sİ kızıl bayrak 2009-41

32
Sayı: 2009/41 23 Ekim 2009 1 TL Sosyalizm İçin Emperyalist hesapları bozalım! İşbirlikçi sermaye iktidarı, bölgede aktif saldırganlık rolüne hazırlanıyor...

Upload: kizilbayrak

Post on 08-Mar-2016

243 views

Category:

Documents


7 download

DESCRIPTION

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı 2009-41 / Ekim

TRANSCRIPT

Page 1: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

Sayı: 2009/41 23 Ekim 2009 1 TL

Sosyalizm İçin

“İMF defol bu

dünya bizim!”

Emperyalist hesapları

bozalım!

İşbirlikçi sermaye iktidarı, bölgede aktif saldırganlık

rolüne hazırlanıyor...

Page 2: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

2 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLERİşbirlikçi Türk sermaye devleti, ABDemperyalizminin planları doğrultusundabölgede aktif saldırganlık rolünehazırlanıyor..... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3“Barış grubu” tasfiye sürecininparçasıdır... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 4Çocuk katili devlet hesap verecek! . . . . 5Sermaye devleti katletmeye devamediyor.... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6Sermayenin sömürü, soygun ve yıkımanlamına gelen 2010 bütçesi açıklandı... . . . . . . . . . . . . . . . . . 7İKıdem tazminatına göz diken ve çanak tutan asalaklara karşı işçi-emekçi barikatlarına!..... . . . . . . . . . 8Kadıköy'de binler sağlık hakkı için alanlara çıktı!… . . . . . 9İşçi ve emekçi eylemlerinden… . . . 10-11Sınıf devrimcilerinin Küçükçekmece’de sınıf faaliyetlerinden . . . . . . . . . . . . . 12İşçilerle konuştuk…..... . . . . . . . . . . . . 13Metal işçilerinin boynunda 50 yıldır asılıduran pranga: MESS. . . . . . . . . . . . 14-1525 Kasım uyarı grevi tabanda adımadım örgütlenmelidir!. . . . . . . . . . 16-17Gençliğin faaliyetlerinden. . . . . . . . 18-19Mesleki dönüşüm projesi ile avukatlarderin bir sömürü ile karşı karşıya! . . . . 20Polis-zabıta-sivil faşist terörüne son! . . 21İMF-Dünya Bankası İstanbul toplantısı üzerine KorkutBoratav’la konuştuk...... . . . . . . . . . . . . 22Dünya işçi ve emekçihareketinden... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 23BM Tarım Örgütü raporu dünyadakiaçlığı belgeledi….. . . . . . . . . . . . . . . . . 24“Sessis katliam” politikası sürüyor… . 25Hasta tutsaklar için eylemler sürüyor.. . 26Bültenlerden . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 27Bir kez daha 10 yıl önce ve 10 yıl sonra - M. Can Yüce-… . . . . 28-29Devrimci ve Demokratik YapılarArasında Diyalog ve ÇözümPlatformu'ndan açıklama:…. . . . . . . . . 30Mücadele postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Mollaşeref Mh. Turgut Özal Cd.

(Millet Cd.) No: 50/10 İstanbulTel: 0 (212) 621 74 52 - Fax: 0 (212) 534 95 90

e-mail: [email protected] / [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: SM MatbaacılıkÇobançeşme Mh. Sanayi Cd. Aytay Sk. No 10 A Blok

Yenibosna / Bahçelievler / İSTANBUL / Tel: 0 (212) 654 94 18

Sayı: 2009/41 l 23 Ekim 2009Fiyatı: 1 YTL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Ayten ÖzdoğanEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tanKızıl Bayrak’tan

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

ABD’nin “Kürt açılımı” doğrultusunda yaşananyeni gelişmeler sahte umutlarla pompalanmayaçalışılıyor. Burjuva medyanın özel bir rol üstlendiğiböylesi bir süreçte “barış grupları”nın ülkeye gelişi“demokrasi”nin kazanımı olarak lanse edilmeyeçalışılıyor. Ancak düzen güçleri elbirliğiyle gerçeklerine kadar gizlemeye çalışırsa çalışsınlar, açılımın özü veözeti, Kürtler’in varlığının ve siyasal haklarınıninkarından öteye bir anlam taşımamaktadır. MGKtoplantısından, sınır ötesi operasyonları uzatantezkereye dayanarak “hala operasyon düzenleyebilir,sizi yokedebilirim” türünden mesajlar verilmesi boşunadeğildir.

“Açılım” düzen cephesinden Kürt sorununu“çözmek” söylemiyle ileri sürülmektedir. Fakatyaşanan Kürt hareketini teslim almak, mücadelesiniezmek ve en nihayetinde silahlı Kürt direnişinitasfiyedir.

Kürt halkı, “Barış grupları”nı karşılama eylemlerinekitlesel katılım sağladı. Ancak Kürt halkının onbinlerlealanlara akmasının nedeni özgürlük ve eşitlik özlemidir.Bu özlem Osmanlı’dan bu yana bastırılamamış, herseferinde yeni isyanlarla kendini göstermiştir. Kürthalkının özgürlük ve eşitlik talebi halihazırda olduğuyerde durmaktadır. Boş hayallerle pompalamasınarağmen işbirlikçi sermaye devletinin açılımlaamaçladığı sonuçlara ulaşma şansı yoktur. Kürt halkıbarış söylemiyle sözde demokratik açılım yapanlarlaonların dümen suyunda gidenlerin yaydığı umutlarınkoca bir aldatmacadan ibaret olduğunu, devletin inkarve imhaya dayalı resmi çizgisinin devam ettiğini hergün yaşayarak görmektedir.

Uğur Kaymazlar’ın, Ceylan Önkollar’ın ve dahanicelerinin kanını akıtan sömürgeci Türk devleti,açılımla umduğu sonucu elde edemeyecektir. Tüm bugirişimler Kürt sorununun çözümü doğrultusunda birilerleme sağlayamaz.

Zira Kürt sorunu derin tarihi kökleri ve kapsamlıtoplumsal boyutları olan siyasal bir sorundur. Sorunuimha ve inkarla çözmeye çalışan burjuva sınıf düzeniayakta kaldığı müddetçe, iki ulusun tam eşitliğine vegönüllü kardeşçe birliğine dayalı bir çözümgerçekleşmesi olanaklı değildir. Sorunun kaynağı

olanlar çözüm getiremez.Halklar arasında gerçek barış ve kardeşlik ancak

devrim ve sosyalizmle sağlanabilir.

KKiittaappççıı llaarrddaa.. .. ..

Sosyalizm İçin

Page 3: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

Kapak Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 3Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

Emperyalist dünyada başgösteren hegemonyakrizine bağlı olarak dünyanın yeni bir nüfuz vepaylaşım mücadeleleri dönemine girmiş olması vetüm bu mücadelelerin Türkiye’yi çevreleyenOrtadoğu, Kafkasya, Balkanlar gibi bölgelerdekendini gösterecek olması Türkiye’nin ABDemperyalizminin biçtiği taşeronluk rolünü daha ileridüzeyden sürdürmesini zorunlu kılmaktadır.

Son günlerde Türk sermaye devletinin, ABDemperyalizminin savaş ve saldırganlık politikasındataşeronluktan aktif saldırganlığa doğru hızla yolalmaya devam ettiğini gösteren gelişmeleryaşanmaktadır. Dışişleri Bakanı, Cumhurbaşkanı veBaşbakan’ın yanında bakanlardan, sermayeçevresinden, gazetecilerden oluşan bir orduyla bölgeülkelerine gerçekleştirdiği ziyaretler ve yapılananlaşmalar, MGK toplantısından yansıyanlar, “barışgrupları”nın ülkeye gelmesi, Ermeni “açılımı”,Tayyip’in Ekim ayı sonunda İran ve ABD’yeplanladığı ziyaretler vb. son günlerde gerçekleşen birdizi gelişme bunu göstermektedir.

Bu süreçte sermaye devleti de, özünde Kürthalkının haklı ve meşru mücadelesini tasfiye etmeyiamaçlayan ABD’nin “Kürt planı”nı devreye sokmuşoldu. “Açılım” çerçevesinde Kürt halkının yaşadığıtoprakları kuşatan dört gerici burjuva devletle“terörün ezilmesi” konusunda anlaşma sağlamakamacıyla gerçekleştirilen Suriye ve Irakziyaretlerinden yansıyanlara göre sermaye devletiistediklerine büyük oranda ulaşmış görünüyor.

Suriye’nin işbirliği ve desteğinin ardından TayyipErdoğan’ın Bağdat’a günü birlik gerçekleştirdiğiziyaret ve Türkiye-Irak Yüksek Düzeyli Stratejikİşbirliği Konseyi Ortak Kabine Toplantısı’nınardından güvenlik, ticaret, içişleri, sağlık, ulaştırma,çevre, enerji ve tarım alanlarında 48 anlaşmanınimzalanmış olması, “teröre karşı ortak mücadele” adıaltında Irak’la silahlı Kürt hareketinin tasfiyesinde ikiülkenin anlaştığını göstermektedir. Böylece ABD’ninTürkiye’ye biçtiği Güney Kürdistan’a hamilikrolünde önemli bir adım atılmıştır.

Son gelişmeler, emperyalist dünyada kızışanmücadelede Amerikan emperyalizminin, daha genelplanda ise batılı emperyalistlerin safında olan Türksermaye devletinin ABD emperyalizmi ile herbakımdan uyumlu bir bölge politikası izlemesikonusunda hızla yol kattettiğini, iç politik yaşamdafarklı eğilimler taşıyan işbirlikçi büyük burjuvazininise dış politik gelişmelerde mutabakat içindeolduklarını göstermektedir.

MGK toplantısından yansıyan açıklamalar,ABD’nin Türk dış politikasına Ermeni, Kürt veKıbrıs sorunu üzerinden kendi çözümü dayatantutumuna direnç göstermeye çalışan ordunun da artık“kırmızı çizgileri”ni savunamadığını göstermektedir.MGK toplantısından çıkan en önemli kararlardan biri“aktif dış politikaya devam edilmesi” yönündedir.“Aktif dış politika”dan kastedilen ise ABD’nin

hizmetinde ve onun hesabına bölge halklarına karşıaktif saldırganlıktır. Zira Türkiye’nin pratiği de bunauygundur. NATO bünyesinde Afganistan veBalkanlar’a gönderilen işgalci asker gücü, İsrail ilegirilen çok yönlü ilişkiler, İran’a karşı ABD’ninsözcülüğünün üstlenilmesi bölge halklarına karşıAmerikan emperyalizminin safında yer alan işbirlikçisermaye devletinin utanç verici pratikleri arasındadır.

MGK toplantısından yansıyan bir diğer önemlikonu ise Kürt hareketini terörle ezmeye yönelik bölgegüçleriyle varılan mutabakattır. Toplantıda “Irak’ınkuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin vesaldırıların bertaraf edilmesini amaçlayan 6 Ekim ‘09tarihle TBMM kararının, terörizmle mücadeleninönemli bir unsurunu teşkil ettiği” belirtilerek“mücadelenin kararlılıkla sürdürüleceği”vurgulanmıştır. Sınır ötesi operasyona izin verenTBMM tezkeresine gönderme yapılarak da devletinimha ve inkara dayalı resmi çizgisinde bir değişiklikolmadığı bu vesileyle bir kez daha ifade edilmiştir.

Irak’ta imzalanan anlaşmadan bir gün önceABD’nin, PKK yöneticilerinin uyuşturucu kaçakçılığıyaptığını ilan ederek suçlular listesine alması, silahlıKürt hareketinin tasfiyesini amaçlayan açılımlar ve“barış grubu” ziyaretleri, “PKK’lıların dağdanindirilerek eve dönmesi”nin sağlanması, PKK’ye yenikatılımların önünün alınması ordunun beklentisiydi.Bu beklentileri karşılanan ordunun, MGKtoplantısından yansıyan ülkenin “bölgesel barış,istikrar, iş birliği ve güvenin tesisi konularındakiçalışmaları bundan böyle de aktif bir şeklide devamettireceği” yönlü açıklamada bulunması, ABDemperyalizminin bölgedeki işgal gücü olarak ordununoynayacağı aktif rolü tanımlamaktadır.

Tüm bu gelişmeleri “Türkiye bölgenin süper gücüolacak” safsatasıyla pompalayan ve alkışlayan

burjuva medya ise en son İsrail’le planlanan ortaktatbikatın iptal edilmesini de bu anlamda fırsataçevirmeye çalışmaktadır. İsrail’le yapılacak ortaktatbikatta Türkiye’nin İsrail’i dışında tutması burjuvamedyada “Kendine güvenen, uluslararası gelişmelerino anki dinamiğini yakalayabilen ve mantıklı davrananbir ülkenin attığı anlamlı adım”, “Türkiye’nin İsrail’edeğil, asıl İsrail’in Türkiye’ye ihtiyacı var” türündenasılsız böbürlenmelere konu olmaktadır.

Tayyip Erdoğan, ABD ile Türk sermaye devletininkölelik bağlarını daha da güçlendirmiş olmanınverdiği güvenle, İsrail’e efelenmektedir. Bölgedeaktif saldırganlık konusunda ABD emperyalizminesunacağı sınırsız hizmetin karşılığı olarak şovyapmaktadır.

“Anadolu Kartalı” hava tatbikatının İsrail ileyapılmayacağının açıklanması üzerine TayyipErdoğan’ın “halkın sesine kulak verdim” demesi isetam bir ikiyüzlülüktür. Tayyip Erdoğan’ın, yıllardırİsrail tarafından toprakları işgal edilen, katledilenFilistin halkının onurlu mücadelesi umurunda biledeğildir. O, “Kürt açılımı” vesilesiyle yıprananimajını siyasal bir şovla tazelemek istemektedir.

Zira 1958’den bu yana İsrail’le istihbarat ve askerialanda işbirliği yapan, gizli askeri ziyaretlergerçekleştiren, gizli askeri tatbikatlar düzenleyen,istihbarat paylaşımı ve silah sanayi işbirliği olmaküzere çeşitli faaliyetler gerçekleştiren Türk sermayedevletinin İsrail’le özünde bir sorunubulunmamaktadır.

Düzen cephesinin elbirliğiyle öne çıkardığı “güçlüTürkiye” söyleminin arkasında emperyalizmetaşeronluk ve aktif saldırganlık hizmeti vardır. TayyipErdoğan’ın Ekim ayı sonunda planladığı ABDziyaretinde, Türk sermaye devletinin ABDemperyalizmine sadakatini göstereceği, yeni görevlerüstleneceği yeni ve kapsamlı saldırıların gündemegetirileceği açıktır. Tüm bu gelişmeler Türk sermayedevletinin ABD emperyalizmiyle yaptığı gizli ve kirlipazarlıkların faturasının bölge halklarına kesileceğinianlatmaktadır.

Türkiye, ABD’nin istemi doğrultusunda dışpolitikada yeni “açılımlara” imza atmaktadır. Buaçılımların Türkiye ve bölge halklarına en ufak biryararı yoktur ve olamaz.

ABD emperyalizmi baskı, zor ve tehditle ya dadiplomasiyle sefil çıkarları için bölge halklarına yeniacılar yaşatmaya hazırlanmaktadır. “Bölgesel güç”olma hayalleri kuran işbirlikçi sermaye devleti de, busuça ortak olmakta, bölgede ABD’nin aktifsaldırganlığına soyunmaktadır. ABDemperyalizminin işbirlikçi sermaye devleti eliyleTürkiye ve bölge halklarına dayattığı saldırılarıpüskürtmek, emperyalist planları bozmak, halklarınözgür, eşit ve kardeşçe yaşaması için işçi sınıfı veemekçilerin, devrimci sınıf tutumuyla siyasal yaşamamüdahale etmesi, mücadele sahnesine çıkmasıgerekmektedir.

İşbirlikçi Türk sermaye devleti, ABD emperyalizminin planları doğrultusunda bölgede aktif

saldırganlık rolüne hazırlanıyor...

ABD emperyalizminin ve işbirlikçilerininplanlarını bozmak için devrimci sınıf

mücadelesini yükseltelim!

Page 4: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

Gerçek barış sosyalizmle gelecek!4 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın, üç “barışgrubu”nun Türkiye’ye gelmesi için çağrı yapmasıüzerine 26’sı Mahmur Kampı’ndan, 8’i Kandil’denolmak üzere 34 kişilik bir “barış grubu” Türkiye’yegiriş yaptı. Avrupa’dan ise 16 kişinin gelmesibekleniyor. “Barış Grubu”, Habur sınır kapısındatoplanan DTP’li milletvekilleri, çeşitli siyasi çevrelerve binlerce kişi tarafından karşılandı. MHP hariç,Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den CHP LideriBaykal’a kadar geniş bir çevre tarafından “barışgrupları”nın gelişi “olumlu” ve “iyi” karşılandı.

Dikkat çeken nokta, Öcalan’ın çağrısından bir günönce, ABD tarafından, üst düzey PKKyöneticilerinden Murat Karayılan, Rıza Altun veZübeyir Aydar’ın uyuşturucu kaçakçısı olarak ilanedilmesi, aynı gün Irak-Türkiye Bakanlar Kurulu’nuniki ülke başbakanlarının katılımıyla bir araya gelmesi,“güvenlik” de içinde olmak üzere çeşitli alanlarda 48anlaşmaya imza atmaları, yine eski MİT MüsteşarYardımcısı Cevat Öneş’in birkaç gün önce Tarafgazetesine verdiği röportajda; “PKK 6 aya kadar silahbırakacak” açıklamasında bulunmasıdır. Tüm bu verive olgular birlikte düşünüldüğünde, olup bitenin bir“barış süreci” değil, ama Kürt hareketi ve onun silahlıkolunun açık bir tasfiye sürecinin yeni ve üst birevresiyle karşı karşıya olduğudur.

PKK lideri Abdullah Öcalan, avukatları aracılığıylayaptığı açıklamada, “Demokratik siyasette ciddi birtıkanma yaşanmaktadır. Bu durum beraberindehukuki, sosyal, kültürel ve askeri alanları datıkamaktadır. Kürt sorununa ilişkin yaşanantıkanmışlığı aşmak; çözümün, demokratik siyasetinönünü açmak gerekiyor. Bunun için önerim; daha öncegelen Barış Grupları benzeri, Avrupa’dan ve yineiçinde Mahmur’dan halkımızın da bulunduğuGüney’den olmak üzere iki grubun; Kürtler’in buülkede nasıl yaşayacaklarını, birlikte yaşayabilmeninzorunlu prensiplerini ortaya koymak, Kürtler’in hakve özgürlüklerine ilişkin temel isteklerini tartışmaküzere Türkiye’deki tüm çevrelere giderek iki halkınbirlikte yürümesi için olmazsa olmaz niteliğindekitemel taleplerini dile getirmelidirler” dedi.

Tam da bu sözler edilirken, sömürgeci sermayedevletinin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, genişbir heyetle Irak’ı ziyaret etmesi, onlarca antlaşmayaimza atması dikkat çekmektedir. İmzalananantlaşmaların önemli bir kısmı “terörizmle mücadele”adı altında Kürt halkına yönelik dizginsiz bir baskı vezulmü kapsayan antlaşmalardır. Bu süreçte Erdoğantam bir pervasızlıkla “teröre ve PKK’ye karşımücadele”nin devam edeceğini, ortaya atılan“açılımlar”ın Kürt halkı için değil,amaçlarının“terörle mücadeleyi yürütmek, PKK’yakatılımları engellemek, PKK’ya katılanları dağdanindirmek, PKK’yı silahsızlandırmak” olduğunu açıkçaifade ediyordu.

Tüm bunlara rağmen, PKK yöneticileri “barışın veiyi niyetin bir ifadesi” olarak sömürgeci sermayedevletine güven vermek için Mahmur’dan,Kandil’den, Avrupa’dan üç “Barış Grubu”nu ellerinede Meclis’e, Başbakan’a, Cumhurbaşkanı’nasunulmak üzere mektuplar vererek Türkiye’ye

gönderdiler. Eldeki veri ve olgular yan yanagetirildiğinde, “Barış Grubu”nun ziyaretinin teslimiyetprojesi çerçevesinde sermaye devleti ile belli bir temasiçinde uzun teknik bir hazırlık, planlama, görüşalışverişlerinin sonucunda ortaya çıkarıldığıgörülebilir. Öyle ki, Öcalan’ın çağrısının ardından birgün bile geçmeden, bu projeyi PKK’nin hemenbenimseyip harekete geçmesi, bu projenin Öcalan’ınkamuoyuna yansıyan açıklamasından öte bir boyuttaşıdığını gösteriyor. Bu çerçevede MİT eski MüsteşarYardımcısı Cevat Öneş’in geçtiğimiz günlerde 12Ekim tarihli Taraf gazetesinde Neşe Düzel’e “PKKaltı ayda dağda indirilebilir” açıklamasınınarkasından Öcalan’ın çağrısının gelmesi herhalderastlantı sayılamaz.

Dahası, PKK’nin “Barış Grubu” teslimiyetprojesinin, sermaye devleti ile birlikte uzun bir sürecedayalı olarak hazırlandığı, yine Taraf gazetesi genelyayın yönetmeni Yasemin Çongar’ın 16 Ekim tarihli“Apo’nun çağrısı” başlıklı yazısında aktarılanlardanaçıkça ortaya çıkıyor. Yasemin Çongar yazısında, özelbir görüşmede kendisine söylenenlerden, ayrıcadevletin içinden ve yakın çevresinden duyduklarından,ortaya çıkan projenin olağan ve beklenilen bir gelişmeolduğunu ifade ediyor:

“Dün Öcalan’ın avukatları aracılığıyla yaptığı‘Basına ve Kamuoyuna’ başlıklı açıklama, belki de beşhafta önce işittiğim ve yazdığım bu beklenti nedeniyleçok şaşırtmadı beni. Aklıma iki olasılık geldi. İlkin,Öcalan’ın başından beri bu hazırlıklardan haberli,hatta devlet eliyle yürüyen ‘PKK’ya silah bıraktırma’planının doğrudan parçası olduğunu ve kendisindenbeklenen çağrıyı tam zamanında yaptığını düşündüm.Ardından, ikinci ve daha güçlü bir ihtimal olarak,Öcalan’ın devlet ve diğer ilgili taraflarla PKKarasında çeşitli biçimlerde süren temaslardan dolaylıda olsa haberli olduğu ve bu süreçle uyumlu bir çıkışyapma gereği duyduğu fikrine kapıldım.”

“Barış Grubu” adı altındaki teslimiyet projesi yenide değildir. Öcalan’ın çağrısı ile 10 yıl önce de PKK,iki grup militanını birer ay arayla Türk sermayedevletine teslim etmişti. O zaman gönderilenlergözaltına alınarak tutuklanmış ve çeşitli hapiscezalarına çarptırılmıştı. Bir grup silahlarıyla birlikte,diğer grup ise Avrupa’dan silahsız gelmişti.

PKK’nin “Barış Grubu” adı altındaki teslimiyetprojesi, sömürgeci sermaye devletinin “milli birlik,

beraberlik ve huzur projesi”ni kendi yönündentamamladığını göstermektedir. Bundan dolayı burjuvakalemşörler de ortak koroya katılarak bunun bir “barışprojesi” olduğunu ifade etmektedirler.

Oysa barış, karşılıklı olarak savaşan güçlerinsavaşa gerekçe olan politik hedeflerinin bir kısmındanvazgeçerek aralarındaki çatışmalara son vermelerianlamına gelir. Bu tür barışlar çoğunlukla devletlerarasında gerçekleşir. Ancak sınıf mücadelelerindeiktidar için savaşan, ezen ve ezilen sınıf ya daulusların savaşında barış imzalamak imkansızdır.Karşılıklı birbirinin düzenini yıkmak ve birbirleriniortadan kaldırmak için savaşanlar arasında barışolmaz. Geçici ateşkesler ve geri çekilmeleryaşanabilir. Ancak bunlar geçicidir ve savaş dahaşiddetli çatışmalarla yeniden başlar ve sürer, ta kitaraflardan birinin kesin zaferine kadar. Bu, toplumsalsınıf mücadelesinin apaçık bir gerçeğidir. Kim ki,ezenle ezilen arasında başlayan bir savaşı ezeninegemenliği sürdüğü koşullarda durdurmayaçalışıyorsa, objektif olarak ezenin yanında saf tutuyordemektir. Bu nedenle bugün savunulan “barış”ınegemen sınıfların “barış”ı olacağı açıktır. Böylesi bir“barış”ın anlamı, sisteme teslim olmaktır. Yaşanandurum tam da budur.

Açıktır ki; barış, teslim olmakla sağlanamaz.Barışseverlik düzene sığınmak değildir. Gerçek barışısavunanlar, barışseverler, bunun sınıf savaşıylakazanılacağını bilen ve bunun için mücadele edenkomünistler ve devrimcilerdir. Onlar, savaşın sınıflararası çatışmalardan, çelişkilerden doğduğunu bildikleriiçin, barışın da egemen sınıf iktidarının yıkılmasıyla,devrim ve sosyalizmle geleceğini bilirler.

Her egemen sınıf, kendi “barış”ını dayatır ve onunpropagandasını yapar. Bugün de sermaye düzeninin“barış” propagandasının içeriği; “silahlarınızı bırakın”,“ideolojiniz öldü”, “gelin teslim olun ve barış içindeyaşayın” şeklindedir. Düzenin bu “barış” propagandasıile liberal reformizmin ve Kürt hareketinin barışçağrıları öz olarak aynı noktada buluşmaktadır. Butürden bir “barış” çağrısının sermaye düzeninin işinegeleceği açıktır. Bu, aslında “barış” değil,teslimiyettir; kendi ideal ve hedeflerinden vazgeçmek,düşmanın iradesini kabul etmektir.

Sömürgeci sermaye devletinin “Kürt sorunununçözümü”nden, aynı anlama gelmek üzere “barış”tananladığı, Türk ve Kürt halklarının hak eşitliğitemelinde gönüllü birliği ve kardeşleşmesi değil, Kürthareketini tasfiye ederek Kürt halkını denetim altınaalmaktır. Gelinen aşama, Kürt halkına yönelik yıllardırsüren kirli savaşın ufak tefek rötuşlarla bir uzantısı veonun özel bir evresinden ibarettir.

Açıktır ki, tıpkı öncekiler gibi son ABD patentlipolitika da Kürt sorununa çözüm getirmeyecektir. Kürtsorunu; “dağdakilerin düz ovaya inmesi”, bazı kültürelkırıntıların verilmesi, bireysel düzeyde etnik kimliğinkabul edilmesiyle çözülemez. Zira, Kürt sorunuçözülmeden tüm ağırlığıyla orta yerde kalacaktır. O,ancak siyasal temelde, yani ezilen Kürt ulusununulusal eşitlik ve özgürlük istemlerinin karşılanmasıylaçözülebilir. Bunu da ancak toplumsal bir devrimsağlayabilir.

“Barış grubu” tasfiye sürecinin parçasıdır...

Kürt halkının ulusal eşitlik ve özgürlükistemini toplumsal bir devrim sağlayabilir!

Page 5: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

Çocuk katili devlet hesap verecek! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 5Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

Üniformalı“bilirkişiler” aklıyor!

Diyarbakır’da katledilen Ceylan Önkol hakkındahazırlanan “bilirkişi” raporu açıklandı.

Sermaye devleti bu cinayette “aklanmak” içinsistemli bir uğraş içerisinde. Devlet, bir taraftanmecliste bununla ilgili bir komisyon oluştururkendiğer yandan çeşitli mekanizmalar ile kendisini nasılaklayacağının hesabını yapıyor.

Tartışmalı ve anti-bilimsel bilirkişi raporları isecinayeti örtbas edebilmek adına devletin sarıldığıyegane araçlardan biri durumunda.

Fakat ortadaki apaçık bir cinayet olunca bunuörtbas eden raporun da tutarsızlıklarla dolu olmasıanlaşılır hale geliyor.

Raporu hazırlayan ünüformalı “bilirkişiler” Kürthalkının özgürlük mücadelesini boğmak içinKürdistan’da görevlendirilmiş kolluk güçleridir. Kürthalkının inkarı üzerinden kendini vareden ve yıllarcaKürdistan’da terör estiren Türk sermaye devletindenzaten tarafsızlık beklenemez fakat raporunDiyarbakır Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı TerörleMücadele Şube üyesi 2 polis tarafından hazırlanmasıda bu raporun sonucunun daha hazırlanmadan öncebelli olduğunu gösteriyor.

Diğer yandan rapor Ceylan’ın havantopu ilekatedilmediği vurgusu üzerinden şekilleniyor. Bombaatar mermisinin atıldıktan sonra yerde patlamadanizler kalabileceği ifadelerinin yer aldığı rapor birkurgu olunca, Türk sermaye devletinin hazırladığısenaryonun gelişimi de bunun üzerinden şekilleniyor.Olay örgüsü içinde Ceylan ve halk suçlanıyor. Birşeyin yüzlerce kez söylendiğinde kanıksanacağıinancıyla olsa gerek, Ceylan’ın elindeki tahra ilebomba atar mermisine vurduğu tekrar tekrardillendiriliyor. Önceden hazırlanmış bu senaryodabaşka “olasılık”lara da yer bırakılmıyor.

Ceylan elindeki tahra ile yerdeki patlamamışmühimmata vurdu ve hayatını kaybetti. Hepsi bu!Ceylan yaptı! Ölümünden de Ceylan sorumlu!

Havan, roket veye top mermisi, yani dışarıdanyapılan bir atışın kesinlike bu senaryoda yeralmaması doğaldır. Çünkü burası “Teröre muzahirbölge”dir ve bu ayrıntı, Türk sermaye devleti içinmayınlara ve patlamamış mühimmatlara meşrulukzemini hazırlamaktadır.

Ceylan’ın elinde olan tahranın halenincelenmemiş olması, yerde 3.5 santimetrederinliğindeki çukurdan toprak örneğinin alındığınınifade edilmesine rağmen toprak örneğinden herhangibir tespitin raporda yer almaması ise raporu şaibelihale getiren ufak bir ayrıntıdır.

Kürt halkını imha edenler, “terör” edebiyatı ile bucinayeti de mazur göstermeye çalışıyorlar. Ceylangibi “teröre muzahir bölge”de yaşamaya mecburbırakılmış daha nice çocuk var. Henüz katledilmeyençocuklar ve insanlığımız için Türk sermayedevletinin katliamlara izin verilmemelidir. Bircinayet daha “bölgenin özellikleri” ileaklanmamalıdır.

Başta Ceylan Önkol olmak üzere Kürt halkına yönelik saldırıları lanetlemek için Alınteri, BağımsızDevrimci Sınıf Platformu (BDSP) ve Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) tarafından 21 Ekim Çarşambaakşamı saat 19.00’da Taksim Tramvay Durağı’nda “Kürt ulusunun haklı ve meşru mücadelesi katliamlabastırılamaz!” şiarıyla bir eylem gerçekleştirildi.

Eylemde “12 yaşındaki Ceylan Önkol katledildi... Kürt ulusunun haklı ve meşru mücadelesi katliamlarlabastırılamaz! / Alınteri, BDSP, DHF” pankartı açıldı.

Atılan sloganların ardından basın metnine geçildi. Açıklamada, emperyalistler arasındaki hegemonyasavaşında sermaye devletine önemli roller biçildiği, bunun gereği olarak içeriye çekidüzen verme ihtiyacınınortaya çıktığı belirtildi. “Güçlü Türkiye” masallarıyla yutturulmaya çalışılan yeni rolün emperyalizmetaşeronluktan ibaret olduğu ifade edildi.

“‘Kürt açılımı’ ile hedeflenen, emperyalist politikaların uygulanmasının önündeki engelden kurtulmaktır.Ancak tüm demokrasi masallarına, çözüm çağrılarına rağmen devlet yılların katliamcı kirli savaş geleneğindende vazgeçememektedir” ifadelerinin yeraldığı açıklamada Ceylan Önkol’un katledilmesinin kirli savaş gerçeğinibir kez daha gün yüzüne çıkardığı söylendi.

Barış havariliğine soyunan, çözüm masallarını dillerinden düşürmeyen düzen sözcülerinin tek dertlerininKürt halkının inkar ve imhası olduğu vurgulanarak adeta lütuf gibi sunulan kazanımların da Kürt halkınınyıllardır yürüttüğü mücadelenin sonucunda gerçekleştiği ifade edildi.

Açıklama şu sözlerle son buldu:“Ancak ne ‘açılımlar’, ne sahte çözümler, ne de sahte demokrasi nutukları devletin baskıcı, katliamcı yüzünü

gizleyemez. Kürt ulusuna yönelik imha ve inkara, toplumsal muhalefete yönelik baskı ve zora karşı gerçekçözüm halkların ortak mücadelesidir. Halkların kardeşleşmesinin yolu, uluslara kendi kaderini tayin hakkınıntanınmasından geçmektedir.

Kürt ve Türk halklarının ortak mücadelesinin hedefi Türk ve Kürt emekçi halklarını sömüren ve ezenegemenlere, kurulu düzene karşı olmalıdır. Özgürlük mücadelesi yürüten Kürt ulusunun talepleri haklı vemeşrudur. Bu mücadele kanla, katliamlarla, zor ve baskıyla bastırılamaz.

Bizler Kürt ulusuna yönelik her türden baskı ve terörü lanetliyor, başta Kürt ve Türk olmak üzere tümhalkları ortak mücadeleyi yükseltmeye çağırıyoruz.”

Açıklamanın ardından Kutupyıldızı şarkı ve marşlardan oluşan bir dinleti sundu. Son olarak eyleme destekveren Entes direnişcisi Gülistan Kobatan, 2. duruşmasına çağrı yapan bir konuşma gerçekleştirdi.

Eylemde, “Yaşasın halkların kardeşliği!”, “Kürt halkına özgürlük, eşitlik, gönüllü birlik!”, “Kahrolsunemperyalizm, yaşasın mücadelemiz!”, “Katil devlet hesap verecek!” sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Ceylan Önkol’un hesabı sorulacak!

Binler “Ceylan’ın katili militarizm!” dedi İstanbul’da biraraya gelen, sivil toplum örgütü ve siyasi partilerin oluşturduğu “Ceylan Önkol İnisiyatifi”

Ceylan Önkol için 15 Ekim akşamı İstiklal Caddesi’nde kitlesel bir yürüyüş gerçekleştirdi. Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelen 2 bini aşkın kişi, “Kaza değil cinayet! Sorumlular yargılanacak!”,

“Ceylanı öldüren militarizm! Susma militarizmi sorgula! / Ceylan Önkol İnisiyatifi” pankartları açarak BeyoğluTünel’e doğru insan zinciri oluşturdu. Tünelde tekrar kortej oluşturan kitle, İstiklal Caddesiüzerinden sloganlarla Taksim Tramvay Durağı’na kadar yürüdü.

Yürüyüş öncesi Galatasaray Lisesi önünde inisiyatif adına Av. Eren Keskin bir konuşma gerçekleştirdi.Eylemde, Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz ve Kürdistan’da katledilen diğer çocukların isimleri tek tek

okunarak, “Yaşıyor!” denildi. İstiklal Caddesi üzerinde gerçekleşen oturma eylemi sonrası yürüyüşe devam edildi. Oturma eyleminde

Barış Anneleri İnisiyatifi adına konuşan Sultan Bozkurt, “Halklar birlikte mücadele etmediği sürece ölümlerindevam edecek” dedi.

Taksim Tramvay Durağı’na gelindiğinde Ceylan Önkol’un öldürüldüğü Şenlik Köyü’ne giden Yıldız Önen,Zeynep Tanbay ve Cengiz Algan birer konuşma gerçekleştirdiler. Yapılan konuşmalarda, Genelkurmayyetkililerinin Ceylan’ın ölümünün ardından gerçekleri gizlemeye çalıştığı, devletin resmi “bilirkişilerinin” olayı“içinden çıkılmaz” hale getirmeyi amaçlayan raporlar düzenlediği ifade edildi.

Ceylan’ın katledilmesi lanetlendi... Barış ve Demokratik Çözüm Platformu, 7 Ekim Cumartesi günü gerçekleştirdiği meşaleli yürüyüş ile

Ceylan Önkol’un katillerinden hesap soracağını haykırdı. Taksim Tramvay Durağı’ndan başlayan yürüyüşte “Ceylan Önkol’un katili devlettir! Çocuk katillerinden

hesap soracağız!” pankartı açıldı. Eylemde, Cizre’de atılan gaz bombasının isabet ettiği 18 aylık Mehmet Uytun, Uğur Kaymaz ve Ceylan

Önkol’un resimleri taşındı. Basın açıklamasında, katliamın başından beri ciddi bir soruşturma yürütmeyen yetkililerin, bugüne kadar

inkar ve savunma politikası ile hareket ettiği söylendi. Binlerin katıldığı eyleme Partizan, ÖGD, Nor Zartonk da destek verdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Devrimciler Ceylan Önkol’un katlini lanetledi!

“Kürt ulusunun haklı ve meşru mücadelesikatliamla bastırılamaz!”

Page 6: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

Sermaye devleti katletmeye devam ediyor...6 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

Erdoğan’danHasankeyfsavunusu!

Başbakan Erdoğan, açık bir çevre katliamıanlamına gelen Ilısu Barajı’na karşı çıkanlarıPKK’li ilan ederek tepkileri yatıştırmaya çalıştı.Erdoğan’ın hedefinde Hasankeyf’e sahip çıkansanatçılar da vardı.

Başbakan Erdoğan’ın manipülasyon vedezenformasyon konusunda uzmanlığı bilinmekte.Hemen her olayı kendine göre yorumlayan,çarpıtarak tersyüz eden Erdoğan, bu işi yaparken“toplumun hassas noktaları”na dokunmayı da çokiyi biliyor. Hasankeyf’i sular altında bırakacakolan Ilısu Barajı projesine karşı çıkan aydın vesanatçılar da Erdoğan’ın hırsından nasibini aldı.Sanatçıları suçlamak için bildik kaba şovenizmesarılan Erdoğan, baraja karşı çıkanların PKK’liolduğunu iddia etti.

Bilindiği gibi Ilısu barajı başta bölge halkıolmak üzere pek çok kurum ve kişinin yanısıraaydın ve sanatçılardan da yoğun tepki alıyordu.Baraja karşı çıkanlar arasında Tarkan ve SezenAksu gibi popkültür ikonlarının bulunması belli kisermaye devletine ve Tayyip Erdoğan’a sıkıntılıanlar yaşattı. Başarılı Türk Müteahhitlerine ÖdülTöreni’nde konuşan Erdoğan, bir yandanHasankeyf’in sular altında kalacak olmasınısavunmaya çalışırken diğer yandan da sanatçılaragözdağı verdi.

“Karşımızda ilk etapta terör örgütünü bulduk.Terör örgütü, ‘kültürel eserlere, Hasankeyf’e eldokundurtmayız’ savıyla karşımıza çıktı. Aslındadert başka” gibi sözler sarfeden Erdoğan, tarihieserlerin yok olacağını da kabul etmekdurumunda kaldı. Sık sık projenin“muhteşem”liğinden bahsederken yüzlerce SİTalanında bulunan tarihi eserleri taşımak gibiütopik görüşlere de yer verdi.

Erdoğan, yalan ve çarpıtmalarla barajısavunmaya çalışıyor. Doğanın tahribatı, kültüreldeğerlerin yokolması, insanların mağdur olmasıonun için önemli değil. Bölge belediyelerinin,sivil toplum örgütlerinin ve yöre halkınınoluşturduğu Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi ise “10bin yıllık tarihin sular altında kalmasına izinvermeyelim!” diyerek mevcut projeye neden karşıolduğunu ve barajın ne gibi sonuçlar getireceğinitüm yalanlara karşı net biçimde ifade ediyor:

- Başta insanlığın ortak mirasi olan en az 9bin yıllık antik kent Hasankeyf olmak üzere, Diclevadisindeki yüzlerce arkeolojik sit alanları ve çoksayıda kültürel değerler su altında kalacaktır.

- Onbinlerce insan (resmi rakam 55.000 ile78.000 arası) Ilısu baraji projesinden etkilenecek,yani büyük oranda yerinden göç ettirilip kentlerdeekonomik, sosyal ve psikolojik sorunlarıarttıracaktır.

- Bölgemiz açısından çok büyük değeri olanDicle vadisinin zengin bitki örtüsü ve canlıvarlıkları yok olacaktır.

- Bölgedeki diğer baraj projelerinden degörüldüğü gibi bölgemizin ekonomik ve sosyalyaşamına olumlu bir etkisi beklenmemektedir.

- Doğrudan ve dolaylı etkilenecek olan ve asılsöz sahibi olması gereken Hasankeyf/Ilısu vebölge halkının (paydaşlar!), hiçbir şekildeonayına başvurulmadan Ilısu barajı projesigerçekleştirilmek istenmektedir.

Çocuk katili devlet hesap verecek!Abdullah Öcalan’ın 9 Ekim tarihinde Suriye’den çıkarılışının yıldönümünde Şırnak’ın Cizre İlçesi’nde

gerçekleştirilen gösterilere polis müdahale etmiş ve müdahale sırasında kolluk güçlerinin attığı gaz bombası 18aylık Mehmet Uytun’u yaralamıştı.

Diyarbakır Devlet Hastanesi’nde yoğun bakımda 10 gündür yaşam mücadelesi veren Mehmet bebek 19 Ekimgünü hayatını kaybetti.

Erdoğan’ın resmi devlet politikasını dillendirdiği bir konuşmasında “kadın da olsa çocuk da olsa gereğiyapılacak” sözlerinin hayattaki karşılığı Mehmet bebeğin katledilmesi ile sonuçlandı. Bu sözler, Türk sermayedevletinin, Kürt halkının özgürlük mücadelesini boğmak için çocuk, yaşlı, kadın demeden topyekûn saldırganlıkiçinde olduğunu gösterdi.

Kürdistan’da her eyleme azgınca saldıran Türk sermaye devleti cinayet hanesine bir çizik daha atarken, evinde,annesinin kucağında dizginsiz terörün kurbanı olan Mehmet bebek, Kürt çocuklarının her daim vermek durumundaolduğu yaşam mücadelesini sürdüremedi. Onu katledenler, Mehmet’ten önce de yüzlerce bebeğin gülüşlerinisolduranlardı.

Onlar, ellerinde taşlardan başka bir şey olmayan küçük çocukların üzerine ateş açmakta tereddüt etmeyenlerdir, Onlar Yahya Menekşeler’i panzerlerinin altına alıp

ezenlerdir, Onlar Uğur Kaymazlar’ın vücuduna yaşı kadar mermi

boşaltanlardır, Onlar Ceylanlar’ı, çoban kızlarını ansızın katledenlerdir, Onlar yüzlerce Kürt çocuğunu dört duvar arasına

hapsedenlerdir. Kürt halkını hedef alan bu kirli savaşta daha ne kadar

çocuğun katledilmesine izin verebiliriz ki? İnsanlığımız bunadaha ne kadar göz yumabilir ki? Görmezden gelmeye devamedersek, hesap sormazsak ölecek her çocuğun elleriyakamızda olacaktır.

Çocukların katledilmediği, Türk, Kürt ve her ulustançocuğun kardeşçe oynayacağı, yaşam kaygısı gütmedenbüyüyüceği bir dünya mümkündür. Bunun adı sosyalizmdir.

“Özgürlük” 122. sıradaSınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, Paris’te yayımladığı raporla, dünya genelinde basın özgürlüğünün son

durumunu ortaya koydu. Basın özgürlüğü raporuna göre, Türkiye bu yıl 175 ülke arasında 20 basamak gerileyerek Türkiye, Kuveyt,

Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail gibi ülkelerin gerisinde kalarak 122. sırada yer aldı. Raporda belirtilen gerileme, işçi ve emekçilere yönelik yoğunlaşan sosyal ve ekonomik saldırılardan ayrı

düşünülemez. Krizle beraber sosyal yıkım saldrılarının derinleştiği ve yeni hak gasplarının söz konusu olduğuböylesi bir dönemde, özellikle devrimci basın üzerindeki sansür ve yasaklarla emekçilerin devrimci politikaylabuluşması engellenmeye çalışılıyor.

Sermaye devleti her ne kadar “demokratikleşme” üzerine güzellemeler yapsa da devrimci ve muhalif basınüzerindeki baskılarını her geçen gün arttırıyor. Toplatma, yayın durdurma, yayınevi sahibi ve sorumlu yazı işlerimüdürlerine yönelik hapis cezaları...

Türkiye basın özgürlüğü sıralamasında en kötü 50 ülke arasında bulunurken, 8’i yazı işleri müdürü olmak üzerehalen 33 gazeteci ve yazarın tutukluluk hali devam ediyor.

TMY, 301. madde vb. düzenlemeler ise yüzlerce gazeteci, yazar ve aydının yargılanması için dayanakoluşturuyor.

Devletin devrimci ve ilerici basına yönelik baskılarını arttırdığı bu süreçte “sınırsız söz, basın, toplanma veörgütlenme özgürlüğü” talebi dillendirilmelidir.

Yıkımlara karşı kitlesel basınaçıklaması

Gebze’de “kentsel dönüşüm” projesi kapsamında yıkımların gerçekleşeceği Adem Yavuz ve CumhuriyetMahalleleri’nde, emekçiler barınma haklarını savunuyor.

16 Ekim Cuma günü Kocaeli Belediyesi’ne gerçekleştirilen yürüyüş ile emekçiler rantsal bölüşüme hayır dedi. Belediyeye yürüyen emekçiler, meclis üyelerinin 15 günlük olağan toplantısında yıkımların da ele alınacağını

ve bu konunun mahalle emekçileri dışında görüşülemeyeceğini söyledi. Oldukça coşkulu ve canlı geçen yürüyüşün ardından belediyenin önüne gelindiğinde basın açıklaması

gerçekleştirildi. Adem Yavuz ve Cumhuriyet Mahallesi Yaşatma ve Güzeleştirme Derneği adına yapılan açıklamada,

emekçilerin yıllarca çalışıp yaptığı evlerin, çocukların geleceğinin zenginlere peşkeş çektirilmeyeceği söylendi.“İşimizi, aşımızı aldılar şimdi de evimizi almayı düşünüyorlar ancak alamayacaklar” denilen açıklamada 3 kişilikbir heyet toplantıya girmek istedi. Belediye yönetimince daha önce toplantıya girilebileceğinin ifade edilmesinerağmen heyet içeriye alınmayınca, bu tutum sloganlarla protesto edildi.

Eyleme yaklaşık 300 kişi katıldı Kızıl Bayrak / Gebze

Page 7: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, düzenlediği basıntoplantısıyla “krizden çıkış bütçesi”ni açıkladı.Mehmet Şimşek’in ilan ettiği bütçeden, tıpkı emeğindiğer toplumsal kesimleri gibi kamu emekçileri depayına düşen sefaleti aldı.

2010 yılı merkezi yönetim bütçesinde, bütçe açığı50.1 milyar lira olarak yer aldı. Bu açığın işçi veemekçilerin ücretlerinden, artan zam ve vergilerden,gaspedilen sosyal haklardan kapatılmaya çalışılacağıortadadır. Kamu emekçilerine reva görülen sefaletücreti bunun kanıtıdır.

Bir süredir kamu emekçileri ve kamuda örgütlüsendikaların gündeminde olan kamu emekçilerininücret zamları “kriz bütçesi”nin öngördüğü şekildeyüzde 2.5 + 2.5 olarak belirlendi. Sermaye hükümeti,ücret zamlarında toplu görüşmelerde masaya getirdiğison rakamda diretti. Bu artışla 1.480 lira olanortalama kamu emekçilerinin ücreti Ocak ayında 1518lira, Temmuz’da ise 1555 lira olacak.

2010 Yılı Bütçe Kanunu tasarısı ile bütçedenfaizciye 58.8 milyar lira ödenek tahsis edilirken,milyonlarca memur, emekli, dul ve yetimin yıllıksağlık harcamaları için 60.3 milyar lira ödenekayrılması sermayenin işçi ve emekçi düşmanı yüzünügöstermektedir. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’inkamu emekçilerini, emeklileri ve işçileri enflasyonaezdirmeyeceklerine dair söylemleri ise gerçeği zerrekadar yansıtmamaktadır. Zira 2003–2009 yıllarıarasında enflasyon oranı yüzde 89.4 iken aynıdönemde memur maaş artış oranı yüzde 70.6 olarakgerçekleşmiştir. 2003–2009 yılları arasında kamuemekçilerinin sermaye hükümetinden yüzde 18.8oranında alacağı bulunmaktadır.

Rakamlar ortadayken sermaye hükümetinin kamuemekçilerini ve emeklileri “enflasyonaezdirmeyeceğiz” söyleminin hiçbir inandırıcılığıolamaz. Sermayenin yürütme organı AKP, kamuemekçisine, işçiye, emekliye vereceği bir hakolmadığını, Maliye Bakanı’nın ağzından itirafetmiştir.

İşçi ve emekçilerin tepkisizliğinden cesaret alansermaye hükümeti bir kez daha burjuvazininihtiyaçlarını esas alan bir bütçe hazırladı. MaliyeBakanı Mehmet Şimşek’in toplantıda yaptığıaçıklamaya göre, AKP bu yıl da bütçe gelirlerininyüzde 28’ini iç ve dış borç ödemeleri olarak doğrudanbüyük sermayeye akıtmayı planlarken, eğitim, sağlıkgibi kamu hizmetlerine ayrılan payda herhangi birartış yapmaktan özenle kaçınıyor.

2010 bütçesinde, “Milli savunma” adı altındayapılan silahlanma harcamalarında ise hiçbir kısıntıyagidilmiyor. İşçi ve emekçilerden gasp edilen vergilerisınır içinde işçi ve emekçilere, sınır ötesinde iseABD’nin hesabına bölge halklarına karşı saldırmakiçin militarizme ayırıyor. Bundan dolayı 2008bütçesinde sağlığa ayrılan pay 10,8 milyar ile sınırlıtutulurken, “savunma” adı altında silahlanmaya 16,4milyar ayrılmıştır.

2009 ve 2010 bütçelerinde de bu tablodeğişmemiştir. Üstelik bu meblağa örtülü ödenekler,yıl içinde yapılacak ek bütçe ödenekleri vb. dahildeğildir. Şurası çok açıktır ki, Kürt halkına karşı

yürütülen savaş devam ettikçe savunmaya ayrılan paybüyümeye devam edecektir.

İşçi ve emekçilerden toplanan vergiler yerli veyabancı mali sermaye gruplarına ve savaş tekellerineakıtılırken, personel harcamalarının bütçedeki payıson 17 yılda yüzde 42’den yüzde 22’e inmiştir. Bunaparalel olarak özelleştirmeler sonucunda 30 bine yakınkamu işçisi işsiz kalmış, emekli olan kamuçalışanlarının yerleri büyük oranda doldurulmamıştır.Sonuç, daha az istihdam, daha az hizmet, daha çilelibürokratik işlemler, çalışanlar üzerinde daha fazla işyükü ve hak gaspıdır. Benzer şekilde bütçedenyatırımlara ayrılan pay da son 15 yılda yüzde 14,5’tenyüzde 5’lere inmiştir. 2010 bütçesinde de yatırımlaraayrılan payda bir artış gözlenmemektedir.

2010 yılı bütçesi, daha önceki yılların bütçelerininbir devamı niteliğindedir. Hükümet, İMF’nin veişbirlikçi sermayenin çıkarları doğrultusundadavranmaya devam etmektedir. Bu nedenle işçi sınıfıve emekçilerin yaşadığı yoksullaşma önümüzdeki yıldaha da artacaktır. AKP, sermaye sınıfına hizmet içinne gerekiyorsa onu yapmaktadır. Onların daha fazlakâr etmesi için gece-gündüz demeden çalışmayadevam etmektedir.

2010 bütçesinde kaynakların büyük bir bölümüborç ve faiz ödemesi adı altında emperyalistlerinkasalarına akıtılmak için ayrılmıştır. Bütçenin diğerbüyük bir bölümü ise tekelci burjuvaziyeaktarılmaktadır. Emperyalistlere ve sermayeye yapılankaynak aktarımı bununla da sınırlı değildir. Teşviklerve benzer nitelikteki kaynak transferleriyle tekelcisermaye düzenli olarak semirtilmektedir.

Bütçenin gider kısmında ise işçi ve emekçilerinyararına bir şey bulmak mümkün değildir. Ziragelirlerin kullanıldığı harcamaların belirlenmesindede, tümüyle sermayenin ve emperyalizmin çıkarları

esas alınmaktadır. 2010 bütçesinde, gelirlerin kalan kısmının büyük

bir bölümünün sömürü ve soygun düzeninin devamıiçin gerekli görülen baskı ve zor aygıtlarına ayrılmasıbir kez daha işçi ve emekçilere yönelik baskı veterörün daha da artırılacağı anlamına gelmektedir. İşçive emekçilere bütçeden düşen pay, sömürü, baskı vezulüm olmaktadır.

Bütçede işçi ve emekçiler yararına en küçük birdüzenleme bulunmamaktadır. Ne eğitime, ne sağlığave ne de sosyal güvenliğe doğru dürüst bir payayrılmamıştır. 2010 bütçesinde önceki yıllarınbütçelerinde yer alan göstermelik kırıntılar da büyükölçüde ortadan kaldırılmıştır. Sermaye iktidarısilahlanmaya kaynak ayırmakta herhangi bir tereddütyaşamazken işçi ve emekçiler için yaşamsal niteliktekisosyal haklarını bir yük olarak görmektedir. Bundandolayı, bu “yükler”den kurtulmak için hazırlanmışsosyal yıkım programlarını acımasızcauygulamaktadır. 2010 bütçesi de, parasız eğitim,parasız sağlık ve sosyal güvenlik gibi daha önce işçive emekçilerin zorlu mücadelelerle kazandıklarıhakların da gaspı mantığı ile hazırlanmıştır.

Devletin finansmanının emekçi sınıfların sırtınayüklendiği ve kaynakların sermayeye akıtıldığı devletbütçeleri, sermaye hükümetlerinin izledikleriekonomik ve sosyal politikaların genel bir özetinisunarlar. Bu nedenle bütçeler burjuvazi kadaremekçileri de yakından ilgilendirmelidir.

Soygun bütçesine hayır demek, sömürü vesoyguna hayır demek, parasız eğitim ve sağlıktaleplerini yükseltmek demektir. Bunlar bugün işçi veemekçilerin en temel talepleri durumundadır. İşçi veemekçiler, acil ve güncel taleplerini yükseltmeli,sermayenin sömürü, soygun ve yıkım bütçesinisokakta bozulmalıdır.

İstanbul’da gerçekleştirilen İMF-Dünya Bankası toplantılarının hemen ardından başlayan 2010 yılı bütçegörüşmeleri 18 Ekim günü Adana Krize Karşı Emek ve Demokrasi Platformu tarafından gerçekleştirileneylemle protesto edildi.

5 Ocak Meydanı’nda sloganlarla toplanan kitle buradan “Sermayeye, İMF’ye ve savaşa değil emekçiyebütçe!” pankartı arkasında İnönü Parkı’na doğru yürüyüşe geçti. Yürüyüş boyunca polisin provokatiftutumları nedeniyle tartışmalar yaşandı.

İnönü Parkı’na gelindiğinde yapılan açıklamada 2010bütçe görüşmelerinin 7.8 milyar dolarlık cumhuriyettarihinin en büyük savunma ihalesi ve hükümetler arasıen büyük silah satışının tartışıldığı süreçte yapıldığı ve2010 bütçesinde insanca yaşamaya yer ayrılmadığısöylendi.

Açıklamada AKP eliyle uygulanan neoliberalpolitikalarla eğitim ve sağlık hakkının sadece parasıolanların yararlanabildiği bir olanak haline getirildiğivurgulandı.

Açıklama taleplerin sıralanmasıyla son buldu.Kızıl Bayrak / Adana

Savaşa değil, emekçiye bütçe! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 7Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

Sermayenin sömürü, soygun ve yıkım anlamına gelen 2010 bütçesi açıklandı...

Emek düşmanı uygulamalarageçit vermemek için mücadeleye!

Adana Krize Karşı Emek ve DemokrasiPlatformu’ndan bütçe eylemi

Page 8: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

İşçi ve emekçi barikatlarına!8 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

Kapitalizmin yapısal krizi tüm dünyada büyük birtoplumsal yıkıma yol açtı. ILO verilerine göreyaklaşık 60 milyon işçi işinden oldu, bir milyara yakınemekçi ise yoksulluk düzeyinin altında bir gelirleçalışmaya mecbur bırakıldı.

Krizin Türkiye’ye yansıması ise Tayyip Erdoğan’ıniddiasının aksine “bizi teğet” geçmedi. Krizin faturası2 yıl içerisinde 10 milyonu aşması beklenen işsizlerindev bir orduya dönüşmesi ile de sınırlı değil. Sondönemde temel tüketim mallarına peş peşe yapılanzamlarla işçi ve emekçilerin alım gücü düşmüş, geçenyılın Ağustos ayından bu yana işçiler yüzde 40fakirleşmiştir. İşten atmalar, ücretsiz izinler,ödenmeyen ücretler işçi ve emekçileri temelihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak hale getirdi.

Kapitalizmin krizinin tüm yıkıcı etkilerine rağmen,sermaye devletinin sosyal yıkım saldırıları artarakdevam etmektedir. Hükümet tarafından açıklanan OrtaVadeli Program’da öngörülen hedefler doğrultusunda2010-2012 döneminde; esnek çalışma modellerininyaygınlaştırılmaya çalışılacağı, yavaşlayanözelleştirme politikalarına yeniden hız kazandırılacağı,Kamu Yönetimi Reformu’nda düğmeye basılacağı,yerel yönetimlerin hizmet alanlarının piyasaya dahafazla açılacağı, sosyal harcamalarda kısıtlamayagidileceği ve sağlık alanının tamamen ilaç tekellerinepeşkeş çekileceği öngörülüyor. Tüm bu yıkımsaldırılarının adına da “Kalkınma Programı” deniliyor!

Asalak patronlar on yıllardır “rekabet gücünüolumsuz etkiliyor, maliyeti arttırıyor” vb. bahanelerlekıdem tazminatının kaldırılması için canhıraş birşekilde çalışıyorlar. Tamamen ortadan kaldıramasalarda kıdem tazminatını güdük hale getirmek içinellerinden geleni yapıyorlar. Kıdem tazminatı hakkınıortadan kaldırmak isteyen sermaye baronları bir kezdaha bir araya geldiler.

TİSK, TOBB ve TÜSİAD kıdem tazminatıyla ilgilitaleplerini ortaklaştırmak için toplandı. YatırımOrtamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu İstihdamTeknik Komitesi kararı doğrultusunda, kıdemtazminatıyla ilgili bir rapor hazırlamak için teknikkomite oluşturuldu.

Komite çalışmalarının sonucunda ise, “KıdemTazminatı Çalışma Raporu” hazırlandı. Rapordapatronlar, temel olarak AB ülkeleri ve diğer OECDülkeleri ile karşılaştırıldığında Türkiye’deki kıdemtazminatı yükünün çok yüksek olduğunu savundular.

Patronlar, kendileri açısından sorunun sadecekıdem tazminatı düzenlemesinden değil, “Budüzenlemenin iş güvencesi ve işsizlik sigortasıuygulamaları ile eş zamanlı olarak ve her tam yıl içinişçilere 30 günlük ücret gibi yüksek bir tutarlauygulanmasından kaynaklandığı”nı iddia ettiler.Bunun içinde çözüm olarak fon uygulamasınageçilmesini ya da 15 güne düşürülmesini istediler.

Patronların bu pervasızlığı karşısında ÇalışmaBakanı Ömer Dinçer, açıklamalarda bulundu.“Sendikal yasalarla birlikte kıdem tazminatı konusunuda ele almalıyız” dedi.

Günümüz koşullarında yeterli olmasa da kıdemtazminatı işçinin keyfi olarak işten atılmasının önündebir engel durumunda. Güdük kalsa da kıdem tazminatıhakkının varlığı asalak patronları fazlasıyla rahatsızediyor.

Sermaye sınıfı ve onların hükümeti kıdemtazminatı hakkının gaspına yönelik tartışmalara devamediyorlar. Tüm bu gelişmeleri hala üç maymunuoynayarak izleyen sendikaların başındaki ihanetçeteleri ise suskunluk fesadı geçiriyorlar.

Geçtiğimiz günlerde toplanan Petrol-İş BaşkanlarKurulu sonuç bildirgesi yayınladı. Bildirgede yenisaldırı yasalarının gündemde olduğu bir dönemde,İMF-Dünya Bankası toplantılarına katılan Türk-İş veHak-İş eleştirildi. “İşçilerin elinde kalan son kazanımıkıdem tazminatının fona devredilmesi ve işçilerin birerköle gibi kiralanabilmesinin önünü açan Özelİstihdam Büroları düzenlemelerinin Meclis gündeminegelmesi de an meselesidir. Türk-İş, Hak-İş ve DİSK,emeğe karşı olası saldırıları püskürtmek ve kıdemtazminatının fona devredilmesine karşı koymak içinharekete geçmelidir” denildi. Krizin etkilerinin hergeçen gün daha derinden hissedildiğinin belirtildiğiaçıklamada, “Petrol-İş, işçisiyle işsiziyle, emeklisiyle,kadın erkek tüm emekçilerle birlikte sermayeye karşıortak mücadele yollarının bulunması için elindengelen herşeyi yapacağını bir kez daha beyan eder”ifadeleri kullanıldı.

Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğluda şunları belirtti: “Kıdem tazminatı konusunda Türk-İş’in genel kurul kararı bulunuyor, DİSK’in de bunakarşı tutumu nettir. Hak-İş’in fonlarla ilgili sıcak biryaklaşım gösterdiği kamuoyu tarafından biliniyor.Türkiye’deki emek örgütlerinin kıdem tazminatınınortadan kaldırılamayacağını biraz daha birliktedavranarak herkese göstermeleri gerekir.”Konfederasyonların birlikte ve ciddi bir eylemsürecini belirlemesini isteyen Serdaroğlu, aksi haldetehlikeli bir sürecin başlayacağını söyledi.

Sermayenin bugüne kadar uygulamış olduğusosyal yıkım saldırıları karşısında kuru-sıkıaçıklamaların artık para etmediğini ilerici geçinensendikacıların bilmesi gerekir. Türk-İş’in altına imzaattığı ihanet sözleşmesini suskunluk fesadıylageçiştiren İstanbul şube başkanlarının pratiği ortayerde duruyorken, sorumluluğu toplumsal muhalefeteyükleyerek aradan sıyrılmanın adı mücadelekaçkınlığıdır.

Elbette birlikte ve ciddi bir eylem sürecininbaşlatılması gerekir. Ancak bunu söyleyenler önceliklekendi sorumluluklarını yerine getirmek zorundadırlar.İşçi sınıfı kendisine ihanet edenlerden er ya da geçhesap soracaktır. Tarih bunu hep böyle yazmıştır.

Sınıfın öncü güçleri, sınıftan yana olduğunu iddiaeden ilerici sendikacılar, söylediklerini pratik olarakda gerçekleştirmek zorundadırlar.

KENT AŞ işçilerinin 16 Eylül tarihinde İzmir’den başlattıkları Ankara yürüyüşü 16 Ekim günü sona erdi. İşe geri dönme talebinin yanısıra belediyelerdeki taşeron çalıştırma ve güvencesizliğe karşı da yürüyen

DİSK / Genel-İş Sendikası üyesi KENT AŞ işçileri katettikleri 650 kilometrenin ardından Ankara’dakisendikalar, demokratik kitle örgütleri, siyasi partiler ve ilerici, devrimci kurumlar tarafından karşılandılar.Yürüyüşlerinin 31. gününde Ankara’ya ulaşan direnişçi işçiler, 17 Ekim günü Ankara’da mitinggerçekleştirdiler.

DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün, DİSK Yönetim Kurulu Üyeleri, Genel-İş Sendikası’nın Türkiye’ninçeşitli illerinden gelen yöneticileri ile birçok ilerici ve devrimci kurumun katılım sağladığı yürüyüş TCDD Garönünde toplanılmasıyla başladı.

Gerçekleştirilen yürüyüşün ardından Abdi İpekçi Parkı’nda miting gerçekleştirildi. Genel-İş Sendikası Genel Başkanı Erol Ekici, Kent AŞ işçilerinin geçirdiği direniş sürecini ve Ankara

yürüyüşüne başlama amaçlarını özetledi. Kent AŞ işçilerinin 31 günlük Ankara yürüyüşünü 1966’da Çorum’dan Ankara’ya, 1967’de Manisa’dan

Ankara’ya, 1994’te Adana’dan Ankara’ya yapılan yürüyüşlere benzeten Ekici, yürüyen işçilerin mücadelesininişçi sınıfının hafızasına ve mücadele geleneğine kazındığını belirtti.

Kapitalist krizin işçi sınıfına yönelik faturasına değinen Genel-İş Başkanı, özellikle taşeronlaştırmanın ağırsonuçlarına dikkat çekti.

Ekici’nin konuşması, emek dostlarına teşekkür ederek sona erdi. DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün’ün de söz aldığı miting halaylarla sona erdi. Yürüyüşe; TMMOB, KESK Ankara Şubeler Platformu, Genç-Sen, BDSP, Mücadele Birliği Platformu,

UİD-DER, Devrimci Demokratik Sendikal Birlik,TÜM-İGD, Öğrenci Kolektifleri, ESP, Alınteri, EHP, SDP,HKP, EMEP, DHF, Halk Cephesi, Kaldıraç, ÇHD, ve Yurtsever Cephe İşçi Birliği döviz ve pankartlarıylakatılarak destek verdi.

Kent AŞ işçileri, mitingin ardından Abdi İpekçi Parkı’na çadırlarını kurdu. İşçiler, CHP Genel BaşkanıDeniz Baykal ile görüşene ve somut bir sonuç alana kadar Abdi İpekçi Parkı’ndaki direniş çadırındakalacaklar.

Kent AŞ yürüyüşü sona erdi, mücadele sürüyor!

Asalak patronlar kıdem tazminatını gasp etmeye hazırlanıyor, sendikaların başındakiasalaklar üç maymunu oynamaya devam ediyor…

Kıdem tazminatına göz diken ve çanak tutan asalaklara karşı

işçi-emekçi barikatlarına!

Page 9: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

Herkese sağlık, güvenli gelecek! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 9Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

Kadıköy'de binler sağlık hakkı için alanlara çıktı!

“Vatandaşın cebinden, sağlıkçının emeğindentasarruf olmaz!” mitingi 18 Ekim Pazar günüKadıköy'de gerçekleştirildi.

Binlerce emekçinin katıldığı mitingte, sağlıkemekçilerinin yaşadığı sorunların ve taleplerinyanısıra sağlıkta dönüşüm politikalarına duyulanöfke de sloganlara, pankartlara ve dövizlere yansıdı.

Miting saat 12.00'den itibaren kitlenin TepeNautilus ve Haydarpaşa Numune Hastanesi önündetoplanmasıyla başladı.

Haydarpaşa Numune kolunun en önünde“Sağlıkta masal bitti! Sağlık ocağına 2 lira, devlethastanesine 2 lira, özel hastaneye 15 lira... Şimdilik!Sağlık ve sosyal güvenlik hakkımız için birliktemücadeleye! / İstanbul Eczacılar Odası” pankartı yeralırken çeşitli illerden mitinge katılan eczacılar anapankart arkasında sıralandılar.

Bu kolda ayrıca, Kamu Eczacıları, İstanbulVeteriner Hekimleri Odası, İstanbul DişhekimleriOdası, İstanbul Üniversitesi Öğrencileri de yer aldı.

Tepe Nautilus kolunda ise ön önde, “Sağlıktamasal bitti! Aile hekimine 2 lira, devlet hastanesine 2lira, özel hastaneye 15 lira... Şimdilik!Sağlığımızdan, emeğimizden, mesleğimizdenvazgeçmeyeceğiz! / İstanbul Tabip Odası, İstanbulEczacı Odası, İstanbul Dişhekimleri Odası, İstanbulVeteriner Hekimler Odası, SES İstanbul Şubeleri,Dev Sağlık-İş” yazılı ortak pankart taşınırken SES'ebağlı sendika şubeleri Bakırköy, Aksaray, Şişli,Anadolu Yakası, Isparta, Bolu, Çanakkale, Aydın,Sakarya, Edirne, Bursa Şubeleri ve Düzce İlTemsilciliği mitingteki yerini aldı.

Zeynep Kamil Hastanesi çalışanları, İstanbulTabip Odası, TTB İşçi Sağlığı ve İşyeri HekimliğiKolu, Türk Jinekoloji ve Obstekrik Derneği, İstanbulTabip Odası Özel Hekimlik Komisyonu, TıpÖğrencileri Komisyonu, Türkiye Psikiyatri Derneği,Türkiye Diyetisyenler Derneği, Tıp Laboratuvarları,Muayane Hekimleri, Dev Sağlık-İş Kocaeli, UludağÜniversitesi İşyeri Temsilciliği, OkmeydanıHastanesi’nde işten atılan sağlık çalışanları damitingte yer aldılar.

DİSK'e bağlı sendikalardan Birleşik Metal-İş,Genel-İş, Emekli-Sen İstanbul Şubeleri'nin yanısıradirenişteki Sinter Metal işçilerinin de kendipankartlarıyla katılım sağladığı mitingde DevrimciEmekçi Komiteleri, KESK İstanbul ŞubelerPlatformu, Türk-İş İstanbul Şubeler Platformu da yeraldı.

Türk-İş İstanbul Şubeler Platformubileşenlerinden Yol-İş İstanbul 1 No'lu Şube,Belediye-İş 2 No'lu Şube üyesi Esenyurt Belediyesiİşçileri, TÜMTİS, Tuzla Deri-İş, Harb-İş Sendikasıİstanbul Anadolu Yakası Şubesi ve Petrol-İş üyesiişçiler de mitinge bu koldan katıldılar.

Feminist Kadınlar, TMMOB, SP, Ekmek veÖzgürlük, Öğrenci Muhalefeti, ÖDP, Halk Cephesi,Arızlı Halkı, Halkevleri, Öğrenci Kolektifi, EHP,Partizan, Alınteri, BDSP, Metal İşçileri KurultayıHazırlık Komitesi, TİB-DER, BATİS, PSAKD, DSB,PDD, ESP, Devrimci Hareket, Kaldıraç, TÜM-İGD,Ürün Sosyalist Dergi, Köz, EMEP ve TKP de kurumpankartlarıyla bu kolda yer aldılar.

“Sağlıkta ticaret ölüm demektir!”, “Sağlıktadönüşüm yıkım demektir!”, “Parasız eğitim, parasız

sağlık!”, “Hastaneler halkındır satılamaz!”,“Herkese eşit, ücretsiz sağlık!”, “Herkese sağlık,güvenli gelecek!”, “Sözleşmeli köle olmayacağız!”sloganlarının sıkça atıldığı kortejlerde ise “İMFelini sağlıktan çek!”, “SGK bizi yıldıramazsın!”,“Halka sağlık, hekime güvence!”, “Kamudaçalışan eczacı sayısı arttırılsın!”, “Sağlıkta yıkımıdurduracağız!”, “Tahsilat memuru değiliz!”, “İlaçreklamları ölüme yol açar!”, “Katkı payınahayır!”, “Sağlıkta yaz-boz dönemine son!”,“Hasta, doktor elele!” dövizleri dikkat çekti.

Mitinge Tepe Nautilus tarafındaki yürüyüşkolundan katılan BDSP'liler “Sosyal yıkımsaldırılarına karşı, genel grev, genel direniş! /BDSP”, “Güvenceli iş, güvenli gelecek istiyoruz!Alacağız! / Metal İşçileri Hazırlık Komitesi”,“İnsanca yaşam ve çalışma koşulları istiyoruz! / TİB-DER” pankartlarını açtılar.

BDSP'liler arama noktasından geçerken kollukgüçleriyle kısa süreli bir arbede yaşandı. Alınteriokurlarının da desteğiyle polisin keyfi tutumu boşadüşürüldü.

Yürüyüş kolundaki kitlenin tamamının saat15.00’te alana girmesiyle miting programına geçildi.

Tertip Komitesi adına söz alan İstanbul TabipOdası Genel Sekreteri Hüseyin Demirdizen, AKPhükümetinin sağlık politikalarını eleştirdi.Hükümetin, "Sağlıkta açık büyüyor. 3 milyar dolartasarruf yapmamız lazım” sözlerini hatırlatanDemirdizen, "Program ortada, niyet açık, sağlıkpazarı büyüsün, sağlık harcaması artsın ancakiktidarın harcaması küçülsün, SGK tasarrufa gitsinfark vatandaşın cebinden ve çalışanın emeğindenalınsın. Tekeller kazansın” diyerek hükümetin sağlıkpolitikalarına karşı susmayacaklarını söyledi.

Yoksulluğun ve işsizliğin arttığını, çalışmahayatının ve sosyal güvenliğin taşeronlara ve özelkiralık işçi bürolarına, okullarınsa özel okullara vedershanelere teslim edildiğini söyleyen Demirdizen,

herkesin eşit-ücretsiz-nitelikli-ulaşılabilir bir sağlıkhizmetinden yararlandırılması hakkının kamusal birgörev olarak tanınmasını ve gereğinin yapılmasınıisteyerek, taleplerini sıraladı.

İTO Genel Sekreteri Hüseyin Demirdizen’inardından sırasıyla SES Genel Başkanı BedriyeYorgun, İstanbul Eczacılar Odası Başkanı SemihGüngör, Dev Sağlık-İş Sendikası Genel Başkanı ArzuÇerkezoğlu, İTO Başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan,İstanbul Dişhekimleri Odası Başkanı MustafaDüğencioğlu, İstanbul Veteriner Hekimler OdasıBaşkanı Tahsin Yeşildere, TTB Merkez KonseyiÜyesi Ali Çerkezoğlu ve Dr. Hasan Ozan da kürsüyeçıkarak miting alanını dolduran binlerce kişiyeseslendiler.

Sağlıkta yıkım politikalarına değinilenkonuşmalarda sağlık hakkı için mücadele çağrısıyapıldı. Binlerce kişinin katıldığı miting, yapılankonuşmaların ardından Bandista Müzik Grubu’nunprogramıyla saat 17.00’de sona erdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

İMF-DB protestolarına dönük

devlet terörü protesto edildi

18 Ekim 2009 / Kadıköy

Page 10: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

Sınıfa karşı sınıf!10 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

IBM’de istifa baskısıUluslararası yazılım tekeli IBM Türk’te 2008

yılının Şubat ayından itibaren Tez Koop-İşSendikası’nda örgütlenme çalışmalarına başlayan IBMçalışanlarının mücadelesi sürüyor.

IBM’de çoğunluk yetkisine sahip Tez Koop-İşSendikası’nın üyelerine uyguladığı baskıyöntemlerinde başarılı olamayan IBM patronu, yenigöreve başlayan Genel Müdür Michel Charoukaracılığıyla tüm çalışanları sendikadan istifa etmeyezorluyor.

Eskişehir’de Renta işçileri içinkitlesel yürüyüş

Sendikalı oldukları için 8 Eylül günü performansdüşüklüğü bahanesiyle işten çıkarılan Renta işçileri 14Ekim günü Organize Sanayi Bölgesi’nden şehirmerkezine 3.5 saat süren bir yürüyüş gerçekleştirdiler.Eskişehirli emekçilerden destek isteyen Renta işçileriişe geri dönme talebinin yanısıra işten atmalarıprotesto ettiler. Renta işçilerine, aralarında BDSP’ninde bulunduğu ilerici, devrimci kurumlar desteksundular. Renta işçilerinin talepleri yürüyüş boyunca1000’e yakın kişi tarafından haykırıldı.

Renta fabrikası önünde halaylar çekerek toplananişçiler sloganlarla iş çıkış saatini beklediler. Saat18.00’de yürüyüşe başladılar.

Doruk AŞ’ye ait Süsler Fabrikası’nın çıkışınagelen Renta işçileri, Süsler işçilerini de korteje katarakyürüyüşe devam ettiler. Yaklaşık 1000 kişilik kitleninönü polis barikatıyla kesildi. Sendikacılar ve polisarasında yapılan görüşme sonucu yürüyüşün şehirmerkezine kadar kaldırımdan devam etmesi kararıalındı ve kitle tekrar yürüyüşe geçti.

Birleşik Metal-İş Sendikası Eskişehir Şube binasıönüne gelindiğinde BMİS Genel Başkanı AdnanSerdaroğlu kitleye seslendi. Serdaroğlu yaptığıkonuşmada, Türkiye’nin dört bir yanında iştenatılmaların yaşandığını söyledi. Bu krizin işçi veemekçiler tarafından yaratılmadığını söyledi.

AKP hükümetinin, çıkardığı yasalar ile iştençıkarmalar konusunda patronların elini rahatlattığınıifade eden Serdaroğlu, konuşmasını Birleşik Metal-İş’in mücadeleye devam edeceğini söyleyereksonlandırdı. Eskişehir halkını da sürdürdüklerimücadeleye omuz vermeye çağırdı.

Eylem boyunca Eskişehirli emekçiler de Rentaişçilerine destek verdiler.

Yürüyüş boyunca “İşten atılan işçiler geri alınsın!”,“Direne direne kazanacağız!”, “Krizin faturasıpatronlara!”, “Yaşasın sınıf dayanışması!” sloganlarıatıldı.

Kızıl Bayrak / Eskişehir

GÜRSAŞ işçileri işe iade davasınıkazandı!

3 Şubat ‘09 tarihinde GÜRSAŞ’ta Birleşik Metal-İş’in yetki alması GÜRSAŞ patronu tarafındantahammülsüzlükle karşılanmış ve 14 sendika üyesi işçiişten çıkarılmıştı.

Sendikalaştıkları için işten atılan GÜRSAŞ işçileri100 günü aşkın süreyle direnişleri sürdürmüşlerdi. Busüreçte işe iade davası açan 3 GÜRSAŞ işçisi açtıklarıdavayı kazandı.

Fakat GÜRSAŞ patronu yasal boşluklardanyararlanarak mahkemenin vermiş olduğu kararıtemyize gönderdi.

Davayı kazanan işçiler bu kararı temyize

göndermenin işçileri oyalamak amacı taşıdığını ifadeettiler. Bu davanın işe iade hakları olmayan fakattazminat hakları için dava açan diğer işçilerin de elinigüçlendirdiğini ifade ettiler.

GÜRSAŞ’ta 6 ayı doldurmadan çıkarılan,dolayısıyla iş güvencesi kapsamına girmeyen diğer 3işçi de bu davanın sonucuyla birlikte sendikaltazminat hakları olduğu için dava açacaklar.

İşe iade davasını kazanan işçiler tekrar işeçağırıldıkları koşulda işbaşı yapacaklarınısöylüyorlar.

Kızıl Bayrak / Ümraniye

Belenay işçilerinden eylemBATİS 16 Ekim günü Bursa’da yaptığı eylemle

Belenay Tekstil patronunun işçi düşmanlığını protestoetti.

Nilüfer Organize Sanayi Bölgesi-NOSABgirişinden pankart, döviz ve sloganlarla fabrika önünekadar yürüyen işçiler burada basın açıklaması yaptılar.

İşten atılan sendika üyesi Mehmet Atış tarafındanyapılan açıklamada BATİS üyelerinin gaspedilenhaklarının geri verilmesi talep edildi.

Belenay Tekstil işçilerinin vardiya değişimisırasında yapılan eylem bitene kadar işçiler fabrikadançıkarılmadılar.Vardiya değişimine gelen işçiler ise arkakapıdan içeri alındılar. Uzun süre fabrika önündesloganlarla devam eden bekleyişin ardından tekraryürüyüşe geçildi. Sloganlarla araçlara kadar yürünerekeylem sonlandırıldı. Eyleme BDSP, SDP ve TKPdestek verdi.

Kriz gerekçesiyle işten çıkarılan 7 BATİS üyesiişçi işe iade davası açmış, dava sonucu işletmeninkrize rağmen üretim faaliyetini ve kârını arttırdığıbelirlenmiş ve işçilerin işe iadesi kararlaştırılmıştı.Dava sürerken BATİS üyesi 2 işçi daha krizgerekçesiyle işten atılmıştı.

Key Tekstil işçileri haklarını istedi,polis saldırdı

Yaklaşık bir yıl önce sokağa atılan Key Tekstil veDerden Tekstil işçileri “Batmadık, fason üretimyaparak taahhütlerimizi yerine getiriyoruz” diyenpatronları Mustafa Kutay’ı 19 Ekim günü yeniişyerinde bulmaya gittiler.

“Bir yıldır mağduruz / Patron kaçıyor devlet gözyumuyor / Patronun oyununu bozmaya geldik /Mustafa Kutay’ı bulmaya geldik / Haklarımızı almaya

geldik - Keyteksil İşçileri / BATİS” yazılı pankarttaşıyan işçiler haklarını gasp eden patronu aramak içingittikleri Haramidere’de kurulu bulunan Deteksfirması önünde polis saldırısına uğradılar.Direnen işçilere müdahale eden polis BATİSÖrgütlenme Uzmanı Serpil Kemalbay ve ErsinÇatalkaya’yı işçilerden ayırarak gözaltına almakistedi. Gözaltı saldırısına tepki gösteren işçiler degözaltına alındı.

Gözaltına alınan BATİS yöneticileri ve işçiler birsüre sonra serbest bırakıldılar. Gözaltından çıkanlarlatekrar birleşen işçiler, Esenyurt Belediyesi’nde iştenatılan ve 63 gündür direnişte olan Belediye-İşüyelerini ziyaret ettiler.

Tekrar fabrika önüne dönen işçilerden açıklamayıokuyan Şengül Göktaş “Key/Derden Tekstil PatronuMustafa Kutay nerede olursan ol, hangi deliğegirersen gir seni bulmak, deşifre etmek, senden hesapsormak biz atılan işçilerin boynunun borcudur” dedi.

Türk Metal çetesine davaBursa’da Renault fabrikasından ekonomik kriz

gerekçesiyle işten çıkarılan işçiler, Türk Metal’dekiyolsuzluk iddialarını yargıya taşıdılar.

28 Aralık ‘08 tarihinde patron-sendika işbirliğiçerçevesinde işten atılan işçilerden 56’sı adına 19Ekim günü Bursa Adliye Sarayı’nda Türk Metal GenelBaşkanı Pevrul Kavlak, Genel Sekreter MuharremAslıyüce, Genel Mali Sekreter Mehmet Soyupek,Genel Teşkilatlanma Sekreteri İsmail Dursun ve GenelEğitim Sekreteri Yavuz Gökçe hakkında CumhuriyetSavcılığı’na suç duyurusunda bulunuldu.

“Zimmet, emniyeti suistismal, dolandırıcılık ve

İşçi ve emekçi eylemlerinden…

21 Ekim 2009 / Taksim

Page 11: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

2821 sayılı Sendikalar Kanunu’na muhalefet”suçlamalarıyla Cumhuriyet Savcılığı’na suçduyurusunda bulunan işçiler sendikaya ait 112 milyondoların kişisel çıkarlar için kullanıldığını ifade ettiler.

Belediye işçileri BüyükşehirBelediyesi’ne yürüdü

İşten atılan Belediye-İş üyesi Esenyurt Belediyesiişçileri ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlıBİMTAŞ’ta Belediye-İş’e üye olan işçiler sendikalörgütlenme üzerindeki baskıların son bulmasınıistediler. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yürüdüler.

Saraçhane Parkı’nda bir araya gelen belediyeişçileri, “Yasal hakkımız olan toplu iş sözleşmesiuygulansın! / Belediye-İş 5 No’lu Şube” ve “EsenyurtBelediyesi’nde sendikal örgütlenmeden dolayı iştenatılan Esenyurt işçilerinin mücadelesi sürüyor! /Belediye-İş 2 No’lu Şube” pankartlarını taşıdılar.Esenyurt Belediye işçileri ayrıca, “İşimiz vegeleceğimiz için 65 gündür direniyoruz!” dövizitaşıdılar.

Coşkulu geçen yürüyüş boyunca, “Direne direnekazanacağız!”, “BİMTAŞ’ta sözleşme uygulansın!”,“Kıdemlere kalkan eller kırılır!”, “Kurtuluş yok tekbaşına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!”, “Atılan işçilergeri alınsın!”, “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!”,“BİMTAŞ işçisi yalnız değildir!”, “Yaşasın sınıfdayanışması!”, sloganları atıldı.

Büyükşehir Belediyesi önüne gelindiğinde, Türk-İşİstanbul 1. Bölge Temsilcisi Faruk Büyükkucak birkonuşma gerçekleştirdi.

Büyükkucak, AKP’li belediyelerin işçilere karşıhasmane tutumlarının son zamanlarda giderek arttığınadikkat çekti. BİMTAŞ’ta toplu iş sözleşmesininimzalanmasını istedi.

Basın açıklamasını Belediye-İş 5 No’lu ŞubeBaşkanı Nihat Altaş okudu.

Altaş yaptığı açıklamada, BİMTAŞ’ta sendikalörgütlenmeye yönelik baskılara değindi. Tepkilerinigöstermek için eyleme gelmek isteyen üyelere baskıyapıldığını belirten Altaş, belediye işçilerinineylemlerine tahammül bile edemediklerini söyledi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile yapılangörüşmelerde belediyenin süreci uzatarak uzlaşmaz birtutum sergilediğini ifade etti.

Eyleme Belediye-İş İstanbul Şubeleri, BDSP, ESP,Genel-İş Anadolu Yakası Bölge Başkanlığı ve Tekstil-Sen destek verdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Sağlık çalışanları bir günlük işbıraktı...

SES Şişli Şube üyesi sağlık emekçileri, SağlıktaDönüşüm Programı’na karşı bir günlük iş bıraktı.

Sağlık çalışanları, Taksim Eğitim ve AraştırmaHastanesi Başhekimlik binası önünde 21 Ekim günübasın açıklaması gerçekleştirdiler.

“SSGSS yasa tasarısı geri çekilsin!”, “Çalışmakoşullarımız düzeltilsin, can güvenliğimiz sağlansın!”,“Krizin faturasını emekçiler ödemeyecek!”dövizlerinin taşındığı eylemde, basın açıklamasını SESİşyeri Temsilcisi Fatoş Turgut okudu. Turgut yaptığıaçıklamada, kamu sağlık hizmetlerinin sonayaklarından biri olan performansa bağlı dönersermaye ek ödemesinin, kamu sağlık hizmetleriniçöküşün eşiğine, sağlık çalışanlarını ise yoksulluksınırına getirdiğini vurguladı.

Turgut, yetkililere seslenerek Sağlıkta DönüşümProgramı’nın tüm uygulamalarının durdurulmasınıistedi.

Hasta yakınlarının da destek verdiği eylemde,“Sağlıkta ticaret ölüm demektir!”, “Herkese sağlıkgüvenli gelecek!” sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Sınıfa karşı sınıf! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 11Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

Kırklareli’nde kriz paneliEğitim-Sen Kırklareli Şubesi 17 Ekim Pazar günü “Kriz ve kamu emekçilerine etkileri” başlıklı bir panel

düzenledi. Yaklaşık 30 kişinin katıldığı panelde ilk sözü Örgütlenme Sekreteri Cevahir Kurşun aldı. Kurşun, krize

karşı mücadele adına gündeme getirilen saldırılarından, bu saldırılara karşı ilerici-devrimci güçler olarakortaya sürülmesi gereken istemlerden ve mücadeleden bahsetti. “Krizin faturasını kapitalistler ödesin!” şiarınagerçek bir anlam kazandırmak için birleşik mücadeleninönemini vurguladı.

Daha sonra sözü Tez-Koop-İş Genel Eğitim DanışmanıVolkan Yaraşır aldı. Yaraşır, oldukça etkileyici ve akıcı birsunum yaptı.

Kapitalizmi, kapitalizmin kâr hırsını ve bununsonuçlarını anlatan Volkan Yaraşır, daha sonra kriztürlerinden bahsetti. Bu krizin aslında ‘70’li yıllardabaşladığını söyleyen Yaraşır, Türkiye solunu sınıfımücadele ve örgütlenme anlamında yalnız bıraktığı içinsert bir dille eleştirdi. Bazı fabrika ve işletmelerde direnişegeçen işçilerin yalnız bırakıldığını ifade etti.

Canlı geçen panelde Yaraşır, KESK’e dair de, KESK’inyıkılıp taban örgütlenmelerine dayanan yeni bir sendikakurulmasının daha hayırlı olacağını söyledi.

Adana 1 Mayıs Tertip Komitesi’ndenaçıklama

Adana’da 2009 1 Mayıs mitingine hazırlık ve Taksim’in emekçilere açılması talebiyle 25 Nisan günügerçekleştirilen yürüyüş ve AKP İl Binası’na siyah çelenk bırakılması nedeniyle dönemin 1 Mayıs TeptipKomitesi Başkanı ve Eğitim-Sen Adana Şube Başkanı Güven Boğa hakkında dava açıldı. KESK AdanaŞubeler Platformu davayı protesto etmek ve Güven Boğa’yla dayanışmak amacıyla basın açıklamasıdüzenlendi.

20 Ekim günü gerçekleştirilen açıklamada, Adana KESK Şubeler Platformu dönem sözcüsü MehmetAntmen, eylemlerin tüm yasal sorumluluğunun Adana 1 Mayıs Tertip Komitesi’ne ait olduğunu söyledi.“‘Demokratikleşme’ iddiasında bulunan AKP iktidarı ülkede demokrasi mücadelesi içinde yer alan unsurlarıtasfiye etmekte kararlı görünüyor. Ama bizler emek ve meslek örgütleri olarak 1 Mayıs öncesi ve 1 Mayısgünü gerçekleştirilen tüm etkinlikleri sahipleniyoruz” dedi.

Kızıl Bayrak / Adana

Bursa AYÖP’ten açıklamaBursa Ataması Yapılamayan Öğretmenler Platformu (AYÖP) 17 Ekim günü “Okuluma öğretmen,

öğretmenime güvenceli kadro istiyorum” kampanyasının startını vermek için Orhangazi Parkı’nda basınaçıklaması gerçekleştirdi. “Öğretmenler işsiz, okullar öğretmensiz kalmasın! Kadrolu atama istiyoruz! / BursaAtaması Yapılmayan Öğretmenler Platformu” pankartının açıldığı basın açıklamasına 20 kişi katıldı.

Açıklamada “Eşit işe eşit ücret!”, “Kadrolu atama istiyoruz!”, “Güvenceli iş istiyoruz!” sloganları atıldı.Basın açıklamasına BATİS, Eğitim-Sen, BDSP ve Halkevleri destek verdi.

Kızıl Bayrak / Bursa

Page 12: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

Sınıfa karşı sınıf!12 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

Küçükçekmece’desınıf faaliyetlerinden 

İstanbul’un Küçükçekmece bölgesindeyürütülen devrimci sınıf çalışması türlü zorluk veengel altında devam ediyor.

Bölgede yürütülen faaliyet kapsamında,geçtiğimiz aylarda BMİS’in TİS yetkisini aldığıGüven Elektrik’te yaşanan işten atmalara karşıhazırladığımız özel sayılarımızla seslendik. BirleşikMetal-İş’i ve temsilcileri göreve çağırdık. İştenatma saldırısının aynı zamanda zamana yayılacakbir sendikasızlaştırma saldırısı olduğuna vurguyaptık.

İMF-Dünya Bankası’nı protesto günlerikapsamında “IMF-Dünya Bankası Defol!” şiarlıpankartımız ile alanlardaydık. Aynı zamandaSefaköy yerelinde de işçi ve emekçi kitlelere yineaynı şiarlı ozalitlerimiz ve BDSP imzalıbildirilerimizle seslendik.

Gösterilerin yapılacağı güne kadar çok yönlühazırlıklarımızı sürdürdük. Bu hazırlıklarımız,bizlerin yeni barikat savaşlarında daha çok“öğrenen” ve öğrendikçe de savaşan bir kimliğesahip olmamız açısından oldukça önemli bir yerdedurdu.

Diğer yandan, Kızıl Bayrak gazetesininsatışlarına Şirinevler Meydanı ve CevizlibağKöprüsü’nde devam ettik. Özellikle de Cevizlibağmevkiinde sermayenin sivil kolluk güçlerininazgınca saldırısı ile karşılaştık. Ajitasyonkonuşmaları eşliğinde saldırıyı protesto ettik.

18 Ekim Pazar günü Kadıköy’de sağlıkhakkının gaspına karşı gerçekleştirilecek olanmitingin hazırlıkları kapsamında da HSGGPbileşenleriyle birlikte merkezi noktalarda bildiri vebroşür dağıtımları gerçekleştirdik.

Yerelimizdeki fabrikalara ulaşmak, işçi-emekçikitlelere seslenmek amacıyla kullandığımızEmekçinin Gündemi’nin yeni sayısının dadağıtımlarını gerçekleştirmeye başlayacağız.

Tüm bunların yanısıra, en son 17 Eylül’degerçekleştirdikleri belediye eylemi ile selfelaketinin yarattığı tabloya isyan eden Gültepehalkına yönelik “Lale değil, hizmet istiyoruz!”başlıklı bildirinin dağıtımını gerçekleştirdik.

Bir taraftan da belirli bir döneme yaydığımız veyine belirli konu başlıkları ile çalışmaya konuetmeyi planladığımız 3’lü eğitim çalışmalarımızınilk bölümünü Tez-Koop-İş Sendikası EğitimDanışmanı Volkan Yaraşır’ın katılımıylagerçekleştirdik. Yaraşır’ın anlatım tarzı ve seminerekatılan işçilerle kurduğu ilişki ise seminerkatılımcıları tarafından oldukça beğeni topladı. Birsonraki eğitim seminerinin konusu “Toplumsalmücadele ve sınıfın rolü” olacak.

Küçükçekmece BDSP

Sendikal Özgürlük Hareketi, IBMönünde!

Sendikal Özgürlük Hareketi, Tez-Koop-İş Sendikası İşyeri Temsilcisi Nedim Akay’ın 21 Ekim 2009 tarihindegörülecek işe iade davası öncesine denk gelen IBM’deki işten atma saldırısına karşı 20 Ekim günü Yapı KrediPlaza önünde direnişteki diğer işçilerle birlikte eylem gerçekleştirdi.

Levent’teki Yapı Kredi Plaza önünde saat 12.30’da bir araya gelen Sendikal Özgürlük Hareketi bileşenleri,“Sendika ağaları sussun, işçiler konuşsun! / Direniş Platformu” pankartı ile “Sermayenin sömürüsüne, cuntanınyasalarına, sendika ağalarına hayır!” ve “IBM işçisi için buradayım! / Sinter-Entes-ATV-Esenyurt Belediyesidirenişçisi” dövizleri taşıdılar. Topkapı’dan işçiler de eyleme dövizleriyle katıldılar.

Basın açıklamasını Sendikal Özgürlük Hareketi adına Nedim Akay gerçekleştirdi. Akay yaptığı açıklamada, IBM’in sendikal örgütlenmeye karşı yokedici tutumlarını protesto etmek ve

sendikal özgürlüklerin önündeki engellerin kaldırılması için IBM önünde toplandıklarını ifade etti. IBM’in çeşitli saldırılarını açıklayan Akay, IBM’in “köleleştirme” arzusunun toplu sözleşme ve grev hakkı

olan bir sendikada örgütlenmelerine vesile olduğunu vurguladı. Akay, IBM’in, örgütlenmenin önünü kesmek içinyasal ve yasal olmayan her türlü adımı attığını belirtti.

12 Eylül’den kalma yasaların ve bu yasaları kullanan işverenler ile sendika bürokrasinin, mücadele önündekiengeller olduğunu vurgulayan Akay, sendikal bürokrasinin nedenlerini de sıraladı.

Eylemde, “IBM işçisi yalnız değildir!”, “Sendika hakkımız söke söke alırız!”, “Yaşasın IBM direnişimiz!”,“İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!” “Yılgınlık yok direniş var!”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber yahiçbirimiz!”, “Kahrolsun sendika ağaları!” sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Tarım işçisi çocuklar için...Milli Eğitim Bakanlığı ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) iş birliğiyle Adana’da “Pamuk Kadar Beyaz

Gelecek İçin’’ sloganıyla yürütülen proje, tarım işçisi çocukların eğitime kazandırılması övünç kaynağı olarakkamuoyu ile paylaşılmıştı.

Çocuk İşçiliğinin Sona Erdirilmesi Uluslararası Programı (ILO/IPEC) kapsamında, 1 Ocak 2005 tarihinde“Pamuk Kadar Beyaz Bir Gelecek İçin’’ sloganıyla Adana’da pilot uygulama olarak başlatılan ve 2 yıl süreli ve352 bin 400 Avro bütçeli proje, 1 Temmuz 2007 tarihinden itibaren Karataş İlçe Halk Eğitim Merkezinceyürütülmüş ve “Gezici ve geçici tarım işlerinde en kötü biçimdeki çocuk işçiliğinin eğitim yoluyla sonaerdirilmesi projesi’’ kapsamında, 3 yılda 4 bin 328 tarım işçisi çocuğun okulla buluşturulduğu ifade edilmişti.

Ayrıca İstanbul Terakki Vakfı Okulları da tarım işlerinde çalışan çocuklara katkı sağlamak amacıyla başlatılankampanya kapsamında 22 bin YTL yardımda bulunmuştu.

Fakat bu olanaklar Karagöçer köyündeki çadırda yaşayan Tarım işçisi çocuklar için kullanılmıyor. Bu köydeki75 çocuk okula gidemiyor.

Eğitim-Sen Adana Şubesi’nden açıklama

Eğitim-Sen Adana Şubesi yaptığı açıklama ile tarım işçisi çocukların okula gidebilmesini sağlayacakimkanların kullanılmamasını protesto etti.

Güven Boğa’nın okuduğu açıklamada, Bu köyden 75 çocuğun hala okula taşınamadığı söyleyerek, Karataşkaymakamının yatılı okula gönderilmeyen çocukların ailelelerine 100 TL para cezası keseceği ifade edildi

Açıklamada, devletin ve hükümetlerin öncelikli görevinin herkesin eğitim hakkından yararlanabilmesinisağlamak olduğunu söyleyen Güven Boğa, Karataş Kaymakamı’nın sorunu ailelerin üstüne attığını ifade etti.

Ailelerin çocuklarını okutmak istediğini söyleyen Boğa, devletin okula gitmek isteyen çocuklara servisolanağını sağlamasını, yatılı okul dayatmasından vazgeçmesini ve mağduriyetin acil olarak giderilmesini talepetti.

Kızıl Bayrak / Adana

Page 13: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

Mücadele sürüyor Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 13Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

Çiğli Belediyesi’nde 10 aydır yaşanan çeşitlisorunlar var, bu sorunlar size nasıl yansıdı?

Ben 2 yıllık işçiyim. Seçimlerden sonra şantiyedeişçiler 2’ye bölündü. Diyarbakırlılar ve Karslılarolarak. Başkanın seçim yatırımı olarak belediyeyealdığı işçiler Diyarbakırlı, başkanın eşinin işe aldırdığıişçiler ise Karslı. Bu durum işçiler arasında birbölünme yarattı. Daha sonra şantiyeye tepeden inmebir sorumlu atandı. Atanan sorumlunun keyfidavranışları fazlaydı. Kendi dediğini dinlemeyenlerive yalakalık yapmayan işçileri işten atmakla tehditediyordu. Yalakalık yapmayan işçileri dışlıyor,üzerimizde baskı oluşturuyordu.

Tüm bunların yanısıra 10 aydır kimse ücretalamıyor. Bir işçinin yaklaşık 10 bin TL alacağı var.Ücret olarak 3 ayda bir 500 TL veriliyordu. Doğalolarak parça parça verilen bu para ihtiyaçlarımızıkarşılamıyordu.

- Ücretlerin ödenmemesinin size yansıması nasıloldu?

Evde huzur yok. Banka borçları birikti. İcralıkdurumlar var. Genel olarak evin temel ihtiyaçlarınıkarşılayamıyoruz. Ücretlerin ödenmemesi devamederse eşlerinden boşanma ihtimali olan işçiler var.Çocukların okul masraflarını karşılayamıyoruz.

- Genel-İş 5 No’lu Şube’de örgütlüsünüz.Sendikanın yaşanan sorunlara karşı tavrı ne oldu?

Sendikamız bu sorun karşısında hiçbir müdahaledebulunmadı. Varlığı yokluğu belli değil. Sendikabelediye ile işbirliği yapıyor. İzmir’deki belediyelerinçoğu bizim sendikada örgütlü ama buna rağmen birgüç ortaya koymuyor. Öyleki sendikacılar işçilerinişten atılmasına değil de belediye ile aralarınınbozulmasına üzülüyorlar.

- İşçiler bu duruma karşı ne yaptı?İşçiler bu duruma bir şey yapamıyor çünkü

korkuyorlar. Üzerlerinde baskı var, işten atılmakorkusu var. O yüzden sessiz ve tepkisiz kalıyorlar.Temsilcilerimiz de bir şey yapmıyor.

- Uzun süredir işten atmalar yaşanıyor, bununlailgili neler söyleyeceksiniz?

Şu ana kadar yaklaşık 70 işçi atıldı. İşten atmagerekçeleri olarak ekonomik krizi gösterdiler. Amabelediyeler üretimde bulunmadıkları için krizdenetkilenmeleri mümkün değil. Bazı atılanlara dagerçekçi olmayan bahaneler göstermişler. Ama asılnedenlerden birisi de seçimlerde söz verdikleriinsanları işe almaya çalışmaları. Bunun için mevcutçalışanları işten atıyorlar. Bizim belediyedebankamatik işçisi çok.

- Atılan işçilerin ortak hareket etme gibi birdüşüncesi var mı?

Ortak bir tavır gösteremedik. Bundan dolayı ortakbir eylem olmadı. Hemen hemen atılan her işçi işeiade davası açtı. Bu davalar da ortak olmadı.

- Son olarak söylemek istedikleriniz nelerdir?İşçiler birbirine kenetlenirse patronlar hiçbir şey

yapamazlar. Son haliyle bu yaşanan durum sürecekçünkü örgütsüzlüğümüz devam ederse işçiler atılmayadevam edecek. Çalışan işçiler atılan işçilere sahipçıkmalı. Biz, bizden önce atılan işçilere sahip çıkmakiçin toplandık. Sendikacılar geldi bizim önümüzükestiler. Bunun yasal olmadığını söylediler. Başkan

yardımcısı ile görüştüler 700 TL para yatıracağınısöylediler ve maaşların bir bölümünü vereceklerdediler. Yani sendikacılar bizi 700 TL’ye sattılar. “İşeçıkmazsanız noter gelir tutanak tutar, işten atılırsınız”dediler. Bizi zorla işe çıkardılar. Biz kapıları kapatıparaçların çıkmasını engellemek istedik amasendikacıların baskıları yüzünden yapamadık. Biz

sendikalıyız ama örgütlü değiliz. Genel-İşSendikası’nın diğer şubeleri hakkında bir şeydemeyeceğim ama Genel-İş 5 No’lu Şube için şunusöyleyeceğim, işçiler lehine olumlu işler yaptığınıdüşünmüyorum.

Kızıl Bayrak / İzmir

Güven Elektrik’te çalışan bir işçiyle konuştuk...

“Sendikalaştık ama herşey bitmiş değil!”- Sizin de bildiğiniz gibi kapitalist sistem çok boyutlu ve derin bir kriz süreci yaşıyor. Bu kriz Türkiye’de de

etkilerini artarak gösteriyor. Kapitalizmin krizinin faturası işçi-emekçilere kesilmeye çalışılıyor. Böylesi birtablonun işçi sınıfı mücadelesine, özelde ise metal sektöründeki işçilere yönelik etkileri nelerdir?

Bu kriz biz işçileri çok kötü etkiledi. Birçok işçi arkadaşımız krizden dolayı işten atıldı. Hala iş bulamayanneredeyse bunalım geçiren işçiler var. İşçi ücretleri de çok geriledi, işçileri asgari ücrete mahkum ettiler. Fakatbuna rağmen işçilerin hala ses çıkaramaması bana şunu gösteriyor: Demek ki ses çıkarmıyorsak biz bunlarıhakediyoruz.

- Patronların aşırı kâr hırsına paralel olarak işçiler her gün derinleşen bir sömürüyle karşı karşıyakalıyorlar. Bu durum kriz dönemlerinde ise daha da katmerleşiyor. Ücretler düşürülüyor, çok yönlü olarakgüvencesiz çalışma dayatılıyor. Böylesi bir duruma karşı örgütlenme yolunu seçen işçiler ise birçok yeni baskıve saldırı ile karşı karşıya kalıyorlar. Güven Elektrik işçileri de örgütlenme süreçlerinde bunun örnekleriniçokça yaşamış oldu. Yaşadığınız örgütlenme sürecinin sizlere bıraktığı deneyimlerden bahsedebilir misiniz?

Güven Elektrik süreci bana çok şey öğretti. En başta biz işçilerin güçsüz olmadığını, bir araya gelirsekbaşarabileceğimizi gördük. İşten atmalara, ücretsiz izinlere boyun eğmedik. Sendikadan istifa edenler olduancak yine bu istifa edenleri örgütlülük içerisine kattık. Bura dan şunu da söylemek isterim, sendikadan istifaeden işçiler çok büyük yanlış yaptılar. Umarım ilerde de bunlarla karşılaşmam. Ancak bizim örgütlenme sürecisizde biliyorsunuz ki çok uzun sürdü. Burada tekrarlamaya gerek yok siz de bunun nedenlerini biliyorsunuz.Herşeye rağmen örgütlenme sürecini başarı ile tamamladık.

- Güven Elektirk işçileri onca zorluğa rağmen sendika hakkını söke söke kazanmış oldu. Ancak patronunbu örgütlülüğü dağıtma çabaları bundan sonra da çeşitli biçimlerde devam edecektir. Çetin bir sendikalörgütlenme deneyimi yaşayan işçiler olarak bundan sonra örgütlülüğün kalıcılaşması ve fabrikadaki işçilerintoplamına mal olması için neler yapacaksınız?

Sendikamız bu konuda bir şeyler yapacaktır. Öncelikle bizlerin bu süreçte rehavete kapılmaması gerekiyor.Sendika geldi diye herşey bitmiş değil. Ancak kişisel olarak bu işçiler eğer bu süreçte eğitilemezlerse bizi çokiyi şeyler beklemiyor. Umarım herkes sorumluluğunu yapar işçiler mağdur olmaz.

- Bir süredir sektördeki çeşitli havzalarda “Metal İşçileri Kurultayı”na yönelik yoğun çalışmalarörgütleniyor. Sendikalı-sendikasız işçi ayrımı gözetmeksizin metal işçilerinin temel taleplerine yanıtverebilecek bir mücadele programı oluşturmak ve taban inisiyatifleri üzerinden yükselen kapsayıcı bir metalişçileri birliği sağlamak kurultayın ana hedeflerini oluşturuyor. Siz böylesi bir iddiaya ve onu bütünleyecekolan kurultay çalışmalarına yönelik neler düşünüyorsunuz?

Evet, bu kurultay çalışmalarından haberim var. Biraz da olsa ne yapmaya çalıştığınızı biliyorum. Böylesiçalışmalar bana göre çok anlamlı ancak bunları daha fazlalaştırmak ve güçlendirmek gerkiyor. Buçalışmalarınız güzel, umarım sonucunu da alırsınız. Kurultaya ben de gelmeye çalışacağım.

Metal Kurultayı Hazırlık Komitesi

Çiğli Belediyesi’nden atılan bir işçi ile görüştük...

“İşçiler birbirine kenetlenirsepatronlar hiçbir şey yapamazlar!”

Page 14: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

Karl Marx ve Frederich Engels’in, bilimselsosyalizmin temel yapıtaşı olan komünistManifesto’da sınıf savaşımlarının tahliliniyapmalarının üzerinden 161 yıl geçti. Ve o gündenbugüne iki karşıt sınıf olan burjuvazi ve proletaryaarasındaki amansız savaş tam da bu eşsiz eserde dilegetirildiği gibi “kesintisiz, kimi zaman üstü örtülü,kimi zaman açık” bir şekilde devam ediyor. Savaşıngidişatını ise bu sınıflardan hangisinin daha örgütlü vekendi sınıfının bilinci ile donanmış olduğu tayinediyor.

Bugün işçi sınıfının büyük çoğunluğu bu keskinsavaşın farkında değilken burjuvazinin tam da bubilinçle hareket ettiğini görüyoruz. Burjuvazi insanlığıve dünyayı yıkıma götürmekle sonuçlanacağını bilebile kendi sınıf iktidarını sürdürebilmek için baskı vesömürüye devam ediyor.

Burjuvazinin örgütlü birliğini temsil edenkurumlardan birisi de TÜSİAD’dır. Metal işçilerininboyunlarındaki zincirin simgesi olan ve Türkiyesermaye sınıfının önemli bir bölümünü temsil edenMESS ise bugünlerde 50. yılını kutluyor.

Metal patronları niçin bir araya gelir?

1950’li yıllarda gelişen Türkiye sanayisi sadeceişçi sınıfını geliştirip onu mücadeleye çekmeklekalmadı. Bu yıllar aynı zamanda sermaye sınıfının dakendisini palazlandırmaya, örgütlü bir güç halinegetirmeye çalıştığı yıllardı. MESS, ‘50’li yıllarınsonuna doğru kendi iddiaları ile “Çağdaş, ilerigörüşlü, sanayileşmeye kendilerini adamış ve ilkeli 11girişimci” tarafından kuruldu.

MESS bu dönemi “Gelenek ve Gelecek” isimlieserinde işçi sendikalarının esas olarak yürürlüktekiyasaların uygulanmasını sağladığı bir dönem olaraktanımlıyor. Yine bu dönemin işveren sendikalarına isegerçek anlamda sendika demenin mümkün olmadığını,çoğunun “bazıları işçilerin kurdukları sendikalarkarşısında aynı isimde bir işveren sendikası kurmaözentisiyle, çoğu da zamanın ithalat güçlüklerikarşısında üyelerine ithal malı hammadde ve malzemeya da yedek parça tahsis ettirmek ve bunlarındağıtımını yapmak amacıyla kurulmuş sendikalar”olduğunu söylüyor. Kendine yüklediği misyonu iseişçi sendikaları ile mücadele edecek bir örgütyaratmak değil, “üretim faaliyetinin vazgeçilmezunsuru olan işçiler ve sendikaları ile tam bir anlayışve beraberlik bilincini yaratmak” olarak tanımlıyor.

MESS, sınıf işbirliğine dayalı bu politikayı hayatageçirmek için birçok çaba sarfetse de, MESS’in 50yıllık tarihi, patronlar için MESS’te örgütlü olmanındaha çok işçi sınıfı mücadelesinin yükseldiğidönemlerde açığa çıkan bir sınıf refleksi olduğunukanıtlıyor.

Özellikle ‘60’lı yıllarda gelişen işçi sınıfımücadelesi ve ‘70’li yıllarda yaşanan işçi direnişleriMESS’in gerçek kimliğini yansıtan bir ayna işlevigörüyor. İşçi sınıfı mücadelesinde önemli duraklardanbiri olan Profilo direnişi bu açıdan önemli bir örnekolarak karşımızda duruyor. Çünkü bu direnişinbaşlama gerekçesi, Profilo patronu Jak Kamhi’ninMESS direktiflerine uyarak DGM direnişlerine katılanişçileri işten atmasıdır. Dahası MESS, direnişi kırmak

için doğrudan rol üstlenerek eyleme katılan işçilerinişten atılacağını açıklayan bir bildiriyi direniş sırasındaişçilere dağıtmıştır. Profilo patronu Jak Kamhi ise budurumu, direnişin ikinci gününde gazetelere verdiğidemeçte “Olay beni aşmıştır. MESS’in ve emniyetin işiolmuştur. MESS ve emniyet güçleri benim işyerimi vebulunduğu bölgeyi pilot bölge seçmişlerdir. Buradaher olaya müdahale etmek, düğümü burada çözmekkararındalar” diyerek itiraf etmiştir.

‘70’li yılların ortalarında gelişen Profilo ve benzeriörneklerle birlikte MESS’in sınıf düşmanı kimliğiiyice açığa çıkmıştır. MESS açısından önemli başkabir dönüşüm de toplu sözleşme politikasındakideğişimdir. 9 Kasım 1976 yılında yaptığı 20. genelkurulunda MESS, tek tek işverenlerde olan işçisendikaları ile toplu sözleşme yapma yetkisinikendisinde toplayarak tek tek patronların alacağıbağımsız tutumların önüne geçmeyi ve işçi sınıfınınkarşısına tek bir güç olarak çıkmayı hedeflemiştir.

MESS’in o güne kadar hiç sahip olmadığı böylesibir güce ulaşması ise metal işçilerine yöneliksaldırganlığını azdırmış ve metal işçilerinin tarihindeBüyük Grev olarak da anılan ‘77-‘80 grevlerineneden olmuştur. O dönem metal işkolunda faaliyetgösteren Maden-İş’i eş zamanlı grevlerle ekonomikdarboğaza sokmaya ve bu sayede metal işçilerini pesettirmeye çalışan MESS, bu grevlerde hiç debeklemediği bir şekilde metal işçilerinin ortakmücadelesinin etkisini ve gücünü görmüştür.

12 Eylül ve MESS’in saltanat yılları...

Kendine tanımladığı misyon ile işçi sınıfınınbilincini bulandırarak sınıf savaşını daha başlamadanbitirmeyi hedefleyen MESS, ‘70’li yılların büyüyentoplumsal muhalefetine ve işçi hareketine çarpmıştı.

Ancak işçi sınıfının yükselen mücadelesine karşıpatronların bir araya gelerek yanıt vermeye çalışmalarıMESS’e başka bir güç kazandırdı. Bu dönemMESS’in üye sayısında ciddi bir artış oldu. DahasıMESS, temsil ettiği sermaye birikiminin gücüyle ülkeekonomisinde ve siyasetinde belirleyici bir konumakavuştu. ‘79’da MESS Başkanı olan Turgut Özal, hem24 Ocak kararlarının mimarı hem de 12 Eylül faşistdarbesinin ardından bu kararların bizzat uygulayıcısıoldu.

MESS’in ülke ekonomisi ve siyasetindeki bu etkinrolünü ise 12 Eylül faşist darbesi tamamladı. Devrimciişçiler fabrikalardan atılıp zindanlara tıkılırken o günekadar metal işçilerinin mücadelesinin en temel mevzisiolan Maden-İş Sendikası da DİSK’le birlikte kapatıldı.Bu tarihi fırsatı değerlendiren MESS, sendikalaryasasında yaptırdığı düzenleme ile sendikasız kalanişçileri bizzat kendi eliyle faşist Türk Metal çetesineüye yaptı. MESS’in bu tarihsel adımının amacı isebundan sonra gelişecek mücadeleyi bu taşeron örgüteliyle en baştan denetim altına alıp bastırabilmekti. Buaçıdan attığı tarihsel adımın MESS payına ne kadarbaşarılı sonuçlar ürettiğini son 30 yılın gelişmeleri enyalın haliyle kanıtlamış oldu.

Bu dönemden sonra ise MESS, kuruluşunda dilegetirdiği amaçları hayata geçirmek için hareketinihızlandırdı. Hem tek tek fabrikalarda, hem de toplu işsözleşmeleri ile tüm sektörde kârlılığın arttırılmasıhedefiyle çalışma koşulları ağırlaştırıldı, o güne kadarvermek zorunda kaldıkları sosyal haklar yavaş yavaştırpanlandı.

Çalışma yaşamına dönük bu girişimlerin son 15yıldır en temel ayağını ise esneklik politikasıoluşturmaktadır. 1994 yılında esnekliği gündeminealan MESS, işçi sınıfı için yeni bir yıkım anlamınagelen esneklik uygulamalarını hayata geçirebilmek

Prangalardan kurtulmak için14 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

Metal işçilerinin boynunda 50 yıldır asılı duran pranga: MESS

Prangalardan kurtulmak için metalişçilerinin birliğini sağlamalıyız!

Page 15: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

Prangalardan kurtulmak için Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 15Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

için taşeron örgütü Türk Metal’in de desteğini alaraksürekli bir mücadele yürüttü. 2001 krizinin ardındanatılan kısmi adımlardan sonra daha da hızlanan busüreç 2008 krizi ile birlikte önemli bir eşiği aştı vetürlü biçimleriyle MESS üyesi tüm işyerlerindeuygulanmaya başlandı.

Araştırmalar, eğitim çalışmaları, üniversite-sanayiişbirliği çalışmaları ve çeşitli yayınları ile sermayesınıfının gelişim süreçlerinde temel dinamiklerden birihaline gelen MESS, bu dönem içinde belli bir üyekaybına uğrasa da metal sektörünün ve Türkiyesanayinin temel işletmelerini bünyesinde taşıyan güçlübir iktisadi ve siyasi odak olmayı başardı.

Özellikle 2000 yılından sonra ise MESS, bubaşarıyı kalıcılaştırmak için işçi sınıfını tümdenetkisizleştirmeye çalıştı. Faşist Türk Metal çetesinin debaşrolde yer aldığı bu yeni saldırıda temel amaç“çalışma barışı”nı gerçekleştirmek adı altında metalişçilerinin sınıf kimliğini yok ederek sınıflar arası“barış”ı yaratmak oldu. 2000 yılında işçi sınıfı tarihinebir utanç olarak yazılan MESS-Türk Metal OrtakEğitim Projesi başladı. İşçi-işveren arası “iletişim”aracı olarak güzelledikleri “Biz Bize” yine aynı yıliçinde yayın hayatına başladı. Yapılan ortakeğitimlerde metal işçilerinin ve patronlarınınçıkarlarının ortaklığı vaaz edildi. Yine “Biz Bize”karikatürler ve çeşitli yazıları ile özellikle işçi sağlığıve iş güvenliği başta olmak üzere birçok konudaişçileri aşağılamanın merkezi yayını oldu. Ve bu yayınbaşka bir utanca vesile olarak MESS üyesi işyerlerindeörgütlü sendikaların temsilcileri tarafından metalişçilerine ulaştırıldı. Yani MESS’in kendi sınıfkimliğine uygun bir bakışla işçi sınıfına saldığı zehirbizzat sendika temsilcileri eliyle işçilere taşındı.

MESS bu gücü nereden alıyor?

Metal sanayinin gelişimini teknik, ekonomik vesiyasi boyutlarıyla kendi sınıf bilinci ile yorumlayan vebuna göre kendi gelişimini planlayan MESS patronlarıise asıl gücünü metal işçilerinin mücadelesininzayıflığından almaktadır. Çalışma ve yaşamakoşullarının biriktirdiği öfkeye karşın sınıf bilincindekikırılma MESS’in en büyük kozunu, uzlaşmacı veihanetçi sendikal anlayış ve pratikler ise en temeldayanak noktasını oluşturmaktadır.

Geçmişi değerlendirerek geleceğini öngörmeyeçalıştığını söyleyen MESS’in sınıfsal işbirliğine dayalısosyal diyalog politikasının başarısı ise MESS GenelSereteri İsmet Sipahi’in MESS’in 50. yılı vesilesiyle“Biz Bize” de kaleme aldığı yazıda şu cümlelerleözetlenmiştir, “Benim meslek hayatım içinde iki dönemvar. İlk dönem; çatışma, kavga ve gerilim kelimeleri ileözetlenebilir. İkinci dönem ise; diyalog, uzlaşı,

işbirliği. 1980’de başlayan ikinci dönem bizim için veTürk çalışma yaşamı için yeniydi. Bu dönemdeSendikamızın politikasını bu yenilikçi ve pozitifanlayışa yönlendirmeye çalıştık. Bunu da uzunyıllardan beri başarı ile yönettiğimizi düşünüyorum.”

Sermaye örgütlerinden TİSK’in o dönem başkanıolan Halit Narin, 12 Eylül’ün hemen ardından“Bugüne kadar işçiler güldü. Sıra bizde!” diyerek

patronların sınıf kinini özetlemiş, faşist darbenin asılolarak işçi sınıfının mücadelesine olduğunugöstermiştir. Sermaye, işçi sınıfına yönelik saldırılarınısınıf içindeki Türk Metal gibi ajanları eliyle hayatageçirmektedir.

Metal işçileri ise bu işbirliğini bozmak içinbağımsız taban örgütlülüğünü oluşturmalı ve birliğinisağlamalıdır.

17 Ekim Yoksullukla MücadeleGünü’nde Af Örgütü’nden eylem...

Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi aktivistleri, 17 Ekim Yoksullukla Mücadele Günü’nde GalatasarayLisesi önünde herkes için onurlu bir hayat istedi.

“İnsan neyle yaşar?” ozalit pankartının açıldığı eylemde, aktivistler eylemlerini yere yatarakgerçekleştirdi. Aktivistlerden Şenay Savut yaptığı açıklamada İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ninimzalandığı Paris’te toplanan yüzbinlerce insanın Yoksullukla Mücadele Günü’nün temellerini de atmışolduklarını belirtti.

Gelir dağılımındaki eşitsizliğin gittikçe derinleştiğini söyleyen Savut, dünyanın en zengin 500 insanınıntoplam gelirinin en yoksul 416 milyon insanın gelirine eşit olduğunu ve her gece 900 milyondan fazla insanıngeceleri yatağına aç girdiğini, en az 1 milyon insanın şehrin eteklerindeki varoşlara sığınarak hayatta kalmayaçalıştığını söyledi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

“Büyük Grev” sürerken MESSpatronları grevi kırmak için çabaladı...

“Maden-İş Gazetesi’nin 15 Ağustos 1977 tarihli 92. sayısında yayınlanan açıklama:MESS grevlerimizi kırmaya çalışıyor. Bu yolda yeni kararlar aldı. MESS’in Bu kararlarını tüm

kamuoyuna açıklıyoruz:Karar 1- İşçiler grevi büyük bir kararlılıkla sürdürüyorlar. Bunu önlemek zorundayız. Bunun için işçiler

arasında ikilik çıkarmaya çalışılacak. Bu yolda gerekli bazı girişimlerde ve fedakârlıklarda bulunulacaktır.Karar 2- İşçilerle iyi münasebetler kurulacak ve onlara, kendileriyle bir sorunumuzun olmadığı, fakat

sendikalarının uzlaşmaz bir tutum içinde olduğu anlatılacak. İşçilerle sendikanın arası açılacaktır.Karar 3- Grevci işçilerden dışarıda iş bulup çalışanlar var. Onlar çalıştığı sürece bu grevler bitmez. Bu

nedenle: Sivil hafiye teşkilatı kurulacak ve çalışan işçiler birer birer tespit edilecektir. Ayrıca da gizli birpolis-ajan teşkilatı ile bunların yeni iş bulmaları kesinlikle önlenecektir.

Karar 4- İşçilerin kendileri, eşleri ve çocukları çeşitli yayınlarla grevi sona erdirmeleri için ikna edilmeyeçalışılacaktır. MESS, adresleri tespit edecek hazırlayacağı gazete, bildiri ve açıklamalı yazıları bu adresleresürekli gönderecektir.

Karar 5- Sendikanın militan zihniyetli bir takım adamları var. Bunlarla tek tek uğraşılmayacak, bunlarıntamamı bazı yollarla işçileri uyandıramayacak duruma getirilecektir.

Karar 6- İşçilerin ne düşündükleri, neler konuştukları, şikayetlerinin neler olduğu sürekli izlenecek, bütünişyerlerinde memnun edilecek bazı işçiler aracılığı ile bunlardan bilgi toplanacak ve değerlendirilecek.

Karar 7- Sendikanın içinden haberler alınmaya çalışılacaktır. Bunun için sendika içinden bize haberiletecek elemanlar bulunacaktır.

Karar 8- Çok sayıda işyeri, uyuşmazlık yaratılarak greve götürülecek ve sendikanın para gücü bu yollatüketilecektir.

Karar 9- Sendikanın çok parası olduğu, grevci işçilere az para ödediği durmadantekrarlanacak ve sendikanın yaptığı ödemeleri eleştiren işçiler tespit edilerek bunlarıntoplantılarda bu konuyu dile getirmeleri yolları araştırılacaktır.

Karar 10- Bazı kuruluş ve kişilerin grevci işçileri maddi-manevi olarakdestekledikleri ortadadır. Grevci işçilere açıktan yardımcı olan kuruluşlarlagrevcilerin aralarını açmak için MESS girişimlerde bulunacak ve bukuruluş mensuplarının grev yerlerine girmelerine işçilerin karşıçıkmaları yolları aranacaktır.

MESS bu kararları almış bulunuyor. Grevlerimizi bunlarlakıracakmış. ‘Grevleri kırmak bizim doğal hakkımızdır’ diyor,bunu da gizlemiyor.

Evet MESS, siz grev kırıcılık hakkınızı sonuna kadarkullanınız. Hatta birkaç toplantı daha yapıp daha başka kararlarda alınız. Elinizden geleni arkanıza koymayınız. İşte grevler,işte siz ve işte de biz… Grevler işyerlerimizde, bizler grevçadırlarımızda, nöbetimizdeyiz. Sizler de villalarınızda,köşklerinizde, hotel ve motellerinizde,plajlarınızdasınız.

Sizleri bekliyoruz, gelin kırın grevlerimizi…”

Page 16: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

25 Kasım uyarı grevi tabanda adım adım örgütlenmelidir!

CMYK

amu emekçilerinin mücadele kanalları uzun birdönemdir tıkanmış durumdadır. Kamuemekçilerinin fiili-meşru mücadelesi sonucundakurulan KESK’in uzlaşmacı çizgisi ve yasalcendereye sıkışması, KESK içindeki dar grupsalçatışmalar, devrimci kamu emekçilerinin hareketinihtiyacı olan önderlik boşluğunu doldurmaktan uzakkonumu, genel olarak sınıf ve kitle

hareketindeki geri düşüş sözkonusu tıkanmanınöznel ve nesnel nedenleri arasındadır.

Fiili-meşru mücadele anlayışına sahipdinamiklerin etkin olduğu dönemler KESK’inçekim merkezi olduğu, diri ve dinamik unsurlarıbünyesinde toplayabildiği, örgütlü-örgütsüz genişemekçi kesimleri harekete geçirebildiği dönemdiraynı zamanda. Devletin KESK’in etkisini kırmak,kamu emekçileri hareketini bastırmak için Kamu-Sen ve Memur-Sen’i kurdurması da aynı dönemerastlamaktadır. Başlarda sınırlı sayıda üst düzeybürokratın ve yönetici takımının örgütü olmanınötesine geçemeyen, KESK’in dinamizmi vemücadeleci pratiği karşısında kitle tabanınakavuşamayan kontra ve işbirlikçi iki konfederasyon,KESK’teki uzlaşmacı çizginin hakim hale gelmeyebaşlaması ve bürokratik yapılanma nedeniyle artıkbir kitle tabanına kavuşmuş durumdadır.

Sermaye iktidarının saldırılarını püskürtebilmekiçin kamu emekçilerinin ortak, sınıfın birleşikmücadelesine ihtiyaç vardır. Bu zeminin açığaçıkması için örgütlü-örgütsüz tüm kamuemekçilerini devrimci mücadele programı ve pratiğietrafında harekete geçirmeyi hedefleyen anlayışlahareket etmek gerekmektedir. Tüm eksiklerine vezaafına rağmen KESK’e bu anlamda görev vesorumluluk düşmektedir. Zira halihazırda ilerici,devrimci kamu emekçileri ve mücadeleci unsurlarKESK içinde varlık göstermektedir. AncakKESK’teki uzlaşmacı mücadele çizgisi ilehesaplaşılmadan, fiili-meşru mücadele anlayışı vepratiği KESK’e hakim kılınmadan, tabanın örgütlügücü açığa çıkarılmadan bunun gerçekleşmesiolanaklı değildir.

25 Kasım uyarı grevi kamu emekçilerininmücadelesini ortaklaştırmanın

imkanı olarak değerlendirilmelidir!

Toplu görüşme sürecinde Kamu-Sen ve Memur-Sen bildik uğursuz rollerini bir kez daha oynadılar.KESK ise söylemde mücadeleci ancak pratikte kitletabanından yoksun, zayıf ve güçsüz protestoeylemleriyle süreci heba etti. 25 Kasım’ın kararı isetoplu görüşme sürecinde kamu emekçilerisendikalarının ileri sürdüğü taleplerinkarşılanmaması üzerine alındı.

KESK toplu görüşme sürecinde de Kamu-Sen veMemur-Sen’i haklı olarak teşhir etti. Ancak bugünekadar değişik vesilelerle teşhir ettiği işbirlikçi vekontra konfederasyonlardan farklı bir pratiksergilemedi, mücadeleci bir hat izlemekten uzakkaldı. Bu haliyle de yapılan teşhirlerin kamu

emekçileri içerisinde bir etkisi ve karşılığı olmadı.Teşhir faaliyetinin etkili olabilmesi için KESK’inaynı zamanda buna uygun bir pratik sergilemesigerekirdi. Kamu emekçileri pratikte diğerkonfederasyonlardan farkını göremediği orandayüzüne KESK’e dönmedi.

KESK, 25 Kasım uyarı grevini ise Kamu-Sen ilegerçekleştirdiği basın toplantısı ile kamuoyunaduyurdu. Toplantıda her iki konfederasyon da ayrıayrı süreçler örgütleyeceklerini ancak 25 Kasımkararında ortaklaştıklarını ifade etti. Kamu-Sen’in,işbirlikçi Memur-Sen’in AKP’nin hükümetolmasından kaynaklı öne çıkarılmasından duyduğurahatsızlık nedeniyle bu kararı aldığı açıktır. Zirakonumu gereği Kamu-Sen’in Memur-Sen’den birfarkı yoktur. Kamu-Sen bürokratları ne kamuemekçilerinin hak ve talepleriyle ilgilidir ne de buhakların kazanılması için mücadele etmeyeniyetlidir. Aksine onlar varolan dinamikleri ezmek,olası bir yükselişi engellemek için ellerinden geleniyapmaktadırlar.

KESK, Kamu-Sen’in mücadeleye ket vuranmisyonunu teşhir etmek istiyorsa 25 Kasım uyarıgrevine, ön sürecine ve sonrasına yönelik nasılbaktığını, neden Kamu-Sen ile aynı masayaoturduğunu, ondan farkını tüm kamu emekçilerineve ilerici kamuoyuna açıklamalıdır. Kamu-Sen ileortak açıklama yapmadan önce KESK’in Kamu-Sen’le neyi, hangi zeminde görüştüğü, nelersöylediği ve önerdiği ve Kamu-Sen’in tüm bu süreçboyunca aldığı tutumu ve yanıtını kamuemekçilerine anlatmalıdır.

Zira hem Kamu-Sen hem de Memur-Sen’i tümkamu emekçileri içerisinde teşhir edecek,ayrıştıracak ve mücadelenin safında taraflaştıracakKESK’in pratikte izleyeceği yol olacaktır. Kamuemekçileri, KESK’in mücadeleyi ortaklaştırmakiçin taktik bir manevra olarak 25 Kasım için Kamu-Sen’le ortak karar aldığını, ön süreci ve sonrasıylabirlikte süreci tabanda adım adım örgütlemeye,Kamu-Sen ve Memur-Sen’in bunun önünde engelolmaya çalıştığını gördüğü koşullarda yüzünümücadeleye dönecektir.

Ancak bunun için de KESK’in sürecemücadeleyi büyütecek ve ortaklaştıracak, önünüaçacak bir bütünlükte bakması ve buna uygun birplanlama ve pratik tutum içinde olmasıgerekmektedir. Bu anlamda 25 Kasım uyarı grevi,kamu emekçilerinin ortak mücadelesini örgütlemeyihedefleyen bir bakışla ele alınmalı ve bunun birimkanı olarak değerlendirilmelidir. KESK, biryandan Kamu-Sen ve Memur-Sen’in mücadelekaçkını, sermaye devletiyle ve hükümetiyleişbirlikçi konumu kamu emekçileri içerisinde teşhiredilirken öte yandan tabanını kucaklayacak birmüdahale gerçekleştirmelidir.

KESK’in eylem takvimi anlamlıancak yetersiz!

KESK 25 Kasım’a hazırlık çerçevesinde bir

25 Kasım uyarı grevi tabanda adım adım örgütlenmelidir!

16 H Kızıl Bayrak H Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

Page 17: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

25 Kasım uyarı grevi tabanda adım adım örgütlenmelidir! Sayı: 2009/39 H 9 Ekim 2009 H Kızıl Bayrak H 17

CMYK

eylem takvimi açıkladı. Şube ve temsilciliklere iletileneylem takviminde tüm ülke çapında diğer örgütlerleortaklaşarak uyarı grevi hedeflendiği, bu kapsamdaDİSK, TMMOB, TTB ile Eylül ayında görüşmelergerçekleştirildiği ifade edilmiştir. Grevi “Bir GünlükUyarı Grevi” olarak tanımlayan KESK, eğersonrasında vazgeçmezse anlamlı bir karar dahaalmıştır. Grevin biçiminin doğrudan iş bırakma olarakgerçekleşeceğini, hiçbir biçimde vizite, sevk ya darapor alma gibi yöntemlere başvurulmayacağını ilanetmiştir. Son dönemde KESK, aldığı tüm işbırakmakararlarını vizite ve sevk eylemine dönüştürerekeylemin etkisi zayılatmakta idi. Bu anlamda bu kararolumludur.

Yine olumlu olan kararlardan birisi daha grevintarihinin öncesinden ilan edilmesidir.

Tabanda emekçilerin birliğini sağlamaya yönelikise şu ifadeler kullanılmıştır, “Bu bağlamdaişyerlerinde emekçilerin birliği sağlanacak, alançalışmalarında her iki konfederasyon kendi özgünprogramını bağımsız olarak yürütecektir.” Ancak bubirliğin hangi araç, yol ve yöntemle gerçekleşeceğiaçıkta bırakılmıştır.

Eylem takvimine göre 13-19 Kasım tarihleriarasında genel merkez yöneticilerinin katılacağı ilgezileri planlanmıştır. İl gezileri sürecinde şubelerplatformları MYK üyelerinin geleceği günde ve uygunsaatte kitlesel basın açıklamaları düzenlemeli, toplantı,panel, miting vb. etkinliklerle, diğer demokratikkuruluşlar, emek ve meslek örgütleri, emekten yanadiğer güçler ve tüm mağdur kesimler bir arayagetirilme hedefiyle grev süreci olgunlaştırılmalıdır.

Eylem takviminde il gezileri programı sürecine ekolarak 4 kitlesel eylem planlanmış görünmektedir.Takvimde, 23 Ekim’de illerde işsizliğe ve iştenatmalara ve istihdam politikalarına karşı İşkur binalarıönünde kitlesel basın açıklamaları yapılması; 30Ekim’de Ankara’da KEY ödemelerinin eksikyapılması ve yapılmamasına karşı dava açılması içinkitlesel basın açıklaması gerçekleştirilmesi; 4Kasım’da illerde SSGSS, katkı payları vegüvencesizliğe karşı SGK binaları önünde kitleselbasın açıklamaları düzenlenmesi; 13 Kasım’daAnkara’da mevcut toplu sözleşmeler üzerindekiİçişleri Bakanlığı ve Sayıştay baskısının kaldırılmasıiçin Sayıştay binası önünde kitlesel basın açıklamasıgerçekleştirilmesi 4 kitlesel eylem olarak ifadeedilmiştir.

25 Kasım’ın kitlesel bir takım eylemlerlegüçlendirilmeye çalışılması, talepleringündemleştirilmesi anlamlıdır. Ancak yeterli değildir.Şubelere gönderilen yazıda da belirtildiği gibi temelsorun 25 Kasım’ın bir süreç olarak örgütlenmesidir.KESK, sürece ilişkin “Süreç her atılan adımdaçoşkunun ve katılımın bir öncekinden daha güçlüolacağı bir biçimde örgütlenmeli, ‘Hak verilmezalınır!’ şiarı etrafında örgütlü-örgütsüz bütün kamuemekçilerinin greve katılımını sağlayacak birperspektif çalışmalara hakim kılınmalıdır”demektedir. Ancak pratikte bunun nasıl sağlanacağıboşlukta kalmaktadır.

KESK’in eylem takviminin eksiklerini veyetersizliklerini gidermek için...

Herşeyden önce eğer 25 Kasım bir günlük uyarıgreviyse ve kamu emekçilerinin taleplerini etkili bireylemle gündemleştireceği bir süreç olacaksa,taleplerin karşılanmaması durumunda kamuemekçilerinin tutumunun ne olacağı da bugünden ilanedilmelidir. 25 Kasım grevi bu yanıyla öncesi vesonrasıyla bütünlüklü bir şekilde ele alınmalıdır. 25Kasım’ın bir başlangıç olduğu, sermaye hükümetiningeri adım atmaması durumunda süresiz iş bırakmaeylemiyle devam edeceği, diğer sınıf bölüklerinin dekatılımını sağlayacak tarzda genel greve doğruevriltileceği bugünden ilan edilmelidir. Uyarı grevi,esas yaptırım gücünü ve uyarıcılığını buradanalmalıdır.

“Süreç her atılan adımda coşkunun ve katılımın biröncekinden daha güçlü olacağı bir biçimdeörgütlenmeli, ‘Hak verilmez alınır!’ şiarı etrafındaörgütlü-örgütsüz bütün kamu emekçilerinin grevekatılımını sağlayacak bir perspektif çalışmalara hakimkılınmalıdır” söylemi bir temenni olmanın ötesinegeçmeli, soyutluktan çıkarılmalıdır. Bunu sağlayacakyol, yöntem ve araçlar oluşturulmalı, demokratik birişleyişe kavuşturulmalıdır.

Kamu emekçileri hareketindeki kırılmayıgidermenin, işyerlerini canlandırmanın, mücadeleyiortaklaştırmanın yolu tabanda güven verici bir çalışmayürütmekten geçmektedir. Bunun için hareketin tümaktivistleri sürecin etkin bir militanı gibi çalışmalı,işyerlerine yönelmelidir. Süreci canlandırmak,katılımın bir öncekinden güçlü olmasını sağlamak içinişyeri gezileri, toplantıları ve eylemlilikleriplanlayacak ve gerçekleştirecek, süreci örgütleyecek,işyerlerinde etkin olacak, tabanın iradesini ve gücünüaçığa çıkaracak taban örgütlülükleri oluşturulmalıdır.Sürece uygun düşeceği için tabanda oluşturulacakörgütlülük grev ve direniş komiteleri gibi işlemelidir.Komiteler örgütlü-örgütsüz tüm kesimlerikucaklamanın mekanizmaları olarak işlev görmelidir.Kamu-Sen ve Memur-Sen’in tabanını kuşatmanın yoluda buradan geçmektedir. Bunun önünde engel olan hertürden anlayış ve tutum teşhir edilmelidir. Sendikasız,örgütsüz ve işgüvencesiz emekçiler de grev ve direniş

komiteleri aracılığıyla kuşatılmaya çalışılmalıdır. Bugünden düşünülmesi ve planlanması gereken bir

diğer önemli konu da eylem sonrası yaşanabileceksoruşturma ve sürgün terörüne karşı neleryapılabileceğinin tartışılmasıdır. Hatırlanacağı gibigeçmişte 1 Aralık’ta gerçekleştirilen kitlesel işbırakma eylemlerinin ardından sermaye devleti adli veidari davalarla ve soruşturmalarla, sürgünlerle kamuemekçileri hareketini ezmeye çalışmıştı. İşin sadecehukuksal boyutuyla ilgilenen KESK, ne yazık ki busaldırının karşısında güven verici bir pratikizlememişti. Soruşturma ve sürgün terörüne karşımücadele geçmişte olduğu gibi sadece hukuksalzeminle sınırlı kalmamalı, fiili bir takım eylemlerlesaldırının göğüslenmesi için hazırlık yapılmalıdır. İşyavaşlatma, işgal, yürüyüşler, oturma eylemleri gibikitlesel katılımlı fiili eylemler bugündengündemleştirilmelidir.

Her ilde, sendikada, şubede ve işyerinde tabandaemekçilerin birliğini sağlamış komite vekomisyonların oluşturulması kamu emekçilerinegüven ve umut verecek, harekete geçirecektir. KESKilk önce eylemin öznesi olan kamu emekçileri tabanınıhedef almalı, buradan aldığı güçle ve enerjiyletoplumsal muhalefetin tüm kesimlerine seslenmelidir.

Böylesi bir sürecin etkin ve etkili bir tarzdaörgütlenmesi için KESK içinde bir süredir devam edendar grupçu anlayışların koltuk kavgası ve bu zemindenbeslenen gerici çatışma son bulmalıdır. Kamuemekçileri hareketinin geleceğini, mücadeleninçıkarlarını düşünen her anlayış gerici çatışmalara karşıtutum almalı, sınıfsal çıkar ve kaygılarla hareketetmelidir. Sınıfsal hiçbir kaygı ve çıkar gütmeyen,mücadelenin ihtiyaçları doğrultusundagerçekleşmeyen, hareketin ve sendikanın dibevurmasından sorumlu anlayışların gerici çatışmasımahkum ve tecrit edilmelidir.

Sosyalist Kamu Emekçileri sürecigüçlendirmek için

her imkanı değerlendirecekler!

Sosyalist Kamu Emekçileri, bulundukları heralanda 25 Kasım uyarı grevi sürecinin eksiklerinigidererek güçlendirmek için çaba gösterecekler.Sendika ve şubelerde mücadelenin çıkarlarını savunanve buna uygun bir pratik sergileyen her unsurla ortakhareket edecekler. 25 Kasım’ı eksiklerini gidererekörgütlemek için tabanı görev ve sorumluluğa çağıranbir pratik sergileyecekler. İmkanı olan her alandaişyerlerinde, sendikalarda, sektörlerde sürece dairbakışlarını anlatacakları, öncü, ilerici kamuemekçilerini görev ve sorumluluğa çağıracaklarıtoplantılar örgütlemeye çalışacaklar. İşyerindeki,tabandaki emekçilere seslenen araçlarla onlarıharekete geçmeye, tutum almaya ve taraf olmayaçağıracaklar.

Bu görev aynı zamanda öncü, ilerici, devrimciolma iddiası taşıyan tüm kamu emekçilerinin yerinegetirmesi gereken bir sorumluluktur.

25 Kasım uyarı grevi tabanda adım adım örgütlenmelidir!

Page 18: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

Adana Ekim Gençliğifaaliyetlerinden

Adana Ekim Gençliği çeşitli gündemler üzerindensistematik ajitasyon ve propaganda faaliyetinisürdürüyor.

İstanbul’da gerçekleştirilen İMF-DB zirvesininteşhirini yapmak ve gençliği eyleme, mücadeleyeçağırmak için Adana’da gerçekleştirilen eylemöncesinde yaygın bir çalışma yapıldı.

Kriz içinde debelenen kapitalizmin tartışıldığı busüreçte ise, “Ekim Devrimi’nin 92. yılında gençlikgelecek, gelecek sosyalizm! / Ekim Gençliği” şiarlıafişler ana caddelere ve gençliğin yoğun olarakbulunduğu yerlerde kullanıldı. Önümüzdeki dönemdede Ekim Devrimi ve sosyalizmin kazanımlarının ifadeedildiği, gençliği devrim ve sosyalizm mücadelesineçağıran ajitasyon ve propaganda faaliyeti yürütülmeyedevam edilecek.

Adana Ekim Gençliği

MSGSÜ’de Ekim Gençliği faaliyetiMimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde bu

yıl Ekim Gençliği faaliyetleri İMF ve Dünya Bankasıhaydutlarının gerçekleştireceği toplantıları hedef alanaraçlarla başladı. Süreç boyunca Ekim Gençliği imzalımateryallerin yanısıra İMF ve Dünya Bankası KarşıtıBirlik imzalı materyaller de sıklıkla kullanıldı.

Zirvenin ardından ise faaliyet 6 Kasım ve YÖKkarşıtlığı gündemiyle sürüyor. Bu süreçte “YÖKdüzeninin krizine ve geleceksizliğine karşı 6 Kasım’daalanlara!” şiarlı Ekim Gençliği afişleri yaygın olarakkullanılıyor. Ayrıca Fındıklı kantininde açılan standlaEkim Gençliği dergisi MSGSÜ öğrencileriylebuluşuyor.

6 Kasım faaliyetlerinin yanısıra kampüste bulunan“Polisi sevimli gösterme standı”na karşı da faaliyetyürütülüyor. Her dönem okulun girişinde masa açaraköğrencileri mücadeleden uzak tutup korkutmayı vepolisi sevimli göstermeyi amaçlayan yazıların yazdığıdosyaları dağıtan, boğaz turları düzenleyen EmniyetMüdürlüğü bu dönem de üzerinde “insanlar güzelşeylere layıktır” yazan bir dosya dağıttı.

Bizler de “İnsanlar güzel şeylere layıktır,geleceğimize sahip çıkalım!” şiarıyla üzerindeokullarımızdaki kamera, ÖGB, turnike veantidemokratik uygulamaların teşhir edildiği afişlerikullandık.

MSGSÜ Ekim Gençliği

İTÜ Ekim Gençliğifaaliyetlerinden...

İTÜ’de Ekim Gençliği faaliyeti, İMF-DünyaBankası’nın İstanbul’a gelmesiyle birlikte EkimGençliği imzalı bildiri ve afişlerin İTÜ MaslakKampüs’ünde kullanılmasıyla başladı. Bunun yanındaİMF-DB Karşıtı Birlik afişleri de kullanıldı.

Geçen hafta ise 6 Kasım süreci ile ilgili hemMaslak’ta hem de Maçka’da “YÖK düzeninin krizineve geleceksizliğine karşı 6 Kasım’da alanlara” şiarlıEkim Gençliği afişleri yaygın olarak kullanıldı.

Ayrıca Ekim Gençliği’nin son sayısının İTÜ’desatışı gerçekleştirildi.

İTÜ Ekim Gençliği

ADS-Livorno maçında yaşananpolis saldırısının ardından şimdi depara cezaları geldi

Sermaye devleti gözaltı ve soruşturma teröründensonra şimdi de para cezalarıyla devrimci faaliyetiengelleyebileceğini sanıyor.

Bir yandan krizden çıkış yalanı eşliğinde işçi veemekçiler üzerindeki sömürüyü arttıran, açılımlardanve demokratikleşmeden bahsederek Kürt halkınadizginsiz terör uygulayan sermaye iktidarı, gençliğindevrimci mücadelesini engelleyebilmek için desaldırılarını sürdürüyor.

En ufak hak arama talebine faşist saldırılarla yanıtverenler, gençliği soruşturmalar, uzaklaştırma veYÖK’ten çıkarma cezaları vererek sindirmeyeçalışanlar, devrimci mücadelenin yükselmesiniönlemek için her yola başvuranlar, para cezalarıuygulayarak ilerici ve devrimcileri sindirebileceklerini

sanıyorlar. Bunun son örneği Adana’da yaşandı. Adana Demir

Spor - Livorno maçında polis Ekim Gençliği ve GülerZere pankartlarına vahşice saldırmış ve bu saldırıdaEkim Gençliği okurlarının da aralarında bulunduğudevrimciler yaralanmıştı. Ancak bu saldırının yetersizolduğu düşünülmüş ki, kanser hastası devrimci tutsakGüler Zere için açılan pankart bahane edilerek yüksekmiktarda para cezaları devreye sokuldu.

Bir Ekim Gençliği okuru, Güler Zere’yle ilgilipankartı tuttuğu ve Ekim Gençliği imzalı “GençlikGelecek, Gelecek Sosyalizm” pankartı açtığı gerekçesiile 1.120 TL para cezasına çarptırıldı. Polisin elindeuzun bir liste olduğu ve daha bir çok devrimciye paracezası kesildiği biliniyor.

Fakat tüm bu saldırılar ve baskılar devrimcileriyıldıramayacaktır!

Adana Ekim Gençliği

Gençlikten...18 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

Kocaeli Üniversitesi’nde 6 Kasımçalışmaları

Kocaeli’de YÖK karşıtı çalışmalar kapsamında 16 Ekim Cuma günü Umuttepe ve Anıt ParkYerleşkesi’nde “Barınma hakkımız gaspedilemez!’’ başlıklı bildiri dağıtımı gerçekleştirildi.

6 Kasım çalışmalarının bir ayağı olanbarınma hakkına dair dağıtılan bildirilerde,ticarileşen eğitim sistemi ve YÖK düzeni teşhiredildi.

Dağıtımlar sabah 12.30’da Umuttepe’de,16.45’te de Anıt Park Yerleşkesi giriş kapısındayapıldı. İlgi ile karşılanan bildiri dağıtımısırasında bir dizi öğrenci ile diyalog kurma şansıyakalandı.

ÖGB’lerin bütün engelleme çabaları kararlıbir duruşla boşa düşürüldü. 6 Kasım faaliyetleriokulun özgün sorunlarını da işleyerek, toplamdaYÖK düzeninin teşhir edilmesiyle devam edecek.

KOÜ Ekim Gençliği

Selçuk Üniversitesi’nde protestoYÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, Selçuk Üniversitesi’nde katıldığı akademik yıl açılışında öğrenciler

tarafından protesto edildi. Açılış programının ardından kampüs içerisindeki fakülteleri gezen Özcan, Meram İlçesi’nde bulunan

Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi’ne geçti. Özcan, burada fakülte bahçesinde bekleyen ve ellerinde“Öğretmen olacak bizleriz! Suçumuz yüksek puanla buraya gelmek mi?”, “Formasyon haksızlığına son!”,“KPSS’de ek puan istiyoruz!”, “Eğitimde adalet istiyoruz!” yazılı dövizler bulunan yaklaşık 200 öğrencininprotestosu ile karşılaştı.

YÖK Başkanı Özcan’ın makam otomobilinden inerek fakülte binasına girdiği sırada protestocu öğrencilerarasından iki öğrenci taleplerinin yazılı olduğu kağıdı Özcan’a vermek istedi. Özcan’ın notu almamasıüzerine öğrenciler Özcan’ı protesto etmeye başladı. Bunun üzerine öğrencilere dönen Özcan, notu uzatmakisteyen öğrencilerle konuştu. 4’üncü sınıf öğrencileri için yeni bir çalışma başlattıklarını ve eğitim fakülteleridekanları ile görüşme yaptığını söyleyen Özcan, sadece mezun olmayanlar için bir şeyler düşündüklerini dahageriye gidemediklerini söyledi.

Özcan’ın verdiği cevaplardan tatmin olmayan öğrenciler, fakülte binasına girdiği sırada ıslık ve alkışlarlaÖzcan’ı protesto etti. YÖK Başkanı ziyaretlerini tamamlayıp fakülteden ayrılırken de protesto ile karşılaştı.Öğrenciler eylemlerini alkış eşliğinde “yuhalayarak” sürdürdü.

Ekim Gençliği faaliyetlerinden...

Page 19: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

EHP Gençliğibürokratizmbatağında!

Eskişehir Genç-Sen’de EHP çevresi ve yeni üyelerdışında bütün Genç-Sen üyelerini dışlayan,bileşenlerin eylem haberlerini dahi dağıtılanbildirilerden öğrendiği bir süreç yaşanıyor. Yerigeldiğinde tüzüğü dayanak göstererek kendi çizgisinidayatan liberal-bürokrat EHP Gençliği, yeni döneminbaşlamasından bu yana (kendi üye yaptıkları veçevresi dışında) toplantı yapmamış, ÜYKtoplantılarını dahi gerçekleştirmemiş, görüş veönerilere kulaklarını tıkayarak ve hatta kimseninhaberi olmadan Genç-Sen adına eylemler, çalışmalarörgütlemiştir.

Genç-Sen’in gerçekleştirdiği eylemlerin bilgisininDevrimci Genç-Senliler’e ulaşmadığı ve toplantılarınyapılmadığı uzunca bir süreç yaşandı. Bununüzerinden EHP Gençliği ile gerçekleştirilengörüşmede karar alma toplantılarının ve eylemhaberlerinin ulaşmadığı ifade edildi ve bunun nedenisoruldu. EHP’lilerden, mesaj yollayan arkadaşın“gözünden kaçırdığı” ya da mesaj yollarken bir“karışıklık” olduğu cevabı alındı.

Aynı tartışma bu süreç içerisinde diğer gençlikörgütlerince de yapılmış ya telefonlar “size döneceğiz”denilerek kapatılmış ya da görüşme talepleri çeşitlibahanelerle bir şekilde geri çevrilmişti.

ÖGD ve SGD’nin çağrısıyla bir araya gelen ÖGD,SGD, Ekim Gençliği ve DPG’den oluşan bileşen birgörüşme gerçekleştirerek, EHP Gençliği’nin bututumunun eleştirilmesi ve teşhir edilmesi gerektiğinive aylardır yapılamayan İl Meclisi’nin toplanmasıgerektiğini tartışarak karara bağladı.

19 Ekim Pazartesi günü EHP Gençliği’ne bir çağrıyapılarak, görüşme talebi bileşen tarafındanduyuruldu, dersleri ya da işleri olduğu, uzak yerdeoldukları vb. nedenlerle oyalama gayreti içerisinegiren EHP Gençliği, sonunda çağrıya yanıt vermekdurumunda kaldı.

Toplantıda eleştiriler yöneltildikten sonra dahaköklü bir tartışma yapmak üzere hafta içi bir günbelirlenerek aylardır “toplanamayan” İl Meclisi’ninbütün üyelerin katılımıyla toplanmasına karar verildi.

Devrimci Genç-Senliler tüzüksel işleyişe veyaÜYK toplantılarında hangi kararların alındığınatakılmamaktadır, en geniş bileşenle toplantılarörgütlenmeli kararlar orada alınmalıdır. Yaşanan sondurumun da kanıtladığı gibi reformist EHP anlayışıtüzüksel işleyişi, gençliğin mücadelesini engellemeksözkonusu olduğunda sonuna kadar sahiplenirken vekullanırken, konu dar grupçu kaygıları olduğunda isepervasızca çiğneyebilmektedir.

Eskişehir’den Devrimci Genç-Senliler

Gençlikten... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 19Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

Ege Üniversitesi faaliyetlerinden...

Genç-Sen’den barınma sorunuüzerine söyleşi

Ege Üniversitesi Genç-Sen çalışmaları sürüyor. 6 Kasım çalışmalarının yanısıra barınma sorunu üzerindende faaliyetini sürdüren Genç-Sen 15 Ekim Perşembe günü bir söyleşi düzenledi.

Edebiyat Fakültesi biriminin önerisi üzerine gerçekleştirilen barınma sorunu konulu söyleşi hazırlıkçimlerinde yapıldı.

Söyleşiyi önceleyen günlerde afiş ve bildiri çalışması gerçekleştirildi. Söyleşide barınma sorununun içeriği tartışıldı. Yapılan tartışmada barınma sorununun ticari eğitimden ayrı

düşünülemeyeceği vurgulandı. Genç-Sen’in 6 Kasım sürecinde işleyeceği başlıklardan biri olan barınmasorununu bu bütünsellik içerisinde ele alması gerektiği tartışıldı.

Yapılacak çalışmaların “Nitelikli, sağlıklı ve ücretsiz barınma hakkı”, “Parasız eğitim” ve “Devletyurtlarının kontenjanlarının artırılması” talepleri üzerinden şekillendirilmesi kararlaştırıldı.

19 Ekim Pazartesi günü taleplerin yer aldığı dilekçe kampanyası başlatılmasına, okul içerisinde çadır kentkurulmasına, bu çalışmanın sonunda ise okul içerisinde yürüyüş düzenlenmesine karar verildi.

Çadır kentin etkinlik programını belirlemek ve materyalleri hazırlamak için teknik ekip kuruldu. Devlet yurdunun ve okulun içerisindeki çalışmaların birbirini tamamlar nitelikte yürütülmesi gerektiği

tartışıldı ve bu çerçevede bir yurt birimi oluşturuldu. Bu birim teknik ekibe dahil edildi. Söyleşiye yaklaşık 30 kişi katıldı.

Çadır Kent oluşturulduBarınma sorunu üzerine yapılan şöyleşide alınan kararlar doğrultusunda Çadır Kent oluşturma, dilekçe

toplama vb. çalışmalarına 19 Ekim Pazartesi günü başlandı. Sabah saatlerinde kampüs içerisinde KYK karşısındaki çimlere çadır kuruldu. Komisyonlar oluşturularak

kurulan çadıra ek olarak başka çadırların bulunması, elektrik sorununun çözümü, afiş ve bildirininçoğaltılması sağlandı. Öğleden sonra çadır sayısı 3’e çıktı. Havanın zaman zaman yağışlı olması nedeniyleçadır ve etrafı çok işlevli kullanılamadı.

Ekipler oluşturularak kafelerde dilekçe toplandı. Akşam saatlerinde ise ateş yakıldı ve sokak orkestrası müzik dinletisi verdi. Geceyi çadır kentte geçiren Genç-Sen’liler sabah saatlerine dek marş ve türküler söyledi.

Ege Üniversitesi / Ekim Gençliği

Ege Genç-Sen içerisinde merkezi

bürokratik tutumun yansımalarıİzmir’de 6 Kasım süreci için gerçekleştirilen toplantılarda bir kez daha liberal-reformist bloğun bürokratik-

merkeziyetçi dayatmaları açığa çıktı. İzmir’de kurulan İzmir YÖK Karşıtı Platform’un toplantılarına Genç-Sen adına katılımın nasıl

sağlanacağına dair 19 Ekim günü bir toplantı gerçekleştirildi. Toplantıda, platformun önceki toplantılarına Genç-Sen’i temsilen katılan bir EHP’linin Genç-Sen’in

toplamını kesmeyen tartışmalar yapması eleştirildi. EHP eleştirilere yanıt verirken toplamı yansıtmayantartışmalar yürütülmediğini ifade etse de bileşenleri ikna edemedi. Bundan sonra platforma Genç-Sen’itemsilen Ege Genç-Sen temsilcisinin katılması kararlaştırıldı. Fakat EHP ısrarlı bir biçimde toplantıya,kendisinin de katılması yönlü tartışma yürüttü. Bileşen ise Ege Genç-Sen temsilcisinin toplantıya katılacağınıve bu toplantıya aktarılacakların çerçevesini belirledi.

Platform toplantısında EHP, Ege Genç-Sen’in verdiği kararları çiğneyerek ve Ege Genç-Sen temsilcisinintemsiliyetini aşarak toplamı yansıtmayan ama Temsilciler Meclisi’nde alınan bir kararı dayattı. Bunun üzerinetoplantıda bulunan Genç-Sen içerisindeki bileşenlerden olan siyasal gençlik örgütlenmelerinin temsilcileri budurumu mahkûm etti. Genç-Sen temsilcisinin ifadeleri toplantıda bağlayıcı olurken, EHP 5 dakika araistediğini söyledi ve aranın verilmesiyle bir MYK üyesi ile iletişim kurmaya çalıştı. Bunun üzerine Ege Genç-Sen’in ifade edeceği tartışmaları MYK’nın belirleyemeyeceği, bu tartışmaların EÜ’de alınan toplantılar ileşekilleneceği söylendi.

EHP, toplamda tutumunu gerekçelendirirken “merkezi politikaları” öne sürmektedir. Fakat EÜ’de “merkezikarar” söylemleri eşliğinde dayatılan bürokratik anlayış aşılmıştır. Ege Genç-Sen’in deneyimleriyle oluşmuşbu bakış ve pratik dışarıdan gelecek “merkezi” tehditlerle bertaraf edilemez. Genç-Sen önümüzdeki günlerdemeclisini toplayarak bu dayatmacı tutumu tartışacak, daha da önemlisi 6 Kasım üzerinden yöneliminibelirleyecektir.

EÜ’den Devrimci Genç-Senliler

Page 20: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

28 Kasım ‘06 tarihli, 5558 sayılı AvukatlıkKanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’unyürürlüğünün durdurulmasına dair yapılan başvuru,Anayasa Mahkemesi tarafından 15 Ekim ‘09 tarihindekarara bağlandı. Buna göre, yürürlüğü durdurmaisteminin reddine karar verildi. Bu karar ise avukatlıksınavını tekrar gündeme getirdi.

Meslek - alan temelli dönüşümler

2000’li yıllardan bu yana meslek alanlarınınyeniden tanımlanmaya başlaması ile bugüne kadaradım adım önemli niteliksel dönüşümler gerçekleşti.

Sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yapılandüzenlemeler ile birçok meslek ve iş alanında çeşitlidönüşümler yaşandı. Sermayenin saldırıları hukuksalve iktisadi boyutu ile bir bir hayat buldu. Piyasanınihtiyaçları doğrultusunda yeniden şekillenen tıp,öğretmenlik, avukatlık, mimar ve mühendislik gibimeslek alanları bu saldırılardan nasibini alan meslekgrubu oldular.

Meslek alanlarına dönük bütünlüklü bir saldırınınçeşitli meslek alanlarına yansımaları farklılık içerse deözünde belirleyici olan, dayatılan kölelik koşullarıolmaktadır. Birçok meslek alanı üzerinden eğitimgörenler, yeterlilik belgesi, staj, mesleğe kabulkurulları, mesleğe kabul sınavları vb. saldırılar ile yüzyüze kalmaktadır.

Düzen cephesinden bu dönüşüm her ne kadarmesleğin icra edilmesindeki yetersizlikler üzerindengerekçelendirilse de, farklı meslek alanlarının kendiözgünlüklerine uygun biçimde paketlenen bu dönüşümaslında ücretli kölelikten başka bir şey değildir.

Bu uygulamalar kabaca performansa dayalı esnekçalışma koşulları, işgücü ücretlerinin düşürülmesidemektir. Avukatlık mesleği de bu saldırılardan payınadüşeni fazlasıyla almaktadır.

Ücretli avukatlar derin bir sömürü ile karşı karşıya

Avukatlık mesleğinin kalitesini arttırmak üzerindengerekçelendirilen avukatlık sınavı, yeni sömürüalanlarının oluşmasının dışında bu alana bir “katkı”sağlayamaz! Şüphesiz piyasaya belli katkılarsağlayacaktır. Mesela dershane sektörünügeliştirecektir. KPSS hazırlık kurslarının mantar gibiçoğalması gibi, avukatlık sınavına hazırlık kursları daözel sektör için verimli bir pazar olacaktır. Avukatlarınstaj dönemleri de ciddi bir sömürü alanıoluşturmaktadır. Küçük bürolardan, büyük şirketlerekadar ucuz iş gücü olarak stajyer avukatlar piyasadakiyerini almaktadır.

Fakat Avukatlık Kanunu’nda yapılan değişikliklertek başına bu sınavdan ibaret değildir. Dönüşümünbelirleyici olduğu nokta sınıflara göre ayrılanavukatların geleceği ve dönüşümün topluma yansımabiçimidir. Bu, ücretli avukatlar için güvencesiz vekuralsız çalışma iken, sermaye sahibi avukatlar içindaha da zenginleşmek demektir. Toplumsal olarak elealdığımızda da savunma hakkının gaspı anlamınagelmektedir. “Savunma hakkı”nın metalaşması,mesleğini toplumsal faydayı gözeterek sürdürmekisteyen avukatların da bu ideallerini rafa kaldırmasınıgerektirmektedir.

Neo-liberal dönüşümle beraber savunma ve hakaramanın pahalılaşması söz konusu olduğu ölçüdeavukatlık da tamamen sermayenin isteklerinikarşılayacak nitelikte düzenlenmiş olmaktadır.

Toplumsal sorunlardan daha çok parasal çıkarlar vepiyasa kuralları öne çıkmaktadır. Bununla beraberherbiri birer ekonomik ve siyasal güç odağı olmayaaday avukatlık tekelleri gelişecek demektir.

Avukatların, sermaye sahipleri ve ücretliler olarakiki sınıfa ayrılması, avukatlık mesleği ve alanınıntekelleşmesi, meslek içi hiyerarşi ve kastlaşmanın dakaçınılmaz hale gelmesine sebep olmaktadır.

Bağımsız avukatlığın tasfiyesi ve sektördetekelleşme anlamına gelen bu kanun ile avukatlıkmesleği de tamamen sermayenin denetiminegirmektedir. Süreç tek tek büroların yerini büyükavukatlık şirketlerine bırakmaya doğru ilerlemektedir.Sermaye sahibi avukatlar ile onların yanında çalışanücretli avukatlardan ve hatta avukatlık sınavınıverememiş hukuk fakültesi mezunu takipelemanlarından oluşacak şirketlerin alacağı davalarınniteliği de bellidir. Ücretli avukatların kendi başınabağımsız bir dava alamaması, parası olanınsavunulacağı bir sistem, tüccar avukatlığın önünü

açmaktadır.Avukatlar kendilerini ne kadar eşit bir “zümre”

olarak görmek isteseler de avukatlık sınıflardanbağımsız yekpare bir katman değildir. Avukatlararasındaki sınıfsal farklılıklar gün geçtikçederinleşirken, yaşanan dönüşümler sermaye sahibiavukatların lehine olmaktadır.

Dolayısıya avukatlık mesleğinin dönüşümüne karşısöylenecek sözlerin temelini etik ya da meslektekibaşarı, iyi-kötü, başarılı-başarısız avukatlık üzerindenbelirlemek önemsizleşmektedir.

Burada da belirleyici olan sınıfsal roldür vemeslekteki etik vb. diğer değerler de bunun üzerindenşekillenmektedir.

Bu saldırılarla birlikte avukatlarla berabermühendis, doktor vb. meslek gruplarının meslekiayrıcalıkları da tartışmalı hale gelmektedir. Busaldırıların püskürtülebilmesini, işçi sınıfı mücadelesiile mesleki alanlarda yaşanan dönüşümler sonucuücretli, sözleşmeli hale gelen kesimlerin nasıl bir bağkuracağı belirleyecektir.

Süreç bu bağın kurulmasını zorunlu kılmaktadır.Emek gücünün sömürülmesi ise ancak ortak birmücadele sonucunda son bulacaktır.

Ücretli çalışanları sömürü bekliyor20 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

Mesleki dönüşüm projesi ile avukatlarderin bir sömürü ile karşı karşıya!

Entes patronundan yeni “çözüm” arayışları…Entes Elektronik patronu Ahmet Tarık Uzunkaya, 160 günü aşkın süredir fabrika önünde kararlılıkla

direnen Entes işçisi Gülistan Kobatan’a karşı yeni bir saldırı girişiminde bulundu. Kobatan’ın direnişineyönelik bu saldırı akıllara DESA işçisi Emine Arslan’a kesilen “kaldırım cezası”nı getirdi.

Entes patronu, havaların soğumasıyla birlikte Entes Elektronik’in de içerisinde bulunduğu AND SanayiSitesi önünde direniş çadırının bulunduğu alana moloz yığarak direnişi kırabileceği düşüncesine kapıldı.

Gülistan Kobatan, her zaman olduğu gibi yine pankartı ve çadırıyla birlikte direniş alanına gitti. Çadırınkurulduğu yere molozların yığıldığını gören Kobatan, bunun Entes patronunun yeni bir oyunu olduğunu anladıve bu saldırıya yine pankartını asarak ve çadırını kurarak yanıt verdi.

İmza toplayarak klima talebinde bulunan işçileri kamerayla izlemeye alan Ahmet Tarık Uzunkaya’nınörgütlenmeye ve direnişe yönelik çok yönlü saldırıları eksik olmadı.

Uzunkaya, bir gün fabrikaya dağıtım yapan OSİM-DER üyesi işçilere sözlü saldırıda bulunurken bir diğergün başka baskı yol ve yöntemlerini devreye soktu.

Entes işçisi Gülistan Kobatan da, moloz yığınlarına aldırmadan direnişine devam etti.Kızıl Bayrak / Ümraniye

Kobatan’dan EMO’ya çağrıGülistan Kobatan, 20 Ekim Salı günü Beşiktaş’taki Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi

önündeydi. Burada basın açıklaması gerçekleştiren Kobatan, Entes Elektronik fabrikasında onlarca işçiyi işten atarak

açlığa ve sefalete mahkum eden ve EMO’nun bir dönem yönetim kurulu başkanlığını yapmış ve halen EMOüyesi olan Ahmet Tarık Uzunkaya’nın tutumuna karşı sessizliğe bürünen EMO’yu emekten yana tutum almayaçağırdı.

Direniş Platformu, direnişteki Sinter Metal işçileri, IBM işçileri, ATV-Sabah grevcileri, Genel-İşSendikası’nda örgütlenen ev işçileri, OSB-İMES İşçileri Derneği ve üniversite öğrencileri de eyleme destekvererek Kobatan’ın yanında oldular.

Eylemde, “Entes direnişi 160. gününde... EMO safını belirle! İşimi geri istiyorum! Direnen Entes İşçisi”,“EMO sessiz kalma! Entes direnişine destek ver! / Direniş Platformu” pankartları açıldı.

Kobatan, sermaye sınıfının özellikle krizin patlak verdiği süreçte işçi sınıfının kanı canı pahasınamücadelelerle elde ettiği kazanımlara azgınca saldırdığını vurgulayarak, sermayenin aynı zamanda tümdemokratik hak ve özgürlüklere, örgütlülüklere ve kurumlara da saldırdığını söyledi.

Meslek örgütlerinden demokratik kimliği ve duyarlılığı ile bilinen EMO’nun da bu erezyondan nasibinialdığını sözlerine ekledi.

EMO’nun bir dönem yönetim Kurulu Başkanlığını yapmış ve halen EMO’nun bünyesinde yer alanUzunkaya’nın onlarca işçiyi işten atarak açlığa ve sefalete mahkum ettiğine vurgu yapan Kobatan, EMO’yusafını belirlemeye çağırdı.

Eylem sonrası EMO yönetiminin daveti üzerine Kobatan ve EMO yönetimi arasında görüşme gerçekleşti. Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 21: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

Kızıl Bayrak gazetesi okurlarının 13 ve 20 Ekimtarihlerinde Cevizlibağ Metrobüs-Tramvayüstgeçidinde gerçekleştirdikleri gazete satışı sırasındamaruz kaldıkları polis-zabıta ve sivil faşist terörü 21Ekim günü İstanbul Büyükşehir Belediyesi önündeBDSP tarafından protesto edildi.

BDSP flamaları ve “Polis-zabıta-sivil faşistterörüne son... Faşist saldırılar ve baskılar biziyıldıramaz! / BDSP” pankartının açıldığı eylemsloganlarla başladı.

Esenyurt Belediyesi’nde direnişlerini sürdürenBelediye-İş üyesi işçilerin, DİSK / Genel-İş SendikasıAnadolu Yakası Bölge Başkanı Veysel Demir’in, TümBel-Sen İstanbul 1 No’lu Şube Başkanı KadriKılıcı’nın da destek verdiği eylemde okunanaçıklamada sermaye sınıfının kendi çıkarları veihtiyaçları doğrultusunda ülkeyi yönettiği vesermayeye uşaklıkta sınır tanımayan AKPhükümetinin kendi bürokrasisini, polis teşkilatını,ordusunu ve medyasını oluşturmaya başladığı ifadeedildi.

Son dönemde medyaya yansıyan örneklerdengörüldüğü üzere zabıtaların polis timi olarakkullanıldıkları da belirtildi.

Açıklamanın devamında 13 ve 20 Ekim günlerigerçekleştirilen saldırılar özetlendi. 20 Ekim akşamıgerçekleştirilen saldırının sivil faşistlerle irtibat kuranzabıtaların yönlendirmesiyle örgütlendiği ifade edildi.

Basın açıklamasının son bölümünde ise son birkaçayda medyaya yansıyan zabıta terörü haberleriaktarıldı.

BDSP’nin açıklaması şu ifadelerle son buldu: “AKP tarafından beslenen bu faşist çetelerin

önemli bir kısmı ise bizzat AKP’li belediyelerde zabıtaolarak istihdam edilmektedir. Polis terörününardından şimdi de zabıta terörü devreye sokulmuştur.

Ancak bilinmelidir ki sermaye devletinin her türdenbaskı ve zoru, faşist saldırısı ve terörü faydaetmeyecektir. Devrimci faaliyetimizi hiçbir zorengelleyemez. Sınıf devrimcileri işçi ve emekçilerinhaklı davasından aldığı güçle, devrime ve sosyalizmeduyduğu inançla mücadelesini büyütmeye devamedecektir, her saldırının ardından daha kararlıbiçimde sınıfın öfkesini haykıracaktır.”

Açıklamanın ardından söz alan DİSK / Genel-İşAnadolu Yakası Bölge Başkanı Veysel Demir, açılımtartışmalarının olduğu bir dönemde sosyalist basınınsusturulmaya çalışıldığını söyledi. AKP hükümetininuyguladığı baskıların işçi ve emekçiler tarafındannefretle karşılandığını ifade etti.

Demir, işten atılan Esenyurt Belediye işçileri veKent AŞ işçilerinin sürdürdüğü mücadeleyi selamladı.Konuşma, “Kızıl Bayrak’a kalkan elleri kıracağız!”sözüyle son buldu.

Demir’in ardından söz alan direnişteki EsenyurtBelediye işçilerinden Alişan Abalay da direnişlerihakkında bilgi verdi. Kızıl Bayrak çalışanlarınayönelik saldırıyı kınadı.

13 Ekim günü zabıta teröründen nasibini alan KızılBayrak İstanbul muhabirlerinden Yılmaz Yaşar da olaygününe ilişkin yaşadıklarını aktardı. Yaşanan saldırınınişçi, emekçilere ve Kürt halkına dönük saldırılardanbağımsız olmadığını dile getirdi.

Esenyurt Belediye işçileriyle beraber direnişlerinisürdüren pazarcılardan Ali Doğan da AKPhükümetinin kendine açtığı rant alanlarına dikkatçekti, direnişlerine destek olan kurumlara teşekkür etti.

Eylem mücadelenin süreceğinin belirtilmesiylesona erdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Baskılar bizi yıldıramaz! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 21Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

Kızıl Bayrak satışına faşist saldırı!Kızıl Bayrak’ı işçi ve emekçilere ulaştırmayı sürdüren sınıf devrimcileri 20 Ekim akşamı Cevizlibağ

üstgeçidinde zabıta-sivil faşist işbirliği ile saldırıya uğradı. Gazete satışına başlayan sınıf devrimcilerinin yanına yaklaşan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı

resmi bir zabıta şefi “burada gazete satamazsınız” diyerek gazete satışını engellemeye çalıştı. “Burada başkaürün satanların da olduğunu, gazete satışı gerçekleştirmenin meşru hakları” olduğunu zabıta şefine ileten sınıfdevrimcileri, ajitasyon konuşmalarıyla satışa devam ettiler.

Gazete satışı yapan sınıf devrimcilerinin yanından ayrılarak telefonuna sarılan zabıta “Abi onlar yinegeldi. Gazete satıyorlar. Ne diyorsun?... Tamam” ifadelerini kullandı. Ardından gazete satışı yapan sınıfdevrimcilerinin yanına gelen resmi zabıta “Tamam çok fazla trafiği engellemeden satış yapabilirsiniz” dedi.

Gazete satışını sürdüren sınıf devrimcilerine yaklaşık 15-20 sivil faşist ellerinde bulunan sopalarla tekbirgetirerek arkadan saldırdı. Sınıf devrimcileri çeşitli yerlerine aldıkları darbelerle yaralandılar.

Saldırı öncesinde, faşist güruhun kendi aralarında geçen “saldıralım mı abi!” ve “gidelim gazeteleriniisteyelim vermezlerse saldırırız” vb. konuşmalar duyuldu.

“Ya Allah bismillah Allahuekber!”, “Allahsızlar!” diyerek sınıf devrimcilerine sopalarla saldıran ağzısalyalı faşist güruha anladığı dilden yanıt verildi. Sınıf devrimcilerinin müdahalesi sonrasında faşistlerkaçarak uzaklaştılar.

Faşist saldırının ardından saldırının iç yüzü işçi ve emekçilere anlatıldı. Yapılan saldırının sadecedevrimcilere değil, işçilere, emekçilere ve ezilen halklara karşı yapılan bir saldırı olduğu ifade edildi. Hiçbirfaşist baskı ve saldırının devrimci faaliyeti engelleyemeyeceği ilan edildi.

Teşhir konuşmaları etrafta bulunan bazı emekçiler tarafından da desteklendi. Bir süre daha devam gazetesatışı, ajitasyon konuşmaları ve “Baskılar bizi yıldıramaz!”, “Faşizme karşı omuz omuza!” sloganlarıyla sonaerdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Ankara’da BDSP’lilere yönelik baskın, gözaltı ve tutuklama terörünü devreye sokan sermaye devleti şimdide “ajanlaştırma tehditleri” ile devrimci sınıf faaliyetini engellemeyi, BDSP çalışanlarına gözdağı vermeyiamaçlıyor.

Yakın zamanda Sincan İşçi Derneği üyelerine yönelik “ajanlaştırma girişimi”ni 1 Ekim akşamı Mamakİşçi Kültür Evi çalışanı Erhan Erikli’ye yönelik “ajanlaştırma tehdidi” izledi.

Ankara BDSP ve İHD Ankara Şubesi, 20 Ekim günü konuyla ilgili basın toplantısı gerçekleştirdi.Toplantıda İHD adına açıklama yapan Şube Başkanı Gökçe Otlu, sistemin kendisi gibi düşünmeyen

herkesi çeşitli baskı yöntemleri ile sindirmeye çalıştığını söyledi. Son süreçte de ajanlık dayatması iletoplumsal muhalefetin baskı altına alınmaya çalışıldığını ifade etti.

Ajanlaştırma tehdidine maruz kalan Mamak İşçi Kültür Evi çalışanı Erhan Erikli ise 1 Ekim akşamıyaşanan olayı şöyle anlattı:

“1 Ekim akşamı saat 21.45’te eve giderken 2 sivil polis tarafından durduruldum. İsmimi söyleyerek canımıacıtmayacaklarını söylediler. Konuşacak bir şey yok dedim. Bunun üzerine elimi silahına dokundurdu. Benimbir yerlere gidip gitmediğimi sordular. İşçi Kültür Evi’ne gittiğimi söyledim. Benden oradaki kişiler hakkındabilgi vermemi istediler. Gittiğin örgüt bombalı bir pankart astı haberin var mı diye sordular. Olmadığınısöyledim. Daha sonra seni de bu tür eylemlerde kullanacaklar diyerek beni korkutmaya çalıştılar. Polisleregüvenip güvenmediğimi sordular. Güvenmiyorum dedim. Ardından eve gittim ve sabaha kadar evin etrafındaarabayla tur attılar. Daha sonra okula gelerek kapının önünde beklediler ve beni arkadaşlarıma sordular.Benimle konuşmak istediler konuşulacak bir şeyimin olmadığını söyledim ve ayrıldım.”

Erikli, baskıların kendisini yıldıramayacağını söyledi.BDSP’nin açıklamasında ise, Ankara’da son dönemde sınıf devrimcilerine yönelik saldırılar dile getirildi.

Bu tarz saldırıların arkasında yatan nedenin sosyal mücadelelerin önünün kesilmesi olduğu söylendi. Kızıl Bayrak / Ankara

Faşist saldırı İstanbul Büyükşehir Belediyesi önünde protesto edildi...

Polis-zabıta-sivil faşist terörüne son!

Ajanlaştırma tehdidine protesto

Page 22: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

Korkut Boratav ile konuştuk...22 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

Dünya kapitalizminin yaşadığı kriz, emperyalistülkeleri krizden çıkış yollarını aramaya itmişgörünüyor. Emperyalist-kapitalist sistemin krizdençıkmak için öngördüğü ve uyguladığı her politika,krizin faturasını dünya halklarının, işçi sınıfı veemekçilerin üzerine yıkmaktadır. Kriz ekonomikalanda patlak vermiştir ancak etkileri daha ötesindesosyal ve politik boyutlarda kendisini göstermektedir.Eylül ayında Pittsburgh’da toplanan G-20 zirvesinide bu anlamda değerlendirmek gerekiyor.

Zira, zirve üzerine yapılan yorumlara göre G-20,bundan sonra küresel ekonominin en üst düzey merciiolacak. G-20, G-8 ülkelerinden bile daha önemli birkonuma gelecek. Alınan kararlar gereği daha çoksiyasi bir yapı olan G-8 artık G-20’den ayrıtoplanamayacak. G-8 ülkeleri, bundan böyle her G-20 toplantısından bir gün önce biraraya gelecek vb.

Bu kararların uygulanması durumunda, dünyaekonomisinin geleceği için alınacak kararlardabundan böyle sadece ABD, İngiltere, Almanya,Japonya gibi büyük emperyalist devletlerin değil,Brezilya, Hindistan, Çin gibi ülkelerin de söz sahibiolacağı söyleniyor. Emperyalistler arası çıkarçatışmalarının giderek arttığı bir dönemde bukararın bir gerçekliği olabilir mi? Bu karar ABDemperyalizminin merkezinde patlak veren krizin,bağımlı ülkelere fatura edilmesi anlamına gelmiyormu?

Korkut Boratav: G-20 grubunun dünyaekonomisinin “ıslahatı” çabalarının merkezinetaşıyan değişimin ardındaki temel etkenin Çin olgusuolduğunu düşünüyorum. Amerikan hegemonyasınadayalı emperyalist sistem, doların dünyaekonomisinin rezerv parası olmasına dayanır. Budurumun Çin tarafından ciddiyetle sorgulanması;üstelik Çin’in elinde doları fiilen çökertecek parasalbir gücün birikmiş olması, bu ülkeyi dışlayanpolitika önerilerinin geçersiz olacağını ABD veAvrupa liderlerine gösterdi. Kriz sonrasındauluslararası finansal mimarinin yeni baştan (vedolar’ın kaderini belirleyecek biçimde) inşasıgündeme geldiğinde, Çin’i dışta tutmak artıkimkânsızdır. Bu orta vadeli bir sorunla ilgilidir. Birde Çin’in konjonktürel olarak artan önemi vardır:Uluslararası bunalım ortamında Çin’in, iç talebipompalayarak büyüyebileceği; ve Batı’dan ithalatınıartırarak dünya ekonomisinin genişleme ivmesinegeçişte öncü rol oynayacağı algılandı. Emperyalistmetropoller 2007-2009 içinde küçülmüş; Çin ise aynıyıllarda toplam olarak yüzde 34 büyümüş olacaktır.2010 ve sonrasında da metropol ekonomileri sonubelirsiz bir durgunlaşma sürecine savrulurken, Çin’inhızlı büyümesinin süregeleceği öngörülüyor. Ancak,bu türden bir ayrışmanın stratejik sonuçları da vardır:Çin ile metropol ekonomileri arasındaki büyümefarkı 2012’ye kadar sürerse bu ülke dünyaekonomisinin ikinci büyük ekonomisi konumunayerleşecek; ABD ile arasındaki büyüklük farkıdaralmış olacaktır. Büyüklük, dünyaya

hükmedebilmenin bir ön-koşuludur. Ve ABDemperyalizminin kuramcılarından biri olan PaulKennedy, bu tür bir “fark daralması”nın, ABD’ninhegemonik konumuna son vereceğini öngörerekhayıflanıyor. Bu nedenlerle emperyalizminyönetimine Çin’i katma projesi, bu ülkeyi ABD’ninhegemonik konumuna karşı çıkmamaya iknaçabasının bir parçasıdır. Bulunan formül, birkaç yılönce en büyük Üçüncü Dünya ülkelerinin G-8grubuna eklenmesiyle oluşturulan G-20 grubunadünya ekonomisini düzenleme (ve bu hedefe gidenpazarlık-müzakere sürecini yürütme) görevininverilmesi; grubun fiili sekreteryasının da IMF’yedevredilmesi oldu.

Bu kararın alınmasının arka planındaki hedeftutacak mı? Türkiye gibi aslında “esamesiokunmayan” ülkeleri içeren bir gruplaşma, Çin’inağırlığının hafiflemesine mi yol açacaktır? Yoksa,tam aksine, bazı konularda etkili bir alt-grupoluşturmaya başlayan BRIC ülkeleri (Brezilya-Rusya-Hindistan-Çin), ABD-AB’nin hesaplarınıbozabilecek midir? Bu dörtlüye, bazen kişilikli birÜçüncü Dünya ülkesi olarak Güney Afrika dakatılıyor. Fazla iyimser olmamak gerekiyor. Zira,sözü geçen beş ülke, neoliberal modelin bazıöğelerini geçmiş yıllarda benimsemiş;uygulamışlardır. Ancak, özellikle metropol-çevreilişkilerinin değerlendirilmesinde neoliberalideolojiye tamamen teslim olmadan… Dolayısıyla,dünya ekonomisinin geleceği tartışılırken, Çin etkiliittifaklar oluşturabilirse, ABD-Avrupa’nın G-20grubuna ilişkin hesapları tutmayabilir.

Olaylar böyle gelişme eğilimi gösterirse, ABD-Avrupa elbette etkili bir tepki gösterebilecektir.Muhtemelen, G-20’yi tekrar göstermelik bir konumasokarlar; büyük kararların kilit ülkeler arasında vekapalı kapılar ardında müzakere edileceği farklı birsürece geçmeyi kararlaştırırlar. Bu durumda da, eskiG-7 grubuna dönüş mümkün değildir. Azami bir listeyapılacaksa, ABD, Britanya, Fransa, Almanya,Rusya, Çin ve (Körfez’in petrol ihracatçılarınıtemsilen) Suudi Arabistan’dan oluşan yeni bir G-7grubu önem kazanacaktır.

- İMF-Dünya Bankası toplantısı daha çok G-20zirvesinde alınan kararları benimsedi. Bu anlamdaG-20 zirvesinden çıkan sonuçların dünya halklarına,işçi ve emekçilerine faturası ya da etkisi sizce hangiboyutlarda ve nasıl olacak?

Korkut Boratav: Olası bir dönüşüme ilişkinolarak yukarıda sözünü ettiğim öngörüler, ABD’ninhegemonyasının zayıflamasına yol açtığı ölçüde,dünya halklarının lehine bir açılım anlamına gelir.Dikkat ediniz: Emperyalizmin son bulmasındandeğil, sistemin hegemonyasının ABD’den farklı birhegemonik bloka, olası bir koalisyona kaymasındansöz ediyorum. Emperyalizm, kapitalizminbünyesinden türemiştir. Metropollerde kapitalizmtarihe karışmadıkça, emperyalizm de var olacaktır.

Olası yeni bir hegemonik blok da kapitalistülkelerden oluşacaktır; ancak, örneğin bir “devletkapitalizmi” özelliği taşıyan Çin’in böyle bir bloktayer alması, emperyalizmin geleneksel yöntemlerininönemini azaltabilir. Dolayısıyla, dünya halklarınınkendi kaderlerine hakimiyet bakımından hareketserbestileri genişleyebilir. Bu da, halk sınıflarınıkaderinin ülkeler düzlemindeki sınıf mücadelelerinebağlı hale gelmesi demektir. Bu tür bir dönüşümünolası sonuçları üzerinde bir genelleme yapamayız;ama ABD emperyalizminin hegemonyasına dayananbugünkü ortamdan “daha kötü” olması herhalde sözkonusu değildir.

- İMF-Dünya Bankası toplantılarında,emperyalist-kapitalist sistemin neden olduğu çevretahribatı, yoksulluk, işsizlik vb. konuların dakonuşulduğu yansıdı. Toplantılarda İMF BaşkanıStrauss-Kahn, bir yandan dünya ekonomisinde“iyileşmeler”in başladığını ve 2010 yılında artıbüyümelerin olacağını ifade ederken, diğer yandanda 2010’da pek çok ülkede işsizliğin artacağını, 90milyon insanın ağır yoksullukla karşı karşıyakalacağını, bunun bazı ülkelerde savaşa nedenolabileceğini söyledi. Dünya Bankası Başkanı RobertZoellick de benzer açıklamalar yaptı. Kapitalistsistemden kaynaklı bu sorunların, yine emperyalist-kapitalist sistem tarafından ortadan kaldırılabilmesisizce mümkün mü?

Korkut Boratav: IMF ve Dünya Bankası,ABD’nin hegemonyasına dayalı emperyalist sisteminüst-organlarıdır. Bu türden bir işlev ve görev, kabayöntemlerle yürütülemez. En aşırı ve katı neoliberalreçeteleri çevre ekonomilerine taşıdıkları tarihlerdedahi, kullandıkları söylem, yumuşak ve ılımlıdır. Biryandan sermayenin ve emperyalizmin hegemonyasınıgüçlendiren yöntemleri uygularken, bir yandan da bureçetelerin büyüme hızlarını, dolayısıyla halkınrefahını yükseltme; bölüşüm ilişkilerindeeşitsizlikleri azaltma sonuçlarını vereceğini ısrarlasavundular; mazlum ülkelerdeki kamuoylarını iknaçabalarını kesintisiz sürdürdüler. Şimdi dekapitalizmin yarattığı krizin gerçek nedenleriniperdeleterek, krizin sosyal sonuçlarını “eleştirel”görünüşlü bir söylemle anlatarak aynı işi yapıyorlar.

- İMF-Dünya Bankası toplantısının gerçekleştiğitarihlerde İstanbul sokakları da antiemperyalistlerin,sendikaların, kitle örgütlerinin eylemlerine sahneoldu. Düzen cephesi, antiemperyalistlerineylemlerine azgınca saldırdı ve karalamaya çalıştı.Haklı ve meşru bir tepkinin sonucu olan eylemlereyönelik saldırı ve karalamaları nasıldeğerlendiriyorsunuz?

Korkut Boratav: İMF-Dünya Bankasıtoplantısına karşı bu tür eylemler yapılmasaydı,Türkiye için bir yüz karası olurdu. Direnme veprotesto eylemlerinin, egemen sınıfın sözcüleri veiktidar tarafından alkışlanması elbette beklenemezdi.

İMF-Dünya Bankası İstanbul toplantısı üzerine Korkut Boratav’la konuştuk...

“Kapitalizmin yarattığı krizin gerçeknedenlerini perdeleyerek, krizin sosyal

sonuçlarını önlemeye çalışıyorlar!”

Page 23: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

Dünya işçi ve emekçi hareketinden... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 23Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

Petrobras işçilerinden iş yavaşlatmaeylemi…

Brezilya’nın dünya devi petrol şirketi PetroleoBrasileiro SA işçileri zam taleplerinin kabuledilmemesi üzerine 16 Ekim günü iş yavaşlatmaeylemi başlattılar.

Brezilya’da birçok ünitede yapılan eyleme yaklaşık10 bin işçi katıldı.

Sendika yöneticisi Edson Munhoz eylem sonucurafinerilerde üretimin yavaşladığını, 7 eyalette işçilerineyleme katıldığını söyledi.

Munhoz, işçilerin %16’lık zam talepleri olduğunu,fakat şirketin %4.9’luk artış önerdiğini açıkladı.

Fransa’da grev deniz ulaşımınıetkiledi…

Fransa’da Sea France Gemi Acentası’nda 500işçinin işine son verileceğini öğrenen işçiler grevkararı aldı.

Bunun üzerine SeaFrance şirketi, websitesinde 16Ekim Cuma günü saat 07.00 ile 17 Ekim Cumartesisaat 08.30 arası vapur seferlerinin yapılamayacağınıaçıkladı.

Şirket yönetimi, yeniden yapılandırma anlaşmalarıyapılmazsa şirketin iflas edeceğini söyleyerek faturayıişçilere keseceğini açıkça ifade etmiş oldu.

Hastane çalışanlarından 1 günlükgrev…

ABD’de yüzlerce hemşire ve diğer sağlıkçalışanları Providence St. Peter Hospital’da 16 Ekimgünü greve çıktı.

Sözleşmeleri Haziran ayında sona eren sağlıkçalışanlarının örgütlü olduğu sendikayla hastanearasında 4 aydır görüşmeler yapılıyor.

Sendika, sağlık yardımları, emeklilik ikramiyelerive maaş artışlarıyla ilgili görüşmelerin sürdüğünüsöyledi.

Hastane sahibi Jamie Groome “Önemli olan sağlık,maaşlar değil. Şu an kendi kızımın sigortasını bileödeyemiyorum” derken işçiler hastanenin görüşmelersüresince sendika faaliyetlerine ve işçi haklarınayönelik saldırılarını yoğunlaştırdığını dile getirdiler.

Fransa alev alev... Fransa’da, Sarkozy hükümetinin tarım

politikalarını protesto eden çiftçiler Chaps ElyseesBulvarı'nda yolu trafiğe kapatıp getirdikleri samanbalyalarını cadde üzerinde ateşe verdiler. Göstericilerdevletin üreticilere desteklerini arttırmasını, vergilerdeindirime gitmesini talep ettiler.

Çiftçiler, lastik ve balyaları yakarak meydana gidenyolları kapattılar.

Çiftçilerin eylemi nedeniyle, başkentte yerli veyabancı turistlerin başlıca uğrak yerlerinden biri olanmeydanda trafik felce uğradı. Tarım ürünlerifiyatlarındaki düşüşle birlikte yaşam koşullarınıngiderek kötüleştiğini ifade eden çiftçiler, hükümetingerektiği kadar sübvansiyon sağlamadığını ifadeediyorlar. Çiftçiler, Paris'in yanısıra diğer şehirlerde deprotesto gösterileri düzenlediler. Çiftçiler, hükümetten1,4 milyar avro tutarında sübvansiyon ve vergilerinindirilmesini talep ediyorlar.

Meksika’da yüz binler iştenatmalara karşı alanlardaydı!

Meksika hükümeti geçtiğimiz hafta sonu 25 milyon

kişiye elektrik enerjisi sağlayan elektrik şirketiLyFC’nin kapatılacağını duyurmuştu.

40 bin işçinin işsiz kalması ve 22 bin emeklinin deetkileneceği anlamına gelen elektrik şirketininkapatılması yüz binlerce kişi tarafından protestoedildi.

Meksika Elektrik İşçileri Sendikası 350 bini aşkınkişinin eyleme katıldığını açıkladı.

Meksiko City’nin Zocalo Meydanı'na doğruyürüyüşe geçen işçiler Devlet Başkanı FelipeCalderon’u protesto eden dövizler taşıdılar.

Hükümet, şirketi kapatmak zorunda kaldığını,çünkü her yıl 25 milyar peso zarar edildiğini söyledi.

Enerji Bakanı ise daha büyük bir devlet şirketininhizmet vereceğini belirtti.

Şirket kapatılmadan önce kolluk kuvvetlerini 76şubeye ve ayrıca 5 santral ve dağıtım merkezine yığanhükümet, atılan işçilere tazminat ödeyeceğinisöyleyerek işçilerin eylemini kırmaya çalıştı.

Sendika ise işçilere tazminat teklifini kabul

etmemelerini söyledi.Şirketin kapatılmasıyla birlikte yaşanan elektrik

kesintisi Meksiko City’de ve Orta Meksika’da yaşayanon binlerce kişiyi etkiledi.

Porto Riko’da işten atmalara karşıgrev!

Geçtiğimiz hafta Porto Riko’nun başkenti San Juanşehrinde Perşembe günü işten atmalara karşı grevyapıldı.

Hükümetin 17 bin kişiyi işten çıkaracağınıduyurması üzerine kamu çalışanları ve diğersektörlerden işçiler grev yaptı.

Hükümet 3.2 milyar dolarlık açığı kapatmak içinişten atmaların yapılacağını söylerken Vali LouisFortuno da ülkenin ekonomik durumunun daha kötüyegitmemesi için işten atmaların gerekli olduğunusöyleyerek faturanın işçi ve emekçilere kesileceğiniaçıklamış oldu.

Dünya işçi ve emekçi hareketinden...

Birleşmiş Milletler Komisyonu Honduras’ta insanhakları ihlallerini araştıracak

Bir Birleşmiş Milletler Komisyonu, Pazar gününden bu yana Honduras’ta bulunuyor ve 28 Hazirandarbesinden bugüne ülkede insan hakları açısından durumu inceliyor. 7 Kasım’a kadar Honduras’ta kalacakolan ve üç delegasyondan oluşan komisyon, araştırmasını bitirdiğinde, Birleşmiş Milletler İnsan Haklarıyetkilisi Navi Pillay’a ayrıntılı bir rapor sunacak. Komisyon, direniş hareketinin temsilcileri ile görüşmeleryapacağı gibi, darbeyi açıktan destekleyen Honduras insan hakları komseri Ramón Custodio gibi isimlerle degörüşecek. Komisyonun ayrıntılı programı ve komisyonda bulunan kişilerin isimleri ise güvenlik sebebiyleaçıklanmıyor.

Honduras İnsan Hakları Komitesi (CODEH), başkanı Andrés Pavón’a göre bu inceleme sonucunda,Honduras’ta bir diktatörlük kurulduğundan başka bir sonuca ulaşılması mümkün değil. Pavón, Küba ajansıPrensa Latina’ya yaptığı açıklamada; “Hazırlanacak olan Birleşmiş Milletler Raporu, bizim Amerika İnsanHakları Komisyonu’na ve Uluslararası Adalet Divanı’na darbeciler ile ilgili yaptığımız şikayetleritemellendirecektir” dedi.

Darbeciler, ülkede her şey normalleşmiş gibi bir görüntü oluşturmaya çalışsalar da gerçekler bunun tamtersini söylüyor. Geçtiğimiz hafta sonu, darbeci beylerin bir kişinin daha ölümüne sebep oldukları ortaya çıktı.Meslekokulları Enstitüsü Sendikası (SITRAINFOP) yöneticisi Jairo Sánchez, 23 Eylül günü direnişhareketinin organize ettiği pasif direniş eyleminde, yürüyüş kortejinde iken polis ve askerin silahlı saldırısısonucu yaralanmıştı. Sánchez, aldığı yaralar sebebiyle Cumartesi günü yaşamını yitirdi. Ulusal DirenişCephesi genel koordinatörü Juan Barahona ve köylü örgütlenmeleri lideri Rafael Alegría, Sánchez’inölümünün, rejimin, halkın demokrasi için mücadelesini şiddet ile bastırmaya çalışmasının bir sonucuolduğunu, ama direniş hareketinin darbecilerin işledikleri suçlarla durdurulamayacağını söyledi. Direnişhareketinin bildirdiğine göre, darbeden bu yana darbecilerin öldürdüğü kişi sayısı 20’den fazla.

Cumartesi günü ayrıca, darbecilerin emriyle üç radyo programının daha yayını durduruldu. Özel bir radyoolan Radio Cadena Voces’e para ödeyerek yayını sağlanan ve Cumartesi günü yayını durdurulan Kadın BarışHareketi, Kadın Araştırmaları Merkezi, Kadın Hakları Merkezi programları darbeden bu yana, darbeye karşınet bir tutum sergiliyorlardı. Kadın Barış Hareketi’nden Gladis Lanza, radyo programlarına uygulananyasağın, Honduras’ta düşünce özgürlüğüne karşı yapılan saldırıların yeni bir adımı olarak değerlendirirkenşunları söyledi: “Bunlarla bizi susturabileceklerini sanıyorlar. Ama biz, insan hakları ihlallerini ve keyfiuygulamaları duyurmak için, anayasal düzene dönüş talebimizi yükseltmek için başka yollar bulacağız”.Darbeciler, bundan önce 28 Eylül’de Canal 36 televizyonunun ve Radyo Globo’nun binalarını işgal etmiş veyayınlarını durdurmuştu.

Zelaya delegasyonu ile darbeciler arasında iki hafta önce başlayan pazarlık görüşmeleri ise darbecilerin,Zelaya’nın görevine geri dönmesini engellemek için her yolu denemeye çabalamaları sonucunda hafta başındakesildi. Darbecilerin göreve getirerek geçiş dönemi devlet başkanı olarak adlandırdıkları Roberto Micheletti,Zelaya’nın göreve dönmesi ile ilgili kararı Honduras Yüksek Adalet Divanı’nın vermesini önerdi. Oysa bukurum, başından beri darbecileri hukuksal olarak savunmaya çabalıyor. Zelaya ise, parlamentodan kendisiningörevden alınmasına dair verdiği kararı iptal etmesini talep ediyor: “Benim zor yoluyla ülkedenuzaklaştırıldığım gün, meclis toplandı ve benim görevden alınmama karar vererek yeni bir devlet başkanıatadı. Oysa meclisin, devlet başkanını görevinden alma yetkisi yoktur” diyen Zelaya, “Mücadele ülkemizde,adalet, eşitlik, katılımcı demokrasi sağlanana kadar devam edecek” sözleriyle de barışcıl direnişi zafere kadarsürdürme çağrısı yaptı.

André Scheer20 Ekim tarihli Die Junge Welt’ten kizilbayrak.net için çevrilmiştir

Page 24: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

BM’ye bağlı Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ileDünya Gıda Programı’na (WFP) göre, 2009 yılında 1milyar 20 milyon kişi gıdasız kaldı. Dünyada açlığailişkin yayınlanan yıllık raporda, 2009’da, bir öncekiyıla göre yaklaşık 100 milyon kişinin daha aç kaldığıifade edildi ve bunun son 40 yıldaki en yüksek açsayısı olduğu vurgulandı. Bu itirafı ilk yapan GıdaÖrgütü değildi. Kısa bir süre önce Dünya Bankası’nınbaşkanı da benzer itiraflarda bulunmuştu.

Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick “Dünyadakriz yaşanmamasını sağlamamız mümkün değil.Aslında gelecekle ilgili bildiğimiz tek şey var. O da herzaman başka krizler yaşanacağıdır. Kriz nedeniyle buyıl 59 milyondan fazla insan işini kaybedebilir.Afrika’nın Sahra altındaki azgelişmiş bölgelerinde 30bin ile 50 bin bebek ölebilir...” diyerek kapitalizminbarbarlığını gözler önüne sermişti.

Kapitalizm açlık üretir…

Marks, 1848 El Yazmaları’nda kapitalizmde açlığınnedenini şöyle açıklamaktadır; “Sermaye her günartıyor; nüfusla birlikte emeğin gücü de büyüyor vebilim her geçen gün, doğa güçlerini insanın hizmetinedaha çok sokuyor. Bu üretken kapasite, bilinçli olarakve herkesin çıkarı doğrultusunda uygulansaydı,insanlığın payına düşen emek, kısa zamanda asgariyeindirilmiş olurdu. Rekabete bırakılacak olursa o daaynı şeyi yapar ama çelişkiler çerçevesi içinde.Toprağın bir bölümü en iyi biçimde işletilirken, birbölümü bomboş durmaktadır. Sermayenin bir bölümüşaşırtıcı bir hızla dolanırken, bir bölümü desandıklarda ölü yatıyor. İşçilerin bir bölümü günde 16saat çalışırken diğer bölümü işsiz ve açlıktan ölüyor.”

Kapitalizmin temel işleyiş yasaları hala değişmedive Marks’ın çözümlemesi geçerliliğini korumaktadır.

Bugün tüm dünyayı kasıp kavuran yoksulluğun veaçlığın sorumlusu kapitalizmdir. Gıda ürünlerininüretimini sınırlayanlar kapitalistler ve denetimlerindekidevletlerdir. Kapitalist tarım tekelleri ellerindeki fazlaüretimi sürebilecekleri pazarları yaratabilmek için gerikalmış ülkelerin tarımını yıkıma uğratmaktadırlar.

Emperyalist-kapitalist sistemin en önemlikurumlarından biri olan İMF ve Dünya Bankası,dayattıkları programlarla bir yandan ülkeekonomilerini çökertiyor, diğer yandan da emperyalisttarım tekellerine yeni pazar alanları açmak için tarımdayıkım programlarını dayatıyorlar. Bu nedenle tarımaverilen destekler hızla kaldırılıyor. Tarım yıkımauğratılarak, bu alanda da dışa bağımlılıkderinleştiriliyor. Emperyalist tarım tekelleriyleyarışamayan üretici köylülük tarımı terk etmekzorunda kalıyor.

Birçok ülke kendisine fazlasıyla yetecek tahıl vegıda ürünleri üretme olanaklarına sahip olmasınarağmen, tahıl ve gıda maddeleri ithal etmek zorundakalıyor. Öte yandan, tırmanan işsizlik ve her geçen gündaha da düşürülen ücretler, açlık sınırında yaşayanlarınsayısını hızla arttırıyor. Bolluk arttıkça, yani daha fazlagıda maddesi üretildikçe açlık çeken insanların sayısıçoğalmaktadır. Milyarlarca insanın varlık içindeyokluk çekmesine sebep olan kapitalist sisteminkendisidir.

1 milyar insanın aç olduğu, servetleri 40-50 milyardolarlarla ifade edilen sermayedarların varolduğudünya, emperyalist-kapitalist dünya sisteminin eseridir.Dünya ölçüsündeki üretim insanların gıda ihtiyacını

karşılamaya yeter de artar bile. Buna rağmenmilyarlarca insan yetersiz besleniyor, milyonlarcası iseaçlıktan ölüyor.

Açlık ve yoksulluğun olmadığısosyalist bir dünya için…

Emek sömürüsü, açlık ve yoksulluğun temelidir.Emek sömürüsüne dayalı kapitalist sistem ayaktakaldıkça, kitlesel açlık ve yoksulluk kaçınılmaz halegelir. En genel tanımıyla, milyarlarca insan emeğininürettiğine bir avuç tekelin el koyması, insanlar nekadar çalışırlarsa çalışsınlar, ne kadar üretirlerseüretsinler, açlık ve yoksulluğu büyütmekten başka birişe yaramaz. Büyüyen zenginlik yoksulluğun dabüyümesini getirir. Bu, kapitalizmin temel biryasasıdır.

“Kâr, daha çok kâr” mantığıyla işleyen kapitalizm,açlık ve yoksulluğun temel kaynağıdır. Kapitalizminsanlığın ihtiyaçlarını değil, kapitalistlerin kârlarınıtemel alan bir sistemdir. Bunun içindir ki, bir yandadevasa bir zenginlik birikirken, öte yanda açlık veyoksulluk derinleşir. Üretim tüm insanlığınihtiyaçlarını karşılayacak bir kapasiteye ulaşırken,zenginlikleri üretenler bunun sonuçlarındanyararlanamazlar. Sosyalizm, kapitalizmin budengesizliğine son veren sistemin adıdır. Sosyalizm,emek sömürüsüne son verir. Sosyalist sistemde üretimkâr için değil, işçi ve emekçilerin gereksinimleri için

planlanır. Sosyalizm, üretim araçlarını bir avuçkapitalist sermaye sahibinin özel mülkiyeti olmaktançıkarır, tüm toplumun ortak mülkiyeti haline getirir.

Sosyalizm, tekellerin rekabeti için plansız birüretim ve tüketim faaliyetine, ülke kaynaklarının yokedilmesine izin vermez. İşçi ve emekçilerin ihtiyaçlarıtemel alınarak üretim planlandığı için, tüketilemeyenüretim fazlalarının yarattığı krizler, sosyalist planlıekonomide yaşanmaz.

Bolşevik devrim gerçekleşmeden önce, ÇarlıkRusya’sında, işçi ve emekçiler ekmek bilebulamıyordu, açlıktan kıvranıyordu. Moskova vePetrograd işçilerine iki günde bir 60 gram ekmekveriliyordu. Topraksız ve az topraklı köylülerin, en ağırkoşullarda çalıştırılan işçilerin açlık içinde yaşamayamahkum edildiği bir yoksulluk yaşanıyordu.

Devrim bu koşullarda hayat bulmuştur. Bu tabloçok kısa bir süre sonra değişmiştir. Aç köylüler veişçiler ülkesinde, arka arkaya yapılan başarılıekonomik planlamalarla, hızlı bir sanayileşme veekonomik büyüme yaşanmış, açlık ve yoksulluksorunu çözülmüştür. 1929 büyük bunalımı patlakverdiğinde, Sovyet ekonomisinde yaşanan yüzde10’luk büyüme bütün bir kapitalist dünyayı şaşkınlıkiçinde bırakmıştır. Ortaya çıkan bu tablo sosyalizminbaşarısıdır. İşçi ve emekçiler için açlığın olmadığı biryaşam, emperyalist-kapitalist dünya sistemininyıkımıyla, aynı anlama gelmek üzere sosyalizminkazanılmasıyla mümkündür.

Açlığın olmadığı bir dünya sosyalizmde!24 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

BM Tarım Örgütü raporu dünyadaki açlığı belgeledi…

Açlığın olmadığı bir dünya için sosyalizm!

16 Ekim Dünya Gıda Günü’nde açlık ve yoksulluk tartışıldı…

Japonya, Güney Kore, Hong Kong, Tayland, Filipinler, Malezya, Endonezya, Fiji, Pakistan ve İsveç’tengıda işçileri sendikalarından temsilciler 15 Ekim’de Tayland’ın Bangkok şehrinde Uluslararası Gıda İşçileriFederasyonu (IUF) – Asya-Pasifik Gıda ve İçecek Sektörü Toplantısı gerçekleştirdiler.

“Dünya Gıda Günü 2009:Kriz, dünyada yükselen açlık dalgasını devirmek için bir fırsattır”

15 Ekim 2009 günü yapılan toplantıda şu ifadelere yer verildi. “2007 ve 2008 yıllarında, dünya çapında gıda ayaklanmalarının gerçekleşmesine neden olan gıda

fiyatlarındaki ani artışın şoku, mevcut küresel gıda sisteminin başarısızlığını açığa çıkarıyor. Şu an dünyada 1milyarın üzerinde insan açlık çekiyor ve gıda krizi aslında hepimizin sağlıksız beslendiğini bir kez dahagösteriyor.

2008 Ekim ayındaki küresel ekonomik çöküş ve mevcut derin resesyon sonucunda gıda fiyatlarında düşüşyaşansa da, açlık çeken insanların sayısında azalma olmadı ve buna sebep olan sistemin acilen değiştirilmesigerekiyor.

Fakat, şu an yaşanan kriz bizlere yeni bir yaklaşımla politika yapma fırsatı veriyor.” Toplantıda, tek başına “Gıda Hakkı”nın yeterli olmadığı, 1996 yılında Roma’da gerçekleştirilen Dünya

Gıda Zirvesi’nde herkesin gıda hakkından yararlanması gerektiğinin onaylandığı fakat bunun hiçbir şeyideğiştirmediği söylendi. Tam tersine, şu an durumun çok daha kötü olduğu ifade edildi.

Ayrıca, işçilerin gıda alabilme kapasiteleri olmadan dünyadaki açlığın çözülemeyeceği söylendi. “Bu yüzden, haklarını ve çıkarlarını korumak için işçilerin bağımsız sendikalar kurmalarını engelleyen

hükümetler ve şirketler, dünyada açlığın sürmesine yol açıyor. İşsizlik, düşük ücretler, iş güvencesininolmayışı, toplu sözleşme hakkından yoksunluk ve açlık arasındaki bağın göz ardı edilmemesi gerekiyor”ifadelerine yer verildi.

Ne kadar gıda üretimi ve tüketimi yapılacağının büyük şirketler tarafından belirlendiği bir ekonomiksistemde yaşadığımız ve dünya genelinde yaygınlaştırılan sözleşmeli çalışmanın milyonlarca aileyi açlığa terkettiği söylendi.

Son olarak, uzun vadede gıda sorununu çözmek için asıl işin gıda hakları ve gıda işçileri sendikalarınadüştüğünün vurgulandığı toplantıda IUF-A/P’nin bölgede İş Güvencesi ve Gıda Hakkı kampanyası başlatmasıgerektiği belirtildi.

Page 25: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

“Sessis katliam” politikası sürüyor Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 25Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

Samet Çelik, Aynur Epli, Bekir Şimşek, Erol Zavar, Güler Zere... Sermaye devletininzindanlardaki “sessiz katliam” politikası sürüyor!

Katliamcı düzen zindanlarıyla birlikteer ya da geç yıkılacaktır!

Hayatın her alanında olduğu gibi cezaevlerinde deemek ile sermaye, devrimci irade ile faşist baskı ve zoramansız bir savaşım içerisindedir. Dışarıda ücretliemek sömürüsünün devamı için işçi ve emekçileri dörtbir yandan ablukaya alan düzen, içeride de toplumunöncüleri olan devrimcileri tecrit koşullarıyla teslimalmaya çalışmaktadır. Düzen tarafından devrimciiradeyi kırmanın ve teslim almanın en temelaraçlarından biri olarak görülen cezaevlerindedevrimciler düzenlenen operasyonlarla doğrudankatledilmeye çalışılmakta, çoğu zamansa ağır hastalıkkoşullarına rağmen içeride tutulmaya devam edilereksessizce katledilmektedirler.

Hasta tutsakların ölüme terkedilmesi diğer işkence ve katliamlar gibi bilinçli bir

devlet politikasıdır!

Devrimci mücadeleyi sindirip yok etmek için türlüişkence ve katliamları hayata geçiren sermaye devleticezaevlerindeki hasta tutsakları da bilinçli bir politikagereği serbest bırakmamaktadır. Ve bu politika sonucudaha yakın zamanda onlarca ölüm yaşanmışkenyenileri de kapıda beklemektedir.

ÇHD, İHD gibi kurumların raporlarına göre sadece2008 yılında 37 tutsak çeşitli hastalıklar nedeniylehayatını kaybetmiş bulunmaktadır. Mustafa Elçi,Gurbet Mete, Hasan Kert, Beşir Özer, Recep Çelik veİsmet Ablak 2009’un ilk altı ayında hayatını kaybedentutsaklardır. Şu an için toplam 19 tutuklu ve hükümlüölüm sınırında bulunmaktadır. DHKP-C davasından 34yıl hapis cezası alan ve 14 yıldır cezaevinde bulunanGüler Zere, yine bu süreçte öne çıkan isimlerin başındagelmektedir.

Elbistan E Tipi Kapalı Cezaevi’ndeyken kansereyakalanan Zere, ilk teşhis sonrası Adana Karataş KadınCezaevi’ne sevkedilmiştir. Zere için “tedavisinincezaevi koşullarında mümkün olmadığına” dairÇukurova Üniversitesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı,Balcalı Hastanesi ve Adana Tabip Odası tarafındanrapor hazırlanmasına rağmen Elbistan CumhuriyetBaşsavcısı tahliye talebini kabul etmemiş ve Zere’yiİstanbul Adli Tıp Kurumu’na sevketmiştir. Toplam 28saatlik yolculuk ile bir başka işkenceye maruz kalanZere’ye, Nur Birgen başkanlığındaki 3. İhtisas Kurulu,birkaç dakikalık “muayene” sonrası, “tedavisi içincezasının ertelenmesine gerek yok” raporu vermiştir.Avukatların rapora itirazı Adli Tıp Genel Kurulu’ndailk olarak 27 Ağustos’ta görüşülmüştür. Bu görüşmedebazı evrakların eksik olduğu belirtilerek hastanedenyeni raporlar istenmiştir. 3 Eylül’de gelen raporlarsonrası 10 Eylül’de ikinci kez toplanan Genel Kurulyine “evraklar eksik” diyerek karar almamıştır. Sonrakiaçıklamalarda “Evraklar geldiğinde genel kurultoplantısı dahi yapılmadan Güler Zere dosyasınınkarara bağlanacağı” ifade edilmesine rağmen,geçtiğimiz hafta, Genel Kurul’un ikinci toplantısonrası tek bir yazışma dahi yapmadığı ortayaçıkmıştır. Bununla beraber Zere’nin, doktorlartarafından sözlü tacize uğradığı da ifade edilmektedir.Avukat Oya Aslan’ın aktarımına göre onkolojiservisinde çalışan bir doktor Zere’yi, “dışarıda

olsaydın kaç insanı öldürecektin” sözleriyle tacizetmiştir.

Böylesi insanlık dışı koşullarda ölenleri ya daölümü bekleyenleri daha da sıralamak mümkündür.

PKK dava tutsağı İsmet Ablak cilt kanseri hastalığınedeniyle 30 kez ameliyat olmuş ancak tüm tahliyetalepleri Adli Tıp Kurumu’nca reddedilmiştir. Bile bileölüme mahkum edilen Ablak, 18 Temmuz günücezaevinde hayatını kaybetmiştir.

Sincan F Tipi Cezaevi’nde mesane kanseri tedavisigören ve bugüne kadar 30’a yakın tıbbi müdahale veameliyat geçiren Erol Zavar, Buca Kırıklar 2 Nolu FTipi Cezaevi’nde kalan kan kanseri hastası olan SametÇelik, Adana Kürkçüler F Tipi Cezaevi’nde bulunan vehepatit B ile sinir hastalıklarına sahip Rasim Aşan vediğerleri... Düzenin bu bilinçli politikası sonucundaölüm sınırında bulunan tutsakların durumu güngeçtikçe ağırlaşmaktadır.

Sermaye devletinin cezaevlerindeki devrimcitutsaklara dönük bu yok etme politikalarında birçokdüzen kurumu eşgüdüm halinde çalışmaktadır. Bunoktada Adli Tıp Kurumu devrimciler için dolaysız bircellat görevi görmektedir.

Hüseyin Üzmez ve Münevver Karabulutdavalarındaki şaibeli kararlarının yanı sıra Adli TıpKurumu’nun sicili öncesinde de oldukça kabarıktır.Katliamcı düzenin en has kurumlarından biri olan AdliTıp, özellikle devrimci tutsaklara yönelik işkenceleriörtbas eden ve devrimcileri tecrit koşullarında göz göreölüme götüren raporların düzenleyicisi olmuştur.Hipokrat yemininden çok öldürmeye ve katletmeyeyemin etmiş bu modern cellatlar “doktorluk”ünvanlarını işkence ve katliamları örtbas etmek adınakullanmışlardır. Susurluk hükümlüsü Özel HarekatDairesi eski Başkanı İbrahim Şahin’den JİTEMkurucusu emekli Albay Arif Doğan’a, emekliOrgeneral Şener Eruygur’dan emekli Orgeneral HurşitTolon’a birçok kontrgerilla artığı için tahliye raporlarıhazırlayan bu kurum ölüm sınırında bulunan onlarcadevrimci tutsağa “tahliyesine gerek yok” raporlarıdüzenlemiştir.

Adli Tıp Kurumu’nun ön plana çıkan isimlerindenbirisi de kuşkusuz Nur Birgen’dir. Beyoğlu Adli TıpMüdürü iken işinin ehli bir “işkenceyi gizlemeraportörü” olarak iş görmeye başlayan bu tescilli katil,geçen zaman içerisinde “kariyer” basamaklarını hayli

hızlı çıkmıştır. İnsanlık onurunu ayaklar altına alankararları sonrası 1995 yılında Türk Tabipler Birliğitarafından Birgen’e“meslekten 6 ay men” cezasıverilmiş ancak karar bir türlü uygulanamamıştır. Dahasonra ödüllendirilerek şimdiki görevi olan 3. İhtisasKurulu Başkanlığı’na getirilen Birgen, düzenin herdaim ihtiyaç duyduğu bir isim haline gelmiştir. Yine2001 yılında işkence ve kötü muameleninsoruşturulması ve önlenmesi amacıyla AB eliylehazırlanan “İstanbul protokolü” projesinin başına daBirgen getirilebilmiştir. Birgen’in, AdaletBakanlığı’nca böylesi bir projenin koordinatörü olarakatanması değme kara mizah hikayelerine taş çıkartacakniteliktedir.

Özetle, işkence ve katliamın bilinçli bir devletpolitikası olduğu yerde devrimci tutsakların göz göregöre ölüme terk edilmeleri de tercihengerçekleştirilmektedir. Birgenler, Adli Tıp KurumuKurulları ve tüm diğer aktörler bu bilinçli devletpolitikasını pürüzsüzce hayata geçirebilmenin yalnızcaaraçlarıdır. Sermaye devleti Güler Zere’yi ve tüm diğertutsakları böylesi yöntemlerle yok ederek devrimciiradeyi de teslim almaya çalışmaktadır.

Güler Zere ve tüm diğer hasta tutsaklarserbest bırakılsın!

Devrimci tutsaklara özgürlük!

Yaşananlardan da görüldüğü gibi düzen devrimcitutsakları zindanlarda bile bile ölüme terketmektedir.Sermaye devleti tutsakların tecrit koşullarındankaynaklı ortaya çıkan veya tecrit koşullarının arttırdığıhastalıklarıyla ilgili verilen “tahliye edilmelidirler”raporlarını görmezden gelmekte, kendi ihtiyaçlarınauygun olarak aksi yönde düzmece raporlarhazırlatmaktadır.

Ağır tecrit koşullarına ve hastalıklarına rağmendevrimci iradenin teslim alınamayacağını düşmanınsuratına haykıran devrimci tutsaklarla dayanışmayıyükseltmek ve hasta tutsakların serbest bırakılmasıtalebini dile getirmek başta komünistler olmak üzeretüm toplumsal muhalefetin omuzlarına yüklenmiş birgörevdir.

Katliamcı düzeni zindanlarıyla birlikte tarihinçöplüğüne göndermek için mücadeleyi büyütelim!

Page 26: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

Hasta tutsaklar serbest bırakılsın!26 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

İstanbul 16 Ekim günü Taksim Tramvay Durağı’nda

biraraya gelen kitle Güler Zere’nin fotoğrafınınbulunduğu pankart ve İngilizce ve Türkçe, “Kanserhastası Güler Zere’ye özgürlük! Hasta tutsaklar serbestbırakılsın!” pankartlarının arkasında yürüyüşe geçti.

Yunanistan Konsolosluğu önüne gelindiğinde kitlebir süre oturma eylemi yaptı. Oturma eylemi sırasındaÇav Bella marşı söylendi. Oturma eyleminin ardındansloganlarla Galasataray Lisesi önüne gelindi.

Burada basın açıklamasını, Emekli-Sen BeyoğluŞube Başkanı Hasan Kaşkır gerçekleştirdi.

Siyasal iktidarın, hasta tutuklu ve hükümlülereilişkin sürdürdüğü politikanın bilim dışı olduğunusöyleyen Kaşkır, hiçbir bilimsel ölçüye dayanmayan,dahası tıbbi raporlara aykırı olarak, hasta tutuklu vehükümlülerin hastanelerin mahkum hücrelerindeölüme terk edildiklerini ifade etti. 27 Ağustos ve 10Eylül 2009 tarihlerinde toplanan ATK GenelKurulu’nun bir kısım evrak bulunmadığı gerekçesiylekarar vermediğini söyledi. Ölüm kararı verirken hiçbirevrakı aramayanların bugün özgürlük kararlarını“eksik evrak var” diyerek vermediklerini, aylardıreksik evrakların temin edilmediği gibi yeni “eksikevrakların” istenmesine karar verildiğini ifade etti.Güler Zere ve diğer hasta tutsakların biran önce serbestbırakılmasını istedi.

Adana İnönü Parkı’nda yapılan açıklamada Adli Tıp

Kurumu’nun hala nihai raporu hazırlayamadığı ifadeedildi.

Basın metninin okunmasının ardından söz alanDoktor Osman Küçükosmanoğlu cezanın infazınınertelenmesi gerektiğini, bunun tıbbi, hukuki ve insaniaçıdan zorunluluk olduğunu söyledi.

Küçükosmanoğlu’nun ardından konuşan GülerZere’nin avukatı Oya Aslan, Zere’nin selamınıgetirdiğini söyleyerek başladığı konuşmasında insanlıkonurunun hiçe sayılarak Zere’nin yatağakelepçelendiğini, üstelik ameliyattan yeni çıkan yoğunbakımdaki birine bunu yapmanın durumun vahametinigösterdiğini söyledi.

Yapılan konuşmaların ardından müzik dinletisiyapıldı.

DHF, İHD, Halk Cephesi, BDSP, ESP, Alınteri,ÇHKM, DTP, TAYAD’lı Aileler’in katıldığı eylemsloganlarla sona erdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul - Adana

ATK önünde Güler Zere eylemiGüler Zere ve hasta tutsakların serbest bırakılması

talebiyle gerçekleştirilen eylemlerden biri de ilerici vedevrimci kurumlar tarafından İstanbul’daki Adli TıpKurumu önünde yapıldı.

Kurumlar, ATK’nın haftalık olağan toplantılarınınyapıldığı bir saatte gerçekleştirdikleri basınaçıklamasında Güler Zere’nin ağırlaşan sağlıkdurumuna rağmen Adana Balcalı Hastanesi mahkumkoğuşunda ayakları kelepçeli vaziyette tutulduğusöylendi.

“Kanser hastası Güler Zere’ye özgürlük! Hastatutsaklar serbest bırakılsın!” pankartı ile GülerZere’nin resimlerinin yer aldığı pankartın taşındığıeylemde “Tecrit öldürüyor kanser hastası Güler Zereserbest bırakılsın!” yazılı dövizler de taşındı.

ATK önündeki açıklamaya Emekli-Sen üyeleri

sloganlarla gelirken basın açıklamasını Av. Behiç Aşçıokudu.

Aşçı yaptığı açıklamada, Adalet Bakanlığı’na bağlıbu kurumun, bilimin değil siyasal iktidarın yolgöstericiliğinde, adaletsizlik üretmekten başka bir

işlevi bulunmadığının tüm çıplaklığıyla açığa çıktığınıbelirtti.

Basın açıklamasının ardından oturma eyleminegeçildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Hapishanelerde hak ihlalleri vebaskılar sürüyor...

Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde, keyfi gerekçelerle sohbet hakkı engellenen Haydar Duymaz,gördüğü baskılar nedeniyle 2 Ekim’de açlık grevine başladı. Sağlık nedeniyle açlık grevini sonlandıranDurmaz, daha sonra Tekirdağ 2 No’lu F Tipi’ne sürgün edildi.

Duymaz’ın ailesi 16 Ekim günü İHD toplantı salonunda basın toplantısı gerçekleştirerek baskıların sonaermesini istedi.

Haydar Duymaz’ın avukatı Sezen Uçar bir konuşma yaptı. Uçar yaptığı konuşmada, müvekkilinin hakkında disiplin cezası dahi olmadığı halde, keyfi gerekçelerle

sohbet hakkının gaspedildiğini ifade etti. Adalet Bakanlığı’nın 45/1 Sohbet Genelgesi’nin uygulanmadığınıvurgulayan Uçar, müvekkilinin buna karşı açlık grevine girdiğini, sağlık nedenlerinden dolayı da açlık grevinisonlandırdığını söyledi. Uçar, açlık grevinin ardından Duymaz’ın Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Hapishanesi’nesürgün edildiğini ifade etti.

***Amasya E Tipi Hapishanesi’nde gördüğü baskılar nedeniyle kendini yakan Çetin Dalga’nın kardeşleri,

sorumluların cezalandırılması için 19 Ekim günü İHD İstanbul Şubesi’nde basın toplantısı gerçekleştirdi. Yapılan açıklamada, Çetin Dalga’nın İnebolu Hapishanesi’nde Alevi ve Kürt olmasından kaynaklı gördüğü

baskı ve şiddetten dolayı 15 gün açlık grevinegirdiği, ardından Amasya E tipiHapishanesi’ne nakil edildiği ifade edildi.Nakil sırasında yolda süren işkencenin,Amasya Hapishanesi’nde de devam ettiğisöylendi.

Amasya Hapishanesi’nde de aynısorunlardan kaynaklı saldırılara maruz kalanDalga’nın merdiven boşluğundan kafa üstüaşağıya atıldığının belirtildiği açıklamada,baskılara dayanamayan Dalga’nın 2 Ekimgünü kendini yaktığı ifade edildi. Dalga’yayazılan mektupların kendisine ulaştırılmadığı,yemek vb. ihtiyaçlarını karşılayamıyorolmasına rağmen refaketçi de verilmediğisöylendi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Hasta tutsaklar için eylemler sürüyor

Page 27: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

Bültenlerden... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 27Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

“Kürt açılımı” tartışmalarını Eylül ayında çıkanyerel işçi bültenleriyle gündemleştiren sınıfdevrimcileri Ekim ayında da yerel bültenlerde İMF veDünya Bankası Zirvesi’ni temel gündem olarakişlediler. Sınıf devrimcileri, İMF ve Dünya Bankasıtoplantılarının İstanbul’da yapılması vesilesiyle yenisömürü ve yağma planlarına karşı çalışma yürüttüklerialanlarda işçi ve emekçileri uyardılar.

Ekim ayının, yerel bültenlere de yansıyan bir diğerönemli gündemi de işçi ve emekçilerin sağlık hakkınıngasp edilmesi anlamına gelen Sosyal Sigortalar veGenel Sağlık Sigortası Yasası’nın 1. yıldönümüydü.

SSGSS saldırısı, yerel işçi bültenlerinde İMF-DBzirvesi ve bu zirveden çıkacak acı reçetelerle beraberele alındı.

İzmir’de Çiğli İşçi Bülteni ve Tekstil İşçileriBülteni, Bursa’da Bursa İşçi Bülteni, İstanbul’da iseTopkapı İşçi Bülteni, Emekçinin Gündemi ve OSB-İMES İşçi Bülteni’nin Ekim ayı sayılarının kapaksayfalarında “İMF-DB’nin acı reçetelerini sokaktayırtalım!” çağrısı vardı.

Emperyalist zirveye karşı sokaklarda verilenmilitan yanıtın ardından çıkan yerel işçi bültenleri iseZirve karşıtı direnişi işlediler.

Bursa İşçi Bülteni: Acı reçeteleriödemeyelim!

Bursa İşçi Bülteni, kapak sayfasından İMF-DBtoplantılarına karşı mücadele çağrısına yer verirkenbültenin ilerleyen sayfalarında Bursa yerelinde veİstanbul’da gerçekleştirilen İMF-DB karşıtı eylemlerinhaberleri göze çarptı. GSS saldırısının uygulamayasokulmasının üzerinden geçen 1 yılın da özetlendiğiyazılara yer verilen bültende çeşitli iş kollarındayaşanan iş cinayetleri ve patronların kâr hırsı işlendi.

Bültende ayrıca Bursa’da grevlerine devam edenAsemat işçilerinin mektubuna yer verilirkenanlaşmayla sonuçlanan Asil Çelik grevinin haberi debülten sayfalarına yansıdı. Bültenin arka kapağında ise8 tekstil işçisi kadının can verdiği sel katliamı teşhiredildi.

Çiğli İşçi Bülteni: Krizin faturasıpatronlara!

İzmir’de çıkan Çiğli İşçi Bülteni de kapaksayfasından İMF-DB’nin yeni sömürü ve yağmaplanlarına karşı mücadele çağrısı yaptı. Çiğli OSB’dekrizin faturasının organize işçisine nasıl kesildiğinianlatan bir işçi yazısıyla devam eden bültensayfalarında Kent AŞ işçilerinin Ankara yürüyüşününhaberine de yer verildi.

Kıdem tazminatı hakkının gaspına karşı mücadeleçağrısının da yapıldığı bültende İMF-DB zirvesinekarşı yapılan eylemlerin haberleri de göze çarptı.

Tekstil İşçileri Bülteni: İşçilermücadeleye çağırıyor!

Yine İzmir yerelinde çıkan Tekstil İşçileri Bülteniise kapak sayfasında İşsizlik Sigortası Fonu’nunsermayenin yağmasına açılmasına karşı mücadeleyeçağıran bir yazıya yer verdi.

İşçiler için hukuki bilgilendirmenin yapıldığı birköşeyle birlikte ulusal sorun ve işçi sınıfının tutumunu

ifade eden bir yazı da bültenin temel yazılarından birioldu. Çeşitli sanayi bölgelerinden tekstil sektöründeçalışan işçilerin yazılarının da yer bulduğu bültendekrizin acı faturasıyla karşı karşıya kalan işçilerinörgütlenme ve mücadele çağrıları öne çıktı.

OSB-İMES İşçi Bülteni: İşçilermücadeleye çağırıyor!

İstanbul’un çeşitli sanayi bölgelerine seslenen yerelişçi bültenlerinden OSB-İMES İşçi Bülteni de İMFve Dünya Bankası toplantılarına karşı işçi sınıfınımücadeleye çağıran kapak sayfasıyla çıktı. Metalİşçileri Kurultayı’nın hazırlıkları ve Ümraniyebölgesinde süren Entes ve Sinter Metal direnişlerininhaberlerinin de göze çarptığı bültende bölgede farklıişkollarında çalışan işçilerin kendi kalemlerindençıkan yazılar da bülten sayfalarını doldurdu.

Emekçinin Gündemi mücadeleyeçağırdı

Küçükçekmece bölgesine seslenen EmekçininGündemi ise Ekim ayı sayısının kapağında SSGSSsaldırısının getirdiği yıkıma dikkat çekti.

Küçükçekmece bölgesinde kurulu bulunan PameksTekstil’de çalışırken sel felaketi sırasında katledilen 8kadın işçi de Emekçinin Gündemi’nin temelkonularından biriydi. Sel katliamının bilançosu bültensayfalarında farklı yönleriyle etkili bir teşhire konuedilirken fabrikalardan gelen yazı ve haberler de bölgeişçi sınıfının hareketliliğini özetler nitelikteydi.Bültenin arka kapağında devrimci ozan Ruhi Su’nunölüm yıldönümü vesilesiyle hayatını ve sanatınıanlatan bir yazıya yer verildi.

Entes’te Direnişin SesiÜmraniye bölgesinde işçilere Entes direnişinin

anlam ve önemini anlatan Entes’te Direnişin Sesi adlıbültenin 3. sayısı Ekim ayı içinde çıktı.

Bültenin ilk sayfasında “Entes Direnişi tüm işçisınıfına direniş çağrısıdır” başlıklı yazıyla işçi veemekçilere Entes direnişçisi Gülistan Kobatan’ınneden direnişte olduğu anlatılırken 20 Ekim Salı günüBeşiktaş’taki Elektrik Mühendisleri Odası (EMO)İstanbul önünde yapılan ve EMO’yu emekten yanatutum almaya çağıran eylemin duyurusu da bültensayfalarında yer buldu.

Bültende ayrıca Entes direnişçisi GülistanKobatan’ın, direnişinin 146 ve 147. günlerindekatıldığıİMF ve Dünya Bankası karşıtı protestolarailişkin gözlemlerine de yer verildi.

Bültenin son sayfasında ise “mücadele içindeözgürleşen kadınlar Gülistan Kobatan’ın direnişiniselamlıyor!” başlığı altında DESA direnişçisi EmineArslan, Sinter direnişçisi Lale Balta, Meha direnişçisiSaliha Gümüş ve Emekçi Kadın Komisyonları’nındirenişle ilgili duygu ve düşüncelerini yansıttıklarıkısa yazılar da göze çarptı.

Topkapı İşçi Bülteni: Ekmeğimizleoynamayın!

Topkapı İşçi Bülteni’nin Ekim ayı sayısında sürengrev ve direnişlerin yanısıra İMF-DB haydutlarınınİstanbul’da gerçekleştirdiği zirveye karşı mücadeleçağrısı yer buldu. Topkapı bölgesinde bulunanPerfektüp isimli metal fabrikasında Topkapı İşçiBülteni’nin dağıtımı sırasında yaşanan saldırı daTopkapı İşçi Derneği’nden bir işçinin kalemindenbülten sayfalarına taşındı.

Yerel işçi bültenleri: Sermayenin acıreçetelerini sokakta yırtalım!

Metal İşçileri Bülteni: Metal işçileriniöfkeyi örgütlemeye çağırıyor!

Metal İşçileri Bülteni’nin yeni sayısının kapak sayfasında “Öfkemizi örgütlemek için Metal İşçileriKurultayı’na!” çağrısı yükseltiliyor.

Metal İşçileri Kurultayı Hazırlık Komitesi’nin çağrısının yer aldığı kapak yazısında metal işçilerininörgütlü öfkesinin gelecek baharların müjdecisi olacağı ifade ediliyor.

Bültenin ilerleyen sayfalarında ise kurultay hazırlıkları çerçevesinde gerçekleştirilen hazırlıkseminerlerinin haberlerine de yer veriliyor.

Bültenin diğer sayılarında olduğu gibi bu sayısında da Ümraniye Dudullu’daki direnişinin sürdüren metalişçisi Gülistan Kobatan’ın direnişi temel bir yer tutuyor. Direnişteki gelişmelerin haberleri göze çarpıyor.

Çeşitli illerdeki metal fabrikalarında yaşanan direniş ve grevlerine ilişkin gelişmelerinde de işlendiği bültensayfalarında ayrıca metal işçilerinin kaleme aldığı yazılara yer veriliyor.

Bültenin diğer dikkat çeken bölümlerinden birini de Birleşik Metal-İş Sendikası’nın örgütlü olduğu Isuzufabrikasında yaşanan hak gaspları ve saldırılara karşı Isuzu’daki baştemsilcinin patronla-işçiler arasındatampon görevi gördüğü belirtiliyor.

Isuzu işçisiyle yapılan “Baş temsilcisi önder değil ‘öndert” olmuştur!’ başlıklı söyleşi işyerlerinde sendikaldemokrasinin ilkelerinin işleyiş biçimine dair bilgiler veriyor.

Yine, Birleşik Metal-İş Sendikası İstanbul 2 No’lu Şube’de örgütlenen Güven Elektrik işyerinde yaşananişten atma saldırısı da Küçükçekmece İşçi Platformu imzalı bir yazıyla işleniyor.

Bültenin arka kapağında ise 6-7 Ekim tarihlerinde İstanbul’da toplanan IMF ve Dünya Bankası Zirvesi’nisokaklarında sergilenin antiemperyalist direniş ruhu vurgulanıyor.

Ekim ayı boyunca sanayi havzalarındaki seslenişini sürdüren yerel işçi bültenleri gelecek sayılarında dadevrimci sınıf faaliyetinin temel araçları olarak bölge işçilerinin sesi ve soluğu olacaklar.

Page 28: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

10 yıl sonra...28 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

19 Ekim 2009 günü 34 kişilik bir grup PKK’liHabur Sınır Kapısı’nda TC yetkililerine “Demokratikaçılım sürecinin önünü açmak” gerekçesiyle teslimoldu. (Öcalan’ın çağrısı ve örgüt merkezinin kararıylave “politik bir misyonla” gelmiş olsalar da bu duruşunpolitik özü ve anlamı teslimiyetten başka bir şeydeğildir. Bu politik misyonun kendisi 10 yıldır sürenteslimiyet ve tasfiye sürecinin yeni bir aşaması vehalkası niteliğindedir. Bu değerlendirmemizinaçılımına geleceğiz.) 29 kişi “özel yetkili savcılar”tarafından ifadeleri alındıktan sonra “tutuksuzyargılanmak üzere” serbest bırakıldı. Geriye kalan 5kişi ise tutuklanma istemiyle mahkemeye sevk edildive ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı. Böylecedevletin tavrı da netleşmiş oldu. Zaten Başbakan veİçişleri Bakanı bu olayı “sevindirici ve memnuniyetverici” olarak tanımladılar. Hatta İçişleri Bakanı dahaileri giderek bu olayın öteden beri sürdürdükleri“Açılım sürecinin bir parçası olduğunu” vurguladı,100-150 kişilik bir grubu daha beklediklerini söyledi.

Sınırdan geçiş ve teslim olma süreci, ardındanbunların tümünün serbest bırakılması ve devletin enüst düzey yetkililerinin bu konuda memnuniyetbelirten açıklamaları birlikte değerlendirildiğinde olupbitenlerin İmralı üzerinden “kotarılan” bir plan olduğuçok açıktır. Uygulanmakta olan devlet damgalı birsüreçtir; bu, tartışma götürmeyecek kadar açıktır.Ancak biz bu yazımızda olayın bu boyutu üzerindeuzunca durma eğiliminde değiliz. Esas olarak olayınpolitik özü ve anlamı, gerçekleşen trajik paradoksunkendisi üzerinde durmaya çalışacağız.

10 yıl önce de yine Öcalan’ın açık talimatı ile ikigrup gelip devlete teslim olmuş ve devlet bu gruplarısorgulamış, yargılamış ve ağır cezalara çarptırarakzindana atmıştı. Adına “Barış grupları” denen buteslimiyet girişimi Öcalan açısından bir fiyaskomuydu?

Hayır!O dönemde Öcalan için en temel sorun, “devlete

hizmet” konusunda verdiği sözde ne kadar samimiolduğunu kanıtlamaktı. Sadece bu da değildi. Örgütüzerindeki otorite ve gücünü de test ederekkanıtlamasını istiyorlardı. Öcalan’ın ilk talimatındaistediği, daha geniş ve temsil yeteneği ve yetkisi üstdüzeyde olan kişilerden oluşan gruplarıngönderilmesiydi. Ancak bu, örgüt içinde aynı ölçüdeve düzeyde yankısını bulmadı, gizli ve dolaylı birdirençle karşılandı. Hatta pişmanlık yasasını kabulettirme üzerinden yaptığı denemeler de yine bu gizlive dolaylı direnç nedeniyle başarısızlığa uğramıştı. 10yıl önce teslim olan grupların bileşimi ve sayısı tamolarak Öcalan’ın istediği düzeyde olmasa da yine deonun “samimiyet testinde” ve örgüt üzerindeki iktidarıkonusunda devlet açısından aydınlatıcı bir rolü oldu.

Hiç kuşku yok, ortada özgür bir irade ve bununlaalınmış bir politik karar olmadığı gibi, devletinkendisinin de bir acelesi yoktu. İdeolojik ve politikteslimiyet ve zamana yaydırılmış bir tasfiye sürecidevlet için önemliydi; bu konuda aşamaları, öğe veayrıntıları netleşmiş bir stratejileri de yoktu. Bundandolayı ilk teslimiyet gruplarına yüklenen anlam,Öcalan’ın kendi samimiyetini kanıtlama ve ideolojikve politik teslimiyet ve pratik tasfiye sürecine katkısunarak derinleştirme idi. Politik ve psikolojiküstünlük kendilerindeydi, teslim olmuş gruplarüzerinden bunu bir kez daha gösterme ve bilinçlereişleme çabası içindeydiler… Bu anlamda ilk

teslimiyet gruplarının yaşadıklarının dışında birdurum yaşamaları hemen hemen olanaksızdı… Zatenyaşanan pratik de bundan başkası olmadı…

İdeolojik ve politik teslimiyet ve tasfiye sürecinintarihi neredeyse anı anına ve belgelere dayalı olarakdeğerlendirildiği için bunlar üzerinde yenidendurmanın bir anlamı yok… Ancak gelinen noktadaideolojik ve politik teslimiyet ve tasfiye süreci hatırısayılır bir doygunluk noktasına ulaştı. Gerçi butümden devrimci dinamizmin ve direncin tasfiyesinoktasına gelemedi, ancak bu direnç, hatta genişkitlesel boyutlar kazanan bu direnç yürürlüktekipolitik program ve çizgi ile trajik bir paradoksoluşturmaktadır. Bu trajik paradoksun anlamı şudur:

Dün “Barış ve demokratik açılım adına” gelipteslim olan grubu karşılamak için binlerce Kürtcoşkulu bir karşılama töreni yaptı, bugün yapmayadevam ediyor. Bu sahiplenme duruşu ile gerçekleşenolayın politik özü tam anlamıyla bir karşıtlık, tam birparadoks oluşturmaktadır. Grubun kendileriyle birliktegetirdikleri ve okudukları bildiride ortaya konulanprogram, “Türkiye demokratik ulusunun birparçası olarak Kürt halk kimliğimiz temelinde veanayasal güvenceye sahip olarak özgür, eşit vebirlikte yaşamak” olarak ifade ediliyor. “Türkiyedemokratik ulusu” hedefi ile coşkulu ve eylemlibinlerin politik duruşunu bağdaştırmak mümkün mü?Coşkulu ve eylemli binlerin ayağa kalkışınıntemelinde Kürt ve Kürdistan ulusal bilinci ve ruhuvardı; son 10 yılın sistematik bilinç ve ruh katliamhareketi bu bilinci ve ruhu kökünden tasfiye edemedi.Ancak tersine çevirmeyi, baş aşağı dikmeyi ve bunubinlere yedirmeyi başardı. Bunun sayısız nedeni varve bu paradoks, Kürt halkının güncel trajedisinin detemelini oluşturmaktadır. Bu trajedi aşılmadan KuzeyKürtleri’nin, gerçekten eşit, özgür ve bağımsız birkimlik ve irade olarak politika ve tarih sahnesindeyerlerini almaları mümkün değildir. Şu soru, içindebulundukları trajik paradoksu anlamaları içinyeterlidir:

Çeyrek asırdan fazla bir süredir verdiğimiz

mücadele, gösterdiğimiz direnişler, ödediğimizbedeller “Türkiye demokratik ulusunun bir parçasıolarak Kürt halk kimliğimiz temelinde ve anayasalgüvenceye sahip olarak özgür, eşit ve birlikteyaşamak” için miydi? Şimdi yapılan coşkulu törenler,gösteri ve yürüyüşler, gerçekte “Zafer törenleri” mi?Kendini düzene kabul ettirme, bunun için en temelistem, amaç, ilke ve değerlerinden vazgeçme vetarihsel ve toplumsal olarak içi boş bir “Türkiyedemokratik ulusu” kavramı ile bunu meşrulaştırmaçabaları ne zamandan beri “zafer” oldu; tarihte böylebir zafer var mı?

10 yıl sonra gerçekleştirilen “Barış grupları”süreci, yani dün gerçekleştirilen ve devamınıngeleceği söylenen teslimiyet sürecinin dahaöncekinden farklı boyutları var. Bu farklılık özde,politik hedeflerin kendisinde değil; koşullar ve iç-dışpolitik dengeler ortamından kaynaklanıyor. ABD’ninIrak, Güney Kürdistan politikaları ve TC’nin bualanda kazandığı inisiyatif ve kendisine yüklenilenrol, TC’nin kendi iç dengelerini Ergenekon davasıüzerinden yeniden kurması ve bunların bir sonucuolarak PKK sorununu çözme ihtiyacının artık kendinidaha yakıcı olarak dayatması ve PKK sorununu çözmebağlamında Kuzey Kürtleri’ni belli kırıntılarla düzenebağlama hedeflerini bir plan olarak belirledi ve“Demokratik açılım süreci” böylece başlatıldı.

Öcalan ve PKK 10 yıldır devlet ve düzenekendilerini kabul ettirmek için sistematik ve çok yönlübir çaba içindedirler. Burada, devletin kendisininbelirlediği plan bağlamında ve inisiyatifi her düzeydeelinde tutarak bir süreç başlattı. Ancak bu sürecinönünde önemli engeller ve direnç noktaları vardı.MHP ve CHP’nin başını çektiği cephe uyguladığı sertmuhalefet ile süreci tıkama noktasına kadar getirdi.Genelkurmay’ın TC’nin var oluş ilkelerini yenidenvurgulayan açıklamaları ve bu konuda gösterdiği tavır,hükümeti de neler yapmayacaklarını bir kez dahavurgulama ihtiyacına itti. Aslında bu konuda bütüncepheler, TC’nin temel ilkeleri konusunda aynınoktadaydılar, ama atılabilecek adımlar konusunda

Bir kez daha 10 yıl önce ve 10 yıl sonra…M. Can Yüce

Page 29: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

farklılıklar ortaya çıkıyordu. Gelinen noktada PKK sorununu çözmek ve Kuzey

Kürtleri’ni devrimci dinamizminden arındırarakdüzene bağlamak devlet açısından kaçınılmaz birihtiyaç haline gelmişti. Öcalan, 10 yıldır bununçizgisini savunuyor ve Kuzey Kürtleri’ne yediriyordu,kendi iktidar sistemini de daha da derinleştirmiş vesağlamlaştırmıştı. Dolayısıyla onun üzerinden buhedefe ulaşmanın “tarihi fırsatı” doğmuştu, bunudeğerlendirmeleri gerekiyordu. Böyle düşünüyorlardı.Gelinen tıkanma noktasında ellerini güçlendirecek“jestlere” ihtiyaç vardı. Bu “jest” İmralı’nın çağrısıylakarşılandı. İşte bugün gelinen nokta satırbaşlıklarıbiçiminde özetlenen gelişmelerin bir sonucu veürünüdür.

34 kişilik grubun gelişi ve ardından devlettarafından serbest bırakılmaları, hem “Açılım süreci”,hem de 10 yıldır sistematik bir biçimde sürdürülenteslimiyet ve tasfiye süreci bakımından yeni biraşamadır. Düzen ve devletle bütünleşme, bunun devlettarafından kendi ölçüleri bağlamında kabul görmeyebaşlaması, pratik-politik olarak yeni bir aşamadır.

34 kişinin gelişi, salt “sürecin gelişmesibakımından hükümetin elini güçlendirici” taktik biradım değil, aynı zamanda ve daha önemlisi, devlet vedüzenle bütünleşmenin “programının” bir kez dahadeklare edilmesidir. Bununla birlikte bu, devlet vedüzenle bütünleşmenin sembolik bir ifadesidir de…

Bugün ülkemizde ve Türkiye’de yaşanan veyaşanacak gelişmeleri daha iyi ve objektif kavramakiçin altında “Barış ve Demokratik Çözüm Grubu”imzası bulunan bildirinin “Talepler” bölümünü olduğugibi buraya aktarmak istiyoruz:

“Kısaca ve özce ortaya koyduğumuzmesajlarımızın pratikte hayat bulması ve ortak yaşamkoşullarının olgunlaşması için en önceliklitaleplerimizi şöyle sıralayabiliriz;

1- Önder Abdullah Öcalan’ın hazırladığı Kürtsorununun barışçıl ve demokratik siyasi çözümü içinYOL HARİTASININ ilgili muhataplarına verilmesinive tüm kamuoyuna açıklanması,

2- Askeri ve siyasi alana dönük operasyonlarındurdurulmasını ve Kürt sorununun barışçıl vedemokratik siyasi çözümünün önünün açılmasını vebu çözümün Türkiye’nin gerçek anlamdademokratikleşmesine bağlı olarak Kürt halkının özgüriradesini esas alma temelinde diyalog ve müzakereyöntemiyle gerçekleştirilmesini,

3- Türkiye demokratik ulusunun bir parçası olarakKürt halk kimliğimiz temelinde ve anayasal güvenceyesahip olarak özgür, eşit ve birlikte yaşamak,

4- Anadilimiz olan Kürtçeyi her yerde özgürcekonuşmak, öğrenmek, geliştirmek ve tarihideğerlerimizi, kültürümüzü ve coğrafyamızıanadilimizde yaşamak,

5- Çocuklarımızı Kürtçe adlandırmak, Kürtçeeğitmek ve büyütmek,

6- Kürt halkı olarak tarihimizi, kültürümüzü, sanatve edebiyatımızı özgürce yaşamak, geliştirmek vekorumak,

7- Kendi kimliğimizle demokratik toplumsalörgütlenmemizi geliştirmek, demokratik siyasetyapmak ve kendimizi özgürce ifade etmek,

8- Kürdistan’ın köy, kasaba ve şehirlerinde özelharekâtçı, korucu ve polisin baskı ve zulmünden uzak,yeterli imkânlara kavuşmuş ve güvenlik içindeyaşamak,

9- Türkiye’nin demokratikleşmesini ve bunun içinsivil-demokratik bir anayasanın hazırlanmasınıistiyoruz.”

Burada üzerinde durulması gereken temel nokta, 3.taleptir. Bu talep, aslında bir tür İmralı çizgisininözünü anlatmaktadır. Burada yeni bir ulus tanımı,“Türkiye ulusu” gibi, Kürtler’in ulusal ve tarihselinkarını perdeleyen ve başka bir biçimde teorileştirenbir ulus tanımı geliştirilmek ve anayasal güvencelere

bağlanmak istenmektedir. Aslında bu tanımın hiçbirtarihsel, toplumsal ve kültürel temeli yoktur; Türkulus teorisini yeniden üretme ve Kürtlere kabulettirme girişimidir. Buna göre üst kimlik olarakTürkiye ulusu kabul edilmek, Kürtler ve diğerleri isealt kimlik olarak bunun bir parçası olarak yenidentanımlanmak istenmektedir. Yoksa Kürt halkının birulus olarak kabul ettirilmesi, ulus olmaktankaynaklanan haklarının birer talep olarak ileri

sürülmesi, kendini gerçekte eşit bir taraf olarak görmeve kabul ettirme durumu yoktur. Gerçeklik budur,yoksa söylenen lafların tümü bu gerçekliği örtmenindemagojisi olmaktan öte bir anlam ve değer ifadeetmemektedir.

Bu konuyu birçok boyutuyla tartışmaya devamedeceğiz. Israrla gerçekleri ortaya koymak bugün herzamankinden daha fazla bir zorunluluk olmaktadır…

20 Ekim ‘09

10 yıl sonra... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 29Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

“Barış ve Demokratik Çözüm Grubu” olarak Türkiye’ye gelen 34 kişinin 29’u serbest bırakılırken 5 kişitutuklama talebiyle sorgu hakimliğine sevk edildi. 5 kişi de çıkarıldıkları mahkemece serbest bırakıldı.Böylece 34 kişinin tamamı serbest bırakılmış oldu.

5 kişi için tutuklama istemi!

19 Ekim günü Abdullah Öcalan’ın çağrısı ile Kandil ve Maxmur Mülteci Kampı’ndan yola çıkan 34 kişiHabur sınır kapısından Türkiye’ye giriş yaptı. Grup Habur’da onbinlerce kişi tarafından karşılandı ve ifadelerialınmak üzere tabur komutanlığına götürüldü.

Grup verdikleri ifadede Türkiye’ye Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla ve barış sürecine katkı amacıylageldiklerini belirtti.

İfade işlemlerinin tamamlanmasının ardından değerlendirme yapan savcılar 4 saat sonra karar verdiler.Buna göre gruptan 29 kişi serbest bırakılırken 5 kişi “Örgüt üyesi olmak” gerekçesiyle ve tutuklama talebiylesorgu hakimliğine sevk edildi.

Tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilenlerin Kandil’den gelen grupta yer alan Elif Uludağ, Hüseyinİpek ve Vilayet Yakut ile Maxmur’dan gelen grupta yer alan Nurettin Turgut ve Musa Tomak olduğukaydedildi. Ekipteki 4 çocuk için ise herhangi bir işlem yapılmadı. Sorguları bittikten sonra serbest bırakılan 5kişiyle beraber barış grubunun tamamı Silopi’ye gitti. Burada kitlesel bir karşılama yapıldı.

Tutuklama talebine tepki!

Barış gruplarının gelişi Kürdistan genelinde yaygın eylemlere konu edildi. En kitlesel olan ise onbinlercekişinin biraraya geldiği Silopi oldu. 5 kişinin tutuklama talebiyle mahkemeye sevkedilmesinin duyulmasıüzerine 20 Ekim sabahı erken saatlerde yeniden toplanan kitle karara tepki gösterdi. Onbinlerce kişi sınırkapısına 600 metre kala oturma eylemi gerçekleştirdi.

Cizre’de kitlesel karşılama

Silopi’deki karşılamanın ardından barış grubu üyeleri Cizre’ye doğru yola çıktı. DTP otobüsüne binlercearaçlık konvoy eşti. Grup, Cizre girişinde de on binlerce kişi tarafından karşılandı. Marşlar ve sloganlareşliğinde yürüyen kitlenin sayısı, DTP Cizre İlçe binası önünde daha da arttı.

Kitleye hitaben konuşma yapan Kandil Barış Grubu Sözcüsü Mehmet Şerif Dalkıran, Kandil’den selamgetirdiklerini belirtti.

Barış grubununa kitleselkarşılama

Kayıplar için 238. buluşmaİnsan hakları savunucuları ve kayıp yakınları, 17 Ekim günü 238. kez Galatasaray’da biraraya geldi. 27

Ekim 1991 tarihinde İstanbul Kocamustafapaşa’da evinin önünden kaçırılan ve kendisinden haber alınamayanHüseyin Toraman’ın dosyasını açtı.

Toraman’ın kaybediliş hikayesini anlatan kardeşi Sakine Kaçar, Toraman’ın kaçırılmasının üzerinden 18yıl geçtiğini belirterek, kardeşinin ve gözaltında kaybedilenlerin akibetini sordu.

İHD İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon adına basın açıklamasını okuyan LemanYurtsever ise 15 Mayıs 1993’te Silopi – Görümlü Köyü ve çevre mezralarda kaybedilen 6 köylününkaybedilişini şöyle anlattı:

“Keldani aileden Hikmet ve Hamdin Şimşek’in evinden getirdikleri İncil’i cebine, Haç’ı boynuna astılar.‘Bakın sizin imam Hristiyan olmuş, siz nasıl bir Hristiyanın arkasından namaz kılıyorsunuz?’ dediler. Sonra 7kişiyi alıp Tabur’a götürdüler. Yaklaşık bir saat sonra Tabur’un içinden silah sesleri gelmeye başladı. Akşamadoğru Abdurrahman Kayek serbest bırakıldı. Derisi yüzülmüş, tırnakları çekilmişti. Hiç konuşmadı. Aynı geceköyünü terk etti. Aileler iyice endişelenmeye başladılar. Hemen Tabur’a gidip, Tümen Komutanı olan MeteSayar’a yakınlarını sordular. Tümen Komutanı Mete Sayar, ‘Gidin! Köyünüz Ermeni, imamınız Ermeniymiş.Bir daha sormayın yoksa aynı akıbeti paylaşırsınız’ diyerek yanından kovdu. Savcıya dilekçe verdiler. Savcı,‘Evet aynı gün gözaltına alınmışlar, sorgulandılar, bunlar dağ kadrosuna katılmışlar’ dedi. 6 kişiden bir dahahaber alınamadı.”

Açıklamada ayrıca, 6 kişinin kaybedilmesinden sorumlu Şırnak Tugay Komutanı Mete Sayar’ın vedönemin yetkililerinin cezalandırılması istendi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 30: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

Sol içi şiddete hayır!30 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/41 H 23 Ekim 2009

Devrimci ve Demokratik Yapılar ArasındaDiyalog ve Çözüm Platformu'ndan açıklama:

Devrimci-demokratik kamuoyuna;Devrimci-demokratik kurumların kendi aralarında

yaşadığı sorunların şiddete dönüşmesini engellemek,varolan sorunları devrimci bir eleştiri ve yinedevrimci-demokratik birlik ve dayanışma zeminineyaslanan ortak bir hukuk çerçevesinde ele almakamacıyla oluşturulan platformumuz, İstanbul'da 30Ağustos 2009 tarihinde, 1 Mayıs Mahallesi KuruluşFestivali'nde Demokratik Toplum Partisi (DTP)üyelerinin Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu'nun(BDSP) standlarına fiili bir saldırıda bulunmasıüzerine yaşanan gelişmeleri değerlendirmekmaksadıyla bu metni kaleme almayı gerekli görmüştür.

Olayın ayrıntılarını herkesin bilmesinden kaynaklıayrıntılandırmadan değinmek gerekirse;

İstanbul'da her yıl geleneksel olarak düzenlenensemtin emekçi halklarının ve devrimci-demokratikkurumların emeği ile bugünlere taşınan 1 MayısMahallesi'nin kuruluş yıldönümlerinde düzenlenenFestival'de Kızıl Bayrak'ta M. Can Yüce imzalı çıkanbir yazının DTP üyeleri tarafından önderlerine hakaretolarak değerlendirilmesi gerekçesiyle BDSPstandlarına ve faaliyetçilerine sopalarla saldırmış,araya girenler de dahil aldıkları darbelerle yaralananlarolmuştur. Sonrasında da mevcut yayın standlarda yeraldığı sürece şiddetin devam edeceği ifade edilmiş, bugelişmelerden sonra 1 Mayıs festivali iptal edilmiş,peşisıra düzenlenecek olan Sarıgazi Festivali'nden debirçok kurumun geri çekilmesiyle sonuçlanan birdurum yaşanmış, bazı semtlerde ve eylemlerde detehditlerin devam ettiği görülmüştür. DTP'nin mevcuttavrının yanında olayın başından itibaren şiddetidurdurmaya çalışan devrimci-demokratik kurumlarınortak çabasından farklı bir nitelikte ESP, "mevcutyayının standlardan kaldırılması ve kurumların bukararı ortaklaştırması" biçiminde eleştirilere nedenolan bir çözüm önerisinde bulunmuştur.

Bu gelişmeler üzerinden biraraya gelen platform,oluşturduğu heyetle DTP İl Merkezi ile bir görüşmegerçekleştirmiştir. Bu görüşmede, DTP İl Merkezi,mevcut saldırıların merkezi olarak sahiplenildiğini, bututumun "DTP bünyesindeki tüm kurumların ortak vemerkezi kararı" olduğunu ifade ederek, devamla,plaftormumuzun şiddeti durdurmaya yönelikönerilerinin "taraflı bir tutumun" ürünü olduğunu,Kızıl Bayrak'ta yayınlanan yazının önderliklerine"küfür ve hakareti" içerdiğini, "BDSP'nin bu yazıyıyayınlamaya devam etmelerini şiddet olarakgördüklerini ve bu şiddet devam ettiği sürece kendiyönelimlerinin de aynı şekilde" devam edeceğini,"BDSP'nin devrimci kurumlar tarafındaneleştirilmediğini ve yanlış tutumların devrimcikurumlar tarafından görmezden" gelindiği söylenerek,bu tutumun devam ettirileceği ifade edilmiştir.

DTP İl Merkezi ile alınan görüşme sonrasıdurdurulmasını talep ettiğimiz şiddetin devamedeceğinin kurumun merkezi iradesince ifadeedilmesinden kaynaklı endişe duyuyor ve konuyailişkin yaklaşım tarzına yönelik eleştirilerimizi ifadeetme sorumluluğu duyuyoruz. Bizler, yaşanan sorunamüdahil olmamızın gerekçesini şöyle tarif etmekteyiz:

Birincisi; devrimci-demokratik güçlerin ideolojik-politik her türlü faaliyeti, eleştirileri, ideolojikmücadele esas alınarak değerlendirilmelidir. Eleştirisınırlarının aşıldığı ve hatta hakarete varan biryaklaşımın var olduğu düşünülse dahi, dost kurumlararasındaki her türlü sorunun, diyalog temelinde, diğer

dost kurumların da desteğiyle çözülmesi doğru vegerekli olandır.

İkincisi; gerçekleştirilen bu saldırı, sadece BDSP'yeyönelik değil, onun şahsında devrimci mücadeleye ve1 Mayıs Mahallesi halkına; onların emekleriyleörgütlediği ve hepimizin içerisinde yer aldığı ortaketkinliğimiz olan festivale yöneliktir ve festivalin bubirleştirici niteliğine darbe vurmuş, her yıl binbiremekle gerçekleştirilen bu etkinliğin iptal edilmesineneden olmuştur. Yaşanan bu saldırı, devrimci-demokratik kurumlara karşı güvensizliğinyaygınlaşmasına katkı sunmuştur. Sorunları şiddet ileçözümleme yöntemi, sadece devrim ve demokrasigüçlerine değil, genel anlamda geniş emekçi halkkitlelerinin bütününe bu yönüyle darbeler vurmaktadır.

Platformumuzun bu kapsamda, var olan fiilisaldırının sona erdirilmesine yönelik gösterdiği çabalarve yönelttiği eleştiriler, DTP ile yapılan görüşmede"taraf tutmak" olarak değerlendirilmiştir.Platformumuz, devrimci-demokratik kurumlararasında yaşanan şiddet olaylarına ve eğilimlerinekarşı ikirciksiz durmayı bir ilke olarak görmekte,sebep her ne olursa olsun sorunların şiddetleçözümlenmeye çalışılmasına karşı ilkesel ortak birtutumda ısrarcı olmayı zorunlu görmektedir. Bukapsamda platforma kendi iradeleri doğrultusundadahil olan ya da olmayan kurumlara "ayrı bir hukuk"işletmez, "taraflı ve yanlı" bir tutum geliştirmez,geliştiremez. Plaftormumuzun varlık gerekçesi veniteliği özetle budur. Eleştirilerimizin "dıştalamaya" ve"taraf olmaya", "taraflar oluşturarak, yine taraflararasına keskin mesafeler konmasına" yönelik değil,tam tersine uzun yıllardır yürütmüş olduğumuz veelbirliğiyle kavgasını yürüttüğümüz ortakdeğerlerimizin korunmasına dayalı sahiplenici birtutum olduğu görülmelidir.

DTP, yaşanan sorunda çözümden uzak bir yöntemolan şiddet uygulamak yerine ideolojik-politik

zeminde tartışarak diyalog yoluyla, çözüme dayalıadım atmalıdır. Doğru yöntem budur.

Devrimci kurumlar arasında yaşanan sorunlara"şiddet" ile çözüm üretmeye çalışmak sadeceplatformumuzun değil, tüm devrimci-demokratikkurumların istisnasız karşı çıkması gereken biryöntemdir. İşte bu noktada platformun dışında,yaşanan olaya müdahil olan devrimci kurumlardanESP de niyeti ne olursa olsun şiddeti engelleyen veçözen değil, güçlendiren ve meşrulaştıran bir tavırsergilemiştir. Bu tutumu eleştiriyoruz.

Tekrar vurgu yapmak gerekirse, plaftormumuzunmüdahil olduğu konu, sorun ne olursa olsun, "şiddetleçözüm" pratiğinin mahkum edilmesi ve bu konuda"tarafsız ve tavizsiz bir duruş" sergilemektir.Unutulmamalıdır ki devrimci ve demokratik kurumlararasındaki sorunların çözümünde diyalog yöntemininbenimsenmesi ve şiddet yöneliminin tümüylereddedilerek mahkum edilmesi, karşı devrimci birpratiğe dönüşmeyen durumlarda, sebep ne olursa olsunşiddetin meşrulaştırılmaması, "ortak devrimciçıkarımız" gereğidir. Bu devrimci ve demokratiktutum, tek tek kurumların ortak çıkarının gerisinedüşürülmemelidir.

Dolayısıyla platformumuz yaşanan bu sorunda daşiddeti ve şiddetin meşrulaştırılmasına hizmet edenhiçbir anlayışı kabul etmemektedir. DTP, eleştiriye tabituttuğu yazının niteliğini devrimci bir tarzdatartıştırmak istiyorsa, izlemesi gereken yöntem, fiilişiddete son vererek diyalog zemininde, ideolojik-politik zeminde tartışmaya hizmet edecek adımlaratmak olmalıdır.

Sonuç olarak, yaşanan saldırıları kınıyor, DTP'yişiddete son vermeye, yaşanan sorunu diyalogzemininde çözmek için adım atmaya çağırıyoruz.

Devrimci ve Demokratik Yapılar Arasında Diyalogve Çözüm Platformu

İşçiler Kayseri İşçi Bülteni’nin Ekim ayı sayısı için buluştu

18 Ekim Pazar günü, Kayseri İşçi Kültürevi’nde, Kayseri İşçi Bülteni’nin dördüncü sayısına ilişkingörüşleri tartışmak, daha önce çıkan üç sayıyı değerlendirmek üzere bir toplantı yapıldı. Toplantıya katılanişçiler bültenin politik içeriğine ilişkin görüş ve önerilerini dile getirdiler.

İşçiler bültende bir hukuk köşesi olmasının yararlı olacağını ifade ettiler. Ayrıca bültenin popüler bir eğitimaracı olarak kullanılması gerektiğini dile getirdiler. İşçi haklarına ilişkin bir bölümün bültende yer almasını,işçi sınıfının mücadele tarihinden bilgilerin yer aldığı birköşenin de hazırlanmasını önerdiler. Bültenin daha fazlatanıtılması gerektiğini ve dağıtımının daha genişyapılmasının önemi de toplantıda dile getirildi. Bültenin işçiemeklilerinin sorunlarına da yer vermesi bültene yönelik birdiğer öneriydi.Bültenin Ekim sayısında ise Kayseri Organize SanayiBölgesi’nden daha fazla haberin bültende yer alabileceğibelirtildi. Ayrıca yaşanan sel felaketi ve kurtarma rezaletinedair bir yazının yer alması da gelen öneriler arasındaydı.

Toplantıda söz alan tüm işçiler ve bülten çalışanları,Kayseri’de işçi sınıfına seslenmenin bir aracı olarak bülteninanlamı ve önemi konusunda ortaklaştılar. Ayrıca bültene maliolarak da sahip çıkılmasının önemi üzerinde durdular.

Kızıl Bayrak / Kayseri

Page 31: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

CMYK

MücadelePostası

Hacı Ali Bey Mah., Çelikel Sok., Sakarya İş Hanı Kat: 5No: 58 ESKİŞEHİR

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

EKSEN Yayıncılık Büroları Gazetene sahip çık! Abone ol! Abone bul!Adı : ........................................................................Soyadı :........................................................................Adresi : ........................................................................

.........................................................................Tel : ........................................................................

6 Aylık Yurt içi 60 TL Yurt dışı 100 Euro 1 Yıllık Yurt içi 120 TL Yurt dışı 200 Euro

Gülcan Ceyran adına,* TL için : Yapı Kredi Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 0097680-3* Euro için : İş Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 10021127094No’lu hesaba yatırdım. Makbuzun fotokopisi ektedir.

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

853. Sok. Bilen İşhanı No: 27/710Konak/İZMİR Tel-Fax: 0 (232) 489 31 23

Geçtiğimiz hafta Çiğli Güzeltepe Mahallesi’nde işlenen cinayet burjuva medyada yer aldı. Cinayetiişleyen dayı, cinayete kurban giden yeğendi. 15 yaşındaki bir kız ve ona aşık olduğunu söyleyen 39yaşındaki dayısı. Anlatılanlara göre, dayısı yeğenini öpmüş ve kız onu terslemiş. Dayısı, kimseye bu olayısöylememesini, istemiş. Kız da olayı anne, babasına anlatacağını söyleyince, olay patlak vermiş. Dayısı,yeğenini 21 yerinden bıçaklayarak öldürmüş.

Bu tür olaylar, bu ülkede nadir olarak yaşanmıyor. Her gün gazetelerin 3. sayfalarında bu ve benzeri,hatta daha vahim olaylar okuyabilmek mümkün. Güzeltepe’de durum biraz farklı. Birçokları bu kadarı daolmaz diye şaşırıyor. Güzeltepe’de uyuşturucu ve hırsızlık olayları oluyordu, ama aile içi aşk cinayeti, hemde bu kadar iğrenç ve dehşet verici olay ilk kez yaşanıyordu. Şaşkınlıkları bu yüzdendi. Şaşkınlıklarının birbaşka nedeni de, bu mahallenin geçmişte devrimci mücadelede yer tutuyor olmasıydı. Güzeltepe karakolbasılarak polislerin kelepçelendiği, ordunun tank ve helikopterlerle operasyon düzenlediği, Tariş direnişiniyaşamış onurlu bir geçmişe sahip.

Bu cinayetin üzerinde durup düşünmek gerekiyor. İnsanlar ahlaki olarak nasıl bu kadar düşkünleşiyorve nasıl bu kadar vahşileşiyor. Sistem için en iyi insan düşünmeyen insandır. Bunu sağlamak için deuyuşturucu, hırsızlık, fuhuş vb. ahlaki çöküntüyü emekçi semtlerinde örgütlemektir. Her türlü pisliğiniemekçileri aşılamak, toplumu bozmaktır. Sistem öyle insan tipi oluşturmak isterki; emekçi açlık, yoksulluk,sefalet ve her türlü pislikle iç içe yaşamalı ama neden böyle yaşadığını düşünmemeli, bunun nedeniniortadan kaldırmaya yönelmemelidir.

Güzeltepe, Çamlıkule, Kuruçeşme, Okmeydanı, Gülsuyu vs. bağrından yüzlerce devrimci çıkarmış,devrime, devrimcilere sempatiyle bakan, toplumsal sorunlara duyarlı emekçilerin yaşadığı semtlerdir.Devlet sistematik olarak uyuşturucuyu, hırsızlıklığı ve fuhuşu buralara sokarak toplumu bu şekildeçürütmeye çalışmaktadır. Bu sistem artık ömrünü doldurmuştur. Burjuva gazetelerinin 3. sayfalarında yeralan bütün haberlerin kaynağı kapitalist sistemdir.

Güzeltepeliler devrimci değerlerden uzaklaştıkça mahallede esrar, alkol ve hırsızlık oldukça arttı.Aileler çocukları için “devrimci olmasınlar da ne olurlarsa olsun” dediler. Eskiden Buca Cezaevi’nde siyasinedenlerden yatan Güzeltepeliler şimdi gasp, hırsızlık, cinayet, yaralama, esrar olaylarından yatıyorlar.Çocuklarını her şeyden uzak tutacağını düşünen aileler de şunu unutmamalılar; böyle düşünerekçocuklarını bu sisteme, bu düzene daha fazla itiyorlar. Yarın, öbür gün onların çocuklarının da benzer şeyleryapması ya da bu olayların onların başına gelemeyeceğinin garantisini veremezler.

Tüm bu olumsuzlukların yaşanmaması için yapmamız gereken tek şey devrim ve sosyalizmmücadelesine katılmak, insanca yaşanabilecek toplumsal bir düzen olan sosyalizmi kurmaktır.

Çiğli’den bir işçi

Kötülüklerin kaynağıkapitalizmdir!

Dünyanın en büyük otomobil üreticilerinden ABDşirketi General Motors’un Tayland’taki fabrikasındaçalışan yüzlerce işçi, şirket yönetimiyle yapılangörüşmelerde anlaşmaya varılmasının ardından 10 günsüren grevlerini sona erdirdiler.

Rayong eyaletinde bulunan fabrikada 800 sendikalımaden işçisinden yüzlercesi ücret konusunda yönetimleçıkan anlaşmazlık üzerine grev kararı almış, fabrikadaüretimi tamamen durdurmuşlardı.

1999’da üretime başlayan fabrikada yaklaşık 1.700işçi çalışıyor ve yılda 50 bine yakın Chevroletkamyoneti, otomobil ve özel araç üretiliyor.

Neste Oil’deişten atmalar…

Finlandiya merkezli rafineri ve enerji şirketi NesteOil 351 kişiyi işten çıkaracağını duyurdu.

5 Ağustos günü başlayan görüşmeler sona erdi veşirket Salı günü yaptığı açıklamada Finlandiya’da 351kişinin işine son verileceğini, bu şekilde yıllıkharcamalardan 30 milyon Euro kâr edileceğini açıkladı.

351 işçiden 240’ının gönüllü emekliliğe ayrılacağı,111 işçinin ise şirket tarafından işten çıkarılacağısöylendi. Neste Oil’de şu anda 4 bini Finlandiya’daolmak üzere toplam 5 bin 300 kişi çalışıyor.

Peru maden işçileri greve hazırlanıyor… Peru Ulusal Maden İşçileri Federasyonu ülke genelinde grev yapacaklarını duyurdu. Bazı sendikalar ise

greve katılmayacaklarını açıkladı. Federasyon grev hazırlıklarına Eylül ayında başlamıştı. Federasyon yöneticisi Luis Castillo, “48 saatlik grev kararımızı uygulayacağız. Çalışma Bakanlığı’ndan

yetkililer bizimle görüşmek istedi, ancak yine de eylemimize devam edeceğiz” dedi. Perulu maden işçileri en son 2008 yılının ortasında iş bırakmıştı. Peru dünyada gümüş üretiminde 1., çinko üretiminde 2., bakır ve kalay üretiminde 3., kurşunda 4. ve

altında 6. sırada yer alıyor.

Güney Kore’de genel grev uyarısı… Çalışma Bakanlığı’nın birden fazla sendikanın tek bir şirkette örgütlenebilmesi ve şirketlerin

sendikalarda tam zamanlı çalışan üyelerin maaşlarını ödememesine ilişkin planları hayata geçirilirse Koreİşçi Sendikaları Federasyonu (FKTU) genel grev yapacağını açıkladı.

Grevin diğer önemli sendika konfederasyonlarıyla birlikte örgütlenebileceği söylendi. FKTU Başkanı Jang Seok-chun, “Tek bir işyerinde birden çok sendikanın olması ve tam zamanlı çalışan

sendikacıların maaşlarının ödenmesine ilişkin taleplerimiz karşılanmazsa, genel grev yapmaktan başkaseçeneğimiz yok” dedi. Jang Seok-chun, Kore Sendikalar Konfederasyonu (KCTU) ile birlikte greveçıkılacağını açıkladı.

Sendikalar, tam zamanlı sendika çalışanlarının maaşlarının hükümet değil sendika yönetimi tarafındanbelirlenmesini talep ediyor.

GM Tayland’dagrev sona erdi…

Page 32: Sİ Kızıl Bayrak 2009-41

Barış sosyalizmle gelecek!