zorlu psm mag. 03 · yazın en heyecan verici haberlerinden biri, İrlandalı şarkıcı ve şarkı...
TRANSCRIPT
ZORLU PSM MAG. 1 May ı s -Haz i r a n
ZORLU PSM MAG. 03
ZORLU PSM MAG. 3 May ı s -Haz i r a n
06konser, oyun, sergi, müzikal...
2016’DA DÜNYA SAHNELERİ
10 performans şatoları
NATIONAL CENTRE FOR THE PERFORMING ARTS
12ne var ne yok
MÜZİK DÜNYASINDAN HAVADİSLER
16 deneysel bir alanBAĞIMSIZ OYUNLAR
18 bağımsız üretim kültürü
ALTERNATİF OYUNLAR
20 punk ve özgürlük
PATTI SMITH
26 bilmedikleriniz
SIGUR RÓS
28 yedi albüm yedi hikâyeSIGUR RÓS KAPAK SANATI
32 bilmedikleriniz
TINDERSTICKS
34 müzik sahnelerinde ikinci bahar
DOKSANLAR BİTMEDİ
38alacakaranlıkta bir kozmik yolculuk
TEHO TEARDO
40 bilmedikleriniz
PJ HARVEY
42 bir hatırlama çabası
ERKAN OĞUR & İSMAİL HAKKI DEMİRCİOĞLU
44 sihir ve sahne
KUBİLAY QB TUNÇER
48 ustalar ve çıraklar
TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI
52geçmişi bugün deneyimlemek
MILO RAU
56 bilmedikleriniz
ÜÇ KURUŞLUK OPERA
58gri alandaki karakterler
SAHNENİN ÜNLÜ ANTİKAHRAMANLARI
Facebook.com/ZorluPerformansSanatlariMerkezi
Twitter.com/ZorluPSM
Youtube.com/ZorluCenterPSM
Instagram.com/Zorlu_PSM
Pinterest.com/ZorluCenterPSM
-- ww
w.zo
rlup
sm.co
mB
iletler Biletix
ve zorlu
psm
.com
’da
Zorlu PSM Mag. içeriği ve tasarımı, Bant Mag. ekibi tarafından hazırlanmaktadır.
Dünyanın en sevilen müzisyenleri, konserleri merakla beklenen gruplar! Zorlu PSM, müzik dünyasının dev isimlerini sahneye taşıyor!
06 10
26 32
12 16
36 44
18 20
48 50
ZORLU PSM MAG. 5 May ı s -Haz i r a n
Yazın en heyecan verici haberlerinden biri, İrlandalı
şarkıcı ve şarkı yazarı Damien Rice’ın, gönüllere
taht kurmuş şarkılarını seslendirmek üzere
İstanbul’a gelişi! Damien Rice, 29 Temmuz’da Zorlu PSM Ana Tiyatro’da.
Detaylar zorlupsm.com’da.
ZORLU PSM MAG. 7 May ı s -Haz i r a n
Doctor FaustusCristopher Marlowe’un 16. yüzyılda Faust efsanesinden yola çıkarak yazdığı Doctor Faustus isimli oyunu Elizabeth Dönemi’ne ait, Shakespeare’le aşık atacak derecede ikonik ve tartışmalı bir klasik. İlk sahnelenmesi 1592 İngiltere’sine tekabül eden oyun, özellikle klasiklere getirdiği yenilikçi ve kural tanımaz canlandırmalarla bilinen tiyatro yönetmeni Jami Llyod tarafından günümüze, can alıcı bir hikâyeyle uyarlandı.
Şeytanla ruhu karşılığında bir anlaşma yapan Faustus’un dört yüz yıllık hikâyesi günümüzde dirilerek, hızla kazanılan popülarite ve paranın, anlık zevklerin ve açgözlülüğün hüküm sürdüğü şöhret düşkünü bir dünyada ünlü olmanın bedelini sorgulatıyor. 25 Nisan’da gala yapan ve haziran sonuna kadar sahne alacak oyunda Game of Thrones kadrosunun hızla unutulmazlar arasına giren John Snow’u Kit Harrington, Faustus olarak başrolde. Harrington’ın West End sahnesine beklenen dönüşüne Jenna Russell, Jade Anouka ve Forbes Basson gibi bol ödüllü bir kadro eşlik ediyor.
Breakfast at Tiffany’s Truman Capote’nin kısa romanı Breakfast at
Tiffany’s (1958) elbette Audrey Hepburn’ün ikonik başrolünde bir star yarattığı, hafızalara kazınan 1961 yapımı filmle klasik haline geldi. 1966’da
prodüktörler tarafından birkaç ön gösterim sonrasında iptal edilen bir Broadway sahne
uyarlaması teşebbüsü ve 2013’de Londra’da sadece iki yüz kişilik salonda tek bir gösterim haricinde
sahne tozu görmemiş bu klasik, 2016’da bol ödüllü yazar Richard Greenberg tarafından kaleme alınan ve Danimarkalı Nikolai Foster tarafından yönetilen
yepyeni bir müzikal uyarlamayla sahnelere dönüyor. Her kadının o olmak istediği, her erkeğin
ise beraber olmak isteyeceği, hayat dolu ve zarif Holly Golightly rolünde ise genç İngiliz şarkıcı,
söz yazarı ve oyuncu Pixie Lott yer alıyor.
2016’DA DÜNYA SAHNELERİ
Baharın ön plana çıkan müzikallerine, oyunlarına, sergilerine ve festivallerine göz atıyoruz.
Yazı Yetkin Nural
konser, oyun, sergi, müzikal...
ZORLU PSM MAG. 9 May ı s -Haz i r a n
Harry Potter and the Cursed Child Part 1-2 Söylentilerini ilk kez 2013’ün aralık ayında duyduğumuz ve 2015’te resmi olarak duyurulan Harry Potter and the Cursed Child, edebiyat ve sinema tarihinin en popüler epik maceralarından birini ilk kez sahneye taşıyan, yedi kitaplık serinin devamı niteliğinde bir tiyatro oyunu. Serinin yazarı J.K Rowling, Tony ve Olivier ödüllü yönetmen John Tiffany ve yazar Jack Thorne tarafından beraber yaratılan bu yeni ve orijinal öykü, Thorne tarafından sahneye adapte edilmiş ve Tiffany tarafından yönetilmiş.
Hikâye, serinin bitişinden on dokuz yıl sonrasına gidiyor ve artık Büyü Bakanlığı’nın bir çalışanı olan üç çocuklu aile babası Harry ve en genç oğlu Albus’un maceralarını konu alıyor. Merakla beklenen bu epik oyun önümüzdeki haziran ayında ön gösterimlerine başlayacak ve 30 Temmuz’da ise dünya galasını gerçekleştirecek.
Something Rotten! Prömiyerini Nisan 2015’te yapan Something
Rotten!, geçen yılın sahne dünyasına sayısız ödül ve adaylıkla damgasını vuran ve popüler bir
Broadway klasiği olma yolunda emin ve hızlı adımlarla ilerleyen bir müzikal komedi. Yazar John O’Farrell’la senaryo yazarı ve yönetmen Karey Kirkpatrick’in beraber yazdığı oyunun müziklerinde ise Karey’nin kardeşi, müzisyen
Wayne Krikpatrick’in imzası var.
1595’te geçen oyun, tiyatro dünyasında başarıyı yakalamaya çalışan, ancak bunun için dönemin
popüler yazarı “The Bard” (Shakespeare) ile rekabet etmekte zorlanan Bottom Kardeşler’in
eğlenceli hikâyesini anlatıyor. Bir medyumun onlara tiyatronun geleceğinin müzik ve dansta
yattığını söylemesi üzerine ise iki kafadar tarihin ilk müzikalini yazmak için kolları sıvıyor.
Dokuz Tony adaylığı ve özellikle Cats’ten Evita’ya, Dream Girls’den The Lion King’e
uzanan zeki ve komik müzikal referanslarıyla izleyicilerden beğeni toplayan müzikal, New
York’ta 22 Nisan’da St. James Theatre’da 2016 sezonunu açtı ve yoğun ilgi nedeniyle aralık
ayına kadar gösterimlere devam edecek.
Long Day’s Journey into Night
Dört Pulitzer Ödülü sahibi Eugene O’Neill’ın otobiyografik eseri, 20. yüzyıl Amerikan
tiyatrosunun en iyi oyunlarından biri olarak anılan Long Day’s Journey into Night (1941),
dudak uçuklatan efsane bir kadroyla Broadway’e geri dönüyor. Oscar, Emmy ve Golden Globe
ödüllü usta oyuncu Jessica Lange’i on yılı aşkın bir aradan sonra döndüğü sahnede morfin
bağımlılığıyla mücadele eden Mary Tyrone rolünde izleme fırsatı sunan bu uyarlamada
Lange’e Tony ödüllü John Gallagher, Jr. ve Golden Globe ödüllü Gabriel Bryne
eşlik ediyor. 29 Nisan’da American Airlines Theatre’da açılış yapan oyunun gösterimleri
26 Haziran’da son buluyor.
White Rabbit Red Rabbit İranlı yazar Nassim Soleimanpour ülkesinde zorunlu olan askerlik görevini vicdani ret nedeniyle kabul etmeyince pasaportu elinden alınmış ve ülkeden çıkışı otomatik olarak yasaklanmış. Ülkesinde kapalı kalan ve yirmili yaşlarının yedi senesini White Rabbit Red Rabbit oyununu yazarak geçiren Soleimanpour ortaya usta işi, zeki ve etkileyici bir metin ve deneysel bir formatla çıkagelmiş.
White Rabbit Red Rabbit, her seferinde başka bir oyuncunun sahne aldığı solo bir oyun. İşin daha da ilginç tarafı, oyuncunun sahneye çıkana kadar metni görmemesi ve oyunun ne hakkında olduğunu, nasıl bir karakteri canlandıracağını bilmeden kendini seyircinin önünde bulması. Oyuncuya sadece şu söyleniyor: “Başladığın zaman ne olursa olsun bitirmelisin.” Nisan ayında başlayan ve şimdilik hazirana kadar gözüken gösterimlerde, Westside Theatre sahnesine çıkarak bu meydan okumayı kabul eden oyuncular arasında Whoopie Goldberg, Patrick Wilson, Cynthia Nixon, Martin Short ve Alan Cumming gibi ünlü isimler yer alıyor.
ZORLU PSM MAG. 11 May ı s -Haz i r a n
JOSHUABELL
Metro’daki
Kemancı15 MAYIS 2016 ZORLU PSMANA TİYATROİSTANBUL
16 MAYIS 2016 CONGRESSIUM
ANKARA
Biletler Biletix’te!
Biletler Biletix’te!
7-8-9 EKİM 2016
ZORLU PSM-ANA TİYATROİSTANBUL
14-15-16 EKİM 2016 CONGRESSIUMANKARA
Kuğu Gölü
Yapımına 2001’de başlanan National Centre for the Performing Arts (NCPA / Ulusal Performans
Sanatları Merkezi) kapılarını ilk kez Aralık 2007’de açtı. “Sudaki İnci” olarak da bilinen, geleneksel
Çin mimarisiyle post-modern mimariyi birleştiren, yaklaşık 12 bin metrekarelik kullanım alanına sahip
bu görkemli yapı, parlamento binasının batısında, Yasak Şehir’in yanında, yapay bir gölün kenarında
yer alıyor. Hemen göze çarpan cam yüzeyler, açık ve yeşil alanlar gibi unsurlar, aynı bölgedeki
antik yapıların kırmızı duvarlarına ve parlamento binasının mimarisine tamamlayıcı olarak, “çevresine karşı yükselen değil, çevresi içinde eriyen” tanımına
uygun bir mimari vizyonu ifade ediyor.
National Centre for the Performing Arts’ın tasarımını üstlenen Fransız mimar Paul Andreu, özellikle pek çok ülkede inşa ettiği havaalanlarıyla biliniyor. Projenin yaklaşık 300 milyon euro olan maliyetinin çıkarılabilmesi için gereken tahmini bilet fiyatları tartışmalara yol açmış olsa da, “insanlar için, sanat için, dünya için” mottosuyla açılan NCPA koltuklarının büyük bir kısmı makul fiyatlara alıcı buluyor. Binanın opera, müzik ve tiyatroya ayrılmış toplam 5.452 kişilik üç farklı salonu hem yerli hem yabancı yapımları ve dünyanın her yerinden klasik müzik orkestralarını konuk ediyor.
performans sanatlarının Pekin’deki adresi
NATIONAL CENTRE FOR THE PERFORMING ARTS
Çin’in başkenti Pekin’deki National Centre for the Performing Arts, 2007 yılından beri opera, müzik ve tiyatro merkezi olarak
hizmet veriyor.
Yazı Yetkin Nural
PERFORMANS ŞATOL AR I PERFORMANS ŞATOL AR I PERFORMANS ŞATOL AR I PERFORMANS ŞATOL AR I PERFORMANS ŞATOL AR I PERFORMANS ŞATOL AR I PERFORMANS ŞATOL AR I PERFORMANS ŞATOL AR I PERFORMANS ŞATOL AR I PERFORMANS ŞATOLARI PERFORM
ANS ŞATOLARI PERFORMANS ŞATOLARI PERFORM
ANS ŞATOLARI PERFORMANS ŞATOLARI PERFORM
ANS ŞATOLARI PERFORMANS ŞATOLARI PERFORM
ANS ŞATOLARI PERFORMANS ŞATOLARI PERFORM
ANS ŞATOLARI PERFORMANS ŞATOLARI PERFORM
ANS ŞATOLARI PERFORMANS ŞATOLARI PERFORMANS ŞATOLARI PERFORMANS ŞATOLARI PERFORMANS ŞATOLARI PERFORMANS ŞATOLARI PERFORMANS ŞATOLARI PERFORMANS ŞATOLARI PERFORMANS ŞATOLARI PERFORMANS ŞATOLARI PERFORMANS ŞATOLARI P
ERFO
RMAN
S ŞA
TOLA
RI P
ERFO
RMAN
S ŞA
TOLA
RI P
ERFO
RMAN
S ŞA
TOLA
RI P
ERFO
RMAN
S ŞA
TOLA
RI P
ERFO
RMAN
S ŞA
TOLA
RI P
ERFO
RMAN
S ŞA
TOLA
RI P
ERFO
RMAN
S ŞA
TOLA
RI P
ERFO
RMAN
S ŞA
TOLA
RI P
ERFO
RMAN
S ŞA
TOLA
RI P
ERFO
RMAN
S ŞA
TOLA
RI P
ERFO
RMAN
S ŞA
TOLA
RI P
ERFO
RMAN
S ŞA
TOLA
RI P
ERFO
RMAN
S ŞA
TOLA
RI
ZORLU PSM MAG. 13 May ı s -Haz i r a n
The Kills
Ash & Ice
AnohniHopelessness
Jake Bugg
On My One
Eric Clapton
I Still Do
Gold Panda
Good Luck and
Do Your Best
Peter Björn & John
Breakin’ Point’
Tegan & Sara
Love You to Death
Marissa Nadler
Strangers
Julianna Barwick
Will
Bob Dylan
Fallen Angels
ne var ne yok
MÜZİK DÜNYASINDAN HAVADİSLER
Baharın gelmesiyle birlikte müziğin sesini biraz daha açtığımız şu günlerde artık geri sayım yapmak için birçok sebebimiz var. Yeni çıkacak albümler, eli kulağında konserler, en güzel festivaller ve
dahası... Sizin için müzik dünyasında şu sıralar kim konuşuluyor, hangi albümler için gün sayılıyor, festivallerde ne var ne yok göz
atalım istedik.
Yazı Busen Dostgül
Josh
Hom
me v
e Igg
y Pop
Anohni – Hopelessness (Secretly Canadian)Racing Extinction belgeseli için yaptığı “Manta Ray” parçasıyla Oscar’a aday olan Antony and
the Johnsons vokalisti Antony Hegarty, bundan böyle karşımıza Anohni ismiyle çıkacağını
duyurmuştu. Anohni’nin ilk albümü 6 Mayıs’ta müzikseverlerle buluşuyor.
Eric Clapton – I Still Do (Bushbranch/Surfdog)
Kariyerindeki yirmi üçüncü solo albümü I Still Do için geri sayım yapan Eric Clapton,
yeni parçalarının yanı sıra Bob Dylan, JJ Cale, Robert Johnson parçalarının yorumlarına da bu
albümde yer veriyor.
Peter Björn & John – Breakin’ Point(INGRID)
Eğlenceli şarkıları ve ilginç videolarıyla uzun zamandır takip ettiğimiz İsveç pop üçlüsü Peter
Björn & John, beş yıllık sessizliğini bozuyor.
Marissa Nadler – Strangers (Sacred Bones Records)
Indie rock’ın Amerikalı temsilcilerinden Marissa Nadler, prodüktörlüğünü Randall
Dunn’ın üstlendiği yedinci albümüyle aramızda.
Bob Dylan – Fallen Angels (Columbia)Bir önceki albümü Shadows in the Night’ta olduğu gibi bu albümde de Frank Sinatra parçalarını yorumlayan Bob Dylan, Fallen
Angels’da yeni bir bestesinde de yer veriyor.
The Kills – Ash & Ice (Domino) 2000’den bu yana The Kills ismiyle tanıdığımız, indie rock’ın vazgeçilmez ikilisi Alican Mosshart ve Jamie Hince, 2011’de gelen Blood Pressures’ın ardından, beşinci albümünü Domino etiketiyle yayınlıyor.
Jake Bugg – On My One (Virgin EMI Records) Henüz on sekiz yaşındayken yayınladığı 2012 tarihli ilk albümüyle tanıştığımız İngiliz şarkıcı ve şarkı yazarı Jake Bugg, hip hop tesirli yeni albümüyle aramızda.
Gold Panda – Good Luck and Do Your Best (City Slang) Üç yıllık aranın ardından yeni albümünü yayınlamaya hazırlanan elektronik müziğin yetenekli ismi Derwin Schlecker, bu albümü için Japonya’da tanıştığı bir taksiciden ilham almış.
Tegan & Sara – Love You to Death (Vapor)Indie pop türünde 1995 yılından bu yana aktif bir şekilde müzik yapan Kanadalı Tegan & Sara, yeni albümünü 3 Haziran’da yayınlıyor. İkili, bir önceki albüm Heartthrob ile 2014 yılında Juno Ödülleri’nde Yılın Pop Albümü ve Yılın Albümü Ödüllerini kapmıştı.
Julianna Barwick – Will (Dead Oceans) Folk türünde avangart işler üreten Amerikalı şarkıcı Julianna Barwick’e bu üçüncü albümde Tanlines davulcusu Jamie Ingalls ve Hollandalı çellist Maarten Vos eşlik ediyor.
Yeni albümlere kulak verin
ZORLU PSM MAG. 15 May ı s -Haz i r a n
Sóna
r Fest
ival
Prin
ce
Rolling Stones’dan bir ilk: Küba çıkarması Rock ’n’ roll efsanesi Rolling Stones, bir süredir aralarında Santiago, Buenos Aires, Montevideo, Rio De Janeiro, São Paulo gibi şehirlerin bulunduğu Latin Amerika turnesi kapsamında çeşitli konserler vermek üzere yollardaydı. Grubun bir ilke imza atacağı Küba konseri, nerdeyse birkaç hafta önce turneye eklendi ve 1 Mart’ta duyuruldu. 25 Mart’ta Küba’da gerçekleşen konserle “Küba’da konser veren ilk İngiliz rock grubu” unvanını elde eden Rolling Stones elemanları, “Bugüne kadar birçok özel mekânda veya şehirde çaldık ancak Küba konseri hem bizim için hem de Küba’daki dostlarımız için dönüm noktası olacak” açıklamasını yaptılar. Grubun Ciudad Deportiva de la Habana’da ücretsiz gerçekleşen konserini yaklaşık 500 bin kişi izledi.
Morlar içinde uyu: Prince, 57 yaşında
hayatını kaybetti1976’dan bu yana
sürdürdüğü müzik kariyerine tam otuz
dokuz albüm sığdıran Prince, 21 Nisan’da
hayatını kaybederek müzikseverleri
derin bir üzüntüye sürükledi. Soul, funk,
R&B, psikedelik, pop, disko, blues,
rock gibi birçok farklı türde kayıtlarını
dinlediğimiz efsanevi müzisyen, sıradışı
tarzı, klipleri, sahne şovları ve şarkı yazmadaki
yeteneğiyle daima özlemle hatırlanacak.
Iggy Pop, finali Post Pop Depression albümüyle yapıyorAltmış sekizinci yaş gününü geçtiğimiz günlerde kutlayan punk rock efsanesi Iggy Pop, 1960 yılında başladığı kariyerini bu senenin başında “bir son olduğunu” hissettiğini söylediği Post Pop Depression albümüyle taçlandırmıştı. Iggy Pop’un bu on yedinci solo albümünde Queens of the Stone Age kurucusu Josh Homme’un yanı sıra QOTSA gitaristi Dean Fertita ve Arctic Monkeys davulcusu Matt Helders da yer alıyor.
Müzik dünyasında bunlar konuşuluyor Aklımızın kaldığı festivallerSónar Festival16-18 Haziran
(İspanya) 1994’ten bu yana
düzenlenen ve elektronik müzik türündeki festivaller
arasında en iyilerden biri olan Sónar, bu sene 16-17-18 Haziran’da Barcelona’da
gerçekleşiyor. Teknoloji, müzik ve yaratıcılıktan
ilham alınarak hazırlanan festivalde sanatçıların
performanslarının yanı sıra birçok atölye de yer alıyor. Barcelona’da bu sene Cem Yıldız’ın projesi İnsanlar, Anohni, Bob Moses, Ata
Kak, James Blake, John Talabot, Santigold, Roots
Manuva başta olmak üzere birçok isim sahnede
olacak.
Roskilde Festival25 Haziran – 2 Temmuz (Danimarka) Herkesin bir gün mutlaka gitmek istediği festivaller arasında yer alan Roskilde Festival’ın bu seneki programında Neil Young, Mac Demarco, LCD Soundsystem, New Order, M83, Peaches, Grimes, Santigold, James Blake gibi isimlerin yanı sıra Türkiye’den Gaye Su Akyol da yer alıyor. Bol yağmurlu atmosferiyle bilinen etkinliğin en eğlenceli yanlarından biri de zor şartlardaki festival ve kamp deneyimi.
North Sea Jazz Festival8-10 Haziran (Hollanda)Hollanda’nın en prestijli festivallerinden biri olan North Sea Jazz Festival, 1976’dan beri her yıl Rotterdam kıyısına kurulan özel bir alanda müzikseverlerle buluşuyor. Bu sene kırkıncı yılını kutlayacak olan North Sea Jazz Festival’ın konukları arasında Earth, Wind & Fire, The Roots, Snarky Puppy, Ibrahim Maalouf, St. Germain, Hiatus Kaiyote, Kurt Elling, Gregory Porter, Flying Lotus, Kamasi Washington ve daha birçok isim yer alıyor.
ZORLU PSM MAG. 17 May ı s -Haz i r a n
deneysel bir alan
BAĞIMSIZ OYUNLAR
Digital Revolution sergisi kapsamında ücretsiz ziyaret edebileceğiniz Bağımsız Oyunlar Alanı, herhangi bir bilgisayar oyunu firmasının desteği
olmadan ortaya çıkmış, farklı formatlarda oynanabilen on altı yaratıcı video oyunundan oluşuyor. Deneysel fikirlere dayanan oyunlardan beş
tanesini mercek altına alıyoruz.
Yazı Cem Kayıran
*Zorlu Holding ana sponsorluğu ve Vestel yardımcı sponsorluğunda gerçekleşen Digital Revolution sergisi, 12 Haziran'a kadar Zorlu PSM Sky Lounge’da.
Today I Die Papers, Please Proteus Journey FEZ
Today I Die2007 – Daniel Benmergui – PC
Eski usûl bilmece ve kelime oyunları, video oyunlarında çok sık karşımıza çıkmıyor. Söz konusu alanda yaptığı çalışmalarla bilinen Daniel Benmergui, Today I Die’da
sıradışı bir oyun matematiği sunuyor. Boğulmakta olan bir kızı kurtarmak için anahtar kelimeleri bularak bazı
cümleleri tamamlaması gereken oyuncular, oyunun nasıl ilerleyeceğine de bu cümlelerle karar veriyor. Flash
oyunlarda nadir rastlanan interaktif oyun formatını barındıran Today I Die, tamamıyla bir şiir üzerine kurulu bir
yapıya sahip.
Papers, Please2013 – Lucas Pope – PC
Pasaport kontrolünden oyun mu olur diyorsanız, sizi 2013 yapımı PC oyunu Papers, Please ile tanıştıralım! Arstotzka isimli hayali bir komünist ülkede göçmen
kontrolünde görevli olan oyuncular, karşılarına gelen kişinin pasaportlarını ve belgelerini kontrol edip ülkeye girip
girmemelerine karar veriyor. Doğru yapılan her işlem başına 5 kredi kazandığınız oyun, 2014 yılında “Oyun Stratejisi ve
Simülasyonu” kategorisinde BAFTA Ödülü kazanmıştı.
Proteus 2011 – Ed Key & David Kanaga,
Twisted Tree Games – PCOyunculara çeşitli maceralar veya hareketler sonucunda
ödül ya da ceza verme sistemine karşı bir yapıyla öne çıkan Proteus, son yıllarda sayısı hızla artan soyut deneyimler
vaat eden video oyunlarından biri. Oyunu her açtığınızda değişmiş bir alanla karşılaştığınız Proteus’ta yapabileceğiniz
tek şey piksellerden oluşan alandaki çeşitli manzaraları ve farklı sesleri deneyimlemek. Karakteri sadece iki tuşla (klavyenin sağ ve sol yön tuşları) yönlendirdiğiniz oyun,
Twisted Tree Games ekibinin en popüler işlerinden biri.
Journey2012 – Jenova Chen, thatgamecompany – PS3Journey, video oyunlarının birer sanat eseri olduğunun geniş kitleler tarafından kabul edilmesinde öncü olan oyunlardan biri. 2006 yılında kurulan bağımsız oyun şirketi thatgamecompany’nin Sony’yle imzaladığı üç oyunluk anlaşmanın son halkası olan Journey, oyuncuları sebebini oyunun sonunda öğrenecekleri bir yolculuğa çıkarıyor. Atmosferik olarak kusursuz bir tasarıma sahip olan oyun bir çölde geçiyor ve orada gördüğünüz kişilerle konuşarak ya da onlara yaptıklarında eşlik ederek oyunun gidişatını değiştirmenize olanak sağlıyor.
FEZ 2012 – Phil Fish, Polytron Corporation – PS3Bağımsız oyun sektörünü tüm detaylarıyla işleyen 2012 yapımı Indie Game: The Movie belgeselinde de kapsamlı bir şekilde karşımıza çıkan FEZ, beş yıllık bir hazırlık sürecinin ardından piyasaya sürülmüş bir oyun. Oyuncuların iki boyutlu bir dünyada Gomez isimli ana karakteri kontrol ettiği FEZ, özellikle yayınlandığı dönem için epey üst düzey olan karakter kontrolleriyle biliniyor. Gomez’i istediğiniz şekilde yönlendirebileceğiniz oyunda dört tarafı görebiliyor ve iki boyutlu dünyayı üç boyutlu olarak deneyimleyebiliyorsunuz.
ZORLU PSM MAG. 19 May ı s -Haz i r a n
ALTERNATİF VİDEO OYUNLARI
Yazı Cem Kayıran
Zorlu PSM’de Digital Revolution sergisi kapsamında deneyimleyebileceğiniz Bağımsız Oyun Alanı’nda yer alan
eğlenceli, zihin açıcı ve yenilikçi oyunlara dalmışken, söz konusu sektör hakkında ilginizi çekeceğini düşündüğümüz bilgileri
derledik. Bağımsız üretim kültürünün, video oyunlarına nasıl eklemlendiğine dair notlarımız burada.
bağımsız üretim kültürü
Ödül yok, ceza yokArkalarında büyük şirketlerin finansal desteği
olmadan video oyunları tasarlayan kişi, grup ve ufak şirketler, oyun teknolojilerinin, konsol çeşitlerinin ve imkânların hızla arttığı iki binli
yıllarda dünya çapında dikkat çekmeye başladı. Özellikle uzun yıllardır video oyunlarının
temelini oluşturan kazanma – kaybetme, ödüllendirilme – cezalandırılma gibi sonuçlardan
uzak durarak hazırlanan söz konusu oyunlar, gerçek oyun tutkunlarının piyasaya ambargo
koymuş firmaların yayınladığı oyunlarına tercih ettiği çalışmalar oldu.
İki boyuttan üç boyutaBağımsız oyun akımının ilk örneklerini Play
Station ya da Xbox gibi konsollardan çok daha önce, PC için hazırlanan oyunlar olarak
görmüştük. İki boyutlu oyunların yayınlandığı doksanların sonlarına doğru üç boyutlu
oyun teknolojilerinin gelişmesi, söz konusu tasarımcıları gruplar halinde çalışmaya ve kendi
ekiplerini kurmaya itti.
İlk arayüzler1991 yılında Tim Sweeney tarafından tasarlanan
ZZT, ufak düzeyde programlama bilgisiyle kullanıcılarına kendi oyunlarını tasarlama imkânı veren ilk arayüzlerden biriydi. Yine doksanlı yıllar
boyunca Klik & Play, Inform ve VERGE gibi çeşitli modeller, oyun tasarımcılarının kendilerine
ait ilk denemeleri yapmalarına olanak sağladı.
Dünyadan oyun tasarımcıları buluşuyor
California’da gerçekleşen Game Developers Conference kapsamında 1998 yılından beri
aralıksız olarak düzenlenen Independent Games Festival, uluslararası çapta oyun tasarımcılarının
bir araya geldiği ve çalışmalarını kalabalık kitlelere sunduğu en önemli etkinlik. Bu sene on
sekizinci kez düzenlenecek olan IGF kapsamında çeşitli tasarımcılar finansal destek bulabiliyor ve
çeşitli dallarda ödüller dağıtılıyor. Festival bugüne dek İskoçya’dan Avustralya’ya farklı ülkelerde de
daha ufak versiyonlarıyla gerçekleşti.
Kitle destek kampanyalarının gücüMüzik, sinema ve görsel sanatlarda sıklıkla kullanılan kitle destek kampanyaları, birçok bağımsız oyunun da yayınlanmasına olanak sağlayan en önemli kaynak. Ayrıca internet üzerinden oynanabilen oyunlar yapmayı tercih eden tasarımcılar böylelikle dağıtım, basım gibi masraflardan da kendilerini sıyırmış oluyorlar.
Ortak çalışmalar, yeni platformlar Günümüzde video oyunu oynayabileceğimiz alan ve araçların sayısının artmasıyla çok daha geniş bir derya halini alan bağımsız oyun sektörü, eşzamanlı olarak seslendirmenler, müzisyenler ve karakter tasarımcılarıyla birlikte çalışıyor. Özellikle oyunlar için hazırlanan müzikler açısından da çığır açan gelişmelerin yaşandığı son birkaç yılda, müzisyenlerin kendi evlerinde hazırladıkları parçaları oyun tasarımcılarına sundukları platformlar türedi.
Geniş skaladaki üretimlerle tanışınEğer bu alana yeni yeni ilgi duymaya başlayanlardansanız, bağımsız sektörün müzik ve sinemada olduğu gibi video oyunu sektöründe de ne denli geniş bir skalada üretimler barındırdığını görmeniz açısından Thekla, Inc., thatgamecompany, Super Giant Games ve Twisted Tree Games’in oyunlarına bakmanızı tavsiye ederiz.
that
gam
ecom
pany
'nin
2007
yılın
da ya
yınl
anan
bol ö
düllü
PS3
oyun
u flO
w.
ZORLU PSM MAG. 21 May ı s -Haz i r a n
PATTI SMITHYazı Leyla Aksu
Patti Smith, müziğe yön veren efsanevi ilk albümü Horses’ın kırkıncı yıldönümünde hayata seslenmeye
devam ediyor.
“punk rock yalnızca özgürlüğün bir başka adı...”
*Pat
ti Sm
ith an
d he
r ban
d, 2
3 H
azira
n’da H
orses
albü
mü
özel
kons
eriy
le Z
orlu
PSM
Ana
Tiy
atro
’da.
Patti Smith, yetmişlerin ortasında apansız bir şekilde,
zamanın ötesinde siyah-beyaz bir kapakta belirdi. Bu beklenmedik
albüm, rock müzikle bir araya getirdiği şiirleriyle New York
punk hareketini bir anda ateşe verdi. Fakat ödün vermeden yayınladığı onlarca albüm ve kitaptan sonra punk tanımı,
vaftiz annesinin yanında yetersiz kalıyor; daha farklı bir yerde
hayat buluyor Patti Smith. Sanatçı olma hayaliyle başlayan
hayatı hep şekil değiştiriyor ve yıllardır farklı ortamlarla,
farklı şekillerde biriktirdiklerini paylaşıyor. Geçtiğimiz yıl ilk albümü Horses kırkıncı yılını
kutladı ve turnesi kapsamında kendisi bu yaz İstanbul’un
yolunu tutuyor. Patti Smith and her band, Horses’dan parçaları seslendirecekleri çok özel bir
konserle 23 Haziran’da Zorlu PSM Ana Tiyatro’da. Öncesinde,
Patti Smith’in hayatına kendi sözlerinin de aracılığıyla göz
atıyoruz.
- Şarkıcı, besteci, şair, yazar, aktivist Patti Smith, 1946 yılında Chicago’da dünyaya geldi. Oldukça yoksul bir aileden gelen ve çocukluğunu sıklıkla hasta olarak geçiren Patricia Lee Smith, anne ve babasının müzik, kitap ve dine olan derin ilgisini ve tutkusunu erken yaşlarda özümsedi.
- Sanatçı olma hayalleriyle büyüyen, Fransız şair Arthur Rimbaud’da kendini bulan ve asi folk sanatçısı Bob Dylan’da kendini gören Smith, 1967 yılında New Jersey’de çalıştığı fabrikayı, eğitimini ve ailesini geride bırakarak New York’a taşındı.
- Bir gün arkadaşlarını ararken, tesadüfen sanat öğrencisi ve fotoğrafçı Robert Maplethorpe’la tanıştı ve kısa süre içerisinde iki sanatçının hayatları boyu sürecek arkadaşlıkları başladı. Bir süre sonra da ikili, odalarından geçen sanatçılarla ün salan tarihi Chelsea Oteli’ne yerleşti.
- Bu dönemde gündüzleri bir kitapçıda çalışırken akşamları şiirleri ve resimleri üzerinde yoğunlaşan Patti Smith, kısa süre içerisinde önce tiyatroya el atıp dergilere yazılar yazdı, 1971 yılında da arkadaşı gitarist Lenny Kaye’le beraber şiirlerini kiliselerde ve barlarda okumaya başladı.
- Smith bu dönemdeki performanslarında şiir ve rock müziği harmanlamaya girişti. İlk şiir kitabı Seventh Heaven’ı yayınladı ve Blue Öyster Cult grubu için de şarkı sözleri yazdı. Birkaç yıl içerisinde klavyeci Richard Sohl, gitarist Ivan Krahl ve baterist Jay Dee Daugherty’yi yanına alarak ilk kırkbeşliği “Hey Joe” / “Piss Factory”yi kaydetti ve Patti Smith Group böylece kurulmuş oldu.
- 1975 yılında Arista Records’la anlaşma imzalayan ekip, Jimi Hendrix’in mirası Electric Lady Stüdyoları’nda, John Cale’in prodüktörlüğünde, Horses adlı ilk albümünü kaydetti. Müzik ve edebiyatın bu ivedi karışımı, yıllarca dinmeyen etkisiyle sanat tarihine ismini kazıdı.
DENEYİMLERİ VE BİTMEYEN MERAKLARIYLA PATTI SMITH
ZORLU PSM MAG. 23 May ı s -Haz i r a n
- Zamanında plak şirketi tarafından tepki gören,
fakat artık albümün kendisi kadar unutulmaz olan
kapak fotoğrafı da Robert Maplethorpe tarafından
çekildi.
- Hemen turneye çıkan ekip, yakaladığı başarının ardından
1976 yılında ikinci albümü Radio Ethiopia’yı, 1978
yılında da Smith’in en popüler albümü Easter’ı yayınladı. Bu
albümde Bruce Springsteen’le beraber yazdığı “Because the
Night” şarkısı listelerde on üç numaraya ulaştı.
- Daha sonra 1979’da Wave albümünü yayınlayan Patti Smith, aynı yılın sonbaharında Floransa’da 80 bin kişiye verdiği konser sonrasında kariyerine ara verdi. MC5 grubunun gitaristi Fred “Sonic” Smith’le tanışıp evlenen Smith, Detroit’e taşınıp ailesine odaklandı ve on altı yıl boyunca sahneye çıkmadı.
– 1989 yılında Robert Maplethorpe, 1990’da Richard Sohl, 1994 yılında da bir aylık bir arayla Patti Smith’in kocası Fred Smith ve abisi Todd hayatını kaybetti.
- Ailesini desteklemek üzere sahneye geri dönen Smith, 1996 yılında Gone Again albümünü, 1997’de de sanatçıya Grammy adaylığı getiren Peace and Noise’ı yayınladı.
- Sanatçı iki binli yıllarda da müziğe devam etti. Gittikçe sosyal konulara daha da odaklanan Smith’in görsel sanat çalışmaları da bu dönemde sergilenmeye başladı. Kendisi 2005 yılında Fransız Kültür Bakanlığı’ndan Ordre des Arts et des Lettres unvanını aldı; 2007 yılında da Rock and Roll Hall of Fame’e girişini yaptı.
2008 yılında ise Stephen Sebring tarafından on bir yıl süresince çekilen ve Smith’in hayatını konu alan Patti Smith: Dream of Life belgeseli gösterime girdi.
- Patti Smith, 2010 yılında National Book Award’u kazanan Just Kids adlı kitabını yayınladı. Bu kitap,
eski sevgilisi ve hayat boyu yakın arkadaşı olan Robert Maplethorpe’a ölmeden önce verdiği yirmi yıllık bir
sözün sonucunda ortaya çıktı.
- 2012 yılında en son albümü Banga’yı yayınlayan Patti Smith,
geçtiğimiz yıllarda oyunculuğa elini attı. 2011 yılında hayranı olduğu Law and Order dizisinde, 2014’te de çok sevdiği The Killing’de boy
gösteren Smith, aynı zamanda Aqua Teen Hunger Force dizisinin veda
şarkısını da kaleme aldı.
- 2015 yılının sonlarına doğru ikinci kitabı M Train’i yayınladı. Şimdiden en çok satanlar listesinde yerini alan kitap, Smith’in gördüğü bir rüyadan esinlenerek şekilleniyor ve okuyanı
hayatının içerisinde bol duraklı, deneysel bir yolculuğa davet ediyor.
- Yine 2015 yılında, Patti Smith tarihi Horses’ın kırkıncı
yıldönümünü kutladı. Bu yıldönümü için turneye çıkan Smith, albümün
tamamına dünya sahnelerinde yeniden ses veriyor.
- Farklı projeleriyle tanınan Smith, bu turne kapsamındaki çalışmaları
bittikten sonra hemen tekrardan yeni projelere atılacak. Yakın bir
gelecekte Showtime kanalı, kitabı Just Kids’i bir mini televizyon
dizisine dönüştürecek ve Smith biri dedektif romanı, diğeri de gençlik
romanı olan iki yeni kitap üzerinde çalışıyor.
ZORLU PSM MAG. 25 May ı s -Haz i r a n
New York’a taşınmak üzerine…“New York’a geldiğimde yirmi yaşındaydım. Esas planım
sanatçı olmaktı. Yeterince iyi olamazsam da, B planım bir sanatçının metresi olmaktı, ki bunun bir hedef olması
annemle babamı dehşete düşürmüştü. Ama hep Frida Kahlo ve Diego Rivera’nınki gibi bir ilişkimin olmasını
düşlerdim; bunun harika bir şey olacağını düşünürdüm. O yüzden o yaz New York’a geldim; param yoktu, işim yoktu,
ama muhteşem bir şey başıma geldi: Robert Maplethorpe’la tanıştım. Onun da parası yoktu, işi yoktu, kalacak bir yeri
bile yoktu.”
Altmışlarda ve yetmişlerde Chelsea Oteli’nde yaşamak üzerine...
“O dönemde şöhret kültü daha çok film yıldızları ve yüksek sosyeteden olanlara ayrılmıştı. Janis Joplin paparazzinin
umurunda değildi; Jackie Kennedy’yi arıyorlardı. Robert ve ben Chelsea Oteli’nde yaşıyorduk ve tüm bu insanların (ister
Salvador Dali, ister Janis Joplin olsun) hepimizin odaları aynıydı; sadece bazıları biraz daha büyüktü… Hepimiz
aynı giyinirdik, aynı müziği dinlerdik, hepimiz Vietnam Savaşı’na karşıydık; bir akrabalığımız vardı... Hepimiz
sadece insandık… Arkadaştık. Sam Shepard yükselmekteydi ama kendiydi; Jim Carroll bilinmeyen bir şairdi. Robert ve
ben de tanınmıyorduk. Sadece hayatlarımızı yaşıyorduk.”
Horses üzerine…“Özellikle altmışların sonunda ve yetmişlerin
başında yükselen kültürel sesimizin durakladığını hissettim. Bir yandan da stadyum rock’ı, glam rock
ve bir sürü farklı şey doğuyordu ve birinin her şeyi kurtarması gerektiğini hissediyordum. Bunun ben olacağını düşünmüyordum, ama bunda bir rol oynayabileceğimi düşündüm. Oldukça kuvvetli bir
benlik duygum vardı ve ‘Ben buradayım’ demeye geldim. Benim gibilere, haklarını kaybetmiş
olanlara, başına buyruk olanlara sesleniyordum. ‘Cesaretinizi yitirmeyin; vazgeçmeyin.’ ”
Şiirlerini okumak üzerine…“Şairlerin grubuna pek kabul edilmiyordum. Şairlere karşı çok fazla saygım yoktu ve akademik taraftan şiir çevrelerine girebilmek de ilgimi çekmiyordu. Onlarla bir ilişki kuramıyordum ve gittiğim çoğu şiir etkinliğinin de inanılmaz sıkıcı olduğunu düşünüyordum. Benim sahnem değildi. Ben de şiirlerimi sahnelemek için farklı mekânlar aramaya başladım.”
Rock ’n’ roll üzerine…“Rock ’n’ roll’u kucakladım çünkü ilgi duyduğum her şeyi içinde barındırıyordu: Şiir, devrim, cinsellik, politik eylemcilik; bunların hepsini rock ’n’ roll’da bulabilirsiniz... Benim için ana fikir rock ’n’ roll’un savaş karşıtı olması ve çevremiz için tetikte olan evrensel bir halk hareketi başlatabileceğiydi. Özgür olacaktı ve onun aracılığıyla evrensel iletişim sağlanabilecekti.”
Horses’ın kapağı üzerine…“O fotoğrafa bayılıyorum. Robert Maplethorpe’la olan arkadaşlığımı ve beni o zamanki halimde temsil ediyor. Resim için özel giyinmedim, hep giydiklerimdi. İmaj benim için önemliydi çünkü Bob Dylan’ın imajı çok kuvvetliydi, Baudelaire’in imajı çok kuvvetliydi. İmajın güzel olan yönleri var, ama yeni bir imajla güzellik unutulabilir.”
Müzisyen olmamak üzerine…“İnsanlar bana müzisyen dediklerinde utanıyorum çünkü gerçekten pek bir şey çalamıyorum. Çocuklarım gerçekten çok usta müzisyenler, kocam harika bir müzisyendi; ben yalnızca birkaç akor çalabiliyorum. Ben icracıyım. Bir icracı olduğumu söylemek bana gurur veriyor.”
Küresel ısınma üzerine…“Benim için gezegenimizde şu anda her şeyden daha önemli olan konu çevremiz çünkü çocuklarımızı, torunlarımızı ayakta tutacak olan bu. Etrafa baktığımızda o kadar çok kanser, o kadar çok çevre kirliliği var ki. Çocuklarımız acı çekiyor ve bunu kendimize biz yapıyoruz. İnsanlar olarak bir araya gelmemiz, fedakârlık yapmamız ve gezegenimize bakmamız lazım.”
Horses’ı yeniden çalmak üzerine…“Bunu nostaljiyle yapmıyorum. Horses’ı çalarken beni ilgilendiren orada olan insanlar: Bazıları belki Horses’ı çok seviyordu ve bin kere dinledi, bazılarıysa hiç bilmiyor, bazıları belki kapağını gördü ama şarkıların hiçbirini bilmiyor, bazıları da sevmiyor bile ama kız arkadaşları onları sürükledi, bazıları da anneleri babaları tarafından getirilen çok genç insanlar.”
Gençlere tavsiye...“Çok gençken William Burroughs şöyle dedi: ‘İsmini temiz tut. Taviz verme. Dolusuyla para kazanmayı veya başarılı olmayı dert etme. İyi iş yapmakla ilgilen, doğru kararları ver ve işini koru. Ve iyi bir isim yapabilirsen, sonunda o isim başlı başına bir para birimi olur.’ ”
KENDİ SÖZLERİYLE PATTI SMITH
ZORLU PSM MAG. 27 May ı s -Haz i r a n
07
03
Önceki albümlerine nazaran daha farklı bir soundla hazırladıkları yedinci albümleri Kveikur’un yayınlanmasının ardından turneye çıkan Sigur Rós, hayranlarına konserlerini canlı izleyebilecekleri, interaktif bir deneyim sundu. 2013’te yayınlanan Kveikur albümü hem grup üyeleri hem de müzik eleştirmenleri tarafından “progresif ” müziğe daha yakın olarak görüldü. Sigur Rós’un konserlerini interaktif olarak izlettiği videolarda, hayranlar diledikleri kamera açısını seçme özgürlüğüne sahipti.
Amerikalı Merce Cunningham’ın dans şovunda kullanılmak üzere müzikler yapan Sigur Rós’un bu projede birlikte çalıştığı isim Radiohead olmuştu. 2003’te Cunningham’ın Split Slides gösterisi için Radiohead’le birlikte parçalar hazırlayan İzlandalı grup, 2004’te bu gösteri için hazırladığı üç şarkısını Ba Ba Ti Ki Di Do isimli EP’de topladı. EP’nin ismi üç şarkı boyunca duyulan kelimelerin bir araya gelmesiyle oluşturuldu.
06
02
1999 çıkışlı Ágætis byrjun, Sigur Rós’un
dünya çapında tanınmasını sağlayan
albüm oldu. Sigur Rós üyesi Jónsi Birgisson’un kendine
has gitarlarıyla ilk albüm Von’dan tamamen farklı bir
yaklaşımla hazırladığı Ágætis byrjun,
yayınlandığı sene İzlanda’da 10 bin
adet satıldı ve platin statüsüne erişti. Ayrıca
Rolling Stone, Sigur Rós’un bu albümünü iki binli yılların en
iyi yirmi dokuzuncu albümü olarak listeledi.
Wes Anderson, 2004 sonunda vizyona giren filmi The Life Aquatic with Steve Zissou’da
bir Sigur Rós parçası kullandı.
İzlandalı grubun 1999’da yayınladığı
Ágætis byrjun albümünde yer alan “Starálfur” parçası
Anderson’ın filminin yanı sıra bir İngiliz
yapımı olan ve David Yates’in yönettiği The Girl in the Cafe’de de
yer aldı.
01
Sigur Rós ismi, grubun kurucularından Jónsi
Birgisson’un kız kardeşinden ilham alınarak seçildi.
Jonsi Birgisson’un kız kardeşi Sigurrós, grup kurulduğu
sıralarda dünyaya gelmişti. Bu sözcükler, “zafer” ve “gül”
anlamlarına geliyor.
04
Jónsi Birgisson, 2002’de yayınlanan ( ) albümünde
yer alan parçaları kendi icat ettiği dilde söyledi.
Jónsi Birgisson, İngilizce “Hopelandic”, kendi
dillerinde ise “Vonlenska” denilen bir dil icat etti.
Anlaşılması oldukça zor olan bir dil olan Hopelandic
sayesinde Jónsi, şarkılarda çalan melodilere başka bir
enstrümanmışçasına çıkardığı seslerle eşlik ediyordu.
05
Vanilla Sky filminin son sahnesinde duyulan Sigur
Rós parçası, yönetmen Cameron Crow’un İzlandalı
grubun konserine gitmesi sonucu tesadüfen seçildi. Cameron Crowe şarkıyla
tanışmasını şöyle anlatıyor: “Filmin sonu
için kullanacağımız şarkı konusunda bir türlü
karar veremiyorduk. O sıralar, Sigur Rós’un Los
Angeles’taki konserini izlemeye gitmiştim.
‘Njósnavélin’ parçasını çalmaya başladılar ve
duyduğum anda ‘işte bu olmalı’ dedim.”
*Sig
ur R
ós, 1
1 H
azira
n’da Z
orlu
PSM
Ana
Tiy
atro
’da.
bilm
edik
lerin
izSI
GU
R RÓ
S
ZORLU PSM MAG. 29 May ı s -Haz i r a n
yedi albüm yedi hikâye
SIGUR RÓS KAPAK SANATI
11 Haziran’da Zorlu PSM sahnesinde Türkiye’deki ilk konserini gerçekleştirecek
olan, İzlanda’dan çıkan en özgün ve uzun soluklu gruplardan Sigur Rós’un diskografisi
üzerinden, senelerdir kendine has tasarımlarıyla göz kamaştıran albüm kapağı
sanatı yaklaşımına bakıyoruz.
Yazı Busen Dostgül
ZORLU PSM MAG. 31 May ı s -Haz i r a n
Von (1997)
Grubun ilk albümü olan Von’un kapağı için Sigur Rós kurucusu Jónsi Birgisson, kız kardeşi
Inga Birgisdóttir’in bebeklik fotoğrafını kullanmak istedi. Ailesiyle bağları güçlü olan Jónsi, kariyeriyle ilgili kararlar verirken daha
önce de kardeşlerinden ilham almıştı.
Ágætis byrjun (1999)İzlandalı illüstratör Gotti Bernhöft tarafından
basit bir tükenmez kalemle çizilen Ágætis byrjun albümünün kapağı, Sigur Rós’un
en popüler albümü olması itibariyle birçok kişi tarafından da bilinen bir tasarım. Bu
arada, “Ágætis byrjun”, Türkçe “iyi bir başlangıç” anlamına geliyor. Ayrıca, kapak çalışmasına ithafen albümde şu açıklama
yer alıyor: Sizlere umut vaat ettim ama başarısızlıkla sonuçlandı... bu iyi bir başlangıç
olacak.
( ) (2002)Parantez sembollerinin her birinin aynı
zamanda albümdeki iki farklı bölümü temsil ettiği bu çalışmanın arka kapağında da,
fotoğrafçı John Yang’in çektiği uyurgezer bir çocuk fotoğrafının stensili yer alıyor.
Grubun İzlanda’daki stüdyosunun bulunduğu Mosfellsbær bölgesindeki doğaya ait
unsurlardan esinlenerek hazırlanan ön kapak Amerika, Japonya, Avustralya ve Avrupa’ya
özel olarak dört farklı şekilde yayınlandı.
Takk... (2005)Grubun Sak Winthers, Alex Somers ve Lukka
Sigurðardóttir’le bir araya gelerek hazırladığı Takk... albümünün kapağı, aynı sene İzlanda
Müzik Ödülleri’nde En İyi Albüm Kapağı Tasarımı Ödülü’ne layık görülmüştü. Albümün
ismi olan “Takk”, Türkçe “Teşekkürler” anlamına geliyor. Takk... albümünden
yayınlanan single’ların kapaklarında da imzası bulunan Alex Somers’ın, Jónsi Birgisson'la
beraber Alex & Jónsi isimli bir grubu da var. İkili, görsel sanatlardan müziğe birlikte farklı
üretimler yapıyor.
Með suð í eyrum við spilum endalaust (2008) Beşinci stüdyo albümlerinin kapağı için Berlin’de yerleşik sanatçı Olafur Eliasson’la uzun görüşmeler yapan grup, ilk başta içlerine sinse de daha sonra Eliasson’la anlaşamadıklarını fark ederek, Amerikalı yetenekli fotoğraf sanatçısı Ryan McGinley’nin çıplak bir şekilde koşan gençleri çektiği karesini kullanmaya karar vermişti. Grup üyeleri, Amerika’daki konserleri esnasında imza verirken, kapakta çıplak figürler olması sebebiyle zaman zaman sıkıntı yaşadıklarını da anlatıyor.
Valtari (2012) Sigur Rós’un diskografisinde yer alan ilk albüm Von’un kapağında bebeklik fotoğrafını gördüğümüz Inga Birgisdóttir, bu kez Lilja Birgisdóttir’i de yanına alarak, grubun altıncı stüdyo albümünün kapağı için kolları sıvadı. Jónsi Birgisson’un kız kardeşleri tarafından hazırlanan albüm için farklı yönetmenle birlikte gerçekleştirilen deneysel bir film projesi de hayata geçti.
Kveikur (2013) İsmi altmışların sonlarında Brezilya’daki Tropicalia Hareketi’yle anılan sanatçı Lygia Clark’ın çekmiş olduğu bir fotoğrafın kullanıldığı Kveikur, grubun yayınladığı son stüdyo albümü oldu. Clark’ın, sanat terapisi alanında yaptığı çalışmalarla çeşitli maskeler ürettiği de biliniyor. Kapak fotoğrafında yer alan maske de bu çalışmalarından biri.
Von
Ágæt
is by
rjun
Kveik
ur
( )Ta
kk...
Valta
riM
eð su
ð í ey
rum
við
spilu
m en
dala
ust
ZORLU PSM MAG. 33 May ı s -Haz i r a n
*Tin
ders
ticks
, 27
May
ıs’ta
Zor
lu P
SM A
na T
iyat
ro’da
.
07Tindersticks’in on stüdyo albümü arasında en az şarkının
yer aldığı albüm 2001 çıkışlı Can Our Love... olmuştu. Albümlerinde ortalama on şarkıya yer veren grubun Can Our
Love... albümünde yalnızca sekiz şarkı yer alıyordu.
05
Tindersticks’in onuncu stüdyo albümü olan The Waiting Room için
bir kısa film hazırlayan Staples, çeşitli bağımsız film yapımcılarıyla çalıştı.
Birçok bağımsız yönetmen, The Waiting Room albümünde yer alan parçalar için ayrı ayrı videolar hazırladı. Videoların dört tanesinde Staples kendisi de yer
aldı veya videonun yönetmenliğini üstlendi. Albümle aynı ismi taşıyan kısa
film, bu senenin başında Clermont-Ferrand Uluslararası Kısa Film Festivali’nde prömiyerini yaptı.
03
2005 yılında Tindersticks üyesi Stuart Staples’ın kariyerine solo olarak
devam edeceğini açıklaması, grubun dağılacağı dedikodularını çıkarmıştı.
Staples’ın solo olarak hazırladığı iki albümün ardından 2006’da bir kereye mahsus olarak Londra’daki Barbican
Center’da bir araya gelen Tindersticks, bu konserin ardından yeniden
birlikte kayıtlar yapmaya başlamış ve ertesi yıl The Hungry Saw albümünü
yayınlamıştı.
01
Stuart Staples’ın Tindersticks öncesindeki grubu Asphalt
Ribbons’la geçirdiği dört yılın ardından, Dave Boulter ve Neil
Fraser’la bir araya gelmesiyle birlikte Tindersticks kuruldu.
Stuart Staples, Yunanistan’da bir sahil kentinde yürürken yerde
bulduğu Alman markalı bir kibrit kutusundan esinlenerek grubun isminin Tindersticks olmasına
karar verdi.
06
Notthinghamlı Tindersticks’in bugüne kadar yayınladığı on stüdyo albümünün yanı sıra sekiz film müziği albümü bulunuyor. Özellikle Fransız yönetmen Claire Denis’nin birçok filminin müziklerini yapan İngiliz topluluk, Nenette et Boni, Trouble Every Day, 35 Shots of Rum, White Material ve Les Salauds gibi filmlerin müziklerine imzasını attı.
04Bu sene yayınlanan Tindersticks albümü The Waiting Room’a konuk olan Savages üyesi Jehnny Beth, kendisine ait olan bölümün kaydını tam on dakikada tamamladı. Jehnny Beth, The Waiting Room’da yer alan ve “We Are Dreamers!” parçasında Staples’a vokaliyle eşlik etti. “We Are Dreamers!” aynı zamanda albümde yer alan uzun birkaç kayıttan biri.
02
1991’de beş kişilik bir ekip şeklinde kurulan Tindersticks’in orijinal kadrosunda yer alan ve hiç değişmeyen üç üyesi bulunuyor. Stuart Staples, Dave Boulter ve Neil Fraser, 1992 yılında Tindersticks’in demo kayıtlar yaptığı ekipte yer alan ve bugüne kadar yayınladıkları on albümde de bulunan üçlü oldu. Şu an Dan McKinna ve Earl Harvin’le birlikte yoluna devam eden Tindersticks’in eski üyeleri ise Dickon Hinchliffe, Al Macaulay, Mark Colwill, Thomas Belhom, David Kitt.
bilm
edik
lerin
izTI
NDE
RSTI
CKS
ZORLU PSM MAG. 35 May ı s -Haz i r a n
DOKSANLAR BİTMEDİYazı Cem Kayıran
Hip hop’ın evrim geçirip çeşitlendiği, başta grunge olmak üzere alternatif rock türlerinin türediği, diskonun yerini
yavaş yavaş house müziğe bırakmaya başladığı doksanlarda kariyerlerinin en parlak dönemlerini
geçirmiş birçok müzisyen ve grup bu sene yeni albümlerini yayınlıyor.
müzik sahnelerinde ikinci bahar GarbageDoksanlarda yıllarda
alternatif rock sahnesinin en dikkat çekici gruplarından
biri şüphesiz ki Garbage’dı. Shirley Manson’ın etkileyici
vokalleri ve ünlü prodüktörler Butch Vig, Duke Erikson ve Steve Marker’ın bu kez
enstrümanlarıyla karşımıza çıktığı ekip, müzik tarihinin prodüksiyon harikalarından
biri olarak anılıyor. 1995 çıkışlı kendi isimlerini taşıyan ilk
albümleri ve onu takip eden Version 2.0, hemen hemen
her doksanlar rock partisinde duyabileceğiniz “Push It”,
“Stupid Girl” ve “Queer” gibi nice hit parçayı barındırıyordu.
Garbage için iki binler bu şekilde görkemli ve başarılı
geçmese de grup uzun aralıklarla karşımıza çıkmayı
sürdürdü. Haziran ayında yayınlanacak olan Strange
Little Birds, Garbage’ın altıncı albümü olacak.
TLCMüzik tarihinin en trajik hikâyelerinden biri olarak
tanımlayabileceğimiz Amerikalı R&B üçlüsü TLC,
gruptan Lisa Lopes’in 2002 yılındaki ölümünün ardından
ilk albümünü bu yıl yayınlıyor. Grubun hayranlarının destek
kampanyasıyla mümkün kıldığı beşinci TLC albümü aynı
zamanda son TLC albümü olacak. TLC üyesi Rozanda Thomas yaptığı açıklamada
kendilerine destek olup TLC tarihinde yerini alan tüm
hayranlarına teşekkür etti.
TindersticksDoksanların başında Nottingham’da kurulan Tindersticks, 1993-1999 aralığında yayınladığı dört albümüyle kendine ait bir şarkı formunu ve tınıyı oluşturmayı başarmıştı. İki binlerde kısa bir süre grup üyelerinin başka projelerine eğilmesiyle üretimine ara vermişti. 27 Mayıs’ta Zorlu PSM sahnesinde izleyeceğimiz Tindersticks, on birinci stüdyo albümü The Waiting Room’un turnesinde olacak. City Slang etiketiyle yayınlanan yeni albümüyle müzik otoritelerinden tam puan alan Tindersticks, albümdeki her şarkı için farklı yönetmenlerin çektiği kısa filmlerden oluşan bir seri de yayınladı. Ayrıca albümdeki “We Are Dreamers!” parçasında Savages grubunun solisti Jehnny Beth ekibe eşlik ediyor. Efsanelere göre Beth, parçadaki vokallerini yalnızca on dakikada kaydetmiş!
Beth OrtonProdüktörlüğünü William Orbit’in üstlendiği 1993 çıkışlı ilk albümü Superkinkymandy ile folktronika akımının ilk örneklerinden birini veren Beth Orton, bu ay Kidsticks isimli yeni bir albüm yayınlıyor. Son albümünden bu yana dört yıl geçen Beth Orton, yine döneminin kendine has müzisyenlerinden biriyle stüdyoya kapanmış. Fuck Buttons üyesi Andrew Hung’la kaydedilen albümden yayınlanan ilk şarkı “Moon”, Orton’ın yine yenilikçi fikirlere olan ilgisini gözler önüne seriyor.
SuedeBritpop döneminde karşımıza çıkan gruplardan birçoğu tarihin tozlu sayfalarında yerini aldı. Suede için de bunu söylediğimiz yılların ardından, Londralı grup 2013’te yepyeni bir albümle geri döndü. Anlaşılan Brett Anderson ve arkadaşları yeniden bir arada olmanın tadını daha fazla çıkarmak istemiş ve bir sonraki albümleri için on bir yıl daha geçirmemeye karar vermişler. Night Thoughts ismini taşıyan yeni Suede albümü, 22 Ocak’ta yayınlandı. Albümü Roger Sergent’ın çektiği bir film eşliğinde yayınlayan ekip, konserlerinin bir kısmını söz konusu filmin yansıtıldığı bir perdenin arkasında veriyor.
*Tin
ders
ticks
, 27
May
ıs’ta
Zor
lu P
SM A
na S
ahne
’de.
Tind
ersti
cks
ZORLU PSM MAG. 37 May ı s -Haz i r a n
Massive AttackBlue Lines, Protection ve Mezzanine gibi
albümlerle doksanlı yıllara damgasını vuran Bristol çıkışlı trip hop grubu Massive
Attack, uzun aralıklarla albüm yayınlamayı sürdürüyor. Massive Attack, kariyerini
doksanlarda olduğu gibi ihtişamlı şekilde sürdürebilen nadir ekiplerden biri. Son
olarak 2010 yılında Damon Albarn ve Guy Garvey gibi müzisyenlerin konuk olduğu
Heligoland albümünü yayınlayan ekip, bu sene de yine bol konuklu bir EP’yle
karşımıza çıktı. Young Fathers, Roots Manuva, Azekel ve grubun eski üyelerinden Tricky’yle düet yapılan dört şarkıdan oluşan
Ritual Spirit, Virgin ve EMI ortaklığıyla yayınlandı.
SoundgardenDoksanlar denince akla gelen ilk
şeylerden biri şüphesiz ki grunge! Bu akımın öncüleri arasında sayabileceğimiz gruplardan yalnızca birkaç tanesi müzik
hayatını sürdürebiliyor. Bunlardan biri olan Soundgarden, 2012 yılında tam on altı yıl süren sessizliğini bozmuş ve yeni bir albüm yayınlamıştı. Geçtiğimiz ocak
ayında grubun hayranlarını heyecanlandıran bir haber daha geldi. Chris Cornell, Kim Thayil, Ben Shepherd ve Matt Cameron
dörtlüsü, Soundgarden diskografisinin yedinci albümü için stüdyoda!
Skunk Anansie“Hedonism”, “Charlie Big Potato” ve
“Weak” gibi parçalarıyla akıllarda yer eden İngiliz alternatif rock grubu Skunk Anansie,
yaklaşık on iki yıllık aranın ardından 2010 yılında bir albüm yayınlamıştı. 2012 yılında
yayınladığı Black Traffic albümünden sonra pek ortalıkta gözükmeyen dörtlü bu
senenin başlarında Anarchytecture isimli yeni albümünü yayınladı. Grubun doksanlarda
esip gürlediği agresif halinden eser yok maalesef.
CassiusPhilippe Zdar ve Boom Bass’ten oluşan Fransız elektronik müzik ikilisi Cassius için tam olarak bir doksanlar grubu demek ne kadar doğru, tartışılır. Grubu house müzik sahnesinde kült konumuna getiren ve ismini yayınlandığı yıldan alan ilk albümü 1999, onları şüphesiz ki doksanlar elektronik müziğinin en özel figürlerinden biri haline getiriyor. Sonraki yıllarda uzun aralıklarla iki albüm daha yayınlayan Cassius, on yıl süren sessizliğini Mike D, Cat Power ve Pharrell Williams’ın konuk olduğu Ibifornia isimli albümle bozuyor.
Jeff BuckleyHayatını kaybeden müzisyenlerin yayınlanmamış kayıtlarının derlendiği albümlere günümüzde sıklıkla rastlıyoruz. 1997 yılında henüz otuz yaşında hayatını kaybeden Jeff Buckley’nin resmi olarak yayınlanmış tek albümü Grace ve tamamlanmamış kayıtları, yirmi yılı aşkın süredir etkisini yitirmiyor. Bu yıl yayınlanan You & I isimli albüm, Jeff Buckley’nin henüz kariyerinin başlarında kaydettiği cover şarkılardan oluşuyor. Efsanenin, The Smiths, Led Zeppelin ve Bob Dylan gibi isimlerin şarkılarına yaptığı kendine has yorumlar, bu albümle ilk kez dinleyiciyle buluşmuş oldu.
Mas
sive A
ttack
Cassi
usJe
ff Bu
ckley
Beth
Orto
n
Soun
dgar
den
Skun
k Ana
nsie
ZORLU PSM MAG. 39 May ı s -Haz i r a n
TEHO TEARDORöportaj Gülşah Görücü
Zaman ve uzam arasındaki meçhul akışkanlığı Teho Teardo’nun şarkılarında yakalayacaksınız.
alacakaranlıkta bir kozmik yolculuk Bizi biraz müzikle tanıştığın günlere götürebilir misin
lütfen, Teho. Müzikal anlamda söyleyecek bir
şeyin olduğunu ne zaman keşfettin? İlk müzik yaptığın
zamanı hatırlıyor musun? Her şey nasıl başladı?
Çocuktum, çok küçüktüm, kırık bir teyple karşılaştım ve biraz onunla oynamaya
başladım. Olanlar çok garipti; kaseti taktığımda kaydettiğim şeyi normal hızında muhafaza
ediyordu, ama ne zaman çalma tuşuna bassam kaydettiğim her şey ağır çekimde duyuluyordu.
Bu, o yaşımda benim için bir anlamda gerçekliği
değiştirmek gibi bir şeydi. İşte müzikle böyle tanıştım
ve o günden bu yana kendimi üretmekten hiç alıkoyamadım.
Müzik, şarkılarını yazmadan ve kaydetmeden önce
kavramsal olarak mı ortaya çıkıyor? Yoksa üretimlerin doğaçlamadan ve rastgele
fikirlerden mi doğuyor? Bir parçanın tam anlamıyla
üretim sürecinin bittiğine nasıl karar veriyorsun?
Kafamda bir düşünceyle, bir tür nosyonla yola çıkıyorum
ve ona varana kadar, takip edecek bir şey kalmadığını
görene kadar düşünsel sürecin peşini bırakmıyorum. Böyle
bir yoldan gitmek diğer taraftan hiç beklemediğim
şeyleri de karşıma çıkarmıyor değil. Ama bu sürecin bittiğini
ve üretimin sonlandığını soruyorsan diyebilirim ki,
ürettiğim şey üzerinde iyi hisleri biriktirdiğimde
anlıyorum ve çalışmayı bırakıyorum.
Parçaların bir taraftan polifonik elektronik-pop hassasiyeti taşıyor ama diğer taraftan da avangart olmalarının cazibesini içinde saklıyor. Müzikal tavrını spesifik bir janrla bir başlık altına almak mümkün mü?Bir janr başlığı altında müziğimi tanımlamak istemem, janrlara da pek inanmıyorum açıkçası. Benim için müzik bir janr başlığı altında tanımlanması ve kategorize edilmesinden çok daha büyük bir şey.
Kullandığın elektronik davullar ve synth müziğine elektronik bir altyapı verirken, soundunu bariton gitar, telli sazla ve bir çok organik enstrümanla besliyorsun. Günümüz şartlarında müzik yapmayı düşünürsek organik vs. elektronik ikliminde müziğini nereye konumlandırırsın?Ben organiğim, insanım en nihayetinde. Ancak enstrümanlarım değil tabii. Hepsi tek tek teknolojinin birer parçası. Kemanı bile düşündüğünüzde bu böyle, o bile yüksek teknolojinin bir parçası aslında. Günümüzde artık teknolojiyle ilişkimizi yeniden tanımlamaya başladık. Ancak ben hâlâ akustik ve dijitali harmanlayan müzisyenlerden biri olamadım, olmayacağım da. Bu tip bir müzikal yaklaşımın zaten çok kullanışsız bir şey olduğunu düşünüyorum. Bu harmanı yapmak mantıklı değil, çünkü ne ben barmenim ne de yaptığım müzik bir kokteyl.
Sence bu çağın soundu nasıl bir şey? Müzik günümüzde nereye geldi?Henüz bu çağın müziğini duyduğumu düşünmüyorum, ama etrafta güzel müzikler duyar gibiyim, aralarında iyi tınısı olanlar da var.
Blixa Bargeld’le işbirliği yaptığınız son stüdyo albümünüz Nerissimo âdeta bir kitap gibi. Her dinlediğinde satır aralarında ayrı bir hikâye yakalanabilir. Bu albüm Blixa’yla ikinci stüdyo albüm çalışmanız. Birlikte çalışmak nasıl bir his? Blixa’yla çalışırken hep çok iyi vakit geçiriyorum. Üretim aşamasında Blixa’nın içinde bulunduğu berrak yapısalcı hal özellikle mikrofon karşısında kilit rol oynuyor.
İlham almak için özel bir yöntemin var mı? 13 Mayıs’ta Zorlu PSM Drama Sahnesi’nde sizleri ağırlayacağız, canlı performans sahnelerinin müzikalitene bir katkısı olduğunu düşünüyor musun?Yaptığım müziğin kendisi zaten aldığım ilhamlara dayanıyor. İlham almadığım bir şeyin kalmadığını düşünemiyorum bile; bu benim için bir kâbus olurdu. Müziğimi yaparken fikirlere inanıyorum, çalışmaya, daha çok çalışmak gerektiğine inanıyorum.
Roma sadece Piazza Spagna, Fontana di Trevi ya da renkli dondurmalardan oluşan bir başkent değil pek tabii. Coğrafyasında geçmiş ve günümüz olmak üzere bir çok efsane müzisyen barındıran Roma’nın, son zamanlarda başına gelen en güzel şeylerden birisi de Teho Teardo'nun besteleri ve rengini siyah koyduğu ses enstalasyonları... Geliştirdiği özgün müzikal kolaj teknikleriyle hafızalarımıza kazınan, dünyanın en prestijli ödüllerinden Ennio Morricone ve David Di Donatello Ödüllerine layık görülen ve elektroniğin en organik halini kulaklarımıza konduran Teho Teardo, 13 Mayıs’ta Zorlu PSM sahnesinde olacak. Dümende Blixa Bargeld’in olduğu bu kozmik yolculukta müzikseverler alacakaranlığın seslerini işitme şansı bulacak. *T
eho
Tear
do &
Blix
a Bar
geld
, 13
May
ıs’ta
Zor
lu P
SM D
ram
a Sah
nesi’
nde.
ZORLU PSM MAG. 41 May ı s -Haz i r a n
*PJ H
arve
y, 8
Haz
iran’d
a ön
grup
Low
’la b
irlik
te Z
orlu
PSM
Ana
Tiy
atro
’da.
bilm
edik
lerin
izPJ
HAR
VEY
05
03
01
04
02
Nick Cave’in PJ Harvey’yle birlikte söylediği “Henry Lee” parçası,
doksanların en iyi düetlerinden biri olarak müzik tarihinde yerini aldı.
Hem Melbourne’de hem de Londra’da iki ayrı stüdyoda 1995 yılında
kaydedilen “Henry Lee” parçası, Nick Cave & The Bad Seeds’in single’ı olarak
1996 Şubat’ında yayınlandı. Aynı sene PJ Harvey ve Nick Cave’in birliktelikleri
de başladı ve bir sene kadar sürdü.
İngiltere’de, yılın en iyi albümüne verilen Mercury Ödülü’nü iki kez
alan ilk kadın şarkıcı PJ Harvey oldu.
Stories from the City, Stories from the Sea (2001) ve Let England
Shake (2011) albümleriyle Mercury Ödülü’nün sahibi olan PJ Harvey,
ayrıca 1993’te Rid of Me ve 1995’te To Bring You My Love albümüyle
adaylar arasında yer aldı.
PJ Harvey’nin müzik dışında kendini geliştirdiği sanat alanları heykel ve resim oldu. Annesi heykeltıraş olan Harvey, heykel eğitimi almıştı ve zaman zaman resim ve heykel yaptığı biliniyordu. 2010’da, Francis Ford Coppola’nın Zoetrope: All-Story dergisine resim ve heykel çalışmalarıyla konuk olmuştu.
1969 Dorset doğumlu şarkıcı, kariyeri boyunca karşımıza
gerçek isminin baş harflerinin kısaltması olan “PJ”yle çıktı.
Harvey ailesinin ikinci çocuğu olan şarkıcının gerçek ismi
Polly Jean Harvey.
İngiliz şarkıcının, ailesinin de etkisiyle beslediği zengin ilham kaynakları listesinde her dönemden birçok farklı isim yer alıyor. Ailesi tarafından özellikle blues ve caz türündeki kayıtlar dinletildiği için bu türlere ilgi duyduğunu söyleyen Harvey’nin favori isimleri arasında Captain Beefheart, Jimi Hendrix, John Lee Hooker, Slint, Soft Cell, Pixies, Ennio Morricone var. Şarkıcının ayrıca Rus halk müziğine de ilgi duyduğu biliniyor.
06
07
Beş senelik bir aradan sonra yayınlanan son PJ Harvey albümü The
Hope Six Demolition Project, Londra’da dinleyicilerin de bulunduğu bir alanda
canlı olarak kaydedildi. Londra’daki Somerset House’ta,
geçtiğimiz sene 16 Ocak’ta başlayan kayıtlar, yaklaşık bir ay sürdü. Kırk
beş dakikalık canlı performanslarını dinleyiciler eşliğinde gerçekleştiren PJ Harvey, bazı konserlerde saksafon, arp
ve buzuki de çaldı.
08PJ Harvey’nin ilk albümü olan Dry, Kurt Cobain’in de favori albümleri arasında yer alıyordu. 1994’te hayatını kaybeden Nirvana kurucusu Kurt Cobain’ın çizimlerinden ve notlarından oluşan Journals kitabında, sanatçının favori on altı albümü arasında PJ Harvey’nin Dry albümü de vardı.
Let England Shake, İngiliz şarkıcının kariyerindeki en başarılı albümlerden biri oldu ve 1993 çıkışlı Rid of Me’den sonra en çok satan PJ Harvey albümü olarak listelerde yerini aldı.2011 çıkışlı Let England Shake’i o yılın en iyi albümleri arasında gösteren İngiliz basın oluşumları arasında Mojo, The Guardian, NME, Uncut, BBC Music vardı. Albüm, İngiltere’de 130 bin adet, Amerika’da ise 70 bin adet satılarak Billboard 200 listesine girmeyi başardı.
ZORLU PSM MAG. 43 May ı s -Haz i r a n
Yirmi yıldır birlikte Halk müziğinin günümüzdeki en önemli temsilcileri ve icracıları arasında yer alan Erkan Oğur ve İsmail Hakkı Demircioğlu’nun müzikal birlikteliği yirmi yıl öncesine kadar uzanıyor. Birlikte yayınladıkları ilk çalışma olan 1998 çıkışlı Gülün Kokusu Vardı albümü öncesinde ikisi de hem kendi başına hem de aralarında Ruhi Su, Aziz Şenol Filiz, İlkin Deniz gibi isimlerin yer aldığı müzisyenlerle çeşitli farklı projelerde çalışan Oğur ve Demircioğlu, duo olarak verdikleri performansları “birlikte hatırlama çabası” olarak tanımlıyor.
Yazı Cem Kayıran
bir hatırlama çabası
ERKAN OĞUR & İSMAİL HAKKI DEMİRCİOĞLU
Bu ay Zorlu PSM sahnesinde buluşacak iki öncü müzisyen Erkan Oğur ve İsmail Hakkı Demircioğlu’nun heyecanla
beklediğimiz performansı öncesinde biraz geriye dönüyoruz.
* Erk
an O
ğur &
İsm
ail H
akkı
Dem
ircio
ğlu,
Ves
tel G
urur
la Ye
rli K
onse
rleri
kaps
amın
da, 1
7 M
ayıs’
ta Z
orlu
PSM
Ana
Tiy
atro
’da.
Oğur SazıBinlerce yıldır değişerek
günümüze kadar gelen bağlamanın yeterince doğru
şekilde anlaşılmadığına inanan Erkan Oğur, 1976 yılında
perdesiz klasik gitarı icat etmişti. Bağlama üzerine de çalışmaları azımsanmayacak düzeyde olan Erkan Oğur, sonrasında farklı
versiyonlarını da geliştirdiği altı telli Oğur Sazı isimli bir
enstrümanla da tanınıyor. Standart bağlamadan farklı
olarak telleri tek tek yerleştirilen Oğur Sazı’nda gelenekte
olmayan ve Erkan Oğur’un kendisinin ürettiği bir akort
sistemi kullanılıyor.
Bir Ömürlük Misafir monografisi geliyor
Geçtiğimiz haftalarda Hunter Davies’in The Beatles
kitabının çevirisiyle yayın hayatına başlayan Kara Plak
Yayınları’ndan Erkan Oğur’a dair özel bir kitap geliyor. Yayın
programında birçok albüm monografisine yer verecek olan Kara Plak Yayınları,
önümüzdeki günlerde, Türkiye popüler müzik araştırmalarıyla
yakından tanıdığımız yazar Murat Meriç’in, Erkan Oğur’un
yurtdışında Fretless ismiyle yayınlanan Bir Ömürlük Misafir için yazdığı monografiyi servis
edecek.
Erkan Oğur ve İsmail Hakkı Demircioğlu ikilisi, özel
performanslarından biriyle 17 Mayıs’ta Zorlu PSM’de olacak.
İkilinin repertuvarında yer alan iki türkünün yolculuğunu
hatırlayalım.
“Zeynebim”Sivas’ın Kangal ilçesindeki şimdiki adı Soğukpınar olan Mamaş Köyü’nde doğan bu türkü, özellikle etkileyici sözleri ve 15/8’lik ritmik ölçüsüyle biliniyor. 1938 yılında Mamaş Köyü’nde hayatını kaybeden Âşık Süleyman tarafından sözleri yazılan türküde bahsedilen Zeynep de söz konusu köyde yaşamaktadır. Bu yüzden türkü “Mamaşlı Zeynebin Türküsü” olarak da bilinir.
Bu türküyü İsmail Hakkı Demircioğlu’yla yayınladığı ilk albüm olan Gülün Kokusu Vardı’da yorumlayan Erkan Oğur, “Zeynebim”in halk müziği için en doğru örneği teşkil eden türkü olduğunu dile getiriyor. Türküyü saf ve katışıksız sıfatlarıyla tanımlayan Erkan Oğur’un, İsmail Hakkı Demircioğlu’yla birlikte yakaladığı inanılması güç uyumun da en belirgin şekilde kendini gösterdiği eserlerden biri olan “Zeynebim”, çeşitli yorumlarıyla birçok filmde de kullanıldı. Bunların arasında başrollerinde Kadir İnanır ve Türkan Şoray’ın yer aldığı Deprem filmi de bulunuyor.
“Zahit Bizi Tan Eyleme”“Zahit Bizi Tan Eyleme” türküsü, akıllara ilk olarak Yılmaz Güney’in Ağıt filminin final sahnesini getiriyor. Erkan Oğur ve İsmail Hakkı Demircioğlu’nun ikinci albümü olan Anadolu Beşik’te yer alan yorumunun yanı sıra Ruhi Su yorumuyla da bilinen türküyle ilgili birçok efsane var. Erkan Oğur, bu türkünün 1800’lü yıllarda katledilen İstanbul Bektaşileri’ne ait olduğunu söylüyor. Ayrıca 68 kuşağı için de önemli bir türkü olan “Zahit Bizi Tan Eyleme”, meydanlarda dillerden düşmeyen nefeslerden biri olarak anılıyor.
Erkan Oğur bu türküyü İsmail Hakkı Demircioğlu dışında da birçok müzisyenle birlikte seslendirdi. Bunlar arasında Djivan Gasparyan ve Okan Murat Öztürk de bulunmakta. Son yıllarda popüler kültürün odağında yer alan dizi ve televizyon programlarında da çeşitli yorumlarıyla karşımıza çıkan türkü, Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü tarafından da nefis bir düzenlemeyle yorumlanmıştı.
ZORLU PSM MAG. 45 May ı s -Haz i r a n
Hem yurtdışında hem de yurtiçinde gerçekleştirdiğiniz sihir şovunuz
2009’da size prestijli Merlin Ödülü’nü kazandırdı. Şovdan ve
kendi ekolünüzden biraz bahseder misiniz? Sizin sihir performansınız
hangi aşamalardan geçti ve ne gibi ekollerden ilham alıyor?
Şovum bütün aileyi ilgilendiren, komik ve heyecanlı bir deneyim. Dekorlar,
kostümler filan yok. Seyirciyle iç içe, burunlarının dibinde, birlikte sihir
yaparak eğleniyoruz. Saklanacak bir mesafe olmadan sihir yapmayı
seviyorum. Çünkü bu çok zor. Ben tiyatroyla sihri harmanlayan bir stile
sahibim. Daima bir karakter yaratırım sahnede. Benim ilhamım da ekolüm
de tiyatrodur günün sonunda. Bu, sihir dünyasında çok yeni bir şey değil ama yıllar içinde benim tarzımla bütünleşti
diyebilirim.
Sihirle ilk karşılaşmanızı merak ediyorum. Kaç yaşındaydınız, nasıl bir
deneyimdi?Çocukken babam ufak tefek sihir
oyunları yapardı evde. Sihri hep sevdim ama yirmili yaşların ortasına
kadar böyle bir dünya olduğunu bilmiyordum. Sonra, Amerika’da
sihirbazlarla tanıştım. Sihir dünyasının zenginliği beni büyüledi. Büyülemeyi de
sürdürüyor.
Bir sihirbaz numaralarını kendi mi yaratır? Yoksa belli kategoriler
üzerinde kişisel varyasyonlar mı üretilir? Bize anlatabileceğiniz
kadarıyla ve şekliyle, “sihir üretimi” nasıl bir süreç?
Temel prensipler genellikle yüzyıllardır mevcuttur ama iyi sihirbazlar kendi oyunlarını yaratırlar. “Sihir üretimi”,
yapılan efektin seyircide ne türden duygular uyandıracağını hayal ederek
başlar. Aslolan oyunların sunumudur. El becerisini geliştirirsiniz ama asıl “sihir”
sunumdadır. Ustalık da buradadır zaten.
Kariyeriniz ve üretiminiz kelimenin gerçek anlamıyla çok yönlü. Tiyatro, televizyon, beyazperde ekseninde yönetmenlik, senaristlik ve oyunculuk deneyimlerinizin yanı sıra bir yapımcı, yazar, danışman ve akademisyensiniz. Tüm bu farklı alanlar birbirlerinden nasıl etkileniyor ya da besleniyor?Ben kültür ve sanat üreticisiyim. İlgilendiğim konular birbirini etkiler, zenginleştirir. Psikoloji ve tiyatro bilmeden sihir yapılamaz. Sihir olmadan sanat olmaz.
Peki sihir sizin için bu üretim ağının neresinde duruyor?Sihir, bence sahne sanatlarının en rafine formudur. İnsan gezer, dolaşır, en sonunda sihri bulur. Bulamazsa aramayı sürdürür. Bu, hayatta olduğu gibi sanatta da böyledir.
İllüzyon sanatındaki başarınızın yanı sıra ciddi bir genel kültüre sahip olduğunuzu da biliyorum. Sihir tarihi hakkında pek çoğumuzun bilmeyeceği bir iki detay bilgi paylaşmanızı istesek? Bütün kız kesme, kılıç kesme oyunları hep engizisyon döneminden etkilenmiştir. İnsanlar, büyük bir korku içinde yaşadılar. Sihirbazlar, o dönemin işkence aletlerine benzer kutular yapıp bunlardan sihirli bir şekilde kurtuluyorlardı. Bu da seyircinin bir anlığına bile olsa sihirli bir güce sahip olabileceği illüzyonunu yaratıp, korkularını azaltıyordu.
Bir illüzyon sanatçısı için usta-çırak ilişkisi ne derece önemli? Siz kiminle çalıştınız, şimdi bu anlamda öğrencileriniz var mı? Benim ustam rahmetli Prof. Metin And’dır. Usta-çırak ilişkisi bence her sanatta lazım. Ama sınırları var. Belki tek bir usta yetmeyebilir. İnternet devriminden sonra ustalık bambaşka bir anlam kazandı. Marifet, ustaların ustası olmakta. Benim bu anlamda çırağım yok ama sağ olsunlar, bana danışan arkadaşlar var. "S
ihir,
ben
ce sa
hne
sana
tların
ın e
n ra
fine
form
udur
. İns
an g
ezer
, dol
aşır,
en
sonu
nda
sihri
bulu
r."sihir ve sahne
KUBİLAY QB TUNÇER
Her yaştan seyirciyi yetmiş dakikalık akıl almaz oyunlarla dolu bir sihir dünyasında
ağırlayan QB’yle kariyerinden, tiyatrodan ve sihir üretiminden bahsettik.
Röportaj Yetkin Nural
*Kub
ilay
QB
Tunç
er, 2
1 M
ayıs’
ta Z
orlu
PSM
Stü
dyo’d
a.
İllüzyon sanatçısı, senarist, oyuncu, yönetmen, akademisyen ve danışman... Kubilay QB Tunçer gerçekten de on parmağında on marifete sahip birisi. On yılı aşkın süredir devam ettirdiği ve kendisine prestijli Merlin Ödülü’nü kazandıran, komedi ve tiyatroyla harmanladığı sihir gösterisi geçtiğimiz şubat ayından itibaren Zorlu PSM sahnesinde yer almaya başladı.
ZORLU PSM MAG. 47 May ı s -Haz i r a n
Tiyatro alanında üretimlerinizin yanı
sıra sıkı bir izleyicisiniz. Son dönemde İstanbul
sahnelerinde izlediğiniz ve etkilediğiniz birkaç oyunu
sorsak? Bu sezon çok yoğundum.
İyi takip edemedim oyunları. Tiyatro eleştirisi de yazamadım. Çok fazla
oyun var. Haksızlık etmek istemem.
Bir diğer yandan İstanbul Tiyatro Festivali de yaklaşıyor. Merakla
beklediğiniz oyunlar var mı? Shakespeare’in Bütün
Ölümleri, Godot’yu Beklerken ve Üç Kuruşluk Opera’yı
merak ediyorum. Bir de, bu festival niye her sene
yapılmaz ve biletleri niye bu kadar pahalıdır, bunu merak
ediyorum.
Bu aralar uğraştığınız yeni projeleriniz var mı? Sizi
yakında yeni bir oyunda, filmde veya ekranda, nerede
ve nasıl görebiliriz?Oyun Bozan adlı dizide
oynuyorum birkaç bölüm. Bir tane film yazıyorum. Galiba bir filmde de oynayacağım.
“Sihirbaz Lider” adını verdiğimiz konferans serim,
şirketlerde devam ediyor. Yaza doğru yepyeni, sadece
çocuklar için bir sihir gösterisine başlayacağım.
Çok heyecanlanıyorum. Bir de Youtube kanalım açıldı. “qb abi” adını verdik. Sihir
öğretiyorum.
“Benim ustam rahmetli Prof. Metin And’dır.
Usta-çırak ilişkisi bence her sanatta lazım. Ama sınırları var. Belki tek bir usta
yetmeyebilir. İnternet devriminden sonra
ustalık bambaşka bir anlam kazandı. Marifet,
ustaların ustası olmakta.”
ZORLU PSM MAG. 49 May ı s -Haz i r a n
01
ZATİ SUNGUR Listemizdeki en eski illüzyon sanatçısı olan Zati Sungur, 1898 doğumlu. Gezmeye olan ilgisi nedeniyle Denizcilik Makine Mektebi’ne yazılan ve 1916’da Almanya denizaltı filosunda staj yapmaya giden Sungur, ilkokuldan beri meraklı olduğu illüzyon sanatını arkadaş arasında yapılan ufak numaralardan sahneye taşıma
fırsatını Almanya’nın Köln kentindeki kabarelerde buldu. Bu gösterilerinden birinde Alman sihirbaz Alois Kessler’le tanışan ve onun da yardımıyla şovunu Berlin
Wintergerten Tiyatrosu’na taşıyan Sungur, daha sona tanıştığı bir grup illüzyonistle önce Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da, daha sonra ise Birinci Dünya Savaşı’ndan
kaçmak amacıyla gittiği Güney Amerika’da kapsamlı turneler düzenledi.
1936 senesinde Türkiye’ye dönen ve Türkiye’nin hemen her yerini hepsi birbirinden farklı dört şovuyla gezen Zati Sungur dünyayı olduğu gibi kendi ülkesini de
büyüledi. 1965 yılında son gösterilerini yaptı ve genç illüzyonistler yetiştirmek amacıyla Üniversal Sihirbazlık ve İllüzyon Hünerleri Stüdyosu’nu kurduktan ve kendi ürettiği 541 farklı numaranın yer aldığı Sihirbazlık ve İllüzyon Hünerleri
Kataloğu isimli kitabını yayınladıktan sonra aktif sahne hayatına son verdi. 1984 senesinde hayata veda etti.
02
SERMET ERKİN1957 yılında Kocaeli’nde doğan Sermet Erkin,
ilkokul çağında ailesiyle beraber İstanbul’a taşındı. Kiracısı oldukları evin sahibinin Zati Sungur olması sayesinde genç yaşta illüzyon sanatıyla
tanışan Erkin, aynı zamanda Türkiye’nin ilk büyük illüzyon sanatçısı Sungur’un
ilk ve tek öğrencisi. İllüzyonun yanı sıra tüm sahne sanatlarına ilgi duyan Erkin,
1977 senesine kadar İstanbul Şehir Tiyatroları’nda oyunculuk yaptı.
Hem Türkiye’de hem de dünyada pek çok gösteri gerçekleştiren Sermet Erkin, bir dönem kendi tiyatro kumpanyasıyla
da oyunlar sergiledi. Aynı zamanda çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yazan
Erkin, doksanlarda çocuk olanların sevgiyle hatırlayacağı Bando Çocuk Dergisi ’nin de genel
yayın yönetmenliğini yapmıştı.
T Ü R K İ Y E ’ N İ N İ L L Ü Z Y O N S A N A T Ç I L A R I T Ü R K İ Y E ’ N İ N İ L L Ü Z Y O N S A N A T Ç I L A R I T Ü R K İ Y E ’ N İ N İ L L Ü Z Y O N S A N A T Ç I L A R I T Ü R K İ Y E ’ N İ N İ L L Ü Z Y O N S A N A T Ç I L A R I T Ü R K İ Y E ’ N İ N İ L L Ü Z Y O N S A N A T Ç I L A R I T Ü R K İ Y E ’ N İ N İ L L Ü Z Y O N S A N A T Ç I L A R I T Ü R K İ Y E ’ N İ N İ L L Ü Z Y O N S A N A T Ç I L A R I T Ü R K İ Y E ’ N İ N İ L L Ü Z Y O N S A N A T Ç I L A R I T Ü R K İ Y E ’ N İ N İ L L Ü Z Y O N S A N A T Ç I L A R I T Ü R K İ Y E ’ N İ N İ L L Ü Z Y O N S A N A T Ç I L A R I T Ü R K İ Y E ’ N İ N İ L L Ü Z Y O N S A N A T Ç I L A R I TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜ
RKİY
E’Nİ
N İL
LÜZY
ON S
ANAT
ÇILA
RI
TÜRK
İYE’
NİN
İLLÜ
ZYON
SAN
ATÇI
LARI
TÜ
RKİY
E’Nİ
N İL
LÜZY
ON S
ANAT
ÇILA
RI
TÜR
KİYE
’NİN
İLL
ÜZYO
N SA
NATÇ
ILAR
I T
ÜRKİ
YE’N
İN İ
LLÜZ
YON
SANA
TÇIL
ARI
TÜ
RKİY
E’Nİ
N İL
LÜZY
ON S
ANAT
ÇILA
RI T
ÜRKİ
YE’N
İN İ
LLÜZ
YON
SANA
TÇIL
ARI
TÜRK
İYE’
NİN
İLLÜ
ZYON
SAN
ATÇI
LARI
ustalar ve çıraklar
TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI
Sahne sanatlarının en eski dallarından biri olan illüzyon, Türkiye’de de her biri nevi şahsına münhasır önemli isimlerin devam ettirdiği bir
gelenek. Türkiye’nin en önemli illüzyon sanatçılarından biri olan Merlin ödüllü Kubilay QB Tunçer’in şovu Zorlu PSM sahnesinde küçük büyük herkesi büyülemeye devam ederken, bu toprakların yetiştirdiği önemli
isimlerden birkaçını beraber anıyoruz.
Yazı Yetkin Nural -- İllüstrasyon Sadi Güran
ZORLU PSM MAG. 51 May ı s -Haz i r a n
04
05
06
MEHMET ERTUĞRUL IŞINBARK – MANDRAKE1940 İstanbul doğumlu Mehmet Ertuğrul Işınbark, sihirle ilk defa ilkokulda, okula gösteri için gelen bir sihirbaz sayesinde tanışmış. Sınıf arkadaşları yapılan numaralara şaşırırken, o gösterinin arkasındaki hile ve el çabukluklarını fark ettiği için çok etkilenmemiş. Okulda gördüğü numaraları evde deneyerek, okula gelen sihirbazdan daha iyi yapmaya başlamış ve bu yeni hünerlerini okulda arkadaşlarına ve öğretmenlerine gösterince ciddi bir ilgi görmüş.
Hemen arkasından terzi teyzesinin Zati Sungur’un bir fotoğrafına bakarak diktiği kostüm, 12 yaşında Zeki Müren’in menajeri Fethi Pehlivan’la yapılan beş yıllık bir sözleşme, altmışlarda gazinolarda Mandrake olarak sahne almasıyla beraber yeni bir isim ve bambaşka bir ün kazanmış Işınbark. 1965 yılında Türkiye Sihirbazlar Şampiyonu seçilen Mandrake, 1979 yılında Türkiye’nin ilk ve tek illüzyon okulunun, 1985 yılında ise İllüzyonistler Derneği’nin kurulmasını sağlamış.
LÜTFİ DEMIRTOK – ABRAKADABRAAbrakadabra ismiyle tanıdığımız 1924 doğumlu Lütfi Demirtok, Türkiye’ye sihri ve illüzyonu sevdiren isimlerden biriydi. ATV'de Abrakadabra isimli şovuyla sanatını geniş kitlelere yayan Demirtok, aynı zamanda ünlü modacı Dilek Hanif ve yazar Oya Demirtok'un babaları. 1965 yılında Dünya Sihirbazlar Kralı seçilen Abrakadabra, en son 2001 yılında TRT’de yayınlanan Üzgünüm Leyla isimli dizide bir illüzyonisti canlandırmıştı.
İLKAY ÖZDEMİR Hem listemizin en genç ismi, hem de Türkiye’nin ilk ve tek kadın sihirbazı
İlkay Özdemir, 1981 Amasya doğumlu. İllüzyon ve sihir sanatına üniversitede
okurken yarı zamanlı olarak çalıştığı psikiyatri kliniğinde tanıştığı ustası
Selim Başarır sayesinde başladı. Kısa sürede kurguladığı gösterilerle takdir
toplayan Özdemir 2004 yılında Sofya’da gerçekleştirdiği, Yüzüklerin Efendisi
filminden ilham alarak yarattığı Alevler ve Kuşlar gösterisiyle Balkan
Şampiyonası’nı kazandı. Aynı gösteri IMS (International Magicians Society / Uluslararası Sihirbazlar Birliği) başkanı
Tony Hassini’nin de ilgisini çekti ve Özdemir’e şampiyonluğun yanı sıra
2011 yılında Merlin Ödülü’nü getirdi.
T Ü R K İ Y E ’ N İ N İ L L Ü Z Y O N S A N A T Ç I L A R I T Ü R K İ Y E ’ N İ N İ L L Ü Z Y O N S A N A T Ç I L A R I T Ü R K İ Y E ’ N İ N İ L L Ü Z Y O N S A N A T Ç I L A R I T Ü R K İ Y E ’ N İ N İ L L Ü Z Y O N S A N A T Ç I L A R I T Ü R K İ Y E ’ N İ N İ L L Ü Z Y O N S A N A T Ç I L A R I T Ü R K İ Y E ’ N İ N İ L L Ü Z Y O N S A N A T Ç I L A R I T Ü R K İ Y E ’ N İ N İ L L Ü Z Y O N S A N A T Ç I L A R I T Ü R K İ Y E ’ N İ N İ L L Ü Z Y O N S A N A T Ç I L A R I T Ü R K İ Y E ’ N İ N İ L L Ü Z Y O N S A N A T Ç I L A R I T Ü R K İ Y E ’ N İ N İ L L Ü Z Y O N S A N A T Ç I L A R I T Ü R K İ Y E ’ N İ N İ L L Ü Z Y O N S A N A T Ç I L A R I TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜRKİYE’NİN İLLÜZYON SANATÇILARI TÜ
RKİY
E’Nİ
N İL
LÜZY
ON S
ANAT
ÇILA
RI
TÜRK
İYE’
NİN
İLLÜ
ZYON
SAN
ATÇI
LARI
TÜ
RKİY
E’Nİ
N İL
LÜZY
ON S
ANAT
ÇILA
RI
TÜR
KİYE
’NİN
İLL
ÜZYO
N SA
NATÇ
ILAR
I T
ÜRKİ
YE’N
İN İ
LLÜZ
YON
SANA
TÇIL
ARI
TÜ
RKİY
E’Nİ
N İL
LÜZY
ON S
ANAT
ÇILA
RI T
ÜRKİ
YE’N
İN İ
LLÜZ
YON
SANA
TÇIL
ARI
TÜRK
İYE’
NİN
İLLÜ
ZYON
SAN
ATÇI
LARI
03
KUBİLAY QB TUNÇER1967 Ankara doğumlu Kubilay
Tunçer günümüzde aktif olarak devam ettirdiği illüzyon sanatının en önemli
Türkiye temsilcilerinden bir tanesi. Sihir alanındaki başarısını prestijli
Merlin Ödülü’yle tescilleyen Tunçer, illüzyon kariyerinin yanı sıra senaristlik,
yönetmenlik, oyunculuk ve yazarlık alanlarında faaliyet gösteriyor.
Türkiye’de çocuk programcılığının belki en başarılı ve sevilen örneği olan Susam
Sokağı’nın senaristlerinden biri olan Kubilay Tunçer, Lale Mansur’la kurdukları
Açık Tiyatro’nun ilk oyunu Olağan Mucizeler ile Afife Jale En İyi Oyun Yazarı
Ödülü’nü kazandı. ODTÜ Psikoloji bölümü mezunu Kubilay Tunçer, sahne,
ekran ve beyazperde ekseninin haricinde akademisyen olarak dersler veriyor ve çeşitli konularda danışmanlık yapıyor.
ZORLU PSM MAG. 53 May ı s -Haz i r a n
Röportaj Yetkin Nural
Canlandırma sizin tiyatro üretiminizde yoğunlukla kullandığınız bir format. Sık sık gerçekleşmiş veya gerçekleşmemiş duruşmaların canlandırmalarını yapıyorsunuz. Nefret Radyosu (Hate Radio) da bir radyo şovunun canlandırması. Bu formatın size sağladığı olanaklar neler?Canlandırma aslında pek çok farklı artistik pratiğin kullandığı bir format. Aynı zamanda tarihsel pratiklerin, sosyoloji pratiklerinin... Ben bu formatı oldukça geniş bir tanımla ele alıyorum. Şunu söyleyebilirim, benim gerçekleştirdiğim oyunların çoğu tarihsel ve otobiyografik gerçeklere dayanıyor. Oyuncularım çoğu zaman gerçekleşen olaylarda rol almış kişiler. Ayrıca soykırımlar, iç savaşlar, savaşlar, terörizm gibi toplumsal travmalarla ilgileniyorum. Kendimi sürekli içinde bulduğum konular bunlar ve canlandırmayla, bu sonuçlanamamış süreçleri bir sahnede tekrar beraber yaşamak bence yoğun bir deneyim ve ilgi çekici bir fikir. Benim için canlandırma hem bu yoğunluğu yaratmak için, hem de gerçekçilik için kullandığım bir format. Gerçekçilik diyorum çünkü bizim işlerimiz ciddi ve kapsamlı ön araştırmalarla ortaya çıkan işler.
Nefret Radyosu, ırkçı söylemlerin nasıl üretildiği ve yayıldığı, insanların nasıl insanlıktan çıkarıldığı ve nefretin nasıl içselleştirildiğine dair bir sorgulama getiriyor. Bu durum sizin kurguladığınız, Ruanda’da doksanlarda ırkçı yayınlar yapan radyo kanalı RTML’nin bir programının canlandırılmasıyla ortaya çıkıyor. Bugünün medyası hakkında ne düşündüğünüzü merak ediyorum, özellikle internet ve sosyal medyanın yarattığı dönüşüm hakkında. Sizce günümüz medyasının ırkçılık söylemlerine nasıl katkıda bulunuyor, veya bu söylemlere karşı yapılan direniş için ne gibi faydalar sağlıyor?İlk olarak şunu hatırlamak gerekiyor, Nefret Radyosu tarihsel olarak Ruanda’da
yaşayan insanların medyayla tanışıklığının çok kısıtlı olduğu bir döneme denk geliyor. İnternet yok, telefon yok, televizyon yok. Sadece sıkıcı bir devlet kanalı var. Ve birdenbire bu radyo ortaya çıkıyor. Kimse buna hazır değil ve bu nedenle radyoda konuşulanları tamamen gerçek olarak algılıyorlar. Radyoda kurbanlar, ırkçılık hakkında ne konuşulduysa, o söylem topluma yerleşti. Çünkü radyo eşittir gerçek demekti. Bugün elbette internet ve sosyal medyayla farklı bir dünyada yaşıyoruz. İnsanlar artık aynı olay hakkında farklı kaynaklardan bilgi edinmeye alıştılar. Alternatif medya, bireysel tanıklıklar, büyük medya şirketleri... Tüm bu kaynaklar herkese açık ve kolay ulaşılır durumda. Fakat, aslında ilginç olarak, aynı zamanda bir nefret ve aşağılama patlaması da söz konusu. İnternette hızla yayılan yanlış bilgileri silme şansımız yok ve elbette bu ırkçılığın da yayılması için açık bir kapı anlamına geliyor.
International Institute of Political Murder (Uluslararası Politik Cinayet Enstitüsü) sizin işlerinizin büyük bir kısmını içeren, ekibinizle beraber çalıştığınız bir çatı. Enstitünün hem kurucusu hem de şu anki artistik direktörüsünüz. Bize IIPM’nin son dönemdeki aktivitelerinden bahseder misiniz? Şu anda kendi başına tekli projeler olan birkaç oyunumuz turnede, aynı zamanda Avrupa üçlemesi diye andığımız üç oyun da turnede. Bu üçleme Avrupa üzerine üç oyundan oluşuyor: The Civil Wars terörizm hakkında, The Dark Ages eski Yugoslavya savaşları hakkında ve son olarak Empire oyunu da Orta Doğu konusunu ele alıyor. Bunların haricinde pek çok dava canlandırması gerçekleştirdik. Sonuncusu, The Congo Tribunal, Doğu Kongo’da büyük maden şirketleri, Birleşmiş Milletler ve bu tarz uluslararası aktörlere karşı yarattığımız bir dava çalışmasıydı ve çok ciddi ilgi gördü.
geçmişi bugün deneyimlemek
MILO RAU
İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında, 14-15 Mayıs tarihlerinde Zorlu PSM Stüdyo’da izlenebilecek
Nefret Radyosu oyununun yazar ve yönetmeni Milo Rau’yla toplumsal travmalar ve politik trajedileri konu edinen
mahkeme canlandırmaları, medyada nefret propagandası ve tiyatro sahnesine canlandırma formatıyla getirdiği gerçekçi ve
yenilikçi yaklaşımı üzerine hızlı bir sohbet...*N
efre
t Rad
yosu
, 14-
15 M
ayıs’
ta İs
tanb
ul T
iyat
ro F
estiv
ali k
apsa
mın
da Z
orlu
PSM
Stü
dyo’d
a.
ZORLU PSM MAG. 55 May ı s -Haz i r a n
Mahkeme ve duruşma canlandırmaları sizin sık sık ürettiğiniz bir oyun tipi. The
Zurich Trial hiç gerçekleşmemiş bir dava, The Moscow Trials gerçekleşen üç duruşma,
biraz önce bahsettiğiniz The Congo Tribunal ise devam etmekte olan bir sürecin jüri
önünde hukuki terimlerle ele alındığı bir canlandırmaydı. Hukuki bir davayı yaratıcı bir şekilde hayal etmek veya canlandırmak
size ne gibi olanaklar getiriyor? Ele aldığınız konuya göre davayı ve duruşmaları
üretiş biçiminizde ne gibi değişiklikler yapıyorsunuz?
Senin ayrıştırma biçimin oldukça doğru aslında. Moskova’da duruşma niyetine
gerçekleşmiş tabiri caizse üç “şov”la karşı karşıyaydık. En bilineni Pussy Riot’ın
davasıydı. Ancak bu davalar aslen hukuka aykırıydı. Biz de davaları ilerledikleri süreçleri
aynen takip ederek tekrar canlandırdık ve karara bağladık. Aslında yaptığımız Rusya
yasasını hukuki bir şekilde uygulamaktı. Gerçekçi bir davranış ve şekilde ortaya
konulan ütopik bir yaklaşım.
The Zurich Trial ise daha farklı bir konu. Orada açılan dava İsviçre’nin en kuvvetli
sağ partisi, The People’s Party’nin gazetesine karşıydı. Bu duruşmayı yaptık çünkü insanlar
bu gazeteye karşı yüzlerce kez dava açmayı denediler ancak hukuki nedenlerle hiçbir
zaman açılamadı. Fikir özgürlüğü ilkesi her şeyi söyleyebilmeni sağlıyor ya... Bu
demokrasinin karanlık tarafı işte.
The Congo Tribunal da aslında görünmeyen, hatta varlığı inkar edilen bir karşıtlığı
ortaya çıkarabilmek için her iki görüşe ait taraflarla çalıştım. İlk oturumu çekmek için Doğu Kongo’ya gittiğimizde bize durumun
“çatışma sonrası” olduğu söylendi. Yani savaş bitti, katliamlar durdu, herşey yolunda ve medeniyet yeniden yükseliyor. Oysa ben
orada kaldığım yıllar içerisinde her gün yeni katliamlarla, devasa maden şirketlerinin
evlerinden göçe zorladığı kalabalık insan gruplarıyla ve bu tarz sonsuz trajedilerle
karşılaştım.
Savaş devam ediyor, fakat Birleşmiş Milletler’in resmi söylemi bölgede barış olduğunu söylüyor. Ve bu durum tamamen absürt.
Kısacası, sahnede bir oyunla göz önüne çıkmayacak politik karşıtlıkların temsili için oluşturdum bu formatı. Dava canlandırmaları genelde üç ila beş gün sürüyor ve sonunda bir karar açıklanıyor. Bu format bizim için en önemli üretimlerimizden biri, çünkü büyük boyutlarda, ekonomik ve politik, aynı zamanda oldukça soyut karşıtlıkları ve çekişmeleri çok net bir şekilde göz önüne sermemizi sağlıyor.
”Fikir özgürlüğü
ilkesi her şeyi söyleyebilmeni
sağlıyor ya... Bu
demokrasinin karanlık tarafı
işte.“
ZORLU PSM MAG. 57 May ı s -Haz i r a n
*Üç K
uruş
luk O
pera
, 13-
14 M
ayıs’
ta İs
tanb
ul T
iyat
ro F
estiv
ali k
apsa
mın
da Z
orlu
PSM
Ana
Tiy
atro
’da.
bilm
edik
lerin
iz
ÜÇ
KURU
ŞLU
K O
PERA
05
03
01
06
04
02
Üç Kuruşluk Opera, Bertolt Brecht’in kendi kurmuş olduğu Berliner
Ensemble tarafından İstanbul’da sergileniyor.
Brecht’in 1949 yılında Berlin’de kurduğu Berliner Ensemble, sanatçının
birçok eserini yorumlamasıyla ünlenmiş ve adını “kaliteli ve
mükemmel tiyatro” olarak duyurmuştu. Berliner Ensemble bugüne kadar Fransa, İtalya, İngiltere, İsviçre ve
Avusturya’da da çeşitli turneler yaptı.
Deneyimli müzisyen Philip Glass’le 1970’lerin başlarında bir araya gelen
Wilson, Einstein on the Beach operasını da yazmıştı.
Minimal müziğin dâhi ismi Philip Glass’le Robert Wilson’ın
birlikte yazmış oldukları opera, prömiyerini 1976 yılında yapmıştı.
Üç Kuruşluk Opera için yazılan “Mack the Knife” parçası, 1959 yılında Amerika listelerinde bir numaraya ulaştı. Louis Armstrong tarafından 1956 yılında listelere sokulan parça, daha sonra şarkıcı Bobby Darin tarafından da yorumlandı ve 1959’da Billboard Hot 100 listesinde bir numaraya yükseldi. Şarkı, ayrıca aynı yıl Grammy Ödülleri’nde bu parçayla Yılın Kaydı Ödülü'ne de layık görüldü.
Bugüne kadar birçok sanatçıyla işbirliği yapmış olan Robert Wilson’ın birlikte çalıştığı isimlerden biri de Tom Waits’ti. The Black Rider isimli müzikalde bir araya gelen ikiliye, ellili ve altmışlı yılların en önemli yazarlarından William S. Burroughs eşlik etti.
Yönetmen Robert Wilson, birçok eleştirmen tarafından tiyatro
dünyasının en önemli ve yetenekli ismi olarak anılıyor.
Robert Wilson, tiyatro oyunlarındaki yaratıcılığıyla dikkatleri üzerine çekmeyi
başarmış bir isim. Başarılı yönetmen ayrıca, koreografi, resim, heykel, video,
performans, ışık ve sesle ilgili alanlarda da yaptığı birçok işle anılıyor.
Tiyatro yazarı Bertolt Brecht, Üç Kuruşluk Opera’yı yazarken Dilenciler Operası’ndan esinlendi.18. yüzyılda John Gay ve besteci Pebusch tarafından yazılan Dilenciler Operası’ndan esinlenerek kendi uyarlamasını yapan Bertolt Brecht’e oyunun müzikleri için Alman besteci Kurt Weill eşlik etti.
07Üç Kuruşluk Opera, 1933 yılı itibariyle on sekiz dile
çevrilmiş ve Avrupa’daki birçok şehirde sergilenmişti. 1928 yılında prömiyerini yapan Üç Kuruşluk Opera,
yaklaşık beş yıl içinde on sekiz farklı dile çevrildi. Oyun böylece Avrupa’nın birçok şehrindeki izleyicilerle de
buluşmuş oldu. Oyunu bu süre içince izleyenlerin sayısının 10 bin kişiden fazla olduğu söyleniyor.
ZORLU PSM MAG. 59 May ı s -Haz i r a n
Yazı Yetkin Nural
gri alandaki karakterler
SAHNENİN ÜNLÜ ANTİKAHRAMANLARI
Kendileriyle çelişen, arada kalan, kalbi kırılan, hata yapan, kötü kararlar alan ve tüm kusurlu insanlıklarıyla kitleleri kalbini bir
şekilde çalmayı başaran karakterler. Sahnenin en sevilen antikahramanlarından minik bir seçki.
İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında Zorlu PSM
sahnesinde gösterilen Brecht’in Üç Kuruşluk Opera’sı aynı
zamanda tiyatro tarihinin en ünlü antikahramanlardan birinin
hikâyesini anlatıyor: Mack the Knife. Bu ilk bakışta sert ve
kötü gangsterden yola çıkarak tiyatro ve müzikallerin en ünlü
antikahramanlarından sizler için minik bir seçki hazırladık.
Listedeki isimlere geçmeden önce antikahraman kavramını
biraz açalım. Aslında bir prototip olarak Antik Yunan’a,
Homer’in İlyada’sına kadar izini sürebileceğimiz bu edebi
tiplemenin antikahraman ismiyle tanımlanması 1700’lere denk
geliyor. 19. yüzyılın romantizm akımı antikahramanın sosyal
eleştiri için kullanılan popüler bir tipleme olmasını, 20. yüzyılda
gelişen varoluşçuluk akımı ve Kafka, Camus gibi yazarlar
sayesinde ise egemenliğini ilan ettiği dönemi işaretliyor. Aslında bir kahramanla bir kötü karakter
arasındaki gri alana düşen antikahramanın geniş tanımı ise
şu şekilde: hikâyenin başkarakteri olmasına rağmen bir kahramanın tersi olan, idealizm, cesaret, doğru
olanı bilmek ve yapmak gibi kahramanca özelliklere sahip
olmayan karakter.
Mack the Knife – Üç Kuruşluk OperaBertolt Brecht’in epik tiyatro ekolünün bir parçası olan Die Dreigroschenoper (Üç Kuruşluk Opera) 1928’deki ilk prömiyerinden sonra tam on sekiz dile çevrilmiş ve 10 binden fazla kez oynanmış, unutulmaz eserlerden bir tanesi.
Müzikalin başkarakteri Macheath, ahlaktan yoksun bir suçlu, bir seri katil ve kadınları ayartan bir playboydur. Viktorya Dönemi Londra’sında dilenciler kralının kızına âşık olup evlenince, kızın babası tarafından başlatılan bir insan avının hedefi olur. Karakterin tanıtıldığı “Mack the Knife” parçası, Mack’i bir köpekbalığına benzetir, adam kaçırma, cinayet, tecavüz ve kundakçılık hikâyeleri anlatır. Gerçek kötülüğün vücuda gelmiş hali gibi tanıtılmasına ve tüm ahlaki yoksunluğuna rağmen Mack, zeki ve esprili halleriyle hem seyircinin ve bir şekilde İngiltere Kraliçesi’nin sempatisini toplar ve kesin bir trajediye doğru giden sonu sürprizli bir şekilde biter.
Dr. Frank N Furter – The Rocky Horror Showİngiliz oyuncu ve yazar Richard O’Brien’in Londra’da işsiz kaldığı bir dönemde kaleme aldığı müzikal The Rocky Horror Show (1973), kendisinin çocukluğundan beri hayranı olduğu bilimkurgu ve B-sınıfı korku filmlerine bir saygı duruşu niteliğindedir.
Başkarakterimiz, tensel hazların trans kraliçesi, çılgın uzaylı Dr. Frank N. Furter ve her biri nevi şahsına münhasır şato halkının kelimenin tam anlamıyla kucağına düşen nişanlı çift Brad ve Janet’ı ev sahiplerinin mizacında çılgın bir gece beklemektedir. Toplumsal cinsiyet normlarını altüst eden, cazibeli, gizemli, korkutucu ve çekici Dr. Frank N. Furter ise hareketlerinin sonuçlarını öngöremeyen, benmerkezci halleri ve kaotik karizmasıyla tarihin en kült antikahramanlarından biri olarak, yaratıldığı günden bu yana neredeyse aralıksız bir yapım sürecinin keyfini sürmeye devam etmektedir.
Mar
quise
de M
erteu
il ve
Vico
mte
de V
alm
ont –
Les
Lia
isons
Dan
gere
uses
ZORLU PSM MAG. 61 May ı s -Haz i r a n
Sweeney Todd – Sweeney Todd: the
Demon Barber of Fleet Street
Türkiye’de pek çoğumuz Sweeney Todd’la ancak Tim Burton’ın
film uyarlamasıyla beraber tanışsak da, aslında 19. yüzyıldan kalma bu İngiliz şehir efsanesine global şöhreti kazandıran Hugh
Wheeler’ın kitabı ve Stephen Sondheim’ın sözleriyle yaratılan 1979 tarihli Broadway müzikali
oldu. Gösterime girdiği sene tam sekiz Tony, dokuz Drama Desk
ve iki Olivier Ödülü kazanan müzikal yetmişlerden bu yana
Londra ve New York ekseninde üretilen yeniden yapımlarıyla da
prestijli adaylıklara ve ödüllere layık görülürken, Sweeney Todd tüm deliliği ve vahşetine rağmen
en sevilen antikahramanlardan biri olmaya devam ediyor.
Müzikalin başkarakteri İngiliz berber Benjamin Barker, eşi ve kızıyla beraber mutlu bir hayat
sürerken eşinin peşine düşen sahtekâr bir yargıç tarafından
sürgüne gönderilir. On beş sene sonra Londra’ya Sweeney Todd
ismiyle dönen Barker, ailesini kötü yargıçtan kurtarmaya kararlıdır.
Ancak eşinin intihar ettiğini, kızının ise yargıcın vesayeti altına
girdiğini öğrenir. Akli dengesi zaten çok yerinde olmayan Todd
o noktada tabiri caizse ipi koparır ve eski yaşadığı evin sahibi kasap
Mrs. Lovett’la olan kötücül işbirliği sayesinde Londra bu katil berberin
usturasıyla kırmızıya boyanır. Kendileri dahil olmak üzere herkesi
dehşet dolu bir sona sürükleyen ikilinin vahşi hallerinin altında yatan
sebep ise aslında kırık birer kalptir.
Erik – The Phantom of the OperaFransız yazar Gaston Leroux’nun gotik romanı Le Fantôme de l ’Opéra (Operadaki Hayalet) hem beyaz perdeye hem de tiyatroya büyük ilham vermiş sayılı klasikten bir tanesi.
Özellikle müzikal dünyasının efsane bestecisi Andrew Lloyd Webber’ın imzasıyla sahnenin unutulmaz klasikleri arasına giren müzikalin protagonisti Erik, nam-ı diğer Operadaki Hayalet, deforme görünüşü nedeniyle küçük yaşta dışlanmış, aslında sevgiyi, aşkı ve anlayışı arayan çaresiz bir ruh. Christine’e olan aşkı için yaptığı kötücül işler ve cinayetler affedilmez olsa da Christine’e olan merhametli ve romantik hali nedeniyle her izleyenin değişik ölçülerde sempati kurduğu bir antikahraman Erik.
Marquise de Merteuil ve Vicomte de Valmont – Les
Liaisons Dangereuses Fransız ordu görevlisi ve yazar Pierre
Choderlos de Laclos’nun mektuplardan oluşan 1782 tarihli romanı Les Liaisons Dangereuses (Tehlikeli İlişkiler), Fransız Devrimi’nden kısa bir süre önce, ahlaki açıdan içten içe çürümekte olan Fransız
aristokrasisinden iki zeki, çekici ve ölümcül karakterin birbirlerinin arkasından
çevirdikleri entrikaları ve çevrelerindeki masum ruhlarla oynadıkları oyunları anlatır.
Merteuil ve Valmont’un tatlı dilleri, bitmek bilmeyen yalanları ve cinsel cazibelerini
kullanarak kurdukları entrikalar ağı, yazıldıktan yüzyıllar sonra önce 1959 yılında beyazperdeye ve 1985 senesinde ise sahneye
uyarlandı. Geçen onyıllar içerisinde özellikle İngiltere, Fransa ve Amerika üçgeninde pek
çok farklı yapımla sahne alan ve vizyona giren eser, en son geçtiğimiz kış aylarında ödüllü oyuncular Dominic West ve Janet McTeer’ın başrolleriyle Londra’da tekrar
izleyicilerle buluştu.
Swee
ney T
odd
– Sw
eene
y Tod
d: th
e Dem
on B
arbe
r of F
leet S
treet
Erik
– Th
e Pha
ntom
of t
he O
pera
Dr.
Fran
k N. F
urter
– Th
e Roc
ky H
orro
r Sho
w