruşturma başlatılmasını isteme hakkı dışında başka bir hak verilmemelidir. Bu durumda elbette ilgili daire bu konuda tamamen bağımsız bir biçimde talebi değerlendirecektir, diğer bir deyişle talebi reddedebilecektir, ayrıca ilgili dairenin resen soruşturma ve inceleme başlatma yetkisi saklı olmalıdır.

Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Genel Merkezi

Page 20: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Mescid-i Dırar Olayı Mescid-i Dırar Hadisesini hatırlatmak artık zaruri bir durum olmuştur. Bu sebeple bu yazıyı kaleme aldık ve inşaAllah gönüllere yarar sağlayanlardan oluruz… Âmin. Sual: Münâfık kısaca ne manaya gelir? Cevap: İnanmadığı yani iman etmediği halde “ben iman edenlerdenim” deyip, müminlerin(yani gerçek inananların) arasına sızıp; Müminlerle bir sinsi harp içinde olanlara denir. Bakara Sûresi’nin 8-9-10-11-12-13 ve 14. âyetlerinde Cenab-ı Rabbül Alemin şöyle buyurmaktadır: “İnsanlardan öyleleri de vardır ki, inanmadıkları halde, "Allah'a ve ahiret gününe inandık." derler. (Bakara 8.) Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki sırf kendilerini aldatırlar da farkına varmazlar. (Bakara 9.) Kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalığını arttırmıştır. Yalan söylemelerine karşılık onlara elem verici bir azab vardır. (Bakara 10.) Hem onlara: "Yeryüzünde fesat çıkarmayın." denildiğinde: "Biz ancak ıslah edicileriz."

derler. (Bakara 11.) İyi bilin ki, onlar ortalığı bozanların ta kendileridir, fakat anlamazlar. (Bakara 12.) Onlara: "İnsanların (müslümanların) inandığı gibi inanın." denilince, "Biz de o beyinsizlerin inandığı gibi mi inanacağız?" derler. İyi bilin ki, asıl beyinsiz kendileridir fakat bilmezler. (Bakara 13.) Âyetlerden de açıkça anlaşıldığı üzre,

münafıklar; “sizdeniz” derler ve fakat “sizdeniz” dedikleri inananların arasına sızarak fitne salarlar! Yüzü suyu hürmetine yaratıldığımız Hazreti Muhammed (S.A.V.) Efendimiz’in yaşadığı dönemden bize kadar ulaşmış bilgilerden birisi de, o dönemde yaşanmış olan “Mescid-i Dırar Vak’ası”dır. Dırar demek, inkâr demektir. Dolayısıyla Mescid-i Dırar demek, “İnkâr Mescidi” demektir. Cemaati de dolayısıyla “inkârcılar”dır! Mescid-i Dırar münafıklar tarafından ve Mescid-i Kuba Cemaatini bölmek, onların arasında fitne salmak, Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e suikast yapmak gayesiyle inşa edilmiştir. Mescidin kurulmasına öncülük eden kişi Ebu Âmir Fasık adlı münafık olup, Resulullah’a bir heyet göndermiş ve şöyle söylemelerini tembihlemişti: "Ey Allah'ın Resulu! Biz hastalar ve Kuba mescidine gelemeyenler için özellikle yağmurlu gecelerde namaz kılmak üzere bir mescid bina ettik. Teşrif edip burada namaz kıldırsanız, hayır ve bereketle dua buyursanız…"

Page 21: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Bunun üzerine; Tebük’e giden Resulullah onlara Tebük dönüşünde bunun olabileceğini söylemişti… İşte tam da bu durumun ardı sıra, Cenab-ı Rabbül Alemin; Tebük’ten geri gelen Resulullah’a, Cebrail Aleyhisselam ile emrini bildirdi ve şöyle buyurdu: (Münafıklar arasında) bir de (müminlere) zarar vermek, (hakkı) inkâr etmek, müminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resûlüne karşı savaşmış olan adamı beklemek için bir mescid kuranlar ve: (Bununla) iyilikten başka bir şey istemedik, diye mutlaka yemin edecek olanlar da vardır. Halbuki Allah onların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder. (Tevbe Sûresi 107.) Onun içinde asla namaz kılma! İlk günden takvâ üzerine kurulan mescit (Kuba Mescidi) içinde namaz kılman elbette daha doğrudur. Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizlenenleri sever. (Tevbe Sûresi 108.) Bu vahyin gelmesinden kısa bir süre sonra; Hazreti Muhammed(S.A.V.) Efendimiz, iki mübariz sahabeyi yanına çağırdı ve onlara orayı yıkmalarını emretti. Bu sahabeler o “küfür” mescidini yakıp, yıktılar. İşte Mescid-i Dırar Vak’ası, hülasa böyledir.Resulullah; böylece bir emir ile münâfıkların bir araya toplanıp, fitne salmalarının önünü kesmiş oldu. Tabi bu vak’ada bir çok nasihatler vardır imân edenler için. Böylece, her “sizdenim” diyene inanılmaması ve sevgi, saygı, samimiyet mefhumlarının mutlaka icraatle sabitliği “gönüller önüne” gelmektedir. İslâm adına “ben de sizdenim” diyerek yapılan faaliyetlere bakmak yerine “görmek” gerekliliği bir kez daha ağırlığını hissettiren mühim ikâzdır!!!Allah’ın âyetlerinin zıddına iş çevirenlerin akıbeti, Mescid-i Dırar Vak’asındaki münâfıkların akıbetinden farklı olacak mı sanılmaktadır. Halbuki bu keskin çizgide “san”ıya ve “kan”ıya asla yer bulunmamaktadır. Ne ekilirse o biçilecektir! İnşaAllah bu ve benzeri mühim vak’alardan, alınması gereken nasihâtler alınır. Gazali boşa dememiştir: “Dîn, nâsihattir” diye. Rabbim’e emanet olun. Allah; “ben de sizdenim” deyip, mümin gönüllerin arasına sızan mel’unları kahreylesin. Âmin. Serhat KAHRAMAN

Page 22: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Mefkûre Bilinci Kalbi Hira Dağı'nda atarken, ayakları Tanrı Dağlarına basabilen adam olmak mevzusudur bu. Her omuzdan bunu kaldırmasını beklememek gerek... Bizler... Her birimiz kendi şahsiyetimizden mesulüz. Ülkücülük karakter meselesidir. "Ülkücüyüm" diyebilen insan attığı adımın dahi vebal taşıdığını farketmeli. Bu sosyolojik farkındalığın kaynağı sorumluluk bilincinden ziyade iman ve tevelli'dir. İman ve tevelli denizinde bir su damlası olan Ülkücü, kendi denizinde yaşayan canlıların yaşayabilmesi için diğer su damlaları ile birlikte hareket etmesi hususunda inancı gereği kurumamak gayesinde sorumluluğunu yüklenmiştir, Elhamdülillah! Beyindeki sorumluluk olgusu, kalpteki imandan yoksun kalırsa bu dava bir adım ileri gitmez. Lakin bu durumun tam tersi söz konusu değildir. Bizatihi, iman varsa imkanda

vardır... Bunları neden mi söylüyorum? Kimine göre çok basit kelimeler olan; sorumluluk, şuur, karakter, iman gibi manası derin mevzuların yeni nesil genç kuşağımızın hüsn-ü zat'ında pek bir önemi yok maalesef... Peki Türk Gençliğinde vuku bulan bu keşmekeşliğin, umursamazlığın, vurdumduymazlığın sebebi nedir? Neden her geçen gün, medenileşme adına batılılaşmaktayız? Niçin kültürümüzü yaşatmaktan yana davranmıyoruz? Geleneklerimiz utanç anlamına mı geliyor? Eğlenmek, hoplayıp zıplamak, tembellik gençliğin üzerinde ölü toprağı serpili...

Genç kuşağımız yok yere harcanıyor farkında mısınız? Peki hata kimdedir? Evlatlarını Türk Kültürüne, İslâm Ahlâkına göre yetiştirmeyen anne ile babada mı? Yoksa saygıdan yoksun, maziden bihaber olan gençlerde mi? Geleneklerimize bağlı olmanın geri kafalılık, kültürümüzü yaşatmak için göstermiş olduğumuz gayretin gericilik ve milletimize, milliyetimize duyduğumuz göklere istiva ettiğimiz sevgimizin hor görüldüğü milenyum çağının yabancısı olmuşuz... Suçlu biz miyiz? Beddua ettikleri şu fikir; bizim ülkümüz mü? Evet... Lakin siz, gözleri katmer oyun perdeleri ile kapatılanlar!.. Bizim ülkümüz fitneye, fesada, dedikoduya kapalıdır. İftira, nefret ve zillet ile başlayan demogojiniz her geçen gün, kimi zaman sessizce kimi zaman ise aleni bir şekilde yükselmekte... Fakat iyi biliniz ki, bizim inadımız inancımızdan gelir. Sizin inadınız okyanus ötesi limanlardan...

Page 23: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Diyor ya şair; "Farkına yeni vardım, suçluymuşum ben meğer... ...Suçluyum hainleri gözlerinden tanırım ben, Bir intizar dinlerim bu toprağın kalbinden." Ve bu satırlardan esinlenecek olursak, tek suçumuz; Maveraünnehir'de güneşin doğuşunu seyredip, Tanrı Dağları'nda ki bir çocuğun, Toroslar'da ki kardeşine koşmasını düşünmekti!... İdeolojik beyanlara fazla değinip yazının manasını genişletmekten kaçınarak asıl konumuzdan devam etmek istiyorum. 100 Yıla yakındır, emperyalist güçlerin Türk Devleti üzerinde bir hakimiyet kurma isteği var. Emperyalist devletler, kapitalist düzen ile istedikleri ülkeyi alt-üst edebilmişlerdir. Günümüzde bile bu basit sistem ile ülkeleri kolayca karıştırabilmekteler, iç çatışma yaşatıp ülkeyi bölünme sürecine sürüklemekteler. Lakin 100 yıllık bu sürecin ilk 10 yılında zaten zor durumda olan, türlü sorunlar ile boğuşan Osmanlı İmparatorluğunu "paylaşmışlar" ama Türk Milletinin kültürüne olan düşkünlüğü, bağımsızlığa olan vurgunluğu karşısında planları bozulmuş bir vaziyette Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu seyretmek zorunda kalmışlardır. Muharebe Meydanın da aradığını bulamayan düşman, planın en can alıcı kısmı olan sosyal alana yönelmiş ve Türk İnsanını top, tüfekle öldürmek yerine, yabancı ideolojiler, gayri-milli kültürler ile Türk insanının benliğini öldürmeye başlamıştır. Türk toplumundaki bu gevşemenin bir ileri evresinde ise bir ahlak buhranı ile karşılaşmak söz konusudur. Oluşturulan maneviyat boşluğu ile vicdan pazarında şahsiyetler pazarlanıp, satılır hale gelmiştir. Sığınacak liman, başımızı sokacak bir koy kalmamıştır. Ülkücülük Gemi Gibidir... Rotası Turan'dır. Rüzgarı İslam'dır. Mukavimi Türk'tür. Mustafa DUMAN

Page 24: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

İman Etme ve Rabb Edinme Her türlü konuda olduğu gibi her alanın (dîn, eğitim, ekonomi vs.) bilgi birikimine sahip uzmanları ve yoğunlaştıkları alanda incelemeler yapıp insanları; yâni halkı bilgilendirmek ve bilinçlendirmek için bir araya toplandıkları -çoğunlukla devlete âit- kurumları vardır. Kişi hangi hususta bilgi edinmek istiyorsa gerekli mercilere (sosyal ağ, kütüphâne, dernek, cami, yetkili kişi vs.) başvurup o bilgiye ulaşabilme imkânına sahip. Dîn hususunda da bu -genelde- böyledir ve bilgi edinilen yer 'resmî' dînî kurum olan Diyânet İşleri Başkanlığı'dir. Bu kamu kurumunda çalışanlar 'dîn görevlisi' olup halk nazarında 'hoca' diye tâbir edilip bugünün Türkiye'sinin bir bakıma 'ulemâ'sı sayılmaktadır. Bilgi; diğer alanlarda olduğu gibi bahis olan konuda da bu şekilde edinilmekte ve çoğunlukla halk dîn hakkındaki bilgileri dîn görevlileri tarafından öğrenmektedir. Bu insanlara milletimizin samimî duyguları dolayısıyla derin bir güven duyulmakta ve dîn hakkında söylediklerinin (verdikleri fetvâ, hutbe, demeçler vb.) -genelde- 'kesin' olarak doğru olduğuna inanılmakta; daha yakın bir ifâde ile 'îmân edilmekte'. Îmân kelimesi 'güvenir ve güvenilir bir hâl üzere olmayı, içsel bir güven duygusu'nu ifâde eden 'emn' kök sözcüğünden gelip kavramsal olarak içsel bir güven duygusunun derin bir bilme (ilmel yakîn) ile meydana gelmiş olan bir hâl'i ifâde eder. Bahsedilen mevzûda ise bu; dîn hakkında bilgi (fetvâ) veren kişinin kesinlikle doğru söylediğine inanmak ve böylece bunu sorgulamadan kayıtsız, şartsız kabûl edip verilmiş olan bilgiyi aynen benimsemek; yâni o bilgiyi haber veren kişiye îmân etmektir, ondan bu hususta emîn olmaktır. Başka bir deyim ile -tâbir câiz ise- 'gözü kapalı inanmaktır'. Küçük bir örnek ile: 'Hoca xyz bunu söylüyorsa, doğru söylüyordur.' misâli düşüncelerden ileri gelen güven duygusu. İşte tam burada küçük gibi gözüken ama aslen çok kötü bir âkîbete götürebilecek bir ayrıntı gözlerden kaçmakta.

Page 25: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

'Îmân etme' ancak iki yerde geçerlidir. Birisi hiç şüphesiz Allah'a îmân; diğeri ise Resûl'üne îmândır. Resûl; elçi, gönderilmiş* demek olup Allah Teâlâ'nın göndermiş olduğu elçisine veonunla birlikte gelen kitaba* ve dolayısıyla kitabın içinde bildirilene yâni muhtevâsına (Allah Teâlâ'nın meleklerine, tüm peygamberlerine, kitaplarına, âhiret gününe kısacası O'nun tüm emrettiklerine ve bildirdiklerine, yâni her âyete) îmân etmektir [Nisâ Sûresi 136. Âyet]. Nitekim elçinin görevi ona verilen bilgiyi (vahiy) gerekli yere (insanlara) ulaştırmaktır/duyurmaktır (tebliğ) [Mâide Sûresi 92. Âyet]. Resûl'e; yâni elçiye [gönderilene* bu Kur'ân-ı Kerîm'dir] itaat ise Allah'a itaattir [Nisâ Sûresi 80. Âyet]. Elçide gönderilene* (vayhedilene) tâbîdir [Yûnus Sûresi 15. Âyet]. Bu hususa dikkat çeken bir âyet-i celile de Allah Teâlâ şöyle buyurmakta: - Ancak Allah'a ve O'nun Resûlü'ne îmân etmiş olan mü'minler, bir iş için onunla beraber toplandıkları zaman ondan izin istemedikçe gitmezler. Muhakkak ki senden izin isteyenler, işte onlar, Allah'a ve O'nun Resûl'üne îmân edenlerdir.

Öyleyse onlar bazı işleri için senden izin istedikleri zaman onlardan dilediğin kimseye izin ver. Ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Muhakkak ki Allah, Gafur'dur (mağfiret edendir), Rahîm'dir. - Nûr Sûresi 62. Âyet Diğer bir âyet-i kerîme de ise şöyle buyrulmakta: - Mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah'a ve Resûlü'ne îmân ederler, sonra da aslâ şüpheye düşmez, malları ve canlarıyla Allah yolunda cihâd ederler. İşte onlar özü sözü doğru olanların tâ kendileridir. - Hucurât Sûresi 15. Âyet

Rabb ise; eğiten, öğreten, nîmetlendiren ve yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak birtakım hedeflere yönlendiren, programlanmış gelişmeyi yöneten demektir. Rabb; tek birdir, ancak tektir. Oda tüm kâînatın sâhibi, âlemlerin Rabbi olan Allah azze ve celle'dir. İnsanın bilmediğini [İnsana bilmediği şeyleri öğretti. - Alak Sûresi 5. Âyet] ona öğreten O'dur. İnsanı eğiten, nice zorluklardan geçirip dirençli ve güçlü kılan O'dur. İnsana her türlü nîmeti (maddî ve mânevî) karşılıksız veren de O'dur. Doğru yol (hidâyet) kılavuzluğu yapan da yine ancak ve ancak O'dur [A'râf Sûresi 43. ve 178. Âyet; Câsiye Sûresi 23. Âyet; Leyl Sûresi 12. Âyet; Nisâ Sûresi 175. Âyet] Herkesi ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'i de eğitip güçlü kılan, bilgi ile donatan, ilim sâhibi yapan ve kitabı öğretip hidâyete erdiren [Şûrâ Sûresi 52. Âyet] de O (c.c.)'dur. İnsanlar, olaylar sâdece vesiledir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.)'de vahyedilene

Page 26: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

uyup insanları uyarıp doğru yol'u (hidâyete götüren yol) gösteriyordu/işâret ediyordu (haber verip/uyarıp [Ahkâf Sûresi 9. Âyet] iletiyordu [Sûrâ Sûresi 52. Âyet]), yâni insanların o yola girmeleri için Allah Teâlâ onu (dolyısıyla vayholunan Kur'ân-ı Kerîm'i => Şûrâ Sûresi 52. Âyet; A'râf Sûresi 203. Âyet; Nahl Sûresi 64. Âyet; Zümer Sûresi 23. Âyet) vesile kılıyordu [Mâide Sûresi 16. Âyet]. Hz. Peygamber (s.a.v.) kendisi o yola (Sırâtın Müstakîm; Allah'ın dosdoğru yolu) kılavuzla{ya}mıyordu (hidâyete erdir{e}miyordu) [Zuhrûf Sûresi 40. Âyet ve Kasas Sûresi 56. Âyet]. Her insanın kalbindeki olan sevgi, nefret, inkâr vb. özellikleri kısacası iç dünyâsını ve kabûllerini ancak Allah Teâlâ bilir. Dolayısıyla hidâyete erdirebilecek olan da ancak O'dur. Her insanın bundan ötürü Allah'ın dilemesi üzere veyâ kişinin kendi hidâyete erme dileği ile Sırâtın Müstakîm'e varmak için izleyeceği (şahsî) yol farklıdır. Her kişiyi yaratmış ve içindekini bilmesinden bu yolu ancak Allah'ın bilmesi ve programlayabilmesiyle, ancak O'nu Rabb (eğiten, öğreten, nîmetlendiren, belirli bir programa göre

hedefe yönlendirip gelişmeyi yöneten) edinmek ile bu yol izlenebilinir [Nisâ Sûresi 175. Âyet; Zümer Sûresi 37. Âyet; En'âm Sûresi 125. Âyet]. Kısa bir misâl vermek gerekirse: Hakk/gerçek yol tektir (Sırâtın Müstakîm; hidâyet) ve herkesin yukarıda söz edilen farklılıklarından dolayı Allah Teâlâ'nın inâyeti/kılavuzlaması ile

hidâyete erebilmesi için izleyeceği (şahsî) yol başkadır. Sırâtın Müstakîm X ise; bir kişi A'dan çıkıp belirli noktalara Allah Teâlâ tarafından kılavuzlanarak X'e varır; diğer bir kişi ise B'den çıkıp Allah Teâlâ'nın kılavuzlaması ile farklı noktalardan geçip X'e varır. Hıristiyanların Hz.Îsâ (a.s.) yâni Meryem oğlu Mesih'i kendilerince -sümme hâşâ- Rabb ilân ettikleri yâni edindikleri bilinen bir gerçektir. Bu hususta âlemlerin Rabbi olan Allah azze ve celle şöyle buyurmakta: - Onlar, ahbarları (dîn adamlarını) ve ruhbanları (rahipleri) ve Meryem oğlu Mesih'i Allah'tan başka Rab'ler edindiler. Tek bir ilâha kul olmalarından başka bir şeyle emrolunmadılar. O'ndan başka ilâh yoktur. (Onların) şirk koştukları şeylerden O (Allah), münezzehtir. - Tevbe Sûresi 31. Âyet Bu âyet-i kerîme'de çok ince ve hayâtî önem taşıyan bir ayrıntı var. Yahûdilerin ve Hıristiyanların kast edildiği sûrenin bir önceki, yâni 30. âyetinde anlaşıldığı gibi Hıristiyanların sâdece Meryem oğlu Mesih'i değil, aynı zamanda rahiplerini ve Yahûdilerin ise kendi dîn adamları (âlimleri) olan hahamlarını Rabb edindikleri vurgulanmakta.

Page 27: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Bu durum özetlenirse şu anlam çıkar: Hıristiyanlar (Kur'ânî ifâde ile 'Nasranîler') ve Yahûdiler dîn hakkında kendi dîn görevlilerininsöylediklerine (tebliğ ettiklerine) îmân edip kendileri gerçeği/hakk olanı arama gayretine girmediler. Açık bir ifâde ile; -sümme hâşâ- tek Rabb olan Allah'ı değil; kendi dîn görevlileri olan rahip ve hahamları Rabb sayıp kendilerine gönderilen kitaba bakmayıp onların dediklerine uydular. Yâni Allah'ın sözüne değil, kendilerine âit olan sözlerine inandılar.

Bugün Vatikan -papalık statüsü ile- aynı durumu arz etmekte ve katolikler Papa'yı -sümme hâşâ- Rabb sayıp kendi elleriyle tahrif ettiklerine [Mâide Sûresi 15. Âyet] inanmakla birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah'a şirk, yâni ortak koşmaktalar. Bu hâl karşısında âyet-i kerîme'nin bildirdiğini kendimize Müslüman-Türk olarak uyarlayacak olursak bundan şu dersi çıkarmamız gerekir: Eğer ki biz; bize dîn hakkında haber eden/tebliğ eden herhangi bir kişinin kesin bilgiye[Hâkka Sûresi 51. Âyet] dayanıp bunu belirtmeden; yâni Allah Teâlâ'nın kesin sözü olduğuna dâir bir kaynak belirtmeden o kişiye îmân edersek aynı duruma düşüp âlemlerin Rabbi olan, tek Rabb olan Allah'a şirk koşmuş oluruz; gönderilene* yâni Allah'ın hadîsine değil [Câsiye Sûresi 6. Âyet], başkasının hadîsine/sözüne îmân etmiş oluruz. Çünkü îmân ancak Allah ve Resûlü'ne olup, bunun dışında kalan herkes isteyerek veyâ istemeyerek Allah'ın bildirdiklerine/hakk dîne yâni Kur'ân-ı Kerîm'e aykırı olan (bi'dât=dîn yaşantısına sonradan girmiş yanlış inanışlar/hurafe – dîn yaşantısından çıkarılmış hakk) bâtıl, yâni hakk/gerçek olmayan şeyleri insanlara tebliğ edebilir. Nitekim aldatanın da, aldananın da sonuç itibâri ile bir olduğu unutulmamalı. Şirk ise en büyük günah, en büyük zûlüm olmakla birlikte zûlmün karşıtı adâlet olup adâletsizliktir ve adâletsizlik dengenin/nizâmın yâni insan hayâtının; gerçek hayâtın/dîn yaşantısının (dînin değil; Allah'ın yaratışında, fıtrat dîninde kimse birşey bozamaz, değişikliğe gidemez [Rûm Sûresi 30. Âyet] ve O'nun kelimelerini hiçbir kimse de değiştiremez [Kehf Sûresi 27. Âyet]) bozulmasına yol açar. Bundan dolayı dîn hakkında bilgi (fetvâ vb.) veren herhangi birisi ile tebliğ görevinde bulunanları dinlerken aslâ ve katîyen söylenenlere hemen inanmayarak (yâni kesin hakk/gerçek olduğuna kanaat getirmeyerek => îmân etmeyerek) tebliğ edenin sahih kaynaklar belirtmesini beklemek; bunu yapmıyorsa bu istekte bulunmak ve bunu da yapmıyorsa (yapamıyorsa) ilgili konuyu kendimiz araştırıp gerçek/kesin bilgiye ulaşmamız gerekli olup yapılması kesinlikle şart olan bir husustur.

Page 28: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Nitekim kendisini, âilesini ve toplumu mânevî kirliliklerden korumak için dînini gerektiği şekilde öğrenmek; Kur'ân-ı Hakîm'i anlayarak ve anlamayı isteyerek okumak (bu hususta güzel bir meâl şart) ve âyetlerden Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sünneti (uygulaması; yâni söz, düşünce ve davranış biçimi) -ki O bize güzel bir örnektir [Ahzâb Sûresi 21. Âyet]- ışığında edinilen bilgileri (ilim) iyi derleyip, değerlendirip ondan ders çıkarıp hayâtına uyarlaması, uygulamaya geçirmesi her Müslümanın görevidir. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hadîslerini bile okurken onların sahih (gerçek) olup olmadığını iyi araştırmak lâzım gelmektedir. Nitekim uydurulmuş birçok hadîs mevcût olup bunları ayıklamak yerine göre kolay olmayıp birçok uğraş gerektirmektedir. Böylece herkesin zihninde olan bâtıl düşünce ve inanışlar (bi'dât) daha kolay tezkiye edilip tasfiye olunacak/nefisler arınacak (mânevî temizlik) ve hattâ böylesi mânevî kirlilikler Yüce Allah'ın izniyle hep uzak kalacaktır. Öz bir deyişle; dîn hakkında bilgi veren herkesin söylediği söz, âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ'nın bildirmiş olduğu söz olması ve bunun böyle olduğunun açıkça kaynağını belirterek göstermesi kuşkusuz yapılması gereken bir meseledir. - İşte bunlar, Allah'ın âyetleridir. Sana hak olarak onları okuyoruz. O halde Allah'tan ve O'nun âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar? - Câsiye Sûresi 6. Âyet Caner ÇETİN

Page 29: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Tanrı Demek Doğru Mu? Tanrı kelimesi ile sık sık karşılaşırız , hatta ''Allah mı Tanrı mı?'' polemikleri ile karşılaşırız. Bu sorunla ilk kez asker de karşılaşmıştım. Bizim bir bölük çavuşu vardı , biraz dindardı , yanlış hatırlamıyorsam , sivilde imam olabilmek için sınavlara giriyordu. Çavuş yemek duasını '' Allah'a hamdolsun'' diye yaptırırdı , bunu gören rütbelilerden hep fırça yerdik... Anlam veremezdim , Tanrı deyince de Allah deyince aynı Yaradan'a dua etmiyor muyduk? Sivile döndüğümde bu konuyu araştırmış ve ilginç bilgilere rastlamıştım. İlk önce şunu belirterek yazıma başlayayım zira yazımı okuyacak olan ön yargılı insanları düşünerek ''

Yaradan'a Allah'ım,Rabbim,Rahman ve Rahim gibi'' isimlerden daha çok yakışan bir isim yoktur. Necip Fazıl Kısakürek'e sormuşlar ; '' Allah mı demeli yoksa Tanrı mı? '' diye.. Üstad ; '' Allah , Tanrı'nın belasını versin'' diyerek Allah denmesi gerektiğini söylemiştir. Tanrı kelimesinin yanlış olduğunu savunanların en büyük dayandığı kanıt '' Tanrı ismi Esma-ül Hüsna'da geçmemektedir'' sözü oluyor. Allah ismi de Esma-ül Hüsna'da geçmez... Tanrı ismine bakalım... Eski Türklerde İslamiyetten önce yine tek Tanrılı bir inanç hakimdi ve Gök Tengri İsmi

verilen bir Yaratıcıya inanılırdı. Zaten islamiyeti kolayca seçmelerinin en büyük sebeplerinden birisi , kendileri gibi tek bir Tanrı inancı olmasıdır.Tanrı kelimesi bazılarının da dediği gibi Hristiyanlık alameti değildir, Atalarımız daha islamiyete girmeden öncede Tek bir Yaradan olduğuna inanmışlardır. Allah ismine bakalım... Öyle bir isimdir ki... "Ulûhiyet"e işaret eder!"Ulûhiyet" hem "HÛ" ismi ile işaret edilen "Mutlak Zât" anlamını içerir; hem de İlim mertebesinde, ilmiyle ilmini seyir anlamına oluşmuş "nokta"lar âlemlerini, her bir "nokta"yı oluşturan kendine özgü "Esmâ" mertebelerine işaret eder! Bu iki isimde Esma-ül Hüsna'da geçmemesine rağmen en çok kullanılan iki isimdir. Yunus Emre bir şiirinde şöyle demektedir. ''Hak çalabım hak çalabım Sencileyin yok çalabım Günahlıyım yarlığagıl Ey rahmeti çok çalabım'' Bu kıtada geçen Çalab kelimesine bakalım.

Page 30: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Çalab Yunus Emre'nin şiirlerinde sık sık kullandığı bir hitap kelimesidir. Çalab , Osmanlıca'da İlah, Rab, Cenab-ı Hak anlamlarına gelmektedir. Çalab kelimeside Esma-ül Hüsna'da geçmez... Mehter Marşında geçen şu dizeye dikkat ediniz. ''Allah yoluna cenk edelim , şan alalım şan, Kur'an'da zafer vaadediyor Hazreti Yezdan,'' bu dizede geçen Yezdan kelimesi ile Allah kastedilmiştir. Yezdan İranlıların müslüman olmadan önce ateşperest dönemlerinde tapındıkları Ateş Tanrısı'nın ismidir. Ancak mehter marşında , Kur'an'da zafer vaadedenin Yezdan olduğunu söylüyor. Hal böyleyken şu soruyu sorup cevaplayalım... '' Allah yerine Tanrı yada Başka isimler söylemek caiz olur mu?'' Allah'a dinimizin emrettiği isimlerden başka isimlerle hitap etmek caiz değildir. En güzel isimler O'nundur. Allah'ın isimlerinden biriside Alim'dir ancak yine alim manasına gelen fıkıh kelimesinden türemiş Fakih ismi ile hitap etmek doğru olmaz. Çünkü islamiyetin hiç bir döneminde Allah için fakih ifadesi kullanılmamıştır. Fakih daha beşeri bir sıfattır. İnsanların hitap hususunda kaçırdıkları ince bir detay vardır. '' Birdir Allah , ondan başka Tanrı yoktur'' demek doğrudur ancak '' Bizim Allah'ımız Tanrı'dır'' demek tamamen yanlıştır. Esma-ül Hüsna'da 99 isim vardır ancak dinimizde Allah'ın binbir ismi vardır diye bilinir. O'nun isimleri sonsuzdur ancak bize bildirilenler vardır. Allah ismi dururken Tanrı demek doğru değildir. Tanrı geçmişten beri , mabud yada putlar için kullanılan bir isimdir. Kur'an da bir çok yerde Allah kelimesi geçer... ''Benim ismim Allah’tır. Bana, Allah diye ibadet edin'' diye buyurur , bize kendisi neyi bildirmişse o isimle hitap etmek en doğrusudur. Allah isminin başka dillerde karşılığı yoktur. Arapça'da müzekker ve müennes kavramları vardır. Müzekker erkek , müennes dişi kavramları için kullanılır. Mesela arapça'da mabud erkek , mabude dişi için kullanılır. Ancak Allah isminin bu denli bir erkek ve dişi kavramı yoktur. Başka dinlerde Allah yerine kullanılan isimlerde de erkek ve dişi olarak lanse edilir. Tanrı,Tanrıça Türkçe de geçer , Diğer dillerde ise ; İngilizce God-Goddess, Fransızca Dieu-Deesse, Almanca Gott-Göttin gibi. Bu kelimelerin hiçbirisi Allah ismi yerine kullanılmaz. O halde aklımıza Yunus Emre ve Mehter Marşı hususu takılabilir. Bu durumu ikiye ayırmak gerekir. İbadet ederken kullanılan isimler , ibadet dışında kullanılan isimler şeklinde iki başlık oluşur.

Page 31: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Yunus Emre ve Mehter Marşındaki hitap isimleri ibadet dışında kullanılan isimlerdir. Bunlara örnek daha da çoğaltılabilir. Tasavvuf Şairi olarak bilinen Kuddusi günümüzde ilahi olarak da seslendirilen bir şiirinde şöyle der ; ''Ey rahmeti bol Padişah, Günahımla geldim sana, Ben eyledim hadsiz günah, Günahımla geldim sana. '' Kuddusi bu şiirinde Allah'a Padişah diye seslenmektedir... İmam-ı Rabbani (kaddesallahu sırrahu) Mektubat isimli müthiş eserinde şöyle diyor ; ''Ayna arkasındaki papağan gibiyim, Ezelî üstad ne derse, onu söylerim. '' İmam-ı Rabbani (k.s) Ezeli Üstad diyerek Allah'ı kasteder... Sonuç olarak İnsan Allah'a ne diye hitap ederse etsin niyet önemlidir ancak bunun da bir edebi vardır. Allah'ın bize bildirdiği isimlerle ibadet etmek ve ibadet dışındada onu yücelten isimleri kullanmak gerekir. Bazıları '' Dünya han , insanlar yolcu , Allah'da hancı'dır'' derler.. Bu tamamen yanlıştır. Hancı kelimesi Allah isminin yerine kesinlikle kullanılmalıdır. Edebe ve adaba uygun değildir. Yada Allah çoban insanlar koyun , dünya da bir ahırdır demekte doğru değildir. En güzel isimler Allah'ındır... Esma-ül Hüsna'da geçen isimleri kullanmak en güzelidir. Allah demekten daha güzel ne olabilir... Vural Egemen SARIGÖZ

Page 32: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Google İnsanlığı Ele Geçirecek! Terminatör filminde tüm insanlığı yok etmeyi hedefleyen Skynet isimli bir yazılım vardı. Makineleri yöneterek insanlığı yok etmeye çalışıyordu. Google’ın son olarak duyurduğu yeni bir sözleşme ile bir online imparatorluk kurmayı ve tüm insanlığı ele geçirmeyi hedefliyor.

Google servisleri tamamen ücretsizdir ve herkes bunlardan faydalanır. En çok arama servisi ile mail servisi kullanılan Google tüm servislerine ait 60 farklı kullanım

sözleşmesini tek bir sözleşme altında topluyor. Daha önce 1 Mart 2012 tarihinden itibaren hayata geçecek olan ama tepkilerden ötürü 1 Temmmuz 2012 de geçerli olacak sözleşmeyi kabul etmeden hiç bir internet kullanıcısı Google servislerini kullanamayacak. Hedefimiz ” gizlilik politikalarını sadeleştirmek” şeklinde açıklayan Google bunun yanı sıra fazla sözleşme kabul etme , onaylama karmaşasının ortadan kalkacağını savunuyor.

Tüm bunlara karşılık bu servisleri kullanmak isteyenlerin online platformda altına imza atarak kabul ettiği şartların detaylarına bakıldığında ‘mahremiyet’ ve ‘bilgi transferi’ ayağındaki maddeler dikkat çekiyor. Toplanan bilgilerin geniş bir alana yayılıyor olması, bu verilerin ne zaman ve nerelerde kullanılacağının açıkça belirtilmemesi pek çok soru işaretini de beraberinde getiriyor.

Page 33: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Yeni gizlilik sözleşmesi ile Google arama motorunu kullanan kullanıcılar birçok bilgiyi Google ile paylaşmayı peşinen kabul etmiş sayılacak.Google telefon numaranız da dahil tüm bilgilerinizi kaydedip üçüncü şahıslara teslim edebilecek. Bu hakka şu madde ile sahip oluyor.

Üçüncü Taraf Uygulamaları;Google, hizmetleri aracılığıyla gadget’lar veya uzantılar gibi üçüncü taraf uygulamalarını kullanıma sunabilir. Üçüncü tarafa ait bir uygulamayı etkinleştirdiğinizde Google tarafından toplanan bilgiler bu gizlilik politikasına göre işlemden geçirilir. Üçüncü taraf uygulamalar tarafından toplanan bilgiler söz konusu uygulamaların kendi gizlilik politikaları ile yönetilir.Hatta google cep telefonumuzdan yerimizi dahi tespit edebilecek. Bunu da şu maddede belirtiyor. Konum verileri;Google, Google Haritalar ve Latitude gibi konumla ilgili hizmetler sunar. Bu hizmetleri kullanırsanız, Google gerçek konum bilgilerinizle ilgili (bir mobil cihaz tarafından gönderilen GPS sinyalleri gibi) bilgileri veya konum tahmini için kullanılabilen (cep telefonu baz istasyonu kimliği gibi) bilgileri alabilir.Bilgisayarımıza çerezler göndererek en son kiminle görüştüğümüze, kime mail attığımıza , hangi aramayı yaptığımıza kısacası bilgisayarımızda ne yaptığımıza varıncaya kadar toplayacak. Her türlü işlemimiz ve bilgimiz google tarafından toplanacak.

Bunu açıklayan madde ise şöyle ;Çerezler;Google’ı ziyaret ettiğinizde, bilgisayarınıza ya da kullandığınız diğer cihaza bir veya daha fazla çerez göndeririz. Kullanıcı tercihlerini kaydetmek, arama sonuçlarını ve reklam seçimlerini geliştirmek ve kişilerin nasıl arama yaptığı gibi kullanıcı eğilimlerini izlemek de dahil olmak üzere hizmetlerimizin kalitesini artırmak için çerezlerden yararlanırız. Google, reklamcılık hizmetlerinde, reklamverenlerin ve yayıncıların hem web üzerinde hem de Google hizmetlerinde reklam sunmasına ve yönetmesine yardımcı olan çerezler de kullanır.

Google sözleşmesini mutlaka okumalısınız. Google yeni sözleşmeyi yine google anasayfasından duyurdu ama bir çok kullanıcının dikkatini daha çekmedi. Sadece eski gizlilik ve şartlar ibaresinin yanına yeni yazarak bunu kullanıcılarına duyurduğunu iddia ediyor.Google bu yeni sözleşmeyi kullanıcılarına mail yoluyla bildiriyor ve okunması hususuna dikkat çekiyor. Google’ın kullanıcılarına gönderdiği mail şöyle ;

Sayın Google kullanıcısı,Google genelindeki 60 değişik gizlilik politikasını kaldırıp bunların yerine çok daha kısa, okunması kolay tek bir politika getiriyoruz. Yeni politikamız çok sayıda ürün ve özelliği kapsıyor. Böylece, Google genelinde basit, sade ve kullanıcı dostu bir deneyim oluşturma gayemize daha uygun bir hale gelmiş oluyor.

Page 34: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Bunun önemli bir konu olduğunu düşünüyoruz; o sebeple yeni Gizlilik Politikamızı ve Hizmet Şartlarımızı okumak için birkaç dakikanızı ayırmanızı rica ediyoruz: http://www.google.com/policies Bu değişiklikler 1 Mart 2012′den itibaren geçerli olacaktır.Tek bir politika, tek bir Google deneyimiFarklı ürünlerde çalışmak çok kolay Yeni politikamız, ihtiyacınız olan şeyi istediğiniz zaman yapabilmenize yönelik basit bir ürün deneyimi oluşturma arzumuzu yansıtmaktadır. İster akrabalarınızdan biriyle görüşmeniz gerektiğini hatırlatan bir e-posta okuyor olun, isterseniz de insanlarla paylaşacağınız bir video bulmuş olun; istediğiniz ürüne kolaylıkla gidebiliyor olmanızı istiyoruz. Bu Gmail, Takvim, Arama veya YouTube olabilir. Google ürünleri içinde hayat sizi hangi yöne çağırıyorsa oraya basitçe gidebiliyor olmalısınız.Size uygun hale getirildi Google’da oturum açarsanız, Google+, Gmail ve YouTube’da ilgilendiğinizi belirttiğiniz konulara göre arama sorguları önermek ve arama sonuçlarını size uyarlamak gibi şeyler yapabiliriz. Kartal veya Jaguar araması yaptığınızda neyi kastettiğinizi daha iyi anlar ve ilgili sonuçları daha hızlı sağlarız.Paylaşmak ve iş birliği yapmak çok kolay İnternette bir doküman yayınladığınızda veya oluşturduğunuzda, bu dokümanı başkalarının da görmesini ve katkıda bulunmasını isteyebilirsiniz. Paylaşmak istediğiniz kişilerin iletişim bilgilerini hatırlayarak, tüm Google ürün veya hizmetlerinde dokümanlarınızı en az sayıda tıklama ve hata ile kolayca paylaşabilmenizi sağlarız.

Gizliliğinizi her zamanki gibi büyük bir dikkat ve özenle koruyoruz. O konuda değişen bir şeyyok.Amacımız Google Hesap Özeti ve Reklam Tercihleri Yöneticisi gibi ürünler ve diğer araçlarla size mümkün olduğunca şeffaflık ve seçim olanağı sunmaktır. Gizlilik ilkelerimiz değişmiyor. İzniniz olmadan kişisel bilgilerinizi asla satmayız veya paylaşmayız (geçerli yasal talepler gibi nadir durumlar hariç).Sorularınız mı var?Yanıtları bizde bulabilirsiniz.Yapılan değişiklikler hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak için SSS’a göz atabilirsiniz:http://www.google.com/policies/faq(Kullanıcılarımızın her zaman soruları olacağını düşünüyoruz.)

Değişiklik bildirimi 1 Temmuz 2012 tarihinde yeni Gizlilik Politikası ve Hizmet Şartları yürürlüğe girecektir. Değişiklikler olduktan sonra Google’ı kullanmaya devam etmek isterseniz, yeni Gizlilik Politikası’na ve Hizmet Şartları’na tâbi olursunuz.

Google’ın gizlilik sözleşmesini aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz. http://www.google.com.tr/intl/tr/policies/privacy/

Teknoloji Köşesi

Page 35: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Hz.Ali(r.a)’dan Müthiş Cevap!

Hz.Ali Hilafeti döneminde halktan birisi yanına geldi ve '' Hazreti Ebubekir ile Hazreti Ömer zamanında hiç fikir ayrılığı olmazdı , hiç ihtilafa düşülmezdi. Her şey yerinde ve beldemiz sükut içerisindeydi , kan dökülmez , kin güdülmezdi ancak Hazreti Osman ile senin halifeliğin döneminde tam tersi olmuş , kan dökülmüş , kin güdülmüş , karışıklıklar çıkmış , fikir ayrılıkları baş göstermiştir. Bunun sebebi nedir?'' diye bir soru sordu. Allah'ın arslanı olan Hazreti Ali(r.a) o zata şu müthiş cevabı verdi.Bu sorunun cevabı gayet açıktır.''Hazreti Ebubekir ile Hazreti Ömer'in yanında Osman ile Ali vardı. Osman ile Ali'nin yanında da senin gibiler var'' diyerek müthiş bir tespitte bulunmuştur. Semerkand Yayınlarından çıkan ''İlmin Kapısı İmam Ali'den Yöneticilere'' isimli kitaptan,nakledilmiştir. Allah(c.c.) Dostlarından Menkıbeler

Page 36: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Ebuzer El Gıffari (r.a) Ilk müslümanlardan, sahâbî Ebû Zerr, Benû Gifâr kabilesine mensub olup dogum tarihi bilinmemektedir. H. 31 (M. 651/652) yilinda Mekke ile Medine arasinda bir yer olan er-Rebeze'de vefât etmistir.

Ebû Zerr (r.a)'in ismi ve babasinin adi hakkinda kaynaklarda çesitli isimler zikredIlmektedir. Bazi eserlerde isminin Cündüb b. Cenâde b. Seken, bazi eserlerde Seken b. Cenâde b. Kavs b. Bevaz b. Ömer olarak zikredIlmektedir. Bazi eserlerde ise Cündüb b. Cenâde b. Kays b. Beyaz b. Amr olarak zikredIlmektedir. Bu sonuncusunun daha dogru olmasi muhtemeldir. Zira annesinin künyesi Ümmü Cündüb'dür (Ibnü'l-Esir, Üsdül-Gâbe, Vl, 99-101).

Hz. Cündüb b. Cenâde'nin künyesi Ebu Zerr'dir. Islâm tarihinde isminden ziyade bu künyesi ile meshur olup bununla anIlmaktadir. Lâkabi ise Mesîhu'l-Islâm'dir. Bu lâkabi ona Hz. Muhammed (s.a.s) bizzat vermistir. Ebû Zerr el-Gifârî'nin kabilesi ve ailesi genellikle câhiliye devrinde yol kesmek, kervanlari soymak ve eskiyalik yapmakla taninirdi. Ebû Zerr, cesareti ve atilganligi ile o kadar büyük bir söhret yapmisti ki, ismini duyan, oldugu yerde korkudan titrerdi.

Genç yastaki Ebû Zerr hazretleri bir gün, birdenbire degiserek meslegini birakip haniflerden oldu. Islâm'in henüz zuhur etmedigi bir zamanda Allah yolunu tuttu. Öyle ki, etrafindakilere, "Allah'tan baskasina Ibâdet edIlmez. Putlara tapmayiniz, onlardan hiçbir sey Istemeyiniz!" demeye basladi. Böylece hak yolunu bulmus ve lebbeyk demisti. Bu husustaki ifadesine göre, müslüman olmadan üç yil evveline kadar kendine mahsus bir sekilde Allah'a Ibâdet ettigini ifade etmistir.

Ebû Zerr (r.a.), Islâm daha duyulmadan hakkin dâvetine cevap veren ve ruhen iman eden büyük sahâbîlerden biridir.

Ebû Zerr hazretlerinin Islâm ile müserref olmasi basli basina bir olaydir. Söyle ki: .

Page 37: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

-Bir gün, Gifârogullari kabilesine mensub bir kisi, Mekke'den kendi kabilesine döndügünde dogru Ebû Zerr'e gitti ve Mekke'de bir zatin zuhur edip kendisinin peygamber oldugunu iddia ederek Insanlari yeni bir dine dâvet ettigini ve Cenâb-i Hakkin vahdâniyeti hakkinda halka talimatta bulundugunu haber verdi. Ve bu isi tahkik etmesini ilâve etti. Kabiledasinin vermis oldugu bilgileri dikkatle dinleyen Hz. Ebû Zerr, karsisindakinin sözleri bittikten sonra:

"Cenâb-i Hakka yemin ederim ki, bu zat, iyilikleri ögrenmeleri ve kötülüklerden sakinmalari için halka nasihatler yapmaktadir" dedi.

Bu konusmadan kIsa bir süre sonra Ebû Zerr Mekke'ye gitti. Bu sirada Hz. Muhammed'in Mekke'deki durumu çok kritik oldugundan, ashabi onu büyük bir titizlikle koruyor ve bulundugu yeri hiç kimseye açiklamiyorlardi. Ebû Zerr Hz. Peygamber'i kime sorduysa bir cevap alamadi. Çaresiz Kâbe'ye gitti. Zemzem suyundan içerek biraz rahatladi. Tekrar Hz. Peygamber'i aramaya çikti. Yine kimseden bir cevap alamadi. Bu arada tesadüfen karsisina çikan Hz. Ali'ye sordu ise de yine bir cevap alamadi. Birkaç gün böyle geçti.

Nihâyet kendisinin Rasûlullah'in nübüvvetini ve onu aradigi hususu Rasûlullah'a bildirilince önce sekli semâili ve durumu tetkik edildi. Sonra zararsiz bir kimse oldugu anlasilinca Hz. Ali vasitasiyla Hz. Peygamber'e götürüldü. Rasûlullah ile yaptigi kIsa bir konusma ve görüsmeden sonra kelime-i sehâdet getirerek Islâm'a girdi. Artik bu günden itibaren bütün kuvvet ve kudretiyle bütün ask ve sevkiyle, bütün cesaret ve secâatiyle Islâm'i yaymaya ve ögretmeye basladi. Ebû Zerr (r.a.) kardesi Uneys (veya Enis'in) de Islâm'a girmesini sagladi. Kabilesinde de Islâm'a dâvet faâliyetlerine giristi ve birçogu onun eliyle müslüman oldu. Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretinden sonra meydana gelen Bedir, Uhud, Hendek ve diger gazvelere katildi. Tebük gazvesinde Islâm ordusu hazirlandigi zaman Ebû Zerr gecikmis; devesinin bitkinligine ragmen Rasûlullah'in ardindan yürüyerek Tebük seferine katIlmisti. Mekke fethi sirasinda kendi kabilesinin sancaktarligini yapmistir. Ebû Zerr (r.a.) tabiaten fakir, zâhid ve inzivâyi seven bir sahâbî idi. Dünyaya hiç deger vermezdi. Bundan dolayi Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisine Mesîhu'l-Islâm lâkabini takmisti. Nitekim Ebû Zerr (r.a.), Rasûlullah'in irtihâlinden sonra bu lâkaba uygun olarak dünya ile alâkasini tamamen keserek inzivâya çekildi. Medine'nin bagi bahçesi onun için bir harabeden baska birsey degildi. Hele Hz. Ebû Bekir (r.a.) de vefât edince Ebû Zerr (r.a.) tamamen içine kapandi. Yüregindeki acilara tahammül edemez hale geldi. Medine'den ayrilip Sam'a yerlesti.

Hz. Osman (r.a.) devrinde fetih hareketleri oldukça genislemis ve bu yüzden fethedilen bölgelerin gelenekleri de Islâm'a etki etmeye baslamisti. Bunun neticesi olarak emirler, sâdelikten ayrilarak dünyevî bir yasantinin içerisine girmislerdi. Saraylar, köskler, konaklar yapIlmaya. Hizmetçiler tutularak isler onlara gördürülmeye baslanmisti. Rasûlullah'in, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer devrinin sâdeligi unutulmustu. Bu sâdeligi unutmayanlardan birisi de Ebû Zerr (r.a.) idi. O, sâde yasayisini sürdürmekte isrâr ediyordu. Mal ve servet biriktirme hirsi yoktu. Debdebeli bir hayat tarzini seçenlere gereken ikazlari yapiyor; bu durumun onlara kötülükten baska birsey vermeyecegini, bir gün bunlarin hesabinin sorulacagini söylüyordu. Ve sik sik delil olarak: "Altin ve gümüs depo edip Allah yolunda sarfetmeyenlere elim azabi müjdele..." meâlindeki âyeti okuyordu. Hz. Muâviye ve emirlerinin yasantilarini sürekli elestiriyordu. Bu yüzden Sam'da fesat çikardigi iddiasiyla Ebû Zerr (r.a.), Hz. Osman (r.a.)'a sikâyet edildi. Hz. Osman, Ebû Zerr'i Medine'ye çagirdi. Hz. Ebû Zerr Medine'ye geldikten sonra Hz. Osman'a, "Benim dünya malina ve dünya metama ihtiyacim yoktur!" diye haber gönderdi. Hz. Ebû Zerr'in Medine'ye gelisi halk üzerinde büyük bir tesir ve hayret icra etti. Fakat Ebû Zerr, Medine'de fazla kalmayarak Mekke civarinda bulunan Rebeze mevkiine giderek oraya yerlesti. Onun bu hareketini Hz. Osman da tasvib etti. Hz. Osman ona birkaç koyun ve bir deve verip bunlarla geçimini saglamasini söyledi.

Page 38: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Medine'de âsiler Hz. Osman aleyhine faâliyetlerde bulunduklari zaman Ebû Zerr'i bu ise karistirmak Istedilerse de bir kenara çekilip âsilere bu firsati vermedi. Ebû Zerr, Rebeze'de çok sIkintili günler geçirdi. Evi harab olmus, sirtinda elbise kalmamisti. Ailesi elbiseden bahsettikçe, o "bana elbise degil, kefen lâzim" diyordu. Nihâyet hastalandi. Ölecegini anlayan esi, kefeni

dahi olmadigini söyleyerek ne yapacagini ve kendisini nasil defnedecegini hem düsünüyor ve hem de Ebû Zerr'e düsüncesini açikliyordu. O ise yattigi hasta yatagindan biraz dogrularak esine, üzülmemesini, Mekke tarafindan bir kâfile gelmedikçe ölmeyecegini, zira bu kâfile ile gelen bir gencin kendisine kefen getirecegini anlatip arada sirada hanimina "Bak bakalim, ufukta toz bulutu görüyor musun" diyordu.

Nihâyet H. 31 (M. 651-652) yilinda bir gün ufukta bir kervan gözüktü. Kervan konakladiktan kIsa bir süre sonra Hz. Ebû Zerr dâr-i bekâ'ya göçtü. Ensâr'dan bir genç gelip onu kefenledi ve cenaze namazini kildirarak Rebeze'ye defnetti (Hayreddin Zirikli, el-A'lâm, II, 140).

Uzun boylu, esmer, genis omuzlu ve saçlari beyazlasmis haliyle Hz. Ebû Zerr bir âbide gibi idi. Vefâtinda geriye harab bir ev ile üç koyun ve birkaç keçiden baska birsey birakmadi.

Ebû Zerr (r.a.), ashâb tarafindan "ilim deryasi" sifatiyla vasiflandirIlmisti. Çünkü bilgi edinmek için Hz. Peygamber'e sik sik sorular sorardi. 0man, ihsan, emir, nehy, iyilik ve kötülük hakkinda ne varsa hepsini Rasûlullah'a sorarak ögrenmisti. Her hareket ve isinde Resûl-i Ekrem'e tâbi oldugunu gösterirdi. Gayet kanaatkâr olup basit ve sâde yasardi. Âbid, zâhid idi. Hakki söylemekten çekinmez ve korkmaz idi. Ebû Musa el-Es'âri'yi ise yasayisindan dolayi çok severdi ve ona, "Sen, benim kardesimsin" derdi.

Ebû Zerr (r.a.), yaratilistan hak sever bir sahâbî idi. Ümmet arasinda meydana gelen fitne ve fesatlara karismaktan son derece sakinirdi. Hz. Osman'a muhâlif olmasina ragmen, etrafin sIkistirmasina mukâbil bitaraf kalmistir. Hz. Osman'a ve Hz. Muâviye'ye muhâlif olarak taninirdi. Fakat bütün bu muhâlefetlerine ragmen onlara karsi gelmedi. Kendisine arzu etmedigi birsey teklif edildigi zaman, zâhidlere mahsus bir edâ ile ve güler yüzle, hos sohbetligini de ileri sürerek reddederdi. Ebû Zerr, pek az sayida fetvâ vermistir. Zira bu hususta çok titiz davranirdi. Ancak hakli bir meselede halifeye karsi gelmekten çekinmezdi. Hz. Ebû Zerr'in oglu, sagliginda vefât etmisti. Geriye yalniz bir esi ve bir kizi kalmisti (M. Asim Köksal, Islâm Tarihi, Mekke Devri, s.177-180).

Kaynak: Samil Islam ansiklopedisi

Ashab-ı Kiram Serisi

Page 39: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Seccade’nin Gözyaşları Asım başını iki elinin arasına almış düşünüyordu. Daha yeni evlenmişti hanımı 2 aylık hamileydi ve çok mutluydular. Küçücük evlerinde huzur onlarındı. Asım sabah işe giderken mutlu , eve döndüğünde mutlu , evdeyken mutluydu. Hanımı , Sevda'da öyleydi. Çocuklarının dünyaya gelmesini sabırsızlıkla bekliyorlardı. Sevda elinde çay tepsisi ile odaya girince Asım'ın düşünceli halini gördü. '' hayırdır , hayatım karadenizde gemilerin mi battı'' dedi latifeyle... Asım, sanki bir derinlikten çıkar gibi derin bir nefes alıp , '' yok öylesine dalmışım'' dedi.Güzelce sohbet ettiler , çaylarını içtiler ve yattılar. Gecenin saat 3'ün de Asım manasızca uykusu bölünüp uyandı. Kalkıp yatağa oturdu. Sonra eşinin rahatsız olacağını düşünerek , sessizce çıktı yatak odasından , mutfağa gidip sandalyeye oturdu.Yine düşüceliydi , kendi kendine '' bir eksiklik var , bir şey eksik'' diyordu. Bunu kendisine günlerdir söylüyordu ancak eksikliğin ne olduğunu bir türlü bulamıyordu.Sonra bir bardak su içip tekrar yatağına döndü. Yatağa yatınca aklına babasının sözleri geldi '' yatağa yatınca ayetel kürsiyi oku , o zaman melekler seni sabaha kadar korurlar'' derdi. Ayetel kürsiyi okumak istedi ama çoktan unutmuştu. '' Allahu la ilahe'' diyor gerisini ne hatırına ne diline getiremiyordu.Pişmanlıklar içinde , utanmış bir yüz ifadesiyle uyudu. Sabah, Sevda kahvaltıyı hazırlayıp , eşini uyandırmak için yanına geldi , Asım'a seslendi... Asım uyandı ama yüzü bir tuhaftı , '' noldu hayatım , kabus mu gördün'' dedi hanımı.. Asım '' hayır , ayetel kürsiyi unutmuşum'' dedi... Anlamadı Sevda '' nasıl yani'' dedi...''Gece bir ara uykum bölündü , tekrar uyumaya çalışırken aklıma babamın ayetel kürsiyi okuyup yatınca meleklerin sabaha kadar bizi koruyacağını söylediği geldi , okumak istedim aklıma gelmedi'' dedi..Sevda '' her gece yatarken okumazsan unutursun tabi'' dedi.Kalkıp kahvaltılarını yaptılar , Asım işe geldi ve aynı eksikliği iş yerinde de hissediyordu. İçindeki huzursuzluğu bir türlü gideremiyordu.

Eline cep telefonunu alıp babasını aradı , hal hatır sordu sonra da '' baba hani küçükken hep bize ayetel kürsiyi okuyun yatarken , melekler sizi sabaha kadar korur diyordun ya , ben dün gece ayetel kürsiyi okumak istedim ama unutmuşum'' dedi... Babası Halil Bey ehli sünnet bir adamdı , '' olsun oğlum tekrar ezberlersin , yeter ki sen öğrenmek iste , yeter ki sen okumak iste'' dedi...Babası oğluna , bu haftasonu memlekete gelin , seni özledik , gelinimizi özledik'' dedi.Asım '' bakalım baba işlerimi ayarlayabilirsem geliriz inşallah'' dedi.Selamlaşıp kapattılar telefonu , Asım o gün hep bir şeylerin eksikliğini hissederek çalıştı , sonra iş yerinden bir arkadaşı gelip '' Hadi Asım Bey Cuma namazına gitmiyor musun'' dedi. Asım bu gün günlerden cuma olduğunu bile hatırlamıyordu.

Page 40: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

'' Geliyorum'' dedi utanarak...Gidip lavaboya abdest aldı , kollarını kurularken içinden kendisine '' seni namaza davet etmeseler gideceğin yok'' diye kızıyordu. Arkadaşları ile birlikte sohbet ede ede , caminin yolunu tuttular. Çalıştığı iş yeri cuma namazı saatlerinde kapanıyordu. Her hafta tüm personel cuma namazına gidiyordu ama hiç Asım'ın aklına namaza gitmek gelmiyordu. Hiç kimsede bu güne kadar onu namaza davet etmemişti.Yolda yürürken , Asım'ı namaza davet eden arkadaşı Selim '' Asım Bey siz hiç cuma namazlarına gelmiyorsunuz , bu benim dikkatimi çekti ve namaza davet ettim , Allah razı olsun sizde beni kırmadınız geldiniz'' dedi... Asım '' hiç kimse davet etmedi bu güne kadar '' dedi.Selim gülümseyerek ''olur mu hiç , bak Allahu teala insanları 5 vakit ezanla namaza davet ediyor'' dedi.Hiç böyle düşünmemişti Asım... Cuma namazını kılıp , camiden çıktıktan sonra içine bir ferahlık geldiğini hissetti , içindeki eksikliği giderememişti ama sanki bir nebzede olsa , bir şeyler tamamlanmıştı içinde... Akşam olduğunda eve geldi , eşine '' sabah babamlara gidelim mi'' dedi... Eşi Sevda hanım Asım'ın annesi yani kayınvalidesi ile anlaşamıyordu dolayısıyla gitmek istemiyordu

ama eşinin üzülmesini istemediği için ''olur'' diyordu her defasında... Asım'da farkındaydı durumun ancak babası ve annesi üzülmesin diye bu konuyu gergin hale getirmek istemiyordu. '' O zaman sabah erkenden çıkalım'' dediler.Sabah olup hazırlıklarını tamamlayıp baba ocağının yolunu tuttular , yolda şarkılar türküler söylediler. Bir ara benzin istasyonuna girdiklerinde benzin istasyonunun yanında ki camiden ezan sesi gelince Asım'ın aklına '' Selim'in söyledikleri geldi '' Allah 5 vakit ezanla insanları namaza davet ediyor''... Benzini doldurup , arabasını benzinliğin

otoparkına park edip , eşine '' sen bekle ben 10 dakikaya geliyorum'' dedi.Sevda marketten bişiler alacağını sandı. Asım doğru şadırvana koşup abdest aldı ve koşar adım girdi camiye , geldiğinde cemaat sünneti kılıyordu, öğlen namazıydı niyet edip tekbir aldı ve öğlen namazını cemaat ile eda edip çıktı. Arabaya geldiğinde eşi Sevda '' nerde kaldın 10 dakika dedin 20 dakika oldu'' dedi. Asım gülümseyerek arabayı çalıştırdı ve yola koyuldu. Bir güven gelmişti sanki kendisine , şimdi arabanın gaz pedalına daha bir güven ile basıyordu. Sanki fren yapsa arabanın freni daha bir güvenli fren yapacaktı.Sevda '' han ine aldın marketten'' dedi. Asım '' markete gitmedim ki camiye gittim'' dedi.''Ooo Allah kabul etsin paşam'' dedi Sevda.. İçten içe sevinmişti Sevda.. Sevda namazlarını kılıyordu , Asım'ın da kılmasını çok istiyordu ama bir türlü razı edemiyor , kızacağını düşünerek üstelemiyordu. '' içinden Rabbim benim gönlümü biliyor'' dedi...Nihayet vardılar baba ocağına , hoşgeldinler , hoşbulduklar bitince oturdular , hal hatır sormalar falan derken laf lafı açtı ve saat baya bir ilerledi. Baba Halil bey duvardaki saate bakıp , '' siz oturun ben bir camiye gidip geleyim'' dedi.Asım hemen atılarak '' dur baba bende geleyim'' dedi.

Page 41: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Halil bey çok sevindi ama belli etmedi sevincini , Baba oğul birlikte camiye gittiler.Yatsı namazını kılıp eve geldiler. Akşam yatma vakti geldiğinde , baba Halil Bey oğlu ile gelinin odasına 2 adet seccade bıraktı. Oğluna '' Asım'ım bu senin seccaden çocukken bundan başkasında namaz kılmazdın , bu seccadeyi bana babam vermişti , sana bu dedenin seccadesi dediğim günden beri çok severdin bu seccadeyi'' dedi... Hatırladı Asım... Ne çok namaz kılmıştı o seccadenin üzerinde , camiye namazlara giderken bile seccadesini yanında götürür , caminin içine serer üzerinde namazını kılardı. Herkes yatmıştı ama Asım uyuyamıyordu bir türlü , gecenin karanlığında uçsuz bucaksız düşüncelerin arasında kaybolup gidiyordu. Öyle derin dalmıştı ki düşüncelere , gözlerini tavana kilitlemiş gibi bakıyordu.Bir ara bir inilti duydu , sağına soluna baktı , bir şey göremedi. Yan komşulardan falan geldiğini düşündü. Bir kaç dakika sonra Asım tam yine derin derin düşünüyorken aynı inilti tekrar geldi bu defa biraz daha yüksek bir sesle... Yine bakındı Asım yine bir şey göremedi , korkmuştu , tedirgin olmuştu , aklına ayetel kürsi geldi. Kaldıkları odada babasının küçük bir kitaplığı vardı. Kalkıp orada daha önce görüp bildiği bir dua kitabını aradı ve buldu. Sayfaları gezinip ayetel kürsiyi buldu. Şöyle bir kaç defa okuyunca ayetler hatırına geldi. 30 kere tekrar edince tamamiyle hafızasına tekrardan yerleşti.

Bu kadar kolay ezberleyeceğini düşünmüyordu. Sonra tekrar eşinin yanına yatağa uzanınca başladı ayetel kürsiyi okumaya , tam ayetel kürsiyi bitirmişti ki aynı iniltiyi yine duydu , bu sefer iniltiden çok bir ağlamaklı sesti bu. Kalkıp ışığı yaktı bambaşka bir yerdeydi , burası kaldıkları oda değildi , acayip bir yerdi , sıcak , baskın bir yerdi , sonra ağlama sesini tekrar duyunca başını çevirip karşıya baktı , Seccade havada duruyordu. Kırmızı , üzerinde Kabe resmi olan bu seccadenin eli, ayağı , gözü ağzı , burnu vardı. Çok korkmuştu Asım. Seccade öyle ağlıyordu ki gözyaşları yeri ıslatıyordu. '' ne istiyorsun'' dedi Asım.. seccade ağlamaya devam ediyordu. Asım bu bir rüya diye düşünüyordu ki , iki tane iri yarı dev gibi adam gelip onu kollarından tutup bir yere doğru sürüklemeye başladılar. Ağlayan Seccade'de arkalarından yine ağlayarak geliyordu. Asım'ın bütün çırpınışları , bütün haykırmaları boşaydı. Onu bir yere getirdiler , ortada kocaman bir ateş yanıyordu , alevi yüzleri yakıyordu , O ateşin üzerine sacdan bir plaka koydular , ve Asım'ı üzerine çıkardılar , ayakları yanıyordu , canı çok yanıyordu. Ağlamaya başladı Asım acıdan...

Adamlardan birisi , ''bunun üzerinde namaz kılacaksın'' dedi. Asım'' delimisiniz nesiniz burada namaz kılınır mı'' dedi. Adam'' bunun üzerinde 2 rekat namaz kılmadan oradan inemezsin'' dedi. ve gittiler...Şimdi Asım , ateşin üzerinde yanında ağlayan seccade ile birlikte kalakalmıştı. Seccade öyle çok ağlamaya başlamıştı ki artık hıçkırıklara boğuluyordu. Asım bağırıyor ve canı çok yanıyordu. Kalkıp ayaklarının altı yana yana , bağıra bağıra tekbir alıp '' Allahuekber'' dedi... Öyle çok bağırıyordu ki yer gök inliyordu onun sesi ile... O bağırdıkça seccade daha çok ağlıyordu. Tekbir getirdi ancak daha fazla ayakta duramadı , ayakları öyle çok yanmıştı ki , yanı üzerine yere düştü.Seccadeye dönerek '' Yardım et'' dedi... Seccade ağlamaya devam ediyordu.

Page 42: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

O demir saç plaka Asım'ı üzerinden attı ve asım ağlayan seccadenin yanına düştü. İkisi de ağlıyordu. Seccade '' o namazı kılmadan bu acı bitmeyecek , birazdan yine gelecek o korkunç adamlar , seni tekrar atacaklar o ateşin üzerine'' dedi..Asım'' iyi de neden'' diye haykırdı.Seccade ''bir düşün istersen , dünya da iken kılmadığın onca namazın hesabını ateşin üzerinde 2 rekat namaz kılarak ödeyeceksin'' dedi.Seccade'ye bakarak ağlıyordu Asım '' iyi de sen

nasıl böyle konuşabiliyorsun , sen nasıl bu hale geldin '' dedi.Seccade'' ben senin seccadendim , çocukken üzerimde çok namazlar kıldın , sen üzerimde namaz kıldıkça ben sevinir , mutlu olurdum , sonra okuldu , işti , evlilikti , hayat mücadelesi derken , önce beni sonra namazı terkettin bizi terkettiğin yetmezmiş gibi bir sürü günaha girdin'' dedi. Asım'' evet ben namaz kılmıyordum ama hiç kötülük yapmadım , hep iyi insan oldum , hiç günah işlemedim'' dedi.Seccade '' emin misin günah işlemediğine?'' dedi. Asım '' eminim ben günah işlemedim'' dedi. Tam o sırada bulundukları yerde duvara bir sinevizyon gösterisi gibi , bir ekran belirdi. Ekran Asım vardı. Asım daha gençken iş hayatına yeni atılmışken ki hali vardı ekranda , bir eve giriyordu.

Hatırladı Asım bu evi. O girdiği ev dul bir kadının eviydi. Asım o evde , o dul kadınla zina ediyordu. Apaçıktı herşey, helali olmayan bir kadınla nasıl bir günah işlediğini kameraya çekmişler gibi izledi Asım. Sonra başka bir görüntü geldi , Asım işyerinin parasından bir miktarını evrak üzerinde oynayarak cebine atıyor , sonra akşam işten çıkıp doğru bir oto galeriye giderek çaldığı para ile kendisine bir araba alıyordu. Bunu da hatırladı Asım. Sonra başka bir görüntü de annesine bağırıyordu , annesi ağlyor , Asım'da karşısında bağırarak ona bir şeyler anlatıyordu.

Daha sonra başka bir görüntü de yine zina , başka bir görüntü de yine haram , sonra başka bir görüntü de yine başka bir günah , bu şekilde saatlerce sürebilirdi. Asım hala ağlıyordu.Seccade ağlıyor , Asım ağlıyordu...Seccade '' gördün mü ne kadar günah işlemişsin , sen sadece namazı bıraktığını sanıyordun.

Oysa helalin karın dururken sen haramlara gittin , helalinden para kazanmak varken sen hırsızlık yapıp haram yedin , sen annenin rızasını alamadın'' dedi.ağlıyordu Asım... Sonra yine geldi o iki adam , alıp Asım'ı tekrar koydular kızgın ateşin üzerinde duran kızgın sac üzerine . Ayakları yanıyordu , canı çok acıyordu...Asım tekbir alıp namaza durdu ama sureleri okumuyor sadece yalvarıyordu.''Tövbe Allah'ım... Tövbe Ya Rabbim... burası çok kötü Allah'ım... Ayaklarım yanıyor Allah'ım... Beni burada bırakma Allah'ım... İşlediğim bütün günahlara tövbe ediyorum... Bir daha günah işlemeyeceğim , bir daha zina yapmayacağım , bir daha haram yemeyeceğim , bir daha yapmayacağım Allah'ım... Tövbe Ya Rabbim'' diye tövbeler ediyor ve yüksek sesle ağlıyordu. O adamlar '' namazı kıl'' diyorlardı. Asım o ateş üzerinde 2 rekat namaz kıldı... Selam verip namaz bittiğinde o kızgın sac Asım'ı tekrar üzerinden attı. Yere düştüğünden yine seccade ağlıyordu. Asım , kızgın ateşin üzerinden yere düşünce , secdelere kapandı ve secde de iken , '' Tövbe Allah'ım , Tövbe Ya Rabbim, ben çok günahkarım tövbe Allah'ım'' diyerek ağlıyordu. Sonra birden uyandı.Sevda,babası,annesi hepsi başucundaydı. Sesine gelmişlerdi. Annesi ile Sevda ağlıyordu. Asım bunu bir rüya olduğunu anladı ancak rüyasındakileri hatırlayınca hemen koltuğun üzerinde duran seccadeye baktı. Koşup onu eline aldı , öptü , seccade sırılsıklamdı , ıslanmıştı. Bu defa yine ağlamaya başladı Asım... Annesinin elini

Page 43: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

öpüp helallik istedi. Babasının elini öpüp helallik istedi. Hanımından helallik istedi.

Kimse ne olduğunu anlamamıştı Asım'da anlatmamıştı zaten , sabah tekrar evlerine döndüler. Asım arabayı satıp parasını tekrar aldığı yere koydu , diğer tüm gübahları içinde tövbe edip duruyor.O seccade üzerinde namazlarını kılıyor.

Bir çantası var boynunda evden çıktığında boynuna asıyor , içinde bir seccade , bir takke , bir tesbih ve bir de kefen duruyor.Her nerede olursa olsun namazlarını kılıyor , her fırsatta nafile ibadetlerde bulunuyor.Şimdi o seccade hala ağlıyor ama artık sevinç gözyaşları döküyor.

Bundan sonra o seccade Mahşer'de kıldığı namazlara gülerek , sevinçle şahitlik edecek. Vural Egemen SARIGÖZ

Page 44: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Müctehidlerimiz Dünyanın her tarafına yayılmış olan milyonlarca müslüman, İslam tarihinin ilk asırlarından zamanımıza kadar ibadet ve hukuk meseleleri hususunda dört büyük müctehidden birine bağlana gelmişlerdir. Bu dört müctehid şu zatlardır:

1- İmam-ı Azam Ebu Hanife: Adı Numan'dır. Babasının adı da Sabit'dir. Hicretin 80. yılında Kûfe'de doğmuş ve 150 tarihinde Bağdad'da vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun... Sabit, İmam Hazret-i Ali'nin hizmetinde bulunmuş ve kendi nesli için onun duasını almıştır. İmam-ı Azam'ın annesi, babası Sabit öldükten sonra, İmam Caferi Sadık ile evlenmişti. İmam-ı Azam bu muhterem zatın yanında yetişmişti. Ashab-ı Kiram'dan birkaç zatı görmüş olmak şerefini kazanmıştır. İmam-ı Azam'a uyanlardan her birine Hanefî veya Hanefiyyü'l Mezheb denir. Biz Türkler ve diğer ırklara bağlı olan birçok müslümanlar bu büyük müctehidin mezhebine uymuş bulunmaktayız. Onun için amel bakımından imamımız, İmam-ı Azam'dır. İmam Ebu Hanife Hazretleri bütün Ehl-i Sünnet tarafından saygı duyulan dört büyük müctehidin birincisidir. İmam-ı Azam denilince yalnız bu hatıra gelir. İlmi, zekası, zühd ve takvası çok yüksekti. İçtihadındaki yükseklik, mezhebindeki kolaylık ve mükemmellik bütün müslümanlar tarafından benimsenmiştir. İmam-ı Azam'ın yetiştirdiği alimler arasında güçlü müctehidler vardır; fakat hepsi de esas bakımından hocalarına uymuş, hepsi de Hanefî mezhebinin fıkıh alimlerinden sayılmışlardır. Bunların en ünlüleri İmam Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve İmam Züfer'dir. İmam Ebû Yusuf'un adı Yakub İbni İbrahim El-Ensarî'dir. Dedesi Sa'd ashab-ı Kiram'dandır. Hicretin 113 yılında Kûfe'de doğmuştur. 182 veya 192 tarihinde Bağdad'da vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun... Harunürreşid'in Kadılar Kadısı (Kadı'l-Kudat'ı) olarak görev yapmıştı. İmam Muhammed, Hasan Şeybanî'nin oğludur. Babası Şamlıdır. Hicretin 135. yılında Vasıt'da doğmuş olup Kûfe'de yetişmiştir. 189 tarihinde Rey şehrinde vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun... Din ilimleri üzerinde doksan dokuz kitab yazdığı rivayet ediliyor. El-Mebsut, El-Ziyadat, El-Camiu's-Sağır, El-Siyeru'l-Kebir, El-Siyeru'l-Sağir adlı kitablar bunlardan bazılarıdır. Bu kitablardaki meselelere "Zahirü'r-Rivaye" denir. Kitablara da "Zahirü'r-Rivaye Kitabları" denir. Hanifî mezhebinde en geçerli rivayetler de bunlardır. İmam Muhammed, İmam Malik'den ders okumuştur. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e İmameyn (İki imam) denir. İmam Züfer İsfahan'da ve Basra'da valilik etmiş olan Hüzeyl adında bir zatın oğludur. İmam-ı Azam'ın Züfer'e verdiği değer büyüktü. Hicretin 110 yılında doğmuş ve 158 tarihinde Basra'da vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun... İlmihalimizin ibadetlere dair kapsadığı meseleler bütünüyle İmam-ı Azam'ın mezhebine göre yazılmıştır. Bununla beraber bazı önemli meselelerde diğer müctehidlerin mezheblerine de işaret edilmiştir.

Page 45: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Hanefî mezhebinin ihtilaflı meselelerinde önce İmam-ı Azam'ın sonra İmam Ebû Yusuf'un, sonra İmam Muhammed'in, sonra İmam Züfer'in görüşü ile işlem yapılır. Bu bir esastır. Bunlardan yalnız bazı meseleler ayrı tutulur ki, sırası gelince açıklanacaktır.

2- İmam Malik İbni Enes: Hicretin 93. yılında Medine-i Münevvere'de doğmuş ve 179 tarihinde Medine'de vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun. İmam Malik, müslümanların haklı olarak kendileriyle övündükleri dört büyük müctehidin ikincisidir. Çok yüksek bir ilme, üstün bir zekaya, büyük bir zühd ve takvaya sahib idi. Mezhebi önceleri Endülüs'e, bütün Mağrib'e (Fas'a) yayılmıştı. Bugün de Fas, Sudan, Trablusgarb, Cezayir ve Yemen taraflarında benimsenmiş bulunmaktadır.

3- İmam Muhammed İbni İdris El-Şafiî: Hicretin 150. yılında Askalan'da veya Şam beldelerinden Gazze'de doğmuş, 240 tarihinde Mısır'da vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun...

İmam Şafiî soyca Kureyş kabilesindendir. Büyük dedesi Şafiî gençliğinde Resül-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimize kavuşma şerefine ermişti. Onun babası Sabit de, Bedir Savaşı'nda İslamiyeti kabul etmişti. Saygıdeğer bir sahabî idi. İmam Şafiî, dört büyük müctehidin üçüncüsüdür. Büyük bir alimdir. Çok büyük bir tefsir ve hadis alimidir. Tıb ilminde şiir ve edebiyatta da ehliyeti vardı. Mezhebi doğu ve batı yönlerine yayılmıştır.

4- İmam Ahmed İbni Muhammed İbni Hanbelî: Şeyban kabilesidendir. Aslen Mervez'lidir. Hicretin 164 yılında Bağdad'da doğmuş ve 241 tarihinde yine Bağdad'da vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun. İmam Ahmed de pek büyük bir alimdir ve dört büyük müctehidin dördüncüsüdür. Hadîs ilminde üstün bir yetkiye sahibdi. Ezberinde bir milyon hadisi şerif bulunduğu rivayet edilir. "Müsned" adındaki kitabında otuz bin hadis vardır. Büyük alim Kuhistanî'nin sözüne göre, hadislerin sayısı elli bin yedi yüzdür. Zühd ve takvası, yüksek ahlakı her türlü övgünün üstünde idi. Mezhebi, Necd ülkesine ve İslam aleminin diğer bazı yerlerine yayılmıştır.

Bu yetkili dört büyük imamın mezhebleri, kitab, sünnet, ümmetin icmai ve fukahanın kıyası üzerine kurulmuştur.

Bu saygıdeğer dört müctehide, Eimme-i Erbaa (Dört İmam) denir. İmam-ı Azam'dan başka üçüne de, Eimme-i Selâse (Üç İmam) denir. Yüce Allah hepsinden razı olsun. Amîn...

İlmihal Bilgileri

Page 46: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012

Çarpık Çağ (Şiir) Doğru mu, yanlış mı karar sizlerin Biz aklın durduğu çağda yaşadık 'Ben dinsizim! ' diyen beyinsizlerin Din dersi verdiği çağda yaşadık. Çabuk pişsin diye zorbanın aşı Ayıran olmadı kurudan yaşı Keçinin kaplana her adım başı Kırk tuzak kurduğu çağda yaşadık. Baylar çalım sattı, bayanlar etin Ar duvarı çürük, darbeler çetin. Modern putçuluğun, şirkin, zilletin Kemale erdiği çağda yaşadık. Bazen kör kilitler vuruldu dile Bazen armağanlar kazandı hile Homo'nun,komo'nun, deyyusun bile İtibar gördüğü çağda yaşadık. Yabancısı olduk ilin, obanın Müdür ekmeğini çaldı çobanın Resmi dairede devlet babanın İpe un serdiği çağda yaşadık. Önümüz çileydi, arkamız cefa Bir gün semtimize basmadı sefa Mürşidin, müridin günde beş defa Günaha girdiği çağda yaşadık. Kimi hak adalet gördü düşünde Kimi devlet kuşu buldu başında Vatanseverlerin vatan dışında Hasretlik sürdüğü çağda yaşadık. Göz yumup izine düştük batı'nın Tuttuk kuyruğundan haçlı atının Pamuk yumağının, tüyün, tütünün Nice baş yardığı çağda yaşadık. Neler yıkmadık ki son olsun diye Harcadık günleri gün olsun diye Asker kaçağının şan olsun diye Askeri vurduğu çağda yaşadık.

Dilendik, savurduk Doları, Markı Döndükçe aşındı düzenin çarkı Şalvarı, kasketi, gömleği, börkü İhtiras sardığı çağda yaşadık. Kimi vurgun vurdu döndü köşeyi Kimi yalamakla doydu şişeyi Kiminin ateşi, külü, maşayı Ekmeğe dürdüğü çağda yaşadık. Kılavuzluk yaptı körü beylerin Seçimde sağılan sürü, beylerin Morgtaki ölüden diri beylerin Hâl-hatır sorduğu çağda yaşadık. Atladık bir çağdan bir diğerine Çıktık zirvelere, daldık derine 'Çağdaş bayanlar'ın cins beylerine Çuvallar ördüğü çağda yaşadık. Biri yola çıkmaz dayı bulmadan Biri balık avlar suyu bulmadan Birinin haftayı, ay'ı bulmadan Milyarlar derdiği çağda yaşadık. Baş örtüsü yasak,Türk olmak günah Sabır ver, sabır ver ey gadir Allah! Bulaşık basının her gün, her sabah İslâm'ı Yerdiği çağda yaşadık. Zorbaya rüşvettir 'nurol-çok yaşa' Mâbutlar, kıbleler değişti hâşâ İnsanın kâğıda, demire, taşa Secdeye vardığı çağda yaşadık. Görün hâlimizi biz insanların Tutsağı olmuşuz suizanların Her zaman her yerde Müslümanların Müslüman kırdığı çağda yaşadık. Abdurrahim Karakoç

Page 47: Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012ulkunet.com/UcuncuSayfa/KivilcimDergisisayi-1Haziran-2012_(1)_243… · Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012 5. HAK VE HÜRRİYETLER 5.1

Kıvılcım Dergisi Sayı-1 Haziran/2012