zamandk225 egazete

48
Hoşgeldin ya 11 aylar Çok amaçlı tamir bantları Bu işleri gençken yapsak iyiydi Kim horluyor ben mi? www.zamaniskandinavya.dk 21 - 27 AĞUSTOS 2013 • YIL : 5 • SAYI : 225 • DANMARK 25 DKK • SVERIGE 30 SEK • NORGE 35 NKR • FINLAND 3,5 EURO Gazetenizle birlikte WILLIAM HAGUE: ÖLÜRLERSE SORUN YOK, YA DÖNERLERSE… Katliamlara ‘kutsal savaşçı’ perdesi Avrupa’nın Suriye ve Mısır’daki katliamlara neden seyirci kaldığının sırrı, ‘kutsal savaşçılar’da gizli. AB ülkelerindeki kamuoyları ‘İslamcı terör’ korkusuyla baskı altında tutulup demokrasi ve insan hakları rafa kaldırılıyor. HASAN CÜCÜK KOPENHAG 1 Demokrasi ve insan haklarının kalesi olarak gösterilen Avrupa Birliği (AB) ülke- lerinin Suriye ve Mısır konusunda sessiz kalışı, kendi değerleriyle zıtlık teşkil ediyor. Beşşar Esed, namlunun ucunu kendi vatandaşlarına çevirip sayısı yüz binlere ulaşan masum insanları öldürürken, batıdan beklenen sert tepki gelmi- yor. Keza Mısır’ın seçilmiş ilk cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, cunta tarafından devrilirken, AB ve ABD ‘darbeye’ darbe bile diyemiyor. Yapılan katliamları ‘derin endişe’ duyarak ge- çiştirmeye çalışıyor. Mısır ve Suriye’de yaşanan katliamlara kayıtsız kalan AB ülkeleri, kendi kamuoylarını ‘kutsal savaşçılar’ (cihadçılar) ile korkutuyor. Avrupa, Suriye ve Mısır’daki demokrasi mücadelesini ‘kutsal savaşçılar’ ile ilişkilendirip gölgeliyor. Amerika’daki 11 Eylül saldırılarının devamı niteliğindeki Madrid ve Londra’daki kanlı ey- lemlerden sonra Avrupa’nın teröre bakışında ciddi değişiklikler oldu. Terör denince daha önce akla ayrılıkçı gruplar geliyordu. Bu sal- dırılardan sonra ise ‘İslamcılar’ akla gelmeye başladı. İstihbarat örgütleri yıllık terör değerlen- dirmesinde ilk sıraya ‘İslamcı terörü’ yerleştirdi. Özellikle Pakistan, Filistin ve Afgan kökenlilere ait camiler istihbarat örgütlerince yakın takibe alındı. ABD, sürekli olarak Afganistan’da Ta- liban saflarında çok sayıda Avrupa’dan giden ‘kutsal savaşçıların’ olduğu bilgisini AB ülke- leriyle paylaştı. Hamburg’daki Taiba Camii’nin ‘kutsal savaşçıların’ Avrupa çapında toplanma merkezi olduğunu savunan ABD, 11 Eylül’ün önemli isimlerinden Muhammed Atta’nın söz konusu cami kökenli olduğunu belirterek Al- manlardan caminin kapatılmasını istedi. DEVAMI 9. SAYFADA Başbakan’ın helal et açıklamasına tepki yağdı Danimarka’da bir süreden beri devam eden helal et tartışmasına müdahil olan ve “Kendi kültürümüze sahip çıkmalıyız.” diyen Başbakan Helle Thorning- Schmidt’e toplumun çeşitli kesimlerinden tepki geldi. ZAMAN YAZARLARI GÜNDEMİ YORUMLUYOR Onbeşliler gidiyor, kızların gözü yaşlı 4 KAMİL SUBAŞI Biz neredeyiz? 41 EKREM DUMANLI Arap monarşileri ve darbeciler 39 MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE 7 YORUM HASAN CÜCÜK Eski Danimarka’ya dönüş Telefonun ucundaki Batılı gazeteci, genelgeçer birkaç cümleden sonra duraksadı... Derin bir nefes alıp mahcup edayla devam etti: “Dostum, Batılıları kendiniz gibi görmeyin! Bir Batılı Mısır’a baktığında gemilerinin geçeceği Süveyş Kanalı’nı, ocağında kullanacağı doğalgazı ve mahallesinden bildiği kiliseleri görür. Darbeyi, askıya alınan demokrasiyi, katliamları düşünmez. Yani pragmatik yaklaşır. Geriye dönüp Suriye, Irak ve Afganistan’a bir bak. Ne demek istediğimi anlarsın.” 1 HABERİ 12. SAYFADA Mısır’a Balyoz 32 | Sisi’nin kafası Ergenekoncularla aynı 2

Upload: zamandk

Post on 16-Mar-2016

263 views

Category:

Documents


5 download

DESCRIPTION

ZAMAN DK 225

TRANSCRIPT

Page 1: Zamandk225 egazete

Hoşgeldin

ya 11 aylar

Çok amaçlı tamir bantları

Bu işleri gençken

yapsak iyiydi

Kim horluyor ben mi?

www.zamaniskandinavya.dk21 - 27 AĞUSTOS 2013 • YIL : 5 • SAYI : 225 • DANMARK 25 DKK • SVERIGE 30 SEK • NORGE 35 NKR • FINLAND 3,5 EURO

Gazetenizle birlikte

WILLIAM HAGUE: ÖLÜRLERSE SORUN YOK, YA DÖNERLERSE…

Katliamlara ‘kutsal savaşçı’ perdesiAvrupa’nın Suriye ve Mısır’daki katliamlara neden seyirci kaldığının sırrı, ‘kutsal savaşçılar’da gizli. AB ülkelerindeki kamuoyları ‘İslamcı terör’ korkusuyla baskı altında tutulup demokrasi ve insan hakları rafa kaldırılıyor.

HASAN CÜCÜK KOPENHAG

1Demokrasi ve insan haklarının kalesi olarak gösterilen Avrupa Birliği (AB) ülke-

lerinin Suriye ve Mısır konusunda sessiz kalışı, kendi değerleriyle zıtlık teşkil ediyor. Beşşar Esed, namlunun ucunu kendi vatandaşlarına çevirip sayısı yüz binlere ulaşan masum insanları öldürürken, batıdan beklenen sert tepki gelmi-yor. Keza Mısır’ın seçilmiş ilk cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, cunta tarafından devrilirken, AB ve ABD ‘darbeye’ darbe bile diyemiyor. Yapılan katliamları ‘derin endişe’ duyarak ge-çiştirmeye çalışıyor. Mısır ve Suriye’de yaşanan katliamlara kayıtsız kalan AB ülkeleri, kendi kamuoylarını ‘kutsal savaşçılar’ (cihadçılar) ile korkutuyor. Avrupa, Suriye ve Mısır’daki demokrasi mücadelesini ‘kutsal savaşçılar’ ile ilişkilendirip gölgeliyor.

Amerika’daki 11 Eylül saldırılarının devamı niteliğindeki Madrid ve Londra’daki kanlı ey-lemlerden sonra Avrupa’nın teröre bakışında ciddi değişiklikler oldu. Terör denince daha önce akla ayrılıkçı gruplar geliyordu. Bu sal-dırılardan sonra ise ‘İslamcılar’ akla gelmeye başladı. İstihbarat örgütleri yıllık terör değerlen-dirmesinde ilk sıraya ‘İslamcı terörü’ yerleştirdi. Özellikle Pakistan, Filistin ve Afgan kökenlilere ait camiler istihbarat örgütlerince yakın takibe alındı. ABD, sürekli olarak Afganistan’da Ta-liban saflarında çok sayıda Avrupa’dan giden ‘kutsal savaşçıların’ olduğu bilgisini AB ülke-leriyle paylaştı. Hamburg’daki Taiba Camii’nin ‘kutsal savaşçıların’ Avrupa çapında toplanma merkezi olduğunu savunan ABD, 11 Eylül’ün önemli isimlerinden Muhammed Atta’nın söz konusu cami kökenli olduğunu belirterek Al-manlardan caminin kapatılmasını istedi.

DEVAMI 9. SAYFADA

Başbakan’ın helal et açıklamasına tepki yağdıDanimarka’da bir süreden beri devam eden helal et tartışmasına müdahil olan ve “Kendi kültürümüze sahip çıkmalıyız.” diyen Başbakan Helle Thorning- Schmidt’e toplumun çeşitli kesimlerinden tepki geldi.

Z A M A N YA Z A R L A R I G Ü N D E M İ YO R U M L U YO R

Onbeşliler gidiyor, kızların gözü yaşlı

4KAMİL SUBAŞI

Biz neredeyiz?41

EKREM DUMANLI

Arap monarşileri ve darbeciler

39MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE

7YO R U M HASAN CÜCÜK

Eski Danimarka’ya dönüş

Telefonun ucundaki Batılı gazeteci, genelgeçer birkaç cümleden sonra duraksadı... Derin bir nefes alıp mahcup edayla devam etti: “Dostum, Batılıları kendiniz gibi görmeyin! Bir Batılı Mısır’a baktığında gemilerinin geçeceği Süveyş Kanalı’nı, ocağında kullanacağı doğalgazı ve mahallesinden bildiği kiliseleri görür. Darbeyi, askıya alınan demokrasiyi, katliamları düşünmez. Yani pragmatik yaklaşır. Geriye dönüp Suriye, Irak ve Afganistan’a bir bak. Ne demek istediğimi anlarsın.” 1 HABERİ 12. SAYFADA

Mısır’a Balyoz

32 | Sisi’nin kafası Ergenekoncularla aynı

2

Page 2: Zamandk225 egazete

2 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANİSKANDİNAVYA

ZAMAN KOPENHAG

1Danimarka’da bir süreden beri devam eden helal et tartışması

geçtiğimiz hafta içerisinde Başbakan Helle Thorning- Schmidt’in de tartış-maya dahil olmasıyla daha da genişledi. Danimarka Devlet Televizyonu DR’ye konuşan Başbakan Thorning, bazı ana-okullarının Müslüman velilerden gelen talepler üzerine helal et kullanmaya başlamasını eleştirdi. Danimarka’da satılan etlerin üzerine helal olup ol-madığını gösteren etiketler koyulması gerektiğini savunan Başbakan, “Bence başkalarını toplumumuza kabul derken kendi değerlerimizi de unutmamalıyız. Kendi kültürümüze sahip çıkmalıyız.” dedi.

Açıklamasında Danimarkalı et üre-ticilerine de seslenen Başbakan Helle Thorning- Schmidt, “Bence eğer tü-keticiler satın aldıkları etin helal olup olmadığını bilmek istiyorsa bu onların en doğal hakkı. Bu konuyla ilgili yasal bir düzenleme yapmayı düşünmüyoruz ancak bütün üreticilerden paketlerin üzerinde etin helal olup olmadığını açıkça belirtmelerini talep ediyorum” dedi.

Başbakan’ın açıklaması çok anlamsızBaşbakan Helle Thorning- Sch-

midt’in açıklamalarına ilk tepki Da-nimarka Öğrenci Velileri Birliği’nden (Forældrenes Landsforening) geldi. Ya-şanan bütün tartışmalara rağmen Müs-lüman ve Yahudi öğrencilerden gelen talepler doğrultusunda ana okullarında helal et kullanmaya devam edileceğini açıklayan Danimarka Öğrenci Veli-leri Birliği Başkanı Lars Klingenberg, Başbakan Helle Thorning- Schmidt’in şahsi fikirlerini beyan ettiğini ancak kendilerinin anaokullarında helal et kullanmaya devam edeceklerini söy-ledi. Klingenberg, “Anaokullarında öğrencilere verilen yemekler öğrenci velileri ve okul yönetimi tarafından belirleniyor. Bu konuda herhangi bir

sorun olduğunu zannetmiyorum. Bu yüzden Başbakan’ın açıklamaları bana çok anlamsız geliyor.” dedi.

Radikal Parti: Utanılası bir tartışmaBaşbakan’ın helal ete dair sözleri-

nin akabinde bir açıklama yapan hü-kümet ortağı Radikal Parti’nin sözcüsü Rasmus Petersen, Başbakan’ın önerdiği etiketleme yöntemine karşı olduklarını söyledi. “Hem sağlık açısından hem de hayvan hakları bakımından helal et ile helal olmayan et arasında herhangi

bir fark görmüyoruz.” diyen Petersen, helal et tartışmasının Danimarka Halk Partisi’nin (DF) ülkede yaydığı “Müslü-man karşıtlığı ve İslamofobi’nin bir te-zahürü” olduğunu vurguladı. Petersen ayrıca, tartışmanın gerçekler üzerinden yapılmadığını bu yüzden utanılması gereken bir tartışma olduğunu söyledi.

Diğer taraftan muhalefetteki Li-beral Parti’nin sözcüsü Sofie Carsten Nielsen ise; “Başbakan dilediğini söy-lemekte özgür ancak ben onun gibi düşünmüyorum. Bence Danimarka’nın helal etten çok daha önemli sorunları

var.” dedi.

Hvidovre Hastanesi Direktörü: Helal et hem kaliteli hem ucuzTartışmaların merkezindeki bir di-

ğer isim ise Hvidvore Hastanesi Di-rektörü Torben Mogensen. Özellikle Danimarka Halk Partisi (DF) tarafından defalarca hedef gösterilen Mogensen, geçtiğimiz hafta içerisinde yaptığı açık-lamada helal et kullanmaya devam edeceklerini ifade etti. Mogensen helal etin hem kalite hem de fiyat bakımın-dan oldukça iyi olduğunu söyledi.

Başbakan’ın helal et açıklamasına tepki yağdıDanimarka’da bir süreden beri devam eden helal et tartışmasına müdahil olan ve “Kendi kültürümüze sahip çıkmalıyız.” diyen Başbakan Helle Thorning- Schmidt’e toplumun çeşitli kesimlerinden tepki geldi.

Başbakan Helle Thorning-Schmidt, “Bence başkalarını toplumumuza kabul derken kendi değerlerimizi de unutmamalıyız. Kendi kültürümüze sahip çıkmalıyız.” dedi.

ZAMAN STOCKHOLM

1ABD Başkanı Barack Obama’nın 3-4 Ey1 lül tarihlerinde İsveç’e

gerçekleştireceği ziyaret öncesi güvenlik araştırması yapmak için İsveç’e gelen ABD güvenlik timi İsveç’i tehlikeli buldu. ABD güvenlik timi, Olof Palme ve Anna Lindh cinayetlerinin yaşandığı, El-Kaide’nin eylem yaptığı İsveç’i ‘yüksek risk’ kategorisine aldı. İsveç’te şehir bina-larına, hükümet ofislerine girmenin zor olmadığını belirleyen ABD güvenlik timi,

bu tespitler ışığında ziyaret için gerekli güvenlik tedbirlerini alacak.

Konu hakkında bir değerlendirme yapan İsveç Başbakanı Fredrik Reinfeldt, Obama’nın ziyaretinde güvenliği iyi sağ-layabileceklerini belirtirken “Ülke olarak yüksek profilli konuklarımızı ağırlama konusunda yeterince tecrübeye sahibiz.” diye konuştu.

Obama’yı protestoya hazırlanıyorlarBu arada İsveç’te faaliyet gösteren

4 farklı siyasi grup, Eylül ayında İsveç’i ziyaret edecek olan ABD Başkanı Barack

Obama’yı protesto etmeye hazırlanıyorlar. İsveç Korsan Partisi, Stockholm Komünist Partisi ve Irak Dayanışma Grubu şehrin en büyük meydanı olan Sergelstorg’de protesto gösteri yapmak için izin başvu-rusunda bulundu. Bunun yanı sıra Ulus-lararası İşçiler Komitesi İsveç şubesi de (Rättvisepartiet Socialisterna) Parlamento önünde Mynttorget’te gösteri yapmak için izin istedi. İki farklı meydanda toplana-cak protestocuların daha sonra ABD Sto-ckholm Büyükelçiliği’ne doğru yürüyüşe geçmeyi planladıkları ifade ediliyor.

ABD, İsveç’i güvenli bulmadıABD Başkanı Barack Obama’nın ziyareti öncesi İsveç’te incelemelerde bulunan ABD güvenlik timi, İsveç’i ‘risk düzeyi yüksek’ ülke olarak değerlendirdi.

Page 3: Zamandk225 egazete

Vizyonumuz

Følg os på: www.facebook.com/hojeTaastrupPrivatskole - www.twitter.com/hojeTaastrupPrivatskole.

Page 4: Zamandk225 egazete

Bir zamanlar sıfır sorun mantığı ile herkesle dost olduğunu söylediğimiz Ortadoğu’da şimdi dost bulmak zor. Avrupa’da durum ise her zaman olduğu gibi! Çıkar eksenli ilişkiler. Bir zamanlar ‘Arap Baharı’ diye bahsedilen sosyal patlamalar şimdilerde ‘hazan’a dönüşmüş durumda. İnsanlar sokaklarda, cephelerde ve yollarda kendine gü-venilir bir sığınak bulma uğruna. Suriye, Mısır... kan ağlıyor. Müslümanlar olarak bizler bir şey yapamıyoruz dua etmekten başka. AB, ABD vesair ülkeler ise kendi çıkarları doğrusultusunda hare-ket etme peşinde. Bizler ise bulunduğumuz ülke-lerde rahat ve rehavet içerisinde televizyonlardan ve gazetelerden takip edebildiğimiz kadarıyla bir nebze olsun dertlenebiliyorsak hepsi o kadar. Hayat devam ediyor deyip, iş güç, çoluk çocuk, koşuşturmacamız devam ediyor.

Bu rahatlığımız ve vurdum duymazlığımız bir zamanlar bizlerin şu anda üzerinde yaşadı-ğımız yada uzaklarda da olsak vatanımız olması ile övündüğümüz Türkiyemiz ile alakalı yakın zamanda yapılan fedarkalıkları hatırıma getirdi. Özellikle merhum milli şair Mehmet Akif Er-soy’un şu mısraları kulaklarımda çınlıyor:

Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanıDüşün altında binlerce kefensiz yatanıSen şehit oğlusun, incitme yazıktır atanıVerme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı...Karmaşık duygular içerisindeyim. Aşağıda

bahsini ettiğim iki hikaye ise ‘ne’ ve ‘kim’ oldu-ğumuzu ve kendimize çeki düzen vermemizi hatırlatmasına adına bence herkes tarafından bilinmesi zaruri. Yanlız bu yazıyı okuyanlara özellikle tavsiyem bu haftaki gazetemizde yayın-lanan Mümtaz’er Türköne’nin ‘Arap monarşileri ve darbeciler’ ve Mustafa Armağan’ın ‘İhvan’ın darbecilere direnişi geçmişteki acı bir tecrübeye dayanır’ yazılarını da okumasını tavsiye ederim.

120 filminin hikayesi...1914 Haziran’ı, Van… Balkan Harbi’nden

henüz kurtulduğumuz, yaralarımızı sarıp ülkemizi feraha çıkartmaya çalıştığımız barış günleridir. Henüz hayatının baharındaki Münire, ailesiyle Van’da mütevazı bir hayat sürmektedir. Nişanlısı Süleyman Teğmen ile çok yakında evlenecektir. Mutlu günler uzun sürmez, Ağustos 1914’te Avrupa’da 1. Dünya Harbi’nin başlamasıyla ül-kemizde de seferberlik ilan edilir ve Süleyman Teğmen cepheye gider. Kasım 1914’te Rusların taaruzu ile harp ülkemize de sıçrayıp Sarıkamış Harbi’nin başlamasıyla çatışmalar yoğunlaşır. Sü-leyman Teğmen’in de yer aldığı, sınır bölgesinde savaşan Jandarma Tümeni’nden Van’a gelen acil bir telgraf, süratle cephane yetiştirilmezse harbin ve Van’ın tehlikeye gireceğini bildirir. Ancak Van karlar altındadır, şehrin dışında kar yüksekliği iki metreyi bulmakta, hayvanlar karlı dağları yürü-yememekte, kağnılar işlememektedir. Yapılacak tek şey, cephaneyi 100 kadar yayanın sırtında nakletmektir. Ne var ki, şehirde resmî görevliler dışında, ihtiyarlarla kadınlardan başka çok az sayıda “eli tüfek tutan erkek” kalmıştır; onlar da “Taşnak Çeteleri”ne karşı şehri ve ailelerini ko-rumak için şehirde kalmak zorundadır. Tek çare, eğer kabul ederlerse bu yükü öğrenci çocuklarla göndermektir. Hemen hemen tüm çocuklar bu ağır yolculukta gönüllü olarak cephaneyi taşımaya hazır olduklarını bildirirler. Yaşları 12 -17 arasında değişen 120 çocuk seçilir. Ve bir sabah karlı bir havada bu 120 kahraman çocuk, karlı dağların donduran soğuklarında günler süren uzun yürü-yüşlerine başlar. Yolda Ermeni çeteleri tarafından pusuya düşürülseler de sınırdan gelen Teğmen Süleyman Bey ve askerleri tarafından kurtarılırlar. Bu çatışma sırasında Süleyman Bey şehit düşer ve sonunda çocuklar cephaneyi hudutta olan Türk askerlerine ulaştırırlar. Geri dönüş zamanı gel-miş ve çocuklar 80 km’yi 2 günde tamamlayarak

ailelerini umutlandırmıştı. Fakat yoğun kar yağışı ve tipi bunun pek de kolay olmadığını gösterdi ve geriye sadece 40 çocuk gelir. Sonrasında ise bu 40 çocuktan 22’si hayatta kalır, 18’i şehit olur. Bu olay vatanı için yaşına bakmaksızın canını veren çocuklarımızın adını isimsiz kahramanlar olarak tarihe yazdırır.

“Hey Onbeşli Onbeşli”Nesil Yayınları’ndan çıkan “Mahşerin İrfan

Ordusu: Okuldan Çanakkale’ye kitabında bahse-dilen ‘Onbeşli’ türküsünün hazin hikâyesi:

Çanakkale Cephesi, sanki bir ölüm değirmeni gibiydi; tükettiği insanlar haddi hesabı aşmasına ve İngiliz generali Aspinall-Oglander’in “Geli-bolu’daki kanlı muharebeler, Türk ordusunun çiçeğini bitirmiştir,” tespitinde ifadesini bulan -gerçekten de İngilizler şehit olan gençlerimizi, “çiçeğin tomurcuğu” ve “vakti gelmeden solan gül goncası”na benzetiyorlardı- koskoca bir eğitimli genç nesli yutmasına rağmen bir türlü doymak bilmiyordu. O kadar ki cephede meydana gelen boşlukları doldurmak için, diğer cephelerden asker getirilemediğinden, en yakın çevreden baş-layarak, 15 yaşın üstündeki eli silah tutan bütün gençlerin dahi, gönüllü olup olmadığına bakıl-maksızın, Çanakkale’ye sevk edilmeleri alışılmış normal bir hadise haline gelmişti. Birinci Dünya Savaşı’nda, Osmanlı ordusunda insan kaybı öyle bir noktaya varmıştı ki, Harbiye Nezareti, harp bütün hızıyla sürerken askerleri birkaç günlüğüne de olsa memleket iznine göndermeye gayret et-mişti. Çünkü harpte gün geçtikçe daha da artan kayıplar, nüfusun tükenmekte olduğu korku-sunu doğurmuş ve savaşan askerler memleket-lerine nüfusu çoğaltmak üzere gönderilmişlerdi. Çanakkale Savaşı sırasında, İtilaf Devletlerinin Nisan 1915’ten itibaren kara çıkartmasına baş-lamalarıyla birlikte cephede takviye kuvvetlere ihtiyaç hâsıl olunca Sultan V. Mehmed Reşad 14 Mayıs 1331’de (27 Mayıs 1915) bir irade (emir) yayınlayarak, Askeri Mükellefiyet Kanunu’nda değişiklik yapmak ve lise talebelerini de cepheye çağırmak zorunda kalmıştı. Sultan V. Mehmed Reşad’ın iradesinden sonra Harbiye Nezareti de bir tebliğ yayınlayarak, 1314 (1896) doğumluların (yani 19 yaşındakilerin) henüz askerlik hizmetine çağrılmamışları ile 1315 (1897) doğumluların, bedenleri gelişmiş, harbe elverişli ve silah kullan-maya kabiliyetli olanlarından müsait bulunanların da kıtalara teslim olmalarını istemişti.

Padişahın ve Harbiye Nezaretinin bu çağrısı üzerine, Balıkesir, Bursa, Kütahya, Manisa, Ada-pazarı, İzmir, Aydın, Muğla ve Konya’nın, tahsilli-leri ve hayatlarının henüz başındaki bu yeni yetme gençleri, vatanın kendilerinden beklediği yüce vazifeyi hakkıyla ifa etmek azim ve inancıyla silâ-haltına koşacaklardı. Ekseriyeti 15 ila 19 yaşında olan bu genç bahadırların cepheye katılımları anısına Anadolu’da yakılan meşhur “Hey Onbeşli Onbeşli” adlı türküde de söz konusu durum çok acı ve dramatik bir dille anlatılmıştır. Burada sözü edilen “15’liler” 1315 doğumlulardır. Yani 1 Hazi-ran 1897 ile 22 Mayıs 1898 arasında doğan ve tam 18 yaşını doldurmuş olan gençlerdi. Türküde, bu 1315’li gençlerden şöyle bahsediliyor:

Hey onbeşli onbeşli/Tokat yolları taşlı/Onbeş-liler gidiyor/Kızların gözü yaşlı/Aslan yârim kız senin adın Hediye/Ben dolandım sen de dolan gel beriye/Fistan aldım endazesi onyediye/Gidiyom gidemiyom/Az doldur içemiyom/Sevdiğim pek gönüllü/Koyup da gidemiyom...

Bugünkü 15’inde, 17’sindeki çocuklarımız bu bilince ne kadar sahip acaba; yada soruyu tersten soralım: Anne-babaları olarak bu şuura sahip olup, çocuklarımıza da verebildik mi acaba. Bugün ‘Onbeşli’ türküsünü duyunca hemen herkes elle-rini kaldırıp oynamaya başlıyor, ne gariptir değil mi!.. [email protected]

Onbeşliler gidiyor, kızların gözü yaşlı

Kamil Subaşı

4 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANİSKANDİNAVYAİSVEÇ HABER TURU

İsveç Prensi Carl Philip düğün hazırlıkları yapıyor

İsveç tahtının 4. varisi Prens Carl Philip’in düğün hazırlıklarına başladığı belirtiliyor. İsveç medyasına yansıyan haberlere göre 34 yaşındaki prens, 4 yıldır beraber olduğu nişanlısı Sofia Hellqvist ile dünya evine girmek için hazırlıklara başladı. Düğününü ülkenin en büyük iki adasından biri olan Öland’da yapmak isteyen Prens Philip, düğün töreni için ada kiliselerini araştırıyor. İsveç Kraliyet Ailesi’nin yazlık sarayının olduğu Öland’da daha önce de Kral 16. Gustaf’ın kız kardeşi Margaretha evlenmişti.

Benzin istasyonundan 40 bin litre dizel benzin çaldılar

İsveç’in kuzey bölgesinde bulunan Vilhelmina’da otomatik pompalar bulunan bir benzin istasyonundan 40 bin litre dizel benzin çalan hırsızlar izlerini kaybettirdi. Umeå Polisi tarafın-dan aranan hırsızların yaklaşık 600 bin kron değerinde benzin çaldıkları belirtiliyor. Otomatik benzin istasyonunun bilgisayar beynine nüfuz etmeyi başaran hırsızlar 40 bin litre benzini boşalttı. Polis, aynı benzin pompası daha sonra başkaları tarafından da kullanıldığı için maddi bir ize rastlayamadı ancak istasyondaki kamera görüntülerinden faydalanacak. Son derece profesyonel şekilde işlendiği belirtilen hırsızlık Stockholm’deki ana benzin istasyonundaki verilerden fark edildi. Hemen polise haber veren yetkililer hırsızlığın tam olarak ne zaman gerçekleştiğini belirle-mek için de teknisyenlerini görevlendirdiler.

Malmö’de taraftar şiddeti tutuklama getirdiMalmö’de Malmö FF ve Stockholm AIK futbol maçı öncesi

meydan gelen şiddet olayları nedeniyle 15 taraftar gözaltına alındı. İsveç 1. Futbol Ligi (Allsvenskan) takımlarından Malmö FF ve Stockholm AIK geçtiğimiz hafta sonu Malmö’de karşı karşıya geldi. Maçtan önce meydana gelen şiddet olayları nedeniyle 15 taraftan gözaltına alındı. Maçtan 1 gün önce cumartesi günü baş-layan gerginlik maç günü artarak devam etti. Bu nedenle güvenlik önlemlerini artıran Malmö polisi çevre şehirlerden de takviye polis birlikleri talep etti. Havadan helikopterlerinde destek verdiği polis, yaşanan şiddet olayları nedeniyle 15 taraftarı gözaltına aldı. Bu arada Malmö FF kulübü de tarihinde ilk kez stat girişine metal detektör koydurarak güvenlik önlemlerine destek oldu.

Muhalefet liderinden üniversitelerde üç dönem önerisi

Sosyal Demokrat Parti Lideri Stefan Löfven, üniversitelerde bir akademik yılın iki yerine üç dönemden oluşmasını istedi. Sosyal Demokrat Parti Gençlik Kongresi’nde konuşan Löfven, hâlihazırda iki dönem olan eğitim sistemine yaz döneminin de eklenerek bir akademik yılın toplam 3 dönemden oluşmasını istedi. Löfven, gerekçelerini ise şu şekilde açıkladı: “3.dönem sa-yesinde üniversite eğitimini kısa sürede bitirmek isteyenler bunu yapabilecek.” diyen Löfven, “Bunun yanı sıra başarısız olduğu dersi tekrar alması gerekenler, yazın iş bulamayıp da bunun yerine üniversite eğitimine tatil arası vermeden devam isteyenler bu 3. dönem avantajından yararlanabilirler.” diye konuştu.

İbrahimoviç kilise satın aldıİsveç’in yıldız futbolcusu Zlatan İbrahimoviç, İsveç’in başkenti

Stockholm’de tarihi bir kilise binasını satın aldı. Stockholm’ün en ünlü caddesi Östermalm’da bulunan ve 1898 yılında inşa edilen tarihi bina, Protestan mezhebine bağlı Hıristiyanların ibadethanesi olarak kullanılıyordu. Ünlü futbolcu İbrahimoviç’in 42 Milyon 750 bin krona satın aldığı kilise binasını ‘’ne yapacağı’’ hakkında bir açıklama yapmadı. New York’ daki yapılardan esinlenerek inşa edilen 4 katlı kilise binası, 940 metrekarelik bir alan kaplıyor.

Rus aktivist İsveç’ten sığınma talebinde bulundu

Rusya’da hükümete muhalifliyle bilinen Sol Cephe hareketi-nin önde gelen isimlerinden Aleksej Sakhnin, İsveç’e siyasi iltica talebinde bulundu. Rusya’ya dönmesi halinde kesin olarak tutuk-lanacağını belirten Sakhnin, “Kendimi bir kurban gibi Rus polisine teslim etmektense burada kalıp arkadaşlarıma daha çok yardımcı olabilirim.” diye konuştu. Bilindiği gibi Rusya’da Sol Cephe Ha-reketi’nin lideri Sergej Udaltsov, Şubat ayından beri ev hapsinde bulunuyor. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e muhalif ola-rak bilinen ve ülkede siyasi kaos çıkarmakla suçlanan Udaltsov yargılanmakta olup, uzun süreli bir hapis cezası alacağına kesin gözüyle bakılıyor. Geçtigimiz Mayıs ayında Moskova’da Putin karşıtı yapılan büyük bir gösteriye katılan Sol Cephe hareketin diğer önde gelen isimleri de hâlihazırda yargılanıyor.

Page 5: Zamandk225 egazete

5 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANİSKANDİNAVYA

ZAMAN STOCKHOLM

1İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt, twitter hesabından yaptığı açıklama ile Mı-

sır’da yaşanan katliamı kınadı. Bildt mesa-jında, “Mısır’da yaşanmakta olan ölümleri ve şiddeti kınıyorum. Ana sorumluluk rejim güçlerindedir. Yeni bir siyasi süreç başlatmak oldukça zor.” şeklinde yazdı.

Avrupa Birliği’nin Mısır’daki duruma müdahale edip etmeyeceği şeklinde soruya ise Bildt, “Bu konuda bir şeyler yapabilmek için imkânlarımız kısıtlı. Mısır’daki olayların, ülkenin kendi mantık örgüsü içinde geliş-tiğinin farkında olmamız lazım. Eğer onlar bir diyalog noktası bulması istemiyorlarsa bizim o diyaloğu kurmayı başarmamız zor.” şeklinde konuştu. Bildt, bununla beraber tarafların bir araya gelip konuşarak bir siyasi çözüm bulmaları için ellerinden geleni yapa-cacaklarını da sözlerine ekledi.

İsveç’in başkenti Stockholm’de Mur-si’ye destek gösterisi düzenlendi. Segeltorg Meydanı’nda başlayan ve Mısır Büyükelçi-liği’ne kadar devam eden yürüyüşte, Mısır bayraklarının yanı sıra, Mısır’ın ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin fo-toğraflar ile “Askeri darbeye karşı”, “Mursi demokratik şekilde seçildi” ve “Demokrasi ile” yazılı pankartlar taşındı.Protestocular, Mursi lehine ve Mısır Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı Abdulfettah Sisi’nin aleyhine sloganlar atarak adalet, barış ve Mursi için özgürlük istendiğini belirtti. Yü-rüyüşün ardından okunan bildiride Mı-sır’da demokrasi istediklerini, darbecilerin “demokrasi adına yaptıklarıyla”özgürlük ve demokrasinin ayaklarının altına alındığı vurgulandı.Sisi’nin yaptığı askeri darbe ile kanlı bir yola girdiği belirtilen bildiride, bu-nun tüm bölgeyi bir iç savaşa sürükleyeceği uyarısında bulunuldu.

İsveç Mısır’daki katliamları kınadıİsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt, Mısır’da yaşanan katliamları kınadı.

İBRAHİM KAYA STOCKHOLM

1İsveç’te ikamet eden hastalar, 1 Ekim’de yürürlüğe girecek yeni yönetmelik

çevresinde arzu etmeleri halinde tedavilerine herhangi bir AB ülkesinde devam edebilecek. Yeni yönetmelik ile İsveç’te tedavi olmak için uzun kuyruklarda beklemek zorunda kalan veya tedavinin yetersiz olduğunu düşünen hastaların diğer AB ülkelerinde tedavi görmelerinin önü açılacak. Mevcut sistemde hastalar yine AB ülkelerinde tedavi görebiliyordu ancak bu imkân son derece kısıtlıydı ve ağır şartlar taşıyordu. Yeni sistem yurtdışında tedaviyi son derece kolay hale getirecek.

Bununla beraber uzmanlar, yeni sistem ile hastaların İsveç’te olduğu gibi yurtdışında da tamamen ücretsiz tedavi olamayacakları konusunda uyarıda bulunuyorlar. Örneğin bir ameliyat için İsveç yerine Almanya’yı tercih eden bir hasta 70 bin Kron ödemişse ve aynı ameliyat İsveç’te sadece 50 bin Krona mal oluyorsa İsveç devleti sadece 50 bin Kronluk kısmı hastaya geri ödeyecek. Geri

kalan miktarı ise hastanın kendisinin öde-mesi gerekecek.

Diğer taraftan yeni sistemde tedavi olu-nabilecek AB ülkeleri sınıfına AB ile müza-kere etmekte olan Türkiye’nin girip girme-yeceği ise belirsizliğini koruyor.

İsveçliler için Avrupa Birliği içinde tedavi olmanın önü açılıyor

Page 6: Zamandk225 egazete

6 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANİSKANDİNAVYADANİMARKA HABER TURU

ZAMAN KOPENHAG

1Mısır’da askeri darbenin gerçekleştirdiği katliamların blançosu her geçen hafta biraz daha yükseliyor. Kadın ve

çocukların bile keskin nişancıların hedefi olduğu ülke geçtiğimiz hafta son zamanların en büyük katliamına şahitlik etti. Resmi kaynaklar ölü sayısıyla ilgili çelişkili rakamlar kullanırken darbe ile iktidardan uzaklaştırılan İhvan-ı Müslimin Hareketi (Müs-lüman Kardeşler) 5 binden fazla kişinin hayatını kaybettiğini açıkladı. Katliam dünya basınında da geniş yer bulurken birçok batılı ülke söz konusu katliamı kınayan açıklamalar yaptı.

Danimarka’da Mısır’da yaşanan katliama tepki gösteren ülkelerden biri. Danimarka Dışişleri Bakanlığı katliamın ardın-

dan Mısır’a yapılan bilateral ve küçük çaplı yardımları durdurma kararı aldığını açıkladı. Söz konusu karar Danimarka medyası tarafından Mısır’a yönelik tavır değişikliği olarak yorumlanırken uzmanlar Danimarka’nın tepkisinin göstermelik olduğunu savunuyor.

Danimarkalı Ortadoğu Araştırmacısı Helle Malmvig, Dışiş-leri Bakanlığı’nın tepkisinin göstermelik olduğunu savunuyor. Politiken Gazetesi’ne konuşan Malmvig, “Danimarka sadece bilateral ve küçük çaplı yardımları durdurma kararı aldı. Bu, Danimarka’nın Mısır’a yaptığı yardımların sadece küçük bir parçası. Diğer taraftan büyük çaplı yardımlar devam edecek. Dışişleri Bakanlığı Mısır’a güçlü bir mesaj göndermek istiyorsa neden bütün yardımları kesmiyor?” diye sordu.

Danimarka Dışişleri Bakanlığı katliamın ardından Mısır’a yapılan bilateral ve küçük çaplı yardımları durdurma kararı aldığını açıkladı.

D A N İ M A R K A’ D A N K A T L İ A M T E P K İ S İ :

Mısır’a küçük çaplı yardımlar durduruldu, büyük çaplılara devamGeçtiğimiz hafta içerisinde Mısır’da gerçekleştirilen ve binlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan katliamın ardından Danimarka, sadece “küçük çaplı yardımları” durdurdu.

Danimarka teksilden milyarlar kazanıyor

Danimarka teksil endüstrisi, yaptığı ihracatlar ile Danimarka’ya her yıl milyarlarca kron kazandırıyor. Sektör, 2012 yılında 38,6 milyar kron gelir sağladı. Bu gelirin 22,7 milyar kronu, yurt dışında, özellikle de Danimarka’da tasarlanan elbiselere meraklı olan Almanlara yapılan ihracattan sağlandı. Danimarka Moda ve Tekstil tarafından, sektör üyeleri arasında yapılan araştırma, ihracatın Danimarka teksil dün-yasını geliştirmeye devam edeceğini gösterdi. Dani-marka Moda ve Tekstil’in Uluslararası Şefi Michael Hillmose yaptığı açıklamada, “Danimarka teksili 2013 yılında, bugüne kadar 9,2 milyar kronluk ihracat yaptı. Bu ülkeler arasında Almanya birinci sırada yer alıyor. Almanya yüzde 9,3’lük artışla, bize 215 milyon kron kazandırdı.” dedi. Teksil ihracatı, 2013 yılının ilk beş ayında, geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre yüzde 2,6 arttı.

Gürültü bir çok hastalığa sebep oluyor

Yüzlerce Danimarkalı, cadde gürültüsü nede-niyle erken yaşta ölüyor. Danimarkalı bir araştırma grubu, 57 bin Danimarkalı katılımcı üzerinde yaptığı çalışmada, sağlık ve gürültü arasındaki bağlantıyı araştırdı. Kanserle Mücadele Derneği araştırmacısı Mette Sörensen “Trafik gürültüsü, beyin kanaması, kalp krizi ve diyabet hastalığı riskini artırdığını düşünüyoruz. Çevre etkilerine ilişkin daha önce de araştırmalar yapmıştım. An-cak, cadde gürültüsünün sağlığı olumsuz yönde etkileyebileceğine dair ilk kez somut bir tabloyla karşılaştım” açıklamasını yaptı. Çevre Kuruluna göre, Danimarka’nın en büyük gürültü kirliliği kaynağı olan cadde gürültüsü, yılda fazladan 600 beyin kanamasına, 300 kalp krizine ve 1400 kişinin diyabet olmasına neden oluyor. Mette Sörensen, artan bu riskin asıl nedeninin Danimarkalıların gece uykusundan uyandırılmasından kaynaklandığını belirterek, “Normal biçimde uyuyamadığınız tak-dirde, kalp damar hastalıkları ve diyabet riskinin arttığını zaten biliyoruz. Gürültü nedeniyle kandaki stres hormonlarının da miktarları artar” dedi. Çevre Kurulu, 58 desibellik bir gürültü sınırı koymuştu. Buna göre, her dört konuttan birisinin bu sınırın üzerinde bulunduğunu ortaya konuldu. Bu da, her gün bir milyondan fazla Danimarkalının gürültü sınırının üzerinde yaşadığı anlamına geliyor. Mette Sörensen, metroya yakın ya da cadde üzerinde otu-rulması ve taşınmanın düşünülmediği durumlarda, sağlığımızı nasıl koruyabileceğimize dair önerilerde bulundu: “Yatak odasını evin caddeye uzak olan köşesine taşımak iyi bir çözüm olacaktır. Uykumuzu böleceği için özellikle de geceleri gürültüden uzak kalınması önemlidir. Bunun haricinde, gürültüyü en aza indirilen pencereler ve kulak tıkacı ile çözüm bulunabilir.”

Tasarruflar enflasyonu düşürdüYaz sonu indirimleriyle birlikte fiyatlardaki aşırı

düşüşe rağmen, Danimarkalılar son bir kaç yıldır ciddi biçimde tasarruf yapmayı tercih ediyor. Bu eğilimden dolayı tüketici fiyatları yalnızca yüzde 0,6 arttı. Bu da, yıllık enflasyon seviyesinin, 1967 yılından beri en düşük seviyede seyretmesine ne-den oldu. Ekonomi uzmanı Karsten Engmann’e göre, olumlu etkiler azımsanmayacak kadar büyük. Karsten Engmann, “Bu dönemde maaş artışların çok düşük olduğuna tanık olduk. Bu sebeple, fi-yatların da artmadığını görmek olumlu bir durum. Tüketiciler, son bir kaç yılda, satın alma imkânlarını güçlendirmiş oldu” dedi. Yüzde 1,2 artan maaşlar, tüketici fiyatlarına göre iki kat artmış oldu. Ayrıca vergi konusunda kolaylıklar da sağlandı. Satın alma gücünü azaltacak giderler de düşürüldü. Ekonomi uzmanlarına göre, fiyatlar bu şekilde düşmeye devam etmeyecek. Yağlı yiyecek, meşrubat ve şe-kerli gıda ürünlerinin vergilerinin yeniden artması durumunda bu eğilimin duracağını düşünüyorlar. Engmann, “Daha önceleri de görmeye alışkın ol-duğumuz gibi, fiyatların yakında yüzde 2 artmasını bekliyoruz” dedi.

ATİLA ALTUNTAŞ STOCKHOLM

1İskandinavya ülkelerinde İtalyan mafya babalarının isimlerinin verildiği ‘Mafioso’, ’Al Capone’ gibi isimli

pizzalar, Sicilya Anti-Mafya Komisyon Başkan Yardımcısı Fabrizio Ferrandelli’nin tepkisine neden oldu. Sicilya An-ti-Mafya Komisyon Başkan Yardımcısı Fabrizio Ferrandelli, tatilini Danimarka’nın Başkenti Kopenhag’da geçirirken, restoranlarda satılan pizzaların İtalyanca olarak mafya isimleri ile satılmasına çok sinirlenerek tepki gösterdi.

The Guardian gazetesine açıklama yapan Ferrandelli, kolay yoldan para kazanmak için Sicilya bölgesini mafya ile özdeştirerek pizza üzerinden yapılan reklamı çirkin ve suça teşvik olarak nitelendirdi. İtalyan Dışişleri Bakanı’nı da göreve çağıran Ferrandelli, “Yurtdışında pizzalara verilen mafya isimleri hoş gözükse de, İtalya’da büyük öfkeye neden oluyor” şeklinde konuştu.

Daha öncede mafya tarafından öldürülen İtalyan savcı ‘Giovanni Falcone’nin isminin Viyana’da lüks kafeteryalarda

satılan sandviçlere verildiğini hatırlatan Ferrandelli, İtalya halkının tepkisi sonucunda sandviçlerin isimlerinin değişti-rildiğini belirtti.

İskandinavya’daki pizza isimleri İtalyanları kızdırdıİskandinav ülkelerinde pizzalara mafya ile ilintili isimlerin verilmesi İtalyanları kızdırdı.

Page 7: Zamandk225 egazete

1Danimarka’da en hoyrat tartışmalar göçmenler (yabancılar) üzerinden

yapıldı. Kasım 2001 yılında iktidarın el de-ğiştirip ülkenin yönetiminin sağ koalisyona geçmesiyle, uzun yıllar değişmez gündem oldu yabancılar. Varlık sebebini yabancı karşıtlığı üzerine bina eden Danimarka Halk Partisi (DF), hükümete dışardan verdiği desteğin karşılığı olarak sürekli yabancıların haklarında kısıtlama kozunu masaya sürdü. Her defasında DF, istediğini elde etti. Avrupa’nın en sert yabancılar yasası etiketiyle Temmuz 2002’de yürürlüğe giren maddeler, tam 64 kez değiştirilerek içinden çıkılmaz bir hale getirildi. Yabancılar konusu adeta seçimlerin değiştirilemez gündemi oldu.

Eylül 2011’de yapılan seçimlerde solun iktidara gelmesiyle yabancılar biraz olsun rahatladı. Artık üzerlerinden DF baskısı kalkmıştı. Yabancılara ‘mavi boncuk’ da-ğıtmasından dolayı bu kesimin oylarının adresi olan Sosyal Demokrat Parti, mevcut sert yasaların ‘aynen’ kalacağını teyit etme-sine karşılık, en azından yeni sert madde-leri yasaya eklemedi. Hükümette Radikal Parti’nin varlığı yabancıların sigortası oldu. Bu parti yabancılar konusunda ilkeli duru-şunu koruyarak, konjüktürel davranmadı.

Yaz ayları gazetecilik deyimiyle ‘sa-latalık mevsimi’dir. Siyasete yaz molası

verilir, ülkenin gündemi rolantiye alınır. Günlük çıkmak zorunda olan gazeteler için ciddi bir haber sıkıntısı başgösterir. Daha önce çekmeceye konan haberler bu dönemde yayınlanır veya yeni suni gün-demler oluşturulur. Bu yaz bulvar gazetesi Ekstra Bladet, bazı yuva ve hastanelerin ‘helal et’ uygulamasını günlerce haberleş-tirdi. Toplum üzerinde baskı oluşturuldu. Sanki Danimarka’da bütün her şey ‘helal’ kuralına uygun oluyormuş imajı verildi.

Yaz tatilinin bitmesiyle siyaset sahnesi yeniden hareketlenince, Başbakan Helle Thorning- Schmidt’in ilk demeçleri ‘he-lal et’ uygulaması üzerine oldu. Olaya yaklaşımı DF’in tarzını hatırlatır mahi-yetteydi. DF jargonundan hatırladığımız ‘Danimarka değer ve kültürünün korun-ması’nı aynen kullanan Thorning- Schmidt ‘Başka kültürleri barındırmaya çalışırken öte yandan kendi kültürümüzü de unut-mamamız gerektiğini düşünüyorum. Kendi kültürümüze sahip çıkmamız gerekiyor.

Son zamanlarda helal et konusu medyada oldukça fazla yer almış durumda. En büyük eleştirilen ise, okullarda çocuklara verilen etli yemeklerin helal kesim olup olma-dığı konusuydu. Kendi geleneklerimizi muhafaza etmemiz gerekiyor’ diyordu. Danimarka’da yaşayan Müslümanların tüm etler helal olsun diye hiçbir zaman bir yaklaşımı olmadı. Sadece kendi inançlarına saygı gösterilmesini istiyordu. Başbakan Thorning- Schmidt’in söylediği ‘Noel’de, şarkılar söyleyip, domuz eti ve domuz köfteleri yiyoruz. Başka dinlere saygı gös-terirken, bunları hala yapabiliyor olmamız gerekiyor.’ cümlesine kimse itiraz etmi-yordu. Daha doğru ifadeyle, hiçbir Müs-lümanı ilgilendirmiyordu; Danimarkalının şarap içip, domuz eti yemesi. Onların tek derdi kendi yediklerinin inançlarına uygun olarak kesilmiş olmasıydı. Danimarkalının inancında, İslami usüllere göre kesilmiş bir etin yenmesinin ‘haram olduğuna’ dair bir kural bulunmuyor. Ama İslam’da böyle bir kural var ve asırlardır uygulanıyor, uygu-lanmaya devam edecek.

Bütün bu tartışmalardan sıyrılıp, büyük resme bakmak gerekiyor. Neden 2 yıldır gündemde olmayan yabancılar –siz bunu Müslümanlar diye okuyun- ülkenin gün-demine tekrar girdi? Sorunun cevabı son dönemde partilerin oylarıyla ilgili yapılan

kamuoyu yoklamalarında saklı. İktidarın büyük ortağı Sosyal Demokrat Parti ciddi oy kaybediyor. Buna karşılık yabancı karşıtı aşırı sağ DF oylarını arttırıyor. DF’e gelen oyların büyük bölümü ise Sosyal Demokrat Parti seçmeninden. Başbakan unutulan ya-bancılar konusunu tekrar gündeme alarak, DF’e giden oylarını geri almanın telaşıyla hareket ediyor. Aslında farkında olunma-dan –veya olunarak- ülke tekrar kısır tar-tışmaların esiri oluyor. Yıllarca yabancılar konusu gündemde tutulmasına karşılık, tartışmalar hep popülist düzeyde olduğu için kalıcı sorunlara çözüm üretilmedi. Şimdi yeniden eski Danimarka’nın fabrika ayarlarına dönmenin kimseye kazandıra-cağı birşey yok.

Danimarka’da yaşayan onbinlerce Müslüman fazla birşey istemiyor. Sadece inanç ve yaşamlarına saygı istiyor. Onların tamamına yakını içinde bulunduğu ülkenin değer ve kültürüne saygı gösteriyor zaten. Eski Danimarka’da yabancılar tartışılırken, onur kırıcı ve yaralayıcı bir uslüp vardı. Umarım tekrar o günlere dönmeyiz. Keşke Başbakan Helle Thorning – Schmidt, iki satırlık bir bayram kutlamasıyla binlerce Müslümanın gönlünü alsaydı, eski günleri hatırlatan tartışmayı başlatmak yerine.

[email protected]

Eski Danimarka’ya dönüş

7 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANİSKANDİNAVYA

Eksotiske Delikatesser A/S • Industrigrenen 21, 2635 Ishøj • Tlf. +45 7023 2808www.delikate.dk • [email protected] • Açılış saatleri: Pazartesi-Cuma 8-17 • Cumartesi 8-13

İşyerlerine, düğünlere, doğum günlerine ve her türlü özel günlere...

1250 m2’lik modern ve hijyenik mutfağımızla, 25.000 paket üretim kapasitemizle, ve 28 tecrübeli personelimizle...

Anadolu’muzun, sıcak ve soğuk yemeklerini servis yapmaktan mutluluk duyarız.

Hasan Cücük

Danimarka’da yaşayan onbinlerce Müslüman fazla

birşey istemiyor. Sadece inanç ve yaşamlarına saygı istiyor.

Page 8: Zamandk225 egazete

8 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANİSKANDİNAVYANORVEÇ HABER TURU

Başbakandan stratejik görüşmeNorveç Başbakanı Jens Stoltenberg, ABD Başkanı Ba-

rack Obama ile 4 Ekim’de İsveç’in başkenti Stockholm’de bir araya gelecek. Bazı Norveçli yetkiller, Stoltenberg’in Başkan Obama ile görüşmesini, Norveç’te 9 Ekim’de gerçekleşecek genel seçim öncesi atılan stratejik bir adım olarak değerlendirdi. Ayrıca yetkililer, iktidardaki İşçi Partisi’nin, Obama’nın Norveç için önemli bir lider olduğunu düşündüğünü belirtti. Norveç’te 9 Ekim’de yapılacak genel seçimin en güçlü adayı, anamuhalefet Sağ Parti olarak gösteriliyor. Eğer sağ kanat iktidara gel-diği taktirde, bu olay parti için yüzyıllık bir zafer olarak tarihe geçecek.

Mısıra tursitlik gezi düzenlememe uyarısında bulunuldu

Mısır’da yaşanan askeri darbe nedeniyle birçok Norveçli turist ülkelerine geri gönderiliyor. Konuyla ilgili yerel medyaya konuşan Norveç Dışişleri Bakanlığı, şu anda Mısır’da bulunan Norveçli turistleri geri getirmek için yoğun uğraş içerisinde olduklarını kaydetti. Ayrıca bakanlık, Norveçli vatandaşlara, Mısır’da yaşanan ger-ginlikten dolayı ülkeye herhangi bir turistlik gezi yap-mamaları konusunda uyarılarda bulundu. Şu an Mısır’da yaklaşık 200 kadar Norveçli turistin bulunduğu açıklandı.

Gençler, oy hakkını kullanmıyorNorveçli partiler, gençlerin oy kullanmasına ilişkin

harekete geçti. Sağ Parti, İşçi Parti, Hıristiyan Parti, İler-leme Partisi gençlik kolları, ülkedeki gençlerin 9 Eylül’de yapılacak genel seçimde oy kullanmaları adına birçok kampanya başlattı. Partilerin gençlik kolları başkanlarına göre, oy kullanan gençlerin sayısı oldukça düşük. Yetki-leler gençlerin oy kullanmama nedenini, genç neslin oy kullanmanın bir vatandaşlık görevi olduğu düşüncesin-den uzak oldukları habersiz şeklinde yorumluyor. 2009 yılında yapılan seçimlerin yüzde 82’ini sadece 70 ila 80 yaş grubu seçmenlerin oluşturduğu aktarıldı. İsveç’in de aynı şikayetten dert yakındığı kaydedildi.

3D’li yüz tanıma sistemine geçecekPolis, biometrik resim sistemine geçmek istiyor.

Polisin yeni silahı olarak adlandırılan 3-D’li biometrik resim sistemi aracılığı ile, suçların ve sahte kimliklerin daha çabuk ortaya çıkarılacağı aktarılıyor. Polis, 3D’li resim yüz tanıma sistemi’ olarak adlandırılan güvenlik sisteminin ülke genelinde uygulanması gerektiğini savu-nuyor. Sistemin maliyeti yaklaşık 15 ila 20 milyon kron olarak gösteriliyor.

Başarılı kampanya skandala bulandıBaşbakan’ın kullandığı taksiye binen bazı müşteri-

lerin paralı aktörler olduğu ortaya çıktı. Başbakan Jens Stoltenberg ‘in başarılı olarak gösterilen seçim kampan-yasından skandal çıktı. Başbakan’ın Oslo sokaklarında taksicilik yaparak halkın nabzını tuttuğu kampanya çalışmasının önceden planlanmış olduğu ortaya çıktı. Verdens Gang’da yer alan bir habere göre, kampanyada Başbakanın kullandığı taksiye binen 14 kişiden 5’inin sıradan muşteri değil profesyonel aktörler olduğunu yazdı. Aktörlere çekim için 65 Euro ödendiğini belirten gazetenin haberine yalanlama gelmedi. Filmi çeken reklam ajansı ise durumu kabul etti. Ajanstan, mümkün olduğu kadar farklı gelir gruplarından fikir alabilmek için böyle bir yola başvurduk açıklaması geldi. Açıklamada, “Aktörler İşçi Partisi için bir çekim yapılacağını biliyordu ancak şoför koltuğunda Başbakan’ın oturacağından habersizdi” denildi. Aynı zamanda İşçi Partisi lideri olan Başbakan da, çekimde oyuncuların yer aldığını sonradan öğrendiğini belirtti.

ZAMAN STOCKHOLM

1İsrail’in İsveç Büyükelçisi Isaac Bachman serbest bırakılan Filis-

tinli mahkumları Norveç canisi Anders Behring Breivik’e benzetti. İsveç Devlet Televizyonu’na konuşan Büyükelçi Ba-chman, “İskandinavların anlayabileceği bir şekilde söylemek gerekirse Filistinli mahkumların neden olduğu dehşet, Breivik’in Norveç’te yaptığıyla aynı” dedi. Bachman Filistinli mahkumların serbest bırakılmasıyla ilgili olarak ise; “Breivik’in serbest bırakılmasını düşü-nün. İstatistikler bu tür insanların suçtan tamamen kurtulamadığını ve bir şekilde yeniden suç işlemeye başladıklarını gös-teriyor. Bu insanların serbest bırakılması için gerekli olan kamuoyu desteğini sağlamak çok zor.” dedi.

Büyükelçi Bachman’a ilk tepki Bre-ivik’in gerçekleştirdiği saldırılarda ha-yatını kaybeden insanların ailelerinden geldi. Breivik ile Filistinli mahkumlar arasındaki benzetmenin tamamen yan-lış olduğunu savunan birçok aile Büyü-kelçi Bachman’ın sözlerini düzeltmesi gerektiğini söyledi. O ailelerden biri; Ütoya adasında hayatını kaybeden Tor-jusdatter’in ailesi. Torjusdatter’in ba-bası Trond Blattmann İsveç medyasına yaptığı açıklamada, “Bence Filistinli mahkumları Norveç’te onlarca kişiyi öldüren cani bir katille karşılaştırmak son derece saçma. Çok fazla konuşula-cak birşeyde yok aslında. Arada hiçbir benzerlik yok” dedi.

Breivik’in Ütoya adasında gerçek-leştirdiği saldırıdan sağ kurtulanlardan biri olan Bjørn Ihler de aynı düşüncede.

Filistinli mahkumlar ile Breivik arasın-daki karşılaştırmanın çok mantıksız olduğunu belirten Ihler, “Breivik tek başına hareket eden bir terörist. Orta-doğu’daki durum ise çok daha farklı. Filistin’in özgürlüğü için devam eden bir mücadele var orada.” dedi.

İsveç Uluslararası İlişkiler Enstitü-sü’nün Ortadoğu Uzmanı Per Jöns-son’e göre ise; söz konusu karşılaştırma delice. İsveç Devlet Televizyonu’na ko-nuşan Jönsson, “Filistinli mahkumları Breivik’e benzetmek birkaç açıdan de-lice. Bir kere Breivik çok özel bir vaka. Öte taraftan serbest bırakılan Filistinli mahkumlar ise; özgürlük savaşçıları. Bazıları cinayete yada terör eylemle-rine bulaşmış olsa da aslında sıradan insanlar” dedi.

İsrail’in İsveç Büyükelçisi Isaac Bachman serbest bırakılan Filistinli mahkumları Norveç canisi Anders Behring Breivik’e benzetti.

İsrail Büyükelçisi’nin Breivik benzetmesi tepki çektiİsrail’in İsveç Büyükelçisi Isaac Bachman, geçtiğimiz hafta içerisinde serbest bırakılan Filistinli mahkumları Breivik’e benzetince, Norveç’teki katliamlarda hayatını kaybedenlerin ailelerinin tepkisini çekti.

ZAMAN KOPENHAG

1Borç yükü giderek daha fazla Danimarkalının canını yakıyor.

Özellikle ödeme yapmakta zorlanan kişiler Rieber’in borçlu listesinde yer almaya başlıyor. Yalnızca 2013 yılının ilk 6 ayında, Danimarkalıların ödenmeyen borcu 16,6 milyar krona ulaştı ve 2012 yılından beri 2,2 milyar kronluk artış meydana geldi. Ödenme-

yen borçlar konusunda başı çekenler 61-70 yaş grubundaki kişiler. Bu yaş grubundakilerin ortalama borcu 100 bin kron civarındayken 20 yaşındakilerin ortalama borcu 15 bin kron. Borcunu ödemeyenlerin listesinin bulunduğu RKI’nin kayıtlarında 229 bin 418 kişi yer alıyor. Bu da 18 yaşından büyük kesimin yüzde 5,19’una karşılık geliyor ve borçlu sayısının yüzde 3,5 arttığını gösteriyor. Experian’ın Nordisk Analiz

Müdürü Frank Papsö “Borçlu kişi sayı-sının giderek arttığını görmekteyiz. Bu durum daha fazla Danimarkalının kendi ekonomilerini takip etmekte zorlan-dıklarını göstermektedir.” dedi. Frank Papsö, RKI’deki gençlerin sayısının ve borç miktarının düştüğünü ifade ederek, “Gençler yaşlılara yol gösterir nitelikte. Bu da ekonomimizi okul çağlarından itibaren öğreniyor olmamızın işe yara-maya başladığını gösteriyor.” dedi.

Yaşlı Danimarkalılar ödemelerini geciktiriyor

Page 9: Zamandk225 egazete

AvukatKadir Erdoğmuş

Vindingevej 7 C • DK 4000 RoskildeTlf.: + 45 29 72 39 98 • Fax: + 45 59 43 39 98

Mail: [email protected]

Avukata gittiğinizde geç kalmış olmayın,her türlü hukuki sorunlarınız için arayabilirsiniz.

9 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANİSKANDİNAVYA

Pakistan’da insansız hava aracının dü-zenlediği saldırıda hayatını kaybeden 9 ki-şiden 8’inin Almanya kökenli olduğunun açıklanması, Almanlar tarafından şüpheyle karşılanmasına rağmen, gelen tazyiklerden dolayı adı geçen caminin kapısına Ağustos 2010’da kilit vuruldu.

Suriye’de Beşşar Esed’e karşı başlatılan isyanla birlikte yeniden ve güçlü bir şekilde ‘kutsal savaşçılar’ Avrupa’nın gündemine geldi. AB polis teşkilatı Europol’un hazır-ladığı rapora göre, net olmamakla birlikte 5-6 bin civarında Avrupalı ‘kutsal savaşçı’ Suriye’de Esed’e karşı savaşıyor. Suriye’ye giden bu isimler ‘cihad turisti’ olarak tanım-lanırken, İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague, “Bu insanların Suriye’ye gitmesi herhangi bir tehdit oluşturmuyor. Şayet ölmez de geri dönerlerse güvenliğimiz ciddi tehlikede.” açıklamasını yaptı. Ölürlerse so-run yok, ya dönerlerse… İşte Hague’ye göre bu bir facia demek. Çünkü silahlı eğitim alıp radikalleşen bu isimler, ‘kutsal savaşı’ Avrupa topraklarına taşımış olacak. Europol Direktörü Rob Wainwright, Esed’e karşı mü-cadeleyi ‘terörist faaliyet’ olarak gördüklerini, “Bu insanlar Avrupa’ya geri döndüğünde terörist faaliyetlerine devam edecek.” açıkla-masıyla teyit ediyordu. Hollanda, Suriye’den dönecek ‘kutsal savaşçılara’ karşı teyakkuza geçip güvenlik alarmı veren ülkeler arasında yer alıyordu. Hollanda Anti-terör Şefi Dick Schoof, “Cihad turistleri geriye aşırı radikal olarak dönüyor. Bu Hollanda için çok ciddi tehlikedir.” diyordu.

‘İslamcı terör’ hâlâ ilk sırada yer alıyorAvrupa ülkeleri ‘İslamcı terör’ karşısında

teyakkuza geçerken, Europol 2012’de 14 ki-şinin ‘İslamcı’ teröristler tarafından öldürül-düğünü açıklıyordu. 2011’de 174 olan terör eylemi, 2012’de 219 olarak açıklanıp toplum-sal baskıya tam hız devam ediliyordu. Ancak bunların büyük kısmının İspanya, Fransa ve İngiltere’deki ayrılıkçı grupların eylemi olduğu satır aralarında ancak yer buluyordu. Norveç ve Avrupa tarihinin en kanlı saldırı-sını gerçekleştiren Anders Behring Breivik 77 kişiyi katlederken uluslararası bağlantı-ları dikkate alınmıyordu. Tüm Avrupa’da giderek artan aşırı sağ, tehdit sıralamasında üstlerde yer bulmuyordu. Katliamın merkezi Norveç’te bile yıllık terör tehdidinde ‘İslamcı terör’ hâlâ ilk sırada yer alıyordu. Europol verilerine göre Fransa, İspanya, Yunanis-tan, Belçika ve İngiltere, 2012’de ‘terörist eylemlere’ hedef oluyordu. Bu ülkelerden İspanya’da 125, Fransa’da 54 terörist eylem

olurken, bunun tamamına yakını ayrılıkçı gruplar tarafından gerçekleştiliyordu. Aynı yıl sol terör grupları 18, sağ gruplar 2 eylem yapıyordu Avrupa çapında. İlginç olan, kıta genelinde ‘İslamofobik’ çevreler tarafından Müslümanlara yönelik saldırılar, terör eylemi kapsamına alınmıyor, ‘nefret ve ırkçılık’ ola-rak tanımlanıyordu.

Rejim karşıtlarının Beşşar Esed’e verdiği mücadeleyi destekleyen Fransa, Suriye’ye giden Fransız vatandaşlarını ‘terörist gruplar’ için mücadele veren isimler olarak tanımlı-yordu. Şayet bu isimler ‘ölmeden’ dönerse ‘Fransa’nın düşmanları’ olarak tanımlanaca-ğını İçişleri Bakanı Manuel Valls açıklıyordu. Valls, ‘Fransa, Suriyeli muhalifleri destekli-yor. Siz bu gençleri nasıl tanımlıyorsunuz?’ sorusuna, “Terör grupları içinde mücadele veren ve yarın bize karşı tavır alabilecek, Suriye’de bugün bulanık şartlarda mücadele yürütenler düşmandır.” cevabını verirken, bu kişilerle ‘mücadele edilmesi’ gerektiğini söylüyordu. Fransız bakana göre, bu kişiler sadece Fransa değil, diğer Avrupa ülkeleri için de “potansiyel tehdit”.

Avrupa Parlamentosu’nun İçişleri Ko-

misyonu’nda konuşan AB Terörle Mücadele Koordinatörü Gilles de Kerchove, “Yüzlerce AB vatandaşı Suriye’ye gidiyor. Bunlara Bal-kanlar ve Kuzey Afrika’dan gidenleri de katarsak burası dışarıdan binlerce savaşçı çekiyor. Örgütün çekirdeği çok zayıflamış olsa da karşımızdaki esas tehdit El Kaide ile ilgili.” derken tehlikenin boyutunu şu cümle-lerle izah ediyordu: “Eğer orada ölmezlerse, güvenliğimize ciddi bir tehlike oluşturacak-lar. Gelişleri nasıl durduracağız? Bu kişilerin bazılarının hevesli gönüllüler, diğerlerinin ise bazı ağların Suriye’ye gönderdiği radikal militanlar olduğunu göz önünde bulundu-rursak, geri gelişleriyle yüzleşmek zor olacak. Önce bu kişilerin gitmesinin nasıl önüne geçeceğimizi, daha sonra da gelişleriyle ilgili ne yapacağımızı belirlememiz gerekiyor.”

Avrupa kamuoyu Suriye’de savaşan ‘kutsal savaşçılarla’ baskı altında tutulurken, rakamlar konusunda net bilgiler bir türlü or-taya çıkmıyor. Avrupalı ve İsrail kaynaklarına göre, Suriye’de Avrupa menşeli bin kadar ‘kutsal savaşçı’ bulunuyor. Teyit edilemeyen rakam olarak ise 5-6 bin kişi telaffuz ediliyor. Avrupa basını, Suriye ile her haber ve ana-

lizin bir tarafına Avrupalı ‘kutsal savaşçıları’ iliştirmeyi ihmal etmiyor. Maksat korku or-tamı oluşturmak olduğu için rakamlar sürekli değişiyor. Ne de olsa kimse işin doğrusunu tam bilmiyor! Mesela, Alman istihbaratına göre ülkede ‘İslam davasına’ yardım eden kişi sayısı 36 bin olarak tespit edilirken, 200 ‘kutsal savaşçı’ bulunuyor. Belçika’da bu ra-kam 80, Danimarka’da 45, Fransa’da ‘en az 50’ olarak açıklanıyor. Rakamların net tespit edilmemesi ise Avrupa’yı yakından bilenler için gariplikler içeriyor. İstihbarat teşkilatları, ‘kutsal savaşçılar’ çevresini yıllardır yakın takibe almış durumda. Ülkeden uzun süre ayrılanların giriş-çıkışlarını kontrol etmek ise oldukça kolay. AB adalet bakanları, Lük-semburg’da yaptıkları toplantıda, ‘kutsal savaşçılara’ karşı ortak hareket kararı aldı. Dile getirilen eylem planları arasında, ‘kutsal savaşçıların’ oturumlarının iptal edilmesi ve terör yasasından gözaltına alınması bulu-nuyor. Olayı ilginç kılan nokta ise, Suriye’ye giden ‘kutsal savaşçılar’ El Nusra Cephesi altında mücadele ediyor. Ve bu örgüt AB’nin terör listesinde bulunmuyor. Yani AB’nin terör örgütü olarak görmediği bir grup içinde olmak ‘terörist damgası’ yemek için yeterli oluyor.

‘Kutsal savaşçıları’ gündemine alan son ülke Danimarka‘Kutsal savaşçıları’ gündemine alan son

ülke Danimarka oldu. Kopenhag’ın Amager semtinde bulunan Kuba Camii, Suriye’ye gönderilen isimlerin merkezi olarak lanse edildi. İstihbarat teşkilatı PET’in bu grupları yakından takip ettiği basına yansıdı. Suriye için resmi izin olarak para toplayan ‘hja-elp4syrien.dk’nin (Suriyeiçinyardım) illegal faaliyetlerde bulunduğu yazıldı. Bu cami ve sitenin El Nusra Cephesi bağlantılı Selefiler tarafından kontrol edildiği ve Danimar-ka’dan giden ‘kutsal savaşçıların’ yaşının 16’ya kadar düştüğü ifade edildi.

Avrupa’nın Suriye ve Mısır’daki katli-amlara neden seyirci kaldığının sırrı, ‘kutsal savaşlar’da gizli. Avrupalı ‘kutsal savaşçı’ yok demek mümkün değil. Afganistan’a, Bosna’ya gönüllü gidip mücadele eden-ler oldu. Suriye’ye gidenler de var. Yanlış olan, Avupa’nın Suriye ve Mısır sorununun bu mevzu ile paketlenmesi yanlış ve kasti. AB ülkelerindeki kamuoyları ‘İslamcı terör’ korkusuyla baskı altında tutulup demokrasi ve insan hakları rafa kaldırılıyor. Olan, bu duyarsızlık ortamında baskıcı ve darbeci yönetimlerin öldürdüğü, baskı altına aldığı, tek isteği demokrasi olan masum insanlara oluyor.

WILLIAM HAGUE: ÖLÜRLERSE SORUN YOK, YA DÖNERLERSE…

Katliamlara ‘kutsal savaşçı’ perdesiAvrupa’nın Suriye ve Mısır’daki katliamlara neden seyirci kaldığının sırrı, ‘kutsal savaşçılar’da gizli. AB ülkelerindeki kamuoyları ‘İslamcı terör’ korkusuyla baskı altında tutulup demokrasi ve insan hakları rafa kaldırılıyor. BİRİNCİ SAYFADAN DEVAM

Page 10: Zamandk225 egazete

MEHMET BAYHAN* KHARTUM

1Sudan günümüzde birçok problemle mücadele eden ülkelerden biri. Yüz-

binlerce Sudanlı geçtiğimiz yıllarda yaşanan iç savaş nedeniyle evlerini terketmek zorunda kaldı. Halihazırda ülkede tam olarak ne kadar mülteci olduğu bile bilinemiyor. Resmi ra-kamlar ise; olayın vehametini ifade etmekten çok uzak. Birçok insan Darfur bölgesinde yaşanan katliamlardan sonra evlerini terketip mülteci durumuna düştü. Binlerce çocuk ise; ya yetim yada öksüz kaldı.

TimetoHelp Derneği olarak faaliyete başladığımız ilk günden bu yana öncelikli hedefimiz hep ‘gerçekten’ ihtiyaç sahibi in-sanları bulmak olmuştu. Bu nedenle Sudan ve Darfur bölgeleri bizim için ayrı bir öneme sahipti. Zira burada yaşanan dramı anlat-maya kelimeler yetmiyordu. Bu yüzden Ra-mazan ayının başında özel bir yardım kam-panyası başlatarak Danimarka’da yaşayan Müslümanlardan yardım talep ettik. Ama-cımız topladığımız yardımlarla Sudan’daki ihtiyaç sahiplerinin yüzlerini biraz olsun güldürebilmekti. Bu vesile ile; Ramazan bo-yunca Danimarka’nın değişik şehirlerinde yardımlar topladık. Danimarka’da yaşayan Müslümanların kampanyamıza verdiği des-tek gerçekten çok önemliydi.

Bayram öncesi topladığımız yardımlarla Sudan’a doğru yola çıktık. İstanbul’da Kimse Yok Mu Derneği yetkilileriyle buluşarak Su-dan’a vardık. Burada ilk adresimiz birkaç yıl önce içsavaş yaşanan ve Sudan’dan ayrılan Darfur Bölgesi’nden kaçmak zorunda kalan yetim çocukların kaldığı ‘Şehitler Yetimha-nesi’ oldu. Yaklaşık 2 bin yetim çocuğa hiz-met veren bu Yetimhane bölgede gerçekten önemli bir hizmet veriyordu. Topladığımız yardım paketlerinin bir kısmını buradaki yetim çocuklara verdik. Nasıl bir mutluluk yaşadıklarını anlatmaya kelimeler yetmez. Burada yapılan bir törende konuşan Şehitler Yetimhanesi’nin Müdüresi Hediye Muham-med Salih, “Bugün burada İstanbul Kimse Yokmu Derneği ile Danimarka TimeToHelp Derneği’nin, kimsesi olmayan yetim çocuk-lara getirdiği yardımı dağıtıyoruz. Bundan dolayı çok mutluyuz. Allah yapmış olduğu-nuz ve yapacak olduğunuz hayırları kabul etsin. Şu anda çok farklı bayram kutluyoruz. Allah sizlerden razı olsun. Rabbim yapılan hayırları şimdiden kabul buyursun” dedi.

Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Sudan’da da Türk okulları bulunuyor. Bu okullar oradaki eğitim açığını kapatmaya çalışıyor. Oğuz Taşçıoğlu Sudan-Türk Oku-lu’nun öğretmenlerinden biri. Kendisi zi-yaretimiz boyunca bize çok yardımcı oldu. Hem ülke hakkında hem de yapılabilecek yardım faaliyetleriyle ilgili birçok bilgiyi bi-zimle paylaştı. Onun ifadesiyle Sudan bir ‘petrol’ ülkesi. Esasen Dubai olabilecek bir potansiyele sahip. Ancak zenginler ile fakir-ler arasındaki gelir uçurumu insanı dehşete düşürecek kadar fazla. Açlıkla mücadele eden ciddi sayıda insan var.

Sudan’daki ikinci adresimiz Khartoum Üniversitesi oldu. Sudan’ın en büyük üniver-sitesi olan bu okulda çok sayıda Müslüman öğrenci eğitim görüyor. Bunların ciddi bir bölümü ihtiyaç sahibi. TimeToHelp Derneği

olarak Kimse Yok Mu Derneği ile işbirliği halinde bu okulda Ramazan boyunca iftar verdik. Oğuz öğretmen bu iftarlara günlük ortalama 500 kadar insan katıldığını ifade etti.

Üçüncü adresimiz ise Afrika Üniversitesi oldu. Bu okulda çoğu Afrika’da olmak üzere dünyanın 90 farklı ülkesinden öğrenci eğitim görüyor. Ülkenin önemli eğitim kurumla-rından biri. Burada da iftar çadırı kurduk ve ihtiyaç sahibi öğrencilere iftarlar verdik. Akıllarda ‘karikatür kriziyle’ kalan bir ülke-den gelen yardımlar öğrencilerin gözlerinin yaşarmasına neden oldu. Bu çerçeveden düşünülecek olursa; Danimarka’dan gelen yardımların ülkenin uluslararası imajının düzelmesine de katkı sağladığı söylenebilir.

Daha önce de ifade ettiğim gibi biz, TimetoHelp Derneği olarak ‘gerçek’ ihtiyaç sahiplerine ulaşmayı hedefliyoruz ve eğiti-min önemine inanıyoruz. Çünkü eğitim bir insana verilebilecek en güzel hediyedir. Bu sebeple yardımlarımızı eğitim gören çocuk-lara yönelttik. Çünkü bu çocukların Sudan’ın geleceği olacağına inanıyoruz. Sözlerimi tamamlarken kampanyamıza destek ve-ren herkese teşekkür ederken önümüzdeki Kurban Bayramı için sadece yardımlarınızı değil, ihtiyaç sahibi bölgelere yapacağımız ziyaretlerde bize eşlik etmenizi de istiyoruz. Gelin bu yıl bir farklılık yapalım ve Kurban Bayramı’nı kurbanlarımıza Afrika’da gerçek-ten ihtiyacı olan insanlarla birlikte geçirelim. Hem bu sayede derneğimiz ve faaliyetlerimiz hakkında daha fazla bilgi edinebilirsiniz.

*TimeToHelp DerneğiYönetim Kurulu Başkanı

Danimarka’dan Afrika’ya Yardım Zamanı [TimeToHelp]Danimarka’da faaliyet gösteren TimeToHelp (Yardım Zamanı) olarak Afrika Üniversitesi’nde de iftar çadırı kurduk ve ihtiyaç sahibi öğrencilere iftarlar verdik.

Sudan Şehitlik Yetimhanesi’ndeki yetim çocuklar, Danimarka’dan gelen yardımları tekbir sesleriyle karşıladı. Yaşadıkları mutluluk gözlerimizi yaşarttı.

TimeToHelp Derneği olarak önümüzdeki Kurban Bayramı’nda da Afrika’daki ihtiyaç sahiplerine yardım etmek istiyoruz.

Sudan’da binlerce çocuk yaşanan iç savaşın ardından yetim yada öksüz kaldı. Çok daha fazlası ise evlerini terkederek mülteci konumuna düştü. Halihazırda ciddi bir açlık tehlikesi söz konusu.

10 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANİSKANDİNAVYA

Page 11: Zamandk225 egazete

ENGİN TENEKECİ OSLO

1Avrupa’da İslam ve bilim her zaman birbirine zıt kavramlarmış gibi göste-

rildi. Diğer taraftan, Batı’nın gerçekleştirdiği Rönesans hareketinin temelinde var olan Müslüman alimleri keşifleri gizlendi. Batı, İslam bilginlerinin Kur’an ayetlerinden ve nebevi beyanlardan aldığı ilhamla tıptan astronomiye, fizikten matematiğe kadar birçok farklı sahada yapmış olduğu kendi za-manlarını aşkın ilmi buluşlara sahip çıkarak geliştirdi ve gelişti ancak Müslümanlar ise, bu kaynaklara gözlerini kapatarak geriledi.

Norveç’in başkenti Oslo’daki Teknik Müze’de açılan ‘Bilimin Sultanları Sergisi’, İslam ile bilimin barışık olduğunu, Kur’an ayetlerinin inananları bilime teşvik ettiğini kanıtlıyor. Sergide, Kuzey Afrika’dan Ana-dolu’ya, Asya’dan Arabistan’a kadar birçok İslam alimlerinin araştırma ve buluşları ser-gileniyor. Razi, İbni Sina, Zehravi, Takiyüd-din bin Manıf, El Cahiz, Piri Reis Benu Musa Kardeşler, Kindi, Biruni, İbni Haldun gibi alimlerin eser ve buluşları tanıtılıyor.

Müze Müdürü Vidar Enebakk, tarihte Müslümanların her zaman Kur’an’a ve do-ğaya bakarak ilmi araştırmalar yaptıklarını vurguluyor. ‘’ Din ve bilim birbirine zıt şeyler değildir.’’ diyen Norveçli bilimadamı, bu sergiyle İslam dininin bilime karşı olmadığını göstermek istediklerini söylüyor.

Arabistan Ajanı SuçlamasıVidar Enebakk, Avrupa’daki ilmi geliş-

melerin temelinde Müslüman alimlerin bu-luşlarının yattığına dikkat çekiyor. Enebakk, tarih boyunca İslam devletlerinin başında bulunan liderlerin ilmi araştırmalara des-teklerinin çok büyük olduğunu söylüyor. Ayrıca bu liderlerin, bünyelerinde barındır-dığı Hıristiyan ve Yahudi bilginlere de sahip çıktığını ve onlara maddi-manevi destekte bulunduklarına işaret ediyor.

Sergiye ev sahipliği yaptıkları için İslam karşıtlarının tepkilerine hedef olduklarını ifade eden Enebakk, “Bazıları çok şaşırdı bazıları ise bize çirkin ithamlarda bulundu. Birçok asılsız iddia ile karşılaştık. Bize ‘beyin

yıkıyorlar’ dediler. ‘Arabistan ajanı’ dediler. ‘Norveç’i İslamlaştırıyorlar’ dediler. Ama bu tür tepkiler, bize gelen olumlu tepkilerin yanında marjinal derecede az. Aslında insan-ların bizi eleştirmesi güzel. Bu şekilde eleş-tirilere cevap verme ve doğruyu gösterme fırsatını buluyoruz” diyor.

Müfredata girecekNorveç Eğitim Bakanlığı ise bilimsel ge-

lişmelerin sadece Avrupa ile sınırlı olmadı-ğının gösteren sergi sayesinde öğrencilerin tarih ufuklarını genişlettiğini belirtti. Ba-kanlıktan yapılan açıklamada, “Böylelikle Norveçli öğrenciler, İslam dünyasında bilim adına gerçekleşen oldukça etkileyici şeyleri öğrenecek. İslam kültürünü daha da ya-kından tanıma fırsatını bulacaklar.” denildi. İslam alimlerinin buluşlarının önümüzdeki dönem müfredata alınacağı belirtilen açık-lamada, bu şekilde önyargıların kırılmasının da hedeflendiği belirtildi.

Norveç, İslam’ın bilime verdiği değeri öğrenecekOslo’da Müslüman alimlerin ilmi keşiflerine ve eserlerine ilişkin açılan müze, Kur’an ile bilimin bir birinden kopuk olmadığını; aksine ikisinin de bir birini tamaladığını ıspatlıyor.

ENGİN TENEKECİ OSLO

Norveç’i son günlerde genel seçim heyecanı

sardı. Ülkeyi 2005’ten bu yana İşçi Partisi Başkanı ve Başbakan Jens Stoltenberg yönetiyor. Hükümetin (kırmı-zıyeşiller) koalisyon ortakları ise Sosyalist Sol (SV) ve Merkez Parti (Sp). 9 Eylül’de yapılacak genel seçim sonuçlarına ilişkin yapılan anket ibrelerinin geneli Sağ Parti’yi gösteriyor. Ancak Başbakan Stoltenberg ısrarla herşeyin sandıkta belli olacağının altını çiziyor. Sağ kanadın (maviler) ikti-dara gelmesi, neredeyse yüzyıllık bir zafer olarak değerlendiriliyor. Öte yandan Sağ’ın koalisyon ortağı ise, ırkçı partisi olarak bilinen İlerleme Partisi (Frp) ile Hıristiyan Partisi (Krf) olarak gösteriliyor.

Parti liderleri, gerek yazılı gerekse gör-sel medya aracılığı birçok seçim vaadinde bulunuyor. Özellikle anamuhalefet Sağ

Parti’nin iktidara geldikleri taktirde özel okulların açılımına start vereceklerine ilişkin vaadleri en çok konuşulan seçim vaadleri arasında yer alıyor. İktidardaki İşçi Par-ti’nin (Ap) seçim vaadlerinden biri ise, yeni açılacak hastaneler için ayrılacak 12 milyar kronluk bütçe. Ancak parti, bazı iddialara göre, daha önceki seçim vaadinde birçok hastane açma sözünde bulunmuş fakat, bu sözünü yerine getirmediği için eleştiri ok-

larına maruz kalmıştı. Hıristiyan Partisi’nin ise seçim vaadi ajandasında, kürtajı en aza indirgemek ve çok çocuk sahibi olma poli-tikaları yatıyor.

Partilerin gençlik kolları yetkilileri ise, gençlerin oy kullanmaması konusunda ol-dukça şikayetçi. Bu nedenle, Sağ Parti, İşçi Parti, Hıristiyan Parti, İlerleme Partisi gençlik kolları yetkilileri, ülkede ki gençlerin 9 Eylül’de yapılacak genel seçimde oy kul-lanmaları ilişkin birçok kampanya başlattı.

Yetkileler, gençlerin oy kullanmama nedenini, genç neslin oy kullanmanın bir vatandaşlık görevi olduğu düşüncesinden uzak olmalarına bağlıyor. Son seçimde yani, 2009 yılında yapılan genel seçimlerin yüzde 82’ini sadece 70 ila 80 yaş grubu seçmenler oluşturmuş. Bu oran, neredeyse ülkenin ka-derini değiştirecek ‘genel seçimlerin gene-line’ yaşlıların katıldığı gösteriyor. Norveç’in yakın komşusu İsveç’in de aynı şikayetten dert yakındığı vurgulanıyor.

9 Eylül’de yapılacak genel seçime katıla-cak seçmenlerin bir kısmını, ülkede yaşam süren göçmen kökenliler oluşturacak. Nor-veç’te sadece 15 binin üzerinde Anadolu insanı yaşıyor. Bu oldukça ciddi bir rakam ve önemli bir mesele. Çünkü genel seçim, yönetilmek ya da bizi yönetecek kişiyi, par-tiyi seçmek anlamına geliyor. ‘’Nasılsanınz öyle idare edilirsiniz.’’ nebevi beyanı burada hatırlatmak gerek. Bir de, seçime katılmak demek, hem yaşadığımız ülkenin günde-min içerisinde yer almak hem de seçimlerin kaderine doğrudan etki de bulunmak de-mektir. Bu nedenle gerek bir oyu, gerekse seçime katılma meselesini küçüksememek gerek. Norveç vatandaşlığına sahip her Türkiye kökenli vatandaş, fazla değil sadece 5 dakika ayırıp merkezde açılan oy kul-lanma merkezlerinde oylarını kullanabilir-ler. 9 Eylül’de yapılacak genel seçimde, var mısınız, hep beraber, yaşlımızla-gencimizle bu oy vermeme alışkanlığından kurtulmaya.

Müzenin yetkili müdürü ve Norveç’in tanınmış bilim tarihçilerinden Vidar Enebakk, İslam dininin bilime karşı olmadığını, bu sergiyle de bunu ıspatlamaya çalıştıklarına açıkladı.

Oy vermeme alışkanlığından kurtulmalıyız

Razi, İbni Sina , Zehravi,Takiyüddin bin Manıf, El Cahiz, Piri Reis Banu Musa kardeşler, Kindi, Biruni, İbni Haldun müzede eserleri sergilenen isimler arasında yer alıyor.

HABER YORUM

11 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANİSKANDİNAVYA

Page 12: Zamandk225 egazete

12 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANGÜNDEM

MESUT ÇEVİKALP İSTANBUL

1Telefonun ucundaki Batılı gazeteci, genelgeçer birkaç cümleden sonra

duraksadı... Derin bir nefes alıp mahcup edayla devam etti: “Dostum, Batılıları kendiniz gibi görmeyin! Bir Batılı Mısır’a baktığında gemilerinin geçeceği Süveyş Kanalı’nı, ocağında kullanacağı doğalgazı ve mahallesinden bildiği kiliseleri görür. Darbeyi, askıya alınan demokrasiyi, katliamları düşünmez. Yani pragmatik yaklaşır. Geriye dönüp Suriye, Irak ve Afganistan’a bir bak. Ne demek istedi-ğimi anlarsın.”

14 Ağustos’ta Mısır ordusu, Ade-viyye ve Nahda meydanlarında toplanan demokrasi yanlılarına kurşun yağdırıp yüzlercesini katlederken sessizliğe bürü-nen Batılı liderler ikiyüzlülüklerini afişe ediyordu: “Olaylardan endişe ediyoruz. Çünkü kiliseler yakılıyor, Hıristiyanlar hedef alınıyor…”

Dile kolay bir günde yitip giden yüz-lerce (En az 700) can! Binlerce yaralı... Önce iletişim kanalları karartıldı, ar-dından kadın-çocuk demeden basıldı

tetiğe. Önceden tespit edilen ev ve ofisler basılıp gerekçesiz tutuklandı yüzlercesi. Yeni atanan ‘sağlam’ savcılar, hâkimler dünden hazırdı sorgusuz in-faza. Dipçikle alaşağı edilen Muhammed Mursi’nin ardından Müslüman Kardeş-ler’in önde gelen isimleri de tecrit edildi örgütten. Kiminin ailesine de acınmadı. İhvan liderlerinden Dr. Muhammed Bal-tacı’nın 17 yaşındaki kızı Esma, sırtından vuruldu mesela. Sadece önde gelenlerle de yetinmediler, 500 İhvan üyesi de gözaltına alındı. Darbecilerin geçen haf-talarda basına sızan ‘kaos planı’ harfiyen devredeydi. Plan, 3-5 bin zayiatla mey-

danların temizle-nebileceğine işaret ediyordu. Kahire’nin katledilen demokratları, kana bulanan sokakları, gasp edilen yarınları yabancı gelmedi bize! Ayışığı, Yakamoz, Sa-rıkız... Çok değil, daha 5-10 yıl önce benzer planlar Türkiye’deki demokrasi yanlıları için de hazırlanmıştı. ‘Dış’ des-tekli sivil-asker ve haricî piyonlar aynen bugün Mısır’da yaşandığı gibi provoka-tif suikastlara girişmiş, kamu binalarını, ibadethaneleri, gayrimüslim azınlığı hedefe koymuştu. Hedef aynıydı: Se-çimle iktidara gelen muhafazakârları devirmek… Derin yapının hayata geçi-remediklerini Mısır’daki ruh ikizi, adım adım uyguladı. Sonuç ortada.

Hani ordu halka kurşun sıkmazdı?!.

Darbeciler, kanlı müdahaleyle her türlü muhalefeti kaba güçle ezmeye kararlı olduğunu hissettirdi. Mübarek karşısında çıkarı gereği halkın yanında saf tutan ordu, o günlerde ‘Mısır ordusu halka kurşun sıkmaz’ algısı üzerine oy-nuyordu. Duruşunun konjonktürel ol-duğunu bizzat kendisi ispatladı. Gerek gördüğünde elindeki silahı acımasızca kullanabildiğini gösterdi. Darbeciler 14 Ağustos müdahalesiyle sadece İhvan-ı Müslimin’i (Müslüman Kardeşler) he-def almadı. Tüm Mısır halkını korkutup iktidarını kabul ettirmeye çalıştı. Bundan dolayı sadece Adeviyye veya Nahda meydanına değil, medyaya, siyasî parti-lere, El Ezher ve ulemasına da müdahale etti. Askerin şiddet dalgası, Müslüman Kardeşler’in dışında darbeye karşı du-ranları da yaktı. Hıristiyanların yakılan kilisesi, Kıptilerin basılan gazetesi hep bu amacın bir parçasıydı. Namlu tüm Mısırlara doğrultuldu.

Kanlı saldırı, darbecilerin bundan sonra izleyeceği yola dair de ipuçları

Mısır’a Balyoz

Page 13: Zamandk225 egazete

13 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANGÜNDEM

Camiler bombalanıyor, masum insanlar katlediliyor. Müslümanlar bu kez Mısır’da zulüm altında. Batı dünyası yine zalimin safında. İslam dünyası yine sessiz. Arap siyasetinin beşiği Mısır, demokrasi sınavını verememenin eşiğinde…

verdi. Mesela, askerin darbeden hemen sonra dile getirdiği ‘iktidarı 6 ay için sivil-lere bırakma’ planı asılsız çıktı. Tam ak-sine yönetimde uzun soluklu kalabilmek uğruna Mısır siyasetini yeniden dizayn etmeye koyuldular. Yeni dönemde ülkeyi Mübarek dönemindeki polis devletine geri götürmeye çalışacaklarını gösterdiler. Bu doğrultuda önlerine çıkan ilk engeli, İhvan’ı ortadan kaldırmaya başladılar. Paralelinde ‘Arap Baharı’ inisiyatifine dair ne varsa; gösteri, haber, köşe yazısı ve kitaplar da yasaklandı.

Mübarek rejimine dönüşAskerin bir yıl gibi kısa sürede, yüzde

50’nin desteğiyle seçilen Mursi’yi alaşağı etmesi irdelendiğinde katliamın gerek-çelerine işaret eden önemli detaylara ulaşılıyor. Mursi, Mısır’ın tarihten bu yana var olan üç sac ayağından biri konumun-daki orduyu (diğer ikisi İhvan ve El Ez-her) kendine bağlayabileceğini zannetti. Birkaç generali emekli etti, birkaçını da danışman olarak yanına aldı (Darbe lideri Abdülfettah Sisi onlardan biriydi). Aske-rin direncini kırdığını düşünüp anayasayı

değiştirmeye soyundu. Mısır’ın en büyük ‘yerli yatırımcısı’, ‘ticari şirketi’ konumun-daki ordu haliyle gerildi. Askerler geçen yarım asırda elde ettikleri devasa imti-yazları kaybetmemenin yolunu Mursi’yi iktidardan indirmede buldu. Tasarlanan plana küresel güçler de onay verince düğmeye basıldı…

Ankara Strateji Enstitüsü Ortadoğu Uzmanı Doç. Dr. Mehmet Akif Okur, ülkede Cezayir’i andıran daha büyük kitlesel katliamların yaşanmasından en-dişe ediyor: “Darbelerin bir iç mantığı var. Darbeciler, hukuku çiğneyerek suç işliyor. Hele elleri kana bulanmışsa, işle-dikleri suçlar yüzünden hesap vermemek için iktidarda kalmanın yollarını arıyorlar. Muhalefetin terörize edilip sistem dışına itilmesi ve siyasetin darbecilerin çıkar-larına uygun biçimde dizayn edilmesi temel hedef haline geliyor. Mısır’da Mur-si’nin devrilmesinin ardından yaşanan katliamlarla beraber bu darbe sarmalı işlemeye başladı. Sisi, iktidarı kendisine destek veren liberal gruplar dâhil kimseye devretmek istemiyor. Anlaşılan o ki yeni bir Mübarek olarak doğmak için sistemi

dizayn etmeye çalışıyor.”14 Ağustos katliamıyla askerler İh-

van’ın siyasete yeniden dâhil olma zemi-nini de ortadan kaldırdı. Zayıf da olsa bu noktada bazı düşünceler vardı. Mesela, İhvan’dan ayrılan Abdülmünim Ebu’l Futuh ile askerlerin bir araya gelip yeni bir geçiş süreci inşa etmesini dillendi-renler vardı. Asker bu hamleyle Müslü-man Kardeşler’in ılımlılarına dahi ülkede siyaset hakkı tanımayacağını gösterdi. Hatta asker herhangi bir siville de ma-saya oturmayacağını kanıtladı. Saldırıyı sivilleri masaya çekmek için değil, onları sindirip iktidar heveslerini söndürmek için düzenledi. Haddizatında, gayri resmî kaynakların 3-5 binlerle ifade ettiği şehi-din ardından askerin kanlı elini sıkmaya niyetli bir kitle de kalmadı ülkede. 14 Ağustos, Mısır’da bir asker-sivil kan da-vasına yol açtı. Dökülen onca kandan sonra orta yolu bulmak oldukça zor olacak. Asker elde ettiği iktidar imtiyazını bırakmayacak, İhvan-ı Müslimin liderliği de şehitlerini unutup askerin masasına oturmak istemeyecek. Onlar istese bile bundan sonra tabanları buna müsaade

etmeyecek.İpek Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd.

Doç. Dr. Hakkı Taş, yaşananları cuntanın uzun süre iktidarda kalma çabası olarak yorumluyor. Güçlü bir baskı olmadığı sürece, ülkenin uzunca bir müddet istik-rarsızlık-şiddet ekseninde sürüklenece-ğini öngörüyor: “Ordunun, İhvan’ı darbe sonrası düzene entegre etmek gibi bir derdi yok. Amaç İhvan’ı tamamen sin-dirmek. Olağanüstü hal ile askerî yönetim iyice rengini göstermiş oldu. Katliam, bize askerin İhvan’ı halktan saymadığını gösterdi. Toplumun diğer kesimlerinden katliamlara karşı ciddi itirazın yükselme-yişi, yeni dönemde İhvan’a nasıl bakıldığı açısından önemli. İhvan terörize edilmeye çalışılıyor. Ancak İhvan’ın tecrit edildiği siyaset yapısının Mısır’a istikrar getirmesi de mümkün değil.”

Darbecilerin bu denli gözü kara dav-ranabilmesinin kaynağı sadece elindeki silah ve kışladaki asker de değildi. Mursi ve İhvan’ın Mübarek rejimine birlikte karşı durduğu sekülerler, liberaller ve hatta Selefiler, asker karşısında onları yalnız bıraktı. Asker biraz da bu ayrış-

Page 14: Zamandk225 egazete

14 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANGÜNDEMmadan cesaret aldı. Ancak ordu balyozunu sadece İhvan’a indirmedi. Liberaller, Selefiler ve Kıptiler de zemin kaybetti. Siyasetteki travma onları da etkileyecek ve geriletecek.

Hakkı Taş, liberallerin sessizliğinin tarihe kötü bir leke olarak geçeceğini vurguluyor: “Mursi 5 vali atadığında ‘Devlet İhvanlaşı-yor’ diye ortalığı ayağa kaldıran liberaller(!), darbe yönetimi 27 valinin 25’ini değiştirip emekli askerleri vali yaptığında sessiz kalı-yorsa ortada büyük bir sorun vardır. Müba-rek rejimi aynen devam edecekse, 2011’deki devrim neden yapıldı? Mursi’yi iktidardan indirmek ve belki darbe sonrasında siyasi erkten pay almak uğruna devrimin kazanım-ları harcandı.”

Arap dünyasının büyük ağabeyi Mısır’a indirilen ‘balyoz’ haliyle Müslüman ülkeleri de etkileyecek. Özellikle Arap Baharı etki-siyle yaşadıkları ülkelerde diktacı rejimlere karşı savaş açan Müslüman muhaliflerde moral kaybı ve kırıklık yaşanacak. Tunus ve Suriye’de ilk yansımaları yaşandı bile. Ade-viyye ve Nahda’da yaşanan kanlı görüntüleri tekrar tekrar yayınlayan Suriye devlet med-yası, muhaliflere ‘Direnişi bırakın, sizin de sonunuz böyle olur’ mesajı veriyor. İhvan’ın Tunus’taki izdüşümü El Nahda Hareketi’nin kurduğu koalisyon hükümeti ise fiilen öldü bile. Küresel güçlerin Mısır ordusuna verdiği ‘dolaylı’ darbe desteğinin ardında biraz da bu durum var. Bir asır önce Ortadoğu’da ‘Skys Picot Anlaşması’yla kurulan eski dü-zenin korunmasının yoluydu darbe. Mısır demokrasisi düşerken Suriye, Yemen, Irak demokrasilerinin yükselmesini, eski düzenin yıkılmasını beklemek pek mümkün değil zaten.

Mısır uzmanı Yrd. Doç. Dr. Alper Y. Dede ise küresel güçlerin ‘bir taşla birden fazla kuş avladıklarını’ söylüyor. Dede, ül-kede eski rejim denkleminin kurulmaya başlandığına işaret ediyor: “Mısır zarfında Arap Baharı süreci artık son buldu. Dahası bu kırılma benzer demokratik geçiş süre-cindeki ülkeleri de negatif etkiliyor. Zira darbe ve sonrasında yaşanan katliamlar otoriter yönetimleri devirmeyi hesap eden diğer bölge ülkelerindeki halk hareketlerine gözdağı verdi, cesaretlerini kırdı. Çünkü neticenin Mısır’daki gibi sonuçlanabileceği endişesi insanları bu tür halk hareketlerine katılma noktasında tereddüte düşürür.”

Silaha sarılmayacağız! Önce 3 Temmuz darbesiyle hakkı olan

iktidarı elinden alınan, ardından yöneticileri derdest edilip taraftarları acımasızca kat-ledilen İhvan cephesi ise akl-ı selimi elden bırakmadı. Hukuk dışına çıkmamakta da kararlılar. İhvan liderlerinden Eşref Abdül-gaffar, Mursi görevine geri dönene kadar barışçıl gösterileri sürdüreceklerini ancak her ne olursa olsun silaha sarılmayacakla-rını, Mısır’ı Suriye’ye döndürmeyeceklerini duyurdu. 1949-1966 arasında 60 binden fazla üyesi tutuklanmasına, binlercesi işkence gör-mesine rağmen şiddete başvurmamışlardı. Keza örgütü örgüt yapan liderleri Seyyid Kutub, Muhammed Havvâş, Abdul Fettâh İsmail ve Hasan el Bennâ da Mursi gibi ellerinden alındıklarında şiddet yoluna gir-memişlerdi. Cemal Abdülnasır, Enver Sedat, Hüsnü Mübarek dönemlerinde uygulanan zulme rağmen demokrasiden vazgeçmedi-ler. İhvan’ı hep güçlü, başarılı kılan da bu yönüydü zaten.

Ordunun kasıtlı olarak Müslüman Kar-deşler’in önde gelenlerinin çocuklarını katledip evlerini, ofislerini basmasının ve değerlerine hakaret etmesinin amacı, örgütü tahrik edip şiddete yöneltmek. Böylece onları dünyaya kolayca ‘terörist’ olarak sunabilmek. Yrd. Doç. Dr. Hakkı Taş, darbecilerin İhvan’ın sokakları terk etmemesinden memnun olduğunu ifade ediyor: “Böylece İhvan’ı terörle özdeşleştir-meye meraklı yönetim için uygun fırsat doğar, meşru müdafaa hakkı dahi terör eylemi olarak gösterilir. İç politika açısından da İhvan, ‘sorunu uzatan taraf’ olarak algılanmaya ve tepki topla-

maya devam eder. İhvan’ın hem içeride hem dışarıda ne kadar yalnız olduğunu fark etmesi, mevcut güç dengelerini gözeterek akl-ı selimle konumunu yeniden değerlendirmesi gereki-yor. Meydanlarda direterek marjinalleşmek yerine siyasî ve diplomatik yollara yönelmeli, kendisini anlatmak için dışarıda lobi yapmalı. Kısa vadede taviz vermiş gibi gözükse de darbe yönetimi benzer ekonomik ve siyasî sorunlarla yıpranacaktır ve İhvan sonraki seçimlere hazır-lanabilecektir.”

Peki, ne pahasına olursa olsun sokak-lardan ayrılmama stratejisi İhvan’a istediği sonucu verecek mi? Orduyu iyi tanıyanlar, gösterilerin dinmesi durumunda gündeme

gelecek sosyo-ekonomik sorunlarla baş ede-meyeceğini, iktidarı kısa sürede sivillere bırakmak zorunda kalacağını öngörüyor. Belki İhvan sokağa inmeyip hesaplaşmayı ilk seçimlere bıraksaydı yeniden iktidara ge-lebilecekti. Ancak bu noktadan sonra asker İhvan’ı siyasetten tam tecrit etmeden ikinci aşamaya geçmeyi düşünmeyecek.

İhvan’ın önünde iki seçenek varKatliamdan sonra ortada pek bir ihtimal

de kalmadı. Eğer İhvan direnmeye devam eder, ordu katliamı sürdürür, dünya da ses-sizliğini korursa, Mısır kelimenin tam anla-mıyla cehenneme dönecek. İkinci ihtimal ise

İhvan’ın sokaktan çekilip yeni seçimlere ha-zırlanması. Bir diğer ihtimal de uluslararası camianın baskısıyla ordunun önce demok-rasiye geçiş sürecini başlatması, ardından yönetimi sivillere devretmesi.

Zirve Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Alper Y. Dede, İhvan’ın bir müddet geri çe-kilmesini hem örgütün hem de ülkenin selameti açısından zaruri görüyor. Dede, uluslararası ca-miadan darbecilere dönük herhangi bir baskı ve müdahale ise öngörmüyor: “İhvan’ın hedefi siyaset içinde kalmak olmalıdır. Ordu, Mısır gibi ciddi problemleri olan bir ülkenin yönetiminde uzun süre kalmak istemez. Yakın bir tarihte sivil yönetime geçiş için düğmeye basılacaktır. Bu

Page 15: Zamandk225 egazete

15 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANGÜNDEM

Yard. Doç. Dr. Hakkı Taş*

BATI DÜNYASI, İSLAMÎ DEMOKRASİDEN ÇEKİNİYOR “ABD başta olmak üzere Batı dünyası güçlü bir Mısır’dan korkuyor. Gücünü tabandan alan, dola-yısıyla kısmen bağımsızlaşan, Filistin gibi konularda belli refleksleri olan dindar bir hükümettense; seçim meşruiyetinden yoksun, rahat kontrol edebilecekleri seküler bir yönetim işlerine geliyor. Bu İsrail’in gü-venliği için de, havzasında İhvan gibi yapıları tehdit olarak gören Suudi Arabistan tarzı monark devletler için de böyle. İktidarda bir yıl geçer geçmez darbeye yeltenilmesi ve aceleleri bunu gösteriyor. Yine dar-beyle tekrar gün yüzüne çıkan bir nokta da ABD için Ortadoğu’da en önemli şeyin demokrasi değil, İsrail’in güvenliği olduğu. Ayrıca İslamî kesimler söz konusu olduğunda demokrasinin rafa kaldırılıyor olması, bölgede eski kara düzenin devam ettiğini gösteriyor. Demek ki birileri İslam ve demokrasinin bağdaştığı bir dünyadan hâlâ korkuyor. Bu kapalı devre demokrasi anlayışıyla, terörden nemalanan-ların ekmeğine yağ sürülmüş oldu.”

* İpek Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü Öğretim Üyesi

Doç. Dr. Mehmet Akif Okur*

ABD, OTOKRATLARLA ÇALIŞMAYI FIRSAT GÖRÜYOR!“Ortadoğu’da demokrasinin yayılmasının Batı’yı daha güvenli kılacağı varsayımından vazgeçiliyor. Seçimle işbaşına gelen Batılı değerlere mesafeli iktidarlardansa, kaos yaratacak biçimde iktidara uzanmış olsalar da Batılı değerlere daha yakın otok-ratların tercih edilmesi gerektiği fikri işleniyor. Bu iki faktör Batı’nın Mısır darbesini okurken başvurduğu parametreleri etkiledi. Ayrıca bu darbeyi anlamlan-dırmaya çalışırken bir dizi unsur dikkate alınmalı. ABD ve Avrupa’nın daha kısa vadeli jeopolitik bek-lentileri, darbe denilmeyişinde pay sahibi. Mısır’ın Batı sistemiyle ilişkilerini kuran kesim ve kadroların ısrarlı lobi faaliyetleri, İsrail sağının ABD’den talep-leri, Suudiler ve Körfez lobisinin gayretleri, Süveyş’in ABD bakımından önemi de bu duruşu etkiliyor. Kan döktükçe sistemin normalleşmesi ihtimalinden daha da korkmaya başlayan Sisi, muhalefeti ezmek için vahşeti sürdürmek zorunda. Ancak yaptığı her katliam, darbeye verilen dış desteği eritiyor. Bu yüzden Rusya’dan uzatılan eli cazip bir çıkış yolu olarak görebilir. Bu, Rusya’yı Süveyş’e indirecek bir jeopolitik deprem anlamına gelir. Böyle bir ihtimal belirdiğinde ABD’nin darbe karşısındaki tutumunu kökten değiştirmesini beklemek kehanet olmaz.”

*Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi

noktada İhvan bu öngörülebilir dönem için strateji geliştirmelidir.”

Bu noktada Doç. Dr. Mehmet Akif Okur önemli bir tespitte bulunuyor. İh-van’ın ‘barışçıl gösterilerine’ yeni bir format getirmesi gerektiğini, belirli meydanları doldurmaya dayanan ‘direniş’ mantığının örgüte istediğini vermeyeceğini belirtiyor: “İhvan, muhalefetini cuntanın çekirdeği ile sınırlamalı. Darbeye ilk başta destek veren kesimleri çekirdek cuntadan ayırmalı. Onları da ikna edecek kuşatıcılıkta bir siyasî yaklaşım sergilemeli. Bu strateji başarıyla uygulanabilirse, yaşadığı mağduriyet ve cuntanın Mübarek dönemi uygulamalarına geri dönüşü gibi faktörler, İhvan’ın halk desteğini zamanla daha da artırır. Bu halk desteğinin cunta karşısında iktidara tah-vil edilebilmesi ise sandığın korunmasına bağlı. Mısır’da İhvan’ın temel hedefi siyaset zeminini yitirmeden direnişi sürdürmek ol-malı. Sandığa ulaşma yolları kapanırsa, elde edeceği desteği iktidara taşıma kanalları da tıkanmış olur.”

Büyük bir kırılma yaşayan İhvan’ın siyasetten ve demokrasiden soğuması, Mübarek döneminde olduğu gibi ye-raltına çekilme ihtimali de var. Örgütün iktidar vaadiyle tabanını yeniden seçim-lere hazırlaması kolay olmayacak. Ancak İhvan salt siyasî bir yapı değil. Sağlık ve eğitim alanında önemli kurumlara sahip. Bir müddet diğer alanlara ağırlık verip siyasete mesafe koyması, hem ruhen hem de fiziken yeniden toparlanmasına imkân verecek. Hakkı Taş, İhvan’ın önemli bir yol ayrımında olduğunu, varlığını siyaset ile siyaset dışı alanda sürdürmeye karar vereceğini aktarıyor: “İhvan’ın rotası, sa-dece Mısır’ı değil, tüm İslam dünyasını ve İslamî grupları etkiler.”

Son tahlilde, Nil’in evlatları kendilerine kıydı… Bir kez daha küresel güçlere kukla olmayı demokrasiye tercih ettiler. Batı dün-yası Bosna, Kosova ve Suriye’de olduğu gibi yine sessiz kaldı. Zira çoğu için hâlâ bir damla petrol, bir damla kandan kıymetli!

Page 16: Zamandk225 egazete

16 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANGÜNDEM

İDRİS GÜRSOY ANKARA

1Ergenekon davasında İlker Başbuğ’un darbe suçundan yargılanıp hüküm

giymesi bazı çevreleri çok rahatsız etti. Günlerdir Başbuğ üzerinden kampanya yürütülüyor. ‘Bir genelkurmay başkanı nasıl suç örgütü lideri olur?’ deniyor. Oysa Başbuğ ne mahkûm edilen ne de darbe ile suçlanan ilk genelkurmay başkanı. 27 Mayıs 1960 darbesi, seçimle işbaşına gelen DP’yi iktidardan uzaklaştırırken, dönemin Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun (23 Ağustos 1958-27 Mayıs 1960) idamla yargılandı. Erdulhun’un suçu sivil iktidara itaat edip orduyu siyasete karıştırmamaktı. 4 yıl hapis yattıktan sonra bir afla kurtula-bildi. Emekli Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut da ( 5 Haziran 1950- 10 Nisan 1954) Yassıada’da yargılanan çok sayıdaki subay arasındaydı.

Peki, adı darbe ve muhtıra ile anılan genelkurmay başkanları kimlerdi? 28 Şubat post modern darbesinden yargılanan İsmail Hakkı Karadayı ve yine sanık sandalyesine oturtulan 12 Eylül’ün lideri Kenan Evren’in dışında da çok sayıda genelkurmay başka-nının adı askerî muhtıralara karıştı. Onların İlker Başbuğ ve diğerlerinden tek farkı, yaptıkları suç olmasına rağmen yargıya hesap vermekten kurtulmuş olmalarıydı. İşte Cemal Tural’dan Memduh Tağmaç’a ve Yaşar Büyükanıt’a kadar genelkurmay baş-kanlarının “siyasete müdahale” hikâyeleri.

Askerlerin yönetime mektup-muhtıra verme geleneğini ilk başlatan Orgeneral Cemal Gürsel olmuştu. 1960’ta Kara Kuv-vetleri komutanı iken DP hükümetinin Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes’e bir mektup göndererek Celal Bayar’ın istifa etmesini, Adnan Menderes’in cumhurbaş-kanı yapılmasını, kabinede bazı bakanların değiştirilmesini, İstanbul, Ankara ve İzmir valilerinin görevden alınmasını istedi. 15 maddeden oluşan muhtıra kamuoyuna yansımadı. Kara Kuvvetleri Komutanı Ce-mal Gürsel ile hükümet arasında sürtüşme yaşanıyordu. Menderes ve Bayar, ordu için-deki kıpırdanmaları biliyordu. Bayar’ın da telkinleri ile Gürsel, genelkurmay başkanı yapılmadı. Emekliye sevk edilme kararı alındı. Cunta paniğe kapıldı. Darbe baş-sız kalmıştı. 27 Mayıs’tan sonra Gürsel’i İzmir’den getirip ‘ihtilalin başı’ yaptılar. Gürsel, devlet başkanlığı koltuğuna oturdu.

16 Kasım 1964’te bu sefer Cemal Gürsel bir muhtıraya muhatap oldu. Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay, Gürsel’e bir mektup göndererek bazı Adalet Partili milletvekilleri ile yayın organlarının orduyu eleştirilerin-den Silahlı Kuvvetler’in rahatsız olduğunu iletti. Sunay imzalı mektupta ‘orduyu ren-cide edenler’ hakkında tedbir alınması ve AP’lilerin ikaz edilmesi isteniyordu. Sunay, mektubuna, Ali Bozdoğanoğlu, Süleyman Ünlü, Ahmet Siret ve Kemal Aldoğan adlı partililerin Gaziantep il kongresinde yaptık-ları konuşmaların metinlerini, tutulan rapor ile zabıtları da ilave etmişti. TBMM’ye hita-ben yazılan mektubu “arz ederim” değil, “rica ederim” diyerek noktalayan Sunay, iki sene sonra Cemal Gürsel’in yerine, Sü-leyman Demirel’in teklifi ile cumhurbaşkanı seçildi. Sunay’dan boşalan genelkurmay başkanlığına ise adı cuntalarla anılan başka bir isim, Kara Kuvvetleri Komutanı Orge-neral Cemal Tural getirildi.

60 ve 70’li yıllar zor geçti1968’de öğrenciler sokağa döküldü.

İstanbul ve Ankara’da bazı fakülteler işgal edildi. Temmuz ayı polisle öğrencilerin çatışmasına sahne oldu. Ağustosta komuta kademesinde önemli değişiklikler yapıldı. 12 Mart muhtırasını verecek olan Orgene-ral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Ko-mutanlığı’na getirildi. 1969 başında olaylar iyice tırmandırıldı. Demirel liderliğindeki AP yine iktidardaydı. Cuntalar darbe plan-ları yapıyordu. Bazı ordu mensuplarının göstericilere silah temin ettiği daha sonra anlaşıldı. 11 Mart’ta Tağmaç, bir operas-yonla genelkurmay başkanı oldu. Cemal Tural ise şûra üyeliğine alındı. İddialara göre Tural, hükümeti dinlemiyordu ve bir darbe hazırlığı içindeydi. Bazı kamu ku-rumlarını denetlemesi, gazeteleri ziyaret ederek beyanatlar vermesi tartışmalara sebep olmuştu.

Sokak hareketleri ile hükümet düşü-

rülmek isteniyordu. Ordunun alt kademe-lerinde rahatsızlık vardı. 21 Kasım 1973’te Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, başbakan ve genelkurmay başkanını atla-yarak cumhurbaşkanına bir uyarı mektubu gönderdi. Türkiye’nin her geçen gün daha da kötüye gittiği belirtilen mektupta top-lumsal ve siyasi sorunların ele alındığı 7 sayfalık bir rapor da bulunuyordu. Karar-gâhlarda müdahale planları yapılıyordu. 10 Mart 1971 günü Yüksek Askerî Ergenekon davasında İlker Başbuğ’un darbe suçundan yargılanıp hüküm giymesi bazı çevreleri çok rahatsız etti. Günlerdir Başbuğ üzerinden kampanya yürütülüyor. ‘Bir genelkurmay başkanı nasıl suç örgütü lideri olur?’ de-niyor. Oysa Başbuğ ne mahkûm edilen ne de darbe ile suçlanan ilk genelkurmay başkanı. 27 Mayıs 1960 darbesi, seçimle işbaşına gelen DP’yi iktidardan uzaklaştırır-ken, dönemin Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun (23 Ağustos 1958-27 Mayıs 1960)

idamla yargılandı. Erdulhun’un suçu sivil iktidara itaat edip orduyu siyasete karıştır-mamaktı. 4 yıl hapis yattıktan sonra bir afla kurtulabildi. Emekli Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut da ( 5 Haziran 1950- 10 Nisan 1954) Yassıada’da yargılanan çok sayıdaki subay arasındaydı.

Peki, adı darbe ve muhtıra ile anılan genelkurmay başkanları kimlerdi? 28 Şubat post modern darbesinden yargılanan İsmail Hakkı Karadayı ve yine sanık sandalyesine oturtulan 12 Eylül’ün lideri Kenan Evren’in dışında da çok sayıda genelkurmay başka-nının adı askerî muhtıralara karıştı. Onların İlker Başbuğ ve diğerlerinden tek farkı, yaptıkları suç olmasına rağmen yargıya hesap vermekten kurtulmuş olmalarıydı. İşte Cemal Tural’dan Memduh Tağmaç’a ve Yaşar Büyükanıt’a kadar genelkurmay baş-kanlarının “siyasete müdahale” hikâyeleri.

Askerlerin yönetime mektup-muhtıra verme geleneğini ilk başlatan Orgene-

Başbuğ ilk değil peki son olacak mı? İlker Başbuğ, yargılanan ilk genelkurmay başkanı mı? Rüştü Erdelhun neden mahkum edildi? İşte İsmail Hakkı Karadayı’dan Memduh Tağmaç’a genelkurmay başkanlarının “siyasete müdahale” hikayeleri. Cemal Tural niçin emekliye sevk edildi? Faruk Gürler neden istifa etti?

İlker Başbuğ

Page 17: Zamandk225 egazete

17 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANGÜNDEM

ral Cemal Gürsel olmuştu. 1960’ta Kara Kuvvetleri komutanı iken DP hükümetinin Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes’e bir mektup göndererek Celal Bayar’ın istifa etmesini, Adnan Menderes’in cumhurbaş-kanı yapılmasını, kabinede bazı bakanların değiştirilmesini, İstanbul, Ankara ve İzmir valilerinin görevden alınmasını istedi. 15 maddeden oluşan muhtıra kamuoyuna yan-sımadı. Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel ile hükümet arasında sürtüşme yaşa-nıyordu. Menderes ve Bayar, ordu içindeki kıpırdanmaları biliyordu. Bayar’ın da tel-kinleri ile Gürsel, genelkurmay başkanı ya-pılmadı. Emekliye sevk edilme kararı alındı. Cunta paniğe kapıldı. Darbe başsız kalmıştı. 27 Mayıs’tan sonra Gürsel’i İzmir’den ge-tirip ‘ihtilalin başı’ yaptılar. Gürsel, devlet başkanlığı koltuğuna oturdu.

16 Kasım 1964’te bu sefer Cemal Gürsel bir muhtıraya muhatap oldu. Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay, Gürsel’e bir mektup göndererek bazı Adalet Partili milletvekilleri ile yayın organlarının orduyu eleştirilerinden Silahlı Kuvvetler’in rahatsız olduğunu iletti. Sunay imzalı mektupta ‘orduyu rencide edenler’ hakkında tedbir alınması ve AP’li-lerin ikaz edilmesi isteniyordu. Sunay, mek-tubuna, Ali Bozdoğanoğlu, Süleyman Ünlü, Ahmet Siret ve Kemal Aldoğan adlı parti-lilerin Gaziantep il kongresinde yaptıkları konuşmaların metinlerini, tutulan rapor ile zabıtları da ilave etmişti. TBMM’ye hitaben yazılan mektubu “arz ederim” değil, “rica ederim” diyerek noktalayan Sunay, iki sene sonra Cemal Gürsel’in yerine, Süleyman Demirel’in teklifi ile cumhurbaşkanı seçildi. Sunay’dan boşalan genelkurmay başkanlı-ğına ise adı cuntalarla anılan başka bir isim, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Tural getirildi.

60 ve 70’li yıllar zor geçti1968’de öğrenciler sokağa döküldü. İs-

tanbul ve Ankara’da bazı fakülteler işgal edildi. Temmuz ayı polisle öğrencilerin ça-tışmasına sahne oldu. Ağustosta komuta kademesinde önemli değişiklikler yapıldı. 12 Mart muhtırasını verecek olan Orgene-ral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Ko-mutanlığı’na getirildi. 1969 başında olaylar iyice tırmandırıldı. Demirel liderliğindeki AP yine iktidardaydı. Cuntalar darbe plan-ları yapıyordu. Bazı ordu mensuplarının göstericilere silah temin ettiği daha sonra anlaşıldı. 11 Mart’ta Tağmaç, bir operasyonla genelkurmay başkanı oldu. Cemal Tural ise şûra üyeliğine alındı. İddialara göre Tural, hükümeti dinlemiyordu ve bir darbe hazırlığı içindeydi. Bazı kamu kurumlarını denetle-mesi, gazeteleri ziyaret ederek beyanatlar vermesi tartışmalara sebep olmuştu.

Sokak hareketleri ile hükümet düşü-rülmek isteniyordu. Ordunun alt kademe-lerinde rahatsızlık vardı. 21 Kasım 1973’te Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, başbakan ve genelkurmay başkanını atla-yarak cumhurbaşkanına bir uyarı mektubu

gönderdi. Türkiye’nin her geçen gün daha da kötüye gittiği belirtilen mektupta toplumsal ve siyasi sorunların ele alındığı 7 sayfalık bir rapor da bulunuyordu. Karargâhlarda müdahale planları yapılıyordu. 10 Mart 1971 günü Yüksek Askerî Şûra toplantı salonunda genişletilmiş yüksek komuta konseyi, kuv-vet komutanları ve 28 subayın katılımıyla Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’ın başkanlığında toplandı. Semih Sancar (daha sonra genelkurmay başkanı oldu), Turgut Sunalp, Kenan Evren, Bülent Ulusu da ora-daydı. 11 Mart günü ordudaki eğilim ordu-nun emir-komuta zinciri içinde bir hareket yapacağıydı ancak Tağmaç ‘ordu son çare’ diyordu. Muhsin Batur ve Faruk Gürler, ‘yarı müdahale’ye taraftardı. 12 Mart 1971 günü saat 12.05’te imzalanan mektup okunmak üzere radyoevine gönderildi. Demokrasi-nin askıya alındığını ilan eden muhtıra üç maddeden ibaretti ve altında Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’la birlikte Faruk Gürler, Muhsin Batur ve Celal Eyicioğlu’nun imzası vardı. Demirel istifa etti. Muhtıra Meclis’te okundu. 12 Mart olmasa, 9 Mart’ta Cemal Madanoğlu’nun başında olduğu sol cunta darbeyi yapacaktı. Son anda Faruk Gürler ve Muhsin Batur, 9 Martçıları satmıştı. Eğer 9 Martçılar yönetimi ele geçirse, “Selim Bey” takma isimli Faruk Gürler devlet baş-kanı, “Yavuz Bey” kod adlı Muhsin Batur ise başbakan olacaktı.

12 Mart muhtırasından sonra Genelkur-may Başkanı Memduh Tağmaç emekli oldu, yerine Kara kuvvetleri Komutanı Faruk Gür-ler geldi. Semih Sancar da Kara Kuvvetleri komutanı oldu. 1973’te gerilimin sebebi bu sefer cumhurbaşkanlığı seçimleriydi. Cev-det Sunay’ın yerine Faruk Gürler cumhur-başkanı olmak istiyordu. Gürler ordudan ayrıldı, senatör yapıldı, adaylığını açıkladı ancak siyasi parti liderleri Gürler’e sıcak bakmıyorlardı. Liderler baskı altına alındı. 21 Şubat 1973’te Yüksek Komuta Konseyi adına bir muhtıra hazırlanarak radyoya gönderildi. 27 Şubat sabahı üç kuvvet komutanı son bir çabayla Çankaya’ya çıkarak Cevdet Sunay’a bir mektup daha verdiler. Temsil kabiliyetini haiz, tarafsız, ama Adalet Partili olmayan bir ismin cumhurbaşkanı olmasını istiyorlardı.

Meclis’i kuşattılar, lobileri doldurdular ama bütün çabalarına rağmen Gürler cumhur-başkanı seçilemedi. Bir gazete, Gürler’in hazin sonunu, “Gürledi gitti” başlığı ile manşetine taşıdı.

12 Eylül 1980’e giderken terör olayları Türkiye’nin birinci gündem maddesiydi. 6 Ekim 1978’de Ankara kulislerinde Genel-kurmay Başkanı Kenan Evren’in hükümete bir uyarı mektubu verdiği konuşuluyordu. İddiaya göre Evren, gazetelerde çıkan yayın-lardan rahatsızlığını dile getirmiş, hükümetin orduya sahip çıkmasını istemişti. Karargâh yine hareketliydi. Evren ve arkadaşları bir mektup hazırlayıp Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e vermeyi kararlaştırdılar. 27 Aralık 1979’da mektup imzalandı, bu sefer radyoya gönderilmedi, Cumhurbaşkanı Fahri Koru-türk’e verildi. Asker, Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit’in yan yana gelerek hükümet kurmalarını, teröre karşı işbirliği yapmalarını istiyordu. Demirel ikinci defa muhtıraya muhatap oluyordu. Nabız yokladı, bu sefer şapkayı alıp gitmedi. Sıkıyönetime rağmen terör tırmandı. Şartlar olgunlaştırıldı. 12 Eylül 1980’de tanklar sokağa çıktı. Ordu fiilen yönetime el koydu. Demirel’in çalışma arkadaşı Evren, devlet başkanıydı.

Ordudaki ‘Erdelhun sendromu’Asker, 28 Şubat süreci (1997) sonunda

Refah-Yol’u düşürdü. Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ve İkinci Başkan Çe-vik Bir’in bilgisi dahilinde kurulan, illegal Batı Çalışma Grubu daha sonra deşifre edildi. Son müdahale ise 2007 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşandı. Asker bu sefer mek-tup yazmadı. 27 Nisan 2007’de gece yarısı Genelkurmay’ın internet sitesine konulan BA-087-7 numaralı açıklama ile Abdullah Gül’ün Çankaya’ya seçilmesinin önü kesil-mek istendi. E-muhtıra olarak tarihe geçen bildiride Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyü-kanıt’ın imzası bulunuyordu.

Türkiye, darbeler, muhtıralar ülkesi ol-masına rağmen İlker Başbuğ’a kadar siya-sete müdahale planları içinde olan hiçbir genelkurmay başkanı yargı karşısına çıka-rılıp mahkûm edilemedi. İlk defa Başbuğ, darbeye teşebbüs suçlamasından müebbet

hapis cezası aldı.Cumhuriyet tarihinde yargılanan ve hü-

küm giyen Orgeneral Rüştü Erdelhun de-mokrat bir subaydı, 7 dil biliyordu. Cuntalara karşıydı. Görev yaptığı süre içinde orduyu siyasete sokmadı. Darbeye 12 saat kala, 26 Mayıs’ta Karargâh’ta topladığı subayları şöyle uyarmıştı: “1912’de Balkan Harbi’nde silahlı kuvvetler ittihatçı ve itilafçı diye ikiye bölündü. Emir-komuta ve idarenin muhal olması neticesinde Osmanlı İmparatorluğu parçalandı. Anayasa İç Hizmet Kanunu ile Silahlı Kuvvetler, millet iradesi yetkisine verilmiştir. Parlamento ve onun icra ettiği hükümetin elindeki bir kuvvettir. Demok-ratik rejimlerde parlamento ve hükümet milletin seçimi ile meydana gelir. Partiler içe-risinde en çok rey alan iktidara geçer. Bugün Demokrat Parti iktidardır. Silahlı Kuvvetler partinin değil, seçimle gelmiş bir iktidar hükümetinin emrindedir. Yarın seçimleri Halk Partisi kazanırsa ordu onun başkanına da itaat etmeye ve emirlerini yapmaya mec-burdur. Seçimle gelen herhangi bir iktidar veya partinin herhangi bir kusuru olursa onu millet takdir eder veya seçmez düşürür.” Dipçikle kapısı kırılan Erdelhun, otomatik silahlar doğrultularak gözaltına alınmıştı. Kötü muameleye maruz bırakıldı. Yassıa-da’da rütbeleri söküldü, bir er gibi yargılandı. “Bir genelkurmay başkanı nasıl yargılanır!” diye Başbuğ’a sahip çıkanlar, bugüne kadar Erdelhun’u ağızlarına bile almadılar.

27 Mayısçılar Erdelhun’la birlikte ordu-daki demokrat düşünceyi de infaz etmek istedi. Sivil otoriteye itaati savunan subaylar yıllarca Erhelhun Paşa’nın akıbeti ile korku-tuldu. 2002-2006’da genelkurmay başkanı olarak bir dizi darbe girişimine geçit verme-yen Hilmi Özkök’e de o yıllarda Erdelhun Paşa sık sık hatırlatılmış ve ‘Sonun böyle olur!’ denmek istenmişti.

İlker Başbuğ, Kenan Evren ve İsmail Hakkı Karadayı gibi isimlerin yargılanması, bakalım ordudaki ‘Erdelhun sendromu’nu bitirebilecek mi? Siyasete müdahale eğili-mindeki komutanlar bu örnekleri görüp geri adım atacaklar mı? Başbuğ’u kuyudan çıkar-maya çalışanlar aslında bu tarihî dönüşümün de önüne geçme peşindeler.

Kenan Evren İsmail Hakkı Karadayı Rüştü Erdelhun

ARİF BAYRAKTAR İSTANBUL

1Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) 2012 yılı için

hazırladığı rapor, teşkilat üyesi ülkeler arasında en çok Türk işçilerin çalıştığını ortaya koydu. Hollandalı işçilerin haftalık çalışma süresi 30 saate, Almanlarınki 35 saate gerilerken, Türk işçiler geçen yıl haf-tada ortalama 48 saat çalıştı. Türkiye’ye en çok yaklaşan ülke 44,5 saatle Güney Kore ve 43 saatle Meksika. Bu ülkeleri küresel

finansal kriz sonrası borç batağına düşen Yunanistan (42 saat) izliyor. Avrupa’nın doğusunda yer alan Macaristan, Slovakya, Polonya ve Çek Cumhuriyeti gibi ülke-lerde haftalık çalışma saati ortalama 40. Yine küresel finansal krizden etkilenen Portekiz’de rakam 39, İspanya’da 38,5, İtalya’da ise 37,5.

Uzmanlar Türkiye’deki çalışma saat-lerinin yüksekliğini, ‘gelişmekte olan ülke belirtisi’ olarak değerlendiriyor. Türkiye’de çalışma saatleri ve şartlarında iyileşmenin

giderek arttığına işaret eden uzmanlar, iş güvenliğine verilen önemi buna örnek gösteriyor. Ayrıca haftalık çalışma süre-sinde son 5 yılda 3 saat azalma görüldü. Rakam 5 yıl öncesinde 50 saatin üzerin-deydi.

Aslında raporda Türkiye’de 50 saatin üzerinde çalışan olduğuna işaret ediliyor ancak rakam verilmiyor. Türkiye’deki iş-çilerin yüzde 82,2’si 40 saat ve üzerinde çalışıyor. Bu yüzdeyi aşabilen 5 ülke var: Macaristan, Slovenya, Estonya, Polonya

ve Çek Cumhuriyeti. Asıl dikkat çeken nokta ise gelişmiş ülkelerde 40 saat ve üzeri çalışan işçilerin oranının yüzde 50’nin altında olması. Mesela Fransa’da 40 saat ve üzerinde çalışanların oranı yüzde 34,1. Danimarka’da yüzde 12,6.

Rakamlar yıllık bazda dikkate alındı-ğında ortadaki fark daha da belirgin hale geliyor. Nitekim Hollandalı ve Alman işçiler yılda yaklaşık 1.385 saat çalışırken, aynı sürede Türk işçilerin çalışma saati 1.855. Aradaki fark 500 saate yakın.

OECD raporuna göre en çok Türk işçiler çalışıyor

Page 18: Zamandk225 egazete

18 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANGÜNDEM

ZAMAN İSTANBUL

1Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım 5-7 Eylül tarih-

leri arasında düzenlenecek olan Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Şurasının tanıtım toplantısını yaptı.

Bakan Yıldırım 5-7 Eylül tarihlerinde İstanbul’da düzenlecek şurada, deniz, hava, kara ve iletişim alanlarında gelinen nok-tanın değerlendirileceği ve yeni hedefler belirleneceğini söyledi. Yurt dışındanda çok sayıda katılımcının olacağı belirtilen şuranın ana amacını, Bakan Binali Yıldırım “Bir akıl alış verişi” olarak tanımladı. Bakan Binali Yıldırım şurada görüşülecek başlıklar ara-sında, denizcilik, hava yolları, demir yolları ve karayolu güvenliği konularınında bulun-duğunu belirterek, şimdiye kadar yapılan çalışmalarla önemli noktalara gelindiğini söyledi. Şura’nın çok verimli geçeceğini söy-leyen Yıldırım, “ Herkese ulaşım hızlı erişim, ulaşımı herkese yaymak, bir söylemimiz var. Yolda, ulaşımda hız felaket; iletişimde hız bereket” diye konuştu.

3.HAVALİMANI İNŞAATIBakan Binali Yıldırım son dönemlerde

temeli atılan projelerle ilgili de bilgi verdi. Yapılacak olan üçüncü havaalınıyla ilgili olarak Yıldırım, “Şu anda sözleşme paraf işlemi yapıldı. Bu arazi bilindiği gibi kömür çıkarılan bir arazi. Dolayısıyla arazide ciddi bir örselenme var. Göller ve dağlar oluşmuş. Onlar özel bir teknolojiyle temizlenecek, hazırlıklar sürdürülüyor. Bakanlığımız ve DHMİ bu konuda zaman kaybı olmaması için katkımızı sağlıyoruz” dedi. Bakan Yıl-dırım havaalınıyla birlikte 90 milyon yolcu kapasitesi sağlanacağını ihtiyaç halinde bu rakamın yükseltilebileceğini söyledi.

3. KÖPRÜ İNŞAATIBoğaza yapılan üçüncü köprüyle ilgili

olaraksa, “Gidişat çok iyi. Düşündüğümüz takvimin biraz ilerisinde olduğumuzu söyle-yebilirim. Köprü kuleleri gözükmeye başladı ara vermeden iki metrede bir yükselerek gidiyor” diyerek çalışmaların devam ettiğini söyledi. Bakan Binali Yıldırım, Turkcell’e

atanan üyelerle ilgili bir soruya da “Onda benim bir yorum yapmam gerekmiyor. SPK kanunun verdiği yetkiye dayanarak şimdi iki üye daha atadı” dedi.

UÇAK BİLETLERİNE TAVAN FİYAT GELEBİLİR...Bayramlarda havayolu ulaşımında bilet

fiyatlarının arttığı şeklindeki bir soruya yanıt veren Bakan Yıldırım, “İç hatlarda havayolu taşımacılığı, 8,5 milyondan 65 milyona çıktı. Faal havaalanı sayısı 26’dan 52’ye çıktı. Ha-vacığılın cirosu 2 milyar dolardan 18 milyar dolara çıktı. Bir şeyde size katılıyorum. Bay-ram veya resmi tatiller dünyada taşımacıların en fazla bu dönemlerde iş yapıyor. Burada

biraz fırsatçılık oluyor bunun farkındayız. Bunun önüne geçmenin yolu arz talep den-gesini sağlamak, ikincisi vatandaşlarımızın seyahat programlarını çok önceden yapması. Arefe günün seyahat yapmaya karar verirse-niz bunun bir bedeli olacak. Bu konuda bir yetkimizin olmadığı diye bir şey yok, yetki-miz var. Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü tavan fiyatı getirebilir” dedi.

MARMARAY 29 EKİM’DE AÇILACAKYıldırım Ramazan Bayramında trafik

kazalarında 86 kişinin öldüğünü geçmiş dönemlere göre rakamın az olmasının, bö-lünmüş yolların yapımı, araç muayenelerinin detaylı yapılmasında önemli rol oynadığını

söyledi. Binali Yıldırım, konuşmasının son bölümünde, Marmaray’ın test sürüşlerinin devam ettiğini ve 29 Ekim’de açılışının yapı-lacağını belirtti. Marmaray’da vatandaşların kullanacağı bilet fiyatının henüz belirlenme-diğini ancak makul bir fiyat olacağını söyledi. Yıldırım son olarak, Çanakkale Boğazı için bir geçiş projesi hazırladıklarını ve bunun 2023 hedefleri arasında yer aldığını söyleye-rek, “Bunlar mega projeler, dünyada böyle projeler yok, dünya krizle boğuşuyor bir kısmı kendi kendine içeride savaş yapıyor. Dimdik ayakta duran ve geleceğe yatırım ya-pan nadir ülkelerden birisiyiz. Bunu herkesin görmesi lazım” dedi.

Pahalı uçak bileti devri bitiyor mu?

ORHAN KARANFİL DİYARBAKIR

1Türkiye terör sorununun çözümünü beklerken, PKK’nın eleman kazanma

faaliyetlerini artırması Diyarbakır’da büyük bir faciaya yol açtı. Hazro ilçesine bağlı Çitlibahçe köyünde, Tekin ile Uğurlayan aileleri arasında yaşanan ‘çocuklarımızı dağa çıkardınız’ kavgası katliama dönüştü.

Silahların ateşlendiği kavga sırasında 8 kişi hayatını kaybetti, 4 kişi de yaralandı. Yaralılar Hazro, Silvan ve Diyarbakır’daki çeşitli hastanelere kaldırılırken, köye gelen jandarma ekipleri, geniş güvenlik tedbirleri aldı. Tekin ailesine ait evin, kurşunlarla adeta kalbura döndüğü görüldü. Uğurlayan ailesi ise olayın ardından köyü terk etti.

Benzer bir olay, Ağustos 2012’de Şır-nak’ın Beytüşşebap ilçesinde de yaşanmıştı. 12 yaşındaki 3 çocuğun para karşılığında PKK’ya teslim edilmesi, aşiretler arasında kavgaya sebep olmuştu. Çıkan olaylarda 15 kişi yaralanmıştı. Güvenlik güçleri, eleman kazanma faaliyetlerini artıran terör örgütü PKK’ya, son aylarda 2 binden fazla katılım olduğunu belirtiyor. Sadece Lice, Hazro ve Hani bölgesinden son dönemlerde yaklaşık 40 çocuğun dağa çıkarıldığı kaydediliyor.

Diyarbakır’ı kana bulayan hadise dün

sabah 07.30’da yaşandı. Alınan bilgiye göre, PKK’nın silahlı eyleme başlamasının yıl-dönümü olan 15 Ağustos’ta Uğurlayan ailesine mensup 2 genç kayboldu. Bir süre sonra aile çocuklarının dağa çıkarıldığını öğrendi. Aile, BDP’li il genel meclis üyesi Ömer Tekin’i olaydan sorumlu tuttu. Uzak-tan akrabaları olan Tekin ailesini suçlayan Uğurlayan ailesi, ‘Çocuklarımızı siz dağa çıkardınız, geri getirin’ talebinde bulundu. Olayın büyümesi üzerine PKK militanları araya girdi. Önceki gece köye gelen mili-tanlar, “Sizin çocuklarınız kendi iradeleriyle örgüte katıldı. Bundan memnun olmalısı-nız.” dedi ve olayın kapanmasını, ailelerin barışmasını istedi.

Ancak çocuklarının geri getirilmesinde ısrarcı olan Uğurlayan ailesinin mensup-ları, dün sabah Tekin ailesinin evine gitti. Tartışmanın kavgaya dönüşmesi üzerine silahlar konuştu. Araya girmeye çalışan iki ailenin kadınları da kurşunların hedefi oldu. Uzun namlulu tüfeklerin de kulla-nıldığı kavgada Selim Uğurlayan, Remziye Taşlık, Aysel Uğurlayan, Bedriye Uğurla-yan, Sevin Tekin, Şadiye Tekin, Mehmet Tekin ve Abdullah Tekin hayatını kaybetti. Toplam 5 hanenin bulunduğu köye gelen

jandarma ekipleri, geniş güvenlik tedbirleri aldı. Yaralılar çeşitli hastanelerde tedavi altına alınırken, savcı köyde inceleme yaptı. Tekin ailesine ait ev, kurşunlarla adeta delik deşik oldu. 4 evleri bulunan Uğurlayan ailesi, olayın ardından eşyalarını kamyona yükleyerek köyü terk etti.

PKK’YA KATILIMLAR HIZLA ARTIYORŞırnak’ın Beytüşşebap ilçesinde geçen

yıl çocukların örgüte satıldığının ortaya çıkması sebebiyle bir hafta süren kavga meydana gelmişti. Aralarında Belediye Baş-kanı Yusuf Temel’in oğlunun da bulunduğu üç çocuğun PKK’ya 5 bin Euro’ya verildiği ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine çocukları dağa çıkan Temel, Ataman ve Ulaş aileleri, evlatlarını dağa satmakla suçladıkları Cin ailesiyle karşı karşıya gelmişti. Çıkan olay-larda 10 kişi yaralanmıştı. Çocukları dağa göndermekle suçlanan Cin ailesinin bazı fertlerinin ilçeden çıkarılmasıyla sükunet sağlanmıştı. Dağa çıkarılan çocuklardan F.A., geçtiğimiz günlerde PKK’dan kaça-rak güvenlik güçlerine teslim oldu. Terör örgütü, F.A.’nın babasına ‘çocuğunun ör-gütün imajına zarar verdiği’ gerekçesiyle 50 bin TL ‘ceza’ kesti.

Çözüm sürecinde terör örgütünün propaganda ve eleman kazanma faali-yetleri dikkat çekiyor. Yayla festivalleri ve şenliklerle sürekli dağa adam çıkarılıyor. Şehir merkezlerinde ise ‘kültürel etkinlik’ görüntüsü altında propaganda faaliyetleri artmış durumda. Güvenlik güçleri, son 6 ayda yaklaşık 2.500 kişinin örgüte katıldı-ğını rapor etti. Siirt Valisi Ahmet Aydın da geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada bu duruma dikkat çekmişti. Aydın, “Son za-manlarda bölgede artan bir katılım var. Çok ciddi bir artış var. Resmi rakamlara göre son 6 ayda 35-40, resmi olmayan rakamlara göre Siirt’ten giden 100 civarında genç var. Çözüm süreciyle birlikte toplam 2 bin-2 bin 500 diyenler de var.” ifadelerini kullanmıştı.

Aile kavgaları, bir ayda 23 cana mal olduSon olayla birlikte Diyarbakır ve

Muş’ta bir ay içinde aileler arasında çıkan kavgalarda 23 kişi hayatını kaybetti. 17 Temmuz’da Muş’un Bulanık ilçesinde ot tartışması yüzünden 7 kişi öldürüldü. 27 Temmuz’da da Diyarbakır’ın Bismil ilçe-sinde arazi anlaşmazlığı yüzünden silahlar ateşlenince 8 kişi can verdi.

‘Çocuklarımızı dağa çıkardınız’ kavgası katliama dönüştü: 8 ölü

Page 19: Zamandk225 egazete

Hoşgeldin ya mübarek 11 aylar

Çok amaçlı tamir bantları

Bu işleri gençken yapsak iyiydi

Kim horluyor ben mi?

Page 20: Zamandk225 egazete

21 - 27 AĞUSTOS 2013

NEŞE KUTLUTAŞ İSTANBUL

1Koli bandı olarak da adlandırılan çok amaçlı bantlarla hayatınızı kolaylaştır-

manız mümkün. Nasıl mı?Acil ayakkabı bağcığı: Geçici olarak bir

ayakkabı bağı yapmak için bandı gereken uzunlukta ve eni ayakkabınızın normalde gerektirdiğinin iki katı genişlikte kesin. Uzunlamasına, yapışkan taraflar içe gelecek şekilde katlayın ve ayakkabının deliklerinden geçirin.

Çöp tenekesi tamiri: Plastik çöp tenekesi çatladığında ya da kırıldığında tenekeyi at-mayın. Çatlak yeri çok amaçlı bantla tamir edin. Bandı çatlağın üstüne hem tenekenin içinden hem de dışından yapıştırın.

Geçici bandaj yapın: Kötü bir sıyrığı uy-gun bir şekilde bandajlama imkânını hemen bulamayabilirsiniz. Bu gibi durumlarda temiz bir kâğıt mendil veya havluyu sıyrığı örtecek şekilde katlayın ve üstünü tamir bandıyla yapıştırın. Bu, yarayı gerektiği şekilde tedavi edinceye kadar işe yarayacaktır.

Araba hortumu tamiri: Tamir bantları aracınızın delinen radyatör hortumunu ta-mire götürünceye kadar güvene-bileceğiniz güçlü bir tamir aracıdır. Yalnız çok zaman kaybetmeyin. Bant en fazla 93 derece sıcaklığa dayanır. Ayrıca aracın benzin hat-tındaki delikler için kullan-mayın çünkü benzin yapış-kanı eritir ve tamirin faydası olmaz.

Ayaklarınız için ekstra

koruma: Bandı çizmelerinizin iç taban-larına, gümüş renkli taraf üste doğru olarak yapıştırmak suretiyle ayak-larınızın daha iyi ısınmasını sağ-layın. Parlak yüzey, ayaklarını-zın ısısını bot ya da çizmenin içine aksettirir.

Geçici kiremit yapın: Da-mınızda kırık bir kiremit varsa bunun yerine geçici olarak altı milimlik bir kotra plakı bir uçtan öbür ucuna bant şeritle-riyle kaplayıp kullanın. Bunu kırık kiremidin yerine sı-kıca yerleştirin. Damınız tamir edilinceye kadar kiremidin yerini tutar ve su sızdırmaz.

Çok amaçlı tamir bantları

ARZU KILIÇ

1Hollywood’un yönetmenliğe merak salan son ismi Russell Crowe, filmine

mekân bakmak için ülkemizdeydi. Ancak oyunculuk tecrübesini yönetmenlikle taç-landırmak isteyenler yalnız Hollywoodlular değil tabii ki. Acaba bizde hangi oyuncular yönetmenliğe el attı, kimler bu işte tuttu, kimler tutmadı?

Yönettiği yalnız ‘kurt’ değilOyuncu-yönetmen kategorisinde lis-

tenin ilk sırasında kendine yer bulan isim hiç şüphesiz Kartal Tibet. 1965’te başladığı oyunculuk kariyerine, 100’ü aşkın filmde rol aldıktan sonra 70’lerin ortasında veda eden Tibet, Ertem Eğilmez’in yanında geçen çıraklık döneminin ardından yönetmenliğe kesin geçiş yapar. İzleyici onu rol aldığı filmlerinden tanısa da, aslında Kemal Sunal’ın çoğu filmi, Tibet imzası taşıyor. Oyunculuğu çok özlediği dönemlerde, yönettiği filmlerdeki küçük rollerle has-ret gideren aktör, aralarında Tosun Paşa, Şark Bülbülü, Gol Kralı, Davaro, Japon İşi, Ortadirek Şaban gibi hâlâ izlenen Yeşilçam klasiklerinin de yer aldığı 60’ın üzerinde filmin yönetmen koltuğuna oturmuştur.

Dönüşü muhteşem olur mu?1960 yılında oyunculuk kariyer-

ine başlayan Türkan Şoray, bundan 12 yıl sonra, 1972’de çektiği ‘Dönüş’ filmi-yle ilk kez yönetmenliği dener. Çaresizce kocasının köye geri dönüşünü bekleyen Gülcan karakteri üzerinden bir Almancı trajedisi anlatan film, biçim ve içerik açısından da o yıllara göre standartların çok üzerinde bir iştir. Hatta Şoray, filmi yalnız yönetmekle kalmamış, ana öyküyü

de kendisi kaleme almış, başrolü Kadir İnanır’la paylaşmasına rağmen filmi de neredeyse tek başına götürmüştür. Şoray’ın yönetmenlik kariyeri, otoriteler tarafından belirlenen gelmiş geçmiş en iyi 100 Türk Filmi listesinde de kendisine yer bulan Dönüş’le son bulmaz. İlk işin yerini tu-tamasa da Şoray, o yıllarda 3 filmin daha yönetmen koltuğuna oturur: Azap (1973), Bodrum Hâkimi (1976) ve Yılanı Öldürseler (1981)… Toplam 220 filmde rol alarak unvanının hakkını veren Sultan, geçtiğimiz aylarda senaryosunu Osman Şahin’in yazdığı bir filmle yönetmenliğe yeniden dönüş yapacağının da müjdesini vermişti.

At binenin, film çekenin…Cüneyt Arkın, genelde B sınıfı, avantür

diye tabir edilen vurdulu kırdılı filmleri ile 1970’lerin başında oyuncu yönetmen-ler kervanına katılır. Yaklaşık 15 sene aksatmadan film çekerek yönetmenliğe sadece bir heves olarak yaklaşmadığını da gösterir. Ne var ki Arkın, 300’e yakın filmde rol alarak pekiştirdiği aktörlük başarısını yönetmenlikte sürdüremez. Filmlerinin sayısı 34’ü bulsa da, aralarından tek ses getiren 1979 yapımı ‘Vatandaş Rıza’ olur.

Sıkı değil uzaktan yönetim!Başlangıçta, rol aldığı filmlerin bazı

sahnelerini çeken Yılmaz Güney, bu küçük denemelerin ardından 1966’da yönetmenliğe adım atar. Yönettiği 20’yi aşkın filmin biri hariç hepsinde kamera karşısına da geçen Güney’in filmlerinin senaryoları da kendisine aittir. ‘Umut’, ‘Arkadaş’ ve ‘Sürü’ ses getiren filmlerin-den olsa da asıl başarıyı yönetmeninin kim olduğunun hâlâ tartışıldığı ‘Yol’la kazanır. Güney, filmin senaristi ve yapımcısı

olmasına rağmen çekimler sırasında yurtdışında kaçak olarak bulunduğu için filmi yönetmek Şerif Gören’e düşer. Ancak çekimin her aşamasında Gören’le irtibatta olan Güney, filmin yurtdışına kaçırılan ham görüntülerinin de kurgusunu yönetir. Yine filmin 1982’de Cannes Film Festivali’nden kazandığı ödülü almaya giden de Güney olmuştur.

Metin’siz film hiç çekilmiyor1977’de çektiği ‘Aslan Bacanak’la

yönetmenliğe başlayan Zeki Alasya, kla-sik Zeki-Metin filmlerinin de bir kısmını

yönetir. Kadir İnanır ve Hülya Koçyiğit gibi isimlerin pek göz önünde olmayan filmleri de dâhil, çektiklerinin sayısı 20’yi geçen Alasya, 2000’lerde ‘Ömerçip’ gibi filmlerin yönetmenliğini üstlendiyse de pek tutunamaz.

Ah Gardaşım…Bir gazetenin açtığı yarışma ile sine-

maya giren ve Yeşilçam’ın basamaklarını emin adımlarla tırmanan Kadir İnanır, 90’lı yıllarda üretilen film sayısında yaşanan azalma nedeniyle yönetmenliği deneme kararı alır. Sarıkamış’taki orman köylül-erinin hikâyelerinden esinlenen ‘Ah Gardaşım’, ilginç sayılabilecek hikâye-sine rağmen beklenen ilgiyi görmeyince, İnanır’ın yönetmenlik denemesi de tek filmle son bulur.

Televizyona çıkamıyorsak gösterime gireriz70’lerin sonu ve 80’lerin başında

TRT’deki arabesk yasağına takılan İbrahim Tatlıses, Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses, Orhan Gencebay gibi isimler, kendile-rini gösterecek mecra bulamayınca her albüm için bir film furyası başladı. Müzikal tadında arabesk filmlerle oyunculuğa adım atan bu isimlerden bazıları, hızını alamayıp yönetmenliğe de merak sardı. Rekoru elinde tutan isim, 12 film yöneten İbrahim Tatlıses olurken, Ferdi Tayfur 6 filmle, Gökhan Güney de 3 filmle onu izledi. Şimdilerde de Mahsun Kırmızıgül, Özcan Deniz ve Emrah gibi isimler televizyon yasağından değilse de, arabeskin popçulara devrolması ve yaşlarının kemale ermesi gibi nedenlerle abilerinin izinden gidiyor, oyunculuk deneyimlerinin ardından yönet-menlik denemelerine devam ediyorlar.

Onlar da çok çekti...

Page 21: Zamandk225 egazete

21.08.2013 4 18 5 48 13 20 17 14 20 40 2200 22.08.2013 4 20 5 50 13 20 17 12 20 37 21 57 23.08.2013 4 22 5 52 13 19 17 11 20 35 21 55 24.08.2013 4 24 5 54 13 19 17 10 20 32 21 52 25.08.2013 4 26 5 56 13 19 17 08 20 30 21 50 26.08.2013 4 28 5 58 13 19 17 07 20 27 21 47 27.08.2013 4 30 6 00 13 18 17 05 20 25 21 45

KOPENHAG İmsak Gün. Öğl. İkindi AkşamYatsı

21.08.2013 4 28 5 58 13 29 17 22 20 47 22 07 22.08.2013 4 30 6 00 13 28 17 21 20 45 22 05 23.08.2013 4 32 6 02 13 28 17 20 20 43 22 03 24.08.2013 4 34 6 04 13 28 17 18 20 40 22 00 25.08.2013 4 35 6 05 13 28 17 17 20 38 21 58 26.08.2013 4 37 6 07 13 27 17 15 20 35 21 55 27.08.2013 4 39 6 09 13 27 17 14 20 33 21 53

ODENSE İmsak Gün. Öğl. İkindi AkşamYatsı

21.08.2013 3 44 5 14 12 58 16 54 20 30 21 50 22.08.2013 3 46 5 16 12 58 16 52 20 27 21 47 23.08.2013 3 49 5 19 12 58 16 50 20 24 21 44 24.08.2013 3 51 5 21 12 57 16 49 20 22 21 42 25.08.2013 3 53 5 23 12 57 16 47 20 19 21 39 26.08.2013 3 55 5 25 12 57 16 46 20 16 21 36 27.08.2013 3 58 5 28 12 56 16 44 20 13 21 33

STOCKHOLM İmsak Gün. Öğl. İkindi AkşamYatsı

21.08.2013 4 14 5 44 13 29 17 25 21 03 22 23 22.08.2013 4 16 5 46 13 29 17 23 21 00 22 20 23.08.2013 4 18 5 48 13 29 17 22 20 57 22 17 24.08.2013 4 21 5 51 13 29 17 20 20 54 22 14 25.08.2013 4 23 5 53 13 28 17 19 20 51 22 11 26.08.2013 4 25 5 55 13 28 17 17 20 49 22 09 27.08.2013 4 28 5 58 13 28 17 15 20 46 22 06

DRAMMEN İmsak Gün. Öğl. İkindi AkşamYatsı

21.08.2013 4 26 5 56 13 30 17 24 20 51 22 11 22.08.2013 4 28 5 58 13 29 17 22 20 48 22 08 23.08.2013 4 30 6 00 13 29 17 21 20 46 22 06 24.08.2013 4 32 6 02 13 29 17 19 20 43 22 03 25.08.2013 4 34 6 04 13 29 17 18 20 41 22 01 26.08.2013 4 36 6 06 13 28 17 16 20 38 21 58 27.08.2013 4 38 6 08 13 28 17 15 20 36 21 56

AARHUS İmsak Gün. Öğl. İkindi AkşamYatsı

21.08.2013 4 14 5 44 13 22 17 17 20 48 22 08 22.08.2013 4 16 5 46 13 22 17 16 20 46 22 06 23.08.2013 4 18 5 48 13 22 17 14 20 43 22 03 24.08.2013 4 20 5 50 13 21 17 13 20 40 22 00 25.08.2013 4 22 5 52 13 21 17 11 20 38 21 58 26.08.2013 4 25 5 55 13 21 17 09 20 35 21 55 27.08.2013 4 27 5 57 13 21 17 08 20 32 21 52

21.08.2013 4 11 5 41 13 27 17 23 21 01 22 2122.08.2013 4 13 5 43 13 27 17 21 20 58 22 18 23.08.2013 4 16 5 46 13 27 17 20 20 56 22 16 24.08.2013 4 18 5 48 13 26 17 18 20 53 22 13 25.08.2013 4 20 5 50 13 26 17 16 20 50 22 10 26.08.2013 4 23 5 53 13 26 17 15 20 47 22 07 27.08.2013 4 25 5 55 13 26 17 13 20 44 22 04

21.08.2013 4 13 5 43 13 30 17 26 21 06 22 26 22.08.2013 4 15 5 45 13 30 17 25 21 03 22 23 23.08.2013 4 18 5 48 13 30 17 23 21 00 22 20 24.08.2013 4 20 5 50 13 30 17 21 20 57 22 17 25.08.2013 4 23 5 53 13 29 17 20 20 54 22 14 26.08.2013 4 25 5 55 13 29 17 18 20 51 22 11 27.08.2013 4 27 5 57 13 29 17 16 20 48 22 08

21.08.2013 4 12 5 42 13 35 17 32 21 16 22 36 22.08.2013 4 15 5 45 13 35 17 30 21 13 22 33 23.08.2013 4 17 5 47 13 35 17 28 21 10 22 30 24.08.2013 4 20 5 50 13 34 17 26 21 07 22 27 25.08.2013 4 22 5 52 13 34 17 25 21 04 22 24 26.08.2013 4 25 5 55 13 34 17 23 21 00 22 20 27.08.2013 4 28 5 58 13 34 17 21 20 57 22 17

HELSİNKİ İmsak Gün. Öğl. İkindi AkşamYatsı

TAMPERE İmsak Gün. Öğl. İkindi AkşamYatsı

NAM

AZ VA

KİTL

ERİ

DANİ

MAR

KA

İSVEÇ

NORV

FİNL

ANDİ

YA

Bulunduğunuz şehrin namaz vakitleri için: http://www.zaman.com.tr/namaz.do

OSLO İmsak Gün. Öğl. İkindi AkşamYatsıGÖTEBURG İmsak Gün. Öğl. İkindi AkşamYatsı

21 - 27 AĞUSTOS 2013

ARZU KILIÇ İSTANBUL

1İbadet sadece toplumumuzda değil, pek çok kültürde yaşlanınca yapılması

gereken bir vazife olarak algılanıyor. Genç-likte dünya ile olan bağlar daha sıkı oldu-ğundan çoğumuz, önünde ibadet için daha uzun yıllar bulunduğuna kendini inandırıyor ya da yaşlanınca zaten yapılacak başka bir şey yok düşüncesine kapılabiliyor. Ancak Allah katında gençlerin ve yaşlıların ibadetleri değer açısından bir tutulmadığı gibi, yaşlılıkta sağlığın çoğu kez elden gitmiş olması da bedeni ibadetleri kat kat zorlaştırıyor. Genç-lerin ibadetlerini yaşlılığa ertelemelerinde ise yalnız önlerinde uzun yıllar olduğuna dair yanlış bir düşünce beslemeleri değil, farz ibadetlerin kazaya bırakılması ya da ertelenmesi konusunda yanlış bilgi sahibi olmaları da etkili.

Hiç şüphesiz tüm imkânları zorlayarak namaz, oruç, hac gibi farz ibadetleri yer-ine getirmeye çalışan yaşlılar için de Allah katında büyük mükâfatlar bulunuyor. Ancak Peygamberimiz, ibadet eden bir gencin, yaşı ilerledikten sonra ibadete başlayan bir yaşlıya olan üstünlüğünün, peygam-berlerin diğer insanlara olan üstünlüğüne benzetildiğini ve gençlikte yapılan az bir amele çok sevap verileceğini bildiriyor. Yine Ebu Hüreyre’nin aktardığına göre, başka bir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde Allah’ın arşının gölgesinde barındırmakla müjdelediği yedi gruptan birisini de ‘Rabb’ine kulluk ederek temiz bir hayat içinde büyüyen gençler’ oluşturuyor.

Kazaya bırakmayı yanlış anlıyoruzFarz ibadetlerin yaşlılık dönemine er-

telenmesinde öne çıkan nedenlerden biri de Allah’ın fırsat olarak sunduğu, ibade-tleri kaza etme imkânının çoğumuz tarafından yanlış yorumlanması. Öyle ki özürsüz olarak yerine getirilmeyen ibadetlerin kazaya bırakılabileceğine dair yaygın bir görüş hâkim. Mesela geçerli bir ma-zeret olmadığı halde zamanında kılınmayan namazı yaşlılıkta toplu halde kaza etmekle, namaz kılmamanın yüklediği günahın affedileceğinin kesin bir hüküm olmadığını bilmek gerekiyor. Di-

cle Üniversitesi’nde İslam hukuku alanında çalışmalar yapan Doç. Dr. Metin Yiğit, ibadetleri kazaya bırakmak konusunda ilahiyatçıların ikiye ayrıldığını söylüyor. İlk görüşe göre hiçbir mazeret olmadan terk edilen ibadetlerin kazası gibi bir durum söz konusu değil. Bu ihmal için yalnızca tövbe ve istiğfarda bulunmak mümkün. İkinci görüşe göre de yerine getirilmeyen ibadetleri kaza etmek bir ihtimal olsa da, bunların Allah katında kabul edileceğine kesin gözüyle bakılamaz ve vaktinde eda edilen ibadetlerin yerini tutamaz. Aynı şekilde Ramazan oru-cunu tutabilecekken mazeretsiz bir şekilde tutmayan ve sonrasında kaza eden kişinin de bütün yıl boyu oruç tutsa bile Ramazan ayındaki o bir günkü sevabı alamayacağı bildiriliyor.

Diğer ibadetler bir yana, ülkemizde özellikle hac, yaşlı ibadeti olarak algılanıp belirli bir vakti olmadığı düşünüldüğünden mümkün olduğunca gecik-tiriliyor. Biraz da, hacca

giden bir kims-enin hayatının

geri kalanı boyunca günahlardan sakınması gerektiği düşüncesi, ülkemizdeki hacıların yaş ortalamasını yükseltiyor. Oysa vaktinde yerine getirilme konusunda o da diğer iba-detlerle aynı hassasiyete sahip olmayı ger-ektiriyor. Bu nedenle hacca gitmesi farz olan

bir kişinin, bunu sonraki yıllara bırakmasının caiz olmadığı be-

lirtiliyor. Hac rehberi Erol Kara , hacc ın

aslında gençlikte yapılması gereken

meşakkatli bir iba-det olduğunu söylüyor. Yaşlı hacıların çoğunun sağlık sorunları nedeni-

yle görevlerini eksik yapt ık la r ın ı

anlatan Kara, hac görev-lilerine de kendileriyle

i l g i l e n m e k gibi bir görev yükl-

emelerinin ya da d i ğ e r

hacıların ibadetlerine engel olmalarının kul hakkına girdiğini hatırlatıyor. Bu nedenle sağlık elden gidip hac görevi kişinin üzeri-nden düşmeden gençlikte yerine getirilmesi tavsiye ediliyor.

‘İşlediğim günahlar yüzünden ibadete yaklaşamadım’Murat Uzyön, 66 yaşında emekli

bir devlet memuru. 40 yaşında namaza başlayıp 60 yaşında da hacca gitmiş. Namaza başladıktan sonra da uzun yıllar kılmadıklarını kaza etmiş. Ramazan boyunca da teravih namazlarını kaçırmamış. ‘Yaşıma rağmen Allah sabrını veriyor. Yolda yürüme-kte zorlanıyordum, hacda koştum. Buna rağmen gençliğimde ibadetlerimi ihmal et-mek istemezdim. Gençlikte işlediğim gü-nahlar yüzünden ibadete yaklaşamadım ama yanlış düşünmüşüm.’ diyor.

‘Çoluk çocuk derdinden ihmal ettim’68 yaşındaki Zehra Karaağaç’ın

gençliğini ibadetten uzak geçirme nedeni ise biraz daha farklı. Altı çocuk sahibi olduğu için kendisini sürekli onların bakımıyla ilgilenmeye vakfetmiş. Buna ev işleri de eklenince, ilerleyen yaşına kadar günlerini ibadetten uzak geçirmiş. Ancak torun sa-hibi olup da yaş kemale erince, artık kend-isini ibadete vermesi gerektiğini anlamış ve namaz kılmaya başlamış, Kur’an okumayı öğrenip üç sene önce de umreye gitmiş. Hacca da gitmek istediğini söyleyen Zehra teyzenin tek dileği, hac kurasında adının çıkması.

‘Arkadaş çevrem engel oldu’Hasan Aksan, 63 yaşında ve

gençliğinden beri antikacılık yapıyor. Aslında cuma ve bayram namazlarını

hiç kaçırmadan kılıyormuş. An-cak arkadaş çevresi nedeniyle,

namazlarını düzenli olarak kılması mümkün olmamış.

55 yaşına geldiğinde ise arkadaşlarının kend-

isine pek faydası dokunmadığını an-

layarak çevresini d e ğ i ş t i r m i ş .

Sekiz yıldır da ibadetlerini aksatmıyor.

Bu işleri gençken yapsaydık iyiydi!Yaşlılıkta ibadet etmek çok faziletli ama daha faziletlisi genç iken de bunu yapabilmek. Peygamberimiz, ibadet eden bir gencin, yaşı ilerledikten sonra ibadete başlayan bir yaşlıya olan üstünlüğünü, peygamberlerin diğer insanlara olan üstünlüğüne benzetiyor.

Page 22: Zamandk225 egazete

21 - 27 AĞUSTOS 2013

FATMA TURAN

1Heyecanla beklediğimiz Ramazan’ı buruk bir şekilde uğurladık. Seneye

tekrar buluşabilmek için Allah’tan sağlık ve

ömür diledik.Bu ayın feyziyle yumuşayan kalpleri,

artan ibadet coşkusunu kaybetmemek giden Ramazan’ın en büyük kazancı olacak. Kur’an-ı Kerim’de “Sana ölüm gelinceye kadar Rabb’ine ibadete devam et.” diye buyuruluyor. Sene içinde nefsin zorlaştırdığı ibadetlerin Ramazan’da ne kadar kolay olduğuna şahit olduk. Efendimiz’in bildirdiği ‘En makbul ibadet az da olsa devamlı olandır’ düsturu ile ‘Ramazan Müslümanı’ olmamak için metafizik gerilimi kalan 11 aya yaymak ana gayemiz olmalı.

Gönlümüzün Ramazan’ı bitmesinBir Ramazan-ı Şerif’in daha sonunda

bayrama eriştik. Müminler bu mübarek ayda heybesine Rabb’ini hoşnut edecek amelleri doldurma gayreti içindeydi. Oruçlar tutuldu, mukabeleler takip edildi, teravihler kılındı, nafile ibadetlere hassasiyet gösterildi. Sıcak havaya rağmen yerine getirmeye çalıştığımız bu görevlerle Yaradan’ı (c.c.) hoşnut ede-bildiysek ne mutlu bize. Ancak Rabb’imizin hoşnutluğunu sadece bir ay kazanmak değil mühim olan. Ramazan-ı Şerif’te elde edilen dini şuuru, diğer 11 ayda da devam ettire-bilmek kula yakışan. Zira O’nun emrettiği Müslümanlık sadece Ramazan’la sınırlı değil. Zâriyât Suresi’nde “Ben cinleri ve insanları ancak Beni Rab olarak tanımaları, yalnızca Bana kulluk ve itaat etmeleri için yarattım.” buyuran Allah, Hicr Suresi’nin son ayetinde de şöyle emrediyor: “Sana ölüm gelinceye kadar Rabb’ine ibadete devam et.”

Öyleyse Ramazan, ibadet alışkanlığı kazanabilmemiz için büyük bir fırsat. Bu noktada bize düşen de günde okuduğumuz bir cüz Kur’an-ı Kerim’i, 30 gün boyunca

kıldığımız teheccütleri, nafile namazları, fitre ve zekâtları diğer 11 aya yayabilmek.

İlahiyatçı yazar Ahmet Şahin, aslında bunu başarabilmenin kendi elimizde olduğuna dikkat çekiyor. Yapmamız ger-

eken, Ramazan’da kazandığımız ibadet aşk ve şevkini, sonraki zamanlarda da eksiksiz devam ettirmeye canı gönülden karar ver-mek. Bayramda almamız gereken bu karar bize, Ramazan’ı tam değerlendirenlerden olduğumuzu da ifade etmiş oluyor. Çünkü dinî hayatımızı firesiz devam ettirme niyetin-den daha mühim bir karar olamaz Şahin’e göre. Rabb’imizin “Son nefesine kadar iba-detine devam et.” emrine büyük bir dikkatle uymak gerekli ki ‘Ramazan Müslümanı’ durumuna düşülmesin. Bu durum Allah ve Resulü’nün istediği Müslümanlık ol-amaz. Hadisin bu eksik anlayışı şöyle tashih ettiğine vurgu yapıyor Şahin: ‘Efdal’ül amali edvemü-ha’ Amellerin efdali, az da olsa en devamlı olanıdır. Ramazan’dan son-raya bırakılanı değil. O halde, yaşantımıza şiar edinmemiz gereken tüm bu ibadetlere ehemmiyetleri açısından ayrı ayrı bakmakta fayda var.

Kur’an-ı Kerim: Kutlu ayda her gün bir cüz okuyarak kutsal kitabı hatmettik. Ramazan’dan sonra da bu şuuru devam et-tirebiliriz. Her gün iki sayfa ya da haftada 10 sayfa okunduğu takdirde bile Rabb’imizin

rızasını kazanabiliriz. “Ümmetimin en fazi-letli ibadeti Kur’an okumaktır.” diye buyuran Efendimiz, bir de şu müjdeyi veriyor: “Üç zümre vardır ki, onları kıyametin dehşeti korkutmaz, onlar için hesap zorluğu yoktur,

diğerlerinin hesabı bitinceye kadar onlar misk tepecikleri üzerindedirler. Bunlardan birisi, Allah’ın rızasını kazanmak için Kur’ân okuyan kimsedir.”

Teheccüd: Rahmet kapılarının sonuna kadar açık olduğu saatlerde sahura kalkıp teheccüd namazını eda ettik. Şevval ayı itibarıyla da bu çok makbul ibadeti devam ettirmek çok zor değil. Her gün olmasa da bilhassa pazartesi ve perşembe günleri te-heccüd namazını kılmak ne büyük bir huzur verir kalplerimize. Böylelikle Efendimiz’in, “Ümmetime zor gelmeyeceğini bilseydim, onlara teheccüdü mecburi kılardım.” diye buyurduğu eşsiz davete de icabet etmiş ol-uruz. Nafile namazlar arasında en kıymetli olan bu namazın fazileti çok büyük. Peyg-amberimiz, “Kim geceleyin uyanır ve eşini de uyandırarak beraberce iki rekât namaz kılarlarsa, Allah’ı çok zikreden erkek ve kadınlardan yazılırlar.” buyuruyor. Böyle davrananlar Allah’ın mağfiret ve mükâfatına nail olur.

Oruç: Sıcakların yoğun şekilde hissedildiği günlerde oruç tutmanın düşündüğümüz kadar zor olmadığına şahit

olduk Ramazan ayı boyunca. Şimdi sadece Ramazan-ı Şerif’e mahsus bir ibadet olma-yan orucu şevval oruçlarıyla taçlandırma zamanı ki inşallah bu vesileyle Efendimiz’in (sas)“Ramazan-ı şerif orucunu tutup

Şevval’in altı gününü oruçlu geçirenler, senenin tamamını oruç tutmuş gibi olur.” müjdesine mazhar olabilelim. Pazartesi-perşembe ya da ayda bir gün oruç tutarak da Peygamber mirasına sahip çıktığımız gibi Rabb’imizin rızasına nail olabiliriz.

Nafile namazlar: İftardan sonra ağırlık çökmesine rağmen bir ay boyunca teravih namazını kılmaya gayret ettik. Diğer 11 ayda da bu namazı belli parçalara bölerek nafile namaz şeklinde eda edebiliriz. “İbadetin az ama sürekli olanı makbuldür” hadisi-i şerifinden hareketle, iki rekat bile olsa öğle ezanına 45 dakika kalıncaya kadar kuşluk namazı, akşam namazından sonra evvabin, yatsıdan sonra da hacet namazıyla Rabb’imize şükür ve isteklerimizi bildire-biliriz. Zira unutulmamalı ki nafile ibade-tler, farzları takviye eder ve kulun Allah’a yakınlaşmasına vesile olur.

Yemek: Ramazan’da 17 saat oruç tut-arak öğrendik ki iki öğün yemek yiyerek de yaşayabiliyoruz. Üstelik ara va-kitlerde atıştırmadan. Öyleyse bedenimizi halihazırda alıştırmışken yemede israfa ka-çmamaya özen göstermeliyiz. Her konuda olduğu gibi bu konuda da Efendimiz’in hayatı bize örnek olmalı ve bir hurmayla oruç tuttuğunu akıldan çıkarmamalı.

Sadaka: Mübarek ayda fitre ve zekât haricinde sadaka vermeye de çalıştık. Bu halin diğer aylarda da devam etmesi hiç zor değil. “Sadaka vermede acele edin; çünkü bela, sadakayı geçemez.” hadis-i şerifini ve ashabın malının tamamını Allah yolunda en ufak bir tereddüt etmeden infak ettiğini düşünürsek bu ibadeti yerine getirmek zor olmasa gerek.

Hoşgeldin ya mübarek 11 aylar

Page 23: Zamandk225 egazete

“Mühim ve büyük bir umur-u hayri-yenin çok muzır mânileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır. Bu mânilere ve bu şeytanlara karşı ihlâs kuv-vetine dayanmak gerektir. İhlâsı kıracak esbabdan yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz.”

Bu ibare her Müslüman için çok kıymetli bir ikazdır. Yani herhangi bir Müslüman hayırlı bir iş yapmak isterse ona şeytanlar ve şeytanlaşmış insanlar mani olmaya ça-lışır. Bu durumda bu insan ihlas kuvvetine dayanmalıdır.

Hayırlı işleri Allah için, Allah emrettiği için yaparsak manileri aşarız. Bir işe “Allah rızası için yapıyorum.” diyerek başladıysak,

ihlasın gücünü artık arkamıza almışızdır ve o iş bize kolaylaşır. Böyle başlanan işin ya-rıda kalması mümkün değildir. Güzel işlere başlanmalı, devam edilmeli, en mükemmel şekilde bitirilmelidir.

Geri kalmış ülkelerde yapamam, ede-mem, uğraşamam gibi sözler çoktur. Hâl-buki “Vatan bir kasadır. Din de bu kasanın içindedir. Bu devleti kalkındırmak gerek.” diye düşünüp Allah rızası gözetip çalışılsa, o devlet kalkınır.

Kâinat kitabını iyi okumalıyız. Yani kâi-natta olan bitenden ders almalıyız. Meyveler evvela filiz verir. Kiraz çekirdeği, filiz vere-rek işe başlamıştır. Kiraz verinceye kadar büyümeye devam eder. Çiçek açınca, çiçek de güzeldir, deyip kiraz olmaktan vazgeç-mez. Çünkü kirazdaki yarar çiçekte yoktur. Rüzgâr, yağmur yüklü bulutları suya hasret

topraklara taşır; epey yol geldim, sırtıma binmiş bulutları şu dağın tepesine bıraka-yım, demez. İhtiyacı olan bölgeye götürür, orada toprak neşv ü nema bulur.

Ziyaretime gelen bir hoca hanım, ne zaman sohbete gidecek olsa bir engelin çıktığından bahsetti. Çocukların okuluyla alakalı bir sorun çıkıyormuş, hiç aramayan tanıdıklar arayıp misafiri olmak istiyormuş, hastalık çıkıyormuş. Bu hanıma şöyle dedim: “Size çıkan maniler bana çıkan manilerden daha mı çok?” Bir yandan maniler çıksın, bir yandan çalışmaya devam edelim. Gidilen sohbette bir hanım İslam’ın güzel bir tarafını daha öğrenecek. Hoca hanım sevap alacak. Saadet-i ebediyeyi kazanacak. Şimdi bu kolaylıkla elde edilir mi?

Etraftan duyarız, bu aksilikler de hep beni buluyor, derler. Şöyle dense daha güzel

olur; çok şükür imtihan oluyorum, demek ki doğru yoldayım. Ve imtihanı kazanmak için dua edilmeli. Çünkü Rahman olan Allah, hem imtihan eder hem de imtihanda yardım eder.

Şunu unutmamak gerekir; zorluk dedi-ğimiz şey cennetin bedelidir. Cennet ucuz değildir. Zorluk küçük de olsa büyük de olsa insanı güçlendirmeli, gayreti artırmalı. Manilerden bıkkınlık gelmemeli. Manilerin üstesinde gelmek de ibadet kabul edilmeli. Cennete giden yolun üzerinde ibadetlerimiz var.

“Allah için işleyiniz, Allah için görüşü-nüz, Allah için çalışınız. O vakit sizin ömrü-nüzün dakikaları, seneler hükmüne geçer.” Bu sözü anlayan, uygulayan muvaffak olur. Müslümanlığın ihya edilmesinde görevini yerine getirmiş olur.

Muzır maniler

21 - 27 AĞUSTOS 2013

MERVE TUNÇEL

1Horlayanlar çoğu zaman bunu kabul etmese de aslında ciddi bir sorun. Uyku

apnesiyle birlikte görüldüğünde kalp ritmi bozulurken, yıllar içinde yüksek tansiyon ve kalp büyümesi gerçekleşebiliyor. Tedavisi için cerrahi girişimler ve radyofrekans gibi yön-temler olduğu gibi diş hekimleri tarafından uygulanan ağız içi aparatlarla da var.

-Horlama hem horlayan hem de onunla aynı evi paylaşanlar için büyük bir sorun. İn-giliz Horlama ve Uyku Bozuklukları Derne-ği’nin araştırması, horlamanın eşler arasında huzursuzluğa yol açtığını gösteriyor. Çiftlerin yüzde 81’i eşlerinin horlama gürültüsü se-bebiyle uykusuz kaldıklarını, %70’i ise ayrı odalarda uyuduklarını söylemiş. Ülkemizde de durum çok farklı değil. Aile yaşamını ciddi bir şekilde tehdit eden horlama konusuna Emsey Hospital’dan KBB Uzmanı Prof. Dr. Suat Turgut açıklık getirdi.

Horlama, havanın uykuda daralmış olan üst solunum yolundan geçerken oluştur-duğu türbülans nedeniyle, dokuların titreşi-miyle oluşan ses aslında. Teneffüs ettiğimiz havanın hızı, fizik kuralı gereği üst solunum yolunun çapıyla orantılı olarak artar veya azalır. Üst solunum yolu daraldıkça, soludu-ğumuz havanın hızıyla birlikte horlamanın şiddeti de artar. Bazı kişilerde horlama trafik gürültüsüne eşit olan 80-90 desibel şidde-tine ulaşır. Bu şiddette horlayan insanların bulunduğu odada, başka insanların uyuması mümkün olmaz elbet.

Şişman ve kısa boyunlular daha çok horluyorHorlama, şiddeti ne olursa olsun sosyal

bir sorun. Bu durum, aile yaşamını ciddi bir şekilde tehdit eder. Horlayan kişi, ailenin diğer bireyleri için uykusuz gecelerin sorum-lusu, tatil ve iş gezilerinde ise istenilmeyen oda arkadaşı olabiliyor. Bu hastaların büyük çoğunluğu şişman veya aşırı kiloludur. Vü-cut kitle endeksleri artmıştır. Boyunları ise kısadır.

Ciddi bir hastalık mıdır?Horlama, tıp dilinde ‘uyku apnesi’ de-

nilen uykuda solunum durması ve ‘Tıkayıcı Uyku Apnesi’ hastalığı ile birlikte görüldü-ğünde oldukça cid di olabilir. Böyle durum-larda, horlama solunum durması (apne) ile kesilir. Bu noktada horlama duyulmaz, solunum ise tam durmuştur. 10 saniyenin üzerindeki nefessiz kalma nöbetlerinin, bir saat içinde 7’den fazla görülmesi yaşamı ciddi şekilde tehdit eder. Apne; hastalığın

şiddetine göre hastalarda saatte 30-300 defa olabiliyor. Solunum durunca, uykuda kan oksijen düzeyi aşırı oranda düşer. Kanda ok-sijen düşünce, beyindeki solunum merkezi uyarılarak solunum tekrar başlatılır. Bu olay olmazsa, uykuda ani ölümler görülebilir. Oksijenin düştüğü bu dönemde, kalp kanı daha çok pompalamak zorundadır. Bir süre sonra kalp ritmi bozulurken, yıllar içinde yüksek tansiyon ve kalp büyümesi gerçek-leşir. Tıkayıcı tipte horlama hastalığı olan kişiler, uykularının çok az bir kısmında derin uyku fazına geçebilmektedirler. Derin faz, gerçek dinlenme için tek yol. Dinlenmeden geçirilen gecenin gündüzü uykulu, yorgun ve verimsiz geçer. Araba kullanırken ya da

iş başında uyuklamalar görülebilir.Horlama hastaları öncelikle beraber-

inde ‘Tıkayıcı Uyku Ap ne Sendromu’ varlığı açısından dikkatlice araştırılmalı ve gereki-yorsa hasta uyku testinden geçirilmeli. Uyku testinde hasta, uyku laboratuvarında bir gece uyur. Burada horlama, apne sayısı ve süresi, kan oksijen düzeyleri, uyku derinliği gibi parametreler polisomnograf adı ver-ilen cihazlarla belirlenerek hastaya kesin teşhis konur. Uyku Apne Sendromu saptan-maz ise horlama genellikle KBB uzmanları tarafından uygulanan bazı cerrahi girişimler, radyofrekans gibi yöntemler ve diş hekim-leri tarafından uygulanan ağız içi aparatlar ile tedavi edilebilir. Öncelikle üst solunum

yolların da darlık yapan sebepler varsa, bunların tedavisi gerçek leştirilir. Burundaki et veya kemik, damak veya küçük dildeki sarkmalar ameliyatla düzeltilebilir. Damak veya küçük dile uygulanabilecek ameliyatlar direkt olarak bıçak ile olabileceği gibi, lazer ya da son yıllarda daha fazla kullanılan rady-ofrekansla da yapılabilir. Horlamaya Uyku Apnesi eşlik ediyorsa, tedavi yaklaşımları tamamen değişir. Daha zorlu ve zahmetli bir tedavi süreci vardır. Hastayla hekim arasında iyi bir iletişim gerekir. Cerrahi tedavi yanında, uyku süresince üst solunum yoluna pozitif basınçla hava veren CPAP cihazları da tedaviye yardımcı unsurlar arasında.

Kim horluyor, ben mi?

Hekimoğlu İsmail

Page 24: Zamandk225 egazete

BU SAY FA, M. FET HUL LAH GÜ LEN HO CA EFEN DI’NIN SOH BET VE YA ZI LA RI ESAS ALI NA RAK HAZIRLANMAKTADIR.

k u r s u @ z a m a n . c o m . t r

Vazife cümleden a’lâ

1Bugün Allah rızası için yapılacak dün-yalar kıymetinde bir iş var. Öyle bir iş ki,

dünyevî cihetle bin defa İstanbul’un fethine takaddüm eder; gavsiyetten, kutbiyetten çok önce gelir. Bu iş, O’nun âleme tanıtılması, Hz. Muhammed aleyhisselam’ın muhtaç ruhlara duyurulmasıdır. Öyleyse, bırakalım büyük iddiaları, boş lafları da bu vazifeyi yapmaya çalışalım. Dinimizi doğru bir şekilde başkalarına duyurma yolları arayıp bulalım. Allah’ın bize nasip ettiği bu eşsiz hakikatleri çocuğuyla genciyle, kadınıyla erkeğiyle bütün dünyaya birden nasıl duyurabiliriz, bunun derdiyle dertlenelim.

Onun için, en önemli mesele Müslü-manlarda yeniden bir kere daha İslâmî he-yecan uyarmaktır. Kendilerini unutacak ve sadece beşerin ebedî saadetini düşünecek kadar, bir kere daha dinî heyecan uyarmak. Zaten sadece nefsimiz için yaşıyor ve kendi-mizi hatırlıyorsak, hatırlanması gerekli olanı hatırlayamayız. Bizi mahveden de yalnızca kendi nefsini düşünen insanların kabalıkları değil midir?..

Bir Dakika Müsaade Buyur!Yapmamız gereken işin keyfiyeti çok

önemlidir. Biz Allah’ın rızasını kazanmak için î’la-yı kelimetullah vazifesinde bulun-maya çalışıyoruz. Yeryüzünde bundan daha yüce ve daha mukaddes bir vazife de bil-miyoruz. Bu vazife cennetlere tercih edilir. Birinin hidayetine vesile olacağımız zaman cennet kapılarının yedisi, sekizi birden açılsa, bize “içeriye buyurun” dense, teşrifatçılar bizi istikbâl etse.. arkada hidayeti söz konusu olan o şahsı düşünüp, “Biraz durun, ben şununla bir müddet meşgul olayım, sonra

gelirim oraya..” diyebileceğimiz kadar mu-kaddestir bu vazife.

Bu sözü daha ileriye de götürebilirim... Yani; herkesin O’na doğru koştuğu, uç-tuğu Cemâlullah’ı müşâhede meselesinde bile “Ya Rab! Tek gelmemek için şunu da yanımda getirmek istiyorum, bana bir da-kika müsaade buyur.” desek sezâdır. Gerçi, vuslata karşı dayanma âşığın ölümüdür. “Bir dakika müsaade et.” demek bu mesleğin yolcuları için bir ölüm olsa da, onlar “Hele biraz daha yanayım.” der ve bir insanın daha imanının kurtulmasını her şeye tercih

ederler.“Bir-iki kişi tanıyıp kabul etse ne olacak.”

diyemeyiz. Bu vazifeyi yaparken anlattıkla-rımızı insanların kabul edip etmemesi ya da “evet” diyenlerin sayısı da bizi çok alakadar etmez. Ardına düştüğümüz şey sadece ha-yalimize yerleştirdiğimiz yüksek idealimiz ve gayemizdir, Allah’ın rızasıdır. İnsanların gö-nüllerine girip kabul ettirmek bizim elimizde değildir. Ne var ki, Cenâb-ı Hakk’ın izin ve inayetiyle damlalar bir araya gelir, zamanla bir çaya, bir çağlayana dönüşür. Şimdiye kadar da hep öyle olmuştur.

Vazife çok büyük.. İsterseniz “Biz o işin eri değiliz.” deyin. O da meselenin ayrı bir derinliği.. Hiçlikten varlığa yürümek.. O kutlu Zat da, “Hiç ender hiç olan bu kardeşi-niz” diyor. Evet, kendini “hiç” olarak görmek çok önemlidir; aynı zamanda bu, meselenin en derin yanıdır. Ben’in (enaniyetin) bur-nunu kıran bir balyozdur o. Ve hepimizin böyle bir balyoza ihtiyacı var. Ene’nin bur-nunu kırdığımız zaman “hüve (O)” görünür.

Cenâb-ı Hak her birinizi tutup bir yere koymuş. Başkasını değil sizi tutmuş, başka yere değil bulunduğunuz mekâna koymuş. Öyleyse düşünmek lazım, “Bizi hangi hik-mete binaen buraya koydu. Abes iş yap-mayacağına ve her işinde hikmetler bu-lunduğuna göre, acaba ne istiyor bizden?” Sekizinci Söz’de dendiği gibi: “Ey bu yerlerin Hâkimi! Senin bahtına düştüm, Sana deha-let ediyorum ve Sana hizmetkârım. Senin rızanı istiyor ve Seni arıyorum. Ey bizi bu gurbete atan Allah’ım! Bundan muradın ne ise onu benim vicdanıma duyur. Ve sadece duyurmakla kalma, beni o duyguyla doyur. Bu işin hakkını vermeye, bu vazifenin gere-

ğini yapmaya muvaffak eyle.” demeli. Hiçbir şey öyle tesadüf ve rastlantı gibi görünmü-yor. Belli ki her hadiseyle kendini anlatan biri var. O bizi çölün ortasına da atsa bizimle bir şey yapmak istiyordur; bizden bir muradı vardır. Öyleyse şaşkınlığa düşmemek, O’na sığınmak ve bizden istediğini yerine getir-mek lazımdır.

O’nu Duymayan Gönül ÖlüdürBu düşüncede olunmazsa dünya hayatı

yaşanmaya ve ebedî bir hayat varken burada kalmaya da değmez. İnsan kıymetli şeyler yapmalı. Her gün bir kere daha cenneti kazanmalı. Her gün bir kere daha Rabb’ini tanımalı. Her gün bir kere daha değişik buudda mehâfet ve mehâbet atmosferi içinde bulunmalı ki, yaşamaya değsin. Ha-yat O’nunla irtibatlı götürülürse hayattır. Yoksa cismen ölü olmayanlara da Kur’an ölü nazarıyla bakıyor. “İnneke lâ tüsmiu’l mevtâ - Ölülere duyuramazsın.” (Neml, 27/80) diyor.. O’nu duymayan gönüller ölüdür. O’nunla beraberlik arkasına düşmeyenler, her gün bir adım daha kendini O’na yakın hissetmeyenler ölüdür. Hayatını O’nun rıza-sına bağlı götürmeyenler, O’nun huzurunda duruyor gibi davranmayanlar -derecelerine göre- ölüdür.

Ayrıca, dünya hayatı itibarıyla bazı şey-lerden mahrum yaşamak da çok önemli değildir. Bazen insanın aklına yurt-yuva, köşk-kasr gelebilir; bence bu konuda da Yu-nus gibi davranmalı ve “Bana Sen’i gerek.” demeli. Hatta “Nasıl olsa ötede verirler.” gibi bir beklenti ve telakkî bile, bir makama göre, O’na karşı saygısızlık olur. O ister verir, ister vermez.

Vazifeçokbüyük..İsterseniz“Bizoişinerideğiliz.”deyin.Odameseleninayrıbirderinliği..Hiçliktenvarlığayürümek..OkutluZatda,“Hiçenderhiçolanbukardeşiniz”diyor.Evet,kendini“hiç”olarakgörmekçokönemlidir;aynızamandabu,meseleninenderinyanıdır.Ben’in(enaniyetin)burnunukıranbirbalyozduro.Vehepimizinböylebirbalyozaihtiyacıvar.Ene’ninburnunukırdığımızzaman“hüve(O)”görünür.

Page 25: Zamandk225 egazete

Ya İlâhenâ! Ya Mevlânâ! Zâhirimizi, batınımızı, Sen’in yüce huzu-rundan uzaklaşmamıza ve Sen’den uzaklığın karanlık çukurlarına düşmemize sebep olabilecek her türlü isten, pastan, kirden ve sisten arındır!. Gönüllerimize rubûbiyetinin esrarını duyur.. ulûhiyetinin gizli enginlik ve derinliklerini anlamamıza vesile olabilecek bir idrak ufkuyla bizleri ma’mûr kıl.. sıfât-ı sübhâniyenden akıp gelen tecellî hazinelerine basar ve basîretlerimizi aç!..

İnanmış, inancını yaşamış ve otağını ihsan düzlüklerine kurmuş olanlara gelince, bunlar sebepler planında emniyet doruğunda, İlâhî himâye açısından da güven kuşağında sayılırlar.Her yerde O’nun hoşnutluğunu arar, her işlerini Allah rızasına göre ayarlar ve Allah sevgisiyle yatar kalkarlar. Allah da onları hem sever, hem de inanan gönüllere sevdirir. Derken “makbul-u ins u cân” olur her yerde hüsn-ü kabul görürler.

Abdullah Aymaz

Bir önceki yazımda, Mehtap TV’nin Kainat Kitabı programından bahsederek “gen” ve “epigenetik” üzerinde durmuştuk…

Konu ile alâkalı hususlardan bah-sedelim…

Genlerde yazılanları okuyan fak-törler de vardı, bunlara da daha üst bir düzenleyici mânasına epigene-tik diyorduk. Bu hususta duaların tesiri çok önemlidir. Çünkü insan iradesinin temelini meyil ve meyelan teşkil eder. Bediüzzaman Hazretle-ri’nin derin tesbitleriyle meyiller ko-nusunda da “Dua ve tevekkül, hayır meyillerini geliştirip kuvvetlendirdiği gibi, tevbe ve istiğfar da şer meyille-rini engelleyip keser.” gerçeği vardır.

Bu hususta bir âyetin tefsirini de takdim etmek istiyorum: “Hâni Biz meleklere ‘Âdem için secde edin!’ demiştik de İb-lis dışında bütün melekler secde et-mişlerdi.” (Bakara Suresi, 2/34)

“ K u r ’ a n - ı Hakîm’de çok cüz’î hâdiseler var-dır ki, her birisinin arkasında küllî bir düstur saklanmış-tır ve arkalarında umûmî bir kanu-nun ucu gösteril-mektedir. İşte bu olayda melâike-lerin Hz. Âdem’e secde etmesiyle beraber, (aslı bir cin olan şeytan) İblis’in secde et-memesinde de pek geniş küllî bir düsturun ucu gösterilerek, pek büyük bir hakikat hissettirilmektedir. Şöyle ki: Kur’an, Hz. Âdem Aleyhisselam’ın şahsına melâikelerin itaatını ve boyun eğ-melerini, bilâkis şeytanın da kibir göstererek çekinip uzak durmasını anlatmakta. Bu anlatması ile; insan nev’ine, kainatın ekseri nev’ileri ve onların manevî mümessilleri ve va-zifelileri olan meleklerin emre âmâde olduklarını böylece insanların duyu ve organlarının bütün istifadelerine hazır ve boyun eğip itaat etme duru-munda olduklarını bildirmekle bera-ber, insanlığın istidat ve kabiliyetlerini bozan ve yanlış yollara sevk eden şerli maddeler ile onların temsilci-leri ve habis sekeneleri, o insanlığın maddî-manevî ilerleme yollarında ne büyük bir engel, ne müthiş bir düşman teşkil ettiğini ihtar etmek-tedir.” (Yirminci Söz, Birinci Makam, Birinci Nükte)

Şeytan bazılarının yanlış bildiği gibi, melek aslından değil, cin neslin-dendir: “İblis secde etmedi, o cinler-dendir.” (Kehf Suresi, 18/50) “Gen” kelimesinin “cin” ile batı dillerinde münasebet ve alakası vardır. Ha-dis-i şeriflerde doğan her çocuğa, Hz. İsa’dan (tabii Hz. Muhammed Aley-hisselam’dan) başka her çocuğa şey-tanın dokunduğu ifade edilmektedir. Onun için tâ baştan ailevî münasebet sırasında Peygamber Efendimiz’in (sas) “Allah’ın adı ile başlarım. Al-lah’ım, şeytanı benden / bizden ve bize vereceğin evlatlarımızdan uzak-laştır.” diye dua edilmesi tavsiyeleri vardır… Başka hadislerde de şey-tanın, insanın kan damarlarında da dolaşma kabiliyeti olduğuna dair ifa-deleri vardır. Onun için maddî-ma-nevî zararlarından korunma adına bu

duaların öğrenilip okunması gerek-mektedir. Bazı anomali doğum-larda bunların te-sirleri olabileceği, mülahazaya alın-malıdır. Bu duaları her terk edişte böyle bir şey ola-cak diye hüküm ve kaide yoktur ama bazan müminle-rin dikkatsizlikle-rine karşılık olarak böyle cezalar gele-bilir. Efendimiz’in (sas) bu tavsiye ve isteğine saygılı olunmak gerekir. Hatta bu hususta gençlerimizin bir evlilik okulu se-minerinden geçi-

rilmesi, hatta hakkıyla devam edip istifade edenlere sertifika verilmesi de uygun olur…

Ayrıca ceninlerle ilgili bozukluk-ların ve anomali durumların, tecrü-belerle sâbit olduğu üzere, dualarla düzeldiği de bir vakıadır.

Eskiden sadece genleri biliyor-duk, şimdi yeni araştırmalarda genler üzerinde üst düzenleyici epigenetik-lerin olduğunu da öğrendik… Efen-dimiz (sas) “Dua, müminin silahıdır.” diyor. Hiçbir cephanelikte bulunma-yan bu iyilik ve güzellik gücünden niye istifade etmiyoruz? Halbuki çoğu zaman samimi ve ihlaslı ya-pılan duaların gerçekten karşılığını görüyoruz… Hayatının her karesini dualarla süsleyen Efendimiz’i (sas) rehber tanımayacağız da kimi tanı-yacağız? O (sas) hem öyle bir dua hayatı yaşamış hem de tavsiyelerde bulunmuş… Kendimize gelelim…

İrade eğitiminde dua

HAFTANIN DUASI SÖZÜN ÖZÜ

Şeytan bazılarının yanlış bildiği gibi,

melek aslından değil, cin neslindendir:

“İblis secde etmedi, o cinlerdendir.” (Kehf Suresi, 18/50) “Gen”

kelimesinin “cin” ile batı dillerinde münasebet ve

alakası vardır. Hadis-i şeriflerde doğan her çocuğa, Hz. İsa’dan

(tabii Hz. Muhammed Aleyhisselam’dan) başka

her çocuğa şeytanın

Rabb’imiz hakkında hüsn-ü zan Rabb’imizin, her şeyi bizim hesabımıza

planladığını, hep bizi kurtarmaya matuf, bizi hep bir yere celbetmeye, cezbetmeye matuf olarak yarattığını görmek lazım.

Namazı, orucu, haccı, zekatı.. bela ve musi-betler karşısında tavır değiştirmeden sağlam bir duruşu.. ahirete gitme isteğine rağmen O’nun emrine inkıyaden biraz daha burada kalmaya tahammül etme zorluğunu.. Hepsinin bizim lehimize planladığını görmek ve hatta kendisine mülâkî olma (kavuşma) hususunda bile durumu-muzu bu çizgide ayarlamak lazım. Mülakatımı-zın (buluşma, görüşme) daha derince olması için “Benim burada kalmamı murat buyuruyorsan ben Sana firaka da katlanacağım. Vuslata da ‘Bir miktar daha dur.’ diyeceğim.” deyip dünyanın boğucu atmosferini nimet bilmek lazım. Evet, bütün bunları bizim lehimize olan şeyler görmeli. Bu, Rabbi Rahîm hakkında hüsnü zandır.

“Kulum Beni nasıl zannederse Ben öyleyim.” hadis-i şerifini dar çerçevede anlamamalı; yani, “Beni affeden bir Rabb’im var, mağfiret eden

bir Rabb’im var, iyi yola sevk eden bir Rabb’im var.” bunlar hüsnü zandır. Fakat bir de hayatımız adına takdir buyurulan her şeyde, her hesapta biz esas alınmışız. Profil gibi her şey bizim üzeri-mize işlenmiş ve biz nazara verilmişiz. Sürekli bu yönüyle Rabb’imize bakmak, Rabb’imiz hakkın-daki hüsnü zannın ifadesidir. Sizi sürgün eder, bir başkasını zindana atar, bir başkasını başka bir imtihana tâbî kılar; hep hüsnü zan etmek lazım. O gaddar (zulüm ve haksızlık yapan) değildir. Hâşâ Gaddar diye bir ismi yoktur O’nun.

Bismillâhirrahmânirrahîm ile başlıyor bizim kitabımız. Bazı dinlerde çok sert, kıran geçiren, öfkeli bir tanrı imajı çiziliyor. Hadiseler sadece dış görünüşleriyle değerlendirildiğinden ya da olaylara yalnızca bir açıdan bakıldığından dolayı yanlış yorumlamalar oluyor. Meselenin tek bir yönüyle Allah’ın icraatını değerlendiremezsiniz ki. Onlar neden öyle olmuş, orada adalet-i İlâhî nasıl tecelli ediyor, murad-ı İlâhî nedir onu anla-maya çalışmak, hepsini birden değerlendirmek lazım.

Bayram Sevinci Ölüm ayrılık ama bize bayram sevinci,

Hoşnut ise Yaradan yolda bulunmuş inci.

Gözsüzlere bu dünya nefsânîlik meşheri,Germiş ağını bekler her bucakta bir peri...

Bu büyülü iklime kendini salan insan,Serâzâd arzularla yaşar hemen her zaman.

Sarar ruhunu o siyah perdesiyle yokluk,Akar gönlüne tasa ve keder oluk oluk.

Ölüm bize dümdüz yol, onlara bir sarp yokuş;Hakk’a varan yollarda yokuşlar bile pek hoş!..

İnançsızın muradı her zaman Kâf dağında,Dünya İrem olsa da onunki sel ağında...

Biz de, yatar kalkarız ama ekinler gibi;Onlara göre ölüm bir çukur ki yok dibi.

* * *

Doğrulun kör yığınlar, doğrulun O’na dönün!Gelmeden, akın-karadan ayrılacağı gün...

Yaradan bağışlar, rahmeti kahrından artık,Biraz dövünün kapısında ağlayın artık!

Ceyhun olan gözyaşı eritir dağı-taşı,Gönülde hüzün ağı her ibadetin başı...

Gerilin yay gibi uçun semâviliklere,Eğilmesin başınız yerdeki gölgelere!..

Yolda ölüm olsa da, bize bayram sevinci,Hoşnut ise Yaradan yolda bulunmuş inci...

M. Fethullah Gülen

Page 26: Zamandk225 egazete

Ahmet Şahin

Önce ayet-i kerimenin Müslüman’ı uyaran ikazına bir bakalım, sonra konunun yorumuna geçebiliriz:

-“Emrolunduğun gibi istikamet üzere ol!” (Hud Suresi 112)

İşte bu önemli uyarıdan dolayı Ramazan’dan sonra he-men herkesin en önemli meselesi, Ramazan’da kazandığı sağlam istikametini Ramazan sonrasında korumak olmalı, düzelttiği istikametini koruyamama endişesini her an duy-malı, kendini böyle bir endişeden müstesna gören bir reha-vete asla kapılmamalıdır. Yani “Ramazan’dan yeni çıktım, kazandığım dini hassasiyetim kuvvetlidir, öyle ise böyle özel bir dikkat ve hassasiyet içinde olmama gerek yoktur.” gibi bir yanlış duyguya asla itibar etmemelidir..

Bu önemli konunun aksi de böyledir. Yani Ramazan’ı yaşayamayan bir ihmalkâr insan da “Ben Ramazan’da bile istikametimi düzeltmedim, bundan sonra da düzeltemem, öyle ise benim istikametimi düzeltmek için bir çaba içinde olmam fayda vermez!” diye peşinen kendini bir ümitsizlik kuyusuna atmamalıdır.

Aksine, Ramazan’daki durumu iç açıcı olmayabilir ama bugün iradesini güçlendirip istikametini pekala düzeltebilir, ebedi hayatını kurtarabileceği şuurlu bir istikamet çizgisine yönelebilir. Yol açıktır çünkü..

Öyle ise “Emrolunduğun gibi istikamet üzere ol!” ikazı, hemen hepimizin her an bir numaralı uyarımız olarak zih-nimizde sabitleşmelidir!

Düzgün istikamette olan insan, istikametini korumak için, bozuk istikamette olan da istikametini düzeltmek için her an özel bir niyet ve gayret içinde olmaya kendini mecbur ve mükellef bilmelidir..

Ne kadar kendini mecbur ve mükellef bilmelidir?İşte size bu konuda sorumluluk duygusuna sahip olan-

ların titremesi gereken büyük örnek.. Efendimiz (sas) Hazretleri, beyazlayan saçlarına hayretle

bakanlara yaptığı açıklamasında buyuruyor ki: -Hud Sûresi’ndeki “Emrolunduğun gibi istikamet üzere

ol!” ayetinin uyarısı beni ihtiyarlattı!..Demek ki, ‘istikamet üzere olma uyarısı’ bizim de saç-

larımızı beyazlatacak derecede bir numaralı meselemiz olmalıdır. Allah Resulü’nün istikametini korumada duyduğu sorumluluk saçlarını beyazlatacak dereceye ulaşmışsa, bizim duymamız gereken hassasiyetimizi siz hesap edin artık.

Nitekim hep istikametini koruma hassasiyeti içinde yaşayan maneviyat büyüğü Şah-ı Nakşibend Hazretleri’ne derler ki:

- Mahallemizdeki bir zatın istikameti o kadar düzgün ki, bazen sabah namazlarını Kâbe’de kıldığı bile görülmektedir.

-’Mühim değil!’ der. ‘Dicle Nehri’nin üzerinden suya batmadan yürüdüğü de görülmüştür.’ derler. ‘O da mühim değil!’ der. ‘Bahçesinde çalışırken zemin çamur olursa secca-desini havaya atıp namazlarını üzerinde kıldığı da olmuştur.’ derler. ‘O da mühim değildir!’ deyince sorarlar:

-Efendi Hazretleri, o mühim değil, bu mühim değil de, sizin için ne mühimdir?

Cevaba bakın da, ne mühimmiş görün:-Benim için mühim olan der, o istikametini son nefesine

kadar koruyup devam ettirmesidir. Zamanla gevşeyip dinî hassasiyetini yitirmemesidir!.

Anladınız mı şimdi mühim olanın, son nefese kadar sahip olduğu istikametini korumak hassasiyeti olduğunu.

Öyle ise hiç kimse Ramazan-ı Şerif’teki iyi haline bakıp da kendini garantide görüp gevşemesin. Yine hiç kimse de Ramazan’daki kötü halini düşünüp de ‘benden istikameti düzgün bir adam çıkmaz’ diye bir ümitsizliğe kapılmasın. Hemen herkes istikametine yönelme ve koruma konusunda devamlı bir gayret ve azmin içinde olsun, Allah Resulü’nü ihtiyarlatan istikamet üzere olma titizliği, hemen hepimizin saçlarımızı beyazlatacak derecede bir numaralı meselemiz olduğunun farkında olunsun!.

Burada konuyu bağlarken kendimize şöyle bir soru sorarak diyoruz ki:

- Böyle bir hassasiyetimiz söz konusu mu yaşadığımız şu mübarek Ramazan-ı Şerif’ten sonra? İstikametini dü-zeltenler korumak için, düzeltemeyenler de düzeltmek için saçlarımızı beyazlatacak derecede bir hassasiyet ve gayret içinde olmamız gerektiğinin farkında mıyız, değil miyiz bir düşünelim mi?

Ayette, Ramazan’da kazandığımızı kaybetmeme uyarısı!

21 - 27 AĞUSTOS 2013Yeni Bahar Çocuk 15 Faaliyet

20 AĞUSTOS 2013 SALI

Malzemeler:2 adet 15cm çapındarenkli fon kâğıdı Fon kâğıdından renkli, küçük dairelerYapıştırıcı50cm’lik uzun iplik5cm eninde 40cm uzunluğunda renkli fon kâğıdı

1

2

3

4

5

1

2

3

4

5

yun sever arka-daşlarım, bu haf-ta sonu ailemle bir-

likte bir yakınımızın sünnet düğününe gittik. Gelin gö-remeyeceğim için çok sıkıla-cağımı düşünmüştüm. Ama düşündüğüm gibi olmadı. Süslü püslü salonda çocuk-ları da unutmamışlardı ve bi-zim için ayrı bir masa yap-mışlardı. Balonlar havada uçuştu, ilk defa pistte bu ka-dar uzun kaldım, büyükler bir şey demedi. Gecenin so-nunda eve gittiğimizde ya-tağa yatar yatmaz uyudum. O gece biz çocuklara çok gü-zel kapı süsleri hediye etti-ler, eve gidince hemen ka-pıma astım. Siz canım arka-daşlarımı da unutmadım, bir tane de sizin için yaptım. Umarım beğenirsiniz, kolay gelsin.

O

KÂĞIT HELVA

HAZIRLAYAN: SEÇİL İLGÜN ANGÜ[email protected]

Kâğıttan kapı süsü yapalım

ÜN ANGÜNtr

İlk önce 2 adet renkli fon kâğıdını küçük daireler ile süsleyin. Büyük uzunparçaları uçlarından birbirine düzgünce yapıştırın.

Uzun parçaları, şekildeki gibi birbirlerine daire olacak şekilde yapıştırın. Göbek kıs-mı çok düzgün olmayabilir ama bu sorun değil.

En son olarak, süs-lediğimiz daire par-çaları göbek kısım-larına düzgünce yapıştırın. İyice ku-ruması için bekle-yin. Asabilmek için ipliği bir parçadan geçirip uçlarında düğüm yapın.

Ahmet Sait Kavurmacı - İşadamı

İnsanlığa hizmettedaim kıl

Allah’ım, maddî ve manevî rızkımıza bereket ihsan eyle. Bizleri ölünceye, neslimizi de kıyamete

kadar ülkemize ve insanlığa hizmette daim kıl. Bizi memleketimiz için hayırlı işler yapanlardan eyle. Yaptığımız işlerde bize yardım et. Amin.

Page 27: Zamandk225 egazete

21 - 27 AĞUSTOS 2013

ELİ FORDUKAY İSTANBUL

1Azrail’in adresi bellidir. Ne bir saniye önce ne de bir saniye sonra çalar

kapıyı. Hiç akla gelmedik sebeplerle alır emanetini. Sebepler Azrail’e perdedir elbette, aynı Azrail’in bizzat kendisinin de Allah’a perde olduğu gibi. Ölüm hangi bahaneyle gelirse gelsin ölenin en yakınlarına destek vermek, onları bu zor zamanlarında yalnız bırakmamak ise bize düşen ilk vazife. Peki teselli verme ve sabır dileme anlamını taşıyan taziyeler, adabına göre yerine getiriliyor mu?

Cenazeye katılmak, Müslüman’ın Müslüman üzerindeki haklarından birisi. Vefatından sonra mevtanın yıkanıp kefen-lenmesi ve mezar bulunması ile ilgilenme, acı içerisindeki mevta yakınlarının yükünü hafifletmek için yapılacak işler arasında yer alıyor. Cenaze namazına iştirak, naaşı kabre kadar taşımak bir mümine yapılacak en son hizmetlerden olmasının yanı sıra ibadet hükmünde.

Cenaze mümkün olan en kısa sürede defnedilir. Konu komşu, taziye evindekiler için günlerce yemek pişirir. Vefat eden

için Yasin’ler, Fatiha’lar okunur, hatim-ler indirilir. Günümüzde taziye geleneği içerisinde bu tür güzel uygulamaların ya-nında Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) cenaze adabı için hoş görmediği kimi davranışlar da söz konusu maale-sef. Bazı yörelerimizde sıkça rastladığımız ‘ağıt yakma’ olumsuz örneklerin başında geliyor. Definden önce veya sonra ölüye ağlamak ittifakla caiz. Oğlu İbrahim ölünce Hz. Peygamber de ağlamış, yine kızının oğlu can çekişmekte iken kendisine arz edilince gözlerinden yaşlar boşanmıştır. Sebebi sorulunca da şöyle cevap vermiştir: “Bu, Allah’ın rahmetidir, onu kullarının kalplerine koymuştur. Allah ancak mer-hametli olan kullarına merhamet eder.” Ancak sesi yükseltmemek, çirkin sözler söyleyerek isyan etmemek ve ağıt yakma-mak gerekiyor. Bazı ağıtlar ve ağlamalarda aşırıya kaçmalar, Allah muhafaza isyana dönüşebiliyor. Bu gibi davranışlar sünnete aykırı olduğu gibi vefat eden zatın ruhunu da rahatsız ediyor. Nitekim Allah Resûlü, “Şüphesiz ölü, arkasından (ailesinin aşırılık ve taşkınlık derecesinde) ağlaması yüzün-den azap görür.” buyuruyor.

Cenazeyi takip edenlerin, yolda lüzum-suz sohbet etmesi uygun olmadığı gibi tes-bihleri sesli söylemek de mekruh. Aksine, cenazede sukünet ve tefekkür esas.

Yakınlarını kaybeden kimselerin evine yemek göndermek veya götürmek sünnet. Zira mevtanın ailesi o acı içerisinde yemeği düşünemeyebilir. Eş dostun onları bu kül-fetten kurtarması lazım. Fakat yine bazı yörelerde ev ahalisinin yemek yapması ve gelen misafirlere ikram etmesi gelenek ola-rak yerleşmiş. Bu ise zaten acılı olan cenaze evine ekstra bir yük olmaktan öteye geç-miyor. Esma binti Ümeys (ra) bu mevzuyla ilgili şu hadis-i şerifi rivayet ediyor: “Cafer İbn Ebû Talib şehid edildiği zaman Resûlul-lah (sallallahu aleyhi ve sellem) ev halkının yanına döndü ve ‘Cafer’in ailesi, cenaze ile meşguldür [üzüntülüdür]. Bunun için onlara yemek hazırlayınız.’ buyurdu.” Ölü namına iyilik yapmak, sadaka dağıtmak ise câiz. Öyle ki Hakk’ın rahmetine kavuşan kişi, kendi adına yapılan her türlü iyilik, hayır ve hasenattan memnun oluyor/ huzur buluyor.

Cenaze merasimlerinde adet haline gelen bir başka uygulama da vefat eden ki-

şinin toprağa konuluşunun 7, 40 ve 52. gü-nünde mevlit okunması. Oysa ölenin ardın-dan sadece belirli günlerde değil mümkün olduğunca sık Kur’an okumak en güzeli.

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), taziye ziyaretinde meyyit için dua edilmesini, ardından Fatiha Sûresi’nin okunmasını tavsiye ediyor. Fakat bu ziya-retlerin ilk üç günden sonra yapılması acıyı tazelediğinden uygun görülmüyor. Ziyaret-çilerin, tâziyede bulunduktan sonra müm-künse sohbeti başka mevzulara kaydırma-ları daha doğru. Diğer yandan cenazenin defninde bulunamayan uzaktaki yakınlar üç günden sonra da taziyede bulunabilir.

Şehirlerde taziye adabına dair yanlışlar ne yazık ki Anadolu’dakinden daha fazla denilebilir. Cenazenin evi önünde mum yakmak, cenaze musalla taşındayken eş dostla sohbete dalmak, bilhassa ölen kişi ünlü biriyse cenazeyi alkışlarla uğurlamak bidatlar arasında gittikçe yaygınlaşıyor. Ha-sılı vefat eden bir Müslüman’ın ardından İslam’a uygun bir şey yapılması ona sevap kazandırıyor, dine aykırı bir şey yapıldı-ğında ise mevtanın ruhu ızdırap duyuyor.

‘Başınız sağ olsun, nasıl öldü?!’Ne telefon etmeye cesaretimiz vardır ne de ‘Allah sabırlar versin’ demeye. Karşımızdaki-nin acısını hafifletmek istesek de bir türlü harekete geçemeyiz nedense. Lakin ‘taziye üç gündür’ dememiş miydi atalarımız?

Page 28: Zamandk225 egazete

21 - 27 AĞUSTOS 2013

BULMACA40 BU

Hazrlayan: Ali Topdağ[email protected]

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMLERİ

ZİNCİR BULMACA

KELİME YERLEŞTİRME

HH

AS

BU

S

AL

ET

Doku

zha

dis

kita

bT

ÜK

ldan

ince

köp

rüS

IA

LU

RN

KKu

r’an

kss

alar

SA

LK

Nam

azla

r

birl

eştir

me

RA

LU

AA

Bir s

ûre

KI

SU

UC

ET

ND

DH

adis

evi

İD

AR

Kbl

eye

yöne

lme

ME

ÜC

Alla

h’n

as

keri

AM

KN

Alla

h is

ters

e,

dile

rse

İB

L

VH

EA

LL

Orta

nam

azİ

SI

K

ER

Zara

r ve

kötü

lüğü

da

ha a

z ol

anH

AU

İBi

rpe

ygam

ber

ŞN

İ

NE

HSa

ğ ve

sol

om

uzla

rda

bulu

nan

mel

ekle

rZ

LAl

lah’n

do

stu

HA

LA

KL

İŞ

AF

LA

AL

HB

A

HA

YD

EM

R

AU

KD

EE

MR

EU

LS

SR

YH

RU

YE

LA

L

ZF

AU

NT

NA

E

VE

FA

FE

R

AR

İY

AZ

ET

T

İK

RA

MM

İ

DF

AZ

İL

ET

L

Aşağdaki piramitte her kutuda bulunan say altndaki iki kutuda bulunan sayla-rn TOPLAMINA eşittir. Buna göre her bir piramitte ayn saylar kullanmadan boş kalan kutular doldurun.

SAYIPİRAMİDİ

•Her satr, her sütun ve kaln çizgilerle be-lirlenmiş 6 kutuluk bölgeye 1’den 6’ya kadar olan rakamlar birer kere yazarak diyagra-m doldurun. •Üzerinde işaret olan iki kutudaki say ard-şktr.•Tüm ardşklar diyagramda gösterilmiştir.

ARDIŞIKSUDOKU

•Diyagramdaki her bir kutuya bir hece yazarak bulmacay çözmeye çalşn. •Kullanacağnz heceler diyagramn al-tnda verilmiştir.•Çözümü yaptğnzda şifre kelimeyi kö-şegende görebilirsiniz.

HECELİ BULMACA

Sözünde duran

Necip Fazl’n bir eseri

Şifa kaps

Hep birlikte, topluca

BIR

BİT

DA

DEM

FA

KA

KEN

MÜŞ

RE

RÜŞ

SA

SA

ŞI

Şİ

TA

TE

uya bir h

A

Aşağdaki simetrik şekil iç içe geçmiş ka-relerden oluşturulmuştur. Acaba bu şe-kilde toplam kaç tane kare var?

İÇ İÇE KARELER

94 8

1524

6

4

Page 29: Zamandk225 egazete

Acab

a ha

ngi i

ki re

sim

birb

irini

n tıp

atıp

ayn

ısı?

1’de

n ba

şlay

arak

tüm

nok

tala

rı sı

rayl

a bi

rleşt

irin.

Nokt

alar

ıbi

rleşt

ir

Gölg

e oy

unu

Eğle

ncel

i Mat

emat

ik

Nokt

alar

ı birl

eştir

Tıpa

tıpbu

lmac

a

46 x

2 =

92

27 x

3 =

81

29 +

26

= 55

60 /

6 =

1039

/ 13

= 3

17 x

4 =

68

11 /

1 =

1145

- 23

= 2

2

1

2

3

4 56

78

910

11

1213

14

15

1617

18

19

20

21

22

23

2425

2627

28

2930

31

3233

34

3536

373839

4041 42

4344

454647

48

495051

52 53

5455 56 57

5859

60 6162

63

6465

666768

6970 71

727374

7576

7778

7980

81 8283

84

8586

87

88

8990

91

92

93

94

95

969798

9910

010

1

102

103

104

105

10610

710

8109

110

111

112

113

11411

511

6 117

118

20 A

ĞUST

OS 2

013

SALI

Yeni

Bah

ar Ç

ocuk

08-0

9 Bul

mac

alar

Pizz

adi

limle

me

Resi

mli

çeng

elSi

ze k

elim

eler

in ta

nım

ların

ı res

im o

lara

k ve

rdim

. Önc

e re

sim

leri

tanı

mla

yan

kelim

eler

i bul

mal

ısın

ız. S

onra

da

bu k

elim

eler

i sol

dan

sağa

ya

da y

ukar

ıdan

aşa

ğıya

ok

unac

ak şe

kild

e, v

erdi

ğim

tabl

oya

yerle

ştirm

elis

iniz

.

Geçe

n ha

ftan

ın çö

züm

ü

Geçe

n gü

n ke

ndim

e pi

zza

alm

ıştım

. Tam

yem

eye

başl

ayac

ağım

sıra

da, a

klım

a gü

zel b

ir oy

un g

eldi

. On

u ha

zırla

mak

için

oda

ma

gitt

iğim

de sa

atle

r geç

miş

ve

pizz

ayı u

nutm

uşum

. Dön

düğü

mde

, pi

zzan

ın k

arın

cala

r tar

afın

dan

istil

a ed

ildiğ

ini g

ördü

m; o

nlar

ın k

ısm

etiy

miş

ded

im. K

arın

cala

rın

işle

rini k

olay

laşt

ırayı

m d

iye

pizz

ayı b

ölec

ekke

n, b

ir oy

un b

elird

i zih

nim

de. B

akal

ım si

ze d

e ilg

inç

gele

cek

mi?

3 ta

ne d

üzgü

n çi

zgiy

le p

izza

yı p

arça

lara

ayı

rın v

e he

r par

çanı

n iç

eriğ

i ayn

ı ols

un.

Çocu

klar

am

an d

ikka

tli o

lun!

Böl

me

işin

i yap

arke

n ka

rınca

lara

zara

r ver

mey

in.

1. A

FYON

2. A

YDIN

3. D

ENİZ

4. IĞ

DIR

5. İZ

MİR

6. M

7. N

İĞDE

8. O

RDU

9. R

İZE

10. V

AN

20 A

ĞUST

OS 2

013

SALI

21 - 27 AĞUSTOS 2013

ÇÖZMECE

Page 30: Zamandk225 egazete

21 - 27 AĞUSTOS 2013

YAVUZ ULUTÜRK

1Hak Dini Kur’an Dili” adlı dokuz ciltlik dev eserin müellifi Elmalılı

Muhammed Hamdi Yazır, 1878’de An-talya’nın Elmalı ilçesinde doğar. Babası, Burdur Gölhisar’a bağlı Yazır köyünden Numan Efendi’dir. Küçük yaşta köyünden ayrılan Numan Efendi, Elmalı’ya gelir, orada okur ve şer’iyye mahkemesinde başkâtip olur.

Hamdi Yazır, soyadı kanunundan sonra babasının doğduğu köyü kendine soyadı olarak alır. Yazır’ın önadı ise kendi doğduğu Elmalı’dan gelir. Yazır ilk ve ortaöğrenimini Elmalı’da tamamlar. Daha sonra İstanbul’a gelerek Küçük Ayasofya Medresesi’ne intisap eder. İstanbul’a on beş yaşında gelen Yazır, dönemin büyük bilginlerinden Kayserili Mahmud Hamdi Efendi’den icazet alır. Son derece zeki ve ilme meraklıdır. Kur’an’ı Elmalı’da bulunduğu yıllarda kendi gayretleriyle ez-berler. Onun kıvrak zekâsına işaret eden bir başka özelliği de 40 günde Fransızcayı ağır eserleri tercüme edecek kadar öğren-mesidir.

Hamdi Yazır, 1906 yılında müderrislik imtihanında başarılı olunca Beyazıt mü-derrisi olur. 1907’de ise hukuk fakültesini birincilikle bitirir. Meşrutiyet’in ilan edil-mesi ile memleketi Antalya’dan mebus se-çilir. Bir süre Medresetü’l-Vaizin’de çeşitli dersler verir. Süleymaniye Medresesi’nde günümüzün profesörlüğüne denk olan mantık müderrisliği yapar. 1918’de Da-rü’l-Hikmet’il-İslâmiyye üyeliğine seçilir. Kısa bir süre sonra da aynı kurumun baş-kanlığına tayin edilir. 1. Dünya Savaşı son-rasında Evkaf Nazırlığı görevini üstlenir.

Elmalılı Hamdi Yazır arkasında pek çok eser bırakmıştır. Bunlardan en önem-lisi ‘Hak Dini Kur’an Dili’ Kur’an tefsiri ve mealidir. Yazır, 27 Mayıs 1942’de vefat eder.

MEHMET AKİF VAZGEÇİNCE MEAL DE YAZARCumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte,

Batılılaşmanın bir gereği olarak medrese-ler kapatılmış, yeni eğitim sisteminde din ve Arapça eğitimine son verilmişti. Fakat on dört asırdır İslâm kültürüyle yoğrulan bu topraklarda dinî ihtiyaçları karşılaya-cak okulların ortadan kaldırılması, ülkede dinî boşluk meydana getirmişti. Öyle ki, bu boşlukta dinî konularda ehliyetsiz ki-şilerce ticarî amaçlarla Kur’an tercümeleri hazırlandı. Bunlar arasında Yüce Beyan’ın aslından ziyade Batı dillerindeki tercümeleri esas alınan, tahriflerle dolu çalışmalar da bulunuyordu.

Konu TBMM’ye taşındı. En azından Kur’an merkezli temel İslamî kültürün mil-lete kendi diliyle öğretilmesine karar verildi. Böylelikle Kur’an-ı Kerim ve temel hadis kitaplarının Türkçeye çevrilmesi için Diyanet İşleri Riyâseti görevlendirildi. Dönemin Di-yanet İşleri Reisi Rifat Börekçi ve yardımcısı Ahmet Hamdi Akseki’nin ısrarları ile meal görevi Mehmed Akif’e, tefsir görevide Elma-lılı Muhammed Hamdi’ye verildi.

Bir süre sonra Mısır’a giden Mehmet Akif meal çalışmasına orada devam etti. Hatta yazdığı mealleri Elmalılı’ya gönderiyor, o da tefsirine bu mealleri ekliyordu. Fakat bir süre sonra Mehmet Akif, yazdığı mealin ilerde Türkçe ibadet için kullanılabileceği endi-şesi ile geri adım attı ve tamamladığı meali TBMM’ye vermedi. Bu nedenle meal yazma işi de Elmalılı Hamdi’ye verildi. Kur’an’ın tefsiriyle birlikte mealini de yazan Elmalılı, 1926’da başladığı görevi 1938’de tamamladı.

Eserin özellikleriTefsirde takip edilecek genel esaslar,

eserin önsözünde de belirtildiği gibi Diyanet İşleri Riyâseti ile yazar arasında imzalanan protokol ile belirlenir. Buna göre önce tefsiri yapılacak ayet veya ayetlerin altına mealleri yazılacak, ardından da bu bölüm tefsir edi-lecektir.

Elmalılı, tefsirinde ayetler arasındaki mü-nasebetleri gösterir ve ayetlerin iniş sebeple-rine değinir. Eserde Kur’an’ın farklı okunuş özelliklerine sahip kıraatleri hakkında bilgiler de yer alır. Yazır, gerektiği yerde Kur’an’ın

ana konusunu ve muhtevasına işaret eden kelime ve ter-kiplerin dil izahlarını yapar. Tefsirinde özel-likle fıkhî konularda ve itikatta Ehl-i Sün-net’e, amelde Hanefî mezhebine bağlı kalır.

Elmalılı, kitabına yazdığı 25 sayfalık ön-sözde o devirde tartışma konusu olan Türkçe Kur’an ve Türkçe ibadet üzerinde önemle durur. Türkçe Kur’an tabirini kullananlar için bu mukaddimede, “Türkçe Kur’an mı var be hey şaşkın? Kur’an Arapça’dır.” diye sesle-nen Elmalılı, Kur’an’ın insanı aciz bırakan edebî parıltılarına işaret eder.

Mevcut BaskılarOn iki yılda tamamlanan Hak Dini

Kur’an Dili, dönemin Diyanet İşleri Baş-kanlığı tarafından 1935-1939 yılları arasında İstanbul’da Ebüzziya Matbaası’nda dokuz

cilt ve 10 bin takım olarak basılır. Bunun 2 bin takımı El-

malılı Hamdi’ye verilir, geri kalanı ise ücretsiz dağıtılır. Bu baskısından ofset olarak ikinci baskı 1960’ta, üçüncü baskı 1971’de yapılır. Daha sonra üçüncü baskı esas alına-rak Prof. Dr. Suat Yıldırım başkanlığında bir heyet tarafından hazırlanan bir fihrist 1982 yılında esere 10. cilt olarak eklenir. Tefsirin bugün farklı heyetler tarafından sadeleştiril-miş pek çok baskısı bulunuyor.

K U R ’A N ’ I H A K K I Y L A A N L A M A K İ Ç İ N :

Hak Dini Kur’an Dili

Türkçe yazılmış tefsirler içinde erişilmez bir yeri olan ve ‘tefsirlerin şahe-seri’ kabul edilen Elmalılı Hamdi Yazır’ın ‘Hak Dini Kur’an Dili’, bugün Kur’an’ı hakkıyla anlamak isteyenlerin vazgeçilmez başucu kitabıdır…

Hak Dini Kur’an Dili’ni ‘tefsirlerin şaheseri’, Elmalılı Hamdi Yazır’ı da Türkçenin üstatlarından kabul eden Fethullah Gülen Hocaefendi, müellifin eserinde kullandığı Türkçe için, “Elma-lılı, son devirde Türkçe olarak kâbına kimsenin ulaşmasına imkân olma-yan bir tefsir yazmıştır.” der. Kitapta kullanılan dil, devrinin dilinden daha ağır değildir. Fakat ilk baskısından elli yıl kadar sonra eserde sadeleş-tirme yoluna gidilmiştir. Elmalılı’nın Türkçeyi ne derece güzel ve ahengiyle kullandığını Hak Dini Kur’an Dili’nin mukaddimesine serlevha yaptığı, bir nevi münaacat da diyebileceğimiz şu satırlar açıkça gösterir:

“İlahî! Hamdini sözüme sertâc ettim, zikrini kalbime mi’râc ettim, Kitabı’nı kendime minhâc ettim. Ben yoktum var ettin, varlığından haberdâr ettin, aşkınla gönlümü bîkarar ettin. İnayetine sığındım kapına geldim, hidayetine sığındım lütfûna geldim, kulluk edemedim affına geldim. Şa-şırtma beni doğruyu söylet, neş’eni du-yur, hakikati öğret. Sen duyurmazsan ben duyamam, Sen söyletmezsen ben söyleyemem, Sen sevdirmezsen ben sevdiremem. Sevdir bize hep sevdik-lerini, yerdir bize hep yerdiklerini, yâr et bize erdirdiklerini. Sevdin Habibi’ni kâinata sevdirdin; Sevdin de hil’at-i ri-saleti giydirdin; Makâm-ı İbrahim’den Makâm-ı Mahmud’a erdirdin. Server-i asfiyâ kıldın. Hatem-i Enbiyâ kıldın. Muhammed Mustafa kıldın. Salât-ü selam, tahiyyât-ü ikrâm, her türlü ihti-ram O’na, O’nun âl-ü ashab-ü etbâına ya Râb!”

Tefsirde kullanılan Türkçe

Page 31: Zamandk225 egazete

27 Mayıs 2013 tarihli sayımızda “Bundan böyle içinde ‘AK Parti’ ve ‘Cemaat’ sözcükleri geçen yeni cümleler kurmak isteyenler, Başbakan Yardımcısı Bü-lent Arınç’ın Fethullah Gülen Hocaefendi’yle yaptığı son yüz yüze görüşme sonrasında dile getirdiklerini mutlaka hatırlamak zorunda.” diye yazmıştık. Arınç, “AK Partili bir Gülen beklemediklerini” belirtiyor ve “Siyasete ilgisiz değil ama onu bir siyasî partinin kalıp-ları içerisine koymamak veya hükümetin her yaptığına ‘ne güzel’ diyecek bir yaratılışta düşünmemek lazım. Bizden daha iyi görebiliyor; daha iyi değerlendirebi-liyor. Türkiye’yi ve dünyayı yakından, çok yakından

takip ediyor. Buna bizzat şahit oldum.” diyordu. “Eli boş döndü, iyi karşılanmadı” iddialarını da net bir dille yalanlıyordu: “Bizim dostluğumuz Allah içindir. Onu büyük hizmetleri sebebiyle seviyoruz.” Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da 16 Haziran’da İstanbul Olimpiyat Stadı’nda gerçekleştirilen 11. Türkçe Olim-piyatları’nın kapanış töreninde Türk okullarındaki öğretmenleri övüyordu: “Sizler bozkırdaki fidan gibi, çölün ortasındaki vaha gibi kuruyan dudaklarda bir damla su gibi, pörsümüş dimağlarda aydınlık bir ifade gibi en dar günlerde bize güzeli hatırlattınız.” Sonra, o sıralardaki Taksim Gezi Parkı gösterilerine dikkat

çekerek Türkiye’de 3 haftadır iki farklı fotoğraf oluştuğunu vurgu-luyordu: “Bir tarafta taş, sapan, molotof; diğer tarafta ise Türkçe vardı, Türkiye vardı. Bir tarafta öfke, nefret ve şiddet vardı; diğer tarafta, barış, merhamet, dost-luk dayanışma vardı. Bir tarafta

öfkenin diline esir olmuş vandallar; diğer tarafta Türkçeye sevdalanmış barış elçileri, ‘Dövene elsiz gerek, sövene dilsiz gerek’ diyen gönül neferleri vardı. Gerçek Türkiye manzarası, gerçek Türkiye tablosu işte budur. Binlerce yıldır dünyayı kucaklayan, kökü derinde, kökü Selçuklu’ya dayanan, kökü ta Osman-lı’da, kökü Sakarya’da, Dumlupınar’da, Kurtuluş Savaşı’nda bulunan bir büyük hareket vardır. Dışarıda anlık zevkleri için sokakları ateşe veren değil, kadim medeniyeti Türkçeyi omuzlarında taşıyan gerçek Türkiye mesajıdır bu.” Ama maalesef bunlar nifakların etkisizleşmesine yetmedi. Medya aracılığıyla asılsız ithamlar ve iftiralar her yanı sardı. Hocaefendi’nin onursal başkanlığındaki Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, 13 Ağustos’ta 11 maddelik açıklama yapmak zorunda kaldı. Erdoğan’ın fırsat buldukça yinelediği gibi bazı anlarda susmamak gerekiyordu. “Paralel devlet ara-yışı” ve “(MİT krizi diye isimlendirilen) 7 Şubat’ta Başbakan’ı tutuklayacaklardı” benzeri saçmalıklar artık işin özüne zarar veriyordu.

1Gezi Parkı eylemlerinin üzerinden hayli zaman geçti. Artık yaşananlara daha sağduyulu bakabi-

liriz. Kim kimdi, ne yapılmak istenmişti ve aslında olan neydi? Bu soruları hakkıyla cevaplayabilmek adına, AK Parti Milletvekili Prof. Dr. İdris Bal başkanlığındaki Avrasya Global Araştırma Merkezi’nce hazırlanan çok önemli bir rapor var önümüzde. Bilhassa ilk baş-larda sürecin iyi yönetilemediği açıkça dile getiriliyor metinde. Ancak asıl parmak basılan husus bambaşka. Zaten idari başarısızlığın arka planında da bu yatıyor. Darbe tehlikesinin tümden bitmediği vurgulanıyor: “2002’den itibaren siyasi istikrarla gelen huzur orta-mından dolayı halkın büyük kesiminde olduğu gibi yöneticilerin de büyük bir kısmında (Artık Türkiye’de darbe olmaz, illegal yapılanmalar abartılmamalı, Tür-kiye küresel bir güç oldu) gibi algılar abartılı bir şekilde güç kazanmıştır. Bu durum ise daha ihtiyatlı olmayı, tedbiri, mücadeleyi, geri plana itmiştir. Oysa Taksim olaylarının ikinci evresinde, yani olaylar tüm ülkeye yayıldığında ve şiddet kullanılmaya başlandığında da görülmüştür ki pusuda olan illegal yapılanmalar ha-rekete geçmiş, ‘fırsat bu fırsattır’ mantığı ile ellerinden gelen provokasyonu ve tahribi yapmışlardır.”

Raporun kamuoyuna yansımasından birkaç gün önce AK Parti Milletvekili Şamil Tayyar aynen şunları söylüyordu: “Eğer Ergenekon ve Balyoz gibi (dava) süreçler(i) olmasaydı, Gezi eylemleri Mısır’daki gibi askerî darbeyle sonuçlandırılabilirdi. Son YAŞ ka-

rarlarındaki cesaretin arkasında da darbe davalarının güçlendirdiği demokratik yapı vardır. Demokrasimi-zin önünü açtı, sivil iradeyi güçlendirdi; ekonomik ve siyasi istikrarı sağladı.” Ve ekliyordu: “Bu davalar olmasaydı AK Parti kapatılabilirdi. Bugün Silivri’de darbeciler değil, Cumhurbaşkanı ve Başbakan başta olmak üzere seçilmiş insanlar olabilirdi.” AK Parti Ge-nel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin de 12 Eylül 2010’daki anayasa referandumunun ardından gerçek

manada iktidar olunduğunu; evvelinde, asker ve bü-rokrat güdümlü vesayet sistemi sürdüğünü belirtiyor: “Eğer Türkiye darbeleri yaşamasaydı, inanıyorum ki şimdi en gelişmiş G-8 ülkeleri arasında yer alırdı.” Son sözü Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’a bırakalım: “Biz bugün ne yapıyorsak 12 Eylül referandumundan aldığımız güçle yapıyoruz. Bu camiaya (Hizmet Hareketi’ne) yüzyıllarca hakkımızı helal etsek geri kalmayız.”

31 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANGÜNDEM

Kara Kutu

Emniyet Genel Müdürlü-ğü uhdesindeki pasaport hizmetlerinin Nüfus Genel Müdürlüğü’ne, araba alım satım ve ruhsat işletmele-rinin ise noterlere devre-dilmesi planlanıyor. İlgili yasal mevzuat Meclis’ten geçip yürürlüğe girdiğinde polis, silah ruhsatlarından da el çekecek. Bu işi İçişleri Bakanlığı üstlenecek. Temelde evrak trafiğinin asgariye indirilmesi amaç-lanıyor. Böylece yılda 1 milyar lira tasarruf edileceği hesaplanıyor. Başbakanlık verilerine göre her sene 4 milyon 200 bin aracın devir teslimi yapılıyor. Prose-dürde Ek 1 adlı bir belge var. Formun en altında ‘daktiloyla doldurulması zorunludur’ yazıyor. Mua-meleciler bir belge tanzimi için 10 lira alıyor. Bu da toplamda 42 milyon lira demek. Pasaport büroların-da 3 bin 600 polis memuru çalışıyor. Bu kadar kişinin ofis işlerinde istihdam edil-mesi, Emniyet’teki kadro açığıyla çelişen bir durum. Öte yandan Emniyet’e geniş güvenlik tedbirleriyle girilmesi, hizmet pasa-portları düzenletenlerin hoşuna giden bir durum da değil. Bu arada polis üst yönetimi, istihbarat ve asayiş anlamında silah ve pasaportun kendilerinde kalmasını istiyor.

MUHAMMED ÇAKMAK

CHP’nin danışmanı, eski Parti Meclisi

üyesi

İSMET YEDİKARDEŞ

Ressam

ANDREY KARLOV

Rusya’nın yeni Ankara Büyükelçisi

“Bütün siyasetçiler, birbirlerinin yüzlerine bakarken utanacakları söz söylememeli.”

ABDULLAH GÜL11’inci

Cumhurbaşkanı

“Orgeneral Özel’in Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hak ve hukukunun korunması konusundaki çabasının şahidiyim.”

“Yaptığınız resim sizi Yaratan’a götürmeli.”

“(Türkiye’yle) Ticaret hacmimizi 34 milyardan 100 milyar dolara ulaştırmamız gerekiyor.”

10

Polis pasaporttan el çekecek

HAFTANIN SÖZLERİ

Fethullah Gülen Hocaefendi’ye Güney Kore’den barış ödü-lü verildi. Manhae Vakfı’nın 1997’den beri dağıttığı ödüle şimdiye dek pek çok Nobel ödüllü kişi de layık görülmüştü. Örneğin, Güney Afrika’nın eski Cumhurbaşkanı Nelson Man-dela ve Tibetli Budist lider Dalai Lama… Gazeteciler ve Yazarlar

Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil, sağlık problemleri sebebiyle programa katılamadığından kendisini temsille görevlendi-ren Gülen’in, ödülü şahsı için değil, insanlık ve barış uğruna faaliyetler gösteren gönüllüler adına kabul ettiğini belirtti. Gönüllülerin dünya barışına katkı sağlarken beklenti içine

girmediklerinin altını da çizdi: “Bu ödülün, insan-ı kâmil olma gayesi taşıyan ve memleketi için büyük fedakârlıklar yapan Ra-hip Manhae’nin adını taşıması da çok önemli.” Asya Gazeteci-ler Cemiyeti Kurucu Başkanı ve ödülün jüri üyesi Lee Sanggi ise “Sayın Gülen, sadece bugün için değil, geleceğe yaptığı yatı-rımdan ötürü önemli bir şahsi-yettir.” tespitini ortaya koyarken; Hanyang Üniversitesi’nden Ortadoğu uzmanı Prof. Dr. Lee Hee-soo da şu görüşteydi: “Kül-türler arasında diyalog için bü-yük emek sarf eden Fethullah Gülen’e bu ödülün verilmesi son derece anlamlı.”

Bu yılki tören Kangwondo eyaletine bağlı İnje kasabasında yapıldı. Vali Choi Moon-sooon, Kore Budistleri önderi Rahip Cha-seung, Emniyet Müdürü Yoon Cheol-gyu, Kültür Bakan-lığı Din İşleri Müsteşarı Kim Song-ho’yla birlikte ülkenin en tanınmış 100 şairi de oradaydı.

Fethullah Gülen’e Kore’den barış ödülü

Barış ödülünü Fethullah Gülen adına, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil aldı.

FOTO

ĞRA

F: C

İHAN

Sahibi/Publisher: Moving Media ApSYönetim Kurulu Başkanı/Chief Executive Officer

Vedat OğuzGenel Yayın Müdürü

Editor-in-Chief

Kamil Subaşı[email protected]

Haber MerkeziRedaktion Center

Hasan Cücük, Emre Oğuz, Menaf Alıcı, İbrahim Kaya, Engin Tenekeci,

Zeyd Yü[email protected]

ÜLKE VE BÖLGE TEMSİLCİLİKLERİ• İsveç: İbrahim Kaya .......................................................................................................................................... + 46 76 160 46 03• Norveç: Ömer Fevzi İpek ................................................................................................................................ + 47 21 39 54 57• Finlandiya: Fahrettin Çalışkan ..................................................................................................................... + 358 505 48 03 33• Grönland, İzlanda: Mehmet Bayhan .......................................................................................................... + 45 52783966• Aarhus: Rasim Atakan ..................................................................................................................................... + 45 42 78 93 64

NYE

Moving Media ApS • Holsbjergvej 41 B • 2620 Albertslund • Tlf: + 45 70 20 69 70 İnternet: www.zamaniskandinavya.dk • Baskı: OTM AVISTRYK IKAST | ISSN: 1903 6892

Reklam ................................................... [email protected] .................................................... +45715 14 385Haber: ........................................................haber@zamaniskandinavya.dk Okur Hattı: ........................................okurhatti@zamaniskandinavya.dk

Banka bilgileri: Danske Bank: Reg nr. 3129 Kontonr. 16922552IBAN: DK57 30000016922552 • SWIFT-BIC: DABADKKK

Gazetemizde yayınlanan yazı ve haberlerin yayın hakları Moving Media ApS’ye aittir. Yazı ve haberler referans gösterilerek kullanılabilir. Yayınlanan reklamların içeriğinden gazetemiz sorumlu değildir.

CVR-nr. 25065557

HAB

ER T

UR

U ACI GERÇEK: HİÇ DERS ALMAYIP TEDBİRİ HEP ELDEN BIRAKTIKÇA

ÖNÜMÜZDEKİ DARBE PLANLARINA BAKACAĞIZ!

N İ F A K L A R D A N K O R U N M A N I N E N D O Ğ R U Y O L U : H U C U R A T, 6

“Eğer bir fâsık size haber getirirse!..”

Page 32: Zamandk225 egazete

32 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANGÜNDEM

MURAT TOKAY İSTANBUL

1Prof. Dr Sedat Laçiner’i gerek gazete yazıları gerekse televizyon program-

larından yakından tanıyoruz. Uluslararası ilişkiler, uluslararası güvenlik ve Ortadoğu uzmanı. Ermeni sorunu ve PKK üzerine yayımlanmış kitapları var. Türkiye’de dü-şünce araştırma kuruluşları alanında dikkat çekici isimlerden biri. Stratejik Araştırmalar Kurumu’nun (USAK) kurucusu. Laçiner, şimdilerde Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nin (ÇOMÜ) rektörlüğünü yapıyor. Türkiye kritik bir süreçten geçiyor. Geçtiğimiz günlerde yaşanan Gezi Parkı olayları tansiyonu yükseltti. Barış sürecinin nereye evrileceği konusunda soru işaretleri var. Hemen yanıbaşımızdaki Suriye’deki iç savaş her geçen gün kızışıyor. Mısır’da ordunun yönetime el koyması ve Mursi taraftarlarını katletmesi yine bizi yakından ilgilendiriyor. Laçiner’le Mısır, Gezi olayları ve barış süreci özelinde konuştuk.

-Mısır’dan başlayalım isterseniz. Ülkede olan biteni nasıl görmeliyiz? Siz nasıl açıklıyorsunuz?Olan biteni anlamak için Ortadoğu’ya

bakmamız gerekiyor. 2003’te Amerika’nın müdahalesi ile Irak iç savaşa girdi. Bu savaş, mezhep temelli olarak inişli-çıkışlı devam ediyor. Kuzeyde bir Kürt devleti kuruldu. Benzer bir kader Suriye’de yaşanıyor. İç savaş, mezhep temelli olarak şekil alıyor. Bu iç savaş, Irak’taki gibi 8-10 yıl devam edecek gibi görünüyor. Aynı şekilde Arap dünyasının en büyüğü Mısır’da da bugün iç savaş havası oluştu.

-Müslüman Kardeşler, Amerika’nın da desteğini almıştı. Bir yılda ne oldu? Mursi’den neden vaz-geçildi?Arap Baharı denilen sokak olaylarına

kimi demokratikleşme dalgası olarak baktı, kimi de halk hareketi... Ben başından beri olayları kontrollü patlatma olarak değer-lendirdim. Ortadoğu’da değişimin başla-dığı nokta Arap Baharı değil, 11 Eylül’dür. Ortadoğu’daki bütün kırılmalar, domino taşı gibi birbirini etkilemeler, 11 Eylül’den sonra Amerika’nın Irak’a girmesiyle baş-lamıştır. Bugün bölgede yaşananlar bunun devamıdır. Bush yönetimi Ortadoğu’ya doğrudan müdahaleyi tercih etti. Irak’a girdikten sonra da şu söylendi: “Bundan sonraki hedeflerimiz şer ekseni; Suriye, İran ve Kuzey Kore’dir.” Dolayısıyla o dönemde en çok üzerinde tartışılan konulardan biri, “Suriye’ye nasıl gireriz?” idi. İsrail’in de arzusu bu yöndeydi. “Suriye’ye girilmezse bu iş yarım kalır.” dendi. Ama burada bek-lenmedik bir husus ortaya çıktı. Irak Savaşı çok maliyetli oldu. Irak’ta Amerika 11 Eylül saldırılardan daha fazla kayıp verdi. Afga-nistan ve Irak Savaşı’nın maliyeti 5 trilyon dolar olarak hesaplanıyor. Bu da 6-7 tane Türkiye demek. Bu hiçbir ekonominin kolay kolay kaldırabileceği bir maliyet değildir.

-Yöntem mi değiştirdi Amerika?Maliyeti çok yüksek olunca Amerika’da

bir grup insan bu yöntemin doğru olma-dığını düşünmeye başladı. Obama’nın ik-tidara gelişi, Bush’un hedeflerinden çok, yöntemlerine bir reaksiyondur. Obama ik-tidara geldiğinde Demokratların Ortadoğu önceliklerine baktığınızda Bush’unkiyle aynı olduğunu görürsünüz.

-Bu öncelikler neydi?İsrail’in güvenliği, Batı karşıtı grupların

oluşmaması, İslam’ın radikalleşmemesi, kontrol altında tutulması, gaz ve petrol gibi kaynakların Batı’nın kontrolünde olması,

akışın devam etmesi... Bir diğer konu da ‘Ortadoğu modernleşmek, demokratikleş-mek zorundadır’ düşüncesi.

-Bunu niye istiyorlar peki?Kontrollü bir şekilde demokratikleşme

olmazsa patlama olur. Bu patlamanın ne-rede biteceği de bilinemez. Burada da tered-dütler oldu. Yani Ortadoğu’ya sandık ku-rarsanız sadece İslam çıkar dendi. Obama döneminde Amerika’nın dış politika hedefi daha az doğrudan müdahale, daha az ma-liyetli operasyonlardır. Ama Bush’un bütün hedeflerinin gerçekleştirilmesi şeklindedir. Yöntem farklıdır. Bush demiştir ki “Ortado-ğu’da rejimleri, liderleri, gerekirse sınırları

değiştireceğiz.” Bunu Condoliza Rice’ın ağzından deklare de etmişlerdir. Şu anda Ortadoğu’da yaşanan Bush’un başlattığının farklı şekiller altında devamıdır.

-Halktan bir talep yok mu? Bunu dış güçle mi, komployla mı açıklayacağız?Yönlendirme var. Komplonun Ortado-

ğu’da olmadığını düşünmek için saf olmak lazım. Her şeye komplo demek de doğru değil. Dış müdahaleler, dış müdahaleye uy-gun yerlerde olur. Bunun en uygun olduğu yer de Ortadoğu’dur. Arap Baharı’nda hal-kın talepleri elbette çok güçlüydü. Setin ar-kasındaki coşkun bir su gibi seti zorluyordu. O baskıyı zaman zaman Batı kullanıyordu.

İdarecilere “Sana destek vermezsem selin altında kalırsın.” diyordu. Diktatörler de “Bana destek vermezseniz İslamcı bir hü-kümet çıkar.” diye kendini sağlama almaya çalışıyordu. Mısır’da iki yıl önce darbevari bir devrim yapıldı. ‘Kontrollü patlatma’ de-memin nedeni odur. Bazı kapaklar büyük oranda Batı’nın ve ordunun kontrolünde açıldı, setin arkasındaki su serbest bırakıldı.

-Mursi’ye iktidarın bırakılması bir oyun muydu?Ordu denetiminde bir devrim olur mu?

Bu ülkelerde ordu, rejimin sahibidir. Özel-likle Mısır’da tek parti iktidarı vardır. Bu ordu ülke ekonomisinin üçte birine sahip. Arazileri, işletmeleri var. Cumhurbaşkanı

Sisi’nin kafası Ergenekoncularla aynıOrtadoğu ve Türkiye’deki gelişmeleri Prof. Dr. Sedat Laçiner ile konuştuk. Laçiner, Ergenekon davaları sırasında emekli bir generalin, kendisine “Bu ülkede liboşlar, Kürtler, cemaatçiler ölürse ülke daha güçlü olur.” dediğini hatırlatıp “Şu an Sisi’nin kafası da aynı kafadır.” diyor.

“Ortadoğu’da bağımsız aktör sayısı çok az. Sisi dediğimiz adam tek başına hareket etmiyor. Uluslararası bir gücün franchise’ini yapıyor.”

Page 33: Zamandk225 egazete

33 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANGÜNDEMda hep ordudan çıkıyor. Böyle bir ülkede siz devrim yapacaksınız ve ordu sizin mu-hafızınız olacak. Hiçbir ordu kendi kendine darbe yapmaz. Bu gerçek bir devrim değildi. Halkın enerjisinin kontrollü bir şekilde dışa salınımıydı. Seçimlerde ordunun ve Batı’nın adayı kazanamadı. Müslüman Kardeşler’in destek verdiği Mursi seçildi.

-ABD başlarda sandığı kabullenmek zorunda mı kaldı?Amerika, seçilmiş bir idare istiyordu.

Ama seçilecek kişi Batı yanlısı olacak, İsrail’e zarar vermeyecek, radikallik unsurları taşı-mayacaktı. Müslüman Kardeşler, ABD’yi, orduyu ve ülkedeki farklı grupları mutlu edemedi. İletişim hataları oldu. Kısa sürede sonuçtan kimse memnun olmadı. Ekonomi zaten bozuktu ve böyle bir ortamda darbe şartlarını oluşturmak hiç de zor olmadı.

-Ama bir yılda bu nasıl mümkün olur?Bir yıl değil, birkaç ayda gidişat belli

oldu. Zaten Mursi’nin ayakta kalması çok zordu. Başından beri Mursi’yi devirmek istiyorlardı. Şimdi Batı’nın ve Arap dün-yasındaki işbirlikçisi yerel grupların bakış açısı şöyle: Bu ülkelerde seçim olsun ama seçimlerde mümkünse Batı yanlısı seküler birileri gelsin. Ilımlı İslam da olabilir. Eğer İslamcılar çıkarsa darbe dahil her şey mu-bahtır.

-Bugün bu mu yaşanıyor?Daha önce de kısmen uygulanmıştı.

Cezayir örneği var. 28 Şubat’la Türkiye’ye mesaj verilmişti. Batı’yla uyumlu olabilecek bir İslam mümkün mü? Hep bu arayış var. Hem sandıktan çıksın hem bizimle uyumlu olsun. Olamayacaklarını hissettikleri an her türlü tahribatı yapıyorlar.

-Darbe sonrası Mısır’da yüzlerce, kimi kaynaklara göre binlerce kişi öldürüldü. Cılız tepkiler dışında AB ve ABD’den hiçbir ses çıkmıyor. Bunu nasıl okumalı?İsrailci lobi Batı dünyasında geniş bir

kitleyi ikna etmiş vaziyette. Amerika’da, Avrupa’da, Ortadoğu ile ilgili her 10 kitap-tan yedisinin İsrail kökenli yazarlar tarafın-dan yazıldığını görürsünüz. İsrail çok uzun süredir bu alana yatırım yapıyor. Türkiye de bunu yapabilirdi. Her yıl üç-beş kişiye Batı üniversitelerinde bu alanda doktora yaptırmış olsaydık bugün farklı olurdu. Bu-güne kadar Türkiye’nin bu yönde ciddi bir yatırımı olmadı. Buna karşın tanımadığımız bölgeyle ilgili olarak çok iddialı politikala-rımız var.

-Türkiye bölgeyi tanımıyor mu? Ağabeylikten, rol modellikten bahsediliyordu. Nerede hata yaptık?Burada iki mühim sorun var. Birincisi,

kendimizi abartmak. Türkiye bir Almanya, bir Amerika, bir Rusya değildir. Türkiye’nin tek başına Suriye’yi hallaç pamuğu gibi havaya atacak bir gücü yoktur.

-Güç derken ekonomiyi mi kastediyorsunuz?Türkiye’de yüz büyük şirketi toplayın,

Amerika’da bir şirket kadar etmiyorsa siz büyük değilsinizdir. 500 şirketiniz Ame-rika’da büyük bir firma kadar etmiyorsa, orada haddinizi bilmeniz gerekir. Türkiye kabuğunu kırmış, tüylenen, kanatları yeni yeni çıkmaya başlayan bir devlettir. Daha uçmayı öğrenirken aşağıdaki fili yakalayıp kaldırmaya kalkarsanız tırnaklarınız kırılır.

-Şu an öyle miyiz?Evet öyleyiz. Herkesin bir enerjisi vardır

ve her yere yetmez. Türkiye şu an her yerde. Asya’da, Afrika’da, Ortadoğu’da... Agresif olursanız her yerde olmanıza müsaade etmezler ve sizin de onu savunacak, ken-dinizi koruyacak gücünüz olmaz. Gücünüz az ise ya bir yerlere odaklanacaksınız ya da dikkat çekmemeye çalışacaksınız. Bugün Türkiye’nin Ortadoğu’da başat aktör olacak gücü henüz yok. Türkiye büyük bir gücün veya ittifak sisteminin parçası olabilir. Böl-gesel bir güçle, -İran’la, Suudi Arabistan’la vs-. birlikte hareket edebilir veya Amerika ya da Rusya’yla birlikte hareket edebilir, ittifaklarla bir şey yapabilir. Ama tek başına

başat aktör, tek belirleyici olamaz. Ama yarın olacak inşallah.

-Niçin olamaz?Çünkü ilgisi ve bilgisi yok. Bilgisiz hiçbir

yerde operasyon yapılamaz. Bir de Ortado-ğu’da bağımsız aktör sayısı çok az. Vekiller sistemi çalışıyor. Sisi dediğiniz adam tek başına hareket etmiyor. Uluslararası bir gücün franchise’ini yapıyor.

-Ortadoğu’da Türkiye neden yalnız kaldı?Türkiye önce güçlü olduğu alanları tes-

pit etmeli. Bizim güçlü olduğunuz alan yumuşak güç dediğimiz, ‘soft power’ deni-len alan. Türkiye, Ortadoğu için bir ilham kaynağı. Türkiye’nin başarısı demokrasiyle İslam’ı birleştirebilmesinde gizli. Doğu’yu Batı’yı sentezleyebilmesi. Avrupa Birliği’ne girebilme gayreti. Yumuşak gücümüz yine dizilerimiz, sporumuz, ticaretimiz, kültürel ve sosyal ürünlerimiz. Türkiye siyasî alanda ise yumuşak gücüyle kıyasladığınız zaman bu kadar inisiyatif alanı geniş bir ülke değil. Soft power’dan siyasî ve askerî alana sert bir şekilde geçer, taraf olmaya başlarsanız yalpalarsınız. Sert dış politika izleyecekseniz bunun araçlarının da olması lazım. Araçları-nız yoksa üzerinize sadece öfke çekersiniz, korkutursunuz.

-Şu an olan biten bu mu?Ortadoğu’da operasyon yapacak güç

ve esneklikte çok iyi bir ordunuz, çok iyi bir istihbaratınız yoksa, diplomasiniz o ülkenin kılcal damarlarına sinmemişse, sokakları ele geçiremiyorsanız, o ülkenin yönetim kademesinde sizi tutan insanlar yoksa, o ülkeyle ilgili siz taraf olmayın. Olursanız bu işten zarar görebilirsiniz. Güçlüyseniz iki kavga edeni havaya kaldırırsınız. Ama cılızsanız bu halinizle iki kavga edenin ara-sına girerseniz ikisi de size zarar verebilir, kavgayı ayıramazsınız. Türkiye, Suriye’de oyuna geldi. Batı arkamdan gelir diyerek çok fazla öne çıktı. Batı, Türkiye’yi ateşin ortasına itti ve kaçtı.

-Yine bu süreçte İran’ın sırt çevirdiğini görüyoruz.Eski Ortadoğu, çatışmalar üzerine ku-

ruludur. Türkiye, iyi niyetle bölgeyi barış-cıl araçlarla yeniden inşa edebilir miyim diye yola çıktı. Burada da ikna edilmesi

gereken iki aktör vardı: İran ve İsrail. Eski Ortadoğu’nun ana taşıyıcısı bu iki devlettir. Buranın yeniden inşa edilmesinde en büyük zararı İran’daki rejim görür. Şimdi Türkiye neyi hedeflediğini bence iyi düşünmeliydi o günlerde. O zaman yetkili bir isme sor-muştum: “Bir sistemi yıkıp yerine yeni bir sistem kurmayı hayal ediyorsunuz. Eski sistemin sahipleri arasında Avrupa, Ame-rika, İran, İsrail var. Bir şeyi yıkıp bir şeyi yeniden inşa ettiğiniz zaman bundan kâr edenler olacak, zarar edenler olacak. Onlar buna müsaade etmezse ne yapacaksınız?” “Müsaade ederler. Herkesin işine gelir.” dedi. Herkesin işine gelse onlar değiştirirler. Türkiye’nin hesaba katmadığı husus budur. Ortadoğu’daki eski düzenin sahibi evin değişmesine müsaade etmiyor. “Evi ben değiştiririm” diyor. Şu anda da değiştiriyor. Arap Baharı denilen şey odur.

-Türkiye’nin dahil olması istenmiyor mu?Türkiye karıştırılmıyor. Karışsın isten-

miyor. Suriye’de olayın içindeymiş gibi görünüyor ama olayın dışında bırakıldı. Mısır’da da Türkiye dışarıda bırakılıyor. Bugünkü duruşuyla belki de Mısır’da arabu-lucu olma şansı da kalmayacak. Emin olun Türkiye’nin tepkisiyle Mısır’daki aktörler olgunlaşmayacak. İnsanların üzerine silahla ateş ediliyor. Şu ana kadar binden fazla kişi öldürülmüş, 5 bin kişi de ölse umurlarında olmaz. Suriye’de 100 bin insan öldü umu-runda mı Esed’in? Bunu anlamamız lazım. Bana Ergenekon davalarının en ateşli zama-nında bir emekli general, “Sedat, bu ülkede 35 milyon insan; liboşlar, Kürtler, cemaatçi-ler, şunlar, bunlar... ölürse ülke daha güçlü olur.” demişti. Şimdi bakın Sisi’nin kafası aynı kafadır. 12 Eylül sabahı insanlar sokağa çıksaydı, Kenan Evren gözünü kırpmadan bin kişiyi, iki bin kişiyi öldürtebilirdi.

-Türkiye mazlumun yanında duruyor. İlkeli bir davranış değil mi bu?Türkiye bence oyunu açık kartlarla oy-

nuyor. Dış politikada çok dürüst, çok dobra, çok açık bir duruşu var. Bu duruş tartışılma-lıdır. Ayrıca Türkiye’nin bu duruşu bölgede devletleri korkutuyor. Ortadoğu’da özellikle statüko yanlısı Suudi Arabistan gibi Körfez

ülkeleri Türkiye’den korkmaya başladı. İran da korkuyor. Mavi Marmara ile baş-layan uğraşlar Türkiye’ye küçük küçük zararlar verdi. Ama bu zarar her geçen gün büyüyor.

-Dış basında Erdoğan aleyhine yayınların dozunun arttığını görüyoruz. Türkiye nerede hata yaptı?

Türkiye, son yıllarda Ortadoğu’ya adeta sürüklendi. Ortadoğu’nun bir öne-minin olması dış politikamızda normaldir. Elbette ilgileneceksiniz. Ama Türkiye’nin güneyinde Suriye çöktü, Irak çöktü, İran uluslararası sistemin meşru bir aktörü gibi algılanmıyor. Rusya’yla Suriye meselesin-den dolayı iyi ilişkiler içinde olduğumuz söylenemez. Türkiye’nin bu türbülansta bir çapaya ihtiyacı var. O çapa neresi olacak? Uluslararası kurumlar olur. Av-rupa Birliği olur. Yine Türkiye’nin NATO çapasını güçlü kullanması lazım. İsrail’le bozulan ilişkilerimiz dolaylı olarak Ame-rika’daki dış siyaset ve savunma karar alı-cıları ile ilişkilerimizi sekteye uğrattı. Tür-kiye, AB’ye karşı ‘Gerekirse çeker gideriz’ blofünü gereğinden fazla kullandı. Hatta BM Güvenlik Konseyi’ne sert çıkışları oldu. Sonuçta Türkiye’ye karşı operasyon-lar başladı. Şimdi birileri Erdoğan’dan bir Ahmedinecat, bir Hizbullah lideri çıkar-maya çalışıyor. AK Parti’yi bir İslamcı, bir Hamas gibi algılatma çabası var Batı’da. Bu operasyonun bir başka hedefi Tür-kiye’yi diktatörlük gibi gösterme çabası. Bu operasyonlar yeni de değil. 2002’de AK Parti iktidara geldiğinde de benzer girişimler oldu. O dönemde hüküme-tin Avrupa’yla ilişkilerinin çok iyi olması bunları hep kırdı. Ama bugün geldiğimiz noktada Türkiye bu çapaya sahip değil.

-Barış süreciyle ilgili ülke ikiye bölünmüş durumda. Siz sürecin geldiği noktayı nasıl görüyorsunuz?Hükümet terör ve Kürt mesele-

sini çözme konusunda bir iradeye sahip. 2002’den beri çözmeye çalışıyor. Fakat terör ayrı bir iştir. PKK’da silahsız mücadele ira-desi mevcut değil. Başından beri hedefleri ayrı bir devlet ve yöntemleri şiddet. Burada gram sapma yok. Öcalan dışarı çıkmak istiyor.

-Öcalan ‘Bir devlet talebimiz yok’ dedi. Nevruz’da barış mesajları verildi. Bu doğru değil mi?PKK’nın nihai hedefi devlet kurmaktır.

Öcalan, orta vadede özerklik, uzun vadede bağımsızlık istiyor. Bu, değişmez bir hedef-tir. Yöntem silahtır. Silahını bazen kullanır, bazen de gölgesi ile korkutur. Başka bir aracı yoktur. Kürt meselesi ile terör ve Güneydoğu meselesi üç farklı konudur. Çö-züm sürecinde Türkiye tarafının iradesi var ama PKK tarafında böyle bir irade mevcut değil. PKK Türkiye’deki bu iradeyi taktik olarak kullanıyor, istismar ediyor. PKK’nın süreçte yaptığı tek şey silahların kullanımını yüzde 95 azaltmak oldu. Onun dışında faa-liyetlerini durdurmadılar.

-Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devletinin kurulması süreci nasıl etkiler?Şu an hem Kuzey Irak’ta hem Suriye’de

bir Kürt devleti olmasında Türkiye bir beis görmüyor. Burada bir kabullenme, mecbur kalma da var. Çünkü Bağdat ve Şam, Irak ve Suriye’ye hakim olamıyor. PKK da bundan yararlanmak istiyor. Barzani’ye ‘Burada da ben devlet kurayım’ diyor. Bunun çekişmesi var. Öcalan dışarı çıkıp Barzani’nin önüne geçmek, Atakürt olmak istiyor.

-PKK’yla masaya oturmak dışında çözüm nedir?‘Ben örgütle anlaşıp sorunu çözerim’

anlayışı doğru değil. Devletin örgütü değil, Kürt vatandaşları muhatap alması lazım. Onun ihtiyaçlarını gidermesi lazım. Türkiye hiçbir dönemde çok etkili askerî ve polisiye faaliyetleri demokratik reformlarla birlikte yürütmedi. Asker geçmişte etkili bir mü-cadele vermedi. Öldürme, etkili mücadele değildir. İşkence yapmak güvenlik politikası değildir.

S edat Laçiner

Page 34: Zamandk225 egazete

34 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANGÜNDEM

ZAMAN AMERİKA

1Fethullah Gülen Hocaefendi, ABD’nin ünlü dergisi The Atlantic’e özel bir

röportaj verdi. Jamie Tarabay imzalı röpor-tajda ‘İfade özgürlüğü’nden ‘İslam’da kadının rolü’ne, Hocaefendi’nin neden Türkiye’ye dönmediğinden, Musevilere dair görüşlerine kadar pek çok konuya değiniliyor.

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Türkiye ve Orta Asya’da iyi tanınmasına rağmen he-nüz ABD’de henüz pek bilinmediğine dikkat çeken Tarabay Gülen’e ilk olarak neden basının karşısına nadiren çıktığını soruyor. Cevap olarak mütevazı bir ailede büyüdü-ğünü ve utangaç bir yapıya sahip olduğunu belirten Gülen, inzivada bir hayat yaşamayı tercih ettiğini ifade ediyor.

Tarabay’ın dikkatini ilk olarak Gülen’in küçük ve mütevazi odası çekmiş. İstediği kadar geniş imkanlara sahip olabilecekken neden küçük bir odada yaşadığını soran gazeteciye Gülen şu cevabı veriyor: “Tüm hayatım bu şekilde geçti. Öğrencilik yılla-rımda ve sonrasında her zaman böylesine mütavazı bir yerde yaşadım. Bu, ülkemin insanları gibi yaşamak istediğimden kay-naklanıyor çünkü kendimi onlardan biri gibi görüyorum. Kendimi hiçbir anlamda katiyen üstün görmedim. Ayrıca bu benim tabiatımdan kaynaklanıyor. Ahirete ve böyle bir hayat yaşamanın doğru olduğuna inanı-yorum. Kendimi dünyaya fazla bağlamak istemiyorum.”

The Atlantic dergisinde yayınlanan ropörtajın devamı şu şekilde:

Hala öğrenci yetiştiriyor musunuz?Sağlığım el verdiğince burada hergün

öğrencilerimle vakit geçirmeye çalışıyorum. Bazı günler sağlığım buna engel oluyor ama hayatta kaldığım sürece onlarla birlikte ça-lışmayı istiyorum.

Bayan öğrenciniz olmadığını duydum.Arkadaşlarımız Türkiye’de bayanların

da katıldığı yüksek lisans seviyesinde ilahi-yat dersleri yürütüyor. Burada aynı sistem uygulanamıyor ama dersleri düzenli takip eden bayanlar var.

İslami geleneğe göre kadının rolü annelikten mi ibarettir? Hayır değildir. Anneliğin müstesna yeri

mahfuz, kadın mevzuundaki genel mülaha-zalarımız onların hususi halleri gözetilerek askerlik, hekimlik, hakimlik ve cumhurbaş-kanlığı da dahil her rolü üstlenebilmesi için imkan tanınması istikametindedir. Nitekim tarih boyunca Müslüman kadınlar hayatın her diliminde kendine göre katkıda bulun-muşlardır. Saadet asrında Hz. Aişe başta ol-mak üzere, Hz. Hafsa ve Hz Ümmü Seleme validelerimiz fukaha ve müçtehitler arasında yer almaktaydı ve onlara erkekler müracaat ediyordu.

Bu misaller dikkate alındığında İslam’da esasen kadının hayatını kısıtlama ve hareket alanını daraltmanin söz konusu olmadığı anlaşılır. Bugün maalesef bazı yerlerde İslami kaynakların yanlış yorumlanmasına bağlı olarak kadınların içtimai hayattan tecrit edil-mesi serişte edilerek Müslümanlık aleyhine dünya çapında propaganda yapıldı.

Eğer bu ülkede siz, inançlarınız ya da öğretileriniz hakkında çok fazla bilgisi olmayan insanlara tek bir şey söyleyecek olsaydınız bu mesaj ne olurdu?

Kendimi tanıtma gereği duymuyorum. Hiçbir zaman insanlar tarafından bilinmek veya tanınmak peşinde olmadım. Sadece inandığım fikirleri çevremdeki insanlarla paylaşıyorum. Eğer buna rağmen insanlar beni biliyorsa bu onların talihsizlikleridir.

Asıl inancım dünyada barışın sağlan-ması, insanları kötü davranışlardan eğitim yoluyla mümkün olduğunca uzak tutmak. Bir arap atasözü der ki: “Eğer bir şey bü-tünüyle elde edilemezse, tamamen de terk

edilmemelidir.”Sizden ilham alan insanların kurduğu eğitim mü-esseselerin sayıca çokluğundan endişe eden Ame-rikalılara mesajınız ne olur? Şayet bir eğitimci sizin eserleriniz ve hayatınızdan ilham almışsa bunun kendi hayatına nasıl yansımasını beklersiniz?Öncelikle bir hususu tashihle söze baş-

lamak isterim. Hiçbir okulun kuruluşunda veya yönetiminde bulunmadım. Benim tesi-rim, şayet bir tesirden bahsedilecekse, vaaz, konferans ve seminerler vasıtasıyla olmuştur.

Beni dinleyenler arasında eğer bir kredim varsa bunu bugüne kadar herkesi eğitim müesseseleri açmaya teşvik etmek için kul-landım. Ancak okuyan, düşünen, insanları seven ve birikimlerini insanlığın hizmetine sunan nesiller yetiştirmek suretiyle dünya çapında barış ve uzlaşmaya gidilebileceğini anlattım.

Fark edilme peşinde koşmuyorsunuz fakat ‘TIME’ın En Etkili İlk 100 İnsan’ listesi arasında son derece ihtiyaç duyulan ılımlı bir ses olarak anıldınız. Ne-den? Ve diğer ılımlı sesler kendilerini duyurmak için ne yapabilir?Dünyada ılımlı, farklı sesler olmasına

rağmen bazen bunlar arasında görüş birli-ğine ulaşmak zor olabiliyor. Belki bu açıdan örnek olmak daha önemli. Türkiye bu ko-nuda örnek olabilir mi? Bu hareket örnek olabilir mi, bu camia örnek olabilir mi? İnanıyorum ki kendi kendimizle yüzleşir-sek, kendimizi sorgularsak, herhalde iyi bir örnek olamadığımızdan ve değerlerimizi tam temsil edemedigimizden, dünyada büyük bir merak ve sempati görülemedi. Fakat Allah’ın izniyle bunun olacağından ümitliyiz. Bu görüşler Türkiye’de hoş görülmüyordu, ama şimdi yavaş yavaş benimseniyor. Ha-tırlarsanız bundan 20 yıl önce demokrasinin geri dönülmeyecek bir süreç olduğu söyledi-gimde, şu anda hükümeti destekleyen bazı medya organları buna şüpheyle yaklaşıp beni ciddi şekilde eleştirmişti.

Daha önceki ifadelerinizde “Eğer bir Müslüman ola-rak tam ifade özgürlüğüne sahip bir demokraside yaşıyorsanız o zaman başka türlü hükümete ihtiyaç kalmaz.” demiştiniz. ‘İfade özgürlüğünden mahrum Müslüman’a örnek verebilir misiniz? Ve böyle bir durumda Müslümanlar ne yapmalı?1950’lere kadar birçok Türiye dahil dün-

yadaki birçok ülkede Müslümanlar tam dini özgürlüklere sahip değildi. Hatta kişisel iba-detlere dahi izin verilmiyordu ve insanlar ibadetlerini gizlice yapmak zorundaydı. 6 yaşlarında bir ilkokul öğrencisi olduğum dönemde bir ders arasında öğlen namazını kıldığım için ceza olarak müdür tarafından bodruma kitlenmiştim. Bu tür baskılar ger-çekti. Diğer yandan bugün bazı Müslüman-lar baskıyla yüzleşiyor ve belli kişiler buna karşılık olarak intihar saldırıları düzenliyor. Din baskıya baskıyla cevap vermeyi onayla-maz ve buna cevaz vermez. Bugün Müslü-manlar bazı yerlerde baskıcı durumlarla karşı karşıya, Hristiyanlar ise başka yerlerde. Bazı şeyler zaman alıyor. Tüm insanllık barışçıl yaklaşımı benimsemelidir ama buna sadece toplumun uzun dönem rehabilite edilmesi yoluyla ulaşılabilir. Muvaffak olabilirmiyiz buna? Olabildigimiz kadar olur, olamadı-ğımız kadarına da niyetimizin mükâfatını görürüz.

Sizi seven çok insan var ama birçok insan da sizden çekiniyor. Bazıları Türkiye’ye dönmenizi istiyor ba-zılarının korkuları ise sizin oraya gitme ihtimaliniz.Bu tarz kutuplaşmış davranışlara, bakış

açılarına neden olan ne ilk ne de son insan benim. Tarih boyunca doğruya taraf olanlar engellerle ve husumetle karşı karşıya kal-mıştır, buna peygamberler dahil. Duruma bakıldığında belki kendimizi iyi temsil ede-medik veya insanlara kendimizi düzgün bir şekilde açıklayamadık diyebiliriz. Bunu ifade sadedinde şunu söyleyebiliriz: “Eğer onlara bizde endişe edilecek hiçbir şey olmadığını

FETHULLAH GÜLEN HOCAEFENDİ’DEN THE ATLANTIC’E ÖZEL RÖPORTAJ

Asıl inancım dünyada barışın sağlanmasıFethullah Gülen Hocaefendi Atlantic muhabirine, “İnsanları kötü davranışlardan eğitim yoluyla mümkün olduğunca uzak tutmak. Bir arap atasözü der ki: “Eğer bir şey bütünüyle elde edilemezse, tamamen de terk edilmemelidir.” dedi.

Page 35: Zamandk225 egazete

35 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANGÜNDEM

açık bir şekilde gösterebilseydik onlar da bize karşı husumet beslemeyecekti.”Dünya genelinde tüm toplumlar paranoya yaşıyor. Türkiye’deki insanlar da bundan etkinlenmiş durumda. Biz her bir olumsuz düşünce veya şüpheyi bertaraf edecek şekilde hareket et-meli, bu şekilde davranmalıyız. Ayrıca şunu kabul etmeliyiz ki bazı insanların geçmişten gelen bazı yerleşik tutumları var ve bu değiş-mez. Yani her insan tarafından aynı derecede sevilmek ve beğenilmek mümkün değil.

Geçmişte Museviler ve İsrail hakkındaki bazı söy-lemleriniz anti-semitik olarak algılandı. Buna ce-vabınız nedir?Farklı açılardan bakabiliriz bu meseleye.

Birincisi; insanın düşüncelerinde değişiklik olması her zaman için söz konusudur. Nite-kim yıllar önce bir yazıda bunu “Sen, dünkü ‘sen’, beriki de dünkü ‘o’ mudur? Demek ki yarınki sen ‘sen’, o da ‘o’ olarak kalmayacak-tır” şeklinde ifade etmiştim.

Muhataplarınızın söz ve davranışları sizin o mev-zudaki yorumlarınıza tesir edebilir. Özellikle 90’li yıllarda içine girilen diyalog sürecinde muhatap-larımızı daha iyi tanıma imkanı buldum ve daha evvelki genellemeci söylemlerimi tashih etme ih-tiyacı hissettim.Kemali samimiyetle itiraf etmek lazım ki

ayet ve hadisleri yanlış anlamış ve yaptığım izahlarda yanılmış, olabilirim. Şunu anladım ve daha sonra belirttim ki Kur’an’da veya sünnette yer alan eleştiri ve lanetlemeler belli bir inanca bağlı insanlara değil herhangi bir insanda olacak karakteristiğe yapılıyor. Bazen sözlerim amacı dışına çıkarılıyor. Bazı maksatlı çevreler konuşmanın bütünlüğünü bozup, montajlayarak sizin demediğiniz, de-meyi hiç bir zaman düşünmediğiniz şeyleri size söyletiyor. Bizim diyalog adına ortaya koydugumuz gayretleri bazı kesimler ‘Müs-lümanların Yahudi ve Hiristiyanlara bakı-şını yumuşatıyorsunuz’ diye tenkit ettiler. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) sünnetinde olmayan hiç bir şeyi yapmadım. “O da bir in-sandı” diyerek yanlarından gecen bir Yahudi cenazesine ayağa kalkan Efendimizdi (s.a.v). Geçmişte İsrail’in kimi icraatlarını tenkit ettim doğru, ama masumların hayatına kas-teden intihar saldırılarını da lanetledim.

Neden Pennsylvania’da kalmayı tercih ettiniz?Türkiye’ye dönmeme hukuki bir engel

yok ancak dönüşümün Türkiye’de büyük zorluklarla elde edilen demokratik kazanım-ları tersine çevirmek için fırsat kollayan bazı çevreler tarafından kullanılacağı endişesini taşıyorum. Türkiye’deki durumu da olumsuz hale getirmek, idareyi daha zor durumda bırakma ihtimali var. Hem ülkemiz için, hem çok geniş alanlı kendini hissettiren bir hare-ketin geleceği için o mevzuda fedakarlıkta bulunmak lazım. Daüssıla zehirini zembe-reğini içmek lazım, ama katlanmak lazım. Dolayısıyla, her ne kadar Türkiye’ye dön-meyi çok arzu etsem de bu endişelerim izale oluncaya kadar dönmeyi düşünmüyorum.

Diğer bir husus da, hakkımda yapılan

mesnetsiz ve yanlış yayınlarda bir çok iftira ve karalamalara maruz kaldım, bunların pek çoğunu hukuki yollarla tekzip ve tashih et-mek için hukuki yollara başvurdum. Burada ise bu tür rahatsız edici şeylerden uzakta olmam sebebiyle daha az etkileniyorum diyebilirim. Burayı daha asude buluyorum.

Türkiye’nin dünyadaki mevcut siyasi emellerini ve yerini nasıl görüyorsunuz?Türkiye Avrupa Birliği ile üyelik müzake-

releri yapıyor, bir kısmı Avrupa sayılıyor, bir kısmı Asya sayılıyor, Orta Doğu da sayılıyor. Politik olarak coğrafi durumu çok önemli bir yerde bulunuyor. Bence Avrupalılarla da kendi çevresinde olan ülkelerle de iyi bir münasebet içinde olması, öyle bir diplomasi oluşturması çok önemli Türkiye için. Türki-ye’nin hem kendi demokratik kazanımlarını koruyarak ilerletmesi hem de çevresiyle iyi ilişkilere sahip olması hayatı ehemmiyete haizdir. Ayrıca bu mevzuda esasen bazı dinamikleri değerlendirmek gerekir. Mesela Türkiye’ye karşı geçmişten tevarüs eden bir teveccüh, bir şuuraltı müktesebatı varsa bunun zedelenmemesi lazım. İtibarımızı korumamız lazım. İyi ilişkiler sevgiye bağlı, saygıya bağlı, hüsn-ü zanna bağlı, makuli-yet etrafında bir araya gelmekle mümkün olur. Türkiye bugün tam bunu yapıyor mu, yapamıyor mu, yapmıyor mu, bu üzerinde durulabilecek bir şey. Türkiye böyle bir dip-lomatik vetire başlatılabilirse, zannediyoruz bu Avrupa için de Amerika için de bütün dünya için de iyi olur. Fakat şu anda böyle bir şeyi yaptığımız, yapıp da semere aldığımız söylenemez çok.

Bir Müslüman olarak kendinizi ve İslam anlayışınızı nasıl tanımlarsınız?Kendimi Kur’an ve Peygamber Efendi-

miz Hz. Muhammed’in sünnetinin belirle-diği bir çerçeveye oturtmaya çalışan sıradan bir Müslüman olarak tanımlayabilirim. Bu konuda ulemanın, fukahanın, müfessirinin, hadis şarihlerinin, tasavvuf ehlinin eserlerini mütalaa etmeye çalıştım. Evvelki yıllarda bana tarikat mevzuunda da sualler tevcih edildi. Tarikat mensubu musunuz, veya ta-rikat karşıtı mısınız diye. Her ne kadar bir tarikat mensubu olmasam da tasavvuf bü-yüklerinin bana ciddi tesiri olmuştur.

Kendimi ve İslam anlayışımı nasıl tanım-ladığımı bir de bu ve benzeri beyanlarımın ötesinde tavır ve davranışlarda, insanlığa hizmet gayesiyle arkadaşlarımla beraber içinde bulunduğumuz faaliyetlerde araş-tırmak ve okumak lazım. Farklılıklarımızı çatışma sebebi yapmadan herkesi kendi konumunda kabullenerek huzur ve barış at-mosferinde birlikte yaşama, dünyayı mehd-i uhuvvet, kardeşlik beşiği haline getirme adına dünyanın dört bir yanında yapılagelen eğitim, diyalog, ekonomik yatırım, yardım faaliyetlerinde görmek lazım. Bütün bunlar bir bakıma bizim İslam anlayışımızın dışa akisleridir.

ŞİNASİ ALPAGO SEUL

1Güney Kore’nin, bağımsızlık müca-delesinin simge ismi Manhae adına

verdiği uluslararası barış ödülünü bu yıl Fethullah Gülen aldı. Ödül töreninde Türk okullarının dünya barışına sağladığı katkıya vurgu yapıldı.

Güney Kore’nin prestijli Manhae Ödülleri, görkemli bir törenle sahiple-rini buldu. Daha önce birçok Nobel’li ismin almaya hak kazandığı Manhae Barış Ödülü bu yıl Fethullah Gülen Ho-caefendi’ye verildi. Tibetli Budist lider Dalai Lama, Güney Afrika’nın eski Cum-hurbaşkanı Nelson Mandela da bu ödülü alanlar arasında.

Manhae Vakfı’nın 1997 yılından bu yana düzenlediği ödül töreni, bu sene de Kangwondo eyaletine bağlı İnje kasaba-sında gerçekleştirildi. Vizyon, edebiyat, sanat gibi birkaç dalda ödül veren vakıf, Barış Ödülü’nü Gülen Hocaefendi’ye takdim etti. Ödül törenine eyalet valisi Choi Moon-soon, Kore Budistleri önderi Rahip Cha-seung, emniyet müdürü Yoon Cheol-gyu, Kültür Bakanlığı Din İşleri Müsteşarı Kim Song-ho’nun yanı sıra ülkenin en meşhur 100 şairi katıldı.

Törende konuşma yapan Budist önder rahip Cha-seung, Kore’nin bağımsızlık mücadelesinin simge isimlerinden Man-hae ile iftihar ettiklerini söyledi. Onun adına kurulmuş vakıf aracılığı ile dünya barışına katkı sağlamış kişilere ulaşmanın önemli olduğunu ifade etti. Ödül alanlar arasında dünyanın dört bir yanında farklı kültürlerden, farklı dinlerden kişilerin ol-duğuna dikkat çeken rahip Cha-seung, bu ödüllerin kültürlerin kaynaşmasında etkin rol oynadığına vurgu yaptı.

Manhae Barış Ödülü takdim edil-meden önce Fethullah Gülen ve Hizmet Hareketi hakkında tanıtım yapıldı. Gülen

Hareketi sayesinde dünyanın dört bir ya-nında açılan okullarda her kültür ve din-den öğrencinin huzurlu bir şekilde eğitim aldığına dikkat çekildi. Ayrıca bu okulların dünyada barışın tesisinde önemli rol oy-nadığı vurgulandı. Sağlık problemleri se-bebiyle törene iştirak edemeyen Fethullah Gülen Hocaefendi’yi temsilen ödülü Ga-zeteciler ve Yazarlar Vakfı (GYV) Başkanı Mustafa Yeşil aldı.

Hizmet Hareketi’nin temelinde ya-şama değil, yaşatma ideali olduğunu belirten Mustafa Yeşil, gönüllülerin bek-lentisiz bir şekilde dünya barışına hiz-met etme gayretinde olduğunu kaydetti. Hocaefendi’nin, ödülü şahsı adına değil, insanlık adına, barış adına faaliyetler gös-teren bu gönüllüler adına kabul ettiğini dile getiren Yeşil, “Bu ödülün, insan-ı kâmil olma gayesi taşıyan ve memleketi için büyük fedakârlıklar yapan rahip Man-hae’nin adını taşıması da çok önemli.” dedi. Konuşmasının sonunda Kore’de önemli diyalog faaliyetlerine imza atan İs-tanbul Kültür Merkezi’ne de teşekkür etti.

Asya Gazeteciler Cemiyeti Kurucu Başkanı Lee Sang-gi de Hocaefendi’den ilham alan okulların dünya barışına büyük katkı sağladığını belirtti. Aynı zamanda Manhae Ödülleri jüri üyesi olan Lee, “Sayın Gülen sadece bugün için değil geleceğe yaptığı yatırımdan ötürü önemli bir şahsiyettir.” diye konuştu.

Hanyang Üniversitesi’nin Ortadoğu uzmanı Prof. Dr. Lee Hee-soo ise ödülün anlamını şu sözlerle ifade etti: “Kültürler arasında diyalog için büyük emek sarf eden Fethullah Gülen’e bu ödülün veril-mesi son derece anlamlı. Bu ödülün aynı zamanda Güney Kore ve Türkiye gibi iki kardeş ülke arasında ilişkilerin daha da gelişmesine vesile olacağını düşünüyo-rum.”

Güney Kore’nin dünyaca ünlü barış ödülü, Gülen’e verildi

Page 36: Zamandk225 egazete

36 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANDÜNYA

DIŞ HABERLER SERVİSİ

1Mısır’da 3 Temmuz’da gerçekleşen askeri müdahaleden sonra ardı ardına

katliamlara imza atan geçici yönetim, şiddet eylemleri düzenlediği gerekçesiyle Müslü-man Kardeşler’i (İhvan) yasa dışı ilân etmeye hazırlanıyor.

Önceki gün İçişleri Bakanlığı’ndan yapı-lan açıklamada İhvan hareketinin eylemle-rinin ‘terör’ kapsamına girdiği öne sürüldü.

Dün de dört saat kadar süren bir toplantı yapan Bakanlar Kurulu’nun konuyu tartıştığı belirtildi. Öte yandan, 36 İhvan mensubu, Kahire’de bir hapishaneye sevk esnasında kaçmaya çalışırken öldürüldü. Olayla ilgili yapılan çelişkili açıklamalar, akıllara infaz şüphesini getirdi.

36 tutuklunun öldüğü olayla ilgili resmi açıklamada, mahkûmların sevk esnasında bir güvenlik görevlisini esir alarak kaçmaya çalıştığı, bunun üzerine mahkûmları taşıyan

araca göz yaşartıcı gaz bombaları atıldığı ve ölenlerin boğularak öldüğü savunuldu. Ancak resmi basın kuruluşlarında ölümlerle ilgili farklı senaryolara yer verilmesi soru işaretlerini artırdı.

Son açıklanan ölü sayılarıyla birlikte, Çarşamba günü Kahire’deki Adeviyye mey-danında darbe karşıtlarına polis tarafından müdahale edilmesinden bu yana gösterilere müdahalelerde hayatını kaybedenlerin sa-yısı, resmi rakamlarla dahi 900’ü aştı.

Çarşamba ve cuma günü yaşanan olay-lardan sonra asker ve polis İhvan liderlerine yönelik tutuklama girişimlerini de arttırdı. Süveyş’te 9 gösterici, kiliselere saldırdıkları iddiasıyla tutuklandı. Luksor’da da 20 İh-van liderinin tutuklandığı bildirildi. Ayrıca, el-Fetih Camii’ne önceki gün yapılan polis baskınında gözaltına alınan TRT muhabiri Metin Turan da henüz serbest bırakılmadı.

Darbe yönetimi, İhvan’ı yasadışı ilan etmeyi planlıyor

DIŞ HABERLER SERVISI

1Mısır’da geçen gerçekleşen askerî müdahaleye darbe

demekten kaçındığı için eleştirilere hedef olan Avrupa Birliği, darbe yönetiminin barışçıl göstericilere kanlı müdahalesinin ardından dün Mı-sır’la ilişkileri “gözden geçireceğini” açıkladı.

AB Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy ve AB Komisyonu Başkanı

Jose Manuel Barroso tarafından yapı-lan ortak açıklamada, “Avrupa Birliği -uluslararası ve bölgesel ortaklarıyla işbirliği içinde- şiddetin sona ermesi, siyasî diyalogun yeniden başlatılması ve demokratik sürece dönülmesi için başlatılan çabalara kararlılıkla devam edecektir. Bu kapsamda AB ve üye-leri Mısır’la ilişkilerini önümüzdeki günlerde acilen gözden geçirecek ve bu hedeflere ulaşmak için önlemler alacaktır.” denildi.

A B ’ D E N M I S I R A Ç I K L A M A S I :

İlişkilerimizi gözden geçireceğiz

ZAMAN ANKARA

1Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Mısır’da yaşananların İslam dünyası açısından

utanç verici olduğunu söyledi. Savaşlarda bile bu kadar kayıp olmadığına dikkat çeken Cumhurbaşkanı Gül, “Mısır’da herkes şuurunu kaybetmiş durumda.” dedi. Gül, kaos ortamın-dan kurtulmak için Mısır’ın önde gidenlerine büyük iş düştüğünü belirtti.

Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi 3. Zirvesi için Azerbaycan’da bulunan Cumhur-başkanı Abdullah Gül, gazetecilere gündemi değerlendirdi. Gül, öncelikli olarak Mısır’daki katliama değindi. “Mısır’da şuurunu kaybetmiş bir durum var.” diyen Gül, ölü sayısının 650’ye ulaştığını, bunun kabul edilemez olduğunu vurguladı. Savaşlarda bile bu kadar kayıp ol-madığını vurgulayan Cumhurbaşkanı, “Akıllı savaşlar oluyor, nokta operasyonlar yapılıyor.

Bu asla kabul edilebilecek bir durum değil. Mı-sır’da herkesin şuurunu kaybetmiş bir durumu var. Böyle bir ortamdan Mısır’ı çıkarmak lazım. Hepimizin ve uluslararası camianın buna gay-ret etmesi lazım. Esas iş Mısırlıların kendisine düşmektedir. Mısır’ı aklıselimle bu durumdan çıkarmaları lazım. Yoksa Arap dünyasının en önemli ülkesi, halkı ile ordusu ile tükeniyor. Suriye bu şekilde kendini tüketirken Mısır’ın da bu hale düşmesi kabul edilecek bir şey değil.” dedi. Kaos ortamından kurtulmak için Mısır’ın önde gidenlerine büyük iş düştüğünü ifade eden Cumhurbaşkanı Gül, Türkiye’nin de yapılacak çalışmaya destek vereceğini belirtti. Bu duru-mun iç mesele olmanın çok ötesine geçtiğine de dikkat çeken Gül, “Onun için bu uyarıları, Türkiye’nin iç meseleleri kurcalama değil bir dostun duyduğu üzüntü, yaşadığı bir şok şek-linde görmek gerekir. Biz onlara yardımcı olmak istiyoruz.” diye konuştu.

‘Mısır’da herkes şuurunu kaybetmiş’

Page 37: Zamandk225 egazete

Rüyasını, seni tahtından edecek bir erkek çocuk dün-yaya gelecek şeklinde yorumlayarak kâhinler, her doğan çocuğu düşmanı haline getirmişlerdir Firavun’un. Tahtların kısa bacağıdır kâhinler.

Dünyaya eğri bir bakış için gerekçeler üretmektir görev-leri. Bir kez bulunmaya görsün gerekçe, her araç meşrulaşır. Bir çocuğu yakalamak için binlerce çocuğu öldürmek bir Firavun yöntemi haline gelir. Fusûsu’l-Hikem’de, zuhûr edecek olan Hz. Mûsâ’yı ortadan kaldırabilmek için Fira-vun’un 980.000 mâsumu katlettiğini söylüyor İbn Arabi.

O çocuğu öldürememiştir fakat. O çocuğu var eden izin vermemiştir buna. Bir sandık içinde göndermiştir celladına üstelik: “Bu çocuğu mu arıyordun!” Nil nehri ilahi kargonun teslimatçısı. İmza attırmadan veriyor kucağına Firavun’un karısının. O kadar sevimli ki, bir milyon bebeğin katili ona dokunamıyor. Bir “göz aydınlığı” olarak niteliyor onu. Se-vimli yüz engelliyor cinayeti. Firavunları şaşırtacak ilk ilahi yöntem: Sevimlilik.

Fakat şeytan da boş durmuyor. Şüphe değneğiyle karış-tırıyor Firavun’un kazanını. Ya bu çocuk o çocuksa! Sakalını çekti işte, bir tokat attı. Çocuktur diyor, Asiye. Deneyelim, diyor Firavun. Bir kapta köz, bir kapta mücevher. Bebek Musa’nın eli mücevhere giderken melek elini yakalayıp ateşe götürüyor. Dili yanıyor közü ağzına götüren Mu-sa’nın. Bu da ilahi bir korunma yöntemi: Hoşuna gitmese de tercihi, hatta yaksa da canını, yeri geldiğinde aklın kamufle edilmesi gerekiyor.

Hangi anne ayrı kaldığı çocuğuna kavuştuğunda anneli-ğini gizleyebilir. Fakat gizlemeli. Çocuğu için yapmalı bunu. Kader kendisine sütanne rolü verdiğinde bir yabancı gibi almalı onu kollarına. Dahası sütannelik teklif edildiğinde istekli davranmamalı. Benim başka bir bebeğim daha var, bilmem ki almam münasip olur mu, demeli. Kolay değil elbette. Fakat zorları kolay yapan “Bir”i var. “… Eğer Biz, (vaadimize) inananlardan olması için onun (Mûsâ’nın annesinin) kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse işi meydana çıkaracaktı. (Bu benim oğlumdur, deyiverecekti.”) (el-Kasas, 10.)

Çocuk Musa, Firavun’un sarayında büyüdü. Peygam-berlik gelip kardeşi Harun’la beraber Firavun’u uyarma sorumluluğunu yüklendiğinde bir ilahi yöntemle daha do-natıldı yola çıkmadan önce. “İkiniz Firavun’a gidin; çünkü o, iyice azdı. Ona tatlı, yumuşak bir tarzda hitap edin. Olur ki aklını başına alır, yahut hiç değilse biraz çekinir.” (Taha, 43-44.) Bir milyon bebeğin katiline yumuşak bir dille hitap edilmesini istiyordu Allah onlardan. Benzer bir ayette hitap doğrudan Hz. Musa’ya yönelikti: “Firavun’a git, muhakkak ki o azdı/Ve ona de ki: “Sen tezkiye olmak (nefsini temizle-mek) ister misin?”(Naziat, 17-18.)

Tatlı dil yılanı deliğinden çıkardı mı? Hayır. Fakat çıkarıp çıkarmaması değil, Hz. Musa ve Hz. Harun’un izlemeleri gereken üsluptu önemli olan. Firavun daveti reddetti. Da-hası İlah olduğunu söyledi onlara. Bir ilahi belgeye ihtiyaç vardı belki de aklına dönmesi için. Asanın dev bir yılana dönüşmesi, ya da elin bembeyaz kesilmesi karşısında bocaladıysa da vezirleri yetişti Firavun’a: “Sihirbazdır!” Vezirlerin görevi kimi zaman gerçekle tanışmasına engel olmaktı kralların.

Ülkedeki bütün sihirbazları çağırdılar. Göstersinler hünerlerini. Hz. Musa’yı itibarsızlaştırsınlar. Mısır halkı bu büyük karşılaşmayı seyretmek için toplanmıştı. Önce sihirbazlar ellerindeki ip ve sopaları yere attılar. İllüzyonla yılanlar dolaşıyormuş izlenimi verdiler ruhlara. Göz bağ-cılıkla insanları arkalarından sürüklemeye başlamışlardı ki Hz. Musa asasını yere bırakıverdi. Koca bir yılan oldu, bir ejderha. Sihirbazların yere attıkları ve yılan gibi gösterdikleri şeyleri bir bir yuttu. Hakikat karşısında kullanıldıklarını an-layan sihirbazlar canları pahasına Hz. Musa’ya iman ettiler.

Bu mucize karşısında kalbi yumuşamak şöyle dursun, Hz. Musa’yı halkı kışkırtmakla suçladı Firavun: “Gerçek-ten usta bir sihirbazsın. Gönlü tamamen bende olan Mısır halkını, ikiye ayırdın sen!” Asıl sihirbazlığın, birleştirmek (tevhid) için geleni “parçalayan” olarak sunmak olduğunu biliyordu Firavun. Algılarla oynamaya devam ederek ha-kikatin gelişini geciktirmeye çalıştı bu yüzden. Hz. Musa vazgeçmedi davasından. Kime dayanacağını bildiğinden, asasını öyle bir dayanak yaptı ki halkı ikiye bölmediyse de bir denizi ikiye ayırdı bir anda. Bütün yolların tıkandığı düşünülen bir zamanda yepyeni yollar açtı kavmine.

Firavun da Musa da Hâman da sihirbazlar da yaşıyor.

A. Ali Ural

Firavun da Musa da yaşıyor

37 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANDÜNYA

ZEYD YÜKSEL HELSİNKİ

1Finlandiya İslâm Dernekleri Federasyonu’nun Helsinki’de Mısır için düzenlediği protesto göster-

ilerine ilgi büyüktü. Birçok islâm ülkesi vatandaşı hep birlikte Finlandiya Meclisi önünde açıklama yaptılar. Göstericiler ellerinde taşıdıkları pankartlarda ‘Masum insanlara zulme son!’, ‘Bir ümmetiz’ ve ‘Askerî darbeye hayır!’ gibi mesajlar yazdılar. Finlandiya Meclisi önünde

açıklama yapan Federasyon yetkilileri bu zulmün bir an önce sona ermesini ve masum, günahsız insanların katledilmesinin kabul edilemez olduğunu ve Mursi’nin görevine iadesini isteyen bir açıklama yaptılar. Protesto gösterilerine Türk vatandaşları da Türk bayraklarıyla destek verdi. Filistin,Tunus, Mısır, Finlandiya ve Türkiye bayrakları ellerinde olan göstericiler Kur’an-ı Kerim’den ‘Zafer inananlarındır’ ayetlerini okudular. Göstericilerin hepsi ‘Rabia’ işareti yaparak tepkisini dile getirdiler.

Helsinki’de Mısır protestosu

FO

TO

: Z

AM

AN

ANKARA

1İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Mısır’da yaşananlara yönelik

tavrını yeterli görmeyen iktidar partisi sözcüleri, Genel Sekreter Ekmeleddin İhsanoğlu’nu istifaya çağırdı. İhsanoğlu ise Teşkilat’ın tavrının üye devletlerin ortaklaşa belirttikleri politikaların sonucu ortaya çıktığını ancak şu ana kadar hiçbir devletin toplantı için resmen başvurmadığını bildirdi. Ardından sitem etti: “İnsanlar bizi nasıl böyle eleştirebilirler ve kolay hüküm verebilirler ona şaşırıyorum.”

İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Genel Sekreteri Ekmeleddin İh-sanoğlu, Mısır’daki cuntanın kat-liamları karşısında sessiz kaldığına ilişkin şahsına yönelik eleştirilere tepki gösterdi. İki gün önce bir televizyon kanalında Mısır’da ya-şananları “vahşet ve kıyım” olarak değerlendirdiğini belirten İhsa-noğlu, BM Güvenlik Konseyi’nin üç üyesi istediği için toplandığını, İslam İşbirliği Teşkilatı’nda ise şu ana kadar hiçbir devletin resmen bir talepte bulunmadığını bildirdi. İhsanoğlu, “57 ülkenin üyesi ol-duğu İİT yapısı gereği sadece ge-nel sekreter demek değildir. Her şeyden önce üye devletlerin or-taklaşa belirttikleri politikaların sonucu olarak İİT’nin tavrı ortaya çıkar. Bütün bu olaylar ve açıkla-malar ele alınmadan insanlar bizi

nasıl böyle eleştirebilirler ve kolay hüküm verebilirler ona şaşırıyo-rum.” dedi.

İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğ-lu’na, hükümet cenahından ilk eleştiri Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’dan geldi. Bozdağ, Teşki-lat’ın Mısır’da yaşananlar karşı-sında sınıfta kaldığını öne sürer-ken, “Ben İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri olsam, çıkardım derdim ki ‘bu zulüm karşısında İslam ülkelerini işbirliğine davet ediyorum’. Eğer işbirliğine ya-naşmazlarsa çıkar derdim ki ‘ben İslam adına böylesi bir işbirliği teş-kilatının böylesi zulüm karşısında sessiz kalmasının onursuzluğunu taşıyamam’. İstifamı basardım oradan ayrılırdım.” dedi.

Ardından AK Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik, Twitter’dan tepki-sini dile getirdi. “İhsanoğlu’nun ne iş yaptığını bilen var mı? Bu zat, darbeden sonra Mursi’yi suç-lamıştı.” diyen Çelik, mesajının devamında şu ifadelere yer verdi: “İhsanoğlu’nun İİT genel sekreteri seçilmesi için Sn. Cumhurbaş-kanımızın ve Sn. Başbakanımı-zın büyük çabalarını hatırladıkça “yazık” diyorum. İİT böyle gün-lerde sesini yükseltmeyecek de ne zaman yükseltecek? Yoksa teşkilatta herkes parası kadar mı etkin? Yoksa General Sisi’ye gi-den paralarla İİT’nın suskunluk

kaynağı aynı mı?”Ekmeleddin İhsanoğlu, İktidar

partisi yetkililerinin bu sert eleşti-rileri üzerine açıklama yaptı. İh-sanoğlu, 17 Ağustos tarihinde bir televizyona yaptığı açıklamaların kamuoyunun gözünden kaçtığını belirterek televizyon kanalında yaptığı açıklamalardan, şu pasaj-ları aktardı:

“Mısır’da yaşananlar vahşet-tir. Böylesi bir kıyımın karşısında insanın kalbi dağlanıyor ve tüm vicdanınızla reddediyorsunuz. Mısır’da doğmuş ve büyümüş biri olarak benim hislerim ortalama bir Türk vatandaşının hissiyatının çok ötesindedir. Zira ben bu Mısır’ı çok yakından tanıdım ve sevdim. İki ülkenin tarihi bağlarını bilen birisi olarak benim üzüntülerim daha fazladır. Göreve geldiğimiz günden beri sicilimizin ne olduğu çok meydandadır. Bunu takip etme imkânı olmayanlar farklı kanaatler ifade ediyorlar. Şahsen herkesin söylediğinden daha faz-lasını söylemeye hakkı olan ama bu pozisyonda bulunan biri ola-rak müşterek bir karar olmadığı sürece açıklama yapmak için dev-letlerin konsensüsünü ve meka-nizmaların harekete geçirilmesini beklemem lazımdır. Talep üzerine toplandığımız zaman mutabakat hasıl olduğunda o mutabakatın ulaştığı nokta neyse onu ifade et-mekten aciz kalmayacağız.” ANKA

AK Parti ile İhsanoğlu arasında Mısır gerginliği

Page 38: Zamandk225 egazete

38KÜLTÜR 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MAN

ALİ PEKTAŞ

1Metin Haboğlu, ulvi duyguları müziğin diliyle anlatan bir sanatçı. Müziksever-

ler onu 2006 yılında yayınladığı Gönlümün Gülü isimli albümden hatırlayacaktır.

Bu çalışmasında Fethullah Gülen Hocae-fendi’nin şiirlerini yorumlayan sanatçı, dinle-yicilerden beğeni toplamıştı. Haboğlu, uzun bir aranın ardından Gittin Ya Suskunum adlı ikinci albümüyle karşımızda. Bu çalışma-sında yoğunluklu olarak Peygamber Efen-dimiz için yapılan besteler yer alıyor. Ayrıca hicret eden gönül erleri ve Çanakkale için yazılan eserler de... Metin Haboğlu ile yeni albümü ve müzik yolculuğunu konuştuk.

Onun müzikle tanışmasının doğuştan olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Zira meşguliyetinin ilk yıllarını hatırlamıyor. An-nesinin anlattığı anıları paylaşıyor: “Lastikleri gererek bir yerlere bağlar, sonra her birinden farklı sesler çıkarırmışım. Elime aldığım her aletten ritmik sesler çıkarmayı alışkanlık haline getirmişim. Sürekli olarak dinleme ve gözleme halim varmış.” İlkokulda bağla-mayla tanışmış. Ancak o yıllarda müzisyen olmak gibi bir düşüncesi yokmuş. Haboğ-lu’na hayatını müzikle devam ettirme kara-rını verdiren olay ise lise yıllarında yaşanmış. Sanatçının “Müzik ve sanatta ufkumu çizen kişi” dediği Hocaefendi ile tanışması onun hayatındaki en büyük ve önemli kırılma noktası: “Ankara’da Samanyolu Lisesi’nde okuyordum. Genelde etkinliklerde sahne alırdım. Bir gün okulumuzu Fethullah Gülen Hocaefendi ziyaret etti. Okulu dolaşırken sanatla ilgilenen yetenekli öğrenciler olup olmadığını sormuş. Öğretmenlerim, benden bir şeyler söylememi istedi. O yıllarda Reşit Muhtar’ın seslendirdiği Kırık Mızrap çok beğeniliyordu. Ben de bağlamamla Gönül Seni Bulmuş İse ile Kalk Ey Yiğit Uykudan’ı seslendirdim. Ben sahneden indikten sonra Hocaefendi yanındakilerle sanat ufkunu paylaşmış. Söylediklerini duyunca bir anda tüm düşüncelerim değişti.”

‘Hocaefendi’nin görüşleri rehberim oldu’Üniversitede müzik eğitimi almış Metin

Haboğlu. Daha o yıllarda radyo programla-rına katılmış. Sanat yolculuğunda Hocae-fendi’nin görüşlerinin kendisine rehber ol-duğunu anlatıyor. Bu yolda onun ne demek istediğini anlamaya ve yaşamaya çalıştığını söylüyor. Haboğlu, müziği bir amaç olarak görmüyor. Onun için müzik insanlara estetik ve ulvi duyguların aktarılmasında bir araç.

Müzisyen beste çalışmalarında yine Hocae-fedi’nin “Söz ahenge muhteva ise ritme is-yan etmemeli.” sözünün serlevha olduğunu anlatıyor: “Bediüzzaman Said Nursi ‘Kainat İlahi bir müzik dairesidir’ diyor. Etrafımıza baktığımızda Allah’ın yarattığı kainatta her varlığın bir ses ve musikisi olduğunu görü-yoruz. Bu musikiyle insanlara sanatsal ve ulvi güzellikleri aktarmak istiyorum.”

Sanatçı, Ankara’daki Neva Müzik Si-nema Tiyatro Derneği’nin koordinatörlü-ğünü yapıyor. Dernekteki müzik okulunda önemli bir sosyal sorumluluk projesini yürü-tüyor. İçişleri Bakanlığı ve Ankara Valiliği ile birlikte yürüttükleri projeyle suçlu ya da suça meyilli doksan kız çocuğuna müzik dersi, ailelerine de danışmanlık hizmeti veriyor.

Haboğlu ayrıca Uluslararası Türkçe Olimpiyatları’nın müzik yönetmenlerinden biri. Olimpiyatlardaki muhteşem görün-tünün ardında 11 ay süren bir çalışma ve emeğin olduğunu söyleyen müzisyen Metin Haboğlu, “Katıldığım çalışmalarda gördüm ki bu organizasyon, herhangi bir ülkenin desteği ya da mali bir güçle yapılacak bir iş değil. Tamamen Allah’ın lütfuyla icra edili-yor.” diyor.

Metin Haboğlu diğer yandan da New York merkezli bir projenin yürütücülerinden. Yeni kurulacak uluslararası bir yardım der-neği bünyesinde oluşturulacak Dünya Barış Orkestrası’nın kuruluşunda görev yapıyor. Bu orkestrada 13-23 yaş arası 150 çocuğun barış şarkıları söyleyeceklerini anlatıyor.

‘Amacım kimseye benzememek’Metin Haboğlu, müzik tarzının nevi şah-

sına münhasır olduğunu söylüyor. “Yaptığım müzik ulvi sözlerle anlatılmış, çağdaş alt-yapılarla bezenmiş, Türk enstrümanlarıyla süslenmiş bir tarz. Bir adı yok, özgün müzik diyebiliriz.” Haboğlu; farklı, çok sesli ve her zaman yeni şeyler yapmak istiyor. “Tek-düze bir iş yapamıyorum. Kendimi belli bir tarza sıkıştıramıyorum. Kimseye benzemek istemiyorum. Şu kadar insan beni anlasın ve tanısın diye ihtiraslarım da yok. Müzikle insanlara ve insanlığa hizmet etmek ama-cım. Allah’ın huzuruna gittiğimde ‘Kulum sana yetenek verdim. Ne yaptın? Kaç kişiye ne anlattın?’ diye sorduğunda rahat hesap vermek istiyorum.” diyor.

Müziğimle hizmet etmek istiyorum

1Türkiye’de yarın vizyona girecek ‘Tepenin Uşakları Orak Ayı 1980’

filminde yoğun olarak kullanılan Karadeniz şivesinin daha iyi anlaşılması için filmde Türkçe altyazı kullanılacak.

Trabzon Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Uzmanı olarak görev yapan Dr. İsmet Eraydın’ın yazıp, yönettiği ve ya-pımcılığını üstlendiği, Trabzonlu oyuncu-ların rol aldığı ‘Tepenin Uşakları Orak Ayı 1980’ filmi yarın vizyona giriyor. Trabzon Gazeteciler Cemiyeti’nde basın toplantısı düzenleyen ve ilk kez uzun metrajlı bir film çektiğini söyleyen Dr. İsmet Eraydın, şöyle dedi:

“Tepenin Uşakları Orak ayı 1980’ filmi tamamen yerel prodüksiyon ile Trabzon’da çekildi. Türkiye’de benim bildiğim ilk kez tamamen yerel prodüksiyon ile yapılan filmdir. Kısa film olarak çekime başladık

ama sosyal medyadan gelen olumlu me-sajlar sonrası uzun metraj olarak çektik. Film, 80’li yıllardaki bir Karadeniz köyünü anlatıyor.”

86 OYUNCUNUN 6’SI AMATÖR OYUNCU, 80’İ KÖYLÜ Eraydın, şu ana kadar yapılmış en ger-

çek Karadeniz filmini çektiklerine inandı-ğını belirterek şunları söyledi:

“Kanuni Eğitim ve Araştırma Hasta-nesi’nde Acil Uzmanı olarak görev yapı-yorum. Bu film için 86 amatör oyuncu ile çalıştık. Bunlardan sadece 6’sı amatör dü-zeyde tiyatro oynamış, Diğer 80’i köydeki insanlar. Şivesi, oyuncularıyla Karadenizi anlatıyor. Biz kendi şivemizi anlayabiliyo-ruz ama film Muğla’da da, İç Anadolu’da da vizyona girecek. Türkçe filme ilk kez Türkçe altyazı koyduk. Bu da bir ilk ola-

cak. Karadeniz şivesi daha iyi anlaşılsın diye bunu yaptık. Ayrıca filmdeki İngilizce konuşma sahnelerini de Karadeniz şive-sine çeviren altyazı koyduk. İlk başta 20 kopya ile çıkacaktık. Ama filme yoğun talep olunca 61 kopya ile çıkma kararı aldık. Biz 61’le özdeşleştik. Aylarda 61’nci gün olma-dığı için, tersi 61 olsun diye 16 Ağustos’u vizyona çıkış tarihimiz olarak belirledik. Umarım filmi yoğun ilgi görür ve bizde emeklerimizin karşılığını alırız. Yaklaşık maliyet 400 bin TL’yi buldu. Kaynak da tamamen kendi imkanlarımızla sağlandı.”

KÖYLÜ HİKMET’İN HİKAYESİ Trabzon’un Çiçeklidüz köyünde, 12

Eylül 1980 darbesinin yaklaştığı bir dö-nemde yaşanan olayları anlatan filmin konusu şöyle:

“Filmin baş karakteri genç Hikmet’in

babası Almanya’da çalıştığı için Hikmet, ‘evin reisi’ konumunda bulunuyor. Kışın okuluna devam edip yaz aylarında çobanlık yapan Hikmet’in en büyük hayallerinden biri öğrenimini ilerletip doktor olabilmek. Ancak, hem okuyup hem çalışmak onun için oldukça zor. Köyün en nüfuzlu ailesi-nin kızı Züleyha’ya duyduğu aşk eklenince Hikmet’in işi iyice zorlaşır. Yıllardır içinde sakladığı bu aşkı, arkadaşlarından aldığı telkinlerle Züleyha’ya anlatmaya karar veren Hikmet’in karşısında Züleyha’nın babası, Sabri Ağa gibi zorlu bir engel bu-lunmaktadır. Sabri Ağa’nın kızı için başka planları vardır. Öte yandan çevre köylerin birleşip üzerinde maç yaptıkları ‘Tepe’ de en büyük takıntılarından biridir ve bu tepe üzerinden köylülere karşı adeta bir savaş açmıştır.” (DHA)

Türkçe filmde Karadeniz şivesi için altyazılı çözüm

Page 39: Zamandk225 egazete

Hamdullah Öztürk

Hatırlayanlar olacaktır. Başlık, Cennetin Krallığı filminin son cümlesinden. Haçlıları yenilgiye uğratan Selahaddin Eyyûbi Haz-retleri, öyle insanca davranır ki, düşmanları hayrette kalır. Onların şaşkınlığını gidermek için Sultan Selahaddin, “Ben Selahaddin; Müslüman’ım.” der.

İslam’ın, insaniyete nasıl bir derinlik ka-zandırdığı, final sahnesinde tek cümle ile ve “İşte sinema bu!” dedirtecek netlikte ortaya konulur. Konu Mısır olunca akıllara ilk gelen Hz. Musa ve Harun (aleyhime’s-se-lam) oluyor. Bu iki ismin telaffuzu ile, aynı zamanda olayın perde arkasına güçlü bir mesaj da gönderiliyor. Yaşa-nan hadiselerin yürek-lerimizde yaktığı ateş, ilk anda Hz. Musa-Firavun meselesini hatırlatsa da, biliyoruz ki yaşananlar sadece Mısır ve İhvan meselesi değildir. İhvan kadar Hamas, Hamas kadar da AK Parti ikti-darı meselesidir.

AK Parti “ilkesel” olarak seçilmişlerin ya-nında yer almayı tercih etmiş olmakla bera-ber, darbenin ve katliamın arkasında yatan zihniyete göre “ülküsel” olarak da onların yanındadır. Asıl problem olan noktalardan birisi budur. Diğeri de halkın AK Parti-İh-van-Hamas’ı seçiyor olmasıdır. Dolayısıyla da demokratikleşmenin sağlıklı bir şekilde gelişmesinden kimlerin zararlı çıkacağı açık-tır. Bu durum, meselenin ülkü boyutuna karşı olanlarla, iktidar boyutundan endişe duyan-ları darbe ve katliamın arkasında birleştiriyor.

Dikkatlerden kaçmaması gereken bir başka husus da Brezilya’nın durumudur. Türkiye ve Brezilya’da eşzamanlı yaşanan protesto olayları gösterdi ki, mesele sadece Ortadoğu ve İslamiyet’le sınırlı değildir. Aynı zamanda ekonomisi yükselen ülkeler ve bu ülkelerin “Dünya düzeninde ben de varım.” deme isteğini bertaraf etme problemidir. Mısır’da ordu ile yapılmak istenen iktidar değişikliği, Türkiye ve Brezilya’da -böyle bir imkân şimdilik bulunmadığı için- sokaklar-dan ve meydanlardan yapılmak isteniyor.

Türkiye’deki “sıcak sonbahar”la eşzamanlı olarak, Brezilya’da protestocuların 7 Eylül’de tekrar toplanacağı konuşuluyor.

Brezilya Dışişleri Bakanı’nın, Mısır büyü-kelçisini çağırarak bilgi alması ve büyükelçiye “ülkede şiddetin kesilmesi ve sivillerin can güvenliğinden geçici hükümetin sorumlu olduğunun hatırlatılması” Brezilya’nın dur-duğu yeri koruduğunu gösteriyor. Brezilya dış politikasında önemli bir yeri olan sa-vunma bakanının, yarın Türkiye’ye yapacağı ziyaret de bu açıdan konjonktürel olarak ehemmiyet arz ediyor. Mursi, mayıs ayında

Brezilya’yı ziyaret etmiş ve bu ziyaretten, Türkiye-Bre-zilya arasında gelişen sıcak ilişkilere Mısır’ın da dahil olabileceğine dair intibalar oluşmuştu. Şimdi Mısır’da yaşananlar, geniş açıdan bakınca Brezilya ve Türkiye için de çanların çalması ma-nasına geliyor. Bu durumda, şuuraltını okumak isteyen-ler için, güç dengesizliğinin itirafı olarak algılanabilecek, “Bir Musa çıkar” mesajından ziyade, bölgenin bir Selahad-

din’e ihtiyacı vardır.Kendi adıma, Selahaddin Eyyûbi Hazret-

leri’ne ait bilgileri yetmişli yıllarda Fethullah Gülen Hocaefendi’nin vaazlarından edin-dim. Benim için o, Haçlı istilası karşısında sorumlu bir kişi olarak gülmeyi unutmuş, derin bir dava adamıydı. Düşmanın kuvve-tine rağmen mutlaka başarılması gereken vazife, ona dünya zevklerini unutturmuştu. Hoca, cuma hutbesinde tebessümün sünnet olduğundan, tebessüm etmenin sadaka ol-duğundan bahsederek, Sultan’ın biraz olsun efkârını dağıtmak ister. Namazdan sonra Hazreti Selahaddin, “Hocam! Galiba beni kastediyorsun. Söyle Allah aşkına, İslam âlemi bu durumdayken, ben nasıl gülebili-rim?” der.

Evet, Allah (celle celalüh) hükmünü ve-recektir ama bence bu hüküm Musa temen-nisini değil, Selahaddin azmini ve iradesini beklemektedir. Faziletini Haçlılara bile itiraf ettirecek bir Selahaddin’i...

[email protected]

‘Adım Selahaddin; Müslüman’ım!’

39 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANYORUM

Neyse ki çok sık olan bir şey değil: Bir ihtilafta baskın çıkmasını umduğunuz ta-rafların hepsi sersefil başarısızlığa uğrarken, tüm ‘kötü adamlar’ üstün geliyor.

Uzun süredir Suriye’de olan bu, olumlu bir işaret görmek son derece güç, zira baskıcı, gaddar güç-ler kendilerini güçlü biçimde kabul ettirdiler. Mısır’da ise bu mutlak umutsuzluk nok-tasına ulaşmak için altı hafta yetti.

Kazanan kötüleri kısaca özetleyelim: (Her türlü uzlaşmayı reddeden, Mısırlıların çoğunu Müslüman Kardeşlerin ezilmesi gerektiğine ikna eden ve kasten daha fazla şiddeti tetikleyen) Mısır ordusu; (değişimin kendi ülkelerine de geleceğin-den korkan) reform karşıtı Arap otokratlar; (seçimli demokrasiyi reddetmek için yeni bir gerekçeye kavuşan ve sadece silahlı direnişe inanan) tüm dünyadaki şedit cihatçılar.

Kilit hataların sorumluları kimler? Benim gözümde üç suçlu var: Mısır’daki sözde libe-ral muhalefet, Müslüman Kardeşler (MK) ve

Obama yönetimi.3 Temmuz’dan beri olan biten, her şey-

den önce, devrik cumhurbaşkanı Mursi’nin güya demokrat muhaliflerinin ahlaken ve siyaseten vefat ilanıdır. MK’den o kadar nef-ret ediyorlardı ki, orduyu müdahaleye çağır-dılar ve Mübarek döneminin egemenlerinin tüm dalavere ve manipülasyonlarını kabul ettiler. Eski düzeni uyumlulaştırarak, bunca zamandır mücadelesini verdikleri aşamalı reformları elde etmeyi umdular. Ama ordu tek amacının Mübarek tarzı güvenlik devle-tini yeniden kurmak olduğunu net biçimde gösterince, şeytanla yaptıkları anlaşma geri tepti. (İnternet ve sosyal medyada The Ara-bist diye bilinen) bağımsız analist İssander el Amrani, liberal kampın taktikleriyle ilgili sert bir eleştiri kaleme aldı. Liberal yanılsamaların hepsini gözler önüne seren The Arabist, iflah olmaz MK karşıtlarının çoğunluğunu, bilinçli biçimde, İslamcı kampın geniş kesimlerini kanun kaçaklarına dönüşmeye doğru itmekle suçladı.

Sorun şu ki, bu manevra gayet başarılı olabilir, zira görüldüğü kadarıyla, MK ha-

zırlıksız yakalandı ve bu sıradışı şartlarda son derece zor olmakla birlikte, kendi içinde uyumlu bir karşılık vermeyi beceremedi. Barışçı oturma eylemleriyle özellikle Mısır dışında saygı kazandı, ama geçen hafta aşırı şiddetle bastırılmanın ardından dizginler kimsenin elinde gözükmüyor. Eski liderlik hapiste, hareketin içindeki ılımlılar savun-maya çekildi ve pek çok genç militan kışkırt-maya gelmeye ve şiddete şiddetle karşılık vermeye istekli. Ordu tam da bu son senar-yonun gerçekleşmesini umuyor ki, MK’nin işini kesinkes bitirebilsin.

Mısır felaketinin baş yabancı sorum-lusunun ABD hükümeti olduğuna şüphe yok. İlkin, Obama, ordunun yönetime el koymasını darbe olarak tanımayı reddetti ve kanlı bastırmadan sonra bile Mısır’a ABD yardımının kesilmesi çağrılarını geri çevirdi. Böyle yaparak, ABD Başkanı, hem Mısırlı generallerin hem Mısır ve dünyanın başka yerlerindeki İslamcı radikallerin ekmeğine doğrudan yağ sürdü. Reuters’ten David Ro-hde’nin isabetli biçimde formüle ettiği gibi: “Obama’nın katliamlara şu ana dek verdiği

tepki, cihatçıların yıllardır adam toplamada kullandıkları savları doğruluyor. En sert çiz-gideki militanlar, uzun zamandır, ikiyüzlü Washington’ın Amerikalı, Avrupalı ve İsra-illilerin hayatlarını takıntılı biçimde korurken, Araplarla Müslümanların ölümlerini genelde umursamadığını söyleyip duruyor.’’

Ya Türkiye? Başbakan Erdoğan en sev-diği şeyi yapmakla meşgul: Farklı oyuncular arasında hiçbir ayrım gözetmeksizin, ahlaki üstünlüğe el koymak. ABD yönetimini yap-tığı pek çok yanlış için fırçalayabilir, ama bu yüzden Obama’nın katliamlardan Mısır ordusu lideri el Sisi kadar suçlu olduğunu iddia etmesi manasızdır, tabii eğer tek amacı içerdeki Amerikan karşıtı hissiyata oynamak değilse. Batı medyasını Kahire’deki kanlı olayları yeterince haberleştirmemekle suç-lamak, aynı gün ABD ve Avrupa’daki tüm büyük gazeteler dehşetle ilgili sayfalar dolusu haber yapmışken hem gülünç duruma düş-mek hem de abesle iştigaldir.

Vah Mısır vah. Vah Arap aleminin geri kalanındaki demokratlarla reformcular vah.

[email protected]

Mısır’da topyekûn başarısızlıkJoost Lagendijk

Mümtaz’er Türköne

Arap monarşileri ve darbecilerİkisinin tek ortak paydası var: Halkı

yönetimin uzağında tutmak. Halbuki Orta-doğu’da, halkın adının bile geçmediği tarih artık sona eriyor; asıl sürükleyici güç olarak rol oynayacağı yeni bir dönem başlıyor.

Akış bu istikamette. Engelleyenler, sel gibi gelen bu akışın önünde sürüklenip yok olacak. Mısır’da darbecilerin bu kadar kan dökmesinin sebebi bu. Bu kadar zulüm, halkın kararlılığının, darbecilerin de çaresiz-liğinin eseri değil mi?

Bu coğrafyanın son bir asırlık tarihi, halkın yer almadığı bir komplonun eseri. I. Dünya Savaşı başladıktan sonra, İngilte-re’nin Mısır Genel Valisi Mc Mohan Şerif Hüseyin ile anla-şarak bir harita çiziyor. Rusya, bu haritayı öğrenince ortalık karışıyor. Bunun üzerine İn-giltere ve Fransa’nın istihba-rat servislerinde görevli Sykes ve Picot isimli iki subay, Mo-han’ın haritasının benzeri bir harita yapıyorlar. 1916 yılının Mayıs ayında, Müttefiklerin üzerinde uzlaşma sağladıkları bu harita, bugünün Ortadoğu haritasıdır. Sadece devletler ve sınırlar değil, bu nev-zuhur devletleri yöneten monarşi sülaleleri de, bir iki istisna dışında o tarihte yapılan anlaşma ile belirlenmiştir. Masa başında çizilen bu sınırları hayata geçiren asıl faktör ise, Sykes-Picot’nun imzaları kurumadan 10 Haziran’da başlayan Arap ayaklanmasıdır. Mekke Şerifi Hüseyin’in önayak olduğu bu isyanla, birçok Arap kabilesi İngilizlerle aynı safta Osmanlı Devleti’ne karşı savaşmıştır. Aldıkları ödül, bugünkü sınırlardır. İngiliz-ler, işbirlikçilerini benzin istasyonu tabir edilen petrol yatakları üzerinde kurulan küçük emirliklerin başına getirmiş ve küçük şirket-devletçik benzeri aile mülkleri ortaya çıkmıştır. İngilizler önce, asıl işbirlikçileri Şerif Hüseyin’i yarı yolda bırakıp, onun ye-rine Osmanlı’ya en uzak duran Suud ailesini devreye sokmuş ve Ortadoğu’yu yukarıdan aşağıya sınırlarla “böl ve yönet” mantığı ile paramparça etmişlerdir. Bu mantığın ne kadar çok işe yaradığını, sadece Kuveyt üze-rinden son çeyrek yüzyılda yakalanan geliş-melere bakarak kestirebilirsiniz. Saddam,

haritada küçük bir rötuş yapmaya kalktı ve sular hâlâ durulmadı.

İslâm dünyasının ciğerini yakan Filistin meselesi, doğrudan Arap isyanının eseri-dir. General Allenby komutasındaki İngi-liz ordusunun sağ-güney kanadını takviye ederek, Suriye cephesinde üç koca Osmanlı ordusunun ağır bir yenilgi almasında en önemli rol Arap isyancılara aittir. Bu taar-ruz ile Türk ordusu Filistin’den çekilmiş ve Kudüs İngilizlere teslim edilmiştir. Sonraki adım Balfour deklarasyonu ile İsrail devleti ve Filistin sorunu olacaktır. Daha Filistin İngilizlerin eline geçmeden bu deklaras-

yon ile bir Yahudi devletinin kurulacağı ilan edilmiştir. Tarihi yeniden yazamayız. Yaşananları da yok sayama-yız. Açıkça tekrarlayalım. Şayet Şerif Hüseyin’in ba-şında bulunduğu Araplar, I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ni en zor anında ar-kadan vurmasaydı, bugün Filistin sorunu diye, bütün Arap dünyasını onursuzluğa

mahkum eden bir mesele olmayacaktı.Ürdün’e bakın. Neden böyle bir devlet

mevcut? Bu sorunun cevabı, hem bugün var olan sınırların mantığını, hem de ihanetin kalıcı izlerini gösteriyor. Böyle bir devletin varlığına gerekçe olabilecek coğrafî, poli-tik veya tarihî hiçbir temel bulamazsınız. Hikâye şöyle: Hicaz ve Taif bölgesi Suud ai-lesine teslim edilince, işbirlikçi Şerif Hüseyin ortada kalıyor. Onun oğlu Faysal’a, başına geçebileceği bir devlet bulmak için sağdan soldan kırpılan toprak parçaları ile Ürdün isminde bir devlet icat ediliyor. Bugünün Ürdün kralı, işte bu aileden geliyor.

1916’da kurulan “halksız” düzen tam bir asır sonra çöküyor. Suud’un ve diğer benzin istasyonu şeflerinin darbecilere ver-diği pervasız destek, kendi saltanatlarını sürdürebilmek için. Nereye kadar? Halkı denklemin dışında tutmak mümkün mü? Mısır’ın meydanları artık mümkün olmadı-ğını bütün dünyaya anlatıyor.

[email protected]

Kendi adıma, Selahaddin Eyyûbi Hazretleri’ne ait bilgileri yetmişli yıllarda

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin vaazlarından edindim. Benim için o, Haçlı istilası karşısında

sorumlu bir kişi olarak gülmeyi unutmuş, derin bir dava

adamıydı.

Ürdün’e bakın. Neden böyle bir devlet mevcut? Bu sorunun cevabı, hem bugün var olan sınırların

mantığını, hem de ihanetin kalıcı izlerini gösteriyor.

Page 40: Zamandk225 egazete

40 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MAN

KRAL VE SOYTARIDAĞISTAN ÇETİNKAYA

YORUM

MUSTAFA ARMAĞAN

1Medya geçmiş abaküsün başına, masum insanların her dakika artan

ölü sayısını abartarak ekranlara yansıtmakla meşgul. Müslümanlar yerine kedi veya köpek öldürülmüş olsaydı uluslararası camianın sesinin çok daha şiddetli çıkacağını tahmin etmek zor olmasa gerek.

Ancak Mısır sokaklarında kan ve göz-yaşı 60 yıldır dinmiyor. Gerçi İngiliz işgali döneminde de az acılar çekilmedi ama özel-likle 1952’de gerçekleşen askerî darbenin ardından Mısır sahnesi üç modern Firavun üretirken bunların İslamcı akımlarla ilişkisi veya tersinden söylersek İslamcı akımla-rın darbecilikle yakınlaşma veya uzaklaşma serüveni, bizi üzerinde düşünmeye sevk edecek olaylarla doludur.

1960’ların iki popüler devrimcisi Cemal Abdünnasır ve Ernesto Che Guevara bir görüşmede.

Bir başka deyişle Mısır’da darbenin ger-çekleştiği ve pekiştiği Temmuz 1952-Ekim 1954 dönemi ile Temmuz 2013’te başlayıp halen devam eden kanlı olaylar arasındaki 60 yılı aşan bağ, yalnız bugünkü katliama değil, Mısır’ın ve çağdaş İslamî hareketlerin darbecilerle imtihanına da ışık tutacak özel-likler taşır. Bugünkü nesiller fazla hatırlamaz ama 1970 yılındaki ölümüyle yalnız Mısır’da değil, Ortadoğu’da da bir dönemin sonunu ilan eden Cemal Abdünnasır, şaşırtıcıdır ama “Firavunlar zamanından beri ülkeyi yöneten ilk Mısırlıydı.” Mısır’ı hep ‘başkaları’ idare etmişti, artık Mısır, Mısırlıların olmalıydı. Yönetimiyle, ekonomisiyle, hukukuyla Mı-sırlıların…

İngiliz işgaline karşı Mısır aydınları ve halkının 1918’de başlattığı direniş hareketi 1922 yılında kısmî bağımsızlığı, 1936’da İn-giltere-Mısır anlaşmasıyla tam olmayan bir bağımsızlığı getirmişti. İngiliz askerlerinin Süveyş bölgesinden çekilmesi için 20 yıl daha beklemek gerekecek, son İngiliz bir-likleri Kanal bölgesini terk ederken takvimler 18 Haziran 1956’yı gösterecekti.

Ancak yakın dönem Mısır tarihini göz-den geçirirken fazla hafife alınan İhvan hare-ketinin süreçteki rolüne yakından bakmakta fayda var. Peki Mursi’ye yapılan darbeden itibaren meydanları bekleme eylemlerini ölümüne sürdüren ve darbe iktidarını kendi kanında boğma taktiğini yürüten Müslüman Kardeşler Cemiyeti, 1952 darbe sürecinde nasıl bir rol oynamıştı?

Darbecilerle neden yakınlaştılar?1940’lı yıllarda mensuplarının sayısı 200

bini bulan Müslüman Kardeşler’in kuruluş

kaygısını, hilafetin kaldırılmasından sonra oluşan boşluğun ümmet tarafından nasıl doldurulacağı teşkil eder. Hasan el-Benna, 6 arkadaşıyla cemiyeti kurarken dinî bir görev duygusuyla hareket ediyordu. “İslam’ı terk eden Türkiye’nin bozulması” hilafetin yeniden kurulmasını acil bir ihtiyaç haline getiriyordu.

Gerçi Mısır Kralı I. Fuad, hilafet kaldırılıp halife ve Osmanlı hanedanının büyük bölü-münün sınır dışı edildiği tarihten 2 yıl sonra, 1926’da Kahire’de bir ‘hilafet kongresi’ dü-zenleyecek ve halife seçilmek de isteyecekti ama şahsına yönelik endişeler sebebiyle akim kalacaktı bu girişim.

Savaş sonrası dönemde Mısır’da iki siyasî grup şekillenecektir: Birincisi Hür Subay-lar, ikincisi Müslüman Kardeşler. Bu ikili, Mısır’ın geleceğinde oynayacağı roller ve bırakacağı izler bakımından dikkatle izlen-melidir.

Aslında kasım ayında yapmayı plan-

ladıkları darbeyi, deşifre edildiklerini fark edince 23 Temmuz 1952’ye çeken Hür Su-baylar işi başarmışlardı ama ülkede hal-kın desteğini alabilecekleri en büyük siyasî oluşum Müslüman Kardeşler’den bağımsız olarak bu süreci yönetemeyeceklerdi.

İslam dünyasının bir dönemine dam-gasını vurmuş liderler: Yaser Arafat (solda), Nasır (ortada) ve Kral Faysal.

23 Temmuz devrimi, biraz da Müslü-man Kardeşler’in başarısıydı. Açıkça destek vermişlerdi. Hatta darbeci subaylardan ikisi bizzat İhvan üyesiydi. Nasır ve halefi olacak Enver Sedat’ın da İhvan’a yakın olduğu söy-leniyordu. 1953 yılında Nasır ve Sedat gibi darbe liderleri sanki çok umurlarındaymış gibi Hasan el-Benna’nın mezarını ziyarete gitmişlerdi. Bu, İhvancılara göz kırpmak anlamına geliyor, tabana mesaj veriyorlardı. Nitekim Filistin uğruna aynı saflarda çarpış-mışlar, hatta biraz da darbenin tohumu bu çarpışmalar sırasında atılmıştı.

Darbenin sonu: İdamlar

Bu sırada İngilizler bugün de ölü haber-lerinin geldiği İsmailiye şehrindeki bir polis karakoluna saldırarak 50 kadar Mısırlı polisi öldürürler. Ancak bu haber Mısır sathında hiç beklenmeyen güçlü bir halk hareketinin işaret fişeği olarak algılanır ve isyan baş-lar. İngiliz şirketi ve kurumlarına saldırılar gerçekleşir. Kahire’nin zengin semtlerinde yangının bini bir paradır. Mısır sokakları celallenmiştir. Tıpkı bugün olduğu gibi…

Gerçi Kral Faruk sokak isyanlarını bas-tırmayı başarır ama yönetimi de ağır bir yara alır. Kral tahtından indirilip sürgüne gönde-rilir. Çok da umurunda olduğu söylenemez, zira zevk ve sefahat sahasında yeni rekorlar kırmakla meşgul olan Kral Faruk, isyancılara teşekkür etmiş derler: “Siz indirmeseydiniz ben kendimi tahttan indirecektim.” Yerine 6 aylık oğlu Fuad geçirildi, 1,5 yaşındayken de tahttan indirildi! En küçük tahta çıkan ve en küçük tahttan inen kral unvanı o gün bu gündür ona aittir.

İşte bu dönemde iş başında bulunan General Necip ve Nasır’ın getirdiği geçici anayasanın laik niteliğini protesto eden Müslüman Kardeşler sokaklara dökülecek ve çatışmalar başlayacaktı. Sonuçta 26 Ekim 1954 günü Nasır tarafından İhvan mensubu olduğu iddia edilen birinin 8 el ateş etmesi üzerine (Müslüman Kardeşler’e yönelik komplonun bir parçası olduğu ileri sürül-müştür) büyük bir tasfiye hareketi başlatıla-cak ve İhvan’ın liderleri dahil binlerce men-subu tutuklanacak, işkencelerden geçirilecek ve toplam 8 idam cezası verilecektir.

Gerçi Başkan Hudeydi’nin cezası müeb-bete çevrilecektir ama bu çatışma ortamında içeriye alınan “Fizılali’l-Kur’an” adlı tefsiriyle tanıdığımız Seyyid Kutub 10 yıl hapiste ya-tacak, serbest bırakıldıktan birkaç ay sonra yeniden tutuklanıp idama mahkûm edile-cek, temyize giderse daha insaflı bir hüküm verileceği vaadine rağmen bunu reddederek 1966 Ağustos’unda idam edilecektir. (H. Bo-zarslan, Ortadoğu: Bir Şiddet Tarihi, İletişim: 2010, s. 86-129).

Böylece darbecilerle kısa yürüyüşü sı-rasında ağır bir darbe yiyen İhvan, Hüsnü Mübarek döneminin bitişiyle siyasi yasaklar kalkıncaya kadar yeraltına çekilmiş olup Tahrir’le siyasete geri dönmüştür. Ancak bu defa kararlıdır darbecilerle işbirliği yapma-maya. Ne pahasına olursa olsun o 1952-54 döneminden dersini almış bir İhvan vardır karşımızda. Meşruiyetten ayrılmamaya ka-rarlı olmaları bu yüzdendir. Tarihten ders almak böyle zamanlarda önemlidir.

[email protected]

İhvan’ın darbecilere direnişi geçmişteki acı bir tecrübeye dayanır

1960’ların iki popüler devrimcisi Cemal Abdünnasır ve Ernesto Che Guevara bir görüşmede.

İslam dünyasının bir dönemine damgasını vurmuş liderler: Yaser Arafat (solda), Nasır (ortada) ve Kral Faysal.

Page 41: Zamandk225 egazete

Ekrem Dumanlı

Biz neredeyiz?

21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANYORUM41

Aslında her hadisenin geçmiş zaman diliminde bir izdüşümü var. Tarihin te-kerrürden ibaret olması da bu yüzden. Tabii ibret alınırsa, ders çıkarılırsa… Ya hayat-ı Nebeviye? O da “mazi”ye dair bir destan olmakla birlikte, istikbale dair ibret levhaları taşımıyor mu? Mesela cesaret, sabır, teenni, zafer…

Hâşâ Allah Resulü hiçbir zaman korkmadı. Korkmazdı da. İlahî bir sı-yanet altındaydı çünkü. Buna rağmen temkini, tedbiri, teyakkuzu elden hiç bı-rakmadı. Kâbe’nin içi putlarla doluydu; ama o gönüllerdeki putları kırabilmek için o nâhoş manzaraya katlanıyordu. Arada bir gençler, “Çıkalım sokağa, gü-rül gürül haykıralım.” diyordu. Samimi bir niyetti o. Ancak ne mekân ona müsa-itti, ne zaman. Mekke müşrikleri öyle bir huruca dünden razıydı. Bir kıyam olsa da bir katliam yapsak havasındaydı za-limler. Lakin o Müşfik Rehber, zamanın ruhunu doğru okuyor, insanların kalp-lerine hitap ediyor, gönüllerin fethini ülkelerin fethinden önemli görüyordu. En acımasız işkencelere ailece maruz kalan Ammar bin Yasir’in şikâyetlerini gözyaşları içinde dinliyor, o muhteşem ailenin güzel delikanlısına sabır tavsiye ediyordu. Nitekim o sabır döneminde o güzel ana (Sümeyye) İslam tarihine ilk şehit kadın olarak geçiyordu.

En vahşi ambargo Mekke’de ya-şandı. Peygamber ve arkadaşlarının dış dünya ile bağları kesildi; ticaret yapa-maz, kız alıp veremez oldular. Ve hüzün senesi. Hatice Validemiz yokluk içinden varlığa kanatlandı. Baş hâmi vazifesini deruhte eden amca da vefat etti o sene. Yine de dayanmak gerekiyordu. Ruhlar-daki seyr-u sülûk bitmeden fethi mübîn gelmeyecekti çünkü.

Ve hicret… 13 yıl süren o meza-lim aslen ve neslen Mekkeli olan kişi-leri vatanlarından cüdâ düşürüyordu. Önce bütün dostlar daha emin belde-lere gönderilmişti. Ardından en sıddık dostunu yanına alan İki Cihan Serveri, yollara düşüyordu. Yollara… Mağaralara… Çöllere… Suikast timleri elli çeşit senaryo yazarken ve kanlı emellerine ramak kalmışken o, “Mahzun

olma. Allah bizimle beraberdir.” di-yordu.

Mücbir sebepler olmasaydı kılıç kın-dan çıkmazdı inanın; çünkü O, ölü kalp-leri ihya için gelmişti. Ne var ki yüreği kapkara, vicdanı simsiyah bir zümre, o masum kitleye nefes aldırmak istemi-yordu. Savaş zaruri olunca, “Yaşlılara, kadınlara, çocuklara, kendisini ibadet ü tâate vermiş ruhbanlara ve mabetlere ilişmeyiniz! Ağaçları yakmayınız! Hay-vanlara dokunmayınız! Ve servetleri he-der etmeyiniz.” buyurarak savaşıyordu. Bir de eman dileyenlere ilişilmemesini tavsiye ederek sulhun esas olduğunu öğretiyordu. Zaferle müjdelendiği sa-vaşlar kaçınılmaz olunca zırhının üstüne zırh giydi, tedbir ve temkin dersi verdi.

Hele Hudeybiye, hele Hudeybiye! İhrama girip yola çıkmışlardı. Silah-sızdılar. Sadece Kâbe’yi ziyaret etmek istiyorlardı. Ordular dikildi karşılarına. Kuşatılmışlardı. O müzakere yolunu seçti. Günlerce süren tahrik, tabii ki herkesin vicdanını kanatıyor, sabrını ta-şırıyordu; ancak o kuvvetler dengesinin olmadığı bir ortamda halkı mütegallip ve mütecaviz zalimlere karşı savunmasız duruma düşürmüyordu. Korkudan mı? Hâşâ!

En çetin dönemlerde diplomasiyi devreye soktu hep. Hudeybiye’de ren-cide edici çok şey yaşandı; ama o bir yandan sulh ile zaman kazanıp gönül seferberliğine devam etti; bir yandan da zalimlerin katliam yapmasına fırsat vermedi. Süheyl İbn-i Amr’ın anlaşma metninde yer alan “Resulullah” ifade-sini silmek istemesi tabii ki rencide edici bir talepti. O yüzden Hz. Ali o ibareyi silmek istemedi; ancak o mübarek eller bizzat o mukaddes hakikati o anlaşma metninden çıkararak yeni bir sayfa açtı İslam tarihine. Şüphesiz insanlık tari-hine de bir yeni dönemi muştuluyordu bu sabır ve tahammül… Gün geldi, devran değişti, gönüller fethedildi. Daha dün taşlarla, sopalarla, kılıçlarla kovul-dukları Mekke’yi fethetti gönül fatihleri. Sevinmek en tabii haklarıydı belki de.

Ne var ki Allah onlara şöyle seslendi: “Allah’ın yardım ve zaferi geldiği zaman. Ve insanların fevc fevc Al-

lah’ın dinine dehalet ettiğini gördü-ğün zaman. Rabb’ine hamd ile tesbih

et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O tevvabtır, tövbeleri çok kabul eder.” (Nasr Suresi).

Bu ne muhteşem bir zafer kültürü!Tam zafer coşkusunun orta yerinde

O, seni istiğfara, tövbeye davet ediyor. İslam’ın zaferi tövbe ile gelir de ondan. Zafer çığlığını Müslüman ancak secdede atar ve o çığlığı O’ndan başka kimse duymaz. O çığlık ki insanı benlikten, kibirden, istihkak düşüncesinden arın-dırır…

Ne diyor Mekke Fethi’nin kutlu şa-hitleri: Peygamber (sas) o kadar eğilmiş, o kadar eğilmişti ki alnı devesinin hör-gücüne değiyordu. Hazreti Muham-med’in (sas) tevazuu o kadar derindi ki, insanlık tarihinde hiçbir muzaffer kumandan bu makama böyle mazhar olmamıştı. Görünen o ki onca badireyi aşmakla mükellef insanımız hemen her yola başvurarak kendine bir çıkış yolu arıyor. Çoğu kez de bulamıyor maalesef. Çünkü yol haritasını, asıl bakması ge-reken yerde değil, karanlık bir dehlizde arıyor.

Cesaret, feraset ile el ele vermeli ki hikmet ve kudret çıksın ortaya. Acı gerçek şu ki yeryüzünde hakkaniyet ve adalet dağıtacak bir merci yok. Za-lim zulmüyle kendi sonunu hazırlar; o zulme takılıp umudunu ve azmini kaybeden de çağıyla hesaplaşamaz. Ne ağıt yakmak çaredir, ne beddua etmek. Ne güzel öğütlemiş o Muazzam Kitap: “Asra yemin olsun ki, insanlar ziyanda-dır. Ancak şunlar müstesna: İman edip salih amel işleyenler, bir de birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler.” (Asr Suresi) İşte reçete burada. İşte doktor orada. Ya biz? Gerçekten “helaket ve felaket asrının adamları” olan bizler ne-redeyiz? Asıl mevzu bu, gerisi angarya…

Gerilim hattında üzücü bir olayTürkiye’nin gözleri önünde yaşandı

hadise. Bir laboratuvar in-celemesi gibi bu vak’ayı analiz etmek gerekiyor. Zira olay tekil gibi gö-rünse bile bir gerilim hat-tını deşifre ediyor. Herkes bir tarafından mevzua yak-laşınca fotoğraftaki vahameti

anlamak mümkün olmuyor. Hacı Bek-taş-ı Veli törenleri için gelmiş bir bakanı konuşma boyunca yuhalamak o Veli’nin hangi tavsiyesiyle bağdaşır? Hele kalkıp yumruk atmak! Üstelik bunu “gazeteci” kimliğiyle yapmaya kalkışmak! Sonra da hiçbir şey yokmuş gibi ya da yapılan meşru imiş gibi davranmak!

CHP’liler de bu olaydan ağır yara aldı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıç-daroğlu konuşmasının arasına bir cümle sıkıştıramaz mıydı, olayı kınayamaz mıydı? Maalesef, Kemal Bey bir Bakan’a yapılan fiilî saldırıyı o topluluğun içinde eleştiremedi. Bilahare gazeteciler sordu-ğunda olayı tasvip etmediğini söylemiş. Çok geç, çok yetersiz!

Ya CHP’li vekiller. Saldırgana adıyla hitap edeni mi ararsın nerdeyse o kül-hanbeyinin yanağından makas almaya (!) kalkışanı mı? Kabul edelim; hoş bir manzara değil. Ellerinden gelse polis’in işlem yapmasına izin vermeyecekler. Yani bir adam kalkıp bakana yumruk atacak ve hiçbir kanunî işlem yapılma-yacak. Mesele bu noktaya gelince ortada ne akıl kalır ne insaf. Korkarım bu tarz hoyrat davranışlar gerilimi de artırır husumeti de. Gerekmez ki!

Ortada tasvip edilemeyecek bir ger-ginlik var. Alevi vatandaşlarımız üze-rinde yapılan kışkırtıcı propagandalar orada büyük bir tedirginliğe, gerginliğe; hatta ajitatörlerin de katkılarıyla hırçın-lığa dönüşmüş durumda. Daha önce de Alevi-Sünni gerginliği yaşadı bu ülke ve çok acı hadiselere şahit oldu. Bu kötü gi-dişatın önüne geçmek herkesin üzerine vaciptir. Hem iktidarda bulunanlar hem muhalefet görevini ifa edenler, yaklaşan tehlikeyi sezmeye, bertaraf etmeye mec-burdur. Özellikle Alevi kesimin tecrübeli insanları bu tehlikeli gelişmenin önüne geçmeli; yoksa Bekir Bey’e yapılan ve sessiz kalınarak savuşturulmaya çalışılan saldırıdaki hastalıklı psikoloji derinleşir ve yaralar açar. Yazık günah değil mi?

Page 42: Zamandk225 egazete

ÞÝF R

E KE LÝ M

E:1

23

45

6

KE

ME

A

VI

1

2

34

5

6

Bir oyuncu(Hadi ...)

Irak’n en küçük eyaleti

Süslü bahçe çardağ

Bir felsefi yöntem

Gülünç

Başndan kaza geçen

Şehir dş

Uzaklk ifadesi

İstavroz, put

Harcanan güç, enerji

Kanszlk

Su

Sanma

Bir tür koyun

Sert, gönül krc

Çağr, çağrma

Babann kz kardeşi

Bir tür kumaş

Bir tür başlk

Bir tür yakt

İzmir ilçesi

Bir nota

Aras olan

Sağlama

Bir soru

Kapal değil

Hurafe

Zariflik

Sonsuza değin

Bir yerin genel görünüşü

Dağ prasas

Aydn’n bir ilçesi

Yüz, çehre

Namazda

tutulan sra

Yasaklama

Su kab

Konuşulan asl konu

Mitoloji

Efendimiz’in en

yakn arkadaş

Ant

Erkek ad

Ayrmaç

İstanbul’da bir belde

Eski bir müzik

aleti

Boru sesi

Asker

Kabul etmem

e

Bir otoyolumuz

Lityumun rem

zi

Erkek ad

Kt

Özsu

Od

Bir Prof. (Toktam

ş ...)

Ad

Teknenin devrilm

esi

Uzak

İllet, hastalk

Kur’an’da bir sure

Tayin

Hoş koku

Takdir sözü

Resmin solun

daki (Hasan ...)

Tpk basm

Siyaset

Adalar topluluğu

Film çekm

e aleti

Gizli düşmanlk

Kan basnc

Resmin

sağndaki(Kadir ...)

Bir tür şirket

Bir şk birimi

Defa, kere

Askeri bir rütbe

Güz

Artlmş

Matem

atikte sabit say

Futbolda bir m

evki

Namlu oluğu

Erkek keçi

Konya ilçesi

Bir kümes

hayvan

Birden

İlkel silah

Gri renk

Srt ağrs

Kişisel

İtalya başkenti

y.sab rioglu@za m

an.com.tr

1925 EKİM

2012 PERŞEMBE ZA M

ANBULM

ACAHa zýr la yan: YAL ÇIN SAB RÝ OÐ LU

Bir tür üst giysisi

Haberleşme

Asker rengi

Nihayet

Bir bağlaç

Belirti

Haccn bir rüknü

Beddua

Nikelin remzi

SU

DO

KU

BU

LM

AC

ATab lo da ki tram

lý ka lýn çiz-gi ler le be lir len m

iþ 3’e 3’lük ka re le re, 1’den 9’a ka dar ra kam

la rý bi rer kez kul la na rak yer leþ ti rin. Öy le yer leþ tir m

e yap ma lý-

sý nýz ki, bü tün 3 lük le ri dol dur du ðu nuz da tab lo-nun bü tün ku tu la rý yu ka-rý dan aþa ðý ya ve sol dan sa ða 1’den 9’a ka dar ra kam

lar dan bi rer kez kul la nýl m

ýþ ol sun.

13

6

6

8

58

4

1

346

2

9

8743

21

93

614

8

75

2

17

29

38

54

6

39

56

42

78

1

48

65

17

29

3

36

98

24

71

5

47

81

56

23

9

15

27

39

86

4

69

14

87

25

3

82

75

63

91

4

34

59

21

67

8

Ç A

Ü

G

R

O

K

S

I Ü

N

H

Z

N

Ö

R

L C

N

A

Y

R

A

B

Ü

V

U

B

N

Þ O

Y

Y

K

E

S O

D

U

R

P

Ý

Ü

M

E S

A

O

L N

E

B

A

T İ

H

S O

E

V

F N

İ

R

Ü

M

T K

N

A

M

R

E R

Ý

C S

R

E N

O

R

A

L

Ý T

Ö

L N

T

Ü

U

N

H

Ý T

E F

S A

A

E

D

E A

S

P

O

R

E T

E

B

K

R

H

L S

Ö

N

G

Ý Ü

M

R

T

E Ð

Ç

V

R

Ý Þ

U

T E

L Ý

J İ

Ö

Þ Z

U

G

J M

A

K

R

J

N

E B

F F

B

H

D

M

E N

B

G

S

A

Ü

D

İ G

Ý

S A

E

H

K

Ý E

Ý G

Ý

J

L N

R

L

U

A

R

J Þ

O

R

A

V

O

A

Ý K

Ç

Ü

R

U

G

L U

G

G

Ý

T

D

E Z

R

Þ A

R

L

A

T A

N

A

K

R

Ý E

M

Ü

Ð

U

D

S H

G

H

Ü

E

E F

S N

Ý

K

P

A

L O

S

C Z

N

Z A

L

E U

R

Y

A

S

İ Ü

K

Ü

E

G

E K

Ü

R

N

Y

Z

S M

B

H

A

T

M

O

L Ý

A

Ü

Þ E

S A

R

E

T E

Z A

B

M

A

C

K

L B

M

K

Z

A

Y

Aþaðýdaki kelimeleri tablonun içine serpiþtirdik. Bunlarý bulabilir m

isiniz?ALYAN

S, BURSA, CAMBAZ, ÇÝÇEK, DERGAH

, ESARET, FETÝH, GAN

ÝMET, H

ALFETİ, ÝZMÝR, JÝLET, KAYSERÝ,

LÝMN

Ý, MAN

YAS, NEBATİ, O

RTAK, ÖÐREN

Cİ, PASAK, REKLAM, SADAKA, ÞARLATAN

, TAHSİS, UN

SUR, ÜN

LEM, VARO

Þ, YETENEK, ZERDALİ.

��

�İ

��

��

��

���

���

����

����

��

����

����

���

����

����

����

����

��

����

����

��

����

����

����

��

����

����

����

��

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

��

��

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

���

���

����

��

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

���

����

����

����

����

��

����

����

��

����

�����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

���

����

����

����

����

����

����

����

����

��

����

�����

����

����

��

����

����

����

���

����

����

����

����

����

����

����

����

����

��

��

����

����

����

����

����

����

���

����

����

����

���

����

���

��

���������������������������������������������������������������������

���������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������

����������������������

SOLDAN SAĞA 1) Edep, haya, doğruluk, güvenilirlik gibi faziletlerin sonucu olan ve yüksek değer taşyan haslet; ahlaki ölçülere bağllk.– Üzerine iplik, tel, şerit vb. sarlan, kenarlar çkntl, ekseni boyunca delik silindir, bobin. 2) Bir hastalğ iyi etm

ek veya önlemek için türlü

yollarla kullanlan madde, em

, deva.– Karadeniz’in kuzeyinde bir iç deniz. 3) Sesli bir uyar arac.– Tem

iz kalplilikle, safiyetle. 4) Aktinyum

un sembolü.–

Afganistan’n başkenti.– Tekil ikinci kişiyi gösteren söz. 5) M

emleketler, ülkeler,

diyarlar.– Gerçekten, gerçek olarak. 6) Allah (cc)’n bir kim

seye ihsan.– Bir bütünün önem

ce ikinci derecede olan ögelerinden her biri, teferruat, ayrnt. 7) Çplak ayakla.– Bir nota. 8) Destana benzer, destan niteliğinde olan, destans.– Doğal kalsiyum

ve demir fosfat.

YUKARIDAN AŞAĞIYA 1) Kşla, garnizon ve baz kuruluşlarn girişi. 2) Yüksek karak-terli, faziletli, iyiliksever. 3) Varlk, servet.– Afrika’da bir ülke. 4) Bir şeyin baş, tepesi.– Kürek veya yelkenle yürütülen

ufak tekne. 5) Şimdi, şu anda. 6) Bir canl

türünü veya canl topluluklarn barndran ve kendine özgü özellikler gösteren yaşam

a ortam. 7) Sahip, iye.– Şaşknlk

sözü. 8) Görevden alma.– Yaplar dş

etkilerden korumak am

acyla üzerlerine yaplan çoğu kirem

it kapl bölüm. 9)

Tellerden oluşan ve kaslarak vücut hareketlerini sağlayan organ ve bu organn telsi dokusu, adale.– Eskiden kâğt üreten devlet kuruluşu. 10) Kyam

et günü bütün ölülerin diriltilerek top- lanacağ yer, m

ahşer meydan. 11) Gündüze ait,

gündüzle ilgili. 12) Açklk, herkese açk olm

a, işin açkta yaplmas, gizlenm

emesi.

Bulmaca

Refik Aydýnr.ay din@

za man.com

.tr

12345678

12

34

56

78

910

1112

12345678

12

34

56

78

910

1112

S A

N T

R A

L

D E

D E

E S

E R

İ C

E D

İ T

C

L A

V

T E

V E

K

K İ

İ L

İ M

M

A N

İ D

A R

M

E R

İ H

Z

E M

İ

N

İ T

S

A K

I T

B

A N

Y

H A

R A

M

İ D

E R

E

E Ş

E L

E K

M

A

K A

M

42 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANBULMACA

BULMACALARIN CEVAPLARI 43’NCÜ SAYFADA

Page 43: Zamandk225 egazete

ÞÝF R

E KE

LÝ M

E:1

23

45

6

KE

ME

A

VI

1

2

34

5

6

Bir o

yunc

u(H

adi ..

.)

Irak’

n en k

üçük

ey

aleti

Süslü

bahç

e ça

rdağ

Bir fe

lsefi

yönt

em

Gülün

ç

Başn

dan

kaza

geçe

n

Şehir

Uzak

lk

ifade

si

İstav

roz,

put

Harca

nan g

üç,

ener

ji

Kanszlk

Su

Sanm

a

Bir tü

r koy

un

Sert,

gönü

l krc

Çağr, ç

ağrm

a

Baba

nn k

z ka

rdeş

i

Bir tü

r kum

Bir tü

r baş

lk

Bir t

ür ya

kt

İzmir

ilçes

i

Bir n

ota

Aras o

lan

Sağla

ma

Bir s

oru

Kapa

l değ

il

Hura

fe

Zarif

lik

Sons

uza d

eğin

Bir y

erin

gene

l gö

rünüşü

Dağ p

rasa

s

Aydn

’n bi

r ilç

esi

Yüz,

çehr

e

Nam

azda

tu

tulan

sra

Yasa

klam

a

Su ka

b

Konuşu

lan

asl k

onu

Mito

loji

Efen

dimiz’

in en

ya

kn ar

kadaş

Ant

Erke

k ad

Ayrm

İstan

bul’d

a bir

belde

Eski

bir m

üzik

aleti

Boru

sesi

Aske

r

Kabu

l etm

eme

Bir o

toyo

lumuz

Lityu

mun

rem

zi

Erke

k ad

Kt

Özsu

Od

Bir P

rof.

(Tokt

amş

...)

Ad

Tekn

enin

de

vrilm

esi

Uzak

İllet, h

asta

lk

Kur’a

n’da

bir su

re

Tayin

Hoş k

oku

Takd

ir sö

Resm

in so

lun

daki

(Has

an ...

)

Tpk

basm

Siyas

et

Adala

r to

pluluğ

u

Film

çekm

e ale

ti

Gizli

düşm

anlk

Kan b

asnc

Resm

in

sağn

daki

(Kad

ir ...)

Bir t

ür şi

rket

Bir şk

birim

i

Defa,

kere

Aske

ri bir

rütb

e

Güz

Artl

Mate

mat

ikte

sabit

say

Futb

olda b

ir m

evki

Nam

lu olu

ğu

Erke

k keç

i

Kony

a ilçe

si

Bir k

ümes

ha

yvan

Bird

en

İlkel

silah

Gri r

enk

Srt ağrs

Kişise

l

İtalya

başk

enti

y.sa

b rio

glu@

za m

an.c

om.tr

1925

EKİ

M 20

12 P

ERŞE

MBE

ZA M

ANBULM

ACA

Ha zýr

la ya

n: Y

AL ÇI

N SA

B RÝ O

Ð LU

Bir t

ür üs

t giy

sisi

Habe

rleşm

e

Aske

r ren

gi

Niha

yet

Bir b

ağlaç

Belir

ti

Haccn

bir

rükn

ü

Bedd

ua

Nike

lin re

mzi

SU

DO

KU

BU

LMA

CA

Tab l

o da k

i tra

m lý k

a lýn

çiz-

gi le

r le b

e lir l

en m

iþ 3

’e 3’

lük

ka re

le re

, 1’de

n 9’

a ka

dar r

a kam

la rý b

i rer k

ez

kul la

na ra

k ye

r leþ t

i rin.

Öy

le ye

r leþ ti

r me

yap m

a lý-

sý nýz

ki, b

ü tün

3 lü

k le r

i do

l dur

du ðu

nuz d

a ta

b lo-

nun

bü tü

n ku

tu la r

ý yu k

a-rý d

an a

þa ðý

ya v

e so

l dan

sa

ða 1

’den

9’a

ka d

ar

ra ka

m la

r dan

bi re

r ke

z ku

l la ný

l mýþ

ol sun

.

13

6

6

8

58

4

1

3 4 6

2

9

8 7 43

2 1

93

6 14

8

7 5

2

17

29

38

54

6

39

56

42

78

1

48

65

17

29

3

36

98

24

71

5

47

81

56

23

9

15

27

39

86

4

69

14

87

25

3

82

75

63

91

4

34

59

21

67

8

Ç A

Ü

G

R

O

K

S

I Ü

N

H

Z

N

Ö

R

L C

N

A

Y R

A

B

Ü

V

U

B

N

Þ O

Y

Y K

E

S O

D

U

R

P

Ý

Ü

M

E S

A

O

L N

E

B

A

T İ

H

S O

E

V

F N

İ

R

Ü

M

T K

N

A

M

R

E R

Ý

C S

R

E N

O

R

A

L

Ý T

Ö

L N

T

Ü

U

N

H

Ý T

E F

S A

A

E

D

E A

S

P

O

R

E T

E

B

K

R

H

L S

Ö

N

G

Ý Ü

M

R

T

E Ð

Ç

V

R

Ý Þ

U

T E

L Ý

J İ

Ö

Þ Z

U

G

J M

A

K

R

J

N

E B

F F

B

H

D

M

E N

B

G

S

A

Ü

D

İ G

Ý

S A

E

H

K

Ý E

Ý G

Ý

J

L N

R

L

U

A

R

J Þ

O

R

A

V

O

A

Ý K

Ç

Ü

R

U

G

L U

G

G

Ý

T

D

E Z

R

Þ A

R

L

A

T A

N

A

K

R

Ý E

M

Ü

Ð

U

D

S H

G

H

Ü

E

E F

S

N

Ý K

P

A

L

O

S C

Z N

Z A

L

E U

R

Y

A

S İ

Ü

K

Ü

E

G

E K

Ü

R

N

Y

Z S

M

B

H

A

T

M

O

L Ý

A

Ü

Þ E

S A

R

E

T E

Z A

B

M

A

C

K

L

B

M

K

Z A

Y

Aþað

ýdak

i kel

imel

eri t

ablo

nun

için

e se

rpiþ

tird

ik. B

unla

rý b

ulab

ilir

mis

iniz

?AL

YANS

, BUR

SA, C

AMBA

Z, Ç

ÝÇEK

, DER

GAH,

ESA

RET,

FET

ÝH, G

ANÝM

ET, H

ALFE

Tİ, Ý

ZMÝR

, JÝL

ET, K

AYSE

RÝ,

LÝM

NÝ, M

ANYA

S, N

EBAT

İ, OR

TAK,

ÖÐR

ENCİ

, PAS

AK, R

EKLA

M, S

ADAK

A, Þ

ARLA

TAN,

TAH

SİS,

UNS

UR,

ÜNLE

M, V

AROÞ

, YET

ENEK

, ZER

DALİ

.

��

�İ

��

��

��

���

���

����

����

��

����

����

���

����

����

����

����

��

����

����

��

����

����

����

��

����

����

����

��

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

��

��

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

���

���

����

��

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

���

����

����

����

����

��

����

����

��

����

����

���

����

����

����

����

��

����

����

����

����

����

����

����

���

����

����

����

����

����

����

����

����

��

����

���

����

����

����

����

����

����

���

����

����

����

����

����

����

����

����

����

��

��

����

����

����

����

����

����

���

����

����

����

���

����

���

��

����

����

�����

����

�����

����

����

�����

�����

������

�����

����

�����

����

�����

�����

����

����

�����

����

�����

����

�����

����

����

����

�����

�����

����

�����

���

����

����

������

�����

������

�����

����

����

����

����

����

�����

�����

����

�����

����

�����

�����

�����

�����

����

�����

����

����

����

�����

����

�����

�����

���

�����

SOLD

AN S

AĞA

1) Ed

ep, h

aya,

doğ

rulu

k,

güve

nilir

lik g

ibi f

azile

tlerin

sonu

cu o

lan ve

ksek

değ

er t

aşy

an h

asle

t; ah

laki

öl

çüle

re b

ağll

k.– Ü

zerin

e ip

lik, t

el, ş

erit

vb.

sarl

an,

kena

rlar

çk

ntl

, ek

seni

bo

yunc

a de

lik s

ilind

ir, b

obin

. 2)

Bir

hasta

lğ iy

i etm

ek ve

ya ö

nlem

ek iç

in tü

rlü

yolla

rla k

ulla

nla

n m

adde

, em

, dev

a.–

Kara

deni

z’in

kuze

yind

e bi

r iç

deni

z. 3)

Sesli

bir

uyar a

rac.

– Te

miz

kalp

lilik

le,

safiy

etle

. 4)

Akt

inyu

mun

sem

bolü

.–

Afga

nista

n’n

baş

kent

i.– T

ekil

ikinc

i kişi

yi gö

ster

en s

öz. 5

) Mem

leke

tler,

ülke

ler,

diya

rlar.–

Ger

çekt

en, g

erçe

k ol

arak

. 6)

Alla

h (c

c)’n

bir

kim

seye

ihs

an.–

Bir

bütü

nün

önem

ce ik

inci

dere

cede

ola

n ög

elerin

den

her b

iri, t

efer

ruat

, ayrn

t. 7

) Ç

plak

aya

kla.

– Bi

r no

ta.

8) D

esta

na

benz

er, d

esta

n ni

teliğ

inde

olan

, des

tans.–

Do

ğal

kals

iyum

ve

dem

ir f

osfa

t. YU

KARI

DAN

AŞAĞ

IYA 1

) Kşl

a, g

arni

zon

ve

baz

kuru

luşla

rn g

irişi.

2)

Yüks

ek k

arak

-te

rli, f

azile

tli, iy

ilikse

ver.

3) V

arlk

, ser

vet.–

Af

rika’d

a bi

r ül

ke. 4

) B

ir şe

yin

baş,

te

pesi.

– Kü

rek

veya

yel

kenl

e yü

rütü

len

ufak

tekn

e. 5) Şim

di, ş

u an

da. 6

) Bir

canl

türü

nü ve

ya ca

nl t

oplu

lukla

rn b

arn

dra

n ve

ken

dine

özg

ü öz

ellik

ler

göst

eren

yaşa

ma

orta

m.

7) Sa

hip,

iye.

– Şaşkn

lk

sözü

. 8)

Göre

vden

alm

a.–

Yap

lar

etkil

erde

n ko

rum

ak a

macyl

a üz

erle

rine

yap

lan

çoğu

kire

mit

kapl

bölü

m.

9)

Telle

rden

oluşa

n ve

kasla

rak

vücu

t ha

reke

tlerin

i sağl

ayan

org

an v

e bu

or

gan

n te

lsi d

okus

u, ad

ale.–

Eskid

en kâ

ğt

üret

en d

evlet

kur

uluş

u. 10

) Kya

met

gün

ü bü

tün

ölül

erin

diri

ltile

rek

top-

lana

cağ

ye

r, m

ahşe

r m

eyda

n. 1

1) Gü

ndüz

e ai

t, gü

ndüz

le il

gili.

12)

Açklk

, her

kese

açk

ol

ma,

işin

açkt

a yaplm

as, g

izlen

mem

esi.

Bulm

aca

Refik

Ayd

ýnr.a

y din

@za

man

.com

.tr

1 2 3 4 5 6 7 8

12

34

56

78

910

1112

1 2 3 4 5 6 7 8

12

34

56

78

910

1112

S

A N

T R

A L

D

E D

E

E

S E

R İ

C E

D İ

T

C

L

A V

T

E V

E K

K

İ

İ

L İ

M

M

A

N İ

D A

R

M

E R

İ H

Z

E M

İ

N

İ

T

S A

K I

T

B A

N

Y

H

A R

A M

İ

D E

R E

E

Ş E

L E

K

M

A K

A M

ÞÝF R

E KE

LÝ M

E:1

23

45

6

KE

ME

A

VI

1

2

3

4

5

6

Kale

duva

rCö

mert

Ejderh

a Öz

en

Pişma

nlk

Ksac

a kilo

metre

Toryu

mun

semb

olü

Tayin

Sene

t kefi

li

Kuvv

etsiz,

zayf

Bir ha

yvan

İzmir i

lçesi

Tabia

t reng

i

Aşağ d

erece

Terga

l

Göçe

be

kona

k yeri

Duyu

ru

Allah

’a ait

Eisen

hove

n’in

takma

ad

Düzg

ün, ö

zenli

FB’ni

n baş

kan

(... Y

ldrm

)

Hadis

ler

Fiil, iş

Ziraa

t

Bir tü

r spo

r

Kul

Cet

Uzun

luğu

artm

a

Tane

, say

Geniş

lik

Plato

Fasl

a

Kükü

rtün

semb

olü

Mada

gask

ar’n

başk

enti

Söz

Lezze

t

Gönü

l raha

tlğ

dirilik

Güne

y Afri

ka

cumh

uriye

ti tra

fik re

mzi

Kitab

e

Ksac

a irid

yum

Yaba

nc

FB’ni

n esk

i tek

nik di

rektö

rü(Lo

uis ...

)

Kt

Dilen

ciye

verile

n

Bir ba

ğlaç

Nama

z bölü

Köyü

yöne

ten

Etken

Kayn

birad

er

Veli

Eskid

en ta

ht

Düşü

nce a

nlatan

ks

a söz

Efend

imiz’i

n an

nesi

Tama

m olm

ayan

Alçak

gönü

llülük

Töre

Elde y

apla

n iş

Japon

pirin

ç tar

las

Eşeğ

e vur

ulur

Bir tü

r ted

avi

Üzüm

şeke

ri

Manis

a ilçe

si

Kar a

yakk

abs

Bir m

utfak

arac

Bir no

ta

Koni şe

klind

e ola

n

Bir ağ

aç tü

Akşa

m va

kti

Aşika

r, açk

Son

Allah

’n bi

rliği

Rutub

et

Bir el

bise

malze

mesi

Şahit

Oy

Boru

sesi

Geniş

olma

yan

Masta

r eki

Gerce

k

Başb

akann

eşi

Fransz b

ir yaz

ar

San

Ölçüt

Emre

hazr

y.sab

riogl

u@za

man

.com

.tr

1926

EYLÜ

L 201

2 CUM

A ZA

MAN

BULM

ACA

Ha zýr

la yan

: YAL

ÇIN

SAB R

Ý OÐ L

U

Pay, h

isse

Bir su

ikast

silah

Raha

tlama

nid

as

Ahen

k

Üye

Bir ça

t ma

lzeme

si

Şama

r vey

a bir

ilimi

z

Kur’a

n’

usulü

nce

okum

a

İslam

’n bi

r şar

t Mi

raç’t

a gele

n he

diye

Beya

z

Yargla

ma,

usa v

urma

Cami

nin ez

an

okun

an ye

ri

Yanlş,

kusu

r

Yoks

ulluk

Talih

, felek

Suyla

tem

izlem

ek

Tab lo

da ki

tram l

ý ka lý

n çiz g

i ler le

be lir

len-

miþ

3’e 3

’lük

ka re

le re,

1’den

9’a

ka da

r ra

kam l

a rý b

i rer k

ez k

ul la n

a rak

yer le

þ ti-

rin. Ö

y le y

er leþ

tir m

e ya

p ma lý

sý nýz

ki,

bü tü

n 3 l

ük le r

i dol d

ur du

ðu nu

z da t

ab lo-

nun

bü tü

n ku

tu la r

ý yu k

a rý da

n aþ

a ðý ya

ve

sol da

n sa

ða 1’

den

9’a k

a dar

ra ka

m-lar

dan b

i rer k

ez ku

l la nýl

mýþ o

l sun.

SUD

OK

U B

ULM

ACA

DÜNK

Ü SU

DOKU

ÇÖ

ZÜM

Ü

7 3

6

4 5

9 38

7

8

1

7

9

3

65

34 2

9

6 4

2 3

2

7

5 7 1

36 9

58

21

36

94

7

69

42

87

31

5

37

19

45

82

6

32

14

58

67

9

85

97

61

43

2

46

72

93

15

8

89

32

64

71

5

52

61

73

94

8

71

45

89

63

2

C C

M

Ý Þ

R O

A T

J R

Ö J

K

E İ

Ü R

P E

R M

E

R O

A Ç

M

Z V

A J

Ö O

U A

M

R T

S Y

A

A Ş

L T

E B

A M

Ý

A V

G Ý

D

Y U

E Ý

T Z

Y S

Y K

İ E

D R

İ R

İ K

A N

E Ý

H

Z Y

Ü Ç

O

R O

T L

E D

P O

L A

Z M

A

Y

Ý K

B D

R R

T A

Ý E

A S

U K

Ð A

R E

Y R

L Z

N A

M

K I

R

Ç E

M

R Z

Ü A

İ R

E H

A

E J

T N

R O

Ý N

T M

K

O R

D L

Þ

C A

Y A

L A

T A

V E

N T

R B

M

R Ý

U A

H

Z M

D

Ö S

R Ý

F

B H

S

N Z

U T

E S

A M

A

H

İ

A E

U E

A H

E

G T

L Ý

K Ö

T

U Z

M

Þ G

M

L T

Y A

Ğ E

B A

U Ý

N A

E G

A Þ

B H

L

U E

T

E Ş

L

K M

S

S F

A Ü

L S

M

O

T N

S E

P Ý

R N

Ý D

R B

U R

V B

Z J

H

K I

Z A

K Y

G M

V

N S

F Ý

Þ O

K N

P R

İ Z

F L

J N

R E

M

N

Ý T

A V

H

R A

J

Aþað

ýdak

i kel

imel

eri t

ablo

nun

için

e se

rpiþ

tird

ik. B

unla

rý b

ulab

ilir m

isin

iz?

ATAL

AY, B

ULDA

N, C

EZAY

İR, Ç

EVRE

, DÜZ

EN, E

NZİM

, FÝK

İR, G

AZAL

Ý, HA

MAS

ET, Ý

MAM

E, K

IRSA

L, L

AMEL

, M

ABET

, NED

RET,

OBE

Z, Ö

NDER

, PÝY

ATA,

ROT

ATİF

, SÝH

İR, Þ

EKER

LİK,

TRA

KE, U

ZUN,

ÜRP

ERM

E, V

USLA

T, YO

RDAM

, ZEH

RA.

SOLD

AN SA

ĞA 1)

San

at ve

bilim

ese

rlerin

in ve

ya sa

nat v

e bil

ime

yara

yan

nesn

elerin

sa

klan

, ha

lka

göst

erilm

ek i

çin

serg

ilend

iği y

er v

eya

yap

.– Ef

sane

vi,

mitol

ojik.

2) Elç

ilikte

göre

vli a

sker

î uzm

an.

3) Değe

rsiz,

önem

i olm

ayan

, aşağ.

– Tali

h, ba

ht, ş

ans.–

Bilin

mey

en e

ski b

ir ta

rihi

anlat

mak

ta k

ullanla

n bir

söz

. 4) K

aln

sicim

.– Çin

’in b

aşke

nti.–

Ölüm

le vü

cutta

n ay

rlan

man

evi ş

ey. 5

) Hük

ümet

erk

ân,

devle

t ad

amla

r.–

‘Eli

açk

, cö

mer

t’ m

anasna

bir

erke

k ism

i. 6)

Verim

sizlik

, so

nuçs

uzluk

.– Başp

arma

ğ bu

rna

değd

irip

ötek

i par

mak

lar a

çara

k ve

sall

ayar

ak

yap

lan a

lay iş

aret

i. 7)

Çiçe

k de

met

i.–

Damzlk

dişi h

ayva

n. 8)

Daha

hak

l, ço

k ha

kl.–

Ne s

lik, ç

ok d

eğer

lilik.

YUK

ARIDA

N AŞ

AĞIYA

1) M

ahar

etle,

ustalkl

a. 2)

Haya

lî. 3)

İnce

ve

yum

uşak

yap

rak

biçim

inde

ki or

ganla

r vey

a org

an b

ölüml

eri, ç

eper.

– Bir

şey ö

deme

den,

para

verm

eden

alna

n şey

, be

dava

. 4) Ç

ift te

şkil e

den

iki şe

yden

her

bi

ri.–

Ebe

güm

ecig

iller

den,

koz

a biç

imind

eki m

eyve

si üç

, dör

t, beş d

ilimli

olan,

scak

bölge

lerde

yetiş

en ta

rm bi

tkisi.

5) Su

lak y

erler

de k

endil

iğind

en y

etişe

n, sp

anak

gibi

yenil

en bi

r bitk

i, lab

ada.

6) Bir

işi

n yaplm

as iç

in ha

rcana

n bed

en ve

kafa

cü.–

Cilt,

deri.

7) K

um, ç

akm

ak ta

ş,

kuva

rs v

b. s

ilisy

umun

oks

ijenl

i birl

e-şim

leri.–

Bir

tür c

etve

l. 8)

Açkt

an a

çğa,

herk

esin

içind

e, giz

lemed

en, a

çkça

. 9)

Herh

angi

bir k

as k

ümes

inin

irad

e dş

hare

keti.–

Beb

ek yi

yeceği.

10) H

alk di

linde

pek.–

Çok

anl

aml

bir k

elim

eye,

her

defa

snda

baş

ka b

ir an

lam y

ükley

erek

bir

birine

yakn

birk

aç ye

rde

kulla

nma.

11)

Erzin

can’

n bi

r ilçe

si. 12

) Cer

ahat

.– Bi

r ya

pda

iki d

öşem

e ar

a- sn

da y

er a

lan

daire

veya

odala

rn bü

tünü

.

Bulm

aca

Refik

Ayd

ýnr.a

y din

@za

man

.com

.tr

1 2 3 4 5 6 7 8

12

34

56

78

910

1112

1 2 3 4 5 6 7 8

12

34

56

78

910

1112

N

A M

U

S

M

A K

A R

A

İ

L A

Ç

H A

Z A

R

L

Z

İ L

H

A L

İ S

A N

E

A

C

K A

B İ

L

S E

N

M

E M

A

L İ

K

S A

H İ

İ

N A

Y E

T

D E

T A

Y

Y

A L

I N

A Y

A K

R

E

E

P İ

K

T A

M

A N

İ T

ÞÝF R

E K

E LÝ M

E:1

23

45

6

KE

ME

A

VI

1

2

3

4

5

6

Kale

duva

rCö

mer

t

Ejder

ha

Özen

Pişm

anlk

Ksa

ca ki

lomet

re

Tory

umun

se

mbo

Tayin

Sene

t kef

ili

Kuvv

etsiz

, zayf

Bir h

ayva

n

İzmir

ilçes

i

Tabia

t ren

gi

Aşağ d

erec

e

Terg

al

Göçe

be

kona

k yer

i

Duyu

ru

Allah

’a ait

Eisen

hove

n’in

takm

a ad

Düzg

ün, ö

zenli

FB’ni

n baş

kan

(... Y

ldrm

)

Hadi

sler

Fiil, iş

Ziraa

t

Bir t

ür sp

or

Kul

Cet

Uzun

luğu

ar

tma

Tane

, say

Genişli

k

Plat

o

Fasl

a

Kükü

rtün

sem

bolü

Mad

agas

kar’

n başk

enti

Söz

Lezz

et

Gönü

l rah

atlğ

diril

ik

Güne

y Afri

ka

cum

huriy

eti

trafik

rem

zi Ki

tabe

Ksa

ca ir

idyu

m

Yaba

nc

FB’ni

n es

ki te

knik

dire

ktör

ü(L

ouis

...)

Kt

Dilen

ciye

veril

en

Bir b

ağlaç

Nam

az b

ölüm

ü

Köyü

yöne

ten

Etke

n

Kayn

birad

er

Veli

Eskid

en ta

ht

Düşü

nce a

nlata

n ks

a söz

Efen

dimiz’

in

anne

si

Tam

am ol

may

an

Alça

k gön

üllülü

k

Töre

Elde y

apla

n iş

Japo

n piri

tarla

s

Eşeğ

e vur

ulur

Bir t

ür te

davi

Üzüm

şeke

ri

Man

isa ilç

esi

Kar a

yakk

abs

Bir m

utfa

k ara

c

Bir n

ota

Koni şe

klind

e ola

n

Bir ağa

ç tür

ü

Akşa

m va

kti

Aşika

r, açk

Son

Allah

’n bi

rliği

Rutu

bet

Bir e

lbise

m

alzem

esi

Şahit

Oy

Boru

sesi

Geniş

olm

ayan

Mas

tar e

ki

Gerc

ek

Başb

akann

eşi

Fran

sz bi

r yaz

ar

San

Ölçü

t

Emre

hazr

y.sa

b rio

glu@

za m

an.c

om.tr

1926

EYL

ÜL 20

12 C

UMA

ZA M

ANBULM

ACA

Ha zý

r la ya

n: Y

AL ÇI

N SA

B RÝ O

Ð LU

Pay,

hisse

Bir s

uikas

t sila

h

Raha

tlam

a nid

as

Ahen

k

Üye

Bir ç

at

malz

emes

i

Şam

ar ve

ya

bir i

limiz

Kur’a

n’

usul

ünce

ok

uma

İslam

’n b

ir şa

rt

Mira

ç’ta g

elen

hedi

ye

Beya

z

Yargla

ma,

us

a vur

ma

Cam

inin

ezan

ok

unan

yeri

Yanlş,

kusu

r

Yoks

ullu

k

Talih

, felek

Suyla

te

mizl

emek

Tab l

o da k

i tra

m lý k

a lýn

çiz g

i ler le

be l

ir len

-m

iþ 3’e

3’lü

k ka

re le

re, 1

’den

9’a

ka da

r ra

kam

la rý

bi re

r ke

z ku

l la na

rak

yer le

þ ti-

rin. Ö

y le

yer le

þ tir m

e ya

p ma l

ý sý ný

z ki

, bü

tün

3 lü

k le ri

dol d

ur du

ðu nu

z da

tab l

o-nu

n bü

tün

ku tu

la rý

yu ka

rý dan

aþa

ðý ya

ve

sol

dan

sa ða

1’de

n 9’

a ka

dar

ra ka

m-

lar d

an b

i rer k

ez ku

l la ný

l mýþ

ol su

n.

SU

DO

KU

B

UL

MA

CA

DÜNK

Ü SU

DOKU

ÇÖ

ZÜM

Ü

7 3

6

4 5

9 38

7

8

1

7

9

3

65

34 2

9

6 4

2 3

2

7

5 7 1

36 9

58

21

36

94

7

69

42

87

31

5

37

19

45

82

6

32

14

58

67

9

85

97

61

43

2

46

72

93

15

8

89

32

64

71

5

52

61

73

94

8

71

45

89

63

2

C C

M

Ý Þ

R

O

A

T J

R

Ö

J K

E İ

Ü

R

P

E R

M

E

R

O

A

Ç M

Z V

A

J

Ö

O

U

A

M

R

T S

Y

A

A

Ş L

T E

B

A

M

Ý A

V

G

Ý

D

Y

U

E Ý

T Z

Y

S Y

K

İ

E D

R

İ R

İ

K

A

N

E Ý

H

Z Y

Ü

Ç

O

R

O

T L

E D

P

O

L

A

Z M

A

Y

Ý K

B

D

R

R

T

A

Ý E

A

S U

K

Ð

A

R

E Y

R

L

Z N

A

M

K

I

R

Ç E

M

R

Z Ü

A

İ

R

E H

A

E

J

T N

R

O

Ý

N

T M

K

O

R

D

L

Þ

C A

Y

A

L

A

T A

V

E

N

T R

B

M

R

Ý U

A

H

Z

M

D

Ö

S R

Ý

F

B

H

S N

Z

U

T E

S A

M

A

H

İ

A

E U

E

A

H

E G

T

L Ý

K

Ö

T

U

Z M

Þ

G

M

L T

Y

A

Ğ

E B

A

U

Ý N

A

E

G

A

Þ B

H

L

U

E T

E Ş

L

K

M

S S

F A

Ü

L

S M

O

T N

S

E P

Ý

R

N

Ý D

R

B

U

R

V

B

Z J

H

K

I Z

A

K

Y

G

M

V

N

S F

Ý Þ

O

K

N

P

R

İ Z

F L

J N

R

E

M

N

Ý T

A

V

H

R

A

J

Aþað

ýdak

i kel

imel

eri t

ablo

nun

için

e se

rpiþ

tird

ik. B

unla

rý b

ulab

ilir

mis

iniz

?AT

ALAY

, BU

LDAN

, CEZ

AYİR

, ÇEV

RE, D

ÜZE

N, E

NZİ

M, F

ÝKİR

, GAZ

ALÝ,

HAM

ASET

, ÝM

AME,

KIR

SAL,

LAM

EL,

MAB

ET, N

EDRE

T, O

BEZ,

ÖN

DER

, PÝY

ATA,

ROT

ATİF

, SÝH

İR, Þ

EKER

LİK,

TRA

KE, U

ZUN

, ÜRP

ERM

E, V

USL

AT,

YORD

AM, Z

EHRA.

SOLD

AN SA

ĞA 1)

San

at v

e bi

lim e

serle

rinin

ve

ya s

anat

ve

bilim

e ya

raya

n ne

snel

erin

sa

klan

, ha

lka

göst

erilm

ek i

çin

serg

ilend

iği

yer

veya

yap

.– E

fsan

evi,

mito

lojik

. 2) E

lçilik

te g

örev

li as

kerî

uzm

an.

3) Değe

rsiz,

öne

mi o

lmay

an, aşağ.

– Ta

lih,

baht

, şan

s.– B

ilinm

eyen

esk

i bir

tarih

i an

latm

akta

kul

lan

lan

bir

söz.

4) K

aln

sic

im.–

Çin’

in b

aşke

nti.–

Ölü

mle

vüc

utta

n ay

rlan

man

evi ş

ey. 5

) Hük

ümet

erk

ân,

devl

et a

dam

lar.

– ‘E

li açk

, cö

mer

t’ m

anasn

a bi

r er

kek

ismi.

6) V

erim

sizlik

, so

nuçs

uzlu

k.– B

aşpa

rmağ b

urna

değ

dirip

öt

eki p

arm

akla

r aç

arak

ve

salla

yara

k ya

pla

n al

ay iş

aret

i. 7)

Çiç

ek d

emet

i.–

Damzlk

dişi

hayv

an. 8

) Dah

a ha

kl, ç

ok

hakl

.– Ne

slik

, çok

değ

erlili

k. Y

UKAR

IDAN

AĞIYA

1) M

ahar

etle,

usta

lkla.

2) H

ayalî

. 3)

İnce

ve

yum

uşak

yap

rak

biçi

min

deki

or

ganl

ar v

eya

orga

n bö

lüm

leri,

çepe

r.– B

ir şe

y öde

med

en, p

ara

verm

eden

aln

an şe

y, be

dava

. 4) Ç

ift te

şkil

eden

iki ş

eyde

n he

r bi

ri.–

Eb

egüm

ecig

iller

den,

ko

za

biçim

inde

ki m

eyve

si üç

, dör

t, beş

dilim

li ol

an, sca

k böl

geler

de ye

tişen

tarm

bitk

isi.

5) Su

lak

yerle

rde

kend

iliği

nden

yet

işen,

sp

anak

gib

i yen

ilen

bir b

itki, l

abad

a. 6)

Bir

işin

yap

lmas iç

in h

arca

nan

bede

n ve

kafa

cü.–

Cilt,

der

i. 7)

Kum

, çak

mak

taş,

kuva

rs v

b. s

ilisy

umun

oks

ijenl

i birl

e-şim

leri.

– Bi

r tü

r ce

tvel

. 8) A

çkta

n açğ

a,

herk

esin

için

de, g

izlem

eden

, açk

ça. 9

) He

rhan

gi b

ir ka

s kü

mes

inin

irad

e dş

hare

keti.

– Beb

ek y

iyeceği

. 10)

Hal

k di

linde

pek.

– Ço

k an

lam

l bi

r ke

limey

e, h

er

defa

snda

baş

ka b

ir an

lam

yük

leye

rek

birb

irine

yakn

birk

aç y

erde

kul

lanm

a. 11

) Er

zinc

an’n

bir

ilçes

i. 12

) Cer

ahat

.– B

ir ya

pda

iki d

öşem

e ar

a- sn

da y

er a

lan

daire

vey

a od

alarn

büt

ünü.

Bulm

aca

Refik

Ayd

ýnr.a

y din

@za

man

.com

.tr

1 2 3 4 5 6 7 8

12

34

56

78

910

1112

1 2 3 4 5 6 7 8

12

34

56

78

910

1112

N

A M

U

S

M

A K

A R

A

İ

L A

Ç

H A

Z A

R

L

Z

İ L

H

A L

İ S

A N

E

A

C

K A

B İ

L

S E

N

M

E M

A

L İ

K

S A

H İ

İ

N A

Y E

T

D E

T A

Y

Y

A L

I N

A Y

A K

R

E

E

P İ

K

T A

M

A N

İ T

ÞÝF R

E KE

LÝ M

E:1

23

45

6

KE

ME

A

VI

1

2

3

4

5

6

Kale

duva

rCö

mert

Ejder

ha

Özen

Pişma

nlk

Ksac

a kilo

metre

Tory

umun

se

mbolü

Tayin

Sene

t kefi

li

Kuvv

etsiz,

zayf

Bir ha

yvan

İzmir i

lçesi

Tabia

t ren

gi

Aşağ d

erece

Terg

al

Göçe

be

kona

k yer

i

Duyu

ru

Allah

’a ait

Eisen

hove

n’in

takma

ad

Düzg

ün, ö

zenli

FB’ni

n baş

kan

(... Y

ldrm

)

Hadis

ler

Fiil, iş

Ziraa

t

Bir tü

r spo

r

Kul

Cet

Uzun

luğu

artm

a

Tane

, say

Geniş

lik

Plato

Fasl

a

Kükü

rtün

sem

bolü

Mada

gask

ar’n

başk

enti

Söz

Lezz

et

Gönü

l raha

tlğ

dirilik

Güne

y Afri

ka

cum

huriy

eti

trafik

rem

zi Kit

abe

Ksac

a irid

yum

Yaba

nc

FB’ni

n esk

i tek

nik di

rektö

rü(Lo

uis ...

)

Kt

Dilen

ciye

verile

n

Bir ba

ğlaç

Nam

az bö

lümü

Köyü

yöne

ten

Etken

Kayn

birad

er

Veli

Eskid

en ta

ht

Düşü

nce a

nlatan

ks

a söz

Efend

imiz’

in an

nesi

Tama

m olm

ayan

Alçak

gönü

llülük

Töre

Elde y

apla

n iş

Japon

pirin

ç tar

las

Eşeğ

e vur

ulur

Bir tü

r ted

avi

Üzüm

şeke

ri

Manis

a ilçe

si

Kar a

yakk

abs

Bir m

utfak

arac

Bir no

ta

Koni şe

klind

e ola

n

Bir ağ

aç tü

Akşa

m va

kti

Aşika

r, açk

Son

Allah

’n bi

rliği

Rutub

et

Bir el

bise

malze

mesi

Şahit

Oy

Boru

sesi

Geniş

olma

yan

Masta

r eki

Gerce

k

Başb

akann

eşi

Fransz

bir ya

zar

San

Ölçü

t

Emre

hazr

y.sa

b rio

glu@

za m

an.c

om.tr

1926

EYLÜ

L 201

2 CUM

A ZA

MAN

BULM

ACA

Ha zýr

la ya

n: YA

L ÇIN

SAB

RÝ OÐ

LU

Pay,

hisse

Bir su

ikast

silah

Raha

tlam

a nid

as

Ahen

k

Üye

Bir ça

t m

alzem

esi

Şam

ar ve

ya

bir ili

miz

Kur’a

n’

usulü

nce

okum

a

İslam

’n bi

r şar

t Mi

raç’t

a gele

n he

diye

Beya

z

Yargla

ma,

usa v

urm

a

Cam

inin e

zan

okun

an ye

ri

Yanlş,

kusu

r

Yoks

ulluk

Talih

, felek

Suyla

tem

izlem

ek

Tab lo

da ki

tram

lý ka lý

n çiz g

i ler le

be lir

len-

miþ

3’e 3

’lük

ka re

le re,

1’den

9’a

ka da

r ra

kam

la rý b

i rer k

ez k

ul la n

a rak

yer

leþ ti-

rin. Ö

y le y

er leþ

tir m

e ya

p ma lý

sý nýz

ki,

bü tü

n 3

lük le r

i dol d

ur du

ðu nu

z da

tab lo

-nu

n bü

tün

ku tu

la rý y

u ka r

ý dan

aþa ð

ý ya

ve so

l dan

sa ða

1’de

n 9’a

ka d

ar ra

kam

-lar

dan b

i rer k

ez ku

l la nýl

mýþ

ol sun

.

SUD

OK

U B

ULM

ACA

DÜNK

Ü SU

DOKU

ÇÖ

ZÜM

Ü

7 3

6

4 5

9 38

7

8

1

7

9

3

65

34 2

9

6 4

2 3

2

7

5 7 1

36 9

58

21

36

94

7

69

42

87

31

5

37

19

45

82

6

32

14

58

67

9

85

97

61

43

2

46

72

93

15

8

89

32

64

71

5

52

61

73

94

8

71

45

89

63

2

C C

M

Ý Þ

R O

A

T J

R Ö

J

K

E İ

Ü

R P

E R

M

E R

O

A Ç

M

Z V

A J

Ö

O

U

A M

R

T S

Y A

A Ş

L T

E B

A M

Ý

A V

G Ý

D

Y U

E

Ý T

Z Y

S Y

K İ

E D

R

İ R

İ K

A N

E

Ý H

Z

Y Ü

Ç

O

R O

T

L E

D

P O

L

A Z

M

A Y

Ý K

B D

R

R T

A Ý

E A

S U

K

Ð A

R E

Y R

L Z

N

A M

K

I R

Ç E

M

R Z

Ü

A İ

R E

H

A E

J

T N

R

O

Ý N

T

M

K O

R

D

L Þ

C A

Y A

L A

T A

V E

N

T R

B

M

R Ý

U

A H

Z

M

D

Ö

S R

Ý F

B H

S

N

Z U

T

E S

A M

A

H

İ

A E

U

E A

H

E G

T L

Ý K

Ö

T

U

Z M

Þ

G M

L

T Y

A Ğ

E B

A

U

Ý N

A

E G

A Þ

B H

L

U

E T

E Ş

L

K M

S

S F

A Ü

L

S M

O

T N

S

E P

Ý R

N

Ý D

R

B U

R

V B

Z J

H

K I

Z A

K Y

G M

V

N

S F

Ý Þ

O

K N

P

R İ

Z F

L

J N

R

E M

N

Ý

T A

V H

R

A J

Aþað

ýdak

i kel

imel

eri t

ablo

nun

için

e se

rpiþ

tird

ik. B

unla

rý b

ulab

ilir m

isin

iz?

ATAL

AY, B

ULDA

N, C

EZAY

İR, Ç

EVRE

, DÜZ

EN, E

NZİM

, FÝK

İR, G

AZAL

Ý, HA

MAS

ET, Ý

MAM

E, K

IRSA

L, L

AMEL

, M

ABET

, NED

RET,

OBE

Z, Ö

NDER

, PÝY

ATA,

ROT

ATİF

, SÝH

İR, Þ

EKER

LİK,

TRA

KE, U

ZUN,

ÜRP

ERM

E, V

USLA

T,

YORD

AM, Z

EHRA.

SOLD

AN SA

ĞA 1)

San

at v

e bil

im e

serle

rinin

veya

sana

t ve

bilim

e ya

raya

n ne

snele

rin

sakl

andğ

, ha

lka

göst

erilm

ek i

çin

serg

ilend

iği y

er v

eya

yap

.– Ef

sane

vi,

mito

lojik.

2) E

lçilik

te gö

revli

ask

erî u

zman

. 3)

Değe

rsiz,

önem

i olm

ayan

, aşağ.

– Tali

h, ba

ht, ş

ans.–

Bilin

mey

en e

ski b

ir ta

rihi

anlat

mak

ta k

ullan

lan

bir

söz.

4) K

aln

sicim

.– Çin

’in b

aşke

nti.–

Ölüm

le vü

cutta

n ay

rlan

man

evi ş

ey. 5

) Hük

ümet

erk

ân,

devl

et a

dam

lar.

– ‘E

li açk

, cö

mer

t’ m

anasna

bir

erke

k ism

i. 6)

Verim

sizlik

, so

nuçs

uzluk

.– Başp

arm

ağ b

urna

değ

dirip

ötek

i par

mak

lar

açar

ak v

e sa

llaya

rak

yap

lan

alay

işar

eti.

7) Çi

çek

dem

eti.–

Da

mzlk

dişi h

ayva

n. 8)

Daha

hak

l, ço

k ha

kl.–

Ne s

lik, ç

ok d

eğer

lilik.

YUK

ARIDA

N AŞ

AĞIYA

1) M

ahar

etle,

ustalkl

a. 2)

Haya

lî. 3)

İnce

ve

yum

uşak

yap

rak

biçim

inde

ki or

ganla

r vey

a or

gan

bölüm

leri, ç

eper.

– Bir

şey ö

dem

eden

, par

a ver

med

en alna

n şey

, be

dava

. 4) Ç

ift te

şkil

eden

iki ş

eyde

n he

r bi

ri.–

Ebe

güm

ecig

iller

den,

koz

a biç

imind

eki m

eyve

si üç

, dör

t, beş d

ilimli

olan,

scak

bölge

lerde

yetiş

en ta

rm bi

tkisi.

5) Su

lak y

erler

de k

endil

iğind

en y

etişe

n,

span

ak gi

bi ye

nilen

bir b

itki, l

abad

a. 6)

Bir

işin y

aplm

as iç

in ha

rcana

n bed

en ve

kafa

cü.–

Cilt,

der

i. 7)

Kum

, çak

mak

taş,

ku

vars

vb.

sili

syum

un o

ksije

nli b

irle-

şimler

i.– B

ir tü

r cet

vel.

8) Açkt

an a

çğa,

herk

esin

için

de, g

izlem

eden

, açk

ça. 9

) He

rhan

gi b

ir ka

s kü

mes

inin

irad

e dş

hare

keti.–

Beb

ek yi

yeceği.

10) H

alk d

ilinde

pek.–

Çok

anl

aml

bir

kelim

eye,

her

defa

snda

baş

ka b

ir an

lam y

ükle

yere

k bir

birine

yakn

birk

aç ye

rde

kulla

nma.

11)

Erzin

can’n

bir

ilçes

i. 12

) Cer

ahat

.– Bi

r ya

pda

iki d

öşem

e ar

a- sn

da y

er a

lan

daire

veya

oda

larn

büt

ünü.

Bulm

aca

Refik

Ayd

ýnr.a

y din

@za

man

.com

.tr

1 2 3 4 5 6 7 8

12

34

56

78

910

1112

1 2 3 4 5 6 7 8

12

34

56

78

910

1112

N

A M

U

S

M

A K

A R

A

İ

L A

Ç

H A

Z A

R

L

Z

İ L

H

A L

İ S

A N

E

A

C

K A

B İ

L

S E

N

M

E M

A

L İ

K

S A

H İ

İ

N A

Y E

T

D E

T A

Y

Y

A L

I N

A Y

A K

R

E

E

P İ

K

T A

M

A N

İ T

43 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANBULMACA

Page 44: Zamandk225 egazete

44 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANSPOR

HASAN CÜCÜK KOPENHAG

1Beş yıl aradan sonra yeniden İngiltere Premier Ligi’ne dönen Portekizli ünlü teknik direktör Jose Mourinho’nun “Ada’da değişen bir şey yok!

Arsenal hâlâ şampiyon olamamış!” sözü, 2000’li yılların başında fırtına gibi esen Londra temsilcisinin durumunu en iyi şekilde özetliyor. 2003-04 sezonunda namağlup kazanılan Premier Lig şampiyonluğu sonrası artık gelecek birkaç yılda Arsenal fırtınası eseceğine dair tahminler yapılıyordu. Ünlü Fransız teknik adam Arsene Wenger’in tecrübesi ve oyuncuların kalitesi, ister istemez bu tahminlerin yapılmasına sebep oluyordu. Fakat tam tersi oldu. Bırakın şampiyonluğu, Arsenal, 2005’ten sonra kupa bile kazanamadı. Peki, bu ilginç durumun sebepleri nelerdi?

İngilizlerin köklü kulüplerinden Arsenal için 1996 yazı kâbus gibi geçmişti. Menajer George Graham, futbolcu transferlerinden komisyon aldığının ortaya çıkmasıyla kovulmuş, yerine gelen Bruce Rioch ise ligin başlamasına birkaç gün kala aynı akıbete uğramıştı. Kaptan Tony Adams’ın ‘aşırı alkol’ kullandığı da magazin basınının sayfalarına düşmüştü. Getiril-mesi düşünülen teknik adamlar listesinin ilk iki sırasında Terry Venables ve Johan Cruyff vardı. Listenin sonundaki isim ise Arsene Wenger’di. Cruyff, sağlık sorunlarından dolayı artık takım çalıştırmayacağını açıklarken; Euro 96’da evinde İngiltere’yi şampiyonluğa taşıyamayan Venables ise kendisine yapılan sert eleştirilerden dolayı Ada’da durmayıp Avustralya Milli Takımı’nı tercih etti. Böylece koltuk Wenger’e kaldı. 28 Eylül 1996’da Arsenal’in dü-menine geçen Wenger, 17 yıldır İngiliz kulübünü çalıştırıyor.

Wenger, Arsenal’in oyun sistemini değiştirerek işe başladı. İngiliz ta-kımlarının klasik oyun sistemi olan havadan oynama fikrine son veren isimlerin başında geldi. Takıma hücum futbolu ve kazanma mantalitesini aşılayan Wenger, aynı zamanda seyir zevki yüksek futbol anlayışından taviz vermedi, defansif oyun anlayışını çöpe attı. Ve bu değişimin meyvelerini 1998, 2002 ve 2004’te elde edilen şampiyonluklarla aldı. 2000 yılında UEFA Kupası finalinde Wenger’in Arsenal’i Fatih Terim’in Galatasaray’ına karşı kupayı penaltılarla kaptırırken, aynı akıbeti 2006 Şampiyonlar Ligi finalinde Barcelona’ya kaybederek yaşadı. 2003-04 sezonunda gelen şampiyonluk sonrası kazanılan tek kupa ise 2005’teki FA Cup (Federasyon Kupası) oldu.

Arsenal, ekonomik olarak Avrupa’nın en iyi kulüpleri arasında yer almasına rağmen Wenger, pahalı transferler yapmak yerine genç yetenekleri kadrosuna katmayı ter-cih ediyor. Yetenekli gençleri bulma konusunda oldukça usta olan Wenger, bu isimlerin geliştirilip yıldızlaşmasını sağlıyor. Sabırla gençlerin ‘büyümesini’ bekleyen Wenger, takıma sadakatle bağlanan ve olgunlaşan bu isimlerle ba-şarıya ulaşmak istiyor. Ancak bu proje son 10 yıldır gerçeğe dönüşmedi. Wenger’in parlattığı yıldızlar birkaç sezon sonra astronomik fiyatlarla başka takımlara gidiyor. Bu gidişte pa-ranın cazibesi kadar Arsenal’in son yıllarda başarıya hasret kalması da önemli rol oynuyor. Gol kralı Robin Van Persie’nin Manchester United’ı tercih etmesinin en büyük nedeni, Arse-nal’in şampiyon olacağına inanmamasıydı. Nitekim Persie daha ilk sezonunda Manchester United ile şampiyonluk sevinci yaşayarak haklı gerekçeyle takımdan ayrıldığını gösterdi. 2005’te Patrick Vieira, 2006’da Ashley Cole, 2007’de Thierry Henry, 2008’te Mathieu Flamini, 2009’ta Kolo Toure ve Adebayor, 2011’de Gael Clichy, Samir Nasri ve Cecs Fabregas, 2012’de Robin Van Persie ve Alex Song gibi yıldızların ayrılışının en önemli gerekçesi, ‘şampiyonluk inancının’ ortadan kalkmasıydı.

Roman Abramovich’in 2003 yılında Chel-

Kupaları alsana Wenger!F.Bahçe’nin rakibi Arsenal, 2005’ten beri bir tane bile kupa kaldıramadı. Çarşı, Arsenal’in taraftar grubu olsaydı şu tezahüratı uydururdu kesin: “Arsene, Arsene, Arsene Wenger! Kupaları, kupaları, alsana Wenger!”

Oyuncu ...............................Yaşı .....Gittiği takım .......Ücret (Milyon avro)

Patrick Vieira ........................ 29 .....Juventus ............................................20

Ashley Cole ........................... 26 .....Chelsea.............................................7,2

Thierry Henry ....................... 29 .....Barcelona ..........................................24

Jose Antonio Reyes .............. 23 .....Athletico Madrid ..............................12

Lassana Diarra ......................22 .....Portsmounth ...................................7,2

Fabrice Muamba .................. 17 .....Birgmingham .....................................6

Aleksandr Hleb .................... 27 .....Barcelona ..........................................17

Emmanuel Adebayor ........... 25 .....Manchester City ...............................29

Kolo Toure ............................ 27 .....Manchester City ............................1

8,7

Eduardo ................................. 26 .....Shakhtar Donetsk ...........................7,2

Cesc Fabregas ....................... 23 .....Barcelona ..........................................34

Samir Nasri ...........................23 .....Manchester City ............................2

7,5

Gael Clichy ........................... 26 .....Manchester City ............................7

,75

Robin Van Persie .................. 28 .....Manchester United ..........................30

Alex Song ..............................24 .....Barcelona ..............................

............19

Carlos Vela ............................ 23 .....Real Sociedad ..............................

....3,7

Gervinho ............................... 26 .....Roma ..............................

.....................8

Marouane Chamakh ............ 28 .....West Ham ...............................Ücretsiz

ARSENAL’DEN KOPAN BAZI YILDIZLAR

Page 45: Zamandk225 egazete

s e a ’ y i s a t ı n almasına kadar Wenger’in şampiyonluk yolunda tek

rakibi Alex Ferguson’lu Manc-hester United’dı. Dolar milyarderi Abromo-vich’in transfer sezonunda istediği yıldız-ları alarak kurduğu güçlü takım sayesinde Wenger’in geçmesi gereken takım sayısı ikiye çıkıyordu. Nitekim Chelsea, 2005’te şampiyon olurken, Arsene Wenger’in sadece genç ve tecrübesiz isimlerle lig şampiyonlu-ğuna ulaşamayacağı ortaya çıkıyordu. Bütün bu gerçeklere rağmen Wenger gençlerde ısrar edince, Arsenal için kupasız geçen yıllar birbirini kovaladı. Arap sermayesinin 2008’de Manchester City’yi satın almasıyla Arsenal’in şampiyonluk yolundaki rakip sa-yısı 3’e çıkıyordu. Alex Ferguson, ekonomik olarak güçlenen rakiplerine karşı kadrosunu

tecrübeli ve pahalı trans-ferle güçlendirme yolunu seçip başarıya ulaşırken; Wenger, inadından vaz-geçmeyip ‘genç yete-neklere’ ümit bağlamaya devam ediyordu. “Benim için öncelik Premier Lig şampiyonluğudur.” diyen Wenger’in bu iddialı sözü, bu saatten sonra gerçeği yansıtmıyordu. Artık şam-piyonluk değil, ligi ilk 4 içinde bitirip Şampiyonlar Ligi’ne gitmek başarı ola-rak addediliyordu. Arse-nal, katılmanın başarı ola-rak görülmeye başladığı Şampiyonlar Ligi’nde ise son 3 yıldır ikinci turdan öteye geçemedi.

Ekonomik açıdan güçlü olan Arsenal, aynı zamanda Avrupa’nın en modern statlarından birine sahip. Taraftarlar, genç isim-lerden kurulu kadrolarının her sezona fırtına gibi başlamasıyla mutlu olurken, ilerleyen haftalarda takım teklemeye başlıyor. Pre-mier Lig gibi dünyanın bir numaralı futbol arenasında sonuca ulaşmak için yetenek kadar tecrübeye de ihtiyaç duyuluyor çünkü. Şampiyonluğun seyrini özellikle mart ve nisan aylarında yapılan maçlar belirliyor. Bu iki ayı kayıpsız atlatan takım, mayıs sonunda mutlu sona ulaşmış oluyor. Lig, FA Cup, Lig Kupası ve Avrupa arenasında başarılı olmanın tek anahtarı, tecrübeli isimlere sahip olmaktan geçiyor.

Arsenal’in genç isimleri, göze hoş gelen, seyir zevki yüksek futbol oynuyor. Ancak fizikî güç konusunda oldukça zayıf bulu-nuyorlar. Rakiplerinin sert futbolu karşı-sında çaresiz kalıyorlar. Son yıllarda Arsene Wenger, her yenilgi sonunda faturayı sertliğe yüz veren ha-kemlere çıkarmayı alışkanlık haline getirdi. İngiliz futbo-lunun karakterinde olan ‘sert futboldan’ dert yanmak ye-rine, oyuncu tercihinde deği-şikliğe gitmemesi Wenger’in hanesine eksi puan olarak yazılmaya devam ediyor.

Gol kralı Robin Van Per-sie’yi 30 milyon avro karşılı-ğında 2012’de en büyük ra-kiplerinden Manchester Uni-ted’a satan Arsenal; Santi Ca-zorla, Olivier Giroud ve Lukas

Podolski gibi isimleri kadrosuna katmasına rağmen 2012-13 sezonunda tam bir hayal kırıklığı yaşadı. Sezonun ilk 10 haftasında uğranılan sadece bir yenilgi “Van Persie olmadan da başarılı oluruz” heyecanına yol açarken; ilerleyen haftalarda ümit, yerini ha-yal kırıklığına bıraktı. FA Cup’ta kendi saha-sında Championship (1. Lig) takımlarından Blacburn’e elenme, Lig Kupası’nda 2. Lig ekiplerinden Bradford’a teslim olmayla baş-layan süreç, Şampiyonlar Ligi’nde 2. turda elenmeyle devam etti. Facia gibi geçen sezon sonunda ligde alınan dördüncülük sayesinde Şampiyonlar Ligi kapısı biraz aralanmış oldu. Ancak bunun için 3. ön eleme turunda Fe-nerbahçe engelini aşması gerekiyor.

Özellikle son sezon, Arsenal taraftarının sabrını taşırdı. 60 bin kişilik Emirates Sta-

dı’nı dolduran Arsenal taraftarları, her sene aynı filmi (iyi başlayıp kötü biten) seyret-mekten bıkmış durumda. Ekonomi eğitimi alan Wenger’den kulübün kasasını avrolarla değil, müzesini hasret kalınan kupalarla dol-durmasını istiyorlar. Arsene Wenger, “Eko-nomi okudum ama muhasebeci değilim. Futbolun para yönü beni ilgilendirmiyor. Ancak ay sonunda oyuncuların maaşlarının ödenmesi lazım. İş bu kadar basit.” deme-sine karşılık bu sezon transfere ayrılan 80 milyon avronun kuruşuna bile dokunulma-dığı gibi, oyuncu satışından şu ana kadar kasaya 12,5 milyon avro girdi. Şayet Arse-nal’in taraftarı Beşiktaş’ın Çarşı Grubu gibi olsaydı şöyle bir tezahürat uydururdu kesin: “Arseneee, Arseneee, Arseneee Wengeeer! Kupaları, kupaları, alsana Wengeeer!”

45 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANSPOR

ARSENE WENGER HAKKINDA BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ? Strasbourg Üniversitesi’nde ekonomi eğitimi aldı 1994’te Monaco’yu çalıştırırken Bayern Münih’in tek-

lifine ‘hayır’ cevabı verdikten birkaç hafta sonra kovuldu. 1995-96 sezonunda Japonya’nın Nagoya takımını çalıştırdı Televizyonda sürekli futbol maçı seyretmesiyle ünlüdür. Brezilya Ligi, Almanya 2. Ligi maçı olsun fark etmez. Naklen verilen her maçı seyreder 1994’te Monaco’yu çalıştırırken Kupa Galipleri Kupası finalinde Werder Bremen’e, Arsenal’i çalıştırırken 2000 UEFA Kupası finalinde Galatasaray’a ve 2006 Şampiyonlar Ligi finalinde Barcelona’ya karşı kaybetti 2003 yılına kadar 52 kırmızı kart gören takımını disiplin altına alarak 2004 ve 2005’te fair play listesinde ilk sıraya taşıdı Hakkında The Professor (Profesör), The Glorious Game (Görkemli Oyun), The Making of a Legend (Bir Efsanenin Doğuşu) adlı kitaplar yazıldı Başarıları: 1988’de Monaco ile Fransa şampiyonluğu yaşadı. 1988’de Fransa’da yılın teknik adamı seçildi. 1991’de Monaco ile Fransa Kupası’nı kazandı. 1996’da Nagoya Grampus ile Japonya Kupası sevinci yaşadı. 1998, 2002 ve 2004’te Arsenal ile Premier Lig’in zirvesine çıktı. 1998, 2002, 2003 ve 2005’te FA Cup’ı (Federasyon Kupası) kazandı. 1998, 2002 ve 2004’te İngiltere’de yılın menajeri seçildi.

Arsenal, 2004’teki son Premier Lig şampiyonluğunu Jens Lehmann, Ashley Cole, Patrick Vieira, Robert Pires, Dennis Bergkamp, Wiltord, Thierry Henry, Sol Campbell, Kole Toure, Jose Antonio Reyes ve Gilberto Silva gibi ünlü futbolcularla kazanmıştı.

En son kupasını 2005’te alan Arsenal, kendi evindeki son Emirates Cup’ı da Galatasaray’a kaptırdı.

Page 46: Zamandk225 egazete

46 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANSPOR

BEHRAM KILIÇ

12009-10 sezonunun şampiyonu Bur-saspor’un ele avuca sığmaz oyuncu-

suydu. Dar alandaki deparları, patlayan forvet özelliği, sürati, gücü, golleri ve gençliğiyle… Türk futbolunun gelecek 10 yılına damga vuracak bir futbolcunun izlerini taşıyordu. Aslında daha önceki sezonlarda ışık vermişti, 5 Nisan 1990 Bursa Osmangazi doğumlu Sercan Yıldırım. Futbol hayatına Bursaspor altyapısında başlamıştı. Profesyonel kari-yerini, tüm kategorilerdeki milli takımlar şekillendirdi. 2005’te 15 Yaşaltı Milli Takım’ın formasını giyerek başladığı milli takım serü-veni, neredeyse her maçta gol atarak devam etti. Londra’da 2006’daki özel bir turnuvada dünya devi Manchester United’ın dikkatlerini çekti. İngiliz kulübü, Bursaspor ve ailesiyle iletişime geçecek ancak şartlar oluşmadığı için transferi gerçekleşmeyecekti.

Bursaspor formasını ilk defa 2007-08 se-zonunda Atatürk Olimpiyat Stadı’nda giydi. Süper Lig kariyerindeki ilk golünü ikinci maçında, Kasımpaşa’ya attı. O sezon ligde sekiz defa boy gösterdi. 2008-09 sezonunda Bursaspor’un 9 numaralı forması onundu. 18 yaşındaydı. Ligin ikinci haftasında Bursa’da seyircisiz oynanan Gençlerbirliği maçında takımı adına 2 gole imza attı. Bu goller onu ülke içinde de fark ettirdi. Bir hafta sonra Galatasaray’a karşı gol atarak dikkatleri iyice üzerine çekti. Sezonu ise 11 golle tamamladı. A Milli Takım’a da bu güzel günlerde davet edildi. İlk milli maçı Bursa’daki Bosna-Her-sek karşılaşmasıydı. Milli Takım’daki ilk golünü ise Estonya’ya atacaktı.

2008 yazında Antalya’da kendisiyle ger-çekleştirdiğimiz bir söyleşide mütevazı du-ruşu, aklı başındaki konuşmaları bizi çok etkilemişti. 2009-10 sezonunun ilk hafta-larında da fırtına gibi esiyordu. Ancak Ka-sım 2010’da dizinden yaşadığı sakatlık onu yaklaşık iki ay sahalardan uzak tutacaktı. Döndüğünde forma yine onundu. Sezon sonu Bursaspor inanılmazı gerçekleştire-cek, Türk futbolunun 5. şampiyonu olarak adını tarihe yazdıracaktı. Sercan ise sadece 4 gol atmasına rağmen taraftarın sevgilisiydi. Medyada da boy boy fotoğrafları vardı. Şam-piyonluk kutlamalarındaki dağıtmış hali o sevinç atmosferinde hoş görülmüştü. Ortaya koyduğu performansla İstanbul takımlarının da gözdesiydi. Hocası Ertuğrul Sağlam, tüm saydığımız özelliklerine rağmen henüz kıva-mını bulmadığını düşünüyordu.

İstanbul takımlarının transfer teklifleri, o zamanki başkan merhum İbrahim Yazı-cı’dan veto yiyecekti. Ona göre hem öneri-len rakamlar Sercan’ın değerinin altındaydı hem de parlayan her yıldıza asılan İstanbul takımlarına karşı dik durmanın zamanı gel-mişti. Yazıcı bir de taraftarın tepkisinden çe-kiniyordu. Sercan ise İstanbul takımlarından birine kapağı atmanın kendisi için daha iyi olacağını düşünüyordu. Athletico Madrid’in de ona ilgisi büyüktü. Tam da bu günlerde gazetelerin transfer sayfalarını süslemesi onun kimyasını bozacaktı. O, yıldız olmanın zorluklarıyla karşılaşmış ve bu zorluklara yenik düşmekten kurtulamayanlar kervanına katılmıştı. Oysa genç oyuncu, Futbol Fede-rasyonu’nun yayın organı Tam Saha’nın 31 Ekim 2009 tarihli sayısında “Şöhreti ve ilgiyi

kaldıracak olgunluktayım.” diyordu. “19 yaşında olmama rağmen kendimi sorum-luluk sahibi bir insan olarak görüyorum.” sözleri de onun dudaklarından dökülüyordu. Üstüne üstlük iddialıydı da “Bu hem saha içinde hem de saha dışında böyle.” diyerek. Ama maalesef bu aklı başında sözler tarihin tozlu raflarında kalacaktı. Sercan, o gece âlemi senin, bu gece âlemi benim diyerek sözde hayatını yaşıyor, profesyonelliğin ge-reklerini yerine getiriyordu! Onun bu ya-şantısı başta Ertuğrul Sağlam olmak üzere taraftarları da rahatsız edecekti.

Aslında Sağlam, daha hazır, daha ol-gun, daha istikrarlı ve en önemlisi daha aklı başında bir forveti takıma katmanın, Sercan’dan daha faydalı olacağını düşünü-yordu. 5 milyon dolarlık tekliflerin olduğu bu ortamda Sercan’ın satılmasından ve ondan gelecek parayla da hazır bir forvet alınma-

sından yanaydı. Ancak Sercan yukarıda arz ettiğimiz sebeplerden dolayı takımda kaldı. Kaldı kalmasına da huzursuzluklar takım içinde de baş göstermeye başladı. Sercan bir türlü kendini âlemlerden koparamadı. Ertuğrul Sağlam da şampiyon oldukları se-zondan sonra hak etmediğini düşündüğü için ona formayı vermedi. Neticede aradaki ipler iyice koptu ve Sercan’la birlikte benzer sıkıntıları farklı tonlarda yaşayan Volkan Şen de takımdan ayrıldı. Volkan iyi bir fi-yata Trabzonspor’un yolunu tuttu. Sercan ise önceki değerinin altında (3 milyon avro) ama o şartlar itibarıyla fena sayılmayacak bir bonservis bedeliyle, üstelik sezon baş-ladıktan 1,5 ay sonra Galatasaray’a verildi. Galatasaray, Musa Çağıran’ı da Bursaspor’a yine bu transfer karşılığında bedelsiz olarak gönderecekti. Sercan ise her sezon için 700 bin avro sabit transfer ücreti alacaktı.

Forma, aslanın ağzındaSercan, Cim Bom’a geldiğinde yeni bir

başlangıç gibi bir düşünceyi içinde barındır-mıyordu. Ona göre kendisi zaten yıldızdı. Ama Galatasaray’da forma, Fatih Terim’in tabiri ile, aslanın ağzında değil, midesin-deydi. Milan Baros, Johan Elmander vardı. İyi olan oynardı. Üstelik kimsenin kara ka-şına, kara gözüne bakılmazdı. Sercan, Te-rim’in kendisinden beklediğini veremedi. Toplam 19 maçta sadece 1 gol attı. Hatta Terim ondan öylesine memnun değildi ki o sezonun devre arasında Antalyaspor’dan Necati Ateş’le takımı takviye etti. Necati’nin ikinci yarıda attığı 15 gol şampiyonluğa bü-yük katkı sağladı. Bir sezon sonra ise G.Sa-ray, Burak Yılmaz gibi yine genç ve dinamik bir forveti bünyeye katmıştı. Şimdi Sercan’ın rakibi, o günler için Sercan’dan daha profes-yonel bir yaşam süren ama geçmişinde Ser-

T A R I K İ L E B U R A K A R A S I N D A B İ R Y I L D I Z :

SERCANBirkaç yıl öncesine kadar en büyük yıldız adaylarından biriydi. Transfer listelerinin en başında yer alıyordu. Bu sezon Şanlıurfaspor’da kiralık oynayacak. Peki, Tarık Daşgün mü olacak, Burak Yılmaz mı? Buna kendisi karar verecek.

FOTOĞRAFLAR: MAHMUT BURAK BÜRKÜK

FOTOĞRAF: DHA

Bursaspor’dan geldiği G.Saray’da beklentileri bir türlü karşılayamayan Sercan Yıldırım, bu sezon Şanlıurfaspor forması giyecek.

Page 47: Zamandk225 egazete

47 21 - 27 AĞUSTOS 2013 ZA MANSPOR

can’ın düştüğü hataların benzerini yaşamış Burak Yılmaz’dı. Burak Yılmaz da Anado-lu’da parladıktan sonra İstanbul’da tutuna-mayanlardandı. Antalyaspor’un ardından Beşiktaş ve F.Bahçe maceraları beklenilen gibi geçmemişti. Eskişehir’de de kendini tam bulamayan Burak için Trabzonspor ve Şenol Güneş çıkış kapısı olmuş, Türkiye’ye kendisini Bordo-Mavili forma altında is-patlamıştı. Üçüncü İstanbul seferinde Ser-can’a formayı kaptırmaya hiç niyeti yoktu. Antrenmanlarda, hazırlık maçlarında ken-disini bir türlü gösteremeyen Sercan’ın da Burak’a rakip olmaya pek niyeti yoktu! Umut Bulut’un varlığı da Sercan’ın işini iyice zor-laştırdı. Fatih Terim’in zaman zaman forma vererek kazanmaya çalıştığı, aslında transfer ederken çok şey beklediği Sercan sonunda Terim’in de gözünden düştü. G.Saray for-ması altında sadece 2 gol attı.

Ve 2012-13 sezonunun devre arasında Sivasspor’a kiralandı. Sercan, Rıza Çalım-bay’ın takımında da kendisini gösteremedi. 8 maçta 1 gol attı. İstanbul hayatının derin-liklerine dalan genç oyuncu, cepten yiyordu. 2013-14 sezonunda da onun açısından işler yolunda değildi. Terim, sezon başı hazır-lık kampına bu oyuncuyu dahil etmedi. Artık Sercan’ın kendisine takım bulması gerekiyordu. Ama profesyonel dünyada adın çıkmaya görsün, Süper Lig’in hiçbir takımı Sercan’a kapı açmadı. Hiçbir hoca ‘ben onu adam ederim’ düşüncesine kapılmadı. Ser-can da bu şartlar altında Anadolu’nun bir başka Süper Lig takımına değil, bir alt lige gitti. Profesyonel yaşantıya ayak uydura-mayan futbolculara bir yeni halka daha ekleyerek… Her şeyin bir ölçüsü vardı. O ölçüyü çoktan kaçırmıştı. G.Saray gibi büyük bir camia ona büyük fırsat sundu. Terim ona inandı. Yaşı gençti. Büyük bir takımın for-vetinde yer almak motivasyonun en doruk noktasında olması için yeterliydi. Ama hiç ışık vermedi. 150 bin liralık bonservis bede-liyle Şanlıurfa’ya kiralandı. G.Saray ondan bir beklenti içinde ki 2016’da bitecek sözleş-mesini de bir yıl uzattı. Akıllanması için bu ona sunulmuş bir fırsat aynı zamanda. Sür-gün günlerinde, yeniden küllerinden doğar mı, bilinmez. Urfa halkı onu bağrına bastı. Pek tabii ki bu sevginin arka planında ondan büyük beklentiler var. Eğer bu beklentilere karşılık veremezse aynı sevgiyi gösterenlerin tepkisi de sert olacak. Tarih öyle söylüyor çünkü.

O ise Şanlıurfa’ya geldiği için çok mutlu olduğunu, taraftarların gösterdiği sevgiyi gö-rünce hırslandığını ve çok heyecanlandığını

söyledi ilk açıklamalarında. Şu sözler ona ait: “Benim için PTT 1. Lig veya Süper Lig’in bir önemi yok. Şanlıurfaspor’u tercih etmem-deki en büyük neden takımın hırsı, hedefleri ve tabii ki arkamızdaki taraftar desteği. Bu-rada yeni bir sayfa açacağıma inanıyorum.” G.Saray’dan giden bir oyuncunun sözleri bunlar. Bursaspor’da oynarken İstanbul’a, İspanya’ya göz kırpacaksın, PTT 1. Lig’e gidince bunun bir öneminin olmayacağını söyleyeceksin…

Kariyer basamakları tersine döndüUmarız Sercan, Şanlıurfa’yı tercih etme-

sindeki gerçek sebepleri anlar. Ve umarız yeni bir sayfa açar. Bir gerçek var ki Sercan için kariyer basamakları tersine döndü. Her ne kadar sözleşmesi uzatılsa da G.Saray formasını tekrar terletmesi mümkün gö-zükmüyor şu aşamada. Süper Lig’in her yıl artan rekabet ortamında başka bir Anadolu takımında oynaması da çok zor. Bu perfor-mansıyla asansör takımlarda kendisine yer bulursa sevinmeli. Hatta bir alt lige düşerse de şaşırmayalım. Zira PTT 1. Lig’deki mü-cadele ve dayanaklılık hiç ona göre değil şu an. “Ben Sercan’ım” düşüncesi işi daha da zorlaştırır. Sizin anlayacağınız genç fut-bolcular için ibretlik bir hayat hikâyesine doğru yol alıyor hâlâ genç Sercan. Biraz önce bahsettiğimiz Tam Saha röportajında, “Genç futbolcu kardeşlerine vereceğin tavsiyeler var mı?” sorusu üzerine gençlere bakın hangi uyarılarda bulunuyordu Sercan: “Her zaman normal çalışmalardan daha fazlasını yapma-ları gerektiğini bilmeliler. A takıma çıktıkları dönemde ağabeylerine yetişmek için bunu yapmalılar. Büyüklerin nasihatlerini dinle-meleri lâzım. Özgüvenlerini bulduktan sonra da yeteneklerini sergileyeceklerdir.”

Umarız vakit geç olmadan o da Burak Yılmaz gibi, bu süreci tersine çevirmeyi ba-şarır. Aksi takdirde, bir zamanların süper yeteneği Tarık Daşgün’ün pişmanlık dolu röportajları gibi Sercan’dan da bol ‘keşke’li hikâyeler dinleriz.

FOTOĞRAF: CELİL KIRNAPÇI

Burak Yılmaz

Tarık Daşgün

Spor Toto Süper Lig’in ilk maçı için Olimpiyat Stadı’nın yolunu tu-tanlar gene bin bir eziyetle tribün-lerdeki yerlerini aldılar.

Bütün bu zorluğa rağmen bek-lenenden fazla sayıda taraftar maça gelmiş, futbola susamışlığını bir derbi maçının heyecanıyla gidermek istemişlerdi. Beşiktaş’ın 3, Trab-zonspor’un 5 yeni transferi sahada yer almıştı. Slaven Bilic hazırlık maç-larının aksine saha yayılışını 4-2-3-1 şeklinde kurgulamıştı. Atiba ve Veli Kavlak ön liberoda görev almış, ile-ride ise gol ayağı olarak Mustafa Pektemek tek forvet olarak oynadı.

Atiba’nın kontralarda ileri çıkış-ları, karşı ataklarda rakibi defansın önünde göğüsleyip kazandığı topları oyuna sokmada biraz daha başarılı olursa Fernandes’in de yükü azal-mış ve orta saha organizasyonları daha verimli hale gelmiş olacak. Ersan Gülüm’den Beşiktaş, Ol-can Adın’dan Trabzonspor teknik adamları sol bek yaratmak isteseler de dün akşamki görüntü pek ışık vermedi.

Beşiktaş orta saha hakimiyetini ele alamayınca topların kenarlara taşınması zorlanıyor, haliyle yan orta fakirliği yaşanıyor. Dentinho ve Olcay’ın çizgiye yaklaşmak ye-rine ortaya girmeleri ileride sıkışıklık yarattığından faydadan çok zarar veriyor. Solda önde oynayan Volkan Şen ileri gidişlerde süratlendiğinden

Serdar Kurtuluş da kademesinde kontrollü kalmak zorunluluğundan her zamanki bindirmelerini bu defa gerçekleştiremedi.

İkinci yarını başlarında Mustafa Pektemek -Almeida ve daha son-rasında Dentinho –Gökhan Töre değişikliğine giden Bilic taze kuv-vet hücumcularla oyunu çevirmek istemindeydi. Mustafa Reşit Akçay da sarı kartlı Colman’ı Zokora ile değiştirerek orta alanı güçlendir-meyi düşünmüştü. 55’ten sonra defans bloğunu kalenin uzağında kademelendiren Bilic’in, oyun ala-nını daraltıp ataklarda rakip kalede çoğalarak pozisyon yaratmak dü-şüncesini oyuncularına uygulatması sonuç verdi. Bu düzende Fernandes rakip onsekize daha yakın, onun orta alandaki oyun kurucu görevine yardımcı olan arkadan gelen Ati-ba’nın başarılı futbolu maçın Beşik-taş’ın kontrolüne geçmesini sağladı. Bu dakikalarda hareketlenen Olcay 75’te sağdan şık bir vuruşla takımı adına sezonun ilk golünü attı. Gene Olcay 81’de pozisyon alıp kendini boş gösteren Gökhan Töre’ye topun servisini yapmış ve bu oyuncunun gerçekten çok güzel bir vuruşla 2’nci golü atmasına katkı sağlamıştı. Se-zonun açılış maçını net skorla ka-zanan Siyah-Beyazlılar Olimpiyat Stadı’nda maç kazanamama fobisini de yenmiş oldu.

Kartal’dan süper başlangıç…

1Fenerbahçe’de, sezonun ilk hafta-sında ligin yeni ekibi Konyaspor’a

3-2 yenilmenin şoku yaşanıyor. Sarı-La-civertlilerin, iki farklı skoru koruyamaması hayal kırıklığına yol açtı. Teknik Direktör Ersun Yanal’ın, “Futbol bu. Böyle sonuçlar alınabiliyor.” sözleri tepkiyle karşılandı. Emre Belözoğlu’nun da maç içerisinde hocasını ikiz kez uyardığı öğrenildi.

Sezona şampiyonluk parolasıyla gi-ren Fenerbahçe, ilk haftada büyük hayal kırıklığı yaşattı. Cumartesi gecesi Torku Konyaspor deplasmanına çıkan Sarı-La-civertliler, devreyi 2-0 önde kapattığı maçtan 3-2’lik yenilgiyle ayrıldı. ‘Sürpriz’ olarak nitelendirilen bu skor, tribünlerde farklı yansımalar buldu. Taraftarın bir bölümü 90 dakikanın bitimiyle tepkilerini rakip futbolcuları alkışlayarak gösterdi. Camiadaki ağırlıklı bir kesimin hedefi haline gelen Teknik Direktör Ersun Ya-nal’ın, “Futbol bu. Bazen böyle sonuçlar alınabiliyor.” açıklaması eleştirildi.

Tecrübeli hocanın özellikle oyuncu değişikliklerinde hatalar yaptığı husu-sunda hemfikir olundu. Alper Potuk ile Dirk Kuyt’ın yerine Salih Uçan ve Pierre Webo’yu sahaya süren Yanal, Yeşil-Be-yazlıların ataklarına bir türlü çözüm üre-temedi. Konyaspor, iki farklı gerideyken penaltı atışından yararlanamadığı mü-cadelede Fenerbahçe’ye 3 gol attı; ancak bu rakam daha da artabilirdi. Müsabaka esnasında Emre Belözoğlu’nun Ersun Yanal’ın yanına iki kez gelerek uyarıda bulunması dikkat çekti. Millî yetene-ğin, Uğur Tütüneker’in talebelerinin orta saha hakimiyetini ele geçirdiğine dikkati çektiği ve kulübenin patronuna acilen önlem alması gerektiğini söylediği öğ-renildi. Fakat kanatları da etkili kullanan ev sahibi, cesur akınlarla golleri peş peşe kaydetti. Mehmet Topuz ile Hasan Ali Kaldırım çok aksadı, genç Salih Uçan da kötü bir performans sergiledi.

Konya şokunun faturası Ersun Yanal’a kesildi

Atıf Keçeci

Page 48: Zamandk225 egazete

DUMONT 3+2+1 21.600,-

ASPENDOS YEMEK ODASI TAKIMI

EDA ÇEKYAT DURU KANEPE TAKIMI

2 KAPILI GARDORAPLA 10.000,-

RACER ARABALI YATAK TAKIMI

REİNA YATAK ODASI TAKIMIYAKAMOZ KANEPE TAKIMI

EKOL KANEPE

BARİ DERİ KÖŞE TAKIMIENDAM YEMEK ODASI TAKIMI

SAFİR 3+2+1 15.499,-

ROYAL YATAK ODASI TAKIMI

HAYAL 3+2+1 16.999,-

HALA DEVAM EDEN KAMPANYALARIMIZDAN YARARLANABİLİRSİNİZ...

© M

OV

ING

ME

DIA

AP

S