hezeyan fanzin 4. sayı
Post on 07-Apr-2016
272 Views
Preview:
DESCRIPTION
TRANSCRIPT
Hezeyan Fanzin 4 1
Mehmet Aycı – Çırpı. .………………………………………………………………………2
Mekselina Sultan Cica – Tarihin Yiğidi Olan Asker…..…………………………………….3
Birol Öztürk – Ve Çocuklar Ölür Suskunluklar Bilenir ...………………………………..…4
Eray Sarıçam – Braveheart……………………………...…………..…………………...…..5
Eray Sarıçam – Körsel ġiirler I: Parnasyen Küfür ……….………………………………….6
Tugay Özdemir – ġerh ……………………………………………….………………………7
Fatma Nur Aydın – Bu Maviyi Ġlk ÖzleyiĢimdir ………………………….……….…………9
Tugay Özdemir – Güvercin Odası II ………………………………………………………..12
Rabia Kıran – Kendimle KonuĢmalar: Son Söz…………...…………………………….…..14
Onur Akbudak - Artık ………………………………………….……………………..……..15
Eray Sarıçam – Bir Fil Müddeti‘nde Siyasi Söylem …….…………………………….…….16
Tugay Özdemir – Sosyal Medyada Soma, Gazze ve Ortadoğu……..………………………18
Recep Akay – Sünnet AnlayıĢımız ………………………………………………………….19
Muhammed Aydın – Habil ile Kabil ………………………………………………………..23
Eray Sarıçam – Ġskele‘nin Ġki Güzel Adamı ……………………………………...…………24
Tuğba Aktepe – ―..‖ …………………………………………………………………………25
Muhammed Aydın – ErtelenmiĢ Sükûtlar …………………………………………………..26
Mustafa Ünver – Nedense …………………………………………………………………..27
Mehmet Aycı
Hezeyan Fanzin 4 2
Çırpı
Elinde süpürgesi:
Bilmek için acıtıyor nasıl arındığını!
Ellerin sevilmekten baĢka dil bilmez miydi?
Gönül kırıklarından, göz yanılmalarından
Bu kirli yağmur Ģimdi?
Önce yerleri ıslat, tozmasın, acımasın!
Sonra geceyi!
Kandillerde simit, karnelerde pekiyi
ġapkalarda tavĢan, çayda limon
YaĢadığımıza bakıp iç çekince sevgilim
Kaçırdık gösteriyi!
Peki!
Mekselina Sultan Cica
Hezeyan Fanzin 4 3
Tarihin Yiğidi Olan Asker
Ey düĢmanı darma dağın eden, nefer!
Fedailer toprağında
ġehitlik ettiniz tüm ecellerinizi
Bombalara galip geldiniz
ArĢı inleten tekbirlerle
Kabre, kırmızı sular içinde girip
Zifiri karanlıklarda getirdiniz
O en içten Ģahadetlerinizi
Ey cehennemleri denize taĢıyan nefer!
MahĢer yeri gibiydi
Kızgın cephelerin ve ellerin
GiymiĢtin mücadele isteğini
Yenilgiyle filizlenebilen devlere karĢı
Memleketi, yâri
Ve ananızı Allah‘a emanet edip
Her seferinde ―Önce Vatan‖ dediniz.
Önce vatan dediniz ve yendiniz.
Ey Ģehit, kefensiz naĢın gönüllerde mahzun
Su ve yemek yerine geçmiĢ
Birkaç kurĢun
Bedende bir kol kalmıĢ
Bir de el
Buna rağmen vazgeçmemiĢ hiçbir nefer
Ey ölmeyen sevdalı nefer,
Bilirim
Bir tek zaferle tatmin olurdu
Kalbindeki iman
Gözlerin uykuya hasret, içinde vatan aĢkı
Sanadır dualar
Sanadır açılan eller,
Sen rahat uyu
Ey tarihin yiğidi olan asker!
Birol Öztürk
Hezeyan Fanzin 4 4
Ve Çocuklar Ölür Suskunluklar Bilenir
Gönlüne kar yağdırıyorsa çocuk sesleri yetsin Dikkat et hiçbir şey ıslatmasın namluları
İsmet ÖZEL
demek ki yetmiyormuĢ Ġsmet Abi
vatandaĢın kanı, çocukların gözyaĢları
iyice alevlendirmekte bu acı kar tufanını
ıslanmıĢ olan sadece namlular mı kaldı
iĢte bundandır ki susarım
ironik bir tavrı olsa da göğün
kızsa da gevrek gülüĢlü çocuklar uçurtmalara
susarım
weifeng‘den yayılır uçurtmalar Avrupa‘ya
susarım
haykırsam ne çare küçüğüm
Ģarkılar söylemek gelmez gayrı içimden
oysa son dizelerine iliĢir kuĢlar çocuk Ģarkılarının
kelebekler ölür ve mahzunlaĢır tüm maviler
bir çocuk düĢer kızgın toprağa yüzükoyun
Anadolu‘dan, Orta Doğu‘dan, tedirgin gecelerden
akĢama doğru iyice kömürleĢen gözlerinden
çocuklar düĢer kaldırıma ve çocuklar enselenir kaldırımlarda
ekmek düĢer, umut düĢer, kan düĢer, çocuklar…
analar sonra…
sonra Soma!
kara kelimesi hüzün biçer Ģiirime alın terinden
mayası zehirden ekmek ve kömür bileĢeni
ve gözlerinde o sönük ıĢığı çocukların
elleri avurtlarında yetim bir çocuğun düĢkünlüğü
karanın ölüm boyutuna denk düĢer
iliĢmeyin kuĢlara ve hiçbir Ģey sormayın çocuklardan baĢka
bu yıkık, beklentisiz kelamımın atı
terkisinde bir acı suskunluk ve öfke
heybesinde çürümüĢ vicdanlarımızın artığı durur
çocuklar ve uçurtmalar güvercinleri hayatın
Barış kokar bir çocuğun uçurtma uçuran elleri
ekmek kavgası, can davası ve aydınlık
onların gözlerinden yayılır
kağıda, kaleme, esnafa, mütevazi sofralara
Sonra bir kömür bir de karanfil kalır elde avuçta
Eray Sarıçam
Hezeyan Fanzin 4 5
Braveheart “Topu gâvur bunların”
Dedem
Mevzuu:
"Zulüm 1453'te baĢladı"
ĠĢte Ģairin
Tanrıdandır dediği ilk dize
Hakikat:
Yıl 2014
Erbain hâlâ kâbusu küffarın
Of Not Being A Jew kemiriyor beynimi
SavaĢmayı öğrenmeliyim
Parayla malla ve kelime-i Ģehadet
Çok uzaklarda memleketimden
Tam ortasında memleketimin
Ama nerede
Bir Ġngiliz saldırısına hazır adamlar
ġiir susmuĢ Ģair ne söylüyor
Anlamıyorum sol olmuĢ ya sağ
Yine de yolunda giden bir Ģeyler
Yok değil
Tarih ve gerçekler üzerine.
vatan somuttur, hepiniz gelin
9 dokuzluk: gezi‟den soma‟ya
Yazık
Kimin amentüsü hâlâ
O yüce duyguları Ģairin bu körlük
Dergiler: korkak
Fanzinler: beyefendi
Ġçgüveysi bültenler
Canımı sıkıyor paklamıyor beni
Dinozorlar ve orospular
Nerden geldiğimi biliyorum
Nereye gideceğimi nereye varır
Yolun sonu
Yıl 2014
Biliyorum
Demokrasi:
"Zulüm 1453'te baĢladı"
William Wallace olamayacağım
Çok üzgünüm
Ne de Ġsmet Özel
Tugay Özdemir
Hezeyan Fanzin 4 7
Şerh
I
ne aydınlatır dünyanın karanlık yüzünü
nereye çıkar Ģu art arda sıralanmıĢ çizgiler
güz yapraklarının düĢerken okuduğu ağıt
ne fısıldar insanın kulağına
intiharı düĢünen bir astronot
kabuslar görüyor uzay boĢluğunda
öğrenir kuĢlardan uçmayı
özgürlüğü anlamaya çalıĢan uçurtmalar
uçup konmayı bir trafonun üstüne akĢam üstleri
ışıklar söndüğünde ellerim dirilir
II
elimizde
önünü alamadığımız pazarlar
ve sonraya bırakılan çocuk istekleri
yetiĢmek için asrına mağara adamlarının
çizilen resimler duvarlara
bir Ģehirden baĢka bir Ģehre uzanıp
Ģehirlere kafa tutan dağlar
ve dağları içine hapseden
dağınık kumları çölün
yol üstündeki çizgiler de yorgun
―nereye çıkar art arda sıralanmıĢ çizgiler‖
tefekkür şiir okumanın başka adı
Tugay Özdemir
Hezeyan Fanzin 4 8
III
ayrılık yollarla yarıĢır
hüzün ağıtlarla
kervan
tüm göçlerin özeti
tevekkül imanın açıklaması
bir darb-ı mesel
―kitap dostudur insanın
televizyon Ģeytanın modern icadı‖
dua
suyun kendi kendine mırıldanması
kibir
kabilin suçunu üstlenmeye benzer
ve bunca kan kusmak
iç kanamadan değil
IV
yatsılar annemle eĢ değer
annemden ilk kez bir Ģiirde bahsetme mutluluğu
daha fazla devam edemem çünkü anne
çünkü anne nimettir olmayanın canı çeker
şiir hayata karşı etkisiz bir silahtı ellerimde
Fatma Nur Aydın
Hezeyan Fanzin 4 9
Bu Maviyi İlk Özleyişimdir
I
Yüzünü kapatmıĢ gazetesi ve onu tutan eski elleri vardı. Dakikalardır karĢısında oturuyordum ama bir
kere indirmemiĢti gazeteyi aĢağı. Farkında olmadan koyulmuĢtum incelemeye. Kalın, ütüsü düzgün,
paçaları hafif kısa, haki rengi kumaĢ pantolonunu; gri, sünmüĢ, kol ağızlarından ipleri çıkmıĢ, bel
lastiği eskimiĢ, tüm düğmeleri ilikli triko hırkasını; kahverengi, bağcıksız, kösele ayakkabılarını.
Ben sabahın bu erken saatinde yeni dünyalar tanımaya, yeni gülen gözler görmeye, yeni sokaklardan
geçmeye ve bunları ölümsüzleĢtirmeye gidiyordum. Peki ya bu zamanla tanıĢıklığı benden çok uzun
yıllar öncesine dayanan adam niye buradaydı? Nereyeydi yolculuğu, niyeydi? Sabahla ne alıp
veremediği vardı da kalkıp erkenden konmuĢtu durağa. Damarlı ellerindeydi gözlerim Ģimdi, güneĢ
lekeleri vardı ellerinde yaĢlılığının ona hediyesi ama uzun hayatı boyunca hiç güneĢ görmemiĢçesine
beyazdı kırıĢık derisi. Arada bir sayfayı değiĢtirmese yüzyıllardır orada öylece duruyor sanabilirdim.
Sonra derin bir nefes alıp "ÜĢürsün" dedi hırıltılı ıslak sesiyle. Ġlk seferde kime, niye dediğini
anlamadım. Tekrar etti: "Üstündeki ince üĢürsün, bakma havanın güneĢli olduğuna serin eser." dedi.
Üstüme alınmam gerektiğini çok iyi biliyordum, bu yüzden tereddüt etmeden cevap verdim. "ÜĢümek
güzeldir, yaĢadığını hatırlatır insana.". Gazeteyi indirdiğinde mavi gözlü gülümseyen bir yüz gördüm.
O kadar tanıdık bir duyguydu ki. Mavi gözlerinin arkasına sakladığı bir kamburu vardı, gazeteden
görememiĢim. O zaman fark ettim aslında ellerinin titrediğini, gazetenin 20 yıl öncesine ait olduğunu.
Nereye gittiğimi sordu, ilgiyle dinledi anlattıklarımı; heyecanla dinledim anlattıklarını. Ġkimiz de
erkenciydik, öyleyse otobüs gelene kadar konuĢabilirdik. "Konarı" dedim. "Dünyanın en güzel
turkuazını görmeye gidiyorum."
Muzip bakıĢlarla etrafına baktı, kimsenin olmadığını fark edince eğilip kainatın anahtarını verecekmiĢ
gizliliğinde bir ses tonuyla fısıldadı. "Oraya giden gizli bir yol biliyorum, hem daha da eğlenceli.
Ġstersen sana gösterebilirim.". Ve çocuksu bir tebessüm belirdi suratında. Nasıl hayır diyebilirdim?
Beraber yola koyulduk. Kıran köyün bitip eski çarĢının göründüğü uzun yokuĢun baĢına geldiğimizde
durduk ikimizde. GüneĢ hala tazeydi gün için. Derin bir nefes alıp bir kaç dakika izledik zamanın
eskitemediği Ģehri. Öyle duru, öyle sakin, öyle huzurlu.
"Adını hiç sormadım, adın ne?" dedim. Gülümsedi, sadece gülümsedi ve adını söylemedi. Ben de
tekrar etmedim sorumu. Böylesi daha iyiydi belki de.
Sonra bana baktı, gülümsüyordu sanki hayatının en mutlu günüymüĢçesine. "KoĢalım mı?" dedi.
"YokuĢ aĢağı koĢalım mı?". Evet koĢalımdı. YokuĢ aĢağı koĢmayı benim kadar seven biri varken niye
duralımdı. "Ama.." dedim devamını getirmeye korkarak. Yürümekte bile zorlanan, sırtında sanki koca
dünyayı, bütün yaĢadıklarını, acılarını-anılarını taĢıyormuĢ gibi bir kamburu olan bu tozlu adam nasıl
koĢardı? Cümlemi tamamlamadım. Olsundu, o söylüyorsa bir bildiği vardı, olurdu.
KoĢmaya baĢladık kollarımızı iki yana açıp. Uçuyorduk, evet kesinlikle uçuyorduk. Gittikçe
gençleĢiyordu yüzü buğulu adam. Sırtı dikleĢiyor, bacakları kuvvetleniyor, gözlerinde bin muhteĢem
güneĢ doğuyordu. YokuĢun sonuna vardığımızda artık ikimiz de 19 yaĢındaydık. on dokuz. Çocuksu
hayallerini hala kaybetmemiĢ gençlerin yaĢı. Nasıl olduğu umurumda değildi, bir Ģekilde genç ruhuna
hediye genç bedeni vardı Ģimdi. Nasıl olduğu umurumuzda değildi. KuĢlar gibi özgürdük artık. Bir
Ģarkı tutturdu diline, yüzünde hala tebessümüyle:
"All these things you do come back to you
sing with me, sing for the real
Sing for the laughter, sing for the year
Sing with me, just for today
Maybe tomorrow, we will go away
Fatma Nur Aydın
Hezeyan Fanzin 4 10
Dream on dream on dream on dream until your dreams come true"
"O Ģarkı öyle değil." diye geçirdim içimden, "Uyduruyorsun" gülümseyerek. Ama söylemedim ona,
"böylesi daha doğru onun için belki" dedim sadece. Erken saatli sokakta "dream on" diye diye
ilerledik. Hiç kimse yoktu etrafta. Biz de hazır boĢ bulmuĢken etrafı hunharca hayal ettik.
Cinci Han'a yürüdük. Ben onu takip ediyordum, o yolu gösteriyordu. Kapının büyük tokmağıyla çaldı
devasa kapıyı. Biraz sonra içeriden gıcırdayan bir kapının sesi ve beraberinde sürüyerek yüründüğü
anlaĢılan ayak sesleri geldi. 3 yıldır Cinci Han'ın kapısının kapalı olduğunu ilk kez fark etmiĢtim.
Hatta Kapı açıldığında karĢımda böyle birini göreceğimi hiç düĢünmemiĢtim. Cinci Hüseyin Efendi.
Bacaklarından biri yoktu, tahta bir değnekten tutunuyordu. Onun dıĢında her Ģey idamındaki gibiydi.
Sanki hiç ölmemiĢti hatta aksine zamanı bükmüĢ de durdurmuĢ gibiydi. Peki ya bacağına ne olmuĢtu?
Gözlerim ĢaĢkınlıktan büyümüĢ olsa gerek "korkma" dedi 19 yaĢındaki mavi gözlü delikanlı. Tanıdık
yüzlerdi birbirlerine belli ki.
Kapıdan bakıldığında her Ģey normaldi ama içeri girdiğimizde sanki 400 yıl geriye gitmiĢtik. Eski
kıyafetli kadınlar, fesli adamlar görür gibi oldum ama çok da irdelemedim. Bir masaya tabure çekip
oturduk. Cinci hocayla mavi gözlü delikanlı sanki susarak konuĢuyordu, dakikalarca tek bir soluk bile
çıkmadı ağızlarından. Sessizliği bozan cinci hocaydı. "Uzun zaman oldu o kapıyı açmayalı, biz sanki
hep sizi bekliyormuĢuz da siz geç kalmıĢsınız." dedi. Cinci'nin bakıĢları deliciydi. Baktığında sanki
bana değil de direk zihnime, düĢüncelerime, aklımdan geçenlere bakıyordu. Bana değil de kalbim de
sakladıklarıma, sırlarıma, düĢünmekten bile sakındıklarıma.
Sonra küçük ama telaĢlı adımlarla bir erkek cüce gelip eski yapraklı, tozlu bir kitap verdi Cinci'ye.
Kitabı alır almaz Cinci eliyle koymuĢ gibi bir sayfa açtı. Ġnsanların aciz aklıyla hayal bile edemeyeceği
kadar güzel bir bahçe gösterdi bize. Siyah beyaz motiflerle süslü, minyatürlerle tasvirlenmiĢ, eski
kitaba bakınca gördüğümüz çok daha fazlasıydı. Bütün renkleri görebiliyorduk, en güzel sesleri
duyuyorduk ve pek güzel kokular geliyordu burnumuza bu bahçenin çiçeklerinden.
Ne çok kuĢ vardı burada böyle. Cinci daha ben bir Ģey sormadan cevapladı bile: "Buradaki bülbüller
Farsça konuĢur. Evet, konuĢurlar tıpkı papağanlar gibi. Ama onlara baĢka dil öğretmek imkânsızdır,
sadece Farsça konuĢurlar. O bülbüller her konuda konuĢurlar: politika, sinema, doğa hatta mizah. AĢk
hariç her konuda.". Etrafta gezinen cüce insanlardan daha ĢaĢırtıcıydı bir bülbülün aĢk hakkında
konuĢmaması. Bülbül değil miydi güle ölesiye âĢık? "Ama neden?" diyebildim sadece. "AĢk hakkında
konuĢmak kabalıktır, kimi inciteceğin belli olmaz." diye cevaplayınca aslında zaten cevabı bildiğimi
fark ettim ve hafif gülümsediğimi.
Birden ciddileĢti gözleri, çatıldı kaĢları. Neredeyse var olduğuna inandığım bu adam endiĢeli cümleler
kurmaya hazırlanıyordu. "ÇıkıĢta sizi bekleyen zor bir soru var. Eğer cevabınız kabul görürse
sonsuzluğa kanat açmıĢ gibi özgürsünüz, kuĢlar gibi özgürsünüz, okyanus balıkları gibi özgürsünüz.
Ama önemli olan doğru cevabı vermek değil inandığınız cevabı vermek." Ancak masallara yakıĢacak
bir serüvenin içine sürükleniyorduk. Soru da nereden çıkmıĢtı, neydi soru? Ama bu hanın içinde
zaman o kadar tuhaf ilerliyordu ki bazen dakikalarca yelkovan yerinde sayıyorken, bazen
düĢündüklerimi yakalamak bile zor oluyordu. Bunları düĢünecek zamanımız yoktu. Çok vakit
kaybetmeden yolumuza devam etmeliydik, gün yarı olmadan.
Dua değildi ama Arapça olduğunu anladığım cümlelerle bir Ģeyler okudu bize kapıyı açmadan önce.
Sanki bir taĢ meclise girecektik de muhafızlar yüce divanın yüksek kapılarını açacaktı. Ama aksine bu
kapı ortalama bir insanın eğilerek geçeceği Ģekilde yapılmıĢtı. Handaki cüceler bu yüzden miydi,
yoksa cüceler yüzünden mi kapı böyleydi? Kapı tüm hantallığıyla, yaĢlılığıyla Arapça cümlelere
karĢılık verdi ve daha Cinci dokunmadan kımıldayıverdi. Cincinin kapıyı itiĢine kapının gıcırdayan
ayak sesleri eĢlik etti. Mavi gözlü delikanlı heyecanlı, hiç düĢünmeden karanlık geçite attı adımlarını.
Benimse baĢka sorularım vardı.
Fatma Nur Aydın
Hezeyan Fanzin 4 11
"Ya soruyu bilemezsek?" dedim titrek ve titrediğine ĢaĢkın bir ses tonuyla. Cincinin gözleri
korkutmuyordu artık, endiĢelendiriyordu. Gölge düĢtü delici gözlerine. "Geçitten geçtikten sonra
zaman farklı akar. 'kırmızı zaman'dır artık adı. Bu zamanın acımasızlığını anlatır. Bazen saatlerce
yürürsünüz ve sadece dakikalar geçmiĢtir. Bazense zamana en çok ihtiyacınız olduğu anda su gibi
akar. Eğer soruyu bilemezseniz zamanın düz çizgisi artık düz değildir sizin için. Pek çok gerçekliğe
çatallanır. Aynı anı pek çok kez yaĢarsınız, bir Ģeye defalarca yeniden baĢlarsınız, bazen günlerce
güneĢ batmaz ya da hiç doğmaz. Yani kırmızı zaman, zamanda kaybolmuĢsunuz demektir."
Cincinin cevabı beni Cincinin gözlerinden daha az korkutmuĢtu. Belki meraktan, belki heyecandan
tereddütsüzce attım adımımı ben de. Ama sormadan kapıdan geçemeyeceğim bir soruyu taĢıyordum
zihnimde. "Peki, bacağına ne oldu?" dedim. Cinci o gün ilk defa gülümsemiĢ olabilirdi. "DüĢmek
uçmanın yarısıdır." dedi. Bu cevap da bana yetti.
Kapıdan geçince gözlerimin karanlığa alıĢmasını bekledim. Ama etrafın aydınlanması
gözbebeklerimle değil kapının kapanmasıyla ilgiliymiĢ gibiydi. Kapı kapanır kapanmaz yerin altına
doğru inen sonsuz sayıda basamak belirdi ayakuçlarımızda. Bu toprak merdiven sanki dünyanın
merkezine iniyordu, dibi karanlıktı. YavaĢ yavaĢ inmeye baĢladık. Hava serinlemiĢti. Derin bir
labirentin içine doğru yürüyormuĢuz gibi bir his belirdi içimde. Toprak zemin, toprak duvarlar ve en
korkuncu toprak tavan... Ama neyse ki nasıl oldu anlamadan sonuna geldik. Ve burada da bir kapı
vardı.
Mavi gözlü delikanlı kapıyı bir hamlede açmıĢtı bile. Ġçeri girdiğimizde yine her yer siyahtı, kapıyı
kapatana kadar. Kapıyı kapatınca belirginleĢmeye baĢlamıĢtı her Ģey. Buranın hikayesi de buydu: bir
kapının sırrı diğerine geçmemeliydi. Etraf netleĢince gördük ki her yer de yıldızlar vardı, baĢımızı
kaldırıp baktığımız her yerde. Biz gökyüzüne inmiĢtik.
Karanlık bir kubbenin altında sayamayacağımız kadar çok yıldızla ödüllendirilmiĢtik. Gökyüzü
üzerimizdeydi, evren üzerimizde... Uzandık sonsuza yıldızları topladık. Ceplerimiz hayallerimizle,
yıldızlarla doluydu. Mavi gözlü delikanlı bir ara avucunu yıldızla doldurup dakikalarca izledi.
Gözlerinde heyecanın parıltısı yıldızların parıltısıyla yekpare olmuĢtu. Ne kadar mutlu olmuĢtu, ne
kadar ĢaĢkındı. Oysa bu yolu bildiğini söylemiĢti, neyeydi bu ĢaĢkınlığı? Doyumsuzca sahip olmak
istiyordu her bir parıltıya ve o her avuçlayıĢında daha çok yıldız beliriyordu gök kürede.
Artık hayallerimize bile sığdıramadığımızda yıldızlarımızı toprak yolda yürümeye devam ettik. Sanki
bir tek bu yol vardı kapının ardında. Geri kalan her yerde; yukarıda, aĢağıda, sağımızda ve solumuzda,
önümüzde ve arkamızda ama her yerde gökyüzü vardı. BoĢlukta asılı eskimiĢ bir toprak yolda adeta
Ģuursuzca yürüyorduk.
Eğer hayret etmekten vakit bulup etrafımıza da baksaydık bir uçurumun dibine doğru yürüdüğümüzü
fark edebilirdik. Ama bu sonsuzluk paradoksu bizi kara delikmiĢçesine soğurmuĢtu ve biz kendimizi
bir uçurumun dibinde bulmuĢtuk. Yeni bir kapı yoktu, yeni biri de. Ne yapacağımızı bilemezken
Cinci'nin son sözleri geldi aklıma. Bir iki adım geriye çekildim, son bir kez sonsuzluğu izlemek için
baĢımı yukarıya kaldırdım. Buradan gitmesi çok zor olacaktı, zamanda kaybolmak buydu belki de.
Gerçekliğini yitiriyordu her Ģey. En son gördüğüm Ģey gökyüzü olsun diye gözlerimi sıkıca kapattım,
nefesimi tutup koĢmaya baĢladım ve emin olduğumu düĢündüğüm zaman kendimi uçurumdan aĢağı
bıraktım. "DüĢmek uçmanın yarısı..."
Mavi gözlü delikanlı ya çok cesurdu ya da çok heyecanlı. Sorgulamadan benim peĢimden koĢarak
kendini sonsuzluğun kucağına bıraktı o da. AĢağı düĢerken serin havanın bize karĢı koyması ne kadar
da güzeldi. Tenimize kesik kesik çarpması. Yerçekimiyle yapılan en güzel anlaĢmaydı bu. Sen teslim
oluyordun o da sana hayallerinin kapısını açıyordu. Belki ölecektik ama bu ölmek için ne kadar da
güzel bir zamandı. Gözlerime en son sonsuzluk dokunmuĢ olacaktı.
Ama öyle olmadı
Tugay Özdemir
Hezeyan Fanzin 4 12
Güvercin Odası
II
O hazin olaydan sonra yine ne kadar boĢ kaldığımı bilmiyorum. Sanki her Ģey baĢa dönmüĢ
gibi olmuĢtu. Bir yerlerde o ilk duyduğum sesler yankılanır gibi oluyordu. Duvarlarımda ki
güvercinler ara sıra oradan oraya uçuyor, kimi zaman diğer odalara göç ediyor, sonra tekrar
geliyor diye düĢünüyordum. O günden sonra benim içimdeki ne kadar eĢya varsa hepsini alıp
götürmüĢlerdi. Büyük ihtimal evin diğer bölgelerinde de durum böyleydi
Bundan bir süre sonra iki genç eve bakmaya geldiler. Bana geldiklerinde bir adam
burada yaĢanan olaydan da bahsetti
—ĠĢte, dedi. Tam Ģurada kendini asmıĢ. Karısı, polislerin eve geldiklerinde korkutucu bir
sessizlik içinde kocasına bakıyormuĢ. Gençlerden kısa olanı elini çenesine götürdü.
—Peki, neden, neden yapmıĢ. Adam bu soruyu bekliyormuĢ gibi düĢünceli bir tavır takındı.
-Sanırım borçları varmıĢ, karısıyla atıĢmalarını da çoğu komĢu duymuĢ. Depresyon ilaçları
kullandığını söyleyenler de var.
-Anlıyoruz, bu olay bizim için sorun değil, dedi diğer, gözleri doğduğundan beri
ağlıyormuĢçasına kırmızı olan genç. Yalnız Ģu güvercinler dikkatimi çekti. Bunları onlar mı
yapmıĢ.
-Evet, karısı yaptırmıĢ. Adam devam edecekti ki aynı genç müdahale etti.
-Peki, tutuyoruz.
…
Sanırım birkaç gün daha geçti. Sonra gençler yavaĢ yavaĢ eĢyalarını getirmiĢ. Eve
yerleĢmiĢlerdi. Bu kez oturma odası olmuĢtum. Güvercinlere dokunmamıĢlardı. Onları bir
miras gibi tutuyorlardı. L biçiminde rengi mavi mi yeĢil mi belli olmayan bir koltuk takımını
odaya yerleĢtirmiĢlerdi. Ortaya ayakları kahverengi, ortasındaki cam s biçiminde çatlamıĢ bir
sehpa koymuĢlardı. Onun altında da yarı kirli, kırmızı bir halı duruyordu. ĠĢte bu kadardı.
Bu gençler üniversite öğrencisiydi. Diğer ev sahiplerimden ziyade bu çocuklar daha
çok evde vakit geçiriyorlardı. Ġkisinin suratlarında da süreklilik taĢıyan bir hüzün vardı. Çok
nadir gülüyorlar, çok nadir dıĢarı çıkıyorlardı. Vakitlerinin çoğu iĢte Ģu koltuklara uzanıp
kitap okumak veya oturmakla geçiyordu. Oda kendilerinin de ―duman altı‖ dediği bir
durumda idi. Ama bundan bir tek kiĢi sorumluydu. O da gözleri sürekli kan çanağı olan
Ayhan‘dı. ArkadaĢı Alpay bir gün:
-Neden bu kadar çok sigara içiyorsun?, diye sordu.
-Bilmiyorum, diye yanıtladı Ayhan. Gözleri bulutluydu. Gören sigarayı çektiğinde içi
bulutlanıyor sanırdı. Ama bu içtiği sigaradan mı yoksa aklına hatıraların üĢüĢmesinden mi
bilinemezdi. Bir süre kanlı gözlerini boĢluğa dikti, sonra devam etti:
-Bilmiyorum. Nasıl baĢladığımı da bilmiyorum ama özenerek olmadı bu. Bunu iyi biliyorum.
Ben roman kahramanlarının dahi derdini yüklenen bir insanım. Belki öyle anlarımdan birinde
olmuĢ olabilir. Bazen düĢünüyorum, intihar edenler neden kastediyorlar canlarına? Mesela,
iĢte Ģurada kendini asan adam, boğazından son nefesi aldığında aklında ne vardı? Huzura mı
ermiĢti yoksa intihar edenlerin o söylenen gazabına mı uğramıĢtı? Belki neden yaĢadığını
yahut neden intihar ettiğini o da bilmiyordur. Karısı hangi amaçlarla Ģu güvercinleri duvara
resmettirmiĢti kim bilir. Neyse, peki sen neden hiç içmiyorsun?
-Ben de bilmiyorum. O adamın ölümü kadar müphem bu durum. Bir kitapta okuyucuya
seslenip ―Sevgili okuyucu Ģu an senin elinin sigaraya gittiğini biliyorum‖ diyordu. Hâlbuki
Tugay Özdemir
Hezeyan Fanzin 4 13
ben ne alaka demiĢtim ama canım bir kahve içmek istemiĢti doğrusu. Ama sen içtikçe ben de
içmiĢ kadar oluyorum.
Ayhan gülümsedi. Gülümsememesi gülümsemesinden bin kat daha iyi diyeceğiniz bir olaydı.
Sonrasında elindeki sigarayı söndürürken diğer eli cebinden sigara paketini çıkarıyordu.
…
Ayhan ve Alpay geç vakit gelmiĢlerdi. Ġçeriden seslerini duymuĢtum. Bana hiç uğramadılar.
Sanırım yatmıĢlardı. Bir süre sonra derinden bir ses geldi. Duvarlarım çatlama baĢladı.
Güvercinler kaçacak yer arar gibi oldu ama yapamadılar. Hatta bir kaçı yere düĢmüĢtü.
Üzerimde bulunduğum yapı sağa sola gitti. Ġçerinden gürültüler geldi. Duvarlarımdaki eĢyalar
yere düĢtü. Sonra her Ģey eski haline döndü. Bir yerlerden bağrıĢlar geliyordu. Bir yakım
uzun, kesik sesler vardı. Ayhan ve Alpay geldiler. IĢıkları açtılar. Ġkisi de ĢaĢkınlığını
atamamıĢtı. Neden dıĢarı çıkmamıĢlardı. Neden kaçıp gitmiyorlardı? Ġlk konuĢan Alpay oldu:
-Ġyi misin Ayhan?
-Ġyiyim, daha önce de yaĢamıĢtım ben. Bizim oralar deprem bölgesi zaten. Bundan sonra
olmaz sanırım, dedi. Bunları derken ceplerinde bir Ģey aradı. Sonra sağ cebinden sigara
paketini çıkarıp yaktı. Gözleri hem uykulu, hem kanlı oldukça korkunç görünüyordu. Alpay‘a
döndü. Sigara dumanını üflerken sordu:
-Sen nasılsın?
-Ġyiyim. Ben alıĢık değilim. Belki baĢıma ilk kez geliyor. Ölümü ensende hissetmek bu olsa
gerek. Oda sallanırken kanım çekiliyor sandım. Neden aĢağıya inmiyoruz?
-Bundan sonra olma…
Ayhan sözlerini tamamlayamadı. Üzerine tavanımın bir parçası düĢmüĢtü. Alpay‘ın ĢaĢkınlığı
kısa sürmüĢtü. ġimdi onun da üstüne duvarlarım düĢüyordu. Biraz öncekinden daha Ģiddetli
bir gürültü olmuĢtu. Neden kaçmamıĢlardı? Ayhan olacakları biliyordu belki. Yalnız ölmek
istememiĢti. ĠĢte ben de paramparça oluyordum. Ġçimde yaĢayan herkesi tek tek öldürmüĢtüm.
Ġçimde bir yerlerde o ilk duyduğum sesler yankılanıyordu:
―Deniz kumu mu?, Bunun vebali…, Vebal mi?.., Burada oturanın kaderi de burada ölmek…‖
Rabia Kıran
Hezeyan Fanzin 4 14
Kendimle Konuşmalar: Son Söz
''Ģıp, Ģıp, Ģıp...''
Alnıma damlayan üç damlanın da tesiriyle sağ gözümü yavaĢça açabilmiĢtim. Etrafım, uzandığım
yer, olabildiğince soğuktu. Ġlk defa uyandığım yer, yılların eskitmiĢ olduğu oysa benim bir ömür hayat
arkadaĢım olabilmeyi baĢarmıĢ yatağım değildi. Bu durumda bana çok yabancı olan kuvvetli ihtimal
de bir daha uğramayacağım bu yerden kalkıyorum. Soğuktan bacaklarım tutulmuĢ olacak ki birkaç
kiĢinin yardımı ile ancak bedenim uzaklaĢıyor oradan.
DıĢarı çıkıyorum. Bugün güneĢ gözlerimi kıstıracak kadar kızgın değil sanırım bana, çevremi hiç
olmadığım kadar dikkatli süzüyorum. Yol boyunca çokça tanıdık yüz görüyorum, hepsinin yüzü asık,
belki aynaya baksalar kendilerine bile gülümseyecek halleri yok. ''Acizlik bu!'' diye düĢünmeden,
kızmadan edemiyorum. Yine de altın bilezik olarak edindiğim bu sükunetimi korumayı yeğliyorum.
Ben bu sükunet içindeyken, insanların bana ilginç ilginç, sanki halime üzülüyorlar gibi bakmasına
anlam veremiyorum. Meraklı gözlere meydan bırakmadan çabucak geçiveriyorum oradan. Eve
yaklaĢmak üzere olduğumu fark edip içimdeki rahatlığı gökyüzüne dikili gözlerim sayesinde kuĢlarla
paylaĢabiliyorum ancak. Sokağın giriĢine geldiğimde bu sessizliğe alıĢmamıĢ kulaklarım çocuk
gürültülerini arıyor: ''Haydi Nuri amca, top sende.'' Duyamadığım seslerin hüznüyle köĢeden evimi
görünce buruk da olsa gülümsüyorum. Yıllar önce evin sokağın baĢından görünen kısmına çizdiğim
kuĢ resmini görüp hiç olmadığım kadar mutlu oluyorum. Tam orda duruyorum nedenini bilmeden,
sabit bir noktada çakılı kalmıĢ, istesem dahi hareket edemeyecek gibi. Gözümü ayırmıyor, sadece ona
bakıyordum. Belki de hatırlattıklarına. Yağmur yağsa dahi uçup gitmezdi evimin duvarından diyorum
ve gülüyorum kendi kendime. Hatırlıyorum boyayı alırken boyacı adama söylediklerimi: '' Aman
diyeyim, karda da kıĢta da uçup gitmeyen bir Ģey olsun!'' Kendi iç sesimle ĢakalaĢtığım sırada bugün
yalnız olmadığımı fark ediyorum. Evimde misafirlerim var, gördükçe hepsini ĢaĢırıyorum. ġaĢkınlıkla
odanın ortasına geçiveriyorum. Yılların vermiĢ olduğu yabancılaĢmadan olsa gerek hiçbiri baĢını
kaldırıp da selam vermiyor. Uzun bir süre sessizce oturuyoruz, sürekli sesine aĢina olduğum
televizyonum bugün kapalı. Misafirlerin yanında açmanın da hoĢ olmayacağını düĢünüp oturduğum
yerde insanların yüzlerine bakmaya devam ediyorum. Nerdeydiniz bu zamana kadar demek geliyor
içimden ama bir cesaret alıp söyleyemiyorum, hepsinin yüzünde aynı mahzun ifade beni de
mahzunlaĢtırıyor. Sessizlikten sıkılmıĢ olacaklar ki benimle tek kelime bile konuĢmadan ayağa
kalkıyorlar. Yanlarında yürüme gereksinimi duyuyorum bir süre. Gidecekleri yere gitmek istemiyor
gibi yavaĢ yavaĢ yürüyorlar. Derken sokağın baĢından imam efendi çıkıyor bizimkilere katılarak
yürümeye devam ediyor. DüĢünüyorum: ''Vay be bizim imam yürüyüĢe de çıkmayı severmiĢ.'' Ġmam
efendinin gelmesi ile geride kalan bir kaç kadın görüyorum, bakmaya devam ettikçe azalıyor sayıları.
''Ah be imam efendi'' diyorum, ''tam da zamanında geldin!'' Uzakta bir tanesinin kaldığını görüyorum,
bileklerine kadar uzanan siyah bir elbisesi var üzerinde. Gözlerim yaĢlılıktan olsa gerek pek seçemiyor
kim olduğunu ama yanına gidip durmasının sebebini sormak istiyorum. Tabii yanımda yürüyen onca
insana ayıp olur düĢüncesi ile yola devam ediyorum.
DeğiĢik bir kapıdan giriyoruz ve tüm havam değiĢiyor, ferahlıyor içim ağaçların bolluğundan. Fazla
dolambaçlara sapmadan düz ilerliyoruz, değiĢik bir mekan diye geçiriyorum içimden. Bilseydim daha
önce gelirdim diyorum. Gözüm hala arkada siyah elbiseli kadını arıyor, kapı giriĢinde uzaklara dalmıĢ
bir Ģekilde bekliyor. O arada kendimi serin bir yerde uzanırken buluyorum, bol toprak kokulu. Kafamı
yattığım yerden kaldırıp kendisine iĢaret etmek istiyorum ama kafam nerden geldiğini anlamadığım bir
tahtaya vuruyor. Anladıklarım o an bana yetiyor. Geri uzanıyorum. Tüm yolu benimle yürüyen
insanların teker teker yanımdan ayrıldığına tanık oluyorum ama ĢaĢırmıyorum. Sonra birden gözüm
takılıyor, siyah elbiseli kadın bana doğru yaklaĢıyor. YaklaĢtıkça görmekten aciz gözlerim, tüm duyu
organlarımın ayrı ayrı yaptığı iĢlevleri tek baĢına yapıyor. Duyuyor, hissediyor, kokusunu alıyor. Bu
ġükran'dı. Heyecanlanıyorum, yıllarca büyük bir aĢkla seni beklemiĢken diyorum, Ģimdi olacak iĢ mi!
Söyleyecekleri var gibi oluyor, bekliyorum. Ġlk ve son konuĢmamızı iĢte o zaman yapmıĢ
bulunuyoruz:
''Ġmam efendi sorduğunda cevap verememiĢtim, bizzat sana söylemek istedim.
''Ġyi bilirdik. Hem de çok iyi...''
Onur Akbudak
Hezeyan Fanzin 4 15
Artık
KıĢ birdenbire geldi... Önceleri kendini gösterir, ağaçların yapraklarına usulca dokunur kılcal
damarlarını ağır ağır soğutarak dökerdi.
GüneĢten çatlamıĢ toprak gözlerini gökyüzüne bırakıp keyiflice beklerdi. Tüm bunlar olmadı,
kıĢ birdenbire geldi. ġu bildiğimiz kırlangıçlar da birdenbire kayboldu. Soğudu hava...
Yağmur da yağmadı. Sadece soğudu. Mevsime uyan kıyafetlerini yüklükteki hurçlarından
çıkarıp giymiĢlerdi.
Her türlü soğuk, sıcak havaya en az dayanaklı canlıydı insan evladı.
Soğuk vardı...
(Artık, mümkün değil sıcak olmazdı.)
Hava dört beĢ ay böyle giderdi.
Yağmur da ne kadar yağar bilinmezdi.
AlıĢırlardı.
Soğuk havaya...
Nefes alıp veriĢleri de buğulaĢırdı. Ellerini ovuĢturarak avuçlarına hohlarlardı.
Önceleri kendini gösterirdi mevsim, kül rengi yaprakların üzerine basarlar çıtırtılar
çıkarırlardı.
Sonbahar...
Adını kaybetti.
Birdenbire evlerine çekildiler... Henüz kömür sobalarını da kurmadılar.
Çok sürmez Ģu uzaktaki bacalardan duman tütmeye de baĢlar...
Kimse gelmiyor artık. Benim kadar yalnız piknik masaları. Salıncaklar ve kaydıraklar boĢ.
Karıncalar kıĢlık erzaklarını çoktan yemeye koyuldu, yuvalarının kapısı kapalı. Artık yoklar.
Yaz da bitti. Koca kıĢı nasıl geçirecekler...
Tüylerim eskisi kadar korumuyor. YaĢlandım. Ve Ģu yaĢıma geldim bir insan evim
olmadı. Hani bazılarımızı alıp besleyip, sıkılınca bir süre sonra bırakmıĢlar duydum...
Benim dıĢımda da pek kimse kalmıyor burda. Defalarca Recep ― Merkezde bir
lokanta var gel sen de...‖ diye üstelese de sanki gidince oralarda kaybolacakmıĢım hissine
kapıldım.
―Sen gel, halimi hatrımı sor yeter‖ desem de Recep‘in bugüne kadar hiç bir kıĢ
geldiğini görmedim.
Büyük bir dere var, hemen Ģurada... Yazın sürekli açık olan büfeyi geçince...
KıĢ olunca dağlar fazla gelen suyunu bu yola bırakır. Bazen yol taĢar... ĠĢte, artık taĢan
sudan bana ne düĢerse karnımı doyururum.
Eskisi gibi yağmur da yok.
Kuru soğuk, Ģimdi olduğundan da... Ne adı ne tadı kaldı mevsimlerin.
Daha önce hiç görmediğim bazı evsizler de görünür buralarda, ne ara gözden
kaybolurlar anlayamam. Bir ara üniformalı insanların biz yurtsuzlara bıraktıkları yemeklerden
zehirlendiklerinin dedikodusunu duymuĢtum. Bugüne kadar hiçbir benzerimin ölüsüne tanık
olmadım.
Artık...
Beni gökyüzü sevsin,
Bağrına bassın.
Bu kadar kısa kıĢ mı olurdu Recep?
Eray Sarıçam
Hezeyan Fanzin 4 16
Bir Fil Müddeti'nde Siyasi Söylem
Bir Fil Müddeti* Cihat Duman'ın üçüncü Ģiir kitabı. Haziran ayında yayımlanan
eserden önce Duman'ın, KızkardeĢleĢmek ve Ya da PiĢman Değilim adlı kitapları mevcuttu.
Bir Fil Müddeti için Cihat Duman'ın siyasi Ģiir yazımına ağırlık verdiğini söyleyebiliriz.
Kitabın geneline yayılan bu siyasi söylemin, artık genç sayılmayacak bir yaĢta olan Ģairin, bu
zamana kadar sürdürdüğü Ģiir anlayıĢı etrafında oluĢtuğu görülüyor. Yani siyasi söylemin ağır
bastığı bu Ģiirler ne epik ne de popülisttir. Daha önceki kitaplarında da gördüğümüz üzere
bariz bir Ece Ayhan etkisi söz konusudur. Ancak Duman'ın bir Ece Ayhan olmadığı da
aĢikârdır. Birçok kere onun ulaĢtığı noktanın aĢağısında kalır. Ki Ece Ayhan'ın da çok yüksek
noktalara ulaĢtığını söylemek güçtür. Açıkçası "Ölü, neyin cinsel organıdır ölümden
koparılınca" gibi mısralarıyla küçük Ġskender ile aynı seviyeye düĢmüĢ oluyor. Elbet bu
kaçabileceği bir Ģey değil Ģairin. Biçim ile uğraĢan hemen her Ģairde karĢılaĢırız bu sorunla.
Nasıl ki Ece Ayhan'ın "cehennet"i Efe Murad'da "Ģeytanrı" olmuĢsa, biçimin ön olanda
olduğu siyasi Ģiirlerde de böyle bir sorunun olması doğaldır. Özellikle günümüz Ģiirinde biçin
son haddine varmıĢtır. Eldeki verilerle Ģairden orijinal bir Ģey beklemek boĢa bir çabadır.
Bir Fil Müddeti'de karĢımıza sıkça "devlet", "ölüm", "kan", "kefen", "savaĢ",
"katliam", "uludere" ve sair kelimeler çıkıyor. Kitabın hemen ilk baĢında bulunan parça
elimize bu anlamda bolca malzeme veren bir kaynak. Parçanın baĢından sonuna kadar süren
"battaniye" kelimesi üzeri örtülmeye çalıĢılan durumları imliyor. Ġlk elden "kan"," kefen",
"devlet" kelimeleri çıkıyor karĢımıza. Bundan sonra "sivil", "savaĢ", "bölücü", "cinayet",
"kin", "katliam" gibi kelimler. ġairin bunca sayıp dökmesine rağmen durum, yalnızca değinip
geçmek Ģeklinde meydana geliyor. Mesela Uludere katliamı diyor. Fakat bunun hakkında bize
bir Ģey söylemiyor, yorum yapmıyor. Yazımızın ilk baĢında dediğimiz epik ve popülist Ģiirden
burada ayrılıyor Ģair. Epik Ģiirde Ģairin söylemek istediği bir Ģey varsa bunu lafı gevelemeden
olduğu gibi söyler okuyucuya. Yalnızca hatırlatmakla yetinmez. Bunu yine Ece Ayhan
etkisine bağlayabiliriz. O da Duman gibi açıkça konuĢmak yerine imgelerle konuĢmayı tercih
etmiĢti. Hâl böyle olunca okuyucuyla arada bir kopukluk meydana geliyor. Siz eğer politik bir
Ģiirde yol alıyorsanız okuyucu ile aradaki engelleri mümkün mertebe en aĢağı seviyeye
indirmelisiniz. Yok, eğer Yunan mitolojisinden bahseden bir Melih Cevdet iseniz sizin böyle
bir derdiniz elbette olmaz. ġairin derdini alalen söylediği, lafı evirip çevirmediği nadir
zamanlar da yok değil. "Ġçimden Sesleniyorum: Kimsin?" adlı Ģiirde "Ģur'da bir Ģehit cenazesi
olacaktı/politik bir mesaj verme kaygısı//doğuĢtan ölü olduğu için/en iyi yardımcı kürt oyuncu
ödülünü aldı" mısraları, Ģehit cenazesiyle girip, "en iyi Kürt ölü Kürttür" gibi bir sözün ortaya
çıkmasını sağlayan zihniyete cevap oluyor. Bu noktada Ģairin konuĢtuğunu, yorum yaptığını
yani sadece değinip geçmediğini görebiliriz. "Sahibinden Kiralık ġiir"de ise Ģair Gezi olayları
sırasında Ģiir yazan zevata sesleniyor olmalı. Bahsettiği kiĢiler Neslihan Yalman, Muarrem
Can ve sair gelenekçi sol Ģairler olsa gerek. ġiirden Gezi'ye katılmıĢ bir Ģairin Gezi'yi hafife
aldığı çıkarılamaz. Bu olsa olsa sanat farkından gelen bir alay olabilir. Ayrıca bu Ģiirde de
Duman bahsettiğimiz hataya düĢüyor ve yalnızca değinilerle yetiniyor "SAHĠBĠNDEN
KĠRALIK DEVRĠME YÜRÜYÜġ MESAFESĠNDE GEZĠ PARKI LOKASYONUNDA AZ
MASRAFLI 1+1 DOĞAL BĠBER GAZ SOBALI ġĠĠR" Özellikle "doğal biber gazı" söylemi
hükümetin biber gazı kullanımıyla ilgili yaptığı açıklamaya yavan bir hatırlatmadan öteye
geçmiyor. "Arabamız Olmadığı Ġçin Saçım" adlı Ģiirde yine Gezi'ye selam çakıyor. Selam
çakıyor diyoruz çünkü gerçekten yaptığı baĢka bir Ģey yok. Bunu basit Ģekilde söylevcilikten
kaçtığı için yaptığını sanmıyorum. "günlerdir çekilmemiĢ bir sifonu çekerek baĢladım
anlatmaya" diye bir dize kurmak, "gel gör ki çocuk öldü/on altı kilo öldü çocuk on altı
kilo/biz bir daha görüĢemedik/farklı yerlerde aynı maça yatmıĢız/bu da böyle bir anımdır" gibi
Eray Sarıçam
Hezeyan Fanzin 4 17
bir bölüme ister istemez halel getiriyor. Cihat Duman'ın Kürt kimliği de Ģiirlere yön veren
önemli bir etken. Biraz önce gösterdiğim örnek dıĢında Ģairin, Kürtlüğü ile "devlet"in
karĢısına dikildiği görülür. "Cinsel yolla bulaĢan hastalıklara Ģiir denmiyorken. Kürdistan'a
Kürdistan" Kürdistan derken bile aklına cinsel yolla bulaĢan hastalıklar geldiğine göre,
buradan siyasi bir tavır takınmaktansa estetiğin önce geldiğini söyleyebiliriz Ģair için. Siyasi
bir konuya bu denli estetik yaklaĢım ister istemez plastik bir hava katıyor Ģiire. "Allah
büyüktür çünkü Türk'tür" mısraı ile Kürtlüğün karĢısına ırkçı devletin alındığı söylenebilir.
Çünkü bu mısra Kürt bir gencin yıllarca beslediği ve söyleyemediği düĢüncelerin dıĢa
vurumudur. Ve belki de kitap boyunca hiç bu kadar cesur değildir Cihat Duman. Filistin'e de
değinmeden edemiyor Duman. Ancak Filistin gibi önemli bir mevzuun yolu "Allah VE
Karım" adlı Ģiirde kerhaneye çıkıyor. "Dün Gece Attığın Tivitleyi Okudum" Ģirinde "filistin
halkı yalnız değildir" diyen Ģair, iki alt mısrada "biz ol deyiz ve seveyiz olmayanlayı" Ģeklinde
alaya alınmıĢ bir Ayet- i Kerime ile bu sloganın altı boĢaltıĢmıĢ oluyor. Bununla beraber,
çeĢitli yerlerde Hadis-i ġerifler ve Ayet-i Kerimelerin deformasyona uğradığını görüyoruz
eserde. "Bütün savaĢların anası dindir", "Her Bomba Ölümü Tadacaktır" gibi. Bu yalnızca
basit bir biçim arayıĢı ve hiciv merakı değil, siyasi Ģiirler yazmaya çalıĢan bir Ģairin halkından
ve halkının değerlerinden ne denli uzak olduğunun göstergesidir.
Son olarak diyebiliriz ki, Bir Fil Müddeti bıkmıĢlığın, umutsuzluğun, cesaretsizliğin
bastırdığı isyanın, habis bir eseri olarak Ģiir dünyamıza girmiĢtir.
* Cihat Duman, Bir Fil Müddeti, Pan Yayıncılık, Ġstanbul, Haziran 2014
Tugay Özdemir
Hezeyan Fanzin 4 18
Sosyal Medya’da Soma, Gezi ve Ortadoğu
Biz derginin son sayısını ülkede ve Ortadoğu‘da gerçekleĢen ölümler üzerine ölüm temasıyla
çıkarmıĢtık. O günden Ģu an yazıyı yazdığım ana kadar değiĢen bir Ģey yok ne yazık ki. Derginin son
sayısından hemen sonra Soma faciası gerçekleĢti. Daha sonraki aylarda Gazze siyonist Ġsrail‘in
saldırılarına maruz kaldı. ġu günlerde ise IĢid denilen sözde Ġslamcı olduğunu savunan terör örgütü her
zaman olduğu gibi Amerika ve Ġsrail eliyle Ortadoğu‘da kargaĢa çıkarıyor. Bunlar uzun uzun
tartıĢılacak siyasî konular. Ben bunlardan ziyade sosyal medyada yani son 3 senede devrimler yapılan,
isyanlar çıkarılan, gündemin döndüğü yerde bu olayların nasıl yankılandığını aktarmaya çalıĢacağım.
Sosyal medya bazı psikologlara göre insanların gerçek hayatta muhatabına söyleyemediklerini
rahat rahat paylaĢtığı yer olarak görülüyor. Bir bakıma Katharsis yani. Doğrusu Ġzdiham ―Sosyal
medyada insanlık dıĢında her Ģey var.‖ Haklılarda: devrimler, isyanlar, olaylar, aĢklar, yemekler,
fenomenler… Bunları da geçecek olursak öncelikle Soma‘dan bahsetmek istiyorum. Arada sırada
yemeklerin ve aĢkların geri planda kaldığı olaylar olmuyor değil sosyal medyada. Soma‘da ne yazık ki
onlardan bir tanesi oldu. Soma faciasından sonra sosyal medya büyük bir isyana gitti. Profil
fotoğrafları değiĢti. Madenci kızının çizdiği bir resim paylaĢıldı. Herkes kendi yorumunu yaptı. Acıda
birleĢilmeyerek herkes birbirine olmadık küfürler etti. ―Rabia‘ya üzülenler buna da üzülsün. Arap‘a
ağlayan buna niye ağlamıyor‖ diyenler gizli ırkçılığını da ortaya çıkardı vesaire vesaire… Yani bu
olanlar herhangi bir kurtuluĢ mücadelesi olduğunda birleĢilemeyeceğini göstermiĢ oldu.
Aradan bir ay geçti. Soma unutuldu. Fotoğraflar değiĢti. ĠĢçinin hakkını savunanlar
mağaralarına çekildi. Arada bir facia oldu 3 kiĢi öldüğü için kimse umursamadı. Çünkü vicdanlar artık
rahatlatılmıĢtı. Bir ay daha geçti. Siyonist Ġsrail, 3 askerini bahane ederek Gazze‘ye havadan, karadan
ve denizden saldırıya baĢladı. Çoluk çocuk dinlemedi. Evleri, barkları, parkları hatta camileri gözünü
kırpmadan yaktı, yıktı. Gazze‘ye yapılan saldıralar da sosyal medyada Soma‘ya benzer Ģekilde yankı
buldu. Yine profil fotoğrafları değiĢti. Bu kez kimi sağ kesimdekiler sola laf atmaya baĢladı. Siz insan
değilsiniz denildi. Ġsrail yandaĢları denildi. Bunun yanında ne kadar etkili oldu bilinmez Koka Kolaya
karĢı tepki oluĢturuldu. Bununla ilgili fotoğraflar paylaĢıldı. Reklam filmleri değiĢtirildi. Ġsrail ürünleri
listelendi, yayınlandı. Bu kez sol kesim ―siz geri zekâlı mısınız, siz bunları almayarak Ġsrail‘i batıracak
mısınız‖ diyerek her zamanki gibi halkı aĢağıladı. Halkın elinden gelenin o olduğuna bakılmadı.
Bunun yanında Koka Kola ise Ġsrail‘e destek vermediğini açıklamadı ama yaptıklarından dolayı
Ġsrail‘e de herhangi bir tepki göstermedi. Her iki taraftan da insanlar acıyı yaĢayamadı. Bu acıyı
kendilerine karĢı kullanmak istiyorlardı. Kendi kin ve nefretlerini bu hazin olaylar üzerinden
aktardılar. Yine kimi kesimlerden ―zamanında topraklarını satmasalarmıĢ‖ gibi sözler iĢitildi.
Atalarının yükü sahilde bombalarla öldürülen çocukların üstüne kalmıĢtı. Yine herkes bildiğini sandığı
Ģeyi söyledi. Çoğunluk ayrıydı. Nadir kesimler birlik çağrıları yaptı ama sesleri duyulmadı. Türkiye‘de
içte veya dıĢta olsun her acı bir Ģekilde siyasete dönüĢebiliyordu. Tertemiz ölüp Hakk‘a yürüyen
çocuklar siyaset lağımına atılıyordu.
Son günlerde ise sosyal medyada Orta Doğu‘yu kana bulayan IĢid gündemde. Belki
Amerika‘nın kötü giden ekonomisini düzeltmek için kurduğu ve bol bol silah gönderdiği IĢid‘in
Kobane‘ye saldırması üzerine yine Amerika‘nın desteklediği ve bol silah sağladığı aynı çatı altında
birleĢen terör örgütleri de Türkiye‘de oraya buraya saldırmaya baĢladı. Bu terör örgütü karĢıtı
insanlarda ise IĢid‘e karĢı bir sempati uyandı. Sosyal medyada IĢid taraftarlığı bile baĢladı. Hatta
―göndereceksin bunları IĢid‘e‖ gibi paylaĢımları da gördüm. Bu insanların o kadar boĢlukta kaldığını
gösteriyordu ki kendilerini illa bir tarafa bağlı göreceklerdi. Bu ya PKK ya da IĢid olacaktı.
Disturbed adlı bir metal grubu Land of Confusion parçasında ―Neden burası kargaĢa
toprakları‖ diyor. Klibini izlerseniz Türk bayrağını dahi görebilirsiniz. Klibin sonunda ise büyük güç
Amerika düĢürülüyor. ABD‘nin Orta Doğu‘da ne gibi amacı olduğu, buraya kargaĢa toprakları
yapmak istediği malum. Biz Müslümanca bir tavırla bu kargaĢaya elimizden geldiğince imkan
vermemeye çalıĢacağız.
Recep Akay
Hezeyan Fanzin 4 19
Sünnet Anlayışımız
Bismillahirrahmanirrahim,
Sünnet, Kur‘ani bir kavramdır. Kur‘an-ı
Kerim‘de 14 yerde tekil, 2 yerde çoğul isim
olarak gelir. Kavram, Mekki ve Medeni sureler
arasında nisbeten dengeli bir dağılım gösterir,
vahyin iniĢ sürecinde, semantik bir değiĢim
göstermez.
Hz. Peygamber‘e isnat edilen rivayetler, tüm
rivayetler gibi Kur‘an‘a arz edilmelidir.
Kur‘an‘a arz yöntemlerinden biri de, rivayeti
Kur‘an‘ın diline arz etmektir. Burada cevabı
hayati önem arzeden bir soru gündeme geliyor:
.Ġçinde sünnet lafzı geçen hadislerden ―Kim
güzel bir sünnet koyarsa‖ hadisi, kavramın
Arap dilindeki konuluĢ anlamıyla en uyumlu
rivayetlerden biri olarak görünüyor. Zira bu
hadise göre sünnet koymak sadece Nebi‘ye has
bir hususiyet olmadığı gibi, sünnet sadece
olumlu davranıĢlara da hasredilmiyor. Zaten
sahabe döneminde de sünnet koymaktan bu
anlaĢılmıyor. Nehcü‟l-Belâğa‘da Hz. Ali‘den
nakledilen bir hutbede geçen ―Nebi‘nin
sünneti‖ terkibi de bu vurguyla kullanılıyor.
Sünnet kavramının mücerret olarak Hz.
Peygamber‘in davranıĢlarını ifade etmesi için,
yaklaĢık iki asır geçmesi gerekmiĢtir. Sünnet
kavramına Kur‘ani bir karĢılık arayan ilk kiĢi
Ġmam ġafii‘dir.imam ġafii üç Ģey yapıyor:
1. Kendisinden önce Evzai gibi rey karĢıtı
isimler tarafından dile getirilen sünnet ve
hadisin vahiy olduğu tezini açıktan savunuyor.
Bu arada sünnet ile hadis arasındaki ayrımı da
belirsizleĢtiriyor. El-Umm isimli eserinde,
Sunnetu rasulillah vahyun (Allah Rasulü‘nün
sünneti vahiydir) iddiasında bulunuyor.
2. Bu iddianın bir devamı olarak sünnet‘in
hükmünü Kur‘an‘la eĢitliyor ve ona uymanın
Allah tarafından farz kılındığını öne sürüyor:
Faradallahu „ale‟n-nâsi ittibaa vahyihi ve
suneni rasûlihi (Allah insanlara vahye ve
Rasulü‘nün sünnetine uymayı farz kıldı).
3. Hz. AiĢe‘nin ―Onun ahlakı Kur‘an‘dı‖
anlayıĢının yerine, ―Onun sünneti/hadisleri
vahiydir‖ anlayıĢını yerleĢtiriyor. Şafii bir
yandan “Sünnet‟in aslı Kur‟an‟dır” derken,
öte yandan vahiy ilan ettiği “sünnet”i,
Kur‟an‟a paralel ikinci bir asıl olarak vaz
ediyor. Sonunda sünnet, “Kur‟an‟ın ortağı”
haline getiriliyor.
Ancak imam Ģafii çok temel bir sorunu
çözmesi lazım geldiğini görüyor. Kasdettiği
manada ―sünnet‖in Kur‘an‘da yer almadığının
o da farkında. Bu kez sünnet kavramının
Kur‘an‘da karĢılığını arıyor. Bu, gerçekten
ĢaĢırtıcı bir durumdur. Zira bu kavram
Kur‘an‘da tekil olarak 14 kez aynen geçiyor.
Bu bir Ģeyi gösteriyor: ġafii‘nin, Kur‘an‘da
geçen sünnet kavramında aradığını
bulamadığını. ġafii, er-Risale‘de sünnet‘in
Kur‘an‘daki karĢılığının ―hikmet‖ kavramı
olduğunu söylüyor. Buna da Bakara 129, 151,
231; Âl-i Ġmran 164; Cuma 2; Nisa 113; Ahzab
34 gibi ayetleri Ģahit gösteriyor.
Öte yandan, Kur‘an‘da içinde hikmet geçen
ayetleri kendi içinde bir bütün olarak
incelediğimizde, bu ayetlerde geçen el-kitâb
ve‟l-hikme ibarelerindeki kitâb lafızlarının
Kur‘an‘a has değil, onu da içeren genel bir
lafız olduğunu görüyoruz. ġafii‘nin Ģahit
gösterdiği yedi ayetin hiç birinde de hikmet
―Sünnet-i Muhammed‖ anlamında
kullanılmıyor. Mesela Âl-i Ġmran 48 ve 79‘da
―kitab ve hikmet‖ Ġsa b. Meryem‘e isnatla
kullanılıyor. Âl-i Ġmran 81‘de Ġsa‘nın kavmine,
Nisa 54‘te Ġbrahim Ailesi‘ne isnatla
kullanılıyor. Yine Ġsrailoğulları ve Ġbrahim
kavmini muhatap alan Casiye 16 ve En‘am
89‘da terkip ―kitab ve hüküm‖ olarak geliyor.
Bu ayetler de gösteriyor ki, ―kitab ve
hikmet/hüküm‖ iki elemanlı bir terkiptir ve
Muhammedi risalete hasredilemez. Mesela
―Doğrusu Biz Ġsrailoğullarına kitab ve hüküm
verdik‖ (Casiye 16) veya ―Biz Ġbrahim
Ailesine kitab ve hikmet verdik‖ (Nisa 54)
ayetinden yola çıkarak, ―İsrailoğullarına
verilen sünnet de ne ola ki?‖ veya ―İmran
Ailesi‟ne verilen sünnet de ne ola ki?‖ soruları
cevapsız kalıyor. Hepsinden öte, ne Hz.
Nebi‘den, ne de sahabeden bu yorumu
destekleyen bir tek yorum gelmiĢken, hikmet‘i
sünnet‘in yerine ikame etmenin ne kadar
isabetli bir yaklaĢım olduğu ortadadır.
Nebevi örnekliğe (sünnete) bakıĢ
Muhakkik sahabenin nebevi örnekliğe
bakıĢıyla ġafii‘ninki arasında hayli fark var.
Muhakkik sahabe sadece Hz. Rasul‘ün ne
yaptığına bakmıyor, ―niçin yaptı‖ sorusunun da
peĢine düĢüyor.
Allah‘ın emrinin teşebbuh (taklit ve
benzemek) değil teessi (örnek almak)
olduğunu biliyor. Onun için Hz. Peygamber‘in
yaptığını taklit etmeyi değil, maksadını
gözetmeyi hedefliyorlar. Onlara göre ‗sünnet‘,
Kur‘an‘ın Hz. Peygamber‘in davranıĢlarındaki
yansıması.
ĠĢte bir örnek: Halife Ömer hac döneminde
umreyi yasakladı. Oğlu Abdullah bu yasağa
Recep Akay
Hezeyan Fanzin 4 20
uymadı ve Ģöyle itiraz etti: ―Rasulullah yaptığı
halde babam yasaklamıĢsa, babamın emrine mi
Rasulullah‘ın emrine mi uyacağız, ne
dersiniz?‖ (Tirmizi, Hac 12) Hz. Ömer‘in bu
tasarrufunu Cassas ve Ġbn Kayyım tevil
etmiĢler. Fakat bu tür teviller ölüye elbise
dikme kabilinden olduğu için, olanı izaha kâfi
gelmiyor. Belli ki Hz. Ömer Nebi‘nin
davranıĢlarına sonrakilerin zihni kalıplarıyla
bakmıyor. Kaldı ki, bu tek örnek değil.
Ġkindiden sonra kılınan sünnet, teravihin
cemaatle kılınması, bir seferde üç talak gibi
daha birçok örnek var. Bu Hz. Ömer‘le sınırlı
da değil.
Mesela Hz. Osman Cuma namazında ikinci bir
ezan ihdas ediyor. Zira ihtiyaç hâsıl oluyor.
Buna ―Osman‘ın sünneti‖ adı veriliyor. Hz.
Ali‘nin de benzer uygulamaları oluyor.
Ehl-i Rey bu tahkikçi damarın takipçisi oluyor.
Nebevi örnekliği Peygamber‘i taklit olarak
anlamıyorlar. Aksine Peygamber‘in
yaptıklarını anlamak ve onları onun maksadını
gerçekleĢtirmek için yapmak olarak anlıyorlar.
Ehl-i Rey‘den Rebia b. Abdurrahman, ―suça
eĢdeğer bir karĢılık‖ anlamına gelen kısas
konusunda akleden kalbini çalıĢtırıyor.
Ehl-i Rey‘in en ünlüsü Ġmam Azam Ebu
Hanife‘dir. Ebu Hanife ve arkadaĢlarının
sünnete bakıĢı özetle Ģudur: Sünnet ve Hadisler
Peygamberimizin Kur‘an‘a dair reyidir. Risalet
misyonuna dair olanları (nebevi örneklik
anlamında) sünnettir, risalet misyonu dıĢında
kalanları içtihattır.
Ebu Hanife mümeyyiz bir aklı temsil
etmektedir. Ona göre sahabe hepsi de
planyadan çıkmıĢ bir topluluk değildir.
Ġçlerinde dinde derin anlayıĢ sahibi olanlar
olduğu gibi olmayanlar da vardır. Bu
ikincilerden gelen rivayetler, ―nakleden sahabe
fakih değildir‖ gerekçesiyle göz ardı
edilebiliyor. Ebu Hanife hadisleri Kur‘an‘a arz
ediyor. Tıpkı ―Bir mü‘min, bir kâfire karĢılık
(kısasen) öldürülemez‖ rivayetinde olduğu
gibi. Bu tür tasarruflara karĢı yapılan itirazları
Ebu Hanife; ―Kur‘an‘a aykırı hadisi red
Nebi‘yi red değildir‖ diye cevaplıyor.
Ebu Hanife‘nin bu tavrı Hanefi usulcülerince
Ģöyle formüle edilmiĢtir:
Sünnet hadise tercih edilir,
kıyas haber-i vahide tercih edilir,
istihsan (alimin kendisini ikna eden Ģahsi
kanaati) kıyasa tercih edilir.
Bu formülün kendi içinde hayli cesur olduğu
su götürmez.
Ebu Hanife bu yüzden iftiralara uğrar. Ġbn Ebi
Davud, ―Ebu Hanife‘yi kötüleme hususunda
ulemanın icmaı vardır‖ diyebiliyor. Tabi ki
onun ―ulema‖ dediği hadisçiler. Süfyan b.
Uyeyne ve Süfyan es-Sevri, Ebu Hanife‘nin iki
kere tevbeye çağrıldığını söylüyorlar.
―Tevbeye çağırmak‖, dinden çıkan için
kullanılan bir ıstılah. Bu nasıl bir iĢ? ĠĢin aslını
Ebu Nuaym‘ın Kitabu‟d-Duafa‘sından
öğreniyoruz: ―Ebu Hanife Kur‘an‘ın mahlûk
olduğunu söyledi. Bu rezil sözünden dolayı
birçok defa tevbeye davet edildi.‖ Ebu
Nuaym‘ın insaf Ģakülünün ne kadar kaydığına
bakın ki, sözün arkasına ―Sözünden dönmediği
için zindandan ölüsü‖ çıktı diye ekleyemiyor.
Bunun çevrisi Ģudur: Ebu Hanife iktidarın
tezini savunmadı, zalim yöneticilerin çanağını
yalamadı ve bu yüzden de iĢkencelere uğradı
ve sonunda zulmen öldürüldü.
Bilindiği gibi Ebu Hanife Mansur‘un zindanına
diri girmiĢ ölüsü çıkmıĢ, Ģehid edilmiĢtir.
Hadisçi Süfyan es-Sevri‘nin onun Ģahadetine
tepkisi Ģöyle olmuĢ: ―Elhamdülillah! O Ġslam‘ı
ilmek ilmek çözen birisiydi! Ġslam‘da ondan
daha uğursuz biri doğmamıĢtır‖. Bildiğiniz
bilmediğiniz hadisçilerin hemen tamamının
onu itibarsızlaĢtırma korosuna katıldığını
görürsünüz. Hepsini nakledersek sayfalar tutar.
Hadisçi Ġbn Ebi ġeybe, hızını alamamıĢ olacak
ki, ―Onun bir Yahudi olduğu kanaatindeyim‖
der. Ebu Hanife‘ye hadisçi kininin nerelere
kadar çıktığını hadisçi Ukayli‘de görüyoruz:
―Yalancı, güvenilmez, sahtekâr, küfre düĢen
biri‖… Sunu söyleyeyim de gerisini anlayın:
Bir hadisin sahih olup olmadığı tarafgirlikle
kantarlarının topuzu hepten kaymıĢ olan bu
gibi cerh ve tadil ulemasının koyduğu ölçülerle
sabit oluyor. Eğer ‗hadisler vahiydir‘ diyenlere
inanırsanız, bir sözün vahiy olup olmadığını,
insaf ve adalet ölçüsünü kaçırmıĢ olan bu gibi
isimler belirliyor.
Okuyan insanı hayrete düĢüren ve Kur‘an
hakkında Ģaibe uyandıran rivayetler nasıl sahih
addedildi, nasıl en muteber hadis kitaplarına
girebildi?
Ehl-i hadisten Yahya b. Ebi Kesir‘in Ģu sözüne
bakar mısınız: ―Sünnet Kur‘an‘ın yargıcıdır,
fakat Kur‘an sünnetin yargıcı değildir (es-
sunnetu kâdıyetun „ale‟l-Kur‟an ve leyse‟l-
Kur‟an bi kâdın „ale‟s-sunne) (Darimi, Muk.,
49) Ġktidar adına muhalif alimlere ölüm fetvası
vermesiyle ünlü Evzai bunu nakleder. Bu ne
cür‘et! Bunu söylemenin cüretkarlık olduğunu,
Ahmed b. Hanbel de fark etmiĢ olmalıdır ki,
Ģöyle söyler: ―Ben bunu söylemeye cesaret
Recep Akay
Hezeyan Fanzin 4 21
edemem, fakat sünnet kitabı tefsir eder derim‖
(Ġbn Abdilberr, Cami, II, 1194)
Sünnet ilahi norma uygun nebevi formdur
Kur‘an peygamberin görev alanını tesbit
ederken Ģu açık ve net çerçeveyi çizer:
―Eğer yüz çevirirseniz iyi bilin ki Rasule düĢen
mesajı apaçık tebliğ etmekten ibarettir.‖ (5:92)
―Elçiye apaçık tebliğ dıĢında bir Ģey düĢer
mi?‖ (Nahl 16:35)
Bir elçiye düĢen Ģeyin tebliğ olduğu açık seçik
ifade ediliyor. Peki, yine elçiye tebyin görevi
yükleyen ayetler bu çerçevenin dıĢında mı
değerlendirilmeli? Yani ―alınan mesajı aynen
iletmek‖ anlamına gelen tebliğ ile tebyin
arasında fark var mıdır? Veya Hz.
Peygamber‘in görevleri arasında sayılan
―tebyin‖ nasıl anlaĢılmalıdır?
Ayetlerde yer alan tebyin, hem ―iletme,
duyurma, bildirme‖, hem de ―tarif etme‖ ve
―uygulamalı olarak gösterme‖ anlamında
―açıklama‖dır.
Kur‘an‘da beyyene fiili kimi yerde bu en geniĢ
çağrıĢımlarıyla, kimi yerde ise sadece
―duyurma-iletme‖ anlamıyla kullanılmıĢtır.
Mesela 2:159; 3:187; 5:15 gibi ayetlerde, hepsi
de kitap ehliyle ilgili olarak ―gizleme‖ (hafâ)
ve ―saklamanın‖ (keteme) zıddına ―eksiksiz
iletme, duyurma‖ anlamına kullanılır.
Fakat tüm dil otoritelerinin de ifade ettiği gibi,
tebyin, sözü de içine alan fakat ondan daha
kapsamlı bir anlam taĢır. Nahl suresinin 39.
ayetinde ve baĢka ayetlerde (Msl: 2:159; 4:26;
5:75 vd.) Allah‘a izafe edilen beyyene fiili,
Nahl 64. ayette (ayrıca 14:4) yine aynı anlam
içeriğiyle Hz. Peygamber‘e izafe edilir. Ġlgili
ayetler birlikte okunduğunda, Hz.
Peygamber‘in beyan ve tebyin misyonunun
sadece ―iletmekle‖ sınırlı olmadığı,
uygulamaya konu olan talimatların nasıl
uygulanacağını bizzat göstermenin de bu
misyona dahil olduğu görülecektir. Zaten
vahyin onu ―güzel örnek‖ olarak nitelemesi
bunun teyididir (33:21).
Allah Rasulü‘nün tebyin alanına teşri‘yi de
dahil etmiĢlerdir. Muteşerri (Ģeriata uyucu)
olan Sevgili Peygamberimiz, şari (Ģeriat
koyucu) olana dönüĢtürülmüĢtür. Tahrim
suresindeki açık ve net yasağa rağmen Allah
Rasulü‘nün haram koyacağını ifade edenler,
Kur‘an‘da 16 yerde gelen ―sana soruyorlar‖
veya ―senden fetva istiyorlar‖ diyen hitapları
görmemiĢlerdir. Kur‘an‘ın bir tek yerinde de
―Sorulan Ģu konuda sen hüküm ver‖ yoktur. Bu
soruların tümünden çıkan sonuç Ģudur:
1. Hz. Peygamber‟e sorulan bu soruların hepsi
de doğrudan Allah tarafından cevaplanır:
Nebi sorulara cevap veren değil, soruyu vahye
sunan konumundadır. Vahiy kendisine sorulan
tüm sorularda Nebi‘ye kendi önüne
geçmemesini emretmektedir (6:50; 10:15;
46:9).
2. Nebi vahiyden bağımsız bir tavır
geliştiremez:
Son Saat, Zulkarneyn gibi sadece uhrevi
soruları değil, hayız, ganimet, ayın evreleri ve
dağlar gibi dünyevi soruları da vahiy
cevaplamaktadır. Adeta vahiy Nebi‘nin önüne
geçmekte, Nebi‘nin vahyin önüne geçmesi
engellenmektedir. Hz. Peygamber‘in vahiy
inmeden hattuhareket tayin ettiği için
kınanmıĢtır. Bunun örnekleri arasında; Abese
2-3, Âl-i Ġmran 128, Bakara 272, Tevbe 43,
En‘âm 65, Enfal 67, Nisa 105, Ahzab 1, En‘âm
116, Ġsra 73-75, Nahl 126, Tevbe 80, 84, 113
gibi birçok ayet yer alır.
3. Hz. Peygamber kendisi hüküm vermez,
hükmü vahye bırakır: Nisa 7, Nisa 95, Nisa
176, Bakara 218, Bakara 223, Bakara 229,
Bakara 256, Hûd 114 ve daha birçok ayetin
nüzul sebebi bu hakikati ortaya koyar.
Kur‘an‘la inĢa olmuĢ bir akıl için Ģu hakikat
güneĢ gibi zahirdir: Allah Rasulü din dilini
tesis eden değil, tebliğ eden konumundadır.
Allah Ģaridir, Nebi müteĢerridir. Bu meyanda
Serahsi‘nin Ģu tesbitini örnek kabilinden
nakledelim: ―Eğer Nebi yasakları kendi
koysaydı, içkiyi yasaklamak için o kadar
beklemezdi?‖
Kıyametin saati kendisine sorulan nebiye vahiy
Ģöyle der: ―de ki: Kesin bilgi Allah katındadır.
Bana gelince… Ben sadece apaçık bir
uyarıcıyım.‖ (67:26) Bu ayette Nebi‘ye demesi
emredilen ―Ben mubîn bir nezirim‖deki mubîn
ile tebyin özünde aynıdır. Aynı kelimenin biri
ism-i fail formu, diğeri mastarıdır. ġu halde
kıyametin vakti sorulan Nebi‘nin ―kesin bilgi
Allah katındadır‖ demesi bir tebyîn olmaktadır.
Rabbi ona ―de ki‖ (kul) diyor, o da rabbinden
aldığı emri tebliğ ve teybin ediyor, yani
―iletiyor‖.
Allah sünnet koyar, Nebi ise örnek davranıĢ
ortaya koyar (33:21 Bir misal: Temizlik ilkesi
normdur. Bunu Allah koyar. Bu ilke
sünnetullah olur. Bu temizliğin ağza iliĢkin
olanını (misvaklamak) Nebi‘nin erak ağacıyla
yapması bir ―norm‖ değil bir formdur. Yani
―nebevi örnekliktir‖.
Nebevi örnekliğe uymak Nebi‘nin
üstümüzdeki hakkıdır
Recep Akay
Hezeyan Fanzin 4 22
Bize Allah‘ın vahyini taĢıyan sevgili
Peygamberimiz bizim için ebeveynimizden,
hatta kendi benliğimizden daha önceliklidir
(33:6). Zira ebeveynimiz bize Ģu kısa dünya
hayatında rehberlik etti. Ahlakı Kur‘an olan
güzeller güzeli Nebi ise bize iki cihan saadeti
için örneklik etti.
Kur‘an onu mü‘minlere örnek olarak gösterdi.
Nebevi örneklik, sonradan ―sünnet‖ adı altında
ıstılahlaĢtı. Nebevi sünnete ittiba nasıl
anlaĢılmalıydı? Nebevi örneklik ile Kur‘an
neyi kasdetmiĢti? ĠĢte tüm mesele burada
düğümleniyordu.
Nebi ölümlü bir beĢer, bir insandı. Bir melek
değildi. Ona ―Ben de sizin gibi bir beĢerim‖
demesini emreden Allah‘tı. Ondan gelen
onlarca rivayet ―Ben de sizin gibi bir insanım;
ben hata da ederim, isabet de ederim (ene
uhti‟u ve usîbu)‖ Ģeklinde baĢlıyordu.
Örnekler :
Bir önceki yıl hamile annelerin emzirmesini
yasaklıyor, bunun bir zarar vermediğini
öğrendiğinde yasağı kaldırıyordu. Bir yıl önce
hurma aĢılamayı yasaklıyor, bunun iyi bir Ģey
olduğunu öğrenince serbest bırakıyordu.
Kendisine bir dava geliyor, o haksız tarafın
Müslüman oluĢuna aldanıp hatalı karar veriyor,
hemen ardından inen ayet, onu sert bir Ģekilde
uyarıyordu: ―Sakın hainlerden yana olma!‖
(4:105) O helal bir Ģeyi kendisine haram
ediyor, bu yüzden Rabbinden azar iĢitiyordu
(66:1). Buna benzer bir dolu örnek…
.Rivayetin değil hakikatin otoritesini önceleyen
hadis âlimleri kuĢağının yetiĢmesi önemlidir.
Ümmetin II. Tedvin Asrı‘na mutlaka girmesi
gerekir.Tedvin asrında hadis ilmine ve hadis
âlimlerine çok iĢ düĢmektedir.. Yapılması
gereken iĢ bellidir:
Füru‘da tecdit yetmez. Hadisi aslına ircaya
dayalı yeni bir hadis usulü ortaya koymak
Ģarttır.
Bu usul çerçevesinde hadis edebiyatının
tamamını Kur‘an‘a ve arz edilmesi gereken
diğer ilkelere arz etmeli. Kaynağından
uzaklaĢtıkça kabaran ve köpüren hadis
deryasını Allah Rasulü‘nün fem-i saadetinden
çıktığı hale geri döndürmek hedeflenmeli.
Senediyle birlikte Allah Rasulü adına
uydurulup onun ağzına yerleĢtirilmiĢ, bununla
da kalmayıp vahiy ilan edilmiĢ spekülatif bilgi,
‗din‘ hanesinden çıkartılıp ‗kültür‘ hanesine
konulmalı, istifade edilecekse, oradan alınıp
istifade edilmelidir.
Sonuç
ÖzeleĢtiri farzın da farzı olan efrazdır. Zira
eleĢtiri istiğfardır. Kur‘an istiğfarı emreder.
Müslümanların hep mazeretleri vardır. Nebevi
örneklik konusunda iki tavır hep olacaktır: Ebu
Bekir tavrı, Ömer tavrı… Hz. Ebu Bekir Hz.
Peygamber‘in Ģahsına bakarak Müslüman
oldu. Hz. Ömer Kur‘an‘a bakarak Müslüman
oldu.
Sözün Özü
Allah sünnet koyar, Nebi ise örnek davranıĢ
ortaya koyar (33:21). Allah ım: Bize
canımızdan evla olan Nebi‘nin örnekliğini
Ģimdi ve buradasına taĢıyan ve hayatında
yaĢayan bahtiyarlardan kıl.
Faydalandığım Kaynaklar
1-Kur‘an-ı Hayat Dergisi 31. Sayı
2-Ġslam DüĢüncesinde Sünnet – Hayri
KırbaĢoğlu
3-Hadislerin Kur‘an‘a Arzı - Ahmet KeleĢ
4-E‘r-risale – Ġmam ġafii
Muhammed Aydın
Hezeyan Fanzin 4 23
Habil ile Kabil
Aslına bakarsak aslımızda bir tezat görür ve bu tezadı ömrümüzün sonuna dek yaĢarız.
Asıl nedir? Hz. Âdem? Habil ve Kabil? Hangi tarafı seçmek gerek! Tarafsızlık –ki hakikat ve
hurafede boğulma eğilimine girmeme çabasıdır- en önemli erdem midir?
Toplumumuz genellikle bunu dile getirmese de hep Kabil‘in tarafında olmuĢtur.
Tarafımız hakikat; Bu tarafa yönelenler kendini kandırma ve kendini ispat edememe
durumuna düĢtükleri için beden ve ruhlarının hakikat içerisinde yüzdüklerini sanırlar. Kabil
de bir sanrı ile baĢlamıĢtı hayatına; ta ki saman çöpünü kendine mabet edininceye dek…
Bu sanrıyı tanımada fayda olsa gerek. Yaratıcıya karĢı ilk yüz çeviriĢ ile baĢlayan
kendini beğenme, iman edepten ibarettir sırrına vakıf olamama, cimrilik ( kalbin cimri olması
söz konusu), haset ve dünyaya meylediĢ bu sanrının ilk açık ifadeleridir. Dünyaya, dünyanın
hali nedir sorusunun cevabını değil de dünyada bizim halimiz nedir sorusuna cevap verme
bahtiyarlığına erenler Habil ile Kabil arası bocalamaya baĢlayanlardır ve bu durumda umut
vardır.
Ġyi ile kötü, Ģeytan ile melek, hakikat ve hurafe ve Habil ile Kabil mutlak birine
yönelip bir süreç iĢlenmek zorundadır. Bir dere düĢünelim; bunun tam ortasında akıntıya
doğru yüzmek o furyaya meydan okumaktır. Akıntıya kapılmak ise; her ne kadar kendilerini
tatmin etseler de( söyledikleri cümlelere geceleri kendilerinin dahi inanmadıkları…) burada
kaybediĢ vardır. Burada yoksunluk, burada düĢüĢ, burada kaos ( kaos gazlama anlamına gelir
ki kiĢinin kendi nefsini okĢaması söz konudur ve kargaĢa) vardır. Burası neresi? Habil ile
kabil? Ya da Ģeytan ile melek?
Hz. Âdem duruşun remzidir. İlk insan; bir yaşantının ve bir yaşamın resmidir.
Habil masumdur. Yeni doğan bir bebek kadar ya da dilinden dualar eksik olmayan yaĢlı bir
amca kadar… Habil omuzdur; bu uzuv insanı yücelten bir basamak ve insanı insan eden bir
anlayıĢtır. Habil ile Kerbela‘da Ģehit düĢen zulme alkıĢ etmeyen Hz. Hüseyin aynı saftadır.
Durumu biraz daha karmaĢık hale getiren düzenbaz düzenciler insanların ahlak
algılarını değiĢtirip odalarının giriĢindeki sıfatlara sığınırlar. Uygun olmayan bir durum varsa
yaĢantı ve yaĢamlarının paralelliğini tutturamayanlardır. Bu ikircikli bir hayatı tercih edip
sürekli tereddütlere kucak açmak anlamına gelir.
Ġnsan zayıftır, insan acelecidir, insan unutandır…
Sözlerimizde de ikircikli ifadeler varken, kim hangi tarafta olduğunu net olarak
söyleyebilir?
Eray Sarıçam
Hezeyan Fanzin 4 24
İskele’nin İki Güzel Adamı
2010-13 yılları arasında dört sayı çıkmıĢ mevsimlik bir dergi Ġskele. Dört sayı çıkmasına
rağmen derin tesirler uyandırmıĢtır bende. Aydın‘a üniversite için geldiğim ilk iki yıl tanıyamadım
Ġskele‘yi. Sadece dergiyi değil. Ġskele‘yi çıkaran Safa Arslan ve Mücteba Sezen ağabeyleri de
tanıyamadım haliyle. Üçüncü sınıfta bizim alt sınıflardan Engin Güler‘in üniversite bünyesinde dergi
çıkarma niyeti olduğunu öğrendik. Ben, Tugay Özdemir, Sertaç Bıçkın ve Birol Öztürk‘te çıkacak
dergide görev aldık. Biz iki sayı beraber olduk Güler‘le. ġu sıralar tekrar çıkacakmıĢ sanırım. EĢik,
bizim için önemlidir. Safa ve Mücteba ağabeyler ve dolayısıyla Ġskele ile tanıĢmamıza vesile olmuĢtur.
Bahsettiğim iki güzel adama gitmiĢtik dergiyi nasıl çıkarabiliriz, ne yapabiliriz diye. Ġskele
Demhanesi‘nin önünde buluĢmuĢtuk ilkin. Açıkçası bize dergi iĢleri için söylediklerine layık bir dergi
olmamıĢtı EĢik. Bundan dolayı mahcup olduğumu söylemeliyim. Ġlk sayıda Safa ağabeyin Ģiirinin son
iki üç dizesini matbaa hatasında dolayı basmamıĢız. Üstüne üstlük bunun farkında bile değiliz. Ġskele
Demhanesi‘nin yaz dönemi açılıĢına gitmiĢtim orada, gülerek, söylemiĢti Safa ağabey. Yerin dibine
geçmiĢtim. Ama o, olur böyle Ģeyler demiĢ, konuyu kapatmıĢtı. Mücteba ağabey ile daha önceden
tanıĢmıĢtım. TanıĢmıĢtım diyorum çünkü tam anlamıyla bir muhabbet olmamıĢtı aramızda. Sanırım o
ara önemli bir iĢi vardı Demhanede beni hiç sallamamıĢtı. Sonradan sordum hatırlamıyorum dedi.
Ġskele, ilk sayısında, diğer üç sayıya nazaran daha büyük boyda çıkmıĢtı. Safa ağabeye göre
istedikleri gibi olmamıĢ bu sayı. ĠĢte bildiğimiz matbaa hataları filan. Ġkinci sayı ise kanımca en
sağlam olanı. Rasim Özdenören ile kapsamlı bir söyleĢi yapılmıĢ. Bunun dıĢında dizgi de kusursuz
görünüyor. Sonra üçüncü sayı. Necip Fazıl‘ın daha önce yayımlanmamıĢ Konya konferansının ilk
parçası yer alıyor bu sayıda. Müstear isimler ve isimsiz Ģiirler de kendine yer bulmuĢ. Sayfa sayısı
daha da artmıĢ. Son sayıdan aklımda kalan Safa ağabeyin Ben Ġskeledeyken isimli yazısı oldu. Yer yer
güldüm yer yer hüzün çöktü. Son sayı olduğunu söylüyordu yazı, Ġskelenin. Dergi hakkında böyle kısa
kısa cümleler kurmam derginin edebi anlamda baĢarısız olduğunu anlamına gelmiyor. Biz çok Ģey
öğrendik Ġskele‘den. Fakat inanıyorum ki dostluk, kardeĢlik gibi kavramlar çoğu zaman edebiyattan
daha önemlidir. Bu yüzden, derginin nitelik ve nicelik özelliklerini çabucak geçtim.
Biraz da Ġskele Demhanesi‘nden bahsedeyim. Adnan Menderes Camii altındaki mekân
Demhane. Dergi burada çıkıyordu. Bunun dıĢında ağabeyler burada; okuma günleri, film gösterimleri,
sohbetler tertip ediyordu. Sohbet derken normal sohbetlerden söz ediyorum. Yoksa ağabeyler cemaat
abileri değildi Ġkisinin de Demhane‘ye ne kadar önem verdiklerini onları tanıyan hemen herkes
bilir. Önceden dediğim, Ġskelenin yaz dönemi açılıĢında Safa ağabey kendi elleriyle kurabiyeler
yapmıĢ, Mücteba ağabey adeta damat olmuĢ, jilet gibi giyinmiĢti. HoĢ kendisi her zaman jilet gibi
giyinir orası ayrı mesele. Sadece bu söylediklerim bile Demhane‘ye ne kadar önem verdiklerini
gösterir. ġimdi Safa ağabey MaraĢ‘ta hekimliğe devam ediyor. Mücteba ağabeyin ise tıpta son yılı.
Demhane‘yi bize bıraktılar. Yani Hezeyan‘a. Gerçi dıĢ mihraklar burası sizin değil kardeĢim diyor,
gerçi kimileri Demhane‘yi ticarethaneye dönüĢtürmeye çalıĢıyor ammaaa… Neyse. Sanırım iki güzel
adam da Demhane‘yi bize bıraktıkları için piĢman olmuĢlardır. Çünkü onların zamanındaki gibi aktif
hale getiremedik Demhane‘yi. Yazım, bir af bahanesi olsun. Üniversitede son yılımız inĢallah geçen
yıl yaptığımız 4-5 etkinliğin sayısını arttıracağız. Belki de en anlamlı özür bu olur.
Ġskele bizim için bir mekteb oldu. Edebiyata bakıĢ açımızı elbet etkiledi. Kendi adıma
konuĢmam gerekirse. Ağabeyler ile tanıĢmadan önce edebi anlamda kendi fikirlerimi mutlak doğru
kabul ederdim çoğu zaman. Cahilliğimin farkına geçen sürede vardım. Çünkü karĢımda bu alanda
daha önceden çok at koĢturmuĢ kiĢiler vardı. Beni ve fikirlerimi hep o gülen yüzleriyle törpülediler.
Yol göstermeseler, yaptığımız her hatada, yanımızda olmasalar belki de Hezeyan‘ı çıkarmaya cesaret
edemeyecektik. Hezeyan‘ın en baĢından beri yanımızdaydılar. Güzelleme yapmak için yazmıyor.
Neden susayım ortada bir gerçek varken değil mi? Dediğim gibi edebiyattan önce geliyor bazen bazı
kiĢiler. ĠĢte Safa ve Mücteba ağabeylerde o kiĢilerden. Aydın‘da daha ne kadar kalırım bilmiyorum.
Ama Ģu bir gerçek ki, Aydın deyince aklıma ilk gelecek kiĢiler, bana bu yazıyı yazdıran ağabeylerdir.
Ġkisinin arasındaki bitimsiz dostluğa hiç değinmedim, değinemedim. Dostluklarını yazmaya gücüm
yetmez benim. Yazılacaksa – ki yazılmalı- yalnız kendileri yazabilirler. Yazmalılar. Vesselam.
Tuğba Aktepe
Hezeyan Fanzin 4 25
“..”
bir küçük kız vardı mavi bir adama yandı
kız yandı adam baktı
pervane oldu kız döne döne
kül oldu kız yana yana
o mavi bir adam
miniminnacık bir eldi ona uzanan
uzattı yandı pervanenin elleri
koskoca adam bir üf bile demedi
pervane pes etmedi
yanan yalnızca eldi
sokuldu dokunmadan
çırpındı hiç durmadan
bir ateĢ ki düĢtü bu sefer içine
büyüdü vardı ta yüreğine
ah etti pervane yanıyor içim
su ver Allah aĢkına bir içim
döndü durdu pervane
yandı durdu pervane
koca bir yangındı
pervaneyi yaktı
pervane yandı
bir yüreği kaldı
ateĢ ateĢi yakar mıydı
Muhammed Aydın
Hezeyan Fanzin 4 26
Ertelenmiş Sükûtlar
Rampa tırmanıyorum yeğlemiĢken hep mezarlığa
Uzun uzadıya yalan anlatımlarda
ErtelenmiĢ sükûtlar boğar beni.
Tutkunken eĢiklere dudaklar
EprimiĢ kumaĢa gizlenen benliğe
Soğuk benizden fırlayan söz
Hakikate uzak ney sesi kaybeder beni!
Koca gövdeye barınan ölü tanım
Sürgüne gerisince gittiğinde
Rabbe buruk iblise taraf
Ankaya bir baĢ eğilmemiĢken
Bir veli kaybeder beni
Mustafa Ünver
Hezeyan Fanzin 4 27
Nedense
sözcükler hafıza gerektirmiyor paylaĢmaya
yitik bir sabaha teslim olmuĢ söyleyiciler
en eski belleklerde takılı saatlerini ayarlıyor
içi geçik yabanıl otlara tutunmuĢ çiğ tanesi
yıkasam arınmaz yüzlerin anlamsızlığı
unutmaya elveriĢli değildi vakitler
zaman kimin yüzünü siliyor aynalarda
bulaĢığı havlularda ekĢi yorgunluk kokusu
yırtılır mı suretim anılardan
kısılmıyor zamanın geçmiĢteki sesi
dingin bir özlem besliyor göğsümün kafesinde acılar
gün ortasında karanlık elimin yordamı
imgeler ölü doğumlara gebe
gecikmiĢ güneĢlerde hayat arıyor
kendi yüzüyle yaĢlanıyor insan
nedense?
İletişim
Hezeyan Fanzin 4 28
Tugay Özdemir
tugayozdemir@hotmail.com.tr
twitter.com/tugayozdmr
facebook.com/tugayozdmr
saatleriayarlamaenstitusubaskani.tumblr.com
alimeczuplar.com/tugayozdemir
Eray Sarıçam
twitter.com/erysrcm
facebook.com/eraysrcm
ery_srcm@hotmail.com
Sertaç Bıçkın
twitter.com/sertacbickin
sertacbickin@gmail.com
twitter.com/hezeyanfanzin
facebook.com/hezeyanfanzin
Gönderilen ürünlerin yayımlanıp yayımlanmaması tamamıyla hezeyan fanzin‟i ırgalar.
top related