orta asya tÜrk tarİhİ - dicle.edu.tr · kaynaklarında k'i-ku, kie-kıı, kie-ka-sse vb....
TRANSCRIPT
Dr. İsmail BAYTAK
İlk Türk Devletleri
KIRGIZLAR
ORTA ASYA TÜRK TARİHİ
Kırgızlar M.Ö. 202-960
Kırgız = kır-gezmek veya kırk-oguz
Çin kaynk. = K’i-ku vb. farklı adlar kullanlr.
Han’lar döneminden itibaren adları şimal komşuları arasında zikredillir.
''KIRGIZLAR
1* 840 Yılında Ötüken'i alarak Uygur Devletine son verdiler.
2* 1207 yılında Cengiz Han tarafından yıkılmıştır.
3* Daha sonra Rusların egemenliğine girmişlerdir.
4* 1916'da Ruslara karşı MİLLİ İSYAN adı verilen bir ayaklanma başlatmışlar, ancak
Rus Çarı tarafından ağır bir şekilde cezalandırılmışlardır.
5* 1936'da Sovyetler birliğinin 15 Cumhuriyetinden biri olmuşlar, 1991'de Sovyet
Rusya'nın dağılmasıyla Bağımsız KIRGIZISTAN DEVLETİ kurulmuştur. Başkenti
BİŞKEK'dir.
NOT: Kırgızlar, Orhun Bölgesinden Uygurları kovarak, buradaki Türk nüfusunun
azalmasına sebep olmuşlardır. Bu yüzden bu en eski Türk Yurdu, daha sonra
Kırgızları yenen Moğolların eline geçerek kolayca Moğollaşacak ve MOĞOLİSTAN
olarak anılacaktır.
NOT: Kırgızlar, Cengiz Han'a bağlanan ilk Türk Kavmidir.
KIRGIZLAR
Adlarının menşei ve manası hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüş olan Kırgızlar Çin
kaynaklarında K'i-ku, Kie-kıı, Kie-ka-sse vb. adları ile zikredilmekte ve Han'lardan
(M.Ö. 206 - M.S. 220) beri mevcudiyetleri bildirilmektedir.
Asya Hunları zamanında Baykal'ın batısında îrtiş nehri havalisinde, bir Türk kavmi
olan Ting-ling'ler ile bir arada oturmuşlardır.
Fakat Kırgızlar kaynaklarda Türk asıllı gösterilmemekte ve buna göre tahminen 5.-6.
asırlarda Türkleşmiş kavimlerden sayılmaktadır.
6. asır sonlarında Çin kaynaklarında Hia-kia-sseu diye zikredilen Kırgızlann Gök-Türk
hakanı Mukan zamanında, 560'a doğru, hakanlığa bağlandıktan sonra, 630-680
arasındaki fetret devrinde müstakil bir hüviyet kazandıkları, T'ang'larla siyasî
münasebet kurmalarından ve bir kagan''a sahip olmalarından anlaşılıyor.
II. Gök-Türk hakanlığı devrinde tekrar Gök-Türk idaresine alınan Kırgızlar, Moyençor
Kagan tarafından Uygur hakanlığına bağlanmış (758),
840 yılında şiddetli bir hücumla Uygur devletini yıkarak Ötüken'de kendi devletlerini
kurmuşlardır.
Ancak orada fazla kalamadılar.
920'de bütün Moğolistan'ı ele geçiren K'itan'lar (Çin'de Liao sülalesi) Kırgızları Ötüken
bölgesinden çıkarıpp, eski yurtlarına sürdüler.
K'itan'lar ve devamları olan Kara Hitayların Yenisey havalisine kadar sokulamadıkları
anlaşılıyor.
Cengiz Han önce Moğolistan'ı idaresi altında birleştirmek istediği için, Merkit ve
Naymanlarla olan savaşları sırasında Kırgızlan da itaate almıştır (1207) ki bu suretle
Kırgızlar Cengiz Han Moğollarına itaat eden ''ilk Türk kavmi'' olmaktadır.
1217'de Moğollar'a karşı direnmek istedikleri için, ertesi kış, ordusunu Yenisey buzu
üzerinden geçiren, Cengiz'in oğlu Çoçi tarafından idare edilen Kırgızların artık
''hakan''ları olmamış, Tolui ulus'u (Cengiz Han'ın oğlu Tolui'nin hissesine düşen arazi
ve halkına dahil edilen ülkelerinde sadece birer reis tarafından idare edilen iki kısım
halinde yaşamağa devam etmişlerdir.
Kırgız kavminin, Uygur Hakanlığını yıkarak işgal ettiği Ötüken'de tutunamayıp, buranın
Moğol K'itan'lara geçmesine ve tam idrak ve intibak edemediği anlaşılan ''Orhun
kültürü''nün ortadan kalkmasına sebep olmak, dolayısıyla eski Türk hakanlar yurdunu,
bir daha geri gelmemek üzere, Moğollara kaptırmak suretiyle Türk tarihinde oynadığı
menfi rol dikkatten kaçmamıştır. Durumun o devir Türk çevresinde de böyle
değerlendirildiği, Karlukların, Ötüken'de Kırgız hakimiyetini reddetmelerinden bellidir.
Kırgızlar veya Kırgız Türkleri, çoğunluğu Kırgızistan'da yaşayan Türk halkı.
Kırgızlar veya Kırgız Türkleri Asya'nın en kalabalık, en köklü boylarından biri olarak
binlerce yıl yaşamış, günümüzde Kırgız Devleti olarak varlığını devam ettirmektedir.
Asya’nın en kalabalık, en köklü boylarından biri olarak tarih boyunca kendisinden sık
sık söz ettirmiş bir toplum olarak karşımıza çıkar.
Tarihleri M.Ö. 201 yılına kadar giden ve asırlarca varlıklarını devam ettiren Kırgızlar
genellikle Orhun bölgesinde kurulan büyük Türk devletlerine bağlanmışlardır.
Tarih kaynaklarında ilk olarak Hun döneminde karşımıza çıkarlar.
Bozkır Türklerinin Mete Han dönemindeki federatif birlikleri döneminde Altay dağları
eteklerinde yaşayan "Kırgızlar", Mete Han’ın tüm Türk Boylarını bir araya getirerek
kendi otoritesi altında toplamasıyla Hun Birliğine dahil olmuşlardı.
Kırgızların Hun Federatif Birliğine katılmaları şüphesiz kendi rızalarıyla değil Mete
Han’ın otoritesi ve askeri gücüyle gerçekleşti.
Yaklaşık 300 yıl Hun Devleti bünyesinde yaşayan Kırgızlar, Büyük Hun
İmparatorluğunun zayıflaması ve bölünmesi ile M.Ö. 50’li yıllardan itibaren bağımsız
olarak yaşadılar ve tam anlamıyla bir devlet kuramamış olsalar da herhangi bir
devletin tabiiyetini kabul etmeden kendi Kağanlarına itaat ederek varlıklarını
sürdürdüler.
MÖ II-I. yüzyıllarda Tanrı dağları ile Tannu-Ola arasındaki bölgede Kien-Kun adında
bağımsız bir devlet kuran Kırgızlar bu devletin yıkılmasıyla siyasi hâkimiyetlerini
kaybedince, uzun yüzyıllar varlıklarını göçebe olarak sürdürmüşlerdir.
Kırgızların bağımsız yaşamaları Büyük Göktürk Birliği dönemine kadar devam etti.
Asya Hun Devleti zamanında İrtiş nehri civarında Baykal Gölü’nün batısında Töleş
boylarının ilki olan Ting-ling’ler ile bir arada yaşıyorlardı.
Daha sonra Yenisey Nehri civarına geçtiler.
Türklerin bilinen en eski yazılı belgeleri olan Yenisey ve Orhon Yazıtları'nda Kırgızlar,
tarihleri çok eskiye dayanan Türk kavimleri arasında zikredilmektedir.
Kırgızlarla ilgili ilk bilgilere Çin kaynaklarında rastlıyoruz.
Bu kaynaklara göre; Kırgızların anavatanı Güney Sibirya’da Yukarı Yenisey havzasıdır.
İrtiş/Beyaz Irmağı, Sibirya'da bir nehir, ana kaynağı Obi Nehri'dir.
Hun Devletinin M.S. 216 yılında tam anlamıyla yıkılmasıyla Türk Dünyası için esaret
dönemi başlamıştı. Hunların yıkılmasından sonra 300 yıl Juan-Juan ve Çin
Devletlerinin içerisinde azınlıklar halinde yaşamak zorunda kalan Asya Türkleri,
varlıklarını yüzyıllar boyunca diğer devletlerin bünyesinde devam ettirdiler. Kırgızlar,
bu süre zarfında Boyunduruk altına girmeyen tek Türk Boyu olmuştur. Mesken
edindikleri Altay Dağı eteklerinde devletsiz ancak kendi Kağanlarının idaresinde
varlıklarını sürdürmüş, teşkilatlı bir devlet yapısına sahip olamasalar da kültürel
yozlaşmalardan, sosyopolitik engellerden uzak durmuşlardı.
Esaret altındaki Türk Dünyası, 552 yılında Bumin Kağan liderliğinde yeniden ayağa
kalkmıştı. Juan-Juan devleti içerisinde yaşayan Aşina Sülalesi, yıllardır aradığı fırsatı
bulmuş ve büyük Göktürk İmparatorluğunun temellerini atmışlardı. Yüzyıllarca esaret
altında yaşayan Türk Dünyası, yeni Devletlerinin öncülüğünde bir araya gelerek güç
birliği yaptılar. Kırgızlar, önceleri bu güç birliğine katılmayarak Altay Dağı eteklerindeki
buyruksuz yaşantılarını devam ettirmeyi tercih etseler de Göktürk’lerin 3. Kağanı olan
Mukan Kağan’ın 568 yılında Kırgızları Türk Birliğine dahil etmesiyle varlıklarını
Göktürk İmparatorluğu bünyesinde devam ettirdiler.
Göktürk Devleti önce ikiye bölünmüş, Kırgızlar da Doğu Göktürk Devletinin hakimiyeti
altında kalmaya devam etmişti. Doğu Göktürklerin 630 yılında yıkılmasıyla Kırgızlar
tekrar özgün ve bağımsız yaşantılarına geri döndüler. Bu süre zarfında Çin
politikalarıyla çalkalanan, bölünüp güç kaybeden Türk Dünyasının aksine Kırgızlar,
hakimiyet politikalarının esiri olmayı ve büyük devlet teşkilatlanmalarının içerisinde yer
almayı reddedip kendi mütevazi ama bağımsız yaşantılarına devam etmeyi tercih
ettiler. Kırgızların, Doğu Göktürk Devletinin yıkılmasıyla başlayan bağımsız yaşantıları
İkinci Göktürk Devleti dönemine kadar devam etti.
Birinci Göktürk Devleti döneminde Türk Birliği içerisine girmeyi kabul etmeyen
Kırgızlar, İkinci Göktürkler Döneminde kendi rızalarıyla Göktürk Devletinin hakimiyetini
kabul ettiler (690). İkinci Göktürk Devletinin hakimiyeti döneminde Devlete bağlı bir
boy olarak varlıklarını sürdüren Kırgızlar, İkinci Göktürk Devletinin de yıkılmasıyla
tekrar bağımsız hareket etmeye başladılar. Göktürklerden sonra Türk Coğrafyasına
sahip çıkan Uygurlar Asya bozkırlarında yeni bir Devlet kurmuşlardı. Kırgızlar, Göktürk
Devletine olan bağlılıklarını Uygur Devletine göstermeyerek tarih boyunca
alışılagelmiş şekilde kendi kağanlarının liderliğinde bağımsız olarak yaşamayı tercih
ettiler.
Kırgızlar, Göktürk Birliği döneminden sonra mütevazi yaşayış şeklini terk edip
yayılmacı bir politika izlemeye başladılardı ve Uygur Devletinin hakimiyetini kabul
etmeyerek Uygurların Kuzey bölgelerindeki geniş bir coğrafyada yaşayarak
güçlenmişlerdi. Zira Asya artık mütevazi bir yaşam sürülebilecek bir coğrafya olmaktan
çıkmıştı. Bağımsız küçük toplulukların istilalara maruz kaldığı dönemlerde Kırgızlarda
güçlenerek kalabalık süvari ordularıyla önemli bir güç haline geldiler.
Köklü boy yapısı ve kalabalık nüfusu ile kimi zaman kendi idarelerinde, kimi zaman
Türk Devletlerinin bünyelerinde varlıklarını sürdürmüş, özgün halleriyle günümüze
kadar ulaşmışlardır.
Kırgız kelimesi ilk olarak MS VIII. yüzyılda yazılmış olan Orhun Yazıtlarında
geçmektedir.
840 yılında Uygur Devleti’ni yıkan Kırgızlar ÖTÜKEN’de bir devlet kurdular.
Bir süre Göktürk ve ardından Uygur egemenliğinde kaldılar.
Bugün Issık Göl havalisinde, Tekes, Talas ve Çu ırmaklarının yukarı taraflarında, Altay,
Pamir, Tanrı Dağlarında yaşayan Kırgız Türkleri VI. Yüzyılın sonlarından itibaren
Çinliler tarafından Hakas ismi ile zikredilmiştir.
840 yılı, Kırgızların tarihi için bir dönüm noktası özelliğini taşır. Bu tarihe kadar
bağımsız ve mütevazi bir yaşam tarzı benimseyen Kırgızlar artık tam anlamıyla bir
Devlet kurmuş olacaklardır. Göktürk Devletinin külleri üzerine kurulan Uygur Devleti,
Çin politikalarıyla zayıflamış ve düşmanlarının taarruzları neticesinde yıkılma sürecine
girmişti. Kırgızlar, bu dönemde kalabalık Süvari birlikleriyle Uygur Devletine karşı istila
hareketlerine giriştiler. Birkaç yıl boyunca arka arkaya devam eden istilalar neticesinde
Uygur Devletini yıkıp, kadim Türk Coğrafyası olan Ötüken’de Kırgız Hanlığını kurdular
(840).
Kırgızlar, tarihlerinde ilk kez bağımsız ve tam anlamıyla teşkilatlı bir devlet yapısına
sahip olmuştu. Aynı tarihlerde Kırgızların güney batısında başka bir Türk Devleti
filizlenmişti. Uygur Devletine bağlı boylar bir araya gelerek Karahanlılar Devletini
kurdular. Birbirine komşu olan bu iki büyük Türk Devleti uzun yıllar savaşmadan
yaşamayı başardılar. İlerleyen yıllarda Karahanlılar Batıya doğru ilerleyerek Aral
Gölüne, Hazar Denizine, Maveraünnehir’e hakim oldular. Kırgızlar ise kadim Türk
Coğrafyası olan Ötüken’de varlıklarını devam ettirdiler.
Kırgızlar ile Karahanlılar arasındaki iyi ilişkiler neticesinde Müslümanlığı kabul eden
Karahanlıların telkin ve teklifleriyle Kırgızlarda İslamiyeti kabul ettiler. Kırgızlar da
Karahanlılar gibi zamanla kalabalık kitleler halinde İslamı kabul etmiş, İslamın etkileri
toplum nezdinde yayılmıştı. Öyle ki 9. Yüzyılın sonunda 200 bin aile İslamı kabul
etmişti. Bu sayı Kırgız nüfusunun yaklaşık olarak %60’ına tekabül etmektedir.
Kitanlar tarafından Orhun bölgesinden çıkartıldılar.
Kıtanlar?
Güney Mançurya halkından olan (Moğol kavimlerinden oluşmaktadır) Kıtan
kabilesi reisi Yel Abavgi, 907'de Kıtanlar Hanlığını kurdu.
Çin tarihinde Liao Sülalesi olarak geçen bir kabile.
Kıtaylar, tarihte Kitanlar(Çi'dan, Khitan vs.) olarak bilinirler.
Kırgız Hanlığı, 920 yılına kadar gücünü koruyarak bölgesinde önemli bir güç olmaya
devam etti. Ancak 920 yılında Doğuda büyük bir tehlike baş gösterdi. Moğol kökenli
Karahıtaylılar kalabalık ve güçlü ordusuyla batıya doğru istila hareketine girişmişti.
Kırgızlar Karahıtaylılarla pek çok kez mücadele etmiş olsalar da yoğun Karahıtay
akınları nedeniyle Batıya doğru göç etmek zorunda kaldılar. Karahıtaylılar Batıdaki
komşuları olan Karahanlı Devleti içinde önemli bir tehlikeydi. Bu tehlikeye karşı
koyabilmek için Karahanlıların himayesini kabul edip Karahıtay akınlarına karşı birlikte
mücadele ettiler.
Bu bölge Türk yurdu olmaktan çıkarak Moğolistan yurdu haline geldi.
1207’de Moğolların egemenliği altına girdiler.
Cengiz Han tarafından yıkılmıştır.
Moğol hakimiyetini kabul eden CENGİZ HAN’a bağlanan ilk Türk kavmidir.
Karahıtay tehlikesine karşı Karahanlı Hakimiyetini kabul eden Kırgızlar kendi devlet
idarelerinden vazgeçmemiş ancak Karahanlı Hanının talimatları doğrultusunda
hareket etmeyi kabul etmişti. Yaklaşık 200 yıl Karahanlı hakimiyetin de kalan Kırgızlar,
Karahanlılarla birlik olmalarına rağmen Karahıtaylıların ilerleyişine engel olamadılar.
1205 yılına gelindiğinde Kırgız topraklarını tamamen istila eden Karahıtaylılar aynı
zamanda Karahanlı Devleti’nide yıkmış, toprakları üzerinde kesin bir hakimiyet
sağlamıştı. Doğuda beliren Karahıtay tehlikesi, beraberinde başka bir Moğol
tehlikesiyle devam etti. Cengiz Han, tüm Moğol kökenli boyları bir araya getirerek
acımasız ve büyük bir ordu oluşturmuştu. Batıya doğru ilerleyen bu muazzam Moğol
Ordusu Kırgız Devletinin kesin olarak yıkılmasına ve yaşadıkları coğrafyadaki tüm
hakimiyeti kaybetmelerine sebep oldu (1207).
Kırgız Devleti yıkılmıştı ancak Kırgızlar bu yenilgiyi kabul etmeyerek yeniden bir Devlet
Düzeni oluşturmak için çaba sarf etmeye devam ettiler. Asya’ya hakim olan Cengiz
Han, Kırgızlar üzerinde baskı kurarak hakimiyeti altına almak istiyordu. Kırgızların
Cengiz Han’a karşı verdikleri son bağımsızlık mücadelesi Cengiz Han tarafından
korkunç bir şekilde bastırılınca kesin olarak Moğol hakimiyeti altına girdiler (1217).
Kırgızların Moğol Hakimiyetinden çıkmaları 200 yıl sonra mümkün olabildi.
Asya’da artık bir Türk Hakimiyetinden söz etmek mümkün değildi. Zira
Karahanlılar ve Selçuklular ile başlayan Batıya doğru göç hareketi, pek çok
Türk Boyunun Asya’dan ayrılmasına, Asya’daki Türk Devletlerinin
zayıflamasına sebep olmuştu. Asya’daki nüfusu azalan Türkler artık ya küçük
devletler kurabiliyor ya da diğer devletlerin himayesinde varlığını devam
ettirebiliyorlardı. Batıya doğru göç hareketlerine katılmayan az sayıda boydan
biri olan Kırgızlar, Moğol hakimiyeti altında yaşadığı dönemde milli yapılarını
koruyarak varlıklarını devam ettirdiler. Nihayet 1399 Yılında, başka bir Moğol
kökenli kavim olan Oyratlarla birleşerek Moğol Hakimiyetine karşı isyan ettiler
ve tekrar bağımsızlıklarına kavuştular.
Kırgızların, aslen Moğol kökenli olan Oyratlarla birleşerek giriştikleri bu
hareket başarıya ulaşmıştı ve Moğol hakimiyetinden çıkmışlardı ancak bu
bağımsızlık hareketi çok uzun sürmedi. Aynı tarihlerde Asya’da başka bir Türk
boyu olan Özbekler bulunuyordu. Özbekler Kırgızlara nispeten sayıca daha
kalabalık ve daha güçlü durumdaydılar. Özbek Hanlığı kendileri gibi bir Türk
Boyu olan Kırgızları hakimiyetleri altına alarak güçlenmek istiyorlardı. Bu
amaçla Kırgızlar üzerinde baskı kurup biat etmek zorunda bıraktılar. Bu
baskılara karşı koyabilecek gücü olmayan Kırgızlar Özbeklerin hakimiyetini
kabul etmek zorunda kaldılar ve Moğol Hakimiyetinden henüz çıkmışken
Özbek Hakimiyeti altına girdiler (1425).
Moğol hakimiyeti altında kalmaktansa bir Türk Devleti olan Özbeklerin
hakimiyetinde kalmak daha kabul edilebilir durumdu belki ancak Moğollar bu
kez Özbek Devletini yıkıp tüm Özbek boylarını Moğol hakimiyeti altına
almışlardı (1480). Kırgızlar tekrar Moğol hakimiyeti altına girmişlerdi. Bu kez
özgürlüklerine kavuşmaları daha uzun sürecektir. 1480 yılında tekrar
başlayan Moğol Hakimiyeti ancak 1703 yılında sona erecektir.
Moğolların Asya hakimiyetleri 17. yy’ın sonuna kadar devam etti. Güçlü ve
Kalabalık Moğol orduları Asyanın yegane hakimi durumundaydılar ancak
doğudan ilerleyen Müslüman Emirliklerin Moğolların hakimiyetini
zayıflatmasıyla güçlerini kaybetmeye ve Asya’nın doğusuna doğru çekilmeye
başladılar. Müslüman emirliklerin Moğolları zayıflatmasıyla Moğol
hakimiyetinden kurtulan Kırgızlar, vatanları olan Tanrı Dağlarına doğru göç
hareketine giriştiler. Bu tarihlerde Tanrı Dağı civarında küçük bir devlet olan
Hokandlar hüküm sürmekteydi. Uzun yıllar Moğol hakimiyeti altında yaşayan
Kırgızlar henüz bir devlet kurabilecek güce sahip değillerdi. Bu sebeple
Hokand Hanlığının himayesini kabul ederek tekrar ana yurtlarında yaşamaya
başladılar.
Hokand Devleti sayıca nüfusu az ve güçlü sayılamayacak bir devletti.
Kalabalık Kırgız Boyları, Hokand Devletine tabi olunca Hokand nüfusunun
önemli bölümünü teşkil eder hale geldiler. Zamanla nüfus ve askeri olarak
hakimiyeti yavaş yavaş ellerine geçirmeye başladılar. Nihayet Hokand Devleti
tam anlamıyla Kırgızların hakimiyetine geçince Kırgızlar yeni vatanları olan
Hokand Devletiyle yeniden güçlenmeye ve Tanrı Dağlarına hakim olmaya
başladılar (1703).
Kırgızların hakimiyetiyle güçlenen ve bölgesinde önemli bir unsur haline gelen
Hokand Devleti, Kırgızlara tam anlamıyla bağımsız bir yaşam sürem olanağı
tanımıştı. Yaklaşık 100 yıl bağımsız ve güçlü bir devlet yapısıyla varlıklarını
varlıklarını devam ettirdiler. 1800’lü yıllara doğru gelindiğinde Hokand
Devletinin hakimiyet sürdüğü coğrafyada başka bir Türk Beyliği kendini
göstermeye başlamıştı. Aslen Türk Kökenli olan ancak zamanla Araplaşan
Buhara Emirliği Hokand Devleti için bir tehdit unsuru haline gelmişti. Zira
Asya’da sayıca az olan Türk Boyları, güçlenmek için nüfuslarını genişletmek
ve kendileriyle aynı soydan gelen toplumları bünyelerine katarak büyümek
isteyeceklerdi. Buhara Emirliği de kendileri gibi Türk Kökenli olan Hokand
Hanlığını ele geçirip hem coğrafyasını genişletmek hem de halkını kendilerine
tabi ederek güçlenmek arzusundaydı. 1802’de Buhara Emirliği ile Hokand
Devleti arasındaki bu mücadele 1822 yılına kadar kanlı şekilde devam etti.
Her iki devlette denk güçlere sahipti ve birbirlerine karşı kesin bir üstünlük
sağlayamadılar. Öyle ki hem Kırgızlar, hem Buhara Emirliği galip gelebilmek
için Osmanlı Devletinin hakimiyetine tabi olmak için elçiler göndermekteydi.
Bu iki Türk Devleti arasındaki mücadele Türklerin Asya’daki hakimiyetine son
verip Türk Coğrafyasının Slavların eline geçmesine sebep olacak süreci
başlattı.
1840’lı yıllardan itibaren Asya içlerine doğru akınlar düzenleyen Slavlar 1846
yılında Kazalinsk kalesine ulaşmışlardı. Oldukça stratejik bir nokta olmasına
karşın ciddi şekilde korunmayan bu kale Slavlara büyük bir stratejik avantaj
kazandırmıştı. Slavlar Kazalinsk kalesine sahip olmalarının verdiği avantajla
Türk illerine istila hareketlerine giriştiler. 1864 yılında Hokand Devletine bağlı
olan Çimkent’e kadar ilerleyip şehri zaptettiler. Hokand Hanı Alim Kul, Slav
istilacıları geri püskürtmek ve Çimkent’i geri almak için hareket geçtiğinde
Buhara Emiri Ömer Han Hokandın Başkentine saldırmıştı. Slavlara karşı
mücadele için yola çıkan Alim Kul, Buhara Emirinin Hokand Başkentine
saldırdığını öğrenince geri dönmek zorunda kaldı. İki Türk Devletinin
mücadelelerinden Slavlar karlı çıkmıştı. Alim Kul’un seferi yarım bırakarak
geri dönmesi ile Çimkent Slavların kontrolüne girmişti (22 Eylül 1864). Slav
orduları Çimkent’i aldıktan sonra Asya içlerine doğru ilerlemeye başladılar.
Slavların İç Asya’da hakimiyet alanlarını genişletmeleri Asya’daki son Türk
Devleti olan Hokand Devleti ve Buhara Emirliğinin zayıflamasına ve güçlerini
kaybetmesine sebep oluyordu. Slavlar ise güçlenerek Türk Yurtlarını birer
birer işgal ediyorlardı.
Hokand Hanı Alim Kul, Çimkenti tekrar geri almak için 23 Mayıs 1865 yılında
yeniden bir sefer düzenledi. Alim Kul’un bu Şehit olmasıyla Asya’daki son
Türk Hakimiyeti dönemi de sona erdi. Slavlar Alim Kul’un ölümü üzerine
Hokand Başkenti Taşkent’i kuşatarak Hokand Devletine son verdi. Kırgızlar
bu mağlubiyetten sonra bu kez Slav hakimiyeti altına girmek zorunda kaldılar.
İki Türk Devletinin birbirleriyle mücadelesinden karlı çıkan Slavlar zamanla
tüm Kuzey Asya’ya hakim hale gelerek Asya’daki Türk Varlığına son verdiler.
Türklerin Asya’daki varlıklarının tekrar ortaya çıkması ancak 20. yy’da Sovyet
Rusya’nın bölünmesiyle gerçekleşebilecekti.
1700’lü yıllarda Kalmuk, Cungar, Oyrat baskılarından dolayı Altayların kuzeyindeki
yerlerini terk ederek Tanrı Dağlarına göç etmişler, daha sonra bu bölgede kurulacak
olan Hokand Hanlığına bağlanmışlardır.
XVIII. Yüzyılın başında Hokand Hanlığının yönetimine giren Kırgızlar, bu hanlıkta
nüfusun önemli bir kısmını teşkil ettikleri için, başta ordu olmak üzere, devletin çeşitli
kurumlarında söz sahibi olmuşlar.1876’da Hokand Hanlığı ortadan kaldırıldıktan sonra
da Rus hâkimiyetine girmek, zorunda kalmışlardır.
Moğolların hakimiyetinden sonra Rusların egemenliği altına girdiler.
1916'da Ruslara karşı MİLLİ İSYAN adı verilen bir ayaklanma başlattılar.
İlk olarak Rus – Japon Savaşından sonra, I. Dünya Savaşı başlamış ve tüm
harcamalar halktan vergi adı altında toplanmıştır.
Bunca sömürüye, acıya dayanamayan Kırgız, Kazak halkı. 1916
yılında millî mücadele başlatmıştır.
1991'de Sovyet Rusya'nın dağılmasıyla Kırgızistan Devleti’ni kurdular.
NOT: Kırgızlara ait 400.000 beyitlik Manas Destanı dünyanın en uzun destanıdır.
Canlı bir halk edebiyatı örneğidir.
En uzun Türk Destanı olan Manas Destanı, Kırgızlar’a aittir.
Yenisey Yazıtları en önemli yazılı edebiyat eserleridir.
Manas Destanı, Kırgızların millî destanıdır.
Mani dinini yaşayan Karahitaylar ile Müslüman Karahanlılar arasındaki mücadelede
Kırgızların durumunu ve Manas adlı kişinin başından geçenleri anlatan destandır.
Ünlü Türkolog Wilhelm Radloff (1837-1918), Manas Destanı'yla ilgili ilk derlemeyi yapr
En yaygın görüşe göre Manas Destanı'nın asıl kaynağı; Mani dinine mensup
olan Karahitaylarla Müslüman olan Karahanlılar arasında, XII. yüzyıl başlarında
meydana gelen siyasi ve askeri mücadeleler sırasında Kırgızların yaşadıkları
olaylardır. Bazı kaynaklar XVI. yüzyılda yaşamış Manas adlı bir tarihi kişilikten
söz ederken, bazı araştırıcılar da Manas destanındaki olayların XVIII. yüzyılın
ortalarına değin uzandığı görüşünü ileri sürmektedirler.
Kırgız Türkleri arasında geniş bir kahramanlık destanı olan Manas Destanı,
Müslüman Kırgızlarla Putperest Kalmuklar arasındaki mücadeleleri anlatır.
Destan üç bölümden oluşmaktadır. Bunlar; Manas, oğlu Semetey ve torunu
Seytek ile ilgili bölümlerdir.
Destanın derlenen en hacimli şekli Sayakbay Karalayev'in Manas-Semetey-
Seytek üçlemesi olup 500.500 dizedir. Destanın çeşitli Manasçılardan derlenen
60'tan fazla anlatımının toplam dize sayısının 1.500.000 olduğu kaydedilmektedir.
Manas destanında kahramanlık konusu geniş bir yer tutar. Nogay boyundan
çıkan Manas, yalnız kendi yerini, kendi boyunun özgürlüğünü, Kalmuk
baskıncılarından korumakla kalmaz, parçalanan bütün Kırgız halkını birleştirip
onların özgürlüğü ve eşitliği için çalışan bir bahadır olur. Onun adıyla bütün
halkın birliği, iradesi, gücü birleştirilip dile getirilir.
Manas destanının oluşturduğu gelenek içerisinde, destanı aktarma biçimine
göre kavramlar da gelişmiştir. Halk arasında ve sözlü halk edebiyatında Manas
destanı söyleyen ozanlara ırçı veya comokçu denmiştir.
Kırgız edebiyatında Manas destanı söyleyen ozanlar ikiye ayrılmıştır. Bunlar
comokçu ve camakçı'lardır. Comokçular, Manas destanını kendi devirlerinde
yaşamış olan ozanlardan duyup kendilerine göre yorumladıktan sonra okuyan
kişilerdir. Manas destanının bazı bölümlerini büyük comokçulardan dinledikten
ve belleklerine yerleştirdikten sonra ona eklemeler yaparak veya kısaltarak
okuyan ozanlar ise camakçılardır.
Ayrıca Manas destanının birinci bölümünü (Manas) veya üç bölümünü (Manas,
Semetey, Seytek) eksiksiz okuyanlara manasçı, destanın sadece ikinci
bölümünü (Semetey) okuyanlara ise semeteyci denir.