t.c. ercİyes Ünİversİtesİ sosyal bİlİmler enstİtÜsÜ...
TRANSCRIPT
T.C.
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ÇUKUROVALI ÂŞIK MUSTAFA KÖSE’DEN DERLENEN
TÜRKÜLÜ HİKÂYELER
( İNCELEME – METİNLER )
Tezi Hazırlayan
Ozan TÜLÜCE
Tezi Yöneten
Prof. Dr. İsmail GÖRKEM
Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı
Türk Halk Edebiyatı Bilim Dalı
Yüksek Lisans Tezi
EYLÜL 2005
KAYSERİ
II
ÖN SÖZ
Bütün halk kültürü ürünleri, halkın oluşturduğu millî birer hazinedir. Bu hazinede ulusal
düşünce sistemimiz, ortak sanat anlayışımız, ortak acılarımız ve sevinçlerimiz, kısaca
ortak geçmişimizle geleceğe bakış açımız bulunmaktadır. Bu hazinenin nesilden nesle
aktarılmasını sağlayan kültür taşıyıcılarının sayıları günümüzde giderek azalmaktadır.
Kaynak kişilerin azalması, onların günümüzdeki değerlerini artırmaktadır. Ancak
onlardan elde edilen bilgi ve birikimlerin kayda geçirilmesi çalışmaları son dönemde
artmıştır. Bu kaynak kişilerin, içinde bulunduğumuz teknoloji çağında geleneklerini icra
etmeleri zorlaşmakta; bunun yanında, geleneğin devamlılığı açısından önemli bir yere
sahip olan usta - çırak ilişkisinin de yok olmaya doğru gittiği görülmektedir. Yukarı
Çukurova’da âşıklık geleneğinin en iyi temsilcisi olarak kabul edilen Âşık Mustafa
Köse’nin şu ana kadar derlenmemiş türkülü hikâyelerini derlemek, Türk Halkbilimine
kazandırmak, bu hikâyelerin kalıcılığını sağlamak ve gelecek nesillere aktarmak
tezimizi Türk Halk Bilimi açısından oldukça değerli kılmaktadır.
Mustafa Köse kırk yıl önce, kendi elleriyle yaptığını söylediği taş duvarlı evinde
yaşamakta; yiyeceklerini kendi bahçesinden temin etmektedir. Yörede televizyon yayını
izlenmemektedir. Bütün bu anlatılanlar, modern hayat unsurlarının son derece az girdiği
bir toplumun dinamiği ve türkülü hikâye geleneğinin önemli bir temsilcisi olan Âşık
Mustafa Köse’nin geleneğin taşıyıcısı olması açısından ne gibi bir önem arz ettiğini
göstermektedir.
Uzun ve meşakkatli yollardan giderek, kendisine ulaştığımız Âşık Mustafa Köse’nin
daha önce icrâ ile dillendirdiği ama kimseye kayıt yapmaları amacı ile anlatmadığını
söylediği yedi hikâyesini tespit ettik. Bu hikâyeler aynı veya farklı yörelerde farklı
kişiler tarafından anlatılsa da, Âşık Mustafa Köse anlatımlarının oldukça farklı ve doğal
olduğunu tespit ettik. Çalışmamızdaki türkülü hikâyelerin başka kaynak şahısların
anlatımlarında hem hacimsiz hem baştan savma olarak anlatıldığına Âşık Mustafa Köse
anlatımlarını izleyip dinlediğimizde şahit olduk.
Çalışmamızda “halk hikâyesi” kavramı yerine “türkülü hikâye” kavramını kullanmayı
uygun gördük. Çünkü anlatılan hikâyelerin türkülü kısımlarının dinleyici çevresinden
büyük ilgi görmesine rağmen hikâyelerde vak’anın ön plâna çıktığını ve türkülerin bu
IV
vak’a etrafında söylendiğini görmekteyiz. Bu konu “metin” kısmında ayrıntılı olarak
açıklanacaktır.
Âşık Mustafa Köse, türkülü hikâye repertuvarından beş hikâyeyi Prof. Dr. İsmail
GÖRKEM derleyerek bu hikâyeleri “Halk Hikâyeleri Araştırmaları, Çukurovalı Âşık
Mustafa Köse ve Repertuvarı” adlı doçentlik tezinde yayınlamış ve bu eser Akçağ
Yayınları tarafından 2000 yılında aynı adla yayınlanmıştır. Ses kayıt aracı ile canlı
gösterim esnasında derlediğimiz türkülü hikâyelerden yedi tanesini de çalışmamızda
GÖRKEM’in uyguladığı yöntemlerle incelemeye çalıştık. Canlı Gösterim Teorisi olarak
bilinen bu yöntemle incelediğimiz eserleri yazıya aktarırken GÖRKEM’in uyguladığı
ağız transkripsiyon tekniğine bağlı kaldık. Anlatıcının ağız özelliklerini - o yörenin
insanı olduğumuz için - aynen yansıtmayı düşündük. Yöresel sözcüklerin anlamları ise
Köse’nin ve Derleme Sözlüğü’nün verilerinden hareketle çalışmamızın Sözlük
kısmında aktarılmıştır.
Çalışmamızda, Çukurova’da hikâyecilik geleneği, Âşık Mustafa Köse ve onun hikâye
repertuvarındaki eksik metinlerin tespiti, âşıktan derlenmemiş hikâyeleri derleyerek bu
hikâyelerin incelenmesi meselesi ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Folklorun “canlı bir
gösterim” oluş niteliği göz önünde tutularak, Âşık Mustafa Köse’den derlediğimiz
hikâyelerin “anlatıcı-dinleyici” ilişkileri, “metin” ve “nazım” gibi diğer unsurların
değerlendirilmesi, tezimizi, yazıya aktarılmış folklor ürününün, cansız-durağan
görünümünden çıkarması açısından önemli kılmaktadır. Çalışmamız, çok değerli hocam
Prof. Dr. İsmail GÖRKEM’in eseriyle birlikte değerlendirildiğinde Türk Halkbilimine
“Türk Halk Hikâyeleri” açısından yeni katkılar sağlayacak ve bu alanda yapılacak diğer
çalışmalara yeni bir bakış açısı kazandıracaktır.
Çalışmada emeğini esirgemeyen aileme, özellikle eşim Sema TÜLÜCE’ye, desteğini ve
emeğini hiçbir zaman esirgemeyen, bir anlamda çalışmalarıma moral desteğiyle yardım
eden, Araştırma Görevlisi Betül AYDOĞDU’ya, üç sene boyunca ziyaretine her
gittiğimde beni baş tacı eden, evlâdı gibi gören, çok sevdiğim Mustafa KÖSE ve
ailesine, bu tarz bir çalışmayı benim yapabileceğime inanarak böyle geniş kapsamlı bir
konuyu bana vererek hiçbir yardımını benden esirgemeyen, çalışmalarıma desteği ve
emeğiyle can veren, yoğun işleri arasında bana vakit ayıran saygıdeğer hocam Prof. Dr.
İsmail GÖRKEM Beye sonsuz teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim. Ozan TÜLÜCE
II II
V
ÖZET
ÇUKUROVALI ÂŞIK MUSTAFA KÖSE’DEN DERLENEN
TÜRKÜLÜ HİKÂYELER
(İNCELEME – METİNLER)
Çalışmamızın konusunu Âşık Mustafa Köse’nin daha önce kimseye kayıt cihazlarıyla
anlatmadığını söylediği türkülü hikâyeler ve bunların incelenmesi ve Yukarı Çukurova
yöresinde yaşatılmaya çalışılan hikâyecilik geleneği ile Âşık Mustafa Köse’nin
hikâyeciliği oluşturmaktadır. Derlemelerin hepsi, tarafımızdan günler süren çalışmalar
sonucunda elde edilmiş, çalışmalarımızı sonuçlandırmak ve başarıya ulaştırmak için de
yöreyle bağımız uzun yıllar kesilmemiştir.
Çalışmamızda öncelikle Çukurova’dan, araştırma konusunun özelliklerinden ve bu
konuda yapılan çalışmalardan bahsedilmiştir. Performans (İcra Gösterim) Teori
hakkında burada bilgiler sunulmuştur. Daha sonra Âşık Mustafa Köse ve hikâye
repertuvarı hakkında bilgiler verilerek Köroğlu kollarından Gürcistan Seferi, Turna Teli,
Horasan Seferi, Şam Seferi türkülü hikâyeleri ile Gündeşlioğlu, Güherî ve Elbeylioğlu
türkülü hikâyeleri tahlil edilmiştir. Çalışmamızda inceleme yöntemi olarak Prof. Dr.
İsmail GÖRKEM’in “Halk Hikâyeleri Araştırmaları, Çukurovalı Âşık Mustafa Köse ve
Hikâye Repertuvarı, Akçağ Yay., Ankara 2000” adlı çalışmasında da kullandığı
Performans Teori yöntemi, modern şiir ve hikâye tahlil yöntemleri ayrıca türkülü
hikâyelerin yazıya geçirilmesinde uyguladığı transkripsiyon yöntemleri kullanılmıştır.
Anahtar Sözcükler
1. Halk Hikâyeleri ve Hikâyecilik Geleneği
2. Performans (İcra Gösterim) Teori
3. Köroğlu, Gündeşlioğlu, Güherî, Elbeylioğlu
4. Çukurovalı Âşık Mustafa Köse
III
VI
ABSTRACT
STORİES WİTH FOLK SONGS WHİCH WERE GATHERED
TOGETHER FROM ÂŞIK MUSTAFA KÖSE OF ÇUKUROVA
(ANALYSİS - TEXTS)
The subject of our study includes stories with folk songs which Âşık Mustafa Köse said
that he never told anyone who had asked for recording them. Besides, it contains these
researches’ details, story tradition which is wanted to keep alive in the region of
“Yukarı Çukurova” and the style of Âşık Mustafa Köse’s stones. We have achieved all
of these anthologies with the help of the studies that lasted days. İn order to come to a
desirable conclusion we had to be in contact with this region.
İn our study, we first mention about Çukurova region, the features of our topic and our
studies made on this topic. Furthermore, some information about performance and teory
is presented here. Also, some information about Âşık Mustafa Köse and his story
repertoire is given; some folk stories about Georgia Expedition of Köroğlu branch,
Turna Teli, Horasan Espedition, Domascus Espedition, Gündeşlioğlu, Güherî, and
Elbeylioğlu are analyzed. İn our study, as investigation method, we heve used Prof. Dr.
İsmail GÖRKEM’S methods of “Performence Teory, modern poetry and story analysis”
which he used in his work called “Studies of Fork Tales, Âşık Mustafa Köse of
Çukurova and Story Repertoire” which was published in Ankara in 2000. İn addition,
Görkem’s transcription method which he used in writing davn stories with folk songs
are employed in our study.
Key words:
1. Tradition of Story Writing and Folk Stories
2. Performance Teory
3. Köroğlu, Gündeşlioğlu, Güherî, Elbeylioğlu
4. Âşık Mustafa Köse of Çukurova
IV
VII
İÇİNDEKİLER
ÖN SÖZ ………………………………………………………………………………I
ÖZET………………………………………………………………………………...III
ABSTRACT………………………………………………………………………...IV
İÇİNDEKİLER …………………………………………………………………….V
KISALTMALAR…………………………………………………………...............X
GİRİŞ
1. ÇUKUROVA BÖLGESİNİN COĞRAFÎ KONUMU VE TARİHİ………………1
1. 1. Bölgenin Coğrafî Konumu………………………………………………….1
1. 2. Bölgenin Tarihi……………………………………………………………... 2
1. 3. Araştırma Alanının Coğrafî Konumu ve Tarihi………………………...3
2. ARAŞTIRMA KONUSUNUN ÖZELLİKLERİ……………………………………5
2. 1. Performans ( İcra Gösterim ) Teori………………………………………8
2. 2. Performans(İcra/Gösterim)Teorisine Göre Halk Hikâyelerinin
İncelenmesi.……………………………………………………………………..13
2. 3. Hikâyecilik Geleneği………………………………………………………16
2. 4. Metin ( Halk Hikâyesi / Türkülü Hikâye ) ….…………………………. 17
2. 5. Anlatıcı ( Hikâyeci - Âşık ) ………………………. . ……….……………19
2. 6. Müzik / Ezgi / Ritm………………………………………………………20
2. 7. Dinleyici / İzleyici Çevresi………………………………………….……21
2. 8. Mekân…………………………………………………………………….21
3. ARAŞTIRMA KONUSU HAKKINDA YAPILAN ÇALIŞMALAR…………..22
4. ARAŞTIRMANIN AMACI VE YÖNTEMİ……………………………………. 25
BİRİNCİ BÖLÜM
ÇUKUROVA’DA HİKÂYECİLİK GELENEĞİ VE ÂŞIK MUSTAFA KÖSE
1. ÇUKUROVA’DA HİKÂYECİLİK, HİKÂYECİLER VE HİKÂYELER……...28
2. OSMANİYE VE DÜZİÇİ’NDE HİKÂYECİLER VE HİKÂYELER…………..31
2.1. Âşık Mustafa (=Deli Mustafa) …………………………………………...32
2.2. Âşık Güllü (=Güllü Kâhya) ………………………………………………32
V
VIII
2.3. Gül Ali ve Abdal Seydihan………………………………………………. 33
2.4. Kır İsmail (=İsmail Güngör/Tab’lı İsmail/İsmail Tabak) …………….. 33
2.5. Üdülü Musduk……………………………………………………………33
2.6. Âşık Mahmut…………………………………………………………….. 33
2.7. Âşık Mehmet Köse………………………………………………………. 34
2.8. Kirik Ali (=Âşık Ali Altun) ……………………………………………… 34
2.9. Köroğlu (=Âşık Mehmet Demirci) ………………………………………34
2.10. Âşık Mehmet Tülüce (=Kulaçkollu Mehmet Ağa) ………………………35
2.11. Âşık Mehmet Ova……………………………………………………….35
2.12. İspir Onbaşı……………………………………………………………..36
2.13. Âşık Mehmet İper……………………………………………………….36
2.14. Âşık İbrahim Tülüce (=Tulug İrbâm) ………………………………....36
2. 15. Yörede Anlatılan Türkülü Hikâyelerin Özellikleri…………………..36
3. ÂŞIK MUSTAFA KÖSE…………………………………………………………..40
3.1. Hayatı……………………………………………………………………..40
3.2. Sanatı ve Sanatkârlığı……………………….……………………………40
3.3. Repertuvarı ve Bu Repertuvarın Anlatıcıya Bağlı Özgün Yanları........42
İKİNCİ BÖLÜM
TÜRKÜLÜ HİKÂYELERİN TAHLİLİ
1. NESİR KISIMLARININ TAHLİLİ………………………………………………45
1.1. Motif Halkaları ve Olay Örgüsü………………………………………...45
1. 1. 1. Köroğlu Kolları………………………………………………..46
1.1.1.1. Gürcistan Seferi Hikâyesi (=GSH) ………….......…..46
1.1.1.2. Turna Teli Hikâyesi (=TTH).………………………...48
1.1.1.3. Horasan Seferi Hikâyesi (=HSH) ………………...….50
1.1.1.4. Şam Seferi Hikâyesi (=ŞSH) ……………………...….51
1. 1. 2. Diğer Âşk ve Kahramanlık Hikâyeleri………………………52
1.1.2.1. Gündeşlioğlu Hikâyesi (=GOH) …………………….52
1.1.2.2. Güheri Hikâyesi (=GH) ……………………………...55
1.1.2.3. Elbeylioğlu Hikâyesi (=EH) …………………………56
1.2. Tema / Konu……………………………………………………...59
1. 2. 1. Köroğlu Kolları……………………………………………….59
VI
IX
1.2.1.1. Gürcistan Seferi Hikâyesi (=GSH) ………………….59
1.2.1.2. Turna Teli Hikâyesi (=TTH) …………………..……59
1.2.1.3. Horasan Seferi Hikâyesi (=HSH) ………………...…59
1.2.1.4. Şam Seferi Hikâyesi (=ŞSH) ……………………...…59
1. 2. 2. Diğer Âşk ve Kahramanlık Hikâyeleri………………………60
1.2.2.1. Gündeşlioğlu Hikâyesi (=GOH) …………………….60
1.2.2.2. Güheri Hikâyesi (=GH) ……………………………...60
1.2.2.3. Elbeylioğlu Hikâyesi (=EH) …………………………61
1.3. Zaman…………………………………………………………………….61
1. 3. 1. Köroğlu Kolları………………………………………………..62
1.3.1.1. Gürcistan Seferi Hikâyesi (=GSH) ……………….....62
1.3.1.2. Turna Teli Hikâyesi (=TTH) ………………………..63
1.3.1.3. Horasan Seferi Hikâyesi (=HSH) ………………...…63
1.3.1.4. Şam Seferi Hikâyesi (=ŞSH) ……………………...…63
1. 3. 2. Diğer Âşk ve Kahramanlık Hikâyeleri………………………63
1.3.2.1. Gündeşlioğlu Hikâyesi (=GOH) …………………….63
1.3.2.2. Güheri Hikâyesi (=GH) ……………………………...64
1.3.2.3. Elbeylioğlu Hikâyesi (=EH) …………………………64
1.4. Mekân……………………………………………………………………..65
1. 4. 1. Köroğlu Kolları………………………………………………..65
1.4.1.1. Gürcistan Seferi Hikâyesi (=GSH) ……………….....65
1.4.1.2. Turna Teli Hikâyesi (=TTH).………………………..66
1.4.1.3. Horasan Seferi Hikâyesi (=HSH) ………………..….66
1.4.1.4. Şam Seferi Hikâyesi (=ŞSH) …………………...……66
1. 4. 2. Diğer Âşk ve Kahramanlık Hikâyeleri………………………66
1.4.2.1. Gündeşlioğlu Hikâyesi (=GOH) …………………….66
1.4.2.2. Güheri Hikâyesi (=GH) ……………………………...67
1.4.2.3. Elbeylioğlu Hikâyesi (=EH) …………………………67
1.5. Şahıs Kadrosu…………………………………………………………….67
1. 5. 1. Köroğlu Kolları………………………………………………..67
1.5.1.1. Gürcistan Seferi Hikâyesi (=GSH) ……………….…67
1.5.1.2. Turna Teli Hikâyesi (=TTH) ………………………..68
1.5.1.3. Horasan Seferi Hikâyesi (=HSH) ………………..….68
VII
X
1.5.1.4. Şam Seferi Hikâyesi (=ŞSH) ………………………...68
1. 5. 2. Diğer Âşk ve Kahramanlık Hikâyeleri………………………69
1.5.2.1. Gündeşlioğlu Hikâyesi (=GOH) …………………….69
1.5.2.2. Güheri Hikâyesi (=GH) ……………………………...69
1.5.2.3. Elbeylioğlu Hikâyesi (=EH) …………………………69
1.6. Bakış Açısı ve Anlatıcısı………………………………………………….70
1.7. Anlatım Tarzları…………………………………………………………71
2. NAZIM KISIMLARININ TAHLİLİ……………………………………………..73
2. 1. Köroğlu Kolları…………………………………………………………..74
2.1.1. Gürcistan Seferi Hikâyesi (=GSH) ……………………...…….74
2.1.2. Turna Teli Hikâyesi (=TTH) …………………………...……..79
2.1.3. Horasan Seferi Hikâyesi (=HSH) ………………………..........81
2.1.4. Şam Seferi Hikâyesi (=ŞSH) ...……………………………...…85
2.2. Diğer Âşk ve Kahramanlık Hikâyeleri………………………………….90
2.2.1. Gündeşlioğlu Hikâyesi (=GOH) ………………………………90
2.2.2. Güheri Hikâyesi (=GH) ………………………………………..93
2.2.3 Elbeylioğlu Hikâyesi (=EH) …………………………………....94
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
HİKÂYELERİN DİL VE ANLATIM ÖZELLİKLERİ
1.İSİMLER…………………………………………………………………………...106
2. BENZETMELER…………………………………………………………………108
3. SES TAKLİDİ (=YANSIMA) KELİMELER…………………………………...108
4. SÖZ KALIPLARI………………………………………………………………...109
5.MİZAH……………………………………………………………………………. 112
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
METİNLER
1. AÇIKLAMALAR……………………………………………………………….115
2. KÖROĞLU’NUN GÜRCİSTAN SEFERİ HİKÂYESİ (=GSH) ……………116
3. KÖROĞLU’NUN TURNA TELİ HİKÂYESİ (=TTH) ……………………...134
4. KÖROĞLU’NUN HORASAN SEFERİ HİKÂYESİ (=HSH) ……………….141
VIII
XI
5. KÖROĞLU’NUN ŞAM SEFERİ HİKÂYESİ (=ŞSH) ……………………….153
6. GÜNDEŞLİOĞLU HİKÂYESİ (=GOH) ……………………………………..164
7. GÜHERİ HİKÂYESİ (=GH) …………………………………………………..174
8. ELBEYLİOĞLU HİKÂYESİ (=EH) ………………………………………….178
SONUÇ……………………………………………………………………………….201
SÖZLÜK …………………………………………………………………………….204
KAYNAKLAR……………………………………………………………………….207
EKLER……………………………………………………………………………….211
ÖZGEÇMİŞ………………………………………………………………………….215
IX
XII
KISALTMALAR
EH : Elbeylioğlu Hikâyesi
GH : Güheri Hikâyesi
GSH : Köroğlu’nun Gürcistan Seferi Hikâyesi
GOH : Gündeşlioğlu Hikâyesi
HSH : Köroğlu’nun Horasan Seferi Hikâyesi
ŞSH : Köroğlu’nun Şam Seferi Hikâyesi
TTH : Köroğlu’nun Turna Teli Hikâyesi
yy : Yüzyıl
[] : Metne tarafımızdan eklenen yerler
( ) : Metne anlatıcı tarafından eklenen yerler
X
1
GİRİŞ
Âşık Mustafa Köse, onun hikâye repertuarının tespiti ve incelenmesi meseleleri
tezimizin ilerleyen bölümlerinde ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Yapacağımız
çalışmanın bilimsel ve kültürel açıdan sağlam zemine oturtulabilmesi için, aşağıda
sırasıyla, bölgenin coğrafî konumu, tarihi ve nüfus yapısı, araştırma konusunun
özellikleri, konu hakkında yapılan çalışmalarla araştırmanın konusu, amaç ve yöntemi
ortaya konmaya çalışılacaktır.
1. ÇUKUROVA BÖLGESİNİN COĞRAFÎ KONUMU VE TARİHİ 1
1. 1. Bölgenin Coğrafî Konumu
,Türkiye’nin Asya kıt’asında yer alan Anadolu’nun güneyindeki Çukurova, Mersin’den
Osmaniye iline kadar uzanan bir alan içinde Orta Toroslar’ın güneyinden başlayıp
Akdeniz’e ulaşmaktadır. Ova, kuzeyden Bolkar Dağı ve Aladağ’ın eteklerinden başlar
ve doğuda Misis [Adana] bucağının tepelerine kadar uzanır; güneydeki en uç nokta
Karataş Burnu, batıda ise Erdemli [Mersin] ilçesinin civarıdır. Ovanın doğusunda denize
doğru dikey olarak geçen Amanos [Gâvur] Dağları uzanmaktadır. Andırın [Kahraman-
maraş] ilçesinin güneyindeki “Aşağı Andırın Ovası” da, coğrafî özellikleri bakımdan
Çukurova’ya dahil edilebilir. Ovanın doğu-batı yönündeki uzunluğu 150, kuzey-güney
uzunluğu 70 km; yüzölçümü ise 3.650 km2’dir. İlk çağlarda Anadolu’nun bu yöresine
“Kilikya” ismi verilmiş, bölgenin adı XV. yy.dan itibaren “Çukurova” olarak Arapça ve
Türkçe kaynaklarda yer almaya başlamıştır.
1 Bilgiler, İsmail GÖRKEM, Halk Hikâyeleri Araştırmaları, Çukurovalı Âşık Mustafa Köse ve Hikâye Repertuvarı, (Akçağ Yay. Ank. 2000, s.1-4), adlı eserden ve Osmaniye Valiliği resmî internet sitesi www.osmaniye.gov.tr adresinden faydalanılarak aktarılmıştır.
2
1. 2. Bölgenin Tarihi
Çukurova, çeşitli tarım ürünlerini yetiştirmek için elverişli iklimi ve akarsularının
oluşturduğu bereketli topraklar sebebiyle, tarihin her döneminde “kalabalık insan
topluluklarını barındıran bir tarım ve ticaret merkezi” olma özelliğini korumuştur.
İslâmiyet öncesi dönemde yörede Hitit, Asur ve Perslerle Büyük İskender’in hakimiyet
kurdukları bilinmektedir. Bölgede nüfus yoğunluğu Romalılar döneminde giderek artar;
imparatorluk ikiye bölündükten sonra da burası Bizans imparatorluğunun payına düşer.
M.S. VIII. yy. başlarına kadar bölgede Hıristiyan hakimiyeti devam eder; bu tarihte
Çukurova Arapların eline geçer.
IX. yy.da Abbasî halifesi Harunü’r-reşid, bölgeyi tamamen denetimi altına alır ve
burasını, “uç beyleri”nin yönetimine terkeder. Onlar da Orta Asya’dan Türk akıncılarını
getirerek buraya yerleştirir. Benzer nüfus hareketi, Selâhaddin Eyyûbî döneminde de “Üç
Ok”lu Türkmenlerin bölgeye iskânı ile devam etmiştir. Bundan sonra, Abbasîlerin
zayıflaması sebebiyle tekrar Bizans hakimiyetine giren bölge, -1071 Malazgirt Meydan
Muharebesi sonrasında- 1082 yıllarında, Süleyman Şah komutasındaki Türk ordusu
tarafından ele geçirilir. Fakat bundan sonra Çukurova’ya Türk nüfus kitlesi sistemli
olarak iskân edilemediği için, yörede Türklerin hakimiyeti uzun sürmeyecektir.
I. Haçlı Seferi (1097) sonrasında, XI. yy. başlarında, yörede bir Ermeni devleti kurdurulur.
Çukurova’da o dönemde Türklerin yaşadığı Ermeni mezalimi, Selçuklu Sultanı II. Kılıç
Arslan ile Selâhaddin Eyyûbî’yi harekete geçirir. Yöreye daha önce yerleştirilmiş olan
Üç Ok’ların da yardımıyla Karamanoğulları bölgeye sızmayı dener. Bu harekete Memlûk
Sultam da destek verince; Ramazan, Kınık, Bayındır, Salur, İğdir, Varsak, Gündüz ve
Avşar Türkmenleri Çukurova’ya iskân edilir. Daha sonra yörede Memlûk-Osmanlı
mücadelesinin XV. yy.ın sonuna kadar devam ettiği görülmektedir. Sonunda 1516
tarihinde yöre tamamıyla Osmanlı denetimine girer.
Araştırma alanımız olan Düziçi ilçesi, bölgenin Misis [Adana] bucağının doğusundaki
“Yukarı Çukurova” sahasında bulunmaktadır. Bu sahada günümüzde yerleşik hayata
geçmiş olan eski konar-göçer Türkmen aşireti mensuplarının XVI. yy. başlarından XIX.
yy. ikinci yansına kadarki vaziyetleri bizi daha çok ilgilendirmektedir. Bu yöredeki
hikâyecilik geleneği, burada yaşamaya devam eden Türkmen aşireti mensuplarının
geçmiş hayatları hakkında bilgi vermeyi gerekli kılmaktadır.
3
Konar-göçer aşiret mensupları, mevsimlere bağlı olarak “yaylak” ve “kışlak” yerleri
arasında sürekli hareket halindedir. Bunlar “kışlak” yerlerinde “ekincilik” (darıdan
pirince kadar bütün tahıllar), “yaylak”larda ise daha çok hayvancılıkla uğraşmaktadır.
Aşiret mensupları, hayvancılık yanında dokumacılık, avcılık ve dericilik sanatında da hayli
ileri durumdadır.
XVI. yy.da, konar-göçerlerin yanında, yerleşik hayata geçmiş ve çiftçilik yapan aşiret
mensupları da bulunmaktadır. XVI. yy.ın ilk yarısından XVII. yy.ın başlarına kadar
bölgede meydana gelen karışıklıklar sebebiyle yöre halkı dağılarak, yöre “gayri meskûn”
bir hal almış, topraklar ekilip biçilmemeye başlanmıştır. XIX. yy.daki Derviş Paşa ve
Ahmet Cevdet Paşa önderliğindeki “Fırka-i İslâhiyye” hareketine kadar Çukurova,
konar-göçer Türkmen aşiretleri tarafından “kışlak” olarak kullanılmıştır. Bu hareketin
amacı, “devlete olan muhalefetleri sebebiyle” asker vermeyen konar-göçerleri,
“İskenderun’dan Maraş ve Elbistan’a; Kilis’ten Niğde ve Kayseri’ye; Adana
eyaletinden Sivas eyaleti hududuna kadar olan bölgeyi itaat altına almak”tır. O yıllarda
Yukarı Çukurova ve Fırka-i İslâhiye’nin görev yaptığı diğer yerlerde; Avşar, Bozdoğan ,
Cerid, Sırkıntılı, Tecirli [ Tâcirlü / Tüccarlu ] , Ulaşlı ve Varsak [ Farsak ] aşireti mensup-
ları iskân edilmiştir.
Ahmet Cevdet Paşa Yukarı Çukurova sahasında o yıllarda adım başında “turaç”
kuşlarının uçmakta olduğunu, yörede ceylân sürüleri ile yaban domuzu ve küçük
yılanlardan geçilemediğini kaydeder. Mecburî iskân sonunda “tavşan avına bile araba ile
giden Osmanlı”, top ve tüfeğini kullanarak Çukurova’da yaşanan renkli hayata son
vermiştir. O devir âşıklarının bu “renkli ve hareketli” hayatın bitişini anlatan ağıtları
bugün bile yörede söylenmeye devam etmektedir.
1. 3. Araştırma Alanının Coğrafî Konumu ve Tarihi Düziçi ilçesi kendi ismini aldığı Düziçi Ovası’nın kenarında kurulmuş olup, etrafı
dağlarla çevrilidir. Yeryüzü bakımından Düziçi Ovası’nın dışında her yer dağlık ve
engebedir.
İlçenin yüzölçümü 460.90 km2’dir. Doğal bitki örtüsü maki olup 700-800 metreden
sonra çam ve yayvan yapraklı ağaçların oluşturduğu ormanlarla karşılaşılır. İlçenin
4
kuzey ve batısını çizen Ceyhan Nehri en büyük akarsuyudur. Diğer önemli akarsu ise
Sabun Çayı’dır. Ayrıca Kızılca, Deliçay, Bağlama, Üzümlü ve Çamiçi dereleri de
bulunmaktadır.
İlçenin kuzey-batısında Kadirli, kuzeydoğusunda Kahramanmaraş ilinin Andırın ilçesi,
doğusunda Amanos Dağları ve Bahçe ilçesi, güneybatısında ise Osmaniye merkezi ile
çevrilidir.
1930’lu yıllarda Düziçi yöresi, Bahçe [Adana] ilçesine ait Haruniye bucağına bağlı
dokuz köy ve daha küçük yerleşim birimleri (mahalle)’nden müteşekkildi. 1985 yılında
“Düziçi” ilçe olmuş ve bu ilçeye 21’i köy olmak üzere toplam 23 yerleşim birimi
bağlanmıştır. Devlet İstatistik Enstitüsü 1990 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre, ilçe
merkezi ile köylerde toplam olarak 67.155 kişi yaşamaktadır. 2000 Genel nüfus
sayımına göre ise toplam nüfusu 90841 kişi olup, bunun 43187’si ilçe merkezinde,
28491’i beldelerde ve 19037’si köylerde bulunmaktadır.
Düziçi ilçesine, Türkmen aşiretlerinin XVI. yy.dan XIX. yy.ın ikinci yarısına kadarki
zaman diliminde iskân edilme hadisesine bakmak yararlı olacaktır:
Tarihî belgelerde, Oğuzlara bağlı Halep Türkmenlerinden olan Peçenekler’in XVI. yy.da
Haruniye kazasındaki [şimdi Düziçi’nin nahiyesi] Bayındır yöresinde oturdukları,
Dulkadırlı Türkmenleri ile Eymürler’in bir kısmının da burada kışladıkları -ve hattâ
yerleşmeye başladıkları- belirtilmektedir. Avşar, Tecirli ve Varsak [Farsak] aşireti
mensuplarının da XIX. yy.ın ikinci yarısında, şimdiki Düziçi ilçesi’nin sınırları içinde
kalan bazı köylere yerleştirildikleri bilinmektedir.
Düziçi ilçesi ve köylerinin bir Oğuz / Türkmen bölgesi olduğunu, şu anda mevcut köy,
mahalle ve daha küçük yerleşim merkezi adları, ispatlamaya yetecektir. “Bayındırlı”,
“Farsak” , “Yeni Farsak”, ve “Akça Koyunlu” köy isimleri, sırasıyla Peçenek, Bayındır ve
Ak Koyunlu Türkmen boylarının adlarını; “Peçenek” ve “Karkın” mahalle isimleri de,
aynı Türkmen boylarının hatırasını yaşatmaktadır. XVI. yy.de yaşadığı bilinen “Pir Sultan
Abdal’ın adı, Sünnî bir köy olan “Pirsultanlı” ; “Elbeyli” aşireti ve “Elbeylioğlu
hikâyesi” de, “Elbeyli” köyünün isminde yaşamaktadır.
5
2. ARAŞTIRMA KONUSUNUN ÖZELLİKLERİ
Bir toplumun üyeleri; değer, inanç, ölçü ve dünya görüşlerini “sözlü gelenek” yoluyla
dile getirir. Bunlar, fertlerin “gönüllü” ve “ortak” kabulleriyle oluşmaktadır. Sözlü
geleneklerde yer alıp “tamamen sözlü”, “kısmen sözlü” veya “tamamen sözsüz”
yaratılan, fakat sözlü geçiş veya iletişimle fertler arasında sözlü ortam içinde dolaşan,
nesilden nesle intikal eden, kısaca bir geleneği olan ürünlerin tamamı, yapı, muhteva,
biçim ve fonksiyonları ne olursa olsun “sözlü kültür” kapsanma girer (Yıldırım 1998a:
77). Bunların her biri oluştukları sözlü ortam toplumunun “ortak” kabulleri olarak,
kendilerine mahsus birer gelenek yaratmışlardır. Her unsurun nitelikleri bu gelenek
içinde kendini korur, geliştirir veya değiştirir. Her unsur, kavram ve kapsamını bu
gelenek içinde ifade etme imkânı kazanır (Yıldırım 1998b: 39). Yaşayan ya da başka
kültürlerin içinde eriyerek yok olmuş olan tüm kültürler bu sözlü kültürün içinden gelerek
yazılı kültürü doğurmuş ve böylece takip edilebilen, değerlendirilebilen bir medeniyetin
ortaya çıkması sağlanmıştır.
Folklor ürünleri; “sözlü”, “geleneksel”, “çeşitlenme”, “anonimlik” ve “kalıplaşma”
özelliklerine sahiptir. Sözlü olan halk ürünlerinde bu beş özelliği görmek mümkündür
(Yıldırım 1998c: 68-69). Sözlü kültür ürünleri, edebî değer taşıdığından –ki bunlar
özellikle Halk Edebiyatı ürünleridir. – “sanat eseri” olarak kabul görür. Bunlar; “söz”,
“yaratıcı”, “musikî” ve “dinleyici çevre” olmadan hayata geçirilemez (Yıldırım 1998d:
180). “Yaratıcı”, folklor ürünlerini, “dinleyici”lere takdim ederken, anlatıcı ile dinleyiciler
arasında “canlı bir iletişim” ortamı doğar. Bu özelliği sebebiyle folklor ürünleri,
“kollektif'” bir niteliğe sahiptir. Bu canlı iletişim ortamını hesaba katmadan, sadece
“anlatıcı”dan derlediğimiz malzemeyi incelemeye kalkarsak, yanlış ve eksik yapmış
oluruz (Görkem 2000: 5). Bu nedenle araştırmamızın metin inceleme metodu olan
“Performans (İcra Gösterim) Teorisi”nin genel özelliklerinden bahsetmeden önce
Walter Ong’un sözlü kültürün dokuz madde halinde sıraladığı belli başlı özelliklerini
vermek gerekmektedir:
a) Yan cümlelerle uzatılmış yapıya değil, eklemeli yapıya dayanma;
b) Çözümleme yerine kümeleme: Belleği güçlendirmek için kalıplardan yararlanma;
c) Unutmamak için bol tekrara yer verme;
d) Tutucu ya da gelenekçi tavır: Uzun yıllar içinde zahmetle öğrenilmiş bilgiyi
tekrarlayarak unutmamaya çalışmak, büyük bir enerji yatırımım gerektirir. Bu
6
gereksinim, son derece gelenekçi ve tutucu bir tavra neden olur. Özgün yaratım,
dinleyiciyi öyküye katmak için öyküyü çeşitlendirerek gerçekleşir.
e) İnsan yaşamına yakınlık: Sözlü kültür, tüm bilgileri insan yaşamına yakın, yabancı ve
nesnel, dünyayı kendilerine yabancı olmayan insan etkileşimi çerçevesinde özümleyerek
kavramlaştırmak ve söze dökmek zorundadır.
f) Mücadeleci eda: Sözel edim ve yaşam tarzının mücadeleci havası bedensel davranışların
yüceltilmesi, sözlü kültürün en önemli özelliklerindendir; bu ağır yaşam koşullarının bir
sonucudur. Eylem odağı yazılı anlatıya doğru dış sorunlardan uzaklaşıp gittikçe kişisel iç
sorunlara kaymıştır.
g) Mesafeli olmak yerine duygudaş ve katılımcı tavır: Sözlü kültürde öğrenmek veya
bilmek, bilinenle bilen arasında yakınlığa, özdeşleşmeye bağlıdır; kişinin tepkisi yalnız
kişisel ve öznel değildir, toplumun ruhunu yansıtır.
h) Değişmeyen ortam dengesine dayanma: Güncelliğini yitiren anılar kolayca
bellekten silindiği için sözlü toplumun yaşadığı anın dengesi kolay kolay bozulmaz.
Sözlü gelenek, toplumun güncel kültürel değerlerini yansıtır; anlatıcı her şeyi değil,
dinleyicinin bilmek istediği geçmişi anlatır.
i) Soyutluğa değil duruma bağlı olma: Sözlü kültürlerde kavramlar duruma göre. işlevsel
ilişki çerçevesinde, canlı, insan yaşamına yakın biçimde kullanılır; bu nedenle soyutluk
asgarî düzeydedir. Sözlü kültür, soyut kategoriler, kalıplaşmış mantıksal süreçler,
tanımlamalar, ayrıntılı tasvirler ve ince benlik tahliliyle ilgilenmez (Ong 1995:52-75).
Bu bağlamda sözlü kültürle yazılı kültür birbirinden ayırmak ayrı bir sorun olarak
karşımıza çıkmaktadır. Her iki alanın da karmaşık bir yapıya sahip olduğunu
düşündüğümüzde burada söylenilmesi gereken şey her iki unsurun da birbirine kaynak
bilinmesidir; ancak yazılı kültürün, sözlü kültürün bilgi ve tecrübe birikiminden
faydalanarak ortaya çıktığı da unutulmamalıdır. Yapıları ve hususiyetleri farklı olmasına
rağmen, bu iki gelenek birbirleriyle karşılıklı münasebet içinde bulunurlar. Sözlü
gelenekler, fertlerin gönüllü ‘ortak’ kabulleriyle oluşur. Yazılı gelenekler ise resmî
kuruluşların faaliyeti ile şekillenir (Yıldırım 1998e:76). Her iki kültürün ürünlerinin
söze, kelimeye dayandığını belirtmiştik; ama, sözlü kültürdeki sözlerin her anlatış
esnasında teatral bir biçimde yeniden canlanmasına karşılık, yazılı kültürde yazıya
geçen kelime, sabit veya değişmez bir forma kavuşması nedeniyle ölü sayılmaktadır.
Sözlü kültürdeki “canlı gösterime” yazılı kültürde asla rastlayamayız.
Son dönemde yazılı veya sözlü metinlerin icra ortamları hakkında yeni görüşler ileri
sürülmüştür. Dursun Yıldırım tarafından geliştirilen “icra bağlamında metin” görüşünü
Yıldırım şöyle dile getirmektedir.
7
Metinler, her iki ortamda yaratılırken, veya oluşturulup inşa edilirken sözün ve anlatımın
ezgisel akışı dikkate alınır. Her bir metnin kendi başına, kendine özgü bir söz ve ezgi
beraberliği içinde ortaya çıkardığı bir anlatım ahengi vardır. İcra edilecek metin, yaratıcısı
tarafından tüm özellikler [tema, kurgu, örgü, doku, dokuma, söz dağarcığı ve ezgi gibi.]
göz önünde tutularak dinleyici/okuyucu için hazır edilmiş, tamamlanmış olur. Ancak, icra
sırasında bütün metinler, söz, ezgi ve hareket bütünlüğü içinde yeni bir anlatım
dokusuna, dinleyiciyi etkileme yeteneğine ve kapasitesine kavuşur. Edebî eser, bu işlemler
içinde yeni bir hüviyet, yeni bir metin dokumasına dönüşmüş olur. Bu metne “icra
bağlamında metin” denmektedir. İcra bağlamında metinler ile, sözel/yazılı edebî
metinler farklı yapılara sahiptir. İncelenmelerinde de, farklı yaklaşımlar ve yöntemler
izlenir. Sözel ortam yaratıcılığı icraları sırasında ortaya çıkan icra bağlamında metinler
üzerinde birçok araştırma yayınlanmış ise de, yazılı ortam icra bağlamında doğan metinler
üzerinde yapılmış çalışmalara rastlanılamamıştır. Ancak, yazılı ortam yaratıcılığı ile ilgili
icra ortamları ve dinleyici çevrelerini tasvir eden ve çok değerli bilgiler veren önemli
bir çalışmanın Halûk İpekten tarafından gerçekleştirildiği bilinmektedir. Sözel edebî metin
ile, anlatıcı ve dinleyici arasında, icra sırasında doğan yeni metin [icra bağlamında
metin] bütünleşmesini ve bu yeni terkip metni ortaya çıkaran sözel kültür yapısının bir
arada incelenmesi araştırıcılara yeni ufuklar açabilir. Ancak, bu işlemler yazılı ortam
yaratıcılığına dayalı edebî eserler için de geçerli bir yaklaşım olmalı ve onlar da bu
bağlamda incelenmeye alınmalıdır. Acaba yazılı kültür ortamında, yazılı metin ve icra
bütünlüğü gerçekleştirildiğinde, bu birliktelik içinde bir icra bağlamında metin oluşuyor
mu? Edebî yaratıcılık içinde yer alan tüm metinler için bu tür incelemeler, bize, hem
onların yaratılışını/tabiatını, hem icra yapılarında ortaya çıkan yeni metinleri, hem de
anlatıcı/icracı ile dinleyici/okuyucu arasında kurulan iletişim ağlarının hangi kültürel
dokular üzerine inşa edildiğini öğrenmeye yardım edeceği düşünülmektedir (Yıldırım 2003:
136)
Yazıda metin dışı bağlam yalnız okur değil yazar için de yoktur. Gözle görülebilir bir
bağlamın yokluğu, gerçek bir dinleyici önünde konuşmaya oranla, yazıyı genelde
çilekeş bir eyleme döndüren başlıca unsurdur. Yazarın hitap ettiği topluluk her zaman
hayâlidir (Ong 1995: 53-81). Karşısında bulunmayan ve çoğu kez tanımadığı okurların
takınabileceği bir rolü, yazarın tek başına kurması gerekir. Yâni, okurun yazılana
kurgulanması gerekir. Zira sözlü kültürdeki el-kol hareketleri, yüz mimikleri, vurgulama
ve gerçek dinleyici gibi özellikleri taşımayan, yazılı kültürde bir meramı anlatabilmek
için, bir cümlenin herhangi bir okura herhangi bir durumda ifade edebileceği bütün
anlamlar, önceden düşünülmelidir. Dilin tek başına hiçbir varoluş bağlamına dayanma-
8
dan, açık-seçik amacına ulaşmasını sağlamak kolay değildir. Yazı yazmayı çileli bir işe
dönüştüren şey bu tür titiz düşünme ihtiyaçlarıdır (Ersoy 2003: 12).
2.1. Performans ( İcra Gösterim ) Teorisi2
Halkbilimi çalışmalarında, folkloru, “geçmişin ürünleri” anlayışından “dinamik bir
iletişimsel süreç” olarak kabule dönüştüren Performans Teori yaklaşık yüzyıllık bir
sürecin sonucu ortaya çıkmıştır. E. Sapir’in 1910’larda başlayan yaş ve cinsiyet
gruplarına ve benzeri diğer özelliklere bağlı olarak değişen konuşma ve anlatma
şekilleri gibi dilin sosyal kullanımlarına ve icrasına dikkat çekmesi ve İşlevsel Kuram’ın
kurucularından Malinovski’nin 1926 yılında “Şüphesiz, metin çok önemlidir; fakat
bağlamsız metin ölüdür” şeklinde ifade ettiği “bağlam” (context) fikri, Performans
Teori’nin en önemli kavramsal başlangıç noktaları arasındadır.
Kari Bührer, 1934 yılında yaptığı bir çalışmasında konuşmanın, “gönderme”
(reference), dışavurum (expression), ve “başvurma” (appeal) şeklindeki üç işlevini
tespit eder ve daha sonra Jan Mukarovski bunlara dördüncü işlev olarak “estetik”
(aestetic) yani dilin şiirsel kullanımını ekler ve ilk üçünün bunun, yani “sözel sanat”
(verbal art) üzerine temellendiğini ileri sürer. Dahası, ona göre bu sanat kendi içinden
faktörlere bağlı olması nedeniyle “bir söyleyip ifade eden” ve bir de “söylenilen” veya
“dinleyenin” yani sosyal bağlamında bir icranın içinde çalışılmasını gerekli görmüştür.
Bu bağlamda, halkbiliminde meydana gelen teorik etkilenmeleri en kısa yoldan ifade
etmek istenilirse, sosyo-dilbilimcilerin dilin kullanımı için düşündükleri bu icra veya
performans fikri, folklorun doğasını ve yapısını açıklayıcı olması dolayısıyla, halkbilimi
çalışmalarına uygulanmış ve bunun bir sonucu olarak Performans Teori ortaya çıkmıştır
denilebilir. Ancak, basite indirgeyerek bu bir cümleyle ifade ettiğimiz oluşum süreci
dahi elli yılı aşkın bir zaman diliminde gerçekleşmiştir.
Söz konusu sosyo-dilbilimsel “performans” yani icra paradigmasını yeniden
yorumlayarak halkbilimine yönelik kuramsal bir çerçevenin temelini oluşturan
paradigma haline getiren kişi, Roman Jacobson’dur.
2 Bilgiler, Özkul ÇOBANOĞLU, Halk Bilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemleri Tarihine Giriş (Akçağ Yay. Ank. 1999, s.258-312), adlı eserden faydalanılarak özetlenmiştir.
9
Roman Jacobson, 1958 yılında Indiana Üniversitesinde yapılan “Stil Üzerine Disiplinler
arası Konferans”ta yaptığı kapanış konuşmasında, çok daha önce 1929 yılındaki bir
çalışmasında “dil” ve “parol” ilişkisini “dilbilim” ve “halkbilimi” ilişkisine benzettiği
doğrultuda halkbilimi ve performans ilişkisini ifade eder. Jacobson daha önce ileri
sürülmüş olan dilin dört işlevine “iletişim kanalsal dikkat” (phatic) ve “şifre çözücü
veya kod açıklayıcı” (metalingual) işlevleri de ekleyerek altıya çıkarır ve o da, sözel
sanatı “çoklu işlevsel” (multifunctional) olarak düşünür. Öte yandan Prag dilbilimi
okuluna mensup olmakla birlikte tıpkı R. Jacobson gibi eğitimi ve çalışmaları
bakımından aynı zamanda akademik halkbilimci de olan Petr Bogatrev de 1938 yılında
yayınladığı bir çalışmasında “folklorun aşağı yukarı tiyatroyla aynı olduğunu” düşünür
ve günümüzde kullanıldığı gibi “folklorun bu teatral” özelliğinden hareketle de bir
masalın nasıl anlatıldığını göz önünde bulundurmadan masal metninden hareketin
yanlışlığına dikkati çekerek icranın önemini vurgulaması da devri için ve daha sonra
meydana getirdiği kavramsal gelişmeler bakımından son derece önemlidir.
Halkbilimi kuramları, henüz gelişme çağını yaşayan bir kuram olduğundan onu belli bir
kategorizasyona sokabilmenin güç olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle, Performans
Teori’nin temel kavramlarını ve araştırma perspektiflerini tarihsel sıralama veya
kronolojik bir ele alıştan ziyade paradigmatik bir yapı içersinde ele almak ve tasnif
etmek daha uygun olacaktır. Bu konuda genel geçer bir yapı ortaya koyan Richard
Bauman’ın “Performans Olarak Sözel Sanat” (Verbal Art as Performance) adlı çalışması
(1975) yayınlanır ve “Performans” kavramı (icra veya gösterim anlamında) yeni yak-
laşımı ve daha doğrusu yaklaşımları derleyip toparlayıcı bir şemsiye terim olarak
kullanılmaya başlanılır. Burada önemli olan, halkbilimi disiplinin hem geçmişe hem de
şimdiye yönelik kültürel olguları araştırabilecek bütüncül (holistic) bir kuramsal yapıya
kavuşmasıdır. Bu yeni kuramsal yapının temel kavramı olan “performans” ikili bir
anlama sahiptir veya bir başka ifadeyle iki temel unsuru içermektedir. Bunlardan
birincisi “folklorun gerçekleştirilişi veya icrası” anlamıyla artistik veya sanatsal bir
eylemdir (artistic action). İkincisi ise performansın icracısı, sanatın formu, dinleyici
veya izleyiciyle birlikte icranın gerçekleştiği çevre bütünü olarak artistik veya sanatsal
olaydır (artistic event). Bu ikili yapı Performans bakış açısının geliştirilmesinin temel
elementleridir. Bu şekilde kullanımları üzerine inşa edilen kuramsal yapı yukarıda işaret
edilen folklorun bir “materyaller” veya “şeyler” toplamı olması anlayışından, “bir
10
iletişim biçimi olarak folklor” şeklinde anlaşılmasını sağlamıştır. Bu yeni anlayışa göre
folklor, anlatan ve dinleyen arasında geleneksel bir anlatı yoluyla kurulan iletişim
biçimi olarak ele alınmakta ve sosyal bir olay olarak folklorun canlı icraları
incelenmektedir.
Bir başka ifadeyle, Performans Teori’nin ortaya çıkışına kadar halkbiliminin kuram ve
araştırma yöntemlerinin folklor olaylarına yaklaşımı onların gözlem veya görüşme
yoluyla metinlerinin yazıya geçirilmesi ve incelemenin de yazıya geçirilmiş metinler
üzerinde yapılmasıdır. Doğal olarak, “metin merkezli kuramlar” olarak adlandırılan bu
araştırma yöntem ve kuramları, doğası gereği yaşayan canlı ve sosyal bir olay olan
folkloru, cansız kadavraları veya yazıya geçirilmiş anlatı metinleri üzerinde incelemekle
onun anatomisine dair veya iç ve dış özelliklerine ait pek çok özelliğini ortaya
koymakla beraber, belki de folklorun en önemli özelliği olan son derece canlı ve
dinamik yapısını yahut yaşayışını ele almamaktaydılar. Bu nedenle de metin merkezli
halkbilimi kuramları ve araştırma yöntemleri doğrultusunda yapılan çalışmaların
tamamı yanlış değilse de “eksik” kalmaya mahkûm durumdaydılar.
Performans teori bu “eksikliği” gidermenin yanı sıra, tür merkezli (genre oriented)
çalışmalarla belirli türler üzerinde yoğunlaşan ve diğerlerini de tercihlere bağlı olarak
araştırma alanın dışında bırakan yaklaşımların karşısına bütün sözel sanatları
“konuşmanın özel bir biçimi” olarak ele almak suretiyle sınırları, insanın “sözel
davranış biçiminde yer alan artistik veya sanatsal dışavurumlar” genişliğine ve
derinliğine bütüncül bir biçimde tamamını birleştiriciliğe ulaşmıştır. Böylelikle, ister
mit isterse toplumsal yapı içinde belirli bir insanın belirli bir durumda ağzını açtığında
yapacağı günlük konuşmaya varıncaya dek geniş ve çeşitli türler bir yandan “sözel
sanat” ( verbal art ) kavramı altında toplanmış olmakta ve bunların tamamı performans
veya icra olma durumunda ve yine her birisi kültüre özel yapı ve çeşitlenmeler olarak
karşımıza çıkmaktadır. Bütün bu yapı içinde yer alan ve kültürel, özel olarak var olan
olguların var oluş yolları ve biçimlerinin her biri içinde yer aldıkları kültüre ve topluma
bağlı olarak taşıdıkları özellikler araştırılıp ortaya konulabilir ve incelenebilir hâle
gelinmiştir.
Bu bağlamda “performans'ın doğasına” dair yapılmış olan tespitleri ele almak daha
açıklayıcı olmak bakımından yararlı olacaktır. Performans esnasında anlatıcı veya
11
konuşmakta olan kişi, konuşmasını sürdürdüğü ses ve dil kullanım biçiminden “ciddi,
şaka” veya “normal” gibi temel referanslarla dinleyiciye iletişimsel bildirim değişimine
ait mesajlar da vermektedir. Bu bir anlamda konuşmacının dinleyiciye, adeta,
“konuşmamı söylediğim özel durumuna bağlı olarak yorumla, onu sadece kelimelerin
sözlükteki karşılıklarıyla değil onları ‘ses tonumla ve biçimiyle’ yüklediğim anlamları
düşünerek anla” demesinden başka bir şey değildir. Bunu biraz daha açacak olursak,
konuşma esnasında yapılan bütün edebî sanatların, dinleyiciye duyurulması söz
konusudur. Bu durumun tespiti, performansın “yorumcul bir çerçeve” (interpretative
frame) oluşturduğunu, gösterir ve mesajların bu yorumcul çerçeve içinde iletilip
anlaşıldığını ortaya koyar. Performansa bağlı bu yorumcul çerçevenin karşıtı olarak en
azından bir başka çerçeve, kelime ve cümlelerin mecazdan ve diğer sözel sanatsal
uygulamalardan tamamen uzak ve harfi harfine sözlükteki anlamlarıyla oluşan
“sözlüksel” veya “gerçek anlamsal çerçeve” (literal frame)dir.
Performansın bir “çerçeve” (frame) kabul edilişi ve bunlardan birinin yahut birincisinin
“gerçek anlamsal çerçeve” veya bir icra esnasında kullanılan kelimelerin sözlükteki
birebir karşılıklarıyla taşıdığı anlama dayalı olarak oluşan çerçeve olarak belirledikten
sonra diğer “performans çerçevesi tipleri” konusunda Çobanoğlu özetle şunları
söylemektedir:
Dolaylı anlatım (insinuation) : Kinaye ve taşlama yoluyla konuşulan kelimelerin dolaylı
anlamlarıyla birleştirilerek yorumlanması.
Şaka (joking) : Kullanılan kelimelerin anlamlarının ciddi olarak algılanmayışı ve şaka
olarak yorumlanışı.
Taklit (imitation) : Başka bir kişi veya kişilerin konuşma modeline uygun bir şekilde
konuşulması.
Aktarma (translation) : Başka bir dil veya koddaki konuşmaların tercümesiymiş gibi
yorumlanışı.
Alıntılama (quatation) : Kullanılan kelimelerin konuşmacıdan başka birisine ait olduğuna
dair yorumlanışı.
Burada sıralanan performans çerçevesi örnekleri rast gele seçilmiştir ve çok daha fazla
sayıdadır. Ancak, hemen eklenmesi gereken bir husus bunların her zaman bir icrada tek
başlarına bulunmadıkları bazı icralarda bunların birkaçının bir arada bulunabileceğidir.
Bu yaklaşım doğrultusunda Türk âşık tarzı hikâye geleneğinin geleneksel icra
mekânlarından birisi olan âşık kahvehanelerinin “meraklı grubu” mahiyetindeki
dinleyicilerin defalarca dinledikleri Âşık Garip, Kerem ile Aslı veya Köroğlu gibi hi-
12
kâyelerin konularını veya anlatılan bilgileri bildikleri halde merak ve heyecanla
bekledikleri yeni bilgi değil âşığın asıl ustalığını göstereceği kahramanları ve olup
bitenleri aktaracağı “icra çerçeveleri”ni kurup dinleyiciyi de onlarla irtibatlandırıla-
bilmesidir. Böyle bir âşık hikâyesi dinlemeye giden geleneğin içinden bir dinleyici için
âşığın hikâyesinde ne söyleyeceğinden, hikâyeyi nasıl anlatacağından ziyade bu neyle
bağdaştırarak veya çerçeveleyerek anlatacağı ve nasıl yorumlayacağıdır.
A. Dundes’in 1964 yılında yayımladığı “Sözeldoku, Metin ve Bağlam”, adlı çalışması
ve bu çalışmasında ileri sürdüğü üç seviyeli bir modele göre araştırma formülasyonu,
“Performans Teori”yi haber veren daha doğru bir söyleyişle de bir bakıma ortaya çıkış
veya tecelli zeminini hazırlayan bir çalışma olmak bakımından son derece önemlidir.
Dundes’e göre Sözeldokusal özellikler dil ile ilgili özelliklerdir. Örneğin atasözlerinin
sözeldokusal özellikleri kafiye ve aliterasyonu içine alır. Çok yaygın olan diğer
sözeldokusal özelliklerine ise; aksan ve vurgu (stres), ses perde yüksekliği (pitch),
bağlantı yeri (juncture), ses tonlama (tone) ve yansıma sesler (onomatopoeia) dahil
edilebilir.
Dundes’e göre (1964) bir folklor ürünün metni (text) esası itibariyle bir masalın bir
versiyonu veya tek bir anlatımı, bir atasözünün yeniden söylenmesi, bir halk türküsünün
okunmasıdır. İnceleme amacına yönelik olarak metin, sözel dokusundan bağımsız
olarak ele alınabilir. Bununla birlikte, sözeldoku bütün olarak çevrilemezken, metin
çevrilebilir. “Kaynayan kahve bozulur” (coffee boiled is coffee spoiled) atasözünün metni
teorik olarak herhangi bir dile çevrilir, fakat sözeldokusal bir özelik olarak kafiyenin ve
diğer özelliklerin çeviride yaşaması özü itibariyle mümkün değildir. Halkbilimcilerin
çoğunun çalışması metinle ilgilidir. Sözeldoku, dilbilimcilerin ilgisine bırakılırken,
incelemenin üçüncü seviyesini oluşturan bağlam (context) neredeyse tamamen ihmal
edilmiştir.
Dundes’e göre (1964) bir folklor ürününün bağlamı onun içinde bilfiil yer aldığı son
derece özel sosyal durumudur. Bağlam ve işlevi birbirinden ayırmak şarttır. İşlev özü
itibariyle belli sayıda bağlama dayanarak oluşturulan bir soyutlamadır. İşlev, çoğunlukla
ele alınan bir folklor türünün kullanımı veya amacı hakkında bir araştırmacı veya in-
celemecinin ne düşündüğüdür. Buna göre, mitin işlevlerinden biri günümüzdeki bir
harekete kutsallık sağlamaktadır; atasözlerinin işlevlerinden biri günümüzdeki bir
harekete kutsal olmayan, din dışı bir anlam kazandırmaktır. Hususi bir mit veya
13
atasözünün kullanıldığı gerçek bir sosyal durumla, bu işlevler aynı değildir. Bir
kabilenin ortaya çıkışını anlatan bir mitin o klanın egosunun oluşmasında katkıda
bulunduğunu söylemek, tam olarak nasıl, ne zaman, nerede, kime ve kim tarafından
bilinen özel bir oturumda bu mitin anlatılması demek değildir. Yani anlatım esnasında
ortaya konan geleneğin icrası bize bağlamı verir. Bu olmadan yapılan metin derlemeleri
bize sadece o metnin işlevi hakkında bilgi verirken canlılığı ve icrası hakkında ortaya
somut bir ürün koyamaz. Özellikle çeviri metinlerde sözeldokunun kaybolması
normalken kaybolmaması gereken bağlamın ihmal edilmesi başka dillerde de o metnin
değerinin olmamasına neden olmaktadır.
2. 2. Performans (İcra/Gösterim) Teorisine Göre Tükülü Hikâyelerin İncelenmesi
Performans (İcra/Gösterim) Teorisiyle birlikte folklor, eskiye ait malzemeler, sosyal
olgular olmaktan çıkmış, sosyal bir olay, canlı bir gösterim ve geleneksel bir icra
töresiyle anlatan ve dinleyen arasında bir ‘iletişim’ biçimi olarak incelenmeye
başlanmıştır. Teorinin ortaya çıkışına kadar, günümüz halkbilimcilerinin pek çoğunun
ittifakla eksikliğini kabul ettiği metin merkezli çalışmalar yapılmaktaydı. İcra/Gösterim
Teorisinin işlerlik kazanmasıyla folklor bir olay, yapılan ve gerçekleşen bir süreç olarak
algılanmaya başlanmıştır. Bu anlayışa göre, sözlü anlatım bir sosyal olayın
gerçekleşmesi ve teatral anlamda üç ana temel unsur olan ‘anlatan’, ‘dinleyen’ ve
‘anlatılanın sahneye konması’dır. Halkbilimi sözlü (verbal), sözsüz (nonverbal) ve
maddî kültür (material culture) unsurların hepsini içermektedir. Bir türkülü hikâyede
anlatan, anlatılan hikâye ve dinleyen; bir halk oyunu gösteriminde oynayan, oyuncunun
sergilediği figür ve seyirci; geleneksel bir maddî kültür aracında imal eden, imal edilen
ve bu kültür unsurunu kullanan kişi arasında gerçekleşen iletişim, halkbilimi
çalışmalarının içinde yer alır.
İcra / Gösterim (Performance / Oriented) yöntemine göre, bir halk hikâyesinin incelen-
mesinde kriter kabul edebilecek en gelişmiş modellerden birisi, George’un “Hikâye
Anlatma Olayının Anlaşılmasına Doğru” adlı makalesinde belirttiği kurallardır.
George’un dilbilim ve iletişim bilimlerinin kullandığı terimleri kullanarak ortaya
koyduğu model şu birimlerden oluşmaktadır:
14
1. Her hikâye anlatım esnasında bir anlatıcı, mesaj gönderici (encoder), bir de
mesajı alıp anlamlandırıcı, çözümleyici (decoder) vardır. Türkülü hikâyede gönderici,
hikâyeyi anlatan, âşık, meddah; çözümleyici ise dinleyici / dinleyicilerdir. Mesajı alanla
veren, daha evvel gelenek içinde biçimlenmiş bir mesaj biçimiyle iletişim kurar. Mesajı
vermek ve çözümlemek işi dil vasıtasıyla yapıldığı gibi, sözün dışında kalan vücut ve
yüz hareketleriyle de yapılır. Karşılıklı mesaj alış-verişi ve yorumlanması işi, hikâye
anlatımı boyunca devam eden bir iştir.
2. Her hikâye anlatım olayı bir sosyal olaydır. Bu olayda en az bir kişi hikâye
anlatıcısı, bir kişi de hikâye dinleyicisi rolünü üstlenir. İcraya katılanlar, kendi
kimliklerinin yanında anlatıcı ve dinleyici sosyal kimliklerine bürünürler. Bir nine
torununa bir masal anlatırken; nine anlatıcı, torun ise dinleyici kimliklerini benimsemiş
olurlar. Bu yeni sosyal kimlikleriyle nine anlatım esnasında gelenek dahilinde mesajı
kurup, formülleştirip gönderir; torun gönderilen mesajı alıp, çözüp gelenek bünyesinde
var olan kurallara göre karşılık verir. Böylece folklorun eğlendirme, vakit geçirme, bir
ders verme gibi sosyal işlevselliği gerçekleşmiş olur.
3. Her hikâye anlatım olayı tektir, onun tam bir benzeri yoktur. Zaman, mekân ve
bağlam değişmiştir. Anlatan ve dinleyenler aynı olsa bile icranın tam olarak bir diğerine
benzemesi mümkün değildir. Çünkü her hikâye anlatım olayında anlatıcı ile dinleyici
arasında karşılıklı olarak etkileşim meydana gelir. Bu karşılıklı etkileşim elbette hikâye
anlatımını da etkiler. Yani hikâye anlatımı, anlatıcının, dinleyicinin ve hikâyenin
birleştiği ortak noktada belirir (Başgöz, 1992. 31).
Performans Teorinin teorisyenlerinden birisi olan Robert George, özetlemeye
çalıştığımız görüşünde, Roman Jacobson'un tespit ettiği, her iletişim olayında aşağıdaki
ortak elemanlardan son derece etkilenmiştir.
Jacobson’a göre bir iletişim olayında; 1. İletişim olayına katılanlar: Konuşmacılar,
dinleyenler, mesaj verenler, sözcüler, yorumcular. 2. Kullanılacak iletişim yolları:
Konuşma, yazma, kitap basma, türkü söyleme, ıslık veya boru çalma, yüz ve beden
hareketleri, koku verip alma, dokunma ve tatma yoluyla mesajlar. 3. İletişimin yer
aldığı çevre: Mesajın verildiği, alındığı, uzatılıp, kısaltıldığı, yorumlandığı, sevildiği ya
da irdelendiği yer. 4. Mesajın biçimi: Şiir, hikâye, türkü, vaaz, siyasi nutuk, sokak
satıcılarının bağırmaları. 5. Verilen mesajın içeriği: Mesajın anlamı, ne demek istediği
15
ve ona karşı gösterilen davranış. 6. Bu icra olayının bütünü görülmektedir (Başgöz
1992: 31). Jacobson’ın dilbiliminde geliştirdiği görüşlerle, George’ınkiler arasındaki bu
ortak hususlar ikisinin de hikâye anlatmayı bir gösterim olayı, kompleks bir iletişim
aracı olarak kabul etmelerinden kaynaklanmaktadır.
Türkülü hikâyelerin incelemesinde, hikâye anlatım olayının gerçekleştiği yer ve sosyal
çevre şartlarını (context) göz önünde bulundurmamız gerekir. Hikâye nasıl bir kültür
ortamında anlatılmaktadır? Anlatılan hikâye ile yöre kültüründeki inanç ve değer
sistemleri ne ölçüde bağdaşıyor? Hikâye anlatma geleneğinin geçmişten günümüze
geçirdiği evreler, yöre kültüründeki yeri ve diğer kültürel unsurlarla ilişkilerinin hangi
düzeyde olduğu tespit edilmelidir. Kısaca hikâyenin anlatıldığı kültürel bağlam (cultural
context) incelenmelidir ( Korkmaz 2003: 36).
Dinleyici olmadan geleneksel türkülü hikâye anlatımı gerçekleşmez. Hikâyenin
uzunluğunu, kısalığını ve anlatım seyrini anlatıcı ile dinleyici arasında kurulan iletişim
tayin eder. Değişken olmasına rağmen dinleyicinin, hikâyeci ve hikâye üzerindeki etkisi
araştırılmalıdır. Bu araştırmanın güzel bir örneğini Başgöz’ün Posoflu Âşık Müdamî ile
yaptığı “Hikâye Anlatıcısı ve Onun Dinleyicisi” çalışmasında görebiliriz (Başgöz, 1986:
49). Başgöz, Âşık Müdamî’nin bir hikâyeyi (Öksüz Vezir) farklı seyirci önünde ikinci
kez anlatışında hikâye örgüsünde ve anlatış tarzında bazı değişiklikler olduğuna şahit
olmuştur (Başgöz, 1992. 36). Aynı yöntemi Âşık Mustafa KÖSE ile yaptığımız derleme
çalışmasında biz de uyguladık. Âşığın kişilere, mekâna, o anki psikolojisine, bağlı
olarak aynı hikâyeyi farklı boyutlarda anlattığını tespit ettik. Hatta iyi niyetinden olsa
gerek, ustası kabul ettiği Âşık DEMİRCİ’nin anlattığı hikâyelerle âşığımızın anlattığı
hikâyelerin arasında büyük farklılıklar vardır.
Folklor her ne kadar bir milletin ortak ürünü ise de, türkülü hikâye anlatımı, bir âşığın
bireysel yeteneği ve üslubudur. Bu bakımdan âşığın repertuvarı ile sosyal kişiliği
arasındaki ilişkiler, yani bireysel bağlam (individual context) incelenmelidir. Âşığın
yetiştiği sosyal çevre, etkilendiği ve etkilediği kimseler etraflıca araştırılmalıdır.
Dinleyici çevre ile anlatıcının birlikte yaratması olan hikâye gösteriminde hikâyeci-
âşığın repertuvarındaki hikâyelerin muhtevasıyla kendi kişiliği arasındaki ilişkiler,
hikâyecilik geleneğiyle olan bağı, kültürel birikimi, dili kullanma kabiliyeti, rol
16
yapma/taklit edebilme yeteneği, şahsi anlatım tarzı, müzisyenliği, kısaca sanatkarlığı
üzerinde durulmalıdır (Korkmaz 2003: 37).
Sözlü gelenek hususunda Türkiye’de yapılan önemli çalışmalardan birisi olan, “Halk
Hikâyesi Araştırmaları Çukurovalı Âşık Mustafa Köse ve Hikâye Repertuvarı” adındaki
kitabında Görkem, türkülü hikâyenin bir ‘sosyal olay / gösterim’ (performance)
olduğunu ve ‘gelenek’, ‘anlatıcı’, ‘söz / metin’, ‘müzik’ ve ‘dinleyici’ unsurlarına
dayandığını belirtiyor. Sadece metin üzerinde yapılan çalışmanın noksan olacağı,
anlatıyı, ait olduğu bağlam içinde bu beş unsuru da göz önünde bulundurarak araştırma
yapılmasının gereğine değiniyor (Görkem, 2000: 6-12). Gelenek dahilinde kahvehane,
köy odası, düğün evi vb. dışında rastgele yerlerde hikâye icrası yapılmadığından
‘mekân’ı ve ‘zaman’ı da bunlara ilâve edebiliriz. Halk hikâyesi incelemelerinde, sayılan
bu yedi hususun göz önünde bulundurulması önemlidir (Korkmaz 2003: 37).
2. 3. Hikâyecilik Geleneği Yukarı Çukurova ve çevresinde, önceki yüzyıllarda bazı Türkmen aşiretlerinin konar-
göçer bir hayat tarzı sürdüklerini biliyoruz. Genellikle hayvancılıkla uğraşan bu
aşiretler, yazın yaylalara göç eder, Toroslar’ın çevrelediği dağlık alanlarda yani
yaylaklarda konaklardı.
XVII. asırdan; yaklaşık XIX. asrın ikinci yarısına kadar, çeşitli aşiret kavgaları ve
huzursuzluklara sahne olan bölgede, bazı aşiretler bu sebeplerle Osmanlı Devleti
tarafından sürgüne gönderilmişse de, tam bir ıslahata gidilemediğinden daha sonra,
iskân politikasıyla zorunlu yerleşime tâbi tutmuştur. Buna karşılık olarak çıkan isyanlar,
1865’te Fırka-i İslahiyye ordusu tarafından bastırılmıştır.
Türk halk şâirleri arasında hususi bir yer işgal eden ve kendilerine “aşiret şâiri” denilen
sanatkârlar, bu göçer ve kısmen yerleşik insanlar arasında yetişmişlerdir. Bunlar
umumiyetle bağlı oldukları aşiretin ve onun beyinin himâyesindedirler. Arapça ve
Farsça kelime ve terkiplerden uzak sâde ve samimi bir Türkçe ve hece vezni ile göç,
iskân, aşk ve akıncılık konularını işlerler; günlük gerçek hayat hadiselerini, tarihî destan
veya hikâyeleri az çok değiştirerek anlatırlar. Aşiret şâirlerinin büyük çoğunluğu
ümmîdir. Onların şiirleri sözlü gelenekte yaşamaktadır; nâdir olarak “cönk” adı verilen
defterlere kaydedilmişlerdir (Elçin, 1988: 102).
17
Yukarı Çukurova ve çevresinde hayat sürmüş olan bu aşiretler arasında, günümüz
âşıklık geleneğinin geçmişine ait canlı izlerini bulmak mümkündür. Aşiret çevresinde
yetişen, âşık tarzı şiirin temsilcileri, yaşanılan hayat tarzının hareketliliği ve akıcılığı
içerisinde canlı bir üslûp ile şiirler söylemişlerdir. Bu canlılıkta, yaşanılan hayat tarzının
yanı sıra, yaşanılan çevrenin tabiîliği de büyük rol oynamaktadır. Nitekim çalışma ve
derleme yaptığımız bölgede bunun canlı örneklerini görebiliriz. Örneğin Karkın Köyü
yerleşik hayatın içerisinde yer alsa da şehirden uzaklığı, ulaşımın zorluğu gibi
nedenlerle olsa gerek şehir kültürünün bu yörede zayıf olarak yaşandığı görülmektedir.
Hatta yerleşik hayatın izlerine bile orada az rastlanır. Çünkü hayatın tüm ihtiyaçları
doğadan ve hayvancılıktan karşılanmaktadır. Bu bölgede yaşayan diğer halk âşıklarında
da görülen geleneğin temsilcisi olma özelliği bu bölgenin yazılı ve elektronik kültürün
etkisinden nispeten uzak oluşundandır.
Âşıklar rakımı bin metreyi aşan bu bölgeyi kendilerine yaylak seçmişler ve hayatlarını
gelenekleriyle beraber burada yaşamışlardır. Uzun yıllar yöre âşkları düğümlerde kınacı
olarak çağrılmışlar ve önemli günlerin ve törenlerin aranılan insanları olarak toplumda
yerlerini almışlardır. Ancak onların bu özellikleri toplumun ihtiyaçları değiştikçe ve
geliştikçe geri plana itilmiş ve dolayısıyla bahsedilen geleneğin zayıflamasıyla âşıklık
bir meslek olmaktan çıkmış ve yaşayan birkaç âşığımız haricinde ne yazık ki bu
geleneğin yeni temsilcileri yetişmemiştir.
Geleneğin zamana ve ihtiyaca göre zayıflayarak şekil değiştirmesi konusunda ise
Görkem şunları söylemiştir: “Hikâyecilik geleneği, “sözlü anlatım” çerçevesinde bir
“sosyal olay” olarak düşünülecek olursa; zamanla büyük şehir ve kasabalarda, sözlü
anlatım hadisesinin “anlatıcı”, “dinleyiciler” ve “geleneksellik” özelliklerini kaybettiği
söylenebilir. İşte bu aşamada artık halk hikâyeleri “mensur” ve “realist” bir kimliğe
bürünerek “kitabîleşmiş”, çeşitli meclislerde yazılısından okunur ve dinlenir bir hale
gelmiştir (Görkem, 2000: 7). Yörede ise hikâye anlatma geleneği henüz bu aşamaya
gelmemiştir.
2. 4. Metin [ = Türkülü Hikâye / Halk Hikâyesi]
Anlatıma dayalı bütün folklor ürünlerinin yazıya geçmiş şekline ‘metin’ denir. Türkçe
sözlükte hikâye terimi “bir olayın sözlü ya da yazılı olarak anlatılması; gerçek veya
18
tasarlanmış olayları anlatan düz yazı türü, öykü; aslı olmayan söz, olay”3 şeklinde
tanımlanmaktadır. Elçin ise hikâyeyi “Arap dilinde başlangıçta ‘kıssa’ ve ‘rivayet’
olarak düşünülen, sonraları eğlendirmek maksadı ile ‘taklit’ mânâsında kullanılan
‘hikâye’ terimi, gerçek veya hayalî birtakım vak’aların, maceraların hususî bir üslûpla,
sözle nakil ve tekrarı” (Elçin, 1998: 444) diye tarif ediyor. Bu her iki tanımda da hikâye
için ‘olay’ın temel unsur olduğu görülmektedir. Görkem de bu konuda “Hikâyede vak’a
esastır.” görüşünü belirtiyor. Görüldüğü gibi ortak kanaat, tahkiyeli anlatımlarda olay
örgüsünün önemli olduğudur.
Türkülü hikâyeler, Boratav’ın ‘temsilî inşad’ diye nitelendirdiği eserlerdir. Bu
hikâyelerde akıcılığı kalıcılığı sağlayan ve yöreden yöreye, kişiden kişiye ve zamandan
zamana göre hiç değişmeyen ya da çok az değişen kısımlar bir müzik aleti (saz)
eşliğinde söylenen türkülerdir. Çünkü, söylenen bu türküler hikâyenin olay örgüsüyle
ve kahramanıyla doğrudan ilgilidir. Hikâyeci, hikâyenin nesir kısmında dinleyici
çevresiyle, o anki psikolojik durumuna göre serbest bir şekilde konuşur. Konudan
sapmamak şartıyla hikâyesini istediği ölçüde genişletir ya da daraltır. Âşık Mustafa
Köse’nin Elbeylioğlu Hikâyesini anlatırken birkaç kere canlı gösterimine şahit olduk.
Çalışmamızda bulunan hikâye ile bu anlatımları arasında bazı farklılıklar olduğunu
tespit ettik. Ama bu farklılıklar bizim derlememizi üstün tutmaktadır; çünkü diğer
anlatımlarının olay örgüsü bakımından zayıf kaldığını tespit ettik ve bunu sebebini
sorduğumuzda dinleyici çevresinden birini göstererek aralarında önceden beri husumet
olduğunu bu nedenle özetleyerek gittiğini ifade etti. Fakat hikâyelerin şiir kısımlarında
unuttuğu yer yok ise hiçbir eksiklik yapmadığına şahit olduk. Tüm anlatımlarında bu
kısımların aynı kaldığını tespit ettik. Türkülü hikâyelerde nesir kısımlarının büyük önem arz etmesi, türkü kısımlarının
ise olay örgüsü içerisinde yerini alması dolayısıyla çalışmamızda bu terimi
kullanmayı uygun gördük. Bu konuda farklı tanımlamalar ve düşünceler
bulunmaktadır. Aynı konuda detaylı bilgiyi Mirzaoğlu vermektedir (Mirzaoğlu
2003). Bozlak konusu etrafında “türkülü hikâye” ile “hikâyeli türkü” kavramlarını
değerlendirmiş ve tercihini “hikâyeli türkü”den yana kullanarak bunun nedenlerini
açıklamıştır. Mirzaoğlu bu konuda “kendine özgü değişken bir anlatım yapısına sahip
bu özel türün örnekleri için, ‘değişmeyen’ öğesi olan ezgiyi vurgulayacak şekilde,
‘hikâyeli türkü’ terimini kullanmak daha uygun görünmektedir. Bu adlandırma,
3 Türkçe Sözlük, Hikâye Maddesi, TDK Yayınları, Ankara 1998.
19
elimizde mevcut, türkülere bağlı hikâyelerin, yani bozlağın nesir kısmının dikkate
alınmamasını gerektirmez. Tam tersine, bozlağın nesir ya da gelenekteki tabiriyle
‘karalama’ kısmının, türkü ile organik bir bağ ile bağlı olduğu ve icrâda bu iki yapı
öğesinin bir bütün teşkil edecek şekilde yer aldığı tespit edilmiştir.” (Mirzaoğlu 2003:
74) düşüncesini ileri sürmüştür. Görkem “Bu tercihte müzik unsuru ön plânda değildir.
Onun için ‘türkülü hikâye’ terimini kullanmak kanımızca daha doğru ve tutarlıdır.”
(Görkem 2005: 42) diyerek bu görüşe karşı çıkmıştır. Nesrin hakimiyetinin göze çarptığı
türkülü hikâyelerde türkülerin vak’anın gelişimine göre söylendiği dikkate alınırsa kendi
kanaatimizce “türkülü hikâye” teriminin kullanılması daha doğru olacaktır.
Derlemesini yaptığımız metinlerin uzunluğu kısalığı değişmekle birlikte hikâyelerin
tahkiye kısımlarında yöresellik ağır basmaktadır. Türkü kısımları ise cura dediğimiz bir
saz eşliğinde söylenen bölümlerden oluşmaktadır ki burada dinleyicinin icrâya hiçbir
şekilde karışmadığını ve bu kısımlara müdahalede bulunmadığını söyleyebiliriz. Ancak
dinleyici çevresinin, nesir kısımlarda olay örgüsüne dış müdahalelerde bulunduğu
icrâya katıldığı, âşığı yeri geldikçe yönlendirdiği gözlemlenmiştir.
2. 5. Anlatıcı ( Hikâyeci / Âşık )
Konu “halk hikâyesi” olunca, bunu anlatan / icra eden kişinin de “hikâyeci / âşık /
hikâyeci-âşık” olarak isimlendirilmesi gerekmektedir (Görkem, 2000: 9). Bu bağlamda
Köprülü, hikâye anlatıcısı sözünün eski Türk boylarındaki kullanımları hakkında şu
görüşü ileri sürer: “Eski Türk boylarının av törenlerine katılan ozanlar dinî konuların
yanında hükümdarın büyüklük ve kahramanlıklarını öven ya da eski kahraman-
ların menkıbelerini anlatan kahramanlık destanları okurlardı. 15. yüzyıldan sonra
‘ozan’ sözcüğü yerine Anadolu ve Azerî sahalarında ‘âşık’, Türkmenlerde ‘bakşı’
(bahsi), Yakutlarda ‘oyun-şaman’ isimleri kullanılmaya başlanmıştır.” (Köprülü, 1999:
71, 72 ).
Türk boyları arasında farklı isimlerle anılan anlatıcılar özgün söylem, gösterim, ezgi
aleti çalma, taklit gibi doğuştan getirdikleri bazı özelliklerine, icradaki ustalıklarına ve
repertuar zenginliklerine göre ‘usta âşık’, ‘tor âşık’ veya gelenek içerisinde ‘aktif
taşıyıcı’, ‘pasif taşıyıcı’ olarak adlandırılabilir. Usta âşık, dinleyici çevresinin
beklentisine uygun olarak hikâye anlatabilen, irticalen türkü söyleyebilen, atışmalarda
yenilmeyen kendine has bir üslûbu olan âşıktır. Anlatıcının özgün söylem, gösterim,
20
ezgi âleti çalma, taklit gibi bazı özelliklere sahip insanlar olduğu bilinmektedir. Birçoğu
usta - çırak ilişkisi içerisinde yetişmiş, geleneği ustasından öğrenmiştir. Saz çalmak bir
yetenek meselesi olduğundan saz çalamayanlar hiç yoksa rasgele seçtikleri bir nesneyle
ses çıkacak bir yerlere vurarak ritim tuttururlar; ancak diğer unsurlar onların var olma
sebepleridir. Çünkü toplumda âşıklığın yeri ayrı da olsa gerçek bir âşığın türkülü hikâye
(=halk hikâyesi) bilmemesi ya da onu iyi sunamaması söz konusu olamazdı. Hikâyeci
âşık, eserinde kendi duygularını, arzu ve isteklerini bol bol ifade etmektedir (Boratav,
1988: 102). Bu yüzden anlattığı hikâyenin macerası içerisindeki şahıslarla
bütünleşebilen, hadiseyi yaşıyormuşçasına anlatabilen kimse usta âşıktır.
2. 6. Müzik / Ezgi / Ritm
Türkülü hikâyelerde “müzik”, “deyiş / türkü”lerin anlatıcı tarafından icra edilmesi
sırasında devreye girmektedir. Mûsıkî olmadan “türkülü hikâye”nin varlığını düşünmek
mümkün değildir. Anlatıcı, hikâyede yer alan “deyiş/türkü”leri, hikâye kahramanlarını
temsilen ve onların dilinden söylemektedir. Hikâyecilik geleneği içerisinde, hikâyelerde
yer alan deyiş/türkülerin “geleneksel” bir mahiyet kazandığı ve bunların belirli icra
makamlarının oluştuğu bilinmektedir. Dinleyiciler, anlatıcının deyiş/türküleri eksik ve
yanlış bir tarzda icra etmesine tahammül edememektedir (Görkem, 2000: 11). Anlatıcı
ritmi genellikle saz ile elde eder bu sazın türü ise cura adıyla bilinir. Anlatıcı müzik
unsurunu sadece türkülü deyişlerde kullanır; ancak dikkati toplamak veya
yoğunlaştırmak için tahkiyeli kısımlarda da curayı kullanır. Dinleyicilerinde özellikler
istediği türkülü deyişler sadece saz = cura eşliğinde söylenmez. Anlatıcı bazen de
herhangi bir nesneyi,cura çalıyormuşçasına, eline alır ve çeşitli ritmik seslerle
hikâyenin ezgi ihtiyacını karşılar. Buradan bakılırsa hikâyelerin türkülü deyişlerinin o
hikâyenin en önemli kısımları olduğu anlaşılmaktadır. Üstelik saz = cura eşliğinde
hikâye söyleme geleneğinin, İslamîyet öncesinde ozanların kopuz eşliğinde destanlar
söylemesi geleneğinde de görülmesi, müzik / ezgi / ritm unsurunun ne denli önemli
olduğunu ortaya koymaktadır.
Âşık Mustafa KÖSE de türkülü hikâyelerini cura eşliğinde anlatmaktadır. Ancak
Köse’nin curayı çok iyi çaldığını söyleyemeyiz; ama curayı türkülü deyişlerin ritmini
sağlamadaki kullanım ustalığı çok iyidir.
21
2. 7. Dinleyici / Seyirci Çevresi
Hem heyecanlanmak hem da eğlenmek için gerek özel günlerde gerekse törenlerde
geleneğin temsilcisi olan bir âşık etrafında toplanan dinleyici / seyirci çevresi genellikle
türkülü hikâyeleri iyi bilen bu sayede de âşığa ve anlatıma tesir eden ve yön veren
kesimlerden oluşmaktadır. Dinleyici / seyirci çevresi böyle çevrelerden oluştuğu için
karşısında daima iyi bir anlatıcı görmek istemektedir. Burada tercih, âşıklığı meslek
haline getiren kimselerden yana kullanılır ki geleneğin zayıfladığı günümüzde Yukarı
Çukurova yöresi bu bakımdan biraz daha şanslıdır. Çünkü Âşık Mustafa Köse artık,
elektronik kültür ortamının geliştiği günümüzde mesleğini icrâ eden ender âşıklardan
biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Dinleyici / seyirci çevresi, birçok defa şahit olduğumuz gibi, âşığın anlatımına ve hikâ-
yeye müdahale etmektedir. Durum böyle olunca da âşık hikâyeye dinleyici / seyirci
çevresine göre yön vermekte beklentilere cevap verecek şekilde hikâyesini
anlatmaktadır. Vak’anın gelişiminde ya da türkülerin söylenmesinde herhangi bir
atlama ya da özetleme yapıldığında âşık hemen uyarılmaktadır. Zaten karşısında
meraklı ve ilgili bir dinleyici/seyirci çevresi bulan anlatıcı onların memnuniyeti için
genellikle anlattıklarına kendinden de bir şeyler katmaktadır. Anlatıcının buradaki
amacı dinleyici / seyirci çevresi tarafından eleştirilmemektir. Nadiren de olsa
karşılaştığımız, âşığın hikâyeyi unutma durumları karşısında dinleyici / seyirci
çevresinden biri unutulan yeri âşığa hatırlatmakta, gösterim dış müdahalenin anlatımı
renklendirmesiyle hikâye tamamlanmaktadır.
Anlatıcı anlattığı hikâyenin bir parçasıymış gibi hareket ederken dinleyici / seyirci
çevresini de bu anlatımın içine çeker. Hikâyenin cezbediciliği artarken âşık, ustalığını
ortaya koymuş olur. Bahsedildiği gibi icrânın en önemli unsurlarının başında dinleyici /
seyirci çevresi gelmektedir. Çünkü anlatan ve dinleyen olarak her iki undur da mevcut
yaratmanın yeniden şekillenmesinde bir bütün olarak yer almaktadır.
2. 8. Mekân
Yaşanılan mekânın insan üzerindeki etkileri herkesçe bilinir. Zirâ geleneğin yaşadığı
yörelerden biri olan araştırma sahamız dağlık bir bölgedir. Bu özellik orada yaşayan
insanların mizacının sert bir özellik taşımasına neden olmuştur. Dolayısıyla icrâ
22
esnasında yiğitçe bir üslup göze çarpar. Çukurova’ya kar yağmazken Karkın
Mahallesi’nin rakımından dolayı, yöreye kışları kar yağmaktadır. Yazları da
Çukurova’nın oldukça sıcak olmasına karşın yörenin serin olması hayatı ve insanları
mücadeleci bir hüviyete bürümüştür. Tüm bu anlatılanlar âşığın anlatımına hem vak’a
olarak hem de üslup olarak yansımaktadır. Hikâyelerde geçen soğuk iklimleri anlatırken
âşığın, dinleyenleri hikâyenin içine çekercesine taklitler yaptığına tarafımızdan şahit
olunmuştur. Ayrıca yörenin diğer yerleşim yerleriyle arası uzak olduğundan ve ulaşımın
da hâlâ gerektiğinde atlarla yapılıyor olmasından âşığın hikâyeyi anlatımı da
çeşitlenmektedir. Çünkü âşık bu unsurları hikâyelerinde malzeme olarak kullan-
maktadır. Yeri geldiğinde kendi atını, yeri geldiğinde yolda yaşadıklarını anlatımına
katmakta bu sayede de hikâyenin yöreselleştiği görülmektedir.
3. ARAŞTIRMA KONUSU HAKKINDA YAPILAN ÇALIŞMALAR
Çalışmamızın bu bölümünde, araştırma konusu hakkında yapılan bilimsel çalışmaların
tamamı hakkında kronolojik sıraya bağlı kalarak bilgi vermeyi gerekli görmüyoruz.
Özellikle çalışma amacımızın dışına çıkmamak adına sadece türkülü hikâyeleri ve yöre
ile ilgili yapılan çalışmalardan bahsetme lüzumunu gördük. Son dönemlerde yöre ile
ilgili önemli çalışmalar yapılsa da önceki dönemlere göre bu çalışmaların sayısında belli
bir düşüş görülmektedir. Son dönemde yapılan çalışmalar genellikle üniversitelerde
yapılan tez çalışmalarından oluşmaktadır. Bu çalışmalardan tezimizin bu kısmında
bahsedece-ğiz; ancak sözlü gelenek içerisinde oluşan “hikâyecilik (gelenek)”, “hikâyeci -
âşık (anlatıcı)”, “dinleyici” ve “türkülü hikâye (metin)” kavramları üzerinde yapacağımız
çalışma ile doğrudan ilgili gördüğümüz belli yayınlardan bahsetmek istiyoruz.
Bu çalışmalardan konumuz açısından en önemli kaynaklardan biri olan, Boratav’ın 1946
yılında ilk baskısını yayımladığı “Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği” isimli
çalışmasıdır (Boratav 2002). Boratav, bu eserinde Doğu Anadolu Bölgesi’nde canlılığını
devam ettiren sözlü gelenekteki türkülü hikâyeleri derleyerek incelemiştir. Eserde
hikâyecilik geleneği, hikâyeciler ve hikâyelerin gelenek içerisinde anlatılması, türkülü
hikâyelerin doğuşu ve gelişimi ile konu, şekil, üslûp ve tür meseleleri hakkında bilgiler
verilmiştir. Boratav’ın bu çalışması henüz “icra / gösteri performans kuramı”nın folklor
literatüründe olmadığı bir dönemde yapılmıştır.
23
Bu husustaki diğer bir çalışma Başgöz’ün 1949 yılında biyografik türkülü hikâyeler
hakkında yapmış olduğu doktora tezidir (Başgöz 1949). Bu çalışmada altı âşık ve
onların hayatları etrafında teşekkül eden türkülü hikâyeleri “türkülü biyografik halk
hikâyesi” kavramı merkez alınarak incelenmiştir.
“Güneydoğu Anadolu’dan Âşık Hikâyeleri” adıyla 1955 yılında ilk baskısını yayınlayan
ve Güneydoğu Anadolu’daki hikâyecilik geleneğine, derlediği Elbeylioğlu, Ali Paşa,
Köroğlu kolları, Hurşid ile Mahımihri ve Kozanoğlu hikâye metinlerinden hareketle
dikkat çeken W. Eberhard yayımladığı eserinde şu meseleleri değerlendirmiştir: “Saz
şairliğinin sosyal fonksiyonu, hikâyeci-âşık’ların anlattığı hikâyeler, hikâyelerin
kendilerine has çevre ve zaman içerisinde sözlü nakilleri ve hikâyelerde sözden yazıya
intikal sırasında meydana gelen değişmeler.” (Çevirisi için bak. Eberhard 2002).
Çalışmamız açısından en önemli eser İsmail Görkem’in “Halk Hikâyeleri Araştırmaları,
Çukurovalı Âşık Mustafa Köse ve Hikâye Repertuvarı” eseridir. Söz konusu eserde
Çukurova’da ve bu bölgeye komşu olan diğer yörelerdeki hikâyecilik, hikâyeciler,
hikâyeler konusunda ayrıntılı bilgiler verilmiş ve Düziçi yöresindeki (=Yukarı Çukurova)
hikâyecilik geleneği, yörede yaşayan hikâyeciler ve hikâyelerin özellikleri hakkında
tespitlerde bulunulmuştur. Ayrıca eserde yörenin geleneğin en iyi temsilcilerinden olan
Âşık Mustafa Köse’nin hayatı, sanatı ve repertuvarı konusunda detaylı bilgiler
sunulmuştur. Âşık Mustafa Köse’den derlenen beş türkülü hikâye “icra / gösterim
teorisi”ne (=Performance oriented) göre incelenerek hikâyelerle ilgili problemler,
hikâyelerin tahlili, hikâyelerin dil ve anlatım özellikleri konusunda bilimsel sonuçlara
ulaşılmıştır. Çalışmamız, adı geçen eserin devamı niteliğindedir. Görkem, konuyla ilgili
birçok da makale yayımlamıştır. Türkülü hikâyelerin canlı gösterim olarak nasıl
incelenebileceği hakkında 1998 yılında çok önemli bir makale yayınlamıştır (Görkem
1998). Ayrıca Yukarı Çukurova’nın önemli âşıklarından, Mustafa Köse’nin de yakın
dostu olan ve anlattığı Köroğlu hikâyeleri sayesinde Köroğlu lakabıyla tanınan Köroğlu
Âşık Mehmet Demirci hakkında 1999 yılında bir bildiri sunmuştur (Görkem 1999).
Araştırma konumuzu ilgilendirmesi açısından yöreyle ilgili yapılan çalışmaların en
önemli olanlarının başında bir bilim adamı olmaktan çok bir gönül adamı olan Ali Rıza
Yalgın gelmektedir. “Cenupta Türkmen Oymakları” adlı eserinde Güney Anadolu
bölgesinde 1930’lu yıllarda canlı olarak yaşayan folklor ürünlerini derleyerek bunları
24
beş cilt halinde 1931 ila 1935 yılları arasında yayımlayan Yalgın, konar göçer
Yörüklerin folklor ürünü olan her türlü malzemeyi bölge bölge, aşiret aşiret dolaşarak
çalışmasını tamamlamıştır (Yalgın 2000).
Araştırma bölgesiyle ilgili olan çalışmaların önemli bölümünü son zamanlarda
üniversitelerde yapılan tez çalışmaları oluşturmaktadır. Bunlardan biri de tarafımızdan
yapılan bitirme tezi olan “Hurşit ile Mahı Mihri Hikâyesi” adlı çalışmadır (Tülüce
2001). Bu eserde Düziçili Âşık Ali Altun (= Kirik Ali)’dan, İsmail Görkem tarafından
derlenen “Hurşit ile Mahı Mihri” adlı türkülü hikâye ‘Gösterim Teorisi’ne göre
değerlendirilmiştir. Ayrıca eserde “Hurşit ile Mahı Mihri Hikâyesi” ile ilgili detaylı bir
şekilde hikâyenin teşekkülü ve varyantları hakkında bilgiler verilmiştir. Hikâyedeki
deyişler ve türküler incelenmiş daha sonra da hikâyenin tahlili yapılmıştır. Tahlil
yöntemi olarak modern hikâye tahlil yönteminin tercih edilmesi eserin farklı özellikleri
arasındadır.
Konumuzla alâkalı yapılan tez çalışmalarından biri de Refiye Okuşluk’un “Adana Halk
Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği Geleneği” adlı doktora çalışmasıdır (Okuşluk 2000).
Eserde Anadolu ve Adana türkülü hikâyecilik geleneğiyle ilgili detaylı bilgi verilmiştir.
Adana türkülü hikâyelerinde biçim ve içerik konuları açıklanmış ve Adana’dan
derlenmiş yirmi türkülü hikâye eserin metinler kısmında verilmiştir.
Tez çalışmalarından biri de Kürşat M. Korkmaz’ın “Çukurovalı Âşık Mehmet Demirci
(Köroğlu)’nin Hikâye Anlatıcılığı Üzerine Bir Araştırma” adıyla hazırladığı doktora
tezidir (Korkmaz 2003). Eser çalışmamızın yöntemiyle ve alanıyla ilgili olarak
benzerlik göstermektedir. Âşık Mehmet Demirci’nin hikâye repertuvarı üzerine yapılan
bu çalışmada sözlü kültür ve Performans Teori kavramları ayrıntılı olarak açıklanmış,
ve Âşık Demirci’nin hikâye repertuvarından on dört hikâye incelenmiştir. Eserin
kaynakça kısmında bazı türkülerin notaları verilmiştir.
Giray Mirzaoğlu, 1994 yılında hazırlamış olduğu eserinde Çukurova yöresinde yaşamış
en iyi ve en ünlü âşıklardan birini kendisine araştırma konusu olarak seçmiştir. Bu
eserde Ahmetçe’nin sanatkârlığı hakkında bilgiler vererek, yörede halen yaşayan veya
vefat etmiş olan ve kendilerini Ahmetçe’nin çırağı olarak kabul eden yedi hikâyeciden
bahsetmektedir: Süleyman Kartal, Abdullah Mirzaoğlu, Ahmet Cerit, Emekoğlu,
Mustafa Kartal, Abdurrahman Avcı ve İsmail Kartal. Bunlardan Deli Boran,
25
Elbeylioğlu, Gündeşlioğlu, Yazıcıoğlu, Öksüz Ali, Köroğlu’nun Gürcistan Seferi, Bey
Mayıl ve Ali Paşa hikâyelerini derlemiştir.
4. ARAŞTIRMANIN AMACI VE YÖNTEMİ
Araştırmamızın konusunu Osmaniye’nin Düziçi ilçesindeki hikâyecilik geleneği, belli
başlı hikâyeciler ve anlatılan hikâyeler oluşturmaktadır. Daha sonra da, Düziçili Âşık
Mustafa Köse’nin yöredeki hikâyecilik geleneği içerisindeki yeri ortaya konulacaktır.
Ardından çalışmamızda folklorun “canlı bir gösterim” olma niteliği gözetilerek, gelenek
çerçevesinde, Çukurova’nın Düziçi ilçesinde yaşayan bir hikâyeci-âşık olan Mustafa
Köse’nin hikâye repertuvarı, “anlatıcı-dinleyici” ilişkileri, “metin” ve “müzik” gibi
hususlar incelenecektir.
Âşık Mustafa Köse’nin hikâye repertuvarının bir bölümü daha önce de belirttiğimiz gibi
Prof. Dr. İsmail GÖRKEM tarafından derlenmiş ve “Halk Hikâyeleri Araştırmaları,
Çukurovalı Âşık Mustafa Köse ve Hikâye Repertuvarı, Akçağ Yayınları, 2000” adlı
kitabında incelenmiştir. Bu eserde âşıktan Güzel Ahmet Hikâyesi, Han Mahmut
Hikâyesi, Bal Böyrek [=Bey Böyrek] Hikâyesi, Helvacı Güzeli Hikâyesi, Âşık Halil
Hikâyesi derlenmiş ve bu hikâyeler ‘Performans Teori’ye göre incelenmiştir.
Araştırmamızın amacı ise Âşık Mustafa Köse’nin adı geçen eserdeki repertuvarında yer
almayan hikâyeleri derleyip incelemektir.
Metin derlemesi, tespiti ve incelemesinin Görkem’in uyguladığı metoda göre yapılması
planlanmıştır. Araştırmamızda, Âşık Mustafa Köse ile yaptığımız mütemadiyen
görüşmelerde ve katıldığımız icrâlar sırasında ondan yedi hikâye tarafımızdan
derlenmiştir. Bu hikâyeler: Köroğlu’nun Gürcistan Seferi Hikâyesi (=GSH),
Köroğlu’nun Turna Teli Hikâyesi (=TTH), Köroğlu’nun Horasan Seferi Hikâyesi
(=HSH), Köroğlu’nun Şam Seferi Hikâyesi (=ŞSH), Gündeşlioğlu Hikâyesi (=GOH),
Güherî Hikâyesi (=GH), Elbeylioğlu Hikâyesi (=EH), olmak üzere yedi tanedir.
Amacımız bu metinleri “canlı gösterim” niteliklerini hesaba katarak icra ortamı
içerisinde derlemek; daha sonra da bunları incelemek ve anlamaya, anlatmaya
çalışmaktır.
Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda, araştırmanın teorik çerçevesini şöyle
sınırlandırabiliriz:
26
a) Genel olarak Çukurova bölgesinde ve özel olarak da Düziçi’nde hikâyecilik geleneği,
hikâyeciler.
b) Araştırma sahasında hikâyeciler ve onların sosyo-kültürel etkileri.
c) Âşık Mustafa Köse’den derlenen hikâye metinlerinin nesir kısımlarının ve
deyiş(=türkü)lerinin incelenmesi; derlenen hikâyelerin tahlili.
e) Düziçi’nde hikâyecilik geleneğinin bugünkü durumu (1997-2005 dönemi).
Genelde Çukurova bölgesinde ve özel olarak da Osmaniye’nin Düziçi İlçesi ve
köylerindeki hikâyecilik geleneği, hikâyecileri kaynak şahıstan hikâyeleri tespit etmeyi
hedefleyen bu çalışmada:
a) Konumuzla ve Âşık Mustafa Köse ile onun türkülü hikâyeleriyle alâkalı yapılmış
derleme, araştırma ve incelemeler tespit edilmiş, incelenmiş ve değerlendirilmiştir.
b) Çalışmamız, araştırma alanı olarak seçilen Osmaniye’nin Düziçi İlçesinde “saha
araştırması” yapılarak gerçekleştirilmiştir.
c) Yöredeki çalışmalarımızda “katılımlı gözlem tekniği” kullanılmıştır. Bu sebeple
icrânın ortaya çıkabilmesi için günlerce yörede özel bir gecenin (düğün, askere yollama,
kına, sünnet vs.) gerçekleşmesi beklenmiştir.
d) Derlenen metinlerin doğru bir şekilde yazıya aktarılması ve şüpheli görülen
hususların aydınlığa kavuşturulması için kaynak şahısla daha sonra doğrudan konuşma
ve görüşme yolu takip edilmiştir.
e) Tezimizin sonunda yer alan sözlük kısmında, sözcüklerin sözlük mânasına değil
Derleme Sözlüğü’ndeki kullanımına ve kaynak şahsın tanımlamasına başvurulmuştur.
f) Teknik araç ve gereç olarak, ses kayıt aracı ile fotoğraf makinesi kullanılmıştır.
27
BİRİNCİ BÖLÜM
ÇUKUROVA’DA HİKÂYECİLİK GELENEĞİ
VE
ÂŞIK MUSTAFA KÖSE
28
1. ÇUKUROVA’DA HİKÂYECİLİK, HİKÂYECİLER VE HİKÂYELER
Bölgede hikâyecilik geleneğine ait bilgileri, özellikle Ali Rıza [Yalgın], Pertev Naili
Boratav, Wolfram Eberhard ve Kurt Reinhard gibi araştırmacıların çalışmalarından
hareketle belirtmemiz mümkündür. Çukurova’dan en çok türkülü hikâyeler derleyen ve
yayınlayan Ali Rıza [Yalgın] olmuştur (Görkem 2000: 22). Bu konuda en önemli
mevzu, son dönemlerde üniversitelerde yapılan çalışmaların bir hayli artmasıdır ki belli
başlı çalışmalardan bahsedilecektir.
Bir gönül adamı olan Yalgın yöreyle ilgili çalışma yapmış en verimli şahsiyet olarak
karşımıza çıkmaktadır. Yöreden derlediği bilgileri çeşitli dönemlerde çeşitli yerlerde
yayınlamıştır. Yörede birçok türkülü hikâye derlese de onun en önemli çalışması
Yukarı Çukurova’da folklor adına her şeyi derleyip “Cenupta Türkmen Oymakları”
adıyla yayınladığı eseridir. O, Han Mahmut, Oğuz Pehlivan, Yeğen Mehmet Paşa,
Genç Osman ve İlbeylioğlu isimli hikâyeleri neşretmiştir. Görkem, Yalgın’ın 1323 -
1942 yılları arasında bölgede yaptığı derleme çalışmaları sırasında, aşiretler arasındaki
‘hikâyecilik geleneği’, ‘hikâyeler’ ve ‘hikâyeciler’e ait önemli tespitlerde bulunduğunu,
fakat onun en büyük eksiğinin derlemiş olduğu hikâye metinlerinde şahsî tasarruflarda
bulunmuş olduğunu belirtmektedir (Görkem 2000: 22).
Yalgından sonra yörede derleme çalışmaları devam etmiştir. Hasan Çavuş, “İlbeylioğlu
Hikâyesi”ni (Çavuş 1937; 1940), Mustafa Uz, “Ahmet Paşa [Bey] ile Güherî” (Uz
1954), Şükrü Elçin de Köroğlu hikâyesinin Kozan [Adana] Kuyuluk köyü rivayetini
derleyip neşretmiştir (Elçin 1963).
Ahmet Kılıç “Gâvurdağı Türküleri” isimli eserinde Osmaniye yöresinden çeşitli kaynak
şahıslardan derlediği Mayıl, Yeğen Ali, Öksüz Oğlan, Deli Boran, Gündeşlioğlu, Telli
Senem [Yazıcıoğlu] ve Güherî [Ahmet Bey ile Güherî] hikâyelerine ait metinleri
neşretmiştir (Kılıç 1976).
29
İbrahim Davutluoğlu 1981 yılında “Gündeşlioğlu” hikâyesini yayınlamıştır
(Davutluoğlu 1981). Salim Güven, Elbeğoğlu [Elbeylioğlu] hikâyesini Düziçi’nden
derleyerek 1991 yılında mezuniyet tezi olarak yayınlamıştır (Güven 1991). Osman
Bahadırlı “Sürmeli Bey” hikâyesini 1940 ve Taha Toros da “Hurşid Bey Hikâyesi”ni
1940 yılarında neşretmiştir (Görkem 2000: 22).
Yörede çalışmaların çoğunu 1947 yılında Adana’nın Ceyhan ilçesi ve civarında yapan
Boratav yörenin hikâyecilik geleneği hakkında önemli bilgiler tespit etmiştir. Bu
bölgede çalışırken hikâyeci Ahmetçe [Ahmet Cehan] hakkında bilgi almış, fakat
onunla görüşememiştir. Bu köydeki diğer kaynak şahıslarla görüşerek on iki tane
“büyük türkülü hikâye” ismi tespit etmiştir. Bu hikâyeler: Yeğen Ali (Ali Paşa),
Karacaoğlan, İlbeylioğlu, Sefil Abdurrahman, Hurşit, Köroğlu, Asuman İle Zeycan,
Öksüzoğlan, Şah Mayıl, Emrah, Deli Boran ve Ahmet Bey (Ahmet Paşa) ile Guharî hi-
kâyeleridir (Boratav 1982: 267).
Yörede Yaşar Kemâl’in önemli sayılacak çalışmaları vardır. Osmaniye’nin Araplı
beldesinden “Öksüzoğlan” türkülü hikâyesini çok iyi söyleyen Çolak Ökkeş; Gebelili
[=Osmaniye] Murtaza, Küçük Mehmet, Kazmacalılı [=Kadirli] Güdümen Ahmet,
Haruniyeli [=Düziçi] Gök [=Kır] İsmail gibi pek çok Köroğlu söyleyen kişilerle
karşılaştığını kaydeder. Ayrıca Y. Kemal, Harkaçtığı [Kadirli] köyünden İsmail Uz’dan
derlediği Deli Boran hikâyesini de neşretmiştir (Görkem 2000: 23).
Yöreyle ilgili yapılan tespitlerin çoğu günümüzde üniversite mezuniyet tezlerinde yer
aldığını daha önce söylemiştik. Bunlardan Kemal Çopuroğlu hikâyecilerin yanında
yörede yetişmiş âşıklardan bahsetmiştir. En önemli temsilciler olarak Karac’oğlan,
Dadaloğlu, İlbeylioğlu, Gündeşlioğlu, Cingözoğlu Seyit Osman, Kul Halil, Hacı Nabi
Bey gibi ünü yayılmış hattâ adları hakkında fenomenler oluşmuş şahsiyetleri
göstermiştir. Ayrıca bu tarz şiirin diğer temsilcileri olarak da, “Nasibî Baba (1804-
1888), İbrahim Necati (1845-1896), Selâmi (1845-1935), Âşık Abdullah, Kara Osman,
Kul Şeydi, Üçgözoğlu, İbrahim Kul, İnce Arap Sailoğlu, Âşık Güferî gibi birçok âşığın
ismini zikretmiştir (Çopuroğlu 1998: 33-39).
Yöreyle ilgili son yıllarda çeşitli üniversitelerde lisans, yüksek lisans ve doktora
seviyesinde bazı çalışmalar yapılmıştır. Bunlardan, Mingan ve Hızlı, mezuniyet
30
tezlerinde ‘Han Mahmut’ hikâyesi ile ‘Ali Paşa’ (Yeğen Ali) hikâyesini derleyip yazıya
geçirmişlerdir (Mingan 1978; Hızlı 1980). Güven, mezuniyet tezinde ‘Esmen ile
Zevcen’, ‘Ali ile Fatma’, ‘Kanberoğlu’ ve ‘Elbeyoğlu’ hikâyelerini yazıya geçirerek
metin incelemesi yapmıştır (Güven 1991). Çimen, ise ‘Güzel Ahmet’ ve ‘Esma Han’
hikâyelerini bitirme tezi olarak yayınlamıştır. (Çimen 1994). Varyantların yapı
mukayesesi, şiirlerin epizotlara göre tahlili, hikâyenin motif yapısı ve metinlerden
oluşan Şimşek’in yüksek lisans tezinde Kadirli’den derlenen ‘Arzu ile Kanber’ hikâyesi
incelenmiştir (Şimşek 1987). Mirzaoğlu, Çukurova’da Yaşayan “Cerit Türkmenleri’nde
Halk Hikâyeciliği ve Halk Hikâyeleri” isimli yüksek lisans tezinde Cerit Türkmen
aşiretine mensup Ahmet Cehan’ın hikâyeciliği ve repertuarını araştırmıştır (Mirzaoğlu
1994). Mirzaoğlu bu çalışmasında, ‘Deli Boran’, ‘Elbeylioğlu’, ‘Gündeşlioğlu’,
‘Yazıcıoğlu’, ‘Öksüz Ali’, ‘Köroğlu’nun Gürcistan Seferi’, ‘Bey Mayıl’ ve ‘Ali Paşa’
hikâyelerini derleyerek Cerit Türkmenleri arasındaki hikâyecilik geleneği ve usta çırak
ilişkisi üzerinde durmuştur. Ayrıca Mirzaoğlu son dönem araştırmaları içinde önemli bir
yere sahip olan “Çukurova Bozlağı” adlı eseri 2003 yılında yayınlayarak yöre âşıkları
ve “bozlak” kavramı hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir (Mirzaoğlu 2003). Bozlak
kavramı, bozlak geleneği ve yapısı, bozlak icrâcıları ve icrâ ortamları, dinleyici çevresi,
metin özellikleri, ezgileri vs. hakkında bilimsel açıklamalar yapılmıştır. Bu araştırmada,
Ahmet Cihan (Ahmetçe), Abdurrahman Avcı, Âşık Duran, Mustafa İncedil, Ahmet
İmat, Cennet Mirzaoğlu, Aziz Üresin,Tahsin Okatar gibi yaşamış ya da yaşayan ve
yörede ün salmış âşıklardan derlenen bozlak metinleri yayınlanmıştır.
Çukurova’daki hikâyecilere gelince, bunların isimlerini saymakla yetineceğiz. Bu
konuda en teferruatlı bilgilere Okuşluk’un ve Çopuroğlu’nun eserlerinden ulaşmak
mümkündür. Hattâ, Çopuroğlu “Yukarı Çukurova’da Âşıklık Geleneği ve Âşık Eyyubî”
adlı eserinde kaynak şahısları da göstererek âşıkların kimlik bilgilerine kadar altı
sayfalık şema halinde bilgiler sunmuştur (Çopuroğlu 1998: 40-46). Yörenin diğer adı
duyulmuş geleneğin temsilcileri ise şunlardır. Kozan’da yaşayan Arslan Ali (Ali
Soylu), Kadirli / Araplı Köyü’nden İbrahim Karalı, Ceyhan / Gümürdülü Köyü’nden
Âşık Kara Mehmet (Mehmet Siligünlü), Âşık Şıhlıoğlu, Feke / Gürümüze Köyü’nden
Âşık Eyyubî (Eyüp Tadil), Mansurlu Köyü’nden Âşık Nizamî, Gökçeli Köyü’nden
Âşık Tanrıkulu (İsmail Hakkı Tanrıkulu), Tokmaklı Köyü’nden Hacı Karakılçık,
İmamoğlu / Saygeçit Köyü’nden Âşık Fidanî, Kadirli / Azaplı Köyü’nden Âşık
Feymanî (Osman Taşkaya), Osmaniye ili Raziyeler Köyü’nden Ömer Koca (Okuşluk
2000: 534).
31
Yukarı Çukurova yöresinde canlılığını korumaya çalışan hikâyecilik geleneğinin
yaşayan en önemli temsilcilerinden olan Âşık Mustafa Köse’den yedi hikâye de
tarafımızdan 2002 yılında derlenmiş ve bu derlenen hikâyeler bu çalışmamızda
neşredilmiş olacaktır. Köse’den Köroğlu kollarına ait dört hikâye (Gürcistan Seferi
Hikâyesi, Turna Teli Hikâyesi, Horasan Seferi Hikâyesi, Şam Seferi Hikâyesi) ve diğer
kahramanlık ve aşk konulu hikâyelerden de üç hikâye (Güherî Hikâyesi, Gündeşlioğlu
Hikâyesi, Elbeylioğlu Hikâyesi) derlenmiştir. Yine Kırmacılı köyünde yaşayan Tulug
İrbām (İbrahim Tülüce)’dan ‘Köroğlu’nun Zuhuru’, ‘Ayvaz Kolu’, ‘Turna Teli Kolu’,
‘Öksüz Halil” hikâyeleri tarafımızdan derlenmiştir.
Çukurova yöresinde anlatılan hikâyeler: ‘Köroğlu Kolları’, ‘Ali Paşa’, Elbeylioğlu,
‘Hurşit ile Mahımihri’ -tarafımızdan bitirme tezi olarak incelenmiştir. ‘Beyböyrek’,
‘Âşık Halil’, ‘Arzu ile Kamber’, ‘Öksüz Ali’, ‘Gündeşlioğlu’, ‘Güzel Ahmet’, ‘Han
Mahmut’, ‘Helvacı Güzeli’, ‘Asuman ile Zeycan’, ‘Deli Boran’, ‘Kerem’, ‘Âşık Garip’,
‘Sürmeli Bey’, ‘Ali ile Fatma’, ‘Ali ile Güher Hanım’, ‘Deli boran’, ‘Bey Mayıl’ vb.*
2. OSMANİYE VE DÜZİÇİ’NDE HİKÂYECİLER VE HİKÂYELER
Yörede, elektronik kültürün henüz nüfuz etmediği dönemlerde âşıklık bir meslek olarak
görülmekteydi. Bu nedenle gençlerin âşık olmak için kişisel gayretler sergilediğini usta
âşıkların bulunduğu her türlü kültür ortamlarına gençlerin büyük ilgi gösterdiğini
yörede konuştuğumuz yaşlı kişiler belirtmişlerdir. Ancak yörede yaşayan geleneğin
temsilcisi birkaç âşık hariç yeni âşıklar yetişmemiştir. Korkumuz odur ki önümüzdeki
birkaç on yıl içinde yenileri yetişmediğinden yörede halk âşığı kalmayacaktır.
Âşıklar kendilerini ilgiyle izleyen ve dinleyen bir çevrede türkü söyler ya da hikâye
anlatırken gerçek bir icra gösterim sergiler. Burada dinleyici çevresinden sessiz olmalarını
gösterimden başka bir şeyle ilgilenmemelerini bekler. Buna uymayan olursa ya onları
sözlü bir şekilde uyarır ya da esprili bir maniye konu yaparak onların dikkatleri tekrar
üzerine çeker. Dinleyici çevresinin de gösterime müdahil olduğu görülmektedir. Âşığın
anlatım ustalığına göre âşığı heyecanlandırdıkları onu destekleyici sözler söyledikleri
olmaktadır. 1990’da vefat etmiş olan Kırmacılı köyünden [Osmaniye] rahmetli dedem
- mahlâsı iyi bir Köroğlu anlatıcısı olduğu için Köroğlu olan- Kulaçkollu Mehmet Ağa
* Çukurova’da hikâyecilik ve hikâyeler hakkında daha geniş bilgi için bk. Görkem, Halk Hikâyeleri Araştırmaları Çukurovalı Âşık Mustafa Köse ve Hikâye Repertuvarı, Akçağ Yay. Ankara 2000. s. 21-26
32
gönüllü olarak katıldığı düğünlerde halk hikâyesi anlatırken dinleyici çevresinden birini
Köroğlu’nun atı gibi kullandığına şahit olmuştum. Aynı durumu bu kadar olmasa da
yöredeki diğer âşılarda da tespit ettik. Âşıkların genellikle dinleyici çevresiyle göz göze
gelmek istediği tespit edilmiştir. Âşığın sazını kılıç gibi kullanıp dinleyicilerin üstüne
doğru savurduğu da görülmüştür. Âşık mesleğini icrâ etmek için genellikle, sosyo-
kültürel ortamı düğünlerde bulmaktadır. Bu gelenek artık zayıflasa da yaşayan âşıkların
düğünlere âşık vasfıyla katıldığı görülmektedir.
1960 yıllarına kadar, para kıymetli olduğu için, âşıklara yaptıkları hizmetin karşılığı olarak
davar, elbise, gömlek, heybe vb. şeyler hediye olarak verilmekteydi. Görkem’in
tespitine göre, âşıklar ile düğün sahibi arasında pazarlık yapılmakta ve genellikle yörede
“kınacı / davete gitme” işinin piyasası 2.5 ilâ 3.5 milyon arasında değişmektedir.
Görkem’in o dönemdeki tespiti böyle iken günümüzde bu ücret 100 ilâ 150 ytl
arasındadır. Bu paraya ek olarak, âşığa düğün sahibi, giyecek ve yiyecek çeşidinden bazı
hediyeler de vermektedir (Görkem 2000:31).
Günümüzde artık yörede elektronik kültürün hakim olması nedeniyle âşıklık geleneğinin
zayıfladığı görülmektedir. Osmaniye’de faaliyet gösteren ve yöresel bir televizyon olan
ORT [Osmaniye Radyo Televizyonu] yaşayan âşıkları her hafta bir araya getirerek bir
program yapmaktadır. Belki de kitle iletişim araçlarının âşıklık geleneğine tek faydası
burada görülmekte, bu sayede yeni nesillerin bu alana ilgileri artmaktadır. Tez çalışması
esnasında sık sık görüştüğümüz Âşık Mustafa Köse, ORT’nin âşıklar arasında rekabeti
sağladığını o programa katılmak için âşıkların geleneği canlı tuttuğunu söylemiştir.
Ancak yine de geleneğin günden güne yok olduğu, canlı olan bir geleneğin zamanla
yazılı hale gelerek metinleştiği ve metinleşeceği aşikârdır.
Yörede yaşamış ve yaşayan âşıklardan tespit ettiklerimiz aşağıda belirtilmiştir:
2. 1. Âşık Mustafa (=Deli Mustafa): Düziçi’nin Yazlamazlı köyündendir. Kirik Ali,
onun yörenin saz çalıp türkülü hikâyeler anlatan en meşhur âşıklarından biri olduğunu
söylemektedir. Köroğlu (=Mehmet Demirci)’nun ifadesine göre Âşık Mustafa, 1920-
1930’lu yıllarda vefat etmiş olmalıdır (Görkem 2000: 32).
2. 2. Âşık Güllü (=Güllü Kâhya): Düziçi’nin Zindeğan Köyü’ndendir. Döneminde
âşıklığı en güçlü olan şahsiyetlerdenmiş. Hikâye repertuvarı çok geniş olduğu için
ondan sonra gelen bütün âşıkların Âşık Güllü'den etkilendiği söylenir. Cura çalan
33
ve türkülü hikâyeler anlatan Âşık Güllü / Güllü Kâhya, 1960’lı yıllarda 80-85
yaşlarında iken vefat etmiştir(Görkem 2002: 32).
2. 3. Gül Ali ve Abdal Seydihan: Her ikisi de aslen Düziçili değildir. Kahramanmaraş,
Osmaniye, Adana ve Hatay yöresinde bunlar pek çok yeri gezmişlerdir. İkisi de “Abdal”
taifesinden olup, yöredeki düğünlerde davul ve zurna çalarlar, tarihî türküleri ve türkülü
hikâyeleri çok iyi bilir ve söylerlerdi. Seydihan’ın âşıklığının Gül Ali’ye göre daha
üstün olduğu söylenmektedir. Her ikisinin de türküleri söylerlerken “aptalsıtmamaları”
[=abdal ağzıyla / tavrıyla söylememeleri], yörede sevilerek dinlenmelerine sebep
olmuştur. Gül Ali 1970’li yıllarda, Abdal Seydihan ise 1989 yılında ölmüştür (Görkem
2000: 32).
2. 4. Kır İsmail (=İsmail Güngör/Tab’lı İsmail/İsmail Tabak): Aslen Gökçayır
köyü’nün Tabaklar mahallesindendir. Kendisine bu lâkabın verilmesine sakalların
bembeyaz ama saçlarının simsiyah oluşu sebep olmuştur. “Kır İsmail” lâkaplı Âşık İsmail
Güngör, Eberhard’a göre Osmaniye, Bahçe ve Düziçi yöresindeki iki ünlü âşıktan biridir.
Dokuz defa evlenmiş olup, sadece bir eşinden tek erkek evlât sahibidir. 1970’li yılların
başında, 80 yaşın üstünde iken vefat etmiştir (Görkem 2000: 33). Aşık Mustafa Köse, Kır
İsmail için “İyi türkü söylerdi. Köylerin gençleri etrafına toplanır onu ilgiyle dinlerdi.
Düğün dernek olmazsa türkü söylemez, illâ ki etrafına adam toplanacak da öyle
söyleyecek” ifadesini kullandı.
2. 5. Üdülü Musduk: Düziçi, ilçe merkezindeki Çamiçi Mahallesi’nde yaşamış olan
Üdülü Musduk’la Eberhard 1951 yılında kendisiyle görüşmek istediği halde
görüşememiştir. Hem sesi çok güzelmiş hem de çok güzel cura çalarmış. Âşık
Veysel’in de bizzat görüştüğü Üdülü Musduk, yörede Elbeylioğlu hikâyesini en iyi
anlatan âşık olarak ün salmıştır (Görkem 2000: 33).
2. 6. Âşık Mahmut: Düziçi ilçesinin Gollüler köyündendir. Aile sorunları nedeniyle
memleketini terk eder. Memleketine sekiz sene sonra dönünce, içkiye düşkün olan âşık
Mahmut’u, sarhoşken yengesiyle nikâhlarlar. Tüm bu sorunlar nedeniyle kendini iyice
içkiye vurmuştur. Onun bu içki düşkünlüğü yüzünden sefil bir şekilde 1975 yılında
vefat etmiştir (Görkem 2000: 34).
34
2. 7. Âşık Mehmet Köse: Düziçi ilçesinin Karkın mahallesindendir. Saz çalmasını
bilmediği için, türkülü hikâyelerin türkülerini “değnek tutarak” söylermiş. Bu nedenle
değnekli âşıklardan biri olarak bilinir. Düziçi yöresinde özellikle soru-cevap tarzındaki
deyişmeleri ile meşhurdur. 1982 yılında 82 yaşındayken vefat etmiştir. Âşık, aynı
zamanda repertuvarını incelediğimiz Âşık Mustafa Köse’nin babasıdır. Mustafa Köse,
babasının bir kitabı olduğunu, âşıklığı ve türkülü hikâyelerinin o kitaptan öğrendiğini
belirterek ve babasının çok güçlü bir âşık olduğunu, atışmalarda hayatı boyunca hiç
yenilmediğini söylemiştir.
2. 8. Kirik Ali (=Âşık Ali Altun): Düziçi ilçesinin Böcekli köyündendir. 1337 / 1921
doğumlu olup, okuma-yazması yoktur. Kendisine “kirik” sıfatının verilmesi, teninin
‘boz’a yakın bir renkte olması sebebiyledir. Âşıklığı usta-çırak ilişkisi içinde değil de
sözlü gelenek vasıtasıyla öğrenmiştir. Bitirme tezimiz, Kirik Ali’den İsmail Görkem
tarafından 1990 yılında derlenen bir metin üzerine olduğu için onun cura çalmada usta
olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca, Görkem 1986 yılında Kirik Ali’den “Yazıcıoğlu” adlı
hikâyeyi bir kına gecesinin doğal ortamında derlemiş ve bu hikâyeyi 2005 yılında
yayınlamıştır (Görkem 2005). Kirik Ali’nin belirtebileceğimiz eksik yanı ön dişlerinin
olmaması nedeniyle söylediği türküleri ilk dinleyenlerin çok iyi anlayamamasıdır.
Geçimini demircilik ve âşıklıkla kazanan Kirik Ali, bitirme tezimizi hazırladığımız
2001 yılında vefat etmiştir.
2. 9. Köroğlu (=Âşık Mehmet Demirci): “Köroğlu” hikâyelerini söyleyip anlatmakla
yörede meşhur olduğu için “Köroğlu” ismiyle tanınmaktadır. Düziçi ilçesinin Gökçayır
köyündendir. Resmî kayıtlara göre 1925 doğumlu olup okur - yazar değildir. 20 yaşında
evlenmiş olup, yedisi kız ikisi erkek dokuz çocuk sahibidir. Çocuklarından hiçbirisi
âşıklığı devam ettirmemiştir. 1998 yılında vefat etmiştir. O, hayattayken, yörede Kirik
Ali ve Mustafa Köse ile beraber âşıklığın en iyi temsilcisi durumundaydı. Günümüzde
yalnız Mustafa Köse hayattadır. Mehmet Demirci, askerlikten sonra âşıklık ve
hikâyeciliğe daha çok merak sarmış, Köroğlu kollarını öğrenmek için Gaziantep’in
Nizip ilçesindeki Aşık Nedim’in yanına gitmiş, Köroğlu kollarını Âşık Nedim’den
öğrenmiştir. Mustafa Köse ile yaptığımız mülâkatlarda Köroğlu’nun çok iyi bir âşık
olduğunu, bu yörede ondan iyi âşık olmadığını söyledi. “Âşıklıkta senden iyi miydi?”
35
diye sorduğumuzda “Benden iyi değildi ama Köroğlu hikâyelerini benim kadar iyi
söylerdi.” diyerek cevap verdi. “Yakalandığı kanser hastalığı nedeniyle çok sefil ve
fakir bir şekilde acılar çekerek öldü.” ifadesini kullanan Mustafa Köse, Köroğlu’nun
birkaç çırak yetiştirme denemesinde bulunduğunu ama çırakların bu işin devamını
getiremediğini belirtti. Onun, tespit edebildiğimiz hikâye repertuvarı şu eserlerden
oluşmaktadır: Köroğlu Kolları: Bu türkülü hikâyeler, toplam olarak yedi koldur:
Köroğlu’nun Ayvaz’ı Getirmesi, Kır Atını Kaybetmesi, Ayvaz’ı Kaybetmesi, Gürcistan
Seferi, Moskoflar Savaşı, Yemen Seferi, Şam Seferi. Diğer Türkülü Hikâyeler: Âşık
Halil, Elbeylioğlu, Han Mahmut, Güzel Ahmet, Asuman ile Zeycan, Âşık Garip, Hurşid
[Hurşid ile Mahımihri], Kılınç Ali, Ali Paşa, Gündeşlioğlu, Deli Boran, Helvacı Güzeli,
Ali ile Fatma, Kamberoğlu. Köroğlu (=Âşık Mehmet Demirci) hakkında Kürşat
Korkmaz tez yapmış (Korkmaz 2003), İ. Görkem ise bir bildiri sunmuştur (Görkem
1999) .
2. 10. Âşık Mehmet Tülüce (=Kulaçkollu Mehmet Ağa) Osmaniye’nin Kırmacılı
köyündendir. 1990’da 66 yaşındayken vefat etmiştir. Osmaniye ve Yukarı Çukurova’da
âşıklığı meslek olarak değil hobi olarak gören ender şahsiyetlerdendir. Kendisinin
âşıklığı ve sanatkârlığı bilim adamlarınca tespit edilmemiştir. Biz de çocukluk ve ilk
gençlik dönemimize rastladığı için onun sanatkârlığını herhangi bir kayıt âleti aracılığı
ile kaydedemedik. Ancak onun icra-gösterimine katıldığımız düğünler olmuştur.
Köroğlu kollarını anlatırken düğün meydanına çıkar, davulcuları etrafına alır ve hikâye
kısımlarını anlattıktan sonra deyişlerin ritmini davul ve zurnacılara verir ve gösterime
başlardı. O, meydanda iken, onu görebilmek için ağaçlara ve damlara çıkanlar bile
olmuştur. Âşık Tulug İrbâm’ın yakın dostudur. İki eşi olmuştur. İkincisinden çocuğu
yoktur. İlkinden ise altı oğlu beş kızı hâlâ hayattadır. Onu hayatı ve yaşantısı etrafında
birçok yöresel hikâyeler oluşturulmuştur. Çukurova’da daha çok anlatılan ve
Türkiye’nin birçok yöresinde bilinen “aşırı yağan yağmurun tarladaki mahsulü sele
götürünce havaya tüfek sıkan Mehmet Ağa hikâyesi” onun kişiliği etrafında meydana
gelmiştir.
2. 11. Âşık Mehmet Ova: Günümüzde yaşayan âşıklardandır. Düziçi ilçesine bağlı
Gökçayır köyündendir. Köroğlu’nun (Âşık Mehmet Demirci) dayısının oğlu olan
Mehmet Ova gelenek çerçevesinde çalgı âleti olarak bağlamayı ilk kullananlardan
36
birisidir. Kınacı/davete gittiğinde Elbeylioğlu, Genç Osman, Âşık Halil ve Köroğlu’nun
bazı kollarını anlatmaktadır.
2. 12. İspir Onbaşı : Günümüzde yaşayan âşıklardandır. Okuma yazma bilmeyen İspir
Onbaşı bu unvanı askerliğini onbaşı rütbesiyle yaptığından almıştır. Karacaoğlan’nın
dokuzuncu göbekten torunu olduğunu söyleyen İspir Onbaşı, Karacaoğlan’ın hayatını
anlatan hikâyeleri çok iyi bildiğini iddia etmektedir.
2. 13. Âşık Mehmet İper: Düziçi ilçesi Çotlu köyündendir. Herhangi bir öğrenim
görmemiştir. Hayatını çiftçilik yaparak sürdüren İper; Gündeşlioğlu, Öksüz Ali, Ahmet
Bey ile Güher Hanım, Senem ile Tanır hikâyelerini anlatabilmektedir.
2. 14. Âşık İbrahim Tülüce (=Tulug İrbâm): Osmaniye’nin Kırmacılı köyündendir.
Şu an yetmiş beş yaşındadır. Tulug lâkabını teninin beyaz olmasından almıştır. Yıllarca
düğünlerde âşıklık yapmıştır. Kendisiyle yaptığımız mülâkatlarda Kahraman Maraş,
Hatay, Adana ve Kayseri arasında Kulaçkollu Mehmet Ağa ile bazen aylarca eve
gelmeyerek düğünlere ve davetlere katıldığını söyledi. Usta bir Köroğlu okuyucusudur.
Herhangi bir müzik âleti çalamamaktadır. Kendisinden Köroğlu kollarını ve Öksüz
Halil hikâyesini derlemiş bulunmaktayız.
Günümüzde maalesef tüm araştırmacıların da ortak görüşü olan, yörenin gelenek
açısından giderek zayıfladığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bu belki de çağın kaçınılmaz
gereklerindendir. Bu konuda en kötüsü günümüzde yaşayan birkaç temsilci dışında
kimsenin bu alana ilgi duymaması ve bunu sonucunda da önümüzdeki 20-25 yıllık
dönem içerisinde âşıklık geleneğinin tamamen bitecek olmasıdır.
2. 15. Yörede Anlatılan Hikâyelerin Özellikleri
Yörede anlatılan hikâyeler genellikle hikâye kahramanlarının adıyla tanınmaktadır.
Âşıklar, anlattıkları hikâye kahramanlarını gerçekten yaşadıklarına inanmaktadır. Hattâ
birçok âşık, türkülü hikâye anlatırken kahramanlardan bahsederken hâlâ hayatta olan
bazı çok yaşlı kimselerin onları gördüğünü söyleyerek buna kendilerini inandırmış-
lardır. Âşık Mustafa Köse bir defasında Köroğlu kollarından birini anlatırken “Köroğlu
atıyla bizim evin yokarısından enerek Düziçi’ne doğru gitmiş.” ifadesini kullanmıştır.
37
Hikâyelerle alâkalı ilgi çekici bir nokta da hangi âşık hangi hikâyeyi daha iyi anlatıyorsa
o hikâyenin kahramanının ismiyle anılır duruma gelmektedir. Örneğin Âşık Mehmet
Demirci kendi adıyla değil Köroğlu adıyla bilinmekte ve anılmaktadır. Tamamı türkülü
olan hikâyelerin anlatım süresi olarak uzunluğu bir saatten beş saate kadar
değişmektedir. Birkaç istisna hariç bütün âşıklar türküleri bir saz veya saza benzetilerek
elde tutulan değnek eşliğinde söylemektedirler. Halk hikâyelerinin genel karakteristiği
olan, türkülerin pek değişmemesi, nesir kısımlarının ise anlatıcı ile dinleyici çevre
arasındaki iletişim ve motivasyona göre âşık tarafından uzatılıp kısaltılması, bazı
epizotların değiştirilmesi Düziçi yöresinde de görülmektedir. Örneğin tüm ısrarlarımıza
karşın Âşık Mustafa Köse’nin kara hikâyeleri anlatmak istememesi dinleyici çevresi ile
alâkalıdır. Çünkü kara hikâyeler hem yöre halkı hem de Köse tarafından, sıkça
anlatılınca talep görmemekte, bu hikâyeler sohbet esnasında yeri geldiğinde söylen-
mektedir.
İçinde türkü olmayan, sadece nesirden meydana gelen hikâyelere ‘kara hikâye’ denir.
Dinleyici çevre ve pek çok âşık tarafından benimsenmeyen kara hikâyeler yörede
nadiren anlatılır. Bu da bize türkülerin sosyo-kültürel değerini göstermektedir.
Hikâyecilik geleneğinin yöredeki temsilcileri, anlatılan hikâyelerin vurucu, kırıcı
olanlarını ‘kahramanlık hikâyeleri’ (Köroğlu kolları, Elbeylioğlu, Gündeşlioğlu gibi) ve
aşka, sevdaya dayananları ‘aşk hikâyeleri’ (Âşık Garip, Âşık Halil, Güheri, Âşık Ömer,
Bey Böyrek, Güzel Ahmet hikâyeleri gibi) olarak iki grupta sınıflandırdılar.
Araştırma alanımızda anlatılan hikâyelerin musannifleri konusunda âşıklar bilgi sahibi
değildir. Hikâye tasnif eden hiçbir âşık adına rastlamadık. Hikâyeci âşıklar hikâyelerini
sözlü gelenek çerçevesinde duyarak öğrendiklerini söylemektedirler. Bazı hikâyelerin
geçmişte daha da uzun olabileceği konusunda fikir belirtmişler bu görüşe araştırmacılar
da katılmıştır.
Tezimizin önceki kısımlarında Çukurova’da söylenen ve neşredilen hikâyelerden
anlatıcılarıyla beraber söz edilmiştir. Burda ise özellikle Yukarı Çukurova’da söylenen
hikâyelerden bugüne kadar derlenmiş olanlardan bahsedilecektir. Bu Hikâyeler
şunlardır: Kır İsmail’den 1939 yılında ‘Köroğlu’nun Gürcistan Seferi’ (Yalgın, 1940) ve
38
1952 yılında ‘Hurşid’ (Eberhard, 2002); Kirik Ali’den ‘Elbeylioğlu’; Hüseyin
Kaplan’dan ‘Kamberoğlu’ (Güven, 1991).
Görkem’in derlediği hikâye metinleri: Kirik Ali’den ‘Hurşit’ ve ‘Yazıcıoğlu (Telli
Senem ile Yazıcıoğlu Osman Ağa)’, Âşık Mustafa Köse’den ‘Güzel Ahmet’, ‘Han
Mahmut’, ‘Bal Böğrek’, ‘Helvacı Güzeli’, ‘Âşık Halil (Görkem, 2000).
Okuşluk’un derlediği hikâye metinleri: Âşık Mehmet Demirci (Köroğlu)’den
‘Köroğlu’nun Ortaya Çıkması’, ‘Ayvaz’ın Kaçırılması’, ‘Ayvaz’ın Esir Olması’,
‘Köroğlu ile Hasan Paşa’, ‘Köroğlu’nun Gürcistan Seferi’, ‘Köroğlu’nun Yemen
Seferi’, ‘Köroğlu’nun Kırklara Karışması’, ‘Âşık Halil’; Mehmet Ova’dan ‘Ali Paşa
Hikâyesi’; Âşık Mehmet İper’den ‘Öksüz Ali’, ‘Gündeşlioğlu’, ‘Ahmet Bey ile Güher
Hanım’, ‘Senem ile Tanır’ (Okuşluk, 2000).
Korkmaz’ın Âşık Mehmet Demirci (Köroğlu)’den derlediği hikâye metinleri:
‘Köroğlu’nun Zuhuru’, ‘Ayvaz Kolu’, ‘Ayvaz’ın Yesir Olması’, ‘Ayvaz’ın Dolu Beye
Tutsak Olması’, ‘Gürcistan Seferi’, ‘Moskoflar Savaşı’, ‘Turna Teli Kolu’, ‘Yemen
Kolu, ‘Köroğlu’nun Son Kolu’, ‘Esman ile Zevcen’, ‘Ali ile Fatma’, ‘Âşık Halil’ ve
‘Öksüz Oğlan’ hikâyeleridir.
Tarafımızdan derlenen hikâye metinleri: 2001 yılında Tulug İbrahim’den ‘Köroğlu’nun
Zuhuru’, ‘Ayvaz Kolu’, ‘Turna Teli Kolu’, ‘Öksüz Halil” hikâyesi; 2002 yılında Âşık
Mustafa Köse’den kendisinin hiç kimseye kayıt amacıyla anlatmadığını söylediği
Köroğlu kolları (Gürcistan Seferi Hikâyesi, Turna Teli Hikâyesi, Horasan Seferi
Hikâyesi, Şam Seferi hikâyesi) Gündeşlioğlu Hikâyesi, Güheri Hikâyesi, Elbeylioğlu
Hikâyesi.
Anlatılan hikâyelerin “türkülü” (nazım) kısımları ile “türküsüz” (nesir) kısımları
bulunmaktadır. Hiç türküsü olmayan ve sadece nesir şeklinde olan hikâyelere yörede
“kara hikâye” denilmekte ve bunlar anlatıcı ve dinleyiciler tarafından pek
sevilmemektedir. Türkülü hikâyeleri âşıklar saz eşliğinde söylemektedir. Saz çalmasını
bilmeyen çok az sayıdaki âşık ise hikâyelerdeki türküleri “değnek tutarak” makamı ile
söylemektedir. Bu durum, hikâyelerin yörede sevilmesi için “türkülü” olmasının tercih
edildiğinin ve türküleri güzel söyleyen âşıkların daha çok rağbet gördüğünün önemli bir
39
delili olarak gösterilebilir. Âşıklar, hikâyelerdeki türkülerin “sabit” karakterde olduğunu
fakat “hikâye” (nesir) kısımlarının âşıklar tarafından –“anlatıcı-dinleyici” iletişimi
açısından - istenildiği gibi uzatılıp kısaltılabileceğini söylemektedir. Ekleme yaptıkları
nesir kısımlarında, “dinleyicilerin gülmesi ve neşelenmesi” maksadını güderler.
Kısaltmaların dinleyicilere bildirilmeden yapılması gerekir. Bazen dinleyiciler bu
durumu fark eder, dinleyiciler için önemli olan hikâyenin “türkü” kısımlarıdır (Görkem
2002 : 39).
Hikâye kahramanlarının gerçekten yaşadığı ve hikâyelerde geçen coğrafî adların da
bunun delili olduğuna âşıklar ve dinleyiciler inanmaktadır. Helvacı Güzeli
hikâyesindeki yerlerin muhayyel olabileceği, âşık ve dinleyiciler tarafından beyan
edilmiştir. Hikâye kahramanlarını, “Osmanlı / Türk”, “gâvur”, “Ermeni” ve “Yahudi”
olarak sınıflandırmanın mümkün olduğu söylenmiştir. Yörede, bazı acemi anlatıcıların
hikâyedeki kahramanların ve yerlerin isimlerini yanlışlıkla değiştirebildiği de
görülmektedir.
Yöre âşıklarının verdiği bilgilere göre, hikâyelerdeki türküler, “bozlak makamı”, “ağıt
havası”, “Barak havası”, “yüksek hava / kaba makam”, “engin hava / engin makam”
gibi belli makamlarla söylenmektedir. Bozlaklar, aşiret, coğrafya ve âşıkların isimlerine
göre “Cerit Bozlağı”, “Urum Bozlağı”, “Karacaoğlan Bozlağı” gibi farklı isimler
almaktadır. Bozlak makamı, hikâyelerdeki 11 heceli türkülerde görülmektedir; uzun
hava tarzındadır. Bozlaklar arasında da makam ve ezgi farklılığı vardır. Meselâ bir
türkülü hikâyedeki deyişler, üç dört bozlak havası ile söylenebilmektedir (Bozlaklar
hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Mirzaoğlu 2005 ). Köroğlu hikâyelerindeki türküler iki
makamda söylenmektedir. 11’li hece ile söylenen deyişler, “kaba makam / yüksek
hava” ile söyleniyor; bunlar uzun hava tarzındadır. Yüksek havalarda bir meydan
okuma, yiğitlik vardır. Daha hareketli ve yavaş tonda söylenenine ise “engin makam /
engin hava” denmektedir; bunlar 8’li hece vezniyle söylenmektedir. Köroğlu
hikâyelerindeki “engin hava”lar daha çok Gaziantep ve Düziçi yöresinde yaygın olarak
söylenmektedir (Görkem 2002 : 41).
40
3. ÂŞIK MUSTAFA KÖSE (=HÂFIZ)
3. 1. Hayatı
1938 yılında Düziçi ilçesinin Karkın mahallesinde doğmuştur. Doğduktan beş ay sonra
annesini kaybeder ve akrabalarının yanında büyür. Okul çağındayken, Karkın’da okul
olmadığı için hiç okula gitmemiştir. Lâtin alfabesiyle yazılmış şeyleri, bir arkadaşının
yardımıyla okur hale gelmiş, fakat yazmayı öğrenememiştir. 1974 yılında, çalıştığı kireç
ocağındaki patlama nedeniyle iki gözünü de kaybettiği için, şu anda âmâdır. Bu kazadan
sonra malûlen emekli olmuştur.
1958 yılında Rus hududundaki Posof [=Kars]’ta 24 ay askerlik yapmıştır. Askerliğini, bu
karakolda çavuş olarak tamamlamıştır. Karakoldayken, asker arkadaşı İsrafil ismindeki
terzinin kendisine bir Karacaoğlan bir de Köroğlu kitabı hediye ettiğini söylemektedir.
Bu hikâyeleri okuyan Âşık Mustafa Köse’nin, askerliğini yaptığı süre içerisinde, Kars
yöresi âşıklarıyla tanışmadığı anlaşılmaktadır.
1963 yılında 25 yaşında iken şimdiki eşi Elif Köse ile evlenir. Bu evlilikten 15 çocuğu
olmuştur. Çocuklarının on ikisi erkek üçü kızdır. Oğullarının birçoğu çeşitli yörelere
çalışmak için dağılmışlardır. Küçük kızı hariç diğerlerini de evlendirmiştir.
Yaşadığı coğrafya neredeyse el değmemiş doğal güzelliklerden oluşmaktadır. Evi
kendine ait olan arsasının içindedir. Aynı arsanın içine modern görünümlü yeni bir ev
yaptırmış olsa da oraya taşınmamıştır. Şu anki evini eşiyle beraber kendisinin inşa
ettiğini söyleyen Köse, yeni evinde, alışkanlıklarından olsa gerek, yaşayamayacağını
söylemiştir. Düziçi ile ulaşım oldukça zor olduğu için sık sık gidilemediğinden kendi
ihtiyaçlarını kendi bahçesine ektiği sebze ve meyvelerle sağlamakta, ekmek ihtiyaçlarını
kendileri gidermekte, besledikleri hayvanlardan da et ve süt ihtiyaçlarını temin
etmektedirler. 1974 yılından bu yana âmâ olduğu için başka bir işle uğraşamadığından
âşıklığı birinci meslek olarak kabul etmiş, bu yolla da son dönemlere kadar geçimini
sağlamıştır. Artık günümüzde gelenek zayıfladığı için kınacılık ve düğün geleneği
yoluyla kazanç sağlayamamaktadır.
3. 2. Sanatı ve Sanatkârlığı
17 ilâ 20 yaş arası Mustafa Köse’nin âşıklığı öğrenme yaşlarıdır. Mustafa Köse, türkülü
hikâyeleri öğrendiği kişinin babası olduğunu söylemiştir. Mustafa Köse, babasının eski
bir kitabı olduğunu ve babasının hikâyeleri o kitaptan öğrendiğini söylemiştir, ancak
41
kitabın kaybolduğunu söylemiştir. Mustafa Köse, babasının Adana ve Diyarbakır
arasında en ünlü âşık olduğunu bu bölgede babasının karşısına kimsenin çıkamadığını,
kendisinin de bade içerek değil babasını seyrederek âşık olduğunu söylemiştir.
Âşıklığı profesyonel mânâda 32 yaşından beri yapan Mustafa Köse, Çukurova yöresinde
“âşıkların imtihan edilmesi” geleneği mevcut olmadığı için, usta âşıkların huzurunda
imtihan olmamıştır. Mustafa Köse, yaklaşık 25 yıldır devam eden hikâyeci-âşıklığı
müddetince, Kahramanmaraş’ın Türkoğlu ile Adana ve Osmaniye’nin ilçeleri arasındaki
bölgede mevcut pek çok köye ve kasabaya “kınacı” olarak gitmiştir. Askerliği süresince
ve 1974 yılında gözlerini kaybettiği zamana kadar, belirtilen bu coğrafyanın dışına çıkmış
bu tarihten sonra bu coğrafyanın dışına çıkmamıştır. Bu sebeple, onun sanatkârlığının
teşekkülünde, “Çukurova” ve buradaki hikâyeci-âşıklık geleneği önemli bir rol
oynamıştır.
Kınacı olarak gittiği düğünlerde genellikle, bir uzun türkülü hikâye anlatmaktadır. Eğer
hikâye anlatma işi sabaha kadar devam ederse, iki, hattâ üç hikâye bile anlattığı
olmaktadır. Mustafa Köse, kınacı olarak gitmenin dışında, kış aylarında, hikâye anlatma
maksatlı seyahatlere hiç çıkmadığını söyledi. Belli dönemlerde eş-dost ziyaretlerinde,
hattâ kendisini ziyarete gelen kişilere uzun sohbetlerden sonra türkülü hikâyelerini
anlatmaktadır. “Benim yanıma gelen türküleri dinleyecekse yatıya gelmeli” demesi
hikâyelerin ne kadar uzun olduğunu göstermektedir. Ancak Yukarı Çukurova’nın
araştırmacılar tarafından sıkça ziyaret edilmesi onu pek rahatsız etmiş olmalı ki, artık
tanımadıklarına ve güvenmediklerine hikâyelerini anlatmamaktadır.
Görkem’in naklettiğine göre Mustafa Köse sanatkârlığının derecesini şöyle anlatmak-
tadır: “Bu memlekette bütün âşıkların yanında türkü söylerim. Hattâ benim olduğum
yerde Köroğlu [Mehmet Demirci], hemen sazı bana uzatırdı. ‘Sen devam et’ derdi; ben
söylerdim. O zaman sesim daha güzeldi, şimdiki gibi değildi. Bütün âşıkların yanında
türkü söyledim; yalnızca babamın yanında söyleyemedim, utandığımdan. Babam da
üstad olduğu için yanında söyleyemedim. Köroğlu [=Mehmet Demirci] da benim
anlattığım türkülü hikâyeleri anlatır. Hattâ eskiden senede gelirdi benim yanıma; iki üç
gün kalırdı. Anlattığım hikâyeleri Köroğlu’nu, Elbeylioğlu’nu, Güzel Ahmet’i böyle
oturur anlatırdık; yani telden değil de dilden. Bana, ‘Senin anlattıkların daha çok hoşuma
42
gediyor, aklıma yatıyor’ derdi. Çünkü ben babamdan öğrendim hikâyeli türküleri.”
(Görkem 2000: 48).
Üç hikâyeli türküyü, babası dışındaki meslektaşlarından öğrenmiştir. Türkoğlu
[Kahramanmaraş] ilçesine bağlı Orçan-Araplar köyünde yaşayan Deli Boran isimli
âşıktan Güzel Ahmet hikâyesi’ni, kendisiyle aynı köyde yaşayan Âşık Mehmet
Demirci’den [Köroğlu] Âşık Halil hikâyesi’ni, Düziçi’nin Zindegan Köyü’nde yaşayan
Âşık Güllü / Güllü Kâhya’dan Han Mahmut hikâyesi’ni öğrenmiştir.
Âşık Mustafa Köse hikâyelerini, oturarak anlatır. Hikâyelerini anlatmadan önce curasını
ister ve onu kucağına alır. Çoğunlukla boğazını açması için şekerli ılık su ve çay içer.
Gözleri görmemesine rağmen, karşısına aldığı kişilerin yüzüne doğru dönerek
anlatması, sanki onları görüyor izlenimi verir; bu sayede dinleyicileri etkilediği
görülmektedir. Anlattığı hikâyelerde haksızlığa uğrayan hikâye kahramanlarının yerine
kendini koyar, onlara üzülür; mutlu olanlara ise sevinir. Bütün bunları, onun ses
tonundan çıkarmak mümkündür. Dinleyicileriyle iyi bir iletişim kurmak maksadıyla,
arasözlere ve mizaha başvurur. Hikâye anlatma ciddiyetinden kendisiyle günlerce
görüşmemize, saatlerce kendisinden derleme yapmamıza rağmen hiç taviz vermemiştir,
hiçbir hikâyeyi geçiştirerek ya da eksik bir şekilde anlatmamıştır. Tüm bu unsurlar,
yöredeki diğer âşıkların anlattığı aynı hikâyelerle, âşığımızın anlattıklarını
karşılaştırdığımızda, Mustafa Köse’nin anlattığı eserlerin eşi benzeri görülmemiş
şekilde gelişmiş metinlerden oluştuğunu bize göstermiştir.
3. 3. Repertuvarı ve Bu Repertuvarın Anlatıcıya Bağlı Özgün Yanları
Çalışmamız Görkem’in çalışmasını tamamlayıcı niteliğinde olduğundan, Âşık Mustafa
Köse’nin repertuvarı bu çalışmamızla tamamen yayınlanmış olmaktadır. Görkem’in
eserinde Güzel Ahmet Hikâyesi (=GAH), Han Mahmut Hikâyesi (=HMH), Bal Böğrek
[Bey Böyrek] Hikâyesi (=BBH), Helvacı Güzeli Hikâyesi (=HGH), Âşık Halil Hikâyesi
(=AHH) olmak üzere beş hikâye yayınlanmıştır. Kendi çalışmamızda ise Âşık Mustafa
Köse ile yaptığımız ön görüşmelerde bildiğini ve hiçbir araştırmacıya anlatmadığını
söylediği “Elbeylioğlu Hikâyesi(=EH), Gündeşlioğlu Hikâyesi (=GOH), Güheri
Hikâyesi(=GH) ile Köroğlu’nun Gürcistan Seferi Hikâyesi (=GSH), Turna Teli
Hikâyesi (=TTH), Horasan Seferi Hikâyesi (=HSH), Şam Seferi Hikâyesi (=ŞSH)”
43
olmak üzere yedi hikâyeden oluşmaktadır. Her iki eser sayesinde Âşık Mustafa
Köse’nin tüm türkülü hikâye repertuvarı yayınlanmış olmaktadır. Âşık Mustafa Köse,
babasının Köroğlu kollarının yedi-sekiz tanesini bildiğini ama kendisinin ondan dört
tanesini alabildiğini söylemiştir. Âşık, yukarıda bahsettiğimiz on iki hikâyeyi de
türküleriyle beraber cura eşliğinde çalıp söyleyebilmektedir. Eskiden, düğünlerde kınacı
giderken ücret karşılığı bu türküleri söylermiş; bu da hikâyeciliği meslek haline
getirdiğini ve icrasına ne kadar önem verdiğini bize göstermektedir.
Görkem, âşıkla yaptığı bir mülâkatta, âşıktan hikâyelerini kronolojik olarak sıralamasını
istediğinde, âşık şu şekil bir sıralama yapmıştır: Güzel Ahmet, Han Mahmut, Bal
Böğrek [=Bey Böğrek], Helvacı Güzeli, Köroğlu kolları, Elbeylioğlu, Aşık Halil ve
Güherî hikâyeleri. Görkem, bu sıralamanın hikâyelerin teşekkül tarihleri hakkında, bize
bir fikir verebilmesi açısından önem arz ettiğini belirtmiştir (Görkem 2000: 50).
Âşık Mustafa Köse, türkülü hikâyelerden başka, “Karacaoğlan” ve “Dadaloğlu” gibi
şairlerin şiirleri ve hayatları etrafında şekillenmiş olan pek çok “şiir-vak’a”yı,
türkülerini de söyleyerek anlatmaktadır. Ayrıca çok ısrar etmemize rağmen değerli
olmadıklarını söyleyerek bize anlatmak istemediği kara hikâyeler âşığın repertuvarında
yer almaktadır. Âşık, bu hikâyeleri, sohbetleri esnasında nükte yapmak ya da taşı
gediğine koymak için anlatmaktadır.
Yörede birçok âşık, hikâye anlatmaktadır, ancak Âşık Mustafa Köse’nin anlatımının
daha canlı olduğuna, bunun sonucu olarak yörede en sevilen ve en çok tanınan
geleneğin temsilcisi olduğuna şahit olmaktayız. Köse’nin anlattığı hikâyeler birçok kişi
tarafından anlatılmakta olsa da, onun anlattığı hikâyelerin motiflerinin daha zengin
olduğunu görüyoruz. Hattâ yörede Köroğlu’nun hikâyelerini anlattığı için lâkabı ve
mahlâsı Köroğlu olarak bilinen ve bu isimle çağrılan Âşık Mehmet Demirci’nin
anlatımıyla Köse’nin anlatımını kıyasladığımızda Köse anlatımının çok daha canlı ve
geniş olduğunu görmekteyiz. Köse’nin günlük hayatında olduğu gibi icrasında da espri
yeteneğinin çok gelişmiş bir kişi olduğu bilinmektedir. Bu da onun hikâyeciliğine
olumlu etki yapmakta ve onu yörede daha çok sevilmesini sağlamaktadır. Köse’nin
gözleri görmese de canlı gösterim esnasında dinleyici çevresiyle karşılıklı bakışıyor ve
etrafındakilerin gözlerine doğru bakıyor izlenimi vermesi, onun dinleyici çevresini hem
daha çok etkilemekte hem de geniş tutmaktadır.
44
İKİNCİ BÖLÜM
TÜRKÜLÜ
HİKÂYELERİN TAHLİLİ
45
TÜRKÜLÜ HİKÂYELERİN TAHLİLİ
Türkülü hikâyelerin, diğer anlatıma dayalı folklor ürünleri gibi, sözlü gelenekte önemli
olan yanı yaratıldığı ve yaşatıldığı toplumun tüm değer yargılarını yansıtıyor olmasıdır.
Bu eserlerin inceleme safhasında, sadece cansız bir metin olma özelliği göstermesi
doğaldır. Hikâyelerdeki, anlatıcının söze yüklediği mânâları, göndermeleri, sembolleri,
sadece metinden anlamak mümkün değildir. Bu, ancak bizim derleme aşamasında
yaptığımız gibi icrâ (canlı gösterim)’ya katılmakla mümkündür. Katılımcı gözlem
tekniği ile yaptığımız derlemelerin, doğru ve tutarlı yorumunu yapabilmek için,
anlatıcıyla da tez çalışmalarımız süresince defalarca görüşme yaptık. Hikâyeler tüm bu
unsurlar etrafında tahlil edilmeye çalışılmıştır.
1. NESİR KISIMLARININ TAHLİLİ
1.1. Motif Halkaları ve Olay Örgüsü
İster yeniden yaratılsın ister yeniden düzenlensin, tahkiyeli eserlerde esas unsur vak’adır
(Görkem, 2000: 95). Vak’a “herhangi bir alâka ile bir arada bulunan veya biriyle
ilgilenmek mecburiyetinde kalan fertlerden en az ikisinin karşılıklı münasebeti”
neticesinde ortaya çıkar (Aktaş 2000: 49). Max Lüthi sözlü geleneğe ait edebî eserler-
deki motif kavramını, “kendisini gelenek ve göreneklerde muhafaza etme gücüne sahip
hikâyenin en küçük unsuru” şeklinde tanımlamaktadır (Arda 1970: 20).
Âşık Mustafa Köse, birçok anlatıcı gibi hikâyelerde geçen olaylar ve kişiler hakkında
yorum yapabilir ve kendi düşünce ve tavırlarını anlatıma ilâve edebilir. Biz,
derlediğimiz hikâyeleri incelerken, hem âşığın bu özelliğini dikkate aldık hem de klasik
46
yöntem olan serim, düğüm, çözüm kısımlarındaki motif halkalarını ve olay örgüsünü
hikâyede yer alış sırasına göre maddeler halinde vermeye çalıştık.
1.1.1. Köroğlu Kolları
1.1.1.1 Gürcistan Seferi Hikâyesi (=GSH)
Giriş Bölümü
1. Bolu Beyinin, Köroğlu’nun babası Deli Yusuf’u iyi bir at bulması için görevlen-
dirmesi.
2. Deli Yusuf’un üç ayrı tayı çeşitli yerlerden satın alması.
3. Deli Yusuf’un biri kır, biri al, biri de yağız olan üç tayı Bolu Beyine getirmesi.
Gelişme Bölümü
1. Bolu Beyinin tayları beğenmeyerek Deli Yusuf’un gözlerine mil çektirmesi.
2. Gözleri kör olan Deli Yusuf’un oğlu Ruşen Ali’nin Köroğlu adını alması.
3. Deli Yusuf’un, oğlunu, kızını ve atları alarak bir mağaraya yerleşmesi.
4. Deli Yusuf’un, oğluna üç tane toklu koç aldırması.
5. Deli Yusuf’un direktifleri doğrultusunda oğlu Ruşen Ali’nin koçlarla atlara bakması
ve taylar arasında Kır At’ın eşsiz bir at olarak yetiştirilmesi.
6. Deli Yusuf’la babasının Bolu Beyinin sarayını basarak Kır At’ı göstermesi ve ona
meydan okuması.
7. Bolu Beyinden kaçan Deli Yusuf’la Köroğlu’nun Çamlıbel’e yerleşmesi.
8. Köroğlu’un Osmanlı ordusuyla Bağdat seferine katılması.
9. Seferde kahramanlık gösteren Köroğlu’nun ödül olarak padişahtan Çamlıbel’in
tapusunu alması.
10. Köroğlu’nun has adamı olan üç adamını evlendirmek için bir anadan olan üç bacı
bulması görevini bezirgân başıya vermesi.
11. Köroğlu’un bezirgân ile kızları görmeye Gürcistan’a gitmesi ve kendisiyle gelmek
isteyenlere gelmemeleri Çamlıbel’i kimsesiz bırakmamaları için türkü söylemesi.
12. Köroğlu’nun yolda bir pınar başında gördüğü üç kıza türkü söylemesi ve kızlardan
biriyle karşılıklı atışması.
47
13. Köroğlu’un o kızlardan ikisini oğluna alması ve gelmek istemeyen Mavılı ismindeki
diğer kıza türkü yakması.
14. Kafilenin Gürcistan’a varması ve tanınmamak için Köroğlu’un deli kılığında taklit
yaparak Gürcistan Şahı’nın üç kızının bulunduğu Gülistan Bahçesine kendisini
kabul ettirmesi.
15. Üç kızı oğlu Gözel Eyvaz’a alması.
Sonuç Bölümü
1. Bezirgân başının yağmacılarca öldürülmek istenmesi ve Köroğlu’nun onu
kurtarması.
2. Gürcistan’dan hızla geri dönen Köroğlu’nun pınar başında alamadığı Mavılıyı da
almak için kızın kardeşleri ve onların askerleriyle mücadele etmesi.
3. Mavılıyı da alan Köroğlu ve askerlerinin Çamlıbel’e gelmesi.
4. Köroğlu’nun altı kızı gelin etmek için düğünü başlatması.
5. Düğün başlayınca gelin olacak kızların yanına ihtiyar bir karının gelmesi.
Bir sergüzeşt türü vak’aya sahip olan bu hikâyenin bir hayli uzun olay örgüsüne sahip
olduğu görülmektedir. Anlatıcının kahramana yüklediği fonksiyondan olsa gerek
Köroğlu’nu ana vak’anın da dışında gelişen sergüzeştlere sürüklediği görülmektedir.
Tüm olaylar ana vak’aya bağlanmaktadır ama Köroğlu’nun Bağdat Seferi’ne çıkması,
Gürcistan’a giderken pınar başında gördüğü kızları alması, Gürcistan’a vardığında deli
kılığında Gülistan Bahçesi’ne girmesi, bezirgân başını kurtarmak için deliliğine devam
etmesi… Tüm bunlar vak’anın çeşitliliğini ama aynı zamanda anlatıcının vak’a
halkalarını birbirine bağlamadaki ustalığını göstermektedir. Hikâyenin en önemli
bölümleri giriş bölümünde Köroğlu’nun ve Kır Atı’nın ortaya çıkış aşaması
Köroğlu’nun Bağdat Seferi’ne çıkması ve üç kız için Gürcistan’a sefere gitmesidir.
Köroğlu’nun hikâyeyi asıl var eden macerası en iyi adamlarının üç kız kardeş olmazsa
evlenmeyiz demesiyle başlıyor. Bu konuda danıştığı bezirgân başı da onu Gürcistan’a
yönlendiriyor.
Hikâyelerde vak’ayı var eden çatışmalardır. Bunun içinde karşı gücün bulunması
gerekmektedir. Ancak hikâyede Köroğlu’nun mevcut hiçbir karşı gücü yoktur. Karşı
güçleri Köroğlu kendi var etmiştir. Dolayısıyla da eserde sürekli bir fiilî çatışma söz
48
konusudur. Bu çatışmanın içerisinde Köroğlu’nun tüm yandaşları hattâ oğlu bile
bulunmaktadır. Hikâyede Köroğlu’nun dışında bir vak’a gelişmediği için eserin olay
örgüsüne tek zincirli diyebiliriz.
Hikâyenin olay örgüsünde hiçbir olağanüstülük yoktur. Hattâ Bağdat Seferi’nde
kahraman olmuş biri olan Köroğlu yeri geldiğinde kendisinden hiç beklenmeyen delilik
vasfını bile üstlenmiştir. Deliliği yaparken bile komik durumlara düşmüştür. Birçok
halk hikâyesinden farkı işte burada yatmaktadır. Genelde olağanüstülüklerle yüklü olan
hikâyelerinin tersine bu eser kahramanlarını beşerî yönüyle öne çıkmaktadır.
Hikâyenin sonunda ihtiyar bir kadın gelerek gelin olacak kızlara turna teli olmadan
evlenmeyin nasihati vak’anın başka bir hikâye adıyla devam etmesini sağlamıştır. Olay
örgüsünün bittiği noktada ortaya çıkan bu kadın vak’anın en önemli yönlendiricisi
olmuş ve tek zincirde gelişen hikâye birden çok halkaya kavuşmuştur. İki ayrı hikâye
olarak göze çarpan Gürcistan Seferi ve Turna Teli Hikâyeleri bu kadın sayesinde tek bir
hikâye gibi anlatılmıştır.
1. 1. 1. 2. Turna Teli Hikâyesi (=TTH)
Giriş Bölümü
1. İhtiyar kadının gelin olacak kızların yanına gelerek turna telinin eksikliğinden
dolayı sızlanması.
2. Mavılı’nın turna teli olmazsa gelin olmam demesi ve Köroğlu’nun bunu bir türkü ile
yoldaşlarına duyurması.
3. Köroğlu’nun dostlarından Samıyasığmaz ile Gemalmaz’ın turna telini getirmeyi
kabul ederek Bağdat’a gitmesi.
Gelişme Bölümü
1. Bağdat’a varan Samıyasığmaz ile Gemalmaz’ın Bağdat hükümdârı tarafından esir
alınması.
2. Köroğlu’nun, adamların esir alındığını rüyasında görerek onları kurtarmak için
askerlerinin yarısıyla yola çıkması.
49
3. Köroğlu ile askerlerinin Samıyasığmaz ile Gemalmaz’ı kurtarmak için Bağdat
sokaklarında harbe başlaması.
4. Sokak çatışmasını bilmeyen, Köroğlu’nun kaynı olan Deli Hoylu’nun vurularak
öldürülmesi.
Sonuç Bölümü
1. Zindandaki adamların kurtarılarak, mağlup olunmuş gibi matem havasıyla
Çamlıbel’e dönülmesi.
2. Askerleri karşılayan Şirin Döne ile Mavılı’nın durumdan şüphelenerek Çamlıbel
girişinde Köroğlu ile türkü atışması.
3. Kırk gündür çalınan düğünün durdurularak yerine kırk gün yas tutulduktan sonra
düğünün tamamlatılması.
Turna Teli Hikâyesi’nde diğer hikâyelerde görülen aksiyon ve serüven yoktur.
Hikâyede ağıt temasının işlendiği görülür. Bu nedenle vak’anın akışı harekete göre
değil duyguya göre sağlanmıştır. Gelin olacak kızların özellikle Mavılı’nın turna teli
olmazsa evlenmeyiz ısrarı üzerine Köroğlu ve adamları yeni bir maceraya atılmışlardır.
Hikâyede vak’a ön plana çıkmıştır; çünkü kısa olan eseri, anlatıcı fazla yaymamış
doğrudan vak’ayı sunmuştur. Hattâ Bağdat’a giden Samıyasığmaz ile Gemalmaz’ın
serüvenleri hiç anlatılmamış, onların kurtuluşu verilmemiştir. Adeta Deli Hoylu’nun
ölümü için bu sefer Köroğlu hikâyeleri içinde yerini almıştır. Hikâye tek zincirli bir
hikâyedir. Sadece Samıyasığmaz ile Gemalmaz’ın turna teli için Bağdat’a gitmesi
sırasında ikinci bir vak’a zincirinin oluştuğu göze çarpar; ancak bu zincir çok kısa ve
siliktir.
Hikâyenin olay örgüsünde hiçbir olağanüstülük yoktur. Köroğlu’nun çalışmamızda yer
alan hikâyeleri içindeki tek mağlubiyeti bu hikâyede geçer. Burada da bariz bir yenilgi
söz konusu değildir; yalnız kaynı olan Deli Hoylu’nun ölümü ona ve askerlerine bu
duyguyu yaşattırmıştır.
50
1. 1. 1. 3. Horasan Seferi (=HSH)
Giriş Bölümü
1. Çamlıbel’de Köroğlu’nun yanına yabancı iki adamın gelerek bahşiş karşılığında
ona Horasan şahının kızının güzelliğini övmesi.
2. Köroğlu’nun askerlerini başına toplayıp, Horasan şahı kızını başkasına vermeden
oraya gidip askerlerine, kızı almak için sefere hazırlanmalarını söylemesi.
Gelişme Bölümü
1. Adamlarıyla Horasan’a varan Köroğlu’nun kılık değiştirerek şeyh rolüne girmesi.
2. Köroğlu’nun şeyh kılığında Horasan hükümdârının huzuruna varması ve
hükümdâra Goç Demirci’nin Köroğlu’nu öven türkü söylemesi.
3. Köroğlu’nun övüldüğünü duyan hükümdârın kızarak Köroğlu’nu aşağılaması ve
bunun karşılığında sabırla şeyh kılığındaki Köroğlu’nun kendi olduğunu belirten
türkü söylemesi.
4. Horasan şahının kızını görünce babasından isteyen Köroğlu’nun, kızın İlvan şahına
nişanlı olduğunu öğrenmesi ve Köroğlu’nun şahın kellesini getirmek için yola
çıkması.
5. İlvan’a varan Köroğlu’nun bir meydanda İlvan şahıyla baş başa savaşması
Köroğlu’nun korkması sonucu, oğlu Goç Demirci’nin Köroğlu’nun kılığına girerek
İlvan şahının karşısına geçmesi.
Sonuç Bölümü
1. İlvan şahının kellesini hileyle alan Köroğlu’nun İlvan’dan ganimet alarak, Horasan
şahına varması.
2. Benli Döne’yi alan Köroğlu’nun Çamlıbel’e dönmesi.
Hikâyenin olay örgüsü “aşk ve yiğitlik” teması üzerine tek çizgi halinde gelişmiştir. Bu
çizgiyi belirleyen de “elde etmek” duygusudur. Kahramanın tüm hikâye boyunca
yapmak istediği şey Horasan şahının kızını elde etmektir. Çalışmamızda incelediğimiz
tüm hikâyelerde olduğu gibi burada da göze çarpan şey kıza inisiyatifin
bırakılmamasıdır. Köroğlu isteyecek ve istediğini yapabilirse yiğitlikle yapamazsa
51
hileyle de olsa alacaktır. Onun girdiği tüm mücadelelerin nedeni elde etmek fiilinin
yerine getirme arzusudur. Bunun temelinde de gururun yattığını söyleyebiliriz. Olay
örgüsünü belirleyen iki ana unsur vardır. Elde edilecek güzel kızlar ya da incinen
gururun yüceltilmesidir. Bu hikâyede vak’anın ortaya çıkmasında güzel kız problemi
yatarken, şekillenmesinde gurur problemi vardır. İlvan şahına karşı mağlup olacakken
bile hileye başvurmak Köroğlu’nun şanından değil zekâsındandır.
Arzu edilen nesne olan Horasan şahının kızı ile kahramanın arasına üçüncü şahıs olan
İlvan şahının girmesi çatışmayı ve vak’ayı hızlandırmıştır. Hikâyede olağanüstülük
göze çarpmamaktadır.
1. 1. 1. 4. Şam Seferi Hikâyesi (=ŞSH)
Giriş Bölümü
1. Çamlıbel’de sosyal hayatı zayıflayan, askerleri, dostları azalan Köroğlu’nun Gözel
Eyvaz’a Şam’a gidelim demesi.
2. Geçmişini düşünen Köroğlu’nun efkârlanıp türkü söyleyerek Çamlıbel ile
vedalaşması.
Gelişme Bölümü
1. Şam giderken Malatya’ya uğrayan Köroğlu ve ailesinin bir otelde konaklarken
aşçıbaşıyla yemek yüzünden tartışması ve bunun üzerine Köroğlu’nun türkü
söylemesi.
2. Malatya’dan Elazığ’a gelen Köroğlu’nun şehirde çok beğendiği bir altın takıyı
hanımı Döne’ye alması.
3. Elazığ’dan ayrılan Köroğlu’nun yolda Guzgun Beyinin oğluyla harp etmesi.
4. Hama’ya varan Köroğlu’nun meydan yerinde kimsenin haberi yokken eski
düşmanlarından biri olan bir Arap ile harp etmesi.
5. Yaptığı harpten korkan Köroğlu’nun bir hileyle kılıcı kırması ve bunu bahane edip
oğlu Gözel Eyvaz’ın yanına gelerek durumu türküyle bildirmesi.
6. Gözel Eyvaz’ın, babası Köroğlu’nun kılığında kırata binerek meydanda Arap’la
çatışarak Arap’ın başını babasına getirmesi.
52
Sonuç Bölümü
1. Şam’a varınca bir kahvede otururken Köroğlu’nun oradakilerle çatışması.
2. Köroğlu kahvede iki kişiyi öldürünce Şam hükümdârının onu yakalatma emrini
vermesi.
3. Hükümdârın emriyle yakalanan Köroğlu’nun Bağdat Seferi’nde aldığı Osmanlı
padişahının fermanını Şam hükümdârına göstermesi.
4. Şam’a yerleşen Köroğlu’nun ve Şirin Döne’nin orada vefat etmesi oğlu Gözel
Eyvaz’ın İstanbul’a gelerek buraya yerleşmesi.
Köroğlu’nun şu ana kadar incelediğimiz dört hikâyesi içerisinde vak’a çeşitliliği
bakımından en geniş olanı Şam Seferi Hikâyesidir. Bu hikâye âşıktan derlediğimiz
hikâyeler içerisinde son halkayı teşkil etmektedir. Şam Seferi Hikâyesi bir sergüzeşt
hikâyesi olup vak’ada hiçbir olağanüstülük yoktur. Olaylar tek zincirli vak’a örgüsü
etrafında gelişmektedir. Ancak olay örgüsü oluşurken ana vak’a ile bağlantısı zayıf
olan halkalar oluşmaktadır. Aslında bu halkaların söylenme amacı Köroğlu’nun,
memleketini terk etse bile, hâlâ eski gücünde olduğunu göstermektir.
Köroğlu’nun mağlubiyet duygusunu yaşadığı tek hikâyesi Turna Teli Hikâyesidir;
ancak yenilgiyle karşı karşıya kaldığı olmuştur. Bu durumdan da açıkgözlülüğüyle
kurtulmayı bilmiştir. Şam Seferi Hikâyesinde de vak’anın çeşitlenmesi açısından böyle
bir durum göze çarpar ki Gözel Ayvaz’ın babasının kılığına girerek Hama meydanında
bir Arap ile çarpışması bu hikâyedeki vak’anın tek halkalandığı nokta olmuştur.
1. 1. 2. Diğer Aşk ve Kahramanlık Hikâyeleri
1. 1. 2. 1. Gündeşlioğlu Hikâyesi (=GOH)
Giriş Bölümü
1. Diyarbakır’da varlıklı bir hayatı olan Gündeşlioğlu’na bir gün rüyasında Allah
tarafından bir musibet verileceğini bu musibeti bu dünyada mı yoksa ahirette mi
görmek istediğinin sorulması.
2. Rüyasından uyanan Gündeşlioğlu’nun eğer musibet verilecekse bu dünyada
verilmesini dilemesi.
53
3. Bu dünyada musibetle karşılaşan Gündeşlioğlu’nun tüm zenginliğini birer birer
kaybetmesi.
Gelişme Bölümü
1. Gündeşlioğlu’nun haberi olmadan Diyarbakır’ın ileri gelenlerinin kendi arasında
yardımlaşarak deve kervanı kurup kervancılık yapması için kervanı
Gündeşlioğlu’na vermesi.
2. Kervanıyla diyar diyar gezen Gündeşlioğlu’nun yolunu kaybedip bir yerde
konaklarken sele kapılıp kervanını da kaybetmesi.
3. Oradan bir köye varan Gündeşlioğlu’nun üç ay bir köylünün evinde hasta yatması.
4. Diyarbakır’a geri dönen Gündeşlioğlu’nun çocuklarını da bırakarak hanımıyla
memleketinden yeniden ayrılması.
5. Adana’nın Misis köyüne gelen Gündeşlioğlu’nun eşiyle buğday başşağı toplamaya
başlaması.
6. Köyde Gündeşlioğlu’nun çobanlık yapmaya başlaması.
7. Bir köy düğününde Gündeşlioğlu’nun küçümsenmesi.
8. Köye yakın yerden geçmekte olan bir kervana Belkıs Hanımın, çocuklarını sormak
için yanaşınca bezirgânbaşı tarafından kaçırılması.
9. Gündeşlioğlu’nun, eşinin kaçırıldığını bir gün sonra çocuklardan öğrenmesi.
10. Gündeşlioğlu’nun sora sora kervanın arkasından giderek Erzurum’a kadar gitmesi.
11. Erzurum’da bir kahvede otururken bir türkü söyleyen Gündeşlioğlu’nun sesini
hanımı Belkıs’ın duyması.
12. Belkıs’ın yoldan geçen biriyle Gündeşlioğlu’nu konağa çağırması ve ona gelmesi
konusunda haber salması.
13. Belkıs’a kötü söz söyleyen Yahudi ve karısı Gündeşlioğlu’nun kocası olduğunu
söylemesi üzerine ondan af dilemesi.
Sonuç Bölümü
1. Yahudi’nin Müslüman olup tüm malını “kardeşim” diyerek Gündeşlioğlu’yla
paylaşması.
2. Uzun yıllar sonra Gündeşlioğlu’nun memleketine dönmesi.
3. Çocuklarını amcasının büyütüp kızlarıyla evlendirdiğini öğrenmesi
4. Gündeşlioğlu’nun, geri kalan hayatını mutlu bir şekilde sürmesi.
54
Hikâyenin olay örgüsü Gündeşlioğlu’nun bir musibetle dünyada ya da ahirette
karşılaşacağına dair rüya görmesiyle başlamaktadır. Hikâyede, Gündeşlioğlu’nun öbür
dünyasını kurtarmak maksadıyla musibeti bu dünyada görmek için dua etmesiyle olay
örgüsü başlar. Eser musibetler zinciriyle devam etmektedir. Musîbetler zinciri
hikâyenin “entrik” unsurunu ardından getirmektedir. Dinleyici bu unsurun şekillenmesi
ile olay örgüsüne bağlanmaktadır.
Hikâyenin gelişme bölümü Gündeşlioğlu’nun memleketini terk etmesi, iyice
fakirleşmesi ve eşini kaybetmesi ile devam eder. Arzu edilmeyen her şey
Gündeşlioğlu’nun başına gelmektedir. Hikâyede fiili bir çatışma söz konusu değildir.
Âdeta Gündeşlioğlu’nun kaderiyle çatışması hikâyenin oluşmasındaki en önemli
çatışma durumundadır. Bu çatışma sayesinde hem kahraman hem anlatıcı dinleyiciyi
arkasına almaktadır.
Sonuç bölümü bir mesaj verme niteliğindedir. Belkıs’ı kaçıran bir Yahudi’nin
Müslüman olması sonuç bölümündeki en önemli vak’adır ve Gündeşlioğlu’nun çektiği
çilelerin karşılığı olarak hem bir Yahudi, Müslüman olmuş hem de Gündeşlioğlu eski
zenginliğine kavuşmuştur.
Hikâyenin ilgi çeken bir yanı da olay Gençlikte mi, Gocalıkda mı adlı masal ile
benzerlik göstermesidir. Bu masal da Gündeşlioğlu hikâyesi gibi bir rüya ile
başlamaktadır. Masal kahramanları da kaderlerini değiştirmek maksadıyla gurbete
gitmekte ama orada da musîbetler birbirini izlemektedir. Masal kahramanının da karısı
kaçırılmakta ve başka diyarlara götürülmektedir. Karısını aramak için yollara düşen
masal kahramanı da tıpkı Gündeşlioğlu gibi karısına onun kaçırıldığı memlekette
kavuşacak ve böylece kötü kaderi de değişecektir (bk. Sakaoğlu 1999: 277-279). Bu
özellik, Gündeşlioğlu hikâyesinin masal türü ile ilişkisini göstermesi açısından
önemlidir. Bu konuda Boratav’ın görüşleri şöyledir: Bu hikâye bir masal çeşnisi taşır
ve bir âşığın biyografisinden çok, bir masal mevzuu alınarak türkülü hikâye meydana
getirilmesine, yani bir hazır mevzu türkülerle işlenmek suretiyle yapılmış tasniflere bir
örnek verir (Boratav 2002: 116)
Boratav, Gündeşlioğlu Hikâyesini ne kahramanlık ne de aşk konulu hikâyeler sınıfında
değerlendirmektedir (Boratav 2002: 18). Bunun nedeni Gündeşlioğlu’nun hikâye
boyunca kaderini değiştirmeye çalışması ve bununla mücadele etmesiyle açıklanabilir.
55
1. 1. 2. 2. Güheri Hikâyesi
Giriş Bölümü
1. İki kardeşin aynı zamanda birer çocuğunun olması oğlana Ahmet Bey kıza Güheri
adının verilerek birbirine beşik kertmesi yapılması.
2. Çocuklar büyüyünce, babalarının ölmesi.
Gelişme Bölümü
1. Yaylaya gidecekleri vakit geride kalan olmuş mu diye Ahmet Beyin geriye dönerek
unutulan bir deveyi yürütmeye çalışırken devenin Ahmet Beyin bacağından
ısırması.
2. Deve ısırığının yara olarak yedi sene iyileşmemesi.
3. Hasta yatan Ahmet Beyin bir gün hizmetini geciktiren Güheri’nin yerine Ahmet
Beyin kahvesini Akif Hatun isminde bir kızın pişirip getirmesi ve bunu gören
Güheri’nin Ahmet Beyi kıskanması.
4. Misafiriyle ilgilenirken yine biraz Ahmet Beyin hizmetini geciktiren Güheri’ye
Ahmet Beyin sitemkâr türkü söylemesi.
Sonuç Bölümü
1. Ahmet Beyin türküsünü dinleyen Güheri’nin saçının telini saz teli yapıp ağlayarak
türkü söylemesi.
2. Güheri türkü söylerken Ahmet Beyin ruhunu Hakk’a teslim etmesi. Güheri’nin
ömrünün sonuna kadar evlenmemesi.
İncelediğimiz hikâyeler içinde Turna Teli Hikâyesi ile beraber duygusal yani acıklı bir
atmosfer taşıyan ikinci eser Güheri Hikâyesi’dir. Eserin olay örgüsünü bir aşk Hikâyesi
şekillendirse de Ahmet Beyin bir deve tarafından ısırılması ve bu yarayı yıllarca
vücudunda taşıması bunun sonucunda da ölmesi vak’anın duygusal boyutunu ortaya
koymaktadır. Hikâyedeki türkülerin bir kısmı bu aşk sonucunda gelişen “kıskançlık”
duygusunun neticesinde söylenmiştir.
Olay örgüsünde dallanmalar görülmemekte eserde herhangi bir fiili çatışma söz konusu
olmamaktadır.
56
1. 1. 2. 3. Elbeylioğlu Hikâyesi
Giriş Bölümü
1. Aynı zamanda doğan iki amca oğlunun Elbeylioğlu ve Ali Gadıoğlu ismini
babalarından almaları ve bir bey olmaları sebebiyle kırkar atlıya sahip olmaları.
2. Ali Gadıoğlu’nun Maraş’taki dayıları tarafından Elbeylioğlu’na karşı kışkırtılması
sonucu Elbeylioğlu’nun Bumbuç’a taşınarak oraya yerleşmesi.
3. Maraş paşasının iyi bir av kuşu, atı ve tazısını Ali Gadıoğlu’ndan istemesiyle Ali
Gadıoğlu’nun bunların en iyisinin Elbeylioğlu’nda olduğunu paşaya bildirmesi.
Gelişme Bölümü
1. Ali Gadıoğlu’nun yanına kırk atlısıyla giden Elbeylioğlu’nun, emmisi oğlunun
evinde Ali Gadıoğlu’nun hanımı tarafından çok iyi ağırlanması.
2. Elbeylioğlu’nun, Maraş paşası ve Ali Gadıoğlu ile ava çıkması, Elbeylioğlu’nun,
kuşunun tazısının ve atının avda başarılı olması.
3. Elbeylioğlu’nun avcı hayvanlarına el konulması üzerine Ali Gadıoğlu’yla çarpışmak
üzere sözleşmesi.
4. Aksu’nun kenarında çarpışan her iki taraftan Elbeylioğlu’nun, galip gelerek kırk bir
kişinin başını Maraş paşasına götürmesi için Kelgırnık kızı vermek şartıyla Sefil
Sülemen’i görevlendirmesi.
5. Kör Paşanın hediyelerle gönderdiği Sefil Sülemen’in ardından İstanbul’a, padişaha
“Bumbuç’ta bir adam türedi, günde kırk kişinin kellesini kesiyor.” diye nağme
yazması sonucu padişahın Elbeylioğlu’nun yakalanması emrini Gara Vezir’e
vermesi.
6. Gara Vezir’in Bumbuç’a gelerek yeni düğünü olan Elbeylioğlu’na padişahın
fermanını duyurması.
7. Elbeylioğlu’nun vedalaşarak Bumbuç’un idaresini kardeşi Feriz Beye vermesi.
8. Gara Vezir’in Elbeylioğlu’nu sevmesi üzerine, onu ve adamlarını padişaha
götürmeden idam ettirdiğini söyleyerek, onları İstanbul’da bir handa on yedi sene
saklaması ama bu sürede Elbeylioğlu’nun ve adamlarının fakirleşmesi.
9. Açlıktan türkü söyleyen Çoban Ali’nin türküsünü namaza giderken padişahın
dinlemesi.
57
10. Padişahın vezirden türküyü söyleyeni getirmesini istemesi.
11. Gara Vezir’in bir papazın kellesini kesip tıraş ettirip, kelleyi güneşte kurutup, onu
Elbeylioğlu’nun kellesi diye padişaha getirmesi.
12. Elbeylioğlu’nu padişahın huzuruna çıkarak türküyle af dilemesi ve padişahın onu
bağışlaması.
13. Elbeylioğlu’nun ve adamlarının kırk gün İstanbul’da padişah ihsanıyla güzel bir
hayat yaşaması.
14. Elbeylioğlu’nun ve adamlarının memleketlerine doğru yola çıkmaları.
15. Dönüşte Adana’da bir handa kalan Elbeylioğlu ve arkadaşlarını, Adana’ya tayini
çıkan Kör Paşanın yeniden zindana attırması.
16. İstanbul’da unutulan fermanın alınıp gelinmesi üzerine bir yıl daha zindanda kalan
Elbeylioğlu’nun serbest bırakılması.
Sonuç Bölümü
1. Adana paşası olan Kör Paşayla vedalaşırken Elbeylioğlu’nun adamı olan
Karadudak’ın Kör Paşanın boynunu vurması.
2. Elbeylioğlu’nun eski arkadaşlarından Kubbeoğlu’na yol üstünde uğradıklarında
babası yokken hizmette saygıda onu aratmayan kızına Elbeylioğlu’nun türkü
söylemesi.
3. Bunbuç’a gelen Elbeylioğlu’nun gizlice karısının yanına varması.
4. Elbeylioğlu’nun sağ omzunda ki ben ile tanınması.
Hikâyenin olay örgüsünün bir hayli geniş olduğu görülmektedir. Olayın başlangıç
gelişme ve sonuç bölümleri yeterli vak’alarla desteklenmiş ve incelediğimiz eserler
içinde bu eseri vak’a yönünden en zengin hikâye yapmıştır. Sadece gelişme bölümü
bazı yerlerde okuyucuya bazı mesajlar vermek için genişletilmiş gibidir.
Hikâyede bir kadersizlik göze çarpar. Elbeylioğlu’nun amcasının oğluyla girdiği
mücadelede onu öldürmek zorunda kalması evliliğinin beşinci gününde tutuklanması on
yedi yılını zindanda geçirmesi Adana’da padişah fermanını unutunca bir yıl daha zindan
da kalması vs. eserdeki kadersizlik temini ispatlamaktadır.
Eserde Elbeylioğlu’nun haricinde olay örgüsünün halkalandığı görülmektedir. Ama bu
halkalar çok kısa işlenmiştir. Bu da anlatıcının tüm hikâyelerinde görüldüğü gibi ana
kahramana verdiği değerden kaynaklanmaktadır. Çünkü kahramanın bulunmadığı
kısımlar özetlenmektedir.
58
* *
*
Hikâyelere olay örgüleri açısından bakıldığında ilk göze çarpan özellik eserlerde
“sergüzeşt”in esas olduğudur. Sergüzeşt türü vak’alara sahip olan eserlerde en önemli
unsur ana kahraman ve onun yaşam tarzıdır. Bu özellik hem dinleyiciyi hem de
okuyucuyu esere bağlamaktadır.
İncelediğimiz eserlerden sadece Güheri Hikâyesi diğerlerinden ayrılır. Diğer altı
hikâyede kahramanın yiğitliği, söz konusu iken Güheri Hikâyesinde yiğitlik söz konusu
değildir. Bu hikâyede daha realist bir yaşam dile getirilmiştir. Tüm hikâyelerin olay
örgüsü büyük ölçüde hikâyeye adını veren baş kahramanlara bağlı olarak gelişmiştir. Bu
hikâyelerde olay örgüsünün “tek zincir veya iki zincir” üzerinde geliştiği görülmektedir.
Örneğin Elbeylioğlu’nda giriş bölümünün tamamında ve gelişme bölümünün başında
zincirin birisi Elbeylioğlu etrafında gelişmekte diğeri amcasının oğlu Ali Gadıoğlu
etrafında gelişmektedir.
İncelediğimiz tüm hikâyelerde giriş gelişme ve sonuç bölümleri açıkça görülmekte hattâ
diğer hikâye anlatıcıları bu kısımları çok kısa anlatmaktayken bizim metinlerimizde bu
bölümler ayrıntılarıyla verilmiştir. Hikâyelerin asıl bölümleri olan gelişme kısımlarında
aşkın getirdiği bir çatışma söz konusudur ki bu çatışma entrikaları, ölümleri
mücadeleleri vs. birlikte getirmiştir. Eserlerin sonuç bölümünde çatışmaların bittiği
kahramanların arzu edilene ulaştığı görülmektedir. Sadece Güheri ve Turna Teli
Hikâyelerinde ölümün varlığı görülmektedir. Ancak Turna Teli’nde de arzu edilene
ulaşılmış ancak kahramanlardan birinin ölümü mutluluğa gölge düşürmüştür.
Hikâyeleri oluşturan her üç bölümde de Görkem’in kendi incelemesinde de bahsettiği
gibi asıl kahraman merkezli olayların “durgunluktan coşkunluğa doğru” bir ivme
kazandığı ve hikâyelerin “coşkunluktan durağanlığa giderek” bittiği görülmektedir.
(Görkem 2000: 110)
59
1. 2. Tema / Konu
1. 2. 1. Köroğlu Kolları
1.2.1.1. Gürcistan Seferi Hikâyesi (=GSH)
Hikâyede tek bir tema yoktur. Bir hayli uzun olan hikâyede asıl unsur sergüzeştin olay
örgüsünü ve temayı belirlemesidir. Bu sergüzeştin içinde “intikam” (=Köroğlu’nun
babasını kör eden Bolu Beyinden intikam alması) “yiğitlik” (=Köroğlu’nun Bağdat
Seferi’nde kahramanlık göstermesi – Mavılı’yı almak için kızın ağabeyleriyle çatışması)
“aşk” (=Gülüstan bahçesinde kızların Gözel Ayvaz’a âşık olması) “ihtiras”
(=Köroğlu’nun kızları almak için deli kılığına girmesi) gibi tema / konu yer almaktadır.
1.2.1.2. Turna Teli Hikâyesi (=TTH)
Turna Teli Hikâyesi’nde ana tema “ölüm”dür (=Deli Hoylu’nun öldürülmesi). Bu
temanın etrafında halkalanan “esaret” (= Samıyasığmaz ile Gemalmaz’ın esir alınması)
ve “rüyada ayan olma” (=Köroğlu’nun Samıyasığmaz ile Gemalmaz’ın zindanlara
atıldığını rüyasında görerek harekete geçmesi) temaları göze çarpar.
1.2.1.3. Horasan Seferi Hikâyesi (=HSH)
Horasan Seferi Hikâyesi’nde ana tema “aşk”tır (=Köroğlu’nun Horasan şahının kızı
için mücadelelere girmesi). Bu temanın etrafında halkalanan “don değiştirme” (=
Köroğlu’nun kılık değiştirerek şeyh rolüne girmesi), “korkaklık” (= Goç Demirci’nin
Köroğlu’nun kılığına girerek İlvan Şahının karşısına geçmesi) temaları göze çarpar.
1.2.1.4. Şam Seferi Hikâyesi (=ŞSH) Şam Seferi Hikâyesi incelediğimiz eserler içinde Köroğlu kollarının sonuncusudur. Tek
bir temanın ya da ana temanın varlığından söz edilemez. Birden çok olay örgüsü
etrafında birden çok tema şekillenmiştir. “Eski günlerdeki ihtişamın kaybolması”
(=Çamlıbel’de sosyal hayatı zayıflayan, askerleri, dostları azalan Köroğlu’nun Gözel
Eyvaz’a Şam’a gidelim demesi), “gücü zayıflayınca memleketi terk etme” (=geçmişini
düşünen Köroğlu’nun Çamlıbel’le vedalaşması), “düşmanlığın unutulmayacağı” (=Eski
düşmanlarından biri olan bir Arap ile harp etmesi.), “don değiştirme”(=Gözel Eyvaz’ın,
60
babası Köroğlu’nun kılığında Kır Ata binerek meydanda Arap’la çatışarak Arap’ın
başını babasına getirmesi).
1. 2. 2. Diğer Aşk ve Kahramanlık Hikâyeleri
1.2.2.1. Gündeşlioğlu Hikâyesi (=GOH)
Gündeşlioğlu Hikâyesi’nde ana tema “kader”dir (=Gündeşlioğlu’nun birdenbire
değişen kaderi onun hayatını bir imtihan alanına çevirir). Bu ana tema etrafında gelişen
olaylar birçok temayı da beraberinde getirmiştir. “Duanın kabul olması” (= rüyasından
uyanan Gündeşlioğlu’nun eğer musibet verilecekse bu dünyada verilmesini dilemesi ve
duasının kabul olması), “fakirleşme” (=bu dünyada musibetle karşılaşan Gündeşli-
oğlu’nun tüm zenginliğini birer birer kaybetmesi), “yardımseverlik” (Gündeşlioğlu’nun
haberi olmadan Diyarbakır’ın ileri gelenlerinin kendi arasında yardımlaşarak deve
kervanı kurup kervancılık yapması için kervanı, Gündeşlioğlu’na vermesi), “memleketi
terk etme” (=Gündeşlioğlu’nun çocuklarını da bırakarak hanımıyla memleketinden
ayrılması), “her şeyini kaybetme” (=kervanıyla diyar diyar gezen Gündeşlioğlu’nun
yolunu kaybedip bir yerde konaklarken sele yakalanıp kervanını da kaybetmesi), “aşk”
(=karısı Belkıs’ı bırakmaması ve o kaçırıldığında onun izini sürerek Erzurum’a kadar
ardından gelmesi), “yeniden zengin olma” (=Gündeşlioğlu’nun hanımını kaçıran
Yahudi’nin Müslüman olup tüm malını “kardeşim” diyerek Gündeşlioğlu’yla
paylaşmasıyla onun eski zenginliğine kavuşması) temaları hikâyeye baştan sona yön
vermiştir.
1.2.2.2. Güheri Hikâyesi (=GH)
Güheri Hikâyesinde ana tema “aşk”tır. Bu temadan sonra gelen en önemli ikinci tema
ise “ölüm”dür. Aşk teması hikâyenin başlangıcını ve gelişmesini sağlamış, ölüm ise
bitmesine neden olmuştur. Diğer temalar “beşik kertmesi” (=iki kardeşin aynı zamanda
birer çocuğunun olması oğlana Ahmet Bey kıza Güheri adının verilerek birbirine beşik
kertmesi yapılması), “kıskançlık” (=hasta yatan Ahmet Beyin bir gün hizmetini
geciktiren Güheri’nin yerine, Ahmet Beyin kahvesini Akif Hatun isminde bir kızın
pişirip getirmesi ve bunu gören Güheri’nin kıskanması) temalarıdır.
61
1.2.2.3. Elbeylioğlu Hikâyesi (=EH)
Elbeylioğlu Hikâyesi’nde ana tema “yiğitlik”tir (=Aksu’nun kenarında çarpışan
Elbeylioğlu ile Ali Gadıoğlu’nun ve kırk kişiden oluşan adamlarının çarpışması
sonucunda Elbeylioğlu ve adamlarının galip gelerek, kırk bir kişinin kafasını alıp
Maraş kadısına göndermeleri). Bu tema etrafında gelişen “mahkûmiyet” (=kırk bir
kişinin başını alan Elbeylioğlu ve adamlarının padişahın fermanıyla yakalanıp
boyunlarının vurulması emrinin verilmesi), “intikam” (=Adana paşası olan Kör Paşayla
vedalaşırken Elbeylioğlu’nun adamı olan Karadudak’ın Kör Paşanın boynunu vurması),
“sadakat” (=aradan on sekiz sene geçmesine ve onlardan hiç haber alınmamasına
rağmen Elbeylioğlu ve adamlarının hanımları tarafından beklenilmesi), “yardım etme”
(=Gara Vezir’in Elbeylioğlu’nu sevmesi üzerine, onu ve adamlarını padişaha
götürmeden idam ettirdiğini söyleyerek, onları İstanbul’da bir handa on yedi sene
saklaması) temaları hikâyenin başından sonuna kadar önemli yer tutmuş diğer
temalardır.
* *
*
Hikâye dinleyenlere yukarıdaki amaçların dışında estetik haz da vermektedir. Estetik
haz, metnin genel yapısı ve bu yapıdaki çeşitli unsurların birbirleriyle ilişkileri veya
bütünü oluşturmadaki fonksiyonları, olay örgüsünün kuruluşu ve bu kuruluşta dile ait
çeşitli unsurlarla ortaya konmaktadır (Görkem 2000: 114). Hikâyede görülen manzum
kısımlar ve kalıp ifadeler estetik hazzın ilk örnekleridir. Ayrıca bu kısımların, âşıklık
geleneği çevresinde bir musıkî âleti eşliğinde söylenmesi, verilmeye çalışan estetik
hazzın en mühim göstergesidir.
1. 3. Zaman
Tahkiyeli bir edebî eserin “metin halka”larının her birinde, dört farklı zaman kavramı
vardır. Bunlardan birincisi “fictif vak’a”nın meydana geldiği zaman, ikincisi eserdeki
anlatıcının onu öğrenme ve anlatması için geçen süre, üçüncüsü eserin “yazma” zamanı
dördüncüsü ise okuyucunun edebî eseri “okuma zamanı”dır. Vak’a ve anlatma zamanı
yazma ve okuma zamanından itibarî olması bakımından farklıdır (Aktaş 2000: 103-104,
62
117-118). İncelediğimiz hikâyeler “sözlü gelenekte”, “canlı bir gösterim
(=performance)” olarak icrâ edildikleri için, metinde “yazma” ve “okuma” zamanlarının
varlığını düşünmek zordur. Bunların yerine “sözlü gelenek”te “anlatma-icrâ zamanı” ve
“dinlenme-seyretme zamanı” kavramlarını düşünmek gerekecektir. Bu iki zaman aynı
anda oluşmaktadır. Yazıya geçirilmiş tahkiyeli eserlerde mevcut olan “vak’a” ve
“anlatma” zamanı kavramları incelenecek hikâye metni içinde geçerli kavramlardır
(Görkem 2000:115).
Türkülü hikâyelerde zaman tam olarak ifade edilmez. Vak’anın ya da temaların cereyan
ettiği zaman aralıkları tam bir tarih olarak değil de süre olarak belirtilebilmektedir.
(=Elbeylioğlu Hikâyesi’nde on sekiz sene sürgün ve zindan hayatının ifade edilmesi)
Metinlerin iç zamanını anlatıcı genellikle okuyucuya bırakır. Nadiren de olsa vak’anın
geçtiği tarih değil de tarihte yaşamış reel kişiliği olan tarihî şahsiyetlerden bahsederek
hikâyenin hangi devirde yaşandığı hakkında ipuçları verilebilir. (=Köroğlu’nun
Gürcistan Seferi Hikâyesi’nde Genç Osman isminden bahsedilmesi) Metinlerin teşekkül
tarihini icrâ gösterim teorisine göre tespit etmek ve incelemek uygun değildir. Bizim
için önemli olan metnin iç zamanıdır ki metinlerimizde yer alan hikâyelerdeki olay
halkalarının zamanını şu şekilde tespit edebiliriz.
1. 3. 1. Köroğlu Kolları
1.3.1.1. Gürcistan Seferi Hikâyesi (=GSH) Gürcistan Seferi Hikâyesi’nde aktüel zaman oldukça uzundur. Köroğlu’nun çocukluk
döneminde başlar; Köroğlu’nun oğlu olan Gözel Eyvaz (=Ayvaz)’ı evlendirecek yaşa
gelince hikâye biter. Hikâye Bolu Beyinin istediği atı bulamayan Deli Yusuf’un
gözlerine mil çektirmesi ile başlar. Kör olan Deli Yusuf çocuklarını da alarak bir
mağaraya yerleşir. Anlatıcı üstüne basa basa “burada bir iki tam üç yıl geçirdiler”
demektedir (bk. GSH: 30-35). Bu sıralarda Ruşen Ali’nin yaşı belirtilmemektedir.
Ancak Kör olan babasının ona atlara baktırması Ruşen Ali’nin yetişkinlik dönemine
girdiğini göstermektedir. Hikâye boyunca yaklaşık yirmi yılıklı bir zaman anlatılmakla
birlikte sadece konu veya kahramanın kimliği bakımından önemli olan zaman dilimleri
ayrıntılı olarak anlatılırken diğer zaman dilimleri özetlenmekte veya atlanmaktadır.
63
1.3.1.2. Turna Teli Hikâyesi (=TTH)
Turna Teli Hikâyesi’nde aktüel zaman kısadır. Zaman dilimi ihtiyar bir kadının gelinlik
kızların yanına gelip turna telini öğütlemesiyle başlar, turna telini almaya giden
Samıyasığmaz ile Gemalmaz’ın Bağdat’a gidip esir olmalarıyla devam eder.
Köroğlu’nun onları kurtarıp dönmesiyle son bulur. Tüm bu süreçte geçen zaman dilimi
çok uzun değildir. “Günlerde geç vakıtda tez” ifadesiyle âşığın atlama tekniğini
kullandığı görülür. Ancak atlanan zaman Bağdat’a gidip gelinen zamanıdır.
1.3.1.3. Horasan Seferi Hikâyesi (=HSH)
Horasan Seferi Hikâyesi oldukça uzun bir zaman dilimine sahiptir. Ancak bu zaman
vaka’nın cereyanı içinde verilmez. Olay örgüsünün zamanı kronolojik olarak verilirken
Köroğlu’nun Horasan’a ve oradan da İlvan’a gidiş geliş süresi atlanarak verilmiştir.
Aktüel zaman iki adamın Köroğlu’nun yanına gelip Horasan şahının kızını övmesiyle
başlar, Köroğlu’nun Horasan’a sefere çıkıp oradan da İlvan’a gitmesiyle devam eder,
kızı çeşitli mücadelelerle alıp gelmesiyle sona erer.
1.3.1.4. Şam Seferi Hikâyesi (=ŞSH)
Şam Seferi Hikâyesi’nde oldukça uzun bir zaman dilimi vardır. Diğer Köroğlu
kollarından farklı olarak bu hikâyenin vak’a zamanları uzundur. Çünkü Köroğlu
Çamlıbel’i terk etmiş Şam’a giderken de yol üzerinde birçok yere uğramış bu yerlerde
mücadeleler etmiştir. Bu hikâyede incelediğimiz diğer hikâyelerden farklı olarak geriye
dönüş tekniği kullanılmıştır. Bu teknik Köroğlu’nun Gürcistan Seferi’nde Osmanlı
padişahından aldığı fermana telmih yapılarak kullanılmıştır. Eserde zaman Köroğlu’nun
memleketinden ayrılmasıyla başlar ve Şam’da vefat etmesiyle son bulur.
1. 3. 2. Diğer Aşk ve Kahramanlık Hikâyeleri
1.3.2.1. Gündeşlioğlu Hikâyesi (=GOH)
Gündeşlioğlu Hikâyesi’nde olaylar kronolojik olarak verilmiştir. Atlama ve özetleme
tekniği kullanılarak memleketinden ayrılan Gündeşlioğlu ve eşinin diyar diyar gezdiği
görülür. Gezdiği yerlerdeki hayatları kısaca verilmiştir. Aktüel zaman Gündeşlioğlu’nun
64
rüyasıyla başlar yıllar sonra memleketine dönmesiyle son bulur. Gündeşlioğlu
Hikâyesi’nin çok uzun zamana sahip olduğunu kahramanların gezdiği yerlerden ve
yıllar sonra memleketine döndüklerinde çocuklarını evlenmiş olarak bulduklarından
anlaşılmaktadır. Bu süre on beş seneye yakın bir süredir.
1.3.2.2. Güheri Hikâyesi (=GH)
Güheri Hikâyesi’nin aktüel zamanı hikâyenin ana kahramanlarından Ahmet Beyin
ömrüyle sınırlıdır. Bu da bize hikâyenin zamanının oldukça uzun olduğunu
göstermektedir. Güheri ile Ahmet Beyin doğumuyla başlayan vak’a zinciri onların
yetişkin birer insan olmasıyla devam eder. Ahmet Beyin bacağının bir deve tarafından
ısırılmasıyla, ısırığın iyileşmemesi sonucu Ahmet Beyin ölmesi arasında “tam yedi sene
geçti” ifadesi net bir süre vermesi bakımından önemlidir. İncelediğimiz hikâyeler içinde
hikâyenin zamanıyla kahramanın ömrü arasında paralellik gösteren tek hikâyedir.
1.3.2.3. Elbeylioğlu Hikâyesi (=EH)
Elbeylioğlu Hikâyesi’nde yine zaman aralığı bizim tahminlerimize bırakılmışsa da olay
örgüsünde yer alan Elbeylioğlu’nun on yedi yıl İstanbul, bir yıl da Adana zindanlarında
yatması net bir süre vermesi bakımından önemlidir. Olaylar kronolojik sıraya göre
verilmiştir. İncelediğimiz tüm eserler içinde aktüel zamanı en uzun olan hikâye
Elbeylioğlu Hikâyesi’dir. Çünkü aktüel zaman ana kahraman olan Elbeylioğlu ve onun
amcasının oğlu olan Ali Gadıoğlu’nun doğmasıyla başlar. Sonra bunların yetişmiş birer
bey olarak birbirleriyle çatışması söz konusu olur. Ali Gadıoğlu ve adamlarını öldüren
Elbeylioğlu’nun ve adamlarının toplam on sekiz yıl esaret hayatı yaşaması
Elbeylioğlu’nun sonunda memleketine dönmesi vs. çok uzun zaman diliminde
gerçekleşecek olaylardır. Bu sürenin kırk yıl olduğunu tahmin etmekteyiz.
Elbeylioğlu’nu bağışlayan padişahın ihsanıyla Elbeylioğlu’nun ve adamlarının tam kırk
gün İstanbul’da lüks hayat yaşaması, anlatıcı tarafından özellikle vurgulanan bir zaman
dilimidir. Çünkü anlatıcının da hikâyenin mesajı gereği kahramanlarına acıdığı
görülmektedir.
65
1. 4. Mekân
Türkülü hikâyelerinde iki türlü mekân vardır: Bunlardan birincisi icrâ gösterimin
sahnelendiği anlatıcının sanatkârlığını gösterdiği seyircinin de içine dahil olduğu dış
mekân, ikincisi ise anlatılan hikâyelerin vak’asının içinde geçtiği yeri geldikçe olaylara
yön veren anlatıcının da izleyicilerin zihninde şekillendirmeye çalıştığı iç mekân
(Korkmaz 2003: 221). Bunlardan dış mekânı çalışmamızın “Giriş” bölümünde izah
etmiştik (bk. s.21). İç mekânı ise çalışmamızın bu kısmında inceleyeceğiz. Bu konuya
girmeden önce mekân kavramı hakkında bazı temel bilgiler vermek gerekmektedir.
Bir tahkiyeli eserde mekân, vak’anın sahnelendiği yer olarak düşünülebilir. Edebî
eserde, mekân ve onu tamamlayıcı nitelikteki varlık ve olaylar “haricî âlem”de
göründükleri gibi anlatılmaz; insanın üzerinde bıraktığı “intibaları” ve bunların sebep
olduğu “hâller” ifade edilerek tanıtılır (Aktaş 1983: 100). Yazarın veya anlatıcının zihnî
süzgecinden geçmiş mekânlar ve çevreler esere tabii bir ortam olurlar. Mekânı ön plana
çıkarmak veya arka plana itmek yazarın “itibarî âlemi” yorumlamasıyla alâkalıdır. Bu
durum olay örgüsüne yön veren mekânların esere katkısının sonucudur.
Mekân kavramını “tabiî çevre” ve “düzenlenmiş çevre” olarak iki grupta değerlendir-
mek mümkündür (Görkem 2000: 119). Bir topluma ait “sosyo-kültürel yapı”, bu
çevrelerde yaşatılır. Edebî eser niteliğini taşıyan türkülü hikâyeleri, “yaşanan gerçeklere
ait zaman, mekân, durum ve olayların” bir milletin idrakinden geçerek sözlü gelenekte
yeni bir bütünlüğe kavuşması hadisesidir (Tural 1993: 3).
1. 4. 1. Köroğlu Kolları
1.4.1.1. Gürcistan Seferi Hikâyesi (=GSH)
Gürcistan Seferi Hikâyesi’nin geniş mekânları Çamlıbel, Bağdat, Misis, Gürcistan’dır.
Bu isimler reel isimler olup eser boyunca itibâri mekândan bahsedilmemiştir. Eserde
geçen dar mekânlar arasında Köroğlu’nun üç yıl yaşadığı mağara, Bağdat Seferi’ne
katıldığında Köroğlu’nun bayrak çektiği Bağdat Kalesi, ve Köroğlu’nun Gürcistan’a
varınca deli kılığında girdiği Gülistan Bahçesi yer almaktadır. Gerek geniş gerekse dar
mekân oldun tasviri yapılan sadece Gülistan Bahçesi’dir.
66
1.4.1.2. Turna Teli Hikâyesi (=TTH)
Turna Teli Hikâyesi’nde vak’aya yön veren mekân unsuru olarak, Köroğlu ve
adamlarının savaştığı Bağdat sokaklarından bahsedebiliriz. Çünkü eserde geniş mekân
olarak Bağdat ve civarından bahsedilirken sadece bu isimlerin reel mekânlar olarak
karşımıza çıktığı görülür. Ancak Bağdat sokaklarında yapılan çatışmalarda sokak
çatışmalarının nasıl yapılacağını bilmeyen Köroğlu ve adamları çok önemli adamlarını
kayıp verir. Eserde kahvehane ve zindan haricinde kapalı mekânlardan bahsedilemez.
1.4.1.3. Horasan Seferi Hikâyesi (=HSH)
Horasan Seferi Hikâyesi bahsedilen geniş mekânlar Çamlıbel, Horasan, İlvan’dır. Bu
mekânlara göre daha dar olup tasviri yapılan mekân Gülistan Bahçesi’dir. Hikâyeye yön
veren bir mekânın varlığından söz edilemez. Eserde hiçbir kapalı mekândan
bahsedilmemiş sadece Horasan ve İlvan padişahlarının yanına vardıklarında kapalı
mekânın varlığı sezdirilmiştir.
1.4.1.4. Şam Seferi Hikâyesi (=ŞSH)
Şam Seferi Hikâyesi’nde geniş mekânlar Çamlıbel, Malatya Elazığ, Elbistan (=
Kahraman Maraş) ve Hama’dır. Dar mekân olarak otel ve kaleden bahsedilmektedir.
Geniş mekânlarda geçen vak’alar birbiriden bağımsız olarak ele alınmıştır. Tüm hikâye
Köroğlu ve ailesinin Şam’a gitmek için yola çıkmasıyla başlar. Olaylar kronolojik
olarak anlatılırken Şam yolculuğunda anlatıcı aynı kronolojiyi mekânda izleyememiştir.
Anlatış sırasında Köroğlu Malatya’ya oradan Elazığ’a geçmiştir. Daha sonra birden
Elbistan’a varmıştır. Tüm bu mekânlar reel mekânlardır. Ancak Elbistan, Malatya’dan
çok önce uğranılması gereken bir yerdir. Eserde hayalî mekânlardan bahsedilmemiştir.
1. 4. 2. Diğer Aşk ve Kahramanlık Hikâyeleri
1.4.2.1. Gündeşlioğlu Hikâyesi (=GOH) Gündeşlioğlu Hikâyesi’nde geniş mekân olarak Diyarbakır Misis Erzurum’dan
bahsedilmiştir. Mu mekânlar reel mekânlardır. Esere yön veren en önemli mekan ise
Gündeşlioğlu’nun bir gece fark etmeden konakladığı dere yatağı olmuştur.
67
Yardımseverlerin bağışladığı kervanı da bu derede sele kaptıran Gündeşlioğlu yine çok
fakirleşir ve bundan sonra memleketinden iyice kopar. Kapalı mekân olarak sadece
Erzurum’da bir Yahudi’nin konağının ismi geçmektedir.
1.4.2.2. Güheri Hikâyesi (=GH)
Güheri Hikâyesi’nde konaklama yurdu ve Ahmet Beyin evinden başka bir mekân adı
geçmemektedir. Bunlardan da yaylaya gidecekleri vakit geri dönüp kondukları yurdu
kontrol etmek isteyen Ahmet Beyin bacağını bir devenin ısırması bütün hikâyenin
yönünü değiştiren yurt tasvir edilmemişse de yönlendirici unsur olarak önem kazan-
mıştır.
1.4.2.3. Elbeylioğlu Hikâyesi (=EH)
Elbeylioğlu Hikâyesi’nde,Maraş, Maraş’ta Dut Dağı, Diyarbakır, Adana, Bumbuç geniş
mekân olarak göze çarpmaktadır. Ali Gadıoğlu’nun evi, Aksu’yun kenarı, askerlerin
konakladığı han, İstanbul Hapishanesi, Adana Hapishanesi, Gubbeoğlu’nun evi eserde
geçen kapalı mekânlardır. Özellikle İstanbul Hapishanesi yerine on yedi yıl bir handa
hapis hayatı yaşayan Elbeylioğlu ve hikâye açısından bu mekân önem kazanmıştır.
İncelediğimiz eserlerden en çok kapalı mekâna sahip olan hikâye Elbeylioğlu
Hikâyesi’dir.
1. 5. Şahıs Kadrosu
1. 5. 1. Köroğlu Kolları 1.5.1.1. Gürcistan Seferi Hikâyesi (=GSH) Gürcistan Seferi Hikâyesi’nin ana kahramanı diğer Köroğlu kollarında olduğu gibi
Köroğlu’dur. Hikâyeye de adını veren Köroğlu’nun güzel bir kız için Gürcistan’a
yaptığı seferdir. Hikâye Köroğlu’nun Gürcistan Seferi esnasında hayatındaki
sergüzeştler üzerine kuruludur. Deli Yusuf Köroğlu’nun babası olup yönlendirici güç
konumundadır. Köse Kenan, Mahmud-u Bezirgân alıcı görevindedir; çünkü her
durumdan kâr sağlayan odur. Gözel Eyvaz ikinci dereceden ana kahramandır.
Gürcistan şahı hasım güç olarak karşımıza çıkmaktadır. Mavılı, Gürcistan şahının
68
kızları arzu edilen nesnedir; çünkü hikâyedeki vak’aların ortaya çıkma sebebi,
çatışmaların olma sebebi onlardır.
1.5.1.2. Turna Teli Hikâyesi (=TTH)
Turna Teli Hikâyesi’nde ana kahraman Köroğlu’dur. İhtiyar kadın en önemli yönlen-
dirici görevindedir; çünkü eserin başında turna teline kahramanları yönlendiren odur.
Samıyasığmaz, Gemalmaz yardımcı, tutuklanarak Köroğlu ve adamlarını Bağdat’a
çekmeleri nedeniyle yönlendirici kahramanlardır. Goç Demirci, Şirin Döne ikinci
dereceden ana kahramanlardır. Deli Hoylu ise Bağdat’ta ölümüyle hikâyenin kırılma
noktasını teşkil ederek ikinci dereceden yönlendirici olmuştur. Bağdat hükümdârı ise
hasım güç olarak karşımıza çıkmaktadır.
1.5.1.3. Horasan Seferi Hikâyesi (=HSH)
Horasan Seferi Hikâyesi’nin ana kahraman Köroğlu’dur. İkinci dereceden ana kahraman
Köroğlu’nun oğlu Goç Demirci’dir. Eserin başında Horasan şahının kızının güzelliğini
Köroğlu’na bildiren iki bezirgan vardır. Horasan seferin başlamasına neden olan ancak
isimleri söylenmeyen bu iki bezirgân, yönlendirici güçtür. Horasan şahı başta hasım güç
iken hikâyenin gelişimine göre yardımcı güç olmuştur. Goç Demirci’yi yardımcı
kahraman olarak kabul etmek de mümkündür; çünkü Köroğlu, İlvan şahına yenilecek
iken Köroğlu’nun kılığında şahın karşısına çıkar ve şahın başını Köroğlu’na getirir. Deli
Hoylu, Gözel Eyvaz Canıcebinde Samıyasığmaz diğer yardımcı güçlerdir. İlvan şahı
bizzat Köroğlu ve adamlarıyla çarpışarak eserdeki en önemli hasım güç olmuştur. Benli
Döne arzu edilen nesnedir; çünkü Horasan’a yapılan sefer ve seferde yapılan savaşın
nedeni Benli Döne’dir.
1.5.1.4. Şam Seferi Hikâyesi (=ŞSH)
Şam Seferi Hikâyesi’nde Köroğlu asıl güçtür. Gözel Eyvaz ikinci derecedeki ana
kahramandır. Şirin Döne, Gül Yesemen yardımcı güçtür. Otelci aşçıbaşı Şam’da bir
kahvehanedeki insanlar dekoratif unsur olmaktan başka fonksiyonları yoktur. Guzgun
Beyinin oğlu, Hama’da karşılaştığı eski bir düşmanı olan Bir Arap eserde çatışmaları
69
sağlayan hasım güçtür. Şam hükümdârı olaylara dışarıdan bakan Köroğlu ile çatışmaya
girmeyen korkulan nesne konumundaki şahıstır.
1. 5. 2. Diğer Aşk ve Kahramanlık Hikâyeleri
1.5.2.1. Gündeşlioğlu Hikâyesi (=GOH) Gündeşlioğlu Hikâyesi’nin ana kahramanı hikâyeye adını da veren Gündeşlioğlu’dur.
Gündeşlioğlu’nun sergüzeşti hikâyeye konu olmuştur. Gündeşlioğlu’nun hanımı Belkıs
Hatun yönlendirirci güç olarak karşımıza çıkar. O eserin başında yardımcı güç iken
daha sonra kaçırılmasıyla hikâyeye farklı bir boyut kazandırmıştır. Belkıs Hatunu
kaçıran Yahudi bazirgancı eserde önce hasım güç konumundayken daha sonra
Gündeşlioğlu’nun eski zenginliğine kavuşmasını sağlayarak yardımcı güç konumuna
geçmiştir.
1.5.2.2. Güheri Hikâyesi (=GH)
Güheri Hikâyesi’nin iki ana kahramanı vardır. Birincisi bu esere adını veren Güheri
ikincisi ise onun beşik kertmesi Ahmet Bey. Vak’a onların etrafında şekillenmiştir.
Eserde yönlendirici güç bir insan değildir. Yönlendirici, Ahmet Beyin bacağını ısırarak
tüm hikâyeye tesir etmiş olan bir devedir. Eserde üçüncü bir şahıs daha vardır ki o da
Akif Hatundur. Akif Hatun, Güher Hanımın rakibi olduğu için içinde bir çatışma
olmayan hasım güç olarak karşımıza gelmiştir.
1.5.2.3. Elbeylioğlu Hikâyesi (=EH)
Elbeylioğlu Hikâyesi’nde Elbeylioğlu ana kahramandır. Hikâyeye adını da veren
Elbeylioğlu’dur hikâyede anlatılanlar onun başından geçen sergüzeştlerdir. Ali
Gadıoğlu ve Kör Paşa eserde hasım güç olarak karşımıza çıkmaktadır. Nuzu Hatun arzu
edilen nesne konumundadır. Sefil Sülemen Elbeylioğlu’nun daima yanında bulunarak
ona yardımcı olmuştur. Bu nedenle yardımcı kahramandır. Mehmet Yazıcıoğlu
Elbeylioğlu’nun danışmanlığını yapan biridir. Bu nedenle eserde yönlendirici kahraman
görevini üstlenmiştir. Gara Vezir yardımcı kahramandır;çünkü vicdanını kullanarak
Elbeylioğlu’nu astırmamış Elbeylioğlu’nu ve adamlarını on yedi sene korumuştur. Feriz
Bey alıcıdır; çünkü Elbeylioğlu’nun kardeşi olarak onun tüm malına mülküne o sahip
70
olmuştur. Osmanlı padişahı yönlendirici konumundadır. Onların hayatını bağışlayarak
vak’aların tüm seyrini değiştirmiştir. Memmed Çavuş, Karadudak, Gubbeoğlu adları
eserde zikredilmektedir.
1. 6. Bakış Açısı ve Anlatıcı
“Bakış açısı”, tahkiyeli metinlerde vak’a zinciri, mekân, zaman ve şahıs kadrosu gibi
unsurların “kim tarafından görüldüğü, idrak edildiği ve kim tarafından kime
nakledilmekte olduğu sorularının cevabıdır (Aktaş 2000:84). Tahkiyeli eserlerde
olaylar; “kendi başından”, “başkasının başından” geçmiş gibi ve “başkasından duymuş”
gibi, ayrıca bu üç yolun karması olarak yapılmaktadır (Çiftlikli 1994: 291). Bu çeşit
eserlerde üç bakış açısı ve anlatıcısı tipi görülmektedir.
1. Hakim/İlahî Bakış Açısı ve Anlatıcısı (Aktaş 2000: 84)
2. Kahraman Anlatıcısı (Aktaş 2000: 100)
3. Müşahit Anlatıcı (Aktaş 2000: 113)
Âşık Mustafa Köse, hikâyelerinde anlatım tarzı olarak, büyük ölçüde “hakim bakış açısı
ve anlatıcısı”nı kullanmıştır. Özellikle hikâye, yazılı metin haline geldiği zaman, bu
niteliğin açık bir biçimde belirginleştiğini görürüz (Görkem 2000:129). Bu anlatım
tarzında, olayları bilen, yorumlayan ve anlatan anlatıcı, hikâyenin dünyasına ait her şeyi
bilir. Kahramanların duygularını hayallerini, beklentilerini vs. bilir ve onlara yorum
dahi getirebilir.
Hikâyelerde anlatıcı zaman zaman anlatımı / bakış açısını, kahramana devretmektedir.
Diyaloglar ve manzum parçalar (=deyişler, türküler), sözün tamamıyla kahramana
bırakıldığı bölümlerdir. Hikâyelerin mensur bölümlerinde, kahramandan anlatımı
devralan anlatıcı (Âşık Mustafa Köse) kendi duygu ver düşüncelerini de anlatımına
doğrudan katmaktadır. Birçok kez vak’a ya da kahramanlar hakkında yorum yaptığı
görülmektedir. Köroğlu’nun Gürcistan Seferi Hikâyesinde gönülsüz de olsa Gürcistan’a
giderken yolda rastladıkları bazı adamlara toprak bastı parası [paç] vermesinin ardından,
Köroğlu’nun bunun intikamını düşünürken anlatıcının yaptığı yorum buna güzel bir
örnektir [Yani öldürücü, yürē soğuyucu, yani verdiği paranıŋ acısını çıkarıcı, malıŋ ne
suçu var (GSH: 335, 340).
71
Zaman zaman Âşık Mustafa Köse’nin anlatımı bırakarak hikâyelerin dışına çıktığını,
dinleyici çevresiyle diyaloga girdiğini görmekteyiz. Bu da tabii olarak hikâyecilik
geleneğinin bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Anlatıcı, nazım kısımlarında kendisini
tamamıyla eserden soyutlamaktadır. Nazım kısımlarında bakış açısı tamamıyla
kahraman anlatıcıya aittir. Hikâyelerin herhangi bir kahramanı türkü-deyiş
söyleyebildiği için bu fonksiyon sadece ana kahramana verilmemektedir. Bahsi geçen
kısımlarda anlatıcı bir söz söyleyecekse tamamen hikâyenin dışına çıkarak bunu izah
etmektedir.
1.7. Anlatım Tarzları
Hikâyeci âşık hikâyelerini genellikle ‘tahkiye / anlatma’ yöntemiyle dinleyicisine
takdim eder. Hikâyecilik geleneği çerçevesinde anlatıyı bir teatral oyun gibi oynasa bile
ağırlık söze dayanmaktadır. Dinleyicilerin eğlenmesi, anlatının dinleyicileri etkilemesi
ve canlı gösterimin fonksiyonlarını yerine getirmesi; anlatıcının anlatım tarzına,
hikâyeyi canlı bir gösterim gibi sergilemesine, mizahî unsurlara yer vermesine
bağlıdır. Âşık Mustafa Köse’nin bu bağlamda başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Bu
hususa ‘Gündeşlioğlu Hikâyesi’nden küçük bir örnek verebiliriz.
Gede gede ulan dediler “Şurıya gonaklıyak, bu dölēmiş dediler bir yere kervanı indirdiler
ora da bir guru dereniŋ içiymiş. Biraz sonra yağmur duddu, şimşek çakıyo, sel sele geddi
ortalık. Kervan da geddi, adamlar da geddi Gündeşlioğlu da bir meşe ağacınıŋ başına çıkdı.
“Devrilirse biz de gederik, devrilmesse Allah saklarsa saklar.” Atı da meşe ağacınıŋ dibine
bağladı. Sabaha gadar o meşe ağacınıŋ başında galdı. Ammá guru yeri galmadı. Islandı
eyiden eyiye. Sabaŋan olduydu, kervan da yok adamlar da yok. Gondukları yer bir guru
dereymiş. Sel aldı hepsini Gündeşlioğlu indi. Ata biner halı yok. Atı çözdü, çekdi, yörüdü.
Herhal dedi biz şurdan geldik diye yörüdüydü, Allah işini oŋaracak ya, şöyle biraz geddi bir
yuŋruyu aşdıydı köy var. Köye vardı bir gabıya diŋeldi. Atıŋ şıkırdısıynaŋ beraber bir adam
da çıkdı dışarı. “Buyur kardeş” dedi ammá Gündeşlioğlu’nuŋ konuşur halı yok. Çıkardı
bunu yokarı sırtını soydular. Sırtını dáŋiştirdiler. Guru yavan bir yemek yedi. “Gardaş baŋa
bir yer seriŋ” dedi Gündeşlioğlu. Yeri serdiler, attı gafayı. Üç ay hasta yatdı Gündeşlioğlu
orada, kimseniŋ habarı yok. (GOH: 35,40,45). Eserlerde kullanılan diğer bir anlatım yolu ‘diyalog’tur. Hikâyeci Âşık diyalog tarzını
kullanırken kahramanların karakterine uygun ses tonuyla onları canlandırma yoluna
gider. Bu kısımlarda anlatıcının taklit yapma yöntemini de kullandığını görürüz. Bu
durum tahkiyenin monotonluğunu gidermektedir. Ayrıca, diyalog tarzın kullanılarak,
72
hikâyelerde, kahraman dolaylı olarak dinleyiciye seslenmiş olur. Diyalog anlatım
tarzına da Elbeylioğlu Hikâyesi’nden (EH) kısa bir örnek verecek olursak:
Adamlarını topladı Elbeylioğlu. “Arkadaşlar! Padışadıŋ fermanı var, Ali Gadōğlu’nu,
askerlerini, gendini kesdiğimiz padışaha bildirilmiş. Padışah beni istiyo. Ben gedecám,
gardaşım (Bir de küçük gardaşı var Feriz Báğ derler, adı Feriz Báğ) Feriz Báğ size emanet.
Gendi küçük ammá aklî dengesi yerinde, siz de destekçi olursaŋız inşallah báğiniz bundan
soŋra bu olur.”, “Oov! Olur mu öyle báğim?, dediler, Sen nerde ölürüsüŋ biz de orda
ölürük” dediler, gırk atlı birden. “Sen yalıŋız mı kesdiŋ Ali Gad’ōğlu’nuŋ adamlarını?”,
“Yok!”, “Barabar kesmedik mi?”, “Hee!”, “Barabar çekecák cezayı. Niye hemen sen
yükleniyoŋ?”, “Etmeŋ” dediyse de “Yok! Barabar gedecák”, “Hazırlığıŋızı yapıŋ öyleyse,
sabānan gedecák inşallah. O, yanımızda oturan padışahıŋ başveziriymiş bizi götürecek”,
“Oldu!” dediler, dağıldılar (EH: 255,250, 255) Hikâyelerde hemen hemen hiç kullanılmayan anlatım tarzı, tasvir tarzı anlatımdır.
Anlatıcı, mekân, eşya, diğer varlıklar ve şahıs kadrosundaki insanların tasvirleri
hususunda sınırlı ifadeler kullanmaktadır. Kısa kısa verilen tasvirler de genellikle
benzetme yapmak suretiyle verilmektedir. Hikâyecilik geleneği açısından bu çok normal
karşılanabilir; çünkü hikâyeler canlı gösterimle anlatılmakta, anlatıcı, tasvire gerek
duyurmadan gerekli olan canlandırmaları, dinleyici çevrenin bilip tanıdığı mekan ve
şahıslarla bağlantılı kurarak yapmaktadır.
Genç Osman namını nerden aldı. Bağdat zaferine İsdanbul’dan padişah askeriynen beraber
gelirken, evelden beri Misis ayranı meşur. Bütün Misis halkı askerlere birer bardak
ayranımız kısmet olsuŋ diye düzülmüşler ayran ikram edecekler. Osman da geldi, öŋden
geliyo Padişah, Padişahı görünce bir temenni etdi çocuk. Durdu padişah, “Buyur oğlum.”,
“Padişahım duyduğuma göre harbe gidiyomuşuŋuz, beni de götürüŋ harbe padişahım.”
Dedi ki “Oğlum! Sen gençsiŋ adıŋ ney?” dedi. “Osman”, “Oğlum Osman! sen gencsiŋ”
dedi, Genç Osman adını ordan alır. “Genç Osman gencim ammá harbederim padişahım.”
dedi evel de harbe gedenleri bir çoklarını sakalında darak duracak olurmuş. Genç Osman
harpadak darağa otutdurdu yüzüne “Aha! Darak sakalımda duruyo padişahım.” Ve götürdü.
(GSH: 95-105) Benim gılıcım gırıldı. Köroğlu’nu kahramanlınan öldürdüm diyemeŋ. Gediyim gılıcımı
değişdiriyim, öyle geliyim” dedi. “Peki! Ged gel.” dedi Arap. Köroğlu canına minnet geldi
Gözel Eyvaz’ıŋ yanına geldi ki yorgun, beŋzi bir hoş olmuş. (Gorkan adam belli olur ya sık
sık geri yanına dáner. Şimdi gece bir adam gederken geri yanına sık sık bakıyosa o
gorkuyo; heç geri yana bakmıyosa o korkmuyo.) “Ulan baba! N’oldu,?” dedi Gözel Eyvaz,
“Bir hoş olmuşsuŋ, gorkuk gimi, hemi yorgun görüküyoŋ” (ŞSH: 300-310) Tasvirin yanında tahlil tarzı da sözlü kültür ürünlerinden olan hikâyelerde oldukça
sınırlıdır. Dolayısıyla bu tarzı da eserlerde görmek pek mümkün değildir. Ancak,
73
anlatıcının anlatım esnasında kullandığı bazı kişisel yorumları tahlil amaçlı olduğundan,
tahlilî anlatıma en çok bu kısımlarda rastlamak mümkündür.
O arada da orda bir Ermeni var Mıhır derler. Ulan! Elbáğlōğlu’nuŋ babasıynan çok samimi
arkadaşlar. O da diyo ki (duydu bu meseleyi) “Elbáğlōğlu’na hilá düşünüyolar. Elbáğlōğlu
buradan geçerken benim yanıma uğrar, durumu anladırım, buradan gerin döner.” diyo. (Deli
Mıhır derler gávıra) Elbáğlōğlu da ora uğramak heç aklına gelmiyo. (EH: 95-100 )
Menzil yerine eniyolar. Atları bırakıyolar. Kör Paşanıŋ atı (Orda bir iş yapdırmak için biri
getirmişimiş, adına Hediye Doru derler, hediye oldū için. Hediye geldi baŋa, diyo.) eyi
eyitilmemiş, pek daha goşmamış, ham oldū için zatı goşamadı. Elbáğlōğlu’nuŋ atı carpadak
çıkdı menzil yerine. (EH: 115-125)
Bunlara ne gerekir, mesela Diyarbakır’dan kalkınca Adana’da ne harcanır. “Herkeş
devesiniŋ yükünü dutsuŋ” dediler. (Öyle ya zaten yoksul adam, ne alsıŋ yükletsiŋ deveye.)
Adam her şeyi düzenledi gendi bezirganbaşı oldu. Gezer dış ülkeye de gederler (Ammá
şimdiki gimi o zaman kervan dış ülkelere de geder.) (EH: 25-30)
2. NAZIM KISIMLARININ TAHLILİ
Üzerinde çalıştığımız ve hikâyelerde yer alan türküler, 11 veya 8’li hece vezniyle
söylenmiş koşmalardan oluşmuştur. Muhtevası kahramanlık üzerine kurulu olan
koşmaların 11’li; aşk ve güzel üzerine kurulu olan koşmaların da 8’li heceyle
söylendiğini görmekteyiz. Koşmalar dörder mısradan oluşmaktadır ama Âşık Mustafa
Köse’nin, anlatımına kendi özgün yanlarını vurduğu ve koşmalarda icrânın doğal
sonucu olarak şekilsel değişiklikler yaptığı görülmektedir. Tüm hikâyelerde geçen
deyişlerin hemen hemen tamamında son iki dizeyi tekrar okuyan Köse’nin, bu
kısımlarda genellikle değişikliğe gittiğini görmekteyiz. Yani son iki dizeyi aynen tekrar
yerine değiştirerek aktarmaktadır. Bu özellik onun kültürel birikimini, sanatçı yönünü
ve âşıklıktaki ustalığını göstermektedir.
Biz çalışmamızda, metinler kısmını aktarırken icrâ gösterime de uygun olarak âşığın
tüm söyleyişlerini de aktarmaya çalıştık. Hecenin bozulduğu yerleri tespit edip o
kısımlarla âşığın tekrar ettiği son iki dizeleri de parantezle gösterdik. Bunu
yapmamızdaki gaye, âşığın sadece nesir kısımlarının anlatımına değil, deyişlere de
neler kattığını göstermektir.
74
Hikâyelerde yer alan koşmaların hece yapısından yukarıda bahsetmiştik. Bu koşmaların
11 heceli olanları 6+5 duraklı olduğu gibi 4+4+3 duraklı olanları da vardır; 8 heceli
koşmalar 4+4, 5+3 duraklıdır. Duraklarda ve hece sayısında nadiren sapmalar
görülmektedir. Bu sapmalar da genellikle âşığın kendi eklemelerinden kaynak-
lanmaktadır. Deyişlerde eksik heceyle karşılaşmadık. Nadiren de olsa karşılaştığımız
artık heceler de parantez içerisinde gösterilmiştir (bk. Metinler).
Hikâyelerdeki türkülerin hepsi muhteva bakımından ya kahramanlık ya da aşk
üzerinedir. Köroğlu kolları gibi anlatılan hikâyelerde kahramanlık konulu türkülerin
yanında aşk konulu olanların da söylendiğini görmekteyiz. Baştan sona aşk konusu
işlenen ve tüm türküleri de bunun üzerine söylenen sadece Güheri Hikâyesi’dir.
Hikâyede üç türkü söylenmiştir üçü de aşk üzerinedir. Ayrıca hikâyelerde kahramanlık
konusu hiç işlenmeyen türkülerin bulunduğu nispeten aşk konusunun geçtiği hikâye de
Gündeşlioğlu Hikâye’sidir. Bu hikâyede ana tema yokluk üzerine kurulmuştur.
Dolayısıyla şiirler de bunun üzerine söylenmiştir. Bu hikâye, beş türkü dile getirilmiştir.
Bu türkülerin sadece biri aşk üzerine (bk. GOH Nr.5). Diğer dört türkü yokluk,
yurdundan ayrılma vs. üzerine söylenmiştir.
Köroğlu kollarında söylenen türkülerin genellikle kahramanlık üzerine kurulu olduğunu
söylemiştik. Ancak bu kollarda oldukça değişik konuların işlendiği türküler de dile
getirilmiştir. Gürcistan Seferi Hikâyesi’nde (GSH), yurt yönetiminin kime verileceği
üzerine ilk türkü, Köroğlu’nun korkup yardım istemesi üzerine sekizinci türkü
söylenmiştir. Çalışmamızda bulunan Köroğlu kollarında tek ağıtı Köroğlu, Turna Teli
Hikâyesi’nde (TTH) Deli Hoylu ölünce üçüncü türküde söylemiştir.
2.1. Köroğlu Kolları
2.1.1. Gürcistan Seferi Hikâyesi (=GSH)
Nr.1 (GSH: 180-230) 6 dörtlükten oluşan bu şiir, 11’li hece ölçüsüyle bazı mısraları 6+5, bazı mısraları
4+4+3 şeklinde söylenmiştir. Kafiye şeması aaab-cccb-dddb-eeeb-fffb-gggb şeklinde
oluşmuştur. Sıkça rediflerin kullanıldığı bu şiirde yarım, tam ve zengin kafiyelerden
oluşmuş kafiye türüyle karşılaşmaktayız.
75
Köroğlu’nun Gürcistan’a gitmeden önce, kendisine Çamlıbel’in idaresinin kime
verileceğinin sorulması üzerine söylediği bir türküdür. Köroğlu, bu şiirde kendisinin
yokluğunda neler yapılması gerektiğini söylemektedir. Burada Köroğlu’nun sahip
olduğu iktidarın, çevrenin büyüklüğü de dile getirilmiştir. Son dörtlükte herkesi şaşırtan
bir kararla yörenin idaresini hanımı Döne’ye devretmiştir. Tüm bunlar Köroğlu’nun
dilinden lirik bir şekilde dile getirilmiştir.
Deyişte, hikâye kahramanı Köroğlu’nun ferdî kaygıları dile getirilmiş, bu da tahkiyeli
bir anlatımla gerçekleştirilmiştir.
Nr.2 (GSH: 240-270)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 8’li hece ölçüsüyle yazılmıştır. Bazı dizelerde 5+3 duraklara
rastlanılsa da genel olarak 4+4 durak kullanılarak yazılmıştır. Kafiye şeması abab-cccb-
dddb-eeeb şeklinde oluşmuştur. Âhenk, redifler, tam ve zengin kafiyelerle sağlanmıştır.
Gürcistan şahının kızı için sefer düzenleyen ve Çamlıbel’in idaresini, hanımı Döne’ye
teslim eden Köroğlu’nun, ganimet almak için ardından gelenlere söylediği bir türküdür.
Muhteva olarak uyarı niteliği taşımaktadır. Ganimet peşinde olanların gelmemesini yiğit
ve savaşçı olanların gelmesini söylemiştir. Bu şekilde Köroğlu’nun, bir elemeye gittiği
görülmektedir. Tüm bunlar Köroğlu’nun dilinden lirik bir şekilde dile getirilmiştir.
Bu şiir uyarı maksadıyla ve tahkiyeli bir tarzda söylenmiştir.
Nr.3 (GSH: 285-315)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 8’li hece ölçüsüyle söylenmiştir. Bu şiirde duraksız söylenen
dizelere rastlamak mümkündür; ancak genel olarak 4+4, 5+3 durak sistemi
kullanılmıştır. Kafiye şeması aaab-cccb-dddb-eeeb şeklinde oluşmuştur. Âhenk,
redifler, yarım ve zengin kafiyelerle sağlanmıştır.
Gürcistan’a giderken hangi yoldan gidileceği konusunda babasıyla tartışan Gözel
Ayvaz’ın küsmesi sonucunda söylenmiş bir şiirdir. Köroğlu’nun bu şiirde tartışmanın
bir işe yaramayacağını, küsmenin ve vakit kaybetmenin zararlarını dile getirdiği şiiridir.
76
Sonuçta bu yolları en iyi bilenin Bezirgânbaşı olduğunu ve son kararı onun vereceğini
söyleyen Köroğlu’nun ortamı biraz yumuşattığı görülmektedir.
Gürcistan’a hangi yoldan gidileceğine karar veren Köroğlu şiirde bunun gerekçelerini
dile getirir. Bu nedenle şiirde tasvirî ve tahkiyeli bir anlatım tarzı kullanılmıştır.
Nr.4 (GSH: 345-395)
6 dörtlükten oluşan şiir pınar başına gelen kızlardan biriyle karşılıklı atışma şeklinde
söylenmiş bir şiirdir. 8’li hece vezniyle söylenen şiirde 4+4 ve 5+3 şeklinde duraklara
rastlamaktayız. Köroğlu’nun dörtlüklerinde son iki dizenin tekrar edildiği ama kızın
söylediği dörtlüklerde ise tekrar edilmediği görülmektedir. Kafiye şeması Köroğlu’nun
söylediği dörtlüklerde aaba-cccb-dddb ; kızın söylediği dörtlüklerde ise aaab-cccb-dddb
şeklindedir. Âhenk, redifler, yarım, tam ve zengin kafiyelerle sağlanmıştır.
Kızın söylediği dörtlükler, Köroğlu’nun dizelerine karşı söylenmiştir. Türkü, Gürcistan
Seferi sırasında toprak bastı parası vermek zorunda kalan Köroğlu’nun konakladığı bir
yerde, açılmak gezmek için dolaştığı sırada rastladığı pınarda söylenmiştir. Pınara üç
kız gelmiştir ve Köroğlu’nun bu üç kıza da göz koyduğu göze çarpar. Bu şiirde
kızlardan isteklerini dile getirir; ayrıca Köroğlu’na karşılık söylenen kızın şiirleri ise
Köroğlu’nun isteklerinin tam tersi şeklindedir. Köroğlu birinci dörtlüğünde su ister kız
bunu kendi dizelerinde kabul eder. Köroğlu’nun ikinci dörtlüğünde kızlar yüzünden geri
dönemeyeceğini söylemesine karşın kızın ikinci dörtlüğünde bunu yapabileceğini
Köroğlu’na söylemesi göze çarpar. Son dörtlükte Köroğlu’nun Çamlıbel’i övdüğü ama
kızın da son dörtlüğünde yine buna karşı çıktığı görülmektedir.
Diyalog tarzındaki bu şiirde kahramanlar, duygularını birbirlerine anlatır. Bu nedenle
şiirde tasvirî ve tahkiyeli bir anlatım tarzı kullanılmıştır.
Nr.5 (GSH: 410-430)
3 dörtlükten oluşan şiir 8’li hece vezniyle söylenmiştir. Şiirde 5+3 durak sistemi
kullanılmıştır. Sadece nakaratlarda 4+4 duraklama yapılmıştır. Şiirin kafiye şeması
aaab-cccb-dddb şeklindedir. Şiirde bir başka âhenk unsuru olarak redifler, yarım ve tam
kafiye kullanılmıştır.
77
GSH’nin dört numaralı şiirinin de söylenmesine sebep olan pınar başındaki kızlardan
biri Köroğlu’ndan çekinerek pınarın başına gelmemiş biraz geride beklemişti. Bu beş
numaralı şiir de o geride kalan kız için söylenmiştir. Babasını arayan Gözel Eyvaz pınar
başına gelince diğer iki kız tarafından çok beğenilir. Kızlar Köroğlu’na bizi oğluna alır
mısın diye ricada bulunur ve Köroğlu da onları hemen alır ve oğluna verir. Ancak
kızlardan biri hızla oradan uzaklaşır. İşte, Köroğlu bu şiiri o kızın ardından söylemiştir.
Kızın adı Mavılı’dır ve şiir tamamen güzelleme tarzındadır. Bu şiirde Mavılı’nın
tasvirine yer verilmiştir. Bu tasvir Mavılı’nın giyimi, yaşı ve tavırlarıyla alâkalıdır.
Şiirde Mavılı’nın dış görünüşü canlı bir şekilde anlatıldığından, şiir tahkiyeli ya da
tahlilî anlatımdan çok tasvirî bir karakter arz etmektedir.
Nr.6 (GSH: 530-550)
3 dörtlükten oluşan şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Şiirde 4+4+3 ve 6+5 durak
sistemi kullanılmıştır. Şiirin kafiye şeması aaab-cccb-dddb şeklindedir. Şiirde bir başka
âhenk unsuru olarak redifler, yarım, tam ve zengin kafiye kullanılmıştır.
Köroğlu, deli kılığında Gülistan Bahçesi’nde Gürcistan şahının kızlarıyla güzel vakit
geçirmiştir. Babasını arayan Gözel Eyvaz, Gülistan Bahçesi’ne gelince kızlar tarafından
çok beğenilir. Kızlar Köroğlu’na bizi oğluna alır mısın diye ricada bulunur ve Köroğlu
da onları Gözel Eyvaz’ın rızası ile hemen alır ve oğluna verir. Bu şiir kızlarından haberi
olamayan Gürcistan şahının yüzüne karşı Köroğlu tarafından kızlarının kaçtığını imâ
ederek söylenmiş bir şiirdir. Birinci dörtlükte “Üç dene gelinlik (oğlum) durna yavrısı /
Gürcistan elinden uçdu duyduŋ mu” diyerek; ikinci dörtlükte “Saŋa derim saŋa
Gürcistan genci / Telliğin başından düştü duyduŋ mu” diyerek; üçüncü dörtlükte ise
“Saŋa derim saŋa depesi delik / telligiŋ başıŋdan düşdü duyduŋ mu” diyerek Gürcistan
şahını çeşitli imâlarla uyarmaya çalışmış ama Gürcistan şahı yine de bundan bir şey
anlamamıştır.
Şiirde tasvirî ve tahkiyeli bir anlatım tarzı kullanılmıştır.
78
Nr.7 (GSH: 565-595)
4 dörtlükten oluşan şiir 8’li hece vezniyle söylenmiştir. Bazıları 4+4 bazıları 5+3
duraklıdır. Yalnızca dördüncü kıta’nın üçüncü dizesi 9 heceyle söylenmiştir. Şiirin
kafiye şeması aaba-ccca-ddda-eeea şeklindedir. Şiirde bir başka âhenk unsuru olarak
redifler, yarım ve tam kafiye kullanılmıştır.
Gürcistan Şahının kızlarını Deli Hoylu ile kaçıran Köroğlu’nun beraber sefere çıktığı
bezirgâncı başının yanına geldiğinde söylediği türküdür. Bu şiir bezirgânbaşının
yağmacılar tarafından sarhoş edilmesi üzerine kimsenin zarar görmesini istemeyen
Köroğlu’nun, Deli Ali olarak Bezirgânbaşını uyandırmak, uyarmak için söylediği
şiirdir.
Genellikle tahkiyeli bir anlatım tarzı kullanılan bu şiir Köroğlu tarafından uyarı
mahiyetinde söylenmiştir.
Nr.8 (GSH: 630-680)
GSH’nin son şiiridir. Bu şiir, Deli Hoylu ile Köroğlu’nun karşılıklı söylediği
dörtlüklerinden oluşmuştur. 6 dörtlükten oluşan şiir, 8’li hece ölçüsüyle söylenmiştir.
Birinci, ikinci ve altıncı dörtlük 5+3 durak ile söylenmiş, üçüncü, dördüncü ve beşinci
dörtlükler, nakarat dizeleri hariç 4+4 durak sistemi ile söylenmiştir. Köroğlu’nu
söylediği kısımların kafiye şeması aaab-cccb-dddb şeklinde; Deli Hoylu’nun söylediği
kısımların kafiye şeması ise aaab-cccb-dddb şeklindedir. Şiirde bir başka âhenk unsuru
olarak redifler, yarım, tam ve zengin kafiye kullanılmıştır.
Gürcistan’a giderken pınar başında aldığı kızların ağabeyleri, Köroğlu’nun sefer
dönüşünde karşısına çıkar ve harp ederler. Köroğlu yenilmek üzeredir ve kendisine
küsen Deli Hoylu’dan yardım ister. Bu şiir Köroğlu’nun Deli Hoylu’dan aman
dilemesini, yardım istemesini konu almaktadır. Köroğlu’nun kaçırdığı kızlardan
hiçbirini Deli Hoylu’ya vermemiştir. Bu nedenle Deli Hoylu, Köroğlu’na küzmüştür.
Savaşta çok zor durumda kalan Köroğlu’nun, yardım etmesi için Deli Hoylu’ya karısını
bile teklif etmesi ilgi çekicidir. Oysa Deli Hoylu Köroğlu’nun kayınıdır. Köroğlu bu
teklifi son çare olarak, son dörtlükte dile getirmiştir. Deli Hoylu da kendi son
79
dörtlüğünde kavgaya gireceğini beyan ederek Köroğlu’nun harpten galip gelmesini
sağlamıştır.
Diyalog tarzında bir anlatımın görüldüğü metinde kahramanlar birbirlerine karşı
beklentilerini dile getirir. Şiirde tahkiyeli bir anlatım tarzı kullanılmıştır.
2.1.2. Turna Teli Hikâyesi (=TTH)
Nr.1 (TTH: 20-65)
7 dörtlükten oluşan şiir 8’li hece vezniyle söylenmiştir. Redifler ve zengin kafiye tekrar
edilen nakaratlar şiirde ahengi sağlamıştır. Şiirde tutarlı bir durak sistemi
kullanılmamıştır. Örneğin birinci dörtlükte duraksız dizelerle 4+4 ve 5+3 duraklama
yapılmıştır. Ayrıca ikinci dörtlüğün, nakarat kısmı hariç 4+4 durağa sahip olduğu
görülmektedir. Diğer dörtlüklerde de duraksız dizelerle 4+4 ve 5+3 duraklı dizelere
rastlamak mümkündür. Kafiye şeması aaaa-bbba-ccca-ddda-eeea-fffa-ggga şeklindedir.
Köroğlu’nun Gürcistan’dan getirdiği kızlarla yiğitlerinin düğününü yaptığı sırada
ihtiyar bir kadın düğün yerine gelir. Kızların aklını çelerek turna teli olmadan
evlenmeyin, turna teli olursa çok daha güzel olursunuz der. Bunun üzerine kızlar da bu
şartı koşar. Bu şiir, böyle bir günde turna teli için Bağdat’a kimin gideceğini öğrenmek
maksadıyla Köroğlu tarafından söylenen şiirdir. Türküde Köroğlu’nun turna teline
gitmesi için isim vererek tek tek yiğitlerine seslendiği ve kim gider turna teline dediği
görülmektedir.
Şiirde Köroğlu zor bir işi kimin yapacağı konusunda kendini dinleyen kalabalığa duyuru
yapmaktadır. Şiirde tahlilî bir anlatım görülmektedir.
Nr.2 (TTH: 90-130)
6 dörtlükten oluşan şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Redifler, yarım, tam ve zengin
kafiyelerle tekrar edilen nakaratlar şiirde ahengi sağlamıştır. İkinci dörtlük hariç diğer
dörtlüklerde 6+5 durak sistemi var iken ikinci dörtlükte 4+4+3 sistemi kullanılmıştır.
Kafiye şeması aaab-cccb-dddb-eeeb-dddb-eeeb şeklindedir.
80
Köroğlu’nun turna teline gönüllü olarak giden adamları Samıyasığmaz ile Gemalmaz,
Bağdat’ta yakıp yıkmaya gelmişler denerek esir edilirler ve zindana atılırlar. Bu şiir,
bunu rüyasında gören Köroğlu’nun gece yarısı söylediği türkünün sözlerinden oluşur.
Bu şiirde önce Köroğlu’nun esir olan adamlarının durumunu anlattığı sonrada onları
kurtarmak için yiğitlerini cenge davet ettiği görülmektedir.
Köroğlu, bu dizelerde kaygılarını dile getirmiştir. Şiirde tahlilî bir anlatım görül-
mektedir.
Nr.3 (TTH: 165-190)
4 dörtlükten oluşan şiir 8’li hece vezniyle söylenmiştir. Dörtlüklerde duraksız dizelere
rastlamak mümkündür; ancak 4+4 ve 5+3 duraklamalar da yapılmıştır. Kafiye şeması
aaab-cccb-dddb-eeeb şeklindedir. Yarım ve tam kafiyelerle kafiye düzeni sağlanmıştır.
Şiirde bir başka âhenk unsuru olarak redifler kullanılmıştır.
Bu şiir, adamlarını zindandan kurtarmak için Bağdat’a giden ve Bağdat sokaklarında
sokak çatışması yapan Köroğlu’nun ağıtının sözlerinden oluşmaktadır. Köroğlu,
Samıyasığmaz ile Gemalmaz’ı kurtarmak için savaşırken sokakta can dostu Deli
Hoylu’nun cesetiyle karşılaşır. Bu ağıt bu karşılaşma sonucunda söylenmiştir.
Şiirde Köroğlu’nun derin üzüntüsü dile getirilmiş, beşeri duyguları işlenmiştir. Şiirde
tahlilî bir üslûpla kahramanın yüz yüze olduğu acı gerçeğin onun içi alemindeki akisleri
kaygıları vs. ortaya konmuştur.
Nr.4 (TTH: 220-315)
10 dörtlükten oluşan bu şiir 8’li hece vezniyle söylenmiştir. Dörtlükler 4+4 durak
sistemiyle dile getirilmiştir. Köroğlu’nun Şirin Döne ve Mavılı ile karşılıklı
deyişmesinden oluşan şiirde ağıt havası hakimdir. Yarım, tam ve zengin kafiyelerle
kafiye düzeni sağlanmıştır. Şiirde bir başka âhenk unsuru olarak redifler kullanılmıştır.
Bu hikâyenin son türküsüdür. Bu şiir, Deli Hoylu’nun cesetini alıp gelen Köroğlu’nun
kendi hanımı ve Deli Hoylu’nun da kız kardeşi olan Şirin Döne ve Gürcistan’dan
getirdikleri ve Deli Hoylu ile evlenmek üzere olan Mavılı ile karşılıklı atıştığı şiiridir.
Karşılıklı deyişme, diyalog tarzında dile getirilmiştir.
81
2.1.3. Horasan Seferi Hikâyesi (=HSH)
Nr.1 (HSH: 40-65)
3 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Ancak özel isimlerin geçtiği
dizeler - her dörtlükte bir dize geçmektedir – bu ölçüyü bozmaktadır. Dörtlükler 6+5
durak sistemiyle dile getirilmiştir. Kafiye şeması aaab-cccb-dddb şeklinde oluşmuştur.
Köroğlu’nun yanına iki adam gelmiş ve Köroğlu’na Horasan Şahının kızının
güzelliğinden bahsetmiştir. Bu şiir, Horasan’a sefere çıkan Köroğlu’nun yolda Horasan
Şahının hanımı Feride ile karşılaşınca Köroğlu’nun adamı olan Demirci’nin dile
getirdiği türkünün sözlerinden oluşmuştur. Türkünün muhtevasını Demirci’nin kendini
arkadaşlarını ve Köroğlu’nu tanıtmasıyla oluşmuştur.
Şiir tahkiyeli ve tasvirî anlatım tarzıyla dile getirilmiştir.
Nr.2 (HSH: 80-100)
3 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Dörtlükler 6+5 durak
sistemiyle dile getirilmiştir. Kafiye şeması abab-cccb-dddb şeklinde oluşmuştur.
Bu şiir de Goç Demirci tarafından dile getirilmiştir. Horasan Şahı’nın huzurunda
kendilerini Köroğlu ve adamları kendilerini tanıtmamıştır. Horasan Şahı çok yer görmüş
ve gezmiş insanlar olarak en çok hangi ağayı beğendiniz hangisini yiğit gördünüz
tarzında sorular sormuştur. Onun bu sorusuna Goç Demirci tarafından cevap olarak bu
türkü dile getirilmiştir.
Şiir, tahkiyeli ve tasvirî anlatım tarzıyla dile getirilmiştir.
Nr.3 (HSH: 115-140)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Birinci dörtlük nakarat hariç
4+4+3 durak sistemiyle, nakarat kısmı ise 6+5 durak sistemiyle dile getirilmiştir. Diğer
dörtlükler de sistemli olarak 6+5 duraklamaya başvurulmuştur. Kafiye şeması aaab-
cccb-dddb-eeeb şeklinde oluşmuştur.
82
Goç Demirci, Horasan şahının yanında Köroğlu’nu övmüştür. Horasan şahı kendini
övmeyince Goç Demirci’ye kızmış ve Köroğlu’na hakaret etmiştir. Bunun üzerine sazı
eline alan Köroğlu’nun öfkeyle bu türküyü dile getirdiği görülmektedir.
Biraz uyarı biraz da tehdit içeren bu sözler tahkiyeli anlatım tarzıyla dile getirilmiştir.
Nr.4 (HSH: 175-200)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 8’li hece vezniyle söylenmiştir. Sadece ikinci dörtlüğün
ikinci dizesinde dokuz hece mevcuttur. Şiirde sistemli bir duraklamaya rastlanıl-
mamıştır. Kafiye şeması aaab-cccb-dddb-eeeb şeklinde oluşturulmuştur. Şiirde ilk dize
ve son iki dize aynen tekrar edilerek âhenk sağlanmıştır. Ayrıca, ilk dörtlükte zengin,
ikinci dörtlükte yarım, üçüncü dörtlükte tam, dördüncü dörtlükte zengin kafiye
kullanılarak âhenk sağlanmıştır.
Bu şiir Köroğlu’nun Horasan Şahının kızı Döne’ye söylediği türkünün sözlerinden
oluşmaktadır. Dört dörtlükten oluşan şiirin üçüncü dörtlüğünde Döne ismi son dörtlükte
de Köroğlu’nun ismi geçmiştir. Bu türküde Köroğlu’nun Horasan’a gelme sebebinin
izahını yaptığını görmekteyiz.
Şiir, tasvirî bir anlatımla söylenmiştir.
Nr.5 (HSH: 220-255)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 8’li hece vezniyle söylenmiştir. Bu şiir, deyişme şeklinde
söylendiğinden iki dörtlüğü Köroğlu iki dörtlüğü de Nazife dile getirmiştir. Türkü 4+4
duraklı söylenmiştir. Kafiye şeması, Nazife’nin türküsünde, aaab-cccb şeklinde,
Köroğlu’nun türküsünde aaab-cccd şeklindedir. Şiirde ahengin genellikle redifle
sağlandığı görülmektedir. Ancak tam ve yarım kafiyenin de kullanıldığı görülmektedir;
ancak bunun tüm şiirde sistemli olarak kullanıldığını söyleyemeyiz. Şiirde ayrıca, ilk
dize ve son iki dize aynen tekrar edilerek âhenk sağlanmıştır.
Horasan şahından kızını isteyen Köroğlu, kızın İlvan şahına nişanlı olduğunu öğrenir.
Köroğlu, İlvan şahını öldürürse kıza sahip olacaktır ve bunun için sefere çıkar. Yolda
kızın annesi Nazife Hanım tarafından Köroğlu’nun yolu kesilir. Türkü bu ikisinin
83
arasındaki deyişmeden meydana gelmiştir. Türkü de, Nazife Hanım tarafından
Köroğlu’nun oraya gitmemesi istenir yoksa İlvan şahının onu yeneceği bildirilir.
Köroğlu ne olursa olsun oraya gideceğini dönemezse de kızı annesine emanet ettiğini
söyler.
Karşılıklı bu deyişme diyalog tarzında dile getirilmiştir. Şiirde tahkiyeli anlatım tarzı
kullanılmıştır.
Nr.6 (HSH: 265-295)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle, nakaratlar hariç 6+5 duraklı
söylenmiştir. Nakaratlar da ise 4+4+3 duraklama yapılmıştır. Kafiye şeması aaab-cccb-
dddb-eeeb şeklindedir. Birinci dörtlükte –ini(-ını-unu-ünü), ikinci dörtlükte –ine (-ına),
üçüncü dörtlükte –en (-an), dördüncü dörtlükte –da (-de-ta-te) ekleriyle redif yapılmış
ve ayrıca ilk iki dörtlükte tam, üçüncü dörtlükte yarım ve son dörtlükte yine tam kafiye
ile âhenk sağlanmıştır. Bu şiirde seslenmelerin yani nidâların oldukça fazla
kullanıldığını görmekteyiz. Tüm dörtlüklerde son iki dize tekrar edilmiştir. Bu
tekrarlarda vezin ve durak sistemi bozulmadan küçük değişiklikler yapılmıştır.
İlvan’a gitmeden kaldıkları handa ne yapacaklarını soran Goç Demirci’ye Köroğlu bu
türkü ile ne yapacaklarını anlatır. Türküde Köroğlu, İlvan’a gideceklerini orayı yakıp
yıkacaklarını ve bunun için de zaman kaybedilmemesi gerektiğini ifade eder.
Yiğitçe bir edâ ile söylenen bu şiirde tahkiyeli anlatım tarzı kullanılmıştır.
Nr.7 (HSH: 355-380)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 8’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkü 4+4 duraklı
söylenmiştir. Kafiye şeması aaab-cccd-cccd-eeed şeklindedir. Şiirde ahengin tam kafiye
ve rediflerle sağlandığı görülmektedir. İlk ve son dörtlükte redif kullanılmamıştır. İkinci
ve üçüncü dörtlüklerde ise aynı eklerin tekrarıyla (-ları-leri) redif yapılmış ve bu şekilde
âhenk sağlanmıştır. Son dörtlük hariç tüm dörtlüklerde ilk ve son iki dizenin tekrar
edildiği son dörtlükte ise sadece ilk dizenin tekrar edilerek türküye son verildiği
görülmektedir.
84
Köroğlu, İlvan’a varmış ve şaha durumu izah etmiştir. İlvan şahı ise düello edeceklerini
kazananın kızı alacağını söylemiş Köroğlu ise bunu kabul etmiştir. Köroğlu başa baş
kavga ederken yenileceğini anlayınca hileye başvurur ve kılıcını kırar. Kılıcını
değiştirmek için konakladıkları yere gelen Köroğlu’na ne olduğunu soranlara bu türkü
ile durumunu anlatır. Şiirde zor durumda kaldığını, rakibinin çok iyi olduğunu dile
getirmiştir.
Şiirde tahkiyeli ve rakibin özellikleri anlatıldığı için de tasvirî anlatıma başvurulmuştur.
Nr.8 (HSH: 390-415)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 8’li hece vezniyle, bazı dizeler 5+3 bazı dizeler de 4+4
duraklı söylenmiştir. Kafiye şeması abcb-dddb-eeeb-fffb şeklindedir. Son dörtlük hariç
tüm dörtlüklerde ilk ve son iki dizenin tekrar edildiği son dörtlükte ise sadece ilk
dizenin tekrar edilerek türküye son verildiği görülmektedir. Yedi numaralı şiirin devamı niteliğinde olan bu şiir, “korkuyor musun?” diye soranlara
Köroğlu’nun cevabı niteliğindedir. Köroğlu, korkmadığını ama rakibinin heybetli
olduğunu yenilmesinin zor olduğunu söyler.
Şiirde, rakibin özellikleri anlatıldığı için de tasvirî anlatıma başvurulmuştur.
Nr.9 (HSH: 445-475)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkü 6+5 duraklı
söylenmiştir, ancak nakarat dizelerinde 4+4+3 duraklamaya başvurulmuştur. Kafiye
şeması aaab-cccb-dddb-eeeb şeklindedir. Son dörtlük hariç şiirde zengin kafiye çeşidi
kullanılmıştır. Son dörtlükte ise tam kafiye kullanılmıştır. İlk iki dörtlükte redif
kullanılmamış üçüncü dörtlükte –i durum ekiyle, dördüncü dörtlükte –de durum ekiyle
redif sağlanmıştır. Bu şiirde seslenmelerin yani nidâların oldukça fazla kullanıldığını
görmekteyiz. Tüm dörtlüklerde son iki dize tekrar edilmiştir. Bu tekrarlarda vezin ve
durak sistemi bozulmadan küçük değişiklikler yapılmıştır.
İlvan şahını hileyle öldürüp Horasan’a dönen Köroğlu burada on beş gün konaklar ve
babasından Döne’nin sözünü alır; ancak oradan ayrılmadan önce çıkıp dolaşmak
maksadıyla Döne’nin bulunduğu Gülistan Bahçesi’ne gelir ve bu türküyü söyler. Bu
85
türkünün ilk dörtlüğünde Köroğlu, Çamlıbel’den bahseder ve gitme vaktinin geldiğini
söyler. İkinci dörtlükte Döneyi götüreceğini ve Döne’nin hazırlık yapması gerektiğini
söyler. Üçüncü dörtlükte tasvirî anlatımla Döne’yi anlatır. Son dörtlükte ise İlvan
şahından artık kurtulduğunu ve gitme zamanın geldiğini söyler.
Şiirde tahkiyeli ve tasvirî anlatıma başvurulmuştur.
Nr.10 (HSH: 490-510)
3 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkü 6+5 ve 4+4+3
duraklama yapılarak söylenmiştir. Ama bu duraklamaların aynı dörtlükte kullanıldığı
göze çarpmaktadır. Kafiye şeması aaab-cccb-dddb şeklindedir. Şiirde birinci dörtlükte
zengin kafiye, ikinci dörtlükte yarım kafiye, üçüncü dörtlükte ise tam kafiye
kullanılmıştır. İlk dörtlükte redif yoktur ikinci dörtlükte –ında (-inde-ünde-unda)
ekleriyle, üçüncü dörtlükte ise -ıma (-ime-uma-üme) ekleriyle redif yapılmıştır.
Bu şiir Benli Döne’yi Horasan’dan alıp gelen ve Çamlıbel’e yaklaşınca Köroğlu
tarafından türkü şeklinde dile getirilmiştir. Çamlıbel’e yaklaştıklarında Goç Demirci
Köroğlu’na bu kızı ne yapacağız kime vereceğiz diye sorunca bu soruya cevap
niteliğinde Köroğlu bu türküyü söyler. Türküde bir yiğide iki güzel çok mudur diyen
Köroğlu niyetini ortaya koyar.
Şiirde tahkiyeli ve tasvirî anlatım tarzı kullanılmıştır.
2.1.4. Şam Seferi Hikâyesi (=ŞSH)
Nr.1 (ŞSH: 20-40) 3 dörtlükten oluşan bu şiir 8’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkünün ilk dörtlüğünün
son dizesi 5+3, diğer dizeleri 4+4 duraklı söylenmiştir. İkinci dörtlüğün son dizesi 5+3,
diğer dizeleri 4+4 duraklı söylenmiştir. Son dörtlükte ise yine son dize 5+3, diğer
dizeler ise 4+4 durak sistemiyle dile getirilmiştir. Kafiye şeması aaab-cccb-dddb
şeklindedir. Birinci dörtlükte –en bilir, ikinci dörtlükte –a, üçüncü dörtlükte –dır ek ve
sözcükleriyle redif yapılmış, şiirde kafiye çeşidi olarak da yarım ve tam kafiye çeşitleri
kullanılmıştır.
86
Eski ihtişamlı günlerini kaybeden Köroğlu ailecek Çamlıbel’den ayrılma kararı alır.
Çamlıbel’den ayrılırken geri döner ve veda türküsü de denilebilecek olan bu türküyü
dile getirir.
Şiire yurduna veda eden kahramanın duyguları yansıdığından şiirde tahlilî bir anlatım
tarzı kullanılmıştır.
Nr.2 (ŞSH: 60-80)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 8’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkünün birinci ve üçüncü
dörtlükleri 4+4 duraklı söylenmiştir. İkinci dörtlük ve son dörtlük ise 5+3 durak
sistemiyle dile getirilmiştir. Tüm şiirde dörtlüklerin son dizeleri duraksız söylenmiştir.
Kafiye şeması aaab-cccb-dddb-eeeb şeklindedir. Birinci dörtlükte -medin mi, ikinci
dörtlükte -i, üçüncü dörtlükte -a, son dörtlükte -erim (-arım) ekleriyle redif yapılmış
ayrıca şiirin ilk dörtlüğünde kafiye kullanılmamış âhenk redifle sağlanmıştır. İkinci
dörtlükte zengin kafiye, üçüncü dörtlükte yarım kafiye, son dörtlükte ise tam kafiye
kullanılmıştır. Birinci dörtlüğün ikinci ve üçüncü dizesi kendi arasında zengin, üçüncü
dörtlüğün, ilk iki dizesi kendi arasında yarım kafiyeye sahiptir.
Bu şiir taşlama niteliğindedir. Çamlıbel’den göçen Köroğlu Malatya’ya gelir ve bir hana
yerleşir. Burada en iyi yemek yapan aşçıbaşından yemek ister. Aşçıbaşı sadece bir
kemik kaynatır ve sunar. Buna kızan Köroğlu eleştir dolu bu türküyü söyler.
Şiir, tasvirî ve tahkiyeli bir anlatımla söylenmiştir.
Nr.3 (ŞSH: 105-130)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 8’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkünün birinci ve üçüncü
dörtlüğü 5+3 durak sistemiyle söylenmiştir. İkinci dörtlük ise karışık olarak 4+4 ve 5+3
duraklama yapılarak dile getirilmiştir. Son dörtlük ise 4+4 duraklı olsa da dörtlüğün son
dizesi 5+3 duraklama yapılarak söylenmiştir. Kafiye şeması aaab-cccb-dddb-eeeb
şeklindedir. Birinci dörtlükte –mayı (meyi), ikinci dörtlükte –ı (-i-u-ü), üçüncü dörtlükte
–ı (-i-u-ü), son dörtlükte -r ekleriyle redif yapılmıştır. Üçüncü dörtlükte tam, diğer
dörtlüklerde yarım kafiye kullanılarak âhenk sağlanmıştır. Tüm dörtlüklerde ilk dize ve
son iki dize tekrar edilerek başka bir âhenk unsuru kullanılmıştır.
87
Şiir, Köroğlu’nun Şirin Döne’ye söylediği türkünün sözleridir. Köroğlu Şirin Döne’ye
şehirden ziynet eşyası almıştır. Bu takıları takmasını söyler. Bunun yanında bu türküyü
söyleyerek Döne’nin oynamasını ister ve Döne de oynarken Köroğlu da onu seyreder.
Şiirde tasvirî anlatım tarzı kullanılmıştır.
Nr.4 (ŞSH: 150-170)
3 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. İlk iki dörtlükte 4+4+3, son
dörtlükte ise 6+5 duraklama yapılmıştır. Kafiye şeması aaab-cccb-dddb şeklindedir.
Birinci dörtlükte yarım kafiye, ikinci dörtlükte tam kafiye ve son dörtlükte yarım kafiye
kullanılmış ayrıca birinci dörtlükte -ında, ikinci dörtlükte -ardı ve son dörtlükte -ledim
ekleriyle redif kullanılarak âhenk sağlanmıştır.
Şam yolculuğu sırasında Elbistan’ın dağlık bölgesinden geçen Köroğlu ve ailesi yolda
Guzgun Beyinin oğluyla karşılaşır ve Köroğlu düşmanına gözdağı vermek için bu
türküyü söyler. Köroğlu bu türküde eski günleri anar.
Şiirde tahkiyeli anlatım tarzı kullanılmıştır.
Nr.5 (ŞSH: 180-205)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 8’li hece vezniyle söylenmiştir. İlk iki dörtlükte son dize 5+3
diğer dizelerde 4+4 duraklama yapılmıştır. Üçüncü dörtlükte durak sistemi
kullanılmamış sadece son dizesi 5+3 duraklı söylenmiştir. Son dörtlükte ise 5+3
duraklama yapılmıştır. Kafiye şeması aaab-cccb-dddb-eeeb şeklindedir. Şiirde ikinci
dörtlükte tam kafiye kullanılmıştır. Birinci ve üçüncü dörtlük haricinde zengin kafiye
kullanılmış son dörtlükte ise âhenk rediflerle sağlanmıştır.
Elbistan’ın dağlarında Guzgun Beyinin oğluyla karşılaşan Köroğlu belli bir süre daha
gittikten sonra arkalarından Guzgun Beyinin oğlunun ve askerlerinin geldiğini görür.
Yakın bir yerdeki kaleye sığınmak için acele etmek gerektiğini bu şiirle dile getirir.
Köroğlu bu şiirde de eski günleri anar.
Şiir, tahkiyeli bir anlatımla söylenmiştir.
88
Nr.6 (ŞSH: 220-245)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 8’li hece vezniyle söylenmiştir. Şiirde duraksız söylenen
dizeler çoğunlukta olduğundan sistemli bir duraklama kullanılmamıştır. Kafiye şeması
aaab-cccb-dddb-eeeb şeklindedir. Şiirde ilk dörtlükte zengin ikinci dörtlükte tam,
üçüncü ve dördüncü dörtlükte yarım kafiye kullanılmıştır. Başka bir âhenk unsuru
olarak da redifler kullanılmıştır.
Guzgun Beyinin oğlunun ve askerlerinin önünden kaçıp kaleye sığınan Köroğlu harp
hazırlığı yapar. Ama bu sıra oğlu Gözel Eyvaz babasına küsmüştür. Düşman gelmek
üzeredir ve Köroğlu bu uyarıyı bu türküyle yapar. Eyvaz’a hemen hazırlanmasını
söyler. Eyvaz hazırlanmayınca da ikinci dörtlükte kızlarına bu uyarıyı yapar.
Şiir, tasvirî bir anlatımla söylenmiştir.
Nr.7 (ŞSH: 265-285)
3 dörtlükten oluşan bu şiir 8’li hece vezniyle söylenmiştir. İlk ve son dörtlük 5+3, ikinci
dörtlük ise 4+4 duraklama yapılarak söylenmiştir. Kafiye şeması abab-cccb-dddb
şeklindedir. Şiirde yarım kafiye kullanılmıştır. Başka bir âhenk unsuru olarak da redifler
kullanılmıştır.
Guzgun Beyinin oğlu ve askerleri ile Köroğlu çarpışmaya başlamıştır; ancak Gözel
Eyvaz babasına küstüğü için harbe girmemiştir. Kadınların da harbe başladığını gören
Gözel Eyvaz aniden savaş alanına girer. Önüne gelen herkesin başını uçurur. Düşman
teslim bayrağını çektiyse, ellerini kaldırdıysa da Gözel Eyvaz her önüne gelenin başını
uçurmaktadır. Gözel Eyvaz’ı uyarmak için söylenen bu şiirde Köroğlu, Gözel Eyvaz’ın
kendine gelmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Çünkü el kaldırana ve teslim olana
vurulmayacağını söyler hattâ şiirde onlar senin kardeşlerin uyarısında bulunur.
Gözel Eyvaz’ kendine getirmek için söylenen bu şiirde Eyvaz’ın o anda yapığı savaş da
dile getirilmiş ve bu, tasvirî bir anlatımla söylenmiştir.
89
Nr.8 (ŞSH: 315-335)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle 6+5 duraklı söylenmiştir. Kafiye şeması
aaab-cccb-dddb-eeeb şeklindedir. Şiirin tüm dörtlüklerinde yarım kafiye kullanılmıştır.
Başka bir âhenk unsuru olarak da redifler kullanılmıştır. İlk üç dörtlüğün son iki dizesi
tekrar edilmiş ancak son dörtlükte bu son iki dize tekrar edilmemiştir.
Şam’a giderken Hama adında bir şehre uğrayan Köroğlu ve ailesi burada belli bir süre
konaklar. Hava almak için dolaşmaya çıkan Köroğlu eski düşmanı olan bir Arap’la
karşılaşır. Arap’la harbe başlayan Köroğlu bu dövüşte kaybetmek üzeredir ve hileye
başvurarak kılıcını kırar. Bunu bahane ederek birazdan geleceğini söyler ve Gözel
Eyvaz’ın yanına gelir. Tüm bu olan bitenleri bu şiirle dile getirir ve Gözel Eyvaz’dan
yardım diler.
Köroğlu’nun başından geçenlerin anlatıldığı bu şiirde tahkiyeli anlatım tazı
kullanılmıştır.
Nr.9 (ŞSH: 385-420)
5 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkü bazı dizeleri 6+5
duraklı bazı dizeleri 4+4+3 duraklı söylenmiştir. Kafiye şeması aaab-cccb-dddb-eeeb-
fffb şeklindedir. Şiirin birinci dörtlüğünde tam kafiye kullanılmıştır. İkinci dörtlüğünde
kafiye redifle sağlanmıştır. Üçüncü dörtlükte tam, dördüncü ve beşinci dörtlükte yarım
kafiye kullanılmıştır. Başka bir âhenk unsuru olarak da redifler kullanılmıştır. İlk dört
dörtlüğün son iki dizesi tekrar edilmiş ancak son dörtlükte bu son iki dize tekrar
edilmemiştir.
Şam yolculuğunun sonuna gelen Köroğlu Şam’da bir kahvehaneye oturur. Burada dama
oynayanlara dışarıdan müdahalede bulunur. Kaybeden kişi, Köroğlu’na tokat vurunca
Köroğlu orada iki kişinin kafasını birbirine vurarak onları öldürür. Bu haber Şam
hükümdârının kulağına gider ve hükümdâr Köroğlu’nu yakalattırır. Hükümdârın
huzuruna giden Köroğlu askerlerden bu türküyü söyletmeleri için ricada bulunur; adeta
askerlere yalvarır. Askerlere direnmeyip ölümü kabul edercesine söylediği bu türküde
Köroğlu eski günlerini yad eder. Bu türküde Şama gelmenin hata olduğunu söyleyerek
buraya gelmek istemeyen Gözel Eyvaz’ın haklı olduğunu vurgular.
90
Şiirde geçmiş günler anlatıldığından ve kahramanın pişmanlık duyguları dile
getirildiğinden tahlilî anlatım tarzı, tahkiyeli anlatım tarzıyla bir arada kullanılmıştır.
Nr.10 (ŞSH: 425-450)
3 dörtlükten oluşan bu şiir 8’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkü 4+4 duraklı
söylenmiştir. Kafiye şeması aaab-cccb-dddb şeklindedir. Şiirde başka bir ahenk unsuru
olarak tam kafiye kullanılmıştır. Ancak ikinci dörtlüğün kendi dizeleri arasında yarım
kafiyenin varlığı da göze çarpmaktadır. İlk iki dörtlüğün son iki dizesi tekrar edilmiş
ancak son dörtlükte bu son iki dize tekrar edilmemiştir. Ayrıca tüm şiirde dörtlüklerin
ilk dizesi aynen tekrar edilmiştir.
Askerler tarafından yakalanıp Şam hükümdârının huzuruna götürülürken türkü söyleyen
Köroğlu, türküsünü bitirince askerlerden son bir ricada bulunarak bir türkü
söyletmelerini ister. Askerler de bu adam “nasıl olsa asılacak” diye bu isteği kabul eder.
Köroğlu bu şiirde bir hatırlatma yaparak Gürcistan Seferi’ne çıktığında Osmanlı
padişahından aldığı “Buna kimse değip dolaşmayacak” yazılı fermanı ister. Şiirde,
ferman olmazsa öleceğini dile getirir.
Şiirde tahkiyeli anlatım tarzı kullanılmıştır.
2.2. Diğer Aşk ve Kahramanlık Hikâyeleri
2.2.1. Gündeşlioğlu Hikâyesi (=GOH)
Nr.1 (GOH: 60-90)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkü 6+5 duraklı
söylenmiştir. Kafiye şeması abcb-dddb-eeeb-fffb şeklindedir. Şiirde tüm kafiye
çeşitlerine rastlamak mümkündür. Başka bir âhenk unsuru olarak da redifler
kullanılmıştır. Tüm dörtlülerin son iki dizesi tekrar edilerek de şiire âhenk katılmıştır.
Gündeşlioğlu bir rüya görür ve tüm mal varlığını kaybeder. Ona yardım etmek
isteyenler aralarında para toplar ve ona deve kervanı alırlar. Bu kervanı da sele giden
Gündeşlioğlu çok meşakkatler çekerek bir köye ulaşır ve orada üç ay hasta kalır;
91
bundan da kimsenin haberi yoktur. Hastalığı geçince uçan turnalara bakar ve bu türküyü
söyler.
Türküde içinde bulunduğu kötü durumları dile getiren Gündeşlioğlu kimsenin kendini
beklememesini dile getirir ve ölmek üzere olduğunu bildirir. Tüm bunlar tahlilî anlatım
tarzıyla yapılmıştır.
Nr.2 (GOH: 135-165)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkü 4+4+3 duraklı
söylenmiştir. Kafiye şeması aaab-cccb-dddb-eeeb şeklindedir. Şiirde birinci ve üçüncü
dörtlükte yarım ikinci dörtlükte zengin kafiye kullanılmıştır. Son dörtlükte ise âhenk
redifle sağlanmıştır. Ayrıca diğer dörtlüklerde de âhenk unsuru olarak redifler
kullanılmıştır. Tüm dörtlülerin son iki dizesi tekrar edilerek şiire âhenk katılmıştır.
Üç ay kaldığı köyden memleketine dönen Gündeşlioğlu Diyarbakır’ın eski beylerinden
olduğu için yine bey gibi karşılanır. Gündeşlioğlu ise her şeyini kaybettiği için bu
durumdan rahatsız olmuş “buralarda biz çalışamayız, nereye gitsek bey derler aç
kalırız” diye karısına dert yanar ve karısıyla gizlice Diyarbakır’dan ayrılmaya karar
verir. Bu arada çocuklarını da orada bırakıp kaçacaklardır. Gece yola düşerler ve
Diyarbakır görünmez olunca Gündeşlioğlu’nun hanımı ağlamaya başlar. Gündeşlioğlu
da bunun üzerine bu türküyü söyler. Şiirde evlat sevgisini dile getiren Gündeşlioğlu
onlarla bir nevî vedalaşır ve “hakkınızı helal edin” der. Bu ayrılık Gündeşlioğlu’na o
kadar çok acı vermektedir ki şiirin son dizesi bunu ispatlamaktadır: “Gemiğin içinde ilik
sızılıyo.”
Evlatlarının ardından bu türküyü söyleyen Gündeşlioğlu, iç dünyasında kopan fırtınaları
bu şiirde dile getirir. Bu da tahlilî anlatım tarzıyla verilmiştir.
Nr.3 (GOH: 205-230)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkü sistemli bir durakla
söylenmemiştir. Dörtlüklerde 4+4+3 ya da 6+5 duraklamalar yapılmıştır. Kafiye şeması
abab-cccb-dddb-eeeb şeklindedir. Şiirde birinci dörtlükte âhenk rediflerle sağlanmıştır.
92
İkinci üçüncü ve dördüncü dörtlükte tam kafiye kullanılmıştır. Tüm dörtlülerin son iki
dizesi tekrar edilerek şiire âhenk katılmıştır.
Hanımıyla diyar diyar dolaşan Gündeşlioğlu bir köyde çoban olarak yaşamaya başlar.
Bir köy düğününde de “şu çobanı da yemleyin” sözüne çok alınır ve düğün yerinde bu
türküyü söylemeye başlar. Şiirde yokluğa isyan ettikten sonra eski günlerini ve zengin
olduğu beylik günlerini dile getirir.
Şiirde tahlilî ve tasvirî anlatım tarzı kullanılmıştır.
Nr.4 (GOH: 260-280)
3 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkü sistemli bir durakla
söylenmemiştir. Kafiye şeması abab-abab-ccxb şeklindedir. İlk dörtlüğün ilk iki dizesi
ikinci dörtlükte aynen tekrar edilmiştir. Şiirde birinci ve ikinci dörtlükte âhenk zengin
kafiye ile üçüncü dörtlükte ise redifle sağlanmıştır. Tüm dörtlülerin son iki dizesi tekrar
edilerek şiire âhenk katılmıştır.
Gündeşlioğlu’nun çobanlık yaptığı köye yakın yerden bir kervan geçerken
Gündeşlioğlu’nun hanımı çocuklarından haber almak umuduyla yanlarına vardığı
kervancılar tarafından kaçırılır. Gündeşlioğlu da Misis Köyü’nün köprüsüne oturarak bu
türküyü söyler. Gündeşlioğlu bu şiirde karısına duyduğu sevgi ve özlemi dile getirir.
Şiirde tahlilî bir anlatım tarzı kullanılmıştır.
Nr.5 (GOH: 310-335)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkü 6+5 duraklı
söylenmiştir. Kafiye şeması abbc-dddc-eeeb-fffc şeklindedir. Şiirde tam kafiye ile
redifler kullanılarak âhenk sağlanmıştır. Tüm dörtlülerin son iki dizesi tekrar edilerek de
şiire âhenk katılmıştır.
Karısını kaçıran kervanı sora sora takip eden Gündeşlioğlu, en sonunda kervancının
memleketine varır ve bir kahvede dinlenmek için durur. Sazın teline dokunan
Gündeşlioğlu’dan türkü söylemesini isterler. O sırada da ağaca yalnız bir bülbül konar.
93
Gündeşlioğlu bülbüle istinaden kendi yalnızlığını ve eşsizliğini dile getirir.
Gündeşlioğlu o bülbülle kendini hem karşılaştırmış hem özdeşleştirmiştir.
Şiirde tahlilî bir anlatım tarzı kullanılmıştır.
2.2.2. Güheri Hikâyesi (=GH)
Nr.1 (GH: 40-60)
3 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkü 4+4+3 duraklı
söylenmiştir. Kafiye şeması aaab-cccb-dddb şeklindedir. Üç dörtlükte de tunç kafiye
kullanılmış ve ayrıca âhenk sağlamak için rediflerden de faydalanılmıştır. Tüm
dörtlülerin son iki dizesi tekrar edilerek de şiire âhenk katılmıştır.
Hikâyenin erkek kahramanı Ahmet Bey bir deve tarafından ısırılmış ve uzun yıllar hasta
olarak kalmıştır. Hastalığı sırasında düzenli olarak Güherî Hanım onun hizmetini
görmüştür. Bu hizmetlerden birini bir gün geciktiren Güherî Hanımın yerine hizmeti
Akif Hatun isminde bir hanım yapmıştır. Bunu gören Güherî Hanım bu türküyü dile
getirir.
Şiirde kıskançlığın izleri görülür. Güherî Hanım son dörtlükte de Akif Hanımı rakip
olarak gördüğünü açıkça dile getirir. Şiirde anlatılanlar tahlilî anlatım tarzıyla dile
getirilmiştir.
Nr.2 (GH: 75-100)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkü 6+5, 4+4+3 duraklı
söylenmiştir. İkinci dörtlük haricindeki dörtlükler 6+5 duraklı iken ikinci dörtlüğün son
dizesi 6+5 diğer dizeleri 4+4+3 duraklıdır. Kafiye şeması aaab-cccb-dddb-eeeb
şeklindedir. İlk iki dörtlükte tam kafiye, son iki dörtlükte yarım kafiye kullanılmış ve
ayrıca âhenk sağlamak için rediflerden de faydalanılmıştır. Tüm dörtlülerin son iki
dizesi tekrar edilerek de şiire âhenk katılmıştır.
Ahmet Beyin rahatsızlığının üzerinden yedi yıl geçmiştir. İkinci defa Güherî Hanım ona
karşı hizmeti geciktirince Ahmet Bey bu türküyü dile getirir.
94
Şiirde sitem dolu sözler kullanan Ahmet Bey içinde bulunduğu hastalık durumundan da
bahsederek sıkıntısını dile getirir. Şiirde bu anlatılanlar tahlilî anlatım tarzıyla
verilmiştir.
Nr.3 (GH: 115-150)
5 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkü 6+5 duraklı
söylenmiştir. Kafiye şeması abab-cccb-dddb-eeeb-fffb şeklindedir. Şiirde yarım, tam ve
zengin kafiye örneklerine rastlamak mümkündür. Redifler kullanılarak da âhenk
sağlanmıştır. Tüm dörtlülerin son iki dizesi tekrar edilerek de şiire âhenk katılmıştır.
Ahmet Bey yedi yıl çektiği dert nedeniyle son anlarını yaşamaktadır ve Ahmet Beyin
son türküsüne karşılık Güherî Hanım da bu türküyü dile getirir. Şiirde tamamen
Allah’ın büyüklüğü ve yüceliğinden bahsedilmiş ve Yaradan’ın çeşitli özellikleri dile
getirilmiştir. Bu özelliklerin dile getirilme sebebi Ahmet Beyin dünyadaki son anlarını
yaşıyor olmasıdır.
Şiirde tahlilî anlatım tarzı kullanılmıştır.
2.2.3 Elbeylioğlu Hikâyesi (=EH)
Nr.1 (EH: 55-90) 5 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkü genel olarak 6+5
duraklı söylenmiştir. Bazı dizelerde bu duraklamanın kaydığı görülmektedir. Kafiye
şeması abcb-dddb-eeeb-fffb-gggb şeklindedir. Şiirin tüm dörtlüklerinde birinci ve
üçüncü dizelerin son beş hecesi yani +5 hecesi yeniden söylenmiş ve dörtlük
söylendikten sonra da son iki dize küçük değişikliklerle aynen tekrar edilerek şiirde
âhenk sağlanmıştır.
Türkü Elbeylioğlu’nun bir güzellemesinin sözlerinden oluşmaktadır. Elbeylioğlu
Maraş’taki amcasının oğlu davet edince davete icaben Maraş’a doğru kırk atlısıyla yola
koyulur. Maraş’ın paşası Kör Paşanın yanına varmadan da Ali Gadıoğlu’nun evine
varır. Evinde, Ali Gadıoğlu’nun hanımı Nuzu Hanım vardır ve misafirlere çok iyi
hizmet etmiş ve hürmet göstermiştir. Bu durumdan çok hoşnut olan Elbeylioğlu bu
türküyü dile getirmiştir.
95
Şiirde Nuzu Hanımın fiziksel özellikleri tasvir edilmiş ve şiirde tasvirî anlatıma
başvurulmuştur.
Nr.2 (EH: 150-175)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkü 6+5 ve 4+4+3
duraklı söylenmiştir. Kafiye şeması aaba-ccca-ddda-eeea şeklindedir. Şiirde yarım, tam
ve zengin kafiye örneklerine rastlamak mümkündür. Redifler kullanılarak da âhenk
sağlanmıştır. Tüm dörtlüklerde birinci ve üçüncü dizelerin son beş hecesi yani +5 hecesi
yeniden söylenmiş ve dörtlük söylendikten sonra da son iki dize küçük değişikliklerle
aynen tekrar edilerek şiirde âhenk sağlanmıştır.
Maraş’ta Ali Gadoğlu ve askerleriyle çarpışan Elbeylioğlu, Ali Gadoğlu’nun askerlerini
öldürür ve onların başının ortasına emmisinin oğlu Ali Gadoğlu’nun başını koyar. Bu
manzaraya üzülen Elbeylioğlu pişman olmuştur ama iş işten geçmiştir. İşte bu türkü
Elbeylioğlu’nun bu manzara karşısında söylediği türkünün sözlerinden oluşmuştur.
Tahkiyeli anlatım tarzıyla söylenen türküde Elbeylioğlu neden bu katliamı yaptığını
anlatır ve pişmanlığını dile getirir. Tüm bunların temelinde de Maraş’ın paşası Kör
Paşanın olduğunu söyler ve Hak’tan bulasın diye beddua verir.
Nr.3 (EH: 265-300)
5 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkü 6+5 ve 4+4+3
duraklı söylenmişse de bazı dizelerin duraklı söylenmemiştir. İkinci dörtlük hariç diğer
dörtlükler “ah!” nidâsıyla başlamıştır. Şiirin kafiye şeması abcb-ddda-eeea-fffa-ggga
şeklindedir. Şiirde yarım, tam ve zengin kafiye örneklerine rastlamak mümkündür.
Redifler kullanılarak da âhenk sağlanmıştır. Tüm dörtlüklerde birinci ve üçüncü
dizelerin son beş hecesi yani +5 hecesi yeniden söylenmiş ve dörtlük söylendikten sonra
da son iki dize küçük değişikliklerle aynen tekrar edilerek şiirde âhenk sağlanmıştır.
Elbeylioğlu, Ali Gadoğlu’nu ve onun askerlerini öldürünce Maraş paşası Kör Paşa
İstanbul’a nağme yazarak Elbeylioğlu’nun her önüne geleni öldürdüğünü söyler.
Padişah ise Gara Vezir’i görevlendirir ve “gelirse diri, gelmezse ölü getir” emrini verir.
96
Düğünü bitince Gara Vezir durumu Elbeylioğlu’na anlatır. Elbeylioğlu önce durumu
kırk askerine ve henüz yeni evlendiği karısına da bu türkünün sözleriyle anlatır. Hanımı
uyumaktadır ve onun baş ucunda bu türküyü dile getirir. Türküde gitmesi gerektiğini
kendisi giderse yörenin beyinin kim olacağını, yokluğunda yöresinin durumunu ve
bundan sonra da kendisinin durumunun ne olacağını bilmediğini vs. dile getirir.
Şiir tahkiyeli ve tahlilî anlatım tarzıyla söylenmiştir.
Nr.4 (EH: 330-360)
5 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkü 6+5 ve 4+4+3
duraklı söylenmiştir. Tüm dörtlükler “ah!” nidâsıyla başlamıştır. Şiirin kafiye şeması
aaab-cccb-dddb-eeeb-fffb şeklindedir. Şiirde yarım, tam kafiye örneklerine rastlamak
mümkündür. Redifler kullanılarak da âhenk sağlanmıştır. Tüm dörtlüklerde birinci ve
üçüncü dizelerin son beş hecesi yani +5 hecesi yeniden söylenmiş ve dörtlük
söylendikten sonra da son iki dize küçük değişikliklerle aynen tekrar edilerek şiirde
âhenk sağlanmıştır.
Elbeylioğlu herkesle vedalaşmış ve yola koyulmuştur. Yola çıktığı anda yeni evlendiği
hanımı yolunu keserek Elbeylioğlu’nun atının boynuna sarılır ve “hani beni bırakmaya-
caktın hani gitmeyecektin” diye seslenir. Bunun üzerine Elbeylioğlu atının terkisinden
curasını çıkarır ve bu türküyü söylemeye başlar.
Şiirde gitmek zorunda olduğunu, padişahın emrinin bulunduğunu belki bir gün
dönebileceğini ve bunun için de yolarını gözlemesi gerektiğini dile getirir. Şiir tahkiyeli
anlatım tarzıyla söylenmiştir.
Nr.5 (EH: 385-420)
5 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkü 6+5 ve 4+4+3
duraklı söylenmiştir. Genel olarak 6+5 duraklıdır. Tüm dörtlükler “ah!” nidâsıyla
başlamıştır. Şiirin kafiye şeması aaab-cccb-dddb-eeeb-fffb şeklindedir. Şiirde yarım,
tam ve zengin kafiye örneklerine rastlamak mümkündür. Redifler kullanılarak da âhenk
sağlanmıştır. Tüm dörtlüklerde birinci ve üçüncü dizelerin son beş hecesi yani +5 hecesi
97
yeniden söylenmiş ve dörtlük söylendikten sonra da son iki dize küçük değişikliklerle
aynen tekrar edilerek şiirde âhenk sağlanmıştır.
Elbeylioğlu, Kör Paşa tarafından İstanbul’a götürülürken Antep’in Barak ilçesinden
geçerler. Burası Elbeylioğlu’nun babasının yaylak yeridir ve orada birkaç güzel kız
görür. “Bu toprakları ve kızları bir daha göremem belki” diye bu türküyü dile getirir.
Barak’ın güzelliğini dile getiren Elbeylioğlu şiirde tüm Barak’a veda eder ve buralardan
gittiğini söyler.
Tasvirî anlatım tarzıyla dile getirilen şiirde güzel kızlara da seslenme ve onlarla
vedalaşma da söz konusudur.
Nr.6 (EH: 435-470)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkünün bir dizesi hariç
tamamı 6+5 duraklı söylenmiştir. Duraksız söylenen dize ise şiirin 11’li kalıbına
uymayıp 12 heceyle söylenmiştir. Bu dize son dörtlüğün ilk dizesidir. Tüm dörtlükler
“ah!” nidâsıyla başlamıştır. Şiirin kafiye şeması abca-ddda-eeea-fffa şeklindedir. Şiirde
yarım, tam ve zengin kafiye örneklerine rastlamak mümkündür. Redifler kullanılarak da
âhenk sağlanmıştır. Tüm dörtlüklerde birinci ve üçüncü dizelerin son beş hecesi yani +5
hecesi yeniden söylenmiş ve dörtlük söylendikten sonra da son iki dize küçük
değişikliklerle aynen tekrar edilerek şiirde âhenk sağlanmıştır.
İstanbul’a gitmek için İskenderun’a varan askerler abdest almak için suyun yerini bir
ihtiyara sorarlar. Adam sert bir tavırla cevap verince Elbeylioğlu’nun adamları
kılıçlarını çekerler ve Elbeylioğlu tam bu sırada “durun” der ve bu türküyü dile getirir.
Elbeylioğlu şiirde iyi ve kötü günleri anar. Dünyanın kimseye kalmayacağını vurgular
ve bunlar tahlilî anlatım tarzıyla ifade edilir.
Nr.7 (EH: 500-530)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkü 6+5 ve 4+4+3
duraklı söylenmiştir. Kafiye şeması abcb-dddb-eeeb-fffb şeklindedir. Şiirde yarım ve
tam kafiye örneklerine rastlamak mümkündür. Redifler kullanılarak da âhenk
sağlanmıştır. Tüm dörtlüklerde birinci ve üçüncü dizelerin son beş hecesi yani +5 hecesi
98
yeniden söylenmiş ve dörtlük söylendikten sonra da son iki dize küçük değişikliklerle
aynen tekrar edilerek şiirde âhenk sağlanmıştır.
Elbeylioğlu’nu askerlerinden Aşçı Çoban Ali bu türküyü dile getirmiştir. Elbeylioğlu
Hikâyesinde, Elbeylioğlu haricinde söylenen üç türküden biridir. Çoban Ali yıllarca
İstanbul Hapishanesi’nde kalan ve iyice fakirleşen Elbeylioğlu ve adamlarına bulgur
pilavı yapar ama onu da fareler döker. Çok açlık çeken askerleri gören Çoban Ali bu
türküyü dile getirir.
Kötü günlerden bahsedilen şiirde bu günlerin geçeceğinden bahsedilir. Şiirde tahlilî
anlatım tarzı kullanılmıştır.
Nr.8 (EH: 565-595)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkü 6+5 duraklı
söylenmiştir. Kafiye şeması aaba-ccca-dxda-eeea şeklindedir. Şiirde yarım ve tam
kafiye örneklerine rastlamak mümkündür. Redifler kullanılarak da âhenk sağlanmıştır.
Son dörtlük hariç diğer dörtlüklerin son iki dizesi küçük değişikliklerle aynen tekrar
edilerek şiirde âhenk sağlanmıştır. Tüm dörtlüklerde birinci ve üçüncü dizelerin son beş
hecesi yani +5 hecesi yeniden söylenmiştir.
Padişah, Elbeylioğlu’nu huzuruna çağırır ve derdini sorar. Elbeylioğlu da içinde
bulunduğu durumu anlatmak için türkü söylemek için izin alır.
Türküde Elbeylioğlu’nun Padişahtan af dilediği, yardım beklediği bunun için de
padişahın övüldüğü görülmektedir. Şiirde tahlilî anlatım tarzı kullanılmıştır.
Nr.9 (EH: 635-660)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkü 6+5 ve 4+4+3
duraklı söylenmiştir; ancak duraksız söylenen dizeler de vardır. Kafiye şeması aaab-
ccca-ddda-eeea şeklindedir. Şiirde yarım, tam ve zengin kafiye örneklerine rastlamak
mümkündür. Redifler kullanılarak da âhenk sağlanmıştır. Tüm dörtlüklerin son iki
dizesi küçük değişikliklerle tekrar edilerek şiirde âhenk sağlanmıştır. Ayrıca tüm
99
dörtlüklerde birinci ve üçüncü dizelerin son beş hecesi yani +5 hecesi yeniden
söylenmiştir.
Padişah, Elbeylioğlu ve kırk atlısını affetmiş tüm ihtiyaçlarını hazine karşılamıştır. Bu
sürede İstanbul’da rahatça yaşayan Elbeylioğlu’nun kırk atlısı, artık gitme zamanının
geldiğini söylerler ve Elbeylioğlu’nu padişahtan izin alamaya gönderirler. Elbeylioğlu
padişahın huzuruna gelir ve söyleyeceklerini bu türküyle dile getirir.
Şiirde yine padişahın azameti, kudreti dile getirilir ve padişahtan gitmek için izin istenir.
Şiir, tasvirî anlatımla söylenmiştir.
Nr.10 (EH: 675-705)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 8’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkü 4+4 ve 5+3 duraklı
söylenmişse de duraksız söylenen dizelere de rastlamak mümkündür. Kafiye şeması
abca-ddda-eeea-fffa şeklindedir. Şiirde yarım ve tam kafiye örneklerine rastlamak
mümkündür. Redifler kullanılarak da âhenk sağlanmıştır. Tüm dörtlüklerde son iki dize
küçük değişikliklerle tekrar edilerek şiirde âhenk sağlanmıştır. Türkü, Elbeylioğlu
Hikâyesi’nde, Elbeylioğlu’nun söylemediği ikinci türküdür. Birinci türküyü Çoban Ali,
bu türküyü de Daşbaşoğlu dile getirmiştir. Bu mahlas tüm şiirlerde olduğu gibi şiirin
son dörtlüğünde geçmektedir.
Elbeylioğlu ve kırk atlısı padişah tarafından affedilmiş ve bu af bir nâğmeyle
Elbeylioğlu’na verilmiştir. Elbeylioğlu ve kırk atlısı eve doğru yola çıkmış ve
Adana’nın Gülek Boğazı’na gelmiştir. Boğaz, kar tarafından kapanmıştır. Kimi asker
geri dönelim tereddütünde bulununca Daşbaşoğlu curayı eline alarak bu türküyü dile
getirir. Daşbaşoğlu geri dönülmeyeceğini bu yolun dosta ve eşe gittiğini söyler.
Şiir tahkiyeli anlatım tarzıyla söylenmiştir.
Nr.11 (EH: 740-775)
5 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkü 6+5 ve 4+4+3
duraklı söylenmiştir. Genel olarak 6+5 duraklıdır. Dördüncü dörtlük hariç tüm
dörtlükler “ah!” nidâsıyla başlamıştır. Şiirin kafiye şeması abcb-ddda-eeea-fffa-ggga
100
şeklindedir. Şiirde yarım ve tam kafiye örneklerine rastlamak mümkündür. Redifler
kullanılarak da âhenk sağlanmıştır. Tüm dörtlüklerde birinci ve üçüncü dizelerin son
beş hecesi yani +5 hecesi yeniden söylenmiş ve dörtlük söylendikten sonra da son iki
dize küçük değişikliklerle aynen tekrar edilerek şiirde âhenk sağlanmıştır.
Konaklamak için Adana’da bir hana giren Elbeylioğlu ve kırk atlısı “hapishaneden
kaçmışlardır” diye tutuklanarak zindana atılır. Kendini aklamak için padişahın fermanı
gerekmektedir ama fermanı İstanbul’da unutmuşlardır. Adana’nın kadısı da Kör Paşa
olmuştur. Elbeylioğlu ve kırk atlısını astırmadan, iki adam fermanı almak için
İstanbul’a gider. Onlar gidince kafası rahatlayan Elbeylioğlu bu türküyü dile getirir.
Elbeylioğlu, şiirde Adana’da duramayacağını bir an önce yurduna gitmesi gerektiğini
dile getirir.
Şiirde tahkiyeli anlatım tarzı kullanılmıştır. Şiirde yer isimleri de zikredilmiştir. Bu
isimlerin çoğu Çukurova’dadır. Birkaçı da Antep Ovası’nda bulunmaktadır.
Nr.12 (EH: 805-830)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 8’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkü 4+4 duraklı
söylenmiştir. Kafiye şemâsı aaba-ccca-ddda-eeea şeklindedir. Şiirde tam ve zengin
kafiye kullanılmıştır. Kafiyesiz dörtlüklerde ise redifler kullanılarak âhenk sağlanmıştır.
İlk üç dörtlükte son iki dize aynen tekrar edilerek de şiirde âhenk sağlanmıştır. Son
dörtlükte son iki dize tekrar edilmemiş ve doğrudan vak’aya geçilmiştir. Elbeylioğlu
Hikâyesi’nde, Elbeylioğlu’nun söylemediği üçüncü türküdür. Birinci türküyü Çoban
Ali, ikinci türküyü Daşbaşoğlu, bu üçüncü türküyü de Yazıcıoğlu dile getirmiştir.
Adana’da hapishaneden kurtulan Elbeylioğlu ve kırk atlısı Kör Paşanın da başını
keserek yola koyulmuşlardır. Yol üzerinde Garedik denilen yaylalık yerden geçerlerken
bir çift görürler. Gülüşüp oynaşmaktadırlar. Bu gençler Elbeylioğlu ve kırk atlısını
gördükleri halde istiflerini bozmazlar. Bunu görünce de Yazıcıoğlu bu türküyü dile
getirir. Şiirde zamanın kötülüğünden bahsedilmektedir.
Şiirde tahkiyeli anlatım tarzı kullanılmıştır.
101
Nr.13 (EH: 850-880)
4 dörtlükten oluşan bu şiir 11’li hece vezniyle söylenmiştir. Türkü 6+5 ve 4+4+3
duraklı söylenmiştir. Genel olarak 6+5 duraklıdır. Tüm dörtlükler “ah!” nidâsıyla
başlamıştır. Şiirin kafiye şeması abab-cccb-dddb-eeeb- şeklindedir. Şiirde yarım, tam ve
zengin kafiye örneklerine rastlamak mümkündür. Redifler kullanılarak da âhenk
sağlanmıştır. Tüm dörtlüklerde birinci ve üçüncü dizelerin son beş hecesi yani +5 hecesi
yeniden söylenmiş ve dörtlük söylendikten sonra da son iki dize küçük değişikliklerle
aynen tekrar edilerek şiirde âhenk sağlanmıştır.
Elbeylioğlu ve kırk atlısı memleketleri Bumbuç’a varmadan Elbeylioğlu’nun eski
arkadaşlarından olan Gubbeoğlu’nun kahvesini içmek için evine varırlar. Gubbeoğlu
evde yoktur; ama onun kızı Elbeylioğlu ve kırk atlısını çok iyi ağırlar ve onlara çok iyi
hizmet eder. Bunun üzerine Elbeylioğlu, bu kızı methetmek için bu türküyü söyler.
Şiirde kızın methedilecek özelliklerinden bahsedilir. Kızın padişaha layık olduğundan,
düzeliğini gören Müslüman olmayanların kendi dininden çıkacağından vs. bahsedilir.
Bu anlatılanlar tasvirî anlatım tarzıyla dile getirilmiştir.
∗ ∗
∗
Gürcistan Seferi hikâyesinde (=GSH) sekiz şiir, sekiz ayrı sahnede icrâ edilmektedir.
Bunların iki tanesi “karşılıklı deyişme” tarzındadır (4,8). Bir türküde tahkiyeli-tasvirî
(4), diğer türküde (8) tahkiyeli bir anlatım tarzının tercih edildiği görülmektedir.
Karşılıklı deyişmelerde genel olarak diyalog tarzı bir anlatım görülmektedir. Diğer altı
türkü (1,2,3,5,6,7) serbest deyiş şeklindedir ve bunların üçünde (1,2,7) tahkiyeli, sadece
birinde (5) tasvirî, diğer ikisinde (3,6) tahkiyeli-tasvirî bir anlatım tarzı görülmektedir.
Şiirlerden ikisi (1,6) 11’li, diğerleri (2,3,4,5,7,8) 8’li hece ölçüsüyle söylenmiştir.
Turna Teli hikâyesinde (=TTH) dört şiir, dört ayrı sahnede icrâ edilmektedir. Bunlardan
bir tanesi (4) karşılıklı deyişme tarzındadır. Bu şiirde üç ayrı kahramanın diyalog
şeklinde birbirlerine duygularını ifade ettiği görülmektedir. Bu nedenle tahlilî bir
anlatım tarzı kullanılmıştır. Diğer üç şiir (1,2,3) serbest deyiş şeklindedir ve üçünde de
102
tahlilî bir anlatım tarzı görülmektedir. Şiirlerden üçü (1,3,4) 8’li, biri (2) 11’li hece
ölçüsüyle söylenmiştir.
Horasan Seferi hikâyesinde (=HSH), toplam yedi sahnede on şiir söylenmektedir.
Bunlardan sadece biri (5) karşılıklı deyişme şeklindedir. Bu şiirde tahkiyeli bir anlatım
tarzı görülmektedir. Diğer şiirler serbest deyiş şeklinde olup beşinde (1,2,7,9,10) tasvirî-
tahkiyeli, ikisinde (3,6) tahkiyeli, ikisinde de (4,8) tasvirî bir anlatım tarzı mevcuttur.
Hikâyedeki şiirlerin çoğu serbest deyiş şeklindedir. Şiirlerden dördü (4,5,7,8) 8’li, diğer
altısı (1,2,3,6,9,10) 11’li hece ölçüsüyle söylenmiştir.
Şam Seferi hikâyesinde (=ŞSH), toplam dokuz sahnede on şiir söylenmektedir. Şiirlerin
tamamı serbest deyiş şeklinde olup bunlardan birinde (1) tahlilî anlatım tarzı
kullanılmıştır. Şiilerin üçü (3,6,7) tasvirî, dördü (4,5,8,10) tahkiyeli, biri (2) tasvirî-
tahkiyeli ve biri de (9) tahlilî-tasvirî anlatım tarzıyla söylenmiştir. Şiirlerden yedisi
(1,2,3,5,6,7,10) 8’li hece ölçüsüyle, üçü (4,8,9) 11’li hece ölçüsüyle söylenmiştir.
Gündeşlioğlu hikâyesinde (=GOH), toplam beş sahnede beş şiir söylenmektedir.
Şiirlerin tamamı serbest deyiş şeklindedir. Bunlardan biri (3) tahkiyeli-tahlilî anlatım
tarzıyla, diğer dördü (1,2,4,5) tahlilî anlatım tarzıyla söylenmiştir. Şiirlerin tamamı 11’li
hece ölçüsüyle dile getirilmiştir.
Güherî hikâyesinde toplam üç sahnede üç şiir söylenmektedir. Bunların tamamında
tahlilî anlatım tarzı kullanılmıştır. Ayrıca şiirlerin tümü serbest deyiş tarzındadır.
Hikâyede geçen üç şiir de 11’li hece ölçüsüyle söylenmiştir.
Elbeylioğlu hikâyesinde toplam on iki sahnede on üç şiir söylenmektedir. Bu şiirlerin
tamamı serbest deyiş şeklindedir. Şiirlerin birinde (3) tahkiyeli-tasvirî anlatım tarzı,
beşinde (2,4,10,11,12) tahkiyeli anlatım tarzı, dördünde (1,5,9,13) tasvirî anlatım tarzı,
üçünde de (6,7,8) tahlilî anlatım tarzı kullanılmıştır. Bu şiirlerden ikisi (10,12) diğerleri
(1,2,3,4,5,6,7,8,9,11,13) 11’li hece ölçüsüyle söylenmiştir.
∗ ∗
∗
103
“Nazım öğeleri” açısından bu deyişlere baktığımızda, hemen hemen tamamında vezin
ve kafiyeye itina gösterildiği söylenebilir. Şiirler 11’li ve 8’li hece ölçüsüyle
söylenmiştir. Şiirleri “tür” açısından değerlendirecek olursak, “koşma” ve “mani”
tarzında şiirler olduğunu söylememiz gerekecektir. Ayakların kullanılmadığı şiirler
mani, kullanıldığı şiirler koşma tarzında söylenmiştir. Şiirlerde genellikle anlatıcı
tarafından “ayak”ların korunduğu ve ahengin sözlü geleneğin tesiriyle “yarım kafiye”
ve “rediflerle” temin edildiği görülmektedir. Bunun yanında bazı şiirlerde tam ve zengin
kafiye ile ahenk sağlanmıştır. Ancak sözlü geleneğin tesiriyle bazı şiirlerde bu türlerin
karakteristik özelliklerinden olan kafiye örgü / şemalarına pek riayet edilmediğini
söyleyebiliriz.
“Müzik eşliğinde nazım” unsuru, halk hikâyelerindeki türkülerde görülen en önemli
özelliktir. Zaten bir halk hikâyesinin mevcut olabilmesi için mutlaka içerisinde “müzik
eşliğinde söylenmiş” deyiş/türkülerin bulunması zarurîdir. Bu özelliğin mevcut
olmadığı halk hikâyelerini “türkülü hikâye” kabul etmemiz mümkün değildir (Görkem
2000: 91). Anlatıcı tarafından bu parçaların saz eşliğinde söylenerek müzik unsuruyla
ahenk kazandığını söylemeliyiz.
Hikâyelerde serbest deyişler çoğunluktadır. Bu deyişlerde “aşk, ayrılık, gurbet” gibi
ferdî duygular dile getirilmektedir. Şiirler içinde soru-cevap tarzındaki deyişmelere
rastlanılmamıştır. Sistemli deyişlerin tamamında diyaloğun tercih edildiği görül-
mektedir.
104
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
HİKÂYELERİN
DİL VE ANLATIM ÖZELLİKLERİ
105
HİKÂYELERİN DİL VE ANLATIM ÖZELLİKLERİ
Edebî eser mensup olduğu medeniyet dairesinin, kültür birikiminin ve inanç sisteminin
kavramlarını, terimlerini ve deyimlerini ihtiva eder. Dili, düşünce ve duygu dünyasının
dışında müstakil bir kurum gibi düşünmek doğru değildir. Âşık edebiyatının dili,
dayandığı Türk-İslâm medeniyet dairesinde teşekkül eden kültür birikiminin halk
tarafından benimsenmiş şekline ve miktarına bağlıdır (Günay, 1999: 179). Bu açıdan
Âşık Mustafa Köse’nin hikâyelerini anlatırken kullandığı dilin, Çukurova yöresine,
özellikle Yukarı Çukurova yöresine has, ağız/diyalekt olduğunu söyleyebiliriz. Anlatım
esnasında yöreye ait ‘dáğne’ (bakmak, seyretmek), ‘damdıra’ (çalgı âleti), ‘cangama’
(gereksiz söz, kargaşa), ‘debdirecek’ (atı coşturmak) ‘malamat etme’ (bütün sırlarını
açıklama)... gibi pek çok mahallî kelime kullanmıştır.
İcra / gösterim esnasında Hikâyeci-âşığın dikkat çeken anlatım özelliklerinden birisi,
hikâye kahramanının tarafında yer alması ve kahramanı dinleyici çevresine benimset-
meye, sevdirmeye, kahramanla dinleyiciyi özdeşleştirmeye gayret etmesidir. Bu hususa
örnek olarak, hikâye metinlerinde şöyle ifadeler görmekteyiz: “Galeden gıralı yakaladı,
gavuruŋ bayrağını endirip Bağdat kalesiŋe Türk bayrağını çeken Ruşen Ali Köroğlu”
(GSH: 135), “Köroğlu heç gedip zorbalık yapmadı. Fakir fukarayı incitmedi, yardımcı
oldu” (GSH: 150), “Babayītlıkları yerinde, bıyī gıvratmışlar gulānıŋ arkasına doğru”
(TTH: 70), “Adamcağızlarıŋ yakıp yıktığı nerde” (TTH: 80), “Gızım hazırlan. Bunlarla
gedeceksiŋ. Gitmediğiŋ takdirde, Köroğlu’nuŋ ününü duydum da gendini görmedim. Bu
ili gırar geçerir, yerimize yurdumuza arpa eker, altı ay burda gışlar yáğmıyınca gedmez
gızım” (HSH :475, 480), “Paşanıŋ atı eyi eyitilmemiş, pek daha goşmamış, ham oldū
için zatı goşamadı. Elbáğlōğlu’nuŋ atı carpadak çıkdı menzil yerine” (EH: 115,120).
106
Âşık Mustafa Köse yörede, günlük hayatında da esprili ve hayat dolu bir insan olarak
tanınmaktadır. Onun bu özelliği icrâsına da yansımaktadır. Kahramanların en ufak
özelliğine hikâye dışı müdahalelerde bulunarak dinleyicileri gösterimin içine bir anda
çekebilmektedir. Ayrıca Âşık Mustafa Köse’nin, türkülü hikâyelerini icrâ ederken sesini
yerinde alçaltıp yükseltmesi, taklit yapması, ayağa kalkması, kılıç sallaması, hikâyeleri
yerelleştirmeye çalışması, kahramanlar için ‘seninki’, ‘bizimki’ ifadeleriyle dinleyicileri
olay örgüsünün içine çekmesi, ustaca cura çalması sesinin yanık olması... kısaca
anlatım tarzı ve üslubuyla yörenin en başarılı Hikâyeci âşıklarından birisi olduğunu
söyleyebiliriz.
Türkülü hikâyelerde ‘nesir’ ve ‘nazım’ olmak üzere iki türlü anlatım şekli vardır. İkinci
bölümde, “Nazım Kısımlarının Tahlili” başlığı altında nazım türü özellikleri üzerinde
ayrıntılı olarak durulmuştur (bk.70). Bu bölümde nesir kısımların anlatım özellikleri
üzerinde durulacaktır.
1. İSİMLER
Sözlü gelenek ürünleri, içinde yaratıldığı ve yaşatıldığı toplumun değer yargılarını
dünya görüşlerini, kültürel birikimlerini ve estetik zevklerini yansıtan, içinde barındıran
ürünlerdir. Bu nedenle dil ve anlatım özelliği bakımından hikâyeler, teşekkül ettiği ve
şu an içinde yaşatıldığı dönemin ve toplumun yaşam tarzını yansıtmaktadır. Hikâyelerde
geçen isimlerin, eserin hem yaratıldığı hem yaşatıldığı dönemle ilişkili isimlerden
oluştuğu görülmektedir. Eserlerde en çok beylerin ismi geçmektedir ki bu da eserlerin
doğup geldiği toplumsal yapıyla alâkalıdır. Bu yapıyla alâkalı diğer isimler padişah,
bezirgân, şah, paşa, ağa isimleridir.
Âşık Mustafa Köse’nin anlattığı hikâyelerde Osman (GSH: 95), Ali (GSH: 25), Abbas
(GSH: 615, TTH: 150), Nazife (HSH: 250), Belkıs (GOH: 15) gibi özel isimlerin yanında
‘sıfat + (özel) isim’ şeklinde kurulmuş isimler de kullanılmıştır: Genç Osman (GSH:
130), Deli Yusuf (GSH: 5), Goç Demirci (TTH: 190, HSH: 30) Gocabıyık Mustafa
(TTH: 195, HSH: 515), Deli Hoylu (TTH: 30), Köse Kenan(TTH: 35, GSH: 85) Báğ
Mustafa (TTH: 45), Köse Kenan (TTH: 35), İnneli Venedik (HSH: 300), Beŋli Döne
(HSH: 300), Sultan Murad (ŞSH: 455), Gazneli Mahmut (GOH: 95), Çoban Ali (EH:
485), Şirin Döne (HSH: 5).
107
‘Sıfat + (cins) isim’ şeklinde kurulmuş isimler de kullanılmıştır: Deli Hoylu (GSH: 641,
TTH: 195, HSH: 30), Goç Demirci (TTH: 190, HSH: 30), Kelgırnık Gız (EH: 180),
Gara Vezir (EH: 225), Kör Paşa (EH: 30), Goca Báğ (HSH: 515), Gır At (ŞSH: 185).
‘Belirtili / belirtisiz isim tamlaması’ şeklinde yapılandırılmış isimler de yer almaktadır:
Gülisdan Bahçesi (GSH: 160, HSH: 155), Horasan Şahı (HSH: 20), Zorkun Dağları
(EH: 760), İlvan Şahı (HSH: 205).
Hikâyelerde geçen isimlerin özellikle yer adlarının reel dünya ile bağlantısının olduğu
görülmektedir. Bahsi geçen tüm yer adları içinde yaşadığımız dış dünyada var olan
gerçek yerlerdir ve günümüzde de bu yerleri gezip görmek mümkündür: Mediney-i
Münevvere (GSH:125), Bağdat (GSH:130, TTH: 70), Çamlıbel (GSH: 140, TTH: 135),
Karadeniz (GSH: 445), Mısır (TTH: 105), İran (HSH: 15), Horasan (HSH: 15), Kıbrıs
(HSH: 300), Şam (ŞSH: 10), Malatya (ŞSH: 40), Elazığ (ŞSH: 95), Elbistan (ŞSH:
150), İstanbul (ŞSH: 460), Diyarbekir (GOH: 5), Misis (GOH: 170), Erzurum (GOH:
285), Sakızgediği (EH: 755), Andırın (EH: 900).
Hikâyelerde hiçbir şekilde olağanüstü yer adlarına rastlanılmamıştır. Kahramanların
adları ise kahramanlara yüklenen özelliklerle doğrudan bağlantılıdır. Örneğin
Köroğlu’nun babası kördür, Kör Paşanın bir gözü kördür, Gözel Eyvaz, Hz. Yusuf gibi
erkek güzelidir (Erkek güzeli ifadesi geçmese de onu gören güzeller “beni alır mısın?”;
ya da Köroğlu’na “beni oğluna alır mısın? demektedir.), Genç Osman sakalı yeni çıkmış
bir gençtir vs.
Bazı kahraman isimlerinin yakıştırmacayla oluşturulduğunu görmekteyiz:
Samıyasığmaz (TTH: 50), Gemalmaz (TTH: 70), Deli Hoylu (HSH: 30, GSH: 641). Bu
gibi isimlerin bellekte daha kalıcı olduklarını söyleyebiliriz.
Âşık Mustafa Köse’nin çalışmamızda yer alan hikâyelerinde geçen isimler yukarıda
sınıflandırılarak verilmiştir. Lord, isimlerde gördüğümüz bu özelliğe “çözümleme
yerine kümeleme” adını vermektedir (Lord 1995: 54-55). Tahkiyeli folklor eserlerinde
kahramanlar, bazı olaylar ve nesneler, tek bir kavramla [=çözümlenmiş olarak] değil de,
bu şekilde bazı nitelikleriyle anlatılır. Anlatıcının “sözlü kültür geleneği” içerisinde
hikâyeyi öğrenerek anlatması, dinleyicilerin de bu tahkiyeli metinleri estetik zevk ve
heyecan içerisinde dinlemeleri, folklorun “kümeleme” özelliği sayesinde gerçek-
leşmektedir.
108
2. BENZETMELER
Türkçede genellikle “gibi” edatıyla yapılan benzetmeler anlatımı somutlaştırmak için
kullanılır. Bu özellik alıcının mesajı daha iyi algılamasına yardımcı olur. Benzetmelerde
estetik kaygı duyulduğundan sözde etkileyicilik hakimdir. Deyimler yönünden dünyanın
en zengin dillerinden olan dilimizde benzetmeler genellikle deyimleşmiş olarak bulun-
maktadır. Benzetmeler bu şekilde yerleşmiş ve kabul görmüştür. İncelediğimiz
metinlerde genellikle gibi yerine gimi (=gımı) edatının kullandığını görmekteyiz. Bu
durum yörenin ağız / diyalekt özelliğinden kaynaklanmaktadır.
Hikâye metinlerinde görülen benzetmelerin çoğu yaşanılan hayat sebebiyle tabiattan
alınma hayvan, bitki ve eşyalarla ilgilidir (Görkem 2000: 137).
Bizim gibi boz elbise giyen padişah (GSH: 105), Köroğlu’nun kellesinin hamam
kubbası gibi, gözlerinin berber aynası gibi, kollarının yartmak gibi, döşünün gem şahı
gimi olması, yüreğinin uyuz oğlak yüreği gibi gürp gürp gürp atması (GSH: 325-330),
Köroğlu’nun Cehennem zebanisi gibi bir şeye benzemesi (GSH: 470), Gözel Ayvaz’ın
ayın on dördü gibi parlaması (GSH: 510), Köroğlu’nun, adamın birini taşın suratına
vurunca suvak çamuru gibi yapıştırması (TTH: 140-145), Goç Demirci’nin kılıçla
vurunca adamın birinin başını kelek gibi düşürmesi (HSH: 420), İlvan şahının başının
atın terkisinde on kiloluk karpuz gibi bağlı olması (HSH:430), Köroğlu iki adamın
başını birbirine vurunca adamların kafasının su kabağı gibi içine göçmesi (ŞSH: 360),
Belkıs’ın ayın on dördü gibi parlaması (GOH: 240), Ahmet Beyin gözlerini yumdukça
nar tanesi gibi yanına aşağı göz yaşlarının inmesi (GH: 105), Elbeylioğlu’nun
gözlerinden ırmak gibi yaşların akması (EH: 180), karın sinema perdesi gibi açılması ve
tünel gibi olması (EH: 705), misafir gibi sessizce varmak (EH: 885), Gündeşli Kızı’nın
sırttaki beni görünce Elbeylioğlu’na Andırın yayması gibi atılması (EH: 885).
3. SES TAKLİDİ ( = YANSIMA ) KELİMELER
Yansıma sesleri, fonksiyon itibariyle insan zihninde bir çeşit anımsatma ya da
somutlaştırma meydana getirmek için söylenmiş anlamsız ancak zihinde anlam
kazanmış sözler olarak kabul edebiliriz.
109
Yansıma seslerde önemli olan “ses açısından gerçek benzerliktir.” ve bir dilde mevcut
olan bu tür kelimeler, seslerin taklidi (=yansıma) yoluyla meydana getirilmiştir. Bunlar
anlatıma canlılık, ses ve ifade zenginliği katmaktadır (Görkem 2000: 138). Ses taklidi
ve yansıma kelimeler kullanmada çok başarılı olan Âşık Mustafa Köse’den derlemiş
olduğumuz hikâyelerde geçen bu tarz örnekler şunlardır:
Genç Osman’ın tarağı, harpadak yüzüne [sakalına] oturtması (GSH: 100), Köroğlu’nun
yüreğinin uyuz oğlak yüreği gibi gürp gürp gürp atması (GSH: 30), Gülistan
Bahçesi’ndeki kızların Ali Emmilerinin [Köroğlu] kıçına şist diyerek onunla
eğlenmeleri (GSH: 475), keçinin kuyruğundan tutup onu sürükleyince “bá” diye
bağırması (GSH: 495), ihtiyar kadının, evlenecek kızların yanına gelerek göğsüne küt
küt diye vurması(TTH: 5), Gülistan Bahçesi’nde suların şırıl şırıl akması (HSH: 160),
kızların ayaklarını çipil çipil, suya batırmaları (HSH: 160), Köroğlu’nun ayağını gerp
gerp yere vurması (HSH: 165), Köroğlu’nun yüreğinin gürp etmesi (HSH: 485), bir
çocuğun, taşın arkasına saklanarak tüfeği takılatması (ŞSH: 5), Köroğlu’nun iki kişinin
başını tok diye birbirine vurması (ŞSH: 360), turnaların cik cik cik diye derli dertli
uçması (GOH: 50), sazın telinin tın etmesi (GOH: 295), âşıların “âşık mısın?” desinler
diye sazı tıngırdatması (GOH: 295), devenin Aymet Beyin ayağını áev diye ısırması
(GH: 20), Kör Paşanın kuşunun çamın koluna konarak “vik vik, vik vik, vik vik” diye
ötmeye başlaması (EH: 110), iki kişinin kılıçları zııt diye çekmesi (EH: 425), farelerin
birbirini kovalarken tarpadan pilavın içine düşmesi (EH: 490), Elbeylioğlu’nun karı
carpadak geçmesi (EH: 705).
4. SÖZ KALIPLARI
Görkem söz kalıplarını bir tür mizah unsuru olarak kabul etmiş ve bu konuda şunları
söylemiştir: Söz kalıpları, hikâyelerin uygun yerlerinde anlatıcı tarafından söylenerek
mizah unsuru gerçekleşmektedir. Söz kalıplarının şiiriyet ifade eden özellikleri ile
anlatıcının “söyleyiş”i birleşince, dinleyicilerin “espri”yi anlamaları kolaylaşmakta ve
sonunda gülme eylemi gerçekleşmektedir (Görkem 2000: 152). Âşık Mustafa Köse’den
derlediğimiz hikâyeleri incelediğimizde ibret alma, nasihat verme, ders çıkarma, mizahî
kaygı taşıma vs. gibi amaçlarla söylenen, gerek yöresel gerek ulusal kullanımları olan
ifadeleri söz kalıpları içinde değerlendirdik ve aşağıda hikâyeler bazında tasnifini
yaparak hikâyelerde geçen söz kalıplarını vermeye çalıştık.
110
Gürcistan Seferi hikâyesinde 10 çeşit söz kalıbı metin içinde 23 defa kullanılmıştır.
Metinde 1 başlangıç formeli kullanılmıştır. Söz kalıplarının 2’si deyiş/türküye geçiş ve
bitiş formelleri olup 13 defa kullanılmıştır. 7 tanesi diğer söz kalıpları olup metinde 9
defa görülmektedir.
Turna Teli hikâyesinde 7 çeşit söz kalıbı metin içinde 13 defa kullanılmıştır. Metinde
başlangıç formeli kullanılmamıştır. Söz kalıplarının 2’si deyiş/türküye geçiş ve bitiş
formelleri olup 8 defa kullanılmıştır. Metinde 1 bitiş formeli bulunmaktadır. 4 tanesi
diğer söz kalıpları olup metinde 4 defa görülmektedir.
Horasan Seferi hikâyesinde 8 çeşit söz kalıbı metin içinde 30 defa kullanılmıştır.
Metinde başlangıç formeli kullanılmamıştır. Söz kalıplarının 2’si deyiş/türküye geçiş ve
bitiş formelleri olup 21 defa kullanılmıştır. Metinde 1 bitiş formeli bulunmaktadır. 5
tanesi diğer söz kalıpları olup metinde 8 defa görülmektedir.
Şam Seferi hikâyesinde 6 çeşit söz kalıbı metin içinde 23 defa kullanılmıştır. Metinde 1
başlangıç formeli bir de bitiş formeli kullanılmıştır. Söz kalıplarının 2’si deyiş/türküye
geçiş ve bitiş formelleri olup 18 defa kullanılmıştır. 2 tanesi diğer söz kalıpları olup
metinde 9 defa görülmektedir.
Gündeşlioğlu hikâyesinde 15 çeşit söz kalıbı metin içinde 26 defa kullanılmıştır.
Metinde başlangıç formeli kullanılmamıştır. Söz kalıplarının 2’si deyiş/türküye geçiş ve
bitiş formelleri olup 10 defa kullanılmıştır. Metinde 1 bitiş formeli bulunmaktadır. 12
tanesi diğer söz kalıpları olup metinde 15 defa görülmektedir.
Gündeşlioğlu hikâyesinde 4 çeşit söz kalıbı metin içinde 8 defa kullanılmıştır. Metinde
başlangıç ve bitiş formeli kullanılmamıştır. Söz kalıplarının 2’si deyiş/türküye geçiş ve
bitiş formelleri olup 6 defa kullanılmıştır. 2 tanesi diğer söz kalıpları olup metinde 2
defa görülmektedir.
Elbeylioğlu hikâyesinde 12 çeşit söz kalıbı metin içinde 39 defa kullanılmıştır. Metinde
başlangıç formeli kullanılmamıştır. Söz kalıplarının 2’si deyiş/türküye geçiş ve bitiş
formelleri olup 25 defa kullanılmıştır. Metinde 1 bitiş formeli bulunmaktadır. 9 tanesi
diğer söz kalıpları olup metinde 13 defa görülmektedir.
111
Metinlerden sadece Gürcistan Seferi hikâyesinde başlangıç formeli kullanılmıştır. Bu
da, “türkü, ağıt, aşk, bunlar üç şey üzerinedir.” diye başlamaktadır (GSH: 5). Diğer
hikâyelerde anlatıcı, başlangıç formeli kullanmamıştır.
Hikâyeci-âşık, nesir kısımlardan deyiş/türküye geçerken şu söz kalıplarını kullan-
maktadır: “Aldı bakalım … ne söyledi, değerli arkadaşlar burda ne diŋledi” (GSH: 175,
235, 280, 340, 405, 525, 560, 625; TTH: 15, 85, 155, 255; HSH: 35, 110, 350, 440;
ŞSH: 55, 100, 145, 175, 380; GOH: 55, 130, 200, 255, 305; GH: 35, 110; EH: 50, 145,
260, 325, 380, 430, 495, 560, 630, 670, 735, 800, 845).
“Ne olduğunu, dilden anlatmıyayım … telden anladıyım” (TTH: 15), “dilden anlat-“
nesir şeklinde, “telden anlatmak” ise saz “eşliğinde deyiş/türkü şeklinde anlatmak”
anlamındadır.
“Kara yılan gimi beliğiniŋ birini önüne düşürdü” (GH: 110, TTH: 255), “aldı şimdi
beliğini saz eyledi, aldı Şirin Döne” (TTH: 215). Bu söz kalıbı kızlar türkü söylemeye
başlamadan kullanılmaktadır. Kızlar saçının beliğini “deynek tutarmış” gibi eline
almakta ve türküsünü söylemektedir.
“Aldı …” (TTH 270, HSH: 215, 485; ŞSH: 15, 425) ifadesi ise türkü/deyişe giriş
yapılırken kullanılan en kısa giriştir. Burada sadece kahramanın adı zikredilir.
“… aldı curayı eline” (HSH: 75; ŞSH: 215, 260, 310 ). Hikâyelerde cura yerine sazı
ifadesi de geçmektedir. “Şu sazımı baŋa ver de ne yapacağımızı söyliyem” (HSH: 260)
ifadesiyle de sazsız türkünün söylenemeyeceği vurgulanmaktadır.
Bazı hikâyelerde eksiklik/değişiklik olmasına rağmen, anlatıcının “bitiş formeli” olarak
şu ifadeleri kullandığını görüyoruz:
“İnşallah biz de bunlar gimi zevki safa sürüp, murad alıp, murad vermemizi Cenab-ı
Allah’dan dilerim arkadaşlar” (TTH: 315, HSH: 515, ŞSH: 460, GOH: 390, EH: 915)
Hikâyelerde insan tasvirine en çok kadınlarda başvurulmuştur. Hikâyeci-âşık, genç
kızların ağlamalarının “güzelliği”ni anlatırken şu kalıp ifadeyi kullanıyor: “Gözlerinden
üzüm tánesi gimi dökülüyo ammá gözeliŋ ağlamsı da gözel olur; çirkiniŋ ağlaması da
çirkin olur. Gözel, feryâd-ı figân etmez. Gözlerini yumdukça nar tánesi gimi,
112
yanaklarından aşşā tolu gimi dökülür yaş. Hep böyle kirpikleri çit çit olur ıslandığı
zaman. Çirkin de aman aman aman der bi yanná çalar, burnuŋu siler, bi yanná çalar
burnunu siler. Biraz sonra bak ki yanağınıŋ başları sülük gezik gimi olur.” (GH: 105-
110, EH: 300-305).
Yiğitlerin şahı olan Köroğlu’nun öfke dolu tasviri şu şekilde yapılamaktadır: “Kelle
hamam kupbasīmı gözler berbar aynasīmı, kollar yartmak gımı, döş gem şahīmı oldu.
Uyuz oğlak yürā gımı gürp gürp gürp atıyo Köroğlu’nuŋ yürē” (GSH: 325-330, HSH:
105-110).
Uzun süreli olayların kısaca anlatımında, “Günlerde geç, vakitte tez” ifadesi
kullanılmıştır (GSH: 75, 445, 695; TTH: 135; HSH: 25, 425, 480; GOH: 95, 170, 375;
EH: 220, 470, 705, 885). Birer örneği bulunan “gün ola harman ola” (EH: 475), “bir
gün beş gün derkenne” (TTH: 80), “hoş beş on beşten sonra” (GOH: 180) ifadeleri de
hikâyedeki formel unsurlara çeşitlilik katmıştır.
Türk töresine ait özelliklerden “padişahın huzuruna çıkılması” hadisesi Elbeylioğlu
hikâyesinde “Kıyam dakıp selam verdi” (625), “Yedi yerde gıyam sekizinci yerde
temennî etdi” (555) formelleriyle verilmiştir.
Deyiş/türküler söylenip hikâyenin nesir kısımlarının anlatımına geçilirken ufak
değişikliklerle tek bir kalıp göze çarpmaktadır: “…. bunu söyledi” (GSH: 270, 390,
430, 550, 680; TTH: 190, 315; HSH: 65, 100, 140, 200, 230, 250, 255, 295, 380, 415,
475, 510; ŞSH: 40, 90, 135, 170, 205, 245, 340, 420; GOH: 90, 170, 235, 280, 335; GH:
60, 110, 150; EH: 90, 180, 300, 360, 420, 470, 595, 660, 705, 775, 830, 880).
5. MİZAH
Mizahı halk hikâyeciliği açısından, Hikâyeci-âşığın icra / gösterim esnasında dinleyici
çevreyi güldürmek amacıyla söylediklerini ve yaptığı hareketlerdeki komik unsurları
“mizah” olarak incelemek mümkündür. Anlatıcının kişisel yeteneklerine de bağlı olan
jest, mimik, ve ses tonunu ustalıkla kullanma gibi unsurlar anlatıcının bir nevî
gelenekteki yerini de belirlemektedir.
113
Tahkiyeli folklor ürünlerindeki “mizah” unsurunu araştıran Walker,bunların metinlerde
görünüşünü, belli başlı üç grupta toplamaktadır:
1.Duruma Bağlı Mizah: Saf ve akılsızların, zeki, kurnaz ve tahsilli kimseler tarafından
olay alındığı durumlarda ortaya çıkmaktadır. Bu mizah türünde çoğunlukla “hazır
cevaplılık”, “maskaralık” ve “soytarılık” unsurları ön plândadır.
2.Karikatür: İsim ve unvanlarında mizah unsuru bulunan Nasreddin Hoca, İncili Çavuş,
Bekri Mustafa, Bektaşî, Kayserili gibi tipler.
3.Söze bağlı Mizah: Taklidî sesler, tekerlemeler, kelime oyunları ve “fıkra”ları içine
alan grup (Walker 1976: 359-360).
Halk hikâyelerinin icrasında, dinleyici çevrenin gülmesi ve neşelenmesi için Hikâyeci-
âşık bir tiyatro sanatçısı gibi oynayarak jest ve mimiklerle “gösterme”, “anlatma”,
“tasvir”, “benzetme” ve “ses taklidi” yöntemleriyle mizah unsurunu gerçekleştir-
mektedir. Anlatıcıdaki bu özellikler, onu bir anlamda “sahne sanatkârı” konumuna
yükseltir. Hikâyeci bu konumda, anlatım tekniklerinden tiyatroya has olan “gösterme”
tekniği yanında, “anlatma” , “diyalog” ve “tasvir”den de yararlanır (Görkem 200:149).
Mizahın kullanış amaçları farklılık göstermektedir. Mizah, dinleyicileri biraz olsun
rahatlatmak, anlatılan vak’ayı yumuşatmak ve hatta herhangi bir sosyal tenkit
yapılıyorsa bunu yumuşatarak tepkilerden korunmak gibi çeşitli amaçlarla kullanılır.
Biz icrâ esnasında izleyicilerin ve anlatıcının güldüğü yerleri şu şekilde tespit ettik:
Köroğlu’nun bir yeri harap etmeye gittiğini düşünenler için anlatıcının sarf ettiği
ifadeler (GSH: 230), Gülistan Bahçesi’nde deli rolü oynayan Köroğlu’nun kızlar
tarafından kıçının “şiit” diye parmaklanması (GSH: 475), Gülistan Bahçesi’nde deli rolü
oynayan Köroğlu’nun keçiyi keserken kuyruğundan kesmeye başlaması (GSH: 490-
495), Gülistan Bahçesi’nde deli rolü oynayan Köroğlu’nun hayasını bir ağaca sıkıştırıp
bas bas bağırması (GSH: 500), Köroğlu’nun bir adamı taşa çarptığında anlatıcının
kullandığı benzetme (TTH: 140-145), Kaynını kaybeden Köroğlu’nun Çamlıbel’e
girerkenki tasviri (TTH: 205), Köroğlu iki kişinin kafasını çarpıştırınca kafalarının su
kabağı gibi içine uçması (ŞSH: 360), Elbeylioğlu’nun Kahraman Maraş’a girişi
sırasında birinin Maraş yandı diye bar bar bağırması (EH: 190), icrâ esnasında
susuzluktan dudakları kuruyan anlatıcının bu durumu millet vekillerine benzeterek su
istemesi (EH: 320), Elbeylioğlu’nun sırtındaki beni gören Gündeşli Kızı’n onun üzerine
Andırın yayması gibi atılması (900).
114
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
METİNLER
115
AÇIKLAMALAR
1. Âşık Mustafa KÖSE anlatmış olduğu “türkülü hikâyeler”i, en eskisinden başlayarak
yenisine doğru tarihî olarak bir sıralamaya tâbi tutmuştur. Metinlerin sıralamasında,
âşığın bu görüşüne bağlı kalınmıştır.
2. Hikâyelerde italik dizilen yerler geleneksel söz kalıplarını, parantez içindeki yerler
anlatıcının kişisel duygu ve düşüncelerini göstermektedir. Metin içindeki köşeli parantez
ise kendi görüşlerimizi ve eklemelerimizi göstermektedir.
3. Hikâye isimlerinin hemen altında ve her sayfanın sağ üst kısmındaki köşeli
parantez içindeki yerler hikâyelerin kısaltmalarını, sayfaların sol tarafındaki
rakamlar ise satır numaralarını göstermektedir.
4. Hikâyelerdeki türküler, -her metnin başından sonuna kadar- köşeli parantez içinde
numaralanmıştır.
5. Hikâye metinlerinin yazıya aktarılmasında “Ağız Araştırmaları Transkripsiyon
Sistemi”nde var olan aşağıda gösterilen işaretler kullanılmıştır:
ÜNLÜLER
- .....................; Ünlüler üzerinde uzunluk işareti.
/ ......................: Kalın ünlüler üzerinde yan inceltme işareti:
á .............: a-e arası ünlü
ÜNSÜZLER
ŋ ……………: Nazal n.
116
KÖROĞLU’NUN GÜRCİSTAN SEFERİ*
[ GSH ]
(Şimdi arkadaşlar türkü, ağat, aşk bunlar üç şey üzerine. Bu dediklerimiŋ üzerine 5
söylenmiş, kahramanlığı hissetmiyen kahraman üzerine söyliyemez, acıyı
hissetmiyen ağat söyliyemez, güzelliğiŋ neydiğini bilmeyen güzel üsdüne
söyliyemez, mutlaka bunlarıŋ bir lezzeti, mutlaka bir dadı bir bilgisi olacak yanı
bunlarda) Köroğlu’nuŋ dediğimiziŋ babasıŋa Deli Yusuf derdi. Bolu Báğiniŋ
yanıŋda seyislik yapardı Deli Yusuf, atlarına bakar. Bir gün Bolu Báği dedi ki 10
Deli Yusuf’a “Ulan Deli Yusuf! Baŋa öyle bir at bulacaksıŋ ki gaşdīndaŋ
gurtulacak, seğirtdīne yetişecek, bu melmeketlerde üzerine at bulunmayacak.”,
“Peki ağam!” dedi Deli Yusuf çıkdı at aramıya. Gezip dolaşırkannak göçeberiler
de yaylıya göçüm zamanıymış, yaylıya gederler. Deli Yusuf bakdı ki geride bir
tay galmış. (Kısırağıŋ yavrusuŋa tay derler malümuŋuz) Şöyle bakdı ki accık eyi, 15
gelişir ammá bakımsız galmış, sakırga çökmüş, yavsı çökmüş geder halı yok atıŋ,
tayıŋ. “Şu kimiŋ?” dedi, “O bizim.”, “Sataŋ mı?”, “Yav! Satarık ya, zatı gedemiyo
adam.” (Belki yolda galır diye biran evel başından örtücü.) [Deli Yusuf, tayı]
Aldı. Gezip dolaşırkan birini daha, birini daha, üç dáne aldı. Amá üçünü de
biyerden almadı. Biri gır, biri al, biri yağız. Çekdi Bolu Báğiniŋ havlusuŋa vardı. 20
Bolu Báğiniŋ adamları şöyle bakdılar ki Deli Yusuf, at yerine üç tane külü
getirmiş, yörür halı yok. “Báğem báğim!” dediler, Bolu Báğine. “Ne var?”, “Seniŋ
Deli Yusuf’un sana getirdiği atlara bak.” Pencereden şöyle boynunu uzatdı ki
Bolu Báği, üçünüŋ de yörür halı yok. Beni alay etmişsiŋ diye Deli Yusuf’uŋ iki
gözüne de mil çekdirdi, Bolu Báği. İki gözü görmez oldu. Govdu gapısıŋdan. 25
Deli Yusuf’un da bir oğlu var, adı Ali; bir de gızı var. Hanımı mefat etmişdi.
(Sizlere ömür.) Bu çocukları aldı. Bir mağarıya geldi, yerleşdi bura. “Oğlum Ali”
dedi. “Buyur baba”, “Üç táne toklu al oğlum.”, “Peki baba!” Getdi üç táne toklu
aldı. “Bağla mağaranıŋ içine.” Mağaranıŋ içine bağladı tokluları. “Oğlum atlara 30
nasıl bakıyosaŋ, bunlara da öyle bakacaksıŋ.”, “Peki!” Hemi atlara bakar, hemi
goçlara bakar. Deli Yusuf kakar şöyle taylarıŋ sırtını eller, bakar. “Oğlum! Şurayı
* Metin, 09 Ağustos 2003 tarihinde Düziçi [Osmaniye] ilçesinin Karkın mahallesinde oturan 1938 doğumlu Âşık Mustafa Köse’den, tarafımızdan ses kayıt aracı ile ve icrâ geleneğinin doğal ortamında derlenmiştir. Kaynak kişi, bu hikâyeyi, babası Âşık Mehmet Köse’den öğrenmiştir.
[GSH]
117
şöyle edeceksiŋ, eyi tımar vermemişsiŋ.” Görmediği halde elleyene kadar bilir.
Bir sene, iki sene, üç sene kaldı, bu mağarada Deli Yusuf. “Oğlum atlar nasıl
oldu?”, “Yavv baba! Atlar öyle oldu ki, gelişdi ki ah bir gözleriŋ görse de 35
baksaŋ.”, “Çocuğum o goçuŋ birini kes bakalım.” Kesdi goçuŋ birini oğlum nasıl
iliği. “Gemiknen ilik farkediliyo mu?”, “Evet baba, fark ediliyo.”, “Bakamamışsıŋ
çocuğum. Eyi bak. İki üç ay soŋra birini daha kes.” Onu da kesdirdi. “Nasıl
oğlum?”, “Baba bu evvelkilerden daha eyi çıkdı.”, “Haaa! Eyi bakamamışsıŋ
çocuğum.” İki üç ay araynan öbürünü de kesdirdi. “Nasıl oğlum?”, “Vallahi baba! 40
İlik nerde gemik nerde bilinmiyo.”, “Haah! Atlar da böyle oldu oğlum. Şu
gördüğüŋ tarla var ya!”, “Evet!”, “Suyu bırak oraya. Dönder suyuŋ hepisini.”
Suyuŋ hepisiŋi dönderdi. “Yirmi dört sáat aksıŋ.” Yirmi dört sáat akdı. “Kes
oğlum!” Suyu kesdirdi. “Yirmi dört sáat da dursuŋ çocuğum.” (Şimdi bir suyu
sularkan içinde gez dolaş, ayaklarıŋ içine oturmaz; otursa da hafifçe gider. Geri 45
çıkaŋ sulu sulu ammá yirmi dört sáat geçti mi, çamur basdıŋ mı ayağını zor
çekeŋ.) “Tamam baba yirmi dört sáat doldu.” deyince. “Oğlum Yağız’ı vur
bakalım.” Beri yandan öte yanna vurur tabi.
Yağzıŋ üsdüne bindi, beri yandan öte çıkıyım diye vurduydu yarı yere varınca 50
galdı, yağız gedemedi. Çöküyo çamura, geri getirdi. “Nasıl oğlum?”, “Gedemedi
baba, öte yanná çıkamadı.”, “Alı vur oğlum.” Alı vurdu, o da çıkmadı, “ Gırı vur
oğlum.” Gırı vurunca beri yandan öte yanna gediyo, böyle serpidiyo at.. Ruşen Ali
derler şöyle atıŋ geri yanná bakdı ki arka ayağından guru toprak fıncıtıyo at. (O
kadar oturduğu halde dabanı buluyo yani.) Geri getirdi. “Nasıl oğlum?”, “Vallahi 55
baba! Arka ayağından guru toprak fıncıtıyo.”, “Haah! Tamam çocuğum. Bin Gır
At’a, beni de terkiŋe al. Bolu Báğiniŋ havlusuna sür.”
Bindi Bolu Báğiniŋ havlusuna sürdü. “Hey! Bolu Báği.” Çağırdı Deli Yusuf.
Benim gözlerime mil çekdirdiğiŋ ata bak. Bolu Báği pencereden boynuŋu uzatdı, 60
bakdı ki görülmemiş bir at “Yakalayıŋ!” dedi hemen, gapıyı gapatdılar. “Baba
vallahi gapılar gapandı, biz içerde galdık.” Binanıŋ etrafı sur. “Oğlum gorkma,
dedi, Gır At’ıŋ yönünü çevir. Bir mahmuz vur, şıçırar o suru, heç gorkma.”
Zorunan alacak atı. Ali atıŋ başını çevirdi iki mahmuz vurdu. Yalpadaŋ öte yanna
şıçıradı. Vardılar mağaraya gızı da terkisiŋe aldı. Babasıŋıŋ geri yanna bindi. 65
Ruşen Ali’niŋ de o iki yağız atı galdı. Gediyolar, gaçıyolar, biliyolar arkasıŋda
[GSH]
118
gelecáğini Bolu Báğiniŋ adamlarınıŋ. Hayli bir müddet gedince “Oğlum geri
yanıŋı dáne bakalım, gelen giden var mı?” Geri yanıŋı döndü, bakdı ki, öyle
geliyo at, sünmüş böyle. “Baba vallahi biri geliyo, bizi yakalayacak.” Gır atıŋ
üsdünde üç gişi var. “Hangisi oğlum?” dedi, “Baba Yağaz geliyo.”, “Oğlum 70
tikenli yere vur atı”. Yoldan çık, tikenli yere vur atı, atı yoldan çıkarıp, tikenli
yere vurdu. Geri yanna bakdı, “Nasıl oğlum?”, “Görükmez oldu baba.”, “Yağaz’ıŋ
tikene yüzü olmaz oğlum.” Birez soŋra Al geliyo, “Daşlı yere vur oğlum.” Daşlı
yere vurdu o da yetişemedi. Al hayvan da daşlı yere yüzü, daşa yüzü dutmadı.
Alma al, verme gır, yağazıŋ da binde biri illet olur, illet olur. Adam sürdü. 75
Günlerde geç vakıtda tez, Çamlıbel’e geldiler, orıya bir çadır gurdular. Babası
mefat etdi. (Geder köylere bu kimiŋ nesi, bu kimiŋ nesi, ulan bu şo işde, Bolu
Báği gözlerine mil çekdirmişimiş. Kör var ya körüŋ oğlu, körüŋ oğlu, derkenne
Ruşen Ali, Köroğlu’nuŋ nâmını babasıŋıŋ körlüğünden alır.) Babası mefat etdi. 80
Bacısıynan gendi galdı. Orda Çamlıbel’de oturuyo Köroğlu. Bir gün bir atlı geldi.
Selam vermeden geçti Köroğlu’na. Selam vermeyince Köroğlu dedi ki, “Niye
selam vermeden geçtiŋ?”, “Saŋa selam verilmez.”, “Niye, ben adam dál miyim?”,
“Şimdi Bağdat Seferine geldi bizim askerlerimiz, Türk askerleri, harp edecek. Sen
burda zevk-i safaynan yaşıyoŋ. Din gardeşlerimiz de orda harp ediyo. Nasıl sana 85
selam vereyim? Müslüman müslümanıŋ yardımcısı dál mi?” der.
Bunu duyan Köroğlu, Köse Kenan derlerdi bir amcası vardı bir tek. Hemen
amcasını getirtdi. Dedi ki “Amca aplamıŋ emaneti seniŋ. Ben harbe gediyom.”
Bağdat zaferine geldiydiler. Everekli Köçekçioğlu’ynan beraber. (O gelen atlıya 90
da Köçekçioğlu derdi aslı Everekli.) Geldiler, oraya gezip, buraya gezerken,
herkes çadırını kurmuş, yerleşmiş. Bakdılar ki bir çadırda bir çocuk var. “Bakale
delikanlı bizi kabul edeŋ mi çadırıŋa?”, “Hay hay, dedi çocuk, buyruŋ.” girdiler.
Atları bağlayıp oraya girdiler. İşde bu çocuğa da Genç Osman derdi. Aslı Misisli
Genç Osman. (Genç Osman namını nerden aldı. Bağdat zaferine İsdanbul’dan 95
padişah askeriynen beraber gelirken, evelden beri Misis ayranı meşur. Bütün
Misis halkı askerlere birer bardak ayranımız kısmet olsuŋ diye düzülmüşler ayran
ikram edecekler. Osman da geldi, öŋden geliyo Padişah, Padişahı görünce bir
temenni etdi çocuk. Durdu padişah, “Buyur oğlum.”, “Padişahım duyduğuma göre
harbe gidiyomuşuŋuz, beni de götürüŋ harbe padişahım.” Dedi ki “Oğlum! Sen 100
[GSH]
119
gençsiŋ adıŋ ney?” dedi. “Osman”, “Oğlum Osman! sen gencsiŋ” dedi, Genç
Osman adını ordan alır. “Genç Osman gencim ammá harbederim padişahım.” dedi
evel de harbe gedenleri bir çoklarını sakalında darak duracak olurmuş. Genç
Osman harpadak darağa otutdurdu yüzüne “Aha! Darak sakalımda duruyo
padişahım.” Ve götürdü.) İşde Genç Osman’ıŋ çadırına durdular. Padişah da üç 105
kıyafet de teftiş ederdi askerini. Bir devriş kıyafetinde tanımasıŋlar diye. Bir
padişah kıyafetinde bir de bizim gimi boz elbise giyen öyle aralarda geziyo gimi
teftiş ederdi. Sultan Murat, padişah. Vardı çocuğuŋ çadrına şöyle galdırdı ki üç
kişi oturuyolar, “Nasıl hayatıŋızdan memniŋ misiŋiz? (Devriş kıyafetinde)
Padişahıŋızdan da memniŋmisiŋiz? Genç Osman dedi ki “Padişahımızı 110
adamsızlığa mı rast gelmiş de padişah edmişler, yoŋsa padişah olamazdı.” dedi.
(Genç Osman bunu diyen.) Dişini sıkdı “Seniŋ, yavaş şu iş hallolsuŋ boynuŋu
vurdurrum.” dedi.
Dolandı bir iki gün soŋra geri geldi, gene “Nasıl padişahımızdan memniŋ 115
misiŋiz?”, “Adamıŋ yokluğuna rast geldi. Padişahda akıl yok da”, “Neden?” dedi
bu sefer. “PadiŞahın ileri yönlü adamlarınıŋ bazısı, karşı düşman tarafından
ürüşfet aldı. Akıl yok padişahda.” dedi. Şıhılislam da karşıynan annaşmış,
“Yorgun askerlerimiz padişahım, burda isdirahat edek.” diyerekden padişahdan
izin aldı. Ürüşfet almışlar gece suikasde, yani baskına uğratdıracak askeri. 120
Padişah bütün kumandanlarıŋ çadırını dökdürdü bir şey yok. Dolanıyo, kıvranıyo,
duramıyo padişahkine. Gene geldi “Nasıl memniŋmisiŋiz?”, “Padişahdan çok
báhsetme.”, “Neden?”, “Bütün yataklarıŋ içine goydu aldığı ürüşfetleri. Bunu
bilemiyo padişah.” Padişah dökdürdü ki hakikaten altın, yatakların içinde sırıtmış, 125
döşşēn içlerine, şeridine, orda duruyo. Dişlerini sıkdı padişah, hemen askare harp
emirini verdi. Bağdat’ıŋ etrafı da hendek gazılı. (Mediney-i Münevvere’niŋ de
etrafında hendek muharebesi oldu, hendek gazıldı. Kafirler sabanan hendekden
beri yüze köprü uzadırlar. Tarlalara gederler akşam oldu mu galeden tarafa
çekerler köprüyü) Köroğlu, Köçekcioğlu, (Köçekcioğlu Everekli, Genç Osman 130
Misisli, Köroğlu da malüm babası boyuna Bolu’da durdu, ammaa Çamlıbelli)
Bağdat’ıŋ hendeğe vardı. Genç Osman, atı mahmuzladı. At hedeğen öte yanıŋa
geçti köprüyü beri uzatdı, asker geçsiŋ diye. (İşde Allah Allah deyip geçdi Genç
[GSH]
120
Osman, Bağdad’ıŋ gapısıŋı genç Osman açtı. Bunu söyleyen de Sultan Murad,
padişah söyledi yani başka bir âşık söylemedi.) 135
Harbe girdiler, al ha vur ah, al ha vur ha derken Köroğlu galeye vardı. Galeden
gıralı yakaladı, gavuruŋ bayrağını endirip Bağdat kalesiŋe Türk bayrağını çeken
Ruşen Ali Köroğlu, kıralı getirdi. Sultan Murad’ıŋ yanına şöyle yakasıŋdan dutdu.
“Aha düşmanıŋ padişahım.”, “Sağol evladım, dile benden ne dilerseŋ.” (Kıralı 140
getirdi ya!) “Padişahım eveli sağlığını dilerim, ikinci bir sefer de benim şimdi
Çamlıbel’de bir çadırım var.”, “Evet”, “On sekiz sáati doğusuna on sekiz sáat
batısıŋa, on sekiz sáat kuzeyine, on sekiz sáat güneyine, bana buraya bir dapı
verirseŋ kimse dáğip dolaşmayacak derseŋ eveli sağlığını dilerim. Soŋra da bunu
diliyom padişahım.” (İşde Sultan Murad verdi Köroğlu’na Çamlıbel’in dapısını.) 145
Harb durdu Köroğlu orıya vardı. (Malum arkadaşlar! Bir insanıŋ yeri olmazsa bir
arkadaşa buyur eve gedek diyemez.) Köroğlu orıya yerleşdi.
Getdiği yerden belli, bilēne güvenenlerden, belli pehlivanlardan başına derledi.
Orıya bir bina yapdı. Padişahdan da izinlili, ordan geçen kervanıŋ toprak basdı 150
parasını Köroğlu alacak, geçimini sağlayacak. İşde Köroğlu kervan soylu
dedikleri bu. (Köroğlu heç gedip zorbalık yapmadı. Fakir fukarayı incitmedi,
yardımcı oldu. Fakat toprak basdı parasını alırdı Çamlıbel’den geçenleriŋ.)
Askerleri başına derledi. Sağa sola fakir fukaraya yardıma geder; gendine ağır
gonuşanlara garşı kor. Askerlerini everip yerleşince, dediler ki üç adamı 155
Köroğlu’nuŋ “Gız bir ananıŋ, bir babanıŋ gızı olacak. Bacanak olacāk biz
birbirimizle yoŋsa evlenmek dediler.” Düşündü Köroğlu, Mahmud-u Bezirgan der
bir de bezirganbaşı var. Dünyanıŋ dört bucağına geder mal alır mal satar,
Kervancı. Çağartdı Mahmud-u Bezirgan’ı, kervan gonalga yerine gonduğu zaman,
“Ulan Mahmud-u Bezirgan! Benim adamlarımıŋ üç tanesi beni zora çekiyo. Bir 160
ananıŋ bir babanıŋ gızı olacak. Biz bacanak olacāk, yoŋsa evlenmek diyolar.
Bildiğiŋ yerde var mı böyle yetişik bir ananıŋ bir babanıŋ gızı?”, “Var.” dedi,
Mahmud-u Bezirgan’ı. “Nerde?”, “Gürcisdan Şahınıŋ üç tane gızı var. Gülisdan
Bahçesinde sarayları var. Üçü de yetişik. Benden alavere edmiye gelirler. Üçü de
birbirinden güzel. Arıyıp da bulamadığıŋ kız”, “Bana önder edeceksiŋ öyleyse. 165
Ben daha Gürcisdan tarafına gedmedim.”, “Yoo! Ben sennen gedemem
Köroğlu.”, “Neden?”, “Sen, ırahat durmaŋ gederken ona buna çataŋ çok adamı
[GSH]
121
öldürüŋ. Ben de bir Bezirgan’ım, seniŋ yüzünden oldu derler, beni oralara
eledmezler. Varamam ben.” dedi., “Kimsiye bi şey demem” dedi. Köroğlu söz
verdi. Mahmud-u bezirgan da kabul etdi. Hazırlık yapılsıŋ. Hazırlık yapılıyo. 170
Gürcisdan’a gedecek.
Herkes hazırlandı askeri ikiye pöldü. Alayı getse, Çamlıbel’e düşman tarafından
gelirler, harab ederler. Dediler ki “Ulan! Bu gediyo ammá başımıza kimi tayın
edici bu. Eee baba dediler”, “Ne var oğlum?”, “Sen gediyoŋ, ammá burayı kim 175
idare edecek buranıŋ durumu nasıl olacak heyle edecāk, kim bakacak burıya?”,
“Tamam siz de haklısıŋız çocuğum.” dedi. Şimdi bunu deyince Köroğlu Gözel
Eyvaz’a dedi ki “Oğlum! Şu sazımı bana ver de buraya kimin idare edeceğini
söyleyim.” dedi. Aldı bakalım Köroğlu orda adamlarına garşı ne söyledi, değerli
arkadaşlar burda ne diŋledi: 180
[ Nr.1 ]
(Ah!) Tokat tellalından alıŋ bakırı İncitmeyiŋ fukarayı, fakırı 185 Tuna seli gimi buzu rakıyı (Ay!) İçir meyhaneci ben geleneçā (Tuna seli gimi buzu rakıyı) (Ay! İçir meyhaneci ben geleneçā) 190
(Ben gelince görrük hesabı diyo yani!)
(Ah!) Eyvaz’ıŋ bildiği (oğlum), yavız gadana Çalım satmaŋ gördüğüŋüz adama Düğün gumaşını (oğlum), salsıŋ Adana (Goca Adana) 195 (Ah!) Dikdir terzibaşı ben geleneçā (Düğün gumaşını (oğlum), salsıŋ Adana, şanlı Adana) (Ay! Dikdir terzibaşı ben geleneçā) (Ah!) Gayseri’den gelsiŋ (oğlum), beş yüz paltacı 200 Varsıŋ Garadağ’dan gırsıŋ ağacı Gayseri’den gelsiŋ (oğlum) beş yüz deveci (Ah!) Çekilsiŋ odunlar ben geleneçā (Gayseri’den gelsiŋ (oğlum) beş yüz deveci) (Ah! Çekilsiŋ odunlar, yavrum, ben geleneçā) 205
(Nağme yazdırıyo adam ede!)
(Ah!) Atıma binem de (oğlum), gedem hapana Belki tez dönemem (yavrum), yollar gapana 210 Beş yüz goyun ısmarladım (oğlum, her bir) çobana (Ay!) Yedir Gasapbaşı, ben geleneçā (Beş yüz goyun ısmarladım, oğlum, her bir çobana) (Ay! Kesdir Gasapbaşı, ben geleneçā)
215
[GSH]
122
(Ay!) Atıma binem de (oğlum), gedem ezene Belki tez dönemem (oğlum), yollar uzana Atmış batman pirinç (oğlum) goyuŋ (her bir) gazana (Ay!) Yedir ahçıbaşı ben geleneçā (Atmış bataman pirinç, oğlum, goyuŋ her bir gazana) 220 (Ay! Yedir ahçıbaşı ben geleneçā) (Ay!) Diyo Goç Köroğlu, çal düğün olsuŋ Atmış batman gına, Yemen’den gelsiŋ Döne’m üsdüŋüze (oğlum), vekilim olsuŋ 225 (Ay!) Çaldırsıŋ düğünü ben geleneçā (Döne’m üsdüŋüze, yavrım, vekilim olsuŋ) (Ay! Çaldırsıŋ düğünü ben geleneçā, yavrım ben geleneçā)
Ayvah dediler ağam. Şimdi Köroğlu da hangisiŋe desem ki, sen burayı idare et 230
desem, belki öteki zorsunur diye Hanımı Şirin Döni’ye vekil etdi yerine. Çünkü
anaları olduğu için kimse zorsunmaz dedi. Köroğlu yola çıkınca abaav! Köroğlu
bir yeri harab edmiye gediyo diye öksüz oğlan, dul avrat, büyük, göçcük ne varsa
alayı döküldüler yola. Biz de gedek de Köroğlu’nuŋ harab eddiği yerden birtî
ganimet alak diyolar. Ulan! Köroğlu bakdı ki öksüz olan, dul avrat, büyük göçcük, 235
yaşlı genç, dökülmüşler yola, onlar da hazırlanmışlar. O da gedici harbe, ganimet
almaya gediyolar, harbden bir habarı yok ya. Lan Köroğlu şöyle bir göz gezdirdi.
“Ulan oğlum Eyvaz! Şu curamı bana verele.” Curayı aldı bakalım Köroğlu orda
biriken insanlara ne söyledi, değerli arkadaşlar burda ne diŋledi:
240 [ Nr.2 ]
(Ay!) Seferim var Gürcüsdan’a Beniminen geden gelsiŋ Kötüler çıkmaŋ meydana 245 (Oğlum!) Canı serden geçen gelsiŋ (Kötüler çıkmasıŋ meydana, yavrum meydana) (Canı serden geçen gelsiŋ) Yeryüzünde hurab gimi 250 At üsdünde ahrap gimi Düşman ganı şarap gımı (yavrım) Avıç avıç içen gelsiŋ (Düşman ganı şarap gimi oğlum) (Avıç avıç içen gelsiŋ) 255
(Köroğlu bunu söyledikçe millet gıçın gıçın geri dönüyo.)
Enek meydanıŋ düzüne Gılıç galkanıŋ yüzüne 260 Kefiniŋi gendözüne (yavrum) Eliyinen biçen gelsiŋ (Kefiniŋi gendözüne, yavrum) (Eliyinen biçen gelsiŋ)
[GSH]
123
265 Goç Körolu’m der mert gimi Yanar yüreğim ört gimi Düşmanını aç gurt gimi, (oğlum) Yarıp yırtıp yiyen gelsiŋ (Düşmanını aç gurt gimi, oğlum) 270 (Yarıp yırtıp yiyen gelsiŋ)
Köroğlu bunu söyleyince abav! “Vallaha biz hiç gedemek.” dediler, alayı geri
çekildi milletin. Ganimete gedecek olanlarıŋ alayı geri çekildi. Bunlar yörüdüler.
Mahmud-u Bezirgan önderlik yapar; gendiler arkadan geder. Köroğlu diyo ki 275
“Şurdan gedek, şimdi varrık, kervan gonalga yerine gonarık, benden toprak basdı
parası isderler, ben şimdiye gadar toprak basdı parası vermedim, bu benim
zoruma geder, öyleyse şurdan gedek.”, “Yav! Ordan gedersek de şehir yok, köy
yok, ev yok, gışa yakalanırsak dağda perişan oluruk, ordan gedmiyek.” Gözel
Eyvaz diyo ki şurdan gedek, verek bir gaç guruş paş, n’olacak; Köroğlu diyo ki 280
şurdan gedek. Gözel Eyvaz’ıŋ da küsmesi tezidi; bunu küstürrüm diye düşündü
Köroğlu, “Oğlum, şu sazı baŋa verele dedi.” Aldı bakalım sazı Köroğlu ne söyledi
değerli arkadaşlar burda ne diŋledi:
[ Nr.3 ] 285
Hönker, Goç Demirçi’m hönker Demirden zırhları söker Atıŋ nalıŋ mıkın çeker (oğlum) Daşdır bu dağıŋ yolları 290 (Atıŋ nalıŋ mıkın çeker, oğlum) (Daşdır bu dağıŋ yolları) Gel Eyvaz’ım verek garar (Oğlum) áğlenmeyek bize zarar 295 Yağmur yağar hendek yarar (yavrım) Kışdır bu dağıŋ yolları (Yağmur yağar hendek yarar, yavrım) (Daşdır, şu dağıŋ yolları) 300 Öte geçeye geçelim Atlara yonca biçelim Bu dağı çabuk geçelim (oğlum) Gışdır şu dağıŋ yolları (Bu dağı çabuk aşalım, oğlum) 305 (Zordur bu dağ(lar)ıŋ yolları) Goç Köroğlu’m der n’olacak Bu iş böyle mi galacak Mahmud Bezirgan gelecek (oğlum) 310 O bilir (oğlum), yoluŋ sağını (Mahmud Bezirgan gelecek, oğlum) (O bilir (oğlum), yoluŋ sağını)
[GSH]
124
(Önderleri o ya!)) 315 Mahmud-u Bezirgan geldi, “Ne bu şeyiŋiz?”, “Yav! İşde biz Eyvaz’ınan
anlaşamıyok. Ben diyom ki şurdan gedek gendi diyo şurdan gedek. Mahmud-u
Bezirgan dedi ki “Şurdan gedek ammá Köroğlu, ırahat duracaksıŋ haa! Tek ben
veriyim beş on guruş, toprak basdı parası, cangama çıkarma.”, “Peki!” Vardılar 320
bir ağanıŋ toprāna. Kervan gonalga yerine gondular. Geldi adamlar, oranıŋ toprak
basdı parasını almıya. Her zaman da Mahmud-u Bezirgan orıya konar, oranıŋ ileri
yönü ağlanıŋ báğleriniŋ gızları, bacıları gelirler, Mahmud-u Bezirgan’ıŋ ekmeğini
yaparlar, Mahmud-u Bezirgan da cıncık boncuk gızlara hediye verir, yolcu eder.
(Şimdi kervanınan geden adam şehire uğramıyo tabii, acıkıyo, azzığını alırlar, 325
ekmekleri olacak yanıŋda.)
Bunlar akşam olup yatınca Köroğlu yatamıyo. Köroğlu şişgin. Kelle hamam
kupbasīmı gözler berbar aynasīmı, kollar yartmak gımı, döş gem şahīmı oldu.
Uyuz oğlak yürā gımı gürp gürp gürp atıyo Köroğlu’nuŋ yürē. Neden? Daha paç 330
varası vermediğinden, paç aldılar benden diye, onu zorsunuyo Köroğlu. Gece
olunca Mahmud-u Bezirgan uyuyunca, Köroğlu dedi ki “Ulan! Kakıyım, şu şehrin
dört bucānı dolanıyım. Ulan! Bir danadan, inekden bişe bulursam heç olmazsa
onu hendeklediyim de yürām soğsuŋ bi taraftan.” (Yani öldürücü, yürē soğuyucu,
yani verdiği paranıŋ acısını çıkarıcı, malıŋ ne suçu var.) 335
Çıkdı atınan, gezip dolaşırkan, sabah yakınımış bir puŋara ırast geldi, üç dáne kız
geliyo puŋara. Ala garanlık puŋardan suyu doldurup, geri gidecek. İkisi puŋara
geldi; biri gerillekde galdı. Yabancı bir erkek var diye, puŋara yakın diye gelmiyo.
O iki gız puŋarın başında. Gızlar puŋarın başından çekinmiyo. O birisi de 340
gerillekde galdı gelmiyo. Puŋarın başına yabancı erkek var diye. Köroğlu bu
gızları görünce aldı bakalım gızlara garşı ne söyledi, değerli arkadaş ne diŋledi:
[ Nr.4 ]
345 Puŋar başında duran gız Yağlık yüzünü büren gız N’olur su veriŋ içeyim (neyleyim) Yolcu halından bileŋ gız. (N’olur bir su veriŋ içem, neyleyim) 350 (Yolcu halından bileŋ gız.)
[GSH]
125
Köroğlu bunu söyleyince, gızıŋ biri beliğini kara yılan gımı önüne düşürdü. Aldı bakalım gız:
355 Puŋar başında dururum Yağlık yüzüme bürürüm Yolcu halından bilirim İnde suyu içiriyim
360 [Köroğlu:]
Hasdayım atdan enemem Ensem de geri binemem Sizi gördüm de dönemem (dönemem) 365 Gızlar su veriŋ içeyim (Sizi gördüm geri dönemem, dönemem) (Gızlar bir su veriŋ içeyim)
[Kız:] 370 Hasdasıŋ atdan inersiŋ İnip de geri binersiŋ Bizi gördüŋ de dönersiŋ (dönersin) İn de suyunu içirim 375
[Köroğlu:] Çamlıbel iŋ bayırına 380 At örklerler çayırına Anaŋ babaŋ hayırına Güzel, su veriŋ içeyim (Gızlar bir su veriŋ içem, neyleyim) (Anaŋ babaŋ hayırına) 385
[Kız:] Çamlıbel’de bayır olmaz At örklüyecek çayır olmaz 390 Şu garşında hayır olmaz (neyleyim) İn de suyuŋ içiriyim
Gıznaŋ Köroğlu bunu söylerken Gözel Eyvaz yatağında uyandı ki, Köroğlu yok.
“Ulan! Bu deyyis, bir yaramazlık çıkarır da başımızı belaya goşar.” dedi. Gözel 395
Eyvaz da çıkdı yokarı. Şurda burda derken Köroğlu’nun bulunduğu yere geldi.
Köroğlu gızlara bunu söylüyo, gızlar Gözel Eyvaz’ı görünce “Emmi!” dediler,
“Ne var?”, “Bu seniŋ neyiŋ?”, “Oğlum.” dedi. “Zatı biricik oğlum var o da bu.”,
“Beni oğluna almaŋ mı?”, “Alırım.” dedi. “Emmi!”, “Ne var?”, “Biz ikimiz
yengeŋ olmaya ırazıyık. Bizi oğluŋa al.” dedi. “Oldu., Biniŋ teskisiŋe.”, Şimdi 400
gızları teksisine bindirdi Gözel Eyvaz’ıŋ “Götür oğlum Eyvaz bunları, sandığa
goy, Mahmud-u Bezirgan görmesiŋ. Namıssız bizinen bozar arıya, geri geder,
[GSH]
126
yolu çıkaramak biz.” Şimdi Gözel Eyvaz gızları götürüyo; gendi, o biri puŋarın
başına gelmedi ya, o gıza, gızıŋ birisi de “Mavılı sen ne diye gelmiyoŋ” dediğinde
adını duyduydu, adı Mavılı. Şimdi bunuŋ adını duyunca, Köroğlu gızdan tarafa 405
yörüdü. Köroğlu vardıkça gız gediyo suyu doldurmadan. Köroğlu hem gediyo
hemi arkasından ne söyledi bakalım, değerli arkadaşlar burda ne diŋledi:
[ Nr.5 ]
410 Birisi puŋar başında Birisi yoluŋ dışında Mavılı’m on beş yaşında (yaşında) Gız Mavılı, can Mavılı (Mavılı’m on beş yaşında, yaşında) 415 (Gız Mavılı, can Mavılı) Biri(si) puŋarda oturur Desdisi suya batırır Al giyen, aklım yitirir (yitirir) 420 Can Mavılı, gız Mavılı (İlle Mavılı Mavılı) Al giyer mavi bürünür Bir ucu yerde sürünür 425 Goynuŋda memeŋ görünür (görünür) Gız Mavılı, can Mavılı (Goynuŋda memeŋ görünür, görünür) (Gız Mavılı, can Mavılı)
430 Köroğlu bunu söyledi ammá gediyo gız. Gonağa da yaklaşdılar. “Kellesi böyük
deyis, goynumdā mememi nerde gördüŋ de yalan söylüyoŋ.” deyi geri döndü
elindē desdiyi bir fırlatıp atıŋca Köroğlu’nuŋ alnınıŋ çatıŋa takıladı. Desdi gırıldı,
Köroğlu’nuŋ alnı yarıldı. Elini çalıyıverdi ki Köroğlu şöyle gızılaşı gan “Ulan
Mavılı! Ahdım olsuŋ ki, dedi, geri gelirken seni alırım, Deli Hoylu’ma veririm. 435
Bu da seniŋ gınaŋ olsuŋ” dedi. Elindē ganı duvarıŋ suratıŋa vurdu. Geri döndü.
Şimdi biraz soŋra oldu. Gızlarıŋ gardaşları bir beklediler yok, iki beklediler yok,
“Ulan! Mahmud-u Bezirgan’ıŋ yanına varıŋ hele bizim gızlar varmamışlar mı?.”
Mahmud-u Bezirgan’a sordular. “Yok.” dedi Mahmud-u Bezirgan “Gelmedi. 440
Ekmēm de var benim.” Öte aradılar, beri aradılar yok. Ulan! Bu kellesi böyük
deyis acaba bir şey yapar mı diyo Mahmud-u Bezirgan, habarı yok ya, gızlar
sandıkda. Ordan yükletdiler, atdılar bindiler, gızları aldılar sandıkda ikisi bir
deveniŋ bir yanında yüklü, biri sandığıŋ içinde, biri diğerinde yüklü, sürdüler
günlerde geç vakıtda tez, Gürcisdan’a vardılar. Gürcisdan, Çamlıbel’e çok yakın, 445
[GSH]
127
bir uzak yer dál. (Şeyden öte gediŋ Kayseri’den, yakın sıŋır zatan, Karadeniz
sıŋırı.) Orıya varınca tabi, doğru şehere dalmadılar. Köroğlu dedi ki “Ben deli
oluyum. Siz de işde falan yere gonuŋ. Ben gediyim, dıkılıyım şehere, geziyim,
dolaşıyım, gızlarıŋ yerini öğreniyim bir durumu eyiden öğrendikden soŋra size
habar ederim”, “Oldu.” Köroğlu hana girdi, sırtındā elbiseyi çıkardı şilteniŋ 450
biriniŋ garnıŋı yardı. Ortasıŋı deldi, boynuŋdan aşşā sırtına dakdı. (Afedersiŋiz)
Deve bokundan da bir tesbah yapdı. Teeyyy şu gadar bir metre kadar yok.
Deli ya, girdi şimdi şehre. Abovv! Çocuklar bir deli gördük diye daşlıyolar, kimi
yanna varıyo sıtlık çalıyo, deli ya. Geze geze Gürcisdan Şahınıŋ sarayına yaklaşdı. 455
Gürcisdan şahı dedi ki “Ulan! Dáneŋ hele, bir gürültü var, neci bu?” Adamları
dáğnedi ki bir deli var, sarmışlar her tarafını daşlıyolar, gülüşüyolar, sıtlık
çalıyolar, deli. “Ulan! Varıŋ hele şo deliyi, getiriŋ, nereniŋ delisiymiş, daha böyle
deli görmedim.” Bizim Gürcisdan şahı çağartdı, Gürcisdan şahı. “Sen kimiŋ
delisisiŋ?”, “Ben Köroğlu’nuŋ delisiyim.”, “Adıŋ ney?”, “Bana Deli Ali derler”, 460
Ulan! Benim bir delim varmış da Gürcisdan şahı mukayyet olamamış der.
Köroğlu’nuŋ gendini görmedim ammá ününü duyarım. “Şunu salmaŋ dışarı.”
dedi. Gendi sarayında gonuşduruyo, ediyo bunu. “Uşak bunu nedek?” Gürcisdan
şahı dedi ki “Bunu bizim gızlarıŋ yanıŋa eletiŋ.”
465 Orıya kimse varamıyo gızlarıŋ yanına, üç tane yetişik gız olmuşlar, Gülisdan
Bahçesi’ŋde. Eletdiler bunu orıya, gızlar bakdı ki ulan! Bu dünya adamına
beŋzemiyo, Cehennem zebalisi gimi bişey. “Bu neci?” dediler. “Bu Köroğlu’nuŋ
delisiymiş. Babaŋ saldı, buna mukayyet olacaksıŋız, dışarı çıkarmıyacaksıŋız,
dışarı çıkardıŋız mı Gürcisdan ahalisi çorçocuk bunu daşlar, öldürür.”, “Oldu.” 470
Şimdi Köroğlu orda durur. Gızlarınan gülerler, şakalaşırlar, top oynarlar. Şimdi
Köroğlu topu yere vurur, gızlar dutar. Ali Emmi biz dutduk binecák derler
binerler, Ali Emmisiniŋ sırtına. Binerkene de şilteyi accak yokarı galdırırlar.
“Şitt!” derler Ali Emmisiŋiŋ gıçına. Şimdi Ali Emmisi, gızlar vurdu mu Ali 475
Emmisi dutar topu. Ayağınıŋ birini galdırır birini galdıramaz Ali Emmisiŋi
götüremez gızlar ki. Binmiş olur o da toparlar gızlarıŋ eteğini, şitt! der. “N’ediyon
Ali Emmi”, “Eee! Siz bana öyle ediyoŋuz, ben de ediyom.” der. Şimdi deliniŋ
yaşıtı olmaz derler ya, bir gün dediler ki; “Ali Emmi, sen bahçe sulamasını biliŋ
[GSH]
128
mi?”, “Ben Çamlıbel’de Köroğlu’nuŋ bahçıvanıydım. Ben eyi bahçe sularım.”, 480
“Ne var Ali Emmi, bizim işimiz var, sen şu bahçeyi sula dediler”, “Oldu.” Ali
Emmisi geldi bahçeye, eline beli aldı. Zora möteçliği yok Köroğlu’nuŋ gülüŋ
köküne goyuyo, yallah bele basıyo, portuyo, dönderip dönderip eletiyo, havuz var,
havuzuŋ içine goyuyo kökünü. Eee gızlar birezden vardı ki bahçanıŋ yarı yeri
tertemiz olmuş, “N’eddin Ali Emmi böyle?”, “Eee! Sen gülleri sulaŋ demediŋ mi, 485
sulanıyo bak.” Alıyániŋ kökü içinde. Gülüşdüler.
Şimdi gızıŋ án göççüğünüŋ adı Gülyesemen, o da heç hazlanmıyo Köroğlu’ndan.
Pis diyo, kokar diyo. “Gelele Ali Emmi sen, gel gel. Ali Emmi sen davar
kesmesini biliŋ.”, “Aau! Ben Köroğlu’nuŋ gasap başıydım zatı, Çamlıbel’de.”, 490
“Öyleyse şu davarı kes. Bir davar aldık, kesip yiyecek oldu.”, “Oldu, ayaklarından
dutuŋ” Köroğlu başladı şimdi geçiniŋ guyruğundan gıgıçlamaya. Guyruğundan
gığıçladıkça geçi bee diye bağırıyo. “Ali Emmi! N’ediyoŋ?”, “Aŋ zor yeri bura,
burayı kesdiŋ mi, galan yeri golay.” diyo. Şimdi kellesiŋden kesse bu deli dál
deyiciler. Deli olduğu için geçiniŋ guyruğundan boşlıyo kesmeye. Gızlarda 495
diyecek hagatdan deliymiş.
Şimdi bir gün, beş gün derken gızlar ikisi yaklaşıyo Gülyesemen yaklaşmıyo. Bir
gün Ali Emmileri yatdı ağzı aşşa, bakdı ki tahtanıŋ birinde goca bir budak var.
Yallah yumruğunan vurunca budak öte yanna çarpadak getdi. Ali Emmisi hayasıŋı 500
o budağın arıya gısıkdırdı. Bar bar bağırıyo Deli ya. Gızlar yetişdiler. “Bu ne
bağırıyo, n’oldu”, “Hayamı gısıkdırdım tahtaya.”, “Bacı Yesemen sen yukardan
çek, biz aşşağıdan yukarı yitek. Şunu çıkarak babam duyarsa bize gızar” diyolarsa
da Gülyesemen’e yaklaşmıyo. İnsene aşsa in, yok. Yalvarı yalvarı “Ben, dedi,
yokardan elime bir çabut alayım (Paçavara). Gendiniŋ golundan dutayım, yokarı 505
çekiyim zararı yok.”
Bunu çekerken Gözel Eyvaz geldi. “Bura bir deli gelmiş gördüŋüz mü?”,
“Gördük.” dediler ammá Gözel Ayvaz’a bakdılar ki ayıŋ on dördü gimi parlıyo.
Gülyesemen de gördü hemen geri döndü. Gözel Eyvaz daha iş hallolmamış. 510
“Emmi.” dedi Gülyesemen, “Neyo?”, “O seniŋ oğluŋ mu?”, “Oğlum, bir tek
oğlum var zatı.”, “Beni oğluna almaŋ mı.”, “Onu gendi bilir. Ben ne biliyim
[GSH]
129
gızım. Onu gendi bilir. Eğer gönlü olursa öteki duyurma, ben ona habar salarım,
seni alır götürür”, “Öyle mi diyoŋ?”.
515 Şimdi o gediyo, öteki birbirine duyurmamış oluyo goya. Gızıŋ öteki geliyo. Beni
oğluŋa alıŋ mı? Ne biliyim yavrum onu gendi bilir. Böyle böyle üçü de geldiler
Deli Ali’ye. Gözel Eyvaz’a habar etdi, Gözel Eyvaz geldi gızları tek tek götürdü.
Gürcisdan Şahınıŋ heç habarı yok. Gızlar ordan gedince Köroğlu çıkdı. Geder
ammá çadır yazıda gurulu bekliyolar eğer ufacık bir gargaşa olsa harp başlıyacak 520
yani. Mahmud-u Bezirgan da orda ağlarıŋ beğleriŋ yanında oturuyo, oyalıyo
onları, kervanda, ne varsa indir, sat alak, diyolar hele bekleŋ hele bekleŋ. Gızlarıŋ
üçü üç yerden gedince Köroğlu çıkdı. Gürcisdan Şahınıŋ yanıŋa geldi. “Eee!
Ulan! N’oldu, sen mi geldiŋ gızlar mı gönderdi?”, “N’olduğunu sana derim
şimdi.” dedi. Aldı Köroğlu Gürcisdan Şahınıŋ garşısıŋda bakalım ne söyledi, 525
değerli arkadaşlar burda ne diŋledi:
[ Nr.6 ]
(Ay!) Düzgün olur Arap atıŋ sarısı 530 İyi olmaz her yaranıŋ ağrısı Üç dene gelinlik (oğlum) durna yavrısı (Ay!) Gürcisdan elinden uçdu duyduŋ mu (Üç dene gelinlik, yavrım durna yavrısı) (Ay!) Gürcisdan elinden uçdu duyduŋ mu) 535
Diliŋe sağlık Deli Ali diliŋe diyo, Gürcisdan Şahı. Bahçanda yetişir (oğlum) ayva turuncu Hazineŋde dolu (oğlum) elmasnan inci 540 Saŋa derim saŋa Gürcisdan genci (Gürcisdan genci) (Ay!) Telliğin başından düştü duyduŋ mu (düştü duyduŋ mu) (Saŋa derim saŋa oğlum Gürcisdan genci, Gürcisdan genci) (Ay! Sarayıŋ başıŋa göçtü duyduŋ mu) 545 (Ay!) Köroğlu’m burada (oğlum) Del’ali oluk (Delali oluk) Olanca aklını (yavrım) talana salık Saŋa derim saŋa (oğlum) depesi delik (depesi delik) (Ay!) Telligiŋ başıŋdan düşdü duyduŋ mu (düşdü duyduŋ mu) (Saŋa derim saŋa, depesi delik, depesi delik) 550 (Ay! Telligiŋ başından düşdü duyduŋ mu, düşdü duyduŋ mu)
(Bunu söyledi yani gızlar diyo, seniŋ depeŋ delik heç anlamıyoŋ diyo yani. )
Köroğlu “Baŋa müsaade ben birazdan…”, “Ulan! Deli Ali gedme, seni daşlarlar.”
“Geziyim, hapis gimi oldum.” Beriden vardı ki Mahmud-u Bezirgan’a içirmişler 555
zil zurna olmuş Mahmud-u Bezirgan. Bizi oyalıyo bu, herhal bir şeyi yok. Ordağa
[GSH]
130
ağlar, báğler, mal alıcı olanlar bizi oyalıyo, şunu zarhoş edek de öldürek,
demişler. Köroğlu beriden vardı ki Mahmud-u Bezirgan bakdı ammá gımıldar halı
yok. Anladı durumu. “Ney o lan deli dediler.”, “Size bir türkü söyliyem ağalar.”
dedi. Deli ya, söyle demeye haceti yok deliye. Söyle bakalım Deli Ali dediler. 560
Şimdi Mahmud-u Bezirganı ayıkdırmıya çalışıyo. Aldı bakalım Köroğlu Mahmud-
u Bezirgan’a garşı ne söyledi bunu değerli arkadaşlar ne diŋledi:
[ Nr.7 ]
565 Bizim eliŋ ağaları Ağaları hem báğleri İçip de zerhoş olmuşlar (oğlum) Kadah dönderi dönderi (İçip de zerhoş olmuşlar yavrım) 570 (Kadah dönderi dönderi) Gara guş döner havada Yavrısıŋ besler yuvada Gara çadır düz ovada (oğlum) 575 İpiŋ gerdire, gerdire (Gara çadır düz ovada, oğlum) (İpiŋ gerdire, gerdire)
Mahmud-u Bezirgan’a hatırladıyo ammá zerhoş adam ne anlar. 580
Has bahçada gül beslerler (Oğlum) bülbül gondura gondura Arap atlara binerler (yavrım) Dizgin sündüre, sündüre 585 (Arap atlara binerler, yavrım) (Dizgin sündüre, sündüre) Goç Köroğlu’m der varıldı Garşıda duşman görüldü 590 Ben yoruldum Gır At yoruldu (oğlum) Güzel bindire, bindire (Gır At yoruldu ben yoruldum, yavrım) (Güzel bindire, bindire) 595
(Mahmud-u Bezirgan’a diyo ki gızlar getdi kak. Ammá zeroş adam yerinden
kakar halı yok.) Köroğlu beriden vardı zora möteçliği yok Mahmud-u Bezirgan’ıŋ
goltuğundan dutdu. Burdan aldı, şora addı, ordan aldı. “Vallaha belasıŋı buldu
Mahmud-u Bezirgan bu deli onu iflah etmez.” diyolar. “Biz öldüreceğimize bu
öldürdü. Ammá iyi oldu.” 600
Ordan ora, ordan ora atıŋca, irellek de varınca Mahmud-u Bezirgan’ı goltuğuna
aldı. Köroğlu el etdi çadıra. “Duruŋ báğim.”, Bak ne diyo?, “Karşıda düşman
[GSH]
131
göründü. Düşman şimdi ayıkırsa, bilirse gızlarıŋ getdiğini harp etmezler mi?”
Hemen çadırı yıkdılar. Köroğlu sırtını değişdi. Bindiler atlara, sür. “Sıŋırı geçek 605
oğlum, Gürcisdan sıŋırını geçek.” Günlerde geç,vakıtda tez. At ayağı kölük olur,
Âşık dili yörük olur. Na kadar uzak olsa menzili tez dolandırırlar.
O gızları, o iki gızı aldığı yere geldi. “Lan Köroğlu! Gızları sen götürmüşsüŋ”
dedi gızıŋ gardaşları. “He! Ben götürdüm. Birini daha alıcım, almıyınca 610
gedmem.”, “Lan böyle olur da heç bizim habarımız olmadan sen gızları sandā goŋ
götürüŋ” diye. İki taraflı da asker derlendi. Harp başladı, harp başladı ammá
Köroğlu’nuŋ iki gayını var. Biriniŋ adı Hoylu, biriniŋ adı Abbas. Köroğlu, gızlara
diyo ki şunu falana verecem, şunu falana verecem Deli Hoylu’yu heç saymadı.
Deli Hoylu’ya da geliken Mavılı’yı allım dedi ya. Deli Hoylu’nuŋ da ondan habarı 615
yok. Deli Hoylu küsdü. 250 ādar atlısı varıdı. Aldı Deli Hoylu çekildi
Köroğlu’ndan ayrıldı. Şöyle bir yere çadırını gurdurdu, seyrediyo harbi.
Köroğlu’nuŋ askeri çok azaldı. Deli Hoylu ayrılınca Deli Hoylu’da çok harpçi bir
insandı. Bakıverdi ki Deli Hoylu askerini ayırmış. Ayrıca çadırda duruyo. Gözel 620
Eyvaz da yaralandı. Atlılarıŋ içinde Köroğlu’nuŋ Gözel Eyvaz’ı yaralandı. Lan
Köroğlu, Gözel Eyvaz’ın yaralandığını görünce beriden vardı Hoylu’ya selam
verdi. Hoylu dürüst selamı bile almadı. Bildi küsdǖnü. Aldı bakalım Köroğlu Deli
Hoylu’nuŋ gayanıŋın yanıŋda ne söyledi, arkadaşlar burda ne diŋledi:
625 [ Nr.8 ]
Hoylu’m kaksana yeriŋden Gılıcı çeksen(e) beliŋden Al beni düşman elinden (elinden) 630 Hoylu’m el aman, el aman (Al beni düşman elinden, elinden) (Hoylu’m el aman, el aman)
[Deli Hoylu:] 635 Hoylu’yum kakmam yerimden Gılıç çekemem belimden Alamam düşman elinden, (elinden) Gavga bilmezem,bilmezem 640 (Alamam düşman elinden, n’eyleyim) (Gavga bilmezem,bilmezem)
645
[GSH]
132
[Köroğlu:] Gökde yıldız sıralandı Yere düşüp perelendi 650 Gözel Eyvaz yaralandı (Hoylu’m n’eyleyim) Hoylu’m el aman, el aman (Gözel Eyvaz yaralandı, n’eyleyim) (Hoylu’m el aman, el aman) 655
[Deli Hoylu:] Gökde yıldız sıralansıŋ Yere düşüp perelensiŋ Gız alanlar yaralansıŋ (n’eyleyim) 660 Gavga bilmezem, bilmezem (Gız alanlar yaralansıŋ n’eyleyim) (Gavga bilmezem, bilmezem)
[Köroğlu:] 665 Hoylu’m gadaŋı alırım Gayınım gurban olurum Şirin döneyi veririm (veririm) Hoylu’m el aman, el aman 670 (Şirin dönemi veririm) (Hoylu’m el aman, el aman)
[Deli Hoylu:] 675 Hoylu’m elden alır pacı Bu sözleriŋ gayat acı Şirin Döne baŋa bacı (n’eyleyim) Gavga bilirem, bilirem (Şirin Döne bana bacı n’eyleyim) 680 (Gavga bilirem, bilirem)
Köroğlu bunu söyleyince şirin dönemi veririm diyince, “Ulan!”, dedi, Deli Hoylu
“Nādar sıkılmış ki. Bana bacımı teklif etdi. Biniŋ arkadaşlar.” (Şirin Döne Deli 685
Hoylu’nuŋ bacısı.) Bindiler bunlar atlara. Bunlar da, Hoylu’nuŋ askerleri de girdi,
garışdı harbe. Beri yandan giriyo öte yandan çıkıyolar, öte yandan girip, beri
yandan çıkıyo. Düşmanı perişan eylediler. Düşmanıŋ ölen öldü, gaçan gaçdı,
galanı teslim oldu. Bir bölük altıynan Köroğlu vardı. Mavılı’nıŋ sarayından
Mavılı’yı çıkartdırdı getirdi bindirdi üsdüne, Deli Hoylu’nuŋ terkisiŋe goydu. 690
Hoylu’nuŋ bunu alacağından habarı yok. Köroğlu da diyo ki geri dönüşde bunu
allım, saten de vaat etdiydi, seni Deli Hoylu’ya verrim diye. Terkisine bindirdi.
Bunlar sürdüler günlerde geç, vakıtda tez Çamlıbel’e geldiler. Ordakılar yarı
yolda garşıladılar. Sağ selamet Köroğlu geliyo diye. Bunları garşıladılar. İki gün,
[GSH]
133
üç gün yorgunluk gedince işde Köroğlu düğünü başlatdı. Duğünü başladınca 695
çalınıyo duğün, Gızlar, üç dene ordan üç de beriden, altı gız gelin olacak. Öteden
beri bir garı geldi, (Geldi ammá işde bu garı şimdi ki garılar gibi dál. Bazı yerde
cazgarısı derler.) Böyle bir garı uzun boylu, gısarak. Garı geldi gızlarıŋ yanına,
gızlara şöyle bir bakdı. “Uyy guzum! Uyy guzum!” Garı döşüne anca vuruyo.
“N’olduŋ ana, nereŋ ağrıdı.”, “Ahh! Gızım, keşge biyerim ağrıyaydı. Şu gızlarıŋ 700
gözelliğine bak. (Şimdi arkadaşlar işde durna teliniŋ başlangıcı bura. Buraya
kadar Gürcisdan Seferi. Burdan ilerisi şimdi turna teliniŋ başlangıcı.Yani
ayırdoldsuŋ diye söylüyom.)
[GSH]
134
TURNA TELİ HİKAYESİ*
[TTH]
Garı, gızlarıŋ yanına varınca döşüne küt küt vurmıya durdu. “Ney o ana, nereŋ, bir 5
yeriŋ mi ağrıyo?” dediler. Gızlarıŋ sösçüsü de Mavılı. “Ahh yavrım! Keşge bir
yerim ağrıyaydı da hasda olıyadım. Bura gelmez olaydım” , “N’oldı ana.” Şimdi
garı gızlarıŋ yanına gelip küt küt vurunca, “Anacığım n’olduŋ” dedi ya, “Ahh
bişey olsaydım keşge, şu gözelliğiŋize karşı maşallah süpanallah ayın on dördü
gimisiŋiz. Bir de durna teli olaydı zilifleriŋiziŋ arasına katılaydı, bir bu gadar daha 10
gözelleşirsiŋiz (Evel zilif kesilirdi). Bunu duyunca “Sağol ana” dediler. Mavılı,
Köroğlu’na bir haber gönderdi, “Durna teli olmayınca gelin olmam.” dedi. (Bavv)
“Tamam” dedi Köroğlu. Garı getdi tabii evine. Bir gün, iki gün geçince (Eee!
Düğün çalınıyo; düğün yapılacak. (Gırk gün çalınırdı o zaman ağalar, báğler gırk
gün çaldırırdı.) Gızlar da tel istiyo, telsiz gelin olmak, diyo. Köroğlu adamlarını 15
başına topladı, “Geliŋ hele oğlum geliŋ.”, “Ney o baba?” dediler. “Ne olduğunu
oğlum, dilden anlatmıyayım da size telden anladıyım.” Bakalım Köroğlu ne dedi
değerli arkadaşlar ne dedi:
[ Nr.1 ] 20
Eyvazı göndersem tele Gözlerim ki Eyvaz gele Üç beş atlıyınan bile (oğlum) Kim geder durna teline 25 (Eyvazı göndersek tele, oğlum) (Kim geder durna teline)
Aslanlarım aslan soylu (aslanlarım aslan soylu) Hepisi de usul boylu 30 Saŋa diyom Deli Hoylu Kim geder durna teline (Saŋa diyom Deli Hoylu) (Kim geder durna teline) 35 Safa sürülmez her zaman Cafa çekmeli bir zaman Saŋa diyom Köse Kenan Kim geder durna teline (Saŋa diyom Köse Kenan, oğlum) 40 (Kim geder durna teline) Bir zaman çekelim cafa
* Metin, 09 Ağustos 2003 tarihinde Düziçi [Osmaniye] ilçesinin Karkın mahallesinde oturan 1938 doğumlu Âşık Mustafa Köse’den, tarafımızdan ses kayıt aracı ile ve icrâ geleneğinin doğal ortamında derlenmiştir. Kaynak kişi, bu hikâyeyi, babası Âşık Mehmet Köse’den öğrenmiştir.
[TTH]
135
Her zaman sürmüşüm safa Saŋa diyom Báğ Mustafa Kim geder durna teline 45 (Saŋa diyom Báğ Mustafa) (Kim geder durna teline) Aslaŋlarım harpden yılmaz Yılsa bile geri dönmez 50 Saŋa diyom Sam’yasığmaz (oğlum) Kim geder durna teline (Saŋa diyom Sam’yasığmaz, oğlum) (Kim geder durna teline) 55 Garıdan alın şavırı Vurun öldürün gávurı Bizden tel ister Mavılı (oğlum) Kim geder durna teline (Bizden tel ister Mavılı, yavrım) 60 (Kim geder durna teline) Goç Köroğlu’m der n’olamam Sözümden geri dönemem Telsiz gelin bindiremem (yavrım) 65 Kim geder durna teline (Han Eyvaz’ı da gönderemem, yavrım) (Kim geder durna teline)
Köroğlu bunu söyleyince Samıyasığmazınaŋ Gemalmaz. (Lakapları böyleydi.) 70
Bunlar dediler ki “Baba biz gederik.” dediler. Bunlar hazırlandılar. Bağdat yoluna
düşdüler, durna teli için. Günlerde bir gün Bağdat’a vardılar. Bir gahfiye oturdular
ammá adamlar oranıŋ adamına heç benzemiyo. Babayītlıkları yerinde, bıyī
gıvratmışlar gulānıŋ arkasına doğru. Lan! Şöyle birisi bakdıydı Köroğlu’nuŋ
askeri oldūnu tanıdı. “Bağdat yandı! Bağdat yandı!” çıkdı sokā yokarı, bar bar 75
bağırıyo. “Bağdat yandı!” Ulan! Herkes dışarı çıkdı dáğniyolar, heç yanan yok.
Bazı pacalardan duman tütüyo.
Oranıŋ hökümdarı çağırtdı. “Ulan oğlum! Neresi yanıyo Bağdat’ıŋ. Ben her tarafı
dáğnádiyom bir yerde yanan yer yok.”, “Ahh! Hökümdarım, Köroğlu’nuŋ askeri 80
gelmiş, falan gayfeda oturuyo, gayfe içiyolar. Onlar gayfesini içip de ordan
kaktıktan sonra bu Bağdat’ı yakarlar, yıkarlar ondan sonra gederler.” Hemen
adam gönderdi, bu iki askeri yakalatdı. (Adamcağızlarıŋ yakıp yıktığı nerde!)
Adamı zındana atdılar. Bir gün, beş gün derkenne adamlar yok. Köroğlu, bir gün
gece urüyasında gördü bunları.( Durumlarını urüyasında oldū gimi gördü.) Kaktı; 85
sazını aldı; yatān kenarına oturdu gece vakdı. Bakalım ne söyledi değerli
arkadaşlar burda ne diŋledi:
[TTH]
136
[ Nr.2 ]
90 (Ay!) Akşam ki gördüğüm şu gara düşler (şo gara düşler) Akibet başıma (yavrım) gelir bu işler Sizi kim alırsa (oğlum) gelsiŋ demişler (gelsiŋ demişler) (Ay!) Tele geden báğlerimiz nic’oldu (yavrum nic’oldu) (Sizi alacaklar, oğlum gelsin demişler, yavrum demişler) 95 (Ay! Tele geden aslanlarım gelmedi, báğler gelmedi.) (Ay!) Tele geden báğlerimi dutmuşlar (hele dutmuşlar) Arkasından donlarını soymuşlar. Gün görmedik zındanlara goymuşlar, (oğlum goymuşlar) 100 (Ay!) Tele geden aslanlarım nic’oldu (yavrım nic’oldu) (Gün görmedik zındanlara goymuşlar, yavrum goymuşlar) ( Ay! Tele geden báğlerimiz nic’oldu,yavrım nic’oldu) (Ay) Kakıŋ aslanlarım, durmayıŋ kalkıŋ (amanıŋ kalkıŋ) 105 Gılıncı kalkanı (yavrım) gollara dakıŋ Mısır’ı Bağdad’ı (oğlum) ataşa yakıŋ (ataşa yakıŋ) (Ay!) Tele geden aslanlarım nic’oldu (báğler nic’oldu) (Mısır’ı Bağdad’ı oğlum, ataşa yakıŋ, ataşa yakıŋ) (Ay! Tele geden báğlerimiz gelmedi, yavrum gelmedi.) 110 (Ay!) Atışıŋ Eyvaz’ıŋ, silah dolabı (oğlum dolabı)
Depeleyek oğlum Şam’ı, Haleb’i Gurtarak zındandan (oğlum) galan báğleri (galan báğleri) (Ay!) Tele geden aslanlarım nic’oldu (báğler nic’oldu) 115 (Gurtarak zındandan, yavrım galan báğleri, galan báğleri) (Ay! Tele geden aslanlarım nic’oldu, báğler nic’oldu) (Ay!) Durmaŋ aslanlarım yola çıkılsıŋ (yola çıkılsıŋ) Gılıçlar galkanlar, gola dakılsıŋ 120 Bağdad’ıŋ üstüne (oğlum) ataş yakılsıŋ (ataş yakılsıŋ) (Ay!) Tele geden báğlerimiz nic’oldu (yavrım nic’oldu) (Bağdad’ıŋ üstüne, oğlum ataş yakılsıŋ, ataş yakılsıŋ) (Ay! Tele geden aslanlarım gelmedi, yavrım gelmedi) 125 (Ay!) Diyo Goç Köroğlu’m çıkalım yola (çıkalım yola) Üç beş atlıyınan yanında bile Gurtarak zindandan (oğlum) yiğıtler ile (yiğıtler ile) (Ay!) Tele geden aslanlarım nic’oldu (yavrum nic’oldu)
130 (Yani gurtarak zindandan yiğitler ile, diye askerine, yanındā adamlara goltuk
veriyo.) Köroğlu’nuŋ bu sözünü duyanlar geceniŋ otuna, geldiler şöyle, diŋlediler.
“Ulan baba! Hayır inşallah, yav! Geceniŋ otunda n’oldu saŋa.”, “İşde oğlum
anlattım ya! Tele geden báğleri dutmuşlar. Düşümde gördüm. Ne yapak yapak
gedek bu báğleri gurtarak.” 135
Bunlar hazırlandılar, atları ikiye, askerleri ikiye pöldüler, yarısı Çamlıbel’de galdı;
yarısı Bağdad seferine çıkdı. Günlerde geç vakıtda tez Bağdat’a yaklaşınca,
[TTH]
137
bakdılar ki bir adamcağız gediyo, yaşlıca bir adam gediyo. Köroğlu ulaşdı şöyle
ardından. “Bakele! Báğ baba.”, “Ne var?” dedi. “Yahu bu Bağdat’ıŋ zındanını 140
biliyoŋ mu sen?”, “He! Biliyom. Ben de yatdım bir zaman atdılardı beni.”,
“Neresinde?” İşde şurdan şöyle şurdan şöyle tarif eyledi adam. Tarif edince Goç
Demirçi’ye bir işaret etdi. Goç Demirçi ihtiyar adamıŋ boynundan dutuyverdi,
yoluŋ kenarında goca bir yassı daş varıdı. Yallah! Adamcāzı daşıŋ suratına
vurunca suvak çamırīmı yapıştıragodu. (Neden öldürüyo adamı?: Geddī yerden 145
atlılar geliyo, zindanı sordular, der; adamlar da tedbir alır diye, adam izi
gaybediyo.) Ede! Vardılar, ikiye pölüp askerleri gizlice bir ovıya indirdi Köroğlu.
Birgaç arkadaşınan girdiler (Efendim!), tamamen zindanıŋ yerini öğrendiler.
Halepliler de durumu öğrendi. Harp başladı. Köroğlu’nuŋ gayesi zındana varmak,
onlarıŋ gayesi vermemek. 150
Harp ederkenne sokağıŋ birinde Deli Hoylu, Köroğlu’nuŋ böyük gayını (Zatı, iki
gaynı var: biri Hoylu biri Abbas.) Bir okunan vurunca döşünüŋ takdasından girdi;
atdan düşüp mefaat etdi. Köroğlu şurdan girip, şordan girip derkenne o sokağa
uğradı nasılısa. (Tabii sokak çatışması bu. Yazıda olsa heç dayanmazlar 155
Köroğlu’nuŋ askerine; fakat sokak çatışmasında hangı köşeden hangı ok
atılacağını bilemeŋ.) Bakıyıverdi ki Deli Hoylu serilmiş yolun içinde yatıyo
çoktān ölmüş. Hemen atından indi, gavraladı dáğnedi. Can, ceset galmamış.
Hemen Hoylu’nuŋ başında bakalım ne dedi ağlayarak, değerli arkadaşlar burda
ne diŋledi: 160
[ Nr.3 ] Atlıyı atlıya gatıŋ (atlıyı atlıya gatıŋ) Düşmanıŋ ardından yetiŋ 165 Hoylu’muŋ tabudun çatıŋ Hanı siziŋ gardaşıŋız (Hoylu’muŋ tabudun çatıŋ) (Hanı siziŋ gardaşıŋız) 170 Atlıyı atlıdan seçiŋ (atlıyı atlıdan seçiŋ) Düşmandan arayı açıŋ Hoylu’muŋ kefiniŋ biçiŋ Hani sizin gardaşıŋız (Hoylu’muŋ kefiniŋ biçiŋ ) 175 (Hani sizin gardaşıŋız) Hoylu’m ölmüş ne diyeyim (Hoylu’m ölmüş ne diyeyim) Gülüŋ suyuynan yuyalım Bacısına ne diyeyim 180
[TTH]
138
Hanı sizin yoldaşınız (Bacısına ne diyeyim) (Hanı sizin yoldaşınız) Goç Köroğlu’m diyo geziŋ (Goç Köroğlu’m diyo geziŋ) 185 Al üstüne gara yazıŋ Hoylu’muŋ mezarıŋ gazıŋ Hanı siziŋ yoldaşıŋız (gardaşıŋız) (Hoylu’muŋ mezarıŋ gazıŋ) (Hanı siziŋ, gardaşıŋız) 190
Köroğlu bunu söylerken Goç Demirci de öbür sokakdan gederimiş, diŋledi ki,
Köroğlu’nuŋ sesi geliyo. Ulan! Şurdan geliyo diye geldi ki, Köroğlu Hoylu’nuŋ
başında söylüyo bunu. Hemen Goç Demirci, Hoylu’yu sırtıŋa aldı: “Hele baba!
Eğlenmiyák, ağlamıyınan, söylemiyinen, bu iş hallolmaz.” dedi. Hoylu’yu sırtına 195
aldı Goç Demirçi askerleriŋ yanına getirdi. Harbi durdurdular.
Geri yanna geri döndüler ammá (Askerleri de çıkardılar; zındandāları.) hörsembe
oldular. Her zaman gelirkenne, Köroğlu, Deli Hoylu, Gözel Ayvaz yan yana
gelirlerdi. Onlarıŋ arkasından Goç Demirci, Abbas, Gocabıyık Mustafa sıraynan 200
gelirler. (Gocabıyık Mustafa da Yemen’den geldi. Goca báğiŋ oğlu onun için
Gocabıyık Mustafa derler.) Bu sefer geliyolar, Çamlıbeliŋ yakınında da bir yer var
büyük bir daş, o daşıŋ başına çıkar her zaman Şirin Döne, askerleri geliken
seyreder. Köroğlu da gelir o daşıŋ dibine sürer atını. Şirin Döneyi terkisine alır,
Çamlıbel’iŋ sarayına öyle varır. Dáğnedi ki askerler bozuk düzen geliyo. Köroğlu 205
görükmüyo. Köroğlu án arkada galmış, beli bükülmüş, Köroğlu yedi sefer böyle
bıyığını gıvradırdı oklā gımı; gulağınıŋ arkasına imlek eder tüyerdi. Bıyī
gıvırmamış, aşşa dökülmüş, ayı da Köroğlu’ndan gözel olmuş. Köroğlu’nuŋ dadı
yok. Şöyle daşıŋ önünden geçiyo; her zaman şirin Döne’yi terkisine alan Köroğlu
o daşa bakmıyo bile düşünceden, üzüntüsünden. 210
Şirin Döne belığınıŋ birini önüne düşürüyüverdi amma Mavılı da yanda. Mavılı
tabii evelinden durumu bilmedīnden pek o kadar şeāpmıyo şimdilik. Şirin Döne,
Köroğlu’nuŋ gendine bakmadīnı görünce üzüldü, herkeş var, Deli Hoylu yok.
Acaba gardaşa n’oldu dedi. Aldı şimdi beliğini saz eyledi aldı Şirin Döne: 215
[ Nr.4 ]
[TTH]
139
Aslanlarım aslan soylu (aslanlarım aslan soylu) Hepsi de usul boylu 220 Gurbaŋ olam Goç Köroğlu Hoylu’m nic’oldu gelmediŋ (Gadaŋ alam Goç Köroğlu) (Gardaşa n’oldu gelmediŋ) 225
Köroğlu bakıverdi ki Şirin Döne’ynen Mavılı arkada oturuyo; hiç fargında bile
olmadı. Hemen atın başını çekti.
[ Köroğlu: ] 230
Aslanlarım aslan soylu (aslanlarım aslan soylu) Hepside selvi boylu Ben ne’deyim Şirin Döne’m Küsdü galdı Deli Hoylu (Ben ne’deyim Şirin Döne’m) 235 (Küsdü galdı Deli Hoylu)
( Öldü diyemiyo yani ) [Şirin Döne:] 240
Aslanlar gelir sıralı (aslanlar gelir sıralı) Yandı yüregim pereli Yoŋsa ağır mı yaralı Gardaşa n’oldu gelmedi 245 (Yoŋsa ağır mı yaralı) (Gardaşa n’oldu gelmedi)
[Köroğlu:] 250
N’olsam Şirin Döne n’olsam (n’olsam Şirin Döne n’olsam) Keşge orda ben de galsam Yarasına melam sürsem Hoylu da güsdü gelmedi (Yarasına melam sürsem) 255 (Hoylu da güsdü gelmedi)
Bunu söyleyince Mavılı geri yanna carpadak aklı geddi bayıldı. Hemen o zamana
kadar Mavılı kara yılan gımı belī önüne düşürdü aldı Köroğlu’na karşı bakalım
ne söyledi. 260
Su vermedim altun tasda (su vermedim altun tasda)
Hasiret mi galdın dosda Yoŋsa Hoylu’m çok mu hasda Hoylu’ma n’oldu gelmedi (Yoŋsa Hoylu’m berk mi hasda) 265 (Yarime n’oldu gelmedi)
Aldı Köroğlu: 270
[TTH]
140
İstediŋiz durna teli (istediŋiz durna teli) Gösterdiŋiz müşgül yolu Ben n’edeyim gız Mavılı Küsdü galdı Deli Hoylu (Ya n’edeyim gız Mavılı) 275 (Küsdü galdı Deli Hoylu)
[Mavılı:] Geddigiŋiz Halep, Mısır (geddigiŋ Halep, Mısır) 280 Af eyleŋ işledik gusur Yoŋsa verdiŋiz mi esir Hoylu’ma n’oldu gelmedi (Yoŋsa verdiŋiz mi esir) (Hoylu’ma n’oldu gelmedi) 285
[Köroğlu:] Gız Mavılı gam yemezdim (gız Mavılı gam yemezdim) Duşmana fırsat vermezdim 290 Zindanda adam goymazdım Küsdü galdı Deli Hoylu (Zindanda adam goymazdım ) (Küsdü galdı Deli Hoylu) 295
[Mavılı:]
Abbas’a söyleyiŋ gelsiŋ (Abbas’a söyleyiŋ gelsiŋ) Canım ona gurban olsuŋ Gardaşından habar versiŋ 300 Yarime n’oldu gelmedi (Gardaşından haber versiŋ) (Yarime n’oldu gelmedi)
Abbas da irellekte ağlıyo, böyle siline siline ağlıyo, āccak berillek geldi. Köroğlu 305
beri gelince “Abbas der herhal, ondan evel ben diyeyim” dedi.
Goç Köroğlu’m diyo n’olsam (Goç Köroğlu’m diyo n’olsam) Yarasına melham sürsem Hoylu’munaŋ ben de ölsem 310 Hoylu’m da öldü gelmedi (Hoylu’munaŋ ben de ölsem) (Hoylu’m da öldü gelmedi)
Köroğlu bunu söyledi ammá Mavılı da bayıldı. Köroğlu üzgün, asker üzgün. 315
Düğünü durdurdular. Kırk gün yas dutdular. Yas matemi bitince gene düğünü
çaldırdılar; ammá eski neşe galmadı. Arkadaşlar! Bunlar burda gonup göçüp yiyip
içe zevk-i safaynan yaşadılar. Ondan soŋra pek safa da sürmediler; ammá gene de
yaşadılar. (Biz de onlar gimi cafa çekmeden zevk-i safaynan yaşamamızı Cenab-ı
Allah’dan niyaz ederim.) 320
[TTH]
141
KÖROĞLU’NUN HORASAN SEFERİ∗ [HSH]
Şimdi Köroğlu Çamlıbel’i mekan dutup otururkan, (Herkeş nerde olursa olsun 5
gafa dengiyle otururlar.) Köroğlu, Şirin Döne, Gözel Eyvaz şöyle oturuyolar.
Gözel Eyvaz’ı yanıŋdan ayırmazdı zaten. Öteden iki adam geldi. Doğru,
Köroğlu’na doğruldu. Gözel Eyvaz dedi ki “Baba doğru bize geliyolar n’olur
n’olmaz. Şunları karşılıyám mı?”, “Yok oğlum, baksaŋa onlarda bir şey yok ki.
Hele onlar bahşişçi, bahşiş almaya geliyolar.” Şöyle Köroğlu’nuŋ yanıŋa 10
yaklaşdılar. Bir temenni edip selam verdiler. “Aleykümselam!”, “Buyruŋ ağalar.
Gaç lira bahşiş isdiyoŋuz?”, “Köroğlu! Bahşiş atıŋ dişine bakılmaz. Bahşişimizi
gaç lira verirseŋ onu sen bilirsiŋ. Biz sade bahşiş için gelmedik buraya.”, “Yaa!”,
“Biz melmeket melmeket ağaları, báğleri ziyaret ederik. Hepisinden de
bahşişimizi alırık. Gezip dolaşırkan, günüŋ birinde İran’ıŋ Horasan şehrinde 15
Horasan şahınıŋ bir gızını gördük. Şöyle düşündük ki ulan! Bu gız yeryüzünde
hangi báğe, hangi agaya hangi padişaha layık dedik. Sen aklımıza geldiŋ. Anca
bu Köroğlu’na layık dedik. Onu bildirmiye geldik.” Köroğlu bunu da duyunca
elini cebine sokdu. Bir pança dört altın verdi adamlara. (Bir pança dört altın
ikişer tane düşer.) İki adam: “Sağol Köroğlu.” dediler. “Gecikme haa! Olur ki 20
Horasan şahı gızı başkasına verir.”, “Oldu” dedi Köroğlu, adamlarını çağırdı
yanıŋa. “Böyle böyle ağalar! Duyduŋuz, bir gısmımız gedek bakalım, bu
Horasan şahınıŋ gızı nasıl bir gızmış, bir görek.”, “Peki!”
Askerler derlendiler. On iki bölükbaşı, kırk kabadayısı vardı Köroğlu’nuŋ. 25
Askeri ikiye pöldüler. Atlara binip Horasan şehrine yörüdüler. Günlerde geç,
vakıtda tez Horasan şehrine varıp bir hana endiler. Köroğlu gıyafeti değişdirdi
gene, kellesine bir goca sarık sardı. Elinde bir goca tesbah. Şıh gıyafetine girdi.
Ordā askerlere dediler ki “Bir şöyle çıkak, şehri bir dolaşak. Yerini yurdunu
öğrenek girip çıkacağı yeri öğrenek, olur ki bir harbe dadaşdığımız zaman 30
gaçacak yerini, seyirdecek yerini öğrenek ki sefil olmıyak.” Goç Demirci, Deli
∗ Metin, 09 Ağustos 2003 tarihinde Düziçi [Osmaniye] ilçesinin Karkın mahallesinde oturan 1938 doğumlu Âşık Mustafa Köse’den, tarafımızdan ses kayıt aracı ile ve icrâ geleneğinin doğal ortamında derlenmiştir. Kaynak kişi, bu hikâyeyi, babası Âşık Mehmet Köse’den öğrenmiştir.
[HSH]
142
Hoylu, Gözel Eyvaz, Canıcebinde, Samıyasığmaz yörüdüler, Köroğlu’da
yanıŋda. Şehre dıkılınca Horasan şahınıŋ hanımı da iki hanımlarıynan beraber
sehraya getdiler. (Gezmiye yani.) Geri gelirkenne Köroğlugilnen garşılaşdılar.
“Maşallah!” dedi hanımıŋ biri. “Sor hele Feride Hanım, bunlar nereliymiş? Her 35
ana böyle babayiğit yetişdirmez.” dedi, “Bir sor bakalım”, “Nerden gelir nere
gidersiŋiz ağalar, báğler. Kim derler size?” Goç Demirci dedi ki, “Baba şu sazı
baŋa ver de kim olduğumuzu bunlara bildiriyim” dedi. Aldı bakalım Demirci, o
kadınlara karşı ne söyledi değerli arkadaşlar burda ne diŋlendi:
40 [ Nr. 1]
(Ay!) Kimi al giyinmiş,(yavrım) manga önünde (manga önünde) Gılıncı, galkanı (yavrım) bağlı belinde Biri Gemalmaz da (yavrım) biri Canıcebinde (Canıcebinde) 45 (Ay!) Feride, şo gelen şıhı bildiŋ mi (şıhı bildiŋ mi) (Biri Gemalmaz da yavrım biri Canıcebinde, Canıcebinde ) (Ay! Feridem, şo gelen, şıhı gördüŋ mü, şıhı bildiŋ mi)
(Gemalmaz, Canıcebinde, bunların lakabı, yani asas adı dál) 50
(Ay!) Kimi tesbah çeker, (yavrım) kimisi diŋler Kimisi zikreder (oğlum) kimi iŋiler Biri Gemalmaz da biri Samıyasığmaz dediler (yavrım dediler) (Ay!) Feride şo gelen şıhı bildiŋ mi (şıhı bildiŋ mi) 55 (Biri Gemalmaz da biri Samıyasığmaz dediler, yavrım dediler) (Ay! Feride şo gelen şıhı gördüŋ mü, şıhı bildiŋ mi) (Ay!) Kimi de dünyada (yavrım) çekiyo cafa (çekiyo cafa) Kimi de zevkinen sürüyor safa 60 Biri Deli Hoylu ben Demirçoğlu Musdafa (aman Musdafa) (Ay!) Feride’m şo gelen şıhı bildiŋ mi? (yavrım bildiŋ mi?) (Biri Deli Hoylu, ben Demirçoğlu Musdafa, báğler Mustafa) (Ay! Feride’m şo gelen şıhı bildiŋ mi, şıhı bildiŋ mi?)
65 Demirci bunu söyledi ammá Feride ne bilsiŋ şıhı, heç görmediği adam, cehennem
zebanisi gimi bir adam, Köroğlu. Bunlar yörüdü öte yana, şehri gezip
dolaşırkanna Horasan şahınıŋ yanıŋa çıkdılar. “Buyruŋ ağalar, báğler.” Gayfe,
tütün, keyif bütün yeyip içdikden soŋra “Ee!, Ağalar nerden gelir nere gedersiŋiz?
Misafirlik üç gün ammá siz galıcı misafire beŋzemiyoŋuz, nerden gelir nere 70
gidersiŋiz?”, “Biz gezer dolaşırık. Ağaları, báğleri ziyaret ederik.” dedi Goç
Demirci. “Çemlıbelde yaşarık ammá!”, “Köroğlu’ynan nasıl bir akrabalığıŋız
var?”, “Heç bir akrabalīmız gelmez. Fakat biz de ordanık”, “Ee! Öyleyse bu
gadar yer gezerimişiŋiz, ağaları, báğleri, paşaları gezermişiŋiz, gezdiğiŋiz yerde
şimdiye kadar, bu ana kadar hangı ağayı veyahut hangı báği, veyahut hangı 75
[HSH]
143
hökümdarı eyi gördüŋüz?”, “Bildiriyim şahım.” dedi Goç Demirci aldı curayı
eline Köroğlu höbür yığını gımı oturuyo şöyle yanında:
[ Nr.2 ]
80 (Ay!) Saŋa söylerim Horasan’ıŋ şahı (Horasan şahı) Goç Köroğlu gimi, (oğlum) ağa görmedim Işkıya zümresi, (yavrım) yiğitler ahı (şahlarıŋ şahı) (Ay!) Böyle kahraman bir ağa görmedim (yavrım görmedim) (Yiğitler yiğidi, oğlum, şahlarıŋ şahı, şahlarıŋ şahı) 85 (Ay! Böyle kahraman bir ağa görmedim, yavrım görmedim) (Ay!) Şahım takip etdiŋ sen de bu işi (hele bu işi) Safi (Balkan) mermer, sarayınıŋ her daşı Horasan’a halı (oğlum) serer verhası (serer verhası) 90 (Ay!) Böyle saltanatlı ağa görmedim (bila görmedim) (Horasan’a halı, oğlum serer verhasıl, serer verhasıl) (Ay! Böyle saltanatlı ağa görmedim, yavrım görmedim) (Ay!) Köroğlu’nuŋ ünü, şahım, dağları aşar (dağlarıŋ aşar) 95 Narasın duyarsan (yavrım) tedbiliŋ şaşar Yöğmüye güz batman gayfesi bişer (gayfesi bişer) (Ay!) Böyle saltanatlı ağa görmedim (bila görmedim) (Yövmüye güz batman gayfesi bişer, gayfesi bişer) (Ay! Böyle saltanatlı ağa görmedim, bila görmedim) 100
Goç Demirci bunları söyler söylemez “Kes!” dedi İran şahı; çünkü gendini
mefetmedi ya, gendi beni mefederler zannediyo. “Kesdim ağam, kesdim.” dedi
ammá Köroğlu’nuŋ yöreği uyuz oğlak yöreği gimi gürp gürp gürp atıyo. “Lan!
dedi Horasan şahı gele gele geldiŋ de Çamlıbel’dē çarçakalı mı metediyon baŋa 105
ulan! Ben Köroğlu’nu duymadım, görmedim ammá duyarım. Onuŋ bunuŋ
kervanını soyarımış, çakallık dál mi ulan bu!” dedi. Ulan bunu da deyince
Köroğlu zatı daha eyi gabardı. Gözleri berber aynası gımı, gulak karaman sazı
gımı, kelle hamam gubbası gımı, döş gem şahı gımı, gollar cartlak gımı enip enip
kalmaya durdu adamıŋ canı sıkıldı yani, “Oğlum Demirci! Şu sazı baŋa ver.” 110
dedi. Aldı bakalım Köroğlu Horasan şahınıŋ maiyetinde ne söyledi değerli
arkadaşlar ne diŋledi:
[ Nr.3 ] 115
(Ay!) Şah efendim dikkat eyle sözüŋe (hele sözüŋe) Bu sözleriŋ kâr eyledi özüme Ağa, paşa heç görünmez gözüme (oğlum gözüme) (Ay!) Aklımıŋ dalgası uçdukdan keri (uçdukdan keri) (Ağa, paşa heç görünmez gözüme, yavrım gözüme) 120 (Ay! Aklımıŋ dalgası uçdukdan keri uçdukdan keri)
[HSH]
144
(Ay!) Beni alçak gördüŋ, zulumdur işiŋ (zulumdur işiŋ) Deliye uğratdıŋ zavallı başıŋ Aklını başın al, (oğlum) sonuŋu düşüŋ (sonuŋu düşüŋ) 125 (Ay!) Fayd’etmez tahtını yıkdıkdan keri (yıkdıkdan keri) (Aklını başınal, yavrım, sonuŋu düşüŋ, sonuŋu düşüŋ) (Ay! Fayd’etmez tahtını yıkdıkdan keri, yıkdıkdan keri) (Ay!) Geldim şu dünyaya, bir daha gelmem (bir daha gelmem) 130 Suçuŋu, cümrüŋü vallahi sormam Seni yolc’edersem, (oğlum) sen geri gelmeŋ (sen geri gelmeŋ) (Ay!) Bu canıŋ bedenden çıkdıkdan keri (çıkdıkdan keri) (Seni yolc’edersem, oğlum, sen geri dönmeŋ sen geri gelmeŋ) (Ay! Bu canıŋ bedenden çıkdıkdan keri, çıkdıkdan keri) 135 (Ay!) Diyo Goç Köroğlu’m hepisi sarı (amanıŋ sarı) Mahremet sorarsaŋ (şahım) yokdur eseri Sadrazam olsaŋ da (oğlum), keserim başı (valla başı) (Ay!) Gılıncı yerinden çekdikden keri (çekdikden keri) 140 (Sedirazam olsaŋ, oğlum, seni keserim, yavrım keserim) (Ay! Gılıncı yerinden çekdikden keri, çekdikden keri)
Köroğlu bunu söyleyince, Horasan şahı hemen geldi. Köroğlu’nuŋ ayağına
gapandı. “Aman Köroğlu! Ben seni böyle bilmezdim. Anlatırdı gelenler de, 145
geden kervanı soyar, gelen kervanı soyar derlerdi. Köroğlu bir báğ dál de
çarçakal derlerdi. Ben de duyduğuma göre öyle demişdim. Özür dilerim.” dedi.
Emme Köroğlu da elini gılıca atdıydı gayrı. (Çekdikden keri keserim diyo ya,
isdersen sediriazam ol.) Köroğlu (Efendim) geri söze sohbete başladılar. Tabii.
Horasan şahınıŋ yüzleri gızardı. Köroğlu’dur diye gara çaladı ya. Köroğlu dedi ki 150
adamlarına “Siz burada oturuŋ. Ben şöyle azıycak hava alıyım diye geziyim. Gızı
bir göriyim. Ayı mı, gurt mu? Eŋere hesabımıza gelirse döŋürçülük ederik.
Hesabımıza da gelmezse zatı geziyok derik, çeker gederik. Olur ki adamlar bahşiş
almak için de bizi oyalarlar, gandırırlar.”, “Peki!”, “Şahım, ben biraz sıkılıyo
gimi oldum azcak hava alıyım. Siz arkadaşlarnan oturuŋ.”, “Oldu.” dedi “Yanıŋa 155
adam…”, “Yok yok, adam verme, ben uzamam zaten, şöyle az bir dolaşıp geri
gelecem.” Köroğlu çıkdı burdan, Horasan şahınıŋ gızınıŋ oturduğu binayı biliyo.
Gülüstan Bahçesi, aileleriniŋ, gızlarınıŋ yeri. Köroğlu şöyle Gülüsdan Bahçesine
girdi. Gülüsdan Bahçesinin ortasında da havız var. Şırıl şırıl şırıl sular akıyo 160
havızda. Horasan şahınıŋ gızı da yanına iki tane cariye, havızıŋ başına oturmuşlar
ayaklarını da ācak yokarlak çemremişler. Suya batırmışlar hem ayaklarını
serinletiyolar çipil çipil etdiriyolar hemi de ellerindē işleme işliyolar. Köroğlu
beriden varırkene ayağını mahsus berk vurdu yere ki beri dönsüŋ ki de gızlar
[HSH]
145
görsüŋ. Gılıncından tarafta ammá, ayağını yere gerp gerp vurunca gızlar şöyle 165
dönüverdi ki aboo! Daha heç görmedikleri bir adam. Bu dünya adamına
beŋzemiyo. Hemen toparlandı gızlar, ayaklarını indirdiler. Galkdılar hemen
bunları görür görmez bildi tabii báğen gızı, belli zaten geyiminden belli,
çalımından belli, Köroğlu aldı bakalım orda gıza garşı ne söyledi. Değerli
arkadaşlar burada ne dedi: 170
[ Nr.4 ]
İşde geldim akipaya (işde geldim akipaya) Gaşıŋı beŋzetdim yaya 175 Cemalıŋ beŋziyo aya Ben seni görmiye geldim (Cemalıŋ beŋziyo aya) (Ben seni görmiye geldim) 180 İnsan sevdigin bulursa (insan sevdiğini bulursa) Eğlenip yanıŋda galırsa Babayıŋ göŋlü olursa Bin altın saymıya geldim (Babayıŋ gönlü olursa) 185 (Bin altın saymıya geldim) Adıŋı goymuşlar Döne (adıŋı goymuşlar Döne) Melendiŋ yok telli suna Ağ zülal gimi gerdana 190 Yüzümü sürmiye geldim (Ağ zülal gimi gerdana) (Yüzümü sürmiye geldim) Goç Köroğlu’m der ne derse (Goç Köroğlu’m der ne derse) 195 Çeşberim dadımda darsa Vermez inatlık ederse Şu eli gırmıya geldim (Vermez inatlık ederse) (Şu eli gırmıya geldim) 200
Köroğlu, bunu söyledi ammá gızlar saraya, Köroğlu beri yanna yörüdü. Geldi
Köroğlu geri arkadaşlarınıŋ yanıŋa, Goç Demirci’niŋ yanına yaklaşınca
“Döŋürcülük etdiŋiz mi?”, “Nēle döŋürçülük edek, daha sen gızı görmiye getdiŋ.
Görmeden demiyek demediŋ mi?”, “Ulan oğlum! Hemen döŋürçülük edek.” 205
Döŋürçülük etdiler. “Ayvah!” dedi Horasan şahı. “N’oldu?” dedi Köroğlu.
“Vallahi Köroğlu! Benim gızım İlvan şahına nişanlılı. İlvan şahınıŋ askeri
gayetden çok. Gendi güçlü ben şimdi bu gızı saŋa versem İlvan şahı gelir. Benim
yerime yurduma arpa eker. Altı ay burada gışlar yaymayınca getmez. Köroğlu
diyo ki “Gedip İlvan şahınıŋ kellesini getirirsem gızı bize veriŋ mi?”, “Elbetde!” 210
[HSH]
146
diyo. (Şimdi Köroğlu’ndan da gorkuyo, İlvan şahından da gorkuyo.) Köroğlu
dedi ki “Ben gederim, inşallah İlvan şahınıŋ kellesini getirrim, seniŋ gözüyüŋ
önüne atarım. Döne’yi de alır gederim.”, “Oldu.” Köroğlu ordan çıkdı ammá
İlvan şahı da demin de dedik iki evli. Gızıŋ analığınıŋ göŋlü Köroğlu’na vermek
gızı, Köroğlu’nuŋ habarı yok ya, şimdi yola çıkınca Köroğlu İlvan şahınıŋ 215
şehrine gediciymiş deyince Horasan şahınıŋ hanımı yola çıkdı şöyle Köroğlu
geçerken Köroğlu’nuŋ atınıŋ cilbirinden dutdu. “Dur bakalım Köroğlu!”,
“N’oldu hanım?”, “N’oldūnu şimdi saŋa söyleyim.” dedi. Aldı İlvan şahınıŋ
hanımı Köroğlu’na karşı:
220 [ Nr.5 ]
Goç Köroğlu’m sözüm dutmaz (Goç Köroğlu’m sözüm dutmaz) Ged dediğim yere getmez Son pişmanlık para etmez 225 Orda seni öldürürler (Son pişmanlık para etmez) (Orda seni öldürürler)
Aldı Köroğlu: 230
Eŋer İlvan’a varırsam (Eŋer İlvan’a varırsam) Eğlenip orda galırsam Vadem yetip ben ölürsem Döne’m saŋa amanatdır 235 (Vadem yetip ben ölürsem) (Döne’m saŋa amanatdır)
[Aldı Nazife:] 240
Sen gederseŋ Döne galır (Sen gederseŋ Döne galır) Soŋra İlvan şahı alır Çamlıbel haraba olur Habarıŋı bildirirler (Çamlıbel haraba olur) 245 (Habarıŋı bildirirler)
Aldı Köroğlu:
Nazife’m sen bu sözü kes (Nazife’m sen bu sözü kes) 250 Boşa harc’eyleme nefes Köroğlu’nu bilir herkes İlle giderim İlvan’a (Köroğlu’nu bilir herkes) (İlle giderim İlvan’a) 255
Köroğlu bunu söyleyince ata bir mahmuz vurdu. At döşüynen serpidiverince
Horasan şahınıŋ hanımı ta şora serpildi. Bırakmıyo atıŋ cilbirini. Köroğlu
atlarıynan, atlısıynan beraber öte yanına yörüdü. Hana vardılar, durumu izah
[HSH]
147
etdiler, handa bir iki gün galdılar. Köroğlu’nuŋ gözünde heç uyku galmıyo. “Bre 260
baba!” dedi. Goç Demirci “Burda beklemiyenen nedecēk böyle, atlarımız arpa
yiyo, para veriyok. N’olacak bizim durumumuz böyle geri mi gedek? Burada
daha ne zamana kadar bekliyecēk?”, Köroğlu dedi ki “Oğlum Ayvaz! Şu sazımı
baŋa ver de ne yapacağımızı söyliyem” dedi.
265 [ Nr.6 ]
(Ay!) Gedip harap edek, (oğlum) İlvan elini (hele elini) İlvan şahı bilsiŋ (oğlum) gendi halını Aslan gümülerse (yavrım) gırar belini (gırar belini) 270 (Ay!) Dilki aslan garşısında duramaz (yavrım duramaz) (Aslan gümülerse, oğlum, gırar belini, gırar belini) (Ay! Dikli, aslan garşısında duramaz, yavrım duramaz) (Ay!) Kakıp da gedelim, (oğlum) İlvan eline (İlvan eline) 275 Eğlánmiyek, oğlum düşek yoluna Aslanlar gılıncı bağlar beline (bağlar beline) (Ay!) Dilki aslan garşısında duramaz (oğlum duramaz) (Aslanlar gılıncı bağlar beline, bağlar beline) (Ay! Dilki aslan garşısında duramaz) 280
(Gendi báğlerini övüyo; goya ötekini dilki ediyo.)
(Ay!) Benim báğler gerek (oğlum) bu yayı çeken Demir galalarıŋ (yavrım) burcunu yıkan 285 Ölümden gorkup da (yavrım) bekciden ürken (bekciden ürken) (Ay!) Hoplayıp hendeği güller deremez (yavrım deremez) (Yabancıdan gorkup, oğlum, bekciden ürken, bekciden ürken) (Ay! Hoplayıp hendeği güller deremez, güller deremez) 290 (Ay!) Galkıŋ aslanlarım galmayak burda (galmayak burda) Eğlánirsek oğlum uğrarık derde Köroğlu’nuŋ ünü (yarım) gamlasıŋ yerde (gamlasıŋ yerde) (Ay!) Dilki aslan garşısında duramaz (yavrım duramaz) (Köroğlu’nuŋ ünü, yavrım hanı ya nerde, hanı ya nerde) 295 (Ay! Dilki aslan garşısında duramaz, yavrım duramaz)
Köroğlu bunu söyledi, hazırlandılar, yola çıkdılar. Doğru, İlvan şehrine vardılar.
Vakıtda tez, günlerde geç İlvan şehrine vardılar. (İlvan şehri de o zaman adıyla
şimdiki İran’dan İtalyan şehri, İnneli Venedik’e bağlı olan Kıbrıs’a, Kıbrıs da o 300
zaman Venedik’e bağlı, birçok yerde) Köroğlu geldi kervan konalga yerine
kondu.
İlvan şahınıŋ adamları dediler ki “Vallahi şahım! Kervan konalga yerine bir
kervan geldi. Ammá her zaman ki kervana beŋzemiyo.”, “Nasıl?”, “Çok 305
galebelik.”, “Gediŋ bakalım kimiŋ nesiymiş, nerden gelip nere gediyomuş, nere
[HSH]
148
kervanıymış, bir soruŋ. Hemi satacaklarında ne varmış, alacaklarında ne
alıyolar?” Birgaç gişi geldi, Köroğlu da adamlarını başına toplamış, ortıya
oturmuş, gonuşuyo onlar diŋliyo. “Ulan bre! Nere kervanı bu ağlar?”, “Çamlıbel
kervanı.” dedi Köroğlu. “Ne alıp ne satarsıŋız?”, “Biz heçbi şey almak, heçbi şey 310
satmak.”, “Bi şey almıyoŋ, bi şey satmıyoŋ kervan boşu boşuna dolaşır mı?”,
“Dolaşır. Biz geziyok.”
Getdi adamlar “Vallahi! Böyle böyle diyo. Bi şey almak bi şey satmak diyo.”,
“Gediŋ, bezirganbaşını davet ediŋ.” dedi İlvan şahı. Geldi adamlar 315
“Bezirganbaşıŋızı báğimiz davet ediyo.”, “Peki! Biraz soŋra gelirik.” dedi
Köroğlu. Birgaç adam aldı yanıŋa. Davete icabet İlvan şahınıŋ davetine getdi.
Karşıladı İlvan şahı bunları. Hoş beş on beş. Gayfe, tütün keyif bütün. Yeyip
işdikden soŋra “Ee! Nerden gelir, nere gidersiŋiz. Ne alır ne satarsıŋız?”, “Heçbi
şey almak.” dedi Köroğlu. “Bi şey de satmak. Günüŋ birinde Horasan’a 320
gelmişdik.”, “Ee!”, “Horasan şahınıŋ da bir gızı varmış. Beŋli Döne isminde. Onu
isdediydik size nişanlılı olduğunu söyledi. Doğru mu, yaŋlış mı diye, onu
öğrenmiye geldik.”, “Haa! Sen Köroğlu musuŋ?” İlvan şahı soruyo. “Evet!”,
“Ben seniŋ adını duymuşdum da gendini görmemişdim. Sen şimdi şöyle dediŋ
Köroğlu, geder bunu öğrenirim. Nişanlısını isderim. Verirse zatı gelir alır 325
giderim; vermezse harp ederim. Orıya gırar geçirrim. Benim askerim şimdi
senīnden çok. Seniŋ askerin az. Ben seni yensem, benim askerim seniŋ askerini
yense Köroğlu’nuŋ askeri yeŋilmezdi, azlığına ıras geldi derler. Baŋa da, ben
yenilsem, ulan İlvan şahı Köroğlu’nuŋ bir avuç askerine yenilmiş derler. Bunuŋ
ikisi de bizim içün küççüklük olur. Askerleri, ana kuzularını heç birbirine 330
vurmıyak. Seniynen ikimiz ne gün derseŋ meydana çıkak, çarpışak. Sen beni elde
ederseŋ Döne seniŋ olsuŋ. Ben seni elde edersem Döne benim olsuŋ.”, “Eyi
bazarlık” dedi Köroğlu. “Biz tabii yorgunuk bir iki gün isdirāt edek. Ondan soŋra
cenge başlarık”, “Oldu.” Yeyip, içdiler beri yanna beri geldiler.
335 Üç gün misafirlik hakkı bitince bunlar birbirini haberlendiler. Köroğlu dedi ki
“Ulan! N’olur n’olmaz, hazır oluŋ siz.” İlvan şahı da diyo ki “Aman! Gizlice
hazır oluŋ. Dut ki şehre hücum ederler gafil avlarlar bizi” dediler.
[HSH]
149
Üç gün deyip de dördüncü gün Köroğlu’ynan İlvan şahı meydana çıkdı. İlvan 340
şahı da bir Yafudi. Meydana çıkdılar, çarpışıyolar. İlvan şahı biraz Köroğlu’nu
esirgiyo. “Ulan! Yiğit yiğide gıymaz. Şunu gorkudursam çeker geder.” diyo.
Ammá Köroğlu var guvvetiynen çalışıyo; İlvan şahı ne düşünüyo. Bakdı ki
Köroğlu başa çıkamıyacak gılıncıŋ yanıŋı vurdu galkana. Gılıç ortasından gırıldı.
“Aha! Gılıcım gırıldı.”, “Get gılıŋcıŋı değişdir de gel Köroğlu. Köroğlu 345
yeŋilmezdi. Gılıcı gırıldı dedirtmem.” Köroğlu’nuŋ canına minnet. Dolu dizgin,
Gır At’ınan geldi. Şöyle dáğnedi. Goç Demirci dedi ki “Valla! Bizim adam herhal
gorkdu. Belli olur simdi.” Şöyle geldi. “N’oldu baba?” dedi. Aman oğlum şu
damdırayı baŋa veriŋ hele. N’olduğunu size anlatayım. Hemen damdırayı verdi.
Aldı bakalım Köroğlu atın üsdünden enmeden ne söyledi, değerli arkadaşlar ne 350
diŋledi:
[ Nr.7 ]
Gırbıs şarabıynan besli (Gırbıs şarabıynan besli) 355 Enerler meydana sesli Nesilleri aslan nesli Ben bir aslana uğradım (Oğlum, nesli, aslan nesli) (Ben bir aslana uğradım) 360 Şimdi sen görüŋ bunları (şimdi sen görüŋ bunları) Gıyarlar datlı canları İlvan şahı aslanları Yarıp yırtıp yer adamı 365 (İlvan şehri aslanları) (Yarıp yırtıp yer adamı) Şimdi sen görüŋ bunları (şimdi sen görüŋ bunları) Gıyarlar datlı canları 370 İlvan şehri aslanları Aç gurd gibi yer adamı (İlvan şehri aslanları) (Aç gurd gibi yer adamı) 375 Goç Köroğlu’m etdi kini (Goç Köroğlu’m etdi kini) Baŋa yardım etdi Gani Az galsıŋ öldüre beni Aç gurd gimi yer adamı
380 Bunu söyledi Köroğlu ammá “N’oldu baba? dedi. Gorkduŋ mu yoŋsa?”, “Ulan
oğlum! Gorkmadım ammá.dikkat et diŋle.” (Halbukı aslan gimi de gorkdu hemi)
385
[HSH]
150
[ Nr.8 ] Báğler İlvan ülkesinde Ben bir aslana uğradım 390 At biner gılıç guşanır (oğlum guşanır) Ben bir aslana uğradım (At biner gılıç guşanır) (Ben bir aslana uğradım)
395 Bir atı var başı göğde Gılıncınıŋ ucu yerde Yiğit bell’oldu meydanda (oğlum meydanda) Ben bir aslana uğradım (Yiğit belli oldu meydanda, yavrım meydanda ) 400 (Ben bir aslana uğradım) Çadırınıŋ üsdü guşlu Orta direği gümüşlü Haziret Ali döğüşlü (yavrım) 405 Ben bir aslana uğradım (Haziret Ali döğüşlü, yavrım) (Ben bir aslana uğradım) Goç Köroğlu’m etdi kini 410 Baŋa yardım etdi gani Az galsıŋ kesecek beni (Demirci) Ben bir aslana uğradım
Köroğlu bunu söyleyince “En lan atdan!” dedi Goç Demirci. Atdan aşağı indi 415
Köroğlu canına minnet. Köroğlu’nuŋ elbisesini giydi. Ulan gendi gorkdu da
gelmedi demesinler diye Köroğlu’nuŋ elbisesini giydi. Goç Demirci Gır At’a
bindi. Gılıncı guşandı. Meydan yerine vardı. İlvan şahı da Köroğlu geri geldi
sandı. Ulan az da çekindiğini bildi. Şunu biraz daha oyalıyam. Çeker geder yiğit
yiğide gıymaz diyo. (Gene de Yafidi biraz merhametliymiş.) Goç Demirci’ye 420
gelince sıra, bir gılıncınan vurunca kellesine kelek gibi düşürdü. Hemen atdan
aşağı sıçıradı. Gulāndan dutdu, İlvan şahını getirdi. Köroğlu’nuŋ önüŋe gürpedek
atdı. “Düşmanıyıŋ ömrü şöyle olsuŋ ulan Köroğlu!”, “Sağol Demirci. Ulan senedi
sermiyesi batsıŋ.” dedi Köroğlu. “Buraya kadar gelmişken Köroğlu gorkmuş da
İlvan şahınıŋ şehrine girememiş demesinler. Birtii vuruŋ gırıŋ da birtii ganimet 425
alak da öyle gedek” dedi. (Çünkü şehriŋ bu yanından girip birtii vurup gırdı
mıydı kuyumcu dükkanıŋdan neyden ordā altından multundan alırlar birtii
bomboş çıkmazlar tabi) Vurdular sağdan soldan biraz, biraz da ganimet aldılar.
Geri gelip yükletdiler kervanı günlerde geç vakıtda tez Horasan şehrine geldiler.
430
[HSH]
151
Atıŋ terkisinde on kiloluk karpuz gımı bağlı İlvan şahınıŋ kellesi, Köroğlu
getirdi. Horasan şahınıŋ önüŋe gürpeden atdı. “Aha düşmanıŋ ömrü şöyle olsuŋ
şahım!” (İlvan şahı, bu gızı vermem diyebilir mi gayrı ede. Heç diyemedi.) Onuŋ
da yüreği gürp gürp ediyo. (Kelleyi gördü gayrı can bu.) Bunlar burada efendim
biraz yorgunluk almak için galdılar. On, on beş gün durunca “Biz gedek.” dediler. 435
Köroğlu dedi ki “Hele şöyle geziyim bakalım yahu. Biz getdik gedeli bir hal oldu
mu? Şu Döne’yi birken göriyim” dedi. Gülüsdan Bahçesi’ne vardı ki Beŋli Döne
(Gendiniŋ hanımınıŋ adı da Döne, Şirin Döne, gendiniŋ hanımı Şirin Döne de
İran’dan, Beŋli Döne de İran’dan.) Vardı ki böyle yatıyo daha mışıl mışıl uyuyo.
Pencereden dáğnedi gapı kitli, uyuyo. “Ulan! Çağırsak gorkar, nēdim bunu bir iki 440
türkü söyliyem de türküynen uyandırıyım şunu.” dedi. Köroğlu pencereniŋ
önünde aldı bakalım, ne söyledi. Değerli arkadaşlar burda ne diŋledi:
[ Nr.9 ]
445 (Ay!) Çamlıbel buraya (yavrım) üç aylık yırak (üç aylık yırak) Dönersem düşünüp eyleme merak Yolcu olan yolcu, (yavrım) yolunda gerek (yolunda gerek) (Ay!) Ne duruyoŋ dışarıya çıksaŋa (yavrım çıksana) (Yolcu olan yolcu, yavrım yolunda gerek, yolunda gerek) 450 (Ay! Ne duruyoŋ dışarıya çıksaŋa, yavrım çıksana)
Döne hemen depdiri yekindi toparlandı bakıyverdi ki Gülüsdan Bahçesı’nde
gördüğü kellesi büyük adam. Hemen toparlandı ammá Köroğlu devam ediyo:
455 (Ay!) Çamlıbel’iŋ yolu (yavrım) daşlık, gayalık (hele gayalık) Daima Mevla’dan diliyek sağlık Atandan göründü (yavrım) saŋa ayrılık (saŋa ayrılık) (Ay!) Ne duruyoŋ hazırlıgı görsene (yavrım görsene) (Atandan göründü, saŋa ayrılık, saŋa ayrılık) 460 (Ay! Ne duruyoŋ hazırlıgı görsene, yavrım görsene) (Ay!) Beŋli Döne’m güzelleriŋ goçağı (hele goçağı) Bahçanda görmüşdüm türlü çiçeği Saŋa yaptırmışdım cevahür çiçeği (yavrum çiçegi) 465 (Ay!) Ne duruyoŋ ayagıŋa daksaŋa (yavrım daksana) (Saŋa yaptırdım cevahürden çiçeği, oğlum çiçegi) (Ay! Ne duruyoŋ ayagıŋa daksaŋa, yavrım daksana) (Ay!) Goç Köroğlu’m gelip durdu garşıŋda (hele garşıŋda) 470 İlvan şahı yokdur (yavrım) gayrı peşiŋde Atları bekletdim (yavrım) binek daşında (binek daşında) (Ay!) Ne duruyoŋ dışarıya gelsene (yavrım gelsene) (Atları bekletdim, yavrım binek daşında, binek daşında) (Ay! Ne duruyoŋ dışarıya gelsene, yavrım gelsene) 475
[HSH]
152
Köroğlu bunu söyledi, geri yanna geri geldi. Tabi Köroğlu kelleyi getirince
Horasan şahı gızına emir verdi. “Gızım hazırlan. Bunlarla gedeceksiŋ.
Gitmediğiŋ takdirde, Köroğlu’nuŋ ünüŋü duydum da gendini görmedim. Bu ili
gırar geçerir, yerimize yurdumuza arpa eker, altı ay burda gışlar yáğmıyınca 480
gedmez gızım.” (Gorku bu!) Gız hazırlığını gördü. Her hazırlığını görünce haber
verdiler. Gıza bir at verdiler. Bunlar, atlarına binip yola çıkdılar. Günlerde geç
vakıtda tez Çamlıbel’e yaklaşınca, Goç Demirci dedi ki “Baba!” dedi. “Ne var?”,
“Bu Beŋli Döne’yi kime verecāk.” Dedi. Köroğlu’nuŋ yürā gürp etdi. Goç
Demirci’ye de heç garşı gelemez. “Ulan oğlum! Onu kime verecāmızı söyliyem, 485
siz dikkatli diŋleyin dedi. Aldı gene Köroğlu:
[ Nr.10 ]
(Ay!) Biri Çerkez olsuŋ (yavrım) biri Abaza (hele Abaza) 490 Biriniŋ gülleri (yavrım) tezeden teze Biri rakı verir (yavrım) birisi meze (birisi meze) (Ay!) Bir yiğide iki güzel çok mudur (yavrım çok mudur) (Biri rakı verir, yavrım birisi meze, birisi meze) (Ay! Bir yiğide iki güzel çok mudur, yavrım çok mudur) 495
(Yani ben alıyom diyo adam) (Ay!) Sarayım var Çamlıbel’iŋ düzünde (hele düzünde) Yiğit olan doğru olur sözünde 500 Arzumanım galdı (yavrım) şahın gızında (şahın gızında) (Ay!) Bir yiğide iki güzel çok mudur (suna çok mudur) (Arzumanım galdı, yavrım Horasanıŋ gızın da, şahın gızında) (Ay! Bir yiğide iki güzel çok mudur, yavrum çok mudur) 505 (Ay!) Goç Köroğlu derler (oğlum) benim zatıma (oğlum zatıma) Kimseler çıkamaz (yavrım) benim gatıma Biri baŋa bakar (oğlum) biri atıma (biri atıma) (Ay!) Bir yiğide iki güzel çok mudur (yavrum çok mudur) (Biri baŋa baksın, yavrım biri atıma biri atıma) 510 (Ay! Bir yiğide iki güzel çok mudur, yavrum çok mudur)
Köroğlu bunu böyle söyleyince Goç Demirci “Desdur bacı.” dedi. Hemen
gucaklayıverdi Beŋli Döne’yi. Yemen’den gelme Goca Báğ isminde bir báğin
oğlu Gocabıyık Musdafa derlerdi gucaklayıverdi. Onuŋ terkisine koydu. 515
“Nişanlıŋ saŋa, sen nişanlıŋa mübarek.” Köroğlu heç seslenmiyo. Bunlar varıp
Çamlıbel’e nasip oldular. Orda áğlenip kalıp, düğünlerini çaldılar, zevk-i safayla
murad alıp murad verdiler. Bunlar böyle zevki safa sürüp murad alıp, murad
verdiler.
[HSH]
153
KÖROĞLU’NUN ŞAM SEFERİ∗
[ ŞSH ]
Şimdi arkadaşlar! Köroğlu bir asır yaşadı. Çamlıbel’de, mekanıŋda, bir asır 5
yaşadı. (Silah çıkıp her tarafa yayılınca, artık mertlik kalmadı. Silah icad oldu
mertlik bozuldu. Eğri gılıç gınıŋda paslanmalıdır, diye boşuna demedi. Çünkü bir
çocuk bir tırığıŋ arkasına bir daş, arkasına oturup tüfeği tagıladıyo. Yiğitliynen
hiçbir ilgisi yok.) Asgerler de biraz dağıldı. “Oğlum Eyvaz!” dedi. “Buyur baba!”,
“Gel oğlum, seniynen Şam’a gedek. Önü de Şam ahiri de Şam, demişler. Şam’a 10
gedek.”, Gözel Eyvaz dedi ki “Tiflis’e gedek.” Gendi dedi ki “Şam’a gedek.”
Şam’a getmeye karar verdiler. Şirin Döne, Gül Yasemen, Köroğlu, Gözel Eyvaz
dördü Şam’a gedecekler. Şam’a gedmiye hazırlanıŋca şöyle bakdı Köroğlu, (Allah
kimseyi de gördüğü günden geri goymasıŋ) yaşayıp zevk-i sefa sürdüğü yer
kalmıyo artık üzüldü. Neçe báğleri varıdı, kalmadı. Üzüldü “Ulan oğlum Eyvaz! 15
Azcak ver hele şu dandıramı baŋa ver. Bir iki beyit söyliyem de öyle gedek.
Bundan soŋra artık ben Çamlıbel’i göremem.” Aldı Köroğlu:
[ Nr.1 ]
20 Bu saraydan göçen bilir Kerestesin biçen bilir (Oğlum)Buŋa para saçan bilir (Eyvaz’ım) Galıyo, saray galıyo (Buŋa para saçan bilir, Eyvaz’ım) 25 (Galıyo, saray galıyo) Gözel Eyvaz bak belama Gayrı dönemem silama Çok selam söyle galana (galana) 30 Galıyo, saray galıyo (Çok selam söyle báğlere) (Galıyo, saray galıyo) Goç Köroğlu’m ahu zardır 35 Yavrım, benim işim zordur İçinde aslanlar vardır (Eyvaz’ım) Galıyo, saray galıyo (İçinde aslanlar vardır, Eyvaz’ım) (Galıyo, saray galıyo) 40
∗ Metin, 09 Ağustos 2003 tarihinde Düziçi [Osmaniye] ilçesinin Karkın mahallesinde oturan 1938 doğumlu Âşık Mustafa Köse’den, tarafımızdan ses kayıt aracı ile ve icrâ geleneğinin doğal ortamında derlenmiştir. Kaynak kişi, bu hikâyeyi, babası Âşık Mehmet Köse’den öğrenmiştir.
[ŞSH]
154
Köroğlu bunu söyledi ordā kalanlarınan vedalaşdı. Gözyaşlarını dökerek çıkdı
yola. (Ee! Gendi melmeketinden, gendi silasından ayrı olmak da zor.) Köroğlu
yoluna gederlerken hayli bir müddet getdiler. Malatya’ya geldiler. Malatya’ya
gelince, tabi devamlı gedmiyolar ya burda galak dediler. “Bir gün iki gün galak 45
yorgunluğumuzu alak.” At üstünde yol alıyolar. Bir otele çıkdılar. Atları hana
bağlayıp gendiler bir otele çıkdılar. Otelciyi çağırdı. “Buranıŋ başlokantası
nerede?”, “Burada!” dedi. “Oğlum! Patıronuŋu baŋa çağırabiliŋ mi? Aşçıbaşısıŋı”,
“Hay hay!” dedi adam. Hemen bir adam gönderdi gelsin. Geldi aşçıbaşı. “Oğlum
buranıŋ án iyi yemekçisi sen misiŋ?”, “Evet ağam! Oldū kadar benim. Hiç elimiŋ 50
üstüne el yok.”, “Peki. Biz dört gişiyik bak. Bize öyle bir yemek yapacaksıŋ
getireceksiŋ ki görülmemiş. Bahşişiŋi de alacaksıŋ.”, “Peki!” Adam fırladı öte
yanna. “Haa! Bu bir garip zengin herhalda. Birkaç guruş faydalanırım.” diyerek
getdi. Bir yemek yapdı. Tabāŋ birine de öküzüŋ dizi gimi bir gemik goydu,
getirdi. Köroğlu şöyle bakdı. Yav bir tabakda bir gemik, ee başka et yok. “Ulan 55
oğlum Eyvaz! Şu sazı baŋa getir hele. Şu aşçıya hatırladıyım.” dedi. Gözel Eyvaz
sazı verdi eline Köroğlu aşçıbaşısına ne söyledi değerli arkadaş burada ne
diŋledi:
[ Nr.2 ] 60
Ben ne dedim duymadıŋ mı Gadir gıymat bilmediŋ mi Sen heç adam görmediŋ mi (oğlum) Düşünür aşçıbaşımız 65 (Sen heç adam görmediŋ mi, yavrum) (Düşünür aşçıbaşımız) Na gadar etmiş yemeği Bişirmiş türlü yemeği 70 Dördümüze bir gemiği (oğlum) Getirir aşçıbaşımız (Dördümüze bir gemiği, oğlum) (Getirir aşçıbaşımız) 75 Eyvaz’ınan geldim bura Başımıza erdi bela Tepsisin eliŋden yere (oğlum) Düşürür aşçıbaşımız (Elinden tepsisin yere, yavrım) 80 (Düşürür aşçıbaşımız)
“Al lan!” deyince aldı ammá tepsiyi zarpadak düşürdü yere.
85
[ŞSH]
155
Goç Köroğlu’m der gezerim Guşlardan hila sezerim Vurur kelleŋi ezerim (oğlum ezerim) Şaşırır aşçıbaşımız (Vurur kelleŋi ezerim, ezerim) 90 (Şaşırır aşçıbaşımız)
Köroğlu bunu söyleyince otelci yıkar burayı başımıza iş açar diye yelken kürek
etdi logantacıyı. Getdi başka yerden yemek söyledi. Köroğlu, garnıŋı doyurdu.
Burada bir gün, iki gün galdılar. Ordan yola devam etdiler. Şimdiki Elazız’a 95
vardılar. Orıya varınca “Hele şurda da konaklıyak. Bir gün, iki gün de burda
galak. Yorgunluğumuzu alak, öyle gedek” dediler. Orıya gelince Köroğlu şehere
çıkdı. Gezip dolaşırgan bakdı ki bir guyumcu da öyle zeynet eşyası var ki daha
görmediydi, gözel yapmışlar. Bundan birini aldı. Şirin Döne’ye eletdi. Gendilerin
tabi otel odası ayrı, bir de elbise aldı Şirin Döne’ye. Eletdi Döneye “Şunları takıŋ, 100
şunları da geyin.” dedi. Şirin Döne takıları takındı. Elbiseyi de geyindi “Geç şöyle
hele Şirin Döne karşıma da, ben iki tıgırdatıyım, sen de iki oyna hele.” dedi.
Köroğlu sazı eline aldı, bakalım Şirin Döne’ye garşı ne söyledi, değerli
arkadaşlar ne diŋledi. Şirin Döne nasıl oynadı: 105
[ Nr.3 ] Sarrafdan aldım sırmayı Fıyat sormayı sormayı Ala göze hal sürmeyi 110 Dönem süreyi (de) bezeni (bezeni) (Ala göze, hal sürmeyi) (Süreyi de bezeni, bezeni) Gül Dönem’e aldım bunu (Gül Dönem’e aldım bunu) 115 Yoluna goydum şu canı Beyaz tene ipek donu Giyer (de) gezine gezine (Beyaz tene ipek donu) (Giyer de gezine gezine) 120 Şam’a yapdırsam binayı (Şam’a yapdırsam binayı) İçine goysam Döne’yi Ağ ellere al gınayı Yakar bezene bezeni 125 (Ağ ellere, al gınayı) (Sürer bezene bezene) Goç Köroğlu’m böyle söyler (Goç Köroğlu’m böyle söyler) Eyvaz gelmiş bizi diŋler 130 Şirin Döne’m ne hoş oynar Oynar (da) gezine gezine (Şirin Döne’m ne hoş oynar) (Oynar gezine gezine)
[ŞSH]
156
135
Köroğlu bunu söylerken Eyvaz’da tabi öteki odada oteliŋ, “Ulan! N’oldu da bu
adama türkü söylüyo” diye gelmiş de kapınıŋ yanıŋdan diŋlerken Köroğlu da
gördü. (Köroğlu’nun gözü felfecir okurudu. Çok gözü açık, sāna soluna eyi
bakar.) Bunlar efendim burda birgaç gün kaldılar. Buradan da yola devam etdiler.
140 Guzgun báğiniŋ oğlu gırk atlıynann avdan gelirlerimiş Köroğlu’nu görünce ooo!
Bakdı ki Köroğlu iki gişi, iki de kadın yanlarında az dikeldiler. (Köroğlu’nuŋ da
uğramadığı yer yōdu.) “Baba!” dedi Gözel Eyvaz “Vallaha bu adamlar herhal bize
tinkişici hazırlanak.”, “Ulan oğlum!” dedi. Köroğlu “Bunlarıŋ ökçesi yuka. Verele
şu sazı ben bir iki meyit türkü söyleyim. Ondan soŋra hazırlığımızı yapalım.” 145
(Bura Elbistan ha Elbistan!) Aldı bakalım Köroğlu ne söyledi, değer arkadaşlar
burada ne diŋledi: (Elbistan’ıŋ dağlığında yani avdan geliyolardı. Şeheriŋ içi dál.)
[ Nr.4 ]
150 (Ay!) Harbe çıkdım ilkbaharıŋ yazında (yavrum yazında) Yiğit olan doğru olur sözünde Bir zamanlar Elbistan’ıŋ düzünde (oğlum düzünde) (Ay!) Kana boyadıgım yerler varıdı (yerler varıdı) (Bir zamanlar Elbistan’ıŋ düzünde, yavrım düzünde) 155 (Ay! Kana boyadıgım yerler varıdı, yerler varıdı) (Ay!) Goç Demirci’m vardı gılıç dutardı (hele dutardı) Köse Kenan goca gürzüŋ atardı. Her birisi bir orduya yeterdi (yavrım yeterdi) 160 (Ay!) Bende ordu bozan báğler varıdı (yavrum varıdı) (Her birisi bir orduya yeterdi, oğlum yeterdi) (Ay! Bende ordu bozan báğler varıdı, yavrum varıdı) (Ay!)Diyo Goç Köroğlu’m n’itdim n’iyledim (hele n’iyledim) 165 Bir aşka geldim de (yavrım) böyle söyledim. Babayıŋ ordusu (yavrım) harab eyledim (harab eyledim) (Ay!) Ordusuŋ bozdugum báğler varıdı (báğler varıdı) (Babayıŋ ordusu, yavrım harab eyledim, harab eyledim) (Ay! Ordusuŋ bozdugum báğler varıdı, báğler varıdı) 170
Köroğlu bunu söyledi öte yanna öte yörüdü ammá “Ulan oğlum Eyvaz! Bunlar
köye varınca derlenip, toplanıp da ardımız sıra gelmeseler. Atı hele biraz depikle.”
Atı na gadar da depikledilerse de, geri yanıŋı dáğnedi ki hakigatan da geliyolar,
“Oğlum Eyvaz! Şu sazı baŋa ver.” dedi. Ammá o mıntıgada da bir gala var. Daha 175
eveli Köroğlu o galada biraz kaldı. Gışa yakalandı, galanıŋ içinde kaldı. İyi biliyo
[ŞSH]
157
galayı. Köroğlu gene sazı aldı bakalım, atıŋ üstünde ne söyledi değerli arkadaşlar
ne diŋledi:
[ Nr.5 ] 180 Bu galanıŋ burcu düzgün (bu galanıŋ burcu düzgün) Asgerine vermez bozgun Şimdi leşe döner guzgun Dönder, gızları galıya (Asgerine vermez bozgun) 185 (Dönder, gızları galıya) Bu galanıŋ sağlam bendi (bu galanıŋ sağlam bendi) Gır Ata çalıŋır rengi Kimi Arap, kimi Hindi 190 Dönder, gızları galıya (Kimi Arap, kimi Hindi, Eyvaz’ım) (Dönder, gızları galıya) Çamlıbel burıya yırak (Çamlıbel burıya yırak) 195 Bunlara dayanmaz yürek Şimdi Demircioğlu’m gerek Dönder, gızları galıya (Şimdi Demircioğlu’m gerek) (Dönder, gızları galıya) 200 Goç Köroğlu’m der n’olamam (Goç Köroğlu’m der n’olamam) Silama geri dönemem Acısız ölüm ölemem Dönder gızları galıya 205 (Acısız ölüm ölemem) (Dönder gızları galıya)
Köroğlu bunu söyledi ammá Eyvaz heç aldırmadı. “Ulan oğlum! Aha geliyolar!”
dediyse de, “Sür baba sen!” Atı epey ileri sürdüler. Adamlar geriden geliyolar, 210
endiler. Köroğlu ordan indi. Atdan bakdılar ki yetişecekler, atdan endiler. Gözel
Eyvaz atdan ener enmez ağzı aşşā yatdı. (Küsdü müydü de illa ağzı aşşā yatar).
Ağzı aşşā yatdı mıydı bil ki küsmüş. Şöyle düşman geldi yaklaşdı. Gözel Eyvaz
yerinden heç gımıldamıyo. Şirin Döne’ye dedi ki “Şirin Döne şu sazımı baŋa ver
hele. Eyvaz’ı gene küsdürdük.” dedi. Aldı Köroğlu sazı eline bakalım ne söyledi. 215
Değerli arkadaşlar ne diŋledi:
[ Nr.6 ]
Eyvaz’ım yerinden yekin (Eyvaz’ım yerinden yekin) 220 Gılıncı beliŋe dakın Aha düşman geldi yakın Duşman geld’oldu, geld’oldu (Aha düşman geldi yakın) (Duşman geld’oldu, geld’oldu) 225
[ŞSH]
158
Eyvaz’a geçmiyo nazım (Eyvaz’a geçmiyo nazım) N’eyleyim ötmüyo sazım Biz binelim hanım gızım Düşman geld’oldu, geld’oldu (Biz binelim hanım gızım) 230 (Düşman geld’oldu, geld’oldu) Azdı han Eyvaz’ıŋ yüzü (azdı han Eyvaz’ıŋ yüzü) Düşmanlar saracak bizi Gürcistan şahınıŋ gızı 235 Düşman ald’oldu, ald’oldu (Gürcistan şahınıŋ gızı) (Düşman ald’oldu, ald’oldu) Goç Köroğlu’m der n’olalım (Goç Köroğlu’m der n’olalım) 240 Aşkınan gılıç çalalım Durmaŋ gızlar biz binelim Düşman geld’oldu, geld’oldu (Durmaŋ gızlar biz binelim) (Düşman ald’oldu, ald’oldu) 245
Köroğlu bunu söyleyince Gül Yesemen, Şirin Döne de yekindiler yerinden. Gül
Yesemen hemen atıŋ yanına vardı. Atıŋ dizginini ağzına vurdu, geçdi yanınıŋ
başına golanıŋı, eherin golanıŋı berkidecek, biraz da gızdı, Eyvaz kakmıyo diye.
Eyvaz’ıŋ hanımı, atıŋ yanınıŋ başından eheriŋ golanıŋı şöyle yukarı galdırırken 250
Gözel Eyvaz döndü gözünüŋ kenarıynan bakdı ki, yukarı galdırdıkça atıŋ ayā dört
barnak yukarı yekiniyo (ağam), yokarı kaldırdıkça Gözel Eyvaz gözünüŋ
kenarıynan bakdı ki her yokarı galdırmıya atın ayā yerden bir karış kesiliyo.
Hemen yerinden yekindi, gılıncı dakındı. Bindi Gır At’a. (Köroğlu’nuŋ Gır At’ı
kayyetden harpciydi. Yani atın da eyitilmişi var.) Gözel Eyvaz beri yandan dalıyo, 255
düşmanıŋ ötē yanından çıkıyo, yıldırım gimi. Ötē yandan dalıyo beri yandan
çıkıyo. Köroğlu ikide bir “Ulan Eyvaz! Baŋa kalsıŋ bir ikisi.” diyo. (Yani böyle
dedikçe düşmanıŋ morali bozuluyo yani,) “Oğlum, bir ikisi baŋa kalsıŋ!” Teslim
bayrağını kaldırdı oradan düşman, ölenler öldü, gaçanlar gaçdı. Geriye kalan
bayrā kaldırdı. Teslim bayrağını tüfeğin ucuna, gılıcıŋ ucuna mendili bağlıyan 260
galdırıyo. Eyvaz heç o mendile bakmıyo, gene çalıyo gılıncı. Köroğlu sazı hemen
eline aldı başladı:
[ Nr.7 ] 265 Eyvaz’ım meydan yerinde Goşar horlayı horlayı Eyvaz’ım gılınç elinde (oğlum) Çalar parlayı parlayı (Eyvaz’ım gılınç elinde, yavrım) 270 (Çalar parlayı parlayı)
[ŞSH]
159
Eyvaz bilir işlerini Görmüşüdüm düşlerini Bunlar seniŋ kardaşlarıŋ (Eyvaz’ım) 275 Öldüm ağlayı ağlayı (Bunlar seniŋ kardaşlarıŋ, Eyvaz’ım) (Öldüm ağlayı ağlayı) Goç Köroğlu’m der n’olalım 280 Eyvaz’a haber verelim Gızlar ileri varalım (varalım) Öldüm ağlayı ağlayı (Gızlar ileri varalım) (Öldüm ağlayı ağlayı) 285
(Yani haber verek irellek varak da teslim olana gılıç çalınmaz demek isdiyo ammá
Eyvaz da gızdı, heç bayrā bakmıyo.) “Oğlum Eyvaz dur!” deyi çağırınca durdu.
Eyvaz bakdı ki hep bayraklar havada mendili bağlayaŋ galdırmış. (Şimdi Eyvaz’ıŋ
küsdüğünüŋ sebebi Çamlıbel’deykene Eyvaz diyo ki “Baba Tiflis’e gedek.” 290
(Tiflis şimdiki Gürcistan’ıŋ başkenti.) Köroğlu da işde “Şam’a gedelim oğlum
önü de Şam, ahiri de Şam.” Eyvaz da Sözümü diŋlemediŋ diye küsüyodu. )
İşde burdan pırtınca Hama’ya vardılar. Hama’da bir gaç gün galınca Köroğlu dedi
ki “Ben şöyle bir geziyim oğlum Eyvaz’ım. İçerde dura dura biraz sıkıldım.” dedi. 295
Bindi atına gılıcını guşandı. Şöyle geziyim diyin biraz dolaşırkanna eee! Bir
Arab’ınan karşı karşı’ya geldi. Arab’ın da gılıcı belinde, kalkan elinde. Arap
görünce Köroğlu’nu bildi. “Eeyy seni seni! Şimdi nasıl gurtuluŋ elimden. Falan
yerde bizim orduyu harap etdiğiŋi unutduŋ mu. Şimdi ciynāma düşdüŋ mü?” dedi
Arap, Köroğlu’ynan indiler meydan yerine başladılar savaşa. Heç Eyvaz’ıŋ habarı 300
yok, kimseniŋ habarı yok, Allah’dan başka. Şimdi çarpışıyolar ammá Köroğlu da
yoruldu. Yorulunca gılıcıŋ yanını vurdu. Gılıç ortasından gırıldı. Arab’a dedi ki
“Ulan! Sen burada bekle, yiğit yiğidi puştluynan öldürmez. Benim gılıcım gırıldı.
Köroğlu’nu kahramanlınan öldürdüm diyemeŋ. Gediyim gılıcımı değişdiriyim,
öyle geliyim” dedi. “Peki! Ged gel.” dedi Arap. Köroğlu canına minnet geldi 305
Gözel Eyvaz’ıŋ yanına geldi ki yorgun, beŋzi bir hoş olmuş. (Gorkan adam belli
olur ya sık sık geri yanına dáner. Şimdi gece bir adam gederken geri yanına sık sık
bakıyosa o gorkuyo; heç geri yana bakmıyosa o korkmuyo.) “Ulan baba!
N’oldu,?” dedi Gözel Eyvaz, “Bir hoş olmuşsuŋ, gorkuk gimi, hemi yorgun
görüküyoŋ”, “Oğlum, ne yapdīmı saŋa anlatıyım. Şu sazı ver hele, aldı sazı eline: 310
[ŞSH]
160
[ Nr.8 ] (Ay!) Arab’ınan meydan yeri guruldu (oğlum guruldu) Arab’ı görünce (oğlum) belim gırıldı 315 Vuruşa vuruşa (oğlum) golum yoruldu (golum yoruldu) (Ay!) Yetiş Eyvaz’ım yerime benim (yerime benim) (Vuruşa vuruşa, oğlum golum yoruldu, golum yoruldu) (Ay! Yetiş Eyvaz’ım yerime benim, yerime benim) 320 (Ay!) Çekdim gılıncı da (oğlum) kelleler bişdim (kelleler bişdim) Ben bir Arab’ınan (oğlum ) belıya düşdüm Bakdım öldürücü (oğlum) önüŋden gaşdım (önüŋden gaşdım) (Ay!) Yetiş Han Eyvaz’ım yerime benim (canıma benim) (Bakdım öldürücü yavrım önüŋden gaşdım, önüŋden gaşdım) 325 (Ay! Yetiş Han Eyvaz’ım yerime benim, yavrım yerime benim) (Ay!) Çamlıbel’e şimdi (oğlum) habar olaydı (hele olaydı) Aslanlarım imdadıma geleydi Zalım Arap belasını bulaydı (yavrım bulaydı) 330 (Ay!) Yetiş Han Eyvaz’ım yerime benim (oğlum yerime benim) (Zalım Arap belasını bulaydı, yavrım bulaydı) (Ay! Yetiş Han Eyvaz’ım yerime benim, canıma benim) (Ay!) Diyo Goç Köroğlu’m gorkmam ölümden (hele ölümden) 335 Goç yiğidi eksik etmem golumdan (Herhal) Arap gurtulamaz (oğlum) seniŋ elinden (Ay!) Yetiş Han Eyvaz’ım, yerime benim (canıma benim)
Köroğlu bunu söyledi, Gözel Eyvaz Köroğlu’nuŋ elbisesini geydi; gendi gılıncını, 340
galkanıŋı guşandı Köroğlu’nuŋ atına bindi sürdü, vardı ki Arap meydan yerinde
dolanıyo; Köroğlu’nu bekliyo. Gözel Eyvaz meydana çıkıp bunuŋla karşılaşınca
Gözel Eyvaz bir gılıcınan vurunca Arab’ı atdan aşağı kelek gimi düşürdü. Geldi
“Baba! Onuŋ işi tamam.” dedi. “Ulan oğlum! Durmıyak burada. Başımıza şimdi
bela açarık şimdi gedek.” Oradan da göçdüler. Samır’dan, Şam’a vardılar. Şam’a 345
varınca atları bir hana, gendiler bir otele çıkdılar. İşde otelde yorgunluklarını
alınca Köroğlu dedi ki “Oğlum Eyvaz şöyle azcak gezek, bir gayfeye neye varak
da azcak vakıt geçirek dál mi?” Bunlarıŋ prensibi, ikisi bir yere oturmaz. Dört kişi
ise dördü bir yere oturmaz. Her biri bir yere oturur.
350 Köroğlu içeri oturdu kayfeden, Gözel Eyvaz dışarı oturdu. İçerde dama oyunu
oynuyolar, gayfeniŋ içinde. Adamıŋ birisi de hepisini yeŋiyo damada. Oniynan
biri oynarkan Köroğlu şöyle seyrediyo. Karşıdā adama diyo ki, her zaman
üdülmeyene dál de onuŋ karşısındāna, onu oynama şonu oyna, onu oynama şonu
oyna derken heç yeŋemedikleri adamı yeŋdiriyo, Köroğlu. “Arkadaş! Sen 355
garışma!”, “Peki ağam, garışmam.” diyo. Gene başlıyolar. Gene duramıyo
[ŞSH]
161
Köroğlu. “Onu sürme ileri, şonu sür.” Onu sürme şonu sür, onu sürme şonu sür
derken gene yendiriyo karşıdā adamı. “Ulan arkadaş! Bayak saŋa garışma
demedim mi?” diye eliniŋ dışıynan Köroğlu’na birken vuruyo şarpadan. Köroğlu
da elini galdırınca “Lan! Dağdan geldiŋ de bizi mi govucuŋ” diyolar. Hep 360
ayaklanıyolar, Köroğlu’na vurmıya başlıyolar. Köroğlu ikisiniŋ boynuŋdan
dutuverdi. Kellesini tok diye birbirine vurduydu şöyle ikisiniŋ de kellesi
yukāymış, su gabā gımı içine uçdu. İkisi de öldü. Orıya atıverdi yere.
Bunu görünce Köroğlu’nuŋ babayiğit, adamıŋ zora ihdiyacı yok, kimse 365
yaklaşamaz oldu. Gözel Eyvaz işaret ediyo, “Baba bir iki sallıyam mı?” diyo.
Dişini sıkıyo, “Sabreyle.” Bunu gören birisi “Şam yandı, Şam yandı!” barbar
bağırıp gediyo. Ulan! Herkeş dışarı çıkıyo, bir yanan yok. Şam hökümdarınıŋ
yanına vardı. “Hökümdarım Şam yandı”, “Lan neresi yandı, Şam’ıŋ?”, “Köroğlu
derler, bir adam varıdı Çamlıbel’de”, “Çok iyi bilirim. Eee!”, “Gelmiş burıya 370
gahveye oturmuş. Ben gelirkene, az uz adam öldürmediydi. Belki de şimdi heç
goymadı.” diyo. (Halbuki öleniŋ hepisi ikicik zaten.) “Eŋere o meydana çıkarsa
gendiniŋ adamları da buradaysa bu Şam’ı tamamen teslim alır hökümdarım.”
Hemen emir veriyo Şam hökümdarı. (O zaman askerlere habes denir. Ondan soŋra 375
müfreze dendi. Ondan soŋra asker dendi.) Köroğlu’nu yakalıyolar. Gözel Eyvaz
diyo ki işaret ediyo. Yani gılıcı çekiyim gurtarıyım mı? Dişini sıkıyo sabrediyo.
Diyo ki götürenlere; “Ulan ne var şöyle azcak müsaade ediŋ de bir iki meyit türkü
söyliyem de öyle götürüŋ beni.” (Eskiden türküye bir marak vardı.) Kimi diyo ki
“Yörü yörü ne söyleyeceksiŋ lan sen, türkü söylemesini ne bilirsiŋ.”, “Ulan 380
söylesiŋ bakıyım, belki âşıklığı var adamıŋ.” dediler. Söylesiŋ diyenler çoğunluğu
buldu. Diŋeltdiler Köroğlu’nu. Oturdu orıya, Köroğlu aldı bakalım ne söyledi,
değerli arkadaşlar burda ne diŋledi:
[ Nr.9 ] 385
(Ay!) Bilemedim baharımı yazımı (oğlum yazımı) Çekemedim Goç yiğitler nazını Dutmalıymış Han Eyvaz’ıŋ sözünü (oğlum sözünü) (Ay!) Bu sene Tiflis’de galmalıyımış (galmalıyımış) 390 (Dutmalıymış Han Eyvaz’ıŋ sözünü, yavrım sözünü) (Ay! Bu sene Tiflis’de galmalıyımış, galmalıyımış) 395
[ŞSH]
162
(Ay!) Gurbet ele çevirmişsim yönümü (oğlum yönümü) Gurbet elde soraŋ olmaz halıŋı Üç gün oldu Gır At yemez yemini (yavrım yemini) (Ay!) Gır At’dan bir ibret almalıyımış (almalıymış) (Üç gün oldu Gır At yemez yemini oğlum yemini) 400 (Ay! Gır At’dan bir ibret almalıyımış, yavrum almalıymış) Annacımız garlı garlı dağıkan (hele dağıkan) Çevre yanım mor sümbüllü bağıkan Gözü kanlı aslanlarım sağıkan (yavrum sağıkan) 405 (Ay!) Döŋüşe döŋüşe ölmeliyimiş (ölmeliyimiş) (Gözü kanlı aslanlarım sağıkan, yavrum sağıkan) (Ay! Döŋüşe döŋüşe ölmeliyimiş, ölmeliyimiş) (Ay!) Şimdi Çamlıbel’e (oğlum) bir habar olsa (bir habar olsa) 410 Toplansa aslanlar imdada gelse Goç Demirçi’m beni (oğlum) şu halda görse (şu halda görse) (Ay!) Gene arkanda adam olmalıymış (yavrım olmalıyımış) (Goç Demirçi’m beni oğlum şu halda görse, şu halda görse) (Ay! Gene arkanda adam olmalıymış, yavrım olmalıyımış) 415 (Ay!) Diyo Goç Köroğlu’m gelinmezimiş (oğlum gelinmezimiş) Alnıyıŋ yazısı silinmezimiş Başa gelecekler (oğlum) bilinmezimiş (oğlum bilinmezimiş) (Ay!) Gullar görgüsünü görmeliyimiş (yavrım görmeliyimiş) 420
Köroğlu bunu söyleyince “kak bālım kak”, “Oğlum, bir iki meyit daha söyletmez
misiŋiz? Zatı gediyom ben. Şahıŋız beni idam eder. Bir iki meyit daha söyletmez
misiŋiz?” dedi “Ulan! Güzel söylüyo, söylesiŋ bre. Bunu şah nasıl olsa asdırır. Bir
daha türküsünü diŋleyemek, söylesiŋ.” dedi. Aldı gene Köroğlu: 425
[ Nr.10 ]
Gızlar seni áğlemesiŋ (gızlar seni eğlemesiŋ) Gül Yasemen ağlamasıŋ 430 Dönem gara bağlamasıŋ Versiŋ fermanı, fermanı (Dönem gara bağlamasıŋ) (Versiŋ fermanı, fermanı) 435 Benim işim ah-u zârdır (benim işim ah-u zârdır) (Oğlum!) Şimden soŋra işim zordur Padışah yazısı vardır Geldi zamanı, zamanı (Padışah yazısı vardır) 440 (Geldi zamanı, zamanı)
(Fermanı, aldıydı padişahdan ya ede, taa harpde, onu hatırlatıyo.)
Goç Köroğlu’m der n’ēderim (Goç Köroğlu’m der n’ēderim) 445 Gayrı zındana gederim Fermansız nasıl ederim Geldi zamanı, zamanı
[ŞSH]
163
Gözel Eyvaz hemen getdi. Döne’ye dedi ki, (Şirin Döne’ye) “Ana! Babamı 450
yakaladılar. Padişahıŋ fermanını istiyo.” Hemen bohçasından çıkardı Şirin Döne,
fermanı Gözel Eyvaz’a verdi; “Al oğlum.”. Gözel Eyvaz gelene gadar gralıŋ
huzuruna eletdiler Köroğlu’nu. Gözel Eyvaz da vardı. Olur ki, boynunu vuruŋ der,
heç zındana atdırmaz. Padişahıŋ fermanını adama verdi, hökümdara (Gürcistan
zaferine çıkmadan önce aldığı ferman bu. İlk önce, daha yuva gurmadan önce 455
aldığı ferman. Sultan Murad’dan aldı. Genç Osman zamanıŋda) Hökümdar bunu
gören gadar “Ooo! Osmanlı Padişahınıŋ fermanı.” (O zaman Şam da bizde. Hem
yabancı da dál ki.) Derhal özür diledi Köroğlu’ndan. “Serbest bırakıŋ!”.
Köroğlu’nu serbest bırakdılar. Köroğlu burdan bir otelde kalırkanna sizlere ömür
mefat etdi. Fakat Şirin Döne gendinden evel mefat etdi. Kendi bekar adam, para 460
bol otelde galır, gezer dolaşır. Gelir otelde yatardı. Köroğlu da orda mefat edince
Gözel Eyvaz da İstanbul’a döndü. Köroğlu’nuŋ mezarı, Şirin Döne’niŋ cenazesi
orda kaldı. Gözel Eyvaz İstanbul’a döndü. Gözel Eyvaz İstanbul’da hayli bir
müddet zevk-i safaynan yaşadı. (İnşallah bizde Gözel Eyvaz gimi zevk-i safaynan
yaşamamızı Cenab-ı Allah’tan dilerim arkadaşlar.) 465
[ŞSH]
164
GÜNDEŞLİOĞLU HİKÂYESİ∗
[ GOH ]
Şimdi Gündeşl’oğlu denen adam, Diyarbekir’in báğiydi, aslı Diyarbakırlı. Çok 5
varlık sahibiydi, sayılır kişiydi, bir gün bir urüya gördü. Urüyasında Cenab-ı Allah
diyo ki “Ey kul ben saŋa bir sıkıntı bir musibet vereceğim, dünyada mı veriyim
Ahiret’de mi veriyim?” Gündeşl’oğlu uyanıveriyo ki urüya. Sabah namazına
kakıyo, namazını kıldıkdan sonra “Yarabbî benim görmüş olduğum urüya esah ise
sahih ise (yani doğru ise demek) benim cezamı bu dünyada ver Yarabbî. Beni o 10
dünyada ıslah eyleme.” diyo.
Gündeşl’oğlu’nuŋ sürüleri bölük bölük kırılmıya başlıyo. Tamamen yoksullaşıp,
fakirleşiyo. (Allah kimseyi de gördüğü gunden geri goymasıŋ.) Hanımınıŋ adı da
Belkıs. Belkıs kakıyo bir gapıya bir öğünlük gediyim dedim diyo. Orıya varınca 15
Belkıs Hanım geliyo diyolar. Döşşeğin áŋ kalınını áŋ temizini atıyolar. “Buyur!”
Ulan! Yoksullaşdıydık yüzümüze bakmaz oldular demesiŋler diye. Bir öğünlük
istemeden geri geliyo.
Bir gün beş gün derkenne Diyarbekir’iŋ ileri gelen adamları dediler ki “Yav! 20
Allah’a şükür Allah bize verdi. Var bizim, onuŋ da varıdı; aldı onūynu. Yarın bir
gün de bizden alır. Gücümüz nispetinde üç beş neyse on deve verek
Gündeşl’oğlu’na, gendi de birkaç adamla kervancılık yapsıŋ. İnşallah Allah verir,
su akdığı yere akar.” Gündeşl’oğlu’nuŋ haberı olmadan böyle yapdılar. Kimi üç,
kimi beş, kimi on gücü nispedinde herkeş, deve verdiler. Bunlara ne gerekir, 25
mesela Diyarbakır’dan kalkınca Adana’da ne harcanır. “Herkeş devesiniŋ yükünü
dutsuŋ” dediler. (Öyle ya zaten yoksul adam, ne alsıŋ yükletsiŋ deveye.) Adam
her şeyi düzenledi gendi bezirganbaşı oldu. Gezer dış ülkeye de gederler (Ammá
şimdiki gimi o zaman kervan dış ülkelere de geder.)
30 Gezip dolaşırkan bir gün yolu şaşırdılar, akşamüstü. Garannıdı, duman çökdü.
(Eskisi gimi her yerde álektrik yanmıyo ki, ulan! Şorda ışık yanıyo, orıya varak
∗ Metin, 09 Ağustos 2003 tarihinde Düziçi [Osmaniye] ilçesinin Karkın mahallesinde oturan 1938 doğumlu Âşık Mustafa Köse’den, tarafımızdan ses kayıt aracı ile ve icrâ geleneğinin doğal ortamında derlenmiştir. Kaynak kişi, bu hikâyeyi, babası Âşık Mehmet Köse’den öğrenmiştir.
[GOH]
165
diyecek dál ya!. Gırağında da olsa ya horoz ötüp, ya köpek ürmedikden sonra ev
varıdığını bilemeŋ.) Gede gede ulan dediler “Şurıya gonaklıyak, bu dölēmiş.”
dediler bir yere kervanı indirdiler ora da bir guru dereniŋ içiymiş. Biraz sonra 35
yağmur duddu, şimşek çakıyo, sel sele geddi ortalık. Kervan da geddi, adamlar da
geddi, Gündeşl’oğlu da bir meşe ağacınıŋ başına çıkdı. “Devrilirse biz de gederik,
devrilmesse Allah saklarsa saklar.” Atı da meşe ağacınıŋ dibine bağladı. Sabaha
gadar o meşe ağacınıŋ başında galdı. Ammá guru yeri galmadı. Islandı eyiden
eyiye. Sabaŋan olduydu, kervan da yok adamlar da yok. Gondukları yer bir guru 40
dereymiş. Sel aldı hepsini, Gündeşl’oğlu indi. Ata biner halı yok. Atı çözdü,
çekdi, yörüdü. Herhal dedi “Biz şurdan geldik.” diye yörüdüydü, (Allah işini
oŋaracak ya) şöyle biraz geddi bir yuŋruyu aşdıydı köy var.
Köye vardı bir kabıya diŋeldi. Atıŋ şıkırdısıynaŋ beraber bir adam da çıkdı dışarı. 45
“Buyur kardeş!” dedi ammá Gündeşl’oğlu’nuŋ konuşur halı yok. Çıkardı bunu
yokarı sırtını soydular. Sırtını dáŋiştirdiler. Guru yavan bir yemek yedi. “Gardaş
baŋa bir yer seriŋ.” dedi Gündeşl’oğlu. Yeri serdiler, attı gafayı. Üç ay hasta yatdı
Gündeşl’oğlu orada, kimseniŋ haberı yok.
50 Üç ay sonra azīycak canı üstüne gelir gimi oldu. ( Durnalar da güŋüz gedmezler.
İlle gece gederler. Neden?: Şahan guşundan korkarlar. Gece gederler ammá dertli
ötüşür durnalar cığcık cığcık cığcık ötüşür giderler dertli dertli) Sabaha garşı seher
vaktı, durnalar gökyüzünden gediyo. Gündeşl’oğlu da şöyle dirseklerini yere
goyarak belini yasdā dayadı. Aldı bakalım Gündeşl’oğlu geden durnalara karşı ne 55
söyledi, değerli arkadaşlar burda ne diŋledi:
[ Nr.1]
Gökyüzünde bölük bölük durnalar 60 Uğrar m’ola bizim ele söyleyin Anamdan atamdan soraŋ olursa Gözü yaşlı, daşı yasdık diyeyin (Anamdan atamdan soraŋ olursa) (Gözü yaşlı, daşı yasdık diyeyin) 65 Söyleyiŋ anama ağlamasıŋlar Al üstüŋe gara bağlamasıŋlar Gelir diye yolum dáğnemesiŋler Soranlara çok perişan diyeyin 70 (Gelir diye yolum dáğnemesiŋler) (Soranlara çok perişan diyeyin)
[GOH]
166
Gır At’ımı veriŋ beni yuyana Gılıŋcımı veriŋ beni soyana 75 Bu nereli diye sizden sorana Diyarbekirli báğlerinden deyiŋ (Bu nereli diye beni sorana) (Diyarbekirli báğlerinden deyiŋ) 80 Haydi gediŋ uğur olsuŋ yoluŋuz İçiŋizdeŋ gılavuzu eyiŋiz Bu âşık kim diye sorarısaŋız Soranlara Gündeşlioğlu deyiŋ (Bu âşık kim diye sorarısaŋız) 85 (Soranlara Gündeşlioğlu deyiŋ)
Gündeşl’oğlu bunu söyledi ammá ev sahibi diŋledi, o da üzüldü. Orda biraz daha
galıp ata binecek gadar, at üstünde duracak gadar olunca, Gündeşl’oğlu ev
sahibiynen vedalaşdı. “Duz, ekmek, halal ediŋ.” dedi. Atına bindi sürdü. 90
Zamanda geç günlerde tez Diyarbakır’a geldi. “Oooo! Báğimiz geldi. N’oldu
báğim çok galdıŋ.” Annatdı durumu kervanıŋ sele getdiğini, gendiniŋ hasda
oldūnu annatdı. (Aklıma bir şey geldi. Gazneli Mahmut zamanıŋda diŋelmiş
adamın biri yoluŋ kenarına, bazı süzünüyo, bazı geziniyo, bazı gazınıyo. Gazneli 95
Mahmut yani padişah, Gazne şehrinden oldū için Gazneli deniyo. “Ulan! Şu
adama bakıŋ hele dedi, onu benim yanıma getiriŋ.” Aldılar adamı padişahın
yanıŋa eletdiler Gazneli Mahmut’un yanıŋa.
“Ulan ōlum! Sen epeydir beri ordasıŋ. Ben saŋa bakdım, bazı geziniyoŋ, bazı 100
süzünüyoŋ, bazı gazınıyoŋ gart gart.”, “Ah padişahım! Süzünüyom, garnım aç,
para yok. Elden ne gelir. Süzüŋ der, süzüŋ diyom süzünüyom. Avrat evde öteberi
ister, para yok ku aliyim. Elimden ne gelir. Gezin der, gezin diyom, geziniyom.
Sırtım kirli sabın yok. Avrad sırtımı yuğamıyo. Başka çarem yok. Gazıŋ der,
gazıŋ diyom gazıŋıyom padişahım.”, “Be ulan! Eliŋe bir tablı daş al, şu dükkanıŋ 105
yanıŋa diŋel. Şu çarşıyı görüyoŋ mu? Burda bir Allah’ıŋ hakkı var, bir de benim
hakkım var. Benim hakkım da babamdan galma miras, şurıya diŋel, sokağa öte
var guvvetinen elindē daşı at, neriye düşürürseŋ ordan beriniŋ dükkanıŋı saŋa
verecēm.
110 Adam eline bir tablı taş aldı, tabi azcak da yeğniŋi alıyo. Bir dükkan daha öte
düşürdüm diye. Ayağınıŋ birini ileri goydu, birini geri goydu. Yallah elindē daşı
fırlatdıydı, ilk dükkanıŋ darabasına dáğdi daş geri şıçıradı, alnıŋın çatıŋa değince,
[GOH]
167
adam orada daŋ diye galdı. Gazneli Mahmut Padişah bakdı ki çokdan ölmüş
adam. Şimdi vermemiş Ma’bud neylesiŋ Mahmud. Yani Allah vermezse kuluŋ 115
vermesi neye yarar diyo. Aynı buna misal)
Gündeşl’oğlu dedi ki bir gün hanımına “Hanım! Gel biz bu memleketi terkedek,
Diyar-ı gurbete gedek. Diyar-ı gurbete gedersek biz gazmaynan, kürēnen çalışırık,
ammá burda bir iş yapamak. Nere varsak ağa geliyo, hatıŋ geliyo diyolar. 120
Utandırıyolar adamı.” Üç táne ōlu var Gündeşl’oğlu’nuŋ, (Gademe gademe tabi.)
“Eee! Bu çoçukları ne yapak?”, “Çocukları içeri yatırak, usulca gece biz çıkak
gedek.”, “Oldu.”, “Ammá ağlayamayacaksıŋ hanım ha! Giderken ağlama. Ağladıŋ
mı gedemek.”, “Oldu.” dediler. Gomşulukdan bir kötü merkep buldular. (Sözüm
oŋa) hazırlık yapıyolar, değermene gedicik diyolar. 125
Gece olunca üç çocū yatırdılar, yola çıkdılar, Diyarbekir’e gediyolar, o tarafa dōru
yürüdüler. Diyarbekir’iŋ şöyle o yuŋruyu da aşdılar mı dáha Diyarbekir tarafı
görünmez. Hanım, tabi ciğer bu, dayanamadı, “Ugh ugh!” dedi orıya da aşdı mı,
göremez, geri yanıŋı dáğnedi, ağladı. O zaman onuŋ ağladığını görünce 130
Gündeşl’oğlu hemen oturuverdi. Aldı bakalım ne söyledi, değerli arkadaşlar ne
diŋledi:
[ Nr.2 ]
135 Üç yavrıyı bir araya yatırdım Yatırdım da ben aklımı yitirdim Ben duzumu, ekmeğimi yitirdim Ahiret hakkım halal olsuŋ guzum (Ben duzumu, ekmeğimi yitirdim) 140 (Ahiret hakkım halal olsuŋ guzum) Yer yüzünde biter türlü çiçekler Yalan oldu söylediğim gerçekler Köşek gimi oynar südü çocuklar 145 Anaları yavrım der der sızılar (Köşek gimi oynar südü çocuklar) (Anaları yavrım der der sızılar) Şu dünyada meyva olup tutmadım 150 Geçdi ömrüm muradıma ermedim Çocuklarla halallaşıp getmedim Ahret hakkım halal olsun guzum (Çocuklarla halallaşıp getmedim) (Ahret hakkım halal olsun guzular) 155
[GOH]
168
Böyle miydi hanım gavli göreliŋ Aralıkda galdım halım bilemeŋ Gündeşl’oğlu’m diyo dini, imanım 160 Gemiğin içinde ilik sızlıyo (Gündeşl’oğlu’m diyo dini, imanım) (Gemiğin içinde ilik sızlıyo)
(Ben de acışıyom ammá diyo, Gavlimiz böyle değilidi diyo hanıma.) Oradan bunu 165
söyledi Gündeşl’oğlu, beri yüzüne yürüdüler.
Günlerde geç vakitde tez gonup göçe, yiyip içe Misis’iŋ orıya geldiler. Orıya
geldiler ki ekin biçiliyo, biçilen yere gondular. (Zatı ne var, bir kat yatak
sırtılarında, eşya sırtında.) Başladılar, başak toplamıyá. (Ekiniŋ yerinde galanlarını 170
toplarsaŋ başşak topluyo derler.) Topladılar. Bunu topladıp, “Bir yerde de azcak
tıpışlarık bişirrik.” dediler. Bunlar topladılar biraz, o topladıkları başşā da kölgelik
etdiler. Üstlerine burda bir gün, iki gün, beş gün dururkan köyüŋ muhtarı dedi ki
“Yav! Bizim çoban gedicim diyo, köyüŋ çobanı var. Sığırını güder. Şu adam neci?
Geldi orıya gondu, sormadık da necisiŋ diye. Yav! Sorak bakalım eŋáre 175
köyümüzüŋ malını güderse, güdsüŋ bunu dutak.” dediler, çoban gedici günüm
doldu diyo.” Muhtar adam saldı, Gündeşl’oğlu’nu çagırtdı.
Hoş beş on beşden sonra, “Necisiŋ?”, “Nediciŋ bre ulan? Ben de siziŋ gimi bir
adamım. Bir fakirim.”, “Nerelisiŋ?”, “Diyarbekir tarafından geldim.” (Ben orda 180
báğdim diyemiyo tabi.) “Eee! Sen bizim köyüŋ naharını güdmeŋ mi?”,
“Güderim.” Yıllığını kesdiler. “Sabahanan güdmeye başlayacaksıŋ, hanımıŋ da
sıraynan her gün iki üç evden ekmek alacak, devam edeceksiŋiz.”, “Oldu.”,
“Hanımıŋ da bazı ağların, báğlerin danasınıŋ, ináğiniŋ otunu yolarsa şuralardan, o
da alır birkaç kuruş geçinir gidersiŋiz.”, “Tamam.” Sabāŋan oldu. Adam malları 185
önüŋe gatdı, getiren gatıyo, ev ev gezme yok. (Sokakda çoban birkenne “Ohah!”
dedi mi çoban geldi dereler, getiren gatar zaten.)
Mal güdmiye başladı, köyde düğun oldu. Çoban da vardı düğune. “Lan!
Uşaklarnan, şo çobanı da yemekleŋ” dediler. Ulan! Gündeşl’oğlu’nuŋ çok ağrına 190
getdi. (Ağlarnan, báğlernen oturup kalkan adam çoçuklarnan, yani uşaklarnan,
çobanı da yemleŋ deyince çok ağrına getdi.) Neyse yemáği yemiş oldu. (Ammá
tabi burnuma tuzlu su sıkdıŋ derler, bir şey oldu mu.) Heç canına siŋmedi. Gene
ağlar, báğler ona türkü söyle buna söyle derkenne. “Lan! Çoban sen heçbi şey
[GOH]
169
bilmiyoŋ mu bre? Biriŋ de sen söyleseŋ.” Yolağan ağzına oturtdu çobanı. “Ben 195
pek bilmem ammá ağalar gene de siziŋ hatırıŋızı gırmıyam. Bir elbilmez birini
söyliyem.” dedi. “Eee! Söyle söyle.” Aldı şimdi Gündeşl’oğlu yolāŋ ağzına
oturdu. Báğlere ne söyliyeci, burdā arkadaşlar ne diŋleyici:
[ Nr.3 ] 200
Nere gedem yokluk seniŋ elinden Gelip ayağına uşak olukdur Nere gedsem gurtulamam elinden Çıkıp birilerine uşak olukdur 205 (Nere gedsem gurtulamam elinden) (Çıkıp birilerine uşak olukdur) Sürüleri birbirine gatardık Bölük bölük guzlarını satardık 210 Ağ kendire gara çadır atardık Şimdi kölgeliğim başak olukdur (Ağ kendire gara çadır atardık) (Şimdi kölgeliğim başak olukdur) 215 Sürülerim dağ yüzüne yürürdü İndigi çaylarıŋ suyu gururdu Her gatarda on beş türüm olurdu Şimdi baş gördüğüm eşşek olukdur (Her gatarda on beş türüm olurdu) 220 (Şimdi baş gördüğüm eşşek olukdur) Depe depe harmanlarım savrılır Namlı namlı geç buğdayım devrilir Gündeşl’oğlu diye adım çağrılır 225 Şimdi Gündeşl’oğlu uşak olukdur (Gündeşl’oğlu diye adım çağrılır) (Şimdi Gündeşl’oğlu uşak olukdur)
Gündeşl’oğlu bunu söyledi ammá bütün milleti devirdi. (Mânâ var yani söylediği 230
şeyde, Allah kimseyi de gördǖ günden geri goymasıŋ. Diyarbakır’ıŋ báğiydi,
burda uşak diyo, çobanlarınan yemek yiyolar, bunu söyledi.) Burda mala gedip
gelirken bir gün ordan bir kervan geçiyo. Hanımı Belkız diyo ki “Varıyım şu
kervana, bezirganbaşına “Nerden geliyoŋuz?” derim. Eŋáre bizim Diyarbakır
tarafından geliyosa “Ne haber var?” deyi sorarım. İşde o da “Gündeşl’oğlu şöyle 235
olmuş, böyle olmuş, der; çocuklardan bir habar alırım” diyo. Kervana geliyo
bezirgancı önden gediyo. (Bezirganbaşı tabii.) “Dur hele!” diyo bezirganbaşına.
Duruyo “Ne?” diyo, “Nerden beri geliyoŋuz?”, “Biz her yeri gezerik.”
Bezirganbaşı bakıyo ki, Belkıs ayıŋ on dördü gimi parlıyo. Çok yahşi. Hemen
[GOH]
170
emir veriyo, “Dutuŋ bunu deveniŋ üstüne goyuŋ!” diyo. Belkıs’ı dutuyolar 240
deveniŋ üstüne goyup ellerini bağlıyolar, “Sür!”
Eee! Gündeşl’oğlu akşam eve geliyo, bakar Belkıs evde yok. Zahar gomşulara
öğünlük deyi getdi. (Her gün evlerden ekmek alıyo ya, akşama, sabaha yeterse
deyi.) Bekliyo ya yok. Bir bekliyo yok, iki bekliyo yok, sabah oldu yok. (Bir şey 245
oldu mu derler ki çocukdan al habarı derler.) Sabahanan çocuklar oralarda
oynuyo. Gündeşl’oğlu o gün mala getmiyo. Başka bir arkadaşı gönderiyo. (Zaten
iki üç kişi geder mala, tek bir adam zapdedemez.) Çocuklara diyo ki “Belkıs
anneŋizi gördüŋüz mü heç?”, “He! Ben gördüm.” diyo biri. “Nerde gördüŋ?”,
“Valla! Dünden diyo burdan bir kervan getdiydi.”, “Eee!”, “O kervanıŋ yanıŋa 250
geldiydi, deveye bindirdiler, savuşdu geddi.”, “Eyvah!” dedi, Gündeşl’oğlu.
Belkıs gendi göğnüynen getmez. Hemen Misis’in köprüsünüŋ orıya varınca,
oturuyo köprünüŋ yanıŋa, alıyo bakalım, orda ne söylüyo değerli arkadaşlar
burda ne diŋliyo:
255 [ Nr.4 ]
Belime düşdü him daşı böyüğü Böyle m‘olur güzellerin yiğidi Saŋa derim saŋa Misis hüyüğü 260 Gucak gucak otlarıŋı biçdi mi (Saŋa derim saŋa Misis hüyüğü) (Gucak gucak otlarıŋı biçdi mi) Belime düşdü him daşınıŋ böyüğü 265 Böylemi olur güzellerin yiğidi Saŋa derim saŋa, Misis köprüsü Suna boylum üzeriŋden geçdi mi (Saŋa derim saŋa, Misis köprüsü) (Suna boylum otlarıŋı geçdi mi) 270 Belkıs’ı da goydu m’ola çayırda Gündeşlioğlu’m daşır yurtdan yurda Saŋa derim saŋa Ceylan ırmağı Suna boylum sularından içdi mi 275 (Saŋa derim saŋa Ceylan ırmağı) (Suna boylum sularından içdi mi)
Gündeşl’oğlu, şimdi bunu söyledi. Yörüdü Gündeşl’oğlu “Ne yanna geddi
kervan?”, “Şu yana.” Kervanıŋ getdiği yere geder. Şimdi deve uz geder de, uzak 280
geder. Eee! Aradan da gece geçdi, adamlar yola devam ediyo. Getdiği yerde sorar.
“Burdan kervan geddi mi?”, “Geddi”, “Ne yana?”, “Şu yana.” Sora sora günlerde
[GOH]
171
geç vakitde tez Erzurum’a eletdi. Gendi de yata kaka, gonup göçe geder, yayan.
Orıya vardı “Erzurum kervanıydı.” dediler. Bir gayfeye oturdu. Fakirin nere
gedse yüzü soğuk olur. (Benim gimi, çulu kötü olursa nere varsa, şora otur derler.) 285
Vardı yolāŋ ağzına dıkıldı emmá “Gel, buyur.” diyen olmadı. (Çünkü çulu kötü
eŋáre çulu eyi olsa sırtında, heç cebinde beş guruş olmasa da gel ağa derler.)
Orıya oturdu. Herkeş gayfesini içiyodu. İleri yönlü adamıŋ biri dedi ki “Herhal
garip, şo garibe de verin bir gayfe.” dedi. Ona da yapdı gayfeci bir gayfe, içdi.
Ammá ileri gel diyen olmuyo, yolāŋ ağzında oturuyo. Garibin nere gedse yüzü 290
soğuk olur derler ya çulu da kötü oldu mu kimse gel ağa demez.
Gündeşl’oğlu gayfesini işdi, şöyle azcak dönüyo gimi edince sazıŋ tıŋŋ etdi teli.
(Şimdi âşıklarıŋ da bir âdeti var. Sazı mahsus tıŋılatırlar âşık mısıŋ desinler diye.)
“Ulan! Âşıklīn da mı var?” dediler, “Yok, âşıklığım da, [sazı] öyle daşırım.” dedi. 295
“Yav! Âşıklī olmayan adam saz daşır mı. Hele bir iki tıngırdat dediler. O anda da
gayfeniŋ önüŋde bir söğüt ağacı var söğüt ağacına bir tek bilbil geldi gondu.
(Söğüt ağacına da hatekin bilbil gonmaz.) Onu yalıŋız görünce (Bilbil de ekseri
çok zaman çit gezer ayrılmaz birbirinden) onu görünce Gündeşl’oğlu’nuŋ da
içerisi sızladı. “Benim gimi bu da yalıŋız galmış.” dedi. Aldı bakalım bilbile garşı 300
ne söyledi burdā arkadaşlar ne diŋledi:
[ Nr.5 ]
Bilbil ne ararsıŋ sögüt dalında 305 Sen de mi ayrıldıŋ nazlı yarinden Ne haber getirdiŋ datlı diliŋden Sen de benim gimi yalınız bugün (Ne haber getirdiŋ datlı diliŋden) (Sen de benim gimi yalınız bugün) 310 Bilbil gonmaz sandım söğüt dalını Sen de mi yitirdiŋ nazlı yarini Sormıya mı geldiŋ benim halımı Sen de benim gimi yalıŋız bugün 315 (Sormıya mı geldiŋ benim halımı) (Sen de benim gimi yalıŋız bugün) Bilbil görmüş müydüŋ sen de düşüŋü Yoŋsa vurdular mı nazlı eşiŋi 320 Neden bırakmıyoŋ benim peşimi Sen de benim gimi yalıŋız bugün (Neden bırakmıyoŋ benim peşimi) (Sen de benim gimi yalıŋız bugün) 325
[GOH]
172
Gündeşl’oğlu’m söyler söyler övünür Gara bağrım daşdır diye dövünür Dostlarım ağlaşır düşman sevinir Sen de benim gimi yaralı bugün (Dostlarım ağlaşır düşman sevinir) 330 (Sen de benim gimi yaralı bugün)
Gündeşl’oğlu bunu söyledi, o kervancınıŋ evi de yakın idi bir yafidiydi. Bir ses
duydu Belkıs yafidiniŋ evinde, ammá olmadı Yafidi, Belkıs’a şöyle elini gene
değdirmedi. Yafidi’niŋ avradı “Seni gancık seni, sen dürüst avrat olsaydıŋ 335
gocamıŋ arkasına düşüp gelmezdiŋ.” deyip her gün sırtına bir iki yumruk vurur,
saçını yolar. Bu sesi duyunca Belkıs dedi yoldan gedeniŋ birine, “Gardaş
bakele!”, “Ne var?”, “Şo garşıkı gayfede bir âşık sesi geldi.”, “Ne var, söyle de bu
tarafa doğru gelsiŋ bahşişini verim.” dedi. Adam geldi “Burda bir âşık varımış.”,
“Benim!” dedi Gündeşl’oğlu. “Seni şoo garşıdā gonakdan istiyolar, bahşişini 340
verecekler.” Beriden vardı ki pencereden bakıyo Belkıs. Gündeşl’oğlu’nu görünce
tanıdı; Gündeşl’oğlu da gendini tanıdı. (Herkeş eşini tanıma mı?)
Gündeşl’oğlu hemen kelllesini dikdi yere. (Zor dava.) “Beyim! Hiç kelleŋi yere
dikme. Allahım’a yemin ederim ki, o adamıŋ eli baŋa dáğmedi. Heç eli baŋa 345
değmedi.” deyince. Gündeşl’oğlu merdivandan tarafa, Belkıs da merdivandan
aşşā yürüdü. Merdivanıŋ dibinde gucaklaşıp, ağlaşmaya başladılar. Hemen
yafidiniŋ avradı geldi. “Şordan sokakdan geden obanıŋ erkáğiynen de gucaklaş,
seviş, seni fahişe seni!” Bir iki yumruk daha vurdu, saçından dutdu yokarı çekdi.
Yafidi’ye de habar getdi “Aboouu!, o getirdiğiŋ avrat yoldan bir adam gediyodu, 350
çağırdı, merdivanıŋ dibinde buluşdular. Birbirine sarlandılar kimse ayıramıyo
birbirinden.” diyolar. O da başka gayfedeymiş. Hemen geldi Yafidi “Nasıl olur da
benim evimdē bir esire sarkıntılık edebilir yoldan geçen bir kişi?” diye. Gelince,
Belkıs anlatdı “Benim báğim bu.”, “Aboouu!” Yafidi gucakladı Gündeşl’oğlu’nu
“Annem güccüyken anlatırdı. Bir gardeşiŋizi gaybetdim derdi. Elhamddürüllah 355
gardaşıma gavuşdum. Allah seni baŋa gavuşdurdu.” dedi. (Hemen zatı Müsliman
olduydu onuŋ için ellemiyodu. O gadar yanıŋa varmak istedi olmadı varamadı.
Bunların dini ne gadar has din ki inandıklarına sadık bağlanıyolar, ben elimi
galdıramam, dedi.) Tekrar şahadet kelimesini çekdi. Elhamdürillah yani
Müsliman oldūnu Gündeşl’oğluna bildiriyo. “Gel gardaş misafirimsiŋ.” O gün 360
orda galdılar.
[GOH]
173
Devliki gün olunca, toplaŋ neādar deve varısa, mal varısa. Toplatdı Yafidi.
Müslüman oldu Elhamdürillah, Yafidilikden çıkışdı. “Şu seniŋ, bu benim gardaş.”
Şu sensiŋ, şu benim, şu seniŋ, şu benim; gaç deve varısa yarıya pöldü. Malı yarıya 365
pöldü, parayı yarıya pöldü. “Gardaş seniynen biz gardaşmışsık anam anladırdı
güçüyken gaybetdim, derdi, buluşduk Allah’a şükür.” (Halbuki gardaşı olmadığını
biliyo da, çavresindekiler bundan korkdu demesiŋler diye hemen müsliman oldu.
Müsliman Müslimana yardımcı.) Pölüşdüler, bunu Erzurum sınırına çıkanādar da
savuşurdu. Gendi de beraber şanınan şerbetinen savışdırdılar. 370
Gündeşl’oğlu gıyafeti deŋişdi. Günlerde geç vakıt da tez Diyarbekir’e geldi ki
“Oooo!” Güm güm güm bir davul ötüyo, kervan gonalga yerine vardı gondu.
“Kervan gonalga yerine bir kervan geldi.” dediler. “Acaba kimiŋ nesiymiş?
Düğünüŋ noksanıŋı da bu kervandan alak.” Bir iki adam gönderdi. Vardılar adam 375
şöyle bakıyo, Ulan! Bu báğimiz Gündeşl’oğlu diyiciler; fakat zaman geçdiğinden
şekli deŋişmiş. Geri geldiler “Kimimiş?” dediler. (Oranıŋ báği Gündeşl’oğlunuŋ
gardaşı.) “Vallahi! Báğim, bezirganbaşı diyolar orda bir adam oturuyo. Şöyle bir
bakıyom, aynı bizim báğimize, Gündeşl’oğlu’na, beŋziyo ammá şekli şemali
deŋişik.”, “Bir de ben bakıyım.” dedi, vardı. Bakıverdi ki gardaşını bilme mi? 380
Bilişdiler, bunlar gucaklaşdılar. “Gel gardaş. Şu evi görüyoŋ mu?”, “Evet.”, “Bu
büyük oğluyuŋ evi, büyük gızımı verdim evini yapdırdım. Şu ortancıl oğluyuŋ
evi, ortancıl gızımı verdim evini yapdırdım. Şu çalınan düğün de güçcük oğluyuŋ
düğünü onuŋ evi de ahaa şurda. Ona da küçcük gızımı verdim. Gardaş belki
benim gabahatim olabilir. Evvela bir kabahat etmiş isem, özür dilerim. Küçük suç 385
işler, böyük bağışlar. Beni bağışla gardaş.” dedi. “Ulan! Daha ne yapıcıŋ.” dedi.
Bir daha sarılıp ağladılar. Bunlar birbirine kavışıp zevk-i safaynan yaşadılar.
(İnşallah biz de bunlar gimi zevk-i safaynan yaşamamızı, Cenab-ı Allah’tan
dilerim arkadaşlar.)
[GOH]
174
GÜHERİ HİKÂYESİ∗
[ GH ]
Şimdi Güheri’yneŋ Ahmet Báğ bunlarıŋ babaları, iki kardeş idi. Biriniŋ gızı oldu, 5
biriniŋ ōlu oldu. Ōlanıŋ adını Ahmet goydular; gızın adını da Güheri goydular.
(Eskiden de beşik kertme nişanlısı diye bir adet söylenir.) Çocuklar dünyaya
gelince “Gardaş elden gelen eyi mi olur?” dediler, Güheri’ynen Ahmet Báğı
beşik kertme nişanladılar. (O günüŋ bahrinde beşik kertme nişanlıymış deyince bir
gız yüz yaşına da gelse kimse dünür getmezleridi; istemeye gelmezleridi.) Aradan 10
zaman geçti. Ahmet Báğiŋ babası da mefat etti; Güheriniŋ babası da mefat etti.
Fakat evleri ayrı ayrı. Güheri gelir, Ahmet Báğiŋ eviniŋ işini tutar hizmetini görür,
geri evine geder.
Bir sene yaylaya gedim zamanı gelince toparlandılar, yaylıya getmeye 15
hazırlandılar, yola çıkdılar. Yola çıkınca Ahmet Báğ dedi ki “Arkadaşlar! Ben
şöyle geri döniyim, yurdu bir geziyim bir mal melel galdı mı acaba? Galırsa burda
aç susuz perişan olur.” dedi ve atı geri çevirdi. Geldi ki yurtda bir deve galmış.
Ihmış deve. Atın üstünden, neādar kırbacınan vurduysa da kakmadı. “Ya!
Mübarak hayvan niye galkmıyoŋ?” diyerek ayānıŋ ucuynan deveye dürtüverince 20
yanınıŋ başına deve de, “Eav!” deyi boynunu çeviriverdi. Ahmet Báğiŋ bacāndan
ısırdı. (Diziŋ öŋündeki şu gaba yerden ısırdı.)
Ahmet Báğ buna aldırmadı; [deve de] ısırdıkdan sonra da kakdı. Atıŋ arkasına aldı
deveyi geder. Göçebere yetişince “Yav! Ahmet Báğ n’oldu seniŋ ayāŋa?” dediler. 25
Gan, körüklü cizmeniŋ dışına daşmış. O zamana gadar Ahmet Báğiŋ heç haberi
yōdu. Bakıverdi ki ganıyo. Bunu hemen melhamladılar, sardılar. Emleyip (yani
melhamladılar demek) melhamladılar, sardılar. Yaylada da evlenecekler o sene
Güvher Hanımınaŋ. Yaylaya getdiler; bir ay geçdi yara eyi olmadı, iki ay geçdi
eyi olmadı, o sene geçdi eyi olmadı, gel sene geçdi eyi olmadı, yedi sene devam 30
etdi, yara eyi olmadı. Bir gün yaylaya getmeden kışlada Güvher Hanımıŋ da ∗ Metin, 09 Ağustos 2003 tarihinde Düziçi [Osmaniye] ilçesinin Karkın mahallesinde oturan 1938 doğumlu Âşık Mustafa Köse’den, tarafımızdan ses kayıt aracı ile ve icrâ geleneğinin doğal ortamında derlenmiştir. Kaynak kişi, bu hikâyeyi, teyzesinin kocası Âşık Mahmut’tan öğrenmiştir. Âşık Mahmut da ustasının Antepli Âşık Patla Mustafa olduğunu söylemiştir.
[GH]
175
geleni gedeni oluyo. Onlarıŋ hizmetini görüyüm diye Ahmet Báğiŋ hizmetini
azicák geciktirdi. Komşularından birisi Akif Hatın isminde bir gız gelip Ahmet
Báğiŋ gahvesini bişirdi. Odasından çıkarken Güvher Hanım bunu gördü. “Haaa!
Acaba ben ācak gecikince emmim oğlu başkasını mı sevmeye başladı?” diye az 35
kısgandı. (Gadın kısmı da gısganç olur.) Bunu görünce Güvher Hanım aldı
bakalım onlara garşı ne söyledi değerli arkadaşlar burda ne dinledi:
[ Nr.1 ]
40 İşte meydan işte gılıç vurana Canım gurban gıymatımı bilene Ben yarimin abdalıyım kime ne Ele geder namıs benim, ar benim (Ben yarimin abdalıyım kime ne) 45 (Ele geder namıs benim, ar benim) Barmağına altın yüŋsük dakınır Akif Hanım hatırıma dokunur Yarin ismi dört harfinen okunur 50 Elif hadır, mim üsdüne delinen (Yarin ismi dört harfinen okunur) (Elif hadır, mim üsdüne delinen) Diyor Güvher Hanım gendi özüme 55 Hayınısam mil çekilsin gözüme Hasmim kimse gelip çıksıŋ yüzüme Ya o galır ya ben durrum yârinen (Hasmim kimse gelip çıksıŋ yüzüme) (Ya o galır ya ben durrum yârinen) 60
Güheri bunu söyledi içeri dıkıldı “Emmoğlu hayırlı olsun.” dedi “Ben ācak
gecikmeynen evde misafirim varıdı. Akif Hatınınan müşerref olmuşsun.”,
“Emmim gızı, ben oŋa gel demedim; gendi geldi. Gayfeŋi bişiriyim mi? dedi, ben
de kalbi gırılmasıŋ diye bişir dedim. Benim oniynen hiçbir ilgim yok.” Yaylıya da 65
getmediler. Get gediye Ahmet Báğin durumu ağırlaşmıya başladı. Bir gün gene
Güvher Hanımın misafirleri geldi onları ağırlayım, kaldırayım, yolcu ediyim diye
birez gene gecikti. Gecikince (Şimdi arkadaşalar bir yaranıŋ çezip bağlayacak
zamanı geldi mi sızılamaya başlar.) Ahmet Báğin yarası da sızılamaya başladı.
(Gün günü da ağarlaşıyo zaten.) Ahmet Báğ dedi ki “ Herhalda, yedi yıldır beni, 70
benim gahrımı çekiyo, emmi gızı da osandı. O da gecikti bugün yaralarım
sızılamaya başladı.” dedi. Yatdī yerden aldı bakalım ne söyledi. Değerli
arkadaşlar burada ne diŋledi:
[GH]
176
[ Nr.2 ] 75
Yedi yıldır cirahat akar tenden Vallahi osandım bıkdım bu candan Herhal gaşı garam vazgeçti benden Elimnen sarayım derim ağlarım 80 (Heral emmi gızı vazgeçdi benden ) (Elimnen saram derim ağlarım) Çağarırım bir kapıya çıkan yok Yedi yıldır heç yüzüme bakan yok 85 Ben ölürsem ateşimi yakan yok Söndürme çıramı derim ağlarım (Ben ölürsem ateşimi yakan yok) (Söndürme çıramı derim ağlarım) 90 Şu yalan dünyada murad almadım At üstünde oynayıp da gülmedim Doktordan cerrahtan fayda bulmadım İmdat senden Mevla derim ağlarım (Doktordan cerrahtan fayda bulmadım) 95 (İmdat senden Mevla derim ağlarım) Diyor Ahmet Báğim ciğerim yandı Akdı gözüm yaşı sellere döndü Ben yanar ağlarım gız saŋa no’ldu 100 Ağlama başımda derim ağlarım (Ben yanar ağlarım gız saŋa n’oldu) (Ağlama başımda derim ağlarım)
Ahmet Báğ bunu söyledi gözünü açıverdi ki Güheri (Emmisi’ızı) başucunda 105
dineliyo. O zaman Güheriniŋ de gözlerindeden ırmak gımıŋ akıyo. (Arkadaş!
Gözeliŋ ağlamasın da gözel olur, çirkiniŋ ağlaması da çirkin olur. Gözel, feryad-ı
figân etmez. Gözlerini yumdukça nar tanesi gimi yanāna aşşa yuvalanır iner yaş,
kirpikleri çit çit olur. Çirkin de amanun bacum! der, burnunu siler, birken bir
yanna çalar, bir ken bir yanna çalar. Biraz sonra bakkı yanınıŋ başı sülük gezik 110
gimi ala bula olur. Çirkinin ağlaması çirkin olur.) Güvher Hanım, (O zaman
şimdikīmı saç kesme yōdu.) kara yılan gimi beliğiniŋ birini önüne düşürdü. Hemi
emmisi ōlunun başucunda ağlıyo hemi aldı bakalım burda ne söyledi değerli
arkadaşlar burada ne diŋledi: 115 [ Nr.3 ]
Ne çok yavlarıyoŋ gelip geçene Dayıma yerinde durana yavlar Gara daş içinde duran boz gurda 120 Yeşil yapragı da verene yavlar (Gara daş içinde duran boz gurda) (Yeşil yapragı da verene yalvar)
[GH]
177
Yedi cehennemi bir de dünyayı 125 Mevla’nıŋ âşkına üzme sen beni Gara herk içinde şo garıncayı Garanlık gecede görene yalvar (Şo gara sürükde gara garınça) (Garanlık gecede görene yalvar) 130 Yedi cehennemi sekiz cenneti Amentüye bağla sen itikatı Kimseler görmemiş beŋzin sıfatı Beŋziŋ, sıfatıŋı görene yalvar 135 (Heç kimse görmedi beŋziŋ sıfatı) (Beŋziŋ sıfatını görene yalvar) Yedi cehennemiŋ bir de dünyadaŋ Mevlam öldürmese ölmem yaramdan 140 Yedi gat semadan köşkü seyreden Dünyanıŋ binası gurana yavlar (Yedi gat semadan köşkü seyreden) (Dünyanıŋ binası gurana yalvar) 145 Diyo Güvher Hanım galdım bîçâre Sen özüŋü bağla Gan-i Settar’a Böğrünün çevresi gark olmuş nura Ay gelip goynuna girene yavlar (Böğrünün çevresi gark olmuş nura) 150 (Ay gelip goynuna girene yalvar)
Güvher Hanım bunu söyledi, Ahmet Báğ’iŋ kellesi yasdıktan düşüverdi bu yánna.
Güvher Hanım bakdı ki Ahmet Báğ uruhu Hakka teslim eylemiş. (Ağlayıp,
sızlama ne fayda eder.) Komşulara tabi duyruldu. Ahmet Báğ’i götürüp toprağa 155
defnettiler. Güfer Hanım da emmisi ōluna nişanlılı oldūndan dolayı hiç
evlenmedi. O da bekar öldü.
(Güvher Hanımınan Ahmet Báğ’in hikâyesi işte bu kadar arkadaşlar. Zaten
gısadır, hastalığı çok sürdü ammá, türküsü gısadır.)
160
[GH]
178
ELBEYLİOĞLU HİKÂYESİ*
[ EH ]
Elbáğlōğlu denen âşık Maraş’ıŋ Türkoğlu’nuŋ karşısında Dut Dağı var, orda
otururlarımış (Aslı Maraşlı). Yaylalarına göçdükleri için Diyarbakır’ıŋ ora doğru 5
varınca göçeber olarakdan (Yaylaya gediyolar, daha serin yerlere) oranıŋ
köylüleri soruyo: “Sen necisiŋ, nere gediyoŋ, nerden gelip nere gediyon böyle?”,
“Ben göçeber, elimiŋ báğıyım”diyor. Elimiŋ báğı, elimiŋ báğı. Bu adamıŋ bir oğlu
olıyo. Ahmet Báğ goyuyolar adını. Elbáğlı’nıŋ oğlu, Elbáğlı’nıŋ oğlu, Elbáğlı’nıŋ
oğlu, dediklerinden, (Babası mefat ediyo.) el báğiniŋ oğlu olarakdan Elbáğlōğlu 10
diyolar, Ahmet Báğe. (Esas adı Ahmet Báğ. Elbáğlōğlu dedikleri babasınıŋ
lakabıynan anılıyor.) Bunnar iki emmoğlu. El Báğiniŋ bir de kardeşi var. (O da
evli) Fakat Gadılardan aldı bu gızı. Maraş’ıŋ Gadılardan alınca onuŋ da bir oğlu
oldu. Ali Gadōğlu diye dayısınıŋ adını goydular bu çocā. Onuŋ da babası mefat
etdi, Ahmet Báğin de. Kırk dáne atlısı var. Yanıŋdā gırk atlıynan gezer dolaşır. 15
Ava geder avdan gelir, kırk atlıynan ener dolaşır (Ali Gadōğlu da yanıŋda).
Ali Gadōğlu (Emmisi oğlu) yetişip gendi de artık vardī zaman, buyruŋ denecek
çağa geldiği zaman, dayıları dediler ki (Maraş’daki Gadılar) “Lan yiğán! Sen
nasıl adamsıŋ, boyuna emmiyiŋ oğlunuŋ terkisine biniyoŋ. Sen adam dál mısıŋ? 20
Biz de yardım edek, emmiyiŋ oğlundan ayrıl, sen de gırk atlı yanıŋa topla, sen de
báğliğini söylet.” Emmisiniŋ oğlunuŋ terkisine binmeyi tergediyo Dayıları.
(Maraş’daki Gadılar) Buŋa akıl ederekden emmisioğlu Elbáğlōğlu’ynan arayı
açdı, ayrıldılar. Ayrılınca ikisi bir yerde yaşıyamáz oldu. Honta hont oldular.
Elbáğlōğlu Ahmet Báğ göçdü. Bumbuç’a getdi, Ali Gadōğlu yerinde galdı. 25
Maraş’da Maraş báğiniŋ yanıŋa geder gelir Ali Gadōğlu (Gadılarıŋ yeğáni
olduğundan). Maraş paşası da iyi bir dünür, Ali Gadōğlu’nu sağ yanıŋdan , diziniŋ
dibinden bir yer göstedir, beraber oturur, beraber kalkarlar. Dayılarınıŋ hatiresi
için gendi de sayılır sevilir hale geldi. Bir gün Maraş’ıŋ paşası dedi ki (Kör Paşa 30
derler, gözünüŋ biri görmüyo) “Ulan Ali Gadōğlu! Ben ava çok maraklıyım. Baŋa
* Metin, 09 Ağustos 2003 tarihinde Düziçi [Osmaniye] ilçesi’nin Karkın Mahallesi’nde oturan 1938 doğumlu Âşık Mustafa Köse’den, tarafımızdan ses kayıt aracı ile ve icrâ geleneğinin doğal ortamında derlenmiştir. Kaynak kişi, bu hikâyeyi, babası Âşık Mehmet Köse’den öğrenmiştir.
[EH]
179
bir guş (av guşu), bir tazı, bir de iyi at olsuŋ.”, “Benim guşum var ammá tazı var
ammá iyi eyitilmemiş, avı alamıyo, canım sıkılıyo getdīm zaman. Paşam seniŋ
dedīŋ guş, tazı, at, benim emmōğlu Elbáğlōğlu’nda var.” dedi. Elbáğlōğlu’na bir
mekdup yazdı Ali Gadōğlu, “Ulan emmōğlu! Bura doğru gel; bizi bir ziyarat 35
eyle.” diye. “Ulan! Demek ki pişman olmuş beni oraya dávet etdi” dedi kırk
atlısıynan beraber bir gün çıkdılar. “Bumbuç’dan avlanı avlanı gedek. Na gadar av
elde edebilirisek emmōluna da teklif edek; keklik, davşan, turaç… ne bulursak.”
Ali Gadōğlu’nuŋ evine geldiler. Ali Gadōğlu’nuŋ evine geldiler kï, Ali Gadōğlu 40
Maraş’da Kör Paşanıŋ yanıŋda, hanımı evde. Ali Gadōğlu’nuŋ hanımınıŋ adı
Nuzu Hātun (Bazısı Muzu diyo. Muzu diye iki adamıŋ arasını bozana derler. Asas
adı Nuzu.) Nuzu Hatun bunları görüncē, işaret ediyo adamlarına. (Yanıŋda
adamları var.) Atları bağladı zikkelerē, gendileri yukarı buyur ediyo. Emir veriyo
bir gaç dáne davar kestiriyo. (Ee! Gırk gişiye bir davar yetmez.) Öyle bir hizmet 45
ediyo ki (Elbáğlōğlu Ahmet Báğin yanıŋda da bir danışmanı var Mehmet
Yazıcıoğlu derler.) Mehmet Yazıcıoğlu dedi ki: “Ulan báğim! Methedecağıyıŋ
birisi de bu” dedi. “Ulan! Methedecağıyıŋ birisi de bu ammá adını bile duymadık
bunuŋ. Nasıl methedek, kim diye methedek.” (Sefil Sülemen isminde de bir atlısı
yanıŋda yakın geder.) “Vallaha ağa! dedi. Deminden aşağı eniyodum, ayak yoluna 50
gediyodum, atları suluyak mı Nuzu Hatun? dediydi birisi, Heralda adı Nuzu.”
dedi. “Hah! Şimdi oldu.” dedi. O zaman Elbáğlōğlu aldı bakalım orda ne söyledi
değerli arkadaşlar burada ne diŋledi:
[ Nr. 1 ] 55 (Ah!) Hublarıŋ serveri Nuzu’yu gördüm (Nuzu’yu gördüm) Has bahçeniŋ içinde gonca gül gimi Daramış saçları dökmüş gulunca (dökmüş gulunca) Al yanak üstünde zülüf tel gimi 60 (Daramış saçları dökmüş gulunca, dökmüş gulunca) (Al yanak üstünde zülüf tel gimi) Nuzu’yu dersen de yerinde satı (yerinde satı) Gözellikden yana (báğler) diyemem kötü 65 İncidir dişleri ağzı bir gutu (ağzı bir gutu) Ağzınıŋ içinde dili bal gımı (İncidir dişleri ağzı bir gutu, ağzı bir gutu) (Ağzınıŋ içinde dili bal gımı) 70
[EH]
180
Nuzuyu dersen de gayetden gözel (gayetden gözel) Gaşları eğer de gözlerin süzer Aynalız Gölü’nde de bir köşek gezer (bir köşek gezer) 75 Sallanıyo bir şıfkaca dal gımı (Aynalız gölünde de bir köşek gezer, bir köşek gezer) (Sallanıyo bir şıfkaca dal gımı) Dolandım fırlandım yanına geldim (yanıŋa geldim) 80 Cemaliŋ görünce selavat verdim Aynalız Gölü’nde bir güvel gördüm (bir güvel gördüm) Avcısına şeker şerbet bal gımı (Aynalız Gölünde bir güvel gördüm, bir güvel gördüm) (Avlıyana şeker şerbet bal gımı) 85 Elbáğlōğlu’yum der sözlerim hakdır (sözlerim hakdır) Hakk’ıŋ ırahmatı gayat da çokdur Altında hilá var da Nuzu’da yokdur (Nuzu’da yokdur) Yediken süzülmüş de gümüş gal gimi 90 (Altında hilá var da Nuzu’da yokdur, Nuzu’da yokdur) (Yediken süzülmüş de gümüş gal gimi)
Elbáğlōğlu, bunu söyledi. Ali Gadōğlu da Kör Paşanıŋ yanıŋda oldū için orıyá
gedek dediler. O arada da orda bir Ermeni var Mıhır derler. Ulan! Elbáğlōğlu’nuŋ 95
babasıynan çok samimi arkadaşlar. O da diyo ki (duydu bu meseleyi)
“Elbáğlōğlu’na hilá düşünüyolar. Elbáğlōğlu buradan geçerken benim yanıma
uğrar, durumu anladırım, buradan gerin döner.” diyo. (Deli Mıhır derler gávıra)
Elbáğlōğlu da ora uğramak heç aklına gelmiyo.
100 Doğruca Maraş’a, Kör Paşanıŋ yanıŋa. Kör Paşa hemen adam indiriyo, atları
bağladıyolar hana, gendileri sürüyo yukarı. Yokarı çıkınca Kör Paşa ayağa
kakmak istiyo, misafir oldukları için. Emmisi oğlu dizine çöküyo Kör Paşanıŋ
“Dur!”diyo. Ulan ! Elbáğlōğlu’nuŋ çok zoruna gediyo. Bir paşa ayā kakmak istiyo
Emmisioğlu galdırmıyo. Oturup hoşbeşden soŋra Kör Paşa diyo ki “Seniŋ avcı 105
guşuŋ varımış.”, “Var.”“Yanıŋda mı?”, “Evet.”, “Eyi avcı tazıŋ varımış, yanıŋda
mı?”, “Var.”, “Eyi atıŋ varımış yanıŋda mı?”, “Evet, var.”, “Ben avcı adamım,
benim de av guşum var, tazım var, atım var. Yarışdırak mı?”, “Yarışdırak.”
Ava çıkıyolar. Elbáğlōğlu avı görenādar Elbáğlōğlu guşu salıyo, avı alıyo. Kör 110
Paşanıŋ guşu çamıŋ goluna gonuyo, “vik vik, vik vik, vik vik” ötmáye başlıyo.
Hiç ava sağmıyo. Tazı davşan yetiniyo, Elbáğlōğlu’nuŋ tazısı alıyo, Kör Paşanıŋ
tazısı boşa goşoyo. Geri geldiler. “Atları yarışdırak.” Aksu’yuŋ yanıŋa geldiler.
“İşde falan yerden goyurak atları, falan yere gadar.”, “Oldu”. Sefil Sülemen
biniyo Elbáğlōğlu’nuŋ atına. Elbáğlōğlu diyo ki “Ulan! Benim atımıŋ başını çek, 115
[EH]
181
Kör Paşanıŋ atı geçsiŋ varsıŋ. Paşanıŋ atını geçdi demesiŋler.” diyo Elbáğlōğlu.
“Vallaha ağa! Heç geride galmak istemem. İki gırbaç fazla vururum geride
galırısa.” diyo Sefil Sülemen. Menzil yerine eniyolar. Atları bırakıyolar. Kör
Paşanıŋ atı (Orda bir iş yapdırmak için biri getirmişimiş, adına Hediye Doru
derler, hediye oldū için. Hediye geldi baŋa, diyo.) eyi eyitilmemiş, pek daha 120
goşmamış, ham oldū için zatı goşamadı. Elbáğlōğlu’nuŋ atı carpadak çıkdı menzil
yerine. “Tamam! Benim atı Elbáğlōğlu’nuŋ atınıŋ yerine bağlan, Elbáğlōğlu’nuŋ
atını da benim atımıŋ yerine bağlan; tazısını benim tazınıŋ yerine, benim tazıyı
onuŋ yerine; Elbáğlōğlu’nuŋ kuşunu benim kuşun yerine goŋ, benim kuşu
Elbáğlōğlu’nuŋ kuşunuŋ yerine.” 125
Ulan! Elbáğlōğlu’nuŋ öyle zoruna getdi ki. Elbáğlōğlu diyo ki “Ulan Emmōğlu!
Bana edecāŋ bu muydu? Ben şimdi memleketim Bumbuç’a varırsam, emmisi oğlu
náğme yazmış, Elbáğlōğlu’nu orıya eletdirmiş de soydurmuş derler. Bu benim
için bir şey oldu, yazzıklar olsuŋ sana.”, “Yörü ulan yörü! Öte yanıŋı burnuyuŋ 130
ulaşdī yere dürteŋ.”, “Ulan emmōğlu! Bu sözün de baŋa daha ağır geldi. Seni
Aksu’yuŋ kenarında beklerim.”, “Nerde beklerseŋ bekle, seniŋ varısa bir gırk
atlıŋ, benim de var gırk atlım.”
Aksu’yuŋ kenarına geliyolar. Orda bekliyolar. Diyo ki askerleri Elbáğlōğlu’nuŋ 135
“Báğim! Teker teker çıkacāk biz. Ali Gadōğlu’nuŋ askerleri bizi keserse ganımız
halal olsuŋ; biz onları kesersek ne mutlu bizim için; yalıŋız emmiyiŋ oğlu Ali
Gadōğlu’ynan sen çarpışacaksıŋ. (İki emmōğlu çarpışacak) “Oldu!” diyo
Elbáğlōğlu. Bekliyolar, ikindin zamanı olunca, dániyolar ki Ali Gadōğlu geliyo.
(Ali Gadōğlu da orda beklerim dedi ammá savuşup geder öte yanna diyen öyle 140
aklına geliyor.) Ali Gadōğlu bakdı ki orda adamlar bekliyo. İki taraflı durdular.
Teker teker çıkıyolar meydan yerine. Elbáğlōğlu’nuŋ atlıları çıkdıklarını kesiyo.
(Çünkü eyi eyitilmiş, antıramanını yapmış, her zaman için iş gören adamlar. Ali
Gadōğlu’nuŋ adamları yeyip içip yatıyo; eyitilmemiş, eğitimi yok.) Ali
Gadōğlu’ynan Elbáğlōğlu galdı. Onlar çıkdı meydana Elbáğlōğlu bir gılıç vurunca 145
Ali Gadōğlu’nuŋ boynunu düşürdü. Getirdiler kelleyi. Gırk gişiniŋ kellesini de
topladılardı; ortasına goydular. Ulan! Elbáğlōğlu atdan enip şöyle bakınca içerisi
sızıladı. Pişman oldu ammá iş işden geçdi. O zaman aldı bakalım emmisioğlunuŋ
kellesine garşı Elbáğlōğlu ne söyledi, değerli arkadaşlar burada ne diŋledi:
[EH]
182
[ Nr.2 ] 150
(Ah!) Emmioğlu deyip geldim yanına (geldim yanıŋa) Derdimiŋ üstüne dert verdiŋ bana Bir derdime bin bir derman ararkan (derman ararkan) Bir derdim varıkan dört verdin bana 155 (Bir derdime bin bir derman ararkan derman ararkan) (Bir derdim varıkan dört verdin bana) Nağme yazıp emmōğlunu gandırdıŋ (aman gandırdıŋ) Dost ağladıp düşmanıŋı güldürdüŋ 160 İçerime ataş goruŋ doldurduŋ (aman daldurduŋ) Bir dumanı tütmez ört verdiŋ bana (İçerime ataş goruŋ doldurduŋ, aman daldurduŋ) (Bir dumanı tütmez ört verdiŋ bana) 165 (Ah!) Yanarım yanarım tütünüm tütmez (tütünüm tütmez) Şu báğin hayalı (da) garşımdan getmez Ellerin sardığı yaralar bitmez (yaralar bitmez) Hekimim dediŋ de dert verdin bana (Ellerin sardığı yaralar bitmez, yaralar bitmez) 170 (Hekimim dediŋ de dert verdin bana) (Ah!) N’olasıŋ da Elbáğlōğlu n’olasıŋ (aman nolasın) Yaşa ki neçe günleri göresiŋ İlaha Kör Paşam Hak’dan bulasıŋ (Hak’dan bulasıŋ) 175 Gırk goyun gönderip (de) gırdırdıŋ bana (İlaha Kör Paşam Hak’dan bulasıŋ, Hak’dan bulasıŋ) (Gırk goyun gönderip (de) gırdırdıŋ bana)
Elbáğlōğlu böyle dedi ammá gözlerinden ırmak gımı akıyo. (Nādar da olsa 180
emmiōlusu, acıdı.) Dedi ki “Ulan! Atlarıŋ terkisine bağlaŋ bu kelleleri birer tene.
Kör Paşaya götürüŋ. Kim götürür bunu.” Sefil Sülemen dedi ki “Ben götürürüm
bágim ammá benim senden bir iricam var.”, “Neymiş ulan! Sefil Sülemen?”,
“Yanıŋdā hizmetçiŋ Kelgırnık Gız’ı bana veririsen ben götürürüm o kelleyi.”
dedi. (Ee! Gırk bir kelleyi paşanıŋ huzuruna götürmek golay dál.) “Peki, dedi, 185
yalıŋız Kör Paşa bir hediye verecek olurusa almayasıŋ ha!”, “Oldu báğim.”dedi.
Atları çekdiler, birer tene kelleyi bağladılar terkilerine. (Eveli atlarınaŋ gedilirdi.
Çerçi Báği olurudu. Halı hábe olurdu atlarıŋ terkisinde.)
Maraş’ıŋ içine yokarı çıkıyo ammá ulan! Bakdı ki biri her atıŋ terkisinde bir kelle 190
bağlı. Bağırarak yörüdü “Maraş yandı; cellad geldi, cellad geldi; Maraş yandı,
cellad geldi.” Ulan! Herkes dışarı çıkıyo, dáğniyo, bir yanan yer yok. Kör Paşanıŋ
yanıŋa vardı adam. “Paşam cellad gelmiş, Maraş’da adam galmadı.”, “Ulan!
N’oldu da adam galmadı?”, “Kör Paşa şöyle pencereden dánedi ki,
Elbáğlōğlu’nuŋ atlısı getiriyo, gırk at. Gırk bir kelle, gırk bir atıŋ terkisinde bağlı. 195
[EH]
183
Hemen adam saldı, atları bağladılar. Ali Gadōğlu’nuŋ da kellesini aldı Sefil
Sülemen “Düşmanıyıŋ ömrü şöyle olsuŋ” dedi gürpeden önene atdı. On beş
kiloluk garpız gımı düşdü kelle yere. Aldı bi yanna goydurdu. “Ulan Sefil
Sülemen!” dedi Kör Paşa “Bu kelleleri getirmeŋ için Elbáğlōğlu ne verecek oldu
sana, neādar bahşiş verdi.”, “Bana bir guruş bahşiş vermedi paşam. Yanıŋdā 200
hizmetçisi Kelgırnık isminde bir gız var, hanımına hizmet eder, onu verecek
oldu.” dedi. Kör Paşa hemen çağırdı, adamından birini. “Bir halı, hábe dolusu
hediye hazırlayacaksıŋ. Geyecek, guşanacak, gelinlē ne yakışırsa o zamanıŋ
báhrinde hazır edip hábeye goyup āzını dikeceksiŋ.” dedi. “Peki paşam!”
205 Kör Paşa Sefil Sülemen’le gonuşurkanna adam hazırlīnı yapdı, hábeyi dikdi
ammá geline goydū gelinliğiŋ bir iliği dışında galmış. İfil ifil, ifil ifil ediyo yel
esdikçe. Sefil Sülemen’iŋ atınıŋ terkisine bāladı. Sefil Sülemen “Allah’a
ısmarladık paşam, ben gediyom.” dedi, müsade aldı, Kör Paşadan. Yörüdü
Aksu’yun kenarına. Elbáğlōğlu’nuŋ (Báğiniŋ) yanıŋa geliyo ammá, hábeyi heç 210
düşünmedi. (Vallah almayacaksıŋ, eŋere alırısaŋ boynuŋu vururum dediydi
Elbáğlōğlu.) Geldi ki hábeniŋ ağzı çintiği dikili, Sefil Sülemen’iŋ heç habarı yok.
Kelgırnık Gız’ı alıcım diye sevincinden heç bakmıyo hábeye. “Ulan! Sefil
Sülemen bu neci?” dedi Elbáğlōğlu. Bakıverdi ki hábe dolu. Gelinliğiŋ iliğiniŋ
biri dışarıda galmış. Yel esdikçe ifil ifil, ifil ifil davşan gulā gımı sallanıp duruyo. 215
“Ulan! Veriŋ şu gılıcı.” dedi. Mehmet Yazıcōğlu dedi ki “Báğim yav! Kör Paşa
goymuş, belki arkadaşıŋ habarı yok ammá habarı olsa dahi bunu götüreceksiŋ
diyince paşaya garşı mı gelir? Ulan! Gelinlē mi geydirici. Orıya varınca fakir
fukaraya dağıdırık, kim geyerse geysiŋ. Arkadaşı elleme.”, “Ulan! Sen de
haklısıŋ” dedi. (Elbáğlōğlu’nuŋ danışmanıydı o.) Ordan çıkdılar. 220
Günlerden geç vakitde tez Bumbuç’a geldiler. Bumbuç’a geldiler ammá, Kör Paşa
İstanbul’a padişaha bir yazı yazdı. “Bumbuç’da bir adam türedi, sağ adamdan
hazlanmıyo künde gırk gişiyi kesip şora goyuyo.” Ulan! Bu náğme padişaha
varınca başveziri (Gara Vezir derler.) Gara Vezir’e dedi ki “Yanıŋa da bir gaç 225
dáne gafes al (O zaman askere gafes denir), get bu adam gelirse diri getir;
gelmezse kellesini getir” dedi. “Olur báğim!”
[EH]
184
Gara Vezir bindi oradan gemiye İskenderun’da inecek, ordan Bumbuç’a. Oradan
indi geldi ki Elbáğlōğlu’nuŋ evinde Allaaah! Bir şenlik, bir galebelik! Mutfak 230
gaynıyō, yüzü gelip iki yüzü gediyō, iki yüzü gelip üç yüzü gediyō adamıŋ evine.
Düğün çalınıyo. Gara Vezir de gatıldı bunlara. Elbáğlōğlu giriyo misafirlerine
hizmet ediyo, hörmet ediyo. Hiç oradan adamlardan kesdiği yok. (Esgiden böyle
báğlerin ağlarıŋ düğünü gırk gün çalınırdı, geceli günüzlü gırk gün devam ederdi.) 235
Orta biyeriŋde gelmiş Gara Vezir, düğün bitdi; Elbáğlōğlu evlendi. Ulan! Adam
yeŋi evlendi; bir gün bekliyek, iki gün bekliyek derken beş gün beklediler. Beş
gün soŋra Gara Vezir Padişahıŋ náğmesini çıkardı goynuŋdan Elbáğlōğlu’na
“Báğim! Buyur.” dedi. Elbáğlōğlu okudu ki “Ulan! Vezir, Elbáğlōğlu denen adam
sağ adamdan hazlanmazımış. Gelirse diri getir, gelmezse kellesini kes getir; 240
mutlak bunu getir.” diyo. “Emir padışahımızıŋdır!” dedi, Elbáğlōğlu üç sefer
fermanı okudu okudu gafasına godu. Ulan! İçerisine de ataş düşdü; daha beş
günlük evli.
Geldi ki Gündeşlīızı yatmış; gendiler de geç yatıyo. (Tabii yanıŋda hizmet eden 245
cariyeleri var, bakanlar var.) Geldi ki Gündeşlīızı uyumuş, padişahıŋ da fermanı
İstanbula’a gedecek. Adamlarını topladı Elbáğlōğlu. “Arkadaşlar! Padışadıŋ
fermanı var, Ali Gadōğlu’nu, askerlerini, gendini kesdiğimiz padışaha bildirilmiş.
Padışah beni istiyo. Ben gedecám, gardaşım (Bir de küçük gardaşı var Feriz Báğ
derler, adı Feriz Báğ) Feriz Báğ size emanet. Gendi küçük ammá aklî dengesi 250
yerinde, siz de destekçi olursaŋız inşallah báğiniz bundan soŋra bu olur.”, “Oov!
Olur mu öyle báğim?” dediler, “Sen nerde ölürüsüŋ biz de orda ölürük.” dediler,
gırk atlı birden. “Sen yalıŋız mı kesdiŋ Ali Gadōğlu’nuŋ adamlarını?”, “Yok!”,
“Barabar kesmedik mi?”, “Hee!”, “Barabar çekecák cezayı. Niye hemen sen
yükleniyoŋ?”, “Etmeŋ!” dediyse de “Yok! Barabar gedecák”, “Hazırlığıŋızı yapıŋ 255
öyleyse, sabānan gedecák inşallah. O, yanımızda oturan padışahıŋ başveziriymiş
bizi götürecek”, “Oldu!” dediler, dağıldılar.
Elbáğlōğlu da hanıŋınıŋ yanıŋa geldi ki mışıl mışıl uyuyor. Sazı orda asılıydı; aldı
bakalım sazını hanımınıŋ başucunda ne söyledi? Değerli arkadaşlar burada ne 260
diŋdedi:
[EH]
185
[ Nr.3 ] (Ay!) Yüce dağlar bir sualim var saŋa (aman var saŋa) 265 Hanı sana gonup göçen eliŋiz Arap at üstünde gargı atanlar ( gargı atanlar) Gediyo haya, gözü ganlı deliŋiz (Arap at üstünde gargı atanlar, gargı atanlar) (Gediyo haya, gözü ganlı deliŋiz) 270 Şo gara çadırda çalgı çalanlar (çalgı çalanlar) Oturup suframda táham yiyenler Sen ölmeden ben ölürüm diyenler (aman diyenler) Ben gedersem kimler olur báğiniz 275 (Sen ölmeden ben ölürüm diyenler, aman diyenler) (Ben gedersem kimler olur báğiniz) (Ay!) Uçdu gönül guşu getdi havaya (getdi havaya) Gırıldı ganadım da düşdüm yuvıya 280 Yükletdim yükümü üç beş deviye (üç beş deviye) Kim bilir ki nere geder yolumuz (Yükletdim yükümü üç beş deviye, üç beş deviye) (Kim bilir ki nere geder yolumuz) 285 (Ay!) Uçdu gönül guşu, havada döner (havada döner) İçerime bir ört düşdü gor gimi yanar Daha gaşı garam eskisi sanar (eskisi sanar) Hakk’ıŋ emri ayrılıyor yolumuz (Daha gaşı garam eskisi sanar, eskisi sanar) 290 (Hakk’ıŋ emri ayrılıyor yolumuz) (Ay!) Elbáğlōğlu’m der yazdım bir satır (yazdım bir satır) Gadir Mevlam noksanımı sen yetir Gısmet nereyise çekip eletir (çekip eletir) 295 Kim bilir ki nerde galır ölümüz (Gısmet nereyise çeker eletir, çekip eletir) (Kim bilir ki nerde galır ölümüz)
Elbáğlōğlu bunu söylerken hanımı uyandı; boynuna sarıldı. Gözlerinden üzüm 300
tánesi gimi dökülmeye başladı. “Nere gediyoŋ báğim?”, “Yav! Bi yere gedmiyom
hanım da öyle aklıma geldi söyledim.”, “Yook! Sen bi yere gediyoŋ.”
(Gözlerinden üzüm tánesi gimi dökülüyo ammá gözeliŋ ağlamsı da gözel olur;
çirkiniŋ ağlaması da çirkin olur. Gözel, feryâd-ı figân etmez. Gözlerini yumdukça
nar tánesi gimi, yanaklarından aşşā tolu gimi dökülür yaş. Hep böyle kirpikleri çit 305
çit olur ıslandığı zaman. Çirkin de aman aman aman der bir bi yanná çalar,
burnuŋu siler, bi yanná çalar burnunu siler. Biraz sonra bak ki yanağınıŋ başları
sülük gezik gimi olur.) [Gülüşmeler.] “Bi yere gedmiyom.” dedi ammá, heç uyku
dudmadı Elbáğlōğlu’nu.
310
[EH]
186
Sabanan oldu hazırlığını yaptılar, atlılar toplandı “Hadiŋ Allah’a ısmarladık!” dedi
burdālarla vedalaşdılar. Feriz Báğe dedi ki “Gardaş evel Allah buranıŋ ammánatı
seniŋ.” (Feriz Báğ gendinden küçük) “Sağol gardaş.” dedi, (Ammá ayrılmak golay
dál) Birbirine sarıldılar; pırtmıyolar ki pırtsınlar. (Feriz Báğe, báğ soydan geldiği
için báğlik olduğu için báğ diyolar adı Feriz) Şimdi gederken bu hali görünce, 315
Gündeşlīzı da hanımı (Yani Elbáğlōğlu nuŋ hanımı) su gabını aldı, suya geder
gimi etdi yoluŋ kenarına diŋeldi.
Elbáğlōğlu yanıŋa gelince, “Hani báğim gedmiyom diyoduŋ, beni mi
gandırıyoduŋ?” deyi atıŋ boynuŋa sarıldı. “Nere gediyoŋ? Beni de götür yanıŋ 320
süre.” deyi boynuna sarıldı. Ağlıyo tabii bunu görünce. Elbáğlōğlu’nuŋ atlıları
dayanamadı, ileri doğru getdiler. Gara Vezir bilene ağladı bunu görünce. Boynuna
sarıldı atıŋ, pırtdırmıyo ki pırtdırsıŋ. (Millet vekilleriniŋ çok konuşurkanna dudā
gurudū gımı dudām gurudu, oğum bir su verele…) [Gülüşmeler] Elbáğlōğlu atıŋ
terkisinden curayı aldı gucána, atıŋ üstünden hanımına garşı ne söyledi , değerli 325
arkadaşlar burda ne diŋledi:
[ Nr.4 ]
(Ay!) Gediyodum el başıma derildi (başıma derildi ) 330 Gedme deyi yar boynuma sarıldı Bizim gısmet gurbet elde verildi (elde verildi ) Ben gediyom suna boylum gal ğayrı (Bizim gısmet yad ellerde verildi, amaŋ verildi ) (Ben gediyom suna boylum gal ğayrı) 335 (Ay) Bre gaşı garalım, beni nediciŋ (beni nediciŋ) Bir derdim varıkan bin mi ediciŋ İstanbul’dan ferman geldi gedicim (geldi gedicim) Ben gediyom kömür gözlüm gal gayrı 340 (İstanbul’dan ferman geldi gedicim, geldi gedicim) (Ben gediyom suna boylum gal gayrı) (Ay!) Nerdeyidiŋ geliŋ yoluŋ üsdüne (yoluŋ üsdüne) Selam söyle yarenime, dostuma 345 Abdast al da geliŋ n’olur üsdüme (n’olur üsdüme) Salığımda cenezemi gıl benim (Abdast al da geliŋ n’olur üsdüme, n’olur üsdüme) (Salığımda cenezemi gıl benim) 350 (Ay!) Evladıŋ çürüğü özünden olur (özünden olur) Yiğidiŋ kötüsü (de) sözünden olur El için ağlayan gözünden olur (gözünden olur) Ağlama gözüŋde yaşın sevdiğim (El için ağlayan gözünden olur, gözünden olur) 355 (Ağlama gözüüŋ yaşın sevdiğim)
[EH]
187
(Ay!) Elbáğlōğlu’m (der) nere çalındı galem (çalındı galem) Bir ben ölmeyinen (sunam) tükenmez âlem Belki gısmet olur ben geri gelem (ben geri gelem) Ayda yılda yollarıma bak benim 360 (Belki nasip olur ben geri dönem, ben geri gelem) (Ayda yılda yollarıma bak benim)
Elbáğlōğlu bunu söyledi. Gündeşlīzı atıŋ başını bırakmıyodu ata bir mahmuz
vurdu ta şora serpildi Gündeşlīzı. Arkadaşlar beni bekliyo irelde diye sürdü ora 365
atını. Ulan! Bak bak Elbáğlōğlu hanımından ayrılamıyo derler deyi, hanım heç
gözüne görükmeden at debirleniyiverince ta şora serpitdi sevgilisini.
Arkadaşlarınıŋ yanıŋa vardı. Yola devam ediyolar ammá herkes hüzünlü. (Tabii
ölüme gediyolar.) Şöyle gederken Antep’iŋ Barak diye bir yaylalağı var.
Elbáğlōğlu’nuŋ babası da ora çıkar Anteb’iŋ báği de çıkar yaylıya. Bunlarıŋ iki 370
báğin arasında çekişik var. O diyo ki “Bura bizim.”, o diyo ki “Bura bizim.” (Yani
Elbáğlōğlu’nuŋ babası diyo ki bura bizim zamanıŋda, öteki Antepli báğ diyo ki
bura bizim.) Ordan geçerken eskiden golçak varıdı, gızlar gırmızı golçağı
geymişler, öŋlüğü bağlamışlar, puŋarın ayaklarından ot topluyolar. Bu atlıları
görünce, (Şimdi kötü haber tez yayılır. Her tarafa duyulur.) Ulan! Elbáğlōğlu 375
İstanbul’a ölüme gediyomuş diye her yere duyuldu bile. (Kötü haberiŋ ardından
yetişemeŋ. Burda bir haber olur Yeniköy’e in ki herkes söylenip oturuyo;
Osmaniye’ye var söyleniyo, heç ardından yetişemeŋ.) Elbağlıoğlu gederken şöyle
bakdı ki, gızlar ot topluyor, bunları görünce içerisi sızıladı. “Bir daha ne babam
yurdu yaylalığı görrüm ne de bu gızları.” dedi. Elbáğlōğlu “Arkadaşlar! Bir iki 380
dakka duruŋ.”dedi. Aldı bakalım gene Barak gızlarına ne söyledi değerli
arkadaşlar burda ne diŋledi:
[ Nr.5 ] 385
(Ay!) Bölük bölük olmuş Barak gızları (Barak gızları) Guduretden sürmelidir gözleri Göz görüyo, can arzular sizleri (aman sizleri) Ben gediyom Barak eli gal gayrı (Göz görüyo, can arzular sizleri, aman sizleri) 390 (Ben gediyom Barak eli gal gayrı) (Ay!) Yosuŋ dudmuş puŋarlarıŋ akmıyo (aman akmıyo) Sarı sümbül dize çıkmış, kokmuyo Eski dostlar yüzümüze bakmıyo (aman bakmıyo) 395 Ben gediyom güzel gızlar gal gayrı (Eski dostlar yüzümüze bakmıyo, aman bakmıyo) (Ben gediyom babam yurdu gal gayrı)
[EH]
188
(Ay!) Yağmur yağmış ışıl daşıŋ saylagı (daşıŋ saylagı) 400 Yad avcılar vuruŋ gayrı torlağı Teze gelin goç yiğitler yaylagı (aman yaylagı) Ben gediyom Barak eli gal gayrı (Teze gelin goç yiğitler yaylagı, aman yaylagı) (Ben gediyom Barak eli gal gayrı) 405 (Ay!) Barak derler bir huppacık yer olur (aman yer olur) Suyunu içen hastalar, sağ olur Ben gedersem Baraklılar báğ olur (nidem báğ olur) Ben gediyom babam yurdu gal gayrı 410 (Ben gedersem Baraklılar báğ olur, nidem báğ olur) (Ben gediyom babam yurdu gal gayrı) (Ay!) Diyo Elbáğlōğlu’m geldiŋ neçeli (geldiŋ neçeli) 415 Soğuk soğuk sularıŋı içeli Gırmızı önlükler, yüzler peçeli (yüzler peçeli) Ben gediyom gözel gızlar gal gayrı (Gırmızı önlükler, yüzler peçeli, yüzler peçeli) (Ben gediyom gözel gızlar gal gayrı) 420
Elbáğlōğlu bunu söyledi, devam etdiler yoluna. Nere gelecekler. Hassa’dan
İskenderun Limanı’ŋa inecekler ordan gemiye binecekler. Hassa’dan aşşā gelince
ulan dediler “Şuralar ammá otluymuş. Hemi atları bağlıyak, biraz çayırı dişlesiŋ.
Biz de vakıt doldu namazımızı gılak da yolumuza öyle devam edek.” dediler. 425
Atları orıya bağladılar, ordan da bir ala yaşlı bir adam geçiyor. “Bakale amıca
buranıŋ suyu nerde olur?”, “Ne bana soruyoŋuz ulan! Nerdeyse bulsanaŋız.”
Hemen zııt gılıçları çekdi bir iki gişi “Zatı ölüme gidiyok, zatı ölüme gediyok.
Şonuŋ boynuŋu vurak da rahatlasıŋ bu adam.” dediler. Elbáğlōğlu dedi ki, “Duruŋ 430
gardaşlar, dedi, her gördüğümüze çatmıyak duruŋ. Lan Sefil Sülemen! Şu curamı
baŋa verele, bre herif gene beni efkâr aldı.” dedi. Adam şimdi sert tavır veriyo.
Elbáğlōğlu gene aldı curasını gucağına, bakalım ne dedi değerli arkadaşlar ne
diŋledi:
435 [ Nr.6 ]
(Ay!) Diŋleyiŋ ağalar benim sözümü (benim sözümü) Başı boz pereli dağdan geliyo Cellî Celâl’iye şükürler olsuŋ (şükürler olsuŋ) 440 İstediğimiz tam yerine geliyo (Celli Celâl’iye şükürler olsuŋ, şükürler olsuŋ) (Dediğimiz tam yerine geliyo) 445
[EH]
189
(Ay!) Hanı sizinineŋ sürdüğüm safa (sürdüğüm safa) Buna mukabil de çekdiğim cefa Buna dünya derler, kim görmüş máfa (kim görmüş máfa) 450 Kimisi ağlayıp, kimi gülüyo (Buna dünya derler, kim görmüş máfa, kim görmüş máfa) (Kimisi ağlayıp da kimi gülüyo) (Ay!) Kimseniŋ ahı da kimsiye galmaz (kimsiye galmaz) 455 Dalaçā kimseniŋ çırası yanmaz Sevinmeŋ düşmanlar size de galmaz (size de galmaz) Buna dünya derler de devir dönüyo (Sevinmeŋ düşmanlar size de galmaz, size de galmaz) (Buna dünya derlerde devir dönüyo) 460 (Ay!) İnanmaŋ Elbáğlı’nıŋ övündügüne (övündügüne) Övüŋüp bağrınıŋ (da) gövündügüne Gücenmeŋ duşmanıŋ sevindigine (sevindigine) Buna dünya derler (báğler) devir dönüyo 465 (Gücenmeŋ duşmanıŋ sevindigine, sevindigine) (Buna dünya derler, báğler devir dönüyo)
Elbáğlōğlu bunu söyledi, efendim namazlarını gıldılar, endiler aşşā. Vapur gelip 470
iskeleye dayandı, bindiler vapura, gederler denizden. Günlerde geç vakıtda tez
İstanbul dan çıkdılar.
Bunlar İstanbul’a inince ulan Garavezir, bu Elbáğlōğlu’nuŋ hörmetini, hizmetini
gördü. Hizmetçiniŋ beşi gelip onu gediyo, onu gelip yirmisi gediyo, o gadar 475
misafirperver ki hiç görmedi, yani o İstanbul’a varan náğmedeki yok adamdakı
tavır. “Ulan gardaş! dedi, sizi bir hana eletiyim. Siz orda duruŋ gün ola harman
ola.”, “Peki!” Garavezir bunu padişahıŋ huzuruna eletmedi, bir hana eletdi. Orda
dururlar.
480 Bunlar bir gün, beş gün; bir sene, iki sene geçer paraları biter. Garavezir máaşı alır
getirir. Yarısı bunlara verir. (Eee o da ev sahabı.) Derken perişan oldular, atlarını
satdılar, kılıçlarını satdılar, sırtınıŋ elbiselerini satdılar, bitbazarından kötü
ucuzundan aldılar, gendiler sırtınıŋ elbiselerini de satdı. Para yetişemedi, on yedi
sene galdılar İsanbul’da. Daha duruyolar, bir gün yiyecek kalmadı. Garavezir’in 485
getirip verdiği azcak paraynan (Ee! Bu kırk bir kişi.) dedi ki “Vezir bize çarşıları
gezdir. Azcak bir simitden neyden bir şey bulamak mı?” dedi. Garavezir adam
gönderdi. Bir yerde bir simit buldular. Bulguru mubayanı ucuzça, ondan aldılar,
getirdiler verdiler. Çoban Ali diye de bir atlısı var o da aşçıları çoban Ali. “Ulan!
Çoban Ali şunu bir mırmırık lepesi et de yiyek herif.” dediler. (Köylü diliyle 490
[EH]
190
mırmırık lepesi derler.) Çoban Ali bunu bişirdi. (Bu da çok gızgın olur.)
Pencereye goydu şöyle azcak soğsuŋ tavı çekilsiŋ diye, sıçanlar birbirini
govalarkanna tarpadan içine düşdüler yemáğin. Ulan bunu görünce Çoban Ali
yenmez oldu deyi devirdi, dökdü. Geldi “N’oldu çoban?”, “Valla heç sormaŋ
arkadaş, azcak soğusuŋ diye pencereye goydumu du sıçanlar cirit atarkannak içine 495
düşdü, ben de yenmez oldu diye devirdim dökdüm.”, “Ulan! Görüyoŋ mu yanış
etmişsin Çoban Ali, belki seniŋ dımırıŋ çekmez, yiyemezdiŋ ammá biz görmedik
yerdik.”dediler. (Allah kimseyi de açlīnan terbiye etmesiŋ, zor.) Üzüldüler.
Sabaha garşı bunlarıŋ üzüntüsünü görünce aldı Aşçı Çoban Ali bakalım
Elbáğlı’na garşı ne söyledi, değerli arkadaşlar burda ne diŋledi: 500
[ Nr.7 ]
(Ay!) Ne gasavet çekeŋ Elbáğiŋ oğlu (Elbáğiŋ oğlu ) Gasavet bu serden kakma mı dersiŋ 505 Yusuf’u guyudan çıkaran Mevla’m (çıkaran Mevla’m) Bizim yüzümüze bakma mı dersiŋ (Yusuf’u guyudan çıkaran Mevla’m, çıkaran Mevla’m) (Bizim yüzümüze, báğler, bakma mı dersiŋ) 510 (Ay!) Yiğitleriŋ donlarını soyunur (aman soyunur) Acımızdan aklıcımız bayılır (Ah!) Sıkınt’oğlu bize yılan sayılır (yılan sayılır) Yılandā gayratı govma mı dersiŋ (Sıkınt’oğlu bize yılan sayılır, yılan sayılır) 515 (Yılandā gayratı, báğler, govma mı dersiŋ) (Ay!) Okumu atdım da yayımı yasdım (yayımı yasdım) Şo yüce dağları delmekdir gasdim Kerim uşağında heç mi yok dosduŋ (heç mi yok dosduŋ) 520 Dost dostuŋ gayratıŋ (báğim) duyma mı dersiŋ (Kerim uşağında heç mi yok dosduŋ, heç mi yok dosduŋ) (Dost dostuŋ gayratıŋ, báğim, duyma mı dersiŋ)
(Yani padişān yanında kerim uşağından adam var) 525
(Ay!) Çoban Ali okunu havaya atar (havaya atar) Gam çekmeŋ ağalar her işler biter Yiğidiŋ sağlığı sermiye yeter (sermiye yeter) Su akdığı yere (báğim) akma mı dersiŋ 530 (Yiğidiŋ sağlığı sermiye yeter, sermiye yeter) (Su akdığı yere, báğim, akma mı dersiŋ)
Padişah da abdaz almış, camiye namaza gediyodu. Ulan! Diŋledi “Ağa, acımızdan
aklıcīmız bayıldı.” (Tahtına varıp oturunca malum bir hakim, hakim cübbesini 535
geymezse ifade alamaz. Padişah da, padişah tacını başına goymazsa sen
padişahsıŋ demezler.) Padişah da varıp tahta oturdu, çārdı Garaveziri “Ulan!
[EH]
191
Vezir.” dedi, “Buyur Padişahım!”, “Ulan! Ben sabahleyin, sabah namazına
giderken bir ses geldi. Acımızdan aklıcımız bayıldı diye. Ulan! Benim sağlığımda
heç aç hapis var mı? Bakılmıyo mu? Bize iftira mı ediyo yoŋsa bu adam? O adamı 540
al benim yanıma getir.”, “Başüstüne padişahım!” dedi.
Ammá Garavezir de onları orıya goyunca hani niddin getirmediŋ demesiŋ diye,
kiliseden bir papas çıkdı evine gediyodu. Çarpadak gılıncınan boynunu vurdu, bir
berbere eletdi. “Ulan! Şunuŋ kellesini eyicene gazı.” dedi. Kellesini gazıtdı 545
papazıŋ. Onu da günde eyiden eyi gurutdu. (Şimdi günde gurumazsa bu yeni ganı
akıyo der) iki üç gün soŋra eletdi teslim etdi; gendi de öyle vardı.
Geldi “Ulan! Elbáğlōğlu gardaş, günüŋ doldu.” dedi, “Nasıl?”, “Biriŋiz burda bir
türkü söylemiş padişah da duymuş, illa o türkü söyleyeni getir bakalım bize iftira 550
mı ediyo, hakiki aç mı galmışlar. Acımızdan aklıcīmız bayıldı, demiş türküsünüŋ
bir yerinde. İşde seniŋ günüŋ.”, “Alayımız gederik.” dediler gırk atlı da. “Biz
báğimiznen gederik, öldüğü yerde öllük. Padişah astırıcı bunu.”, “Ulan gardaşım!
Astırmıyıcı, bir ifadesini alsıŋ bakalım, Elbáğlōğlu getsiŋ, inşallah gurtulur.”
deyince “Peki!” dediler. 555
Elbáğlōğlu sazını aldı. Sırtı başı ilik pilik, ele görünecē yok ammá mecbur vardı
padişahıŋ huzuruna. (Eee! Báğ bu, oturmasıŋ bilir, kakmasıŋ bilir.) Yedi yerde
gıyam sekizinci yerde temennî etdi, “Buyur padişahım!”, “Ben sabānan sabah
namazına gederken bir türkü söyleyen oldu. Acımızdan aklıcīmız bayıldı diye. 560
Hakikaten aç mı galdıŋız. Yoŋsa bize iftira mı ediyoŋuz.?”, “Padişahım, dedi,
önce bir iki meyit türkü söyleyim de sunayım”, “Söyle bakalım.” (Eskiden de
báğlerin padişahların yanında oda âşıkları olurdu. Gelen misafirlerini
diŋlendirirdi.) Elbğlōğlu aldı bakalım padişahın garşısında ne söyledi, değerli
arkadaşlar burda ne diŋledi: 565
[ Nr.8 ]
(Ay!) Efendim, sultanım benim efendim (aman efendim) Efendim yanıŋa acır diye geldim 570 Ya katlime ferman ya da afeyle (afeyle) Kendir buğazıma, (şahım) dar diye geldim (Ya katlime ferman ya da afeyle, ya da afeyle) (Kendir buğazıma, şahım, dar diye geldim) 575
[EH]
192
(Ay!) Efendim, sultanım böyle olmayım (böyle olmayım) Görmedigim gara günü görmeyim Ben bir yapı daşım, yerde galmayım (yerde galmayım) 580 Al beni yapıŋa, (şahım) goy diye geldim (Ben bir yapı daşıyım, yerde gamlayım, yerde galmayım) (Al beni yapıŋa, şahım, goy diye geldim) (Ay!) Odanda asılı gaplanıŋ postu (gaplanıŋ postu) 585 Ganlıya köŋlüye, (şahım) bir arkadaşsıŋ Gara gün düşmanı, eyi gün dosdu (eyi gün dosdu) Duşmanlarıŋ (saŋa) gülmesiŋ diye geldim (Gara gün düşmanı, eyi gün dosdu, eyi gün dosdu) (Duşmanlarıŋ gülmesiŋ diye geldim) 590 (Ay!) Elbáğlōğlu’m dilde tükendi sözüm (tükendi sözüm) Çok sefillik gördüm, (şahım) yanıyo özüm Peygamber vekili(siŋ) bir olur sözüŋ (bir olur sözüŋ) Elime bir ferman, (şahım) ver diye geldim 595
Elbáğlōğlu bunu söyleyince, “Ulan vezir!” dedi padişah. “Buyur padişahım!”,
“Ulan! Gaç dáne Elbáğlōğlu var melmeketde. Sen bir kelle getirdiŋ,
Elbáğlōğlu’nuŋ kellesi dál miydi? Bu nasıl Elbáğlōğlu?”, “Padişahım hakikatı
sana anladıyım.”dedi Garavezir. “Buyur, anlat bakalım.”, “Hakiki şikayet etdikleri 600
bu adam. Ben bu adanın memleketine vardım ki bu adamın düğünü çalınıyo.
Sekseni gedip doksanı geliyo. Mutfak gaynadıyo, fakır fukarayı doyuruyo.
Düğünü çalındı beş gün de bekledik. Ulan belki fermanı gösterirsek belki bizi
keser, üç beş kişiyi kesme mi gırk gişiyi kesen adam? Beş gün sonra senin
fermanını bu adama sundum. Bu adam senin fermanıŋı okuyunca öptü öptü üç 605
sefer başına koydu. Padişahımın fermanı başımın üstüne dedi. Padişahım áŋere bu
adam künde gırk gişiyi kesen adam olsaydı üç beş gişinin önüne düşüp gelir
miydi? Bu adama iftira etmişler.”, “ Ulan! Bir koca kelle gedirdiŋ , o neciydi?”
dedi , “Vallahi padişahım! Kiliseden çıkınca o bir papaz kellesiydi, ulan boş mu
geldiŋ demeyesiŋ diye, boynunu vurdum, berbere kellesini gazıtdım, iki gün üç 610
gün de künde gurutdumudu, onu getirdim idi.”, “Ulan! Ta bildimidi bir gavur
kellesi oldūnu”, “Nerden bildiydiŋ yav?” [Gülüşmeler]
Vezir, bunların durumunu da anlatdı. Bunlar atını silahını satdı, sırtınıŋ elbisesini
satdı, sefil oldular. On yedi seneden beri İstanbul Mapushanesi’ndeler.”, “Ulan 615
vezir!”, “Buyur padışahım!”, “Hazinedâra söyleyeceksiŋ. Bunların atını geri alıŋ,
silahlarını geri alıŋ, bunları zındandan çıkarıŋ. Bir yere yerleştir, bir lokanta
görsert, bir otel görsert, orda yatsıŋlar. Lokantadan yesiŋler içsiŋler. Ortalık
[EH]
193
açılınca memleketlerine gönder.” (Ortalık kış. Şimdiki gimi her taraf yol
işlenmemiş, patika yol, gar bastırmış gedilecek gimi dál) Gara Vezir de sevindi, 620
bunların silahını atını da aldılar. Sırtılarına elbise alındı. Beğendiklerinden aldılar.
Lokantadan yer içerler, otelde yatarlar. Ortalık epeyi oldu, kırk gün daha galdılar,
canları üstüne geldi adamların.
Bir gün dediler ki “Ulan Elbáğlōğlu get de padışahdan müsade isde, gedek artık.” 625
dediler. Elbáğlōğlu Gara Vezire dedi ki: “Padişahımızdan müsaade istesek bize
yol verme mi?”, “Bir gedek” dedi. Vardılar huzura. Kıyam dakıp selam verdi.
“Buyur Elbáğlōğlu.” Hoşbeşten soŋra “Ulan! Sazıŋı getirmediŋ mi Elbáğlōğlu?”
dedi “Getirdim padişahım.” dedi. “Getiriŋ şunuŋ sazını!” Dedi, sazı getirdiler.
Elbáğlōğlu aldı bakalım gene padışahın karşısında ne söyled,i değerli arkadaşlar 630
burada ne diŋledi:
[ Nr.9 ]
(Ay) Vezirlerin yanlarında duruncu (aman duruncu) 635 Beline bağlamış (yavrım) eğri kılıncı İnşallah köleŋe izin verici (izin verici) İzin ver köleŋe getsiŋ efendim (İnşallah köleŋe izin vericiŋ ) (İzin ver köleŋe getsiŋ efendim) 640 İstanbul’uŋ arkacı da dağ olur (aman dağ olur) Çevre yanı mor sümbüllü bağ olur Efendim köleni bağaşla n’olur (bağaşla n’olur) İzin ver köleŋe gedsiŋ efendim 645 (Efendim kuluŋ bağaşla n’olur) (İzin ver köleŋe gedsiŋ efendim) Aşağıdan seher yeli esmeden (yeli esmeden) Garlar yağıp yollarımı basmadan 650 Eliŋ gızı umudunu kesmeden (minnet kesmeden) İzin ver kölene getsiŋ efendim (Eliŋ gızı umudunu kesmeden,aman kesmeden ) (İzin ver köleŋe getsiŋ efendim) 655 (Ay) Diyo Elbáğlōğlu’m bir ulu báğsin (bir ulu báğsin) Ganlıya köŋlüye bir arkadaşsın İsterim hazineŋe (sarı) altın yağsıŋ (sarı altın yağsın) İzin ver köleŋe getsin efendim (İsterim hazineŋe sarı altın yağsıŋ, sarı altın yağsın ) 660 (İzin ver köleŋe getsin efendim)
(Yani teşekkür ediyo, bakdı ya gendilerine son zamanda) Elbáğlōğlu böyle
söyleyince bir náğme yazdırdı Padişah “Elbáğlōğlu’na kimse dáğip
[EH]
194
dolaşmayacak.” Fermanı yazdı, eline aldı, sevinerek arkadaşlarının yanına vardı. 665
Arkadaşlara görsetdi fermanı, masanıŋ üstüne goydu, bunlar hazırlık yapmıya
başladı. Hazırlık yapdılar, geyinip guşandılar, o günüŋ geyimiynen, padışahın
yanına geldiler tekrar. Teker teker padışahın elini öpdüler “Allahaısmarladık
padışahım!” deyip çıkdılar. Fermanı da masanın üstünde unuttular. Şimdi Gülek
Boğazı’na geldiler ki yol gapalı, öte yanı görükmüyo, hep gar. Kimi dedi ki “Geri 670
dönek.” kimi dedi ki “Yok! Gedek.” Atlısınıŋ da birine Daşbaşoğlu derdi.
Daşbaşoğlu “Báğim! Şu curıya baŋa verele!” dedi Daşbaşoğlu aldı bakalım orda
báğine garşı ne söyledi, değerli arkadaşlar burada ne diŋledi:
[ Nr.10 ] 675
Ne durursun báğin oğlu Durmıyacak günler bugün At binip cirit atacak Galmıyacak günler bugün 680 (At binip cirit atacak) (Galmıyacak günler bugün) Erisin dağların garı Bir olur yiğidiŋ sırı 685 Demir gırıp bozgulayı Depdirecek günler bugün (Demirgırı Bozgulayı) (Depdirecek günler bugün) 690 Bu iş böyle galmaz geder Kötüsün sonunu güder Bu yol doğru dosta geder Dosta geden yollar bugün (Bu yol doğru dosta geder) 695 (Dosta geden yollar bugün) Daşbaşoğlu’m söyler sözüŋ Hakk’a bütün ettiğim özüŋ Sılada Gündeşli Gızı’ŋ 700 Arz edecek günler bugün (Sılada Gündeşli Gızıŋ ) (Arz edecek günler bugün)
Daşbaşoğlu bunu söyleyince, Elbáğlōğlu atın yönünü dönderdi “Ulan! N’olursa 705
olsuŋ.” dedi ata bir mahmuz vurdu, yukayımış zatı gar (sinema perdesi gimi
yukayımış) [Gülüşmeler] carpadak öte yanna geçtiler, tünel gimi oldu açıldı ora.
Günlerde geç vakıtda tez bunlar yola devam edip bunlar Adana’ya geldi.
[EH]
195
Şimdi bunlar yola çıkdılar. Günlerde geç vakıtta tez Adana’ya geldiler. Adana’ya 710
gelip bir hana indiler, handa dururlar, hancı da sevindi. Kırk bir táne atlı arpa
yediriyolar. Vergisin eletince biraz fazla eletti, her zamankinden. (Şimdiki gimi
yarıp yırtıp yemiyolar da ya! ) “N’oldu?” dedi adam, maliyeci. (O zaman maliye
nazırı deniyodu, Şimdi bakan deniyo.) “Valla! Biraz atlı geldi bol miktarda arpa
yediriyolar atlarına, gazancım fazla oldu birgaç guruş fazla getirdim vergiyi.” 715
dedi. “Ulan! Kimimiş, neciymiş?” deyince “Valla! Báğlerine Elbáğlōğlu diyolar.”
O [Maliyeci] da hesabı eletti. Kör Paşa da Maraş’dan Adana’ya nakil oldu. Bu
Elbáğlōğlu lafını duyunca, Kör Paşa “Yakalaŋ onu!” dedi ağa. Elbáğlōğlu’nu
yakaladılar, zındana atdılar. Yalnız Elbáğlōğlu bu handa durukanna iki tane
atlısını Memmed Çavuşunan Karadudak ismindeki atlısını memlekete gönderdi. 720
“Ulan! Gediŋ bakalım, biz on yedi sene oldu Istanbul’da galdık, melmeketmize
ánere yerimize, düşman gelip yerleşmiş ise, düşmanıŋ varıp gucāna düşmiyek.
Tedbirli varrık. Bir haber alıŋ geliŋ” dedi. Onlar geddiler, geri geldileridi hana,
kimse yok. Hancıya sordular, “Ulan! Nereye geddi buradā arkadaşlar?”, “Valla
Kör Paşa onları zındana attırdı.” Öyleyse bir nağme yazdılar hancıya, verdiler 725
“Şunu elet, görüşçü olarakdan Elbáğlōğlu′na var.” dediler
Yazdıkları náğmede Elbáğlōğlu okudu “Feriz Báğ (oranıŋ báği) guş uçurtmuyo
oralardan. Saygısı, sevgisi aynı yerinde. Geleni, gedeni belirsiz, sahap olmuş
oralara.” Bu náğmeyi okuyunca Elbáğlōğlu da elini cebine atdı ki, ferman yok. O 730
geride galan arkadaşlara bir nağme yazdı, verdi hancınıŋ eline. Padışahıŋ verdiği
ferman İstanbul’da galmış. “Gediŋ onu getiriŋ.” Gendi de eyi haber aldı ya
melmeketden. Onlar Memmed Çavuşunan Karadudak isminde atlısı Istanbul’a
fermana getdi. Gendi zındanda galdı. Bu melmeketiniŋ de eyi haberi gelince aldı
gene Elbáğlōğlu bakalım Adana Zındanı’nda ne söyledi, değerli arkadaşlar burda 735
ne dinlendi:
[ Nr.11 ]
(Ay!) Sebeb gene çökdü serime (çökdü serime) 740 (Kakıp) Adana senden göçmeyince olmaz Bir haber geldi de gendi elinden (gendi elinden) Can garar gılmayıp uçmayınca olmaz (Bir haber geldi de gendi elinden, gendi elinden) (Can garar gılmayıp uçmayınca olmaz) 745
[EH]
196
(Ay!) Benim atım Adana’da su içmez (aman su içmez) Oturup hocalar kefenim biçmez Ufacık báğlere minnetim geçmez (minnetim geçmez) Gırıp zencir seni gaçmayınc’olmaz 750 (Ufacık báğlere minnetim geçmez, minnetim geçmez) (Gırıp zencir seni gaçmayınca olmaz)
(Zencire vurmuşlar adamı) 755
(Ay!) Sakızgediğinde ören şalından (ören şalından) Dolanayım yar sıfatıŋ belinden Gurtulamak (oğlum) báğiŋ dilinden (aman dilinden) Enip gahvesini içmeğinc’olmaz (Gurtulamak oğlum, beğin dilinden, nidem dilinden) 760 (Enip bir gahvesinde báğleriŋ içmeyince olmaz) Aslanlıdan görünür Zorkun Dağları (Zorkun Dağları) Antep eli hoş yetirir bağları Size minnet eyler Kürdün báğlari (Kürdün báğlari) 765 Vurup Bumbuç saŋa geçmeyinc’olmaz (Size minnet eyler Kürdün báğleri, Kürdün báğleri) Vurup Bumbuç saŋa geçmeyince olmaz (Ay!) Elbáğlōğlu’m der de tükendi sözüm (tükendi sözüm) 770 Çok sefillik gördüm yanıyo özüm Gözlerin sevdiğim Gündeşli Gızım (Gündeşli Gızım) Varıp mah cemalıŋ görmeyinc’olmaz (Gözlerin sevdiğim Gündeşli Gızım (Gündeşli Gızım) (Varıp mah cemalıŋ báğler görmeyinc’olmaz) 775
Elbağlōğlu bunu söyledi amma, İstanbul’a atınan gedip gediyolar. (Üç ayda getse,
üç ayda gelse altı ay sürer zaten.) Bunlar getdiler Istanbul’dan fermanı aldılar,
otelci mutlak bunuŋ için gelirler deyi galdırmışımış. (Gene iyi ki kirpit çalıp
yakmamış.) Fermanı alıp geldiler, báğe bildirdiler. Elbáğlōğlu eletti, Yazıcōğlu, 780
Kör Paşaya verdi. Abavv! Okuttu ki námede “Elbağl’oğlu’na değep dolaşan
olmayacak. Serbest gezecek.” Bunu duyunca Kör Paşa, ataşlandı “Çıkarıŋ aman
içerdēleri.” (Padışaha bildirir de, benim boynumu vurdurur deyi gorkuyo.) Hemen
içerdēleri çıkardılar. (Eee! Bu Kilis’e gedip gelmek, Antep’iŋ Bumbuc’a gedip
gelmek, İstanbul’a gedip gelmek, yolda eğlenmek bir senede sürdü, oldu on sekiz 785
sene)
Kör Paşaya “Allah’a ısmarladık!” demiye varıyolar teker teker elleşiyolar.
Karadudak da áŋ geriden geldi. Elini uzattıydı Kör Paşa elleşici sandı. Karadudak
“zıtt!” gılıcı çekdi, carp boynunu vurdu. Savuşdular geddiler. (Eee! Padişahıŋ da 790
fermanı var “Elbağl’oğlu’na kimse bir şey demiyecek”) Savuşdular öte yanna
geddiler, Kör Paşanıŋ üleşi orda galdı. Bunlar memlekete gedecekler, ordan
[EH]
197
sürdüler Garaēdik’den (Dumanlı derik Gurtlar Mahlesi orada mahalle) ora yokarı
gediyolar. Şöyle zamanda güz zamanırağı olmuş yaylacılarıŋ bir gısmı aşşağı
göçmüş, bir gısmı da halı vakti düzgün olanlar orda. Demirçik ağacıŋ dibine bir 795
çıkrık gurmuş yetişgin gızıŋ biri, (Evel bederik olurdu.) pambık eğáriyo, yanda da
bir delānlı oturmuş, barnağını suyüme dakıyıveriyo, böyle çıt gırıyo suyu “lık, lık,
lık!” gülüşüyolar. Şöyle yaklaşdılar. Heç aldırmıryo, delānlı da gız da, yani
utanma birez yok o zaman. Yazıcōğlu dedi ki, “Ulan! Báğ şu curayı baŋa verele,
iki meyit de şunlara ben söyleyeyim báğim.” dedi. Aldı Yazıcıoğlu bu gızınan 800
dölē, ne söyledi, değrli arkadaşlar burada ne diŋledi:
[ Nr.12 ]
Aşağıdan atlı gelir 805 Gelir amma gerilenir. Çok varma sevdigin yere Bir gün olup aralanır (Çok varma sevdigin yere) (Bir gün olup aralanır) 810 Evel biz de gördük gözel Bağımıza düşdü gazel Senin gimi olan gözel Çiçek sokar gurulanır 815 (Senin gimi olan gözel) (Çiçek sokar gurulanır) Evel biz de gördük gözel Gorkarım ederler nazar 820 Bir kötüye düşen güzel Ölmez amma sarılanır (Bir kötüye düşen güzel) (Ölmez amma sarılanır) 825 Söyle Yazıcōğlu’m söyle Zamananıŋ halı böyle Eli göçmüş issiz yayla Duman çöker perelenir
830 Yazıcıoğlu bunu söyledi, Elbağl’oğlu’nuŋ diliynen garacalıyo. (Yani ayrı ayrı
olmasıŋ diye. Tabi makam deŋişikliği oluyo.) Dölerrek doğru geddi amma, dadı
yok. Gubbeoğlu derler, buradan gede gede Gubbeoğlu’nuŋ da bir gayfesini içek
deyi onuŋ için ordan geddiydi. Beriden vardı ki Gubbeoğlu Maraş’a gedmiş,
yetişik bir gızı var evde. Bunları görünce hemen adamları var saten báğleriŋ 835
hanesinde yaylıyo. Gubbeoğlu gızı emir verdi, atlarıŋ başına geldiler, atlarıŋ
dizgininden dutup báyleri indirdiler, atları ziggelere bağlayıp “Buyruŋ báyim!”
[EH]
198
Buyur etdiler. Gız cariyelere ne gerekiyorsa, çul döşek attırdı “Oturuŋ!” Bir emir
verdi gız, beş altı tana davarı yan yana yatırıp yatırıp kesiyo gasaplar. Gız bunlara
bir hizmet etdi, orta dirē de şöyle bir beliğini verdi. Bunlara yemek verdiriyo, 840
nereniŋ noksanı varsa kelleynen bir işaret ediyo. Sefil Sülemen dedi ki yemáğe
yedikden soŋra, (Şimdi! Eskiden iki sefer gayfe verirlerdi. Bir yorgunluk gayfesi
gelince verirler bir de yemekden soŋra keyf gayfesi verirler, yemáğin üstünden.
Şimdiki gimi o zaman acı çay yoğudu.) Yemáği yedikten sonra gız bir gayfe
getirdi bunlara. Gayfeyi içiyolardı Sefil Sülemen dedi ki “Ulan! İşde báğim, 845
methedecek dáğelmisiŋ, şu gızıŋ yaptırdığı hizmete bak, babasınıŋ yoklunu heç
aratmadı.”, “Ulan Sefil Sülemen! Çok haklısıŋ.” Sefil Sülemen curayı verdi,
Elbağlōğlu′nuŋ eline. Elbáğlōğlu aldı bakalım gıza garşı ne söyledi, değerli
arkadaşlar burada ne diŋledi:
850 [ Nr.13 ]
(Ay!) Gel ha güzel, gel ha methin eyleyim (methin eyleyim) Seni donadam mı gonca gülünen? Öleneçā seniŋ methin ederim (methin ederim ) 855 Edebinen, erkanınan yolunan (Öleneçā seniŋ methin ederim, methin ederim ) (Edebinen, erkanınan yolunan) (Ay!) Gökdeki ayınan Benli çekişir (Benli çekişir) 860 Gören gavur eski dinden çıkışır İnce bele gümüş kemer yakışır (aman yakışır) O da safat ister sırma telinen (İnce bele altın kemer yakışır, aman yakışır) (O da safat ister sırma telinen) 865 (Ay!) Sana ılayıkdır üç beş halayık (üç beş halayık) Kimi zerhoş gezer de, kimsi ayık Yeryüzünde padışaha ılayık (nidem layık) Yaz katibim kabir olmaz dilinen 870 (Yeryüzünde padışaha ılayık aman layık) (Yaz katibim kabir olmaz diline) (Ay!) Elbağlōğlu’m görmüşüdüm düşünü Puŋar sandım gözden akan yaşını 875 Eğdirme fesinen bağlar başını (bağlar başını) O da hizar ister gıvrak şalınan (Eğdirme fesinen bağlar başını, bağlar başını) (O da hizar ister gıvrak şalınan) 880
Elbáğlōğlu bunu söylerken gız ağlamıya başladı. “Acaba ben bu hakikaten
övdüğü kadar var mıyım?” diye. Elbáğlōğlu bunu söyledi “Allahısmarladık!
Babaŋa da çok selam söyle, Elbáğlōğlu geldi geçti de.”
[EH]
199
Bunlar yörüdüler. (Efendim) Günlerde geç vakıtta tez Bumbuc’a vardılar. 885
Sessizce vardılar aynı misafir gimi Ulan! Öyle öyle bir hörmet ediyo ki Feriz Báğ
körüklü cizme ayakta, gamçı elinde, havluda dolaşıyo bir arkıya bir öŋe, gamçıyı
böyle vuruyo, oralardan guş bilem uçamaz, O da hökmetmiş, Elbáğlōğlu’nuŋ
yerine, bunlar misafir olaraktan durukanna tabi nasıl olsa benzetip tanıyanı oluyo,
tanıyamadı Feriz Báğ. Akşam olup böyle gece olunca ulan dedi “Şu hanımıŋ 890
yattığı odaya pencereden dáğeneyim hele bre herif.” dedi. (Elbáğlōğlu bildik
vermedi, yani ne olur ne olmaz.) Pencereden dáğnediydi hanımıŋ yanında bir
adam yatıyo, “Eyvah! Bizim hanım ben gedince duramamış evlenmiş.” dedi
gizlice yolāŋ ağzına vardı. Elbáğlōğlu’nu İstanbul’da sanıyodu.
895 Böyle söylerken uyandı. Hanımı uyanınca “Kim o terbiyesiz? Benim yolān ağzına
gelen?” Gız zatı yolāŋ ağzında. “Ne var?” dedi. “Hatın şu sazı baŋa ver de iki
çalıyım.”, “Yok! O, Elbáğlōğlu’nuŋ amanatı baŋa, kimsiye veremem onu.”, “Ne
var Elbáğlōğlu’nuŋ başı için ver.” dedi (Halbuki diyen Elbáğlōğlu zaten) Sazı
eline aldı (İşde burada hatırlayamadığım, türküyü söyledi.) Elbáğlōğlu olduğunu 900
sağ omzundan lira büyüklüğünden daha böyücek bir beŋi vardı Elbáğlōğlu’nuŋ.
Elbáğlōğlu onu görsetti. Gündeşli Gızı’na. Gündeşli Gızı o beŋi görür görmez
Andırın yayması gımı Elbáğlōğlu’nuŋ üsdüne atıldı. Ordan geçenin biri de gördü,
vardı Feriz Báğe dedi ki “Bre Feriz Báğ! Sen burda zevk-i safaynan oturuyoŋ
amma, Gündeşli Gızı’nıŋ yanında bir erkek var.” dedi. “Lan! Nasıl olur da, Benim 905
gardaşımıŋ hanımınıŋ yanına benim sağlığımda erkek gelir?” diye yalbırdak gılıcı
aldıynan zorlattı.
Gündeşlīzı bakdı ki Feriz Báğ gayeni geliyo, “Aman gayenim! Beni mi
öldürücüŋ, gardaşıŋı mı öldürücüŋ?” dedi. “Nasıl gardaşım oluyo bu benim?”, 910
“İşte seniŋ gardaşıŋ Elbáğlōğlu bu, şükür geldi.”, “Açsıŋ bakıyim omzunu, benim
gardaşımıŋ omzunda, sağ omzunda beŋ var. Ben gördüm mü?” Omzunu açdı,
bakdı ki hakikaten Elbáğlōğlu. Gucaklaşdılar, herkeş duydu “Abovv! Gelen
Elbáğlōğlu’ymuş” derken Sefil Sülemen’iŋ hanımı Kel Gırnık da geldi. Babayiğit
bir şey “Geldiŋ de ne diye habar vermediŋ, evimize gelmiyoŋ?” dedi. Hemen Sefil 915
Sülemen’i ganadından dutuyuverdi, sırtına çaldı, götüne bir şaplak vurdu,
“Evimize ne diyi gelmiyoŋ lan?” Evine gadar getdi. Bunları duyanlar, bir şenlik
[EH]
200
başladı. “Elbáğlōğlu atlısıynan beraber sag selim gelmiş.” diye. Bunlar gelip
dostlarına gavuşdular, zevk-i safaynan yaşadılar. (Biz de bunlar gimi ızdırap
çekmeden, zevk-i safaynan yaşamamızı Cenab-ı Allah’dan dilerim arkadaşlar.) 920
[EH]
201
SONUÇ 1970’li yıllarda ortaya çıkan Performans Teori, her folklor olayının bir icra / gösterim
olduğunu ortaya koymuş, halk bilimi ürünlerine bu çerçeveden bakmamızı sağlamıştır.
İcra / gösterim (performans oriented) yöntemine göre bir halk hikâyesini incelerken, bir
anlatıcı, mesaj gönderici (encoder); bir de mesajı alıp anlamlandırıcı, çözümleyici
(decoder) vardır. Her hikâye anlatımı bir sosyal olaydır. Her hikâye anlatım olayı tektir,
onun tam bir benzeri yoktur. Zaman, mekân ve bağlam değişmiştir. Çalışmamıza temel
teşkil eden icra / gösterim yöntemine göre hikâye anlatımı; anlatıcının, dinleyicinin ve
hikâyenin birleştiği ortak noktada meydana gelmektedir.
Folklor kavramı her ne kadar sosyal bir içerik taşısa da türkülü hikâye / halk hikâyesi
kavramı onu icrâ eden âşığın kişisel yeteneğinden doğmuş, gelişmiş ve yayılmış bir
olgudur. Bu nedenle çalışmamızda hikâyeci âşığın yetiştiği çevresi, repertuvarı, icrâ
kabiliyeti, üslûbu kısacası sanatkârlığı üzerinde duruldu. Türkülü halk hikâyesinin bir
sosyal olay / gösterim olduğu, gelenek, anlatıcı, söz / metin, müzik, dinleyici çevre,
zaman ve mekân unsurlarına dayandığı tespit edildi.
20. yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan Performans Teori, her folklor olayının bir icra
/ gösterim olduğunu ortaya koyarak halk bilimi çalışmalarına farklı bir yaklaşım tarzı
kazandırmıştır. Ülkemizin her alanında yapılan derleme çalışmaları metin merkezli olarak
değerlendirilmiş ve neşredilmiştir. Görkem’in çalışması hariç, şimdiye kadar yapılan
çalışmaların icra bağlamından uzak metin merkezli olduğu görülmüştür (Görkem,2000).
Daha sonra, Refiye Okuşluk (Okuşluk 2000) ve Kürşat Korkmaz (Korkmaz 2003) aynı
yöntemle çalışmalarını gerçekleştirmiştir. Çalışmamız ise Görkem’in çalışmasını
tamamlar niteliktedir. Bu noktadan hareketle Âşık Mustafa Köse’nin türkülü hikâye
repertuvarının bu çalışmayla tamamlanmış olduğunu söyleyebiliriz.
Büyük şehirlerde hikâyecilik geleneği son bulmuştur. Bu geleneğin Osmaniye, Kadirli
özellikle Düziçi’nde şu an için canlılığını koruduğunu görmekteyiz. Ancak geleneğin,
yaşayan âşıkların aramızdan ayrılması ve bayraklarını devredecek nesillerin yetişmemesi
nedeniyle sona yaklaştığını söyleyebiliriz. Hikâyecilik geleneğindeki bu zayıflama
hikâyelerin biçim ve içerik yönünden zayıflamasına da neden olmuştur. Günümüzde
hikâyeci âşık yetişmediği gibi dinleyici çevresinin de azalması icrânın üstünkörü
gerçekleştirilmesine neden olabilmektedir. Katılımcı gözlem tekniği kullanarak
katıldığımız gösterimler içinde geleneğe uygun olarak icrâsını gerçekleştiren sadece Âşık
Mustafa Köse olmuştur. Bu nedenle Köse çerçevesinde Yukarı Çukurova hikâyecilik
202
geleneği hakkında sağlıklı bilgilere ulaşılmıştır. Bu bilgilerden hareketle ortaya çıkan
sonuçları şu şekilde sıralamak mümkündür.
1. Modern hayatın bir sonucu olarak tüm Anadolu’da gelenek zayıflasa da Yukarı
Çukurova yöresinde canlılığını korumaktadır. Ancak bu canlılık şu an yaşayan
âşıkların ölmesiyle son bulacaktır.
2. Yörede yaşayan âşıklar arasında rekabet söz konusudur. Bu rekabet önceleri
âşıklığın bir meslek olarak görülmesinden kaynaklanmaktadır. Âşık Mustafa
Köse’nin “Benim olduğum yerde başka âşığın adı anılmaz, rahmetli babamın da
hikâye anlattığı yerde başka âşık barınmazdı” dediğine şahit olduk.
3. Âşık Mustafa Köse’nin saz-cura çalmada usta olduğunu gördük. Curasını eline
almadan hiçbir türkülü hikâyeyi anlatmamıştır. Sazını, söylediği türkünün havasına
göre kullandığını, onu bazen silah-kılıç gibi kullandığını, bazen ona güzel kızın
saçlarını okşar gibi davrandığını gözlemledik. Aslında bu onun sanatçılık yönünü
de ortaya koymaktadır. Sadece nazım kısımlarda değil nesir kısımlarda da büyük bir
sanatçı olduğunu söyleyebiliriz. Yöresel dille de olsa Türkçeyi kullanması, icrâyı bir
tiyatrocu gibi canlandırması, espiri yeteneği, dinleyici çevresiyle kurduğu iletişim
mükemmeldir.
4. Âşık Mustafa Köse’den derlediğimiz hikâyelerde geçen türkülerin 11’li ve 8’li hece
vezniyle söylendiğini görmekteyiz. Bu türküler koşma ve mâni şeklindedir.
Türkülerde en çok yarım kafiye kullanılmış; ancak asıl ahenk rediflerle sağlanmıştır.
Hikâyelerin hemen hemen tamamında türkülerin son iki dizesi küçük değişikliklerle
tekrar edilmiştir.Türkülerin tamamı hikâye kahramanlarının ağzıyla ve bunların
büyük çoğunluğu da ana kahramanın dilinden söylenmiştir.
5. Yukarı Çukurova’da âşıklık artık bir meslek olarak kabul görmediğinden hoşça vakit
geçirme maksadıyla yerine getirilmektedir. Bu nedenle Âşık Mustafa Köse’nin
hikâyeleri yöreselleştirerek dinleyici çevresini kendisine bağladığı tespit edilmiştir.
Bunun için argo sözcükleri bile kullandığı olmaktadır. Ayrıca ana kahramandan
yana taraf tuttuğunu da söylemek mümkündür; çünkü dinleyici çevresinin böyle bir
beklenti içinde olduğu görülmektedir. Bu da halk biliminin bir gereği olarak
değerlendirilebilir.
203
6. Hikâyelerin zamanı kahramanların hayatlarıyla sınırlıdır. Hikâyelerdeki vak’anın
başlama tarihi tam olarak bilinmemekte; ancak bitiş tarihi hikâyeci âşık tarafından
bildirilmektedir. Bitişlerin tamamı âşık tarafından ifade edilen dualarla
gerçekleşmiştir.
7. Hikâyelerde geçen mekân adlarının tamamı reel dünyada karşılaşabileceğimiz
mekanlardır. Olağanüstü bir mekandan hiç bahsedilmemiştir. Ancak gülistan bahçesi
gibi abartılı mekanların tasvirine yer verilmiştir.
8. Kahramanların tamamı mutlu sona ermektedir. Ancak ölümlerin yaşandığı Turna
Teli hikâyesi ve Güherî hikâyesinde bile ağıtların söylenmesine rağmen hikâyelerin
güzel dualarla sonlandığını görmekteyiz.
9. Hikâyelerde görebildiğimiz anlatım tarzları, ‘tahkiye’, ‘diyalog’, ‘tasvir’ ve ‘tahlil’
şeklindedir. Âşık Mustafa Köse, hikâyeleri daha çok ‘hâkim bakış açısı ve
anlatıcısı’ tarzında anlatmaktadır. Diyalog kısımlarda ve manzum parçalarda
‘kahraman bakış açısı’nın kullanıldığını söyleyebiliriz.
10. Âşık Mustafa Köse ve repertuvarı hakkında ayrıntılı bilgiler verilmiş, onun
geleneğin neresinde olduğu hakkında tespitlerde bulunulmuş; hayatı ve yaşadığı
yöre hakkında geniş bilgiler verilerek eksik kalmış bilgiler tamamlanmıştır. Yörede
yaşamış ya da yaşayan âşıklar hakkında da bilgiler verilmiş; ancak onların
repertuvarı hakkında ayrıntılara girilmemiştir
11. Hikâyelerin tahlili, modern hikâye tahlil metotlarına göre gerçekleştirilmiş,
hikâyelerin dil ve anlatım özellikleri hakkında bilgiler aktarılarak Âşık Mustafa
Köse’nin sanatkarlığı ortaya konmuştur.
Yukarı Çukurova’da hikâyecilik geleneği ve türkülü hikâye anlatımı, ‘gelenek’,
‘anlatıcı’, ‘dinleyici’, ‘metin’, ‘müzik’, ‘zaman’ ve ‘mekân’ fonksiyonlarıyla ‘canlı bir
gösterim’ olarak, Âşık Mustafa Köse gibi temsilcileriyle devam etmektedir.
Çalışmamızın ise, Türk Halk bilimine “Türk Halk Hikâyeleri” açısından yeni katkılar
sağlayacağına ve bu alanda yapılacak diğer çalışmalara yeni bir bakış açısı kazan-
dıracağına inanmaktayız.
204
SÖZLÜK8
áğme : Eğmek, poşunun uçlarını salındırmak
ahrap : Akrep
akib : Arkasından gelen
alavere et- : Alışveriş yapmak
Andırın yayması : Semersiz merkep veya atın üzerine buğday dolu çuvalı uzunlama-
sına atmak
annaç : Karşı, yamaç
bederik : Yünü ip haline getiren çıkrık
bilbil : Bülbül
bozgulayı : İyi eğitilmiş yavuz at
cangama yap- : Gürültü patırtı, ağız dalaşı etmek.
cilbir : Atın yuları
ciynak : Tırnak
çeşber : Beğenme
çıkla büzük : Kadının kalçasının çıkına benzemiş hali
dadım : Kıymet
dáğne- : Dikkatlice bakmak
damdıra : Saz, cura, tambura
darsa : Bilirse
daşıŋ saylagı : Taşın parlak yüzü
demir gır : Güçlü ve hızlı at
depdir- : At koşturmak
dımır : Öfke duygusu
dışlığı gelmemek : Rahat edememek, canı sıkılmak
eyicene : İyice
ezen : Uzak
gada : Günah
gafes : Gavur jandarma askeri
gal : Lekesiz çok temiz
8 Kelimelerin açıklamaları verilirken Âşık Mustafa Köse’nin görüşlerine de başvurulmuştur.
205
galebelik : Kalabalık
gara herk : Tarla sürülen düzlük, sürülmüş yer
gavrala- : Kavramak, sıkıca tutmak
gayen : Kayın
gem şakı : Harman dövmekte kullanılan, altına sivri taşarlın çakıldığı iki parça-
lı aletin bir parçası
gepirde- : Hızlıca hareket etmek, kaçmak
gıpra- : Hareket etmek, kımıldamak
Gırbıs : Kıbrıs
golan : Atın karnının altından geçen deri kemer, semeri ata bağlayan şerit
golçak : Özel gün veya durumlarda giyilen kıyafet
gözü felfecir oku- : Gözü açık olmak
guzgun : Leş kargası
güvel : Yeşil başlı erkek ördek
hamam kubbası : Hamamlarda bulunan kulplu derin tas
hapana : Uzak
him daşı : Tarla sınırını belirlemek için konulan taş
hizar : Kara çarşaf
horanta : Hane halkı
hoylu : Şanlı, şöhretli
hönker : Güçlü, kuvvetli
hörsembe : Darmadağın perişan
huppacık : Küçük
hurab : Sefil, perişan
inne : İğne
ıras gel- : Rast gelmek
kala : Kale
konalga yeri : Konar göçer aşiretlerin kondukları ya da durdukları pazar yerleri
köşek : Deve yavrusu
külü : Çelimsiz kısrak, tay
külük : Sağlam
malamat et- : Birisini rezil etmek, karalamak
melend : Benzer
206
nahar : Büyük baş hayvan
neçe : Nice
neçeli : Neden, niçin
nefs : İstek
ökçesi yuka olmak: Korkması yakın, cesaretsiz olmak
ört : Ateş
örkle- : Uzun iple bağlamak
paç : Baç, toprak bastı parası
palazı çıkmak : Dümdüz olmak, yassı olmak
pırt- : Bırakmak, ayrılmak
pölüş- : Paylaşmak
safat : Yüzük
sağ- : Gitmek
sakırga : Kan emici küçük böcek
satı : Aslı methe layık
şavır : İnsanın dış görünüşü
şıfka : Kibar, doğru
sıtlık : Islık
tellik : Dantel takke
terki : Atın arkası, atın arkasında taşınan hábe
tırık : Tümsek
tinkiş- : Çatmak,çatışmak, uğraşmak
toklu : Erkek kuzu
yağlık : Baş örtüsü
yavsı : Sineğin büyüğü
yazı : Düz ova
yırak : Uzak
yolak : Yol
yuka : İnce
zembil : Sepet, kova
zerhoş : Sarhoş
207
KAYNAKLAR
1. AKTAŞ, Şerif; “Roman Olarak Hüsn-ü Âşk”, Türk Dünyası Araştırmaları, nr. 27,
Ankara 1983.
2. AKTAŞ, Şerif; Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş, Akçağ Yayınları,
Ankara 2000.
3. ALPTEKİN, Ali Berat; Halk Hikâyelerinin Motif Yapısı, Akçağ Yayınları, Ankara
1997.
4. ALPTEKİN, Ali Berat; “Kirmanşah Hikâyesi”, Hikâye Araştırmaları1, Ankara
1999.
5. ARDA, Zeki Cemil; “Edebiyatta Motif Araştırmaları”, Fikir ve San’atta Hareket, c.
V. nr. 55 (Temmuz 1970).
6. BAŞGÖZ, İlhan; Biyografik Türk Halk Hikâyeleri (Kahramanları, Teşekkülleri, Saz
Şairlerinin Eserleri ile Münasebetleri), (Doktora Tezi), Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi, Ankara 1949.
7. BAŞGÖZ, İlhan; Folklor Yazıları, Adam Yayınları, İstanbul 1986.
8. BAŞGÖZ, İlhan; “Giriş”, Sibirya'dan Bir Masal Anası (Eser Azadovski’nindir ve
Başgöz sadece “Giriş” bölümünü yazmış ve İngilizceden çevirmiştir.), Ankara 1992.
9. BORATAV, Pertev Naili; Köroğlu Destanı, Adam Yayınları, İstanbul 1984.
10. BORATAV, Pertev Naili; Folklor ve Edebiyat, Adam Yayınları, İstanbul 1991.
11. BORATAV, Pertev Naili; Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği, Türkiye Ekonomik
ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 2002 (Önceki baskı Adam Yayınları
1988).
12. ÇAVUŞ, Hasan; İlbeylioğlu Hikâyesi, Adana 1937 (2. baskı1940).
13. ÇETİN, İsmet; “Türk Halk Hikâyeleri Üzerine Yapılacak Çalışmalarda Ele Alınacak
Konular Hakkında”, Millî Folklor, c. 2, Nr. 13, s. 49-50, 1992.
14. ÇİFTLİKLİ, Ramazan; “Romanda Anlatıcı ve Bakış Açısı”, Türk Dili, nr.508,
Nisan 1994.
15. ÇİMEN, Kemal; Yusuf Sıra’dan Derlemeler (Adana), Bitirme Tezi, Fırat
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi TDE Bölümü, Elazığ 1994.
16. ÇOPUROĞLU, Kemal, Yukarı Çukurova’da Âşıklık Geleneği ve Âşık Eyyubî,
Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ 1998.
208
17. DAVUTLUOĞLU, İbrahim; “Gündeşlioğlu Hikâyesi”, Erciyes, c. 4, Nr. 48, s. 14-
16, Şubat 1981.
18. DAVUTLUOĞLU, İbrahim; “Deli Boran ve Türküleri”, Erciyes, c.V, nr.60, s.20-
24, Aralık 1982.
19. EBERHARD, Wolfram; Güneydoğu Anadolu’dan Âşık Hikâyeleri, Çeviren: Müfide
Kocaoğlan Van Der Hoeven, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2002.
20. ELÇİN, Şükrü; “Köroğlu’nun Kuyuluk Rivayeti”, Türk Folklor Araştırmaları,
VIII, nr.166, s.3055-3058 (Mayıs 1963); c.VIII, nr.167, s.3092-3099, (Haziran
1963).
21. ELÇİN, Şükrü; Halk Edebiyatı Araştırmaları, c.II, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları, Ankara 1988.
22. ELÇİN, Şükrü; Halk Edebiyatına Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara 1998.
23. ERSOY, Ruhi; Baraklı Âşık Mahgül ve Repertuvarı, Doktora Tezi, Hacettepe
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2003.
24. GÖRKEM, İsmail; “Köroğlu’nun Şiirlerinde Kahramanlık Unsurları”, Sultan Baba
ve Köroğlu [Bildiriler], Fırat Üniversitesi Yayınları, s.61-68, Elazığ 1987.
25. GÖRKEM, İsmail; “Türk Halk Hikâyelerinin Canlı Gösterim (=Performance
Orıented) Olarak İncelenmesi”, Millî Folklor / Türk Dünyası Folklor Dergisi, nr.37,
s. 107-113 (Bahar 1998).
26. GÖRKEM, İsmail; “Sözlü Kültür Geleneği Açısından Çukurovalı Türkülü Hikâye
Anlatıcısı Köroğlu (Âşık Mehmet Demirci)”, III. Uluslar Arası Çukurova Halk
Kültürü Bilgi Şöleni (Sempozyumu), Bildiriler, s.358-388, Adana Valiliği, Adana
1999.
27. GÖRKEM, İsmail; Halk Hikâyeleri Araştırmaları Çukurovalı Âşık Mustafa Köse ve
Hikâye Repertuvarı, Akçağ Yayınları, Ankara 2000.
28. GÖRKEM, İsmail; “Güney Türkmenlerine Ait ‘Yazıcıoğlu ile Senem’ Adlı Türkülü
Hikâyenin Anlam ve Nesne Dünyası”, Türkbilig, S. 9, s. 40-46, Ankara 2005.
29. GÜNAY, Umay; Türkiye’de Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi, Akçağ
Yayınları, Ankara 1999.
30. GÜVEN, Salim; Düziçi Yöresinde Halk Hikâyeleri / Derleme ve İnceleme, Bitirme
Tezi, Çukurova Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi TDE Bölümü, Adana 1991.
31. HIZLI, Mustafa; Erzin (Yeşilkent) Nahiyesi Halk Edebiyatı ve Folklor Ürünleri,
Bitirme Tezi, Fırat Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi TDE Bölümü, Elazığ 1980.
209
32. KAMİL, Erkan; “Halk Edebiyatında İlbeylioğlu”, Erciyes, nr. 28, s. 1-4, 1980.
33. KILIÇ, Ahmet; Gâvurdağı Türküleri, Osmaniye 1976.
34. KORKMAZ, M. Kürşat; Çukurovalı Âşık Mehmet Demirci (Köroğlu)’nin Hikâye
Anlatıcılığı Üzerine Bir Araştırma, Doktora Tezi, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Elazığ 2003.
35. KÖPRÜLÜ, Fuad; Edebiyat Araştırmaları [I], Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara 1999.
36. LORD, Albert Bates; “Orta Asya ve Balkan Destanları Arasındaki İlişkiler” (Çev:
Metin Ekici), Türk Kültüründe Nevruz Sempozyumu Bildirileri, (Yayına
Hazırlayan: Sadık Tural), s.273-308, Ankara 1995.
37. MİNGAN, M. Nuri; Osmaniye-Cevdetiye Kasabasından Folklor Ürünleri, Bitirme
Tezi, Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi TDE Bölümü, Erzurum 1978.
38. MİRZAOĞLU, F. Gülay; Çukurova’da Yaşayan Cerit Türkmenleri’nde Halk
Hikâyeciliği ve Halk Hikâyeleri, Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Ankara 1994.
39. MİRZAOĞLU, F. Gülay; Çukurova Bozlağı, Binboğa Yayınları, Ankara 2003.
40. OĞUZ, Öcal; “Folklorda Yeni Yöntemler ve Köroğlu”, Millî Folklor, S. 36, s. 5-8,
Ankara 1997.
41. OKUŞLUK, Refiye; Adana Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği Geleneği,
Doktora Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana 2000.
42. ONG, Walter J.; Sözlü ve Yazılı Kültür / Sözün Teknolojileşmesi, (Çev. Sema
Postacıoğlu Banon), Metis Yayınları, İstanbul 1995.
43. SAKAOĞLU, Saim; “Köroğlu Üzerine Yapılan Çalışmalar ve Edebiyatımızdaki
Yeri”, Sultan Baba ve Köroğlu [Bildiriler], Fırat Üniversitesi Yayınları, s.79-83,
Elazığ 1987.
44. SAKAOĞLU, Saim; Masal Araştırmaları, Akçağ Yayımları, Ankara 1999.
45. ŞİMŞEK, Esma; Arzu ile Kamber Hikâyesi Üzerine Mukayeseli Bir Araştırma,
Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ 1987.
46. TURAL, Sadık K; Edebiyat Bilimine Katkılar, Ankara 1993.
47. TÜLÜCE, Ozan; Hurşit ile Mah-ı Mihri Hikâyesi, Tezi, Erciyes Üniversitesi,
Kayseri 2001.
48. TÜRKMEN, Fikret; Âşık Garip Hikâyesi (İnceleme-Metin), Akçağ Yayınları 1995.
210
49. UZ, Mustafa; “Yürük Kızı Güher ile Yürük Oğlu Ahmet”, Türk Folklor
Araştırmaları, c. III, s.911, Nisan 1954.
50. WALKER, Warren; “Secret Language İn Turkish Folklate” (Türk Halk Hikâyesinde
Gizli Dil), IV Milletler Arası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri, c. II, Halk
Edebiyatı, Ankara 1976.
51. YALGIN, Ali Rıza; Cenupta Türkmen Oymakları, c. I-II (Hazırlayan: Sabahat
Emir), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 2000.
52. YALGIN, Ali Rıza; “Köroğlu’nun Gürcistan Seferi”, Görüşler nr: 20, 21, 22, 24, 26,
27.
53. YARDIMCI, Mehmet; “İlbeylioğlu Hikâyesinin Oğuzeli Rivayeti”, Folklor /
Edebiyat, S. 16, s. 70-87, Ankara 1998.
54. YILDIRIM, Dursun; “Folklor ve Çağdaş Kültür Modelimiz Üzerine Görüş ve
Düşünceler”, Türk Bitiği, Akçağ Yayınları, Ankara 1998(a).
55. YILDIRIM, Dursun; “Sözlü Kültür ve Folklor Kavramı Üzerine Düşünceler”, Türk
Bitiği, Akçağ Yayınları, Ankara 1998(b).
56. YILDIRIM, Dursun; “Türk Folklor Araştırmalarının Problemleri”, Türk Bitiği,
Akçağ Yayınları, Ankara 1998(c).
57. YILDIRIM, Dursun; “Orta Asya Bozkırlarından Urumuneli’ne (Türk Sözlü Şiir
Sanatının Yayılması Üzerine)”, Türk Bitiği, Akçağ Yayınları, Ankara 1998(d).
58. YILDIRIM, Dursun; “Folklor ve Çağdaş Kültür Modelimiz Üzerine Görüş ve
Düşünceler”, Türk Bitiği, Akçağ Yayınları, Ankara 1998(e).
59. YILDIRIM, Dursun; “Hikâyeciliğimde Üçüncü Yaratıcılık Ortamı ve Hikâyeci
Eyyûbî-i Garib”, Türk Bilig, Sayı 5, 2003, s.134-142.
211
EKLER
212
Âşık Mustafa Köse canlı gösterime katılan misafirleriyle. Âşık Mustafa Köse türkülü hikâye anlatırken.
213
Âşık Musafa Köse’nin kendi elleriyle yaptığı yaklaşık 45 yıllık evi. Âşık Musafa Köse’nin yaşadığı yöreden Düziçi Ovası’nın görünümü.
214
Âşık Mustafa Köse eşi Elif Köse ile. Âşık Mustafa Köse torunları ile.
215
ÖZGEÇMİŞ
Ozan TÜLÜCE 10 Ekim 1978’de Osmaniye’de doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini
Osmaniye’de tamamladı. 1997’de Erciyes Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili
ve Edebiyatı Bölümünü kazandı. 2001 Haziran ayında bu bölümden mezun oldu. Aynı
yılın eylül ayında Millî Eğitim Bakanlığı tarafından Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni
olarak Kayseri Hacı Ahmet Arısoy Lisesi’ne atanarak memuriyet hayatına başladı.
2002’de Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Türk Edebiyatı Ana Bilim
dalı, Türk Halk Edebiyatı bilim dalında yüksek lisansa başladı. 2003 yılından beri
Kayseri İl Millî Eğitim Müdürlüğü ve Kayseri Valiliği’nin resmî törenlerde sunuculuk
görevi yapmaktadır. Ayrıca öğretmenliğe başladığı okulda hem yüksek lisans
öğrenimini hem de görevini başarıyla yürütmektedir.
2001 yılının Eylül ayında Sema TÜLÜCE ile evlenerek 2002 yılında bir kız çocuğu
sahibi oldu.
Adres:
Yeni Mah.
14. Cad.
No: 126 / 6
38050
Kocasinan / Kayseri
Tel: 0 535 660 59 58
e-posta: [email protected]