refah partisi’nden akp’ye

32
121 Dr. Cengiz AKTAR Bahçeehir Üniversitesi AB Merkezi Bakanı Ziya ÖNİŞ Prof. Dr., Koç Üniversitesi, İ.İ.B.F., Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi İstanbul, Türkiye. Danimarka Kraliyet Sosyal Bilimler Konseyi’nin (SSF) organizatörlüğünde Danimarka Uluslararası Araştırmalar Enstitüsü tarafından Kopenhag, Danimarka’da Nisan 2005’te düzenlenen “Demokratikleşme ve Kalkınma: Ortadoğu’da Yeni Siyasi Stratejiler” konulu çalıştaya sunulan tebliğ. Yazar değerli yorumları için Dietrich Jung, Thomas Scheffler ve diğer katılımcılara teşekkür eder. Özet Son yıllarda AB’nin tam üyelik yönünde eskisinden daha güçlü sinyaller ver- mesi ve daha inandırıcı bir dizi teşvik sunması Türk siyasal sisteminin dö- nüştürülmesinde kuşkusuz çok önemli bir rol oynamıştır. Sadece dış aktörler değil birbirini etkileyen karmaşık bir dizi iç ve dış etken de bu dönüşüm süre- cini şekillendirmektedir ve bu birçok yönden henüz tamamlanmamış ve hâlâ devam etmekte olan bir süreçtir. Bu makalenin birbiriyle ilişkili iki amacı vardır. Birinci amaç İslami köklere sahip bir parti olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) Türkiye’nin yakın geçmişte geçirdiği dönüşümde oynadığı paradoksal rolü belirtmektedir. İkinci amaç ise Türkiye deneyiminden yola çı- karak daha kapsamlı bir konuya yani İslam ile liberal demokrasinin bağdaşıp bağdaşmadığı konusuna ışık tutmaktır. Bu kapsamda öne sürülen ana iddia şudur: Liberal demokrasinin normları büyük çoğunluğu Müslüman olan bir toplumda köklü bir şekilde yerleştirilebilir. Ancak bu sonuç kapsama özeldir yani bu sonucun ortaya çıkması bir dizi olumlu iç ve dış sürecin belirli bir süre bir arada ve etkileşim içinde varolması şartına bağlıdır. Anahtar Kelimeler: Siyasal Partiler, Demokratikleşme, Siyasal İslam, Avru- pa Birliği, Dış Çıpalar, Türk Siyaseti Giriş Y irminci yüzyıl Türkiyesinde, Atatürkçü (başka bir deyişle cumhu- riyetçi) modernleşme modeli birçok alanda önemli başarılar kay- detmiştir. 1 Kayda değer çapta sanayileşme ve ekonomik kalkınma sağlamıştır. Hiper-laik tutumu sayesinde, büyük çoğunluğu Müslüman olan bir toplumda İslami siyasal düzen seçeneğinin bir kenara bırakılması- nı sağlayabilmiştir. Kuşkusuz son yıllarda İslamcıların izledikleri ılımlı yol, 1 Türkiye’deki “Atatürkçü” ya da “cumhuriyetçi” modernleşme modeli için bkz. Mardin (199) ve Bozdoğan ve Kasaba (199). İslam’ın Ekonomi Politiği ve Türkiye’de Demokrasi: Refah Partisi’nden AKP’ye* * Metnin İngilizce versiyonu, “e Political Economy of Islam and Democracy: From the Welfare Party to the AKP” in Democracy and Development: New Political Strategies for the Middle East, Dietrich Jung (edi), New York, Palgrave and Macmillan, 006’da yayınlanmıştır. Ayrıca asistanım Devrimsel Nergiz’e çeviri konusunda yardımcı olduğu için teşekkür etmek isterim.

Upload: beatrixscarmeta

Post on 22-Oct-2015

64 views

Category:

Documents


10 download

TRANSCRIPT

Page 1: Refah Partisi’nden AKP’ye

121

Dr. Cengiz AKTARBahçeehir Üniversitesi AB Merkezi Bakanı

Ziya ÖNİŞProf. Dr., Koç Üniversitesi, İ.İ.B.F., Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi

İstanbul, Türkiye. Danimarka Kraliyet Sosyal Bilimler Konseyi’nin (SSF) organizatörlüğünde Danimarka Uluslararası Araştırmalar Enstitüsü tarafından Kopenhag, Danimarka’da Nisan 2005’te düzenlenen

“Demokratikleşme ve Kalkınma: Ortadoğu’da Yeni Siyasi Stratejiler” konulu çalıştaya sunulan tebliğ. Yazar değerli yorumları için Dietrich Jung, Thomas Scheffler ve diğer katılımcılara teşekkür eder.

ÖzetSon yıllarda AB’nin tam üyelik yönünde eskisinden daha güçlü sinyaller ver-mesi ve daha inandırıcı bir dizi teşvik sunması Türk siyasal sisteminin dö-nüştürülmesinde kuşkusuz çok önemli bir rol oynamıştır. Sadece dış aktörler değil birbirini etkileyen karmaşık bir dizi iç ve dış etken de bu dönüşüm süre-cini şekillendirmektedir ve bu birçok yönden henüz tamamlanmamış ve hâlâ devam etmekte olan bir süreçtir. Bu makalenin birbiriyle ilişkili iki amacı vardır. Birinci amaç İslami köklere sahip bir parti olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) Türkiye’nin yakın geçmişte geçirdiği dönüşümde oynadığı paradoksal rolü belirtmektedir. İkinci amaç ise Türkiye deneyiminden yola çı-karak daha kapsamlı bir konuya yani İslam ile liberal demokrasinin bağdaşıp bağdaşmadığı konusuna ışık tutmaktır. Bu kapsamda öne sürülen ana iddia şudur: Liberal demokrasinin normları büyük çoğunluğu Müslüman olan bir toplumda köklü bir şekilde yerleştirilebilir. Ancak bu sonuç kapsama özeldir yani bu sonucun ortaya çıkması bir dizi olumlu iç ve dış sürecin belirli bir süre bir arada ve etkileşim içinde varolması şartına bağlıdır. Anahtar Kelimeler: Siyasal Partiler, Demokratikleşme, Siyasal İslam, Avru-pa Birliği, Dış Çıpalar, Türk Siyaseti

Giriş

Yirminci yüzyıl Türkiyesinde, Atatürkçü (başka bir deyişle cumhu-riyetçi) modernleşme modeli birçok alanda önemli başarılar kay-detmiştir.1 Kayda değer çapta sanayileşme ve ekonomik kalkınma

sağlamıştır. Hiper-laik tutumu sayesinde, büyük çoğunluğu Müslüman olan bir toplumda İslami siyasal düzen seçeneğinin bir kenara bırakılması-nı sağlayabilmiştir. Kuşkusuz son yıllarda İslamcıların izledikleri ılımlı yol,

1 Türkiye’deki “Atatürkçü” ya da “cumhuriyetçi” modernleşme modeli için bkz. Mardin (199�) ve Bozdoğan ve Kasaba (199�).

İslam’ın Ekonomi Politiği ve Türkiye’de Demokrasi: Refah Partisi’nden AKP’ye*

* Metnin İngilizce versiyonu, “The Political Economy of Islam and Democracy: From the Welfare Party to the AKP” in Democracy and Development: New Political Strategies for the Middle East, Dietrich Jung (edi), New York, Palgrave and Macmillan, �006’da yayınlanmıştır. Ayrıca asistanım Devrimsel Nergiz’e çeviri konusunda yardımcı olduğu için teşekkür etmek isterim.

Page 2: Refah Partisi’nden AKP’ye

122

Avrasya Dosyası2006, C

ilt 12, Sayı 2

Ziya Öniş

bir yanıyla laikliği kuvvetle vurgulayan Atatürkçü modernleşme projesin-den etkilenmiştir. Bu modernleşme projesinin geniş parametreleri içinde Türkiye, savaşın hemen sonrasında demokratik siyasal düzene geçebilmiş-tir. Temsilî demokrasinin ana kurumları oluşturulmuş ve düzenli aralık-larla uğradığı kesintilere ve askerî ara dönemlere rağmen, parlamenter de-mokrasi savaş sonrası dönem boyunca korunabilmiştir. Bu durum, Latin Amerika’da, Doğu Asya ve Doğu Avrupa’daki benzer ekonomik gelişim düzeyine sahip ülkelerle kıyaslandığında önemli bir başarıdır.

Ancak, 1990’larda Türkiye’nin modernleşme modeli bir çıkmazla karşı karşıya kaldı. Ekonomi cephesinde zaman içerisinde belirli bir gelişim sağ-landıysa da bu gelişimin hızı ülkedeki hayat standardında Batı Avrupa de-ğerlerine uyum sağlayacak derecede belirgin bir iyileşme yaratacak düzeyde değildi. Bu yıllarda Türkiye ikili bir ekonomik büyüme örmeği sergiledi: Nüfus hızla artarken varlıklı bölgeler ve önemli çaptaki yoksul “cepler” bir arada bulunmaktaydı. Siyaset cephesinde ise, mevcut demokratik düzen daha fazla tanınma ve katılım yönünde artan toplumsal talepleri karşıla-makta giderek yetersizleşti. Türk toplumunda bazı önemli öğelerin aktif bir biçimde siyasal hayata katılımları Atatürkçü modernleşme projesinin temelini oluşturan milliyetçi ve laik sentez tarafından etkin bir biçimde engellendi. Öte yandan laiklik ve ulusal kimlik gibi ilkelerin katı bir bi-çimde yorumlanması, siyasal alanın sınırlarını dinî ve etnik kimlikleri de barındırabilecek şekilde genişletmek isteyen grupların taleplerinin kar-şılanabilme kapasitesi sınırlandı. Sonuç olarak 1990’ların sonuna doğru Türkiye’de modernleşme iki temel güçlükle karşı karşıya kaldı. Bunlardan ilki ekonomik alanda “yumuşak” devlette (“soft state”) yapılması gereken ekonomik kalkınmanın daha çabuk ve daha adil bir biçimde ve büyük be-deller ödenmesine yol açan krizler ve kesintiler olmaksızın gerçekleşmesini sağlayacak reformlara ilişkindi. İkinci güçlük ise, laik ve üniter ulus-dev-letin geniş parametreleri içinde daha geniş dinî özgürlüklerin ya da azınlık haklarının kullanımını sağlamak için, siyasal alanda “sert” (“hard state”) devlette reform yapılmasını talep eden grupların siyasal açılım yapabilmesi için alan yaratılmasında ortaya çıktı.

Atatürkçü modernleşme projesinde, modernleşme ve Batılılaşma aşağı yu-karı aynı anlamda kullanılan terimlerdi. Bu bağlamda Avrupa ile yakın iliş-

Page 3: Refah Partisi’nden AKP’ye

123

Avra

sya D

osya

sı20

06, C

ilt 1

2, S

ayı 2

İslam’ın Ekonomi Politiği ve Türkiye’de Demokrasi: Refah Partisi’nden AKP’ye*

kiler kurulması daha kapsamlı bir kavram olan “Batılılaşmanın” doğal bir parçasıydı. Gerçekten de Türkiye, 196�’te imzalanan ortaklık antlaşması ile, Avrupa’nın resmî entegrasyon sürecine daha hazırlık aşamalarından itibaren dahil olmaya çalışan ülkelerden biridir. 196�-1999 döneminde, yani Türkiye’nin tam üye adayı olarak resmen tanınmasına dek gelişen bu ilişkinin derinliği küçümsenmemelidir. Zamanla Türkiye ile Topluluk arasında, 1995 sonunda yürürlüğe giren Gümrük Birliği Anlaşması’nın imzalanmasıyla sonuçlanan önemli ticaret ve yatırım ilişkileri kurulmuş-tur. Kuşkusuz ekonomi alanında kurulan güçlü bağların siyasal alanda da karşılığı bulunmaktadır. Türk elitlerinin Topluluk tam üyeliğine gösterdiği yoğun ilgi Türk demokrasisine de bu yönde şartlandırıcı bir etki yapmıştır. Avrupa ile ilişkilerin, Türkiye’de düzenli aralıklarla yapılan askerî müda-halelerin Latin Amerika ölçülerine göre daha kısa süreli olmasını sağlayan başlıca etkenlerden biri olduğu da söylenebilir. Yine de önemli bir noktayı vurgulamak gerekir: Türkiye ile Topluluk arasında 196�-1999 döneminde geliştirilen ilişki, Türk ekonomisi ve Türk demokrasisi üzerinde çarpıcı bir etki yapabilecek güçte veya derinlikte olmamıştır.

Kuşkusuz AB’den öncesine kıyasla daha güçlü sinyaller ve tam üyelik yö-nündeki eskisinden daha inandırıcı teşvikler dizisi gelmesi Türk siyasal sis-teminin dönüştürülmesine çok yardımcı olmuştur. Bu dönüşüm sürecini şekillendiren, dış aktörlerin yanı sıra, iç ve dış etkiler arasındaki karmaşık etkileşimdir. Dönüşüm süreci tamamlanmış ve birçok alanda devam et-mektedir. Bu makalenin birbiriyle ilintili iki amacı vardır. Birinci amaç, İslami köklere sahip bir parti olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) Türkiye’nin kısa bir süre önce geçirmiş olduğu dönüşüm ve Avrupalılaş-ma sürecinde oynadığı paradoksal rolü vurgulamaktır. İkinci amaç ise, Türkiye’nin bu deneyiminden faydalanarak daha kapsamlı bir konu olan “İslami bir merkez hareketinin liberal demokrasinin normlarını benimse-yen bir siyasi partiye dönüştürülmesi olasılığına” ışık tutmaktır. Bu bağ-lamda şu ana görüş savunulmaktadır: Böyle bir dönüşüm mümkündür ve nüfusunun büyük kısmı Müslüman olan bir ülkede liberal demokrasinin normları sağlam bir şekilde kök salabilir. Ancak, bu bağlama-özgü bir so-nuçtur ve olumlu bir dizi iç ve dış sürecin bir arada bulunmasına ve süreç

Page 4: Refah Partisi’nden AKP’ye

124

Avrasya Dosyası2006, C

ilt 12, Sayı 2

Ziya Öniş

içinde etkileşimine bağlıdır.�

Siyasal İslam Liberal Demokrasi ile Bağdaşır mı? Türk Deneyiminin ÖnemiSiyasal İslam’ın liberal demokrasiyle bağdaşıp bağdaşamayacağı sadece Müslüman nüfuslu toplumlar için değil, özellikle 11 Eylül sonrası küre-sel bağlamda uluslararası ekonomik ve siyasal düzenin geleceği açısından da oldukça önemli bir konudur. Şu ampirik gözlem yapılmıştır: Orta Doğu’daki ve genel olarak İslam dünyasındaki ülkelerin büyük çoğunluğu Soğuk Savaş sonrasında Latin Amerika, Doğu Avrupa ve Doğu Asya’nın birçok bölgesini etkileyen demokratik akımlara aldırmadan otoriter rejim-lerce yönetiliyor. Bu durumda siyasal İslam’ın liberal demokrasi ile bağda-şırlığı derinden sorgulanmaya başlanmıştır. Nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman, laik ve demokratik bir ülke olarak Türkiye, İslam dünyasında benzeri olmayan bir vaka gibi görünmektedir. Ancak Türk demokrasisinin eksiklikleri, Türkiye’nin Arap ya da diğer Müslüman toplumlarda siyasal liberalleşme sürecini etkileyebilecek bir rol modeli olma yeteneğini sınır-lamaktadır. Yine de son zamanlarda Türkiye’nin geçirdiği siyasal ve eko-nomik dönüşüm, Türk deneyiminin inanılırlığını ve uluslararası alandaki çekiciliğini artırmıştır. Bu yüzden günümüzde, Türk deneyiminin İslam dünyasının geriye kalanını ilgilendirdiğini söylemek on yıl öncesine kıyasla çok daha anlamlı olacaktır.

Türk deneyiminin uluslararası önemindeki artış göz önüne alındığında, bu vakaya özgü ulusal ve tarihî bağlamdan hangi temel dersler çıkarılabilir? Çıkarılabilecek temel derslerin biri hiç kuşkusuz liberal demokrasinin ön-koşulunun laik bir siyasal düzen olduğudur. Siyasal elit laik siyasal düzene güçlü bir bağlılık duymuyorsa ve devletin laik niteliği anayasal güvenceler ile korunmuyorsa, liberal demokrasinin Müslüman bir toplumda kök sal-ması mümkün değildir. Bazı sorunlarına rağmen Türkiye’deki Atatürkçü devletin başarılarından biri, daha başından “İslami devlet” (İslam huku-kuna dayalı bir devlet düzeni) seçeneğini önlemek olmuştur. Laiklik ide-olojisinin yukarıdan aşağıya bir biçimde uygulanması süreci, uzun vadeli bir toplumsal ve siyasal değişim sürecini başlatmıştır. Bunun sonucunda,

� Bu bağlamda Ayoob’un (�00� b) katkısı özellikle açıklayıcıdır.

Page 5: Refah Partisi’nden AKP’ye

12�

Avra

sya D

osya

sı20

06, C

ilt 1

2, S

ayı 2

İslam’ın Ekonomi Politiği ve Türkiye’de Demokrasi: Refah Partisi’nden AKP’ye*

1990’lara gelindiğinde Türkiye’de siyasal İslam’ın en otoriter görünümlü versiyonları, örneğin 1990’ların Refah Partisi (RP) bile diğer Müslüman toplumların standartlarına göre ılımlı kalmış ve İslami bir devlet kurma amacı toplumda ancak marjinal bir siyasal destek bulmuştur.�

Çıkarılacak başka bir ders de, demokratikleşme sürecinin ana siyasal ak-törlerin davranışlarına uzun vadede yaptığı etkidir. Zaman içinde de-mokratikleşme mutlaka bir öğrenme sürecini beraberinde getirmektedir; Türkiye’deki İslamcılar da bu sürecin dışında kalamamıştır.� Gerçekten de, Batı Avrupa’daki “Hristiyan Demokrasi”yi inceleyen akademisyenler ben-zer bir öğrenme sürecini belirtmiştir. Bu süreçte, esas itibarıyla otoriter nitelikte olan bir siyasal hareket, parlamenter demokrasinin sınırları içinde geniş tabanlı seçim koalisyonları kurabilmek için dönüşüme uğramış ve giderek liberal demokratik normları benimsemiştir.5 İslamcı siyasal aktör-ler de benzer ve de çoğu zaman acılı bir öğrenme sürecinden geçerken demokratik bir çevrede, iç ve dış kısıtlamaları da göz önüne alarak nelerin yapılmasına izin verilebileceğine ilişkin temel algılarını giderek değiştir-miştir. Bu öğrenme sürecinin ilgi çekici yönü ise zaman içinde oluşturduğu “iyicil döngü”dür, çünkü İslamcılar demokratikleşme sürecine gerici bir tepki vermemeyi öğrendikleri gibi demokrasinin daha yetkin hale getiril-mesi sürecine katkıda bulunan proaktif bir güç haline gelmişlerdir.

Türk deneyiminden çıkarılabilecek üçüncü büyük ders, girişimciler ve eği-timli serbest meslek sahibi profesyonellerden oluşan geniş bir orta sınıf ortaya çıkmasını kolaylaştıran ekonomik dönüşümdür. Eğer siyasal İslam, temelde küreselleşme sürecinde kaybedenler olarak adlandırılan kentlerde-ki marjinal kişilerin ve kırsal alandaki yoksulların oluşturduğu alt sınıfın çıkarlarını harekete geçirmeyi amaçlayan bir hareket ise, daha radikal bir tutum alması muhtemeldir. Bunun aksi doğruysa, yani siyasal İslam küre-selleşme sürecinde kazananların önemli bir bölümünün de içinde olduğu çeşitli sınıflardan insanları bir araya getiren bir seçim koalisyonu ise, daha

� Bunun kanıtları için bkz. Çarkoğlu ve Toprak (�000)� Türkiye bağlamında İslam ile demokrasinin bağdaşabilirliği konusunda iyimser olmakla birlikte “koşullu” bir

değerlendirme için bkz. Heper (199�).5 Bkz. Kalyvas (1996).

Page 6: Refah Partisi’nden AKP’ye

12�

Avrasya Dosyası2006, C

ilt 12, Sayı 2

Ziya Öniş

ılımlı bir yol tutması olasıdır. Şurası açıktır ki, bütün eksikliklerine rağmen Türk deneyimi, yani zaman içinde sağlanan ekonomik gelişme ve özellik-le de neo-liberal yeniden yapılanma, son yirmi yılda Türkiye bağlamında önemli bir ılımlılaştırıcı etki sağlayan bir çeşit muhafazakâr orta sınıf ya da burjuvazi öğesinin gelişmesine yardımcı olmuştur. Ancak ılımlı bir yönde ilerlemek ve laik düzenin kurallarına uymak mutlaka liberal demokrasinin normlarının benimseneceği anlamına gelmemektedir. Malaysiya örneği bunun en güzel kanıtıdır, çünkü burada gelişmekte olan burjuvazi, mevcut rejimin otoriter temellerini sarsmadan ekonomik kalkınmaya büyük bir katkı sağlamaktadır. Dolayısıyla ekonomik bakımdan başarılı ve nüfuzlu bir orta sınıfın yükselmesi liberal demokrasinin yerleşmesi için gerekli, an-cak tek başına yeterli olmayan bir koşul olarak görülebilir.

Çıkarılabilecek bir başka önemli ders de, entelektüellerin ve sivil toplum kuruluşlarının oynadığı rolün önemiyle ilişkindir. Kuşkusuz Türkiye’de sivil toplum 1990’lardan bu yana gelişmekte ve birçok farklı grup mev-cut siyasal düzenin kısıtlamalarına karşı taleplerini dile getirmeye başladı. Aynı şekilde toplumun “laik” ve “İslamcı” kesimlerinin entelektüelleri de mevcut demokratik düzene yönelen eleştirilerin ana kaynağı olarak ortaya çıkmıştır. Özellikle 1990’lı yıllarda Türkiye’de demokratikleşme ulusal dü-zeyde güçlü bir şekilde kök salmış, Türk devletinin ve demokratik rejimin niteliğinin dönüşmesi yönünde tabandan yükselen ve güçlenmekte olan baskılar belirmiştir.6

Son olarak, kuşkusuz AB bağı Türk toplumundaki İslam ile laiklik ara-sındaki katı ayrımın yumuşatılmasında son derece önemli olmuştur. Bu bağlamda, hem uzun vadede Avrupalılaşmanın ve Batılılaşmanın Türk demokrasisi üzerindeki etkisini hem de yakın zamanda tam üyeliğe dair eskisinden daha güçlü sinyaller alınmasının yaptığı etkiyi vurgulamak ge-rekir. Bu sinyaller kilit siyasi aktörlerin Avrupalılaşma yönündeki moti-vasyonlarını değiştirmiş ancak herkesten en çok da İslamcıların konum-larını yeniden biçimlendirmelerine yardımcı olmuştur. Ancak bizatihi bu noktanın önemi, Türk deneyiminin daha geniş bir çerçevede, mesela Arap

6 Sivil toplum eylemciliğinin niteliği ve entelektüellerin rolü için bkz. Keyman ve İçduygu (�005) ve Göle (199�).

Page 7: Refah Partisi’nden AKP’ye

12�

Avra

sya D

osya

sı20

06, C

ilt 1

2, S

ayı 2

İslam’ın Ekonomi Politiği ve Türkiye’de Demokrasi: Refah Partisi’nden AKP’ye*

Orta Doğusunda uygulanabilirliğinin sorgulanmasında yatmaktadır. Çün-kü sözü geçen bölgede AB ileride gittikçe daha faal davransa da bölgedeki dönüşüm, daha zayıf teşviklere bağlı olarak, tam üyelik gerekliliklerinin gerisinde kalabilir.

Türkiye’de İslamcı Politikanın Dönüşümü: İç ve Dış Dinamiklerin Etkileşimi Türkiye’deki İslamcı hareket son on yıl içinde radikal bir dönüşüme uğra-mıştır. 1995 yılında Refah Partisi (RP), Mart 199� belediye seçimlerinde İstanbul ve Ankara gibi Büyükşehir belediyelerinde kazandığı zaferlerin ardından Türk siyaset hayatında kilit bir siyasi aktör olarak sahnedeki ye-rini almıştır. Refah Partisi, bu yükselişini Aralık 1995 genel seçimlerinde de sürdürüp yerleşik siyasal partilerin hepsinden daha çok oy alarak bir koalisyon hükümeti kurmayı başardı. Koalisyon hükümetinin büyük or-tağı oldu.� RP İslamcı siyasal hareketlerin çoğuna kıyasla daha ılımlı bir hareketti ve birbirinden farklı çıkar ve eğilim demetlerinin bir koalisyonu durumundaydı. Buna rağmen partide bazı otoriter eğilimler vardı. Otori-ter eğiliminin nedeni ise demokratik siyasal düzenin parametreleri içinde çalışmaya istekli olduğu halde, kamuoyunun kafasında partinin çoğulcu siyasal düzene ne derece saygı duyduğu konusunda soru işaretleriydi. Parti esas itibarıyla demokrasiyi, Türk devletini ve toplumunu daha İslamcı bir yöne döndürme çabalarında kullanılacak bir araç olarak gördüğü izleni-mini vermekteydi. Ekonomi alanında ise benimsediği model, adil düzen kavramı uyarınca ekonomiye yoğun devlet müdahalesine dayanan bir çeşit hiper-popülizmdi. RP’nin dış politika tutumundaysa Avrupa’ya ve İsrail devletine karşı çıkış göze çarpıyordu. Dış politikanın esas hedefinde diğer Müslüman ülkelerle, özellikle Arap Orta Doğusu ve Kuzey Afrika ile sağ-lam ilişkiler kurmak gibi görünüyordu.

İlginçtir ki, bu çeşit bir vizyon son on yıl içinde ciddi engellerle karşılaştı ve geri çekilmeler yaşadı. Kuşkusuz iç politikadaki gelişmeler bu süreçte çok önemli bir rol oynadı. Hem laik düzen hem de toplumun geneli partideki otoriterlik eğilimine ciddi bir şekilde direndi. RP liderliğindeki koalisyon

� RP konusunda kayda değer bir literatür oluştu. Diğer bazı eserlerin yanı sıra bkz. Öniş (199�) ve Yavuz (�00�).

Page 8: Refah Partisi’nden AKP’ye

12�

Avrasya Dosyası2006, C

ilt 12, Sayı 2

Ziya Öniş

hükümetinin Haziran 199�’de çökmesine yol açan ve ertesi yılın başın-da partinin kapatılmasıyla sonuçlanacak süreci başlatan “postmodern” �8 Şubat 199� askerî müdahalesinin kendisi de otoriter bir hareketti. Öte yandan bu müdahale Türk devletinin ve toplumunun geniş bir kesiminin tercihlerini yansıtarak laik bir ortamın sınırlarını belirledi.

Sözü geçen dönemde İslamcılar kuşkusuz ciddi bir öğrenme sürecinden geçti. RP’nin halefi Fazilet Partisi (FP) RP’ye göre çok daha ılımlı bir siya-sal güç oldu. Giderek vurgu, mevcut laik düzen içinde dinî özgürlüklerin genişletilmesine kaydı. FP’nin ekonomik politikaya yaklaşımı çok daha “pazar-dostu” ve AB ile yakın ilişkiler kurulmasını destekleyici idi. Bunlara rağmen bu partinin de kapatılmaktan kurtulamamış olması bir bakıma Türk devletinin otoriter eğilimini göstermektedir. Bu karar parti içinde “yenilikçiler” ile “gelenekçiler” arasında çok büyük bir tartışmaya ve ni-hayetinde de bölünmeye yol açtı. Ortaya iki ayrı parti çıktı. “Yenilikçiler” yeni kurulan AKP’nin belkemiğini oluşturdu. İlginçtir ki, geriye dönüp baktığımızda, 1990’ların sonlarında her ikisi de lider egemenliğinde olan merkez sağ ve merkez soldaki başlıca iki partiye kıyasla FP’de çok daha fazla parti içi tartışma olduğunu görüyoruz.

Parçalanma ve dönüşüm süreçlerini tetikleyen yalnızca devlet politikala-rı ve disiplini değildi. Kuşkusuz İslamcı entelektüellerin ve sivil toplum örgütlerinin yaklaşımındaki söylem değişikliği de ibrenin “yenilikçiler”e doğru kaymasını sağladı. İşadamlarını temsil eden büyük bir örgüt olan MÜSİAD gibi önemli sivil toplum kuruluşunun -ki bunlar RP’nin bel-kemiğini meydana getirmişlerdi ve hükümet içinde ılımlılaştırıcı bir gücü temsil ediyorlardı- bakış açısı, belirtilen on yılın sonuna gelindiğinde ol-dukça değişmişti. Son dönemdeki MÜSİAD raporları demokratikleşme, medeni haklar ve insan hakları alanlarının genişletilmesi ve Avrupa ile bü-tünleşme konularına eskisinden çok daha fazla vurgu yapmaktaydı.8 Aynı şekilde Türkiye’deki İslamcı entelektüellerin söylemi de buna paralel bir dönüşüme uğradı ve bu kişiler liberal demokrasinin değerlerini ve normla-rını gittikçe daha fazla benimsedi.9

8 MÜSİAD demokratikleşme raporu.9 Bu bağlamda bkz. Dağı’nın kayda değer çalışması (�00�).

Page 9: Refah Partisi’nden AKP’ye

12�

Avra

sya D

osya

sı20

06, C

ilt 1

2, S

ayı 2

İslam’ın Ekonomi Politiği ve Türkiye’de Demokrasi: Refah Partisi’nden AKP’ye*

Doğal olarak bu bizi AB’nin önemine getiriyor. AB, Aralık 1999’daki kri-tik Helsinki kararından çok daha önce aralarında İslamcıların da bulun-duğu kilit konumdaki birçok siyasi aktörün tercihlerinin şekillenmesinde giderek artan önemli bir rol oynamaya başlamıştı. İlginçtir ki, iktidara gel-diğinde RP bile AB ile yeni imzalanmış olan Gümrük Birliği anlaşmasının belirlediği sınırlar içinde hareket etmeyi kabul etmiştir. Kuşkusuz RP’nin selefleri AB konusunda çok daha olumlu bir tutum almışlar ve AB’yi gi-derek ülkedeki yerleşik laik düzenin elitlerine karşı gerekli koruyucu bir set ve Türk toplumunda kendi konumlarını pekiştirecek bir araç olarak görmüşlerdir. Dolayısıyla AB’nin rolüne değinmeyen yorumlar, Türkiye bağlamında İslamcı politikaların geçirdiği dönüşümün çok eksik ve yanıl-tıcı bir değerlendirmesi olmaktan öteye gidemez.10

Helsinki Sonrası AB’nin Dönüştürücü EtkisiTürkiye’nin AB ile ilişkileri 1999 Helsinki Zirvesi’nin ardından, öncesin-den tamamen farklı bir seyir izledi. Helsinki’de Türkiye’ye resmen aday ülke statüsü verilmesi hem politikayı belirleyen elitlerin hem de genel ka-muoyunun gözünde AB’nin üyelik kriterlerinin inandırıcılığını artırma konusunda etkili oldu. Teşvik ve şartlardan oluşan karma, hem ekonomik hem de siyasal alanda reform sürecinin hızlanmasını sağladı. Bunun sonu-cunda da Türkiye nispeten kısa bir sürede özellikle �00�-�00� döneminde daha önce ülkede hiç görülmemiş ölçüde demokratik açılımlar gerçekleş-tirdi. Bu reformlar dizisi henüz tamamlanmamışsa da, yapılan reformlar Türkiye’nin demokrasisini güçlendirme ve açık, çoğulcu ve çokkültürlü bir siyasal düzen kurma yönünde kayda değer bir gelişim göstermesini sağladı. Özellikle insan hakları, azınlıkların korunması, adli sistemin ıslahı ve as-keriyenin rolü gibi önemli konularda etkili reformlar yapıldı. İnsan hakları gibi geniş bir alanda, işkence ve cezaevlerinde kötü muameleyle mücadele, ifade özgürlüğü ve barışçı amaçlarla toplanma ve örgütlenme özgürlükleri-ne ilişkin önemli ilerlemeler sağlandı. Azınlıkların korunması kapsamında Müslüman olmayan azınlıkların yanı sıra, Kürtlerin kültürel haklarının ge-nişletilmesi için de önemli adımlar atıldı. Daha yakın bir tarihte ise Türk toplumundaki asker-sivil dengesinde kökten değişikliklere yol açabilecek

10 Bu bağlamda bkz.Öniş (�001) ve Tanıyıcı (�00�).

Page 10: Refah Partisi’nden AKP’ye

130

Avrasya Dosyası2006, C

ilt 12, Sayı 2

Ziya Öniş

bazı gelişmeler oldu.11

1999’dan sonra üyelik seçeneğinin çok daha inanılır hale gelmesinin de katkısıyla reform yanlısı, başka bir deyişle AB yanlısı koalisyon Türk siya-set sahnesinde güçlenerek sesini daha fazla duyurma imkânı yakaladı. AB yanlısı koalisyon (yani Türk toplumunda Türkiye’nin AB üyeliğine sadece soyut bir fikir olarak taraftar olmakla kalmayıp reform yapılmasında rol oynamaya hazır olduğunu güçlü bir biçimde gösteren gruplar) 1990’larda yukarı doğru bir ivme kazanmıştı. Siyasal partilerden çok, sivil toplum kuruluşları AB yanlısı koalisyonun öncüleri olarak ortaya çıktılar, sivil top-lum içinde de iş dünyasının sivil toplum örgütleri özellikle faal bir rol oynadı.1�

Helsinki kararından sonra sivil girişimler çok daha belirgin hale geldi. AB yanlısı koalisyonun tabanı giderek genişledi ve devlet bürokrasisinin kilit önemdeki bazı kesimlerini de içine aldı. Türkiye’deki Avrupalılaşma süre-ci 1990’larda devletle iş dünyasının elitlerinin arasını açmıştı. 1999’dan sonra ise bu süreç, Türk devletinin içinde önemli bölünmelere yol açtı ve denge AB yanlısı koalisyon lehine değişti. Siyasal düzenin temel aracıla-rının, yani siyasal partilerin, bu akıma belirli bir süre geciktikten sonra katılmış olmaları ise çok şaşırtıcıdır. 1999’dan sonraki Türk deneyiminin paradoksal yönlerinden biri, 1999-�00� döneminde iktidarda olan ko-alisyon hükümetinin (ki bu hükümette biri siyaset yelpazesinin solunda diğeri ise sağında yer alan ve yüksek düzeyde milliyetçi olan iki parti etkin durumdaydı) AB’yle ilişkili reform gündemi karşısında “ne sıcak ne de soğuk” başka bir deyişle “ılık” bir tavır almasıdır.1� Yine de AB’nin çekim gücü karşısında hükümet akıntıya karşı koyamadı ve ne kadar şaşırtıcı olsa da, Türk tarihinin en kapsamlı reformlarının yapılmasının sorumluluğunu

11 Reform girişimlerinin ayrıntıları için bkz. Aydın ve Keyman (�00�).1� Bu bakımdan en faal kuruluş herhalde TÜSİAD idi. Türkiye’de büyük şirketlerin çıkarlarını temsil eden bir

dernek olan TÜSİAD 199�’de özellikle azınlık haklarının genişletilmesine ilişkin bir plan içeren bir rapor yayınladı. Rapor kayda değer çapta tartışma başlattı ve devlet düzeninin en önemli unsurlarınca genelde eleş-tirildi. Bkz. Tanör (199�). 1990’ların sonlarına doğru “İslami şirketleri” temsil eden MÜSİAD gibi Türk iş dünyasının diğer kuruluşları da TÜSİAD’ı izledi. Bkz. MÜSİAD (�000).

1� Sözü geçen partiler solcu-milliyetçi Demokratik Sol Parti (DSP) ile radikal milliyetçi bir parti olan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) idi.

Page 11: Refah Partisi’nden AKP’ye

131

Avra

sya D

osya

sı20

06, C

ilt 1

2, S

ayı 2

İslam’ın Ekonomi Politiği ve Türkiye’de Demokrasi: Refah Partisi’nden AKP’ye*

üstlendi.1� Ardından da AB yanlısı koalisyonda liderlik rolünü Kasım �00� seçimlerinden sonra dönemin hakim siyasal gücü olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) devraldı.

Helsinki kararının başlattığı dinamik süreç ayrıca, Türk toplumunda AB’ye kuşkuyla bakan “Avrupa şüphecisi” (euroskeptik) unsurların, yani AB kar-şıtı koalisyonun gücünü ve direncini azalttı. Türkiye bağlamında kulla-nıldığında, Avrupa şüphecisi ya da AB karşıtı koalisyon terimleri farklı bir anlam taşımaktadır. Bu terimlerden ilki; devletin, toplumun ve siyasal partiler sisteminin AB üyeliği fikrine ilke olarak karşı olmamakla birlikte, Kopenhag kıstaslarının bazı ana öğelerinin (eğitim ve Kürtçe yayınla ilgili olanlar) uygulanmasına, ulusal egemenliğin altını oyacağı ve Türk devleti-nin parçalanmasına yol açacağı gerekçesiyle karşı çıkan unsurlarını anlat-maktadır.15

Geriye dönüp bakıldığında görülmektedir ki, beklenmedik bir dizi şok bu süreci hızlandırmıştır. Mesela Türkiye’nin Kasım �000 ve Şubat �001’de karşı karşıya kaldığı büyük ekonomik krizler kimsenin öngöremediği çok önemli bir sonuca yol açtı ve başka bir deyişle güç dengesini çok keskin bir biçimde AB yanlısı koalisyon lehine değiştirdi.16 Toplumun bütün ke-simlerini vuran dev bir işsizlik ve iflas dalgasına yol açan krizin büyüklüğü, AB üyeliğinden sağlanabilecek maddi çıkarları eskisinden de çekici hale getirdi.1� Üstelik ekonomik kriz sonrasında hem uluslararası mali çevreler hem de Türkiye içindeki temel ekonomik aktörler, kalıcı ekonomik büyü-

1� Adilane bir değerlendirme yapmak için söylememiz gerekir ki hükümetin küçük ortağı olan Anavatan Partisi (ANAP) reform sürecine yüksek sesle destek verdi. Bu yüzden ANAP Türkiye’de yakın geçmişte AB yanlısı koalisyonun faal bir üyesi olarak yerini belirleyen ilk büyük parti sayılabilir.

15 Türk toplumundaki Avrupa şüpheciliğinin niteliği ve derinliği konusunda bkz. Avcı (�00�) ve Yılmaz (�00�). Türkiye’deki en belirgin Avrupa şüpheciliği çeşidini en iyi anlatan terim “yumuşak Avrupa şüpheciliği” olabilir. Bu unsurlar modernleşme ve Batılılaşma gerekçesiyle Türkiye’nin Avrupa’ya entegre olma fikrine gayet yat-kındır, ancak aslında arzu ettikleri kendi şartlarına uygun bir entegrasyondur ki bu da reformsuz entegrasyon anlamına gelmektedir.

16 �000 ve �001 ekonomik krizlerinin kökenleri ve niteliği için bkz. Öniş ve Rubin’in denemelerinden yapılan derleme (�00�).

1� Kamu oyu yoklamaları Türkiye’de halkın yüzde ��’ünün AB üyeliğine taraftar olduğunu gösteriyor. Buradaki ana güdü daha yüksek bir yaşam seviyesine yönelik pragmatik düşünceler gibi görünmektedir. Bunun kanıtı için bkz. Çarkoğlu (�00�).

Page 12: Refah Partisi’nden AKP’ye

132

Avrasya Dosyası2006, C

ilt 12, Sayı 2

Ziya Öniş

me sağlanabilmesi ve ileride benzer mali krizlerin önlenebilmesi için geçici IMF disiplini yerine daimî bir “AB çapasına” gerek duyulduğunu eskisin-den daha kuvvetli bir şekilde dile getirmeye başladılar. Bunun sonucunda da, ekonomideki katılımcıların davranışı giderek ülkenin hem ekonomik hem de siyasal cephede AB’ye uyum reformlarını yerine getirme yeteneği-ne bağlı hale geldi. İşin ilginç yanı, belli başlı uluslararası bankalar ve mali kurumlar düzenli aralıklarla hazırladıkları raporlarda Türk ekonomisinin son durumunu yorumladı ve potansiyel yatırımcılara bilgi iletirken bunun bir aracı olarak Türkiye’deki siyasal gelişmelerin ve Kopenhag siyasi kri-terlerinin uygulanması üzerinde yoğunlaştı. Böyle bir ortamda AB karşıtı koalisyonun üyeleri hep kendilerini ağır eleştirilere karşı savunmak duru-munda kaldı.

Bu dinamik süreçte bir sonraki dönüm noktası Irak Savaşı oldu. AB karşıtı koalisyonun en önemli kesimi olan Türkiye’deki askeriye ve diğer güven-lik kurumları o zamana kadar ABD-İsrail-Türkiye üçgenini çoğu kez AB mihverine karşı seçenek olarak görmüştü ve AB’nin önerdiği bazı önemli siyasal reformlar konusunda pek istekli değildi.18 Ancak Türk Parlamen-tosunun Amerikan askerlerinin Türk sınırından Irak’a girmesine ilişkin kararı desteklemeyi reddetmesi, Türkiye ile ABD arasındaki ilişkileri ger-ginleştirdi ve Türkiye’yi ABD’ye bağlayan uzun bir geçmişe sahip stratejik ittifakın tümüyle yıkılmasına olmasa da, ciddi bir şekilde zedelenmesine yol açtı. Türkiye’nin savaş çabasının dışında kalma ve Amerikan askerleri-nin de Türk sınırından Irak’a geçmesine izin vermeme kararı beklenmedik bir sonuca yol açarak Türkiye’yi Avrupa’ya ve özellikle çekirdek Fransız-Alman ittifakının aldığı tutuma yaklaştırdı.19 ABD bir kez Orta Doğu’da sağlam bir şekilde üslenince, Türk askerî makamlarının ciddi bir güvenlik sorunu olduğu gerekçesiyle Kuzey Irak’a müdahale etme imkânı kalmadı. Bu olaylar zincirinin etkisiyle Türk siyaset sahnesinde güç dengesi sivil-

18 Avrupa şüphecileri koalisyonunun önemli bir unsurunu meydana getiren devlet elitlerinin davranışını gösteren en tipik belirti “Sévres Sendromu”dur. Bu terim Türkiye’nin Dünya Savaşı sonrasında kendisini içinde bulduğu ortamın anıları yüzünden tarihsel bir şartlanma sonucunda AB’nin empoze ettiği önemli bazı siyasal reformla-rın temeldeki birliği bozması ve Türk devletinin parçalanması ihtimalinden duyulan korkuyu anlatmaktadır. Bu konunun güzel bir şekilde işlendiği bir çalışma için bkz. Kirişçi (1999).

19 Bu fikrin daha ayrıntılı bir şekilde anlatımı için bkz. Öniş ve Yılmaz, “Türkiye-AB-ABD Üçgeni Perspektifi: Dönüşüm mü Devamlılık mı?” (�005).

Page 13: Refah Partisi’nden AKP’ye

133

Avra

sya D

osya

sı20

06, C

ilt 1

2, S

ayı 2

İslam’ın Ekonomi Politiği ve Türkiye’de Demokrasi: Refah Partisi’nden AKP’ye*

ler lehine değişti ve sonuçta Türk siyaset sahnesinde askerlerin konumuna ilişkin önemli bazı değişiklikler meydana geldi. Bu değişiklikler, Millî Gü-venlik Kurulunun yetkilerinin sınırlanması ve savunma harcamalarının ki-min denetiminde olacağı gibi konulara ilişkindi.�0 Türk siyasetindeki diğer büyük aktörler gibi, askerî ve güvenlik makamları da son zamanlarda bir öğrenme sürecinden geçtiler. Bu doğrultuda eski sert tutumlarını giderek terk etmekte ve daha Avrupa yanlısı bir tutum benimsemektedirler. Bunun yeni bir olgu olduğu açıktır. Bu olgu en belirgin bir biçimde, askerî elitle-rin Kıbrıs konusuna nispeten edilgen ya da tarafsız bir şekilde yaklaşıyor olmalarıyla örneklenmektedir. Askerî elitlerin bu yeni tutumu geçmişteki kuvvetle milliyetçi tutumdan çok farklıdır. Askerlerin tam bir dönüşüm geçirmiş oldukları sonucuna varmak için vakit henüz erken. Kuşkusuz geç-mişten gelen bir çizginin devam etmesi söz konusudur. Bu çizgi özellikle laiklik ilkesine kesin bağlılıktır. Ayrıca askerler Kürtçe ve Kıbrıs gibi konu-lara ilişkin gelişmelere hâlâ ciddi bir ihtiyatla ve çekince ile yaklaşmaktadır. Bütün bu özelliklerine rağmen Türkiye’deki askerlerin değiştikleri ve artık tam olarak Avrupa şüphecilerinin kampında sayılamayacakları belirtilme-lidir.

Türkiye’nin içindeki bu beklenmedik çarpıcı gelişmelerin Helsinki sonrası dinamiklerine yeni bir boyut eklemesine şaşırmamak gerekir. Avrupa’da Türkiye’nin üyeliğiyle ilgili görüşler değişmeye başladı. Aynı şekilde Türkiye’de AB yanlısı koalisyon güçlenirken, Avrupa’da da Türkiye yanlı-sı koalisyon güç kazanmakta. Daha önce (kültüre ilişkin görüşlerden de-mokratik normlara uymamaya kadar değişen) çeşitli nedenlerden ötürü Türkiye’nin üyeliğine tarihî perspektiften bakan Avrupa toplumunun ana unsurları giderek Türkiye’nin üyeliği fikrini kabule daha yatkın bir duru-ma geldi. Bu yüzden bir “iyicil döngünün” varlığını sezinlemek mümkün. Başka bir deyişle, AB’den eskisinden daha güçlü ve daha inandırıcı işaret-ler gelmesi Türkiye’deki reform sürecinin hızlandırılmasına yardımcı oldu. Türkiye’deki reform sürecinin hızlanması ve daha fazla yoğunluk kazanma-sı da Avrupa kamuoyunun yeniden şekillendirilmesine ve Türkiye’nin üye-liğinin eskisinden daha fazla arzu edilir hale gelmesine katkıda bulundu.

�0 Bu sürecin ayrıntıları için bkz. Aydın ve Keyman (�00�).

Page 14: Refah Partisi’nden AKP’ye

134

Avrasya Dosyası2006, C

ilt 12, Sayı 2

Ziya Öniş

AKP ve Seçim Galibiyetinin Altında Yatan Belirleyici EtkenlerTürkiye birbiri ardına kurulan koalisyon hükümetleriyle yönetilerek on yıl kadar siyasal istikrarsızlık yaşadıktan sonra, AKP’nin Kasım �00� genel se-çimlerinde elde ettiği sıra dışı seçim zaferi Türkiye’nin siyasal ve ekonomik rotasında önemli bir dönüm noktası oldu. Bu olguyu açıklayabilmek için AKP’nin başarsının ardındaki ekonomik temeller ve bununla bağlantılı diğer alanlarda birçok hipotez ortaya atıldı. Birincisi, AKP neo-liberal kü-reselleşmenin galipleriyle mağluplarını bir arada yörüngesine çekip, top-lumdaki çeşitli sınıflardan bir seçim ittifakı oluşturmakta son derece başa-rılı oldu. İş dünyasından –özellikle ülke çapındaki bir derneğin şemsiyesi altındaki küçük ve orta ölçekli işletmelerden– aldığı destek AKP’nin seçim başarısında hayati rol oynayan etkenlerden biri oldu. Öte yandan, AKP’nin selefi olan partilerin (Refah Partisi ve Fazilet Partisi) belediyelerdeki başa-rılı sicili de önemli bir etkendi. AKP’nin son dönemde eşi görülmemiş bir seçim zaferi kazanmasını sağlayan üçüncü etken, ülkenin merkez sağ ve merkez soldaki yerleşik ve alışılmış partilerinin sürekli ve adil bir büyüme sağlamakta, yüksek bedeller ödenmesine yol açan mali krizleri önlemekte ve süregelen yolsuzluk sorunuyla başa çıkmaktaki başarısızlığıydı. İslami köklerine, liderlerine ve çekirdek siyasal tabanına bağlı olarak RP ve FP ile ilişkilendirildiyse de, AKP kendisini siyaset yelpazesinin merkezinde rol al-maya aday yeni bir yüz olarak sunmayı başarabildi. Bu sayede RP ve FP’ye kıyasla çok daha geniş tabanlı bir seçim koalisyonu oluşturabildi.

AKP’nin yükselişini açıklamak kendi başına yeterince ilginçse de bundan daha da ilgi çekici bir konu vardır: Bu parti gücünü pekiştirerek Türk si-yaset sahnesinde en azından önümüzdeki on yıl boyunca büyük bir hege-monik güç olarak kendisine kalıcı bir yer sağlayabilecek midir? Bu soruyu cevaplayabilmek için, AKP Hükümetinin özellikle ekonomik alandaki ic-raatının sistematik ve eleştirel bir analizi yapılmalıdır. Bu bağlamda bizim yaptığımız değerlendirme bazı çekinceler olsa da gayet olumludur. Tam bir değerlendirme yapmak için vakit erken olsa bile mevcut durum AKP’nin gelecek genel seçime kadar önemli bir başarısızlıkla karşılaşmasının bek-lenmediğini göstermektedir.

Kuşkusuz ekonomik kriz (bu Türkiye’nin yakın tarihindeki en derin kriz-di ve olumsuz sonuçlarından zengin ya da yoksul, eğitimli ya da eğitim-

Page 15: Refah Partisi’nden AKP’ye

13�

Avra

sya D

osya

sı20

06, C

ilt 1

2, S

ayı 2

İslam’ın Ekonomi Politiği ve Türkiye’de Demokrasi: Refah Partisi’nden AKP’ye*

siz, kentli ya da köylü Türk toplumunun bütün kesimleri etkilenmişti) Türkiye’nin yerleşik siyasal partilerinin seçim kaderleri üzerinde yıkıcı bir etkiye sebep oldu. En dramatik oy kaybına uğrayan ve seçimlerde en büyük başarısızlıkla karşılaşan üç parti, Nisan 1999 seçimleri sonucunda iktidara gelen koalisyon hükümetinin ortakları yani iktidar partileriydi ve kaderin cilvesi olarak Türkiye’de son yıllarda yapılan önemli ekonomik ve siyasal reformların bir kısmı –niyetleri tam olarak bu olmasa da- bu partiler sayesinde gerçekleştirilmişti. Bülent Ecevit’in lideri olduğu ve koalisyonun başını çeken Demokratik Sol Parti (DSP) seçimlerde perişan oldu. Benzer şekilde Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ile Anavatan Partisi’nin (ANAP) tabanında da çarpıcı bir kayma oldu. İktidardaki bu üç parti Kasım �00� seçimlerinde yüzde 10’luk seçim barajını bile aşamadı. Bu, 1999 sonra-sında parlamenter siyasetin dışında bırakılmaları anlamına geliyordu. Öte yandan 1999-�00� döneminde iktidarda bulunmamakla birlikte 1990’lar boyunca önemli bir siyasal güç olan Doğru Yol Partisi (DYP) de Kasım �00� seçiminde büyük bir başarısızlığa uğradı ve bir kenara itildi. Açıkça görülüyordu ki seçmenlerin büyük bir bölümü sandıkta siyasal yelpazenin hem sağındaki hem de solundaki yerleşik partilerden hoşnut olmadığını kesin bir dille ifade etmişti. Merkez-sol partiler yoksulların ve imtiyazsız-ların çıkarlarını savunmadıkları için cezalandırıldı. Merkez-sağ partiler ise buna ilaveten adlarının yaygın yolsuzluklara karışmış olmasından zarar gördü.

Böylece AKP, Türk siyasetinde yeni bir güç olarak yerleşik siyasal partilerin başarısızlıklarından yararlandı. AKP, seçmenlerin büyük bir bölümüne ken-disini ekonomik küreselleşmenin olumlu yönüyle etkin katılım ve küresel pazarda rekabet temelinde uzlaşan ilerici bir güç olarak sunmayı başardı. AKP’nin yaklaşımı aynı zamanda hem maddi yararların dağılımı hem de kişisel hakların ve özgürlüklerin genişletilmesi konularında partinin sosyal adalete verdiği önemi gösteriyordu. Parti rakiplerine kıyasla daha ileriye dönük ve reformcu bir yaklaşıma sahip görünüyordu ve görünüşe göre küreselleşme güçleriyle baş etmeyi yani küreselleşmenin sağlayacağı mad-di çıkarlardan yararlanırken küreselleşmenin bazı olumsuz sonuçlarını da düzeltmeyi amaçlıyordu. Gerçekten de bazı yönlerden AKP, Kasım �00� seçimlerindeki en büyük rakibi Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) daha fazla, “üçüncü yol” Avrupa tarzı sosyal demokrat partileri andırıyor-

Page 16: Refah Partisi’nden AKP’ye

13�

Avrasya Dosyası2006, C

ilt 12, Sayı 2

Ziya Öniş

du. Pazar ekonomisinin yararlarını ve devletin reformlar yoluyla kalkınma-sonrası düzenleyici bir devlete dönüştürülmesi gereğini vurguluyor, sosyal adalete ilişkin konular üzerinde duruyor, çokkültürlülükten ve din özgür-lüğünün genişletilmesinden yana olduğunu belirtiyor ve Türkiye’nin AB üyesi olmasını ve bunun gerektirdiği reformların yapılmasını ülkede son zamanlarda hiçbir partinin yapmadığı kadar kuvvetle destekleyerek trans-nasyonalist olduğunu gösteriyordu. Böylece AKP, rakibi CHP’den çok daha fazla “üçüncü yol partisi” olduğu imajını verdi. CHP ise çok daha içe dönük ve bazı bakımlardan Avrupa tarzı “üçüncü yol politika” standartla-rına göre çok daha muhafazakâr bir parti izlenimi uyandırdı.�1

CHP, 1999-�00� döneminde hükümette hatta parlamentoda olmayışın-dan yararlandı çünkü seçmenler bu durumda bu parti hakkında olabilecek kuşkularını bastırıp iyimser düşündüler. CHP de uzun geçmişine rağmen iktidardaki büyük partilerden hiç memnun olmayan seçmenlerin dikkatle-rini yöneltebilecekleri kısmen yeni bir yüz haline geldi. Ancak, daha önce ekonomiden sorumlu devlet bakanı olarak görev yapmış olan Kemal Der-viş partiye alındığı halde, CHP başkanlığı eski imajından sıyrılamadı ve çok fazla milliyetçi, devletçi ve içe dönük bulundu. Üstelik partinin, laik-liğin oldukça katı ve keskin bir yorumuna kuvvetle bağlı kalması, partiyle Türk toplumunun laik devletin koyduğu sınırlar içinde daha geniş dinî haklar ve özgürlükler isteyen önemli bazı kesimlerinin arasının açılmasına yol açtı. Böylece CHP’nin gelenekselliği, şartlara kendini uyduramayışı ve ekonomik konulara nispeten ilgisiz kalışı AKP’nin �00� genel seçimlerin-deki şansını artıran ana etkenler oldu. Kasım �00�’teki belediye seçim-lerinde bu partiler arasındaki fark daha da açıldı. Başka bir deyişle, AKP ülkede güçlü ve sesi duyulan bir muhalefetin yokluğundan yararlandı. Si-yasal yelpazenin sağında da solunda da kendisini değişen şartlara ve Türk siyasetinin yeni parametrelerine uydurabilme yeteneğine sahip gerçek bir seçenek oluşturacak bir parti yoktu. Bu durum sonraki yıllarda AKP’nin siyaset sahnesine daha da hakim olmasını açıklayabilir.��

�1 AKP’nin Türkiye’nin son zamanlardaki Avrupalılaşma ve demokratikleşme deneyiminde oynadığı rol için bkz. Ayoob (�00�) ve Keyder (�00�); Keyman ve Öniş (�00�).

�� Türkiye’deki siyasal partiler isteminin niteliği ve ayırt edici özellikleri için bkz. Heper ve Rubin’in makaleleri (�00�).

Page 17: Refah Partisi’nden AKP’ye

13�

Avra

sya D

osya

sı20

06, C

ilt 1

2, S

ayı 2

İslam’ın Ekonomi Politiği ve Türkiye’de Demokrasi: Refah Partisi’nden AKP’ye*

Hristiyan Demokratlığa Türk Seçeneği mi? AKP’nin ve Demokrasinin Güçlendirilmesi Sürecine KatkısıAKP’nin Kasım �00� seçimlerinden Türk siyaset sahnesinin dominant gücü olarak çıkması, Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir kilometre taşını teş-kil etti.�� Kıyaslama yapmak gerekirse, AKP deneyimini ilginç kılan şey, bu yeni partinin güçlü İslami köklerine rağmen seleflerine göre çok daha ılım-lı ve merkezci görüşlere sahip olmasıydı. Daha da ilginci, AKP kendisini AB üyeliğini etkin bir biçimde ve yüksek sesle destekleyen bir parti olarak sunuyordu. Gerçekten de AKP Hükümeti AB ile ilgili reform gündemini kendisinden önceki koalisyon hükümetinden çok daha büyük bir tutar-lılık ve bağlılıkla izledi. Bu yüzden AKP’ye haksızlık etmemek için şunu söylemek gerekir: AKP Kasım �00�’den sonra AB yanlısı koalisyonunun dominant öğesi haline geldi. Bu partinin AB ile ilgili reform gündemine gösterdiği bağlılığın derecesi, AB içinde Türkiye yanlısı kayda değer çapta bir koalisyon oluşmasına katkıda bulunmak açısından da önemliydi.

AKP garip bir melez (hibrid) siyasal oluşumdur. Partinin hem lider kad-rosu hem de çekirdek seçmen tabanı geçmişteki İslamcı partilerle ilişkili görüldüğü için Kasım �00� seçimlerinin hemen sonrasında, Türk devle-tinin ve toplumunun laik kesimleri ile uluslararası toplum AKP’yi hayli kuşkuyla karşıladı. Ancak bir süre sonra bu partinin seleflerine kıyasla çok daha ılımlı olduğu görüldü. Duruma sosyal bilimler perspektifinden ba-kacak olursak, AKP’yi geleneksel sağ-sol siyaset mihverinde belirli bir yere yerleştirmek kolay değildir. Partinin yapısında kuşkusuz muhafazakâr bir damar mevcuttur ve dine, ahlaka ve geleneksel değerlerin korunmasına vurgu yapılmaktadır. Partinin muhafazakârlığı kendisini kadın haklarına ve kadın-erkek eşitliğine ilişkin konularda çok açık bir şekilde belli etmek-tedir. Zaten parti kendisini “muhafazakâr demokrat” olarak tanımlamak-tadır. Bu tanımla kendisini Batı Avrupa’daki karşılığına, yani Hristiyan demokratlara çok yakın gördüğünü belli etmektedir.�� Dahası, partinin seçmen tabanı farklı sınıflara mensup insanlardan oluşan bir koalisyon gibidir. Bu tabanda neo-liberal küreselleşmeden kayda değer oranda ya-

�� Kasım �00� seçimleri ve AKP’nin yükselişi konusunda bkz. Öniş ve Keyman (�00�), Çarkoğlu (�00�), İnsel (�00�) ve Mecham (�00�).

�� AKP’nin ideolojik yapısı ve “muhafazakâr demokrat” kavramı konusunda bkz.Akdoğan.

Page 18: Refah Partisi’nden AKP’ye

13�

Avrasya Dosyası2006, C

ilt 12, Sayı 2

Ziya Öniş

rarlanan küçük ve orta ölçekli işletmeler de bulunmaktadır. İşadamlarının partinin seçmen tabanını meydana getiren önemli öğelerden biri olması, birçok yorumcunun doğal olarak AKP’yi bir merkez-sağ parti olarak nite-lemesine yol açtı.

Yine de AKP’nin çokkültürlülüğün ilke ve değerlerine, sosyal adalete ve gereken şekilde düzenlenmiş (regulated) piyasa ekonomisine açıkça göster-diği bağlılık düşünülecek olursa, AKP ile Avrupa’nın “üçüncü yol” sosyal demokrat partileri arasında bazı paralellikler kurmak mümkündür.�5 İyim-ser bir görüşe göre, AKP’nin amaçlarından biri de laiklik kavramına karşı çıkmak yerine din özgürlüğünün sınırlarını genişletmek ve dinî çeşitliliği teşvik etmek olduğuna göre, AKP en azından dar anlamıyla çok-kültür-lülük ilkesine bağlı bir partidir. Aynı zamanda bu parti görüldüğü kada-rıyla rakiplerine oranla sosyal adalet ilkesiyle ve en yoksul kesimin duru-muyla daha yakından ilgilenmektedir. Kuşkusuz Türkiye’nin son yıllarda uyguladığı IMF programı doğrultusunda empoze edilen mali disiplinler yüzünden, bu alanda AKP’nin yapabileceği şeyler çok sınırlıdır. Önemli bir noktayı daha hesaba katmak gerekir: Son dönemin sosyal demokrat partilerinin tipik özelliği, çeşitli sınıfların mensuplarının meydana getir-diği birer seçim ittifakı olmalarıdır ve bu ittifaklarda küçük ve orta ölçekli işletmeler kilit bir rol oynamaktadır.

AKP örneğinde çarpıcı olan husus ise, AKP’nin Türk siyasetinde daha önce merkez-sağ ve merkez-sol partilerin yer aldığı alanı ele geçirmiş olmasıdır. Kuşkusuz Türkiye’yi etkileyen büyük ekonomik kriz yerleşik siyasal par-tilerin seçimlerdeki şansını yerle bir etti. Bu durumda kendisine özgü bir reformculuk ve muhafazakârlık sentezini temsil eden ve çeşitli sınıflardan insanları kendisine çekmeyi başaran yeni bir melez (hibrid) oluşum olan AKP, iktidar partilerinin başarısızlıklarını kendisi için oya dönüştürmeyi başardı. AKP iktidara geldikten sonra mali disiplin ve ekonomik reformlar konusunda pragmatik, AB ile ilgili reformların uygulanmasında ise radikal bir yaklaşım benimsedi ve bu pragmatizm-radikalizm karışımı sayesinde hem ülke içinde hem de uluslararası çevrelerde gücünü ve popülaritesini daha da artırmayı başardı. Bunun sonucunda da Türkiye’de bir “ekono-

�5 Bu konunun ayrıntıları için bkz. Keyman ve Öniş (�00�).

Page 19: Refah Partisi’nden AKP’ye

13�

Avra

sya D

osya

sı20

06, C

ilt 1

2, S

ayı 2

İslam’ın Ekonomi Politiği ve Türkiye’de Demokrasi: Refah Partisi’nden AKP’ye*

mik iyileşme” ve “demokratik katılım için siyasal alanda daha fazla açılım” kombinasyonu ortaya çıktı. Kabul etmek gerekir ki sözü geçen olumlu gelişmeler AKP iktidara gelmeden önce başlamıştı; ancak AKP bu süreci hızlandırarak başarının büyük kısmını kendisine mal edebildi ve bu sayede kendi seçim şansını artırırken sağda ve soldaki muhalefet partilerini marji-nal bir konuma soktu.

AKP Hükümeti ekonomi ve demokratikleşme cephelerinde önemli giri-şimlerde bulunmakla kalmadı. Dış politikadaki tutumda da önemli bir değişiklik yaptı. Katı milliyetçi tutumdan uzaklaşarak daha dengeli ve pragmatik bir yaklaşım benimsedi. Bu değişiklik özellikle hükümetin uzun zamandan beri Türkiye’nin AB’ye üye olma çabalarına engel teşkil eden Kıbrıs konusuna yaklaşımında açık bir şekilde görüldü. AKP Hükümeti, Kıbrıs anlaşmazlığının uzlaşma yoluyla sona erdirecek bir çözümü olumlu bir biçimde karşılayan ilk Türk hükümeti oldu. Irak Savaşı ve ABD, İsrail ve Arap Dünyası ile ilişkiler gibi diğer dış politika konularında da benzer şekilde dengeli bir tutum sergilendi. Bütün komşu ülkelerle ilişkiler iyileş-meye devam etti. Açıkça görülmektedir ki, Türkiye bu dönemde ülkedeki demokratikleşme sürecine uygun bir şekilde tehditkâr bir bölgesel güç ol-maktan iyicil bir bölgesel güç olmaya doğru bir geçiş yapmaya başladı ve bu sürecin Türkiye’nin Avrupa güvenliği için bir kazanım olmaktan çok, bir risk teşkil edeceği yolundaki eleştirileri etkisiz hale getirdi.

AKP deneyimini daha geniş bir kapsama yerleştirecek olursak şu çarpı-cı husus görülür: Türkiye’nin İslami kimliği bir farklılık kaynağı olarak tanımlanmış ve bu yüzden Türkiye’nin AB dışında bırakılması gerektiği iddia edilmişti. Huntington tarzında Doğu’ya karşı Batı şeklinde keskin bir ayırıma dayanan tipik iddialara göre ise, Türkiye’nin gerçek İslami kim-liği Avrupa’ya daha fazla entegre olma süreci sırasında kaybolacaktı. Ancak gerçek durum, yani AKP deneyimi, bu iddiayla açıkça çelişti. Ilımlı İslami yönelimleri olan bir partinin laik Türkiye’yi Avrupa projesinin merkezine eskisinden daha fazla yaklaştıran ana siyasal güç olduğu görüldü. Gerçekten de burada bir paradoksla karşı karşıya bulunuyoruz: Türkiye’deki ılımlı İs-lamcılar, yerleşik devlet elitlerinin hiper-laikliğinden ve Türk toplumunun en önemli kesimlerinden kendilerine gelebilecek potansiyel tehditlere karşı kendi konumlarını güçlendirmekte ve somutlaştırmakta Türkiye’nin AB

Page 20: Refah Partisi’nden AKP’ye

140

Avrasya Dosyası2006, C

ilt 12, Sayı 2

Ziya Öniş

üyeliğinin önemli bir araç olabileceğini gördüler. Türkiye’nin AB’ye üyelik süreci dinî özgürlüklerin sınırlarını genişletecekti. Bu yüzden Türkiye’nin Avrupa’ya entegrasyonu beklenmedik bir şekilde Türkiye’nin İslami kimli-ğini koruyacak ve bu kimliği laik, demokratik ve çoğulcu bir siyasal düzen-le daha bağdaşır kılacak bir mekanizma haline gelecektir.

Radikal reformlar sürecini ve AKP Hükümetinin paradoksal ilk yıllarını yaşadıktan sonra belki de şunu daha güvenle iddia edebilecek durumda-yız: Büyük çoğunluğun Müslüman olduğu bir ortamda Türklerin ger-çekleştirdiği laiklik ve demokrasi sentezi, İslam dünyasının geriye kalanı için inandırıcı bir seçenek olabilir. Ancak bu konuda bir çekinceyi dile getirmek gerekir. Türkiye’de İslam’a karşı laiklik ayrımı ve laikliğin sınır-larının çizilmesi konusundaki tartışma sona ermiş olmaktan çok uzaktır. Üstelik AKP’nin kendisini ılımlı bir güç olarak sunmasına karşılık Türk toplumunda hâlâ büyük bir güven sorunu vardır. Hem devlet içinde hem de toplum genelindeki önemli bazı unsurlar, AKP’nin ılımlı imajına cid-di bir şüpheyle yaklaşmaya devam etmektedir. Gerçekten de kadınların kamusal alanlarda türban takması gibi kimlik iddialarının öne sürülmesi, büyük çapta gerilim ve direnişle karşılaşmakta, bu yüzden hükümet ciddi bir çatışmaya yol açmamak için bu gibi konuları arka plana atmaktadır.�6 Kuşkusuz AKP’nin çokkültürlülük ilkesine bağlılığı eleştiriye çok açıktır çünkü bu parti, şimdiye kadar Hristiyan azınlıklara daha geniş dinî hak-lar tanınması için hassas davranmamıştır. Türkiye’deki dinî uygulamala-rın devlet kontrolünde organize edilmesinin sona erdirilmesi konusunda çaba göstermemiştir. Haksızlık etmemek için şunu söylemek mümkün: Türkiye’nin içinde AKP konusunda ciddi görüş ayrılıkları devam ederken, başlangıçtaki bazı çekincelere rağmen, uluslararası toplum AKP Hüküme-tini çok daha kolay kabul etmiştir.

Bu bağlamda kritik bir başka nokta da, AB’nin laikliğe büyük önem atfet-mesine rağmen bu konuda somut uygulamanın ne olması gerektiğine iliş-kin tek bir model önermemesidir. Laiklik ilkesinin ne şekilde hayata geçiri-leceği konusunda AB içinde birden fazla ulusal model mevcuttur. Böylece

�6 Bu konunun ayrıntıları için bkz. Keyman ve Öniş (�00�).

Page 21: Refah Partisi’nden AKP’ye

141

Avra

sya D

osya

sı20

06, C

ilt 1

2, S

ayı 2

İslam’ın Ekonomi Politiği ve Türkiye’de Demokrasi: Refah Partisi’nden AKP’ye*

AB, Türkiye’deki İslamcıların manevra alanını daraltarak daha ılımlı hale getirilmelerine yardımcı olmuştur. Ancak bu, tek başına AB üyeliğinin Türkiye’deki laiklik-İslamcılık bölünmesini tümüyle giderebileceği anlamı-na gelmemektedir. Bu konunun önümüzdeki yıllarda hem Türkiye’de hem de Avrupa’da önemli ve hararetli fikir ayrılıklarına ve tartışmalara neden olması beklenebilir. Bütün bu gözlemler göstermektedir ki, Türkiye’de din özgürlüğünün sınırlarını genişletmek üzere daha fazla demokratikleşmeye gerek vardır. Bu ise şablonun mutlaka AB’den gelmesini beklemeden, iç politika alanında uzlaştırıcı çözümler üretebilme ve bu çözümler üzerinde anlaşabilme yeteneğimize bağlıdır. Başörtüsü konusu uzun zamandan beri uzlaşma bekleyen konulara iyi bir örnektir. AKP Hükümetinin şimdiye kadar konuyu sürekli erteleyebilmiş olması bu konunun önemini yitirdiği anlamına gelmez.

Ekonomi Politik Açısından AKP’nin Geleceği: İlerideki Güçlükler�00� sonu itibarıyla AKP’nin Türk siyaset sahnesinde dominant güç olma durumunu öngörülebilir gelecekte de koruyabileceği belli olmuştur. Av-rupa Konseyi’nin Aralık ayında Türkiye ile üyelik görüşmeleri sürecinin �005 Ekimine kadar başlatılmasını kararlaştırması olumlu bir gelişmedir ve bu gelişme hem ekonomide hem de siyasette AKP’nin şansını artırmıştır. Kuşkusuz Aralık �00�’te AB cephesinde büyük bir başarısızlık yaşansaydı, bu kolayca mali piyasalarda olumsuz tepkilerden oluşan bir kısır döngü meydana getirebilir, bu da ekonomide ciddi bir kötüye gidişi tetikleyebilir ve AKP’nin dayandığı büyük meclis çoğunlunu eritip kısa sürede yeni bir seçimi gerekli kılabilirdi.

Ancak yukarıda sözü geçen olumlu gelişmelere rağmen AKP’nin bu rakip-siz konumunun Türk siyasetinde orta ya da uzun vadede bir denge duru-mu meydana getireceğini söylemek için vakit henüz erkendir. Bazı iç ve dış gelişmeler, AKP’nin �00�-�00� dönemindeki icraatından esinlenen iyim-ser senaryonun tersine dönmesine yol açabilir. Bu konuda Türk ekonomi-sinin performansı kritik bir rol oynayacaktır. Eğer ekonomi önümüzdeki birkaç yıllık dönemde yılda yüzde altı ya da yedi oranında büyüyebilirse, Türkiye’de ekonomi politiğin esas konusu olan gelir dağılımına ilişkin cid-di anlaşmazlıkları dizginlememiz mümkün olur. Bu çeşit bir yüksek büyü-me hızı senaryosunun, büyük çapta doğrudan yabancı sermaye girişine ve

Page 22: Refah Partisi’nden AKP’ye

142

Avrasya Dosyası2006, C

ilt 12, Sayı 2

Ziya Öniş

tasarruflar, yatırımlar ve verimlilikte ciddi bir artışa bağlı olacağı açıktır. Hükümetin mali disipline sıkı sıkıya bağlı kalması ve AB cephesinde genel-de olumlu gelişmeler olması sonucunda son yıllarda Türkiye’deki yatırım ortamında iyileşme olmuşsa da, “yüksek doğrudan yabancı yatırım oranı-hızlı ekonomik büyüme” senaryosu –hele doğrudan yabancı yatırımlar için uluslararası alanda yoğun bir rekabet yaşanırken-kendiliğinden ve mutlaka gerçekleşecek değildir.

Buna karşılık düşük büyüme hızı senaryosu gerçekleşirse, iyicil denge ciddi bir biçimde bozulabilir ve bunun siyasal alanda olumsuz sonuçları görüle-bilir. Unutulmamalıdır ki, en aşağı on yıl sürmesi beklenen AB ile üyelik görüşmeleri döneminde AB normlarına uyum için atılacak adımlar (tarım sektörünün yeniden yapılandırılması ve çeşitli alanlarda köklü düzenle-meler yapılması gibi) Türkiye’ye büyük bir külfet yükleyecektir. Şimdi-ye kadar Türkiye’deki kamuoyu en başta üyelik sürecinden sağlanabilecek maddi çıkarları düşündüğü için AB üyeliğine kuvvetle taraftar olmuştur. Ancak AB üyelik süreci şimdiden uzamış durumdadır, düşük bir büyüme hızı ve bu yeni üyelik görüşmeleri dönemindeki uyum sürecinin niteliği, Türk toplumunun iş dünyası içinde ve dışındaki en önemli kesimlerinin AB’ye katılma isteğinin azalmasına yol açabilir. Bu süreç sonucunda da önümüzdeki birkaç yıl içinde, Türkiye’deki milliyetçi ve Avrupa şüpheci-si blokta çarpıcı bir canlanma yaşanabilir. Bu yeni dönemde Türkiye’deki siyasal mücadele muhtemelen merkez-sağın farklı kesimleri (“Müslüman Demokratlar” ve milliyetçiler) arasında ve genelde Avrupa tipi bir sosyal demokratik hareketin mevcut olmadığı bir ortamda cereyan edecektir. Türkiye’deki seçim mücadelesinin böyle bir yola girdiğinin işaretleri Mart �00� belediye seçimlerinde görülmüştür. Bu seçimlerde milliyetçi ve Av-rupa şüphecisi eğilimlere sahip iki parti olan MHP ve DYP’nin oylarında artış saptanmıştır.

Kırsal alandaki yoksulluk ve özellikle genç nüfustaki işsizlik bu yeni dö-nemde AKP için devasa boyutlarda iki ana sorun teşkil edecektir. �001 krizlerinin ardından Türkiye’de sağlanan ekonomik iyileşme –yani büyü-me– henüz işsizlik oranında bir düşme sağlamış değildir. Yavaş büyüme ortamında “yüksek işsizlik eşliğinde büyüme” olması ihtimali daha da kuv-vetlenecek ve bunun sonucunda toplumun geniş kesimleri siyasete ilişkin

Page 23: Refah Partisi’nden AKP’ye

143

Avra

sya D

osya

sı20

06, C

ilt 1

2, S

ayı 2

İslam’ın Ekonomi Politiği ve Türkiye’de Demokrasi: Refah Partisi’nden AKP’ye*

şikayetlerini dile getirmek için başka kanallar arayacaktır. Avrupa şüphecisi partiler kendilerini topluma AKP’nin doğal alternatifi olarak sunacaktır. Bu partilerin daha da güçlenmesi, Türkiye’de devam etmekte olan demok-rasinin güçlendirilmesi ve ekonomik reform sürecine yönelik ciddi bir tehdit oluşturacaktır. Son yıllarda AKP’nin seçmen tabanının belkemiğini meydana getiren ana öğelerden biri olan küçük ve orta ölçekli işletmelerle ilgili de benzer tahminlerde bulunulabilir. Yukarıda sözü edildiği gibi bu işletmeler, IMF’in sıkı disiplinine uyulmasına büyük şirketler kadar taraf-tar değildir. Ekonomide hızlı büyüme devam ederse, küçük işletmeler de muhtemelen bu sürecin sağlayacağı yararlara ortak olacak ve iş dünyasının küçük ve büyük birimleri arasında gelir dağılımına ilişkin anlaşmazlıkla-rın çıkması önlenebilecektir. Daha az dinamik bir ekonomik ortamda ise, küçük ve orta ölçekli işletmeler de kendilerini temsil edecek yeni kanallar arama yolunu tutabilir.

Bütün bu düşünceler aslında AKP’nin kendisinin geniş tabanlı bir koalis-yon olduğu gerçeğini vurgulamaktadır. “Müslüman Demokratların” �00� ve �00�’teki seçim başarısı, zaten Türk toplumunun birbirinden farklı ve ileride birbiriyle çatışabilecek çeşitli unsurlarını bir araya getiren geniş ta-banlı bir seçim koalisyonu kurabilme becerilerinden kaynaklanmıştı. Teh-like şurada yatmaktadır: Eğer ekonomide ya da dış politikada işler kötü gitmeye başlarsa bu koalisyonda ciddi bir parçalanma olabilir. Hesaba katmamız gereken başka bir husus da, AKP’nin iktidardaki ilk yıllarında başörtülü kızların üniversiteye girme yasağının kaldırılması gibi zorlu ko-nularda kendisini destekleyen çekirdek zümreyi tatmin edecek ve laik dü-zenin ciddi direnişiyle karşılaşacak adımlar atmaktan kaçınmış olmasıdır. AKP Hükümeti, ekonomik konular ve AB ile ilişkiler gibi daha acil çözüm bekleyen sorunlu alanlar bulunduğu gerekçesiyle bu dikenli konulara el atmaktan genelde kaçındı. Böylece daha hassas ve daha “bölücü” konuların (İslami semboller ve İslami kimliğe ilişkin konular) ele alınmasını rahatça ilerideki bir tarihe bırakabildi. AKP’nin liderleri kuşkusuz AKP’nin, selefi olan iki partiyle (RP ve FP) aynı kaderi paylaşmasını istemedi. Bu iki parti anayasanın laikliğe ilişkin maddelerini ihlal ettikleri gerekçesiyle kapatılma tehlikesiyle (kararıyla) karşı karşıya kalmıştı.

Bu tartışmadan açıkça anlaşılabileceği gibi Türk toplumunda İslamcılarla

Page 24: Refah Partisi’nden AKP’ye

144

Avrasya Dosyası2006, C

ilt 12, Sayı 2

Ziya Öniş

laiklik yanlılarını birbirinden ayıran fay hatları ortadan kalkmış değildir. AKP Hükümeti ne zaman kimliğe ilişkin hassas konuları siyaset günde-mine sokmaya çalışsa, sonuç laik siyasal düzenin ciddi bir biçimde buna direnmesi ve çatışma durumu olmaktadır.�� Hükümet şimdiye kadar gayet pragmatik bir yaklaşımı sürdürdü. Çekirdek seçmeninin duymak istedi-ği ancak lafta kalan şeyler söylerken, çekirdek seçmeninin insan hakları çerçevesinde gündemin ana maddeleri saydığı konularda çatışmacı bir tu-tum almaktan özenle kaçındı. Yine de şüpheci bir tavra sahip olan kişiler AKP’nin bu gibi konuları ele almaktan ilelebet kaçınamayacağını iddia edebilir. Eğer AKP bu gibi konulara el atmaktan sürekli kaçınacak olursa, seçmenlerin yüzde onunu oluşturan bu çekirdek zümre kendisini gittikçe dışlanmış hissedecek ve kendisini ifade edebilmek için başka siyasal kanal-lar arayacaktır. Bunun için doğal seçenek –ki bu tek seçenek değildir– Nec-mettin Erbakan’ın Milli Görüş Hareketi tarzının çizgisel uzantısı sayıla-bilecek olan Saadet Partisi’dir. Bu parti Kasım �00� seçimlerinde oyların ancak yaklaşık yüzde iki buçuğunu alabilmişti. Ancak AKP’den memnun olmayan AKP seçmenlerinin büyük kısmı bu partiyi doğal bir seçenek ola-rak görürse bu partinin seçimlerdeki şansı artabilir. Başka bir ihtimal de bu kayan oyların bir kısmının milliyetçi partilere gitmesidir. Nisan 1999 seçimlerinde böyle bir oy kayması olmuş ve MHP, yani radikal milliyetçi bir parti, FP’den kendisine kayan oylarla büyümüştü. MHP hem kendi-sine özgü bir çeşit milliyetçiliği ve Avrupa şüpheciliği olan hem de dinî açıdan muhafazakâr bir partidir. AKP’nin arkasındaki koalisyonun çeşitli kesimlerinin farklı nedenlerle hoşnutsuzluk duyduğu ve başka yönlerde yeni siyasal tercihler yapmayı gerekli gördüğü bir ortamda MHP, yukarıda belirtilen özellikleri dolayısıyla AKP’nin en ciddi rakibi haline gelebilir.

Şimdi başka bir alana geçelim. Dış gelişmelerin AKP’nin seçim şansını olumsuz etkileyebilecek denge bozucu etkiler yapması ihtimali de göz ardı edilmemelidir. Son yıllarda AB ile ilişkilerde önemli ilerlemeler kaydedildi ve Türkiye adım adım tam üyelik hedefine yaklaşıyor. Yine de iyimser bir değerlendirme yaparken bile hesaba katmak gerekir ki, AB üyeliğine giden

�� Böyle bir dönemi anlatmak için verilebilecek en iyi örneklerden biri imam hatip mezunlarının üniversiteye gi-riş sınavlarına ilişkin haklarını genişletmek için yapılan girişimdir. Önerilen Yüksek Öğretim Kanun Tasarısının söz konusu bölümü ciddi tepkilere yol açtı. Bunun sonucunda hükümet daha fazla istikrarsızlık ve çatışmayı önlemek için bu önerisini geri çekti.

Page 25: Refah Partisi’nden AKP’ye

14�

Avra

sya D

osya

sı20

06, C

ilt 1

2, S

ayı 2

İslam’ın Ekonomi Politiği ve Türkiye’de Demokrasi: Refah Partisi’nden AKP’ye*

yol hâlâ yokuşlarla doludur. Son dönemdeki reform sürecinin hızına ve derinliğine rağmen Türkiye’nin üyeliği konusunda AB içinde ciddi görüş ayrılıkları vardır. AB’ye yeni üye olmakta olan Orta ve Doğu Avrupa ülke-lerinin üyelik süreci ise genelde bu çeşit görüş ayrılıklarına yol açmamıştır. Başka bir deyişle AB, Türkiye’ye muğlak ve farklı yorumlara açık mesajlar göndermeye devam ediyor. Bu da, AB ile ilgili reformların uygulanmasını sağlamaya söz vermiş olan hükümetin işini daha da güçleştiriyor. Ayrıca Kıbrıs anlaşmazlığı AB üyeliği yolunda ciddi bir engel olmayı sürdürüyor. AB’nin ilgili belli başlı aktörlere verdiği asimetrik teşvikler de göz önü-ne alındığında Kıbrıs konusunun yakın gelecekte kolayca çözülmesi olası görünememektedir. Son olarak da Kuzey Irak’taki istikrarsızlık ve ABD ile ilişkilerin kötüleşmesi konuları var. Bu iki konu Türkiye için devasa güçlükler yaratıyor. Bütün bunlar gösteriyor ki, Türk siyaset sahnesinin kırılgan iç ve dış kapsamı düşünülecek olursa, son birkaç yılda “Müslüman Demokratların” elde ettikleri başarılar kalıcı bir denge durumu sağlandığı anlamına gelmiyor.

Siyasal İslam ve Demokrasi Temasına Dönüş: Sonuç Bölümündeki GözlemlerBu incelemenin ana mesajı, İslamcı bir siyasal partinin Batı’yla entegras-yonunun ve liberal demokrasiyi savunan bir partiye dönüşmesinin müm-kün olduğudur. Öte yandan, çoğunluğun Müslüman olduğu bir ortamda liberal demokrasinin ortaya çıkacağı ve güçleneceği de kesin olarak iddia edilemez. Bu konuda tarihî bağlam önem taşır ve sonuç iç ve dış güçler kombinasyonunun kesişmesine bağlıdır. Türkiye’de çoğunluğun Müslü-man olduğu bir ortamda laik bir devlet ortaya çıkmıştır ve bu durum böyle bir ortamda liberal demokrasinin nasıl kök salıp gelişebileceğini gösteren iyi bir örnektir. (Bu arada Türkiye’de liberal demokrasinin gelişme süreci-nin henüz tamamlanmamış olduğunu kaydetmek gerekir.) Geriye dönüp baktığımızda, belirli bir tarihî konumda bu iyicil gelişmenin ortaya çık-masına birden fazla etkenin katkı yapmış olduğunu görüyoruz. Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin laikliğe sıkı sıkıya bağlı ve bir iddiaya göre laiklik ilkesini fazla otoriter bir biçimde yorumlayan anayasal düzeni, her şeyden önce İslam devleti kurulması gibi radikal bir seçeneği en başından dışarıda bıraktığı için önemlidir. Günlük hayatta laikliğin sınırları ve uygulaması siyasal tartışmalara konu olsa da, laik siyasal düzen ilkesi liberal demokra-

Page 26: Refah Partisi’nden AKP’ye

14�

Avrasya Dosyası2006, C

ilt 12, Sayı 2

Ziya Öniş

tik düzenin ön koşullarından biridir. Türkiye’deki Atatürkçü “ulus inşası” projesi siyasal katılımı sınırlayarak baskıcı bir rol oynasa da, bir yandan da hiper-laikliğiyle İslamcıların faaliyette bulunabilecekleri alanın sınırlarının çizilmesine yardımcı olarak olumlu bir katkıda bulunmuştur.

Eksikliklerine rağmen temsilî demokrasi savaş sonrası dönemde Türkiye’de norm olmuştur. Dolayısıyla Türkiye’deki İslamcıların bir öğrenme süre-cinden geçtiklerine kuşku yoktur. Demokratik düzen, İslamcıların etkili olabilmek ve laiklik sürecinde ayakta kalabilmek için uzlaşmacı çözümle-re ulaşmanın hayati önem taşıdığını anlayarak taleplerini daha ılımlı bir yönde şekillendirmelerine yol açmıştır. Gerçekten de bu öğrenme süreci postmodern darbe olarak da adlandırılan ve RP önderliğindeki koalisyon hükümetinin Haziran 199�’de iktidardan düşmesine ve bir süre sonra da RP’nin kapatılmasına yol açan “�8 Şubat” sürecinin ardından hızlandı. AKP’nin seçimlerdeki başarısının ve Kasım �00�’de iktidara geldikten son-ra Türk siyaset sahnesindeki yerini sağlamlaştırabilmesinin özünde bu hızlı öğrenme sürecinin yattığı iddia edilmektedir. Gerçekten de Türkiye’de son yıllarda bir çeşit “iyicil döngü” ortaya çıkmış gibi görünüyor. Demokratik-leşme süreci, İslamcıların kendilerinin de demokratikleşmesine yol açmak-ta ve bunun şaşırtıcı bir sonucu olarak İslamcılar, Türk siyasal sisteminin daha fazla demokratikleşmesinde ve Avrupalılaşmasında kilit önemde bir rol üstlenmektedir.

Ekonomi cephesine bakacak olursak, İslami hareketin içinde üyeleri ara-sında kendileri de küreselleşme sürecinden ve neo-liberal yeniden yapılan-madan yarar sağlayan entelektüeller, işadamları, iyi eğitim görmüş serbest meslek sahibi profesyoneller de bulunan kayda değer bir orta sınıf ya da “karşı-elit” ortaya çıkması ibrenin açıkça ılımlılık yönüne kaymasına yol açtı. Bu yeni burjuvazinin amacı sadece daha yüksek bir toplumsal statüye sahip olmak ve devlet kaynaklarına daha kolay erişebilmek değil, aynı za-manda da özgürlüklerin ve siyasal katılımın sınırlarını genişletmekti. Laik düzenle doğrudan bir çatışmaya girmenin bu insanların çıkarlarına hiz-met etmeyeceği açıktı. Türkiye’nin ampirik gerçekleri şu gözlemi kuvvetle desteklemektedir: Güçlü bir orta sınıfın ortaya çıkışı liberal demokrasinin kurulmasının hayati önemdeki ön şartlarından biridir.

Page 27: Refah Partisi’nden AKP’ye

14�

Avra

sya

Dosy

ası

2006

, Cilt

12,

Say

ı 2

İslam’ın Ekonomi Politiği ve Türkiye’de Demokrasi: Refah Partisi’nden AKP’ye*

Son olarak da, AB’nin Türkiye bağlamında İslam ile liberal demokrasinin bağdaştırılması yönünde oynamış olduğu ve muhtemelen oymamaya de-vam edeceği kritik role değinmek gerekir. Özellikle AB’nin oynadığı rol, Türkiye’deki İslamcıların görüşlerinin yeniden şekillenmesini sağlayan çar-pıcı bir etki yaptı ve İslamcılar son yıllarda AB’yi giderek kendi kimlikleri-ni laik devlet düzenine karşı koruyabilmek için gereksinim duydukları bir koruyucu güç olarak gördü. Bunun sonucunda İslamcılar –daha yakın za-manda da Müslüman Demokratlar– Türkiye’deki reform yanlısı ya da AB yanlısı koalisyonun sesi en çok çıkan öğesi oldu. AB üyeliği ihtimali, Türk toplumumun çeşitli unsurları için ortak bir proje geliştirilmesine olanak verdi ve bunun sonucunda da Türk toplumundaki laik-İslamcı bölünmesi yumuşatılmış oldu. Şu tahminde bulunulabilir: İnandırıcı bir AB üyeliği perspektifi gibi güçlü bir dış “çapa” olmasaydı, iç etkenler de ılımlılaştırıcı bir rol oynayabilirdi ama bu her halükarda liberal demokrasiye güç ve de-rinlik kazandırılmasıyla sonuçlanmayabilirdi.

Bağlamsal değişikliklerin önemini vurgulamakla, insan kaçınılmaz olarak Türkiye örneğinin Arap Orta Doğusuna bir “model” olarak kolayca taşına-bileceği fikrinin yanıltıcı olduğunu ima etmiş olur. Ama Türk deneyiminin Arap Orta Doğusunu ilgilendiren hiçbir yanı olmadığını, çünkü bu ülke-lerin elitlerinin çeşitli tarihî nedenlerle –mesela Osmanlı dönemi emperyal yönetiminin anıları yüzünden– modern Türkiye Cumhuriyeti’nde laiklik ilkesinin uygulanış şekli ya da Türkiye’nin yönünü tümüyle Batı’ya çevir-mesi nedeniyle, Türkiye ile aralarında bir mesafe bırakmak eğiliminde olduklarını ve “Türk modelini” uygulamaya istekli olmadıklarını söylemek aynı ölçüde yanıltıcı olacaktır.�8 Hem Türkiye’nin hem de bölgenin tümü-nün bir akış halinde ve köklü bir dönüşüm sürecinde olduğu göz önüne alınırsa, geçmişin algılamaları gelecekteki gelişmelere ancak sınırlı ölçüde ışık tutabilir.

Çıkaracağımız sonuç şu olabilir: Türk deneyiminin “ihraç edilebilir bir model” değil “örnek” olarak kabul görüp görmeyeceği, hem Orta Doğu Bölgesi’ndeki siyasal liberalleşme sürecinin niteliğine ve hızına hem de Türkiye’nin ekonomi ve siyaset alanlarındaki reformlara ilişkin performan-

�8 Bu bağlamda bkz. Taşpınar (�00�).

Page 28: Refah Partisi’nden AKP’ye

14�

Avrasya Dosyası2006, C

ilt 12, Sayı 2

Ziya Öniş

sının AB üyeliğine pürüzsüz bir geçiş yapmasını sağlayıp sağlamayacağına bağlıdır. Kuşkusuz, Orta Doğu ve Orta Asya’nın otoriter rejimleri, Türk deneyimini varoluşçu bir tehdit olarak gördükleri ölçüde, kendilerini de-vam etmekte olan bu deneyimden olabildiğince uzak tutmak isteyecekler-dir. Liberalleşme sürecindeki rejimler ise, Türk deneyimine daha açık ola-caktır. İlginçtir ki, bölgedeki demokratikleşme düzeyi arttığı ölçüde bölge ekonomik kalkınmasını ve demokratikleşmesini daha da ileriye götürecek olan Türk deneyimine açık hale gelecektir. Ayrıca son dönemde Türk dış politikasının “Avrupalılaşma” sayesinde İsrail ve Arap ülkeleri karşısında daha dengeli bir dış politika davranışı sergilenmesi yüzünden de, politika belirleyicilerinin ve aydınların Türkiye’de devam etmekte olan dönüşüm sürecini kabul etmelerinin daha elverişli bir konuma gelmesi beklenebilir.

AbstractThere is no doubt that the stronger signals provided by the EU in recent years and a more credible set of incentives in the direction of full-membership has played a key role in helping to transform the Turkish political system. It is not external actors alone, but a complex interplay of domestic and external influ-ences which have been shaping this process of transformation which in many ways is an on-going and incomplete process. The article has two interrelated objectives. The first goal is to highlight the paradoxical role of the Justice and Development Party (the AKP), a party with Islamist roots, in Turkey’s recent transformation and Europeanization process. The second goal is to use the re-cent Turkish experience to shed light on the broader question concerning the compatibility of Islam and liberal democracy. A central claim in this context is that the norms of liberal democracy can be firmly entrenched in a predomi-nantly Muslim society. However, this outcome is context-specific being conditi-onal upon the co-existence and the interplay over time of a number of favorable internal and external processes.

Keywords: Political Parties, Democratization, Political Islam, European Uni-on, External Anchors, Turkish Politics.

Page 29: Refah Partisi’nden AKP’ye

14�

Avra

sya D

osya

sı20

06, C

ilt 1

2, S

ayı 2

İslam’ın Ekonomi Politiği ve Türkiye’de Demokrasi: Refah Partisi’nden AKP’ye*

KAYNAKÇA

AYDIN, Senem ve Fuat KEYMAN: “European Integration and the Transfor-mation of Turkish Democracy” [Avrupa Entegrasyonu ve Türk Demokrasisi-nin Dönüşümü] Centre for European Policy Studies, EU-Turkey Working Papers, No. 2, Ağustos, 2004.

AYOOB, Mohammed: “Turkey’s Multiple Paradoxes” [Türkiye’nin Çoklu Pa-radoksları], Orbis, No.48, Yaz, 2004a, ss.451-463.

AYOOB, Mohammed: “Political Islam: Image and Reality” [Siyasal İslam: İmge ve Gerçek], World Policy Journal, No.21, (3), 2004b. ss.1-14.

BOZDOĞAN, Sibel ve Reşat KASABA (editörler): Rethinking Modernity and National Identity in Turkey [Türkiye’de Modernite ve Ulusal Kimliği Yeniden Düşünmek], Seattle, University of Washington Press,1997.

ÇARKOĞLU, Ali: “Turkey’s November 2002 Elections: A New Beginning?” [Türkiye’deki Kasım 2002 Seçimleri: Yeni Bir Başlangıç mı?] Middle East Re-view of International Affairs, No.64., 2002.

ÇARKOĞLU, Ali: “Who Wants Full Membership? Characteristics of Turkish Public Support for EU Membership” [Tam Üyelik İsteyen Kim? Türk Kamu-oyunda AB Üyeliğine Desteğin Özellikleri], Ali Çarkoğlu, Barry Rubin (edi-törler), Turkey and European Union: Domestic Politics, Economic Integration and International Dynamics, London, Frank Cass Publishers, 2003.

ÇARKOĞLU, Ali ve Binnaz TOPRAK: Türkiye’de Din, Toplum ve Siyaset, İstan-bul: TESEV, 2000.

DAĞI, İhsan: “Rethinking Human Rights, Democracy and the West: Post-Islamist Intellectuals in Turkey” [İnsan Hakları, Demokrasi ve Batı’yı Yeni-den Düşünmek: Türkiye’deki Post-İslamist Entelektüeller], Critique: Critical Middle Eastern Studies, No.13, (2), 2004, ss. 135-151.

GÖLE, Nilüfer: “Towards an Autonomization of Politics and Civil Society in Turkey” [Türkiye’de Siyaset ve Sivil Toplumun Özerkleşmesine Doğru], Me-

Page 30: Refah Partisi’nden AKP’ye

1�0

Avrasya Dosyası2006, C

ilt 12, Sayı 2

Ziya Öniş

tih Heper and Ahmet Edvin, (editörler), Politics in the Third Turkish Republic, Boulder Co, Westview, 1994.

HEPER, Metin: “Islam and Democracy in Turkey: Towards a Reconciliation? [Türkiye’de İslam ve Demokrasi: Uzlaşmaya Doğru mu?]”, The Middle East Journal, No.51, Ocak, 1997, ss. 31-45.

HEPER, Metin ve Barry RUBIN: Political Parties in Turkey [Türkiye’deki Siya-sal Partiler], London: Frank Cass, 2002.

İNSEL, Ahmet: “The AKP and Normalizing Democracy in Turkey” [AKP ve Türkiye’de Demokrasiyi Normalleştirmek], South Atlantic Quarterly, No.102, 2003, ss. 293-308.

KALYVAS, Stathis N.: The Rise of Christian Democracy in Europe [Avrupa’da Hıristiyan Demokratlığın Yükselişi], Ithaca: Cornell University Press, 1996.

KEYDER, Çağlar: “The Turkish Bell Jar” [Türk Fanusu], New Left Review, No.28, 2004, ss. 65-84.

KEYMAN, Fuat ve Ahmet İÇDUYGU: Citizenship in a Globalizing World: Euro-pean Questions and Turkish Experiences [Küreselleşen Dünyada Vatandaşlık: Avrupa Sorunları ve Türk Deneyimleri], London: Routledge, 2005.

KEYMAN, Fuat ve Ziya ÖNİŞ: “Globalization and Social Democracy in the European Periphery: Paradoxes of the Turkish Experience” [Küreselleşme ve Avrupa’nun Çeperinde Sosyal Demokrasi: Türk Deneyimin Paradoksları], bu-lunabileceği adres: http://home.ku.edu.tr/~zonis/publications.htm. 2004.

KİRİŞÇİ, Kemal: “Turkey” [Türkiye], Stelios Starvidis, Theodore Couloum-bis, Thanos Veremis and Neville Waites, The Foreign Policies of the European Union’s Mediterranean States and Applicant Countries in the 1990s, London: Macmillan Press, 1999.

MARDİN, Şerif: Türk Modernleşmesi, İstanbul: İletisim Yayınları, 1994.

MECHAM, R. Quinn “From the Ashes of Virtue, A Promise of Light: The

Page 31: Refah Partisi’nden AKP’ye

1�1

Avra

sya D

osya

sı20

06, C

ilt 1

2, S

ayı 2

İslam’ın Ekonomi Politiği ve Türkiye’de Demokrasi: Refah Partisi’nden AKP’ye*

Transformation of Political Islam in Turkey” [Faziletin Küllerinden Bir Işık Vaadi], Third World Quarterly, No.25, (2), 2004, ss. 339-358.

MÜSİAD, Anayasa Reformu ve Yönetimin Demokratikleşmesi, İstanbul: Müsta-kil Sanayici ve İşadamları Derneği, 2000.

ÖNİŞ, Ziya: “The Political Economy of Islamic Resurgence in Turkey: The Rise of the Welfare Party in Perspective” [Türkiye’de İslami Yeniden Yükselişin Ekonomi Politiği: Refah Partisi’nin Yükselişi Perspektifte], Third World Quar-terly, No.18, (4), 1997, ss. 743-766.

ÖNİŞ, Ziya: “Political Islam at the Crossroads: From Hegemony to Co-Exis-tence” [Siyasal İslam Kavşakta: Hegemonyadan Birarada Yaşamaya], Contem-porary Politics, No.7, (4), 2001, ss. 281-298.

ÖNİŞ, Ziya ve Fuat KEYMAN: “A New Path Emerges” [Yeni Bir Yol Ortaya Çıkıyor], Journal of Democracy, 14, (2), 2003, ss. 95-108.

ÖNİŞ, Ziya and Şuhnaz YILMAZ: “Turkey-EU-US Triangle in Perspective: Transformation or Continuity?” [Türkiye-AB-ABD Üçgeni Perkspektifte: Dö-nüşüm mü Devamlılık mı?], The Middle East Journal, 59, (2), 2005, ss. 265-284.

ÖNİŞ, Ziya ve Barry RUBIN: The Turkish Economy in Crisis [Türk Ekonomisi Krizde], London: Frank Cass Publishers, 2003.

TANIYICI, Şaban: “Transformation of Political Islam in Turkey: Islamist Welfare Party’s Pro-EU Turn” [Türkiye’de Siyasal İslam’ın Dönüşümü: İslam-cı Refah Partisi’nin AB Yanlısı Dönüşü], Party Politics, No.9, (4), 2003, ss. 463-483.

TANÖR, Bülent: Perspectives on Democratisation in Turkey [Türkiye’de Demok-ratikleşme Perspektifleri], TÜSİAD Reports, TY/171/1997 bulunabileceği adres: http://www.tusiad.org/english/rapor/demokratik/index.html 2004

TAŞPINAR, Ömer: “An Uneven Fit? The Turkish Model and the Arab World [Birbirine Tam Uymaz mı? Türk Modeli ve Arap Dünyası], Brookings Instituti-

Page 32: Refah Partisi’nden AKP’ye

1�2

Avrasya Dosyası2006, C

ilt 12, Sayı 2

Ziya Öniş

on, Us Policy Towards the Islamic World, Analysis Paper, No.5, 2003.Bulunabileceği adres: http://www.brookings.edu/printme.wbs?page=/fp/sa-ban/analysis/taspinar20030801.htm.

YILMAZ, Hakan: “Euro-skepticism in Turkey” [Türkiye’de Avrupa Şüphecili-ği] paper presented at the Johns Hopkins University Bologna Center, Second Pan-European Conference 24-26 Haziran, 2004.

YAVUZ, Hakan: Islamic Political Identity in Turkey [Türkiye’de İslami Kimlik], New York: Oxford University Press, 2003.