zaman232 egazete

48
www.zamaniskandinavya.dk 9 - 15 EKİM 2013 • YIL : 5 • SAYI : 232 • DANİMARKA 25 DKK • İSVEÇ 30 SEK • NORVEÇ 35 NKR • FİNLANDİYA 3,5 EURO ZAMAN’DA BU HAFTA 38 SPOR KÜLTÜR Milli takımlar yol geçen hanı mı? Abi senin başka işin yok mu? Huzursuz evler 4 KAMİL SUBAŞI 44 YENİ TAŞERON EL NUSRA Sınırımızda beliren yeni tehdidin adı ‘El Nusra’. PKK gibi kime, neye hizmet ettiği bilinmeyen El Kaideci örgütün hedefinde artık Türkiye de var. Taşeron değişse de kullanan güçler aynı. MESUT ÇEVİKALP İSTANBUL 1 Suriye’de 30 ayda 115 bin kişinin ölümüne yol açan iç savaş, geçen hafta yeni bir aşamaya evirildi. Esed reji- mine karşı savaşan muhalif cephenin 11 ‘radikal’ grubu, 24 Eylül’de “Suriye’ye şeriat getirme” ülküsünde birleştiklerini ilan etti. Yeni oluşum, internetten yayımladığı ilk bildirisinde, Suriye Ulusal Koalisyonu (mu- haliflerin İstanbul merkezli çatı örgütü) ile Ahmet Tomeh liderliğindeki geçici hükü- meti artık tanımayacaklarını, bundan sonra kendi hedefleri doğrultusunda hareket ede- ceklerini duyurdu. Sahadaki ‘İslamcı’ sa- vaşçıları kendilerine ‘biat’ etmeye çağıran oluşum, şeriata dayalı devlet kurma hede- finden geri adım atılmayacağını vurguladı. Yeni oluşumun ana omurgasını El Ka- ide bağlantılı El Nusra Cephesi ile Irak ve Şam İslam Devleti (ISIS) oluşturuyor. Ancak grubun içinde önceden Özgür Suriye Ordusu çizgisinde hareket eden ‘ılımlı’ hareketler de (Liva el Tevhid, Liva el İslam) mevcut. Görece ılımlı muhalif hareketlerin radikalleşmesinde El Nusra ve ISIS’ın son dönemde saha hâkimiyetlerini artırması yatıyor. ÖSO’ya nazaran cephede daha sert ve fütursuzca savaşan, kendilerine özerk alanlar açan radikal gruplar, ılımlı savaşçılarda özenti oluşturuyor. DEVAMI 36. SAYFADA Ankara müttefiklerini test ediyor Türkiye’nin Çin’den hava savunma sistemi almak istemesine karşı çıkan Batılı müttefikler, NATO üyesi Yunanistan’ın Rusya’dan S-300, Kıbrıs Rum Kesimi’nin de BUK M, TOR M1 füze sistemi tedarikine göz yummuştu. 34. SAYFADA k Gazetenizle birlikte El Kaide bağlantılı terör örgütü devreye sokuldu Çifte vatandaşlık için yasal düzenleme müjdesi Danimarka’da hükümet 1993 yılında iptal edilen çifte vatandaşlık yasasını yeniden hayata geçirmeye hazırlanıyor. HABERİ 6. SAYFADA DANİMARKA’NIN ANKARA BÜYÜKELÇİSİ RUBEN MADSEN: Artık sadece ticaret konuşacağız Danimarka’nın Ankara Büyükelçisi Ruben Madsen, Danimarka – Türkiye ilişkilerindeki tüm pürüzlerin ortadan kalkmasından dolayı son derece mutlu olduğunu söyledi. Ankara’daki görevinde 2 yılı geride bırakan Madsen, Danimarka Ticaret ve Avrupa Bakanı Nick Haekkerup’un Türkiye ziyaretinin yeni işbirliği kapıları açacağını söyledi. HABERİ 6. SAYFADA Finlandiya yaşlıların refah seviyesi sıralamasında geri kaldı 13

Upload: zamandk

Post on 11-Mar-2016

293 views

Category:

Documents


13 download

DESCRIPTION

ZAMAN DK 232

TRANSCRIPT

Page 1: Zaman232 egazete

www.zamaniskandi navya.dk9 - 15 EKİM 2013 • YIL : 5 • SAYI : 232 • DANİMARKA 25 DKK • İSVEÇ 30 SEK • NORVEÇ 35 NKR • FİNLANDİYA 3,5 EURO

Z A M A N ’ DA B U H A F TA

38SPOR KÜLTÜR

Milli takımlar yol geçen hanı mı?

Abi senin başka işin yok mu?Huzursuz evler

4 KAMİL SUBAŞI 44

YENİ TAŞERON EL NUSRASınırımızda beliren yeni tehdidin adı ‘El Nusra’. PKK gibi kime, neye hizmet ettiği bilinmeyen El Kaideci örgütün hedefi nde artık Türkiye de var. Taşeron değişse de kullanan güçler aynı.MESUT ÇEVİKALP İSTANBUL

1Suriye’de 30 ayda 115 bin kişi nin ölümüne yol açan iç savaş, geçen

hafta yeni bir aşamaya evirildi. Esed reji-mine karşı savaşan muhalif cephenin 11 ‘radikal’ grubu, 24 Eylül’de “Suriye’ye şeriat getirme” ülküsünde birleştiklerini ilan etti. Yeni oluşum, internetten yayımladığı ilk bildirisinde, Suriye Ulusal Koalisyonu (mu-halifl erin İstanbul merkezli çatı örgütü) ile Ahmet Tomeh liderliğindeki geçici hükü-meti artık tanımayacaklarını, bundan son ra kendi hedefl eri doğrultusunda hareket ede-ceklerini duyurdu. Sahadaki ‘İslamcı’ sa-vaşçıları kendilerine ‘biat’ etmeye çağıran

oluşum, şeriata dayalı devlet kurma hede-fi nden geri adım atılmayacağını vurguladı.

Yeni oluşumun ana omurgasını El Ka-ide bağlantılı El Nusra Cephesi ile Irak ve Şam İslam Devleti (ISIS) oluşturuyor. An cak grubun içinde önceden Özgür Suriye Ordusu çizgisinde hareket eden ‘ılımlı’ ha reketler de (Liva el Tevhid, Liva el İslam) mevcut. Görece ılımlı muhalif hareketlerin radikalleşmesinde El Nusra ve ISIS’ın son dönemde saha hâkimiyetlerini artırması ya tıyor. ÖSO’ya nazaran cephede daha sert ve fütursuzca savaşan, kendilerine özerk alan lar açan radikal gruplar, ılımlı savaşçılarda özenti oluşturuyor. DEVAMI 36. SAYFADA

Ankara müttefi klerini test ediyorTürkiye’nin Çin’den hava savunma sistemi almak istemesine karşı çıkan Batılı müttefi kler, NATO üyesi Yunanistan’ın Rusya’dan S-300, Kıbrıs Rum Kesimi’nin de BUK M, TOR M1 füze sistemi tedarikine göz yummuştu. 34. SAYFADA

k

Gazetenizle birlikte

El Kaide

bağlantılı terör örgütü devreye

sokuldu

Çifte vatandaşlık için yasal düzenleme müjdesiDanimarka’da hükümet 1993 yılında iptal edilen çifte vatandaşlık yasasını yeniden hayata geçirmeye hazırlanıyor. HABERİ 6. SAYFADA

DANİMARKA’NIN ANKARA BÜYÜKELÇİSİ RUBEN MADSEN:

Artık sadece ticaret konuşacağızDanimarka’nın Ankara Büyükelçisi Ruben Madsen, Danimarka – Türkiye ilişkilerindeki tüm pürüzlerin ortadan kalkmasından dolayı son derece mutlu olduğunu söyledi. Ankara’daki görevinde 2 yılı geride bırakan Madsen, Danimarka Ticaret ve Avrupa Bakanı Nick Haekkerup’un Türkiye ziyaretinin yeni işbirliği kapıları açacağını söyledi. HABERİ 6. SAYFADA

Finlandiya yaşlıların refah seviyesi sıralamasında geri kaldı

13

Page 2: Zaman232 egazete

2 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANİSKANDİNAVYARAPOR ‘GEZİ’ İLE PAKETLENECEK Demokratikleşme Paketi Avrupa’nın da gündeminde. Paket, 16 Ekim’de açıklanacak İlerleme Raporu öncesi genel olarak olumlu karşılanırken, daha fazla adım atılması gerektiğine vurgu yapılıyor. Paketi değerlendirenlerin aklında ise hâlâ Gezi olayları var.

1Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından geçtiğimiz hafta açıklanan reform pa-

keti Türkiye’de olduğu gibi Avrupa’da da yakından takip edildi. Birçok gazete tarafın-dan haberleştirilen paket, AB’li yetkililerin de gündemindeydi. Uzun zamandan sonra Türkiye gündemine yeniden demokratik-leşme ve AB standartlarını sokan paketin genel olarak olumlu karşılandığını söylemek mümkün.

Bilindiği üzere Avrupa Birliği 16 Ekim’de Türkiye’ye dair ilerleme raporunu açıklaya-cak. Söz konusu raporun gezi olaylarından sonra yayınlanacak olan ilk rapor olduğunu hatırlatmakta fayda var. Hal böyleyken re-

form paketinin ilerleme raporuna ne şekilde yansıyacağı daha da önem kazanıyor. Merak edilen soru şu; başta gezi olayları olmak üzere Türkiye’nin son dönemde uluslararası arenada yaşatdığı imaj kaybı, reform pake-tiyle telafi edilebilecek mi?

Bazılarına göre darbe girişimi bazılarına göre ise son derece masum bir toplumsal tepki olarak değerlendirilen gezi olayları öyle yada böyle Türkiye’nin uluslararası arenadaki algısına büyük zarar verdi. Ardı ardında gelen büyüme rakamlarıyla Avrupa’da birçok ülkeyi kıskandıran Türkiye, bir anda Mısır ve Libya gibi ciddi iç karışıklıkların yaşandığı ülkelere benzetilmeye başlandı. İki hafta önce, Birleşmiş Milletler’in (BM) 68. Genel Kurulu’na katılmak için Amerika’ya giden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül “Herkes ‘Gezi’yi soruyor, olaylar Türkiye’nin imajına çok zarar verdi’’ diyerek söz konusu algı değişimine işaret etti. Benzer bir açıklama Türkiye ekonomisinin geldiği noktada bü-yük payı bulunan Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’dan da gelmişti. Babacan katıldığı bir televizyon programında “Gezi Parkı olaylarının, Türkiye’nin itibarı, dış algısı açısından son derece olumsuz etkisi oldu. Ciddi hasar meydana geldi. Bu hasarın birkaç ayda tamir edilebilecek bir hasar olduğunu düşünmüyorum” demişti.

Bu yönüyle bakıldığında herkesin gezi olaylarını sorduğu bir ortamda açıklanan reform paketinin Türkiye’nin uluslararası arenadaki algısına pozitif bir etki yapacağı muhakkak. En azından Türkiye algısı deği-şecektir. Uzun süreden beri eylem ve polis müdahalesi haberleriyle gündeme gelen Türkiye önümüzdeki süreçte demokrasi ve reform haberleriyle anılmaya başlanacak. Nitekim bunu AB’li yetkililerin ilk açıkla-malarında da görmek mümkün. Başbakan Erdoğan’ın konuşmasının akabinde bir açıklama yapan AB Komisyonu Sözcüsü Peter Stano, reform paketini memnuniyetle karşıladıklarını belirtti ve Türkçe dışındaki dillerin kullanılması, azınlık hakları, Mor Gabriel Manastırı’nın arazisinin iadesi, din özgürlüğü, toplantı ve gösteri özgürlüğü, yüksek seçim barajı ve partilere hazine

yardımı gibi birçok önemli konuya değinen paketin, 16 Ekim’de açıklanacak ilerleme raporuna da gireceğini söylerine eklemeyi ihmal etmedi.

Öte yandan aynı gün bir açıklama yapan Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye Rapor-törü Hollandalı Ria Oomen-Ruijten ise daha temkinli bir dil kullanarak reform paketinin tüm beklentileri karşıladığını söylemenin gerçekçi olmayacağını, daha fazla reformun gerekli olduğunu vurgulasa da paketin herşeye rağmen olumlu bir adım olduğunu da sözlerine ekledi.

Avrupa paketin içindekiler kadar dışındakilere de bakarBu açıklamalar gezi olaylarından sonra

Avrupa’da oluşan negatif Türkiye algısının değişmeye başladığının işareti olarak değer-lendirilebilir. Fakat yine de dereyi görmeden paçayı sıvamamakta fayda var. Zira ilk anda yapılan olumlu açıklamalar Türkiye’nin son dönemde yaşadığı imaj kaybının tamamen giderildiği anlamına gelmiyor. Hala kafalarda ciddi soru işaretleri var.

Stockholm Üniversitesi Türkiye Araştır-maları Enstitüsü (SUITS) Başkanı Dr. Paul T. Levin’e göre Türkiye’nin gezi olayları sonrasında yaşanan imaj kaybı o kadar büyük ki; reform paketinin bu haliyle söz konusu kaybı telafi etmesi mümkün değil. Zaman’a konuşan Dr. Levin, Başbakan Erdoğan tarafından açıklanan reform paketini genel olarak olumlu bulduğunu ancak gezi olayları akabinde batı medyasında Türkiye’ye dair en çok konuşulan ‘ifade ve basın özgürlüğü’ gibi konuların reform paketine giremediğini söyledi.

Geçtiğimiz hafta içerisinde reform paketini anlatmak üzere Brüksel’i ziyaret eden Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış, burada yaptığı açıklamada 22. müzakere faslının 5 Kasım tarihinde resmen açılabile-ceğini söyledi. Ancak Dr. Levin aynı şekilde düşünmüyor. “Paketin bu haliyle Avrupalı yetkilileri Türkiye ile yeni bir fasıl açmaya ikna edebileceği konusunda şüpheliyim.” diyen Dr. Levin bununla birlikte Türkiye’nin imajını düzeltme adına önemli bir adım atıldığını da söylemeyi ihmal etmiyor.

Kopenhag Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışan Türkiye uzmanı akademisyen Daniella Kuzmanoviç de reform paketinin, her ne kadar olumlu bir adım olsa da Türkiye’nin imajını tamamen düzeltmeye yetmeyeceğini düşünenlerden. AKP hükümetinin paketin açıklanmasından önce yaptığı açıklamalar nedeniyle çok daha kapsamlı paket beklediğini belirten Kuzmanoviç, “Bana göre her reform paketi demokratikleşme yolunda atılan olumlu bir adımdır. Ancak paketin açıklanmasından önce yapılan açıklamalar beklentiyi çok yük-seltmişti. Özellikle Kürt meselesi hakkında daha kapsamlı reformlar bekliyordum. Bu yönüyle hayal kırıklığına uğradığımı söy-leyebilirim.” dedi. Kuzmanoviç Avrupa’da birçok kesimin aklını meşgul eden bir soruya da dikkatleri çekiyor; Gezi eylemleri sona erdi mi? Kendisine göre hayır; “Gezi parkı çerçevesinde olan eylemlerin henüz sona er-diğini düşünmüyorum. Önümüzdeki süreçte yeni eylemler olacaktır.” diyen Kuzmanoviç, Türkiye’nin yaşadığı imaj kaybını gidermek çok daha kapsamlı bir reform paketine

Not Defteri

[email protected]

Zaman’a konuşan Stockholm Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Enstitüsü (SUITS) Başkanı Dr. Paul T. Levin, Başbakan Erdoğan tarafından açıklanan reform paketini genel olarak olumlu bulduğunu ancak gezi olayları akabinde batı medyasında Türkiye’ye dair en çok konuşulan ‘ifade ve basın özgürlüğü’ gibi konuların reform paketine giremediğini söyledi.

Page 3: Zaman232 egazete

3 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANİSKANDİNAVYA

Kopenhag Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışan Türkiye uzmanı akademisyen Daniella Kuzmanoviç de reform paketinin, her ne kadar olumlu bir adım olsa da Türkiye’nin imajını tamamendüzeltmeye yetmeyeceğini düşünenlerden.

ihtiyacı olduğunu söyledi. Avrupa Parlamentosu’nun Hollanda

İşçi Partisi Milletvekili Emine Bozkurt ise; herşeye rağmen reform paketinin Türkiye-AB ilişkilerine olumlu katkı sağlayacağını inanıyor. Demokratikleşme paketinin, ilerleme raporu öncesinde duyurulmasının önemini vurgula-yan Bozkurt, paket çerçevesinde atılacak somut adımların Türkiye-AB ilişkilerine olumlu katkı sağlayacağını dile getiriyor.

Avrupa medyası reform paketini başörtüsüne indirgediAvrupa’da önemli bir kesim Türkiye’yi hala

gezi olayları üzerinden okumaya devam ediyor. Bu da ister istemez AKP hükümetine yönelik güven bunalımını biraz daha derinleştiriyor. Bu bunalımı reform paketinin akabinde Avrupa medyasında çıkan haberlerde de görmek mümkün. Birçok gazete haberlerinde AKP’nin reformcu kimliğinden çok ‘İslamcı’ kimliğine atıfta bulunarak reform paketini başörtüsünün serbest bırakılmasına indirgemeyi tercih etti. İngiliz Independent ve Guardian Gazeteleri haberi ‘’Türk Başbakan başörtüsü yasağını kaldırdı’’ şeklinde duyururken Times, akıllara 28 şubat dönemini getirtecek bir başlık attı: ‘’Türkiye’de kaldırılan başörtüsü yasağıyla laik devlete saldırı’’ Benzer manşetleri Alman, Avusturya basınında da görmek mümkün. Öte yandan paketin Kürt sorununun çözümüne yönelik içeriğine değinenler de olmadı değil. Örneğin; Fransız Le Monde gazetesi paketi ‘’Türkiye’de Erdoğan’dan Kürtlere yönelik bir adım’’ başlığıyla duyururken okurlarına Le Figaro “Sivil özgürlükler reformu” başlığını tercih etti. Portekiz’in en büyük gazetelerinden Publico ise haberinde ‘’Erdoğan, Türk özel okullarında Kürtçe eğitimi yasal hale getiriyor’’ başlığını kullandı.

İskandinav basını da paketin Kürt sorununa yönelik maddelerini öne çıkardı. Danimarka’da Politiken gazetesi qwx harflerini manşete taşırken, Norveç’de Kürtçe’nin özel okullarda serbest bırakılması vurgulandı.

Bu çerçeveden bakıldığında reform paketinin Avrupa’da son dönemde oldukça negatif bir seyir izleyen Türkiye algısını pozitife çevirmeye yönelik olumlu bir adım olarak algılandığı söylenebilir. Fakat hatırlatmakta fayda var. AB’li yetkililer yaptıkları bütün açıklamalarda paketin hayata geçirilmesini takip edeceklerini vurguladılar. Bu süreçte somut adımlar atılması ve diğer siyasi partilerin reform sürecine dahil edilmesi ve oldukça önemli. Aksi halde Avrupalılar söz konusu reform paketini AKP hükümetinin Türkiye’yi biraz daha ‘İslami’ bir kimliğe kavuşturmak için attığı bir adım olarak okuyacaklardır.

Yeni tartışmamız; getto sayısı 33 mü 40 mı?HASAN CÜCÜK

Getto kelimesi 2000’li yıllarda literatürümüzü girdi. Liberal –

Muhafazakar kaolisyon hükümeti döneminde, sık sık gündeme getto problemi geldi. Bir bölgenin getto olarak anılması için kriterler ha-zırlandı. Bu kriterler, 18-64 yaşları arasındaki kişiler arasında işsizliğin yüzde 40 olması, semt sakinleri-nin yüzde 50’sinin batılı olmayan ülkelerden gelenlerden oluşması ve yaşı 18’den büyük olan semt sakinlerinin en az yarısının yüzde 2,7’sinin kriminal suçtan ceza almış olması. Bir bölgenin getto olarak tanımlanması için olmazsa olmazı, bölgede göçmen kökenlilerin sayısı oldu yıllarca. Kopenhag’ın Nör-rebro, Arhus’un Gellerupparken ve Odense’nin Vollsmose semti getto denince akıllara ilk gelen yerler oldu. Hükümetler getto böl-gelerinin yıkılacağı sözünü verdi.

Ülke gündemi işgal eden ya-bancıların gettolaşmasının sadece hükümet değil, yabancıları da rahatsız ettiği yapılan bir kamuoyu yoklamasında ortaya çıkıyordu. Yabancılar arasında yapılan bir

kamuoyu araştırmasına göre, her 10 göçmen ve mülteciden 8’i, oturduk-ları bölgedeki nüfusun en az yarısı-nın Danimarkalı olmasını istiyordu. Danimarkalılarla iç içe yaşamak isteyenlerin çok olması, yabancıların topluma entegre olma isteğini ortaya koyduğu olarak yorumlanıyordu. Araştırmaya katılan yabancıların yüzde 44,9’u oturdukları bölgede Danimarkalıların fazla olmasından yana görüş belirtirken, yüzde 35,8’i ise oturdukları bölgedeki nüfusun, yarısının yabancılar yarısının da Danimarkalılar olmasını istiyordu. Araştırmaya katılanların sadece yüzde 5,3’ü, etnik kökenlilerin daha fazla olduğu bir bölgede yaşamak istediği cevabını veriyordu. Kısaca ne hükümet ne de yabancı kökenliler gettolaşmadan memnun değildi.

Ancak son açıklanan getto raporu, kimsenin hoşuna gitmeyen bu problemin artarak devam ettiğini ortaya koydu. Şehir, Konut ve Bölgeler Bakanlığı’nın hazırladığı son getto listesine göre, nur topu gibi 9 yeni getto bölgesi oluştuğu tespit ediliyordu. Resmi getto sayısı 40 olarak tespit edilirken, bazı kaynaklar bu rakamın 33 olduğunu açıklıyordu. Tartışma 40 mı 33 mü üzerinden giderken, Sol koalisyon

hükümetinin Şehir, Konut ve Bölgeler Bakanı Carsten Hansen, “Bazı büyük yerleşim alanlarımızda bir takım zorluklar olduğunu dürüstlükle itiraf etmek durumun-dayız.” diyordu. Carsten Hansen, sağ koalisyon hükümetinin 2010 yılında hazırladığı getto kriterlerine göre 40 getto bölgesinin olduğunu ancak kendilerinin yürürlükte olan kriterlere iki ilave yaptığını hatırlatıp, getto sayısının 33 oldu-ğunu açıklıyordu. Hükümet getto kriterlerine, semt sakinlerinden 30-59 yaş grubu arasında meslek ve üniversite eğitimi almamışların oranının yüzde 60’dan fazla olması ve semt sakinlerinin15 yıllık brüt gelirinin bölge ortalamasının yüzde 60’dan daha az olmasını da ekledi. Ancak kriterler ne olursa olsun sol koalisyon hükümetinin getto pla-nının tutmadığının net bir şekilde görülmesi oldu. Sol koalisyon getto sayısını 2016’da yüzde 25, 2020’de yüzde 50 azaltmayı planlarken, tam tersi oldu. Sağ koalisyon zamanında 28 olan getto bölgesi sayısı, sol koa-lisyon döneminde kendi kriterlerine göre 33, eski kriterlere göre 40 oldu. Rakamlar değişse de değişmeyen gerçek, gettolaşmanın problem olmaya devam etmesidir.

HABER ANALİZ

Stockholm’de uyuşturucu tacirlerine ağır darbeİBRAHİM KAYA STOCKHOLM

1Stockholm’de narkotik polisi düzenlediği operasyonlarla

uyuşturucu tacirlerine ağır darbe vurdu. Polis merkez tren istasyo-nunda (Centralstationen) yaptığı operasyonlarla 2,6 milyon kronluk uyuşturucu madde ele geçirdi. 4 gün boyunca süren operasyonlarda ele geçirilen uyuşturucu miktarı açısın-dan operasyonun büyük bir başarı olduğu belirtiliyor.

Kısa bir süre önce 4 gün bo-yunca merkez istasyona gelen tren ve otobüslerde rastgele aramalar

yapan polis önemli miktarda ülkeye kaçak olarak sokulmaya çalışılan uyuşturucu madde ele geçirdi. 2 kilogramı aşan kokain, 430 gram eroin, 5 bin uyuşturucu hapına el koyan polisin operasyonlar sonrası 16 kişiyi gözaltına aldığı ve sorgula-dığı bilgisi veriliyor.

Bu arada İsveç’te Uyuştu-rucuyla Mücadele Teşkilatı’nın

raporuna göre, uyuşturucu madde bulundurmaktan hüküm giyenlerin oranın son 5 yılda 3 misli arttı. İsveç hapishanelerinde yatanların yüzde 33’nün uyuşturucu bulundurmak ve kullanmaktan hüküm giydiği bildirildi. Ayrıca raporda en çok tercih edilen uyuşturucunun esrar olduğu ifade edilirken, ilaçlardan da Amfetamin ön plana çıkıyor.

Stockholm’de narkotik polisi merkez tren istasyonunda (Centralstationen) yaptığı operasyonlarla 2,6 milyon kronluk uyuşturucu madde ele geçirdi.

Daniella Kuzmanovic

Page 4: Zaman232 egazete

4 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANİSKANDİNAVYA

Kim icat etmiş bu huzursuz evleri!..Bu haftaki ‘Yaşlı ve muhtaç’ başlıklı yazısında

Joost Lagendijk, “Yaş ağır bir yük. Son 25 yılda her yerde daha büyük bir yük haline geldi, sebebi basit, daha fazla insan yaşlandı. Bu demek oluyor ki, yaşlı insanlar için sağlık ve bakım hizmeti talepleri arttı.” diyor. Bazen katıldığım ortamlarda soruluyor, ‘Neden Müslümanların da (Türklerin de) Danimar-ka’da bir huzur evi yok?’ diye. Geçen haftalarda duymuştum Danimarka’daki bazı Türkiye kökenli gençler huzurevi açılması için Facebook’da bir plat-form oluşturmuşlar diye. Haberini de okumuştum: Gençler huzurevi istiyormuş! Sevindim desem yalan söylemiş olurum, içim biraz huzursuz oldu. Sebebini ise şu hadis ve aşağıdaki mektup özetliyor: “Anne-baba, Cennet’in orta kapısıdır. Artık sen o kapıyı ister zayi et, ister muhafaza et.”

Konuyla alakalı kendi web sayfasında okuduğum ve beni çok etkileyen Cahide Sultan’ın huzursuz odalardaki yüreği yorgun annelerin sessiz çığlıkları adına yazdığı ‘Huzursuz Odalar’ başlıklı mektubunu kısaltarak paylaşacağım sizlerle. Yazıda geçen Emine Bacı, Ca-hide Sultan’ın köyünde yaşayıp geçtiğimiz yıllarda vefat eden bir teyze. Allah rahmet eylesin…

***Takvime baktım da 5 sene olmuş buraya geleli.

Nasıl geçti o 5 sene bir de bana sor. Çok bakmı-yorum takvimlere. İçim sıkılıyor, zaman geçmiyor. Eskiden su gibi akıp geçiyor zaman derdim. Şimdi öyle düşünmüyorum. Demek insan mutluyken çabuk geçermiş zaman. Hapishanedekileri şimdi daha iyi anlıyorum. Beni buraya bıraktığın gün anneler günüydü hatırlıyor musun? O günden beri anneler günü denen gün benim için daha da bir anlamsızlaştı.

Sen küçük bir çocuktun daha. Hiç bir yere bırak-mazdım ben seni, öyle savunmasız, öyle masumdun ki, kimselere güvenip yollamazdım. Yanımdan hiç ayırmazdım. Şimdi beni nasıl olupta tanımadığın insanlara teslim ettiğini düşünüyorum. Gözden çıkarılmış eski bir eşya gibi hissediyorum kendimi. Yıpranmış, işe yaramaz. Kırgınlık mı? Belki, kırgınım biraz…

Geçen gün eski komşumuz Mevlüde teyzenin kızı Şükran geldi. Yolda görmüş seni. “Neden bı-raktın anneni?” diye sormuş sana. “Kendisi istedi.” demişsin.“Maaşı da var bakıyorlar, yeri sıcak, her işi görülüyor içim rahat.” demişsin. Kendim istemiştim evet, bazen naz yapma kabilinden, “Yaşlanınca huzurevine gönderin beni, kimseye yük olmak istemem.” derdim. Ama içten içe hiç konduramaz-dım bu durumu, ne kendime, ne sana. “Bırakmaz beni bir yere.” derdim. Tıpkı küçükken benim seni bırakmadığım gibi, beni hiç bırakmazsın sanırdım.

Yaramaz bir çocuktun sen. Yerinde durama-yan serseri bir mayın gibiydin. Kaç kez ısırdım dudaklarımı sana bağırmamak için, kaç kez sıktım yumruğumu vurmayayım diye. Ama hiç vurmadım sana, hiç kırmadım kalbini… Komşulardan biri sana “çok yaramaz” dedi diye aylarca onun yüzüne bakmamıştım. Kimse laf söylemesin, incitmesin isterdim. Tahammül edemezdim sana dikilen sert bir bakışa bile…

Geçen gün bana “bunak kadın” dedi bakıcının biri. Hasta bezini lavaboda unutmuşum. Arada oluyor tutamıyorum diye vermişlerdi. Diğerleri de duydu ya, nasıl utandım bir bilsen… Daha ne lafl ar söylüyorlar da dilim varmıyor söylemeye. Kırar mıyım, incitir miyim diye kim düşünüyor ki? Çok hassastım eskiden bilirsin, çabuk alınırdım. Hem benden titizi mi vardı? Kimselerin işini beğenmez-dim. Şimdi yemek yerken bile yoruluyorum, üstüme döküyorum. Bazen yatarak kılıyorum namazlarımı. Secdeye başımı koyup uzun uzun öylece kalmayı ne

çok özledim…Yaşlansam da geleceğe dair umutlar besliyordum

buraya gelmeden evvel. Evladımı büyüttüm nasıl olsa, artık yorgunluklar biter, ben rahat otururum torunlarımı severim, sen sorarsın “Anne ilacını getireyim mi, bir şeye ihtiyacın var mı?” diye. Ar-kama yastık koyarsın, kesemediğim tırnaklarımı sen kesersin sanıyordum. Şimdi çoğu kez tırnaklarımı keserken kanattıklarını bilmezsin tabi…

Gerçi benden daha beterleri de var burada. Emine Bacı vardı mesela. Köyden gelmişti. Bir ay

kadar oldu öleli. Bir sene evvelde Alzheimer hastası olan kocası ölmüştü. Çok çekti zavallı. Üç oğlu varmış Emine Bacı’nın. Aslan gibiymiş hepsi. Ben görmedim, gelmezlerdi hiç. Üç adam bir anayı sığdıramamışlar evlerine. Bağ bahçe gezmeye alışmış kadın. Hiç oturup kalmamış yerinde. Burada nasıl zorlandı, neler çekti Allah bi-liyor. Her yaz köyüne gidecek diye umut ederdi. Haber göndermiş

oğlu, “Annemin ancak ölüsü çıkar oradan.” demiş. Köylülerden çıkarıp bakmak isteyenler olmuş, ona da izin vermemişler. Bir keresinde pencereden atlamaya kalktı da zor tuttu bakıcılar. En son oğlu bayramlık göndermişti, “Zıkkım olsun ondan gelen.” dedi, giymedi elbiseyi. Hiç oğlum, yavrum demedi. “Köyüm” dedi, “evim” dedi durdu gariban. Bir sabah yatağında ölü buldular. Ölümü bile yalnız oldu Emine Bacı’nın…

Şu bakıcı kadını sevemedim bir türlü. Sanki özel olarak seçmişler. Bu kadar mı merhametsiz olur bir insan ? Hiç mi gülmez yüzü ya hu? Her gün odaya gelince burnunu tutuyor. Pis kokuyormuş. Pencereyi sonuna kadar açıyor. Mutlaka yarım saat açık tutuyor. Çok üşüyorum. Zaten parmaklarımda da can kalmamış sanki, kolay kolay ısınmıyor eskisi gibi…

Sık sık uğrarım demiştin. Tam 8 ay olmuş uğramayalı. İşlerin yoğunmuş, zamanın yokmuş. Torunlarım da sormuyorlar demek. Yeni eve ta-şınmışsın aldım haberini. Arkadaşın Zehra söyledi. Vefalı kızdır, arada geliyor sağolsun. Annesi de babası da yanında vefat etmiş. Hiç bırakmamış bir yere, yanından ayırmamış. İmrenmedim desem yalan söylerim… “Evi çok büyük.” dedi. Kocaman odaları, geniş bir balkonu varmış evinin. Yeni mo-bilyalar almışsın, eskileri elden çıkarmışsın.Tıpkı beni çıkardığın gibi… Herşeyi sığdırdın da evine, bir beni sığdıramadın a kuzum. Hadi onu da geçtim. Bir kere, “Anne gel evimi gör, bir kaç gün kal.” bile demedin… Zehra’ya, “Anneler gününde görmeye gideceğim” demişsin… Ben anneler gününü hiç beklemiyorum biliyor musun? Anne olmak acı verir mi insana? O gün bana acı veriyor yavrum. Artık kendimi bir anne gibi hissedemediğim için belkide… Bir evlat bir torun sevemezsen, çevrende anne diyen olmazsa sana, ne anlamı var anne olmanın?

Ölene imrenilir mi hiç? İmreniyorum işte. Kimin öldüğünü duysam “Darısı başıma.” diyorum. Hayal-ler umutlar, mutlu zamanlarmış insanı ayakta tutan. Onlar yoksa yaşamak zulüm olurmuş meğer…

Kim icat etmiş bu huzursuz evleri? Rahat yüzü görmesin deyip her gün beddua ediyorum. Huzur eviymiş. Hergün ölüp ölüp diriliyorum bu huzursuz odada. Hiç tanımadığım, mizacımın uymadığı insanlarla yatıp kalkıyorum. Hiç bir şey bana ait değil. Söz hakkım yok, elbiselerim bile benim değil sanki. “Allahım al emanetini ne olur, bu yükü taşı-yamıyorum…”

Bu huzursuz evleri icat edenler mi çıkarmış anneler günü denen yalancı günü? İnsanlar yaşlı annelerini bu evlere kapatsın da sonra anneler günü olunca ziyaret etsinler diye öyle mi?..

[email protected]

DANİMARKA HABER TURU

Kim icat etmiş bu huzursuz evleri? Rahat yüzü

görmesin deyip her gün beddua ediyorum. Huzur

eviymiş. Hergün ölüp ölüp diriliyorum bu huzursuz

odada.

Çocuklar az hareket ediyorKopenhag Üniversitesi Araştırma Merkezi OPUS’ın yapmış olduğu

araştırmaya göre, sonbaharın gelmesiyle çocukların aktivite seçenekleri azalmaya başlıyor. Yapılan çalışma ile üç çocuktan ikisinin, Sağlık Kuru-lu’nun 5-17 yaş arası çocukların günlük en az 60 dakika hareket etmesi gerektiği önerisine uymadığı öne sürüldü. Aynı araştırma, üç Danimarkalı çocuktan ikisinin, ekrana 2 saatten fazla bakarak, tavsiye edilen en fazla süreyi aştığını gösterdi. Araştırmaya katılan 730 çocuk, 7 gün boyunca izlendi. Arhus Üniversitesi’nden Prof. Niels Egelund, “Çocukların çoğu spor kulüplerine üye olmadığı için, ihtiyaçları olan beden eğitimini alamıyorlar. Üstelik TV, tablet, bilgisayar ve benzeri gereçlerin önünde çok fazla vakit harcıyorlar.” açıklamasını yaptı. Niels Egelund, “Bu tür öğrenciler okulda konsantre olmakta zorlanıyor. Bir konuyu öğrenmeleri gerekirken, dikkatlerini tam olarak veremiyorlar. Bu sebeple sporun, düşünüldüğünden çok daha fazla faydası var” dedi.

Alkolü azaltan hapa uzmanlar temkinli Lundbeck ilaç şirketinin tanıttığı alkol isteğini azaltan bir ilaca uzman-

lar temkinli yaklaştı. Prof. Ulrik Becker, “İlacın işe yaradığından şüphem yok, ancak ne kadar yaradığı konusunda şüpheliyim.” dedi. Bağımlılık kliniklerinde her yıl 3 bin kadar kişiyi tedavi eden Mikael Jakshöj de konuya şüpheyle yaklaşanlardan. Bağımlılık klinikleri Müdürü Michael Jakshöj, “Bu hapın gerçekten işe yarayıp yaramayacağı konusunda şüphelerimiz var. Yalnızca bir hapla, alkol kullanma isteğinin giderilebileceğine ihtimal vermiyoruz.” açıklamasını yaptı. Lundbeck’e göre, alkol bağımlıları alkolü tamamen bırakmak zorunda kalmadan, tek bir hapla alkol tüketme isteğini azaltabilir.

Birlik Listesi yaşlılar için bütçe istediBirlik Listesi bütçeye destek vermek için, yaşlı bakımı için 3 bin yeni

personel, yaşlılar için haftada en az iki kere banyo hakkı ve bakımında çalışacak kişilere verilecek daha iyi bir eğitim şartını öne sürdü. Parti-nin politika sözcüsü Johanne Schmidt-Nielsen, “Yaşlı vatandaşlarımız ekonomik krizin bedelini fazlasıyla ödemiş durumdalar. Her geçen gün yaşlı sayısının artması ile ev yardımı saatlerinde, her yıl için en az beş milyon kronluk bir kesinti yapıldı.” dedi. Birlik Listesi, yaşlı paketini gerçekleştirebilmek için 1,2 milyar harcayacak. Bu bütçenin, şirketlerin vergi kolaylıkları iptal edilerek ya da sermaye gelir vergileri arttırılarak elde edilmesi planlanıyor. Johanne Schmidt-Nielsen, partisinin, bütçe kanunu müzakerelerine ültimatom talepler ile gelmeyeceğini belirtti. Sosyal Demokratlar’ın sözcüsü Jesper Petersen, öneriyi “sempatik” bulduğunu ancak bu planın hayata geçirilebilmesi için yeterli bütçenin olmadığını söyledi. Jesper Petersen, “Bu çok da gerçekçi görünmüyor, biraz abartılı buluyorum.” dedi. Sosyal Demokratlar 2007 yılında, yaşlı paketiyle ilgili benzer vaatlerde bulunmuştu.

Mali polis banka yöneticilerini soruşturuyorMali polis, daha önce ifl as eden iki bankada çalışmış olan iki şef

hakkında, organize hisse dolandırıcılığı soruşturması açtı. Mali polis, bazı eski banka yöneticilerini, organize olarak hisselerle oynama, dolandırıcılık ve sahtekarlık ile suçladı. 2008 yılındaki dolandırıcılık iddiasında, sanıkların eşleri de yer aldı. Söz konusu sekiz kişi, ifl as etmiş olan EBH Bank, Morsö Sparekasse ve Sparekassen Kronjylland bankalarında görev almıştı. O dönemde görev başında olanlar arasında EBH Müdürü Finn Strier Poulsen, Morsö Sparekasse Müdürü Jörn Balch Christensen, Sparekassen Kronjylland Müdür Yardımcısı ve EBH eski Yönetim Kurulu Başkanı Egon Korsbaek bulunuyordu. Mali polis, bankacıların şu suçları işlediğinden şüpheleniyor: “Eski banka yetkilileri, borsada para etmeyen kağıtların birden değer kazanmasına neden olmuştu. Banka müdürleri eşleri aracılığıyla hisseler satın alıp çalıştıkları bankalarda sırayla ve giderek daha yüksek fi yatlarla bu hisselerin alım satımını yapıyorlardı.”

Ebeveynler enfeksiyon riskini dikkate almıyorPedagogların yüzde 37’si, ebeveynlerin en az 14 günde bir hasta çocuk-

larını okula gönderdiklerine ve yüzde 84’ü, çocuğun, kreşe bildirilmeksizin ağrı kesici ya da ateş düşürücü ilaç verilerek kreşe gönderildiğine şahit oluyor. Bu durum hastalığın bulaşma riskini artırıyor. Bağışıklık sistemini çökerttiği için başka hastalıkların bulaşmasını da kolaylaştırıyor. Ayrıca, olumsuz çalışma şartlarına neden oluyor ve enfeksiyon riskini arttırıyor. BUPL’ın Başkan Yardımcısı Birgitte Conradsen, çocukların hasta olmala-rına rağmen ebeveynleri tarafından kreşe getirilmelerinin, hem pedagojik anlamda çalışmayı zorlaştırdığını, hem de bulaşma riskini artırdığını söyledi. Ancak Conradsen, ebeveynlerin birçok konuda zorlanmasına anlam verebildiğini de sözlerine ekledi.

Metro iki yıl gecikecekMetro inşaatı hakkında bilgi veren üç farklı haber kaynağı, Politken

Gazetesi’ne, kötü planlamanın, metro inşaatının gecikmesine neden olacağını söyledi. Berlingske Gazetesi ise Cityringen’e ait yatırım planla-rının değiştiğini yazdı. Gazete, bu durumun hem maliyeti artırabileceğini, hem de gecikmeye neden olabileceğini söyledi. Bir kaynaktan Politiken’e, “Organizasyon bünyesinde, projenin iki yıl gecikeceği biliniyor. 2018 yılı, zamanlama çizelgesinde bir tampon süreç olarak belirlenmişti, ancak bu tampon süreç ortadan kalkmış durumda. Metro Cityringen’in 2018 yılına yetişeceğini söylemek gerçekçi olmaz.” şeklinde açıklama yaptı.

Kamil Subaşı

Page 5: Zaman232 egazete
Page 6: Zaman232 egazete

6 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANİSKANDİNAVYAÇifte vatandaşlık için yasal düzenleme müjdesiDanimarka’da hükümet 1993 yılında iptal edilen çifte vatandaşlık yasasını yeniden hayata geçirmeye hazırlanıyor. EMRE OĞUZ KOPENHAG

1Danimarka’da 1993 yılında kal-dırılan çifte vatandaşlığın yeni-

den getirilmesi gündemde. Hükümet tarafından geçtiğimiz hafta içerisinde yapılan açıklamada çifte vatandaşlığın önünü açan yasal bir düzenleme için çalışıldığı ifade edildi. Söz konusu yasanın geçmişte çifte vatan-daşlık hakkı olmadığı için Danimarka vatandaşlığından çıkmak zorunda kalan kim-selere de yeniden Danimarka vatandaşlığına geçme şansı ta-nıyacağı belirtiliyor. Kanunun ya-salaşması halinde ayrıca Danimarka’da yaşayan Türkiye kökenliler de Dani-marka vatandaşlığına geçebilmek için artık Türkiye vatandaşlığından çıkmak zorunda kalmayacak.

Başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde tar-tışma konusu olan çifte vatandaşlık konusu Danimarka’nın da gündemine girdi. 1993 yılında alınan bir kararla çifte vatandaşlık hakkını iptal eden Danimarka, vatandaşlarına bu hakkı yeniden tanımaya hazırlanıyor.

Konuyla ilgili bir açıklama yapan Radikal Parti’nin göçmenlerden so-rumlu sözcüsü Marlene Borst Hansen, Danimarka’da başka ülkelerin vatan-daşlığına geçebilmek için Danimarka vatandaşlığından çıkmak zorunda kalan insanlar olduğunu belirtti ve hazırlanacak yasa tasarısıyla bu durumu ortadan kaldırmayı hedeflediklerini söyledi.

Sosyalist Halk Partisi’nin (SF) söz-cülerinden Karina Lorentzen de yaptığı

açık-lamada benzer bir noktaya işaret etti. Lozentzen, hiç istemediği halde vatan-daşlık hakkından vazgeçmek zorunda kalmış kişilere yönelik olan bu uygulamanın iyi bir haber olduğunu söyledi.

Muhalefetteki Liberal Parti, geç-mişte çifte vatandaşlığa karşı çıkıyordu. Ancak parti son yıllarda bu konuda bir tavır değişikliğine gitti. Parti tarafından geçtiğimiz aylarda yapılan açıklamada çifte vatandaşlığa olumlu bakıldığı ifade edildi. Nitekim Liberal Parti’nin sözcü-lerinden Jan E. Jørgensen, geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada söz konusu kanun önerisini olumlu bir gelişme olarak değerlendirdi. Jan E. Jørgensen, “Değişen kuralların, yakın zamanda vatandaşlık hakkından vazgeçmiş kişi-

leri de kapsaması gerektiğine inanıyorum. Ancak hükümetin

bu konuda atacağı adımı bekleyip geçmişe yönelik ne kadar geriye gidi-leceğine bakmak lazım.” dedi.

Kaç yıl geriye dönük geçerli olacağı belli değilBu arada hazırlanacak olan kanu-

nun kaç yıl geriye dönük geçerli olacağı henüz netlik kazanmış değil. Bu konuda farklı düşünceler mevcut. Bazıları; son 20 yıl içerisinde çifte vatandaşlık olma-dığı için Danimarka vatandaşlığından çıkmak zorunda kalan herkesin tekrar

vatandaşlığa alınmasını isterken bazıları bu sürenin çok uzun olduğunu sadece son 5 yada 10 yıl içerisindekilerin bu haktan faydalanabilmesini istiyor. Bu, önümüzdeki süreçte yapılacak görüş-meler neticesinde belirlenecek.

Başta Almanya Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde tartışma konusu olan çifte vatandaşlık konusu Danimarka’nın da gündemine girdi.

Rasmussen’in oğlu da Danimarka vatandaşlığından çıkmıştı

Danimarka’nın eski Başba-kanı ve halihazırda NATO Genel Sekreterliği görevini yürüten Anders Fogh Rasmussen’in oğlu Henrik Fogh Rasmussen 2010 yılında Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı olabilmek için Danimarka vatandaşlığın-dan çıkmak zorunda kalmıştı. Çiftevatandaşlık yasasının kabul edilmesi halinde onun da tekrar Danimarka vatandaşlığına geçe-ceği söyleniyor. Başbakan’ın oğlu olan Henrik Fogh Rasmussen’in Danimarka vatandaşlığından çıkması kamuoyunda şok etkisi yapmıştı. Ancak kendisi konuyla ilgili yaptığı açıklamada, Dani-marka kanunlarının onu böyle birşeye zorladığını söylemişti.

y p ç ş y y y g ç. HAG

a 1993 yılında kal-vatandaşlığın yeni-ndemde. Hükümet

miz hafta içerisinde a çifte vatandaşlığın bir düzenleme için di. Söz konusu çifte vatan-adığı için aşlığından alan kim-

Danimarka me şansı ta-r. Kanunun ya-yrıca Danimarka’da ökenliler de Dani-ına geçebilmek için daşlığından çıkmak ak. ya olmak üzere i ülkelerinde tar-n çifte vatandaşlık a’nın da gündemine

alınan bir kararla hakkını iptal eden daşlarına bu hakkı hazırlanıyor.

açık-lamada benzer bir nooktaya işaret etti. Lozentzen, hiç istemediği halde vatan-daşlık hakkından vazgeçmek zorunda kalmış kişilere yönelik olan bu uygulamanın iyi bir haber olduğunu söyledi.

Muhalefetteki Liberal Parti, geç-

leri de kapsaması gerektiğine inanıyorum. Ancak hükümetin

bu konuda atacağı adımı bekleyip

Rasmussenoğlu da Danimarkavatandaşlığçıkmıştı

Danimarkkkkka’nın ekanı ve halihazırda NSekreterliği görevinAnders Fogh Rasoğlu Henrik Fogh R2010 yılında AmeriDevletleri vatandaşıiçin Danimarka vatdan çıkmak zorundÇiftevatandaşlık yasaedilmesi halinndedd onuDanimarka vatandaşlceği söyleniyor. Başbaolan Henrik Fogh RaDanimarka vatandçıkması kamuoyundyapmıştı. Ancak kend

DANİMARKA’NIN ANKARA BÜYÜKELÇİSİ RUBEN MADSEN:

Artık sadece ticaret konuşacağızHASAN CÜCÜK İSTANBUL

1Danimarka’nın Ankara Büyükelçisi Ruben Madsen, Danimarka – Türkiye

ilişkilerindeki tüm pürüzlerin ortadan kalk-masından dolayı son derece mutlu olduğunu söyledi. Ankara’daki görevinde 2 yılı geride bırakan Madsen, Danimarka Ticaret ve Av-rupa Bakanı Nick Haekkerup’un Türkiye ziyaretinin yeni işbirliği kapıları açacağını söyledi.

Zaman İskandinavya’ya yaptığı özel açıklamada, iki ülke arasında hiçbir zaman ciddi sorun olmadığının altını çizen Ruben Mansen, “İlişkilerimizde gölgeler vardı, sorunlar yoktu. Bu gölgelerin (Roj TV ve kari-

katür krizi) tamamen ortadan kalkmasından dolayı son derece mutluyum. Hatırlarsan bir yıl önceki görüşmemizde, ‘Yakında herşey daha güzel olacak.’ demiştim. Haklı çıkacağımı biliyordum.” dedi. Türkiye – Danimarka diplomatik ilişkilerinin tarihinin 1700’li yıllara kadar uzandığını ifade eden Büyükelçi Madsen, “Danimarka olarak Türkiye’nin AB üyeliğine tam destek veri-yoruz. Türkiye ile adil bir müzakere sürecinin yürütülmesini ve süreç bittiğinde tam üye olması konusunda hemfi kiriz.” dedi. İlişkiler üzerinde gölgenin kalmasıyla ‘artık sadece ticaret konuşacağız’ diyen Madsen, iki ülke arasındaki ticaretin artmasının en önemli görevi olacağını sözlerine ekledi.

Göçmen faciası üzdüAvrupa Birliği (AB) İçişleri Komiseri İsveçli politikacı Cecilia Malmström, İtalya’nın Lampedusa adası açıklarında meydana gelen göçmen faciası sonrası göçmen kabul merkezlerinin AB sınırları dışında da kurulmasını önerdi.

İBRAHİM KAYA STOCKHOLM

1AB İçişleri Komiseri Cecilia Mal-mström, geçtiğimiz haftalarda İtal-

ya’nın Lampedusa adası açıklarında mey-dana gelen göçmen faciası sonrası ileride benzer trajediler yaşanmaması için bir çö-züm teklifi nde bulundu. İsveçli politikacı AB dışında da göçmen kabul merkezleri kurulmasını önerdi. Malmström bu yolla mültecilerin AB’ye iltica başvurusunu AB dışında da yapmasının önünün açılacağını ve göçmenlerin AB’ye ulaşmak için büyük tehlikelere atılmasına gerek kalmayacağını belirtti. Hâlihazırda Dublin anlaşmasına göre AB’ye iltica başvurusunda bulunmak isteyen mülteciler AB topraklarına basmak zorunda ve iltica başvurusunu ancak AB’ye ayak bastıkları ilk AB ülkesinde yapma hakkına sahipler.

Malmström, bunun yanı sıra her AB ülkesinin her yıl İsveç kadar mülteci kabul etmesi çağrısında bulundu. Böyle bir du-rumda AB’nin yıllık 100 bin mülteciye kucak açmış olacağına değinen Malmström bunun

da en son Lampedusa açıklarında yaşanan göçmen facialarının engellenmesinde önemli rol oynayacağını söyledi.

Bilindiği gibi geçtiğimiz haftalarda İtal-ya’nın Lampedusa adası açıklarında kaçak göçmenleri taşıyan bir tekne yandıktan sonra battı. Feci kazada 130’dan fazla kişi öldü, 150’yi aşkın kişi kurtarılırken, 200’i aşkın ki-şinin ise hala kayıp olduğu belirtildi. Ölenler arasında çok sayıda çocuk ve hamile kadın bulunduğu da bildiriliyor.

Page 7: Zaman232 egazete

7 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANİSKANDİNAVYAN O R V E Ç ’ T E K İ B İ R Ç O K C A M İ Y E T E H D İ T L E R G Ö N D E R İ L İ Y O R

‘Bütün yabancılar Norveç’i terk etsin’N orv eç ’te, b irç ok f arklı Müslüman cemaatlere ait camilere ırkçılık söylemleri içeren mektup ve e-mailler gönderildiği kaydedildi.ENGİN TENEKECİ OSLO

1Norveç’te, başta başkent Oslo’da faliyet göste-ren Türkiye Diyenet İşleri Başkanlığı’na bağlı

Oslo Diyanet İşleri Merkez Camii olmak üzere, birçok farklı Müslüman cemaatlere ait camilere ırkçılık söylemleri içeren mektup ve e-mailler gönderildiği kaydedildi.

Oslo Diyanet İşleri Merkez Camii yönetimine, kır-mızı büyük hafl erle yazılı ‘’Bütün yabancılar Norveç’i terketsin.’’ şeklinde isimsiz mektuplar gönderildiği be-lirtildi. Cami yetkilileri, daha önce de cami yönetimine benzeri mektuplar gönderildiğini ve konuyla ilgili Oslo polisine şikayette bulunulduğunu açıkladı. Ancak, polisin konuya oldukça ilgisiz kaldığı dile getirildi.

Benzer bir olay Oslo’da faliyet gösteren Dünya İslami Misyon Camii’sinde de yaşandı. Elektoronik mail aracılığı ile camii yönetimine tehdit yağdıran ırkçı grup, ‘’2013 yılı sona ermeden Norveç’teki bütün camiler yakılıp, ortadan kaldırılıcak. Bu, 7 yıl içerisinde, sadece erkeklerden oluşan bir grup aracılığı ile plan-lanmıştır.’’ ifadeleri kullanıldı. Yine Oslo’da, Merkez Ehli Sünnet Camii önüne, kafası kesilmiş bir domuz bırakıldığı bildirildi.

Norveç’in Fredrikstad şehrindeki bir cami önüne ise, bir poşetin içerisine domuz eti içeren sosis konula-rak, ‘’Müslümanalara her zaman domuz etli bir sosis.’’ notu bırakıldığı ifade edildi. Norveç İslam Konseyi yetkilileri, yaşanan bu tür olaylardan dolayı cami üyelerinin korkuya kapıldığını, meselenin oldukça ciddeye bindiğini açıkladı. Konsey yetkililerinin ko-nuyla ilgili Oslo polisine suç duyurusunda bulunduğu ifade edildi.

Oslo Diyanet İşleri Merkez Camii yönetimine, kırmızı büyük hafl erle yazılı ‘’Bütün yabancılar Norveç’i terketsin.’’ şeklinde isimsiz mektuplar gönderildiği belirtildi.

Page 8: Zaman232 egazete

8 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANİSKANDİNAVYANORVEÇ HABER TURU

AvukatKadir Erdoğmuş

Vindingev RoskildeTlf F

Mail: [email protected]

Avukata gittiğinizde geç kalmış olmayın,her türlü hukuki sorunlarınız için arayabilirsiniz.

D anca K u r’an- ı K erim m eali tam am land ıEMRE OĞUZ KOPENHAG

1Geçmişte karikatür kriziyle Müslümanlar ara-sında infi ale neden olan Danimarka’dan bu sefer

Müslümanları oldukça sevindirecek bir haber geldi. Danimarka Türk Diyanet Vakfı, Kur’an-ı Kerim’i Dancaya tercüme ettirdi. Uzun süreden beri üzerinde çalışılan meal projesi geçtiğimiz hafta tamamlandı. Da-nimarka Türk Diyanet Vakfı, düzenlediği basın toplan-tısıyla müjdeli haberi Danimarka’daki Müslümanlara duyurdu. Toplantıda, Danimarka Türk Diyanet Vakfı Başkanı Doç. Dr. Ahmet Onay, Kopenhag Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Abdullah Şimşek, Kopenhag Üniversitesi’nden Prof. Dr. Jorgen S. Nielsen ve yaptığı İslami çalışmalarla kamuoyunun takdirini kazanan Danimarka asıllı Müslüman din adamı Abdulwahid Pedersen’in katkılarıyla hazırlanan Kur’an-ı Kerim mealinin, birçok yönüyle Danimarka’da bir ilk olduğu ve İslam’a yeni kapılar açacağı ifade edildi.

Danimarka Türk Diyanet Vakfı Başkanı Doç. Dr. Ahmet Onay Danca meal çalışmasının amacını şu cümlelerle ifade etti: “Kur’an’ın Dancaya doğru akta-rımı aynı zamanda İslam Dini’nin ve zaman içerisinde edindiğimiz İslam kültürünün güncel Dancaya ve Danimarka kültürüne aktarımı demektir. Danca Meal Projesi Danimarka’da doğan, büyüyen ve yaşayan Müslümanların Dancayı, kendi inanç ve kültürlerini öğrenmede güvenerek kullanabilecekleri bir din dili olarak görmelerine de yardımcı olacaktır.”

“Müslümanların attığı en önemli adımlardan biri”Danimarka’da bugüne kadar temel İslam gelene-

ğine uygun bir Kur’an-ı Kerim tercümesinin yapılma-dığının altını çizen Doç. Dr. Ahmet Onay, “Kur’an-ı Kerim’in orjinal lafzına bağlı kalınarak anlatılmak istenen mananın Danimarka dil ve kültürüne aktarımı için gayret gösterdik.’’ dedi. Doç. Dr. Onay ayrıca; söz konusu meailin Danimarka için önemli bir adım olacağına ve yeni çalışmalara zemin hazırlayacağına inandıklarını ifade etti.

Kur’an-ı Kerim’in Danca’ya çevrilmesinin Dani-marka toplumu için “tarihi bir hizmet” olduğunu ifade

eden Abdulwahit Pedersen ise; “Öncelikle beni bu projeye dahil ettiklerinde çok büyük bir onur duydum. Aynı zamanda büyük bir sorumluluk hissettim. Çünkü Allah kelamının Arapçadan alınıp başka bir dile ter-cüme edilmesi oldukça önemli ve ağır bir görev. Ama aynı zamanda yerine getirilmesi gereken bir görev. Kur’an’ın Arapça indirilmesi bütün dünyanın Arap olduğu anlamına gelmiyor. Kur’an-ı Kerim dünyanın her tarafındaki insanlara indirilmiş bir kitap. Bu durum da da Kur’an-ı Kerim’i değişik dillere çevirmek zorunda kalıyoruz. Bu zaten birçok ülkede yapılıyor. Ve şimdi Danimarka’da da yapılmış oldu.” dedi.

Danimarka’nın tanınmış imamlarından biri olan ve Danca’nın yanı sıra Arapça ve İngilizce’de konuşabilen Abdulwahit Pedersen, Kur’an-ı Kerim Danimarkalılarla Danimarka kültürüyle uyumlu bir şekilde iletişim kurduğu zaman birçok kapının açılacağını vurguladı. Pedersen, Danca mealin sadece İslam’ı yeni seçen Danimarkalılar için değil Danimarka’da yaşayan Müs-lüman kökenli insanların çocukları için de büyük bir hizmet olacağını söyledi. Pedersen, “Bence bu Danimarka’daki Müslüman toplumun uzun yıllardan beri attığı en önemli adımlardan biri. Burada çığır açan bir olaydan bahsediyoruz. İslam’ın Danimarka’daki tarihi için mihenk taşı olacak birşeyden bahsediyoruz. Bunun ne kadar önemli olduğunun tam olarak vurgu-lanabileceğini düşünmüyorum.” dedi.

Kuran’ın Dancaya tercüme edilmesine katkıda bulunan bir diğer isim olan Kopenhag Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Abdullah Şimşek ise; “Çok uzun soluklu bir çalışma oldu, çok güzel oldu. Bu süre içerisinde benim maneviyatımı da güçlendirdiğini düşünüyorum. Çok bereketli oldu. İnşaallah faydası olacağına inanıyorum.” dedi.

Toplamda 600 sayfa olması planlanan Danca Kur’an-ı Kerim meailinin önümüzdeki dönemde basılmaya başlanacağı ve düzenlenecek bir resepsiyon ile tanıtımının yapılacağı ifade edildi. Pew Araştırma Merkezi’nin verilerine göre Danimarka’da 226 bin Müslüman yaşıyor. Geçmişte Kur’an-ı Kerim’in Dan-caya tercüme edilmesi için bazı çalışmalar yapılmıştı ancak bunlar temel İslam çizgisinden uzak kaldıkları için Müslümanlar arasında kabul görmemişti.

Danimarka Türk Diyanet Vakfı Başkanı Doç. Dr. Ahmet Onay, Danca Kur’an-ı Kerim mealinin tamamlandığını söyledi.

Suda boğulanların sayısı artıştaNorveç’te suda boğulanların sayısına ilişkin yapılan araştırmalar,

boğulma vakalarının her yıl artışta olduğunu gösteriyor. Buna göre 2012 yılında boğularak hayatını kabedenlerın sayısı 47’iken, bu sayının 2013 yılında bir kat artarak 93’e yükseldiği kaydedildi. Hayatını kaybedenlerin 71’inin erkek, 22’sinin ise kadın olduğu belirtildi. Norveç Halk Yardım Merkezi yetkilileri gelişmelerin endişe verici boyutta olduğunu, bir an önce konuyla ilgili çalışmaların başlatılması ve halkın güvenliğinin sağlanması gerektiğini vurguladı.

İngiliz edebiyatı, Norveç ve İsveç liselerinde popülerliliğini kaybediyor

Norveçli ve İsveçli öğrencilerin, İngiliz edebiyatı ve kültürüne ilgisinin azaldığı kaydedildi.Norveç’in en büyük gazetesi Aftenpos-ten’de yer alan bir habere göre, Norveç ve İsveç liselerinde eğitim gören öğrencilerin seçmeli ders olan ‘İngilizce edebiyatı ve kültürü’ dersini almak istemedikleri belirtildi. Bazı Norveçli okul yetkilileri bunu, öğrencilerin bu derste yüksek not alamamalarına bağlıyor.İsveç’te öğrencilere İngilizce dersini seçmen öğrencilere ekstra not verilerek ilgi canlı tutulmaya çalışılıyor. Norveç’te ise talep düşüklüğü sebebiyle bazı liselerde bu ders müfredattan kaldırıldı.

Norveç medyası, ‘Demokratikleşme Paketi’ hakkında ne dedi

Yerel medya, Türkiye’deki ‘Demokratikleşme Paketi’ hakkında bazı değerlendirmelerde bulundu. Norveç yerel medyası, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, paketle, Kürt halkına daha iyi şartlar hazırlayabilecek bir anayasa hazırladıkları açıklamalarına yer verdi. Haberlerde, pakkette yer alan, özel okullarda Kürtçe eğitim yasağı-nın kalkacağı ve kadınların resmi kurumlarda başörtüsü takabileceği kanununlarına vurgu yapıldı. Ayrıca, Türkiye’de ki seküler kanunun daha önce başörtüsüne şiddetle karşı çıktığı kaydedildi. Başbakan Erdoğan’ın paketle ilgili yaptığı, ‘’Bugün Türkiye için tarihi bir gün ve dönemdir.’’ açıklamalarına da yer verildi. Norveç medyası, paketde BDP’nin isteklerine cevap verilmediğini aktardı.

Sağlık sektörünü hangi parti yönetecekHükümet görüşmeleri tüm hızıyla devam ediyor. Koalisyon

ortakları Sağ Parti (H) ve İlerleme Partisi (FrP), yeni hükümetin görevlerini ve üzerinde duracağı konuları müzakere ediyor. Yapılan görüşmeler esnasında en çok tartışılan konulardan birisi de, kimin Sağlık Bakanı olacağı yönünde. Koalisyonda bulunan her iki parti, Sağlık Bakanı’nın kendilerinden olmasını istiyor. Sağlık sektörüne çok önem veren siyasiler, bu alanda söz sahibi olmak için mücadele ediyor. Seçim kampanyası sırasında sağlık, eğitim ve istihdam alanında büyük vaadlerde bulunan Sağ Parti (H), bu alanları yönetmek istiyor. İlerleme Partisi (FrP) ise, sağlık, altyapı ve ulaşım sektörlerini yönetmek istiyor. Müzakarelerin önümüzdeki günlerde sonlandırılması bekleniyor.

Gıda ve aktivite konularında okullara danışmanlık yapacak

Sağlık Bakanlığı tarafından oluşturulan bir heyet, okullara ve kreşlere gıda ve aktivite konularında danışmanlık yapacak. Bilim insanları, usta aşçılar, okul görevlileri ve belediye çalışanlarının yanı sıra bir çok uzmandan oluşan heyet, öğrencilerin daha sağlıklı yaşaması için okullara ve kreşlere gıda ve aktivite konusunda danışmanlık yapacak. Konuyla ilgili yerel medyaya açıklamalarda bulunan Sağlık Bakanı Jonas Gahr Store, insanların yaşam tarzları yüzünden hastalanmalarını engellemek istediklerini söyledi. Sağlıklı alışkanlıkların erken başladığını vurgulayan Store, öğrencilerin hem fi zikzel hem de zihinsel gelişimleri için sağlıklı gıda ve orantılı aktivite yapmaları gerektiğini aktardı.

Page 9: Zaman232 egazete
Page 10: Zaman232 egazete

10 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANİSKANDİNAVYA

S A Ğ L I K G E Z İ S İ N E K AT I L A N N O R V E Ç D İ YA B E T VA K F I T E M S İ LC İ S İ AY U B :

Türk insanı, başkaları için kendi vakitlerini ayırıyorO slo’da merkez li M ang f oldhu set Diyalog Derneği’ne bağlı Sağlık-Spor Platformu, İstanbul’a sağlık gezisi düzenledi. Geziye katılan Norveçli misafi rler, 4 günlük geziden memnun kaldıklarını, Türkiye hakkında, yeni ve güzel bilgiler edindiklerini söylediler.ZAMAN OSLO

1Oslo’da faliyet gösteren Man-gfoldhuset Diyalog Derneği’ne

bağlı Sağlık-Spor Platformu, İstanbul’a sağlık gezisi düzenledi. 4 gün süren gezi boyunca sırasıyla Üsküdar Üniversitesi ve üniversiteye bağlı NPİstanbul Has-tanesi, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, Diyabet Cemiyeti ve TÜMATA (Türk Musikisini Araştırma ve Tanıtma gu-rubu) gibi kurumlar ziyaret edildi. Ge-ziye, Norveçli müzik terapistlerinden Gunn Vigdis Værnes ve Eivind Frustøle ile beraber, Norveç Diyabet Vakfı tem-silcisi Shaista Ayub gibi isimler katıldı. Gezinin amacı, başta, Norveçli misafi r-lere Türkiye’deki sağlık sektöründe ve diabet-müzik terapi adına yapılan fali-yetleri tanıtmak ve karşılıklı bilgi payla-şımında bulunmak şeklinde açıklandı.

İlk olarak, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nı ziyaret eden Norveçlilere, vakfın faliyetlerine ilişkin bir sunum gerçekleştirildi. Sunum sonrası vakfın müzesi ziyaret edildi. Norveç Diyabet Vakfı temsilcisi Shaista Ayub, vakfa, Norveç adına bir hediye takdim etti. Daha sonra Üsküdar Üniversitesi öğ-rencileriyle birlikte, üniversite kampü-sünde öğle yemeği yenildi, üniversiteye bağlı fakülteler ziyaret edildi. Ayrıca, 2014’ de açılacak müzik tedavi- fi zyo-terapi fakülteleri hakkında kapsamlı bir görüşme yapıldı. Akabinde, Prof. Dr. Nevzat Tarhan ve Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Zelka ile bir toplantı gerçekleştirildi.

Üsküdar Üniversitesi’ne bağlı, NPİstanbul Hastanesi de (Nöropsiki-yatri Hastanesi) ziyaret edildi. Ziyaret boyunca Norveçli müzik terapistlere; ebru sanatı, boya sanatı, enstrüman ve ahşap sanatlarıyla yapılan müzik tedavi çeşitlerinden bahsedildi. Hastanenin müzik tedavi alanında yapmış olduğu araştırmalar hakkında bilgi verilerek, bu araştırmaların daha çok, beyin hasarında, engelli olan hastaların beyin neuronlarında gelişimine büyük katkılar sağladığı kaydedildi. Ayrıca, sanat ve müziğin, tıp alanında, bazı medikas-

yonların veremediği iyileştirici etkileri bulunduğuna işaret edildi.

MediENT Hastanesi ortaklarından Op. Dr. Fuat Güder, Norveçli misafi r-lerin ses telleri üzerinde bir klinik testi yaptı. Hastane bünyesinde mevcut olan çeşitli poliklinikleri tanıtıldı. Misafi rle-rin, diyabet ve müzik tedavi alanlarına dair yönelttikleri sorulara cevap verildi. Hastane ziyaretinden sonra Taksim Meydanı gezildi, İstanbul Diyabet

Cemiyeti ziyeret edildi. Cemiyette, Türkiye’de ve Norveç’te mevcut vakıf-ların diyabet alanında yaptığı çalışmalar anlatıldı, tecrübeler paylaşıldı, bilgiler ve öneriler konuşuldu.

“Kesinlikle İstanbul’a bir daha geleceğim”TÜMATA’da (Türk Musikisini Araş-

tırma ve Tanıtma Grubu) Türkiye’nin ünlü müsizyenlerinden ve yıllarca mü-

zik tedavi adına onlarca çalışma yapmış olan Rahmi Oruç Güvenç ve kardeşi Yaşar Güvenç’i ziyeret eden ekipteki Norveçli müzik terapistlerinden Gunn Vigdis Værnes ve Eivind Frustøle kendi çalışmalarını paylaştı.

Bununla birlikte gezi kapsamında Sultan Ahmet, Ayasofya, Topkapı,Yeni Mimar Sinan Camii, Kapalı Çarşı gibi yerler de gezildi ve Boğaz turu da düzenlendi. Gezinin son gününde ise, İstanbullu bir ailede akşam yemeği yenildi. Oldukça sıcak geçen yemekte, Norveçli müzik terapistlerinden Gunn Vigdis Værnes ve Eivind Frustøle, canlı performansla ev sahiplerine piyano ve gitar eşliğinde Norveç Halk Müziği’n-den bazı eserler seslendirdi.

Gezi hakkında duygu ve düşünce-lerini dile getiren Norveç Diyabet Vakfı Temsilcisi Shaista Ayub, hayatında ilk defa bir Türk ailesini ziyaret ettiğini, bu ziyaretten oldukça memnun kal-dığını söyledi. Ayub, Türk insanının, başkalarına yardım etme adına kendi vakitlerini ayırdıklarını, bunun oldukça güzel bir ahlak olduğunu ifade etti. Gezi boyunca, gerek kendisi gerekse temsil ettiği kurum adına yeni bilgiler edindiğini dile getirdi.

Norveçli müzik terapist Eivind Frustøle ise, Türkiye’yi, Gezi parkı olay-ları sonrasında oldukça sıkı yönetime sahip ve baskı altında olan bir ülke olarak algıladığını, ancak gezi sonrası bu algının kafasından tamamen ortadan kalktığını kaydetti. Frustøle şöyle devam etti: ‘’Geziden sonra, Türk halkının, kim olursan olsun, insanların dertleriyle dertlenip, dertlerine bir derman bul-maya çalıştığına şahid oldum. Ülkenin tarihi, kültürü ve de Osmanlılar hak-kında çok güzel, yeni bilgiler edindim. Bu tür faliyetlerin yapılmasını her zaman faydalı buluyorum. Kesinlikle İstanbul’a bir daha geleceğim.” Bir diğer Norveçli müzik terapist Gunn Vigdis Værnes ise, gerek Türkiye tarihinin, gerekse yemeklerinin çok güzel ve farklı olduğuna değindi. Eğer bir gezi daha düzenlenirse, bu geziye yine seve seve katılacağını belirtti.

İstanbul Diyabet Cemiyeti ziyereti esnasında, Türkiye’de ve Norveç’te mevcut vakıfl arın diyabet alanında yaptığı çalışmalar anlatıldı, karşılıklı tecrübeler paylaşıldı, bilgiler ve öneriler konuşuldu.

Üsküdar Üniversitesi öğrencileriyle birlikte, üniversite kampüsünde öğle yemeği yenildi.

Ziyarette, Norveçli misafi rler, Dr. Ramazan Kodakoğlu’nun evinde akşam yemeğine konuk oldu. Norveçli terapistler, Türk aileye, piyano ve gitar eşliğinde Norveç Halk Müziği’nden bazı eserler seslendirdi.

2014’de açılacak müzik tedavi- fi zyoterapi fakülteleri hakkında kapsamlı bir görüşme yapıldı. Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Zelka ve Genel Sekreter Selçuk Uysaler ile bir toplantı gerçekleştirildi.

Page 11: Zaman232 egazete

11 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANİSKANDİNAVYAİSVEÇ HABER TURU

B A Ş B A K A N H E L L E T H O R N İ N G - S C H M İ D T:

G elecek için üm itliyizBaşbakan Helle Thorning, Danimarka’nın krizden hızla çıktığını söyledi. Helle Thorning – Schmidt 2 yıl önce iktidara geldikteklerinde ülke olarak dayanışma içinde krizden çıkmak için mücadele başlattıklarını ve bu dönemde zor kararlar aldıklarını ifade etti.HASAN CÜCÜK KOPENHAG

1Başbakan Helle Thorning- Sch-midt yeni yasama yılının açılı-

şında yaptığı ekonomi ağırlıklı konuş-mada, gelecek adına ümit dolu mesaj-lar verdi. Danimarka’nın 2 yıl öncesine göre çok daha iyi durumda olduğunu savunan Başbakan Helle Thorning, Danimarka’nın krizden hızla çıktığını söyledi. Helle Thorning – Schmidt 2 yıl önce iktidara geldikteklerinde ülke olarak dayanışma içinde krizden çık-mak için mücadele başlattıklarını ve bu dönemde zor kararlar aldıklarını ifade ederek şunları söyledi: ‘Hem ekonomik krizden çıkmak için yatırım yapan hem de sosyal yardımları arttı-ran Avrupa’daki bir kaç ülkeden biri olduk. Bütçeyi kontrol altında tutarken, istihdamı arttırdık. İnsanların refahının sağlanması için para bulurken, yar-dıma ihtiyacı olan hastaları, evsizleri ve yardıma muhtaçları unutmadık.

Danimarka’yı tekrar rayına oturttuk. İki yıl öncesine göre bugün daha güçlü ve güvenli bir Danimarka var. Ülkede hava değişti. Kriz ve güvensizlik yerini umuda bıraktı’.

Eğitimde büyük hedefl er varEğitimde büyük hedefl erinin ol-

duğunu belirten Helle Thorning- Sch-midt, ‘Bizim hükümetimiz döneminde çocuklarımız Danimarka tarihinin en iyi eğitimini alacaklar’ iddiasında bulundu. Danimarka’nın sağladığı özgürlük ve cinsiyet eşitliğinin imkanlarını herke-sin kullanmasını isteyen Danimarka Başbakanı, ülke olarak meslek okulları sayesinde Avrupa’nın en iyi vasıflı işçilerine sahip olduklarını söyledi. Eğitim ve araştırmalara bütçeden ayırdıkları paranın 3 Storbaelt köprüsü yapacak kadar olduğunu söyleyen Helle Thorning- Schmidt, ‘Biz sadece para harcamıyoruz. Parayı en iyi şekilde değerlendiriyoruz’ dedi. Danimarka’nın

vasıfl ı işçi yetiştirmede çok iyi olmasına karşılık bugün meslek okullarını tercih edenlerin oranının yüzde 19 olduğuna değinen Helle Thorning, hükümet olarak hedefl erinin bu rakamın 2020’de yüzde 25, 2025’te yüzde 35’e çıkarmak olduğunu ifade etti.

Danimarkalıların önemli bir bölümünün psikolojik rahatsızlığı bulunduğunu vurgulayan Helle Thor-ning- Schmidt, bu konuda önemli adımlar atıp daha iyi tedavi imkanları sağladıklarını söyledi. Ülkede ulaşımın daha hızlı olması için hızlı tren için 28 milyar kronluk dev bir bütçe ayırdık-larını söyleyen Danimarka Başbakanı, ülkede ulaşımda kaybedilen zamanı azaltacaklarını belirtti.

Konuşmasının son bölümünde dış politika konularına değinen Helle Thorning- Schmidt, müttefikleriyle işbirliği içinde daha aktif bir dışişleri ve güvenlik politikası uyguladıklarını sözlerine ekledi.

Sahte İsveç pasaportu kullanımı arttı

Avrupa Birliği’ne (AB) son 1,5 yıldır girmeye çalışanların dörtte birinin sahte İsveç pasaportu kullan-dığının ortaya çıkması İsveç polisini harekete geçirdi. AB’ye son 18 ay içinde 1300 kişinin sahte pasaportla girmeye çalıştığı, bu kişilerin dörtte birinin de İsveç pasaportu kullandığı belirtiliyor. Bu olumsuz gelişme üzerine harekete geçen İsveç polisi, 1 yıl içinde 3 kez yeni pasaport çıkaran İsveç vatandaşlarını sorguya çağırmaya karar verdi. İsveç’te farklı mazeretlerle yeni pasaport çıkarmanın bir sayı sınırlaması olmadığını belirten polis yetkilileri bazı İsveç vatandaşlarının sürekli yeniledikleri pasaportlarını para karşılığı insan kaçakçılarına sattığını tahmin ediyor. Polis bunun önüne geçebilmek için konu ile ilgili yeni bir yasal düzenleme yapılması için Parlamento’ya çağrıda da bulundu.

İsveç’te yaşayanlar için Türkiye’de tedavinin önü açıldı

İsveç’te 1 Ekim 2013 tarihi itibariyle yürürlüğe giren yasa ile İsveçlilere Türkiye’de tedavi olmanın önünü açıldı. Yeni yasa ile İsveç vatandaşı olan veya İsveç oturum iznine sahip hastalar AB ülkelerinin yanı sıra Türkiye’de de tedavi olabilecek. Bu konuda İs-veç Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre bu hizmetten yararlanmak isteyenlere kolaylıklar sağlanacak. Bu kapsamda tedavi, yol ve konaklama masrafl arı İsveç Devleti tarafından karşılanacak.

İsveç, BM’ye giden yardım paralarını sorguluyor

Son 3 yıl içinde Birleşmiş Milletlere (BM) 24 mil-yar Kron yardım gönderen İsveç, yardım paralarının akibetini sorguluyor. BM’ye gönderilen yardımların nerelere harcandığının tam olarak bilinemediğini yazan Svenska Dagbladet Gazetesi konu ile ilgili olarak internet sitesi üzerinden okuyucuların nabzını tuttu. Okurların önemli bir bölümünün söz konusu yardımların başka alanlara kaydırılmasını istemesi dikkat çekti. Dünya çapında yaklaşık 80 bin çalışanı olan BM’ye İsveç her yıl ortalama 9 milyar Kron yardım yapıyor.

Stockholm Polisi ekstra para istediStockholm Polisi, ABD Başkanı Barack Obama’nın

ziyareti ve banliyö isyanları nedeniyle yaptığı harca-malar muvacehesinde ekstra 30 milyon Kron istedi. Geçtiğimiz mayıs ayında şehirde meydana gelen banliyö isyanları ve eylül ayında gerçekleşen ABD Başkanı Barack Obama’nın ziyareti nedeniyle önceden planlanmayan harcamalar yapmak zorunda kalan Stockholm Polisi, bütçesini denkleştirmek için merkezi idareden ekstra para talebinde bulundu. Stockholm Polisi’nin hâlihazırda yaklaşık 5 milyar kronluk bütçesi olduğuna işaret eden Emniyet Genel Müdürlüğü ise böyle bir talebin olağandışı olduğunu belirterek Stockholm Polisi’nin isteğine olumsuz cevap verdi.

Page 12: Zaman232 egazete

12 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANİSKANDİNAVYAN O R V E Ç ’ İ N E S K İ B A Ş B A K A N I K J E L L M A G N E B O N D E V İ K :

T erö rün h iç bir d ind e yeri yoktu rNorveç’in eski Başbakanı Kjell Magne Bondevik, başkent Oslo’da terör konusuna ilişkin düzenlenen konferansta, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, ‘’Bir terörist Müslüman olamaz, bir Müslüman da terörist olamaz.’’ ifadelerine katıldığını kaydetti.ENGİN TENEKECİ OSLO

1Norveç’in başkenti Oslo’da faa-liyet gösteren NOVARUS isimli

düşünce derneğinin düzenlediği kon-feransta terör konusu konuşuldu. Best Western Kampen Hotel’in konferans salonunda düzenlenen programda başta Norveç’in eski başbakanların-dan Oslo Barış-İnsan Hakları Merkezi Başkanı Kjell Magne Bondevik olamak üzere, Türkiye’nin Oslo Büyükelçisi Şanıvar Olgun, İstanbul Bahçeşe-hir Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Ercan Çitlioğlu, Oslo NOVARUS Düşünce Derneği Başkanı Mertefe Bartınlıoğlu ile çok sayıda mi-safi r de yer aldı.

‘Dünya barışına en büyük tehdit: Terörizm’ başlıklı konferansta, terörün ve ırkçlığın insanlık barışına verdiği zararlar, teröre ilişkin ailenin, siyasile-rin, akademisyenlerin, dini liderlerin yapması gerekenler nelerdir gibi konular masaya yatırıldı. Program sonrası Zaman’a konuşan Norveç’in eski Başbakanı Kjell Magne Bondevik, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, ‘’Bir terörist Müslüman olamaz, bir Müs-lüman da terörist olamaz.’’ ifadelerine katıldığını kaydetti. Bondevik, terörün hiç bir dinde yerin olmadığını belirte-rek, ‘’ Terörün, ne Hıristiyanlıkta ne de İslamda yeri vardır. Terör eylemlerini din ile savunanlar, Yaratıcının ismini kötüye kullananlardır.’’ dedi.

Bondevik, şöyle devam etti: ‘’Farklı dinlere mensup teröristlerin bulundu-ğunu biliyoruz. Birçok Müslüman din adamıyla görüştüm. Netice itibarıyla hepimizin, insani değerler, barış ve adalet gibi aynı duygu ve düşünceleri paylaştığımızı gördüm. Hiç bir dini te-rör ile suçlayamayız. Terörü oluşturan, dini kötüye kullananlardır.’’

Son dönemlerde Avrupa’da yük-selen aşırı sağa da değinen Bondevik, ‘’Evet, ne yazık ki Avrupa’da bir kısım aşırı sağcıları görüyoruz ve bununla mücadele etmeliyiz. Bu mücadele birçok unsurla olmalı. Örneğin okullar, anne-babalar konuyla ilgili mücadele etmeli. Çocuklara, saygı ve hoşgörü kavramları öğretilmeli, bu konuda dini liderler de harekete geçmeli. Çünkü bu insanlar milyonlara hitap ediyor.’’ dedi. Bondevik, askeri müdahale ile barışın sağlanamayacağını, insanların sadece akıllarına değil, kalblerine hitap edip, kalblerini de kazanmak gerektiğinin altını çizdi.

İstanbul Bahçeşehir Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Ercan Çitlioğlu ise, konuşmasında Breivik’in 77 kişiyi katlettiği terör hadisesine değindi. Çitlioğlu, Avrupa ülkelerinin, terörün herhangi bir din ve milletle örtüşmeyeceğini görmesi ve bunu anlaması için Norveç’te yaşanan bir terörün olmasını bir insan olarak arzu etmediğini söyledi. Ercan Çitlioğlu, bu türlü terör saldırılarının herhangi bir din, millet, etnik açıdan bakılmaması gerektiğini savunarak, konuyla ilgili şu örneği verdi: ‘’Mesela, Yugolalavya’nın parçalanmasından sonra, Kosova’da

özellikle Bosna’da Sırplar tarafından uygulanan toplu katliamları, biz, Tür-kiye’de hiç bir zaman bir Hıristiyan terörü olarak nitelendirmedik. O zaman benim de bu konuda bir Türk yurttaşı ve İslam dinine mensup biri olarak beklentim şu; herhangi bir terör olayını gerçekleştşren bir Müslüman

ise, bunun İslam dini ile bağdaştırılıp, buna İslami terör denilmesinin yan-lışlığını ortaya konulmasıdır. Böyle yapılmasıyla, İslam dinini ve bu dine mensup herkesi terör ile özleştirilip, ‘sanki İslam dini, teröre cevaz veriyor’ algısı oluşturuluyor.’’

Son yıllarda Avrupa’da yükselen

aşırı sağ görüşe de parmak basan Ercan Çitlioğlu, Avrupa’da ırkçılığa maruz kalan kitlenin daha çok, Avrupa’ya daha önce çalışmak için gelen ve sonra-sında o ülkenin yurttaşlığını elde eden, işyerleri kurarak bir yerlere gelen kişiler olduğunu açıkladı. Çitlioğlu, bunun belli başlı nedenlerini ise şu şekilde sıraladı: ‘’İşsizlik oranı artan, ekonomik koşulları zorlaşan Avrupa, bir dönem kendi bünyesine işçi olarak aldığı 1. neslin mirası olan 2. ve 3. nesilleri pat-ron olarak gördükçe koplekse kapılıyor. Bu durum ise, o ülke insanının mikro milliyetçilik duygusunun güçlenmesine neden oluyor. Bir de Avrupa insanıyla, yine Avrupa’ya gelen göçmen köken-liler arasında kültür farklılıkları var. Bu kültür farklılığı ekonomik zorluklarla bir araya gelince, göçmen kökenliler bulundukları ülkelerde daha fazla göze batmaya ve kendilerine karşı reaksiyo-ner tavırların gelişmesine neden oluyor. Böylelikle, aşırı sağ ve milliyetçi partile-rin giderek, ırkçılığa varan görüşlerini seslendirdiğine ve bunun yükselişine geçtiğine tanık oluyoruz.’’

Oslo NOVARUS Düşünce Der-neği Başkanı Mertefe Bartınlıoğlu ise, derneğin kuruluş amacının daha çok, terör ve ilerleyen ırkçılığa karşı ne türlü önlemler alınabilinir, bunlara ilişkin ne tür alternatif çözümler üretilebilinir gibi konuları masaya yatırmak oldu-ğunu belirtti. Bartınlıoğlu sözlerini şöyle sürdürdü: ‘’Bir de karşımızda yeni bir Avrupa var. Yani değişen, multikültürlülüğe bürünen bir Avrupa. Yeni Avrupa’nın bünyesinde var olan farklı milletlerin ve dinlerin birbirleriyle yaşamasını anlamamız lazım. Ayrıca bu konuyla ilgili çalışmalar yapıp, me-selenin hassasiyetini öngörerek hayata geçirmemiz hepimizin görevidir.’’

İstanbul Bahçeşehir Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Ercan Çitlioğlu, entegre ve asimilasyonun birbirlerinden oldukça farklı konular olduğunu vurguladı.

Kjell Mange Bondevik, askeri müdahale ile barışın, huzurun sağlanamayacağını, insanların sadece akıllarına değil, kalblerine hitap edip, kalblerini de kazanmak gerektiğinin altını çizdi.

Page 13: Zaman232 egazete

HY

13 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANİSKANDİNAVYA

F İ N L A N D İ Y A C U M H U R B A Ş K A N I :

Greenpeace davası Rusya ile aramızı açamazYAVUZ ŞAHİN HELSİNKİ

1Rusya sınır güvenlik güçleri, 18 Ey-lül’de Gazprom’a ait platforma tır-

manmaya çalışan Greenpeace eylem-cilerine müdahalede bulunmuştu. Bir sonraki gün de Arctic Sunrise gemisine operasyon düzenleyen güvenlik gö-revlileri, 30 eylemciyi gözaltına almıştı. Rusya’nın Arktik bölgesinde petrol platfor-muna müdahalede bulunan Greenpeace ey-lemcilerine yönelik yargılama süreci ile ilgili olarak konuşan Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö, savunmalarını gerçekleştir-mek için çok iyi avukatlara sahip olduk-larını belirterek, “Onlar bilinçli bir şekilde sadece düşüncelerini ve seslerini duyurmak istiyordu.” dedi. Aktitvistlerin 2 ay kadar gözetim altında tutulmalarının ise kulağa hiç hoş gelmediğini söyledi.

Geçtiğimiz hafta Rusya Devlet Başkanı

Vladimi Putin ile görüştüğünü ifade eden Cumhurbaşkanı Niinistö, “Devlet Başkanı Putin’in de aktivistlerin korsan olmadıklarını belirtmesine rağmen, anlaşılan Rus mahke-meleri bu davayı uzun uzadıya inceliyor.” açıklamasını yaptı.

Finlandiya’nın davada araya girmeyece-ğini vurgulayan Cumhurbaşkanı Niinistö, “Biliyorum bazıları gidip Sini Saarela konusunda Rusya mahkemelerinin yanlış yaptıklarını söylememizi istiyor. Ancak bizde Finlandiya mahkemelerine kimsenin müdahale olmasını istemeyiz.” dedi.

Greenpeace aktivisti Sini Saarela’ya Rus-ya’daki konsolosluğun gerekli bütün desteği sağladığını ifade eden Cumhurbaşkanı, ama bu olayların Finlandiya ve Rusya’nın ilişkilerini etkilemeyeceğini söyledi.

Aralarında Türk vatandaşı Gizem Akhan’ın da bulunduğu 18 ülkeden 30 eylemcinin yargılama süreci devam ediyor.

Dünyanın kapılarını bu pasaportlarla açabilirsinizYAVUZ ŞAHİN HELSİNKİ

1İngiliz Henley & Partners adlı uluslar arası göç ve vatandaşlık kanunu uz-

manlık fi rması tarafından gerçekleştirilen Küresel Vize Kısıtlamaları 2013 endeksine göre İngiltere, Fin-landiya ve İsveç pasaportuna sahip olanlar 173 ülkeye ra-hatça seyahat edebiliyor.

Araştırmalara göre 219 ülke arasında liste başı ilk 10 ülkenin vatandaşı, 170’den fazla ülkeye vizesiz s e y a h a t y a p m a ş a n s ı n a sahip. İlk 3 sırasında yer alan F i n l a n d i y a , İngiltere ve İsveç pasapor-tuna sahip vatandaşlar 173 ülkeye seya-hat gerçekleştirebiliyor. Vizesiz seyahatin avantajından yararlanan ilk 10 ülkeden 9’u Avrupa Birliği üyeleri Finlandiya, İsveç, Danimarka, Almanya, Lüksemburg, Belçika, İtalya, Hollanda ve İngiltere olurken, ABD

vatandaşlarının ise dünya genelinde çoğu ülkeye vizesiz seyahat edebilme imkanına sahip ilk 10 ülkeden biri olduğu ifade edildi. Kanada, Japonya, Norveç, Yeni Zelanda ve İsviçre ise ilk 20 arasında yer alıyor.

Türk vatandaşlarına 94 ülke serbestTürk pasaportu taşıyan-

lar ise 94 ülkeye v i z e s i z s e y a h a t edebiliyor. T ü r k i y e ,

listede Güney Afrika ve St.

Lucia ile 42. sırada yer alıyor.

Dünyanın en kala-balık iki ülkesi olan

Çin ve Hindistan ise listenin son sıralarında

yer alıyor. 1,2 milyar nüfuslu Hindistan, 52

ülkenin kapılarını vizesiz açabiliyorken, 1,3 milyar

nüfusa sahip Çin, sadece 44 ü l k e y e vizesiz seyahat etme özgürlüğü sunuyor. Afganistan pasaportu ise 28 ülkeye vizesiz giriş imkanı sunarak, vizesiz seyahat etme özgürlüğünden en az faydalanabilen pasaport oldu.

Finlandiya’nın ilk bayan itfaiyecileri1

Finlandiya’da 5 bayan, ülke tarihinde ilk kadın itfaiyeciler olarak tarihe geçe-

cekler. Kuopio şehrinde bulunan Acil Servis Koleji’nde itfaiyecilik sınavını kazanan 5 bayan önümüzdeki günlerde gerçekleşecek arama kurtarma ve yangın eğitimleri sınavını geçmeleri halinde işe başlayacaklar.

Bu sene itfaiyeci olmak için 165 adayın

başvurduğunu belirten Acil Servis Koleji Müdürü Mervi Parvainen, “Adaylarımız arasından 100 kişiyi kabul edeceğiz. Umarım genç bayan arkadaşlarımız da bu meslek grubuna girmeyi hak ederler. Çünkü bu meslek geçici seçilebilecek bir meslek değil.” diye konuştu.

ması tarafından gerçekleştirilen ze Kısıtlamaları 2013 göre İngiltere, Fin-sveç pasaportuna g g

ar 173 ülkeye ra-at edebiliyor.

malara göre arasındailk 10

andaşı, fazlaesiz a t a

i y a , İsveç pasapor-yy

vatandaşlar 173 ülkeye seya-leştirebiliyor. Vizesiz seyahatinn yararlanan ilk 10 ülkeden 9’u rliği üyeleri Finlandiya İsveç

y

Türk vatandaşlarına 94 ülTürk pasap

lar is

lA

Lusırad

Dünybalık ik

Çin ve listenin s

yer alıyornüfuslu H

ülkenin kapaçabiliyorken

nüfusa sahip Çü l k e y e vizesiz seyahat etmsunuyor. Afganistan pasaportuvizesiz giriş imkanı sunarak vi

Finlandiya yaşlıların refah seviyesi sıralamasında geri kaldıYAVUZ ŞAHİN HELSİNKİ

1Küresel AgeWatch “Yaşlıları İzleme” Endeksi dünya çapında 91 ülkede ger-

çekleştirdiği yaşlı insanların refah seviyesi araştırmasını açıkladı. Yaşlı insanların refah seviyesine göre Finlandiya, İskandinav kom-şularının aksine ilk 10’a giremedi.

Yaşlı insanların gelir düzeyi, sağlık du-rumları, eğitim seviyeleri, istihdam ve çevre düzenleri gibi alanlarda yapılan araştırmalara göre Finlandiya ilk 10’a giremedi. Finlandi-ya’nın Sağlık ve Sosyal Hizmetler Bakanı Susanna Huovinen bu konu hakkında yorum yapmaktan kaçındı.

Ülkelerin sıralamasına göre İsveç birinci, Norveç ikinci olurken Finlandiya 15.ci sırada yer buldu. İskandinav ülkeleri arasında en son sırayı ise 17.ci olan Danimarka aldı. Finlandiya’nın 15.ci sırada yer almasının nedenlerinin yaşlıların eğitimi ve özellikle yaşlı kadınların küçük pansiyonlarda konak-lamaları olarak belirtildi.

Ayrıca, listedeki Almanya, Hollanda, İsviçre, Avusturya ve İngiltere gibi ülkeler-deki yaşlı insanların güvenlikleri ve toplu taşıma araçlarına erişimi noktasında daha iyi olmaları ve akrabalık ile arkadaşlık gibi sosyal

bağlarının yüksek olması sebebiyle ‘ortam sağlama’ adı altında bu ülkeler Finlandi-ya’dan daha iyi konumda olduğu gözlendi.

Finli yaşlıların daha fazla sosyal hakka sahip olmaları için çalıştıklarını belirten Valtaa Vanhus Yaşlılar Derneği Başkanı Vappu Taipale yaptığı açıklamada, “Yaşlıların toplum içerisinde daha aktif olmaları sağlan-malıdır. Bu insanlar ekmekli olduklarında yokmuş gibi davranılıyor. Bu insanlarında bazı ihtiyaçları var. Acilen yaşlı insanlar için yürürlüğe yeni mevzuatların girmesi gerekiyor.” diye konuştu.

On yıl içerisinde 1 milyar yaşlıAyrıca araştırmalara göre yaşlıların

sayıları gelecekte daha fazla olacağı için tüketimlerinin daha da çok artacağı tahmin ediliyor. 2010 yılından beri ilk kez 60 yaş üstü yaşlıların 5 ile 6 yaş arasındaki çocuklardan fazla olduğu tespit edildi. Öte yandan 2010 yılından beri 23 ülkedeki yaşlıların 19 yaş altı gençlerden daha fazla ürün satın aldıkları ortaya çıkmıştır.

Yapılan araştırmalara göre 10 yıl sonra dünyamızın bir milyardan daha fazla yaşlı insana ev sahipliği yapacağı belirtiliyor.

Page 14: Zaman232 egazete

D ers g ibi G az i d osyasıİçişleri Bakanlığı’nın 1995’teki Gazi olaylarıyla ilgili hazırladığı dosyada provokatif eylemin perde arkası gözler önüne seriliyor. Yasa dışı örgütlerin, toplumsal gerginlik ve kutuplaşmaları her zaman değerlendirmeye hazır oldukları uyarısında bulunuluyor.

İDRİS GÜRSOY ANKARA

1Olaylar olduğunda ilk ben gittim. Kah-vehane taranmış, Halil amca ölmüş.

Sigarası ağzında 4 saat sandalyede bekledi. Savcıyı ben alıp getirdim. Sanki bu olaylar olsun diye bekletildi.’

Bu sözler, CHP’nin eski vekillerinden Mehmet Sevigen’e ait. 1995’te 18 kişinin öldüğü eylemlerden sonra ilk defa devlet içindeki bazı yapılara dikkat çeken TBMM Gazi Olaylarını Araştırma Komisyonu üyesi Sevigen, “Halkın tepkileri yasa dışı örgüt-lerce kullanıldı. Örgüt başta yoktu. Sonradan ortaya çıktı.” diyor. Ona göre Gezi, Gazi’nin aynısı. İkisinde de ilk önce örgütler yoktu.

Ergenekon davaları kapsamında İçişleri Bakanlığı’nın bazıları ‘gizli’ çok sayıda resmî bilgi ve rapora yer verdiği Gazi ve Ümraniye Olayları Dosyası’nda, yasa dışı örgütlerin, Gazi’den sonra Alevilerin yoğun yaşadığı mahallelerde gücünü artırma kararı aldığı belirtiliyor. Dosyada, İstanbul Emniyet Müdürlüğü raporu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın soruşturması, MİT’in ‘gizli’ değerlendirme raporu ve Meclis Araştırma Komisyonu tutanakları yer alıyor. 2009 tarihli Emniyet raporunda, toplumsal olayların aniden ve kendiliğinden ortaya çıkmadığına dikkat çeki-liyor. “Şartları olgunlaştırılan olay, herhangi bir sebeple ve aniden patlar.” uyarısında bulunuluyor. Toplumsal gerginlikleri örgütlerin her zaman değerlendirmeye hazır oldukları belirtiliyor.

Peki, 18 yıl evvel Gazi’de neler olmuştu? Alevi vatandaş-larımız sokağa nasıl dökülmüştü? Güvenlik ve istihbarat zaafl arı nelerdi? 12 Mart 1995’te saat 20.45 sıralarında İstanbul Gaziosmanpaşa’ya bağlı Gazi Mahalle-si’ndeki bazı kahveler bir araçtan otomatik silahla tarandı. Doğu Kahvehanesi’nde Halil Kaya isimli vatandaş öldü, beşi ağır 25 kişi yaralandı. Faillerin peşinden gitmeyen polise büyük tepki vardı. Bir anda 5 bine yakın vatandaş Gazi Mahallesi’nde toplanarak polis karakoluna yürüdü. Çatışmalar sabaha kadar sürdü. 13 Mart’ta İstanbul’un dört bir yanından gelen yaklaşık 15 bin kişi yine polis karakolunun önündeydi. Bölgeye askerî birlikler sevk edildi. Gece boyunca aralıklarla ve cenaze töreni sırasında halkın üzerine ateş açıldı. 11 kişi hayatını kaybetti. İstanbul Valiliği’nin sokağa çıkma yasağı ilan etmesiyle mahalleye giriş-çıkışlar kontrol altına alınabildi.

MLKP’ye nasıl sızıldı? 15 Mart’ta olaylar Ümraniye’ye sıçradı.

Beş vatandaş daha hayatını kaybetti. 16

Mart’ta olayların yatışması üzerine sokağa çıkma yasağı kaldırıldı. 146 işyeri ile 6 evin tahrip edildiği, yağmalandığı, çok sayıda aracın ateşe verildiği olaylarda toplam 17 kişi öldü, altısı silahla olmak üzere 37’si polis, 7’si asker 206 kişi yaralandı. Ülke Alevi-Sünni çatışmasının eşiğinden döndü. Ankara başta olmak üzere bazı şehirlerde gerginlikler yaşandı. Provokatörlerin gasp ettiği araçta yapılan aramada Kalaşnikof marka silaha ait 16 adet dolu fi şek, mermi kovanları, şarjörler ve MKE yapımı kovan ele geçirildi. Soruşturmayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı yürüttü. 20 polis hakkında dava açıldı. Mahkeme daha sonra ilginç bir şe-kilde Trabzon’a alındı. Adalet Bakanı, Seyfi Oktay’dı. Kahvehaneleri tarayan, halkın üzerine ateş edip kalabalığı yönlendiren asıl faillere ulaşılamadı. Dava kapandı.

İçişleri Bakanlığı’nın Gazi ve Ümraniye Olayları Dosyası’nda yer alan Emniyet ra-porunda, olayların çok önceden planlandığı belirtiliyor: “Kahvehaneler tarandıktan hemen sonra Gazi Mahallesi’nde binlerce kişinin bir anda toplanması, önceden hazırlandığı anlaşılan bildirilerin dağıtıla-rak halkın kışkırtılması, işyerlerinin talan

edilip yağmalanması, halkın arasına giren kimliği belirsiz bazı kişilerin

polise karşı silah kullanması, kahveleri tarayarak olayları

başlatanlarla halkı kışkır-tanların aynı yerden yön-lendirildiğini gösteriyor.”

Olaylardan sonra bazı örgütler takibe alınıyor. Teknik takiplere

ve örgüt mensuplarının itiraflarına göre, MLKP

Gazi olaylarını başarı hanesine yazıyor ama iki örgüt yöneticisi

Ergenekon’un MLKP’yi kullandığı gerek-çesiyle istifa ediyor. Bazı el bombalarının Ergenekon silahları ile aynı seriden çıktığının anlaşılması, kahveyi ilk tarayan kişinin Ergenekoncu olduğunun belirlenmesi gibi olayların üzeri kapatılıp Alevilerin yoğun yaşadığı bölgelerde örgütlenme ve eylemleri artırma kararı alınıyor. 1995’ten sonra da halkla güvenlik güçlerini karşı karşıya geti-recek eylem planları yapılıyor ancak başarıya ulaşılamıyor.

Emniyet’in raporunda “MLKP, Gazi ayaklanmasından dersler çıkarmış, Alevilerin yoğun yaşadığı ve MLKP’nin örgütlendiği Ümraniye ve Gülsuyu semtlerine silah ve mühimmat yığınağı yapmıştır. Burada amaç Alevilere karşı yapılacak herhangi bir saldırıyı Türkiye genelinde daha büyük bir ayaklan-maya çevirmekti. Gazi olaylarının hemen akabinde her iki bölgede de Gazi olayları protestoları düzenlendi, fakat militanlar dışında bölgeden katılım olmadı, düşünülen büyüklükte bir ayaklanma gerçekleşmedi.”

deniyor. Dosyada, Terörle Mücadele Şubesi’nde

görevli dört uzman polisin imzası ile top-lumsal olayların birdenbire ve kendiliğin-den ortaya çıkmadığına vurgu yapılıyor. Kutuplaşmaların yasa dışı örgütlerin işine yaradığı belirtiliyor. Gazi’nin önceden kitle psikolojisine sokulduğu anlatılıyor: “Gazi olayları öncesinde de böyle bir hazırlanmanın aşamalı olarak uygulandığı anlaşılmaktadır. Üniversitelerdeki gerginliğin tırmandırıldığı, karşıt gruplar arasındaki çatışmanın körük-lendiği görülmektedir. Provokatif eylemler, dar bir bölgede az sayıdaki provokatörle gerçekleştirilebilir ancak sonrasında değişik yöntemlerle vatandaşlar, medya organları ve sivil toplum kuruluşları istismar edilerek yaygınlaştırılırlar. Provokasyonu tezgâhlayan ekibin bir kanadı, zıt akımlar içinde toplum-sal olayın olgunlaşması için gereken çalış-maları yürütürken; diğer kanadı toplumsal olay zeminine çekilecek ve kitle hareketinin omurgasını oluşturacak insanlar (Aleviler)

üzerinde çalışmaktadır. Provokasyonu hazırlayanlar için öncelikli hedef provokatif eylemlerde malzeme olarak kullanılacak insanların kitle psikolojisine sokulmasıdır. ”

Hiçbir istihbarat gelmediİçişleri Bakanlığı’nın bir CD olarak

hazırladığı Gazi ve Ümraniye Olayları Dos-yası’ndaki Emniyet ve MİT’in raporlarından bazı çarpıcı ayrıntılar özetle şöyle:

Gazi olaylarından sonra yok olma aşamasına gelen sol terör örgütleri yeniden hareketlenmiş, aynı zamanda yeni terör grupları meydana gelmiştir.

Gazi olayları ve onun tetiklemesiyle meydana gelen Ümraniye olayları ülke istikrarının bozulması amacıyla Ergenekon terör örgütünce gerçekleştirilmiştir. MLKP terör örgütü taşeron olarak kullanılmıştır.

Gazi olaylarına giden süreçte kamu-oyunun hazırlanması için gençlik arasında boy gösteren ve ülke geneline yayılan şiddet eylemlerinin başlatılmasında Veli Küçük’le

14 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANGÜNDEM

Örgüt mensuplarının itirafl arı Emniyet raporunda, teknik takiple elde

edilen bilgiler ortaya konuyor, örgüt eleman-larının ağzından yapılanmalar deşifre edili-yor. Meclis Araştırma Komisyonu’na ifade veren şahitler de ilginç ayrıntılar anlatıyor.

Tamer Enver kod adlı Erdinç Tağaç (MLKP üyesi, 01.04.1995’te verdiği ifade): “1990’dan itibaren TKİH (Türkiye Komünist İşçi Hareketi) adlı örgüt içerisinde bulundum. 1994 itibariyle TKİH ve TKP-ML Hareketi

adlı örgütler kendilerini feshederek MLKP’yi kurdular. Gazi sorumlusu Hasan Polat’ın talimatları doğrultusunda faaliyet göster-dim. Gazi olayları meydana gelmeden önce benden, dar bir ilişki kurarak illegal alanda örgütlenme çalışması yapmam istendi. Yapılan toplantıların birinde Hasan Polat, mahalledeki kültür merkezine (cemevi) ülkücüler tarafından silahlı saldırıda bulunu-lacağını, bu bilginin kimseyle paylaşılmaması

gerektiğini ve ülkücülere karşı örgütlenme çağrısı içerikli bildiriler hazırladıklarını söy-ledi. Yapılan başka bir toplantıda, önceden hazırlanmış (ülkücülere karşı örgütlenme çağrısı) bildirileri dağıtmak için 12 Mart Pazar akşamı kararlaştırıldı.”

Gurbet kod adlı bir gizli tanığın 20.02.2009’da verdiği ifade: “12 Mart 1995 tarihinde Gazi Mahallesi’nde meydana gelen olaylarla ilgili örgüt içerisinde yaptığımız değerlendirmede, saldırıların kontrgerilla eylemi olduğu sonucuna varmıştık. Kahve-nin taranacağının MLKP Gazi örgütlenmesi tarafından bilinmesine rağmen, örgütün

Gazi dışındaki hiçbir üst düzey yönetici-sinin bu durumdan haberdar edilmemiş olması karanlık noktalardan biridir. Gazi Mahallesi örgütlenmesinden sorumlu Hasan Ocak olaylar hakkında örgütün üst düzey sorumlularını bilgilendirmemiştir. Hasan Ocak yetkisinde olmadığı halde Gazi olaylarının meydana geldiği gün örgütün merkez komitesi adına bildiri de dağıtmıştır. MLKP merkez komitesinin saldırı yapılacağı hakkında bilgisi olsa yapacağı şey bellidir. 1- Saldırganları canlı veya ölü olarak suçüstü yakalayıp çok daha önceden bir Şemdinli vakası oluşturmak. 2-Veya sessiz kalarak

Emniyet raporlarına göre herşey planlanmış

Page 15: Zaman232 egazete

15 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANGÜNDEMbağlantılı olduğu tesbit edilen A. Arslan aktif rol oynamıştır.

Gazi olaylarının başlamasına sebebiyet veren kahvelerin taranması eyleminde yine Veli Küçük’le bağlantılı Osman Gürbüz’ün ilk kurşunu atan kişi olduğu tesbit edilmiş-tir.” (25.2. 2009, Emniyet Raporu)

Olay mahalline yeterli kuvvet kaydırıla-madı, sağlıklı bir inceleme yapılamadı, maddi deliller toplanamadı. Olay sonrasında polis ekibine olayı gerçekleştiren aracın gittiği yön tarif edilmesine rağmen polis aracı şahısların peşine düşmedi.

İlk taramada hayatını kaybeden Halil Kaya’nın cesedi kahvenin önünde bulunan sandalyede 4 saat boyunca bekletildi, cesedi gören vatandaşlar tahrik edildi. Cumhuriyet Savcısı gece 01.00 sıralarında otopsiye ge-lebildi. 18 polis memurunun görev yaptığı Gazi Polis Karakolu’nda olaylar sırasında 5 memur görevdeydi.

Alevi kanaat önderlerinin devreye girmesi ile tansiyonun düşmeye başladığı sıralarda, saat 01.00’de geliş istikameti tespit edilemeyen bir yerden Kalaşnikof tüfekle polis ve vatandaşların üzerine ateş açıldı.

13 Mart’ta ölen kişilerin cenaze töreni esnasında sakin olan kalabalığın üzerine polis panzerleri ile gidildi. Polis helikopteri kalabalık üzerinde dolaştı. İstanbul Emniyet

Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, o sırada olay mahallinden ayrılmış olduğunu beyan etti.

İstanbul Valisi ve İl Jandarma Komutanı Ankara’daydı. Çevik Kuvvet derbi maça yönlendirilmişti. Kahvehaneler kalabalıktı. Eylemi gerçekleştirenler çok ince ve detaylı

bir saha çalışması yapmışlar, polisin mahal-ledeki çalışmalarını, konumunu, durumunu, imkân ve kabiliyetlerini iyi tahlil etmişler, buna göre eylem ve faaliyete geçmişlerdir.

Bahriye Üçok, Muammer Aksoy ve Uğur Mumcu’nun suikastla hayatlarını kay-betmesinden sonra ülke genelinde güvenlik kaygısı artmıştır. Yine 2 Temmuz 93’teki Sivas Madımak olayı Alevi vatandaşlarımız üzerinde olumsuz etki meydana getirmiştir. Bütün bu olayların Alevi-Sünni veya laik-an-tilaik çatışması oluşturmadığı bir dönemde Gazi ve Ümraniye olaylarının meydana gelmesi dikkat çekicidir.

Olaylar, terör örgütleri tarafından üst-lenilmemiştir. Söz konusu örgüt mensupları yakalanmasına rağmen olayda kullanılan silah ya da silahların başka hiçbir eylemde kullanılmaması, üzerinde durulması gereken bir ayrıntıdır. Olaylar öncesi ve sonrasında hiçbir istihbarat kuruluşundan bir bilgi gelmemiş veya elde edilememiştir. (MİT Raporu)

ayaklanma başlatmak. Buradan da anlamaktayız ki bu bilgi Gazi Ma-hallesi elemanlarıyla sınırlı kalmıştır. Hasan Polat’ın üstü olan Hasan Ocak, Ergenekon terör örgütü tarafından bilerek veya bilmeyerek kullanılmıştır. Kahvehaneyi tarayanların istediği za-ten böyle bir ayaklanmanın meydana gelmesidir. Eylem saatiyle eş zamanda dağıtılan MLKP’nın bildirileri, kitleleri yönlendirmiştir. Hasan Ocak daha sonra kendisini kullananlar tarafından kaçırılarak kaybedilmiş ve susturul-muştur. Örgüt bu bilgiyi tabanıyla

paylaşmak yerine, Hasan Ocak’a sahip çıkıp kaybedilmesi üzerinden kitlesini yeniden motive etmiştir. Gazi olayları örgütün bir başarısı olarak kamuoyuna lanse edilmiştir. Ancak Gazi olayları akabinde MLKP merkez komitesinden Ahmet Metin Koyuncu ile başka bir merkez komite üyesi bütün görevlerini bıraktıklarını açıklayarak istifa ettiler. İstifa eden bu iki merkez komite üyesi MLKP’nin bilerek veya bilmeyerek Er-genekon ile bağlantılı olduğunu tesbit ettiklerinden ayrılmışlardır. Ergenekon ile MLKP’nin yaptıkları arasında hiçbir

fark yoktur.” Gizli tanık Dilovası’nın 17.05.2008

tarihli ifadesi: “Gazi olayları sol terör örgütlerinin yeniden hareketlenmesi için yapılan bir provokasyondu. Gazi bilinçli bir tercihti, örgütlerin genel manasıyla taban buldukları gecekondu mahallesiydi. DHKP-C örgütü açı-sından bir var olma çabası vardı. Bu diğer örgütler için de geçerli olan bir durumdu. Alevi vatandaşların yer bulduğu sol terör örgütlerinin yeniden hareketlenmeleri için yapılmış bir provokasyondu.”

-Gazi’ye ilk giden vekil sizdiniz. Neler yaşanmıştı orada? Kahveler taranmış, bir kişi ölmüş, cenaze saatlerce kal-

dırılmıyor. İnsanlar gelsin, o cenazeyi orada görsün ve tahrik olsun diye beklediler. Kim bekletti onu? Ben geldim, kendim çıkardım cenazeyi battaniye ile. Sandalyede oturuyordu, ağzından sigara düşmemişti yere. Savcı gelmemiş. Fatih Savcısı’nı aldım, kafasını pardösümün altına sokarak getirdim, ödü kopuyordu, sanki yiyeceklerdi. Kahve taranmış, dört saat, beş saat kimse gelmiyor. Böyle şey olur mu? Polis gidip yakalamaz mı? Savcı gelmez mi? Gezi’de de aynı hatalar yapıldı. Polis sert müdahale etmese olaylar bu kadar büyümezdi.

-Nasıl? Gazi ile Gezi’nin farkı yok. Gazi’de

de, Gezi’de de ilk gelenler sade vatan-daş ama ondan sonra örgütler ortaya çıkıyor. Devlet tedbirleri alsa, kitle psikolojisini dikkate alarak müdahale etse hiçbir olay olmazdı. Sanki birisi özellikle müdahale ettirmedi. Sonra-dan örgütler ortaya çıktı. Demirel, “12 Eylül’ün gelmesi için terörü önlemediler.” diyor ya! Onun gibi beklediler. 17 kişinin ölümü, yönetimin sorumluluğunda ve derin güçlerin işidir.

-Siz olayları yatıştıramadınız mı? Kalabalık sakinleşmişti. Ben cemevinin önünde otu-

ruyordum. İkinci tahrik cemevine ateş edilerek başladı. Cemevinde oturduğum iki çocuk vardı, ikisini de vurdular. Ben de öldürülebilirdim. Ya ‘Milletvekilini de vurun, iş daha da büyüsün’ veya ‘Milletvekili kalkıp gitti, sahipsiz kalanları vurun’ dediler.

-Neden Gazi’de çıkıyor olaylar? Gazi Mahallesi, Alevi ve Sünnilerin birlikte dostluk

içinde yaşadığı ender yerlerden biridir. O dönemin İçiş-leri Bakanı, ‘Gazi Mahallesi terörist’ dedi. Ben de ‘Onlar teröristse ben de teröristim!’ dedim. Devletin bakış açısını değiştirmesi lazım. Ben Alevi değilim. Aleviler terörden yana değildir. Eğer tahrik olmasa, emniyet güçleri zama-nında tedbirleri alsa, polis şiddet kullanmasa örgütlerin yapabileceği bir şey yok. Gerçek failler de cezalandırılmadı. Davayı Gaziosmanpaşa’dan aldılar, Trabzon’a götürdüler. Memurlar yargılanmadılar bile. Valilik izin vermedi. Hayri Kozakçoğlu vali, Necdet Menzir emniyet müdürüydü. O yasa yine var. Üstünüz izin vermediği zaman mahkemeye bile çıkamıyorsunuz. İki polis ceza aldı, diğerleri beraat etti orada.

-Kim aldı Trabzon’a davayı? Seyfi Oktay. Trabzon’a Alevi bir bakan eli ile alınıyor

dava. Biz otobüs bulamıyorduk mağdur aileleri götürmek için. Otobüsün önünü kesiyorlardı, kayalar atıyorlardı. ‘Bu işin peşini bırak!’ diye eve telefon ediyorlardı. Tehdit ediyor-lardı. Türkiye’yi bölüp parçalamaya çalışanlar Gazi, Sivas, Maraş olaylarını çıkardılar. Kürt-Türk dediler, Alevi-Sünni dediler, sağ-sol dediler, laik-antilaik dediler, tutmadı. Ne kadar yumuşak karnımız varsa zenginliğimizden medet bu-lup çatışma çıkarmaya

M E H M E T S E V İ G E N * :

MAHKEMENİN YERİ DEĞİŞTİRİLDİ, GERÇEK FAİLLER CEZALANDIRILMADI

AMAÇ DARBE ORTAMI OLUŞTURMAKTI

TBMM Gazi Olaylarını Araş-tırma Komisyonu’nun hazırladığı rapordan bir bölüm: “Muhtarların ve bölge halkının ifadelerine göre, olayları tırmandıran en önemli etken, kahvehaneleri tarayanların polis mü-dahalesiyle karşılaşmamış olmasıdır. Ne parlamentonun ne de başka bir kurumun üzerine gidemediği devlet içinde yuvalanmış bir karanlık gücün, yani kontrgerillanın ortaya çıkarılması ihtiyacı kendisini acil bir sorun olarak dayatmaktadır. Demokratikleşmenin temel problemlerinden biri de budur. Gazi Mahallesi’nin hedef seçilme-sinin arkasında Türkiye’yi bir darbe ortamına sürüklemek, Gümrük Birliği sürecine katılmayı önlemek, yüzünü Ortadoğu’ya çevirmesini sağlamak vardır.”

Emniyet’in raporunda “MLKP, Gazi ayaklanmasından dersler çıkarmış, Alevilerin yoğun yaşadığı ve MLKP’nin örgütlendiği Ümraniye ve Gülsuyu semtlerine silah ve mühimmat yığınağı yapmıştır. Burada amaç Alevilere karşı yapılacak herhangi bir saldırıyı Türkiye genelinde daha büyük bir ayaklanmaya çevirmekti. Gazi olaylarının hemen akabinde her iki bölgede de Gazi olayları protestoları düzenlendi, fakat militanlar dışında bölgeden katılım olmadı, düşünülen büyüklükte bir ayaklanma gerçekleşmedi.” deniyor.

Page 16: Zaman232 egazete

16 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANGÜNDEMTürkiye bu kutuplaşmayı kaldıramazHer şey değişiyor ama devlet değişmiyor. Değişmemesi için de argümanlar üretiliyor. Bekir Ağırdır, “Asker, AK Parti, CHP... Her aktörün içinde yenilikçiler var. Birbirleriyle ilişki kurup yeni adına makul bir zemin oluşturmalarına omuz verilmeli.” diyor.

MUHSİN ÖZTÜRK İSTANBUL

1Bekir Ağırdır pek çokları gibi bizim de bir süredir radar alanımızda. Herkes

konuşuyor ama bazılarına kulak kabartıyo-ruz ve bunların da çok azını önemsiyoruz. Ağırdır, Türkiye’nin önde gelen araştırma şirketi KONDA’nın genel müdürü. Araş-tırma verilerinin ötesinde konu hepimizin dâhil olduğu siyasi gerilimler olduğundan, meseleleri etkileyen önemli faktörlerin ana-lizini yapmak, söylem ve eylem şehvetine kapılmadan bunu başarmak bir maharet sayılıyor artık. Her biri birbirine benzeyen ‘analizler’ dünyasında bu kadar kutuplaş-mışken bir sonraki fotoğrafa bakmak için Ağırdır doğru bir isim olabilirdi. Bekir Ağır-dır’la Demokratikleşme Paketi açıklanma-dan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Meclis açılışında ‘kutuplaşmaya’ dikkat çe-ken sözlerinden önce konuştuk. Paketle ilgili yorum güncellemesi dışında bir değişiklik gereği duymadık.

-Toplumsal değişim yaşıyorken bunun devlete ve siyasete yansıyan etkilerini karşılamak hayli zor oluyor?Türkiye’de hayat değişmiş, toplum da

değişmiş. Bir sürü somut veri üzerinden izleyebilirsiniz bunu. Ve bizim sorunumuz bütün hukuki ve siyasi yapıyı reel hayata uygun hâle getirmek, yani güncellemek. Ana dilinde eğitimi 8 saat tartışabiliriz. Ama ortada bir vakıa var. 2 milyon Kürt, Türkçe bilmiyor. Elektriği kesildi, gitti abone mer-kezine, nasıl konuşacak? Çok hızlı çözmemiz gereken bir sistematik var ortada ama siyaset meselesinden iş gerilime dönüyor. Bu gerilim eğer ‘eski’yle ‘yeni’ arasında bir gerilim olsa son derece üretken ve yararlıdır. Hâlâ eskiyi aynen sürdürelim, tek tip bir toplum olsun, merkeziyetçi bir devlet olsun diyen kesim var ki buna devletin kendisi de dâhil. Ve bunun siyasette de, medyada da toplumsal destekçileri var. Bunların deşifre edilmesi, ‘tamam artık hep beraber yeniyi kuruyoruz’ denmesi lazım. Ama bugün Türkiye’de ya-şanan kutuplaşma eski-yeni kutuplaşması değil. “AK Parti’nin iktidarından doğuyor bu tartışmalar” diye bir algı var. Bu tartışma, yıpratıcı bir AK Parti karşıtlığı ve yandaşlığına dönüştü.

-Peki, sizce bu kutuplaşma ne zaman eski-yeni gerilimi olmaktan çıktı?2011’den sonra. Bizim tespitimize göre

2008’den beri vardı ama bugünkü kadar sert ve büyük değildi. Ergenekon, Balyoz gibi da-valar ve referandum gibi mihenk hamlelerde en üst noktaya gelinmişti. Eskinin temsilcileri konuyu, eski-yeni üzerinden değil de AK Parti karşıtlığı üzerinden tartışarak kutup-laşmaya hizmet etti. Eski-yeni üzerinden tartıştıklarında kaybedecekleri açık. Sorun şu ki 2010’dan itibaren AK Parti de buna teşne oldu. Bunun bir kısmına paranoya diyebiliriz, bir kısmına haklı paranoya da diyebiliriz. Ama aşmanın yolu o kutuplaşmanın üstüne gitmek değildi. Bunun en uç noktası Gezi oldu. Yani yüzde 50’yi sokağa çıkaralım mı, çıkarmayalım mı? Bu tartışma, bu sefer öbür tarafın işine yaradı.

-Eski-yeni meselesinden çıktığında bu gerilim neye hizmet ediyor?Orada paradoksal bir durum doğuyor.

Siyaset ve oy olarak baktığınız zaman evet bu kutuplaşma AK Parti’nin lehine. AK Parti de karşıtları da oy tabanını sanki dindarlık daha ağırlıklı bir karakter gibi tanımlıyor. Yanlış. İnsanlar AK Parti’ye 2002’de önceki bütün

siyasi aktörleri tasfi ye etmek için oy verdi, 2007’de ekonomik başarıyla birlikte artık değişim diye oy verdi, 2011’de bütün seçim beyannameleri gösteriyor ki yeni anayasa diye oy verdi.

-Askerî vesayetin sona ermesi ve demokratik devletin kurulması için de belki…Evet. Tabii ki bu ülkenin yüzde 60-70’i,

sorduğunuzda kendini dindarım diye tanım-lıyor. Ama siyasi tercihlerinde din referansıyla hareket etme oranı çok düşük. Öyle olsaydı zaten şimdiye kadar 500 defa Refah Partisi vesaire iktidara gelirdi. 90’lardan sonra Refah ya da o siyasi hareketin geçirdiği değişim sonrasında bu oy potansiyeline geldiği açık. AK Parti’nin paradoksu şurada: Bu kutup-laşmadan hareketle oy oranını çok yüksek tutmuş oluyor. Ama artık ülkeyi yönetmekte zorlanıyor. Tabii ki AK Parti bugün sayısal üstünlüğü ile parlamentodan istediği yasayı geçirir, istediği yönetmeliği yapar, kamu hiz-metinde yürüyen birçok şey var. Ama temel

siyasette, işte Kürt açılımında yeterli mesafe alınamıyor, anayasa çakıldı, yürünemeye-ceği ortaya çıktı. Yerel yönetim reformunu yapamıyoruz bir türlü, daha ortada ehven-i şer şehir yasasıyla kaldı iş. Asıl yapılması gereken seçmenin 2011’de oy verdiği temel problematiği çözmek şu anda. Oran 51-49, 58-42 olsun fark etmez, karşınızdaki kitle sizden ya da sizin yapacağınız anayasadan, yasalardan tümüyle kuşku duyar hâle gel-diyse, pratik olarak yasayı yapabilirsiniz ama toplumsal psikolojideki direnci aşmanız zor. Sorun da buradan çıkıyor.

-Sonuçta iyi bir şey yapsanız dahi karşı taraf bunu iyi olarak görmeyecek. Kutuplaşmanın eseri bu mudur?Evet. Bunun en iyi örneklerinden

biri içki düzenlemesi. Eğer AK Parti içki düzenlemesini ‘çocuklarımızın ve gelecek neslimizin sağlığı için’ diye bir dil ve argüman üzerine kursaydı hiçbir problem olmadan kabul edilirdi. Bu toplum için çocuklar ve

gelecek nesil herkesin anladığından çok daha fazla anlam ifade ediyor. Toplumsal beka ve hayatı sürdürme içgüdüsü çok güçlü. Ama iş din referanslı içki tartışmasına dönünce ‘ha onların niyeti bilmem neydi’ direncine dönüyor.

-Saha araştırmacısı gözüyle baktığınızda bu kutuplaşma partiler arasında nasıl bir geliş gidiş trafiğine yol açtı?Her iki taraf da kutuplaşmanın kendi

lehine olduğunu düşünüyor. Yakın vadede bir iktidar değişikliği de görülmüyor. Ortada siyasi rekabet yok. 2011’den bu tarafa bütün araştırmalara baktığımızda görülen AK Parti’nin oyu azalıyor derken bile muhalefet partilerinin görünürlüğü artmıyor. Yani AK Parti’nin oyu düştü dendiğinde kararsız veya oy vermeyeceğim diyenlerin oranı artıyor. Oy oranını belirleyen şey, rakiplerinin ne yaptığı, hangi oy oranına geldiği değil, vatandaşın AK Parti’nin o ayki uygulamalarından mem-nuniyeti veya memnuniyetsizliği. Memnunsa

KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır

Kendisini değiştiriyor ama devlet değişmesin istiyor!-Özellikle iş dünyası, kendi varlığını eski dev-letle ilişkili gördüğü için onun değişmesinin kendisine de zarar vereceğini düşünüyor olabilir mi?Toplumun da siyasi aktörlerin de

kafasındaki devlet algısı değişiyor aslında. Toplumun gözünde bu topraklarda devle-tin kutsallığı vardır, tamam. Bir yandan da vatandaş normal gündelik hayatında dev-letle en az muhataplıkla işini halletmek is-

tiyor. AK Parti’nin uygulamalarıyla bugün nüfus veya tapu dairesine gittiğinizde eski daire olmadığını görüyorsunuz. Devletin vatandaşla yüz yüze geldiği noktada ciddi bir değişim var. Ama hâlâ vatandaş devleti mümkünse bireysel hayatının dışında tutmaya çalışıyor. Ama iş dünyası, siyasi aktörler ya da egemen aktörler üzerinden bakılırsa bir kere o insanlar devletle var. Hep devletle var olmuş, devletten bes-lenmiş. Ekonomideki rant dağıtımıyla,

imar yasalarıyla vesaire… ‘Bekçi devlet hâlâ dursun’ diyorlar. Dolayısıyla o rantın dışına çıkmış olan bile, devletten bağım-sızlaşmayı başarmış olan bile hâlâ devletin bekçilik yapmasını istiyor. Kaldı ki hâlâ rant olarak birçok konu devlete bağlı. Toplumu ikna etmeye uğraşmak yerine devlet eliyle, tek bir emir komuta içinde, tek bir bakanla, başbakanla ilişki kurmak

hâlâ onlara çok kolay ve kestirme yol geliyor.

Page 17: Zaman232 egazete

17 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANGÜNDEMAK Parti demeye devam ediyor, gayri-memnunsa ‘kararsızım’ diyor.

-AK Parti’yle diğer partiler değil, ona oy veren kitle arasında bir geliş gidişten söz ediyorsunuz yani.Tabii. Bir kesim zaten AK Parti

karşıtlığı pozisyonuna yerleşmiş, bildiği gibi devam ediyor. Kutuplaş-

mada yerini sabitlemiş yüzde 60’lık bir kitle var. Yüzde 40 da gri alan var. Gri alandakilerin bakışı AK Parti’nin oy oranını belirliyor. Diğerlerine olan tercih veya teveccüh belirlemiyor. Rekabet olmayınca siyasette ve yöne-timde kalite kaybediyoruz. Rekabet olsa demokratikleşme paketinin emi-nim niteliği ve içeriği çok daha farklı olacaktı. Muhalefet, “Paketi Meclis’e getirin, ne yapılacaksa yapalım” dese ve hazırlık yapsa, 20 maddeye 20 madde daha eklenebilirdi. 2015’e giderken ensenizde ‘beni yakalayabilir’ dediğiniz rakip yoksa daha başka türlü davranılmaya başlanıyor.

-İktidarın kim olacağı değişmeyecekse na-sıl bir dönem bekliyor bizi bu kutuplaşma çerçevesinde?Ekonomik kriz, Suriye’yle savaş

gibi çok olağanüstü şeyler olmazsa 2015’te oy oranları ve milletvekili sa-yıları değişebilir ama AK Parti iktidarı 277 milletvekiliyle de olsa devam edecek. O zaman 2019’a kadar eğer AK Parti iktidarı varsa ve kutuplaşma böyle devam ederse ülkeye yazık. Ülke 30 yıldır zaten hayatıyla hukuku ve sistemi birbirine uymuyor diye sorun yaşıyor, yaşam tarzı üzerinden kangren hâline dönen bu kutuplaşmayla nasıl yaşayabilir?

-Seçim dönemine girilmesini de hesaba katarak, bunu biraz daha açabilir miyiz?Bu seçimde AK Parti’nin kendi

üç dönem kuralı, öbür partilerin de kendi içlerindeki yenileme çabaları gereği şunu diyebiliriz: Önümüzdeki dönemde ülkenin siyasi yöneticilerinin en az yarısı değişecek, onlara bağlı olarak da yerel ve ulusal bürokrasinin en az yarısı değişecek. Eğer bu geri-

limlerle seçime gidersek o değişecek olan yeni siyasetçiler ve bürokratlar kavgayı bilen, kutuplaşmanın içinde daha beceri sahibi, silahşorlardan olacak.

-Kutuplaşma kavganın adamlarını mı öne çıkartır?Aynen. Mesela İstanbul yerel

seçim aday listelerine bakalım. ‘Kim kimle daha iyi mücadele eder?’ diye soruluyor. ‘Kim iyi hizmet eder?’ diye konuşulmuyor. Bütün ülkeyi silahşorlardan kurulu yeni ekipler yönetecekse buna tahammülü yok ülkenin.

-Gezi’yle birlikte iyice belirginleşen ku-tuplaşmayı konuşuyoruz herhâlde. Niye devam ediyor sizce?Gezi’den sonra kutuplaşmada

vites değişikliği oldu. Artık neredeyse şeytanlaştırmaya

dönüştü iş. Bunda seçim-lerin yaklaşıyor olması ve iki tarafın kutuplaşmayla oy oranlarını daha da yükselteceklerini umması da etkili. En iyi örnek

İstanbul yerel seçimleri. “AK Parti’ye bir ders ver-

mek, önce İstanbul’u almak lazım” diye tartışılıyor. AK Partili

olmayan herkesin burada bir küme olacağı varsayılıyor. Bu pratik olarak mümkün değil. Herkesin birden oy vereceği adamları nereden bulacaklar bilmiyorum. Gerçekten seçimi kazan-mak istiyorsan, var olan denklemin dışında bir şey üretmen lazım. Boksta yenildiysen güreşe çalışmalısın. Bu öyle bir şehvet ki giderek içe dönüklük üretiyor. ‘Karşı taraf ne diyor?’ diye sormuyor insanlar. Asıl önemlisi karşı-lıklı iletişim kesiliyor ve makul siyaset zemini kalkıyor. Kutuplaşma dediğiniz şey de konuşarak iknaya değil, karşı tarafı susturmaya dönük bir şey zaten.

-Türk siyasi tarihine baktığınızda, hangi dönemi şu an yaşadığımız kutuplaşmayla eşdeğer bulursunuz?Bugünkü kutuplaşma 70’lerdekin-

den daha vahim. Kanserin kemiğe da-yanması gibi. Siyasi kutuplaşma sonuç olarak deri kanseri gibi. Yüzeyde olan bir şey. Yarın Tayyip Bey Kemal Bey’le oturup bir çay içer, ‘Şu demokratik-leşme meselelerini beraber konuşalım’ derler, kutuplaşma bir anda rahatla-yabilir. Ama ikinci katmana, kanserin deriden ete ve kasa doğru ulaşmaya başlaması, kültürler ve kimlikler üzerinden kutuplaşmadır. Kürt-Türk, Alevi-Sünni ya da dindarlar-modernler gibi… Ama kanserin kemiğe dayandığı yer hayat tarzı üzerinden kutuplaşma. Bu, Allah’tan henüz yüzde 60’larda değil. İş büyük oranda bu hâle dö-nüştüğünde bir insanın yeniden karşı tarafl a ilişki kurması çok zor artık. Ben, ‘biz’ derken başörtülüleri dâhil etmiyo-rum, sen Alevileri dâhil etmiyorsun, o da Kürtleri... Yani hep öcüleştirdiğimiz biri oluyor.

-Bu ayrışmanın aslında tarihî kökleri var, ama halledilebilir durumdayken daha derin bir yere savrulduk herhâlde!Toplumda farklı değer setleri

olan kümeler var. Ve bu farklı değer setleri arasındaki gerilimi siyaset eliyle yönetebiliyor olsaydık bir sentez üreti-lebilirdi. Geçmişte özellikle o tek tipçi ve merkeziyetçi yapıyı sürdürebilmek için bu farklı değer setlerinin bir sen-teze ulaşması mümkün olmadı. Şimdi mesele, bu değer setlerinden biri mi kazanacak ya da farklı kimlikleri, farklı kültürleri, farklı tercihleriyle bu kadar çoğulculuğun dâhil olabileceği başka bir değer seti mi üretebileceksiniz?

Devlet hep ‘benim değer setime uy’ diye baskı yapmış. Kürt’sün ama Kürtlüğünü unut, dindarsın ama so-kakta böyle giyin... Hepimizin içinde olabileceği daha üst bir değer seti ancak siyaset eliyle üretilebilir.

-Önce laiklik, şimdi muhafazakârlık üs-tünden gerilim üretiliyor. Yanlış toplumsal okumaların kurbanı mı oluyoruz?‘Devlet laik olsun mu?’ diye soru-

yorsun, halkın yüzde 72’si evet diyor. ‘Yüzde 28 şeriatçı mı var bu ülkede?’ diyebilirsin. Ama dinle devlet işleri ayrı olsun mu diye soruyorsun, oran yüzde 92’ye çıkıyor. Bu ne demek? Laiklik kavramının içeriği o kadar boşalmış ki sade siyasi pozisyon tanımı hâline gelmiş. Muhakemeyi ve soğukkanlılığı yitiriyoruz. Makul olan kayboluyor. Kimse birbirinin yazdığıyla ilgilenmi-yor. Bir ülkenin entelektüel kapasitesi gazete köşe yazılarına hapsolmuş olabilir mi ya!

-Toplumsal dinamikleri ıskalamak bütün bu meselenin neresinde duruyor sizce?Toplumsal bellekte ve psikolo-

jide kalıcı hasarlara yol açıyor. Yani siyasetçiler veya bu kutuplaşmanın cengaverleri sanıyor olabilirler ki o günkü tartışmayı veya seçimi kazandı! Ama kalıcı hasarları var bu işin. Mesela, 90’la 2002 arasında, hatta 83’ten beri diyebiliriz her seçimin birinci partisi farklı oldu. Yani toplum deneye deneye geldi ve 2002’de de hepsini tasfi ye etti. Bu ülke her ay yüzde 10’a yakın enfl asyonla 30 yıl yaşadı. Hepimizde kendimizi uydurduk ona. Bakarsanız, hiç isyan olmadı diyebilirsiniz. Ama ne kadar hastalıklı bir ekonomik yapı ku-rulduğu meydanda. 11 yıldır yapılanlara rağmen hâlâ yapısal reform ihtiyacın-dan söz ediyoruz. Gelecek beklentileri, psikolojiyi ve toplumsal atmosferi inşa ediyor. Yarına dair beklentileri iyimser olan daha farklı işler yapıyor, karam-sar olan farklı... Kendinizi üniversite ya da askerliğin önünde duran lise çağındaki gencin yerine koyun. İkin-cisi bu sorunların çözülemeyeceğine dair güvensizlik, toplumun hukukun üstünlüğüne olan inancını, hoşgörü ve güven duygusunu aşındırıyor. Hep ötekiler var ve dolayısıyla ötekilerin benim başıma ne belalar saracağı belli değil! Karşılıklı güven ve ortak hayatı düzenleyen kurallar aşınıyor.

-‘Eski değişmesin, biz böyle gördük’ deme-nin maliyeti bir hayli yüksek oldu.Tek başına devletin dahi bütüncül

olarak ‘eski kalsın’ kanaatinde oldu-ğunu sanmıyorum ben. Asker yeniye karşı, AK Parti yeni yanında, CHP eski vesaire... Hâlbuki her aktörün içinde yeniden yana ve eskiden yana diye bir çatlak var. CHP içindeki yenilikçilere veya AK Parti içindeki yenilikçilere

destek olunabiliyorsa ve onların orada güçlenmelerine, birbirleriyle ilişki kurup yeni adına makul bir siyasi zemin üret-melerine omuz verilebiliyorsa ne mutlu. Onun için bir rapor ürettiğimizde bütün partileri dolaşıp anlatmaya çalışıyoruz.

-Gezi’de yeni bir şey olamaz söylemi ağır basıyor Gezi’nin gerçek enerjisinin ne olduğunu hâlâ en iyi anlamaya yakın aktörlerden birinin AK Parti olduğu kanaatindeyim. An-ladığı için o ortaklığa engel olmak ve hâlâ yeninin tekeli bende demek için bu kadar yoğun bir biçimde Gezi’yi itibarsızlaştırma kampanyası sürüyor. Gezi’cilerin kendileri her gün bu kadar Gezi diye konuşmuyor. Evet, Gezi’nin içindeki aktörlerin zaten başından beri ‘eski’ olanları vardı ama Gezi’nin ima ettiği enerji yeniye dair enerjiydi.

-TÜSİAD Yüksek İstişare Toplantısı’nda ‘siyasal tartışmalardan çıkıp topluma ba-kın’ dediniz. “Kendiniz değiştiniz ama devlet

aynı kalsın istiyorsunuz.” dedim. Son 30 yılda bütün şirketler yeniden yapılandı. Neredeyse logosunu değiştirmeyen şirket yok. ‘Koşulsuz müşteri memnu-niyeti’ diyorlar. Peki, ‘koşulsuz vatandaş memnuniyeti’ demesi lazım değil mi devletin? İş devlete gelince ‘hayır’ diyor, buna itiraz ediyorlar. Sorun da buradan kaynaklanıyor. Sanılıyor ki hayat iki ayrı düzlemde yaşanıyor.

-Demokratikleşme Paketi’ni açıklamadan önce, ‘Paket kadar hangi üslupla açıklan-dığı da önemli’ demiştiniz. Başbakan söylemini, ‘Hadi gelin şu

paketi konuşalım’dan çok yine ötekileri köşeye sıkıştıracak, ‘nasıl olsa muhale-fet edeceksiniz’ üzerine kurdu. Tabii ki Gezi’den beri gelen bir dilin bir anda terse dönmesini beklemek gerçekçi değil ama sonuç itibariyle Başbakan Meclis’teki çoğunluğuna dayanarak ‘ben bunları yapıyorum’ demiş oldu. 27 Mayıs öncesi ve sonrası diye bir ayrım yapması önemliydi. Yeniden cumhuriyetle hesaplaşıyorlar tartış-malarına karşı bir pozisyon aldı diye düşünüyorum. Böylelikle toplumdaki ‘devletin bekası’na dair duyarlılığı dik-kate almış oldu. Seçim döneminde 27 Mayıs ayrımını daha çok göreceğimiz kanaatindeyim.

-Peki, paket kutuplaşma denklemini de-ğiştirir mi?Değiştirmez ama pratikte ayrımcılık,

nefret suçu, hayat tarzı, ifade özgürlüğü gibi konulardaki maddeler önemliydi. Eğer bu görünür hâle gelir, bir-iki tane bile sembolik ‘öteki’ hayat tarzına dair olumlu müdahale olursa rahatlatır ülkeyi. ‘Sadece muhafazakârlar için yapılıyor bu düzenlemeler’ denmemesi için. Şu basıncı indirmek için ülkenin birtakım jestlere ihtiyacı var.

“Gezi’den sonra kutuplaşmada yeni bir vites değişikliği oldu. Artık neredeyse şeytanlaştırmaya dönüştü iş. Bunda seçimlerin yaklaşması ve iki tarafın kutuplaşmayla oylarının artacağını umması da var.”

Toplumsal bellekte ve psikolojide kalıcı hasarlara yol açıyor. Yani siyasetçiler veya bu kutuplaşmanın cengaverleri sanıyor olabilirler ki o günkü tartışmayı veya seçimi kazandı! Ama kalıcı hasarları var bu işin. Mesela, 90’la 2002 arasında, hatta 83’ten beri diyebiliriz her seçimin birinci partisi farklı oldu.

Bu ülkenin

yüzde 60-70'i kendini dindar

tanımlıyor

Page 18: Zaman232 egazete

18 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANGÜNDEM

Salihli’de cami ile cemevi iki yıldır yan yanaMUSTAFA KUŞEN SALİHLİ

1Ankara’da geçen ay temeli atılan ca-mi-cemevi projesinin Manisa’nın Sa-

lihli ilçesinde iki yıldır hayata geçtiği ortaya çıktı. Kurtuluş Mahallesi’ndeki Fatih Camii ile cemevi yan yana hizmet veriyor, isteyen camiye isteyen de cemevine gidiyor. Şube başkanı Hasan Duran Öntaş, cemevinin ya-pımına herkesin katkıda bulunduğunu ifade ederek, “Bizden camiye gidenler, camiden de cemevine gelenler oluyor.” diyor. Başkan Yardımcısı Niyazi Şengül de “Cemevi inşaatı sırasında suyumuz bağlanmamıştı. İmam-dan istedik, caminin suyunu kullandık.” ifadesini kullanıyor.

Alevi Kültür Dernekleri Salihli Şube Baş-kanı Hasan Duran Öntaş, cami ile cemevinin yan yana olmasından dolayı hiçbir sıkıntı yaşanmadığını söyledi. Cemevini 2011 Ekim ayında hizmete açtıklarını dile getiren Öntaş, iki yıldır çok güzel bir hoşgörü ortamı oluştu-ğunu ifade etti. Cami ile cemevinin yan yana olmasından hiç kimsenin rahatsızlık duyma-dığını, duyması için de bir sebep olmadığını vurgulayan Öntaş, şöyle konuştu: “Burayı topladığımız yardımlarla yaptık ve herkes yapımına katkıda bulundu. Hiç kimseyi ayırt etmeden yardımlarımızı topladık. Bizden de camiye gidenler oluyor, camiden cemevine gelenler de oluyor. Bizim vatan, millet ve bayrakla hiçbir sıkıntımız yok. Biz eşitlik istiyoruz, çünkü herkesi seviyoruz.”

Şube Başkan Yardımcısı Niyazi Şengül de cami ve cemevinin yan yana olmasından rahatsızlık duymadıklarını söyledi. Aksine camiyle cemevinin yan yana bulunmasının çok güzel olduğunu dile getiren Şengül, “Herkes ibadetini özgürce yapabilmeli. Cami imamı ve cemaatiyle ilişkilerimiz çok iyi, hattâ cemevinin inşaatı sırasında suyumuz daha bağlanmamıştı. Su olmayınca inşaata devam edemiyorduk. İmamdan su istedik, o da seve seve verdi. Yani cemevimizin inşaatında caminin suyunu da kullandık.” şeklinde konuştu.

İbrahim Erkan, 1976 yılında inşa edilen caminin imamlığını yapıyor. Alevi vatandaş-larla cami cemaatinin ilişkilerinin çok güzel olduğunu aktaran İmam Erkan, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Programlarına davet ediyorlar, elimizden geldiğince katılıyoruz. Onlar da bizi ziyaret ediyor. İlişkilerimiz çok iyi. Cami ile cemevinin yan yana olmasından hiç kimse rahatsızlık duymuyor. Bazen sazlı programlarından dolayı ses oluyor. Say-gılarından dolayı namaz vakti gelince sesi kapatıyorlar.”

Cemaatten Mehmet Ali Kavakalan da cami ile cemevinin yan yana olmasından memnun: “Herkes birbirine saygı gösteriyor. Yemek veriyorlar, hayır yapıyorlar, cami cemaati olarak programlarına katılıyoruz. Onlar da bizim programlarımıza katılıyor. Karşılıklı ziyaretleşiyoruz. Kimsenin birbirin-den rahatsız olduğu bir durum yok.”

Z A M A N , İ L E R L E M E R A P O R U N A U L A Ş T I

AB'den kamu ihalelerine eleştiriSELÇUK GÜLTAŞLI BRÜKSEL

1Avrupa Birliği, bu yılki ilerleme rapo-runda da Türk ekonomisine iyi not ve-

recek ancak geçen yıla oranla uyarı dozunu biraz daha arttıracak. 16 Ekim’de açıklanacak ilerleme raporunun ‘iktisadi kriterler’ kısmı ekonomik yavaşlamanın durduğu, 2013’ün ilk 4 ayında iktisadi canlılığı arttığı tespiti yaparken geçen yıl olduğu gibi bu sene de bütçe açığı ve Türk ekonomisinin harici dalgalanmalara fazlasıyla açık olduğu uyarısı yapacak. Ekonomi densorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın ‘mali sistemi sıkı denetimi’ dolayısıyla takdir edildiği raporda, Türk ekonomisinin küresel ekonomik istik-rarsızlık içinde kendisini tahkim ettiği tespiti yeralacak. Rapor, kişi başına düşen gayri safi milli hasılanın AB ortalamasına biraz daha yaklaştığını vurgulayacak.

ZAMAN’ın ulaştığı taslak raporun ekonomi bölümü küresel ekonomik is-tikrarsızlığın hakim olduğu bir dönemde Türkiye’nin büyümeye devam ederek iktisadi temellerinin ne kadar güçlü olduğunu gös-terdiğini ve şoklara karşı direncini arttır-dığını tespit ediyor. ‘Ancak büyük yapısal cari açık ve nisbi yüksek enfl asyon Türk ekonomisindeki mühim dengesizliklerin hala devam ettiğini gösteriyor’ diyen taslak, piyasa mekanizmalarının ‘makul’ seviyede işlediğine işaretediyor.

Dış ticaret açığının büyüklüğüne işaret eden rapor, istikrarsız dış borç yapısının Türkiye’yi sermaye dalgalanmalarına karşı korumasız bırakabileceği uyarısı yapıyor. Bütçe yapımı ve orta vadeli iktisadi planla-manın devlet bürokrasisi arasında paylaştırıl-masını geçen yıl olduğu gibi bu yıl da tenkit eden taslak, ‘ancak ekonomi politikaları son zamanlardaki gerilim ve dahili çatışmalardan etkilenmemiş gibi görünüyor’ yorumunu yapıyor.

İhracatın 2012’de yüzde 17.2 arttığına

işaret eden AB, bu ‘hayli etkileyici’ rakamın büyük oranda İran’a yapılan ‘olağan üstü altın ihracatından’ kaynaklandığını not edi-yor. 2013’te toplam ihracatın İran’a yapılan altın ihracatının sert düşüşü ile yüzde 3.4 gerilediğini belirten rapor, kişi başına düşen gayrisafi yurt içihasılanın (GSYH) Avrupa ortalamasına az da olsa yaklaştığı tespiti ya-pıyor. 2011’de Avrupa ortalamasının yüzde 52’sine tekabül eden kişi başına düşen GSYH 2012’de yüzde 56’ya yükseldi.

Merkez Bankası’nın döviz rezervleri-nin 2011’de 56 milyar Euroiken, 2012’de 78, 2013 Nisan’ında da 86 milyar Euro’ya yükseldiğine işaret eden taslak, dışborcun da sadece yüzde 0.1 oranında arttığını be-lirtiyor ancak harici dengesizliklerin ülkeyi

dış yatırımcıların ani kararlarının etkisine açık hale getirdiğini vurguluyor.İstihdam ve işsizlik konusunda Türkiye’ye iyi not veren rapor 2012’deki iktisadi yavaşlamaya rağmen iş piyasasının ‘iyi çalıştığına’ işaret ediyor. İşsizlik oranının 2011’de yüzde 8.8 iken yüzde 8.2’ye gerilediğine kaydeden AB, istihdamın yüzde 4.6 (1.1 milyon kişi) arttığını ifade ediyor. Kadın istihdamının çok düşük (yüzde 29.5) olduğuna dikkat çeken rapor kayıt dışı istihdamın hala yaygın olduğunu belirtiyor.Hüküm cümlesi olarak taslak ‘istihdam güçlü oranda büyümeye devam etmiş, işsizlik düşme eğilimine girmiş ancak kadınların emek iyasasına katılımı çokdüşük kalmıştır’ diyor.

Enflasyonun kayda değer şekilde

düştüğü ancak hala Merkez Bankası he-defi nin üzerinde olduğu belirtiliyor. Mali performansı ‘tatminedici’ bulan rapor mali şefffafl ığa ilişkin herhangi bir ilerleme sağ-lanamadığını not ediyor.

İş kuranların hala bürokrasi ile uğraşmak mecburiyetinde kaldığını, 6 farklı bürokratik işlem yapmak zorunda olduğunu tespit eden AB, hukuki sistemin ‘oldukça iyi işlediğini’ vurguluyor. Ancak AB geçtiğimiz yıl bu alanda herhangi bir ilerleme kaydedilmedi-ğini zikrediyor.

Türkiye’nin eğitime artan oranlarda yatırım yaptığını, okuma-yazma oranının arttığını belirten rapor eğitimin kalitesin eiliş-kin ‘mühim sorunların’ hala çözülemediğini kayıtlara geçiriyor.

Page 19: Zaman232 egazete

Ergenlik başa bela mı? Hangi akıllı telefonu seçmeli?

Genetik şifreyi çözen zayıflıyor

Page 20: Zaman232 egazete

Kâğıt poşetle sağlıklı korumaNEŞE KUTLUTAŞ İSTANBUL

Taze ekmek içinEğer mutfağınız nemli ve sıcaksa ekmek-

leriniz plastik poşet yerine kâğıt poşet içinde çok daha taze kalır. Kâğıdın nefes alma kabiliyeti ekmek kabuğunun gevrek, içinin de yumuşak ve nemli kalmasını sağlar.

Valizinizi hazırlarkenAilece yolculuğa çıkmadan önce valizi-

nize birkaç tane de saplı kâğıt poşet koyun. Aldığınız hediyeleri ya da kirli çamaşırlarınızı ve havlularınızı koymak için muhakkak işinize yarayacaktır.

Mutfakta kâğıt poşetPişirme hazırlıkları esnasında patates

veya havuç soyarken, mısır püsküllerini, bezelyeleri ayıklarken iki tane kâğıt poşeti üst üste koyarak tezgâhın üzerine yayın ve bunun üzerinde çalışın. İşiniz bitince poşeti alıp çöpe atarsınız, tezgâhınız da kirlenme-miş olur.

Meyveleri olgunlaştırmak içinKâğıt poşetler, meyveleri olgunlaştırmak

için ideal bir araçtır. Muz, armut, şeftali ya da domates gibi meyve ve sebzeler kâğıt poşet içinde çok çabuk olgunlaşır.

Herhangi ham bir meyveyi olgunlaştır-mak için kâğıt poşete koyarak oda sıcaklı-ğında bekletin. Eğer yeşil muzların çabuk olgunlaşmasını isterseniz onları kâğıt poşete koymadan önce nemli bir havlunun içine sarın. Meyveler bir kere olgunlaştıktan sonra artık buzdolabına alabilirsiniz.

Şifalı otları kurutunTaze otları kurutmak için önce her bitkiyi

soğuk suyla yıkayın. Sonra da kâğıt havlu ile kurutun. Küfl enme ihtimaline karşı bitkilerin tamamen kuruduklarından emin olun. Beş ya da altı bitkiyi alarak alt yapraklarını kopartın ve bunları büyük bir kâğıt poşetin içine

baş aşağı koyun. Torbanın ağzını bitkilerin sapları etrafında toplayıp bağlayın. Bitkilerin hava alması için torbada birkaç delik açıverin. Sonra da ılık ve kuru bir yerde en az iki hafta bekletin. Bitkiler kuruduktan sonra üzerle-rinde küf olup olmadığını kontrol edin. Şayet küfl enme varsa bitkinin tamamını hemen atın. Küfl enmemiş olan bitkilerin saplarını aldıktan sonra bir oklava veya kavanozla ezebilirsiniz. Başka bir alternatif de bitkilerin tatlarını korumaları için bunları bütün olarak saklamak olabilir. Kurumuş bitkileri ağzı sıkı sıkı kapalı hava geçirmeyen kavanozlarda güneş ışığından uzak bir yerde muhafaza edin.

Poşetten gübre olur mu, demeyinKahverengi kâğıt poşetler her tür bahçe

gübresini takviye etmek için son derece elverişlidir. Bu torbalar gazete kâğıdından çok daha az mürekkep ve pigment ihtiva etmelerinin yanı sıra solucanları da daha çok kendilerine çekerler. Solucanların kâğıt poşetten sonra en çok sevdikleri şey de kartondur.

Kâğıt poşetleri gübreye katmadan önce küçük parçalar halinde yırtıp ıslatın. Ayrıca kâğıt parçalarının kuruyunca uçmalarına engel olmak için gübreyle iyice karıştırmayı ihmal etmeyin.

Sardunyalar için kâğıt poşetSardunyaları kış mevsiminde de canlı

tutmak oldukça kolay. Bunun için ilk önce sardunyaları saksılarından veya ekili oldukları yerden dikkatle çıkarın. Toprağını sallayarak mümkün olduğu kadarını atın ve her bir çiçeği ayrı poşetlere koyun. Her torbanın üzerine de baş aşağı ikinci bir kâğıt torba geçirin. İlkbahar geldiğinde sapların iki buçuk santimini bırakıp gerisini kesin ve saksıya dikin. Güneş alan bir yere koyun, düzenli olarak sulayın ve tekrar hayata dönmesini seyreyleyin.

9 - 15 EKİM 2013

Kuvars radyasyonu topluyorNEŞE KUTLUTAŞ İSTANBUL

1Yaşadığımız çağın vazgeçilmezleri arasında yer alan mikrodalga fırınlar,

bilgisayar, cep telefonu ve saç kurutma makinesi gibi cihazların yaydığı radyasyon, çeşitli sağlık problemlerini de beraberinde getiriyor.

Kuvars taşı da tam burada devreye giri-yor. Çünkü taşıdığı enerjiyle bu cihazlardan insan sağlığını tehdit eder düzeyde yayılan radyasyonu toplama görevini üstleniyor. Bu şekilde çevrenizde oluşan negatif enerjiyi emerek ruhi ve fi zyolojik zararlardan korunmanıza yardımcı oluyor.

***Astım ve alerji için turkuaz

Turkuaz, astım ve alerji hastaları için önemli bir taş. Sindirim rahatsızlığı çekenler için turkuaz (fi ruze) bileklik, yüzük ya da kemer tokası olarak kullanıldığında fayda sağlıyor. Sadakatin ve dostluğun sembolü de sayılan turkuaz, migren ağrısı çekenler ve tansiyon rahatsızlığı olanlar için de etkili olarak bilinir. Kalp rahatsızlıklarında rahatlatıcı özellik taşıdığı da bilinenler arasında. Üzerinde turkuaz taşıyan insanların fera-

setlerinin arttığına inanılıyor.***Parıltılı aytaşıAytaşı; süt beyazı, grimsi, yarı şeffaf bir

yapıdadır. Bir ışık kaynağına tutarsanız mavi ya da beyaz renkte güzel parıltılar yaydığını görürsünüz. Fiziksel olarak tıkanmış lenf bezlerini temizlediği söylenir. Kadınlarda hormon seviyesini dengeler. Aşırı y e m e isteğini engeller.

getiriyor.Kuvars taşı da tam burada devreye giri-

yor. Çünkü taşıdığı enerjiyle bu cihazlardan insan sağlığını tehdit eder düzeyde yayılanradyasyonu toplama görevini üstleniyor. Bu şekilde çevrenizde oluşan negatif enerjiyi emerek ruhi ve fi zyolojik zararlardankorunmanıza yardımcı oluyor.

***Astım ve alerji için turkuaz

Turkuaz, astım ve alerji hastaları için önemli bir taş. Sindirim rahatsızlığı çekenler içinturkuaz (fi ruze) bileklik, yüzük ya da kemer tokası olarakkullanıldığında fayda sağlğlıyıyoor. Sadakatin ve dosostltluuğun sembolü de sayılann tturkukukuuazazazzazaz, migren ağrısı çeçekek nlnlnlnleerrr vvvvveeee etansiyon rahatsısızlığığığğıı ololllllolaaanaannnlallallaarrrriçin de etkili oolaaarrak k k bbbibibillililinnnininirr.r.r Kalp rahattsızzzzlıkkkllaaal rrırıırr nndnddn aa aarahatlatıcı özeelliiikk kk taaşışışış ddıdığığıığığ dddda aaaa bilinenler arasıındddn a.a.aa. ÜÜÜÜzezezeezeeeririrrr nndddndndndeee ee

ğğ

turkuaz taşıyan ininsas nlnlnllararararınnın ffffffererrereera-aaaa

bezlerini temizlediği söylenir. Kadınlarda hormon seviyesini dengeler. Aşırıy e m e isteğini engeller.

Kağıdı, mutfakta çok yönlü olarak

kullanın

Page 21: Zaman232 egazete

10/9/2013 4:50 7:06 12:42 15:17 18:06 19:2610/10/2013 4:52 7:08 12:42 15:15 18:03 19:2310/11/2013 4:54 7:11 12:42 15:13 18:00 19:2010/12/2013 4:57 7:13 12:41 15:11 17:57 19:1710/13/2013 4:59 7:16 12:41 15:08 17:55 19:1510/14/2013 5:02 7:18 12:41 15:06 17:52 19:1210/15/2013 5:04 7:20 12:41 15:04 17:49 19:09

STOCKHOLM İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı

10/9/2013 5:20 7:38 13:14 15:47 18:37 19:5710/10/2013 5:22 7:40 13:13 15:45 18:34 19:5410/11/2013 5:25 7:43 13:13 15:43 18:31 19:5110/12/2013 5:27 7:45 13:13 15:41 18:28 19:4810/13/2013 5:30 7:48 13:13 15:39 18:25 19:4510/14/2013 5:32 7:50 13:12 15:36 18:22 19:4210/15/2013 5:35 7:53 13:12 15:34 18:19 19:39

DRAMMEN İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı

10/9/2013 5:18 7:28 13:06 15:46 18:33 19:5310/10/2013 5:20 7:30 13:06 15:43 18:30 19:5010/11/2013 5:22 7:32 13:06 15:41 18:27 19:4710/12/2013 5:25 7:35 13:06 15:39 18:24 19:4410/13/2013 5:27 7:37 13:05 15:37 18:22 19:4210/14/2013 5:29 7:39 13:05 15:35 18:19 19:3910/15/2013 5:31 7:41 13:05 15:33 18:16 19:36

10/9/2013 5:17 7:36 13:11 15:45 18:34 19:5410/10/2013 5:20 7:38 13:11 15:42 18:31 19:5110/11/2013 5:22 7:41 13:11 15:40 18:28 19:4810/12/2013 5:25 7:43 13:11 15:38 18:25 19:4510/13/2013 5:27 7:46 13:10 15:36 18:23 19:4310/14/2013 5:30 7:48 13:10 15:34 18:20 19:4010/15/2013 5:32 7:51 13:10 15:31 18:17 19:37

10/9/2013 5:20 7:40 13:15 15:47 18:37 19:5710/10/2013 5:22 7:42 13:14 15:45 18:34 19:5410/11/2013 5:25 7:45 13:14 15:43 18:31 19:5110/12/2013 5:27 7:47 13:14 15:40 18:28 19:4810/13/2013 5:30 7:50 13:14 15:38 18:25 19:4510/14/2013 5:32 7:52 13:13 15:36 18:22 19:4210/15/2013 5:35 7:55 13:13 15:34 18:19 19:39

10/9/2013 5:20 7:47 13:19 15:48 18:40 20:0010/10/2013 5:23 7:49 13:19 15:46 18:37 19:5710/11/2013 5:26 7:52 13:19 15:43 18:33 19:5310/12/2013 5:28 7:55 13:19 15:41 18:30 19:5010/13/2013 5:31 7:57 13:18 15:39 18:27 19:4710/14/2013 5:34 8:00 13:18 15:36 18:24 19:4410/15/2013 5:36 8:02 13:18 15:34 18:21 19:41

HELSİNKİ İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı

TAMPERE İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı

OSLO İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam YatsıGÖTEBORG İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam YatsıKOPENHAG İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı

10/9/2013 5:29 7:31 13:13 15:58 18:42 20:0210/10/2013 5:31 7:33 13:13 15:56 18:40 20:0010/11/2013 5:33 7:35 13:12 15:54 18:37 19:5710/12/2013 5:35 7:37 13:12 15:52 18:35 19:5510/13/2013 5:37 7:39 13:12 15:50 18:32 19:5210/14/2013 5:39 7:41 13:12 15:48 18:30 19:5010/15/2013 5:41 7:43 13:11 15:46 18:27 19:47

10/9/2013 5:20 7:23 13:04 15:48 18:33 19:5310/10/2013 5:22 7:25 13:04 15:46 18:30 19:5010/11/2013 5:24 7:27 13:04 15:44 18:28 19:4810/12/2013 5:26 7:29 13:03 15:42 18:25 19:4510/13/2013 5:28 7:31 13:03 15:40 18:23 19:4310/14/2013 5:30 7:33 13:03 15:39 18:20 19:4010/15/2013 5:32 7:35 13:03 15:37 18:18 19:38

ODENSE İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı

10/9/2013 5:29 7:33 13:14 15:57 18:42 20:0210/10/2013 5:31 7:35 13:13 15:55 18:39 19:5910/11/2013 5:33 7:37 13:13 15:53 18:37 19:5710/12/2013 5:35 7:39 13:13 15:51 18:34 19:5410/13/2013 5:37 7:41 13:13 15:49 18:32 19:5210/14/2013 5:39 7:43 13:12 15:47 18:29 19:4910/15/2013 5:41 7:46 13:12 15:45 18:27 19:47

AARHUS İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı

Zilhicce’nin ilk günlerinde tutulan oruç, bir yıl oruç tutmaya bedeldir. Bir gecesini ihya etmek de Kadir Gecesi’ni ihya etmek gibidir.” buyuruyor Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem). Hicrî ayların on ikincisi olan Zilhicce’nin ilk on gününü ibadetle geçirmemizi tavsiye ediyor. Allahu Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de, “Fecre, on geceye (haccın on gecesine), çifte ve teke (her şeyi karanlığı ile) örttüğü an geceye yemin ederim ki, akıl sahibi için bunlarda elbette bir yemin (değeri) var, değil mi?” (Fecr, 2) ifadeleriyle bu özel günleri övüyor. Böylece “Mübarek Ramazan ayının kıymetini bilemedim.” diye yanan gönüllerimize eşsiz bir fırsat sunuluyor. Nitekim Zilhicce’nin ilk on gecesinde yapılan amellere 700 misli sevap verileceği müjdeleniyor. Bizlere de bu günleri hakkıyla değerlendirmek dü-şüyor. İçinde bulunduğumuz bu özel günlerden bir müminin nasıl istifade etmesi gerektiğini masaya yatırmaya çalıştık.

Dinimizce bu günlerde tuttuğumuz bir günlük oruç, bin yıllık orucun sevabına denk sayılıyor. Bu özel günlerin her gecesinde kılınan namazlar, Kadir Gecesi’nde edilenlerin sevabına eşdeğer. Yapacağımız ibadetler bunlarla sınırlı değil elbet. Kurban Bayramı’na kadar on gün boyunca özellikle

tesbih (Sübhanallah), tahmid (Elhamdilüllah), tehlil (Lailahe illallah) ve tekbiri (Allahu Ekber) dilimiz-den düşürmememizi istiyor Resûl-i Ekrem. Bu ibadetlerin normal zamandan kat kat daha faziletli olduğunu birçok hadis-i şerifi nde buyuruyor.

Zilhicce’yi konuştuğumuz İlahiyatçı yazar Dr. Selman Kuzu, sözlerine Zilhicce ayının önemini vurgulayarak başlıyor: “Zilhicce’nin ilk 10 gecesi, bizim farkında olmadığımız fakat Rabb’imizin yemin ederek önemine dikkat çektiği gecelerdir.” Ardından bu günlerin yeterince idrak edile-mediğinden yakınıyor. Hac günlerinin feyiz ve bereketinden istifade etmenin önemine dikkat çeken Kuzu, “Bu kutlu zaman diliminin bereketi sadece hacca gidenlere ait değil. Gidemeyenler de Zilhicce’nin ilk on gecesini bulundukları coğraf-yalarda değerlendirerek günahlarının affına kapı aralamalıdır.” diyor. Bu kutlu zamanları dua, tevbe ve istiğfar vakitleri olarak değerlendirmeyi tavsiye ediyor.

Bir senelik hesapların görülüp amel defterle-rinin kapandığı mukaddes bir ay Zilhicce. Bütün müminlerin bu 10 günlük süreyi ibadet ve duayla geçirmesi çok mühim. Zira bir senelik noksanları-mızı kapatabilmek için bu son şansımız.

9 - 15 EKİM 2013

Her şeyden önce beş vakit namazı asla ihmal et-memeli; kuşluk, evvabin, teheccüd gibi nafile na-mazlarla da Allah’a yaklaşmalıyız. Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sel-lem) hiç terk etmediği Zilhicce’nin ilk on gün oru-cunu biz de tutmaya gayret etmeliyiz. Bu on gecede daha az uykuyla idare edip maç, dizi gibi televizyon programları ve internet gibi uğraş-lardan uzak durmalıyız. Zamanımızı Kur’an-ı Kerim okuyarak, tevbe istiğ-far çekerek, evrad-ı ezkar ve dua ederek geçirme-liyiz. Eğer mesaiye bağlı bir işimiz yoksa bu on günü

sanki i’tikafa girmiş gibi dolu dolu değerlendirme-li, bunun mümkün olmadığı durumlarda izin ya da tatil günlerini oruç ve ibadetle geçirmeye gayret etmeliyiz. Bu 10 günün özellikle arife gününe denk gelen 9. gününü bayramlık ve kurbanlık alışverişiyle zayi etmemek için, hazırlıklarımızı önceden yapmalı-yız. Bizi meşgul edecek misafirlik, yolculuk ve yorucu işlerden uzak durmalıyız. Efendimiz’in de tavsiye buyurduğu gibi Sübha-nallah, Elhamdülillah, Lâ ilâhe illâllah ve Allah-u Ekber’i çokça söylemeliyiz.

Bu on günü nasıl değerlendirebiliriz?

H İ C R Î Y I L I N S O N F I R S A T I

Page 22: Zaman232 egazete

9 - 15 EKİM 2013

MERVE TUNÇEL İSTANBUL

1Kalp-damar hastalıkları, diyabet, oste-oporoz, kanser ve nörolojik bozukluk-

lar… Bu hastalıklardan bir ya da birkaçına genetik yatkınlığınız varsa korkmayın. Zira genetiğe uygun diyet programıyla bu has-talıklara yakalanma riskini azaltırken, kilo-luysanız daha hızlı kilo verebiliyorsunuz.

Genetik tarama testleri gitgide yay-gınlaşıyor. Kişinin aileden gelen hangi hastalıklara yatkın olduğunu belirleyen bu testler erken tedbir alınmasına sağladığı için hayat kurtarıcı olabiliyor. Peki bu genetik testler sayesinde daha hızlı ve kalıcı kilo vermek mümkün mü? Medical Park Göz-tepe Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Arzu Gökmen’e göre bu sorunun cevabı evet. Üstelik hangi hastalıklara yatkın oldu-ğunuzu genetik merkezinde yapılan testler vasıtasıyla öğrenip beslenmenizi buna göre düzenleyerek hastalık riskini de en aza indirmiş oluyorsunuz.

Üç kat hızlı kilo vermek mümkünGenetiğe uygun beslenmenin tıbbi

literatürdeki adı nutrigenetik. Nutrige-nomik, terim olarak ilk kez 1975 yılında kullanılmış olmakla birlikte son yıllarda genetikteki büyük ilerlemeler ve besin moleküllerinin daha iyi tanınması sonucu çok tartışı-lan ve ilgi çeken bir alan haline gelmiş. Nutrigenetik, bes-lenme ve hastalık ilişkisinde genetik farklılıkların rolünü araştıran bir dal. Arzu Gökmen, “Bir bilimsel araş-tırmada aynı diyetle kadınların bir kısmının belli bir süre içinde 15 kilo zayıfl adıkları, bir kısmının ise 5 kg aldıkları görülmüş. Sonra kilo veren ve alanlar arasındaki farkı merak etmişler. Bunun üzerine Stanford Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre insanların hangi tip diyetle daha kolay zayıfl ayabileceklerini, genetik özelliklerinin belirlediği çıktı ortaya. Örneğin; genetik olarak düşük karbonhidrat diyetinden faydalanma eğilimi olanların, bu genetik özelliği olmayanlara göre yaklaşık 3 kat daha fazla kilo kaybettiğini gözlemlediler. Düşük yağlı diyetler için de benzer sapta-malar yapıldı.” diyor.

Sistem nasıl işliyor?Aynı toplumdan, hatta aynı aileden

bireyler aynı besinleri tüketseler bile birey-sel genetik farklılıklar nedeniyle bir kısmı sağlıklıyken, bazılarında aşırı zayıfl ık ya da obezite, kanser, kalp hastalıkları ve diyabet hastalığı görülebilir. Bu da kişinin genetik özelliklerinden kaynaklanıyor. Gökmen, bu nedenle hastaların ilk olarak hastanenin genetik ünitesine yönlendirildiğini söylüyor. Genetik ünitesindeki doktorlar hastayı görüp gerekli testleri istiyor. Hastanın genetiğine uygun raporu çıktıktan sonraysa beslenme ve diyet uzmanına yönlendiriliyor. Rapor sonuçlarına göre beslenme programı hazırlanıp, hastanın genetik özellikleri doğrultusunda bir yol haritası çiziliyor.

Hangi hastalığa yatkın olanlar nasıl beslenmeli?Her hastanın

genetik raporuna göre bir beslenme programı düzenleniyor. Tüm programlar kişiye özel. Örneğin; hastanın geneti-ğinde kalp hastalıkları riski ve obezitesi varsa ve yağdan fakir bir

diyetle beslenmesi gerekiyorsa ona göre bir beslenme programı planlanıyor. Genetik olarak kalp hastalığına yatkın olan biri, doymuş yağ oranı düşük, yani katı yağ, tereyağı, margarin gibi besinlerden uzak durmalı. Kızartılmış yiyecekleri ve kavrulmuş besinleri tüketmemeli. Kurubaklagilleri haftada iki veya üç kere, haftada en az iki gün de balık yemeli. Genetik olarak diyabete yatkınlığı olan kişiler öncelikle

şeker ve şekerli gıdalardan, beyaz ekmek, börek, çörek, pirinç gibi gıdalardan uzak

durmalı. Mutlaka beslenme alışkanlıklarını değiştirmeli ve günde 5-6 öğün beslenmeli. Meyve suyu, gazlı içecekler gibi besinleri nadiren veya hiç tüketmemeliler. Kansere

genetik olarak yatkınlık varsa, kişiyi kan-serden korumak adına mutlaka yeşil çay tüketimi günde 3 fi ncan olmalı. Mevsim sebzeleri ve meyveleri yemeli, mevsiminde olmayan hiçbir sebze-meyve tüketilmemeli. Hazır gıdalardan uzak durmakta da fayda var. Ancak diyet uzmanı Arzu Gökmen, bu önerilerin hastalığa özgü genel beslenme önerileri olduğunun altını çiziyor. Yani beslenme programları genetik bölümünden gelen raporla şekilleniyor. Örneğin, genetik olarak diyabet hastalığına yatkın ancak karbonhidrat duyarlılığı olmayan kişinin diyetinde karbonhidratı çok kısıtlamaya gerek yok. Ancak karbonhidrat duyarlılığı olan kişilerde karbonhidrat içeren besinleri kısıtlamak gerekebiliyor.

Genetik şifreyi çözen, zayıflıyor!

oktorlar hastayı or. Hastanın çıktıktan diyet

yor. re

el. eti-ski ve

n fakir bir

diyetbir Goybytigdi

şekböre

durmdeğiştiMeyvenadiren

Beslenme alışkanlıkları

mutlaka değiştirilmeli

Page 23: Zaman232 egazete

9 - 15 EKİM 2013

Hekimoğlu İsmail

Bu millete hizmet etmek…Hayatım devamlı talebe hüviyeti içinde

geçti. Bazen otobüse binmez, yol parasıyla kitap alırdım. Bilhassa biyografi okumak çok hoşuma giderdi. 1953’te Eşref Edip’in yazdığı Tarihçe-i Hayat bana ulaşmıştı. Ta-rihçe-i Hayat, Bediüzzaman’ın hikâyesidir. Kur’an-ı Kerim’lerin toplatılıp yakıldığı bir devirde, İslamiyet adına ne yasaklanmışsa onları kendi şahsında serbest bırakan Said Nursi’nin mücadelesini anlatır. Çok okuyan bir kimse olduğum için, beynim ilmin çöplüğü gibiydi. Tarihçe-i Hayat’ı okuyunca “Son üç yüz senedir cevapsız kalan soruların cevabı işte bu eserde.” dedim kendi kendime. Onun mücadelesini okudukça anlıyordum ki, Bediüzzaman’ın Türk milletine derya gibi hizmetinin bir damlası da, kılık kıyafetin, yazının değiştirildiği, ibadethanelerin boşal-

tılıp kahvelerin ve meyhanelerin dolmaya başladığı, zikrin yerini şarkıların ve türkülerin aldığı, Müslüman’a hayat hakkı tanınmayan bir ortamda İslamiyet’i yaşamaya devam etmesidir.

Said Nursi, İttihad-ı İslamcı idi. Bütün mü’minleri kardeş bilir, hepsine sahip çıkardı. Onun için önemli olan Kürt olmak, Türk olmak değil, bu millete kimin ne kadar hizmet ettiğiydi. Onun hiçbir zaman “Demokrat Parti hakkında propaganda yapın, iktidara gelme-sini temin edin.” diye bir şey söylediğini duy-madığımız gibi, afaktan bizleri çeker, enfüsi daireye sevk ederdi. Said Nursi, Cumhuriyet Halk Partisi zamanında çok çileler çekmiştir. Fakat CHP’lilerin yüzde doksan beşini masum kabul eder, yüzde beşini suçlu bulurdu. Onun din kardeşliği bu kadar genişti...

Bir âlemdi o devir… Sanki karanlık basmış, göz gözü görmüyordu. Bu zaman zarfında dünya üzerinde görülmemiş bir olay gerçekleşiyordu. Risale-i Nur’lar elde yazılıp dağıtılıyordu. Matbuat dünyasına meydan okunuyordu. Matbaanın yapacağı işi, köylüler, hatta tahsil görmemiş ümmiler yapıyordu. Allah Kürtlerden Bediüzzaman Said Nursi’yi göndermiş; biz Türkleri de ona talebe etmişti. Said Nursi bu millete Allah’ın bir lütfudur. Çünkü Türkiye’de pek çok ırk vardır. Gerçi gayb perdesi açılsa kimin hangi ırktan olduğu ancak anlaşılır. İşte pek çok Türk, Said Nursi’yi muallim kabul ederek Türklerle Kürtlerin İs-lam’da bütünleşmesi temin edilmiştir. Şuurlu bir Müslüman, kavmiyetçi olamaz. Milli birliği istemeyenler, İslam’a karşı olanlardır. Çünkü sahabe, din kardeşliğini karın kardeşliğinden

üstün tutmuştur.Evet, Bediüzzaman Kürt’tür fakat Türk-

lere hizmet etmiştir. “Yüzde doksan dokuz menfaatli hizmetim Türklere olmuş; bana Kürt diyen ve kendini milliyetperver gös-teren adamların bini kadar Türk milletine hizmet ettiğimi, hakikî ve civanmert bin Türk gençlerini işhad edebilirim.” buyurmuştur. Üstad hizmet noktasında kendini bin Türk’e eşit görüyordu. Mesela İktisat, İhtiyarlar ve Hastalar risalelerinin bin Türkçü kadar bu millete hizmet ettiğini söylerdi.

Bu millet Müslüman’dır. Çeşitli sebeplerle diniyle irtibat kuranların bir kısmı Risale-i Nur’ları okuyarak, dinleyerek dinlerini öğren-diler, imanlarını tahkikiye çıkardılar. Bugün camiler doluyorsa bunda Said Nursi’nin de payı vardır…

K A R A R V E R M E D E N Ö N C E . . .

H ang i akıllı telef onu seçm eli?DENİZ ERGÜREL İSTANBUL

1Sonbahar geldi ve akıllı telefon piyasası iyice kızıştı. Her biri üstün özelliklere

sahip birçok cihaz var. Bunlar arasından seçim yapmak ise oldukça zor. Akıllı tele-fon almak istiyor veya cihazınızı yenilemeyi düşünüyorsanız, karar vermeden önce liste-mize göz atmanızda yarar var.

iPhone 5S: Apple’ın yeni amiral gemisi. 20 Eylül’de 9 ayrı ülkede satışa çıkan iPhone 5S’in, aralık ayı içinde resmi olarak.

iOS 7 işletim sistemi 4 inç retina ekran Altın, gümüş ve uzay grisi renk seçe-

nekleri. Akıllı telefon piyasasında bir ilk olan 64

bit-destekli A7 işlemci. Ağır çekim video veya saniyede 20 kare

fotoğraf çekimi gibi ilginç özelliklere sahip olan, 8 megapiksel f/2.2 iSight kamera. Ön yüzü 1.2 megapiksel.

Az ışıklı ortamlarda fark oluşturan “gerçek tonlu fl aş”

Cihaza ekstra güvenlik ve kullanım kolaylığı sağlayan parmak izi okuma sensörü.

10 saate varan pil ömrü 112 gramiPhone 5C: Apple’ın bu yıl bir yenilik

yaparak tanıttığı ikinci telefon teknik olarak iPhone 5’e benziyor.

iOS 7 işletim sistemi 4 inç retina ekran Sarı, yeşil, mavi, kırmızı ve beyaz olmak

üzere beş farklı renk seçeneği A6 işlemci 8 farklı fi ltre ve saniyede 20 kare fotoğraf

çekimi gibi özelliklere sahip 8 megapiksel f/2.4 iSight kamera. Ön yüzü 1.2 megapiksel.

3G kullanımda yaklaşık 10 saatlik pil ömrü

132 gramSamsung Galaxy S4: Samsung’un amiral

gemisi. Geniş ekranı, hızlı işlemcisi ve fotoğ-raf-video çekim özellikleriyle dikkat çekiyor.

Android 4.2.2 işletim sistemi 5 inç Full HD, Süper AMOLED ekran. Arka kamera 13, ön yüz kamera ise 2

megapiksel çözünürlüğe sahip 1.9 GHz Qualcomm Snapdragon 600

dört çekirdekli işlemci veya 1.6 GHz Exynos sekiz çekirdekli işlemci seçeneği

Micro SD ve Micro USB Samsung Smart Scroll, göz hareketleriyle

kontrol özelliği 130 gram ağırlıkSamsung Galaxy Note 3: IFA 2013’te

tanıtımı yapılan Note 3’ün çok geniş bir ekranı, uzun pil süresi ve 3GB’lık belleği var.

Android 4.3 işletim sistemi 5.7 inç Full HD Süper AMOLED ekran 3 GB RAM Gelişmiş S Pen ve yeni özellikler Çoklu pencere ile uygulamalar ve sayfa-

lar arasında hızlı geçiş Sürükle ve bırak özelliği Jet siyah, klasik beyaz ve uçuk pembe

renk seçeneği Deri kaplama arka kapak Micro SD 168 gramNokia Lumia 1020: Nokia’nın merakla

beklenen bu telefonunun en ilginç özelliği muazzam bir kamera çözünürlüğüne sahip

olması.Windows Phone 8 işletim sistemi 41 megapiksel çözünürlük 4.5 inç AMOLED ekran Xenon fl aş Sarı, siyah ve beyaz renk seçeneği 32 GB depolama alanı 158 gramBlackBerry Z10: Akıllı telefon pazarından

geri kalmamak için büyük çaba gösteren RIM’in yeni cihazında fi ziki klavye yok ve ta-mamen dokunmatik bir ekrandan oluşuyor.

BlackBerry 10 işletim sistemi 4.2 inç ekran genişliği Qualcomm Snapdragon S4 işlemci Siyah ve beyaz renk seçeneği Arka kamera 8, ön kamera ise 2 mega-

piksel çözünürlüğe sahip 3G kullanımında 11 saat pil ömrü Flash ve HTML5 desteği Micro SD 136 gramLG G2: Bir öncekinden daha büyük ekran

boyutuna sahip. Android 4.2 işletim sistemi 5.2 inç Full HD IPS ekran Snapdragon 800 işlemci 13 megapiksel kamera 5. nesil WiFi (802.11ac) 143 gramSony Xperia Z1: Su geçirmez özelliğe

sahip olan bu telefon, yağmurlu havada gezmeyi sevenler için birebir. Özellikleri ise oldukça üstün.

Android 4.2.2 işletim sistemi 5 inç triluminos ekran Arka kamera 20.7, ön kamera 2 mega-

piksel Micro SD 170 gramHTC One: Alüminyum kasası ve üstün ses

kalitesiyle ön plana çıkan HTC One bı yılın en popüler akıllı telefonlarından birisi oldu

Android 4.2.2 işletim sistemi 4.7 inç genişliğinde ekran 1.7 GHz Qualcomm Snapdragon 600

dört çekirdekli işlemci Arka kamera 4, ön kamera 2.1

megapiksel çözünürlüğe sahip 1080p HD video HTC BoomSound teknolojisi ile

desteklenmiş BeatsAudio çift hoparlör Micro USB 3G kullanımda 13 saat pil ömrü 143 gram

Karar vermeden önce…Son dönemde çıkan telefonlara

baktığımızda her birinin çok üstün özel-liklere sahip olduğunu görüyoruz. Bu cihazlardan hangisini tercih edeceğinize karar verirken öncelikle hangi işletim sistemini kullanmak istediğinizi be-lirlemelisiniz. Apple iOS veya Android uygulama zenginliğinde liderdir. Black-Berry OS ve Windows Phone 8 ise bu açıdan biraz zayıf. Diğer yandan akıllı telefonun, kullandığınız diğer cihazlarla uyumlu olması çok önemli. Örneğin, Windows tabanlı tablet veya bilgisayar kullanıyorsanız, Windows Phone işletim sistemli bir telefon seçmek hiç de mantıksız olmaz. Ve tabii ki marka tercihiniz ve bütçeniz de çok önemli.

Page 24: Zaman232 egazete

B U SA Y F A , M . F E T H U L L A H G Ü L E N H O C A E F E N D I ’N I N SO H B E T V E Y A Z I L A R I E SA S A L I N A R A K H A Z I R L A N M A K T A D I R .

k u r s u @ z a m a n . c o m . t r

Zühd ve takvasıyla Efendimiz1

Allah Resûlü, zahidlerin en zahidiydi. O’ndaki verâ, yani kaba manasıyla

şüpheli şeylerden kaçınma, -o seviyede ol-mak şartıyla- ikinci bir insanda yoktu. O, bütün tavır ve hareketlerini, bu çizgiye göre ayarlamıştı. Allah’tan öyle korkardı ki, sanki kalbi duracak gibi olurdu.. o kadar hassas, o kadar duyarlı idi ki; gözyaşlarının akmadığı ve ürpermediği zaman çok azdı. O, coşarken âdeta bir derya, dururken de umman gibiydi.

Zühd; dünya ona verilse sevinmeme, bütün dünya elinden gitse üzülmeme hâlidir. Bu hâl, Allah Resûlü’nde doruk noktadadır. Bütün dünya O’nun olsaydı, her hâlde bir arpa tanesi bulmuş kadar sevinmezdi. Bütün dünya, bir anda elinden gitseydi, yine bir arpa tanesi kaybetmiş kadar üzülmezdi. O, dünyayı kalben bu şekilde terk etmişti. Ancak bu terk, hiçbir zaman kesben de dünyayı terk etmek değildir. Zira kazanç yollarının en mantıkîsini ve en güzelini bize gösteren, yine Hz. Muhammed Aleyhisselâm’dır. O’nun kesben dünyayı terk etmesi veya insanları buna teşvik etmesi düşünülemez. Dünyayı terk, kalben olmalıdır. Buna en güzel delil de yine Allah Resûlü’nün kurduğu İslâm Site Devleti’nin, kısa zamanda dünyanın en zengin ve en güçlü devletlerinden biri hâline gelmesidir. Bir Batılı düşünürün dediği gibi, Allah Resûlü’nün kurduğu bir büyük devletten, daha sonra tam 25 tane imparatorluk ölçüsünde devlet doğmuştur. Osmanlı Devlet-i Âliyesi bunlardan sadece bir tanesidir. Evet, zühdde temel düşünce bu olmalıdır.

Allah Resûlü, peygamberliğin aydınlık iklimine adımını attığı andan, dünya bütün debdebe ve ihtişamıyla O’nun ayağının önüne serildiği âna kadar hiç tavrını de-ğiştirmedi. Hatta O, dünyaya geldiği anda sahip olduğu mal varlığına, vefat ederken sahip değildi. Çünkü neyi var, neyi yoksa hep dağıtmış ve infak etmişti. Bakın metrûkâtına, sadece birkaç keçi ve bir de hanımlarının içinde bulundukları küçük odalar. Onlar da yine millete ait sayılırdı ki, analarımız vefat edince, hepsi de mescide dâhil edilmişti.

Hasır Üzerinde YatmasıHz. Ömer (radıyallâhu anh), bir gün

Allah Resûlü’nün huzuruna girdi. Efendimiz yattığı hasırın üzerindeydi ve yüzünün bir tarafına, hasır iz yapmıştı. Odasının bir yanında işlenmiş bir deri, bir diğer köşe-sinde de, içinde birkaç avuç arpa bulunan küçük bir torba vardı. İşte Allah Resûlü’nün odasında bulunan eşyalar bundan ibaretti. Hz. Ömer (radıyallâhu anh), bu manzara karşısında rikkate geldi ve ağladı. Allah Resûlü niçin ağladığını sorunca da Ömer (radıyallâhu anh): “Yâ Resûlallah! Şu anda kisralar, krallar saraylarında kuş tüyünden yataklarında yatarken, (kâinat, yüzü suyu hürmetine yaratılmış olan) Sen, sadece kuru bir hasır üstünde yatıyorsun ve o hasır, Senin yüzünde iz bırakıyor. Gördüklerim beni ağlattı.” cevabını verir. Bunun üzerine Allah Resûlü, Ömer’e (radıyallâhu anh) şu karşılıkta bulunur: “İstemez misin, yâ Ömer! Dünya onların, ahiret de bizim olsun.”

Sadaka Hususundaki Hassasiyeti“Akşam yatmış, fakat sabaha kadar

dönüp durmuş, bir türlü uyuyamamıştı. Sağına dönüyor, soluna dönüyor, “uf”layıp

duruyordu. Sabah, hanımı sordu: “Yâ Resûlallah, bu gece rahatsız mıydınız? Çok ızdırap çektiniz.” Ve Allah Resûlü’nün cevabı şu oldu: Yatağımı hazırlarken, yere düşmüş bir hurma buldum. Onu ağzıma koydum. Fakat sonra aklıma geldi ki, Bizim evde sadaka ve zekât hurmaları da bulunuyor. Ya bu hurma, onlar-dan ise! İşte sabaha kadar bunu düşündüm, bunun ızdırabıyla sağa sola dönüp durdum. Bir türlü gözüme uyku girmedi.”

Sadaka ve zekât O’na haramdı. Ancak bu hurma, kendine ait hediye hurmalardan da olabilirdi. Hatta bu ihtimal, diğer ihtimalden daha kuvvetliydi. Çünkü O’nun hanesinde, sadaka veya zekât malları gecelemez, geldiği gibi dağıtılırdı. Şüphenin en küçüğüne karşı böyle davranan ve hayatını hep böyle hassa-siyet içinde geçiren bir insanın, kesin haram olan bir işe yanaşması mümkün müdür? O, en küçük ve şüpheli bir şeyle dahi, ruh dünyasını kirletmeme mevzuunda fevkalâde hassastı.

“Beni Hud Sûresi İhtiyarlattı”Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh), Allah

Resûlü’ne sorar: “Yâ Resûlallah! Saçınızda aklar görüyorum. Birdenbire ihtiyarladınız; bir derdiniz mi var?” Ve İki Cihan Serveri cevap verir: “Beni Hud, Vâkıa, Mürselât sûreleri ihtiyarlattı.” Hud Sûresi’nde O’na: “Emrolunduğun şekilde dosdoğru ol!” den-mişti. Bu doğruluk, Cenâb-ı Hakk’ın, Habîbi

için çizdiği doğruluktu. Ve O’ndan, bu çizginin korunması isteniyordu...

Mürselât, Cennet ve Cehennem’in, zümre zümre

ayrıldığını, insanların dehşet içinde iki büklüm olduğunu

anlatıyordu. Vâkıa, yine bu zümreleri gösterip teşhir ediyordu. Bu sûrelerde anlatı-lanlar, Allah Resûlü’nü dehşette bırakıyor ve ihtiyarlatıyordu...

O’nun TefekkürüBir gece Allah Resûlü bana hitaben “Yâ

Âişe! Müsaade eder misin, bu gece Rabb’ime ibadet edeyim.” dedi. Ben de “Seninle olmayı severim, fakat Senin hoşuna gidecek olan her şeyi de severim.” dedim.

Allah Resûlü kalktı ve namaza durdu. O gece sabaha kadar “Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip-ge-lişinde elbette akıl sahipleri için ibretler vardır.” âyetini okudu ve gözyaşı döktü. Sabah olunca ezan okumaya gelen Hz. Bilal kendisine; “Yâ Resûlallah! Kendinizi niçin bu kadar zora koşuyorsunuz? Allah (celle celâluhu) sizin geçmiş ve gelecek bütün günahlarınızı affetti.” dedi. Bunun üzerine Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Bana bu kadar ihsanda bulunan Rabb’ime, ihsanı ölçüsünde şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdular.

Efendimiz, Allah’ın (celle celâluhu) yasak kıldığı şeyleri yapmamakta ne kadar hassas, günaha girmeme mevzuunda ne

derece dikkatli davranıyordu ise, emirleri dinleme konusunda da aynı derecede hassas, emre âmâde ve titizdi. O’nun masumiyet ve nezahetine sadece bu zaviyeden bakılsa, zannediyorum başka delil aramaya ihtiyaç olmayacak.

Aslında, O’nun yaşadığı gibi bir hayat yaşamaya kimse güç yetiremezdi. Ferdî ibadetlerinde, kendine karşı çok disiplinli ve nefsine karşı da çok ciddiydi. Âdeta O’nun bütün hayatı, ibadete göre programlanmış gibiydi.. âdeta ibadet etmediği bir an yoktu. Tabiî ki ibadeti sadece bildiğimiz, namaz, oruç vs. şeklinde sınırlandırmamak lâzım. O, yaptığı her işi, ibadet şuuruyla yapıyordu.

Hayırdaki SüratiBir gün mescide geldi, cemaatinin önüne

geçti ve namaza durdu. Ardından hemen namazını bozdu ve odasına doğru telaşla yürüdü. Öyle bir heyecan ve telaş içindeydi ki, O’nu gören, yangına gidiyor zannederdi. Biraz sonra geldi. Eski heyecanından eser yoktu. Geçti, namazı kıldırdı. Namazdan sonra sahabe, biraz evvelki heyecan ve tehâ-lükünün sebebini sorunca, şu cevabı verdi: “Biraz evvel bana, fakirlere dağıtılmak üzere bir şeyler getirildi. Ben, dağıtmayı unuttum. Tam namaza durduğum sırada hatırladım. Evimde böyle bir mal varken, namaz kılmak hoşuma gitmedi. Gidip Âişe’ye (radıyallâhu anhâ), o malı dağıtmasını söyledim.” İşte buna zühd denir, işte buna incelik denir, işte buna takva denir ve işte buna O’nun dünya ile alâkası denir...

"Emr olunduğun

şekilde dosdoğru ol"

Page 25: Zaman232 egazete

Ey dergâhına sığınıp bir nidâda bulunanlara mutlaka icabet eden Rabb’im!.. Şimdiye kadar kim bilir kaç kere dua ettim, Sen hemen niyazlarıma icabette bulundun. Şimdi bir kere daha Senden dileni-yorum: Bendeni ünsünle rızıklandır; gönlüme mehafetini duyur.. ve benim için, dostuna şefkatle davranan, onu hep iyiliklere boğan ve asla yalnız koymayan bir komşu ol.

Oysaki O’nu, herhangi bir insan gibi beşerî kriterlerle değerlendirmemiz kat’iyen doğru değildir. Zira O, yeryüzünü yeniden dizayn etmek ve insanlığa yeni ufuklar açmak üzere müstesna bir ruh ve müstesna kabiliyetlerle donatılarak gönderilmiş bir insandır.

Abdullah Aymaz

Bir zamanlar biz deMustafa Bey, öğrencilere ev vermiyorlar diye evini

boşaltmış, onlara vermiş, kendisi kiraya çıkmıştı.Ev sahibiyle altlı üstlü oturuyorlardı. Ona gençliğe

sahip çıkmayı ve eğitime önem vermeyi anlatıyordu… Ev sahibi, imanlı bir insandı. Anlatılanları tasdik ediyor, bir türlü işin içine giremiyordu… Bir gün onu mağazasında ziyaret etti ve bir dostlar toplantısına davet etti… O, bu daveti nazikçe reddetti. Ama Mustafa Bey’in yüzü renkten renge girmişti. Çünkü onun artık belli kıvama geldiğini sanıyordu. Bu rahatsızlığı Mustafa Bey’in yüzünden okuyunca, “Bak yanlış anlama… Muhtar gelip bana senin neler yaptığını soruyor… Ordu şimdi de idareye el koydu. Ben 27 Mayıs’ı gördüm. Bir mağaza komşumuz vardı, Demokrat Parti’ye para yardımı yaptı diye adamı perişan ettiler. Ortam çok kötü...”

Mustafa Bey, dinledi dinledi ve başını kaldırıp, “İkisi bir değil… Ben sizi siyasete çağırmıyorum. Hizmete çağırıyorum. Bunda insanlığa hizmetten başka bir şey yok. Öbür tarafta sicilimize bakacak-lar. Cenab-ı Hak kendi yolunda hizmet ederken vefat edenlere çok farklı muâmele edecek. Bu hayat

da, sahip olduklarımızın hepsi de geçici!..” Bunları işitince tezgâhtarına “Oğlum Mahmut, kepenkleri indir, biz gidiyoruz!..” dedi… Böylece adımını atmış oldu…

Mustafa Bey’le İstanbul’a gitmişlerdi… Himmet varmış… Esnaftan birisi, delice çok yüksek bir şey söyledi. Dönüşte yolda Mustafa Bey “İnşallah sen de öyle bir şey söylersin, senin ondan eksik bir tarafın yok!” demişti, o da imkânsız mânasına bir söz telaffuz etmişti.

Birkaç gün sonra yıllık işler için bir toplantı vardı. Mustafa Bey’le beraber gidiyorlardı. Toplantı yerine varmadan önce bir mezarlık vardı. Akşam karanlığı da basmıştı. Mustafa Bey, arabayı kenara çekip, “Gel şunlara bir fi kir danışalım!” deyip içeri yürüdü. O da ‘bakalım ne yapacak’ diye ardından girdi… Mezarlığa selam verip, “Nasılsınız? Ne yapıyorsunuz? Bize bir mesajınız var mı?” diye bağırdı. Sonra susup bir müddet kafasını uzatıp dinliyor havasına girdi. “Ne diyorlar, anlıyor musun?” diye sordu. O da “Ne diyorlar?” dedi. “Bizim de bir zamanlar sizin gibi işlerimiz, eşlerimiz, mallarımız, mağazalarımız vardı. Bir anda ölüm geldi, defterlerimizi dürüp buraya getirdi. Şimdi hesapla meşgulüz, diyorlar.” dedi ve arabaya yürüdü…

Toplantı yerine vardılar. Bir bayram gününü andıran atmosfer mevcuttu. Hatip konuşmasını yaptı. İş himmete gelince, Mustafa Bey ona bakıyordu. O, herkesten evvel ayağa kalkıp İstanbul’da söylenenden fazla bir rakam söyleyince, gözyaşları âdeta sel oldu… Artık İstanbul’u himmette geçen birisi vardı aralarında…

Yurtdışına gidiş başlamıştı. Hep öğretmenler gidi-yordu. Esnaftan da tek tük gidenler vardı. Mustafa Bey de gitmeye karar vermişti. Ama altı dükkâna bakıyordu. Yüzden fazla çalışanı vardı… Hizmet için çok geziyorum diye çekingen davranmış, kardeşlerimin hakkı geçer diye yanına pek bir şey alamamıştı. O geldi. Kalbini okumuş gibi “Sen şimdi, kasadan para almaktan da, hakkım yok diye çekinirsin. Al şu parayı.” dedi. Çok büyük bir meblağdı. Mustafa Bey, “Kabul edemem.” deyince “Borç kabul et.” deyip kestirip attı…

Yirmi sene sonra bunlar üzerine Amerika’da konu-şurken Mustafa Bey, “Artık o, öbür tarafta!..” diyordu yaşlı gözlerle.

Toplantı yerine vardılar. Bir bayram gününü andıran

atmosfer mevcuttu. Hatip konuşmasını yaptı. İş himmete

gelince, Mustafa Bey ona bakıyordu.

Ey NebiGözlerim yolunu sînemdeki tepelerde,Gönlümde belirdin de daldım kaldığım yerde;Hayâlin ağarırken ruhumda perde perde,Gözlerim yolunu sînemdeki tepelerde...

Sen, o ışıktan ikliminle en tatlı rüyâ,Sen, mor, pembe renklerle ruhumu saran hülyâ..Kararır, Sen’i duyup Sen’i anmazsam dünyâ,Dostlarınla el ele gezdiğin tepelerde...

M . F ethu llah G ü len

HAFTANIN DUASI SÖZÜN ÖZÜ

Hocaefendi'den üslup uyarısıFethullah Gülen Hocaefendi, Herkul.org sitesinde

yayınlanan son sohbetinde 'Öfke, sövüp-sövdürme ve hizmet' konusunda önemli uyarılarda bulundu.

*Yaşamayı zorlaştıracak adetler edinmemek lazım. İnsan en ağır şartlarda bile yaşayabilmeye kendisini hazırlamalı.

*Allah (celle celaluhu) “Ben cinleri ve insanları sırf Beni tanıyıp yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56) buyurmaktadır. Hazreti İbn Abbas, ayet-i kerimedeki “liya’budûn” ifadesini “liya’rifûn”, yani, “bilsinler, tanısınlar, mârifete ulaşsınlar” şeklinde tefsir etmiştir. Demek ki, kendisine şuur, idrak ve irade gibi bazı ilk mevhibeler verilen insan, bunları Hâlık-ı kâinatı bilme yolunda kullanmalıdır. İbtidaî bir Allah bilgisi ile de yetinmemeli; onu iyi değerlendirerek sonunda Cenâb-ı Hakk’a vasıl olabileceği bir kulluk yoluna girmeli; ibadet, ubudiyet ve ubûdet kanatlarıyla marifet ufkuna yürümelidir. Evet, insan önce icmâlen bilmeli; sonra da o bilgisini derinleştirmeli ve amel sayesinde onu marifete dönüştürmelidir. Zaten ibadet, Allah yolunda duyulan, hissedilen, yaşanan ve yapılan şeylerin insan hayatı ve insan tabiatıyla bütünleşmesinden ibarettir.

*İnsan olduğunun şuuruyla yaşayıp bütün mahlûkata karşı şefkatle muamelede bulunma acz, fakr, şevk, şükür ve tefekkür mesleğinin çok önemli bir rüknüdür. Başkalarına da canı, ciğeri, evladı gibi davranma bu şefkatin gereğidir. Âsi ve tâgî olacak evladın o felakete sürüklenmesine mani olmanın en akıllıca yolu onu kucaklamak, bağrına basmak

ve şefkat sergilemektir. İşte, herkese karşı bu anlayışla hareket etmek esas olmalıdır.

*Şimdiye kadar öfke, hiddet ve şiddetle çözülmüş -hatta çok küçük bile olsa- bir problem bilmiyorum. Sadece bazı kimseler korkusundan sinmiş olurlar. Fakat sinen öfkeler, kinler, nefretler, gayzlar civciv yapar ve gelecek nesillere intikal eder.

*Hazreti Ebû Hüreyre’nin (radıyallahu anh) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle bir hâdise anlatılmaktadır: Bir adam Allah Rasûlü’ne “Bana nasihat et!” dileğinde bulundu. Rasûlullah ona, “Gazaba kapılma, öfkelenme!..” buyurdu. Bunun üzerine, o şahıs, Rasûl-ü Ekrem’den tekrar tekrar nasihat etmesini istedi; Sâdık u Masdûk Efendimiz de her defasında ona “Gazaplanma!..” öğü-dünü verdi.

*Öfke, muvakkat bir cinnettir; sonucu da altından kalkılmaz, telafi si imkansız bir nedamettir.

*Müstakim düşünceyi temsil eden insanlar, başkala-rının ortaya attıkları tutarsız ve asılsız isnatlar karşısında bile asla çizgilerini değiştirmemelidirler. Elbette ki iftiralar karşısında, tavzih, tashih, tekzip ve hatta tazminat hakkını kullanma her zaman için mahfuzdur; şu kadar var ki, bunlar yapılırken de üsluba çok dikkat edilmelidir. Mesela, “Bu doğru değil” demekle “Siz yalan söylüyorsunuz!” sözü arasında fark vardır. Bunların her ikisi de usule dair bir hususu tamir etmeye matuf olabilir; fakat birinde üslup bozuktur. Dolayısıyla bu usulü de önüne katıp sürükler götürür.

http: / / w w w . z aman. com. tr/ sohb et- i- canan

Page 26: Zaman232 egazete

Ahmet Şahin

9 - 15 EKİM 2013

Hacının Mekke’deki kurbanı evindeki kurbanı yerine geçer mi?

Mevsimlik bir soru şöyle soruluyor: Geçmişte her bayramda kurban kesiyor, bir tereddüt yaşamıyorduk.

Bu sene Rabb’imiz nasip etti, kurban kesen aile büyüğümüzü hacca gönderdik. Bizde de bir tereddüt başladı. Aramızda aile büyüğümüz yok diye bayramda kurban kesmeyecek miyiz? Bazı-ları, hacda kesilen kurban kafi dir, burada ayrıca kurban kesmeniz gerekmez, diyorlar; bazıları da, hacıların Mekke’de kestiği (hac ve umre) kurbanıdır, evlerinde iken kestikleri zenginlik kurbanı ile ilgisi yok diye ikazda bulunuyorlar. Bu konuda hacı yakınları bilgiye ihtiyaç duymaktalar. Bayramda kurban kesecekler mi, yoksa hacıların Mekke’de kestikleri kurbanları yeterli sayılacak, evlerinde kurban kesmeye gerek kalmayacak mı? Bu konuda bilgi verirseniz tereddütlerden kurtulmuş olacağız?

Her hac ve kurban mevsiminde bu mealde gelen sorulardan anlaşılan odur ki, hacı efendilerin Mekke’de kestikleri (hac ve umre) kurbanı ile evlerinde iken kestikleri zenginlik kurbanının farkını açıklamaya ihtiyaç vardır. Öyle ise, önce hacı efendinin Mekke’de kestiği şükür kurbanı hakkında bilgi sunalım, sonra evinde iken kestiği bayram günü kurbanına ait bilgimizi arz edebiliriz.

Bilindiği üzere hacılar, Arafat’ta, (umre ve hacca) muvaffak kılan Allah’a şükür niyetiyle kurban keserler. Bu kurbanın, bayram günü ülkelerinde kestikleri vacip olan zenginlik kurbanı ile hiç ilgisi yoktur. Tamamen hac ve umreye muvaffak kılan Allah’a

şükür niyetiyle kesilen oraya mahsus özel bir kurbandır.

Hacda kesilen bu şükür kurbanı-nın kesim yeri de, Arafat’ta, on beş kilometre kadar bir sahayı içine alan Harem sınırı içidir. Bu sınırın dışında kalan yerlerde kesilen hiçbir kurban, Harem sınırı içinde kesilen şükür kurbanı yerine geçmez, hacıyı şükür kurbanı borcundan kurtarmaz. Demek ki, hacının evinde kestiği zenginlik kurbanı ile Mekke’deki Harem sınırları içinde kestiği şükür kurbanı, ayrı mekânlarda kesilen ayrı kurbanlardır. Kesim gerekçe-leri de mekânları gibi ayrıdır. Biri

zenginliğin yüklediği mükellefi yet, öteki de umre ve haccın yüklediği mükellefi yet. Biri diğerinin yerine geçmez!. Bu böyle bilinmeli, böyle anlaşılmalıdır. Gelelim hacılarımızın evlerinde iken kestikleri kurban mükellefi yetlerinin durumuna.

Bilinen bir gerçektir ki, hacılarımızın hemen hepsi de ülkele-rinde iken kendilerine kurban vacip olan mükellefl erdir. Ancak, hacda seferi sayıldıkları, hac ibadetiyle meşgul bulundukları için bu mükellefi yetleri kaldırılmış olmakta, ayrıca kurban kesmek durumunda kalmamaktalar. Çünkü seferi olanlar nerede olurlarsa olsunlar kurban kesmek mecburiyetinde kalmazlar.

Bununla beraber, seferde olan hacıların yakınları evlerinde kendi tercihleriyle kurban keserlerse bunda bir mahzur değil sevap söz konusu olur. Nitekim hacılarımızın bazı yakınları, nafi le de olsa evlerinde kurbanlarını kesiyor, böylesine özel ve güzel bir ibadeti yine de yerine getirmekten mutluluk duyuyorlar.

Zaten bazı hacı efendiler giderken hane halkına bayram günü kesmeleri gereken kurbanı ihmal etmemeleri konusunda tem-bihte de bulunuyorlar. Böylece hacı evini kurbansız bırakmıyorlar birçok yerlerde..

Demek oluyor ki, hacının Harem sınırları içinde keseceği şü-kür kurbanı ile evinde kesilen zenginlik kurbanı ayrı ibadetlerdir. Çünkü şükür kurbanının kesim yeri Harem sınırları içidir. Evinde kestiği zenginlik kurbanının sınırları ise ev çevresindeki doksan kilometrelik seferilik sınırları içidir. Bu sınırın dışına çıkanda seferilik başlar, içinde kalanda sorumluluk sürer. Hacılarımız da seferilik sınırları dışına çıktıkları için kurban mükellefi yetleri kaldırılmıştır. Kesenler ise nafi le olarak kesmeyi tercih etmişler, sevap kazanmışlardır.

Şafi i’de ise kurban sünnet sayıldığından, ailenin zengini adına değil de tüm fertleri adına kesilen kurban yeterli bulunur. Hanefi ’deki gibi zengin aile fertlerinin her biri kendi adına kurban kesme gereği duymazlar.

Sanırım her kurban mevsiminde tereddüde düşülen bu konu aydınlanmış, karıştırmaya artık gerek kalmamıştır..

Şafi i’de ise kurban sünnet sayıldığından, ailenin zengini adına değil de tüm fertleri adına kesilen kurban

yeterli bulunur.

HAZIRLAYAN: SEÇİL İLGÜN ANGÜ[email protected]

Malzemeler:Şekildeki gibi fon kâğıdından kesilmiş parçalarMaket bıçağıAdana çöp şiş

YapıştırıcıKeçeli kalem

1

12

2

4 53

3

5

4

evgili arkadaşlarım, annemin kovboy fi lmi merakı olduğunu daha yeni öğreniyorum,

meğer ne çok severmiş. Ben de bunu fırsat bilip anneme sürpriz yapmak istedim. Ona bir kovboy maskesi yapıp bir sabah karşısına çıktım. Çok beğendi ve çok iyi düşündüğümü söyledi, annem mutlu olunca ben de çok sevindim tabii. Sizler de yakınınızın beğendiği bir karakterin maketini yapıp o kişiye sürpriz yapabilirsiniz. Hoşça kalın!

S

Kâğıttan maske yapalım

Önce şekildeki gibi kesmiş olduğunuz fon kâğıdını keçeli kalem ile renklendirin ve gözlerin bulunacağı kısmı maket bıçağı yardımı ile kesin. Siyah parçayı (saç bölümü) baş kısmına yapıştırın.

Şimdi büyük ‘B’ harfi ne benzeyen parçayı saç bölümünün üzerine yapıştırın. Ardından uzun dikdörtgeni de şekildeki gibi sabitleyin. Tek parça olan beyaz fon kâğıdını da yüzün alt kısmına yapıştırın. Böylece kovboy maskesinin baş kısmı hazır olmuş oldu.

Son olarak, iki adet koyu renk fon kâğıdını da yaka şeklinde olacak biçimde yapıştırın ve çöp şişi arkadan sağlam bir şekilde sabitleyin, kolay gelsin.

1Arefe ve Kurban Bayramı günlerinde farz na-mazlarından sonra getirilen teşrik tekbirinin

başlangıcı, Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etme olayına kadar uzanır. Hz. İbrahim (as), gördüğü sahih rüya üzerine oğlunu Allah yolunda kurban etmeye karar verir. Kurban hazırlıkları sırasında Cebrail (as) gökten buna bedel olarak bir koç getirir. Dünya semasına ulaştığında Cebrail (as); “Allahu ekber Allahu ekber” diyerek tekbir getirir. İbrahim (as) bu sesi işitince başını gökyüzüne çevirir, onun bir koçla geldiğini görür ve “Lâ ilâhe illâllahu vallahu ekber” diye cevap verir. Bu tekbir ve tevhîd kelime-lerini işiten ve kurban edilmeyi bekleyen İsmail (as) de; “Allahu ekber ve lillâhi’l-hamd” der. Böylece kıyamet gününe kadar sürecek büyük bir sünnet başlatılmış olur.

Kurban Bayramı’nın bir gün öncesine ‘arefe’, ilk gününe ‘yevm-i nahr’, diğer üç güne ise ‘eyyâ-mü’t-teşrîk (teşrik günleri)’ denir.

Arefe günü sabah namazından itibaren bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar, yirmi üç farz namazın arkasından birer defa ‘teşrik tekbiri’ getirilir:

“Allahu ekber Allahu ekber, Lâ ilâhe illallahu vallahu ekber. Allahu ekber ve lillahi’l-hamd.” (Allah her şeyden yücedir, Allah her şeyden yücedir. Allah’tan başka ilâh yoktur. O Allah her şeyden yücedir, Allah her şeyden yücedir. Hamd Allah’a mahsustur.)

Tekbirlerin söyleyiş şekli Hz. Ali ve Abdullah b. Mes’ûd’a (ra) dayanır. Tekbirlerin yirmi üç vakit okunması Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göredir. Ebû Hanîfe’ye göre, teşrik tekbirleri arefe günü sabah vaktin-den, bayramın ilk günü ikindi vaktine kadar olan sekiz vakit farz namazın arkasından getirilir.

Teşrik tekbirleri cemaatle veya yal-nız başına söylenebilir. Kaza namazlarında da zikredilebilir. Erkekler tekbiri açıktan, kadınlar ise sessizce getirir. Vitir namazı ile bayram namazları sonunda tekbir getirilmez.

Bayramda teşrik tekbiri getiriyoruzhu ekber, Lâ ilâhe illallahu vallahu

ve lillahi’l-hamd.” (Allah r, Allah her şeyden aşka her

Allah hHamd

leyiş şekekli Hz. Ali s’ûd’a (ra) dayanır. üç vakit okunmasıam Muhammed’eîfe’ye göre, teşrik nü sabah vaktin-ünü ikindi vaktineakit farz namazın

cemaatle veya yal-bilir. Kaza namazlarında daler tekbiri açıktan, kadınlar Vitir namazı ile bayramtekbir getirilmez.

Page 27: Zaman232 egazete

9 - 15 EKİM 2013

ARİFE KABİL İSTANBUL

1İnsanlara iyiliği tavsiye edip kötülükten vaz-geçirmeye çalışmak müminin vazifelerinin

başında gelir. Birçok ayet ve hadisle de teyit edilen bu önemli görevi yerine getirirken dikkatimizden kaçan ayrıntı ise etrafımızdakilere bilgi satarken kendimizin bu bilgilerle ne kadar amel ettiğimiz. Yaşanmadan anlatılan doğruların ‘lafazanlık’ ya da diyalektikten öteye geçemediğine dikkat çeken İslam âlimleri bizi kendi içimize yönelmeye davet ediyor. Edindiğimiz bilgilerin kibre ve çok konuşmaya yol açmaması ge-rektiği vurgulanırken, ilmi ile amel etmeyenler hak-kındaki uyarıcı ayet ve hadis-i şerifl er hatırlatılıyor.

Kendimizle ilgili bütün meselemiz bitmiş gibi bir başkasına anlatmak üzere bilgi edindiğimizi çoğu zaman fark etmiyoruz bile. Oysa çevredekileri hizaya getirme kaygısıyla elden ele satılan ama kimseye tesir etmeyen bir sürü nasihat hayatımızı sarmış durumda.

Yazar Ahmed Şahin, Hizmette Yeşeren Düşler adlı kitabında bu konuya değiniyor. İnsanın tek başına dünyayı düzeltmesinin mümkün olmadığını, herkesin önce kendi nefsinden sorumlu olduğunu hatırlatan Şahin, “Dünyayı değil nefsimizi ıslah edelim. Biz öz nefsimizi ıslah yolunda gayrete gi-reriz. İmana hizmet yolundaki vazifelerimizi ihmal etmeden gücümüz yettiği kadarıyla yolumuza devam ederiz.” sözleriyle bizi uyarıyor.

Allah Resulü’nün (sas), “Kıyamet günü en şiddetli azaba çarpılacaklar Allah’ın bilgilerinden kendilerini faydalandırmadığı alimlerdir.” buyruğu ise meselenin ciddiyetini gözler önüne seriyor. Yine bir rivayette anlatılan kıssa da süslü cümlelerin bize fayda etmeyeceğinden bahsediyor. Kıssaya göre sahabe efendilerimizden Cüneyd (Ebul Kasım) vefatından sonra rüyada görülür ve “Dünyada sarf edilen o büyük büyük yaldızlı sözler fayda vermedi, kaybolup gitti. Faydasını gördüğüm gece yarısı kıldığım namazdır.” der.

Celal Bayar Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğ-retim Üyesi Prof. Abdulhakim Yüce yaşanmayan sözlerin ve nasihatlerin, maşeri vicdanda da müspet tesir etmeyeceğine dikkat çekiyor. Yüce, Allah Resu-lü’nün (sas) irşad ve nasihati sadece lafazanlık veya diyalektik olarak ele alanlar hakkındaki, “Ümmetim hakkında en çok korktuğum, ağzı güzel laf yapan münafıklardır.” sözünü hatırlatıyor. Nasihat ederken kimin samimi olup kimin olmadığının dışarıdan ölçülemeyeceğini belirten Yüce, bize kendimizi bu konuda sık sık sorgulamayı tavsiye ediyor. Prof. Yüce’nin dikkat çektiği diğer nokta ise bilgi edinme metodu. Günümüzde internet, kısa seminerler ve çeşitli kaynaklar vasıtasıyla hayatımızda sürekli bir bilgi akışı olduğunu söyleyen Yüce, bunların uygulamaya geçemediğini ancak kişide biliyorum hissi uyan-dırdığını söylüyor. Yüce’ye göre lüzumsuz bilgiler edinmekten ziyade hem dinimizde hem de dünyamıza faydası olan ilmin taliplisi olup bunu hayata geçirmek en uygun davranış.

Sahabe efendilerimiz önce hayatına yerleştirir sonra anlatırdıFatih Üniversitesi İlahiyat Fakül-

tesi öğretim üyelerinden Dr. Durmuş Ali Karaman ise Hz. Resulullah Efendimiz’in (sas) tebliğ yönünden önce temsil yönünün öncelik gös-terdiğini hatırlatıyor. Sahabe-i Kiram efendilerimizin de aynı şekilde hayat sürdüklerine değinen Karaman, bü-yük bir sahabenin “Biz önce Kur’an ayetlerinden belli miktarı öğrenip anlar, sonra onu hayatımızda iyice yerleştirir, daha sonra diğer ayetleri öğrenmeye çalışırdık.” sözünü aktarıyor.

Birçok şey bilmesine rağmen bunları güzel

davranışlara çevirmeyen kişilerin Kur’an-ı Kerim’de ‘kitap sayfaları taşıyan merkeplere’ benzetildiğine işaret eden Karaman şöyle konuşuyor: “Netice olarak insanın, bilgileri kendi kalp ve selim akıl potasından geçirip faydalı bir süte veya bala dönüştürmesi, yani güzel davranışlarla pratik hayata aktarması gerekir.”

“Aslında ilim dediğimiz verimli tatlı su kay-nağından istifade etmek her zaman önemlidir.” diyen Karaman’a göre günümüzde bilgi ve malumat dağınıklığı önemli bir sorun. Böyle bir ortamda ise kişi asıl ihtiyacı olan bilgilerle değil, kendisine faydası olmayan bilgi yığınlarıyla meşgul ediliyor. Bu da bilginin pratik hayattaki canlılığını kırıyor. Önemli olanın edindiğimiz ilmin bizi sistemli düşünmeye

ulaştırması olduğunu belirten Karaman, “Böylelikle insan, bu sistemli düşünme yoluyla öğren-diği güzellikleri gerçek hayatta yeniden inşa edebilir.” diyor.

‘Yaşadığını anlat, aksi gevezeliktir’

Fethullah Gülen Hocaefendi, konu ile ilgili bir yazısında “Niçin yaşamadığınız şeyleri anlatıyor-sunuz?” ayetine dikkat çekiyor ve şu ifadelere yer veriyor: “Evet, insanlara iyiyi emredip, onları kötülükten vazgeçirmeye çalışırken insanın kendini unutması açık bir tenakuzdur ve böyle bir yanlış, ifade, beyan gücü, bilgi gibi pek çok doğruyu götürecek mahiyettedir. Ayetin fezlekesi de, aklı olan bir insanın

böyle bir çelişkiye düşmemesi gerektiğini hatırlatır.” Hocaefendi, bu ayeti açıklarken, “İnan, düşün, yaşa ve anlat! Aksi gevezeliktir, konuşanın kendi itibarını götürür.” diyor.

Yazar Ahmed Şahin, Hizmette Yeşeren Düşler adlı kitabında bu konuya değiniyor. İnsanın tek başına dünyayı düzeltmesinin mümkün olmadığını, herkesin önce kendi nefsinden sorumlu olduğunu hatırlatan Şahin, “Dünyayı değil nefsimizi ıslah edelim. Biz öz nefsimizi ıslah yolunda gayrete gireriz. İmana hizmet yolundaki vazifelerimizi ihmal etmeden gücümüz yettiği kadarıyla yolumuza devam ederiz.” sözleriyle bizi uyarıyor.

Bütün m esaj lar ö nce bana!İnsanlar arasında iyiliği tavsiye etmek, müminden beklenen bir davranış, daha da ötesi bir farz-ı kifaye. Bu sebeple ilmimizi artırmaya çalışıyor, bazen kendimizi saatlerce birine nasihat ederken buluyoruz. Ancak gözden kaçırdığımız bir husus var. O da bizden asıl istenenin bildiklerimizi anlatmadan önce yaşamamız gerektiği.

'AĞZI GÜZEL

LAF YAPAN MÜNAFIKLAR'

Page 28: Zaman232 egazete

9 - 15 EKİM 2013

BULMACA40 BU

Haz�rlayan: Ali [email protected]

A a �daki piramitte her kutuda bulunan say� alt�ndaki iki kutuda bulunan say�la-r�n TOPLAMINA e ittir. Buna göre her bir piramitte ayn� say�lar� kullanmadan bo kalan kutular� doldurun.

SAYIP RAM D

•Her sat�r, her sütun ve kal�n çizgilerle be-lirlenmi 6 kutuluk bölgeye 1’den 6’ya kadar olan rakamlar� birer kere yazarak diyagra-m� doldurun. •Üzerinde i aret olan iki kutudaki say� ard�-�kt�r.

•Tüm ard� �klar diyagramda gösterilmi tir.

ARDI IKSUDOKU

•Diyagramdaki her bir kutuya bir hece yazarak bulmacay� çözmeye çal� �n. •Kullanaca �n�z heceler diyagram�n al-t�nda verilmi tir.•Çözümü yapt� �n�zda ifre kelimeyi kö-egende görebilirsiniz.

HECEL BULMACA

Sanatç�,usta, mahir

Sevda yolu

çiçegirmi olan

Düzenleme, planlama

AT

DA

DA

D

H

H L

KAR

KO

NA

NE

OR

RE

SEV

TE

ZA

uya bir h

A

A a �daki simetrik ekil iç içe geçmi ka-relerden olu turulmu tur. Acaba bu e-kilde toplam kaç tane kare var?

Ç ÇE KARELER

141265

19

4

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMLER

ARDI IK SUDOKU

Ç ÇE KARELER

SAYI P RAM D

HECEL BULMACA

VAH YA NE

MA DA GAS KAR

P MA N YE

KA B L YET

1417

33

18

31

8

15

128

63 65

32

10611 5

28 TANE KARE VARDIR

4 1 3 6 5 2

6 2 5 3 4 1

3 4 1 2 6 5

5 6 2 1 3 4

1 3 4 5 2 6

2 5 6 4 1 3

Page 29: Zaman232 egazete

8 EK

İM 2

013

SALI

Yeni

Bah

ar Ç

ocuk

08-0

9 Bul

mac

alar

9 - 15 EKİM 2013

Ç Ö Z M E C E

Page 30: Zaman232 egazete

ZAMAN’a abone oldunuz ptesi

9 - 15 EKİM 2013

Ergenlik başa bela mı?Sosyal medya ve dizilerin, ‘baş belası ergen’ tiplemesi ne kadar doğru? Ergenlikte yaşanan hormonal değişimler duygu ve davranışlara nasıl yansıyor? Aileler bu dönemde çocuklarına nasıl davranmalı?MERVE TUNÇEL İSTANBUL

1Ergen deyince aklımıza ilk gelen, “Jus-tin kendisine bir ‘hi’ bile demediği” için

gözyaşlarına boğulacak kadar fanatik, so-rumsuz, aile ilişkileri sorunlu ve argo tabirle ‘atarlı’ 13-15 yaş arası gençler oluyor. Kafa-mızda oluşan bu olumsuz imajın sorumlusu büyük ölçüde ergenlerin sürekli aşağılandığı ve işe yaramaz, baş belası olarak sunulduğu televizyon dizileri ve sosyal medya. Kimi ergenler için söz konusu tanımlamalar doğru da olsa, bu hepsinin aynı olduğu anlamına gelmiyor. Lakin göz ardı edilmeyecek bir gerçektir; ergenlik, çocukluk ile yetişkinlik arasında kalınan zorlu bir yolculuktur. Peki geçmişten günümüze ergenlik dönemine bakış ve bu çağdakilere yaklaşım konusunda ne değişti? Gençleri bu dönemde hangi hor-monal ve psikolojik sebepler nasıl zorluyor? Ergenlere yapılan yaftalamalar onları nasıl etkiliyor?

Hangi hormonlar hangi duygulara yol açıyor?Ergenlik öncesinde kız ve erkek çocuk-

larda yağsız vücut kitlesi, iskelet ve yağ kitlesi eşit oranlardayken süreç tamamlandığında, erkeklerde yağsız vücut kitlesi artıyor. Bunun nedeni testosteron (erkeklik) hormonu. Kızlarda ise farklılaşma yağ dokusu artışı şeklinde gerçekleşiyor. Ergenlik dönemi sonunda kadınlardaki yağ dokusu erkeklerin iki katına ulaşıyor; bunun da nedeni östrojen (kadınlık) hormonu. Kızlarda yağ dokusunda artma ilk âdetten hemen önce başlayarak giderek hızlanıyor.

Prof. Dr. Atilla Büyükgebiz, boy artı-şıyla birlikte çocukluktan yetişkinliğe terfi sürecinde bedende oluşan tüm bu fi ziksel değişikliklerin ergenlerde karışık duygulara da yol açtığını söylüyor. Çocuk, vücudunda olan hızlı fi ziksel değişimlere karşı şaşkınlık ve endişe duyguları geliştiriyor. Vücudundaki bu değişikliklere uyum güçlüğü, çocuğun et-rafındaki kişilere karşı davranış ve tepkilerine de yansıyor. Ergenliğin erken dönemlerinde

duygusal dalgalanmalar da sık görülüyor. Bir gün depresif, ertesi gün keyifl i olabiliyorlar. Özgüven eksikliği de belirgin özelliklerinden.

Ergenler babaya daha uzak oluyorProf. Dr. Büyükgebiz ergenlerin genellikle

annelerine daha yakın olduğunu söylüyor. Babalar ile ilişkilerinde daha kapalılar. Kızlar ise babaya daha da uzak. “Babalar ergenin güncel uğraşlarının pek azı ile ilgilenirler. Dolayısıyla ergen ve babalar, birbirlerini kendilerine özgü kişiliği olan bireyler olarak pek az tanıyabilirler. Araştırmalar, kız er-genlerin en çok anneleriyle, erkek ergenlerin de babalarıyla aile içi çatışma yaşadığını gösteriyor. Anneler ise çocukları ile sürekli ilişki halindedirler, ergenin ilgi alanları ile yakından ilgilenir ve izler, sırdaşlık eder ve onlarla dost olurlar.” diyerek açıklıyor bu durumu.

Erken ergenliğin sebebi hastalık olabilirErgenliğin fizyolojik temeli

östrojen ve testesteron başta olmak üzere belli hormon-ların artışına dayanıyor. Ancak bu hormonların zamanından önce art-maya başlaması, yani erken ergenlik denen durum oldukça tehlikeli. Birçok sağlık sorununa yol açan bu durumu Prof. Dr. Atilla Büyükgebiz Hayykitap’tan çıkan Çocukluk Bitmesin adlı kita-bında anlatıyor. Kızlarda göğüs gelişiminin 8 yaşından önce ortaya çıkması, erkekte genital gelişmenin (testis büyümesinin) 9 yaşından önce olması durumuna erken ergenlik deniyor. Ancak tek başına genital bölge ve koltuk altı tüylenmesi erken er-genlik işareti değil. Erken ergenlik özellikle kız çocuklarının hastalığı. Beyin tümörleri, beyni etkileyen enfeksiyon hastalıkları, beyin doğumsal bozuklukları, böbrek üstü bezinin doğumsal hastalıkları, dışarıdan hormon ilaçları alınması gibi nedenleri varsa da

genellikle sebep bulunamıyor. Erkeklerdeyse daha az görülüyor. Günümüzde özellikle çocuklarda obezitenin artması, televizyon ve internet kaynaklı cinsel uyaranların ve beslenme faktörlerinin etkisiyle ergenliğe giriş yaşı küçülüyor.

Diziler iftira atıyor!Psikolog Mehtap Kayaoğlu’na göre

ergenlik, başa bela, işe yaramaz, sinirli ve hırçın olmanın şart olduğu bir dönem değil. Kimi yerlerde çocuksu davranışlar içerirken, kimi durumlarda yetişkin hayatının davranış özelliklerini taşır. Ve bu ara dönemde bir miktar kafa karışıklığı ve davranış savrulma-larının olması zaten normal.

Fakat dizilerde gösterildiği kadar uçlarda, sınırları zorlayan gençlik tanımlamasına katılmıyor, hatta ergenlere iftira bile atıldığını düşünüyor Kayaoğlu. Geçmişteki ‘ergenlik dönemi’ algısıyla günümüzü okumak da

çok sağlıklı değil. “Kendisi, büyüklerinin yanında el pençe divan duran ve

babasının yanında konuşmaya bile hakkı olmayan bir kişi,

kendi babalık sürecinde farkında olmadığı tavizler veriyor. Yanlış yerde yanlış hamleyi yaptığında ve evladı kendisi gibi susup

oturmadığında ise ‘Biz böyle değildik, cevap dahi

vermezdik, bunlar terbiyesiz oldu.’ diyor. Oysa geçmişte despot

tavırlar yanlıştı, günümüzde onun tam zıddı olan sınırsız eğitimler yanlış!” diyor. Oysa geçmişte ailesiyle demokrat ve zarif ilişkiler içinde olan, ailesinde değer görerek büyüyen, anne babası tarafından adam yerine konularak yetiştirilen kişilerin, kendi anne-babalık süreçlerinde evlatlarıyla aralarında bir sorun olmuyor. Fıtık gibi düşünün; nereye baskı yaparsanız oradan problem patlar, diyen Kayaoğlu’na göre şimdiki gençlerin çok şımarık görünmesi, anne-babaları zamanında gereğinden fazla ezildiği için.

Panikatak artıyorGeçmişteki ve şimdiki birçok ailenin

ortak yanı evlatlarını tanımamak. “Eskilerin kendilerine göre bir anne-babalık algıları vardı ve onun gerektirdiği rolü üstleniyor-lardı. Şimdikilerin kendi kafalarında olgun-laştırdıkları bir anne-babalık rolü var ve onu uyguluyorlar. Peki çocuğa soran var mı? Ona tanıyarak, ona en uygun olan hakkında karar verebilen? Her anne-babanın çocuğu için bir planı var ama; kendi hayalinin planı, oğlu-nun/kızınınki değil!” diyor psikolog Mehtap Kayaoğlu. Birbirine uzak olmak, tanımamak, bir yabancıyla aynı evde yaşıyormuş gibi hissi yüzünden ergenler de dahil günümüz insanı bol bol panikatak yaşıyor. Bunun sebebiyse bilinçdışı yalnızlık duyguları yükselmesi yani kalabalıklar içinde bile yalnız hissetmek.

İletişim kopukluğu bağımlılık sebebiBüyüme döneminin ve hormonal ha-

reketlenmelerinin etkisiyle karşı cinse ve cinselliğe olan yatkınlık da artıyor. Müs-tehcen içerikli yayınlara fazla düşkünlük ileriki dönemler için porno bağımlılığı gibi tehlikeli sorunlara yol açabiliyor. Ancak Mehtap Kayaoğlu’na göre bu yatkınlığın derecesini ailenin geleneksel, kültürel ve dini yaşam kuralları çerçeveleyebilir. Aileler, kendi aile geleneklerini, inanış sistemlerini, dünya hayatını yaşama tercihlerini evlatlarına doğru aktarabilirlerse sorun olmaz. Çocuk büyüme döneminde yalnız bırakılırsa sorun başlar. Yani iyi terbiye etmek adına fazla baskı yapmak ne kadar tehlikeliyse, kendi ayakları üzerinde dursun diye gereğinden fazla başıboş bırakmak da bir o kadar yanlış. Çocukları sıkmadan, tatlı dille yönlendir-mek gerekiyor. Ergenler, aile yeterince elini uzatmıyorsa ve kendisini anlamıyorsa, doğal olarak kendisiyle aynı sorunu yaşayan yaşıtına yani akran gruplarına yöneliyor. Bu noktada çocukları doğru beslemek önemli. Evde doğru düzgün iletişime geçmeyi ba-şaramazsanız, dış dünyada kendi duygu boşluklarını dolduracaklarını sandıkları her şeye kapılabilirler.

BİRÇOK AİLE

EVLATLARINI TANIMIYOR

Page 31: Zaman232 egazete

Sahibi/Publisher: Moving Media ApSYönetim Kurulu Başkanı/Chief Executive Offi cer

Vedat Oğuz

G enel Y ay ı n M ü dü rüE ditor- in- C hief

Kamil Subaşı[email protected]

H ab er M erkez iR edaktion C enter

Hasan Cücük, Emre Oğuz, Menaf Alıcı, İbrahim Kaya,

Engin Tenekeci, Yavuz Ş[email protected]

G rafi k T asarı mSebahattin Çelebi

R eklam / A dv ertising +45 71 51 43 85

[email protected]

ÜLKE VE BÖLGE TEMSİLCİLİKLERİ• İsveç: İbrahim Kaya .......................................................................................... + 46 76 160 46 03• Norveç: Ömer Fevzi İpek ................................................................................... + 47 21 39 54 57• Finlandiya: Fahrettin Çalışkan ......................................................................... + 358 46 63 44 686• Grönland, İzlanda: Mehmet Bayhan ................................................................. + 45 52783966• Aarhus: Rasim Atakan ...................................................................................... + 45 42 78 93 64• İstanbul: Salih Beşir .......................................................................................... + 90 5332 83 89 86

NYE

Moving Media ApS • Holsbjergvej 41 B • 2620 Albertslund • Tlf: + 45 70 20 69 70 İnternet: www.zamaniskandinavya.dk • Baskı: OTM AVISTRYK IKAST | ISSN: 1903 6892

Reklam [email protected] ...............................+45715 14 385Haber: ....................... [email protected] Okur Hattı: [email protected]: [email protected] ........................... +4570206970

Banka bilgileri: Danske Bank: Reg nr. 3129 Kontonr. 16922552IBAN: DK57 30000016922552 • SWIFT-BIC: DABADKKK

Gazetemizde yayınlanan yazı ve haberlerin yayın hakları Moving Media ApS’ye aittir. Yazı ve haberler referans gösterilerek kullanılabilir. Yayınlanan reklamların içeriğinden gazetemiz sorumlu değildir.

CVR-nr. 25065557

Faili meçhullerle özdeşleşen, -Gazeteci-Yazar Muhsin Öztürk’ün kitabının başlığında “Adı Konmamış Darbe” diye nitelediği- 1993 yılının 3 Ekim’i. Abdülmecit Baskın, Ankara Haymana yolu Yavrucak mevkiindeki bir tarlada öldürülmüş halde bulunuyor. Güneydoğu, Doğu ve ‘Düz-ce-Sapanca-Adapazarı’ üçgeninde işlenen diğer onlarcası -belki de yüzlercesi- gibi, ‘tipik bir faili meçhul’ idi bu. Zaman aşımı kaidesiyle tam üzeri kapanmak üzereydi ki, Terörle Mücadele Kanunu

(TMK) 10’uncu maddeyle görevli Cumhuriyet Savcısı Mustafa Bilgili’nin hazırladığı iddianame, Başkent’teki 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nce kabul edildi. Baskın’ın soruşturmasında Özel Ha-rekatçı eski polislerden Ayhan Çarkın’ın ifadeleri mihenk taşını oluşturdu. Savcı Bilgili, 12 sanık hak-kında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istiyor. Ona göre infazın faili özel bir ekibin elemanları. Dosyanın bir numaralı şüphelisi emniyet genel müdürlüğü, içişleri bakanlığı ve siyasi parti genel

başkanlığı görevlerini (DYP) yerine getiren Mehmet Ağar. Dönemin Özel Harekat Daire Başkan Vekili İbrahim Şahin ve emekli Yarbay Korkut Eken de ekipten. Eken, Özel Harekât Dairesi’nin fonksi-yonel isimlerinden. Meşhur rapor basına sızdığında MİT’te Güven-lik Daire Başkan Yardımcısı idi.

1993’te kendisini davet eden devrin Emniyet Genel Müdürü Ağar’la birlikte çalışmaya başladı. 1996’ya dek Özel Harekat timlerinin yetiştirilmesiyle bizzat ilgilendi. Hatta operasyonlara da katıldı. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Üstün Cesaret ve Feragat ile Başarı madalyalarına sahip. Ağar’ın bu dava kapsamındaki ifadesinden bir paragraf: “Emniyet genel müdürlüğüm süresince çalışmalarım hukuk sınırları içerisinde devam etti. Bu sürede yasa dışı talimatım söz konusu olmadı.” Çarkın’ın, Baskın için ölüm emri verdiğini iddia ettiği İbrahim Şa-hin’in savunmasında da benzer bir mantık hâkim: “Ankara ve İstanbul’da gerçekleşen faili meçhul cinayetlerle ilgili yasalara aykırı bir şekilde yetki kullanmadım.” Mehmet Ağar, Susurluk davasında 5 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Bir müddet cezaevinde yattıktan sonra denetimli serbestlik hükmü uyarınca tahliye edilmişti.

ZAMAN’a abone oldunuz ptesi

3 1 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANGÜNDEM

% 57 -

-

-

-

-

% 54-

-

-

HAB

ER T

UR

U

Türk siyaseti için 2014 yılının mart ve ağustos ayları hayati derecede önemli. İlkinde yerel yöneticiler belirlenecek. İkincisindeyse Türkiye Cumhuriyeti’nin 12’nci cumhurbaşkanı seçilecek. Bu sefer belediye başkanının kişiliği ve iş yapabilirliği kadar, partisine duyulan güven, dünya görüşü ve ideolojik anlayış da rol oynayacak. Eğer bir deği-şiklik meydana gelmezse, halk ilk defa Köşk’e çıkacak kişiyi tayinde doğrudan irade yansıtacak. Pek çok belirsizliğin nasıl netleşeceği merakla bekleniyor ama bunlardan ikisi ön planda: Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, CHP tarafından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday gösterilecek mi? Başbakan ve AK Parti lideri Recep Tayyip Erdoğan, ağustosta adaylığını koyacak mı? CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yarı sahasında top çevirmeyi yeğlerken; Sarıgül, dünden razı fakat temkinli. AK Parti’deki ahval ve atmosfer tümüyle nevi şahsına münhasır. Parti tüzüğünde görev süresi 3 dönemle sınırlı. Başta bakanlar, vaktini tamamlayan vekillere yeni formüller aranıyor. Ancak en kritik karar Köşk adaylığında. Erdoğan, aynı kural gereği baş-bakanlıktaki son devrinde. Ya cumhurbaşkanı olacak ya da? Denklem bu bilinmeyenin deşifresiyle bitmiyor. Abdullah Gül’ün Ağustos 2014 akabindeki pozisyonu da belirleyici. Gül, ağustostaki adaylık hakkını kullanmayıp tekrar AK Parti’nin ve Bakanlar Kurulu’nun başına geçer mi? Diyelim ki bu ihtimal gerçekleşti; cumhurbaşkanı ve başbakanın bugünkü konumları korunur mu, ya da? Kılıçdaroğlu, Sivas’taki bir yerel televizyonda “Sarıgül’ün genel başkanlık niyeti” sorulduğunda şöyle konuşuyor: “Her CHP’li kendini genel başkan olarak görebilir. Daha CHP’ye gelmeden, üyeliği kabul edilmeden ‘vay gelirse genel başkan olur önünü keseyim’. Bunlar eski hastalıktır.” Gaziantep’teki programa giderken ise, ‘hakkındaki sualleri cevaplamaktan yorulduğunu’

belirttiği Sarıgül’e ilişkin şunları söylüyor: “Gelirse büyük bir ihtimalle önce aday adayı olur. Aday olup olmayacağını bilemiyoruz.” Özetle adaylık çantada keklik değil. Başbakan Erdoğan da ATV’deki programda Köşk’e dair soruda bu sefer ketum davranmıyor: “Cumhurbaşkanı olma konusunda kesin bir kararım yok. Olsa açıklardım. Bizim sistemimiz istişareye dayalıdır. Partim hangi görevi bana yıkarsa onu yapmanın gayreti içinde olurum. Partim kimi isterse biz ona talip oluruz. Sayın Cumhurbaşkanı’mız ile aramızda yol ayrımına fırsat verecek bir kararın olmayacağına inanıyorum.”

2014’TEKİ KRİTİK SEÇİMLER YAKLAŞIRKEN

ASLINDA NE DEMEK İSTİYORLAR?

Faili meçhullerde zaman tersten işleyecek 1990’ların karanlık cinayetleri mahkeme önünde

Page 32: Zaman232 egazete

3 2 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANGÜNDEMB E L K I S A K K A L E , E V İ N İ N K A P I L A R I N I Z A M A N ’A A Ç T I

Alevi Sünni birlikteliğine güzel bir örneğiz

ALİ PEKTAŞ

1Türk halk müziğinin usta ismi Belkıs Akkale, uzun zamandır süren sessiz-

liğini okurlarımız için bozdu. Geçtiğimiz günlerde altı usta isimle birlikte Türküler Bizi Anlatır programına başlayan sanatçı, türküleri eski haline ve gündeme getirmek istediklerini söylüyor. Akkale ile halk mü-ziğinden, hayatına, ülkemizin ve dünyanın sorunlarına kadar birçok konuda konuştuk.

Türkü denince akla ilk gelen isimler-den Belkıs Akkale’nin evine konuk olduk. Bir neslin türküleriyle büyüdüğü Akkale, gençlere biraz sitemkâr. “Gençler türküleri kendi çıkarları için kullandı, attı.” diyen usta türkücü, siyasilere de inceden mesaj gönderiyor: “Türküleri çok severler, ama ne zaman bir festival olsa hep popçular davet edilir.” Mutlu aile yaşantılarıyla bilinen Belkıs Akkale ve eşi Sami Bey, toplumdaki kötü örneklerin konuşulmasından rahatsız. Sami Bey, “Yanlış ya da kötü olduğundan değil, ama el ele tutuşarak dolaşmazdık. Biz örnek olamadık, üç günde sevgili değiştirenler örnek oldu.” diye dert yanıyor. Sünni-A-levi evliliklerine bir örnek olan çift, yakın zamanda temeli atılan cami-cemevi-aşevi projesinin karşılıklı güvenin sağlanması için çok güzel bir düşünce olduğunu belirtip sayısının artırılmasını istiyor.

Belkıs Akkale, Türk halk müziğinin yaşayan efsanelerinden. Konserler dışında uzun süredir ortalıkta pek görünmüyordu. Çok fazla röportaj da vermeyen sanatçı, evinin kapılarını Zaman için açtı. Eşi Sami Bey ve oğlu Doğancan ile birlikte bizi kar-şılayan Akkale, TRT Müzik ekranlarında geçtiğimiz günlerde başlayan Türküler Bizi Anlatır programının heyecanı içindeydi. Daha sabah Malatya’dan gelen kuruyemişler ve elleri ile yaptığı kahveyle bizi ağırlayan sanatçı ile keyifl i bir sohbet gerçekleştirdik. Yeni programından Kültür Bakanlığı’ndan kırgın ve kızgın ayrılmasına, türkülerin mevcut durumundan Türkiye ve dünyanın içinde bulunduğu durumlara kadar birçok şeyi konuştuk. Sohbetimize zaman zaman eşi Sami Yılmaztürk de eşlik etti. Sanatçı, Gezi’de ölenlere ne kadar üzülüyorsa Suriye ve Mısır’da ölenlere de o kadar üzüldüğünü söylüyor. Kendisi Sünni, eşi Alevi olan Akkale, ülkemizde oluşturulmaya çalışılan Alevi-Sünni gerginliğine karşı ailesini gös-tererek, en güzel örnek olduklarını anlatıyor. Herkese ısrarla sevgi, saygı, barış ve hoşgörü tavsiye ediyor.

Uzun zamandır sizi göremiyorduk. Şimdi Türkü-ler Bizi Anlatır isimli bir programla ekranlarda-sınız. Nasıl oluştu bu birliktelik?Evet, çok heyecanlıyım. Altı usta arkadaş

bir araya geldik. Bu türküleri nasıl kurtarırız dedik ve böyle bir proje oluştu. Kemal Aslan projeyi getirince biz resmen üzerine atladık. Bizim de uzun zamandır böyle bir şey ak-lımızdaydı. Çünkü türküleri eski haline ve gündeme getirebilmek için bir şey yapmalıy-dık. Ben, İzzet Altınmeşe, Selahattin Alpay, Nuray Hafi ftaş, Bedri Ayseli ve Süreyya Davulcuoğlu’ndan oluşan güzel bir ekibimiz var. Programlara heyecanla gidiyoruz. TRT Müzik’te cuma akşamları ekranlardayız. Televizyonda üçüncü haftamız oldu.

Türküleri eski haline getirmek için bir araya geldik, dediniz. Neden türküler bu hale geldi?Kimseyi yargılamak istemiyorum ama

gerçekleri konuşmak lazım. Genç arkadaş-ların bir bölümü türküleri çok hor kullandı.

Türküleri kendi çıkarları için kullandılar. Çünkü işleri bitince başka kanallara yöneldiler. Türkü furyasının olduğu on yıllık dilimdeki genç dinleyici kitlesi türküleri yanlış öğ-rendi. Türkülerin aslı öyle zannetti. Türküler çok hasar gördü. Bu da bizi çok derinden yaraladı. Biraz geriye çekildik. Bunda biraz kırgınlık, kızgınlık ve belki biraz yorgunluk vardı. Çünkü çok uzun yıllar mücadele verdik türküler için. Bu proje gelince hemen kolları sıvadık. Altı duayen bir araya geldik.

Günümüzde iki sanatçı bile yan yana gelemiyor. Siz nasıl bir araya geldiniz? Hiç tartışma olmuyor mu aranızda?Bizler, hepimiz idealist insanlarız. İlk

sırada para değil, ideallerimiz var. Öte yan-dan biz usta çırak ilişkisi içinde yetiştik. Biz ustalarımızın yanında ya da türkü söylerken bacak bacak üstüne atamayız. Bu kültürü hazmedememiş insanlar türküleri önemsiz görebilir. Ama bizim için baş tacı. Onun için bizler çok iyi anlaşıyoruz. Başkalarında gör-düğümüz kavgalar gürültüler bizde olmaz.

Yorgunluk ve kırgınlıklarımız var, dediniz. Kendi adınıza en büyük kırgınlığınız nedir?Kültür Bakanlığı’ndan ayrılış sürecimiz

beni ve İzzet Altınmeşe’yi çok yordu. O dönem çok kırıldık biz. Çünkü hak etme-diğimiz bir şeyle karşılaştık. Biz 16 sene hizmet ettik. Hiçbir konserde rapor almadan büyük bir aşk ve şevkle çalıştık. Atilla Koç

zamanında büyü bir anda bozuldu. Onun bilgisi dahi-

linde olmamıştır belki, çünkü o konuya vâkıf değildir. Etrafındakiler

bir şey söyleyince o gerçek sandı. Onun en büyük hatası, araştırmadan karar vermesi.

Neden ayrılma kararı aldınız?Bize “Sizin kadronuz Ankara’da, İstan-

bul’da ne iş yapıyorsunuz? Buraya gelip her gün imza atacaksınız” dediler. Biz memur değiliz ki. Bizim sözleşmemizde böyle bir şey yoktu zaten. Ben görevimi aksatıyorsam ne gerekiyorsa yaparsın. Biz buna ‘hayır’ dedik ve gitmedik. Seviyemizi ve duruşumuzu bozmadan hakkımızı aramaya çalıştık. Baktık ki olmuyor, bizi anlayamıyorlar, biz de ayrıl-dık. Bakanı dolduruşa getirdiler. Ama onu dolduruşa getirenlerin halini bir görseniz. Ben Allah’ıma çok inanan bir insanım. O zaman çok yakardım. Şeker hastası oldum, çok zor günler geçirdim. (Gözleri doluyor) Hiç beklemediğim bir anda çok büyük bir hezeyana uğradık. Ben en zirvedeyken, Bel-kıs Akkale rüzgârı eserken orayı kabul ettim.

Hakikaten en popüler olduğunuz zamanda ne-den böyle bir şeyi kabul ettiniz?Ülkemin kültürüne hizmeti kendime

misyon edindim. Böyle düşünürken bu teklifi geri çeviremezdim. Kültür Bakanlığı çatısı altında, ülkemi bilhassa yurtdışında daha iyi temsil ederim diye düşündüm. Ama adeta bize karşı bir organize bürosu gibi çalışıldı.

Düğünlere bile göndermeye kalktılar. Ül-kenin her köşesine gittik, helali hoş olsun halkımıza. Bunlara üzülmüyorum ama bizim fedakârlıklarımızın farkında olmamaları bizi çok üzdü.

Siz devlet sanatçılığı ödülünü de reddetmişsiniz, değil mi?Evet. Benim kendi ilkelerim var. Al-

lah’a çok şükür, bu yaşıma kadar hiç eğilip bükülmedim. O dönemde 87 kişiye devlet sanatçılığı verildi. İnanılmaz spekülasyonlar oldu. ‘Ben niye layık görülmedim?’ gibi sanatçılar arasında söylemler oldu. Eşime ‘Sami ben bu şekilde ödülü alamam.’ dedim. Çok şaibeli bir ödüldü.

En son 2009’da bir albüm çıkarmıştınız. Neden yeni albüm yayınlamıyorsunuz?Şu an Müzik Yorumcuları Birliği Yönetim

Kurulu Başkan Yardımcısıyım, aynı zamanda. Sanatçıların hakları için savaşıyorum. Zaten benim ömrüm savaşmakla geçti. (Gülüyor) Oradaki durumu görüyorum. Gerçekten çok vahim. Müzik sektörü çökmüş durumda. Albüm satışı diye bir şey yok artık. Dijitale döndü her şey. Ama bir taraftan da beni bunca yıl hiç aralıksız sevmeye devam eden dinleyicilerim var. İzzet abi ile bir düet albüm yapıyoruz. Çok güzel türküler var. Ondan sonra da solo bir albüm yapacağım.

Hayatım savaşmakla geçti, dediniz. Bir gecekon-duda başlayan ve bugünlere gelen bu mücadele dolu hayat size neler kazandırdı?

GENÇ KUŞAKLAR TÜRKÜLERİ TANIMIYOR

Page 33: Zaman232 egazete

3 3 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANGÜNDEMİnanılmaz bir saygı kazandırdı. O mü-

cadeleyi verirken insanların tutumları çok önemlidir. Siz samimi ve dik durabiliyorsanız karşınızdaki size inanır. Önemli olan dik, onurlu, şerefl i ve namuslu durabilmekti. Ben bunu yaptığıma inanıyorum. Tek başıma değildim tabii bu mücadelede. Benim en büyük kazancım ailemin ve eşim Sami Bey’in yanımda olmasıydı. Onlar beni her tehlikeden korudular.

Şöhret sizi hiç cezbetmedi mi?Hayır. Benim eşim de çok ilkelidir. Bizim

yaşama dair kural ve prensiplerimiz var. Bunların dışında, hiçbir şeye evet demedik. Şu kapıdan o kadar insan girdi ki. Açık çekleri önümüze koyanlar, çantalara para doldurup gelenler oldu. Ama biz inanmadığımız hiçbir şeyin içinde olmadık. Bu saatten sonra ol-mam da. Para kaybımız oldu ama bu, bizim için önemli değil.

Sami Yılmaztürk: Doğruluk çerçevesinde kalıyorsan, haklının yanındaysan, dik du-ruyorsan o mücadele doğru mücadeledir. Orada bir kayıp olmaz. Hangi kapıyı çalıp girsek herkes kapısını açar ve bizi sofrasına davet eder. Bu anlamda en zengin insanlar biziz.

Sizler gerçekten örnek sanatçılarsınız. Lakin bu dönemde sanatçı figürü oldukça değişti. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?Hepsi için konuşmayalım. Çok aklı

başında, mazbut yaşayan genç arkadaşlar var. Fakat birçoğu kayıpta. Biz öyle olmadık. Konserimiz biter koştura koştura eve gelir-dik. Eve gelip hemen eşofmanları çekeriz. Ben yemek hazırlarım, Sami sofrayı kurar. Evimizde kendimizi çok mutlu hissediyoruz kendimizi. Yavrumuzu çok seviyoruz. Zaten o evdeyken dışarıda yemek yemek içimize sinmez.

Her fırsatta eşiniz Sami Bey’e olan sevginizi dile getiriyorsunuz. Bu muhabbetin kaynağı ne?Ben onu doğuran anaya, babasına hep

dua ederim ve edeceğim. Beni hiç üzmedi. Bana çok destek veriyor. Hayatı her anlamda paylaşıyoruz. 37 yıl oldu tanışalı. Bu kadar yıl içinde şaka yollu da olsa birbirimize manyak bile demedik. Biz hep o saygı ve sevgiyi koruduk.

Sami Yılmaztürk: Bu saygıyı evde de, dışarıda da koruduk. Kötü veya yanlış bir şey değil ama biz, gördüğümüz gelenek görenek çerçevesinde Belkıs Hanım’la sokakta bile el ele tutuşamıyorduk. Bu gençlere örnek olmadı ama üç günde sevgili değiştiren in-sanlar örnek oldu. O noktada da kırılıyorsun, üzülüyorsun.

Türkülere karşı bir ikiyüzlülük varTürk halk müziği kulvarında günümüzde çok fazla isim yetişmiyor. Bunun sebebi nedir sizce?Çünkü getirisi az. Müzikle uğraşan

gençler şatafatlı ve renkli hayatları görüp öyle bir hayat yaşamak istiyor. Popüler kültürün ürettiği müzik türleri çok para getiriyor. Pop sanatçıları bir gün bile evde oturmuyor. Ama bizim gibi geleneksel müzikle uğraşan insanlar için durum böyle değil.

Kime sorsanız ‘türküler, türkülerimiz’ diyor. Ama iş konsere ya da paraya gelince sizlere yeterince kulvar açılmıyor…Evet. “Türküler, türkülerimiz, sizi çok

seviyoruz. Etkinliğimize gelir misiniz? Oğlumuzun düğününde iki türkü söyler misiniz?” Hep böyle, onun emeğinin karşı-lığını vermeden rica minnet davetler geliyor genelde. Popüler kültür haksız bir rekabet ortamı sundu. Her şey para değil ama bu insanların da hayatını ikame ettirmesi gerek.

Ülkemizdeki tüm siyasi görüşler türküleri öve öve bitiremiyor. Lakin bütün festivallerde yine pop sanatçılarını görüyoruz. Bunu nasıl değer-lendiriyorsunuz?Genç kuşak türküleri tanımıyor. Dolayısı

ile onlar türkü söyleyenleri de tanımıyorlar. Televizyonda sürekli Murat Boz, Hadise, Hande Yener ve Demet Akalın’ı görüyor. Onlara medyada çok yer ve fırsat veriliyor. Gençler de onları görmeyi istiyor. Gençler ülkemizin nüfusunun büyük bir bölümünü

oluşturduğu için de belediyeler bu isimleri tercih ediyor.

Kendinizden sonraki kuşaklardan kimleri sevi-yorsunuz?Zara’yı ve ondan türküler dinlemeyi

çok severim. Ama sadece halk müziği değil farklı müzik tarzları ile de uğraşıyor. Sevcan Orhan’ın sesini de çok seviyorum. Ama o da son zamanlarda farklı tarzlara yöneldi. Birçok genç arkadaş türkü ile başlıyor ama sonra yön değiştiriyor. Onları eleştiremem ki. Haklı oldukları yönler var. Çünkü türkülerin getirisi olmayınca onlar da hayatlarını ikame ettirebilmek için farklı kulvarlara yöneliyor-lar. Bunu kırmak gerek. Tekrar türkülerin getirisini sağlayabilmek gerek.

Herkes türkü severim diyor ama kimse desteklemiyorKlasik, caz ve diğer müzik türleri için yapılan festivallere ülkenin en büyük şirketleri sponsor olurken neden bu şirketler türkülere yeterince destek olmuyor?Kültürü yönetenlere, bilhassa Kültür

Bakanlığı’na sesleniyorum. Ben 16 yıl görev yaptım. Hiçbir dönemde halk müziğine ve sanat müziğine yeterince yatırım yapan bir yönetim görmedim. Birçok proje sunduk zamanında. Ama yüzüne bile bakılmadı. Ak-bank, Garanti Bankası gibi büyük bankalara da birçok proje götürdük. Ama caza, klasik

müziğe destek veren bu bankaların hiçbiri de destek olmadı. Zannetmeyin ki, biz proje üretmiyoruz? Bu kültür elden gidiyor. Kültür Bakanlığı sinemaya, tiyatroya verdiği desteği halk müziğine de versin.

Siz gibi birkaç sanatçı haricinde ülkemizde uzun süredir türkü söyleyenlere türkücü deniyor. Bu ayrımın sebebi nedir?Arabesk söyleyen birçok kişi albümle-

rinde türkü de yorumladılar. Onlar arabesk de okudukları için Türk halk müziği sanatçısı denilemez. Bir kavram kargaşası olmasın diye türkücü ismi veriliyor. Bizlerle arabesk söyleyen arkadaşlar arasında yaşam tarzı bakımından da çok büyük fark var. Sanatçı sıfatı almak da kolay bir şey değil. Herkes bunu üstüne kolay bir şekilde yapıştıramaz.

Sami Yılmaztürk: Bu ülkede Alişan’a türkücü deniliyorsa Belkıs Akkale’ye, ne diyeceksin? Yıldız Tilbe Türk halk müziği sanatçısı ödülü alıyorsa bu işin içinden çıkılmaz.

Yıldız Tilbe demişken, sizin o ödül töreninde bir protestonuz olmuştu Belkıs Hanım. Bunu neden yaptınız?Çok yanlış buldum. Ben de davetli olarak

gitmiştim. O dönemde Zara, Ceylan ve Türkü de adaylar arasındaydı. Çok sinirlendim. Salonda sessizce oturdum ve ödül sırası Yıldız’a geldiğinde ayağa kalktım, protesto ettim. Çünkü biz bunu defalarca dile getirdik.

Bu kategorileri düzgün yapın, bizi arabeskçi ve popçu arkadaşlarla yan yana koymayın. Onların isimleri çok popüler olduğu için türkü ile yola çıkan gençlerin önü kesiliyor. Ben orada ayağa kalkarak, yıllarca yanlış yaptınız, yanlış yapmaya devam ediyorsunuz dedim ve çıktım. Ne yapmam gerekiyordu. Sonra biraz düzelme oldu kategorilerde.

Sizinle birlikte akla hemen İzzet Altınmeşe geli-yor. Sizi ayrı düşünemiyor çokları. Sahne dışında nasıl bir diyaloğunuz var?Biz, bacı kardeşiz otuz yıldır. Onun

çocukları bana hala derler. İzzet abi, eşimin çocukluk arkadaşı. Adana’da beraber büyü-müşler. Çok derin bir dostluğumuz var. İzzet abi benden büyük olduğu için hiçbir zaman ben ona saygıda kusur etmedim.

Belkıs Akkale’nin hayat felsefesi nedir?Benim dünya görüşüm sevgi, saygı, hoş-

görü ve barışa dayalı. Ben sosyal demokrat bir aileden geliyorum. Ben bunu daha da geliştirdim ve hayat felsefemi şöyle belirle-dim. Hacı Bektaş-ı Veli Hazretleri, Mevlâna Hazretleri ve Yunus Emre Hazretleri benim rehberim. Hayata güzel bakarım her zaman. Başıma gelen kötü olayların arka yüzünü de düşünürüm. Allah bunu bana nasip ettiyse vardır bunda bir hayır derim.

Cami-cemevi projesi çok güzel ama bir tane yetmezBir sanatçı olarak Türkiye ve dünyada sizi en çok neler rahatsız ediyor?Siyasetteki kavga üslubu beni çok rahat-

sız ediyor. Bu kavgacı üsluptan inanılmaz rahatsızım. Hem ülkemde hem de dünyada yaşanan savaşlar, ülkemdeki olumsuzluklar beni derinden yaralıyor. Ben Gezi olaylarında ölenlere ne kadar üzüldüysem, Mısır’da, Suriye’de ölenlere de o kadar üzüldüm. Allah’a inanan bir insanım. O’nun yarattığı tüm canlıları seviyorum. Onların başında insanlar var. İnsanlar neden ölsün, dünyada neyi paylaşamıyoruz?

Gezi olaylarından sonra yeni bir Alevi-Sünni gerginliği oluşturulmaya çalışılıyor.Ben Sünni’yim, eşim de Alevi. 37 yıldır

Alevi bir ailenin geliniyim. Onların edep erkânına ve dünya görüşüne hayranım. Biz Sami ile Belkıs olarak çok önemli bir şey yapıyoruz. İnsanlar bize baksın. Alevi bir er-kekle Sünni bir kadın nasıl mutlu olmuşlar? Bize baksınlar, biz Alevi-Sünni birlikteliği için güzel bir örneğiz. Başka bir söze gerek yok bence.

Bu birliktelik adına geçtiğimiz günlerde cami ve cemevini aynı çatı altında buluşturacak bir projenin temeli atıldı. Bunu nasıl değerlendiri-yorsunuz?Çok güzel ve olumlu buluyorum. Fakat

toplum şu anda güvensizlik içinde. Alevi toplumu asırlardan bu yana mağdur edil-miş. İnsanların kafasında soru işaretleri ve ‘acaba’lar var. Onun için bir tanesi yetmez. Bunları çoğaltmak lazım. Toplumun güvenini kazanabilmek için bu tür yapılanmaların daha genişletilmesi ve çoğaltılması lazım. Fikir olarak çok güzel ve benim dünya görü-şümle birebir örtüşüyor. Güzel bir başlangıç, inşaallah devamı da güzel olur.

Sami Yılmaztürk: Eğer bu cami ve ce-mevi projesi bizim evliliğimiz gibi bir yapı oluşturacaksa çok güzel bir düşünce. Alevi kardeşlerimize de Sünni kardeşlerimize de anlayış diliyorum.

Belkıs Akkale: Bırakalım insanlar bu dünya üzerinde dilediği gibi ibadetlerini yapsınlar. Ülkemiz ve dünya o kadar güzel ki. Her şeyi sevgi ile kucaklayalım. Barış içinde yaşayalım. Ne olur birbirimize karşı sevgi ve saygılı olalım. Kimsenin inancına, rengine, ırkına, yaşam tarzına karışmayalım. İlkelerimiz olsun ama şiddete hayır diyelim. Şiddetten kime fayda gelmiş ki? Sevginin açamayacağı hiçbir kapı yok.

Belkıs Akkale’nin en büyük hayali nedir?Şu anda en büyük hayalim, oğlumun

mürüvvetini görmek. Nişanlandı, nasipse önümüzdeki yaza evlenecek. Torunlarımı görmek istiyorum.

Page 34: Zaman232 egazete

3 4 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANGÜNDEM

MESUT ÇEVİKALP İSTANBUL

1Suriye’de derinleşip sınırı aşan iç savaş hâli Türkiye’yi yeni askerî tedbirlere yöneltiyor.

Geçen iki yıl zarfında Esed rejiminin düşük yoğun-luklu hava tehditlerine maruz kalan, bir jeti ile 70’ten fazla vatandaşını söz konusu gerilime kurban veren Ankara, ihale süre cinde dondurduğu ‘uzun menzilli füze ve hava savunma sistemi’ alımına hız verdi. 26 Eylül’de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında toplanan Savunma Sanayii İcra Komitesi, teklif de-ğerlendirme sü recindeki uzun menzilli füze ve hava sa vunma sistemi alımı için Çinli ‘CPMIEC’ fi rmasıyla sözleşme görüşmelerine geçil diğini duyurdu.

Ankara’nın, ihalede yarışan Amerikan Patriot, Rus S-300 veya Fransız-İtalyan ortaklığının Samp-T sistemlerini eleyip Çin’den FD-2000’e (yerel kodu HQ-9) yönelmesi hâliyle ilk bakışta garipsendi. Ancak hükümet kanalından yapılan açık lamalar tercihte farklı detayların rol oyna dığını gösterdi. CPMIEC fi rması en başta Türkiye’nin talep ettiği 4 bataryadan olu şan kapasitenin fi yatını 1 milyar dolar ka dar indirime gidip 3 milyar doların altına çekti. Daha da önemlisi fi rma alıma paralel olarak sistem ile füzelerin bilgi birikimi ni Türkiye ile paylaşmayı, ortak üretime geçmeyi kabul etti. Son 10 yılda savunma sanayiini millileştirmek için altyapı yatırı mına önem veren Türk hükümeti, Çin’in ‘ortak üretelim’ teklifi ne millî füze üretme ye imkân verdiği için sıcak bakıyor. Ancak henüz son imzalar atılmış değil…

İhalenin Çin’e verilme ihtimali hâliyle ABD, Av-rupa ve NATO’yu hareketlen dirdi. Önce Washington ardından İttifak ve Brüksel, ‘müttefi k’ Türkiye’nin Çin sistemini almasına karşı çıktı. Söz konu su ba-taryaların mevcut askerî altyapısı NATO’ya uyumlu olan Türkiye’ye istediği korumayı sağlamayacağını iddia ettiler. Ayrıca sistemin Türkiye’deki NATO un surlarına bağlanmasına izin vermeyecek lerini açıkça ifade ettiler. Üst düzey bir Türk yetkili ise, Batı’dan gelen eleştirilerin zeminsiz olduğunu söy-lüyor. Sözleşmede, alınacak sistemin Türkiye’deki mevcut alt yapıya uyarlanmasının şart koşulduğunu belirtiyor. Çin sisteminin tercih edilmesi durumunda mevcut bilgi birikimi ve tek nolojinin ara yazılımlarla sistemleri birbi rine bağlayabileceğini iddia ediyor.

Radarlara entegre sorunu yok Özü itibarıyla ihale Türkiye’yi ilgilendiren

bir ‘askerî alım’ olsa da sonuçları bakımın dan sınırları aşıyor, küresel ilişkilere temas ediyor. Yani Türkiye’nin müttefi kleri ABD ve NATO’yu es geçip Batı’nın hasım gördü ğü Çin’le stratejik silah alımına yönelmesi hâliyle Ankara-Batı ilişkilerini etkileye cek. Benzer bir durum en son NATO’nun Malatya Kürecik’e konuşlandırdığı radar sürecinde yaşanmıştı. Türkiye’nin, sınır komşuları İran ve Rusya’nın açıktan tehdit olarak algıladığı girişime onay vermesi ko lay olmamıştı.

NATO’nun eski Afganistan Kıdemli Si vil Tem-silcisi Hikmet Çetin, Türkiye’nin bu tür stratejik, çok boyutlu konuları millî çıkarları penceresinden de-ğerlendirerek karara bağladığını hatırlatıyor. Hükü-metin hava savunma sistemi alımında hem aske rin görüşlerini hem de ekonomik şartları birlikte değer-lendirdiğini aktarıyor. Askerî altyapının NATO’ya, dolayısıyla ABD-Avrupa sistemlerine daha uygun olsa da ekonomik açıdan avantajlı, millî üretime kapı aralayan, mevcut sisteme uyarlanabi len farklı ülke sistemlerinin de ülke menfa atleri açısından değerlendirebileceğini vur guluyor. Ama ciddi bir çekincesini de ifade etmekten geri durmuyor: “Son dönemde hükümetten Batı’ya karşı tepki sinyalleri geliyor. Batı’yla gerilim yaşandığına dair ipuçları var. Eğer hava savunma sistemi alımında Batı’ya duyulan kızgınlıktan ötü rü Çin tercih ediliyorsa bu bizi ileride zor durumda bırakabilir. Alımın, diğer ilişkile rimize zarar vermemesine dikkat edilmeli.”

Emekli Hava Korgeneral Erdoğan Kara kuş, Çinlilerin Rusya’dan alarak geliştirdi ği FD-2000 kapasitesinin S-400 ayarında olduğunu, Patriot-lardan geri kalmadığını ifade ediyor. Türkiye’nin Pekin ile 1990’lar dan bu yana karadan karaya füzeler üze rinde faydalı bir işbirliği gerçekleştir-diğini, oradan alınan birikimle düşük irtifalı millî füzelerin üretildiğini kaydediyor: “Bahsi geçen alım bir bakıma Türkiye’nin uzun menzilli millî füzesini üretmesinin ilk adımı olacak. Çin’den 4 batarya alınacak, bu yolla gelecek bilgi birikimi ve teknoloji sayesinde ihtiyaç duyulan 15-20 bataryayı kendimiz üreteceğiz. Buradaki asıl mesele bilginin elde edilmesi…”

Kıbrıs Barış Harekatı’nda (1974) yaşan dığı gibi (Amerika çıkarmada silahlarını kullandırmamıştı) ABD’nin silah ve tekno loji transferinde ‘cimri’ davrandığını iddia ediyor. En son eğitim uçakları alımında teknoloji paylaşmadığı için Türkiye’nin ABD’den vazgeçip Güney Kore’ye yöneldiği ni ha-tırlatıyor: “ABD gibi büyük ülkeler stra tejik silahları en az teknoloji transferiyle sat maya çalışır. Bundan dolayı Ankara birkaç yıl önce Washington’dan talep ettiği silahlı İHA’yı alamadı. Diğer taraftan müttefi kimiz olmasına rağmen Patriotların fi yatını kırmı yor. NATO’ya entegre bir sistem olsa daha iyi olurdu, ama bu sistem entegre olmadan, kendi

radarlarıyla da çalışabilir.”

NATO bataryaları Yunanistan’a çalışır mı? Çin, Suriye’ye de benzer teknolojileri sa tıyor.

Peki, muhtemel hava tehdidi karşı sında Türkiye’ye konuşlanan bataryaların Suriye hava unsurlarını ‘dost’ algılama ris ki yok mu? Erdoğan Karakuş, Türkiye’nin sistemi kodlarıyla birlikte alacağını, dost-düşman ayrımını kendine göre ayarlaya cağını belirtiyor. Dahası Türkiye’nin bu sistemi Suriye’den daha çok muhtemel Yunanistan krizine hazırlık için temin etti ğini düşünüyor: “Esed rejiminin hava araç ları Türkiye’yi tehdit edebilecek boyutta değil. Elindeki uzun menzilli füzelerle bir saldırı yapabilir ama Türkiye buna savaş uçaklarıyla çok ağır mukabelede bulunur. Ortadoğu’da savaş uçağı ve kabiliyeti bakı mından Türkiye ile boy ölçüşecek tek ülke Yunanistan. Irak, Suriye hatta İran’ın savaş uçaklarıyla Türkiye’ye saldırmaları düşü nülemez. Diğer taraftan Yunanistan’ın etkili bir hava gücü var. Ege adalarına yer leştirdiği radarlar ve Girit’e konuşlandırdı ğı S-300 bataryası ile bu gücünü daha da pekiştirdi. Bugün olmasa bile gelecekte so run yaşama durumumuzda Türkiye NATO üyesi Yunanistan’a NATO askerî araçlarıyla müdahale edemeyebilir. Bu açıdan bakıl dığında hava savunma sisteminde Çin’in tercih edilmesi mantıklı geliyor.”

NATO’nun eski Afganistan Kıdemli Si vil Temsilcisi Hikmet Çetin, Türkiye’nin bu tür stratejik, çok boyutlu konuları millî çıkarları penceresinden değerlendirerek karara bağladığını hatırlatıyor. Hükümetin hava savunma sistemi alımında hem aske rin görüşlerini hem de ekonomik şartları birlikte değerlendirdiğini aktarıyor.

ANKARA MÜTTEFİKLERİNİ TEST EDİYOR

T ü rkiy e’nin Ç in’den hav a savunma sistemi almak istemesine karşı çıkan Batılı müttefi kler, NATO üyesi Yunanistan’ın Rusya’dan S-300, Kıbrıs Rum Kesimi’nin de BUK M, TOR M1 füze sistemi tedarikine göz yummuştu.

İhale Çin'e verilince ABD ve Nato hareketlendi

Page 35: Zaman232 egazete

3 5 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANGÜNDEMAnkara’da görevli üst düzey yetkili,

Türkiye’nin Çinli fi rmalarla 1996’dan bu yana savunma alanında işbirliği yürüttü-ğü ne, biten ve süren ortak projelerden mem nun kaldığına işaret ediyor. Çinlilerin daha önceki projelerde olduğu gibi söz konusu hava savunma bataryasını Türk sistemine adapte edebilecek beceriye sahip olduk larını vurguluyor: “Ankara, muhtemel entegrasyon pürüzlerini gidermek üzere Amerikan ortaklı bir fi rmayla 46 milyon

dolarlık sözleşme imzaladı. Söz konusu fi r ma bataryanın sorunsuz entegrasyonunu garanti ediyor.”

Türkiye bu ihalede ‘Çin’i tercih etti’ diye NATO tabanlı askerî altyapısını, silahla-rını kaybedecek de değil. Ankara gerekli görmesi durumunda Batılı ülkelerden NATO’ya uygun bataryalar alıp, bunları Türkiye’de konuşlanan NATO radarlarına bağlayabilir. Böylece hava savunmasını daha da özgürleştirip ihtiyaç hâlinde bu mobil sistemlerin ikisini de kullanabilir.

Gelinen noktada, Ankara’nın ABD ve Avrupalı müttefi klerinin teklif ettiği kısmi teknoloji paylaşımlı, pahalı hava savunma sistemleri yerine Çin’den ortak üretime açık, daha ucuz kapasiteye yönelmesi ma-kul görülüyor. Ancak ABD’nin ‘nükleer silah anlaşmalarını ihlal ettiği’ gerekçe siyle 2013’te yaptırım uygulamaya başla dığı CPMIEC fi rmasından alınacak Rus altyapılı sistemin Ankara’ya NATO-ABD hattında mevzi kaybettirmesine imkân vermemesine dikkat edilmeli. Çin’in FD- 2000 sisteminde 1 milyar dolar indirime gitmesinde Batı sa-fındaki Ankara’yı Çin- Rus eksenine çekme arzusunun yattığı gözden kaçırılmamalı.

Köle ticaretinden Avrupa’ya ağır tazminat gelebilirKöleliği 1834’te kaldıran İngiltere, kölelere değil sahiplerine bugünkü parayla yaklaşık 240 milyar Euro ödemişti. Kölelere ise ‘Hürriyetinizi kazandınız, gidin kendinizi geliştirin.’ denmişti.SELÇUK GÜLTAŞLI BRÜKSEL

114 Karayip ülkesi, 400 yıl süren esir ticareti yüzünden ortaya çıkan felaket

sebebiyle İngiltere, Fransa ve Hollanda’ya karşı hukuki süreç başlattı. Davayı, İngiliz hukuk şirketi Leigh Day takip edecek. Şirket, daha önce İngiltere’ye karşı açtığı insanlık suçu davasını kazanmıştı. Üç ülkenin, bir-kaç yüz milyar Euro’luk tazminat ödemek zorunda kalabileceği belirtiliyor.

İnsan hakları konusundaki hassasiyeti ile bilinen Avrupa Birliği (AB) üyesi üç ülke, sömürgecilik döneminde işledikleri insanlık suçlarının bedelini ödemekle karşı karşıya. Geçmişte AB üyelerinin sömürgesi olmuş ülkeler İngiltere, Fransa ve Hollanda’dan tazminat talep ediyor.

14 Karayip ülkesi, 400 yıl süren esir ticareti sebebiyle söz konusu ülkelere karşı harekete geçti. Karayip ülkeleri arasında ekonomik entegrasyonu hedefl eyen CARICOM, geçen hafta BM Genel Kurulu’nda süreci başlattı. İngiliz hukuk şirketi Leigh Day’la anlaşan CARICOM, Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’na müracaat yapılması için hazırlık-larını sürdürüyor. Leigh Day hukuk bürosu, 1952-1960 arasında Kenya’daki Mau Mau isyanının bastırılması sırasında İngiltere’nin işlediği insanlık suçlarına açtığı davayı ka-zanmıştı. Tazminatla ilgili henüz bir rakam telaffuz edilmiyor ancak miktarın birkaç yüz milyar Euro’yu bulabileceği kaydediliyor.

14 ülke arasında yer alan Jamaika ve Antigua-Barbuda tazminat için daha önce de bir girişim başlatmışlardı. Ancak bu yılbaşında bir araya gelen 14 ülke ortak bir kararla İngiltere, Fransa ve Hollanda’dan 400 yıl süren köle ticaretine ilişkin tazminat talep etmeye karar verdi. Tazminat miktarı ile ilgili henüz bir rakam telaffuz edilmiyor ancak rakamın birkaç yüz milyar Euro’yu bulabileceği kaydediliyor.

Batılı ülkeler köle ticaretini yasakladı-ğında ilginç bir karara imza atarak köle olarak çalıştırılanlara değil, kölelerinden ‘feragat’ eden toprak sahiplerine tazminat ödemişti. Köleliği 1834’te yasaklayan İngil-

tere’nin yerleşimci vatandaşlarına bugünkü rakamlarla 240 milyar Euro ödediği tahmin ediliyor. İngiltere’nin eski Başbakanı Tony Blair 2007’de ülkesinin köle taşımacılığını yasaklamasının 200. yıldönümünde, köle ticaretinin sebep olduğu ‘dayanılmaz acılar-dan’ dolayı üzüntüsünü ifade etmiş ancak herhangi bir tazminattan bahsetmemişti.

Batı basınına konuşan Jamaika Milli Tazminat Komisyonu Başkanı Verene Shep-herd, köleliği kaldıran İngiltere’nin kendi yerleşimcilerine milyarlarca Euro öderken, “dedelerimize hürriyetinizi kazandınız, gidin kendinizi geliştirin” demekle yetindiğini vurguluyor.

Fransa eski Devlet Başkanı Nicolas Sar-

kozy de ‘sömürgeciliğin yaralarını’ gündeme getirmiş ancak Haiti’ye tazminat ödenmesi sorulduğunda Paris’in 56 milyon Euro’luk borcu sildiğini ve 2010’daki depremden sonra 40 milyon Euro’luk yardım paketi hazırladığını söylemekle yetinmişti.

14 Karayip ülkesi Almanya’nın Yahu-dilere, Yeni Zelanda’nın Maori ve Japon azınlığa tazminat ödediğine işaret ediyor. Afrikalı ve ABD’li siyahî akademisyenler köle ticaretini Swahili dilinde ‘büyük felaket’ manasına gelen ‘Maafa’ ismiyle anıyor. Köle ticaretine ‘Afrika soykırımı’ diyen akade-misyenler de var. 400 yıla yakın süren köle ticaretinde yaklaşık 12 milyon Afrikalının At-lantik Okyanu-su’nu aştığı tahmin ediliyor.

İsrail’de İsrailli yok!DIŞ HABERLER SERVİSİ

1İsrail’i anti-demokratik bulduklarını ifade eden bir grup Yahudi vatanda-

şın devletleri tarafından ülkelerinde dinsel kimlik üzerinden tanımlanmak yerine res-men “İsrailli” kabul edilme istekleri yüksek mahkeme tarafından reddedildi. Böylesi bir düzenlemenin “Yahudiler için Yahudi devleti” anlayışına aykırı olduğu karara gerekçe gösterildi.

Kimlikler üzerinden yapılan aidiyet tartışmalarına bir örnek de bugünlerde İsrail’den geldi. Ülkelerini yeteri kadar demokratik bulmayan bir grup Yahudi İsrail vatandaşının “İsrailli” kimliğinin kendileri için resmen kabul edilmesi yönündeki istekleri yüksek mahkeme tarafından red-dedildi. 21 İsrailli Yahudi’nin başvurusunu reddeden yüksek mahkeme 26 sayfalık açıklamasında ‘İsrailli’ kimliğini kabul

etmenin ülkenin kuruluş felsefesi olan “Yahudiler için Yahudi devleti” anlayışına aykırı olduğunu açıkladı.

İsrailli olma kimliği kabul edilmiyorİsrail nüfusu resmi kayıt sistemi, va-

tandaşlarını Yahudi, Arap ya da Durzi gibi etnik kimlikler üzerinden sınıfl andırırken “İsrailli” olma kimliğini kabul etmiyor. Bu durumdan şikayetçi olan ve mahkemeye başvuran İsrailli Yahudiler ülkelerinde laikliğe dayalı bir vatandaşlık kimliği inşa edilmemesinin devlet kademelerinde, özellikle de polisin uygulamalarında, Ya-hudi olanların çıkarına olacak şekilde Arap azınlığa karşı ayrımcılığa sebep olduğunu ve bütün azınlıkların ezildiğini savunuyor. ‘İsrailli’ kimliğinin ayrımcılığın önüne geçip bütün vatandaşları birleştirebileceğini iddia ediyor. Yüksek mahkemenin “sonuçları uzun vadede ülkenin Yahudi karakterine

zarar verir” gerekçesiyle toplu başvuruları reddetmesinin ardından ‘Ben İsrailliyim’ hareketinin ve başvuruyu yapan grubun önderliğini yapan Profesör Uzzi Ornan “Yahudi kimliği antidemokratiktir.” açık-lamasını yaptı. Ornan sözlerine “İsrailli kimliğiyle demokrasimizi ve vatandaşları-mız arasındaki eşitliği güvence altına almış oluruz.” ifadelerini ekledi.

Fakat ülkede herkesin Ornan gibi dü-şünmediği yüksek mahkemenin kararından da anlaşılan tartışmayla ilgili bir açıklama da Tel Aviv Üniversitesi’nden tarihçi Profesör Anita Shapira’dan geldi. Shapira, “Yahudilik ve Yahudi milliyetçiliği el ele giderler, İsrail’de bir kere İsrail milliyetçiliği gelişmeye başlarsa Yahudilik ruhu kay-bolur. Bu yüzden İsrail’e dinsel sebeplerle bağlı olan yurtdışındaki Yahudiler ülkeye yabancılaşmış olur.” açıklamasını yaptı.

Page 36: Zaman232 egazete

Suriye muhalefetinin meşru ordusu ÖSO’yu, 100 farklı ülkenin tanıdığı Suriye Ulusal Koalisyonu’nu (SUK) pasif bulan birçok savaşçı, radikallerin sa fına geçiyor. Batı’nın kimyasal saldırıya rağmen rejimi vurmaması, hâlâ ÖSO’ya gereken ağır si-lah desteğini sağlamaması, El Nusra gibi radikallerin kendilerine katılan savaşçılara aylık bağlaması da radikallerin safına geçişi artırıyor.

Cephedeki varlığı ilk Ocak 2012’de beli-ren Ebu Muhammed el-Cevlani liderliğin-deki El Nusra, ÖSO’ya kıyasla küçük olsa da giriştiği bombalı intihar eylemleriyle kısa sürede özellikle ülkenin kuzeyinde varlık gösterdi. Nisan 2013’te El Kaide ba ğını ilan eden, ABD’nin terör örgütü liste sine koyduğu hareketin 7-8 bin savaşçıya sahip olduğu ifade ediliyor. Aralarında Çe çenistan, Libya ve Afganistan savaşların dan geçmiş, asimetrik savaş unsurlarında tecrübeli olanlar da var. Haliyle cepheye yansıyan bu birikim, örgüte ÖSO ve Suriye Ordusu karşısında direnme gücü sağlıyor.

Türkiye’yi de vururuz! Radikal cephenin önde gelen bir diğer

gücü de ISIS. Irak El Kaide’sine bağlılığını açıklayan ISIS, El Nusra ile birlikte hareket ediyor. Aktif 2-3 bin savaşçısının olduğu biliniyor. Afgan El Kaidesi gibi cephede her türlü silahı kullanmaktan kaçınmayan ISIS, cephedeki varlığını güçlendirmek için ÖSO ile çatışmaktan geri durmuyor. Türkiye sını-rındaki Azez kenti gibi 11 vila yette kontrolü ele alan grup, bölgede ‘şeri at’ yönetimine geçtiğini ilan etti. Yaşanan gelişmenin ardından Ankara’nın Hatay Çilvegözü ile Gaziantep Öncüpınar sınır kapılarını kapatmasına tepki gösteren ör güt, sınırın açılmaması hâlinde Türkiye’yi İstanbul ve Ankara’ya intihar saldırıları dü zenlemekle tehdit etti. Örgütün 11 Mayıs Reyhanlı, 17 Eylül Cilvegözü saldırılarını da üstlenmesi

dikkatlerden kaçmadı. Ankara, sınıra dayanan

30 bin kişilik El Kaide-El Nusra tehdidine kayıtsız de ğil. Önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ardından Başbakan Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ‘Suriye’deki El Kaide ve benzeri radikal örgütlerden rahat sız olduklarını’ duyurdu. Hükümet bir yıl lık kullanım süresi dolan Suriye tezkeresini uzatmak üzere TBMM’ye getirirken güney sınırında beliren bu yeni tehdidi de nazara verdi. Batı med-yası Ankara’dan ardı sıra ge len ‘El Kaide’ karşıtı açıklamalara geniş yer verdi. Batı medyası daha önce Ankara’yı bu tür radikal unsurlara Suriye’deki PKK-PYD varlığıyla savaştığı için göz yummak la itham ediyordu. Batı başkentlerinde “Ankara’nın yabancı savaşçıların Türkiye üzerinden Suriye’ye geçmesine kayıtsız kal dığı”, “Yaralananların Türkiye’de tedavi edildiği” dillendirilse de ispat edilememişti.

Bu tezgâh bozulmalı Ankara Strateji Enstitüsü Başkanı Prof.

Dr. Mehmet Özcan, bu noktada gizli bir tuza ğa dikkat çekiyor. PYD gibi Suriye’deki bazı grupların ürettikleri İngilizce haberlerle Türkiye’nin El Nusra-El Kaide gibi radikalle re destek verdiği algısını oluşturmaya çalış tığını, bazı küresel güçlerin de bu malzeme yi kul-landığını anlatıyor: “El Kaide gibi El Nusra da Türkiye’ye açıktan tehdit. Ankara’nın direkt veya dolaylı olarak bu grup lara des-tek verdiği düşünü lemez. Birileri Türkiye üze rinden iz bırakacak şekilde radikallere destek göndere bilir. Devlet ileride kendini zor duruma düşürebilecek bu tezgâhı boz-malı. Bu nok tada Başbakan Erdoğan’ın El Kaide’yi açıktan kınaması, İslami olmadığını söylemesi çok önemli. Ama yetmez. Sınır kontrolleri güçlendi rilmeli. Küresel anlamda daha güçlü imaj faaliyeti yürütülmeli. ‘Tür-kiye terör gruplarına destek veriyor’ imajının oluşmasına imkân verilmemeli.”

Aynı ‘sinsi’ operasyona bir üst düzey

yetkili de de ğiniyor. Ankara’nın farklı tarihlerde Suriye’deki

ya bancı savaşçılara dair nega tif eleştirilerini

görmeyen Batı medyasının, “Türkiye El Nusra’yı destekli-

yor” id dialarını kasten gündem de tuttuğunu vurguluyor. PKK’nın zayıfl adığı dönem de El Nusra’nın üçüncü ülkelerce el altından pa lazlandırıldığını söylüyor. Tam bu dönemde Irak’ın en sıkı korunan hapisha-nesi Ebu Gureyb’den bin kadar mahkûmun Suriye’ye kaç masını manidar buluyor: “El Nusra, ISIS gibi yapılar aynı PKK gibi taşeron örgütler. İçlerine sızmış Suriye, İran ajanları var. Çıkış noktası Esed rejimiyle savaşmak olan radikal gruplar gelinen nok tada ÖSO ve SUK’u hedef alıyor, muhalefe tin yakın destekçisi Türkiye’yi tehdit ediyor. Kafa kesme eylemleri hem İslam karşıtlığını hem de Esed rejimini güçlendiriyor. Batı bu gö-rüntüleri bahane ederek Esed’i devirmek ten geri duruyor, muhalifl ere silah vermi yor. Sonuçta radikaller faydadan çok zarar veriyor mücadeleye.”

Aynı yetkili, geçmişte PKK’yı Türkiye’ye dönük örtülü savaşlarında kullanan bölge-sel-küresel güçlerin yeni dönemde aynı yıp-ratma etkisini El Nusra üzerinden yapmak isteyeceğini belirtiyor: “Ortadoğu’da beliren bu yeni silahlı unsuru 4-5 farklı güç kendi ne göre yönlendirmeye çalışıyor. Para, silah bulmakta zorlanmaması, kimi yerde Esed rejiminin bunlara alan açmasının arkasın da bu durum var. Eğer El Kaide, Esed son-rasında varlığını korursa geçmişte vurduğu gibi yeniden birilerine vekâleten Türkiye’yi vurabilir! İran bazı üst düzey El Kaide yö-neticilerini neden Tahran’da barındırıyor? Üzerinde durup düşünülmeli.”

‘Sünni’ Müslüman kisvesiyle hareket eden El Kaide, El Nusra, ISIS gibi radikal gruplar sivilleri hedef alan canlı intihar saldırılarıyla, kafa kesme eylemleriyle ‘Te-rör=Sünni İslam’ algısı oluşturuyor. Buna karşılık sayıları 40 bini bulan Şii Hizbullah

savaşçıları, en az 100 bin ki şiden oluşan Nusayri Şebbihalar bu tür eylemlerden geri kalmalarına rağmen gündeme taşınmı-yor. Sünni eylemciler radikal, Şiiler ılımlı imajı çiziliyor. Bu algıyı güçlendirmek için Tahran-Şam ek seninin el altından çalıştığı düşünülüyor. Üst düzey yetkili, bu ittifakın özellikle Türkiye’den radikal eylemci devşirip Suri ye’deki ‘cihatçı gruplara’ yönlendirdiği-nin tespit edildiğini aktarıyor.

Peki, El Nusra tehdidi ileriki dönemde büyür mü? Esed sonrası yeni hükümet bu-gün sayıları 30 bini aşan radikal grupları ülkeden çıkarabilir mi? 2004-2007 ara-sında Afganistan ISAF Psikolojik Harekât Komutanlığı’nda görev yapan eski Binba şı Esedullah Oğuz, Suriye’deki El Kaideci grupların kolayca temizlenemeyeceğini iddia ediyor: “El Kaide ile başa çıkmak ko lay olsaydı Amerika ve NATO Afganistan’da bunca kayıp vermez, 10 yıl boyunca savaş-mak zorunda kalmazdı. Usame bin Ladin öldürülse de El Kaide hâlâ diri. Taliban, El Kaide’nin taktikleri, stratejileriyle ayakta kaldı. Beliren yeni tehdit karşısında Türkiye sınır güvenliğini masaya yatırmalı. El Nus ra gibi örgütlerin bölgeye yerleşmesine izin vermemeli. Aksi hâlde acısını sonradan çe-keceği vahim bir hataya imza atar.”

Oğuz, El Kaide gibi El Nusra’nın da Tür kiye, Ürdün ve Suudi Arabistan’ı Batı’nın taşeronu olarak gördüğünü, bu yüzden adı geçen ülkelere karşı Batılı ülkelerden daha çok nefret duyduğunu anlatıyor: “Dikkat ettiyseniz El Kaide birkaç yıl önce her üç ülkede de büyük çaplı saldırılar düzenledi. Ama El Kaide nedense Batı’ya karşı olan İran’da hiçbir eylem gerçekleştirmedi!”

Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Akif Okur da El Kaide’yi Suriye’den çıkarmanın pek kolay olmaya cağı görü-şünde: Bu gruplara karşı savaşma vaadiyle Batı’dan destek isteyecek güçler, Ankara’nın başını ayrıca ağrıtacak. ABD’nin PYD/PKK ile doğrudan ve açıkça ilişki kur duğu bir senaryoyu gözünüzün önüne geti rin, nasıl etkiler doğururdu?”

3 6 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANDÜNY A

PKK'yı kullanan güçler El Nusra'yı

kullanacak

YENİ TAŞERON EL NUSRASı nı rı mı z da b eliren y eni tehdidin adı ‘El Nusra’. PKK gibi kime, neye hizmet ettiği bilinmeyen El Kaideci örgütün hedefi nde artık Türkiye de var. Taşeron değişse de kullanan güçler aynı.

BİRİNCİ SAYFADAN DEVAM

Page 37: Zaman232 egazete

3 7 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANDÜNY AAB - Afrika Birliği arasında Uluslararası Ceza Mahkemesi krizi 1 3 E kim’de toplanacak Afrika Birliği’nin en önemli gündem maddelerinden biri, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden topluca ayrılmak. HASAN CÜCÜK KOPENHAG

113 Ekim’de Etiyop-ya’nın başkenti Addis Ababa’da toplanacak Afrika Bir-

liği’nin önemli gündem maddelerinden biri, üyelerin Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden (UCM) topluca çıkmaları. Gerekçeleri ise mahkemenin bugüne kadar sadece Afri-kalıları yargılaması. Afrika Birliği üyelerinin topluca UCM’yi terk etmemesi için en büyük baskı ise Avrupa Birliği’nden (AB) geliyor. UCM’nin en büyük taraftarı olan AB ülkeleri, Afrika ülkelerini ‘ekonomik yardımı’ kes-mekle tehdit ediyor. Önce UCM’nin tarihine bir göz attıktan sonra Afrika Birliği-Avrupa Birliği kapışmasına değinelim.

1998’de BM öncülüğünde toplanan Roma Konferansı’na katılan ülkelerin insanlığa karşı işlenen suçları takip edip yargılayacak sürekli bir mahkemenin varlığına olan ihti-yacı dile getirmesiyle UCM’nin temeli atıldı. 17 Temmuz 1998’de UCM’yi kuran Roma Statüsü, 7 ret oyuna karşılık 120 kabul ve 21 çekimser oyu ile kabul edildi. Roma Statüsü; suçları, mahkemenin nasıl çalışacağını ve devletlerin mahkeme ile işbirliği için neler yapmaları gerektiğini tanımlıyor. Statü gere-ğince, UCM’nin faaliyete geçebilmesi için 60 ülkenin onayı beklendi ve 11 Nisan 2002’de sözkonusu sayıya ulaşıldı. 11 Mart 2003’te resmen çalışmaya başlayan UCM’nin binası Hollanda’nın Lahey kentinde bulunuyor ve mahkemeyi 121 ülke tanıyor. Türkiye, ABD, Rusya, Çin, Hindistan, İran, Kuzey Kore, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin tanımadığı mahkemeyi Afrika’dan 34, Batı Avrupa’dan 24, Doğu Avrupa’dan 18, Latin Amerika’dan 26, Asya’dan 18 ve Kuzey Amerika’dan 1 (Kanada) ülke tanıyor.

UCM’ye Afrika’nın güvenini sarsan son olay, Kenya Devlet Başkanı Uhuru Kenyatta ve Başkan Yardımcısı William Ruto’ya, 2007 seçimlerine ‘organize şiddet’ karıştırarak 1100 kişinin ölümüne ve 600 bin kişinin evini terk etmesine yol açtıkları gerekçesiyle dava açılması oldu. Kenyatta, UCM’nin yargıla-masını tanımazken, yardımcısı Ruto hâkim huzuruna çıkarak savunmasını vermeye başladı. Ruto, yargılanması devam ederken, Nairobi’de meydana gelen terör saldırısı için mahkemeden bir hafta izin alıp ülkesine döndü. UCM’nin Kenyatta ve Ruto’yu ‘in-sanlık suçu’ işlediği gerekçesiyle yargılama kararı almasının hemen ardından Kenya Parlamentosu UCM’den çekilme kararı aldı. Afrika Birliği’nin lokomotif ülkelerinden biri olan Kenya, sadece kendisinin değil, diğer Afrika ülkelerinin de topluca Ulusla-rarası Ceza Mahkemesi’nden ayrılmasını 13 Ekim’deki toplantının gündemine aldırdı.

Afrikalı liderler, 2003’ten bu yana çalışan mahkemenin sadece Afrikalıları yargılama-sını ırkçılık ve ayrımcılık olarak görüyor. UCM’nin açtığı 21 dava; 5 Uganda gerilla lideri, 5 Kongo gerilla lideri, Merkez Afrika Cumhuriyeti eski devlet başkan yardımcısı, Sudan devlet başkanı ve iki bakanı, Fildişi Sahilleri eski devlet başkanı, Kaddafi reji-minin 3 üst düzey yöneticisi, Kenya devlet başkanı ve yardımcısı ile Mali’de meydana gelen olaylardan oluşuyor.

UCM’nin hakkında dava açtığı her isim, mahkeme huzuruna gelerek hesap vermedi elbette. Mesela, Ugandalı gerilla lideri Joseph Kony, Sudan Devlet Başkanı Ömer Beşir, Kenya Devlet Başkanı Uhuru Kenyatta, eski Fildişi Sahilleri Devlet Başkanı Laurent Kou-dou ve Libya lideri Muammer Kaddafi ’nin

oğlu Saif, haklarında açılan dava ve verilen tutuklama kararına rağmen UCM’de hâkim huzuruna çıkmadı.

Esed neden yargılanmıyor?Peki, insanlığa karşı tüm suçlar sadece

Afrika ülkelerinde mi işleniyor? Elbette değil. Uluslararası gözlemciler yakın bir zamanda Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’in halkına karşı kimyasal silah kullandığını tespit etti. Yine Kuzey Kore lideri Kim Jong’un toplama kamplarında 20 bin kişinin ölümüne sebep olduğu son araştırmalarla ortaya çıktı. Suriye ve Kuzey Kore, UCM’yi kabul etmeyen ülke-ler arasında yer alıyor. Ancak bu durum adı geçen ülke yetkililerini işledikleri suçlardan dolayı yargılamaya engel değil. Bir ülkede insanlığa karşı suç işleniyor ve UCM’yi kabul etmiyorsa, BM kararı ile yargılanabiliyor. Bunu 2007’de Sudan, 2011’de Libya ör-neğinde yaşadık. Ancak BM’de veto hakkı

bulunan 5 daimî üyenin koruması altındaki ülkeler rahatça insanlık suçunu işliyor. Suriye ve Kuzey Kore’nin UCM’de yargılanmasına Çin ve Rusya karşı çıkıyor. Zaten bu iki ülke UCM’yi tanımayanlar arasında bulunuyor. ABD; Irak ve Afganistan’a baskı yaparak UCM’ye taraf olmalarını engelledi.

BM’nin 5 daimî üyesinin koruması altındaki ülkeler rahatça insanlığa karşı suç işlemeye devam ederken; koruma dışında kalan Afrika ülkeleri ise sanık sandalyesine oturuyor. ABD’li Prof. David Bosco, UCM’nin açtığı davalarda değil, açamadığı davalarda sorun olduğuna inanıyor. Bosco; Suriye, Irak, Afganistan, Çin ve Suudi Arabistan’da onlarca insanlık suçu işlendiğini ancak bu devletlerin gerek UCM’yi tanımaması gerekse süper güçlerin korumasında olma-sından dolayı hesap vermemesini “UCM artık ölüdür” olarak tanımlıyor. London School Economics’ten insan hakları uzmanı Mark Kersten de Kenya devlet başkanı ve yardımcısı hakkında açılan davayı ‘tarihî’ olarak niteledikten sonra şunları söylüyor: “Görev başındaki yetkililerin yargılanacağına kimse ihtimal vermezken, UCM bunu Kenya örneğinde başardı. Ama davaların sadece Afrika ülkeleriyle sınırlı kalması bu tarihî gelişmeye gölge düşürüyor.”

Bosco ve Kersten, UCM’nin insanlığa karşı suçun işlenmediği bir dünyayı tesis et-mesi için, mutlaka eski ABD Başkanı George Bush, eski İngiltere Başbakanı Tony Blair, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ve Kuzey Kore lideri Kim Jong-un’u sanık sandalyesine oturtması gerektiği görüşünde ittifak yapı-yor. İkili özellikle, yalan gerekçelerle Irak’ı işgal edip en az 640 bin kişinin ölümüne sebep olan Bush ve Blair’in UCM karşısına çıkmamasının adalete olan güveni sarstığını söylüyor.

Kopenhag Üniversitesi Afrika Araştır-maları Merkezi’nden Holger Bernt Hansen

de UCM’ye ‘ırkçı ve ayrımcı’ suçlamasını yö-nelten Afrika ülkelerinin ‘kısmen haklı’ oldu-ğunu belirtiyor. Hansen, Afrikalıların doğal olarak “Neden sadece biz yargılanıyoruz?” sorusuna tatmin edici cevap alamadığını ifade ediyor. Güney Danimarka Üniversi-tesi’nden Martin Mennecke ise UCM’ye ‘ırkçı’ demenin haksızlık olduğunu, sorunun UCM’den değil, mahkemeyi tanımayan BM daimî üyesi ülkelerin ‘ayrımcı ve kollayıcı’ tutumundan kaynaklandığını ifade ediyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Ri-ghts Watch) Avrupa Direktörü Lotte Leicht ise kuruluş olarak UCM’ye başından beri destek verdiklerini belirttikten sonra sözü Afrilalıların sızlanmasına getiriyor: “Afrika ülklelerinin liderleri Suriye ve Sri Lanka’da işlenen suçlar karşısında adeta sessizliğe büründü. Uluslararası toplum maalesef bu ülkelerde işlenen suçlara karşı UCM’nin dava açmasına destek vermedi. UCM’den şikayetçi Afrika ülkeleri bile bu konuda taraf olmadı.” diyor. Leicht, sadece Afrika ülkelerini eleştirmiyor. “UCM bizim en önemli konumuz.” diyen AB’nin de özellikle Suriye’de işlenen suçlara karşı duyarsız kal-dığını ifade eden Leicht, AB’nin kendi içinde insanlığa karşı suç işleyenlerin yargılanması konusunda fi kir birliği olmamasını ‘utanç verici’ olarak tanımlıyor. UCM’nin Gambiyalı başsavcısı Fatou Bensouda, Afrika’da suç işleyen yetkilileri konuyu politik zemine çekmekle suçluyor. Bensouda, “Neden sa-dece Afrikalılar yargılanıyor?” sorusuna net cevap vermekten kaçınırken, acı çekenlerin hesabının UCM sayesinde sorulduğunu ifade etmekle yetiniyor. Afrika ülkeleri, UCM’den toplu çekilmeyi 13 Ekim’deki toplantıda görüşecek. AB, böyle bir karar çıkması durumunda Afrika ülkelerini, yaptığı ekonomik yardımı kesmekle tehdit ediyor.

Bakalım, UCM’ye ‘ırkçı’ diyen Afrikalılar, kendilerini ‘cüzdanla’ korkutan AB ülkele-rine boyun eğecek mi?

Afrika Birliği 13 Ekim'deki toplantıda Uluslararası Ceza Mahkemesi'nden topluca çıkışı görüşecek.

Kenya Devlet Başkanı Uhuru Kenyatta

Page 38: Zaman232 egazete

3 8 K ÜL T ÜR 9 - 15 EKİM 2013 ZA MAN

Bisikletle seyahatin en stresli yönlerinden biri akşam vakti çadır kurmak için kamp yerine ulaşmaya çalışırken tekerin patlamasıdır. Daha kötüsü sanırım tekerin göbeğinin kırılması olmalı. Groningen’de kamp yerine ulaşmaya çalışırken ön tekerin göbeği kırıldı. Bisiklet tamircisi, dükkânı kapatmak üzere olmasına rağmen benim için bir saate yakın uğraştı.

İSMAİL ÇEVİK

1Berlin’den Paris’e hangi ulaşım aracını kulla-nırdınız? Uçak? Araba? Tren? Ya da bisiklet?!

Avrupa’da bisikletle uzun seyahatler tatil kültürü-nün bir parçası olduğu için beni gören bir Avrupalı “Aaa bir Türk bisikletle Paris’e gidiyor.” derken karşılaştığım Türkler ise “Abi senin başka işin yok mu? Korkmuyor musun? Bu ne cesaret!” sözleriyle şaşkınlıklarını dile getirseler de “Helal olsun. Keşke ben de yapabilsem.” demeleri insanı mutlu ediyor.

İsmail Çevik, yaz tatillerinde bisikleti ile Avrupa turuna çıkan bir gazeteci. Bu seneki rotası Berlin, Amsterdam, Brüksel ve Paris’ti. 15 gün süren ma-cerada turunu 7 kilo vererek tamamladı. Türlü türlü insan ve sorunla karşılaşan Çevik, ‘iyilik insanın özünde var’ dedirtecek olaylara da şahit oldu. Cüzda-nını kaybettiğini anlayınca kendisine yine gurbetçiler sahip çıktı. Sırtında çadır, elinde harita 1.400 km’nin hikâyesi...

Berlin’den Paris’e, aceleniz varsa uçakla bir saatte, yok “arada bir mola vererek gideyim” derseniz araçla on saatte, “ben en iyisi tren yolculuğu yapayım” derseniz 13 saatte ulaşabilirsiniz. Ama benim gibi “Vaktim var. Sağlıklı ve çevre dostu bir seyahat olsun. Şöyle bir etrafı göreyim. Avrupa’nın şehirleri, kasabaları, köyleri nasıldır? Doğası, kültürü bizim oralara benziyor mu? İnsanları yardım sever mi? İnsanlarla konuşmak, tanışmak için GPS yerine ha-rita kullanarak yolumu kaybettiğimde hangi Alman, Fransız, Belçikalı veya Hollandalı durup dakikalarca yol tarifi yapacak?” diyorsanız... Hangi yöne gide-ceğinizi sormak için dakikalarca birisinin geçmesini bekleyebilecekseniz, yağmurda, rüzgârda, güneşte pedallamayı, geceleri yorulduğunuz yerde çadırda kalmayı göze alıyorsanız... Berlin’den bisikletle Paris’e uzanacaksınız.Öyle “hadi bisiklete atladım yola çıktım” demek kolay değil. Kondisyonun ya-nında haftalar öncesinden planlar yapılıp, nerelerin görüleceği belirlenip, günde ortalama kaç kilometre gidileceğinin programlanması gerekiyor. Bisiklet için yedek malzemelerden, ilk yardım kutusu ve tırnak makasına kadar birçok ayrıntıyı tedarik etmek şart.

DOĞU ALMANYA’DA GÖZLERİM NAZİ ARADIAlmanya etabının ilk günlerinde Doğu Almanya

eyaletleri Brandenburg ve Sachsen-Anhalt’ta pedal-ladım. Boş köyler, eski ve bakımsız binalar, insana “Almanya’da mıyım?” dedirtirken, medyada yer alan dazlak yürüyüşlerinin çoğu buralarda yapıldığı için gözlerim aşırı sağcı Nazi aradı. Doğu Almanya’yı görmeden, Almanya analizi yapmak eksik olacaktır. Dazlağa rastlamadım ama yardım etmeye çalışan, yol gösterme gayretinde olan insanlarla karşılaştım. Doğu Almanya’da hâlâ işsizlik yüksek ve eğitim seviyesi oldukça düşük.

ÇOCUKLUĞUMUN KAHRAMANLARI “BREMEN MIZIKACILARI”NI ZİYARETBremen Mızıkacıları’nı duymayan neredeyse

yoktur. Grimm Kardeşler’in kaleme aldığı, yaşlan-dıkları ve işe yaramadıkları düşüncesiyle sahiplerinin kötü davranışları nedeniyle yerlerini terk eden kedi, köpek, horoz ve eşeğin hikâyesi. Heykelleri Bremen şehir merkezinde hikâyede geçen binanın önünde ziyaretçilerini ağırlıyor. Belediye binası ve kilise birçok şehirde olduğu gibi mimarî olarak orijinalliğini ko-ruyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’nın işgal anlaşması da Bremen’de imzalanmış.

ALMANYA’NIN KARADENİZ’İ “OSTFRİESEN”Bremen’den sonra Almanya’nın “Karadeniz”i

Ostfriesen’e uzanıyorum. Kuzey Denizi’ne kıyısı olan Ostfriesen bölgesi, yeşilliği, tabiatı, kuş gözetleme alanları ve halkının üzerine üretildiği fıkralarla tam bir Karadeniz. İnsanlar geçimlerini tarım ve hayvancılık ile sağlıyor. Köylüler diğer yerlere göre daha insancıl. İşte Ostfriesenliler hakkında üretilen fıkralardan bir örnek: Gemisi delinen ve su alan Ostfriesenli ne yapar? Gemiye bir delik daha açar ki su diğer taraftan boşalsın... Ostfriesen bölgesinde yaşlısı, çocuğu yolda gördükleri herkesi ‘Moin’ diyerek selamlıyor. Bisikletle yol bulmam konusunda birçok defa kimseye bir şey sormadan “Yardımcı olabilir miyiz?” diye sordular. Geceyi Emden Eyüp Sultan Camii’nde geçirdim. Emden’de 500 kadar Türk

yaşıyor. Fakat diğer Arap ülkelerinden gelenlerle birlikte biraz Müslüman var. Güzel bir cami yaptırmış işadamının birisi. Emden’de Türklerin çoğu gemi yapım şirketlerine işçi tedarik ediyor. Kiralık personel şirketi olan Türkler var.

BİSİKLET ÜLKESİ HOLLANDAHollanda etabında Groningen, Lylstedt, Amster-

dam, Avrupa Adalet Divanı’nın bulunduğu Lahey, Rotterdam ve Middelburg’da pedalladım. Hollanda, tam bir bisiklet ülkesi. Çin’den sonra dünyada bisiklet kullanımının en yaygın olduğu ikinci ülke. Hem yolları hem tabelalarıyla bisikletliler için kurulmuş bir ülke. İlkokulda çocuklara bisiklet kullanımı ve kuralları ders olarak okutuluyor. Rotterdam’dan Middelburg’a giderken Kuzey Denizi kıyısında bisiklet sürmek, Kuzey Denizi’ndeki gel-git olayını izlemek insanın yorgunluğunu alıyor.

“İYİLİK İNSANIN ÖZÜNDE VAR”Bisikletle seyahatin en stresli yönlerinden biri

akşam vakti çadır kurmak için kamp yerine ulaşmaya çalışırken tekerin patlamasıdır. Daha kötüsü sanırım tekerin göbeğinin kırılması olmalı. Groningen’de kamp yerine ulaşmaya çalışırken ön tekerin göbeği kırıldı. Bisiklet tamircisi, dükkânı kapatmak üzere olmasına rağmen benim için bir saate yakın uğraştı. Sonra, “Maalesef sizin bisiklette özel bir sistem var. Bunu yapmamız mümkün değil. Başka bir yere bakmalısınız.”dedi. Akşam akşam yorgun olduğumu düşünerek aracıyla beni pansiyona kadar götürüp, sabah bisikleti tamir ettirebileceğim ve aradığım özel parçanın olabileceği dükkânların adresini çı-

karıp verdi. Kendisine para teklifi m karşısında “Önemli olan sizin güvenliğiniz ve

turunuzu tamamlamanız.” diyerek geri çevirdi.

TÜRKİYE KÖYÜNÜN İLK BİSİKLETLİ SEYYAHI

Hollanda’nın Belçika sını-rında bulunan “Türkiye” köyü

şaşırtıyor. 18 haneli köyü ziyaret eden ilk Türk bisikletli seyyah

olarak köy muhtarının kayıtlarına girdim. Köyün hikâyesi ilginç. 1600’lü yıl-

larda İspanyollar tarafından esir alınan Osmanlı as-kerleri kurtulup, Hollandalılar ile birlikte İspanyollara karşı savaşı kazanırlar. Daha sonra İspanyollardan korunmak için Osmanlı bayrağı asarlar. “Türkiye” ismini verdikleri köyde ay-yıldızlı bayrağımız devamlı dalgalanıyor. Emekli pilot olan köy muhtarı Sayın Sturm, Türkiye’yi ve Türk insanını çok sevdiğini, Türkiye köyünde yaşadığı için mutlu olduğunu söyledi. Köye ziyarete gelen herkese ikramlarda bulunup Türkiye sıcaklığını yaşatmaya çalışıyor. Ayrılırken “Size Türkiye’yi gezdirip sınıra kadar eşlik edeyim.” diyerek espri yapmayı ihmal etmedi.

FLAMANLAR VE VALONLAR: İKİ AYRI DÜNYAHollanda’dan Belçika’nın Flaman bölgesine ge-

çince Hollanda’daki bisikletlilerin ayrıcalığını unut-mak gerekiyor. Flamanca konuşulan bölge ekonomi,

altyapı ve yaşam standardıyla Valon bölgesinden çok daha iyi. Brüksel aynı zamanda Flaman eyaletinin başkenti. Valon bölgesi şehirlerinin yolları bozuk, evleri bakımsız, işsizlik yüzde 20’leri buluyor. .

Bisiklet turunda küçük kazalar yaşanabilir. Yolu kaybedebilirsiniz. Zincir kırılabilir. Fakat bir akşam pansiyonda konaklayarak “çadırda yorulan vücudu-nuzu dinlendireyim” derseniz ve akşam 22.00 gibi cüzdanınızı, paranızı kaybettiğinizi anlarsanız canınız sıkılır. Mons’a ulaştığımda akşamın bir vaktinde beş parasız kaldığımı öğrenince yorgunluğum iki katına çıktı. Burada tevafuken tanıştığım Aksaraylı Savaş Altındal’ın önce “Karnın aç mı? Bir dinlen. Misafi rim ol, sabah bir çaresine bakarız. Yolda kalmışa sahip çıkmak bizim sorumluluğumuz.” sözleri, “Türk in-sanı gerçekten çok farklı.” dedirtti. Sabah polise gidip kayıp başvurusundan sonra Altındal’a Paris’e 230 km kaldığını ve 200 Euro’nun yeteceğini söyledim. Savaş Bey’in “Kardeşim ne olur ne olmaz, sana 100 Euro da fazladan vereyim, üzerinde bulunsun. Parayı ister gönder ister gönderme, ben bir Müslüman olarak vazifemi yaptım.” demesi belki Berlin-Paris turumun en can alıcı anısı olarak hatıralarımda kaldı. Turdan sonra ilk işim Savaş Altındal’ın emanetini geri göndermek oldu. Dünyanın neresinde olursa olsun tanımadığı bir insanı evine davet ederek misafi r edip, karnını doyurup cebine ihtiyacı olan 200 Euro’nun fazlasını verip uğurlayan sanırım ancak bir Türk olur.

Yollarda genelde balık konservesi tüketiyorum. Akşamları kamp yerinde sıcak çorba tercihimdir. Sabah kahvaltılarımı süt, mısır gevreği ve karacaotlu bal ile yapıyorum. Fakat yollarda karşılaştığım Türk aileler evlerine davet edip ikramlarda bulunuyor. Ayrıca yolda ihtiyacım olur diye yolluk yapmayı ihmal etmiyorlar. Kebapçılar, “Abi bir soluklan, yemek ikram edelim.” ısrarında bulunuyorlar.

KUZEY FRANSA’DAN PARİS‘E UZANIRKEN...Belçika’nın Mons şehrinden Fransa’ya sınır

yaklaşık 40 kilometre. Quievrechain, Fransa’nın Volan bölgesine sınır köyü. Dikkatli bakmadığınız takdirde Fransa’ya geçtiğinizi bile anlamayabiliyor-sunuz. Volan’da ve Fransa’nın kuzeyinde bisiklet yolu yok. National denilen araç yollarını kullanmak zorundasınız. Araç sürücüleri maalesef bisikletlilere karşı çok saygılı değil. Sokakta İngilizce konuşan birisini bulmak çok zor. Arapça müzikle dolaşan gençlerin işsiz oldukları ve maalesef eğitim sorunları olduğu her hallerinden belli. Türk bayrağını gören Arapların yanıma gelip el kol hareketleriyle Paris’te dikkatli olunması gerektiğini, gasp olaylarının çok olduğunu anlatmaya çalışmaları dikkat çekiciydi.

VE PARİS...Paris’e ulaşınca yorgunluk kalmadı. Kuzey

Fransa, Belçika ve Doğu Almanya’da altyapı, eko-nomi, eğitim ve sosyal şartlar açısından geriye gidişin ne kadar hızlı olduğu görülebiliyor. Avrupa’nın boşalan köyleri ve yaşlanan nüfusu “Batı, Doğu’suz yapamaz” fi krini güçlendirdi. İki haftalık Berlin, Amsterdam, Brüksel ve Paris turundan yorgunluktan çok unutulmaz hatıralar kaldı. Bir sonraki Danimarka, İsveç, Norveç turunun hazırlıklarına başladım bile.

BERLİN'DEN PARİS'E BİR

GEZİ ÖYKÜSÜ

Abi senin başka işin yok mu?

Page 39: Zaman232 egazete

Joost Lagendijk

39 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANYORUM

Yaşlı ve muhtaçYaş ağır bir yük. Son 25 yılda her yerde

daha büyük bir yük haline geldi, sebebi basit, daha fazla insan yaşlandı. Bu demek oluyor ki, yaşlı insanlar için sağlık ve bakım hizmeti talepleri arttı.

Almanya ve Hollanda gibi sosyal refah devletlerinde, bu talep, sağlık sorunları olan yaşlıların yaşadığı ve profesyonel doktorlar ile hemşireler tarafından tedavi edildiği ayrıntılı bir kurumlar sistemiyle karşılandı. Bu sistem, Türkiye’de, genelde, yaşlı insanları marjinalleştiren yabancı-laştırıcı ve temelde antisosyal bir yöntem olarak eleştirildi. Ebeveynlerini bakım evi ya da yaşlılar evine getiren çocuklar, egoist ve benmerkezci olarak değerlendirildi. Pek çok Türk’ün gözünde böyle bir tedavi, yaşlılara saygısızlık ve genelde Batı toplum-larındaki ahlaki yozlaşmanın bir örneğiydi.

Zamanla bu eleştirilerin bir kısmı, yaşlı bakımının kurumsallaştırılmasının olum-suz yanlarıyla yüzleşen pek çok Alman ve Hollandalı tarafından benimsendi. Son yıllarda, bu atışma, yaşlıların mümkün olduğunca uzun süre kendi evlerinde yaşama arzuları ve devletlerin sağlık sis-temi bütçesinin hızla büyümesi karşısında masrafl arı kısma ihtiyacıyla birleşti. Tüm bu etkenler, pek çok Avrupa ülkesinde iki farklı yaşlı bakımı sistemini birleştirme arayışına yol açtı. Bir yanda kendileri için böyle düzenlemeler yapacak konumda artık olmayan insanlar için kaliteli bakım sağlayan kurumlar, diğer yanda yaşlı insanlara yardım etmeyi becermek ve onları mümkün olduğunca uzun süre eski, doğal ortamlarında kalmaya teşvik etmek durumunda olan aile üyeleri, komşular ve akrabalardan oluşan bir ağ. Amaç net: Gönüllü yardımın artması ve profesyonel evlere gereksiz sevklerin azalması.

Eminim ki, Türkiye, tümüyle farklı bir başlangıç noktasından hareketle, benzer türde bir denge arayışına girmek zorunda kalacak. Bu ülkede yaşlı bakımını organize etmenin ilk ve genellikle tek yolu geniş çaplı ailenin devreye girmesi oluyor. Bunun yapılması ahlaki bir yükümlülük olarak

görülüyor. Bu sebepten devlet yaşlılara mahsus bir sistem organize etmiyor ve bunun için özel kurumlar inşa etmiyor. Ama Türk toplumundaki bir dizi derinden değişimin sonucu olarak artık bu sistemin sınırları her gün sınanıyor: İnsanlar yaş-lanıyor, aileler küçülüyor ve kökenlerinin bulunduğu şehirlerde yoğunlaşmış biçimde oturmuyorlar. Çocuklar genelde muhtaç ebeveynlerine bakacak konumda olmuyor, zira bunun için zamanları, mekânları ya da en basitinden uzmanlıkları yok.

Artık eşimin ailesi de, yapmakla yü-kümlü oldukları ile gerçekten yapabildikleri arasındaki genişleyen uçurumla yüz yüze geldi. Hafıza kaybından mustarip bir baba ile artan fi ziksel rahatsızlıklarından ötürü kocasına artık bakamayan bir anneyi nasıl idare etmeli? Eşim ve kardeşleri, başka bir yerde yaşıyor, işlerini ve diğer yükümlü-lüklerini geride bırakıp ebeveynlerine tam zamanlı bakmaya gidemiyor. Yanı sıra babalarının, hafızalarını kaybeden hasta-lara nasıl muamele edilmesi gerektiğini bilen bir uzman tarafından tedavi edilmesi gerekiyor.

Bunun için düzenlemeler ve aile büt-çesine uygun özel tesisler olmadığından, çocuklarının tüm çabalarına rağmen, o iki yaşlı insanın hak ettikleri bakımı alamadık-larını görmek acı veriyor.

Türkiye, eski şekliyle artık var olmayan bir aile sistemine dayanan görevlerini meşru ve anlaşılabilir sebeplerden yerine getiremeyen yurttaşlarının sayısının gi-derek artması durumuyla karşı karşıya. Devletin müdahale edip bakım arayan yaşlı insanları kanatları altına alacak en temel profesyonel kurumları ve aileler ya da akrabaların sunamadığı özel hizmetleri yaratmasına duyulan ihtiyaç büyüyor. Böyle yaparak, Türkiye, hem geçmişte diğer Avrupa ülkelerinde yapılan hatalardan ders çıkarabilir. Hem de ilerleyen yaş yüküyle gönüllü yardım ve profesyonel bakımın akıllıca bileşimi aracılığıyla baş etmeye çalışan çağdaş deneylerden çok şey öğre-nebilir. [email protected]

Ali Ünal

Mesîhiyyet ve KurbanHz. Mesih İsa ibn Meryem (a.s.), risalet

vazifesine başlarken, dünya tarihinin belki de en güçlü imparatorluğu olan Roma, gücünün zirvesindeydi.

İnciller’de geçen kendi ifadesiyle “İsrail Evi’nin Kayıp Koyunları”na gönde-rilen Hz. Mesih’in yaşadığı yer olan Filistin ise, Roma idaresi altındaydı ve belli ka-rışıklıklar içindeydi. Makkabî isyanı neticesinde kurulan İsrailî devlet, M.Ö. 63 yılında Romalı komutan Pompey ta-rafından yıkılmıştı. Makkabî ayaklanmasını ateşleyen dinî ve ahlâkî ruh artık sönmüş ve yerini dünyaperestliğe, kuru, kaba, ruhsuz ve zahirî bir dinî anlayış ve yaşayışa bırakmıştı. Hz. Mesih (a.s.), bu zor şartlarda çok kısa bir zaman içinde Allah’ın izniyle öyle bir cemaat yetiştirdi ki, kendisinden sonra Roma içine dağılan havarileri, talebeleri ve onların peşlerinden gelenler, hiçbir maddî gücün mağlûp edeme-diği Roma’ya, tek bir yumruk bile atmadan inançlarını kabul ettirdiler. Hadis-i şerifl erde, Âhir Zaman’daki kudsî İslâmî hizmetler bir açıdan Mesîhiyet ve Hz. İsa’nın yeryüzüne inmesi olarak tarif buyrulurken, evrensel ve “efrâdını câmi, ağyârını mâni” İslâmiyet’in savaşla memur Musevî değil, bu İsevî–Mesihî boyutu nazara verilmektedir. Bu boyutun Kur’ân-ı Kerim’de gördüğümüz en önde gelen hususiyetleri şunlardır:

Tevhid inancı; bütün çeşitleriyle şirki ret; başta namaz ve zekât olmak üzere, Din’in emirlerini mümkün olan en üst seviyede yerine getirmeye çalışma; anne–baba huku-kuna tam riayet; “rûhullah” olarak anılacak derecede a’zamî takva, a’zamî zühd, a’zamî velâyet; gerek kazanılma, gerekse muhtevası açısından yiyecek–içeceklerin kesinlikle helâl, temiz ve sağlıklı olmasına dikkat etmek; manevî ve maddî hayatın korunması için elden geleni yapmak; kim olursa olsun herkese karşı davranışta a’zamî ölçülerde şahsî fedakârlık, letafet, nezaket ve herkese

iyilikte bulunma; Din’i tebliğ ve ona hizmet ederken gayet lâtif davranma, kimseyi kaçır-mama ve tedbirli olma; şefkat, merhamet ve sevgi yörüngesinde hareket etme, “kalblerin

sultanlığı”; sürekli seyahat, cevvaliyet, tebliğ ve bunun için herkese uzanacak köp-rüler kurma; Din’i şu veya bu türden menfaatlerine alet edenler ve dünyevîleştiren-lerle birlikte olmama, birlikte görünmeme; yönetimlerle karşı karşıya gelmeme, on-lara karşı belli bir mesafede durma; her türlü eza, cefa ve işkenceye katlanma. Hz. Mesih’in havarileri ve talebeleri, karşısında hiçbir

zaman hiçbir maddî gücün duramayacağı bu esaslar üzerinde hiçbir maddî güç kullanma-dan herhangi bir maddî gücün yenemediği Roma’yı yendiler. Bugün Anadolu’nun dört bir tarafında –meselâ 4000 m. yüksekliğin-deki Erciyes’in tepesinde, Erdemli–Silifke arasındaki Cennet mağarasının dibinde, Antakya’da Asi nehrinin kenarındaki ve nerdeyse zirvesine kadar delinip, içine merdivenler yapılan dağda– halâ ayakta duran manastırlar, yapılar, mağaralar, bu sürecin günümüze kadar gelmiş âdeta canlı şahitleridir.

İşte, Allah Rasûlü (s.a.s.), Âhir Za-man’daki kudsî İslâmî hizmetlere bir açıdan Mesihiyet ismi verirken, bu esaslara dikkat çekmekte, Âhir Zaman’da dünyada şartların Hz. Mesih dönemi şartlarına benzeyeceği ve o şartlarda Hz. Mesih ve talebeleri gibi davranmak gerektiğini nazara vermektedir. Kurban, özellikle günümüzde, meselâ Kimse Yok mu gibi yardım dernekleri ve bütün dünyaya açılmış hizmet hareket(-ler)i sayesinde tarihte olmadık tarzda ve seviyede önemli bir Mesihiyet hususiyeti olarak hizmet vermektedir. Dolayısıyla, ona ne kadar önem verilse, yine de verilmesi gereken önemin verilebildiğini söylemek zordur. O halde kurban, her yıl yeni bir seferberlikle eda edilmelidir.

AKP’nin reform stratejisiETYEN MAHÇUPYAN

Demokratikleşme paketi-nin en ilginç özelliklerinden biri ilk kez toplumsal taleplerin de dikkate alınıyor olması.

Ali Bayramoğlu'nun bir televizyon programında altını çizdiği üzere, bugüne kadar temel mesele devletin yapısını değiştirmek ve siyasetin önünü açmaktı. Ancak bu yapılırken, si-yasetten anlaşılan eski sistemin içinde var olabilen siyasi aktörlerin hareket alanının ge-nişlemesiydi. Oysa Türkiye toplumu özellikle Kürt kimliğini öne çıkaran talepler üzerinden epeyce farklı bir yere gelmiş durumda. Artık eski siyaset yelpazesi dar geliyor ve siyasi aktörlerin değil, bizatihi siyasetin alanının genişlemesi gerekiyor. Bunun bir uzantısı ise, siyasi aktörleşmeyi etkilemeyen bazı toplumsal kesimlerin de demokrasinin ima ettiği hak ve özgürlüklere kavuşmasıdır. Açıklanmış olan paket böyle bir yöne sahip ve ilk kez toplumsal talepleri dikkate alıyor. Siyaset nihayet yüzünü topluma dönüyor…

Diğer taraftan hükümet topluma ba-karken onu ‘bütünlüğü içinde' tutmak gibi

bir kaygıya da sahip… Paketin çok parçalı ve denge gözeten yapısının nedeni de bu. AKP herhangi bir kesimi ‘muhatap' alarak demokratikleşme adımı atmak, böylece de-mokratikleşmeyi bir nevi ‘taviz' konumuna düşürmek istemiyor. Aksine bu adımların kendi iradesiyle ve kendi zamanlamasıyla atıldığını göstererek, reform dizginlerini elinde tuttuğu mesajını veriyor.

Burada açıkça bir risk var. Reform süreci neredeyse tamamen AKP'nin siyasi değer-lendirmelerine ve sağduyusuna bağlı olarak ilerleyebilecek gibi gözüküyor. Ne var ki bunun için hükümeti suçlamak abes olur. Çünkü AKP sonuçta bir siyasi parti, devletin kendisi değil… Devletin birikmiş yanlışla-rının ne kadarını ne zaman düzeltecekleri kendi dünya görüşleriyle bağlantılı. AKP'yi ‘İslamcı' diye niteleyip, sonra da değişim sürecinde bu kimliğinden azadeymişçesine davranmasını beklemek epeyce garip. Aynı şekilde Başbakan'a ‘diktatör' dedikten sonra hem reformları ondan beklemek, hem de atılan adımları beğenmemek epeyce gülünç…

Yapılanların değerini idrak etmek için işe ‘AKP nasıl bir parti?' diye sorarak başlamak

lazım. Burada kültürel kimliğin, yani İslami duyarlılığın bir kuşatıcı dil olduğu, doğal eğilimlere tercümanlık yaptığı, ama partinin siyasi işlevini belirlemediği temel gözlem olmalı. İkinci olarak AKP'nin ‘misyonu' olan ve kendisini tarihe karşı sorumlu his-seden bir anlam dünyasına sahip olduğunu görmekte yarar var. Söz konusu misyon ‘millet' kavramını merkeze alırken, içini Osmanlıvari bir çoğulculukla doldurmaya müsait. Hedef ise Cumhuriyet'in bu ‘millet' zemininde yeniden inşasıdır. Bu sürecin en önemli niteliği zamana yayılması, toplumun kabullenme düzeyine uygun olarak ilerlen-mesi… Kısacası bu amacı gerçekleştirmek uzun süre iktidarda kalmayı, yani bütün seçimleri art arda kazanmayı gerektiriyor. Çünkü AKP cenahında tek bir seçim kay-bedildiği takdirde yeniden aynı noktanın yakalanmasının çok zor olacağına dair güçlü bir kabul var.

Bu bakış AKP'yi ‘pragmatik' bir parti yapmakta. Toplumun kabullenemeyeceği hiçbir adımı atmamanın yanında, pragma-tizm iki siyasi ilke daha üretiyor. Birincisi reform adımlarının ileride geri adım atma-yacak şekilde hayata geçirilmesi. Hükümet bunun gereksiz bir risk oluşturacağını, yaratılacak hayal kırıklığının talep çıtasını yükselteceğini ve talepleri karşılanmamış

kesimleri siyasi manipülasyona açık hale getireceğini biliyor. İkinci ilke ise bir sonraki adımın önceden planlanması ve o adıma da ‘malzeme' bırakılması. Tüm atılabilecek adımların bir seferde atılması durumunda siyasi konjonktürün hükümeti sıkıştıracak olması, reformların sürdürülebilirliği açısın-dan geleceğin sağlama alınması dürtüsünü ortaya çıkarıyor. Böylece AKP hem yöneti-yor, uzun süre hükümette kalabiliyor, hem de hâlâ reformun taşıyıcısı olarak görülüyor. Unutmamak gerek ki eğer hükümet böyle bir demokratikleşme paketi açıklamasaydı, ortada bunu talep eden başka hiçbir siyasi parti yoktu. CHP ve MHP zaten bu reform anlayışının çok gerisindeler. BDP ise ‘Rojava sonrasında' sanki AKP'nin reform ‘yapa-mama' kapasitesine fazla abanarak siyaset yapmayı tercih ediyor.

Bu tablonun hükümete yarayacağı çok açık… Düşünün ki söz konusu paket açık-lanmasaydı dahi, AKP rahatlıkla seçimleri kazanacak, halk nezdinde farklı toplumsal kesimlerin hayallerini en fazla buluşturan ve merkezde değişimci olarak algılanan tek parti olmayı sürdürecekti. Atılan adım geleceğin inşasına yönelik bir hamlenin psi-kolojik zeminidir ve niçin AKP iktidarının bu kadar uzun soluklu olabildiğini de anlamak isteyenlere söylüyor.

İnciller’de geçen kendi ifadesiyle “İsrail Evi’nin

Kayıp Koyunları”na gönderilen Hz. Mesih’in yaşadığı yer olan Filistin

ise, Roma idaresi altındaydı ve belli

Page 40: Zaman232 egazete

KRAL VE SOYTARIDAĞISTAN ÇETİNKAYA

40 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANYORUMS K A N D A L Ü S T Ü N E S K A N D A L Y A Ş A N I Y O R

Bosna'da nüfus oyunuEMINE ŞEÇEROVIÇ KAŞLI

1Tam 22 yıl aradan sonra Bosna-Her-sek’te nüfus sayımı, geçtiğimiz gün-

lerde başladı. En son 1991’de yapılan nüfus sayımının sonuçlarına göre Bosna-Hersek’te 4,4 milyon insan yaşıyordu. Onlardan yüzde 43’ü Müslüman, yüzde 31’i Sırp ve yüzde 17’si Hırvat idi, yüzde 5’i ise kendini Yugos-lav olarak tanımlamıştı. Nüfus sayımının tek özelliği 22 yıl aradan sonra yapılıyor olması değil. Öyle bir nüfus sayımı ki en büyük se-çim kampanyalarını da aştı. Öyle tanıtımlar, öyle propagandalar ve oyunlara tabi tutuldu ki ülkede aylardır neredeyse en çok konu-şulan konu oldu. Peki, onu bu kadar önemli kılan nedir?

Öncelikle bu nüfus sayımı Bosna-Her-sek’in geleceği açısından önem taşımaktadır. Doğru ve güvenilir istatistik bilgiler olmadan Bosna-Hersek, AB’ye üyelik için başvuruda bulunamaz. Ayrıca nüfus sayımının geti-receği net bilgilerle Bosna-Hersek’in AB fonlarından yararlanmak için daha büyük şansı olacak. Nüfus sayımının 22 yıl aradan sonra yapılıyor olması onu zaten önemli kıl-maktadır, fakat yapılması için en büyük baskı AB’den gelmektedir; yeni bilgilerle Bosna’nın AB’ye entegrasyonu yolunda büyük bir engel kalkmış olacak.

Ancak bu nüfus sayımı özellikle Bos-na-Hersek’te yaşayan Boşnaklar için önem taşımaktadır. Zira sayımdaki oyunlar, onlara yönelik hazırlandı. Mesela etnik-millî ta-nımlama sorusunun seçenekleri Boşnaklar açısından sorun yaratabilecek şekildedir: 1) Boşnak 2) Hırvat 3) Sırp 4) Cevapsız 5) Diğerleri. Millî ve etnik kimliğin tek bir soruda birleştirilmesi ayrı bir sorundur, cevaplar kısmında ise verilen seçenekler Boşnakların sayısını azaltma tehlikesini taşımaktadır. Şöyle ki 1991 yılında yapılan nüfus sayımında, ülkenin çoğunu oluşturan bugünün Boşnaklarına “Müslüman” seçe-neği verilmişti.

Bu yüzden Bosna-Hersek’te birçok Boş-nak kendini “Müslüman” yahut “Bosnalı ve Hersekli” olarak tanımlamaktadır. Nüfus sayımında ise bir Boşnak kendini “Müslü-man” veya “Bosnalı” olarak tanımladığı anda “Diğerleri” kategorisine girmektedir. İşte bu, Boşnakları az göstermek için yapılmış bir seçenek oyunudur. Çok sayıda Boşnak bu kimliğe uzaktır ve kendini Müslüman olarak tanımlamaktadır. Eğer bir bölgede Boşnak-lar azınlık olurlarsa bu gelecek seçimlerde Boşnaklar için sıkıntılar doğuracaktır. Ayrıca sayımda sorulan tüm sorular için ilk olarak verilen cevabı değiştirmek mümkünken, bir tek etnik-millî ve din sorusunda bu

mümkün değildir. Yani, alışkanlık yüzünden biri “Müslüman’ım” derse ve daha sonra “Boşnak’ım” olarak onu değiştirmek isterse, onu yapamayacak. Bu yüzden tüm ülkede, nüfus sayımından aylar öncesinde, yazılı, görsel ve sosyal medya aracılığıyla yapılan “Boşnak olmak önemlidir” kampanyasıyla bu oyun anlatılmaya çalışılıyordu. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da desteklediği bu kam-panyayı, Boşnak Aydınlar Kongresi Konseyi, Boşnak Kültür Topluluğu Preporod, Boşnak Enstitüsü, yardım kuruluşu Merhamet gibi birçok sivil toplum kuruluşu yürütüyor.

Öte yandan, geçen yıl ekim ayında yapılan deneme amaçlı pilot nüfus sayımı-nın sorularında sadece “ülke vatandaşlığı” sorulmuştu. Özellikle Bosna’daki Sırpların ısrarlarıyla, gerçek nüfus sayımında, “ülke vatandaşlığı” sorusunun yanında bir de “entite vatandaşlığı” sorusu yer aldı ve cevap seçenekleri şu şekildedir: 1) Bosna-Her-sek Federasyonu 2) Sırp Cumhuriyeti 3) Bildirmek istemiyorum. Entite vatandaşlığı sorusu en çok Bosna-Hersek’e bağlı Sırp Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Milorad Dodik’in istediği bir şeydi. Bu durum, Boşnaklar ve genel olarak Bosna-Hersek açısında büyük sorunlar getirebilir. Bu oyun

öyle bir oyun ki birçok Boşnak, vatan sevgi-sini göstermek isterken ona bilmeden zarar verecektir. Çünkü örneğin “Bosna-Hersek Federasyonu” olarak entite vatandaşlığını belirttiği anda Bosna-Hersek’i entite ülkesi yapmaktadır ve bu, Sırp Cumhuriyeti’nin gelecekteki bağımsız olma planlarına fırsat vermektedir.

SAYIMIN MUHTEMEL SONUÇLARITüm bu oyunlara karşı Boşnakları temsil

eden bazı partilerden tepkiler geldi, özellikle rahmetli Aliya İzetbegoviç’in kurduğu SDA partisi ve ZABİH partisi. Fakat, bakanlar kurulu tarafından nüfus sayımı için yapılan görüşmelerde Boşnakları temsilen görevlen-dirilen, İletişim ve Ulaştırma Bakanı Damir Haciç’in bu konuda Boşnakları temsil etme-diği görüldü. Zaten kendisi bile “Boşnak” olmaya karşı ve kendini “Bosnalı” olarak tanımlamaktadır. Diğer taraftan yapılan görüşmelerde “Müslüman” diyenlerin de “Boşnak” olarak sayılmasına karşı çıkmıştır ki, bu kabul edilseydi büyük bir problem çözülmüş olurdu. Boşnaklığı kabul etmeyen birinin Boşnakları temsil etmesinden çok şey beklenemezdi, dolayısıyla karşı çıkanların tepkileri yetmedi.

Sayımın getireceği sonuçlar, yazının başında belirttiğim gibi, Bosna-Hersek’in AB yolundaki kapısını biraz daha açacaktır. Bu kadar zamandan sonra ülkede kişi ba-şına düşen GSYİH’nin doğru hesaplanması sağlanacak ki böylece ekonomideki yaşam standardı belirlenecek, sosyal politikaların geliştirilmesi, mevcut ve gelecekteki işgücü hakkında bilginin netleşmesi, eğitim, ev, meslek gibi birçok konuda özellikleri belirle-necek. Vurgulanması gereken bir başka nokta da şu: Bosna’da 90’lı yıllarda yaşanan savaşta kaç kişinin öldüğü, kaç kişinin yerini terk etmek zorunda kaldığı, kaç kişinin kayıp ol-duğu gibi bilgiler de nüfus sayımı sonuçlarına göre belirlenecektir. Her ne kadar Bosna’da yaşanmış savaşın sebepleri ve sonuçları açık olsa da, yapılmak istenen etnik temizlemeye dair resmî bir veri yok. Belki sadece, önceden Boşnakların çoğunluk olduğu, savaştan sonra azınlık duruma düştükleri Banya Luka, Foça, Vişegrad gibi şehirlerde kabataslak bir sayı belirlenebiliyor.

Nüfus sayımı 15 gün sürecek, 18 binden fazla görevli var ve sonuçları ise yılbaşından sonra bekleniyor. Sayım, ilk günden hatalarla devam etmekte. Örneğin, Srebrenitsa’da iki görevlinin kafeteryada sayım yaptıkları belirlendi, oysa sayım işlemi sadece evlerde yapılmalıydı. İlk günlerde, sayım kâğıtlarının tutulacağı merkezî depo belli olmadığı için doldurulmuş sayım kâğıtlarını görevliler evlerine götürmek zorunda kaldılar ki bu da yasaklar arasındadır. Kişinin verdiği ce-vaplar özeldir ve başka birinin buna erişmesi yasaktır ama evlere götürülen evrakların hiçbir güvencesi yoktur. Bosna medyasında, daha küçük şehirlerde birçok görevlinin yol, yemek, telefon harcamaları karşılanmadığı için görevi bıraktığı yer aldı. Sayıma başla-madan önce görevlilerin imzalaması gereken sözleşmenin sayımın ikinci gününde hâlâ “çıktı için hazır” durumda olduğu duyuruldu. Bazı iddialara göre Sırbistan’dan 750 bin Sırp, sayım için Bosna’ya gelecek. Belli şehirlerde Sırp vatandaşların, görevlinin Boşnak olması halinde sorulara cevap vermek istemediği de görülüyor. Bazı kaynaklardan gelen bil-gilere göre, Sırpların az olduğu bölgelerde, istenilen sonuçları alamadıkları için sayımı geçersiz saymak isteyecekleri belirtiliyor. Daha ilk günlerde o kadar şikâyet geldi ki bazı uzmanlara göre sayımın meşruiyeti bile tartışmalı olabilir. Sayım bitene kadar kim bilir daha ne durumlar yaşanacak? Öyle karışık sistemle yönetilen bir ülkede, böyle karmakarışık nüfus sayımının olması da normal olmalı. Tek umudumuz ve duamız, sonuçların Boşnaklara zarar verecek şekilde olmamasıdır.

Page 41: Zaman232 egazete

Ekrem Dumanlı

9 - 15 EKİM 2013 ZA MANYORUM41

Anadilde kritik kavşakEn başta hakkını teslim edelim:

Herkes, kendi anadilini rahatlıkla ve her alanda kullanabilmelidir. Anadiliyle konuşmak her ferdin yaratılıştan elde ettiği bir haktır. O hakkı gasp etmek isteyen devlet, adaletten ve meşruiyetten ayrılmış demektir.

Yukarıda ifade ettiğim samimi düşünceler mahfuz olmak şartıyla önümüze çıkması muhtemel bir tablo var ki onu bugünden konuşmak şarttır. Bugün o sıkıntıyı dile getirmek lazım ki yarın iş işten geçmiş olmasın: Bir ülkenin büyük çoğunluğu bir lisanı konuşuyorsa, anadili başka olan kişilerin o çok yaygın dili öğrenme zarureti söz konusudur. Anadilde eğitime çare bulduğunuzda yaygın dili öğrenmeye de bir formül bulmak zorundasınız. Aksi takdirde sadece anadilini bilen ve eğitimini de o lisan ile yapan kişiler ülkenin büyük çoğunluğu ile iletişim kurmakta zorluk çekebilir. Dahası, uzun seneler sonra karşımıza ülke çoğunluğunun kullandığı dili bilmediği için mağduriyetler yaşayan geniş bir kitle çıkabilir. Hatta toplumun önemli bir kısmından tecrit edilmiş bir kitle haline de dönüşebilir bu insanlar.

Nasıl insanların anadilini konuş-masına yasak getirmek büyük bir haksızlıksa; bazı insanların ülke çoğun-luğunun dilinden koparılarak sadece etnik bakımdan akraba olduğu kişilerle konuşabiliyor hale getirilmesi de öyle bir haksızlıktır. Bir çeşit izolasyondur bu.

Kürtlerin Kürtçe konuşmasına mani olmak; hele bunu Türklük adına yapmak tarihi bir vebaldi ve faturası çok ağır oldu bu ülkeye. Şimdi de tersi söz konusu olabilir. Nasıl mı? Bir Kürt çocuğu anadilini çevresinden öğreniyor, okula geldiğinde de, farz edin ki, Kürtçe eğitim alıyor. Kürtçe televizyon, Kürtçe radyo, Kürtçe okul... Bu delikanlı ülkenin ekseriyeti ile nasıl temas kuracak? Bu soruya bugün cevap aramak, ilerideki gönüllü izolasyona engel olmak gerek-miyor mu? Ciddi ve köklü bir problemi çözerken yeni bir sıkıntıya sebebiyet vermemek lazım. Bu ülkenin neredeyse tamamı Türkçe konuşuyor. Bu büyük çoğun-luğun Kürtçe öğrenme şansı da bulunmuyor. Kürtlerin Türkçesizleştirilmesi, en çok Kürtlere zarar verecektir. So-nuçta Kürtler de bu ülkede ticaret yapıyor, siyaset yapıyor, aynı mahallede komşuluk yapıyor...

Anadilde eğitim bir haktır. Bunun nasıl uygulanacağı imkânlar, hukukî şartlar ve pe-dogogların tavsiyeleri çerçevesinde yapılmalı. Anadilde eğitimin, Kürtleri izolasyona götürmeyecek şekilde ele alınması gerekir.

Aslında sadece Tür-kiye’de değil, dünyanın pek çok yerinde benzer bir durum söz konusu. Çin’e gittiğimizde fark ettik. Uygur Türkleri uzun bir zaman anadille eğitim almış, ülke-nin büyük çoğunluğunun kullandığı Çince ile bağlarını tamamen koparacak hale

gelmiş. Sonuç? Kendi kendini tecrit. O koca coğrafyada seyahat edemez, ticaret yapamaz hale gelmişler. Kendi bölgesi dışına çıktığı an, hiçbir kimse ile konuşamayacak olursanız o ülkede nasıl kendinizi ifade edebilirsiniz ki?

Amerika’da durum bundan çok mu farklı? Etnik köken itibarıyla birbirinden farklı olsalar da, hepsi Amerikalı ol-makla övünen milyonlarca insan yaşıyor Amerika’da. Herkes anadilini kendi çevresinden öğreniyor. Ve hiçbir otorite anadili yasaklama cüretinde bulunmu-yor. Böyle bir garabeti aklının ucundan bile geçirmiyor. Ancak sadece anadilini konuşabilen ve İngilizce bilmeyen insanlar kendi kendilerini izole etmiş oluyor. Bu insanların ülke çapında ticaret yapmaları da siyasetle iştigal etmeleri de çok zor. Düşünsenize onca yaygın kullanımına rağmen sadece İspanyolca bilen (ama İngilizce bilmeyen) bir insan Amerika’da sıkıntı çekmez mi? Hele bir de ana diliniz Portekizce, Çince, Hintçe, Arapça vesaire ise ve İngilizce bilmiyorsanız...

Her dilin kendine mahsus bir gü-zelliği ve zenginliği var. Dil farklılığı yaratılış zenginliğidir; kavga sebebi değil. Dili inkâr, insanı inkârdır. Maalesef bir dönem Türkiye’de devleti yönetenler bu korkunç yanlışı yaptı ve Kürtleri Kürt-çeden mahrum etmeye kalkıştı. Şimdi Kürt haklarını savunan (en azından öyle görünen) birileri de Kürtleri Türkçeden büsbütün koparma telaşına kapılmış durumda. İkisi de yanlış. Hayatın tabii

seyri içinde insanî bir yol bulmak gerekiyor ki, ne insanların ana dili yasaklı hale gelsin, ne de ülke genelinde kullanılan dil-den koparılarak bir kitle kendi kendini tecrit etmiş olsun.

Türkiye var Türkiye’den içerüBirkaç gün önce Uluslara-

rası Antalya Üniversitesi’nin bir programına katıldım. Mütevelli Heyeti Başkanı

Fettah Tamince’nin davetine icabet ederek öğrencilerle demokratikleşme sürecini konuştuk. Tabii bu fırsattan istifade ile yerinde gözlem yapma im-kânı yakaladım. Dikkatimi çeken birkaç hususu sizlerle de paylaşmak gerekiyor sanırım:

Daha ikinci yılı olmasına rağmen üniversite dünyanın dört bir yanından talebe bulmuş. Hem çok modern bir kampüse sahip hem de öğrencilerinize geniş imkânlar sunuyorsanız tabii ki bir cazibe noktası haline geliyorsunuz. Öğle yemeğindeki müşahedem beni daha da derin düşüncelere sevk etti. Antalya Valisi Sebahattin Öztürk de üniversiteyi ziyarete gelmişti. Vali Bey’in eğitim konusundaki hassasiyeti kadar tarih ve kültür merakı da dikkat çekiciydi.

Sofrada Türkiye’nin en önemli ve tanınmış işadamlarından Hüsnü Özyeğin Bey de bulunuyordu. O da kendi üniversitesinden bahsetti; hatta rakip üniversitelerin gayretlerini anlattı. Okul kayıt dönemlerinde kampüsten ayrılmadığını, öğrencileri ve velilerini yakından tanıyabilmek için nasıl çırpın-dığını nakletti. Gerçekten de dinlemeye değerdi.

Benzer bir hissi birkaç sene önce, Gaziantep’te o zamanlar yeni kurulan Zirve Üniversitesi’nde de yaşamıştım. Kayseri’de kurulan Melikşah Üniver-sitesi’ni gördüğümde de aynı coşkun havayı teneffüs etmiş, büyük bir umutla ayrılmıştım Kayseri’den. Anadolu’nun asude bir köşesinde bin bir ihtimamla

kurulan her üniversite bambaşka bir heyecana vesile oluyor. Modern binalar, ilmi çalışmalara müsait ortamlar, üniver-site düşüncesine can u gönülden umut bağlayan yatırımcılar... Ve hepsinden önemlisi, daha doğrusu hepsinin tamamlayıcısı, öğ-renme azmi içindeki talebe potansiyeli. Çünkü onca

emek, aranan talebe bulunamayınca derin bir boşluğa düşebilir maazallah.

Madalyonun bir başka yüzü de yok değil. Mesela her geçen gün kalabalıklar arasında yalnızlaşan bir gençlikten söz edilebilir. Alkol tüketiminin çocuk yaşına kadar inmesi, bu güzelim ülkenin bazı yerlerinin uyuşturucu tacirlerinin cirit attığı bir alana dönüşmesi, ister istemez insanın yüreğine korku salıyor. Siyasi kamplaşmalar vahametin bir başka cep-hesi. Ülkedeki gergin atmosferi kendi lehine çevirmek için çırpınan örgütler maalesef bazen taban da bulabiliyor ve şiddet şiddeti tetikleyebiliyor...

Her şeye rağmen yüreklere su serpen bir manzara var bu ülkede. İn-sanlar harıl harıl çalışıyor; İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Erzurum’da... Bu güzel gayretlerin ibresi ilimden yana, sanattan, edebiyattan, kültürden; daha açıkçası medeniyetten yana. Bir nevi kendi özünü bulma gayreti ile karşı karşıyayız. Onca karamsar teşebbüsü geri püskürten de bu dip dalga olsa gerek. Aklıselim sahibi insanlar günlük telaşları kendilerine mazeret saymıyor ve asli işlerinden kopmuyor asla. Belki de en büyük sermayesi ve hazinesi budur Türkiye’nin. Öyle anlaşılıyor ki Türkiye var Türkiye’den içerü. Ve iyi ki var; yoksa gamsızlığın ve çilesizliğin faturası pek yaman olacak...

Darbe davalarında çözülmeGeçenlerde hukukçu bir AK Partiliye

rastladım. Milletvekilliği gibi önemli ve aktif bir vazife de ifa ettiğini söylersem sanırım anlatacaklarım biraz daha mana kazanır. Mesleğinden mütevellit, darbe davalarını çok yakından biliyor. Usta adliye muhabirimiz Büşra Erdal’ı sordu. İlginçtir; 28 Şubat davası ile ilgili yorumunu da öğrenmek istedi. Erdal’ın o davanın daha başında yazdığı analizi siz değerli okurlarımız da hatırlayacaktır. Kısaca diyordu ki, “Bu dava fazlaca gayri ciddi başladı; böyle devam ederse bu süreçten herhangi bir sonuç alınamaz.” Ve maalesef yaşananlar bu tezi doğru-luyor gibi...

Rastlaştığım hukukçu da Büşra Hanım’a hak verdi, “Maalesef 28 Şubat yargılaması doğru bir mecrada ilerlemiyor.” dedi. Ben de, 12 Eylül darbe davasının da yanlış yürütüldüğüne dair kanaatimi söyledim. Yazmıştım da bu düşüncemi. Çünkü 12 Eylül davasını üç beş yaşlı generalin üzerinden yürütmek, onca itirafa ve suç duyurusu sayılabi-lecek dokümana rağmen davayı darbe

konseyinin ihtiyar üyelerine hasretmek hem davayı güdük bırakıyor hem de vicdanlarda başka acılara neden oluyor.

12 Eylül üzerine pek konuş-mak istemedi anladığım kada-rıyla. O, 28 Şubat yargılamasının akamete uğratıldığına inanı-yordu. Birkaç sebep söyledi; ama onlardan biri gerçekten de düşündürücüydü. “Darbe

soruşturmalarını İstanbul’da yürüten savcılar ve hâkimler

büyük bir kahramanlık göstererek hayatlarını tehlikeye attı, öyle vazife yaptılar. Ama ne yazık ki onları çok hırpaladık... Şimdi kim katlanır o çileye bilemiyorum.” Doğru söze ne denir...

ülkeye. Şimdi de tersi lir. Nasıl mı? Bir Kürt evresinden öğreniyor,

de, farz edin ki, Kürtçetçe televizyon, Kürtçe l... Bu delikanlı ülkenin ıl temas kuracak? Bu vap aramak, ilerideki

na engel olmak gerek-ve köklü bir problemi ir sıkıntıya sebebiyet

m. Bu ülkenin amı Türkçeyük çoğun-enme şansı

Kürtlerin esi, en çok ecektir. So-bu ülkede siyaset

halleder...ğitim

n nasıl kânlar, e pe-iyeleri ılmalı. imin, syonaekilde

kir.ce Tür-ünyanınbenzer bir usu. Çin’ettik. Uygur

bir zamanlmış, ülke-

unluğunun le bağlarını acak hale

seyri içinde insanî bir yol bulmak gerekiyor ki, ne insanların anadili yasaklı hale gelsin, ne deülke genelinde kullanılan dil-den koparılarak bir kitle kendi kendini tecrit etmiş olsun.

Türkiye var Türkiye’den içerüy yBirkaç gün önce Uluslara-

rasııııı Antalya Üniversitesi’ning

bibbbbb r progoooo ramına katıldım. Müüüüütevevevevevevevelli Heyeti Başkanı

kurulan her üniversite bambaşka bir heyecanavesile oluyor. Modernbinalar, ilmi çalışmalaramüsait ortamlar, üniver-site düşüncesine can u gönülden umut bağlayan yatırımcılar... Ve hepsinden önemlisi, daha doğrusu hepsinin tamamlayıcısı, öğ-renme azmi içindeki talebe potansiyeli. Çünkü onca

sanırım anmana kazandarbe davalaUsta adliye sordu. İlginç

y

yorumunu do davanın dasiz değerli okKısaca diyordciddi başladsüreçten herVe maalesefluyor gibi...

RastlaştıHanım’a hŞubat yargılilerlemiyor.” davasının dakanaatimi södüşüncemi. beş yaşlı genonca itirafalecek doküm

konseyininhem dde vneden

1mak rıyla.akamyordamade

soruşyürüte

büyük bihayatlarınyayyyy ptılar. Ahıhh rpaladıçiçiçiçiçiç lell ye bine denir.

Page 42: Zaman232 egazete

y.sab rioglu@za m

an.com.tr

Ha zýr la yan: YAL ÇIN SAB RÝ OÐ LU

ÞÝF R

E KE LÝ M

E:

12

34

56

1

2

3

4

5

6

Esneklik Dalkavukluk

Konya’da baraj

Hitit

Nikelin remzi

K�saca kiloam

per

Çocuk kurban�

Anlat�m

Kamer

Sonsuza de

in

Toplumun

çekirdei

Sura üfleyen m

elek

Cüzi, k�smi

Bir balaç

K�saca kilogram

Vahiy mele

i

Eski deil

Sincap

Bir al� veri belgesi

Resimdeki

susaml� g�da

Bölgesel

Musalla ta

Keskin uzun hançer

Büyük

Genilik

Dan��kl� dövü

Bir mant�k

terimi

Bir oyuncu(Erol ...)

Ege’de bir ada

Lityumun

remzi

Romanya’n�n

trafik remzi

Bir baraj�m�z

Tropik bir rüzgar

Bo, s�yr�lm

Candan

Yemekten em

ir

Geni etek

Ak�l

Bin gram

Mikroskop cam

Bir aktör(Kartal ...)

Kal� ba�rsak

iltihab�

Bunama

ktidar

Büyük ehir

Bir balaç

Acele, tez

Da lalesi

Sarp geçit

Bir tür güre

Vekillik

Bir tür bal�k

Gezinti yeri

Bir balaç

Arabistan’da ehir

Topluluk, cem

aat

Mant�k

Haberlem

e

Toplu av

Bir renk

Rütbe

M�s�r’l� lider

(Enver ...)

Bir eyi önce yapabilm

e

Ek

Dürülmü

ey

2. harf

K�saca kalsiyum

Politika

Bir örenci

notu

Bölgesel

Yerine koyma

mam

l�k

Adaletli

Eleme aleti

Benlik

Baston

Su

ehir

Bir iç denizimiz

stanbul’da bir

semt

Ülkemizin

trafik remzi

Tokat ilçesi

Caminin bir

bölümü

Art�rma

Ünlü yazar ve üniversite ad�

ehir d��

Su

Eki bir g�da

Delikli pazar torbas�

Cömert

K�saca kilom

etre

Ba�rsaklar

Rütbesiz asker

Bizmutun

remzi

Di ta�

Ün

M�s�r’da nehir

Ara

Yahudi apkas�

Mevzu

Bir renk

Para birimi

Edebiyatta bir dönem

Kabul etm

eme

Yumu

ak kar

�t�

K�saca litre

Çok k�sa zam

an

SU

DO

KU

BU

LM

AC

A

Tab lo da ki tram lý ka lýn çiz gi ler le be lir len-

miþ 3’e 3’lük ka re le re, 1’den 9’a ka dar

ra kam la rý bi rer kez kul la na rak yer leþ ti-

rin. Öy le yer leþ tir me yap m

a lý sý nýz ki, bü tün 3 lük le ri dol dur du ðu nuz da tab lo-nun bü tün ku tu la rý yu ka rý dan aþa ðý ya ve sol dan sa ða 1’den 9’a ka dar ra kam

lar-dan bi rer kez kul la nýl m

ýþ ol sun.

DÜNKÜ SUDOKU ÇÖZÜM

Ü

1

8

5

849

7

9

14

4

23

27

51

9

87

121

48

27

89

72

15

63

4

65

23

48

79

1

34

16

97

58

2

75

13

89

46

2

92

34

67

18

5

46

81

25

73

9

17

69

48

52

3

23

95

76

81

4

85

42

13

97

6

42 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANBULMACA

BULMACALARIN CEVAPLARI 43’NCÜ SAYFADA

Page 43: Zaman232 egazete

KE

LM

E

AV

I

N

Z

Ý R

A

A

T

U

K

Ý

Ç

Þ

H

Þ

Þ

Z

E

M

Ý P

K

A

M

A

N

Y

O

L

Þ

I K

L

A

H

E

F

Ð

F

L

F

U

R

K

V

N

M

A

E

L H

L

Z

T

Z

T

Þ

D

C

K

C

S

A

Þ

L A

S

L

A

O

U

A

Ý N

A

Y

C

M

E

N

E

Þ

D

N

R

L O

R

A

S

Ü

R

H

T

Y

Ý

K

U

Ý Y

J

N

S

A

K

A

R

A

V

Þ

A

L

R

Þ

H

T

E

N

Ç

G

N

Ý

O

D

T

M

E

M

E

D

K

N

F

V

L R

C

Ð

T

K

R

Ç

M

N

D

H

Ü

E

U

A

A

N

O

T

E

B

L

F

C

V

R

B

L

R

G

Ç

Þ

T

E

A

Y

E

A

Ö

Ö

A

Ý

P

Ý K

Ý

C

Z

V

H

O

Y

N

H

V

Þ

Ç

A

M

K

E

S

K

A

R

Ý

A

K

P

O

Ý D

Ç

Ð

N

E

O

M

G

S

I

S

Z

Ý R

S

N

T

G

L

Y

L U

T

E

E

Ý Ð

K

Ý

T

Þ

Ý

A

E

C

Ý N

O

A

V

M

A

Ç

G

Ü

G

M

V

Ð

M

A

Ý

I E

Y

M

M

S

K

S

R

E

E

Ö

M

J

A

C

Ý A

Ü

L

A

T

Þ

L

R

P

O

N

Ç

H

Z

L L

E

R

U

T

A

N

Ü

Aþa

ðýd

aki k

elim

eler

i tab

lon

un

için

e se

rpiþ

tird

ik. B

un

larý

bu

lab

ilir

mis

iniz

?A

KSE

K, A

LKIÞ

, BA

RD

AK

, CEV

ÝZ, C

ENG

AVER

, ÇA

ÐLA

YAN

, DÝR

SEK

, EM

SAL,

FÝL

ÝBE,

GÝR

DA

P, H

AM

AK

, ÝL

MÝH

AL,

KA

FTA

N, L

AN

TAN

, MA

NTI

K, N

ATU

REL

, OYN

AM

AK

, ÖV

ÜN

Ç, P

AN

CAR

, RO

KET

, SÝM

ÝT, Þ

EHÝR

, TR

UVA

, U

ZLET

, ÜM

M, V

AR

AK

A, Y

OR

GU

N, Z

ÝRA

AT.

43 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANBULMACASO

LDAN

SAA

1) Be

vak

it na

maz

�n�

düze

nli v

e sü

rekl

i k�la

n, n

amaz

l�.–

Baba

n�n

k�z k

arde

i. 2)

Akd

eniz

lges

i’nde

bir

akar

su.–

Bir b

aar

�y�

veya

dur

umu

ödül

lend

irmek

am

ac�y

la

veril

en tü

rlü b

içim

lerd

e le

vha,

onu

rluk.

3)

Yerd

e bu

luna

n ve

sahi

bi o

lmay

an

veya

sahi

bi b

elli

olm

ayan

ey.–

Sin

irli.

4) E

rkek

kii

.– Üz

erin

e ba

s�ld�

�nda

çö

ken

çam

urla

m�

topr

ak. 5

) Ar�n

�n

üret

tii g

�da

mad

desi.

– S�k

�t�r�

lm�

bitk

i tel

lerin

den

yap�

lm�

muk

avva

ve

ya ta

hta.

– Lity

umun

sem

bolü

. 6)

plik

, sici

m, t

el v

b. in

ce e

yler

den

kafe

s bi

çimin

de y

ap�lm

� ör

gü.–

Peyg

ambe

r Ef

endi

miz

(sas

)’in

haya

t�n� k

onu

edin

en

eser

.– eb

nem

, jal

e. 7)

Bir

sinem

a � l

min

i tel

eviz

yond

a gö

ster

mey

e ya

raya

n cih

az. 8

) Yok

etm

e, g

ider

me.

– Fi

yat y

afta

s�. Y

UKAR

IDAN

AA

IYA

1) Di

yarb

ak�r

Silv

an’d

a Ar

tukl

ular

ta

raf�n

dan

yap�

lm�

tarih

î köp

rü. 2

) Bu

rsa’d

aki ü

nlü

da. 3

) Yet

ikin

erk

ek-

lerd

e ya

nak

ve a

lt çe

nede

ç�ka

n k�

llar�n

tüm

ü.– U

zakl

�k i

aret

i. 4)

Di

nlen

me,

dur

ma,

kon

akla

ma.

– Su

tak�

n�. 5

) sla

miy

et’te

n ön

ce K

âbe’d

e bu

luna

n bü

yük

putla

rdan

biri

.– Al

�ve-

rite

öte

beri

ta�m

ak iç

in k

ulla

n�la

n,

ilmek

lerd

en o

luan

a to

rba.

6) G

ece

k�ya

feti.

7) K

al�n

sicim

.– Ku

r’an’

da b

ir sû

re. 8

) S�c

ak, n

emli

iklim

lerd

e ol

uan

, pa

rlak

k�rm

�z� v

eya

kahv

eren

giye

ça

lan

k�rm

�z� re

nkli,

dem

ir ok

sit v

e al

ümin

yum

bak

�m�n

dan

zeng

in to

prak

. 9)

Her

hang

i bir

olay

�n y

ol a

çt�

� k�r�

lma,

külm

e, y

�k�lm

a gi

bi z

arar

.– Ni

kelin

se

mbo

lü. 1

0) A

kars

u ya

ta�,

mec

ra.–

Bir k

imse

nin,

sat�n

ald

�� h

izmet

vey

a ür

ün k

ar�l�

�nda

par

a ye

rine

verd

ii

ve k

ar�l�

� ban

ka h

esab

�nda

n öd

enen

ya

z�l� b

elge

. 11)

Eski

dild

e du

dak.

– Pa

rça.

12) E

ski e

serle

r ilm

i, ar

keol

oji.

Bulm

aca

Refik

Ayd

ýnr.a

y din

@za

man

.com

.tr

1 2 3 4 5 6 7 8

12

34

56

78

910

1112

1 2 3 4 5 6 7 8

12

34

56

78

910

1112

D E

A L

A

M

A Z

O

N

T

A L

A M

Y A

N

E

L E

T

M

P

A T

B

A M

B

L A

L

Y A

A

K

H

A K

A R

E T

M

R

T

A R

A Z

H

A

N

E

E

T

L E

R

B

Y E

L

N

A K

T

S

A M

A

N

Page 44: Zaman232 egazete

44 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANSPOR

M illî T akı m’ı n alty apı ları nda çalışan hocalar, kulüplerden teklif geldiği an bu görevlerini hiç düşünmeden bırakıyor. İstikrarlı kadrolarla uzun süreli çalışmalara imza atamayan federasyon, millî takımları yapboz tahtası olmaktan neden kurtaramıyor?

BEHRAM KILIÇ

1Tolunay Kafkas’ın Trabzonspor’da gö-revine son verildiğinde genç teknik

adam hemen tazminatının peşine düştü. Şık değildi kovuluşu. Peki, Kafkas’ın Trab-zonspor’un başına gelişi şık mıydı? Şenol Güneş Elazığ’da istifa ettikten 3-4 saat sonra ve üstelik Güneş daha şehre dönmeden çok-tan Trabzon’daki otelinde dinlenmeye çekil-mişti Tolunay Kafkas. Oysa o anda Futbol Federasyonu Gelişim Dairesi’nin başındaydı. Abdullah Avcı ile yeni bir yol haritası çizen federasyonun en önemli birimlerinden biri ona emanet edilmişti. Ama o ne yaptı? Aldığı ilk teklifte, kendine güvenenleri yarı yolda bırakıp Trabzon’a gitti. Üstelik sözleşmesi devam ederken... Federasyon da gidişine ses çıkarmadı. Zira onu orada tutacak irade Türk futbolunda uzun süredir yoktu. Futbol

Federasyonu’nun şu anki yöneticileri de tıpkı bundan öncekiler gibi bu tür bırakıp gitme-lere sessiz kalmayı gelenek hâline getirmişti. Kafkas’ın bırakıp gitmesine aldırdıkları da yoktu. Zira Millî Takım’ın altyapıları yolge-çen hanı gibiydi. Gelen gidenin haddi hesabı yoktu.

Geçen hafta da benzer bir hadise yaşandı. Fatih Terim’in görevine son verildikten sonra G.Saray’ın başına getirilen İtalyan Roberto Mancini’nin yardımcısı Tugay Kerimoğlu oldu. Kerimoğlu da tıpkı Kafkas gibi federas-yon bünyesinde görevliydi. U20 Millî Takım Koordinatörü’ydü (Böylesine bir geçmişe sahip Tugay Kerimoğlu’nun bu göreve layık görülmesi, onun da bu görevi kabul etmesi ayrı bir garabet). Federasyon kanadı bu ayrılışa da karşı koymadı. Zira mevcut sistem buna müsaitti. Terim’i G.Saray’ın hocasıyken Millî Takım’ın başına getiren anlayıştan da bu beklenirdi.

Altyapılarda istikrar önemliydi. Yıllardır hep söylenen ama bir türlü hayata geçirile-meyen istikrar. Oysa ne federasyon çatısında ne de kulüp takımlarında istikrardan eser yoktu. Federasyonun altyapıları, büyük cami-alarda futbol oynayan, ardından futbolu bıra-kanların uğrak yeriydi. Buralarda camiaların da desteğiyle çok kolay iş bulabiliyorlardı. Birkaç yıl deneyim kazandıktan sonra da kapağı kulüp takımlarına atıyorlardı.

Millî Takım’ın altyapıları bir nevi geçici durak gibi. Ünal Karaman, Ümit Millî Takım Teknik Direktörü’ydü. 2008’de Konyaspor’un teklifi gelince soluğu orada aldı. G.Saray ve Milan’ın efsane ismi Ümit Davala da bir ara Ümit Millî Takım sorumlusuydu. G.Sa-ray’dan teklif gelince federasyonda kalmayı bir an bile düşünmedi. Abdullah Ercan da aynı davrandı. O da U17’nin sorumlusuydu, 2011’de G.Antepspor’un teklifine evet demek için çok düşünmediği günlerde.

Kısa bir süre Kırmızı-Siyahlı takımı çalıştırdı Ercan. Sonra işine son verildi. Şimdilerde yine federasyon çatısı altında, bu sefer Ümit Millî Takım Teknik Direktörü sıfatıyla. Yarın bir fırsat gelirse gemiden inmemesi için bir sebep yok.

Onları suçlu bulmuyor, bir zamanlar Genç Millî Takımlarda görev yapan Metin Tekin. Tekin’e göre kulüp takımlarından tek-lif gelmesi ve hocaların gitmesi gayet doğal. Bu, teknik direktörlerin sorunu değil. Ortada bir sorun varsa bu federasyonu ilgilendirir. Deneyimli teknik direktör Yılmaz Vural ise altyapılarda görev alan antrenörlerin bu-ralarda kısa süreli kalmaması gerektiğini düşünüyor: “Giden teknik direktörler maddi menfaat sağlıyor ama Türkiye kaybediyor.”

Bu gidiş gelişler Türk futbolundaki istik-rarsızlığın da temelini oluşturuyor. Uzun süre aynı hocayla çalışma şansını yakalayamayan oyuncular, yeni gelen teknik direktörlere

MİLL

Î TAK

IMLAR

YOLGEÇEN HANI MI?Abdullah Avcı

Tolunay Kafkas

Abdullah Ercan

Tugay Kerimoğlu Ünal Karaman

Ersun Yanal

Fatih Terim

Ümit Davala

Page 45: Zaman232 egazete

Metin Tekin(Teknik Direktör-NTV

Yılmaz Vural(Teknik Direktör)

Zeki Çol (Zaman Gazetesi Spor Yazarı)

alışmakta zorluk yaşıyor. Bazı gurbetçi oyuncular bu istikrarsızlık neticesinde kayboldu gitti mesela. A Millî Takım’da da durum farksız. Türkiye’yi son 10 yılda Şenol Güneş, Ersun Yanal, Fatih Terim, Guus Hid-dink, Abdullah Avcı ve yeniden Fatih Terim çalıştırdı, çalıştırıyor. Son 10 yılda Almanya’yı ise sadece Jürgen Klinsmann ve Joachim Löw çalıştırdı. Almanlar bu dönemde iki dünya üçüncülüğü, bir Avrupa ikinciliği, bir de Avrupa üçüncülüğü elde etti. 2006’dan beri takımı çalıştıran Löw’ün, 97 maçta 66 galibiyeti var.

Özellikle Ersun Yanal, Fatih Terim ve Abdullah Avcı zamanında altyapılardaki hocaların neredeyse tamamı değiştirildi. Bu isimler daha çok kendine yakın antrenörleri altyapıların başına koydu. Federasyonlar da onlardan farksız davranmadı. Birkaç yıl öncenin federasyon başkanı Mahmut Özgener’in altyapılardaki ilk tercihleri İzmir kökenli hocalardı mesela. Haluk Ulusoy zamanında Trabzon kökenli isimlere daha çok rastladık bu görevlerde. Fatih Terim ise birlikte çalıştığı, dünün futbolcularını, bugünün genç teknik adamlarını altyapılarda görevlendirdi. Avcı, bütün sistemi bir kez daha değiştirerek istikrar adına istikrara darbe vurdu. Onun U20’nin başına tavsiye ettiği Feyyaz Uçar, ilk başarısızlıkta görevinden alındı. Yine onun tercihiyle eğitimin başına getirilen Tolunay Kafkas, Ümit Millî Takım’dan da sorumluydu. Kafkas, bundan 7 yıl önce de Ümit Millî Takımı çalıştırıyordu. Anadolu’da Kayseri ve G.Antep deneyimlerini yaşadıktan sonra Avcı’nın ekibine dâhil oldu. Eğitim Dairesi’nin başındaki isimler de son 6 yılda 5 kez değişti. Gündüz Tekin Onay’ın ardından Ahmet Güvener, Teoman Yamanlar, Bülent Bayraktar, Ersun Yanal ve son olarak Tolunay Kafkas bu göreve getirildi. Tam da bu noktada Metin Tekin, “Ama ne olursa olsun gelişim antrenörlüğünün başındaki hoca uzun vadeli olmalı. Ve bu hoca çok deneyimli olmalıdır. Bunu sağlayacak olan da federasyondur.” diyor.

Bu sistemsizlik, bu istikrarsızlık Avrupa’daki gurbetçileri izleyen komitelerin işleyişine de darbeler vurdu. Zaman zaman sağlıklı yapılar kurulduysa da gurbetçi gençlerle ilgilenmek her zaman üst düzeyde gerçekleşmedi. Hâl böyle olunca Almanya, İsviçre ve Avusturya’da yetişen birçok gurbetçi futbolcu bulun-dukları ülkelerin millî takımlarına kaydı. Mesut Özil, Gökhan İnler gibi yetenekler elden kaçtı.

Spor yazarı Zeki Çol, tüm bu olan bitende fede-rasyonu kusurlu buluyor. Çol, görev süresini tamam-lamadan bir kulübe gitmek isteyen teknik direktöre ağır tazminat hükümleri uygulanmasından yana. Bir kez daha Almanya’ya bakalım. ‘Altın Kafa’ lakaplı Horst Hrubech, 80’lerde Almanların efsane futbolcu-larındandı. 1997’de kısa bir süreliğine Samsunspor’u da çalıştıran bu isim, 2000 yılında Almanya A Millî Takımı’nın sorumlusu Erich Ribbeck’in yardımcısı oldu. Sonra 2006’dan 2013’e kadar Almanya U18, U19, U20, U21 takımlarını çalıştırdı. Oyuncular yaşlandıkça onun pozisyonu bir kademe yükseldi. Belki biz de bunu yapmalıyız; istikrarlı kadrolarla uzun süreli planlamalar ve çalışmalara imza atmalı ve millî takımları yapboz tahtası olmaktan kurtarmalıyız.

45 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANSPOR

Altyapı süreklilik ister. Bu tür bırakıp gitmeler doğru değil. Buraya gelenin belli bir süre kalması gerekir. Bu duruma federasyon çok müsamahalı. Çünkü federasyon çok siyasi oldu. Kısa süre görev yapan yönetimler var. Orası birilerine iş bulma yeri gibi. Futbolun gelişimi açısından bu tür istifalar olmamalı. Giden teknik direktörler maddi menfaat sağlıyor ama Türkiye kaybediyor. Burası millî takım, burada çalışmak için antrenörlükte belli seviyeye gelmek gerekir. Burası deneyim yeri değil. Buraya gelenin antrenör geçmişi olması, artık kulüp takımı peşinde olmaması, verebileceklerini burada verme ideali olması gerekir. Gençlere bir şey öğretmek isteyen teknik adamın dolu olması, uzmanlaşmış kişiler olması lazım. Bir Yılmaz Vural orada görev yapamayabilir eğer donanımı yoksa. Yarışmacı antrenörlük başka, eğitici antrenörlük başka şeydir. Türk futbolunun en büyük derdi altyapı. Konuşuyoruz konuşuyoruz ama bir şey yapmıyoruz.

Millî takımlarda teknik adam seçimleri yıllardan beri özensizce yapılıyor. Çoğu zaman belli lobilere göre ya da geçmişte belli popülarite yakalamış oyuncuların yetkinliklerine bakılmaksızın görevlendirilmeler yapılıyor. Özellikle yaş grupları, başta pedagojik formasyon olmak üzere deneyim, yeterlilik ve uluslararası arenayı iyi bilmeyi gerektiren bir konum. Oysa yapılan atamalar, bu kriterlere bakılmaksızın gerçekleştirilen ve çoğu zaman bir yakına iş bulmaktan öte gitmeyen atamalar. Tabii ki sistem baştan bozuk olunca sonrası da bir dolu olumsuzluğu beraberinde getiriyor. Mesela sizin üzerinde durduğunuz gibi sıklıkla yaşanan kulüpten teklif alınca millî takımı bırakma tercihi bunlardan biri. Basit bir formülle artık bunun önüne geçilmek zorunda. Bir kere sözleşmeler nitelikli teknik adamlarla, uzun vadeli yapılmalı. Ve görev süresi tamamlanmadan kulübe gitmek isteyene ağır tazminat hükümleri uygulanmalı. Böylece en azından millî takımlardaki görevler boş zamanların değerlendirileceği ya da işsizlikten kurtulmak için kapağın atılacağı yerler olmaktan çıkarılabilir. Ve

Bir kere federasyon, altyapıdaki kadrolaşmayı çok iyi yapacak. Genç millî takımlardaki hocaların hedefl eri bir kulüp takımını çalıştırmak olabiliyor. Orada yaptıkları iki senelik hizmet de hizmettir. Ömür boyu orada kalacaklar diye bir şey yok. Daha önemlisi, genç millî takımlarda çalışan hocaların kulüp takımlarındaki maddi kazanımları oldukça yüksek. Millî takım altyapılarını bırakıp gitmeler bundan kaynaklanıyor. Dönem dönem özellikle yeni bırakmış futbolcular altyapılara konuyor. Burada federasyon o kişilerin antrenörlük gelişimine katkıda bulunuyor. Gayet doğal bir akış bu. Olumsuz değerlendirmeyin. İstikrar önemli ama doğru kişinin arkasında durulmalı. Gidenlerin hedefl eri zaten kulüp takımı çalıştırmak. Bu hedef de gayet doğal. Federasyon, planlamasını doğru yapmak zorunda. Giden antrenörleri bağlamaz mevcut durum. Önlemi alacak olan federasyondur. Nasıl ki kulüpler teknik adamların işine son veriyor, bir antrenör de çıkıp ‘ben ayrılıyorum’ diyebilir. Genç takımlarda önemli olan eğitim sistemini doğru oluşturmaktır. Ama ne olursa olsun gelişim antrenörlüğünün başındaki hoca uzun vadeli ve çok deneyimli olmalıdır. Bunu da sağlayacak olan federasyondur.

Trabzonspor, istifa ile sarsıldıHASAN DEMİR TRABZON

1UEFA Avrupa Ligi’nde İtalyan devi Lazio ile 3-3 berabere kalan Trab-

zonspor’da istifa şoku yaşanıyor. Bor-do-Mavililerin Sportif Direktörü Ünal Karaman görevinden ayrıldı. Ünlü futbol adamı, verdiği kararın gerekçesini açıklar-ken, üstü kapalı Teknik Direktör Mustafa Akçay’ı hedef aldı. Trabzonspor’da, UEFA Avrupa Ligi’nde önceki gün oynanan La-zio maçında kaybedilen 2 puan camiayı karıştırdı. Bordo-Mavililerin, J Grubu’n-daki ikinci mücadelesinde grubun favorisi olarak gösterilen İtalya temsilcisini elinden kaçırması, istifayı da beraberinde getirdi. Karşılaşmanın son 8 dakikasına 3-1 önde girmesine rağmen maçı 3-3 tamamlayan Bordo-Mavili ekipte Futbol Genel Direk-törü Ünal Karaman görevinden ayrıldı.

Dün bir basın toplantısı düzenleyen

Ünal Karaman, bundan sonra yapacağı çalışmaların sağlıklı olmayacağını belirte-rek, istifa ettiğini duyurdu. Tecrübeli futbol adamı, kurumsal yapıda bazı istemediği olaylar yaşandığını ve bunları söyleyememe durumu nedeniyle böyle bir karar aldığını kaydetti. Teknik Direktör Mustafa Reşit Akçay ile aralarında kötü bir diyalog veya problem geçmediğini belirten Karaman, “Bir istifa kararı verildiyse bunun tüm nedenlerini araştırmaya çalışmak yersiz. Bir şeyi kafanızdan sildiğiniz takdirde geri dönüşü yoktur benim için. 17-18 yaşından bu yana ne dediysem odur. Ne yöneticilik ne de antrenörlük döneminde beni rahatsız eden durumlarda devam edemedim.” dedi. Verdiği karardan geriye dönmeyeceğinin altını çizen Ünal Karaman, “Bu saatten sonra kalırsam hem kendime hem de bağlı olduğum kuruma zarar veririm. Kurumsal kimlik dediğimiz olay düzelirse yeniden çalışırız tabii ki Trabzonspor’da. Ben iyi bir

idareci rolü oynadım burada. Camianın zarar görmemesi adına Mustafa hocamıza kol kanat germeye çalıştım. Çatlak ses-lere rağmen bunları yaptım ama bir de baktım ki boşuna uğraşıyorum. Futbolun patronluğunun neyinden bahsediyoruz. Kendisiyle ayrılırken kucaklaştık, helal-leştik. Trabzonspor’umuz daha iyi yerlere gelir de eskiyi aramak zorunda kalmayız.” ifadelerini kullandı.

Süper Lig’in 7. haftasında pazar günü deplasmanda Fenerbahçe’nin konuğu olacak Trabzonspor, ara vermeden hazır-lıklarına başladı. Kafi le, bugün yapılacak son idmanın ardından saat 14.40’ta uçakla İstanbul’a hareket edecek. Bordo-Mavi-lilerin Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu, F.Bahçe maçını protokolden izleyecek. Sarı-Lacivertli yöneticilerin konuk ekip yönetimini ağırlama prosedürünü uygula-mama kararına Hacıosmanoğlu’nun tepkisi merak ediliyor.

Page 46: Zaman232 egazete

46 9 - 15 EKİM 2013 ZA MANSPORSeriye Trabzonspor freni

Tıpkı Gençlerbirliği maçının ilk yarısın-daki gibi...

Bu defa daha da akıllı, verimli, disiplinli bir savunma kurgusuyla Trabzonspor kilitledi Fenerbahçe’yi. Rakip oynarken takım olarak topun arkasına geçti. Üst düzey bir takım savunması yaptı. Sürekli baskı uyguladı, alan daralttı. İlk müdahalelerde çoğunlukla üstünlük sağladı ve Fenerbahçe’yi etkisiz bıraktı.

Tabii ki bu etkisizliği oluş-turmada asıl önemli unsur kanatları çok iyi

kapatmasıydı. Sağda Yusuf, Bosingwa’ya, solda Olcan, Aykut’a yakın oynayıp Gökhan ile Caner’in kanat bindirmelerini minimize edince, Fenerbahçe hücumda çözümsüz kaldı.

Şurası bir gerçek... Fenerbahçe’nin orta alanı üretken değil. Gençlerbirliği deplas-manında, oyun sıkıştığında bu bölgede nasıl bir açmazın yaşandığı açık-seçik görülmüştü. Dün de benzeri oldu. Kanatlar etkisiz ka-lınca ne Alper, ne de Holmen topu karşı alana taşımakta, oyun kurmakta, pozisyon hazırlamakta yeterli olabildi. Nitekim Ersun Yanal, bu bölgedeki verimsizliği gidermek için, önce Alper-Emre değişikliğini yaptı. Takım biraz kıpırdadı, ancak yeterli olmadı. Bu defa Holmen-Emenike değişikliğine

gitti. Kuyt’u orta alana çekti. Kuyt kenarlara gitmeye yönelince, Trabzonspor rahatladı. Çünkü bu bölgede hem sayısal üstünlüğü yakaladı. Hem de oyunu kontrol etmeye, ani hücum girişimleri yapmaya başladı. Orta alanda oluşan bu rahatlık, kısa bir süre sonra Trabzonspor’un iştahını kabarttı. 73’te Mustafa Akçay, Janko hamlesiyle takımın hücum gücünü arttırmak istedi. Ancak iki teknik adamın yaptığı karşılıklı bu hamleler, skoru değiştirmeye yetmedi.

Trabzonspor, oyun stratejisini beraberlik üstüne kurmuştu. Nitekim ikinci yarının ortalarına dek hep savunma ağırlıklı oynadı. 73. dakikaya girilirken Yusuf’un dışarı çıkan bir şutu dışında karşı kalede hiçbir etkinliği sağlayamadı.

Fenerbahçe, kazanmak için sahaya çıkmıştı. Ama kazanmasına yeterli olacak bir futbolu oynayamadı. İlk yarıda Holmen’in bir şutu dışında pozisyon bulamadı. İkinci yarıda Webo’yla üç etkili şut attı. Birinde direk, diğerinde Onur gole geçit vermedi. Her iki yarıda da birer kritik kurtarış yapan Onur, gecenin öne çıkan oyuncularındandı.

Fenerbahçe-Trabzonspor maçları, hele de son dönemlerde gerilimi içeren farklı bir ruh halinde oynanıyor. Trabzonspor ne kadar sakin ve akılcı oynadıysa, Fenerbahçe o denli gergin ve dağınıktı. Sonuçta istediğini alan Trabzonspor oldu ve Fenerbahçe’nin beş maçlık galibiyet serisini Kadıköy’de bozdu.

kapatmasıydı. Sağda gitti. Kuyt’u orta alana

FENERBAHÇE :0 - TRABZONSPOR: 0

F E N E R B A H Ç E : Volkan Demirel 6, Gökhan Gönül 6,

Bekir 6, Egemen 6, Caner 7, Kuyt 6 (Dk. 83 Mehmet Topuz

?), Mehmet Topal 6, Holmen 4 (Dk. 63 Emenike 3), Alper 5

(Dk. 54 Emre 4), Sow 5, Webo 7

T R A B Z O N SP O R : Onur 7, Bosingwa 6, Mustafa Yumlu 6,

Giray 6, Aykut Demir 7, Yusuf 6 (Dk. 74 Janko 3), Zokora

8, Adrian 6 (Dk. 77 Abdulkadir 3), Malouda 5, Olcan 4,

Henrique 5 (Dk. 82 Zeki ?)

SA R I K A R T L A R : Mehmet Topal, Alper, Caner / Yusuf,

Giray, Mustafa Yumlu

H A K E M L E R : Hüseyin Göçek 7, Kemal Yılmaz 7, Volkan

Bayarslan 7ST A T : Şükrü Saracoğlu

Zeki Çol

Page 47: Zaman232 egazete
Page 48: Zaman232 egazete

D

: