mazmÛn gÜlÜnÜn mazmÛnuna bÜlbÜl...

20
Mazmûn Gülünün Mazmûnuna Bülbül Olmak Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 15 23 MAZMÛN GÜLÜNÜN MAZMÛNUNA BÜLBÜL OLMAK * Being the Nightingale to the Mazmûn of the Mazmûn Rose Abdülkadir DAĞLAR ** ÖZ Edebiyât felsefesinin târîhi boyunca sözün öz gerçeği ve anlam dünyâsına ilişkin hem Batı’da hem Doğu’da pek çok şey söylenmiştir. Genel İslâm edebiyâtı çerçevesinde, dîvân şiiri geleneği üzerine araştırma yapanlar da bu gelenekte kelâ- mın hakîkatının ne olduğu ve ma‘nâ âleminin hangi sınırlar içinde bulunduğuna dâir çeşitli tesbîtlerde bulunmuşlardır. Bu çabaların ortaya koyduğu tartışma zemîninde, dîvân edebiyâtına âit manzûm ve mensûr metinlerde çokça karşılaşılan “mazmûnkelimesi de ele alınmış; bunun ne anlama geldiği ve nasıl bir kavramı karşıladığı birçok kişi tarafından sorgulanmıştır. Son zamânlarda konu üzerinde yapılan çalış- malarda, geleneksel metinlerde, mazmûn kelimesinin ne gibi bağlamlarda hangi kelimelerle bir araya gelerek ne tür anlam birliktelikleri kurmuş olduğu üzerinde durulmakta, bu çabaların sonucunda ortaya çıkan veriler ışığında şiirsel kelâmın hakîkat düzlemindeki özünün ne olduğu anlaşılmaya çalışılmaktadır. Bu mes’eleye dâir daha önce ileri sürmüş olduğumuz fikirler doğrultusunda bu yazıda da, mazmûnun, sözün “idealar âlemi”ndeki -tasavvuf literatüründeki karşılığı olarak “A‘yân-ı Sâbite”deki- özü ya da “kelâmın hakîkatı” olduğu iddiâ edilmektedir. Dîvân şiirinde mazmûnun yer aldığı çeşitli alt evrenlerin yanında bir başka birliktelik evreninde ise, o hakîkî âlem “gül bahçesi”, şiirlerin o âlemdeki özleri “mazmûn gülü”, o mazmûn güllerini bu gölge cisimler âleminde yansıtmaya çalışan şâirler de “bülbül” olarak tasavvur edilmektedir. Bu makâlede mazmûn, çeşitli örnek metinlere dayanılarak bu bakış açısıyla bir kez daha değerlendirilecektir. Anahtar Kelimeler: Mazmûn, Mazmûn Gülü, A‘yân-ı Sâbite, Bülbül, Şâir ――――――――― * Makalenin Geliş Tarihi: 25 Kasım 2016 Makalenin Kabul Tarihi: 28 Ocak 2017 ** Öğr. Gör. Dr., Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. [email protected]

Upload: others

Post on 05-Jan-2020

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: MAZMÛN GÜLÜNÜN MAZMÛNUNA BÜLBÜL OLMAKisamveri.org/pdfdrg/D03784/2017_15/2017_15_DAGLARA.pdf · world is conceived as “mazmûn rose,” and poets trying to reflect those mazmun

Mazmûn Gülünün Mazmûnuna Bülbül Olmak

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 15 23

MAZMÛN GÜLÜNÜN MAZMÛNUNA BÜLBÜL OLMAK*

Being the Nightingale to the Mazmûn of the Mazmûn Rose

Abdülkadir DAĞLAR**

ÖZ

Edebiyât felsefesinin târîhi boyunca sözün öz gerçeği ve anlam dünyâsına ilişkin hem Batı’da hem Doğu’da pek çok şey söylenmiştir. Genel İslâm edebiyâtı çerçevesinde, dîvân şiiri geleneği üzerine araştırma yapanlar da bu gelenekte kelâ-mın hakîkatının ne olduğu ve ma‘nâ âleminin hangi sınırlar içinde bulunduğuna dâir çeşitli tesbîtlerde bulunmuşlardır. Bu çabaların ortaya koyduğu tartışma zemîninde, dîvân edebiyâtına âit manzûm ve mensûr metinlerde çokça karşılaşılan “mazmûn” kelimesi de ele alınmış; bunun ne anlama geldiği ve nasıl bir kavramı karşıladığı birçok kişi tarafından sorgulanmıştır. Son zamânlarda konu üzerinde yapılan çalış-malarda, geleneksel metinlerde, mazmûn kelimesinin ne gibi bağlamlarda hangi kelimelerle bir araya gelerek ne tür anlam birliktelikleri kurmuş olduğu üzerinde durulmakta, bu çabaların sonucunda ortaya çıkan veriler ışığında şiirsel kelâmın hakîkat düzlemindeki özünün ne olduğu anlaşılmaya çalışılmaktadır. Bu mes’eleye dâir daha önce ileri sürmüş olduğumuz fikirler doğrultusunda bu yazıda da, mazmûnun, sözün “idealar âlemi”ndeki -tasavvuf literatüründeki karşılığı olarak “A‘yân-ı Sâbite”deki- özü ya da “kelâmın hakîkatı” olduğu iddiâ edilmektedir. Dîvân şiirinde mazmûnun yer aldığı çeşitli alt evrenlerin yanında bir başka birliktelik evreninde ise, o hakîkî âlem “gül bahçesi”, şiirlerin o âlemdeki özleri “mazmûn gülü”, o mazmûn güllerini bu gölge cisimler âleminde yansıtmaya çalışan şâirler de “bülbül” olarak tasavvur edilmektedir. Bu makâlede mazmûn, çeşitli örnek metinlere dayanılarak bu bakış açısıyla bir kez daha değerlendirilecektir.

Anahtar Kelimeler: Mazmûn, Mazmûn Gülü, A‘yân-ı Sâbite, Bülbül, Şâir

――――――――― * Makalenin Geliş Tarihi: 25 Kasım 2016 Makalenin Kabul Tarihi: 28 Ocak 2017 ** Öğr. Gör. Dr., Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.

[email protected]

Page 2: MAZMÛN GÜLÜNÜN MAZMÛNUNA BÜLBÜL OLMAKisamveri.org/pdfdrg/D03784/2017_15/2017_15_DAGLARA.pdf · world is conceived as “mazmûn rose,” and poets trying to reflect those mazmun

Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Abdülkadir DAĞLAR

24 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 15

ABSTRACT

Throughout the history of literary philosophy, many things have been said in both the West and the East regarding the spiritual reality of the word and the world of meaning. In the frame of general Islamic literature, those who research on the tradition of dîvân poetry have also found various titles regarding what the truth of the word is and what limits the world of meaning is in. In the discussion space that these efforts reveal, the word “mazmûn”, which is very often encountered in verses and divine texts of the divan literature, has been discussed; and what it means and where it fits has been questioned by many. In recent studies on the subject, it is emphasized what kind of meaning combinations in what contexts the word mazmûn has in the traditional texts by coming together with which other words, and the meaning of the poetic word is tried to be understood in the light of the result of these efforts. In line with the ideas which we have previously proposed concerning this matter, it is alleged in this article that mazmûn is the essence of the word or “truth of the word” in the “world of ideas”-“A‘yân-ı Sâbite” as its counterpart in the Sufism literary texts-. In another universe of association, besides the various sub-universes, in which mazmûn is present in dîvân poetry, real world is conceived as a “rose garden”, the essence of the poems in that world is conceived as “mazmûn rose,” and poets trying to reflect those mazmun roses in the world of these shadow objects are conceived as “nightingales”. In this context, the mazmûn will be evaluated once again from this point of view, based on various sample texts.

Key Words: Mazmûn, Mazmûn Rose, A‘yân-ı Sâbite, Nightengale, Poet

Tepeden tırnağa şiir gülleri...

(B. R. Eyüboğlu)

Dîvân edebiyâtının şiiraltına (poetik şuûraltı) dâir yapılan inceleme ve araş-tırmaların, etrâfında döndüğü kavramlardan biri de mazmûndur. Mazmûn üzerine yazılan makâlelerde onun lugat ma‘nâsı üzerinde durulmuş, bununla birlikte, dîvân edebiyâtından alınmış örnek metinlerle bu kavram terminolojik bir zemîne otur-tulmaya çalışılmıştır. Konu ile ilgili tartışmaların evrildiği son noktada ise mazmûn, varlıkların geleneksel İslâm kozmogonisi sistemi çerçevesinde yaratılışın ve varolu-şun ilk mertebelerindeki hâlleriyle özdeşleştirilmiş, dolayısıyla ontik bir gerçek olan şiirin kelâmî hakîkatı olarak kabûl edilmiştir.1 Edebî gelenekte mazmûn kelimesinin,

――――――――― 1 Mazmûnla ilgili araştırmalarda gelmiş olduğumuz son nokta ile ilgili olarak bkz. Abdülkadir Dağ-

lar, “Şiirin Mazmûn Hâli”, Metnin Hâlleri: Osmanlı’da Telif, Tercüme ve Şerh, ed. Hatice Aynur vd., İs-tanbul: Klasik Yayınları, 2014, ss. 196-247; Abdülkadir Dağlar, “Şâirin Mazmûn Aynası: Tab‘ / Meş‘ar”, Hikmet - Akademik Edebiyat Dergisi [Journal of Academic Literature], 2/4 (2016), ss. 17-31; Abdülkadir Dağlar, “Şiirin Alın Yazısı: Mazmûn”, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 8/16 (2016), ss. 1-13; Abdülkadir Dağlar, “Yerde Aranırken Gökte Bulunan Güzel: Şâhid-i Mazmûn”, Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies, 7/13 (2016), ss. 125-137. Bu makâlelerde mazmûn, hem

Page 3: MAZMÛN GÜLÜNÜN MAZMÛNUNA BÜLBÜL OLMAKisamveri.org/pdfdrg/D03784/2017_15/2017_15_DAGLARA.pdf · world is conceived as “mazmûn rose,” and poets trying to reflect those mazmun

Mazmûn Gülünün Mazmûnuna Bülbül Olmak

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 15 25

yaratılışın ilk mertebelerinden bahsedilirken teşbîh ya da istiâre kuracak şekilde tab‘, ayna, şâhid gibi kelimelerle birlikte kullanıldığı görülmektedir. Yine bu minvâlde, mazmûnun, gonca (vahdet) ve gül (kesret) kelimeleri ile terkîbli ilişkilerine de bu açıdan bakılması zarûreti hâsıl olmuştur.

Dîvân şiiri geleneğinde gonca ve gül, birçok kelimeyle çoğu zamân teşbîh il-gisi kurarak terkîb hâlinde anlam birlikleri oluşturmuş olsalar da onlarla hem mutlak hem de genel anlamda sevgili istiâre edilmiştir. Bu, geleneğin en büyük istiâre evren-lerinden birisine, yani gül-bülbül arasındaki aşk ilişkisine zemîn oluşturmuştur; şöyle ki, gül ma‘şûk ise bülbül âşıktır, gül Allâh ise bülbül kuldur, gül Hazret-i Muham-med ise bülbül mü’mindir, gül mazmûn ise bülbül şâirdir.

Bu yazı çerçevesinde, bu istiâre evreninin tüm vechelerine temâs edilmeye-cek, sadece şiir alt evreni özelinde, temsîlî teşbîh ilişkisi çerçevesinde bülbül ile istiâre edilen şâirin, bülbülü olduğu ya da bülbüllük ettiği gül mercek altına alınacaktır. O hâlde, kelâmın evvelinde bu amacı şu suâl ve cevâb cümleleriyle somutlaştırmak hedef tesbîti açısından yerinde olacaktır:

Gelenek şâiri hangi bâğın ya da hangi gülün bülbülüdür?

Gelenek şâiri önce Kürsî feleğinde Levh-i Mahfûz bâğında tür(ev)lenen mazmûn güllerinin (A‘yân-ı Sâbite), sonra daha ideal noktada ise Arş bâğında açan güllerin gülünün yani mazmûnun mazmûnunun (Hakîkat-ı Muhammediyye) bülbülüdür.

Geleneksel İslâm kozmogonisi ve bu arada tasavvuf nazariyâtı, merâtib-i mevcûdâtın (kavs-i nüzûl) sırlı ilk mertebesinde, Allâh’ın kendi Gaybu’l-gayb âle-minde ilk taayyünü ile yarattığı ilk cevherin Hakîkat-ı Muhammediyye -ki bu cevhe-re, Nûr-ı Muhammedî, Akıl, Rûh, Kalem de denmektedir- olduğunu kabûl etmektedir. Yine bu dâiredeki görüşlerden biri, âlemin bu ilk cevherin eriyip terlemesinden türeyip oluştuğunu ileri sürmektedir.2 Allâh’ın, yarattığı ilk cevher olan Nûr-ı Mu-hammedî’ye muhabbetle bakmasıyla o nûrun terlemesi mes’elesine, te’lîf ettiği Hilye’nin tevhîd kısmında Hâkânî şu beyitlerle temâs etmektedir:

Toldı âvâze-yi Ahmedle cihân

Eyledi ‘ışk-ı ilâhî galeyân Nazar itdükçe ana Rabb-i Gafûr Derledi şerm ü hayâdan ol nûr Dökilüp ‘âlem-i ervâha o der Oldı her katresi bir peygam-ber

geleneksel İslâm kozmogonisi hem de geleneksel edebiyât teorileri zemîni üzerinde ele alındığın-dan, bu yazı çerçevesinde ihtiyâc duyulduğunda bu mes’elelere yüzeysel olarak temâs edilecektir.

2 Allâh’ın, yarattığı ilk cevhere muhabbetle bakmasının ardından bu özün eriyip su gibi akması, bu eriyiğin üzerine yükselen sâf özden (buhâr ya da ter), sonraki yaratılış ve türeyiş sürecinin devâm etmesi hakkında bkz. Ahmet Atillâ Şentürk, “Osmanlı Edebiyatında Felekler, Seyyare ve Sabiteler (Burçlar)”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, 90 (1994), ss. 132-133.

Page 4: MAZMÛN GÜLÜNÜN MAZMÛNUNA BÜLBÜL OLMAKisamveri.org/pdfdrg/D03784/2017_15/2017_15_DAGLARA.pdf · world is conceived as “mazmûn rose,” and poets trying to reflect those mazmun

Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Abdülkadir DAĞLAR

26 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 15

Yine bir def‘a-yı uhrâda Hudâ Bakdı ifrât-ı mahabbetle ana Eyledi gark-ı ‘arak anı hicâb

Gül-i pür-jâleye döndi o habâb3

Hâkânî, terler içindeki Nûr-ı Muhammedî’yi şebnem tânecikleriyle sarılmış güle teşbîh ettiği bu beyitlerden başka, eserinin şemâ’ili anlattığı ana bölümünde, Hazret-i Muhammed’in yüzünün gül renginde olduğunu

Reng-i rûyı gül ile yek-dil idi

Gül gibi kırmızıya mâ’il idi4

mısrâlarıyla, terlediğinde ise yüzünün çiy damlacıklarıyla sarılmış gülü an-dırdığını da

‘Arak-âlûd olıcak ol sultân Gül-i pür-jâleye benzerdi hemân5

beytiyle dile getirmektedir.

Geleneğin şiiraltından bu beyitlere aktarılan, ter-Muhammed-gül ilişkisi, farklı bir yansıtma ile Âşık Yûnus’un

Yine sordum çiçege gül sizün nenüz olur Çiçek eydür iy dervîş gül Muhammed teridür6

mısrâlarında da ifâdesini bulmaktadır.

İslâm kültür geleneği dâiresinde gülün Hazret-i Muhammed’in müsteârı sa-yılması, şiiraltındaki bu teşbîhle açıklanabilir. Bu mısrâlar ışığında mecâzî ve teşbîhî bir dille, Levh-i Mahfûz aynasında saklı bulunduğu kabûl edilen mazmûn güllerinin yani A‘yân-ı Sâbite’nin, -ayna nazariyesinde- ondan önceki (üst ve hattâ ilk) ayna sayılan Hakîkat-ı Muhammediyye goncasının terleyip açılması ya da açılıp terleme-siyle ortaya çıktığını söylemek mümkündür.

Metaforik ayna varlıklar silsilesinde7, bir sun‘î yaratıcı ya da bir san‘atkâr olarak şâirin payına düşen ayna, mazmûn yansıtmasının mekânı ve şiir üretmesinin

――――――――― 3 Hâkânî Mehmed, Hilye-yi Hâkânî, İstanbul 1264, ss. 5-6. 4 Hâkânî Mehmed, Hilye-yi Hâkânî, s. 16. 5 Hâkânî Mehmed, Hilye-yi Hâkânî, s. 17. 6 Mustafa Tatcı, Âşık Yûnus, İstanbul: MEB Yayınları, 2005, s. 36. 7 Gelenek edebiyâtında genelde tasavvuf dâiresinde yorumlarına rastlanılan “ayna” nazariyesi

hakkında pek çok kaynakta bilgi bulmak mümkündür. Mevcûdât mertebelerinin silsile hâlinde birbirlerine mazhar olarak ayna sayılmaları ile ilgili şu ifâdeler örnek olarak verilebilir:

“‘ Âlem-i Lâhûtun mazharı ‘Âlem-i Ceberûtdur ve ‘Âlem-i Ceberûtun mazharı ‘Âlem-i Melekûtdur ve ‘Âlem-i Melekûtun mazharı ‘Âlem-i Nâsûtdur fe emmâ ‘Âlem-i Melekût iki kısmdur bir kısmı ‘Âlem-i Ervâhdur ki ‘Âlem-i Emr ve ‘Âlem-i Rubûbiyyet ve Sidretü’l-Müntehâ dirler ve bir kısmı

Page 5: MAZMÛN GÜLÜNÜN MAZMÛNUNA BÜLBÜL OLMAKisamveri.org/pdfdrg/D03784/2017_15/2017_15_DAGLARA.pdf · world is conceived as “mazmûn rose,” and poets trying to reflect those mazmun

Mazmûn Gülünün Mazmûnuna Bülbül Olmak

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 15 27

mekânı olan tab‘/meş‘ar aynasıdır. Dîvân şiirinin de bağlı bulunduğu edebî gelene-ğin bu kabûlü çerçevesinde hâlis şâirin, aynasını mazmûn güllerinin âlemi olan Levh-i Mahfûz aynasına tuttuğu, bu yüzden de tab‘/meş‘ar aynasının âdetâ bir gül bahçesine döndüğü iddiâ edilmektedir. Hem şâirlik kudretiyle şiirinin vasıflarını övdüğü (fahriyye) hem de Hakîkat-ı Muhammediyye merkezinde Hazret-i Mu-hammed’e övgülerde bulunduğu (na‘t) poetik “sözüm” kasîdesinde Nef‘î

Bir gülistandur hayâlüm dil şüküfte bülbüli Ol gülistânun latîf âb-ı revânıdur sözüm8

beytiyle bu duruma işâret etmektedir. Öncelikle, dîvân edebiyâtında şiir tenkîdi çerçevesinde kullanılan fikr, endîşe, gönül, hayâl, âyîne kelimelerinin aslında şâirin muhayyilesine yani tab‘/meş‘ar aynasına tekâbül ettiğini söylemek gerektir. Bu beytin alındığı kasîdenin tamâmında “sözüm” redîf kelimesi fahriyye bağlamında Nef‘î’nin şiiri için bir mecâz, na‘t bağlamında ise Hazret-i Muhammed’in ezelî mâhiyeti olan Hakîkat-ı Muhammediyye için bir istiâre oluşturmaktadır.

Beyitte, Nef‘î’nin “hayâl”i ya da tab‘/meş‘ar aynası mazmûn güllerinin bâğını yani Levh-i Mahfûz’u yansıttığı için “gülistân”a benzetilmiştir. Kezâ, mutlak vahdet goncasının yani Zât-ı İlâhiyye’nin aynası sayılan Hakîkat-ı Muhammediyye (“sözüm”) de kesret gülüdür ve o gülden Levh-i Mahfûz gülistânı tür(ev)lenmiştir. Temsîlî teşbîh çerçevesinde, şâirin şiiri nasıl Levh-i Mahfûz gülistânından neş’et edip akan hoş, tatlı, “latîf” bir su ise9, Hakîkat-ı Muhammediyye de vahdet goncası-nın Gaybu’l-gayb âleminden neş’et edip akan tertemiz fıtratlı sudur10. Tevriyeli kullanılmışlığıyla “dil” kelimesi, hem şâirin gönlünü hem de dilini göstermektedir; şâirin gönlü yani tab‘/meş‘ar aynası Levh-i Mahfûz aynasından mazmûn güllerini çekmek için onlara çılgınca şakıyıp serenat yapması, dili ise mazmûn güllerini gö-rünce onları bir ân önce şiirle ifâde etmek için heyecâna gelip çılgına dönmesi yö-nüyle bülbüle benzetilmektedir.

İçinde mazmûn kelimesi geçmese de, Nef‘î’nin bu beyti dîvân edebiyâtının şiiraltında mazmûn gülü mes’elesinin hakîkî mâhiyetine dâir çok mühim îmâ ve işâretler barındırmaktadır.

dahı ‘Âlem-i Misâl ü Hayâldür ve ‘Âlem-i Misâl [ü] Hayâlün mazharı ‘Âlem-i Şehâdetdür egerçi bu zikr olan ‘âlemleri biri birine âyine olmaga künh-i zâtda olan ‘ayn-ı genc-i mahfî zuhûra getürmişlerdür.” Bkz. Za‘îfî, Risâle-yi Ahvâl-i Sûfiyye, Ankara Millî Kütüphane, 06 Mil Yz A 2927/11, vr. 169b.

8 Metin Akkuş, Nef‘î Dîvânı, Ankara: Akçağ Yayınları, 1993, s. 45. 9 “Latîf” ismiyle müsemmâ olan Allâh’ın, ilk taayyünde (Hakîkat-ı Muhammediyye) ve ikinci

taayyünde Levh-i Mahfûz’da ortaya çıkan yansımaları (A‘yân-ı Sâbite) da latîf sayılmaktadır; nüzûl hâlinde tür(ev)lenen varlıklarda aşağıya doğru indikçe letâfetin azalıp kesâfetin arttığını söylemek mümkündür. Yine burada, fesâhat terminolojisinde ifâdenin akıcılığı anlamındaki “selâset” ile ince ve yumuşak seslerden oluşan kelimeler anlamındaki elfâz-ı rakîkayı belirten “latîf” terimlerine işâret edilmiştir. Belâgat kitâblarında elfâz-ı rakîkaya örnek olarak verilen kelimeler arasında genel de “gül” kelimesinin bulunması da ayrıca ma‘nîdârdır.

10 Fuzûlî de şâheser na‘tında Hazret-i Muhammed’i “su” redîfiyle istiârenin zemînine oturtmuş idi.

Page 6: MAZMÛN GÜLÜNÜN MAZMÛNUNA BÜLBÜL OLMAKisamveri.org/pdfdrg/D03784/2017_15/2017_15_DAGLARA.pdf · world is conceived as “mazmûn rose,” and poets trying to reflect those mazmun

Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Abdülkadir DAĞLAR

28 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 15

I. Goncadan Güle

Dîvân şiiri geleneğinde goncanın vahdet, açılmış gülün ise kesrete işâret et-tiği bilinmektedir. Ehadiyyet mertebesinin sâhibi Allâh’ın, -âdetâ bir gonca misâli- sırrı yalnız kendisince ma‘lûm gizlilik âleminde iken taayyün ederek zâtını -kesretin ilk adı sayılan- Hakîkat-ı Muhammediyye sûretinde görünür kıldığı, geleneksel İslâm kozmogonisinin “ilk yaratılış” yorumları arasındadır. Hâl böyle olunca, tüm güzelli-ğiyle arz-ı endâm eden gül Hakîkat-ı Muhammediyye olmaktadır ki gülün, Hazret-i Muhammed’in müsteârı olması buna bağlanabilir.

Fuzûlî’nin beş beyitlik bir tercî‘-i bendinde tekerrür eden

Açıldı gonca tûmârı vü ma‘lûm oldı mazmûnı Budur kim fevt kılman mevsim-i gül câm-ı gül-gûnı11

şeklindeki vâsıta beytinde, mazmûnun âlem-i gaybdan âlem-i şehâdete in-mesi, vahdet sırrını örtüp gizleyen goncanın yeşil çanak yapraklarının açılmasıyla tomar tomar kırmızı yapraklarını göstermesine teşbîh edilmiştir. Burada, gülün ideal açılma vakti olan bahâr ile yine kırmızı gülü andıran şarâb dolu kadehin elden kaçı-rılmaması, yani ilhâma açık hâl ve ânda mazmûnun yakalanması gerektiği de ifâde edilmektedir.

Yine bu minvâlde Hısâlî’nin -iyiden iyiye Fuzûlî’nin yukarıdaki beytini an-dıran-

Açıldı gonca tûmârı budadı sâki mazmûnı Bahâr eyyâmıdur ilden düşürmen câm-ı gül-gûnı12

beytinde ise, bahâr mevsiminde goncanın açılmasıyla zımnındaki kırmızı tâc yapraklar tomarının ortaya çıktığı, gül renkli şarâb kadehini sunan sâkînin mazmûn gülünü budadığı dile getirilmektedir.

Kadeh-gül-mazmûn ilişkileri çerçevesinde bu beytin şiiraltı yoklandığında mutlak aşk şarâbının mutlak sâkîsi Allâh’ın vahdet bâğı ya da dalındaki Hakîkat-ı Muhammediyye gülünü kendisinden koparıp ayırdığı, bir başka ifâde ile, kendi mutlak mevcûdiyetinden mahlûkât budağı ya da şu‘besini ayırdığı işâreti görülecek-tir. Bu beyitte de mazmûnun zamân ve zemîn bağlamına gönderme yapılmaktadır ki buna göre mazmûnlar âleminin zamân ve zemîni bahârdır.

Fehîm, tefahhur sadedinde şiirlerinin gül bahçesindeki kullanılmamış bikr-i mazmûnların her birisini dikensiz tâze goncaya benzetmektedir:

Gülzâr-ı kelâmumdaki ebkâr-ı mezâmîn Her birisi bir gonca-yı bîhâr u hünerdür13

――――――――― 11 Kenan Akyüz vd., Fuzûlî Divanı, Ankara: Akçağ Yayınları, 2000, ss. 284-286. 12 Özlem Ercan, Peşteli Hisâlî Divânı, Bursa: Gaye Kitabevi, 2008, s. 346. 13 Tahir Üzgör, Fehîm-i Kadîm (Hayatı, Sanatı, Dîvân’ı ve Metnin Bugünkü Türkçesi), Ankara: AKM

Yayınları, 1991, s. 448.

Page 7: MAZMÛN GÜLÜNÜN MAZMÛNUNA BÜLBÜL OLMAKisamveri.org/pdfdrg/D03784/2017_15/2017_15_DAGLARA.pdf · world is conceived as “mazmûn rose,” and poets trying to reflect those mazmun

Mazmûn Gülünün Mazmûnuna Bülbül Olmak

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 15 29

“Muammâ açma” yani usûllerine göre kurulmuş bir muammâyı yine usûllerine göre çözme geleneğinin hedefinde de mazmûna ulaşmak olduğu bilin-mektedir ki örtüklüğü ve gizliliği yönüyle mazmûnun da bir muammâ olduğu kabûl edilmektedir.

Goncanın, içinde gizli tuttuğu kırmızı gül yapraklarının her birinin ezelî sır-lar için birer işâret sayıldığı, bu işâretlerin tümünün, cisimler âleminin yaratılışının temelinde yer alan tüm unsûrların mazmûnunun aslında “Muhammedî bereket” diye de nitelendirilebilecek olan Hakîkat-ı Muhammediyye’yi gösterdiğini Fuzûlî şu beyitlerle îmâ etmektedir:

Derk eyledi gonca remz ü îmâ Gül adına açdı yüz mu‘ammâ Mazmûn-ı rubâ‘î-yi ‘anâsır Feyz oldugı oldı halka zâhir14

Son mısrâda, Allâh’ın mutlak vücûd aynasının mahlûkâta açık ve görünür tarafında yansıyan cemâlin de bu Muhammedî hakîkat olduğuna işâret edildiğini söylemek mümkündür.

Mesnevî’sinin ilk 18 beytinde Mevlânâ’nın, aslî vatanından ayrılış hikâyesini ve gurbetteki hasretinden şikâyetini anlattırdığı “ney”, bir istiâre olarak Âlî’nin de aşağıdaki beyitlerde murâdını beyân vâsıtası olmuştur:

Var ise ‘irfân ile agzında dad Ney-şeker olur sana kilk-i sevâd Hâsılı bîhâr gülsitan budur Bergi hazandan berî bustan budur Gülleridür ‘ayn-ı ma‘ânî bunun Gonçesi mazmûn-ı mebânî bunun Bülbül-i gûyâlarıdur ehl-i dil Ey niçe bülbül olur anda hacil15

Bu beyitlerden hâsıl olan yorumlar topluca şöyle özetlenebilir:

Kamış hem şifâhî hem de kitâbî ifâde âletidir, yani, kamış hem ney hem ka-lemdir; kamış, ney olarak ezelî hitâbın sesini (“Kun” ve “Elestu birabbikum”) cân kulağına, kalem olarak da ezelî kitâbın hattını (“Levh-i Mahfûz”) cân gözüne taşı-maktadır. Mevlânâ’nın ney istiâresinde olduğu gibi, kamışın aslî vatanı olan kamışlı-ğı, yani insânın aslî vatanı olan -sırasıyla- lâhût, ceberût ve melekût âlemlerinin

――――――――― 14 Muhammet Nur Doğan, Fuzûlî Leylâ ve Mecnûn (Metin, Düzyazıya Çeviri, Notlar ve Açıklamalar),

İstanbul: Yelkenli Yayınevi, 2015, s. 274. 15 Mehmet Arslan vd., Gelibolulu Âlî Riyâzü’s-Sâlikîn, Sivas: 1998, s. 216.

Page 8: MAZMÛN GÜLÜNÜN MAZMÛNUNA BÜLBÜL OLMAKisamveri.org/pdfdrg/D03784/2017_15/2017_15_DAGLARA.pdf · world is conceived as “mazmûn rose,” and poets trying to reflect those mazmun

Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Abdülkadir DAĞLAR

30 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 15

hâtırası ney ve kalem aracılığıyla irfân ya da ma‘rifet sâhibi âriflerin cân aynalarına yansımaktadır. Aslî vatanı teşkîl eden bu âlemler, yapraklarına hazânın vuramadığı dikensiz sâf ma‘nâ gülleri ile bu güllerin örtük ve saklı tutulduğu mazmûn goncala-rının gülistân bâğlarıdır. Müşahhas mevcûdâtın hakîkî mâhiyetlerinin ya da ideal şekillerinin yer aldığı bu mazmûnlar âlemini gönül ehli bülbüller yani ârifler ve sâf tab‘/meş‘ar sâhibi şâirler dile getirip kulağa taşıyabilirler.

Haşmet’e göre hâlis şâirin muhayyilesindeki (tab‘/meş‘ar) mazmûn goncası ya da gülünü gören kişinin gözleri, fazîlet güllüğünü görmüş olmasından dolayı, hasret yaşlarıyla -belki gül suyu rengindeki gözyaşlarıyla, belki de o bahçenin gülle-rinin yağıyla- dolar; ya da onun gözleri -bir ayna misâli- o bahçeyi yansıtıp gösterir:

Kim görse o gül-gonca-yı mazmûn-ı hayâlin Çeşmânı olur şîşe-yi gülzâr-ı fazîlet16

Bu beyitteki “gülzâr-ı fazîlet”ten murâdın -yukarıda da geçen- aslî vatan ol-duğunu söylemek mümkündür. Haşmet

Cûy-ı hâmemle bulur bâg-ı tahayyül revnak Bâd-ı nutkumla olur gonca-yı mazmun hurrem17

mısrâlarında ise, hayâl bahçesinin, şiir yazan kaleminin -belki de kırmı-zı/surh- mürekkebiyle renklenip güzelleşeceğini; âdetâ bir bülbül gibi şakıyıp şiir söylemesiyle de mazmûn goncasının şenlenip açılacağını beyân etmektedir.

Bir fahriyyesinde Nef‘î, şiirinin kırmızı ve siyâh mürekkeble yazmış olduğu hattındaki noktaları, kimi zamân aleviyle ışık yayan şiir mûmunun kıvılcımlarına (kırmızı noktalar), kimi zamân da mazmûn gülünün üzerindeki -seherin karanlığın-da siyâh renkli görünen- çiy damlacıklarına benzetmektedir:

Midâd-ı surh u siyehle yazup hat-ı şi‘rüm İdince hâmemi geh şu‘le-pâş u geh şeb-gûn Gören sanur bu iki hâlet ile noktaların Şerâr-ı şem‘-i suhan şeb-nem-i gül-i mazmûn18

Bu beyitlerde Nef‘î, seher vaktinde tab‘/meş‘ar aynasına ilhâm yoluyla yan-sıtılan mazmûn gülünü, bir kırmızı mürekkebe bir siyâh mürekkebe daldırdığı ka-lemin ucundan dökülen nokta ve hatların ışığı ve izleğinde şiirle görünür kıldığını îmâ etmektedir. Yani, şiir kuşu yani bülbülü bu dâne dâne noktaları izleyerek mazmûn gülüne ulaşabilir. Beyitlerin şiiraltında, ezelî mürekkeb (nûn), kalem-i evvel (kalem) ve mazmûn arasında bir “Levh-i Mahfûz” ya da “A‘yân-ı Sâbite” tenâsüb evreninin varlığından bahsetmek mümkündür.

――――――――― 16 Mehmet Arslan vd., Haşmet Külliyâtı, Sivas: 1994, s. 126. 17 Arslan vd., Haşmet Külliyâtı, s. 102. 18 Akkuş, Nef‘î Dîvânı, s. 246.

Page 9: MAZMÛN GÜLÜNÜN MAZMÛNUNA BÜLBÜL OLMAKisamveri.org/pdfdrg/D03784/2017_15/2017_15_DAGLARA.pdf · world is conceived as “mazmûn rose,” and poets trying to reflect those mazmun

Mazmûn Gülünün Mazmûnuna Bülbül Olmak

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 15 31

Şâir ve şiir tenkîdlerinde bir kıstâs olarak mazmûn kavramını çok kullanan manzûm şu‘arâ tezkirecisi Güftî’nin bu çerçevede “gül-i mazmûn” terkîbini de birkaç yerde kullandığı görülmektedir; onun

Gül-i mazmûnı âteşîn-me’âl Dûdman-zâd-ı şi‘ri tâze-hayâl19

beytinde, açılmamış tâze hayâllerle dolu şiir ocağı ya da bâğında bitip büyü-yen, bünyesinde âteş rengi kırmızı ma‘nâ yapraklarını barındıran mazmûn gülü görülmektedir.

Şi‘ri hep lafz-ı âşnâyîdür Gül-i mazmûnı hep Hudâyîdür20

mısrâlarında, tenkîdini yaptığı şâirin şiirlerinin hep bilindik lafızlardan oluş-tuğunu, mazmûn gülünün ise -şâirin kudretinden değil de- Allâh’ın lütfu ile kendili-ğinden geldiğini yani garîb ve yâbânî olduğunu dile getiren Güftî

Olmaya deste-yi gül-i mazmûn Nazar-ı i‘tibârına makrûn21

mısrâlarında da, ele aldığı şâirin “nazar-ı i‘tibâr”ının mazmûn gülleri bâğını yakından görmediğini, yani tab‘/meş‘ar aynasının mazmûnlar âlemini iyi yansıtma-dığını ifâde etmektedir.

II. Gülden Bülbüle

Eğilmiş arza kanar muttasıl kanar güller Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller...

(A. Hâşim)

Ehadiyyet -ve ardından vâhidiyyet- mertebesinde “mazmûnun mazmûnu”nu temsîl eden gonca kesret hâline geçişle açılarak kendisinde mündemic bulunan kırmızı gül yapraklarını, yani A‘yân-ı Sâbite âlemi de denebile-cek olan Levh-i Mahfûz’da yazılı ve çizili bulunan mazmûn güllerini yansıtıp görü-nür kılmaktadır. Bu mazmûn gülü bahçesinin bülbülü sayılan hâlis şâir de bu hakîkî âlemden tab‘/meş‘ar aynasına düşen hayâlî görüntüleri şiire dökmektedir.

Dîvân defteri ya da kitâbının varakları bir gül bahçesi olarak tasavvur edil-diğinde, şiirlerin yazılışı sırasında kamış kalemin çıkardığı ses bülbül sesine, -şiir hattı olmasından dolayı belki de ta‘lîk hattıyla- yazılan harfler şekillerinden dolayı sünbüle, şiirlerin mazmûnu da gonca güle benzetilebilir. Haşmet bu teşbîhi şu be-yitte tasvîr etmektedir:

Sarîr-i hâme bülbül harf sünbül gonca-gül mazmûn Yedümde levha-yı dîvân-ı nazmum gülşenâsâdur22

――――――――― 19 Kâşif Yılmaz, Güftî ve Teşrîfâtü’ş-Şu‘arâsı, Ankara: AKM Yayınları, 2001, s. 213. 20 Yılmaz, Güftî ve Teşrîfâtü’ş-Şu‘arâsı, s. 191. 21 Yılmaz, Güftî ve Teşrîfâtü’ş-Şu‘arâsı, s. 191.

Page 10: MAZMÛN GÜLÜNÜN MAZMÛNUNA BÜLBÜL OLMAKisamveri.org/pdfdrg/D03784/2017_15/2017_15_DAGLARA.pdf · world is conceived as “mazmûn rose,” and poets trying to reflect those mazmun

Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Abdülkadir DAĞLAR

32 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 15

Burada kamış kalemin -âdetâ bülbül gibi- çıkardığı seslerle mazmûn gonca gülünü harf sünbülleriyle süslenmiş dîvân gül bahçesine çağırdığını iddiâ etmek zorlama bir yorum olmaz.

Nev‘î, Îrân edebiyâtının iki büyük sûfî şâirinin isimlerini zikrettiği şu beytinde, bülbülün gül yapraklarından Ferîdüddîn-i Attâr’ın Mantıku’t-Tayr’ını okuyup kuş dilini -belki de şakımayı- öğrendiğini, bunun üzerine gülün de ona Mu‘înüddîn Kâsımu’l-Envâr’ın şiirindeki mazmûnu gösterdiğini -ya da gül goncası-nın mazmûn gülünü açtığını- ifâde etmektedir:

Mantık-ı ‘Attâr okur evrâk-ı gülden ‘andelîb ‘Arz ider mazmûn-ı şi‘r-i Kâsımu’l-Envâr gül23

Kâsımu’l-Envâr’ın -Dîvân’ının yanında- en meşhûr şiiri tasavvufî seyr ü sülûkü anlatan Enîsü’l-‘Âşıkîn isimli 54 beyitlik mesnevîsidir; beyitte, tasavvufî yolculuğu anlatan Mantıku’t-Tayr ile birlikte bu eserin îmâ edilmiş olduğu muhte-meldir.24 Bu durumda ikinci mısrâdaki “mazmûn” kelimesinden kastedilen şeyin tasavvufî yolculuk sonunda ulaşılmak istenilen mutlak gâye olması imkân dâhilinde-dir; yani, gülün bülbüle arz ettiği mazmûn sûfînin seyr ü sülûk netîcesindeki beşerî menzili Hakîkat-ı Muhammediyye ve nihâî hedefi mutlak cemâlin sâhibi Allâh’tır.

Tab‘ hâlis şâirin, A‘yân-ı Sâbite âlemindeki hakîkî görüntüleri yani mazmûnları yansıtan farazî şiir aynası ya da meş‘arıdır25; mazmûn güllerinin o hâs bahçesini yansıtan tab‘/meş‘ar aynası da âdetâ bir gül bahçesidir. Haşmet, bu husûsa şu beyitle îmâda bulunur:

Gülsitân-ı tab‘ınun gül-gonca-yı mazmûnıdur Nagme-rîz-i hande iden bülbül-i şîvengeri26

Beyitte, vatan hasretinden inleyip ağıtlar yakan yaslı bülbülü şen şakrak ötüp şarkı söyler hâle getiren şey, gül bahçesindeki gül goncasıdır ki o, âdetâ bülbü-lün öz yurdundan gönderilmiş bir zarftır, mazmûnunda yani içinde ise gül yaprakla-rı üzerine yazılmış mektûb bulunmaktadır. Yoğun gurbet duyguları altında keder-lenmiş bulunan şâir melekût âlemindeki aslî gülistânın görüntüleri olan mazmûn güllerinin tab‘/meş‘ar aynasında yansıdığını görünce sevinç ve mutlulukla dilinden hâlis şiirler dökmektedir.

22 Arslan vd., Haşmet Külliyâtı, s. 119. 23 Mertol Tulum vd., Nev‘î Divan (Tenkidli Basım), İstanbul: İÜEF Yayınları, 1977, s. 98. 24 Bu beyitte adları geçen iki meşhûr sûfî şâirin isimleri 16. asrın İstanbullu sûfî şâirlerinden

Semâ‘î’nin şu beytinde de bir araya gelmiştir: Tab‘um çerâgı Kâsım-ı Envârdan yakar Bûy-ı fenâ dimâguma ‘Attârdan gelür Bkz. Mustafa İsen, Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı, Ankara: AKM Yayınları, 1994, s. 310. 25 Bu mes’ele hakkında bkz. Dağlar, “Şâirin Mazmûn Aynası: Tab‘ / Meş‘ar”. 26 Arslan vd., Haşmet Külliyâtı, s. 122.

Page 11: MAZMÛN GÜLÜNÜN MAZMÛNUNA BÜLBÜL OLMAKisamveri.org/pdfdrg/D03784/2017_15/2017_15_DAGLARA.pdf · world is conceived as “mazmûn rose,” and poets trying to reflect those mazmun

Mazmûn Gülünün Mazmûnuna Bülbül Olmak

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 15 33

Nedîm

Lebün vasfında bir mazmun dimişdüm reng ü bû sanma Anı ceybinde güller bülbülü ilzâm içün saklar27

beytinde sevgilisinin dudağını goncaya benzetmektedir; ama bu teşbîh onun ne rengi ne de kokusu yönüyledir. Buradaki benzetme, dudağın tadı ile ilgili-dir ki gülün bülbülü susturmak için cebinden çıkarıp verdiği la‘l renkli kırmızı şeker, belki akide şekeridir. Bülbül şeker yediğinde ötmez olur; âşık da sevgilinin la‘l renkli dudaklarıyla meşgûl olduğunda susar.

Bunun yanında beyitte ayrıca, mazmûn olarak îhâm edilen ya da saklanan şeyin gülün cebinde olduğuna işâret edilmekte (öyle bir mazmûn dedim ki onu gül bile cebinde taşıyor); ön ve yüzey anlam tabakasının art ve derinindeki şiiraltında ise, mazmûnun gül zarfının mazrûfu olduğu şuûru gizlenmektedir. Şöyle ki, mazmûn güldür ve nice mazmûn güllerini mündemicdir.

III. Mazmûnun Hâs Bahçesi

Mazmûnu bir bahçe kompozisyonu içerisinde kullanan Nev‘î, sevgilinin varlığının -belki de bedeninin-, çemendeki fidanların tüm meyvelerinden daha hoş ve tüm güllerinden daha tâze bir mazmûnu olduğunu dile getirmektedir:

Mazmûn-ı vücûdun gibi bu nahl-i çemende Bir mîve-yi ra‘nâ gül-i nev-reste bulınmaz28

Beytin derin anlam tabakasında, Nev‘î’nin Allâh’a hitâb ederek, onun varlı-ğının, mevcûdât âleminde her ân yeni yaratılış ve oluşlarla yepyeni ve taptâze kalan en güzel mazmûnun sâhibi olduğuna işâret ettiği söylenebilir ki bu mazmûn tüm mahlûkâtın değerini artırmaktadır. Bu noktada, hâlis mazmûn yüklü bir beytin tüm şiire ve sâf mazmûnu yansıtan bir şiirin de tüm dîvâna değer kattığını söylemek mümkündür.

Mazmûn güllerinin ana yurdunun “bihişt”/cennet olduğunu, Sâmî, sekiz beyitlik bir gazelinin sonunda şu şekilde îmâ etmektedir:

Gül-i rengîn-i mezâmîn ile Sâmî kasdun Bu sekiz beyti bihişte yine temsîl gibi29

Şâir, gazelin beyitlerine parlak rengâreng mazmûn gülleri yerleştirmesinden maksadının, -mazmûn yüklü- her bir beyti sekiz cennetten birine tekâbül ettirerek oraları aynıyla görünür kılmak olduğunu beyân etmektedir. Beyitten hareketle “Mazmûn, ezelî cennetten şâirin tab‘/meş‘ar aynasına yine orayı yansıttırmak gâyesiyle ilhâm edilir.” şeklinde bir çıkarımda bulunulabilir.

――――――――― 27 Muhsin Macit, Nedîm Divânı, Ankara: Akçağ Yayınları, 1997, s. 283. 28 Tulum vd., Nev‘î Divan, s. 335. 29 Fatma Sabiha Kutlar, Arpaemîni-zâde Mustafa Sâmî Dîvân, Ankara: 2004, s. 552.

Page 12: MAZMÛN GÜLÜNÜN MAZMÛNUNA BÜLBÜL OLMAKisamveri.org/pdfdrg/D03784/2017_15/2017_15_DAGLARA.pdf · world is conceived as “mazmûn rose,” and poets trying to reflect those mazmun

Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Abdülkadir DAĞLAR

34 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 15

IV. Gülden Meş‘ale Tutanlar

Dîvân şiiri geleneğinin etkileri, önce 1839 yılındaki Tanzîmât ve sonra 1928 yılındaki Harf İnkılâbı gibi iki önemli olayın ardında yaşanan süreçte, gelenekle gelecek arasında âdetâ köprü kuran şâirlerin şiirlerinde kimi zamân ses/şekil ve kimi zamân da anlam/muhtevâ boyutunda devâm etmiştir. Bu bağlamda şiiraltlarıyla da olsa geleneğin izini süren, “gül” denilince müşahhas ma‘nâsıyla Haz-ret-i Muhammed ile birlikte onun mâhiyeti makâmındaki Hakîkat-ı Muhammediyye’yi de anlayıp yorumlayan şâirlerin şiirleri dikkat çekmektedir.

Yahya Kemal Beyatlı bu minvâlde yazmış olduğu Söz Meydanı başlıklı na‘t gazelinde Hazret-i Muhammed’i onun Hakîkat-ı Muhammediyye’si ile medh etmiştir:

Zamân o gül gibi gül görmemiş zamân olalı Gülün güzelliği dillerde dâstân olalı

Ne serve bakmadadır şimdi gözlerim ne güle O şîvekâr bu kaamette nev-civân olalı

Yegâne hüsn-i ilâhî odur Cemâlullah Cihâna ahsen-i takvîm’den ıyân olalı

Mesâğ olaydı eğer lâ-şerîke-leh derdim Nazîri gelmedi âlemde hüsn ü ân olalı

O şûhu nazm ile tasvîr müşkil oldu Kemâl Suhan rekaabeti meydân-ı imtihân olalı30

Gazelin ilk beytinde dile getirilen, tüm zamânlarda emsâli görülmeyen, eş-siz “gül” yani güller gülü, müşahhas olarak Hazret-i Muhammed, mâhiyet olarak da Hakîkat-ı Muhammediyye’dir. Gelenek şiirinde gülün kesreti temsîl etmesinden hareket edilecek olursa, vahdetten kesrete geçişin cevherî mâhiyette yaratılan ilk numûnesi bu güldür. Tasavvufî istiâre âleminde kabûl edildiği üzere, Allâh’ın cemâlinin ilk taayyün/tecellî aynası ve bu aynadaki ilk sûreti, mahlûkâtın en şereflisi olarak Kur’ân-ı Kerîm’deki “ahsen-i takvîm” terkîbinde de ifâdesini bulan en kâmil ve mükemmel insân odur. Mâdem ki o ideal yegâne sevgili gül vardır, tab‘/meş‘ar aynası o gülü yansıtan, yani cân gözüyle o gülü gören şâirin ten gözü bu dünyâdaki güllere bakmaz. Eğer şer‘an izin verilecek olsaydı, -ancak Allâh için söylenebilecek olan- “lâ şerîke leh (onun ortağı yoktur)” ifâdesi, yaratılmış güzellikler âleminin bu benzersiz güzeller güzeli gülü için de kullanılabilirdi.

Gazelde “şîvekâr” ve “şûh” kelimeleri ile anlatılmak istenen, türlü taayyün-lerle göze görünmekten ve türlü tecellîlerle cilvelenmekten sakınmayan, yani kendi-sini türlü tavır ve tarzlarla göstermekten çekinmeyen, sonraki tüm mahlûkâtın da kendisinin cevherinden türemiş olduğu güzeller güzeli güldür, ki o, Hakîkat-ı Muhammediyye’dir. Gayb âleminin şiirsel hakîkatlar ülkesindeki yani mazmûnlar

――――――――― 30 Yahyâ Kemal, Eski Şiirin Rüzgârıyle, İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti, 1993, ss. 37-38.

Page 13: MAZMÛN GÜLÜNÜN MAZMÛNUNA BÜLBÜL OLMAKisamveri.org/pdfdrg/D03784/2017_15/2017_15_DAGLARA.pdf · world is conceived as “mazmûn rose,” and poets trying to reflect those mazmun

Mazmûn Gülünün Mazmûnuna Bülbül Olmak

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 15 35

ülkesindeki mazmûn güllerinin de mazmûnu sayılan bu güle, şehâdet âleminin “suhan” ya da şiir ülkesinde sözle sûret ve şekil vermek pek müşkil bir ameliyedir.

Geleneğin şiir dünyâsı içinde yer almamaya, görünmemeye özen gösterse de, aslında her şâir içine doğduğu şiir geleneğinden beslenmiştir; gelenek -şâir bunu bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde de yapsa- mısrâ aralarında kendini gösterir. Şiirle-rinin şekil ve muhtevâ niteliği bakımından her ne kadar gelenek şâiri sayılmasa da, gelenek şiiriyle hemhâl olmuş ve onu çok iyi özümsemiş olan Ahmet Hamdi Tan-pınar’ın Hep Aynı Gül31 başlıklı şiiri geleneğin mazmûn anlayışını hatırlatması bakı-mından önemlidir:

Hep aynı gül, aynı billûr kadehde Peşinde hayali güzel bir yazın, Bu renkler bulunmaz kavs-i kuzehde Bu sesler şivesi olmuştur nazın... Hep aynı gül, sonra ışıklı yüzün Dinlenen bir yıldız boş gecemizde Hep aynı gül, aynı zengin gülüşün Parlar ve kapanır açtığı izde.32

Yoğun sembolizmi ile bu şiirin, Tanpınar’ın üslûbunu çok iyi yansıttığı söy-lenebilir. Yorumlama imkânları çerçevesinde, ilk kıt‘ada yer alan “billûr kadeh”in gönül aynası ya da -geleneksel şiir terminolojisiyle- tab‘/meş‘ar aynası; kezâ, “kavs-i kuzeh”in de yüksek tecellî mekânı olan Kuzah Tepesi33 yani meş‘ar olduğunu söy-lemek mümkündür. Yine bu kıt‘ada “şive” ve “naz”ı ilâhî cilve/tecellî, taayyün ile ilişkilendirmek; “renkler” ve “sesler”i ezelî bahâr ülkesinin görselliği ve işitselliği çerçevesinde ideal renkler ve sesler ile açıklamak mümkündür ki Türkçe kelime anlamıyla ikinci mısrâdaki “yaz” bahâr mevsimidir.

İkinci kıt‘adaki “boş gece” gayb/yokluk âlemi, “ışıklı yüz” taayyün eden ilk nûr, Allâh’ın varlığa bakan yüzü yani Nûr-ı Muhammedî, “yıldız” da kezâ yol göste-

――――――――― 31 Şiirlerini pozitivist/materyalist zemînde inceleyip yorumlama çalışmaları çerçevesinde tahlîl

edilmemiş olmakla birlikte, Tanpınar’ın genel kabûl gören poetikasında uygun bir yere oturtulamamış olmasından olacak ki, ona dâir yapılan çalışmalarda bu şiiri üzerine ciddî anlamda bir şey söylenmemiştir. Mehmet Kaplan ise Tanpınar’ın Şiir Dünyası adlı çalışmasında sadece bir dipnotta bahsettiği bu şiir hakkında şu tahlîlî cümleleri ifâde eder: “‘Hep aynı gül’de de Tanpınar gül, kadın ve kozmik âlem arasında münasebet kurar. Fakat bunları birbirine bağlayan çağrışımlar daha fakir ve şiirin örgüsü daha gevşektir.” Bkz. İstanbul: Dergâh Yayınları, s. 131. Dahası, Tanpınar bile bu şiirini kendi seçkisiyle hazırlamış olduğu şiir kitabına almamıştır. Bkz. Ahmet Hamdi Tanpınar, Şiirler, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999.

32 Ahmet Hamdi Tanpınar, Bütün Şiirleri, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1998, s. 123. 33 Meş‘ar kavramı ve bu dâirede Kuzah Tepesi’nin meş‘aru’l-harâm sayılması hakkında bkz. Dağlar,

“Şiirin Mazmûn Hâli”, ss. 216-220. Şiirin ön yüzey anlam tabakasında “kavs-i kuzeh” terkîbinin gökkuşağı anlamında kullanıldığı açıktır; ancak, art derin anlam tabakasında ona bir anahtar terkîb olarak işlev yüklendiği söylenebilir. Ayrıca, geleneksel eflâk tasavvurunda dokuz feleğin -bir yarım soğan benzeri- birbiri üstünde yarım dâireler şeklinde tabakalanması ile renklerin gökkuşağında yarım dâireler hâlinde tabakalanması arasında derin teşbîh ilişkisi kurmak da mümkündür.

Page 14: MAZMÛN GÜLÜNÜN MAZMÛNUNA BÜLBÜL OLMAKisamveri.org/pdfdrg/D03784/2017_15/2017_15_DAGLARA.pdf · world is conceived as “mazmûn rose,” and poets trying to reflect those mazmun

Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Abdülkadir DAĞLAR

36 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 15

ren seher yıldızı Târık34 yani Hazret-i Muhammed olarak kabûl edilebilir. Üçüncü mısrâdaki “zengin gülüş” mutlak sükûttan mevcûdî seslere yani vahdetten kesrete geçişi düşündürmektedir.

Her iki kıt‘anın başında tekrarlanan “hep aynı gül”ün ise, ezelden ebede var olan, var olmaya devâm eden ve tekerrür eden her şeyin kendisinden türediği Mu-hammedî nûr, hakîkat ve bereket olarak yorumlanması mümkündür; ilk taayyünle mevcûdât âlemine düşen bu ilk öz, Allâh ile mükevvenât arasında “açtığı izde” dâimî bir şekilde “parlar ve kapanır” (kun-irci‘î/oluş-dönüş) yani türevlenir.

Bu yorumlama çerçevesinde bu şiiri Tanpınarca bir poetik na‘t addetmek mümkündür. Bu minvâlde, şiirdeki gülün mazmûn sisteminde mazmûnun mazmûnuna karşılık geldiği kabûl edilebilir. Mazmûnun mazmûnu bir gonca gibi açılıp mazmûn gülüne, ondan da ses ve şîvesiyle şiire dönüşür. Şiir, mazmûnun mazmûnunun yani ezelî kaynağının peşindedir; bu kaynak ilk yaz yani bahârdır.

Şiirin ezelî kaynağının, bahâr ülkesi olarak kabûl edilmesi Sezai Kara-koç’un Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine adlı şiirinde de görülmektedir. Karakoç, ilk bölümüne

Gelin gülle başlayalım şiire atalara uyarak Baharı kollayarak girelim kelimeler ülkesine Dünya bir istiridye Dönüşelim bir inci tanesine Dünya bir ağaç Bir özlem duvarı Bülbül sesine Şair Gündüzü bir gül gibi Akşamı bülbül gibi Sarıp sarmalayan öfkesine35 mısrâlarıyla girdiği şiirin ikinci bölümüne ise Gelin gülle başlayalım atalara uyarak Baharı kollayarak girelim kelimeler ülkesine Bir anda yükselen bir bülbül sesi -Erken erken karlar ortasında Güneş donmuş ışık saçan bir yumurta- Bana getirir eski günleri36

mısrâlarıyla başlamaktadır. Bu mısrâlarda, “sürgün”/gurbet ülkesinde hasret duyu-lan aslî vatanın, gelenek izleğinde “atalara uyarak” aranması gerektiği îmâ edilmek-

――――――――― 34 Tefsîr geleneğinde, Târık Sûresi’nin ilk âyetinde üzerine yemîn edilen ve çoban yıldızı anlamına

gelen Târık yıldızı ile ilgili yorumlar arasında, yol açıcı ve yol gösterici özellikleriyle onun Hazret-i Muhammed’in müsteârı olduğu da yer almaktadır.

35 Sezai Karakoç, Gün Doğmadan -Şiirler-, İstanbul: Diriliş Yayınları, 2003, s. 425. 36 Karakoç, Gün Doğmadan -Şiirler-, s. 427.

Page 15: MAZMÛN GÜLÜNÜN MAZMÛNUNA BÜLBÜL OLMAKisamveri.org/pdfdrg/D03784/2017_15/2017_15_DAGLARA.pdf · world is conceived as “mazmûn rose,” and poets trying to reflect those mazmun

Mazmûn Gülünün Mazmûnuna Bülbül Olmak

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 15 37

tedir. Aslî vatan ve tabîatıyla şiirin de öz yurdu, yaratılışın sessel/sözel ya da kelâmî ilk kaynağı, yani “kelimeler ülkesi”dir; bu vatan mazmûnlar âlemi (A‘yân-ı Sâbite) ve daha evvelinde mazmûnun mazmûnudur (Hakîkat-ı Muhammediyye). Bölümle-rin ilk mısrâlarında Karakoç’un söylediği “gül” ise, biraz daha idealize edilip mutlak ma‘şûku işâret eden bir güldür; o, mazmûn güllerinin de mazmûnu, yani ehadiyyet âleminin tek ve mutlak goncası sayılan Allâh’ın müsteârıdır.

Dîvân şiiri geleneğinde dîvân adı verilen şiir defteri/kitâbının tertîb ya da tedvînine sevgililer sevgilisine -ki o, Allâh’tır- yazılan şiir(ler)le (tevhîd/tahmîd ve münâcât) yani -her hayırlı işte olduğu gibi- vahdet goncasını Allâh’ı zikrederek, besme-le ve hamdele ile başlanır; devâmında ise onun kesret gülü ya da habîbini -ki o da, Hazret-i Muhammed’dir- salvele kabîlinden na‘t ile anmak gerekir. Bu mısrâlarda Ka-rakoç’un bülbül ile istiâre ettiği âşık ise Hakîkat-ı Muhammediyye’dir.

Gelenekte bu dünyâ “istiridye”sinin tek, yalnız ve yegâne “inci”si yani dürr-i yetîmi Hazret-i Muhammed’dir. “Dünyâ”, Hakîkat-ı Muhammediyye “bülbül”ünün aslî vatan sayılan mazmûnlar âlemindeki sesinin şâire ulaşmasını engelleyen bir “öz-lem duvarı”, bir perdedir; yani, cisimler dünyâsı, mazmûnlar âlemi ile şâirin şiir aynası (tab‘/meş‘ar) arasında bir perde, bir duvardır. “Bülbül”ün sesi -yani mazmûn-, aslî vatanın “eski günler”ini gurbet garîbi hâlis şâirin hâtırına taşımaktadır.

Karakoç, Esir Kent’ten Özülke’ye adlı şiirinin -alınyazısı şiiri- başlıklı ilk bölü-münün ilk bendinde gül-bülbül ilişkisi çerçevesinde oluşan tenâsüb evreni ile mazmûn-şiir ilişkisine ışık tutmaktadır. Bendin başında, şiir yazmaya ve şiire, yine geleneksel usûlde vahdet goncasını (gül) yani Allâh’ı anarak, besmele ile girmek gerektiği söylenmektedir ki bunun, -yukarıdaki şiir parçalarında olduğu gibi burada da- ilk mısrâda gâyet estetik bir üslûb ile yapılmış olduğu görülmektedir:

Gülle başla şiire atalara uyarak Ey şair kelimeler ülkesine gir gülle Her kelime gönlünde kan kırmızı bir şafak Kafiye olmak için yaratılmış bülbülle Göz gözü görmez olmuş toz duman arkana bak Alın yazın yarışmış sanki kutlu düldülle Gül bülbül ve düldülle kaybolanı buldurmak Ne noktayla ilgin var ne ünlem ne virgülle Ey şair kelimeler ülkesine gir gülle37

“Kafiye olmak için yaratılmış bülbül”den murâdın, Allâh’a vâsıl olan yolun mükemmel kılavuzu, Hazret-i Muhammed’in mâhiyeti yani Hakîkat-ı Muhammediyye olduğunu söylemek mümkündür ki mükevvenât şiirinde sonraki

――――――――― 37 Karakoç, Gün Doğmadan -Şiirler-, s. 435.

Page 16: MAZMÛN GÜLÜNÜN MAZMÛNUNA BÜLBÜL OLMAKisamveri.org/pdfdrg/D03784/2017_15/2017_15_DAGLARA.pdf · world is conceived as “mazmûn rose,” and poets trying to reflect those mazmun

Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Abdülkadir DAĞLAR

38 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 15

bütün mevcûdât mısrâları o “kâfiye”ye uymuşlardır. Şu durumda “kutlu düldül”ün ise Cebrâîl’e karşılık geldiği söylenebilir ki vahyi peygambere ve ilhâmı da hâlis şâire emîn bir şekilde taşıyan elçidir, mazmûnlar âleminden şiirin alın yazısı sayılan mazmûnu hâlis şâirin tab‘/meş‘ar aynasına yansıtan âyînedâr elçi.

Bu bendin ardından gelen ikinci bend ise gül-ayna alâkası etrâfında şekille-nen bir anlam evreni üzerine oturmaktadır:

Çocukluğun güllerin kasabasıydı sanki Baharda anne ve gül çifte aynaydı sana Ve gençlik yıllarında son ışıklar perisi Gibi gelen sevgili gül ve aynaydı sana Sonra güller ezildi aynalarsa devrildi Ne anne ne sevgili ne gül kaldı ne ayna Kala kala ağlamak armağan sana şimdi O ise uzaklarda dalmış öz rüyasına Gençlik yıllarındaki o ışıklar perisi38

Bu bendde şâirin “çocukluğu”, “gençlik yılları”, “güllerin kasabası”, “ışıklar perisi”, “anne”si, “sevgili”si, “gül”ü ve “ayna”sından topluca murâdın, ezelî gayb âleminin unsûrlarına birer işâret olması ihtimâli kuvvetlidir; yani bu unsûrların, zamân zamân “Âlem-i Ervâh” ve “Meclis-i Elest” terkîbleri ile de karşılanan, ancak geleneksel şiir terminolojisinde “mazmûnlar âlemi” denebilecek olan mazmûn güllerinin bâğçesine, yani “Levh-i Mahfûz” ve “A‘yân-ı Sâbite” şehrine âit olduğu söylenebilir. O şehrin dâimî mevsimi bahârdır; oradaki her ayna bir önceki âlemin-den aldığı şekli bir sonraki âlemine yansıtıp aktarır. Bu çerçevede mazmûnlar ülke-sindeki mazmûn aynalarının, mazmûnların mazmûnu şehrindeki kâmil aynalarının görüntülerini, fânî şehâdet âleminin hâlis şâirlerin tab‘/meş‘ar aynasına yansıttıkla-rını söylemek mümkündür. Şâirin tab‘/meş‘ar aynasına yansıyan görüntüler vesîlesiyle, kendi uzak ve ilk âlemlerine doğru “öz rüyasına” daldığı ya da dalmak istediği anlaşılmaktadır.

Yine Karakoç’un Diriliş şiirinin başındaki şu mısrâlara göre, şiir yazma ey-lemi âdetâ şâirin mi‘râcı sayılmaktadır:

Yeniden başlamak yazma sanatına Kat kat olup açılmak gök katına İndirmek yeryüzüne Allah’ın rahmetini Bir gül gibi sunmak dünyâ saltanatına39

――――――――― 38 Karakoç, Gün Doğmadan -Şiirler-, s. 436.

Page 17: MAZMÛN GÜLÜNÜN MAZMÛNUNA BÜLBÜL OLMAKisamveri.org/pdfdrg/D03784/2017_15/2017_15_DAGLARA.pdf · world is conceived as “mazmûn rose,” and poets trying to reflect those mazmun

Mazmûn Gülünün Mazmûnuna Bülbül Olmak

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 15 39

Bu mısrâlarda hâlis şâirin, şiirin ma‘nâ, murâd ve mazmûn katmanları vâsıtasıyla göğün katlarını yani felekleri geçip aşarak en üstteki -Hakîkat-ı Muhammediyye feleği sayılan- Arş âlemini yokladığı kabûlüne işâret edilmektedir. Üçüncü mısrâdaki “Allâh’ın rahmeti”nden murâdın, Hazret-i Muhammed’in gök-yüzündeki mâhiyeti ve mazmûnun mazmûnu olan Hakîkat-ı Muhammediyye olduğu-nu söylemek mümkündür ki “Ve mâ erselnâke illâ rahmeten li’l-‘âlemîn (Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik).”40 âyeti buna şâhiddir. Dördüncü mısrâdaki “gül” ise yine Arş feleğinin sâkini olan Hakîkat-ı Muhammediyye olmalı-dır ki o, yukarıda belirtildiği gibi, mazmûnun mazmûnudur, yani mazmûn güllerinin de mazmûnu olan emsâlsiz, yegâne güldür.

Bu mısrâların devâmında gelen ve yine aynı anlam dâiresini kurgulayan

Harfleri ve sesleri sözleri kelimeleri Kitapları getirmek Peygamber fıtratına

mısrâlarının şiiraltında ise, hâlis şâirin nihâî gâyesinin, “sesten söze” lafız tabakasın-dan, önce ma‘nâ, murâd ve mazmûn tabakalarına, onun ardından da “Peygamber fıtratına” yani mazmûnun mazmûnu sayılan Hakîkat-ı Muhammediyye tabakasına ulaşıp bu eşsiz gülü yansıtmak olduğuna bir işâret yer almaktadır.

Yirminci asır Türk şiirinin seçkin örneklerinde kelâmın hakîkatının yani mazmûnun izlerinin sürülmesinin ardından, yine aynı şiir geleneğinin başka bir dâiresine yani Türk tekke ve tasavvuf şiirine dönerek etkili bir şiirin ilk üç dörtlüğü ile mes’eleyi kapatmak uygun olacaktır. Bu gelenek dâiresinin 16. asırdaki önemli isimlerinden Ümmî Sinân’a atfedilen “güldür gül”41 redîfli nutuk şiirdeki güller şehrinin de -aslında- bu mazmûn güllerinin (A‘yân-ı Sâbite) ve yegâne mazmûn goncasının (Hakîkat-ı Muhammediyye > Zât-ı İlâhiyye) hâs mülkü -ki bu, Arş ve ötesidir- olduğu sonucuna ulaşmak mümkündür:

Seyrümde bir şehre vardum Gördüm serâyı güldür gül Sultânumun tâcı tahtı Bâgı dîvârı güldür gül Gül alurlar gül satarlar Gülden terâzû tutarlar Güli gül ile tartarlar Çârşû bâzârı güldür gül

39 Karakoç, Gün Doğmadan -Şiirler-, s. 620. 40 Enbiyâ, 21/107. 41 Bu şiirin, kendisine atfedildiği şâirin, Halvetiyye’nin Sinâniyye kolunun açıcısı İbrâhîm Ümmî

Sinân (ö. 1568) mı yoksa yine Halvetî şeyhi ve şâiri Yûsuf Ümmî Sinân (ö. 1657) mı olduğu kesinlik kazanamamıştır. Bununla birlikte şâirlik yönü ve şiirleri tesbît edilmiş olan Yûsuf Ümmî Sinân’ın Dîvân’ında bu şiir yer almamaktadır. Bkz. Azmi Bilgin, Ümmî Sinan Divanı (İnceleme-Metin), İstanbul: MEB Yayınları, 2000. Ayrıca bu şiir şu çalışmada da tesbît edilememiştir: Cemâl Kurnaz vd., Ümmî Sinân (Hayatı ve Şiirleri), Ankara: Akçağ Yayınları, 1998.

Page 18: MAZMÛN GÜLÜNÜN MAZMÛNUNA BÜLBÜL OLMAKisamveri.org/pdfdrg/D03784/2017_15/2017_15_DAGLARA.pdf · world is conceived as “mazmûn rose,” and poets trying to reflect those mazmun

Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Abdülkadir DAĞLAR

40 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 15

Topragı güldür taşı gül Kurısı güldür yaşı gül Hâs bâgçesinün içinde Servi çenârı güldür gül

Şiirde ma‘nevî seyr ü sülûk netîcesinde âlemlerin mutlak saltanatının mer-kezine varıldığına işâret edilmekte, bu başşehrin tâm bir güller şehri olduğuna, bu güller ülkesinin sultânının, duvarından bahçesine ve tahtından sarâyına tümüyle güllerden oluşan bir mekânda bulunduğu ifâde edilmiştir. Bu şehrin sâkinlerinin tüm ticâreti gül üzerinedir ve bu şehrin tek geçer ölçüsü ve hakîkî mihengi güldür. Taşı toprağı, değerli değersiz her bir şeyi gül olan bu şehrin sarâyındaki hâs bahçede bulunan servi ve çınar ağaçları da birer güldür.

Bu başşehir, Karakoç’un yukarıdaki şiirinin başlığındaki “başkentler baş-kenti”dir; sarây ve hâs bahçesiyle âdetâ husûsî cennettir. Âlem-i şehâdet adı verilen gölge cisimler âlemindeki -Karakoç’un ifâdesiyle “sürgün ülke”deki- varlıkların hakîkî kıymeti o şehirdeki güllerinin güzelliği yani hakîkatlarının kıymet ve ayârı nisbetindedir.

Bu şiirdeki güller, varlıkların hakîkatları yani mazmûnları, teşbîhî ifâdesiyle de mazmûn gülleridir; bu güller -Şahin Uçar’ın ta‘bîriyle42- varlığın ma‘nâ ve mazmûnlarıdır.

Hulâsa, şiiraltından beslenen edebî zemînde -çoğu zamân açıktan söylen-mese de- mazmûn gülistânının Levh-i Mahfûz’u, mazmûn güllerinin A‘yân-ı Sâbite’yi, yegâne en güzel mazmûn gülünün Hakîkat-ı Muhammediyye’yi, -hâl böyle olunca- mazmûn goncasının da Zât-ı İlâhiyye’yi karşılayacak şekilde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Mazmûn kelimesinin, -daha çok- kelâmî hakîkatlar ya da latîf şiir hakîkatları için kullanılmış olduğunu ileri sürmek edebî terminoloji adına daha uygun görünse de, tecessüm etmiş tüm mevcûdâtın değişmez hakîkatları için de kullanılabileceğini söylemek mümkündür. Latîf olanı yine latîf olana teşbîh eden geleneksel edebî anlayışta şiirsel varlığın en latîf hâli olan mazmûn, yine her hâli ile en latîf çiçek sayılan güle -kimi zamân da goncaya- benzetilmiş, bu benzetmeden gül-i mazmûn ya da mazmûn gülü terkîbi, şiir geleneğine yâdigâr olarak kalmıştır. İnsânı en hızlı saran en latîf hissî şey kokudur; gül kokusunun, mutlak bir epifani sağlayarak gurbetteki insân rûhunu asıl yurduna yani sılaya taşıması ve akabinde insânın hâtırına mazmûnlar âlemindeki hakîkî şekilleri hutûr ettirmesi, mazmûnu gül ile somutlaştırarak teşbîh ilişkisine sokmuştur. Geleneğin şiiraltı ile beslenen şâirlerin -mazmûnla doğrudan ilişkilendirmeseler de- şiirlerinde gülü temel bir

――――――――― 42 Bkz. Şahin Uçar, “Mânâ ve Mazmûn”, Varlığın Mânâ ve Mazmûnu, İstanbul: İz Yayıncılık, 1995, ss.

13-65. Uçar, bu makâlesinde, o zamâna kadar sözlük ve terminoloji çerçevesinde gerçekleşmiş olan mazmûn tartışmalarını daha genel ve geniş bir dâireye taşımış, mazmûnu felsefe zemîni üzerinde değerlendirmiştir. Uçar’ın bu yazısı, mazmûn tartışmalarının yönünü değiştirmiş, mazmûna dâir girişte künyeleri verilmiş olan makâlelerin fikrî hazırlık aşamasında bize de ilhâm verici olmuştur.

Page 19: MAZMÛN GÜLÜNÜN MAZMÛNUNA BÜLBÜL OLMAKisamveri.org/pdfdrg/D03784/2017_15/2017_15_DAGLARA.pdf · world is conceived as “mazmûn rose,” and poets trying to reflect those mazmun

Mazmûn Gülünün Mazmûnuna Bülbül Olmak

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 15 41

istiâre unsûru olarak kullanmalarının -onların derin şiiraltlarında yatan- sâik ve muharrik sebebi, gülün, latîf olan şeyleri da‘vetkâr ve câzib bir güzelliğe, aynı zamânda da reddedilemez bir özelliğe sâhib olmasıdır.

KAYNAKÇA

AKKUŞ, Metin, Nef‘î Dîvânı, Ankara: Akçağ Yayınları, 1993.

AKYÜZ, Kenan - BEKEN, Süheyl - YÜKSEL, Sedit - CUNBUR, Müjgan, Fuzûlî Divanı, Ankara: Akçağ Yayınları, 2000.

ARSLAN, Mehmet - AKSOYAK, İ. Hakkı, Haşmet Külliyâtı, Sivas: 1994.

ARSLAN, Mehmet, AKSOYAK, İ. Hakkı, Gelibolulu Âlî Riyâzü’s-Sâlikîn, Sivas: Dilek Matbaası, 1998.

BİLGİN, Azmi, Ümmî Sinan Divanı (İnceleme-Metin), İstanbul: MEB Yayınları, 2000.

DAĞLAR, Abdülkadir, “Şiirin Mazmûn Hâli”, Metnin Hâlleri: Osmanlı’da Telif, Tercüme ve Şerh, ed. Hatice AYNUR, Müjgân ÇAKIR, Hanife KONCU, Selim S. KURU, Ali Emre ÖZYILDIRIM, İstanbul: Klasik Yayınları, 2014, ss. 196-247.

DAĞLAR, Abdülkadir, “Şâirin Mazmûn Aynası: Tab‘ / Meş‘ar”, Hikmet - Akade-mik Edebiyat Dergisi [Journal of Academic Literature], 2/4 (2016), ss. 17-31.

DAĞLAR, Abdülkadir, “Şiirin Alın Yazısı: Mazmûn”, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilim-ler Enstitüsü Dergisi, 8/16 (2016), ss. 1-13.

DAĞLAR, Abdülkadir, “Yerde Aranırken Gökte Bulunan Güzel: Şâhid-i Mazmûn”, Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies, 7/13 (2016), ss. 125-137.

DOĞAN, Muhammet Nur, Fuzûlî Leylâ ve Mecnûn (Metin, Düzyazıya Çeviri, Notlar ve Açıklamalar), İstanbul: Yelkenli Yayınevi, 2015.

ERCAN, Özlem, Peşteli Hisâlî Divânı, Bursa: Gaye Kitabevi, 2008.

Hâkânî Mehmed, Hilye-yi Hâkânî, İstanbul: 1264.

İSEN, Mustafa, Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı, Ankara: AKM Yayınları, 1994.

KAPLAN, Mehmet, Tanpınar’ın Şiir Dünyası, İstanbul: Dergâh Yayınları.

KARAKOÇ, Sezai, Gün Doğmadan -Şiirler-, İstanbul: Diriliş Yayınları, 2003.

KURNAZ, Cemâl - TATÇI, Mustafa, Ümmî Sinân (Hayatı ve Şiirleri), Ankara: Akçağ Yayınları, 1998.

KUTLAR, Fatma Sabiha, Arpaemîni-zâde Mustafa Sâmî Dîvân, Ankara: 2004.

MACİT, Muhsin, Nedîm Divânı, Ankara: Akçağ Yayınları, 1997.

ŞENTÜRK, Ahmet Atillâ, “Osmanlı Edebiyatında Felekler, Seyyare ve Sabiteler (Burçlar)”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, 90 (1994), ss. 131-179.

Page 20: MAZMÛN GÜLÜNÜN MAZMÛNUNA BÜLBÜL OLMAKisamveri.org/pdfdrg/D03784/2017_15/2017_15_DAGLARA.pdf · world is conceived as “mazmûn rose,” and poets trying to reflect those mazmun

Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Abdülkadir DAĞLAR

42 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 15

TANPINAR, Ahmet Hamdi, Bütün Şiirleri, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1998.

TANPINAR, Ahmet Hamdi, Şiirler, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999.

TATCI, Mustafa, Âşık Yûnus, İstanbul: MEB Yayınları, 2005.

TULUM, Mertol - TANYERİ, M. Ali, Nev‘î Divan (Tenkidli Basım), İstanbul: İÜEF Yayınları, 1977.

UÇAR, Şahin, “Mânâ ve Mazmûn”, Varlığın Mânâ ve Mazmûnu, İstanbul: İz Yayıncılık, 1995, ss. 13-65.

ÜZGÖR, Tahir, Fehîm-i Kadîm (Hayatı, Sanatı, Dîvân’ı ve Metnin Bugünkü Türkçesi), Ankara: AKM Yayınları, 1991.

YILMAZ, Kâşif, Güftî ve Teşrîfâtü’ş-Şu‘arâsı, Ankara: AKM Yayınları, 2001.

Za‘îfî, Risâle-yi Ahvâl-i Sûfiyye, Ankara Millî Kütüphane, 06 Mil Yz A 2927/11, vr. 167b-170b.

Yahyâ Kemal, Eski Şiirin Rüzgârıyle, İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti, 1993.