toraks derneĞİ 12. yillik kongresİgöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden...

279

Upload: others

Post on 15-Feb-2020

8 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün
Page 2: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

1

MS001

TÜRK HASTA POPULASYONUNDA EORTC QLQ-LC13 AKCİĞER KANSERİNE SPESİFİK YAŞAM KALİTESİ MODÜLÜNÜN GEÇERLİLİK VE GÜVENİLİRLİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

FATMA ATAMAN 1, NECLA SONGÜR 2, ŞULE KAYA 2, ÇİĞDEM ÖZDİLEKCAN 3, ÜLKÜ YILMAZ TURAY 4, AHMET AKKAYA 2, ANDREW BOTTOMLEY 5 1 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ RADYASYON ONKOLOJİSİ AD, ISPARTA, TÜRKİYE 2 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, ISPARTA, TÜRKİYE 3 ONKOLOJİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, ANKARA, TÜRKİYE 4 ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, ANKARA, TÜRKİYE 5 EUROPEAN ORGANİZATİON FOR RESEARCH AND TREATMENT OF CANCER (EORTC) QUALITY OF LIFE DEPARTMENT

Amaç:

Bu çalışmanın amacı, akciğer kanserine spesifik (QLQ-LC13) yaşam kalitesi (YK) modülünün Türkçe versiyonun Türk hastalarında transkültürel geçerlilik ve güvenilirliğini ortaya konulmasıdır.

Gereç ve Yöntem:

Akciğer kanseri tanısı ile tedavi edilmiş 119 hastaya EORTC QLQ -C30 ve -LC13 YK anketleri uygulandı. Hastalar soruları 4-7 arası dereceli Likert skalasına göre yanıtladı ve sonuçlar 0-100 arası skorlandı. Anket skalalarının ve tekil öğelerinin güvenilirliği Cronbach alfa katsayısı, geçerliliği ise alt-skalaların ve semptomların korelasyonuna bakılarak değerlendirildi.

Bulgular:

119 hastanın ortanca yaşı 59 (30-79) ve 108 hasta (%91) hasta erkek�. EORTC QOL-C30 fiziksel, rol, emosyonel, kogni�f, sosyal fonksiyonel ve global skalalarının ortalama değerleri sırasıyla 67.4±26.4, 76.6 ±31.5, 79.1±24.2, 85.7±20.2, 83,1±26.7 ve 62,8±21 idi. EORTC QOL-C30 yorgunluk, bulan�&kusma, ağrı, dispne, insomnia, iştahsızlık, kons�pasyon, diare ve mali sıkın� öğelerinin ortalamaları sırasıyla 36.3±26.7, 12.5±27.2, 26.9±30.5, 26.3±30.7, 22.4±33.7, 21.3±32.9, 21.3±29.7, 9.9±20.1 ve 29.41±31.86 idi. EORTC QLQ-LC13 dispne, öksürük, hemop�zi, disfaji, ağız ağrısı, periferik nöropa�, alopesi, göğüs ağrısı, kol ve omuz ağrısı, vücudun diğer alanlarında ağrı semptomlarının ortalama değerleri sırasıyla 30.3±26.2, 35.9±32.2, 10.1±25, 10±21.6, 8.4±23.5, 23.5±28.7, 17.1±28.1, 22.4±28.5, 20.4±28.8, 27.1±31.8 idi. QLQ C30 ve QLQ LC13 çok öğeli skalaları, kogni�f skala dışında, oldukça güvenilir bulundu (Cronbach Alfa= 0.70-0.95). EORTC QOL-C30 alt skalaların ve semptomların çoğunun korelasyonları, diyare ve kons�pasyon dışında, anlamlı idi (p=0.01). EORTC QOL-

LC13 dispne alt skalasının hemop�zi, öksürük, göğüs ve kol ağrısı ve alopesi ile korelasyonu anlamlı idi (p: 0.01-0.05).

Sonuç:

EORTC QLQ-LC13 akciğer kanserli hastalarımızda güvenilir ve geçerli bulundu. Akciğer modülünün geçerlilik-güvenilirliği Türk hasta populasyonunda ilk kez valide edildi ve ülkemizde ru�nde kullanımına olanak verecek referans bir çalışma yapıldı.

MS002

TÜRKİYEDE 1995-2008 YILLARI ARASINDA AKCİĞER KANSERLİ OLGULARIN EPİDEMİYOLOJİK DEĞİŞİKLİKLERİN VE MESLEKİ RİSKLERİN ANALİZİ

SİBEL ARINÇ , MÜYESSER ERTUĞRUL , NURAY ERDAL , ÖZLEM ORUÇ , FERAH ECE , NİLGÜN HATABAY , HÜSEYİN ARPAĞ , ARMAĞAN HAZAR SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Çalışma 1995-2008 yılları arasında akciğer kanserindeki epidemiyolojik değişiklikleri ve meslek akciğer kanseri arasındaki ilişkiyi belirlemek amacı ile yapıldı.

Gereç ve Yöntem:

Onkoloji ünitesinde takip edilen akciğer kanserli olguların epidemiyolojik özellikleri ve histolojik �pleri retrospek�f olarak kaydedildi.

Bulgular:

İkibin yediyüz sekiz hasta(192 kadın, 2517 erkek ortalama yaş 57.6) akciğer kanserli olgu var olup çalışma üç periyoda bölünerek yapıldı(period I 1995-1997, period II 1999-2002, period III 2004-2008)Squamöz hücreli akciğer kanseri her üç peryodda da en sık görülen histolojik �p�(%49.4, %37.8, %48.6). Sex dağılımı I ve II. periyodda benzerdi. Üçüncü periodda kadın olguların sigara içim alışkanlıklarının ar�şına bağlı olarak(4.3%’ten 12.9%) kadın olguların saysında ar�ş vardı(p<0.001). Akciğer kanserli olgular arasında en sık meslek grupları yapı, inşaat(%20.7), çiçilik(%11.4), ve şöförlüktü(%9.3). Yapı inşaat iş kolu bütün histolojik �plerde en sık olan iş kolu idi(p<0.0001).

Sonuç:

Akciğer kanseri Türk erkek populasyonunda on iki yıl önceye göre hafif derecede düşmekle beraber kadın olgularda sigara alışkanlıklarının değişmesine bağlı olarak ar�ş gözlenmektedir. Akciğer kanseri çeşitli meslek grupları ile birliktelik göstermektedir. Akciğer kanseri ile meslek arasındaki ilişkiyi değerlendirmek için daha detaylı çalışmalar yapılmalıdır.

Page 3: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

2

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

MS003

KÜÇÜK HÜCRE DIŞI AKCIĞER KANSERLI HASTALARDA NEOADJUVAN TEDAVİNİN ETKİSİ VE SONUÇLARI:HANGİ HASTALAR EN ÇOK YARAR GÖRÜR?

AKİF TURNA 1, MURAT KIYIK 2, VOLKAN KARA 1, ZEKİ GÜNLÜOĞLU 1, SİBEL YURT 2, ADNAN AYDINER 3, ADNAN SAYAR 1, MUZAFFER METİN 1, SAADETTİN ÇIKRIKÇIOĞLU 2, FİLİZ KOŞAR 2, ATİLLA GÜRSES 1 1 YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS CERRAHİSİ BÖLÜMÜ, İSTANBUL 2 YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI BÖLÜMLERİ, İSTANBUL 3 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, İSTANBUL

Amaç:

Evre IA küçük hücreli dışı akciğer kanserli olgularda tedavi yalnızca cerrahi tedavi iken, Evre IB ila IIIA arasında bulunan olgularda hem yalnızca cerrahi tedavi yapılabilmekte hem de bu olgularda mul�modal tedavinin daha etkin olduğuna dair veriler bulunmaktadır. Bu çalışmadaki amaç, akciğer kanserli hastalarda uygulanan kemoterapinin tekinliğini ‘olgu-kontrollü’ olarak irdelemek ve neoadjuvan tedaviden en çok yarar gören ve en az komplikasyon oranına sahip hasta grubunu bulmaya çalışmaktadır.

Gereç ve Yöntem:

Merkezimizde bulunan iki cerrahi kliniğinde 2001 ila 2008 yılları arasında neoadjuvan kemo ve/veya radyoterapi almış 80 olgu ile neoadjuvan almadan rezeke edilmiş küçük hücre dışı akciğer kanseri olan 451 olgu ile karşılaş�rıldı. Toplam 496’sı erkek 35 ise bayan olgunun yaş ortalaması 56.2 yıl idi. Neoadjuvan tedavi alan olgulardan 22’si çeşitli nedenlerden opere olamadı.

Bulgular:

Tüm neoadjuvan alan olgulardan ikisi kaybedildi(%3.4). Neoadjuvan tedavinin komplikasyon oranını anlamlı olçüde arrmadığı görüldü(p=0.3). Tüm neoadjuvan almayan olgularda 5-yıllık sağkalım; %53.1, neoadjuvan alan olgularda ise, %68.9 olarak bulundu(p=0.08). Evre IIIA olan ol-gularda neoadjuvan tedavi alan ve almayan hastaların sağkalımları arasında ista�s�ksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı (p=0.18). Bununla birlikte p53, EGFR ve ERCC1 tüm olgular irdelendiğinde (p sırası ile 0.03, 0.03 ve 0.001) ve ERCC1 ise, neoadjuvan uygulanan hastalarda sağkalımı belirleyici faktör olarak saptandı (p=0.02). LDH yüksekliği ise, neoadjuvan alanlarda komplikasyon oranını belirleyici faktör olarak bulundu (p=0.01). Neoadjuvan tedaviden en çok fayda görecek, en az komplikasyon olasılığı olan hasta alt grubu, evre IB veya IIA’da olan LDH’ı düşük p53-ERCC1-EGFR- tümörlü olan hastalar olarak saptandı(p<0.001).

Sonuç:

Opere olabilecek akciğer kanserli hastalarda neoadjuvan tedavi, anlamlı bir komplikasyon ar�şına yol açmaksızın, sağkalım açısından avantaj sağlayabilir. Serum LDH’sı düşük, tümörde ERCC1, EGFR ve p53 ifadesi olmayan hastalar, en çok yarar görebilecek hastalar gibi gözükmektedir.

MS004

AKCİĞER KANSERLİ HASTALARDA DOLAŞIMDAKİ ADEZYON MOLEKÜLLERİ VE VASKÜLER EPİTELYAL BÜYÜME FAKTÖRÜ DÜZEYLERİNİN TEDAVİ YAKLAŞIMINDAKİ YERİ

AHMET SELİM YURDAKUL , ELİF REYHAN HAN , NESLİHAN BUKAN , CAN ÖZTÜRK GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D.

Amaç:

Anjiogenezis içinde yer alan matriks metalloproteinaz (MMP) ile vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF) ve immunglogulin ailesi içinde yer alan transmembranöz bir protein olan dolaşımdaki intersellüler adezyon molekülleri (sICAM) tümör progresyonunda önemli rol oynar. Bu çalışmanın amacı, küçük hücreli dışı akciğer kanserli (KHDAK) hastalarda tedavi öncesi ölçülen MMP-9, MMP-13, VEGF ve sICAM serum düzeylerinin hastaların klinik parametreleri ve yaşam süreleri arasındaki ilişkiyi analiz etmek�r.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmamızda 72 KHDAK’li hasta (ort. yaş: 60.03±10.86) ile 46 sağlıklı kontrol grubunda (ort. yaş: 61.13±14.71) MMP-9, MMP-13, VEGF ve sICAM serum düzeyleri analiz edildi. Analizler ELİSA yöntemi ile yapıldı.

Bulgular:

KHDAK’li hastaların medyan yaşam süresi 22 ay olarak bulundu. MMP-9, VEGF ve sICAM serum seviyeleri sağlıklı kontrol grubu (300.5±204.1, 182.1±207.5, 2943.6±851.7) ile karşılaş�rıldığında, KHDAK’li hastalarda daha yüksek olarak bulundu (985.0±489.4, 248.7±255.9, 5148.2±1996.2). Ancak MMP-13 düzeylerinde sağlıklı kontrol grubuna göre anlamlı bir farklılık saptanmadı (0.46±0.48, 0.53±1.35)(p>0.05). Araş�rılan tüm serum parametreleri ile yaş, sigara içimi, ECOG ve cinsiyet arasında ista�s�ksel olarak anlamlı bir ilişki bulunamadı (p>0.05). Ayrıca tüm ölçülen serum parametreleri ile KHDAK’li hastaların yaşam süreleri arasında anlamlı bir ilişki yoktu (p>0.05).

Page 4: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

3

Sonuç:

Sonuç olarak, KHDAK’li hastalarda MMP-9, VEGF ve sICAM serum düzeyleri yüksek olarak bulundu. MMP-9, VEGF ve sICAM serum düzeylerinin ölçümü potansiyel bir tümör markırı olabilir. (Bu çalışma (01/2005-31) Gazi Üniversitesi Bilimsel Araş�rma Projeleri (BAP) tara�ndan desteklenmiş�r.)

MS005

REZEKE EDİLMİŞ KÜÇÜK HÜCRE DIŞI AKCİĞER KANSERİ’NDE ERCC1 EKPRESYONUNUN SAĞKALIMA ETKİSİ

SEDAT ALTIN , EKREM CENGİZ SEYHAN , LEVENT KARASULU , HÜLYA ABALI , SİNEM NEDİME SÖKÜCÜ , NUR BÜYÜKPINARBAŞILI , HANİFE ŞAHİN YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

ERCC (excision repair cross complemen�ng) genleri gen ailesi, DNA zincirindeki nükleo�dlerdeki hasarını tanır ve tamir eder. Azalmış nükleo�d eksizyon tamiri tümörün genomik değişkenliğini ar�rarak daha maling davaranmasına yol açabilir. Bu çalışmada tümör dokusundaki ERCC 1 expresyonunun komplet rezeke edilmiş KHDAK’li hastalarda prognozla ilişkisini saptamak amaçlandı.

Gereç ve Yöntem:

KHDAK tanısıyla torakotomi yapılmış olan, patolojik evreleme sonucunda T1-2, N0-1, M0 evrelerindeki, rezeksiyonu komplet olarak başarılmış ve kayıtlarına ulaşılmış, opera�f mortalite gelişmemiş, postopera�f adjuvan kemoterapi veya radyoterapi uygulanmamış toplam 98 hasta değerlendirildi. 98 hastanın elde edilen tümör örneklerinden immünohistokimyasal boyama yöntemiyle ERCC1 ekspresyon düzeyi incelendi. Hastaların sağkalım oranları hesaplandı. Sağkalımı etkileyen faktörler tek değişkenli ve çok değişkenli olarak analiz edildi.

Bulgular:

İmmünhistokimyasal boyama yapılan 98 tümörün 76 (%78) sında ERCC1 ekspresyon oranı tespit edildi. ERCC1 ekspresyonu skuamöz hücreli kanserlerde daha sık olarak gözlendi. ERCC1 eksprese eden tümörlü hastaların 5 yıllık sağkalım oranı (%61), ekprese etmeyenlerin oranı (% 47) ile karşılaş�rıldığında ista�s�ksel olarak anlamlı bulundu (p=0,01). Yapılan çok değişkenli analizde, ERCC1 ekpresyonunun sağkalımı belirgin ve bağımsız olarak etkileyen faktörlerden olduğu görüldü.

Sonuç:

DNA tamir gen komleksi üyesi olan ERCC1 expresyonun rezeke edilmiş erken evre KHDAK için pozi�f prognos�k marker olduğu belirlendi.

SS001

ÜÇÜNCÜ BASAMAK GÖĞÜS HASTALIKLARI POLİKLİNİĞİNE BAŞVURAN HASTALARIN SİGARA İÇME DURUMLARI- KESİTSEL SORGU ÇALIŞMASI

MEHMET ATİLLA UYSAL , SEDAT ALTIN YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Üçüncü basamak Göğüs Hastalıkları polikliniğine müracaat eden hastalarımızın sigara içme alışkanlıklarını ve önümüzdeki yıllarda olası hasta yükünü belirlemeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Mayıs 2007-Aralık 2007 arasında hastanemize müracaat eden hastalara, ilk başvuru kayıt yerinde çalışan personel tara�ndan sigarayla ilgili üç soru sorularak, hastaların sigara içme alışkanlıkları hakkında bilgi elde edilmiş�r.

Bulgular:

Çalışmanın yapıldığı sekiz aylık süre içerinde başvuran 156.153 kişiye bu anket uygulanmış�r. Hastaların 55.122’sinin (% 35,3) sigara iç�ği, 47.470’inin (% 30,4) ise, daha önce içip bırak�ğı saptanmış�r. Hastanemize müracaat edenlerden sigara içmeyenlerin sayısı ve oranı ise 53.561 (% 34,3)’dir. Hem sigara içen hem de içip bırakanların % 95’inin (97.462) üç yıldan fazla süre ile sigara iç�kleri, % 82,5’nin ise (84.638) günde 10 sigaradan fazla iç�ğini beyan etmiş�r.

Sonuç:

Göğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün 10 paket yıldan fazla sigara iç�ği görülmüştür. Bu sonuçlar, üçüncü basamak hastanelerinde sigaraya bağlı hastalıkların önümüzdeki yıllarda artan oranlarda çok ciddi bir hasta yükü ge�rebileceğini göstermektedir.

Page 5: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

4

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

SS002

2008-2009 ÖĞRETİM YILINDA SAKARYA ÜNİVERSİTESİ’NE YENİ BAŞLAYAN VE SİGARA İÇEN ÖĞRENCİLERİN SİGARA BIRAKMA KONUSUNDAKİ TUTUMLARI

PINAR PAZARLI SAKARYA ÜNİVERSİTESİ

Amaç:

Bu çalışma, SAÜ Tütün Kontrolü Koordinasyon Kurulu’nun, “üniversitemizdeki gençlere sigaradan uzak kalmaları için gereken destek ortamını sağlamak” amaçlı projesine ışık tutması için planlanmış�r. Üniversitemiz bünyesinde bulunan sigara bırakma polikliniği hizme�nin, planlanan “destek ortamı”ndaki yerini öngörebilmek için Sakarya Üniversitesi’ne yeni başlayan ve sigara içen öğrencilerin sigara bırakma konusundaki tutumlarını değerlendirmek amaçlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

2008-2009 öğre�m yılında Sakarya Üniversitesi’nde yeni başlayan öğrencilerin web’den kayıtları sırasında sigara kullanımı ile ilgili toplam 17 sorudan oluşan web-anke� doldurmaları istendi. Her soruya cevap vermeleri zorunlu tutulmadı. Yaş ve cinsiyet dışında kimlik bilgisi alınmadı. Anke�n bildirinin içeriği ile ilgili olan kısmında; öğrencilerin sigara içme sıklığı, bırakmak konusunda düşüncesi ve yardım/tavsiye almak isteyip istemedikleri sorgulandı.

Bulgular:

Toplam 7141 öğrencinin anke� değerlendirildi.Öğrencilerin %63,8’i (n=4560/7141) kız; %64,8’i (n=4624/7141) 20 yaşın al�ndaydı. Sigara içme oranı %24,2 (n=1731/1741) olarak tespit edildi. İçicilerin %81’i (n=1404) hergün en az bir sigara içiyordu. “Sigara içmek sizce sağlığa zararlı mı?” sorusuna %92,2’si “kesinlikle evet” cevabını verdi. %12’si sigarayı bırakmayı hiç düşünmüyordu. %20,6’sı “Bugün-yarın bırakmayı düşünüyorum” ve %57,8’i “Bırakmayı düşünüyorum ama ne zaman bırakacağım belli değil” seçeneğini işaretlemiş�. “Sigarayı bırakmaya karar verdiğinizde sizce bu kolay mı zor mu olacak?” sorusuna %44,3’ü zor; %27,2’si kolay olacak cevabını verdi; %28,3’ü “fikrim yok” diyordu. Sigara içen gençlerin %59,1’i bırakma konusunda yardım/destek istemiyordu.

Sonuç:

Sigara içen gençlerin çok büyük bir kısmı sigaranın sağlığa zararlı olduğunu düşünüyor ve büyük çoğunluğu da bırakmak is�yorken ancak yarısından az bir kısmı bağımlılık konusunda farkındalık sahibi ve yardım/öneri talep ediyor. Gençlerimizin niko�n bağımlılığı konusunda bilgilendirilmesi, bırakmayı düşünen gençlerin kararlarının netleşmesini ve bağımlılık derinleşmeden yakın gelecekte bırakmak istemelerini sağlayabilir.

SS003

PASİF SİGARA İÇİCİLİĞİ GENEL ANESTEZİ ALAN ÇOCUKLARDA PERİOPERATİF OLUMSUZ ETKİLERLE İLİŞKİLİDİR: PROSPEKTİF, ÇİFT-KÖR KLİNİK ÇALIŞMA.

TÜLAY HOŞTEN SEYİDOV , LEVENT ELEMEN , MİNE SOLAK , MELİH TUGAY , KAMİL TOKER KOCAELI ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI

Amaç:

Çocuklarda pasif sigara içiciliği (PSİ) solunum fonksiyonlarını bozar ve bu çocuklar genel anesteziyle havayolu komplikasyonlarına yatkın olabilirler (1). Çalışmamızın amacı genel anestezi al�nda opere olan çocuklarda PSİ insidansını ve periopera�f solunum komplikasyonlarını (POSK) araş�rmak�r

Gereç ve Yöntem:

Bu prospek�f çalışmaya lokal e�k kurul onayı alındıktan sonra 01 Haziran-30 Eylül-2008 tarihleri arasında genel anestezi al�nda opere olacak 3 ay-12 yaş arası hastalar alındı. POSK; laringospazm, öksürük, nefes tutma, desaturasyon, havayolu sekresyonlarında ar�ş, bradikardi olarak tanımlandı ve anestezi süresince ve anesteziden sonra olarak iki kez değerlendirildi. PSİ, başka bir hemşire tara�ndan ebeveynlerden alınan anamnezle sorgulandı, evde günde en az 10 tane sigara içilmesi PSİ olarak tanımlandı.

Bulgular:

Çalışmaya ka�lan 222 çocuğun 121’i (%54.5) PSİ, 101’i (% 45.5) non-PSİ idi. POSK gözlenen 23 hastanın 17’si (%14.1) PSİ, 6’sı ise (% 6) non-PSİ gurubunda idi. PSİ grubunda hem toplam POSK oranı, hem de derlenmede görülen POSK oranı anlamlı derecede yüksek� (p=0.048, p=0.042). İsta�s�ksel olarak anlamlı olmasa da en sık görülen POSK havayolu sekresyonlarındaki ar�ş�

Sonuç:

PSİ grubunda derlenme komplikasyonlarını arran aşırı üst havayolu sekresyonları artmış goblet hücre sayısıyla ilişkili olabilir. Preopera�f dönemde PSİ sorgulanarak anesteziyle ilgili komplikasyonlar önlenebilir. Anahtar kelimeler: Pasif sigara maruziye�, çocuklar, genel anestezi 1-Cook DG, Thorax 1999; 54: 357-366.

Page 6: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

5

SS004

SAKARYA ÜNİVERSİTESİ (SAÜ) PERSONELİNİN TÜTÜN KONTROL YASASINA UYUMUNU VE FARKINDALIĞINI DEĞERLENDİRMEYE YÖNELİK ANKET SONUÇLARI

PINAR PAZARLI SAKARYA ÜNİVERSİTESİ

Amaç:

Üniversitemiz personelinin, 4207 sayılı kanunda değişiklik yapan 5727 sayılı “Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun” hükümlerine uyumunu ve farkındalığını değerlendirmek

Gereç ve Yöntem:

Anketler, SAÜ Tütün Kontrolü Koordinasyon Kurulu’nun “Tütün kontolü ilk adım projesi” kapsamında, akademik ve idari birimlerde gerçekleş�rilen bilgilendirme seminerleri sırasında uygulandı. Anke�e ka�lımcılara; yaş, cinsiyet, eği�m ve sigara içicilik durumu gibi demografik özellikleri belirleyen soruların ardından; 1. Halka açık tüm kapalı alanlarda ve işyerlerinde, tütün ve tütün mamullerinin yasaklanmasını destekliyor musunuz? 2.Sizce devlet, toplumda sigara kullanımını azaltmak için çaba göstermeli mi? 3.Pasif içiciliğin insan sağlığına zararı konusunda ne derece riski olduğunu düşünüyorsunuz? şeklinde 3 soru yönel�ldi ve son bölümde yasanın bazı hükümlerine yer verilerek mevcut bilgilerine göre bu hükümlerden haberdar olup olmadıkları sorgulandı.

Bulgular:

18 akademik ve 14 idari birimden, toplam 775 personel anke� değerlendirildi. Ka�lımcıların %69’u erkek; yaş ortalaması 34,8±8,1 (19-61) idi. %76,2’si lise üstü eği�m düzeyine sahip�. Genel sigara içicilik oranı %35,6; erkeklerde %36,7; kadınlarda %33,5 olarak saptandı. Personelimizin %88,7’ sinin kapalı alanlardaki yasağı (soru 1) desteklediği; desteklemeyenlerin %81,5’inin sigara içicisi olduğu; ancak genel olarak değerlendirildiğinde içicilerin %75,6’sının kanunu desteklediği tespit edildi. %89,4’ü tütün kontrolünde devlet müdahalesinden yana ve %92,7’si pasif içiciliğin zararlı etkilerinin bilincinde olduğu görüldü. Yasanın anke�e yer alan hükümleri, büyük oranda (%73-91,7) bilinmekle birlikte, çocukları tütün ve tütün mamullerinden korumaya yönelik hükümlerin daha az oranda bilindiği saptandı.

Sonuç:

Eği�m düzeyi oldukça yüksek ancak sigara içicilik oranı beklenenin üzerinde olan bir populasyonda, tütün kontrol yasasının ve gerekçelerinin büyük oranda desteklendiği görüldü. Bu sonuç, tütün kontrol çalışmalarının hedefine ulaşabileceği konusunda umut verici olarak değerlendirildi.

SS005

KADINLARDA SİGARA İÇME ALIŞKANLIĞI VE TÜTÜN BAĞIMLILIĞININ TEDAVİSİ

ZEYNEP PINAR ÖNEN , ELİF ŞEN , BANU ERİŞ GÜLBAY , AYPERİ MERZİ ÖZTÜRK , ÖZNUR AKKOCA YILDIZ , TURAN ACICAN , SEVGİ SARYAL , GÜLSEREN KARABIYIKOĞLU ANKARA ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Gelişmiş ülkelerde kadınların %22’si gelişmekte olan ülkelerde ise %9’u sigara içmektedir. Kadınlar arasında giderek artan sigara içme oranları, önümüzdeki dekaddlarda mortalite ve morbidite riskini de beraberinde ar�racak�r. Her ne kadar, kadınlar ve erkekler sigaranın zararlarından benzer şekilde etkilenseler de, kadınlarda cinsiyete özel artmış ek sağlık sorunları da bulunmaktadır. Bütün bu sayılanlar göz önünde tutulduğunda, kadınların her geçen gün artan sigara içme nedenlerinin anlaşılması, sigara bırakma oranlarının ve erkeklerle olan farklılıklarının belirlenmesi amaçlandı.

Gereç ve Yöntem:

2004 ve 2008 yılları arasında toplam 446 (255 kadın ve 191 erkek) ak�f sigara içen prospek�f olarak değerlendirildi. Her olguya sigara içme durumunu ve �bbı öyküsünün içeren bir anket uygulandı. Niko�n bağımlılığı ve CO düzeyleri belirlendi. Kılavuzlara göre, her hasta için özel sigara bırak�rma programı düzenlendi ve hastalar en az 1 yıl süreyle izlendi.

Bulgular:

Kadınlar ve erkekler arasında yaş, bazal Fagerstrom niko�n bağımlılık puanı, CO düzeyi ve tedavi protokolleri arasında farklılık yoktu. Kadınların (18±4) erkeklere (15±4y) göre daha geç yaşta sigara içmeye başladıkları ve %55’inin üniversite mezunu olduğu görüldü. Diğer taraan, içilen toplam sigara miktarının (23±15pk-yıl), günlük sigara tüke�minin (21±10) ve toplam sigara içme süresinin kısa olduğu görüldü (her 3 parametre için p=0.001). Kadınlar erkeklere göre sigarayı daha yüksek oranda bırakmak is�yorlardı (p=0.01) ve sigara bırakma denemeleri daha yüksek sayıdaydı (p=0.005). Tüm bunlara rağmen bir yıllık sigara bırakma başarıları erkeklere göre daha düşüktü (kadın/erkek %42/%48, p=0.01) ve sigaraya tekrar başlama oranları da erkeklerden daha yüksek� (kadın/erkek %15/%12, p=0.01). Kadınlarda eşlik eden en belirgin patoloji depresyondu ve sigara bırakma başarısını daha da azal�yordu (p=0.03).

Sonuç:

Bu çalışma, iyi eği�m düzeylerine rağmen kadınların sigara başlama oranlarının daha yüksek olduğunu ve aynı zamanda sigara bırakma başarılarının da erkeklere göre daha düşük olduğunu gösteriyor.

Page 7: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

6

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

SS006

GÖĞÜS HASTALIKLARI POLİKLİNİĞİNDE SİGARA BIRAKTIRMA VE SOLUNUM FONKSİYON TESTİNİN ROLÜ

ŞEREF ÖZKARA , ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GCEA HASTANESİ, ANKARA

Amaç:

Tütünün zararını yaşayanlara sigarayı bırak�rmak daha kolaydır. Özellikle polikliniğe başvuran hastaya sigarayı bırak�rmada hekimin rolü önemlidir. Bu çalışmada göğüs hastalıkları polikliniğinde solunum fonksiyon tes� (SFT) bulguları ve hasta semptomları ile sigara bırakma önerisinin etkisi incelenmiş�r.

Gereç ve Yöntem:

Hastalıkları, semptomları ve SFT bulguları anla�lan hastaların sigarayı bırakmaları ve bir haa sonra tekrar başvurmaları istenmiş�r. İkinci başvuruda semptomlarındaki ve tekrarlanan SFT bulgularındaki düzelme hasta ile tar�şılmış ve sigarasız yaşaması önerilmiş�r. İki ayrı SFT sonucu olan hastalar çalışmaya alınmış SFT bulgularındaki değişim analiz edilmiş�r.

Bulgular:

Toplam 48 hastanın 13’ü kadın idi. Ortalama yaş 47,4±12,1, sigara içme süresi 26,4±12,8 yıl, günlük içilen sigara 16,5±10,2 ade . Ortanca 10 (4-87) gün ara ile alınan iki SFT’nde sırasıyla FVC değerleri %77,8±18,8, ve %84,6±19,8; FEV1 değerleri %67,1±22,3 ve %73,6±23,4; FEV1/FVC oranları %69,9±12,2 ve %70,7±12,9; FEF25-75 değerleri %46,1±28,1 ve %70,7±12,9 idi. FEV1/FVC değeri dışındaki parametrelerde sigarayı bırak�ktan sonraki ar�ş ista�ksel olarak anlamlı idi. Sigarayı bırak�ktan sonra SFT parametrelerinde ar�ş görülenlerin oranı, FVC’de %73, FEV1’de %79 ve FEF25-75’de %67 idi. Başlangıçta öksürük ve nefes darlığı %72, balgam %43 hastada vardı. Sigarayı bırakınca semptomlar %11’inda değişmezken, %64’ünde düzeldi, %24’ünde belirgin düzeldi. Kısa dönemde 2 hasta sigarayı bırakamamış, sadece miktarını azaltmış�; diğerleri bırakmış�.

Sonuç:

Bu bulgularla, poliklinikte semptomlar ve SFT bulgularının sigarayı bırak�rmada etkili şekilde kullanılabileceği görülmüştür. Sigaranın en çok küçük hava yollarında darlık (FEF25-75 düşüş) oluşturduğu; kısa süreli sigara bırakmanın en fazla FEF25-75 olmak üzere FVC ve FEV1’i ar�rdığı görülmüştür.

SS007

SAKARYA ÜNİVERSİTESİ TÜTÜN KONTROLÜ KOORDİNASYON KURULU’NUN PROJELERİ VE ULUSAL TÜTÜN KONTROLÜ ÇALIŞMALARINA KATKISI

PINAR PAZARLI SAKARYA ÜNİVERSİTESİ

Amaç:

Tütün Kontrolü, toplumun tütün ürünleri tüke�mini ve tütün dumanına maruz kalmasını önleyerek veya azaltarak sağlık düzeylerini yükseltmeyi amaçlayan stratejilerdir. SAÜ Tütün Kontrolü Koordinasyon Kurulu (SAÜ TKK Kurulu), bu amaç doğrultusunda kurulmuş; mevcut yapısı i�barıyla ve bir üniversite bünyesinde bu kapsamda kurulan ilk resmi kurul olması nedeniyle önemli bir misyon üstlenmiş�r. Bildirinin amacı, kurulun projeleri ve ulusal tütün kontrolü çalışmalarına katkısı hakkında bilgi vermek�r.

Gereç ve Yöntem:

Kurul, 14 Şubat 2008 tarihinde “Üniversitelerin Tütün Kontrolü Çalışmalarındaki Yeri ve Önemi” konulu bir brifing sonrası, senato kararıyla kurulmuştur. Kurul, tüm birimlerden gönüllülük esasına dayanılarak belirlenen akademik ve idari personellerden ve ayrıca öğrenci temsilcilerinden oluşmaktadır. Kurulun ilk projesi olan “Tütün Kontrolü İlk Adım Projesi” kapsamında; “Tütün Kontrolü nedir? Neden gereklidir? Yeni tütün kontrol yasamızın ge�rdikleri” konulu bilgilendirme seminerleri düzenlenmiş; seminerler sırasında personele yönelik bir anket gerçekleş�rilmiş�r. Bu proje kapsamında ayrıca; Sakarya üniversitesini kazanan ve webden kaydını yap�ran öğrencilere web-anket düzenlenmiş�r. Kurulun yeni projesi olan “Bağımlı olma-Özgür ol” projesinde, öğrenci kulüplerinin mevcut faaliyetlerini sigara karşı� mesajlarla birleş�rerek yaygınlaş�rması amaçlanmaktadır.

Bulgular:

“Tütün Kontrolü İlk Adım Projesi” ile üniversitemiz genelinde tütün kontrolü hakkında farkındalık ve kurulun bundan sonra yapacağı çalışmalar için destek sağlanmış�r. Yapılan anketler sayesinde üniversite personeli ve öğrenciler arasında kabaca bir içicilik oranı saptanmış; ayrıca üniversite personelimizin yeni tütün kontrol yasasına uyumu değerlendirilmiş�r. “Bağımlı olma-Özgür ol” projesinde, üniversitemizin 60’ı aşkın öğrenci kulubüyle işbirliği planlanmış�r.

Sonuç:

Üniversiteler, Ulusal Tütün Kontrol Programının en önemli paydaşlarındandır. “Sigara içmenin kabul gören bir davranış olmadığı” anlayışını yerleş�rmek ve gençlerin sigaradan uzak kalması için gereken “destek ortamını” sağlamak konusunda üniversitelerde organize çalışmalara ih�yaç vardır.

Page 8: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

7

SS008

SİGARA İÇENLERDE VE TANDIR DUMANI MARUZİYETİ OLANLARDA KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI (KOAH) GELİŞME RİSKİ

BÜLENT ÖZBAY , SELVİ ASKER , BÜNYAMİN SERTOĞULLARINDAN , SELAMİ EKİN , HANİFİ YILDIZ , AHMET ARISOY, M. HAKAN BİLGİN , BUKET MERMİT ÇİLİNGİR , MEHMET DURAN YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD.

Amaç:

Sigara içenlerde ve tandır dumanı maruziye� olanlarda KOAH gelişme riskini araş�rmak.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya akciğerler ile ilgili yakınması olmayan toplam 288 gönüllü alındı.Sigara kullanma durumu ve tandır dumanı maruziye� kaydedildi. Tüm ka�lımcılar spirometre ile tarandı.Solunum fonksiyon testleri yapıldı ve birinci saniye zorlu ekspiratuar hacim (FEV1), zorlu vital kapasite (FVC), birinci saniye zorlu ekspiratuar hacmin zorlu vital kapasiteye oranı (FEV1/FVC) değerleri kaydedildi. İsta�ksel değerlendirme için tek yönlü varyans analizi (ANOVA) ve Pearson korelasyon tes� kullanıldı.

Bulgular:

Ka�lımcıların 265 i (%92) erkek ,23’ü (% 8 ) kadındı. Yaş ortalamaları 43.97 ±12 (Ort. ±SS) olarak hesaplandı. Tandır dumanına maruz kalanların sayısı 114’dü (% 36,5 ). Sigara içenlerin sayısı 183’tü (%62,1). Sigara içenlerin ortalama iç�kleri sigara sayısı yılda 34,8 paket olarak hesaplandı. Tüm ka�lımcılar için ortalama FEV1 % 91±2 ve ortalama FEV1/ FVC oranı % 83 ± 7 idi. FEV1/FVC oranı % 70’den az olanların sayısı 6 (% 2,1) olarak bulundu. FEV1 % 80’den az olanların sayısı 25 (8,7 %) bulundu. Sigara tüke�mi ile FEV1 % ve FEV1/ FVC oranı arasında nega�f bir ilişki saptandı. (p1<0.05, p2<0.05) Tandır dumanı maruziye� ile FEV1 % ve FEV1/ FVC oranı arasında nega�f bir ilişki saptandı. ( p1<0.05, p2<0.05). FEV1/FVC ile yaş arasında nega�f bir ilişki saptandı (p<0.05). Sigara içen ve tandır dumanı maruziye� olan gruplar arasında FEV1 % ve FEV1 / FVC değerleri bakımından ista�ksel olarak anlamlı fark saptanmadı.

Sonuç:

Çalışmamız bölgemizde yaşayan anket çalışmasına ka�lanların büyük çoğunluğunun sigara iç�ğini ve yaklaşık yarısının tandır dumanına maruz kaldıklarını ve ileri yaşlarda KOAH yönünden risk taşıdıklarını göstermiş�r.

TP001

2008 YILI TÜRKİYE TAŞKÖMÜRÜ KURUMUNDA ÇALIŞAN İŞÇİLERDE PNÖMOKONYOZ PREVELANSI

REMZİ ALTIN 1, METİN ÇELİKİZ 2, ABDÜLKADİR ERBAĞCI 2, LEVENT KART 1, OLGUN KESKİN 1, NİHAN ÇEBİ 3, EMİN PALANCI 2 1 KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 ZONGULDAK GÖĞÜS MESLEK HASTALIKLARI HASTANESİ 3 TÜRKİYE TAŞKÖMÜRÜ KURUMU

Amaç:

1986 yılından beri Zonguldak kömür havzasında çalışan işçiler ile ilgili prevelans çalışmaları yayınlanmakta olup bu veriler dünya verilerinin sürekli üstünde bulunmuştur. 1980 sonrası toz kontrolünde sağlanan iyileş�rmeler, eski işçilerin emekli edilmesi ve yeni işçi alımları sonrası prevelans durumumuzu değerlendirmek için Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK)’nda çalışan işçilerin 2008 yılı verilerini sunmayı amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya TTK bünyesinde faaliyet gösteren beş bölgenin (Kozlu, Karadon, Üzülmez, Armutçuk ve Amasra) tüm yer al� çalışanlarını (n:6655) dahil e k. Bunların ILO standartlarına uygun posteroanterior akciğer grafileri önce ILO ser�fikalı A ve daha sonrasında B iki okuyucuya ayrı ayrı okutuldu. İh�laf durumunda B okuyucuları tekrar toplanarak karar verildi. Üç yıl ve üstünde çalışan ve uygun radyolojik görünüme sahip kişilerde pnömokonyoz tanısı konuldu.

Bulgular:

Pnömokonyoz prevelansı %3.5 olarak bulundu (255/6655 işçi). Bölgelere göre prevelans değerlerine bakıldığında Kozlu %4.1, Karadon %1.5, Üzülmez%3.9, Armutçuk %3.8 ve Amasra’da %3.5 olarak saptanmış�r. Lezyonlar çoğunlukla p şeklinde olup yaygınlık açısından ise kategori III düzeyinin al�ndadır. Komplike pnömokonyoza ait bulguya rastlanmamış�r.

Sonuç:

Çalışma sonuçlarına bakıldığında yeni prevelans değerlerimizin dünya da saptanan %3-5 prevelans değerleri ile uyumlu olduğu görülmektedir. Çalışma bölgeleri arasında farklılık saptanmamış�r. 1980 sonrası alınan etkin toz önlemleri ve bu dönem incesi çalışıp emekli edilenlerin yerine alınan işçilerinde bu değerlerde rol oynadığı düşünülebilir.

Page 9: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

8

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

TP002

KOT KUMLAMACILIĞINA BAĞLI SİLİKOZİS GELİŞEN 50 GENÇ ERKEK HASTA

TEKİN YILDIZ , GÜNGÖR ATEŞ , ALTAN EŞSİOĞLU , LEVENT AKYILDIZ , CİHAN AKGÜL ÖZMEN , FÜSUN TOPÇU , DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ

Amaç:

Silikozis serbest kristal silika inhalasyonuna bağlı olarak gelişen mesleki bir akciğer hastalığıdır. Son zamanlarda Türkiye’de teks�l sektöründe kot kumlamacılığı işinde silika maruziye�ne bağlı silikozis gelişimi yeni ve bilinmeyen bir silikozis nedeni olarak bildirilmektedir.

Gereç ve Yöntem:

Bu çalışmada Diyarbakır ili Kocaköy ilçesi Ambar köyü ve bağlı mezralarda oturan toplam 50 silikozis olgusu değerlendirildi.

Bulgular:

Olguların en genci 18, en yaşlısı 43 yaşındaydı. Maruziyet yaşları değerlendirildiğinde en erken maruziyet iki olguda 10 yaşında olmuştu. Çalışma süreleri 3-82 ay arasında değişmekteydi. Olguların tümü de çalış�kları atölyelerde konaklamışlardı. En sık rastlanılan semptomlar sırasıyla nefes darlığı, zayıflama, öksürük, göğüs ağrısı, ateş, halsizlik, yorgunluk şeklindeydi. Olguların %54’ü sigara içmekteydi ve tümü sosyal güvenceden yoksun olarak çalış�rılmışlarıdı. Koruyucu önlem olarak olguların %65’i basit maske kullanmışlardı. Olguların hiçbiri bu iş kolunun sağlık açısından tehlikeli olduğunu bilmiyordu. Çalış�kları sürece hiç sağlık kontrolü yapılmamış�. Bizim değerlendirmemize kadar iki olgu dışında hiçbiri doktor kontrolüne gitmemiş�. Bu iki olguya da klinik-radyolojik olarak Akciğer Tüberkülozu tanısıyla an�-tüberküloz tedavi verilmiş�.

Sonuç:

Sonuç olarak bu hastalığın gelişimi engellemek için gerekli tüm poli�k ve sosyal önlemler derhal alınmalıdır.

TP003

KAYNAKÇI OLARAK ÇALIŞAN İŞÇİLERDE PULMONER SEMPTOMLAR VE SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ

ELİF REYHAN HAN 1, TÜRKAN NADİR ÖZİŞ 1, DİLEK ERGÜN 1, RECAİ ERGÜN 2 1 ANKARA MESLEK HASTALIKLARI HASTANESİ 2 ANKARA YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Mesleki akciğer hastalıklarının erken tanısında periyodik muayenelerin önemi büyüktür.

Gereç ve Yöntem:

Bu çalışmada Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesi’nde Haziran 2007- Ocak 2009 tarihleri arasında periyodik muayeneler sırasında tetkik edilmiş, çeşitli fabrikalarda kaynakçı olarak çalışmış 60 işçinin semptomları ve solunum fonksiyon testleri (SFT), kaynak dumanına maruz kalmamış 60 işçi ile karşılaş�rıldı. Çalışmaya alınan vakalara pulmoner semptomları içeren bir anket uygulaması yapıldı. Her iki gruptaki işçilerin semptomları ve SFT bulguları ista�s�ksel olarak karşılaş�rıldı.

Bulgular:

Nefes darlığı (%56.1), öksürük (%62.3), balgam (%78.9) şikayetlerinin kaynakçı olarak çalışan işçilerde kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek olduğu görüldü (p<0.01, p<0.001, p<0.001). Sigara içen kaynakçılarda kronik bronşi�k semptomlarının sigara içmeyenler ya da bırakmış olanlara ve kontrol grubuna göre daha fazla olduğu ve ista�s�ksel olarak anlamlı olduğu saptandı. İki grup arasında sigara içme alışkanlığı açısından fark yoktu. Çalışmaya alınan hastaların tümünün SFT bulguları normaldi. Obstrüksiyon ya da restriksiyon lehinde bulgu saptanmadı. Kontrol grubunda FEV1 değerinin kaynakçı grubuna göre daha yüksek olduğu ve bu farkın ista�s�ksel olarak anlamlı olduğu görüldü.

Sonuç:

Riskli iş kollarında çalışan işçilerin belli aralıklarla periyodik muayenelerinin yapılmasının ileride gelişebilecek hastalıkların öngörülmesinde faydalı olacağı görüşündeyiz.

Page 10: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

9

TP004

DİŞ TEKNİSYENİ PNÖMOKONYOZU

SENEM KARABIYIK 1, CEBRAİL ŞİMŞEK 1, DİLEK ERNAM 1, A.İHSAN KEYF 1, ATİLLA GÖKÇEK 2, FETHİYE ÖKTEN 1 1 ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 2 ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ RADYOLOJİ KLİNİĞİ

Amaç:

Diş teknisyenlerinde pnömokonyoz prevalansı, oluşan hastalığın ve maruziye�n sonuçları, pnömokonyoz gelişiminde rol alan riskler, bu risklerin özel ve resmi laboratuvarlarda hangi boyutlarda olduğu konularını değerlendirmeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Çalışma Ankara ilinde Sağlık Bakanlığına bağlı üç Ağız Diş Sağlığı Merkezi ve bunlarla anlaşmalı olarak çalışan özel kuruluşların diş protez laboratuvarlarında çalışmakta olan 120 diş teknisyeni ile yapıldı. Diş teknisyenlerinde ‘’Toraks Derneği Çevresel ve Mesleki Akciğer Hastalıkları Değerlendirme Formu’’ dolduruldu, akciğer grafisi çekildi ve SFT-Difüzyon testleri yapıldı. Aynı tetkikler kontrol grubunda da yapıldı.

Bulgular:

Pnönokonyoz prevalansı tüm grupta %31.4 olarak bulundu. Özel laboratuvar teknisyenlerinde %50.9, resmilerde %11.9 olan prevelen özel çalışanlarda anlamlı olarak yüksek çık�. Pnömokonyoz gelişiminde riski ar�ran faktörlere bakıldığında ise; maruziyet yılının artması, 20 yıl ve üzeri maruziyet, küçük yaşta işe başlama, genel ve kişisek koruyucu önlem kullanılmaması ista�s�ksel olarak anlamlı bulundu.Sigaranın ise pnömokonyoz gelişme riskini ista�s�ksel anlamlı olarak ar�rmadığı saptandı. Diş teknisyenlerinde hem maruziyet hemde pnömokonyoz gelişiminin öksürük, balgam, dispne, hırıl�lı solunumu içeren solunumsal septomlarda ista�s�ksel anlamlı ar�şa neden olduğu gösterildi. Pnömokonyoz gelişiminin FVC(%), FEV1(%), FEF25-75’te ista�s�ksel anlamlı olarak düşüşe neden olduğu ancak FEV1/FVC(%)’ yi anlamlı etkilemediği bulundu. Pnömokonyoz gelişmeksizin yalnızca maruziye�n ise FVC(%)’de ista�s�ksel olarak anlamlı düşüşe neden olduğu saptanırken, bu sonuç erken evrede oluşmaya başlayan akciğer fibrozisi ile açıklandı.

Sonuç:

Tüm bu sonuçlar bize diş teknisyenlerinin pnömokonyoz açısından riskli bir meslek grubu olduğunu göstermektedir.

TP005

BRONŞİAL ANTRAKOZ VE ANTRAKOFİBROZ OLGULARININ DEMOGRAFİK, KLİNİK, RADYOLOJİK VE BRONKOSKOPİK ÖZELLİKLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

BENAN ÇAĞLAYAN , ALİ FİDAN , COŞKUN DOĞAN , SEVDA ŞENER CÖMERT , BANU SALEPÇİ , NESRİN KIRAL , DR.LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Bu çalışmada bronşial antrakoz saptanan hastaların demografik özelliklerini, klinik bulgularını, radyolojik ve bronkoskopik görünümlerini değerlendirmeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya kliniğimiz bronkoskopi ünitesinde 2006-2008 yılları arasında yapılan 1541 bronkoskopi olgusundan antrakoz saptanan 104 olgu alındı. Olguların ikamet yerleri, meslekleri, ısınmak için ve mu�akta kullandıkları yakıt, başvuru şikayetleri, akciğer grafisi ve toraks bilgisayarlı tomografi (BT) bulguları, bronkoskopik görüntüsü ve bronkoskopi sonucu elde edilen antrakoza eşlik eden tanılar değerlendirildi.

Bulgular:

Çalışmaya yaş ortalamaları 61.35±13.34 olan 49(%47.1) kadın, 55(%52.9) toplam 104 olgu alındı. En sık başvuru şikayetleri 74(%71.2) olguda öksürük, 60(%57.7) olguda dispne ve 51(%49.0) olguda balgam çıkartma idi. Hastaların 48(%46.1)’inde sigara anamnezi mevcu�u. Hastaların 31(%38.3)’inde mesleksel olarak mineral toz veya biomass maruziye� izlenirken, 37(%45.7) olgunun ev hanımı olduğu görüldü. Ayrıca olguların tümünde evde ısınmak için veya mu�akta kullanılan yakıt nedeniyle biomass maruziye� mevcu�u. Olguların ikamet e kleri şehirlerde Kastamonu (%22.2) ilk sırada yer alıyordu. En sık görülen akciğer grafisi bulguları konsolidasyon (%51.9) ve fibrozis (%18.3) iken, toraks BT bulguları arasında da ilk iki sırada konsolidasyon (%38.5) ve fibrozis (%36.5) saptandı. En sık izlenen bronkoskopik görüntüler ise bilateral antrakoz (%67.3), stenoz (%40.4) ve torsiyon (%23.1) idi. Bronşial antrakoz görülen olguların 11(%10.6)’ne bronkoskopik yöntemlerle malignite, 7(%6.7)’sine ise tüberküloz tanısı konuldu.

Sonuç:

Biomass maruziye�nin yaygın olduğu ülkemizde bronşial antrakoz ve antrakofibrozise ilişkin epidemiyolojik verilerin ortaya konulması için çalışmalara ih�yaç vardır.

Page 11: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

10

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

TP006

TOZA MARUZ KALAN İŞÇİLERDE UYGULANAN RADYOGRAFİK TEKNİK STANDARTLARA UYGUN MU?

NACİYE KARATAŞ 1, ALP ALPER ŞAFAK 2, PERİ ARBAK 1, ÖNER BALBAY 1

1 DÜZCE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 DÜZCE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, RADYOLOJİ ANABİLİM DALI

Amaç:

Özellikle pnömokonyoz olgularında uygulanan film taramalarında film kalitesinin hastalığın kategorizasyonunda önemli ve ciddi bir etkisinin bulunduğu anlaşılmış�r. Bundan dolayı film kalitesinin düzel�lmesi, bu yapılamıyorsa uygun olamayan filmlerin yorumlanmaması önerilmiş�r. Bu da yapılamıyorsa yorumcunun deneyimli olmasının bu dezavantajı azaltacağı belir�lmiş�r. Çalışmamızın amacı bir �ndık fabrikasında işçilere uygulanmış film çekimini film kalitesi açısından değerlendirmek�r.

Gereç ve Yöntem:

Yıllık radyografi izlemi yapılan tümü kadın, 52 �ndık fabrikası çalışanının radyografileri bir göğüs hastalıkları uzmanı, bir radyoloji uzmanı tara�ndan birlikte değerlendirildi. Radyografiler; filmin dozu, inspiryum-ekspiryum filmi olup olmadığı, pozisyonu, diafragmaların izlenip izlenmediği, iki taraflı kostodiafragma�k sinüslerin gözlenip gözlenmediği, skapulaların ekarte edilip edilmediği açısından değerlendirildi.

Bulgular:

Grafilerin dozu olguların %46.2’sinde sert, %34.6’sında yumuşak iken ancak %19.2’sinde normaldi. Olguların %32.7’sinde ekspiryum grafisi çekilmiş�. Olguların %57.7’sinde sol ön oblik pozisyon vardı ve %30.8 normal pozisyonlu idi. Olguların %11.5’unda diafragmalar görüş alanına girmemiş�. Olguların %11.5’unda iki taraflı kostodiafragma�k sinüsler görüş alanına girmemiş�. Olguların ancak %11.5’unda skapulalar ekarte edilmiş�.

Sonuç:

Sonuçta meslek hastalıkları tanısında önemli yeri bulunan radyografi taramalarında çalışan radyoloji teknisyeni ve hekimlerinin filmlerin tekniği, pozisyonu, inspiryum filmi çekilmesi gerekliliği, tüm göğüs kafesi yapılarının (diafragma ve kostodiafragma�k sinüsler dahil) görüntülenmesi gerekliliği konusunda hizmet içi eği�mden geçmeleri gerek�ği vurgulandı.

TP007

GÜNEYDOĞU ANADOLU’DA BİR KÖYDE ÇEVRESEL ASBEST MARUZİYETİNE BAĞLI PLEVRAL PLAK VE DİFFÜZ PLEVRAL KALINLAŞMA

GÜNGÖR ATEŞ , TEKİN YILDIZ , LEVENT AKYILDIZ , A.FÜSUN TOPÇU , BAYKAL ERTÜRK DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAK. GÖĞÜS HASTALIKLARI AD

Amaç:

Mineral liflerine çevresel maruziyete bağlı olarak pek çok benign ve malign plevral hastalık gelişmektedir. Asbestle ilişkili plevral hastalıkların en sık görülen formu olan plevral plaklar kalsifiye olduklarında kolaylıkla görülebilmektedirler.Asbest temasının kesilmesinden üç dekat sonra kalsifiye plevral plak (KPP) ve diffüz plevral kalınlaşma (DPK) prevalansındaki muhtemel değişiklikleri saptamak.

Gereç ve Yöntem:

Çevresel asbest maruziye�nin olduğu bilinen bir köyde 274 kişinin göğüs röntgenogramı taranarak kesitsel prevalans çalışması yapıldı.

Bulgular:

Köylülerin %29,9’unda KPP, %4,7’sinde DPK ve %0,7’sinde asbestozis saptandı. Yaş, KPP ve DPK için en önemli değişken olarak saptandı. KPP’lı en genç köylü 33 yaşındaydı ve KPP prevalansı yaşla beraber artmaktaydı.

Sonuç:

Asbest temasının kesilmiş olması nedeniyle KPP mevcudiye� ileri yaşlara doğru kaymaktadır. Bulgularımız bölgemizde çevresel asbest maruziye�ne bağlı hastalıkların önümüzdeki dekatlarda azalacağını düşündürmüştür.

Page 12: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

11

TP008

ISPARTALI 44-61 YAŞ GRUBU KADINLARDA ELDE HALI YAPIMI VE AKCİĞER FONKSİYONLARI İLE İLİŞKİSİ

NECLA SONGÜR 1, ZEYNEP DİLEK AYDIN 2, ÖNDER ÖZTÜRK 1, ÜNAL ŞAHİN 1, ULUGHBİK KHAYRİ 1, AHMET AKKAYA 1 1 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, ISPARTA, TÜRKİYE 2 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GERİATRİ BD, ISPARTA,TÜRKİYE

Amaç:

Bu çalışma, 44-61yaş grubundaki Türk kadınlarında el ile halı dokumanın akciğer fonksiyonlarına etkisini değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Çalışma, kadınların el yapımı halı sanayisinde yoğun olarak çalış�ğı Isparta ilinde gerçekleşmiş�r.

Gereç ve Yöntem:

44-61yaş arası 1106 kadın çalışmaya ka�ldı. Halı dokuma öyküsü, sigara, eği�m, sosyoekonomik durum, ailede as�m sorgulandı. Antropometrik ve spirometrik ölçümler yapıldı. FEV1 ve FVC’nin sayılan faktörlerle ilişkisi univariate ve mul�variate regresyon analizleriyle (UVA, MVA) değerlendirildi. Adımsal model seçim algoritmasında p <0.15 olan faktörler MVA’e ka�ldı.

Bulgular:

1070 kadın gönüllünün solunum fonksiyon parametreleri teknik olarak yeterliydi ve yaş ortalaması 51,1±3.9, FEV1(lt) ve FVC(lt) ortalamaları 2.27±0.44 ve 2.75±0.55 idi. Kadınların n=707’si (% 66) halı dokumuştu. FEV1ve FVC değerleri menopozda olan kadınlarda anlamlı olarak düşüktü (p<0.05). Halı dokumak, hem UVA hem de MVA de, gerek kategorik bir değişken olarak gerekse sürekli bir değişken olarak FEV1 ve FVC ile nega�f ilişkiliydi . Analiz yalnızca sigara içmeyen kadınlar ile sınırlandırıldığında da halı dokumuş olmak ve halı dokunan yıllar önemini korudu. Yaş, boy,VKİ ve ailede as�m öyküsü UVA ve MVA’lerde FEV1 ve FVC için önemli belirleyiciler idi. Sigara, aylık gelir, eği�m, ailede KOAH öyküsü, DM ve HT, menopoz, doğum, gebelik ve emzirmek UVA’de hem FEV1 ve hem de FVC için önemli belirleyiciler iken MVA’de önemlerini kaybe .

Sonuç:

El halı yapımı ile uğraşmış olmak ve halı yapımında çalışılan yıllar hem FEV1 hem de FVC’nin daha düşük değerleri ile ilişkili bulunmuştur. Elyapımı halı sektöründe yün tozlarına maruziyet, kadınlarda belirgin azalmış akciğer fonksiyonlarını izah edebilir.

TP009

THE IMPACT ON PULMONARY HEALTH OF OIL FUMES AND GASES

AFRİM TABAKU 1, SİLVANA BALA 2, ELİZANA PETRELA 1

1 PUBLİC HEALTH INSTİTUTE, TİRANA-ALBANİA

2 UNİVERSİTY HOSPİTAL FOR LUNG DİSEASE, TİRANA-ALBANİA

Aim:

Exposure of popula�ons living near oil fields to oil fumes and gases leads to effects on nervous and respiratory systems, as well as cancers of mul�ple sites, including and pulmonary cancer. The aim of this survey was to assess the link between exposure to oil fumes and gases of inhabitants living near oil fields and possibility for developing chronic pulmonary diseases.

Method:

A cross - sec�onal survey was carried out in 220 inhabitants living near oil fields and in 210 inhabitants living faraway from oil field. The survey was based on a retrospec�ve study on pulmonary cancer cases during past 10 years and on pulmonary func�on measurements. Also, we have used a standardized ques�onnaire for collec�ng data on smoking habit, socioeconomic status, past history of pulmonary disease, current respiratory symptoms, and demographic ones. Sta�s�cal processing of the results was carried out by using SPSS 14 package.

Results:

The results of this survey had shown that there is an elevated risk for developing pulmonary cancer in popula�on living near these areas, OR 4.10 (95% CI 1.19 – 16.83). Our data showed a strong rela�onship between exposure and possibility to develop restric�ve disease, OR 5.27 (95% CI 2.43-9.62), mixed (restric�ve and obstruc�ve) disease OR 6.75 (95% CI 1.75-27.92) and asthma OR 2.38 (95% CI 1.13 – 5.27), whereas a weak rela�onship had resulted for COPD OR 0.84 (95% CI 0.29- 2.44)

Conclusion:

The results of this survey have shown that there is a high risk for developing pulmonary cancer, and a good rela�onship between exposure to oil fumes and gases and possibility for developing restric�ve, asthma and mixed pulmonary disease.

Page 13: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

12

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

TP010

KADINLARDA ÖNEMLİ BİR SAĞLIK SORUNU OLARAK BİYOMAS KULLANIMI

AYLİN ÖNGEL , NADİ BAKIRCI , MAHŞUK TAYLAN , LEYLA BOSTAN , ŞULE KIZILTAŞ , YELDA BAŞBUĞ , HALUK C. ÇALIŞIR SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Ülkemizde biyomas maruziye� ile ortaya çıkan akciğer hastalıkları, özellikle kadınlarda önemini korumaktadır. Bu çalışma akciğer hastalığı ile başvuran kadın hastalarda biyomas maruziye�nin boyutunu araş�rmak amacıyla yapılmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Hastanemizde Eylül 2008- Ocak 2009 tarihleri arasında hastanemizde KOAH, as�m, bronşektazi, tüberküloz, inters�syel akciğer hastalıkları tanı ve tedavisi almış, hastalarda ısınma yada yemek pişirmek için biyomas kullanımı (tezek, odun, odun kömür, kuru bitkiler) açısından sorgulandı.

Bulgular:

Sorgulanan 68 kadın hastanın yaş ortalaması 54,18±18,55 idi. Tanıları 14 (%20.6) KOAH, 11’i (%16.2)’si akciğer Ca, 7’si (%10.3) As�m, 7’si (%10.3) bronşektazi, 21’i (%30.9)’u Tüberküloz, 8’i (%11.8) İnters�syel Akciğer Hastalığı idi. 42’sinde (%62.7)’si ek hastalık eşlik etmekteydi. Hastaların 59’u (%86.76)’sı ev hanımıydı. Biyomas kullanımı açısından sorgulandığında hastaların 61’inde (%89.7)’inde odun, 17’sinde (%25) odun kömürü, 17’sinde (%25) tezek, 10’unda (%14.7) kuru bitki kullanımı mevcu�u. Hastaların 5’i (%7.4) şu an sigara kullanmakta, 14’ünde (%20.6) daha öncesinden sigara öyküsü bulunmaktaydı.

Sonuç:

Hastanemizin hizmet e ği hasta popülasyonunda kadın hastalar arasında biyomass maruziye�nin halen önemli bir sorun olduğu gözlemlendi.

TP011

PERİYODİK SAĞLIK MUAYENELERİNDE ÇEKİLEN POSTERO ANTERİOR AKCİĞER GRAFİLERİNİN RADYOLOJİK DEĞERLENDİRME SONUÇLARI

H.VOLKAN KARA , KADİR AĞLADIOĞLU , BÜLENT KOÇER , HALDUN ŞEVKETBEYOĞLU , G.KAAN ATAÇ , SERHAT OĞUZ , VAN ASKER HASTANESİ-VAN

Amaç:

Danışmanlık, fizik muayene, aşılama, laboratuar tetkikleri kullanılarak sağlıklı gözüken insanların belli aralıklarla değerlendirilmelerine “Periyodik Sağlık Muayenesi” denir. Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev alan personel 2-3 yıllık aralıklarla periyodik sağlık muayenesinden geçirilirler. Solunum sistemi değerlendirmesi, fizik muayene ve Postero-Anterior (PA) akciğer grafisi ile yapılmaktadır.

Gereç ve Yöntem:

Şubat – Aralık 2008 tarihleri arasında hastanemizde periyodik sağlık muayenesinden geçirilen personele ait 844 Dijital P-A akciğer grafisi retrospek�f olarak değerlendirildi. Elliyedi personelin grafisi patolojik olarak yorumlandı, ancak bunların 7 sinde geçirilmiş girişimlere sekonder değişiklikler bulunduğundan çalışma dışı bırakıldı.

Bulgular:

Vakaların yaş ortalaması 31.9 (20-48 ) idi . Elli (%5.9) personelin grafileri patolojik idi .Bu vakaların yaş ortalaması 35.2 (22-48 ) idi . 15 kişide semptom ya da fizik muayenede patoloji tespit edildi. patolojik grafilerin dağılımda; 24 fibro�k değişiklik, 10 nodüler dansite ar�şı, 9 Aort topuzu belirginleşmesi, 2 kostodiyafragma�k sinus küntleşmesi, 1 fibro�k değişiklik ve nodüler dansite ar�şı , 1 havalanma ar�şı, 1 bronkovaskuler belirginleşme , 1 myosi�s ossifikans ve 1 skolyoz tespit edildi. İleri tetkik önerilen vakaların hiçbirinde medikal tedavi dışında cerrahi girişim gerekmedi.

Sonuç:

Patolojik grafilere sahip vakaların yaş ortalaması yüksek bulunmuştur. Normal bulgulara sahip vakaların yaş dağılımı ise daha genç�r. Personelin çalışmaya başlamadan önce ayrın�lı bir değerlendirmesinden geçirilmesi, periyodik muayenelerin düzenli yapılması, nedeniyle akciğerde rastlan�sal patolojik bulgu tespit oranı düşüktür. Ru�n çekilen PA akciğer grafileri ilgili yaş grubunda medikal olarak tedavi edilebilen hastalıkların erken teşhisi ve toplum kökenli enfeksiyoz durumların ekarte edilmesi açısından önemlidir.

Page 14: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

13

TP012

MALİGNİTE SAPTANMAYAN EMEKLİ MADENCİLERDE BRONKOALVEOLAR LAVAJ SIVISI LENFOSİT SUBPOPULASYONLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

MELTEM TOR 1, HAKAN TANRIVERDİ 1, AYŞEGÜL TOMRUK 1, FİGEN ATALAY 1, MEHMET ARASLI 2, İSHAK OZEL TEKİN 2, 1 ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD ZONGULDAK 2 ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ IMMUNOLOJİ AD ZONGULDAK

Amaç:

Bronkoalveolar lavaj sıvısındaki (BALS) lenfositlerin immunfeno�plemesi inters�syel akciğer hastalıklarının ayırıcı tanısında önemlidir. Kömür tozu maruziye� de radyolojik inters�syel değişiklikler yapabilir. Literatürde madencilerde BALS flow sitometrik (FCM) analiz sonuçları ile ilgili yeterli çalışma bulunmamaktadır. Çalışmamızda kömür tozu maruziye� olan madencilerde BALS lenfosit subpopulasyonunu değerlendirmeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Ocak 2007-Aralık 2008 tarihleri arasında BAL yapılan madenci olgular retrospek�f değerlendirildi. Malign olgular çalışma dışı bırakıldı. Çalışmaya alınan 14 olguda BALS etkin bir şekilde elde edilmiş ve BALS FCM analizi Immunoloji laboratuarımızda yapılmış�. Elde edilen parametrelerin ista�s�ksel değerlendirmesi SPSS 11.0 kullanılarak yapıldı.

Bulgular:

Ortalama yer al� çalışma süresi 19.21+/-4.94 yıl olan emekli 14 madenci çalışmaya alındı. Olguların yaş ortalaması 63.43+/-10.89 (39-78) idi. 12 (%85) olgu sigara içiyor veya bırakmış� (ortalama kullanım 26.93+/-12.36 paketyıl). YRBT’de 11 olguda (%78) re�kulonoduler infiltratlar , 2 olguda (%14) balpeteği görünümü, 1 (%7) olguda ise progressif masif fibrozis mevcut idi. FCM analizine göre ortalama lenfosit ve granulosit yüzdesi sırası ile % 4.70+/-8.70 ve 26.17+/-12.36 idi. .Ortalama CD4/CD8: 2.06+/-2.50 bulundu. Subpopulasyon analizinde ise CD3: 58.68+/- 24.85, CD4: 33.13+/-16.58, CD8: 27.90+/-16.61, CD19: 0.42+/-0.97, CD 16-56: 8.24+/-8.09, CD3-16-56: 8.46+/-7.50, TCR gamma delta. 4.06+/-3.52 olarak bulundu. Sigara içimi (pkyıl) ile CD4/CD8 araında anlamlı nega�f korelasyon saptanırken (k: -0.674, p: 0.008), yer al� çalışma süresi (maruziyet) ile FCM parametreleri arasında korelasyon saptanmadı. Maruziyet beklendiği şekilde radyolojik ağırlık ile (k:0.601, p:0.03), radyolojik ağırlık ise BALS lenfosit yüzdesi ile pozi�f bir korelasyon gösteriyordu ( k: 0.795, p:0.018).

Sonuç:

Sigaranın BALS CD4/CD8 üzerine olan etkisi kömür tozu maruziye�nden daha fazla bulunmuştur. BALS lenfosit subpopulasyon analizi özellikle radyolojik olarak inters�syel patern değiişiklikleri gösteren emekli madencilerde ayırıcı tanıda yararlı olabilir.

TP013

FINDIK FABRİKASI ÇALIŞANLARINDA BİR YIL ARAYLA VARDİYA ÖNCESİ VE SONRASI ZORLU EKSPİRATUAR AKIM HIZLARININ KARŞILAŞTIRILMASI

NACİYE KARATAŞ , PERİ ARBAK , ÖNER BALBAY , SONGÜL UYGUN , ALİ NİHAT ANNAKKAYA

DÜZCE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Fındık işlemeciliği alanında çalışanlarda solunum sisteminin kısa ve uzun dönemde nasıl etkilendiği yeterli düzeyde araş�rılmamış�r.

Gereç ve Yöntem:

Seksen sekiz �ndık fabrikası çalışanı (79 kadın, 9 erkek) ilk kez 2007 yılında vardiya öncesi ve sonrası zorlu ekspiratuar akım hızları ölçülerek izlenmeye başlanmış�r. Olguların solunum sistemi yakınmaları, sigara ve as�m/alerji öyküleri de sorgulanmış�r. Bir yıl sonra, çalışmaya geçici işçi olarak tekrar başladıklarında vardiya öncesi ve sonrası solunum fonksiyonu ölçümleri tekrarlanmış�r.

Bulgular:

Olguların yaş ortalaması 37.1 ± 12.0 (15-58) idi. Olguların 7’sinde öksürük (%8), 9’unda balgam (%10.2), 5’inde nefessizlik (%5.7), 3’ünde göğüste baskı hissi (%3.4) vardı. Olguların 16’sı sigara kullanmaktayken (%18.2), 5’i (% 5.7) bırakmış�. Olguların 13’ü (%14.8) farklı etkenlere karşı alerjileri olduğunu belirtmişlerdi. Bir olguda önceden konulmuş as�m tanısı vardı. Olguların bir sene arayla vardiya öncesi ve sonrası solunum fonksiyonu ölçümlerine bakıldığında, ikinci yıldaki zorlu vital kapasite (vardiya öncesi: 2876 ml’ye 2689 ml, p=0.000, vardiya sonrası: 2882 ml’ye 2667 ml, p= 0.000), birinci saniyedeki zorlu ekspiratuar volüm (vardiya öncesi: 2620 ml’ye 2336 ml, p= 0.001, vardiya sonrası: 2590 ml’ye 2339 ml, p= 0.001), birinci saniyedeki zorlu ekspiratuar volümün zorlu vital kapasiteye oranı (vardiya öncesi: %91’e % 87, p= 0.000, vardiya sonrası: %89’a % 87, p= 0.031), maksimal midekspiratuar akım hızı (vardiya öncesi: 3290 ml’ye 2775 ml, p= 0.000, vardiya sonrası: 3211ml’ye 2843 ml, p= 0.000) değerlerinin ilk yıldakinden anlamlı olarak yüksek olduğu gözlendi. Olguların ikinci yıl testleri uzun bir dinlenme döneminden sonra yapılmış�.

Page 15: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

14

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Sonuç:

Fındık kabuğu tozlarının tüm zorlu ekspiratuar akım hızlarında anlamlı düşmeye yol aç�ğı gözlenmiş�r. Ancak FEV1/FVC oranı göreceli olarak normal kaldığı için �ndık tozunun restrik�f bozukluğa yol açabildiği ileri sürülebilir.

TP014

PNÖMOKONYOZLU HASTALARDA MALİGN HASTALIĞI TAKLİT EDEN 18F-FDG PET/BT BULGULARI (4 OLGU NEDENİYLE)

AHMET SELİM YURDAKUL , AYHAN VAROL , SERPİL YENİ AKTEN , CAN ÖZTÜRK , GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD ANKARA, TÜRKİYE

Amaç:

Dünyada ve ülkemizde mesleki ve çevresel akciğer hastalıkları halen önemli bir halk sağlığı sorunu olmaya devam etmektedir. Özellikle silika ve asbest gibi mineral tozlarla çevresel ve mesleki maruziye�n akciğer inflamasyonu, fibrozis ve/veya akciğer kanseri insidansında ar�şa neden olduğu bilinmektedir. Kömür madenciliğinde de bilinen KOAH ve pnömokonyoz riskleri yanında özellikle silika ve diğer karsinojenlere maruziyete bağlı olarak potansiyel akciğer kanseri riski de söz konusudur.

Gereç ve Yöntem:

Nefes darlığı, hemop�zi ve kilo kaybı semptomları olan ve dış merkezde çekilen akciğer tomografilerindeki farklı natürde kitle görünümleri nedeniyle kömür işçisi pnömokonyozu ve akciğer kanseri ön tanısı ile tara�mıza yönlendirilen olgular kliniğimize ileri tetkik ve tedavi amacı ile ya�rıldı. Kömür işçisi pnömokonyozu ve akciğer kanseri düşünülen olgulardan tam kan, sedimentasyon, ru�n biyokimya tetkikleri ile birlikte balgam sitolojileri ve PET/BT tetkikleri istendi.

Bulgular:

Olguların PET/BT’lerinde akciğer tomografilerindeki farklı natürdeki kitle görünümlerinde patolojik düzeyde 18F-FDG tutulumları tespit edildi. Malignite ayrımı açısından doku biyopsisi için fiberop�k bronkoskopi (Punch biyopsi, Fırçalama biyopsisi, Transbronşiyal biyopsi ve Transbronşiyal iğne aspirasyon biyopsisi) ve/veya medias�noskopi yapılan olgulardan alınan tüm örnekler benign olarak geldi. Hastaların takiplerinde akciğer tomografilerindeki farklı natürdeki kitle görünümlerinde herhangi bir progresyon izlenmedi.

Sonuç:

Sonuç olarak, PET/BT ‘de yanlış pozi�f durumlar arasında pnömokonyozların da akılda tutulmasının gerek�ğini düşünmekteyiz.

TP015

KOT KUMLAMAYA BAĞLI SİLİKOZİS: 6 OLGU NEDENİYLE

EBRU SULU , LEYLA YAĞCI TUNCER , ÖZKAN DEVRAN , OKTAY TAŞOLAR , ESRA KÖROĞLU , ECE ÖZ , ADNAN YILMAZ , SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Kot taşlamacılığına bağlı silikozis önemli bir sağlık sorunudur. Bu hastalık önlenebilir bir hastalık olmasına rağmen çoğunlukla mortal seyretmektedir. Bu yazıda kot kumlamaya bağlı gelişen 6 silikozis olgusu prospek�f olarak değerlendirilmiş�r.

Gereç ve Yöntem:

6 OLGU PROSPEKTİF OLARAK DEĞERLENDİRİLMİŞTİR

Bulgular:

Olguların tümü erkek olup, yaş ortalaması 29.3 yıl( 21-39 yıl) idi. Ortalama çalışma süresi 6.16 yıl (2.5-12 yıl) olarak bulundu. En sık saptanan yakınma nefes darlığı idi. Bilateral yaygın nodüler ve inters�syel patern en sık görülen radyolojik bulgular olup, bir olguda bilateral spontan pnömotoraks saptandı. Solunum fonksiyon tes�nde tüm olgularda restrik�f patern bulundu. Silikozis tanısı bir olguda transbronşial biyopsi ile diğer olgularda anamnez ve klinik bulgularla elde edildi. Bir olgu tanıyı takiben 8. ayda kaybedilirken, diğer olgular halen yaşamaktadır ( ortalama 11 ay)

Sonuç:

Kot kumlamacılığına bağlı silikozis genç yaştaki bireyleri etkileyen bir hastalık olup, önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir

Page 16: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

15

MS006

PULMONER EMBOLİDE SAĞ VENTRİKÜL DİSFONKSİYONU İLE PRO-BNP, C-REAKTİF PROTEİN ARASINDAKİ İLİŞKİSİ

YASİN ABUL , SAİT KARAKURT , ŞEHNAZ TANDOĞDU OLGUN , EMEL ERYÜKSEL , TURGAY ÇELİKEL , MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D.

Amaç:

Literatürdeki yeni çalışmalarda inflamasyon ile arteriyal aterotromboz arasindaki ilişki gösterilmiş�r. CRP’deki yükselmelerin myokard infarktüsü ve inme(stroke)’deki predik�f değeri gösterilmiş�r.Çalışmalarda 10 mg/dl (üst sınır)cutoff olarak öne çıkmaktadır. Aynı şekilde pnömoni hastalarında da CRP ile prognoz arasında 100 mg/dl değeri ve üzerinde ilişki saptanmış�r. İnflamasyonun VTE’de rol oynayabileceğini gösteren çalışmalar vardır.İnflamasyonun pulmoner embolideki patogenez ve prognozdaki rolü tam olarak bilinmemektedir. Çalışmamızda inflamatuar belirteçlerden olan C-reak�f protein, hasarlı kalp kasından salgılanan pro-BNP ile PE ‘de prognos�k önemi olan sağ ventrikül disfonksiyonu(SVD) arasındaki ilişki araş�rdık.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya akut PE kliniği ile başvuran 56 hasta alındı. CRP ve pro-BNP’yi etkileyen ak�f hastalıklar çıkarıldıktan sonra kalan 47 hasta değerlendirildi. Hastalar CRP değerlerine göre 10 mg/L ve 100 mg/L üst sınır(cutoff) olarak 3 gruba ayrıldı.Yine sol kalp yetmezliği olmayan 46 hasta pro-BNP üst sınır 500 pg/ml ve 1000 pg/dl olarak gruplara ayrıldı.

Bulgular:

Sağ ventrikül disfonksiyonu ile CRP ve pro-BNP arasında ista�ksel olarak anlamlı ilişki bulundu (p=0,045; p=0,006).

Sonuç:

Sonuç olarak, akut pulmoner emboli hastalarında inflamasyon ile sağ ventrikül disfonksiyonu ve pro BNP düzeyi arasında pozi�f ilişki vardır. İnflamatuar belirteçlerin PE’deki rolünün açıklanması gelecekteki tedavi yaklaşımlarında belirleyici olabilir.

MS007

PULMONER TROMBOEMBOLİ TANISINDA GECİKME VE D-DİMER İLİŞKİSİ

SAVAŞ ÖZSU 1, YILMAZ BÜLBÜL 1, FUNDA ÖZTUNA 1, POLAT KOŞUCU 2, TEVFİK ÖZLÜ 1 1 KTÜ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 KTÜ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ AD

Amaç:

Pulmoner tromboemboli (PTE)’de erken tanının mortaliteyi azalğı bilinmesine rağmen birçok olguda tanının bir haadan daha sonra konulduğu bildirilmektedir. Hangi hastalarda tanının gecik�ği konusunda yeterli veri bulunmamaktadır. Bu çalışmada, başvuru sırasında ölçülen serum D-dimer düzeyi ile başvurudan tanıya kadar olan süre arasındaki ilişkinin araş�rılması planlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Hastanemizde Haziran 2001-Aralık 2008 tarihleri arasında tanı alan 305 PTE olgusu retrospek�f olarak incelendi. Olguların %92’inde tanı spiral BT ile %5.9’unda perfüzyon sin�grafisiyle ve %2’sinde ise klinik ile konuldu. Hastaların şikâyetlerinin başlangıcından tanıya kadar geçen süreler hesaplandı ve tanı anında ölçülen D-dimer düzeyleri kaydedildi. D-dimer düzeyi ELISA yöntemiyle çalışıldı ve normal değer ≤500 ng/ml olarak alındı.

Bulgular:

Olguların 174’ü kadın ve 131’i erkek olup, yaş ortalamaları 62,9±16 bulundu. D-dimer %3 hastada normal sınırlarda saptandı. D-dimer düzeyine göre olgular 2 gruba ayrıldı. D-dimer değeri ≤4000 ng/ml olan grup-I’de 148 hasta, D-dimer değeri 4000 ng/ml üzerinde olan grup-II’de ise 157 hasta mevcu�u. Tüm hastaların ortalama tanı süresi 6,8±8.7 gün olarak bulundu. Bu süre grup-I’de 7,8±9.3.gün, grup-II’de ise 5,9±8.0. gün bulundu (p=0,012). Nefes darlığı ve/veya bayılma semptomu, grup-II’de anlamlı olarak daha fazlaydı (sıra ile p=0,021, p=0,022). Diğer yandan grup-I’de olguların %9.4’ü, grup-II’deki olguların ise %17.8’i masif emboli olarak değerlendirildi (p=0,034). Mortalite yönünden gruplar arasında ista�s�ksel olarak anlamlı fark bulunmadı (Grup I’de 11, grup –II’de 18 hasta).

Sonuç:

Çalışmamız D-dimer seviyesi yüksek hastalarda masif PTE, nefes darlığı ve/veya bayılma şikâyetlerinin daha sık görüldüğünü ve bu hastaların daha erken tanı aldığını ortaya koymuştur. Dolayısıyla D-dimer düzeyi yüksekliği ile masif PTE arasında ilişkili olmasına karşın, D-dimer düzeyi yüksek olgularda mortalitenin artmaması erken tanının önemini göstermektedir.

Page 17: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

16

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

MS008

PULMONER TROMBOEMBOLİZMDE PERFÜZYON SİNTİGRAFİSİ İZLEMİ

GÜLFER OKUMUŞ 1, CÜNEYT TÜRKMEN 2, ESEN KIYAN 1, MÜGE TAMAM 2, IŞIK ADALET 2, LEVENT TABAK 1, HALİM İŞSEVER 3, ORHAN ARSEVEN 1 1 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ, NÜKLEER TIP ANABİLİM DALI 3 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ, HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI

Amaç:

Akut pulmoner tromboembolizm (PTE) tanısı konan olguların takibinde akciğerlerdeki perfüzyon değişimini ve bu değişimi etkileyen faktörleri araş�rmak

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya Ocak 2003’ten i�baren klinik ve sin�grafik olarak yüksek olasılıkla PTE tanısı konan 41 olgu (19Kadın,22Erkek) alındı. Olgulara tedavi başlandıktan 10, 90, 180. gün ve bir yıl sonra yeniden perfüzyon sin�grafisi yapılarak perfüzyon defektleri kaydedildi. Perfüzyondaki değişimler; demografik özellikler, ek risk faktörleri, uygulanan tedaviler ve nüks açısından karşılaş�rıldı. Olgular sekonder profilaksi tamamlandıktan sonra beş yıl boyunca klinik olarak izlendi. İsta�s�ksel analiz için Mann-Whitney U, Wilcoxon ve Pearson ki-kare ve testleri kullanıldı.

Bulgular:

Ortalama yaşları 57±14 yıl olan olguların 10’unda PTE’ye ek olarak derin venöz trombüs saptanırken 13’üne masif-submasif emboli nedeniyle tromboli�k tedavi uygulandı. Kontrol sin�grafilerinin tümünde bazal değerlere göre anlamlı düzelme saptandı (p<0.0001). Onuncu günde 13 (%32.5) olguda tam olmak üzere 31(%75) olguda belirgin düzelme gözlendi. Üçüncü ayın sonunda olguların %53.7’sinde, 6. ayın sonunda %71.4’ünde tama yakın düzelme saptandı. Birinci yılın sonunda yeni bir atak olmamasına rağmen %10 olguda perfüzyon defektleri aynı şekilde devam e . Perfüzyondaki değişimi etkileyen faktörler incelendiğinde yalnızca tromboli�k tedavi uygulanan olgularda 10. günde perfüzyonda tam düzelme anlamlı olarak yüksek bulundu (p=0.04). İzlemde perfüzyon defektleri devam eden iki olguda pulmoner hipertansiyon gelişirken, perfüzyon defektleri tamamen düzelen dört olguda da nüks görüldü. Beş olgu al�a yatan maligniteleri, iki olgu da pulmoner hipertansiyon nedeniyle takiplerinin 1-3. yıllarında kaybedildiler.

Sonuç:

Akut PTE’li olguların büyük bir kısmında ilk 10 günde perfüzyonda belirgin düzelme saptanırken, tromboli�k tedavi uygulanan olgularda erken dönemdeki perfüzyon düzelmesi anlamlı olarak yüksek bulundu.

MS009

PULMONER EMBOLİ SAPTANAN HASTALARDA KARDİYAK TROPONİN I YÜKSEKLİĞİ

GONCA ÖZYOL , ÖMER TAMER DOĞAN , SEFA LEVENT ÖZŞAHİN , SEMA NUR ÇALIŞKAN , İBRAHİM AKKURT CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D.

Amaç:

Biz bu çalışmada, PE hastalarında, cTnI yüksekliğini ve bu yüksekliğin diğer labaratuvar bulguları ile olan ilişkisini incelemeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmamızda PE tanısı kesinleşen 63 hasta ve PE tanısı dışlanan 43 hastadan oluşan toplam 106 hasta alındı. Tüm hastalarda an�koagulan tedavi başlamadan önce alınan kan örneklerinde cTnI değeri ölçüldü.

Bulgular:

PE saptanan hastaların %50,8’inde ve PE ekarte edilen hastaların %11,6’sında cTnI değeri yüksek bulundu (p<0,001). Çalışmamızda tes�n duyarlılığı %50,7, özgüllüğü %88,3, pozi�f predik�f değeri %86,4 ve nega�f predik�f değeri %55,8 olarak bulunmuştur. Masif PE’lide submasif ve nonmasif PE’ye göre cTnI yüksek olan hasta sayısı daha fazla bulundu ancak aradaki farklılık ista�s�ksel olarak anlamlı bulunmadı. PE şüphesi olan ve cTnI yüksek bulunan hastalarda ekokardiyografi (EKO) bulguları ayırt edici bulunmamış�r; PE(+) olup cTnI yüksek olan grupta en sık EKO bulgusu pulmoner hipertansiyon (%74) ve sağ ventrikül dilatasyonu (%70)’dur.

Sonuç:

Sonuç olarak, bu çalışma ile biz PE hastalarında cTnI değerinin yükselebileceğini gösterdik. Açıklanamayan göğüs ağrısı veya dispne ve yükselmiş cTnI seviyesi gösteren hastaların ayırıcı tanıları arasında pulmoner emboli de mutlaka düşünülmelidir.

Page 18: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

17

MS010

ACİL SERVİSTE PULMONER EMBOLİ ŞÜPHESİ OLAN HASTALARDA KLİNİK SKORLAMA YÖNTEMLERİNİN TANISAL ALGORİTME KATKISI

ONUR TURAN 1, AYŞE YEĞİN 1, DENİZ TURGUT 2, ERKAN YILMAZ 2, ATİLA AKKOÇLU 1, TÜRKAN GÜNAY 3 1 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ;GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ;RADYODİAGNOSTİK AD 3 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ;HALK SAĞLIĞI AD

Amaç:

Pulmoner tromboemboli (PTE),pulmoner acillerin başında gelen klinik bir tablodur.Toraks BT anjiyografi, direkt emboliyi görüntüleyebilmesiyle PTE tanısında önemli bir yöntemdir.Radyasyona maruziyet ve kontrast madde yan etkileri nedeniyle,PTE şüphesi olan hastalarda bu yöntemin seçiminde dikkatli olunmalıdır.Bu hasta grubunda tanısal açıdan yönlendirici olabileceği düşünülen klinik skorlama yöntemlerinin toraks BTanjiografiye göre duyarlık,seçicilik,pozi�f predik�f değeri(PPD) ve nega�f predik�f değerinin(PPD) belirlenmesi amaçlandı.

Gereç ve Yöntem:

2007 yılında DEÜTF acil servisine başvurup PTE klinik şüphesiyle toraks BTangiografi çekilen 196 hastanın dosyaları incelendi.Hastalar;ampirik,Wells, Geneva ve Minia� yöntemlerinin klinik skorlamasıyla değerlendirilip,PTE varlığı açısından “düşük,orta veya yüksek olasılıklı”olarak sınıflandırıldı.Ayrıca D-dimer değerlerinin düşüklüğü ile klinik skorlama yöntemlerinin birlikteliği değerlendirildi.

Bulgular:

Hastaların, 107(%54.6) erkek, 89(%45.4) kadın,yaş ortalaması 64.2±17.4 olarak bulundu.Toraks BT angiografi çekilen hastaların 39’una(%19.9) PTE tanısı konuldu.PTE tanısı koyma açısından Toraks BT angiografi ile klinik skorlama yöntemleri karşılaş�rıldığında ampirik,Wells, Geneva ve Minia� yöntemlerinin sırasıyla duyarlığı %94.9,%89.7, %84.6,%92.3;seçiciliği %54.1,%65.6,%53.5,%56.7; PPD %33.9,%39.3,%31.1,%34.6; NPD %97.7,%96.3, %93.3,%96.7 olarak bulundu.Ampirik yöntemde en yüksek duyarlılık,Wells Yöntemi’nde ise en yüksek seçicilik saptandı.D-dimer değeri düşüklüğü ve klinik skorlamada“düşük olasılık” varlığı birlikte alındığında tüm yöntemlerde duyarlık %100 bulundu.

Sonuç:

Klinik skorlama yöntemleri,acil servise başvuran PTE şüphesi olan hastalarda tanısal açısından yönlendiricidir;özellikle ampirik skorlama,hasta seçiminde etkin bir yöntemdir.D-dimer değerinin klinik skorlama ile birlikte değerlendirilmesi,toraks BT angiografi çekiminin gerekli olduğu hasta grubunu tam olarak belirlemektedir.

SS009

VENTİLATÖR İLİŞKİLİ PNÖMONİ KLİNİK VE LABORATUAR ÖZELLİKLERİ YAŞLI HASTALARDA FARKLI MI?

MÜGE AYDOĞDU , GÜL GÜRSEL , SEÇİL TAŞYÜREK GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ

Amaç:

Yoğun bakım ünitesi (YBÜ) morbidite ve mortalitesinin önemli bir nedeni olan ven�latör ilişkili pnömoni (VİP) gelişimi için ileri yaş oldukça önemli bir risk faktörüdür. Yaşlı hastalarda toplum kökenli pnömonilerin özellikleri ile ilgili çok sayıda çalışma olmakla beraber hastane kökenli ve VİP ile ilgili çalışma sayısı oldukça azdır. Biz de bu çalışmamızda VİP’li hastalarda ileri yaşın klinik ve laboratuar bulgularına etkilerini değerlendirmeyi amaçladık

Gereç ve Yöntem:

Gözlemsel kohort çalışması. Mikrobiyolojik ve klinik olarak VİP tanısı konulan toplam 160 hasta çalışmaya dahil edildi. Yetmiş yaşın al�ndaki hastalar Grup I, ≥70 yaşındaki hastalar Grup II olarak sınıflandırıldı. İki grup demografik, klinik ve laboratuar özellikleri açısından karşılaş�rıldı. İsta�s�ksel analizlerde t-test, ki kare tes� ve regresyon analizi kullanıldı.

Bulgular:

Çalışmaya alınan hastalardan 68’i Grup I’de, 92’si Grup II’deydi. Tüm grup değerlendirildiğinde Grup II’de mortalite daha yüksek� (%72 vs %37, p=0.001). Her iki grup arasında mekanik ven�lasyon süresi, YBÜ kalış süresi ve hospitalizasyon süresi açısından anlamlı fark saptanmadı. Laboratuar ve arteriyel kan gazı analizleri, klinik özellikleri, sepsis, sep�k şok gelişimi, uygun an�biyo�k kullanımı açısından da iki grup arasında anlamlı fark saptanmazken, komorbidite (p= 0.009, OR=1.6,%95 CI: 0.920-3.045) ve Acinetobacter enfeksiyonu (p=0.001,OR= 3.4, CI: 1.8-6.2) yaşlı VİP’li hastalarda mortaliteyi ar�ran bağımsız risk faktörleri olarak belirlendi.

Page 19: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

18

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Sonuç:

İki grup arasında uygun an�biyo�k kullanım oranları, YBÜ kalış süreleri, klinik ve laboratuar özellikleri açısından anlamlı fark olmamasına rağmen yaşlı hastalarda VİP’e bağlı mortalitenin yüksek olması bu hasta grubunda daha fazla komorbidite bulunmasına ve çok ilaca dirençli A.baumanii enfeksiyonunun yaşlı hastalarda daha sık görülmesine bağlanabilir.

SS010

(Bu bildiri yazarları tara�ndan geri çekilmiş�r)

SS011

BAĞIŞIKLIĞI BASKILANMIŞ OLGULARDA GELİŞEN PNÖMONİLERDE BRONKOALVEOLER LAVAJ (BAL) İLE MİNİ-BAL YÖNTEMLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI

M.SEZAİ TAŞBAKAN 1, PERVİN K.EKREN 1, ALEV GÜRGÜN 1, HÜSNÜ PULLUKÇU 2, FEZA BACAKOĞLU 1 1 EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS ENFEKSİYON HASTALIKLARI VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ ANABİLİM DALI

Amaç:

Bağışıklığı baskılanmış olguların tedavi ve izlemleri sırasında akciğer enfeksiyonları sık olarak gelişmektedir. Tanısında bronkoalveoler lavaj (BAL) gibi bronkoskopik yöntemler ile mini-BAL gibi non-bronkoskopik yöntemler kullanılmaktadır. Bu çalışmada: pnömoni ve solunum yetmezliği nedeniyle invaziv mekanik ven�lasyon uygulanan bağışıklığı baskılanmış olgularda, mini-BAL ve BAL sonuçlarının, etken mikroorganizma izolasyonu açısından uyumlarının karşılaş�rılması amaçlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Solunumsal yoğun bakım ünitesinde pnömoni tanısıyla izlenen bağışıklığı baskılanmış olgulara eş zamanlı olarak mini-BAL ve BAL uygulanmış ve sonuçlar prospek�f olarak değerlendirilmiş�r. Alınan toplam 38 solunum örneğine bakteriyolojik, mikolojik, mikobakteriyolojik ve parazitolojik inceleme yapılmış�r.

Bulgular:

Çalışmaya alınan 19 olgunun (yaş ortalaması 57.0±15.3, 13’ü erkek) 11’inde (% 57.9) hematolojik malignite mevcu�ur. İncelenen 19 mini-BAL örneğinin 7’sinde (% 36.8) bakteriyel, 9’unda (% 47.4) fungal etken izole edilirken; 19 BAL örneğinin 7’sinde (% 36.8) bakteri, 8’inde (% 42.1) fungus saptanmış�r. Hiçbir solunum örneğinin mikobakteriyolojik ve parazitolojik incelemelerinde etken belirlenememiş�r. Bakteriyolojik

ve mikolojik etken izolasyonu açısından, mini-BAL ve BAL yöntemleri arasında kuvvetli korelasyon (sırasıyla r=0.89 ve r=0.90) bulunmuştur.

Sonuç:

Çalışmamızda mini-BAL ve BAL yöntemleri arasında hem bakteriyolojik hem de mikolojik etken izolasyon açısından kuvvetli korelasyon saptanmış�r. Bronkoskopik yöntemlerin komplikasyonları ve maliye� göz önüne alındığında, mini-BAL yönteminin, pnömonisi ve solunum yetmezliği olan bağışıklığı baskılanmış olgularda BAL yerine kullanılabileceği düşünülmüştür.

SS012

VENTİLATÖR İLİŞKİLİ PNÖMONİ ETKENİNİN TAHMİN EDİLMESİNDE BAŞLANGIÇTA ALINAN SÜRVEYANS KÜLTÜRLERİ İLE SERİ OLARAK ALINAN SÜRVEYANS KÜLTÜRLERİNİN TANI DEĞERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI

GÜL GÜRSEL , MÜGE AYDOĞDU , SEÇİL TAŞYÜREK , TÜRKAN N ÖZİŞ GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ

Amaç:

Ven�latör ilişkili pnömoni (VİP), yoğun bakım ünitelerinde (YBÜ) sık görülen ve mortalitesi oldukça yüksek infeksiyonlardan biri olup erken tanı ve uygun an�biyo�k tedavisi ile mortalitesi azal�labilir. Yapılan bazı çalışmalar sürveyans kültürlerinin hastaların %60’ında yararlı olabileceğini göstermektedir. Bu çalışmanın amacı entübasyon günü alınan başlangıç surveyans (BS) kültürleri ile daha sonra seri olarak alınan sürveyans (SS) kültürlerinin tanı değerini karşılaş�rmak�r.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya en az 4 gün mekanik ven�lasyon tedavisi alan 91 hasta alındı. Tüm hastalardan entübasyon günü ve daha sonra 2 günde bir endotrakeal aspirat kültürleri alındı. Hastalar VİP gelişimi açısından her gün takip edilip, tanı klinik ve mikrobiyolojik olarak konuldu. Hastaların BS ve SS kültürleri VİP etkenini önceden öngörmeleri açısından karşılaş�rıldı. Bunun için gerçek pozi�f (GP), gerçek nega�f (GN), yalancı pozi�f (YP) ve nega�f (YN) değerler hesaplandı.

Bulgular:

91 hastanın hepsi SS sırasında an�biyo�k kullanıyor olup 59 unda VİP geliş�. BS bunlardan %10 (n:6), SS ise %61(n:36) inde VİP etkenini önceden gösterdi (GP). Spesifisite ise BS için %23, SS için %26 olarak saptandı. BS VİP olmayan 32 hastanın 11(%34) inde pozi�f sonuç verirken, SS %25 inde pozi�f sonuç verdi. BS’de üreyen mikroorganizmaların % 23’ü, SS’de üreyen mikroorganizmaların ise %71’i çok ilaca dirençli mikroorganizmalardı.

Page 20: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

19

Sonuç:

Bu çalışmanın sonuçları; VİP için yüksek riskli hastalarda, başlangıç sürveyans kültürlerinden çok, seri olarak alınan sürveyans kültürlerinin VİP etkenini öngörmede daha değerli olduğunu düşündürmüştür. Ayrıca seri sürveyans kültürlerinin VİP’li hastaların %60 ında uygun an�biyo�k tedavisi başlanmasına yardımcı olabileceğini, ancak VİP olmayan hastaların % 28 inde yanlış pozi�f sonuç verebileceğini dolayısıyla gereksiz ve uygun olmayan an�biyo�k kullanımına neden olabileceğini göstermiş�r.

SS013

NON-İNVAZİV MEKANİK VENTİLASYONDA MİĞFER BAŞLIK (HELMET) UYGULAMASI

PAMİR ÇERÇİ , BEGÜM ERGAN ARSAVA , ARZU TOPELİ HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, İÇ HASTALIKLARI YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ, ANKARA

Amaç:

Non-invaziv mekanik ven�lasyon (NİMV) desteği çeşitli maskeler (nazal, standart yüz, tam yüz) ile uygulanabilmektedir ancak maske uyumsuzluğunda (yüze uygunsuzluk, kaçak fazlalığı, kooperasyon eksikliği, vb.) NİMV etkinliği ve başarısı azalmaktadır. Ayrıca, özellikle nazal ve yüz maske kullanımı sırasında bası yaraları sıklıkla olmaktadır. Bu durumlarda miğfer başlık ile NİMV uygulaması alterna�f bir seçenek olabilir.

Gereç ve Yöntem:

Ocak 2007-Aralık 2008 arasında Hace�epe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Yoğun Bakım Ünitesi (YBÜ) ’nde NİMV desteğinde miğfer başlık (4vent helm, Rüsch) uygulaması denenen hastalar değerlendirmeye alındı. Klinik ve laboratuvar verileri ile değerlendirilerek, miğfer başlık ile NİMV uygulamasında ilk 24 saa� tamamlayan hastalar uyumlu olarak kabul edildi.

Bulgular:

Otuzal� hastanın 37 ya�şı değerlendirildi; al� hasta, NİMV çok erken dönemde sonlandırıldığından, analize alınmadı. Hastaların %71’inin (n=22) miğfer başlığa uyum sağladığı görüldü. Bu hastaların %68.2’si erkek (n=15), yaş ortancası (çeyrekler arası aralık-[ÇAA]) 68.0 yıl (53.5-85.0) ve ortanca (ÇAA) APACHE II skoru 22.0 (16.8 – 26.3) olarak saptandı. Akut solunum yetmezliğine yol açan nedenler kardiyojenik pulmoner ödem (%27.3), KOAH (%22.7), bağışıklık baskılanmış durumlar (%18.2), sepsis (%18.2) ve pnömoni (%13.6) idi. Hastaların %9.1’inde (n=2) entübasyon ih�yacı oldu. YBÜ ve hastane ya�ş sürelerinin ortanca (ÇAA) değerleri sırası ile 12.6 (7.4 - 23.0) ve 19.5 (11.8 – 39.0) gün iken, bu hastalarda YBÜ mortalitesi %36.4 (n=8) , hastane mortalitesi %45.5 (n=10) olarak saptandı.

Sonuç:

NİMV uygulanır iken maske ile etkin destek sağlanamadığı durumlarda miğfer başlık güvenli ve etkin alterna�f bir yöntem olarak kullanılabilir.

SS014

SOLUNUM YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDE VENTİLATÖR İLİŞKİLİ PNÖMONİLER

OLGUN KESKİN , LEVENT KART , MURAT ALTUNTAŞ , REMZİ ALTIN , FİGEN ATALAY , MELTEM TOR ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ

Amaç:

Yoğun Bakım Üniteleri hastane kaynaklı infeksiyon için yüksek riske sahip�r. Ven�latör ilişkili pnömoniler ise (VIP) yoğun bakım ünitelerinde infeksiyon kaynaklı mortalitenin en önemli nedenlerinden biridir. Mekanik ven�latördeki hastaların %10-20’sinde VİP gelişmektedir. Amacımız kliniğimizde takip e ğimiz VİP’li hastaları literatür ışığında incelemek�r.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmamızda Ekim 2007 Aralık 2008 tarihleri arasında Solunumsal Yoğun Bakım Ünitemizdeki (SYBÜ ) VİP tanısı almış hastaların demografik bilgileri, tanıları, eşlik eden hastalıkları, etken dağılımı ve an�biyo�k direnç özellikleri retrospek�f olarak inceledik.

Bulgular:

Bu zaman aralığında 257 hasta SYBÜ ne kabul edildi.121 (%47) hasta entübe edildi ve bunların 34’ü (%13) VIP tanısı aldı. VIP li hastaların 28(%82) i erkek, 6 (%18)sı bayandı. Hastaneye ya�şın en yaygın nedenleri KOAH’ a bağlı solunum yetmezliği 26/34(%76), pulmoner emboli 5/34(%14) ve akciğer kanseri 3/34(%10) idi. Trakeal aspirat kültürlerinden izole edilen etkenler, Acinetobacter 21/34 (% 59), Pseudomonas aeruginosa 5/34 (%18) , Esherciha coli 3/34 (%9), Stenotrophomonas 1/34 (%3), Klebsiella pnömonia 1/34 (%3), germ + maya 1/34 (%3) idi. Hastaların 2’sinde (%5) etken izole edilmedi. 23 hastanın (68%) an�biyogramında verilen ampirik an�biyo�k tedavisinde dirençlilik saptandı. Hastaların 8’ inde başlanan tedaviye kültür sonucu alındıktan sonra devam edildi. VIP olgularında mortalite %89 (30/34) bulundu. VIP gelişen hastaların 4’ü (%11) taburcu edildi. Taburcu edilen hastaların SYBÜ nde ortalama kalma süresi 10±2.9 gün idi. Ölen hastaların SYBÜ nde ortalama kalma süresi 25±32.3gün idi.

Sonuç:

VIP li hastalarda mortalite oranı yüksek oranda görülmektedir. Yoğun bakım ünitemizde çoklu ilaç direncine sahip acinetobacter gibi enfeksiyonlar birincil öneme sahip�r.

Page 21: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

20

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

SS015

MEKANİK VENTİLATÖR HASTALARDA MASKE İLE NONİNVAZİV MEKANİK VENTİLASYON UYGULAMASININ EKSTÜBASYON BAŞARISINA KATKISI

GAZİ GÜLBAŞ 1, LEVENT CEM MUTLU 2, ÖZKAN YETKİN 1, SİNAN TÜRKKAN 1, SÜLEYMAN SAVAŞ HACIEVLİYAGİL 1, HAKAN GÜNEN 1 1 İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 NAMIK KEMAL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Solunum yetmezlikli hastaların ekstübasyonunu takiben maske ile noninvaziv mekanik ven�lasyon (NIMV) uygulamasının ekstübasyon başarısına katkısını değerlendirmek.

Gereç ve Yöntem:

Aralık 2007-Mayıs 2008 tarihleri arasında solunum yetmezliği nedeniyle mekanik ven�latöre bağlı 40 hasta değerlendirildi. Takibi esnasında gelişen diğer bölümlere devredilen ve ex olan 19 hasta çalışmadan çıkarıldı. Kalan 21 hasta randomize olarak, ekstübasyonu takiben maske ile NIMV uygulanan (grup 1, n:12) ve uygulanmayan (grup 2, n:9) iki gruba ayrıldı. Her iki grubun demografik verileri, mortalite, reentübasyon oranları, hastaneden ya�ş süreleri, hemogram, biyokimya ve arter kan gazı değerleri karşılaş�rıldı.

Bulgular:

Grupların demografik veriler, biyokimya ve hemogram değerleri arasında farklılık yoktu. Hastaların mortalite oranları grup 1’de (n:4, %33.3), grup 2’den (n:4, %44.4) daha düşük bulundu, ancak fark ista�s�ksel olarak anlamlı değildi. Hastanede ya�ş süreleri, grup 1’de 18.6±6.0 gün, grup 2’de 15.2±9.8 gün, fakat gruplar arasındaki fark anlamlı değildi. Reentübasyon oranı, grup1’de %33.3 (n:4), grup2’de %44.4 (n:4) bulundu. Gruplar arasındaki fark ista�s�ksel olarak anlamlı değildi (p:0.604).

Sonuç:

Solunum yetmezliği nedeniyle mekanik ven�latöre bağlı hastaların ekstübasyonunda NIMV uygulamasının mortalite ve reentübasyon oranlarını düşürmesine rağmen, gruplar arsasındaki fark ista�s�ksel olarak anlamlı değildi. Bu hasta sayısının az olmasına bağlı olabilir.

SS016

YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDE PROBNP DEĞERLERİNİN PROGNOSTİK ÖNEMİ

EMEL ERYÜKSEL 1, ÖNDER ERGÖNÜL 2, BARAN BALCAN 1, SAİT KARAKURT 1, TURGAY ÇELİKEL 1 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI VE YOĞUN BAKIM ANABİLİM DALI 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, ENFEKSİYON HASTALIKLARI VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ ANABİLİM DALI

Amaç:

ProBNP dekompanse kalp yetmezliği ve akut koroner sendromda kullanılan biokimyasal bir belirtgeç�r. İnflamatuar olaylarda da arğı bilinen ProBNP nin yoğun bakım hastalarında prognos�k değerinin belirlenmesi amacıyla yapılan çalışma sayısı sınırlıdır. Bu çalışmanın amacı ProBNP nin yoğun bakım hastalarında prognos�k değerinin belirlenmesidir.

Gereç ve Yöntem:

Yoğun bakıma kabul edilişinin ilk 48 saa�nde proBNP bakılan 115 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar, mortalitelerine göre iki gruba ayrıldı.

Bulgular:

Yoğun bakıma kabulun ilk 48 saa�nde bakılan ortalama ProBNP değerlerinde iki grup arasında anlamlı derecede fark vardı. ( Ortalama ProBNP ex olan hastalar 18914 ng/ ml, taburcu edilen hastalar 6904 ng/ml, p< 001) Yoğun bakım mortalitesine etki eden faktörlerin araş�rılmasında, tekli değişken analizde ProBNP yüksekliği,APACHE II skoru ve invaziv mekanik ven�lasyon kullanımı ile birlikte ista�s�ksel olarak anlamlı etkin bulundu. ( p<0.001) Çoklu değişkenli analizde ise ProBNP yüksekliği mortaliteyi etkilemekle birlikte ista�s�ksel anlamlılığa ulaşamadı ( p=0.07).

Sonuç:

Sonuç olarak, ProBNP yoğun bakım hastalarında artmış mortalite riski ile ilişkili bulunmuştur ve hastaların takibinde prognozun tahmin edilmesinde apache skoru ile birlikte kullanılabilir.

Page 22: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

21

TP016

SARKOİDOZ VE KRONİK BERİLYUM HASTALIĞINDA HEM OKSİJENAZ -1 AKTİVİTESİ

NURDAN KÖKTÜRK 1, MOR SABAG 2, MOSHE STARK 2, JOEL GREİF 2, ELİZABETH FİREMAN 2 1 GAZİ UNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 TEL-AVİV UNİVERSİTESİ, SOURASKY MERKEZİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI BÖLÜMÜ, TEL AVİV, ISRAİL

Amaç:

Oksida�f stres sarkoidoz ve kronik berilyum hastalığının (KBH) gelişiminde önemlidir. Hemoksijenaz 1 (HO1), hemoksijenaz enziminin indüklenebilir formu olup, vucu�a oksida�f strese karşı koruyucu rol oynar. Bu çalışmada, indükte balgam HO1 düzeylerinin sarkoidoz, KBH ve sağlıklı bireylerde karşılaş�rılması hedeflenmiş�r.

Gereç ve Yöntem:

36 sarkoidoz, 10 KBH, 17 sağlıklı kontrol çalışmaya dahil edildi. Indükte balgam standart bir protokol ile elde edildi. Indükte balgam lenfosit (CD4/CD8) alt �p analizi FACS metodu ile yapıldı. HO1 ak�vitesi biluribin-biliverdin redüktaz bağımlı bir reaksiyon ile ölçüldü. Ferri�n ve demir enzima�k ve kemiluminometrik immunoassay ile ölçüldü.

Bulgular:

Ort. lenfosit yüzdesi sarkoidoz hastalarında kontrol grubuna göre yüksek saptandı (P = 0.001). Ort. CD4/CD8 oranı sarkoidoz grubunda, KBH ve kontrol grubuna göre yüksek saptandı (P = 0.000 ve 0.002). HO-1 ak�vitesi sarkoidoz grubunda KBH ve kontrol grubuna göre yüksek saptandı (P = 0.045 ve 0.041). HO-1 ak�vitesi sarkoidoz evresine göre değişiklik göstermedi. Ort. ferri�n ve demir düzeyleri 3 grupta farklılık göstermedi. HO1 ve ferri�n düzeyi arasında korelasyon saptandı (P = 0.008).

Sonuç:

Bu çalışmada ilk defa olarak HO1, intraselüler bir enzim olmasına rağmen ekstraselüler ortamda başarı ile ölçülebilmiş�r. HO1, sarkoidoz ve KBH’da yükselmiş�r. HO1 bu hastalıkların patogenezinde rol oynayabilir.

TP017

SİSTEMİK SKLEROZİSTE İNTERSTİSYEL AKCİĞER HASTALIĞINI DEĞERLENDİRİLMESİNDE UYARILMIŞ BALGAM VE BRONKOALVEOLAR LAVAJIN KARŞILAŞTIRILMASI

YASİN ABUL 1, NESLİHAN YILMAZ 2, SAİT KARAKURT 1, PEJMAN GOLABİ 1, ÇİĞDEM ÇELİKEL 3, MÜGE BIÇAKCIGİL 4, ŞULE YAVUZ 2 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ROMATOLOJİ B.D. 3 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ A.D. 4 YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ROMATOLOJİ B.D.

Amaç:

Uyarılmış balgam (İS) havayolları hastalıklarının değerlendirilmesinde önerilen non-invaziv bir yöntemdir. İnters�syel akciğer hastalığı tanısında kullanılan bronkoalveolar lavaj (BAL) invaziv bir yöntem olması nedeniyle takipte kullanımı güçtür. Sistemik sklerozlu hastalarda, inters�syel akciğer hastalığının tespit edilmesinde İS’ un klinik kullanılabilirliğini değerlendirmek

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya 19 kadın SSc’lu hasta ile başka nedenlerle BAL uygulanan 9 kişi (6 kadın, 3 erkek) kontrol grubu olarak dahil edildi.Tüm hasta ve kontrollere BAL ve İS prosedürü uygulandı. Spirometri, ekokardiyografi ve thorax CT (HRCT) görüntülemesi yapıldı. SSc ile kontrol hastaları arasında İS hücre sayıları karşılaş�rıldı. SSc’lu hastalarda İS’un,BAL,spirometri ve HRCT ile korelasyonu değerlendirildi.

Bulgular:

SSc’lu hastaların ortalama yaşı 40,1(± 10,9), hastalık süresi 4(± 4,4) yıl ve akciğer tutulumu süresi 1,6 (±1,3) yıl idi. %89,5 ANA, %47,4 Scl70 pozi�fliği mevcu�u. SSc’lu hastaların HRCT’sinde %15,8 normal, %15,8 re�kulonodüler patern, %42,1 buzlu cam, %10,5 fibrozis tespit edilidi. Ekokardiyografide pulmoner basınç 27,9 (± 8,9) mmHg saptandı.SSc’lu hastalarla kontrol grubu arasında yapılan spirometri karşılaş�rmasında farklılık saptanmadı.(FVC %80 (39-121) vs %92 (59-107) p>0,05) İS hücre sayılarının karşılaş�rmasında; SSc hastalarında kontrol grubuna göre makrofaj anlamlı derecede yüksek ( %59 (27-82) vs %38 (30-67), p=0,02) iken nötrofil sayısı anlamlı derecede düşük (%2 (0-13) vs %18 (0-41), p=0,01) bulundu. SSc’lu hastalarda BAL ile İS hücre sayıları karşılaş�rıldığında makrofaj (r=0,55, p=0,02) ve lenfosit (r=0,65, p<0,01) yüzdesi arasında korelasyon saptanırken, nötrofil yüzdesi ve total hücre sayımı arasında korelasyon bulunmadı. (BAL’da nötrofil sayısı daha fazla, total hücre sayısı daha az bulundu) SSc’lı hastalarda İS’daki hücre sayısı ile spirometri ve HRCT’de buzlucam ve re�külonodüler patern varlığı arasında korelasyon saptanmadı.

Page 23: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

22

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Sonuç:

İS, SSc’de inters�syel akciğer hastalığının değerlendirilmesinde BAL yerine kullanılabilecek kolay ve güvenilir bir yöntemdir.

TP018

TRAVMATİZE AKCİĞERDE İSKEMİ REPERFÜZYON HASARININ ETKİLERİ

ALİ YEGİNSU 1, MAKBULE ERGİN 1, HÜSEYİN ÖZYURT 2, ÇİĞDEM ELMAS 3, GÜLESER ÇAĞLAR GÖKTAŞ 3, ÜNAL ERKORKMAZ 4 1 GAZİOSMANPASA UNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI TOKAT 2 GAZİOSMANPASA UNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ BİYOKİMYA ANABİLİM DALI TOKAT 3 GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HİSTOLOJİ VE EMBRİYOLOJİ ANABİLİM DALI, ANKARA 4 GAZİOSMANPASA UNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ BİYOİSTATİSTİK ANABİLİM DALI TOKAT

Amaç:

Çalışmamızın amacı travma�ze olmuş akciğerlerde iskemi reperfüzyon hasarının etkilerinin araş�rılmasıydı.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmada 24 adet Wistar cinsi albino sıçan kullanıldı. Sıçanlar rastgele 4 gruba (n=6) ayrıldı. Kontrol gurubunda sadece anestezi ve ven�lasyon uygulandı, travma gurubunda anestezi sonrasında künt toraks travması oluşturuldu, iskemi reperfüzyon gurubunda (İR) anestezi ve ven�lasyon sonrasında akciğer iskemi ve reperfüzyon hasarı oluşturuldu, travma+İR gurubunda ise anestezi ile künt toraks travması oluşturulduktan 24 saat sonra İR hasarı oluşturuldu. Deneklerin serum ve akciğerleri alınarak uygun koşullarda saklandı. Spesimenlerden akciğer hasarı ve sistemik inflamasyon parametreleri çalışılarak guruplar ista�s�ksel olarak değerlendirildi.

Bulgular:

Akciğer inflamasyon, fibrozis ve dejenerasyon dereceleri ve makrofaj ve lenfosit sayıları tüm gruplarda kontrol grubuna kıyasla daha yüksek� (p<0.05). Doku ve serum an�oksidan enzim ak�viteleri ve MDA düzeyi tüm gruplarda kontrol grubuna kıyasla yüksek�. Bununla birlikte, Sadece İR gurubunda bu fark ista�s�ksel olarak anlamlıydı (p<0.05). Travma+IR gurubunda doku düzeylerindeki fark anlamlıyken, serum düzeylerindeki fark ista�s�ksel anlamlılık taşımıyordu. Tüm gruplarda İL-8 ve TNF alfa düzeyleri kontrol grubuna kıyasla daha yüksek�. Serum ve doku İL-8 ve TNF alfa düzeyleri İR ve travma+İRgurubunda kontrol grubuna kıyasla anlamlı olarak daha yüksek� (p<0.05). Travma gurubunda ise serum İL-8 ve doku TNF alfa düzeyleri anlamlı olarak daha yüksek bulundu. Tüm gruplarda BAL protein düzeyleri kontrol grubuna kıyasla anlamlı olarak daha

yüksek� (p<0.05). Paramatrelerin hiçbirinde İR, travma ve travma+İR grupları arasında anlamlı fark tespit edilmedi.

Sonuç:

Çalışmamızın bulguları göstermiş�r ki, travma�k akciğer zedelenmesi akciğerleri iskemi reperfüzyon hasarına karşı korumaktadır. Bu koruyucu etkinin ön şartlandırma (precondi�oning) mekanizması ile ortaya çık�ğı düşünülmektedir.

TP019

AKCİĞER TÜBERKÜLOZLU HASTALARDA SERUM GHRELİN, LEPTİN, TNF ALFA VE IL-6 DÜZEYLERİ VE KLİNİK KORELASYONLARI

LEVENT KART 1, TANER BAYRAKTAR 2, HULUSİ ATMACA 2, İSHAK TEKİN 5, HAKAN TANRIVERDİ 1, REMZİ ALTIN 1, MEHMET ARASLI 5, İNCİ GÜLMEZ 3, FAHRETTİN KELEŞTİMUR 4 1 ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI 2 ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ENDOKRİNOLOJİ 3 ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI 4 ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ENDOKRİNOLOJİ 5 ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İMMUNOLOJİ

Amaç:

Tüberkülozda immün sistem yanında nöroendokrin sistem de etkilenmektedir. Kaşeksi tüberkülozun en sık görülen klinik bulgularındandır. Lep�n ve ghrelin iştah ve vücut enerji dengesi üzerinde önemli rolleri olan hormonlardır. Lep�n, iştahı azaltarak ve enerji harcanmasını ar�rarak vücudun enerji dengesinde önemli rol oynar. Ghrelin de iştahı ar�ran bir büyüme hormonu sekretogogu olan doğal bir liganddır. TNF alfa ve IL6 ise inflamasyon kontrolünde ve tüberküloza bağlı meydana gelen kilo kaybında rol alan önemli proinflamatuar sitokinlerdendir. Amacımız ak�f akciğer tüberkülozlu hastalarda tedavi öncesi ve sonrası serum ghrelin, lep�n TNF alfa ve IL-6 seviyelerini ölçmek ve bunların klinik ve birbirleri ile ilişkisine bakmak�r.

Gereç ve Yöntem:

Göğüs hastalıkları ünitelerince takibe alınan 41 ak�f akciğer tüberkülozlu ve 22 sağlıklı kontrol olgusu çalışmaya alındı. Fizik muayeneleri yapılmış hastaların, akciğer grafileri, BMI’leri ve ru�n laboratuar testleri değerlendirildi. Ak�f akciğer tüberkülozu tanısı konmuş hastalardan tedavi öncesi ve sonrası serum ve plazma örneklerinden ELISA yöntemi ile serum ghrelin, lep�n TNF alpha ve IL6 seviyeleri ölçüldü. Sonuçlar, sağlıklı kontrol grubu ile karşılaş�rıldı.

Page 24: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

23

Bulgular:

41 hastadan tedavi sonrası 6. ayda kontrole gelen 25 hasta (5 kadın, 20 erkek) ile 22 sağlıklı birey (7 kadın, 15 erkek) değerlendirmeye alındı. Hasta ve kontrol grubun yaş ortalamaları arasında fark yoktu. (36.6±19.2 yıl, 39.6±15.2 yıl, p:0.216). Hasta ve kontrol grubu arasında serum lep�n ve IL-6 düzeylerinde ista�s�ksel anlamlılık saptandı (p<0.05). Serum ghrelin ve TNF alfa düzeylerinde farklılık bulunmadı. (p>0.05) (Tablo 1).

Sonuç:

Ak�f tüberkülozlu hastalarda lep�n IL-6 ile ters ilişkili olarak azalmaktadır. Ghrelin’in ise proinflamatuar sitokinlerle ve tüberkülozla ilişkili bulunmamış�r.

TP020

GENETIC PREDISPOSITIONS OF DEVELOPMENT OF RECURRENT PULMONARY TUBERCULOSIS

A.S. SADYKOV

DEPARTMENT OF PHTHİSİATRY OF THE TASHKENT INSTİTUTE OF PEDİATRY, TASHKENT, UZBEKİSTAN

Aim:

To study correla�on between gene�c factors and frequency of recurrent pulmonary tuberculosis.

Method:

Seventy pa�ents with recurrent pulmonary tuberculosis have been examined. As gene�c marker a phenotype of carriage of haptoglobin (Нр) was determined, phenotypes Нр1-1, Нр2-1, Нр2-2 separated.

Results:

Phenotype Нр2-2 was determined in 40,0% of pa�ents with recurrent tuberculosis of the lungs, Нр 1-1 in 27,2% and Нр2-1 in 32,8% of pa�ents. In Нр2-1 prevailed nidal (26%) and infiltra�ve tuberculosis (50%) , in pa�ents with Нр2-2 and Нр1-1 – fibrous-cavernous tuberculosis - 42 and 61% respec�vely. Analysis of relapses’ terms showed development of relapses in the first three years in 43,7% pa�ents in Нр1-1.

Conclusion:

Chemotherapy rapidly regressed process in pa�ents with Нр2-1. A substan�al resolu�on was noted in 17,2% pa�ents with Нр2-1, in 8,6% - progression, whereas in phenotype Нр2-2 a marked resolu�on and progression were fixed in even oen (10,7%). An essen�al differency between these indices was registered in phenotype Нр1-1- improvement in only 6,2% pa�ents, progression - in 25%. Conclusion: The pa�ents carriers of phenotypes Нр2-2 and Нр1-1 have a predisposi�on to recurrent tuberculosis of the lungs.

TP021

PROANTOSİYADİNİN RE-EKSPANSİYON PULMONER ÖDEMDE OKSİDATİF STRESİ ÖNLEYİCİ ETKİLERİ

ORHAN YÜCEL 1, ERGUN UÇAR 2, ERGUN TOZKOPARAN 2, CEMAL AKAY 3, ARMAĞAN GÜNAL 4, SEDAT GÜRKÖK 1, AHMET AYDIN 3, SEZAİ ÇUBUK 1, KUTHAN KAVAKLI 1, ONUR GENÇ 1 1 GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ GÖĞÜS CERRAHİSİ AD. 2 GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD. 3 GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ FARMASÖTİK TOKSİKOLOJİ AD. 4 GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ PATOLOJİ AD.

Amaç:

Çalışmamızda reekspansiyon pulmoner ödem (RPÖ)’ de oksida�f stres rolü ve Proantosiyanidin (PC)’ nin önleyici etkisi araş�rıldı.

Gereç ve Yöntem:

Her biri on denekten oluşan üç grup oluşturdu. Birinci Kontrol Grubu (CG): RPÖ oluşturulmadı ve üç gün takip edildi. Takip süresinden sonra denekler sakrifiye edildi. Akciğer dokusundan histopatolojik ve biyokimyasal ((Malondialdehit (MDA) düzeyleri,Katalaz (CAT), Süperoksit dismutaz (SOD) ve Glutatyon peroksidaz (GPx) ak�viteleri)) inceleme için örnekleme yapıldı. İkincisi RPÖ Grubu (ÖG): KG’ la aynı protokol uygulandı. KG’ dan farklı olarak üç günlük takip süreci öncesinde RPÖ oluşturuldu. Üçüncü Tedavi Grubu (TG): ÖG ile aynı protokol uygulandı. ÖG den farklı olarak RPÖ oluşturulmadan 8 saat önce deneklere PC verildi.

Bulgular:

ÖG’ da perivasküler alanlarda sıvı ekstravazasyonu ve bazı alveolar boşluklarda eozinofilik sıvı birikimi ve alveolar hasar (p=0,011) gözlendi. Alveolar hasar, Ekstravasal ve alveollerdeki bu sıvı birikimi TG da önemli bir şekilde azalmış olduğu gözlendi (p=0,011). ÖG da MDA düzeylerinde artma, GPx, SOD ve CAT ak�vitelerinde belirgin azalmaya neden oldu (P<0,011). PC tedavisi MDA düzeylerini azal (P<0,011).

Sonuç:

RPE patofizyolojisinde oksida�f stres önemli rol almaktadır ve güçlü an�oksidan özelliği olan PC tedavisinin RPÖ oluşumunu azaltabileceği gösterilmiş�r.

Page 25: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

24

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

TP022

SIÇANLARDA OLUŞTURULAN AKUT AKCİĞER HASARI DENEY MODELİNDE ANESTEZİK MADDELERİN ETKİLERİ

EMİNE YILMAZ SİPAHİ 1, HÜSEYİN ÜSTÜN 2, FERRUH NİYAZİ AYOĞLU 1 1 ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 2 ANKARA HASTANESİ

Amaç:

Alpha-naphthylthiourea (ANTU) rodendisit olarak kullanılan kimyasal bir ajandır, doz ve zaman bağımlı olarak akut akciğer hasarı deney modeli oluşturmak için kullanılmaktadır. Yapılan çalışmalarda, ANTU’nun akciğer hasar mekanizmasında hedefin kapiller endotel hücresi olduğu gösterilmiş�r. Endotel hasarı endotel bariyerin kaybolmasına ve kapiller permeabilitenin artmasına ve sonuçta inter�siyel ve alveolar ödeme yol açmaktadır. Bu çalışmanın amacı, ANTU ile oluşturulan deneysel akut akciğer hasarı deney modelinde, pentobarbital sodyum, �opental sodyum ve üretanın akut etkilerini araş�rmak�r.

Gereç ve Yöntem:

ANTU sıçanlara i.p. olarak 10 mg/kg dozunda verildikten sonra 4 saat içinde maksimum düzeye ulaşan, plevral efüzyon (PE) ve akciğer ağırlığı/vücut ağırlığı oranındaki (AA/VA) ar�şla karakterize akut akciğer hasarı geliş�rmektedir. Anestezik maddeler ANTU’dan 30 dakika önce, artan dozlarda verilmiş ve koruyuculukları araş�rılmış�r.

Bulgular:

ANTU’dan 30 dakika önce verilen üretan (50, 100 ve 200 mg / 100 g), �opental sodyum (25, 50 mg/kg) ve pentobarbital sodyum (40 mg/kg), histopatolojik inceleme ve deney parametrelerinde (PE, AA/VA) akciğer hasarını ista�s�ksel anlamlı ölçüde azaltmış�r.

Sonuç:

Bu sonuçlar, üretan, �opental sodyum ve pentobarbital sodyumun, ANTU aracılı akut akciğer hasarında koruyucu olduklarını göstermektedir. Anestezik maddelerin akciğer fonksiyonları ve hasar mekanizmaları üzerine olan etkilerinin bilinmesi, bu ilaçların seçiminde önemli rol oynayacak�r.

TP023

APOPTOSIS OF THE BRONCHIAL EPITHELIUM IN COPD

SAYERA ARİFKHANOVA 1, KAMOLA UBAYDULLAEVA

1, NADİRA ZOİROVA 2, IBROGİM AKHATOV 1, GAFUR MAVLANOV 3

1 NATİONAL INSTİTUTE OF TB AND PULMONOLOGY, TASHKENT2 NATİONAL INSTİTUTE OF THERAPY AND MEDİCAL REABİLİTATİON3 INSTİTUTE OF GENETİCS REPUBLİC OF UZBEKİSTAN

Aim:

To study T - lymphocytes and bronchi epithelial exposure degree to apoptosis in COPD

Method:

Expression of apoptosis molecules Bc1-2, Bax and P53 was studied in the cells of biopsy of bronchi and T- lymphocytes in bronchoalveolar lavage obtained at bronchoscope (BAL) using flow cytometry from former (16) and current smokers (18) with COPD and 4 healthy subjects.

Results:

In the pa�ents with COPD there was revealed significant increase in expression of apoptosis molecules in the epithelial cells of bronchi by 92% and in T -lymphocytes by 120% in comparison with healthy subjects. There were no differences in degree of apoptosis expression in bronchial epithelium between smokers and former smokers.

Conclusion:

Apoptosis, evidently, par�cipates in the pathogenesis of COPD and persistent exceeded apoptosis in the former smokers, evidently indicates about presence of persons having natural predisposi�on to increased apoptosis and, maybe, development of COPD in them. This may explain existent heterogeneity of COPD development in smokers.

Page 26: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

25

TP024

VENÖZ TROMBOEMBOLİ’Lİ HASTALARIMIZDA GEN MUTASYONLARININ DAĞILIMI

EBRU ŞENGÜL PARLAK , AYŞEGÜL KARALEZLİ , AYŞEGÜL ŞENTÜRK , HATİCE CANAN HASANOĞLU , GÜLAY GÜLEÇ CEYLAN ANKARA ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Bu çalışmanın amacı pulmoner tromboemboli (PTE) tanısı konulan hastalarda risk faktörlerini ve gen mutasyonlarının görülme sıklığını araş�rmak�r

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya yaş ortalaması 56,3±15,5 olan 25-84 yaşları arasında toplam 61 PTE tanısı konulmuş hasta alındı. Hastaların 25’i (%40,9) erkek, 36’sı (%59,1) kadındı. Hastaların özgeçmişleri, trombozis risk analizleri [me�ltetrahidrofolat redüktaz (MTHFR) C677T, Faktör V Leiden, Protrombin G20210A, plazminojen ak�vatör inhibitör 1 (PAI-1) 4G/5G, MTHFR A1298C] ve risk faktörleri retrospek�f olarak incelendi.

Bulgular:

Çalışmaya alınan 61 hastanın risk faktörleri incelendiğinde 6’sında (%9,8) cerrahi, homosisteinemi, derin ven trombozu (DVT), 5’inde (%8,2) cerrahi, homosisteinemi, 5’inde (%8,2) cerrahi, 5’inde (%8,2) homosisteinemi, 5’inde (%8,2) immobilizasyon, 4’ünde (%6,5) DVT, homosisteinemi ve 31’inde (%50,8) diğer risk faktörleri saptandı. Hastaların trombozis risk analizi incelendiğinde 10’unda (%16,3) 2 heterozigot, 11’inde (%18) 1 heterozigot 1 homozigot, 6’sında (%9,8) 1 homozigot, 1’inde (%1,6) 2 homozigot, 9’unda (%14,7) 3 heterozigot, 2’sinde (%3,3) 4 heterozigot, 15’inde (%24,6) 1 heterozigot gen mutasyonu saptandı. 7 (%11,5) hastada gen mutasyonu izlenmedi.

Sonuç:

Sonuç olarak bu çalışmada hastaların % 63,9’unda en az 2 trombofili faktörü olduğu görüldü. İki veya daha fazla trombofilik durum saptanan olgularda 12 ay veya ömür boyu an�koagülan tedavi önerilmektedir. Bu açıdan bakıldığında hastalara ileri yaşlarda da gene�k inceleme yapılmalı, fiziksel ak�vite düzeyleri incelenmeli ve hastalar kar zarar oranları düşünülerek ömür boyu an�koagülasyon açısından değerlendirilmelidir.

TP025

APOPTOSIS OF BRONCHIAL EPITHELIAL CELLS INDUCED BY PESTICIDES IN THE PATIENTS WITH COPD

NADİRA ZOİROVA 2, SAYERA ARİFKHANOVA 1, IBROGİM AKHATOV 1, GAFUR MAVLANOV 3

1 NATİONAL INSTİTUTE OF TB TASHKENT2 NATİONAL INSTİTUTE OF THERAPY AND MEDİCAL REABİLİTATİON3 INSTİTUTE OF GENETİCS REPUBLİC OF UZBEKİSTAN

Aim:

To study morphology of the bronchial mucosa (BM) and expressions of cell apoptosis, prolifera�on and ac�va�on in COPD with and without chlororganic pes�cides in the body (COP).

Method:

In the biopsies of BM obtained at bronchoscope from 9 pa�ents with COPD without COP (group 1), 12 pa�ents with COP (group 2) and 4 healthy subjects (group 3) there was studied BM morphology with immunohistochemical evalua�on of apoptosis molecule Bc1-2, P53 expression, PCNA prolifera�on, NFkappa, CD40/CD40-L ac�va�on.

Results:

There was found catarrhal-sclero�c bronchi�s in-group 1 and chronic sclero�c (granula�ng) bronchi�s in-group 2. The sickness of BM in-group 2 was less than in groups 1 and 3. Expressions of apoptosis molecules Bc1-2, P53 were greater 205% in-group 2, and 110% in-group 1 than in-group 3. Expressions of PCNA, NFkappaB, CD40/CD40-L was significantly lower than in-group 3. These parameters were lowest in-group 2.

Conclusion:

The exceeded apoptosis associated with BM atrophy and metaplasia in group 2 indicated about “clu�ering-up” with apoptosis bodies and lesions of mechanisms of cleaning from them with macrophages and adjacent epithelial cells that results in increase of oncological risk and exacerba�on rates.

Page 27: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

26

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

TP026

ÇEVRESEL SİGARA DUMANININ SOLUNUM SİSTEMİNE ETKİLERİNİN SIÇANLARDA HİSTOPATOLOJİK DEĞERLENDİRİLMESİ VE Kİ-67 EKSPRESYONUNUN ARAŞTIRILMASI

MESİHA ÇİLİNGİR BABALIK 1, GÜLCİHAN ÖZKAN 1, MEHMET BAYRAM 1, NUR ÜRER 1, MAHMUT BABALIK 2, AYGÜN GÜR 1, GÜNGÖR ÇAMSARI 1 1 YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 2 OKMEYDANI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ KBB KLİNİĞİ

Amaç:

Sigaranın başta akciğer ve diğer organlarda olmak üzere karsinojenik etkisi bilinmektedir.Pasif sigara içiminin ise ne kadar risk yarağı halen tar�şmalı bir konudur.Bu çalışmada sigara dumanının solunum sistemi üzerine etkilerini göstermek amacıyla histopatolojik değişiklikler ve ki-67 indexi değerlendirildi.

Gereç ve Yöntem:

20 adet dişi Wistar Albino sıçan her bir grupta 10 hayvan olmak üzere 2 gruba,her biri de kendi içinde deney ve kontrol grubu olarak ayrıldı.İlk grup 45 gün,ikinci grup 90 gün sabah ve öğleden sonra olmak üzere iki farklı saat diliminde birer saat sigara dumanına maruz bırakıldı.Deney sonunda sıçanların trakeo-bronşial sistemi ve akciğerleri, hemotoksilen-eosin boyama yapılarak, epitel ve mukoza değişiklikleri histopatolojik olarak değerlendirildi.Tüm preparatlar ki-67 ile boyanarak proliferasyon değerlendirildi.İsta�ksel analiz ki-kare tes� ile yapıldı.

Bulgular:

Deney ve kontrol grubu hayvanlar trakea ve bronş sisteminde epitel hiperplazisi, epitelde skuamoz metaplazi, preinvaziv değişiklik, mukozada mononukleer il�habi infiltrasyon, fibrozis, lenf follikülü ve koleksiyonu,alveolar boşlukta sekresyon,alveol septalardaki epitelyal reaksiyon,inflamasyon,inters�syel pigmentasyon açısından incelendi.Bazı hayvanlarda histopatolojik olarak değişiklik gözlenmesine rağmen her iki grup arasında ista�s�ksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı, tüm preparatların ki-67 indexi ise %0-1 arasında saptandı.

Sonuç:

Çevresel sigara dumanının zararlı etkileri, yapılan çalışmalarda üst solunum yolları ve vokal kordlarda daha kısa süreli maruziyetle ortaya çıkmasına rağmen , trakeobronşial sistem ve akciğerlerde kısa süreli maruziyet ile anlamlı değişiklikler gözlenememiş�r.Bu nedenle daha uzun süreli ve yüksek doz duman maruziye� ile daha fazla sayıda deney hayvanı ile yapılacak,çok sayıda deney ve çalışmalara ih�yaç olduğu düşünülmüştür.

TP027

PULMONARY VASCULAR MUSCLE PROLIFERATION AS A RESULT OF PROTEIN AND MRNA-ENOS ALTERATION IN A RAT MODEL OF CHF

MOHAMMAD KHAKSARİ 1, SOHRAB HAJİZADEH 2, MOHAMMAD BİGDELİ 2, SAEED SHAHRAZ 2

1 DEPT OF PHYSİOLOGY AND PHYSİOLOGY RESEARCH CENTER ,KERMAN UNİVERSİTY OF MEDİCAL SCİENCES,KERMAN ,IRAN2 DEPT OF PHYSİOLOGY SCHOOL OF MEDICAL SCIENCES TARBIAT MODARES UNIVERSITY TEHRAN-IRAN

Aim:

Introduc�on: Conges�ve heart failure (CHF) generally results in increased pulmonary blood flow and if un-treated leads to pulmonary hypertension and heart fail-ure. NO produced by the lung is regulated by systemic blood flow and in turn adjusts smooth muscle prolifera-�on via altered expression of eNOS. So the aim of this study was to study the effect of ar�ficial aorto-caval shunt in order to increase pulmonary flow for 7 weeks

Method:

Methods: Anesthesia induced by sodium pentobarbital, a fistula (shunt) was created between aorta and vena cava. Western blo ng and Northern blo ng were used to show the difference in eNOS expression and protein level in experimental groups

Results:

Results showed that: 1- pulmonary arterial medial wall increased in shunted animals whereas the in�mal layer remained unchanged. 2- in shunted lung, increased pulmonary flow results in changes in eNOS expression. 3- Western blot analysis demonstrated significant differences in eNOS protein levels in the lungs of animals with small and large shunts

Conclusion:

In conclusion crea�on of large systemic arterio-venous shunt not only caused prolifera�on of smooth muscle cells but also cardiac heart mass, heart to body mass and long to body mass ra�o.

Page 28: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

27

e-PS001

BİLATERAL MULTİPL NODÜLLER: SEPTİK PULMONER EMBOLİ

CEMİLE DİLŞAH SÜRMELİ , GÜLHAN BOĞATEKİN , FÜSUN TAKE , GÜNGÖR ATEŞ , TEKİN YILDIZ , VEDAT ERDEM DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ

Amaç:

Sep�k pulmoner emboli ani başlangıçlı ateş, solunumsal semptomlar ve mul�pl akciğer nodülleri ile karakterize nadir görülen bir hastalık�r.

Gereç ve Yöntem:

39 yaşında bayan hasta ateş, öksürük, nefes darlığı ve göğüs ağrısı şikaye� ile başvurdu.

Bulgular:

Hastanın fizik muayenesinde sol akciğer orta alanda raller mevcu�u. Laboratuar incelemelerinde lökosit: 3.6 K/UL, Hgb: 10.6 gr/dl, HCT: %32.1, AST: 51 IU/L, ALT: 50 IU/L, LDH: 564 IU/L, pH: 7.49, PaO2: 54 mmHg, pCO2:35 mmHg, HCO3: 27mmol/L, SaO2: %90 idi. Yapılan Dopler ECHO’da PAP max: 25mmHg idi. PA akciğer grafisi ve toraks tomografisinde yaygın subplevral ve parankimal nodüleri olan hasta metasta�k akciğer kanseri, vaskülit ve sep�k pulmoner emboli ön tanılarıyla ya�rıldı. Alınan kan ve idrar kültürlerinde üreme olmadı. Başlanan bir haalık an�biyoterapiyle klinik ve radyolojik bulgular tamamen düzeldi. Hastanın yapılan sistem taramalarında maligniteye rastlanmadı. Enfeksiyon odağı taramasında herhangi bir kaynak bulunamadı.

Sonuç:

Sonuç olarak bilateral mul�pl nodüller ve ateşle başvuran hastalarda sep�k emboli de düşünülmelidir.

e-PS002

İMMÜNKOMPETAN İNVAZİV ASPERGİLLOZİSLİ BİR OLGU

NEZİHE ÖZDOĞAN 1, SEMA OYMAK 1, HAKAN BÜYÜKOĞLAN 1, GÖKHAN BÜYÜKBAYRAM 1, İNCİ GÜLMEZ 1, RAMAZAN DEMİR 1, KEMAL DENİZ 2 1 ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD 2 ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ ABD

Amaç:

İnvaziv pulmoner aspergillozis(IPA) nötropenik veya herhangi bir nedenle immün sistemi baskılanmış hastalarda görülür.Bununla birlikte IPA nadiren immünkompetan hastalarda da ortaya çıkabilir. Burada immünyetmezlik durumu olmayan IPA’lı bir vaka sunulmaktadır

Gereç ve Yöntem:

18 yaşında erkek hasta, 15 gündür devam eden nefes darlığı,öksürük,kanlı balgam,göğüs ağrısı ve ateş şikaye� ile başvurdu.Hastanın geçirilmiş tüberküloz öyküsü veya başka bir sağık problemi yoktu. Alkol,sigara ve madde bağımlılığı bulunmuyordu

Bulgular:

.Toraks BT’de sol akciğer üst lob apikoposterior segmen�e kaviter lezyon, kavitasyon içerisinde nodüler yer kaplayıcı lezyon saptandı. Bronkoalveolar lavaj, balgam ve doku kültüründe A.fumigatus üre�ldi..İmmünglobülin ve immünglobülin subgrup seviyeleri normal sınırlarda idi.An�HIV ve hepa�t markerları nega�f idi.Bronkoskopide sol üst lob apikoposterior segment genişlemiş ,içerisi irregüler nekro�k doku ile sıvalı idi.Histopatolojik incelemede nekro�k akciğer yapıları içerisinde 45° ve daha küçük açılarla dallanan mantar hifaları gösterildiAmfoterisin B tedavisi başlandı,üç haa sonra varikonazol tedavisine geçildi.Hasta klinik iyileşme gösterdi

Sonuç:

IPA immünkompetan hastalarda nadir görülür.Hastalarda klinik şüphe varlığında erken tanı zorunludur,agresif an�fungal tedavi iyi prognoz şansını arrır.

Page 29: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

28

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

e-PS003

ENDOBRONŞİYAL TUTULUMLA SEYREDEN BİR MUKORMİKOZİS OLGUSU

HAKAN TANRIVERDİ , FİGEN ATALAY , LEVENT KART , AYŞEGÜL TOMRUK , MURAT ALTUNTAŞ ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD

Amaç:

Mukormikozis immün yetmezliği olan hastalarda sıklıkla ölümcül seyreden invaziv fungal bir enfeksiyondur. Endobronşiyal mukormikozis ise oldukça nadir olup Amfotericin B tedavisini takiben cerrahi yapılmayan olgularda mortalite %50‘ den fazladır. Biz de nadir görülen ve mortal seyreden bir hastalık olan endobronşiyal mukormikozis olgusunu sunmayı amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

58 yaşında erkek hasta. Nefes darlığı, öksürük ve balgam çıkarma şikayetleri ile acil servise başvurdu. Özgeçmişinde �p II Diabetes Mellitusu mevcu�u ve 5 yıldır insülin kullanıyordu. Akciğer grafisinde bilateral infiltrasyonu vardı. Laboratuvar tetkiklerinde, Wbc:22,8 Hgb13,5, kan şekeri: 530 mg/dl, kan gazında hipoksi ve metabolik asidozu vardı. Hasta KOAH akut alevlenme + pnömoni + Diyabe�k Ketoasidoz + solunum yetmezliği tanıları ile ya�rıldı

Bulgular:

Hastaya nonspesifik an�biyoterapi ve bronkodilatatör tedavi başlandı. Takiplerinde tedaviye rağmen akciğer grafisinde infiltrasyonunda düzelme olmadı. Bronkoskopi yapıldı. Sağ bronşiyal sistemin, ana bronştan i�baren tüm mukozayı çepeçevre saran ve lümende daralmaya yol açan nekro�k eksüda ile kaplı olduğu görüldü. Kültürde zygomycetes grubu mantar üremesi oldu. Mukoza biyopsisinde mantar hifaları görüldü. Hastaya amfotericin B tedavisi başlandı. Kliniğinde kısmen düzelme olan hasta yoğun bakımdan çıkarıldı. Tedavinin 6. gününde hasta masif hemop�zi sonucu ex oldu.

Sonuç:

Endobronşiyal tutulumla seyreden mukormikozis oldukça nadirdir ve masif hemop�ziye neden olması ve cerrahi yapılmayan hastalarda mortal seyretmesi nedeniyle oldukça önemlidir. Bizim hastamızda klinik ve patolojik bulgularla endobronşiyal mukormikozis kanıtlanmış olup medikal tedavinin birinci haasında masif hemop�zi sonucu hasta ex olmuştur. Bu nedenle özellikle endobronşiyal tutulum olan mukormikozis vakaları medikal tedavinin ardından vakit kaybetmeden cerrahiye verilmelidir.

e-PS004

AKCİĞER VE KAS KİST HİDATİĞİ BİRLİKTELİĞİ (OLGU SUNUMU)

AYSEL TURAN , RAVZA BAYRAKTAR , MEHMET MERAL , DİDEM PULUR , METİN GÖRGÜNER , ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD

Amaç:

Akciğer ve kas kist hida�ği birlikteliği oldukça nadir gözlenmektedir.

Gereç ve Yöntem:

Daha önceden KOAH tanısı olan 55 yaşındaki kadın hasta, bir dış merkezde konulan pulmoner tromboemboli tanısı nedeniyle Coumadin kullanıyor. Hasta hemop�zi şikaye� ile kliniğimize ya�rıldı.

Bulgular:

Hastanın hikayesinde 2 yıl önce kist hida�k operasyonu geçirmiş olduğu öğrenildi. Akciğer radyografisinde bilateral noduler infiltratları vardı. Çekilen toraks BT’de her iki akciğerde yaygın düzgün sınırlı kist hida�k ile uyumlu izodens nodüler opasiteler gözlendi. Hastanın gluteal bölgesindeki şişlik nedeniyle çekilen ba�n MRG; “intraperitoneal-uterus sağ kesimi, sağ gluteal kas ve sağ iliak kana�a kist hida�doz” olarak yorumlandı. Sağ gluteal bölgeden perkütan kist hida�k aspirasyonu yapıldı ve yaklaşık 300 cc kadar mayi boşal�ldı.

Sonuç:

Hastaya medikal tedavi kararı alındı ve Albendazol başlandı ve tedavinin 20. gününde ayaktan takip edilmek üzere taburcu edildi. Nadir görülmesi nedeni ile olgunun sunulması uygun bulundu.

e-PS005

LEGİONELLA PNÖMONİSİ

ÖZLEM YILDIZ , EBRU ÇAKIR EDİS , ERHAN TABAKOĞLU TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD, EDİRNE

Amaç:

Legionella, hastane ve toplum kökenli pnömoni etkenlerinden biridir. Olgumuz; risk faktörü ve uygun klinik özellikler varlığında legionellanın düşünülmesini vurgulamak amacıyla sunulmuştur.

Page 30: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

29

Gereç ve Yöntem:

41 yaşında bayan hasta, üç gündür devam eden halsizlik, ateş, öksürük, balgam, nefes darlığı ile acil servise başvurdu. İki aydır pulmoner hipertansiyon nedeniyle takip edilen hastanın vasoreak�vite tes� için bir haa önce koroner yoğun bakımda ya�ş öyküsü mevcu�u. Fizik bakıda; ateş (39⁰C), takipne (30/dakika), hipotansiyon (90/60 mHg), siyanoz, bilateral inspiratuar raller mevcu�u.

Bulgular:

Eritrosit sedimentasyon hızı 40 mm/saat, C-reak�f protein 3.8 mg/dl, lökosit:10.000, Na: 132 mmol/lt, arter kan gazında pH: 7.48, pO₂: 50 mmHg, pCO₂: 25 mmHg, HCO3: 21, SaO2: %78 idi. Akciğer grafisinde solda daha belirgin bilateral konsolidasyon ve toraks tomografisinde bilateral yamalı konsolidasyon ve buzlu cam görünümü izlendi. Hastadan kan, idrar, balgam kültürü alındı. Balgamda direk floresan an�kor (DFA) ile legionella bakıldı. Solunum yetmezliği ile yoğun bakıma alınan hastaya piperasilin-tazobactam ve klaritromisin başlandı. Balgam DFA bakısında legionella saptanması üzerine tedavisine rifampisin eklendi. Sep�k şok tablosu gelişen hasta tedavisinin ikinci gününde kaybedildi.

Sonuç:

Genç hastalarda bile legionella pnömonisinin mortalitesi yüksek�r. Tanı ve tedavide geç kalınması prognozu etkileyen en önemli faktördür.

e-PS006

İMMÜNKOMPETAN HASTADA SİTOMEGALOVİRÜS PNÖMONİSİNE BAĞLI DİFFÜZ ALVEOLAR HEMORAJİ

AYDIN ÇİLEDAĞ , DEMET KARNAK , OYA KAYACAN ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD

Amaç:

Sitomegalovirüs (CMV), herpesvirüs ailesinin bir üyesidir. CMV pnömonisi sıklıkla bağışıklığı baskılanmış hastalarda gelişmekte, immünkompetan hastalarda nadiren görülmektedir. Daha da nadir olarak, CMV pnömonisi diffüz alveolar hemoraji (DAH)’ye neden olabilmektedir. Biz de CMV pnömonisi ve CMV pnömonisine bağlı DAH gelişen immünkompetan bir hastayı nadir görülmesi nedeniyle sunduk.

Gereç ve Yöntem:

35 yaşında erkek hasta, 3 haa önce başlayan nefes darlığı, öksürük, kanlı balgam ve ateş şikayetleri ile başvurdu.

Bulgular:

PA Akciğer grafisinde kelebek kanadı tarzında bilateral infiltrasyon saptanan hastada yapılan tetkikler ile pulmoner ödem ve immünolojik hastalık ekarte edildi. Ampirik an�biyo�k tedavisine klinik ve radyolojik yanıt alınamadı ve herhangi bir kanama odağı olmadan hemoglobin değerlerinde düşme saptananan hastaya bronkoskopi yapıldı. Bronkoalveolar lavaj (BAL) sıvısı makroskopik olarak hemoraji ile uyumluydu ve mikroskopik incelemede bol miktarda eritrosit izlendi. BAL kültürü, bakteri, mantar ve asit-rezistan basil yönünden nega�f idi ve sitolojik inceleme tanısal değildi. Hastaneye ya�şının 5.gününde an�-CMV IgM ve IgG yüksek �trede pozi�f olarak gelen hasta maalesef an�viral tedavi başlanamadan kaybedildi.

Sonuç:

Sonuç olarak, ateş, kanlı balgam, alveolar hemoraji ve radyolojik olarak kelebek kanadı tarzında infiltrasyon saptanan hastada, immükompetan bile olsa CMV pnömonisi akılda tutulmalı, tanısal testler planlanmalı ve erken an�viral tedavi başlanmalıdır.

e-PS007

BRONŞİOLİTİS OBLİTERANS ORGANİZE PNÖMONİ TEDAVİSİ SONRASINDA GELİŞEN NOKARDİYOZ OLGUSU

MUSTAFA ANIL CÖMERT , TÜLİN SEVİM , TÜLİN KUYUCU SÜRREYYA PAŞA GÖGÜS HATALIKLARI VE GÖGÜS CERRAHİSİ EGİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Bronşioli�s obliterans organize pnömoni tedavisi sonrasında gelişen nokardiyoz olgusu

Gereç ve Yöntem:

68 yaşında kadın hasta 2 aydır devam eden nefes darlığı, öksürük, halsizlik, kilo kaybı şikayetleri ile başvurdu sol mastektomi operasyonu ve 1 yıl önce nüks nedeniyle radyoterapi öyküsü mevcu�u

Bulgular:

Laboratuar: sedimentasyon 110 mm/st, CRP: 58.1 mg/ l idi. PA akciğer grafisinde bilateral yaygın, yamalı infiltrasyon görüldü. Toraks BT’ de hava bronkogramları içeren alveoler konsolidasyon görüldü. ARB menfi, SFT de orta derecede obstrük�f pa�ern, diffüzyonda azalma bulundu.

Page 31: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

30

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Sonuç:

Transbronşial biyopsisi bronşioli�s obliterans organize pnömoni (BOOP) ile uyumlu saptandı 1 mg/kg/gün dozundan prednizolon başlandı. Bir aylık tedavi sonunda hastanın klinik, radyolojik ve laboratuar bulgularında düzelme oldu. ikinci ayda gelişen öksürük, halsizlik, ateş ve gece terlemesi şikayetleri nedeniyle çekilen akciğer grafisinde sağ üst zonda kaviter lezyon görüldü.2 kez tekrarlanan balgam kültüründe Nocardia asteroides üremesi oldu. Nörolojik semptomları nedeniyle çekilen Kraniyel MR’da abse formasyonu tesbit edildi. Hastaya 320-1600 mg/gün dozundan trimetoprim-sulfametoksazol tedavisi başlandı. Birinci ayın sonunda çekilen kontrol akciğer grafisi ve kraniyel MR’da belirgin regresyon mevcu�u.BOOP tedavisi sonunda gelişen nocardiyoz nedeni ile olgu sunuldu

e-PS008

BRUSELLOZDA PULMONER TUTULUM: BİR OLGU SUNUMU

İSMAİL NECATİ HAKYEMEZ 1, MUHAMMED EMİN AKKOYUNLU 2, İRFAN TURSUN 3 1 SAĞLIK BAKANLIĞI IĞDIR DEVLET HASTANESİ, ENFEKSİYON HASTALIKLARI VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ KLİNİĞİ, IĞDIR 2 SAĞLIK BAKANLIĞI IĞDIR DEVLET HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ, IĞDIR 3 SAĞLIK BAKANLIĞI IĞDIR DEVLET HASTANESİ, İÇ HASTALIKLARI KLİNİĞİ, IĞDIR

Amaç:

Bruselloz, ülkemizde yaygın olarak görülen, brusella cinsi bakterilerle oluşan mul�sistemik tutulum gösteren bir zoonozdur. Pulmoner komplikasyonları seyrek�r, pnömoni ve pulmoner tüberküloz ile karışabilir. Bu nedenle tanı koymada zorluklar ve tedavide gecikmeler yaşanmaktadır. Bu yazıda pulmoner tutulum ile seyreden 45 yaşında bir bruselloz olgusu sunulmuştur.

Gereç ve Yöntem:

45 yaşındaki bayan hasta üç haadır devam eden ateş, öksürük, balgam, göğüs ağrısı, gece terlemesi, halsizlik, iştahsızlık, kilo kaybı şikayetleri ile polikliniğe başvurdu. Bir haa önce acil servise başvuran hastaya nonspesifik an�biyoterapi başlanmış. Verilen tedaviye yanıt alınamayan hasta nedeni bilinmeyen ateş tanısıyla ileri tetkik ve tedavi için servisimize ya�rıldı.

Bulgular:

Çekilen posterior-anterior akciğer grafisinde özellikle sağ alt zonda yoğunlaşan re�külonodüler gölgelenmeler saptandı. Çekilen bilgisayarlı toraks tomografisinde akciğer grafi bulguları ile uyumlu olarak mul�pl nodüler lezyonlar izlendi. Mevcut klinik tablo ve radyoloji ile öncelikli olarak akciğer tüberkülozu düşünüldü. Üç gün ard arda balgamda yapılan Erlich-Zielhl-Nielsen boyamada asido rezistan basil saptanmadı. Yapılan tetkiklerinde brusella standart tüp aglü�nasyon tes� 1/1280 pozi�f saptanan hastaya bruselloz tanısıyla streptomisin (1x1000 mg), rifampisin (1x600 mg) ve doksisiklin (2 x 100 mg) başlandı. Tedavinin üçüncü haasında klinik, laboratuvar ve radyolojik bulguları tamamen gerileyen hastanın tedavisi al� haaya tamamlandı.

Sonuç:

Sonuç olarak burusellozun akciğer tutulumu malignite, tüberküloz ve pnömoni ile karışabilmektedir. Özellikle etyolojik tanının konulamadığı ve tedaviye cevap vermeyen pnömoni olgularında, brusellaya bağlı akciğer tutulumu akılda bulundurulmalıdır.

e-PS009

MALİGN PLEVRAL MEZOTELYOMAYI TAKLİT EDEN İKİ PLEVRAL TÜBERKÜLOZ OLGUSU

UMUT ELBOĞA 1, MUSTAFA YILMAZ 1, FERİDUN IŞIK 2, REŞAT KERVANCIOĞLU 3, ZEKİ CELEN 1, ÖNER DİKENSOY 4, 1 NÜKLEER TIP ANABİLİM DALI, GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, GAZİANTEP 2 GÖĞÜS CERRAHİSİ AD. GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, GAZİANTEP 3 RADYODİAGNOSTİK AD. GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, GAZİANTEP 4 GÖĞÜS HASTALIKLARI AD., GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, GAZİANTEP

Amaç:

Türkiye’de Malin Mezotelyoma ve Tüberküloz sık görülmektedir. Malin plevral mezotelyoma genellikle belirgin plevral kalınlaşma ve/veya plevral efüzyon ile kendisini göstermektedir. Plevral tüberküloz ise genellikle plevral efüzyon ile kendisini gösterip belirgin plevral kalınlaşma nadiren görülmektedir. Bu makalede gerek radyolojik gerekse de FDG-PET tümör taramasında malin mezotelyomayı taklit eden iki plevral tüberküloz olgusu sunularak ülkemizde yaygın görülen bu iki hastalığın karışabileceğine dikkat çekilmesi amaçlanmış�r.

Page 32: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

31

Gereç ve Yöntem:

Otuz bir ve 60 yaşlarında nefes darlığı, yan ağrısı ve öksürük şikayetleriyle başvuran biri kadın, iki hastamızda klinik ve radyolojik olarak malin plevral efüzyondan şüphelenilerek toraks BT ve FDG-PET tümör taraması yapıldı. Bu işlemleri takiben her iki olguya da kapalı plevra biyopsisleri yapıldı.

Bulgular:

Toraks BT görüntülemelerde belirgin plevral kalınlaşma izlendi. Yapılan FDG-PET tümör tarama testlerinde her iki hastanın da plevral kalınlaşma alanlarında malignite düzeyinde FDG tutulumları izlendi (SUV değerleri sırasıyla 10.3 ve 8.9). Plevra biyopsilerinin histopatolojik analizlerinde ise kazeifiye granulomatöz enflamasyon saptanan olgulara plevra tüberkülozu tanıları koyuldu.

Sonuç:

FDG-PET tümör tarama malinite açısından %100 spesifik bir indeks değildir. Ülkemizde oldukça sık görülen tüberkülöz bu indeksin yanlış pozi�fliğine yol açan önemli ve akıldan çıkarılmaması gereken hastalıkdır. PET tümör tarama tanıda, evrelemede ve tedaviye yanı�n değerlendirmesinde faydalı bir yöntem olmakla birlikte histopatolojik verifikasyon tanıda al�n standart olmayı sürdürmektedir.

e-PS010

METASTAZ GÖRÜNÜMÜ İLE PRESENTE OLAN BRONŞİOLİTİS OBLİTERANS ORGANİZE PNÖMONİ (BOOP) OLGULARI

HAKKI ULUTAŞ 1, AKIN KUZUCU 2, SÜLEYMAN SAVAŞ HACIEVLİYAGİL 3, TUNCAY YUMRUTEPE 3, AHMET ERBEY 2, ÖMER SOYSAL 4 1 BÖLGE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ ERZURUM 2 İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ AD. MALATYA 3 İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD. MALATYA 4 VAKIF GUREBA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ İSTANBUL

Amaç:

Bronşioli�s obliterans organize pnömoni (BOOP), bronşiol ve alveollerde intraluminal obliterasyonun ve organize pnömoninin eşlik e ği klinik an�tedir. BOOP’da genellikle yaygın yamasal alveolar infiltrasyonlar görülür.

Gereç ve Yöntem:

Bu olgu sunumunda, metastaz görünümü ile presente olan üç farklı BOOP olgusunu sunacağız.

Bulgular:

1. olgu Ewing sarkomu ile kemoterapi ve radyoterapi alan 13 yaşında genç kızdı. 2. olgu göğüs ve sırt ağrısı ile başvuran metasta�k akciğer görünümü nedeniyle ileri tetkik edilen 26 yaşında erkek hastaydı. Son olgu ise, genel vücut ağrıları olan 68 yaşında kadın hastaydı ve akciğer radyolojisinde saptanan metastazla uyumlu görünüm nedeniyle primer malignite açısından tetkik edildi. Her üç olguya akciğer grafileri ve toraks bilgisayarlı tomografilerinde saptanan yaygın pulmoner nodüller nedeniyle metastaz ön tanısıyla torakotomi ile nodül eksizyonu uygulandı. Hastaların patolojik incelemeleri BOOP olarak değerlendirildi. 1. olgu 3. ay takibinde ex oldu. 2. olgunun nodüllerinde cerrahi esnasında belirgin düzelme olduğu tespit edildi, 3. olguda ise herhangi bir malignite tespit edilmedi.

Sonuç:

Hem malignite tanısı alan hastalarda, hem de malignite tanısı almayan hastalarda saptanacak yaygın nodüller görünümleri, metastaz kabul etmeden önce BOOP’un ekarte edilmesi gerek�ğini düşünmekteyiz.

e-PS011

HİPOGAMAGLOBULİNEMİ İLE İLİŞKİLİ LENFOSİTİK İNTERSTİSYEL PNÖMONİ OLGUSU

GÖKHAN TİRELİ , AYDANUR EKİCİ , EMEL BULCUN , EROL ŞENTÜRK , VOLKAN ALTINKAYA , TÜLAY KARAKOÇ , MEHMET EKİCİ KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Lenfosi�k İnters�syel Pnömoni (LİP) çeşitli uyaranlara yanıt olarak ortaya çıkan, poliklonal lenfositlerin peribronşial ve inters�syel diffüz infiltrasyonuyla karakterize inflamatuar bir inters�syel pnömoni şeklidir. LİP nadir görülen bir inters�syel pnömoni olup immün fonksiyon bozukluğu ile karakterize otoimmün hastalıklarla birliktelik gösterir. İleride lenfoma olarak da karşımıza çıkabilen bir premalign durumu yansı�r. LİP’de periferal ve medias�nal lenfadenopa� ve splenomegali yaygın değildir. LİP’li hastaların %80’inde disproteinemi görülmekte olup sıklıkla poliklonal hipergamaglobulinemi şeklindedir. Burada hipogamaglobulinemi ile birlikte görülen bir LİP olgusunu sunduk.

Gereç ve Yöntem:

32 yaşında erkek hasta öksürük şikaye� ile kliniğimize başvurdu. Hastanın fizik muayenesinde vital bulguları stabildi. Yüzeyel lenfadenopa� saptanmadı. Solunum sistemi muayenesinde dinlemekle bilateral orta ve bazallerde ralleri, ba�n muayenesinde splenomegali mevcu�u.

Page 33: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

32

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Bulgular:

Laboratuar incelemelerinde IgG, IgM, IgA düşüklüğü mevcu�u. Posteroanterior akciğer grafisinde bilateral orta ve alt zonlarda yer yer birleşme eğilimi gösteren nodüler ve re�külonodüler dansite ar�şı mevcu�u. Toraks Bilgisayarlı Tomografisi (BT)’nde mediastende pretrakeal, prekarinal, subkarinal ve retrokaval lenf nodları izlendi. Parankimde her iki akciğer alt loblarda belirgin yamalı tarzda alveoler-nodüler dansiteler ve bilateral interlobuler septalarda belirginleşme izlendi. PET CT malignite açısından şüpheli olarak değerlendirildi. Hastanın solunum fonksiyon tes�nde hafif restriksiyonu, arter kan gazı incelemesinde hafif hipoksemisi mevcu�u. Karbonmonoksit difüzyon test değerleri normaldi. Ba�n BT’sinde splenomegalisi mevcu�u. Bronkoskopi ile alınan BAL sitolojisi tanısal olmayan hastaya sağ minitorakotomi ile açık akciğer biyopsisi yapıldı. Biyopsi patolojisi lenfoid infiltrasyon ve fibrozis gösteren akciğer dokusu olarak raporlandı. Yapılan immun histokimyasal incelemede infiltrasyonun polimorfik (T, B, mikst) nitelikte olduğu görüldü.

Sonuç:

Histopatolojik olarak LİP tanısı konulduğunda birlikteliği bulunan durumlar açısından araş�rma yapılmalıdır. LİP olgularının hipogamaglobulinemi ile başvurabileceği ha�rlanmalıdır.

e-PS012

PELVİK VE PULMONER EKSTRANODAL MALT LENFOMA:OLGU SUNUMU

ŞEHNAZ OLGUN 1, EMEL ERYÜKSEL 1, PEGAH GOLABİ 2, IŞIK KAYGUSUZ 3, YASİN ABUL 1, NİHAT KODALLI 4, RENGİN AHISKALI 5, BERRİN CEYHAN 1 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GÖGÜS HASTALIKLARI VE YOĞUN BAKIM ANABİLİM DALI 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, İÇ HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 3 MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, HEMATOLOJİ BİLİM DALI 4 MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, RADYOLOJİ ANABİLİM DALI 5 MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, PATOLOJİ ANABİLİM DALI

Amaç:

Ekstranodal MALT(Mucosa-associated lymphoid �ssue) lenfomalar tükrük bezleri, mide, akciğer, ince barsaklar ve birçok daha farklı yerden köken almaktadırlar ve tutulan dokuya göre semptomlar değişkenlik göstermektedir. Sunulan olguda, tesadüfen tespit edilen bir pulmoner nodül sonrası beş yıla yakın bir süre zar�nda pelvik ve pulmoner ekstranodal MALT lenfoma tanısı konmuştur.

Gereç ve Yöntem:

2008 yılında takibimize alınana kadar hastaya dış merkezlerde idiyopa�k trombositopenik purpura ve kolelithiazis teşhisleri konulan hastada kolelithiazis operasyon hazırlığı sırasında çekilen PA akciğer grafisinde yaygın pulmoner nodüller tespit edilip alınan biyopsisinde candida geotrichum tespit edildi. Bu aşamadan sonra kliniğimize yönlendirilen hastanın yapılan medias�noskopi, bronkoskopi ve tüm ba�n tomografisinde pelvik kas üzerine yerleşimli organlardan bağımsız kitle ve medias�nal lenf nodlarında hiperplazi tespit edildi.

Bulgular:

Pelvik kitleye yönelik yapılan ince iğne aspirasyon biyopsisinde MALT lenfoma teşhisi konuldu. Ardından pulmoner nodüllerden IIAB’si tekrarlandı ve pelvik kitle patolojisi ile uyumlu olduğu gözlendi. Hastaya ekstranodal pelvik ve pulmoner yerleşimli MALT lenfoma teşhisi konulduktan sonra 4 kür CVP tedavisi verildi. Hastanın kontrollerinde tüm lezyonlarının gerilediği gözlendi. Hasta şu anda takiplerini düzenli aralıklarla klniğimizde ve Hematoloji polikiniğinde yap�rmaktadır.

Sonuç:

Bu olguda Candida geotrichum saptanması hematolojik bir malignite olabileceğini düşündürmüş ve tanıya ulaşmada bizi yönlendirmiş�r. Candida geothricum sıklıkla al�a yatan immusupresif hastalığı veya hematolojik malignitesi olan olgularda saptanmaktadır

e-PS013

TRAKEAL DİVERTİKÜLLERLE SEYREDEN MOUNİER-KUHN SENDROMU OLGUSU

BURÇİN ÇELİK 1, SALİH BİLGİN 2, CANAN YÜKSEL 3 1 19 MAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI 2 SAMSUN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ HASTANESİ 3 ÖZEL SAMSUN PATOLOJİ VE SİTOLOJİ TEŞHİS MERKEZİ

Amaç:

Mounier-Kuhn sendromu (MKS) veya trakeobronkomegali (TBM) trakeanın ve bronşların belirgin dilatasyonu ve tekrarlayan alt solunum yolu enfeksiyonları ile karakterize nadir bir klinik ve radyolojik an�tedir. Bu çalışmanın amacı trakeal diver�küllerle seyreden MKS’lu bir olguyu sunmak�r.

Gereç ve Yöntem:

Elli sekiz yaşında erkek hasta kronik öksürük, balgam çıkarma ve göğüs ağrısı şikayetlerinin değerlendirilmesi amacıyla hastaneye başvurdu

Page 34: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

33

Bulgular:

Dinlemekle akciğerlerde yaygın ronküs ve ekspiryumda uzama saptandı. Laboratuar testleri arasında sadece sedimantasyon hızında (47 mm/saat) ar�ş izlendi. Akciğer grafisinde trakea çapında genişleme ve her iki akciğerde amfizem alanları izlendi. Toraks BT’de trakea çapının arğı (4.9 cm), trakea kıkırdak halkaları arasında mul�pl trakeal diver�küller izlendi. Fiberop�k bronkoskopide trakeada diver�küllerle seyreden bir genişleme, her iki bronş ağacında genişleme tespit edildi. Histokimyasal çalışmada MKS tanısını destekleyen solunum yolları etra�ndaki elas�k liflerde yer yer tam kayba varan azalma izlendi. Hasta medikal tedavi ile taburcu edildi.

Sonuç:

MKS belirgin trakeobronşiyal genişleme ile karakterize bir hastalık�r. Tanı genellikle BT ile konulur. E�yolojisi tam olarak bilinmemekle birlikte üç sub�pi vardır. Tip 2’de trakeada belirgin genişleme ve diver�küller vardır. Tedavi destekleyicidir. Radyolojik bulgu olsun veya olmasın tekrarlayan pnömonilerin ayırıcı tanısında MKS düşünülmelidir.

e-PS014

PRİMER KAVİTER PULMONER SARKOİDOZİS OLGUSU

MİNE ÖNAL , SİBEL ALPAR , NUR ŞAFAK ALICI , ŞÜKRAN ATİKCAN , MİHRİBAN ÖĞRETENSOY ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Sarkoidoz nedeni bilinmeyen, mul�sistemik, nonkazeöz granülomatöz bir hastalık�r. Pulmoner tutulum olguların %90’nında söz konusudur. Radyolojik olarak akciğerde genellikle nodüler veya infiltra�f form izlenirken, primer kaviter görünüm oldukça nadirdir.

Gereç ve Yöntem:

Bu amaçla hasta bilgileri retrospek�f olarak değerlendirildi.

Bulgular:

Yirmi al� yaşında bayan hasta, cilt lezyonları, öksürük, balgam ve gece terlemesi yakınmaları ile başvurdu. Öyküsünden 1.5 yıl önce cil�e beliren lezyonların büyüdüğü ve başka bölgelerde de çıkmaya başladığı öğrenildi. Yapılan fizik muayenesinde cil�e sağ kulak arkası, boyun, sırt ve alında hiperpigmente lezyonlar ve akciğerde dinlemekle sağ bazalde inspiratuar ince raller dışında patolojik bulgu saptanmadı. Çekilen PA Akciğer grafisinde sağ üst zonda ve sol üst-orta zonda nonhomojen infltra�f görünüm izlendi. Çekilen toraks bilgisayarlı tomografide her iki akciğer üst lob posterior kesimlerde

hava bronkogramları içeren kollaps konsolidasyon alanları ve sağ akciğer üst lob posterior segmen�e kaviter görünüm saptandı. Ba�n ultrasonunda; karaciğer parankiminde heterojen nodüler görünüm ve paraçölyak lokalizasyonda büyümüş lenf nodları saptandı. Yapılan fiberop�k bronkoskopide patolojik bulgu saptanmadı. Sol üst lobdan transbronşial biyopsi alındı. Histopatolojik olarak granülomatöz il�habi olay olarak değerlendirildi. Cilt lezyonlarından alınan biyopsi ise granülomatöz derma�t olarak yorumlandı. PPD tes� nega�i.

Sonuç:

Tekrarlayan balgam AARB teksif sonuçlarının nega�f olması, her iki biyopsi örneğinde yapılan histokimyasal çalışmada EZN ile basil lehine boyanma olmaması ve dokuda çalışılan PCR’ın nega�f olması nedeniyle hasta sarkoidoz kabül edilerek steroid tedavisi başlandı. Takibinde akciğerdeki lezyonlarda ve cilt lezyonlarında gerileme izlendi.

e-PS015

AKCİĞERE METASTAZ YAPMIŞ NADİR BİR DERİ TÜMÖRÜ: SEBASE KARSİNOM

AYGÜN GÜR , GÜLCİHAN ÖZKAN , GÜLŞAH GÜNLÜOĞLU , BARIŞ AÇIKMEŞE , GÜNGÖR ÇAMSARI , AYSUN ÖLÇMEN , İBRAHİM DİNÇER , NUR BÜYÜKPINARBAŞILI YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Sebase karsinom nadir bir tümör olup, tüm deri kanserlerinin %0.2 sini oluşturmaktadır.Sıklıkla göz kapağına yerleşir ve genellikle 70 yaş üzerinde görülür.Ekstraoküler yerleşim daha nadir olmakla birlikte metasta�k potansiyeli yüksek�r

Gereç ve Yöntem:

Bu çalışmada, burun tabanında yerleşim gösteren ve rezeke edildikten 2.5 yıl sonra akciğere metastaz yapan sebase karsinom olgusu sunuldu

Bulgular:

OLGU: 79 yaşında bayan hasta.Nefes darlığı yakınması ile başvurduğunda yapılan tetkiklerinde sol alt lob superior segmen�e soliter pulmoner nodül saptanarak araş�rıldı. Fiberop�k bronkoskopi yapıldı.Endobronşiyal lezyon görülmedi.Transtorasik iğne aspirasyonu yapılarak squamöz hücreli karsinomla uyumlu bulundu. PET/CT’ de akciğerdeki lezyon dışında FDG tutulumu saptanmadı.Torakotomi yapılarak wedge rezeksiyon ile lezyon çıkarıldı ve sebase karsinom metastazı olarak rapo

Page 35: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

34

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Sonuç:

Nadir görülen ve squamöz hücreli karsinomla karışan sebase karsinomlu olgu literatür bilgileri eşliğinde sunuldu.

e-PS016

PLEVRANIN SOLİTER FİBRÖZ TÜMÖRÜ : NADİR GÖRÜLEN MAKROKİSTİK FORMU

HAKAN ÇERMİK , ERSİN DEMİRER , HALDUN UMUDUM , EŞREF DEMİR ETİMESGUT ASKER HASTANESİ

Amaç:

Plevranın soliter fibröz tümörleri (PSFT) nadir görülen tümörlerdendir. Genellikle solid formda olamkla beraber çok nadir olarak makrokis�k dejenerasyon gösteren formları tanımlanmış�r

Gereç ve Yöntem:

Olgu Sunumu: 75 yaşında kadın hasta iki aydır süren nefes darlığı şikaye� ile başvurdu. Solunum sistemi bulguları sol toraksta kitle bulgularını desteklemekte idi. Yapılan toraks bilgisayarlı tomografi sonucunda sol plevral kavitede yerleşimli, sol akciğer alt loba bası yapan çok sayıda makrokistler içeren yumuşak doku dansitesinde kitle tespit edildi.

Bulgular:

Eksplora�f posterolateral torakotomi yapıldı. Ameliyat sırasında sol plevral kavite yerleşimli sol alt lob viseral plevraya pedikül ile tutulu 20x15x15 cm. boyutlarında kitle görüldü. Sol akciğer baskı al�ndaydı ve medias�num sağa basılı görünümde idi. Tümör makroskopik incelemede dış yüzeyi düzgün, pembe kırmızı renkte mul�lobular görünümde idi. Yapılan kesitlerde kırmızı pembe renkte çok sayıda makrokistlerin yer aldığı yumuşak kıvamda parenkim görüldü. Kistlerden en büyüğü 5 cm. çapındaydı. Nekro�k alan izlenmedi. Histolojik olarak tümör yuvarlak sonlanmalar gösteren iğsi hücreler ile çok sayıda küçük kollajen liflerden meydana gelmekteydi. Yapılan immunohistolojik incelemede bazı iğsi hücrelerde CD34 pozi�fliği görüldü.

Sonuç:

PSFT klinik görünümü tümörün boyutları ve toraks içi yerleşimine bağlı olarak değişmektedir. Tedavi cerrahi olarak tümörün çıkarılması ile %90 oranında iyileşme sağlanmaktadır. Klasik olarak plevral solid kitle olarak görülmesine rağmen kis�k dejenerasyon görülebilir. PSFT nin makrokis�k dejenerasyonu az rastlanan bir varyan� olmakla birlikte intratorasik tümörlerin ayırıcı tansında akılda bulundurulmalıdır.

e-PS017

KRONİK ÖKSÜRÜK ŞİKAYETİ İLE BAŞVURAN ENDOBRONŞİYAL SCHWANNOMA OLGUSU.

DUYGU ZORLU KARAYİĞİT 1, ÖNDER ÖZTÜRK 1, NECLA SONGÜR 1, SEMA BİRCAN 2, AHMET BİRCAN 1, SEVDA SERT BEKTAŞ 2, ŞULE KAYA 1, AHMET AKKAYA 1 1 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, ISPARTA, TÜRKİYE 2 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ PATOLOJİ AD, ISPARTA, TÜRKİYE

Amaç:

Endobronşiyal schwannom, nörofibrom veya nörilemma olarak da adlandırılan nörolojik orjinli nadir görülen tümoral bir oluşumdur. Toraksta sempa�k ve intercostal sinirlerden, nadiren vagal sinirden köken alırken, bronş ağacında veya pulmoner parankimde görülmesi nadirdir.

Gereç ve Yöntem:

Otuz üç yaşında sigara içmeyen kadın hasta, bir yıldır devam eden ve son bir haadır şidde� artan öksürük yakınmaları ile başvurdu.

Bulgular:

Kronik öksürük etyolojisini araş�rmak üzere kliniğimize ya�rılan hastanın ru�n laboratuar tetkikleri, PA akciğer grafisi ve SFT değerleri normaldi. Hasta bir yıldır inhale bronkodilatör ve steroid tedavisi kullanmaktaydı. Hastanın mevcut tedavisine allerjik rinit, farenjit ve reflü şikayetlerine yönelik tedaviler eklenmesine rağmen öksürük şikaye� azalmadı. Bronkoskopi yapılması planlandı. Bronkoskopik incelemede; sol ana bronşta posterior duvardan endobronşial uzanım gösteren polipoid lezyon görüldü. Biyopsi materyalinin histopatolojik incelemesi endobronşiyal schwannom olarak rapor edildi.

Sonuç:

Endobronşiyal schwannom akciğerin nadir görülen benign tümörlerinden olması ve kronik öksürük vakalarında bronkoskopik incelemenin önemini vurgulamak amacıyla olgumuzu sunmayı uygun gördük.

Page 36: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

35

e-PS018

WEGENER GRANULOMATOZDA PAROTİS TUTULUMU

CANAN BOL , SEMA OYMAK , HAKAN BÜYÜKOĞLAN , RAMAZAN DEMİR , İNCİ GÜLMEZ , SÜLEYMAN BALKANLI , NEZİHE ÖZDOĞAN , NURİ TUTAR ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ

Amaç:

Wegener granulomtozu nekro�zan vaskülit ile seyreden genellikle alt ve üst solunum yolları ve böbreği tutan sistemik bir hastalık�r.WG da paro�s bezi tutulumu nadir görülür.Biz burada yaygın ve hızlı seyirli bilateral paro�s bezi tutulumu olan bir olgu sunduk.

Gereç ve Yöntem:

5 aydır WG tanısı ile steroid tedavisi alan 43 yaşında kadın hasta ateş ve kan şekeri yüksekliği ile başvurdu.Nonspesifik an�biyo�k tedavisi başlandı.Takiplerinde bilateral paro�s bezlerinde şişlik,ağrı ve kızarıklık başladı.Apse düşünülerek drene edildi.Şikayetlerinin geçmemesi üzerine paro�s biyopsisi yapıldı.Sonuç granulomatoz il�habi olay gelmesi üzerine WG un paro�s tutulumu kabul edildi.

Bulgular:

Toraks BT de sol akciğer linguler segmen�e yaklaşık 6cm çaplı çevresinde buzlu cam görünümlerin ve konsolidasyonun eşlik e ği hava sıvı seviyesi içeren kaviter lezyon ve sağ akciğer superiorda yaklaşık 3 cm çaplı kaviter lezyon izlendi.Bronkoskopi enfeksiyonla uyumlu idi.Solda alınan TBBX de süpüra�f il�habi olay olarak geldi.PR3 ANCA 200 posi�f idi.Paro�s bezinde alınan biyopsi granulomatöz il�habi olay geldi.

Sonuç:

WG olan hastalarda paro�sde şişlik ,ağrı ve kızarıklık olduğunda nadir görülen paro�s tutulumu da göz önünde bulundurulmalıdır.

e-PS019

DİSSEMİNE PULMONER OSSİFİKASYON

GÜLCİHAN ÖZKAN , GÜNGÖR ÇAMSARI , AYGÜN GÜR , GÜLŞAH GÜNLÜOĞLU , NUR DİLEK BAKAN , FATMA GÖRGÜLÜ , AYŞE YETER , NUR BÜYÜKPINARBAŞILI YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Nadir görülen bir olgunun sunumu

Gereç ve Yöntem:

67 yaşında kadın hasta, öksürük, göğüs ağrısı, nefes darlığı yakınmaları ile başvurdu. 2 yıldır giderek artan yakınmaları mevcut olan hasta ev kadını olup çevresel maruziyet veya ilaç kullanımı yok

Bulgular:

Fizik muayenesinde bilateral bazallerde inspiratuar raller saptandı. SFT si normal bulunan hastanın ENA profili ve romatolojik muayenesinde patoloji saptanmadı. AC grafisinde her iki akciğerde hafif volüm kaybı ve bilateral bazal re�külonodüler opasiteler gözlendi. HRCT de yer yer buzlu cam opasiteleri, re�kulonodüler opasiteler ve fibrosis gözlendi. Tomografi bulgularına dayanılarak hastaya yapılan TBB nin tanısal olmaması nedeni ile Açık Akciğer Biyopsisi yapıldı. Patolojisi Dissemine Pulmoner Ossifikasyon olarak raporlanan hasta hala takibimiz al�ndadır

Sonuç:

Dissemine Pulmoner Ossifikasyon nadir görülen bir patoloji olup birçok farklı klinik tabloya eşlik edebilmektedir. Nadir gözlenmesi nedeniyle sunulmuştur.

e-PS020

17 YIL SONRA AKCİĞERE METASTAZ YAPAN LİPOSARKOM

SEDAT ZİYADE 1, ÖMER SOYSAL 1, OSMAN CEMİL AKDEMİR 1, SACİT İÇTEN 2 1 VAKIF GUREBA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ, İSTANBUL, TÜRKİYE 2 * VAKIF GUREBA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ, İSTANBUL, TÜRKİYE

Amaç:

Yumuşak doku sarkomları mezenkimal hücrelerden köken alan malign tümörlerdir. Liposarkom, bu tümörler içinde malign fibröz his�yositomadan sonra en sık görülenidir. Hematojen yolla erken dönemde metastaz yaparlar. Biz 17 yıl sonra akciğere metastaz yazmış bir liposarkom olgusunu sunuyoruz.

Gereç ve Yöntem:

59 yaşında bayan hasta. Nonspesifik şikayetlerle gelen hastanın muayenesinde özellik yoktu. Özgeçmişinde 17 yıl önce sağ uyluktan liposarkom eksizyonu mevcu�u.

Page 37: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

36

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Bulgular:

Akciğer grafisinde sağ akciğer üst zonda periferik yerleşimli 5 cm çaplı kitle lezyonu mevcu�u. Toraks BT’de sağ akciğer üst lob anterior segmen�e plevraya geniş tabanlı oturan düzensiz konturlu, belirgin kontrast tutulumu gösteren 6x3x5 cm boyutlarında kitle lezyonu saptandı. İİAB’nde patolojik inceleme sonucu mezenkimal malign hücreler görüldü. Primer akciğer kanseri ile kesin ayrımı yapılamıyordu. PET-BT’de lezyon SUVmax değeri 4.3’tü ve başka tutulum saptanmadı. Anterior torakotomi ile sağ sleeve orta lobektomi yapıldı. Patolojisi liposarkom metastazı olarak geldi. Postopera�f komplikasyon izlenmedi ve hasta taburcu edildi.

Sonuç:

Ekstremite liposarkom olguları uzun dönem sonra da akciğere metastaz yapabilir.

e-PS021

ENDOBRONŞİYAL KİTLE LEZYONU YAPAN SARKOİDOZ (OLGU SUNUMU)

SERDAR AKPINAR , NAZİRE UÇAR , ZAFER AKTAŞ , YETKİN AĞAÇKIRAN , TUĞRUL ŞİPİT ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Sarkoidozda sıklıkla parankimal akciğer hastalığı görülür ancak hava yolları da tutulabilir. Bronşiyal mukozal tutulum genellikle mukozal nodularite ve/veya bronkostenozis şeklindedir. Endobronşiyal kitle lezyonu ise sarkoidozda çok nadir olarak görülmektedir. Bu nedenle endobronşiyal kitle lezyonu bulunan nadir bir sarkoidoz olgusunu sunuyoruz.

Gereç ve Yöntem:

Otuzbir yaşında kadın hasta, nefes darlığı yakınmasıyla başvurdu. Akciğer grafisinde, bilateral hiler ve medias�nal genişleme ile bilateral yaygın nonhomojen dansite ar�şları mevcu�u. Toraks BT’de, medias�nal alanlarda karina düzeyinde yaygın konglomere lenfadenopa�ler ile paraözefagial büyümüş lenf nodları izlendi. YRBT’de, her iki akciğerde perihiler düzeyde belirginleşen yaygın noduler, inters�syel infiltrasyonlar, buzlu cam, peribronşiyal kalınlaşmalar, fokal havalanma ar�şları mevcu�u.

Bulgular:

Bronkoskopi’de, sağ alt lob lateral segment girişinde lümeni daraltan üzeri nekro�k endobronşiyal kitle görüldü. Biyopsi alındı. Ayrıca subkarinal transbronşiyal iğne aspirasyon biyopsisi yapıldı. Her iki biyopsi sonucu, epiteloid his�ositler ve Langhans �pi dev hücrelerin etra�nı lenfositlerin çevrelediği non-kazeifiye granülom yapıları izlendi. EZN boyamasında basil görülmedi. Granülomatöz il�hap olarak raporlandı.

Sonuç:

Sarkoidozda malignite görünümü veren endobronşiyal kitle şeklinde tutulum çok nadirdir. Endobronşiyal kitle lezyonlarının ayırıcı tanısında sarkoidoz da akla ge�rilmelidir.

e-PS022

AKCİĞERDE KİTLE LEZYONU GÖRÜNÜMÜNDE KİST HİDATİK OLGUSU

AYŞE AYDIN 1, HATİCE SELİMOĞLU ŞEN 1, ABDULHALİM ŞENYİĞİT 2 1 DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 2 ÖZEL DİYARBAKIR HASTANESİ

Amaç:

Kist hida�k,echinococcus granulosus tara�ndan oluşturulan parazi�k infestasyondur. En sık karaciğerde görülmekle birlikte, % 10-30 sıklıkta akciğerde de görülmektedir. Kist hida�k coğrafik koşullar nedeni ile ülkemizde sık görülmektedir. Bu çalışmada akciğer kist hida�ğinin klasik radyolojik ve bronkoskopik görünümleri dışında olan kitle görünümünde bir olgu sunulmuştur.

Gereç ve Yöntem:

17 yaşında erkek hasta öksürük, balgam, kan tükürme şikayetleri ile başvurdu. Hasta son 2 ay içinde 10 kg kaybetmiş�. Çekilen toraks BT’de kitle lezyonu saptanan hastaya fiberop�k bronkoskopi (FOB) yapıldı.

Bulgular:

Fiberop�k bronkoskopide sağ akciğer üst lob anterior segmen�e mukozal tümseklenme ve üzeri nekro�k doku kaplı lezyon görüldü. Buradan alınan endobronşial biyopsi sonucunda kist hida�k saptandı. Ba�n ultrasonografisinde epigastriumda kc sol lobunda kis�k oluşum görüldü. Hasta operasyon için göğüs cerrahisi kliniğine transfer edildi.Orada yapılan operasyonla kist hida�k çıkarıldı.

Page 38: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

37

Sonuç:

Akciğer kist hida�ği sıklıkla akciğerlerin alt loblarında lokalize olur. Kis�n klasik radyolojik, bronkoskopik bulguları olmakla birlikte nadirde olsa farklı radyolojik, bronkoskopik görünümlerde de kist hida�ği akla ge�rmek gerekir.

e-PS023

AKCİĞER HİDATİK KİST CERRAHİSİ SONRASINDA INTRAKAVITER ASPERGİLLOMA: OLGU SUNUMU

HAKAN KIRAL 1, İRFAN YALÇINKAYA 1, RECEP DEMİRHAN 2, MUSTAFA KÜPELİ 1 1 SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, İSTANBUL 2 DR.LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, İSTANBUL

Amaç:

Hida�k kist endemik bölgesel yayılım gösteren zoono�k bir hastalık�r. Pulmoner aspergilloma (mantar topu) ise genellikle akciğerde daha önceden mevcut bir kavitenin içinde gelişen �rsatçı bir enfeksiyondur. Bu iki hastalığın birlikte görülebildiğine dair literatürde çok az sayıda vaka yayınlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Bundan 3.5 yıl önce başka bir merkezde sağ akciğerde kist nedeniyle kistotomi, kapitonaj ameliya� yapılan hasta, kliniğimize tekrarlayan hemop�zi şikayetleri ile müracaat e . Hastanın toraks Bilgisayarlı Tomografisinde sağ alt lob posterior segmen�e 3x3x2 cm ebatlarında iç ve dış sınırları düzensiz kalın cidarlı kaviter lezyon ve kavitenin içerisinde yer yer radyodens alanlar tesbit edildi.

Bulgular:

Hastaya retorakotomi ve alt lobektomi yapıldı. Patolojik inceleme bronşektazi, intraparankimal hemoraji ve intrakaviter aspergilloma olarak rapor edildi.

Sonuç:

Hida�k kist operasyonları sonrası kalan rezidüel boşlukların içinde de aspergilloma gelişebileceğini ve tedavide bunun dikkate alınması gerek�ğini vurgulamak amacıyla bu çok nadir olguyu sunuyoruz.

e-PS024

SOLİTER PULMONER AMİLOİD NODÜLÜ (AMİLOİDOMA): VAKA SUNUMU

SERAP DURU 1, ESRA BİLGİN 1, UĞURSAY KIZILTEPE 2, ÖMER ULULAR 2, MURAT ANLAR 3, MURAT ALPER 3, SADIK ARDIÇ 1 1 DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ, ANKARA 2 DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ KALP DAMAR CERRAHİSİ KLİNİĞİ, ANKARA 3 DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 2.PATOLOJİ KLİNİĞİ, ANKARA

Amaç:

Bu yayında nadir görülen ve genelde tesadüfen bulunan akciğer nodülü olan soliter pulmoner amiloid nodüllü bir vakayı sunduk

Gereç ve Yöntem:

Amiloidoz, dokularda fibriler yapıda protein birikimi ve bunun sonucunda ortaya çıkan organ disfonksiyonuyla karakterli heterojen bir hastalık grubudur. Pulmoner amiloidoz, sistemik amiloidozun bir parçası olabilir veya organla sınırlı form olarak görülebilir. Nefes darlığı, göğüs ağrısı şikayetleri ile hastanemize başvuran altmış dört yaşında kadın hasta subakut anteroseptal myokard iskemisi ve Kronik Obsrük�f Akciğer Hastalığında (KOAH) alevlenme tanılarıyla acil servisimize alındı. Daha önce bilinen bir koroner arter hastalığı olmayan hastada 30 paket/yıl sigara içme öyküsü mevcu�u. Yaklaşık 5 yıldır bronkodilatatör ilaçlar kullanıyordu.

Bulgular:

Fizik muayenesinde dispneik, bilateral yüksek frekanslı ekspiratuar ronkusleri mevcu�u. Yapılan tetkiklerinde kan gazında respiratuar asidoz, serum troponin düzeyinde yükseklik tesbit edildi. Akciğer filminde kardiyotorasik oranda ar�ş, bilateral havalanma fazlalığı mevcu�u. An�agregan, an�iskemik ve bronkodilatatör tedavi başlanan hastaya ilerleyen günlerde koroner bypass uygulandı. Operasyon esnasında sol akciğerde alt lobda 4×3 cm boyularında sert ve fikse kitle eksize edildi. Patolojik doku tanısı nodüler amiloidoz olarak raporlandı.

Sonuç:

Bu vakayla pulmoner nodüllerde ayırıcı tanıda amiloid nodüllerinde düşünülmesi gerek�ğini vurgulamayı amaçladık. Anahtar kelimeler: akciğer,nodül,amiloidozis

Page 39: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

38

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

e-PS025

MULTİFOKAL YERLEŞİMLİ BİR BRONKOSENTRİK GRANÜLOMATOZİS OLGUSU

ALİ KILIÇGÜN 1, BAHAR KURT 2, MURAT BÖLÜK 2, FAHRİ YILMAZ 3 1 ABANT İZZET BAYSAL TIP FAKÜLTESİ,GÖĞÜS CERRAHİSİ 2 ABANT İZZET BAYSAL TIP FAKÜLTESİ,GÖĞÜS HASTALIKLARI 3 ABANT İZZET BAYSAL TIP FAKÜLTESİ, PATOLOJİ

Amaç:

Bronkosentrik Granülomatozis(BCG), klinik bulgular ile radyolojik görünüm arasında korelasyonun olmadığı nadir bir hastalık�r.Vakaların 1/3 ü astma�k ,geri kalanların ise nonastma�k olduğu, daha çok erişkinlerde görüldüğü ve tesadüfen saptandığı bildirilen bu hastalığın tanısı açık akciğer biyopsisi ile konur.Akciğer biyopsisinde bronş ve bronşiollerde nekro�zan granülomatöz reaksiyon izlenir ,diğer granülomatöz ve fungal hastalıkların dışlanması ile tanı konur.

Gereç ve Yöntem:

Olgumuz 37 yaşında erkek hastaydı ve 25 paket-yıl sigara içme öyküsü mevcu�u.Başka bir sağlık sorunu nedeniyle çekilen akciğer grafisindeki şüpheli görünüm üzerine sarkoidoz, silikozis, malignite ve tüberküloz ön tanılarıyla ileri tetkiklerine başlandı.Bilgisayarlı akciğer tomografisinde periferal yerleşimli çok sayıda nodül izlendi.Solunum fonksiyon testlerinde orta derecede obstrüksiyon(GOLD evre II KOAH) ve DLCO,DLCO /VA da azalma mevcu�u. Fiberop�k bronkoskopide endobronşial lezyon izlenmedi.Transbronşial biyopsi sonucunda mikroskopik bulguların bronşioli�s obliterans organize pnomoni (BOOP) lehine yorumlanması üzerine açık akciğer biyopsisi yapılması planlandı.

Bulgular:

Orta lobdan nodül eksizyonu yapıldı ve histopatolojik inceleme sonucu bronkosentrik granülomatozis ile uyumlu bulundu.Bu patojinin ABPA ‘nın doku invazyonu yapmış şekli olabileceği yönündeki hakim görüşler nedeniyle aspergillus hifalarının incelenmesi ve kültürü yapıldı.Ancak müspet bulgular saptanmadı.

Sonuç:

BCG ‘nın nadir bir an�te olması ve akciğerde mül�pl nodüllerin etyolojisinde araş�rılması gereken bir durum olması nedeniyle sunmayı istedik.

e-PS026

NÖROFİBROMATOZİSLİ BİR OLGUDA PLEVRAL KİTLE GÖRÜNÜMÜ :OLGU SUNUMU

HATİCE SELİMOĞLU ŞEN , ABDURRAHMAN ŞENYİĞİT , AYŞE AYDIN DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D

Amaç:

Nörofibromatoziste farklı akciğer tutulumları mevcu�ur. Bu çalışmada Toraks BT’de plevral kitle görünümü veren nörofibromatozisli bir olgu sunulmuştur.

Gereç ve Yöntem:

44 yaşında erkek hasta. Çocukluğundan beri vücudunun birçok yerinde cil�e nodülleri olan hasta,nörofibromatozis ön tanısı ile tetkik edilmiş.ancak kesin tanı konulamamış.Hastaya,Haziran 2008 de kontrol amaçlı Ba�n BT ve Toraks BT çekilmiş.Toraks BT’ de ,sol ac alt lob süperior segmen�e plevraya uzanım gösteren 43*22 mm boyutunda nodüler lezyon tespit edilmiş.Hasta,Akciğer CA ,nörofibromatozis ön tanıları ile ya�rıldı. Ru�n tetkikler,tümör markerları normal sınırlardaydı..Bronkoskopi yapıldı.Patolojik bulgu saptanmadı.Solunum fonksiyon testleri,CO difüzyon kapasitesi normal idi. D-echo yapıldı.normal sınırlarda idi.Cilt lezyonlarından bir adet biopsi alındıAkciğer lezyonu için transtorasik biopsi planlandı ancak hasta kabul etmedi.

Bulgular:

Cilt biopsi sonucu nörofibrom olarak geldi.Üç aylık takip sonucunda ,Toraks BT’de,akciğerdeki lezyonda hiçbir değişiklik saptanmadığından lezyonun nörofibromatozisin akciğer tutulumu olduğu düşünüldü.

Sonuç:

Nörofibromatozis tanısı konan olgularda farklı plöropulmoner lezyonlar saptanabilir. Bizim olgumuzda olduğu gibi nörofibromatozis tanılı olgularda plevral kitle görünümü saptandığında primer hastalığa bağlı nörofibrom da düşünülmelidir.

Page 40: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

39

e-PS027

73 YAŞINDA ERKEK HASTADA GÖĞÜS DUVARI PRİMİTİF NÖROENDOKRİN TÜMÖRÜ

TAMER ALTINOK 1, LEMA TAVLI 2, OKTAY SARI 3, 1 SELÇUK ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ AD 2 SELÇUK ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ AD 3 SELÇUK ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ NÜKLEER TIP AD

Amaç:

PNET, sıklıkla çocuk ve adelosanlarda ortaya çıkan oldukça agresiv yuvarlak hücreli yumuşak doku tümörüdür. Çogunlukla santral sinir sisteminde görülmesine karşın ekstrakranial özellikle de göğüs duvarında nadir de olsa görülür. Bu nadir olgu, klinik, radyolojik ve patolojik yönden örnek oluşturması amacıyla sunulmuştur

Gereç ve Yöntem:

Arka göğüs duvarında ağrı ile başvuran 73 yaşında erkek hastada, sol paravertebral yerleşimli bir kitle tesbit edildi.

Bulgular:

TTİB ile akciğer parankimi ile ilgisi olmayan küçük hücreli tümör ile uyumlu görünüm saptandı. Radikal kitle ve göğüs duvarı rezeksiyonu ve rekonstruksiyonu yapıldı. Histopatolojik tanı periferal PNET olarak raporlandı.

Sonuç:

Göğüs duvarı kaynaklı periferik PNET lerin KHAK ile ayırıcı tanısı dikkatli yapılmalıdır. Rekürrens lokal göğüs duvarında, akciğerde veya iskelet sisteminde olabilir. Prognozu kötüdür. Bu nedenle tedavisi cerrahi, kemoterapi ve radyoterapiyi de içerem mul�disipliner yaklaşımla olmalıdır.

e-PS028

TRAKEOBRONKOPATİA OSTEOKONDROPLASTİKA: BİR OLGU NEDENİYLE

BURÇİN ÇELİK 1, SALİH BİLGİN 2 1 19 MAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI 2 SAMSUN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ HASTANESİ

Amaç:

Trakeobronkopa�a osteokondroplas�ka (TO) nadir bir hastalık�r. Genellikle 50 yaş üstü insanları etkiler ve klinik belir�ler obstrük�f ve infeksiyöz komplikasyonlar olunca ortaya çıkar. Çalışmanın amacı bronkoskopi ile tanı koyduğumuz bir TO olgusunu sunmak.

Gereç ve Yöntem:

Altmış bir yaşında erkek hasta öksürük ve kanlı balgam şikaye�nin değerlendirilmesi amacıyla başvurdu.

Bulgular:

Dinlemekle akciğer sesleri özellikle sol alt lobda azalmış�. Direkt akciğer grafisinde sol alt zonda infiltrasyon, parankimde yaygın amfizem alanları mevcu�u. Toraks BT’de her iki akciğer üst zonlarda amfizem alanları ve subplevral büller, sol alt zonda konsolide alan tespit edildi. Laboratuvar testleri arasında sadece sedimentasyon değeri (62 mm/saat) yüksek�. Fleksibl bronkoskopide trakea ön ve yan duvarlarında karinaya kadar devam eden çok sayıda beyaz renkte düzensiz nodüler lezyonlar saptandı. Biyopsi patolojisi TO olarak rapor edildi. Hasta medikal tedavi ile taburcu edildi.

Sonuç:

TO’nın e�yolojisi bilinmemektedir. TO’da genelikle ilk olarak astma ya da kronik bronşit tanısı konulur. Hemen hemen tüm hastalarda tanı bronkoskopi ile konulur. İnatçı öksürük, hemop�zi, ısrar eden atelektazi, rekürren segmental veya lober enfeksiyonun ayırıcı tanısında TO düşünülmelidir. Hastalığın spesifik bir tedavisi yoktur. Prognoz genelikle iyidir ve lezyonların yaygınlığına bağlıdır.

Page 41: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

40

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

e-PS029

FAMİLYAL İDİOPATİK PULMONER FİBROSİS(3 OLGU SUNUMU)

DİLEK KANMAZ , ESİN YENTÜRK , ESİN TUNCAY , DERYA YENİBERTİZ , FİRDEVS ATABEY , BARIŞ YILMAZ , YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

İdiyopa�k pulmoner fibrozis (İPF) ve familyal varyantları, ilerleyici ve moleküler mekanizmaları iyi anlaşılmamış olduğundan çoğunlukla tedavi edilemeyen hastalıklardır.5 yıllık yaşam süresi %20-50 arasındadır. Familyal olgular daha genç yaşta görülür ve İPF olgularının %0.5-3 ‘lük kısmını oluşturur.Familyal İPF %70 oranında otozomal dominant geçişlidir.Familyel IPF nin klinik bulguları kesin olarak tanımlanmamış�r.

Gereç ve Yöntem:

Bu makalede Familyal IPF tanısı almış 3 kardeş sunuldu.

Bulgular:

Üç kardeşe de klinik,radyolojik,patolojik metodlarla Familyal IPF tanısı konuldu.İlk hasta 24ay, ikinci hasta12ay, üçüncü hasta 8 ay önce tanı aldı.Birinci vaka 46 yaşında nonspesifik inters�syel pnömoni zemininde bronkoalveoler karsinom tanısı;ikinci vaka 44 yaşında usual inters�syel pnömoni tanısı;üçüncü vakada 38 yaşında nonspecifik inters�syel pnömoni tanısı almışdı.

Sonuç:

Familyal IPF’nin sonuçlarını ve insidensini doğru olarak saptamak için IPF li hastanın aile üyelerinin dikkatli bir izlem ve araş�rılması gerekmektedir.

MS011

PRİMER AKCİĞER KANSERİNDE NEOADJUVAN TEDAVİ SONRASINDA YAPILAN SLEEVE REZEKSİYONLAR

ALPER TOKER , SERHAN TANJU , BERKER ÖZKAN , ŞÜKRÜ DİLEGE İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI

Amaç:

Bu çalışmanın amacı, primer akciğer kanseri tanısı alan hastalarda neoadjuvan tedavi sonrasında uygulanan sleeve rezeksiyonlarının erken ve orta dönem sonuçlarını araş�rmak�r.

Gereç ve Yöntem:

Anabilim Dalımızda Kasım 2000 - Aralık 2008 tarihleri arasında primer akciğer kanseri tanısıyla, N2 ve/veya T4-T3 olan 96 hastaya neoadjuvan tedavi sonrası akciğer rezeksiyonu uygulandı. Bu hastalar içersinden sleeve rezeksiyon uygulanan 15 hasta çalışma grubuna alındı. Sleeve rezeksiyon uygulanan hastalar neoadjuvan tedavi yöntemi, yapılan ameliyat, komplikasyon, opera�f mortalite, hastanede kalış süresi ve orta dönemde sağkalım açısından incelendi.

Bulgular:

Hastaların 12’si erkek, 3’ü kadın, yaş ortalaması 57.4 olarak hesaplandı. Neoadjuvan tedavi 8 hastada kemoterapi, 7 hastada ise kemoradyoterapiydi. Oniki hastada bronşiyal sleeve lobektomi uygulanırken, 3 hastada çi sleeve lobektomi uygulandı. Komplikasyon oranı % 26,6 olarak bulundu, ortalama hastanede kalış süresi 10.1 gün olarak hesaplandı. Opera�f mortalite görülmedi. Hastaların median sağkalım oranı 30 ay olarak bulundu.

Sonuç:

Pnömonektomi operasyonunun neoadjuvant tedavi sonrasında yüksek mortalite riskiyle uygulandığı bilinmektedir. Bu operasyonun alterna�fi olan sleeve rezeksiyonlar neoadjuvant tedavi sonrasında kabul edilebilir morbidite ve “0” mortalite oranıyla uygulanabilir.

MS012

VİDEOTORAKOSKOPİK ANATOMİK REZEKSİYONLAR (TORAKOTOMİ EKARTÖRSÜZ)

ALPER TOKER , SERHAN TANJU , SERKAN KAYA , BERKER ÖZKAN , ŞÜKRÜ DİLEGE İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI

Amaç:

Bu çalışmanın amacı, videotorakoskopik anatomik tek tek damar ve bronş diseksiyonu yöntemiyle torakotomi ekartörü kullanılmadan yapılan segmentektomi ve lobektomi operasyonlarının ve primer akciğer kanseri hastalarında medias�nal lenf nod diseksiyonu sonuçlarını araş�rmak�r.

Gereç ve Yöntem:

Kliniğimizde 2006 Nisan ile Aralık 2008 tarihleri arasında toraks ekartörü kullanılmadan, 23 hastaya videotorakoskopik anatomik rezeksiyon uygulandı. Hastalar cinsiyet, yaş, yapılan ameliyat, komplikasyon, ağrı skoru, drenaj süresi ve hastanede kalış süresi açısından incelendi. Ağrı skoru için VAS kullanıldı.

Page 42: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

41

Bulgular:

Hastaların 16’sı erkek, 7’si kadın, yaş ortalamaları 55.35 olarak hesaplandı. Primer akciğer kanseri (12 hasta), metasta�k akciğer kanseri (7 hasta) ve karsinoid tümör (2 hasta) nedeniyle 8 sağ üst, 2 sağ orta, 6 sağ alt, 2 sol alt lobeltomi; 1 sağ üst lob posterior segmentektomi, 1 lingulektomi, 1 lingula koruyucu üst lobektomi uygulandı. Sağ üst lob apikoposterior segmentektomi yapılan 2 hastada lezyonda malignite saptanmadı. Bronş cerrahi sınır pozi�fliği nedeniyle 1 hastada torakotomiye geçilerek sleeve rezeksiyona tamamlandı. Bir hastada sağ üst lobektomiye ek olarak alt lob süperior segmentektomi uygulandı. İki hastada uzamış hava kaçağı geliş� (%9.09). Median drenaj süresi 3 gün, median hastanede kalış 5 gün olarak saptandı. Median ağrı skoru 4 olarak hesaplandı. Primer akciğer kanseri hastalarında ortalama diseke edilen lenf nodu istasyonu 5.2 ve sayısı 11.8 olarak bulundu.

Sonuç:

Videotorakoskopik lobektomi ve segmentektomi onkolojik prensiplerden ödün verilmeden, primer, metasta�k akciğer kanserinde ve selim inflamatuar hastalıklarda çok düşük morbidite ve “0” mortalite oranları ile uygulanabilir.

MS013

OPERE OLAN KÜÇÜK HÜCRE DIŞI AKCİĞER KANSERİNDE REZEKSİYON’UN MEVSİMİNİN ÖNEMİ

AKİF TURNA , ATİLLA PEKÇOLAKLAR , MUZAFFER METİN , ATİLLA GURSES , YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, 1.GÖĞÜS CERRAHİSİ BÖLÜMÜ, İSTANBUL

Amaç:

Opere edilen küçük hücre dışı akciğer kanserli olgularda sağkalımı belirleyen en önemli faktör, tümörün evresidir. Ancak, bazı başka operasyon zamanının yılın hangi ayında olduğunun sağkalımı belirleyebileceğine dair bulgular bulunmaktadır.

Gereç ve Yöntem:

Kliniğimizde Ocak 1995 ila Haziran 2008 arasında opere edilmiş ve 621’sı erkek, 57’si kadın 698 küçük hücre dışı akciğer kanseri olgusu irdelendi.Olguların ameliyat sonrası elde edilen piyese göre bulunan evreleme parametreleri ile opere oldukları aylar kaydedilerek mevsimlere ayrıldı. Tüm hastalar ortalama 25 ay takip edildi. Sağkalım, Kaplan-Meier metodu kullanılarak hesaplandı. Gruplararası karşılaş�rma için Log-rank ve çok değişkenli analiz için Wilcoxon tes� kullanıldı.

Bulgular:

Tüm hastalarda 5-yıllık sağkalım oranı %48.7, ortanca sağkalım 60±6 ay (%95 Güvenilirlik aralığı:44-81 ay) olarak bulundu. T1, T2 ve T3 olgularda 5-yıllık sağkalım oranları sırası ile; %71.6, %52.9 ve %47.0 olarak saptandı. Hastalardan kışın opere olanların sağkalımı, yaz aylarında opere olanlara göre belirgin şekilde daha kısa idi (p=0.03). Evre I hastalarda sağkalım farkı en belirgin düzeyde idi (p=0.01). T, N faktörü ve hastaların yaz ya da kış aylarında opere olması irdelendiğinde, rezeksiyon zamanının evreyi belirleyen faktörlerden bağımsız olarak sağkalımı belirlediği bulundu (p=0.04).

Sonuç:

Akciğer kanseri cerrahisinin yapıldığı mevsimin hastaların sağkalımlarına etkisi olabilmektedir. Bu bulgunun mekanizmasına ilişkin ileri çalışmalara gerek bulunmaktadır.

MS014

SANTRAL YERLEŞİMLİ KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİNDE MEDİASTİNAL EVRELEME

M.ZEKİ GUNLUOGLU 1, HUSEYİN MELEK 2, BARIŞ MEDETOĞLU 1, HASAN VOLKAN KARA 1, ADALET DEMİR 1, SEYİT İBRAHİM DİNCER 1 1 YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ E.A.H 2. GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ 2 BİNGOL DEVLET HASTANESİ GOGUS CERRAHİ KLİNİĞİ

Amaç:

Opere edilebilir santral yerleşimli küçük hücre dışı akciğer kanser (KHDAK)’li hastalarda, torakotomi öncesi invaziv medias�nal evreleme önerilmektedir. Bu çalışmada santral yerleşimli KHDAK’li hastalarda medias�noskopi gerekliliği araş�rıldı.

Gereç ve Yöntem:

Kliniğimizde, 2005–2008 yılları arasında, KHDAK tanısı konulan, opere edilebilir evredeki 347 hastaya toraks bilgisayarlı tomografisi (BT) çekilmiş�. BT’ye göre lokalizasyon ve bronkoskopik olarak lob bronşlarında görülme kriterleri kullanılarak tümörler, santral ya da periferik tümör gruplarına ayrıldı. Patolojik çapta medias�nal lenf nodu (MLN) bulunup bulunmadığı kaydedildi. 231 hastaya PET/BT çekilerek, MLN’larında metastaz şüphesi olup olmadığı da kaydedildi. Tüm hastalara medias�noskopi yapıldı. Medias�nal metastaz saptanan hastalar, kemo-radyoterapiye yönlendirilirken, kalan hastalara torakotomi uygulanarak akciğer rezeksiyonu ve medias�nal lenfa�k diseksiyon yapıldı. Santral ve periferik KHDAK grupları, medias�nal metastaz sıklığı açısından karşılaş�rıldı ve görüntüleme yöntemleri ile medias�noskopinin bu metastazı belirlemedeki etkinlikleri analiz edildi.

Page 43: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

42

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Bulgular:

Tümör, 347 hastanın 127’sinde (%37) santral, 220’sinde (%63) ise periferik alanda lokalize idi. MLN’larına metastaz oranı, santral yerleşimli tümörlerde % 33, periferik yerleşimli tümörerde %24 olarak saptandı (p=0,04). BT ile doğru medias�nal evreleme oranı, santral yerleşimli KHDAK hastalarında %69, periferik yerleşimli KHDAK hastalarında %74 olarak hesaplandı. Bu oranlar, PET/BT için sırasıyla yine %69 ve %75 iken medias�noskopi için %95 olarak bulundu.

Sonuç:

Santral KHDAK’li hastalarda, periferik yerleşimli olanlara göre daha yüksek oranda MLN metastazı ih�mali mevcu�ur. Bu hastalarda görüntüleme yöntemlerinin doğru evreleme oranı, periferik yerleşimli KHDAK hastalarına göre daha düşüktür. Medias�noskopi ise belirgin şekilde yüksek doğru evreleme oranına sahip olup, santral yerleşimli KHDAK hastalarında ru�n olarak kullanılması önerilebilir

MS015

AÇIK PENCERE TORAKOSTOMİSİ VEYA ELOESSER FLEPLE 10 YILLIK DENEYİMİMİZ

ALİ KAHRAMAN , MEHMET BİLGİN , FAHRİ OĞUZKAYA , LEYLA HASDIRAZ , ÖMER ÖNAL ERCİYES ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI

Amaç:

Toraks ampiyemi teropa�k opsiyonlarıyla sık görülen bir toraks problemidir.Eloesser flep (EF) seçilmiş komplike hastalarda bu problemle ilgili yaklaşımlardan biridir. Bu çalışmanın amacı, EF ile 10 yıllık deneyimimizi sunmak�.

Gereç ve Yöntem:

1998-2008 yıllar arası EF uygulanan 18 hasata derlendi.

Bulgular:

16 erkek, 2 kadın toplam 18 hasta. Ortalama yaşları 58±14 yıldı. ortalama hastanede ya�ş süresi 26±12 gündü. Eleosser flep öncesi tüm hastalarda başlangıç konserva�f ve cerrahi yaklaşımlar başarısızlıkla sonuçlandı. Cerrahi endikasyonlar: 12 hastada(%66), parapnömonik efüzyon; 1 hasatada(%5), rezeksiyon sonrası; 1 hastada(%5), tüberküloz ilin�li; 4 hastada(%22), malign efüzyon idi. Tüm hastalara ters U insizyonu uygulandı. Ortalama kot rezeksiyonu 2±1 kosta idi. Herhangi bir intraopera�f komplikasyon olmadı ve tüm hastalarda yeterli drenaj sağlandı.

Sonuç:

Biz kronik toraks ampiyeminin tedavisinde eloesser flebin güvenle uygulanabilir etkin cerrahi bir prosedür olduğunu gösterdik. Kronik, komplike toraks ampiyeminin cerrahi tedavisinde eleosser flep halen önemli bir opsiyondur.

SS017

CİDDİ KOAH’LI OLGULARDA NÖROMUSKÜLER ELEKTRİKSEL KAS STİMÜLASYONU (NMEKS) VE ENDURANS EĞİTİM ETKİNLİĞİNİN KARŞILAŞTIRILMASI

PINAR ERGÜN , DİCLE KAYMAZ , EBRU ÇANAK , NEŞE DEMİRCİ ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Kronik obstrüktüf akciğer hastalığının (KOAH) sistemik etkilerinden biri olan periferik iskelet kası disfonksiyonu yaşam kalitesi ve egzersiz kapasitesinde azalmadan sorumlu önemli bir faktördür. Ciddi hastalık ve kas disfonksiyonu nedeniyle egzersiz eği�mine ak�f ka�lamayan KOAH’lı olgularda periferik kasların elektriksel s�mulasyonunun (EKS) bir tedavi stratejisi olarak pulmoner rehabilitasyon (PR) programlarında yer alabilirliği üzerinde çalışılan konulardan biridir. Bu çalışmada ileri evre KOAH’lı olgularda EKS ve endurans eği�minin egzersiz kapasitesi, kas gücü, dispne, yaşam kalitesi, psikososyal ve nutrisyonel durum üzerindeki etkinliğinin karşılaş�rılması amaçlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Randomize kontrollü, prospek�f, ayaktan takipli-8 haa PR programı EKS ve endurans eği�mi önce ve sonrasında solunum fonksiyon testleri, Dispne; MRC, İs�rahat Borg, Egzersiz BORG, KSAH ,Egzersiz Kapasitesi ; Mekik yürüme tes�, Endurans yürüme tes� ,yaşam kalitesi ; SGRQ, KSHA, psikolojik değerlendirme; Hastane anksiyete- depresyon (HAD)skalası, Nutrisyonel tablo; BKİ, YVK, YVKİ, Kas gücü; manüel kas tes� ile değerlendirilerek her bir yöntem için etkinlik ve etkinlikler arasındaki fark incelendi.

Bulgular:

Çalışmaya yaş ortalaması 62.81± 7.18 yıl, GOLD evre IV toplam 50 olgu alındı. Her iki gruptada (EKS ve endurans) MRC skorlarında azalma (p< 0.001) MYT mesafesi ve endurans sürelerinde artma (p<0.001), yaşam kalitesinde artma (p< 0.001), HAD skorlarında düşme [(p<0.05), (p<0.001), sırasıyla ],vücut kompozisyonunda düzelme olmakla birlikte her iki gruptada da ista�s�ksel anlamlı düzeyde değildi. Her iki grupta da üst( p<0.01), ve alt ekstremite kas gücü ( p< 0.05)’ nde ar�ş saptandı.EKS ve endurans program etkinlikleri arasında tüm parametrelerdeki kazanımların benzer düzeylerde olduğu görüldü.

Page 44: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

43

Sonuç:

: İleri evre KOAH’da nörömusküler kas s�mülasyonu PR programlarında periferik kas eği�minde kullanılabilecek etkin bir yaklaşımdır.

SS018

SARKOİDOZLU HASTALARDA EV EGZERSİZ PROGRAMININ ETKİLERİ

SEVGİ ÖZALEVLİ 1, HAYRİYE KUL KARAALİ 1, DUYGU ILGIN 1, ONUR TURAN 2, EYÜP SABRİ UÇAN 2 1 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON YÜKSEKOKULU 2 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Sarkoidoz, bozulmuş karbon monoksit diffüzyon kapasitesinin yanı sıra periferal kas kuvve�, egzersiz kapasitesi ve yaşam kalitesinde azalma ile karakterize bir hastalık�r. Çalışmamız, egzersiz etkisinin tanımlanmadığı sarkoidoz hastalarında egzersiz eği�minin etkinliğini araş�rmak amacıyla planlandı.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya sarkoidoz tanısı almış, yaş ort. 51.94±14.4 olan 16 hasta dahil edildi. Tüm hastalara standart medikal tedavilerinin yanı sıra solunum kontrolü eği�mi, solunum egzersizleri, genel vücut egzersizleri ve yürüme programından oluşan egzersiz programı ev programı şeklinde uygulandı. Olgular program öncesi ve 8 haa sonunda aynı parametreler ile değerlendirildi. Dispne ve yorgunluk şidde� (Modifiye Borg Skalası), solunum kapasitesi (solunum fonksiyon tes�), periferal kas kuvve� (sırt-bacak dinamometresi), solunum kas kuvve� (ağız içi basınç ölçer), egzersiz kapasitesi (6 dakika yürüme tes�) ve yaşam kalitesi (St. George ve SF-36 yaşam kalitesi anketleri) değerlendirildi.

Bulgular:

6 dakika yürüme mesafesinde ort 78.19±51.43 metre ar�ş saptandı (p<0.05) ve solunum ve periferal kas kuvvetlerinde ista�s�ksel olarak anlamlı ar�şlar elde edildi (p>0.05). Algılanan dispne ve bacak yorgunluğu şidde� azaldı (p<0.05). St George yaşam kalitesi anke�nin tüm alt kategorilerinde, SF-36 anke�nin ise fiziksel fonksiyon, ağrı, genel sağlık algılaması, sosyal ve emosyonel fonksiyon kategorilerinde olumlu yönde iyileşmeler olduğu saptandı (p<0.05).

Sonuç:

Çalışmamız sonuçları; sarkoidozlu hastalarda egzersizin dispne algısını azalğı ve periferal kas kuvve�ni ar�rması nedeniyle hastaların egzersiz kapasitelerini ve sağlıkla ilgili yaşam kalitelerini geliş�rdiğini göstermektedir. Bu sonuçlar konuyla ilgili kontrollü-randomize çalışmalara ih�yaç olmasına rağmen egzersiz programlarının sarkoidozlu hastaların ru�n tedavinde medikal tedaviyle birlikte yaygın olarak kullanılabilirliğini düşündürmüştür.

SS019

KOAH’LI HASTALARDA NUTRİSYONEL DURUMUN, EGZERSİZ KAPASİTESİ, YAŞAM KALİTESİ VE DİSPNE İLE İLİŞKİSİ

FATMA ŞENGÜL , DİCLE KAYMAZ , PINAR ERGÜN , NURCAN EGESEL , FATİH TOPÇUOĞLU ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Kronik Obstrük�f Akciğer Hastalığı (KOAH)’nda beslenme bozukluğu ve malnütrisyon; egzersiz kapasitesi, solunum iş yükü, yaşam kalitesi, morbidite ve mortaliteyi olumsuz etkiler. Sıklıkla nutrisyonel durum; klinik (Subjek�f Global Değerlendirme), vücut bileşimi ;antropometrik (vücut ağırlığı,beden kütle indeksi), ileri ölçümler (biyoelektriksel empedans ,dansitometri, izotop dilüsyon, MRI, DEXA), biyokimyasal veriler (plazma proteinleri, azot dengesi) incelenerek belirlenir. SGD, KOAH’da, Pulmoner Rehabilitasyon programlarının önemli bir bileşeni olan nutrisyonel değerlendirme ve destek tedavi gerekliliğinin ortaya koyulmasında kullanılabilecek bir yöntemdir. Çalışmamızda, KOAH’lı hastalarda nutrisyonel durumun, egzersiz kapasitesi, yaşam kalitesi ve dispne ile ilişkisinin araş�rılması amaçlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Merkezimize başvuran 100 (erkek/kadın:86/14) KOAH hastası çalışmaya alındı. Nutrisyonel durumları SGD anke� ile değerlendirilerek, SGD –A grup I ve SGD- ( B+C) grup II olarak ayrıldı. Olguların dispne algılaması MRC, egzersiz kapasitesi artan hızda mekik yürüme tes� (AHMYT) ve endurans mekik yürüme tes� (EMYT) ile, yaşam kalitesi ise SGRQ ile değerlendirildi.

Page 45: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

44

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Bulgular:

Olgular, GOLD’a göre evre III KOAH (ortalama FEV1:35.6±18.5), yaş ortalaması 64.1 ±8.7, sigara kullanımı ortalama 44.5±34.4 paket/yıl idi.Olguların %67’sinin nutrisyonel durumları SGD anke�ne göre iyi, %28’inin hafif –orta, %5’inin de ağır malnütrisyonla uyumluydu. Olguların SGD değerleri ile dispne MRC skalası arasında ista�s�ksel olarak anlamlı ilişki bulundu ( r =0.363, P<0.005). Grup II’nin MRC değerleri, grup I’in MRC değerlerinden anlamlı yüksek�.Grup 2’de egzersiz kapasitesi grup 1’e göre düşük olup, ista�s�ksel anlamlı fark bulunmadı. Olguların SGD değerleriyle diğer değişkenler arasında da ista�s�ksel anlamlı ilişki saptanmadı.

Sonuç:

SGD, KOAH’da, Pulmoner Rehabilitasyon programlarının önemli bir bileşeni olan nutrisyonel değerlendirme ve destek tedavi gerekliliğinin ortaya konmasında kullanılabilecek bir yöntemdir. KOAH’da SGD ile değerlendirilen nutrisyonel durumun, PR gerekliliğini ortaya koyan dispne algılanması ile pozi�f ilişkilisi gösterilmiş olmakla birlikte, diğer kısıtlamalarla ilişkisinin saptanmasında daha geniş hasta serilerinin olduğu çalışmalara ih�yaç vardır

SS020

KANSER HASTALARINDA UYGULANAN BİR HAFTALIK YOĞUN PREOPERATİF PULMONER REHABİLİTASYONUN SOLUNUM FONKSİYONLARI VE EFOR KAPASİTESİ ÜZERİNE ETKİSİ

ESRA PEHLİVAN 1, AKİF TURNA 1, ATİLLA GÜRSES 1, H. NİLGÜN GÜRSES 2 1 YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 2 İSTANBUL BİLİM ÜNİVERSİTESİ, SAĞLIK YO, FİZİK TEDAVİ REHABİLİTASYON BÖLÜMÜ

Amaç:

Bu çalışmanın amacı akciğer kanserli olgularda cerrahi öncesinde uygulanan kısa süreli yoğun pulmoner rehabilitasyonun, bu hastaların solunum fonksiyonları ve efor kapasitelerine etkisini incelemek�r.

Gereç ve Yöntem:

Akciğer kanseri nedeniyle torakotomi ile opere edilmesi planlanan 30 hasta (1’i kadın, 29’u erkek; yaş ortalamaları 54,10±8,53) çalışmaya dahil edildi. Pulmoner rehabilitasyon, hem göğüs fizyoterapisini hem de yürüme eği�mini kapsamaktaydı ve ameliyat öncesi bir haa süreyle uygulandı. Hastalara solunum egzersizleri (diyafragma�k, büzük dudak, segmental solunum), insen�f spirometri kullanımı, öksürük eği�mi günde iki

kez fizyoterapist eşliğinde yap�rıldı. Bunlara ilaveten hastalar saa�e bir göze�m olmaksızın egzersizlerini yapmaları yönünde cesaretlendirildi. Yürüyüş eği�mleri ise, yürüyüş bandında fizyoterapist eşliğinde, günde 3 kez yapıldı.Eği�m şidde� (zaman ve hız) hastanın egzersiz toleransına uygun olarak tedricen arrıldı. Yürüyüş eği�mi sırasında ısınma ve soğuma sürelerine yer verildi. Hastalar bunun dışındaki yürüyüşlerini, göze�m al�nda olmaksızın, cerrahi bölümün koridorunda ve bahçesinde gerçekleş�rdi. Hastaların eği�m öncesi ve sonrası solunum fonksiyon parametrelerinde ve yürüyüş eği�mi sırasında gözlenen parametrelerindeki değişimlerin ista�s�ksel analizinde eşleş�rilmiş t tes� kullanıldı.

Bulgular:

Pulmoner rehabilitasyon sonrası hastaların FVC, FEV1’lerinde (p<0,05), yürüyüş sonu kalp hızı (p<0,04), toplam yürüyüş süresi, mesafesi ve çıkılabilen maksimum hız parametrelerinde ista�s�ksel olarak anlamlı fark bulundu (p<0,001).

Sonuç:

Göğüs fizyoterapisi ve yürüme eği�mini içeren pulmoner rehabilitasyon programımız solunum fonksiyon parametrelerinden FVC ve FEV1’i geliş�rmekle kalmayıp, hastaların efor kapasitelerine de olumlu yönde etki etmiş�r.

SS021

KOAH’ DA ÜST EKSTREMİTE KAS GÜCÜ; SOLUNUM FONKSİYONLARI, EGZERSİZ KAPASİTESİ, YAŞAM KALİTESİ, VE DİSPNE İLE İLİŞKİLİDİR.

NEŞE DEMİR , DİCLE KAYMAZ , PINAR ERGÜN , EBRU ÇANAK , NURCAN EGESEL , FATİH TOPÇUOĞLU ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Sistemik bir hastalık olarak Kronik Obstrük�f Akciğer Hastalığı (KOAH)’na ikincil periferik kas disfonksiyonu geliş�ği günümüzde yaygın olarak kabul edilmektedir.Dikkatler daha çok alt ekstremite egzersizlerine yönlendirilmiş olsa da günlük yaşam ak�vitelerinin birçoğu üst ekstremite kas ak�vitesini gerek�rir. KOAH’lı olgularda bu ak�vitelerde kısıtlanmalar olduğu gösterilmiş�r. Üst ekstremite kas gücünün değerlendirilmesinde 1 maksimum tekrar(1MT) ve handgrip gibi farklı yöntemler kullanılabilmektedir.Bu çalışmada KOAH’da üst ekstremite kas gücünün; egzersiz kapasitesi, yaşam kalitesi, solunum fonksiyonları ve dispne ile ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlanmış�r.

Page 46: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

45

Gereç ve Yöntem:

Pulmoner rehabilitasyon (PR) merkezimize başvuran KOAH tanısı ile ayaktan takipli PR programına alınacak stabil 91 olguda solunum fonksiyonları; spirometrik testler (FEV1,FVC, FEV1/FVC), üst ekstremite kas gücü; 1MT ve handgrip, dispne algılaması Medical Research Council (MRC) ,egzersiz kapasitesi; Artan Hızda Mekik Yürüme Tes� (AHMYT) ve Endurans Mekik Yürüme Tes� (EMYT) , yaşam kalitesi St George solunum anke� (SGRQ) kullanılarak değerlendirildi.

Bulgular:

Sonuçlara göre 1MT değerleri ile AHMYT ,EMYT ve FVC değerleri arasında pozi�f korelasyon, MRC ve SGRQ değerleri arasında ise nega�f korelasyon olduğu saptanmış�r[ (p=0,000, r=0,438), (p=0,001,r=0,333), (p=0,002,r=0,326), (p=0,000,r=−0,588), (p=0,000,r=−0,496)].Handgrip değerleri ile de aynı korelasyon sonuçlarına ulaşılmış�r. [(p=0,000,r=0,411), (p=0,036,r=0,222), (p=0,014,r=0,258), (p=0,000,r=−0,396), (p=0,013,r=−0,260)].

Sonuç:

Bu çalışmada KOAH’ da üst ekstremite kas gücünün; solunum fonksiyonları, egzersiz kapasitesi, yaşam kalitesi, ve dispne ile ilişkili olduğu gösterilmiş�r. PR programlarının en önemli bileşenlerinden olan periferik kas egzersiz eği�minde üst ekstremite egzersizlerinin de yer alması önemlidir.

SS022

OBEZ BAYANLARDA TORAKAL EKSPANSİYON, DİSPNE ŞİDDETİ, KARDİYORESPİRATUAR ENDURANS VE YAŞAM KALİTESİNİN DEĞERLENDİRMESİ

NESLİHAN DURUTÜRK , ZUHAL GÜLTEKİN , ELİF KAYMAKOĞLU , MUSTAFA ERASLAN BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ, SAĞLIK BİLİMLERİ FAKÜLTESİ, FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON BÖLÜMÜ

Amaç:

Bu çalışmada obes bayanlarda torakal ekspansiyon, dispne şidde�, kardiyorespiratuar endurans ve yaşam kalitesi değerlendirildi.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmamızı 15 obes bayan (araş�rma grubu) (yaş ortalaması: 47±7,8 yıl, VKİ: 35±5,1 kg/m²) ile sağlıklı 15 bayan (kontrol grubu) (yaş ortalaması 46±7,4 yıl, VKİ: 24±2,3 kg/m²) oluşturdu. Torakal ekspansiyon aksillar, epigastrik, subkostal bölgeden yapılan göğüs çevre ölçümü ile, kardiyorespiratuar endurans; 6 dakika yürüme tes� (6DYT), algılanan zorluk derecesi; Borg skalası, yaşam kalitesi; enerji düzeyi, ağrı, fiziksel fonksiyon, uyku, emosyonel durum ve sosyal izolasyon gibi alt grupları olan 38 sorudan oluşan No ngham Health Profile (NHP), dispne şidde�; Medical Research Council Dispne Skalası (MRCDS) ile değerlendirildi.

Bulgular:

Araş�rma grubunda 6DYT sonrası Borg skalası sonuçları ista�s�ksel olarak anlamlı derecede yüksek ve yürüme mesafesi düşük bulundu (p<0.05). Araş�rma grubundaki olguların NHP uyku skoru kontrol grubuna göre ista�s�ksel olarak anlamlı derecede artarken (p<0.05), diğer alt ölçeklerde önemli bir fark bulunmadı (p>0,05). Her iki grupta göğüs çevre ölçümü ve MRCDS değerleri arasında ista�s�ksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0.05), ancak araş�rma grubunda kontrol grubuna göre aksillar, epigastrik göğüs çevre ölçümleri daha düşük, MRCDS değerleri daha yüksek� (p>0.05).

Sonuç:

Araş�rmamızda obesitenin torakal ekspansiyonu ve dispne şidde�ni değiş�rmediği, kardiyorespiratuar enduransı azalğı, yaşam kalitesinin uyku alt ölçeğini olumsuz etkilediği gözlendi. Gelecekte bu konuyla ilgili olgu sayısının arrılarak, daha kapsamlı çalışmaların yapılması gerek�ğini düşünmekteyiz.

SS023

KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALARINDA HASTALIK ŞİDDETİ İLE PERİFERİK KAS ENDURANSI VE YORGUNLUK ARASINDAKİ İLİŞKİ

MELDA SAĞLAM 1, EBRU ÇALIK 1, NACİYE VARDAR YAĞLI 1, SEMA SAVCI 1, DENİZ İNAL-İNCE 1, HÜLYA ARIKAN 1, MERAL BOŞNAK-GÜÇLÜ 1, LÜTFİ ÇÖPLÜ 2 1 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ FAKÜLTESİ FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON BÖLÜMÜ 2 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Bu çalışmada klinik olarak stabil kronik obstrük�f akciğer hastalarında (KOAH) hastalık şidde� ile periferik kas enduransı ve yorgunluk arasındaki ilişkinin araş�rılması amaçlandı.

Page 47: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

46

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Gereç ve Yöntem:

6.49 yıl olan 22 erkek KOAH’lı±Yaş ortalaması 62.45 hasta çalışmaya alındı. Olguların demografik özellikleri, hastalık süresi ve sigara öyküsü kaydedildi. Olgulara solunum fonksiyon tes� ve al� dakikalık yürüme tes� yapıldı. Al� dakikalık yürüme tes� öncesinde ve sonrasında pulse oksimetre ile oksijen satürasyonu değerleri ölçüldü ve modifiye Borg skalası kullanılarak efor sırasındaki dispne ve yorgunluk algılaması kaydedildi. Olguların hastalık şidde� SAFE indeksi (St. George’s Solunum Anke�, havayolu limitasyonu ve egzersiz toleransı) ile, yorgunluk düzeyi Yorgunluk Şiddet ve Etki Ölçekleri ile değerlendirildi.Olguların periferik kas enduransı 30 saniye süreli mekik, modifiye şınav ve squat testleri ile değerlendirildi.

Bulgular:

Olguların ortalama FEV1 değerleri % 49.68±28.51’di. Al� dakikalık yürüme tes� mesafesi 506.28±128.01 m idi. St. George’s Solunum Anke� puanı 50.91±22.30 idi. SAFE indeksinin, mekik sayısı (r=-0.68, p=0.002), squat sayısı (r=-0.48, p=0.02), Yorgunluk Etki Ölçeği (r=0.67, p<0.0001) ve Yorgunluk Şiddet Ölçeği (r=0.42, p=0.046) ile ista�s�ksel olarak anlamlı ilişki gösterdiği saptandı.

Sonuç:

KOAH’lı hastalarda hastalık şidde�, periferik kas enduransı ve yorgunluk algılamasından etkilenmektedir. Hastaların periferik kas enduransının ve yorgunluğunun iyileş�rilmesi hastalığın şidde�ni olumlu yönde etkileyebilir.

SS024

KOAH HASTA EĞİTİMİNDE HEMŞİRE DESTEĞİNİN ETKİLERİ

AYGÜL ARŞIK , AYSUN ÖGE , MELTEM EKİCİ , SEVİME KILIÇ , SEMRA AKTÜRK , CANAN KIRDAR , LÜTFİYE AKTAŞ , BEYHAN KARADUMAN , BİLUN GEMİCİOĞLU İ.Ü.CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

KOAH hastalarının hemşireler tara�ndan kitap ve broşür desteği ile yapılan eği�min anket formları ile değerlendirilerek, olumlu etkileri ortaya konmak istenmiş�r.

Gereç ve Yöntem:

Eği�m ve anket uygulanmasına izin veren yaş ortalaması 65±9, %91,7’si erkek, 60 Ağır KOAH olgusunda çalışma gerçekleş�rilmiş�r. Eği�m öncesi (EÖ) hastanın biyometrik parametreleri kaydedilip (25 soru), anket (22 soru) uygulanmış ve sonrasında Anabilim Dalı hemşireleri

tara�ndan hazırlanan KOAH Hasta el kitapçığı ve inhalasyon teknikleri el broşürü çevresinde bilgilendirme yapılmış�r. 3. ay kontrole çağrılan olgularda tekrar anket uygulanarak eği�m sonrası (ES) bilgi düzeyleri alınmış�r.

Bulgular:

KOAH bilgisinde yer alan sorulardan elde edilen sonuçlar irdelendiğinde; tümü sigara içmiş olguların EÖ ana nedenin sigara olduğunu bilme oranı %61,7 iken, ES oran %91,7 olmuştur (p<0,001). İnhaler doğru kullanım basamakları EÖ %66.7 olguda doğru iken, ES bu oran %98,3 olmuştur (p<0,001). Kolay balgam çıkarmada ak�f solunum kontrol manevrasını bilme oranı EÖ %36.7 bulunmuş, bu oranın ES %78,3’e yükseldiği gözlenmiş�r (p<0,001). Olguların %98,3’ünün EÖ de duş alırken oturarak yıkanmak gerek�ğini bildikleri saptanmış�r. Günlük ak�vitelerde nefes darlığı gelişme durumunun karşılaş�rılmasında, EÖ ile ES merdiven çıkma, düz yolda yürüme, bonyo yapma traş olma ve tuvalete gitmede oluşan farklılık anlamlı bulunmamış�r (p>0,05). Ancak ev içinde dolaşma ve yemek yerken oluşan dispnede sırasıyla p<0.02 ve p<0,005 anlamlılıkla düzelme gözlenmiş�r. Nefes darlığı kontrolünde etkili solunum şekillerini EÖ ve ES bilme oranlarına bakıldığında da sadece büzük dudak solunumu için ES anlamlı olarakbilme oranı yükselmiş�r (p<0,001).

Sonuç:

KOAH olgularına; hastalığın oluşumu, etkileri, tedavileri, yaşama uyum konusunda hemşire desteğinde yazılı gereçler verilerek yapılacak eği�min, hastalık ve tedavilerin uyumunda destek sağlayabildiği ancak bazı verilerde hastalığın gidişine bağlı olarak düzelme sağlamanın mümkün olamadığı gösterilmiş�r.

TP028

SPORCULARDA EGZERSİZİN İNDÜKLEDİĞİ BRONKOKONSTRÜKSİYON VE ASTIM

ORHAN TEMEL 1, AYŞIN ŞAKAR COŞKUN 1, S. METE YAZICI 2, AYLİN ÖZGEN ALPAYDIN 1, BEYHAN CENGİZ ÖZYURT 3, SELİM ERKAN AKDEMİR 1, ÇAĞATAY ŞAHAN 2, PINAR ÇELİK 1, ARZU YORGANCIOĞLU 1 1 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ BEDEN EĞİTİMİ VE SPOR YÜKSEK OKULU 3 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI ABD

Amaç:

Egzersizle indüklenen bronkokonstrüksiyon(EİB), hava yolu duyarlılığı artmış kişilerde, yoğun bir fiziksel ak�vitenin akut hava yolu daralmasını te�klemesidir. Çalışmamızda, spor yapmayan sağlıklı kişilerde ve elit sporcularda EİB oranlarını ve bronş hiperreak�vitesi, bronş inflamasyonu ve atopi ilişkisini değerlendirmek amaçlandı.

Page 48: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

47

Gereç ve Yöntem:

Haada 12 saa�en fazla egzersiz yapan 30 elit sporcu(Sporcu grubu) ve haada 2 saa�en az egzersiz yapan 30 olguya(Kontrol grubu) solunumsal semptom anket formu, egzersiz bronkoprovokasyon tes�(EBT), metakolin bronkoprovokasyon tes�(MBT), ekspiryum havası nitrik oksit(NOe) ölçümü ve cilt prick tes� yapıldı.

Bulgular:

Sporcu grubunda 4 olguda(%13,3) EBT pozi�f bulundu, kontrol grubunda ise egzersiz tes�ne pozi�f yanıt saptanmadı. Sporcu ve kontrol grubu arasındaki bu fark ista�s�ksel olarak anlamlı değildi(p>0,05). 13(%43,3) sporcuda ve kontrol grubundan 1(%3,3) olguda MBT pozi�f olarak saptandı. Sporcularda, kontrol grubuna göre MBT daha yüksek pozi�f bulundu(p=0,000). Çalışmaya alınan olgularda MBT ve EBT’inden birine veya her ikisine yanı� olanlar bronş hiperreak�vitesi (BHR) pozi�f olarak kabul edildi. 16(%53,3) sporcuda, kontrol grubunda 1(%3,3) olguda BHR+ olarak saptandı. Sporcu ve kontrol grubu arasında saptanan bu fark ista�s�ksel olarak anlamlı bulundu(p=0,000). BHR+ ve BHR- sporcular ve kontrol grubu arasında cinsiyet, atopi öyküsü, ailede atopi öyküsü varlığı, cilt prick tes� ve sigara kullanımı açısından iki grup karşılaş�rıldığında anlamlı bir fark saptanmadı (p>0,05). BHR+ ve BHR- sporcuların egzersiz semptom skoru kontrol grubundan yüksek bulundu(p=0,048). NOe düzeyi ve cilt prick tes� arasında iki grupta anlamlı fark bulunmadı(p>0,05).

Sonuç:

Egzersizle ilişkili semptomu olan sporcuların EİB açısından dikkatle değerlendirilmesi, tanı için EBT ve MBT yapılarak bronş hiperreak�vitesinin aranmasının uygun olacağı ve bronş hiperreak�vitesinin değerlendirilmesinde ekspiryum havası NO ölçümlerinin yararlı olamayabileceği sonucuna varıldı.

TP029

TÜRK ALLERJİK ASTIM ALTGRUPLARINDA IMMÜNGLOBULİN E (FCER1-β) YÜKSEK AFİNİTELİ RESEPTÖR GEN POLİMORFİZMİ

BERRİN BAĞCI CEYHAN 1, EMEL ERYÜKSEL 1, FATİH YILDIRIM 1, MELİKE AVŞAR 2, RIFAT BİRCAN 2, BEYAZIT ÇIRAKOĞLU 2 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI VE YOĞUN BAKIM ANABİLİM DALI 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ,TIBBİ GENETİK ANABİLİM DALI

Amaç:

Atopi kompleks bir hastalık�r ve allerjik hastalarda allerjik olmayanlara gore yüksek affiniteli Ig E reseptor ekspresyonu artmış�r. Bu reseptör gen polimorfizminin

as�m altgrupları ile olan ilişkisi ise henüz net değildir. IgE FcER1-β gen polimorfizminin konjuk�vit, rinit, , gıda allerjisi veya egzeması olan, nocturnal, aspirin, viral enfeksiyon, gastroesofajeal reflü veya egzersizin te�klediği as�m alt grupları ile olan ilişkisini araş�rmak.

Gereç ve Yöntem:

Rastgele seçilen 101 atopik as�m hastası (21 K, 80 E, ortalama yaş: 39 +/- 13) FcER1-β gen polimorfizmi ve klinik parametreler açısından değerlendirildi. C gibi IgE◊G,+ εβ+10062T◊G, εβ +5565A◊A, εβ +3934T◊T, εβ+1343G◊εβ-211C FcER1-β gene polimorfizmini araş�rmak için PCR-RFLP metodu kullanıldı.

Bulgular:

G◊Konjuk�vi� bulunan as�m alt grubunda εβ +5565A gen polimorfizmi, egzersizin te�klediği as�m alt grubunda da A (p◊εβ+1343G<G gen polimorfizmi ista�s�ksel◊0.04) ve εβ +3934T olarak anlamlı farklı bulundu (p<0.04). Diğer alt gruplar arasında ista�k�ksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı. Konjuk�vit grubunda G geni, egzersizin te�klediği◊hastaların %27 sinde wild �p εβ +5565A A geni , %33 hastada◊as�m alt grubunda %35 hastada wild �p εβ+1343G G geni mevcu�u.◊da wild �p εβ +3934T

Sonuç:

A gen◊G, ve εβ+1343G◊G geno�pi,εβ +3934T◊: εβ +5565A polimorfizmleri allerjik as�mı olan hastalarda artmış konjuk�vit riski ve egzersizin te�klediği as�m ile ilişkilidir

TP030

ASTIMLI HASTALARDA DOĞAL ÖLDÜRÜCÜ HÜCRELERDE ÖLÜM RESEPTÖR EKSPRESYONU

GAYE ERTEN 1, MÜBECCEL AKDİŞ 2, ESİN AKTAŞ ÇETİN 1, CEZMİ AKDİŞ 2, GÜNNUR DENİZ 1 1 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İMMÜNOLOJİ ANABİLİM DALI, DENEYSEL TIP ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ, İSTANBUL, TÜRKİYE 2 İSVİÇRE ALLERJİ VE ASTIM ENSTİTÜSÜ (SIAF), DAVOS, İSVİÇRE

Amaç:

Doğal Öldürücü (natural killer, NK) hücreler doğal immün yanı�a enfeksiyon ve tümörlere karşı savunmada rol almakta ve ak�vasyon sonrası yüzeylerinde eksprese e kleri ölüm reseptörleri yoluyla apoptoza uğramaktadır. Bu çalışmada sağlıklı ve as�mlı bireylerde NK hücre ölüm reseptör ekspresyonları incelenmiş�r.

Page 49: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

48

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Gereç ve Yöntem:

Sağlıklı bireylerin (n:12) ve allerjik as�mlı hastaların (n:12) periferik kan mononükleer hücrelerinden manye�k ayırma yöntemi ile izole edilen NK hücrelerinde TNFRI, TNFRII, TRAILR1, TRAILR2, TRAILR3, TRAILR4, CD95 ve CD95L ekspresyonu flow sitometri ile saptanmış, ista�s�ksel analizde Student’s t tes� kullanılmış�r.

Bulgular:

NK hücreleri as�mlı hastalarda sağlıklı bireylerle karşılaş�rıldığında yüksek oranda TRAILR2, TRAILR4 ve CD95L eksprese etmektedir (p<0.05, p<0.01 ve p<0.001, sırasıyla). TRAILR1, TRAILR3 ve TNFRII expresyonları ise sağlıklı bireylerde as�mlılara göre daha yüksek�r (p<0.01, p<0.01 ve p<0.001, sırasıyla). İzole NK hücreleri TNFRI ve CD95 yüzey ekspresyonları açısından gruplar arasında farklılık göstermemiş�r.

Sonuç:

NK hücrelerinin özellikle as�mın akut alevlenme dönemlerinde düşmesi bu hücrelerin as�m sürecinde önemli olduklarını düşündürmektedir. Bu bilgi NK hücre yüzeyinde eksprese olan artmış ölüm reseptör ekspresyonu ile paralellik göstermektedir. As�m olgularında NK hücre çalışmaları bu hücrelerin as�m patogenezindeki rollerini aydınlatacak�r.

TP031

APOPTOSIS OF THE BRONCHIAL EPITHELIUM CELL IN CORTICOSTEROID ASTHMA

NADİRA ZOİROVA 1, SAYERA ARİFKHANOVA 2, IRİNA LİVERKO 2, IBROGİM AKHATOV 2, GAFUR MAVLANOV 3

1 NATİONAL INSTİTUTE OF THERAPY AND MEDİCAL REABİLİTATİON2 NATİONAL INSTİTUTE OF TB AND PULMONOLOGY, TASHKENT3 INSTİTUTE OF GENETİCS REPUBLİC OF UZBEKİSTAN

Aim:

To study morphology of the bronchial epithelium (BE) and expressions of apoptosis, prolifera�on and ac�va�on of the mucosal cells in the pa�ents with bronchial asthma (BA).

Method:

In the biopsy obtained at bronchoscope from 5 untreated asthma�cs, 5 pa�ents receiving inhala�on of cor�costeroids (ICS), 7 cor�coid-dependent (CD) pa�ents and 4 volunteers there was studied BE morphology with immunohistochemical evalua�on of the expression of apoptosis molecule Bc1-2, P53, prolifera�on PCNA, ac�va�on of NFkappaB, CD40/CD40-L.

Results:

The more sick of BE was noted in CD asthma�cs, than in the untreated pa�ents and receiving ICS (p<0,001). Expression of the apoptosis Bc1-2 molecule was higher in all groups of asthma�cs, than in healthy subjects (p<0,001). In CD asthma�cs expression of the molecules PCNA, NFkappaB, CD40, CD40-L was higher in comparison with other groups. In CS asthma PCNA expression correlated with BE thickness.

Conclusion:

The markers of cell survival and prolifera�on expressed with markers of cell ac�va�on in the bronchial epithelium in CD asthma. The increased cellular renewing is associated with the state of constant ac�va�on of epithelial cells.

TP032

ASTIMLI HASTALARDA OBEZİTE VE METABOLİK SENDROM İLİŞKİSİ

YELDA VAROL 1, ATİKE DEMİR 1, UMUT VAROL 2, ZEYNEP BAŞER 1, AYDAN MERTOĞLU 1, RIFAT ÖZACAR 1 1 DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 2 İZMİR SELÇUK DEVLET HASTANESİ

Amaç:

Hiperkolesterolemi, insülin direnci ve obezitenin eşlik e ği metabolik sendromun; as�m ve hava yolu inflamasyonu üzerine etkisini araş�ran çok fazla çalışma bulunmamaktadır. Biz de bu çalışmada, as�m bronşiyale tanılı hastalarda cinsiye�n, as�m şidde�nin, atopinin ve solunum fonsiyon tes� parametrelerinin obezite (beden kitle indeksi, bel çevresi) ve metabolik sendromla olan ilişkisini araş�rmayı amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya 35’i erkek, 75’i kadın toplam 110 yeni tanı almış ya da 1 yıldır tedavi almayan (kısa etkili inhaler beta2 agonist dışında) as�m bronşiale hastası alındı. Hastaların as�m şidde�, alerji semptom varlığı, öz ve soygeçmişi, gastroözofagial reflü anamnezi, hipertansiyon ve sigara anamnezi sorgulandı, boy, kilo, bel çevresi değerleri ölçüldü. Hastalara solunum fonksiyon tes�, vücut ple�smografisi yapıldı, hastaların eozinofil düzeyi, total IgE düzeyi, total kolesterol, trigliserid, HDL, LDL, açlık kan şekeri değerleri değerlendirildi.

Page 50: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

49

Bulgular:

Hastaların yaş ortalaması 36.82 ± 12.064 (16-73). yıldı. Çalışma ne�cesinde BMI ile as�m şidde� ve BMI ile solunum fonksiyon parametreleri arasında ista�s�ksel anlamlılık saptanmadı (p>0.05). BMI ve BÇ kadın hastalarda ista�s�ksel anlamlı yüksek bulundu (p<0.05). BMI arkça atopi prevelansı ista�s�ksel anlamlı olarak azaldı (p<0.05). Bel çevresi kadın hastalarda 91.4cm (normal sınırların üstünde) erkek hastalarda 92.1cm (normal) bulundu. Bel çevresi ile solunum fonksiyon parametreleri, as�m şidde�, atopi arasında ista�s�ksel anlamlılık saptanmadı (p>0.05).

Sonuç:

Sonuç olarak; çalışmamızda neredeyse her üç as�mlı kadından ikisinin aşırı kilolu ve her üç kadından birinin de metabolik sendrom olduğu göz önüne alındığında, as�mlı erişkinlerin özellikle de kadınların metabolik sendrom açısından araş�rılması ve diyabet, koroner arter hastalığı risklerini azaltmak amaçlı tedavi al�na alınmaları gerekmektedir. Bu nedenle biz as�m hastalarında bel çevresi ve metabolik sendrom kriterlerinin ölçümünün gerekliliğine inanıyor ve hastalarda sadece as�m için değil obezite ve metabolik sendrom için de yaşam tarzı değişikliği önerilerinin ısrarla yapılmasını öneriyoruz.

TP033

OPTIMIZATION OF TREATMENT OF PATIENTS WITH BRONCHIAL ASTHMA BY CORRECTION OF PSYCHOLOGICAL STATUS

YURİY MOSTOVOY , TAMARA PETROVA , HANNA DEMCHUK , TETYANA KONSTANTYNOVYCH

VİNNYTSİA NATİONAL MEDİCAL UNİVERSİTY

Aim:

To study clinical efficiency of daily tranquilizer of Phenibutum on a background base therapy at pa�ents with BA on a background base therapy.

Method:

The program of treatment was conducted to 30 BA pa�ents (16 women, 14 men), middle age 42,1 ± 0,9 years and dura�on BА 12,5 + 8,6 years. Pa�ents had high level of neuro�c reac�ons (75,7 + 21,4%) on Vasserman (norma�ve index to 60%), high level of personal anxiety (52,6 + 19,8) on Spilberg-Hanin (norma�ve index to 30,0) and clinically meaningful level of depression (56,7 + 8,5) on Zung (norma�ve index to 50,0). On a background base therapy according to weight of disease (GINA, 1999) pa�ents got Phenibutum for to a 1 pill (250 mgs) 3 �mes per a day during 30 days. A control group was made by 30 pa�ents with BA with the proper psychological descrip�ons ge ng only prepara�ons of base therapy.

Inves�gated dynamics clinical symptoms BА, lungs func�on on computer spirometer “MasterScopePC” (Erich Jaeger, Germany) and parameters of psychological status. Sta�s�cal processing of results is executed by means of and package of sta�s�cal programs SPSS 13.0 for Windows.

Results:

The posi�ve dynamics of clinical symptoms in both groups of BA pa�ents is marked, however for certain had the best result pa�ents, ge ng Phenibutum: the decline of daily episodes of asthma on the average on 38,9+4,7% (against 26,7 + 3,6% in the group of control, р<0,05) is a�ained, nightly episodes – on 26,8 + 13,2% (against 18,9 + 12,4%, р<0,05), increase of the PEF index on the average on 36,2 + 5,8% (against 20,5 + 6,9%, р<0,05). Parallel we exposed the decline of level of neuro�c reac�ons from 75,7 + 21,4% to 53,2 + 11,4% (р<0,01), level of personal anxiety from 52,6 + 19,8 to 46,5 + 8,9 (р=0,052), disappearance of the depressed symptoms.

Conclusion:

The BA significantly influences on the pa�ent’s psychological status, largely influencing on emo�onal sphere, because only the system is complex of prepara�ons of base therapy + course of prepara�ons of psychological ac�on allows to reach the posi�ve clinical symptoms and psychological changes at BA-pa�ents.

TP034

ASPİRİN DESENSİTİZASYONU: KLİNİK DENEYİMİMİZ

GÜLFEM ELİF ÇELİK , ÖZLEM GÖKSEL , FERDA ÖNER ERKEKOL , ÖMÜR AYDIN , YAVUZ SELİM DEMİREL , ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD, ALLERJİK HASTALIKLAR BD

Amaç:

Aspirin ve diğer nonsteroidal an�inflamatuar ilaçlar (NSAİİ) belirli bir as�mlı hasta grubunda as�mda bozulmaya neden olabilirler ve bu klinik, tedavisi güç olan daha ağır bir hastalık feno�pi şeklindedir. Aspirin desensi�zasyonu, aspirin duyarlılığı olup oral steroid veya an�lökotrien ilaçlara karşın as�mı ağır seyreden ve/veya tekrarlayan nazal polip (± kronik rinosinüzit) olgularda endike bir tedavi yöntemidir. Bu tedavi yönteminde aspirinin küçük dozlardan başlanarak ar�rılarak hastada tolerasyon oluşturuluncaya dek verilmesi hedeflenmiş�r. Burada 4ü ağır as�m 2 si nüks polip nedeni ile asprin desensi�zasyonun endike olduğu 6 olgunun sonuçları tar�şılacak�r.

Page 51: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

50

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Gereç ve Yöntem:

İşlem öncesi tüm olgulardan onam alınmış�r. Aspirin 20-40 mg arası dozlardan başlanarak 2-3 saatlik doz ar�şları ile 600 mg. a ulaşıncaya dek verilmiş�r. İşlemler ciddi hiçbir reaksiyon gelişmeksizin tamamlanmış�r. Hastalar ilk ay 1200 mg, 1. yadan sonra idame tedavide ise 600 mg aspirin almışlardır. Değerlendirmeler desensi�zasyon sonrası 1. ay, 6. ay ve 1. yıl da yapılmış�r. İsta�s�k değerlendirme nonparametrik testler ile yapılmış�r.

Bulgular:

Desensi�zayon öncesi dönem ile karşılaş�rıldığında 1. ay ve 6. ayda as�m kontrol testleri (AKT) ve as�m skorları anlamlı düzelme göstermiş�r. ( AKT; DÖ: 9.8, 1. ay: 23.1, 6. ay: 24, p=0.015) (as�m skoru: DÖ:2.5, 1.ay:0.33, 6. ay: 0.2, p=0.015). Bunun yanısıra rinit skorlarında da anlamlı düzelme sağlanmış�r (p=0.018). Steroid dozu DÖ ortalama 20±4 mg me�lprednizolon (n=4 olgu) eşdeğeri iken 6. ayda 2.1±1.1 mg. a düşmüştür. 4 olgu 10 ayın üstünde bir süredir bu tedaviyi almaktadır ve 6. ayda gözlenen düzelmeler korunmaktadır. 1 olguda 2. ayda gastrointes�nal kanama geliş�ği için tedavi kesilmiş�r.Hüç bir olguda polip nüksü gözlenmemiş�r.

Sonuç:

Literatür bulguları ile uyumlu olarak aspirin desensi�zasyonu özellikle ağır as�mı olan veya tekrarlayan polipi olan olgularda iyi sonuçlar sağlamaktadır. Ülkemizde son yıllarda sınırlı sayıda merkezde uygulanmaya başlanmış olan bu tedavi yönteminin tedavileri son derece problemli bu grup hastalar için iyi bir alterna�f olduğu açık�r.

TP035

TÜRK POPÜLASYONUNDA ASTIM İLE GASTROESOFAJEAL REFLÜ İLİŞKİSİ

EMEL ERYÜKSEL 1, BERRİN BAĞCI CEYHAN 1, SUNA YAPALI 2, FATİH YILDIRIM 2 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI VE YOĞUN BAKIM ANABİLİM DALI 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, İÇ HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Reflü as�m hastalarında oldukça sık görülmektedir ve aralarındaki ilişkinin nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bu çalışmanın amacı as�m ile gastroesofajeal reflü arasındaki ilişkiyi araş�rmak ve predisposan faktörleri değerlendirmek�r.

Gereç ve Yöntem:

Bu çalışmada 206 as�m hastası (50 E, 156 K) ve 117 kişi kontrol grubu olarak değerlendirildi. Tüm hastalara

solunum fonksiyon tes�, Ig E analizi, cilt prick tes� ve standard anket uygulandı.

Bulgular:

As�m hastalarının %46 sında GER (gastroesofajeal reflü) hikayesi vardı ve bu grup GER i olmayan grupla karşılaş�rıldığında, ilaç allerjisi riski (%33 vs %18.6, p<0.02), nokturnal as�m (%53.1 vs %34.7, p<0.01), viral enfeksiyonun te�klediği as�m (%52.6 vs %36.3,p<0.02), gıda allerjisi (%34 vs %18, p<0.01) ve bronşit (%56 vs %32, p<0.003) artmış sıklıkta bulundu. GER i olmayan grupla karşılaş�rıldığında, lojis�k regresyon analizi as�mlı hastalarda nokturnal as�mın GER riskini arrdığını gösterdi: 9.0(CI: 3.2-25.3, p< 0.0001 ) . GER riski genç hastalarda, daha yaşlı hastalara göre daha az bulundu (44.9+/-13.0 vs 39.0+/-15.2, p<0.004).

Sonuç:

Sonuç olarak, bu çalışmada reflünün te�klediği as�mın ilaç allerjisi, gıda allerjisi, nokturnal as�m, viral enfeksiyonun te�klediği as�m ve bronşit ile ilişkili olduğu saptanmış�r. GER i olan Türk as�m hastalarında, bu parametreler özellikle değerlendirilmelidir.

TP036

ASTIMDA NK2 TİP SİTOKİNLERİN ROLÜ

NİLGÜN AKDENİZ 1, ESİN AKTAŞ 1, SEMA BİLGİÇ 1, GAYE ERTEN 1, BİLUN GEMİCİOĞLU 2, GÜNNUR DENİZ 1, 1 İ.Ü DENEYSEL TIP ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ İMMÜNOLOJİ ANABİLİM DALI 2 İ.Ü CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ GÖGÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

As�mın en önemli enflamatuvar özelliği havayolu mukozasındaki eozinofil ve CD4+ yardımcı T (Th) �p 2 (Th2) lenfosit birikimidir. Th2 hücreleri salgıladıkları sitokinler, (özellikle interlökin-4 (IL-4), IL-5, IL-10 ve IL-13) yoluyla astma�k enflamasyonda rol almaktadır. CD4+ Th hücrelerine benzer şekilde; NK hücreleri de sitokin profillerine göre iki farklı alt gruba (NK1 ve NK2) ayrılmaktadır. Th2 hücrelerinin as�m patogenezindeki rolünün birçok çalışmada gösterilmesine karşılık NK2 hücrelerinin ve sitokinlerinin hastalık patogenezine ne şekilde katkıda bulunduğu hakkında bilgilerimiz sınırlıdır.

Gereç ve Yöntem:

Çalışma grubu astma�k hastalarla (n=10, ortalama 4)± 4) sağlıklı donörleri (n=10, ortalama yaş=27 ±yaş=32 içermektedir. Periferik kan lenfosit alt grupları ve CD56+ NK hücre içi sitokin içerikleriγhücrelerinin IL-4, IL-10, IL-13 ve IFN- flow sitometri cihazı ile saptanmış�r. İsta�s�ksel analiz için Student's t test kullanılmış�r.

Page 52: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

51

Bulgular:

Periferik kan mononükleer hücrelerinden (PKMH) salınan IL-4 ve IL-10 seviyelerinin, tedavi al�ndaki as�m hastalarında, sağlıklı kişilere göre yüksek olduğunu gözlenmiş�r (p<0.001). Bu bulgularımıza benzer şekilde, CD56+ NK2 hücre sitokinleri olan IL-4 ve IL-10 seviyelerinin de tedavi almış as�m hastaların da sağlıklılara göre artmış olduğu saptanmış�r (p<0.001). PKMH’den salınan IL-13 ve IFN-g seviyeleri, as�m hastalarında ve sağlıklı kişilerde farklılık göstermezken, CD56+ NK2 hücre sitokini IL-13, as�m hastalarında sağlıklı kişilere göre anlamlı olarak düşük bulunmuştur (p<0.05).

Sonuç:

Bulgularımız as�m patogenezinde sadece Th2 hücrelerin değil aynı zamanda CD56+ NK hücrelerinin de üre kleri sitokinler aracılığı ile etkili olabileceğini göstermektedir.

TP037

ASTIMLI VE SAĞLIKLI OLGULARDA OBEZİTE VE HİPERKOLESTEROLEMİNİN İNFLAMATUAR BELİRTEÇLERLE İLİŞKİSİ

İLKAY KESKİNEL 1, SEMA BİLGİÇ 1, ESİN AKTAŞ ÇETİN 1, BİLUN GEMİCİOĞLU 2, NURHAYAT YILDIRIM 2, GÜNNUR DENİZ 1 1 İ.Ü. DETAE İMMÜNOLOJİ AD 2 İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD

Amaç:

Obezite giderek önem kazanan bir sağlık sorunudur. As�mlılarda obezitenin inflamatuar belirteçlerle ilişkisini ortaya koymayı hedefledik.

Gereç ve Yöntem:

Ek kronik hastalığı olmayan, sigara içmeyen stabil as�mlı 46 hasta, obez (Grup Ia) ve non-obez (Grup Ib) olarak iki gruba ayrılmış�r. Kontrol olarak çalışmaya 6 obez (Grup IIa) ve 7 obez olmayan sağlıklı birey (Grup IIb) alınmış�r.

Bulgular:

Spirometrik değerler, Grup Ia’da Ib’ye göre anlamlı derecede düşüktür. Hasta grubundaki total kolesterol ve LDL, kontrol grubuna göre yüksek, HDL ise düşüktür. IL-6, Grup Ib’de Ia ve II’ye göre yüksek�r. TNF-alfa, Grup Ia’da Ib ve II’ye göre yüksek bulunmuştur. IFN-gama açısından Grup Ia ve Ib arasında fark yoktur. Lep�n, Grup Ia’da Grup Ib ve Grup II’ye göre yüksek�r. Grup Ia’daki lep�n ar�şının beden-kitle indeksi ve TNF-alfa ile doğrudan bağın�lı, buna karşılık IFN-gama ile ters ilişkili olduğu saptanmış�r. Lep�n ile IL-6 ve IgE arasında bir bağın� görülmezken, CRP, ECP, triptaz, eozinofil sayısı arasında doğrudan bağın� saptanmış�r. Lep�n ile solunum fonksiyonları ters bağın�lıdır.

Sonuç:

As�mlı hastalarda, hiperlipideminin ve obezitenin kronik inflamasyona katkısı göz önüne alındığında, hastaların ideal beden-kitle indeksi aralığında tutulmasının ve obezitenin indüklediği inflamasyonun baskılanmasının mevcut tedavilerine destek sağlayacağı düşünülebilir.

TP038

POSTMENAPOZAL KADINLARDA, ASTIM ŞİDDETİNDE OBEZİTE VE ADİPOKİNLERİN ROLÜ

CEMİLE KOCA 1, DUYGU OZOL 2, RECEP AKGEDİK 2, MURAT AYDIN 1, SEMA UYSAL 2, ZEKİ YILDIRIM 1, RAMAZAN YİĞİTOĞLU 2 1 FATİH ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ BİYOKİMYA AD 2 FATİH ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI AD

Amaç:

As�m başlıca havayolu inflamasyonu ile karakterize, farklı şidde�e ve ciddiye�e olabilen bir hastalık�r. Proinflamatuvar etkiler yapabilen, interlökin 6,8,12 ve tümör nekrozis faktör alfa (TNF- α) gibi adipokinler, adipoz dokudan salgılandığından obezite sistemik inflamasyon için risk faktörü olarak kabul edilmektedir. Bu çalışmadaki amacımız postmenopozal kadın hastalarda obezite ve serum adipokinlerinin as�m şidde� üzerindeki etkisini araş�rmak�r.

Gereç ve Yöntem:

Toplam 45 as�mlı postmenapozal kadın hasta (yaş ortalaması 57.5 ± 13.9 yıl) ile 30 sağlıklı postmenapozal kişi (yaş ortalaması 59.6 ± 12.8 yıl) kontrol grubu olarak çalışmaya dahil edildi.

Bulgular:

Ortalama as�m süresi 8.9 ± 7.5 yıldı. Hastaların yakınmaları, gündüz ve gece bulguları ile beraber solunum fonksiyon test sonuçlarına göre hastaların % 37,5 hafif, %35 orta, % 27,5 ağır persistan as�m olarak sınıflandırıldı. Ortalama beden kitle indeksi (BKİ) (kg/m2) as�mlı hastalarda 29.6 ± 5.4 ve kontrol grubunda 28.2 ± 5.3 idi. As�mlı hastaların 22’si, kontrol grubunun 13’ü obezdi. IL 6 seviyesi obez hastalarda yüksek bulundu. As�m ve kontrol grubu arasında serum IL-8, IL12, IL-6 ve TNF-α seviyesinde anlamlı fark izlenmedi. As�m şidde� ile obezite ve serum IL-8, IL12, IL-6 ve TNF-α seviyesi arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı.

Sonuç:

Sonuç olarak postmenopozal dönemdeki as�m hastalarında obezite, kontrol grubu ile benzer sıklıkta saptanmış�r. Obezitenin ve sistemik dolaşımdaki adipokinlerin ise as�m şidde�ni etkilemediği bulunmuştur.

Page 53: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

52

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

TP039

KOLİNERJİK ÜRTİKERLİ HASTALARIN EGZERSİZ ASTIMI YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ

ALİ KUTLU 1, SAMİ ÖZTÜRK 1, ERCAN KARABACAK 2, OKTAY TAŞKAPAN 1 1 GATA HAYDARPAŞA ALLERJİK HASTALIKLAR SERVİSİ 2 İSKENDERUN DENİZ HASTANESİ DERMATOLOJİ SERVİSİ

Amaç:

Egzersiz küçük bir hasta grubunda kolinerjik ür�ker olarak isimlendirilen eritemli bir hale ile çevrili 2-5 mm çapında, küçük nokta şeklinde ür�ker plaklarından haya� tehdit eden solunumsal semptomların eşlik e ği anafilaksi reaksiyonuna kadar uzanan klinik tablolara yol açmaktadır. Kolinerjik ür�kerli bazı hastalarda fiziksel ak�vasyonun devamı solunum sistemi semptomlarına yol açabilmektedir. Bu çalışmamızda kolinerjik ür�ker semptomlarına yol açan egzersizin solunumsal etkilerini araş�rdık

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya alınan hastalar kolinerjik ür�keryal lezyonları ortaya çıkaracak şekilde en az 10 dakika oda ısısında egzersize tabi tutuldu. Egzersiz öncesi ve sonrası solunum fonksiyon testleri ve fizik muayene bulguları değerlendirildi. Kolinerjik lezyonların yoğunluğu tespit edildi

Bulgular:

Çalışmaya 9 hasta alınmış olup tüm hastalar erkek ve 21-34 yaş grubu arasındaydı. İki hastanın anamnezinde egzersizle birlikte solunumsal yakınmalar olmasına rağmen hiçbir hastanın egzersiz öncesi ve sonrası SFT lerinde ve fizik muayene bulgularında değişiklik gözlenmemiş�r

Sonuç:

Literatürde egzersizin kolinerjik ür�kerli hastaların solunum fonksiyonları üzerine etkisine yönelik az sayıda çalışma olup sonuçlar çelişkilidir. Bir çalışmada artmış pulmoner hiperreak�vite gösterilmiş�r. As�mla benzer fizyopatoloji semptomlardan sorumlu tutulsa da asıl mekanizmanın vucut sıcaklığında ar�ş, egzersiz veya streslere karşı organizmanın abar�lı kolinerjik yanı�nın olduğunu düşünmekteyiz.

e-PS030

TRAKEOBRONKOPATİA OSTEOKONDROPLASTİKADA LOKAL MİTOMİSİN-C UYGULAMASI: BİR OLGU

AHMET LEVENT KARASULU , LEVENT DALAR , SEDAT ALTIN , GÜLŞAH GÜNLÜOĞLU , EKREM CENGİZ SEYHAN , GÜNGÖR ÇAMSARI , SİNEM NEDİME SÖKÜCÜ , YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Trakeabronkopa�a Osteokondroplas�ka (TBO), trakea ve bronşların, submukozal yerleşimli kıkırdak ve kemik dokusu içeren nodüllerle karakterize, nadir görülen dejenera�f bir hastalığıdır. Bu nadir hastalığın tedavisinde endobronşiyal tedavi yaklaşımları temel seçenek�r. Bu sunum ile lokal mitomisin-C uygulaması ile palyasyon sağlanan olgumuzu farklı bir tedavi seçeneği açısından tar�şmak istedik.

Gereç ve Yöntem:

Kırksekiz yaşında ev hanımı olan hastanın onbeş yıldır giderek artan nefes darlığı ve öksürük şikaye� mevcu�u. Solunum fonksiyon tes�nde orta şidde�e obstrük�f �pte solunum paterni izleniyordu. Posteroanterior akciğer grafisinde; trakea hava sütununda boydan boya daralma dikka� çekiyordu. Toraks bilgisayarlı tomografisinde trakea lümenine protrüze olan yaygın kalsifiye oluşumlar trakeal lümeni daraltmakta, aynı oluşumlar sağ ana bronş ve intermedier bronşuda belirgin daraltmaktaydı. Fiberop�k bronkoskopide, polipoid lezyonlar nedeniyle bronkoskop güçlükle ilerle�lebildi ve yeterli biyopsi alınamadı.

Bulgular:

Bu nedenle tanı ve tedavi seçeneğini değerlendirmek üzere GAA rijit bronkoskopi uygulandı. Trakea hemen girişten i�baren her iki lateral duvardan sert polipoid lezyonlar nedeniyle % 80 oranında daralmış�, sağ ana bronş girişi %70, sol ana bronş girişi %40 oranında daralmış�, bronş sistemleri değerlendirilemedi. Lezyonlardan biyopsiler alındıktan sonra rijit forseps ile atuşman yapılarak lokal mitomisin C uygulandı. Biyopsi patoloji sonucu TBO ile uyumlu raporlandı. Bir ay sonra yapılan rijit bronkoskopisinde, trakeal lümen açıklığının öncekine göre %25 arğı gözlendi. Lokal mitomisin uygulaması tekrarlandı ve sağ ana bronş girişine lazer koagülasyon yapılarak hasta takibe alındı.

Sonuç:

Lokal Mitomisin-C uygulaması TBO’da bilinen endobronşiyal tedavi seçeneklerine ek olarak hastalık seyrini etkileyen bir tedavi seçimi olabilir.

Page 54: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

53

e-PS031

BİLATERAL GENİŞ PULMONER ARTERYOVENÖZ MALFORMASYONLARI NEDENİYLE TRANSKATETER EMBOLİZASYON UYGULANAN HEREDİTER HEMORAJİK TELENJİEKTAZİ OLGUSU

KAZIM ROLLAS , ÜLKÜ YILMAZ TURAY , ÇİĞDEM BİBER , AYDIN YILMAZ , LEYLA YILMAZ AYDIN , YURDANUR ERDOĞAN , ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Olgu, nadir olması ve dev Pulmoner arteryovenöz malformasyonların tedavisinde cerrahiden önce embolizasyonun düşünülmesi gerekliliğini vurgulamak amacıyla sunuldu.

Gereç ve Yöntem:

36 yaşında erkek hasta, tekrarlayan burun kanaması, sağ taraflı hafif göğüs ağrısı ve dudaklarda morarma yakınmaları ile başvurdu. Fizik muayenesinde siyanoz ve çomak parmak mevcu�u ve sağ hemitoraksta ön aksiler hat üzerinde üfürüm duyuluyordu.

Bulgular:

Hastanın hemoglobini 17.5 gr/dl ve SaO2; 87.4 olarak ölçüldü. Posteroanterior akciğer grafisinde, sağ orta zonda yaklaşık 6 cm çapında düzgün sınırlı çevre parankimden sınırları net ayırt edilen dansite ar�şı vardı. Toraks tomografisinde sağ orta zonda en geniş boyutu 5.5 cm ölçülen ve sol parakardiak arteryovenöz malformasyon olarak yorumlanan lezyonlar mevcu�u. Pulmoner anjiyografide sağ akciğer orta zon ve sol akciğer alt zonda belirgin arteryel kanlanmaya ve venöz drenaja sahip iki adet arteryovenöz malformasyon görüldü. Sağ akciğer orta zondaki lezyonun besleyen arter çapı en dar yerinde 8 mm idi. Hastada hipoksemiye neden olan dev arteryovenöz malformasyona yönelik embolizasyon planlandı. Bu lezyona embolizasyon başarılı bir şekilde uygulandı. Üç haa sonra sol yerleşimli arteryovenöz malformasyon ile uyumlu lezyona embolizasyon uygulandı. Girişim sonrası hasta değerlendirildiğinde oksijen satürasyonunun % 95 e yükseldiği görüldü.

Sonuç:

Pulmoner arteryovenöz malformasyon nadir görülen pulmoner arteryal sirkülasyondan pulmoner venöz sirkülasyona, arada kapiller yatak olmaksızın, direkt bağlan�sı olan, anatomik sağ-sol şanta neden olarak hipoksemiye yola açan anormal damarlardır. PAVM’de tedavi endikasyonları; lezyonlarda progresif büyüme, tekrarlayan emboliler ve sistemik hipoksemidir. Tedavide daha önceleri cerrahi yöntemler tercih edilirken, günümüzde transkateter embolizasyon seçkin yaklaşımdır. Bu olguda olduğu gibi dev Pulmoner arteryovenöz malformasyonların tedavisinde cerrahiden önce embolizasyon düşünülmelidir.

e-P032

HYPOPLASIA OF LUNG (FREQUENCY, PARTICULAR FEATURES OF COURSE, CLINIC, DIAGNOSIS, RESULTS OF TREATMENT)

YAROSLAV VOLOSHYN

INSTİTUTE OF PHTİSİATRY AND PULMONOLOGY, THORACİC SURGERY DEPARTEMENT

Aim:

To study the cases of hypoplasia of lung: its frequency, par�cular features of course, clinic, diagnosis, results of treatment.

Method:

Hypoplasia makes 4,59-8,25% of the opera�ons, 39,68% of congenial pathology. 150 pa�ents: simple hypoplasia -38 (25,33%), cys�c – 112 (74,67%). Men – 91 (60,67%), women – 59 (39,33%) age 8-60.

Results:

Nonmalignant or asymptoma�c course before infec�on: teenagers-77 (51,33%). Nonspecific disease (65,33%), tuberculosis (7,33%). An�bacterial therapy- no effect. Caugh- 82 (54,67%), increased body t C-78 (52%), hemoptysis – 21 (14%). Roentgen: lesion in right lung – 78 (52%), le -67 (44,67%) oen in lower lobe, segments (SVI, SX). Simple hypoplasia: decrasing of hemithorax, narrowing of intercostals intervals, diaphragm cupola is high. Bronchography: bronchi - like “burned trea”-23. Angiography: vessels of lung with lesion- narrowed. Cys�c hypoplasia: deforma�on or intensifica�on of lungs picture, numerous thin-walled cavi�es (d-1-4cm). Bronchogramma: hipoplasia with cys�c changes. Angiopulmonography: underdeveloped vessels in lesser circula�on. Respiratory func�on impairment of obstruc�ve type when general state- sa�sfactory. 5(3,33%) –conserva�ve treatment, 145 –resec�on: lobectomy -86 (59,31%). Stages of opera�on: refinement of bronchis coocks, resec�on of basel segments. Pathomorphology: absence of car�laginous plates in cyst segmental bronchus (cys�c hypoplasia). Clinic effect – 142 (97,93%), in 1 -17 years – 92,23%.

Conclusion:

The number of the pa�ents increased. Diagnosis complicated by asymptoma�c course or chronic inflammatory process with relapses. Complex observa�on (computer tomography, contrast methods of observa�on of bronchi and vessels). Most oen lesion in lower lobe, SVI. Timely opera�on with advanced methods let reach the high clinic and full effect and prevent any complica�ons.

Page 55: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

54

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

e-PS033

TORASİK VE PANKREATİK SARKOİDOZDA TEDAVİYE YANITIN FDG-PET/CT İLE İZLENMESİ

ADİL ZAMANİ , SONER DEMİRBAŞ SELÇUK ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD

Amaç:

FDG-PET/CT, malignitelerin değerlendirilmesinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Bununla birlikte FDG-PET/CT görüntülemesi sarkoidoz gibi malignite dışı durumlarda değerli olabilir. Biz bu bildiriyi, torasik ve ekstratorasik sarkoidozu olan bir olgunun yöne�minde FDG-PET/CT nin sağladığı ek katkıyı vurgulamak amacıyla sunuyoruz.

Gereç ve Yöntem:

İki yıl önce histolojik olarak sarkoidoz tanısı alan 50 yaşındaki bayan hasta kor�kosterod tedavisi sonrası nüks nedeniyle başvurdu.Olgumuzun serum CA19-9 seviyesi yüksek seyre ği için abdominal USG yapıldı.Pankreas başında düzgün sınırlı hipoekoik kitle (18x10 mm) tespit edildi.Hastaya çekilen tüm vücut FDG-PET/CT taramasında pankreas başındaki kitle lezyonunda,mediyas�nal ve sağ supraklavikuler lenf nodlarında ve her iki akciğer parankiminde artmış FDG tutulumu saptandı

Bulgular:

Pankrea�k ince iğne aspirasyon biyopsisi sarkoidoz ile uyumlu kazeifiye olmayan epitelioid hücreli granülom olarak değerlendirildi. Kor�kosteroid tedavisi başlandı. Tedavinin 2 ay sonrasında, FDG-PET/CT taramasında sarkoidoz lokalizasyonlarında, anormal tutulumun azaldığı veya kaybolduğu gözlendi.Sarkoidoz lokalizasyonlarının tedavi öncesi ve 2 aylık tedavi sonrası SUVmax değerleri şöyleydi: pankreas başındaki kitle(8.01-3.98), akciğer parankimi (14,20-nega�f), mediyas�nal lenf nodları (5,83-2.74) ve sağ supraklavikular lenf nodu(5.66- nega�f).

Sonuç:

Bu, pankrea�k sarkoidozlu olguda tedaviye yanı�n FDG-PET/CT ile değerlendirildiği ilk bildiridir. Biz, sarkoidozun gizli yerleşim yerlerinin ortaya çıkar�lmasında ve medikal tedavinin etkisinin izlenmesinde FDG-PET/CT görüntülemesinin faydalı olabileceği sonucuna vardık.

e-PS034

GÖZDİBİ BAKISINDA YAĞ GLOBÜLLERİNİN GÖRÜLDÜĞÜ ARDS TABLOSU GÖSTEREN EĞİTİCİ BİR YAĞ EMBOLİSİ OLGUSU

EYÜP SABRİ UÇAN 1, ALİ OSMAN SAATÇİ 2, ONUR TURAN 1, TUĞBA GÜMÜŞ 4, ÖNDER LİMON 3, 1 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ; GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ; GÖZ HASTALIKLARI AD 3 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ; ACİL TIP AD 4 YEŞİLYURT DEVLET HASTANESİ DAHİLİYE AD

Amaç:

Yağ embolisi, non-trombo�k embolizmin önemli bir �pi olup, genelde uzun kemiklerin travması sonucu, nadir olarak ortaya çıkan bir klinik tablodur. Travma sonrası ilk üç gün içinde gelişen solunum, dolaşım, santral sinir sistemi semptomları, göz ve deri bulguları ile seyreden ve mortaliteyle sonlanabilen mul�sistemik bir hastalık�r.

Gereç ve Yöntem:

27 yaşında erkek hasta, sağ �bia fraktürü sonrası 36. saa�e izlendiği hastaneden, ani gelişen bilinç bulanıklığı, nefes darlığı, ateş yüksekliği nedeniyle hastanemize sevk edildi.

Bulgular:

Hastanın geliş posterior-anterior akciğer grafisinde yaygın bilateral re�külonodüler dansite ar�mı saptandı. Alınan arteryel kan gazında hipoksi-hipokapni olması üzerine çek�rilen toraks BT angiografide pulmoner emboliye rastlanılmadı; bilateral yaygın infiltrasyonlar tespit edildi. ARDS tablosundaki hastanın ayırıcı tanısında yağ embolisi düşünüldü; göz hastalıkları bölümünce yapılan gözdibi muayenesinde re�nada yağ globülinleri gözlendi. Hastaya, yağ embolisi tanısıyla intravenöz steroid, oksijen ve destek tedavileri uygulandı. İzlemde genel durumu düzelen, semptomları ve akciğer grafisindeki radyolojik bulguları gerileyen hasta, steroid tedavisinin doz azal�mıyla kademeli olarak kesilmesi planlanarak taburcu edildi.

Sonuç:

Uzun kemikte travma�k fraktür sonrası gelişen ani solunum sıkın�sı, nefes darlığı yakınmaları, PAAC grafisinde yaygın bilateral opasiteler, ARDS tablosu, gözdibi bakısında saptanan yağ globüllerinin varlığıyla, yağ embolisi klinik tanısı konulup steroid ve destek tedavi sonrası tamamen iyileşen olgumuzu, literatürde nadir görülmesi ve hastalığın majör özelliklerini taşıyor olması nedeniyle sunmak istedik.

Page 56: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

55

e-PS035

KOMBİNE LAVAJ YÖNTEMİYLE PULMONER ALVEOLAR PROTEİNOSİS TEDAVİ BAŞARISI: BİR OLGU SUNUMU

NALAN DEMİR FIRAT 1, AYDIN ÇİLEDAĞ 1, PINAR AKIN KABALAK 1, DEMET KARNAK 1, SELİM EREKUL 2, OYA KAYACAN 1 1 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ ANABİLİM DALI

Amaç:

Pulmoner alveolar proteinosis(PAP) alveol içinde eozinofilik PAS (periodic acid-shiff) pozi�f fosfolipid materyallerin difüz birikimiyle karakterize nedeni bilinmeyen ender bir hastalık�r. Prevalansı milyonda 6.2’dir. Total akciğer lavajı(TAL), PAP tedavisinde en etkin ve güvenli yöntemdir. Ancak fleksibl bronkoskopi(FB) ile uygulanan mul�pl segmental lavaj da(MSL) alterna�f bir tedavi yöntemidir. Burada, her iki lavaj tekniğinin de başarıyla kullanıldığı bir olgumuzu sunuyoruz.

Gereç ve Yöntem:

Hafif restrik�f hastalığı olan 31 yaşındaki kadın hasta orta dereceli hipoksemi(pO2: 49.2mmHg) ile kliniğimize kabul edildi. PAP tanısı transbronşial biyopsi ve BAL ile konuldu.

Bulgular:

Lokal anestezi al�nda FB yapılıp, MSL her bir lob segmen�ne verilip, hemen aspire edilerek toplam 2000ml ısı�lmış fizyolojik serumla sağ akciğere uygulandı. İkinci gün pO2:60.3mmHg’ya yükseldi ve TAL işlemine kadar stabil kaldı. TAL sol bronş sistemine genel anestezi al�nda, 13litre ısı�lmış tuzlu su kullanılarak, bir çi lümenli endotrakeal tüp ve BAL kateteri yardımıyla sıvı berraklaşana kadar uygulandı. Mekanik ven�lasyon ile yoğun bakımda bir gece kalan ve ekstübe edilen olgunun oksijenizasyonu düzeldi(pO2:80mmHg). Belirgin klinik ve laboratuar düzelmesi olan hasta takibe alındı ve sağ akciğere de TAL uygulanması planlandı.

Sonuç:

Sonuç olarak, derin hipoksemi nedeniyle genel anestezi alamayan olgularda hastayı TAL’na hazırlamak için MSL yapmak güvenli bir yöntemdir.

e-PS036

PULMONER ARTERİYOVENÖZ MALFORMASYON OPERASYONUNA BAĞLI PULMONER HİPERTANSİYON

ZEYNEP PINAR ÖNEN , GÖZDE KÖYCÜ , GÜLSEREN KARABIYIKOĞLU ANKARA ÜNİVESİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Emboloterapiye yanıt vermeyen çok sayıda pulmoner arteriovenöz malformasyonları olan olgularda cerrahi tedavinin kliniği kötüleş�rebileceğini ve bu olgularda transplantasyonun daha iyi bir seçenek olabileceğini vurgulamak amacıyla olgumuzu sunuyoruz.

Gereç ve Yöntem:

Pulmoner arteriovenöz malformasyonlar (PAVM), kapiller yatak olmaksızın pulmoner ve sistemik dolaşımın birleş�ği damar yatağı anomalileridir. PAVM sağ-sol şantlara yol açarak kanın doğrudan sağdan sola doğru akmasıyla sonuçlanır. Bu durum genellikle konjenitaldir ve ailevi olmayan sporadik olgularda tek lezyonla karşılaşılırken, kalıtsal olanlar genellikle yaygın olma eğilimindedir. Olgular, her yaşta tanı alabilirler ancak semptomların ortaya çıkma zamanı genellikle ikinci dekaddır. Bu kadar uzun yıllar sessiz kalmasının temel sebebi; adaptasyon mekanizmaları ile hastaların pulmoner vasküler rezistanslarının (PVR) ve ortalama pulmoner arter basınçlarının (PAP) düşük, kardiyak outputlarının ise yüksek olmasıdır.

Bulgular:

Yirmi dört yaşında erkek hasta son birkaç yıldır olan egzersiz dispnesi ile doktora başvuruyor. Çekilen direkt grafilerinde yaklaşık 2cm çaplı nodüler lezyon izleniyor ve aynı lezyonun bilgisayarlı toraks tomografisinde 3,5x2cm çaplı, sağda subplevral yerleşimli, arteriyovenöz malformasyonla uyumlu bir patoloji olduğu görülüyor. Operasyon öncesi ekokardiyografi ile ölçülen sistolik pulmoner arter basıncı 40 mmHg ölçülüyor. Bu nedenle torakotomi yapılarak bu malformasyonun ligasyonu yapılmış. Operasyondan 4 ay sonra kliniğimize eforla progresif olarak artan dispne, hemop�zi ve göğüs ağrısı şikayetleri ile başvurdu. Fizik muayenesinde göğüs duvarında yaygın üfürüm ve tüm kalp odaklarında da sistolik üfürüm vardı. Ekokardiyografisinde 2.derece triküspit yetmezliği ve sistolik pulmoner arter basıncı 150mmHg ölçüldü. Yapılan pulmoner arter anjiyografisinde tüm akciğer alanlarında yaygın PAVM ile uyumlu değişiklikler görüldü.

Page 57: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

56

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Sonuç:

PAVM’lar için tedavi seçenekleri emboloterapi ve cerrahi rezeksiyondan oluşmaktadır. Ancak yaygın PAVM olan olgularda cerrahi ideal bir tedavi seçeneği değildir. Çünkü PAVM’lar düşük rezistanslı şant alanlarıdır, bu bölgelerin yok edilmesi pulmoner hipertansiyona yol açabilir veya var olan pulmoner hipertansiyon şidde�ni arrabilir. Emboloterapiye yanıt vermeyen mul�ple PAVM’ları olan hastalarda akciğer transplantasyonu daha uygun bir seçenek olabilir.

e-PS037

İMMUN TROMBOSİTOPENİK PURPURADA İVİG SONRASI PULMONER TROMBOEMBOLİ

ÖZLEM YILDIZ , EBRU ÇAKIR EDİS , TUNCAY ÇAĞLAR TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD, EDİRNE

Amaç:

İmmun trombositopenik purpura (İTP), an�korla kaplı trombositlerin yıkımı ile karakterize bir hastalık�r. İntravenöz immunglobulin (İVİG), İTP’da etkin ve güvenli bir tedavi yöntemi olarak bilinmesine rağmen literatürde tedavi sonrası venöz tromboz gelişen bir vaka bildirilmiş�r.

Gereç ve Yöntem:

62 yaşında bayan hasta, nefes darlığı ile acil servise başvurdu.Özgeçmişinde İTP nedeniyle bir ay önce İVİG uygulandığı, tedaviden iki haa sonra sol alt extremitede derin ven trombozu geliş�ği ancak hastanın tedaviye uyumsuz olduğu öğrenildi. Fizik bakıda ateş 36⁰C, nabız: 120/dakika, solunum sayısı: 30/dakika, tansiyon: 80/50 mmHg, sol akciğer alt zonda inspiratuar ral, sol alt extremitede ısı ar�şı saptandı.

Bulgular:

Trombosit sayısı 38.000, kan gazında pH: 7,45, pO₂: 50 mmHg, pCO₂: 31,3 mmHg, SaO2: %85,3, HCO3: 21,5 ve EKG’de S1Q3 paterni mevcu�u. Toraks tomografisinde bilateral ana pulmoner arterlerde trombüs; alt ekstremite dopler ultrasonografisinde sol popliteal ve femoral vende trombüs izlendi. Trombositopenisi olan hastaya acil trombosit afarezi yapıldıktan sonra (trombosit: 104.000) tromboli�k tedavi (t-PA 100mg) uygulandı. Komplikasyon gelişmedi. Trombositopeni nedeniyle warfarin başlanmadı ve tedaviye düşük molekül ağırlıklı heparin ile devam edildi.

Sonuç:

Olgumuzda tromboz için edinsel ve kalıtsal risk faktörü bulunmadığı halde splenektomi yapılmadan, İVİG sonrası tromboz gelişmiş�r.Bu vakayla İTP’da İVİG ve tromboz birlikteliğine dikkat çekmek istedik.

e-PS038

RİTUXİMAB YANITLI DİRENÇLİ WEGENER GRANÜLOMATOZİS

YASİN ABUL 1, NESLİHAN YILMAZ 2, SİBEL AYDIN 2, BARAN BALCAN 1, HANER DİRESKENELİ 2, BERRİN CEYHAN 1 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. İSTANBUL 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ROMATOLOJİ A.D.

Amaç:

Wegener Granülomatosis(WG) üst/alt solunum yollarını, böbrekleri etkileyebilen sistemik bir vasküli r.Standart tedavi siklofosfomid, azo�opürin, metotreksat ve kor�kosteroidlerdir. Yanıtsızlarda tümör nekroze edici faktör(TNF) antagonistleri, B ve T lenfosit deplese ediciler kulanılabilmektedir.

Gereç ve Yöntem:

Akciğer tutulumlu ve standart tedaviye yanıtsız dirençli WG vakasını sunduk

Bulgular:

Erkek hasta(53 y), akciğer tüberkülozu hikayesi mevcu�u.3 yıl önce el ve ayak eklemlerinde ağrı, hemop�ziyle başvurmuştu.Toraks bilgisayarlı tomografisinde(BT) sağ akciğer orta lob posterior segmen�e 20 mm çapında solid kitle,sol akciğer üst lobda kaviter lezyon saptanmış�.Bronkoskopisi malignite ve tüberküloz açısından nega�i(ARB nega�f). Açık akciğer biyopsisinde granülomatöz inflamasyon saptanmış�.Hastaya 4 lü an� tüberküloz başlanmış�.Takibinde kaviter lezyonları ilerlemiş�,BACTEC’de üremesi olmamış�.p ANCA(+),retrospek�f değerlendirmede biyopsi nonnekro�zan granülomatöz inflamasyon- anjii�s gelince pulse me�lprednisolon(MP) ve IV siklofosfomid başlanmış�.Steroid dozu azal�lırken eklem şikayetlerinde relaps,akut fazında yükselme ,akciğer kaviter lezyonda boyut ar�şıyla steroid dozu tekrar ar�rılmış�(48 mg/gün).Steroide bağımlı,siklofosfomid kısmi yanıtlı olarak idamesi için hastanemize yönlendirilmis�.Cushingoid görünümü miyopa�si mevcu�u.BT’de kaviter lezyonlarda küçülme saptandı.İdamesi azo�opürinle yapıldı.MP dozu 20 mg güne düşüldüğünde akut faz yükseldi.Eklem yakınmaları ar.Akciğer lezyonlarında boyut ar�şı yoktu.Ak�vasyonu amaçlı PET BT’de kaviter bölgenin çeperinde yoğun FDG izlendi.Steroid dozu arrıldı,oral siklofosfomid başlandı.Steroid bağımlı hastaya 2.basamak tedavi Rituximab 1 gr IV 2 kür uygulandı.Siklofosomid kesildi .Rituximab’ın 2 ayında BT’de akciğer lezyonlarının gerilediği görüldü.Akut fazı normale döndü.Steroid dozu azal�ldı, myopa� ağrı semptomları düzeldi.

Page 58: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

57

Sonuç:

Siklofosfomid, Azo�opürin, Metotreksat ve kor�kosteroidler WG’de standart tedavilerdir. Dirençli vakalarda An�-CD20 monklonal an�koru olan Rituximab’a yanıt ve düşük relaps bildirilmektedir. Bizim vakamızda da konsensus olmamakla birlikte 375 mg/m2/haa dozu uygulanmış ve iyi yanıt alınmış�r.B hücre deplesyonu yapan Rituximab,dirençli WG tedavisinde öncelikle düşünülmelidir.

e-PS039

ALVEOLAR HEMORAJİ, KARDİYOMİYOPATİ , İNTESTİNAL PERFORASYON VE ÖLÜMLE SONUÇLANAN ANCA İLİŞKİLİ VASKÜLİT (EOZİNOFİLİK) OLGUSU

HÜLYA DENİZ 1, SERPİL ELADAĞ 1, CANAN ÖZKAL 2, DEMET KARNAK 1, SELİM EREKUL 3, NURŞEN DÜZGÜN 4 1 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANA BİLİM DALI 2 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DAHİLİYE ANA BİLİM DALI 3 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ ANA BİLİMDALI 4 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KLİNİK İMMÜNOLOJİ VE ROMATOLOJİ BİLİM DALI

Amaç:

Alveoler hemoraji vasküli�k hastalıkların bir komponen� olarak ortaya çıkabilir. Bu sunum alveoler hemoraji ve eozinofilik vaskülitli bir hasta hakkındadır.

Gereç ve Yöntem:

35 Yaşında erkek hasta kliniğimize hipoksemi ve hemop�zisi olmaksızın alveoler hemoraji ile uyumlu tomografi bulguları ile kabul edilmiş�r. Fizik muayene ve laboratuar bulguları sub febril ateş, şiddetli anemi, kaşeksi, kardiyak üfürüm, ekstremitede de purpural döküntüler , mikroskopik hematüri ve proteinüriyi ortaya koymuştur.

Bulgular:

Akciğer grafisi pulmoner konjesyon ve kardiyomegaliyi işaret eden hastanın ekokardiyografik incelemesinde sol kalp genişlemesi ve sol ventrikül fonksiyon bozukluğu tespit edildi. Daha önce alerjik hastalık öyküsü vermemesine rağmen yüksek serum IgE düzeyleri(10.500IU 1/16 dilüsyonda) ve periferik kan eozinofilisi yanı sıra c-ANCA pozi�fliği bulundu. Transbronşiyal akciğer biyopsisi eozinofilik vasküli� doğruladı. Bu hasta haya� tehdit

eden sistemik bir vasküli�n deri, kalp, gastrointes�nal sistem (gastrointes�nal perforasyon) ve sinir sistemi gibi mul�pl doku ve organ tutulumlarına sahip�. Churg-Strauss sendromu (CSS) alerjik veya astma�k epizot tariflememesine rağmen ayırıcı tanıda düşünüldü ve tar�şıldı. Puls siklofosfamid ve me�l prednizolon tedavisi başlanıldı. Tedaviye rağmen hasta kalp yetmezliği ve sep�semi nedeniyle 38 gün sonra kaybedildi.

Sonuç:

Bu prezentasyon alveoler hemorajinin tanısal değerlendirmesinde transbronşiyal akciğer biyopsisinin önemini ortaya koyması ve komplike nekro�zan eozinofilik vasküli�n agresif gidişini göstermesi açısından önemlidir.

e-PS040

MULTİPL MİYELOM TANILI BİR HASTADA BORTEZOMİB’E BAĞLI MASİF PLEVRAL EFFÜZYON

PEGAH GOLABİ 1, TAYFUR TOPTAŞ 3, IŞIK KAYGUSUZ 3, YASİN ABUL 2, ŞEHNAZ OLGUN 2, BERRİN CEYHAN 2, 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ENFEKSİYON HASTALIKLARI VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ A.D. 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. 3 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HEMATOLOJİ B.D.

Amaç:

Bortezomib relaps/refrakter mul�pl miyelom (MM) tedavisinde kullanılan ilk proteozom inhibitörüdür ve pulmoner yan etkileri nadirdir. Literatürde bortezomibe bağlı masif plevral effüzyon bildirilen yalnızca 3 olgu mevcu�ur.

Gereç ve Yöntem:

MM kappa hafif zincir ve kardiyak amiloidoz tanılı 54 yaşındaki kadın hastaya, 3 kür vinkris�n-adriamisin-dekzametazon kemoterapisi aldıktan sonra hastalığının kontrol al�nda olmaması nedeniyle Bortezomib (Velcade®) 1.3 mg/m2 kemoterapisi başlandı.

Page 59: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

58

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Bulgular:

Dört dozdan 15 gün sonra artan nefes darlığı ve öksürük yakınmaları olması nedeniyle servisimize ya�rıldı. Hastanın Toraks tomografisinde bilateral hemitorakslarda sağda daha belirgin plevral efüzyon ve komşu akciğer parankimlerinde kompresyon atalektazileri mevcu�u. Plevral sıvısı örneklemesi eksüda�f karakterde olup, nötrofil hakimiye� mevcu�u. Mikrobiyolojik ve sitolojik incelemelerde enfeksiyon ya da malignite lehine bulgu saptanmadı. Ekokardiografide ejeksiyon fraksiyonu normaldi ancak kardiak amiloidozis ve diastolik disfonksiyon ekarte edilemeyeceği ifade edildi. Enfeksiyon ve pulmoner emboli ön tanıları dışlanan hastaya 80-100mg/gün furosemide başlandıktan sonra klinik ve radyografik tam yanıt elde edilerek taburcu edildi. İkinci kür kemoterapisi bortezomib + dekzametazon şeması şeklinde uygulandıktan 10 gün sonra, nefes darlığı ve bilateral plevral effüzyonu olması nedeniyle servisimize tekrar ya�rıldı. Naranjo ilaç yanetki olasılık skalası puanının 7 olması nedeniyle, mevcut tablonun bortezomibe bağlı olduğu kabul edildi.

Sonuç:

Bortezomib’in akciğer hasarı ve plevral effüzyon yapıcı etkisi net değildir. Akciğer toksisitesinin kemoterapinin son dozundan sonra ortaya çıkması, bortezomib kesilmesi sonrası NF-κB reak�vasyonu sonrası oluşan metabolitlerle açıklanabilir. Bortezomibin diğer sinyal yolları etkilemesi ne�cesinde biriken metabolitlerinin akciğer hasarı yapıyor olması da muhtemeldir. Sonuç olarak, bu ilacın verildiği hastalarda solunum sistem yakınmalarının yakından izlenmesi gerek�ği ifade edilebilir.

e-PS041

TRAKEAL DARLIK İLE TANI ALAN FRONTOMETAFİZYAL DİSPLAZİLİ (FMD) OLGU; NADİR GÖRÜLEN BİR HASTALIK OLMASI NEDENİYLE

BANU ERİŞ GÜLBAY , SERPİL ELEDAĞ , ZEYNEP PINAR ÖNEN , ELİF ŞEN , TURAN ACICAN ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD

Amaç:

Frontometafizyal Displazi (FMD): iskelet sistemi anomalileri ve işitme kaybı bulunan otopalatodigital spektrum hastalıkları olarak isimlendirilen bir sendromun üyesidir. X ile taşınan dominant paterne sahip FMD’nin primer ayırt edici özelliği, tubuler kemik anomalileri ve kafa kemiklerinde hiperosteozis içeren iskelet sistemine ait displazi ve eklem hareket kısıtlılıklarıdır. İskelet sistemi dışında hastada, trekeobronşial, kardiak ve ürolojik malformasyonlar da görülebilir. Nadir bir

kalı�msal hastalık olan FMD’nin yine az rastlanan bir komplikasyonu olan trekeal darlık ile tanı alan olgumuzu sunmak istedik.

Gereç ve Yöntem:

Otuz dört yaşında erkek hasta; nefes darlığı işitme kaybı şikayetleriyle başvurdu. Özgeçmişinde 5 aylıkken kaybedilen fasial anomalili ve yarık dudaklı bir erkek çocuk öyküsü vardı.

Bulgular:

Fizik muayenede; kaba yüz, yayvan burun, aşağı uzanan palpebral açıklık, çukur damak, çoklu iskelet malformasyonları, ayak parmak deformitesi, tüm eklemlerde hareket kısıtlılığı, stridor ve inspratuar ronkus mevcu�u. SFT’de ileri derecede fiks hava yolu obstruksiyonu saptandı. Toraks BT’de trakeal lümende %50 darlık ve tüm kemik yapılarda ekspansiyon gözlendi. EKO’da interatrial septumda anevrizma, odyografisinde solda %84, sağda%56 işitme kaybı saptandı. Gene�k bölümüyle konsulte edilen hasta mevcut bulgular, neonatal kayıp, X ile taşınan dominant kalı�m modeliyle FMD ile uyumlu bulundu.

Sonuç:

Nadir görülen kalı�msal bir hastalık olan FMD ‘de geno�p- feno�p korelasyonu gereklidir ve sistemik tutulumlar saptanabilir. Bu hastaların değerlendirilmesinde ,ayrın�lı aile öyküsüyle birlikte gene�k konsültasyonun tamamlanması gereklidir.

e-PS042

ÇAM KOZALAK FİLİZLERİ YEME ÖYKÜSÜ OLAN ATİPİK RADYOLOJİK TUTULUMLU İLGİNÇ BİR SARKOİDOZ OLGUSU

KEZBAN ÖZMEN , ÜMRAN TORU , TALHA DUMLU , ALİ NİHAT ANNAKKAYA , DÜZCE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Sarkoidoz etyolojisi tam olarak bilinmeyen mul�sistem granülomatöz bir hastalık�r. Etyolojide çok sayıda hipotez bulunmaktadır. Bu hipotezlerden a�pik tüberküloz, berilyozis ve çam polen inhalasyonu en çok öne sürülenlerdendir. Anamnezinde çam kozalak filizleri yeme öyküsü olan a�pik radyolojik özelliklere sahip ilginç bir sarkoidoz olgusu sunulmuştur.

Gereç ve Yöntem:

M.C, 50 yaşında bayan yaklaşık 4 yıldır öksürük, nefes darlığı, göğüs alt kısmında ağrı şikayetleri olan hastanın son 1 yıldır şikayetlerinde artma olmuş.

Page 60: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

59

Bulgular:

Başvurduğu farklı doktorlar tara�ndan pnömoni, akut bronşit tanıları ile farklı an�biyo�k tedavileri uygulanan hastanın özgeçmişinde özellik yoktu. Akciğer grafisinde sol akciğer alt zonda ve sağ akciğer alt zonda diafragma sınırını silen yamalı opasiteler izlendi. Balgam ARB’leri nega�f olan hastaya non-spesifik an�biyo�k tedavisi verildi. Bilateral alt ekstremite venöz dopler USG, akciğer perfüzyon sin�grafisi normal olarak değerlendirildi. Hastanın kontrollerinde şikayetleri ve akciğer grafisi bulguları devam ediyordu. Çekilen Toraks BT ve HRCT’de; her iki AC alt lob postero ve laterobazal segmentlerde konsolidasyonlar, sol AC alt lobda daha belirgin fibro�k bantlar-ektazik değişiklikler izlendi. Fiberop�k Bronkoskopik BAL ve bronş biyopsi sonucu tanısal değildi. Açık akciğer biyopsi sonucu sarkoidoz ile uyumlu geldi. Hastanın anamnezi derinleş�rildiğinde çiçilik ve hayvancılıkla uğraş�ğı, mide ağrılarına iyi geldiği için çam kozalak filizleri yediği öğrenildi. Solunum Fonksiyon Tes�nde; Restriksiyon saptandı. Difüzyon Tes�nde; DLCO: 3670 ml (%73) olarak bulundu. Hasta düşük vital kapasite, parankimal AC tutulumu ve semptoma�k olması nedeniyle semptoma�k evre 3 sarkoidoz kabul edilip sistemik steroid tedavisi başlandı. Hastanın poliklinik kontrollerinde klinik, radyolojik ve spirometrik tetkiklerinde iyileşme saptandı.

Sonuç:

Sarkoidoz tanısı alan tüm olgularda hastaların özgeçmişinde çam kozalak maruziye�nin mutlaka sorgulanması gerek�ği kanaa�ndeyiz.

e-PS043

SİSTEMİK AMİLOİDOZA BAĞLI PLEVRAL TUTULUM SONUCU TRANSUDA NİTELİĞİNDE REFRAKTER PLEVRAL EFFÜZYON SAPTANAN BİR OLGU

ÜMRAN TORU , KEZBAN ÖZMEN , TALHA DUMLU , ÖNER BALBAY , ALİ NİHAT ANNAKKAYA DÜZCE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Amiloidin plevra birikimi ve plevral tutulum nadiren bildirilmiş�r. Biz sistemik amiloidosise sekonder plevra tutulumu sonucu gelişen refrakter transuda nitelikli plevra effüzyonlu olguyu sunmayı uygun bulduk.

Gereç ve Yöntem:

59 yaşında kadın hastada 6 ay önce başlayan ve giderek artan nefes darlığı şikaye�yle Göğüs Hastalıkları Polikliniği’ne başvurdu.

Bulgular:

Hastanın çekilen PA Grafisi’nde; sol akciğerde plevral effüzyon ile uyumlu opasite saptanması üzerine yapılan torasentez ile alınan plevral sıvı örneği transuda niteliğinde idi. Böbrek fonksiyon testlerinde krea�nin klerensi 70 ml/dakika ve ultrasonografi eşliğinde yapılan renal biyopsi sonucu amiloidoz ile uyumlu geldi. Takip sırasında sol plevral effüzyonda tekrarlayan torasentezlere rağmen artma oldu. Bunun üzerine yapılan plevral biyopsi sonucu plevral amiloidoz olarak raporlandı. Refrakter plevral effüzyon nedeniyle plöredez uygulandı.

Sonuç:

Renal amiloidoz tanısıyla izelenen hastalarda refrakter plevral sıvı nedenlerinden birinin plevranın amiloidoza sekonder plevra tutulumu olabileceği unutulmamalıdır.

e-PS044

BİLATERAL PLEVRAL EFÜZYON VE PERİKARDİYAL TAMPONAD İLE SEYREDEN BEHÇET HASTALIĞI OLGUSU

ÖZLEM ERÇEN DİKEN , AYDIN ÇİLEDAĞ , NALAN DEMİR FIRAT , ASLIHAN YALÇIN , AKIN KAYA , OYA KAYACAN ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD

Amaç:

Behçet hastalığı ağız ve genital bölgede tekrarlayan ülserler, tekrarlayan üveit, cilt ve eklem bulguları, tromboflebit ve santral sinir sitemi (SSS) tutulumu ile karakterize mul�sistemik bir hastalık�r. Behçet hastalığında nadiren vena kava superior (VCS) trombozu ve buna sekonder plevra ve perikard sıvısı görülebilmektedir. Biz de VCS trombozu, bilateral plevral ve tamponadla birlikte perikardiyal efüzyonun eşlik e ği Behçet hastalığı olgusunu nadir görülmesi nedeniyle sunuyoruz.

Gereç ve Yöntem:

5 yıl önce Behçet hastalığı tanısı alan 34 yaşında erkek hasta, nefes darlığı ve pre�bial ödem nedeni ile hastaneye ya�rıldı.

Page 61: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

60

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Bulgular:

Fizik muayenede pre�bial ödem, masif plevra sıvısı bulguları, göğüs duvarında venöz kolleteraller mevcu�u. Posteroanterior akciğer grafisinde kardiyotorasik oranda ar�ş, bilateral plevra sıvısı ve ekokardiyografide sıvı içerisinde fibrin materyali olan geniş perikard sıvısı vardı. Plevra ve perikard sıvısı eksuda niteliğindeydi. Doppler ultrasonografide sol brakial, subklavian ve bilateral juguler vende, sol ana ve superior femoral vende tromboz saptandı. Pulmoner venöz ve arteryal bilgisayarlı tomografik anjiografide bilateral brakiyosefalik ven ve vena cava superiorda kronik tromboz izlendi. Hastaya tekrarlayan terapö�k torasentezler yapıldı ve perikardiyal tüp yerleş�rilerek perikardiosentez ve immunsupresif tedavi (sistemik prednizolon 80 mg/g, kolşisin 4x 0,5 mg/g, ayda bir pulse siklofosfamid 600 mg/m²) uygulandı. Hasta tedaviye klinik ve radyolojik olarak drama�k yanıt gösterdi ve halen kliniğimizde takip edilmektedir.

Sonuç:

Poliserözit ayırıcı tanısında Behçet hastalığının da yer alması gerekir.

e-PS045

CİDDİ DİSPNE İLE BAŞVURAN BİR NÖROFİBROMATOZİS OLGUSU

NEŞE DURSUNOĞLU 1, ŞEYDA KAYA 2, ESMA ÖZTÜRK 1, ALİ EKİNCİ 1, DURSUN DURSUNOĞLU 3 1 PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI 3 PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KARDİYOLOJİ ANABİLİM DALI

Amaç:

Nörofibromatozis, 1/2000-1/3000 doğumda bir görülür ve on yedinci kromozomda tutulum gösteren otozomal dominant geçişli bir hastalık�r. Toraksta cilt, iskelet, akciğer ve nörojenik sisteme ait bulgular izlenebilir.

Gereç ve Yöntem:

Burada, ciddi dispne ile başvuran bir nörofibromatozis olgusu sunulmuştur.

Bulgular:

62 yaşında erkek hasta, bir gündür aniden başlayan ve gi kçe artan dispne yakınması ile başvurdu. Daha önce başka bir merkezde nörofibromatozis tanısı aldığı anlaşılan hastanın, fizik muayenesinde, ağız içi mukozasında ve tüm vücu�a yaygın en büyüğü 2 cm çaplı cil�en kabarık, yumuşak (las�k kıvamında), ağrısız, saplı, al�aki dokulara fikse olmayan nodüller mevcu�u ve bilateral hemitorakslarda solunum sesleri alınmıyordu. Akciğerin direkt grafisinde ve toraks tomografisinde sağda pnömotoraks ve solda yaygın büllöz akciğer görünümü saptanarak, sağ tüp torakostomi ve ardından uzayan hava kaçağı nedeniyle sağ tarafa plörodezi uygulandı. Solunum fonksiyon testlerinde ciddi restrik�f bozukluk ve difüzyon kapasitesinde azalma saptandı. Transtorasik ekokardiyografisinde orta derecede pulmoner hipertansiyon saptandı. Arteriyel kan gazlarında �p 1 solunum yetmezliği saptanarak uzun dönem oksijen tedavisi başlandı. Hasta, şehir merkezine yakın bir yerde yaşaması önerilerek medikal tedavi ile taburcu edildi.

Sonuç:

Nörofibromatozis hava yollarını, akciğer parankimini, göğüs kafesini ve duvarını tutabilir. Bu hastalarda büllöz akciğer nedeniyle yaşamı tehdit eden total pnömotorakslar gelişebileceğinden, hastaların pulmoner komplikasyonlar açısından yakın takibi gereklidir.

e-PS046

BEHÇET HASTALIĞI VE ŞİLOTORAKS

LEYLA YAĞCI TUNCER , EBRU SULU , EBRU DAMADOĞLU , OKTAY TAŞOLAR , ADNAN YILMAZ SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Behçet hastalığına bağlı şilotoraks gelişimi nadirdir. Bu yazıda Behçet hastalığına bağlı şilotoraks gelişen bir olgu sunulmuştur.

Gereç ve Yöntem:

Olgu Sunumu

Page 62: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

61

Bulgular:

40 yaşında erkek hasta, 2 aydır devam eden nefes darlığı yakınması ile başvurdu. Özgeçmişinde 7 yıl önce Behçet hastalığı tanısı aldığı öğrenildi. Arka ön akciğer grafisinde sağda plevral effüzyon ile uyumlu görünüm saptandı. Fizik bakıda yüz ve boyun bölgesinde ödem ile göğüs duvarında kollaterallerde belirginleşme görüldü. Solunum sistemi muayenesinde sağ alt zonda ma�te ve solunum seslerinde azalma mevcu�u. Torasentezde süt renginde plevral sıvı alındı. Plevral sıvıda LDH= 100 U/L, glukoz= 155 mg/dl, total protein= 4.0gr/dl, albumin=2.0gr/dl, total kolesterol= 70mg/dl, trigliserid= 1225mg/dl olarak ölçüldü. Bu bulgularla şilotoraks tanısı konuldu. Çekilen toraks bilgisayarlı tomografisinde vena kava superiorda dolum defek�, sol brakiosefalik ven proksimali veya sol subklavian vende trombus ve sağda plörezi görüldü. Hastaya göğüs tüpü uygulandı. Tedaviye yanıt alınamayan hastaya daha sonra torakotomiyle ductus torasikus ligasyonu ve parsiyel plörektomi yapıldı. 10 ay sonra yapılan kontrolde patoloji saptanmadı.

Sonuç:

Behçet hastalığında şilotoraks her ne kadar nadir görülse de, şilotoraks olgularında behçet hastalığı akla gelmelidir.

e-PS047

PULMONER LANGERHANS HÜCRELİ HİSTİYOSİTOZİS; İKİ OLGU NEDENİYLE

AYŞE BERNA CAN , ZEYNEP ÇELEBİ SÖZENER , AKIN KAYA , DEMET KARNAK , OYA KAYACAN ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Pulmoner langerhans hücreli his�yositozis (PLHH) nadir görülen, etyopatogenezi net olarak bilinmeyen granülamatöz ve fibroinflamatuar karakterde bir hastalık�r. Sıklıkla 20–40 yaş arası genç erişkin, sigara içen erkeklerde görülmektedir. Biz PLHH tanısı koyduğumuz iki olgumuzu nadir rastlanması nedeniyle sunuyoruz.

Gereç ve Yöntem:

Biri 27 yaşında erkek ve diğeri 36 yaşında kadın, iki olgunun anamnezi alındı. Fizik muayenesi yapıldı, PA akciğer grafisi çekildi, bronkoskopi yapıldı ve BAL sitolojileri alındı. Her iki hastanın da solunum fonksiyon testleri ve difüzyon kapasitesi değerlendirildi. Hastaların PA akciğer grafilerindeki re�külonodüler görüntü nedeniyle toraks YRBT uygulandı. Ek olarak erkek hastanın EKO’su ve kadın hastanın ise arter kan gazı ve 6 dakika yürüme tes� değerlendirildi.

Bulgular:

Yirmi yedi yaşında erkek hasta 6 ay önce başlayan efor dispnesi, öksürük ve halsizlik şikaye� ile başvurduğunda fizik muayenesinde bilateral bazallerde ralleri mevcu�u. PA akciğer grafisinde re�külonodüler patern saptanması üzerine inter�syel akciğer hastalığından şüphelenilerek Toraks YRBT planlandı.10 paket/yıl sigara içme öyküsü olan hastanın BT’sinde özellikle üst zonlarda yaygın kistler izlendi ve bu görünümle PLHH düşünüldü. Hastanın BAL sitolojisinde makrofaj / his�yosit seriye ait reak�f hücreler izlendi. Solunum fonksiyon testlerinde mikst obstrük�f-restrik�f patern ve diffuzyon kapasitesinde azalma görüldü. EKO’da PAP: 75 mmHg bulundu. PLHH’ e sekonder gelişmiş pulmoner hipertansiyon düşünüldü ve steroid tedavisi başlandı. Kontrol EKO da PAP 110 mmHg olarak ölçüldü. İkinci olgumuz 36 yaşında kadın hasta, 2 aydır olan nefes darlığı, öksürük ve yorgunluk şikâye� ile başvurdu. Fizik muayene ve PA akciğer grafisi bulguları önceki hasta ile benzerdi. 10 paket-yıl sigara içme öyküsü olan hastanın yapılan Toraks YRBT’sinde üst ve orta zonlarda kalın duvarlı mul�pl milimetrik kistler izlendi ve görünüm PLHH ile uyumlu bulundu. BAL sitolojisi makrofajdan zengindi. Solunum fonksiyon testlerinde mikst obstrük�f-restrik�f patern mevcu�u, difüzyon tes�ne koopere olamadı. Arter kan gazlarında anlamlı patoloji saptanmayan hasta, 6 dakikada 540m yürüdü ve başlangıca göre satürasyonu %9 azaldı.

Sonuç:

Yirmi yedi yaşındaki erkek olgu steroid tedavisinden fayda görmediği için tedavi kesilerek takibe alındı. Halen kliniğimiz takibinde olan olguya akciğer transplantasyonu planlanmaktadır. Otuzal� yaşındaki kadın hastanın ise sigarayı bırakması sağlandı ve tedavisiz takibe alındı.

e-PS048

BİR OLGU NEDENİYLE GEBELİKTE İDİYOPATİK PULMONER HİPERTANSİYON

İLKNUR BAŞYİĞİT 1, HAŞİM BOYACI 1, ASLI BALABAN 1, FÜSUN YILDIZ 1, AYKUT ELİÇORA 2 1 KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI

Amaç:

İdiyopa�k pulmoner hipertansiyon (IPAH) nadir görülen ve etyolojisi net olarak belirlenememiş bir hastalık�r. Burada gebelik sırasında pulmoner hipertansiyon tespit edilen ve komplikasyonsuz olarak sezaryen ile sağlıklı bir bebek dünyaya ge�ren bir olgu sunulmaktadır.

Page 63: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

62

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Gereç ve Yöntem:

Yirmi dokuz yaşında, 26 haalık gebe olan olgumuz, gebeliğin 3. ayından beri devam eden nefes darlığı ve öksürük yakınması ile başvurdu. Sigara ve ilaç kullanım öyküsü yoktu.

Bulgular:

Solunum fonksiyon testleri normal olarak değerlendirilen hastanın ekokardiyografi tetkikinde PAB: 130 mmHg olarak ölçüldü, septal defekt veya kapak hastalığı izlenmedi. Alt ekstremite venöz doppler USG ve MR anjiografi tetkikleri normal olarak değerlendirildi. Öz ve soygeçmişinde PAH öyküsü, kollajen doku hastalığı bulunmayan ve HIV tes� nega�f saptanan hastaya IPAH ön tanısı ile nifedipin, kumadin ve oksijen tedavisi başlandı. Yakınmaları devam eden, genel durumu kötüleşen hastanın iki gün sonra yapılan ekokardiyografisinde PAB: 140 mmHg olarak ölçüldü. İloprost ampul intravenöz olarak tedaviye eklendi. Genel durumu düzelmeyen hasta başvurusunun 3. gününde epidural C/S ile doğurtuldu. Doğum sonrası tedavisine bosentan tablet ve iloprost nebul olarak devam edildi. Tedavinin birinci ayında tekrarlanan ekokardiyografide PAB: 80 mmHg olarak ölçüldü.

Sonuç:

Gebelik, IPAH seyrini olumsuz etkileyebilir ve gebelik sonlandırılmadıkça PAB kontrol al�na alınamayabilir. Bu olgu, epidural anestezi ile sorunsuz olarak gebeliğin sonlandırılabileceğini düşündürmektedir.

e-PS049

NADİR GÖRÜLEN BİR PLEVRAL EFÜZYON: PSÖDOŞİLOTORAKS

HANDAN İNÖNÜ 1, ALİ YEĞİNSU 2, FADİME DURAN YÜCESOY 1, DENİZ ÇELİK 1, BERAT ACU 3 1 GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, TOKAT 2 GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI, TOKAT 3 GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ ANABİLİM DALI, TOKAT

Amaç:

Psödoşilotoraks plevra sıvıları içinde nadir görüldüğünden olgu sunulmuştur.

Gereç ve Yöntem:

61 yaşında bayan hasta, akciğer grafisinde bilateral plevral efüzyon nedeniyle kliniğimize yönlendirilmiş. Özgeçmişinde; 5 ay önce sol akciğerde pnömotoraks ve plevral efüzyon nedeniyle göğüs cerrahisi kliniğinde tüp torakostomi uygulanmış. 5 yıl önce eklemlerinde

şişlik-tutukluk şikaye� olmuş, Romatoloji bölümü tara�ndan Romatoid Artrit (RA) tanısı konularak Prednisolone+Leflunomide tedavisi başlanmış. Bu dönemde plevral efüzyon tespit edilmiş, sıvının RA’e bağlı olduğu düşünülerek ek girişim yapılmamış.

Bulgular:

Kliniğimize başvurusunda yakınması yoktu, RA medikal tedavisini alıyordu. Fizik muayenesinde genel durumu iyi, vital bulguları stabildi. Bilateral akciğer bazallerinde solunum sesleri hafif azalmış�. Sol akciğerden torasentezle alınan mayi sütsü görünümde, kokusuz, biyokimyasal incelemesi eksüda karakterinde, trigliserid:20 mg/dl (N:30-150), kolesterol:286 mg/dl (N:1-200), kolesterol/trigliserid oranı:11.3’dü. Sıvının ARB teksif incelemesi nega�i, kültürü henüz sonuçlanmadı. Ru�n tetkikler, seroloji, SFT değerleri normaldi. Posteroanterior akciğer grafisinde bilateral plevral efüzyonu olan hastanın Toraks BT’de bilateral plevral efüzyon, sol akciğerde volüm kaybı, kalp ve mediastende sola deviasyon, her iki akciğerde parankimal ve subplevral yerleşimli milimetrik nodüller tespit edildi. Mevcut klinik-laboratuvar ve radyolojik bulgularla kronik romatoid plöreziye bağlı psödoşilotoraks kabul edilen hastaya solunumsal yakınması olmaması nedeniyle herhangi bir girişim uygulanmadı.

Sonuç:

Psödoşilotoraksın patogenezi tam bilinmemekle beraber fibro�k değişikliğe uğramış plevral kavitede, eksüda�f materyalin uzun süre kalmasıyla meydana geldiği düşünülmektedir. Tüberküloz plörezi, kronik romatoid plörezi ve terapö�k pnömotoraks, psödoşilotoraksın en sık nedenleridir. Psödoşilotoraks plevra sıvıları içinde nadir görüldüğünden olgu sunulmuştur.

e-PS050

PULMONER ARTERİYEL TUTULUMUN İLK BULGU OLDUĞU BEHÇET HASTASINDA TANI GECİKMESİ

MERAL GÜLHAN 1, EYLEM AKPINAR 1, GÜLRU ERDOĞAN 2, AYSEL GÜRLER 2 1 UFUK ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 UFUK ÜNİVERSİTESİ DERMATOLOJİ ANABİLİM DALI

Amaç:

Behçet hastalığı tekrarlayan inflamasyon atakları ile seyreden, oral aöz ülserler,üveit,deri lezyonları ve genital ülserlerden oluşan major semptomlarla karakterize, sistemik bir hastalık�r. Pulmoner tutulum diğer sistem tutulumlarına göre daha düşük orandadır (%1-8).En sık görülen pulmoner tutulum şekli pulmoner arter anevrizmasıdır.Anevrizmanın eşlik etmediği pulmoner arteriyel tromboz ise daha nadirdir.

Page 64: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

63

Gereç ve Yöntem:

23 yaşında erkek hasta ani başlayan sol yan ağrısı ve nefes darlığı yakınmalarıyla başvurdu.

Bulgular:

Hastada klinik ve radyolojik bulgularla pulmoner emboli düşünüldü. Toraks BT anjiografide sol alt loba giden pulmoner arter dallarında yaygın trombüs izlendi. Emboli için predispozan bir faktör saptanmayan ve tekrarlayan oral a tanımlanan hastada öncelikle Behçet hastalığı düşünüldü. Yapılan incelemelerde Behçet hastalığı ile ilgili başka bulgu saptanmadı ve hasta Behçet hastalığı tanı kriterlerine uymadığı için bu tanıdan uzaklaşıldı. Herediter trombofili açısından araş�rılan hastada bu yönden de patoloji saptanmadı.An�koagülan tedavi başlanan hasta yakın takipte tutuldu.Tedavinin 4. ayında tekrarlayan göğüs ağrısı, eklem ağrıları ve cilt döküntüleri çıkan hasta yeniden değerlendirildiğinde Behçet hastalığının tanı kriterlerinin ortaya çık�ğı görüldü ve immunsupresif tedavi başlandı.

Sonuç:

Pulmoner tutulumunun ön planda olduğu Behçet hastalığı olgularında, erken dönemde tanı kriterlerine uymayabileceği, özellikle genç erkek hastalarda açıklanamayan pulmoner arteriyel tromboz saptandığında bu olguların Behçet hastalığı yönünden yakın takipte tutulmaları gerek�ği sonucuna varıldı.

e-PS051

HİDROKSİÜRE TEDAVİSİ ALTINDAKİ BİR OLGUDA AKCİĞER KANSERİ, İNTERSTİSYEL FİBROZİS VE AKTİNİK KERATOZ

YASEMİN SAYGIDEĞER , MELİKE YÜCEEGE , BURCU OKTAY , HİKMET FIRAT , ÖZLEM SEVER , SADIK ARDIÇ S.B. DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ

Amaç:

Hidroksiüre, miyeloprolifera�f ve bazı nonneoplas�k hastalıkların tedavisinde kullanılan bir ajandır. Bu sunumda amacımız hidroksiüre kullanımının geç komplikasyonları ile karşımıza çıkan bir olguyu sunmak�r.

Gereç ve Yöntem:

Olgu 73 yaşında erkek, 2 aydır nefes darlığı yakınması mevcut, son 1 ay bronkodilatör tedavi kullanmış ancak ilaçtan fayda göremediğinden yeniden hastaneye başvurmuş. Başvurusunda FM’de bilateral bazallerde

ince raller ve saçlı deride kırmızı-mor cilt lezyonları dışında bir bulgu saptanmadı. Özgeçmişinde 13 yıldır Polisitemia Vera tanılı ve Hidroksiüre tedavisi al�nda olduğu öğrenildi.

Bulgular:

PA Akciğer grafide KTO kalp lehine artmış ve bilateral re�küler dansite ar�şı dikka� çekmekteydi. Kan gazı tetkiklerinde ağır hipoksemisi mevcu�u (pO2:40mmHg). Difüzyon tes�nde DLCO = %36 DLCO/VA = %64 olarak bulundu. Toraks HRCT+BT tetkiklerinde kalpte global büyüme, her iki akciğer tüm lob ve segmentlerde subplevral yerleşimli lineer tarzda dansite ar�şları ve sol akciğer üst lobda yine subplevral yerleşimli 3x4cm boyutlarında düzensiz konturlu parankimal lezyon izlendi. Ekokardiyografik tetkikinde sol ventrikülde grade I diastolik disfonksiyon, Pulmoner arter basıncı: 50mmHg ve sağ ventrikülde ileri genişleme görüldü. Hastaya bronkoskopi yapıldı ve alınan transbronşial biyopsi sonucu İnters�siyel fibrozis olarak raporlandı. Plevra tabanlı kitle lezyonundan alınan transtorasik ince iğne aspirasyon biyopsisi patoloji sonucu ile akciğer adenokarsinomu tanısı alan hastanın saçlı derisindeki lezyondan alınan biyopsinin inceleme sonucu ak�nik keratozis ile uyumluydu.

Sonuç:

Hidroksiüre kullanımına sekonder cilt lezyonları, squamoz hücreli cilt kanserleri ve ak�nik keratozlar bildirilmiş�r. Yine bazı çalışmalar hidroksiüreye sekonder inters�siyel pnömoni bildirmişlerdir. İnters�siyel fibrozis gelişimi bildiren 1 olgu sunumu mevcu�ur. Olgumuz, hidroksiüre kullanan hastaların sadece dermatolojik değil, sekonder malignensi ve inters�siyel pulmoner hastalıklar açısından ru�n Pulmoner izleminin gerekliliğini göstermiş�r.

e-PS052

BOĞULAYAZMA İLE İLİŞKİLİ PNÖMONİ VE AKUT AKCİĞER HASARI OLGUSU

SEDAT KULECİ , OYA BAYDAR , İSMAİL HANTA , ALİ KOCABAŞ ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD

Amaç:

Boğulayazma, şuur kaybı ya da su inhalasyonu ile sonuçlanan boğulma olayı sonrası haya�a kalma olarak tanımlanabilir. Boğulayazma ile akciğerde hipoksemi, enfeksiyon ya da ARDS gelişebilmektedir.

Page 65: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

64

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Bulgular:

Olgu 33 yaşında bir erkek hasta olup, kepçe operatörü olarak çalışmaktaymış. Hasta, kullandığı kepçe ile yoğun çamurlu bir su birikin�si içine düşmüş. Acil servise ge�rilen hastanın akciğer grafisinde bilateral pulmoner infiltrasyon saptanan hastada pnömoni düşünülmüş, kliniğe ya�rılarak hastaya ampsilin+sulbaktam flk 2*1 tedavisi uygulanmış. Hastada klinik ve radyolojik düzelme saptanmaması üzerine çekilen toraks BT/YRBT incelemesinde; akciğerlerde ağırlıklı olarak anterior kesimde yer yer makronodüler görünümde konsolidasyon alanları saptanmış. Bunun üzerine hastaya yapılan fiberop�k bronkoskopi (FOB) incelemesinde anlamlı bir bulgu saptanmamış. Hastadan BAL ve transbronşiyal akciğer parankim örnekleri alınmış. Post bronkoskopik balgam kültüründe yoğun “Citrobacter freundii” üremesi saptanmış. Transbronşial parankim biyopsinin patolojik incelemesinde yaygın granülomatöz inflamasyon, intraalveolar hemoraji, alveol lümenlerinde ve yer yer dev hücre sitoplazmalarında yabancı cisim birikimi görülmüş. Bronkoskopi sonrası hastanın solunum sıkın�sı daha da artmış. Hastanın PaO2=54 mmHg, P(A-a)=50 ve PaO2/FiO2=272 olması üzerine akut akciğer hasarı kabul edilen hastaya prednisolon 60mg/gün IV başlanmış, Bu kombine tedavi sonrası çekilen kontrol Toraks BT/YRBT’de her iki akciğerdeki yaygın infiltrasyonun regresyon olduğu görülmüş. Hastanın klinik ve radyolojik bulgularının düzelmesi üzerine taburcu edilmiş olup, hasta halen poliklinik kontrolünde bulunmaktadır.

Sonuç:

Mevcut bulgularla hastada boğulayazma ile ilişkili pnömoni, hipoksemi ve akut akciğer hasarı olduğu kabul edildi. Bu olguda boğulayazmada görülebilecek olası klinik bulgular, bu gibi olgularda yapılması gerekenler tar�şıldı.

e-PS053

İDİOPATİK AKUT EOZİNOFİLİK PNÖMONİ

GÜNGÖR ÇAMSARI , AYGÜN GÜR , GÜLCİHAN ÖZKAN , NUR DİLEK BAKAN , MEHMET BAYRAM , MESİHA BABALIK , BARIŞ AÇIKMEŞE YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Akut eozinofilik pnömoni, akut febril solunum yetmezliğine yol açan, pulmoner eozinofilinin neden olduğu diffüz infiltrasyonlarla karakterize, nadir görülen bir hastalık�r. Kliniğimizde ilk kez tanı konulan idiopa�k akut eozinofilik pnömonili bir olgunun klinik ve radyolojik özellikleri tar�şılmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Olgu: Daha önce herhangi bir yakınması olmayan 51 yaşında, erkek hasta, öksürük, üşüme, �treme ve giderek artan nefes darlığı yakınmalarıyla ya�rıldı. 4 gün önce yakınmaları ilk kez başladığında acil servise başvurusunda akciğer grafisi normal iken, ya�ş grafisinde bilateral yaygın infiltrasyonlar gözlendi.

Bulgular:

Lökositoz(25200/ mm3) olan olgunun periferik yaymasında %77 nötrofil,% 17 lenfosit, % 5 eozinofil mevcu�u. Solunum Fonksiyon Testlerinde restrik�f �pte solunum fonksiyon bozukluğu, diffüzyonda düşme ve kan gazlarında hipoksi, hipokapni gözlendi. Toraks BT ve yüksek rezolüsyonlu BT de bilateral konsolidasyonlar, buzlucam alanları, septal kalınlaşmalar görülmesi ve an�biyo�k tedavisine yanıt alınamaması üzerine Fiberop�k bronkoskopi yapıldı. Transbronşial Biyopside parankimde eozinofilleri de içeren il�habi hücreler ve alveol boşluklarında eozinofiller, BAL da % 35 Eozinofili gözlendi. Hastanın periferik kan eozinofilleri de giderek artarak % 40’a kadar yükseldi. Eozinofilik Akciğer Hastalığı saptanan hastada diğer etyolojik nedenlerin dışlanması ve akut eozinofilik pnömoni tanı kriterlerinin tümüne uygunluğu nedeniyle İdiopa�k Akut Eozinofilik Pnömoni tanısı kondu. Kor�kosteroid tedaviye alınan hastanın 1 ay içinde tüm klinik ve radyolojik bulguları düzelmekle birlikte tedaviye doz azal�larak 3 ay kadar devam edildi. Tedavi kesildikten sonra,6 ay süresince izlenen hastada nüks görülmedi

Sonuç:

Sonuç olarak daha önce bir sağlık problemi olmayan kişilerde, nedeni bilinmeyen akut solunum yetmezliğinde, akut eozinofilik pnömoni de göz önünde bulundurulmalıdır

e-PS054

RENAL ANJİOMYOLİPOMA VE TUBEROSKLEROZUN EŞLİK ETTİĞİ PULMONER LENFANJİOLEİOMYOMATOZİS OLGUSU

AHMET SELİM YURDAKUL , ŞENAY DEMİRTAŞ , CAN ÖZTÜRK GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D.

Amaç:

Lenfanjioleiomyomatozis (LAM) sıklıkla kadınlarda görülen düz kas hücre proliferasyonu ile karakterize bir hastalık�r. Olgu pulmoner LAM’ın renal anjiomyolipoma ve tuberoskleroz ile birlikte görülebileceğini vurgulamak amacı ile sunulmuştur.

Page 66: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

65

Gereç ve Yöntem:

Bu olgu sunumunda, renal anjiomyolipoma ve tuberoskleroz tablolarının eşlik e ği öksürük şikaye�yle başvuran 27 yaşında kadın hasta sunulmuştur.

Bulgular:

Solunum fonksiyon tes� ve kan tablosu normal olan hastanın toraks bilgisayarlı tomografisinde bilateral mul�pl kistler ve her iki böbrekte mul�pl anjiomyolipoma ait lezyonlar mevcu�u. Beyin magne�k rezonans görüntülemesinde tuberoskleoza ait lezyonlar da saptandı.

Sonuç:

Bu olgu bize pulmoner LAM’ın renal anjiomyolipoma ve tuberosklerozun ile birlikte görülebileceğini bir kez daha vurgulamaktadır.

e-PS055

YAĞ EMBOLİSİ :ÜÇ OLGU NEDENİYLE

ELİF TANRIVERDİO , AYŞEGÜL KARALEZLİ , AYŞEGÜL ŞENTÜRK , BERNA BOTAN YILDIRIM , H. CANAN HASANOĞLU S.B. ANKARA ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ

Amaç:

Yağ embolisi genellikle uzun kemik kırıklarından sonra görülebilen nadir bir komplikasyondur. Klinik bulgular emboliye neden olan olayın hemen ardından görülebileceği gibi 24-72 saat sonra da görülebilir. Dispne, takipne, taşikardi, ateş, mental değişiklikler ve aksiller peteşial döküntü görülebilen semptomlardır

Gereç ve Yöntem:

Olgu Sunumu

Bulgular:

OLGU 1: Tibia kırığıyla ortopedi kliniğine ya�rılan 29 yaşında erkek hasta 24 saat içinde bilinç bulanıklığı ve solunum sıkın�sı nedeniyle kliniğimize konsülte edildi. Fizik muayenede sözlü uyaranlara yanı� yoktu. Takipneik, taşikardik�. Subkonjuk�val hemorajisi, aksiller bölgede ve boyunda peteşial döküntüleri vardı. Arter kan gazında hipoksisi ve respiratuar alkalozu mevcu�u. Yağ embolisi düşünülerek destek tedavilerle takip edilen hastanın beş gün sonra bilinci açıldı. Kliniği düzelen, opere edilen hasta taburcu edildi. OLGU 2: Sağ femur cisim kırığıyla ortopedi servisine ya�rılan hastada kazadan 48 saat sonra stupor gelişmiş. Travmaya bağlı olabileceği düşüncesiyle 12 saat arayla çekilen beyin BT’sinde bir

patoloji saptanmamış. Oksijen satürasyonunda(sO2) düşme nedeniyle kliniğimize konsülte edilen hastanın bilinci bulanık�, sözlü uyarana yanı� yoktu. Hipoksisi ve sağ aksiller peteşial döküntüleri olan hastada yağ embolisi düşünüldü. Düsük molekül ağırlıklı heparin ve steroid tedavisi başlandı. 3 gün sonra sO2 düzeldi, bilinci açıldı. Opere olan hasta taburcu oldu. OLGU 3: Pelvis fraktürü olan 38 yaşında erkek hasta bilinç kaybı ve solunum yetmezliği nedeniyle entübe edilmiş�. 12 saat arayla çekilen beyin BT’si normaldi. Kliniğimize danışılan hastada göğüs ön duvarında peteşial döküntü ve subkonjuk�val hemoraji saptandı. Toraks BT’de atelekta�k alan içerisinde yağ dansitesi mevcu�u. Yağ embolisi düşünülen hasta tedaviye rağmen kaybedildi.

Sonuç:

Kemik kırıklarından sonra konfüzyon ve aksiller peteşial döküntü gelişen hastalarda tanıda yağ embolisi de düşünülmeli ve bulguları aranmalıdır.

e-PS056

ASTIM TANISI ALMIŞ HASTADA SWYER-JAMES-MAC LEOD SENDROMU (OLGU SUNUMU)

NAZİRE UÇAR , SERDAR AKPINAR , İREM ŞERİFOĞLU , OSMAN ÖRSEL , DİDEM BİREL , TUĞRUL ŞİPİT ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

İlk defa 1953 ‘de Swyer-James, 1954’de Mac Leod tara�ndan tanımlanan tek taraflı saydam akciğer sendromu, pulmoner arter hipoplazisi, bronşektazi, bronşioli�s obliteransa ikinci olabilen bir tablodur. Nadir görülmekte olup, bir taramada % 0,01 oranında rastlanmış�r. Nadir görülmesi nedeniyle vaka sunulmuştur.

Gereç ve Yöntem:

Otuzsekiz yaşında, kadın hasta, nefes darlığı şikaye�yle başvurdu. Özgeçmişinde, 30 yıldır as�m hastalığı mevcu�u. Fizik muayenesinde, sağda solunum sesleri azalmış�. Akciğer grafisinde, sağda hiperlusensi ve sağ hemitoraksta volüm kaybı mevcu�u.

Bulgular:

Toraks BT ve dinamik medias�nal incelemede, medias�nal vasküler yapılar ve kalp sağa doğru yer değiş�rmiş�. Sağ pulmoner arter kalibrasyonu simetriğine göre daralmış�. Sağ akciğerde havalanma ar�şı mevcu�u. Sağ alt lobda dilate hava bronkogramları içeren total kollaps izlendi. Bronkoskopisinde, sağ ana bronş karina hizasında kuş gözü şeklinde daralmış�. Spirometrik incelemede, FEV1:%59, FEV1/FVC:%81, FVC:%63. Reversibilite tes�: nega�i.

Page 67: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

66

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Sonuç:

Yıllardır as�m tanısıyla takip edilmekte olan hastada nadir bir durum olan Swyer-James-Mac Leod sendromu tanısı konulması nedeniyle vaka sunuldu ve özellikle ülkemizde yayınlanmış olan vakalar gözden geçirildi.

e-PS057

AKCİĞER GRAFİSİNDE BULGU VEREN TİRBİŞON ÖZAFAGUS OLGUSU

ELİF TORUN 1, HÜSEYİN MELEK 2, ORÇUN ORAL ŞENTÜRK 3, FEHMİ KAÇMAZ 4 1 BİNGÖL DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ 2 BİNGÖL DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ 3 BİNGÖL DEVLET HASTANESİ GENEL CERRAHİ KLİNİĞİ 4 BİNGÖL DEVLET HASTANESİ KARDİOLOJİ KLİNİĞİ

Amaç:

Kardiak yada pulmoner orijinli olmayan göğüs ağrılarının büyük bir bölümü özafagus mo�lite bozukluklarına bağlıdır, bu olguların önemli bir kısmı Göğüs Hastalıkları’na başvurmaktadır. Akciğer grafisinde nadir bulgu veren bir patoloji olan bir �rbişon özafagus vakası sunulmuştur.

Gereç ve Yöntem:

Altmış yaşında erkek hasta Göğüs Hastalıkları kliniğine yaklaşık 1 aydır olan göğüs ağrısı ve öksürük şikayetleri ile başvurdu. Muayenede solunum ve kalp sesleri normaldi. Hasta ağrıyı göğüs orta ha�a, yanma şeklinde tarif ediyordu. Geceleri daha şiddetli olduğunu belir , eforla ve yemekle ilgisizdi. Kardiolojik açıdan normal olarak değerlendirildi.

Bulgular:

Hastanın akciğer grafisinde orta han solunda 1.-3. önkotlar arasında longitudinal uzanan homojen dansite izlendi.Baryumlu grafide aort arkının al�ndan başlayarak sirküler kontraksiyonlar (�rbişon özefagus) , özafagus alt kısmında pulsiyon diver�külü ve hiatal herni görüldü. Üst GIS endoskopisinde gastroözafageal reflü saptandı. Hastaya reflüye yönelik tedavi başlandı. Şikayetleri tamamen geriledi. Bu bulgu, bu tür ağrıların motor bozukluğun kendisinden çok, GÖR’e bağlı olduğu görüşünü desteklemektedir.

Sonuç:

Özafageal spazmın radyolojik bulgusu olan �rbişon özafagus hiatus hernisi yada GÖR ile ilişkili olabilir. Özafagus alt yarısı tutulur, aort arkının üstünde görülmez. Ağrının sebebinin hikaye ile saptanması her zaman mümkün olmamaktadır. Nadir görülen bir durum olan �rbişon özafagus, özafgeal mo�lite bozukluklarının radyolojik

bir bulgusu olup, alterne özafagus kontraksiyonları ve dilatasyonları ile karakterizedir. Özafagusun alt kısmının duvarındaki otonomik pleksusların dejenerasyonuna bağlı nöromusküler koordinasyon bozukluğu sonucu oluşur.Nadir görülen bu durum, akciğer grafisinde çok nadir bulgu vermesi nedeniyle sunulmuştur.Literatürde bildirilmiş,kontrastsız grafide bulgu veren ilk olgudur.

e-PS058

RADYOAKTİF İYODA BAĞLI, ÇOK NADİR GÖRÜLEN BİR HİPERSENSİTİVİTE OLGUSU

ZEYNEP PINAR ÖNEN , İPEK CANDEMİR , BANU ERİŞ GÜLBAY , GÜLSEREN KARABIYIKOĞLU ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Hipersensi�vite pnömonisi (HP), genellikle organik ama daima an�jenik olan pek çok molekül tara�ndan te�klenen bir hastalık�r. Her ne kadar hipersensi�vite kelimesi kullanılsa da eozinofili ve immunoglobulin E ar�şı ile giden klasik atopik bir hastalık değildir. İlaç kullanımına bağlı ortaya çıkan bazı reaksiyonlar da bronko alveolar lavaj sıvının içeriği nedeniyle HP olarak tanımlanırlar. Her ne kadar farklı ilaçların HP’ne yol açma oranları değişken olsa da radyo ak�f iyoda bağlı HP vakalarının sayısı oldukça nadirdir. Bu nedenle tekrarlayan radyoak�f iyot kullanımına bağlı kronik hipersensi�vite pnömonisi görülen bir olguyu tanımlamak istedik.

Gereç ve Yöntem:

Altmış iki yaşında, sigara içmeyen kadın hasta progresif nefes darlığı ve kuru öksürük şikaye� ile kliniğimize başvurdu.

Bulgular:

Fizik muayenesinde bilateral ralleri ve çomak parmağı olan hastanın arter kan gazında hipokapni ile giden hipoksemisi vardı. Yapılan solunum fonksiyon testlerinde restrik�f ven�latuar bozukluğa, azalmış difüzyon kapasitesi ve volümler eşlik ediyordu. Hastanın yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı toraks tomografisinde; her iki alt zonda daha belirgin olmak üzere buzlu cam opasiteleri, interlobüler septal kalınlaşmalar, mul�ple sentrilobüler mikro nodüller ve periferik yerleşimli hava hapis alanları izlendi. Radyolojik pulmoner fibrozisi olan hastaya ayırıcı tanı için fiber op�k bronkoskopi yapıldı ve alınan bronkoalveolar lavaj sıvısında lenfosit hakimiye� olduğu görüldü. Bütün bu sonuçlar değerlendirildiğinde hastanın kronik HP tanı kriterlerinden 4 majör ve 3 minör kriteri olduğu ve maruz kalınan tek an�jenin radyoak�f iyot olduğu görüldü.

Page 68: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

67

Sonuç:

Her ne kadar yeni tanımlanan HP vakalarının pek çoğu akut �pte vakalar olsa da kronik formda görülen HP de muhtemelen oldukça yaygındır. Ancak bu olgular kronik pulmoner fibrozis başlığı al�nda ve genellikle idiyopa�k pulmoner fibrozis şeklinde tanımlanmaktadır. Kronik HP olgularını idiyopa�k pulmoner fibrozis olgularından ayırt etmek için mutlaka detaylı anamnez alınmalı ve tedavi amaçlı kullanılan radyoak�f iyodun da kronik HP’ne yol açabileceği akılda tutulmalıdır.

e-PS059

AKCİĞER ADENOKARSİNOMLU BİR OLGUDA TEKRARLAYAN TROMBOEMBOLİK OLAYLAR: TROUSSEAU SENDROMU

AHMET BİRCAN , MEHMET HAS , MÜNİRE GÖKIRMAK , SEMA BİRCAN , NECLA SONGÜR , ÜNAL ŞAHİN , ÖNDER ÖZTÜRK , AHMET AKKAYA SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, ISPARTA

Amaç:

Kanserli olguların klinik takibi sırasında %15 oranında, postmortem dönemde ise %30-50’sinde tromboembolik olaylar (TEO) saptanmaktadır. Bu hastalarda paraneoplas�k sendrom olarak görülebilen gezici TEO Trousseau sendromu adını alır. Tekrarlayan TEO zemininde tanı konan bir akciğer adenokarsinom olgusu, hastalığa erken tanının koymanın önemini vurgulamak amacıyla sunulmuştur.

Gereç ve Yöntem:

Elli yaşındaki erkek hasta sağda masif plevral efüzyon gelişmesi üzerine bölümüz tara�ndan konsülte edildi.

Bulgular:

Hastada 4 aydır nefes darlığı, kuru öksürük, halsizlik ve kilo kaybı mevcu�u. Bu süre içinde sol alt ekstremiteden 7 kez embolektomi ve 3 kez ampütasyon olmuş, sağ üst ve alt ekstremitede venöz tromboz saptanmış�. Hasta 120 paket-yıl sigara içmiş�. Genel durumu orta olan hastanın solunum sistemi muayenesinde sağ akciğerde ma�te mevcu�u, solunum sesleri alınamıyordu. Sağda alt ve üst ekstremiteler ödemli ve parmak uçları siyano�k�. Periferik nabızlar alınıyordu. Sağ aksillada 1,5x2 cm boyutunda lenfadenopa� (LAP) saptandı. Diğer sistem muayeneleri normaldi. Akciğer grafisinde sağda apekse kadar homojen dansite ar�şı mevcu�u. Başvurusundan 4 ay önce çekilen toraks BT’de sağ orta lobda 32x35mm boyutlarında kalın duvarlı kaviter lezyon ve mediastende çok sayıda LAP saptanmış, ancak araya giren yaygın TEO nedeniyle ileri incelemeler yapılamamış�. Artan nefes darlığı

nedeniyle çekilen ven�lasyon/perfüzyon sin�grafisinde pulmoner tromboembolizm saptandı. Gene�k ve edinsel koagülopa� nedenleri tespit edilemedi. Aksiller LAP ve sol hemitoraksta yeni ortaya çıkan subkutan nodül eksize edildi. Alınan örneklerin immünhistokimyasal incelemesi sonucunda adenokarsinom metastazı tanısı kondu. Olgu işlemden 5 gün sonra kaybedildi.

Sonuç:

Tekrarlayan venöz ve arteriyel trombozu olan olgularda al�a yatan bir malignitenin özgün bulgusu olarak Trousseau sendromu akılda tutulmalıdır.

e-PS060

PRİMER RENAL LENFOMA’YA BAĞLI ŞİLOTORAKS OLGUSU

ONUR TURAN 1, ATİLA AKKOÇLU 1, HAYRİ ÖZSAN 2, OĞUZ DİCLE 3 1 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ; GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ; HEMATOLOJİ AD 3 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ; RADYOLOJİ AD

Amaç:

Şilotoraks, torasik kanalın �kanması veya hasar görmesi sonucu lenfa�k basınçta meydana gelen ar�ş sonrası plevral aralıkta lenfa�k sıvının birik�ği nadir görülen klinik bir tablodur.

Gereç ve Yöntem:

Ru�n kontrolleri sırasında sol plevral effüzyon tespit edilen, ciddi bir semptomu bulunmayan 79 yaşında erkek hasta tetkik amaçlı hastanemize ya�rıldı.

Bulgular:

Torasentez ile alınan şilöz görünümdeki sıvıda trigliserit düzeyi 409 mg/dL olarak bulundu. Şilotoraks düşünülüp tanısal amaçlı torakoabdominal bilgisayarlı tomografi çekilen hastada sol plevral effüzyon yanı sıra sol böbrek lojunda kitle tespit edildi. İleri değerlendirme amacıyla yapılan ba�n manye�k rezonans görüntülemesinde, sol böbrek üst polünden kaynaklı olduğu düşünülen ve perirenal, paraaor�k alana uzanan çok sayıda paket yapmış lenfadenopa�ler içeren kitle lezyonunun, lenfoma ile uyumlu olabileceği belir�ldi. Kitleden alınan tru-cut biyopsi sonucu diffüz büyük B hücreli Non-hodgkin lenfoma (NHL) tanısı konuldu. Hasta, kemoterapi planlanması amacıyla hematoloji bölümüne yönlendirildi.

Page 69: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

68

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Sonuç:

Literatürde non-travma�k şilotoraksın en önemli sebebi maligniteler olarak bildirilmektedir. Bunların içinde lenfomalar yaklaşık %70’lik oranıyla en sık olarak şilotoraksa yol açarlar. Nadir görülen bir NHL �pi olan primer renal lenfomalara bağlı şilotoraks olgusuna ise taradığımız literatürlerde hiç rastlayamadık. Olgu bu özellikleri nedeniyle sunulmaktadır.

e-PS061

NADİR LOKALİZASYONLU BİR SUBKUTAN SARKOİDOZ OLGUSU

GÖKHAN ÇELİK 1, AYDIN ÇİLEDAĞ 1, PINAR AKIN 1, YASİN ŞİMŞEK 2, NUMAN NUMANOĞLU 1, YAVUZ YENER SAĞLIK 3, AYŞE BOYVAT 4 1 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD 2 ANKARA NUMUNE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ DAHİLİYE BÖLÜMÜ 3 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ORTOPEDİ VE TRAVMATOLOJİ ABD 4 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DERMATOLOJİ ABD

Amaç:

Sarkoidoz nedeni bilinmeyen mul�sistemik granülomatöz bir hastalık�r. Subkutan sarkoidoz, sarkoidozun nadir bir formudur ve de ayakta plantar bölgenin tutulumu çok daha nadirdir. Biz de ayak plantar bölge lokalizasyonunda subkutan sarkoidoz tanısı koyduğumuz bir hastayı sunuyoruz.

Gereç ve Yöntem:

53 yaşında bayan hasta sekiz aydır süren sol ayakta ağrısız şişlik şikaye� nedeni ile başvurdu. Hastanın başka bir şikaye� bulunmuyordu. Skar veya travma öyküsü yoktu.

Bulgular:

Fizik muayenede, sol ayak plantar yüzde 3 cm’lik eritematöz papül saptandı. Manye�k Rezonans görüntülemede, sol ayak plantar aponevrozunda 3x2 cm ve 1x2 cm boyutlarında düzensiz konturlu solid lezyon izlendi. Lezyondan alınan tru-cut biopsinin patolojik incelemesinde nonnekro�zan granülomatöz inflamasyon saptandı. Göğüs radyografisinde bilateral hiler dolgunluk, bilateral re�külonodüler opasiteler, Toraks BT’de mul�pl medias�nal ve bilateral hiler lenfadenopa�ler ile akciğer parankim alanlarında yaygın milimetrik nodüller izlendi. Bronkoalveolar lavajda CD4/CD8 oranı 2.9 olarak bulundu ve endobronşiyal lezyon saptanmadı. Serum anjiotensin-konver�ng enzim düzeyi yüksek� ve solunum fonksiyon testleri normaldi. Bu bulgular ışığında hastaya subkutan sarkoidoz tanısı konuldu. Hastaya herhangi bir sistemik tedavi verilmedi ve subkutan lezyon nedeniyle topikal ve intralezyoner steroid tedavisi uygulandı. Bu tedavi ile lezyonda tam düzelme izlendi.

Sonuç:

Hasta, plantar bölge lokalizasyonlu subkutan sarkoidozun çok nadir olması ve topikal tedavi ile başarılı bir şekilde tedavi edilebileceği gösterildiği için sunuldu.

e-PS062

SWYER-JAMES (MACLEOD) SENDROMLU BİR OLGU

GAZİ GÜLBAŞ 1, LEVENT CEM MUTLU 2, ÖZKAN YETKİN 1, SÜLEYMAN SAVAŞ HACIEVLİYAGİL 1, TUNCAY YUMRUTEPE 1, HAKAN GÜNEN 1 1 İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 NAMIK KEMAL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Tek taraflı hiperlüsen akciğer nadir görülen bir durum olduğu için yakalanmasında ve ayırıcı tanısında zorluklar yaşanabilir.

Gereç ve Yöntem:

42 yaşında erkek hasta çocukluğundan beri olan ve son birkaç haadır da eforla ar�ş gösteren nefes darlığı şikaye�yle başvurdu. 1 yıl önce as�m teşhisi konularak tedavi başlanmış. Solunum sistemi muayenesinde, sol hemitoraksda solunum sesleri azalmış, sol alt zonda inspiratuar raller mevcu�u.

Bulgular:

Akciğer grafisinde, sol hemitoraksda saydamlık ar�şı, solunum fonksiyon testlerinde hafif obstrük�f �pde solunum bozukluğu mevcu�u. Arteriyel kan gazı incelemesi normaldi. Bilgisayarlı toraks tomografisinde kitle izlenmezken, sol akciğer alt lobda daha belirgin olmak üzere sol akciğerde havalanma ar�şı ve vaskülarizasyonda azalma tespit edildi. Fiberop�k bronkoskopide patoloji saptanmadı. Pulmoner emboli ve diğer ayırıcı tanıları değerlendirmek amaçlı akciğer ven�lasyon/perfüzyon sin�grafisi ve pulmoner manye�k rezonans (MR) anjiyografisi yapıldı. Akciğer perfüzyon sin�grafisinde, sol akciğer perfüzyonu bazallerde daha belirgin olmak üzere ciddi şekilde azalmış�. Ven�lasyon sin�grafisinde, sol akciğer alt lob bazalinde daha fazla olmak üzere sol akciğerde inhalasyon volümü azalması belirlendi. Pulmoner MR anjiyografide sol pulmoner arter dallarında belirgin kalibrasyon azalması tespit edildi. Pulmoner emboli, kitle ve yabancı cisim aspirasyonu gibi diğer karışabilecek hastalıklar bu bulgularla ekarte edilirken, pulmoner MR anjiyografi bulguları ile de hastaya ‘Swyer-James (Macleod) sendromu’ tanısı konuldu. Hastanın şikayetlerine yönelik olarak an�bio�k tedavisi başlandı. Daha sonra semptomları düzelen hasta, yıllık ekim kasım aylarında viral influenza aşısı, beş yılda bir pnömokok aşısı yap�rması önerilerek taburcu edildi.

Page 70: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

69

Sonuç:

Nadir görülen bir sendrom olması ve tek taraflı saydam akciğeri olan hastaların ayırıcı tanısında akılda tutulması gerekliliğini ha�rlatmak amacıyla vaka sunulmuştur.

e-PS063

HEMOPTİZİ VE HEMATÜRİ İLE SEYREDEN AKCİĞER GRAFİSİ NORMAL WEGENER GRANÜLAMATOZU OLGUSU

EROL ŞENTÜRK , MEHMET SAVAŞ EKİCİ , AYDANUR EKİCİ , VOLKAN ALTINKAYA , GÖKHAN TİRELİ , TÜLAY KARAKOÇ , EMEL BULCUN KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ

Amaç:

Wegener Granülamatozis (WG), üst ve alt solunum yollarını ve böbrekleri tutan granülamatoz bir vasküli r. Olgularda �pik olarak, birkaç ay süren, yorgunluk, diyare, poliartralji ve nazal semptomlarla giden prodromal bir dönem görülür. Serumda inflamatuar marker’larda yükselme, lökositoz ve trombositoz görülebilir.

Gereç ve Yöntem:

Yok

Bulgular:

Son üç aydır öksürük, yaygın eklem ağrısı ve kanlı balgam çıkarma şikayetleri olan 28 yaşında erkek hasta alt solunum yolu enfeksiyonu ön tanısı ile üç haa an�biyo�k tedavisi almış. Şikayetlerinde gerileme olmayan ve hemop�zisi artan hastaya Toraks Bilgisayarlı Tomografi (BT) çekilmiş ve sağ orta lob ve bilateral alt loblarda buzlu cam alanları izlenmesi üzerine viral pnömoni ön tanısı ile sistemik steroid tedavisi başlanmış. Üç haa sistemik steroid tedavisi aldıktan sonra semptomlarında gerileme olan hastanın steroid tedavisi kesildikten bir haa sonra tekrar şikayetlerinde ar�ş olması üzerine kliniğimize başvurdu. Günlük takiplerinde 20-30cc kadar koyu kırmızı renkli ak�f hemop�zisi olan hastanın ilk muayenesinde ateş: 37.4 C, solunum sayısı: 22/dk ölçüldü. Baş boyun muayenesinde tonsiller-orofarenx doğaldı, endoskopik incelemesinde üst solunum yollarında lezyonu yoktu. Solunum sistemi ve diğer sistem muayeneleri normaldi. Akciğer grafisinde patolojik bulgu izlenmedi. Laboratuar

değerleri içerisinde Hb: 5.1, Htc: 17, WBC: 14.900, Plt: 297.000, Sedimentasyon: 29, CRP: 15.6mg/dL, BUN: 75mg/dL, Cre: 1.2mg/dL, LDH: 568 U/L şeklindeydi. Tam idrar tetkikinde mikroskobik hematüri mevcu�u. Torax BT’sinde buzlu cam alanlarının içerisinde nodüler görünümler (halo bulgusu) olması üzerine hastada kapillerit düşünüldü. C-ANCA(+), P-ANCA(-), an�-glomeruler bazal membran an�kor(-) olan hasta WG kabul edildi ve me�lprednisolon 1mg/kg, siklofosfamid 2mg/kg tedavisi başlandı.

Sonuç:

Halo bulgusu, Toraks BT’de’de nodülün çevresinde buzlu cam alanı görülmesidir. Sıklıkla pulmoner hemorajinin göstergesidir fakat nonhemorajik hastalıklarda da görülebilir. Nadir görülen ve tedavi edilmezse mortal seyredebilen bir hastalık olması nedeniyle olgumuzu burada sunmayı uygun bulduk.

e-PS064

HİPERTİROİDİ İLE İLİŞKİLİ PULMONER HİPERTANSİYON

ZEYNEP PINAR ÖNEN , GÖZDE KÖYCÜ , GÜLSEREN KARABIYIKOĞLU ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Pulmoner hipertansiyonun nadir sebeplerinden birisinin hipertroidi olduğu ve geri dönüşümlü pulmoner hipertansiyon yapabileceğini vurgulamak amacıyla olgumuzu sunuyoruz.

Gereç ve Yöntem:

Hipertroidizm çeşitli organların disfonksiyonu ile ilişkili farklı semptom ve bulgularla seyredebilir. Literatürde bazı hipertroidi hastalarında geri dönüşümlü pulmoner hipertansiyon ve izole sağ kalp yetmezliği geliş�ği bildirilmiş�r. Hipertroidizmin neden olduğu pulmoner hipertansiyon gelişiminin gerçek nedeni tam olarak açık değildir. Olası mekanizmalar; otoimmünite veya yüksek kardiyak outputun neden olduğu pulmoner vasküler endotelyal hasarı ve pulmoner vasküler rezistans ar�şı ile sonuçlanan pulmoner vazodilatörlerin artmış metabolizmasını içermektedir.

Page 71: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

70

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Bulgular:

Elli bir yaşında kadın hasta pulmoner hipertansiyon tanısı ile kliniğimize danışıldı. Bize başvurusunda, 4 ay önce başlayan nefes darlığı, çarpın�, pre-senkop, huzursuzluk, kilo kaybı ve çabuk yorulma şikayetleri vardı. Fizik muayenesinde �roid bezi palpable ve sistolik üfürümü vardı. Ekokardiyografi ile yapılan değerlendirmesinde sistolik pulmoner arter basıncı 75 mmHg olarak ölçüldü. Hasta pulmoner arteriyel hipertansiyon e�yolojisi yönünden incelendiğinde; TSH değerinin düşük, serbest T3 ve T4 değerlerinin yüksek ve an�TPO ve an�TG an�korlarının pozi�f olduğu görüldü. Yapılan �roid ultrasonografisinde bilateral heterojenite görüldü. Hasta bu bulgularla �roidit tanısı aldı ve tedavi başlandı. Pulmoner hipertansiyon e�yolojisini araş�rmak için yapılan diğer laboratuar tetkiklerinde pulmoner arter basıncını ar�ran ek bir patolojiye rastlanmadı. Bir ay süre ile hiper�roidi için tedavi alan hastanın kontrol ekokardiyografisinde sistolik pulmoner arter basıncı 35 mmHg ölçüldü, bu değer başlangıç ölçümlerinin yarısı kadardı ve ek bir tedavi verilmemiş�. Hastanın pulmoner hipertansiyon tanısı için sağ kalp kateteri yapıldı ve ortalama pulmoner arter basıncı 23 mmHg idi. Hasta halen takipte olup pulmoner hipertansiyon için ek bir tedaviye ih�yaç duymadı.

Sonuç:

İdiyopa�k pulmoner arteriyel hipertansiyon görülme sıklığı çok nadir olduğu için pulmoner arteriyel hipertansiyona neden olabilecek diğer patolojilerin öncelikle büyük bir ��zlikle ekarte edilmesi gerekmektedir. Pulmoner hipertansiyona yol açabilen hastalıklar arasında sıkça karşımıza çıkabilen patolojilerden birisi de hiper�roididir.

e-PS065

OVARYAN HİPERSTİMÜLASYON SENDROMUNA BAĞLI GELİŞEN PULMONER TROMBOEMBOLİ

FEDİ ERCAN 1, SERAP DURU 2, SERDAR DİLBAZ 1, ESRA BİLGİN 2, ÖZLEM ÖZDEĞİRMENCİ 1, SADIK ARDIÇ 2 1 ETLİK DOĞUMEVİ VE KADIN HASTALIKLARI ARAŞTIRMA HASTANESİ 2 DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Bu yayında, ovaryan hipers�mulasyon sendrumuna (OHSS) bağlı gelişen pulmoner tromboembolili bir vakayı sunmayı amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

OHSS (Ovaryan hipers�mulasyon sendromu), infer�lite tedavisinde kullanılan ekzojen gonadotropinlerle ve azda olsa klomifen sitrat ile uygulanan ovulasyon indüksiyonuna bağlı olarak yada düşük bir ih�malle de olsa polikis�k over sendromlu (PCO) hastaların spontan sikluslarında görülebilen haya� tehdit edebilecek bir komplikasyondur. Ovaryan hipers�mulasyona bağlı pek çok komplikasyon gelişebilmektedir. Bunlardan biri olan pulmoner tromboemboli çok nadir görülebilen bir tablodur.

Bulgular:

Öyküsünde yakın zamanda over s�mulasyonu uygulandığı öğrenilen 31 yaşındaki kadın hasta, polikliniğimize ani başlayan göğüs ağrısı, nefes darlığı şikayetleri ile başvurdu. D-Dimer düzeyi 4101 μg/L ﴾0-500 μg/L﴿ gelen hastanın çekilen Akciğer Ven�lasyon/Perfüzyon Sin�grafisi pulmoner emboli ile uyumlu bulundu. Ayırıcı tanıda diğer pulmoner emboli nedenleri ekarte edildikten sonra hastada OHSS’ e bağlı pulmoner tromboemboli geliş�ği düşünüldü.

Sonuç:

Bu vakayla, infer�lite tedavisi ile OHSS sendromu gelişen genç kadın hastaların göğüs ağrısı ve dispne nedeni ile hastane başvurularında nadir de olsa pulmoner tromboembolinin düşünülebileceğini vurgulamayı amaçladık.

e-PS066

BLEOMİSİNE BAĞLI AKCİĞER FİBROZİSİ: MORTAL SEYREDEN BİR OLGU

ÜMRAN TORU , TALHA DUMLU , KEZBAN ÖZMEN , ALİ NİHAT ANNAKKAYA DÜZCE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Bleomisin squamöz hücreli karsinomların bazı �pleri, lenfoma ve germ hücreli tümörleri içeren çok sayıda malignitenin tedavisi için kullanılan kemoterapö�k bir ajandır. En sık yan etkisi pulmoner fibrozisin takip e ği inters�syel pnömonidir. Klinik olarak bleomisine bağlı akciğer toksisitesi düşündüğümüz bu vakayı klinik seyrinin hızlı ve mortal olması nedeniyle sunmayı uygun bulduk.

Page 72: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

71

Gereç ve Yöntem:

K.Y. 51 yaşında erkek hasta bir dış merkezde 9 ay önce Lenfoma tanısı konarak 5 ay süreyle Adrioblas�ne+Bleomisin+Vinblas�ne+De�cene’den oluşan kemoterapi alan hasta 1 aydır var olan, giderek artan öksürük, nefes darlığı şikayetleri ile acil servisimize başvurdu.

Bulgular:

Akciğer grafisinde bilateral yaygın inter�syel görünüm izlenen hastanın arter kan gazında hipoksemisi mevcu�u. Solunum yetmezliği nedeniyle Dahili Yoğun Bakım Ünitemize ya�rılan hasta oksijene dirençli hipoksisi nedeniyle entübe edildi. Hastanın oksijen ih�yacı giderek ar. Belomisine Bağlı Akciğer Fibrozisi düşündüğümüz hasta steroid tedavisi ve yüksek oksijen desteğine rağmen 9 gün içinde eksitus oldu.

Sonuç:

Bleomisine bağlı pulmoner fibrozisinin erken tanı ve tedaviye rağmen seyrinin hızlı ve mortal olabileceği unutulmamalıdır.

e-PS067

SPONTAN İYİLEŞME GÖZLENEN KRİPTOJENİK ORGANİZE PNÖMONİ OLGUSU

GÜLŞAH GÜNLÜOĞLU , GÜNGÖR ÇAMSARI , AYGÜN GÜR , GÜLCİHAN ÖZKAN , AYŞE YETER , MESİHA BABALIK , FATMA GÖRGÜLÜ , PINAR GÜVEN YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Nadir görülen bir vakanın sunumu

Gereç ve Yöntem:

47 yaşında tersane işçiliği yapan erkek hasta , 4 gün önce başlayan nefes darlığı, kuru öksürük yakınmalarıyla acil servisimize başvurdu. Hipoksemi saptanan (SaO2: %85) hasta ya�rıldı

Bulgular:

Fizik muayenesinde bilateral yaygın inspiratuar raller saptandı. Karaciğer enzimleri hafif artmış olan hastanın AC Grafisinde bilateral diffüz re�külonodüler opasiteler görülmesi nedeniyle Toraks BT ve HRCT çekildi. HRCT de diffüz simetrik üniform görünümde sentrilobüler yerleşimli milimetrik nodüler patern ve bilateral üst ve alt lob segmentlerinde konsolidasyon alanları gözlendi. 1 yıl öncek akciğer grafisi normal olan hastada mesleki

ve çevresel maruziyet öyküsü saptanamdı. TBB de mononükleer hücre infiltrasyonu ve Tip II pnömosit proliferasyonu saptandı. Otoan�korları (-) bulunan hastaya açık akciğer biyopsisi yapılarak Bronşioli�s Obliterans Organize Pnömoni saptandı. Bu patolojiyi yapan etkenler ekarte edildiğinden hasta Kriptojenik organize Pnömoni tanısı aldı. Klinik ve radyolojik bulgularının spontan gerilediğinin gözlenmesi üzerine tedavisiz takip edilen hastada 3 ay sonra tüm klinik ve radyolojik bulguların düzeldiği görüldü.

Sonuç:

İdiopa�k inters�syel pnömoniler arasında nadir görülen ve akut olarak gelişen kriptojenik organize pnömoni olgusu spontan rezolüsyon göstermesi nedeniyle ilginç bulunarak sunuldu.

e-PS068

CLOZAPİNE TEDAVİSİNE BAĞLI GELİŞEN PLEVRAL EFFÜZYON

FUNDA ÖZTÜRK , GÖKTÜRK FINDIK , SADİ KAYA AGHH

Amaç:

Clozapine şizofreni tedavisinde kullanılan a�pik an�psiko�k ilaçlardandır.Clozapine tedavisine bağlı nadiren gelişen unilateral plevral effüzyonlu olguyu sunduk.

Gereç ve Yöntem:

3 yıl clozapinle stabilize olan kronik paranoid şizofreni hastalığı mevcut olan 38 yaşındaki erkek hastada plevral effüzyon gelişmesi üzerine kliniğimize ya�rıldı.

Bulgular:

Hastanın öksürük ve inspiryumda sağ göğüs ağrısı mevcu�u. Hastanın akciğer grafisinde ve toraks tomografide sağ plevral effüzyon görüldü. Plevral sıvının analizinde mikroorganizma görülmedi ve sitolojisi nega�i ve sıvı eksüda�f vasıflıydı.

Sonuç:

Clozapine alan hastalarda plevral effüzyon oluşursa hasta dikkatle takip edilmeli ve tedavi sonlandırılması planlanmalıdır. Tedavi eden psikiyatrist effüzyonun muhtemel nedeninin clozapine olduğunu düşünmesinden dolayı ziprasidone tedavisine geçilmesine ve terapa�k doza ulaşılınca clozapine dozu yavaşça azal�larak tedavinin kesilmesine karar verdi.

Page 73: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

72

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

e-PS069

İLGİNÇ RADYOLOJİK OLGU: YABANCI CİSİM

ŞERİFE TORUN 1, ASLI GÜL AKGÜL 2, FUAT SAYIR 3, METİN BORA VARDAR 4 1 HAKKARİ DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ 2 HAKKARİ DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ 3 VAN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ 4 HAKKARİ DEVLET HASTANESİ RADYOLOJİ KLİNİĞİ

Amaç:

Yabancı cisim aspirasyonları çocukluk çağındaki acillerin ve kaza ile ölümlerin başında yer alır. Bulguları çocuklardaki diğer solunum sistemi hastalık bulguları ile aynı olabilir. Olgunun kaybedilmesi riskinin yanı sıra ciddi hava yolu yaralanmaları, atelektazi, bronşektazi, pnömoni, abse, hemop�zi gibi ciddi komplikasyonlara sebep olarak cerrahi gerek�rebilir. Anamnezin yanında öksürük, stridor, dispne ve siyanoz ile karakterize semptomlar önem taşır.

Gereç ve Yöntem:

On bir yaşındaki erkek hasta kliniğe yaklaşık 1 haadır devam eden nefes darlığı ile başvurdu. Yabancı cisim aspirasyon öyküsü vermeyen hastada hafif siyanoz mevcut idi. Akciğer grafisinde sol hemitoraksta totale yakın şekilde homojen gölge koyuluğunda ar�ş mevcut idi. Çek�rilen toraks tomografisinde sol akciğerde bronkogramlar, hava kistleri, atelekta�k alanlar, total pnömonik konsolidasyon gözlendi.

Bulgular:

Tanı amaçlı yapılan rijid bronkoskopide sol ana bronş girişinde yabancı cisim (zey�n çekirdeği) tespit edilerek çıkarıldı. İşlem sonrası hastanın kliniğinde ve radyolojik görüntülerinde akut düzelme gözlendi.

Sonuç:

Klinik ve radyolojik olarak yabancı cisim aspirasyonundan şüphelenildiğinde bronkoskop yardımı ile medikal tedavi uygulanacak olan diğer solunum sistemi hastalıklarından ayırıcı tanısı hızla yapılmalı ve yine bronkoskop yardımı ile yabancı cisim çıkarılmalıdır.

e-PS070

ARDS(AKUT SOLUNUM SIKINTISI SENDROMU) İLE SEYREDEN WEGENER GRANÜLOMATOZİS OLGUSU

OĞUZ AKTAŞ , MELTEM AĞCA , SİBEL ARINÇ , DERYA DERİNCE , TURAN KARAGÖZ SÜREYYAPAŞA GÖGÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Wegener Granülomatozu, nekro�zan granülomatöz bir hastalık olup, başta alt ve üst solunum yolları olmak üzere, böbrekleri, sinir sistemini, deri, göz ve kulak gibi diğer organlarıda tutabilen sistemik bir vasküli r. Hızlı seyirli ve haya� tehdit edici olmasının yanında siklofosfamid ve kor�kosteroid tedavisine çok iyi cevap vermeleri başlıca özelliklerindendir. Tipik klinik bulguları, akciğer radyolojisi ve labarotuar bulguları ile birlikte cANCA pozi�fliği olan olgularda tanı koymak zor değildir.

Gereç ve Yöntem:

34 yaşında erkek olgu, nefes darlığı, solunum sayısında artma, �rnak yataklarında ve dudaklarında morarma, genel durumunda kötüleşme nedeniyle solunumsal yoğun bakım ünitesine kabul edildi. Fizik muayenede genel durumu kötü, siyano�k, dispneik, taşipneik idi. T.A:140/90 mmHg, nabız sayısı124/dk, solunum sayısı 45/dk, ateş:37.4 idi. Solunum sistemi muayenesinde bilateral yaygın inspiryum sonu ralleri duyuldu.

Bulgular:

Laboratuar incelemesinde Hb:7.7 Htc: 24.0 , sed:90/1 saat , BUN:41, krea�nin:2.42, TİT:bol eritrosit bulundu.Arter kan gazı değerlerinde; pO2: 45, pCO2:27.8,pH:7.44 pHCO3:18.4, sO2:%85.Akciğer grafisinde bilateral yaygın infiltrasyonlar görüldü. Hb, Htc değerlerinde düşme saptanan, fiberop�k bronkoskopide bilateral hemoraji görülen olguda cANCA pozi�f bulundu. Böbrek biyobsi raporu fibronoid nekroz alanları içeren kresen�k glomerülonefrit, wegener granülomatozun böbrek tutulumu ile uyumlu olarak rapor edildi.İlk 2 gün pulse steroid tedavisi verilen ve tedavisine siklofosfamid eklenen hastanın genel durumu, hipoksemik solunum yetmezliği ve kliniği düzeldi. Halen kontrolümüz al�nda olan olgu stabil olarak takip ve tedavi edilmektedir.

Sonuç:

Wegener granülomatozisi tedavi edilmezse mortal seyreden ve tedavisiz ortalama yaşamı 5 ay olan sistemik bir vasküli r. Tipik klinik bulgular, akciğer radyolojisi ve c-ANCA pozi�fliği hastalık hakkında şüpheler oluşturmasına rağmen kesin tanı biyopsi örneklerinin incelenmesi ile konur. Alveolar hemorajiye bağlı ARDS gelişen olgularda, ayırıcı tanıda vaskülitler başlığı al�nda wegener granülomatozisin akılda tutulması gerekir.

Page 74: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

73

e-PS071

NEFROTİK SENDROM İLE İLİŞKİLİ BİR MASİF PULMONER EMBOLİ OLGUSU

DURSUN TATAR , PINAR ÇİMEN , ÖZLEM ERTAN EDİPOĞLU , AYLİN TURGUT , EMEL PALA ÖZDEN İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Nefro�k sendrom, pulmoner embolinin nadir nedenleri içinde yer almakla birlikte, pulmoner emboli nefro�k sendromlu olguların yaklaşık %10’unda gelişmektedir. Bir masif pulmoner emboli olgusu, nefro�k sendrom zemininde gelişmesi, tromboli�k ve an�koagülan tedaviyle kısa sürede sağlığına kavuşması nedeniyle sunuldu.

Gereç ve Yöntem:

İki ay önce nefro�k sendrom tanısı alan 24 yaşında erkek olgu, hipotansif şok ve solunum yetmezliği tablosu ile başvurduğu hastanede yapılan ekokardiyografide pulmoner hipertansiyon ve sağ yapılarda dilatasyon saptanması üzerine pulmoner emboli ön tanısı ile hastanemize sevk edidi.

Bulgular:

Göğüs ağrısı, dispne ve hemop�zi yakınmaları olan, ven�lasyon-perfüzyon sin�grafisinde bilateral yaygın mismatch defektler saptanan olgu, masif pulmoner emboli tanısıyla yoğun bakım servisine interne edildi. Tromboli�k (Alteplase) ve unfraksiyone heparin tedavisi ile kliniği kısa sürede düzelen olgu idame warfarin tedavisi ile eksterne edildi.

Sonuç:

Nefro�k sendromlu olgularda tromboza eğilim arğı için pulmoner emboli gelişme riski yüksek�r. Bu olgularda uyumlu semptomların varlığında, pulmoner emboli mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır.

e-PS072

SARKOİDOZ VE PULMONER TROMBOEMBOLİ(1 OLGU SUNUMU)

ESİN YENTÜRK , DİLEK KANMAZ , DERYA YENİBERTİZ , ESİN TUNCAY , FİRDEVS ATABEY , BARIŞ YILMAZ , ELİF TURAL YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Sarkoidoz nonkazeifiye granülamatöz il�hap ile karakterize,sebebi bilinmeyen,mul�sistemik bir hastalık�r.Sıklıkla akciğerleri ve mediasten içi lenf nodlarını etkileyen bir hastalık olmakla beraber bir çok organı etkileyebilmektedir.Sarkoidozun pulmoner emboli ile arasında tespit edilmiş bir ilişki yoktur.Ancak literatürün bildirdiği her 2 hastalığın bir arada olduğu olgular vardır

Gereç ve Yöntem:

Biz bu makalede supraklavikuler lenfadenopa� eksizyonu ile sarkoidoz tanısı koyulmuş 36 yaşında bir erkek hastayı sunduk.

Bulgular:

Hastanın toraks tomografisinde mul�ple medias�nal lenfadenopa� mevcu�u.Hastanın tüm bulgularına göre günde 40 mg prednol tedavisi başlandı ve tedavinin ikinci haasında hasta acil polkliniğimize masif pulmoner emboli kliniği ile başvurdu.Çekilen pulmoner BT anjiografisinde her iki ana pulmoner arterde tromboemboli tespit e k.

Sonuç:

Bu vaka sarkoidoz ile beraber pulmoner embolinin birlikte görüldüğü a�pik nadir bir olgudur.

Page 75: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

74

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

PS001

MYASTHENİA GRAVİS VE YAŞAM KALİTESİ

RABİA ENGİN ÜNVER 1, ESEN KIYAN 1, GÖKŞEN KURAN 1, HALİM İŞSEVER 2, FEZA DEYMEER 3 1 İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. 2 İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI A.D. 3 İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ NÖROLOJİ A.D.

Amaç:

Myasthenia Gravis’te (MG) yaşam kalitesini değerlendirmek.

Gereç ve Yöntem:

Ellidört stabil, generalize MG hastası prospek�f olarak yaşam kalitesi açısından SF-36 ile değerlendirildi. Hastaların demografik özelliklerinin yanı sıra an�kor durumu, solunum semptomları, ek hastalıkları ve ilaç kullanımı sorgulandı. Hastalık ciddiye� için MG’ye spesifik skorlama yöntemleri kullanıldı (QMG: quan�ta�ve MG scale ve MGFA: MG founda�on of America classifica�on). Olguların spirometrik ölçümleri yapıldı. Ek olarak anksiyete-depresyon değerlendirildi (HAD: hastane anksiyete depresyon ölçeği).

Bulgular:

Hastaların 37’si kadın, 17’si erkek�. Ortalama yaş 48±14,9 yıl, BMI 28,4 ±5,44, hastalık süresi 11±7,74 yıldı. Hastaların hepsi MGFA grup II idi. Yirmidört hasta seropozi�f, 17 hasta an�-MuSK pozi�f, 13 hasta seronega�i. Tüm SF-36 alt grupları ortalama puanları azalmış� (47:rol güçlüğü fiziksel ile 70:sosyal fonksiyon arasında). Hastaların %40’ında anksiyete ve/veya depresyon vardı. Sf-36 alt grupları ile BMI, solunum semptomları, ek hastalık, QMG-göz, QMG-ekstremite, saturasyon parametreleri arasında; anksiyet-depresyon ile solunum semptomları arasında korelasyon saptandı.

Sonuç:

SF-36 alt grup puanları tüm hastalarda azalmakla birlikte hastalık şidde� ile yaşam kalitesi arasında kuvvetli ilişki saptanmadı. Stabil-hafif evre MG hastalarında anksiyete ve/veya depresyonun sık görüldüğü dikka� çek�.

PS002

EFFICIENCY OF MEDICAL REHABILITATION PROGRAM IN CYSTIC FIBROSIS

HALİNA BARADZİNA , NATALİA MANOVİTSKAYA

INSTİTUTE OF PULMONOLOGY AND PHTHİSİOLOGY

Aim:

All pa�ents with cys�c fibrosis (CF) need to be included into pulmonary rehabilita�on for the all life period. Thanks to improvement of CF treatment in Belarus the quan�ty of adult pa�ents consists about 20% of all CF pa�ents. An appropriate protocol for adults needs to be determined. Aim: to elaborate mul�disciplinary individualized rehabilita�on program in adult CF pa�ents and evaluate its clinical efficiency.

Method:

23 adult pa�ents with CF were included in our study (m/f–10/13, 9 pa�ents have severe, 10- moderate and 4- mild disease. 16 pa�ents were diagnosed in 0-12 years, 7 – in 15-28 years. All pa�ents were involved in newly developed 4 week individualized mul�disciplinary rehabilita�on program, with included ac�ve and passive kinesitherapy, exercise training, respiratory physiotherapeu�c procedures (including PEP), special diet, educa�on and psychological help. Medical rehabilita�on has been conducted in combina�on with corresponding basic therapy. All pa�ents were examined before and aer course of rehabilita�on with lung func�on tests, chest x-ray, electrocardiography, body mass index, 6 minute walking test (6MWT), laboratory tests and quality of life (QL) by WHO ques�onnaire. We used the data of previous examina�ons during the regularly hospital check-ups of our CF pa�ents as control.

Results:

Aer rehabilita�on clinical improvement was more significant. Aer 4 weeks there was significant difference between the groups (p<0.05) in clinical feature (increasing mucus clearances and speed of symptoms reducing), 6MWT, (FVC, FEV 75 and FEV1), nutri�onal parameters, �me to clinical worsing and health-depended QL.

Conclusion:

Pulmonary rehabilita�on has posi�ve impact on health status and QL in CF.

Page 76: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

75

PS003

KALP YETMEZLİĞİ HASTALARINDA ÜST EKSTREMİTE KAS KISALIKLARI VE POSTÜRÜN SOLUNUM FONKSİYONLARI VE SOLUNUM KUVVETİ İLE İLİŞKİSİ

MERAL BOSNAK-GÜÇLÜ 1, HÜLYA ARIKAN 1, SEMA SAVCI 1, DENİZ İNAL-İNCE 1, EROL TÜLÜMEN 2, MELDA SAĞLAM 1, NACİYE VARDAR-YAĞLI 1, KUDRET AYTEMİR 2, LALE TOKGÖZOĞLU 2 1 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ S. B. F. FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON BÖLÜMÜ. 2 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ. KARDİYOLOJİ ANABİLİMDALI. ANKARA, TÜRKİYE

Amaç:

Kalp yetmezliği (KY) ileri yaşla birlikte görülen bir hastalık�r, yaş ilerledikçe de postüral problemler ve kas kısalıkları artar. Bu çalışmanın amacı, KY hastalarında üst ekstremite kas kısalığı ve postüral problemlerin, solunum fonksiyonları ve solunum kas kuvve� arasındaki ilişkiyi araş�rmak�.

Gereç ve Yöntem:

Otuz dört KY hastası (68.58 ± 9.84 yıl, 6 K, 28 E, NYHA= 2.38±0.49, EF= 37±7.43) çalışmaya alındı. Üst ekstremitede pektoral kaslar ve adduktör- inter rotatör kaslarının kısalıkları cm cinsinden kaydedildi. Postüral problemler postüral değerlendirme ölçeği ile değerlendirildi. Solunum fonksiyon testleri uygulandı. İnspiratuar ve ekspiratuar kas kuvve� (MIP ve MEP sırasıyla) ölçüldü.

Bulgular:

Postür ölçeğinin toplam puanı ile solunum fonksiyonlarının tüm parametreleri ve ağız basınçları (MİP ve MEP) arasında anlamlı ilişki bulundu (p<0.05). Adduktör-inter rotatör kas kısalığı ile solunum fonksiyonları arasında anlamlı ilişki saptandı (p<0.05).

Sonuç:

Kalp yetmezliği olan hastaların postüral problemleri solunum fonksiyonları ve solunum kas kuvve�ni etkilemektedir. Üst ekstremite kas kısalıkları solunum fonksiyonlarını etkilemektedir. Kalp yetmezliği hastalarında postür bozuklukları ve kas kısalıklarına yönelik egzersizlerin rehabilitasyon programında yer alması önemlidir.

PS004

AKCİĞER ABSELİ OLGULARIMIZIN ÖZELLİKLERİ

SEVİNÇ BİLGİN , ATEŞ BARAN , BELMA BAĞCI , MURAT YALÇINSOY , ESEN AKKAYA SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HAST VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Son yıllarda pnömoni tedavisinde erken ve etkili an�biyo�klerin kullanımı ile akciğer apselerin insidansı azalsa da, hala nadir olarak görülmektedir. Bu çalışmada, kliniğimizde nekro�zan akciğer enfeksiyonlarına bağlı, piyojenik bakterilerle oluşan, akciğer apsesi tanısı alan olguların etyolojik ve klinik özelliklerini değerlendirmeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

2002–2008 yılları arasında Süreyyapaşa Hastanesi 3.kliniğinde, 11 akciğer apseli [( K/E = 2/9, yaş ortalaması: 44 ( 23-65 yıl )] olgu geriye dönük olarak incelendi.

Bulgular:

En yaygın risk faktörü pnömoni tedavisinin gecikmesi, diyabet ve yaş� ( sırasıyla: n= 4, 3, 3 ). En sık semptom öksürük-balgam ve halsizlik� ( sırasıyla: n=9, 6 ). Apselerin radyolojik yerleşiminde fark yoktu. Bakteriyolojik çalışmalar etkeni belirlemede yardımcı olmadı. Ayırıcı tanı ve bakteriyolojik örnekleme amacıyla bronkoskopi kullanıldı ( n=9 ). Tedavide, genellikle 4 haadan 4 aya dek uzayan sürelerde, amoksisilin-sulbaktam ve/veya clindamisin kullanıldı. Tüm olgular klinik ve laboratuar olarak düzelirken; radyolojik olarak 5 olguda tam düzelme, 5 olguda sekelli düzelme görüldü. 1 olguda radyoloji aynı kaldı, cerrahi gerek�ren vaka olmadı.

Sonuç:

Sonuç olarak; kliniğimizde takip edilen akciğer apseli olgularda etkeni saptamada yetersiz kalınsa da ampirik tedavi ile başarılı sonuçlar alınmış�r.

Page 77: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

76

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

PS005

DOKTORLAR, HEMŞİRELER VE HASTALAR NEBULİZATÖR CİHAZLARINI NE KADAR DOĞRU KULLANILIYOR? (ÖN ÇALIŞMA)

MURAT YALÇINSOY , ESEN AKKAYA , BİLGEN BEGÜM AFŞAR , KİRAZ AYLİN TORBALI , OLGA ÇELENK , BELMA AKBABA BAĞCI , FERHAN ÖZŞEKER T.C.S.B. İSTANBUL SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Obstrük�f akciğer hastalıklarının tedavisinde sıkça kullanılan nebulizatörlerin, yanlış uygulandığını bildiren çalışmalar vardır. Bu nedenle sağlık personeli ve hastaların eği�lmesi önem kazanmaktadır. Merkezimizde de bu amaçla asistan doktor (Dr), hemşire (Hem) ve halen hastanede yatan ve evinde nebulizatör kullanan hastaların (Has) ‘nebulizatör ile ilaç uygulaması’ konusundaki bilgi ve beceri düzeyleri, hazırlanan anket formu ile araş�rıldı.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya 28 asistan Dr, 51 Hem, 29 Has ka�ldı. Bu gruplar için anke�eki toplam soru adedi; sırasıyla 36, 16, 20 idi. Sorular, demografik özelliklerin yanı sıra (D), nebulizatörler hakkında bilgi (Bi) ve nebulizatör kullanım becerilerini (Be) değerlendiren alt gruplardan oluşuyordu. Bilgi ve beceri ile ilgili sonuçlar; % bilgi skoru (% BiS), % beceri skoru (%BeS) olarak hesaplandı.

Bulgular:

Doktorlar en çok tek kullanımlık, oksijene bağımlı nebulizatörleri tercih ediyorlardı (16/ 28) ve bu yolla en çok bronkodilatatörleri kullanıyorlardı (23/28). 4/28 Dr hastaya vereceği nebulizatör �pini kendisi seçiyor, 13/28 Dr hastalara reçete e�kleri cihazları kendileri tarif ediyordu. Neb. temizliği konusunda hemşirelerin bilgileri daha iyi idi ( Dr: %25, Hem:%42). Hastaların % 65.5 ’i temizlikte musluk suyu kullanıyordu. Dr, Hem ve Has. da; ort. % BeS sırasıyla; 53.17 %, % 53.21, % 52.58, ort. % BiS sırasıyla; 38.67 %, % 38.82, % 42.41 idi.

Sonuç:

Bu sonuçlar merkezimizde; sağlık personelinin inhalasyon yolu ile ilaç kullanımı ve nebulizatörler konusunda bilgilerinin yetersiz olduğunu göstermektedir. Bir ön çalışmaya ait olan bu sonuçların eği�m sonrası düzeleceği kanısındayız.

PS006

KİSTİK FİBROZİSLİ HASTALARDA GÖĞÜS ÇEVRE ÖLÇÜMÜNÜN SOLUNUM FONKSİYONLARI VE ÜST EKSTREMİTE KAS KUVVETİ ARASINDAKİ İLİŞKİ

ZEYNEP ÖZAYDIN 1, SEMA SAVCİ 1, MELDA SAĞLAM 1, DENİZ İNAL-İNCE 1, MERAL BOŞNAK-GÜÇLÜ 1, NACİYE VARDAR-YAĞLI 1, HÜLYA ARIKAN 1, EBRU YALÇIN 2 1 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ FAKÜLTESİ FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON BÖLÜMÜ 2 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İHSAN DOĞRAMACI ÇOCUK HASTANESİ ÇOCUK GÖĞÜS HASTALIKLARI BÖLÜMÜ

Amaç:

Göğüs çevre ölçümü akciğer ekspansiyonunu değerlendirmek için üç torakal seviyeden yapılan bir yöntemdir. Bu çalışmada klinik olarak stabil kis�k fibrozisli (KF) hastalarda göğüs çevre ölçümü ile solunum fonksiyonları ve üst ekstremite kas kuvve� arasındaki ilişkinin araş�rılması amaçlandı.

Gereç ve Yöntem:

Yaşları 7-21 yıl olan 28 (18 erkek, 10 kız) KF’li hasta çalışmaya alındı. Olguların demografik ve fiziksel özellikleri kaydedildi. Olgulara spirometrik ölçüm yapılarak solunum fonksiyon tes� parametreleri belirlendi. Göğüs çevre ölçümleri aksillar, epigastrik ve subkostal bölgeden mezura ile ölçüldü. Üst ekstremite periferik kas kuvve� (boyun fleksörleri, omuz fleksörleri, dirsek fleksörleri ve el kavrama kuvve�) dijital dinamometre ile değerlendirildi.

Bulgular:

Olguların FEV1 ortalaması % 85.80±23.44’di. Aksillar bölge göğüs çevre ölçümü değeri, solunum fonksiyon tes� parametrelerinden FVC (r=0.61), FEV1 (r=0.66), PEF (r=0.63), FEF25-75% (r=0.58), boyun fleksiyon (r=0.46), dirsek fleksiyon (r=0.51) ve el kavrama kuvve� (r=0.56) ile arasında ista�s�ksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu saptandı (p<0.05). Epigastrik bölge göğüs çevre ölçümü değeri ile FVC (r=0.59), FEV1 (r=0.58), PEF (r=0.57), FEF25-75% (r=0.48), boyun fleksiyon (r=0.42), dirsek fleksiyon (r=0.45) ve el kavrama kuvve� (r=0.47) arasında ista�s�ksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu bulundu (p<0.05). Subkostal bölge göğüs çevre ölçümü değeri ile FEV1 (r=0.39), PEF (r=0.38) ve FEF25-75% (r=0.39) arasında ista�s�ksel olarak anlamlı ilişki olduğu bulundu (p<0.05).

Sonuç:

Toraksın üst bölgelerinden yapılan göğüs çevre ölçümü, solunum fonksiyonları ve üst ekstremite kas kuvve� ile önemli ölçüde ilişkilidir. Akciğer ekspansiyonun geliş�rilmesinde üst ekstremite kas kuvvetlendirme egzersizlerinden yararlanılmalıdır.

Page 78: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

77

PS007

KOAH ATAĞI İLE BAŞVURAN HASTALARDA YÜKSEK FREKANSLI GÖĞÜS DUVARI TİTREŞİMİ TEDAVİSİNİN MEDİKAL TEDAVİYE KATKISININ DEĞERLENDİRİLMESİ-ÖN SONUÇLAR

TUĞBA GÖKTALAY , SELİM ERKAN AKDEMİR , AYŞIN ŞAKAR COŞKUN , AYLİN ÖZGEN ALPAYDIN , PINAR ÇELİK , ARZU YORGANCIOĞLU CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Yüksek frekanslı göğüs duvarı �treşimi, solunum yolu sekresyonlarının a�lımını kolaylaş�rmak amacı ile kullanılan yeni bir yaklaşımdır. Yüksek frekanslı göğüs duvarı �treşimi uygulayan Vest TM cihazı 1988 yılında bronşiyal sekresyonların temizlenmesi, 2000 yılında balgam indüksiyonu için FDA onayı almış�r ve yurtdışında kullanılmakla birlikte ülkemizde henüz kullanılmamaktadır. Bu araş�rmada ülkemizde ilk kez KOAH ataklarında klasik tedaviye ek olarak VestTM cihazının tedaviye katkısını araş�rmayı amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

GOLD kriterlerine göre evre 3-4 KOAH tanısı almış ve atakta olan 50 hastanın araş�rmaya alınması planlandı. Olguların fizik bakı, akciğer radyogramı, balgam direkt bakısı yapıldıktan sonra, Grup I standart tedavi alan kontrol grubu, Grup II standart tedavi + VestTM cihazı uygulanan (günde 3 kez 20 dk süreyle, 5 gün süresince) grup olarak randomize edildi. Hastaların bazal 0, 3. ve 5. günlerde BODE indeksi, arter kan gazı, yaşam kalitesi ile değerlendirilmesi ve hastanede ya�ş sürelerinin kaydedilmesi planlandı.

Bulgular:

8 hastanın 4’üne VestTM cihazı uygulandı. Tüm hastalarda 6 Dakika Yürüme Tes�, arter kan gazı ve FEV1 değerlerinde 5. günün sonunda iyileşme saptandı. Grup I hastalarda ,FEV1%, MMRC dispne skalası, 6 Dakika Yürüme Tes� ve oksijen saturasyonunda 0. güne göre (sırası ile %22.25±8.66, 3.50 ± 1.00, 123 ± 111.88m, %82.75 ± 2.06) 5. günde (sırası ile %29.75 ± 6.95, 3.00 ± 0.00, 357.5 ± 167.81m, %90 ± 4.24) ar�ş gözlendi. Benzer şekilde Grup II hastalarda da 0. güne (sırası ile %34.25 ± 13.65, 3.75 ± 0.50, 117.50 ± 103.08m, 86.5 ± 4.36) göre 5. günde (sırası ile %40.25 ± 18.39, 3.50 ± 0.58, 227.50 ± 108.74m, %91.75 ± 3.40) ar�ş izlendi.

Sonuç:

Olgu sayısının henüz az olması nedeniyle, ülkemizde KOAH olgularında ilk kez uygulanan bu yöntem için ista�s�ksel değerlendirmenin kongrede sunulması planlanmış�r.

PS008

YOĞUN BAKIM DIŞINDA GELİŞEN HASTANE KÖKENLİ PNÖMONİLERDE ETKEN TESPİTİNİN TEDAVİ BAŞARISINA ETKİSİ

EBRU ÇAKIR EDİS 1, OSMAN NURİ HATİPOĞLU 1, İLKER YILMAM 1, ALPER EKER 2, ÖZLEM TANSEL 2, NECDET SÜT 3 1 TÜTF GÖĞÜS HASTALIKLARI 2 TÜTF İNFEKSİYON VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ 3 TÜTF BİOİSTATİSTİK

Amaç:

Hastane kökenli pnömonilerde (HKP) etken tespi�nin tedavi başarısına katkısıyla ilgili çalışmalar oldukça nadirdir. Bu çalışmada hastanemizde yoğun bakım dışında gelişen HKP’li olgularda etken tespit edilip edilememesinin, etkenin erken veya geç tespit edilmesinin, tedavinin ampirik veya spesifik olmasının tedavi başarısına olan etkilerini saptamayı amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Mart 2005- Şubat 2006 tarihleri arasında yoğun bakım dışında HKP gelişen ardışık 97’si erkek 154 erişkin hasta prospek�f olarak çalışmaya alındı. Tüm hastalar 3. günde, tedavi sonunda ve 6. haada (takip sonu) tedavi başarısı açısından göğüs hastalıkları, infeksiyon hastalıkları ve hastadan sorumlu klinisyenden oluşan bir ekip tara�ndan değerlendirildi. Etken tespi�nin, etken tespit zamanının, tedavinin spesifik veya ampirik olmasının klinik başarı oranları ile ilişkisi X2 yöntemiyle karşılaş�rıldı.

Bulgular:

En sık izole edilen etkenler Acinetobacter spp. ve Pseudomonas spp.idi. Tedavi sonu klinik başarı oranı %57.8 (n=89) iken bu oran takip sonunda %49’a (n=76) geriledi. Başlangıçta spesifik tedavi verilen 18 hastada klinik başarı ampirik tedavi başlanılan 136 hastaya göre daha yüksek olmasına rağmen ista�s�ksel olarak anlamlı değildi. Tedavinin herhangi bir döneminde spesifik tedavi alan grup (n=54) ile almayan grup (n=100) arasında tedavi başarısı açısından anlamlı bir fark yoktu . Çalışmanın en dikkat çekici sonucu ise etkenin tespit edilemediği grupta (n=66) tespit edilen gruba göre (n=88) tedavi başarısının anlamlı biçimde yüksek bulunmasıydı (p=0.022).

Sonuç:

Acinetobacter spp.ve P. aeruginosa gibi çok ilaca direnç potansiyeli taşıyan ve hızlı direnç geliş�rebilme özelliğine sahip mikroorganizmalarla oluşan HKP’lerde spesifik tedavi verilse dahi klinik başarı oranı düşüktür. Bu sonuç bu �p özelliklere sahip mikroorganizmalarla oluşacak enfeksiyonları önlemenin tedaviden daha önemli olduğuna işaret etmektedir.

Page 79: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

78

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

PS009

AKCİĞER TÜBERKÜLOZU VE PNÖMONİNİN AYIRICI TANISINDA CRP’NİN ROLÜ

FÜSUN ŞAHİN , MESUT BAYRAKTAROĞLU , DİDEM GÖRGÜN , PINAR YILDIZ YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Klinisyenler çoğu zaman üst lob yerleşimli lezyonlarda akciğer tüberkülozu ve pnömoni açısından ayırıcı tanı sıkın�sıyla karşılaşmaktadır. Amacımız CRP’nin, pnömoninin tüberkülozdan ayırımındaki yararını belirlemek�r.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmamıza prospek�f olarak 48 akciğer tüberkülozlu (Grup1: 12 kadın, 36 erkek, yaş ortalaması 34 ± 13 yıl) ve 32 pnömonili (Grup 2: 13 kadın,19 erkek, yaş ortalaması 41 ± 18 yıl) olgu alınmış ve serum CRP değerleri karşılaş�rılmış�r.

Bulgular:

Serum CRP, pnömonili olgularda tüberküloz ile karşılaş�rıldığında anlamlı olarak daha yüksek bulunmuş (p<0.001), 2.38 mg/dl cut-off değeri için %100 sensi�vite ve %44 spesifite sağladığı görülmüştür. Pnömonili olguların CRP düzeyleri tüberküloza göre anlamlı olarak yüksek bulunmuş; akciğer tüberkülozundaki ortalama değeri 5,88 ± 5,89 mg/dl, 0.10-19.31 mg/dl; pnömonideki ortalama değeri ise 12.32 ± 6.35, 2.5-26.8 mg/dl. olarak saptanmış�r. CRP’nin 5 mg/dl cut-off değeri için sensi�vite %56, spesifite %87, pozi�f tahmin değeri %85, nega�f tahmin değeri % 57, doğruluk oranı % 69 olarak bulunmuştur. Tüberküloz olgularında radyolojik evreler ile CRP değerleri karşılaş�rılmış�r. CRP seviyeleri evre 1 için 1.5 ± 1.28, evre 2 için 6.8 ± 6.1, evre 3 için 8.2 ± 6.4 olarak ölçülmüş; radyolojik evre arkça CRP değerlerinde ista�s�ksel olarak artma olduğu görülmüştür (p=0.02).

Sonuç:

İnflamatuvar belirteç olarak serum CRP konsantrasyonunun ölçülmesinin akciğer tüberkülozu ile pnömoninin ayırıcı tanısında yararlı olabileceği sonucuna varılmış�r.

PS010

ANALYSIS OF ANTIBIOTIC USE EXPEDIENCY FOR RESPIRATORY TRACT INFECTION

HANNA DEMCHUK

VİNNYTSYA NATİONAL MEDİCAL UNİVERSİTY

Aim:

Lower respiratory tract infec�ons (LRTI) are one of the main causes for an�bio�cs (A) use. Analysis of A use at the some region assesses expediency of its prescrip�on and allows indirectly des�ning about probability of resistance of spread pathogens. In Ukraine everyone can buy any A without doctor’s prescrip�on. This creates condi�ons for difficulty predicted A resistance. It may be dangerous for Ukraine and European Union where more than 10 million Ukrainian live and work. To evaluate expediency of A using in Vinnytsya we calculate DDD/1000 for main groups of A.

Method:

We collected data about A prescrip�on, selling and consump�on for treatment LRTI at out- and in-pa�ents.

Results:

The most used group was penicillins – 429,28DDD (leader- amoxicillin 286,69DDD). It is posi�ve indica�on because the A are recommended as first line for spread LRTI. The second place was at fluoroquinolones – 309,71DDD. Norfloxacin was leading (103,11 DDD). It is serious mistake. The A isn’t ac�ve against LRTI pathogens. Its use promotes failure of therapy and developing resistance to fluoroquinolones. High level of sulphonilamides consump�on (209,63 DDD), is explained by popularity among people and low awareness about high sulphonilamides resistance in Ukraine. Macrolides consump�on was 196,72 DDD. It reveals unwarrantable low level of prescribing this A for LRTI therapy. Among cephalosporins which using was 155,49 DDD leading became ceriaxon 77,18 DDD. It can be explained by high efficacy and comfort of use for out-pa�ents.

Conclusion:

Consump�on of A in Vinnytsya is erroneous. Established preferences may cause high possibility of developing resistance to fluoroquinolones. Sulphonilamide use results in spreading resistant pathogens.

Page 80: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

79

PS011

BİR ASKERİ BİRLİKTE CHLAMYDİAE PNEUMONİAE PNÖMONİSİ SALGINI: LOBER VE SEGMENTER TUTULUMUN DAĞILIMI

DİLAVER TAŞ 1, HALDUN ŞEVKETBEYOĞLU 2, ALİ ACAR 1, ERDOĞAN KUNTER 1, OĞUZHAN OKUTAN 1, AHMET FAKİH AYDIN 2, MUSTAFA TÜRKMEN 2, ZAFER KARTALOĞLU 1 1 GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ 2 İZMİR ASKER HASTANESİ

Amaç:

Bu çalışmada, 2006 yılında bir askeri birlikte görülen C. pneumoniae’ye bağlı pnömoni salgınında hastalar; klinik, radyolojik, mikrobiyolojik ve biokimyasal olarak incelendi.

Gereç ve Yöntem:

Chlamydia pneumoniae pnömonisine bağlı infiltrasyonun lober ve segmenter dağılımı yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi (YÇBT) ile araş�rıldı.

Bulgular:

Salgında yaklaşık 4000 kişilik popülasyondan 90 kişi (%2,25) etkilenmiş�r. Klinik ve serolojik olarak kesin tanı konulan olguların tamamı erkek (%100), yaş ortalaması 20,5 ± 1,22) olarak saptanmış�r. Hastaların hiçbirinde al�a yatan bir komorbidite mevcut değildi. Mikrobiyolojik tanı ELISA ile serumda spesifik an�korların tespi� ile konulmuştur. Radyolojik olarak %53.5 sağ akciğer, %46.5 sol akciğer tutulumu izlendi. En sık sol alt lob (%34.4), sağ alt lob (%26.0) ve orta lob (%25.6) tutulumu saptandı. En sık tutulum gösteren segmentler ise sol alt lob antero-medial segment (%16.7), orta lob medial segment (%14.9), orta lob lateral segment (%10.7) ve sol üst lob lingula inferior segment (%10.7) idi. YÇBT incelemesi ile hiçbir hastada sağ üst lob apikal ve sol üst lob apikoposterior segmentlerde tutulum saptanmadı.

Sonuç:

C. pneumoniae pnömonisinin sıklıkla alt lobları tu�uğu gözlenmekle birlikte; segment bazında değerlendirildiğinde orta lob segmentlerinde tutulum, alt lob segmentlerine göre daha fazla bulundu. Toplu yaşanılan yerlerde solunum ve damlacık yolu ile bulaşan enfeksiyonların sürveyansı dikkatli bir şekilde yapılmalı, beklenenden fazla sayıda olguda bu tür enfeksiyonların ortaya çık�ğı fark edildiğinde en kısa sürede sürveyans ekibi oluşturularak salgın açısından araş�rılmalıdır.

PS012

SHORT-TERM EFFECTS OF TWO-COLORED MAGNETIC-LASER THERAPY IN ADULT CYSTIC FIBROSIS PATIENTS

HALİNA BARADZİNA , NATALİA MANOVİTSKAYA

INSTİTUTE OF PULMONOLOGY AND PHTHİSİOLOGY

Aim:

Standard physiotherapeu�c procedures tradi�onally don’t indicated to the pa�ents with cys�c fibrosis (CF) due to thermal effects and the risk of pulmonary fibrosis. Magne�c-laser therapy (MLT) is postulated to provide an�-inflammatory effects and ability to impact homeostasis recovery. Aim: to evaluate the clinical benefits of two-colored MLT in CF treatment.

Method:

Adult CF pa�ents with exacerba�on of respiratory symptoms were included in our study (mean age 20.79±1.6). I group (10 pa�ents) received standard basic therapy, kinesitherapy and addi�onally MLT. II group (18 pa�ents) received only standard therapy. The local MLT was carried out with the laser unit “Sens 815” by consecu�vely influencing 11 points on torax with blue and infra-red radia�on of 10 procedures total course.

Results:

No adverse effects related to treatment were noted. The symptoms of CF in the I-st group reduced quicker than in the II group (intoxica�on syndrome - in 9.6±0.7 vs. 14.5±0.9 days; weakness - in 8.6±1.1 vs. 13.9±0.8 days, mucus clearance-in 11.5±0.9 vs. 19.8±1.2 days). Aer 30 days improvement of radiological picture was registered in 80% pa�ents of the I group and in 66.6%-in II group. Clinical improvement in the I group was accompanied by a more pronounced posi�ve dynamics of the laboratory and func�onal tests. Mean FEV1 improved following treatment to 37.7% of predicted from 28.1%, p<0.05. The distance in 6 minute walking test rose to 24.5% of predicted from 15.2%, p<0.05. Mean period of remission was 5.1 months in I gr. and 3.3 in II gr.

Conclusion:

Two-colored MLT is well-tolerated method and should be considered for CF exacerba�on treatment in combina�on with corresponding basic therapy.

Page 81: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

80

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

PS013

CANDİDA PNÖMONİSİ OLGULARIMIZ

M. SEZAİ TAŞBAKAN 1, YELDA ÇEVİKER 1, DİLEK METİN 2, HÜSNÜ PULLUKÇU 3, ŞENAY ÇİTİM 1, PINAR TAŞKIRANLAR 1, ÖZEN KAÇMAZ BAŞOĞLU 1, SÜLEYHA HİLMİOĞLU 2, FEZA BACAKOĞLU 1 1 EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI 2 EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ MİKROBİYOLOJİ VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ 3 EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 3İNFEKSİYON HASTALIKLARI VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ ANABİLİM DALLARI

Amaç:

Candida pnömonisi, akciğerin nadir enfeksiyonlarından biridir. Bağışıklığın baskılanması, diyabet, alkolizm, uzun süreli kor�kosteroid ve an�biyo�k kullanımı başlıca risk faktörleridir. Bu çalışmada; Candida pnömonisi tanısı konulan olguların tanı ve tedavi sonuçlarının gözden geçirilmesi amaçlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya; son 2 yılda Göğüs Hastalıkları kliniğinde yatan, aynı ya da farklı zamanlarda alınan en az 2 farklı solunum örneğinde “candida spp” üremesi olan olgular alınmış�r. Olguların demografik özellikleri, fungal enfeksiyon için risk faktörleri ile bu enfeksiyonun prognoza etkisi değerlendirilmiş�r.

Bulgular:

Çalışmaya alınan 47 olgunun (yaş ort. 67.6±14.6, 33’ü erkek, APACHE II ort. 16.3±8.0); başvuru anında 29’unda (%61.7) pnömoni tanısı olduğu görülmüştür. Candida pnömonisi; ortalama 5.6±8.6 günde gelişmiş, radyolojik olarak 43 olguda (%91.5) konsolidasyon, 30 olguda (%63.8) mul�-zon tutuluşu saptanmış�r. En sık (%68.1) izole edilen etken C. albicans, en sık (%42.6) üreme yeri bronkoskopik aspirasyon örneği olmuştur. Klinik değerlendirmede; 1 olgu kesin, 17 olgu yüksek olasılıklı, 29 olgu olası candida pnömonisi tanısı almış�r. Olguların 25’ine (%53.2) an�fungal tedavi (11 olguda flukonazol) uygulanmış�r. Ortalamada 22.3±16.2 gün hastanede izlenen olguların 26’sında (%55.3) mortalite gözlenmiş�r. Mul�-zon tutulumu bulunan ve C. tropicalis‘in etken olduğu olgularda, mortalitenın daha yüksek (sırasıyla p=0.037 ve p=0.019) olduğu saptanmış�r.

Sonuç:

Nadir görülen ancak mortalitesi yüksek olan Candida pnömonisi tanısını koymak için, balgamda Candida türlerinin izole edilmesi tek başına tanı yeterli değildir. Erken tanı ve tedavi için, risk al�nda olan olgularda bronkoskopi gibi invaziv tanısal girişimler göz önünde bulundurulmalıdır.

PS014

THE ANALYSIS OF RESPIRATORY MANIFESTATION ASSOCIATED WITH HIV/AIDS- IN CHILDREN IN THE PERIOD 1995-2007

GHEORGHE MURGOCİ 1, RODİCA MURGOCİ 2, CONSTANTİN MARİCA 1, MARİANA MARDARASCU 3, HENRİETTE STAVRİ 4, EMİLİA CRİSAN 1, MİHAELA TANASESCU 1, NİCOLAE GALİE 1,

1 NATİONAL INSTİTUTE OF PNEUMOLOGY MARİUS NASTA BUCHAREST

2 EPİDEMİOLOGY, UNİV. OF MEDİCİNE AND PHARMACY CAROL DAVİLA, BUCHAREST

3 INST.OF INFECTİOUS DİSEASE „MATEİ BALS”, BUCHAREST

4 PROF. DR. I.CANTACUZİNO” NATİONAL REASEARCH INST.FOR MİCROBİOLOGY AND IMMUNOLOGY

Aim:

Analysis of respiratory manifesta�on associated with HIV/AIDS- in children admi�ed to a pulmonary disease referral center in the period 1995-2007

Method:

In the period of 1995-2007, all proved HIV posi�v- children who were admi�ed to a pulmonary disease referral center, were included sputum, BAL and blood and examined for BK, bacterial, PCP, fungus, viral and parasites

Results:

Results- 775 childreen were included: Average – 12,5 years, sex: males- 42,10%, females-57,7- 76,6% TB was with pulmonar forms in 78,3% of cases and extra pulmonary in 11,3%, followed by bacterial empyeme with gram nega�ve germs (18,1%) and PCP (5,3%).but were concomitant in 11,57%; MDR-TB were diagnosed of 14,87%. Chemores�tance forms: primary 16,9%, secondary 83,1%; 67% of children were treated by HAART - 95%. Other oportunis�c infec�ons where: oral candidiasis 57%; toxoplasma encephalites 13,4%; CMV re�ni�s 8,3%; CMV pneumoni�s 3,3%. Associated clinical symptomes: fever, weight loss, cough- 100%- hemoptysia 53%, throat pain 63%, sputum produc�on 26%, dispnoea 17,5%. Radiological abnormali�es parenchymal- infiltra�on 26,4%, cavitary lesions 32%, hylar opaci�es 11,3%, miliary 7,5%, bronchopneumonic opaci�es 7,5%-, lymphoid intes��al pneumoni�s-10,3, pleural effusions 3,5%, pneumothorax 1,5%. Decrease CD4 value: <200 cells/ mm3- 32% ; <100 cells/ mm3 - 58,49% ; < 50 cells/ mm3 -9,43%. HIV- infec�on was diagnosed for the first �me in hospital in 91,8%. Mortality rate was 22,5%.

Page 82: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

81

Conclusion:

TB is the common lower respiratory tract infec�on among HIV/SIDA- children.

PS015

ASPERGİLLUS PNÖMONİSİ OLGULARIMIZ

M. SEZAİ TAŞBAKAN 1, YELDA ÇEVİKER 1, DİLEK METİN 2, HÜSNÜ PULLUKÇU 3, ŞENAY ÇİTİM 1, PINAR TAŞKIRANLAR 1, ÖZEN KAÇMAZ BAŞOĞLU 1, SÜLEYHA HİLMİOĞLU 2, FEZA BACAKOĞLU 1 1 EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI 2 EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ MİKROBİYOLOJİ VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ 3 EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İNFEKSİYON HASTALIKLARI VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ ANABİLİM DALLARI

Amaç:

Aspergillus türleri, farklı akciğer hastalıklarına neden olabilmektedir. Bağışıklığın baskılanması, diyabet, alkolizm, kronik karaciğer hastalığı ve kor�kosteroid kullanımı, invaziv pulmoner aspergillozis için başlıca risk faktörleridir. Bu çalışmada; Aspergillus pnömonisi tanısı konulan olguların tanı ve tedavi sonuçlarının gözden geçirilmesi amaçlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya; son 2 yılda Göğüs Hastalıkları kliniğinde yatan ve en az 1 solunum örneğinde “aspergillus spp.” üremesi olan olgular alınmış�r. Olguların demografik özellikleri, fungal enfeksiyon için risk faktörleri ile bu enfeksiyonun prognoza etkisi değerlendirilmiş�r.

Bulgular:

Çalışmaya alınan 17 olgunun (yaş ort. 62.0±21.6, 10’u erkek, APACHE II ort. 15.2±10.4); 10’unun (%58.8) bir sağlık ünitesinden kliniğimize geldiği, 8 olguda (%47.1) bağışıklığın baskılanmış olduğu görülmüştür. Aspergillus pnömonisi; ortalama 4.8±5.5. günde gelişmiş, radyolojik olarak 16 olguda (%94.1) konsolidasyon, 12 olguda (%70.6) mul�-zon tutuluşu saptanmış�r. En sık (%58.8) izole edilen etken A. fumigatus, en sık (%47.1) üreme yeri bronkoskopik aspirasyon örneği olmuştur. Klinik değerlendirmede; 10 olgu yüksek olasılıklı, 7 olgu olası Aspergillus pnömonisi tanısı almış�r. Olguların 8’ine (%47.1) an�fungal tedavi (3’er olguda vorikonazol ve kaspofungin) uygulanmış�r. Ortalamada 17.9±15.0 gün hastanede izlenen olguların 8’inde (%47.1) mortalite gözlenmiş�r.

Sonuç:

Aspergillus türlerine bağlı akciğer enfeksiyonları, bağışıklığı baskılanmamış olgularda da gelişebilmektedir. Mortalitesi yüksek olan bu enfeksiyonun erken tanı ve tedavisi için, riskli hasta gruplarında bronkoskopik inceleme yol gösterici olacak�r.

PS016

İZMİR İLİ DİSPANSERLERİNDE 2006–2007 YILLARINDA TEDAVİ GÖREN 0-15 YAŞ GRUBU HASTALARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

ONUR FEVZİ ERER 1, MERT AYDIN 2, NEŞE ZEREN NOHUTCU 2, MEHMET ÖZKAN 2 1 İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HAST. VE CERRAHİSİ EA HASTANESİ 2 İZMİR İL SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ

Amaç:

Bu çalışmada amaç, İzmir ilinde 2006 ve 2007 yıllarında tedavi uygulanmış çocukluk çağı (0-15 yaş) tüberküloz hastalarının tanı yaklaşımlarını ve tedavi sonuçlarını incelemek�r.

Gereç ve Yöntem:

2006 ve 2007 yıllarındaki 113 hasta retrospek�f olarak incelendi.

Bulgular:

2006 yılında 1101 dosyalı hastanın 59’u (% 5,3); 2007’de 1077’nin 54’ü (% 5,0) 0-15 yaş grubunda idi. Yaş ortalaması sırasıyla 7,4±4,9 (3 ay-15 yaş) ve 8,9±4,8 (8 ay-15 yaş) olarak saptandı. 2006’da %27.1(n:16) hasta temaslı muayenesi ile saptanmışken 2007’de bu rakam %9.3(n:5) olarak bulundu. Tanı konma yerleri tüm yıllar için en fazla eği�m hastaneleri olarak saptandı, dispanserler ise ikinci sıklıktaydı. 2006 hastalarının tamamı yeni olgu olarak tespit edilmişken 2007’de 1 olgu eski (Nüks) ve 4 olgu nakil olarak değerlendirilmiş�r. Yıllara göre sırasıyla 26 (%44,1) ve 25 (%46,3) hasta akciğer tüberkülozu olarak tedaviye alınmış�. Hastalar Sağlık Bakanlığı tara�ndan önerilen tedavi rejimleri ve sürelerin açısından değerlendirildiğinde 2006 yılında %59,3’üne , 2007 yılında %54,2 sine standart tedavi rejim ve süresi uygulanmış olmasına rağmen sırasıyla %40,7 ve %45,8’ine standart dışı rejim ve süreler verilmiş�r. Tedavi başarısı sonuçları yıllara göre değerlendirildiğinde %91,5 ve %87,0’dir. Doğrudan Göze�mli Tedavi (DGT) uygulama oranları yıllara göre sırasıyla %86,4 ve %96,3 iken, sağlık personeli ile DGT oranları %29,4 ve %48,1’ dir.

Page 83: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

82

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Sonuç:

Sonuç olarak, tedavi başarısı oranları yüksek olmakla beraber standart tanı ve tedavi uygulamalarında sorunlar olduğu görülmüştür. Çocuk hastalıkları hekimleri ile verem savaş dispanserleri çalışanlarının koordineli çalışmaları için ortak pla�orm ve rehber oluşturulması gerek�ği düşünülmektedir.

PS017

İMMUNOKOMPETAN BİREYLER VE KRONİK BÖBREK YETMEZLİKLİ HASTALARDA LATENT TÜBERKÜLOZ ENFEKSİYONU TANISINDA T-SPOT.TB VE TÜBERKÜLİN CİLT TESTİNİN KARŞILAŞTIRILMASI

ASLI GÖREK DİLEKTAŞLI 1, FÜSUN ÖNER EYÜBOĞLU 2 1 S.B. DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİYİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ, ANKARA 2 BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, ANKARA, TÜRKİYE

Amaç:

Kronik Böbrek Yetmezlikli (KBY) hastalar ak�f tüberküloz gelişimi için yüksek risk al�nda olmaları nedeniyle latent tüberküloz enfeksiyonu (LTBI) tedavisi için adaydırlar. LTBI tanısı, anerji gelişimi ve M. bovis BCG aşısı ile çevresel mikobakterilerle çapraz reaksiyona neden olması gibi pek çok dezavantajı bulunan tüberkülin cilt tes� (TCT)’ne dayanmaktadır. Bu araş�rmada immunokompetan bireyler ve KBY hastalarında LTBI tanısında, TCT ve interferon-gamma enzyme-linked immunospot analiz (T-SPOT.TB) test sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı.

Gereç ve Yöntem:

Bu amaçla, ak�f tüberkülozlu, bilinen M. tuberculosis teması bulunan ve geçirilmiş TB hastalığı ile bilinen TB teması bulunmayan olgulardan oluşan toplam 51 KBY’li hasta ile 91 immunokompetan bireyin dahil edildiği prospek�f bir araş�rma yürütüldü.

Bulgular:

KBY’li hastaların % 62.7’si TCT ile, % 47.1’i T-SPOT.TB ile LTBI tanısı aldı. TCT, immunokompetan bireylerin %91.2’sinde, KBY’li hastaların %62.7’sinde pozi�f saptandı (p<0.05). İmmunokompetan bireylerin %4.5’inde, KBY’li hastaların ise %10’unda TCT’de anerji gelişimi gözlendi (p<0.05). Mul�varyans analizde, indeks vakayla olan yüksek temas düzeyinin T-SPOT.TB pozi�fliği için (OR: 4.9 %95 CI, p=0.001), erkek cinsiye�n de TCT pozi�fliği için risk faktörü olduğu saptandı (OR: 2.57 %95 CI, p=0.04).

Sonuç:

Pozi�f T-SPOT.TB test sonucu, indeks vakayla temas derecesi ile ilişkili olup TCT ile değildir. İmmunokompetan bireylerde ve özgül bir immunsupressif hasta grubu olan KBY’lilerde LTBI saptanmasında T-SPOT.TB tes�, TCT’den daha doğru bir yaklaşım sağlamaktadır.

PS018

HEMODİYALİZE GİREN KRONİK RENAL YETMEZLİKLİ HASTALARDA LATENT TÜBERKÜLOZ TANISINDA TÜBERKÜLİN DERİ TESTİ İLE QUANTİFERON-TB TESTİNİN KARŞILAŞTIRILMASI

EKREM CENGİZ SEYHAN 1, ERDOĞAN ÇETİNKAYA 1, SEDAT ALTIN 1, ATAYLA GENÇOĞLU 1, DERYA YAVUZ 2, SİNEM NEDİME SÖKÜCÜ 1, ORHAN KAYA KÖKSALAN 3 1 YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 2 İSTANBUL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, NEFROLOJİ, KLİNİĞİ 3 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ., DENEYSEL TIP ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ (DETAE)

Amaç:

Hemodiyalize giren kronik renal yetmezlik (KRY)’li hastalarda latent tüberküloz infeksiyonu (LTBI) araş�rılması önerilmektedir. Ancak tüberkülin deri tes� (TDT)’nin bu hasta grubunda duyarlı olmadığı bildirilmektedir. Bu çalışmada Quan�FERON-Gold in tube (QTF-G) tes� ile TDT’nin diagnos�k kullanımı araş�rıldı.

Gereç ve Yöntem:

Hemodiyalize giren KRY’li 100 hastada LTBI tanısı için QTF-G ve TDT uygulandı. Test sonuçları ile olguların akciğer grafisi bulguları, BCG aşılama durumları, Tüberküloz (TB) hastalığı geçirme ve tüberkülozlu olguyla yakın temas öyküsünü içeren epidemiyolojik faktörlerle olan ilişkisi araş�rıldı.

Bulgular:

Olgularda tüberküloz enfeksiyonu QTF-G ve TDT ile sırasıyla % 43 ve % 33 oranında teşhis edildi. Çok değişkenli analizde QTF-G tes� pozi�fliği, radyolojik bulgular (p=0.01) ve TB’li olguyla temas (p=0.008) ile ilişkili iken, TDT ise sadece BCG aşılanma durumu (p<0.001) ile ilişkili olduğu belirlendi.

Sonuç:

QTF-G tes� hemodiyalize giren KRY’li hastalarda LTBI araş�rılmasında TDT’den daha üstün bulunmuştur.

Page 84: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

83

PS019

VEREM SAVAŞI DİSPANSERİNE KAYITLI TÜBERKÜLOZ HASTALARININ TEMASLI TARAMALARI

BURAK ALTINOK 1, AYŞEGÜL ÇELEN 2, BETÜL ABDÜLOĞLU 3, GÖKSEL KITER 4 1 PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 4. SINIF ÖĞRENCİSİ 2 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 4. SINIF ÖĞRENCİSİ 3 DENİZLİ VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ 4 PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI

Amaç:

Tüberkülozluların temaslılarında tarama yapılması kontrol programlarında yer almaktadır. Hastalığın bulaşmasının önlenmesi, koruyucu tedavi sayesinde hastalığa yakalananların sayısının azal�lması ve yeni tüberküloz olgularının bulunması hedeflenmektedir. Verem Savaşı Dispanseri’nde 2006 yılı kayıtlarından “Yeni tanı tüberkülozlu” hastaların dosyalarını inceleyerek temaslılarına ait bilgileri değerlendirmeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Hasta dosyalarından temaslılara ait yaş, cins, kaynak olguya yakınlık derecesi, BCG skarı varlığı, tüberkülin cilt tes� (TCT) yapılma durumu, TCT çapı, koruma başlanma durumu ve sonucu bilgileri derlendi. Analizler SPSS 10.0 programı ile yapıldı.

Bulgular:

Toplam 143 yeni hastanın dosyasından 603 temaslıya ait bilgiler incelendi. Akciğer tüberkülozu temaslısı olan 478 (%79,3) idi. Temaslıların %53’ü erkek�. Ortalama yaş 28,3±17,6; cinsiyet farkı yoktu. Yaş bilgisi olan 576 (%95) temaslının 431’i (%74,8) 15 yaş üstündeydi. Temaslıların %60,2’si çekirdek aile bireyleriydi. Temaslıların 107’sinde BCG skar izi bilgisine ulaşılamadı (%17,7), BCG skar izi bilgileri bulunan 496 kişiden 13’ünde (%2,6) BCG skarı yoktu. TCT sonucunun kayıtlı olduğu 118 (%19,6) kişiden 80’i (%67,8) nega�f, 26’sı (%22) pozi�f, 12’si (%10,2) booster ile pozi�f olarak bulunmuştu. Ortalama TCT endürasyon çapı 9,02±6,21 mm idi; cinsiyet farkı yoktu. Akciğer ve akciğer dışı tüberkülozluların temaslıları arasında koruma başlananlar sırasıyla 336 (%70,3) ve 6 (%0,05) idi. Akciğer tüberkülozu temaslılarından 303’si (%88,3) koruyucu tedaviyi tamamlamış, 33’ü (%9,6) yarıda bırakmış�. Temaslı taramasında 2 (%0,3) yeni tüberküloz tanısı konmuştu.

Sonuç:

Sonuç olarak; akciğer tüberkülozu temaslılarına koruyucu tedavi başlama ve tamamlama oranlarının yüksek olduğu saptandı. Tarama ile yeni olgu saptama oranı düşüktü. Doğrudan göze�m al�nda tüberküloz tedavisi uygulamasının yapıldığı bir dispanserde temaslı taraması verilerinin de olumlu etkilendiği sonucuna varıldı.

PS020

ROMATOLOJİ HASTALARINDA TÜBERKÜLİN CİLT TESTİ SONUÇLARI: 609 HASTANIN DEĞERLENDİRİLMESİ

İSMAİL HANTA 1, SÜLEYMAN ÖZBEK 2, SEDAT KULECİ 1, YASEMİN SOYDAŞ 1, OYA BAYDAR 1 1 ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD 2 ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ROMATOLOJİ BD

Amaç:

Bu çalışmada an�-TNF tedavi öncesi latent tüberküloz enfeksiyonunu (LTE) saptamak için uygulanan TCT tes�nin sonuçlarının incelenmesi amaçlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmamızda, an�-TNF tedavisi için toplam 609 hasta incelendi. Tüm hastalara LTE tanısı için TCT yapıldı ve 5 mm al�nda olan hastalara en az 1 haa sonra TCT tekrarı (booster doz) yapıldı. 5 mm ve üzeri TCT değeri pozi�f olarak kabul edildi.

Bulgular:

Toplam 305 Romatoid artritli (RA) hastanın 183’ünde (%60.0), 294 ankilozan spondilitli (AS) hastanın 232’sinde (%78.9) ve 9 Psöria�k artritli (PsA) hastanın 6’sında (%66.0) TCT pozi�f saptandı. TCT nega�fliği saptanan 188 hastanın sadece 15’inde (%7.9) booster doz sonrası TCT pozi�fliği saptandı.

Sonuç:

Romatoloji hasta grubunda an�-TNF tedavi öncesi TCT 5 mm ve üzeri alındığında, LTE tanısı için TCT halen geçerli görünmektedir.

Page 85: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

84

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

PS021

HASTANEMİZDE İZLENEN TÜBERKÜLOZLU ASKER HASTALARIN 2007 YILI TEDAVİ SONUÇLARI

HATİCE KAYA 1, FARUK ÇİFTÇİ 1, DİLAVER TAŞ 1, OĞUZHAN OKUTAN 1, ERDOĞAN KUNTER 1, ERKAN BOZKANAT 1, MUSTAFA HARUN UGAN 1, MESUT BIÇAK 1, GÜLHAN AYHAN 1, ÖMER AYTEN 1, TURGUT ÖZTUTGAN 1, OGÜN SEZER 2, ZAFER KARTALOĞLU 1 1 GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI SERVİSİ 2 GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI SERVİSİ MİKROBİYOLOJİ LABORATUVARI

Amaç:

Türk Silahlı Kuvvetlerinin en büyük tüberküloz (TB) tedavi merkezi özelliğini taşıyan hastanemizde 2007 yılında tanı alan tüberkülozlu asker hastaların verilerini sunmak.

Gereç ve Yöntem:

Hastanemizde 2007 yılında tanı konulan TB’li asker hastaların verileri geriye dönük olarak incelendi Tüm hastalara bakteriyolojik inceleme yapıldı. Tanı konulan hastalar uygun an�tüberküloz tedavi başlanarak 6-12 ay boyunca takip edildiler ve bu süre sonunda tedavi sonuçları değerlendirildi

Bulgular:

İkibinyedi yılı boyunca toplam 168 tüberkülozlu asker olgu saptandı. Bunların 162 (%96,4)’si yeni, 6 (%3,6)’sı eski olgu idi. Yeni olguların 127 (%78,4)’si akciğer tüberkülozu (ATB), 35’i (%21,6) ise akciğer dışı tüberkülozdu (ADTB). Akciğer tüberkülozlu olguların 10’unda akciğer+akciğer dışı tüberküloz birlikteliği vardı. Akciğer dışı tüberkülozlu olguların birinde ise birden fazla organ tutulumu vardı. Akciğer dışı tüberkülozlu olgularının 45 (%97,8)’i plevra tüberkülozu, 1 (%2,2)’i tüberküloz peritonit olarak saptandı. Akciğer tüberkülozlu olgularımızın 87’si (%68,5) yayma (+), 40’ı (%31,5) ise yayma (-) olarak saptandı. Tedavi sonuçlarına göre; yayma (+) 87 olgumuzun, 79 (%90,8)’unda kür sağlanırken, 8 (%9,2)’i nakil edildi Yayma (-) 40 olgumuzun 36 (%90,0)’sı tedavi tamamlama, 4 (% 10,0)’ü nakil edildi. Akciğer dışı tüberkülozlu 35 olgumuzun 31(%88,6)’i tedavi tamamlama, 4(%11,4)’ü nakil edildi. Toplam tedavi başarısı (kür-tedavi tamamlama) %90,1 olarak hesaplandı.

Sonuç:

Merkezimizde yayma pozi�f hastalardaki kür oranları Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) gösterdiği % 85 hedefinin üzerindedir. Ülkemizde tüberküloz kontrolünün iyi bir düzeye çıkacağını düşündürmektedir

PS022

TÜBERKÜLOZDA DOĞRUDAN GÖZETİMLİ TEDAVİNİN KALİTE SORGULAMASI

ÖZGÜL TORUN 1, FARUK ÇİFTÇİ 1, YEŞİM İŞLER IŞILDAK 1, ZEKİ KILIÇARSLAN 2, HATİCE KAYA 1 1 GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI SERVİSİ, İSTANBUL 2 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, İSTANBUL

Amaç:

Arka plan: Tüberkülozlu asker hastalar tanı ve tedavilerinin başlangıcında hastanede yatarak tedavi edilmektedirler. İdame tedavileri ise oturdukları yere en yakın verem savaş dispanseri (VSD) göze�minde tamamlanmakta ve tedavi bi�minde kür kontrolü için tekrar hastaneye ya�rılmaktadırlar. Amaç: Tüberkülozlu asker hastalarda uygulanan Doğrudan Göze�mli Tedavi (DGT) kalitesini ölçmek.

Gereç ve Yöntem:

Bu çalışma Kasım 2007-Haziran 2008 tarihleri arasında balgam yayması (+) Akciğer Tüberküloz tanısı alan asker hastalara uygulandı. Her hastaya 20 soruluk bir anket, konusunda deneyimli bir uzman hemşire tara�ndan uygulandı.

Bulgular:

Ankete ka�lan 48 hastanın yaş ortalaması 23.1±0.5 idi. Tedavi bi�minde hastaların 1’inde tedavi tamamlama, 47’sinde kür saptandı. Tedavi başarısızlığı yoktu. Hastaların %37.5’inin İstanbul’da, %20’sinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, %18’nin Ege ve Akdeniz Bölgesinde oturduğu tespit edildi. Ortalama hastanede ya�ş süresi 24.7±1.6 gün idi. Ka�lımcıların hepsi VSD kaydı yap�rdı. Hastaların %58.3’ü Dispanser, %27’si Sağlık Ocağı, %14.7’si diğer kurumlarda tedavilerini tamamladılar. Başlangıç döneminde hastaların %56.2’si her gün, %33.3’ü ayda bir ve %10.5’i de haada bir iki defa DGT almış�. İdame döneminde ise hastaların %43.8’inin her gün, %37.5’inin ayda bir ve %12.5’inin haada 1-2 kez DGT aldıkları saptandı. Hastaların %66.6’sı DGT’ de her hangi bir zorlanma ile karşılaşmadığı belir�rken, %14.5’i yol parasından şikayetçi olmuşlardır. Hastaların %54’ü gözetmenden memnun kalmışlardı.

Sonuç:

İstanbul ve Anadolu’nun birçok VSD’ sini kapsaması açısından önemli olan bu anket sonuçlarına göre; hastaların azımsanmayacak bir bölümüne günlük DGT uygulandığı ortaya konmuştur. Bu durum son yıllardaki Tüberküloz mücadelesinde olumlu gelişmeleri yansıtmakla birlikte daha yapılacak çok şeyin olduğunu göstermektedir.

Page 86: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

85

PS023

2007 YILINDA SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI HASTANESİNE TÜBERKÜLOZ TANISIYLA YATIRILAN 1788 HASTANIN DEĞERLENDİRİLMESİ

MEVLÜT KARATAŞ , TÜLİN SEVİM , TÜLİN KUYUCU , MUALLA PARTAL , EMİNE AKSOY SÜREYYAPAŞA GÖGÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, İSTANBUL,TÜRKİYE

Amaç:

Bu çalışmada Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eği�m ve Araş�rma Hastane’sinde 2007 yılı içinde TB tansısı ile ya�rılan hastaların verilerinin değerlendirilmesi ile hastanemizin sürveyans çalışmasını yapmayı hedefledik.

Gereç ve Yöntem:

2007 yılında 1788 TB hastası ya�rılmış�r. Tekrar ya�şlar çıkarıldıktan sonra 1753 hastanın özellikleri değerlendirildi. Hastaların 1146’sı (%65.4) erkek, 607’si (%34.6) kadındı. Erkek/Kadın oranı 1.8:1 idi.Her iki cinsiye�e 15-24 yaş grubunda en yüksek olgu sayısı görüldü. Erkek hastalarda 65 yaşından sonra ikinci bir olgu hızı ar�şı gözlendi. Hastaların 1255’i (%71.6) İstanbul’da yaşıyordu. Tüm olguların %81’i (n=1422) akciğer TB olgusu ve bunların da %76.5’i (n=1088) yeni olgu idi. 331 hasta da (%18.9) akciğer dışı organ tüberkülozu mevcu�u. Bu olguların 285’inde (%86.1) plevra TB, 34’ünde(%10.6)’sı lenfadenit TB’u saptandı.

Bulgular:

1753 hastadan 1119’unda (%63.8) yayma pozi�fliği saptandı. Sadece akciğer TB’u hastaları değerlendirildiğinde yayma pozi�flik oranı %78.7 idi. Kültürün tanıda (%8.7) ek katkı sağladığı görüldü. Çalışmamızda primer ve sekonder ilaç direnci en sık H’e karşı sırasıyla; %20.2 ve %34.7 bulundu. HR için primer direnç %3.2, sekonder direnç %7 olarak saptandı. Primer direnç oranı %25.5, sekonder direnç oranı %41 , toplam direnç %29.5 olarak hesaplandı.

Sonuç:

Türkiye’deki tüm TB hastalarının yaklaşık %12’si hastanemizde ya�rılarak tedavi edilmiş�r. Akciğer TB’li olgularda yayma pozi�flik oranımız yüksek�r. Çok ilaca dirençli (ÇİD) hastaların merkezimize sevk edilmesi nedeni ile ilaç direnci oranımız yüksek bulunmuştur.

PS024

“DETERMINATION OF MUTATIONS IN THE GENES M.TUBERCULOSIS IN PATIENTS WITH PRIMARY LUNGS TUBERCULOSIS IN AZERBAIJAN

KAMAL ALIYEV

S-R INSTİTUTE OF LUNGS, BAKU, AZERBAİJAN

Aim:

The early defini�on of sensi�vity M.Tuberculosis to Rifampisin(R), Isoniazid(H), mul�drugresistance (MDR) and characteris�c of genes muta�ons in primary pa�ents with lungs tuberculosis in Azerbaijan.

Method:

67 pa�ents of age 15 – 65: men(45), women(22). Clinic tuberculosis forms: infiltra�ve(81%), fibrous-cavernous(2%), miliar(17%). For muta�on’s iden�fica�on in genes rpoB, katG, inhA, ahpC biological microchips were used. Method consists twostages mul�plex amplifica�ons genes puds, muta�ons of wich makes appearance of drug resistance. Results fixed on the biochips analyzer “Chipdetector-03 “ with “Imageware” soware system.

Results:

Sensi�vity – 30 pa�ents(44,8%), Resistance – 37(55,2%): Monoresistance R or H – 10(27,1%): R – 2(5,4%), H – 8(21,7%); MDR – 27(72,9%). In gene proB 18 different muta�on’s types of R resistant stamms in 9codons: codons 531, 526 – by 3 muta�ons; codons 513, 511, 516, 512, 515 – by 2 muta�ons; codons 507, 533 – by 1 muta�on. R- resistant muta�ons in gene rpoB is more in codon 531(36 %), with muta�on Ser 531→Leu(28%). In gene katG H-resistant 6 different muta�on: codons 315, 328, 325(78%); more in codon 315(64,5%), with muta�on Ser315 → Gly(28,9%). Gene inhA: H-resistant muta�on(20%). Gene ahpC: H-resistant muta�on(2%). MDR( R and H) muta�on – 26 pa�ents: 21 pa�ents(80,8%) – in 2 genes: rpoB, katG(90,5%), inhA(9,5%); 5 pa�ents(19,2%) – in 3 genes: rpoB, katG, inhA

Conclusion:

MDR stamms(72,9%) more then monoresistance stamms(27,1%) in pa�ents with primary lungs tuberculosis. Resistance to R is more in codon 531(36%), with muta�onSer531→Leu(28%). Resistance to H is more in gene rpoB(78%) in codon 315(64,5%) with muta�on Ser315→Gly(28,9%). MDR forms of primary tuberculosis more causes by stamms with combined muta�on in two genes(90,5%): rpoB, katG. Molekular-gene�c method of defini�on of drug sensi�vity M.Tuberculosis considerably accelerates diagnosis. It allows iden�fy muta�ons in genes that enables be�mes to correct specific treatment.

Page 87: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

86

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

PS025

AKTİF AKCİĞER TÜBERKÜLOZUNDA SERUM ALFA 1 ANTİTRİPSİN VE ALFA 2 MAKROGLOBULİN DÜZEYLERİNİN BALGAM KONVERSİYONUNA ETKİSİ

IŞIL KARASU , MİTHAT GASSALOĞLU , MİNE GAYAF , AYŞE ÖZSÖZ İZMİR DR SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Akut ve kronik infeksiyonlara cevapta akut faz proteinlerinde değişiklik saptanır. Tüberkülozda da bu �p değişiklik beklenebilir. Bu çalışmada ak�f akciğer tüberkülozunda serum alfa-1 an�tripsin (AAT) ve alfa-2 makroglobulin (AMT) düzeyleri ile balgam konversiyonu ve radyolojik yaygınlık arasında ilişki olup olmadığını görmeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmamızda 31 akciğer tüberkulozlu hastanın tanı anında serum AAT ve AMG seviyeleri ölçüldü ve bu değerler 20 sağlıklı bireyin değerleri ile kıyaslandı. Akciğer tüberkülozlu grubun balgam konversiyon zamanı ve radyolojik olarak hastalığın yaygınlığı ile serum AAT ve AMG düzeyleri arasındaki ilişki araş�rıldı.

Bulgular:

Tuberküloz grubunun yaş ortalaması 35+10,96 yıl, kontrol grubunun yaş ortalaması 31,0+6,77 yıl idi. Tuberküloz grubunun serum AAT ve AMG düzeyleri sırasıyla 341,16+100,66 mg/dl ve 258,06+67,43 mg/dl bulundu, bu da kontrol grubu değerlerinden ista�s�ksel olarak anlamlı yüksek� (p:0,00- p:0,02). Serum AAT seviyesi ile balgam konversiyon süresi arasında pozi�f bir korelasyon saptanmış iken (p:0,004), radyolojik olarak tüberkülozun yaygınlığı ile serum AAT ve AMG seviyeleri arasında ilişki saptanmadı ( sırasıyla p:0,77, p:0,50).

Sonuç:

Sonuç olarak ak�f akciğer tüberkülozlu hastaların serum AAT seviyelerinin balgam konversiyon zamanı ile ilişkili olduğu gözlenmiş�r.

PS026

SUBOYU KÖYÜNDE OKUL ÇOCUKLARINDA TÜBERKÜLOZ TARAMASI

ÖZDE MELİSA TOPRAK 1, ZERRİN YİLMAZ 1, ÖZLEM CANÇELİK 1, ZEYNEP KORKMAZ 2, NERİMAN AYDIN 3, NAMIK SOYDİNÇ 1, OSMAN ELBEK 3 1 GAZİANTEP SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ 2 SERBEST PRATİSYEN HEKİM 3 GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ

Amaç:

Gaziantep Suboyu Köyünde ilköğre�m öğrencilerinde tüberkülozu araş�rmak.

Gereç ve Yöntem:

Kasım 2008’de çocuklara Tüberkülün Cilt Tes� (TCT) uygulandı. TCT pozi�fliği saptananların yakınmaları sorgulandı, akciğer grafileri çekildi. Prospek�f yürütülen çalışmada bilgiler SPSS ile analiz edildi.

Bulgular:

Çalışmaya 123 kız olmak üzere 253 çocuk alındı. Yaş ortalamaları 8,95±1,54 olan grubun kız ve erkek sayısı benzerdi. Çocukların %9,1’inde BCG skarı yoktu. TCT ortalama değeri BCG skarı olan grupta 3,55±5,15, BCG skarı olmayan grupta 2,91±4,63 idi (p>0,05). TCT değerleri ile bulundukları sınıf arasında pozi�f korelasyon mevcu�u (p<0,05; r=0,42). TCT ortalama değeri sınıf seviyesi yükseldikçe artmaktaydı. TCT değerleri ile yaş arasında da pozi�f korelasyon saptandı (p<0,05; r=0,42). BCG skarı ve TCT değeri ile cinsiyet arasında bir ilişki yoktu (p>0,05). TCT değeri, BCG skarı olmayan 2 çocukta (%8,6) 10mm; BCG skarı olan 9 çocukta (%3,9) 15mm ve üzerindeydi. Çalışma grubunda yıllık infeksiyon riski %1 ve infeksiyon prevalansı %4,34 idi. TCT pozi�fliği ile cinsiyet ve yaş arasında ilişki saptanmadı (p>0,05). Çalışma sonucunda ak�f tüberküloz saptanmadı, 11 hastaya latent enfeksiyon tanısıyla izoniazid başlandı.

Sonuç:

BCG bağışıklanma oranı açısından Türkiye ortalamasının üzerinde olan Suboyu Köyü’nde, ilköğre�m çağındaki çocuklarda saptanan yıllık infeksiyon riski ve infeksiyon prevalansı Türkiye ortalamasının al�ndadır.

Page 88: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

87

PS027

HASTALAR TÜBERKÜLOZ TEDAVİSİNİ NEDEN BIRAKIYOR?

NAZİRE UÇAR , ERSİN GÜNAY , SİBEL ALPAR , SELMA FIRAT GÜVEN , TUĞRUL ŞİPİT GÖĞÜS HASTALIKLARI, ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, ANKARA

Amaç:

Ülkemizde tüberküloz tedavisinde DGT stratejisi izlenmektedir. Ancak yine de bazı nedenlerden dolayı hastalar an�-tüberküloz ilaç tedavisini tamamlamadan bırakmaktadır. Biz bu çalışmamızda, tedavilerini yarım bırakan hastaların tedavi uyumsuzluğunu etkileyen nedenleri araş�rdık.

Gereç ve Yöntem:

Hastanemiz tüberküloz servisinde 2006 Haziran ile 2007 Aralık tarihleri arasında yatarak tedavi gören akciğer tüberkülozu tanısı almış ve daha önce başlanan an�-tüberküloz tedavilerini en az bir kez yarım bırakmış olan 31 hasta dahil edildi. Hastalara demografik bilgilerini ve tüberküloz tedavisini bırakma nedenlerini sorgulayan anket doldurtuldu.

Bulgular:

Hastaların 24’ü (% 77.4) erkek ve 7’si (% 22.6) kadın hasta idi. Yaş ortalamaları 30.1 + 12.65 olarak bulundu. Hastaların 11’i (%35.4) tedavi öncesinde işsizdi. Daha önceden bir işte çalışan 20 hastadan 13’ü (% 65) tüberküloz hastalığı sonrasında herhangi bir işte çalışmadığını belir . 22 hastanın (% 71.0) doktor önerisi olmadan tedaviyi bir kez, 7 hastanın (% 22.6) 2 kez, 2 hastanın da (% 6.5) 3 kez bırak�ğı öğrenildi. Hastaların 12’si (% 38.7) MPZ/PZA kullanırken rahatsızlık hisse ğini belir�rken, 9 (%29.1) hasta RIF’ten rahatsızlık hisse ğini, 9 (%29.1) hasta da hiçbir ilaçtan rahatsızlık hissetmediğini belir . Hastaların ilaç tedavisini bırakma sebepleri sorulduğunda 12 (% 38.7) hasta ilaçlardan rahatsızlık duyduğu , 10 (%32.2) hasta maddi sıkın�ları ve işsizliği nedeniyle bırak�ğını, 2 (%6.5) hasta tedaviyi uzun bulduğu için ve 7 hasta da (%22.6) diğer nedenlerden tedaviyi bırak�ğını belir .

Sonuç:

Sonuç olarak hangi hastanın tedaviye uyumsuz olabileceğini başlangıçta belirleyebilmek mümkün olamamaktadır. Ancak, işsizlik, ekonomik sıkın�lar, çok sayıda ilaç kullanma zorunluluğu ve tedavi süresinin uzunluğu hastaların tedaviyi bırakmasına neden olmaktadır. Hastaların ekonomik durumlarının ve işsizlik probleminin düzel�lmesi ve an�tüberküloz tedavide kombine preparat kullanımının tedaviye uyumu arrabileceği düşünülmektedir.

PS028

ANKARA’DA AKTİF SÜRVEYANS UYGULAMASINDA HASTANELER ARASINDAKİ FARKLILIKLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

DİLBER AKTAŞ 1, SUHA ÖZKAN 2, A.ÇİĞDEM ŞİMŞEK 1, NİGAR SARI 1, HÜLYA SARCAN 1, AHMET ÖZLÜ 1, Ş.MUSTAFA AKSOY 1 1 ANKARA SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ 2 ANKARA VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ

Amaç:

Tüberküloz, Umumi Hıfzısıhha Kanunu’na göre bildirimi zorunlu bir hastalık�r. 5. İl Tüberküloz Kurulunda alınan kararla 2003 yılından i�baren Ankara’da ak�f sürveyans ve dene�mi uygulamasına geçilmiş�r.

Gereç ve Yöntem:

Bu çalışmamızda, 2003-2007 yıllarındaki 5 yıllık dönemde; Ak�f Sürveyans yürütülen hastaneler; kamu-üniversite-askeri ve özel-diğer olmak üzere dört ana başlık al�nda incelenmiş�r.

Bulgular:

Tüm hastaneler dikkate alındığında 5 yıllık süreçte, bildirimler 2002 yılına kıyasla ortalama %96 ar�ş sağlanmış olup; tüm bildirimler içinde Ak�f Sürveyans dene�mleriyle saptananların oranı ortalama %5 olmuştur. 5 yıllık süreçte ortalama olarak; Kamu hastanelerinin bildirim oranı %115; Üniversite hastanelerinin %44; askeri hastanelerin %76 ar�ş gösterirken özel-diğer gruptaki hastanelerin bildirimleri %52 azalmış�r. Gereken zamanda bildirilmeyip, Ak�f sürveyans dene�mleriyle saptanan vakaların toplam bildirimler içindeki oranının 5 yıllık ortalaması; Kamu hastanelerinde %1.5; Üniversite hastanelerinde %13.5; askeri hastanelerinde %36.4; özel-diğer gruptaki hastanelerde ise %5.7 olmuştur.

Sonuç:

Ak�f Sürveyans’la birlikte yıllar içinde bildirim sayılarının anlamlı arğını görebiliriz. En fazla bildirimin kamu ve üniversite hastaneler tara�ndan yapıldığını; ak�f sürveyans dene�mleriyle saptanan vakaların en az kamu hastanelerinde olup, askeri hastaneler hariç diğer hastanelerde yıllar içinde azalan bir seyir izlediğini söyleyebiliriz. Üniversite ve özellikle askeri hastanelerde ak�f sürveyans dene�mlerinde kayda değer vaka saptandığından duyarlılık ve işbirliğine yönelik çalışmaların gerek�ği aşikardır. Özel ve diğer grup hastanelerde ise; yıllar içinde bildirim sayılarının önemli ölçüde azalmasına karşın dene�mlerde saptanan vakaların da giderek azalması, bu hastanelere başvuran hastaların azaldığının göstergesi olabilir.

Page 89: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

88

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

PS029

TÜBERKÜLOZ PLÖREZİDE MALONDİALDEHİT VE SÜPEROKSİT DİSMUTAZ DÜZEYLERİNİN TANISAL DEĞERİ

BÜLENT KOÇER 1, ÖZLEM GÜLBAHAR 2, ERKAN YILDIRIM 1, GÜLTEKİN GÜLBAHAR 1, KORAY DURAL 1, ÜNAL SAKINCI 1 1 ANKARA NUMUNE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS CERRAHİ KLİNİĞİ, 2 GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, BİYOKİMYA ANABİLİM DALI, ANKARA

Amaç:

Pek çok inflamatuar, infeksiyöz ve tümöral olayda, oksida�f strese bağlı olarak lipit peroksidasyon ve protein oksidasyon ürünlerinin arğı, ayrıca an�oksidan enzim ak�vitelerinin değiş�ği gösterilmiş�r. Bu çalışmada tüberküloz plörezi tanısında, lipid peroksidasyonu ürünü olan malondialdehit (MDA) ile bir an�oksidan olan süperoksit dismutazın (SOD) serum ve effüzyon sıvısındaki düzeylerinin yeri araş�rıldı.

Gereç ve Yöntem:

2006 yılı içerisinde plörezi nedeniyle takip edilen toplam 31 hasta çalışmaya alındı. Hastalar tüberküloz plörezi grubu (Grup A) ve diğer eksüda�f plöreziler grubu (Grup B) olmak üzere 2 gruba ayrılarak gruplar, serum ve effüzyon sıvısında malondialdehit (MDA) ve süperoksit dismutaz (SOD) düzeyleri açısından ista�s�ksel olarak karşılaş�rıldı.

Bulgular:

Hastaların 7’si (%22,6) Grup-A’da, 24’ü ise Grup B’de yer aldı. Grup A’da hastaların 2’si (%40) kadın 5’i erkek, Grup B’de ise 13’ü kadın (%54,7) 11’i erkek olup ortalama yaş Grup A’da 31,62±5.31 iken Grup B’de 47,10±10.90 idi. Serum ve effüzyon sıvısında SOD ve MDA düzeyleri açısından iki grup arasında anlamlı fark bulunamadı (p>0.05).

Sonuç:

Tüberküloz plörezi tanısında, serum ve effüzyon sıvısı MDA ve SOD düzeylerinin uygun parametreler olmadığı düşünülmüştür.

PS030

BACTERIOLOGICAL DIAGNOSTICS OF THE LUNG TUBERCULOSIS IN MODERN STAGE OF PATIENTS FROM ECOLOGICAL UNSUCCESSFUL REGION OF UZBEKISTAN

NARGİZA PARPİEVA 1, RUSTAM MUKHAMEDOV 2, KAZİM MUKHAMEDOV 1, ILYOS MUHAMEDİYEV 1,

1 TASHKENT MEDİCAL ACADEMY 2 INSTİTUTE OF GENETİCİSTS AND EXPERİMENTAL BİOLOGY

Aim:

study of the efficiency of the use the different methods of the research for determina�on the diagnosis at the pa�ents with lung tuberculosis of pa�ents from various regions of republic.

Method:

The Material and methods of the study: examina�on of the sputum of the 100 pa�ent with different forms of the lung tuberculosis. The Methods of the examina�on: bacterioscopy, sputum inocula�on and method Polymerases chain reac�on (PCR).

Results:

It is explored 61 pa�ents revealed first �me and 39 pa�ents with the tuberculosis of the lung earlier treated. The pa�ents were divided into 2 groups: first group: 69 pa�ents with posi�ve result of the sputum for MBT finding by method bacterioscopy. Second group: 31 pa�ents with nega�ve result of the sputum for MBT by method bacterioscopy. Inhabitants of Republic Karakalpakstan made of the general surveyed 50 %, the given pa�ents most oen had widespread forms of a pulmonary tuberculosis.

Conclusion:

It is received following results by the method of the sputum inocula�on: culture growth has been found only at 85 pa�ents, in the first group at 69 pa�ents, in 2 groups at 16 pa�ents. The Analysis of PCR has shown the posi�ve result in 1 group at 69 (100%), and in 2 groups amongst pa�ents with nega�ve analysis by bacterioscopy of the sputum, at 20 pa�ents by method of PCR in the analysis of the sputum are discovered MBT, that is connected with poor alloca�on of bacteria.

Page 90: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

89

PS031

DIAGNOSIS OF HEPATIC AND RENAL PATHOLOGY IN PATIENTS WITH DRUG RESISTANT FORM OF PULMONARY TUBERCULOSIS

MİRAZİM KHAKİMOV , FATİMA TASHPULATOVA ,

RESEARCH INSTİTUTE OF PHTHİSİATRY & PULMONOLOGY, MİNİSTRY OF PUBLİC HEALTH, UZBEKİSTAN, TASHKENT

Aim:

To study a state of hepatobiliary system and kidneys in pa�ents with pulmonary tuberculosis with drug resistance (DR).

Method:

cohort analysis

Results:

One hundred and sixty-three pa�ents with tuberculosis of the lungs with DR to chemical prepara�ons have been examined. Beside of clinical examina�on and rou�ne laboratory and rentgenology inves�ga�on methods sonography of the liver, pancreas and kidneys on the device “Interscan-250” was used. Results achieved: Studies of hepatobiliary system and kidneys in 89 (54,6±3,8%) pa�ents with DR form of pulmonary tuberculosis allowed reveal pathology of the liver in 51 (31,3±3,6%) – pathology of the bile cyst, and in 94 (57,6±3,8%) – pathology of the kidneys.

Conclusion:

DR form of pulmonary tuberculosis is oen combined with diseases of the hepatobiliary system and kidneys that need treatment. For �mely diagnosis of diseases of hepatobiliary system and kidneys and selec�on of op�mal regime of therapy of DR form of pulmonary tuberculosis it is advisable to perform clinical sonography inves�ga�ons.

PS032

TREATMENT PATIENTS WITH PULMONARY TUBERCULOSIS (PT) AND ACCOMPANYING PATHOLOGIES BY DOTS PROGRAM

NARGİZA PARPİEVA , VERA BELOTSERKOVETS

SCİENTİFİC RESEARCH INSTİTUTE OF PHTHİSİOLOGY AND PULMONOLOGY TASHKENT, UZBEKİSTAN.

Aim:

Perfec�on of treatment pa�ents of a pulmonary tuberculosis an accompanying pathology on strategy DOTS

Method:

cohort analysis

Results:

429 pa�ents were inspected and cured by DOTS program in hospital in the period of 2 up to 5 months. Among them 233 (52,3%) of pa�ents were with posi�ve smear. 359 (83,7%) pa�ents were cured by the category 1; 48 (11,1%) of pa�ents by the category 2; and 22(5,1%) of pa�ents by category 3. Age of pa�ents varied from 16 to 82 years, but predominance of pa�ents were 20 to 40 years old. 115 pa�ents with PT very oen had such accompanying diseases as: diabetes mellitus at 41(35,6%) pa�ents, liver pathology – 46(40%) pa�ents, and ulcer disease of stomach at 28 (24,4%) pa�ents. Simultaneously with prescrip�on of an�tuberculous therapy, pa�ents got complex curing of corresponding accompanying pathology, that considerably improved condi�on of pa�ents and assisted improvement of quality and effec�veness of treatment. Pa�ents with accompanying pathology were moved on individualized regime of chemical therapy, which consist of: H (10% of izoniazid) intra muscular 0,3 ml. + E (ethambutol) peroral several �mes during day or by inhala�on + streptomycin intra muscular or by inhala�on, that depends on biochemical indexes of liver ferments. Simultaneously those pa�ents got symptoma�c and pathogene�c therapy.

Conclusion:

In the presence of accompanying diseases treatment on strategy DOTS pa�ents of a pulmonary tuberculosis demands including pathogene�c treatment

Page 91: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

90

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

PS033

SURGICAL TREATMENT OF PULMONARY TUBERCULOSIS AFTER INEFFECTIVE DOTS THERAPY

TULKUN KARİEV , SUNNATİLLA ABULKASİMOV , SHAVKAT SABİROV , AKRAM IRGASHEV

THORACİC SURGERY. INSTİTUTE OF PHTHİSİOLOGY AND PULMONOLOGY, TASHKENT, UZBEKİSTAN

Aim:

To study results of surgical treatment of pulmonary tuberculosis aer ineffec�ve DOTS therapy

Method:

cohort analysis

Results:

Aer ineffec�ve DOTS chemotherapy, surgical treatment was performed in 92 pa�ents (males – 58, females - 34) at age between 18 and 53. The pa�ents took treatment on account of fibrous-cavernous pulmonary tuberculosis during 1-5 years. Before hospitaliza�on, out of 44 pa�ents with destruc�ve pulmonary tuberculosis found for the first �me, 19 pa�ents took treatment under the 1st category of DOTS, 25 – first under the 1st category, then under the 2nd category. A total of 48 pa�ents first received tradi�onal medical treatment, and aer that - under the 2nd category of DOTS. Mycobacteria of tuberculosis were found in 81 pa�ents (88.0%). The complica�ons of pulmonary tuberculosis were diagnosed in 33 pa�ents (35.8%): recurrent blood spi ng and pulmonary hemorrhage - in 31, spontaneous pneumothorax – in 2. Aer pre-opera�ve prepara�on, segmental resec�ons were made in 5 pa�ents, lobectomy – in 17, combined resec�ons – in 3, pulmonectomy – in 38, thoracoplasty – in 28, cavernoplasty – in 1. Aer the opera�ons, bronchial fistula and pleural empyema developed in 17 pa�ents (18.4%). These complica�ons were eliminated in 7 pa�ents. Good clinical effect was reached in 81 pa�ents (88.0%), unsa�sfactory results – in 8 (8.7%). A total of 3 pa�ents (3.3%) died from the progress of pleural empyema and pulmonary tuberculosis.

Conclusion:

Surgical treatment aer ineffec�ve DOTS therapy allows healing 88.0% of pa�ent with pulmonary tuberculosis, and is an important final highly effec�ve stage of the complex treatment.

PP034

MDR TUBERCULOSIS - CHARACTER AND NEW TREATMENT TECHNOLOGIES

NARGİZA PARPİEVA , DAVRON MUKHTAROV , VERA BELOTSERKOVETS , NURİDDİN YUSUPOV , SABİNA KAYUMOVA

SCİENTİFİC RESEARCH INSTİTUTE OF PHTHİSİOLOGY AND PULMONOLOGY

Aim:

To study character of medicinal stability of MDR and elaborate new treatment technologies of MDR tuberculosis.

Method:

cohort analysis

Results:

Among 856 inspected pa�ents with pulmonary tuberculosis 384 pa�ents had posi�ve sputum. Primary stability has been established in 14%, secondary in 29,2% cases. 54,9% of pa�ents with MDR were in age or 30-40 years old, and 53,2% of them had chronic flow with remoteness of the process from 2 up to 5 years. During studying accompanying diseases of pa�ents with MDR tuberculosis, there has been established that: diabetes mellitus revealed in 19,9% cases, anemia in 19,3%, chronic hepa��s in 11,7%, and COPD in 10,9%. The most frequently there has been found stability to streptomycin – 21,2%, to streptomycin + izoniazid (18,7%) and streptomycin + rifampicin (19,9%). There has been studied concentra�on of izoniazid in blood entered in various ways with the aim of elabora�ng op�mal schemes of curing pa�ents with MDR tuberculosis. It was proved that main concentra�on and exposi�on of izoniazid in blood was noted at it’s intravenous and lymphotropic injec�on.

Conclusion:

At the same �me with new ways of izoniazid injec�on there were used and new regimes of chemical therapy including spare prepara�ons that allowed raising effec�veness of treatment pa�ents with MDR tuberculosis.

Page 92: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

91

PS035

IMMUNOPHYTOTHERAPY IN PATIENTS WITH С POLYRESISTANT TUBERCULOSIS OF THE LUNGS

F.K. TASHPULATOVA , D.Z. MUHTAROV , N.V. TARASOVA ,

RESEARCH İNSTİTUTE OF PHTHİSİATRY & PULMONOLOGY, MİNİSTRY OF PUBLİC HEALTH, UZBEKİSTAN, TASHKENT

Aim:

To work out new approaches to immunocorrec�on inpa�ents with tuberculosis of the lungs with drug resistance.

Method:

Forty five pa�ents with drug resistance were examined (DR). Twenty five pa�ents were addi�vely administered con�nuirly a course of Thymalin №10 and Cycloferon №5 in injec�ons against a background of taking Manigold �ncture. Twenty pa�ents with DR were underwent 2 courses of immunocirrec�on - Thymalin + Cycloferon+Manigold �ncture. Pa�ents received Manigold �ncture during 2 months. To es�mate immunologic status were determined Т-lymphocytes, В-lymphocytes, phagocytosis.

Results:

Studying immunologic status showed a tendency to an increase of Е-РОК from 45,1±2,5 to 57,1±2,6% (N - 64±1,6%), ЕАС-РОК – from 10,2±2,5 to 14,3±1,7% (N – 16,06±0,56%), Phagocytosis from 3,0±1,9 to 52,0±2,1% (N – 58,1±1,1%) in pa�ents receiving a course of Thymalin + Cycloferon. An increase in Е-РОК – from 45,1±1,3 to 60,4±2,1%, ЕАС-РОК – from 10,9±1,3 to 16,8±1,2%, Phagocytosis from 43,7±1,2 to 58,0±1,2% fixed to be in pa�ents receiving 2 courses of combined Thymalin + Cycloferon + Manigold �ncture Perfec�on in indices of immune status were correlated with perfec�on in clinical signs: decrease in intoxica�on symptoms and bronchopulmonary manifesta�ons. Conversion of sputum smear noted to be in 80 and 92% pa�ents in both groups.

Conclusion:

A new scheme of immunphytocorrec�on of disorders revealed in immune status of pa�ents was worked out.

PS036

ANKARA 7 NOLU VEREM SAVAŞ DİSPANSERİNDE 2005 -2007 YILLARI ARASINDA TEDAVİ EDİLEN TÜBERKÜLOZLU DEĞERLENDİRİLMESİ

BEYHAN ÇAKAR , SELDA YAVUZ ŞUMNULU , FERİDE NEVAL SOLAKOĞLU , ÜNSAL ÇAKIR 7 NO’LU VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, ANKARA.

Amaç:

Ankara 7 No’lu Verem Savaşı Dispanserinde 2005-2007 yıllarında tedavi edilen tüberkülozlu hastalar retrospek�f olarak yaş, cinsiyet, balgam yayma/kültür ve direnç oranları açısından değerlendirildi.

Gereç ve Yöntem:

Dispanser kayıtları analiz edildi.

Bulgular:

Dispanserimizde 3 yılda toplam 278 hasta tedavi edildi, 161 (%58) erkek, 117’si (%42) kadındı. Bunların 254’ü (%91) yeni, 24’ü (%9) tedavi görmüş olgulardı. Hastaların 195’i (%70) akciğer tüberkülozu (TB) 83’ü (%30) akciğerdışı TB idi. Yaş ortalaması akciğer TB’nda 42±17 (17-81), akciğer dışı TB’da ise 42±19,5 (2-87) idi. Akciğer TB’nda erkek/kadın oranı %67/%33 iken, akciğer dışı TB’da %36/%64 idi. Akciğer TB olgularının balgam tetkikleri incelendiğinde 195 olgunun 7’sinde (%3,6) balgam tetkiki yapılmadığı, 18 olgunun (%9,2) yayma ve kültür nega�f, 44 olgunun (%22,6) yayma (–) kültür (+), 124 olgunun (%63,6) yayma ve kültür pozi�f, 12 olgunun (%6,2) yayma (+) kültür (-) olduğu saptandı. Yayma pozi�f, kültür nega�f olan 12 olgu incelendiğinde 8 olgunun akciğer TB, 3 olgunun akciğer ve akciğer dışı TB olduğu, bir olgunun daha sonra TB olmadığının kesinleş�rildiği görüldü. Toplam kültür müsbet 168 olgunun 130’una (%77,4) ilaç duyarlılık tes� (İDT) yapılmış�. İDT sonuçları incelendiğinde 102 olgunun (%78) HRES’ye hassas, 8 olgunun (%6) H’a dirençli, 5 olgunun (%4) Streptomisine dirençli, 2 olgunun (%2) HR’e dirençli, 2 olgunun (%2) dört ilaca dirençli, 4 olgunun R’e dirençli, 4 olgunun HS’e dirençli, 2 olgunun RE dirençli ve 1 olgunun da ES dirençli olduğu saptandı.

Sonuç:

Sonuç olarak, dispanserimizde bakteriyolojik inceleme oranı yüksek�r; akciğer TB olgularının sadece %3,6’sında balgam tetkikinin yapılmadığı görülmektedir. İDT sonuçları incelendiğinde, %22 en az bir ilaca direnç vardır; izole Rifampisin direnci %3, ÇİD ise %3 oranında saptanmış�r. Yayma pozi�f, kültür nega�f olgulardan sadece birisinin TB olmadığının anlaşılması da bu durumda bazı hastaların olabileceğini ya da bu laboratuvar sonucunun olabileceğini göstermektedir.

Page 93: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

92

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

PS037

AKCİĞER TÜBERKÜLOZLU HASTALARDA RADYOLOJİK YAYGINLIK İLE SERUM LİPİD PARAMETRELERİ, TOTAL PROTEİN, ALBUMİN VE VÜCUT KİTLE İNDEKSİ ARASINDAKİ İLİŞKİ

FÜSUN ŞAHİN , MESUT BAYRAKTAROĞLU , ŞULE EYHAN , PINAR YILDIZ YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Akciğer tüberkülozlu hastalarda serum total kolesterol seviyesinin düşük olduğu gösterilmiş, kolesterolden zengin diyetle beslenmenin bu hastalardaki balgam sterilizasyonunu hızlandırabileceği belir�lmiş�r. Çalışmamızda, akciğer tüberkülozlu hastalarda radyolojik yaygınlık derecesi ile serum lipid parametreleri, protein seviyeleri ve vücut kitle indeksi arasındaki ilişkiyi araş�rmayı amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

48 tüberkülozlu (Grup1: 12 kadın, 36 erkek, yaş ortalaması 34±13 yıl), 20 sağlıklı kontrol (Grup 2: 11 kadın, 9 erkek, yaş ortalaması 36± 12) kişide serum total kolesterol (TK), HDL, LDL, VLDL, trigliserid, total protein (TP), albumin, hemoglobin, lökosit, trombosit, eritrosit sedimentasyon hızı (ESH) ve vücut kitle indeksi (VKİ) değerlendirilmiş�r. Radyolojik yaygınlık akciğer grafisine göre hafif, orta ve ilerlemiş olarak 3 evrede incelenmiş�r. Grup 1 ve Grup 2’nin yanısıra radyolojik olarak evre 1, 2, 3 olan gruplar da kendi aralarında karşılaş�rılmış�r.

Bulgular:

Akciğer tüberkülozlu olgulardaki TK, HDL, LDL, trigliserid, albumin ve VKİ değerleri ista�s�ksel açıdan sağlıklı kontrol grubundan anlamlı olarak düşük (p< 0,001), ESH ise anlamlı olarak yüksek (p< 0.001) bulunmuştur. Ayrıca minimal tüberkülozlular (Evre 1) ile orta ve ileri tüberkülozlu olgular (Evre 2 + Evre 3) kendi arasında karşılaş�rılmış; HDL (p= 0,001), albumin (p< 0.05), VKİ (p< 0.001) radyolojik evre arkça anlamlı olarak azalmış, ESH (p= 0.001) ise anlamlı olarak artmış�r.

Sonuç:

Çalışmamızdaki sonuçlar akciğer tüberkülozlu hastalarda serum lipid ve albumin seviyelerinin düştüğünü, bu düşüşün radyolojik yaygınlığın artmasıyla korele olduğunu göstermektedir.

PS038

NEUROMULTIVIT IN TREATMENT OF NEUROTOXIC REACTIONS IN PATIENTS WITH POLYRESISTANT TUBERCULOSIS OF THE LUNGS

A.M. UBAYDULLAEV , F.K. TASHPULATOVA , D.Z. MUHTAROV ,

RESEARCH INSTİTUTE OF PHTHİSİATRY & PULMONOLOGY, MİNİSTRY OF PUBLİC HEALTH, UZBEKİSTAN, TASHKENT

Aim:

To evaluate effec�vity of prepara�on neuromul�vit («Lannacher» firm, Austria) in pa�ents with polyresistant tuberculosis of the lungs with neurotoxic reac�ons to chemoprepara�ons.

Method:

Thirty pa�ents with diagnosed polyresistant tuberculosis of the lungs were examined. A;; the pa�ents obtained pyrazinamide, kanamycin or amycacin, oflodex, prothionamide, cycloserin. Neurotoxic reac�ons to prepara�ons as headaches, ver�go, noise in the ears, pains in lower extremi�es noted to be in all the pa�ents in process of treatment. Taking neuromul�vit aimed at removal of neurotoxic reac�on 1 tablet 3 �mes a day during 1 month was administered 20 pa�ents. Ten pa�ents receiving vitamin В1 and В6, nico�nic acid served as controls.

Results:

Disapperance of headaches (from 70% up to complete disappearance), pains in lower extremi�es from 40% up to 15%, Ver�go from 35% up to 5% registered to be in process of treatment. Indices in control group were 1,5-2 �mes lower.Terms of removal of neurotoxic reac�ons from chemoprepara�ons in pa�ents receiving neuromul�vit were 7-10 days shorter than these in control group.

Conclusion:

Neuromul�vit is an effec�ve prepara�on to remove neurotoxic reac�ons to chemoprepara�ons in pa�ents with polyresistant tuberculosis.

Page 94: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

93

PS039

TÜRKİYE’NİN ORTA KARADENİZ BÖLGESİNDE ANTİTÜBERKÜLOZ İLAÇ DİRENCİ

SALİH BİLGİN 1, MEFTUN ÜNSAL 2, HASAN HAMZAÇEBİ 1, ALPER AKGÜNEŞ 1, 1 SAMSUN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ HASTANESİ 2 ONDOKUZMAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD

Amaç:

Tüberküloz tedavisinin amacı mümkün olduğu kadar çabuk yeni vakaları bulup ,uygun tedaviyi başlamak�r. Yeterli tedavi için de bölgenin ilaç direnç durumunu bilmek önemlidir. Çalışmamızın amacı Samsun bölgesinde tüberküloz için ilaç direnç durumunu saptamak�r.

Gereç ve Yöntem:

Bu çalışmada, Samsun göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Hastanesine 2004-2006 yılları arasında başvuran 1029 pulmoner tüberkülozlu hastanın ilaç direnç özellikleri incelendi. Kültür için BACTEC ve Lowenstein-Jensen besi yeri kullanıldı. İsoniazid (I), streptomycin(S), ethambutol (E) and rifampicin (R )’e ilaç duyarlılığını test etmek için radyometrik BACTEC TB sistemi kullanıldı.

Bulgular:

721 kültür müspetli hastanın %86 ‘si yeni vaka(623/721) , %13.5’i (98/721) daha önce tedavi gören vaka idi. Kültür müspet 721 vakanın 134’ünde ( % 18.6 ) bir veya birden fazla ilaca karşı direnç saptandı. Yeni vakalarda herhangi bir ilaça karşı primer direnç % 16.9 ( 105/623) olarak bulundu. I direnci % 13.2, R direnci % 2.9, çoklu ilaç direnci % 1.9 olarak bulundu. Daha önce tedavi görmüş vakalarda herhangi bir ilaca karşı direnç % 29.6, I direnci % 26.5, R direnci % 15.3, çoklu ilaç direnci % 13.3 olarak bulundu.

Sonuç:

Sonuç olarak, Samsun ilinde de tüm Türkiye’de olduğu gibi tüberküloz ilaçlarına karşı direnç önemli bir sorundur.

PS040

THE ROLE OF THE SURGICAL TREATMENT OF PATIENTS WITH RESISTANT FORMS OF LUNGS TUBERCULOSIS

KAMAL ALIYEV , ILGAR MAMMADOV

S – R INSTITUTE OF LUNGS, BAKU, AZERBAIJAN

Aim:

The purpose of the present research is studying the nearest and remote results of surgical treatment pa�ents with mul�resistant forms of lungs tuberculosis.

Method:

For the last 5 year in our S-R Ins�tute 102 pa�ents with resistant forms of lungs tuberculosis have been operated. Among them are men (72%) and women (28%). The age is varied from 14 to 68 years. The clinical tuberculosis forms: fibrosus-cavernosus (78%), miliar (19%), infiltra�v (3%). Sensi�vity to 5 drugs is kept at 64%, to 4 drugs – 23%, to 3 drugs – 11%, and to 2 drugs – 2% of pa�ents. Types of surgical opera�ons: pneumonectomy (66%), lung resec�on (21%), lung resec�on with thoracoplas�c opera�ons (8%), thoracoplas�c opera�ons (5%)

Results:

In the nearest period complica�ons were observed in 15% of pa�ents, among them of 7% have died. In 22% of pa�ents the process has ac�vated in other lung during the next 2 years aer opera�on, among them of 9% have died. In 63% of pa�ents it was not observed the complica�ons in near and far future.

Conclusion:

Thus, the surgical treatment of pa�ents with resistant forms of lungs tuberculosis make possible to achieve cure of pa�ents and increase of the quality of life.

Page 95: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

94

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

PS041

MANAGEMENT OF MDR TB CASES - A CHALLENGE FOR NATIONAL TB PROGRAM IN ROMANIA

CONSTANTİN MARİCA , CRİSTİAN DİDİLESCU , GHEORGHE MURGOCİ , VİCTOR SPİNU , MİHAELA TANASESCU , NİCOLAE GALİE ,

NATİONAL INSTİTUTE OF PNEUMOLOGY MARİUS NASTA BUCHAREST

Aim:

Evalua�on of MDR –TB pa�ents enrolled in MDR TB Excelence Centers in Romania between jun. 2004 – aug. 2008.

Method:

observa�onal study of MDR –TB pa�ents enrolled in Romania MDR Centers between jun. 2004 – aug. 2008. All pa�ents evaluated were managed under The Na�onal Tuberculosis Programme approved protocols and had the opportunity to receive 24 months of treatment. In addi�on, follow-up data on successfully treated pa�ents were collected in august 2008. This study is based on a MDR register, and a soware collec�ng informa�on on MDR –TB cases. In order to be accepted in one of the two MDR centers, pa�ents need to fulfill certain criteria to improve the treatment results.

Results:

A total number of 400 MDR-TB pa�ents were registered between jun. 2004 – aug. 2008 in Bucharest and Bisericani MDR centers. 217 pa�ents of DOTS- Plus project were evaluated un�l the study end: 68 were completed treatment and 63 cured, wich means 61% succes rate. The conversion rate of culture at 4 months (for the first cohort) in MDR excellence centers was: Bucharest: 72,5% and Bisericani : 64%

Conclusion:

The emergence of resistance to drugs used to treat tuberculosis (TB), and par�cularly mul�drug resistant (MDR-TB), has become a significant public health problem in a number of countries and an obstacle to effec�ve global Tb control. In many other countries, the extent of drug resistance is unknown and the management of the pa�ents with MDR-TB is inadequate. In countries where drug resistance has been iden�fied, specific measures need to be taken within TB control programmes to address the problem through appropriate management of pa�ents and adop�on of strategies to prevent the propaga�on and dissemina�on of drug resistance TB, including MDR-TB.

PS042

PULMONECTOMY AT MULTIPLE DRUG-RESISTANT TUBERCULOSIS

TULKUN KARİEV , AKRAM IRGASHEV , SHAVKAT SABİROV

NATİONAL CENTER OF PHTHİSİOLOGY AND PULMONOLOGY

Aim:

To study results of a pneumonectomy at a mul�ple drug-resistancetuberculosis

Method:

cohort analysis

Results:

Pulmonectomy was performed in 38 pa�ents (males- 27, females - 11) at age between 19 and 40 with mul�ple drug-resistance of mycobacterium of tuberculosis. The pa�ents were suffering from fibrous-cavernous lung tuberculosis during 2 -5 years, and despite taking an�-tuberculosis chemotherapy they remained constant bacteria discharging persons. The resistance of mycobacterium of tuberculosis towards isoniazid+rifampicin+streptomycin was established in 24 pa�ents, and towards isoniazid+rifampicin+ streptomycin+etambutol – in 24. Chemotherapy using main (isoniazid, etambutol, pirazinamid, rifampicin, streptomycin) and reserve prepara�ons (pro�onamid, ofloxacin, kapreomycin, avelox) in combina�on with general strengthening and desintoxica�on therapy was being carried out during 1.5 – 2 months before the opera�on. Pulmonectomy on the right was performed in 12 pa�ents, on the le – in 26. Aer opera�ons, bronchial fistula and pleural empyema developed in 8 pa�ents, of them in 2 these were eliminated. Good effec�veness aer pulmonectomy was reached in 32 pa�ents (84.2%), unsa�sfactory results – in 1 (2.6%). A total of 5 pa�ents (13.2%) died from the progress of pleural empyema and tuberculosis of counterlateral lung.

Conclusion:

Mul�ple drug-resistance at the lung tuberculosis is an extremely unfavorable factor. It became the reason for ineffec�veness of chemotherapeu�c treatment. Pulmonectomy and the removal of the main focus of tubercular infec�on allows healing of 84.2% of pa�ents and improving the epidemiologic situa�on.

Page 96: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

95

PS043

İZMİR BUCA VEREM SAVAŞ DİSPANSERİNDE TAKİP EDİLEN 35 PRİMER TÜBERLÜLOZLU OLGUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ

YASEMİN ŞİRİN İZMİR BUCA VEREM SAVAŞ DİSPANSERİ

Amaç:

Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde primer tüberküloz (TB) hala önemli bir sağlık sorunudur.Bu çalışmada amaç primer TB olgularının özelliklerinin araş�rılmasıdır.

Gereç ve Yöntem:

Ocak 1998- Aralık 2000 yılları arasında primer TB tanılı 35 olgunun kayıtları retrospek�f olarak incelendi.

Bulgular:

Bu çalışmada 1998-2000 yılları arasında 35 primer TB olgusu retrospek�f olarak incelendi.Olguların 13 ‘ü kız (%37.14 ) 22 si erkek (%62.85 ), yaş ortalaması 7.33 bulundu.Olgular 7 ay ile 18 yaş arlığındaydıBakteriyolojik inceleme balgam verebilen sekiz olguda yapıldı (%22.85 ) .bakteriyolojik pozi�flik 7 olguda izlendi (%20).Tüm vakalarda radyolojik inceleme yapıldı. Olgulardan 31’inde (%88.57) hiler - paratrakeal lenfadenopa� saptandı.En sık rastlanan semptom 25 olguda öksürüktü.(%71.42 ). 10 olguda (%28.57 ) TB temas öyküsü vardı.28 hastada PPD deri tes� pozi�f bulundu.(%80).

Sonuç:

Çocukluk çağı TB da basil saptanamadığı durumlarda PPD pozi�fliği ,radyolojik bulgular ve tüberkülozlu bir erişkinle temas çok önemli kriterlerdir.

PS044

THE OFTNESS OF UROGENITAL TUBERCULOSIS AT FEMALE WITH ACTIVE FORM OF TUBERCULOSIS OF LUNGS

NARGİZA PARPİEVA 1, MAKHMUDA KATTAHODJAEVA 1, MARUF JULDASHEV 1, RUSTAM NİGMANOV 2,

1 TASHKENT MEDİCAL ACADEMİA2 SCİENTİFİC RESEARCH INSTİTUTE OF PHTHİSİOLOGY AND PULMONOLOGY

Aim:

to found out the oness of urogenital tuberculosis at female with ac�ve form of tuberculosis of lungs.

Method:

in SRIP and P was made prospec�ve analyses of finding the oness of urogenital tuberculosis at 84 female with ac�ve form of tuberculosis of lungs. At the age from 17 �ll 59 years old, from them �ll 30 ages was 52 (61.9%) pa�ents, 30 ears older was 32 (38.1%), that is the younger pa�ents is predominate (P<0.05).

Results:

the pa�ents was divided by clinical forms among pa�ents with tuberculosis of lungs: infiltra�ve form at 34 (40.5%), disseminated form at 25 (29.8%), cavernous and fibro cavernous forms at 17 (20.2%), and at 8 (9.5%) another forms of tuberculosis. Mycobacterium in sputum was found out at disseminated form at 25 pa�ents (73.5%), at disseminated form at 11 (44%), at cavernous and fibro cavernous at 13 (76%). From 84 pa�ents at 11 (13.1%) was found urogenital tuberculosis, from them tuberculosis of urine tract at 5 (5.9%), genital tuberculosis at 6 (7.1%). The urogenital tuberculosis we found more oen at pa�ents with infiltra�ve tuberculosis of lungs – 5 (45.4%), at disseminated form - 3 (27.3%), but at fibro cavernous form only at 2 (18.3%) pa�ents, and at the other forms of tuberculosis of lungs �ll 1 (9%) causes.

Conclusion:

among pa�ents with lung tuberculosis in 13,1% causes we found the generaliza�on of tuberculosis process with urogenital tract. Besides all the pa�ent with lung and extra lung tuberculosis should be careful phthisiourological and phthisiogynecological tested that give us abili�es to earlier finding and effec�ve treated urogenital tuberculosis.

PS045

MORPHOLOGICAL CHANGES IN THE LUNGS OF PATIENTS WITH AIDS DIED FROM TUBERCULOSIS GENERALIZED.

SAYERA ARİFKHANOVA , RUSTAM ISROİLOV

NATİONAL INSTİTUTE OF TB AND PULMONOLOGY, TASHKENT

Aim:

Morphological characteris�cs of pulmonary tuberculosis in the pa�ents with AIDS.

Method:

The lung samples obtained due to autopsy from 5 pa�ents died from tuberculosis generalized with miliary lesions and from 8 pa�ents died from miliary tuberculosis in AIDS were studied with use of histological and microbiological methods (slice staining with hematocycline and eosin by van Dizon and Cil-Nilsen).

Page 97: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

96

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Results:

Compara�ve study of morphological changes in tuberculous inflamma�on in the lungs showed significant difference in the pa�ents with AIDS. They were characterized predominantly by altera�ve-exuda�ve changes with full absence of produc�ve component of inflamma�on. There was noted total absence of giant mul�nuclear Pirogov-Langhance cells, perivascular distribu�on of focuses of pyo-necro�c character, lymphoid-cellular barrier was absent and there were no granulomas. All the focuses were mainly micro abscesses and cellular infiltrates are presented by segmented leucocytes. In the pulmonary slices stained by Cil-Nilsen the pulmonary �ssue adjacent to the inflammatory focuses presented fields of fibrinous or fibrinous-suppura�ve pneumonia with segmented neutrophile infiltra�on. The total caseous lymphadeni�s with bronchial fistula was mainly characteris�c for intrathoracic lymph nodes in pa�ents with AIDS died from tuberculosis.

Conclusion:

Tuberculous inflamma�on in the pa�ents with AIDS totally losses its specific morphological peculiari�es and is characterized predominantly by exuda�ve-altera�ve inflamma�on, absence of granulomas, lymphoid cells, lymphoid clusters, macrophages, Pirogov-Langhance cells. The inflamma�on focuses look like micro abscesses of replacing fibrinous-suppura�ve pneumonia.

PS046

RISK FACTORS FOR TOBACCO SMOKING OF MEDICAL STUDENTS

TATJANA FAYTELSON-LEVİNA , JULİA KRASNOVA , ALEXANDER DZİZİNSKİİ ,

INSTİTUTE OF ADVANCED MEDİCAL STUDİES, RUSSİA, IRKUTSK

Aim:

To evaluate the risk factors of tobacco smoking of medical students.

Method:

Material and methods: Epidemiological research has been conducted amongst 651 of the 1st, 5th, 6th years of the Irkutsk State Medical University who study at medical and pediatric facul�es. Data on risk factors, was gathered through ques�onnaires. We iden��fied 2 groups, 1 of them – smoker medical students (n=161) and 2 - non-smoker (n=490). The OR (odd ra�o) and 95% confidense interval (95%CI) were calcula�on.

Results:

Results: The risk factors significantly associated with male sex (OR=3,87; 95% CI: 2,59-5,78), work at night (OR=2,84; 95% CI: 1,84-4,37), the dura�on of the learning in the university (OR=1,63; 95% CI: 1,1-2,41), average medical forma�on (OR=1.84; 95% CI: 0,99-3,42).

Conclusion:

Conclusion: The risk factors of tobacco smoking have greater impact on male medical students (р=0,00001), these being the dura�on of learning at university/college (р=0,014) and hospital night shis (р=0,00001).

PS047

SİGARAYI BIRAKTIRMADA HİPNOTERAPİ VE İLAÇ TEDAVİLERİNİN , ETKİNLİK VE BAŞARISININ KARŞILAŞTIRILMASI. İLK 6 AYLIK SONUÇLAR.

MÜKREMİN ER , H.CANAN HASANOĞLU ANKARA ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ

Amaç:

Sigarayı bırakmak isteyenlerin sayısı her geçen gün katlanarak artmasına karşın, ne yazık ki elimizde sigarayı bırak�rma gücü tatminkar derecede yüksek etkili bir yöntem bulunmamaktadır. Bu çalışmayı sigara bırak�rma yöntemlerinden biri olan hipnoterapi ile ilaç tedavilerinin etkilerinin karşılaş�rmak amacıyla planladık ve sigara bırak�rma merkezlerinde çalışan hekimlere bırak�rma yöntemlerini seçmede değişik seçenekler konusunda bir fikir vermeyi hedefledik.

Gereç ve Yöntem:

Ankara Atatürk Eği�m ve Araş�rma Hastanesi Göğüs Hastalıkları Kliniği Sigara Bırak�rma Merkezine başvuran 318 kişi çalışmaya alındı.Ka�lımcılara hipnoterapi ve ilaç tedavileri konusunda bilgi verildi. Merkezimize başvuran kişilerden 183 üne yalnızca hipnoterapi, 71 ine yalnızca ilaç tedavisi ve 64 kişiye de hem hipnoterapi hem de ilaç tedavisi birlikte uygulandı. Hipnoterpi üç seans olarak uygulandı. Ka�lımcılar 1.,10.,30. günlerde, ve sonra ayda bir kez çağrılarak 6 ay boyunca takip edildi.

Bulgular:

6. ay sonunda hipnoterapi uygulananların 77(%42)si, sadece ilaç tedavisi verilenlerin 26(%36)sı ve hipnoterapi ve ilaç tedavisi birlikte uygulananların ise 37(%57)si sigarayı bırakmış�.

Page 98: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

97

Sonuç:

Bu çalışma hipnoterapinin sigarayı bırak�rmada en az ilaç tedavileri kadar etkili olduğunu göstermektedir. Sigarayı bırak�rmada hipnoterapinin ilaç tedavilerine eklenmesi başarı şansını ar�rabilir ve nüks oranlarını azaltabilir.

PS048

2008-2009 ÖĞRETİM YILINDA SAKARYA ÜNİVERSİTESİ’NDE YENİ BAŞLAYAN ÖĞRENCİLERİN ÜNİVERSİTE DÖNEMİ ÖNCESİ SİGARA İÇMEYİ DENEME SIKLIĞI

PINAR PAZARLI SAKARYA ÜNİVERSİTESİ

Amaç:

Erken yaşlarda sigarayla tanışan gençlerin, üniversite döneminde, sigara içmeye ilişkin tutumlarında önemli belirginleşmeler ortaya çıkmaktadır. Bu çalışma, SAÜ Tütün Kontrolü Koordinsayon Kurulu’nun üniversitemizde gençlerin sigaradan uzak kalması için gereken “destek ortamını” sağlamak konulu projelerine ışık tutması amacıyla planlanmış; üniversite dönemi öncesi gençlerde sigara içmeyi deneme sıklığının belirlenmesi amaçlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

2008-2009 öğre�m yılında Sakarya Üniversitesi’nde yeni başlayan öğrencilerin web’den kayıtları sırasında sigara kullanımı ile ilgili toplam 17 sorudan oluşan web-anke� doldurmaları istendi. Her soruya cevap vermeleri zorunlu tutulmadı. Yaş ve cinsiyet dışında kimlik bilgisi alınmadı. Anke�n bu bildirinin içeriği ile ilgili olan kısmında; sigara içmeyi deneme yaşı ve nedenlerinin yanı sıra, aile bireylerinin ve arkadaşlarının içiciliği de sorgulandı.

Bulgular:

Toplam 7141 öğrencinin web-anket’e giriş yap�ğı ancak tüm soruların aynı oranda cevaplanmadığı görüldü. Öğrencilerin %63,8’i (n=4560/7141) kız; %64,8’i (n=4624/7141)20 yaşın al�ndaydı.%50,7’sinin (n= 3599/7104) anne ve/veya babası sigara içiyordu. %33,3’ünün (n=2375/7119) 5’den fazla arkadaşı sigara içiyordu; yalnızca %17,3’ü (n=1238/7119) “Hiç sigara içen arkadaşım yok” şıkkını işaretledi. Öğrencilerin %71,8’inin (n=3025/4212) sigara içmeyi denediği; %11’i (n=349/3153) on yaş al�nda olmak üzere, %38’inin (n=1200/3153) 15 yaş ve al�nda sigara içmeyi denediği tespit edildi. %52,7’si (n=1619/3068) tadını merak e ği için, %21,5’i (n=660/3068) özen� nedeniyle, %19,2’si (n=590/3068) akran etkisi nedeniyle denemiş�.

Sonuç:

Üniversite dönemi öncesi sigara içmeyi deneme oranı

oldukça yüksek tespit edilmiş�r. Bu sonuç, gençlerin tütün ve tütün mamullerini denemelerini önlemeye yönelik çalışmalara erken yaşlarda ağırlık verilmesi gereğini bir kez daha ortaya koymuştur.Üniversite döneminde ise deneyenlerin içici olmalarını engellemek için sigara içmenin kabul gören bir davranış olmadığı anlayışını yerleş�rmeye yönelik çalışmalara ih�yaç vardır.

PS049

GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİNE YATAN HASTALARDA SİGARA İÇME ORANLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

İLKNUR BAŞYİĞİT , HAŞİM BOYACI , KÜBRA GACAR , AYSEL KARĞI , FÜSUN YILDIZ KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Bu çalışmanın amacı, göğüs hastalıkları kliniğinde ya�rılarak takip edilen hastalarda sigara içme sıklığını değerlendirmek ve tanı ile sigara içme alışkanlığı arasında ilişki olup olmadığını ortaya koymak�r

Gereç ve Yöntem:

Ocak- Aralık 2008 tarihleri arasında kliniğimizde ya�rılarak takip edilen hastaların tanıları ve sigara içme alışkanlıkları retrospek�f olarak değerlendirildi.

Bulgular:

Toplam 576 hastanın dosyasına ulaşıldı. Hastaların 204’ü kadın (%35.4), 372’si erkek (%64.6) ve yaş ortalaması 60.2 ± 14.8 yıl olarak bulundu. Hastaların %43.2’si (n: 249) sigara içmemiş, %27.8’i (n: 160) ak�f içici, %28’i (n: 167) ise sigarayı bırakmış idi. Ak�f içicilerin %87.5’i erkek, %12.5’i kadın ve ortalama sigara içme süresi 44.5 ± 31 paket-yıl (min: 1, max: 150) bulundu. Sigara içme durumu ve süresi açısından kadınlar ve erkekler arasında anlamlı fark olduğu tespit edildi (p: 0.0001). Sigara içicisi olmak ile hastalık tanısı arasında anlamlı korelasyon olduğu bulundu (p: 0.01, r: 0.43). Ak�f sigara içen ve bırakmış hastaların ya�ş nedenleri arasında KOAH atak (%30.6) ve malignite (%31.2) ön sıralarda iken, hiç sigara içmemiş hastalarda pnömoni (%27.7) ve as�m atak (%14.5) tanıları sık olarak izlendi. KOAH tanısı ile izlenen hastaların %50’si ve malign hastaların %27’si halen sigara içmeye devam etmekteydi.

Sonuç:

Ak�f veya bırakmış sigara içiciler göğüs hastalıkları servisimizde yatan hastaların büyük çoğunluğunu oluşturmakta olup, bu hastaların önemli bir kısmı sigara ile ilişkili hastalık tanılarına rağmen sigara içmeye devam etmektedir.

Page 99: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

98

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

PS050

IĞDIR DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI POLİKLİNİĞİNE BAŞVURAN OLGULARIN SİGARA İÇME ÖZELLİKLERİ

MUHAMMED EMİN AKKOYUNLU 1, REMZİ ALTIN 2, LEVENT KART 2, ŞEBNEM PARSPUR 1 1 IĞDIR DEVLET HASTANESİ 2 ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD

Amaç:

Çalışmamızda Iğdır devlet hastanesi göğüs hastalıkları polikliniğine başvuran hastalarda sigara kullanımının sıklığını ve özelliklerini, araş�rmayı planladık.

Gereç ve Yöntem:

18 kasım 2008 ile 19 aralık 2008 tarihleri arasında polikliniğimize başvuran 200 erkek (% 58,5) 142 (% 41,5) kadın olmak üzere 342 hasta değerlendirmeye alındı. Çalışmaya ka�lan olgulara yüz yüze görüşme yöntemi ile anket formu dolduruldu. Anket formunda hastaların demografik özellikleri, sigaraya başlama yaşı, içme süresi, birinci derece akrabalarında sigara içen varlığı, sigarayı bırakmayı deneyip denemedikleri, sigarayı bırakan hastalarda bırakma sorgulandı.

Bulgular:

Çalışmaya alınan olgulardan 50’si (% 14,6) hiç sigara içmemiş, 243’ü (%71,1) ak�f olarak sigara içmekte, 49’u (%14,3) ise sigarayı bırakmış�. Olguların 324’ünün (94,7) birinci derecede yakınlarından en az biri sigara içiyordu. Sigara içen olgularının 257’si (%75,1) arkadaşları tara�ndan ,20’si (%5,8) aile bireyleri tara�ndan sigaraya başla�ldığını bildirdi. Sigara içen olguların 118’i (%48,2) sigarayı bırakmayı denemiş ve olguların 228’i (%93,8) sigarayı bırakmayı düşünüyor. Sigarayı bırakan olguların 7’si (%14,3) doktor tavsiyesi ile, 26’sı (%53,1) ise mevcut akciğer hastalığı nedeni ile sigarayı bırakmış.

Sonuç:

Çalışmamızda polikliniğimize başvuran hastalar arasında sigara içim oranı çok yüksek olarak saptandı. Buna ek olarak, olguların birinci derece yakınları arasında sigara içim oranı yüksek olup bu sonuç Iğdır toplumu içindeki sigara kullanımını yüksekliğini de yansıtabilir. Sigara içim prevelansımız ayrıca Türkiye’de genel toplum bazlı çalışmalarda bildirilen sonuçlardan da yüksek�r. Sonuç olarak, sigara içimi Iğdır için toplum sağlığını tehdit eden ciddi bir sorun olup özellikle hekimlere önemli görevler düşmektedir.

PS051

KOCAELİ’NDEKİ ÖĞRETMENLERDE SİGARA İÇME ALIŞKANLIKLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

FÜSUN YILDIZ , SERAP BARIŞ , İLKNUR BAŞYİĞİT , HAŞİM BOYACI KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

İlimizdeki okullarda görev yapan öğretmenlerde sigara içme alışkanlıklarının değerlendirilmesidir.

Gereç ve Yöntem:

Çalışma hakkında bilgilendirilen ve onayı alınan ka�lımcılara sigara içme alışkanlıklarını ve pasif maruziye� sorgulayan anket uygulandı.

Bulgular:

Yaş ortalaması 38.9 ± 8.9 yıl olan, 296’sı kadın (%45), 364’ü erkek (%55) toplam 660 öğretmen çalışmaya alındı. Ka�lımcıların sigara alışkanlıkları değerlendirildiğinde; 291’inin (%44.1) sigara içen, 252’sinin (%38.2) sigara içmeyen ve 117’sinin (%17.7) sigarayı bırakmış olduğu saptandı. Kadınların %43.2’si, erkeklerin %44.8’i sigara içmekteydi. Öğretmenlerin 161’inde (%23.5) sigara kullanım süresi on yıldan uzun bulundu. Sigara alışkanlıkları ve sigara kullanım süresi açısından cinsiyetler arasında anlamlı farklılık saptanmadı. Sigara içiciler arasında erkeklerin 76’sında (%21.3), kadınların 34’ünde (%11.5) günde ≥1 paket sigara kullanımı saptandı. Sigara içmeyen ve sigarayı bırakmış olguların 266’sında (%83.9) pasif maruziyet olduğu ve 135’inde (%42.6) pasif maruziyet süresinin 10 yıl ve üzerinde olduğu saptandı. Pasif maruziye�n en sık olarak işyerinde gerçekleş�ği (%59.7), bunu kahvehane ve kafe gibi mekanların izlediği (%27.9) saptandı.

Sonuç:

Öğretmenlerde hem ak�f hem de pasif sigara içme prevalansı yüksek olup, sigara pasif maruziye� de en sık işyerinde gerçekleşmektedir. Yeni çıkan ve kapalı alanlarda sigara içimini yasaklayan sigara kanunu işyerlerindeki bu yoğun maruziye� kesinlikle önleyecek�r. Sigara bırakılmasında eği�min temel hedefi, toplumda rol modeli olan ve geleceğimiz çocuklarımızı ye�ş�ren öğretmenler olmalıdır.

Page 100: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

99

PS052

KOCAELİ’NDE HEKİMLERDE SİGARA İÇME ALIŞKANLIKLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

FÜSUN YILDIZ , İLKNUR BAŞYİĞİT , HAŞİM BOYACI , SERAP BARIŞ , DÖNEM 5 ÖĞRENCİ GRUBU KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Bu çalışmanın amacı, Kocaeli’nde çalışan hekimlerin sigara içme alışkanlıklarının değerlendirilmesidir.

Gereç ve Yöntem:

Hekimlerde sigara içme sıklığını belirlemek için bir anket formu oluşturuldu. Sağlık müdürlüğü aracılığı ile hekimlere ulaş�rıldı ve geri toplandı.

Bulgular:

Anket formu 773 hekim tara�ndan dolduruldu. Hekimlerin 476’sı erkek (%61.5), 297’si kadın (%38.5) ve yaş ortalaması 40 ± 9.6 yıl bulundu. Pra�syen hekim sayısı 294 (%38), 17’si göğüs hastalıkları uzmanı olmak üzere uzman hekim sayısı 479 (%62) olarak bulundu. Sigara içme alışkanlıkları değerlendirildiğinde; 407 hekim (%52.6) sigara içmezken, 182’si günde en az bir tane olmak üzere toplam 233 kişinin (%30.2) ak�f sigara içici olduğu, 133 kişinin (%17.2) ise bırakmış olduğu tespit edildi. Ortalama sigaraya başlama yaşı 20 ± 5 yaş olarak bulunurken, ak�f içicilerin %59’unun 10 yıldan uzun süredir sigara içici olduğu görüldü. Erkek hekimlerde sigara içme oranları kadınlara göre anlamlı olarak daha yüksek bulundu (%32.9 karşılık %23.2, p:0.001). Hekimlerin %82’si yeni uygulamaya giren sigara kanunu hakkında yeterli bilgiye sahip olduklarını ve %83’ü ise bu kanunun uygulamasında hekime görev düştüğüne inandıklarını belirtmiş�.

Sonuç:

İlimizde özellikle erkek hekimlerde olmak üzere hekimler arasında yüksek sigara içme oranları tespit edilmiş�r. Sigarasız bir topluma öncelikle hekimlerden başlanması ve bu amaca ulaşmak için hekimler arasında sigarayı bırakma oranlarının ar�rılması gerek�ği düşünülmektedir.

PS053

PNÖMONLİ HASTALARDA SİGARA İÇME ORANLARI

ŞAFAK YILDIZ , ERGUN UÇAR , SEYFETTİN GÜMÜŞ , CANTÜRK TAŞCI , AHMET ERTUĞRUL , ÖMER DENİZ , ERGUN TOZKOPARAN , METİN ÖZKAN , HAYATİ BİLGİÇ GATA GÖĞÜS HASTALIKLARI AD

Amaç:

Pnömoni konak savunma mekanizmaları ile ajan Pnömoni konak savunma mekanizmaları ile ajan mikroorganizmalar arasındaki dengelerin konak savunması aleyhine ve mikroorganizma lehine dönüşmesi sonucu gelişir. Konak savunması üst solunum yollarından başlayıp alveollere kadar devam eden birçok bileşenden oluşur. Sigaranın mucosilier klirens ve makrofaj fonksiyonlarını bozması gibi konak savunması üzerinde birtakım olumsuz etkileri vardır. Bu nedenlerle pnömonili hastalarda sigara içme oranının sağlıklı bireylerden daha yüksek olacağını öne sürdük.

Gereç ve Yöntem:

Pnömoni dışında herhangi bir ek hastalığı olmayan 61 erkek hastanın dosyaları, sigara öyküsü, vücut kitle indeksi (VKİ) ve biyokimyasal değerleri açısından tarandı. Pnömoni geçirme öyküsü olmayan 54 sağlıklı erkek birey kontrol grubu olarak seçildi.

Bulgular:

Sigara içme oranı pnömonili grupta (52/61; %85) kontrol grubuna (27/54; %50) göre belirgin olarak daha yüksek� (p<0.001).

Sonuç:

Bu çalışmada sigara içme oranının pnömonili hastalarda normal populasyona göre daha yüksek olduğu saptanmış�r. Sonuç olarak sigara içmenin pnömoni gelişmesinde kolaylaş�rıcı bir faktör olabileceğini düşündürmüştür.

Page 101: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

100

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

PS054

GENÇ ERİŞKİN AKCİĞER TÜBERKÜLOZLU HASTALARDA SİGARA İÇME ORANLARI

SEYFETTİN GÜMÜŞ , ÖMER DENİZ , ERGÜN UÇAR , ERGUN TOZKOPARAN , METİN ÖZKAN , HAYATİ BİLGİÇ GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI VE TÜBERKÜLOZ AD ANKARA, TÜRKİYE

Amaç:

Akciğer Tüberkülozu (ATB), M.Tuberculosis kompleks’in yol aç�ğı bir hastalık�r. Basilin solunum yoluyla alınması ile hastalık ortaya çıkabilmektedir. ATB’nin gelişmesine kişinin immün durumuna ek olarak, gene�k faktörler ve sosyoekonomik durum gibi gibi birçok faktör katkıda bulunabilir. Sigara içmenin ATB gelişmesinde bir risk faktörü olabileceğini düşündüren çalışmalar bulunmaktadır. ATB’li hastaların normal sağlıklı kişilere göre daha fazla sigara içme oranlarına sahip olabileceklerini ileri sürmekteyiz.

Gereç ve Yöntem:

Kliniğimizde ATB tanısıyla yatan hastaların �bbi kayıtlarını retrospek�f olarak taradık. Hastaların yaşları, cinsiyetleri ve sigara içme oranları kaydedildi. Benzer yaş, cinsiyet ve çevresel özelliklere sahip bir sağlıklı kontrol grubu oluşturuldu.

Bulgular:

Çalışmamıza yaş ortalaması (21 ±1,9) olan 102 akciğer tüberkülozlu hasta ile hastalık öyküsü olmayan yaş ortalaması (20±1,3) 120 sağlıklı kişi aldık. Çalışmadaki tüm bireyler erkek�. Her iki grubun yaş ortalaması ve çevresel koşulları benzerdi. ATB’li hasta grubunda, paket-yıl olarak ortalama içilen sigara miktarı (4,7±5,9) kontrol grubundan (2,6±4,7) anlamlı derecede fazlaydı (p=0,003). Yalnızca sigara içip içmeme durumları karşılaş�rıldığında, ATB’li hasta grubunun sigara içme oranı (% 78) kontrol grubuna göre (% 58) anlamlı derecede daha yüksek idi (Ki-kare=10,945 p=0,001).

Sonuç:

Bu çalışma ATB’li hastaların sigara içme oranlarının sağlıklı kişilere göre daha yüksek olabileceğini düşündürmektedir. Ayrıca bu çalışma sigara içme ile ATB gelişmesi arasında bir ilişki olabileceğini de düşündürmektedir.

PS055

IĞDIR DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI POLİKLİNİĞİNE BAŞVURAN OLGULARIN SİGARA İÇME ÖZELLİKLERİ

MUHAMMED EMİN AKKOYUNLU 1, REMZİ ALTIN 2, LEVENT KART 2, ŞEBNEM PARSPUR 1 1 IĞDIR DEVLET HASTANESİ 2 ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD

Amaç:

Çalışmamızda Iğdır devlet hastanesi göğüs hastalıkları polikliniğine başvuran hastalarda sigara kullanımının sıklığını ve özelliklerini, araş�rmayı planladık.

Gereç ve Yöntem:

18 kasım 2008 ile 19 aralık 2008 tarihleri arasında polikliniğimize başvuran 200 erkek (% 58,5) 142 (% 41,5) kadın olmak üzere 342 hasta değerlendirmeye alındı. Çalışmaya ka�lan olgulara yüz yüze görüşme yöntemi ile anket formu dolduruldu. Anket formunda hastaların demografik özellikleri, sigaraya başlama yaşı, içme süresi, birinci derece akrabalarında sigara içen varlığı, sigarayı bırakmayı deneyip denemedikleri, sigarayı bırakan hastalarda bırakma nedenleri sorgulandı.

Bulgular:

Çalışmaya alınan olgulardan 50’si (% 14,6) hiç sigara içmemiş, 243’ü (%71,1) ak�f olarak sigara içmekte, 49’u (%14,3) ise sigarayı bırakmış�. Olguların 324’ünün (94,7) birinci derecede yakınlarından en az biri sigara içiyordu. Sigara içen olgularının 257’si (%75,1) arkadaşları tara�ndan ,20’si (%5,8) aile bireyleri tara�ndan sigaraya başla�ldığını bildirdi. Sigara içen olguların 118’i (%48,2) sigarayı bırakmayı denemiş ve olguların 228’i (%93,8) sigarayı bırakmayı düşünüyor. Sigarayı bırakan olguların 7’si (%14,3) doktor tavsiyesi ile, 26’sı (%53,1) ise mevcut akciğer hastalığı nedeni ile sigarayı bırakmış.

Sonuç:

Çalışmamızda polikliniğimize başvuran hastalar arasında sigara içim oranı çok yüksek olarak saptandı. Buna ek olarak, olguların birinci derece yakınları arasında sigara içim oranı yüksek olup bu sonuç Iğdır toplumu içindeki sigara kullanımını yüksekliğini de yansıtabilir. Sigara içim prevelansımız ayrıca Türkiye’de genel toplum bazlı çalışmalarda bildirilen sonuçlardan da yüksek�r. Sonuç olarak, sigara içimi Iğdır için toplum sağlığını tehdit eden ciddi bir sorun olup özellikle hekimlere önemli görevler düşmektedir.

Page 102: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

101

PS056

BIOMASS MARUZİYETİNE BAĞLI PULMONER HİPERTANSİYON OLGULARINDA PULMONER ARTER BASINCI İLE ÇAPI ARASINDAKİ İLİŞKİNİN ARAŞTIRILMASI

BULENT ÖZBAY 1, BÜNYAMİN SERTOĞULLARINDAN 1, SERHAT AVCU 2, YILMAZ GÜNEŞ 3 1 YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD. 2 YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ AD. 3 YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KARDİYOLOJİ AD.

Amaç:

Biomass dumanı maruziye�ne bağlı pulmoner arteriyel hipertansiyon (PAH) bölgemizde yaygındır. Bu olgularda bilgisayarlı toraks tomografisi (BTT)’ nde ölçülen ana pulmoner arter çapı (APAÇ) ile ekokardiografide ölçülen pulmoner arter basıncı (PAB) arasındaki ilişkiyi araş�rdık

Gereç ve Yöntem:

Biomass maruziye� olan 99 bayan olgu ile çalışıldı. Olgular tanılarına göre sınıflandırıldı (KOAH, emboli, idiopa�k PAH benzeri grup (İPAHBG) ve asemptoma�k). Normal PAB’na sahip 10 olguluk kontrol grubu oluşturuldu. Olguların yaş, biomass maruziyet süresi (yıl) ve biomass maruziyet yoğunluğu (saat/yıl), ekokardiyografik tahmini sistolik PAB, toraks BT APAÇ ve hastalık tanıları kaydedildi. PAB ile APAÇ arasındaki ilişki Pearson korelasyon tes� ile incelendi.

Bulgular:

APAÇ kontrol ve çalışma grubunda 26.9 ± 5.1 mm ve 37.1 ± 6.4 mm ölçüldü, (p<0.001). PAB kontrol ve çalışma grubunda 22.7 ± 2.4 mm ve 57,3 ± 22 mm ölçüldü, (p<0.001). APAÇ ≥ 29 mm olmasının PH tahmininde sensi�vitesi % 91, spesifitesi % 80, pozi�f tanımlama oranı % 97, nega�f tanımlama oranı % 50 ve doğruluk oranı % 84 olarak hesaplandı. PAB ile APAÇ arasında anlamlı pozi�f korelasyon saptandı (r = 0.634 p< 0.01).

Sonuç:

Sonuç olarak çalışmamız biomass maruziye� olan olgularda BTT’ de ölçülen ana pulmoner arter çapı genişliği 29 mm ve üzerinde olan olgularda pulmoner hipertansiyon düşünülmesi gerek�ğini göstermiş�r.

PS057

YATIRILARAK TEDAVİ EDİLEN KOAH’LI HASTALARIN MALİYET ANALİZİ

SEDAT ALTIN , MEHMET ATİLLA UYSAL , LÜTFİYE KILIÇ , LEVENT DALAR , ALİ TEKİN YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

İleri evre (Evre 3 ve 4) KOAH’lı hastaların ya�ş endikasyonlarının başında, alevlenmeler, pulmoner emboli, kalp yetmezliği, pnömotoraks ve solunum yetmezliği gelmektedir. 300 yataklı hastanemizin göğüs hastalıkları kliniklerinde her geçen yıl daha fazla oranda (2006’da % 30 iken 2008’de % 35’e çıkmış�r) KOAH’lı hasta ya�rılmaktadır. Biz de ya�rılarak tedavi edilen ileri evre KOAH’lı hastaların ya�ş maliyetlerini belirlemeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

2008 Sağlık Uygulama Tebliği (SUT)’ta KOAH’lı hastalara hastanelerimizde uygulanan işlemlerin minimum sayısına göre maliyet hesaplaması yapılmış�r. KOAH’lı hastalarımızın ortalama 10 gün yağı hesaplandığında, yoğun bakım gerekmeyen hastaların hastane maliyet analizinin yapılması için SUT 2008 fiyatları kullanılmış�r. Analizlerde Türk Toraks Derneği’nin KOAH’ta tanı ve tedavi rehberinden faydalanılmış�r.

Bulgular:

2008 yılında hastanemizde ya�p tedavi gören KOAH’lı hastalara kesilen fatura tutarının toplam ya�ş süresine bölümüyle elde edilen günlük maliyet, 157,15 TL olarak hesaplanmış�r. Ek hastalığı olmayan Evre 3 KOAH’lı hastalarımızın maliye� günlük 115,08 YTL olarak hesaplanmış olup bunun % 35’i ilaç maliye�dir. Öte yandan bu hastaların ayaktan tedavilerindeki maliyetleri günlük 3,5 - 38 TL arasında olup, hastane tedavisinden % 202,6 kat daha ucuzdur.

Sonuç:

KOAH’lı hastaların düzenli poliklinik takipleri, eği�mi, rehabilitasyon programlarının oluşturulması ve evde bakım hizmetlerinin yaygınlaş�rılmasının ekonomiye katkı sağlayacağı kanısındayız.

Page 103: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

102

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

PS058

KRONİK OBSTRUKTİF AKCİĞER HASTALIĞI ALEVLENMELERİ İLE SAĞ VENTRİKÜL FONKSİYONLARI ARASINDAKİ İLİŞKİ

YASİN ABUL 1, SAİT KARAKURT 1, ALİ SERDAR FAK 2, TURGAY ÇELİKEL 1 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KARDİYOLOJİ A.D.

Amaç:

Sağ ventrikülün prognos�k önemi kalp yetmezliğinde akut myokard enfarktüsünde, pulmoner embolide gösterilmiş�r.Myokardiyal performans indeksi (MPI) sağ ventrikül fonksiyonu hakkında kan�ta�f bilgi verebilmektedir. Çalışmadaki amacımız kronik obstrük�f akciğer hastalarında (KOAH), MPİ’ nin hastalık derecesiyle, solunum fonksiyon tes� parametreleri ve alevlenmelerle ilişkisini araş�rmak ve klinik gidiş hakkında bağımsız bir belirteç olup olmadığını araş�rmak�r.

Gereç ve Yöntem:

Stabil dönemde olan 21 KOAH hastası alındı.. Aynı kişi tara�ndan pulmoner arter ejeksiyon süresini ve sağ ventrikül sistol süresini içeren ekokardiyografik ölçümler yapıldı ve bu değerler üzerinden MPI hesaplandı. Hastaların son bir yıl içindeki KOAH alevlenme sayıları, alevlenme ile acile-polikliniğe beklenmedik başvuru durumları,an�biyo�k kullanım ih�yaçları, ya�ş durumları,sayıları kaydedildi. Solunum fonksiyon testleri ve evrelemeleri yapıldı.İsta�ksel analiz olarak SPSS ki-kare(x²) uygulandı.

Bulgular:

Myokard performans indeksinin bir göstergesi olan sağ ventrikül sistol süresinin KOAH alevlenmesi olan hastalarda(419±75,3) olmayanlara göre(421±74,1) daha kısaldığı ve MPI’nın KOAH alevlenmesi olan hastalarda(0,44±0,25) olmayanlara göre(0,47±0,22) azaldığı saptanmakla birlikte anlamlı bulunmadı. (p>0.05)

Sonuç:

MPI KOAH alevlenmede klinik gidiş hakkında bilgi verebilir. Hasta sayısının arrılmasına ve prospek�f çalışmalara ih�yaç vardır.

PS059

TEKİRDAĞ GÖĞÜS HASTALIKLARI HASTANESİNDE ÇALIŞAN HEMŞİRELERİN İNHALER KULLANMA BECERİLERİ

LEVENT CEM MUTLU 1, İBRAHİM YILMAZ 2 1 NAMIK KEMAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, TEKİRDAĞ 2 TEKİRDAĞ GÖĞÜS HASTALIKLARI HASTANESİ, TEKİRDAĞ

Amaç:

Obstrük�f akciğer hastalıklarında semptomların kontrol al�nda tutulamamasında rol oynayan en önemli faktörlerden biri inhaler cihazların yanlış kullanımıdır. Tekirdağ Göğüs Hastanesinde çalışmakta olan hemşirelerin inhaler cihaz kullanım becerilerini değerlendirmek amacıyla bu çalışma planladı.

Gereç ve Yöntem:

Servis ve polikliniklerde çalışmakta olan hemşirelere, inhaler cihazların kullanımı hakkında önceden teorik bilgi vermeden ölçülü doz inhaler, turbuhaler, aerolizer ve diskus kullanımlarını görsel olarak tarif etmeleri istendi. İnhaler kullanım becerileri Toraks Derneği Ulusal As�m Tanı ve Tedavi Rehberinde yer alan inhaler kullanım beceri formlarına göre değerlendirildi.

Bulgular:

Tekirdağ Göğüs Hastalıkları Hastanesinde çalışmakta olan 32 hemşire ve sağlık memurundan 29 (2 erkek, 27 kadın ortalama yaş 37,7 + 7 yıl) tanesi çalışmaya dahil edildi. Basamak basamak değerlendirildiğinde doğru kullanım oranları, ölçülü doz inhaler, turbuhaler, aerolizer ve diskus için sırasıyla % 52,3, % 53,9 % 92,6, ve % 60,3 olarak bulundu. Hemşirelerin hiç biri ölçülü doz inhaler, turbuhaler ve diskusun tüm basamaklarını doğru uygulamazken, % 68’i aerolizerın tüm basamaklarını doğru tarif e . En sık rastlanan hatalar ölçülü doz inhaler (%89,7), turbuhaler (81,5) ve diskus (75,2) için ikinci dozdan önce 20-30 saniye bekleme basamağı iken, aerolizer (%16) için hızlı ve derin nefes alma basamağı olarak belirlendi.

Sonuç:

İnhaler ilaçların etkinliği uygulama tekniğinin doğru ve eksiksiz olmasına bağlıdır. Hastaları doğru ilaç kullanma tekniğini öğretmekle görevli sağlık personelinin de bu konuda yeterli bilgi ve beceriye sahip olması gerek�ğini düşünmekteyiz.

Page 104: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

103

PS060

KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI OLAN OLGULARDA SERUM GHRELİN, IL-6 VE TNF-α DÜZEYLERİ

YASEMİN DEVECİ 1, FİGEN DEVECİ 1, NEVİN İLHAN 2, ILGIN KARACA 3, TEYFİK TURGUT 1, MEHMET HAMDİ MUZ 1 1 FIRAT ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, ELAZIĞ 2 FIRAT ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ BİYOKİMYA VE KLİNİK BİYOKİMYA AD, ELAZIĞ 3 FIRAT ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KARDİYOLOJİ AD, ELAZIĞ

Amaç:

Bu çalışmada, amacımız KOAH’lı kilo kaybı olan ve olmayan hastalarda serum ghrelin, TNF-α, IL-6 düzeylerinin belirlenmesi ve bu parametreler ile kilo kaybı, pulmoner fonksiyonlar ve pulmoner hipertansiyon (PH) arasındaki ilişkinin araş�rılmasıdır.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya stabil durumdaki 60 KOAH’lı hasta (Grup I) ile 15 kontrol olgusu (Grup II) alındı. KOAH’lı hastalar vücut kitle indeksine (VKİ) göre düşük kilolu hastalar (Grup Ia: VKİ < 20 kg/m2) veya normal kilolu hastalar (Grup Ib: VKİ ≥ 20 kg/m2) olarak ikiye ayrıldı. Tüm olgularda serum IL-6, TNF-α ve Ghrelin düzeyleri ve KOAH’lı hastalarda pulmoner arter basınçları ekokardiografi ile ölçüldü.

Bulgular:

Grup I’de serum ak�f ghrelin düzeyi kontrol grubuna göre ista�s�ksel olarak anlamlı düşüktü (p = 0.000), TNF-α ve IL-6 düzeyleri ise ista�s�ksel olarak anlamlı yüksek bulundu (p = 0.000, p= 0.001, sırasıyla). Serum ak�f ghrelin düzeyi grup Ia’da grup Ib’ye göre ista�s�ksel olarak anlamlı düşüktü (p = 0.005). Serum IL-6 düzeyi ise grup Ia’da grup Ib’ye göre ista�s�ksel olarak anlamlı yüksek� (p = 0.036). TNF-α düzeyi de grup Ia’da grup Ib ile karşılaş�rıldığında daha yüksek� ancak bu ista�s�ksel olarak anlamlı düzeye ulaşmadı. Serum ak�f ghrelin ve TNF-α düzeyi (PH) (+) KOAH ’lı hastalarda PH (-)’lere göre ista�s�ksel olarak anlamlı düşüktü (p değerleri sırasıyla p = 0.007, p = 0.009). KOAH’lı hastalarda ak�f ghrelin düzeyleri ile VKİ ve yağsız vücut kütlesi (YVK) arasında pozi�f korelasyon saptandı (sırasıyla r = 0.389, p = 0.002 ve r = 0.396, p = 0.002 ).

Sonuç:

Bizim bulgularımız KOAH’lı hastalarda kaşeksi ve PH gelişiminde azalmış ghrelin düzeylerinin katkısı olabileceğini düşündürmektedir.

PS061

MALATYA İLİNDE İDİYOPATİK PULMONER ARTERİYEL HİPERTANSİYON İNSİDANSI

ÖZKAN YETKİN , AYŞEGÜL ALTINTOP İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

İdiyopa�k pulmoner arteriyel hipertansiyon(IPAH) nadir görülen bir hastalık�r, yıllık insidansı çeşitli yayınlarda 1/1.000.000 olarak rapor edilmektedir. Tahmini prevalansı ise 10/1.000.000 olarak bildirilmiş�r. Bu araş�rma da Malatya ilinde tanı konulan IPAH lı olguların demografik verilerini ve prevalansını değerlendirmeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya IPAH tanısı konan 7 kadın olgu alındı. Hastaların tamamına solunum fonksiyon testleri, PAAC grafi, , ekokardiyografik inceleme, arter kan gazı analizi, pulmoner arter kateterizasyonu ve vazodilatasyon tes� ve al� dakika yürüme tes� (6-DYT) yapıldı.

Bulgular:

Hastaların tamamı kadın olgulardı ve yaş ortalaması 44 yıl (35-57) olarak hesaplandı. Solunum fonksiyon testleri ve diğer incelemelerde obstrük�f ve restrik�f akciğer patolojilerini düşündürecek bozukluk saptanmadı. Ortalama pulmoner arter basınçları 60 mmHg (45-75) olarak saptandı. Ortalama 6-DYT mesafesi ise 180 m (0-250 m) idi. Hastaların tamamında vazodilatasyon tes� nega�i. Hastalara IPAH tanısı konarak tedavileri başlandı.

Page 105: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

104

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Sonuç:

İdiyopa�k pulmoner arteriyel hipertansiyon tedavisinde endotelin reseptör antagonistleri, prostasiklin deriveleri, nitrik oksit, sildenafil, tedavi seçenekleri tek veya kombine olarak kullanılır. Malatya ilinde IPAH tanı ve tedavi merkezi sadece İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesinde yapılmaktadır. Malatya il nüfusu son sayıma göre 722.000 dir. Hastalık prevalansı nüfusa uyarlandığında il genelinde 10/1000.000 dur, hastaların tamamına tanı son iki yılda konulduğu göz önüne alınırsa yıllık insidans 5/1000.000 olarak karşımıza çıkmaktadır. Genel populasyonda 1/1000.000 olarak rapor edilen IPAH insidansı, bizim çalışmamızda 5 kat daha fazla bulunmuştur. Çalışma süresi ve olgu azlığına rağmen semptoma�k hastalarda ayırıcı tanılar arasında IPAH düşünülmesi ile hastalık sıklığının bilinenin aksine daha fazla olacağını düşünmekteyiz

PS062

TREATMENT OF VERY SEVERE STAGE OF COPD WITH CPAP

SİLVANA BALA , LORETA KARAULLİ , ALMA CANİ

UNİVERSİTY HOSPİTAL FOR LUNG DİSEASE

Aim:

The aim of this survey has been the improvement of gasometrical parameters, hematocrit and reduc�on of the days remaining in hospital , in the group of pa�ents with very severe stage of COPD, that use the medical treatment and CPAP, compare with other group of pa�ents who were under the same the treatment but without CPAP.

Method:

The survey is carried out on 98 pa�ents with very severe stage of COPD divided in two groups. The first group was treated with medical therapy and second group except medical therapy was treated, also with CPAP.

Results:

Our data have shown a good improvement of gasometrical parameters in the group of pa�ents who were treated with combined therapy, medical and CPAP, compared with the group without CPAP. So, pCO2 in the group of pa�ents without CPAP was decreased from 69 to 53 mm Hg, while in the group with CPAP was decreased from 69 to 47 mm Hg. PaO2 had an increase with 4 mm Hg and 22 mm Hg in respec�ve groups. Also, with the group

of combined therapy �me admi�ed in hospital had an important reduc�on from 8.4 days.

Conclusion:

Combined treatment in pa�ents with very severe stage of COPD had improved the gasometrical parameters and had reduced day staying in hospital.

PS063

KOAH’DA RADYOLOJİK FENOTİP VE KLİNİK PARAMETRELERLE İLİŞKİSİ

PINAR ÖNEN , BANU GÜLBAY , ELİF ŞEN , ASLIHAN YALÇIN , SEDA ÇİLOĞLU , ÖZNUR AKKOCA YILDIZ , SEVGİ SARYAL , TURAN ACICAN , GÜLSEREN KARABIYIKOĞLU ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD

Amaç:

KOAH’taki feno�pik değerlendirme farklı şekillerde yapılabilir, bunların içerisinde amfizem toraks tomografisi ile radyolojik olarak tanımlanabilir. Bu çalışmada KOAH olgularında toraks tomografisi ile amfizem görülme oranı ve amfizemin klinik parametreler üzerine etkilerinin değerlendirilmesi amaçlandı.

Gereç ve Yöntem:

Bilgisayarlı toraks tomografisi çekilen, KOAH tanılı 77 hastanın verileri incelendi. Toraks tomografisinde amfizem olan ve olmayan olgular şeklinde iki gruba ayrıldı. Klinik, fizyolojik ve fonksiyonel parametrelerle ilişkisi değerlendirildi.

Bulgular:

Çalışma grubunda kadın/erkek: 4/73, yaş ortalaması: 62±9 olarak bulundu. Hastaların ortalama beklenen % FEV1: 43±14’tü. Hastalardan 51’inde amfizem görülürken, 22’sinde amfizem saptanmadı. Amfizem olan ve olmayan gruplar arasında yaş ortalamaları farklı değildi (62±9 vs. 63±10). BMI’leri değerlendirildiğinde tüm hasta grubu ortalaması olan 25.6’dan düşük olgularda, toraks tomografisinde amfizem görülme oranı daha yüksek� (p=0.003). Amfizemli grupta yıllık doktora başvuru sayısı belirgin olarak daha yüksek� (3.2/yıl vs. 2.4/yıl, p=0.003). Laboratuar değerlerine bakıldığında amfizemli olguların hemoglobin düzeylerinin olmayanlara göre daha yüksek olduğu görüldü (15.6 mg/dl vs. 13.9 mg/dl, p=0.001), inspiratuar kapasite ise amfizem olgularında ista�s�ksel olarak anlamlı düzeyde düşüktü (1.27 L/dk vs. 1.92 L/dk, p=0.004).

Page 106: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

105

Sonuç:

Çalışma grubunda amfizemin hakim olduğu KOAH feno�pinde, olguların ortalama BMI’nin daha düşük olduğu ve bu olguların radyolojik olarak amfizem olmayan KOAH grubuna göre daha yüksek oranda doktor başvurusu olduğu belirlendi. Bu nedenle KOAH’ın feno�pik sınıflandırılması, hastaların klinik izleminde takip ve tedavi stratejilerinin belirlenmesinde dikkate alınmalıdır.

PS064

ATAK NEDENİYLE HOSPİTALİZE EDİLEN KOAH OLGULARINDA SERUM IL-6 DÜZEYLERİNİN MALNÜTRİSYON İLE İLİŞKİSİ

NECLA SONGÜR 1, ALİ KUDRET ADİLOĞLU 2, AHMET BİRCAN 1, ZEYNEP ÇINAR 1, ÖNDER ÖZTÜRK 1, AHMET AKKAYA 1 1 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, ISPARTA 2 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, MİKROBİYOLOJİ ANABİLİM DALI, ISPARTA

Amaç:

Atak nedeniyle hospitalize edilen KOAH olgularında serum interlökin-6 (IL-6) düzeylerinin malnütrisyon ve diğer klinik parametreler ile ilişkisini araş�rmak.

Gereç ve Yöntem:

Ocak 2007 ve Aralık 2008 tarihleri arasında KOAH atak nedeniyle hastaneye ya�rılan 78 hasta ( 74 erkek, 4 kadın, ortalama yaş: 67 yıl) çalışmaya alındı. Hastalardaki malnütrisyon düzeyi Subjek�f Global Değerlendirme (SDG) yöntemi ile araş�rıldı. Atak şidde� Anthonisen’in belir ği kriterlere göre değerlendirildi. Tedavi öncesi her hastada vücut kitle indeksi (VKI) hesaplandı. Tüm hastalarda tedavi öncesi serum IL-6, albümin, C-reak�f protein (CRP), lökosit, hemoglobin ve PaO2- SaO2 düzeyleri ölçüldü.

Bulgular:

Elliüç (%73) hastada serum IL-6 düzeyleri artmış�. SGD ile 78 hastanın 28’inde (%35.9) malnütrisyon yoktu. 50 (% 64) hastada malnütrisyon mevcu�u. Malnütrisyonu olan 50 hastanın 40 (%51)’ında orta derecede malnütrisyon, 10 (%13)’unda ağır dercede malnütrisyon saptandı. Artmış serum IL-6 düzeylerinin orta (p=0.0001) ve şiddetli malnütrisyon (p= 0.0001), azalmış albümin düzeyi (p= 0.024), azalmış VKI (p= 0.043) ve şiddetli atak (p= 0.0001) ile ilişkili olduğu bulundu.

Sonuç:

KOAH atak sebebiyle hastaneye ya�rılan birçok hastada malnütrisyon mevcu�u ve şiddetli ataklar ağır malnütrisyon ile birlikte idi. Yüksek serum IL-6 düzeyleri, malnütrisyon, VKİ, albümin ve atak şidde� ile ilişkili idi. Sonuçlarımız artmış serum IL-6 düzeylerinin KOAH atak nedeniyle hastaneye yatan hastalardaki malnütrisyonun etyopatogenezinde önemli bir rol oynayabileceğini ve bu olgularda nütrisyonel parametrelerin değerlendirilerek nütrisyonel destek tedavisinin KOAH atak tedavisine eklenmesi gerek�ğini düşündürmüştür.

PS065

KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI İLE ÜRİK ASİT DÜZEYLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ

AYTÜL ŞEN GÜLER , ÖZLEN TÜMER , SEMA SARAÇ , SELAHATTİN ÖZTAŞ , GÜLİZ ATAÇ , MELAHAT KURUTEPE SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Bu çalışmada KOAH hastalarında ürik asit düzeylerindeki değişiklikler ve bu değişikliklerle SFT ve AKG değerleri arasındaki ilişkiler araş�rılmış�r. Ayrıca bu değişikliklerin belirleyicilerinin tespit edilmesi amaçlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

48 alevlenme dönemi ve 30 stabil dönem olmak üzere toplam 78 KOAH hastası değerlendirilmiş�r.

Bulgular:

KOAH’lı olgularda ürik asit (UA) düzeyleri ise akut alevlenme grubunda anlamlı derecede yüksek� (sırasıyla, 6,70±3,19 ve 4,97±1,78, p<0,01). Hiperürisemi izlenen olguların tümü 50 yaş üzerinde ve çoğunluğu erkek�. Her iki grupta hiperkapnik (pCO2>45 mmHg) olgularda UA seviyeleri daha yüksek izlenmesine rağmen ista�ksel olarak anlamlı bulunmadı (p<0,05). Stabil grupta ağır hipoksemik (pO2<60 mmHg) olgularda hiperürisemi anlamlı yüksek saptandı (ağır hipoksemi: 6,67±0,95 ve hipoksemi yok: 4,70±1,12, p<0,01).

Sonuç:

Sonuç olarak alevlenme ve stabil KOAH’lı olgulardaki UA düzeyleri arasında anlamlı fark olması, her iki grupta hiperkapni izlenen hastalarda hiperürisemi saptanması ve stabil gruptaki hipoksemik olgularda UA seviyelerinin anlamlı yüksek bulunması; ürik asi�n KOAH alevlenmelerinde ve KOAH’ın ciddiye�ni belirlemede önemli bir indikatör olabileceğini göstermektedir.

Page 107: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

106

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

PS066

KRONİK OBSTRUKTİF AKCİĞER HASTALIĞI (KOAH) SAPTANAN OLGULARDA İNFLUENZA AŞISI UYGULAMASI SONRASINDA İNFLUENZA AŞISINA KARŞI ANTİKOR YANITININ KANTİTATİF ELİSA YÖNTEMİ İLE ARAŞTIRILMASI VE KLİNİK BULGULARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

CEYDA ANAR 1, SENA YAPICIOĞLU 1, CAN BİÇMEN 1, HÜSEYİN HALİLÇOLAR 1, İPEK ÜNSAL 1, UFUK YILMAZ 1 1 İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI BÖLÜMÜ 2 İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ, MİKROBİYOLOJİ BÖLÜMÜ

Amaç:

KOAH’lı olgularda, influenza aşısına karşı an�kor yanı� ve aşılamanın klinik bulgular üzerindeki etkileri.

Gereç ve Yöntem:

44 KOAH’lı olgu çalışma grubu olarak belirlendi ,influenza aşısı uygulandı. KOAH’lı ve aşı uygulanmamış 38 olgu ile 21 sağlıklı birey kontrol grupları olarak çalışmaya alındı. Influenza aşısına karşı an�kor yanı�nın kan�ta�f değerlendirmesi için, aşı öncesi, aşıdan 1 ay ve 1 yıl sonra alınan kan örneklerinde influenza Ig M ve Ig G parametreleri ELISA yöntemiyle analiz edildi. dispne, balgam miktarı ve/veya pürülansında ar�ş olması akut atak kriterleri olarak belirlendi. Lökositozu ve PA akciğer grafisinde infiltrasyonu olan olgular pnömoni olarak değerlendirildi. Hastanede kalış süreleri, yoğun bakım desteği görüp görmedikleri ile ilgili veriler kaydedildi. Aşılanmış olgu gruplarımızın klinik bulguları 1. kontrol grubu ile ista�s�ksel olarak karşılaş�rıldı. akut atakla hastaneye başvurmayan ve influenza aşısı uygulanan olguların Ig G an�kor yanıtları, aşılanmamış sağlıklı kontrol grubu ile karşılaş�rılarak ista�s�ksel değerlendirmeye alındı.

Bulgular:

akut atakla başvurduğu ilk ay kontrol grubunda çalışma grubuna göre daha erken saptandı.akut atakla başvuru sayısının kontrol grubundakilere göre ista�s�ksel olarak anlamlı derecede daha az olduğu saptandı. Kontrol grubundaki ağır ve çok ağır derecede KOAH olgularının çalışma grubundaki aşılı olgulara göre ista�s�ksel olarak anlamlı derecede daha çok akut atakla hastaneye başvurdukları bulundu. Çalışma grubundaki aşılı olguların kontrol grubundakilere göre daha az pnömoni geçirdiği, hastanede ve yoğun bakımda ista�s�ksel olarak anlamı derecede daha az yağı belirlendi. İnfluenza aşısı yapılan ve akut atakla başvurmayan olguların sağlıklı bireylerden oluşan kontrol grubuna göre aşı öncesi ile aşıdan bir ay ve bir yıl sonraki influenza Ig G düzeylerinin ista�s�ksel olarak anlamlı derecede arğı izlendi.

Sonuç:

KOAH hastalarının aşılanması yaşam kalitelerini ar�rmakta, hastane ya�şlarını ve infeksiyon epizotlarını azal�p tedavi giderlerini düşürmektedir. Aşı öncesinde varolan koruyucu an�kor düzeylerinde aşılama ile ar�ş olduğu görülmektedir. Influenza aşılamasının koruyucu an�kor düzeylerinde ve klinik bulgularda etkinliğinin, aşılanmamış bireylerden belirgin olarak daha iyi olduğu bulunduğundan, ağır ve çok ağır KOAH’lı aşılanmamış hastalarda influenza aşı uygulamasının yararlı olduğu düşünüldü.

PS067

KOAH VE KOR PULMONALE HASTALARININ AYIRICI TANISINDA BRAİN NATRİÜRETİK PEPTİD’İN YERİ

SEMRA KÖKLÜ , SELAHATTİN ÖZTAŞ , MELAHAT KURUTEPE , GÜLİZ ATAÇ , ÖZLEN TÜMER , SEMA SARAÇ , AYTÜL ŞEN GÜLER SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALILARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Brain natriüre�k pep�d (BNP) 32 aminoasitli bir pep�ddir. Vazorelaksan ve natriüre�k etkileri vardır.Özellikle kalp yetmezliğinde yükselir. Çalışmamızda kor pulmonale ve KOAH hastalarında BNP değerini karşılaş�rmayı amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Aralık 2006-Temmuz 2007 tarihleri arasında KOAH ve kor pulmonale tanısı ile başvuran 60 hasta ve kontrol grubu olarak 30 sağlıklı kişi alındı.

Bulgular:

Çalışmamızda plazma BNP değeri kor pulmonaleli grupta, kor pulmonalesi olmayan KOAH grubuna ve kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde yüksek olarak ölçüldü. Kor pulmonale grubunun BNP değeri ( ort. =14.04, SD = 9,21 ) KOAH grubuna (ort. =7.56, SD = 4,66 ) göre ista�s�ksel olarak anlamlı yüksek saptandı. (p<0.001). Kor pulmonale grubunun BNP değerinin sağlıklı olup sigara içen (ort. =7.99, SD =5,87 ), sağlıklı olan ve sigara içmeyen (ort. =9,69, SD = 4,57 ) göre ista�s�ksel olarak anlamlı yüksek saptandı (p<0.001). Ayrıca KOAH’lı olgularla kontrol grubu arasında BNP değerinde ista�s�ksel olarak fark saptanmadı.

Sonuç:

Sonuç olarak BNP’nin kor pulmonalede duyarlılığı %55 ve özgüllüğü %67 saptanmış olup literatürle uyumludur. Çalışmamızda KOAH tanısı bilinen hastalarda BNP düzeyinin yüksek bulunmasının bu hastalarda kor pulmonalenin varlığının bir göstergesi olduğu kanısına varılmış�r.

Page 108: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

107

PS068

HAFİF KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI İLE BİRLİKTE AÇIKLANAMAYAN HİPOKSEMİSİ OLAN HASTALARDA PATENT FORAMEN OVALE’NİN KLİNİK ÖNEMİ

ESRA BİLGİN 1, HARUN KILIÇ 2, MURAT AKSOY 2, MELİKE YÜCEEGE 1, RAMAZAN AKDEMİR 2, SADIK ARDIÇ 1 1 SB DIŞKAPI YBEAH GÖĞÜS HASTALIKLARI VE TBC KLİNİĞİ 2 SB DIŞKAPI YBEAH KARDİYOLOJİ KLİNİĞİ

Amaç:

Patent foramen ovale’nin (PFO) hafif kronik obstrük�f akciğer hastalığı (KOAH) olgularında tespit edilen açıklanamayan hipoksemiye katkıda bulunup bulunmadığını araş�rmak.

Gereç ve Yöntem:

Hafif KOAH(FEV1/FVC %: <70%, FEV1≥ %80 (beklenen)) dışında ek hastalığı olmayan ve bu KOAH düzeyi ile açıklanamayan hipoksemiye(PO2<75, SO2<95) sahip 21 hasta çalışmaya kabul edildi. Parsiyel arterial oksijen basıncı (PaO2) ve arterial oksijen saturasyonları (SaO2) arterial kan gazları analizi ile tespit edildi. Solunum fonksiyon testleri KOAH derecesini belirlemek üzere tüm hastalara uygulandı. Standart ve kontrast ekokardiyografi pulmoner arter basıncını (PAB) ve PFO’ yu için tespit etmek için kulanıldı.

Bulgular:

Hastaların ortalama yaşı 64±12 idi. 4 hastada (%19) PFO tespit edildi. PFO olmayan hastalarda ortalama PO2, SO2 ve PAB değerleri sırasıyla; 57.4±6.8, 90±3.2, 33.8±5.4, PFO tespit edilen hastalarda PO2, SO2 ve PAB değerleri sırasıyla; 46,5±13.7, 79,3±12.8, 42.5±6.5 olarak bulundu. PO2 ve SO2 düzeyleri PFO varlığı ile nega�ve yönde korelasyon (PO2: r -0.476, p=0,029 / SO2: r -0.602, p=0,004), PAB düzeyleri ise pozi�f yönde korelasyon gösterdi(PAP: r +0.537, p= 0,012).

Sonuç:

Bu çalışma düşük PaO2 ve SaO2 ve yüksek PAB düzeyleri ile birlikte olan hafif KOAH’lı hastalardaki hipoksiye patent foramen ovale’nin katkısı olabileceğini göstermektedir. Ancak kesin sonuçlar için daha yüksek sayıda hastanın dahil edileceği gelecekteki çalışmalara ih�yaç duyulmaktadır.

PS069

KOAH’LI OLGULARDA DEPRESYON BELİRTİLERİ VE SOLUNUMSAL PARAMETRELERLE İLİŞKİSİ

NAZİRE UÇAR , SERDAR AKPINAR , DİLEK ERNAM , OSMAN ÖRSEL , DİDEM BİREL , TUĞRUL ŞİPİT ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

KOAH’lı olgularda depresyon belir�leri olup olmadığını saptamak ve depresyon skorlarının FEV1, 6 dakika yürüme tes� (DYT), PO2, PCO2 gibi solunumsal parametrelerle ilişkisini araş�rmak.

Gereç ve Yöntem:

Kliniğimizde yatarak tedavi olan ve ayaktan polikliniğimize başvuran KOAH’lı hastalar çalışmaya alındı. GOLD’a göre KOAH evrelemesi yapıldı. Hastaların demografik özellikleri, hastalık hikayesi sorgulandı. Spirometrik testler, arteriyel kan gazı tetkiki, 6 DYT, BORG dispne skoru ve Beck depresyon ölçeği değerleri kaydedildi. İsta�s�ksel değerlendirmeler yapıldı. Önceden psikiyatrik hastalık tanısı olan ve ilaç kullanma öyküsü olan hastalar çalışma dışı bırakıldı.

Bulgular:

Grup 1’de; 16 yatan ve grup 2’de; 16 ayaktan olmak üzere toplam 32 hasta (24 erkek, 8 kadın) çalışmaya alındı. Hastaların yaş ortalaması: 58,34±8,69. Depresyon belir�leri gösterme sıklığı: % 53,1. Depresyon belir�leri gösterme açısından gruplar arasında anlamlı fark saptanmamakla birlikte ileri evre olgularda depresyon skoru yüksek bulundu (p=0,059). KOAH evresine göre karşılaş�rıldığında evre1-2’de 3 (%9,3), evre 3-4’de 14 hastada (%43,5) depresyon belir�leri saptandı. Evrelere göre karşılaş�rıldığında depresyon belir�leri gösterme sıklığı açısından anlamlı bir fark saptandı (p>0,05). Depresyon skorları ile FEV1, 6 DYT mesafesi, PO2, PCO2 arasında da anlamlı bir fark bulunamadı (p>0,05).

Sonuç:

KOAH’lı, hastanede yatan, evre 3-4 hastalarda, ayaktan başvuranlara göre depresyon belir�leri daha sık�r. Ancak solunumsal parametrelerle ilişkisi saptanmadığından, hastanın KOAH’nın seyrini olumsuz yönde etkilemiyor gibi görünse de bu konuda daha çok sayıda hastaların yer aldığı geniş kapsamlı çalışmalar yapılması gerekmektedir.

Page 109: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

108

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

PP070

EPIDEMIOLOGICAL STUDIES IN CHRONIC RESPIRATORY DISEASES (CRD) - BETWEEN LIMITS AND RECOMMENDATIONS

FLORİN DUMİTRU MİHALTAN 1, OANA DELEANU 1, IRİNA STRAMBU 1, IOANA MUNTEANU 1, IOANA DARAMUS 2, MİHAELA MİHAİLOVİCİ 2

1 ROMANİAN SOCİETY OF PNEUMOLOGY2 CENTER FOR HEALTH POLİCİES AND SERVİCES

Aim:

To evaluate the prevalence of chronic respiratory diseases in Romania and the limits and recommenda�ons of epidemiological studies in CRD

Method:

Popula�on study, representa�ve for Romanian popula�on 18 years and older, +/- 4,1% error, 95% confidence. Systema�c literature review study.

Results:

The available data show that only 20-25% of pa�ents with COPD are diagnosed with the disease. The environmental factors are oen forgo�en in our country as risk factors for CRD. Frequently the pa�ent is sub evalua�ng the disease. The involvement of the physicians at the secondary level in disease management is week. The pa�ent’s access to spirometry and alergology tests is s�ll difficult in Romania. On this occasion a systema�c literature review has been conducted in order to compare the study data with the interna�onal published data available.

Conclusion:

There is a strong need to develop a na�onal program to diagnose and monitor COPD as well as to develop the home care for the pa�ents suffering with the disease. The limits and recommenda�ons of the epidemiological studies for CRD’s are discussed on the paper and recommenda�ons for further improvement of such studies are formulated. This study was done by Center for Health Policies and Services and Romanian Society of Pneumology. Data collec�on was done by a research company. The study was possible due to the funds received by the Center for Health Policies and Services from the Global Fund to Fight HIV/AIDS, Tuberculosis and Malaria, round 6, through Romanian Angel Appeal for the project “PAL strategy implementa�on in Romania”.

PS071

KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI VE EK HASTALIKLAR

SÜLEYMAN SAVAŞ HACIEVLİYAGİL , AYŞEGÜL ALTINTOP , MÜGE OTLU , ZEYNEP AYFER AYTEMUR İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, MALATYA.

Amaç:

Kronik Obstrük�f Akciğer Hastalığında (KOAH) ek hastalıklar sık görülmektedir. Bu çalışmada KOAH’lılarda ek hastalıkların sıklığı ile ek hastalıkların hastaneye ya�ş ve mortaliteye etkisi incelendi.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya Ekim 2008-Ocak 2009 tarihleri arasında kliniğimize başvuran 81 KOAH hastası alındı. Hastaların dosya bilgileri ve verileri spss 16.0 programı kullanılarak ista�s�ksel incelemeye alındı. Hastalarda en sık saptanan ek hastalıkların sayısı ve yüzdeleri belirlendi. Ek hastalık varlığının morbiteye (hastane ya�şı) ve mortaliteye etkisi ki-kare tes�yle incelendi.

Bulgular:

Çalışmada KOAH’lıların 62’sinde (%76.5) ek hastalık tespit edildi. En sık saptanan ek hastalıklar; kalp yetersizliği (n:41,%50.6), hipertansiyon(n:17,%21) ve diabetus mellitustu(n:14,%17.3). Hastaların 50’sinde (%61.7) kor pulmonale tespit edildi. Ek hastalığı bulunan hastaların hastaneye ya�ş oranı daha fazlaydı (%81, %19, p:0.019). Ek hastalığı olan hastaların sekizi, ek hastalığı olmayanlar hastaların sadece biri öldü, bu oran ista�s�ksel olarak anlamlı değildi (p>0.05).

Sonuç:

Ek hastalıklar KOAH’ta sık görülmektedir ve KOAH’ın morbiditesi ar�rmaktadır. Ek hastalıkların tedavisinin KOAH tedavi başarısını ar�racağını ve KOAH’ın morbidite ve mortalitesini azaltacağını düşünmekteyiz.

Page 110: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

109

PS072

KLİNİĞİMİZDEKİ AKUT KOAH ATAKLARINDA BIPAP(BİLEVEL POSITIVE AIRWAY PRESSURE) TEDAVİSİ SONUÇLARI

MELTEM AĞCA , SİBEL ARINÇ , OĞUZ AKTAŞ , DİLDAR DUMAN , MÜYESSER ERTUĞRUL , SİNAN BODUR , TURAN KARAGÖZ SÜREYYAPAŞA GÖGÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

KOAH’a bağlı akut hiperkarbik ve/veya hipoksemik solunum yetmezliğinde medikal tedaviye ek olarak hastanın ven�lasyonunun desteklenmesi gerekir. Destek amacıyla uygulanan pozi�f basınçlı ven�lasyon iki şekilde yapılır: Bunlardan biri yoğun bakım koşullarının gerek�ği ve birçok komplikasyonu beraberinde taşıyan entübe edilerek yapılan invaziv mekanik ven�lasyon(IMV), diğeri ise entübe edilmeden yüz veya nasal maske ile servislerde uygulanabilen noninvasiv mekanik ven�lasyondur(NIMV). Çalışmamızda akut KOAH tanısı ile kliniğimizde yatmakta olan olgularda medikal tedaviye ek olarak uygulanan BIPAP’ın etkinliğini ve sonuçlarını araş�rdık.

Gereç ve Yöntem:

Ocak 2007-Mayıs 2008 tarihleri arasında kliniğimizde KOAH’a bağlı hiperkarbik ve/veya hipoksemik solunum yetmezliği tanısıyla BİPAP tedavisi almış 29 hastanın dosyaları retrospek�f olarak incelendi. Hastaların yaş, cinsiyet, KOAH süresi, sigara öyküsü, eşlik eden hastalık öyküsü, servise giriş-çıkış arteriyel kan gazı(AKG) değerleri kaydedildi. Çalışmaya KOAH tanısı olan hastalar alındı.

Bulgular:

BİPAP tedavisinin 4. saa�nden i�baren arter kan gazı değerlerinde, ph ve O2 saturasyonunda ista�s�ksel olarak anlamlı ar�ş, parsiyel CO2 düzeylerinde ista�s�ksel olarak anlamlı düşüş gözlenirken parsiyel O2 ve HCO3 değerlerinde anlamlı bir değişiklik gözlenmemiş�r. Genç yaş grubunda başarı oranın daha yüksek olduğu gözlenirken, cinsiyet, sigara kullanımı (paket/yıl), ek hastalık, evde tedavi alma, geliş lökosit ve bazal AKG değerlerinin BİPAP başarısı ile arasında korelasyon kurulamamış�r. Hastaların bazal pCO2, pH, sO2, değerleri BIPAP sonrasında anlamlı olarak düzeldiği saptandı. Hastalardan biri kaybedilirken, yirmidokuz hastanın 8’inde solunumsal asidozun ağırlaşması, hasta uyumsuzluğu, dispne şikayetlerinin artması nedeniyle servis takibinin zor olduğu düşünülerek yoğun bakım ünitesine(YBÜ) nakil edilmiş�r.

Sonuç:

Tar�şma: KOAH’a bağlı akut hiperkarbik solunum yetmezliğinde BİPAP tedavisi servislerde uygun koşullar

sağlanması durumunda kolayca uygulanır. Kliniklerde noninvaziv mekanik ven�latörlerin ar�rılması tedavi maliyetlerinin pahalı olduğu ve kimi zaman yatak sıkın�sının çekildiği YBÜ’lerine olan ih�yacı da büyük ölçüde azaltacak�r.

PS073

KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI İLE TİROİD HORMON DÜZEYLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ

AYTÜL ŞEN GÜLER , SEMA SARAÇ , GÜLİZ ATAÇ , ÖZLEN TÜMER , SELAHATTİN ÖZTAŞ , MELAHAT KURUTEPE , SEMRA KÖKLÜ SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

KOAH’da hipoksemi, alevlenme, ilaçlar, kaşeksi ve malnütrisyon gibi birçok nedenle endokrinolojik değişiklikler meydana gelmektedir. KOAH olgularında �roid hormon düzeylerindeki değişiklikler ve bu değişikliklerin belirleyicilerinin araş�rıldı.

Gereç ve Yöntem:

Bu çalışmada, 48 akut alevlenme ve 30 stabil dönemdeki 78 KOAH’lı hasta değerlendirildi.

Bulgular:

Akut alevlenmesi olan gruptaki sT3 seviyelerindeki düşüklük ﴾sırasıyla, 15 (%68,8) / 33 (31,3) ve 3 (%90) /27 (%10), p<0,05﴿ ve sT4 seviyelerindeki yükseklik ﴾sırasıyla, 14 (70,8) / 34 (%29,2) ve 0/30, p<0,01﴿ stabil gruba göre daha yüksek oranlarda bulundu. Ayrıca anormal (düşük ve yüksek TSH düzeyleri) TSH düzeylerine sahip hastaların toplamı yine akut KOAH’lı olgularda dikkat çekici oranda yüksek� (düşük:14, yüksek:3, normal:31, toplamda n:17/31). Akut KOAH’lı olgularda anormal TSH düzeylerine sahip grup incelendiğine, düşük TSH seviyelerinin (n:14/17) daha fazla olduğu görüldü. HÖS (Hasta ö�roid sendromu) insidansına bakıldığında, akut ataktaki grupta kontrol grubuna göre HÖS insidansı daha yüksek olarak saptandı ﴾sırasıyla, %66,6 (n:32/48) ve %20 (n:6/30)﴿ ve her iki grupta HÖS , 50 yaş üzerinde daha fazla izlendi.

Sonuç:

Sonuç olarak bu çalışmada; sistemik bir hastalık olan KOAH’da, �roid hormon düzeylerinin etkilendiği, hormonal değişikliklerin özellikle hastalığın ağırlığı ve hipoksemi ile ilişkili olduğu, alevlenme döneminde hormonal değişikliklerin daha fazla görüldüğü saptanmış�r.

Page 111: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

110

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

PS074

KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞINDA EGZERSİZ KAPASİTESİ İLE DİSPNE SKALALARI VE YAŞAM KALİTESİ ARASINDAKİ İLİŞKİ

FATMA ÇİFTCİ , ÖZNUR AKKOCA YILDIZ , SEVGİ BARTU SARYAL ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD

Amaç:

KOAH hastalarının egzersiz kapasitesi ve yaşam kalitesi düşüktür. Bu çalışma 6DYT ve KPET tes�nin dispne indeksleri ve yaşam kalitesi anketleri ile ilişkisini incelemek amacıyla yapıldı.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya klinik olarak stabil 36 KOAH olgusu dahil edildi. KOAH’ lı olguların tanısı GOLD kriterleri doğrultusunda (klinik, radyolojik, solunum fonksiyon testleri ile) konuldu. Hastaların ağırlık dereceleri GOLD’ a göre evrelendi. Çalışmaya alınan 36 stabil dönem KOAH’ lı olguya temel değerlendirmeden sonra çalışma protokolü çerçevesinde 6DYT ve KPET uygulandı. Dispne derecesi egzersiz öncesi ve sonrası Borg dispne skalası ile değerlendirildi. Olgulara dispne skalaları (MRC, BODE, Borg, BDI) ve yaşam kalitesi anke� (Saint George’ s Solunum Anke�) yap�rıldı.

Bulgular:

Al� dakika yürüme tes� ile dispne skalaları ve yaşam kalitesi anke� arasında ista�s�ksel olarak anlamlı ilişki saptanmadı. KPET parametrelerinden VO2 max ve O2 pulse ile SGRQ semptom skoru, impakt skoru ve toplam skoru arasında ista�s�ksel olarak anlamlı ilişki bulundu. VO2, VE ve O2 pulse ile BODE indeksi arasında nega�f korelasyon izlendi. MRC, BDI ve Borg dispne skalalarının her iki egzersiz tes�yle ilişkisi bulunmamaktadır

Sonuç:

Sonuç olarak; basit bir test olan 6DYT KOAH olgularında egzersiz kapasitesinin belirlenmesinde değerlidir. BODE indeksi ve Saint George’s Solunum anke� (SGRQ) maksimum oksijen kullanımı (VO2) ile ilişkiliyken 6DYT dispne indeksleri ve yaşam kalitesi anketleriyle ilişkili değildir.

PS075

KOAH’DA KOMORBİD DURUMLARIN HASTALIK SEYRİNE ETKİSİ

FÜSUN YILDIZ , İLKNUR BAŞYİĞİT , HAŞİM BOYACI , MERYEM BAKIR , SİBEL ARSLAN KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Başta kalp hastalıkları olmak üzere pek çok kronik hastalık ile KOAH birlikteliği sık�r. Bu çalışmanın amacı, komorbiditelerin KOAH seyrine etkisini araş�rmak�.

Gereç ve Yöntem:

KOAH polikliniğimize başvuran ve düzenli olarak en az bir yıldır takip edilen hastaların demografik özellikleri, hastalık ağırlığı, atak sayıları ve ek hastalıkları kaydedildi. Ek hastalığı olan ve olmayan hastalar karşılaş�rıldı.

Bulgular:

Çalışmaya alınan 53 hastanın tümü erkek olup yaş ortalaması 63 ± 10.5 yıl, ortanca sigara kullanım değeri 44 paket-yıl, hastalık süresi 4 yıl ve kontrol sayısı 4 kontrol/yıl olarak saptandı. Hastaların %79’u (n:42) GOLD evre 2 ve 3 olarak değerlendirildi. Son bir yılda 13 hastada toplam 20 atak tespit edilirken, bu atakların 14’ünde hastaneye ya�ş, üçünde ise yoğun bakım ünitesine ya�ş gerek�ği görüldü. Hastalık evresi ile atak sayısı arasında korelasyon saptandı (p:0.001, r:0.45). Eşlik eden hastalıklar değerlendirildiğinde; hastaların %22.6’sında (n:12) tek komorbidite mevcutken, %18.8’inde ise (n:10) iki veya daha fazla komorbidite saptandı. En sık komorbidite hipertansiyon olup, hastaların %32’sinde mevcu�u. Koroner arter hastalığı hastaların %24.5’inde, diyabet % 7.5’inde ve konjes�f kalp yetmezliği %5’inde tespit edildi. Üç hastada ise eşlik eden malignite (2 hastada larynx, 1 hastada prostat) mevcu�u. Komorbidite ile atak sayısı arasında korelasyon saptanmadı

Sonuç:

Düzenli kontrollere gelen KOAH’lı hastalarda atak ile acile başvurma sıklığının düşük olduğu düşünülmektedir. Ayrıca düzenli takip, eşlik eden hastalıkların da kontrolüne katkıda bulunarak bu komorbiditelerin KOAH seyrini olumsuz etkilemesini önlüyor olabilir.

Page 112: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

111

PS076

CLINIC-MORFOLOGICAL PATHOMORPHISM AT COPD PATIENTS IN UZBEKISTAN

KAMOLA UBAYDULLAEVA

NATİONAL INSTİTUTE OF TB AND PULMONOLOGY, TASHKENT

Aim:

To study the influence of pes�cide on clinic-morfological pathomorphism of COPD.

Method:

The peculiari�es of clinical features of disease, respiratory func�on, mucociliary transport condi�on in accordance with date of indicators excre�on at 98 COPD pa�ents of different severity have been studied. All pa�ents were divided on 2 groups: I group-66 pa�ents with pes�cide cumula�on in organism and II group-32 pa�ents without pes�cide cumula�on.

Results:

Morfofunc�onal condi�on of mucociliary apparatus in compared groups have been studied according to dates of light microscopy of biopsy forceps of segmental bronchus mucosa. Light microscopy and ultrastructural analysis of segmental bronchus mucosa at pa�ents of compared groups showed an essen�al difference in func�onal morphology of mucociliary apparatus, that tes�fies to pes�cides influence on COPD pathomorphism. The date of indicators excre�on at COPD pa�ents with pes�cide cumula�on was significantly increased, and the date of peak expiratory flow rate (PEFR) was significantly decreased. COPD pa�ents with pes�cide cumula�on in organism had chronic sclerosing bronchi�s; COPD pa�ents without cumula�on had chronic catarrhal-sclerosing bronchi�s.

Conclusion:

It has been proved that the high pes�cides content in blood leads to the evident clinical symptoms of the disease and mucociliary insufficiency, which deteriorate bronchial obstruc�on.

PS077

KOAH’DA İNFLAMASYONUN TAYİNİNDE NAZAL LAVAJ YÖNTEMİNİN KULLANILMASI

HAŞİM BOYACI , AYŞE PALA , İLKNUR BAŞYİĞİT , FÜSUN YILDIZ , AYSUN ŞENGÜL KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

As�m ve allerjik rinit ilişkisinden ortaya çıkan, tek havayolu tek hastalık kavramının, sigaraya bağlı hastalıklar için de geçerli olması gerek�ğini belirten görüşler bulunmaktadır. Buna göre, zararlı etken aynıdır ve çoğu durumda patogenez ortak�r. Biz de bu görüşten yola çıkarak KOAH’lı hastalarda hava yolu inflamasyonun saptanması ve tedavinin etkinliğinin değerlendirilmesinde nazal lavaj yönteminin uygulanabilirliğini araş�rmayı amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Yirmi dokuz orta ve ağır KOAH’lı hasta randomize olarak 2 gruba ayrıldı. Hastalar kullanmakta oldukları bronkodilatör tedaviye ek olarak, 8 haa süresince; Grup 1 (İKS)’ de inhale steroid (flu�kazon propiyonat, 1000 mcg/gün), grup 2 (TEO)’ de ise teofilin (400 mg/ gün) ile tedavi edildiler. Tedavi öncesi ve sonrasında, nazal lavaj örneklerinde TNF-alfa, IL-6 ve LTB4’ ten oluşan inflamasyon belirteçleri ölçüldü.

Bulgular:

Tüm olgularda nazal lavaj işlemi çok rahat ve komplikasyonsuz olarak uygulandı. Alınan örneklerde inflamasyon belirteçleri rahatlıkla ölçülebilir düzeylerde idi. Teofilin kullanan hastaların tedavi sonrası nazal lavaj TNF-alfa düzeylerinde anlamlı azalma saptandı (TEO nazal lavaj TNF-alfa: 11,52±5,81 - 7,48±1,44 pg/ml p< 0,05). IL-6 ve LTB4 düzeylerinde her iki grupta da (İKS ve TEO) tedavi sonrası ista�s�ksel olarak anlamlı bir değişiklik saptanmadı.

Sonuç:

İnflamasyonla seyreden havayolu hastalıklarında, havayolu inflamasyonunun saptanması ve an�inflamatuar tedavinin hava yollarındaki etkinliğinin takibinde, nazal lavaj işlemi, kolay uygulanabilen ve etkili bir yöntem olabilir. Ancak daha geniş ve karşılaş�rmalı çalışmalara gereksinim vardır.

Page 113: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

112

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

PS078

SİGARA İÇEN VE İÇMEYEN KOAH’I OLAN KADINLARDA ATOPİ VE DİĞER RİSK FAKTÖRLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

E. YELDA ÖZGÜN NİKSARLIOĞLU 1, GÜL KARAKAYA 2, AHMET UĞUR DEMİR 1, A. FUAT KALYONCU 2 1 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, ERİŞKİN ALERJİ ÜNİTESİ

Amaç:

Kronik obstrük�f akciğer hastalığı (KOAH) ilerleyici ve kısmen geri dönüşlü hava yolu obstrüksiyonu ile karakterize bir hastalık�r. E�yolojide en önemli risk faktörü sigara olup bilinen başka pek çok risk faktörü de vardır.Bu çalışmada sigara içen ve içmeyen KOAH’lı kadınlarda kalıtsal bir özellik olan atopi ve diğer risk faktörleri değerlendirilmiş�r.

Gereç ve Yöntem:

Araş�rmalarda atopi tanımı için allerjenlere karşı deri prik tes� pozi�fliği ve/veya spesifik IgE varlığı ve/veya total IgE düzeyinde yükseklik gibi kriterler kullanılmaktadır. Çalışmaya Hace�epe Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Polikliniğinde 1 Ocak 2006 ile 1 Mart 2007 tarihleri arasında KOAH (kronik bronşit, amfizem ve/veya küçük hava yolu hastalığı ) nedeniyle takip edilen veya yeni tanı alan 96 kadın hasta dahil edildi.

Bulgular:

Sigara içmeyenlerin (Grup I; n=42) yaş ortalaması içenlerden (Grup II; n=54) daha yüksek� (64.5±10.7 ve 58.4±9.5; p=0.04). Grup I ve II arasında kişisel atopik hastalık öyküsü, aspirin/analjezik intoleransı, deri prik tes� pozi�fliği, kan eozinofil yüzdesi ve serum total IgE düzeyleri açısından fark yoktu. Grup II’nin ortalama mutlak FEV1 değerinin grup I’den daha yüksek (1.4±0.5 ve 1.2±0.4 Litre; p=0.015) olduğu saptandı. Tüm hastalarda serum total IgE (ln IgE) düzeyi yükseldikçe beklenen FEV1 düzeyinde düşme izlendi. Ancak grup I ve II’ye tek tek bakıldığında benzer eğilim izlenmekle birlikte aralarında ista�s�ksel olarak anlamlı fark yoktu.

Sonuç:

Sonuçta KOAH’lı kadın hastalarda IgE düzeyi ile tanımlanan atopi ile solunum fonksiyon tes� arasında ilişki saptanırken, sigara içen ve içmeyenler arasında benzer bir ilişki izlenmemiş�r. Hastalardaki bronş hiperreak�vitesi öyküsünün ve serum total IgE düzeyi ile FEV1 arasındaki korelasyonun Dutch hipotezini destekler bir bulgu olabileceği düşünülmüştür.

PS079

KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞINDA İMMUNİZASYON. GERÇEKTEN YAPTIRTIYOR MUYUZ ?

ONUR FEVZİ ERER , GÜLİSTAN KARADENİZ , DİDEM GAZİBABA , GÜLCAN ÜRPEK , ENVER YALNIZ , SERİR AKTOĞU İZMİR DR.SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

KOAH hastalarında grip ve pnomokok aşısı ile ilgili bilgi düzeylerini ölçmek ve yapılma oranlarını saptamak.

Gereç ve Yöntem:

2009 yılı Aralık ayı içerisinde bir eği�m hastanesi göğüs hastalıkları polikliniğine başvuran ve anke� yanıtlamayı kabul eden KOAH tanılı ardışık 100 hasta çalışmaya alındı. Hastaların grip ve pnomokok aşılarını bilip bilmedikleri ve yap�rıp yap�rmadıkları sorgulandı. Bu sonuçlar hastaların yaşı, cinsiye�, eği�m durumu, sigara kullanımı ve KOAH yaşı (kaç yıldır KOAH tanısı olduğu) ile korelasyonlarına bakıldı. Konuyla ilgili nasıl bilgi edindikleri kaydedildi.

Bulgular:

Hastaların grip ve pnomokok aşılarının ne olduğunu bilme oranları sırasıyla % 49 ve %12 olduğu , hastaların grip aşısı ve pnomokok aşısı yap�rmış olma oranları ise sırasıyla %40 ve % 10 olarak saptandı. Bu bulgular yaş, cinsiyet, eği�m durumu, KOAH yaşı ve sigara kullanımı ile bir korelasyon göstermemekteydi.

Sonuç:

KOAH hastalarına poliklinik şartlarında grip ve pnomokok aşılaması konusunda daha fazla bilgilendirme ve eği�m yapılması gerek�ği düşüncesindeyiz

Page 114: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

113

PS080

KOAH’LI HASTALARDA İNHALER STEROİDLERİN VE TEOFİLİNİN SİSTEMİK İNFLAMASYON ÜZERİNE ETKİSİ

AYŞE PALA , HAŞİM BOYACI , İLKNUR BAŞYİĞİT , FÜSUN YILDIZ , AHMET ILGAZLI KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

KOAH’ın sistemik ve inflamatuvar karakterinin ön plana çıkması araş�rmacıları an�-inflamatuvar tedavi ajanlarının kullanımına yönelik çalışmalar üzerine yoğunlaş�rmış�r. Bu çalışmanın amacı KOAH tedavisinde kullanılan inhale kor�kosteroidlerin sistemik inflamasyon belirteçleri üzerine etkinliğini araş�rmak ve teofilin ile karşılaş�rmak�.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya alınan 29 orta ve ağır KOAH’ lı hasta randomize olarak 2 gruba ayrıldı. Kullanmakta oldukları bronkodilatör tedaviye ek olarak, 8 haa süresince grup 1’ deki hastalar inhale steroid (flu�kazon propiyonat, 1000 mcg/gün) ve grup 2’ deki hastalar da teofilin (400 mg/ gün) ile tedavi edildiler. Tedavi öncesi ve sonrasında solunum fonksiyon testleri yapıldı, serum CRP, TNF-alfa, IL-6 ve LTB4 düzeyleri ölçüldü.

Bulgular:

İnhale steroid ve teofilin tedavisi sonrası ölçülen serum CRP düzeylerinde her iki grupta da ista�s�ksel olarak anlamlı bir azalma olduğu görüldü (İKS serum CRP: 1,06±1,20 - 0,49±0,22 mg/dl p< 0,05; TEO serum CRP: 1,66±2,23 - 0,59±0,35 mg/dl p< 0,05). Diğer inflamatuvar parametrelerden sadece, TEO kullanan grupta tedavi sonrası serum TNF-alfa düzeylerinde anlamlı azalma saptandı (TEO serum TNF-alfa: 3,82±3,44 - 1,89±1,33 pg/ml p< 0,05). IL-6 ve LTB4 düzeylerinde her iki grupta da tedavi sonrası anlamlı bir değişiklik saptanmadı. FEV1 değerleri İKS kullanan grupta, tedavi sonrasında ista�s�ksel anlamlı bir ar�ş gösterirken, TEO kullanan grupta anlamlı olmayan bir ar�ş gösterdi.

Sonuç:

KOAH tedavisinde kullanılan inhaler kor�kosteroid ve teofilinin sistemik inflamasyon üzerine de etkili olduğunu, ayrıca sistemik inflamasyonun gösterilmesi ve takibinde serum örneklerinde inflamatuvar belirteçlerin tayininin pra�k bir yöntem olduğunu düşünmekle birlikte bu konuyla ilgili daha fazla sayıda hasta ile yapılacak çalışmalara ih�yaç olduğu kanısındayız.

PS081

KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALARINDA NON-İNVAZİF MEKANİK VENTİLASYON UYGULAMALARI

CANAN ÖNEŞ , ARMAĞAN HAZAR , AYŞEGÜL EREN SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Çalışmamızda akut hiperkarbik solunum yetmezliği ile servisimizde non-invazif mekanik ven�lasyon (NIMV) uygulanan kronik obstrük�f akciğer hastalarının (KOAH) sonuçlarını ve etkileyen faktörleri inceledik.

Gereç ve Yöntem:

Kliniğimizde hiperkarbik solunum yetmezliği ile takip edilen, medikal tedavi ile birlikte NIMV uygulanan 34 hastayı (E: 25, K: 9) retrospek�f olarak inceledik. NIMV ile klinik durumları stabilleşen ve taburcu olan hastalar, NIMV’a cevap veren hastalar (1. grup), klinik durumu kötüleşerek yoğun bakım ünitesine (YBÜ) nakledilen veya ölen hastalar, NIMV’a cevap vermeyen hastalar ( 2. grup) olarak sınıflandırıldı.

Bulgular:

Hastaların 26’sı NIMV’a yanıt vererek taburcu olurken 7 hasta YBÜ’ne nakldildi, 1 hasta öldü. Ortalama pH değeri tedavi öncesi 1. grupta 7.310, 2. grupta 7.288, tedavi sonrası 1. grupta 7.349, 2. grupta 7.155 idi. Ortalama PaCO2 değeri 1. grupta 58.94, 2. grupta 89.4 idi. WBC düzeyleri 1. gruptaki hastaların 18’inde (%69.2) normal seviyede, 8’inde (%30.8) yüksek�, 2. grupta 2(%25) hastada normal seviyede iken 6 (%75) hastada yüksek�. CRP düzeyleri 1. gruptaki hastaların 11’inde (%42.3) normal, 15’inde (%57.7) yüksek, 2. gruptaki hastaların tamamında yüksek�. 1. gruptaki hataların %62.5’inde ek hastalık (KKY, HT, DM, tb sekel, KAH) var iken 2. gruptaki hastaların %87.5’inde vardı.

Sonuç:

Klinikte NIMV ile takip edilen KOAH’lı hastalarda ek hastalığı olan, CRP düzeyi yüksek olan ve takiplerinde pH değerinde düşme ve PaCO2 değerinde yükselme olan hastalar YBÜ’ne nakil açısından ön planda tutulmalıdır.

Page 115: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

114

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

PS082

PREVALENCE OF RESPIRATORY SYMPTOMS AND COPD AMONG SMOKERS AND NON-SMOKERS.

JULİA KRASNOVA , ELENA GRİMAİLOVA , ALEXANDER DZİZİNSKİİ

INSTİTUTE OF ADVANCED MEDİCAL STUDİES, IRKUTSK, RUSSİA.

Aim:

Aim: To evaluate the distribu�on of respiratory symptoms and COPD among smokers and non-smokers

Method:

Material and methods: Cross-sec�onal epidemiologic survey in a general popula�on sample living in the Siberian region of Russia. Data on respiratory symptoms was gathered through standardized ques�onnaires. All of them were inves�gated with FEV1, FEV1/FVC. The Spiro metric criterions of COPD were FEV1 /FVC < 0,70 and FEV1, ≤80 % aer bronchodilator.

Results:

Results: A total of 3100 subjects aged >18 years were included (1567 of them being smokers and 1533 being non-smokers). Prevalence of chronic cough among those who smoked was 36,3 %, and for non-smokers - 23,6 % (p<0,001), chronic sputum produc�on among those who smoked -32,8 % and for non-smokers - 15,5 % ( p<0,0001), wheezing and chest �ghtness among those who smoked -22,9 % and for non-smokers - 17,1 % ( p<0,05). Prevalence of COPD in popula�on of smokers was 7,5 % and for non-smokers – 1,6% (p<0,001).

Conclusion:

Conclusion: a high prevalence of respiratory symptoms and COPD in a popula�on of smokers was discovered.

PS083

KOAH HASTALARINDA FEV1 DEĞERLERİNDEKİ AZALMA İLE YAŞAM KALİTESİNİN İLİŞKİSİ

FUNDA COŞKUN , DİLBER YILMAZ , AHMET URSAVAS , ESRA UZASLAN , ERCÜMENT EGE ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

KOAH geri dönüşü olmayan ilerleyici bir hastalık olarak tanımlanmaktadır. KOAH olgularında yaşam kalitesini belirleyen etmenlerden birisi de yıllık FEV1 düşüş hızıdır.

Sigara içiminin devam etmesi durumunda bu düşüş daha fazla olmakta ve hastaların atağa girme olasılığı artmaktadır. Bu çalışmamızda 2006-2008 yılları arasında kliniğimiz tara�ndan takip edilen 50 KOAH hastasını FEV1 düşüş hızları açısından değerlendirmeyi amaçladık

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya 50 KOAH hastası alındı.

Bulgular:

Hastalarımızın (45E/5K) yaş ortalamaları 63.3±1.2, hastalık süreleri 7.9±1.8, FEV1 1. yıl başlangıç ortalamaları 1724.8±78.9 ml, FEV1% 1. yıl ortalamaları 61.7±2.3, 2. yıl sonundaki FEV1 1675.2±85.3, 2. yıl sonundaki FEV1% ortalamaları 65.1±5.8 saptandı. Hastaların atak sayıları, hastaneye ya�ş sayıları ve StGeorge skorları 3. ayda, 12. ayda ve 2 yılın sonunda değerlendirildi. FEV1 düşüş yüzdesi ile 3. ay atak geçirme sayısı, 3. ay hastaneye ya�ş sayısı, 3. ayda hastanede ya�ş süresi ve 1. yılda pnömoni geçirme oranı arasında nega�f korelasyon saptandı (p<0.05). Inhaler kor�kosteroid kullanan(n=25) ve kullanmayan(n=25) olgular FEV1 düşüşü ve yaşam kalitesi açısından değerlendirildi. Bu iki gruptaki olguların hastalıklarının ağırlık derecesi açısından fark yoktu. Inhaler kor�kosteroid kullanımı ile FEV1 düşüş yüzdesi arasında anlamlı bir farklılık saptanmadı(p>0.05). Fakat inhaler kor�kostreoid alan grupta 3. ay FEV1/FVC oranında, 3. ay FEV1%değerinde, 12. ay FEV1/FVC, 12. ay FEF25-75% ve 2. ay FEF 25-75% değerlerinde anlamlı farklılık saptandı(p<0.05).

Sonuç:

Sonuç olarak FEV1 düşüşüne inhaler kor�kosteroidin etkisini gösterememiş olmakla birlikte uzun süreli takiplerde atak sayılarının, hastaneye ya�ş sayılarının ve hastanede ya�ş sürelerinin inhaler kor�kosteroid kullanan hasta grubunda anlamlı derecede azalması KOAH olgularında yaşam kalitesinin inhaler kor�kosteroid kullanımıyla birlikte arğını düşündürmektedir

PS084

KRONİK OBSTRUKTİF AKCİĞER HASTALIKLI HASTALARDA UZUN SÜRELİ OKSİJEN TEDAVİSİNİN SAĞ KALIM ÜZERİNE ETKİSİ

GAZİ GÜLBAŞ 1, HAKAN GÜNEN 1, LEVENT CEM MUTLU 2, SÜLEYMAN SAVAŞ HACIEVLİYAGİL 1, ÖZKAN YETKİN 1 1 İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 NAMIK KEMAL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Kronik obsturik�f Akciğer Hastalıklı(KOAH) hastalarda uzun süreli oksijen tedavisinin (USOT) etkinliğini değerlendirmek

Page 116: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

115

Gereç ve Yöntem:

Haziran 2001-Aralık 2007 tarihleri arasında USOT tedavisi düzenlenen 277 hasta değerlendirildi. Telefon ve adres bilgilerine ulaşılabilen 188 hasta çalışmaya alındı. Hastalar günlük10 saa�n al�nda (Grup 1, n:118) ve üzerinde oksijen (O2) kullananlar (Grup 2, n:70) olarak iki gruba ayrıldılar. Hastalar ve birinci derece akrabaları telefonla aranarak USOT tedavisi gün içi ve gece olmak üzere detaylı sorgulandı. Günlük O2 kullanım süreleri saat olarak kaydedildi. Ex olan hastaların ölüm tarihleri kaydedildi.

Bulgular:

Her iki hasta grubunun demografik verileri ve mortalite oranları karşılaş�rıldı. Hastaların demografik verileri benzerdi. Mortalite oranları grup1’de %41.5 (n:49), iken grup 2’de %54.2 (n:38) idi. Gruplar arasındaki fark ista�s�ksel olarak anlamlı bulunmadı (p:0.09). Gruplar arasında sağ kalım sürelerinde de anlamlı bir fark bulunmadı (p>0.05). Cox regresyon tes� kullanılarak, arter kan gazı değerleri ve cinsiye�n sağ kalım süresi üzerine bir etkisinin olmadığı tespit edildi.

Sonuç:

KOAH’lı hastalarda USOT’nin sağ kalım süresi üzerine etkisinin olmadığını tespit edildi.

PS085

OLGU SUNUMU: FONDAPARİNUX İLE TEDAVİ EDİLMİŞ HEPARİNİN İNDÜKLEDİĞİ TROMBOSİTOPENİ

FATMA YILDIRIM , EMİNE GEÇGİL GENCER , İ.KIVILCIM OĞUZÜLGEN , NUMAN EKİM GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. ANKARA, TÜRKİYE

Amaç:

Heparinin indüklediği trombositopeni platelet faktör 4 (PF4)-heparin kompleksine karsı olusan immünglobulin G ( IgG) an�korlarının neden oldugu ciddi bir immün rahatsızlık�r.

Gereç ve Yöntem:

Burada heparinin indüklediği trombositopeni tanısı konan ve Fondaparinux ile başarı ile tedavi edilen bir olguyu tar�şmaya sunduk.

Bulgular:

66 yaşında kadın hastaya iki haa önce whipple ameliya� yapılmış ve operasyonla aynı gün venöz tromboemboli proflaksisi amaçlı düşük molekül ağırlıklı heparin (DMAH) başlanmış. Operasyondan beş gün sonra hastanın sol kolunda şişlik ve trombosit sayısında düşüş ortaya

çıkmış. Bu bulgular klinik olarak önemli bulunmamış. Üç gün sonra hastanın bulan�, kusma ve karın ağrısı başlayınca üst abdomen BT ve üst ekstremite venöz doppler ultrasonu çekilmiş. Üst abdomen tomografisinde inferior pulmoner ven ve superior mezenterik vende, sol subklavian ven ve aksiller vende trombüsler tespit edilmiş. DMAH tedavisi kesilerek heparin infüzyonu ve warfarin tedavisi baslanmış. Hasta iki gün sonra kliniğimize PTE, DVT ve trombositopeni tanılarıyla kabul edildi. Hastanın operasyon öncesi 340x103/uL olan trombosit sayısının 18 x103/uL’e düştüğü tespit edildi. . PF4-heparin kompleksine karsı olusan IgG ankitor tes� pozi�f tespit edildi. 4T skorlama sistemine göre hastanın skoru 8 olarak hesaplandı. Almakta oldugu bütün an�koagulanlar kesildi.. Fondaparinux tedavisi baslandı ve iki gün içinde trombosit sayısında drama�k olarak ar�ş izlendi.

Sonuç:

Bu olguda HIT, DMAH tedavisinin bir komplikasyonu olarak ortaya cıkmış�r ve HIT hastaları için Türkiyede bulunan tek ilaç olan Fondaparinux tedavide kullanılmış�r.

PS086

KRONİK OBSTÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI OLAN HASTALARDA FONKSİYONEL PARAMETRELERLE SİSTEMİK ANTİİNFLAMATUAR BELİRTEÇLERİN İLİŞKİSİ

SEHER SATAR 1, AYLİN ÖZGEN ALPAYDIN 1, AHMET VAR 2, AYŞIN ŞAKAR COŞKUN 1, PINAR ÇELİK 1, ARZU YORGANCIOĞLU 1 1 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ BİYOKİMYA ANABİLİM DALI

Amaç:

Kronik obstrük�f akciğer hastalığında (KOAH) oksida�f stres belirteçlerinin arğı düşünülmektedir. Oksida�f stresin sistemik belirteçleri arasında nitrik oksit sentaz (NOS) ve malonil dealdehit (MDA), an�oksidan belirteçler arasında da eritrosit superoksit dismutaz (SOD) ve glutatyon peroksidaz (Gsh-Px) yer almaktadır. Çalışmamızda KOAH’lı hastalardaki sistemik oksidan-an�oksidan belirteç düzeylerinin fonksiyonel parametrelerle ilişkisini araş�rmayı amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

GOLD kriterlerine göre KOAH tanısı almış 51 hasta çalışmaya alındı. Tüm olguların demografik özellikleri, solunum fonksiyon tes� parametreleri, 6 dakika yürüme tes�(6DYT) ve dispne derecelendirilmesi değerlendirildi. 12 sağlıklı kontrol grubu da çalışmaya dahil edildi. Tüm olgularda ve kontrol grubunda, venöz kanda eritrositlerde SOD, Gsh-Px ve serumda NOS, MDA düzeyleri bakıldı.

Page 117: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

116

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Bulgular:

Hastaların yaş ortalaması 62,94±10,56 yıl idi;10’u(%20) kadın, 41’i(%80) erkek�. MDA (p<0,001), NOS (p=0,012) ve GSH-PX (p=0,012) KOAH grubunda yüksek�. SOD düzeyi ise KOAH grubunda yüksek olmasına karşın iki grup arasında ista�ksel fark yoktu. FEV1 ile NOS, SOD, MDA ve GSH-PX ile nega�f yönde ilişkisi saptandı, ancak ista�s�ksel olarak anlamlı değildi. 6DYT ve dispne derecesi ile yine tüm belirteçlerle anlamlı ilişki saptanmadı. Sigara içen ve içmeyen KOAH’lılar ve sağlıklı gönüllüler karşılaş�rıldığında tüm belirteçler açısından her üç grupta anlamlı farklılık saptanmadı.

Sonuç:

Sonuç olarak, KOAH’ta oksidan belirteçlerin yanı sıra an�oksidan belirteçlerin de yükselmesi oksidan-an�oksidan dengenin sistemik olarak etkilendiğinin bir göstergesi olarak düşünülebilir.

PS087

PREVALENCE OF RESPIRATORY SYMPTOMS AND COPD IN SIBERIA

ELENA GRİMAİLOVA , JULİA KRASNOVA , ALEXANDER DZİZİNSKİİ ,

INSTİTUTE OF ADVANCED MEDİCAL STUDİES, IRKUTSK, RUSSİA

Aim:

Aim: To evaluate the distribu�on of respiratory symptoms and COPD in a general popula�on sample.

Method:

Material and methods: Cross-sec�onal epidemiologic survey in a general popula�on sample living in the Siberion region of Russia. Data on respiratory symptoms, was gathered through standardized ques�onnaires. Lung func�on tests were performed (FEV1, FEV1 /FVC). The criterion of COPD was FEV1 /FVC< 70% aer bronchodilator.

Results:

Results: A total of 3100 subjects aged > 18 years were included (1280 living in rural areas and 1820 urban residents). Prevalence of chronic cough in the rural popula�on was 37,5 %, urban- 24,8 % (p<0,0001), chronic sputum produc�on- 30,6 % and 19,7 %( p<0,0001), dyspnea- 30,2 % and 28,8 % (p>0,05) of the rural and urban popula�ons. The FEV1 in sample with chronic cough was 96 (81; 109) % of predicted, without chronic cough -103 (93; 112) % (p<0,0001) in the rural popula�on; 93 (82; 104) and 99 (90; 108) %

(p<0,0001) in the urban popula�on. The FEV1 in sample with dyspnea was 93 (73;108) % and without dyspnea- 103 (93; 112) % (p<0,0001) in the rural popula�on; 92 (81;100) and 100 (91;108) %(p<0,0001) in the urban popula�on. Prevalence of COPD in in the rural popula�on was 6,6 % (among males - 14,6 %, females- 1,8 %), urban-3,1 % (among males - 4,7 %, females- 1,6 %).

Conclusion:

Conclusion: a high prevalence of respiratory symptoms and COPD in a general popula�on were discovered, par�cularly within the rural popula�on.

PS088

KOAH’LI OLGULARIMIZDA HASTALIĞIN AĞIRLIK DERECESİ İLE HOMOSİSTEİN DÜZEYLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ

FUNDA COŞKUN , DİLBER YILMAZ , AHMET URSAVAŞ , ESRA UZASLAN , OKTAY GÖZÜ , ERCÜMENT EGE ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Homosistein iskemik vasküler hastalıklarda risk faktörü olarak rol oynadığı düşünülen reak�f oksijen ürünlerinden birisidir. Plazma homosistein düzeyleri yaş, cinsiyet, sigara içimi gibi faktörlerden etkilenmektedir. Çalışmamızda KOAH olan olgularda homosistein düzeylerinin hastalığın ağırlık derecesi ile ilişkisini saptamayı amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

2006-2008 yılları arasında 25 KOAH olgusu prospek�f olarak değerlendirildi ve takip edildi. Hastaların CRP düzeyleri, StGeorge skorları, FEV1 değişimi miktarları, atak/hastaneye ya�ş sayıları ve mortalite oranları homosistein düzeyleri ile karşılaş�rıldı.

Bulgular:

Hastaların (23E/2K) yaş ortalamaları 63.5±1.7, sigara içim miktarı 50.6±5.1, KOAH hastalık süreleri 7.3±1.3 saptandı. GOLD evresine göre hafif-orta (n=17), ağır (n=5) ve çok ağır (n=3) KOAH olgularının homosistein düzeyleri sırasıyla 22.6±2.6, 26.7±7.6, 18.2±4.0 saptandı. Gruplar arasında ista�ksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Olguların 1. yıl hastaneye ya�ş sayıları, 1. yıl atak geçirme sayıları ve CRP düzeyleri ile homosistein düzeyleri arasında pozi�f korelasyon saptandı (p<0.05). Hastaların 2. yıl ya�ş sayıları, 2. yıl atak sayıları, StGeorge 1. yıl ve 2. yıl skorları ve mortalite oranları ile homosistein arasında anlamlı ilişki saptanmadı (p>0.05).

Page 118: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

117

Sonuç:

Daha önce yapılan çalışmalarda hastalığın ağırlık derecesi ile homosistein düzeyleri arasında pozi�f korelasyon saptanmakla birlikte çalışmamızda bu sonuca ulaşılamamış�r. Fakat 1. yıl ya�ş sayılarının ve atak geçirme sayılarının indirekt olarak hastalığın ağırlık derecesini temsil edebileceği düşünülürse homosistein düzeyleri ile anlamlı derecede ilişki saptanması literatürdeki yayınları desteklemektedir görüşündeyiz. Daha çok olgu sayısı ile bu verilerin desteklenmesi gerekmektedir. Homosistein düzeyi yüksek olan KOAH hastalarının olası atak sayısının ar�şı açısından yakın takip edilmesi gerekebilir.

PS089

THE PREVALENCE OF COPD IN DIFFERENT NATIONALI-TIES LUDMİLA BAGAEVA 1, JULİA KRASNOVA 2

1 HOSPİTAL OF BURYAT AUTONOMUS DİSTRİCT, UST-ORDİNSKİİ, RUSSİAN FEDERATİON2 INSTİTUTE OF ADVANCED MEDİCAL STUDİES, IRKUTSK, RUSSİAN FEDERATİON.

Aim:

Aim: To evaluate the prevalence of COPD in different na�onali�es of a popula�on sample.

Method:

Material and methods: Cross-sec�onal epidemiologic survey of a general popula�on sample living in the Ust-Ordinskii (Siberia, Russia) se�lement. A total of 1009 subjects aged >18 years were included (549 of them Buryat and 460 of them Russian). Data on respiratory symptoms, diseases, and risk factors were collected through standardised ques�onnaires. Lung func�on tests were conducted for every one. The criteria of COPD based on the GOLD statement (postbronchodilator FEV1 /FVC< 0.07).

Results:

Results: Prevalence of COPD in the total popula�on was 4,76 % (among Buyrats - 3,3 %, Russians - 6,5 %). Prevalence of COPD in the popula�on of Buryat women was 1,9%, popula�on of Russian women - 3,4%. Prevalence of COPD in the popula�on of Buryat men was 5,7%, Russian men -11,9%. Prevalence COPD increased with the age increase such as among Russian men in the age of 30-49 years - frequency COPD has made 3,3 %, Buryats -2,9 %, Russian men in the age of 50-69 years - 20,7 %, Buryats - 10,9 %; among Russian men over 70 years is more than 35 %, Buryats -11,1 %.The mean age of Russian pa�ents with COPD is 62,5 years, Buryats 63,2.

Conclusion:

Conclusion: a high level of prevalence of COPD in a general popula�on was discovered par�cularly among Russian males over 50 years of age.

PS090

STRUCTURAL BASES OF REMODELING PULMONARY VESSELS IN THE COPD IN CONDITIONS OF HIGH MOUNTAINS.

NUSURET RAİYMBEKOV

INSTİTUTE OF MOLECULAR BİOLOGY AND MEDİCİNE ATTACHED TO NATİONAL CENTRE OF CARDİOLOGY AND İNTERNAL MEDİCİNE NAMED AFTER ACADEMİCİAN MİRSAİD MİRRAKHİMOV

Aim:

The aim of study was to inves�gate the adap�ve and nonadap�ve structural changes of the pulmonary vessels during the development of high-al�tude pulmonary hypertension (HAPH) and their characteris�cs in pa�ents with at high al�tude.

Method:

Histological, morphometrical and electron microscopy methods were applied.

Results:

In na�ve highlanders, due to long (chronic) adapta�on, regional morphofunc�onal changes of the pulmonary vessels develop, which are caused by strengthening of the upper and medial zone of the lungs, increase in the capacity of the capillary channel and the extent of working zones of the air haema�c barrier. The following characteris�cs are revealed in pa�ents with chronic obstruc�ve pulmonary diseases (COPD) at high al�tude: remodeling of pulmonary arteries and arterioles, substan�al expressed arterializa�ons of the finest arterioles by diameter from 30 to 40 microns with simultaneous increase in their quan�ty, reduc�on of terminal arteries and arteriole lumens as a result of endothelial and smooth muscle cell prolifera�on towards a vessel lumen from the internal elas�c membranes, forma�on of mul�channel arteries due to endothelial and smooth muscle cell prolifera�on with simultaneous growth of collagen and elas�c fiber and development of the angiomatosis foci, which represent closely located vessels with different diameter. Conclusion:

During rapid ascent to high al�tude, more than 3000м above sea level, pulmonary edema develops in people who are not adapted to high al�tude.

Page 119: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

118

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

PS091

TAKİPNE VE SANTRAL NÖROJENİK HİPERVENTİLASYON

UFUK MEMİŞ 1, M. HALE ALPSAN 2, GÜLFER OKUMUŞ 1, ESEN KIYAN 1 1 İ.Ü. İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD. 2 İ.Ü. İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ NÖROLOJİ ABD.

Amaç:

Santral nörojenik hiperven�lasyon; takipne ile ortaya çıkan ve akciğer dışı nedenlerle gelişen bir tablodur. Arter kan gazlarında düşük PaCO2, normal veya yüksek PaO2 ve yüksek pH saptanır. Etyolojide santral sinir sistemine spesifik ilaçlar, santral kitleler ve kafa travması veya inme gibi olaylar yer alır. Özellikle nöroloji kliniklerinden nefes darlığı ve takipne ile gönderilen hastalarda ayırıcı tanıda yer almalıdır.

Gereç ve Yöntem:

Çi görme ve dengesizlik şikaye�yle başvuran oral a, genital bölge ülserleri öyküsü bulunan 49 yaşında erkek hasta nörobehçet öntanısıyla nöroloji servisine ya�rılıyor. Nefes darlığı olan ve taşipne saptanan (SDS:40) hasta göğüs hastalıkları polikliniğinde değerlendiriliyor.

Bulgular:

Oda havasında arter kan gazında pH:7,63, pO2:117 mmHg, pCO2:13,2 mmHg, HCO3:14,3 mmol/L ve SaO2:%99 tespit edildi. Solunum fonksiyon tes�nde FVC:4630 ml (%95), FEV1:2900 ml (74), oran:%63 saptandı. Akciğer grafisi normal ve ekokardiyografi normal olarak değerlendirildi. Akciğer tomografisinde sağ apexte sekel fibro�k lezyon dışında patoloji tespit edilmedi. Kraniyal görüntülemesinde beyin sapında çeşitli yerleşimlerde patolojik sinyal değişiklikleri saptanınca öyküsü ile birlikte değerlendirildiğinde ön planda Behçet tutulumu düşünülmüş.

Sonuç:

Yapılan incelemelerde varolan hipokapni ve hiperven�lasyonunu açıklayacak kardiyak, solunumsal veya metabolik neden saptanmayan hastaya santral sinir sistemi tutulumuna sekonder santral nörojenik hiperven�lasyon tanısı kondu. Pulse steroid ve ardından idame tedavisi uygulanan hastanın takipne ve hiperven�lasyonu gerilerken (SS:21/dk), kontrol arter kan gazında pH:7,50, pO2:113 mmHg, pCO2:18,4 mmHg ve HCO3:16 mmol/L SaO2:%99 saptandı.

PS092

KRONİK OBSTRUKTİF AKCİĞER HASTALIĞI (KOAH) SAPTANAN OLGULARDA PNÖMOKOK AŞISI UYGULAMASI SONRASI KLİNİK BULGULARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

CEYDA ANAR , HÜSEYİN HALİLÇOLAR , SENA YAPICIOĞLU , İPEK ÜNSAL , TUBA ÇINAR İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

KOAH’lı olgularda pnömokok aşısı uygulaması sonrasında klinik bulguların değerlendirilmesi amaçlandı.

Gereç ve Yöntem:

Eylül 2006 - Kasım 2007 tarihleri arasında hastanemizde KOAH tanısı almış 69 olgu içerisinden çalışma ve kontrol grupları oluşturuldu. Toplam 31 KOAH’lı olgu çalışma grubu olarak belirlendi ve bu olgulara pnömokok aşısı uygulandı. KOAH’lı ve aşı uygulanmamış 38 olgu da kontrol grubunu oluşturdu. Bir yıl içinde iki aylık periyotlarla izleme alınan olgularda, dispne, balgam miktarı ve/veya pürülansında ar�ş olması akut atak kriterleri olarak belirlendi. Akut atak kriterleri ile beraber lökositozu,PA akciğer grafisinde infiltrasyonu olan olgular pnömoni olarak değerlendirildi. hastanede kalış süreleri, yoğun bakım desteği görüp görmedikleri ile ilgili veriler standart formlara kaydedildi. Aşılanmış olguların klinik bulguları kontrol grubu ile ista�s�ksel olarak karşılaş�rıldı

Bulgular:

Olguların akut atakla başvurduğu ilk ay değerlendirildiğinde, kontrol grubunda çalışma grubuna göre daha erken başvuru yapıldığı saptandı. Pnömokok grubundaki olgularda, ilk bir yıllık izlemde akut atakla başvuru sayısının kontrol grubundakilere göre ista�s�ksel olarak anlamlı derecede daha az olduğu saptandı. Kontrol grubundaki ağır ve çok ağır derecede KOAH olgularının çalışma grubundaki aşılı olgulara göre ista�s�ksel olarak anlamlı derecede daha çok akut atakla hastaneye başvurdukları bulundu. Çalışma grubundaki aşılı olguların kontrol grubundakilere göre daha az pnömoni geçirdiği, hastanede ve yoğun bakımda ista�s�ksel olarak anlamı derecede daha az yağı belirlendi.

Sonuç:

Aşı uygulanımının KOAH gruplarında aşısız olan hastalara göre yararlarının daha belirgin olması nedeniyle özellikle ağır veya çok ağır KOAH’lı hastalarda koruyucu pnömokok aşı uygulamasının önerilmesinin yararlı olabileceği düşünüldü.

Page 120: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

119

PS093

ORTALAMA TROMBOSİT HACMİ KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞININ AKUT ATAK DÖNEMİNDE İNFLAMATUAR BELİRTEÇ OLARAK KULLANILABİLİR Mİ?

BERNA AKINCI ÖZYÜREK , SEVİNÇ SARINÇ ULAŞLI , EYLÜL BOZKURT YILMAZ , GAYE ULUBAY BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, ANKARA, TÜRKİYE

Amaç:

Ortalama trombosit hacmi (MPV) trombosit oluşum hızı ve uyarımını gösteren trombosit fonksiyon göstergelerinden biridir. MPV’nin inflamatuar bağırsak hastalıkları, romatoid artrit ve ankilozan spondili�e inflamasyondan ters yönde etkilendiği daha önceki çalışmalarda gösterilmiş�r. Artmış MPV değerlerinin kardiyovasküler hastalıklar ve stabil kronik obstrük�f akciğer hastalığı (KOAH) ile de ilişkili olduğu bilinmektedir. Ancak KOAH atakta MPV değerleri henüz araş�rılmamış�r. Bu retrospek�f çalışma KOAH atak döneminde MPV ile akut faz belirteçleri ve fonksiyonel parametreler arasındaki ilişkilerin araş�rılması amacıyla yapıldı.

Gereç ve Yöntem:

Hafif düzeyden çok ağır hava yolu �kanıklığına kadar değişen düzeyde KOAH olan 47 hasta (Erkek/Kadın:37/10, ortalama yaş:70,6±10 yıl, ortalama FEV1 : %54,5±25) ve kontrol grubu olarak yaşları eşleş�rilmiş 20 sağlıklı birey (Erkek/Kadın:15/5, ortalama yaş:68,8±8,9 yıl) çalışmaya dahil edildi. Koroner arter hastalığı, bağ dokusu hastalığı ve inflamatuar bağırsak hastalığı olan hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Hastaların stabil dönem ve atak dönemi sırasındaki C-reak�f protein (CRP) düzeyleri ve tam kan sayımları karşılaş�rıldı.

Bulgular:

MPV değerleri stabil dönem ve akut atak döneminde sırasıyla 9,3±1,4 ve 8,6±1 fL idi. MPV, KOAH hastalarında atak sırasında, stabil döneme ve sağlıklı kontrol grubuna göre ista�s�ksel olarak anlamlı düzeyde düşüktü (sırasıyla p<0,0001; p=0,012). Atak döneminde nötrofil yüzdesi ve MPV arasında anlamlı ilişki vardı (r=-0,4, p=0,013). Atak döneminde MPV ile FEV1 ve CRP arasında ista�s�ksel olarak anlamlı ilişki bulunmadı.

Sonuç:

Sonuçlarımız, KOAH atak döneminde MPV’nin değerlendirilmesinin sistemik inflamasyonu gösterebileceğini düşündürmektedir. Dolayısıyla, MPV,KOAH atakta nega�f akut faz reaktanı olarak kullanılabilir.

PS094

SİGARA İÇENLERİN SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ VE DİFÜZYON KAPASİTESİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLERİN ERKEN DÖNEMDE KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞININ TANISINDAKİ ETKİNLİKLERİ

ÜNAL ŞAHİN , ÖNDER ÖZTÜRK , NECLA SONGÜR , AHMET BİRCAN , AHMET AKKAYA SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, ISPARTA, TÜRKİYE

Amaç:

Sigara bırak�rma polikliniğine başvuran hastaların solunum fonksiyon testleri (SFT) ve difüzyon kapasitesindeki değişikliklerin erken dönemde kronik obstrük�f akciğer hastalığı (KOAH) tanısındaki rolünü araş�rmak istedik.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya 2005-2007 yılları arasında sigara bırak�rma polikliniğinimize başvuran, daha önce KOAH tanısı almamış, 10 paket-yıl ve üzeri sigara içme öyküsü olan 68 olgu (yaş ortalaması 42.54±13.74 yıl) alındı. Tüm olguların akciğer fonksiyonları ve difüzyon kapasiteleri ölçüldü. Sigara kullanım durumlarına göre gruplandırılan olgularda; hava yolu obstrüksiyonun araş�rılmasında FEV1, FVC, VC, FEV6 kullanıldı.

Bulgular:

Şikaye� olmayan ak�f sigara içicilerinde, sigara paket-yıl ile IC/TLC (0.000) ve %DLCO (p=0.038) arasında ters yönde; IC/TLC ile %DLCO (p=0.000), %FEV6 (p=0.034), %FEV1 (p=0.002) arasında pozi�f yönde korelasyon saptandı. FEV1/VC küçüktür LLN ile sigara kullanan 23 (%53.5) kişide, FEV1/FEV6 küçüktür %73’de 9 (%20.9) kişide ve GOLD kriterine göre ise 10 (%23.3) kişide obstrüksiyon saptandı.

Sonuç:

Erken KOAH tanısını koymada, ülkemiz için standart LNN değerleri belirlenene kadar, FEV1/FEV6 ölçümünün en az FEV1/FVC < %70 kadar etkili olabileceği kanaa�ndeyiz.

Page 121: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

120

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

PS095

GÖĞÜS HASTALIKLARI YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ(GYBU): AKUT SOLUNUM YETMEZLİĞİ(ASY) VE ATRİAL FİBRİLASYON(AF)

MERİH KALAMANOĞLU BALCI , ÖZLEM YAZICIOĞLU MOÇİN , GÖKAY GÜNGÖR , GÜLGÜN ÇETİNTAŞ , MURAT YALÇINSOY , EYLEM ACARTÜRK , CÜNEYT SALTÜRK , ZUHAL KARAKURT TCSB SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, SOLUNUMSAL YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ, MALTEPE/İSTANBUL.

Amaç:

Çalışmamızda göğüs hastalıkları ile ilgili nedenlerle YBÜ’e alınan hastalarda eşlik eden AF varlığı ve tedavi uygulamaları araş�rıldı.

Gereç ve Yöntem:

Tanımlayıcı klinik çalışma. Yer: Yirmi yataklı eği�m araş�rma hastanesi solunumsal YBU. Ocak-Aralık 2008 arası AF olan hastalar. Çalışmada olguların demografik özellikleri, giriş APACHE II değeri, akut solunum yetmezliği (ASY) nedenleri, girişte AF varlığı, medikal kardioversiyon (MK) yapılan AF olguları, invaziv mekanik ven�lasyon (İMV) durumu, süresi, YBU ya�ş günü, mortaliteleri kayıt edildi. AF si olan ve MK yapılan AF olgularının mortaliteleri genel YBU ile karşılaş�rıldı.

Bulgular:

Çalışma döneminde 634 hasta YBU ye kabul edildi, 55 (%9) olguda AF bulundu,olguların 22’si erkek, 33’ ü kadın, ortalama yaşları 70 (44-87) idi. Giriş APACHE II ortalama: 22 (9-39) beklenen mortalite %38 idi. ASY nedenleri: enfekte KOAH 8, restrik�f akciğer hastalığı 5, Korpulmonale 20, emboli DVT-KOAH 8, SVO ve pnömoni 6, hipoksemik akciğer parankim hastalığı 8 olgu idi.İMV 20 (%36) olguda, ortalama YBU kalış süreleri 11gün (1-48), bu olguların 21’ine (% 38) MK uygulandı. Olguların 11’i (%52) sinüs ritmine döndü.Olguların 15 (%27) eksitus oldu. AF’de MK gereksinimi olan ve olmayan hastaların demografik özellikleri, ASY nedenleri, IMV ve YBU süreleri ve mortalite değerleri arasında anlamlı fark bulunmadı. YBU genel mortalite %14.9 ile AF’li olgulardan belirgin düşük ancak YBU kalış günü 9.9 gün ile farklı değildi..

Sonuç:

Çalışmamızda AF varlığında mortalite yaklaşık iki kat daha yüksek olmakla birlikte YBU kalış süresini uzatmadığı, akut AF’de MK ile olguların yarısında düzelme sağlandığı, göğüs hastalıkları YBU’lerde kardiak akut sorunların nadir olmadığını söyleyebiliriz.

PS096

MEKANİK VENTİLASYON DESTEĞİ GEREKTİREN KOAH ALEVLENMELERİNDE BAKTERİYEL ENFEKSİYONUN DEĞERLENDİRMESİNDE PROKALSİTONİNİN YERİ

BEGÜM ERGAN ARSAVA , CEMAL KIZILARSLANOĞLU , ARZU TOPELİ HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, İÇ HASTALIKLARI YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ, ANKARA

Amaç:

Mekanik ven�lasyon (MV) desteği gerek�ren KOAH alevlenmelerinde genellikle bakteriyel enfeksiyon varlığı ekarte edilemediğinden an�biyo�k tedavisi başlanmaktadır. Son zamanlarda solunum yolu enfeksiyonlarında bakteriyel enfeksiyonun varlığını değerlendirmek ve an�biyo�k tedavisine karar vermek amacı ile serum prokalsitonin (PCT) düzeylerinin kullanılması gündeme gelmiş�r. Bu çalışmada yoğun bakım ünitesine (YBÜ) ya�ş ve MV desteği gerek�ren KOAH alevlenmelerinde bakteriyel enfeksiyonun varlığını göstermede PCT’nin rolü değerlendirilmiş�r.

Gereç ve Yöntem:

Mayıs 2006-Haziran 2008 arasında Hace�epe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları YBÜ’ye KOAH alevlenme nedeni ile kabul edilen hastalar çalışmaya dahil edilmiş�r. Hastalar solunum yolu mikrobiyolojik değerlendirmesindeki kültür üremelerine göre iki gruba ayrılarak değerlendirilmiş�r. Gruplar arası farklar Mann-Whitney U ve ki kare testleri kullanılarak değerlendirilmiş�r.

Bulgular:

Çalışmaya 40 hasta dahil edilmiş�r. Her iki hasta grubu arasında YBÜ ve hastane mortalitesi, MV süresi, YBÜ ya�ş süresi açısından fark saptanmaz iken, kültür pozi�fliği olan hastalarda PCT düzeyi, invaziv mekanik ven�lasyon ih�yacı ve hastane ya�ş süresinin artmış olduğu gözlenmiş�r (Tablo). Tablo. Kültür pozi�fliğine göre hasta grupları ve özellikleri Kültür (+) n=16 Kültür (-) n=24 Erkek cinsiyeta 8 (50) 13 (54.2) Yaşb 73.0 (65.5-76.8) 72.5 (66.3-78.8) APACHE IIb 20 (16 - 23) 20.5 (16.3 – 22.0) İMV ih�yacıa * 15 (93.8) 13 (54.2) MV süresi, günb 9.5(2.5 – 27.8) 4 (3.0 – 8.5) PCT, ng/mLb * 0.51 (0.22-3.31) 0.19 (0.07-0.42) YBÜ ya�ş süresi, günb 12.8 (6.3 - 25.5) 7.6 (4.2 - 12.1) Hastane ya�ş süresi, gün b * 23.7 (12.6 – 40.8) 12.8 (8.8 – 23.3) YBÜ mortalitesia 3 (18.8) 3 (12.5) Hastane mortalitesia 3 (18.8) 5 (20.8) a n (%), b ortanca (çeyrekler arası aralık), * p<0.05

Page 122: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

121

Sonuç:

MV desteği gerek�ren KOAH alevlenmelerinde bakteriyel enfeksiyonun varlığı gösterilmeden genellikle an�biyo�k tedavisi başlanmaktadır ancak bu durum gereksiz an�biyo�k kullanım oranlarını ve nozokomiyal pnömoni riskini arrmakta, direnç gelişimine neden olmaktadır. Bu çalışmada kültür pozi�fliği olan hastalarda giriş sırasındaki PCT düzeyinin bakteri üremesi olmayan hasta grubuna göre anlamlı olarak yüksek olduğunun gösterilmesi, MV desteği gerek�ren KOAH alevlenmelerinde PCT’nin olası bakteriyel bir enfeksiyon varlığını göstermesi nedeni ile an�biyo�k başlanması kararında klinisyene yardımcı ek bir parametre olarak kullanılabileceğini göstermektedir.

PS097

YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ: BASI YARASI

DÖNDÜYE ÖZGÜL , RAZİYE NAZLI , SİBEL YIDIRIM , MURAT ÇİMEN , ZUHURİ AĞA , ZUHAL KARAKURT TCSB SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, SOLUNUMSAL YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ, MALTEPE/İSTANBUL.

Amaç:

Solunumsal nedenlerle yoğun bakım ünitesine (YBU) alınan hastalarda bası yarası gelişimini araş�rmak.

Gereç ve Yöntem:

Retrospek�f tanımlayıcı çalışma. Yirmi yataklı YBU’de Ocak –Aralık 2008 de ya�rılan hastalar arasından bası yarası (kızarıklık, bül,sore) olanlar çalışmaya alındı. Hastaların demografik özelliklileri giriş APACHE II, GKS, beden kitle indeksi (BKI), serum albumin, giriş ve çıkış üre, krea�nin değerleri; diyabet varlığı ve dopamin kullanımı, YBU gün, mortaliteleri kayıt edildi. Pozisyon verilmede kolay, zor ve toraks tüplü, mobil ve mobil olmayan hastalar kayıt edildi.Bası yaralarının tespit günü ve yeri sakrum, kalça, topuk yerleri olarak belirlendi.

Bulgular:

Çalışma döneminde 634 hastanın 76 (42 erkek) sında bası yarası gözlendi. Olguların ortalama yaşları 64 (22-90), APACHE II 23 (10-45) GKS 11 (2-15), BKI 27 (13-50), YBU kalış günü 22 (3-104) idi.Mobil olmayan 65 (%85), zor pozisyon verilen 34 (%45 ), toraks tüpleri olan 3 (%4) hasta vardı. Bası yarasında kızarıklık 70 (%92), bül 1(%1), yara 5 (%6) hastada, yara yeri sakrumda %63, çoklu yara %17, kalça ve sakrumda %9, topuk %5, sırt %5 idi. Yara tespit günü 9 (2-42) idi ancak, çoklu bası yarası saptanması ortalama 15. gün ile diğerlerinden anlamlı uzun idi (p<0.0001). Diyabet %36, dopamin kullanımı %47 idi ve biyokimya değerleri ile birlikte bası yarası oluşumunda etkisi bulunmadı. İmmobil ve toraks tüpü olan hastaların çoklu bası yarası daha fazla idi.

Sonuç:

Verilerimizden ilk kızarıklık bulgusunun yaklaşık 9 günde olduğu hastaya zor pozisyon verilmesi ve YBU de uzun süre kalışın bası yaralarını arrdığı tespit edildi.

PS098

YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDE UYGUN ANTİBİYOTİK SEÇİMİNİN ÖNEMİ

ASLIHAN YALÇIN , ELİF ŞEN , SERHAT EROL , AYDIN ÇİLEDAĞ , BANU GULBAY , ZEYNEP PINAR ÖNEN , AKIN KAYA ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI

Amaç:

Yoğun bakım ünitesinde(YBÜ) dirençli mikroorganizma gelişiminden sorumlu an�biyo�k protokollerini belirlemek.

Gereç ve Yöntem:

2005-2007 yılları arasında YBÜ’nde takip edilen hastaların ya�ş endikasyonları, enfeksiyon varlığı, kültür ve an�biyogram duyarlılık sonuçları, kullanılan an�biyo�kler, YBÜ’nde kalış süresi değerlendirildi.

Bulgular:

146 KOAH, 38 akciğer kanseri, 24 bronşektazi, 13 obezite hipoven�lasyon, 10 İPF, 9 akut PTE, 7 kifoskolyoz tanıları ile takipte olan 247 hastadan, 107(%43.3) �p I solunum yetmezliği, 94(%38.4) �p II solunum yetmezliği, 30(%12) solunum arres�, 6(%2.4) kardiyak arrest, 4(%1.5)akut koroner sendrom, 3(%1.2)akut SVO, 2 (%0.8)ölümcül aritmi atağı, 1’i(%0.4)gastrointes�nal kanama nedeni ile yoğun bakım ünitesine alınmış�. 102 (%41.3) hasta toplum kökenli, 30’u(%12.1) hastane kökenli pnömoni tanısı ile an�biyo�k kullanmaktaydı(%33 florokinolon, % 25 3. kuşak sefalosporin-makrolid, %20 3. kuşak sefalosporin, %10 betalaktamaz dirençli penisilin, %10 2. kuşak sefalosporin, %2 2. kuşak sefalosporin- makrolid). 44 hastanın balgamında ( P. Aeruginosa %20.9, S.pneumonia %14, E.coli %14, C. Pneumonia %11.6 MRSA %9.3, H.İnfluenza %7, A. baumani %4.7, M. Catarhalis %4.7, Enterobacter %4.6, Corynebacterium %2.7), 36 hastanın trakeal aspira�nda (MRSA %24.3, P. Aeruginosa %18.9, A. Baumani % 16.2, C. Pneumonia %8.1, S. Maltophilia %2.7) üreme saptandı. An�biyo�k duyarlılık testleri sonucu 14(%5.7) sefuroksim, 11(%4.5) amikasin, 8(%3.2) siprofloksasin, 5 meropenem (%2), 4(%1.6) piperasilin tazobaktam, 3 (%1.2) vankomisin, 2(%0.8) sefaperazon, 1(%0.4) imipenem direnci saptandı. Klaritromisin, teikoplanin ve kolis�n direncine rastlanmadı. An�biyo�k değişikliği yapılan 51 hastanın yoğun bakım ünitesinde kalış süresinin uzadığı saptandı( p=0.013).

Page 123: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

122

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Sonuç:

YBÜ’de an�biyo�klere dirençli etkenlerin neden olduğu enfeksiyonlar, sadece morbidite ve mortalite ar�şı değil ayrıca hastanede ya�ş süresinde uzama ve maliyet ar�şına neden olmaktadır.

PS099

YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNE(YBÜ) AKUT SOLUNUM YETMEZLİĞİ(ASY) İLE KABUL EDİLEN KOAH OLGULARINDA EŞLİK EDEN PNÖMONİLER

GÖKAY GÜNGÖR , ÖZLEM YAZICIOĞLU MOÇİN , EYLEM ACARTÜRK , YELDA BAŞBUĞ , CÜNEYT SALTÜRK , MURAT YALÇINSOY , ZUHAL KARAKURT TCSB SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, SOLUNUMSAL YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ, MALTEPE/İSTANBUL.

Amaç:

YBÜ’de ASY nedeni ile ya�rılan pnömonili KOAH olgularını değerlendirmek

Gereç ve Yöntem:

İleriye dönük tanımlayıcı kohort çalışma. Eği�m araş�rma hastanesinde yirmi yataklı göğüs hastalıkları YBÜ’de Ocak – Aralık 2008 döneminde ASY nedeni ile yatan KOAH’lı olgular çalışmaya alındı. Eşlik eden pnömonisi olan ve (Grup 1 n=30) diğer olgular (Grup 2, n=143) olarak gruplandırıldı..Grupların demografik özellikleri, APACHE II skorları,BKI, eşlik eden hastalıklar,steroid kullanımı, lökosit, CRP değerleri, IMV ve NIMV gereksinimleri ve süreleri,YBÜ kalış süreleri ve mortaliteleri,VİP varlığı ile karşılaş�rıldı.

Bulgular:

Çalışma periodunda 634 olgunun 173’ü KOAH+ASY nedeniyle ya�rıldı. Grup 1(%17) ve Grup 2(%83) olguları arasında demografik özellikler, APACHE II skoru,BMI eşlik eden hastalıklar,steroid kullanımı açısından fark saptanmadı, lökosit ve CRP değerleri Grup 1’te daha yüksek bulundu (p<0.05). Grup 1’de 11 olgu (%36) Grup 2’de ise 34 olgu (%23.7) entübe edildi. Grup 1’de olguların 10 idi (p±8 gün iken Grup 2’de 8±IMV süresi 5>0.05). Grup 1’deki 27 5 gün NIMV uygulandı. Grup 1’deki±3 gün Grup 2’de 118 olguya 8±olguya 5 8 gün (p±7 gün Grup 2’de 9 ±olguların YBÜ kalış süresi 7>0.05)idi. Grup 1’de 2 olgu (%6.6) grup 2’de 12 olgu(%8.3) eksitus oldu. Entübe edilen 45(%26) olgunun 8’de (%17.7) VIP gelişirken Grup 1’de 1 olguda(%3.3) 2’de ise 7 olguda (%4.8) VIP saptandı.

Sonuç:

KOAH olgularımızda girişte pnömoni varlığının IMV ve YBU kalış süresini ve mortaliteyi arrmadığı gözlemlenmiş�r.

PS100

YOĞUN BAKIMDA TAKİP EDİLEN POST-KARDİAK ARREST HASTALAR: NE KADAR BAŞARILIYIZ?

ÖZLEM YAZICIOĞLU MOÇİN , GÖKAY GÜNGÖR , ZUHAL KARAKURT , MERİH KALAMANOĞLU BALCI , CÜNEYT SALTÜRK , ÖZKAN DEVRAN , GÜLGÜN ÇETİNTAŞ , AYŞEM AŞKIM ÖZTİN GÜVEN TCSB SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, SOLUNUMSAL YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ, MALTEPE/İSTANBUL.

Amaç:

Solunumsal yoğun bakım ünitesine (SYBÜ) kardiopulmoner resusitasyon (KPR) yapılarak alınan hastaları değerlendirmek.

Gereç ve Yöntem:

Tanımlayıcı retrospek�f çalışma. Ocak-Aralık 2008 dönemi. Yer: 20 yataklı SYBÜ.Hastalar: SYBU’ de ve dışında başarılı KPR sonrası entübe edilip SYBU ye kabul edilen hastalar. Olguların demografik özellikleri, arrest nedeni, yeri, resisütasyon süresi, ritmi, arrest sonrası hipoksik ensefalopa� varlığı, APACHE II skoru, SYBÜ kalış günü, invaziv mekanik ven�lasyon (IMV) süresi, trakeostomi ve perkutan endoskopik gastrostomi (PEG) gereksinimi, çoklu organ yetmezliği (ÇOY) gelişimi ve mortaliteleri değerlendirildi.

Bulgular:

Dönemde 634 hastanın 26(19 erkek) hasta çalışmaya alındı. Yaş ortalaması 62±18 (13-81) idi. Arrest nedenleri: akut solunum yetmezliği (n=20,%77), pnömoni (n=4,%15.3), suda boğulma (n=1), serebrovasküler hastalık (n=1) idi. Arrest yeri: dış merkez (11), servis (7), SYBÜ (6), acil servis (1), ev (1) idi. Arrest süresi 6(%23) olguda bilinmezken, 20 olguda arrest süresi 10.5±6.8(2-30) dakika idi. Arrest ritmi:asistoli (n=10,%38.5), asistoli/ventriküler fibrillasyon (n=4,%15.4) iken, 12(%46.1) olguda bildirilmemiş�. SYBÜ giriş APACHE II ortalama 28.4 ±7.5, ortalama IMV günü 9.2 ±7.9, SYBÜ kalış günü 15.8 ±11.3 idi. ÇOY olan 16 (%61.5) hastanın 13’ü(%50) eksitus oldu. Hipoksik ensefalopa� 14 (%53.8) hastada gözlendi, bakım için 8 (%31) olguya trakeostomi; 3(%12) olguya PEG açıldı.SYBU’deki genel kalış gün 9.9 ve mortalite 14.9 idi.

Page 124: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

123

Sonuç:

Başarılı KPR’de YBU’de uzun kalış, yüksek maliyet ve mortalite mevcu�ur. Trakeostomi ve PEG beslenmeye bağımlı hastanın ve ailenin yaşam kalitesi bozulmaktadır. Arrest önleyici ve KPR eği�m programlarının arrılması önerilir.

PS101

AKUT SOLUNUM YETMEZLİĞİNDE SERVİSTE NONİNVAZİV MEKANİK VENTİLASYON UYGULAMASI

AYDIN ÇİLEDAĞ , AKIN KAYA , BUKET BAŞA AKDOĞAN , PINAR AKIN KABALAK , ZEYNEP PINAR ÖNEN , ELİF ŞEN , BANU GÜLBAY ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD

Amaç:

Akut solunum yetmezliği (ASY)’inde serviste noninvaziv mekanik ven�lasyon (NIMV) uygulamasının etkinliğini ve başarısı ile ilişkili faktörleri saptamak�r.

Gereç ve Yöntem:

ASY nedeniyle serviste NIMV uygulanan 30 hasta prospek�f olarak değerlendirildi. NIMV, hastanın yoğun bakım ünitesi (YBÜ)’ne ya�ş ih�yacı gelişmemesi ve hastaneden taburcu olması durumunda başarılı (grup1), YBÜ’e ya�ş ih�yacı gelişmesi durumunda ise başarısız (grup2) olarak kabul edildi.

Bulgular:

ASY, 17 hastada KOAH akut atağı, 13 hastada diğer nedenlere bağlıydı. NIMV, 22 hastada başarılı, 8 hastada başarısız olarak saptandı. Tedavi öncesi pH grup1’de 7.321, grup2’de 7.324, PaCO2 grup1’de 63.68 mmHg, grup2’de 67.22 mmHg idi. İki grup arasında NIMV öncesi, NIMV’un birinci, üçüncü ve 24. saatlerinde pH ve PaCO2 açısından anlamlı fark yoktu. Tedavi öncesi PaO2/FiO2 açısından gruplar arasında fark yokken, tedavinin birinci, üçüncü ve 24. saatlerinde PaO2/FiO2 grup1’de anlamlı olarak daha yüksek bulundu. NIMV tedavisine daha iyi uyum gösteren hastalarda başarı oranı anlamlı olarak daha yüksek saptandı. Tedavi sırasında komplikasyon gelişimi başarısız grupta anlamlı olarak daha yüksek bulundu ve pnömoni en sık görülen komplikasyondu. Ek hastalık varlığı grup2’de anlamlı olarak daha yüksek saptandı ve bronşektazi varlığı durumunda NIMV başarı oranının daha düşük olduğu bulundu.

Sonuç:

NIMV ASY’nde seçilmiş hastalarda serviste başarılı bir şekilde uygulanabilir. NIMV sonrası oksijenizasyonda düzelme olmaması, hastanın NIMV’a uyumunun kötü olması, tedavi sırasında komplikasyon gelişimi, ek hastalık varlığı ve bronşektazi tedavi başarısızlığı ile ilişkili faktörlerdir.

PS102

NONİNVASİV MEKANİK VENTİLASYON YAĞ EMBOLİSİ SENDROMU TEDAVİSİNDE ETKİLİMİDİR?

HAKAN BÜYÜKOĞLAN , NURİ TUTAR , FATMA SEMA OYMAK , İNCİ GÜLMEZ , RAMAZAN DEMİR ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANA BİLİMDALI

Amaç:

Yağ embolisi Sendromu (YES) değişik sebeplere bağlı olarak oluşabilir. YES’ unun oluş mekanizması tam olarak bilinmese de, kemik kırıklarından veya diğer kaynaklardan kopan yağ veya yağ asitlerinin intravazasyonu YES’ in ana sebebidir. İnsidansı retrospek�f verilerde %1 den daha az, prospek�f çalışmalarda %11-%29 dur. YES kemik kırıklarının ciddi komplikasyonudur ve mortalite oranı % 36 civarındadır. YES li olguların %10 ile %44 ‘ün de mekanik ven�lasyon ih�yacı ortaya çıkar.

Gereç ve Yöntem:

2003 ile 2008 arasında 9 (6 erkek, 3 kadın) YES tanısı alan hasta tespit edildi. Hastaların tanısı klinik ve radyolojik bulgulara göre kondu.

Bulgular:

Tüm olgularda akciğer tutulumu, hipoksemi ve peteşi vardı. Bir vakada serebral tutulum gözlendi. YES üç olguda travma sonrası, al� olguda uzun kemik kırığı operasyonu sonrasında ortaya çıkmış�. Al� hasta NIMV ile üç hastada invaziv MM ile takip edildi. Mekanik ven�lasyon uygulanan iki hasta öldü.

Sonuç:

NIMV solunum sistemi yetmezliğini ve hipoksemiyi düzeltmede kullanılabilir. NIMV, YES ‘ li hastalarda invaziv mekanik ven�lasyon ih�yacını azaltabilir.

Page 125: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

124

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

PS103

YOĞUN BAKIM İNFEKSİYONLARINDAN KORUNMA YÖNTEMLERİ VE YAKLAŞIMLARI AÇISINDAN HASTANEMİZ YOĞUN BAKIM BİRİMLERİNİN YAKLAŞIMLARI

FUNDA ULUORMAN 1, ADİL HAKYOL 2, CAN SEVİNÇ 1 1 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 DOKU EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 3. SINIF ÖĞRENCİSİ (ÖÇM)

Amaç:

Yoğun bakım infeksiyonları hastane ortamında sık karşılaşılan önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Bu nedenle yoğun bakım ünitelerinde alınacak infeksiyon kontrol önlemleri önem kazanmaktadır. Bu araş�rmada, hastanemiz yoğun bakımlarındaki hasta ve sağlık personeli durumu, fiziksel koşullar ve infeksiyon korunma yöntemleri ile ilişkili standart uygulamalar belirlenmeye çalışıldı.

Gereç ve Yöntem:

Bu amaçla; anestezi, dahili bilimler, beyin cerrahisi, koroner, pediatri ve prematüre yoğun bakımı içeren toplam al� yoğun bakım birimi ziyaret edildi. Var olan durum ve korunma yöntemlerine ilişkin veri toplamaya yönelik bir anket formu hazırlandı. Daha sonra bu anket, yoğun bakımlar tek tek ziyaret edilip, yetkililerle yüz yüze görüşülerek uygulandı. Kesitsel olarak yapılan bu araş�rma üç aylık süre içinde tamamlandı.

Bulgular:

Yoğun bakım ünitelerinin toplam yatak sayısının 50 olduğu, ziyaret edildiklerinde bu yatakların 35’inin dolu olduğu belirlendi. Toplam 13 doktor, 14 hemşire, 14 personel görev yapmaktaydı. Erişkin yoğun bakımlarında yatmakta olan hastaların yaş ortalaması 55.2 ve ortalama ya�ş süresi 21.8 gün (4.3-52.4) idi. Hiç birinde kep ve maske takma zorunluluğu olmayıp, sadece birisinde girişte galoş giymenin zorunlu olduğu, hepsinde el yıkamada sıvı sabun kullanıldığı ve merkezi sistemle havalandırılıp klima�ze edildikleri saptandı. Sadece prematüre YB’da entübe hastalara “sürekli subglo k sekresyon aspirasyonu” uygulanırken, iki YB biriminde “kapalı aspirasyon sistemi” kullanılmaktaydı. Aspirasyon işlemi sırasında 3 yoğun bakımda steril, 3 yoğun bakımda ise non-steril eldiven kullanıldığı gözlendi. Mekanik ven�latör hortum devrelerinin değiş�rilme süreleri; iki

yoğun bakımda yedi gün, bir yoğun bakımda on gün, diğer üç yoğun bakımda ise gözle görülür kirlenme olmadıkça değiş�rme yapılmadığı saptandı. Santral kataterlerin değiş�rilme sıklığı 14.1 gün idi. Yirmibeş olgu (%71.4) geniş spektrumlu an�biyo�k kullanmakta idi.

Sonuç:

Yoğun bakım birimlerimizde yap�ğımız araş�rmada, tümünde etkin olarak el yıkamaya önem verildiği ve uygun klima�zasyon ortamı sağlandığı gözlenirken, maske, galoş ve forma giyinme konularında yeterli standardizasyon olmadığı görüldü. Farklı aspirasyon sistemlerinin kullanıldığı dikka� çek�. Sonuç olarak, yoğun bakımlarda infeksiyon kontrol ve koruma önlemleri konusunda gerekli duyarlılık ve ��zliğin gösterilmesi gerek�ğini, bu konuda özellikle hastane yöne�mleri ve hastane infeksiyon kontrol komiteleri tara�ndan bilimsel temele dayanan standart düzenlemelerin yapılmasının yararlı ve uygun olacağını düşünmekteyiz.

PS104

TOPLUM KÖKENLİ VE HASTANE KÖKENLİ SEPSİSE BAĞLI OLARAK GELİŞEN AKUT BÖBREK HASARI FARKLI ÖZELLİKLER TAŞIR MI?

GÜL GÜRSEL , MÜGE AYDOĞDU , SERPİL YENİ AKTEN , GÜLÇİN TEKŞUT , SEÇİL TAŞYÜREK GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ

Amaç:

Yoğun bakım ünitelerinde takip edilen hastalarda sepsis ve sep�k şok akut böbrek hasarı (ABH) gelişiminin en önemli nedenlerindendir ve akut böbrek yetmezliği (ABY) hastalarının >% 50’sinin nedenini oluştururlar. Mortalite sepsisin ağırlığına bağlı olarak %21 ila %57 arasında değişir. Bu çalışmanın amacı toplum kaynaklı ve hastane kaynaklı sepsiste gelişen ABH’nın seyrindeki ve prognozundaki farklılıkları değerlendirmek�r.

Gereç ve Yöntem:

Sepsise bağlı ABH gelişen hastalar çalışmaya dahil edildi. ABH’yı tanımlamak amacıyla RIFLE kriterleri kullanıldı.Çalışmada hastaların klinik ve laboratuar özellikleri student’s t- test ve ki-kare testleri ile karşılaş�rıldı.

Page 126: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

125

Bulgular:

Toplam 41 hasta çalışmaya alındı; bunlardan 24’ünde toplum kökenli sepsise bağlı ABH mevcu�u. Hastaların %90’ı mekanik ven�latörde takip edildi. Sepsisin en sık nedenleri toplum kökenli ve ven�latör ilişkili pnömoniydi. Her iki grup arasında yaş, cinsiyet, ya�ş APACHE II ve ABH geliş�ği dönemde hesaplanan SOFA skorları açısından anlamlı fark yoktu (p>0.05). Hastane kaynaklı sep�k ABH’nın toplum kökenli sep�k ABH’aya göre daha geç dönemde geliş�ği saptandı (sepsisin 10.günü ve 3. günü, p=0.004). Hastane kaynaklı ABH’da daha fazla oligüri (%73’e karşılık %35,p=0.020), bakteriyemi (%47’e karşılık %4, p=0.001), nefrotoksik an�biyo�k kullanımı (%59’a karşılık %21, p=0.013) mevcu�u ve bu hastalar daha sıklıkla ABY’ne ilerlediler (%63’e karşılık %18, p=0.005). Toplum kökenli sep�k ABH’nin daha sık (%74’e karşılık %41, p=0.37) ve daha hızlı (7 güne karşılık 12 gün, p=0.44) normale döndüğü belirlendi. Hastane kökenli ABH olanlarda toplum kökenli ile karşılaş�rıldığında ortalama kan basıncı ve ScvO2% daha düşük bulundu ve daha fazla steroid ve vazopressör tedavisi gerek�ği saptandı (p<0.05). Mekanik ven�lasyon süresi ve mortalite süresi benzer olmakla birlikte hospitalizasyon süresi hastane kökenli ABH olanlarda daha uzun bulundu(32 güne karşılık 18 gün, p=0.045).

Sonuç:

Bu bulgular göstermiş�r ki hastane kökenli ABH toplum kökenli ile karşılaş�rıldığında daha kötü klinik ve prognoza sahip�r. Dolayısıyla hastane kökenli ABH gelişimini önlemek ve tedavi etmek amacıyla daha ileri çalışmalara ih�yaç vardır.

PS105

BU OLGULARDA NONİNVASİV MEKANİK VENTİLASYONU ÖNERİR MİSİNİZ?

AYŞE YILMAZ , SİBEL ŞAHBAZ , HANDAN İNÖNÜ , SERHAT ÇELİKEL , HASİBE YEMENİCİ , FADİME DURAN YÜCESOY , ZEHRA SEYFİKLİ GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ ARAŞTIRMA VE UYGULAMA HASTANESİ

Amaç:

Noninvasiv mekanik ven�lasyon (NIMV), ülkemizde uygun vakalarda yaygın olarak kullanılmaktadır. Sunulan üç olgu ile NIMV uygulamasının uygun olup olmadığını tar�şılacağız.

Gereç ve Yöntem:

OLGU 1: KOAH, kor pulmonale ve hiperkapnik solunum yetmezliği olan 55 yaşında bayan hasta. Büllöz akciğeri ve pnömotoraks öyküsü var. Enfeksiyon bulgusu yok ve düzenli bronkodilatatör tedavi almıyor. Nazal oksijen kullanırken arter kan gazında (AKG) pH: 7.33, pO2: 72

mmHg, pCO2: 80 mmHg, HCO3:38, satO2: %94’dü. Medikal tedavi sonrası takip arter kan gazında pH:7.47 pCO2:62 mmHg idi. Bu hastada eski pnömotoraks öyküsü ve büllöz amfizem nedeni ile NIMV uygulanmadı. OLGU 2: 53 yaşında obez kadın. Uyku apne sendromu var ve BİPAP ile tedavi ediliyor. BIPAP basınçları 12/5 cmH20. Toraks BT’sinde mul�ple hava kistleri izlendi. Bu hastada NIMV tedavine devam edildi. OLGU 3: 52 yaşında, akciğer kanseri ve KOAH’ı olan erkek hasta. Vena cava süperior sendromu’na (VCSS) ait bulguları ve solunum yetmezliği saptandı. AKG’da solunumsal asidozu, hipoksemisi (pO2: 30 mmHg) ve hiperkapnisi (pCO2: 80 mmHg) izlendi. Bu hastada VCSS’a rağmen NIMV uygulandı ve klinik düzelme sağlandı.

Bulgular:

Şekil

Sonuç:

İlk iki olguda pnömotoraks riski, üçüncü olguda artan intratorasik basınç nedeni ile NIMV uygulamalarının değerlendirilmesi amacı ile bu olgular sunulmuştur.

PS106

KRONİK SOLUNUM YETMEZLİĞİ OLAN KİFOSKOLYOZ HASTALARINDA ALTI DAKİKA YÜRÜME MESAFESİ

ZUHAL KARAKURT , AYŞEM ÖZTİN GÜVEN , GÖKAY GÜNGÖR , ÖZLEM YAZICIOĞLU MOÇİN , HİLAL ALTINÖZ , EYLEM ACARTÜRK , TÜLAY YARKIN , REHA BARAN SB SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Kronik solunum yetmezliği ( KSY) olan kifoskolyozlu hastalarda 6 DYT mesafesinin yaş, cinsiyet, BMI, AKG, pulmoner fonksiyon ve EKO değerleri ile karşılaş�rılması.

Gereç ve Yöntem:

Prospek�f klinik çalışma. YBU polikliniğinde takip edilen evde NIMV endikasyonu olan kronik solunum yetmezlikli kifoskolyoz olguları çalışmaya alındı. Hastalar telefon ile evlerinden aranarak çağırıldı.Demografik özellikleri dosyalarından kayıt edildi, transtorasik EKO, 6 DYT, SFT, AKG, HRCT yapıldı. 6DYT değerleri diğer veriler ile karşılaş�rıldı.

Bulgular:

Çalışmaya 34 hasta alındı. Çalışmayı 25 (17 erkek) olgu tamamladı. Olguların 6DYT mesafesi ortalaması 275 m idi. Bu mesafeden çok yürüyen grubun genç, erkek, yüksek nabızda ve daha desatüre olduğu bulundu. Olguların 6 sında (%24) EKO da PABs >40 mmHg ölçüldü. Bu olgular diğer olgulara göre hipoksi yönünden farklı değildi.

Page 127: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

126

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Sonuç:

Sonuç olarak, kronik solunum yetmezliği olan kifoskolyozlu hastaların yürüme mesafeleri genç yaş ve erkeklerde daha fazladır.Fazla yürüyenlerin desature ve taşikardik olması kendilerini zorladığı ve dispne algılamasında yanılsama olduğu kanaa� uyandırmış�r. Kifoskolyoz olgularında PAH gelişiminde hipoksemi dışı e�yolojilerin varlığı aklımıza gelmelidir.

PS107

SOLUNUMSAL YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDE İZLENEN KANSER OLGULARININ RETROSPEKTİF ANALİZİ

MELTEM TOR , MURAT ALTUNTAŞ , OLGUN KESKİN , AYŞEGÜL TOMRUK , FİGEN ATALAY ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD ZONGULDAK

Amaç:

Akciğer kanseri dahil tüm kanser olgularının yoğun bakımda izleme ve entübasyon kriterleri ile ilgili olarak literatürde bir konsensus yoktur. Bu çalışmamızda malign hastaların merkezimizde yoğun bakımda izlenme süreçlerini ve sonuçlarını değerlendirmeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Merkezimiz solunumsal yoğun bakım ünitesinde (YBU) Ekim 2007-Aralık 2008 tarihleri arasında izlenen tüm malign hastalar retrospek�f olarak değerlendirildi. Olgular akciğer (Grup 1)ve akciğer dışı (Grup 2) maligniteler olarak ya�ş endikasyonu, SOFA skoru, invazif mekanik ven�lasyon (IMV) ih�yacı, yoğun bakım kalış süreleri ve mortalite açısından değerlendirildi. İsta�s�ksel analiz SPSS 11.0 ile yapıldı.

Bulgular:

Ortalama YBU kalış süresi 17 gün olan 28 olgunun kanser �pleri şöyle idi: akciğer (KHDAK) (n:16), meme (n:4), larenks(n:2), mesane(n:1), mezotelyoma(n:1), kaposi sarkomu (n:1), mide(n:1), nazofarenks(n:1), cilt (n:1). Grup 1 (n:16) ve Grup 2(n:12) için yaş ortalaması, erkek/kadın oranı, sigara öyküsü, SOFA skoru, YBU kalış süresi (gün), IMV ih�yacı (%) ve YBU mortalitesi (%) sırası ile 61.25 +/- 10 vs 71.1 +/- 13.9 (p:0.038*), 16/0 vs 5/7 (p: 0.001*), 16(%100) vs 7 (%58) (p: 0.017*), 6.69+/-4.01 vs 8.17+/-2.48 (p: 0.272), 6.44+/-6.39 vs 30.75+/-57.90 (p: 0.106) 13(%81) vs 10(%83) (p:0.892), 12 (%75) vs

9(%75) (p:1.00) olarak değerlendirildi. En sık YBU ya�ş endikasyonu pnömoni idi (%48) idi. Entübe edilen 13 akciğer kanser olgusundan sadece biri (%7.6) başarılı şekilde ekstübe edilirken, diğer grupta bu oran %10(1/10) idi. SOFA skoru ile sağkalım arasında (p: 0.008) anlamlı ilişki saptanırken YBU’de kalış süresi ile sağkalım arasında anlamlı ilişki saptanmadı (p: 0.558). Her iki grubun SOFA skorları, IMV ih�yacı, YBU kalış süreleri ve mortalite oranları arasında ise anlamlı fark saptanmadı.

Sonuç:

Malign hastalarda YBU mortalitesi oldukça yüksek (%75) seyretmekte olup özellikle terminal dönemdeki malign hastalarda IMV konusunda daha seçici davranılmalıdır.

PS108

7. STUDY OF INFLAMMATORY MARKERS IN CHILDREN WITH MODERATE PERSISTENT BRONCHOIAL ASTHMA BEFORE AND AFTER THERAPY WITH INHALED CORTI-COSTEROIDS

MOHAMMED RAGAB

DEPARTMENT OF PEDİATRİCS, FACULTY OF MEDİCİNEİTY, ALEXANDRİA UNİVERS

Aim:

Is to study some non-invasive inflammatory markers (sputum eosinophils, absolute eosinophilic count AEC, , serum eosinophilic ca�onic protein ECP, and serum TNF-alpha) in children with moderate persistent bronchial asthma as regards their diagnos�c value, response to inhaled cor�costeroid therapy and as predictors of asthma excerba�on.

Method:

Thirty children with moderate persistent bronchial asthma (according to GINA guidelines) were included in this study following certain inclusion and exclusion criteria, with no other organic lung diseases and compared to twenty healthy subjects were included in this study. Three samples of serum and induced sputum ( using hypertonic saline) were collected from each pa�ent and one sample from each control subject. The first sample was taken before start of the inhaled cor�costeroid therapy, the second aer 3 months of therapy (aer control of asthma) and the third aer either gradual withdrawal of inhaled steroids ( over 3 months ) or with recurrence of asthma symptoms if it happened earlier.

Page 128: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

127

Results:

Bronchial asthma was more common in boys than girls (57%Vs43%). The start of asthma symptoms was more common during the first 5 years of life. Before therapy, the mean concentra�on of the four inflammatory markers ( sputum eosinophils, AEC, ECP, and TNF-alpha) in asthma�cs were significantly higher compared to the conrol subjects. ( P< 0.001, <0.002, <0.001, and <0.001 respec�vely) . Compared to the first sample results, the mean concentra�on of the inflammatory markers were significantly lower in the second sample ( aer control) ( P<0.001, <0.007, <0.001, <0.001 respec�vely). Wth the recurrence of asthma symptoms, the inflammatory markers showed eleva�ons in their concentra�ons with variable responses. Using mul�ple loges�c regression analysis TNF-alpha followed by sputum eosinophilia were more sensi�ve than the other two concerning the clinical utcome.

Conclusion:

Non invasive inflammatory markers are sensi�ve indicators of bronchial hyperresponsiveness. Inhaled cor�costeroids are the cornerstone in suppression of the inflamma�on accompanied with asthma manifesta-�ons. TNF-alpha followed by sputum eosinophils are sensi�ve predictors of asthma excerba�on.

PS109

SAĞLIKLI ÇOCUKLARDA SOLUK HAVASINDA NİTRİK OKSİT DÜZEYİ VE ATOPİ İLİŞKİSİ

ARZU BAKIRTAŞ , MUSTAFA ARGA , İPEK TÜRKTAŞ , GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK ALLERJİ VE ASTIM BİLİM DALI

Amaç:

Sinüzit, as�m ve allerjik rinit, soluk havası nitrik oksit (eNO) düzeyini etkileyen en önemli hastalıklardır. Ancak herhangi bir hastalığı olmayan, sağlıklı bireylerde, tek başına atopik duyarlanmanın bile eNO düzeyini etkilediği bildirilmektedir. Bu çalışma sağlıklı atopik ve non-atopik çocuklar arasında eNO düzeylerini karşılaş�rmak ve atopik duyarlılığı olanlarda eNO düzeyini etkileyen atopi parametrelerini belirlemek amacıyla planlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Polikliğinimize solunum yolu şikaye� dışında başvuran 7-16 yaş arası çocuklar öykü, fizik inceleme ve solunum fonksiyon testleri ile as�m ve allerjik rinit açısından değerlendirilerek, sağlıklı olanlar çalışmaya dahil edilmiş�r. Soluk havasında nitrik oksit online yöntemle Sievers 280i analizörle ölçülmüştür. Atopik duyarlanma deri prik testleri ile belirlenmiş�r. Sağlıklı atopik çocuklarda, eNO düzeyini etkileyebileceği düşünülen atopi parametreleri (atopik duyarlanma sayısı, çeşidi ve ödem çapı) lineer regresyon analizi ile değerlendirilmiş�r.

Bulgular:

Çalışmaya 80 sağlıklı çocuk alınmış�r. Atopik çocukların ortalama eNO düzeyleri, nonatopik olanlara göre anlamlı 3.36 ppb,±3.95 ppb ve 13.48 ±yüksek bulunmuştur (sırasıyla 15.97 p=0.02). Lineer regresyon analizinde, sağlıklı atopik çocuklarda atopi parametrelerinden sadece ödem çapı ile eNO düzeyi arasında anlamlı =0.74, %95 GA: 2.09-4.78, pβilişki gözlenmiş�r (<0.001).

Sonuç:

Sağlıklı çocuklarda atopik duyarlanma eNO düzeyini etkiler. Atopik sağlıklı çocuklarda ortalama ödem çapı, eNO düzeyine etki eden en önemli atopi parametresidir.

PS110

STRİDORLU HASTALARDA FLEKSİBL BRONKOSKOPİ BULGULARI

FÜSUN ÇAKMAK , ZEYNEP SEDA UYAN , REFİKA ERSU , BÜLENT KARADAĞ , FAZİLET KARAKOÇ , ELİF DAĞLI MARMARA ÜNİVERSİTESİ ÇOCUK GÖĞÜS HASTALIKLARI

Amaç:

Stridoru olan hastalarda görülen havayolu anomalilerini tespit etmek

Gereç ve Yöntem:

2004-2009 yılları arasında Marmara Üniversitesi Çocuk Göğüs Hastalıkları Bölümünde stridor nedeniyle bronkoskopi yapılan hastaların kayıtları incelendi.

Bulgular:

129 hastaya (%72 erkek) stridor nedeniyle bronkoskopi yapıldı. Bronkoskopi yapıldığı andaki yaş ortalaması 6 aydı (0-25 ay). Hastaların %78’inde doğumdan beri stridor mevcut iken %5’inde entübasyon sonrası gelişmiş�. Hastaların %80’inde laringomalazi saptandı. Laringomalazisi olan hastaların %32’sinde eşlik eden trakeomalazi, %15’inde diğer hava yolu anomalileri mevcu�u. Hastaların %54’ünde sadece stridor mevcutken, %33’ünde hışıl� eşlik etmekteydi. Reflü semptomları hastaların %69’unda bulunmaktaydı, %47’sine ÖMD yapılmış ve bunların % 74’ünde reflü tespit edilmiş�. Eşlik eden reflü semptomları olan ve olmayanlar stridor süresi açısından karşılaş�rıldığında reflü semptomları olanlarda stridor süresi anlamlı olarak uzun bulundu (p=0.003). Hastaların %17’si tedavisiz izlendi, %5’i an�reflü tedavi, %16’sı inhale steroid , %46’sı inhale steroid ve an�reflü tedavi aldı. Hastaların %14’üne cerrahi uygulandı. Hastaların %24’ünde stridor 6 aylıktan önce, %33’ünde 6 ay ile 1 yaş, %44’sında 1 ile 3 yaş arasında düzeldi.

Page 129: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

128

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Sonuç:

Stridorlu hastalarda en çok laringomalazi tespit edilmekle birlikte bu hastaların yarısında eşlik eden diğer havayolu anomalileri bulunmaktadır. Ayrıca hastaların yarısında reflü semptomları bulunmakta ve bu hastalarda stridor, reflü olmayanlara göre daha uzun sürmektedir. Eşlik eden anomaliler nedeniyle stridoru olan hastalarda bronkoskopi önemli bir tanı yöntemidir.

PS111

KİSTİK FİBROZ’LU HASTALARIMIZIN MİKROBİYOLOJİK DEĞERLENDİRİLMESİ

PINAR ÜRENDEN , Z. SEDA UYAN , REFİKA HAMUTÇU ERSU , BÜLENT KARADAĞ , FAZİLET KARAKOÇ , ELİF DAĞLI MARMARA ÜNİVERSİTESİ ÇOCUK GÖĞÜS HASTALIKLARI BİLİM DALI

Amaç:

Kis�k Fibrozis (KF) hastalarında enfeksiyonlar, ilerleyici akciğer hasarında önemli rol oynamakta, kronik ve akut enfeksiyonların tanı ve tedavisi, hastalığın seyrinde önemli yer tutmaktadır. Bu çalışmada; kliniğimizde izlenen KF’li hastaların mikrobiyolojik verilerinin incelenmesi amaçlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

2000-2008 yılları arasında düzenli takiplere gelen, 3 ayda bir balgam/NFA/BAL kültürleri alınmış olan 111 KF’li hastanın mikrobiyolojik verileri retrospek�f olarak incelenmiş�r.

Bulgular:

Hastalarımızın kültürlerinde; %27 P aeruginosa (PA), % 19,1 H influenza, %13,8 Me�cillin hassas S aureus, %11,6 S pneumonia, %3,5 Me�cillin rezistan S aureus, %3,5 Klebsiella spp., %2,9 Candida spp., %2,9 M abcessus, %2,3 S maltophilia, %2,3 Acinetobacter spp., %1,7 E coli, %1,7 A grubu beta hemoli�k Streptococcus , %1,7 Enterobacter spp., nadir olarak da B cepacia (n=2), S marcescens (n=2), E faecium (n=1), M catarrhalis (n=1), Sphyngomonas spp. (n=1), Acromobacter spp. (n=1), Aspergillus spp. (n=1), P mirabilis (n=1) üremeleri saptanmış�r. PA üremesi olan hastalar Karbapenem/Aminoglikozid/Beta-Laktam/Kinolon grubu

an�biyo�klere hassasiyetleri açısından incelendiğinde; bu hastaların %11,8‘inde Karbapenem, %23,5‘inde Aminoglikozid %27,4‘ünde Beta-Laktam ve %11,8‘inde Kinolon grubu an�biyo�klere direnç saptanmış�r, %64,7’sinde ise hiçbir direnç gösterilmemiş�r. KF hastalarında Karbapenem/Aminoglikozid/Beta-Laktam/Kinolon grubu an�biyo�klerden en az üçüne dirençli olunduğunda tanımlanan çoklu ilaç direnci hastaların %11,8’inde saptanmış�r. %9,8 hastada ise bu dört grubun hepsine dirençli suşlar ürediğinden; tedaviye Polimiksin grubu an�bakteriyellerden “Kolis�n” eklenmiş ve olumlu sonuç alınmış�r. Hastaların uzun dönem takibinde %68,6 hastada Psödomonas’ın tekrarlayan üremeleri bildirilmiş, %31,4 hastada ise yeni üremeler saptanmamış ve mikroorganizmanın eradike edildiği düşünülmüştür.

Sonuç:

Sonuç olarak; KF’li hastalarda enfeksiyona sebep olan mikroorganizmanın izolasyonu ve direnç paternlerinin belirlenmesi, enfeksiyonun etkin ve kısa sürede tedavisine olanak sağlayacağından tedavide önemli bir yer tutmaktadır.

PS112

KLİNİĞİMİZDE İZLENEN KİSTİK FİBROZLU HASTALARIN GENEL ÖZELLİKLERİ

ZEYNEP SEDA UYAN , MEHMET TAŞDEMİR , SEDAT ÖKTEM , ELA ERDEM , FAZİLET KARAKOÇ , BÜLENT KARADAĞ , REFİKA ERSU , ELİF DAĞLI

MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK GÖĞÜS HASTALIKLARI BİLİM DALI, İSTANBUL

Amaç:

Kis�k fibroz (KF), yüksek mortalite ve morbidite ile karakterize kalıtsal bir hastalık�r. Klinik belir� ve bulgular değişkenlik gösterebilir. Bu çalışmada; kliniğimizde izlenen KF’lu hastaların genel özelliklerinin incelenmesi amaçlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

KF tanısı ile izlediğimiz hastaların demografik ve klinik özellikleri, solunum fonksiyonları, mikrobiyolojik bulguları, tedavi yaklaşımları ve sonuçları standart bir soru formu ile retrospek�f olarak değerlendirildi.

Page 130: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

129

Bulgular:

Değerlendirilen 167 hastanın %52’si erkek, ortanca yaşı 6 aydı (IQR: 3 ay – 5 yaş). Hastaların %46’sında akrabalık mevcu�u, KF’lu kardeş oranı ise %15 idi. Başvuruda; hastaların %77’sinde tekrarlayan akciğer enfeksiyonu, %51’inde ishal, %6’sında mekonyum ileusu, %31’inde de psödodobar�er mevcu�u. Hastaların %35’inde P aeruginosa kolonizasyonu saptanırken; %24’ünde H influenza, %17’sinde S aureus, %3’ünde nontüberküloz mikobakteri, %1.5’inde ise B cepacea saptandı. Allerjik bronkopulmoner aspergilloz ise hastaların %3,8’inde tespit edildi. Solunum sistemi tedavisinin bir parçası olarak hastaların tümü fizyoterapi programına alındı. Sekresyonların a�lımını kolaylaş�rabilmek için %94 hastaya inhale bronkodilatör verilirken %30 hastanın tedavisine rhDNase eklendi. P aeruginosa kolonizasyonu olan 22 hastaya inhale an�biyo�k verildi. Bronşiyal hiperreak�vite bulguları olan %64 hastada inhale steroid kullanıldı. Hastaların %2.3’üne akut egzazerbasyon sırasında hastanede, %2.9’una da uzun dönemde evde noninvaziv mekanik ven�lasyon uygulandı. Pankrea�k yetersizlik saptanan %79 hastaya pankrea�k enzim replasmanı verildi. KF’lu hastalarda görülebilen komplikasyonlar açısından; hastaların %11.2’sinde hemop�zi, %1.5’inde pnömotoraks, yine % 1.5’inde diabet saptandı.

Sonuç:

Sonuç olarak, KF değişik klinik formlarda görülmekte olup, erken tanı ve uygun tedavi protokolleriyle düşük morbidite ve mortalite ile izlenebilmektedir.

PS113

GECİKMİŞ TANILI BRONŞ YABANCI CİSİM ASPİRASYONLARI

ŞEVVAL EREN 1, ALPER AVCI 1, FUAT GÜRKAN 2, VELAT ŞEN 2 1 DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKULTESİ GÖĞÜS CERRAHİ KLİNİĞİ 2 DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKULTESİ PEDİATRİ KLİNİĞİ

Amaç:

Tanı konulamamış ve beklemiş BYC aspirasyonu olan çocuklarda inatçı respiratuar semptomlar oluşmakta, bu hastalar uzun süre akciğer enfeksiyonu ve as�m tanıları ile tedavi edilmeye çalışılmaktadır. Ocak-2000 ile Ocak-2009 tarihleri arasında, bir aydan daha uzun süreli olarak respiratuar semptomlar nedeniyle tedavi alan ve BYC ön tanısı ile rijid bronkoskopi (RB) uygulanan pediatrik yaş gurubu hastalarındaki sonuçlarımızı sunmaktayız.

Gereç ve Yöntem:

Rijid bronkoskopi (RB) yapılan pediatrik yaş gurubu

hastaların (0-14 yaş) dosyaları retrospek�f olarak tarandı. Çalışmaya 1 ay ve daha uzun süreli olarak as�m bronşiale ve/veya akciğer enfeksiyonu tanısı ile tedavi edilen 106 hasta dahil edildi. Anamnez, tedaviye cevap, radyolojik bulgular ve fizik muayene bulguları ile ön tanı kondu. Bu hastalara BYC ön tanısı ile RB yapıldı. RB ile atmışal� hastanın 46’ sında BYC tespit edildi ve çıkarıldı. Bu 46 hastada; yaş, semptom süresi, yabancı cismin niteliği, bronşial sistemdeki yerleşim yeri, RB sonrası kliniği not edildi.

Bulgular:

BYC bulunan ve çıkarılan hastaların 21’i kız ve 25’i erkek�. Ortalama yaş 32,78 aydı ( 45 gün-10 yaş). Bu hastalardan 30’u akciğer enfeksiyonu, 15’i as�m bronşiale ve 1‘i bronşektazi nedeni ile takip al�nda idi. Semptom süresi 1 ay ile 4 yıl arasında idi. En çok çıkarılan yabancı cisim ay çekirdeği idi (n:9). En sık çıkarılan lokalizasyon sağ ana bronş idi (n:19). Bir olguya bronşektazi nedeniyle bilobektomi inferior yapıldı. Tüm vakalarda semptoma�k ve radyolojik iyileşme sağlandı.

Sonuç:

Anamnez, fizik muayene ve radyolojik olarak şüphe duyulan ve medikal tedaviye dirençli akciğer enfeksiyonu ve as�m bronşiale olgularında BYC’ den süphelenilmelidir. Bu olgularda bronkoskopik muayene ve yabancı cisim çıkarılması uygulanmalıdır.

PS114

ASTIM BENZERİ HAVA YOLU HASTALIĞI OLAN ATOPİK VE NONATOPİK ÇOCUKLARDA GASTROÖZOFAGEAL REFLÜ HASTALIĞI SIKLIĞI

ÖZGE YILMAZ 1, ERHUN KASIRGA 2, ŞEBNEM KADER 1, SENEM ALKAN 1, HASAN YÜKSEL 1 1 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ PEDİATRİK ALERJİ BD VE SOLUNUM BİRİMİ 2 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ PEDİATRİK GASTROENTEROLOJİ BD

Amaç:

Bu çalışmanın amacı as�m ve as�m benzeri hava yolu hastalığı tanısı ile izlenen atopik ve nonatopik çocuklarda GÖRH sıklığı ve tedavisinin solunum bulgularına etkisinin araş�rılmasıdır.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya as�m benzeri hava yolu hastalığı tanısı almış ve pH monitorizasyonu uygulanmış 32 nonatopik ve 24 atopik çocuk alındı. 24 saatlik pH monitorizasyonu yapılmadan 6 ay öncesinde ve sonrasındaki dönemde GÖRH ile ilişkili solunum bulguları, as�m tedavi gereksinimleri, solunum bulgularında alevlenme ve hastaneye ya�ş sayıları kaydedildi. 24 saatlik pH monitorizasyon sonuçları ve kullanılan GÖRH tedavileri de kaydedildi.

Page 131: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

130

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Bulgular:

Atopik ve nonatopik grupların yaş ortalamaları benzerdi (p=0.06). Proksimal GÖRH sıklığı atopik grupta %71.9, nonatopik grupta % 70.8 bulundu (p=0.93 ve p=). Distal GÖRH sıklığı benzerdi (atopik ve nonatopik gruplarda sırasıyla %66.7 ve %68.8, p=0.87). GÖRH tedavisi sonrasında nonatopik grupta tüm klinik parametrelerde iyileşme gözlendi (p≤0.01). Ancak, atopik grupta sadece solunum bulgularında ve hastaneye ya�ş sayısında iyileşme olduğu görüldü (sırasıyla p=0.002 ve p=0.007).

Sonuç:

Bu çalışmada nonatopik çocuklardaki GÖRH sıklığının, atopik çocuklar ile benzer olduğu bulunmuştur. Bu sonuç GÖRH gelişiminde as�mın rolünü vurgulayabilir. Ayrıca, atopik çocuklarda as�m bulguları GÖRH tedavisine yanıt vermezken, nonatopik çocuklarda anlamlı iyileşme görülmüştür. Bu bulgular, GÖRH olanlarda bile atopinin as�m kontrolünü belirlemede daha önemli olduğu ve böylece de GÖRH ve as�m ilişkisinde as�mın başlangıç olay olduğunu düşündürmektedir.

PS115

ÇOCUKLUK ÇAĞI ASTIMININ PSİKOSOSYAL ETKİLERİNİN RESİMLE DEĞERLENDİRİLMESİ

HASAN YÜKSEL 1, AYHAN SÖĞÜT 1, UFUK SOLAK 2, ÖZGE YILMAZ 1 1 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK ALERJİ BD VE SOLUNUM BİRİMİ 2 EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PEDİATRİ AD

Amaç:

As�mın kronik ve yineleyici özelliği as�mlı çocuklarda psikososyal bozukluğa neden olabilir. Bu çalışmada, resim aracılığıyla as�mlı çocukların psikososyal durumu değerlendirildi.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya 20 as�mlı çocuk alındı. Hastaların 12’si erkek 8’i kız olup, yaş aralığı 7-14 yıl (yaş ortalaması : 9.35±2.13 yıl) idi. Hastalar, akut as�m atağında ve ataktan 2 ay sonra yakınmalarının olmadığı dönemde değerlendirildi. Yaşam kaliteleri pediatrik yaşam kalite ölçeği (PAQLQ: Pediatric

Asthma Qujality of Life Ques�onnaire), depresyon durumları Çocuk Depresyon Ölçeği ile değerlendirildi. Atakta ve sağlıklı oldukları dönemde çizdikleri resimler anksiyete, agresyon, depresyon, benlik, renk ve otonom bağımlılık yönünden skorlandı.

Bulgular:

Hastaların PAQLQ alt skorları (semptom, ak�vite, duygulanım) sağlıklı dönemde ataktakine göre iyileşme gösterdi (p<0.05). Hastaların sağlıklı dönemde çizdikleri resimlerdeki anksiyete skorları ataktaki skorlardan daha düşük bulundu (p<0.05). Diğer resim parametrelerindeki skorlar farklılık göstermedi. PAQLQ ile depresyon skoru ve ortalama resim skoru arasında korelasyon saptanmadı.

Sonuç:

Sonuçlarımız, as�mlı çocuklarda akut as�m atağının anksiyete skorları yanında yaşam kailtelerini de olumsuz yönde etkilediğini göstermektedir. As�mlı çocukların yap�kları resimler onların psikososyal durumlarını yansıtan bir araç olarak kullanılabilir.

PS116

STUDY OF PULMONARY FUNCTION IN EGYPTIAN CHIL-DREN WITH HOMOZYGOUS BETA THALASSEMIA

MOHAMMED RAGAB

FACULTY OF MEDİCİNE, ALEXANDRİA UNİVERSİTY

Aim:

Twenty-eight children with homozygous beta-thalas-semia who were receiving regular hypertransfusion and desferrioxamine chela�on therapy were included in this study aiming at determina�on of the pulmonary func-�on abnormali�es in this popula�on.

Method:

Study of pulmonry func�ons ( total lung capacity, residual volume, Forced expiratory volume in 1 second, forced vital capacity, Forced expiratory flow, FEV1/FVC ra�o).

Page 132: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

131

Results:

Their mean age was 10.9 yr and none had evidence of chronic cardiac or respiratory illness. Hypoxemia was found in 10 pa�ents (35%) with a significant inverse correla�on between oxygen satura�on and both iron overload and desferrioxamine ra�o (DFO). Reduced TLC was the predominant abnormality, found in 19 of 28 pa-�ents (68%). Out of these 19 pa�ents, fourteen (74%) had a moderate (58%) and severe (16%) reduc�on in TLC. CT scan of the lungs in the 3 pa�ents with severe reduc�on in TLC did not show any evidence of pulmo-nary fibrosis. FEV1 and FEF(25-75%) were less than the predicted values in 28% and 14% of our pa�ents re-spec�vely but no pa�ents had pure obstruc�ve disease as all had reduced TLC while FEV1/FVC ra�o was normal in all but one pa�ent who had also abnormally high RV/TLC ra�o which is indica�ve of severe mixed restric�ve-obstruc�ve lung disease. TLC, FVC, FEV1, and FEF(25-75%) were inversely correlated with age, iron burden, and DFO ra�o. The restric�ve lung disease becomes more severe with increasing the dura�on and degree of iron overload.

Conclusion:

We conclude that restric�ve lung disease is the more prevalent abnormality of pulmonary func�ons followed by mixed restric�ve-obstruc�ve lung disease in smaller number of pa�ents. There is strong evidence that iron plays a central role in the pathogenesis of this disease. The role of DFO therapy in preven�on of pulmonary complica�ons associated with TM because of its ac�on as an iron chela�on therapy should be studied in other clinical studies.

PS117

BRONŞİEKTAZİLİ HASTALARDA UYKU KALİTESİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

ELA ERDEM 1, EMEL ŞENAY 2, SEDAT ÖKTEM 2, ZEYNEP SEDA UYAN 2, REFİKA ERSU 2, FAZİLET KARAKOÇ 2, BÜLENT KARADAĞ 2, ELİF DAĞLI 2 1 ŞİŞLİ ETFAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTENESİ ÇOCUK KLİNİĞİ 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK GÖĞÜS HASTALIKLARI BİLİM DALI

Amaç:

Bronşiektazi, solunum yollarının yapı ve fonksiyonlarında değişikliklere yol açan kronik bir hastalık�r. Bazı kronik solunum yolu hastalıklarının uyku üzerine olan etkileri araş�rılmış�r. Ancak bronşiektazinin uyku kalitesine etkisi bilinmemektedir.

Gereç ve Yöntem:

Bu çalışmada, bronşiektazinin uyku kalitesine olan etkileri araş�rıldı. Çocuk Göğüs Hastalıkları Bölümünde bronşiektazi tanısıyla izlenen 30 hasta ve 21 sağlıklı çocuk çalışmaya alındı. Tüm hastalara ve konrol grubuna uyku kalitelerini değerlendirmek için “Pi�sburgh Uyku Kalitesi İndeksi” anke� yapıldı. Bu indekse göre global skor > 5 ise uyku kalitesi kötü olarak değerlendirildi. Uyku kalitesi skorunun solunum fonksiyon testleri ve semptomlar ile ilişkilerine bakıldı

Bulgular:

Çalışmaya alınan hastaların 14’ü kız, 16’sı erkek olup, yaş ortalaması 12,4±4 yıl idi. Şikayetlerin başlama yaşı 1 ay ile 9 ay arasında değişmekte olup, tanı alma yaş medianı ise 8 yaş olarak tespit edildi. Hastaların %67’sinde bronş hiperreak�vitesi, %50’sinde alerjik rinit, %20’sinde egzema ve %13’ün de gastroözafegeal reflü tespit edildi. Pi�sburgh Uyku Kalitesi İndeksine göre 30 hastanın 7’sinde (%23), çalışma grubundaki 21 çocuğun 3’ünde (%14) uyku kalitesi kötü olarak bulundu. Bronşiektazili hastalarda uyku skoru kontrol grubuna yüksek tespit edilmekle birlikte ista�s�ksel olarak anlamlı bulunmadı. Bronşiektazili hastaların solunum fonksiyon testleri ile uyku kalite skorları arasında ilişki yoktu, vücut kitle indeksi ile FEV ve FVC arasında pozi�f korelasyon tespit edildi. Nefes darlığı semptomu ile global uyku skoru indeksi arasında da ista�s�ksel anlamlı kabul edildi.

Sonuç:

Bronşiektazili hastalarda uyku problemleri göz ardı edilmektedir. Bu hastaların ru�n takibinde uyku kalitesi açısından değerlendirilmeleri uygun olacak�r.

PS118

JUVENİL ROMATOİD ARTİRİT HASTALARINDA RİNT TEKNİĞİ İLE HAVA YOLU REZİSTANSI DEĞERLENDİRİLMESİ

MEHTAP HAKTANIR ABUL 1, YASİN ABUL 2, MÜFERET ERGÜVEN 1, ELİF YÜKSEL KARATOPRAK 1, SAİT KARAKURT 2, TURGAY ÇELİKEL 2 1 GÖZTEPE EGİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ PEDİATRİ KLİNİĞİ 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D.

Amaç:

Hava yolu rezistansı Rint(interrupter) tekniğini sağlıklı ve juvenil romatoid ar�ritli çocuklarda çalış�k.

Page 133: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

132

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

Gereç ve Yöntem:

Juvenil romatoid ar�ritli(JRA),solunum fonksiyon tes�nde(SFT) obstruksiyonu olmayan,as�mı olmayan 20 hasta[erkek çocuk(n=7); kız çocuk(n=13);ortalama yaş:12.25±2.2] ile SFT’de obstruksiyonu olmayan,as�mı olmayan 10 kişilik sağlıklı kontrol grubu[erkek çocuk(n=4); kız çocuk(n=6);ortalama yaş:12.1±1.9] çalışmaya alındı.

Bulgular:

ISAAC(Interna�onal Study of Asthma and Allergies in Childhood) anket verileri(solunum septomları,ekzema,alerji,ailede sigara hikayesi, doktor tara�ndan konulan as�m tanısı,as�m ilacı kullanımı) doğrultusunda her iki grupta çalışmadan dışlanma kriterleri oluşturuldu,hastalara uygulandı.J RA’lı hastaların hastalık süresi,aile hikayesi,tutulan eklem �pi,sayısı,sistemik bulguları,kullanılan ilaçlar,kullanım süreleri, sedimantasyon,CRP,lökosit değerleri,immunolojik belirteçleri(ANA, RF) kaydedildi.Aynı çapta ağızlık,aynı saa�e aynı kişi tara�ndan yanak kompliansına dikkat edilerek Rint ölçümleri yapıldı. Ölçümlerde yanak kompliansı olmayan değerler,hava kaçağı olan değerler,düzgün manevra grafiği olmayan değerler alınmadı.İsta�ksel analiz olarak SPSS one-Sample T test, ki-kare(x²) uygulandı. Sonuç olarak 1-JRA’lı hastalarda ekspiriumda ölçülen Rint değerleri(Rint,e)(0,30 KPA/L/S ±0,17) sağlam kontrol grubuna(0,22 KPA/L/S ±0,09) göre yüksek bulundu((p<0.05);2-JRA’lı hastalarda ekspiriumda yapılan Rint ölçümlerinde akım(0,69 L/S ±0,13) sağlam gruba göre(0,82±0,02) düşük bulundu(p<0.05);3- inspiriumda yapılan Rint öçümlerinde(Rint,i) JRA ve sağlam kontrol grubu arasında anlamlı bir fark izlenmedi(p>0.05);4-JRA’lı hastalarda İnspirumda yapılan Rint ölçümlerindeki akım(0,72 L/S ±0,1) sağlam gruba göre(0,80 L/S ±0,03) düşük bulundu(p<0.05);5- JRA’lı gruptaki Rint,e yüksekliği ve Rint ölçümündeki ekspiratuar akım düşüklüğü ile JRA hastaların yaşı,cinsiye�, hastalık süresi,hastalık �pi,eklem bulguları,sayıları,ilaç çeşitleri,ilaç kullanım süresi,inflamatuar belirteçler,immunolojik belirteçler arasında anlamlı bir ilişki bulunamadı(p>0.05).

Sonuç:

JRA’lı hastalarda Rint,e yükselme ve eksipiriumda yapılan Rint ölçümlerindeki akım düşme eğilimdedir. İlişkinin nedenine yönelik prospek�f randomize kontrollü bir çalışmaya,ilişki olasılığının güçlenmesi içinse hastalıklı ve sağlıklı her iki gruptaki örneklem büyüklüğünün yani hasta sayısının arrılmasına ih�yaç vardır.

PS119

ÇOCUKLARDA KRONİK AKCİĞER HASTALIKLARININ DAĞILIMI

DEMET CAN , SANİYE GÜLLE , SUNA ASİLSOY , SERDAR ALTINÖZ İZMİR DR. BEHÇET UZ ÇOCUK HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Bu çalışmada hastanemiz Allerji-Solunum Polikliniği’nde kronik akciğer hastalığı nedeniyle izlenen hastalarımızın etyolojik dağılımının yapılması amaçlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Retrospek�f olan bu çalışmaya Ocak 2003- Aralık 2008 tarihleri arasında izlenen 186 hasta alınmış�r. Hastaların dosyaları incelenerek yaş, cins, kronik akciğer hastalığını düşündüren semptom ya da bulgu, tanı yaşı, ön tanı, kesin tanı, tanı süresi ve prognoz parametreleri belirlenmiş�r.

Bulgular:

Çalışmaya alınan 186 hastanın 103’ü erkek (%55), 83’ü kız (%45) olup yaşları 1-18 yaş arasında değişmektedir. Kronik akciğer hastalığı etyolojisi araş�rıldığında sıklık sırasına göre dağılım; post-enfeksiyöz bronşektazi (%15,6), kis�k fibroz (%15), akciğerin konjenital patolojileri (%14,5), primer silyer diskinezi (%7,5), atelektazi (%7), bronkopulmoner displazi (%6), immun yetmezliğe bağlı akciğer patolojileri (%6) ve bronşiyoli�s obliterans (%6) ve diğerleri olarak saptanmış�r. En sık kronik akciğer hastalığı düşündüren semptom kronik öksürük ve tekrarlayan pnömoni olarak belirlenmiş�r.

Sonuç:

Çocuklarda kronik akciğer hastalıklarının etyolojisinin belirlenmesine yönelik bu çalışmamızın, nadir olduğu düşünülen hastalık gruplarının da dağılımını göstermesi nedeniyle tanısal yaklaşımda yardımcı olacağı düşünülmüştür.

Page 134: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

133

PS120

SPECIFIC IMMUNODIAGNOSTIC OF MYCOPLASMA INFECTION IN CHILDREN WITH PNEUMONIA

LİUBOVİ NEAMTU , SVETLANA SCİUCA

STATE MEDİCAL AND PHARMACEUTİCAL UNİVERSİTY

Aim:

study specific immunological reac�on in children with Mycoplasma pneumonia.

Method:

We examined 25 children (5month-7years), with pneumonia. Diagnosis was established on clinical, radiological, serologic and objec�ve dates. Specific an�bodies IgM, IgG to Mycoplasma pneumoniae and Mycoplasma hominis were determined by immunoensima�c method (“Humana” Germany). Aer serologic inves�ga�ons 16 children were Mycoplasma - posi�ve and 9 pa�ents Mycoplasma - nega�ve.

Results:

In Mycoplasma-posi�ve group pneumonia was associated with obstruc�ve bronchi�s in 47% cases, with asthma in 20% of all cases. Recurring pneumonia in Mycoplasma-posi�ve group was found in 67% cases, in Mycoplasma-nega�ve children only in 45% cases. Dura�on of obstruc�ve syndrome in Mycoplasma-posi�ve pa�ents was 10 days, which was longer in comparison with Mycoplasma-nega�ve pa�ents (7 days). Blood leukocytes in study group were 8,5±0,5x109/l and in control group 10,3±0,8x10¬9/l. Before specific an�bacterial therapy the dynamic of pneumonia was nega�ve in 3 Mycoplasma-posi�ve cases. Mycoplasma infec�on determines persistent evolu�on of the disease, with insignificant changes in blood analyses in comparison with pneumonia with another e�ology. M.pneumonia was determined in 6 children in the diagnos�c �ters IgG 0,43±0,033 (cut=0,28), it exceeds the standard of the age by 1,5 �mes. 4 pa�ents had mixed infec�on - M.hominis+M.pneumonia IgG 0,7±0,16 (cut=0,27) and 0,47±0,08 (cut=0,33). M.hominis was diagnosed in 6 children IgG 0,46±0,02 (cu=0,28) and it’s higher than the norm of age by 1,6 �mes.

Conclusion:

The e�ology of Mycoplasma infec�on had been confirmed by diagnos�c �ters of specific an�bodies to M.pneumonia, M.hominis, which argues the significance of an�bacterial an�-Mycoplasma treatment.

PS121

THE ETIOLOGY OF PULMONARY INFECTION IN CHIL-DREN WITH CYSTIC FIBROSIS

SVETLANA SCİUCA , OXANA TURCU , ELVİRA CHİOROGLO

STATE MEDİCAL AND PHARMACEUTİCAL UNİVERSİTY

Aim:

The viscous sputum characteris�c in children with cys�c fibrosis (CF) causes the chronic coloniza�on of respiratory system with pathological germs. Ps.aeruginosae is one of the very aggressive germens which determines severe bronchopulmonary affect and the prognos�c of the disease with high mortality indices. This work reflects a study of pulmonary infec�on e�ology evolu�on in children with CF.

Method:

We have performed the evalua�on of 160 microbiologic sputum samples in the period of 2006 (n=19), 2007 (n=78) and 2008 (n=63). Microbiologic tes�ng was performed by quan�ta�ve method (≥106micr/ml) during infec�ous bronchopulmonary exacerba�on. An�biogram was assessed using the diffusion method in Muller-Hinton agar and with an�bio�cs from standard disks for all revealed microbes.

Results:

Bacteriologic sputum examine revealed the presence of pathologic germs in all samples taken from children with CF. We noted the high incidence of S.aureus (61.5%) in the e�ology of pulmonary infec�on in CF during all 3 years of study. The incidence of this bacterium in sputum cultures was higher in 2007-2008 (61.5%) in comparison with 2006 (47.4%). The iden�fica�on of Ps.aeruginosae was rela�vely stable during the study �me (36.8%, 38.5% and 33.3% respec�vely). H.influenzae (20.6%) was isolated and was insignificantly lower in 2008 in comparison with 26.3% in 2006 and 29.5% in 2007.

Conclusion:

The e�ology of chronic pulmonary infec�on in CF is dominated by characteris�c germs S.aureus, H.influenzae, Ps.aeruginosae with the higher incidence of S.aureus.

Page 135: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

134

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

PS122

THE ROLE OF GASTROESOPHAGEAL REFLUX IN RE-SPIRATORY DISORDERS IN CHILDREN WITH CYSTIC FIBROSIS

OXANA TURCU , SVETLANA SCİUCA , ELVİRA CHİOROGLO

STATE MEDİCAL AND PHARMACEUTİCAL UNİVERSİTY

Aim:

Children with cys�c fibrosis (CF) have a high prevalence of gastroesophageal reflux disease (GERD).

Method:

The study was carried out in 46 children (2.5-22 years) with FC. Diagnosis was based on clinical symptoms, sweat test, iden�fica�on of CFTR muta�on. The pulmonary func�on was evaluated on spirometry (“Autospiro Pal Minato”, Japan) with FVC, FEV1 FEF25-75, PEF es�ma�on. The gastrointes�nal modifica�ons were assessed by esophagogastroduodenoscopy, taking into account the state of the diges�ve mucosa. The esophagogastroduodenoscopy confirmed GERD by the presence of reflux-esophagi�s in 54.3% children. Duodenal-gastroesophageal reflux was confirmed in ¼ of examined children. Hiatal hernia was described in 3 cases. In 45.6% of children the endoscopic examine did not found damage of esophageal mucosa.

Results:

The study lot was separated in 2 groups: group I (25 pa�ents with GERD) and group II (21 – without GERD). The spirometry has detected restric�ve (FVC – 63.19±2.47%, FEV1 – 65.16±3.03%) and obstruc�ve (FEF25-75 – 70.8±4.7%, PEF – 55.78±2.75%) disorders in children in both groups. The values of FVC in children from group I was insignificantly (p>0.005) lower (60.87±3.46%) in comparison with group II (68.8±3.12%). FEV1 index in CF associated with GERD were significantly (p<0.01) reduced (56.57±4.3%) than in group I (72.98±3.4%). Children from group I had the FEF25-75 level significantly (p<0.001) reduced (51.63±5.8%) in comparison with group II (84.85±3.13%). The PEF values presented insignificantly difference: group I – 52.6±3.7%, group II – 58.34±4.14% (p>0.005).

Conclusion:

CF pa�ents’ have severe ven�la�on impairments due to respiratory pathology and GERD contribute to an earlier degrada�on of lung func�on.

Page 136: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

135

MS016

ÖKSÜRÜK VARYANT ASTIMDA HAVAYOLUNDAKİ YAPISAL DEĞİŞİKLİKLERİN VE ANJİOGENEZİN DEĞERLENDİRİLMESİ

İ.KIVILCIM OĞUZÜLGEN , NALAN AKYÜREK , NURDAN KÖKTÜRK , HALUK TÜRKTAŞ GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI VE PATOLOJİ* ANABİLİM DALI, ANKARA

Amaç:

Öksürük varyant as�mlı (ÖVA) hastalarda yapılan az sayıda biyopsi çalışması mevcut olup ÖVA’ları klasik as�mdan ayıran patolojik özellikler net olarak tanımlanamamış�r.

Gereç ve Yöntem:

Bu çalışmanın amacı öksürük varyant as�mlı hastalarda bronş mukoza örneklerinde havayolundaki yapısal değişiklikleri ve bunun bir komponen� olan angiogenezi değerlendirmek ve bu bulguları klasik as�mlı hastalar ve diğer nedenlere bağlı kronik öksürüklü bireylerle karşılaş�rmak�r. Araş�rmada ÖVA tanısı alan 12, steroid almamış klasik as�mlı 10 ve kontrol grubu olarak 13 olgudan fiberop�k bronkoskopi ile bronş mukoza biyopsileri alındı. Alınan örneklerde as�ma ait histopatolojik özellikler ve immünhistokimyasal yöntemle an�-human kollajen �p IV an�kor (Koll 4) ve CD-31 boyama sonrası bilgisayarlı imaj analizörle anjiogenez varlığı değerlendirildi.

Bulgular:

Klasik as�mlı grubun median semptom süresi ÖVA’lardan uzun, ortalama FEV1 değeri daha düşüktü (semptom süresi 36 vs 9 ay, p=0.004; FEV1 %84.0±13.6 vs %102.8±14.1, p=0.007). Bronş mukoza inflamasyonu kontrol grubunun %58.3’ünde yokken, diğer iki grubun hepsinde mevcu�u. Kontrol grubunda eosinofilik infiltrasyon hiç saptanmazken, ÖVA’da %75, klasik as�mlıların %100’ünde saptandı. Epitel desquamasyonu, goblet hücre metaplazisi ve düz kas hiperplazisi kontrol grubunda hiç saptanmazken as�mlı ve ÖVA grupta sırasıyla, %90-%70-%30; %66-%25-%33.3 saptandı. Bazal membran kalınlığında her üç grup arasında da anlamlı fark saptandı (as�m, ÖVA ve kontrol grubunda sırasıyla 8.2±1μ, 4±2.1μ, 2.2±0.4μ, p=0.000). Koll 4 ve CD 31 boyalı damar yoğunluğunun as�mlılarda en yüksek olduğu (p=0.001), ÖV as�mlılarda kontrol grubundan fazla olmakla birlikte anlamlı düzeye ulaşmadığı görüldü (Koll 4 ve CD 31 yoğunluğu median değeri üç grupta sırasıyla; 101-109/mm2, 54-57/mm2, 45-48.5/mm2).

Sonuç:

Bu bulgular, ÖVA’lılarda da yapısal değişikliklerin ve anjiogenezin geliş�ğini ancak klasik as�mlılar kadar yoğun olmadığını göstermektedir.

MS017

ASTIMLI OLGULARDA TEDAVİYİ YÖNLENDİRMEDE HANGİ YÖNTEM DAHA ETKİLİDİR? (2 YILLIK TAKİP ÇALIŞMASI)

YAVUZ HAVLUCU DÖRTYOL DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ, HATAY

Amaç:

Bu çalışmada ye�şkin as�mlı olgularda tedavinin yönlendirilmesinde kullanılan yöntemlerden olan basamak tedavisi, kontrol veya inflamasyon odaklı yöntemlerin karşılaş�rılması amaçlandı.

Gereç ve Yöntem:

Çalışma Eylül 2006- Aralık 2008 tarihleri arasında yapıldı. Çalışmaya randomize olarak toplam 120 yeni tanılı as�mlı olgu alındı ve bunlar randomize olarak üç gruba ayrıldı. Ek hastalığı olan ve sigara kullanan hastalar çalışmaya dahil edilmedi.Tüm gruplara başlangıçta solunum fonksiyon tes�, metakolin bronş provokasyon tes� ve deri prick tes� yapıldı. Olgulara hastalık derecelerine göre tedavileri başlandı (Budesonide±formaterol). İlk grup basamak odaklı, ikinci grup kontrol odaklı ve üçüncü grupta inflamasyon odaklı olarak adlandırıldı. İnflamasyonun değerlendirilmesi amacıyla metakolin provokasyon tes� uygulandı. Olgular üç aylık vizitler ile değerlendirildi. Tedavi yöntemlerine göre tedaviler ayarlandı. Çalışma bi�minde atak sayısı, hastane ya�şı, semptomsuz geçen gün sayısı, kurtarıcı ilaç kullanımı, sistemik steroid kullanım miktarı ve günlük ortalama inhale kor�kosteroid kullanımı karşılaş�rıldı.

Bulgular:

Tüm olguları yaş ortalaması 34.7+/- 7.1 yıl idi. Çalışmaya dahil edilen olguların 74’ ü kadın ( %61,7). Her grupta 40 olgu vardı ve sosyodemografik bulgular yönünden gruplar arasında herhangi bir fark yoktu (p>0,05). Gruplar arasında atopi, FEV1 ve metakolin provakasyon dozu yönünden bir farklılık saptanmadı (p>0,05). Çalışma sonunda gruplar yukarıdaki parametreler yönünden karşılaş�rıldığında en fazla atak (5,1+/-2,4 atak/yıl), hastaneye ya�ş (2,9+/-1,7 ya�ş/yıl) ve sistemik steroid kullanımı 4,5+/-2,8 kür/yıl) grup 1’de izlendi (p<0,05).Kurtarıcı ilaç kullanımı yönünden gruplar arsında fark bulunmadı (>0,05). Semptomsuz geçen gün sayısı (202,5+/-41,8 gün) ve günlük ortalama inhale kor�kosteroid kullanımı (790,8+/-120,6) en fazla grup 3’de izlendi (p<0,05).

Sonuç:

Sonuç olarak inflamasyon odaklı grupta kontrol en iyi iken basamak tedavisi uygulanan grupta en kötü idi.

Page 137: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

136

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009

MS018

ASTIM KONTROLÜNDE, FENO DÜZEYLERİ İLE AKT VE SOLUNUM FONKSİYONLARININ KORELASYONLARI VE ETKİLEŞİMLER

İSMAİL DOĞAN , KASIM GÜVEN , BENAN MÜSELLİM , BİLUN GEMİCİOĞLU İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

As�m kontrolünde, ekspirasyon havasında fraksiyone nitrik oksit (FeNO) düzeyleri ile as�m kontrol tes�nin (AKT) ve solunum fonksiyonlarının korelasyonları ve çeşitli parametrelerden etkileşimleri ortaya konmak istenmiş�r.

Gereç ve Yöntem:

As�m tanılı, yaş ortalaması 41,8±14 olan 416 hastada, kontrol sırasında spirometrik inceleme, AKT, FeNO düzeyleri yapılmış, aralarındaki korelasyonlar incelenmiş�r. Bu olguların prick deri tes� sonuçları, son bir yıl içindeki acil başvuru ve hastaneye ya�ş durumları, komormid hastalık ve sigara alışkanlığı kaydedilmiş, belir�len bu parametrelerinin FeNO ve AKT ile korelasyonları incelenmiş�r.

Bulgular:

FeNO düzeyleri ile AKT arasında nega�f (p<0,002, r=- 0,31 ), AKT ile %FEV1 arasında pozi�f korelasyon saptandı (p<0,001, r=0,22). FeNO ile %FEV1 değeri arasında korelasyon saptanmadı. AKT düşük olanlarda FeNO düzeylerinin ar�ğı, ancak AKT>20 olsa da FeNO’nun %48,2 olguda 25ppb üzerinde olduğu gözlendi. Sigara hikayesi olan ve olmayanlar arasında FeNO ve AKT’de fark saptanmadı. Yaş ile FeNO arasında nega�f korelasyon saptandı (p=0,009, r=-0,13). Acil başvurusu olan ve olmayanlar arasında AKT ve FeNO farklıydı (p<0,001, p=0,02). Hastaneye yatan ve yatmayanlar arasında AKT farklıyken (p< 0,001), FeNO’da fark saptanmadı. Prik deri tes� pozi�f ve nega�f olanlar arasında FeNO farklıyken (p=0,004). AKT’de fark saptanmadı (p>0,05). Alerjik rini� olan ve olmayanlar arasında AKT’de fark yokken FeNO farklı saptandı (p=0,008). Alerjik konjonk�vi� olan ve olmayanlar arasında FeNO ve AKT de fark saptandı (p=0,02, p=0,03).

Sonuç:

AKT ile FEV1 değeri arasında pozi�f korelasyon mevcu�ur. FEV1 ile FeNO arasında korelasyon saptanmamış�r. AKT ile kontrolde varsayılan olgularda FeNO bakılması tedavi yöne�mi açısından anlamlı olabilir. Çeşitli parametreler ile FeNO’nun etkileşebildiği gösterildiğinden her bir olgu kendi en iyi FeNO değerine göre değerlendirilerek sonucu irdelenmelidir.

MS019

3. BASAMAK GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİKLERİNDE (3.BGHK) GINA (GLOBAL INİTİATİVE FOR ASTHMA) KRİTERLERİNE UYUM

BİLUN GEMİCİOĞLU 1, FÜSUN YILDIZ 2, MEHMET POLATLI 3, SİBEL ATIŞ 4, A.BERNA DURSUN 5, FERDA ÖNER ERKEKOL 5, HATİCE TÜRKER 6, BİRSEN OCAKLI 6, GÜNGÖR ÇAMSARI 7, AYGÜN GÜR 7, SEÇİL KEPİL ÖZDEMİR 8, ÖMÜR AYDIN 8, ÖZNUR ABADOĞLU 9, ARİF ÇIMRIN 10, MUSTAFA LEVENT ERKAN 11, HAKAN GÜNEN 12, ÖZLEM GÖKSEL 13 1 İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 3 ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 4 MERSİN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 5 ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, ALLERJİ ÜNİTESİ 6 SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 7 İSTANBUL, YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 8 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, ALERJİ BİLİM DALI 9 CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, ALERJİ BİLİM DALI 10 9 EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 11 19 MAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 12 İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 13 İZMİR ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ALLERJİK HASTALIKLAR POLİKLİNİĞİ

Amaç:

3.BGHK’inde kontrole gelen as�mlılarda; as�m kontrol tes� (AKT) ve GINA 2007 kriterlerini içeren as�mda kontrole ulaşma tes� (AKUT) valide edilip, her iki tes�n korelasyonları, solunum fonksiyon testleri (SFT) ile uyumu ve kontrolsüzlük nedenleri çok merkezli çalışma ile araş�rılmış�r.

Gereç ve Yöntem:

AKT GINA’da önerilen bir tes�dir. AKUT yeni geliş�rilen türkçe bir test olup, iki bölümdür. İlk 5 soruda (AKUT1) GINA kontrol kriterleri ve sonraki sorularda (AKUT2) inhaler teknik, ek hastalıklar, tedavi uyumu, hiperreak�vite bulguları sorulmaktadır. Her iki bölüm en iyi değeri 50 puan olup, toplam en iyi puan 100dür. Valide edilmek üzere rastgele 100 olguda 1 en kötü 10 en iyi olarak belirlenen uzman görüşü alınarak validasyon yapılmış�r. Yaş ortalaması 44.4±13.6 ve hastalık süresi 9.9±9.5 yıl olan 810 (K:635/E:175) olguda biyometrik parametreler alınıp, AKT, AKUT, testleri ile SFT yapılmış, korelasyonlarına bakılmış�r.

Page 138: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

137

Bulgular:

Ortalama puanlar; AKT 18,8±5.4, AKUT 136,2±14,8, AKUTtotal 64,8±20,5 dir. AKT’ye göre hastaların %55,9’u kontrolde, %44,1’i kontrolsüz olup, AKUT1’e göre %35,2’si kontrolde, %18,6’sı kısmi kontrolde, %46,2’si kontrolsüz bulunmuştur. Her iki test toplam puanları %FEV1 değeri ile orta derecede koreledir (AKT p<0,001 r=0,333; AKUT p<0,001 r=0,271). Ancak AKUT ile tam kontrolde olanların %67,9’unun, kısmi kontroldekilerin %60’ının FEV1’inin %80 ve üzeri olduğu gözlenmiş�r. FEV1’i %80 ve üzeri olduğu halde olguların %34,4’ü kontrolsüz olarak saptanmış�r. Hastaların %69,6’sında hiperak�vite tanımlamaktadır. AKUT1’e göre kontrolde olduğu halde %53,3 hastanın hiperak�vitesinin sürdüğü gözlenmektedir. Kontrolsüz grup için bu oran %83,6’dır. Hastaların %61,6’sında komorbidite (rinit/reflü) mevcu�u. Olguların %17’si tedavisini düzenli kullanmadığını belir�yordu. Yanlış inhaler teknik olguların %8,4’ünde olup bunların %76,1’inin kontrolsüz olduğu saptandı. AKT puanı 20 ve üzeri olduğu halde AKUT1 sonuçlarında %24,1’i kısmi kontrolde, %15,5’i kontrolsüz olarak bulunmuştur. Bu nedenle AKT’deki her sorunun ayrı ayrı değerlendirilerek GINA’ya uyumunun bakılması gerekirken, AKUT’la doğrudan fikir sahibi olmak mümkündür.

Sonuç:

Sonuç olarak AKT GINA’da önerilen pra�k bir test olmakla birlikte, AKUT anke� GINA uyumu ve kontrolsüzlük nedeni olabilecek parametrelerin gösterilmesinde daha etkin veriler içermektedir.

MS020

GEBE ASTIMLILARDA İLAÇ UYUMU DEĞİŞİYOR MU?

İNSU YILMAZ 1, FERDA ÖNER ERKEKOL 2, ŞEVKİ ÇELEN 3, MÜJDEGÜL ZAYIOĞLU 3, ZEYNEP MISIRLIGİL 1, DİLŞAD MUNGAN 1 1 ANKARA ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD ALLERJİ BD CEBECİ ANKARA 2 ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ALLERJİ ÜNİTESİ, ANKARA 3 DR. ZEKAİ TAHİR BURAK KADIN SAĞLIĞI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Bu çalışma; as�mlı olguların gebelikleri süresince as�m seyirlerini etkileyebilecek tutumlarının değerlendirilmesi amacıyla planlandı. İkincil olarak kullanılan ilaçların fetus ve gebelik/doğum komplikasyonları üzerine olan etkileri incelendi.

Gereç ve Yöntem:

Otuz iki (32) as�mlı, 121 as�mı olmayan gebe olmak üzere toplam 153 kişi çalışmaya alındı. Gebelerin doğum eylemi gerçekleş�kten sonra; gebelik öncesi ve gebelik sırasında as�m özellikleri, as�m ilaçlarının kullanımına ilişkin tutumları, düzenli hekim kontrolu ve gebelikteki as�m seyrine ilişkin bilgiler yüz yüze anket yapılarak kaydedildi. Ayrıca gebelik sırasında kullandıkları ilaçlar, doğum seyri ve bebeğe ait özellikler kaydedildi.

Bulgular:

As�mlı gebelerin %90’ı düzenli hekim kontrolu al�nda olduklarını ifade e . Gebelik sırasında olguların %90’ının as�m ilaçlarını önceden olduğu gibi düzenli kullanmaya devam e ği, gebelik öncesi düzensiz ilaç kullananların ise %25’inin gebelikte düzenli ilaç almaya başladığı saptandı. Gebelik öncesi sigara kullananların %35’inin gebelikte sigarayı bırak�ğı, %65’inin sigara kullanmaya devam e ği saptandı. Olguların %28’i as�mın gebelik öncesine göre daha iyi, %44’ü daha kötü, %28’i ise aynı seyre ğini bildirdi. Doğum komplikasyonu, gebelik komplikasyonu, Apgar skoru ve malformasyon açısından as�mı olmayan gebelere göre farklılık saptanmadı. Gebelikte sigara kullananlarda bebek doğum ağırlığı, gebelikte sigara kullanmayanlara göre anlamlı olarak daha düşük bulundu (p<0.05).

Sonuç:

As�mlı gebelerin büyük bölümünün gebelik süresince as�m ilaçlarını kullanmaya devam e kleri saptandı. Bu durum, hastaların çoğunluğunun düzenli doktor kontrolu al�nda bulunmasına ve as�mlı gebelerin %44’ünde gebelik sırasında as�m seyrinde kötüleşme olmasına bağlandı.

SS025

KİSTİK FİBROZLU HASTALARDA NONİNVAZİV VENTİLASYON KULLANIMININ ETKİLERİ

RABİA EMEL ŞENAY , SEDA UYAN , SEDAT ÖKTEM , BÜLENT KARADAĞ , REFİKA ERSU , FAZİLET KARAKOÇ , ELİF DAĞLI MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, ÇOCUK GÖĞÜS HASTALIKLARI BİLİM DALI

Amaç:

Bu çalışmada, bilim dalımızda takip edilen ve NİV kullanan KF hastalarının bulguları sunulmuştur.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya 15 KF’li hasta dahil edilmiş�r. Hastaların demografik verileri, NİV öncesi ve sonrası klinik ve laboratuar parametreleri değerlendirilmiş�r.

Page 139: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

138

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

Bulgular:

Onbeş hastanın 11(%73.3)’i erkek, yaş ortalaması 10.3±5.7 yıl, hastaların tanı sırasındaki ortalama yaşı 2.6±3.1 yıl olarak bulunmuştur. Hastaların 13(%85.7)’ünün balgam kültüründe pseudomonas aeruginosa üremesi, 3 (%21.4)’ünde pulmoner hipertansiyon, 8 (%53.3)’inde KF’ye bağlı gastrointes�nal sistem tutulumu, 1(%6.3)’inde allerjik bronkopulmoner aspergillozis varlığı saptanmış�r. Hastalarımızın NİV uygulamasına başlamadan önceki ortalama hastaneye ya�ş sayısı 7.7±3.8 olarak bulunmuştur, 10(%66.7) hastaya hipoksi ve CO2 retansiyonu nedeniyle, 5(%33.3) hastaya solunum sıkın�sı nedeniyle NİV başlanmış�r. Hastalarımıza NİV başlama yaşı ortalama 8.2±4.7 olarak tespit edilmiş�r. NİV uygulamasından sonra hastaneye ya�ş sayısı ortalama 1.9±1.2 olarak bulunmuştur, 12 (%80) hastada NİV sırasında oksijen kullanma gereksinimi olmuştur. Çalışmaya alınan hastaların NİV öncesi ve sonrası SaO2 değerleri %86.7±4.3 ve 94.2±2.8’dir (p<0.001). Hastalardan alınan kangazı değerlendirmesinde NİV öncesi ve sonrasında pH ölçümü 7.36±0.04 ve 7.41±0.03 (p=0.007); CO2 değeri 53.1±12.4 ve 46.4±4.05 (p=0.047) olarak saptanmış�r. Ortalama takip süresi 6.5±5.8 yıldır. NİV başlanan hastaların 8 (%53.4) tanesinde NİV desteği ortalama 15±4 gün sürmüştür, 7 (%46.6) tanesi halen NİV desteği almaktadır. Takip süresi içerisinde 1 (%6.7) hastanın ise hiç NİV ih�yacı kalmamış�r, 7 (%46,7) hasta eve NİV cihazı ile taburcu edilmiş�r, 7 (%46.7) hasta ise exitus olmuştur; toplam sağkalım %53.7 olarak gerçekleşmiş�r.

Sonuç:

NİV, kronik solunum yetmezliği olan KF’li hastaların kan gazlarında iyileşme sağlamaktadır ve akut egzezarbasyonlarla ya�şlarını azaltmaktadır.

SS026

ÇOCUKLARDA UÇUCU MADDE KULLANIMININ SOLUNUM SİSTEMİ ÜZERİNE ETKİSİ

ESEN DEMİR 1, HALİME SEMA CAN BÜKER 1, ZEKİ YÜNCÜ 2, FİGEN GÜLEN 1, LEVENT MİDYAT 1, REMZİYE TANAÇ 1 1 EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, SOLUNUM-ALLERJİ BİLİM DALI, İZMİR 2 EGE ÜNİVERSİTESİ ÇOCUK VE ERGEN ALKOL MADDE BAĞIMLILIĞI ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ, İZMİR.

Amaç:

İnhalan kötüye kullanımı, adölesanlar arasında oldukça yaygın olan ve sıklıkla görmezden gelinen bir madde kullanım bozukluğudur. Boya �neri ve yapış�rıcı,

ülkemizdeki adölesanlar tara�ndan en çok kötüye kullanılan maddelerdir. Kronik inhalan kullanımı solunum, kardiyak, renal, hepa�k ve nörolojik sistemlerde hasar yaratabilir. Bu çalışmanın amacı, uçucu madde inhalasyonunun solunum ve kardiyak sistem üzerine olan etkilerini belirlemek�r.

Gereç ve Yöntem:

Öykü, fizik bakı, solunum ve kardiyak sistem yakınmalarını sorgulayan bir anketle olguların genel sağlık durumları değerlendirildi. Uçucu madde kullanım şidde� YUKUD ölçeği kullanılarak hesaplandı. Olgulara, akciğer fonksiyonlarını ve anatomisini saptamak amacıyla spirometri, ekokardiyografi, ven�lasyon/perfüzyon sin�grafisi ve yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi uygulandı.

Bulgular:

Çalışmaya 31 erkek olgu ve 19 sağlıklı kontrol 2.16 (±alındı. İlk uçucu madde kullanmaya başlama yaşı ortalama 14.6 1.70 yıldı. En sık rastlanan±9-18 ) yıl ve madde kullanım süresi 3.67 yakınma burun �kanıklığı (%45.16) idi. Bunu sırasıyla balgam çıkarma (%38.71), çabuk yorulma (%32.26) ve öksürük (%22.58) izlenmekteydi. Spirometrik ölçümlerde 12 (%41.4) olguda, restrik�f �pte solunum fonksiyon bozukluğunu gösteren, beklenene göre <%80 FVC değerleri saptandı. Restrik�f �pte solunum fonksiyon bozukluğu, ista�s�ksel olarak anlamlı olmamakla birlikte, çalışma grubunda daha fazla idi. Restrik�f �pte solunum fonksiyon bozukluğu ile uçucu madde kullanmaya başlama yaşı, süresi ve miktarı, solunumsal yakınmalar ve sin�grafik bulgular arasında anlamlı ilişki saptanmadı. Restrik�f �pte solunum fonksiyon bozukluğu ile HRCT’de anormal bulgu olması arasında ista�s�ksel olarak ileri derecede anlamlı bir ilişki izlendi (p<0.01). İki boyutlu (2D) ekokardiyografide, çalışma grubunda her iki ventrikül sistolik fonksiyonlarında bozukluk saptandı (p<0.05). Doppler ekokardiyografide, LVMPI çalışma grubunda kontrol grubuna göre daha uzundu (p<0.01). Pulmoner akselerasyon zamanı, çalışma grubunda kontrol grubuna göre ista�s�ksel olarak anlamlı olmasa da daha kısa bulundu. Ventriküler fonksiyonların doku Doppler yöntemiyle incelenmesinde, çalışma grubunda sol ventriküler sistolik ve sağ ventriküler diyastolik fonksiyonlarında bozulma izlendi.

Sonuç:

Bu çalışmada, uçucu madde bağımlılığı ile restrik�f �pte solunum fonksiyon bozukluğu arasında pozi�f korelasyon saptanmış�r. Her iki ventrikülde etkilenme olması, uçucu maddelerin hem subklinik pulmoner hipertansiyona yol açarak hem de direkt etki ile kardiyak hasar oluşturduğunu göstermektedir.

Page 140: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

139

SS027

3-6 YAŞ ARASI ÇOCUKLARDA BRONŞ PROVOKASYON TESTLERİNİN KARŞILAŞTIRMASI

ARZU BAKIRTAŞ , İPEK TÜRKTAŞ GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK ALLERJİ VE ASTIM BİLİM DALI

Amaç:

Küçük çocuklar 7 yaşından önce spirometrik testleri yapamadığından, bronş provokasyonu amacıyla nabız oksimetri, transkütan oksimetri veya oskültasyon yöntemleri kullanılabilir. Amacımız bu 3 yöntemin birbiri ile uyumunu değerlendirmek�r.

Gereç ve Yöntem:

Polikliğinimize tekrarlıyan vizing ve kronik öksürük şikayetleri ile başvuran 3-6 yaş arası çocuklar çalışmaya dahil edilmiş�r. Olgulara sağlıklı dönemlerinde metakolin ve/veya adenozin ile bronş provokasyonları yapılmış�r. Bronş provokasyonu, oksijen %5 veya transkütan oksijen≤saturasyonu başlangıç değerine göre %15 düşerse veya oskültasyonla vizing≤basıncı başlangıç değerine göre duyulması durumlarından hangisi önce gelişirse pozi�f kabul edilmiş�r. Bronkokonstriktör ajanın son konsantrasyonunda 3 yöntemle de yanıt alınamaması durumunda bronş provokasyon tes� nega�f kabul edilmiş�r.

Bulgular:

Çalışmaya ortanca yaşları 4.5 (aralık: 3-6 yaş) olan 95 çocuk dahil edilmiş�r. Beş çocuğa sadece metakolin, 90 çocuğa ise hem metakolin hem adenozinle provokasyon yapılmış�r. Bu testler arasından 127/185’i pozi�f (%68) bulunmuştur. Üç tes�e sadece nabız oksimetri, 5 tes�e ise sadece transkütan oksimetri ile pozi�f sonuç alınmış�r. Hiçbir bronş provokasyon tes�nde nabız oksimetri veya transkütan oksimetride düşme olmadan sadece oskültasyonla vizing duyulmamış�r. Her 3 yöntemle aynı basamakta pozi�f yanıt 38/127 (%29.9) tes�e saptanmış�r. Bronş provokasyon testlerinin 119’unda (%64.3) nabız oksimetri ve transkütan oksimetri yöntemlerinin her ikisi de aynı basamakta pozi�f, 58’inde (%31.3) de nega�f yanıt göstermiş�r. Transkütan oksimetri ve nabız oksimetri yöntemleri ile bakılan bronş provokasyon test sonuçları arasında anlamlı farklılık bulunmamış�r (p=0.727).

Sonuç:

Küçük çocuklarda bronş provokasyonu için transkütan veya nabız oksimetri yöntemleri birbiriyle uyumlu sonuç vermektedir. Bu nedenle herhangi biri bu amaçla tek başına kullanılabilir. Ancak bronş provokasyonu için sadece oskültasyon yöntemi duyarlı değildir.

SS028

ÇOCUKLUK ÇAĞI HİDATİK KİST HASTALIĞINDA “HUMAN LEUCOCYTE ANTİGEN”LERİNİN ROLÜ; KLİNİK ÖZELLİKLER VE PROGNOZLA İLİŞKİSİ

EBRU YALÇIN 1, NURAL KİPER 1, ÇAĞMAN TAN 3, UĞUR ÖZÇELİK 1, DENİZ DOĞRU 1, NAZAN ÇOBANOĞLU 1, MEHMET KÖSE 1, SEVGİ PEKCAN 1, AYŞE TANA ASLAN 2, FÜGEN ERSOY 3 1 HACETTEPE ÜNV. TIP FAK ÇOCUK GÖĞÜS HASTALIKLARI 2 GAZİ ÜNV TIP FAKÜLTESİ 3 HACETTEPE ÜNV. TIP FAK ÇOCUK İMMUNOLOJİ ÜNİTESİ

Amaç:

Çalışmamız hida�k kist (HK) hastalığı olan çocuklardaki HLA profilini tanımlamak, sağlıklı kontrollerle karşılaş�rmak, hastalığa yatkınlık ya da direnç yaratabilecek an�jen gruplarını saptamak ve an�jenlerin hastalığın klinik özellikleri ve prognozla ilişkisini araş�rmak amacıyla yapılmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya 3-18 yaşları arasında, 81 HK hastası olan çocuk (25 erkek, 56 kız) ve 81 sağlıklı kontrol grubu alındı. Tüm bireylerin HLA class I ve II an�jen profilleri belirlendi, an�jen allel frekansları hesaplandı, hastalığın klinik özellikleri kaydedildi.

Bulgular:

HLA-B18, -DR1 ve -DR15 allel frekanslarında hasta ve kontrol grupları arasında anlamlı farklılık bulundu; HLA-DR15 an�jen varlığı HK hastalığına yatkınlık, HLA-B18 ve -DR1 an�jen varlıkları ise hastalığa yakalanmama ile ilişkili bulundu. Akciğerde HK olan çocukların HLA-B44 frekansında sağlıklı kontrol grubuna göre belirgin ar�ş saptandı. HLA-DR11 an�jen varlığı ise hastalığın kür olmasıyla ilişkili, iyi prognos�k bir faktör olarak saptandı.

Sonuç:

Çalışmamız, ülkemizde çocuklarda HLA �pleriyle HK hastalığı arasındaki ilişkiyi araş�ran ilk çalışmadır. Sonuçlar, HLA �plerinin HK hastalığına yatkınlık-direnç durumunu ve klinik gidişa� etkileyebileceğini göstermiş�r.

Page 141: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

140

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

SS029

ÇOCUKLARDA AKUT SOLUNUM YETMEZLİĞİNDE BIPAP KULLANIMI

SEDAT ÖKTEM , ZEYNEP SEDA UYAN , ERKAN ÇAKIR , RABİA EMEL ŞENAY , REFİKA ERSU , BÜLENT KARADAĞ , FAZİLET KARAKOÇ , ELİF DAĞLI MARMARA ÜNİVERSİTESİ ÇOCUK GÖĞÜS HASTALIKLARI BİLİM DALI

Amaç:

Bilevel posi�ve airway pressure (BIPAP) kullanımı çocukluk yaş grubunda giderek daha fazla kullanılmakta ve önem kazanmaktadır. Kullanım alanlarından biri olan akut solunum yetmezliğinde etkinliğini değerlendirmek amacıyla bu çalışmayı yap�k.

Gereç ve Yöntem:

2005-2008 yılları arasında akut solunum yetmezliği nedeniyle servisimizde bilevel posi�ve airway pressure (BIPAP) kullanılan 21 hasta prospek�f değerlendirildi.

Bulgular:

Hastalarımızın yaşları ortalama 8.2±6.2 (4 ay-18 yaş; E/K=13/8) idi. Hastaların 5’inde malignite, 4’ünde immün yetmezlik, 1’inde diafragma paralizisi, 11’inde pnömoni mevcu�u. Hastaların 10’unda hipoksik, 3’ünde hiperkarbik, 8’inde ise hipoksik ve hiperkarbik solunum yetersizliği nedeniyle BIPAP başlandı. Hastalar ortalama 48.4±35.2 saat BIPAP kullandılar. Oniki hastaya nazal, 6 hastaya yüz maskesi, 3 hastaya da trakeostomi ile BIPAP uygulandı. BIPAP uygulanması sonrasında 9 hastanın solunum desteği ih�yacı ortadan kalk�, 5’i BIPAP ile taburcu olurken, 7’sında mekanik ven�latöre geçildi. Mekanik ven�latöre geçilen hastaların 6’sı kaybedildi. Başlangıç: Ph:7.36±0.08, PCO2:48.1±17.1, SPO2:88±7, KTA:132±27, DSS:43±11 Bi�ş: Ph:7.42±0.05, PCO2:39.6±6.2, SPO2:96±4, KTA:118±19, DSS:35±12

Sonuç:

Hastaların başlangıç ve bi�ş Ph, PCO2, oksijen saturasyonu, kalp tepe a�mı ve dakikadaki solunum sayısında düzelme olmuştu.

SS030

KRONİK GRANULAMATÖZ HASTALIKTA SOLUNUM SİSTEMİ BULGULARI: 18 YILLIK HACETTEPE DENEYİMİ

EBRU YALÇIN 1, TUBA TURUL ÖZGÜR 2, GÜLTEN TÜRKKANI ASAL 2, DENİZ DOĞRU 1, UĞUR ÖZÇELİK 1, İLHAN TEZCAN 2, ÖZDEN SANAL 2, NURAL KİPER 1 1 HACETTEPE ÜNV. TIP FAK ÇOCUK GÖĞÜS HASTALIKLARI ÜNİTESİ 2 HACETTEPE ÜNV. TIP FAK ÇOCUK İMMÜNOLOJİ ÜNİTESİ

Amaç:

Bu çalışma, solunum sistemi bulguları da olan KGH’li çocukların klinik, radyolojik, mikrobiyolojik özelliklerini belirlemek, eşlik eden diğer sistem tutulumlarını değerlendirmek ve izlemlerini incelemek amacıyla yapılmış�r.

Gereç ve Yöntem:

1990-2008 yılları arasında, hastanemiz immünoloji ünitesinde KGH tanısı alan, tekrarlayan ve/veya düzelmeyen akciğer enfeksiyonu saptanan ve yaşları 4 ay ile 18 yıl (ortalama tanı yaşı 56,7 ay) arasında olan 18 çocuğun (9 kız/9 erkek) dosya kayıtları retrospek�f olarak incelendi.

Bulgular:

Onsekiz hastanın 5’i hariç hepsinde anne-baba akrabalığı saptandı. Tanı almadan önce 6 hastaya an�tüberküloz tedavi uygulandığı, 2 hastaya ise açık akciğer biyopsisi yapıldığı öğrenildi. Şikayetlerin başlamasıyla tanı konulması arasında geçen süre 2 ay-18 yıl (ortalama 37 ay) olarak bulundu. Solunum sitemi bulguları hastalarda düzelmeyen ve/veya tekrarlayan akciğer enfeksiyonları şeklindeydi, ağır akciğer enfeksiyonu geçirme sayısı ortalama 1.8/hasta bulundu. Balgam veya BAL kültürlerinde en sık (n=6) aspergillus türleri üredi. Toraks CT’de 14 hastada konsolidasyon, 7 hastada medias�nal veya hiler lenfadenopa�, 3 hastada akciğer apsesi saptandı. Akciğer enfeksiyonlarına en sık lenfadenit, cilt enfeksiyonları ve apseler eşlik ediyordu. İzlem süreleri ortalama 48,5 ay olan hastaların ikisi akciğer enfeksiyonu nedeniyle kaybedildi, 12 hasta genel durumu iyi olarak takip edilmekte olup, 3 hastada hafif restrik�f �pte solunum fonksiyon bozukluğu geliş�.

Sonuç:

Konsolidasyon, apse ve lenfadenopa�lerin eşlik e ği, düzelmeyen veya gezici tarzda tekrarlayan akciğer enfeksiyonu olan hastalarda, özellikle aspergillus türleri sorumlu ajan ise KGH tanısı düşünülmelidir. Serimizde tanıda ortalama 37 aylık gecikme olduğu saptanmış�r. Erken tanı, uygun tedavi ve an�biyo�k-an�fungal proflaksisi ile bu hastaların yaşam süreleri uzamakta, ağır enfeksiyon atakları engellenebilmektedir.

Page 142: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

141

SS031

İNTERRUPTER TEKNİĞİN HIŞILTILI İNFANTIN HAVA YOLU DİRENCİNİ SAPTAMADA KULLANILABİLİRLİĞİ

GÜLCİHAN DEMİR ÖZEK , MUSTAFA BAK , SUNA ASİLSOY , DEMET CAN , SERDAR ALTINÖZ DR.BEHÇET UZ ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI HASTANESİ

Amaç:

Bu çalışmayla amacımız; hışıl�lı infantlarda interrupter teknik ile yapılan solunum fonksiyon tes�nin klinik pra�kte kullanılabilirliğini değerlendirmek�r.

Gereç ve Yöntem:

Bu çalışmaya Dr.Behçet Uz Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi Solunum Allerji Polikliği’ne Ocak 2008- Eylül 2008 tarihleri arasında başvuran 3 veya daha fazla doktor tanılı akut bronşiolit atağı geçirmiş ve hışıl�lı infant tanısı almış 1-5 yaş arası 50 hasta alındı. Kontrol grubu olarak benzer demografik özelliklere sahip 50 sağlıklı çocuk çalışmaya dahil edildi. Çalışma sırasında hışıl� atağı olmayanlar, son ataklarını en az 1 ay önce geçirmiş olanlar, hali hazırda düzenli bir koruyucu tedavi almayanlar çalışmaya dahil edildi. Cosmed Pony FX taşınabilir spirometri cihazına hava yolu direnci ki� ( Rocc, Rint ki�) takıldı. Cihazın parametreleri ayarlanarak hastaların �dal solunumu sırasında ekspirium fazında Rint ölçümü yapıldı [Rint(e)]. Bazal Rint değerleri saptandıktan sonra hasta grubundaki çocuklara aerochamber ile inhale β-agonist uygulandı (400 μgr salbutamol). 15 dakika sonra β-agoniste yantlarını değerlendirmek amacıyla postbronkodilatatör Rint değerleri ölçüldü. Bu değer bazal Rint değeri ile reverzibilite açısından karşılaş�rıldı. Sağlıklı kontrollerle hışıl�lı infantların bazal hava yolu direçleri yaş grubuna ve boylarına göre karşılaş�rıldı. Hışıl�lı infantların bronkodilatatöre yanıtları değerlendirildi. Ayrıca hışıl�lı infant grubundaki hastalar mar�nez kriterleri, eozinofili, total ve spesifik IgE düzeylerine göre gruplandırılarak, Rint değerleri açısından karşılaş�rıldılar.

Bulgular:

Hışıl�lı infantların 31’i erkek (%62), 19’u kız (%38), kontrol grubunun ise 28’i erkek (%56), 22’si kız (%44) idi. Hışıl�lı infantların ortalama yaşı 2.6 ± 1.1 yıl, kontrol grubunun ise 3.2 ± 1.8 yıl olarak saptandı. Hasta ve kontrol grupları arasında cinsiyet, yaş, boy ve kilo açısından anlamlı fark saptanmadı. 1-5 yaş arasındaki 50 sağlıklı çocuğun ortalama Rint değeri 0.489 kPa.L-1.s saptandı. Kontrol grubunda boy ile Rint değeri arasındaki ilişki karşılaş�rıldığında boyun artması ile beraber Rint değerinde anlamlı bir azalma olduğu görüldü (p<0.001). 1-5 yaş arasındaki 50 hışıl�lı çocuğun ortalama Rint değeri ise 0.563 kPa.L-1.s saptandı ve sağlıklı çocukların

ortalama Rint değerinden anlamlı olarak yüksek saptandı (p=0.03) . Hasta grubunda ortalama prebronkodilatatör Rint değeri 0.563 kPa.L-1.s, postbronkodilatatör Rint değeri ise 0.35 kPa.L-1.s saptandı ve iki değer arasında ista�ksel olarak anlamlı fark bulundu (p<0.001). Pre-post değerler arasında ortalama yüzdesel azalma %37 olarak saptandı.

Sonuç:

İnterrupter teknik klinik pra�kte infant yaş grubunda kolaylıkla kullanılabilir ve as�m gelişimini takipte bir kriter olarak değerlendirilebilir.

SS032

ASTIM SEMPTOMLU HASTALARDA BRONKOSKOPİNİN YERİ

ÖZGE PAMUKÇU , ZEYNEP SEDA UYAN , ERKAN ÇAKIR , SEDAT ÖKTEM , FAZİLET KARAKOÇ , BÜLENT KARADAĞ , REFİKA ERSU , ELİF DAĞLI MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ

Amaç:

Persistan wheezingi olan çocuklarda uygun tedaviye rağmen klinik düzelmenin sağlanamadığı durumlarda, wheezing ile seyreden başka hastalıkları ayırdetmek ve tedavide a�lacak adımları belirlemek için fleksibl bronkoskopi önemli bir tanı yöntemi olmaktadır. Bu çalışmada, bronkoskopinin persistan wheezingi olan hastaların tanısındaki yeri ve güvenilirliğinin gösterilmesi amaçlanmış�r

Gereç ve Yöntem:

Kliniğimizde persistan wheezing şikaye� ile bronkoskopi yapılan 112 hastanın sonuçları incelendi.

Bulgular:

Yüzde 62.5’i erkek olan çocukların ortanca yaşı 13.5 (IQR: 7-44.2) ay; ortalama şikayet süresi 8 + 2.2 aydı. Persistan wheezing nedeniyle bronkoskopisi yapılan hastaların %40.2’sinde bronkoskopi sonrası tanı değişimi olurken hastaların % 30.1’inde normal bronkoskopi bulguları tespit edildi, %26.5’inde laringotrakeomalazi, %12.4’ünde yabancı cisim aspirasyonu, %11.5 ‘inde dıştan bası, % 2.7’sinde anatomik varyasyon olduğu görüldü. Bronkoskopi yapılan hastaların hiçbirinde majör komplikasyona rastlanmadı. % 5.6’sında hipoksi, % 0.9’unda geçici taşikardi ve % 0.9’unda stridor olmak üzere toplam %7.5’inde bronkoskopi esnasında minör komplikasyonlar geliş�. Hastaların %92.5’inde bronkoskopi esnasında herhangi bir komplikasyonla karşılaşılmadı.

Page 143: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

142

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

Sonuç:

Sonuç olarak; as�m semptomları olan hastaların ayırıcı tanısında fleksibl bronkoskopinin önemli bir yeri olduğu ve işlem sırasında majör bir komplikasyonla karşılaşılmadığı görüldü.

TP040

MALİGN PLEVRAL SIVILI HASTALARDA TUZAK AKCİĞERİN BELİRLEYİCİLERİ; PLEVRAL ELASTANS İLE PLEVRAL SIVI PH KARŞILAŞTIRMASI

HÜSEYİN YILDIRIM , MUZAFFER METİNTAS , GUNTULU AK , SİNAN ERGİNEL , FÜSUN ALATAS OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Malign plevral sıvılı hastalarda sıvının en etkin kontrol yöntemi plöredezis�r. Ancak plöredezis visseral plevranın fibrozisine bağlı akciğer ekspansiyonunun engellendiği tuzak akciğer varlığında kontraendikedir. Bu çalışmanın amacı tuzak akciğerin belirlenmesinde plevral elastans ve plevral sıvı pH değerlerini karşılaş�rmak�r.

Gereç ve Yöntem:

Tüm hastalarda girişimsel işlem öncesi plevral sıvı pH değerleri elde edildi. Plevral elastans su monometresi yöntemi ile ölçüldü. Elastans başlangıç basınç değeri ile son basınç değerinin farkının çıkarılan sıvı miktarına bölünmesi ile elde edildi. Tuzak akciğer tanısı 500 cc plevral sıvı alınması sonrası akciğerin ekspanse olup olmadığının radyolojik olarak gösterilmesi ile konuldu.

Bulgular:

Çalışmaya yaş ortalamaları 64±12 olan 33 erkek, 21 kadın toplam 54 hasta dahil edildi. Hastaların son tanıları; 26 hasta akciğer kanseri, 9 hasta malign mezotelyoma ve 19 hasta diğer organ metastazı idi. Yirmi hastada tuzak akciğer saptandı. Tuzak akciğer saptanan hastaların ortalama elastans değeri 27±17 cmH20 iken saptanmayan hastalarda 11±6 cmH20 idi (p<0.001). Tuzak akciğer saptanan hastalarda plevral sıvı pH değeri 7,31±0,15 iken saptanmayan hastalarda 7,38±0,13 idi (p=0.236). Yapılan ROC analizinde tuzak akciğeri belirlemede en uygun plevral elastans miktarı 17 cmH20 (AUC=0.782, özgüllük=%85.3, duyarlılık=%70), plevral sıvı pH değeri ise 7.30 (AUC=0.646, özgüllük=%79.2, duyarlılık=%60) olarak belirlendi.

Sonuç:

Sonuç olarak tuzak akciğerin belirlenmesinde plevral elastans ölçümü plevral sıvı pH değerlerine oranla daha güvenilir bir yöntemdir.

TP041

ERKEN EVRE KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİNİN CERRAHİ TEDAVİSİNDE MARMARA DENEYİMİ

BARKIN ELDEM , KORKUT BOSTANCI , BEDRETTİN YILDIZELİ , HASAN FEVZİ BATIREL , MUSTAFA YÜKSEL MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI, İSTANBUL

Amaç:

Erken evre (Evre I ve Evre II) küçük hücreli dışı akciğer kanserinin en etkin tedavisinin cerrahi rezeksiyon ile sağlandığı bilinmektedir.Yapılan çalışmalarda bu yaklaşımın ortalama %70 (%50-80) 5 yıllık sağkalım sağladığı, doğru hasta seçiminin de mortalite ve morbiditeyi önemli ölçüde azalğı görülmüştür.

Gereç ve Yöntem:

Hastanemiz göğüs cerrahisi servisinde 1992 ile 2008 yılları arasında cerrahi tedavi uygulanarak takip edilen 85 erken evre küçük hücreli dışı akciğer kanseri olgusunun verileri retrospek�f olarak incelendi. Olgular uygulanan cerrahi girişim, histopatolojik tanı, patolojik evre, morbidite, mortalite ve 5 yıllık sürvi açısından değerlendirildi.

Bulgular:

Hastaların 65’i erkek (%76), 20’si kadın (%24) idi. Yaş ortalaması 58 (44-77) olarak hesaplandı. Cerrahi rezeksiyon şekli olarak 3 kama rezeksiyon (%4), 57 lobektomi (%67), 7 bilobektomi (%8) ve 18 pnomonektomi (%21) uygulandı. Histopatolojik tanı 39 olguda (%46) adenokarsinom, 39 olguda (%46) yassı hücreli karsinom ve 7 olguda (%8) adenoskuamöz karsinom olarak belirlendi. Histopatolojik inceleme sonrasında olguların 18’i T1N0, 4’ü T1N1, 34’ü T2N0, 19’u T2N1 ve 10’u T3N0 olarak evrelendi. Olgularda en sık görülen morbidite 4 olguda uzamış hava kaçağı (%4.5), ve 4 olguda atrial fibrilasyon (%4.5) idi. Erken postopera�f mortalite oranı %1,2 olarak hesaplandı.

Sonuç:

Bulgularımızın da desteklediği gibi, erken evre küçük hücreli dışı akciğer kanserinin tedavisinde cerrahi rezeksiyon, düşük mortalite ve morbidite ve yüksek sağ kalım oranları ile tercih edilen tedavi şekli olmalıdır.

Page 144: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

143

TP042

PRİMER AKCİĞER KARSİNOMU NEDENİYLE OPERE EDİLECEK HASTALARDA KEMİK METASTAZI SAPTAMADA KEMİK SİNTİGRAFİSİ VE F18 FDG-PET TETKİKİNİN KARŞILAŞTIRILMASI

EVREN CANEL KARAKAŞ 1, FİLİZ KOŞAR 1, SİBEL YURT 1, NEVİN IŞIK 1, HATİCE ÖZÇELİK 1, PENBE ÇAĞATAY 2 1 YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 2 İ.Ü CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI ABD

Amaç:

Çalışmamızda, KHDAK (Küçük hücreli dışı akciğer kanseri) tanısı olan ve opere olma ih�mali olan hastalarda tek bir yöntemle tüm vücudun taranmasını sağlayan PET-BT’nin intratorasik evrelemeye, intratorasik ve uzak metastazı saptamaya yönelik değeri, ayrıca PET-BT’nin klinik kullanıma girmesinden önce sıklıkla uygulanan üst abdomeni de içine alan Toraks BT, kemik sin�grafisi ve kranial BT/MR kombinasyonuna ilave bir katkısı olup olmadığı ve özellikle kemik metastazlarının değerlendirilmesinde iki yöntemin karşılaş�rılması amaçlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya 2006-2008 yılları arasında Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eği�m ve Araş�rma Hastanesi, 6. Göğüs Hastalıkları kliniğine başvuran, akciğer tümörü ön tanısı ile tetkik edilen ve KHDAK tanısı almış 69 hasta dahil edildi. Anamnez, fizik muayene bulguları, laboratuar değerleri, PA akciğer grafisi, ayrıca solunumsal ve kardiak açıdan operabl olduğu düşünülen hastaların hepsine üst ba�nı da kapsayan Toraks BT çekildi. BT’de operabilite açısından kontrendike olmayan hastalara Kranial BT ve /veya MR, tüm vücut kemik sin�grafisi, tüm vücut PET/BT incelemesi istendi.

Bulgular:

Çalışmaya 1’i kadın(%1.4), 68’si erkek (%98.6) olmak üzere toplam 69 hasta dahil edilmiş�r. Hastaların yaşları 28 ile 77 yıl arasında değişmekte olup ortalama yaş 58.94±10.032’ dir. Çalışmaya alınan olguların tümör histolojilerine göre dağılımları; %50.7’ si (35 hasta) küçük hücreli dışı akciğer karsinomu (KHDAK), %40.6’ sı (28 hasta) skuamöz hücreli karsinom, %8.7’ si (6 hasta) adenokarsinom şeklindedir.Çalışmaya alınan hastaların hepsinde üst ba�nı da içine alan Toraks BT , Kranial BT/MR, PET/BT tetkiki yapıldı, ancak kemik sin�grafisi çeşitli nedenlerle 59 hastada yap�rılabildi ve yine evreleme bulguları sonuçlarına göre 40 hastada Medias�noskopi ve 22 hastada torakotomi yapılabildi.Çalışmaya alınan hastaların primer tümörlerinin saptanan klinik evreleri; Evre IA 5 olgu (%%7.2), Evre IB 13 olgu (%19), Evre IIA 1 olgu (%1.5), Evre IIB 7 olgu (%10.10), Evre IIIA 23 olgu (%33.3), Evre IIIb 5 olgu (%7.2), Evre IV 15 olgu (%21.7) olarak belirlendi.Çalışmaya alınan olguların

medias�noskopi ve torakotomi sonuçlarına göre BT ve PET/BT’nin medias�nal lenf nodları için sensi�vite, spesifite, PKD(Pozi�f Kes�rim Değeri), NKD (Nega�f Kes�rim Değeri) ve Doğruluk değerleri sırasıyla ; % 20, %77,%22,%75 ve %37 ve % 70, %73, %46,%88,%42 olarak hesaplandı. PET ve Kemik Sin�grafisinin Kemik Metastazı Saptamadaki Değerleri ise sırasıyla kemik sin�grafisi için; %75, %82, %40, %95, %75 ve PET/BT için ise ; %88, %100, %100, %98, %98 ve doğru tanı koyma açısından PET/BT kemik sin�grafisine göre anlamlı olarak üstün bulundu. (p< 0.01). PET/BT ile evreleme ve konvansiyonel evreleme (Toraks BT + Üst Ba�n BT + Kemik Sin�grafisi) karşılaş�rılmasında, PET/BT’nin klinik uygulamaya girmesi ile 15 hastada (%21,7) downstaging, 20 hastada (%29) upstaging sağlanmış�r, 34 hastada (%49,3) stage değişmemiş�r.

Sonuç:

Sonuçta; PET/BT malignite tanısı olup cerrahiye verilmesi düşünülen akciğer kanserli hastalarda hem medias�nal hem de uzak metastaz taraması açısından evrelemeyi tek bir modalite ile yapması nedeniyle mümkün ise ru�n olarak yapılmalıdır. PET’in tanı değerlerinin daha yüksek olması nedeniyle , kemik sin�grafisinin sistema�k olarak yapılmaması ve evreleme aşamasındaki değerlendirmeden çıkarılması gerek�ği bunun yerine intratorasik ve ekstratorasik evrelemeyi birlikte sağlayan PET/BT’nin alabileceği ancak burada da PET/BT’nin uzun kemiklerin distalini de görüntü alanı içine alarak değerlendirme yapması gerek�ği düşünülmektedir.

TP043

MALİGN HAVAYOLU OBSTRÜKSİYONUNDA DÜZ STENT: YEDİKULE DENEYİMİ

LEVENT DALAR , AHMET LEVENT KARASULU , SEDAT ALTIN , SİNEM NEDİME SÖKÜCÜ , Z. NİLGÜN ULUKOL , NUR SOLMAZER YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Son yıllarda ülkemizde de uygulanmaya başlanılan endobronşiyal tedavilerin ileri dönem akciğer kanserli olgularımızda havayolu pasajının açılmasında kalıcı bir yarar sağlamada tercih edileni, stent uygulamalarıdır. Bu çalışmada kaplı metal ve silikon stent uygulamalarımız ve sonuçları tar�şıldı.

Gereç ve Yöntem:

Hastanemiz Girişimsel Pnömoloji Ünitesinde 2004-2008 yılları arasında endobronşiyal tedavi uygulanarak kaplı metal ya da silikon düz stent yerleş�rilen olgular stent etkinliği, komplikasyon, semptom palyasyonu ve klinik açıdan retrospek�f olarak değerlendirildi.

Page 145: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

144

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

Bulgular:

Çalışmaya kaplı metal ya da silikon düz stent yerleş�rilen 90 olgu (68 erkek, 22 kadın) alındı. Olguların 14’üne (%15,5) kaplı metal düz stent, 76’sına (%84,5) silikon düz stent yerleş�rildi. Toplam işlem sayısı 102 idi. Kaplı metal stent yerleş�rilen 14 olgunun 10’unda (% 71,4) erken migrasyon, 2’sinde (% 14,2) geç migrasyon gözlendi. Mukostaz izlenmedi. Silikon stent yerleş�rilen 76 olguda 83 stent kullanıldı. Bir olguda (%1,2) erken migrasyon izlenirken, 6 olguda (%8,3)tümör progresyonuna bağlı işlem tekrarı ve stent değişimi gerek�. Stent yerleş�rme işlemi ya da stent ile ilişkili komplikasyonlardan ölüm izlenmedi. Tüm olgularda yerleş�rme işlemini takiben semptom palyasyonu ve/veya radyolojik iyileşme gözlendi.

Sonuç:

Malign havayolu obstrüksiyonunda girişimsel bronkoskopik yaklaşım sürviye ve yaşam kalitesine belirgin katkı sağlar ve günümüzde silikon stent halen en op�mal seçenek�r.

TP044

KARİNAYI TUTAN MALİGN HAVAYOLU OBSTRÜKSİYONUNDA Y STENTİN ETKİNLİĞİ: YEDİKULE DENEYİMİ

LEVENT DALAR , AHMET LEVENT KARASULU , SEDAT ALTIN , Z. NİLGÜN ULUKOL , SİNEM NEDİME SÖKÜCÜ , PELİN KARADAĞ , ATAYLA GENÇOĞLU YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Santral havayolu obstrüksiyonu, ileri evre akciğer kanseri seyrinde sık karşılaşılan, yaşamı tehdit eden ve ek tedavi yöntemlerinden elde edilecek yararı kısıtlayan bir klinik durumdur. Endobronşiyal tedavi bu durumun yöne�lmesinde yararı kanıtlanmış bir tedavi yaklaşımıdır. Havayolu açıklığının elde edilmesinde mekanik dilatasyon ve “core-out” temel yöntem olmakla birlikte bu olgularda stent kullanımı tedavi yararının idamesinde önemlidir. Bu çalışmada karinayı tutan malign hastalıkta Y stent etkinliği değerlendirildi.

Gereç ve Yöntem:

Hastanemiz Girişimsel Pnömoloji Ünitesinde 2004-2008 yılları arasında endobronşiyal tedavi uygulanarak Y stent yerleş�rilen olgular stent etkinliği, komplikasyon, semptom palyasyonu ve klinik açıdan retrospek�f olarak değerlendirildi.

Bulgular:

Çalışmaya Y stent yerleş�rilen 29 olgu (23 erkek) alındı. Olguların 24’üne (%82,7)Dumon silikon Y stent, 5’ine (%17,3) Rüsch Freitag Dynamic stent yerleş�rildi. Üç olguda (%10,3) tümör progresyonundan dolayı takılan stent değiş�rildi. Ortalama sürvi 159 gün (2-865) idi.Stent yerleş�rme işlemi ya da stent ile ilişkili komplikasyonlardan ölüm izlenmedi. Tüm olgularda yerleş�rme işlemini takiben belirgin semptom palyasyonu ve/veya radyolojik iyileşme gözlendi. Migrasyon saptanmadı.

Sonuç:

Karinayı invaze ederek santral havayolu obstrüksiyonuna yol açan akciğer kanseri olgularında Y stent endobronşiyal tedavi yaklaşımıyla sağlanan havayolu açıklığının korunmasında etkili ve güvenilir bir seçenek�r.

TP045

BENİGN TRAKEAL STENOZ TEDAVİSİNDE ENDOSKOPİK YAKLAŞIM: YEDİKULE DENEYİMİ

AHMET LEVENT KARASULU , LEVENT DALAR , SEDAT ALTIN , SİNEM NEDİME SÖKÜCÜ , NURDAN ŞİMŞEK , CELALETTİN KOCATÜRK , FİLİZ KOŞAR YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Benign trakeal stenoz (BTS) endotrakal entübasyon ve trakeostominin iyi bilinen bir komplikasyonudur. Kliniği, asemptoma�k olgudan yaşamı tehdit eden solunum yetersizliğine kadar değişim gösterebilir. Geleneksel olarak cerrahi temel tedavi yaklaşımıdır. Ancak farklı nedenlerle cerrahi uygulanamayacak olgularda endoskopik yaklaşım bir diğer tedavi seçeneğidir. Bu çalışmada endoskopik yaklaşımla tedavi ve takip edilen BTS olgularımız retrospek�f olarak değerlendirilerek tedavi başarı ve komplikasyonları tar�şılmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Hastanemiz Girişimsel Pnömoloji Ünitesinde 2004-2008 yılları arasında takip ve tedavi edilen BTS olguları girişim yöntemleri, stent uygulaması, erken ve geç komplikasyon açılarında retrospek�f olarak değerlendirildi.

Bulgular:

Toplam 25 olguya (10 erkek, 15 kadın) 36 seans işlem endoskopik stenoz açılması ve/veya stent yerleş�rilmesi işlemi uygulandı. İşlemler sırasında mekanik dilatasyon, argon plazma koagülasyon, diyot lazer ve kriyoterapi kullanıldı. Yirmiiki olguya (%88) silikon stent yerleş�rildi ve toplam 30 stent kullanıldı. Bir olguda erken migrasyon (%4), 2 olguda geç migrasyon (%8), 4 olguda granülasyon (%16) oluşumu, 3 olguda mukostaz (%12) izlendi.

Page 146: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

145

Sonuç:

BTS tedavisinde endoskopik yaklaşım güvenilir ve etkili bir yöntemdir ve seçilmiş olgularda cerrahi yönteme alterna�f olabilir.

TP046

AKCİĞER KANSERLİ HASTALARDA AKCİĞER REZEKSİYONU ÖNCESİ DEĞERLENDİRMEDE YENİ BİR METOD- ÖN ÇALIŞMA

SEDAT ALTIN , SİNEM NEDİME SÖKÜCÜ , NURDAN ŞİMŞEK , LEVENT KARASULU , EKREM CENGİZ SEYHAN , ERDOĞAN ÇETİNKAYA YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Akciğer rezeksiyonu yapılacak olan hastaların değerlendirmesinde tahmin edilen post opera�ve akciğer fonksiyonunun perfüzyon sin�grafisinin bölgesel değerlendirilmesi ile kararlaş�rılması önerilmektedir. Çalışmamızda perfüzyon sin�grafisinin yerini doldurmak için yeni bir potensiyal olarak gösterilen, hastaların akciğerlerinde bölgesel solunum sesi yoğunluğunu hesaplayan VRIXP O-Plan (Deep Breeze, Or-Akiva, Israel) cihazını değerlendirmeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Akciğer kanseri olan ve akciğer rezeksiyon cerrahisi planlanan 12 hasta ( ortalama yaş ±std; 60 ±11) VRIXP ve standard değerlendirmeler için çalışmaya dahil edildi. Tüm hastalara perfüzyon sin�grafisi ve 5 hastaya cerrahiden bir ay sonra solunum fonksiyon tes� yapıldı. FEV1 ppo.hesaplanması için VRIXP bölgesel quan�ta�ve değerler ve pre opera�f FEV1 değerleri kullanıldı.

Bulgular:

FEV1 ppo (%) ortalaması ± std, perfüzyon sin�grafisi ve VRI için sırasıyla 57%±13% ve 50%±13% idi. Benzer olarak, FEV1 ppo (L) ortalama ± std sırasıyla 1.7±0.5 ve 1.5±0.4 litredir. Beklenen % FEV1 ppo (%) (R=0.9376) ve FEV1 ppo (L) (R=0.9629) için VRIxp O-Plan ve perfüzyon sin�grafisi arasında yüksek korelasyon mevcu�u. 9 (%75) vakanın ortalama farkı %10’dan azdı. 5 hasta postopera�ve takibine gelmiş�. Bu vakaların ortalama FEV1 ppo (VRI), FEV1 ppo (Perfüzyon), ve Gerçek post-op değerleri FEV1(%) için %49±%10, %54±%8 ve %49±%14. Benzer olarak, FEV¬1(L) için bu değerler 1.3±0.2L, 1.4±0.2L ve 1.2±0.1L idi.

Sonuç:

İlk sonuçlar VRIxp’ye dayanan tahminlerin perfüzyon sin�grafisine benzer olduğunu ve postopera�ve sonuçların tahmininde de doğru olduğunu göstermiş�r.

TP047

AKCİĞER KANSERLERİNDE KEMİK METASTAZLARININ SAPTANMASINDA HANGİ YÖNTEM KULLANILMALI?

GÖKÇEN ÖMEROĞLU 1, CİHAN ÖRÇEN 1, ERKAN YILMAZ 2, DUYGU GÜREL 3, BERNA DEĞİRMENCİ 4, ATİLA AKKOÇLU 1 1 DEÜTF GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. 2 DEÜTF RADYODİAGNOSTİK A.D. 3 DEÜTF PATOLOJİ A.D. 4 DEÜTF NÜKLEER TIP A.D.

Amaç:

Akciğer kanserli hastalarda kemik metastazları, kemik sin�grafisi, PET-BT ve gerek�ğinde direkt grafi, MR ile saptanmaktadır. Çalışmamızda kemik metastazı tanı yöntemlerinin birbirine üstünlükleri karşılaş�rıldı

Gereç ve Yöntem:

2006-2008 yıllarında kliniğimizde izlenmiş 212 akciğer kanserli hastanın histopatolojisi, kemik metastazı, ağrı, serum ALP düzeyine bakıldı, sonuçlar ista�ksel olarak değerlendirildi.

Bulgular:

57 KHAK hastanın 26’sında (%31.7), 151 KHDAK hastanın 54’ünde (%63,4) ve �plendirilemeyen iki hastada, toplamda 82 (%38.6) hastada kemik metastazı saptandı. Bu hastaların 52 (%63,4) ağrısı mevcu�u. Metastazlı, ağrılı 52 hasta içinde 17 (%32,6) KHAK, 35 (%67,3) KHDAK (%38,4 adeno kanser, %14,2 squamoz hücreli ve %28,4 alt �pi belirlenemeyen) bulundu. Bu hastalarda metastaz, direkt grafi çekilen 40 hastanın dördünde (%10), sin�grafi çekilen 41 hastanın 30’unda (%73.3), PET-CT çekilen sekizinin al�sında (%75), MRG çekilen 10 hastanın al�sında (%60) bu yöntemlerle, ayrıca beş hastada BT ile saptandı. Metastazlı, ALP yüksek 31 (%37,8) hastanın metastazları, direkt grafi çekilen 23 hastanın üçünde (%13), sin�grafi çekilen 25 hastanın19’unda (%76), MRG çekilen dördünün ikisinde (%50) bu yöntemlerle saptandı (p<0,05).

Sonuç:

Sonuçta akciğer kanserli hastalarda kemik metastazı varlığı oranı %38.6 saptandı. Tanıda ağrı semptomu önemli bir belirleyici olmakla beraber ağrısız hastalardaki %36.6 metastaz oranımızın dikkate değer olduğunu, ancak özellikle KHAK ve adeno kanserli hastalarda serumdaki ALP yüksekliği ile ağrının birlikteliğinin kemik metastazı varlığı açısından daha anlamlı olduğunu gördük. Evrelemede ilk tercih edilen kemik sin�grafisinin bu �p hastalarda hala geçerli olduğunu, MR’ın daha iyi bir yöntem olmakla birlikte PET-BT, MR gibi tetkiklerin bizim çalışmamızda olduğu gibi sınırlı sayıda hastada gerekli olduğunda uygulanması gerek�ğini düşünüyoruz.

Page 147: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

146

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

TP048

AKCİĞER KANSERİNDE KEMOTERAPİNİN FİBRİNOJEN, VWF VE MİKROALBUMİNÜRİ DÜZEYLERİNE ETKİSİ

MEHMET POLATLI , ŞULE TAŞ GÜLEN , NİMET DEMİRTAŞ , ORHAN ÇİLDAĞ ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD-AYDIN

Amaç:

Akciğer kanserinde doğrudan koagülasyon sisteminin ak�vasyonu veya prokoagülan faktörlere bağlı olarak koagülasyon ve fibrinolizin geliş�ği birçok çalışmada gösterilmiş�r. Akut faz reaktanı olan fibrinojen pıh�laşmada temel rol oynar ve başlıca karaciğerde sentezlenir. Ayrıca, akciğerlerde doku hasarı ve havayolu inflamasyonu sonucu akciğer epitelinden salınır. İnflamatuar olaylarda endotelyal hücrelerin ak�vasyonu ile endotelyum kaynaklı bir pıh�laşma faktörü olan von Willebrand Faktör (vWF) de salınmaktadır. Mikroalbuminüri renal endotelyal permeabilitenin indirekt bir belir�sidir. Bu çalışmada, akciğer kanserinin fibrinojen, vWF ve mikroalbuminüri üzerine olan etkisi ve kemoterapi ile değişiminin belirlenmesi amaçlandı.

Gereç ve Yöntem:

33 KHAK veya KHAK akciğer kanseri olguda (yaş 63.88±10.65 yıl), başlangıçta ve 21 olguda 3. ve 6. Kemoterapi uygulamalarından önce olmak üzere, plazma fibrinojen, vWF ve idrarda mikroalbuminüri düzeyleri çalışıldı.

Bulgular:

Başlangıç ve takip düzeyleri fibrinojen için 496.61± 167.11; 343.43± 97.52; 290.73± 123.45 mg/dL (p<0.01), vWF için 234.79± 84.93; 247.54± 445.2; 174.84± 98.99 % (p<0.05), ve mikroalbuminüri için 24.27± 28.97; 25.32± 23.57 (p=0.032); 25.77± 24.59 mg bulundu. Fibrinojen ve vWF düzeyleri başlangıç düzeyine göre azalma yönünde iken, mikroalbuminüri ar�ş yönünde bulundu.

Sonuç:

Akciğer kanseri endotelyal disfonksiyon ve hiperkoagülabilite için bir risk faktörüdür. Kemoterapi endotelyal disfonksiyon ve hiperkoagülabiliteye bağlı komplikasyonların gelişmesini önlemede etkili olabilir. Serum fibrinojen, vWF ve mikroalbuminüri düzeylerinin takibi, akciğer kanserinde prognozun belirlenmesinde yardımcı olabilir.

TP049

KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KANSERİ TANILI HASTALARIN RETROSPEKTİF İNCELENMESİ

ZEHRA DINIZ 1, ARZU ERTÜRK 1, MERAL GÜLHAN 2, SEMA CANBAKAN 1, NERMİN ÇAPAN 1 1 ANKARA ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 2 UFUK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANA BİLİM DALI

Amaç:

Hastanemiz 4.kliniğinde 2001-2007 tarihleri arasında takip ve tedavi edilmiş olan küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK) tanılı hastaların genel özelliklerini, tedavi modellerini, tedavi yanıtları, progresyona kadar geçen süreleri ve bu parametrelerin sağkalım süreleri ile ilişkilerinin belirlenmesi amaçlandı.

Gereç ve Yöntem:

Dosyalarına ulaşılabilen KHAK’li olgular retrospek�f olarak incelendi. Cinsiyet, yaş, sigara öyküsü, performans durumu, evre, metastaz yerleri, tümör lokalizasyonu, tedavi modelleri, tedavi yanıtları, sağkalım süreleri, progresyona kadar geçen süreleri ve bu parametrelerin sağkalım süreleri ile ilişkileri değerlendirildi.

Bulgular:

İncelenen 132 olgunun yaş ortalaması 59±11,13 (28-85) yıldı. Performans statusu sırasıyla ECOG 0-1 %66,7; ECOG 2 %30,3; ECOG 3-4 %3 olarak saptandı. Olguların % 34,8’i sınırlı, % 65,2’si yaygın hastalık�. Tek metastaz %42 olguda, birden çok metastaz %22,8 olguda vardı. Hastaların %93’üne kemoterapi, %20,5 hastaya ise KT+RT verildi. İkinci basamak KT % 25,8 olguya verildi. Tedavi yanı� KT verilmeyen ve 1 kür KT’den sonra takipten çıkan 36 hastada değerlendirilemedi. Değerlendirilenlerde % 13,6 tam yanıt, %46,2 kısmi yanıt, %9,1 stabil ve %3,8 progresyon saptandı. Genel sağkalım tüm hastalar için 6 ay olarak bulundu. Hastaların performans durumunun ECOG 2-4 olması, yaygın evre, VCSS ve plevral effüzyon, birden fazla metastaz sağkalım sürelerini olumsuz etkiledi. Ayrıca progresyona kadar geçen süreye, hastanın performans durumu, evresi, metastaz sayısı, birinci basamak KT verilmesi, KT’ye RT eklenmesi, PCI uygulanmasının etkili olduğu saptandı (p<0.005).

Sonuç:

KHAK tanısının erken konulmasının, evreleme prosedürlerinin tam yapılmasının, kombinasyon kemoterapisi verilmesinin, sınırlı evre çıkan hastalara mutlaka kemoterapi ile birlikte radyoterapi uygulanmasının ve tam yanıt alınan tüm hastalara PCI uygulanmasının yaşam süresine olumlu katkısı vardır.

Page 148: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

147

TP050

AKCİĞER KANSERİNDE AİLE ÖYKÜSÜ

PINAR MUTLU 1, AYDANUR KARGI 2, REFİK BUDAK 3, ATİLA AKKOÇLU 1 1 DEUTF GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD 2 DEUTF PATOLOJİ ABD 3 DEUTF HALK SAĞLIĞI ABD

Amaç:

Bu çalışmada akciğer kanseri saptanan hastalarda ailesel yatkınlık açısından , akciğer ve diğer organ kanserlerinin birinci derece aile fertlerindeki varlığı araş�rılmış�r

Gereç ve Yöntem:

Çalışmamıza akciğer kanser’li 172, KOAH ve B.Astma tanılı 89 kontrol grubu hastası alındı. Tüm hastalar yaş, cinsiyet, sigara içme alışkanlığı, kanser hücre �pi, ailede (anne, baba, kız ve erkek kardeş) akciğer ve diğer sistem kanserleri varlığı yönünden sorgulandı.

Bulgular:

İlk grubun 150 (% 87.2) ‘si erkek, 22 ( %12.8) ‘si kadındı ve ortalama yaş 61.37+-9.85 idi. Kontrol grubunun ise 45 (%50.6)’i erkek, 44 (%49.4)’ü kadın ve ortalama yaş 58.11+-12.85 idi. Kanser açısından aile öyküsü pozi�f 29 (%16.86) akciğer kanserli hasta var iken, bu kontrol grubunda 9 (%10.11) hastada mevcu�u. İlk grupta sigara öyküsü (içici ve bırakmış) pozi�fliği 158 (%91,86) ve kontrol grubunda 64 (%71, 91 ) saptandı. ( p‹ 0,001) Ailede kanser öyküsü ile yaş, cins ve histopatolojik �pler arasında anlamlı ilişki bulunmadı. Adenokarsinom 45 ( %26.20), skuamöz 34 (%19.80), büyük hücreli 2 (%1.20), alt �pi bilinmeyen 39 (%22.70), küçük hücreli 45 (%26.20), nöroendokrin 6 (%3.50) ve kombine küçük hücreli 1 (%0.60) hastada saptandı.

Sonuç:

Çalışmamızda akciğer kanseri tanısı almış kişilerin kanser açısından aile bireylerindeki pozi�flik oranı %16,86 ‘dır ve aile bireylerinden özellikle babaları kanser olan, kendisi de sigara içen bireylerde akciğer kanseri gelişme riski oldukça yüksek bulunmuştur. Ayrıca yapılan çalışmalara uygun olarak akciğer kanserli kişilerin aile bireylerinde akciğer kanseri ile GİS kanserleri anlamlı derecede yüksek saptanmış�r.

TP051

İLERİ EVRE KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERLİ(KHDAK)GENÇ VE YAŞLI HASTALARIN ANALİZİ

SİBEL ARINÇ , MÜYESSER ERTUĞRUL , NURAY ERDAL , FERAH ECE , NİLGÜN HATABAY , ÖZLEM ORUÇ , DERYA DERİNCE , ARMAĞAN HAZAR SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM HASTANESİ

Amaç:

Akciğer kanserinin tanı ve tedavisinde büyük gelişmeler olmakla birlikte yaşlı ileri evre KHDAK hastalarda akciğer kanserinin prognozunu etkiyen faktörlerin ortaya konması gerekir. Bu çalışmada, ileri evre genç ve yaşlı hastalarda prognos�k faktörleri karşılaş�rmayı amaçladık

Gereç ve Yöntem:

1995-2008 yılları arasında, Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi hastanesi onkoloji servisinde üç yüz yetmiş kemoterapi tedavisi alan yaşlı(>/=65) ve genç(<65) ileri evre KHDAK olgu(evre 3B ve 4) değerlendirildi. Demografik özellikler, tedavi yanı�, histolojik �p, komorbit hastalık, plevral efuzyon, performans durumu ve ortalama yaşam süresi ile tanı anındaki sigara alışkanlığı klinik özellikler ile korele edildi.

Bulgular:

Üç yüz yetmiş hastanın, 284(76.8%)’ü genç grupta ve 86(23.2%)’ü yaşlı grupta idi. Evre ve tedavi cevabı her iki grup arasında benzer özellikteydi. Tanı anında, kötü performans durumu, komorbit hastalık varlığı, kilo kaybı ve sigara alışkanlığı yaşlı hastalarda kötü prognos�k faktörlerdi. Komorbit hastalık yaşlı hastalarda genç hastalara gore daha fazla oranda idi. Kilo kaybı olan yaşlı hastalarda(%43.7) progresif tedavi yanı�na bağlı olarak genç olgulara(%14.8) göre yaşam süresinin belirgin kısa olduğu görüldü(p=0.03).

Sonuç:

Altmış beş yaş üzeri olgularda kilo kaybı tedavi yanı�nı etkiler ve kötü prognoz ile birliktelik gösterir.

Page 149: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

148

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

e-PS073

OBSTRÜKTİF SLEEP APNE SENDROMU VE VOKAL KORD PARALİZİSİ BİRLİKTELİĞİ (OLGU SUNUMU)

RAVZA BAYRAKTAR , AYSEL TURAN , METİN AKGÜN , ALİ TABARU , METİN GÖRGÜNER ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD

Amaç:

Obstrük�f Sleep Apne Sendromu (OSAS) ve vokal kord paralizisi birlikteliği nadir görülen bir durumdur.

Gereç ve Yöntem:

Obstrük�f Sleep Apne Sendromu (OSAS) ve vokal kord paralizisi birlikteliği nadir görülen bir durumdur.

Bulgular:

Polisomnografide; hipopnelerin ağırlıklı olarak gözlendiği ve belirgin desatürasyonların olduğu bir uyku süreci saptanması üzerine, hasta ağır derecede Obstrük�f Sleep Apne Sendromu (OSAS) olarak değerlendirildi. KBB muayenesinde; sol vokal kord parali�k idi. Tiroid ve ba�n USG normal olarak değerlendirildi. Toraks BT’de; asendan aorta 48 mm ile dilate olarak gözlendi. Ekokardiyografik incelemede; sol ventrikül hipertrofisi, sol ventrikül diastolik disfonksiyonu ve asendan aorta dilatasyonu mevcu�u.

Sonuç:

CPAP tedavisi kararı alınan olgunun ilginç olması nedeni ile sunulması uygun bulundu.

e-PS074

BİR OLGU NEDENİYLE ARNOLD CHİARİ TİP 1 MALFORMASYONUNDA SANTRAL UYKU APNE SENDROMU

GÜLFEM YURTERİ , MÜYESSER ERTUĞRUL , TÜLİN KUYUCU SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Arnold Chiari Tip 1 Malformasyonu (ACM), serebellar tonsillerin kaudal yönde prolapsus yaparak üst servikal kanala uzanması ve medulla ile yakın temas oluşturması ile karakterize bir durumdur. En sık görülen bulguları ; alt kranial palsy, serebellar sendrom, motor bozukluk ve duyu kaybıdır.Solunum yetmezliği oldukça nadir görülmekle birlikte uykuda santral ve obstruk�f apneler sıklıkla eşlik etmektedir.ACM de başlangıç bulgusu

olarak ortaya çıkabilen santral apnelerin bu hastalarda uykuda ölüm insidansının ar�şından sorumlu olabileceği bildirilmektedir.ACM’li hastalar uyku apne sendromu birliktelik gösterebilir.

Gereç ve Yöntem:

Horlama, tanıklı apne, gündüz aşırı uykululuk yakınmaları ile merkezimize başvuran ve anamnezinde MRG ile ACM tanısı konmuş olduğu saptanan 48 yaşındaki erkek olguya polisomnografi yapılarak Santral Uyku Apne Sendromu tanısı konmuş ve nöroşirurji bölümü ile konsülte edilerek takibe alınmış�r.

Bulgular:

Horlama, tanıklı apne, gündüz aşırı uykululuk yakınmaları ile merkezimize başvuran ve anamnezinde MRG ile ACM tanısı konmuş olduğu saptanan 48 yaşındaki erkek olguya polisomnografi yapılarak Santral Uyku Apne Sendromu tanısı konmuş ve nöroşirurji bölümü ile konsülte edilerek takibe alınmış�r.

Sonuç:

Bu olgu nedeniyle ACM li hastaların uyku apne sendromu semptomları açısından sorgulanmasının önemi vurgulanmak istenmiş ve ACM de santral uyku apne sendromunun patofizyolojisi, tanı ve tedavi yaklaşımları irdelenmiş�r.

e-PS075

ADENOİD VEJETASYON VE OBSTRÜKTİF SLEEP APNE SENDROMU BİRLİKTELİĞİ (OLGU SUNUMU)

RAVZA BAYRAKTAR , AYSEL TURAN , MEHMET MERAL , NAFİYE YILMAZ , METİN GÖRGÜNER ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD

Amaç:

Obstrük�f Sleep Apne Sendromu (OSAS) ve adenoid vejetasyon birlikteliği daha çok çocuklarda gözlenen bir durumdur.

Gereç ve Yöntem:

Son 3 yıldan beri gündüz aşırı uyku hali ve tanıklı apne yakınmaları olan, önceden tonsillektomi ve septum deviasyonu nedeniyle opere edilen, ancak düzelmediğini ifade eden 58 yaşında erkek hasta kliniğimize ya�rıldı

Bulgular:

Hastanın polisomnografik tetkikinde tüm uyku evrelerinde apne ve hipopneleri ile belirgin desatürasyonları vardı ve sonuçta ağır derecede OSAS olarak değerlendirildi. KBB muayenesinde nazofarenksde kitle görülmesi üzerine lezyondan “punch” biyopsi yapıldı ve patoloji sonucu adenoid vejetasyon olarak raporlandı.

Page 150: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

149

Sonuç:

. Adenoidektomi yapılan hasta tam iyileşme sonrası tekrar uyku laboratuarına başvurmak üzere takibe alındı.

e-PS076

OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMU VE AMFİZEMLE BİRLİKTELİK GÖSTEREN TURNER SENDROMLU BİR OLGU

İLKAY KOCA KALKAN , GÖKHAN TİRELİ , AYŞE BACCIOĞLU KAVUT , AYŞE FÜSUN KALPAKLIOĞLU KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Turner sendromu (TS) kadınlarda en sık rastlanılan kromozomal bozukluk olup insidansı 1:3000 canlı kadın doğumdur. Obstrük�f uyku apne sendromu (OSAS) ve amfizemle birliktelik gösteren TS’lu nadir bir olguyu sunmaktayız.

Gereç ve Yöntem:

TS tanısı 21 yaşında konulmuş, ancak hiç tedavi almamış (45, X0) karyo�pli 43 yaşındaki kadın hasta çocukluğundan beri olan, eforla oluşan nefes darlığı şikaye� ile polikliniğimize başvurdu. Sigara kullanmayan, kısa (boyu 138 cm) ancak nonobez (VKi: 21 kg/ m2) hastanın fizik muayenesinde solunum sesleri derinden geliyordu.

Bulgular:

Solunum fonksiyon testlerinde FEV1 1.07 L ve FVC 0.60 L (sırasıyla beklenenin %51 ve %34), FEV1/FVC %56 olup obstrük�f karakterdeydi. Arter kan gazında pO2:73 mmHg ve O2 sat: %95 ile hafif derecede hipoksemisi mevcu�u. Akciğer grafisinde havalanma ar�şı ve diyafragmalarda düzleşme izleniyordu. Hastanın tanıklı apne şikaye� olmamasına rağmen, klinik izlemimiz esnasında gündüz uyuklama hali saptandığından polisomnografi(PSG) uygulandı. Apne hipopne indeksi (AHİ) 45 bulunan hastaya bronkodilatatör ve BİPAP tedavisi planlandı.

Sonuç:

Araş�rmalardaki son gelişmeler göstermektedir ki TS’lu erişkinlerde yaşam süresini uzatmak ve morbiditeyi azaltmak için göğüs hastalıkları uzmanlarının da yer aldığı mul�disipliner bir yaklaşım gerekmektedir. Bildiğimiz kadarıyla olgumuz OSAS ve amfizemle birliktelik gösteren literatürdeki ilk TS’lu olgu olsa da, çeşitli anatomik bozuklukların ve mevcut gonadal disfonsiyonun bu rastlan�sal olmayan birlikteliğe potansiyel katkıda bulunduğunu düşündürmektedir. Bu konuda seriler içeren ileri çalışmalara ih�yaç olduğu kanaa�ndeyiz.

e-PS077

KARŞI TARAFTA CİLTALTI AMFİZEMİNE YOL AÇAN AKCİĞER KANSERİ OLGUSU

SERHAT YALÇINKAYA 1, A. HAKAN VURAL 2, AHMET BAYER 3 1 BURSA YÜKSEK İHTİSAS EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ SERVİSİ 2 BURSA YÜKSEK İHTİSAS EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ KALP VE DAMAR CERRAHİSİ KLİNİĞİ 3 BURSA YÜKSEK İHTİSAS EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ PATOLOJİ SERVİSİ

Amaç:

Bronkokutanöz fistül oldukça nadir bir akciğer kanseri komplikasyonudur ve genellikle biyopsi ve radyoterapi sonrasında rastlanır. Servisimize karşı taraa ciltal� amfizemi nedeniyle başvuran bir bronkokutanöz fistül oluşturmuş akciğer kanseri olgusunun klinik bulgularını aktarmak is�yoruz.

Gereç ve Yöntem:

Altmışyedi yaşında erkek hasta aniden gelişen solunum sıkın�sı ve sağ taraa ciltal� amfizemi nedeniyle sevkedilerek servisimize başvurdu. Öyküsünden hastanın sol akciğer üst lobta yerleşik bir kitle lezyonu nedeniyle iki yıldır takip edildiği, biyopsiyi kabul etmeyen hastaya tanı konulamadığı anlaşıldı.

Bulgular:

Toraks tomografisinde sol üst lob anterior yerleşimli kaviter kitle ile sternum ve sağ göğüs duvarı ön tara�ndan başlayan ve sağ hemitoraksa yayılan ciltal� amfizemi arasında bağlan� olduğu izlendi. Kavite içine lokal anestezi al�nda 28 fr toraks dreni takılırken alınan doku örneklerinden hastaya epidermoid karsinom tanısı kondu. Kliniği düzelen ve ciltal� amfizemi gerileyen hasta kemoradyoterapi için dış merkeze sevkedildi.

Sonuç:

Malign kaviter kitlenin aynı taraa pnömotoraks olmadan, ha�a karşı taraa bile ciltal� amfizemi oluşturabileceğinin akılda bulundurulmasının hastanın tedavisinin düzenlenmesinde katkısı olabileceği kanısındayız.

Page 151: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

150

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

e-PS078

TRAKEOBRONKOPATİA OSTEOKONDROPLASTİKA VE AKCİĞER ADENOKARSİNOMU BİRLİKTE GÖRÜLEN BİR OLGU

AHMET İLVAN 1, ERHAN AYAN 2, TUBA KARABACAK 3, OĞUZ KÖKSEL 2, EYLEM S. ÖZGÜR 1, BAHRİ TEMURAY 1 1 MERSİN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖGÜS HASTALIKLARI AD 2 MERSİN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ AD 3 MERSİN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ AD

Amaç:

Bu makalenin amacı, nadir görülen bir hastalık olan trakeobronkopa�a osteokondroplas�ka (TO) olgusu sunmak�r. Benign bir hastalık olan TO, trakea ve bronş mukozasında kemik ve kıkırdak oluşumları içeren nodüler yapılarla karakterizedir. Akciğer grafileri genellikle normaldir. Öksürük, balgam ve hemop�zi görülebilir.

Gereç ve Yöntem:

Olgumuz, 9 aydır öksürük ve balgamda kırmızı çizgi şeklinde kanaması olan, 56 yaşında erkek idi. Fizik muayenesi normaldi.

Bulgular:

Akciğer grafisinde sağ hilus üst kısmında 2x4 cm ebatlarında kısmen homojen opasite izlendi. Toraks bilgisayarlı tomografisinde trakea ön ve yan duvarlarında kalsifikasyonlar ile sağ ana bronş anterior komşuluğunda, oval konfigürasyonda yumuşak doku lezyonu ile uyumlu dansite ar�şı izlendi. Fleksibl bronkoskopide trakea girişinden ana karinaya kadar ön ve yan duvarlarda mukozadan kabarık, soluk renkli, çok sayıda, noduler lezyon ile sağ üst lob segment ağzını �kayan vejetan kitle bulundu. Trakeadaki lezyonlardan birinden alınan biyopsinin patolojik incelemesinde epitel al�nda kemik oluşumu izlendi ve bulguların TO ile uyumlu olduğu, sağ üst lob girişindeki kitleden alınan biyopsi ise kötü diferansiye adenokarsinom olarak raporlandı.

Sonuç:

Sonuç olarak; öksürük ve hemop�zi yakınması olan hastalarda, akciğer grafisi normal olsa bile, nadir görülen TO da düşünülmelidir. Sık olmamakla birlikte bizim olgumuzda olduğu gibi bu hastalarda birlikte malignite olabileceği de akılda tutulmalıdır.

e-PS079

MALİGN MELANOM, ENDOBRONŞİAL METASTAZ

YASİN ABUL 1, DERYA GÜN KOCAKAYA 1, ŞEHNAZ OLGUN TANDOĞDU 1, EMEL ERYÜKSEL 1, ZEYNEP TOSUNER 2, ZÜLEYHA YAZICI 3, ÇİĞDEM ÇELİKEL 2, SAİT KARAKURT 1 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. İSTANBUL 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ A.D. 3 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DERMATOLOJİ A.D.

Amaç:

Malign melanoma melanositlerin malign transfomayonu sonucu gelişir.Pulmoner metastazını pulmoner arterlere ulaşan tümör embolileri yoluyla yapar.Endobronşial yayılımlı malign melonom vakaları sınırlı sayıdadır.

Gereç ve Yöntem:

Nadir görülen endobronşial yayılım yapmış bronkoskopi ile tanı koyduğumuz vakamızı sunduk.

Bulgular:

42 yaşında bayan hasta nefes darlığı şikaye� ile başvurdu. 2006 da tanı konan sır�a konjenital dev nevüs tanısı mevcu�u.5 paket/yıl sigara hikayesi mevcu�u. Fizik muayenede bel bölgesinde 25x15 cm boyularında yaklaşık tüm lumbar bölgeyi kaplayan gluteal bölgeye de yayılan dev nevüsü mevcu�u. Vücu�a özellikle sır�a ve saçlı deride birden fazla çok sayıda nevüsler izlendi. Nevüslerde renk değişikliği tariflemiyordu. Sır�aki dev nevüste kalınlaşma belir�yordu. Solunum sistemi muayenesi doğaldı.Aksiller ele gelen 1x2 cm lik lenfadenopa�si mevcu�u. PA akciğer grafisinde sol hilar bölgede düzensizlik ve dansite ar�şı mevcu�u. Toraks BT’de sol üst lobda 40x30 mm kitlesel lezyon mevcu�u. Bronkoskopide sol akciğer üst lob girişinde nevüs tarzında siyahımsı mukozadan kabarık endobronşial lezyon izlendi. Alınan bronkoskopik biyopsi, �rça ve bronkoalveolar lavaj materyalleri malign melonom ile uyumlu geldi.

Sonuç:

Malign melanoma bağlı endobronşial metastaz nadirdir. Literatürde 1966-2002 yılları arası yapılmış geniş taramada 204 akciğer dışı kaynaklı endobronşial metastaz vakası saptanmış olup bunları sırasıyla meme(%35), böbrek(%17), kolon ve rektum(%15) oluşturmaktadır.. Deri kanseri vakaları sadece 9 vaka olup , 7’si malign melanom kökenli saptanmış�r. Tanıda primer akciğer kanserinden ayırtetmek için bronkoskopi şarr. Malign melannomaya bağlı endobronşial metastazı olgumuzu literatürde nadir görülemsi nedeniyle sunduk.

Page 152: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

151

e-PS080

ALIŞILMADIK UZAK ORGAN METASTAZLARI İLE AGRESSİF SEYİRLİ BİR MEZOTELYOMA OLGUSU

EYLEM AKPINAR 1, AHMET HAKAN HALİLOĞLU 2, ÖMÜR ATAOĞLU 3, MERAL GÜLHAN 1 1 UFUK ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, ANKARA 2 UFUK ÜNİVERSİTESİ ÜROLOJİ ANABİLİM DALI,ANKARA 3 ÖZEL MİKRO-PAT PATOLOJİ LABORATUARI, ANKARA

Amaç:

Malign mezotelyoma plevranın en sık primer malign tümörü olmakla beraber nadir görülür. Hastalık genellikle lokal invazyon yapar. Hematojen yolla uzak organ metastazları otopsi çalışmalarında %50’yi aşan oranlardadır, ancak klinikte oldukça az karşılaş�ğımız bir durumdur. Biz bu makalede çok sayıda ve alışılmadık uzak metastazlar nedeniyle tanı sorunu yaşadığımız bir olguyu sunmayı amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

59 yaşında erkek hasta, göğüs ağrısı yakınmasıyla başvurduğu merkezde plevral efüzyon e�yolojisine yönelik yapılan plevra biyopsisiyle sarkomatöz �pte malign mezotelyoma tanısı almış ve sol plöropnömonektomi operasyonu yapılmış�. Postopera�f komplikasyonlar nedeni ile operasyondan 3 ay sonra gecikmeli olarak adjuvan kemoterapi için kliniğimize yönlendirilmiş�. Hastanın başvurusunda bir ay önce başlayan sağ omuz ağrısı, sağ skrotumda şişlik yakınmaları vardı. Fizik muayenesinde sağ skrotumda 4x2 cm üzeri ülsere, eritematöz, kitle lezyonu saptandı.

Bulgular:

Akciğer grafisinde sağ akciğerde mul�pl nodüler lezyonlar izlendi. PET BT’de ise akciğerdeki nodüllerde, sağ omuzdaki kitle lezyonunda ve skrotal kitlede patolojik ak�vite ar�şı saptandı. Kısa sürede gelişen uzak metastazlar nedeni ile hastanın mezotelyoma tanısından şüphe edildi. Sağ skrotumdaki kitle histopatolojik inceleme için eksize edildi. Sarkomatöz �pte malign mezotelyoma metastazıyla uyumlu bulundu. Pemetreksed+sispla�n ile kemoterapi başlanan hasta 2. kür için başvurusunda gelişen masif pulmoner emboli nedeni ile kaybedildi.

Sonuç:

Olgumuz literatürde bildirilmiş skrotumda metastazla seyreden tek mezotelyoma olgusudur. Mezotelyomanın olgumuzda olduğu gibi nadir de olsa hızlı gelişen uzak metastazlarla seyredebileceği ve bunun daha çok sarkomatöz hücre �pinde olabileceği unutulmamalıdır.

e-PS081

MEDİASTİNAL LENFANJİOMA, TANISAL MODALİTELER: BİLGİSAYARLI TOMOGRAFİ, MAGNETİK REZONANS GÖRÜNTÜLEME VE ENDOSKOPİK ULTRASONOGRAFİ

YASİN ABUL 1, SERDAR EVMAN 3, ŞEHNAZ TANDOĞDU OLGUN 1, EMEL ERYÜKSEL 1, SAİT KARAKURT 1, HASAN BATIREL 3, MUSTAFA YÜKSEL 3, SÜHEYLA BOZKURT 2, BURCU TÜZÜNER 2, BERRİN CEYHAN 1 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ A.D. 3 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ A.D.

Amaç:

Medias�nal lenfanjioma nadir görülen iyi seyirli(benign) bir hastalık�r. Lenfa�klerin anormal proliferasyonundan oluştuğu düşünülmektedir. Tüm lenfanjiomaların %0.7 -4.5 arası medias�nal lenfanjiomadır. Genelde asemptoma�k olup ru�n radyolojik görüntülemelerde rastlan�sal karşılaşılabilir. Tanı postopera�f histolojik inceleme ile konur. Preopera�f tanıda yardımcı olarak toraks bilgisayarlı tomografi(BT), magne�k rezonans görüntüleme(MRG), ve yeni olarak endoskopik ultrasonografi(EUS) kullanılabilir. Nadir görülen medias�nal lenfanjioma vakamızı ve tanıda yeni bir modalite olarak endoskopik ultrasonografiyi sunmak istedik.

Gereç ve Yöntem:

74 yaşında erkek hasta 8 haalık kuru öksürük ile başvurdu. 40 paket/yıl sigara hikayesi mevcu�u.

Bulgular:

Postero-anterior göğüs grafisinde hafif medias�nal genişleme izlendi. BT’de istasyon 8’de hipodense düzgün sınırlı 40x25 mm’lik lezyon saptandı. Bronkoskopik transbronşial ince iğne aspirasyonu nega�f geldi. Endoskopik ultrasonografi(EUS) uygulanan hastada subkarinadan 30 mm uzaklıkta 27x20 mm’lik düzgün sınırlı anekoik kis�k lezyon ve yanında heterojen, septalı 20 mm’lik bir başka kis�k lezyon izlendi. Kis�k görünüm nedeniyle biyopsi alınamadı. MRG’de aynı lokalizasyonda kis�k heterojen lezyon izlendi ve hasta video-yardımlı torokoskopik cerrahiye(VATS) verildi. Patolojik tanı histomorfolojik bulgular ve immünhistokimya ile lenfanjioma ile uyumlu geldi. Rezeke edilen dokuda 3.5x2.3 mm boyutlarında mul�ple kis�k lezyonlar lenf bezi ve akciğer dokusu izlendi. Hemotoksilen-eozin ve trikom boyamalarda lenfa�k doku ile çevrili geniş kis�k lezyonlar izlendi. İmmünhistokimyasal boyamada vasküler ve lenfa�k alanda CD34, CD20, CD3 pozi�vitesi saptandı.

Page 153: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

152

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

Sonuç:

Lenfanjioma azalan sırayla baş boyun, karın bölgesi, aksilla ve nadir olarak toraks da görülen iyi seyirli bir tümördür. Medias�nal -torasik lenfanjioma pulmoner parenkimde , plevrada ve pulmoner kapaklarda rapor edilmiş�r ve nadirdir. Çoğunlukla rastlan�sal saptanır. Dispne , ele gelen kitle, öksürük ve hemop�zi ile presente olabilir. BT, MRG tanıya yardimci görüntüleme yöntemlerindendir. Kis�k yapının MRG ile gösterimesi önemlidir. Endoskopik ultrasonografi de kis�k yapıları göstermesi açısından BT’ye göre daha kullanışlıdır. Tanı cerrahi rezeksiyonla konur. Patolojik immün boymalar ve histolojik görünüm tanıya götürür.

e-PS082

PNÖMONEKTOMİ LOJUNDA RADYOTERAPİYE SEKONDER GELİŞEN SARKOM

NESRİN KIRAL , ALİ FİDAN , SEVDA ŞENER CÖMERT , GÜLŞEN SARAÇ , BANU SALEPÇİ , BENAN ÇAĞLAYAN DR.LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ

Amaç:

Radyoterapinin neden olduğu sarkomlar geç komplikasyondur, genellikle tedaviden 5-10 yıl sonra oluşur. Prostat ve meme kanserinin radyoterapi ile tedavisinden sonra yumuşak doku sarkomasının artan sıklığı belir�lmiş�r. Akciğer kanserinin ortalama survisi kötü olduğu için bu komplikasyonun görülmesi sınırlıdır. Bu vakayı, skuamöz hücreli akciğer kanseri sebebi ile pnömonektomi olup ardından radyoterapi alan ve 15 yıl sonra sarkom gelişmiş nadir görülen bir vaka olması sebebi ile yayınlamayı uygun gördük.

Gereç ve Yöntem:

Hastanın primer tanısı, radyoterapi öyküsü ve sarkoma gelişimi için geçen latent period değerlendirildi.

Bulgular:

Altmışüç yaşında bayan hasta, sağ omuz ağrısı şikaye� ile başvurdu. Özgeçmişinde 15 yıl önce skuamöz hücreli akciğer karsinomu tanısı ile sağ pnömonektomi geçirdiği ve radyoterapi aldığı öğrenildi. Akciğer grafisinde sağ hemitoraksta trakeayı kendine doğru çeken homojen bir dansite ar�şı mevcu�u. Ayrıca sağ üst zonda 4x4cm boyutlarında hiperdens düzensiz kontürlü dansite ar�şı izlendi. Toraks BT çekilen hastanın Toraks BT’i eski tomografileri ile karşılaş�rıldı. Sağ akciğer lojunda kalsifikasyon içeren hiperdens yer yer plevral loja doğru uzanan, daha önceki tetkiklerinde izlenmeyen heterojen görünümler dikka� çekmekte idi. Nüks yönünde anlamlı olabileceği göz önüne alınarak, PET-CT çekildi. PET-CT’de sağ pnömonektomi lojunda nüks ile uyumlu kalsifiye hipermetabolik kitle ve buna eşlik eden diafragma�k plevral yüzeyler ile fokal hipermetabolik odaklar saptandı.

Bronkoskopide endobronşiyal lezyon saptanmadı. Toraks BT’deki lezyona transtorasik biyopsi yapıldı. Sonucu sarkom ile uyumlu geldi. Genel durum düşkünlüğü sebebi ile cerrahi müdahale veya kemoterapi/radyoterapi yapılamadı.

Sonuç:

Postradyasyon sarkoması eksternal radyoterapinin nadir görülen bir komplikasyonudur. Adjuvan radyoterapinin artan kullanımı ile birlikte radyaterapiye bağlı gelişen sarkomları saptamak için uzun süreli gözlem gereklidir.

e-PS083

CİLT LEZYONLARI VE KAS GÜÇSÜZLÜĞÜ İLE TANIYA GİDİLEN AKCİĞER KARSİNOMU VAKASI

YASİN ABUL 1, OZAN KOCAKAYA 3, ŞEHNAZ TANDOĞDU OLGUN 1, EMEL ERYÜKSEL 1, SAİT KARAKURT 1, DENİZ YÜCELTEN 2, BERRİN CEYHAN 1, TURGAY ÇELİKEL 1 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. İSTANBUL 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DERMATOLOJİ A.D. 3 MARMARA ÜNİVERSİTESİ İÇ HASTALIKLARI A.D.

Amaç:

Akciğer kanserli hastanın ilk başvuru bulgusu solunumla ilgili olmayıp yarağı paraneoplas�k sendroma bağlı olabilir.

Gereç ve Yöntem:

Solunumsal yakınması olmayan,ileri araş�rmayla akciğer adenokarsinomu tanısı koyduğumuz vakamızı sunduk

Bulgular:

44 yaşında 10 paket/yıl sigara hikayesi olan, 2 aydır yanaklarda kızarıklık,3 haadır kol ve bacaklarda güçsüzlük şikaye�yle başvuran hastanın burunda,yanaklarda morumsu eritem,�rnaklarda periungal eritem, bacaklarda 1/5 kas gücü kaybı dışında muayene bulgusu yoktu.Solunumsal semptom tariflemiyordu.Elektromyelgramı miyopa�k tutulumla uyumluydu.Krea�n fosfokinazı 16572, AST 407,ALT 111’di.ANA 1/320’de pozi�i.Cilt lezyonları,klinik bulgularla inflamatuar myopa�,dermatomyozit düşünüldü.Sebebe yönelik gastrointes�nal,solunum,üriner sistem sorgusu nega�i.Prostat spesik an�jeni nega�i. Posteroanterior akciğer grafisinde medias�nal genişleme vardı.Toraks BT’de 6, 4R, 4L ve 7 ‘de sırasıyla 13 mm,31 mm,20 mm ve 23 mm’lik çok sayıda lenfadenopa� saptandı.Parenkimde sağ akciğer alt lob en büyüğü 25x19 mm boyutunda etra�nda buzlu cam sahalarının eşlik e ği çok sayıda nodüler dansite bulundu.Aynı lokalizasyonlarda pozitron emisyon tomografi pozi�f FDG tutulumu gösterdi.Sağ akciğer alt lob 25x19 mm’lik nodülün transtorasik BT eşliğinde ince iğne örneklemesiyle akciğer adenokarsinomu tanısı kondu.

Page 154: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

153

Sonuç:

Akciğer,serviks,over ,pankreas,mesane,mide adenokarsinomları inflamatuar myopa�yle ilişkili karsinomların %70’ini oluştururlar.Tümörde,nöronal dokuda yüksek miktarda ortak bulunan an�jenlere karşı oluşan immün cevabın bu paraneoplas�k bozukluğun patofizyolojisini oluşturduğu düşünülmektedir.İnflamatuar myopa�, dermatomyozi�e kanser taraması için 65 yaş üzeri dermatomyozit tanısına ,hikaye,fizik muayene bulgularına dikkat edilmelidirYine yaş ve cinsiyete uygun mamografi, kolonoskopi ve şüphe halinde göğüs- ba�n ileri görüntülemeleri önerilmektedir. Akciğer kanserlerinin klasik bulgu ve semptomlar haricinde de presente olabileceği akılda tutulmalıdır.

e-PS084

SEREBELLAR ATAKSİ İLE PREZENTE OLAN KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KANSERİ OLGUSU

HÜSAMETTİN SAZLIDERE 1, ERDOĞAN ÇETİNKAYA 2, NUR BÜYÜKPINARBAŞILI 2, NESRİN YÖNTEM GÖK 2 1 GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ TIP FAK. GÖĞÜS HASTALIKLARI TOKAT 2 YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ İSTANBUL

Amaç:

Küçük hücreli akciğer kanserleri (KHAK) tüm akciğer kanserlerinin %15’ini oluşturur. Olgular öksürük, hemop�zi, nefes darlığı, göğüs ve/veya sırt ağrısı, ses kısıklığı, tekrarlayan veya rezolüsyonu geciken pnömoniler, vena cava superior sendromu ile başvururlar. Hastalarda yaygın metastaz semptomları veya paraneoplas�k sendromlar ile de başvurabilirler. Burada serebellar ataksi ile başvuran an�-Hu Ab pozi�f bulanan küçük hücreli akciğer kanseri olgusu sunulmuştur.

Gereç ve Yöntem:

Altmışdokuz yaşında 60 p/y sigara öyküsü olan ve bilinen hastalık öyküsü olmayan erkek hasta üç haa önce başlayan ve giderek artan dengesizlik, sarhoş vari yürüyüş, konuşmada bozulma nedeniyle nöroloji kliniğine başvuruyor yapılan muayenesinde serebellar ataksi tespit ediliyor.

Bulgular:

Yapılan EMG’sinde patoloji saptanmadı. Kranial MR normal olarak raporlandı. Toraks BT’ sinde sol hiler alanda yumuşak doku dansitesinde lezyon saptandı.. Hastanın bronkoskopisinde endobronşiyal patoloji saptanmadı. Radial proplu endobronşiyal ultrasonografi (RP-EBUS) rehberliğinde sol hiler alandaki lezyondan transbronşiyal iğne aspirasyonu(TBİA) yapıldı. TBİA’da alınan materyalde küçük hücreli malign tümör hücreleri olarak

raporlandı. Yapılan An�-Hu Ab pozi�f bulundu. KHAK ve paraneoplas�k hastalık tablosu olarak değerlendirilerek kimyasal tedavi planlandı.

Sonuç:

Sonuç olarak küçük hücreli akciğer kanserlerinin semptom ve bulgularının farklı olduğu bizim olgumuzda olduğu gibi sadece serebellar ataksi ile karşımıza çıkabileceği akılda tutulmamalıdır. Klinik paraneopas�k e�yoloji araş�rırken saptanan an�nöronal Ab’un �pi klinik sendromla bir arada düşünüldüğünde, al�a yatan neoplazinin lokalizasyonunu saptamaya yönelik tetkiklerin seçimini yönlendirecek�r.

e-PS085

PLEVRAL KİTLE OLARAK SEYREDEN EKTOPİK MALİGN TİMOMA OLGUSU

EBRU SULU 1, HAKAN YILMAZ 2, LEYLA YAĞCI TUNCER 1, CÜNEYT SALTÜRK 1, ÖZKAN DEVRAN 1, ADNAN YILMAZ 1 1 SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 2 YAVUZ SULTAN SELİM HASTANESİ

Amaç:

Malign �moma, medias�nal bir tümordür. Ektopik olarak görülmesi nadirdir. Bu yazıda ektopik plevral yerleşimli bir malign �moma vakası bildirilmiş�r.

Gereç ve Yöntem:

olgu sunumu

Bulgular:

61 yaşında bayan hasta 10 aydır devam eden göğüs ağrısı yakınması ile başvurdu. Hastanın öz geçmişinde bir özellik yoktu. Arka ön akciğer grafisinde sol alt zonda kostofrenik sinüsü kapatan nonhomogen yoğunluk ar�şı mevcu�u. Fizik bakıda patolojik bulgu saptanmadı. Bilgisayarlı toraks tomografisinde sol hemitoraksta, posterolateral kesimde, santralinde kalsifikasyon ve nekroz içeren, nonhomogen, 4x6 cm boyutlarında kitle görüldü. Yapılan kesici biyopsi patolojisi lenfoma? olarak rapor edildi. Toraks MR incelemesinde sol hemitoraksta, laterobazal yerleşimli, geniş tabanlı duraya oturan, 4x2x6 cm boyutlarında, düzgün sınırlı, içerisinde yer yer kis�k nekroz alanları ve kalsifikasyon odakları içeren kitle lezyonu saptandı. Hastaya torakotomi uygulandı. Torakotomide ekstraparenkimal, ekstraplevral, kotları destrükte eden 7x3 cm lik kitle saptandı. Kitle eks�rpasyonu ve göğüs duvarı rezeksiyonu yapıldı. Cerrahi materyalin patolojik incelemesi malign �moma olarak rapor edildi.

Page 155: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

154

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

Sonuç:

Plevra yerleşimli ektopik �moma nadir olmakla birlikte, plevral kitle ile başvuran olgularda , malign �moma olası bir e�yoloji olarak düşünülmelidir.

e-PS086

ASTIM TANISIYLA İZLENEN BRONŞİYAL KARSİNOİD OLGUSU

BİLGE YILMAZ KARA 1, AHMET DEMİRKAYA 2, SERDAR ERTURAN 2, BÜGE ÖZ 3, KAMİL KAYNAK 2, MÜZEYYEN ERK 1 1 İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAK. GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAK. GÖĞÜS CERRAHİSİ AD 3 İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAK. PATOLOJİ AD

Amaç:

Karsinoid tümör, akciğer tümörlerinin seyrek rastlanan bir türüdür. Çoğu kere as�m semptom ve bulguları ile karış�rılır, tanı gecikebilir. Epizodik dispne ve irrita�f öksürük yakınması olan bronkodilatör ve inhale steroid ile tedavi edilen 40 yaşındaki kadın hasta böyle bir tanı yanılgısına örnek olduğu için sunulmuştur. Bu sunumun temel amacı, standart medikal tedaviye yanıt alınamayan as�mlı hastalarda ayrın�lı bir ayırıcı tanının önemli olduğunu vurgulamak�r.

Gereç ve Yöntem:

Olgu sunumu: 40 yaşındaki kadın hasta, öksürük ve dispne atakları nedeniyle, 1 yıldır as�m tanısı ile tedavi edilmiş. Uzun etkili beta 2 agonist ve inhale kor�kosteroid kombinasyonuna ek olarak lüzum halinde kısa etkili beta 2 agonist kullanmaktaymış. 10 gün önce irrita�f öksürük, hafif derecede dispne başlamış, üşüme-�treme ateş şikayetleri olmuş ve 3 kilo kaybetmiş. Bu nedenlerle kliniğimize ya�rıldı. Hastanın öz geçmişinde, bir yıldır olagelen astma�k ataklar dışında özellik yoktu. Kişisel ve ailesel atopi bulgusu tanımlamıyordu. Sigara veya alkol kullanım öyküsü yoktu. Anne ve ablasında �p 2 diyabet mecutmuş. Toraksın oskültasyonunda wheezing saptanmadı. Sağ akciğer alt alanda solunum sesleri azalmış�. Hastanın tanı ve ayırıcı tanısı için PA akciğer grafisi, spirometri, spiral toraks BT ve bronkoskopik biyopsiye başvuruldu.

Bulgular:

PA akciğer grafisinde sağ akciğer alt alanda, sağ atriyum sınırını silmeyen homojen opasite saptandı. Toraks BT’de sağda intermediyer bronş lateral duvarından

lümene protrude polipoid lezyon, orta lobda muhtemel postobstrük�f hava hapsine bağlı hiperaerasyon, alt lobda volüm kaybının eşlik e ği konsolidasyon (postobstrük�f pnömoni) izlendi. Spirometrik inceleme normaldi. An�biyo�k ve bronkodilatör tedavi uygulanırken tetkikleri sürdürüldü. Bronkoskopi ile intermediyer bronş girişinden yaklaşık 2 cm sonra lümeni tama yakın �kayan, kırmızı renkli, damardan zengin polipoid kitle saptandı ve bu kitleden bir kez biyopsi alındı, kanamaya meyilli olduğu için biyopsi sürdürülmedi. Biyopsi materyali incelendiğinde karsinoid tümör tanısı kondu. Hastanın gerekli incelemeleri tamamlanıp, göğüs cerrahisinde orta ve alt bilobektomi yapıldı. Torakotomi sonrası yapılan patolojik incelemede karsinoid tümör tanısı doğrulandı. Peroperatuvar komplikasyon görülmedi ve hasta takibe alındı.

Sonuç:

Bu olgu as�m tanısı düşünülüp tedaviye yetersiz yanıt alınan hastaların ayırıcı tanısında diğer nedenlerin yanı sıra karsinoid tümörlerin de yer alması gerek�ğini göstermektedir.

e-PS087

ENDOBRONŞİAL ASPERGİLLOZİS İLE GİZLİ AKCİĞER KANSERİ OLGUSU

FİLİZ GÜLDAVAL 1, MURAT ERDAL OZANTÜRK 1, MELİH BÜYÜKŞİRİN 1, AHMET ÜÇVET 2, SONER GÜRSOY 2, NUR YÜCEL 3 1 İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ- GÖĞÜS HASTALIKLARI 2 İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ- GÖĞÜS CERRAHİSİ 3 İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ- PATOLOJİ

Amaç:

Endobronşial aspergillus ve endobronşial aspergillozis ile gizli akciğer tümörleri nadir görülmektedir.

Gereç ve Yöntem:

54 yaşında bayan olgu yaklaşık bir aydır devam eden sol yan ağrısı, kanlı balgam, nefes darlığı yakınmaları ile başvurdu. Fizik muayene bulguları solda ekspiratuvar ve inspiratuvar ronkusler dışında olağandı.

Page 156: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

155

Bulgular:

Ru�n biyokimya ve hemogram değerleri normaldi.Göğüs radyografisinde solda hacim kaybı mevcu�u.Toraks BT’de ise içinde açık bronşların bulunduğu komplet atelektazi olarak raporlandı. Fiberop�k bronkoskopide (FOB) sol ana bronş distal uçta alt lobdan köken aldığı düşünülen, üzeri beyaz renkli kitle lezyonu ile tama yakın �kalı olduğu görüldü.Forseps biyopsi materyalinde fibrin kitlesi arasında aspergillus hif ve sporları izlendi. Histopatolojik bulgular aspergillomayı destekler olarak rapor edildi. İkinci ve üçüncü kez yapılan FOB’da endobronşial olarak Amphotericin B uygulandı. İkinici bronkoskopi sonucu aynı histolojik bulgular elde edilirken,üçüncü bronkoskopide aspirasyon sıvısı malignite kuşkulu, biyopsi materyalinde ise aspergillus hiflerinin belirgin olarak azaldığı izlendi. PET/CT’de alt lob bronşu proksimal kesiminde SUV:10.9 FDG tutulumu olan yumuşak doku saptandı. Olguya sleeve alt lobektomi, medias�nal lenf bezi diseksiyonu ve pulmoner arter onarımı yapıldı.Kesin patoloji sonucu “adenokarsinom” Evre 1B olarak raporlandı.

Sonuç:

Endobronşial aspergillozis ile karşılaşıldığında al�a bir malignitenin gizlenebileceği, tanının zor konulabileceği akılda tutulmalıdır.

e-PS088

PAKLİTEXELE BAĞLI KARDİYOTOKSİSİTE GELİŞEN BİR OLGU

KEZBAN ÖZMEN , TALHA DUMLU , ÜMRAN TORU , ALİ NİHAT ANNAKKAYA , SERHAT BAHADIR SÖZEN DÜZCE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Taxan grubu kemoterapa�klerin tedaviye ara vermeye neden olan en bilinen yan etkileri nörotoksisitedir. Daha az görülen ve nadiren tedaviye ara vermeye neden olan kardiyotoksisite yan etkisi gelişen vakamızı sunmayı uygun bulduk.

Gereç ve Yöntem:

Ş,G 62 yaşında erkek hasta ileri evre küçük hücreli dışı akciğer kanseri tanısı ile kemoterapi planlanan hastaya metrekareye 285 mg paklitaxel ve 585 mg karbopla�n şeklinde kemoterapisi başlandı.

Bulgular:

Hastanın 2.kür kemoterapisi esnasında her iki kol ve bacaklara vuran 10-15 dakika süren göğüs ağrısı şikaye� oldu. Anamnezi derinleş�rildiğine aynı ağrının ilk kür kemoterapi esnasında da olduğu öğrenildi. Hastanın ağrı esnasında gönderilen kardiyak enzimleri

yüksek�. Kardiyoloji A.B.D tara�ndan da değerlendirilen hastanın a�pik göğüs ağrısının ilk kürde de olması ve yapılan litaratür taramalarında taxan grubu ilaçların kardiyotoksisitesinden bahsedilmesi nedeniyle paclitaxele bağlı kardiyotoksisite sonucu gelişmiş olabileceği düşünüldü. Kemoterapiye çok iyi yanıt alındığı için hastanın kemoterapi rejimi Gemzar+Cispla�n olarak değiş�rildi. Yeni rejim esnasında şikayetler tekrarlamadı.

Sonuç:

Taxan grubu kemoterapa�klerde kardiyotoksisitenin tedavi modifikasyonuna yol açabileceği unutulmamalıdır.

e-PS089

AKCİĞERİN NADİR GÖRÜLEN İYİ HUYLU TÜMÖRÜ OLAN PULMONER KONDROMALI BİR OLGU

FİGEN ÖZTÜRK ERGÜR BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ

Amaç:

Pulmoner kondroma, akciğerin kıkırdak dokusundan kaynaklanan, nadir görülen, iyi huylu tümörüdür. Hastaların çoğu asemptoma�k�r ve ru�n kontrolde tesadüfen saptanır. Görünümü akciğerin diğer iyi huylu soliter lezyonlarına benzer. Kesin tanı tümörün rezeksiyonundan sonra patolojik inceleme ile konur. Olgumuzu uzun süre kronik obstrük�f akciğer hastalığı (KOAH) tanısıyla izlerken, solda atelektaziye neden olan radyolojik görünüm nedeniyle yapılan ileri tetkikler sonucunda kondroma tanısı alması sebebiyle sunmayı uygun bulduk.

Gereç ve Yöntem:

65 yaşında, KOAH tanısıyla takip edilen erkek hastanın solunumsal yakınması bulunmamaktaydı. Ru�n kontrolünde çekilen direkt akciğer grafisinde sol akciğerde tüm zonlarda homojen dansite ar�şı ve mediastende sola kayma saptandı. Toraks bilgisayarlı tomografi incelemesinde sol akciğer alt lobda atelektazi ve sol akciğer ana bronşda intraluminal lezyon saptandı. Fiberop�k bronkoskopide sol ana bronşta endobronşiyal vejetan tümöral oluşum görüldü. Lezyondan alınan biyopsilerin tanısal olmaması nedeniyle, torakotomi ile rezeke edilen tümörün eksizyonel biyopsi materyalinin patolojisi “kondroma” olarak tanı aldı.

Bulgular:

Operasyon öncesi orta derecede hava yolu obstrüksiyonu olan hastanın postopera�f solunum fonksiyon tes� normal sınırlarda saptandı. Kontrol akciğer grafisi doğal görünümdeydi.

Page 157: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

156

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

Sonuç:

Pulmoner kondroma, genellikle 40-60 yaş arasında, kadın ve erkeklerde benzer oranlarda, yavaş büyüyen iyi huylu tümördür. İntraparankimal �p klinik olarak asemptoma�k, periferik yerleşimli ve enükleasyon ile tedavi edilir. Ciddi klinik belir�leri olan ve tedavi edilmediğinde parankimal hasara neden olan endobronşiyal seyirde ise rezeksiyon, önerilen tedavidir. Olgumuzu, maligniteyi taklit eden ve hızla büyüyerek solda total atelektaziye neden olan benign tümörün nadir seyri, KOAH yanlış tanısı ile izlenmesi ve postopera�f 2 yıldır normal akciğer fonksiyonlarını koruması yönleriyle ilginç bularak, tar�şmaya sunuyoruz.

e-PS090

HIZLI İLERLEYEN VE DİFÜZ NODÜLER PARANKİM YAYILIMI GÖSTEREN AKCİĞER KANSERİ: 2 OLGU

SALİH TOPÇU 1, ŞERİFE TUBA LİMAN 1, KORKMAZ BURÇ 1, AYKUT ELİÇORA 1, AHMET ILGAZLI 2, FÜSUN YILDIZ 2 1 KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ AD 2 KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD

Amaç:

Akciğer kanserinde difüz nodüler yayılım nadiren gözlenir. Difüz noduler dağılım lenfanji�k yayılım nedeniyle gerçekleşir.

Gereç ve Yöntem:

İlk olgu; 31 yaşında erkek hasta 4 aydır öksürük, dispne ve kilo kaybından şikayetçiydi. Radyolojik incelemelerde retrokaval lenf nodu, bilateral interlobular septa ve fissür kalınlaşması ve çok sayıda parankimal nodül saptandı. Akciğerde kitle görünümü yoktu. Bronkoskopi tanısal değildi. Tüberküloz bulgusu yoktu. Torakotomiyle yapılan wedge biyopsisiyle yassı hücreli akciğer kanseri tanısını aldı. İkinci olgu; 58 yaşında bayan hasta 6 aydır devam eden dispne ve öksürük nedeniyle başvurdu. Radyolojik inceleme de sağ üst lobda kitle ve bilateral yaygın nodüler densiteler saptandı. Ailede tüberküloz hikayesine rağmen hastada tüberküloz bulgusuna rastlanmadı. Transtorasik iğne biyopsisiyle küçük hücreli dışı akciğer kanseri tanısı kondu. Pet incelemede kitle medias�nal lenf nodları ve bilateral yaygın nodüllerde yüksek metabolik ak�vite tutulumu gösterdi.

Bulgular:

olgu

Sonuç:

Lenfanji�k karsinomatozis çok hızlı ve agresif seyreder. Bu olgular tuberkülozdan ve diğer difüz inters�siyel akciğer

hastalıklarından ayrılmalıdır. Erken doku biyopsisini önermekteyiz.

e-PS091

ÜST EXTREMİTE DERİN VEN TROMBOZU VE PRİMER AKCİĞER KARSİNOMU

SAVAŞ ÖZSU , AYHAN GÜLSOY , YILMAZ BÜLBÜL , FUNDA ÖZTUNA , TEVFİK ÖZLÜ KTÜ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD

Amaç:

Venöz tromboembolizm (VTE) sıklıkla alt extremite derin venlerinden, nadiren (1-4%) de üst extremite venlerinden kaynaklanmaktadır. Bilinen kanser öyküsü olmayan hastalar VTE ile başvurabilmektedirler ve VTE olguların yaklaşık %20 kadarında risk faktörünün kanserler olduğu bildirilmektedir. Özellikle üst extremite trombozu ile başvuran hastalarda malignite olasılığının dışlanması gerekmektedir.

Gereç ve Yöntem:

Bu raporda üst extremite DVT gelişmesi sonucunda primer akciğer karsinomu tanısı konulmuş bir olgu sunulmuştur.

Bulgular:

43 yaşında bayan hasta sol kolda şişlik, morarma ve nefes darlığı şikâyetleri ile acil servisimize başvurdu. Öyküsünde bir haa önce üst extremite DVT tanısı ile warfarin tedavisi aldığı öğrenildi. Muayenesinde sol kolda şişlik ve takipne tespit edildi. Akciğer grafisinde sol üst zonda arkus aorta komşuluğunda homojen yaklaşık 3x4 cm boyutunda opasite izlendi. Laboratuar değerlerinde D-Dimer: 64,48 mcg/ml (normal değer 0–500 ng/ml) ve arter kan gazlarında pO2: 53 mm-Hg, pCO2:37.6, SaO2: 88 ve pH: 7.41 olarak tespit edildi. Hastada klinik olarak üst extremite DVT’nun olması, hipoksi ve D-Dimer yüksekliği nedeniyle PTE ve beraberinde malignite düşünüldü. Spiral Toraks BT’de pulmoner emboli tespit edilmedi. Ancak sol akciğer üst lopta 3x4.5 cm ebatlarında arkus aorta ile komşuluğu olan kitle ve mul�pl LAP tespit edildi. Sonrasında yapılan transtorasik ince iğne aspirasyon biyopsi sonucu adeno karsinom ile uyumlu geldi. T3N2MO(Evre-IIIA) olarak evrelendirilen hasta kemoradyoterapi programına alındı.

Sonuç:

Sonuçta üst extremite DVT’u nadir görülmesine karşın bazı hastalar akciğer kanseri tanısı almadan üst extremite DVT ile başvurabilirler.

Page 158: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

157

e-PS092

UZUN DÖNEM REMİSYON GÖSTEREN KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KANSERİ:İKİ OLGU SUNUMU

NİHAL BAŞAY , HÜLYA BAYİZ , NESLİHAN MUTLUAY , DENİZ KÖKSAL , BAHADIR BERKTAŞ , MİNE BERKOĞLU ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Küçük hücreli akciğer kanseri kemoterapiye yanıt veren bir tümördür. Bu yanıtlar genellikle kısa sürelidir ve uzun dönem hastalıksız sağkalım sık değildir.

Gereç ve Yöntem:

Olgu 1: 48 yaşında erkek hasta. Kliniğimize Temmuz 2005 te göğüs ağrısı yakınması ile başvurdu. Olgu 2: 54 yaşında erkek hasta . Kliniğimize öksürük, nefes darlığı ve göğüs ağrısı yakınması ile başvurdu.

Bulgular:

Olgu 1: Toraks CT sinde mul�ple medias�nal lenf nodları, sol hiler 8x6 cm kitle, sol alt lobta 0,5-1 cm boyutlarında nodüler lezyonları vardı. Tanı transtorasik iğne biyopsisi ile konuldu. Mul�lober tutulumu olması ve kemik sin�grafisi bulguları nedeni ile hasta yaygın hastalık olarak kabul edildi. 6 kür etoposid ve cispla�n verildi. Tam yanıt elde edildi. Yanıt 42 ay sonra hala devam etmektedir. Olgu 2: Toraks CT de mul�ple medias�nal lenf nodu, sağ hiler 6x5 cm kitle lezyonu mevcu�u. Uzak metastaz saptanmadı. Tanı bronkoskopik biyopsi ile konuldu. Hasta sınırlı küçük hücreli akciğer kanseri olarak kabul edildi. Eş zamanlı kemo-radyoterapi (4 kür etoposid, cispla�n) verildi. Tam yanıt elde edildi. Yanıt 43 ay sonra hala devam etmektedir.

Sonuç:

Her iki hastanın ortak klinik özellikleri iyi performansları olması, kilo kaybının olmaması , normal hemogram ve biyokimyasal tetkiklerinin olmasıydı. Küçük hücreli akciğer kanseri, kemosensi�f bir tümör olmasına rağmen yanıtlar kısa sürelidir. Relapslar 2 yıl sonra bile oluşabilir. 5 yıllık sağkalım %3 ün al�ndadır. Uzun süreli sağkalım için en önemli faktör hastalığın yaygınlığıdır. İyi performans, kilo kaybı olmaması birinci basamak tadaviye tam yanıt olması da önemli belirleyicilerdir. Her iki olgumuz da küçük hücreli akciğer kanseri olmalarına rağmen, uzun dönem remisyonda kaldıkları için sunuldu.

e-PS093

AKCİĞER KANSERİ METASTAZINA SEKONDER GELİŞEN AKUT BATIN OLGUSU

MİNE ÖNAL , SİBEL ALPAR , DİLEK SAKA , NUR ŞAFAK ALICI , SÜKRAN ATİKCAN , MİHRİBAN ÖĞRETENSOY ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Akciğer kanseri metastazına sekonder gelişen gastrointes�nal sistem perforasyonu oldukça nadir bir durumdur. Olguların büyük çoğunluğunda ince bağırsak (%92.5), sıklıkla jejunum (%53) tutulumu tanımlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Hasta dosyası retrospek�f olarak değerlendirilmiş�r.

Bulgular:

Elliüç yaşında erkek hasta, küçük hücreli dışı akciğer kanseri (Evre IV/sürrenal tutulum) tanısıyla uygulanan birinci ve ikinci basamak kemoterapi sonrası, progresif hastalık nedeniyle destek tedavisiyle takibe alındı. Hasta tanı konulmasından 11 ay sonra karın ağrısı yakınması ile kliniğimize başvurdu. Yapılan fizik muayenede ba�nda yaygın hassasiyet saptandı. Defans ve rebound pozi�i.

Sonuç:

Acil operasyona alınan hasta da sigmoid kolon perforasyonu saptandı ve aynı bölge rezeke edildi. Patolojik olarak, immünhistokimyasal çalışmayla akciğer kanserinin kolon duvarına metastazı olarak yorumlandı.

e-PS094

İLERİ EVREDE OLMASINA RAĞMEN ASEMPTOMATİK OLAN PRİMER AKCİĞER ADENOİD KİSTİK KARSİNOMU OLGUSU

ŞULE KAYA 1, MÜNİRE GÖKIRMAK 1, H. AHMET BİRCAN 1, SEMA BİRCAN 2, SEVDA SERT 2, AHMET AKKAYA 1 1 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, ISPARTA, TÜRKİYE 2 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ PATOLOJİ AD, ISPARTA, TÜRKİYE

Amaç:

Adenoid kis�k karsinom (AKK), çoğunlukla tükrük bezlerinden kaynaklanan ve nadir görülen malign epitelyal bir tümördür. Bunun yanında meme, cilt, serviks, üst solunum yolları, sindirim sistemi ve akciğeri tutabilmektedir. Yavaş progresyon gösteren ve nadir metastaz yapan düşük dereceli bir malignitedir. Primer akciğer AKK çok daha nadir olup tüm primer akciğer kanseri olgularının % 0,09 ila 0,2’sini oluşturmaktadır.

Page 159: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

158

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

Gereç ve Yöntem:

Yetmiş dört yaşında erkek hasta çekilen akciğer grafisinde tesadüfen görülen lezyonlar nedeniyle kliniğimize sevk edildi. 2004 yılında mide perforasyonu sebebiyle acil olarak opere edildiği sırada çekilen akciğer grafisinde sağ hiler bölgede kitle lezyonu ve bilateral bazallerde çok sayıda nodüler lezyonlar saptanmış�. Aynı tarihte çekilen Toraks BT’sinde de benzer lezyonlar izlenen hastanın bronkoskopik biyopsi sonucu adenoid kis�k karsinom şeklinde raporlanmış�. Hastaya operasyon önerilmiş fakat hasta tedaviyi kabul etmemiş�. Başvuru sırasında asemptoma�k olan hastanın 130 paket-yıl sigara öyküsü mevcu�u ve özgeçmişinde ek hastalığı yoktu. Vital bulguları ve fizik muayenesi normaldi. Tam kan sayımı, eritrosit sedimentasyon hızı ve biyokimyasal incelemeleri normal olarak bulundu.

Bulgular:

Toraks BT’sinde bilateral bazallerde çok sayıda pulmoner nodül mevcut olup ba�n ve beyin BT’sinde bir patoloji saptanmadı. Kemik sin�grafisinde vetebralarda şüpheli metasta�k lezyonları olan hastanın çekilen vertebra MR’ında metastaz saptanmadı. Metasta�k pulmoner lezyonları olması nedeniyle Evre IV olarak kabul edilen hastaya 4 kür kemoterapi uygulandı. Tedavi sonrası çekilen toraks BT’de lezyonları stabil olan hasta takibe alındı.

Sonuç:

Metasta�k AKK’lı bu hasta, nadir bir olgu olması ve tanı anından tedavi bi�mine dek asemptoma�k oluşu nedeniyle sunuldu.

e-PS095

ASPERGİLUS DIŞI MANTAR DUYARLILIĞINA BAĞLI ABPA BENZERİ BİR OLGU

LEYLA YILMAZ AYDIN , ÇİĞDEM BİBER , FERDA ÖNER ERKEKOL , AYDIN YILMAZ , ÜLKÜ YILMAZ TURAY , YURDANUR ERDOĞAN ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Aspergilus dışı mantarlara karşı hipersensi�vite reaksiyonu ile oluşan Alerjik bronkopulmoner aspergillozis (ABPA) benzeri sendromları tar�şmak için olgumuzu sunuyoruz

Gereç ve Yöntem:

Altmış yaşında erkek hasta nefes darlığı ve hırıl� şikaye� ile hastaneye ya�rıldı. On yıldır as�m tanısı ile takip edilen hastanın, ağır as�m tedavisi al�nda sık atak geçirdiği bu ataklar esnasında öksürük, balgam, ateş yakınmalarının eşlik e ği ve sık sistemik steroid kullanım öyküsünün olduğu öğrenildi.

Bulgular:

Hastanın solunum fonksiyon tes�nde ileri derecede obstrüksiyon ve reversibilite tespit edildi. Hasta, tedaviye yetersiz yanı� göz önüne alınarak, olası ek patoloji açısından yüksek rezolüsyonlu akciğer tomografisi ile değerlendirildi. YRBT’de yer yer santrale uygun lokalizasyon düşündüren bronşekta�k görünümler tespit edildi. ABPA ön tanısı ile istenen Aspergillus spesifik IgE’si , aspergilus için prik ve intradermal testleri nega�f olarak bulundu. Ancak total IgE düzeyi 2095 kU/L olarak saptandı. Balgam kültüründe Candida üredi.

Sonuç:

Hastanın Candida’ya bağlı, ABPA’ya benzer bir hipersensi�vite reaksiyonu olabileceği düşünüldü. Hastaya ABPA protokolüne benzer dozlarda sistemik steroid tedavisi başlandı. Hastanın kısa dönem takibinde (3 haalık) total IgE düzeyinin 1030 kU/L’ye gerilediği, hastada belirgin klinik yanı�n alındığı tespit edildi.

e-PS096

ASTIM İNHALASYON CİHAZI İLE GELİŞEN LATEX ALLERJİSİ

SAMİ ÖZTÜRK 1, ALİ KUTLU 1, M.OKTAY TAŞKAPAN 1 1 GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ ALLERJİK HAST. SERVİSİ 2 GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ ALLERJİK HAST. SERVİSİ 3 GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ ALLERJİK HAST. SERVİSİ

Amaç:

Lateks allerjisinin sıklığı son on beş yıldır sağlık çalışanları ile kronik medikal tedavi alan kişilerde arğı gözlenmektedir. Lateks alerjisi, lateks proteinine karşı �p 1 aşırı duyarlılık reaksiyonu olup kontak ür�kerden, as�m ve anafilaksiye kadar değişik klinik tablolarla karşımıza çıkabilmektedir. Olgu sunumuzda “As�m İnhalasyon Cihazı” olarak diskus formu kullanan bayan hastada diskusun dudaklara değmesinden 5 dakika kadar sonra her iki dudak mukozasında gelişen anjioödemi (�p I lateks alerjisi) sunmaktayız.

Gereç ve Yöntem:

30 yaşında Muhasebeci bayan hasta. Diş çekimi sonrasında dudak, damaklarda kaşın�, vücut kaşın�ları ve nefes darlığı yakınması olmuş. Hastanın aralıklı olarak nefes darlığı ve öksürük yakınması olmakta. Bilinen sistemik bir rahatsızlığı yok. Muz, kivi ve ananas yedikten sonra ağız ve boğaz bölgesinde kaşın�lar ve vücu�a yer yer kaşın�lı kabarıklıklar oluşmakta. Hastaya ru�n biyokimya tetkikleri, Total IgE, allerji testleri (gıda, inhalen allerjenler ve lateks ile) yapıldı. Hastaya solunum sistemi yakınmaları nedeniyle Flu�casone propionate 250 mcq içeren diskus formu 2X1 verildi.

Page 160: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

159

Bulgular:

Hastada Latex prick test pozi�f tespit edildi. Total IgE yüksekliği gözlendi. Hasta diskus formlu ilacı her kullandıktan 5 dakika sonra her iki dudak mukozasında kaşın� ve ödem geliş�. Steroit içeren yama testleri yapıldı. Atopi saptanmadı. Diskus formu inhale e rilmeden 1 dakika dudakta bekle�ldi. Yakınmaları belirgin olarak tekrarladı. Hastanın diş çekimi sonrası gelişen reaksiyonların ise tedavi sırasında kullanılan lateks içeren eldiven ile oluştuğu anlaşıldı.

Sonuç:

Lateks alerjisi konusunda atopik bünyeli hastaların iyi irdelenmesini ve lateks pozi�f bulunan bireylerde kullandıkları lateks içeren her türlü malzemenin hastalara iyi bildirilmesini düşünmekteyiz.

e-PS097

ATİPİK KLİNİK TABLOYLA BAŞVURAN BİR ALLERJİK BRONKOPULMONER ASPERGİLLOZİS OLGUSU

SEBAHAT AKOĞLU 1, BURÇİN ÖZER 2, CENK BABAYİĞİT 1, ALİ BALCI 3, NURSEL DİKMEN 1 1 MUSTAFA KEMAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 MUSTAFA KEMAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ MİKROBİYOLOJİ ANABİLİM DALI 3 MUSTAFA KEMAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYODİAGNOSTİK ANABİLİM DALI

Amaç:

Allerjik bronkopulmoner aspergillozis (ABPA), as�mlı ya da kis�k fibrozisli hastalarda görülen, genellikle Aspergillus fumigatusa bağlı gelişen bir hipersensi�vite reaksiyonudur. Nadir de olsa, as�mı olmayan hastalarda da tanımlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Otuzbir yaşında kadın hasta kronik öksürük yakınması ile başvurdu. Sekiz ay önce başka bir merkezde basil nega�f tüberküloz tanısı ile an�tüberküloz tedavi başlandığı ve yanıt alınamayınca ileri tetkik için hastanemize sevk edildiği öğrenildi. Öksürük dışında semptomu yoktu. Fizik bakısında sol önde raller dışında bulgu saptanmadı.

Bulgular:

PA Akciğer grafisinde bilateral hiler dolgunluk, sol üst zonda nodüler dansite ar�mı ve parakardiyak infiltrasyon ile sağ üst zonda infiltrasyon mevcu�u. Toraks BT’sinde solda üst lopta yüksek dansiteli, kitle ile uyumlu görünüm ve çevresinde infiltrasyon alanları, sağ üst lopta genişlemiş vasküler yapı olabileceği düşünülen tubuler

görünüm izlendi. Bronkoskopik incelemede her iki bronş sisteminden yapışkan mukoid sekresyon geliyordu. Toraks BT anjioda, lezyonun karakter değiş�rdiği ve sol üst lopta atelektazik alan içinde bronşektazi ve sağ üst lopta eldiven parmağı görünümü geliş�ği izlendi. Bu bulgulara eozinofilinin de eşlik etmesi (2452/mm3), as�m tanısı olmamasına rağmen ABPA tanısını düşündürdü. Total İgE düzeyi 28.700 IU/ml olarak ölçüldü. Aspergillus fumigatusa karşı cilt tes� ve spesifik İgE pozi�i. Bu bulgularla olgu ABPA olarak kabul edildi ve Prednizolon ve İtrakonazol tedavisi başlandı. Onbeş gün sonra öksürük yakınması kalmadı, kontrol akciğer grafisinde belirgin regresyon saptandı ve İgE düzeyinin 5000 IU/ml’ye düştüğü görüldü.

Sonuç:

Sonuç olarak, ABPA’in her zaman zor as�m kliniğiyle ortaya çıkmayacağı ve a�pik klinik tablo gösterebileceği akılda tutulmalıdır.

MS021

KOAH’LI HASTALARDA DİNAMİK HİPERİNFLASYONUN MORBİDİTE VE MORTALİTE ÜZERİNE ETKİSİ

EYLEM SERCAN ÖZGÜR , SİBEL ATIŞ , CENGİZ ÖZGE , BAHAR TASDELEN MERSİN ÜNİVERSİTEİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

KOAH’lı hastalarda dinamik hiperinflasyonun önemli klinik sonuçları gösterilmiş olmakla birlikte KOAH’ın uzun dönem klinik seyrindeki etkileri bilinmemektedir. Bu çalışmada KOAH’lı hastalarda 4 yıllık takip periyodunda dinamik hiperinflasyonun, KOAH atağına bağlı acil poliklinik başvurusu ve hastane ya�şları ile değerlendirilen morbidite ve de mortaliteyi belirlemedeki gücünün değerlendirilmesi amaçlandı.

Gereç ve Yöntem:

Ekim 2004-Haziran 2005 tarihleri arasında polikliniğimize başvuran, GOLD kriterlerine göre KOAH tanısı alan ve stabil durumda olan 73 hasta çalışmaya alındı. Hastalar her 3-6 ayda bir veya ölümlerine kadar izlendiler. Ortalama takip süresi 45 (21-50) ay olup, takipler Ocak 2009’da sona erdi. Bu süreçde solunumsal ve tüm nedenli ölümler ile KOAH atak nedeniyle acil başvuru ve hastane ya�şları kaydedildi. Stabil dönemde ölçülen çeşitli solunumsal parametrelerden %FEV1, vücut kütle indeksi (VKİ), 6 dakika yürüme mesafesi (6DYT), sta�k hiperinflasyon (IC/TLC), dinamik hiperinflasyon (ΔIC/TLC), PaO2 ve PaCO2 parametreleri seçildi ve bu parametrelerin KOAH atağına bağlı acil başvuru, hastane ya�şı, solunumsal ve tüm nedenli ölümler ile ilişkisi araş�rıldı.

Page 161: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

160

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

Bulgular:

Takip sürecinde 8 (%11) hastada ölüm geliş�. Çok değişkenli regresyon analizi (Cox oransal hazard modeli) sonucunda solunumsal ve tüm nedenli ölümler üzerine dinamik hiperinflasyon (HR=1.4; %95 CI=1.09-1.84, p=0.009) ve 6DYT mesafesi (HR=0.98; %95 CI=0.97-0.99, p=0.006) bağımsız belirleyici faktörler olarak saptandı. Dinamik hiperinflasyon morbiditeyle de ilişkili bulundu; acil başvuru sayısı (r=0.28, p=0.001) ve hastane ya�şları (r=0.38, p=0.016) ile anlamlı korelasyon mevcu�u.

Sonuç:

Dinamik hiperinflasyon, KOAH’lı hastalarda mortalite için bağımsız ve güçlü bir belirleyici ve de morbidite ile ilişkili bir risk faktörü olarak saptanmış�r. KOAH’lı hastaların uzun dönem klinik seyirlerinin değerlendirilmesinde bu parametrenin kullanımının yararlı olacağı düşünüldü.

MS022

KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞINDA (KOAH) SIK ATAĞI BELİRLEYEN FAKTÖRLER

EZGİ ÖZYILMAZ , NURDAN KÖKTÜRK , GÜLÇİN TEKŞUT , TÜRKAN TATLICIOĞLU GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD

Amaç:

KOAH atakları mortalite ve morbiditenin en önemli nedenidir. Bu çalışmanın amacı KOAH’lı hastalarda sık atağa neden olan faktörleri araş�rmak�r.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya GOLD rehberine göre tanı konmuş ve sınıflandırılmış 18 orta, 21 ağır ve 11 çok ağır toplam 50 hasta dahil edildi. Sık atak geçirme yılda en az iki atak olarak tanımlandı.

Bulgular:

Buna göre hastaların % 30’unun (n=15) sık atak geçirdiği saptandı. Sık atak geçiren ve geçirmeyen hastalar karşılaş�rıldığında yaş, cinsiyet, hastalık süresi, hipertansiyon, diyabet, ASKH, KKY gibi komorbiditeler iki grup arasında benzer bulundu (p>0.05). Buna karşın, evde oksijen ve nebulizatör kullanımı, kronik böbrek hastalığı, malignite ve bronşektazi sık atak geçiren

hastalarda daha yüksek, FEV1, FVC ve difüzyon kapasitesi (DLCO) ise daha düşük olarak izlendi (p<0.05). Atakta an�biyo�k kullanımı gereken 17 hastanın 13’ünde (% 76) sık atak mevcu�u. Çalışmada hastaneden çık�ktan sonra iki ay içinde tekrar yatan hastaların oranı ise % 38 (n=19) olarak bulundu. Bu grup, iki ay içinde tekrar ya�ş endikasyonu gelişmeyen hastalar ile karşılaş�rıldığında FEV1, FVC, DLCO değerinin, poliklinik ve inhaler tedaviye uyumun daha kötü ve CRP düzeyinin daha yüksek olduğu saptandı (p< 0.05). Tüm grupta mortalite % 2’ydi.

Sonuç:

Sonuç olarak bu çalışma göstermiş�r ki bugün için sistemik bir hastalık olarak kabul edilen KOAH’ta komorbiditeler sık atak için önemli risk faktörleridir. Taburculuktan kısa süre sonra ya�şı gereken hastaların önemli bir kısmında önlenebilir iki neden olan poliklinik ve inhaler tedaviye uyumsuzluk söz konudur. CRP yüksekliği de kısa süre sonra tekrar atak gelişebileceğini gösteren bir parametre olarak kullanılabilir.

MS023

EVDE BİPAP TEDAVİSİ UYGULANAN HASTALARDA TEDAVİ SONUÇLARI

ONUR TURAN , CAN SEVİNÇ DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI AD

Amaç:

Kronik obstrük�f akciğer hastalığına (KOAH) eşlik edebilen kronik hiperkapnik solunum yetmezliğinin(SY) tedavisinde,evde uzun süreli non-invaziv mekanik ven�lasyon(NIMV) tedavisi son yıllarda yaygın uygulanan önemli bir tedavi açılımıdır.Hiperkapnik solunum yetmezliği bulunan ve BiPAP cihazı kullanan KOAH’lı hastalarda bu tedavinin etkinliğinin araş�rılması planlandı.

Gereç ve Yöntem:

Son 2 yıl içinde KOAH’a bağlı hiperkapnik SY nedeniyle evde BiPAP tedavisi düzenlediğimiz hastalar;pulmoner semptomlar,spirometrik parametreler,arter kan gazı(AKG) analizi sonuçları ve tedavi uyumu açısından değerlendirildi.

Page 162: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

161

Bulgular:

Evde NIMV tedavisi alan 23 erkek,8 kadın toplam 31 olgunun yaş ortalaması 66.2±11.1 idi.KOAH’ın ağırlığına göre dağılımları(cihaz verildiği dönem SFT değerleri);%16.1 orta, %29 ağır ve %54.9 çok ağır KOAH olarak bulundu.Ortalama 16.6 aydır evlerinde BiPAP cihazı kullanan hastalarda en sık başvuru semptomu dispne olup,tedavi sonrasında %63.4 hasta semptomlarda azalma,%13.3’ü artma ve %23.3’ü ise değişiklik olmadığını tarifledi.Günde ortalama kullanım süresi 4.6 saat olarak bulundu.Olguların 24’ü(%77.4) BiPAP tedavisine uyum sağlamakta sorun yaşamadıklarını belir .Kullanılan maske �pleri;%54.8 nazal, %45.2 oronazal maske olup,maskeyle ilgili sorun tariflenmedi.Tedavi öncesi ile sonrası AKG değerlerinin ortalamaları karşılaş�rıldığında; pH’nın 7.37’den 7.40’a yükseldiği,PaCO2’nin 56mmHg’dan 54.5mmHg’ya düştüğü belirlendi.Tedavi öncesi ve sonrası ortalama FEV1 değerinin 0.76 L’den 0.80 L’ye yükseldiği görüldü(% beklenen; %31.6’dan %32.2’ye yükselmiş�).Tedavi öncesi ve sonrası; acil servis başvuruları 1.6/yıl’dan 0.9/yıl’a düşerken,KOAH ve solunum yetmezliğine bağlı hastaneye ya�ş sıklığının ise 1.3/yıl’dan 0.7/yıl’a gerilediği belirlendi.

Sonuç:

KOAH’da evde NIMV tedavisine hasta uyumunun iyi olduğu,bu tedavi ile dispnenin azaldığı, asidoz ve hiperkapni düzeyinin hafif gerilediği,fonksiyonel düzelme sağlandığı,acil servis başvuruları ve hastaneye ya�ş sıklığının azalarak olumlu sonuçlar sağlandığı görülmüştür.Sonuç olarak,evde BiPAP tedavisiyle önemli medikal ve ekonomik kazanımlar sağladığımızı düşünmekteyiz.

MS024

KOAH HASTALARINDA METABOLİK SENDROM VE ETKİLERİ

UFUK MEMİŞ 1, GÜLSEREN SAĞCAN 1, RABİA ENGİN ÜNVER 1, TUBA BİLSEL 2, GÖKŞEN KURAN 1, GÜLFER OKUMUŞ 1, HALİM İŞSEVER 3, ESEN KIYAN 1 1 İ.Ü. İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD 2 DR SİYAMİ ERSEK GÖĞÜS KALP VE DAMAR CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, KARDİYOLOJİ KLİNİĞİ 3 İ.Ü. İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI ABD.

Amaç:

Kronik Obstrük�f Akciğer Hastalığı (KOAH) olgularında metabolik sendrom sıklığını ve etkilerini araş�rmak.

Gereç ve Yöntem:

Stabil 71 KOAH olgusunda (11 K, 60 E, yaş ortalaması:62.6±8.6 yıl) NCEP-ATP III kriterlerine göre metabolik sendrom varlığı değerlendirildi. Tüm olgulara poligrafik uyku çalışması, ekokardiyografi (EKO) ile pulmoner arter basıncı (PAB) değerlendirmesi, biyokimyasal inceleme, pro-BNP ölçümü ve solunum fonksiyon testleri yapıldı. EKO’da EF<%40 olan olgular çalışma dışı bırakıldı.

Bulgular:

Olguların ortalama FEV1 yüzdesi %49.8 ölçüldü (Evre I=2,%2.8; evre II=31,%43.7; evre III=25,%35.2; evre IV=13,%18.3). Apne-hipopne indeksi (AHI) toplumdaki prevelansa göre yüksek saptandı (ort. AHI:12,6, AHI>10 için prevelans:%50,7). Ortalama pro-BNP: 402.6 mmol/L bulundu. Olguların %28.6’sında pulmoner hipertansiyon saptanırken (PAB>35mmHg), 22 olguda EKO ile PAB ölçülemedi. Yirmi-al� olguda (%36.6) metabolik sendrom tespit edilirken, kadınlarda metabolik sendrom sıklığı yüksek� (p<0,05). Metabolik sendrom olan ve olmayan olgular karşılaş�rıldığında sigara içimi, KOAH evresi, FVC, FEV1, SaO2 ve cinsiyet yönünden anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Metabolik sendrom hastalarında vücut kitle indeksi (VKİ) ve AHI daha yüksek (sırasıyla p<0,05, p=0,001), uyku sırasındaki ortalama satürasyon daha düşük bulundu (p=0,018). AHI için 10/saat referans değer olarak alındığında metabolik sendrom görülme ih�malinin al� kat arğı saptandı. Tüm olgularda AHI ve bel çevresi arasında zayıf pozi�f korelasyon bulunurken VKİ ile ilişki saptanmadı. PAB ve pro-BNP değerleri arasında da korelasyon saptanmadı.

Sonuç:

Çalışmamızda metabolik sendrom sıklığı KOAH’lı olgularda toplumdaki prevelansla benzerken; kadınlarda anlamlı olarak yüksek bulundu. KOAH olgularında AHI, toplumdaki prevelansa göre yüksek bulunurken; overlap sendromu olanlarda metabolik sendrom sıklığı popülasyona göre anlamlı olarak yüksek saptandı.

MS025

KRONİK OBSTRUKTİF AKCİĞER HASTALIĞINDA STATİN KULLANIMININ ALEVLENME SIKLIĞINA ETKİSİ

ŞEHNAZ OLGUN , EMEL ERYÜKSEL , HATİCE ŞENOL , SAİT KARAKURT , TURGAY ÇELİKEL MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI VE YOĞUN BAKIM ANABİLİM DALI

Amaç:

Sta�nler, lipit düşürücü etkileri yanında an�inflamatuar etkileri de olan ilaçlardır. Bu çalışmadaki amacımız KOAH lı hastalarda sta�n kullanımının alevlenme sayısı, an�bio�k kullanım sıklığı, acil ve poliklinik başvurusu ve hastaneye ya�ş sıklığına etkisinin araş�rılmasıdır.

Page 163: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

162

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

Gereç ve Yöntem:

Bu amaçla, Ekim-Aralık 2008 tarihlerinde polikliniğimize ru�n kontrol amacıyla başvuran tüm KOAH hastaları dahil edildi ve sorgulamaları yapıldı. Son 1 yıl içinde nefes darlığında ar�ş yada öksürük ve balgamda ar�ş yada balgamda renk değişikliği alevlenme olarak kabul edildi.

Bulgular:

Çalışmaya 67 KOAH hastası dahil edildi ( Ortalama yaş 67.3, 28 erkek) Toplam sta�n kullanan hasta sayısı 20 ( %30) olarak saptandı. Sta�n kullanan ve kullanmayan hastalar arasında yaş, ortalama sigara tüke�mi ve solunum fonksiyon testleri açısından bir fark yoktu. Son 1 yıl içinde KOAH alevlenme sayısı sta�n kullanan hastalarda sta�n kullanmayan hastalara göre ista�s�ksel olarak anlamlı derecede düşük bulundu ( Sırasıyla 0.8 / yıl, 1.2 /yıl, p<0.05 ) Ayrıca, KOAH alevlenmesi olan hasta sayısı, an�bio�k kullanan hasta sayısı, bu nedenle polikliniğe başvuran hasta sayısı ve polikliniğe başvurma sayısı sta�n kullanan hastalarda ista�s�ksel olarak anlamlı olacak şekilde düşük bulundu. ( p<0.05)

Sonuç:

Sonuç olarak sta�n kullanan KOAH hastalarında daha düşük alevlenme sıklığı olması sta�nlerin an�inflamatuar etkileriyle açıklananbilir. Sta�n kullanımının KOAH lı hastalarda etkisinin araş�rılması için daha geniş hasta sayısını içeren çalışmalara ih�yaç vardır.

SS033

DİZEL EGZOZ PARTİKÜLLERİNİN (DEP) SERUMLU ORTAMDA İNSAN AKCİĞER EPİTEL HÜCRE PROLİFERASYONU VE ÖLÜMÜ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

FÜSUN FAKILI 1, BÜLENT GÖGEBAKAN 2, RECEP BAYRAKTAR 2, HASAN BAYRAM 1 1 GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HÜCRE KÜLTÜRÜ LABORATUARI

Amaç:

Önceki çalışmalarda, par�küler hava kirliliğinin önemli bir komponen�ni oluşturan dizel egzoz par�küllerinin (DEP) serumsuz ortamda alveol epitel hücrelerinin (A549) proliferasyonunu ar�rdıkları saptandı. Ancak, DEP’nin inflame hava yollarında görülen serumlu ortamda bu hücrelerin döngüsü üzerindeki etkileri bilinmemektedir. Çalışmamızda, DEP’nin buzağı serumu (foetal calf serum, FCS) içeren kültür ortamında A549 hücre canlılığı üzerine olan etkilerini araş�rmayı amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

A549 hücreleri 12 kuyucuklu kültür kaplarında üre�lerek, %0, 1, 3.3 ve 10 FCS varlığında 48 saat süreyle 50, 100, 200, 400 ve 1000ug/ml DEP’ne maruz bırakıldılar. Daha sonra hücreler MTT ile boyanarak ortamdaki renk değişimi spektrofotometre ile ölçülerek hücre canlılığı değerlendirildi.

Bulgular:

FCS içermeyen kültür vasa�nda kontrol grubu ile karşılaş�rıldığında (0ug/ml DEP), 50, 100 ve 200ug/ml DEP’nin canlı hücre sayısını anlamlı olarak arrdığı, ancak kültür ortamına %1-10 FCS ilave edildiğinde bu ar�şın ortadan kalk�ğı, tam tersine hücre canlılığında azalma olduğu görüldü. En belirgin etki %3.3 FCS ortamında saptanmış olup, 50 (op�k dansite [OD]=1.8, p<0.01), 100 (OD=1.76, p<0.0001), 200 (OD=1.50, p<0.0001), 400 (OD=1.52, p<0.0001) ve 1000ug/ml DEP (OD=0.92, p<0.0001), hücre canlılığını kontrol grubuna (0ug/ml DEP; OD=2.01) göre anlamlı olarak baskıladı. Benzer şekilde, %1’lik FCS konsantrasyonunda 1000ug/ml DEP etkili olurken, %10’luk FCS içeren ortamda hem 400 hem de 1000ug/ml DEP hücre canlılığını anlamlı olarak baskıladı.

Sonuç:

Bu bulgular DEP’nin hava yolu epitel hücre canlılığını inhibe etmek sure�yle as�m ve kronik obstrük�f akciğer hastalığı gibi inflamasyonla seyreden hava yolu hastalıklarının patogenezinde rol oynayabileceklerini düşündürmektedir.

SS034

DİZEL EGZOZ PARTİKÜLLERİNİN (DEP) KOAH’LI HASTALARDAN ELDE EDİLEN BRONŞ EPİTEL HÜCRELERİNİN CANLILIĞI VE APOPTOZİSİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

HASAN BAYRAM 1, BÜLENT GÖGEBAKAN 2, ÖNER DİKENSOY 1, SERDAR ÖZTUZCU 3, SERPİL GÜLDAL 2, ERHAN EKİNCİ 1 1 GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 HÜCRE KÜLTÜRÜ LABORATUARI 3 MOLEKÜLER BİYOLOJİ LABORATUARI

Amaç:

Çalışmamızda, DEP’nin KOAH’lıların BEH canlılığına etkisini ve al�a yatan mekanizmaları araş�rmayı amaçladık.

Page 164: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

163

Gereç ve Yöntem:

BEH’leri primer eksplant hücre kültür tekniği kullanılarak akciğer rezeksiyonu uygulanan, sigara içmeyen, sigara içen, sigara içen ve KOAH olan hastaların bronş eksplantlarından elde edildi. BEH kültürleri, N-acetylcysteine (NAC), ve c-jun N Terminal Kinase (JNK) inhibitörü (SP600125) varlığında veya yokluğunda 24-72 saat süreyle 0, 5, 10, 50 ve 100ug/ml DEP ile inkübe edildiler. Hücre canlılığı MTT boyama yöntemi ile belirlendi. Hücre apoptozisi akım sitometri tekniği ile propidium iodide/Annexin V boyası kullanılarak çalışıldı.

Bulgular:

DEP (100ug/ml) sigara içmeyenlerin BEH canlılığını kontrol grubuyla kıyaslandığında 72. saa�e anlamlı olarak azal�rken (op�k dansite [OD]=0.82 ve 0.01; p<0.001), 24-48. saatlerde anlamlı bir etki gözlenmedi. Benzer şekilde, 100ug/ml DEP sigara içicilerin BEH canlılığını 48 (OD=0.68 ve 0.23, p<0.01) ve 72. (OD=0.69 ve 0.12, p<0.05) saatlerin sonunda anlamlı olarak baskıladı. KOAH’lı BEH’leri 100ug/ml DEP ile inkübe edildiğinde hücre canlılığının 24. saa�en i�baren (OD=0.59 ve 0.26, p<0.05), 48 (OD=0.45 ve 0.16, p<0.001) ve 72. (OD=0.66 ve 0.05, p<0.0001) saatlerin sonunda anlamlı olarak azaldığı saptandı. Buna karşın, 5-50ug/ml DEP BEH canlılığı üzerinde bir etki göstermedi. NAC serumsuz ortamda bırakılan (33mM) ve 100ug/ml DEP ile inkübe edilen (3.3 ve 33mM) KOAH’lı BEH’nin hücre canlılığını daha fazla azal�rken, SP600125 (10uM) DEP’nin (100ug/ml) etkisini baskılayarak, BEH canlılığını anlamlı olarak ar�rdı. Akım sitometri çalışmalarımızda, 100ug/ml DEP’nin apopto�k hücre oranını anlamlı olarak ar�rırken, canlı hücre sayısını azalğı saptandı.

Sonuç:

Bulgularımız, DEP’nin insan BEH canlılığını baskıladığını, apoptozisini ar�rdığını ve KOAH’lı hücrelerinin DEP’nin etkilerine daha hassas olduklarını literatürde ilk kez göstermektedir. DEP’nin bu etkilerini JNK gibi hücre içi sinyal ile� yolaklarını etkilemek sure�yle gerçekleş�rdiğini düşünmekteyiz. *Bu çalışma Gaziantep Üniversitesi Bilimsel Araş�rma Proje Yöne�m Birimi ve TÜBİTAK tara�ndan mali olarak desteklenmiş�r.

SS035

SİGARA BIRAKMANIN İMMÜN SİSTEM ÜZERİNE ETKİLERİ

GÜL ÖZLEM TÜRKKAN 1, ŞULE AKÇAY 1, İNSU YILMAZ 2 1 BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANA BİLİMDALI 2 ANKARA ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANA BİLİMDALI ALERJİ BİLİMDALI

Amaç:

Sigara içenlerde, sigarayı bırakanlarda, hiç sigara kullanmamış sağlıklı kişilere göre indüklenmiş balgamda B ve T lenfositlerin etkilenme düzeylerini saptamak,Th1-Th2 dengesi üzerine T regülatör sitokinlerden IL-10’un etkisini araş�rmak

Gereç ve Yöntem:

Çalışmamıza sistemik hastalığı olmayan 46 kişi alındı. Olgular sigara içme özelliklerine göre üç gruba ayrıldı. Sigara içen grubu en az 5 paket-yılı sigara içme öyküsü olan olgular oluşturdu. Sigarayı bırakan grubu sigarayı en az bir yıldır içmeyen olgular, sigara içmeyen kontrol grubunu ise sağlıklı hiç sigara içmemiş olgular oluşturdu.Tüm olgularda tam kan sayımı, C- reak�f protein düzeyleri, akciğer grafileri, solunum fonksiyon testleri değerlendirildi. Olgularda, total eozinofil düzeyleri incelendi ve tam kan sayımı yapıldı.Atopi değerlendirilmesi için cilt tes� uygulandı. Olgulardan indükte balgam örnekleri alındı; toplam hücre sayısı, hücre canlılığı, hücre dağılım yüzdesi, immünglobulin düzeyleri, sitokin düzeyleri ve lenfosit alt grupları değerlendirildi.

Bulgular:

Olguların tamamında cilt testleri nega�f saptandı, 3 grupta serum total eozinofil sayıları arasında fark yoktu. Olgular arasında indükte balgam toplam hücre sayısı, hücre canlılığı, lenfosit alt grupları değerlendirmesi sonucu anlamlı farklılıklar saptanmadı. Sigara içenlerde indükte balgam eozinofil oranları diğer gruplardan anlamlı olarak düşük saptandı (p<0,05). İndükte balgam IL-4 düzeyleri sigara içenlerde anlamlı şekilde yüksek bulundu (p<0,001).Sigara içme süresindeki ar�ş ile korele olarak IL-10 düzeylerinde ar�ş saptandı (p<0,05). Sigarayı bırakan olgularda anlamlı olarak IgA düzeylerinde ar�ş saptandı (p<0,001).

Page 165: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

164

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

Sonuç:

IL-10 düzeylerinde ar�şın, sigaranın immünolojik uyarıcı etkisiyle CD25+ Treg lenfositlerin ak�vasyonu ile sigara içen bireylerde Th1 ve Th2 lenfosit fonksiyonlarını kontrol al�nda tutmak amacıyla olduğu düşünüldü. IgA düzeylerinde ar�şın, sigaranın bırakılmasını takiben havayolu epitel hücrelerinin fonksiyonlarını yeniden kazanarak immün yanı�a etkili IgA sentezini ar�rmalarına bağlı olabileceği düşünüldü.

SS036

ATORVASTATİNİN SİGARA DUMANI İLE OLUŞTURULAN ALVEOL HASARINA DOZ BAĞIMLI ETKİSİ

TEKİN YILDIZ 1, GÜLNUR TAKE 2, M. SERHAN TAŞDEMİR 1, SELÇUK TUNİK 1, GÜNGÖR ATEŞ 1, SELAHADDİN TEKEŞ 1, İSKENDER KAPLANOĞLU 1, FÜSUN TOPÇU 1, MURAT AKKUŞ 1 1 DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 2 GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ

Amaç:

Bu çalışma sigara dumanı maruziye�nin rat akciğerlerindeki hücresel etkilerini ve sigara dumanının oluşturduğu alveolar hasara karşı atorvasta�nin koruyucu etkisini gözlemek amacıyla yapıldı.

Gereç ve Yöntem:

Sigara dumanı inhale e rilen toplam 30 rat üç gruba ayrıldı. Sadece sigara dumanı inhale e rilen grup-1 (G-1) kontrol grubu olarak kullanıldı. Grup 2 ve 3’e (G-2 ve G-3) ise ilave olarak 0.5 mg/kg/gün veya 1.0 mg/kg/gün atorvasta�n uygulandı. Akciğer dokuları transmission elektron mikroskopu ile değerlendirildi.

Bulgular:

G-1’de �p I alveolar hücrelerde (ATI) minimal intrasitoplazmik ödem (ICE) saptanırken; ATII hücrelerinde mikrovillus deformasyonu, psödopot oluşumu, ödem, mitokondriyal şişme ve kristoliziz gözlendi. Endotel hücrelerinde ise mitokondriyal kristoliziz (MC), pinosi�k veziküllerde azalma izlenirken, granüllü endoplazmik re�kulum (rER) tubulusları normaldi. G-2’de ATI hücrelerinde ve kan-hava bariyerinde herhangi bir değişiklik izlenmedi. G-3’te ortak bazal membran kalınlaşmış�. ATI hücrelerinde hipertrofi, MC ve ICE izlenirken; ATII hücrelerinde kroma�n kondensasyonu, atrofik görünüm, hücre büzüşmesi ve sitoplazmik vakuolizasyon izlendi. ATII hücrelerinin rER tubulusları spiral görünümdeydi.

Sonuç:

Bulgularımız sigara dumanı inhalasyonunun rat akciğerlerinde ATI ve ATII hücrelerinde tüm gruplarda ultrastrüktürel değişiklikler yol aç�ğını, 0.5 mg/kg/gün

atorvasta�nin sigara dumanın oluşturduğu hasara karşı bazı koruyucu etkilerinin olduğunu; buna karşın 1.0 mg/kg/gün atorvasta�nin hücresel hasara yol aç�ğını düşündürmüştür.

SS037

TH17 UYARICI PROİNFLAMATUVAR KOŞULLAR, TLR4 VE TLR8 UYARISININ ALLERJENE ÖZGÜ T HÜCRE TOLERANSINI KIRICI ETKİLERİ

UMUT CAN KÜÇÜKSEZER 1, BEATE RUECKERT 2, GÜNNUR DENİZ 1, CEZMİ A. AKDİŞ 2, MÜBECCEL AKDİŞ 2 1 İSTANBUL UNİVERSİTESİ, DENEYSEL TIP ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ (DETAE), İMMÜNOLOJİ A.D. İSTANBUL, TÜRKİYE 2 İSVİÇRE ALLERJİ VE ASTIM ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ (SIAF), DAVOS, İSVİÇRE

Amaç:

Allerjenlere özgü çevresel toleransın oluşması ve kırılması önemli bir konudur. Allerjene özgü �p 1 düzenleyici T hücreleri (Tr1), allerji gelişiminden korunmada önemli rol üstlenip allerjik hastalıkların özgül immünoterapiyle tedavileri sırasında uyarılmaktadırlar. Çevresel toleransın kaybı ise allerjik yanıtların gelişmesinden sorumlu tutulmaktadır. Allerjenlere karşı T hücre yanıtsızlığını bozduğu düşünülen faktörler, allerjik olmayan sağlıklı bireylerde incelenmiş�r.

Gereç ve Yöntem:

Bu kişilerden elde edilen periferik kan mononükleer hücreleri (PBMC), IL-1 beta, IL-6, IL-17, IL-23, TGF-beta ve farklı TLR ligandları ile, Der p 1, Bet v 1 ve Phlp 5 gibi ev tozu akarı, huş ağacı poleni, çim poleni temel allerjenlerinin varlığı veya yokluğunda uyarılmış ve 5 günlük kültür sürecinin ardından, allerjenlere yanıtsız bireylerde CD4+ T hücre proliferasyonunun başlamasını sağlayan koşullar ve sitokin profillerindeki değişimler incelenmiş�r.

Bulgular:

Bulgularımız, IL-1 beta ve IL-6’nın T hücre proliferasyonunu güçlü bir biçimde uyararak allerjene özgü T hücre proliferasyonunu te�klediğini, TLR4 ve TLR8 ligandlarıyla uyarımda alerjene özgü proliferasyonu uyardığını ve TLR8 uyarımının an�jen sunucu hücre kapasitesini arrdığını göstermektedir. PBMClerin an�jen sunucu hücrelerle zenginleş�rilmesi an�jen sunumunu güçlendirmekte ve tolerans kırılmasında rol oynamaktadır. Bu koşullar, Th17 hücrelerinin allerjenlere özgü toleransın kırılmasında rolleri olabileceğini düşündürmekte ve bu düşünce de tolerans kıran koşullarda yükselen IL-17 düzeyleriyle desteklenmektedir.

Page 166: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

165

Sonuç:

Sonuç olarak, bulgularımız, TLR4 ve TLR8 ligandları tara�ndan oluşturulan tehlike sinyalleri ve Th17 uyarıcı proinflamatuvar koşulların sensi�ze olmuş fakat sağlıklı bireylerde allerjene özgü çevresel T hücre toleransını kırabileceğine işaret etmektedir.

SS038

İNSAN PRİMER PLEVRAL MEZOTEL HÜCRE DİZİ KÜLTÜRLERİNİN IN VİTRO ORTAMDA ELDE EDİLMESİ

ÖNER DİKENSOY 1, BÜLENT GÖĞEBAKAN 2, EROL TÜKENMEZ 1, HASAN BAYRAM 1 1 GÖĞÜS HAST. AD., GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ 2 HÜCRE KÜLTÜRÜ LABORATUARI, GÖĞÜS HAST. AD., GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ

Amaç:

Solunum sisteminin hücre kültürleri, deneysel çalışmalarda dünyada yaygın olarak kullanılmalarına rağmen, Türkiye’de kullanımları son derece kısıtlıdır. Plevral hastalıklar özellikle ülkemizde halen önemli bir morbidite ve mortalite nedenini oluşturmaktadır. Çalışmamızın amacı deneysel araş�rmalarda kullanılmak üzere, laboratuar ortamında primer insan plevral mezotel hücre kültürlerini elde etmek�.

Gereç ve Yöntem:

Primer plevral mezotel hücreleri literatürde tanımlandığı şekilde torasentez ile bir gönüllüden alınan transüda�f plevral efüzyon sıvısından elde edildi. Kısaca, steril şartlarda kapalı bir aspirasyon sistemi kullanılarak hastaya torasentez uygulandı. Hastadan yaklaşık 300 mL transüda vas�nda sıvı elde edilerek laboratuara nakledildi. Sıvı 4000 rpm de 5 dakika santrifüj edildikten sonra supernatan aspire edilerek geriye kalan hücre pelle� amonyum klorid içinde yeniden suspanse edilerek, eritrositlerin yıkılması sağlanarak elimine edildiler. Elde edilen hücreler süspanse edilerek içinde buzağı serumu, an�biyo�k ve an�miko�k bulunan kültür vasa�nda kültür kabı içinde (‘flask’) ekildi.

Bulgular:

Ekildikten bir gün sonra hücrelerin flaskın yüzeyine yapış�ğı gözlendi. Her üç günde bir kültür vasatları değiş�rilen hücrelerin yedi günün sonunda çoğalarak flask yüzeyini tek katman halinde tamamen kapladıkları ve �pik mezotel hücre morfolojisini yansıkları saptandı.

Sonuç:

Sonuç olarak, Türkiye’de ilk kez üre ğimiz primer plevral mezotel hücre kültürlerinin ülkemizde de laboratuar ortamında elde edilerek, plevral hastalıklara yönelik deneysel çalışmalarda kullanılabileceğini düşünüyoruz.

SS039

HARDAL GAZININ TRAVMALI AKCİĞERDE ETKİSİ VE PROANTOSİYANİDİNİN ÖNLEYİCİ ROLÜ

ORHAN YÜCEL 1, ONUR GENÇ 1, AYŞE KÖSE 2, İSMAİL HALİLİ 3, AYHAN TEKİNER 4, AHMET AYDIN 5, ALBANA NDREU 7, ALPER GÖZÜBÜYÜK 1, BELGİN CAN 2, SEZAİ ÇUBUK 1, KUTHAN KAVAKLI 1, TURAN KARAYILANOĞLU 6 1 GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ GÖĞÜS CERRAHİSİ AD. 2 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HİSTOLOJİ VE EMBRİYOLOJİ AD. 3 GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ GÖZ HASTALIKLARI AD. 4 T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ BEYİN VE SİNİR CERRAHİSİ AD. 5 GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ FARMASÖTİK TOKSİKOLOJİ AD. 6 GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ NBC BD. 7 ORTADOĞU TEKNİK ÜNİVERSİTESİ BİYOLOJİ DEPARTMANI,BİYOLOJİK ARAŞTIRMALAR BİRİMİ

Amaç:

Çalışmamızda hardal gazının travmalı akciğerde yıkıcı etkisi ve bu tabloyu önlemede Proantosiyanidi (PC)’nin rolü araş�rıldı.

Gereç ve Yöntem:

Denekler her biri 15 rat içeren 3 gruba ayrıldı. Birinci kontrol grubu (CG): Bu gruba travma ve hardal gazı uygulanmadı. İkinci grup (TMG): KG’ la aynı protokol uygulandı. KG’ dan farklı olarak üç günlük takip öncesi deneklere künt toraks travması sonrasında hardal gazı uygulandı. Üçüncü tedavi grubu (TG): TMG’ la aynı protokol uygulandı. Bu gruptan farklı olarak travma ve hardal gazı uygulamadan 8 saat önce ve üç günlük takip süresince PC tedavisi verildi. Denekler üç gün takipten sonra sakrifiye edildi. Dokudan histopatolojik ve biyokimyasal parametreler (süperoksit dismutaz (SOD), Glutatyon peroksidaz (GPx), Katalaz (CAT), malondialdehit(MDA)) ölçüldü.

Bulgular:

TMG’ nin histolojik incelemesinde alveolar kapiller hasar, alveolar alanda artmış lokosit infiltrasyou ve fibrozis saptandı. TG’ nun histolojik bulguları KG’a benzerdi. Çalışmamızda hardal gazına maruziyet akciğer dokusunda MDA düzeylerinde artmaya GPx ve SOD ak�vitelerinde azalmaya sebep oldu. PC tedavisi MDA düzeylerinde düşme CAT ve GPx ak�vitelerinde ise artma gözlendi.

Sonuç:

Künt travmayla birlikte akciğere uygulanan hardal gazı oksida�f strese ve doku harabiye�ne yol açmaktadır. Çalışmamızda PC tedavisi bu tabloyu azaltmada etkili olabileceği gösterilmiş�r.

Page 167: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

166

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

SS040

İNFLAMATUAR BAĞIRSAK HASTALIĞINDA AKCİĞER TUTULUMUNUN DENEYSEL KOLİT MODELİNDE ARAŞTIRILMASI

NECLA SONGÜR 1, YILDIRAN SONGÜR 2, BÜNYAMİN AYDIN 2, METİN ÇİRİŞ 3, ALTUĞ ŞENOL 2, RECEP SÜTÇÜ 4, GÜRSEL ACARTÜRK 2, MEHMET İŞLER 2 1 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, ISPARTA, TÜRKİYE 2 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GASTROENTEROLOJİ BD, ISPARTA 3 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, PATOLOJİ AD, ISPARTA 4 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERİSTESİ TIP FAKÜLTESİ, BİYOKİMYA AD, ISPARTA

Amaç:

İnflamatuar bağırsak hastalığı (İBH), doku hasarı ve proinflamatuar mediatörlerin salınımı ile karakterize inflamatuvar bir hastalık�r ve bağırsak dışı çeşitli organ tutulumları gösterebilmektedir. Fetal yaşamda akciğer ve bağırsaklar, primi�f gu�an köken almakta ve hastalarda benzer patogene�k değişimler görülebilmektedir. Yapılan klinik çalışmalarda, IBH’lı hastaların %1-26’sında asemptoma�k/semptoma�k akciğer tutulumu saptanmış�r. Bununla birlikte İBH’lı hastalarda akciğer tutulumunun histopatogenezi ile ilgili bilgilerimiz son derece sınırlıdır. Çalışmamızda deneysel kolit modelinde akciğer tutulumunun histopatolojik olarak incelenmesi ve doku VEGF ve TNF- α düzeylerinin inflamasyonla olan ilişkisini araş�rmak istedik.

Gereç ve Yöntem:

Dextran sulfate sodium (DSS) ve Trinitrobenze sulfonic acid (TNBS) ile Wistar albino sıçanlarda akut kolit oluşturuldu. Sıçanların kolonları ve akciğerleri çıkarılarak, her iki dokunun da makroskopik (kolonda Wallasce skorlaması esas alınarak) ve histopatolojik incelemesi yapıldı. Akciğer dokusundaki MPO ak�vitesi, vascular endothelial growth factor (VEGF) ve Tumor necrosis factor-alfa (TNF- α) konsantrasyonları ELISA yöntemiyle ölçüldü.

Bulgular:

Her iki kolit modelinin akciğer dokularının histopatolojik incelemesinde yaygın alveoler hemoraji görüldü. Kontrol gruplarının akciğer dokularının histopatolojik incelemesi normaldi. Her iki kolit modelinde, akciğer dokusundaki VEGF (p= 0.002) ve TNF-α(p= 0.002) düzeyleri kontrol gruplarına göre anlamlı olarak yükselmiş�. MPO ak�vitesi ise farklı değildi. Her iki kolit modelinde akciğer dokularında ölçülen VEGF ve TNF-α düzeyleri arasında ista�s�ksel olarak fark gözlenmedi.

Sonuç:

Deneysel kolit oluşturulan sıçanların akciğerlerinde, kontrol grubundan farklı olarak alveoler hemoraji oluşmuştur. Akciğer tutulumunun etyopatogenezinde proinflamatuar sitokinlere (VEGF ve TNF- α) bağlı gelişen inflamatuar cevap ve/veya VEGF’ye bağlı olarak alveolar epitelyal permeabilite ar�şı rol oynamış olabilir.

SS041

HAVA YOLU HASTALIĞI VE INTERSTİSYEL AKCİĞER HASTALIĞINDA INDÜKTE BALGAM PARTİKÜL YÜKÜNÜN KARŞILAŞTIRMALI OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ

NURDAN KÖKTÜRK 1, MOSHE STARK 2, JOEL GREİF 1, YAHAKOV SİVAN 3, RUTH SOFERMAN 3, MOR SABAG 2, SHMUEL KİVİTV 2, YEHUDA LERMAN 4, ELİZABETH FİREMAN 2 1 GAZİ UNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, ANKARA, TÜRKİYE 2 TEL AVİV UNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, ALLERJİ VE GÖĞÜS HASTALIKLARI BÖLÜMÜ, SOURASKY MEDİCAL CENTER, TEL AVİV, ISRAEL 3 TEL AVİV UNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, DANA ÇOCUK HASTANESİ, SOURASKY MEDİCAL CENTER, TEL AVİV, ISRAEL 4 TEL AVİV UNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, OCCUPATİONAL ENVİRONMENTAL CENTER, CLALİT HEALTH SERVİCE, TEL AVİV, ISRAEL

Amaç:

Bu çalışmanın amacı çevresel par�kül yükünün (PM) inters�syel akciğer hastalıklarında (IAH) ve hava yolu hastalıklarında fonksiyonel ve inflamatuvar paremetrelerle ilişkisini değerlendirmek ve par�kül boyut dağılımı bakımından bu iki grup arasında fark olup olmadığına bakmak�r.

Gereç ve Yöntem:

32 as�m (17 pediatrik yaş grubu, 15 erişkin), 24 kronik öksürük, 39 IAH ve 10 normal bireyden oluşan toplam 105 ardışık hasta (ort yaş: 42.20±21.51) çalışmaya dahil edildi. PM, indükte balgam (IB) örneklerinde Eyetech Laser cihazı (Ankersmid Int) kullanılarak aralığında ölçüldü. IBμdeğerlendirildi. Par�küller 0.1 ile 100 diferansiyel hücre sayımı, solunum fonksiyon testleri her hastada uygulandı. 51 hastada bunlara ilave olarak par�kül şekil özellikleri, aspekt oranı (AR), sirkülarite (Cr), konveksite, konkavite ve ortalama ferret çapı ile değerlendirildi.

Page 168: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

167

Bulgular:

Ista�s�ksel nedenlerle çalışma grupları, normal, IAH, kronik öksürük ve as�m grubu olarak 4’e ayrıldı. Gruplar arasında farklı par�kül çaplarının dağılımı bakımından fark saptanmadı. As�m grubunda FEV1/FVC, PM1-2 yüzdesi ile nega�ve korelasyon gösterdi (r=-0.488, p=0.06). IAH grubunda, AR ile vital kapasite nega�ve korelasyon gösterdi (r=-0.771, p=0.025).

Sonuç:

Bu çalışma akciğer par�kül yükünün fonksiyonel parametrelerdeki bozulma ve inflamatuvar hücre trafiği ile ilişkili olabileceğine işaret etmektedir. Par�küllerin sadece boyutu değil şekil özellikleri de bu bozulmaya katkıda bulunuyor olabilir.

TP052

MEDİASTİNAL LENFADENOPATİ TANISINDA ELEKTROMANYETİK GEZİCİ BRONKOSKOPİ VE KONVANSİYONEL TRANSBRONŞİYAL İĞNE ASPİRASYONUNUN KARŞILAŞTIRILMASI

DEMET KARNAK 1, AYDIN ÇİLEDAĞ 1, SERAP UNCULU 1, KORAY CEYHAN 2, ÇETİN ATASOY 3, SERDAR AKYAR 3, OYA KAYACAN 1 1 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ ANABİLİM DALI 3 ANKARA ÜNİVERSİTESİ RADYOLOJİ ANABİLİM DALI

Amaç:

Medias�nal lenfadenopa�lerde fleksibl bronkoskopi ile Wang haritasına göre yapılan transbronşial iğne aspirasyonu (TBNA) tanı başarısının %15-83 arasında değiş�ği bildirilmektedir. “SuperDimension/Bronchus System” kullanılarak yapılan elektromanye�k gezici bronkoskopi (EGB), medias�nal lenf nodlarında bronkoskopinin tanı başarısını ar�rmak için geliş�rilmiş yeni bir yöntemdir. Bu çalışmada amacımız; medias�nal lenf nodlarında bu iki yöntemin tanı başarısını karşılaş�rmak�. Herhangi bir yöntem ile yüksek tanı başarı şansı nedeniyle subkarinal lenf nodları çalışma dışında tutuldu.

Gereç ve Yöntem:

10 aylık sürede, 36 olgu çalışmaya alındı. Subkarinal bölge dışında diğer lenf nodlarının örneklenmesinde, TBNA 13 olguda (EGB grubu) EGB ve 23 olguda (kTBNA grubu) konvansiyonel yöntem kullanılarak yapıldı.

Bulgular:

Lenf nodu boyutu ve lokalizasyonu açısından iki grup arasında fark yoktu. EGB grubunda pozi�f örnek (%100) kTBNA grubuna (%65) oranla anlamlı derecede yüksek idi (p=0,032). EGB grubunda, örnekleme başarısı anlamlı derecede daha yüksek bulundu. EGB, 13 olgunun 10’unda tanısal idi; tanılar 7 granülomatöz lenfadenit, 1 malignite ve takipte PET sonucu nega�f olan 2 benign sitolojiden oluşmaktaydı. Konvansiyonel TBNA ise 23 olgunun 8’inde tanısal idi; 7 malignite ve 1 granülomatöz lenfadenit tanısını içermekteydi. EGB’nin tanısal başarısı ista�s�ksel olarak daha yüksek� (p=0,015).

Sonuç:

Bu çalışmada, medias�nal lenf nodlarının örneklenmesinde ve tanısında EGB ile TBNA’nın kTBNA yöntemine üstün olduğu sonucuna vardık. *Bu çalışmanın EGB kısmı TUBİTAK tara�ndan desteklenmektedir (proje # 107S156).

TP053

SAĞLIK ORTAMI VE GÖĞÜS HASTALIKLARI UZMANLARININ SORUNLARI

NİLÜFER AYKAÇ KONGAR SB SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Göğüs hastalıkları uzmanlarının sorunlarını ve sağlık ortamı ile ilgili değerlendirmelerini ortaya koymak.

Gereç ve Yöntem:

Anket çalışması. 78 uzman hekim tara�ndan yanıtlanmış�r.

Page 169: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

168

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

Bulgular:

56’sı (%71.8) kadın, 22’si (%28.2) erkek�r. Hekimlerin %87.2’si 31-50 yaş grubundadır. Ortalama hekimlik süresi 17 yıldır. Hekimlerin %52.7’si eği�m, %23.1’i devlet hastanesinde, %12.8’i üniversite ve %6.4’ü özel hastanede çalışmaktadır. Uzmanlar günde ortalama 26.7 hasta bakmaktadır. Ka�lımcıların sadece %5’i yarı zamanlı olarak çalışmaktadır. Bu oran performans öncesi %29 olup yarı zamanlı çalışanların %80’i uygulama sonrasında tam zamanlı çalışmaya başlamış�r. Hekimlerin %89’u son beş yılda doktora duyulan saygının, %80.5’i ise doktora duyulan güvenin azaldığı kanısındadır. Hekimlerin %72’si “Sağlıkta Dönüşüm Programı”nın sağlık ortamını olumsuz etkilediği görüşündedir. Kurumda yaşanan en önemli sorun ise %86 ile “gelecek kaygısı” olarak ortaya çıkmaktadır. Ka�lımcılar performansa göre ücret uygulamasındaki ücret ödemelerinin mo�vasyonu değiş�rmediği (%54.4) buna karşın, uygulamanın bürokra�k işlemler, çalışma huzuru ve e�k değerler açısından olumsuzluklar ge�rdiği görüşündedir. Hekimlerin %95’i sağlık poli�kalarının oluşturulmasında hekim temsiliye�ni yetersiz bulmuştur. Meslek haya�nda en az bir kez (psikolojik ve/veya fiziksel) şiddete maruz kalanların oranı %63.9’dur. Eği�m hastaneleri ve kadın hekimlerin diğerlerine göre şiddete anlamlı ölçüde daha fazla maruz kaldığı gözlenmektedir. Hekimlerin %81.3 ü Türk Toraks Derneği’nin eği�m faaliyetlerini olumlu değerlendirirken bu oran �p e�ğine yaklaşım için %68.8’dir. Derneğin idari ve hukuki sorunlara yaklaşımı, ulusal poli�kalara katkı ve uzman sorunlarının çözümüne yönelik çalışmaları genel olarak çok yeterli bulunmamış�r.

Sonuç:

Sağlıkta dönüşüm programı sağlık ortamını olumsuz etkilemiş, hekime duyulan saygı ve güven zaman içinde azalmış�r. Şiddet artmış ve hekimler gelecek kaygısı ile diğer sorunlar karşısında yalnız kalmışlardır.

TP054

TEK MERKEZİN PULMONER ARTERİYEL HİPERTANSİYONLU HASTALARDAKİ TANIDAN TEDAVİYE DENEYİMLERİ

ZEYNEP PINAR ÖNEN , BANU ERİŞ GÜLBAY , ÖZNUR AKKOCA YILDIZ , ÖZLEM ÖZDEMİR KUMBASAR , TURAN ACICAN , GÜLSEREN KARABIYIKOĞLU ANKARA ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Pulmoner arteriyel hipertansiyon (PAH) prekapiller pulmoner arterleri etkileyen, kronik, ilerleyici bir hastalık olup pulmoner vasküler rezistansı ar�rarak sağ kalp yetmezliği ve ölüme yol açabilir. Erken tanı ve son yıllarda geliş�rilen etkin tedavi stratejileri ile

PAH’a bağlı morbidite ve mortalite oranları azalmış�r. Ancak Türkiye için bu hastalığın fark edilmesi oldukça yenidir. Bu çalışmada öncelikle kliniğimize ait tanıdan tedaviye deneyimlerimizi paylaşmak ve ikincil olarak hasta grubumuzda PAH’a bağlı mortaliteyi etkileyen risk faktörlerini belirlemek istedik.

Gereç ve Yöntem:

2004 ve 2009 yılları arasında kılavuzlara göre kesin PAH tanısı olan olguların verileri geriye dönük olarak incelendi.

Bulgular:

Ciddi PAH’ı olan 40 olgu (22 kadın ve 18 erkek ve yaş ortalaması 48±16) çalışmaya dahil edildi. Olgularda görülen en sık e�yolojiler; idiyopa�k PAH (%37.5), kronik tromboembolik PH (%22.5), konjenital kalp hastalıkları (%15) ve bağ dokusu hastalıklarıydı (%10). Tanı anında olguların büyük kısmı (%82,5) NYHA fonksiyonel sınıflamasına göre evre III veya IV idi. Borg dispne değerlendirilmesiyle (3±2) birlikte yapılan al� dakika yürüme mesafesi (233±236m), pro-BNP (2203±2488pg/ml) ve EKO ile yapılan sistolik PAB (86±25mmHg) ölçümleri takip sürecinde kullanılan temel parametrelerdi. Tanı anındaki önemli hemodinamik veriler; sağ atriyum basıncı (9±3mmHg), sistolik PAB (68±24mmHg) ve ortalama PAB (43±16mmHg) değerleriydi. Pulmoner vazoreak�vite tüm olgularda nega�i. Tedavi sonrası 24 olgunun fiziksel fonksiyonlarında belirgin düzelme izlenirken 6 olgu takipler sırasında haya�nı kaybe . Hasta grubumuzda mortaliteye katkısı olan risk faktörleri; pro-BNP (p<0.001), CRP (p=0.01), 6 dakika yürüme mesafesi (p=0.04), NYHA fonksiyonel sını� (p<0.0001), perikardiyal sıvı (p=0.04) ve uzun süreli oksijen tedavisi (p=0.04) idi.

Sonuç:

Sonuçlarımız büyük ölçüde Avrupa ülkeleri ile benzerlik gösterse de PAH tanısı genellikle hastalığın ileri evrelerinde olmaktadır. Bunun yanı sıra bu sonuçlar sınırlı bir hasta grubunu temsil etmekte ve Türkiye’de PAH yaygınlığı hakkında bilgi vermemektedir. Bu nedenle ülkemizin acil olarak epidemiyolojik araş�rmalara ve mul�disipliner organizasyonlarla çalışacak özelleşmiş PAH merkezlerine ih�yacımız vardır.

Page 170: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

169

TP055

BT EŞLİĞİNDE PERKÜTAN TRANSTORASİK İĞNE BİYOPSİSİNİN TORASİK LEZYONLARDA TANISAL ETKİNLİĞİ

NALAN DEMİR FIRAT 1, AYPERİ MERZİ ÖZTÜRK 1, CABİR YÜKSEL 2, AYTEN KAYI CANGIR 2, CEMİL YAĞCI 3, İSMAİL SAVAŞ 1 1 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI 3 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYODİAGNOSTİK ANABİLİM DALI

Amaç:

Perkütan transtorasik iğne biyopsisi pulmoner ve torasik lezyonların histolojik tanısında iyi tanımlanmış bir yöntemdir.Benign ve malign hastalıkların tanısında etkinliği yüksek�r.10mm üzerindeki pulmoner lezyonlar için tanısal etkinliği %90-100 olarak belirlenmiş�r.Bu çalışmanın amacı bilgisayarlı tomografi(BT) eşliğinde yapılan perkütan transtorasik iğne biyopsilerinin torasik lezyonlardaki tanı başarısını değerlendirmek�r.

Gereç ve Yöntem:

2006-2008 yılları arasında fiberop�k sonuçları nega�f torasik lezyonu olan ve BT eşliğinde transtorasik iğne biyopsisi yapılan 195 hasta (60 kadın, 135 erkek; ort.yaş,60.60±14.26) bu çalışmaya alındı. Lezyonların en sık yerleşim yerleri periferik (%59,n:115)ve her bir akciğerin üst loblarıydı(%42).Ortalama lezyon çapı 5.52 ±2.60cm(1-14cm) idi. Tüm olguların 30’unda biyopsi 2 kez gerçekleş�rildi.

Bulgular:

195 biyopsinin 160’ı pozi�i ve 35’i tanısal değildi. Tüm olgularda tanı etkinliği %82.05 idi. Pozi�f biyopsi grubu belir�len malignite �plerini içeriyordu: 117 akciğer kanseri (40 küçük hücreli dışı,33 adenokanser, 20 küçük hücreli, 23 yassı hücreli,1 büyük hücreli), 12 metasta�k akciğer kanseri, 5 malign mezotelyoma, 2 schwannoma, 4 malign epitelyal tümör, 5 sarkoma, 6 lenfoma, 4 nöroendokrin kanser. Pozi�f grubun 5’i BOOP,tüberküloz ve granülomatöz hastalığı içeren benign hastalıklardı. Komplikasyon oranı 195 hastada 12 (%6.2) idi(10 subklinik pnömotoraks ve 2 torakostomi tüpü ile tedavi gerek�ren pnömotoraks).

Sonuç:

Sonuç olarak, CT eşliğinde perkütan transtorasik iğne biyopsisi benign,malign ve metasta�k akciğer lezyonlarının tanısına katkıda bulunan minimal invazif bir yöntemdir. Bu teknik düşük maliyet ve komplikasyon oranlarına sahip�r.

TP056

CONGENITAL LUNG DISEASE (PARTICULAR FEATURES OF COURSE, DIAGNOSIS, RESULTS OF TREATMENT)

YAROSLAV VOLOSHYN

INSTİTUTE OF PHTYSİATRY AND PULMONOLOGY, THORACİC SURGERY DEPARTEMENT

Aim:

to study par�cular features of course, diagnosis, results of treatment of congenital lung disease

Method:

335 pa�ents with congenital lung disease were treated in the Ins�tute. Men- 204(60,89%), women – 131 (39,11%) aged 8-60 years.

Results:

Nonmalignant or asymptoma�c course was typical. Bronchopulmonary symptoms appear in case of infec�on, most oen in teenagers and adults: 83(24,78%) - nonspecific disease, 15(4,48%) – tuberculosis, 9 (2,69%)- cancer of lungs. An�bacterial therapy was not effec�ve. Complex diagnos�cs: computer tomography, bronchography, angiopulmonography, magnet-resonance tomography. 4 groups of c.l.d were divided according to the reason: in Ist group -164 (48,95%)- underdeveloped organ or its anatomical structures: lung hypoplasia -150: simple – 38, cys�c – 112, tracheobronchomegalia – 14; in II group – 155 (46,27%) – addi�onal forma�ons: addi�onal lobe – 9, sequestra�on of lung – 12, solitary bronchogenic cyst – 17, hamartochondroma of lung -117, with maligniza�on -9. In III group- 8 (2,39%) – nonstandard localiza�on of anatomic structures; lobe of odd vein – 7, tracheal bronchus -1, and in IV groupe – 8 (2,39%) – defect of vessels development: arteriovenous aneurism – 8. 15 (4,48%) – only conserva�ve treatment, 320 (95,52%) – lung resec�on: 72 (22,5%)- organ saving opera�ons according to our method. Clinical effect – 313 (97,82%), in long term (1-15 years)- full effect in 94, 07%.

Conclusion:

So, difficul�es of diagnosis are caused by asymptoma�c or complicated course. Complex observa�on, computer tomography, contras�ng method of bronchis and vessels observa�on. Timely surgical treatment with our methods let avoid complica�ons and reach high clinic and full effect.

Page 171: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

170

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

TP057

BRONŞİYAL ARTER EMBOLİZASYONU YAPILAN OLGULARIN UZUN DÖNEM TAKİBİ

GÜLFER OKUMUŞ 1, KORAY GÜVEN 2, ESEN KIYAN 1, LEYLA PUR ÖZYİĞİT 1, NAMŞAN YILDIZ 1, HALİM İŞSEVER 3, ORHAN ARSEVEN 1 1 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ, RADYOLOJİ ANABİLİM DALI 3 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ, HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI

Amaç:

Bronşiyal arter embolizasyonu yapılan olgularda erken ve geç dönem takip sonuçlarını belirlemek

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya 2002 Ocak-2008 Kasım arasında hastanemizde hemop�zi nedeniyle BAE uygulanan 73 olgu alındı. Olguların demografik özellikleri, hemop�zinin etyolojisi, hemop�zinin masif olup olmadığı, embolizasyon sayısı, işlemden sonraki erken ve geç dönem komplikasyonları kaydedildi. İsta�s�ksel analiz için Fisher’s Exact ve ki-kare tes� kullanıldı.

Bulgular:

Olguların 11’i kadın, 66’sı erkek, ortalama yaşları 52±13 yıl ortalama takip süresi 31±17 aydı. Otuzüç olguda masif hemop�zi, 40 olguda tekrarlayan non-masif hemop�zi atakları, 14 olguda ise masif ve tekrarlayan hemop�zi mevcu�u. İşlem öncesi olguların 63’üne(%86) bronkoskopi yapıldı. Masif olmayan hemop�zilerde tanı ile BAE uygulaması arasındaki süre ortalama 17.5 gündü. Hemop�zi olguların 59’unda (%80) yalnızca bir ,10’unda iki ve dördünde ise ancak üç defa uygulanarak kontrol al�na alındı. Bronşektazi (12 olgu), tüberküloz (32) ve akciğer kanseri (17) e�yolojideki en sık nedenler olarak bulunurken yedi olguda e�yoloji saptanmadı. İlk 30 günde olguların 16’sında hemop�zi, 10’unda göğüs ağrısı, 6’sında ateş ve 3’ünde pnömoni komplikasyonu geliş�. Ayrıca olguların birinde bronşiyal arter diseksiyonu, birinde geçici parestezi, birinde ise arteriyel geri kaçışla ilgili olarak ba�nda yaygın organ infarktları geliş�. Geç dönemde 20 olguda hemop�zi tekrarladı. Masif ve masif olmayan hemop�zi olguları karşılaş�rıldığında, masif olmayan grupta işlem öncesi bronkoskopi uygulaması anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0.01). İzlem süresince olguların yedisi masif hemop�ziye bağlı olarak, 10’u ise hemop�zi dışı nedenlerden dolayı öldü. Kırkyedi olguda (%64) ise sorun gelişmedi.

Sonuç:

Bronşiyal arter embolizasyonu ender raslanan ciddi komplikasyonlarına rağmen hemop�zi tedavisinde etkin ve güvenli bir yöntemdir. İşlem sonrası hastalar yakın izlenmelidir.

TP058

ENDOBRONŞİYAL LEZYONLARDA FORSEPS BİYOPSİLER VE KRİYOBİYOPSİLERİN TANISAL DEĞERLERİNİN KARILAŞTIRILMASI

ZAFER AKTAŞ 1, ERSİN GÜNAY 1, NEVİN TACİ HOCA 1, AYDIN YILMAZ 1, FUNDA DEMİRAĞ 2, TUĞRUL ŞİPİT 1, BAHAR KURT 3 1 GÖĞÜS HASTALIKLARI, ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, ANKARA 2 PATOLOJİ, ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, ANKARA 3 GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD, ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, BOLU

Amaç:

Akciğer kanserinde uygun tedavi yönteminin planlanması ve hastalık prognozu için histopatolojik hücre �pinin belirlenmesi önem arzetmektedir. Akciğer kanserinde tanı koymada yaygın olarak kullanılan invaziv yöntemler; bronkoskopik biyopsi, bronşiyal yıkama ve bonşiyal �rçalamadır. Kriyorekanalizasyon işleminde kullanılan kriyoprob, kriyoterapi işleminde kullanılan probdan gerilmelere daha çok dirençli ve daha geniş yüzey alanına sahip�r. Kriyorekanalizasyon işleminde, dondurma işleminden sonra, tümör dokusu prob ile beraber hava yolundan çıkarılır. Biz bu çalışmada, kriyoprob ile alınan kriyobiyopsiler ve forseps biyopsilerin tanı değerlerini araş�rmayı amaçladık

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya girişimsel bronkoskopi uygulanacak 4 kadın ve 37 erkek hasta dahil edildi. Üç forseps ve kriyorekanalizasyon probuyla 1 kriyobiyopsi işlemi sırasıyla uygulandı. Farklı kodlarla kodlama yapıldıktan sonra tek bir patolog tara�ndan, en geniş çap ve histopatolojik tanı açısından değerlendirildi.

Bulgular:

Her iki işlemde de komplikasyon olarak yalnız kanama görüldü. Ancak forseps biyopsi ve kriyoprob biyopsilerde kanama açısından ista�s�ksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). Forseps ve kriyobiyopsilerin ortalama çapları sırasıyla 0.2 cm ve 0.8 cm olarak ölçüldü (p<0.001). Forseps biyopsi ile hastaların %78’ine tanı konulabilirken, diğer taraan, kriyoprob biyopsiler ile hastaların % 92.7’sine tanı konulabildi (p=0.031).

Page 172: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

171

Sonuç:

Sonuç olarak, akciğer kanserinde tanı koymada kriyoprob biyopsiler forseps biyopsilerden daha başarılıdır. Yine de, tanı koymada ru�n olarak kullanılabilmesi için kriyoprob biyopsilerin tanısal değerini gösterecek ileri araş�rmalara ih�yaç vardır.

TP059

SARKOİDOZ HASTALARINDA TÜM VÜCUT FLUORODEOKSİGLUKOZ POZİTRON EMİSYON TOMOGRAFİ BULGULARI

ERDOĞAN ÇETİNKAYA 1, GÜLŞAH GÜNLÜOĞLU 1, CANAN EREN DAĞLI 2, EKREM CENGİZ SEYHAN 1 1 YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EAH 2 SÜTÇÜ İMAM ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKULTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D

Amaç:

Granülomatöz hastalıklarda pozitron emisyon tomografi (PET) incelemesinde ak�f hastalık bölgelerinde tutulum gözlenmektedir. Sarkoidoz hastalarında PET‘in hastalığın evresini, ak�vitesini ve tedavi kararını belirlemedeki etkisi araş�rıldı.

Gereç ve Yöntem:

2006-2008 yıllarında tanısal süreçte PET incelemesi yapılmış ve sarkoidoz tanısı almış 21 olgunun radyolojik ve FDG-PET bulguları analiz edildi. Sistemik kor�kosteroid tedavi başlama kararı, klinik bulgulara ve takipte hastalığın progresyonuna göre verildi. FDG-PET bulguları, BT bulgularıyla uyumu, tedavi ve takip sonuçlarıyla birlikte analiz edildi. Bulguların ortalamalarının karşılaş�rılmasında Mann Whitney U tes�, sıklıklarının karşılaş�rılmasında Fisher’s Exact tes� ve uyum değeri için Landis-Koch metodu kullanıldı.

Bulgular:

BT evrelendirmesine göre evre I’de 3, evre II’de 17 ve evre III’de 1 hasta bulunurken FDG-PET evrelemesine göre ise evre 0’da 1, evre I’de 6, evre II’de 13 ve evre III’de 1 hasta bulundu. İki yöntemin tutarlılığı %71, kappa tutarlılığı 0,38 olarak bulundu. Kor�kosteroid tedavi 8 hastaya verildi. Olguların FDG-PET incelemelerinde; ondokuzunda hiler/medias�nal lenf bezlerinde (ortalama SUVmax: 8.9), 12 sinde akciğer parenkim alanlarında (ortalama SUVmax: 1.6), 7 hastada ekstrapulmoner alanlarda(ortalama SUVmax=1.6) FDG tutulumu mevcu�u. Tedavi alan ve almayan hastalar karşılaş�rıldığında, hiler/medias�nal lenf bezlerindeki maksimum FDG tutulum ortalamaları sırasıyla 7 ve 10 (p=0.38), akciğer parenkim tutulum ortalamaları sırasıyla 3,9 ve 1.9 (p=0,22) olarak bulunmuş olup aradaki fark ista��ksel olarak anlamlı değildi.

Tedavi verilen hastalarla verilmeyenler arasında akciğer parenkimi ya da ekstrapulmoner tutulum sıklıkları yönünden bir fark saptanmadı (p=0.36 ve p=1).

Sonuç:

Sarkoidoz hastalığının evrelemesinde Toraks BT ile FDG-PET arasında zayıf bir uyum gözlenirken FDG-PET ekstrapulmoner tutulumun belirlenmesinde ek katkı sağlamaktadır. Tedavi kararında FDG’nin yoğun ya da yaygın tutulması etkili değildir.

TP060

KÖK HÜCRE NAKLİ UYGULANAN HEMATOLOJİK MALİGNİTELİ HASTALARDA PULMONER KOMPLİKASYONLAR

EZGİ ÖZYILMAZ 1, MÜGE AYDOĞDU 1, GÜLSAN SUCAK 2, ŞAHİKA ZEYNEP AKI 2, ZÜBEYDE NUR ÖZKURT 1, ZEYNEP ARZU YEĞİN 2, NURDAN KÖKTÜRK 1 1 GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, BEŞEVLER, ANKARA 2 GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HEMATOLOJİ BİLİM DALI, BEŞEVLER, ANKARA

Amaç:

Hematopoe�k kök hücre nakli (KHN) sonrası enfeksiyoz veya nonenfeksiyoz pulmoner komplikasyonlar %30–60 oranında görülür ve mortalitenin önemli bir nedenidir. Bu çalışmanın amacı fakültemizde KHN uygulanan hastalardaki pulmoner komplikasyon sıklığını değerlendirmek�r.

Gereç ve Yöntem:

2006-2008 yılları arasında KHN uygulanan hastalar KHN öncesi ve sonrası 1. ay, 3.ay, 6. ay, 9.ay ve 12. ayda pulmoner komplikasyon sıklığı yönünden retrospek�f olarak değerlendirildi.

Bulgular:

Çalışmaya alınan yaş ortalamaları 35 ± 14 olarak bulunan 74 hastanın 29’una (%39) otolog, 35 (%47)’ine allojeneik ve 10 (%14)’una nonmyeloabla�f KHN uygulandı. Tüm hasta grubunun 8’i (%11) mortalite ile sonuçlandı; bunlardan 4’ünde mortalite nedeni pulmoner komplikasyonlar olarak belirlendi. Yirmiyedi(%37) hastada pulmoner komplikasyon gelişirken, bunların 25’i enfeksiyoz (%93), 2’si (%7) ise nonenfeksiyozdu. Pulmoner komplikasyon gelişen ve gelişmeyen hastalar karşılaş�rıldığında yaş, cinsiyet, sigara içimi, geçirilmiş ve bilinen akciğer hastalığının varlığı, solunum fonksiyon ve diffüzyon testleri açısından ista�s�ksel anlamlı farklılık tespit edilmedi (p< 0.05). Ista�s�ksel anlamlı olmamakla birlikte allojeneik nakil uygulanan grupta otolog nakil uygulanan gruba göre daha fazla pulmoner komplikasyon olduğu belirlendi (%74’e karşılık % 26, p=0.063).

Page 173: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

172

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

Sonuç:

KHN uygulanan hastaların nakil öncesi ve sonrası dönemde pulmoner komplikasyon gelişimi açısından yakın takip edilmeleri ile mortalite ve morbidite de azalma sağlanabilir.

TP061

SPİROMETRE ÇADIRINA BAŞVURAN KİŞİLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: TANIMLAYICI PREVALANS

İLKNUR BAŞYİĞİT , SERAP BARIŞ , HAŞİM BOYACI , FÜSUN YILDIZ , DÖNEM 5 ÖĞRENCİ GRUBU KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Kocaeli il merkezinde açılan spirometre çadırına başvuran kişilerde obstrüksiyon ve restriksiyon sıklığını değerlendirmek amaçlandı.

Gereç ve Yöntem:

Global Alliance against Chronic Respiratory Diseases (GARD) kapsamında yer alan soluk alanı projesi dâhilinde Kocaeli il merkezinde spirometre çadırı kuruldu. Bir haa süre ile başvuran gönüllülere, bir teknisyen tara�ndan Koko Legend marka (Ferraris Medikal, CO, ABD) portabl spirometre ile spirometrik inceleme yapıldı.

Bulgular:

Toplam 296 olgunun 222’si (%75) erkek, 74’ü (%25) kadın, yaş ortalaması 46.2 ± 8.7 bulundu. FEV1/FVC değerinin %70’in al�nda bulunduğu 131 kişi (%44.3) obstrük�f olarak değerlendirildi. Bu olguların 96’sı erkek (%74), 35’i kadındı (%26). Obstrük�f hastalarda ortalama FEV1 değeri 1.16 ± 0.5 l (%33 ± 16), FEV1/FVC oranı 44.2 ± 16.4 bulundu. Seksen iki kişide ise (%27) FEV1/FVC değeri normal iken FVC değeri % 80’nin al�nda bulundu, bu olgular restrik�f olarak değerlendirildi. Restrik�f olgularda ortalama FVC değeri 2.2 ± 0.9 l (%54 ± 22) bulundu.

Sonuç:

Spirometre çadırına başvuran kişilerde obstrüksiyon sıklığı yüksek bulunmuştur. İl merkezinde yapılan değerlendirmeye ön planda solunum semptomu olan kişilerin başvurmuş olabileceği düşünülebilir. Buna rağmen bir endüstri şehri olan ilimizde hava yolu hastalığı sıklığının yüksek olduğu düşünülmektedir. Daha fazla sayıda birey içeren, randomize, toplum tabanlı çalışmalara ih�yaç olduğu düşünülmektedir.

TP062

PULMONER EMBOLİNİN AĞIRLIK DERECESİ İLE 2 FARKLI YÖNTEMLE BAKILAN D-DİMER DÜZEYLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ

FUNDA COŞKUN , DİLBER YILMAZ , AHMET URSAVAŞ , ESRA UZASLAN , ERCÜMENT EGE ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Pulmoner emboli, uygulanan tanı yöntemlerinin gelişmesi ve göğüs hekimlerinin farkındalıklarının artması ile daha sıklıkla tanı almaya başlamış�r. Bütün hastalıklar için tanı yöntemleri içinde invaziv olmayan testlere eğilim vardır. D-dimer pulmoner emboli tanısında kullanılan invaziv olmayan bir yöntemdir. Çalışmamızda pulmoner emboli tanısı alan hastalarda 2 farklı yöntemle bakılan D-dimer düzeylerinin hastalığın ağırlık derecesi ile ilişkisini saptamayı amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Masif ve masif olmayan emboli olgularının D-dimer düzeylerini retrospek�f olarak karşılaş�rdık. 2006-2008 yılları arasında kliniğimizde pulmoner emboli tanısı konan 89 hasta çalışmaya alındı. Immunoturbimetrik poliklonal an�kor yöntemi (D-Dimer PLUS®) ile D-dimer bakılan hastalar Grup 1; monoklonal an�kor yöntemi (Innovance D-DIMER®) ile bakılanlar Grup 2 olarak adlandırıldı. Gruplardaki masif ve masif olmayan hastaların D-dimer düzeyleri karşılaş�rıldı. İsta�ksel değerlendirme için Mann Whitney U tes� SPSS 13.0 programı kullanıldı.

Bulgular:

. Grup 1 (25K/26E)’in yaş ortalaması 56.0±17.9, Grup 2 (22K/16E) 52.9±17.9 idi. İki grup arasında cinsiyet ve yaş açısından anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Grup 1’deki masif emboli hastalarının (n=7) D-dimer ortalaması 1444.9±657.9, masif olmayan hastaların (n=34)ise 1304.7±350.5 saptandı (p>0.05). Grup 2’deki masif hastaların (n=6) d-dimer ortalaması 9.7±2.2, masif olmayan hastaların (n=32) d-dimer ortalaması 5.9±1.3 saptandı(p<0.05). Monoklonal an�kor kullanılan gruptaki masif emboli hastalarının ortalama D-dimer düzeyleri anlamlı derecede yüksek saptandı.

Sonuç:

Sonuç olarak monoklonal an�kor yöntemi ile bakılan D-dimer düzeylerinin hastalığın ağırlık derecesi ile doğru oran�lı olduğunu saptadık. Emboli şüphesi olan ve D-dimer düzeyi yüksek saptanan olgularda embolinin masif olabileceği göz önünde bulundurularak tanı ve tedavi yaklaşımı buna göre planlanabilir.

Page 174: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

173

TP063

FİBEROPTİKBRONKOSKOPİ VE FLOROSKOPİ

ÖMER ÖZBUDAK 1, TEZAY SANDIKLI 1, HİCRAN ÖZBUDAK 2, TÜLAY ÖZDEMİR 1, GÜLAY ÖZBİLİM 2 1 AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ AD

Amaç:

Fiberop�k Bronkoskopi (FOB) malignitelerde tanıya ve evrelemeye büyük katkı sağlar. Fakat endobronşiyal lezyonu olmayan vakalarda FOB un tanısal değeri düşüktür. Skopi eşliğinde bu vakalarda FOB’un tanı oranı artmaktadır

Gereç ve Yöntem:

Malignite ön tanılı ,tomogrofide endobronşiyal lezyonu olmadığı düşünülen ve çoğu periferik yerleşimli kitlesi olan 58 vakaya, Ağustos 2007 ve Aralık 2008 tarihleri arasında Göğüs Hastalıkları Kliniğimizde fluoroskopi eşliğinde bronkoskopi yapıldı.

Bulgular:

Vakaların yaş ortalaması 62,5 yıl idi. 47’si erkek (%81) 11’i kadın (%19) idi. 29 vakaya Kitle TBİA yapıldı ve 18’inde (%62) pozi�f tanıya ulaşıldı. 44 vakaya Kitle �rça yapıldı ve 21’inde (%47) pozi�f tanıya ulaşıldı. .7 vakada ise bronş lavajından pozi�f tanıya ulaşıldı. Bu işlemler sonucunda 58 vakanın 39’ unda (%67) pozi�f tanıya ulaşılırken 19 vakada (%33) tanıya ulaşılamadı. Kitle TBİA ve Kitle �rçanın birlikte uygulandığı 20 vakanın 15’inde (%75) pozi�f tanıya ulaşıldı.

Sonuç:

Bu sonuçlarla skopinin uygun teknik ve bronkoskopik tanısal araçlarla ( TBİA, �rça ) FOB’ta tanı oranını önemli oranda arrdığı görülmüştür

e-PS098

İKİ BENZER FAKAT ÇOK FARKLI OLGU: AKCİĞER KANSERİ VE SARKOİDOZ BİRLİKTELİĞİ

ŞERİFE TUBA LİMAN 1, SALİH TOPÇU 1, AYKUT ELİÇORA 1, KORKMAZ BURÇ 1, İLKNUR BAŞYİĞİT 2, HAŞİM BOYACI 2 1 KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ AD 2 KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD

Amaç:

Akciğer kanseri ve sarkoidozun aynı hastada gelişmesi bazı tanısal zorluklara yol açabilir.

Gereç ve Yöntem:

Burada akciğer kanseri ve sarkoidoz birlikteliği olan iki benzer fakat oldukça farklı iki olgu tar�şılmaktadır.

Bulgular:

İlk hastada sol parahiler kitle ve bilateral çok sayıda medias�nal ve hiler lenf nodları vardı. Bronkoskopik biyopsiyle küçük hücreli dışı karsinom tanısını aldı. PET’te hem linguladaki kitle hem de medias�nal lenf nodları yüksek metabolik ak�vasyon değeri gösteriyordu. Medias�nal lenf nodları medias�noskopiyle örneklendiğinde tüm istasyonlarda sarkoidozis saptandı. Operasyona karar verildi. Sol üst lobektomi ve medias�nal lenf nodu diseksiyonu yapıldı. Tüm lenfa�k istasyonlarda sarkoidozis gözlendi (T2N0M0). İkinci hasta 10 yıldır kronik inters�siyel akciğer hastalığı nedeniyle izlenen çok sayıda medias�nal lenf nodu ve bilateral akciğer nodülleri vardı. Semptomlarında ar�ş olması üzerine çekilen toraks tomografisinde bilateral iki akciğer nodülü ve medias�nal lenf nodları gözlendi. Skalen lenf nodu biyopsisinde sarkoidoz tanısı aldı. Hastaya steroid tedavisi verildi. Yedi ay sonra medias�nal lenf nodlarında küçülme, sağ akciğerdeki nodülün boyutunda ar�ş gözlendi. Transtorasik iğne biyopsisiyle küçük hücreli dışı akciğer kanseri tanısını aldı. Akciğer nodülü, subkarinal lenf nodu, sağ hiler ve sağ paratrakeal nodlar PET pozi�i. Torakotomide örneklene tüm medias�nal lenf nodları pozi�i (T2N2M0).

Sonuç:

Sarkoidozda tüm medias�nal lenf nodları maliniteyi düşündürecek şekilde yüksek suv değerine sahip�r. Bu iki olgu birbirine benzerdir ancak medias�nal lenf nodları ilk olguda tümör nega�`en ikinci olguda hepsinin malign olduğu gözlenmiş�r.

Page 175: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

174

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

e-PS099

BRAKİYAL PLEKSUSUN KİSTİK SCHWANNOMASI : OLGU SUNUMU

SADIK YALDIZ 1, AYDIN İŞİSAĞ 2 1 CBÜ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ABD 2 CBÜ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ ABD

Amaç:

Preopera�f schwannoma şüphesi; ameliyat esnasında oluşabilecek majör nörolojik bir komplikasyonun önlenebilmesinde önemlidir. Burada; aksiller bölgede sinovyal kist, hemorajik bursit, lenfanjioma, ganglioma ve neoplas�k olmayan hematomu taklit eden, tamamı kis�k bir lezyon sunulmaktadır.

Gereç ve Yöntem:

30 yaşında kadın hasta, sağ koltuk al� bölgesinde kitle ile hastanemize başvurdu. Toraks BT’de aksillada brakiyal pleksusu ve subklavyen arteri eleve etmiş, tamamı kis�k bir lezyon saptandı.

Bulgular:

Eksizyon esnasında kitlenin, brakiyal pleksusun fasiküllerinden köken alan ve hemorajik içerikli, tamamen kis�k bir lezyon olduğu saptandı. Komplet olarak rezeke edildi ve histolojik incelemede benign schwannoma tesbit edildi. Ameliya�an sonraki üç gün, üst ekstremitede motor bozukluk geliş� fakat sekelsiz iyileş�.

Sonuç:

Aksiller bölgede saptanan tam kis�k lezyonlarda, brakiyal pleksusta kis�k schwannoma olasılığı da düşünülmelidir. Cerrahi tedavi esnasında bu olasılığın düşünülmemesi, hastada katastrofik fonksiyon kayıplarına yol açabilir. Bundan dolayı, bu �p kis�k tümörlerde dikkatli cerrahi disseksiyon gereklidir.

e-PS100

ÖZOFAGEAL LEİOMYOM: NADİR BİR POSTERİOR MEDİASTİNAL PATOLOJİ

HAKAN KIRAL , SALİH ZEKİ KADIOĞLU , MUSTAFA KÜPELİ , ADNAN YILMAZ , İRFAN YALÇINKAYA İSTANBUL S.B. SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Özofagusun çizgisiz kastan köken alan, benign tümörlerinden olan leiomyom, çok nadir olup belirli bir büyüklüğe erişip özofagus lümenine bası yapmadıkça klinik belir� vermez. Anestezi için çekilen akciğer

grafisinde tesadüfen saptanan özofageal leiomyom vakasını nadir ve ilginç özellikler taşıdığı için sunduk.

Gereç ve Yöntem:

41 yaşında erkek hasta, pilonidal sinüs ameliya� hazırlıkları sırasında anestezi tara�ndan akciğer grafisinde hiler bölgede dolgunluk saptanıp göğüs hastalıkları uzmanıyla konsülte edilip hastanemize yönlendirilmiş. Daha önce bir şikaye� olmayan hastanın kliniğimize başvurudan 20 gün öncesinde ara ara ka� gıdaları yutarken ağrı, terleme ve yutmada zorluk olduğu anamnez derinleş�rildiğinde ortaya çık�.

Bulgular:

Toraks BT’sinde paraözofageal yerleşimli, ekstrensek bası oluşturan kitle lezyon saptanan hastanın bronkoskopi ve özofagoskopisinde bası dışında patolojik bulgu saptanmadı. Sağ torakotomi ile yaklaşılan hastada V. azygos proksimalinden başlayıp distale doğru yaklaşık 10 cm’lik segment boyunca özofagus kas tabakasında en büyüğü 10x4.5x2 boyutlarında 4 adet ve çok sayıda küçük kapsüllü kitle enükleasyonla total olarak eksize edildi. Postopera�f dönemde sorunu olmayan hastanın patolojisi benign mezankimal tümör (leiomyom) olarak raporlandı.

Sonuç:

Posterior medias�nal patolojilerin ayırıcı tanısında özofagus tümörleri ve özellikle özofagusun benign tümörleri içerisinde en sık rastlanan leiomyom unutulmamalıdır.

e-PS101

TÜM AKCİĞERİ TUTAN MALİGN SİNİR KILIFI TÜMÖRÜ OLGUSU

SERHAT YALÇINKAYA 1, ÜLVİYE YALÇINKAYA 2, A. HAKAN VURAL 3 1 BURSA YÜKSEK İHTİSAS EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ SERVİSİ 2 ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ AD 3 BURSA YÜKSEK İHTİSAS EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ KALP VE DAMAR CERRAHİSİ KLİNİĞİ

Amaç:

Malign sinir kılı� tümörleri oldukça nadirdir. Sol akciğeri tamamen tutan, parsiyel rezeksiyonu takiben radyoterapi uygulanmasına rağmen tanı konduktan 2 ay sonra kaybedilen bir olgunun bulgularını aktarmak is�yoruz.

Page 176: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

175

Gereç ve Yöntem:

Yirmiyedi yaşında bayan hasta nefes darlığı, sol yan ağrısı, sol gözde şişme yakınmaları ile başvurduğu sağlık kuruluşunda yapılan tetkikler sonucunda sol ampiyem torasik olarak değerlendirilerek hastaya tüp torakostomi uygulanmış. Grafilerde ve kliniğinde iyileşme olmaması üzerine servisimize yönlendirilmiş.

Bulgular:

Hastanın toraks manye�k rezonans görüntülemesinde yağ içeriği yüksek parankimatöz lezyon tespit edilmesi üzerine hasta operasyona alınarak kitle çıkarılmaya çalışıldı. Medias�nal yapılara invaze olan ve akciğer dokusunu infiltre etmiş, arasında ayrım kalmamış lezyon ancak kabaca rezeke edilebildi. Patolojik inceleme sonucunda hastaya malign sinir kılı� tümörü tanısı kondu. Radyoterapi için dış merkeze sevkedilen hasta 2 ay sonra kaybedildi.

Sonuç:

Benzer yakınmalarla gelen hastalarda bu �p tetkik bulguları olduğunda malign sinir kılı� tümörünün tanıda akla ge�rilmesi gerek�ği kanısındayız. Bu, ne yazık ki kötü prognozu nedeniyle hastanın kötü şansı anlamına gelmektedir.

e-PS102

ERİŞKİN KİSTİK HİGROMASI

KORKMAZ BURÇ 1, SALİH TOPÇU 1, ŞERİFE TUBA LİMAN 1, AYKUT ELİÇORA 1, MUHİP KANKO 2 1 KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ AD 2 KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KALP VE DAMAR CERRAHİSİ AD

Amaç:

Kis�k higroma lenfa�k dokunun benign prolifrasyonuyla karakterize konjenital bir lezyondur. Kis�k higromaların %90’ı iki yaşından önce tanı almaktadır. Erişkin dönemde tanı alan kis�k higroma vakası literatürlede 100’den daha azdır.

Gereç ve Yöntem:

Otuz-üç yaşında bayan hasta boyunda şişlik ve ağrı şikaye� ile kulak burun boğaz bölümünden kliniğimize sevk edildi. Yaklaşık iki yıldır boyunda şişliği olan hastanın son iki haada kolunda uyuşma ve şişliğin boyutlarında artma olmuş. Hastanın fizik muayenesinde boyunun sağ yanında klavikula üzerinde yaklaşık 12x10x10 cm’lik kitle gözlendi. Radyolojik incelemelerde sağ boyun bölgesinin inferior kesimi lateralinde supraklaviküler alanda

klavikula arkasından ikinci kota kadar uzanan, subklavian arter ve vende inferiora i�lmeye neden olan lobule, iç yapısı kis�k özelliklerde ön planda kis�k higroma düşünülen lezyon saptandı.

Bulgular:

Supraklavikular insizyon ile kitle total olarak eksize edildi.

Sonuç:

Kis�k higromalar venöz sisteme drene olamayan lenfa�k damarlardan origin almaktadırlar. Sıklıkla boyunda ve baş bölgesinde ağrısız yumuşak doku şişlikleri olarak görülmektedirler. Kis�k higromalarda tedavi vital yapıları koruyarak yapılan total cerrahi eksizyondur.

e-PS103

PERFORE KİST HİDATİK NEDENİYLE ANAFLAKSİ VE ASFİKSİ GELİŞEN HASTADA YAPILAN ACİL TORAKOTOMİ

ALİ ÇELİK , CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ÖZGÜR KARAKURT , SEDAT DEMİRCAN , ŞEVKİ MUSTAFA DEMİRÖZ GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ A.D.

Amaç:

Akciğer kist hida�ği ülkemizde halen önemli bir sağlık sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülkemizde ortalama her yıl bin yeni kist hida�k vakasının ortaya çık�ğı kabul edilmektedir. Bazen dev boyutlara ulaşan kistlerde, perforasyon sonrası anaflaksi ve asfiksi gibi yaşamı tehdit eden komplikasyonlar gelişebilir.

Gereç ve Yöntem:

Biz kist hida�k ön tanısıyla servisimize kabul e ğimiz 23 yaşındaki erkek hastayı, perforasyon sonrası gelişen anaflaksi ve asfiksi nedeniyle acil operasyona aldık.

Bulgular:

Sol akciğer alt lobun tamamına yakınını basıya uğratan lezyonu mevcu�u. Cerrahi esnada parankim korunarak kistotomi- kapitonaj yapıldı. Hasta sorunsuz olarak taburcu edildi.

Sonuç:

Olgumuzu akciğer kist hida�ğinin haya� komplikasyonlarını vurgulamak ve nadir de olsa acil şartlarda torakotomi gerekliliğini ha�rlatmak amacıyla sunduk.

Page 177: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

176

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

e-PS104

NADİR BİR OLGU:MEDİASTİNAL LENFANJİOMA

SAMİ CERAN , GÜVEN SADİ SUNAM , TAMER ALTINOK , MUSTAFA GÜLTEKİN SELÇUK ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ A.D.

Amaç:

Lenfanjiom, lenfa�k orjinli, ye�şkinlerde nadir görülen, benign bir lezyondur. Tüm lenfanjiomların %1’inden azı mediastende yer alır. Medias�nal lenfanjiomun en bilinen şekli, daha önce yer alan servikal kis�k higromanın medias�nal yayılımıdır. İnce duvarlı kis�k lezyonlardır ve geçirgen bir membrana sahip olan kis�n içinde sarımsı renkte ve jela�nöz kıvamda seröz mayi bulunur.

Gereç ve Yöntem:

45 yaşında erkek hasta sağ omuz ağrısı şikaye� ile başvurduğu dış merkezde medias�al kitle ön tanısı ile medias�noskopi yapılmış. Patolojisi lenfanjiom yönünde bildirilmesi üzerine kliniğimize sevk edilmiş.PA-AC grafisinde sağ hiler bölgede yaklaşık 6x5 cm boyutunda düzgün sınırlı kitle lezyonu, Toraks BT ve MR değerlendirildiğinde sağ üst mediastende 9x6x5 cm ebadında düzgün lobüle konturlu hipodens lezyon izlendi. Lezyon VCS düzeyine kadar inmekte ve lümenini daraltmakta idi. PET-BT’de mediasten sağ yarısında toraks girişinden başlayan, sağ pulmoner arterin akciğerle birleşimine kadar uzanan, çevre vasküler yapılarla arasında yağ planı korunmuş, sağ akciğere bası yapan 51x74x79 mm boyutunda duvarında yer yer artmış FDG tutulumu (SUVmax:3.31), içerisinde FDG tutulumu olmayan kitle lezyonu izlendi.

Bulgular:

Hastaya sağ torakotomi yapıldığında lezyonun superior mediasten girişinden v.azygosun VCS giriş bölgesine kadar uzandığı görüldü. Kist içindeki serohemorajik vasıflı mayi boşal�larak çevre medias�nal dokulardan eksize edildi. Patolojisi lenfanjioma olarak geldi.

Sonuç:

Komplikasyonsuz 5. gün taburcu edildi. Medias�nal lenfanjomaların bening lezyonlar olmasına rağmen, lokalizasyon i�bariyle medias�nal yapılara bası yapabileceğinden cerrahi olarak rezeke edilmelidir.

e-PS105

DİAFRAGMATİK HERNİYLE BİRLİKTE OLAN TORASİK SPLENOZİS OLGUSU

EKBER ŞAHİN 1, ŞULE KARADAYI 2, AYDIN NADİR 1, MELİH KAPTANOĞLU 1 1 CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI 2 CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ACİL TIP ANABİLİM DALI

Amaç:

Torasik splenozis, dalak ve diafragmanın birlikte yaralandığı şiddetli bir travma sonrasında, dalak dokusunun göğüs boşluğuna ototransplantasyonudur. Abdominal splenozis, splenektomiden sonra %50’ye varan oranlarda görülebilmesine rağmen, torasik splenozis oldukça nadir görülmektedir

Gereç ve Yöntem:

olgu sunumu

Bulgular:

Olgu: Sırt ağrısı, karın ağrısı ve öksürük şikayetleri ile başvuran 37 yaşındaki bayan hastanın özgeçmişinde 25 yıl önce karından ateşli silah yaralanması ve buna bağlı splenektomi operasyonu geçirme öyküsü mevcu�u. Toraks bilgisayarlı tomografisinde solda diafragma hernisi ile birlikte, biri herni üzerinde ve biri de interlober fissürde olmak üzere 2 adet nodüler lezyon görülüyordu. Sol posterolateral torakotomi yapılan hastada herniye olmuş omentum ile birlikte toraks içindeki 2 adet nodüler lezyon çıkarıldı. Diafragma tamir edildi. Lezyonların patolojik incelemesi sonucu splenozis olarak rapor edildi.

Sonuç:

Torasik splenozis genellikle semptomsuz seyreder. Tanı amaçlı toraks bilgisayarlı tomografisi, teknesyum 99m sin�grafisi, iğne aspirasyonu ve iğne biyopsisi yapılabilir. Özellikle sol hemitoraksda nodüller tesbit edildiğinde, hastanın öyküsünde dalak ve diafragma yaralanmasının eşlik e ği şiddetli bir travma varsa torasik splenozis olasılığı akılda tutulmalıdır.

Page 178: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

177

e-PS106

PET/BT ‘DE AKCİĞER MALİGNİTESİNİ TAKLİT EDEN ENFEKTE BRONKOJENİK KİST OLGUSU

CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ALİ ÇELİK , ÖZGÜR KARAKURT , SEDAT DEMİRCAN GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ A.D.

Amaç:

Bronkojenik kistler nadir görülen konjenital akciğer patolojileridir. Çoğunlukla konvansiyonel yöntemlerlerin özellikle de bilgisayarlı tomografinin tanıya yardımcı olduğu, medias�nal ve parankimal yerleşimli olabilen lezyonlardır. Enfekte olduklarında ise diğer akciğer patolojilerini taklit edebilirler.

Gereç ve Yöntem:

Otuz dört yaşında kadın hasta e�yolojisi tespit edilemeyen medias�nal lenfadenopa�si ve sağ akciğer üst lobdaki kitlesi nedeniyle değerlendirildi. PET/BT görüntüsü malignite ile uyumlu olan hastaya tanısal amaçlı cerrahi yapıldı

Bulgular:

Histopatoloji sonucu bronkojenik kist olarak geldi.

Sonuç:

Biz dış merkezde malignite ön tanısı ile araş�rılan bronkoskopi ve medias�noskopi ile tanı konulamayan, sonrasında PET/BT’si çekilen, torakotomi yap�ğımız ve eksizyon materyalinin histopatolojisi bronkojenik kist ile uyumlu bulunan olgumuzu sunduk.

e-PS107

DEV LEİYOMİYOM OLGUSU

ABİDİN ŞEHİTOĞULLARI VAN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ-GÖĞUS CERRAHİSİ

Amaç:

Büyük bir çapa ulaşan leiyomiyom olgusunu sunmak

Gereç ve Yöntem:

Az görülen özefagus leiyomiyomu olgusu klinik ve radyoljik bulgular dikkate alınarak ve literatür taranarak incelendi.

Bulgular:

Leiyomiyoma Az görülmekle beraber özefagusun en sık görülen benign tümörüdür.Literatürde en fazla 17 cm’ ye ulaş�ğı bildirilmektedir.Kliniğimize 29 yaşında genç bir bayan hasta göğüs ağrısı nedeniyle müracaat e .Çek�rilen PA akciğer grafisinde sağ hemitoraksta parakardiak alanda büyük bir kitle tesbit edildi.Toraks bilgisayarlı tomografisinde 20x15 cm büyüklüğünde V.cava’ya bası yapan sağ akciğer alt loba kısmen bası yaparak atelektazi oluştoran medias�nal solit kitle lezyonu mevcutdu.Çek�rilen MR’da kitle özefagus etra�nı çepeçevre sarmakta ve V.Cava’ya bası yapmakla beraber invazyon olmadığı düşünülmektedir.Yapılan endoskopisinde özefagus lümeninde mukozada lezyon olmamakla beraber özefagusa dıştan bası mevcu�u.Herhangi bir yerinde metastaz saptanmadı.Leiyomiyom ön tanısıyla operasyona alındı.Tümöral lezyon akciğer ve vena cava’ya yapışık�.Özefagus ve midenin kardia üst kısmını çepeçevre sarmakta idi.Frozen sonucu bening mezenşimal tümör gelince tümör rezeke edilmeye çalışıldı.Ancak ülsera�f olduğu için mukozadan ayırılamadı, özefagus alt uç ve kardia proksimali rezeke edildi.Gastroözefageal anostomoz yapıldı.İki yıllık takipte nüks saptanmadı.

Sonuç:

Medias�nal kitlelerde leiyomiyolar da akla gelmelidir.Çünkü büyük çaplara ulaşabilmektedirler.

e-PS108

AKCİĞER MYOEPİTELYOMASI

SAMİ CERAN 1, GÜVEN SADİ SUNAM 1, TAMER ALTINOK 1, LEMA TAVLİ 2, MUSTAFA GÜLTEKİN 1 1 SELÇUK ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ A.D. 2 SELÇUK ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ A.D

Amaç:

Myoepitelyoma akciğerin çok nadir bir tümörüdür. Myoepitelyal hücreler başlıca tükrük bezlerinin ,ter bezlerinin ve memenin normal komponen�dir. Bronşial mukoz glandlarda myoepitelyal hücreler geniş dağılımları olmasına rağmen myoepiteltal orjinli az sayıda tümör rapor edilmiş�r.

Page 179: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

178

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

Gereç ve Yöntem:

41 yaşında erkek hasta göğüs ağrısı şikaye� ile başvurduğu sağlık merkezinde sağ akciğerinde yaklaşık 5x4 cm ebadında kitle tespit edilmesi üzerine operasyon önerilmiş fakat kabul etmemiş. Şikayetleri devam eden hasta 3 yıl sonra lezyonun aynı lokalizasyonda görülmesi nedeni ile kliniğimize sevk edilmiş. Toraks BT’de; sağ akciğer alt lob apikal segmen�e yaklaşık 6x5 cm ebadında lobüle konturlu hafif heterojen hipodens nodüler lezyon (60 HÜ) izlendi. FOB’da endobronşial lezyona rastlanılmadı.

Bulgular:

Hastaya sağ posterolateral torakotomi uygulandı. Kitlenin üst lob posterior segmente olduğu, çevre dokulara invaze olmadığı görüldü. Kitle üst lob posteriordaki pedikülünden eksize edildi. Patolojisi öncelikle myoepitelyoma düşünülmüş olup yapılan immünhistokimyasal boyamalarla desteklenmiş�r. Takiplerinde akciğerin ekspanse olmaması nedeni ile FOB tekrarlandı.Üst lob bronş orifisinden alınan biyopsi sonucu displazik hücreler olarak gelmesi üzerine göğüs cerrahisi konseyinde lobektomi yapılmasına karar verilerek 2. operasyonda üst lobektomi ile cerrahi tamamlandı.

Sonuç:

Literatürde myoepitelyoma nedeni ile cerrahi gerçekleş�rilen hastaların takiplerinde akciğer dışında metasta�k lezyonlar bulunduğu bildirilmiş olup, hastaların yakından izlenmesi gerekmektedir.

e-PS109

AKCİĞER PARANKİMİNDE MALİGN PERİFERİK SİNİR KILIFI TÜMÖRÜ: OLGU SUNUMU

BARKIN ELDEM , SERDAR EVMAN , HAKAN ÖZALPER , HASAN FEVZİ BATIREL , MUSTAFA YÜKSEL MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ A.D.

Amaç:

Akciğer parankiminden kaynaklanan malign mezenkimal tümörler nadir olmakla birlikte, genç yaşlarda daha seyrek görülmektedir.

Gereç ve Yöntem:

Hastanemiz göğüs hastalıkları kliniğine, 5 aydır devam eden kuru öksürük şikaye� ile başvuran, AML M1 tanısı ile 20 sene önce kemik iliği nakli yapılmış olan 27 yaşındaki kadın hastanın çekilen grafilerinde sol akciğer alt lobda hiler bölgede 32x35x34 mm boyutlu kitle lezyon görülmesi üzerine tüberküloz ve lenfoma açısından değerlendirilmiş, sonrasında yapılan bronkoskopisinde

alınan transbronşiyal biyopsisinde miksoid mezenkimal tümör tanısı konulmuş.

Bulgular:

Çek�rilen PET-BT’de sol hiler bölgede malign karakterli tutulum gösteren kitle haricinde patolojik bir tutulum gözlenmemesi üzerine operasyon amacıyla servisimize yönlendirlen hastaya sol alt lobektomi ve medias�nal lenf nodu diseksiyonu uygulandı.

Sonuç:

Patoloji sonucu “malign periferik sinir kılı� tümörü” olarak raporlanan hastada lenf nodu tutulumu gözlenmedi. Postopera�f 4. günde taburcu edildi ve adjuvan kemoterapi amacıyla onkolojiye yönlendirilerek takibe alındı.

e-PS110

GÖĞÜS DUVARI LEİOMYOMU

SEDAT ZİYADE 1, ÖMER SOYSAL 1, OSMAN CEMİL AKDEMİR 1, SACİT İÇTEN 2 1 VAKIF GUREBA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ, İSTANBUL, TÜRKİYE 2 * VAKIF GUREBA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ, İSTANBUL, TÜRKİYE

Amaç:

Göğüs duvarı tümörleri geniş bir histolojik spektruma sahip�r. Göğüs duvarı leiomyomu damar düz kas hücrelerinden köken almaktadır ve uluslararası literatürde bildirilmiş, sadece birkaç vaka vardır. Ha�a göğüs cerrahisi tekstbook kitaplarında göğüs duvarı tümörleri içinde leiomyom yer almamaktadır. Çok nadir görülmesi sebebiyle göğüs duvarı leomiyomlu hastamızı sunmak istedik.

Gereç ve Yöntem:

33 yaşında bayan hastada yaklaşık iki yıldır göğsünde yanma ve midede ekşime şikayetleri vardı. Özgeçmişinde geçirilmiş operasyon ya da bilinen bir hastalık öyküsü yoktu. Fizik muayenesi normaldi.

Bulgular:

Akciğer grafisinde sol akciğerde kitle ve toraks BT’sinde sol akciğer üst zonda 6x3x5 cm boyutlarında plevraya geniş tabanlı oturan, düzgün kenarlı solid lezyon tespit edildi. Lezyonun sol 2. ko�a yeniklik yap�ğı izleniyordu. Bronkoskopide patoloji saptanmadı. Lavaj incelemesi benign sitoloji olarak rapore edildi. Anterior torakotomi ile apekste, göğüs duvarından gelişen, kapsüllü kitle lezyonu total olarak ko�an kolaylıkla sıyrılarak eksize edildi. İkinci kot sağlamdı. Frozen incelemesi benign olarak bildirildi. Eksize edilen kitlenin patolojik incelemesi sonucu leiomyom tanısı konuldu. Postop komplikasyon izlenmeyen hasta şifa ile taburcu edildi. İzleme alındı.

Page 180: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

179

Sonuç:

Leiomiyom son derece nadir, benign bir göğüs duvarı tümörüdür. Malignite potansiyeli nedeniyle komplet çıkarılmalı ve takip edilmelidir.

e-PS111

M. LATİSSİMUS DORSİ İÇERİSİNDE HEMANJİOM, ÇOK NADİR GÖĞÜS DUVARI TÜMÖRÜ

HÜSEYİN MELEK 1, DURSUN ATAKUL 2, OZAN ÖZLÜCAN 3, MİHRİBAN GÜRBÜZEL 4, ELİF TORUN 5, BARIŞ MEDETOĞLU 1 1 BİNGÖL DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ 2 PLASTİK CERRAHİ 3 GENEL CERRAHİ 4 PATOLOJİ 5 GÖĞÜS HASTALIKLARI

Amaç:

Bu vaka göğüs duvarı kitleleri içerisinde nadir görülen hemanjiom’un la�ssimus dorsi kası içerisinde ve erişkinde çok daha nadir görülmesi, cerrahi ile başarılı bir şekilde tedavi edilmesi, MR, ameliyat ve patoloji görüntüleriyle eği�ci olabileceği nedeniyle sunulmuştur.

Gereç ve Yöntem:

Kliniğimize 1 aydır var olan sır�a büyüyen ağrılı kitle şikaye� ile başvuran 25 yaşında kadın hasta,

Bulgular:

Fizik muayenesinde sağ skapula inferiorunda palpasyonla sert kıvamlı, ağrılı, mobil kitle tespit edildi. Toraks MR’ında sağ skapula inferiorunda kontrast tutulumu izlenen 3 cm kitle tespit edildi. Kitle total olarak eksize edildi. Patolojik inceleme sonucu la�ssimus dorsi kası içerisinde kavernöz hemanjiom olarak raporlandı. Hasta postopera�f komplikasyonsuz olarak taburcu edildi.

Sonuç:

Hemanjiom dilate, kıvrılmış, ince çeperli kan damarlarından oluşan iyi huylu bir tümördür. Göğüs duvarı kitleleri içerisinde az görülür. Hemanjiom �pik olarak kutanöz lokalizasyonda görülürken, nonkutanöz hemanjiomalar tüm hemanjiyomaların %0.8’ ini oluşturur. Hemanjioma la�ssimus dorsi kası içerisinde çok daha nadir gözükmektedir. Hemanjiomlar genç erişkinlerde göreceli olarak nadirken, kadınlarda daha sık görülür.

e-PS112

4 VAKA SUNUMU: OLDUKÇA NADİR GÖRÜLEN KOSTA ANOMALİLERİ

ASLI GÜL AKGÜL , ŞERİFE TORUN 1 HAKKARİ DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ

Amaç:

Kosta anomalilerine toplumun % 1’inden azında rastlanmaktadır. Bu anomaliler bifid (çatallı) kosta, rudimenter kosta, servikal kosta şeklinde sayısal, şekil ya da anatomik yerleşimde farklılık olarak görülebilir. İzole şekilde ya da sternum veya vertebra gibi diğer iskelet sistemi elemanları ile ilişkili olabilir. Bir sendromun komponen� olabileceği gibi tek başına kosta anomalisi şeklinde rastlan�sal olarak da tespit edilebilirler.

Gereç ve Yöntem:

Elli sekiz yaşında düşme sonrası ağrı ile başvuran bayan hastada sağ 5. kostada çatallanma, 50 yaşında dudak karsinomu nedeniyle opere edilmiş erkek hastada kontrol amaçlı çek�rilen akciğer grafisinde bilateral çatallanan ve birbiriyle füzyon oluşturmuş şekilde mul�pl kosta anomalileri, nefes darlığı şikaye� ile başvuran 30 yaşındaki erkek hastada sağda rudimenter 1. kosta ve yine göğüs ağrısı ile başvuran 32 yaşındaki hastada ise sağda servikal kosta tespit edildi.

Bulgular:

Direkt grafilerde gözlenen kosta anomalileri toraks bilgisayarlı tomografi yardımı ile 3 boyutlu şekilde net olarak izlendi. Ayrın�lı değerlendirmede hastalarda eşlik eden anomali gözlenmedi ve mevcut anomaliler ile hastaların semptomlarının ilişkili olmadığı tespit edildi.

Sonuç:

Kosta anomalileri genelde rastlan�sal olarak akciğer grafilerinde ve oldukça nadir şekilde tespit edilse dahi önemli bir sendromun komponen� olabileceği veya başka bir hastalığa eşlik edebileceği akılda tutularak semptomlar ayrın�lı değerlendirilmelidir.

Page 181: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

180

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

e-PS113

NADİR BİR ÜST MEDİASTİNAL KİTLE; NERVUS VAGUS KÖKENLİ SCHWANNOM

ALİ ÇELİK , CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ÖZGÜR KARAKURT , SEDAT DEMİRCAN GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ A.D.

Amaç:

Schwannomlar periferik sinir kılı�nın iyi huylu tümörlerindendir. Posterior mediastende sık görülür. Toraks yerleşimli schwannomlar genelde interkostal sinirlerden köken alırlar. Farklı sinir yapılardan köken alan toraks yerleşimli schwannomlar oldukça nadirdir.

Gereç ve Yöntem:

Elli al� yaşında bayan hasta nefes darlığı ve öksürük şikaye� ile başvurdu. Çekilen arka-ön akciğer grafisinde (PAAG) trakeanın sağ tara�nda bası izlendi. Toraks bilgisayarlı tomografide (BT) üst mediastende, trakea posterolateral komşuluğunda, toraks içerisine doğru uzanan kitle tespit edildi. Üst medias�nal kitle öntanısı ile kas koruyucu torakotomi yapıldı. Kitle total eksize edidi.

Bulgular:

Histopatolojik tanı vagal schwannom olarak rapor edildi.

Sonuç:

Olgumuzda schwannomu , nadir görülen bir lokalizasyonda bulunması ve köken aldığı farklı sinir dokusu nedenleriyle sizlerle paylaşmak istedik.

e-PS114

YAYGIN CİLT ALTI AMFİZEMİNE YOL AÇAN YABANCI CİSİM ASPİRASYONU

SELİM ONCEL 1, ŞERİFE TUBA LİMAN 2, SALİH TOPÇU 2, ABDULKADİR BABAOĞLU 1, EMİN SAMİ ARISOY 1, KORKMAZ BURÇ 2, AYKUT ELİÇORA 2 1 KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK HASTALIKLARI AD 2 KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ AD

Amaç:

Çocukluklarda gözlenen cilt al� amfizeminin en sık nedenleri as�m ve enfeksiyonlardır. Yabancı cisim aspirasyonlarında cilt al� amfizemi alışılmadık bir durumdur. Çocukluk çağının önemli acillerinden olan yabancı cisim aspirasyonlarına bağlı çok sayıda komplikasyon gelişebilir.

Gereç ve Yöntem:

Bir buçuk yaşında erkek çocuk hastanemiz aciline ani gelişen cilt al� amfizemiyle başvurdu. Beş gün önce ağzında �ndıklı çikolata varken ağlamaya başlamış ve öksürmüş. Babası eliyle çocuğun ağzındaki yiyecek parçasını almaya çalışmış. Ertesi gün ateşi çıkan çocuk hastaya an�biyo�k tedavisi başlanmış. Beşinci günde boynunda şişlik geliş�ğinin fark edilmesi üzerine hastanemize gönderilmiş. Fizik muayenede, servikal bölgede ve göğüs ön duvarında ciltal� amfizemi mevcu�u. Akciğer grafisinde ve toraks tomografisinde medias�nal yaygın amfizem ve sağ alt ve orta lobda havalanma fazlalığı saptandı. Kontrastlı osefagus grafisinde kaçak saptanmadı.

Bulgular:

Genel anestezi ile rijit bronkoskopi yapılarak sağ intermediyer bronştaki �ndık parçası çıkar�ldı. Yetmiş iki saate amfizem rezorbe oldu.

Sonuç:

Cilt al� amfizemi yabancı cisim aspirasyonunda total bronş obstrüksiyonu durumunda lobar amfizeme yol açması ve alveol hasarıyla beraber havanın inters�siyel alandan bronkovasküler alan boyunca mediastene ve cilt al�na ulaşmasıyla gelişmektedir. Genellikle pnömotoraks cilt al� amfizemine eşlik eder. Olgumuzda pnömotoraks gözlenmedi. Yabancı cisim aspirasyonu nedeniyle gelişen cilt al� amfizeminin oldukça nadir gözlenmesi nedeniyle olgu sunulmaktadır.

e-PS115

HEREDİTER MULTİPLE EKZOSTOS: OLGU SUNUMU

AYKUT ELİÇORA , ŞERİFE TUBA LİMAN , SALİH TOPÇU , KORKMAZ BURÇ KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ AD

Amaç:

Herediter mul�ple ekzositoz (HME) özellikle uzun kemiklerin juksta epifizyal bölgelerinde lokalize kıkırdak ile kaplı kemik çıkın�ları şeklinde görülen benign bir kemik tümörüdür.

Gereç ve Yöntem:

Onbeş yaşında erkek hasta göğsünün sağ tara�nda şişlik ve sağ kolunda ağrı nedeniyle kliniğimize başvurdu. Pozi�f aile hikayesi olan hastanın fizik muayenesinde sağ klavikula al�nda sert, fiske kitle mevcu�u. Radyolojik incelemelerde sağ hemitoraks ön arka çapında azalma, interkostal aralıklarda daralma, sağ 2. ko�a 14x5 cm, sol skapula anteriyorunda 5x4 cm boyutlu ekzofi�k lezyonlar gözlendi. Toraks MR incelemede lezyonların lobule konturlu olduğu ve köken aldığı kemiğin korteksi ve medullası ile devamlılık gösteren eksositoz ile uyumlu lezyonlar saptandı.

Page 182: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

181

Bulgular:

Sağ aksiler torakotomi yapılarak sağ 2. kot kitle ile birlikte parsiyel olarak eksize edildi, oluşan defekt pektoral kas ile rekonstrükte edildi.

Sonuç:

HME insidansı 1/50.000 dir ve yaklaşık %62 inde aile hikayesi vardır. Çocukluk çağında büyüyen eksositozlar püberte ile büyümesini durdurur. En sık ekstremitelerin uzun tübüler kemiklerinde gözlenirler. Ağrı, sinir veya damar basısı nedeniyle komplikasyonlar oluşabilir. Malign dejenerasyon gelişebilir, opere edilmelidirler.

e-PS116

HEMOTORAKS NEDENİYLE SAĞ TÜP TORAKOSTOMİ SONRASI REEKSPANSİYON ÖDEMİ: OLGU SUNUMU

HAKAN ÖZALPER , KORKUT BOSTANCI , RIZA SERDAR EVMAN , BEDRETTİN YILDIZELİ , MUSTAFA YÜKSEL MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI, İSTANBUL

Amaç:

Akciğerin reekspansiyon ödemi nadir görülen ve ölümcül olabilen bir klinik patolojidir. Sebep olan patofizyolojik mekanizmalar tam olarak bilinmemekle beraber azalmış sürfaktan seviyesi ve proenflamatuar mekanizmaların reekspansiyon ödeminden sorumlu olduğu düşünülmektedir. Erken tanı çok önemlidir ve prognoz tanı ve tedavinin süra�ne bağlıdır.

Gereç ve Yöntem:

Akut lenfoblas�k lösemi tanısı ile kemoterapisi planlanan 35 yaşındaki bayan hastaya, ameliyathanede sedasyon al�nda sağ subklaviyan vene Grosshong kateter takıldı. Çekilen kontrol ACPA grafide kateterin yerinde olduğu görüldü. Hastanın takibinde akciğer grafilerinde sağda efüzyon saptandı. Hastaya ameliyathanede sedasyon al�nda sağ tüp torakostomi uygulandı ve yaklaşık 1500 cc hemorajik sıvı boşal�ldı.

Bulgular:

Derlenme odasında hastanın oksijen satürasyonunun hızla düşmesi üzerine entübe edildi. Reekspansiyon ödemi düşünülerek bilinci açık bir şekilde yoğun bakım ünitesine alındı. Arteryal kan gazı değerleri; pH:7.39, pCO2:44, pO2:41, HCO3:22, sO2:%71 idi. Hasta; SIMV modunda mekanik ven�latöre bağlandı ve ven�latör 7/12 basınçlarla ve %100 oksijen desteği ile SR:12 olacak şekilde ayarlanarak ARDS protokolü ile izlenmeye başlandı. Hemoglobin değerlerinde bir düşüş

gözlenmeyen hasta üçüncü günde CPAP modunda ven�le edilmeye başlandı ve PS:7 cmH2O, PEEP:5 cmH2O ve O2:%30 ayarları al�nda arteryal kan gazı değerlerinin: pH:7.48, pCO2:31.5, pO2:120.9, HCO3:22.8, sO2:%96.2 olduğu görüldü. Takiben T-tüpe alınan hastanın takiplerinde saturasyon ve arteryal kan gazı değerlerinde bir düşme gözlenmedi. Dördüncü gün ekstübe edilen hastanın günlük kontrol grafilerinde akciğerin ekspanse olduğu ve efüzyonunun olmadığı görülerek toraks tüpü çekildi. Hasta aynı gün takip ve tedavilerinin devamı için dahiliye servisine nakledildi.

Sonuç:

Reekspansiyon ödemi basit önlemler ile gelişmemesi sağlanabilen ve temel tedavi prensipleri ile tedavi edilebilen bir komplikasyondur. Tüp torakostomide her zaman akılda tutulmalı ve destek tedaviye derhal başlanılmalıdır.

e-PS117

ÖN MEDİASTENİN NADİR GÖRÜLEN GERM HÜCRELİ TÜMÖRÜ : MATÜR TERATOM

SEDAT DEMİRCAN , CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ALİ ÇELİK , ÖZGÜR KARAKURT , MUHAMMED SAYAN GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ A.D.

Amaç:

Anterior mediastende yer işgal eden lezyonlardan nadir görülen teratomlar, ön medias�nal kitle ayrıcı tanısında akılda tutulmalıdırlar. Çoğu zaman cerrahi ile hem tanı hem de tedavisi yapılan bu lezyonlar, yerleşim yerine ve büyüklüğüne göre klinik öneme sahip�rler

Gereç ve Yöntem:

Olgumuzda göğüse alınan bir travma sonrası çekilen akciğer grafisinde rastlan�sal olarak saptanan 5x10 cm boyutunda kitle lezyonunu değerlendirdik. Hastaya yapılan cerrahi ile lezyonun tamamını çıkardı

Bulgular:

Histopatolojik tanı matür teratom olarak geldi.

Sonuç:

Bu olgu nedeniyle matür teratomların klinik , radyolojik ve patolojik özellikleri ile tedavi seçeneklerini tekrar gözden geçirmek istedik.

Page 183: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

182

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

e-PS118

GÖĞÜS CERRAHİSİNDE NADİR GÖRÜLEN BİR ANESTEZİ KOMPLİKASYONU; DİŞ ASPİRASYONU

CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ALİ ÇELİK , ÖZGÜR KARAKURT , SEDAT DEMİRCAN GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ A.D.

Amaç:

Göğüs cerrahisi anestezisinde öncelikle entübasyonun zorluk derecesine bağlı olarak değişik komplikasyonlar görülebilmektedir. Bu komlikasyonlar hastanın monitörizasyon işlemlerinden hastanın ekstübasyonuna kadar olan süreçte görülebilir.

Gereç ve Yöntem:

Ellial� yaşında küçük hücreli dışı akciğer kanseri nedeniyle opere edilen bir hastada, operasyon sonrasında akciğer grafisinde yabancı cisim saptandı. Genel anestezi al�nda rijit bronkoskopi yapıldı. Bronkoskopide sol alt lob bazal segment bronşlarının ağızlarına oturmuş inorganik yabancı cisim çıkarıldı.

Bulgular:

Bu yabancı cismin hastanın premolar dişi olduğu görüldü

Sonuç:

Hastanın öyküsü tekrar alındığında, ameliya�an sonra çık�ğını fark e ği 3. premolar dişi tespit edildi. Biz bu olguyu, özellikle zorlu entübasyon sırasında karşılaşılan komplikasyonlarda; postoper�f dönemde hastanın semptomları, klinik ve radyolojik değerlendirmesinin dikkatli yapılmasının, erken tanı ve tedaviye katkısını vurgulamak amacıyla sunduk.

e-PS119

KORONER ARTER BYPASS CERRAHİSİ SONRASI PERFORE KİST HİDATİĞİ TEKLİT EDEN PLEVRAL EFÜZYON; OLGU SUNUMU

ÖZGÜR KARAKURT , CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ALİ ÇELİK , SEDAT DEMİRCAN , KERİM TÜLÜCE GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ A.D.

Amaç:

Akciğer kist hida�ği dünyada hayvancılık yapılan bölgelerde endemik olarak görülmektedir. Ülkemizde yapılan prevalans çalışmalarına göre yüzbinde 87-400 arasında değişen değerler tespit edilmiş�r. Akciğer kist

hida�ği plevraya perforasyon sonrası nadiren plevral efüzyonla karşımıza çıkabilir. Koroner arter bypass cerrahisi sonrası erken ve geç dönemde çeşitli faktörlere bağlı olarak sıklığı değişmekle birlikte plevral efüzyon oluşabilir.

Gereç ve Yöntem:

Daha önceden bilinen sağ akciğer kist hida�ği olan 60 yaşında erkek hastada acil koroner arter bypass cerrahisi sonrası sağ plevral efüzyon tespit edilmesi üzerine rüptüre kist hida�k öntanısıyla torakotomi yapıldı.

Bulgular:

Intraopertaif eksplorasyonda serohemorajik vasıa mayi ve intakt kist hida�k izlendi, kistotomi, kapitonaj ve parsiyel dekor�kasyon yapıldı.

Sonuç:

Koroner arter by pass cerrahisi sonrası sağ akciğerde rüptüre kist hida�ği taklit eden nadir olgumuzu sunuyoruz.

e-PS120

MALİGN PLEVRAL MEZOTELİOMA VE HAMARTOM BİRLİKTELİĞİ; OLGU SUNUMU

SEDAT DEMİRCAN , CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ÖZGÜR KARAKURT , ALİ ÇELİK , OSMAN KORCAN TİLKAN GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖGÜS CERRAHİS A.D.

Amaç:

Malign plevral mezotelyoma, agresif, lokal invazif karakteri olan ve nadiren hematojen yayılım yapan plevranın kötü huylu hastalığıdır. Gelişimindeki ana faktör asbestoza maruziye r. Hamartomalar ise akciğerin en sık görülen benign tümörleridir.

Gereç ve Yöntem:

Altmışsekiz yaşında bayan hasta plevral kalınlaşma ve akciğerde nodül nedeniyle değerlendirildi. Hastaya torakotomi ile dekor�kasyon ve nodül eksizyonu yapıldı

Bulgular:

Patoloji sonucu malign plevral mezotelyoma ve akciğerdeki nodül hamartomla uyumlu geldi.

Sonuç:

Hamartomlu olgularda bronşiyal kanser birlikteliği bildirilmiş�r. Ancak hamartom MPM birlikteliğine yap�ğımız literatür taramasında rastlayamadık. Bu ilginç ve nadir birlikteliği sizlerle paylaşmak istedik.

Page 184: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

183

e-PS121

KONJENİTAL KİSTİK ADENOİD MALFOMASYON: OLGU SUNUMU

ADAMU ISSAKA , RIZA SERDAR EVMAN , KORKUT BOSTANCI , BEDRETTİN YILDIZELİ , MUSTAFA YÜKSEL MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI, İSTANBUL

Amaç:

Konjenital kis�k adenomatoid malformasyon akciğerin nadir görülen ve kalı�msal olmayan,terminal respiratuar bronşiollerin kist benzeri yapılar oluşturduğu, alveol gelişimini engelleyen hamartamatöz proliferasyonudur. Genellikle tek taraflıdır ve tek bir lobu tutar.

Gereç ve Yöntem:

Dört aydır tekrarlayan hemop�zi ve gece terlemesi nedeniyle servisimize başvuran hastanın fizik muayenesinde herhangi bir patolojik bulgu saptanmadı. Akciğer grafisinde patoloji saptanmayan hastanın çekilen toraks bilgisayarlı tomografisinde sol alt lobta kis�k adenoid malformasyon ile uyumlu 16x18mm boyutunda, içerisinde ve komşuluğunda broşektazilerin izlendiği nodüler saha saptandı. Fiberop�k bronkoskopi ve biyopsi yapıldı, endobronsial lezyon saptanmadı. Biyopside malignite ve tüberküloz lehine bulgu saptanmadı.

Bulgular:

Hastaya sol alt lobektomi yapıldı. Histopatolojik incelemede sonucu kesin tanı konjenital kist adenomatoid malformasyon olarak konuldu. Hasta serviste takip edildi ve postopera�f 5. günde taburcu oldu. Ameliya�an 3 sene sonra hasta herhangi bir yakınması olmadan takip edilmektedir.

Sonuç:

Konjenital kis�k adenomatoid malformasyonda tercih edilmesi gereken tedavi şekli cerrahi rezeksiyondur.

e-PS122

MASİF ŞİLOTORAKS İLE BAŞVURAN NON-HODGKİN LENFOMA OLGUSU

EKBER ŞAHİN 1, BURÇİN ÇELİK 1, AYDIN NADİR 1, ŞULE KARADAYI 2, MELİH KAPTANOĞLU 1 1 CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI 2 CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ACİL TIP ANABİLİM DALI

Amaç:

Şilotoraks lenfa�k sıvının plevral boşlukta birikmesi şeklinde tanımlanır. En sık nedenleri cerrahi ve cerrahi dışı travma, tümörler ve tüberkülozdur. Çalışmanın amacı, ilk başvuru şekli masif şilotoraks olan diffüz büyük B hücreli lenfoma olgusunu tanımlamak�r.

Gereç ve Yöntem:

Yirmidört yaşında erkek hasta, nefes darlığı, ateş ve terleme şikayetleri ve akciğer grafisinde sağ masif plevral effüzyon bulgusu ile başvurdu.

Bulgular:

Fizik muayenede sağ hemitoraksda solunum sesleri alınamıyordu. Boyunda ve submandibular alanda küçük lenf bezleri mevcu�u. Akciğer grafisinde sağ hemitoraks opak görünümde ve medias�nal yapılar karşı tarafa yer değiş�rmiş�. Plevral sıvının analizinde; glikoz 110 mg/dL, LDH 110 U/L, protein 6.4 g/dL, kolesterol 36 mg/dL, trigliserit 594 mg/dL olarak tespit edildi. Şilotoraks tanısı konulan hastaya tüp torakostomi uygulandı. Oral alım kesildi ve total paranteral nütrisyon başlandı. Toraks BT’de sağ alt lobda infiltrasyon, sağ hidropnömotoraks ve paratrakeal mul�pl lenfadenopa�ler tespit edildi. Genel durumu kötü olan hastada, tanı amacıyla submandibular lenf bezi eksizyonel olarak çıkarıldı. Durumu giderek kötüleşen hasta başvurunun 13. gününde entübe edilerek mekanik ven�latöre bağlandı. Lenf nodunun histopatolojik tanısı diffüz büyük B hücreli lenfoma olarak rapor edildi ve hasta 2 gün sonra kaybedildi.

Sonuç:

Şilotoraks lenfomanın bir komplikasyonu olarak karşımıza çıkabilir. Bununla ilgili bildirilmiş bir oran olmamakla birlikte mortalitesi yüksek bir durumdur. Masif şilotoraks geliş�ğinde, ayırıcı tanıda lenfoma düşünülmelidir.

Page 185: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

184

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

e-PS123

İNFERİOR PULMONER VENİ TAMA YAKIN ÇEVRELEYEN PERİKARDİYAL KİST

SEDAT ZİYADE , ÖMER SOYSAL , OSMAN CEMİL AKDEMİR , SACİT İÇTEN VAKIF GUREBA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ, İSTANBUL, TÜRKİYE

Amaç:

İçinde perikardiyal sıvı olan, perikarda komşu ve duvarı mezotel hücrelerinden oluşan nadir benign bir hastalık�r. Çoğunlukla kardiyofirenik açıda yerleşir. A�pik yerleşimleri olabilir. Tedavide; VATS veya torakotomi ile kist eksizyonu, seçilmiş olgularda perkütan aspirasyon önerilmektedir. Nüks beklenmez. İnferior pulmoner veni tama yakın saran a�pik yerleşimli bir perikardiyal kist olgusu sunulmuştur.

Gereç ve Yöntem:

Yirmiyedi yaşında bayan hasta sırt ağrısı ve her ay olan 40 dereceyi bulan ateş şikayetleri var. Bronkojenik kist ön tanısı ile takip edilmiş.

Bulgular:

. Toraks BT ile 6 aylık takibinde Sağ infrahiler düzeyde parakardiyak yerleşimli yaklaşık 2.2x1.8 cm boyutlarında kis�k oluşum mevcut belirgin değişiklik saptanmamış. Tanımlanan kis�k oluşum bronkojenik kist lehine yorumlanmış (Resim 1). Yapılan torakotomisinde inferior pulmoner veni yüzük tarzında saran perikard eksplore edildi. Frozen benign kis�k yapı olarak rapore e . Hasta ameliyat sonrası 4.günde taburcu edildi.

Sonuç:

Perikardiyal kistler nadir ve benign abnormalitelerdir. Sıklıkla asemptoma�k seyreder. Semptomlu perikardiyal kistlerin cerrahi eksizyonu zorunludur.

e-PS124

PARYETAL PLEVRA KÖKENLİ SOLİTER FİBRÖZ TÜMÖR: OLGU SUNUMU

ALİ ÇELİK , CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ÖZGÜR KARAKURT , SEDAT DEMİRCAN GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ A.D.

Amaç:

Soliter fibröz tümörler çoğunlukla visseral plevradan köken alan , iyi huylu mezenkimal tümörlerdir. Çoğunlukla asemptoma�k olan ve büyük boyutlara ulaşabilen

bu tümörler, paryetal plevradan kaynaklandıklarında semptoma�k olabilirler. Preopera�f tanı koymak çoğu zaman zordur.

Gereç ve Yöntem:

Kırkbeş yaşında bayan hasta,üç aydır geçmeyen sol omuz ve sırt ağrısı sonrası değerlendirildi. Sol hemitoraksta alt zonda tespit edilen kitle lezyon eksize edildi

Bulgular:

Histopatolojik tanı soliter fibröz tümör olarak geldi

Sonuç:

Plevranın nadir görülen bu patolojisini, literatür bilgileri ışığında yeniden gözden geçirmek istedik

e-PS125

POSTERİOR MEDİASTEN YERLEŞİMLİ BİR BRONKOJENİK KİST VAKASI

MEHMET DEĞİRMENCİ ADIYAMAN DEVLET HASTANESİ

Amaç:

Mediastende yerleşen bronkojenik kistler nadir görülürler. A�pik lokalizasyonlu 22 yaşında bir bronkojenik kist olgusu sunulmaktadır.

Gereç ve Yöntem:

Öksürük, balgam ve göğüs ağrısı şikayetleri ile polikliniğimize başvuran 22 yaşında erkek hasta incelendi.

Bulgular:

Hastanın fizik muayenesinde ve ru�n laboratuar tetkiklerinde anormal bulguya rastlanmadı. Posteroanterior akciğer grafisinde kalbin arkasında 4x5 cm boyutlarında düzgün sınırlı, homojen kitle imajı izlendi. Toraks BT’de posteror mediastende 4x5 cm boyutlarında düzgün sınırlı homojen kitle imajı dikka� çekmekteydi. Hastaya sol posterolateral insizyonla torakotomi uygulandı. Yapılan eksplorasyonda aortanın lateralinde posterior mediastende 4x5 cm boyutlarında kis�k kitle tespit edildi. Kitlenin içi mukoid bir mateyalle dolu idi. Vaskülarizasyonunu sağlayan bir adet pedikülü vardı, pedikülü bağlanıp kesildi. Etra� dönülerek eksize edildi. Bronşla bağlan�sı yoktu. postop çekilen grafilerde kitle imajının kaybolduğu görüldü. Kontrol toraks bilgisayarlı tomografisinde kiste ait görünüm izlenmedi. Poliklinik kontrollerinde herhangi bir sorun gözlenmedi. Histopatolojik incelenmesinde silli solunum epiteli ile döşeli, duvar yapısında matür kıkırdak yapısı ve bronşial glandüler yapıların yer aldığı kis�k yapı izlendi. Patolojik sonuç bronşial kist olarak rapor edildi.

Page 186: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

185

Sonuç:

Bronkojenik kistler akciğerin kongenital lezyonlarından birisidir ve genellikle trakeobronşial sistemle iş�raklidir. Bu vakada posterir mediastende a�pik lokalizasyonda yerleşmiş ve trakeobronşial sistemle iş�rakli olmayan bir bronkojenik kist mevcu�ur. Bronkojenik kistler değişik lokalizasyonlarda bulunabilir ve komplikasyonlara yol açabilir. Seçilecek tedavi yöntemi cerrahi tedavidir. Hasta asemptoma�k olsa bile komplikasyonların önlenmesi ve kesin tanı konulması için kist tam olarak eksize edilmelidir.

e-PS126

PULMONER ALVEOLER PROTEİNOZİS: İKİ OLGU SUNUMU

DİLAVER TAŞ 1, ERDOĞAN KUNTER 1, ZAFER KÜÇÜKODACI 2, ÖMER AYTEN 1, ZAFER KARTALOĞLU 1 1 GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI VE TÜBERKÜLOZ SERVİSİ, İSTANBUL 2 GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ, PATOLOJİ SERVİSİ, İSTANBUL

Amaç:

Nadir bir hastalık olan pulmoner alveoler proteinozisli (PAP) iki olguyu ilginç klinik tabloları nedeniyle sunmayı amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Tanı aşamasında yapılan incelemeler sunuldu.

Bulgular:

Olgu 1: Erken evrede saptanan PAP olgusu: Yakınması olmayan ve sigara içmeyen yirmi yaşında erkek hasta akciğer grafisinde izlenen bilateral. üst ve orta zonda dağınık yerleşimli infiltrasyonlar ve toraks bilgisayarlı tomografisinde (TBT) bilateral mul�fokal yamalı tarzda silik sınırlı buzlu cam opasiteli (BCO) infiltrasyonlar nedeniyle araş�rıldı. Spirometri ve DLCO testleri normaldi. Hemogram, ru�n biyokimya ve otoan�korları normaldi. CMV IgM ve IgG pozi�fliği saptandı. Bronkoalveolar lavaj (BAL) ve transbronşiyal biyopsi ile tanı konamadı. Açık akciğer biyopsisinde PAS (+) granuler materyalle dolu alveoller izlendi. Hastaya PAP tanısı kondu. Olgu 2: An�-GBM an�kor pozi�fliği saptanan PAP olgusu: Yirmi yaşında erkek hasta, öksürük, nefes darlığı, kanlı balgam şikaye� ile başvurdu. Sigara içici olan hastanın oskültasyonunda kaba raller duyuldu. Konvansiyonel akciğer grafisinde tüm zonları tutan yaygın heterojen infiltrasyon alanları ve TBT’de her iki akciğerde tüm lobları tutan interlobuler-intralobüler septalarda kalınlaşma ile BCO alanlar (kaldırım taşı görünümü) izlenmekteydi. Balgamda gram (+) koklar görüldü ve kültürde streptococcus pneumonia üredi. Spirometriyle hafif restrik�f pa�ern saptandı ve DLCO 19.7 mL/

mmHg/min (%57) bulundu. BAL sıvısının görünümü süt renginde idi. BAL histopatolojik incelemesinde PAS (+) granuler materyal izlendi. Otoan�korlardan, an�-GBM an�koru indirek floresan an�kor tes�yle pozi�f bulundu. Renal fonksiyonları normal olup hematüri, proteinüri saptanmadı. Mevcut bulgularla hastaya PAP tanısı kondu.

Sonuç:

Birinci olguya akciğer lavajı uygulanarak takibe alındı. İkinci olguya ise total akciğer lavajı uygulandı ve infiltrasyonlarda belirgin iyileşme elde edildi.

e-PS127

ERİŞKİN YAŞTA SAPTANAN SOL PULMONER ARTER AGENEZİSİ VE PULMONER HİPOPLAZİ : OLGU SUNUMU

DİLAVER TAŞ , OĞUZHAN OKUTAN , ERDOĞAN KUNTER , ÖMER AYTEN , ZAFER KARTALOĞLU GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI VE TÜBERKÜLOZ KLİNİĞİ

Amaç:

Nadir görülen ve erişkin çağda yakalanmış sol pulmoner arter agenezisi (PAA) ve sol pulmoner hipoplazi (PH) tanısı konan olgumuzu literatür eşliğinde değerlendirmeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Olgunun tanı aşamasında yapılan incelemeleri sunuldu.

Bulgular:

Hasta 20 yaşında erkek olup, efor dispnesi yakınması ile polikliniğimize başvurdu. Fizik muayenesinde sol hemitoraks ekspansiyonu azalmış� ve sol hemitoraksta ronflan ronküsler duyuldu. P/A Akciğer grafisinde sol hemitoraksta volüm kaybı ve sağ hemitoraksta hiperinflasyon, trakea ve mediastenin sol tarafa deviasyonu izlendi. Toraks YRBT’de sol akciğer volümünde belirgin azalma ve parankiminde atenüasyon kaybı, mediastende sola kayma, sağ akciğerde kompansatris hipertrofi ve sağ akciğer alt lob medial segmen�e mozaik perfüzyon izlendi. Sol ana bronş kalibrasyonu belirgin olarak azalmış� ve sol ana pulmoner arter net olarak mediastende ayırt edilemedi. Bronkoskopik incelemede sol ana bronş bronkoskopun geçişine izin vermeyecek derecede daralmış�. Solunum fonksiyon tes�nde FVC;2.15 L (%46.5), FEV1;1.34 L (%33.7), PEF;2.09 L/sn (%24.5), FEF25-75%;0.88 L/sn (%19.7) ve DLCO;25.5 mL/mmHg/sn (%77), DLCO/VA;5.16 mL/mmHg/sn/L (%148) ölçüldü. MR angiografi tetkikinde sol ana pulmoner arter vizualize edilemedi. İnen aorta ventral yüzünden muhtemelen sol akciğer alt lobuna uzanımı izlenen hipertrofik bronşial arter olarak değerlendirilen görünüm ve aynı akciğer alanından sağ atriuma dökülen venöz yapı izlenmekteydi.

Page 187: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

186

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

Sonuç:

Olgumuzda sol pulmoner arter agenezisi ve beraberinde sol pulmoner hipoplazi izlendi. Literatür değerlendirmesi eşliğinde; PAA’de değişik klinik görünümlerin olabileceği akılda tutulmalıdır.

e-PS128

BİLATERAL PULMONER ARTERİYOVENÖZ MALFORMASYON:BİR OLGU NEDENİYLE

FİLİZ GÜLDAVAL , EYLEM YAŞAR YILDIRIM , MELİH BÜYÜKŞİRİN , BAHRİ GÜMÜŞ İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Solunum yetmezliği ile başvuran hastada bilateral AVM saptanması sebebiyle sunuldu.

Gereç ve Yöntem:

Altmış yaşında erkek olgu,son bir aydır başlayan ve son bir haada artan nefes darlığı, dudaklarda morarma yakınması ile başvurdu. Ortopneik,dispneik, siyano�k görümdeydi. Clubbing saptanan olgunun dudak ve ağız mukozasında telenjiektazik değişiklikler mevcu�u.

Bulgular:

Lökosit:8000/mm3, Hb:14 g/dl, Htc:%50, arter kan gazı tetkikinde pH:7.48,pCO2:35, pO2:42, SAT:%82 olarak bulundu.Akciğer radyografisinde bilateral sinusler kapalı, kardiyotorasik oran artmış, sağ hilus konkavitesi bozulmuştu.Toraks tomografisinde sol akciğer alt lob posterobazal segmen�e 4x3 cm boyutlarında, düzgün sınırlı kitlesel lezyon ve sağ akciğer alt lob anterobazal segmen�e de 2 cm ve 1.5 cm çaplı birbirine komşu nodüler lezyonlar saptandı. Toraks MR anjio ve Toraks anjio BT görüntülerinde sol akciğer bazalinde supradiafragma�k mesafede 3x5 cm boyutlarında anevrizma�k görünümle uyumlu lezyon izlendi.Bu lezyonun inferior pulmoner ven ile devamlılık gösterdiği izlendi. Transtorasik doppler sonografik bakıda içerisinde venöz akım izlenen anevrizma�k dilatasyon saptandı. Sağ alt lob medial bazal bölümde 2-2.5 cm benzer vasküler yapının varlığı dikka� çek�. Görünüm pulmoner arter ve ven yapılarının ilişkili olduğu AVM ile uyumlu olarak raporlandı. Ekokardiyografide ikinci derece mitral yetmezliği, global hipokinezi, ejeksiyon fraksiyonu %25 olarak saptandı. Cerrahi girişim düşünülmedi. AVM’ların çapının büyük olması nedeniyle embolizasyona uygun bulunmadı. Takipleri sürmekte iken olgu eksitus oldu.

Sonuç:

Tipik dil ve dudak telenjiektazisi olan ve pulmoner AVM saptanan olgu sunuldu.

PS123

KORONER ARTER HASTALIĞI VE SEMPTOMSUZ OBSTRUKTİF UYKU APNESİ OLAN HASTALARDA CPAP TEDAVİSİ ADHERANSI: RICCADSA CALİSMASİNDAN BİR ÖN SONUÇ

YELDA TURGUT CELEN , OZLEM ŞENGÖREN , YÜKSEL PEKER SLEEP MEDİCİNE UNİT, DEPARTMENT OF NEUROLOGY AND REHABİLİTATİON MEDİCİNE, SKARABORG HOSPİTAL, SKOVDE, SWEDEN

Amaç:

Aralik 2005 tarihinde baslanan ve halen devam eden bu calisma (RICCADSA), revaskularize olmus koroner arter hastalarda(KAH), semptomsuz (gündüz asırı uykululuk hali yakınması olmayan; Epworth Sleepiness Scale [ESS]<10) obstrük�f uyku apne (OSA) (Apnea Hipopnea index>15/h) olgularinda CPAP tedavisinin etkinliğini değerlendiren randomize kontrollu çalışmadır. OSA saptanan KAH olgularında üç yıllık izlemde yeni revaskülarizasyon, mortalite, myokard infarktüsü, stroke ve kardiyovasküler mortalitenin bileşik oranı birincil sonuç olarak belirlenmiş�r. Bu ön raporda semptoma�k ve asemptoma�k OSA hastaları arasındaki CPAP adherans farklılıkları araş�rılmış�r.

Gereç ve Yöntem:

31 aralık 2008 tarihi i�bari ile KAH olan ardışık 790 olgunun 406(%51.4)’sı çalışmaya ka�lmayı kabul etmiş ve uyku çalışmasına alınmış�r. CPAP tedavi başlangıcından sonra üç ay ve bir yıllık takip süresini tamamlayan olgular incelenmiş�r.

Bulgular:

Bu kardiyoloji klinik kohortunda 153’ü semptomsuz toplam 256 olgu ile OSA prevelansı 63,1 % olarak saptanmış�r. 70(17,2%) hasta sınırda OSA (AHI=5-15/h) tanısı alırken, 69(17,0%) olguda OSA(AHI<5/h) saptanmamış�r. 11 hastada(2,7%) ağırlıklı santral apnea ve Cheyne-Stokes solunumu tespit edilmiş�r. OSA tanısı alan 161 KAH olgusu 3. ay kontrollerini tamamlamış�r. Semptomsuz olup CPAP grubuna randomize olan 69 olgudan 39’u (56,5%), semptoma�k 98 OSA hastasından ise 71’i (71,7%; p=0.045) CPAP tedavisine devam etmektedir. Takibin birinci yılında 97 OSA olgusundan asemptoma�k ve semptoma�k olanlarda adherans oranları sırasıyla 67.6% ve 68.3% olarak belirlenmiş�r(n.s).

Sonuç:

Bu ön sonuçlarımız, CPAP tedavisinin, revaskülarize KAH’li asemptoma�k OSA olgularında kısa dönemde uygulamasında zorluklar olduğunu ancak bir yılsonunda adherans oranlarının semptomlu hastalarla benzer düzeyde olduğunu göstermektedir.

Page 188: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

187

PS124

UYKU APNE SENDROMU CİDDİYETİNE ETKİ EDEN FAKTÖRLER

ŞEHNAZ OLGUN , EMEL ERYÜKSEL , HATİCE ŞENOL , SAİT KARAKURT , TURGAY ÇELİKEL MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI VE YOĞUN BAKIM ANABİLİM DALI

Amaç:

Uyku Apne sendromu için çeşitli risk faktörleri bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı uyku apne sendromu ciddiye�ne etki eden faktörlerin araş�rılmasıdır.

Gereç ve Yöntem:

Bu amaçla son 5 yıl içinde kliniğimizde uyku tes� yapılan 219 hasta retrospek�f olarak incelendi. Hasta verileri apne hipopne indeksi <15 ve >15 olarak iki gruba ayrıldı.

Bulgular:

Ortalam Yas: 50,2 ,Kadın/Erkek: 5:1,ortalama vücut kitle indeksi: 29,8 olarak belirlendi. Apne hipopne indeksi ciddiye�ne etki eden faktörler araş�rıldığında erkek cinsiyet, vücut kitle indeksi ve alkol kullanım öyküsü ista�s�ksel olarak anlamlı olacak şekilde etkin bulundu. ( p<0.002, p<0.002, p<0.009). Ayrıca Epword uyuklama skoru ve apne hipopne indeksi ciddiye� arasında da ista�s�ksel olarak fark oluşturmamakla birlikte anlamlı ilişki olduğu gözlendi.( p= 0.05) Yaş, KOAH öyküsü, seda�f ilaç kullanım öyküsü, �roit hastalığı öyküsü, diabet öyküsünün apne hipopne indeksi ciddiye�ne etkisi gösterilemedi.

Sonuç:

Sonuç olarak cinsiyet, yüzey alanı indeksi ve alkol kullanımı uyku apne sendromu ciddiye�ne etki etmektedir. Bu hastalar kilo verme ve alkol tüke�minin kısıtlanmasından fayda görebilir.

PS125

OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMLU OLGULARDA KLİNİK DEĞERLENDİRMENİN TANI DEĞERİ

AYŞEGÜL ACAR , OĞUZ KÖKTÜRK , TANSU ULUKAVAK ÇİFTÇİ GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Obstrük�f uyku apne sendromu’nun (OSAS) al�n standart tanı yöntemi polisomnografidir (PSG). PSG uygulanacak hastaların seçiminde en çok başvurulan yöntem klinik tanıdır. Çalışmamızda OSAS’lı olgularda klinik değerlendirmenin tanı değeri araş�rılmış�r.

Gereç ve Yöntem:

PSG uygulanan 469 olgunun kayıtları retrospek�f olarak incelendi. Apne-hipopne indeksi=AHİ>5 bulunan 401 olguya OSAS tanısı konuldu. AHİ<5 bulunan 68 olgu kontrol grubuna alındı. OSAS’lı olgular AHİ değerlerine göre hafif (AHİ=5-15, n=92), orta (AHİ=15-30, n=110) ve ağır dereceli (AHİ>30, n=199) olmak üzere üç gruba ayrıldı. OSAS’lı olgularda ortalama yaş 49.6, erkek/kadın oranı 2.8 idi.

Bulgular:

OSAS klinik tanısı için uygulanan anket değerlendirmesinde; sensi�vitesi ve doğruluğu en yüksek semptomlar sırasıyla horlama, tanıklı apne, sabahları yorgun uyanma, ağız kuruluğu ve gündüz aşırı uyku haliydi (GAUH). Spesifitesi en yüksek semptomlar kaza yapma öyküsü, uyum güçlüğü, anksiyete/depresyon ve hipertansiyon öyküsü ve çarpın� hissi ile uyanmaydı. Sadece horlama şikaye� olan olgularda %50, horlama ve tanıklı apnesi olanlarda %81.9, horlama, tanıklı apne ve GAUH olanlarda ise %91.1 oranında OSAS saptandı (p<0.001).

Sonuç:

Bu sonuçlar yalnızca klinik değerlendirmenin OSAS tanısı için yeterli olmadığını ancak risk faktörleri, semptomlar ve eşlik eden hastalıklar birlikte değerlendirildiğinde OSAS olasılığı yüksek olguların belirlenebileceğini göstermektedir.

Page 189: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

188

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

PS126

MYASTHENİA GRAVİS VE UYKU KALİTESİ

RABİA ENGİN ÜNVER 1, ESEN KIYAN 1, HALİM İŞSEVER 2, FEZA DEYMEER 3 1 İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. 2 İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI A.D. 3 İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ NÖROLOJİ A.D.

Amaç:

Myasthenia Gravis (MG) hastalarında subjek�f uyku kalitesi ve gündüz uykululuğunu değerlendirmek.

Gereç ve Yöntem:

Ellidört stabil, generalize MG hastası prospek�f olarak subjek�f uyku kalitesi açısından ‘Pi�sburgh Uyku Kalitesi İndeksi’ (PUKİ) ile, aşırı gündüz uykululuğu için ‘Epworth Uykululuk Skalası’ (EUS) ile değerlendirildi. PUKİ’nin alt komponentlerinden subjek�f uyku kalitesi (PUKİ 1), uykuya geçiş süresi (PUKİ 2), uyku süresi (PUKİ 3), uyku etkinliği (PUKİ 4), uyku bozukluğu (PUKİ 5), uyku ilacı kullanımı (PUKİ6), gündüz disfonksiyonu (PUKİ 7) değerlendirildi. PUKİ toplam skoru hesaplandı ve PUKİ total>5 uyku bozukluğu var olarak değerlendirildi. Hastaların demografik özelliklerinin yanı sıra an�kor durumu, uyku semptomları (horlama, tanıklı apne, gündüz uykululuğundan en az biri), ek hastalıkları, ilaç kullanımı sorgulandı. Hastalık ciddiye� için MG’ye spesifik skorlama yöntemleri kullanıldı (QMG: quan�ta�ve MG scale ve MGFA: MG founda�on of America classifica�on). Olguların spirometrik ölçümleri yapıldı.

Bulgular:

Hastaların 37’si kadın, 17’si erkek�. Ortalama yaş 48±14,9 yıl, BMI 28,4 ±5,44, hastalık süresi 11±7,74 yıldı. Hastaların hepsi MGFA grup II idi. Yirmidört hasta seropozi�f, 17 hasta an�-MuSK pozi�f, 13 hasta seronega�i. Hastaların %40,7’sinde (n:22) uyku bozukluğu (PUKİ total>5), %7,4’ünde aşırı gündüz uykululuğu (EUS skoru>10) saptandı. PUKİ alt komponentleri ile yaş, BMI, uyku semptomları, QMG-göz, QMG-ekstremite, saturasyon parametreleri arasında korelasyon saptandı. ESS ile bir tek BMI arasında anlamlı ilişki vardı. PUKI 1 ve 6 ile parametreler arasında herhangi bir ilişki saptanmadı.

Sonuç:

Stabil ve hafif evre MG hastalarında uyku kalitesinin bozukluğu sık görülürken aşırı gündüz uykuluk hali daha az saptandı. BMI, uyku semptom varlığı ve QMG-ekstremite skorunun gündüz disfonksiyonuna (PUKI 7) etkisi dikkat çekiciydi.

PS127

ZONGULDAK İLİ UZUN YOL ŞOFÖRLERİNDE UYKU APNE SENDROMU SIKLIĞI VE TRAFİK KAZALARI İLİŞKİSİ

MUHAMMED EMİN AKKOYUNLU , REMZİ ALTIN , LEVENT KART , FIRAT UYGUR , MELTEM TOR ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD

Amaç:

Obstrük�f Uyku Apne Sendromu (OUAS) toplumda sık görülen ve komplikasyonları nedeni ile görülme sıklığından daha büyük populasyonu etkileyen bir hastalık�r. Hastalığın bölgesel sıklığının saptanması ve komplikasyonlarla ilişkili semptomların tespi� toplum sağlığını koruma açısından çok önemlidir. Bu çalışmanın amacı Zonguldak ilinde yerleşik olan uzun yol şoförlerinde OUAS sıklığını ve buna ek olarak, OUAS semptomlarını ve bunların toplumsal boyutu olan trafik kazaları ile ilişkisini ortaya koymak�r.

Gereç ve Yöntem:

Zonguldak il merkezinde yerleşik 241 uzun yol şoförüne yüz yüze görüşme yöntemiyle anket formu dolduruldu. OUAS açısından klinik olarak yüksek olasılıklı 42 olguya 1 gece polisomnografi yapıldı.

Bulgular:

Çalışmaya ka�lan olguların ortalama yaşları 42.23 (±9,85) idi. Horlama %56 (n:135), gün içi uyuklama %26.6 (n:64) ve tanıklı apne %11.6 (n:28) olguda saptandı. Çalışmamızda apne-hipopne indeksi (apne hipopne indeksi) AHİ≥5 kabul edildiğinde OUAS prevalansı % 14.1 olarak saptanmış�r. OUAS komplikasyonu gelişimi açısından riskli kabul edilen orta-ağır grup, OUAS’lıların %67.6’sını oluşturmaktaydı. OUAS saptanan ve saptanmayan gruplar semptomlar açısından kıyaslandığında OUAS’ın majör (horlama, gün içi aşırı uykululuğu, tanıklı apne) ve diğer semptomları (konsantrasyon ve ha�za bozukluğu, kişilik değişikliği, aşırı sinirlilik vb.), açısından anlamlı düzeyde farklılık saptandı. Çalışmaya ka�lan olguların %25.6’sı trafik kazası geçirmiş�r. Geçirilen trafik kazası sayısının meslekte geçen yıla oranı ile AHİ arasında anlamlı güçlü ilişki mevcu�u (r:0.571-p<0.005).

Sonuç:

Sonuç olarak Zonguldak ilindeki uzun yol şoförlerinde OUAS prevalansı tahmin edilen Türkiye sıklığının çok üstündedir. Hastalığın derecesi trafik kazası riski ile doğrudan ilişkili olup bu boyutu ile de ciddi bir sosyal sorun durumundadır.

Page 190: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

189

PS128

OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMU OLGULARINDA GÜNDÜZ HİPERKARBİSİ İLE İLİŞKİLİ FAKTÖRLER

SEVDA ŞENER CÖMERT , BANU SALEPÇİ , MUHARREM TOKMAK , ALİ FİDAN , BENAN ÇAĞLAYAN , GÜLŞEN SARAÇ DR.LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Çalışmamızın amacı OUAS olgularında gündüz hiperkarbi oranını ve gündüz hiperkarbisinin ortaya çıkmasını etkileyen faktörleri incelemek�r.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya hastanemiz uyku polikliniğine başvuran ve polisomnografi ile OUAS tanısı konulan 349 olgu alındı. Hastaların demografik özellikleri, vücut kitle indeksi(VKİ), gündüz arter kan gazı değerleri, spirometrik değerleri, apne-hipopne indeksi(AHİ), apne indeksi(Aİ), minimum SpO2, oksijen desatürasyon indeksi(ODİ) kaydedildi.VKİ ≥30kg/m2 obezite, PaCO2≥45mmHg değeri hiperkarbi, %FEV1<70 obstrüksiyon, %FEV1≥70 ve FVC<%80 restriksiyon olarak kabul edildi. OUA’li olgular içerisindeki gündüz hiperkarbi oranı ve bu oran ile ilişkili faktörler incelendi. İsta�s�ksel analizler ki-kare, Mann-Whitney U ve logis�c regresyon analizi ile yapıldı.

Bulgular:

Çalışmaya alınan olguların yaş ortalamaları 49.6±11.4(19-81) olup, 111(%31.8)’i kadın, 238(%68.2)’i erkek�. Olguların 105(%30)’inde gündüz hiperkarbi saptandı. 216(%61.9) olguda obezite, solunum fonksiyon testlerinde 34(%9.7) olguda obstrüksiyon, 60(%17.2) olguda ise restriksiyon olduğu görüldü. 22(%6.3) olguda obezite, obstrüksiyon ve restriksiyon olmadan yalnız OUAS’na bağlı gündüz hiperkarbi (saf hiperkarbi) saptandı. Gündüz hiperkarbisi ile obezite ve obstrüksiyon arasında anlamlı ilişki olduğu görüldü(p=0.002,p<0.0001). Logis�c regresyon analizi ile incelendiğinde hem obezite hem de obstrüksiyon varlığının gündüz hiperkarbi gelişmesinde ayrı ayrı risk faktörü olduğu görüldü. Olgularda saf hiperkarbi görülmesi ile VKİ, FVC ve FEV1 değerleri arasında ileri derecede anlamlı ilişki saptandı(p<0.0001). Ayrıca saf hiperkarbi görülmesi ile %FEV1, ODİ ve AHİ değerleri arasında anlamlı ilişki olduğu görüldü(p=0.011,p=0.022,p=0.016). Ancak saf hiperkarbi görülmesi ile Aİ arasında ilişki saptanmadı(p=0.272).

Sonuç:

OUAS olgularında gündüz hiperkarbi görülme oranını ve bunun ortaya çıkmasını obezite ve obstrüksiyon varlığının etkilediğini saptadık. Saf hiperkarbi görülmesinin ise VKİ, FVC, FEV1, %FEV1, ODİ ve AHİ ile ilişkili olduğunu saptadık.

PS129

OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMLU HASTALARIN PAP TEDAVİSİNE UYUMU

BANU ERİŞ GÜLBAY , TURAN ACICAN , BUKET AKDOĞAN , ZEYNEP PINAR ÖNEN ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD

Amaç:

Posi�ve Airway Pressure (PAP), Obstrük�f uyku apne sendromu (OUAS) tedavisinde temel yaklaşımıdır. Ancak, PAP tedavisi önerilen OUAS’lu hastaların; bu tedaviyi kabullenip, gereken sürede düzenli olarak kullanımı ile ilgili önemli sıkın�lar bulunmaktadır. Çalışmamızda, OUAS’lu hastaların PAP tedavisine uyumunu ve bunda belirleyici olan faktörleri değerlendirmeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Uyku laboratuarımıza Kasım 2005-Mayıs 2008 tarihleri arasında uykuda solunum bozuklukları yakınmaları ile başvuran 524 hastadan, PAP reçetelenen 79 OUAS’lu (13 orta, 58 ağır OUAS, 3 OHS: 20 BiPAP/59 CPAP) hastanın dosyası, takip bilgileri retrospek�f olarak incelendi. Telefon ile hastaların PAP tedavi uyumları ve karşılaş�kları sorunlar değerlendirildi.

Bulgular:

Çalışmaya dâhil edilen 79 hastadan 12’sinin takip bilgilerine ulaşılamadı. Hastaların 41’i (% 51.9) PAP cihazını düzenli olarak kullandığını ifade e . Ortalama 20.2 ± 2.1 (6-47) aydır PAP kullanmakta olan hastaların, PAP cihazını kullanma süresi 6.4± 0.2 (3-7 ) gece/haa ve 6.0 ± 0.8 (2-8) saat/gece olarak saptandı. Hastaların 28’i (%68.3) PAP’ı her gece kullandığını, geriye kalan 13’ü (%31.7) ise düzensiz kullandıklarını ifade e . PAP kullanımına bağlı tarif edilen en önemli sorunlar (%31.3) burunda konjesyon ve maskenin yarağı rahatsızlık hissi (%23.9) idi. PAP kullanmayan hastalardaki temel yakınmanın (%43.3) cihazla uyuyamamak olduğu görüldü.

Sonuç:

PAP kompliansında; yaş, cinsiyet ve eği�m durumu ile OUAS şidde�nin etkili olmadığı, buna karşılık gündüz aşırı uykululuk hali, noktürnal desatürasyon yüzdesi ile gece ölçülen en düşük oksijen satürasyonunun belirleyici olduğu gösterilmiş�r. PAP tedavisinde hasta eği�mi ve hasta takibinin; uyum açısından riskli grupların dikkate alınarak düzenlenmesi uzun süreli tedavi başarısının arrılmasında önemli olacak�r.

Page 191: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

190

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

PS130

KALP HIZI DEĞİŞKENLİĞİ VERİLERİ AÇISINDAN OBSTRÜKTİF UYKU APNE HİPOPNE SENDROMLU HASTALARLA NORMAL TOPLUMUN KARŞILAŞTIRILMASI

LEVENT KARASULU , PINAR ÖZKAN , SİNEM SÖKÜCÜ , LEVENT DALAR , ATİLLA UYSAL , SEDAT ALTIN YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARŞ.HAST.

Amaç:

Obstrük�f uyku apne hipopne sendromu(OSAS) toplumsal sıklığı ve yüksek mortalite ve morbiditeye yol açması nedeniyle yoğun ilgi uyandırmaktadır. Tanıda al�n standart polisomnografidir(PSG). Ancak PSG hem son derece maliyetli hem de hantal bir incelemedir. Henüz OSAS taraması için geliş�rilmiş ucuz ve uygulanabilir bir yöntem saptanmamış�r. Çalışmamızın amacı tek kanal elektrokardiogramdan uyku süresince elde edilen kalp hızı değişkenliği(HRV) verilerinin OSAS lı ve normal toplum arasında gösterdiği farkı incelemek�r.

Gereç ve Yöntem:

Ekim 2006 ile mart 2008 tarihleri arasında hastanemiz uyku laboratuarına başvurarak polisomnografi yapılan 51 kişi çalışmaya dahil edildi. Bu kişilerin hiçbirinde otonom sinir sistemini etkileyen ilaç kullanımı, diabetes mellitus, �roid fonksiyon bozukluğu,bilinen kardiovaskuler hastalık yoktu. Polisomnografilerinde apne hipopne indeksi(AHI)≥ 15 bulunanlar olgu grubuna dahil edilirken AHI≤5 bulunanlar kontrol grubuna dahil edildi.

Bulgular:

Kontrol ve OSAS gruplarının yaşları sırasıyla 48±11 ve 49±10du. Kontrol grubunun ve olgu grubunun AHI(2.8±0.3 vs56.7±26.1) SDNN(75±25 vs98±32), SDNNindeks(52±25 vs76±30), nuLF(0.66±0.09 vs 0.75±0.12),nuHF(0.31±0.09 vs 0.22±0.11), HF/LF(2.46±1.33 vs4.79±3.63) trianguler indeks(13±3 vs 17±5) değerleri arasındaki fark ista�s�ksel olarak anlamlıydı.

Sonuç:

Tek kanal EKG den elde edilen HRV verileri OSAS lı ve normal hastalar arasında ciddiye alınabilir farklar göstermektedir. Özellikle LF/HF oranı OSASlı hastalarda normallere göre oldukça yüksek�r. Tek kanal EKG OSAS taramasında üzerinde çalışabilir bir incelemedir

PS131

OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMLU HASTALARDA FİZİKSEL AKTİVİTE DÜZEYİ VE FONKSİYONEL PARAMETRELER ARASINDAKİ İLİŞKİ

HAYRİYE KUL KARAALİ 1, DUYGU ILGIN 1, SEVGİ ÖZALEVLİ 1, OYA İTİL 2 1 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON YÜKSEKOKULU 2 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Çalışmamız; Obstrük�f Uyku Apne Sendromlu hastalarda fiziksel ak�vite düzeyi ve fonksiyonel parametreler arasındaki ilişkinin belirlenmesi amacıyla yapılmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmamıza, apne-hipopne indeksi 15 ve üstü olan 19 (2K, 17E) olgu dahil edildi. Olguların; solunum kapasitesi (solunum fonksiyon tes�), egzersiz kapasitesi (6 dakika yürüme tes� (6DYT)) dispne ve bacak yorgunluk şidde� (Modifiye Borg Skalası), hastalığa özel yaşam kalitesi (Uykunun Fonksiyonel Sonuçları Anke� (FOSQ)), genel sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi (Kısa Form-36 (SF-36)) ve fiziksel ak�vite düzeyi (Fiziksel Ak�vite Düzeyi Anke� ) değerlendirildi.

Bulgular:

Olgularımızın, yaş ortalaması 54.42 ± 13.15, desatürasyon yüzdesi 71.81 ± 12.87 ve apne-hipopne sayısı 40.56 ± 24.94 idi. Fiziksel ak�vite düzeyi ile efor dispnesi, bacak yorgunluk şidde�, %FVC, %FEV1, 6DYT sonrasında algılanan dispne, yorgunluk şidde� ve SpO2, SF-36’nın fiziksel fonksiyon, fiziksel, emosyonel rol kısıtlılığı ve ağrı kategorilerinin korele olduğu bulundu (p<0.05). Ayrıca apne-hipopne indeksi ile yürüme mesafesi arasında ista�s�ksel olarak anlamlı derecede korelasyon olduğu saptandı ( p<0.05).

Sonuç:

OUAS’lı hastalarda; egzersiz kapasitesinde azalma meydana gelmeden önce algılanan hastalık semptomları, solunum fonksiyon testleri ve yaşam kalitesi etkileniminin ortaya çık�ğı bulundu. Ve bu parametrelerdeki değişikliklerin fiziksel ak�vite düzeyindeki düşüşle ilişkili olduğu belirlendi. Bu sonuçlar, klinik değerlendirme kapsamında fiziksel ak�vite düzeyi belirlenmesine yönelik yaklaşımlara hastalığın en erken dönemlerinden i�baren önem verilmesi gerek�ğini düşündürmüştür.

Page 192: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

191

PS132

OVERLAP SENDROMUNDA GÜNDÜZ AŞIRI UYKULULUK

HACER KUZU OKUR 1, ZERRİN PELİN 2, ZUHAL KARAKURT 1, TURAN KARAGÖZ 1, TÜLİN KUYUCU 1 1 SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ UYKU ÜNİTESİ 2 ERENKÖY RUH VE SİNİR HASTALIKLARI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ NÖROLOJİ KLİNİĞİ

Amaç:

Gündüz aşırı uykululuk(GAUH), Obstrük�f uyku apne (OSA) ‘nın en önemli semptomlarından biridir.Uyku fragmantasyonu, hipoksi gibi bazı faktörler GAUH’ne neden olur.Bu çalışmada OSA ile birlikte kronik obstrük�f akciğer hastalığı(KOAH)(overlap sendromu) bulunan hastalarda GAUH nedenleri araş�rılmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Overlap sendromu tanısı olan, 8 saatlik polisomnografi(PSG) kaydında total uyku süresi 5,5 saa�en fazla olan , 41 hasta çalışmaya alındı. Hastalar PaCO2 düzeyine göre iki gruba ayrıldı.Hiperkarbik grup PaCO2 > 45 mmHg iken normokapnik grup PaCO2< 45 mm Hg olarak belirlendi.Demografik özellikler,solunum fonksiyon tes�,vücut kitle indeksi (BMI), PSG sonuçları ve Epworth uykululuk scalası(ESS) dahil gündüz uykululuk verileri değerlendirildi.İsta�s�ksel analizlerde,student t-test ve Fisher’s exact test kullanıldı ve p<0.05 ista�s�ksel olarak anlamlı olarak değerlendirildi.

Bulgular:

Hastalarda yaş (35-77) arasında,%80 erkek,BMI ortalaması 36±7 olarak bulundu.Hiperkapnik grupta 16 hasta(%39) , kalan 25 hastada normokapnik grupta(%61) idi.Hiperkapnik grubun hepsinde(%100), 25 normokapnik hastadan yalnızca 9’unda(%36) ESS 10 ve üzerinde bulundu(p<0.001).Ortalama %REM hiperkapnik grupta (10.15±6.25), normokapnik gruba(15.80±7.78) göre daha kısa bulundu p<0.01.Noktürnal desatürasyon düzeyi her iki grupdada ista�s�ksel olarak anlamlı fark göstermedi.Diğer bütün parametreler her iki grupdada benzerdi.

Sonuç:

GAUH overlap sendromunda hiperkapnik grupta daha belirgindir.Overlap sendromunda hiperkapni GAUH’ni belirlemede diğer noktürnal parametrelere oranla daha önemli bir faktördür.

PS133

OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMU OLGULARINDA CPAP UYUMUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ

ÖZEN KAÇMAZ BAŞOĞLU , PINAR TAŞKIRANLAR EGE ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI

Amaç:

Nazal CPAP, obstrük�f uyku apne sendromu (OUAS)’nda bilinen en etkili tedavidir. Gecede en az 4 saat kullanım dikkate alındığında CPAP uyumu %29-83 arasında değişmektedir. Bu çalışmada CPAP uyumunun değerlendirilmesi amaçlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Orta-ağır OUAS tanısı konularak CPAP tedavisi verilen 45 ardışık hastadan 9’unun (%20) CPAP cihazını hiç almadığı anlaşılmış�r. CPAP tedavisi alan 36 hasta (28’i erkek, yaş ortalaması 55±11) çalışmaya alınmış�r. CPAP uyumu olan ve olmayan hastaların klinik ve laboratuvar özellikleri karşılaş�rılmış�r.

Bulgular:

Yedi hastada (%15) CPAP uyumunun olmadığı, %85’inin ise düzenli kullandığı saptanmış�r. CPAP uyumu olan hastalarla olmayanlar arasında yaş, cinsiyet, beden kitle indeksi, alışkanlıklar, ek hastalık varlığı, Epworth uykululuk skalası (ESS), kan gazı parametreleri, OUAS yakınmaları ve uykuda minimum oksijen satürasyonu açısından fark olmadığı gözlenmiş�r. CPAP uyumlu grupta FVC (3.4 L’ye karşı 4.4 L, p=0.028) ve FEV1 (2.7 L’ye karşı 3.5 L, p=0.025) değerleri daha düşük, apne-hipopne indeksi (AHİ) daha yüksek (56/sa karşı 39/sa, p=0.025) bulunmuştur. Uyumlu hastalarda CPAP tedavisi ile ESS 14’ten 2’ye düşerken, uyumsuzlarda yalnızca 11’den 8’e düştüğü gözlenmiş�r (p=0.0003). CPAP uyumu olmayan hastalarda tedavi ile ilişkili yan etkiler %43 oranında bildirilirken, uyumlu hastalarda yan etki saptanmamış�r (p=0.005)

Sonuç:

Bu çalışmada hastaların %20’sinin CPAP tedavisini baştan redde ği ve kabul edenlerde ise uyumunun iyi (%81) olduğu gösterilmiş�r. Ayrıca başlangıç AHİ daha yüksek olan, gündüz uykululuğunda belirgin düzelme saptanan ve az yan etki gözlenen hastaların CPAP uyumu daha iyi bulunmuştur.

Page 193: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

192

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

PS134

OVERLAP SENDROMU İLE OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMU OLGULARININ KARŞILAŞTIRILMASI

ÖZEN KAÇMAZ BAŞOĞLU , ALEV GÜRGÜN , M. SEZAİ TAŞBAKAN , FEZA BACAKOĞLU , PINAR TAŞKIRANLAR EGE ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ

Amaç:

OVS ve OUAS olgularının klinik ve laboratuvar özelliklerinin retrospek�f olarak araş�rılmasıdır.

Gereç ve Yöntem:

Kliniğimiz uyku laboratuvarında OVS tanısı konulmuş 75 olgu (yaş ortalaması 59.8±11.1, 50’si erkek), aynı dönemde OUAS tanısı almış -yaş ve cinsiyet açısından uyumlu- 150 olgu (yaş ortalaması 58.1±6.5, 104’ü erkek) ile karşılaş�rılmış�r.

Bulgular:

Yetmiş beş OVS olgusunun %58.7’sini KOAH, %33.3’ünü as�m ve %8.0’ını diğer akciğer hastalıkları oluşturmaktaydı. Beden kitle indeksinin OVS olgularında OUAS’lilere göre daha yüksek (33.4 kg/m2’ye karşı 30.5 kg/m2, p=0.0004); OVS olgularında %69.3 ve OUAS grubunda %46.0 oranında obezite saptanmış�r (p=0.001). Boyun çevresi, OVS olgularında 42.8±4.6 cm ve OUAS olgularında 40.4±3.6 cm olarak ölçülmüştür. (p<0.0001). Boyun çevresi erkeklerde 43 cm, kadınlarda 38 cm ve üzerinde olan olguların oranı OVS grubunda %66.7, OUAS’da %40.0 (p=0.0002). Alkol ve seda�f kullanımı açısından iki grup arasında fark bulunmazken, 59 OVS olgusunun (%78.7) halen sigara iç�ği veya bırak�ğı, bu oranın OUAS grubunda %60.7 olduğu gözlenmiş�r (p=0.007). OVS olgularında akciğer fonksiyonları (FVC, FEV1, FEV1/FVC oranı), PaO2 ve oksijen satürasyonu OUAS grubundan düşük, PaCO2 yüksek�r (p<0.0001). Ek hastalık varlığı, Epworth uykululuk skalası, apne-hipopne indeksi ve OSAS sınıflaması açısından ise iki grup arasında anlamlı fark saptanmamış�r.

Sonuç:

OVS olgularında, OUAS olgularına göre beden kitle indeksi, boyun çevresi ve parsiyel karbondioksit basıncının daha yüksek, akciğer fonksiyonları, parsiyel oksijen basıncı ve satürasyonunun daha düşük olduğu gösterilmiş�r.

PS135

OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMLU HASTALARDA NONİNVAZİV MEKANİK VENTİLASYON TEDAVİSİNE UYUMU ETKİLEYEN FAKTÖRLER

MERAL UYAR , NERİMAN AYDIN , OSMAN ELBEK , NİLÜFER ÇİFÇİ , NAZAN BAYRAM , ERHAN EKİNCİ GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ

Amaç:

Obstrük�f uyku apne sendromu (OSAS) tedavisinin temelini oluşturan noninvaziv mekanik ven�lasyon tedavisine uyumu etkileyen faktörleri saptamak.

Gereç ve Yöntem:

Haziran 2006-2008 yılları arasında uyku laboratuvarınca OSAS tanısı konulan ve noninvaziv mekanik ven�lasyon tedavisi verilen 108 hastanın tedavi uyumlarını ve uyumu etkileyebilecek faktörleri telefon anke� eşliğinde değerlendirildi.

Bulgular:

Noninvaziv mekanik ven�lasyon tedavisi önerilen hastalarda erkek/kadın oranı üç; ortalama yaş 52,2±12,3 idi. Olguların %71,3’i önerilen tedavi cihazını temin etmiş�. Tedavi cihazını temin edenlerle etmeyenler arasında cinsiyet, yaş, medeni durum, eği�m düzeyi, OSAS yakınması, komorbid hastalık varlığı ve sosyal güvenlik kurumları açısından farklılık yoktu (p>0,05). Benzer biçimde epworth ve apne-hipopne indeksi açısından da her iki grup arasında farklı değildi. Noninvaziv mekanik ven�lasyon cihazını temin eden hastaların %68,8’i cihazı halen kullanmaktaydı. Hastaların cihazı kullanımı süresi ortalama 6,3±2,3 saat idi. Cihaz kullananlarla kullanmayanlar arasında yaş, cinsiyet, eği�m düzeyi, OSAS yakınması, komorbid hastalık varlığı, epworth, apne-hipopne indeksi, cihazda nemlendirici varlığı ve cihaz eği�mi verilmesi açısından fark yoktu (p>0,05). Cihaz kullanımından memnun olan hastalar cihaz kullanımından memnun olmayanlara göre (p=0,057); eşleri cihaz kullanımından memnun olan hastalar memnun olmayanlara göre (p=0,001) anlamlı oranda tedaviye daha yüksek uyum göstermekteydi.

Sonuç:

OSAS tanılı hastalarda noninvaziv mekanik ven�lasyon tedavisine uyumu arran faktörler hastanın veya hastanın yatak partnerinin cihaz kullanımından memnun olmasıdır.

Page 194: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

193

PS136

OBSTRÜKTİF UYKU APNE OLGULARINDA POZİTİF HAVA YOLU BASINCI TİTRASYONUNU ETKİLEYEN FAKTÖRLER

NESRİN KIRAL , BANU SALEPÇİ , SEVDA ŞENER CÖMERT , ALİ FİDAN , MUHARREM TOKMAK , BENAN ÇAĞLAYAN DR.LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ

Amaç:

CPAP Ostrük�f Uyku Apne Sendromu(OUAS) olgularının tedavisinde al�n standart olmakla birlikte bazı olgularda BİPAP ile başarılı olunmaktadır. Çalışmamızın amacı OUAS olgularında Pozi�f havayolu basıncı(PAP) �trasyonundaki basıncı etkileyen faktörleri incelemek�r.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya tüm gece polisomnografi(PSG) ile OUAS tanısı konulmuş, kalp yetmezliği, nörolojik hastalık ve santral uyku apnesi olmayan 301 olgu alındı. PAP �trasyonu PSG al�nda manuel veya oto-CPAP ile yapıldı. CPAP ile başarılı olunamayan olgularda aynı gece BİPAP ile devam edildi. KOAH ve Obesite hipoven�lasyonu olan olgularda direkt BİPAP ile �trasyon yapıldı. Olguların oksijen desatürasyon indeksi(ODİ), minimum SpO2, apne –hipopne indeksi(AHİ), apne indeksi(Aİ), vücut kitle indeksi(VKİ), CPAP ve BİPAP basınçları, solunum fonksiyon tes� parametreleri( FVC,%FVC,%FEV1) kaydedildi. Kaydedilen bu parametreler ile PAP basıncı arasındaki korelasyona bakıldı. İsta�ksel analiz Pearson Correla�on tes� ile yapıldı.

Bulgular:

Olguların yaş ortalaması 50.86±10.2(19-78) olup, 78(%25.9)’i kadın 223(%74.1)’ü erkek�. CPAP 241(%80.1) hastaya, BİPAP 60(%19.9) hastaya uygulandı. Ortalama ODİ:48.2±24.3, min.SpO2:71.0±14.4, AHİ:53.8±23.8, Aİ:32.8±27.0, VKİ:33.4±6.4, CPAP:9.7±2.2, IPAP:14.5±3.2, EPAP:9.2±2.5 cmHO2 saptandı. CPAP basıncı ile ODİ(p=0.003 r=0.193), min.SpO2(p=0.04 r= - 0.133), AHİ(p= 0.018 r=0.154), Aİ( p<0.0001 r=0.259) ile orta düzeyde korelasyon saptandı. CPAP basıncı ile spirometrik parametreler ve VKİ’i arasında ilişki bulunmadı. IPAP ile ODİ(p=0.044 r=0.259), AHİ(p<0.0001 r=0.458) AI(p<0.0001 r=0.522), %FEV1(p=0.038 r=0.283) ile orta korelasyon bulundu. IPAP ile FVC, %FVC arasında ilişki saptanmadı. EPAP ile AHİ(p<0.001 r=0.412), AI(p<0.0001 r=0.445), %FEV1(p=0.017 r=0.324), FVC(p=0.026 r=0.304), %FVC(p=0.033 r=0.291) ile orta korelasyon bulundu. VKİ, minSpO2 ile EPAP ile İPAP arasında korelasyon yoktu.

Sonuç:

Op�mum PAP’ı başta Aİ olmak üzere ODİ, AHİ’nin etkilediği saptandı. FEV1’in IPAP ve EPAP’ı etkilediği görüldü. VKİ’nin PAP �trasyonu üzerinde etkili olmadığı belirlendi.

PS137

YATAN HASTALARDA OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMU SEMPTOM PREVALANSI

SEMA NUR ÇALIŞKAN , ÖMER TAMER DOĞAN , SEFA LEVENT ÖZŞAHİN , GONCA KILINÇ , İBRAHİM AKKURT CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HAST. AD.

Amaç:

Bu çalışmada amacımız A �pi çalışma uygulayarak toplumda çok fazla bilinmeyen OUAS’ın yatan hastalarda semptom prevalansını saptamak�r. Ayrıca, semptomların hastalıklarla ilişkisinin saptanması ve böylece hastaların ve sağlık personelinin OUAS semptomları olan ve ilişkili hastalıkları olan kişilerin polisomnografi ünitelerine yönlendirilmesi konusunda aydınla�lması hedeflenmiş�r.

Gereç ve Yöntem:

Toplam 612 hastayla yüz yüze görüşülerek anket uygulandı. Çalışmaya Yoğun Bakım, Pediatri, Psikiyatri, Acil, Göğüs Hastalıkları servisleri dışındaki servislerde yatan hastalar alındı.

Bulgular:

Çalışmamızda horlama oranı %48, tanıklı apne oranı %12.4, GAUH (gündüz aşırı uykululuk hali) oranı %37.3, her üç semptomun birlikteliği oranı ise %5.2 idi. Horlama, tanıklı apne, her üç semptomun birlikteliği oranları beden kitle indeksi (BKİ) 29 kg/m2 ve üzerinde olanlarda, alkol kullananlarda ve koroner arter hastalığı olanlarda anlamlı olarak daha yüksek�. Horlama ve tanıklı apne, ÜSY patolojileri olan hastalarda daha fazla oranda saptandı. GAUH diyabetes mellitus, serebrovasküler hastalık, kronik böbrek yetmezliği hastalarında daha fazla oranda görülmekteydi. Horlama işçilerde ve çalışmayan grupta daha fazla oranda görülmekte idi.

Sonuç:

Sonuç olarak; majör semptomları olan özellikle OUAS için sebep ve sonuç olabilecek hastalıkları olan yatan hastalarda OUAS düşünülmeli ve bu hastalar PSG labaratuvarlarna yönlendirilmelidir.

Page 195: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

194

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

PS138

GERİATRİK HASTALARDA OBSTRUKTİF UYKU APNE SENDROMU

ÖZGE ORAL 1, OYA İTİL 1, İBRAHİM ÖZTURA 2, BARIŞ BAKLAN 2, MELİH KAAN SÖZMEN 3 1 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ NÖROLOJİ ANABİLİM DALI 3 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI

Amaç:

Bu çalışmadaki amacımız hastanemiz uyku bozuklukları merkezinde obstruk�f uyku apne sendromu (OSAS) ön tanısıyla polisomnografi yapılmış geriatrik yaş grubu ( yaş ≥ 65 ) hastalarda OSAS profilini araş�rmak�.

Gereç ve Yöntem:

Retrospek�f olarak Aralık 2007 ve Aralık 2008 tarihleri arasında polisomnografi yapılmış 53 hasta incelendi. 48 tanesinin apne hipopne indeksi (AHI) OSAS ile uyumluydu. Bu hastaların vücut kitle indeksleri (BMI), toplam uyku süreleri, uyku latansları, uyku etkinlikleri, AHI, en düşük oksijen saturasyon değerleri ve komorbiditeleri incelendi.

Bulgular:

Hastaların % 75.5’i erkek , % 24.5’i kadındı. Hastaların ortalama BMI 28.9 (kadın: 32.1, erkek: 27.9), ortalama toplam uyku süreleri 352.5 dakika (kadın: 369.9 dakika, erkek: 346.8 dakika), ortalama uyku latansı 17.3 dakika (kadın: 20.5 dakika, erkek: 16.4 dakika), ortalama uyku etkinliği % 77.6 (kadın: % 79.1, erkek: % 77.1), ortalama AHI 30.08 (kadın: 29.2, erkek: 30.37), ortalama en düşük oksijen saturasyonu değerleri % 79.6 (kadın: % 75, erkek: % 81.2) olarak saptandı. % 58.5’inde (erkek: % 71, kadın: % 29) komorbidite saptandı. En sık görülen komorbiditeler sırasıyla koroner kalp hastalığı (% 25.8), hipo�roidi (% 22.5), diabetes mellitus (% 16.1; kadın: % 60, erkek: % 40), malignite (% 12.9), hiperlipidemi (% 12.9), KOAH (% 9.6 ) ve diğer hastalıklardı. Hastaların % 18.7’si hafif, % 35.4’ü orta, % 45.8’i ağır OSAS olarak saptandı. Ağır OSAS’lı hastaların % 81.8’inin erkek olduğu saptandı.

Sonuç:

Geriatrik hastalarda orta ve ağır OSAS oranı hafif OSAS’tan daha fazlaydı. En sık OSAS ile birlikte görülen komorbidite koroner kalp hastalığıydı. Erkeklerde OSAS ve komorbidite kadınlardan daha fazlaydı ancak sadece diabetes mellitus kadınlarda erkeklerden daha fazla saptandı. BMI kadınlarda erkeklerden daha fazlaydı.

PS139

(Bu bildiri yazarları tara�ndan geri çekilmişr.)

PS140

CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ UYKU MERKEZİNİN ÖN SONUÇLARI

AYŞEN ÖZ 1, AYLİN ÖZGEN ALPAYDIN 1, IŞIN KONYAR ARSLAN 1, PINAR ÇELİK 1, TUĞBA GÖKTALAY 1, HİKMET YILMAZ 2 1 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ NÖROLOJİ ANABİLİM DALI

Amaç:

Çalışmamızda Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi uyku merkezine başvuran hastaların özelliklerinin ve obstrük�f uyku apne sendromu (OSAS) tanısı ile ilişkili etmenlerin değerlendirilmesi amaçlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Merkezimiz Eylül 2005’te açılmış olup bugüne kadar 1130 hasta değerlendirilmiş; bunların 813’üne polisomnografi (PSG); 300’üne �trasyon yapılmış ve 450 hasta OSAS tanısı almış�r. Bu araş�rmada 116 kayıt değerlendirilebilmiş�r.

Bulgular:

Araş�rmaya alınan hastaların yaş ortalaması 45,5±14,5’dir; %62’si erkek�r. Hastaların %45’i Nöroloji, %26’sı Kulak Burun Boğaz (KBB) ve %7’si Göğüs Hastalıkları kliniği tara�ndan yönlendirilmiş�r. %73 hasta OSAS ön tanısıyla incelenmiş�r. PSG için ortalama randevu süresi 84,2 gündür. Hastaların %35’inin KBB bakısı yapılmış�r. KBB bakılarının %62,5’i PSG’den sonra yapılmış�r. Göğüs hastalıkları bakısı yapılan hasta oranı %9’dur ve %70’i PSG’den sonra yapılmış�r. Raporlar PSG’den sonra ortalama 56,8 günde yazılmış�r. Son tanılar hastaların çoğunda (%73,3) OSAS’�r. Titrasyonu için randevu süresi ilk PSG’den sonra ortalama 124,1 gündür. Ön tanısı OSAS olan 79 hastanın 72’si PSG sonrası OSAS tanısı almış�r. Ön tanılar ile son tanılar anlamlı derecede uyumludur (p<0,01).

Sonuç:

Sonuç olarak, iki yataklı uyku merkezinin kapasitesi arrıldığında OSAS’lı hastaların hem tanı hem de tedavi sürecindeki gecikmelerin önüne geçilecek ve sağlık hizme� daha iyi olacak�r.

Page 196: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

195

PS141

UYKU LABORATUVARINA BAŞVURAN KADIN VE ERKEKLERDE KLİNİK PREZENTASYON FARKLI MIDIR?

NEŞE DURSUNOĞLU , SİBEL ÖZKURT PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİMDALI

Amaç:

Obstrük�f uyku apne (OSA)’lı kadınlar, ailesel yaşam tarzlarına ve sosyo-kültürel faktörlere bağlı olarak olduğundan daha az teşhis edilebilmektedir. Bu çalışmada, uyku kliniğimize başvuran hastalarda başvuru semptomları ve eşlik eden medikal hastalıklar açısından cinsiyet farklarını incelemeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Uyku kliniğine başvuran 20 kadın (%21) ve 71 erkek (%78), toplam 91 hasta çalışmaya alındı. Hastalardan detaylı bir uyku anamnezi ve medikal anamnez alındı. Tüm hastalar Epworth uykululuk skalası (ESS) ile sorgulandı ve tüm gece diyagnos�k uyku çalışmasına yapıldı. Apne ve hipopnelerin toplam sayısı saat başına olarak hesaplandı ve apne-hipopne indeksi (AHİ) olarak verildi

Bulgular:

Yaş, beden kitle indeksi, kan basınçları ve ESS kadın ve erkek arasında önemli bir fark göstermezken, AHİ erkekte (29.1±22.7) kadınlardan (17.9±17.7, p<0.05). anlamlı ölçüde daha yüksek�. Horlama kadın (%95) ve erkekte (%90) en sık semptom idi. Başvuru yakınmaları arasında, sadece sabah başağrısı (12 kadın %60 ve 31 erkek %43 p: 0.04) ve sabah ağız kuruması (10 kadın %50 ve 57 erkek %80) kadın ve erkek arasında fark gösterirken, medikal hastalıklar arasından sadece hipo�roidizm (4 kadın %20 ve 3 erkek %4 p=0.03) ve depresyon (9 kadın %45 ve 16 erkek %22 p=0.02) kadında erkeğe göre ista�s�ksel olarak daha yüksek bulundu.

Sonuç:

Birinci basamaktaki hekimler kadındaki OSA konusunda uyanık olmalı ve sabah başağrısı gibi nonspesifik semptomlarla gelinse bile uyku çalışması için gönderilen hastanın önemini bilmelidirler. Hipo�roidizim ve depresyon da özellikle kadında uyku bozuklukları ile ilişkilidir.

PS142

APNE-HİPOPNE İNDEKSİ İLE AKCİĞER VOLÜMLERİ VE HAVA YOLU REZİSTANSI ARASINDAKİ İLİŞKİNİN TANIMLANMASI

GÜLGÜN ÇETİNTAŞ , GÜLFEM YURTERİ , AYLİN ÖNGEL , ALİ TANJU OĞUZ , HALUK CELALEDDİN ÇALIŞIR SB SUREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ E.A HASTANESİ

Amaç:

Çalışmamızda, akciğer hacimleri ve hava yolu dirençleri ile değişik şidde�eki OUAS olguları arasındaki ilişkiyi tanımlamayı amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

SB Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eği�m Araş�rma Hastanesi Göğüs 6 Kliniğinde, merkezimiz uyku laboratuarında Ocak 2008- Mayıs 2008 tarihleri arasında polisomnografi tetkiki uygulanmış 26’sı (%24.8) kadın ve 79’u (%75.2) erkek, toplam 105 olgu ile yapıldı. Kimlik bilgileri, vücut kitle indeksi, boyun çevresi, ek hastalık durumu, sigara anamnezi ve Epworth uykululuk skalasını içeren hasta bilgi formu doldurulan olgulara tüm vücut ple�smografisi uygulandı. Solunum fonksiyon testleri, akciğer hacimleri ve hava yolu dirençleri yaşa, boya ve kiloya göre beklenen % değerlerine göre kayıt edildi.

Bulgular:

Olguların yaş ortalaması 48.89±11.25, BMI ortalaması 30.79±5.02, boyun çevresi ortalaması 41.73±3.93 idi. Olguların % 54.28 inde tanı konmuş ek hastalık yok iken hipertansiyon hastaların %40.95’ine eşlik ediyordu. %66.6’sında sigara kullanımı mevcu�u. Apne/ hipopne indeksine göre 4 gruba ayrılan hastaların; %25.7’sine basit horlama, %21.9’una hafif OUAS, %22.9’una orta OUAS, %29.5’ine ise ağır OUAS tanısı kondu.Çalışmamızda ağır OUAS grubunda ekspiratuar rezerv volüm, basit horlama, hafif OUAS ve orta OUAS grubuna göre düşük bulundu. Bakılan diğer parametrelerde farklılık saptanmadı. Hastaların diğer özelliklerinden BMI ve boyun çevresi ağır OUAS grubunda yüksek bulunurken hastalık şidde�ne göre ESS’de gruplar arasında fark bulunmadı.

Sonuç:

Sonuç olarak çalışmamızda OUAS şidde� hava yolu direnci ve akciğer hacimlerinden etkilenmemektedir.

Page 197: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

196

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

PS143

METEOROLOJİK OLAYLAR REKÜRREN SPONTAN PNÖMOTORAKSTA RİSK FAKTÖRÜ MÜDÜR?

BURÇİN ÇELİK 1, HASAN DEMİR 2, MEHMET ALİ YILMAZ 2, KAMİL FURTUN 2 1 19 MAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI,SAMSUN 2 SAMSUN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ HASTANESİ,SAMSUN

Amaç:

Çalışmanın amacı, meteorolojik koşullar ile spontan pnömotorakslı (SP) hastalardaki rekürrens atakları arasındaki ilişkiyi incelemek�r.

Gereç ve Yöntem:

Bölgemizde Ocak 2004-Aralık 2008 arasında rekürren spontan pnömotoraks tanısı ile başvuran 52 hasta çalışmaya dahil edildi. Meteorolojik veriler meteoroloji bölge müdürlüğünden elde edildi. Semptomların başladığı gün ve öncesindeki üç gün pnömotorakslı günler olarak kabul edildi. Veriler pnömotorakslı ve pnömotorakslı olmayan günler arasında karşılaş�rıldı.

Bulgular:

Veriler 60 aylık (1827 gün) bir dönemi kapsamaktaydı. Hastaların 46’sı (%88) erkek, al�sı (%12) kadındı. Otuz (%57) hastada primer SP 22 (%43) hastada sekonder SP saptandı. Yaş ortalaması 37.2±16.7 yıl idi. Çalışma döneminde 106 SP atağı tespit edildi. SP atakları mevsimler arasında en sık sonbaharda, aylar arasında ise Ocak ve Kasım aylarında izlenmekteydi. Pnömotorakslı ve pnömotorakslı olmayan günler arasında atmosferik basınç, ısı ve nem açısından ista�s�ksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı. Pnömotorakslı günlerdeki atmosferik basınç farklarına bakıldığında ista�s�ksel bir fark bulunmadı.

Sonuç:

Bölgemizde, rekürren SP ile meteorolojik olaylar arasında bir bağlan� bulunmadı. Bazı aylarda ve mevsimlerde ataklar daha sık�. Spontan pnömotorakslı hastalarda rekürrens ataklarında meteorolojik olayların risk faktörü olmadığına inanıyoruz.

PS144

TRAKEA STENOZLARINDA TEDAVİ YAKLAŞIMLARI; ONBEŞ OLGUNUN ANALİZİ

EKBER ŞAHİN 1, ŞULE KARADAYI 2, AYDIN NADİR 1, BURÇİN ÇELİK 1, MELİH KAPTANOĞLU 1 1 CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI, SİVAS, TÜRKİYE 2 CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ACİL TIP ANABİLİM DALI, SİVAS, TÜRKİYE

Amaç:

Bu çalışmada benign ya da malign nedenlerle trakea stenozu gelişen hastalarımızın tanı ve tedavi sonuçlarını incelemeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Haziran 1992-Ekim 2008 tarihleri arasında, trakea stenozu tanısıyla tedavi e ğimiz onbeş hastanın kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Hastalar lezyonun türü, lokalizasyonu, tedavi yöntemleri ve sonuçları açısından değerlendirildi.

Bulgular:

En genç hasta 8, en yaşlısı 70 ve ortalama yaş 39.2±23.2 yıldı. Al� hastada trakeostomi (%40), beş hastada (%33.3) uzamış entübasyon, dört hastada (%26.7) ise malignite nedeniyle darlık gelişmiş�. Tanı için en sık rijit bronkoskopi (%93) kullanıldı. Sekiz (%53) hasta konserva�f yöntemlerle tedavi edildi. Onbir (%73) hastada ilk tedavi olarak diatermik rezeksiyon uygulanırken, bunlardan beşine (%45) trakeal slikon stent, dördüne (%36.4) ise rezeksiyon ve uç-uca anastomoz yapıldı. Dört (%26.7) hastada morbidite izlenirken, malignite nedeniyle stent uygulanan iki hasta (%13.3) kaybedildi. Postopera�f tüm hastalara bronkoskopik kontrol yapılırken, stent uygulanan dört hastanın stentleri çıkarıldı. Bu hastalar problemsiz olarak takip edilmektedir.

Sonuç:

Son yıllarda gelişmiş yoğun bakım hizmetlerinin olumsuz bir sonucu olarak trakea stenozları ar�ş göstermektedir. Bu hastaların tedavisinde cerrahi ile %71-97, konserva�f yöntemlerle ise %65-70 başarı bildirilmektedir. Özellikle benign trakea stenozlarında, konserva�f yöntemlerin denenmesi, başarılı olunmayan durumlarda cerrahi uygulanmasının doğru olduğu düşüncesindeyiz.

Page 198: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

197

PS145

THE ROLE OF THORACOSCOPY FOR THE DIAGNOSIS OF HIDDEN DIAPHRAGMATIC INJURIES IN PENETRATING THORACOABDOMINAL TRAUMA

REZA BAGHERİ

MASHHAD UNİVERSİTY OF MEDİCAL SCİENCE

Aim:

Pnetra�ng thoracoabdominal stab wound may cause diaphragma�c and abdominal organs lacera�on and 15-20% of these pa�ents who are stable and managed by conserva�ve treatment may have hidden diaphragma�c injuries that would lead to chronic diaphragma�c hernia finally, so a safe and exact diagnos�c method for evalua�on of occult diaphragma�c injuries is very valuable. In this study we have assessed accurate diagnos�c value of thoracoscopy in diagnosing occult diaphragma�c injuries in penetra�on thoracoabdominal stab wound.

Method:

Thirty pa�ents with Pnetra�ng thoracoabdominal injuries with inclusion criteria (who were stable hemomodynamically and didn’t need emergent explora�on) were enrolled in this study. They underwent thoracoscopy to evaluate probable diaphragma�c injury, From March 2005 to October 2007. Diaphragma�c injuries were repaired via thoracoscopy or laparatomy and all pa�ents were evaluated for chronic diaphragma�c hernia by CT-scan, 6 month later and with sa�sfac�c analysis hidden diaphragma�c injury calculated.

Results:

Mean age was 26.2 years and M/F was 5:1. We observed 5 hidden diaphragma�c injuries (16.7%) in thoracoscopic evalua�ons that 3 cases (9.9%) were repaired through thoracoscopic approach and laparatomy was inevitable in 2 (6.6%) pa�ents. Lung paranchymal lacera�on was seen in 2 pa�ents (6.6%) that repair performed with thoracoscopy and intra abdominal injury was seen in 1 pa�ent (3.3%), that repair performed with loparatomy. Any complica�on wasn’t reported aer thoracoscopy and there wasn’t any evidence of chronic diaphragma�c hernia in chest and abdominal CT-scan that was performed 6 month later so the diagnos�c accuracy of thoracoscopy in occult diaphragma�c injuries in our study was 100%.

Conclusion:

Because high diagnos�c accuracy rate, minimal invasively and diagnos�c and treatment ability of thoracoscopy we recommended that performed thoracoscopy in all clinically stable pa�ents with

penetra�ng thoracoabdominal stab wound.

PS146

BRONKOJENİK KİSTLER; 14 OLGUNUN ANALİZİ

CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ALİ ÇELİK , ÖZGÜR KARAKURT , SEDAT DEMİRCAN GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ A.D.

Amaç:

Bronkojenik kistler akciğer hilusu, medias�num, pulmoner parankim ve nadiren de ekstratorasik yerleşimli olabilen akciğerin konjenital hastalıklarındandır. Kliniğimizde cerrahi uygulanan bronkojenik kist olguları değerlendirildi.

Gereç ve Yöntem:

Ocak 2003- Haziran 2008 arasında bronkojenik kist tanısı alan 14 olgu retrospek�f olarak değerlendirildi. Olgular yaş, cinsiyet, semptomlar, fizik muayene bulguları, radyolojik incelemeler, preopera�f incelemeler, cerrahi metod, morbidite ve mortalite açısından incelendi.

Bulgular:

Yaşları 8 ile 80 arasında değişen, 8’i erkek 6’sı kadın olgunun yaş ortalaması 43,5 olarak hesaplandı. Semptoma�k 8 olguda (%57) en sık semptom öksürük ve göğüs ağrısıydı. Fizik muayenede sadece 4 olguda anlamlı bulgu saptandı. Direk grafi ile belirlenen lezyonlar toraks bilgisayarlı tomografisi ile değerlendirildi. Kis�k/solid lezyon ayırımının yapılamadığı iki olguya MRG ve PET/BT inceleme yapıldı. Olguların 11’inde bronkojenik kist akciğer parankimi yerleşimli iken 3 olgu ise mediasten yerleşimliydi. Bronkojenik kistlerin 8’i sağ 6’sı sola yerleşmiş�. Parankimal bronkojenik kistler geniş wedge rezeksiyonla, medias�nal bronkojenik kistler total olarak eksize edildi. Cerrahi tedavi sonrası 1 olguda pulmoner emboli geliş�. Medikal tedavisi uygulandı. Olguların tamamı halen klinik takibimizdedir. Olgularımızda nüks saptanmadı.

Sonuç:

Bronkojenik kistlerde tanı kesin olarak cerrahi sonrası histopatolojik inceleme ile konmaktadır. Bütün bronkojenik kistler cerrahi olarak rezeke edilmelidir. Cerrahide en önemli unsur bronkojenik kiste ait epitelyal dokusunun tam eksizyonudur. Uygun olmayan eksizyonlar nüks olarak karşımıza çıkacak�r.

Page 199: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

198

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

PS147

ÇOCUKLUK ÇAĞI AKCİĞER DEV HİDATİK KİSTLERİNDE CERRAHİ TEDAVİ

RECEP DEMİRHAN 1, HAKAN KIRAL 2, İRFAN YALÇINKAYA 2, 1 DR. LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ 2 SÜREYYAPAŞA HASTANESİ, GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ

Amaç:

Hida�k kist hastalığı; Türkiye’de ve dünyada insan sağlığını tehdit eden paraziter bir hastalık�r. Parazi�n yayılımına bağlı olarak başta karaciğer ve akciğer olmak üzere tüm organ sistemlerinde giderek büyüyen kistler görülür. Çocuklarda en sık yerleşim yeri akciğerdir.

Gereç ve Yöntem:

1997–2008 yılları arasında akciğer hida�k kist tanısı ile opere edilen 104 olgudan herhangi bir eksende çapı 10 cm’nin üzerinde olan ve çocukluk çağı yaş gurubundaki 20 olgunun sonuçları geriye dönük olarak incelendi. Olguların yaşları 6 ile 15 yaş arasında değişmekteydi. Dev hida�k kistlerin sağ akciğerde daha sık ortaya çık�ğı gözlendi. Olguların tümünde ortak şikâyet öksürük, göğüs ağrısı, halsizlik gibi nonspesifik solunum sistemi semptomları idi. Olgularımızda en spesifik tanı aracı bilgisayarlı tomografi oldu.

Bulgular:

Tüm olgulara kas koruyucu torakotomi ile cerrahi girişim yapıldı. Ondört (%70) olguda kistotomi-kapitonaj, 5 (%25) olguda kistotomi, 1 (%5) olguda enüklasyon uygulandı. Opera�f mortalite olmadı, ancak postopera�f dönemde beş (%25) olguda komplikasyon geliş�; 3 olguda uzayan hava kaçağı, bir olguda pnömoni ve bir olguda plevral ampiyem izlendi. 10 günün üzerinde uzayan hava kaçağı olan bir olguya ikinci kez torakotomi yapıldı.

Sonuç:

Çocukluk çağı akciğer dev hida�k kistlerinde seçilecek tedavi yöntemi cerrahidir. Ancak postop dönemde komplikasyon gelişme olasılığı basit akciğer kistlerinden daha yüksek�r.

PS148

UZAMIŞ HAVA KAÇAĞINDA HEİMLİCH VALVE KULLANIMI,ERCİYES ÜNİVERSİTESİ DENEYİMİ

ERDİNÇ AVŞAR , MEHMET BİLGİN , FAHRİ OĞUZKAYA , LEYLA HASDIRAZ , ALİ KAHRAMAN ERCİYES ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI

Amaç:

Uzamış hava kaçağı hastanede kalış ve göğüs tüpünün süresini uza�r ve böylelikle ek maliyete neden olur.Bu çalışmanın amacı uzamış hava kaçaklı hastalarda heimlich valvi kullanılarak ortalama hastanede kalış süresini ve ek maliyetlerin azal�lmasıdır.

Gereç ve Yöntem:

Ocak 2007 -Aralık 2008 tarihleri arasında Erciyes Üniversitesi Tıp merkezinde uzamış hava kaçağı tespit edilen 10 hasta (3’ü bayan 7’si erkek ,ortalama yaş 41 ) çalışmamıza alındı.Hastaların hava kaçakları vardı ve bu hastalarda cerrahi öncelikli değildi Hastalar 1,haa 2,haa ve iyileşinceye kadar haalık kontrollere çağrıldılar.Hastalar kontrollerinde direkt akciğer röntgenogramlarıyla değerlendirildiler

Bulgular:

On hastanın tümünde 10 ila 30 gün içinde hava kaçağının kesilmesi ile tatmin edici expansiyon mevcu�u. Drenlerin çekilmesine 3 aylık takip sonrasında karar verildi. Bu işlemden sonra hiçbir komplikasyon olmadı.

Sonuç:

Cerrahi öncesi uzamış hava kaçağının takip ve tedavisinde ,heimlich valvi basit fakat çok faydalı bir cihazdır.Uzamış hava kaçağında effek�f bir yöntem olduğunu düşünüyoruz. Sonuç olarak ,uzamış hava kaçaklı hastalarda heimlich valvi kullanımı ortalama hastanede kalış sürecini ve ek maliyetleri azaltan minimal morbiditeyle ilişkilidir

Page 200: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

199

PS149

TRAKEOBRONŞİAL YABANCI CİSİMLER; 25 OLGUNUN ANALİZİ

CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ALİ ÇELİK , ÖZGÜR KARAKURT , SEDAT DEMİRCAN GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ

Amaç:

Yabancı cisim aspirasyonu her yaşta görülmekle beraber daha çok çocukluk yaş grubunda sık�r. Hava yolunun bir kısmının ya da tamamının �kanmasına bağlı olarak farklı belir� ve bulgularla seyreden acil müdahale edilmezse ölüme sebep verebilen bir durumdur. Kliniğimizde yabancı cisim aspirasyonu nedeniyle müdahale uygulanan olgular değerlendirildi.

Gereç ve Yöntem:

Ocak 2003- Ocak 2008 arasında yabancı cisim aspirasyonu öntanısı ile girişim uygulanan 25 olgu retrospek�f olarak değerlendirildi. Olgular yaş, cinsiyet, ilk başvuru şikayetleri, diğer şikayetleri, geliş süreleri, sosyoekonomik düzey, fizik muayene bulguları, radyolojik incelemeler, yabancı cisimin yeri ve natürü açısından incelendi.

Bulgular:

Yaşları 6 ay-66 yaş arasında değişen 16’sı erkek 9’u kadın olgunun yaş ortalaması 18 olarak hesaplandı. Semptoma�k olgulardaki en sık başvuru semptomu ani başlayan öksürüktü. Solunum sıkın�sı, hırıl�lı solunum, morarma diğer yakınmalardı. Kırsal kesimden gelen ve sosyoekonomisi düşük olan hasta sayısı az miktardaydı. Olguların önemli bir çoğunluğu ilk 24 saa�e başvuran hastalardı. Hastaların yarısında fizik muayene bulguları anlamlıydı. Ancak fizik muayene bulgusu olmayıp arka-ön akciğer grafisinde (PAAG) pozi�f bulgusu olan 8 olgu saptandı. Yabancı cisimlerin 15’i organik 9’u inorganik yapıdaydı.

Sonuç:

Bu çalışma yabancı cisimlerin çocuklar kadar erişkinler için de önemli olduğu ve fizik muayene ile radyolojik değerlendirmenin hasta için önemi vurgulamaktadır.

PS150

PECTUS EXCAVATUM ONARIMINDA NUSS VE RAVİTCH OPERASYON TEKNİKLERİNİN ERKEN DÖNEM SONUÇLARININ KARŞILAŞTIRILMASI

ÖMER ÖNAL , MEHMET BİLGİN , LEYLA HASDIRAZ , FAHRİ OĞUZKAYA , ALİ KAHRAMAN ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI, KAYSERİ.

Amaç:

Çocuklarda en sık rastlanılan göğüs duvarı deformitesi olan Pectus Excavatum (PE) yaklaşık 400–1000 canlı doğumda bir görülmektedir. Hastalarda tedavi olma isteği daha çok este�k ve psikolojik nedenlere dayanmaktadır. Bu çalışmanın amacı PE tedavisinde Nuss ve Ravitch operasyon tekniklerinin erken dönem sonuçlarını karşılaş�rmak�r.

Gereç ve Yöntem:

Mart 2004–Kasım 2008 tarihleri arasında PE nedeniyle 26 hastaya (17 erkek, yaşları 2,5–36 yıl ortalama yaş 13,3 yıl) Nuss ve 24 hastaya (18 erkek, yaşları 5–24 yıl ortalama yaş 11,4 yıl) Ravitch tekniği uygulandı. Ortalama operasyon süresi Nuss grubunda 40 dakika (28–56dakika), Ravitch grubunda ise 165 dakika (125–240dakika) idi.

Bulgular:

Postopera�f hasta memnuniye� değerlendirildi. Nuss uygulanan 24 hastada (%92,3) mükemmel ve 2 hastada (%7,7) yeterliydi. Nuss grubunda iki hastada (%7,7) pnömotoraks görüldü. Bir hastada spontan olarak gerileyen pnömotoraks geliş�. Ravitch rekurrens olan ve Nuss uygulanan bir hastada (%3,8) %20 pnömotoraks geliş� ve tüp torakostomisi uygulandı. Bir hastada operasyondan bir ay sonra kırılmış olan absorbable-stabilizer çıkarılıp non-absorbable ile değiş�rildi. Hastanede ortalama ya�ş süresi Nuss grubunda 4,7 gün (4–6 gün), Ravitch grubunda 6,3 gün (5–8 gün) idi.

Sonuç:

Ravitch tekniğinde insizyonun önde ve büyük olması kötü iyileşme nedeniyle hoş olmayan este�k sonuçlara yolaçabilir. Oysa Nuss operasyonunda insizyonun lateralde ve küçük olması, operasyon süresi ve kanama miktarının çok az olması tekniğin önemli avantajlarıdır. Daha az invaziv bir yöntem olan Nuss tekniği düşük komplikasyon oranları ile hastanede ya�ş süresini azaltan, tatmin edici sonuçları ile yüksek hasta memnuniye� sağlayan bir cerrahi yaklaşımdır.

Page 201: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

200

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

PS151

ÖZOFAGUS YANIKLARINDA ERKEN ÖZOFAGOSKOPİ GEREKLİ MİDİR?

EKBER ŞAHİN , BURÇİN ÇELİK , AYDIN NADİR , MELİH KAPTANOĞLU , VELİ ÖZBEK , HAKAN SARZEP CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ABD.

Amaç:

Bu çalışmada koroziv özofajit tanısıyla takip edilen hastalarda erken dönemde özofagoskopiye gerek olup olmadığını inceledik.

Gereç ve Yöntem:

Kliniğimizde 1998-2008 yılları arasında koroziv özofajit tanısıyla takip edilen hastalar geriye dönük olarak irdelendi. Geç dönemde oluşabilecek komplikasyonları belirlemek amacıyla hastalara ulaşıldı. Hastalar koroziv madde alım nedeni, komplikasyonlar, tedavi yaklaşımları açısından değerlendirildi.

Bulgular:

Takip edilen 124 hastanın 64’ü (%51.6) erkek, 60’ı (%48.4) kadın idi. Koroziv maddeleri hastaların 102’sinin (%82) kazara, 22’sinin (%18) in�har amaçlı aldıkları tespit edildi. En sık rastlanılan koroziv maddeler çamaşır suyu ( n=50, %40.3) ve tuz ruhu (n=33,(%26.6) idi. Kazara koroziv madde alan grupta miktar 66±58.3 ml iken, in�har amaçlı alan grupta miktar 190±208.3 ml olarak belirlendi (p<0.012). Erken dönemde hastalara özofagoskopi yapılmadı. Serimizde perforasyon ve mortalite saptanmadı.

Sonuç:

Klinik ve radyolojik olarak perforasyon saptanmayan hastalarda takip süresinin kısa tutulmasını ve erken özofagoskopiye gerek olmadığını düşünüyoruz.

PS152

PENETRAN PEDİATRİK TORAKS TRAVMALI OLGULARIMIZIN ANALİZİ

REFİK ÜLKÜ , SERDAR ONAT , ALPER AVCI , AHMET NASIR DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAK

Amaç:

Bu çalışmada penetran toraks travması nedeniyle kliniğimizde yatan pediatrik yaş gurubu hastalara uygulanan tedavi yaklaşımları değerlendirilmiş�r.

Gereç ve Yöntem:

Haziran 2003-Haziran 2008 tarihleri arasında pediatrik penetran toraks travması nedeniyle yatarak tedavi gören 90 olgu retrospek�f olarak incelenmiş�r

Bulgular:

Olguların 7 si kız, 83 ü erkek idi. Yaş ortalaması kız olgularda 8,95 yıl (3-14) iken erkek olgularda 13,36 yıl ( 3-15) idi. Travma etyolojisi 69 olguda kesici delici alet yaralanması (KDAY) iken 21 olguda ateşli silah yaralanması (ASY) idi. Kız olgularda travmaların tamamı ASY’ye bağlı geliş�. Otuzdört hastada pnömotoraks, 32 hastada hemotoraks, 19 hastada hemopnömotoraks ve 7 olguda görülen parankimal kontüzyon en sık görülen torasik patolojilerdi. 6 olguda yandaş yaralanma saptandı. Ondört olguda acil operasyon yapıldı ( 10 torakotomi, 1 duvar onarımı, 1 torakotomi+duvar onarımı, 2 laparotomi). 4 olguda geç dönem operasyon uygulandı. En sık acil torakotomi sebebi parankim yaralanması ve buna bağlı gelişen masif hemotoraks�. En sık geç dönem torakotomi nedeni ise hematom drenajı ve yabancı cisim çıkarılması idi. Serimizde mortalite yoktu. 1 olgu postopera�f periodda 1 gün mekanik ven�latöre bağlı takip edildi. Morbidite, 11 hastada atelektazi, 2 hastada yara yeri enfeksiyonu, 2 hastada ekspansiyon kusuru ve 1 hastada AC enfeksiyonu olarak gerçekleş�. Ortalama hastane ya�ş süresi 6,53 gün (2-28) iken ortalama yoğun bakım ya�ş süresi 2,61 gün (0-18) idi.

Sonuç:

Pediatrik penetran toraks travmalı olguların çoğunun tedavisinde konserva�f yaklaşım ve tüp torakostomisi yeterlidir. Ancak cerrahi gereken hastalara zaman geçirmeden müdahale yapılmalıdır

PS153

ÖZEFAGUS KANSERİNDE CERRAHİ SONUÇLARIMIZ

ABİDİN ŞEHİTOĞULLARI , FUAT SAYIR , ÖZTEKİN ÇIKMAN , AYTAÇ SAYIN , MEHMET NUH BÜYÜKBERBER VAN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Kliniğimizde; 2005-2008 yılları arasında özefagus kanseri nedeniyle opere e ğimiz 105 hastayı retrospek�f olarak incelemek.

Gereç ve Yöntem:

Ocak 2005-kasım 2008 yılları arasında Endoskopik biopsi sonucu tanısı konmuş 105 hasta; cinsiyet,yaş,başvuru semptomları ,radyolojik bulguları dikkate alınarak operasyona alındı ve retrospek�f olarak incelendi.

Page 202: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

201

Bulgular:

Kliniğimizde özefagus kanseri tanısıyla 29-82 yaş arasında 105 hasta opere edildi.62’si erkek 43’ü kadındı.Belir�ler; %82’de disfaji,%51’inde kilo kaybı, %45’inde retrosternal ağrı-rejürjitasyon idi.%61’inde alt özefagusta,%32’inde orta özefagusta,%7’sinde üst özefagusta tümör tesbit edildi.Alınan endoskopik biopsilerde %87’sinda squamöz cell karsinom,%13’ünde adenokarsinom tesbit edildi.Radyolojik tetkik sonrası metastaz saptanmayan tüm olgular operasyona alındılar.Hastaların 92’sine özefagus parsiyel rezeksiyonu+proksimal mide rezeksiyonu ve rekonstriksiyon uygulandı.5 hastaya transhiatal girişim ile totale yakın özefajiyektomi+proksimal gastrektomi + boyunda rekonstriksiyon .8 hastaya parsiyel özefagus rezeksiyonu+total mide rezeksiyonu+ jejunum veya kolon ile rekonstriksiyon yapıldı.Vakalardan 5’i evre II, 71’i evre III ve 29’u evre IV idi.Üç vakada erken dönem anostomoz kaçağı tespit edilip reoperasyona alındı.Erken komplikasyonlar (ilk yedi gün): anostomoz kaçağı %5 ,atelektazi %2 ve kontrlateral hemotoraks %8.Geç komplikasyonlar:Fistül %0.95 ve atelektazi %1.9.Opera�f mortalite bir olguda görüldü.Geç dönemde 7 olguda rekurrens ve 13 olguda stenoz tesbit edildi.

Sonuç:

Kliniğimizdeki eğilim; eğer metastaz yoksa, cerrahi sınırları zorlayarak küra�f veya palya�f rezeksiyon yapmaya yönelik�r.

PS154

TRACHEOBRONCHOPULMONARY CARCINOID TUMORS:

REZA BAGHERİ , SEİED ZİAOLLAH HAGHİ

MASHHAD UNİVERSİTY OF MEDİCAL SCİENCE

Aim:

Carcinoid tumors are a type of neuroendocrine tumors which usually involve the upper airways and pa�ents most oen complain of cough and hemoptysis. They are divided into typical and atypical types. The treatment of choice is surgical resec�on and the postopera�ve long- term survival is good in most pa�ents. Our objec�ve was studying pa�ents with carcinoid tumor who had undergone surgery.

Method:

This is a descrip�ve study which was performed from 1990 through 2007 on 40 pa�ents with carcinoid tumor who had surgery and had been followed up for at least 3 years. The sta�s�cal analyses where based their age. sex, clinical symptoms, loca�on of tumor,

diagnos�c procedures before treatment, treatment and its complica�ons and the 3- year survival. The factors influencing the survival were analyzed using Sta�s�cal Package for the Social Sciences (SPSS) and exact fisher test.

Results:

M/F was 16/24 with mean age 34.4 years. Their most common symptoms were coughing (90%) and hemoptysis (25%). The le main bronchus was the most common site of involvement (25%). 95% of all cases underwent surgery and 5% because distant metastasis on admission underwent chemoradiotherapy without surgery. The most common surgical procedure was lobectomy or biloectomy (57.8%). Bronchial sleeve resec�on was performed on 10.4% of the pa�ents. The most common pathology was the typical form (90%) and 5% of the madias�nal lymph nodes were involve (all of the atypical type). Carcinoid syndrome was seen in one pa�ent (2.5%) and post opera�ve adjuvant treatment were done in 5% of pa�ents aer surgery because medias�nal lymph node involvement. Post- opera�ve recurrence of the tumor occurred in one pa�ent (2.6%) of the atypical form with medias�nal lymph nodes involvement. The most common complica�on of surgery was a long- term air leakage aer opera�on (10.4%) and the surgical death rate was 0%. 3- Year survival was 92.5%. The factors mostly influencing the survival included the pathological type, early distant metastasis and medias�nal lymph node involvement. Conclusion:

Carcinoid tumors have mostly been responsive to surgical interven�on, resul�ng in a long term survival. Postopera�ve adjuvant therapy is only required in cases with distant metastasis or in lympha�c involvement with an atypical pathological type.

PS155

PULMONECTOMY AT COMBINATION OF TUBERCULO-SIS AND PLEURAL EMPYEMA

TULKUN KARİEV , AKRAM IRGASHEV ,

THORACİS SURGERY, INSTİTUTE OF PHTHİSİOLOGY AND PULMONOLOGY, TASHKENT, UZBEKİSTAN

Aim:

To study results pulmonectomy at combina�on of tu-berculosis and pleural empyema

Method:

cohort analysis

Page 203: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

202

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

Results:

Pulmonectomy without the removal of parietal pleura was performed in 43 pa�ents (males – 27, females - 16) at age between 22 and 45 on the background of com-bina�on of fibrous-cavernous tuberculosis and pleural empyema. The pa�ents were sick with tuberculosis during 2-5 years, with pleural empyema – 6 months – 2 years. Mykobacteria of tuberculosis in sputum were found in 32 pa�ents (74,4%), in pleural content – in 8 (18,6%). Aer pre-opera�ve chemotherapy, sana�on of pleural cavity and general treatment, the pulmonec-tomy on the right was performed in 12 pa�ents, on the le – in 31. During the opera�ons, the damaged lung was removed with leaving the fibrous-thickened pari-etal pleura. Aer the opera�ons, punc�on sana�on of pleural cavity using an�bio�cs and chemoprepara�ons con�nued. Aer the opera�on, bronchial fistula and pleural empyema developed in 5 pa�ents (11.6%), pleu-ral empyema without bronchial fistula – in 3 (7.0%), cardio-pulmonary insufficiency – in 2 (4.7%). These complica�ons were eliminated by the therapeu�c treat-ment in 4 and repeated opera�ons – in 6. a total of 4 pa�ents died aer opera�ons: from cardio-pulmonary insufficiency – 2, from the progress of bronchial fistula, pleural empyema and arrosive intrapleural hemorrhage – 2. Good nearest effec�veness of pulmonology was reached in 36 pa�ents (83.7%), sa�sfactory results – in 2 (4.7%), unsa�sfactory – in 1 (2.3%). Post-opera�ve lethality occurred in 4 pa�ents (9.3%). In 2 – 10 years aer the pulmonectomy, clinical healing was estab-lished in 35 pa�ents (89.7%) out of 39 observed. A total of 4 pa�ents (10.3%) died, of them from the progress of tuberculosis in the remaining single lung – 1, and because of other reasons, not connected to the opera-�ons – 3. Conclusion:

At combina�on of fibrous-cavernous tuberculosis of lungs and pleural empyema, pulmonectomy with leav-ing off fibrous-thickened parietal pleura is the less trau-ma�c opera�on, whose nearest effec�veness is 83.7%, and the remote effec�veness – 89.7%.

PS156

LUNG CANCER: PARTICULAR FEATURES AND RESULTS OF SURGICAL TREATMENT

YAROSLAV VOLOSHYN

INSTİTUTE OF PHTİSİATRY AND PULMONOLOGY, THORACİC SURGERY DEPARTEMENT

Aim:

To study the par�cular features and results of surgical treatment of lung cancer

Method:

2215 pa�ents were operated because of thoracic pathology during the last 20 years, 373 (16,83%) of them – with lung cancer. Men – 291 (78,02%), women- 82 (21,98%) aged 18-70 years. The disease was from 2 weeks to 2,5 years. Preopera�ve prepara�ons depended on opera�on principals: ablas�cs, an�blas�cs, separate treatment of root’s elements, dissec�on of medias�nal �ssue with lymphonodis, surgical prophylaxis of bronchus kuksa inability, with applica�on of tacocomb, new cryosurgical and laser techniques, ultrasonic cavita�on of pleural cavity. Opera�ons: expanded pneumonectomy – 132 (35,39%), bilobectomy – 15 (4,02%), lobectomy – 186 (49,87%), combinated resec�on – 7 (1,87%), explora�ve thoracotomy – 33 (8,85%). Central cancer was in 241 operated (64,61%), peripheric – 132 (35,39%) including Pancosta cancer – 5. Cancer of the Ist stage (T1-2, N0 M0) – 39 (10,46%), IId stage (T1, N0-1 M0) – 72 (19,3%), IIId A stage (T1-3 N2 M0), (T3 N1 M0) – 229 (61,39%) and IIId B stage (T4 N1-2 M0) – 33 (8,85%). The most oen – planocellular cancer – 198 (53,08%) and adenocarcinoma – 95 (25,47%).

Results:

Postopera�ve complica�ons – 54 (14,47%), lethality – 22 (3,73%). Clinical effect in hospital – 96,27%. Dura�on of life aer explora�ve thoracotomy – 5-11 months. 5 years’ survival aer opera�on in the cases of Ist stage cancer – 29 (74,35%), IId stage – 32 (44,44%), IIId A – 37 (16,15%). Observa�ons of the last years showed that the radical opera�ons with extensive lymph dissec�on in cases of tumor T1-1 N1-2 M0 with applica�on of new technologies let improve the efficiency in close and distant period of observa�on from 7 to 14 %.

Conclusion:

So, the results of lungs’ cancer surgical treatment depended on extension of process, histological form, pa�ents age and adequate preopera�ve prepara�ons, radical opera�on, applica�on of new technologies and correct treatment let improve efficiency in close and distant period of observa�on.

Page 204: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

203

PS157

ENTÜBASYON SONRASI ERKEN VE GEÇ TRAKEAL KOMPLİKASYONLAR

GÖKAY REYHAN , YEKTA ALTEMUR KARAMUSTAFAOĞLU , İLKAY YAVAŞMAN ALBAYRAK , RÜSTEM MAMMEDOV , YENER YÖRÜK TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI

Amaç:

Endotrakeal entübasyon sonrası erken ve geç dönemde görülen nadir komplikasyonlarından olan trakeal rüptür ve stenoza tedavi yaklaşımımız irdelendi.

Gereç ve Yöntem:

Aralık 2004-Aralık 2008 tarihleri arasında kliniğimizde 8 olgu iyatrojenik gelişen trakea hasarı nedeniyle takip ve tedavi edildi. Olguların 4’ünde trakea rüptürü, 4’ünde ise trakeal stenoz mevcu�u. Trakea rüptürlü olguların 1’i kadın, 3’ü erkek ve yaş ortalamaları 37 (25-46) idi. İki olguda elek�f operasyon , bir olguda acil opersyon , bir olguda ise Yoğun Bakım’da zorlu entübasyon mevcu�u. Trakeal stenozlu olguların ise biri kadın, 3’ü erkek ve yaş ortalamaları 32.1 (15-43) idi.

Bulgular:

Trakea rüptürlü olguların tamamında boyun bölgesine lokalize ciltal� anfizemi mevcu�u. Ciltal� anfizemi 2 olguda ilk 24 saat, 2 olguda ise 24 saat sonra görüldü. Trakea rüptürü tanısı tüm olgularda klinik olarak konuldu.Bu olguların tamamına konserva�f tedavi yaklaşımı benimsendi. Tedavi sonrası mortalite ve morbidite görülmedi. Trakeal stenozlu olgularda ise 20-120 (ort.) gün önce entübasyon ve sonrasında 3-13 (ort.) gün mekanik ven�latör tedavisi öyküsü mevcu�u. Olguların üçüne trakea rezeksiyon ve rekonstrüksiyonu uygulandı. Genel durumu operasyona uygun olmayan paraplejik bir olguya ise bronkoskopik dilatasyon ve stent uygulandı. Bu hasta daha sonra sepsis nedeni ile öldü. Cerrahi uygulanan hastalarda komplikasyon görülmedi.

Sonuç:

Entübasyona ve trakeostomi ka�nın basıncına bağlı gelişen trakea hasarları nadir görülen ancak ölümcül olabilen komplikasyonlardır. Bu nedenle iyi bir klinik değerlendirme ile zamanında ve uygun tedaviye karar verilmelidir. Trakeal stenozlu olgularda ise genel durumu operasyona uygun olanlarda laser ve stent uygulamaları yerine trakeal rezeksiyon ve anastamoz tekniğinin en iyi tedavi yöntemi olduğu kanısındayız.

PS158

KÜNT TRAVMALARDA DİYAFRAGMA RÜPTÜRÜ

SEDAT KOÇAL , YEKTA ALTEMUR KARAMUSTAFAOĞLU , TANER TARLADAÇALIŞIR , RÜSTEM MAMMEDOV , YENER YÖRÜK TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI

Amaç:

Kliniğimizde 11 yıllık periyo�a künt travma�k diyafragma rüptürü nedeniyle opere edilen olgular retrospek�f olarak analiz edildi.

Gereç ve Yöntem:

Mayıs 1997-Kasım 2008 tarihleri arasında 11 künt diafragma�k rüptürlü olgu opere edildi. Olguların tamamı erkek ve ortalama yaş 41,3’ tü (17-77). E�yoloji 10 olguda araç içi trafik kazası, bir olguda araç dışı trafik kazasıydı. Sekiz hasta akut diyafragma rüptürü tanısı ile acil operasyona alındı. Bunlardan al�sı preopera�f tanı alırken ikisi eksplora�f laporotomi esnasında tespit edildi. Geç dönemde tanı alan 3 olgudan biri travma sonrası birinci ayda, diğerleri ise 7. ve 11. yıllarında opere edildi. Akut diyafragma rüptürlerinin al�sı torakotomi yoluyla onarılırken laporotomi esnasında tanı alan 2 olgu torakoabdominal insizyon ile tamir edildi. Post travma�k diafragma rüptürlü geç dönemde opere edilen olgulara torakoabdominal insizyon uygulandı.

Bulgular:

On olguda solda, bir olguda sağda, 8-25 cm arasında diyafragma laserasyonu mevcu�u. Tüm olgularda ba�n organları toraksa herniye olmuştu. Diyafragma tüm hastalarda primer tamir edildi. Olguların beşinde yandaş patolojiler saptandı. Travma sonrası 1. ayında ileus saptanan olguda kolon perforasyonu tespit edildi ve bu olgu postopera�f 13. günde sepsis nedeniyle öldü. Mortalite görülen diğer olgu ise postopera�f 5. gününde mul� organ yetmezliği nedeni ile öldü (mortalite: % 18).

Sonuç:

Künt diyafragma yaralanmalarının nispeten nadir görülmesi ve büyük çoğunluğunda ciddi yandaş sistem ve organ yaralanmalarının eşlik etmesi, diyafragma hasarının gözden kaçmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle mul� travmalı hastalarda diafragma rüptürü ayırıcı tanıda mutlaka akılda tutulmalıdır. Akut olgularda eşlik eden ba�n yaralanması yoksa torakotomi, kronik olgularda ise torakoabdominal yaklaşımın daha güvenli bir yol olacağı kanısındayız.

Page 205: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

204

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

PS159

RETHORACOTOMY AT CLOTTED HEMOTHORAX AFTER PULMONECTOMY

TULKUN KARİEV , SHAVKAT SABİROV , SHERZOD RA-KHMANOV ,

THORACİS SURGERY, INSTİTUTE OF PHTHİSİOLOGY AND PULMONOLOGY, TASHKENT, UZBEKİSTAN

Aim:

To study medical tac�cs at clo�ed hemothorax aer pneumonectomy

Method:

cohort analysis

Results:

Rethoracotomy was performed in 52 pa�ents (males – 38, females - 14) at age between 17 and 50 aer pulmonectomy on account of tuberculosis and other pulmonary pathologies (polycystosis, bronchiectasis, tumor). In 20 pa�ents rethoracotomy was performed on the opera�onal wound on account of massive clo�ed hemothorax on 3rd-10th day following pulmonectomy with removing blood clots, sana�on and draining of pleural cavity. Aer opera�ons, the general condi�on of pa�ents was improved and smooth post-opera�ve process was observed. During pulmonectomy, diffusion capillary hemorrhage from thoracic wall, diaphragm and mediastenal pleura was observed in 32 pa�ents. The hemorrhage could not be stopped using generally accepted methods. Therefore, �ght tamponade of hemothorax with gauze tampons saturated with aminocapronic acid was done. In 24-48 hours aer the hemorrhage was stopped, rethoracotomy was carried out, tampons were removed and thorough sana�on and draining of pleural cavity was made. Such surgical tac�cs turned out to be effec�ve in 31 pa�ents. Aer rethoracotomy, 1 pa�ent died in 2 days from the hepa�c insufficiency.

Conclusion:

At clo�ed hemothorax, the removal of blood clots aer pulmonectomy allows providing smooth post-opera�ve period. In case if it is impossible to stop diffusion capillary intrapleural hemorrhage aer pulmonectomy, the method of choice is a �ght gauze tamponade of pleural cavity for 24-48 hours followed by rethoracotomy and removal of the tampon.

PS160

PET POZİTİF BENİGN PATOLOJİLER

ASLI GÜL AKGÜL 1, KORKUT BOSTANCI 2, BEDRETTİN YILDIZELİ 2, HASAN FEVZİ BATIREL 2, MUSTAFA YÜKSEL 2 1 HAKKARİ DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ

Amaç:

Günümüzde akciğer kanser görüntülemesinde 18F-floro-2-deoksi-D-glukoz pozitron emisyon tomografisi (FDG-PET)’nin invazif yöntemlerin yerini alabilirliği tar�şılmaktadır. Malign akciğer ve mediyasten lezyonlarının tespi�nde duyarlılık ve özgüllüğü kimi serilerde %100’lere yakın gösterilmektedir ancak benign bazı lezyonlar metabolik olarak ak�f görünerek yanlış pozi�f sonuçlara neden olabilmektedir. Marmara Üniversitesi Göğüs Cerrahisi kliniğine başvuran PET tutulumu pozi�f ancak patoloji sonuçları benign hastalıklar ile uyumlu 15 hastamızı sunduk.

Gereç ve Yöntem:

Akciğer hastalığı nedeniyle PET tetkiki yap�rılmış, yaş ortancası 56,9 (36-73,5) olan 15 hastada akciğerde veya mediyastende patolojik FDG tutulumu nedeniyle torakotomi (n:12), torakoskopi (n:2), mediyas�noskopi (n:1) gerçekleş�rildi.

Bulgular:

Tümör 10 olguda periferik yerleşimli, tümör çapı 9 olguda 1,5 cm’nin üzerinde idi. SUDmax ortalaması 5,2 (2,5-15), ortancası 4,8 olan hastaların invazif girişimler sonrası patoloji sonuçları tüberküloz (n:7), sütür granülomu (n:3), Bronşiyoli�s obliterans organize pnömoni (n:2), sekestrasyon (n:1), aspergillom (n:1), sarkoidoz (n:1) şeklinde tümör nega�f olarak alındı.

Sonuç:

FDG-PET ile benign ve malign lezyonların ayırımı özellikle enflamatuar lezyonlar nedeniyle zorlaşır. PET ile yanlış-pozi�f sonuca neden olan mekanizmalar üzerinde daha ileri çalışmalar yapılmalıdır.

Page 206: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

205

PS161

DEV AKCİĞER VE DEV KARACİĞER KUBBE KİSTLERİNE CERRAHİ YAKLAŞIM

ABİDİN ŞEHİTOĞULLARI VAN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ-GÖĞUS CERRAHİSİ

Amaç:

2002 nisan-2008 aralık tarihleri arasında kliniğimizde dev akciğer ve dev karaciğer kist hida�k vakalarını literatür eşliğinde incelemek.

Gereç ve Yöntem:

Sadece hem akciğer hem karaciğerde bulunupta ikisinde de çapı 10 cm ve üzerinde olan kist hida�kli olgular değerlendirilmeye alındı.

Bulgular:

Kliniğimizde al� yıllık sürede yaşları 8-65 arasında olan al�sı bayan üçü erkek dokuz hasta değerlendirildi. Aynı anda hem akciğer hem karaciğerde bulunup, iki organda da çapı 10 cm üzerindeki olgular ele alındı. Bir olguda akciğerdeki 16 cm, karaciğerdeki kisthida�ğin çapı 25cm idi.Diğerleinin çapı akciğerde 10-16 cm, karaciğerde 10-25 cm arsında değişmekte idi.Tüm olguların çapları bilgisayarlı tomograrafi ile ölçüldü.Yedi vakada sağ alt lobta, iki vakada sağ orta lobta idi.Çapı 16 cm olan olgudaki kist 12 yaşında kız çocuğunda olup sağ alt lobun %80 nini doldurduğu ve geri kalan kısmı havalanmadığı için rezeksiyon uygulandı.Diğer vakalara parankim koruyucu cerrahi uygulandı;kistotomi+kapitonaj yapıldı.Aynı anda diafrağma kesilerek karaciğerdeki kistlerede kisto tomi + kapitonaj yapıldı.Hiç bir vakada komplikasyon gelişmedi.Hastanede kalma süreleri 4-12 gün.

Sonuç:

Çapı ne kadar büyük olursa olsun; tüm akciğer kist hida�klerine parankim koruyucu cerrahi ve yine karaciğerdekilerede; aynı seyansta eğer kubbede ise diafrağma insize edilerek kistotomi + kapitonaj yapılmalıdır.

PS162

SERVİKAL MEDİASTİNOSKOPİ OLGULARIMIZIN DEĞERLENDİRİLMESİ

HIDIR ESME , OKAN SOLAK , KUBİLAY OCALAN AFYON KOCATEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ AD

Amaç:

Medias�noskopi, mediasten hastalıklarının tanısı ve akciğer kanserinin evrelemesinde kullanılan invaziv bir yöntemdir. Medias�noskopinin etkinliğini ve güvenirliğini değerlendirmek amacıyla son 3 yılda medias�noskopi yap�ğımız olgularımızı geriye dönük olarak inceledik.

Gereç ve Yöntem:

Haziran 2005 – Kasım 2008 tarihleri arasında hastanemizde non invaziv yöntemlerle tanısı konulamayan lenf adenopa�li ve akciğer kanserli 33 olguya tanı ve evreleme amaçlı medias�noskopi uygulandı.

Bulgular:

Olguların 25’i erkek, 8’i kadın ve yaş ortalaması 55,75±14,11 (yaş aralığı 22-82) idi. Olguların 19’unda (%57,6) tanı amaçlı, 14’ünde (%42,4) akciğer kanseri evreleme amaçlı medias�noskopi yapıldı. Tanı amaçlı yapılan medias�noskopi olgularında; reak�f lenfadenit (n=11), granülamatöz lenfadenit (n=6), karsinom metastazı (n=2), lenfoma (n=1) idi. Evreleme amaçlı medias�noskopi olgularının 6’sında lenf bezi metastaz müspetliği saptandı. Bir hastada pnömotoraks görüldü. Mortalite saptanmadı.

Sonuç:

Medias�noskopi gerek medias�nal lenf adenopa�lerinin etyoljisini ortaya koymakta, gerekse akciğer kanseri evrelemesinde morbiditesi düşük, güvenilir ve etkin invaziv bir yöntemdir.

Page 207: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

206

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

PS163

PLEURAL EMPYEMA AFTER RUPTURE OF LUNG ECHINOCOCCUS CYST INTO PLEURAL CAVITY

SUNNATİLLA ABULKASİMOV , TULKUN KARİEV

THORACİC SURGERY, INSTİTUTE OF PHTİSİOLOGY AND PULMONOLOGY

Aim:

To study efficiency of PLEURAL EMPYEMA AFTER RUP-TURE OF LUNG ECHINOCOCCUS CYST INTO PLEURAL CAVITY

Method:

cohort analysis

Results:

The rupture of echinococcus cyst into pleural cavity and the progress of pleural empyema were observed in 23 pa�ents (males -13, females -10) at the age from 10 to 54 years. Before hospitaliza�on, the pa�ents took medical treatment on the occasion of tuberculosis and other pulmonary pathologies. Prior to opera�ons, the rupture of echinococcus cyst into pleural cavity was diagnosed in 6 pa�ents. Because of lung collapse and presence of purulent pleural exudate, the non-specific pleural empyema was diagnosed in the remaining 17 pa�ents. Complete lung collapse was observed in 7 pa�ents, par�al collapse – in 16, of them in 15 – on the right side, and in 8 – on the le side. Aer general pre-opera�ve treatment, lung decor�ca�on along with the removal of the chi�nous coat from pleural cavity was performed in 11 pa�ents, echinococectomy and lung decor�ca�on - in 4, lobectomy and pleurectomy - in 3 pa�ents, pulmon-and pleuropulmonectomy - in 5 pa�ents. Good clinical effect was achieved in all operated pa�ents.

Conclusion:

Pleural empyema aer the rupture of echinococcus cyst into pleural cavity is usually diagnosed un�mely because of diagnos�c difficul�es. Depending on the condi�ons of a collapsed lung and pleural cavity, surgical treatment at this pathology is highly effec�ve and involves a wide range of surgeries – from decor�ca�on to pulmonectomy

PS164

MİNİMAL İNVAZİV PEKTUS DEFORMİTESİ ONARIMINDA MARMARA TECRÜBESİ

MUSTAFA YÜKSEL , KORKUT BOSTANCI , RIZA SERDAR EVMAN , BARKIN ELDEM , HAKAN ÖZALPER MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI, İSTANBUL

Amaç:

Pektus ekskavatum deformitesinin düzel�lmesinde minimal invaziv bir yöntem olan Nuss tekniği ar�k pek çok merkezde açık cerrahi tekniklere tercih edilirken, bu tekniğin pektus karinatum deformitesi düzel�lmesi için modifiye edilmiş şekli olan Abramson tekniği de giderek daha fazla kabul görmektedir.

Gereç ve Yöntem:

Ağustos 2005 – Ocak 2009 tarihleri arasında pektus deformitesi tanılı 90 olgu anabilim dalımızca opere edildi. Yaşları 7 ile 34 arasında değişen (ortalama 17.2) olgulardan 80’i erkek 10’i kızdı. 80 olguya pektus ekskavatum tanısıyla Nuss operasyonu uygulanırken 10 olguya pektus karinatum tanısıyla Abramson operasyonu uygulandı.

Bulgular:

Deformite 59 olguda simetrik, 31 olguda asimetrik idi. Olguların 45’inde tek bar ile düzelme sağlanırken PE tanılı 39 olguda çi bar, 6 olguda ise 3 bar yerleş�rilerek deformitenin düzelmesi sağlandı. Pektus karinatum tanılı 10 olgudan son 8’inde tara�mızdan geliş�rilen özel tasarım karinatum barları kullanıldı. Operasyon süresi 20 ile 180 dakika (ortalama 70) arasında değiş�. Üç olguda bar mekanik sorunlar nedeniyle revize edildi. İki olguda yetersiz düzelme nedeniyle ikinci bir seansta birer adet ek bar yerleş�rildi. Ağrı kesicilerle kontrol al�na alınamayan ağrı sebebiyle, çi bar yerleş�rilen bir pektus ekskavatum olgusunda ve bir pektus karinatum olgusunda barlar ilk bir ay içinde çıkar�ldı. Uygulanan hasta memnuniye� anketlerinin değerlendirilmesinde hastaların %90’ının sonuçtan çok memnun olduğu görüldü. Barların hiçbiri henüz çıkar�lmadı.

Sonuç:

Minimal invaziv pektus deformitesi onarım teknikleri, kısa ameliyat süreleri, düşük morbidite ve yüksek hasta memnuniye� oranları ile tercih edilen düzeltme yöntemleri olmalıdır.

Page 208: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

207

PS165

MORPHOGENESIS OF THE LUNG PRECANCER AND CANCER

SAYERA ARİFKHANOVA , RUSTAM ISROİLOV

NATİONAL INSTİTUTE OF TB AND PULMONOLOGY, TASHKENT

Aim:

To study morphogenesis, histogenesis and pathomorphology of the lung precancer and cancer.

Method:

The object of inves�ga�on included cut fragments of the lung due to chronic sclero�c changes and tumoral process in the lungs in 18 pa�ents (of them 12 were males and 6 females). Paraffin slices of �ssue were stained with hematoxiline and eozine, RNA by Brashe, DNA by Felgen and Shick-reac�on.

Results:

The lesion of bronchial epithelium with lower layer of basal cells was considered as ini�al process of central cancer. There was noted development of basal cell hyperplasia, squamous metaplasia and atypical dysplasia due to impairment of cellular differen�a�on in the damaged focuses. Morphogenesis of squamous metaplasia of bronchial epithelium was a result of enhanced prolifera�on and delayed differen�a�on of basal cells in the focuses of desquamous integmentary epithelium. In some sizes of squamous metaplasia there were revealed focuses of atypical hyperplasia that were nor differ from carcinoma in situ in rela�on to cell ploidy. The occurrence of focuses of atypical hyperplasia, squamous metaplasia, dysplasia of different degree on the stem bronchus was considered as histogenic resource of the central cancer. Histogenesis of the lung peripheral cancer was differed from histogenesis of the central cancer because of presence of different various cells in the dysplasia focuses such as columnar, basal, mucociliary, goblet cells, alveolocytes. These data confirmed that glandular tumors were prevailed among peripheral forms of lung cancer revealed by us.

Conclusion:

The phenotypic heterogeneity of the lung cancer was determined rather by increasing geno- and phenotypic lability of the tumoral cells during progressing than by their cytogenesis and level of tumoral cell differen�a�on block.

PS166

ATELEKTAZİ LOKAL İLERİ EVRE KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KARSİNOMUNDA (KHDAK) SAĞKALIMI UZATIYOR

YILMAZ BÜLBÜL 1, BÜLENT ERİŞ 1, ASIM ÖREM 2, AYHAN GÜLSOY 1, FUNDA ÖZTUNA 1, TEVFİK ÖZLÜ 1, SAVAŞ ÖZSU 1 1 KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, TRABZON 2 KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, BİYOKİMYA ANABİLİM DALI, TRABZON

Amaç:

TNM evreleme sisteminde atelektazi nega�f prognos�k işaret olarak alınmaktadır. Ancak önceki retrospek�f bir çalışmamızda atelektazi sağkalımda ar�ş ile ilişkili bulunmuştu. Bu çalışmada atelektazi ve/veya obstrük�f pnömoninin (AO) KHDAK olgularında sağkalım üzerine etkisinin prospek�f olarak incelenmesi ve al�a yatan olası mekanizmanın irdelenmesi amaçlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Çalışma, Nisan 2006-Nisan 2008 arasında kliniğimizde takip edilen ileri evre KHDAK hastaları üzerinde gerçekleş�rildi. Hastaların başvuru sırasındaki klinik ve laboratuar özellikleri kaydedildi. Toraks CT’de AO varlığı veya yokluğuna göre olgular iki gruba ayrıldı. Atelektazide sağkalım ar�şını açıklaması muhtemel parametreler (erken tanı alma durumu, atelekta�k alandaki immüniteyi güçlendirebilecek enflamasyon veya tümör beslenmesini azaltabilecek şantlar) yönünden periferik kanda CEA, CRP, LDH, hemoglobin, trombosit ve lenfosit sayıları çalışıldı. Gruplar arası karşılaş�rma Ki-kare ve Mann-Whitney U testleri ile, sağkalım analizlari ise Kaplan Meier yöntemi ile yapıldı.

Bulgular:

Çalışmaya 5’i kadın toplam 80 olgu (%54.4’ü evre 4) alındı. Hastaların %56.3’ünde AO saptandı. Gruplar arasında hastalığın evresi, performans durumu, kilo kaybı, uygulanan tedavi rejimleri açısından farklılık bulunmadı. Median sağkalım AO olan hastalarda 13.93 ay (range:12.34-15.52), olmayanlarda 11.16 ay (range:7.06-15.27) bulundu (p=0.178). Evre 4 olgularda gruplar arasında sağkalım farkı bulunmazken, AO’lu evre 3 olgularda sağkalım anlamlı uzun bulundu (8.83 aya karşılık [range: 3.13-14.53], 13.93 ay [range: 10.59-19.27], p=0.032). AO olan ve olmayan olgular arasında CEA, CRP, hemoglobin ve lenfosit sayıları yönünden fark bulunmadı. Ancak, AO’lu evre 3 hastalarda trombosit sayıları anlamlı düşük bulundu (401.810±75.680’e karşılık 331.850±96.900, p=0.024). Semptomdan tanıya kadar olan gecikmeler yönünden gruplar arasında fark saptanmadı.

Page 209: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

208

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

Sonuç:

Çalışmamız, lokal ileri evre KHDAK’inde AO’nin uzamış sağkalım ile ilişkili olduğunu göstermiş�r. Ancak, AO’nin ileride TNM evreleme sistemine muhtemel entegrasyonu için daha kapsamlı çalışmalara ih�yaç olduğu açık�r.

PS167

KADINLARDA AKCİĞER KANSERİ: EPİDEMİYOLOJİK VE KLİNİK ÖZELLİKLER

GÜNTÜLÜ AK , MUZAFFER METİNTAŞ , HÜSEYİN YILDIRIM , PELİN CANBAZ , SİNAN ERGİNEL , FÜSUN ALATAŞ ESOGÜ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD

Amaç:

Bu çalışmada kadınlarda akciğer kanserinin epidemiyolojik ve klinik özelliklerini değerlendirmeyi ve sigara içen ve içmeyen kadın hastalar arasındaki farklılıkları belirlemeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

1990 ile 2007 arasında tanı konulan 1903 akciğer kanseri hastası arasından 164 kadın hasta değerlendirildi. Hastalar kadınlarda akciğer kanserinin epidemiyolojisindeki değişiklikleri belirlemek için üç eşit zaman periyoduna bölünerek değerlendirildi. Ayrıca hiç sigara içmemiş olan 125 hasta ile halen sigara içen 31 hastanın özellikleri kıyaslandı.

Bulgular:

Hastaların yaş ortalaması 61.0±10.4 yıl, semptom süresi 104.6 gündü. En sık histolojik alt �p adenokarsinomdu (%45.7). Hastaların çoğu evre 4 (%55.5) ve evre 3B (%28.0) hastalığa sahip�. Kadın hastaların oranı birinci zaman diliminde %4.9, ikincide %10.4 ve üçüncüde %8.8’di. Ancak, zaman dilimleri arasında ortalama yaş, sigara öyküsü ve histolojik alt �p bakımından fark yoktu. Sigara içmeyen hastalar halen sigara içenlerden daha yaşlıydı. Sigara içmeyenlerde adenokarsinom oranı daha yüksek�. Plevral efüzyon sigara içmeyen hastalarda daha sık iken, hilar ve medias�nal genişleme sigara içenlerde daha sık�. Sigara içmeyenlerde tümör periferal ve orta-alt zon yerleşimli, sigara içenlerde ise santral ve orta zon yerleşimliydi.

Sonuç:

Kadınlarda akciğer kanseri artmaktadır. Semptom süreleri uzun ve ileri evre hastalığa sahipler. Sigara içmeyen kadınlarda tümörün klinik-patolojik özellikleri farklıdır. Akciğer kanseri ülkemizde erkekler için olduğu kadar kadınlar için de büyük bir problem olarak düşünülmelidir.

PS168

AKCİĞER KANSERİNİN EŞLİK ETTİĞİ MULTİPLE PRİMER KANSERLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

SİBEL ARINÇ , MÜYESSER ERTUĞRUL , ÖZKAN DEVRAN , NURAY ERDAL , NİLGÜN HATABAY , ARMAĞAN HAZAR SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

akciğer kanseri ile birlikte görülen mul�pl primer kanserlerin(akciğer kanserinden sonra veya önce gelişen) oluşumu üzerine kısıtlı bilgi mevcu�ur. Mul�pl kanserli olgular ile tek akciğer kanserli olgular arasında farklılıklar vardır. Bu çalışmada mu�ple primer ve tek başına akciğer kanserli olguların özelliklerini değerlendirmeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

2005-2007 yılları arasında hastanemiz onkoloji bölümünde takip edilen 549 akciğer kanserli olgunun epidemiyolojik factörleri, sigara anamnezi, histolojik �pleri ve aile öyküsü sorgulandı. İki hasta grubu oluşturuldu. Grup I: 46(%8.3) hasta en az iki veya üç maligniteyi içeren tümörler mevcu�u(en az biri akciğer kanseri olmak üzere). Grup II: 503(%91.7) sadece akciğer kanseri olan grup.

Bulgular:

Larinks, mesane, akciğer ve dudak kanseri en sık birinci grupta görülen kanser �pleri idi(%26.8, %13.4, %8.6, %6.5). Grup I’de ailesel akciğer kanseri görülme sıklığı grup II’ye göre yüksek�(p=0.01). Sigara kullanım yüzdesi grup I’de(%93.4) grup II’ye(%87.4) göre daha fazla olmakla beraber ista�s�ksel olarak anlamlı değildi(p=0.2). Akciğer kanseri histolojik �pleme açısından squamöz hücreli karsinom grupI’de grup II’ye göre daha fazla idi(p=0.04).

Sonuç:

Mul�pl primer kanserlerde ailesel akciğer kanserinin tek akciğer kanserli olgulara göre daha fazla olması mul�pl tümör gelişiminde bir risk faktörü olabileceğini düşündürmektedir.

Page 210: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

209

PS169

MALİGN MEZOTELİOMA OLGULARIMIZDA TANISAL İŞLEMLERİN DEĞERİ VE MORTALİTE ORANLARI

SİBEL ŞAHBAZ 1, DOĞAN REŞİT KÖSEOĞLU 2, ALİ YEĞİNSU 3, HANDAN İNÖNÜ 1, AYŞE YILMAZ 1, AHMET CEMAL PAZARLI 1, SERHAT ÇELİKEL 1 1 GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ PATOLOJİ AD. 3 GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ AD.

Amaç:

Malign mezoteliomalı (MM) olgularda tanısal işlemlerin değerini, mortaliteyi belirlemeyi amaçladık

Gereç ve Yöntem:

Veriler retrospek�f olarak incelendi, İl nüfus müdürlüğünden ölüm tarihleri öğrenildi.

Bulgular:

Otuz olgu (17 erkek) değerlendirildi. Yaş ortalaması 61.3 idi. En sık başvuru yakınması nefes darlığıydı (n=21). 4 olguda peritoneal MM tanısı mevcu�u. 22 olgunun 16’sının çevresel asbest maruziye� vardı. Olguların 19’a hastanemizde, diğerlerine dış merkezde tanı konulmuştu. Hastanemizde tanı konulan olguların 17’sine torasentez (%89.5), 15‘ine (%78.9) kapalı plevra biyopsisi (KPB) yapılmış�. PSS sonuçlarına göre 4 olguda (%25.0) MM, 12 olguda Class 2-mezotel hücre proliferasyonu gösterildi. (1 olgunun verisi yoktur). KPB ile 6 olguya (%40.0) MM tanısı konulurken, diğer sonuçlar; kronik inflamasyon (n=6), malign tümör infiltrasyonu (n=2), iğsi hücre proliferasyonu (n=1) idi. 11 olguya tanısal operasyon yapılmış�. 5’i epitelial �p MM, 4’ü MM, 2’i bifazik MM tanısı aldı. 26 olgunun tedavisiyle ilgili veriler elde edildi: Tedavi seçenekleri: radyoterapi (n=2), kemoterapi (n=14), cerrahi (n=4), tedavisiz takip� (n=6). 6, 9, 12 aylık mortalite oranları sırasıyla %10.0, %26.7 ve %50.0 idi. Ölen olguların (n=22) ortalama yaşam süresi 13.9±8.5 (1-31) aydı.

Sonuç:

Geniş olgu serilerinde MM’da ortalama yaşam süresi 6-17 ay arasındadır, sonuçlarımız literatür ile uyumludur. Torasentez (%25.0) ve KPB’nin (%40.0) tanı koyma oranı literaturden (sırasıyla <%10 ve <%40) yüksek�r.

PS170

OROFARENGEAL ALAN KANSERİ VE AKCİĞER KANSERİ BİRLİKTELİĞİ

H.VOLKAN KARA , M.ZEKİ GÜNLÜOĞLU , HÜSEYİN MELEK , ADALET DEMİR , BARIŞ MEDETOĞLU , S.İBRAHİM DİNÇER YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ , 2. GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ -İSTANBUL

Amaç:

Orofarengeal kanser tedavisini takiben primer akciğer kanseri ortaya çıkışı ih�mali, normal nüfusa göre yüksek�r. Bu oran uygun tedavi almış orofarengeal alan kanseri hastalarında yıllık %4 -5 �r. Bu hastalarda, akciğer kanseri karakteris�kleri ve yapılan cerrahi tedavi araş�rıldı

Gereç ve Yöntem:

Kliniğimizde 2002–2007 yılları arasında, orofarengeal kanser nedeniyle tedavisi cerrahi ve/veya kemoradyoterapiyle sağlanmış olup, takiplerinde ortaya çıkan akciğer kanseri mevcut 7 hasta tedavi edildi. Bu hastaların verileri retrospek�f olarak incelendi.

Bulgular:

Hastaların tümü erkek olup yaş ortalaması 59,5 (43–67) idi .Beş hastada larenks karsinomu, 1 hastada dil kökü 1 hastada vokal kord karsinomu mevcu�u . Bu tümörler için uygulana tedaviler,lokal eksizyon , larenjektomi ve bölgesel radyoterapi ve sistemik kemoterapi olarak belirlendi. Orofarengeal alanda tümör nüksü ve uzak metastaz bulgusu olmayan hastalarda, akciğerdeki tümörler, primer tümör kabul edildi.. Akciğer rezeksiyon şekilleri, 3 hastada (% 42.8) lobektomi, 1 hastada (%14.2) pnömonektomi, 1 hastada (%14.2) üst bilobektomi, 1 hastada (%14.2) üst sleeve lobektomi (%14.2), 1 hastada (%14.2) alt lobektomi ve wegde rezeksiyon idi. Tüm tümörlerin histopatolojik �pi skuamöz hücreli kanser olarak belirlendi. Pnömonektomi yapılan hastada minimal bronkoplevral fistül, sleeve lobektomi yapılan hastada anostomoz handa striktür geliş�, her iki durum, konserva�f yaklaşımlarla tedavi edildi. Morbidite oranımız %28,5 olarak hesaplandı. Peri ve post-opera�f mortalite gözlenmedi

Sonuç:

Orofarengeal alanda kanser hastalarda takip döneminde primer akciğer kanseri ortaya çıkma ih�mali yüksek�r , hastaların takiplerinde akciğerin incelenmesine özen gösterilmelidir. Akciğer kanseri gelişen hastalarda akciğer rezeksiyonu, kabul edilebilir mortalite ve morbidite oranlarıyla başarılı şekilde yapılabilmektedir

Page 211: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

210

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

PS171

LUNG CANCER: INCIDENCE, PARTICULAR FEATURES OF CLINIC, REASONS OF LATE DIAGNOSIS

YAROSLAV VOLOSHYN

INSTİTUTE OF PHTYSİATRY AND PULMONOLOGY, THORACİC SURGERY DEPARTEMENT

Aim:

To study the lung cancer’s incidence, par�cular features of clinic, reasons of late diagnosis.

Method:

Ukraine: lung cancer incidence (men – 77,6 – 100,1%, women – 13,8 – 15,5% for 100 000 persons). Lung cancer is the most oen (11-15%) among oncological diseases. Retrospec�ve analysis of 428 cases history and roentgenogrammes. Men – 331 (77,34%), women – 97 (22,66%) aged 17-70 years. Dura�on of the disease – 2 weeks- 2,5 years.

Results:

Clinic: cough a�acks – 279 (65,19%), pains in chest – 145 (33,88%), body temperature increase – 142 (33,18%), hemoptysis – 97 (22,66%). Roentgenogramme: round shadows with uneven, unclear contour (diameter 1,5-5cm) 312 (72,89%) had cancer expanded process: III A stage (T 1-3 N 2 M 0, T 3 N 1 M 0 ) – 236 (61,45%), III B (T 4 N 1-2 M 0) – 49 (11,45%). Reasons of late diagnosis: 1/ doctors mistakes – 248 (57,94%) 2/ latent course of disease – 95 (22,2%) 3/ late appeal to hospital – 85 (19,86%) Algorithm of �mely diagnosis has been developed: roentgenography of chest in 2 projec�ons, fibrobronchoscopy, new laboratory immunologic instrumental methods. Applica�on of the algorithm made diagnosis more accurate (8-15%)

Conclusion:

So, the frequency of lung cancer has increased. Symptoms: cough, body temperature increase without evident reason, hemoptysis. 72,89% - lung cancer extended process. Main reasons of late diagnosis: mistakes of diagnosis, latent course. The developed algorithm of �mely diagnosis let considerably improve the situa�on with lung cancer in the country.

PS172

AKCİĞER KANSERLİ HASTALARIMIZIN DÖKÜMÜ (2006-2007-2008 YILLARI)

SEDAT ALTIN , A.LEVENT KARASULU , MURAT KIYIK , HATİCE ÖZÇELİK , M.AKİF ÖZGÜL , M.ALİ BEDİRHAN , ATİLLA GÜRSES , S.İBRAHİM DİNÇER YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Akciğer kanseri, göğüs hastalıkları hastanelerimizde teşhis edilen ensık hastalıklardan biridir. Hastanemizde teşhisi konulan hastaların 3 yıllık dökümü amaçlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

2006-2007 ve 2008 yıllarında hastanemize başvuran hastalarımızdan akciğer kanseri teşhisi konulanlar değişik açılardan değerlendirildi.

Bulgular:

2006 yılında hastanemizde 2.141 akciğer kanserli hasta yatarak tedavi olmuşken, 2007 yılında bu sayı 2.478, 2008’de ise 2.624’e ulaşmış�r. Bu hastalara tanı konulduğunda yaklaşık % 91’i çeşitli nedenlerden inoperabl ve irrezektabl olarak değerlendirildiğinden 2006’da 239, 2007’de 228, 2008 ‘de 213 hastamıza cerrahi rezeksiyon uygulanmış�r. KT yapılan hasta sayımız 2006’da 168,.2007’de 228 ve 2008’de 289 olup, girişimsel bronkoskopi uygulanan hasta sayılarımız ise sırasıyla 127, 169 ve 428 olmuştur.

Sonuç:

Hastanemize son yıllarda başvuran akciğer kanserli hasta sayılarında giderek ar�ş izlenmektedir. Bunun nedenleri olarak, son 3 yıldır hizmete girmiş yeni teknolojilerin hastanemize kazandırılması ve radyoterapi dışında akciğer kanseri tedavisinde uygulanan yöntemlerin yapılması gösterilebilir.

Page 212: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

211

PS173

KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİNDE SERUM KARSİNOEMBRİYONİK ANTİJEN DÜZEYİNİN HİSTOLOJİK TİP VE EVREYLE İLİŞKİSİ

EMRAH ORAY , IŞIL KARASU , AYŞE ÖZSÖZ İZMİR DR SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Karsinoembriyonik an�jen (CEA) kanser araş�rmasında ve takibinde sık kullanılan bir markırdır. Çalışmamızda serum CEA (s-CEA) düzeyinin küçük hücreli dışı akciğer kanserindeki (KHDAK) tanı değeri, histolojik �p ve evreyle olan ilişkisi araş�rılmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya yeni tanı almış 101 (91 E, 10 K) KHDAK olgusu alındı. Sağlıklı 25 olgu ile kontrol grubu oluşturuldu. s-CEA düzeyinin KHDAK’deki tanı değeri, histolojik �p ve evreyle olan ilişkisi karşılaş�rıldı.

Bulgular:

Olguların yaş ortalaması 63.07 ±10.18 idi. KHDAK olgularında ortalama s-CEA düzeyi 58.90±13.71 ng/ml, kontrol grubunda 2.23±0.20 ng/ml bulundu. KHDAK olgularında kontrol grubuna göre serum CEA düzeyleri ista�s�ksel olarak anlamlı yüksek� (p< 0.01). Adenokarsinom olgularında s-CEA düzeyi daha yüksek olmakla birlikte ista�s�ksel olarak anlamlı değildi. Hastalığın evresi, T durumu ve N durumuna göre değerlendirildiğinde s-CEA düzeylerinde anlamlı farklılık saptanmadı (p > 0.05). s-CEA düzeyleri M1 olgularda M0 olgulara göre daha yüksek olmakla birlikte ista�s�ksel açıdan anlamlı farklılık yoktu (p > 0.05). Ancak karaciğer metastazı olan olgularda s-CEA düzeyleri ista�s�ksel olarak anlamlı yüksek bulundu (p< 0.05). ROC analizi ile değerlendirmede karaciğer metastazlı olgularda cut-off değeri 10 ng/dl alındığında sensi�vite%77.7, spesifite %73.91, pozi�f predik�f değer %22.58, nega�f predik�f değer %97.14 olarak bulundu.

Sonuç:

s-CEA düzeyinin tanıya katkı sağlayacak bir markır olarak kullanılabileceğini, ancak histolojik �p, evre ve hastalığın yaygınlık derecesinin bir göstergesi olmadığını düşünmekteyiz. Daha ileri çalışmalarla desteklenmesi durumunda karaciğer metastazının saptanmasında/ekarte edilmesinde kullanılabilecek bir markır olabilir.

PS174

TORAKS TUTULUMU GÖSTEREN LENFOMALI OLGULARIN ÖZELLİKLERİ VE TANI PROBLEMLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

VEYSEL YILMAZ , GÜNGÖR ÇAMSARI , SAADETTİN ÇIKRIKÇIOĞLU , SEDAT ALTIN , ESİN TUNCAY , FİLİZ KOŞAR , PINAR YILDIZ , EMEL ÇAĞLAR , NUR ÜRER YEDİKULE GÖĞÜS HASTANESİ

Amaç:

Toraks tutulumu gösteren hodgkin ve nonhodgkin lenfomalı olguların özellikleri ve tanı problemlerini irdelemek.

Gereç ve Yöntem:

Bu çalışmada; 2005-2008 tarihleri arasında hastanemizde Hodgkin ve Nonhodgkin lenfoma tanısı alan 36 hasta retrospek�f olarak incelenmiş�r. Hodgkin tanısı alan 15 hastanın 9 (%60)’u erkek, 6 (%40)’sı kadın, yaşları 15 ile 48 arasında (ort.29 ± 11) değişmekteydi. Nonhodgkin tanısı alan 21 hastanın ise, 15(%71)’i erkek, 6(%29)’sı kadın idi. Yaşları 18 ile 84 arasında (ort.57± 12) değişmekteydi.

Bulgular:

Başvurularındaki en belirgin yakınmalar, nefes darlığı,öksürük, kilo kaybı ve ateş idi. Radyolojik olarak, hodgkin lenfomalı olgularda 8 (%61) hastada medias�nal genişleme, 9 (%60) hastada hiler genişleme, 10 (%66) hastada konsolidasyon görünümü, 6 (%40) hastada plevral sıvı ile uyumlu görünüm saptanmış�r. Nonhodgkin lenfomalı olgularda ise, medias�nal genişleme 8(%38), hiler genişleme 3(%14), hiler-medias�nal genişleme 3(%14), konsolidasyon 8(%38), sıvı görünümü 5(%23) olguda saptandı. Histopatolojik tanılar, her iki grupta büyük çoğunlukla servikal veya supraklaviküler lenf nodu biyopsisi ile kondu. Hodgkin lenfomalı olguların 4(%26), nonhodgkin lenfomalı olguların ise 1(%4)’i açık akciğer biyopsisi ile tanı almış�r.

Sonuç:

Lenf nodu tutulumu ile başvuran hodgkin lenfomalılarda ve nonhodgkin lenfomalı olgularda tanı problemi yaşanmadığı ve ortalama 1 haa gibi kısa sürede tanı konulduğu gözlenmiş�r. Özellikle konsolidasyonla başvuran hodgkin lenfomalı hastalarda klinik ve radyolojik görünümleri,infeksiyonları taklit etmesi nedeniyle tanıda gecikmelere neden olduğu saptanmış�r. Bu olgularda tanı koyma süresi ortalama 1 ay olup,açık akciğer biyopsisine giden olgularda ise, bu süre 40 günü bulmuştur.

Page 213: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

212

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

PS175

MOLECULARY-CELLULAR CHARACTERISTICS OF TUMORAL CELLS IN LUNG CANCER

SAYERA ARİFKHANOVA , RUSTAM ISROİLOV ,

NATİONAL INSTİTUTE OF TB AND PULMONOLOGY, TASHKENT

Aim:

Ectron mecroscopic study of squamous cell lung carci-noma.

Method:

Ultrastructure analysis of 6 cases of squamous lung carcinoma. The pieces of tumoral �ssue were fixed and bathed in epon-aralhyde mixture with use of common method. The semithin slices were stained with azure II and studied with light-op�c inves�ga�on. Ultrathin slices were studied with electron microscope Hitachi-100M.

Results:

There was found central lung cancer developing from bronchial mataplasia epithelium in all cases. Tumor morphology was correlated with squamous cell carcinoma. The nonkera�nizing type of squamous cell carcinoma was diagnosed in 4 cases and kera�nizing type of squamous cell carcinoma in 2 cases. The tumoral cells had various ultrastructure. The majority of tumoral cells had nondiffere�ated type: the big round nucleus, oval or frequently irregular form with diffuse of compact chroma�n distribu�on. Cytoplasma was developed poorly or sa�sfactorily and some polymorphic ribosomas, polysomas, mitochondria and profiles of endoplasmic re�culum were noted in it. The tumoral cells were either light or dark and varied significantly in form, sizes and ultrastructure. The other part of tumor cells was differen�ated well and had the main signs of squamous epithelium. In their cytoplasma there were revealed filaments, tonofibrils, keratohyalin, desmosomes, semidesmosomes and fragments of basal membrane. The degree of these signs intensity as well as forms and sizes of cells and nucleuses, content of organelle pathological forms in the different differen�ated tumor cells were fluctuated in significant limits. The ra�o of nondifferen�ated and differen�ated cells was very different in all cases.

Conclusion:

The cells with specific ultrastructural signs of squamous epithelium were found not only in the kera�nizing types of squamous cell carcinoma but also in the nondifferen�ated forms of non-kera�nizing type of squamous cell carcinoma light forms, they only changed in numbers and degree of differen�a�on. In the tumoral cells independently on the level of differen�a�on there were noted some ultrastructural changes of some organelles

frequently during kera�nizing like hyperkeratosis, duskeratosis, hypokeratosis and parakeratosis.

PS176

AKCİĞER KANSERİNDE ÖLÜM NEDENLERİ

ONUR TURAN , ATİLA AKKOÇLU DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD

Amaç:

Akciğer kanseri, cerrahi tedavi dışında, kemoterapi ve radyoterapi gibi tedavi seçenekleri olan, ancak genel olarak sağkalım süresi uzun olmayan bir kanserdir. Akciğer kanserinde mortalite; genellikle hastalığın evresi, seyri, hastanın performans durumu ve almış olduğu tedaviler ile ilişkilidir.

Gereç ve Yöntem:

Kliniğimizde 2007 Ocak-2008 Mart tarihleri arasında akciğer kanseri tanısıyla ya�rılarak izlenmiş 233 hasta retrospek�f olarak incelendi.

Bulgular:

44 erkek, 7 kadın, yaş ortalaması 62.9±11.5 olan toplam 51 hastanın(%21.8) servisteki izlemleri exitusla sonuçlandı. Histopatolojik �pe göre dağılım %70.6 KHDAK (%37.3 adenokarsinom, %19.6 skuamoz hücreli , %13.7 alt �pi bilinmeyen KHDAK) %29.4 KHAK idi. Ölen hastalarının tanı anındaki evrelemesi; KHDAK’de %53.1 evre 4, %21.9 evre 3b, %12.5 evre 3a, %3.1 2b ve %9.4 1b;KHAK’de %42.9 sınırlı, %57.1 yaygın hastalık şeklindeydi. Akciğer ve kemik, tanı anında en sık metastaz gözlenen organlardı. Tanı anında uzak metastazı bulunan hastaların sağkalım süresi diğer hastalara göre, ista�s�ksel açıdan anlamlı olarak daha kısa iken(137.8 gün vs. 295 gün); ortalama sağ kalım süresi 211.9 gün idi. Exitus öncesi laboratuvar değerlendirmelerinde, BFT’de bozukluk %55, anemi %54.1,lökositoz %50.1, elektrolit imbalansı %40.7; AKG’da ise hipoksi %63.2 oranında tespit edildi. Radyolojik olarak, yeni akciğer metastazları ve primer kitlede progresyon en sık rastlanan bulgulardı. Pnömoninin, %39.1 ile en sık ölüm nedeni olduğu gözlendi. KT sonrası erken dönemde 15 hastada(%29.4) ölüm gerçekleş�; nötropenik ateş (NPA) ve pnömoni bu hastalardaki en sık nedenlerdi.

Sonuç:

Akciğer kanserinde, metasta�k ve progressif hastalık süreci ile, terminal dönem hastalık exitus gelişiminden öncelikle sorumludur. Özellikle evre III ve IV hastalarda KT sonrası gelişen pnömoni, NPA gibi komplikasyonlar da mortalitede önemli bir yere sahip�r. Hastaların tedavi planı yapılırken bu durumun gözönünde bulundurulması ve bu tedavilerden daha fazla fayda görecek hasta grubunun dikkatlice seçilmesi gerekmektedir.

Page 214: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

213

PS177

TRAKEAL TÜMÖRLERDE KLİNİK GÖRÜNÜMLER

OSMAN HACIÖMEROĞLU , HİLAL ALTINÖZ , GÜLBANU HORZUM , FEYZA KARGIN , KORKMAZ ORUÇ , TÜLAY YARKIN , REHA BARAN SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Trakeanın primer veya çevre dokudan invazyon şeklinde görülen tümörleri drama�k tablolarla karşımıza çıkarlar. Daha semptoma�k ve daha yaşamı tehdit edicidirler. Bu çalışmada 11 hastada bu tümörlerin genel özellikleri ve tanıda göze batan bulguları incelendi.

Gereç ve Yöntem:

Kliniğimizde ocak 2006-aralık 2008 arasında tetkik ve tedavi edilen 11 trakeal tümör olgusu retrospek�f olarak değerlendirildi. Olgular yaş, sigara içimi, tümörün yeri, pa grafi özellikleri, toraks bt bulguları, önde gelen semptomlar, tanıya kadar geçen semptoma�k süre, doku tanısı, eşlik eden hastalıklar açısından incelendi.

Bulgular:

Tüm olgular erkek ve tütün bağımlısıdır. Ortalama yaş 56, sigara içimi 52 paket-yıl, semptom süresi 22 haadır. Pa grafi duyarlılığı % 64 (7/11) bulunmuştur. Başlıca anormallikler atelektazi, trakeada daralma, medias�nal genişleme, pnömoni, paratrakeal kitle, hemidiyafragma yükselmesidir. Dört olguda akciğer grafisi normaldir.(%36) .bt de lezyon saptama oranı % 91 ( 10/11) bulunmuştur. Histopatolojik olarak nsclc % 73 ( 8/11) oranla başta gelmektedir. Bir olgu benigndir (%9). Olgularda çoğunlukla dispne ile stridor ön plandadır. Üç olguda trakea yanında ana bronşlarda da tutulum vardır. Bir olguda koah, bir diğer olguda osas varlığı dikkat çekmiş�r.

Sonuç:

Trakeal tümörlerde dispne ve stridor en yaygın bulgulardır. Koah veya as�m tanısı konulurken stridorun varlığı özellikle aranmalıdır. Stridorun fark edilmesi gereksiz tedavileri ve tanıda gecikmeyi önleyecek�r. Tedaviye yanıtsız olgularda başta trakea olmak üzere hava yollarının tümör ve diğer mekanik patolojileri akla gelmelidir. Tanıda bt nin pa grafiye göre sensi�vitesi üstündür. Normal bt ve/veya göğüs radyogramı bu tanıyı dışlamaz. Akım-volüm halkası inspiratuar ve/veya ekspiratuar plato göstererek tanıda uyarıcı olabilir. Kliniği kuşkulu tüm olgularda bronkoskopi gereklidir ve tanı koydurucudur.

PS178

MALIGNANT PLEURAL MESOTHELIOMA: CLINICO-PATHOLOGIC AND SURVIVAL CHARACTERISTIC IN A CONSECUTIVE SERIES OF 40 PATIENTS

REZA BAGHERİ , SEİED ZİAOLLAH HAGHİ ,

MASHHAD UNİVERSİTY OF MEDİCAL SCİENCE

Aim:

Pleural malignant mesothelioma is an uncommon but extremely invasive tumor which originates from mesothelial cells and usually occures aer prolonged exposure to asbestos, Different types of surgical and oncological therapeu�c methods have been used resul�ng in various outcomes. The aim of this study was to clinicopathologically evaluate 40 pa�ents with pleural malignant mesothelioma and the main factors influencing their prognosis. Method:

In this study 40 pa�ents with defini�ve diagnosis, who had been followed up for at least 3 years were studied based on the following factors: epidemiologic factor, stage and pathological type, treatment method and complica�ons, and with the use of sta�s�cal factors p-value the main factors influencing the pa�ents’ survival have been evaluated.

Results:

M/F 3/1 with average age of 55 years. Chest pain was the most common symptoms. In 55% the lesion was localized in the le site and most were in Buchard stage I or II and the epithelial form was the most common pathological pa�ern (62.5%). 47.5% of cases only received radiotherapy and chemotherapy, extrapleural pneumonectomy was performed on 20% and 17.5% of pa�ents underwent decor�ca�on and pleurectomy beside adjuvant therapy and 15% of cases rejected any type of treatment. Surgical mortality occurred in one pa�ent and the most common Surgical complica�on was wound infec�on. The average survival rate was 12 months and the main factors influencing it were the pa�ent’s physiologic status, pathological form, stage of the disease and the pa�ern of pleural involvement.

Conclusion:

Because the low survival rate aer mul�modality invasive treatments in mesothelioma, aggressive therapeu�c methods were recommended in pa�ents with a good physiological states and a clinical early stage with a good phatology form and other modality recommended in other pa�ents.

Page 215: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

214

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

PS179

ASTIM KONTROL TESTİNİN SOLUNUM FONKSİYONLARI, YAŞAM KALİTESİ VE İNFLAMASYONLA İLİŞKİSİ

MİNE BORA 1, AYLİN ÖZGEN ALPAYDIN 1, AYDIN İŞİSAĞ 2, AYŞIN ŞAKAR COŞKUN 1, PINAR ÇELİK 1, ARZU YORGANCIOĞLU 1 1 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ PATOLOJİ ANABİLİM DALI

Amaç:

As�m hastalarının semptoma�k, fonksiyonel ve inflamatuar parametrelerle izlemi önerilmektedir. Hava yolundaki inflamasyonun monitörizasyonu ile atakların azal�lıp daha iyi kontrol sağlandığı bilinmesine karşın bu parametrelerin değerlendirilebilmesi zaman alıcı, zahmetli ve pahalıdır. Son yıllarda kullanılan As�m Kontrol Tes� (AKT) kolay uygulanabilir bir izlem yöntemi olarak belir�lmiş, fonksiyonel değerlendirme ve yaşam kalitesi anketleri ile korelasyonu gösterilmiş�r. Bu çalışmada AKT’nin inflamasyon parametreleriyle ilişkisinin değerlendirmesi hedeflenmiş�r

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya Göğüs Hastalıkları polikliniğine başvuran GINA 2006 kriterlerine göre hafif ve orta şidde�e as�m tanısı olan tedavi al�nda 18 olgu alındı. AKT, yaşam kalitesi anke� (AQLQ), solunum fonksiyon tes�, metakolin bronkoprovokasyon tes� (BPT) yapıldı, ekshale nitrik oksit (NO) düzeyi ve indükte balgamda eozinofil düzeyi bakıldı

Bulgular:

İki erkek, 16 kadın olgunun yaş ortalaması 41,67 ± 13,24 idi. AKT’ye göre hastaların 1’inde tam kontrol, 11’inde kısmi kontrol mevcu�u, 6 hasta kontrolsüz olarak değerlendirildi. Kontrollü (tam+kısmi kontrol) ve kontrolsüz hastaların, sırasıyla %67 ve %33’ünde BPT nega�f idi, her iki grubun da %83’ünde FEV1>%80 saptandı. Kontrollü hastaların %50’sinde ekshale NO<20 ppb iken, kontrolsüzlerde bu oran %67 idi. Balgam eozinofilisi kontrollü hastaların %17’sinde pozi�f saptandı, kontrolsüzlerde ise yoktu. AKT ile eozinofili varlığı, FEV1, ekshale NO düzeyi ve BPT arasında ilişki izlenmedi, AQLQ ile ista�s�ksel anlamlı olmasa da zayıf ilişki mevcu�u.

Sonuç:

Ön sonuçlarımıza göre, bu konuda yapılmış diğer çalışmaların bir kısmı ile benzer şekilde AKT inflamatuar, fonksiyonel parametreler ve yaşam kalitesi ile korelasyon göstermemektedir. Bu bağın� halen tar�şmalıdır, olgu sayımızın henüz az olması da sonuçlarımızı etkilemiş olabilir.

PS180

POSTMENAPOZAL DÖNEMDEKİ ASTIM HASTALARINDA METABOLİK SENDROM SIKLIĞI:ADİPONECTİN-LEPTİN İLİŞKİSİ

RECEP AKGEDİK 1, CEMİLE KOCA 2, DUYGU OZOL 1, MURAT AYDIN 2, ZEKİ YILDIRIM 1, RAMAZAN YİĞİTOĞLU 2 1 FATİH ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 FATİH ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, BİYOKİMYA AD

Amaç:

As�m ve obezite sıklığı giderek artmakta olan ve birbiri ile ilişkilendirilen iki hastalık�r. Metabolik sendrom ise insulin direnci ile beraber genellikle obezitenin eşlik e ği ve mortaliteyi arran önemli bir sağlık sorunudur. Kadınlarda as�m erkeklere göre %30 daha sık görülmekte ve as�m atakları %40 oranında kadınları daha çok etkilemektedir. Bu çalışmanın amacı postmenopozal dönemdeki kadın as�mlı hastalarda metabolik sendrom sıklığını araş�rmak ve lep�n-adiponec�n ile ilişkisini saptamak�r.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya yaş ortalaması 57.5 ± 13.9 yıl olan 45 as�m hastası ile yaş ortalaması 59.6 ± 12.8 yıl 30 sağlıklı postmenopozal dönemde olan kişiler dahil edildi. Metabolik sendrom tanısı için Modifiye Dünya Sağlık Örgütü tanı kriterleri kullanıldı. İnsülin direnci HOMA-IR (Homeostasis Model Assessment İnsulin Resistance İndex) yöntemi ile ayrın�lı olarak değerlendirildi.

Bulgular:

Ortalama beden kitle indeksi (kg/m2) as�mlı hastalar için 29.6 ± 5.4 ve kontrol grubu için 28.2 ± 5.3 bulundu. As�mlı hastaların 22’si, kontrol grubunun 13’ü obezdi. Her iki grupta metabolik sendrom sıklığı %26.7 idi. Eşlik eden hipertansiyon varlığı, plazma lipit profilleri gruplar arasında benzer saptandı. Aşikar diyabet as�mlıların 11 (24.4%)’inde ve kontrol grubunun 6 (20%)’sında saptandı. As�mlı hastalarda bazal açlık insulin seviyesi, insulin direnci ve lep�n seviyesi kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek, adiponec�n seviyesi ise anlamlı düzeyde düşük bulundu.

Sonuç:

Sonuç olarak postmenopozal dönemdeki kadın as�mlı hastalarda obezite ve metabolik sendrom sıklığı kontrol grubu ile benzer olmakla beraber, as�m hastalarında azalmış adiponec�n seviyesi bozulmuş glikoz metabolizması ile ilişkilendirildi.

Page 216: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

215

PS181

GINA 4. VE 5. BASAMAK TEDAVİDE, KONTROLDEKİ ASTIM OLGULARINDA FENO VE DİFFÜZYON KAPASİTESİ

ÇİĞDEM ZUHUR , MELAHAT UYGUN , BİLUN GEMİCİOĞLU İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

As�m kontrol tes� (AKT) yirminin üstünde saptanan (kontrolde), GINA 2007 kriterleri ile 4 ve 5. basamak tedavideki as�m olgularında revaskülarizasyon nedeni ile artmış olabileceği düşünülen FeNO ve difüzyon kapasitesi ölçümleri yapılıp, aralarında korelasyon varlığı araş�rılmış�r.

Gereç ve Yöntem:

4. ve 5. kontrol basamağında tedavi alan sigara kullanmamış, yapılan AKT≥ 20 saptanan, yaş ortalaması 50±12,4 olan 18 as�m olgusunda akım volüm, akciğer volümleri, difüzyon tes� ve FeNO ölçümleri yapılarak aralarındaki korelasyon araş�rılmış�r. Olgular iki gruba ayrılıp FeNO≥40ppb olan 9 olgu (Grup1) ile FeNO<40ppb olan 9 olgu (Grup2) arasında difüzyon kapasitesi farkı incelenmiş�r.

Bulgular:

5 Erkek, 13 kadın olgunun hastalık süreleri 18,2±10,2 yıl olup, ölçülen ortalama±SD değerleri sırasıyla Grup1, Grup2 ve toplam (tüm olgular) için şu şekilde bulunmuştur: %FVC: 91±9, 83±12, 87±11; %FEV1:66±17, 61±13, 64±15; %RV:148±59, 143±41, 146±49; %DLCO/VA: 95±11, 107±11, 101±12; FeNO(ppb):60±18, 30±7, 45±20 ve AKT: 22±1, 23±1, 23±1. Hiçbir olguda %DLCO/VA değeri %80 al�nda bulunmamış�r. FeNO 17 ile 98 ppb arasında olup ancak 3 olguda 25ppb al� yani normal düzeyde bulunmuştur. FeNO ile %DLCO/VA arasında anlamlı bir korelasyon saptanamamış�r (r:-0,41 p:0,08). Grup1 ve Grup2, karşılaş�rıldığında %DLCO/VA değerinde Mann Whitney U tes� ile anlamlı farklılık olmasa da yine p=0,08 bulunmuştur.

Sonuç:

As�m olgularında hastalık 4. veya 5. tedavi basamağında olsa da difüzyon kapasitesinin düşmediği ve FeNO’nun yüksek kaldığı görülmüştür, bu durumun revaskülarizasyon ile bağlan�lı olabileceği düşünülebilir. Küçük olgu grubunda FeNO ve %DLCO/VA arasında anlamlı bir korelasyon elde edilememiş�r büyük hasta grubunda yapılacak çalışmalarla sonuçların değerlendirilmesi uygun olacak�r.

PS182

ASTIM VE OBEZİTE SERUM NİTRİT/NİTRAT DÜZEYİNDE DÜŞME İLE İLİŞKİLİ

MUSTAFA YILMAZ 1, MUSTAFA ALTINIŞIK 1, MEHMET POLATLI 2, NİMET DEMİRTAŞ 2, CENGİZ GÖKBULUT 1, ORHAN ÇİLDAĞ 2 1 ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ BİYOKİMYA ANABİLİM DALI, AYDIN 2 ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, AYDIN

Amaç:

Çalışmalarda as�m ve obezite arasında ilişki olduğu ve bu ilişkinin kadınlarda erkeklerden daha belirgin olduğu gösterilmiş�r. Hangi obezite feno�plerinin as�mla ilişkili olduğunun anlaşılması önemlidir. Lep�n yağ dokusunda sentezlenen ve bazal metabolik hızı arran bir hormondur. Serum lep�n düzeyi obezitede artar. Bu çalışmada serum lep�n düzeyi, vücut kitle indeksi (VKİ) ve serum nitrit/nitrat düzeyleri arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amaçlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

As�mlı 29 hasta (AST) (51.00±10.79 yaş) ve 29 sağlıklı birey (SB) (45.14±9.75 yaş) çalışmaya alındı. Tüm olgularda solunum fonksiyon testleri, VKİ, serum lep�n, total kolestrol, trigliserid, nitrit/nitrat düzeyleri ölçüldü. Grupların ista�s�ksel karşılaş�rılması SPSS paket programı kullanılarak yapıldı.

Bulgular:

VKİ as�m ve SB’lerde sırasıyla 28.75±5.14 and 25.93±3.98 bulundu (p=0.027). Serum lep�n (AST ve SB’lerde sırasıyla 18.48±15.93 and 13.08±11.25 ng/mL), total kolestrol ve trigliserid düzeyleri AST ve SB’lerde benzer bulunmakla birlikte (p>0.05), lep�n düzeyi tüm çalışma grubu içinde kadınlarda erkeklerden anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0.001). Solunum fonksiyon testleri ve serum nitrit/nitrat düzeyleri AST grubunda SB’den yüksek� (p<0.01).

Sonuç:

Çalışmamız lep�nin obezite ve as�m ilişkisinde etkin bir oynadığı görüşünü desteklememekle birlikte, as�mlı kadınlarda lep�nin rolü olabileceğini düşündürmektedir. Elde e ğimiz veriler, plazma lep�n düzeyine cinsiye�n önemli ölçüde bağımsız katkısı olduğunu göstermiş�r. Serum nitrit/nitrat düzeyi düşüklüğü muhtemelen bu hastalarda uykuda solunum bozukluğu riskinin artması ve dolayısıyla nokturnal oksijen desatürasyonları ile ilişkili NO sentezinin depresyonu veya NOS inhibitörlerinin ar�şına bağlı olabilir.

Page 217: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

216

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

PS183

PHARMACOECONOMICAL AND PSYCHOSOMATIC AS-PECTS OF BRONCHIAL ASTHMA (BA)

TETYANA KONSTANTYNOVYCH , YRİY MOSTOVOY , HANNA DEMCHUK

VİNNYTSİA NATİONAL MEDİCAL UNİVERSİTY

Aim:

On the basis of complex (integrated) clinical and psy-chological tes�ng to conduct the pharmacoeconomical analysis of the cost of BA treatment at the pa�ents with concomitant psyhoemo�onal dysfunc�on (PED).

Method:

The conducted psychological tes�ng (technique Wassermann, Spilberg-Hanin, Zunge, Leongard-Shmishek) for 145 BA-pa�ents has revealed availability clinically significant PED for 58 (40 %). The control group have compounded 87 (60 %) BA-pa�ents without a clinical syndrome PED. Pharmacoeconomical analysis included the calcula�on of direct costs in euro per year for inpa�ent and urgent treatment help to BA-pa�ents with PED and without it. Both groups were representa�ve on age, sex, term and gravity of clinical course of BA.

Results:

The cost of expenditures on inpa�ent treatment of BA-pa�ents with concomitant clinical PED has compounded 2811,1 euro per year against 1434,7 euro in control group (p < 0,01), on rendering of urgent treatment help - 186,9 euro per year against 144,3 euro (p < 0,05), the general annual cost of treatment has compounded 2997,8 euro per year against 1579,0 euro (p < 0,01) accordingly. The results are condi�oned by increase of indexes of �me of inpa�ent treatment (19,3 + 3,6 against 15,7 + 3,2, p < 0,05), frequency of hospitalisa�ons per year (5,1 + 0,8 against 3,2 + 0,9, p < 0,05), frequency of urgent calls by the group of BA-pa�ents with clinically significant PED.

Conclusion:

BA pa�ent with PED need the correc-�on in psyhoemo�onal sphere for decreas-ing general direct expenditures of treatment.

PS184

EVALUATION OF TREATMENT EFFICIENCY AND ES-TIMATION OF ECONOMIC COMBINED THERAPY OF PATIENTS WITH BRONCHIAL ASTHMA

I.S. RAZİKOVA , Ш.З. Мавлянова ,

TASHKENT MEDİCAL ACADEMY, TASHKENT, UZBEKİSTAN

Aim:

Though the sta�s�cs of Uzbekistan is evident of con�nued tendency of incidence rate and mortality condi�oned by bronchial asthma (BA) nowadays there are no data about the costs connected with BA. Therefore, the aim of our research is to carry out the expert evalua�on of the quality of medical treatment to adolescence pa�ents suffered from BA and make the account of economical efficiency of combined therapy of pa�ents with BA.

Method:

The quality of BA treatment has been analyzed on the ground of specially developed register in 1500 adolescence pa�ents appealed to Republican Scien�fically Specialized Allergy Centre for consulta�ve aid. There revealed that off the examined pa�ents with BA of stage II 2/3 of pa�ents in urban areas and 5/6 in rural ones do not receive an�-inflammatory medica�ons and 70% of pa�ents do not carry out allergic examina�on at all. Results:

Nedocormil NA has been commonly used in stage III of BA and inhala�on cor�costeroids are used just in 1/3 and ¼ part of pa�ents, 45% of pa�ents receive systemic cor�costeroids unreasonably (per os). These study results showed that both in stage II of BA and in stage III in pa�ents received specific immunotherapy (SIT) the common cost of treatment is authen�cally lower than in control group where monotherapy has been conducted.

Conclusion:

Herewith the costs have been decreased both on basic an�-inflammatory medica�ons and bronchodilators. It is important to note that reduc�on of the scope of medical therapy and connected with this cu ng cost of treatment in pa�ents received SIT not only improve its result but just on the contrary followed by be�er clinical and func�onal rates in comparison with compara�ve group.

Page 218: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

217

PS185

HATAY/DÖRTYOL BÖLGESİNDEKİ ALERJİK SEMPTOMLAR İLE BAŞVURAN HASTALARDA ATOPİ VARLIĞININ DEĞERLENDİRİLMESİ

YAVUZ HAVLUCU 1, LEVENT ÖZDEMİR 1, DENİZ YURTMAN HAVLUCU 2 1 DÖRTYOL DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ, HATAY 2 DÖRTYOL DEVLET HASTANESİ DERMATOLOJİ KLİNİĞİ, HATAY

Amaç:

Hatay/Dörtyol bölgesinde, alerjik semptomlarla başvuran hastaların allerjen duyarlılığının deri tes� ile belirlenmesi.

Gereç ve Yöntem:

Ocak 2008 – Aralık 2008 tarihleri arasında Dörtyol Devlet Hastanesi Göğüs hastalıkları ve Dermatoloji polikliniklerine başvuran as�m, alerjik rinit, kronik ür�ker ve atopik derma�t tanısı alan hastalara uygulanan deri tes� sonuçları retrospek�f olarak değerlendirildi.

Bulgular:

Bu dönem içerisinde toplam 35403 poliklinik yapıldı ve 17961 farklı hasta tedavi edildi. Çalışmaya yaş ortalaması 29.7±16.8 olan 483’ü erkek, 1467’si kadın 1950 hasta alındı. Hastaların 228’nin alerjik rinit, 1139’nun as�m, 256’sının kronik ür�ker, 327’sinin atopik derma�t olduğu saptandı. Tüm hasta grubunda atopinin kadınlarda (%74.6) erkeklerden(%65.2) daha fazla olduğu, nisan(%91.5), mayıs(%81.9), mart (%79.2) aylarında daha sık saptandığı gözlendi. Atopi, alerjik rini�e %82.9, as�mda %76.6, derma��e %61.8, kronik ür�kerde %57 olarak saptandı. Tüm hastalıklarda en sık allerjen olarak ev tozları (%37.6), ot karışımı (%30.6) ve mantar karışımı (%29.2) saptandı.

Sonuç:

Hatay/Dörtyol bölgesinde atopi sık görülmektedir.

PS186

TÜRK POPÜLASYONUNDA ASTIM İLE EGZERSİZ İLİŞKİSİ

EMEL ERYÜKSEL 1, BERRİN BAĞCI CEYHAN 1, SUNA YAPALI 2, FATİH YILDIRIM 2 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI VE YOĞUN BAKIM ANABİLİM DALI 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, İÇ HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Dispne as�mlı hastalarda egzersiz kapasitesini sınırlamaktadır ve egzersizin te�klediği as�m ile ilişkili etkenler henüz tam olarak bilinmemektedir. Bu çalışmanın amacı as�m ile egzersizin te�klediği as�m arasındaki ilişkiyi araş�rmak ve predispozan faktörleri değerlendirmek�r.

Gereç ve Yöntem:

Bu çalışmada 206 as�m hastası (50 E, 156 K) ve 117 kişi kontrol grubu olarak değerlendirildi. Tüm hastalara solunum fonksiyon tes�, Ig E analizi, cilt prick tes� ve standard anket uygulandı.

Bulgular:

As�mlı hastalarda egzersiz sonrası nefes darlığı semptomları prevalansı %64,5 olarak bulundu. Bu grup ağırlıklı olarak kadın hastalardan oluşmaktaydı (%82.4 vs %17.6, p<0.009) ve egzersizin te�klediği as�mı olmayan grup ile karşılaş�rıldığında gastroesofajeal reflü (GER) riski artmış bulundu (%55 vs %45, p<0.026). Solunum fonksiyon tes� analizinde , FEV1 egzersizin te�klediği as�mı olan alt grupta daha düşüktü (%88.8+/-21.2 vs %97.1+/-20.0, p<0.01). Lojis�k regresyon analizinde nokturnal as�m riski artmış bulundu. (OR: 3.8(CI:1.3-11.3), p<0.02).

Sonuç:

Sonuç olarak, bu çalışmada egzersiz sırasında oluşan dispnenin GER ve nokturnal as�m ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Özellikle egzersizin te�klediği as�mı olan Türk as�m hastalarında bu parametreler özellikle değerlendirilmelidir.

Page 219: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

218

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

PS187

ALLERJİK HASTALIĞI OLAN HASTALARIMIZDA DERİ PRİCK TESTİ DEĞERLENDİRMESİ

ELİF TORUN 1, SILA ŞEREMET 2, FEHMİ KAÇMAZ 3 1 BİNGÖL DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ 2 BİNGÖL DEVLET HASTANESİ DERMATOLOJİ KLİNİĞİ 3 BİNGÖL DEVLET HASTANESİ KARDİOLOJİ KLİNİĞİ

Amaç:

Deri prick tes�(DPT), cil�e allerjene karşı spesifik IgE cevabını gösteren kolay, hızlı, ucuz, güvenli ve sık kullanılan bir tetkik�r. Allerjik hastalıklarda gene�k yatkınlığın yanında iklim, bitki örtüsü, yükseklik ve nem gibi bölgesel farklılıklar da önemlidir. Rakımı yaklaşık 1500 m, yıllık ortalama sıcaklık 12°C, nem oranı %60’ın al�nda olan bir Doğu Anadolu ili olan Bingöl’de sık karşılaşılan allerjenleri tespit etmeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Aralık 2008-Ekim 2009 arasında hastanemize başvuran ve allerjik hastalığı olan ve DPT uygulanan 68 erkek, 143 kadın toplam 211 hasta retrospek�f olarak değerlendirildi. Hastalarımızın %52.1’i ev hanımıydı.Toplam 15 allerjen ektresi, pozi�f (histamin) ve nega�f kontroller (serum fizyolojik) olmak üzere 17 allerjen uygulandı.

Bulgular:

Hastaların 48’i(%22.7) allerjik rinit, 11’i(%5.2) as�m, 48’i (%22.7) atopik derma�t, 85’i(%40.3) kronik ür�ker, 19’u(%9.0) as�m+allerjik rinit idi, 113(%53.6) hastada allerji tes� pozi�f saptandı. Çalışmamızda en fazla pozi�f sonuç ev tozu akarlarına karşı saptandı (%29.4)(D.farinae %25.6, D.pteronysinus %20.9). Sırasıyla diğer allerjenlere pozi�flik şöyle bulundu:Blatella germanica %23.2,ot polenleri %18.5, Alopecurus pratensis %13.7,Tri�cum sa�vum %11.4,köpek tüyü %11.4,tüy karışımı (kümes hayvanları) %10,Aspergillus fumigatus %9.5,kedi tüyü %9,ağaç karışımı (kızılağaç, huş ağacı, �ndık) %8.5,çilek %6.2,yumurta %5.2,inek sütü %5.2,kakao %1.9. Eviçi ve evdışı alerjenler karşılaş�rıldığında sırasıyla %45 ve %30.8 pozi�flik saptandı. Gıda alerjisi %11.8 oranında bulundu.

Sonuç:

Ev tozu akarlarının en sık rastlanan alerjenler oluşu literatür ile uyumlu olup, pozi�flik oranı deniz seviyesinde ve kıyısında olan yerlerden belirgin oranda düşük, karasal bölgelerdeki sonuçlarla benzer orandadır. Atopik hastalarda alerjenden kaçınma korunmanın ve tedavinin önemli basamaklarından olduğundan bölgede çoğunlukla etken olan alerjenlerin saptanması ve hastaların bu konuda bilinçlendirilmesinin önemli olduğu kanaa�ndeyiz.

PS188

TÜRK POPÜLASYONUNDA ASTIM İLE ALLERJİK RİNİT VE KONJUKTİVİT ARASINDAKİ İLİŞKİ

BERRİN BAĞCI CEYHAN 1, EMEL ERYÜKSEL 1, SUNA YAPALI 2, FATİH YILDIRIM 2 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI VE YOĞUN BAKIM ANABİLİM DALI 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, İÇ HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Rinit ve konjuk�vit as�m hastalarında sık görülmektedir .Bu çalışmanın amacı as�m ile allerjik rinit ve allerjik konjuk�vit arasındaki ilişkiyi araş�rmak ve predispozan faktörleri saptamak�r.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya 209 as�m hastası (50 E, 159 K) ve 117 kişi kontrol grubu olarak (33 E, 84 K) dahil edildi. Tüm hastalara solunum fonksiyon tes�, Ig E analizi, cilt prick tes� ve standart anket uygulandı.

Bulgular:

As�mlı hastaların %61’inde rinit mevcu�u, bu grupta allerjik rini� olmayan grup ile karşılaş�rıldığında artmış hayvan tüyü duyarlılığı (%26.6 vs %15.2, p<0.05), artmış konjuk�vit (%72.6 vs %46.8, , p<0.0001) ve artmış nokturnal as�m sıklığı (%48.4 vs %33.3, p<0.04) saptandı . Lojis�k regresyon analizinde konjuk�vit varlığının rinit riskini arrdığı gösterildi (OR:6.1, CI:1.6-23.2,p<0.008). Rini� olan hastaların solunum fonksiyon testleri allerjik rini� olmayan hastalarınki ile karşılaş�rıldığında daha yüksek değerler saptandı (FEV1/FVC %78.6+/- 9.8 vs %74.2+/-9.6, p<0.06) As�m hastalarının %61’ inde konjuk�vit mevcu�u ve bu grupta artmış gıda allerjisi (%30.5 vs %17.5, , p<0.04), hayvan tüyüne duyarlılık (%27.3 vs %14.5, p<0.03), allerjik rinit (%70.9 vs %44.7, , p<0.0001), egzema (%34.4 vs %19.7, p<0.03) ve noktürnal as�m (%50 vs %30.7, p<0.007) saptandı. Lojis�k regresyon analizinde egzemanın konjuk�vit riskini arrdığı gösterildi. (OR:5.1, CI:1.0-27.3, p<0.05).

Sonuç:

Rinit ve konjuk�vi�n bulunduğu as�m hayvan tüyü duyarlılığı, egzema, gıda allerjisi ve nokturnal as�m ile ilişkilidir. Rinit ve konjuk�vi� olan as�m hastalarında bu parametrelere özellikle dikkat edilmelidir.

Page 220: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

219

PS189

ANALYSIS OF LUNG FUNCTION OF THE PUPILS WITH BRONCHIAL ASTHMA (BA) SYMPTOMS

YURİY MOSTOVOY , LYUDMİLA KOTSUR , HANNA DEM-CHUK

VİNNYTSYA NATİONAL MEDİCAL UNİVERSİTY

Aim:

During conduc�ng of epidemiology phase I study with ISAAC 2456 children in age from 7 to 14 years were ques�oned. The BA symptoms were revealed at 815 (33,2 %) child. According to phase II of ISAAC-study to reveal bronchial hyperreac�vity (BH) and ven�latory abnormali�es, lung func�on (LF) tests were made to 317 pupils (174 (54,9%) girls and 143 (45,1%) boys) who answered posi�vely on the ques�ons of ISAAC-ques�onnaire.

Method:

The tests included measuring LF parameters in the common state, aer the physical exercise and bronchodilata�on test (BDT) in 15 min aer inhala�on of maximal dose of salbutamol.

Results:

Normal values of the LF were established at 273 (86,1%) pupils. Mild ven�latory abnormali�es were at 44 (13,9%). The most prevalent defect was obstruc�ve– 24 (7,6%), less spread defects were mixed 11 (3,5%) and restric�ve - 9 (2,8%). Ven�latory abnormali�es were found more frequent at the girls than the boys (37 (21,3%) vs 7 (4,9%), (p<0,001)). BH aer physical exercises was revealed at 38 (13,9%). BH was more characteris�c for children who had 4 posi�ve answers on ISAAC-ques�ons or noted BA history (42,1% and 23,7%, respec�vely). Posi�ve BDT was revealed at 105 (33,1%): at 80 (29,3%) with normal LF and at 25 (3,8%) with obstruc�ve and mixed defects. Posi�ve BDT were revealed more frequent at children with 4 posi�ve answers (85,4%) or with BA no�ng (53,0%). BH aer physical exercises and posi�ve BDT were found at 28 (8,8%) pupils.

Conclusion:

Our findings show high variability of the airway at the pupils who had more posi�ve answers on the ISAAC ques�ons. It could confirm diagnosis of the BA at this group of subjects.

PS190

PULMONER EMBOLİDE TANIYA DESTEK OLABİLECEK NON-İNVAZİV PARAMETRELERİN İNCELENMESİ

YASEMİN SAYGIDEĞER , ÖZLEM SEVER , BURCU OKTAY , EMİNE SEVGİ , SADIK ARDIÇ S.B. DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ

Amaç:

Acil Serviste pulmoner emboli (PE) düşünülen hastalarda kullanılan klinik skorlama sistemlerinden Genova ve Wells’ Skorlama sistemlerini karşılaş�rmak, d-dimer/fibrinojen oranının tanıyı destekleyip desteklemediğini araş�rmak ve tanıyı destekleyici ek non-invaziv bir parametre olup olmadığını incelemek.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya Ocak-Eylül 2008 arası hastanemiz acil servisine başvuran ve d-dimer sonucu 500’ün üzerinde gelen PE ön tanılı 78 hasta alındı. Hastaların yakınmaları ve PE açısından risk faktörü oluşturabilecek öyküleri sorgulandı,arteriel kan gazı analizleri, Genova ve Wells Klinik Skorlamaları yapıldı, akciğer röntgenogramları ve fizik muayene bulguları ve beden kitle indeksleri (BMI) kaydedildi, fibrinojen ve CRP düzeyleri çalışıldı. Hastalar tanılarını Ven�lasyon Perfüzyon Sin�grafisi (V-P ), Spiral Toraks BT (sT-CT) ve Pulmoner BT Anjiografi (PA) yöntemlerinden biri ile aldı.

Bulgular:

Hastaların 33’ü PE nega�f (PE(-)), 45’i PE pozi�i (PE(+)). PE(+) olguların 37’si Spiral Toraks BT ile, 2’si V-P Sin�grafi ile ve 6’sı Pulmoner Anjiografi ile tanı aldı. Demografik ölçütlerde PE(+) ve PE(-) gruplar arasında PE(+) grup daha yaşlı olmakla birlikte bu fark ista�s�ksel olarak anlamlı bulunmadı. Cinsiyet ve sigara içimlerinde her iki grup arasında fark yoktu. BMI değerleri PE(+) grupta anlamlı yüksek bulundu (PE(-)=21,23 ± 4,05, PE(+)=28,68 ± 5,93; p<0,038). 4 haa içinde geçirilmiş operasyon öyküsü, 4 saat ve üzerinde yolculuk , hormon replasmanı veya oral kontrasep�f kullanımı, immobilizasyon gibi risk faktörlerinden en az birinin bulunması ista�s�ksel olarak anlamlı bulunmazken, Genova ve Wellls Skorlamalarından Wells’in orta ve yüksek olasılıklı olarak ayırdığı hastalar PE(+) grupta anlamlı bulundu (p<0,009). Tek başına fibrinojen ve CRP bu çalışmada gruplar arasında anlamlı bir sonuç vermezken d-dimer/fibrinojen oranı da ista�s�ksel olarak anlamlı bulunmadı (p<0,053). Postero-anterior akciğer grafide diafragma elevasyonu veya atelektaziden en az birinin bulunması da PE(+)’lerde anlamlı olarak bulundu (p<0,045).

Page 221: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

220

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

Sonuç:

Wells Skorlama Sisteminin acil serviste Genova’ya göre daha yararlı olabileceği görülmektedir. Ayrıca BMI yüksek olması da önemli bir risk faktörü olarak belirmiş�r ve PE ön tanılı hastalarda sorgulanması ha�rda tutulmalıdır. PA Akciğer grafide atelektazi veya diafragma elevasyonunun PE’de yüksek predik�f değerinin olduğu görülmektedir. D-dimer/ fibrinojen oranı bu çalışmada anlamlı çıkmamakla birlikte vaka sayısının daha çok tutulacağı gelecek çalışmalarda tanıya destek olabileceği düşünülmektedir.

PS191

HEM GÖĞÜS HASTALIKLARI HEM KARDİYOLOJİ DEPARTMANINDA KRONİK DİSPNE NEDENLERİ

SERPİL ÖCAL ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ

Amaç:

Kronik dispne nedenleri hakkında bilgi azlığını dikkate alarak, hem kardiyoloji hem de göğüs hastalıkları kliniğine başvuran hastalarda kronik dispne nedenlerinin sıklığının belirlenmesi amaçlandı.

Gereç ve Yöntem:

Kronik dispne nedeniyle başvuran hastalar retrospek�f olarak incelendi. Hastalar akciğer hastalıklarına göre; KOAH, astma, diğer akciğer hastalıkları ve akciğer hastalığı olmayan şeklinde 4 gruba ayrıldı. Ayrıca aynı hastalar ekokardiografi bulgularına göre; sistolik disfonksiyon, diastolik disfonksiyon, kapak hastalıkları, pulmoner hipertansiyon ve normal olarak 5 gruba ayrıldı.

Bulgular:

İkiyüzelli hastanın 148’inin (%59.2) bir akciğer hastalığına sahip olduğu, en sık izlenilen akciğer hastalığının KOAH ve astma olduğu izlendi. İkiyüzelli hastanın 155’inin (%62) anormal ekokardiografi bulgusuna sahip olduğu ve en sık izlenilen bulgunun diastolik disfonksiyon olduğu bulundu.

Sonuç:

Bu çalışmadaki kısıtlılıklar çerçevesinde; kronik dispneli hastaların yaklaşık üçte biri hem bir akciğer hastalığına hem de anormal ekokardiografi bulgusuna sahip�. Ayrıca diğer üçte biri ya bir akciğer hastalığına ya da anormal ekokardiografi bulgusuna sahip�. Elde edilen bu bulgulara göre; kronik dispneik hastaları hem solunum fonksiyon tes� hem de ekokardiografi ile değerlendirmek gerekmektedir.

PS192

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM VE YEDİKULE

SEDAT ALTIN YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Sağlıkta Dönüşüm Projesinin Yedikule Göğüs Hastalıkları Hastanemize etkilerini araş�rmak

Gereç ve Yöntem:

2002-2007 yılları değerlerinin Türkiye sonuçlarıyla Yedikule Göğüs Hastanesi sonuçlarını karşılaş�rmak

Bulgular:

2003 yılında uygulamaya başlanılan Sağlıkta Dönüşüm Projesi, ülkemizde pekçok yeni uygulamaları beraberinde ge�rirken, bu süreçten en fazla etkilenenlerin başında hem özel dal hem de eği�m ve araş�rma hastanesi olarak Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eği�m ve Araş�rma Hastanemiz olmuştur. 2002-2007 yılları arasında yap�ğımız kümüla�f değerlendirmede, Türkiye’de yapılan poliklinik sayısı 124.317.359’dan 249.141.099’a (% 100,4 ar�ş, yıllık ar�ş % 20,1), ya�rılan hasta sayısı 5.508.263’ten 8.720.289’a (% 58,3 ar�ş, yıllık ar�ş % 11,7) çıkmış�r. Oysa ki, Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eği�m ve Araş�rma Hastanemize başvuran hasta sayısı 2001’de 76.695 iken, 2007’de 295.731’e yükselmiş�r (ar�ş oranı % 284,2, yıllık ar�ş 47,4). Yatan hasta sayısı ise 2001’de 5.943 iken, 2007’de 13.799’a çıkmış�r (ar�ş oranı % 132,2, yıllık ar�ş % 22). İnsangücü bakımından 2002’de Göğüs Hastalıkları Uzman sayısı şef, şef muavini ve başasistan dahil 47 kişi iken 2007’de bu sayı 41’e düşmüştür.

Sonuç:

Yedikule’de ülkede gerçekleşen ar�ş oranlarında poliklinik sayısında ar�şta ülke ortalamasının 2,4 ka�, yatan hasta sayısındaki ar�şta ise, 1,9 ka� işyükü gerçekleşmiş�r.

Page 222: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

221

PS193

ÜÇÜNCÜ BASAMAK GÖĞÜS HASTALIKLARI HASTANESİNE BAŞVURAN VE KOAH TANISI ALANLARIN OLUŞTURDUKLARI HASTALIK YÜKÜ- KESİTSEL BİR ÇALIŞMA

MEHMET ATİLLA UYSAL , SEDAT ALTIN , VEYSEL YILMAZ , LEVENT DALAR , EKREM CENGİZ SEYHAN , HANİFE CAN YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Kronik Obstrük�f Akciğer Hastalığı (KOAH) ülkemizde önemli bir morbidite ve mortaliteye sahip�r. Biz de KOAH hastalarının üçüncü basamak Göğüs Hastalıkları Hastanesinde oluşturdukları hastalık yükünü belirlemeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

01.01.2008- 31.01.2008 tarihleri arasında Yedikule Goğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisine başvuran hastalar ve uluslararası hastalık kodlamasına (ICD-10) KOAH (J44, J44.0, J44.1, J44.8, J44.9) tanısı alan hastalar çalışmaya alındı. Hastanemizde otomasyon sistemi mevcut olup tüm hastalar kayıt edilmiş�r.

Bulgular:

244.009 hastadan, 25.287 (10,3%) ü KOAH tanısı almış�r. 8652 (34,2%) hasta KOAH veya KOAH’ la ilişkili hastalık nedeni ile birden çok kez hastanemize başvurmuştur. 6347 (73,3%) hasta erkek, 2305 (36.7%) hasta kadın idi. 1681(19,4%) hasta bir kez, 868 (10%) hasta iki kez, 303 (3,5%) hasta üç kez, 378 (4.4%) hasta dört veya daha fazla kez hastanemize başvurmuştur.2114 (65,4%) hasta müşadeye alınmış�r. 2114 hastadan ise 916 (43.3%)’ si bir veya daha fazla kez hastaneye ya�rılmış�r.

Sonuç:

Bu sonuçlar, KOAH hastalığının üçüncü basamak Göğüs Hastalıkları Hastanelerinin acil hizme�nde önemli bir hastalık yükü oluşturmaktadır. Hastalarımıza eği�m verilmesi, rehabilitasyon programlarının oluşturulması ve evde bakım sistemlerinin geliş�rilmesinin kısa sürede hayata geçirilmesinin sorunun çözümüne katkı sağlayacağı kanısındayız.

PS194

GÖĞÜS HASTALIKLARI İÇİN OPTİMUM ASİSTAN SAYISI

SEDAT ALTIN YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Göğüs Hastalıkları uzmanlık alanında ideal asistan sayısını belirlemek

Gereç ve Yöntem:

Yedikule Göğüs Hastalıkları Eği�m ve Araş�rma hastanesi özelinde asistan eği�minde olması gerekli işlem ve eği�mlerin süreleri dikkate alınarak ideal asistan ih�yacı belirlenmeye çalışıldı.

Bulgular:

Yatak sayısına göre planlamada 8 göğüs hastalıkları yatağına 1 Asistan, 20 tüberküloz yatağına 1 asistan şeklinde uygulamada Yedikule’nin gerekli asistan sayısı, 40’�r. 5 yıllık uzmanlık eği�m süresinin 1 yılı dış rotasyon olduğundan sadece yatan hasta için gerekli asistan sayısı 48 olarak bulunur. Asistan başına düşen poliklinik sayısı günlük 20 yatan hasta, günlük 1 hastadır. Halen günde 20-25 hastaya bronkoskopi ve 10-12 hastaya TTİA işlemi yapıldığından bronkoskopi işlemi için hergün 3, TTİA işlemi için de hergün 1 asistana ih�yaç vardır. Bir asistanın yılda 150 bronkoskopi yapabilmesi için 4 ay, 50 TTİA yapabilmesi için 1 ay rotasyon yapması gereklidir. Şu halde 12 asistan da girişimsel işlemler için gereklidir. İlaveten acil polikliniğe 2, 3 yataklı invaziv yoğun bakıma 1 ve uyku laboratuarına da 1 asistan gerekli olduğundan toplam 64 asistan, Yedikule için bu şartlarda gereklidir. Ülkemizde göğüs hastalıkları uzmanlık eği�mi veren 2007 yılında toplam 3.220 yatak mevcut olup, aynı hesapla 403 asistan ve bunun da dış rotasyondakilerin ilavesiyle 484 asistanın sadece yatan hasta hizme� için gerekli olduğu sonucuna varırız. Yedikule hastanemizin sonuçlarını ülkemiz geneline projekte edersek 646 göğüs hastalıkları asistanına ülkemizin eği�m kurumlarının ih�yacı vardır sonucu çıkar.

Sonuç:

Asistan işyükü ve eği�m ih�yacı dikkate alınarak Yedikule Göğüs Hastanesi değerleri ülke geneline projekte edildiğinde halen mevcut göğüs hastalıkları asistan sayısının 100 civarında eksik olduğu sonucuna varılmış�r.

Page 223: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

222

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

PS195

İNTERTİSYEL AKCİĞER HASTALIĞI TANISI KONAN HASTALARIMIZIN TANI YÖNTEMLERİ VE KLİNİK, EPİDEMİYOLOJİK ÖZELLİKLERİ

MURAT YALÇINSOY , ESEN AKKAYA , SEVİNÇ BİLGİN , BELMA AKBABA BAĞCI , OLGA ÇELENK , SİNEM GÜNGÖR , BİLGEN BEGÜM AFŞAR T.C.S.B. İSTANBUL SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

İnter�syel akciğer hastalıkları (İAH); benzer klinik, radyolojik, fizyolojik veya patolojik özelliklere sahip çeşitli akciğer hastalıklarını içermektedir. Çalışmamızda kliniğimiz İAH polikliniğine müracaat eden olguların epidemiyolojik, klinik özellikleri ve tanı yöntemlerini araş�rmayı amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

2000–2008 yılları arasında bu poliklinikte izlenen 69 olgunun ( yaş ort: 46±15 ( 17–77 ); K/E: 42/ 27 ) dosya verileri geriye dönük olarak değerlendirildi.

Bulgular:

En sık semptom nefes darlığı ve öksürük idi( sırasıyla ; % 77, % 67). Hastaların solunum fonksiyon testlerinde; zorlu vital kapasite ortalaması 2.68 litre, Difüzyon kapasitesi ortalaması % 65 olarak değerlendirildi. Akciğer grafisinde % 58 olguda yaygın tutulum vardı, bu tutulumlar arasında en sık lineer- re�küler ve nodüler infiltrasyonlar izlendi ( sırasıyla % 33, % 29).Olguların toraks yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı grafilerinde en sık rastlanan patoloji sentrilobüler nodüldü (% 26). Olgularımızda % 23 patolojik tanı, % 55 klinik-radyolojik( K-R) tanı vardı. % 22 olguda akciğer grafisinde inter�syel tutulum görülürken çeşitli nedenlerle ileri tetkik yapılmamış� ( ileri yaş: n= 5; hasta reddi: n= 10, vs.). Patolojik tanılı olgular içerisinde ilk sırayı 3 olgu ile desküama�f pnömoni alırken, K-R tanılı grupta 10 olgu ile pnömokonyozlar ilk sırada idi. % 48 olgu hastalık sürecinin herhangi bir aşamasında kor�kosteroid tedavi almış�.

Sonuç:

Sonuç olarak İAH; tanıdan tedaviye çeşitli sorunların yaşandığı büyük ve heterojen bir hastalık grubunu oluşturmaktadır.

PS196

AKCİĞER HASTALIKLARINA BAĞLI ÖLÜM NEDENLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ(38 OLGU)

AYŞE BAHADIR , GÖNENÇ ORTAKÖYLÜ , FİGEN ALKAN , EMEL ÇAĞLAR , ÜMİT MOGULKOÇ YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Çalışmamızda bir göğüs hastalıkları kliniği olan servisimizde son bir yıl içinde yatan ve ölen hastaların dosyaları ölüm nedenlerini ve sıklığını araş�rmak amacı ile retrospek�f olarak incelendi

Gereç ve Yöntem:

Demografik özellikleri , ya�ş ve ölüm nedenleri kaydedildi.

Bulgular:

Hastaneye ya�rılan 692 hastanın 615 ‘i (%88,8)erkek,77’si (%11,2)kadın idi.Hastaların ya�ş nedenlerini sırası ile KOAH akut atak (%39.5),akciğer kanseri (%17.1),tüberküloz(%13.0),pnömoni(%6.0) ve hemop�zi tetkik (%5.4),plevral efüzyon (%4.4),as�m akut atak (%2.4), inters�syel akciğer hastalıkları (%2.1),pulmoner emboli(%1.1) ve diğerleri (%8.6) oluşturmaktaydı.Toplam 38 (%5.4)hastanın öldüğü saptandı. Ölen hastaların 2’si (%5.2) kadın ,36’sı(%94.8) erkek olup yaş ortalaması 66.45±13.30(33-86) idi.Ölen hastaların 19’unda(%50) akciğer kanseri ,6’sında(%15.8) KOAH,7’sinde (%18.4) pnömoni,5’inde(%13.1)tüberküloz,1’inde(%2.6) inters�syel akciğer hastalığı tanısı mevcu�u. Solunum yetmezliği ile 14 hasta (%36.8) , mul�organ yetmezliğine bağlı 8 hasta(%21.1) ,kansere bağlı 7 hasta(%18.4),hemop�zi (4 hasta akciğer kanseri,1 hasta akciğer tb) ile 5 hasta (%13.2),tüberküloza bağlı 3 hasta (%7.9) ve kalp yetmezliğine bağlı 1 hasta(%2.6) eksitus olmuştu. Pnömoniye bağlı ölen hastaların yaş ortalaması 80.71±5.12 diğerlerine göre daha ileri olmakla beraber bu fark ista�ksel olarak anlamlı değildi.İlk 24 saat içinde ölüm oranı (38 ölen hastanın 15’ i) %39.5 olup en sık ölüm nedeni solunum yetmezliği idi.

Sonuç:

Sonuç olarak ;göğüs kliniklerine acil ya�ş gerek�ren hastalarda ilk 24 saat mortalite açısından önemli olup akciğer hastalıklarına bağlı ölüm nedenleri içinde solunum yetmezliği ilk sıradadır.

Page 224: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

223

PS197

PULMONER TROMBOEMBOLİDE MEVSİMSEL YATKINLIK

YAKUP ARSLAN , ERGÜN UÇAR , SEYFETTİN GÜMÜŞ , CANTÜRK TAŞÇI , ARZU BALKAN , ÖMER DENİZ , ERGUN TOZKOPARAN , METİN ÖZKAN , HAYATİ BİLGİÇ GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ ASKERİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI VE TBC. A.D. ANKARA

Amaç:

Koroner hastalıklar, serebrovasküler hastalıklar ve derin ven trombozunda mevsimsel yatkınlık olduğu bilgisinin pulmoner tromboemboli (PTE) için de geçerli olduğu düşünülmektedir. Çalışmamızda, PTE oluşumu ile hasta cinsiye�, ilave hastalık ve mevsimsel yatkınlık ilişkisini tespit etmeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

GATA Göğüs Hastalıkları A.D.’da 2005-2009 arası PTE tanısı konan hastaların dosyaları, hasta cinsiye�, ilave hastalık olup olmamasına ve tanının konulduğu aya göre retrospek�f olarak incelendi. Tanının konulduğu ayları iki gruba ayırdık. Birinci grup: Ekim, kasım, aralık, ocak, şubat ve mart aylarını içermekte olup “SOĞUK AYLAR” olarak isimlendi. İkinci grup: Nisan, mayıs, haziran, temmuz, ağustos ve eylül aylarını içermekte olup ”SICAK AYLAR” olarak isimlendi.

Bulgular:

Çalışmamızda, 2005-2009 arası 58’i(% 60,4) erkek, 38’i(% 39,6) bayan olmak üzere toplam 96 hastaya PTE tanısı konuldu. Hastaların 54’ünde(% 76) ilave dahili hastalık, 17’sinde(%24) de ilave cerrahi hastalık olmak üzere toplam 71(%73, 95) hastada ilave hastalık mevcut iken, 25 hastada (% 26,05) ilave hastalık yoktu. Hastaların 53’ü(% 55,2) soğuk aylarda, 43’ü(% 44,8) sıcak aylarda tanı aldı ve en çok hasta (16-%16,67) kasım ayında tespit edildi. Soğuk aylarda tanı konulan 53 hastanın 41’inde (%77,4) ilave hastalık vardı.İlave cerrahi hastalığı olan 17 hastanın 10’u(%58,8) soğuk aylarda PTE tanısı aldı.

Sonuç:

Literatür bilgilerine uygun olarak PTE’nin soğuk aylarda daha sık olduğunu ve mevsimsel yatkınlık gösterdiğini tespit e k. Bu durum özellikle ilave cerrahi hastalığı olanlarda daha belirgindi. Bu nedenle, özellikle soğuk aylarda öngörülen hastalarda profilak�k dozda an�koagülan kullanımı ihmal edilmemelidir. ANAHTAR KELİMELER: pulmoner emboli, mevsimsel yatkınlık.

PS198

ANTİ-TNFα TEDAVİSİ ALAN HASTALARDA PULMONER KOMPLİKASYONLAR

AYHAN VAROL 1, SEÇİL TAŞYÜREK 1, KIVILCIM OĞUZÜLGEN 1, NURDAN KÖKTÜRK 1, ESRA ADIŞEN 2, AYLA GÜLEKON 2, MEHMET ALİ GÜRER 2, MEHMET DERYA DEMİRAĞ 3, MEHMET AKİF ÖZTÜRK 3, BERNA GÖKER 3, ŞEMİNUR HAZNEDAROĞLU 3, ZAFER GÜNENDİ 4, FERİDE GÖĞÜŞ 4, ZÜBEYDE NUR ÖZTÜRK 5, SEVCAN BAKKALOĞLU 5, NUMAN EKİM 1 1 GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD ANKARA, TÜRKİYE 2 GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DERMATOLOJİ AD ANKARA, TÜRKİYE 3 GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ROMATOLOJİ AD ANKARA, TÜRKİYE 4 GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON AD ANKARA, TÜRKİYE 5 GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HEMATOLOJİ AD ANKARA, TÜRKİYE

Amaç:

Tümör nekrozis faktör alfayı (TNFα) antagonize eden ilaçların tüberküloz riskini ar�rdığı bilinmektedir. Bu çalışmada an�-TNFα ile tedavi alan hastalardaki pulmoner komplikasyonların değerlendirilmesini amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Ekim 2005-Aralık 2008 tarihleri arasında an�-TNFα tedavisi alan 85 hasta (42 erkek, 43 kadın) bu çalışmaya dahil edildi. An�-TNFα tedavi endikasyonu alan 30 psöriasis ( % 35.3), 19 romatoid artrit (% 22.4), 19 ankilozan spondilit (% 22.4), 5 psöria�k artrit (% 5.88), 3 AML ve ALL( %3.5) ve farklı hastalık grubundan 9 hasta izlendi. Çalışmaya dahil edilen hastaların tümüne anamnez, fizik muayene, göğüs grafisi ve tüberkülin deri tes� uygulandı. Bütün hastalar BTS ve RAED rehberlerine uygun olarak değerlendirildiler. An�-TNFα tedavisi alan 85 hastanın 60’ında ( % 70.5 ) isoniazid tedavisi planlanan tedavi ile birlikte başlandı.

Bulgular:

Çalışmaya dahil edilen hastalar arasından 7 tanesinde pulmoner komplikasyon geliş�. Infliximab kullanan 3 hastada fungal pnömoni, infliximab veya adelimumab kullanan 3 hastada bakteriyel pnömoni ve kemoprofilaksi almayan ama infliximab kullanan 1 hastada da tüberküloz lenfadenit tanımlandı.

Sonuç:

Tüberküloz profilaksisi için isoniazid kullanımı yüksek olduğundan bu çalışma grubunda tüberküloz oranı çok düşüktü (1/85). Fakat an�-TNFα tedavisi alan hastalar, �rsatçı enfeksiyonların gelişmesi açısından ( fungal, bakteriyel pnömoni vb.) dikkatli takip edilmelidirler.

Page 225: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

224

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

PS199

KRONİK ÖKSÜRÜKLÜ HASTALARDA ETİYOLOJİ VE MALİYETİN DEĞERLENDİRİLMESİ

İLKER YILMAM , TUNCAY ÇAĞLAR , EBRU ÇAKIR EDİS TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ

Amaç:

Çalışmamızda polikliniğimize kronik öksürük yakınması nedeniyle başvuran hastalarımızda ampirik tedavi yaklaşım modeli ile tanı ve tedavide başarı oranı ve hangi e�yolojik nedenlerin ön plana çık�ğını, tanı konulan ana kadar ki maliyet hesabını değerlendirmeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Polikliniğimize Nisan 2007- Temmuz 2008 tarihleri arasında 2 aydan daha fazla süren öksürük yakınması ile başvuran ve daha önceden bu nedenle herhangi bir tanı konmamış hastalar geriye dönük olarak değerlendirildi.

Bulgular:

Çalışmaya ka�lan 90 hastanın 64’ü (%71.1) kadın, 26’ sı (%28.9) erkek idi. Hastaların yaş ortalaması 46.24 ± 15.42 (17-79) idi. Ortalama öksürük süresi 17.29 ± 30.49 (2-180) ay idi. Yirmiiki hastaya (%24.6) öksürük variant as�m, 19 hastaya (%21.1) gastroösefagial reflü, 8 hastaya (%8.8) üst havayolu öksürük sendromu, 6 hastada (%6.7) ACE inhibitörü kullanımına bağlı kronik öksürük saptandı. Onüç (%14.4) hastada birden çok öksürük nedeni saptandı. Hasta başına tanı konulana kadar ki ortalama maliye� 216.61 ± 335.64 (45.20-2658.20) YTL olarak hesaplandı.

Sonuç:

Hastalarımızdajkjsaptanan e�yolojik nedenlere bak�ğımızda patolojik triad (% 54.5) ön plana çıkmaktadır. Hastaların bir kısmında patolojik triadın birden fazla e�yolojik nedeni (%8.9) saptanabilmekte ve bu ampirik yaklaşım modeli ile olguların 2/3’ünde, diğer tanıların eklenmesi ile tamamına yakınında başarılı olunmaktadır. Maliyet etkinliğinin değerlendirilmesi için sağlık sektöründe fiyatlandırma poli�kalarının değişkenliği nedeniyle daha fazla çalışmaya gereksinim duyulmaktadır.

PS200

KANSER VE PULMONER TROMBOEMBOLİ: ÖLÜMCÜL İKİLİ Mİ?

MELTEM TOR , SUNA AKBULUT , CEVAHİR CEVİK , FİGEN ATALAY ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTAIKLARI AD ZONGULDAK

Amaç:

Yapılan çalışmalar, kanserli olgularda derin ven trombozu (DVT) ve pulmoner tromboemboli (PE) riskinin 4-6 kat arğını göstermiş�r. Bu nedenle akut venöz tromboemboli (VTE) tanısı alan tüm hastaların %15-20’sini kanser olguları oluşturmaktadır. Biz de bu çalışmada kendi PE olgularımızda kanser ilişkisini ve klinik sonuçları değerlendirmeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmamızda, hastanemizde Ocak-Aralık 2007 tarihleri arasında tanı alan PE olguları içinde kanser tanısı alan olguların klinik özellikleri ve PE mortalitesi retrospek�f olarak hastane elektronik kayıtlarından değerlendirildi. İsta�s�ksel analiz için SPSS 11.0 kulanıldı.

Bulgular:

Bu çalışma döneminde tanı almış olan 105 PE olgusundan 23(%22) olgunun kanser tanısına sahip olduğu görüldü. Bu olguların yaş ortalaması 63.73+/-17.7(39-85) ve %56 erkek idi. Bu olgularda kanser �pleri ise şöyle idi: akciğer (n:5), meme (n:4), mide (n:3), endometrium (n:2), baş boyun (n:2), prostat (n:2), rektum (n:2), lösemi(n:1), böbrek (n:1), over (n:1) ve primer belli olmayan (n:1). Sadece 1 olgu (%4.3) VTE profilaksisi almış�. Bütün hastalar kemoterapi almış/alan hastalardı. 7 olguda(%30) klinik olarak submassif veya masif olarak prezente olan proksimal PE mevcut idi. Hastane mortalitesi %17 (4/23) olarak saptandı. Aynı dönemde kanser dışı olgularda bu oran %12 (10/82).

Sonuç:

Kanser hastaları PE olgularımızın önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Malign PE olgularına en sık eşlik eden kanser akciğer kanseridir. Kanserle ilişkili PE olgularında proksimal PE’ye bağlı olarak mortalitenin de yüksek olabileceği düşünülmeli ve bu olgularda VTE profilaksi önerilerine uyulmalıdır.

Page 226: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

225

PS201

İŞYÜKÜNE DAYALI İNSAN GÜCÜ (UZMAN HEKİM) HESAPLAMASI -YEDİKULE ÖRNEĞİ-

SEDAT ALTIN , EMEL ÇAĞLAR , GÜNGÖR ÇAMSARI , ERDOĞAN ÇETİNKAYA , SADETTİN ÇIKRIKÇIOĞLU , FİLİZ KOŞAR , ESİN TUNCAY , PINAR YILDIZ , VEYSEL YILMAZ YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

İşgücü planlaması kapsamında Göğüs Hastalıkları Uzmanlarının günlük mesaileri içinde gerçekleş�rebilecekleri işlemlerle ilgili hazırlanan çizelgenin yıllık bazda rakamları oluşturularak gerekli uzman sayısı hesaplanabilir. Tüm kurumlar kendi değerlerini ve iş yüklerini benzer tablolarla bulabilirler.

Gereç ve Yöntem:

İşyüküne göre hesaplamada(WISN), işyükü bileşenleri teker teker sıralanır. Bu bileşenlerin ak�vite standartları belirlenir, Bu standartlara göre o ak�viteden günlük olarak kaç adet yapılabileceği bulunur ve yılda mesai yapılan 220 gün üzerinden yıllık adet saptanır. Yılda gerçekleşen iş yükünün standart işyüküne bölünmesiyle elde edilen katsayılar toplanır.2007 rakamlarıyla Yedikule Göğüs Hastalıkları Eği�m ve Araş�rma Hastanesinde Göğüs Hastalıkları Uzmanlarınca yapılan işlemler ve katsayıları hesaplanmış�r.

Bulgular:

: İş yükü bileşenleri, poliklinik, yatan hasta muayenesi, hasta vizi�, taburculuk işlemleri, tanısal ve terapo�k bronkoskopi, transtorasik iğne aspirasyonu, plevra biyopsisi, torasentez, prick alerji tes�, kan gazı alma, Bibap bağlama ve uygulama, uyku tes� raporlama, kemoterapi planlama ve mekanik ven�latöre bağlamadan oluşmaktadır.Toplam katsayı 67,356 olarak hesaplanmış�r. Kategori ayarlama faktörü = % 12,5, Ayarlama çarpanı = 1/ 1-0,125 = 1.143 Gerekli uzman hekim sayısı = Katsayıların toplamı x 1.143 = 67,356 x 1.143 = 77 uzman hekim gerekli. Halen mevcut Göğüs Hastalıkları Uzman hekim sayısı (Klinik şef, şef muavini ve başhekim muavinleri de dahil) 43 olup, aradaki fark, 34’tür.

Sonuç:

2007’deki işyüküne göre hesaplanan uzman hekim eksiği 34 olarak bulunmuştur. Oran = 43 / 77 = 0,56 olup, neredeyse yarıya yakın göğüs hastalıkları uzman hekim eksiği mevcu�ur.

PS202

2008 YILINDAKİ AKTİF ÇALIŞAN GÖĞÜS HASTALIKLARI UZMANI YETERLİ Mİ?

SEDAT ALTIN YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI HASTANESİ VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Ülkemizde 2008 yılında ak�f çalışan göğüs hastalıkları uzman sayısının, performans yöne�mi analizine göre yeterli olup olmadığını araş�rmak

Gereç ve Yöntem:

2008 yılı Ocak ayında ülkemizin 64 il ve 152 hastanesinde ak�f olarak çalışan 416 göğüs hastalıkları uzmanın (Sağlık Bakanlığında görevli göğüs hastalıkları uzmanlarının yaklaşık yarısı) yapmış olduğu muayene ve girişimsel işlem puanlarına göre işyükü belirlenerek uzman ih�yacı bulundu.

Bulgular:

Ocak 2008’de 416 göğüs hastalıkları uzmanının yapmış olduğu muayene ve girişimsel işlemlerden elde e ği toplam performans puanı 10.702.699, bunun 4.756.952’i muayene puanı (% 44’ü) olup bir ayda bakılan hasta sayısı 226.522’dir. Tüm Sağlık Bakanlığı hastanelerinde görevli uzman hekime işyükünü projekte e ğimizde yıllık muayene sayısının 5.436.500 olduğu bulunmaktadır.

Sonuç:

Yapılan performans yöne�mi analizinde kabul edilebilir hata payıyla göğüs hastalıkları uzman sayısının mevcuda göre 1.310 (% 50) daha az olduğu bulunmuştur. Ülkemiz için gerekli göğüs hastalıkları uzman sayısı 2008 yılı i�bariyle 2.760 olarak hesaplanmış�r.

Page 227: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

226

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

PS203

İDİOPATİK PULMONER FİBROZİS (43 OLGUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ)

ERDOĞAN ÇETİNKAYA 1, SİNEM NEDİME SÖKÜCÜ 1, SEDAT ALTIN 1, NURDAN ŞİMŞEK VESKE 1, EKREM CENGİZ SEYHAN 1, AKİF TURNA 2 1 YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ 2 YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ

Amaç:

İdiopa�k akciğer hastalıkları arasında en sık görülen hastalık olan idiopa�k pulmoner fibrozis (İPF), akciğerlere sınırlı, kronik, idiopa�k inters�siyel pnömoni formudur. Yöntem: Kliniğimizde 2000-2007 yılları arası izlenen 43 İPF olgusu tanı ve tedavi yaklaşımı açısından retrospek�f olarak değerlendirildi.

Gereç ve Yöntem:

Kliniğimizde 2000-2007 yılları arası izlenen 43 İPF olgusu tanı ve tedavi yaklaşımı açısından retrospek�f olarak değerlendirildi.

Bulgular:

Olguların 18 (%41.9)’i kadın, 25 (%58.1)’i erkek olup, yaş ortalaması 62,4 ±10.0 (36–78) idi. Tanı aşamasında yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografi (YRBT)’lerinde; interlobüler septal kalınlaşma, re�külonodüler patern, veya bal peteği akciğer bulguları mevcu�u. Solunum fonksiyon testlerinde restrik�f patern gözlenirken, ortalama DLCO (% beklenen değer) % 47.71 ± 18.9 idi. Olguların 15 (%34.9)’ine açık akciğer biyopsiyle, 20 (%46.5) sine TBB ve klinik-radyolojik bulgular birlikte değerlendirilerek ve 8 (%18.6) olgu ise klinik ve radyolojik bulgularına göre IPF tanısı konuldu. Steroidler tedavide ilk sırada yer alıyordu. 32 hasta en az bir yıl takip edilmiş olup ortalama takip süresi 2.25 (1-7) yıldı.

Sonuç:

Bulgular literatür eşliğinde tar�şıldı.

PS204

PERFORMANSTAN ANLAŞILAN NEDİR ? PUAN MI, PARA MI?

SEDAT ALTIN , VOLKAN KARA

YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Performans yöne�minin göğüs hastalıkları ve göğüs cerrahisi açısından girişimsel işlem, poliklinik ve gün başına yapılan puan ve elde edilen primle ilişkisini araş�rmak

Gereç ve Yöntem:

2004 yılından i�baren uygulamaya sokulan Döner Sermaye Ek Ödeme Yönergesi gereği hastanemizde eği�m verilen Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi uzmanlık alanlarında 2008 yılına ait değerlendirmeler yapılmış�r.

Bulgular:

2008 yılında göğüs hastalıklarında(GH) ak�f çalışılan gün sayısı ortalama aylık 1049 iken, göğüs cerrahisinde(GC) 319 bulunmuştur. Girişimsel işlem puan ortalaması GH’de aylık 802.258, GC’de aylık 272.531, muayene puan ortalaması GH’de aylık 343.657, GC’de 34.826 olarak saptanmışken gün başına puan GH için 1.089, GC için 968 olarak hesaplanmış�r. Dağı�lan döner sermaye primine göre de puan başı gelir GH için 0,984 TL iken GC için 1,159 TL hesaplanmış�r. Toplam puanda GH’ları GC’ne göre yaklaşık 4 ka� daha fazla puan elde etmesine karşın ak�f çalışılan gün sayısına bölümde her iki branşın birbirine yakın (GH’nda 1.089 puan , GC’nde 968 puan) değerler elde edilmiş�r.

Sonuç:

Dağı�lan prim miktarının sadece elde edilen puanla ilgili olmadığı sonucuna varılmış�r.

Page 228: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

227

PS205

SAĞLIKTA PERFORMANSTA İŞYÜKÜ BELİRLEYİCİ Mİ?

SEDAT ALTIN , SİNEM SÖKÜCÜ , H.VOLKAN KARA YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

2004 yılından beri uygulanagelen sağlıkta performans uygulamalarının asıl amacının çok çalışanın ödüllendirilmesi olup olmadığının tar�şılması

Gereç ve Yöntem:

2006 ve 2007 yıllarında Sağlık Bakanlığı performans dairesi verilerinin ayrın�lı analizinin yapılması ve uzmanlık alanlarının iş yükü kıyaslaması

Bulgular:

Diğer branşlardaki uygulamalarla Göğüs Hastalıkları uzmanlık dalındaki uygulamaların, işyükünün ve ortalama döner sermaye ek primlerinin karşılaş�rıldığı bu çalışmada, branşlar arasında işyüküyle oran�sız adaletsiz dağı�mların söz konusu olduğu saptandı. Üçüncü basamak eği�m araş�rma hastanelerinde işyükünün çok daha fazla olmasına karşın, dağı�lan ek prim daha düşük olmuştur. İkinci basamak ve üçüncü basamak hastanelerde başta olmak üzere bazı branşlarda (göğüs hastalıkları, göğüs cerrahisi, enfeksiyon hastalıkları, biokimya, mikrobiyoloji ve patoloji) diğerlerine göre ortalamanın al�nda yer almış�r. Öte yandan, işyükü giderek artmasına karşın, her geçen yıl dağı�lan ek prim gerilemekte, kurum gelirleri artarken dağı�labilecek prim oranları giderek düşmektedir.Bunun nedenleri olarak, puanlamanın işyüküne ve yapılan girişiminin süresi ve risk düzeyine göre belirlenmemesi, bazı branşların yap�ğı işlemlerin SUT’ta karşılığının olmaması, SGK’nın uzmanlık alanlarıyla ilgili olarak hiçbir bilimsel veriye dayanmaksızın keyfice kesin�leri sıralanmış�r.

Sonuç:

Gerçek performansın ölçümünde bireysel ve kurumsal ölçümlerin daha rasyonel yapılması, adaletli ek prim dağı�mı ve sağlık çalışanının mo�vasyonunu arrıcı yeni uygulamaların sisteme entegrasyonu gereklidir.

PS206

PROFLAKSİDE UNUTULMUŞ ÖNEMLİ OLABİLECEK VENÖZ TROMBOEMBOLİ NEDENİ: GÖZ CERRRAHİSİ (5 OLGU NEDENİYLE)

ASİYE KANBAY 1, H. CANAN HASANOĞLU 1, AYŞEGÜL KARALEZLİ 1, GÖKHAN AYKUN 1, FATMA YÜLEK 2 1 ANKARA ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ 2 ANKARA ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖZ HASTALIKLARI KLİNİĞİ

Amaç:

Venöz Tromboemboli (VTE); derin ven trombozu ve pulmoner emboli (PE)’yi kapsayan, profilaksi uygulamalarındaki aksamalar sebebiyle yüksek mortalite ve morbiditeye neden olan haya� tehdit eden bir durumdur. Bu nedenle klinik tedavi rehberlerinde her geçen gün profilaksi önerileri ar�ş göstermektedir. Kliniğimizde takip e ğimiz preopera�f dönemde profilaksi uygulanmamış ve göz cerrahisi geçiren 5 olguyu sunarak profilaksi endikasyonlarında yeni ve önemli bir nedene dikkat çekmeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Olgularımızın yaşları 55, 84, 44, 74 ve 88 olup, birine vitreoktomi diğerlerine katarakt cerrahisi uygulanmış�r.

Bulgular:

Tüm olgularda semptomlar postopera�f 2–7. günler arasında açığa çıkmış�r. 3 olgumuzda klinik, radyolojik ve laboratuvar incelemeler sonucunda masif PE tanısı konulması üzerine tromboli�k tedavi uygulanmış�r. Bu olgulardan 55 yaşında ve vitreoktomi operasyonu geçiren hastamız yoğun vazopressör tedavi ve tromboli�k uygulamasına karşın kaybedilmiş�r. Katarakt cerrahisi uygulanan diğer iki olgumuz ise submasif PE kliniği tanısı ile düşük moleküler ağırlıklı heparin ve destek tedavileri uygulanmış�r.

Sonuç:

Göz cerrahileri mikrocerrahi sını�nda olup an�koagülasyon uygulamaları kanamaya neden olmaktadırlar. Olguların diğer gözlerinde de genellikle ciddi görme kusuru bulunması nedeniyle postopera�f dönemde hastalar mobilizasyondan sakınmaktadırlar. Göz cerrahisi geçirenlerde erken mobilizasyon hayat kurtarıcı bir profilak�k uygulama olarak göz cerrahları tara�ndan önerilmelidir. Özellikle immobil olacağı bilinen hastalarda mutlaka profilaksi uygulanmalıdır.

Page 229: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

228

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

PS207

GÖĞÜS HASTALIKLARI POLİKLİNİĞİ’NDE AYAKTAN İZLENEN HASTALARDA MEMNUNİYET DÜZEYİ

SONGÜL UYGUN , NACİYE KARATAŞ , NEVİN ÖZER , PERİ ARBAK , ÖNER BALBAY , ALİ NİHAT ANNAKKAYA DÜZCE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Ayaktan izlenen göğüs hastalıkları olgularında tanı ve tedavi sürecinde uyumun ar�rılması için hasta ile sağlık çalışanının ile�şimi önem taşımaktadır.

Gereç ve Yöntem:

Göğüs Hastalıkları Polikliniği’ne 2008 yılı Aralık ayında başvuran 222 olguya hasta memnuniyet anke� uygulandı. Anket soruları içinde hekimin hastaya ayırdığı süre, tedavi hakkında ayrın�lı açıklama yapılıp yapılmadığı, hastanın sorularına yanıt alıp almadığı, farklı hekime muayene olmayı düşünüp düşünmediği, hekimin davranışının nazik olup olmadığı, tedavi hakkında yeterli bilgi verilip verilmediği, mahremiyete dikkat edilip edilmediği, hastaneden çıkıldığında yaşanacak durumlar hakkında bilgi verilip verilmediği, hastaneden ile�şim için telefon numarası verilip verilmediği yer almaktaydı.

Bulgular:

İki yüz yirmi iki olgunun yaş ortalaması 48.9 ± 16.4 (18-83) idi. Olguların 126’sı erkek (%56.8), 96’sı kadındı (%43.2). Olguların %38.6’sı hekimin kendileri için ayırdığı sürenin 6-10 dk, %26.1’i 11-15 dk arasında olduğunu belir ler. Hastaların %75.2’si hekimin tedavi hakkında ayrın�lı açıklama yap�ğını bildirdiler. Hastaların %80.2’si sorularına tam olarak yanıt aldıklarını belir ler. Aynı yakınmayla farklı bir hekime gitmeyeceğini belirtenlerin oranı %60.4 idi. Hekimin ilgisinden memnun olduğunu belirtenlerin oranı %73.4 idi. Tedavisi hakkında yeterli bilgi verildiğini bildirenlerin oranı %70.3 idi. Yapılan görüşmelerde mahremiyete dikkat edildiğini belirtenler %66.2 oranındaydı. Olguların %48.6’sı hastaneden çıkıldığında yaşanacak durumlar hakkında bilgilendirildiklerini söylediler. Olguların %53.6’sı sorun olduğunda arayabilecekleri telefon numarasının verildiğini bildirdiler.

Sonuç:

Araş�rmanın yapıldığı kurumda polikliniğe başvuran bireylerin hasta-hekim ilişkisi açısından genel olarak hoşnut olduğu gözlenmiş�r. Ancak hasta başına ayrılan sürenin daha uzun olması hasta doyumunu ar�rabilir.

PS208

MASİF VE MASİF OLMAYAN PULMONER EMBOLİ HASTALARININ ÖZELLİKLERİ

DİLBER YILMAZ , FUNDA COŞKUN , AHMET URSAVAŞ , ERCÜMENT EGE ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Pulmoner emboli (PE) mortalite oranı yüksek bir hastalık�r. Hastalığın masif olup olmaması tedavi yaklaşımını büyük ölçüde değiş�rmektedir. Çalışmamızda masif ve masif olmayan embolilerin özelliklerini değerlendirmeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

2006-2008 yılları arasında pulmoner emboli tanısı alan 89 hasta çalışmaya dahil edildi. EKO’da sağ ventrikül yüklenme bulguları olan ve hemodinamisi stabil olmayan hastalar masif (Grup 1), diğer hastalar ise masif olmayan(Grup 2) olarak sınıflandırıldı.

Bulgular:

Grupların özellikleri tabloda gösterilmiş�r. Gruplar arasında yaş ve cinsiyet açısından ista�ksel anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Grup 1’in %35.7’sinde Grup 2’nin ise %23’ünde risk faktörü yoktu. Grup 1 ve Grup 2’de sırasıyla en sık görülen risk faktörleri immobilizasyon %21.4, %17.6 ve operasyon öyküsü % 21.4, 17.6 idi. Grup 1 ve 2’de sırasıyla hemop�zi oranı %15.4, %26.1; dispne oranı %85.7, %80; göğüs ağrısı oranı %21.4, %48 idi. Sin�grafik bulguları karşılaş�rıldığında Grup 1’de yüksek ih�malli çıkma oranı orta-düşük ih�malli çıkma oranından daha yüksek bulundu(p<0.05). Derin ven trombozu Grup 1’de %42.9, Grup 2’de %42.5 saptandı(p>0.05). Sırasıyla Grup 1(n=14) ve Grup 2(n=75) değerleri: Yaş (yıl) 54±4.5, 54.8±2.1; Cinsiyet (E/K) 7/7, 35/40; pO2 (mmHg) 72.5±5.9, 72.8±2.5; PCO2 (mmHg) 32.3±1.4, 33.9±0.9; Kalp hızı (dk) 108.8±3.3*, 99.2±2.1*; Sistolik TA (mmHg) 95±7.8*, 124±2.3*; Diastolik TA (mmHg) 61±6*, 77.2±1.5*; Ya�ş süresi (gün) 12.7±1, 12.2±0.6; Solunum dakika sayısı 18.8±1.7, 21.9±3.1 saptandı.(*p<0.05)

Sonuç:

Sonuç olarak haya� teh�d edici PE tanısı sıklıkla konulamamakta ve bu hastalar uygun tedavi alamadıkları için kaybedilmektedirler.

Page 230: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

229

PS209

AKCİĞER TUTULUMLU SKLERODERMALI OLGULARDA FONKSİYONEL PARAMETRELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

ZEYNEP ÇELEBİ SÖZENER 1, GÜLSEREN KARABIYIKOĞLU 1, NURŞEN DÜZGÜN 2 1 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KLİNİK İMMUNOLOJİ VE ROMATOLOJİ BD

Amaç:

Akciğer tutulumlu sklerodermalı hastalardaki fonksiyonel değişikliklerle, tanı testleri arasındaki ilişkiyi irdelemek ve erken tanıda yardımcı olacak testleri belirlemek.

Gereç ve Yöntem:

33 skleroderma akciğer tutulumlu hasta prospek�f olarak çalışmaya alındı. Hastaların solunum fonksiyon testleri (SFT), ekokardiyografileri (EKO), kangazları, al� dakika yürüme testleri (6DYT) ve yüksek rezolusyonlu tomografileri (YRBT) yapıldı. Tüm hastalar MRC dispne indeksi ve NYHA fonksiyonel klasifikasyonuna göre sınıflandırıldılar ve hepsinden SGRQ yaşam kalitesi anke�ni doldurmaları istendi.

Bulgular:

DLCO en erken bozulan parametre olarak saptandı. MRC ve NYHA’nın da erken dönemlerden i�baren etkilendiği görüldü. %FVC/%DLCO oranının bu hasta populasyonunda pulmoner hipertansiyonu saptamadaki duyarlılığı düşük bulundu. SGRQ bakılan tüm fonksiyonel parametreler ile korele idi ve SGRQa skoru 6 DYT de düşme olmadan önce yükselme gösteriyordu.

Sonuç:

Sklerodermalı hastalar asemptoma�k dahi olsalar mutlaka akciğer tutulumu açısından kontrol edilmelildirler. SFT, EKO, YRBT, 6DYT tanı ve takipte kullanılabilecek faydalı testler olarak saptanmış�r. MRC ve NYHA klasifikasyonu da erken tanıda yardımcıdır. SGRQ yaşam kalitesi anke� ise skleroderma akciğer tutulumunda erken tanıda noninvaziv bir parametre olarak yardımcı ve önemli bir test olarak bulunmuştur.

PS210

PULMONER EMBOLİDE HASTALIĞIN AĞIRLIK DERECESİ İLE 4 FARKLI KLİNİK SKORLAMA YÖNTEMİNİN KARŞILAŞTIRILMASI

FUNDA COŞKUN , DİLBER YILMAZ , AHMET URSAVAŞ , MEHMET KARADAĞ , ERCÜMENT EGE ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Pulmoner emboli tanısı koyabilmek için ilk önce hastalıktan kuşkulanmak gerekmektedir. Tanı koymadaki güçlükler çeşitli klinik, radyolojik ve laboratuar bulgularından faydanılarak klinik olasılıkları saptama metodlarının doğmasına neden olmuştur. Wells, Geneva, Hyers ve Minia� bu amaçla kullanılan skorlama yöntemleridir. Çalışmamızda bu skorlar ile pulmoner emboli tanısı konmuş hastaların ağırlık derecesi arasındaki ilişkiyi saptamayı amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Pulmoner emboli tanısı konulmuş 89 hasta değerlendirmeye alındı. EKO’da sağ ventrikül yüklenme bulguları olan ve hemodinamisi stabil olmayan hastalar masif (Grup 1, 7E/7K), diğer hastalar ise masif olmayan(Grup 2, 35E/40K) olarak sınıflandırıldı.

Bulgular:

Yaş ortalamaları Grup 1’de 54±4.5, Grup 2’de 54.8±2.1 idi. Gruplar arasında yaş ve cinsiyet açısından ista�ksel anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Grup 1 ve Grup 2’deki hastalar Wells yöntemine göre karşılaş�rıldığında sırasıyla %50, %74.3 orta-düşük riskli, %50, %25.7 yüksek riskli; Cenevre yöntemine %92.9, %82.9 orta-düşük riskli, %7.1, %17.1 yüksek riskli; Hyers yöntemine göre %78.6, %58.7 orta-düşük riskli, %21.4, %41.3 yüksek riskli, Minia� yöntemine göre ise % 78.6, %96 orta-düşük, %21.4, %4 yüksek riskli idi. Bu 4 yöntem karşılaş�rıldığında Minia� yöntemi kullanıldığında Grup 1 ve Grup 2 arasında skorlar açısından anlamlı farklılık saptandı. Minia� yöntemi hastalığın ağırlık derecesi ile doğru korelasyon gösterdi.

Sonuç:

Bu skorlar tanı koymada literatüre göre anlamlı olmakla birlikte hastalığın ağırlık derecesini belirlemede Minia� dışında diğer yöntemler yetersiz kalmış�r. Bu yöntemlerin günlük uygulamamızda yer bulabilmesi için daha geniş serili çalışmalara gerek duyulmaktadır.

Page 231: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

230

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

PS211

ESTIMATION OF VITAL PULMONARY PARAMETERS OF IRANIAN POPULATION: USING REFERENCE EQUATIONS

SOHRAB HAJİZADEH , MOHAMMAD KHAKSARİ , SOGHRAT FAGHİHZADEH

DEPT. OF PHYSİOLOGY, SCHOOL OF MEDİCAL SCİENCES TARBİAT MODARES UNİVERSİTY, TEHRAN- IRAN

Aim:

Normal subjects are healthy people who have no car-dio-pulmonary symptoms. These people have usually normal values of cardio-pulmonary parameters. Since reference values are influenced by a variety of factors including age, gender, stature, gene�c and geographi-cal region of living, though the reference values of one popula�on can not be used for other popula�ons, so, the aim of this study was to iden�fy the physiological values of pulmonary parameters in Iranian adult popu-la�on and obtain the reference equa�ons for these parameters.

Method:

Sample subjects were selected randomly through dif-ferent ci�es in several regions of the country. Healthy individuals were iden�fied aer medical examina�on. Pulmonary parameters including Forced vital capacity (FVC), Slow Vital Capacity (SVC), Forced Expiratory Vol-ume (FEV), Tidal Volume (TV) and Respiratory Rate (RR) were measured by using standard methods and devices with expert researchers.

Results:

Mean values for each parameter was calculated and then reference equa�ons were derived for each param-eters as below: FVC = 0.842+ 0.01 (height) + 0.083 (sex) + 0.003 (weight). SVC = 0.424+ 0.019 (height). FEV = 0.651 – 0.004 (age) + 0.02 (height). TV = 0.035 + 0.031 (sex) + 0.003 (height). RR = 44.791 – 0.033 (age) – 0.108 (height) – 0.035 (weight).

Conclusion:

In conclusion using these reference equa�ons, one can es�mate the subject vital parameters without measure-ment in emergency situa�ons.

PS212

INTERRELATION OF RIGHT VENTRICULAR GEOM-ETRY RESPONSE AND LEFT VENTRICULAR DIASTOLIC FUNCTION IN PATIENTS WITH HYPOXIC PULMONARY HYPERTENSION

IBRAGİM SABİROV , ALMAZ AKUNOV , TATYANA HAN , SADYR YUSUPOV , SARYBAEV AKPAY ,

NATİONAL CENTRE OF CARDİOLOGY AND INTERNAL MEDİCİNE

Aim:

To inves�gate the interrela�on of right ventricular ge-ometry response and le ventricular diastolic func�on in pa�ents with hypoxic pulmonary hypertension (PH) due to COPD.

Method:

Pa�ents with PH due to COPD were divided into 2 groups depending on RV geometry response to hypoxic test: the 1st group –pa�ents with PH (the mean age is 57,1±1,5 years), who responded to hypoxia by crescent-shaped change of RV cavity; the 2nd group –pa�ents with PH and RV hypertrophy (the mean age is 57,0±1,8 years), who responded to hypoxia increasing end-diastolic dimension, shi of the interventricular septum into the LV cavity with subsequent transi�on of the RV cavity into the ball-shaped form. The control group con-sisted of sixteen healthy age-matched male lowlanders. Crescent- and ball-shaped changes of the RV geometry during the hypoxic test was evaluated visually from the parasternal approach of the short cardiac axis. Hypoxic test was performed by inhala�on of the 10% oxygen at the nitrogenium during 15 minutes. Indices were recorded before and on the 15th minute of the HT.

Results:

Obtained results showed the effect of HT on the LV fill-ing in COPD pa�ents, that was more significant in ball-shaped change of RV geometry. Eearly transmitral peak velocity to late peak velocity ra�o (Е/А) were 1,29±0,02, 0,9±0,02 and 0,60±0,02 at the CG, the 1st and 2nd groups correspondingly.

Conclusion:

Interventricular interac�on with impaired LV filling in pa�ents with ball-shaped RV geometry changes is more expressed than in pa�ents with crescent-shaped RV geometry changes in response to the hypoxia.

Page 232: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

231

PS213

BRONKOSKOPİSTİN BRONKOSKOPİK ÖRNEKLEMENİN BAŞARISINA ETKİSİNİN GERİYE DÖNÜK İRDELENMESİ

LEVENT KARASULU , SEDAT ALTIN , ESİN YENTÜRK , GÜLER ÖZGÜL , EKREM CENGİZ SEYHAN , NEVİN IŞIK , GÖNENÇ ORTAKÖYLÜ , GÜLFİDAN ARAS , FUNDA ARKIN , GÜLŞAH GÜNLÜOĞLU , CEM TİGİN YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARŞ.HAST.

Amaç:

Çalışmamızın amacı bronkoskopik örneklemenin başarısının bronkoskopis�n yeterliği ve kişisel becerisi ile ilin�li olduğu yönünde yaygın görüşün sorgulanmasıdır

Gereç ve Yöntem:

Hastanemizde 2008 yılının ocak ve şubat aylarında arasında 34 hekim tara�ndan yapılan 413 bronkoskopi ve 977 bronkoskopik örnekleme incelendi

Bulgular:

Hastalarımızın yaş ortalaması 64±14.3 tü. 112 (%27.1) hastamız kadın 301(%72.8) hastamız erkek�. Hasta başına yapılan işlem sayısı ortalama 2.36 idi. İşlemlerin dağılımına bakıldığında 309 biyopsi (%75), 26 �rçalama (%6), 187 transbronşial iğne aspirasyonu (%45) 53 transbronşial biyopsi 403 bronş lavajı (%98), incelenmiş�. Bronkoskopis�n tanı başarısı belirleyiciliğine dair yapılan ista�s�k analizde tüm örnekleme yöntemleri için p>0.05 bulundu.

Sonuç:

Bronkoskopik incelemenin yoğun olarak uygulandiğı kurumlarda incelemenin başarısının bronkoskopis�n kişisel becerileri ile ilişkilendirilememiş�r. Bu da kurumumuzda bronkoskopi eği�minin standardize olduğuna işaret etmektedir.

PS214

ENDOBRONŞİYAL LEZYONA BAKILMAKSIZIN MALİGNİTE ÖN

ÖMER ÖZBUDAK , TEZAY SANDIKLI , HİCRAN ÖZBUDAK , GÜLAY ÖZBİLİM , CANDAN ÖĞÜŞ AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ

Amaç:

Akciğer malignitesi düşünülen vakalarda endobronşiyal lezyon olsun ya da olmasın yapılan bronkoskopik lenf nodu transbronşiyal iğne aspirasyonunun tanısal değerini göstermek

Gereç ve Yöntem:

Ağustos 2007 ve Aralık 2008 tarihleri arasında malignite ön tanısıyla endobronşiyal lezyon varlığına bakılmaksızın 88 vakaya lenf nodu TBİA yapıldı. Vakaların yaş ortalaması 65 yıl idi. 70’i (%81) erkek ve 18’i (%19) kadın idi. Ortalama 1-3 cm arasında değişen patolojik boyu�aki lenf nodlarına, her bir lenf noduna 1-3 arasında olmak üzere aspirasyon işlemi yapıldı.

Bulgular:

İşlem sonucu 56 vakada (%64) pozi�f tanıya ( akciğer karsinomu) ulaşılırken , 32 vakada (%36) tanıya ulaşılamadı. Tanıya ulaşılamayan 32 vakadan 2’sine cerrahi biyopsi ( 1 medias�noskopi, 1 wedge rezeksiyon) yapıldı ve malignite tanısı koyuldu. Kalan 30 vaka ise metasta�k veya inoperabl kabul edilerek kemoterapi / radyoterapi tedavisi başlandı

Sonuç:

Özellikle akciğer malignitesi düşünülen vakalarda TBİA tanı oranını arran bir yöntemdir.

PS215

TRANSBRONŞİYAL AKCİĞER PARANKİM BİYOPSİSİ VE TANI

ÖMER ÖZBUDAK 1, TEZAY SANDIKLI 1, HİCRAN ÖZBUDAK 2, GÜLAY ÖZBİLİM 2, TÜLAY ÖZDEMİR 1 1 AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ AD

Amaç:

Transbronşiyal akciğer biyopsisi (TBAB) endoskopik görüş alanı dışında kalan diffüz parankimal veya lokalize infiltra�f lezyonlardan yapılan örnekleme işlemidir.

Gereç ve Yöntem:

Ağustos 2007 ve Aralık 2008 tarihleri arasında Göğüs Hastalıkları Kliniğimizde 29 vakaya fluoroskopi eşliğinde transbronşiyal akciğer biyopsisi yapıldı.

Bulgular:

Vakaların yaş ortalaması 51 yıl idi. 19’u erkek (%65) ve 10’u kadın (%35) idi. Her vakada örnekleme sayısı 4-6 arasında idi. 29 olgunun 14’ünde (%48) transbronşiyal akciğer biyopsisi sonrası pozi�f tanıya ulaşılırken, 15 olguda (%52) tanıya ulaşılamadı. TBAB ile tanı koyulan olgular: 1 NSIP, 2 Kronik Eozinofilik Pnömoni, 5 Sarkoidoz, 1 His�yositozis X, 1 Silikozis, 1 BOOP, 3 KHDAK Tanıya ulaşılamayan 15 vakanın 6’sına cerrahi biyopsi uygulandı ve 1 Wegener Granülamatozu, 2 KHDAK, 1 BOOP tanısı koyuldu. 1 vakanın ise cerrahi biyopsi sonucu nonspesifik�. Tanıya ulaşılamayan 9 vakaya ise klinik ve radyolojik takip kararı verildi. İşlem sonrası hiçbir vakada kanama,pnömotoraks gibi komplikasyonlar görülmedi.

Page 233: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

232

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

Sonuç:

TBAB’nin skopi eşliğinde yapılması güvenli, tanı oranını arran bir yöntemdir

PS216

BRONKOSKOPİK TRAKEOBRONŞİAL ANOMALİ VE VARYASYONLAR

HATİCE SELİMOĞLU ŞEN , AYŞE AYDIN , SÜREYYA ÇETİN YILMAZ , ABDURRAHMAN ŞENYİĞİT DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ

Amaç:

Bronkoskopi esnasında farklı trakeobronşial anomaliler (trakeal bronş, ektopik bronş, aksesuar bronş) saptanabilmektedir. Bu çeşitli anomaliler % 1-12 oranında bildirilmiş�r. Bronkoskopi sırasında saptanan bu anomalileri bilmek, patolojik bulguların ayırt edilebilmesi ve doğru bronkoskopik tanı konulabilmesi açısından gereklidir. Bu çalışmada biz de bronkoskopi sırasında trakeobronşial anomali (tba) saptanma oranını ve bu olguların klinik özelliklerini araş�rmayı amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Ekim-2002 Aralık-2008 tarihleri arasında kliniğimizde yapılan 1822 bronkoskopi raporu retrospek�f olarak incelendi.

Bulgular:

Çeşitli amaçlarla yapılan bronkoskopilerde toplam 52 hastada trakeobronşial anomali saptandı. Bu hastaların 13’ü kadın,39’u erkek idi. Hastaların yaş ortalamaları 44,5 idi.(enküçük 15,en büyük 78 yaş). Sağ üst lob, anomalilerin en sık saptandığı bölgeydi (%39,2). Üç olguda birden fazla trakeobronşial anomali mevcu�u (%5,3). İki olguda ise bilateral tba mevcu�u (%3,57). Hiç bir olguda tba alanında tümör saptanmadı.

Sonuç:

Trakeobronşial anomaliler,genellikle asemptoma�k�r ve rastlan�sal olarak saptanır. Ancak trakeal bronş ve aksesuar kardiak bronş tekrarlayan pnömonilere, öksürük ve hemop�ziye neden olabilir. Bronş anomali ve varyasyonlarının iyi bilinmesi, patolojik bulguların ayırt edilebilmesi ve doğru bronkoskopik ve klinik tanı konabilmesi için gereklidir.

PS217

TEKRARLANAN SOLUNUM FONKSİYON TESTİ ÖLÇÜMLERİNİN ETKİNLİĞİ

SERDAR EVMAN , ADAMU ISSAKA , KORKUT BOSTANCI , BEDRETTİN YILDIZELİ , MUSTAFA YÜKSEL , MUSTAFA YÜKSEL MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ A.D.

Amaç:

Bu çalışma, cerrahi tedavi planı çizilmesi amacıyla yapılan spirometrik incelemede, tekrarlanan solunum fonksiyon tes� (SFT) ölçümlerinin gerek hastanın eği�m ve uyumunu, gerekse idrak sürecini olumlu etkileyip etkilemediğinin ve tek ölçüm sonucuna göre tedavi planı çizilmesinin doğruluğunun araş�rılması amacıyla yapılmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Mayıs 2008 – Aralık 2008 arasında, benign veya malign bir patoloji ile kliniğimizde cerrahi girişim planlanan ve preopera�f değerlendirme sırasında, aynı �bbi teknisyen tara�ndan, aynı gün içinde ve en az 10 dakika aralıklarla iki kez ardışık SFT ölçümleri yapılmış olan hastalar çalışmaya alındı. Iki ölçümde hesaplanan zorlu 1. saniye ekspiratuar hacim (FEV1) ve zorlu vital kapasite (FVC) yüzdeleri arasındaki farklar karşılaş�rıldı.

Bulgular:

Çalışmaya 125 hasta dahil edildi (70 erkek, 55 kadın). Tekrarlanan ölçümler sonrasında, 2.deneme sonuçlarında FEV1 yüzdesi 95(%76) hastada ar�ş gösterirken 5(%4) hastada değişmemiş, 25(%20) hastada ise gerilediği tespit edilmiş�r. FVC değerlerinde ise 55(%44) hastada artma, 45(%36) hastada azalma ve 25(%20) hastada ise değerlerin sabit kaldığı ölçülmüştür. Tüm grup genelinde ikinci ölçüm sonrasında FVC değerlerinde anlamlı bir yükselme olmazken (%0.9, p=0.18) , FEV1 değerlerinde ise ortalama %3.2(p=0.02) gibi ista�s�ksel olarak anlamlı düzeyde bir ar�ş olduğu hesaplanmış�r.

Sonuç:

Herhangi bir sebeple SFT ölçümü yapılan hastalarda, tekrarlanan ölçümlerin bilhassa FEV1 değerini olumlu olarak etkileyeceği akılda tutulmalıdır. Hasta uyumu ve eği�mi sonucu olduğu düşünülen ar�şların, tedavi etkinliğinin takibi sırasında ve özellikle preopera�f değerlendirme yapılan ve rezeksiyon sınırı SFT değerlerine sahip hastalarda haya� öneme sahip olduğu da unutulmamalıdır.

Page 234: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

233

PS218

ENDOBRONŞİYAL LEZYONU OLMAYAN VAKALARDA LENF NODU

ÖMER ÖZBUDAK 1, TEZAY SANDIKLI 1, HİCRAN ÖZBUDAK 2, GÜLAY ÖZBİLİM 2 1 AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ AD

Amaç:

Transbronşiyal iğne aspirasyonu (TBİA) akciğer kanserinin medias�nal tutulumunu değerlendirmede kullanılan oldukça güvenli ve minimal invaziv bir teknik�r

Gereç ve Yöntem:

Ağustos 2007 ve Aralık 2008 tarihleri arasında Göğüs Hastalıkları Kliniğimizde endobronşiyal lezyonu olmayan 116 vakaya lenf nodu TBİA yapıldı. Vakaların yaş ortalaması 63 idi. 82’si (%71) erkek, 34’ü (%29) kadın idi. Ortalama 1-3 cm arasında değişen patolojik boyu�aki lenf nodlarına, her bir lenf noduna 1-3 arasında olmak üzere aspirasyon yapıldı.

Bulgular:

İşlem sonucunda 60 vakada (%51,7) tanıya ulaşılırken 56 vakada (%48,3) tanıya ulaşılamadı.Tanıya ulaşılan 60 vakanın 47’sinde (%78) akciğer malignitesi 13’ünde (%22) sarkoidoz tanısı mevcu�u. Tanı koyulamayan 56 kişinin 9’una cerrahi biyopsi yapıldı ve 4 kişiye pozi�f tanı koyuldu. 5 kişinin cerrahi biyopsi sonucu ise doğru nega�f olarak tanımlandı. 25 kişi metasta�k ve inoperabl akciğer karsinomu kabul edildiği için kemoterapi/radyoterapi tedavisine alındı. Klinik ve radyolojik takip kararı alınan 18 vaka mevcu�u. 3 vakaya bronş lavajında Mycobacterium tuberculosis saptandığı için an�tüberküloz tedavisi başlandı. 1 vakaya ise takipte ex olduğu için ileri tetkik planlanamadı.

Sonuç:

TBİA başta malignite ön tanısı olan vakalarda güvenli ve tanıya katkısı yüksek olan bir yöntemdir.

PS219

HAVAYOLU YABANCI CİSİM ASPİRASYONUN YÖNETİMİNDE FİBEROPTİK BRONKOSKOPİ

PINAR MUTLU , EYÜP SABRİ UÇAN , ATİLA AKKOÇLU , ARİF ÇIMRIN , OYA İTİL , OĞUZ KILINÇ , CAN SEVİNÇ DEUTF GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD

Amaç:

Çalışmamızda son 10 yılda DEUTF Göğüs Hastalıkları AD ‘ na başvuran yabancı cisimleri ve çıkarılma yöntemlerini araş�rıldı.

Gereç ve Yöntem:

Retrospek�f olarak son 10 yılda karşılaşılan yabanci cisim aspirasyonları dosya taranarak bulundu ve hastalar yaş, cinsiyet, yabanci cismin cinsi ve yeri, PA akciğer grafisi bulguları ve çıkarılma yöntemi olarak araş�rıldı.

Bulgular:

1999-2008 yıllarındaki DEUTF Göğüs Hastalıkları Bölümümüzce yapılan bronkoskopilerden 17 ‘sinde yabancı cisim aspirasyonu saptanmış�r. 9’u (%52,9) erkek ,8 ‘i kadındı (%47,1)Kadınların yaş ortalaması 23,75 ± 5,25 ken erkeklerin yaş ortalaması 66,55±7,00 saptandı. Yabancı cisimlerden 2 tanesi bezelye ,3 tanesi nohut, 2 tanesi tavuk kemiği ,2 tanesi meyva parçası ve 7 tanesi türban iğnesiydi.Gıda aspirasyonu yaşlı erkek hastalarda gözlenirken, genç bayan hastalarda türban iğnesi aspirasyonu mevcu�u.Literatürde de bezelye ve sebze yabancı cisimleri sıklıkla görülmekle birlikte aspire edilen yiyeceğin cinsi ülkeye ve yöresel beslenme alışkanlıklarına bağlıydı. Bizim çalışmamızda da literatürle uyumlu olarak 12 hastada (%70,6) yabancı cisim sağ bronş ağacında, 2 hastada (%11,8) sol bronş ağacında ve 3 tanesinde (%17,6) trakeada bulunuyordu.Hastaların PA akciğer grafi bulgusu olarak 7 tanesinde (%41,2) infiltrasyon, 1 tanesinde (%5,9) hava hapsi, 6 tanesinde (%35,3) radyoopak yabancı cisim mevcu�u. 3 PA akciğer grafisi normaldi. 5 hastada(%29,4) rijit bronkoskopi kullanılırken 12(%70,6) hastada FOB kullanılmış�r.

Sonuç:

Hernekadar rijid bronkoskopi yabancı cismi çıkar�rken güvenli bir hava yolu oluştursa da yeterli tecrübe ile flexible bronkoskopinin de yabancı cisimlerin çıkar�lmasında güvenle kullanılabileceğini düşünüyoruz.

Page 235: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

234

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

PS220

YALNIZ PULMONER BULGULARI OLAN AİLESEL AKDENİZ ATEŞİ; GENETİK ANALİZ İLE ERKEN TANI

FİDAN SEVER 1, MUSTAFA SEVER 2, SALAHATTİN SANAL 3, MURAT YALÇIN 3, AFİG BERDELİ 4 1 BORNOVA ŞİFA HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI 2 EGE ÜNİVERSİTESİ ACİL TIP ANABİLİM DALI 3 BORNOVA ŞİFA HASTANESİ, DAHİLİYE 4 BORNOVA ŞİFA HASTANESİ, GENETİK BÖLÜMÜ

Amaç:

Plöri�k göğüs ağrısı, plevral sıvı ve ateş, Ailesel Akdeniz Ateşi (AAA) olan hastaların sadece %5-10’unda görülmektedir. Bu çalışmada sadece plöri�k göğüs ağrısı ve ateşle başvuran ve AAA tanısını gene�k analiz ile koyduğumuz 6 hastanın sonuçlarını sunduk.

Gereç ve Yöntem:

Başvuru anında, ru�n laboratuar ve mikrobiyolojik değerlendirmeler süresince, 6 hastada infeksiyon ih�mali nedeniyle an�biyo�k tedavisi verildi. Diğer tanısal testlerle e�yolojinin saptanamaması ve konvansiyonel tedaviye yanıt alınamaması nedeni ile gene�k analiz yapıldı. Genomik DNA’dan direkt DNA sekans metoduyla MEFV geni mutasyon analizi yapıldı.

Bulgular:

Hastaların yarısı erkek�. Beşi 50 yaşın üzerinde, biri 33 yaşındaydı. Hastaların tümünde �pik karın ağrısı olmaksızın ateş ve plöri�k göğüs ağrısı vardı. Sedimentasyon ve C reak�f protein düzeyleri yüksek�. Üç hastada perikardiyal sıvı tespit edildi. Gene�k analizle MEFV geni üzerinde R202Q/R202R, E148V/E148E, R314R, E474E, Q476Q, D510D, E148Q/E148E heterozigot polimorfizm ve M694V/M694V mutasyonları tespit edildi.

Sonuç:

E�yolojisi belirlenemeyen plöri�k göğüs ağrısı ve ateşle başvuran özellikle etnik kökenli hastalarda gene�k analiz, AAA tanısını koymada yardımcıdır. Bu hastaların zaman kaybı olmaksızın spesifik tedavi almalarına yardımcı olacak�r. Böylece erken tanı ve tedavi sekonder amiloidozis gelişmesini ve hastalığın ilerlemesini önleyecek�r.

PS221

TRANSTORASİK İNCE İĞNE ASPİRASYONU- 5 YILLIK SONUÇLARIMIZ

SEDAT ALTIN , GÜLCİHAN ÖZKAN , MEHMET TUNÇ KARADELİ , FÜSUN ŞAHİN , SİBEL YURT , DİLEK KANMAZ , FİGEN ALKAN , ATAYLA GENÇOĞLU YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARU VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

İlk defa hastanemizde 1980’li yılların başlarında hocalarımız Dr.Adnan Ekmekçioğlu ve Dr.Sade n Çıkrıkçıoğlu tara�ndan skopi al�nda Chiba iğnesiyle başla�lan Transtorasik iğne aspirasyonu işlemiyle ilgili 5 yıllık bir genel bir döküm vermek amaçlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

2004 başı ile 2008 sonu arasında hastanemiz polikliniğine başvuran hastalarımızla yatan hastalarımıza, BT eşliğinde uygulanan TTİA işlemiyle ilgili, değişik analizler yapılmış�r.

Bulgular:

Son 5 yılda hastanemizde çalışan 41 uzman hekim, BT eşliğinde 8.607 TTİA işlemi gerçekleş�rmiş�r. Günde ortalama 9 hastaya TTİA işlemi uygulanmaktadır. Bunların % 45’i ayaktan % 55 ‘i ise yatan hastalara uygulanmaktadır.Uzman hekim başına düşen TTİA sayısı ise, yıllık 5-150 arasında değişmekle birlikte ortalama 42 işlemdir. TTİA tekrar oranları ve komplikasyon oranlarının yapılan işlem sayısıyla,işlemi gerçekleş�ren hekim arasında anlamlı bir ilişki gösterilememiş�r. Son 4 yıldır hastanemizde yıllık yatan hasta, göğüs hastalıkları poliklinik sayısı ve bu hastalara yapılan TTİA sayıları ve oranları biribirine yakın düzeylerdedir.

Sonuç:

Hastanemizde göğüs hastalıkları uzmanlarımızca uygulanan TTİA işlemi, göğüs hastalıkları uzmanlık eği�minde büyük bir avantaj sağlamaktadır.

Page 236: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

235

PS222

PERİFERİK AKCİĞER NODULLERİNDE TANI AMAÇLI FİBEROPTİK BRONKOSKOPİ GEREKLİ Mİ?

GÖKÇEN ÖMEROĞLU , SELİN KALA , OĞUZ KILINÇ DEÜTF GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D.

Amaç:

Periferik akciğer nodüllerinin BT’nin sık kullanılmaya başlanmasıyla saptanma oranı artmış ve bunlarda tanısal amaçlı bronkoskopi sıkça yapılmaktadır. Çalışmamızda bronkoskopinin bu hastalarda gerekliliğinin sorgulanması amaçlandı

Gereç ve Yöntem:

2006-2008’de kliniğimizde periferik akciğer nodülü/nodülleri nedeniyle bronkoskopi yapılan hastaların bronkoskopik ve patolojik bulguları değerlendirilerek bronkoskopinin tanıya katkısı değerlendirildi

Bulgular:

1- 73 hastanın 10’unda (%13.6) akciğer dışı malignite olup ikisinde (%20) bronkoskopik bulgu gözlenerek bir hastanın alınan biyopsi sonucu a�pik squamoz metaplazi olarak raporlandı. Periferik nodülü olan metasta�k akciğer malignitesi öntanılı hastalarda bronkoskopinin tanıya katkısı olmamış�r. 2- Primer akciğer malignitesi öntanısı ile bronkoskopi yapılan 56 hastanın al�sında (%10.7)patolojik bulgu gözlendi. Bunlardan ikisinde (%3.5) tanıya ulaşıldı. Tanı konulamayan 50 hastadan 10’una cerrahi uygulandı ve yedisi maligniteyle sonuçlandı. Üç hastada patoloji sonucu benign olarak raporlandı. Primer akciğer kanseri öntanılı 56 hastanın ikisinde endobronşial ezyondan malignite tanısı kondu ancak bunlarda bronkoskopi öncesi başka yöntemlerle tanı konmuştu. Primer odak saptanması açısından bronkoskopi yapılmış ancak bronkoskopik bulgunun tedaviye etkisi olmamış�r. 3- Yedi hastaya benign ön tanılarla bronkoskopi yapılmış�r, ikisinde patolojik bulgu gözlenmiş, tanıya ulaşılamamış�r. Ön tanıları benign olan periferik akciğer nodüllerinde bronkoskopinin tanıya katkısı olmamış�r

Sonuç:

Benign veya metasta�k akciğer malignitesi ön tanılı periferik nodül saptanan hastalarda bronkoskopinin tanıya katkısı olmadığından tanı algoritmasında öncelikli olmaması gerek�ğini, bu hastalara ilk planda diğer yöntemlerin uygulanmasını öneriyoruz

PS223

FEV1’DEKİ % 12 VE 0,2 LİTRE ARTIŞ ASTIM VEYA KRONİK OBSTRUKTİF AKCİĞER HASTALIĞI OLAN TÜM HASTALARI AYIRT EDEBİLİR Mİ?

EYLÜL B. YILMAZ , SEVİNÇ S. ULAŞLI , BERNA A. ÖZYÜREK , GAYE ULUBAY BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD

Amaç:

Bronkodilatör tes�(BDT) kriteri Amerikan Toraks Derneği(ATS)’ne göre “FEV1 ’de % 12 ve/veya 0,2 L ar�şı” iken, Avrupa Solunum Derneği(ERS)’ne göre “FEV1’de % 12 ve 0,2 L ar�şı” olarak tanımlanmaktaydı. Güncel ATS ve ERS klavuzunda ‘‘FEV1 veya FVC’de %12 ar�ş ve FEV1 veya FVC’de 0,2 L ar�ş’’ geri dönüşümlülük kriteri olarak kabul edilmektedir. Yeni kriterin as�m ve/veya kronik obstrük�f akciğer hastalığı (KOAH) tanısında yetersiz kalabileceğini düşünmekteyiz.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmamızda 2003-2008 yılları arasında tanı alan, 208 (ortalama yaş: 60±13, erkek/kadın:102/106, ortalama preFEV1: 2,1±0,8L, preFVC: 3,4±1,2L, postFEV1: 2,3±0,9, postFVC: 3,6±1,1) KOAH (n:112) ve as�mlı (n:96) hastanın BDT sonuçları karşılaş�rıldı. Bronşiektazi, bronşiyolit ve tüberküloz hikayesi olan hastalar çalışmanın dışında tutuldu.

Bulgular:

141 (68%) hastada eski kritere göre geri dönüşümlü havayolu darlığı varken, yeni kritere göre 80 (38%) hastada geri dönüşümlü havayolu darlığı mevcu�u. Havayolu darlığı olan 61 (30%) hasta eski kriterlere göre hava yolu darlığı geri dönüşümlü iken yeni kriterlere göre değildi. 61 hastanın as�m ve KOAH ayırıcı tanısı için öykü ve fizik muayene bulguları kayıtlara göre tekrar değerlendirildiğinde 61 hastanın 29 (% 47)’u as�m tanısı almışken 32 (% 53)’si KOAH tanısı almış�.

Sonuç:

Sonuç olarak, havayolu darlığı olan hastaların ayrıcı tanısı sadece BDT’ne dayalı olmamalıdır. Klinisyenler hastaların as�m ve KOAH ayırıcı tanısında öykü ve fizik muayene bulgularının hala çok önemli olduğunu akılda tutmalıdır.

Page 237: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

236

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

PS224

HASTANEMİZDE YAPILMIŞ OLAN KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNİN ANALİZİ

SERDAR AKPINAR , NAZİRE UÇAR , TUĞRUL ŞİPİT ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Hastanemiz solunum laboratuvarında yapılmış olan kardiyopulmoner egzersiz testlerinin (KPET) incelenmesi ve özelliklerinin belirlenmesi.

Gereç ve Yöntem:

Hastanemizde Haziran 2007- Aralık 2008 tarihleri arasında 82 hastaya çeşitli endikasyonlarla yapılmış olan toplam 88 kardiyopulmoner egzersiz tes� (KPET) incelemeye alındı. Testlerin tamamı bisiklet ergometrisiyle ve incremental egzersiz test protokolü uygulanarak yapıldı.

Bulgular:

Hastalarımızın 52’si (%63) erkek ve 29’u (%37) kadındı ve ortalama (ort.) yaş 43±15.33’dü. Yirmibeş hastada (%30) KOAH, 10’unda (%12 ) diffüz parankimal akciğer hastalığı, 16’sında (%19) akciğer kanseri, 13’ünde (%15) as�m tanısı mevcu�u. Hastalarımızdan 26’sına (%31.7) dispne e�yolojisi araş�rılmak üzere KPET yapılırken, 17(%20.7) maluliyet değerlendirmesi, 16 (%19.5) hastaya preopera�f değerlendirme, 13 (%15.8) as�mlı hastaya egzersiz provakasyonu, diffüz parankimal akciğer hastalığı bulunan 10 (%12.2) hastaya tedavi takibi amacıyla toplam 16 KPET yapıldı. Hastaların 9’unda (%10) maksimal test sonucu alındı. Maksimal test elde edilemeyen hastalarda, nefes darlığı (%49.5), bacak yorgunluğu (%27.7), aritmi (%3.2) ve desatürasyon (%9.6) nedeniyle test sonlandırıldı. Testlerde ort. 16.89±4.36 wa�/dk yük ar�şı yapıldı ve testlerde ortalama ulaşılabilen yük 108.13±46.75 wa� olarak belirlendi. Testlerden elde edilen sonuçlarda peak VO2 ort. 18.83±15.16 ml/kg/dk’dı. Ort. VEmax 66.01±27.83 l/dk, solunum rezervi 21.41±24, VE/VCO2 39.51±10.74 bulundu. Test sırasında gelişen en önemli komplikasyon aritmiydi ve 5 (%5) olguda geliş�.

Sonuç:

KPET yapılan hastalarımızın çoğunluğunu KOAH tanısı olanlar oluşturmaktadır. En çok dispne etyolojisi araş�rmak amacıyla KPET yapılmış�r. Hastalar en çok nefes darlığı gelişmesi nedeniyle tes� bırakmış�r.

PS225

ERİŞKİN YAŞTA TEŞHİS EDİLEN PULMONER ARTER GELİŞİMSEL ANOMALİLERİ

FERHAN ÖZŞEKER , MURAT YALÇINSOY , ATEŞ BARAN , BELMA AKBABA BAĞCI , ESEN AKKAYA T.C.S.B. İSTANBUL SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Pulmoner arterin (PA) gelişimsel anomalileri oldukça nadir görülmektedir. Erken yaşta teşhis konamayan olgular ileri yaşlarda genellikle geçirilmiş hastalığa bağlı akciğer hasarı olarak yorumlanmakta, belki de pek çok olgu bu şekilde tanısız kalmaktadır. Biz de, nadir görülmesi nedeni ile, kliniğimizde yatarak tetkik edilen üç erişkin pulmoner arter gelişimsel anomalili olguyu sunduk.

Gereç ve Yöntem:

Olguların üçüde erkek� (yaş; sırasıyla 53,56,42), bir olguya yedinci, bir olguya dördüncü, bir olguya ise ilk ya�şında tanı konabilmiş�. Tüm olgularda enfeksiyon ve şiddetli nefes darlığı hastaneye ya�ş nedeniydi.

Bulgular:

EKO tüm olgularda normal idi. PA akciğer grafisinde 1. olguda; medias�nal şi, sağ hiler genişleme, 2. olguda; sağ parakardiyak homojen opasite, medias�nal şi, 3. olguda; sol parakardiyak homojen opasite, medias�nal şi görüldü. Bilgisayarlı tomografi bir olgu dışında tanıya yardımcı olmamışken, MR-anjiografi tüm olgularda ileri invaziv işleme gerek kalmadan tanı koydurucu olmuştu. Bir olguda sol PA agenezisi, 2 olguda PA hipoplazisi (biri sağ, diğeri sol) tespit edildi. Hastalara semptoma�k tedavi uygulanmış�.

Sonuç:

Sonuç olarak üç olgumuza da 40 yaş üstünde tanı konabilmiş�r. Bu olguların tanılarının MR-anjiografi ile kesinleş�rilmesi pulmoner arter gelişimsel anomalisi düşünülen hastalarda MR-anjiografi’nin non-invaziv bir tanı aracı olarak kullanabileceğini göstermektedir.

PS226

(Bu bildiri yazarları tara�ndan geri çekilmiş�r.)

Page 238: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

237

PS227

REZEKE EDİLMİŞ KÜÇÜK HÜCRE DIŞI AKCİĞER KANSERİ’NDE EGFR EKPRESYONUNU VE SAĞKALIM İLE İLİŞKİSİ

EKREM CENGİZ SEYHAN , HÜLYA ABALI , SİNEM NEDİME SÖKÜCÜ , LEVENT DALAR , NUR BÜYÜKPINARBAŞILI , SEDAT ALTIN YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Epidermal Growth Faktör Reseptörü (EGFR)’nin Küçük hücreli dışı akciğer kanserinde (KHDAK) tümör oluşumunda ve progresyonunda önemli rol oynadığı düşünülmektedir. Bununla birlikte, KHDAK’de EGFR’nin prognos�k değeri tar�şmalıdır. Bu çalışmada, komplet rezeke edilmiş KHDAK’li hastalarda, tümör dokusunda immünhistokimyasal yöntemlerle saptanan EGFR ekspresyon düzeylerinin sağkalım üzerindeki etkisi araş�rıldı.

Gereç ve Yöntem:

KHDAK tanısıyla torakotomi yapılmış olan, patolojik evreleme sonucunda T1-2, N0-1, M0 evrelerindeki, komlet reseksiyon yapılmış, opera�f mortalite gelişmemiş ve postopera�f adjuvan kemoterapi veya radyoterapi uygulanmamış toplam 98 hasta değerlendirildi. 98 hastanın elde edilen tümör örneklerinden immünohistokimyasal boyama yöntemiyle EGFR ekspresyon düzeyi incelendi. Hastaların sağkalım oranları hesaplandı. Sağkalımı etkileyen faktörler tek değişkenli ve çok değişkenli olarak analiz edildi.

Bulgular:

İmmünhistokimyasal boyama yapılan 98 tümörün 75’inde (% 77) EGFR ekpresyonu saptandı. EGFR ekspresyonu skuamöz hücreli kanserlerde daha sık olarak gözlendi. EGFR eksprese eden tümörlü hastaların 5 yıllık sağkalım oranı, ekprese etmeyenlerin oranı ile karşılaş�rıldığında ista�s�ksel olarak anlamlı değildi.

Sonuç:

Rezeke edilmiş erken evre KHDAK için, EGFR’nin sağkalımı belirlemede etkili olmadığı saptanmış�r.

PS228

THE MORPHOLOGICAL CHARACTERISTIC OF A HIGH-ALTITUDE PULMONARY EDEMA

NUSURET RAİYMBEKOV

INSTİTUTE OF MOLECULAR BİOLOGY AND MEDİCİNE ATTACHED TO NATİONAL CENTRE OF CARDİOLOGY AND İNTERNAL MEDİCİNE NAMED AFTER ACADEMİCİAN MİRSAİD MİRRAKHİMOV

Aim:

The aim of study of the pathomorphological sighs of high-al�tude pulmonary edema (HAPE).

Method:

Histological, morphometrical and electron microscopy methods were applied. The lungs and hearts from 3 lowlanders dead from HAPE were inves�gated. The lungs and hearts from accidentally dead lowlanders without cardio-vascular pathology were inves�gated as control. Also we inves�gated the lungs and hearts from 5 na�ve highlanders (3000-3600 m above sea level) for study of the structural adap�ve changes in pulmonary vessels.

Results:

We found the inters��al and alveolar edema with repeated covering of alveolar walls by hyaline mem-brane and place of neutrophil inflammatory in pa�ents with HAPE. Electronic microscopy showed the increase of permeability of alveolar-capillar membrane and development of vacuolar dystrophy of endothelium and alveolocytes I and II type. At high-al�tude hypoxia in pulmonary vessels there were founded severe structur-al adap�ve changes (hypertrophy of media of pulmo-nary arterioles, development of longitudinal muscular layer, thickening of basal membrane of aerohema�c barrier).

Conclusion:

These changes are protec�ve adap�ve mechanisms against HAPE.

Page 239: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

238

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

PS229

ÜÇÜNCÜ BASAMAK GÖĞÜS HASTANESİNDE ÇALIŞANLARIN SİGARAYA YÖNELİK TUTUMLARI

MEHMET ATİLLA UYSAL , SEDAT ALTIN , FİGEN KADAKAL , AYGÜN GÜR , AYŞE BAHADIR , SİBEL YURT , CEM TİGİN , FİRDEVS ATABEY YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Sigarayla savaşta ön saa yeralması gereken bir Göğüs Hastalıkları Hastanesinde sağlık çalışanlarının sigaraya karşı tutumlarını belirlemeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Nisan 2008 de hastanemizde çalışan 217 sağlık çalışanına sigara içme alışkanlıkları ve sigaraya karşı tutumları, anket yolu ile birebir görüşülerek uygulandı.

Bulgular:

Sağlık çalışanlarının 89 (% 41)’1i erkek, 128 (% 59)’u kadın idi. % 25’i doktor, % 29’ u hemşire-sağlık memuru ve teknisyen ve % 46’sı de personel olarak çalışmakta idi. Hastanede çalışanların % 48’i sigara içmekte, % 13’ü sigara içmiş bırakmış, % 39’u halen içmekte idi. Sigara içiminin en fazla personel grubunda, en az doktor grubunda olduğu görüldü. Hastanede sigara içenlerin içme yasağı uygulaması ile soruya sigara içen çalışanların % 61.5’ i zorlanacaklarini belir ler. Sigara içenlerin % 80’ i sigarasız hastane uygulamasını doğru bulurken, tüm çalışanların % 90’ nı sigarasız hastane uygulamasını desteklerken, % 92’ si ise örnek bir uygulama olacağını düşünmekteydi.

Sonuç:

Göğüs hastalıkları hastanesi çalışanlarının tamamına yakını, sigarasız hastane uygulamasını desteklemekte ve örnek oluşturacağını düşünmektedir. Sigara içenlerin de sigarasız hastane uygulamasını desteklemesi, tütün kullanımı yasaklanması ile ilgili yasanın hastaneleri de kapsaması yönünde sağlık çalışanlarının olumlu yaklaşımları olduğunu göstermektedir.

PS230

DİFÜZ İNTERSTİSYEL AKCİĞER HASTALIKLARINDA FARKLI BİYOPSİ TEKNİKLERİNİN TANISAL DEĞERİ

NALAN DEMİR FIRAT , AYPERİ MERZİ ÖZTÜRK , SERAP UNCULU , DEMET KARNAK , OYA KAYACAN ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Bir çok difüz inters�syel akciğer hastalıklarında(DİAH), bronkoalveolar lavaj(BAL) bulguları spesifik değildir. Tüm non-invasif yöntemler yetersiz olduğunda, DİAH tanısı için invaziv yöntemler gerekli olabilmektedir. Bu çalışmanın amacı; DİAH’da bronkoskopik biyopsiler ve cerrahi akciğer biyopsisinin tanısal değerini değerlendirmek�r.

Gereç ve Yöntem:

Difüz inters�syel akciğer hastalığı olan 140 hasta (80 kadın,60 erkek; ortalama yaş:53.25±16.14) değerlendirildi. Hastaların tanıları idiopa�k inters�syel pnömoni(İİP)(n:76), sarkoidoz(n:37) ve diğer nedenlere bağlı inters�syel akciğer hastalığı(İAH)(n:27) idi. Toplam 110 hastada fleksibl bronkoskopi ile 64 transbronşial biyopsi (TBB), 49 bronşial mukoza biyopsisi, 58 BAL alındı. 32 olguda cerrahi akciğer biyopsisi(CAB) gerçekleş�rildi..

Bulgular:

TBB alınan 64 olgunun klinik tanıları sarkoidoz(n:14), İİP(n:37) and diğer İAH (n:13) idi. Sarkoidozlu olguların 6’sında TBB pozi�i (%42.85). Bronşial mukoza biyopsisi ve CAB , sarkoidozda %75 pozi�f bulundu. İİP’li hastalarda, TBB, bronşial mukoza biyopsisi ve CAB sırasıyla 37,24 ve 7 hastada gerçekleş�rildi ve bu biyopsi tekniklerinin tanı etkinliği yine sırasıyla %18.91(n:7), %8.33(n:2), %100(n:7) olarak bulundu. Tüm olguların 32’sinde cerrahi biyopsi (14 CAB, 10 medias�noskopi, 8 ekstrapulmoner biyopsi) yapıldı. CAB’nin pozi�f olduğu İAH’larının belir�len tanıları mevcu�u: 6 İİP, 3 sarkoidoz, 4 diğer İAH. CAB’nin tanısal etkinliği tüm olgularda %92.86 idi.

Sonuç:

Sonuç olarak, TBB ve bronşial mukoza biyopsisi diğer inters�yel akciğer hastalıklarına göre Sarkoidoz tanısında daha başarılıdır. İdiopa�k inters�yel pnömoni şüphesi olan olgularda cerrahi akciğer biyopsisi gereklidir.

Page 240: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

239

PS231

MUCOCILIARY TRANSPORT IN PATIENTS WITH COPD FROM THE COTTON-GROWING AREAS OF UZBEKISTAN

KAMOLA UBAYDULLAEVA , IRİNA LİVERKO , SAYERA ARİFKHANOVA ,

NATİONAL INSTİTUTE OF TB AND PULMONOLOGY, TASHKENT

Aim:

To perform compara�ve analysis of mucociliary transport (MCT) in the pa�ents with chronic obstruc�ve pulmonary diseases (COPD) from co�on-growing areas of Uzbekistan with and without body accumula�on of pes�cides.

Method:

The study included 98 pa�ents with COPD of different severity aged from 30 to 56 years, of them males were 51 and females 47. Diagnosis of COPD was established due to complex clinical examina�on, measurement of external respira�on with computed pneumotachometry on the pneumoscope. The content of pes�cides was measured with use of gas-liquid chromatography. The mucociliary transport was studied by the �me of MCT, adhesiveness and surface tension of sputum as well as its content of bound and free water. The �me of MCT was assessed by �me of sputum hemoglobin secre�on inhaled through ultrasound inhalator. Adhesive sputum capaci�es were defined with method of breaking of contact with glass in stable working regimens. For quan�ta�ve assessment of surface tension there was used method of tearing off from ring. The content of sputum water frac�on was measured with use of dilatometric method when sputum was previously homogenized with subsequent centrifuging at 1500 revolu�ons per minute �ll complete elimina�on of air bubbles.

Results:

Analysis of contents of chlororganic compounds in the pa�ents with COPD showed presence of frac�ons α-HCCH, γ-HCCH (hexachlorocyclohexane), DDT (dichlordiphenyltrichloroethane) in the blood frac�ons of 66 pa�ents. The study of MCT showed significant increase in �me of inhaled indicator withdrawal in pa�ents with pes�cides accumula�on 64,4±2,8 h, and in pa�ents with COPD without pes�cides in blood 46,8±2,2 h (norm 24±1,2 h). With the longer release of an inhaled indicator (MCT �me > 48 hours), peak of forced expiratory flow velocity was found considerably decrease in this category of pa�ents that in pa�ents without impaired MCT (1,8±0,6 l/sec versus 5,9±0,3 l/sec).

Conclusion:

The study of pa�ents with COPD from co�on-growing areas of Uzbekistan including pa�ents with pes�cides accumula�on and without them showed development of significant mucociliary insufficiency that deteriorates the signs of bronchial obstruc�on in pa�ents with COPD and pes�cide accumula�on. The increase in sputum adhesiveness and surface tension may be used as addi�onal criterion of MCT impairments.

Page 241: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

240

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

MS026

ORTA YAŞLI UYKU KLİNİĞİ KOHORTUNDA DİYABET GELİŞİMİNDE CİNSİYETİN ETKİSİ-16 YILLIK TAKİP

YELDA TURGUT CELEN 1, JAN HEDNER 2, YÜKSEL PEKER 1 1 SLEEP MEDİCİNE UNİT, DEPARTMENT OF NEUROLOGY AND REHABİLİTATİON MEDİCİNE, SKARABORG HOSPİTAL, SKOVDE, SWEDEN 2 SLEEP LABORATORY, DEPARTMENT OF PULMONARY MEDİCİNE, SAHLGRENSKA UNİVERSİTY HOSPİTAL, GOTHENBURG, SWEDEN

Amaç:

1991 yılından sonra ardaşık olarak uygun bazal karakterleri, klinik çizelgeleri ve İsveç hastane kayıt bilgileri olan (n=318; 254 male, 64 female; ortalama 49.2+10,0; 30-69 yaş) uyku klinik kohortunda Diabetus Mellitus (DM) gelişimine cinsiye�n etkisi araş�rılmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Başlangıçta DM tanısı olan 4 hasta ve takip süresinde ölen 49 hasta çalışmaya alınmamış�r. Kalan 265 hastaya 2007 yılında kilo, uyku yakınmaları, obstrük�f uyku apnea (OSA) için aldıkları tedavileri, eşzamanlı hastalıkları ve doktor tara�ndan konan DM tanılarının sorgulandığı anket gönderilmiş�r. 31 Aralık 2007 tarihine kadar 168 (63,4%) hasta bu ankete cevap vermiş�r.

Bulgular:

OSA tanılı hastalar (OSA; overnight oxygen desatura�ons ≥ 30, 1991 yılında) arasında DM tanısı %24.9 vakada tespit edilirken bu oran OSA tanısı olmayanlarda %10.8’de kalmış�r (p=0.020). Erkekler arasında DM oranı OSA olan hastalarda daha yüksek olmasına (19.1%) karşın OSA tanısı olmayan erkeklere göre (11.1%) ista�s�ksel olarak bir fark saptanmamış�r. Ancak OSA tanısı alan kadınlarda bu oran %50 ile OSA olmayan kadınlara kıyasla (9.5%) yüksek bulunmuştur (p=0.022).Mul�varyant analize göre, DM kadınlarda BMI, yaş veya takip süresinde alınan kilo ile predikte edilemez iken sadece 11.78 OR ve 1,1-124.1 95% güven aralığına (CI) sahip OSA ile predikte edilmektedir. Erkeklerde ise DM gelişimini sadece BMI’i (OR 1.16, 95% CI 1.00-1.35) predikte etmektedir.

Sonuç:

Sonuç olarak, DM gelişiminde OSA’nın katkısı cinsiyet bağımlıdır ve kadınlarda erkeklere göre daha yüksek�r.

MS027

HEPCİDİN; OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMUNDA NOKTURNAL HİPOKSİNİN YENİ BELİRTECİ

ESRA BİLGİN 1, CENGİZ ÖZDEMİR 1, HİKMET FIRAT 1, SADIK ARDIÇ 1, AHMET UĞUR DEMİR 2, MURAT KIZILGÜN 3 1 SB DIŞKAPI YBEAH GÖĞÜS HASTALIKLARI VE TBC KLİNİĞİ 2 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI VE TBC KLİNİĞİ 3 SB DIŞKAPI ÇOCUK HASTALIKLARI HASTANESİ BİYOKİMYA KLİNİĞİ

Amaç:

Obstrük�f uyku apne sendromunda(OUAS)gece boyunca gelişen intermi�an hipoksi ile birlikte oluşan reoksijenasyon-reperfüzyon hasarı,inflamatuar mediatör faktörlerin ak�vasyonuna ve inflamasyona neden olur.Demir metabolizmasında rol oynayan hepcidinin karaciğerden sentezi;hipoksik durumlarda azalırken,inflamatuar durumlarda artmaktadır.Bu çalışmada amaç;hipoksinin inflamasyona neden olduğu OUAS’da hepcidin düzeyinin değişimini incelemek�r.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmamıza 44 birey alındı.Polisomnografi kaydı öncesi 21 00-23 00 saatleri arasında akşam hepcidin(hepA)düzeyleri,polisomnografi kaydı sabahı 06 00-08 00 saatleri arasında sabah hepcidin(hepS)düzeylerini belirlemek için kan örnekleri alındı.Sabah-akşam hepcidin düzeyleri farkı(hepS-A)hesaplanarak kaydedildi.Bireyler apne hipopne indeksine(AHİ)göre;AHİ 5-15(grup1,n:14),AHİ:16-30(grup2,n:15),AHİ>30(grup3,n:15)olmak üzere 3 gruba ayrıldı.

Bulgular:

Gruplar arasında hepS düzeyleri arasında anlamlı farklılık saptanmazken,hepA düzeyleri grup2 ve 3’de grup 1’e oranla daha düşük saptandı(p<0,05).Orta ve ağır OUAS’lı hastalardan oluşan grup2 ve 3 arasında ise hepA düzeyleri arasında farklılık yoktu(p>0,05).HepS-A farkı açısından, grup1-2 ve grup1-3 arasında ista�ksel olarak anlamlı farklılık saptanırken,grup2-3 arasında farklılık yoktu(sırasıyla p:0,013,p:0.005p:0,756).HepA düzeyleri ile AHİ,ODİ(oksijen desaturasyon indeksi)veT90(uykuda oksijen saturasyonunun %90’ın al�nda geç�ği sürenin toplam uyku süresine(TST)yüzdesi) arasında ista�ksel olarak anlamlı nega�f korelasyon saptandı(sırasıyla p:0,001,p:0,001,p<0,01).HepS-A düzeyleri ile AHİ, ODİ ve T90 arasında ise ista�s�ksel olarak pozi�f korelasyon mevcu�u(sırasıyla p:0,014,p:0,026,p:0,007).

Page 242: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

241

Sonuç:

Çalışmamızda hipoksik durumlarda düzeyleri azaldığı bilinen hepcidinin,orta ve ağır OSAS’lı hastalarda akşam ölçülen düzeylerinin azaldığı ve bunun AHİ ile belirlenen OSAS’ın ağırlığı ile ODİ ve T90’la belirlenen intermi�an hipoksi düzeyleri ile nega�f korele olduğu,aynı grupta sabah-akşam hepcidin değerleri farkı ile ise pozi�f korelasyon gösterdiği saptandı.Daha önce bu konuda yapılan benzer bir çalışma olmadığı için Hepcidinin,OUAS’ın ağırlığını ve buna bağlı gelişen intermitan hipoksinin düzeyini belirlemede yeni ve yararlı bir belirteç olarak kullanılabileceği düşünüldü.

MS028

OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMLU OLGULARDA TC-99M HMPAO BEYİN SPECT BULGULARI

OĞUZ KÖKTÜRK 1, TANSU ULUKAVAK ÇİFTÇİ 1, HANDAN İNÖNÜ 2, ÖZLEM L. KAPUCU 3, KEMAL ÜNAL 3, ÖZGÜR U. AKDEMİR 3 1 GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 3 GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ NÜKLEER TIP ANABİLİM DALI

Amaç:

Obstrük�f uyku apne sendromlu olgularda (OSAS), özellikle sabahın erken saatlerinde inme riski yüksek�r. Al�a yatan mekanizma olarak; çeşitli çalışmalarda OSAS’lı hastalarda uyku sırasında serebral kan akım hızının azaldığı gösterilmiş ise de, bölgesel beyin perfüzyonu bulguları yeterince araş�rılmamış�r. Bu çalışmanın amacı OSAS’lı olgularda bölgesel beyin perfüzyonunu incelemek�r.

Gereç ve Yöntem:

23 OSAS’lı olguda (8K, 15 E, yaş ortalaması:51±9) beyin perfüzyon SPECT çalışması yapıldı. OSAS’lı olgular apne-hipopne indekslerine (AHİ) göre hafif (AHİ:5-15, n=8) veya ağır dereceli (AHİ>30, n=15) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Polisomnografik çalışmanın sabahında hastalar uyandıktan sonra Tc-99m HMPAO (740 MBq) injekte edildi ve 60 dakika sonra dual-headed gamma kamera ile beyin görüntüleri elde edildi.

Bulgular:

Ağır dereceli OSAS’lı olgularda bütün beyinde, sağ ve sol hemisferlerde serebral kan akımı oranları anlamlı derecede daha düşüktü (p<0.05). Bölgesel karşılaş�rma yapıldığında; ağır dereceli OSAS’lı olguların frontal ve parietal loblarında bilateral perfüzyonun azaldığı görüldü (p<0.01). Serebellum, temporal ve oksipital loblar açısından her iki grup arasında fark saptanmadı.

Sonuç:

Çalışmamızda, anlamlı derecede azalmış serebral perfüzyon nedeniyle ağır dereceli obstrük�f uyku apne sendromunun iskemik inme riski ile ilişkili olduğu söylenebilir.

MS029

OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMU (OUAS) HASTALARINDA FLEKSTÜP REFLEKTOMETRİ İLE BELİRLENEN ÜST SOLUNUM YOLLARINDAKİ OBSTRÜKSİYON LOKALİZASYONLARININ CPAP BASINCINA ETKİSİ

FULSEN BOZKUŞ 1, CANDAN ÖĞÜŞ 1, MURAT TURHAN 2, AYKUT ÇİLLİ 1, ÖMER ÖZBUDAK 1, OKTAY DİNÇ 2 1 AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD 2 AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KULAK BURUN BOĞAZ HASTALIKLARI ABD

Amaç:

Obstrük�f Uyku Apne Sendromu (OUAS); horlama, uykuda solunum durmaları ve gündüz uyuklamalarla seyreden bir sendromdur. Flekstüp reflektometri (rinosleep) obstrüksiyon yerini belirlemede akus�k dalgalardan yararlanılan bir teknik olarak tanımlanmış�r. Çalışmamız rinosleep işleminin, yüksek CPAP basıncı saptanan ve cihaza uyum sağlayamayan olgularda obstrüksiyon lokalizasyonlarını göstermede yararlı olabileceği düşüncesiyle planlandı.

Gereç ve Yöntem:

Bu çalışmaya polisomnografik inceleme sonrasında OUAS tanısı alan ve tedavisinde CPAP endikasyonu olan hastalar dahil edildi. AHİ>30 olan ve AHİ 5-30 arasında olup gündüz aşırı uykululuğu olan tüm OUAS’ lı hastalara CPAP �trasyonu planlandı Hastaların üst hava yolu obstrüksiyon lokalizasyonunu belirlemek amacıyla rinosleep tetkiki yapıldı. Hastaların rinosleep ile ölçülen obstrüksiyon seviyeleri 3 gruba ayrıldı İlk 0-4 cm. arası obstrüksiyonlar retropalatal obstrüksiyon, 4-10 cm arasındaki obstrüksiyonlar retrolingual obstrüksiyonu, hem 0-4 cm. hem de 4-10 cm.’deki obstrüksiyonlar ise mikst obstrüksiyon şeklinde tanımlandı.

Bulgular:

Toplam 33 hasta çalışmaya alındı. Hastaların ortalama CPAP basıncı 11.18 cmH20 (±2.910) olarak saptandı.. Retrolingual obstrüksiyon grubundaki hastaların CPAP basıncı, retropalatal obstrüksiyon grubundaki hastaların CPAP basınçlardan, mikst obstrüksiyon grubundaki hastaların CPAP basıncı ise retropalatal obstrüksiyon grubundaki hastaların CPAP basınçlarından anlamlı olarak daha yüksek bulundu

Page 243: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

242

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

Sonuç:

Rinosleep ile saptanan dil kökü obstrüksiyonu varlığında, bu obstrüksiyona yönelik girişimlerin CPAP basıncı üzerine etkisini değerlendiren geniş kapsamlı çalışmalara ih�yaç vardır.

MS030

OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMLU HASTALARDA EV EGZERSİZ PROGRAMININ FONKSİYONEL PARAMETRELER ÜZERİNE ETKİSİ

SEVGİ ÖZALEVLİ 1, HAYRİYE KUL KARAALİ 1, DUYGU ILGIN 1, OYA İTİL 2, İBRAHİM ÖZTURA 3, BARIŞ BAKLAN 3 1 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON YÜKSEKOKULU 2 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 3 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ NÖROLOJİ ANABİLİM DALI

Amaç:

Obstrük�f Uyku Apne Sendrom (OUAS)’lu hastalarda ev programı şeklinde uygulanan egzersiz programlarının etkisi bilinmemektedir. Bu nedenle çalışmamız, OUAS’lı hastalarda ev programı olarak verilen egzersiz programının fonksiyonel parametreler üzerine etkisinin ortaya konması amacıyla gerçekleş�rilmiş�r.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmamıza, apne-hipopne indeksi 15 ve üstü olan 11 olgu dahil edildi. Hastaların tümüne solunum egzersizleri, solunum kontrolü ile yapılan genel vücut egzersizleri ve yürüme programları öğre�ldi. Egzersiz programı ev programı şeklinde, 12 haa uygulandı. İzlem öncesi ve sonrasında; solunum kapasitesi (solunum fonksiyon tes�), egzersiz kapasitesi (6 dakika yürüme tes�), dispne ve yorgunluk şidde� (Modifiye Borg Skalası) hastalığa özel yaşam kalitesi (Uykunun Fonksiyonel Sonuçları Anke� (FOSQ)) ve genel sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi (Kısa Form-36 Anke� (SF-36)) değerlendirildi.

Bulgular:

Olgularımızın, yaş ortalaması 51.64±12.46, desatürasyon yüzdesi 74.20±12.47 ve apne-hipopne sayısı 35.31±21.99 idi. İzlem sonunda hastaların yürüme mesafelerinde ar�ş, algılanan dispne ve bacak yorgunluğu şiddetlerinde azalma olduğu saptandı (p<0.05). Yaşam kalitesi skorları incelendiğinde ise, SF-36’nın fiziksel fonksiyon ve enerji ve FOSQ’nin fiziksel ak�vite ve uyanıklık bölümlerinden alınan puanların ista�s�ksel olarak anlamlı ölçüde arğı bulundu (p<0.05).

Sonuç:

Orta-ağır şiddetli OUAS hastalarında standart medikal tedaviye ek olarak uygulanacak ev egzersiz programlarının, hastaların egzersiz kapasitelerini ve yaşam kalitelerini geliş�rmesi nedeniyle OUAS tedavisine olumlu katkı sağlayacağı düşünülmüştür.

SS042

YOĞUN BAKIM DIŞINDA GELİŞEN HASTANE KÖKENLİ PNÖMONİLER

EBRU ÇAKIR EDİS 1, OSMAN NURİ HATİPOĞLU 1, İLKER YILMAM 1, ALPER EKER 2, ÖZLEM TANSEL 2, NECDET SÜT 3 1 TÜTF GÖĞÜS HASTALIKLARI 2 TÜTF İNFEKSİYON VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ 3 TÜTF BİOİSTATİSTİK

Amaç:

Yoğun bakım dışı gelişen hastane kökenli pnömonilerle (HKP) ilgili çalışmalar oldukça nadirdir. Bu çalışmanın amacı yoğun bakım dışında gelişen HKP insidansını, mortalite ile ilişkili risk faktörlerini, HKP’li olguların 6 haalık ve 1 yıllık survi oranlarını saptamak�r.

Gereç ve Yöntem:

Mart 2005- Şubat 2006 tarihleri arasında yoğun bakım dışında HKP gelişen ardışık 97’si erkek 154 erişkin hasta prospek�f olarak değerlendirildi. Bağışıklığı baskılanmış hastalarda gelişen pnömoni olguları çalışma dışı bırakıldı. HKP tanı ve tedavisi mul�disipliner bir yaklaşımla rehber önerilerine uygun olarak yapıldı. Hastaların 6 haalık ve 1 yıllık sürvileri takip edildi. Survi analizlerinde Kaplan Meier yöntemi, mortaliteyle ilişkili bağımsız risk faktörlerini saptamak için cox regresyon analizi uygulandı. HKP insidansı hesaplandı.

Bulgular:

Çalışma süresi içinde yoğun bakım hariç hastaneye yatan 45679 erişkin hastadan 154’ünde HKP geliş�. HKP insidansı 1000 hastada 3.3 olarak hesaplandı. HKP’li hastaların yaş ortalaması 64.53±14.92 (15- 98) idi. Kaplan Meier sürvi analizine göre 3, 7,14, 42 ve 365. gün sürvi oranları sırasıyla % 91, 81, 69, 49 ve 29 olarak bulundu. Yaş (röla�f risk (RR): 1.026; %95 güven aralığı (GA): 1.008- 1.045), kronik böbrek yetmezliği (RR: 1.8; %95 GA: 1.087- 3.086), aspirasyon riski (RR: 2.86; %95 GA: 1.249- 6.564), steroid kullanımı (RR: 2.35; %95 GA: 1.306- 4.257) ve mul�lober infiltrasyon (RR: 2.1; %95 GA: 1.102- 4.113) 6 haalık mortalite ile ilişkili bağımsız risk faktörleri olarak saptandı.

Page 244: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

243

Sonuç:

HKP yoğun bakım dışında da gelişse tedavisi zor ve mortalitesi yüksek bir hastalık�r.

SS043

İMMUNSUPRESİF TEDAVİ ALAN HASTALARDA HKP

EBRU ÇAKIR EDİS 1, OSMAN NURİ HATİPOĞLU 1, İLKER YILMAM 1, ALPER EKER 2, ÖZLEM TANSEL 2, NECDET SÜT 3 1 TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI 2 TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KLİNİK MİKROBİYOLOJİ VE ENFEKSİYON HASTALIKLARI 3 TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ BİYOİSTATİSTİK BİLİM DALI

Amaç:

Çalışmamızda immunsupresif tedavi alırken hastane kökenli pnömoni (HKP) gelişen hastalarda sorumlu etkenleri, klinik başarı oranlarını, etken saptanmasının ve nötropeninin tedavi başarısına olan etkilerini, mortalite ile ilişkili risk faktörlerini ve survi oranlarını saptamayı amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

İmmunsupresif tedavi alırken HKP gelişen 45 erişkin hasta prospek�f olarak çalışmaya alındı. Survi analizlerinde Kaplan Meier, mortaliteyle ilişkili bağımsız risk faktörlerini saptamak için Cox regresyon uygulandı. Etken tespi�nin, nötropeninin klinik başarı oranları ile ilişkisi Chi Square yöntemiyle karşılaş�rıldı.

Bulgular:

En sık izole edilen etkenler Acinetobacter spp ve Escherichia coli idi. Tedavi sonu klinik başarı oranı %66.7 idi. Sürvi oranları 3.,14., 42. ve 365. gün sırasıyla % 97, 82, 58 ve 20 olarak bulundu. Üre yüksekliği: OR=1.007(%95 GA: 1.001-1.014), kan şekeri yüksekliği: OR=1.011 (%95 GA: 1.001-1.021) ve hipopotasemi: OR=0.549 (%95 GA: 0.314-0.960) surviyi olumsuz etkileyen bağımsız risk faktörleri olarak bulundu. Nötropenik olmayan (n=25) hastalarda klinik başarı oranları nötropenik (n=20) olanlara göre daha yüksek bulundu (p=0.034). Etkenin tespit edilemediği hastalarda (n=27) tespit edilenlere göre (n=18) klinik başarı oranları anlamlı derecede yüksek bulundu (p=0.053).

Sonuç:

İmmunsupresif tedavi alan hastalarda gelişen HKP’lerde mortalite oranları yüksek�r. Tedavi başarısını belirleyen unsurlardan belki de en önemlisi hastaya ait faktörler gibi gözükmektedir.

SS044

BÖBREK NAKLİ YAPILAN HASTALARDA GELİŞEN AKCİĞER KOMPLİKASYONLARI

DR.NURSEL TÜRKOĞLU SELÇUK 1, DR.FÜSUN ÖNER EYÜBOĞLU 1, DR.NEVRA GÜLLÜ ARSLAN 1, DR.MEHMET HABERAL 2 1 BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. 2 BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ GENEL CERRAHİ VE TRANSPLANTASYON A.D.

Amaç:

Böbrek nakil alıcıları, infeksiyon kaynaklı ve infeksiyon dışı akciğer komplikasyonlarının gelişimi açısından artmış risk al�ndadırlar. Çalışmamızda, böbrek nakli sonrası gelişebilecek akciğer komplikasyonlarının değerlendirilmesi ve bu komplikasyonların takipte önlenebilmesi için yapılması gerekenlerin belirlenmesi hedeflenmiş�r.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmamızda hastalar, retrospek�f olarak dosya tarama yöntemi ile değerlendirilmiş�r. Çalışmamıza merkezimizde 1999-2006 yılları arasında böbrek nakli yapılan 296 hasta alınmış�r.

Bulgular:

Hastaların %75’i erkek� (n=222). Olguların %77’sine (n=228) canlı vericiden nakil yapılmış�. Cerrahi sonrası hastaların hastanede kalış süresi ortalama 13,3 ± 9,07 gündü. İzlemde hastaların %37,2’sinde (n=110) rejeksiyon geliş�ği ve %74,5’ine (n=82) pulse steroid tedavisi verildiği saptandı. İzlemde olgularımızın, %16,2’sinde akciğer komplikasyonu geliş�ği, bu komplikasyonların %84’ünün infeksiyon kaynaklı olduğu saptandı. Akciğer komplikasyonlarının %63,5’inde etken gösterilemedi. Vericisi canlı olanlarda infeksiyon kaynaklı akciğer komplikasyonları daha sık izlendi (p<0,05). Nakil cerrahisi sonrası hastanede kalış süresi uzadıkça akciğer komplikasyonu gelişiminin arğı (p<0,05) ve pulse steroid tedavisi alanlarda akciğer komplikasyonunun daha çok geliş�ği (p<0,05) saptandı.

Sonuç:

Böbrek nakli sonrası hastaların yakın takibi ile akciğer komplikasyonlarının saptanabileceğini ve tanıda girişimsel olmayan yöntemlerinin öncelikle tercih edilebileceğini gösteren çalışmamız sonuçları, organ nakli yapılan hastalarda mul�disipliner yaklaşımın önemini irdelemeketdir.

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009

Page 245: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

244

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

SS045

CHLAMYDİA PNEUMONİAE PNÖMONİSİ SAPTANAN GENÇ ERKEK HASTALARDA KAN LÖKOSİT SAYIMI, ERİTROSİT SEDİMENTASYON HIZI VE SENSİTİF C-REAKTİF PROTEİN DÜZEYLERİ İLE AKCİĞER PARANKİM İNFİLTRASYONU ORANI ARASINDAKİ İLİŞKİ

DİLAVER TAŞ 1, ERDOĞAN KUNTER 1, HALDUN ŞEVKETBEYOĞLU 2, AHMET FAKİH AYDIN 3, OĞUZHAN OKUTAN 1, ZAFER KARTALOĞLU 1 1 GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI VE TÜBERKÜLOZ SERVİSİ 2 VAN ASKER HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI VE TÜBERKÜLOZ SERVİSİ 3 IZMİR ASKER HASTANESİ ENFEKSİYON HASTALIKLARI SERVİSİ

Amaç:

Chlamydia pneumoniae pnömonili (CPP) hastaların, lökosit, eritrosit sedimentasyon hızı (ESH) ve sensi�f C-Reak�f Protein (sCRP) düzeylerini ortaya koymak ve akciğer parankim infiltrasyon oranı (APİO) ile bu biobelirteçlerin ilişkisini araş�rmak�r.

Gereç ve Yöntem:

Hastaların kan lökosit düzeyleri, ESH ve sCRP düzeylerine bakıldı. Yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi (YÇBT)’deki akciğer parankiminin infiltrasyon oranı yüzde olarak hesaplandı. Akciğer infiltrasyon yüzdesi aşağıdaki förmüle göre hesaplandı. Akciğer infiltrasyon yüzdesi = YÇBT’de infiltre kesit sayısı x 100 / toplam kesit sayısı x 2 YÇBT incelemesinde etkilenen akciğer parankim alanının büyüklüğüne göre lökosit, ESH ve sCRP ile olan ilişkisi araş�rıldı.

Bulgular:

Kan lökosit düzeyi 14 hastada (%43.7), ESH 27 hastada (%84.3) ve sCRP 26 hastada (%81.2) yükselmiş�. Sensi�f CRP ile APİO arasında orta derecede ista�s�ksel olarak anlamlı korelasyon saptandı. ( r = 0,476, p = 0,006). Ancak kan lökosit sayımı ve ESH ile APİO arasında ista�s�ksel olarak anlamlı korelasyon yoktu (sırasıyla; r = 0,011, p = 0,952 ve r = 0,102, p = 0,580).

Sonuç:

Bulgularımıza göre ESH ve sCRP, enfeksiyonu saptamada başarılı olmalarına rağmen, yalnızca sCRP akciğer infiltrasyon düzeyi ile korele bulundu. Bu nedenle sCRP, CPP şidde�ni değerlendirmede bir parametre olarak kullanılabilir, ancak bu bulgunun doğrulanması için daha geniş serilere gereksinim vardır.

SS046

TOPLUM KÖKENLİ PNÖMONİDE MALİYET

ŞENAY TUNÇEL 1, PELİN KÖŞKER 1, TİMUR KÖSE 2, ABDULLAH SAYINER 1 1 EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI 2 EGE ÜNİVERSİTESİ İSTATİSTİK BÖLÜMÜ

Amaç:

Bu çalışmanın amacı toplum kökenli pnömoni (TKP) tanısıyla bir üniversite kliniğine ya�rılan hastaların maliyetlerinin hesaplanmasıdır.

Gereç ve Yöntem:

Ocak 2006 – Aralık 2007 tarihleri arasında pnömoni tanısıyla kliniğe ya�rılan hastaların (n=474 )döner sermaye kayıtları kullanılarak maliyetleri hesaplanmış�r.

Bulgular:

TKP tanısı ile hastaneye yatan hastaların ortalama ya�ş süresi 12,5 gündür. Median maliyet değerleri aşağıda listelenmiş�r. Toplam maliyet 1443,09 TL, tetkik-tedavi maliye� 1065,11 TL, yatak maliye� 192,68 TL, ilaç maliye� 235,57 TL’dir. Gruplara göre toplam, tetkik-tedavi, yatak, ilaç maliyetleri incelenmiş�r. TKP grup 2 için sırasıyla 890,26 TL , 667,52 TL , 105 TL, 117,69 TL ; TKP grup 3-A için 1715,33 TL, 1147,00 TL, 132,00 TL, 436,33 TL; TKP grup 3-B için 1526,10 TL, 1089,07 TL, 185,25 TL, 251,78 TL ; TKP grup 4-A için 5213,89 TL, 4145,52 TL, 691,00 TL, 377,37 TL; TKP grup 4-B için 5918,34 TL, 5046,96 TL, 976,25 TL, 495,13 TL; hastane kökenli pnömoni (HKP) için 7316,64 TL, 5702,47 TL, 901,45 TL, 712,72 TL . Bu veriler, TKP’ de inceleme ve ilaç dışı tedavilerin toplam maliye�eki payının gruplara göre sırasıyla % 75, 67, 71, 80 ve 85 olduğunu göstermektedir. Grup 2 pnömonili hastaların hastaneye ya�rılışlarındaki temel endikasyonlar, al�a yatan akciğer kanseri kuşkusu olması ve tüberküloz ya da diğer hastalıklardan ayırıcı tanı yapılamamasıdır.

Sonuç:

Bu maliyet hastalığın ağırlığı ile ilişkilidir ve en büyük pay incelemelere ai r. Bu nedenle, pnömoni yöne�minde yapılan incelemelerin tedavi başarısına etkileri, dolayısıyla doğru kullanımları değerlendirilmelidir.

Page 246: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

245

SS047

HASTANE KÖKENLİ PNÖMONİ GELİŞEN YOĞUN BAKIM HASTALARINDA PROKALSİTONİN VE C-REAKTİF PROTEİNİN (CRP) PROGNOSTİK ROLÜ

HAKAN TANRIVERDİ 1, MELTEM TOR 1, OLGUN KESKİN 1, FIRAT UYGUR 1, VİLDAN SÜMBÜLOĞLU 2, CEVAHİR ÇELİK 1 1 ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ BİYOİSTATİSTİK A.D

Amaç:

Prokalsitonin (PCT), kalsitonin öncülü bir hormondur ve sepsis ve ciddi enfeksiyonlarda diğer belirteçlere göre prognoz ve tedaviye yanı�n izleminde daha üstün bulunmuştur. Biz de çalışmamızda hastane kökenli pnömoni gelişen hastalarda PCT’nin tanı ve prognozu belirlemedeki rolünü C-Reak�f Protein (CRP) ile karşılaş�rmalı olarak belirlemeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya hastanemiz Yoğun Bakım Ünitelerinde (YBÜ) pnömoni dışı nedenlerle ya�rılan ve takipleri sırasında pnömoni (HKP)/ Ven�latörle İlişkili Pnömoni (VİP) gelişen 18 yaş üstü 45 hasta alındı. Hastalardan pnömoni gelişiminin 1., 3. ve 7.günlerde alınan kanda PCT (Brahms Diagnos�ca) ve CRP bakılarak klinik özellikler değerlendirildi. Hastalar pnömoni geliş�kten sonra 28 gün takip edildi. Bu süre içerisinde eksitus olanlar Grup 1, 28 gün boyunca yaşayan ya da taburcu olan hastalar ise Grup 2 olarak değerlendirildi. İsta�s�ksel analiz SPSS 13.0 kullanılarak yapıldı.

Bulgular:

Çalışmaya alınan 45 olgunun yaş aralığı 19 -87 ve yaş ortalaması 64±16 idi. Bunlardan 33 olgu (%73,3) VİP, 12 olgu (%26,7) HKP idi. 22 olgu (%48,9) 28 gün içinde yaşamını yi�rdi. Yaşayan hastalarla eksitus olan hastalar arasında 3. ve 7. günlerde bakılan PCT düzeyleri arasında ista�s�ksel olarak anlamlı fark saptandı (p<0.001). 1.gün bakılan PCT ve 1, 3 ve 7. günlerde bakılan CRP düzeyleri açısından ise iki grup arasında ista�s�ksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Yine mortaliteyi etkileyen faktörlere bakıldığında sadece yaş ista�s�ksel olarak anlamlı bulundu

Sonuç:

PCT, HKP ve VİP hastalarında klinik prognozu belirlemede CRP’den daha üstün bir belirteç�r.

SS048

BİR GÖĞÜS HASTALIKLARI POLİKLİNİĞİNE BAŞVURAN ALT SOLUNUM YOLU ENFEKSİYONU TANILI HASTALARIN YATIŞ HIZININ MEVSİMSEL DAĞILIMI: 5 YILLIK İZLEM

HALDUN ŞEVKETBEYOĞLU 1, DİLAVER TAŞ 2, VOLKAN KARA 1, AHMET FAKİH AYDIN 3, ZAFER KARTALOĞLU 2 1 VAN ASKER HASTANESİ 2 GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ 3 İZMİR ASKER HASTANESİ

Amaç:

Göğüs Hastalıkları poliklikliniğine başvurma nedenleri arasında solunum yolu enfeksiyonları önemli bir yer tutmaktadır. Beş yıllık sürede Göğüs Hastalıkları polikliniğine bavuran ve alt solunum yolu enfeksiyonu (ASYE) nedeniyle ya�rılarak izlenen hastaların ya�ş hızını ölçmek ve mevsimsel dağılımını incelemek

Gereç ve Yöntem:

Bu çalışmada; 2003-2007 yılları arasında İzmir Asker Hastanesi Göğüs Hastalıkları polikliniğine başvuran, İzmir ve çevresindeki birliklerde görevli askerler incelenmiş�r. Mevsimsel Ya�ş Oranı (MYO), Poliklinik Hasta Katsayısı (PHK), Mevsimsel Ya�ş Hızı (MYH) ve Ortalama Mevsimsel Ya�ş Hızı (OMYH) aşağıdaki förmüller kullanılarak hesaplandı. %Mevsimsel Ya�ş Oranı (%MYO) = 100 X Yatan Hasta Sayısı / Toplam Poliklinik Hasta Sayısı, Poliklinik Hasta Katsayısı (PHK) = En Düşük Poliklinik Sayısı(1220)/ Poliklinik Hasta Sayısı, %Mevsimsel Ya�ş Hızı (%MYH) = %Mevsimsel Ya�ş Oranı X PHK, %Ortalama Mevsimsel ya�ş Hızı (%OMYH) = 5 yıllık MYH toplamı/5 ASYE tanısı; anamnez, fizik muayene, tam kan sayımı, etken araş�rmaya yönelik kültürler, direkt akciğer grafisi, gerek�ğinde toraks BT ve bazı dönemlerde etkene yönelik an�jen test ki� ve klinik seyir ile konulmuştur.

Bulgular:

Hastaların tümü erkek olup yaş ortalaması 23.6 ± 1.44 idi (19-30). Beş yılda OMYH %7,95 - %15,25 arasındaki değerlerde bulundu. En yüksek OMYH %15.25 ile ilkbaharda, en düşük OMYH ise %7.95 ile sonbaharda saptandı. OMYH %10,02 kış, %9,78 yaz olarak bulundu. En yüksek MYH 2006 ilkbaharında %19, en düşük MYH 2004 sonbahar mevsiminde % 4,62 saptandı.

Sonuç:

Göğüs Hastalıkları kliniğimize yatan hastaların ya�ş oranında ilkbahar mevsiminde belirgin ar�ş gözlendi. Mart-Nisan 2006 da, 80 civarında hastada chlamydiae pneumoniae seropozi�fliği saptandı. İlkbahar ayındaki OMYH yüksekliği; a�pik pnömonilere bağlı olabilir . Toplu yaşam yerlerinde ilkbahar mevsiminde a�pik pnömoni enfeksiyonuna yönelik fiziksel ve doğal koruyucu tedbirlerin belirlenmesi ve uygulanması gerek�ği kanısındayız.

Page 247: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

246

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

SS049

PNÖMONİ MORTALİTESİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER

SÜLEYMAN SAVAŞ HACIEVLİYAGİL 1, SİNAN TÜRKKAN 1, DOĞU KARAHAN 2, A.ZUHAL DEĞİRMENCİOĞLU 2, ZEYNEP AYFER AYTEMUR 1 1 İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, MALATYA 2 İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, MALATYA

Amaç:

Pnömoni özellikle risk gruplarında ve yatan hastalarda morbitesi ve mortalitesi yüksek bir hastalık�r.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya Ekim 2008-Ocak 2009 dönemleri arasında İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesinde yatan 59 pnömoni hastası alındı. Bu çalışmada pnömoni hastalarındaki mortalite sıklığı kaplan-meiyer tes�yle incelendi. Ölen hastalardaki hastane mortalitesini etkileyen faktörler cox regresyon analiziyle incelendi.

Bulgular:

Hastaların yaş ortalaması 66.9±12.6’idi. 40 hasta (%67.8) erkek iken, 19 hasta (%32.2) kadındı. 15 (%25.4) hastada mul�lober tutulum, 12 hastada (%20.3) plevra sıvısı mevcu�u. 9 hasta (%15.3) ex oldu. CURB-65 indeksi 2 ve üzerinde olan hasta sayısı 32 (%54.2) idi. CURB-65 indeksi 2’den düşük olan hastalarda %77.8 oranında ek hastalık mevcu�u. Hastaların mortalitesi CURB-65 indeksine göre incelendiğinde, mortalite oranlarının CURB-65 indeksi ile ilişkili olduğu ista�s�ksel olarak gösterildi (p<0.05). Hastanın sigara içmesi, CURB-65 puanının yüksek olması ile mul�lober infiltrasyonunun olması; pnömoni nedeniyle yatan hastalarda hastane mortalitesini etkileyen faktörler olduğu saptandı (p<0.05).

Sonuç:

CURB-65 indeksi yüksek olan, sigara içen ve mul�lober infiltrasyonu olan hastalarda pnömoniden ölüm oranları yüksek�r. Bu hastalarda mortaliteyi azaltmak için, uygun pnömoni tedavisi hızlıca başlanmalıdır.

TP064

EVİÇİ TEMASLILARDA TÜBERKÜLOZ RİSK FAKTÖRLERİ

FİLİZ ÖZTÜRK 1, DİLŞAD SAVE 2, PINAR AY 3 1 ÜMRANİYE VEREM SAVAŞ DİSPANSERİ 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI A.B.D 3 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI A.B.D

Amaç:

Ümraniye Savaş Dispanserine kayıtlı tüberküloz hastalarının ev içi temaslılarının tüberküloz risk faktörlerinin ve iki yıllık hastalık insidanslarının saptanmasıdır.

Gereç ve Yöntem:

Tipi prospek�f kohort olan çalışmada Ağustos 2004-Kasım 2005 tarihleri arasında tedaviye alınan yayma pozi�f ve yayma nega�f kültür pozi�f 160 tüberküloz hastasının 642 sağlıklı temaslısı iki yıl boyunca izlendi. Temaslılara 0., 3., 6. aylarda mikrofilm çekildi, PPD yapıldı, gerek�ğinde balgam alındı. 12, 18 ve 24. aylarda ise telefon kontrolü yapıldı. Veriler ki kare tes� ve lojis�k regresyon analizleriyle değerlendirildi.

Bulgular:

İki yıllık izlem sonucunda 642 sağlıklı ev içi temaslı arasından 19 hasta bulundu ve iki yıllk insidans % 3 idi. Temaslılardan hastalananların hepsi yayma pozi�f hastaların temaslısı idi ve %94,7’si ilk bir yıl içinde hastalanmış�. BCG aşısı olmayanlarda olanlara göre ista�s�ksel olarak anlamlı risk ar�şı saptandı (Röla�f Risk; 2.4; GA %95 1.1-7.0 ). 14-35 yaş grubunda yer almanın R.Riski 4.7 kat (GA % 95, 1.1-20.6), kilolu grup referans kategorisi olarak alındığında; normal grupta olmanın R.Risk’ i 4,7 kat (%95 GA 1,0–20,9 p=0,03), zayıf grupta olmanın ise 2,2 kat arğı bulundu (%95 GA 0,4–12,2 p>0,05). Lojis�k regresyon analizinde; temaslılarda PPD’nin pozi�f olmasının tahmini röla�f riski 11.31 kat; GA %95, 2.99-42.66), kirada oturmanın ise TRR’i ise, 4.41kat (GA 95%, 1.25-15.55) ar�rdığı bulundu.

Sonuç:

Bu çalışmada yayma pozi�f tüberküloz hastalarının yayma nega�f hastalara göre daha bulaş�rıcı olduğu ve BCG’nin koruyucu olduğu bulundu. PPD pozi�fliği ve yaşanılan evin kira olması da bağımsız risk faktörleri olarak saptandı.

Page 248: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

247

TP065

ANTİ TÜMÖR NEKROTİZAN FAKTÖR ALFA KULLANAN HASTALARIN TAKİP SONUÇLARI VE TÜBERKÜLOZ RİSKİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

MÜNEVVER M.AYDIN 1, TÜLİN ÇAĞATAY 1, ŞULE SÜNMEZ 3, BAHAR ARTIM 2, ZİYA GÜLBARAN 1, PENBE ÇAĞATAY 4, SEVİL KAMALI 2, ZEKİ KILIÇASLAN 1 1 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ ROMATOLOJİ ANABİLİM DALI 3 İSTANBUL GÖZTEPE EĞTİM VE ARAŞTIRMA HASTAHANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI 4 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ BİOİSTATİSTİK ANABİLİM DALI

Amaç:

Çeşitli enflammatuar hastalıklar nedeniyle an� tümör nekro�zan faktör alfa (TNF-α) kullanan hastalarda ak�f tüberküloz gelişme insidansının belirlenmesi, immunsupresyonun tüberkülin deri tes� (TDT) üzerine etkisinin saptanması, tüberküloz gelişen olguların genel özelliklerinin ve kemoproflaksinin etkinliğinin değerlendirilmesi.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı’na Ağustos 2005 ile Ocak 2009 tarihleri arasında başvuran ve çeşitli enflammatuar hastalıkları nedeniyle an� TNF-α tedavisi alan toplam 770 dahil edildi. An� TNF-α tedavisi alacak olan tüm hastalara başlangıçta TDT uygulandı ve akciğer grafisi çekildi. TDT ≥ 5 mm olan ve/veya akciğer grafisinde fibro�k lezyonu olan tüm hastalara 9 ay boyunca isoniazid 5 mg/kg/gün (maksimum 300 mg/gün) ile kemoproflaksi uygulandı.

Bulgular:

Takip süresi boyunca toplam 6 (%0,8) hastada ak�f tüberküloz (4 tanesinde pulmoner ve 2 tanesinde ekstrapulmoner) geliş�. TDT sonucu 479 (%62,8) hastada pozi�f (≥ 5 mm) olarak saptandı. İmmunosupresan tedavi alan ve almayan hastalar arasında TDT sonuçları yönünden ista�s�ksel olarak anlamlı farklılık tespit edilmedi. Toplam 635 (%85) hastaya kemoproflaksi uygulandı. Kemoproflaksi uygulanan hastaların 31 (%4,1) tanesinde hepatotoksisite gelişimi gözlemlendi. Ak�f tüberküloz gelişen tüm hastaların başlangıçta kemoproflaksi alması kararlaş�rılmış olmasına rağmen sadece 3 hasta tedaviye tam uyum göstermiş�.

Sonuç:

TDT’nin, latent tüberkülozunun saptanmasındaki tanısal etkinliği, immunosupresan tedavi al�ndaki enflammatuar hastalıkları olan hastalarda dahi yüksek�r. An� TNF-α tedavisi kullanan hastalardaki ak�f tüberküloz gelişme

riski, uygun kemoproflaksi rejimi uygulandığı takdirde yüksek tüberküloz prevalanslı bölgelerde bile kabul edilebilir sınırlarda kalmaktadır.

TP066

ANTİ-TNF TEDAVİ VERİLEN OLGULARDA LATENT TÜBERKÜLOZ İNFEKSİYONU AÇISINDAN YAKLAŞIMIMIZ

CAN SEVİNÇ 1, PINAR MUTLU 1, OĞUZ KILINÇ 1, GERÇEK CAN 2, NURULLAH AKKOÇ 2, EYÜP SABRİ UÇAN 1 1 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ HASTALIKLARI AD ROMATOLOJİ VE İMMÜNOLOJİ

Amaç:

An�-TNF tedavi verilen olgularda latent tüberküloz infeksiyonu sıklığı ve bu olgulara yaklaşımımızın sonuçlarını ortaya koymak için bu çalışma yapılmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Son 5 yıllık dönemde, hastanemiz ilgili birimleri tara�ndan an�-TNF tedavi uygulanan ve kliniğimiz tara�ndan düzenli olarak izlenip, kayıtları tutulan 128 olgunun izlem sonuçları değerlendirilmiş�r.

Bulgular:

Olguların 63’ü erkek, 65’i kadın olup, yaş ortalaması 38.5± 15.9’dur. İzlem süresi ortalama 12.7 ± 10.8 ay’dır. BCG aşı sayısı ortalama 1.2 ± 0.7 (0-4), tüberkülin deri tes� ortalama 11.4 ± 6.6 mm olarak ölçülmüştür.Verilen an�-TNF tedavilerin dağılımı; infliksimab 68 olgu (%53.1), etanersept 41 olgu (%32.0) ve adalimumab 19 olgu (%14.8) olarak belirlenmiş�r. Tüberkülin cilt tes� sonuçları, klinik öyküleri ve radyolojik bulguları sonrasında 107 olguda (%83.7) latent tüberküloz infeksiyonu varlığı düşünülüp dokuz ay süre ile İsoniazid koruyucu tedavisi verilmiş�r. İzlem süresince sadece 1 olguda (%0.8) tanısı tar�şmalı plevra tüberkülozu gelişmiş�r. Koruyucu tedavi verilen 107 olgudan 24’ünde (%22.4) karaciğer fonksiyon testlerinde yükselme görülmüş olup, 6 olguda gelişen hepatotoksisite nedeniyle koruyucu tedavi sonlandırılmak zorunda kalınmış�r. Hepatotoksi�te nedeniyle latent tüberküloz infeksiyonu tedavisi sonlandırılma oranı tüm koruyucu tedavi verilenlerde %5.6, hepatotoksisite gelişenlerde %25.0 olarak bulunmuştur. Hepatotoksisite gelişen olguların yaş ortalamasının (44.87 ± 14.03) gelişmeyenlerden (37.13 ± 16.10) daha yüksek olduğu bulunmuştur (p=0.032).

Page 249: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

248

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

Sonuç:

Sonuç olarak an�-TNF tedavi verilecek olguların başlangıç tüberkülin deri tes� sonucunda; immünitesi baskılanmış olanlarda 5 mm, diğer olgularda 10 mm ve üzeri endurasyon olanlara isoniazid koruyucu tedavisi verilmesi şeklindeki yaklaşımımızın, ak�f tüberküloz hastalığından korunmada etkili olduğu, bu tedavi ile ortaya çıkan hepatotoksisite riskinin kabul edilebilir olduğunu ve latent tüberküloz infeksiyonunu belirlemede tüberkülin deri tes�nin güvenilir olduğunu düşünmekteyiz.

TP067

DOĞRUDAN GÖZETİMLİ TEDAVİ ÖNCESİ VE SONRASI DÖNEMİN KARŞILAŞTIRILMASI: 12 YILLIK DİSPANSER ÇALIŞMASI

SEREN ARPAZ 1, SEVTAP KESKİN 1, NEJAT SEZGİN 1, ŞEREF ÖZKARA 2 1 NAZİLLİ VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, AYDIN 2 ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GCEA HASTANESİ, ANKARA

Amaç:

Doğrudan göze�mli tedavi (DGT) uygulamasına 1 Nisan 2000’de başlanan dispanserimizde DGT öncesi ve sonrası dönemler karşılaş�rılmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Dispanserimizde 1996-2007 arasındaki 12 yıllık dönemde 1.165 hasta TB tedavisine alınmış�r; DGT öncesi 458, DGT döneminde 707. Bu iki dönemde yayma pozi�f akciğer TB sayıları 190 ve 308’di. Nakil giden 32 hastanın (31’i DGT öncesi döneminden) dosyalarına ulaşılamamış�r. Bu hastaların sadece demografik bilgileri verilebilmiş�r. T tes� ve ki kare tes� ile ista�s�kler yapılmış�r.

Bulgular:

Hastaların 74’ü temaslı taramasından bulunmuştur. Tüm hastalarda ortalama yaş 40,7; kadınların oranı %26,7; yeni olguların oranı %91’di. Akciğer TB’luların %4’üne balgam yayması yapılamamış�. DGT döneminde hastaların %96’sının tedavileri göze�m al�nda verilmiş�r. Uygulama yerlerine göre DGT oranları; dispanser çalışanlarınca %40, sağlık ocağı çalışanlarınca %27, diğer kurumlarda %11 ve evde bir aile üyesince %22’dir. Tedavi süresi DGT öncesi dönemde ortalama 9,1, DGT döneminde 6,9 aydır. Bakteriyolojik konversiyon süresi ortalama, DGT öncesi dönemde 2,4, DGT döneminde ise 1,8 aydır (p=0,000). Tedavi başarısı DGT öncesi dönemde %94, DGT döneminde ise %95’dür. Kür oranları iki dönemde, sırasıyla %82 ve %91’dir (p=0,006). DGT öncesi dönemde 2, DGT döneminde ise 1 hasta tedaviyi terk etmiş�r. DGT öncesi ve DGT dönemindeki ölüm oranları sırasıyla %4,2 ve %3,4 iken; tedavi başarısızlığı oranları %1,1 ve

%0,4 olarak bulunmuştur. Hastaların tedavi sonrası ortalama takip süreleri DGT öncesindekilerde 63, DGT dönemindekilerde ise 31 aydır. Nüks oranları DGT öncesi dönemde %3,7, DGT döneminde ise %0,8’dir (p<0,002).

Sonuç:

Sonuç olarak, ülkemizde DGT uygulamalarına öncülük yapmış olan dispanserimizde hastaların %67’den fazlasına sağlık çalışanları göze�minde ilaç içirilmiş�r. DGT öncesi dönemle karşılaş�rıldığında DGT döneminde, yayma pozi�flerde bakteriyolojik konversiyon süresi ve kür oranlarının arğı, tüm hastalarda nüks oranlarınınsa düştüğü görülmektedir.

TP068

BİR YIL SÜREYLE TNF-ALFA ANTAGONİSTİ KULLANIMININ QUANTİFERON VE PPD DEĞİŞİMİNE ETKİSİ

TÜLİN ÇAĞATAY 1, ZEKİ KILIÇASLAN 1, MÜNEVVER M.AYDIN 1, SÜLE SÜNMEZ CÖMERT 1, ZİYA GÜLBARAN 1, KAYA KÖKSALAN 3, BAYRAM KIRAN 5, PENBE ÇAĞATAY 4, AHMET GÜL 2 1 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ ROMATOLOJİ ANABİLİM DALI 3 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ TÜBERKÜLOZ EPİDEMİYOLOJİ LABORATUARI 4 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ BİOİSTATİSTİK ANABİLİM DALI 5 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ

Amaç:

Tümör nekro�zan faktör alfa (TNF-α) antagonistleri, enflammatuar hastalıklarda kullanılmakta ve başta tüberküloz (TB) olmak üzere enfeksiyon riskini ar�rmaktadır. Tedavi başlangıcında latent TB enfeksiyonunun (LTBE) belirlenmesi önem taşımaktadır. Bu çalışmada LTBE’nin belirlenmesinde quan�feron ve TDT’nin tanısal değerleri ve bir yıl süreyle kullanılan TNF- α antagonist tedavisinin bu testlerin sonuçlarına olan etkileri incelendi.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya TNF-α antagonist tedavisi alması planlanan 38(%48.1) romatoid artritli ve 41(%51.9) ankilozan spondilitli toplam 79 hasta dahil edildi. Başlangıçta tüm hastalarda klinik ve radyolojik olarak ak�f TB dışlandı. Quan�feron tes� için kan alındıktan sonra hastalara TDT uygulandı. Bu olgulardan bir yıl düzenli TNF-α antagonis� kullananlara tekrar quan�feron ve TDT uygulandı. İki tes�n kendi içlerindeki bir yıllık değişimine ve birbirleri ile uyumuna bakıldı (eşli t, wilcoxon ve kappa tes� )

Page 250: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

249

Bulgular:

Quan�feron tes� 49(%62.0) olguda nega�f,18(%22.8) olguda pozi�f, 12(%15.2) olguda belirlenemeyen olarak saptandı. TDT, 37 olguda (%46.8) pozi�f, 42 (%53.2) olguda nega�f saptandı. Quan�feron al�n standart ve TDT 5 milimetre sınır alındığında TDT’nin duyarlılığı %67, özgüllüğü %52 bulunurken iki yöntem arasında uyum saptanmadı (kappa 0,14). Quan�feron tes� bir yıl düzenli tedavi alan 59 olgunun 27(%45.8)’sinde nega�f, 20(%33.9)’sinde pozi�f ve 12 (%20.3)’sinde belirlenemeyen olarak saptandı. TDT, 39(%66.1 ) olguda pozi�f, 20(%33.9) olguda ise nega�f bulundu. TDT’nin duyarlılığı %90 ve özgüllüğü %46 olarak değişim gösterdi ve iki test arasında zayıf uyum bulundu (kappa 0.34) . Bir yıllık tedavi sonrasında quan�feron tes�nde değişim saptanmazken (p>0.05),TDT tes�nde pozi�f yönde değişim bulundu (p<0.001).

Sonuç:

Bir yıllık TNF antagonis� kullanımının quan�feron cevabını etkilemediği, TDT cevabını ise arrarak iki test arasındaki uyumu zayıf da olsa ortaya çıkardığı belirlendi.

TP069

ÇOCUKLARDA TÜBERKULOZ TANISI İÇİN QUANTİFERON-TB GOLD TESTİ

DOĞAN YILDIZ , FUAT GÜRKAN , VELAT ŞEN , AYDIN ECE , M. ALİ TAŞ DİCLE ÜNİVERSİTESİ ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Latent tüberküloz enfeksiyonlu hastaların yaklaşık %10’unda hayatlarının bir döneminde ak�f tüberküloz hastalığı gelişmektedir. Bu oran çocukluk yaş grubunda daha yüksek�r. Ancak çocukluk çağı tüberküloz ve ekstrapulmoner tüberkülozun tanısında güçlükler vardır. Tüberkülin cilt tes� (TCT) yanlış nega�f ve yanlış pozi�f sonuçlara yol açabilmektedir. Bu nedenle duyarlılığı, özgüllüğü ve yorumlanması halen tar�şmalı olan TCT’den üstün ve BCG aşılamasından daha az etkilenecek yeni tanı yöntemleri araş�rılmaktadır. Bu çalışmamızda çocuklarda yeni bir tanı aracı olabilecek Quan�feron-TB Gold tes� TCT ile karşılaş�rılarak araş�rılması amaçlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmamızda M.tuberculosis RD1 gen bölgesinden elde edilen ESAT-6 ve CFP-10 an�jenlerine karşı salgılanan IFN gamma düzeyini ELISA yöntemiyle ölçen Quan�feron-TB Gold (Celles�s Ltd., Australia) tes� kullanıldı. Vakalar 3 gruba ayrıldı; 1) Akciğer ve/veya akciğer dışı tüberkülozu olanlar, 2) Ev içi tüberküloz temaslılar ve 3) Tüberküloz

hastalığı ve temas öyküsü olmayanlar. Toplam 300 çocuğa TCT yapıldı ve hepsinden QTF-G tes� için 3 ayrı spesifik tüpe kan alındı. Kırkdokuz çocuğun QTF-G tes� sonucu “belirlenemeyen” geldiği için bunlar çalışmaya dahil edilmedi.

Bulgular:

Çalışmamızda tüberküloz enfeksiyonu tanısında, QTF-G tes�nin TCT’den daha duyarlı (%92.72, %56.36) ve özgül (%81.63, %60.71) olduğu saptandı. Tüm gruplarda QTF-G tes� daha özgül bulundu. Ayrıca QTF-G tes�nin BCG ile ortak an�jenler taşımadığından, önceki BCG aşılamalarından etkilenmediği de gösterildi.

Sonuç:

Sonuç olarak, doğru tanı konmasında ve kimlere tedavi verilmesi gerek�ğinin saptanmasında QTF-G tes�nin TCT’den daha üstün olduğu saptandı. Ru�n BCG aşısı uygulanan ülkelerde, QTF-G tes�nin TCT ile birlikte uygulanabilir. Klinik olarak tüberküloz düşünülen ancak direkt mikrobiyolojik yöntemlerle (Direkt mikroskopi, kültür) tanı konulamayan çocuklarda, yüksek duyarlılığı ve özgüllüğü nedeniyle QTF-G’den tanıda faydalanılabilir.

TP070

HEMODİYALİZ HASTALARINDA LATENT TÜBERKÜLOZ TANISI İÇİN İNTERFERON GAMA SALINIMINA DAYALI TESTLER İLE TÜBERKÜLİN CİLT TESTİNİN KARŞILAŞTIRMASI

GÜNGÖR ATEŞ 1, TUNCER ÖZEKİNCİ 2, TEKİN YILDIZ 1, RAMAZAN DANİS 3 1 DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ MİKROBİYOLOJİ AD 3 DİYARBAKIR DEVLET HASTANESİ

Amaç:

Son dönem böbrek hastalarında (SDBH) latent tüberküloz enfeksiyonu(LTBE)’ nun erken tanısı ve uygun tedavisi, reak�vasyon riskinin artmış olması nedeniyle haya�dir. Bu hastalarda tüberkülin cilt tes�ne (TCT) yanı�n azaldığı bilinmektedir. LTBE’nun tanısında M. tuberculosis spesifik an�jenlerin kullanıldığı yeni bir tanısal test geliş�rilmiş�r [Quan�FERON-TB Gold in-tube (QFT-GIT)]. Biz de bu çalışmamızda hemodiyaliz hastalarında bu iki tes�n tanısal verimliliğini karşılaş�rmayı amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

275 diyaliz hastasında TCT ve QTF-GIT tes� ile kesitsel bir karşılaş�rma çalışması yapıldı.

Page 251: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

250

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

Bulgular:

Geçerli TCT ve QTF-GIT sonuçları sırasıyla 259 ve 246 hastada elde edildi. QTF-GIT tes� için 246 hastanın %46,7’sinde, TCT için 259 hastanın %35.5’inde test sonuçları pozi�i. QTF-GIT sonuçları tüberküloz anamnezi ile ilişkili olmasına rağmen, TCT sonuçları uyumlu değildi. Bunun aksine olarak hem QTF-GIT hem de TCT sonuçları tüberküloz teması anamnezi ile ilişkili değildi. İlave olarak QTF-GIT tes� sonuçları hastaların %10,4’ünde indeterminate düzeydeydi. Iki test arasında uyum zayıı (67.8%, κ = 0.34). Uyumsuz sonuçlarda TCT nega�fliği/QTF-GIT pozi�fliği olguların %32,2’sinde gözlendi.

Sonuç:

Bulgularımız diyaliz hastaları arasında LTBE tanısında QTF-GIT’in TCT’nden daha duyarlı olduğunu ve TCT’nin yerine kullanılabileceğini düşündürmektedir.

TP071

DOĞRUDAN GÖZETİMLİ TEDAVİ STRATEJİSİNDE İDARİ KARARLILIĞIN ETKİSİ; ANKARA ÖRNEĞİ

Ş.MUSTAFA AKSOY 1, A.ÇİĞDEM ŞİMŞEK 1, SUHA ÖZKAN 2, DİLBER AKTAŞ 1, AHMET ÖZLÜ 1, A.MECİT TÜR 1 1 ANKARA SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ 2 ANKARA VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ

Amaç:

Doğrudan Göze�mli Tedavi Stratejisi (DGTS) Dünya Sağlık Örgütünün önerdiği ve dünyada yaygın olarak kullanılan yöntemdir. Türkiye’de Sağlık Bakanlığı tara�ndan 2006 yılında bütün ülkeye yaygınlaş�rılmış�r. DGTS’nin beş unsurundan dördü Ankara’da önceden varken beşincisi olan Doğrudan Göze�mli Tedavi(DGT) Ankara’da 2006’da başlamış�r.

Gereç ve Yöntem:

2008 yılında Ankara Sağlık Müdürlüğü(ASM)’nün kararlı istek ve desteğiyle, DGT’de göze�mcinin sağlık personeli olması ilkesi benimsenmiş�r. Her birimin görev tanımları yapılmış, eği�mler ve görevlendirmeler sonrası tüberküloz hastasının doğrudan göze�mli tedavisi bir sağlık kuruluşu sorumluluğunda sağlık personeli tara�ndan yapılmaya başlanmış�r. Verem Savaş Dispanserinde(VSD) hastayla nerede ve kimin tara�ndan göze�m yapılacağı belirlenmekte ve aynı gün bildirilmektedir. İlaçlar Sağlık Grup Başkanlığı(SBG) tara�ndan teslim alınmakta ve DGT başlamaktadır. Tedavide olan hastaların günlük ilaç içme bilgileri her gün SGB’ler tara�ndan faks veya e-postayla ASM’ne bildirilmektedir. ASM tara�ndan DGT’de ulaşım için

otobüs bile�, araç temini, sosyal yardım sağlanmasının yanısıra DGT sorumlularıyla yapılan değerlendirme toplan�larıyla karşılaşılan sorunlara çözüm aranmış�r. Kaliteli DGT için dene�m standartları geliş�rilmiş ve 2009’da uygulanmaya başlanmış�r.

Bulgular:

Ankara’da Aralık 2008 i�bariyle hastaların %99’una DGT uygulanmaktadır ve bunların %91’inde sağlık personeli göze�mcidir. DGT’nin %25’i hastanın evine gidilerek gerçekleş�rilmektedir. Ev halkı göze�mi %7’den azdır.

Sonuç:

Ankara’daki uygulamamız DGT’de idari kararlılığın vazgeçilmez öneme sahip olduğunu göstermektedir. ASM, VSD ve birinci basamak sağlık kuruluşlarıyla entegrasyon gerçekleş�ğini söyleyebiliriz.

TP072

GAZİANTEP İLİNDE TÜBERKÜLOZ KONTROLÜ

NERİMAN AYDIN 1, NAMIK SOYDİNÇ 2, EDA İÇBAY 1, YUSUF ZİYA YILDIRIM 2, SALMAN KOÇAKGÖR 2, HİLAL ŞENOL 2, AHMET DOĞAN YARDI 2, ZERRİN YILDIZ 2, SELİM BAYRAL 2, OSMAN ELBEK 1 1 GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ 2 GAZİANTEP SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ

Amaç:

Gaziantep ilindeki mücadelenin sonuçlarını araş�rmak.

Gereç ve Yöntem:

Verem savaş dispanserleri (VSD)’nin 2006 ve 2007 yılı sonuçlarını retrospek�f değerlendirmek.

Bulgular:

2006 ve 2007 için prevalans sırasıyla yüzbinde 21,1 ve 19,8 (yeni olgu hızları yüzbinde 18,1 ve 17,4) idi. Erkek/kadın oranı 1,2 idi ve hastaların %24,5’unun sosyal güvencesi yoktu. Akciğer tüberkülozluların %91,5’ine mikrobiyolojik inceleme yapılmış ve %82,2’sinde yayma pozi�i. Kültür incelemesi yapılan 37 olgunun %27,0’ı çok ilaca dirençli tüberküloz tanısı almış�. Doğrudan göze�mli tedavi (DGT) oranı 2006 ve 2007’de %61,1 ve %96,4 idi. Olguların %72,7’sinde DGT sağlık çalışanınca yapılmaktaydı. Tedavi başarısı %91,5; ölüm %3,4; tedavi terk %3,0; tedavi başarısızlığı %0,9 idi. Akciğer tüberkülozlularda kür oranı 2006 ve 2007’de %70,7 ve %78,4 idi. Hasta başına temaslı muayenesi ve koruyucu tedavi önerilen kişi sayısı ortancası 4 ve 0 idi. Sosyal güvence ve DGT, tedavi başarısını olumlu etkilemekteydi (odds ra�o sırasıyla 6,7 ve 129,1). DGT yapılanlarda kür oranı yüksek� (p<0,05). DGT’nin sürdürüldüğü sağlık birimi veya tedaviyi sürdüren sağlık çalışanının kimliği kür oranını etkilememekteydi (p>0,05).

Page 252: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

251

Sonuç:

Toplumun sosyal koruma al�nda olması ve hastalara VSD koordinasyonunda çeşitli sağlık kurumlarındaki sağlık çalışanları tara�ndan DGT yapılması tedavi başarısını etkileyen yegane faktörlerdir. Aile hekimliği uygulamasına geçilecek olan Gaziantep’te bu sonuçların dikkate alınarak planlama yapılması uygun olacak�r.

TP073

YAYMA NEGATİF AKCİĞER VE AKCİĞER - DIŞI TB HASTALARINDA DA TEMASLI MUAYENESİ İLE YENİ HASTALAR SAPTANMAKTADIR.

FİLİZ DUYAR AĞCA 1, ONUR AKSU CEYHAN 1, SEVKAN CANER 1, ŞEREF ÖZKARA 2 1 ANKARA YENİMAHALLE VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ 2 ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE G.C.E.A.HASTANESİ, ANKARA

Amaç:

Temaslıların muayenesi, yayma pozi�f akciğer TB hastaları için genel kabul görürken yayma nega�f akciğer TB ve akciğer dışı TB hastaları için tar�şmalıdır. Bu çalışmada Ankara 5 Nolu (Yenimahalle) Verem Savaşı Dispanseri’nde 8 yıl süresince ( 1999-2006 ) yürütülen temaslı tarama çalışmaları ve elde edilen sonuçlar sunulmaktadır.

Gereç ve Yöntem:

Hastaların en az bir kez taranan temaslıları dispanser kayıtlarından elde edildi. Bu temaslılarda hastalık saptanma oranı belirlendi. Sekiz yıllık sürede toplam 1110 TB hastası tanı aldı; % 71,8 (797)’si akciğer, % 28,2 (313)’ü akciğer dışı olgu idi. Yayma pozi�f akciğer TB 553, yayma nega�f akciğer TB 244 (kültür pozi�fler 115, nega�fler 129) idi. Saptanan toplam temaslı sayısı 5898, muayene edilen 5194 (%88,1) idi. Hasta başına 4,7 (ilk 4 yılda 3,8, sonraki 4 yılda 5,3) temaslı muayene edilmiş�.

Bulgular:

Temaslılardan saptanan hasta sayısı 66’dır. Temaslı muayenesinde hasta bulma oranı 100.000’de 1270’dir. Temaslı muayenesinde saptanan hastanın, temaslıları muayene edilen hasta sayılarına oranı incelendiğinde, yayma pozi�f akciğer TB için % 8,9 (49/553), yayma nega�f akciğer TB için % 2,9 (7/244), akciğer dışı TB için % 3,2 (10/313) bulunmuştur.

Sonuç:

Bu sonuçlar, sadece yayma pozi�f hastaların değil, mikroskopi nega�f bulunan akciğer TB ve akciğer dışı organ tutulumu olan hastaların temaslılarının da muayenesinin gerek�ğini göstermektedir. Akciğer TB hastalarının bulaş�rıcılığı bilinmektedir. Yayma (-) hastaların da bulaş�rdığı gösterilmiş�r. Akciğer dışı TB olgularında

ise iki olası neden sözkonusudur; temaslı muayenesi ile kaynak olguya ulaşılabilir ya da aynı kaynak olgudan basili almış ve hastalanmış başka kişiler de saptanabilir. Temaslı muayenesi, yeni hastalar saptanması, koruyucu tedavi verileceklerin belirlenmesini sağlar.

TP074

ANKARA YENİMAHALLE VEREM SAVAŞI DİSPANSERİNDE TÜBERKÜLOZ KORUYUCU TEDAVİSİ SONUÇLARI

ONUR AKSU CEYHAN 1, FİLİZ DUYAR AĞCA 1, SEVKAN CANER 1, ŞEREF ÖZKARA 2 1 5 NOLU VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, YENİMAHALLE, ANKARA 2 ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE G.C.E.A.HASTANESİ, ANKARA

Amaç:

Değişik ülkelerde tüberküloz koruyucu tedavisi tamamlama oranlarının düşük olduğu bilinmektedir. Ülkemizde son yıllarda koruyucu tedavi sayıları artmaktadır Sahada bu uygulamanın sonuçlarının analiz edilmesine ih�yaç vardır. Ankara Yenimahalle Verem Savaşı Dispanseri’nde tüberküloz koruyucu tedavilerinin sonuçlarını incelemeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmada 8 yıllık bir dönem ele alındı. Yeni koruyucu tedavi önerileri 2003’de ortaya konulduğu için 1999- 2002 ve 2003- 2006 dönemleri ayrı ayrı ele alındı. Dispanser kayıtları geriye dönük incelendi.

Bulgular:

İlk dönemde 271’i yayma pozi�f akciğer olgusu, toplam 505, ikinci dönemde 282’si yayma pozi�f akciğer olgusu, toplam 605 TB hastası kayıtlıdır. İlk dönemde 499, ikinci dönemde 1712 kişiye; sırasıyla hasta başına 1 ve 2,8 kişiye koruyucu tedavi verilmiş�r. Temaslı muayenesinden koruyucu tedavi verilenler ilk dönemde 346 ve ikinci dönemde 813 kişidir; sırasıyla hasta başına 0,7 ve 1,3 koruyucu tedavi verilmiş�r. Tüberkülin cilt tes� (TCT) pozi�f çocuklarda ya da yeni TCT pozi�fleşmesi nedeniyle iki dönemde sırasıyla 153 ve 884 kişiye koruyucu tedavi verilmiş�r. Koruyucu tedaviyi tamamlama ve terk oranları sırasıyla ilk dönemde % 79,6 ve % 10,4; ikinci dönemde % 88,3 ve % 7,4’dür (fark ista�s�ksel olarak anlamlıdır). İki dönemdeki sırasıyla % 10,0 ve % 4,3 kişide koruyucu tedavi sonucu ise nakil giden, aşılanan, TB olan ve diğer durumları olanlardır. Koruyucu tedavi verilenlerin tedavi sonuçları ve temaslıların yaş gruplarına ayrımı Tablo I’dedir. Koruyucu tedavi alanlardan birinci dönemde 3’ünde, ikinci dönemde ise 8’inde TB hastalığı tanısı konulmuştur. İkinci dönemdeki 3 hastada İNH alırken hastalık gelişmiş, diğer hastalık gelişenlerin tümü İNH koruyucu tedavisi tamamlandıktan sonra ortaya çıkmış�r.

Page 253: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

252

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

Sonuç:

Sonuçta, 2003 sonrasında 16- 35 yaş grubunda ve hem temaslılarda hem de temaslı dışı endikasyonlarla koruyucu tedavilerin arğı görülmüştür.

TP075

KRONİK BÖBREK YETMEZLİKLİ HASTALARDA LATENT TUBERKÜLOZ ENFEKSİYONUNU SAPTAMADA TCT İLE QUANTİFERON TB GOLD TESTLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI

İSMAİL HANTA 1, GÜLSÜM TEZÇAĞIRIR 1, SEDAT KULECİ 1, BEHİCE KURTARAN 2, MUSTAFA BALAL 3, ALİ KOCABAŞ 1 1 ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD 2 ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ENFEKSİYON HASTALIKLARI ABD 3 ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ NEFROLOJİ BD

Amaç:

Kronik böbrek yetmezliği olan hastalarda (KBY) latent tüberküloz enfeksiyon (LTE) varlığının saptanması ve tedavisi önemlidir. Bu çalışmada LTE’nu saptamada tüberkülin cilt tes� (TCT) ile interferon-gamma (IFN-gamma) testlerinin karşılaş�rılması amaçlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmada incelenen 24 KBY’li hastaya TCT tes� yapıldı ve interferon-gamma (IFN-gamma) için (Quan�Feron TB-Gold In Tube, Celles�s Limited, Carnegie, Australia) periferik venöz kan örneği alındı. TCT pozi�fliği için 5 mm ve üzeri değerler, IFN-gamma pozi�fliği için üre�ci firmanın önerileri dikkate alındı.

Bulgular:

Yaş dağılımı 45.4±18.6 (18-78) yıl idi. Hemodiyaliz tedavisi görme süresinin medyan değeri 2 (min:1-max:15) yıl idi. Al� (%25) hastada BCG aşı skarı yoktu. Toplam 24 hastanın 11’inde (%45.8) TCT tes� pozi�f iken, sadece 4 (%16.7) hastada IFN-gamma pozi�f saptanmış�r.

Sonuç:

KBY’li hastalarda TCT pozi�fliği 5 mm ve üzerinde alındığında, IFN-gamma’ya oranla LTE’yi göstermede halen geçerli olduğu düşünülmüştür.

TP076

DOĞRUDAN GÖZETİMLİ TEDAVİ ÖNCESİ VE SONRASI DÖNEMİN KARŞILAŞTIRILMASI: 12 YILLIK DİSPANSER ÇALIŞMASI

SEREN ARPAZ , SEVTAP KESKİN , NEJAT SEZGİN , ŞEREF ÖZKARA NAZİLLİ VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, AYDIN

Amaç:

Doğrudan göze�mli tedavi (DGT) uygulamasına dispanserimizde 1 Nisan 2000’de geçilmiş olup çalışmamızda DGT öncesi ve sonrası dönemler karşılaş�rılmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Dispanserimizde 1996-2007 arasındaki 12 yıllık dönemde 1.165 hasta TB tedavisine alınmış�r; DGT öncesi 458, DGT döneminde 707. Bu iki dönemde yayma pozi�f akciğer TB sayıları da 190 ve 308’di. Nakil giden 32 hastanın (31’i DGT öncesi döneme ait) dosyalarına ulaşılamamış hastaların sadece demografik bilgileri verilebilmiş�r. T tes� ve ki kare tes� ile ista�s�kler yapılmış�r.

Bulgular:

Hastaların 74’ü temaslı taramasından bulunmuştur. Tüm hastalarda ortalama yaş 40,7; kadınların oranı %26,7; yeni olguların oranı %91’di. Akciğer TB’luların %4’üne balgam yayması yapılamamış�. DGT döneminde hastaların %96’sının tedavileri göze�m al�nda verilmiş�r. Uygulama yerlerine göre DGT oranları; dispanser çalışanlarınca %40, sağlık ocağı çalışanlarınca %27, diğer kurumlarda %11 ve evde bir aile üyesince %22’dir. Tedavi süresi DGT öncesi dönemde ortalama 9,1, DGT döneminde 6,9 aydır. Bakteriyolojik konversiyon süresi ortalama, DGT öncesi dönemde 2,4, DGT döneminde ise 1,8 aydır (p=0,000). Tedavi başarısı DGT öncesi dönemde %94, DGT döneminde ise %95’dür. Kür oranları iki dönemde, sırasıyla %82 ve %91’dir (p=0,006). DGT öncesi dönemde 2, DGT döneminde ise 1 hasta tedaviyi terk etmiş�r. DGT öncesi ve DGT dönemindeki ölüm oranları sırasıyla %4,2 ve %3,4 iken; tedavi başarısızlığı oranları %1,1 ve %0,4 olarak bulunmuştur. Hastaların tedavi sonrası ortalama takip süreleri DGT öncesindekilerde 63, DGT dönemindekilerde ise 31 aydır. Nüks oranları DGT öncesi dönemde %3,7, DGT döneminde ise %0,8’dir (p<0,002).

Sonuç:

Sonuç olarak, ülkemizde DGT uygulamalarına öncülük yapmış olan dispanserimizde hastaların %67’den fazlasına sağlık çalışanları göze�minde ilaç içirilmiş�r. DGT öncesi dönemle karşılaş�rıldığında DGT döneminde, yayma pozi�flerde bakteriyolojik konversiyon süresi ve kür oranlarının arğı, nüks oranlarınınsa düştüğü görülmektedir.

Page 254: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

253

MS031

TÜM İLAÇLARA HASSAS AKCİĞER TÜBERKÜLOZU OLGULARINDA NÜKS

BEKTAŞ KISA 1, SİNEM KÖYMAN 2, G.CANAN KÜÇÜK 3, NESRİN SARIMURAT 4, ZEKİ KILIÇASLAN 5 1 ÜSKÜDAR VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, İSTANBUL 2 BEYKOZ VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, İSTANBUL 3 KUMKAPI VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, İSTANBUL 4 ŞEHREMİNİ VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, İSTANBUL 5 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, İSTANBUL

Amaç:

Bu retrospek�f çalışma Akciğer tüberkülozu(TB) olgularında nüks oranlarını saptamak amacıyla planlandı.

Gereç ve Yöntem:

İstanbul da Beykoz, Kumkapı, Şehremini ve Üsküdar Verem Savaşı Dispanserlerinde 2005-2006 yıllarında tedaviye alınan 1100 hasta içinde yayma(+) ve/veya kültür (+) akciğer tüberkülozlu 666 hasta arasından tedavisi kür veya tedavi tamamlama olarak sonlandırılan 605 hasta değerlendirilmeye alındı. Değerlendirmeye alınan 605 olgu Kasım-Aralık 2008 aylarında kontrol amacıyla aranmış; 535(%88.4)’ünün kontrolleri yapılmış, 60(%9.9) hastaya ulaşılamamış, 10(%1.7)hastanın öldüğü tespit edilmiş�r. Kontrolü yapılan 535 olgunun 467(%87.3)’üne mikrofilm çekilmiş, 68(%12.7)’inden ise sadece telefonla bilgi alınabilmiş�r. Bu çalışma tedavi öncesi direnç tes� yapılan 456 olgudan, tüm ilaçlara hassas bulunan 414 olguyu kapsamaktadır. Çalışmada gruplar arasındaki farklılık Fisher tes� ile değerlendirildi.

Bulgular:

Bu olguların 346(%83.5)’u yeni, 68(%16.5)’u “eski” idi. 301(%72.7)’si erkek, 113(%27.3)’ü kadın, ortalama yaş 36.6(11-80) idi. Tedavi bi�minden sonra ortalama takip süresi 21.7 aydı. Bu sürede toplam %1.9 (8/414) olguda nüks tespit edilmiş�r. Yeni akciğer tüberkülozu olgularında nüks oranı %1.2 (4/346); eski akciğer tüberkülozu olgularında %5.9 (4/68) olarak saptanmış�r.(p >0.05).Yeni akciğer tüberkülozu olgularında, Doğrudan Göze�mli tedavi (DGT) alan 226 olgu arasından 2(% 0.9) olguda, DGT almayan veya kısmen alan 120 olgudan ise 3’ünde(% 1.7) nüks görülmüştür(P>0.05). Eski akciğer tüberkülozlu olgulardan DGT alan 42 olgu arasında 1 (% 2.4), DGT almayan veya kısmen DGT alan 27 olgunun ise 3’ünde (% 11.1) nüks görülmüştür (p>0.05).

Sonuç:

Bu çalışma İstanbul’da bu dört dispanserde nüks oranlarının kabul edilebilir düzeyde olduğunu ve DGT uygulaması ile özellikle daha önceden tedavi görmüş olgularda ista�ksel olarak anlamlı bulunmasa da nüks oranlarının azaldığını göstermektedir.

MS032

INH VEYA INH-SM DİRENÇLİ YENİ OLGULARDA TEDAVİ REJİMLERİ, TEDAVİ BAŞARISIZLIĞI VE NÜKS ORANLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

G.CANAN KÜÇÜK 1, NESRİN SARIMURAT 1, ŞENOL KÜMBETLİ 1, VİLDAN OKTAY 1, GÜZİN ASOĞLU 1, İPEK COŞKUNOL 1, CANDAN EVİRGEN 1, FİLİZ ÖZTÜRK 2, ŞEVKET SAYICI 3, SİNEM KÖYMAN 1, SEVGİ GÜR 1, BEKTAŞ KISA 1, ZEKİ KILIÇASLAN 4 1 İSTANBUL VEREM SAVAŞI DERNEĞİ DİSPANSERLERİ, İSTANBUL 2 ÜMRANİYE VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, İSTANBUL 3 GÜNGÖREN VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, İSTANBUL 4 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBULTIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, İSTANBUL

Amaç:

2002-2006 yılları arasında tedavi gören İsoniazid (H) veya İsoniazid -Streptomisin(HS) dirençli olguların tedavi rejimleri, klinik gidiş ve nüks oranlarının değerlendirilmesi

Gereç ve Yöntem:

İstanbul’da 14 dispanserde 2002-2006 yıllarında tedavi gören kültür (+), H ve HS dirençli olguların kayıtları retrospek�f olarak incelendi. Bu dispanserlerde 2002-2006 yılları arasında tedaviye alınan 9606 Akciğer tüberkülozu (Ac TB) olgusunun 6233(%64.9)’u kültür(+) idi.5184(%83.2) olguya direnç tes� yapılmış�. Direnç tes� yapılanların 277(%5.3)’si H veya HS dirençliydi. INH direnç tes� Löwenstain-Jensen besiyerinde propor�on metodu (INH 0.2 μg/ml-SM 4 μg/ml) ile uygulandı. Nüks olgularının tümü kültür pozi�fliği ile doğrulanmış�.Gruplar arasındaki farklılık için Fisher tes� uygulandı.

Bulgular:

277 olgudan 27 tedavi terk, 19 tedaviye iki aydan fazla ara veren, 5 nakil ve 3 ölüm olmak üzere 54 olgu çalışma dışı bırakıldı. Kalan 223 olgunun 187(%83.9)’u yeni, 36(%16.1)’i “eski” olguydu. Çalışmaya alınan yeni olguların 129(%69)’u erkek, 58(%31)’i kadın, ortama yaşları 32.5(14-80) idi.112(%59.9) olgunun H, 75(%40.1) olgunun HS direnci vardı. Yeni olgularda kür 121(%64,7), tedavi tamamlama 59(%31,5), tedavi başarısızlığı 7(%3.7) bulundu.54(%28.9) olgu göze�mli, 133(%71.1) olgu göze�msiz tedavi görmüştü.187 yeni olguda kombinasyon ve/veya süre açısından 26 farklı tedavi rejimi uygulanmış�. Olgular idame döneminde Ethambutol(EMB) kullanan ve kullanmayan olarak iki gruba ayrıldı. İdame döneminde EMB içeren tedavi alan olgu sayısı100(%58.1) EMB’siz tedavi alan olgu ise 72(%41.9) idi.15 olgu çok farklı tedavi rejimleri nedeniyle bu iki gruba dahil edilemedi. Sadece 172 olgunun tedavi başarısızlığı ve nüks oranları değerlendirildi. EMB içeren rejimde %4 (4/100), EMB içermeyen rejimde % 1.39 (1/72) tedavi başarısızlığı tespit edildi (P>0.05). EMB içeren rejimde %7(7/100), EMB içermeyen rejimde ise %5.5 (4/72) nüks tespit edildi (p>0.05)

Page 255: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

254

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

Sonuç:

İstanbul’ da INH dirençli olgularda çok farklı tedavi rejimleri uygulanmaktadır. İdame döneminde EMB kullanılması veya kullanılmaması tedavi başarısızlığı ve nüks açısından anlamlı fark oluşturmamış�r.

MS033

ÇOK İLACA DİRENÇLİ TÜBERKÜLOZ TEDAVİSİNDE STANDART TEDAVİ PROTOKÜLÜ YAKLAŞIMI

HALUK C. ÇALIŞIR , AYLİN ÖNGEL , ŞULE BİLGİN , KORKMAZ ORUÇ , SİNEM ALTUNBEY , GÜLGÜN ÇETİNTAŞ , HÜLYA ARDA , SB SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Kliniğimizde standart tedavi protokolü yaklaşımı ile Çok İlaca Dirençli Tüberküloz (ÇİDTB) tedavisi alan hastaların sonuçlarını irdelemek.

Gereç ve Yöntem:

Klniğimizde 2004-2007 yılları arasında tüberküloz tanısıyla tedavi edilen 1442 hastadan, klinik izleme, laboratuar bulguları ile ÇİDTB tanısıyla tedaviye alınan hastalara Amikasin ilk 4-6 ayda olamak üzere Quinolon+ PAS+ Cycloserin, Prothionamid’den oluşan standart tedavi protokolü uygulanmış�r. Yan etki dışında rejim değişikliği yapılmamış�r.

Bulgular:

1442 hastadan, klinik, laboratuar olarak ÇİDTB saptanan 21 (%1.4) hasta ikinci sıra ilaçlarla 24 ay tedaviye alındı. Hastaların 16 (%76.19)’sı erkek, 5 (%23.80)’i kadın ve yaş ortalamaları 37.38 ± 13.76 idi. .Daha önce ortalama 3,6 ±1,28 kez tedavi almışlardı. 2 hasta ikinci sıra ilaçlarla da tedavi almış�. 12 HRSE, 1 HRS, 8 HR direnci , 3 hastada (%14.28) ek hastalık, 1 hastada radyolojik olarak yaygın hastalık bulunmaktaydı. 11 hastada 1. ayda, 4 hastada 2. ay, 2 hastada 3. ay, 2 hastada ise 5. ayda balgam yayma konversiyonu sağlandı. 2 hastaya kültür ile tanı konulmuştu, bu hastalarda birinci ayda kültür konversiyonu saptandı. 6 (%28.5) hastada yan etki geliş�. Sıklık sırasına göre işitme kaybı (3), hepatotoksisite (2), konvülsiyondur (2). 2008 yılında yapılan analiz sırasında, 13’ ü (%61.90) kür ile tedavisinin bi ği, 6 hastanın ise en az bir yıldır balgam konversiyonu sağlanmış, ancak tedavide olduğu, bir hastanın (%4.7) eşlik eden akciğer Ca.’dan ex olduğu, ikinci ayda balgam konversiyonu sağlanmış 1 (%4.7) hastanın da 11.ayda pozi�fleşmesi üzerine tedavi yetmezliği saptanmış�r. 21 hastadan 19’unda (%90.4) olumlu sonuç alınmış�r.

Sonuç:

ÇİDTB tedavisinde “Standart Tedavi Protokolü” yaklaşımı, kliniğimiz hasta popülasyonunda %90,4 lük başarıyla sonuçlanmış�r.

MS034

NONTÜBERKÜLOZ MİKOBAKTERİ ENFEKSİYONU OLAN OLGULARIN TEDAVİ SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

ZEKİ KILIÇASLAN 1, BAHAR ÖZÇELİK 1, SİNEM KARAOSMAN 1, FATİH YAKAR 1, FATMA ÇÖMÇE 1, AYLİN PIHTILI 1, KAYA KÖKSALAN 2, FEYZA ERKAN 1 1 İ.Ü.İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.B.D. 2 İ.Ü. DENEYSEL TIP ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ (DETAE)

Amaç:

Bu çalışmada kliniğimizde takip edilen tüberküloz dışı mikobakteriye bağlı akciğer enfeksiyonu olgularının tedavi sonuçları retrospek�f olarak değerlendirildi.

Gereç ve Yöntem:

ATS rehberine göre tüberküloz dışı mikobakteriye bağlı akciğer hastalığı kabul edilen ve kliniğimizde takip edilen 20 olgunun dosyaları retrospek�f olarak değerlendirildi. Olgularımızın ikisi Kis�k Fibroz, birisi Kronik Miyeloid Lösemi tanılı, ikisi an� TNF–Alfa ilaç kullanan hasta idi. Ayrıca bir olguda Diabetes Mellitus, bir olguda as�m , bir olguda ise KOAH vardı. Bu olguların 7’si (%35) daha önce en az üç ay tüberküloz tanısı ile tedavi almış�. Tedavi rejimi 1997 ve 2007 ATS rehberleri esas alınarak ve ek olarak 6 (%30) olguda İ.Ü. Deneysel Tıp ve Araş�rma Ens�tüsü Laboratuarında yapılan ve minör an� tüberküloz ilaçlar yanında muhtemel etkili an�biyo�kleri de içeren direnç testleri sonucuna göre belirlendi. Kültür nega�fleşmesinden sonra en az 12 ay tedavi alan ve balgam kültürleri nega�f devam eden hastalar kür kabul edildi.

Bulgular:

Yaş ortalaması 41 (20-73) olan 17’si erkek, 3’ü kadın 20 olgunun tedavi sonuçları değerlendirildiğinde ; %64 (9/14) kür, % 28 (4/14) tedavi başarısızlığı, %7 (1/14) ölüm saptandı, %30 (6/20) olgunun tedavisi devam etmekteydi. Tedavisi sonlanan olgular (n:14), etkenlere göre değerlendirildiğinde kür oranı Mikobacterium avium kompleks (MAC) olgularında % 80 (4/5) , M.Kansasii olgularında % 100 (3/3), M.Abscessus % 40 (2/5) olarak bulundu. Tedavi başarısızlığı olan MAC olgusunun iki taraflı büyük kaviter lezyonları vardı. Ölen olgumuzun M.Absesusa bağlı hastalığı vardı ve torakatomi sonrası gelişen serebral atak ile kaybedildi

Page 256: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

255

Sonuç:

Olgularımızın çoğunda tedavi başarısı sağlanmasına rağmen M.Abscesus grubundaki yüksek tedavi başarısızlığı kullanılabilecek tedavi seçeneğinin azlığına bağlandı.

MS035

YAKALA-TEKRAR YAKALA YÖNTEMİ İLE TÜBERKÜLOZ İNSİDANSI VE BİLDİRİM TAMLIĞININ TAHMİNİ; 2003-2005 İZMİR

SEMA ÖZGÜR SAKARYA 1, ALİYE MANDIRACIOĞLU 2, MÜNEVVER ERDİNÇ 3, ŞAFAK TANER GÜRSOY 2 1 BORNOVA VEREM SAVAŞ DİSPANSERİ 2 EGE ÜNVERSİTESİ HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI 3 EGE ÜNVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Bildirim sistemindeki aksaklıklar, kurumlar arası ile�şim sorunları gibi nedenlerle ülkemizde kayıt dışı tüberkülozlu bir olgu topluluğu olduğu bilinmektedir. Çalışmada 2003, 2004, 2005 yılları İzmir ili tüberküloz olgularının bildirim tamlığını saptamak, tüberküloz insidanslarını ve eksik bildirilen olgu sayısını tahmin etmek amaçlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmada, DSÖ tanı kriterlerine göre bakteriyolojik ve histopatolojik yöntemler ile tüberküloz tanısı konulabilen hastane ve laboratuvarlardan (Hast-Lab) tüberküloz olgularına ait üç yıllık veriler toplanarak, Verem Savaş Dispanserleri (VSD) kayıtları ve İl Sağlık Müdürlüğü (İSM) bildirim kayıtları ile karşılaş�rılmış�r. Verem savaş dispanser kayıtları üzerinden yıllara göre insidanslar belirlenmiş, yakala-tekrar yakala yönteminin üç listeli log-linear modelleri (CARE-1) ile de tahmini insidanslar hesaplanmış�r.

Bulgular:

Çalışmada üç yıllık toplam gözlenen 3910 yeni olgunun %79.7’nin VSD, %86.4’nün İSM, %60.5’nin Hast-lab kaydına ulaşılmış�r. Üç yılda toplam 3377 yeni olgu İl Sağlık Müdürlüğü bildirim kayıtlarında yer almış, bunların %84.5’i (2856) dispanser kayıtlarına girmiş ve izlenmiş�r. Yıllık insidanslar VSD’lerinde kayıtlı olgular üzerinden hesaplandığında 2003’de yüz binde 32.5 , 2004’de yüz binde 28.6 , 2005’de yüz binde 26.3 olarak bulunurken, yakala-tekrar yakala yönteminin log-linear modelleri ile 2003’de yüz binde 43.8 (%95 GA’da 43.3-44.6), 2004’de yüz binde 38.6 (%95 GA’da 38.1-39.3) , 2005’de yüz binde 32.7 (%95 GA’ da 32.3-33.5) olarak tahmin edilmiş�r.

Sonuç:

Tüberküloz insidansı ve bildirim tamlığının tahmininde yakala-tekrar yakala yöntemi kullanılabilir. Ulusal Tüberküloz Kontrol Programımızın içinde önemli bir yeri olan Verem Savaş Dispanserlerinin ve buralarda halen görev yapan ye�şmiş sağlık insan gücünün korunması ve ha�a yenilerinin ye�ş�rilmesi tüberküloz hastalığının kontrolü için gereklidir.

SS050

PLEVRAL SIVILI HASTALARIN TANISINDA MEDİKAL TORAKOSKOPİYE KARŞIN BİLGİSAYARLI TOMOGRAFİ REHBERLİĞİ ALTINDA ABRAMS PLEVRA İĞNE BİOPSİSİ: RANDOMİZE KONTROLLÜ ÇALIŞMA

MUZAFFER METİNTAŞ 1, GÜNTÜLÜ AK 1, EMİNE DÜNDAR 2, HUSEYİN YILDIRIM 1, RAGIP ÖZKAN 3, SİNAN ERGİNEL 1, FÜSUN ALATAŞ 1, EMEL KURT 1, SELMA METİNTAŞ 4 1 ESOGÜ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, ESKİŞEHİR 2 ESOGÜ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS PATOLOJİ ANABİLİM DALI, ESKİŞEHİR 3 ESOGÜ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ ANABİLİM DALI, ESKİŞEHİR 4 ESOGÜ TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI, ESKİŞEHİR

Amaç:

Plevral sıvılı olgularda histopatolojik inceleme için doku örneği Abrams plevra iğne biopsisi (APİB), torakoskopi veya bilgisayarlı tomografi rehberliğinde kesici plevra iğne biopsisi (BT-KPİB) ile elde edilebilir. Son zamanlarda tanı duyarlılıkları yüksek olduğu için torakoskopi yada BT-KPİB bu amaçla önerilmektedir. Ancak, APİB diğer iki yönteme göre oldukça ucuz ve kolaydır, ayrıca BT rehberliği kullanılabilirse tanı duyarlılığı da artabilir. Bu çalışmada plevral sıvılı hastalarda BT rehberliği al�nda yapılan APİB (BT-APİB) ile torakoskopinin tanısal etkinliği ve güvenilirliğinin karşılaş�rılması amaçlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya Ocak 2006 ile Ocak 2008 tarihleri arasında eksüda niteliğinde plevral sıvılı ve sitolojik incelemeyle tanı konulamayan 124 hasta alındı. Tüm hastalar kontrastlı toraks BT çekildikten sonra randomize edildi. Bir kolda hastalara ilk işlem olarak BT-APİB, diğer kolda torakoskopi yapıldı. İki grup, uygulanan yöntemlerin tanı etkinliği ve komplikasyonlar bakımından kıyaslandı.

Page 257: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

256

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

Bulgular:

Çalışmaya alınan hastaların 72’sin erkek 52’si kadın, yaş ortalaması 60.9 yıl idi. Hastaların 33’üne malign mezotelyoma, 47’sine metasta�k plevral hastalık, 42’sine benign plevral hastalık tanısı konuldu, iki olgu tanıya ulaşılamadan erken ex oldu. BT-APİB yapılan grupta tanı duyarlılığı %87,5, torakoskopi yapılan grupta ise %94,1 olarak belirlendi; arada anlamlı fark yoktu. Hastalığa, BT bulgularına ve plevral kalınlaşmanın miktarına bağlı olarak her iki yöntem arasında duyarlılık farkı saptanmadı. Komplikasyon oranları düşük ve kabul edilebilir düzeyde idi. Ancak iğne biopsisi yapılan bir hastada major kanama oldu.

Sonuç:

Sonuç olarak, BT’sinde plevral kalınlaşma veya lezyon gözlenen hastalarda önerdiğimiz yöntemle BT-APİB’ni ilk yöntem olarak kullanabiliriz. BT’sinde yalnızca sıvı görünümü olan hastalar ile tanısı tüberküloz dışı benign neden olabilecek hastalarda ilk seçilecek yöntem torakoskopi olmalıdır.

SS051

PERİFERİK AKCİĞER LEZYONLARINDA VE MEDİASTİNAL LENF NODLARINDA ELEKTROMANYETİK GEZİCİ TANISAL BRONKOSKOPİ*

DEMET KARNAK 1, AYDIN ÇİLEDAĞ 1, KORAY CEYHAN 2, ÇETİN ATASOY 3, SERDAR AKYAR 3, OYA KAYACAN 1 1 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD 2 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ ABD 3 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYODİAGNOSTİK ABD

Amaç:

Fleksibl bronkoskopi (FB)’nin, akciğerin periferik segmentlerinde lokalize lezyonlarında tanı değeri sınırlıdır ve medias�nal lenf nodlarında FB ile transbronşiyal iğne aspirasyonun tanı başarısı tatmin edici değildir. “SuperDimension/Bronchus System” kullanılarak yapılan elektromanye�k gezici bronkoskopi (EGB), bronkoskopinin tanı başarısını ar�rmak için geliş�rilmiş yeni bir yöntemdir. Bu çalışmada amaç, standart tekniklerin tanısal olmadığı veya uygun olmadığı hastalarda, periferik akciğer lezyonları (PL) ve medias�nal lenf nodlarında (LN) EGB’nin tanı başarısı ve emniye�ni değerlendirmek�.

Gereç ve Yöntem:

FB, lokal anestezi al�nda, elektromanye�k alan tahtası, mikrosensör probu, genişlemiş çalışma kanalı ve mulitplanar bilgisayarlı tomografinin eş zamanlı rekonstrüksiyonunu kullanan EGB tekniği ile yapıldı.

Bulgular:

Çalışmaya 21 hasta alındı. Beş hastada sadece PL, dört hastada hem PL hem de LN ve 12 hastada sadece LN bulunuyordu. Ortalama boyutu sırasıyla 25.88±12.24mm ve 18.16±6.01mm olan toplam dokuz PL ve 31 LN hedeflendi. EGB ile dokuz PL’nun sekizi (%88.9), 31 LN’nun 27’si (%87.1) örneklendi. EGB ile 21 hastanın 18’inde tanıya ulaşıldı ve tanı başarısı %85.7 olarak bulundu. Bu 18 hastada tanı dağılımı, küçük hücreli dışı akciğer kanseri (n:5), benign pulmoner nodül (n:2), sarkoidoz (n:6), tüberküloz lenfadenit (n:3) Sjögren sendromu (n:1) ve reak�f lenfadenit (n:1) olarak saptandı. Pnömotoraks sadece bir hastada geliş�.

Sonuç:

EGB, PL ve medias�nal LN’nın örneklenmesinde ve tanısında başarısı yüksek olan güvenli bir yöntemdir. *Bu çalışma TUBİTAK tara�ndan desteklenmiş�r (proje # 107S156).

SS052

GERÇEK ZAMANLI ENDOBRONŞİYAL ULTRASON REHBERLİĞİNDE TRANSBRONŞİYAL İĞNE ASPİRASYONUNUN ETKİNLİĞİ

ERDOĞAN ÇETİNKAYA , GÜLŞAH GÜNLÜOĞLU , AKİF ÖZGÜL , SİNEM SÖKÜCÜ , MEHMET ZEKİ GÜNLÜOĞLU , SEDAT ALTIN YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EAH

Amaç:

Hiler/medias�nal patolojilerin aydınla�lmasında, gerçek zamanlı endobronşiyal ultrason (EBUS) eşliğinde transbronşiyal iğne aspirasyonun (TBİA) etkinliği araş�rıldı.

Gereç ve Yöntem:

2008 yılı Mart-Ekim ayları arasında, toraks bilgisayarlı tomografisinde, hiler yada medias�nal alanlarda patolojik boyu�a lenf bezi veya kitle bulunan veya pozitron emisyon tomografisi incelemesinde hiler/medias�nal alanda tutulum saptanan ardışık 189 olguya toplam 194 kez gerçek zamanlı EBUS rehberliğinde TBİA’lar yapıldı. Materyaller histopatolojik olarak incelendi. İşlemin tanısal olmaması ya da eğer evreleme amaçlı yapılmışsa metastaz saptanmamış olması durumunda ileri girişimsel işlemler uygulandı.

Page 258: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

257

Bulgular:

194 işlemde, toplam 291 alan örneklendi. Dört hastada yeterli materyal alınamadı (%2). En sık subkarinal alan örneklendi (n=129, %66). Bunu sırasıyla sol hiler (%31), sağ alt pratrakeal (%22), sağ hiler ve diğer alanlar izledi. İşlemin yapılma amacı olguların 143’ünde tanı, 26’sında evreleme idi, 20 hastada ise hem tanı hem de evreleme amaçlandı. Tanısal amaçlı yapılan işlemlerde, ortalama 4,2 kez örnekleme yapıldı. Tanısal işlem yapılan olguların 70 (%49)’inde granülomatöz il�hap, 27 (%19)’sinde küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK), 7 (%4,8)’sinde küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK), 21 (%14,6)’inde ise diğer tanılar elde edildi. 13 (%9) hastada tanı elde edilemedi. Yeterli materyal alınan olguların analizinde tanısallık oranı sarkoidozda %94,6, tüberkülozda %69, KHDAK’da %87, KHAK’da ise %100 idi. Genel tanısal değer %91 olarak bulundu. Evreleme amaçlı işlem yapılan hastaların hepsinde yeterli materyal alındı. İşlemin evrelemede sensi�vitesi ve spesifitesi sırasıyla %91 ve %100 bulundu. Bir olguda oluşan belirgin hemoraji dışında komplikasyon gözlenmedi.

Sonuç:

Hiler/medias�nal alanda patolojisi bulunan hastalarda gerçek zamanlı EBUS kılavuzluğunda TBİA, gerek tanıda gerekse evrelemede son derece etkin ve güvenli bir yöntemdir.

SS053

KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİNİN MEDİASTİNAL NODAL EVRELEMESİNDE TRANSBRONŞİYAL İĞNE ASPİRASYONU VE PET/BT’ İN BİRLİKTE KULLANIMI

T. BAHADIR ÜSKÜL , VOLKAN BAYSUNGUR , FERDA AKSOY , FATMA EMRE TURAN , GÖKÇEN SEVİLGEN , HATİCE TÜRKER , SEMİH HALEZEROĞLU SB SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EA HASTANESİ, İSTANBUL

Amaç:

Bu çalışmada, küçük hücreli dışı akciğer kanserinin (KHDAK) medias�nal evrelemesinde, konvansiyonel transbronşiyal iğne aspirasyonu (TBİA) ve entegre pozitron emisyon tomografi/bilgisayarlı tomografinin (PET/BT) birlikte kullanımının etkinliğini araş�rmayı amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Büyük medias�nal lenf nodlarından (≥1 cm) hem TBİA hem de PET/BT taraması yapılmış olan toplam 37 KHDAK’ li hasta araş�rmaya dahil edildi. Konvansiyonel TBİA ile N3 hastalık veya ileri N2 hastalık saptanan hastalar

dışında medias�nal lenf nodu metastazının tespi�nde cerrahi histoloji “al�n standart” olarak kullanıldı.

Bulgular:

Konvansiyonel TBİA, 37 hastada toplam 49 medias�nal lenf noduna başarıyla uygulandı. Ve TBİA ile 28 hastada 35 lenf nodunda malignite saptandı. PET/BT görüntüleme ile 52 pozi�f ve 32 nega�f lenf nodu tutulumu saptandı. TBİA’ nın sensi�vitesi %78, spesifitesi %100, pozi�f predik�f değer %100, nega�f predik�f değer %29 ve doğruluğu %80; PET/BT’ nin sensi�vitesi %88, spesifitesi %66, pozi�f predik�f değer %73, nega�f predik�f değer %83 ve doğruluğu %77 idi. KHDAK’ nin medias�nakl nodal evrelemesinde kombine TBNA ve PET/BT’ nin doğruluk oranı %92 olarak bulundu.

Sonuç:

Ru�n diagnos�k bronkoskopi esnasında uygulanan, minimal invaziv bir prosedür olan konvansiyonel TBİA ile noninvaziv bir prosedür olan PET/BT kombinasyonunun KHDAK’ de medias�nal nodal evreyi yüksek doğruluk ile tespit edebileceğini düşünmekteyiz.

SS054

AKCİĞER KANSERİNİN EVRELEMESİNDE PET/BT İNCELEMESİ İLE KOMBİNE EDİLEN TRANSBRONŞİAL İNCE İĞNE ASPİRASYON BİYOPSİSİNİN YERİ

ŞERMİN BÖREKÇİ 1, OSMAN ELBEK 1, NAZAN BAYRAM 1, NEVİN UYSAL 1, KEMAL BAKIR 2 1 GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ PATOLOJİ ANABİLİM DALI

Amaç:

Bu çalışmada PET/BT incelemesi rehber alınarak uygulanan TBİA işleminin akciğer kanseri evrelemesindeki yerini, medias�noskopi ile karşılaş�rılmasını ve medias�noskopi ih�yacını azal�p azaltmadığını saptamayı amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Mart 2006-Mart 2008 tarihleri arasında prospek�f olarak akciğer kanseri ön tanısı düşünülen, Toraks BT’sinde 1 cm’ den büyük lenfadenopa� saptanan ve PET/BT tetkikinde SUV max≥ 2.5 olan 25 hasta çalışmaya dahil edildi. Toplam 43 lenf nodu istasyonundan TBİA örneklemesi yapıldı.Mediasten değerlendirmesinde medias�noskopi sonucu al�n standart olarak kabul edildi.

Page 259: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

258

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

Bulgular:

Toplam 43 lenf nodu istasyonundan TBİA örneklemesi yapıldı, TBİA yönteminin medias�nal evrelemedeki duyarlılık, özgüllük, nega�f predik�f ve pozi�f predik�f değerleri sırasıyla; %87, %100, %100, %89 olarak bulundu. Yeterli TBİA örneklemesi yapılan 19 olgunun; 13’ünde (%69) başlangıç klinik evresi TBİA sonrası gerilemiş, medias�noskopi sonrası 17’sinin (%89) evrelemesinin doğru olarak yapıldığı saptanmış�r. Ondokuz olgunun 5’inde (%26) TBİA ile medias�noskopi ih�yacı ortadan kalkmış�r. Pozi�f TBİA sonucunu öngörebilecek klinik faktörlerden sadece PET SUV max değerinin TBİA pozi�fliğini etkilediği saptandı [OR=1.27 (1.004-1.610), p=0.046]. PET SUV max ≥ 5’in TBİA pozi�fliğini yaklaşık 11 kat ar�rdığı gösterilmiş�r [OR=10.68 (1.91-59.62), p<0.01].

Sonuç:

Sonuç olarak, akciğer kanseri olgularının doğru olarak evrelendirilmesinde medias�noskopiye kıyasla daha az invaziv ve komplikasyonu daha az bir işlem olan TBİA’nın kullanılabileceği, PET/BT tetkiki ile birlikte uygulanmasının TBİA’nın sensi�vitesini arrdığı, özellikle SUV max≥ 5 olan lenf nodlarında TBİA pozi�fliğinin anlamlı oranda yükseldiği ve TBİA’nın medias�noskopi ih�yacını azalğı sonucuna varılmış�r.

SS055

AKCİĞER KANSERİ DIŞI PATOLOJİLERDE MEDİASTİNOSKOPİNİN TANISAL ÖNEMİ

SERDAR ONAT 1, GÜNGÖR ATEŞ 2, REFİK ÜLKÜ 1, ALPER AVCİ 1, BÜLENT ÖZTÜRK 1, CEMAL ÖZÇELİK 1 1 DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ.DİYARBAKIR 2 DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ.DİYARBAKIR

Amaç:

Medias�noskopi, akciğer kanserinin evrelendirilmesinde ve medias�nal kitle ve lenf nodlarının tanısı için kullanılan invaziv bir yöntemdir. Non invaziv veya daha az invaziv yöntemlerle tanısı konulamamış medias�nal lezyonlarda medias�noskopinin etkinliği ve güvenilirliği araş�rıldı

Gereç ve Yöntem:

Toraks bilgisayarlı tomografisinde(BT); patolojik boyu�a( > 10 mm) medias�nal lenfadenopa�si olan ve daha az invaziv yöntemle tanı konulamayan 53 hastaya Haziran 2003- Aralık 2008 arasında servikal medias�noskopi yapıldı. Hastalar yaş, cinsiyet, tanılar, operasyon süresi,semptomlar, mortalite açısından retrospek�f olarak değerlendirildi

Bulgular:

Olguların 40’ı(75.5%) kadın 13’ü(24.5) erkek�. Ortalama yaş 43.54 ( 16- 73) idi.1,2,3, 4 ve 7 nolu istasyonun ön tara�ndan biopsiler alındı. Toplam 117 istasyondan biopsi alındı.En sık 2R ve 4R nolu istasyonlardan biopsi alındı.Ortalama operasyon süresi 35 dakika olarak kaydedildi. Materyallerin patolojik değerlendirilmesinde; 22 olguda (%41.5) tüberküloz ,18 olguda (% 33.9) sarkoidoz, tanısı kondu. Diğer tanılar lenfoma(n:2), silikozis (n:1) �moma(n:1), romatoid artritle uyumlu lap(n:1). 8 olguda sonuç antrako�k lenf bezi olarak değerlendirildi. Toplam 9 hastaya fiberop�k bronkoskopi yapıldı.3 olguya transtrakeal iğne aspirasyonu(TBİA) yapılmasına rağmen sonuç alınamamış�. Bu üç hastanın ikisine sarkoidoz birine tüberüloz tanısı kondu.PET CT’de FDG tutulumu (suv max:9.2) tespit edilen 2 olguda patoloji tüberküloz olarak değerlendirildi. Mortalite görülmedi.

Sonuç:

Ta n ı ko n a m a m ı ş m e d i a s t i n a l l e z y o n l a r d a medias�noskopi, al�n standart olarak yerini korumakla beraber fiberop�k bronkoskop ile transtrakeal iğne aspirasyonu(TBİA) ve endobronşial ultrason eşliğinde ince iğne aspirasyonun yaygınlaşması kullanımını azaltacak�r. Minimal morbidite ile yapılan, etkili ve güvenli bir yöntemdir.

SS056

HAVA YOLU OBSTRÜKSİYONUNUN TANISINDA KULLANILAN İKİ YÖNTEMİN KARŞILAŞTIRILMASI

İLKNUR BAŞYİĞİT , SERAP BARIŞ , HAŞİM BOYACI , FÜSUN YILDIZ KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Bu çalışmanın amacı, hava yolu obstrüksiyonunun tanısında sabit bir FEV1/FVC oranı ile normalin alt sınırı değerini karşılaş�rmak�.

Gereç ve Yöntem:

Öğretmenlerde solunum semptomları ve hava yolu obstrüksiyonu sıklığını belirlemek için anket uygulandı ve fizik muayeneleri yapıldı. Çalışmaya ka�lmayı kabul eden ve solunum fonksiyon tes�ne koopere olabilen olgulara bir teknisyen tara�ndan solunum fonksiyon tes� yap�rıldı. Her bir olgu için normalin alt sınır değeri (NAS); FEV1/FVC oranının beklenen değerinin %5 al� olarak hesaplandı.

Page 260: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

259

Bulgular:

Çalışmaya 616 olgu ka�ldı. Olguların %55’i erkek (n:338), %45’i kadın (n:278) ve yaş ortalaması 38.9 ± 8.8 yıl bulundu. Ortalama FEV1 değerleri 3.3 ± 0.7 l, FVC değerleri 4.1 ± 0.9 l olarak saptandı. Olguların yalnızca 4 tanesinde FEV1/FVC oranı %70’in al�nda bulunurken on iki olguda ise NAS’a göre obstrüksiyon tanısı kondu. FEV1/FVC < %70 bulunan olguların tamamı NAS değerine göre de obstrük�f idi. FEV1/FVC oranı %70’in üzerinde olmasına rağmen NAS’a göre obstrük�f bulunan 8 olgunun 5’inde dispne yakınması, üç tanesinde dispne ve hırıl� atakları, iki tanesinde ise doktor tanılı as�m mevcu�u. Fizik muayenede ise 4 olguda yaygın ronküsler ve ekspiryumda uzama tespit edildi.

Sonuç:

Özellikle genç popülasyonda hava yolu obstrüksiyonunu tespit etmek için sabit bir FEV1/FVC oranı yerine normalin alt sınırı değerini kullanmanın daha uygun olacağı düşünülmektedir.

SS057

İNTERSTİSYEL AKCİĞER HASTALIKLARINDA BAL FLOW SİTOMETRİ BULGULARI VE SUBGRUP ANALİZLERİ

HAKAN TANRIVERDİ 1, FİGEN ATALAY 1, MELTEM TOR 1, LEVENT KART 1, REMZİ ALTIN 1, İSHAK TEKİN 1 1 ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D 2 ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İMMÜNOLOJİ A.D

Amaç:

Bronkoalveolar lavaj sıvısının immünolojik ve sitolojik incelemesi özellikle inters�syel akciğer hastalıklarının tanısında sıklıkla kullanılmaktadır. Biz de inters�syel akciğer hastalığı tanısı almış olan hastaların BAL flow sitometri sonuçlarını retrospek�f olarak inceleyerek hücre subgrupları açısından hasta grupları arasında fark olup olmadığına araş�rdık.

Gereç ve Yöntem:

İnters�syel akciğer hastalığı ön tanısıyla bronkoskopi yapılarak BAL alınan hastalar retrospek�f olarak incelendi. Hastaların demografik verileri , BAL flow sitometri sonuçları, HRCT ve SFT bulguları ve varsa patoloji sonuçları ile nihayi tanıları kaydedildi. Hastalar nihayi tanılarına göre gruplandırıldı ve bu gruplar arasında BAL flow sitometri analizinde hücre subgrupları arasında anlamlı fark olup olmadığına bakıldı. İsta�s�ksel analiz SPSS 11.0 kullanılarak yapıldı.

Bulgular:

Çalışmaya yaş ortalaması 52,1±14,2 olan 43 (%51,1) kadın, 41(%48,8) erkek toplam 84 hasta alındı.

Hastaların 32 si(%38) sarkoidoz, 8 (%9,5)kömür işçisi pnömokonyozu, 9 (%10,5) malignite, 6(%7,1) İPF, 4(%4,8) kollagen hastalık akciğer tutulumu 4 (%4,8 )tüberküloz, 10 (%10,5) diğer inters�syel akciğer hastalıklarıydı. BAL hücre subgruplarına bakıldığında sarkoidoz hastalarında CD16+56+, CD3 ve CD4/CD8 değerleri açısından diğer inters�syel akciğer hastalıkları ile karşılaş�rıldığında ista�s�ksel olarak anlamlı fark bulundu. sarkoidoz hastalarında CD4/CD8 oranı 4,20 ± 2,4 idi.

Sonuç:

BAL flow sitometrik analizi özellikle sarkoidozlu hastaların tanısında klinisyene yardımcı olmakta. Ancak bu konuda daha geniş çaplı çalışmalara ih�yaç vardır.

TP077

İSTANBUL İLİ FATİH İLÇESİNDE KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI PREVALANSI VE RİSK FAKTÖRLERİNİN BELİRLENMESİ

BEYHAN KARADUMAN 1, TUNÇALP DEMİR 2, RUKİYE PINAR 1 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ İÇ HASTALIKLARI HEMŞİRELİĞİ ANABİLİM DALI 2 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Bu çalışma, İstanbul ili Fa�h ilçesinde KOAH prevalansı ve risk faktörlerinin belirlenmesi amacıyla 40 yaş ve üzeri 2000 kişide GOLD kriterlerine uygun olarak yapıldı.

Gereç ve Yöntem:

Veriler hasta tanılama formu ve solunum fonksiyon tes� ile toplandı.

Bulgular:

Yaş ortalaması 50.26±9.30 olan kişilerin 1211’ i kadın (%60.5), 789’ u erkek� (%39.5). Olguların %41.1’ i sigara kullanmakta, %12.5’ u sigarayı bırakmış�. 121 kişinin solunum fonksiyon tes�nde FEV1/FVC %70’ in al�nda çık�, bu kişilere postbronkodilatör test uygulandı. Test sonucuna göre 110 kişiye KOAH tanısı konuldu. Çalışma sonucunda KOAH prevalansı kadınlarda %4.7, erkeklerde %6.9, toplamda %5.5 olarak tespit edildi. Sigara kullananlarda prevalans %7.4, kullanmayanlarda %2.2 ve sigara bırakmışlarda %11.6 idi. KOAH’ lıların %31.8’ i hafif, %37.3’ ü orta şidde�e, %23.6’ sı ağır ve %7.3’ ü çok ağır evre olarak tespit edildi. KOAH’ a neden olan risk faktörleri arasında yaş, cinsiyet, sigara kullanımı yüksek bulundu. KOAH’ lı olguların %59’ unda kalp yetmezliği, böbrek yetmezliği, depresyon, mide ülseri gibi ek hastalıklar saptandı.

Page 261: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

260

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

Sonuç:

Sonuç olarak KOAH’ ın sigara içen, 40 yaş ve üstü erkeklerde daha sık görüldüğü ve ek hastalıklara neden olduğunu söyleyebiliriz. Anahtar Kelimeler: Kronik Obstrük�f Akciğer Hastalığı, prevalans, risk

TP078

KOAH ENFEKTİF ATAKTA VE ATAK SONRASINDA SERUMTNF-ALFA VE IL-6 DÜZEYLERİ

MÜNEVVER M.AYDIN 1, TÜLİN ÇAĞATAY 1, ŞULE SÜNMEZ CÖMERT 1, PENBE ÇAĞATAY 2 1 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ BİOİSTATİSTİK ANABİLİM DALI

Amaç:

KOAH’lı hastalarda enfeksiyon nedeniyle oluşan ataklar, önemli morbidite mortalite nedenidir.Bu nedenle enfek�f atakların erken tanı ve tedavisi önem taşımaktadır. Bu amaçla; Sistemik inflamasyon göstergesi olan TNF-Alfa ve IL-6 düzeyleri KOAH enfek�f atak sırasında ve atak sonrasında karşılaş�rılarak enfek�f atağın erken belirteci olabilir mi? diye araş�rıldı.

Gereç ve Yöntem:

KOAH enfek�f atak tanısı klinik, bakteriyolojik olarak kanıtlanmış 30 olgu çalışmaya alındı.Aynı olgular atak sonrası (en az 4 haa) tekrar değerlendirildi.Çalışmaya 26 stabil KOAH lı olgu kontrol grubu olarak dahil edildi. TNF- alfa ve IL-6 düzeyleri Elisa tekniği ile bakıldı İsta�s�k analizler t tes�, Mann-Whitney ve wilcoxon testleri ile yapıldı.

Bulgular:

KOAH enfek�f ataklı 30 olgunun ; yaş ortalaması 64,07± 8,2, Stabil KOAH’ lı 26 olgunun yaş ortalaması 62,81 ± 9,53 yıl olup, iki grup arasında fark yoktu.Atak sırasında TNF-alfa düzeyleri ortalama 113,59 pg/ml,atak sonrası 29,19 pg/ml olup aralarındaki fark ileri derecede anlamlı bulundu (p<0,001), kontrol grubunda bir kez bakılan TNF düzeyleri ortalama 3,58 pg/ml bulundu. Kontrol grubu TNF alfa düzeyleri hasta grubu ile karşılaş�rıldığında hem atak hemde atak sonrası değerlerine göre anlamlı düşük bulundu (p<0,001). Atak sırasında IL-6 düzeyleri 289,70 pg/ml , atak sonrası 48,89 pg/ml olup aralarındaki fark anlamlıydı (p<0,001), kontrol grubuyla karşılaş�rıldığında ( 1,95 pg/ml ) hem atak hemde atak sonrası fark ileri derecede anlamlı (p<0,001) bulundu

Sonuç:

TNF alfa ve IL-6 düzeylerinin hasta grubunda atak sırasında çok yüksek olması enfek�f atağın erken belirteçi olarak bu parametrelerin kullanılabileceğini düşündürdü

.Ayrıca atak sonrası dönemde bile düzeylerin kontrol grubuna göre halen yüksek kalması enfeksiyon sonrası inflamasyonun çok uzun sürdüğünü gösterebilir.

TP079

SAĞ VENTRİKÜL MİYOKARD PERFORMANS İNDEKSİ İLE DEĞERLENDİRİLEN SAĞ VENTRİKÜL DİSFONKSİYONUNUN KOAH’LI HASTALARDAKİ YAŞAM KALİTESİ VE DİSPNE ÜZERİNE ETKİSİ

EYLEM SERCAN ÖZGÜR 1, TÜRKAY ÖZCAN 2, SİBEL ATIŞ 1, İBRAHİM RENCÜZOGULLARI 2, NALAN GÖLOĞLU 1, SABRİ SEYİS 2 1 MERSİN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 MERSİN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KARDİYOLOJİ AD

Amaç:

KOAH’da sağ ventrikül disfonksiyonunun varlığı kötü prognos�k faktördür, ancak bunun dispne ve yaşam kalitesi üzerine etkisi bilinmemektedir. Son çalışmalar, sağ ventrikül disfonksiyonunu belirlemede yeni bir doppler indeksi olan miyokard performans indeksinin (MPİ), diğer konvansiyonel yöntemlere göre üstün ve güvenilir olduğunu göstermiş�r. Çalışmamızda, KOAH’lı hastalarda MPİ ile değerlendirilen sağ ventrikül disfonksiyonunun dispne ve yaşam kalitesine etkisinin değerlendirilmesi amaçlandı.

Gereç ve Yöntem:

GOLD 2007 kriterlerine göre KOAH tanısı alan, stabil dönemde 38 hasta ve 15 sağlıklı kontrol birey çalışmaya alındı. Solunum fonksiyon testleri ve arter kan gazı analizleri yapıldı. Dispne şiddetleri, bazal dispne indeksi (BDİ) ve Medical Research Council (MRCS) skala kullanılarak sorgulandı. Yaşam kalitesi anke� (SGRQ: St. George’s Respiratory Ques�onnaire, Türkçe versiyonu) uygulandı. Doku Doppler ile sağ ventrikül MPİ ölçüldü. Sağ ventrikül MPI indeksi, izovolumetrik kontraksiyon zamanı (IVKZ) ile izovolumetrik relaksasyon zamanının (IVRZ) toplamının, ejeksiyon zamanına (EZ) bölünmesi (IVKZ+IVRZ/EZ) ile elde edildi. Solunum fonksiyonları, kan gazı, BDİ, MRCS, yaşam kalitesi anke� parametrelerinin sağ ventrikül MPİ ile ilişkisi araş�rıldı.

Bulgular:

14.5 olup,±KOAH’lı hastalarda ortalama %FEV1 55.3 27’si orta derece, 11’i ağır ve çok ağır KOAH grubunda idi. Sağ 0.1) kontrol grubuna±ventrikül MPİ, KOAH’lı hastalarda (0.65 0.07) göre daha yüksek bulundu (p=0.004). MPİ ile %FEV1 (r=-0.34,±(0.52 p=0.04), MRC dispne skoru (r=0.43, p=0.006) ve yaşam kalitesi anke�nin semptom komponen� (r=0.47, p=0.01) arasında anlamlı korelasyon saptandı. Ejeksiyon fraksiyonu ve pulmoner arter basıncı ile dispne ve yaşam kalitesi skorları arasında anlamlı ilişki bulunmadı.

Page 262: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

261

Sonuç:

KOAH’lı hastalarda, sağ ventrikül MPİ’nin yaşam kalitesi bozukluğu ve dispne semptom şidde� ile iyi derecede ilişkili önemli bir faktör olduğu düşünüldü.

TP080

CİDDİ ALEVLENME İLE HASTANEYE YATIRILAN KOAH HASTALARINDA VENÖZ TROMBOEMBOLİZM PREVALANS VE RİSK FAKTÖRLERİ

ERDAL İN 1, SÜLEYMAN SAVAŞ HACIEVLİYAGİL 2, GAZİ GÜLBAŞ 2, LEVENT CEM MUTLU 3, HAKAN GÜNEN 2, ÖZKAN YETKİN 2 1 ŞANLI URFA SİVEREK DEVLET HASTANESİ 2 İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 3 NAMIK KEMAL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Ciddi alevlenme ile hospitalize edilen Kronik Obstrük�f Akciğer Hastalığı (KOAH) olgularında Venöz Tromboembolizm (VTE) sıklığını ve VTE’nin klinik ve laboratuar parametrelerle ilişkisini araş�rmak.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya hospitalize edilmeyi gerek�recek, ciddi alevlenme ile başvuran ancak mekanik ven�lasyon gereksinimi olmayan 131 KOAH hastası alındı. Çalışmaya alınan hastalar başvuruda olası alevlenme sebeblerine göre ‘‘nedeni bilinen’’ ve ‘‘nedeni bilinmeyen’’ olmak üzere iki gruba ayrıldı. Hastalara pulmoner BT anjiografi, alt ekstremite BT venografi ve doppler ultrasonografi tetkikleri çekildi. Hastaların semptomları, bulguları ve risk faktörleri kayıt edildi.

Bulgular:

Çalışmaya alınan 131 hastanın 21’inde (%16) VTE saptandı. Nedeni bilinen alevlenme ile başvuran 71 (%54.2) hastanın 6’sında (%8.45) ve nedeni bilinmeyen alevlenme ile başvuran 60 (%45.8) hastanın 15’inde (%25) VTE saptandı. Hastalardan elde edilen verilere bakıldığında, tromboemboli öyküsü, malignite, travma, cerrahi ve immobilizasyon gibi risk faktörleri; göğüs ağrısı, bacak ağrısı ve senkop gibi bulgular; D-Dimer, AST, ALT yüksekliği ve albumin düşüklüğü gibi laboratuar bulguları artmış VTE riski ile ilişkili bulundu. D-Dimer düzeyinin 1.48 mcg/ml’nin al�nda olmasının büyük oranda (%97.6) VTE’yi dışladığı saptandı. Wells kriterleri ile klinik olarak yüksek olasılıklı değerlendirilen hastaların tümünde VTE saptandı.

Sonuç:

Nedeni belli olmayan ciddi alevlenme ile başvuran KOAH hastaları VTE açısından araş�rılmalıdır. Bu hastalarda, Wells yöntemi ve D-Dimer düzeyleri sırasıyla, VTE tanısı konulması ve tanının dışlanmasında önemli yöntemlerdir.

TP081

KOAH’TA BOZULMUŞ UYKU KALİTESİ: İLİŞKİLİ FAKTÖRLER VE HASTALIK ÜZERİNE ETKİSİ

BANU ERİŞ GÜLBAY , TURAN ACICAN , BUKET AKDOĞAN , ZEYNEP PINAR ÖNEN , ELİF ŞEN , ÖZNUR AKKOCA , SEVGİ SARYAL , GÜLSEREN KARABIYIKOĞLU ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD

Amaç:

Kronik obstrük�f akciğer hastalığı (KOAH), progresif hava yolu obstrüksiyonu ile karakterize önemli sistemik komplikasyonları olan bir hastalık�r. Çalışmada stabil dönemdeki KOAH’lı hastaların uyku kalitesi ile sağlıkla ilişkili hayat kalitesinin durumu ve bunlarda etkili olan faktörler araş�rıldı.

Gereç ve Yöntem:

KOAH polikliniğinde takip edilen stabil 60 KOAH’lı hastanın (49 E/11K) sırasında genel sağlık durumları, bazal demografik özellikleri ve fizyolojik parametreleri kaydedildi. Hastaların uyku kaliteleri Pi�sburg uyku kalite indeksi (PUKİ) ve Epworth Sleepiness Skalası (ESS) ile sağlıkla ilişkili hayat kaliteleri de SF-36 ile değerlendirildi.

Bulgular:

Hastaların 21’inde (%35) PUKİ global skoru > 6 (kötü uyku kalitesi) olarak saptanırken, hiçbir hastada ESS skoru >10 olarak bulunmadı. SF-36’nın fiziksel ve mental skorları tüm hastalarda düşüktü. Uyku parametrelerinden global PUKİ ve ESS skoru ile yaş, BMI, sigara paket-yıl, ortalama Sa02, MRC düzeyi, solunum fonksiyon testleri ve kullanılan ilaçlar arasında anlamlı bir korelasyon yoktu (p>0,05). Ancak PUKİ global skoru yüksek olan grupta atak sayısının ista�ksel olarak daha yüksek olduğu görüldü (p=0,021). PUKİ skoru >6 olan hastaların tümünde hayat kalite skorları daha düşük olmakla birlikte, fiziksel skorlar içinde yer alan ağrı, genel sağlık algılaması ile mental skorlar içinde yer alan sosyal fonksiyon alanı ista�ksel olarak anlamlı düşüktü (p=0,003, 0,006, 0.004, sırasıyla).

Page 263: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

262

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

Sonuç:

Hastaların yaklaşık üçte birinde subjek�f uyku kalitesini de içeren uyku etkinliğinin bozulduğu ve uyku ile ilgili sorunların, hastaların hayat kalitelerinin özellikle fiziksel komponen�ni etkilediği görülmüştür. Uyku etkinliğinin bozulmasında rolü olan herhangi bir klinik ya da fizyolojik faktör bulunamamış�r. Ancak, KOAH’lı hastaların takibinde sistemik bir komplikasyon olan kötü uyku kalitesinin nedenleri sistema�k olarak değerlendirilmeli ve uyku etkinliğinin bozulmasının, KOAH’lı hastaların hayat kalitesinin belirlenmesinde önemli olabileceği unutulmamalıdır.

TP082

KOCAELİ’NDEKİ OKULLARDA GÖREV YAPMAKTA OLAN ÖĞRETMENLERDE KOAH PREVALANSI

SERAP BARIŞ , FÜSUN YILDIZ , İLKNUR BAŞYİĞİT , HAŞİM BOYACI , AHMET ILGAZLI KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

İlimizdeki okullarda görev yapan öğretmenlerde KOAH prevalansını saptamak�r.

Gereç ve Yöntem:

Prospek�f çalışmada, çalışma hakkında bilgilendirilen ka�lımcılara fizik muayene, solunum sistemine ait yakınmaları ve sigara alışkanlıklarını sorgulayan anket ve portabl solunum fonksiyon tes� cihazı ile solunum fonksiyon tes� (SFT) uygulandı. GOLD rehberine göre post-bronkodilatör FEV1/FVC <%70 olan ve reversibilitesi olmayan olgular KOAH kabul edildi.

Bulgular:

Ortalama yaşı 38.9 ± 8.9 yıl olan, 307’si kadın (%45), 378’i erkek (%55) olmak üzere toplam 685 öğretmen çalışmaya alındı. Sigara alışkanlıkları değerlendirildiğinde; 291’inin (%44.1) sigara içen, 252’sinin (%38.2) sigara içmeyen ve 117’sinin (%17.7) sigarayı bırakmış olduğu saptandı. Kadınların %43.2’si, erkeklerin %44.8’i sigara içmekteydi. Solunum fonksiyon tes�ne koopere olan 651 kişinin verilerine bakıldığında 510’unun (%78.3) spirometri değerlerinin normal olduğu izlendi. FEF25-75 değeri beklenene göre %70’in al�nda olan 115 kişi (%17.7) küçük hava yolu obstrüksiyonu olarak kabul edildi. On al� kişide (%2.5) ise FEV1/FVC değeri %70’in al�nda bulundu. Bu olguların 5’i reversibl hava yolu obstrüksiyonu saptanarak çalışma dışında bırakıldı. KOAH’lı olarak kabul edilen geri kalan 11 olgunun 2’si (%18) kadın, 9’u (%82) erkek idi. Yaş dağılımına göre değerlendirildiğinde; 6’sının ≥40 yaşında olduğu izlendi.

Sonuç:

KOAH önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalık�r. KOAH erken tanı ve tedavisinde spirometrinin önemli role sahip olduğu düşünülmektedir.

TP083

KAŞEKTİK KOAH HASTALARINDA BİR YILLIK MORBİDİTE VE MORTALİTE

MÜNEVVER M.AYDIN 1, AYŞE KUBAT ÜZÜM 2, GÜLCİHAN ÖZKAN 3, GÜLFER OKUMUŞ 1, ESEN KIYAN 1 1 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 İSTANBUL EĞTİM VE ARAŞTIRMA HASTAHANESİ,İÇ HATALIKLARI BÖLÜMÜ ,İSTANBUL 3 YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞTİM VE ARAŞTIRMA HASTAHANESİ,İSTANBUL

Amaç:

Kaşek�k KOAH’lı hastalarda bir yıllık morbidite ve mortaliteyi değerlendirmek ve bunları etkileyen faktörleri araş�rmak.

Gereç ve Yöntem:

Nutrisyonel destek tedavisi almayan ve VKİ<21 kg/m² olan stabil KOAH’lı 45 erkek hastanın solunum fonksiyonları (spirometre ve arter kan gazı) ve bioelektrik impedans yöntemi ile vücut kompozisyonları belirlendi. Biceps, triceps ve karın cilt kalınlıkları ölçümleri kumpas aracılığı ile yapıldı. Hastalar takiplerinin birinci yılında acil başvuru, hastaneye ya�ş ve atak sıklıkları, an�biyo�k kullanımları ve hayata olup olmadıkları açısından sorgulandı.

Bulgular:

Hastaların yaş ortalamaları 65.6±9.6 (45-79) yıl, hastalık yaşı ortalaması 7.0±5.5 (1-20) yıl idi. Ortalama PaO2: 69.1±7.7 mmHg, PaCO2: 43.1±4.0 mmHg, SaO2: % 93.3±2.1, FEV1 (beklenenin yüzdesi): % 43.0±13.6, FVC(beklenenin yüzdesi): % 70.3±15.4, FEV1/FVC: % 45.0±8.0, DLCO: 50.8±23.5 mmol/kPa/dak, DLCO/VA:64.6±22.1 ml/mmHg/dak/L idi. Hastaların ortalama VKİ 19.2±1.5 (14.8-21) kg/m2, triceps, biceps ve karın cildi kalınlıkları sırası ile 5.0±1.7mm; 4.2±1.3mm ve 7.6±2.6mm, vücut yağ oranı % 20.2±6.7 olarak ölçüldü. Bir yıllık mortalite % 8.9 (n=4) bulundu. Geriye kalan 41 hasta bir yıllık morbidite açısından değerlendirildiğinde; alevlenme %61 ortalama atak sayısı 1.4±1.4, acile başvuru %51.2, ortalama acil başvuru sayısı 1.0±1.2, hastane ya�şı %41.5, ortalama ya�ş sayısı 1.6±0.5 olarak bulundu. Karın cildi kalınlığı <10mm (Grup 1, n:23) ile ≥10mm (Grup 2, n:22) olanlar karşılaş�rıldığında bir yıllık mortalite oranı grup 2’de daha yüksek bulundu (p=0,022). Kaybedilen hastaların ortalama karın cildi kalınlığı 9.75mm olarak bulundu.

Page 264: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

263

Sonuç:

Kaşek�k (VKİ<21 kg/m²) KOAH hastalarında bir yıllık morbidite ve mortalite yüksek� ve artan mortalite oranı karın cilt kalınlığındaki ar�ş ile ilişkiliydi.

TP084

KOAH’TA TNF-α 308 G/A, TGF-B1 G/A GEN POLİMORFİZMLERİ VE HAVAYOLU DİRENCİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

KEVSER Ç. MELEK 1, GAYE ULUBAY 1, ATAC BELGİN 2, HASİBE VERDİ 2, FÜSUN Ö. EYÜBOĞLU 1 1 BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ GENETİK AD

Amaç:

KOAH gelişiminde gene�k faktörlerin belirleyici olduğu bilinmektedir. En belirgin fizyopatolojik değişiklik hava akımı kısıtlanması ise havayolu direncinde artma ve akciğerin elas�k geri çekilme gücündeki azalmaya bağlıdır. Havayolu direnci ölçümü havayolunun çapını yansıtan bir parametre olması nedeni ile önemlidir. Araş�rmamız sitokin gen polimorfizmlerinin KOAH gelişimindeki rolü ve KOAH olguları ile sağlıklı sigara içicilerinde havayolu direncinin değerlendirilmesi amacıyla yapıldı.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmamıza 264 KOAH’lı olgu dahil edildi. Olgular SFT ve sigara içme öykülerine göre 3 gruba ayrıldı. Olgularda TNF-α 308 G/A ve TGF-b1 800 G/A gen polimorfizmleri ile havayolu direnci değerlendirildi.

Bulgular:

Gruplar arasında gen polimorfizmleri açısından anlamlı bir fark bulunmadı (p>0.05). Ayrıca, ortalama Raw açısından da gruplar arasında anlamlı farklılık bulunmadı (p> 0.05). Ortalama sRaw KOAH olgularında anlamlı şekilde farklı ve Grup I’de daha yüksek saptandı (p< 0.0001). FEV1, FEV1/FVC ve sRaw değerleri arasında anlamlı ve nega�f bir korelasyon bulundu (p< 0.05).

Sonuç:

Çalışmamızın sonucunda, TNF-α 308 G/A polimorfizm ve TGF-b1 800 G/A polimorfizmlerinin KOAH gelişimi için toplumuzda bir risk oluşturmayabileceğini düşündük. Çalışmamız havayolu direncini değerlendirmede Raw’dan ziyade sRaw’ın kullanılmasının daha tercih edilebilir olduğunu göstermiş�r. Toplumumuz için KOAH gelişimine risk oluştu-rabilecek gene�k faktörlere ve havayolu direncine yönelik yeni çalışmaların daha geniş hasta grupları ile ülkemizin farklı bölgelerinden yapılması gerek�ği inancındayız.

TP085

KOAH’DA UZUN SÜRELİ OKSİJEN TEDAVİSİNİN ETKİNLİĞİ

PELİN DURU ÇETİNKAYA 1, ONUR FEVZİ ERER 1, HALİL HALİL 2, ENVER YALNIZ 1, SERİR AKTOĞU ÖZKAN 1 1 İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ 2 İZMİR TEPECİK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, KARDİYOLOJİ KLİNİĞİ

Amaç:

Kronik solunum yetmezliğinde (KSY), uzun süreli oksijen tedavisinin (USOT), yaşam süresini ve yaşam kalitesini arrdığı gösterilmiş�r. Bu çalışmada KSY liği olan KOAH hastalarında USOT un etkileri, hasta uyumu, yaşam kalitesi ve sağkalım üzerindeki etkinliği araş�rıldı.

Gereç ve Yöntem:

Şubat 2006-Temmuz 2007 tarihleri arasında prospek�f olarak 54 KOAH ve KSY olgusuna USOT endikasyonu konuldu. Ortalama 5. ve 10. aylarda klinik kontrolleri yapıldı ve ortalama 19 ay izlendiler. Ekokardiyografi, dispne skoru (MRC), SGQR anke� çalışmanın başında ve kontrollerde yapıldı. Ayrıca USOT endikasyonun devam edip etmediği, oksijen tedavisi kullanma süreleri değerlendirildi.

Bulgular:

Yedi kadın, 47 erkek hastanın yaş ortalaması 64 dür. Birinci kontrole kadar ortalama oksijen kullanma süresi 9.8 saat, ikinci kontrole kadar 10.6 saa r. İzlemde 17 hasta eksitus olmuş, 3 hasta kaybolmuştur. Birinci kontrole kadar ki etkin USOT kullanımı (15 saat ve üzeri) %31, ikinci kontrole kadar ki etkin kullanım oranı %46 dır. Etkin USOT kullanan hastalarla 15 saa�n al�nda kullanan hastaların sağkalım analizleri (Kaplan-Meier yaşam analizi) arasında ista�s�ksel anlamlı fark saptanmadı. Etkin USOT kullanan hastalarda bazal pulmoner arter basıncı (PAB) ortalama 50mmHg iken 2. kontrolde PAB 40mmHg saptanmış�r (p=0,01) . SGQR anke�nde, semptom skoru açısından bazale göre 2. kontrol değerlerinde anlamlı düzelme saptanmış�r (p=0,005). Tüm çalışma grubunda, 2. kontrolu yapılan 30 hastada bazal değerlere göre SGQR anke�ndeki semptom skoru, his skoru ve total skorda anlamlı düzelme saptanmış�r (p<0,05).

Sonuç:

USOT pulmoner arter basıncında ve yaşam kalitesi üzerinde olumlu etkiye sahip�r. Günde 15 saa�n al�nda USOT kullanan hastalarda etkin kullanan hastalara göre sağkalım farklı bulunmamış�r.

Page 265: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

264

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

TP086

KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALARININ BİYOELEKTRİKSEL İMPEDANS ANALİZ YÖNTEMİ KULLANILARAK DEĞERLENDİRİLMESİ: BİR ÖN ÇALIŞMA

MEHMET POLATLI 1, MEHMET DİNÇER BİLGİN 2, ŞULE TAŞ GÜLEN 1, SACİDE KARAKAŞ 3, SERÇİN ÖZLEM 2, ORHAN ÇİLDAĞ 1 1 ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, AYDIN 2 ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, BİYOFİZİK AD, AYDIN 3 ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, ANATOMİ AD, AYDIN

Amaç:

Biyoelektriksel impedans analizi (BIA) kişilerin vücut bileşenleri ve nütrisyonel durumları hakkında değişimlerini değerlendiren non-invaziv, ucuz, kullanımı kolay, tekrarlanabilir ve porta�f bir yöntemdir. Kronik obstrük�f akciğer hastalığında (KOAH) vücut kompozisyonunda oluşan değişiklikler hastaların nütrisyonel durumunun değerlendirilmesinde önemlidir çünkü bu hastalarda azalmış vücut ağırlığı ve kas kütlesi mortalitenin habercisidir. Bu çalışmada KOAH olgularının vücut kompozisyonun analizi ve vücudlarının biyoelektriksel özelliklerinin tayini amaçlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Bu çalışmaya 28 erkek KOAH hastası (yaş 63.3±1.7) ve 11 sağlıklı erkek gönüllü (yaş 60.4±2) ka�lmış�r. Solunum fonksiyonu ölçüldükten sonra BİA 101 (İtalya) cihazıyla deneklerin kol ve ayak derilerinden rezistans ve reaktans değerleri ölçülmüştür. Bu değerlerin Bodygram 1.3TM (İtalya) yazılımında kullanılmasıyla vücut yağ miktarı, yağsız doku kütlesi, vücut hücre kütlesi, total vücut suyu, hücre dışı ve içi su kütlesi, faz açısı, bazal metabolik hız, vücut kütle indeksi, ortalama enerji gereksinimi hesaplandı.

Bulgular:

Membran fonksiyonu ve bütünlüğünün göstergesi olan faz açısı ile hastalığın sa�alarını yansıtan yağsız doku kütle indeksi (FFMI), FEV1 %50-80 arasında olanlarda sırasıyla 6.0±0.2 ve 33±1 iken FEV1 %50 nin al�nda olanlarda ise 5.1±0.3 ve 28.3±1.6 olarak belirlenmiş�r. KOAH olgularında yağsız doku kütlesinde, vücut hücre kütlesinde, total vücut suyunda ve hücre zarında Na/K değişimini gösteren hücre dışı su kütlesinin hücre içi su kütlesine oranında da azalma saptanmış�r.

Sonuç:

Sonuç olarak, bu ön çalışma KOAH olgularında yağsız doku kütle indeksi ve faz açısındaki azalmanın akciğer

fonksiyonlarında kötüleşmeyi gösteren yararlı tanısal belirleyici olabileceğini göstermektedir.

TP087

KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞINDA MİNİMAL BRONŞEKTAZİ

ELİF ŞEN , ZEYNEP PINAR ÖNEN , BANU ERİŞ GÜLBAY , ÖZLEM ERÇEN , SERPİL ELADAĞ , ÖZNUR AKKOCA YILDIZ , TURAN ACICAN , SEVGİ SARYAL , GÜLSEREN KRABIYIKOĞLU ANKARA ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

KOAH kapsamlı bir tanımlama olup bazen bronşektazi gibi eşlik eden patolojilerin göz ardı edilmesine neden olabilmektedir ve minimal bronşektazi gibi yapısal bir patolojinin gösterilebilmesi ise sadece BT ile yapılabilir. Minimal bronşektazi eşlik e ği KOAH olgularının alevlenme sayılarını ar�rırken, klinik ve fonksiyonel bozulmaya yol açar şeklinde genel bir kanı da bulunmaktadır. Bütün bunlardan yola çıkarak, bu çalışmada KOAH olgularında BT ile minimal bronşektazi oranını belirlemeyi, var olan bronşektazinin klinik ve fonksiyonel etkilerini değerlendirmeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

2004-2008 tarihleri arasında takip edilen KOAH olgularından BT’si çekilen, 77’sinin (4 K/73E; yaş ortalaması 62±9) verileri incelendi. BT’sinde minimal bronşektazi olan ve olmayan olgular şeklinde iki gruba ayrıldı.

Bulgular:

Hastalardan 34’ünde minimal bronşektazi saptandı. Her iki hasta grubu arasında; yaş, BMI ve diğer klinik özellikler arasında farklılık saptanmadı. Hastaların % 65’i ağır- çok ağır evre KOAH’lıydı, bu nedenle iki grup arasında hastalık şiddetleri yönünden de farklılık izlenmedi. Beklenenin aksine, minimal bronşektazili hastaların toplam tüke�len sigara miktarı anlamlı olarak daha düşüktü (36pk-yıl, p=0.04). Tomografide minimal bronşektazi saptanan hastaların MRC düzeyleri ile yıllık alevlenme ve hastaneye ya�ş sayıları bronşektazisi olmayanlara kıyasla daha yüksek�(p>0.05) ve FEV1, FVC, FEV1/FVC yüzdeleri ile inspiratuar kapasiteleri, Pa02 ve PaC02 değerleri ista�s�ksel düzeyde anlamlı olmamakla birlikte daha düşüktü (p>0.05). Minimal bronşektazi görülen olgularda hipertansiyon ve hiperlipidemi başta olmak üzere eşlik eden hastalık görülme oranı, bronşektazisi olmayanlara göre daha yüksek� (p=0.005).

Page 266: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

265

Sonuç:

Bu çalışmadan elde edilen verilere göre, KOAH olgularının BT tomografilerinde minimal bronşektazi saptanma olasılığı hiç de az değildir. Ancak beklenenin aksine, eşlik eden minimal bronşektazi, olguların fonksiyonel parametreleri üzerinde etkili olmamaktadır. Minimal bronşektazi varlığı KOAH olgularının sadece dispne hissini, hastaneye başvuru ve yatarak tedavi görme gereksinimini ar�rabilmektedir. Bu nedenle KOAH olgularının yine de eşlik eden minimal bronşektazi yönünden kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesi önemlidir.

TP088

KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞINDA EFOR KAPASİTESİNİN BELİRLENMESİNDE BİSİKLET ERGOSPİROMETRİSİYLE YAPILAN KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTİNİN ALTI DAKİKA YÜRÜME TESTİYLE KARŞILAŞTIRILMASI

FATMA ÇİFTCİ , ÖZNUR AKKOCA YILDIZ , SEVGİ BARTU SARYAL ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD

Amaç:

KOAH’ ta hangi egzersiz tes�nin seçileceği karmaşık bir konudur. Bu çalışma 6DYT ve KPET arasındaki ilişkiyi ve iki tes�n solunum fonksiyon testleri, arter kan gazı değerleri tam kan, nütrisyon parametreleri ve inflamasyon belirteçleri ile ilişkisini incelemek amacıyla yapılmış�r.

Gereç ve Yöntem:

Klinik olarak stabil 36 KOAH’ lı olgu çalışmaya dahil edildi. Olgular GOLD kriterlerine göre evrelendi. Olguların ayrın�lı anamnezi alındı. Bazal değerlendirme sonrasında çalışma protokollerine uygun şekilde 6DYT ve KPET yap�rıldı. KPET ile O2 tüke�mi(VO2), CO2 üre�mi (VCO2), solunum değişim oranı (R), kalp hızı rezervi (HRR), O2 pulse (VO2/HR), solunum rezervi (BR), dakika ven�lasyonu (VE), ven�lasyon eşitlikleri (VE/VO2, VE/VCO2) hesaplandı. Solunum fonksiyon testleri (ekspiratuar hava akım hızları, sta�k akciğer volümleri, difüzyon tes�, maksimal ağız basınçları, havayolu direnci ve ile�mi) uygulandı. Laboratuar testleri yapılarak olguların arter kan gazı, tam kan, albumin ve inflamasyon belirteçleri (sedimentasyon ve CRP) düzeyleri kaydedildi.

Bulgular:

Kolay uygulanan bir test olan 6DYT’ e hasta uyumu KPET’ den daha yüksek bulundu. 6DYT ve KPET parametreleri (Wmax, VO2, VCO2, R, VE) arasında anlamlı ilişki gözlendi. FEV1, FVC, FEF25-75, FEV1/FVC, MVV ve IC ile VO2 ilişkili bulundu. Wmax, VCO2, VE ile FEV1, FVC, FEF25-75, MVV ve IC ilişkiliydi. 6DYT ise FEV1, MVV ve IC ile ilişkili bulundu. Ancak maksimum egzersiz kapasitesi solunum fonksiyon testleriyle 6DYT’ den ista�s�ksel olarak daha anlamlı bir ilişki göstermekteydi. VO2, VCO2, VE/VO2, VE/VCO2 ile DLCO ve MIP arasında anlamlı korelasyon bulundu. Her iki test de havayolu ile�mi (Gaw) ve direnci (Raw) testleriyle ilişkili değildi. 6DYT ile arter kan gazı değerleri arasında ilişki gözlenmezken, PO2 ve SO2 ile W max, VO2, VCO2, VE arasında ista�s�ksel olarak anlamlı ilişki gözlendi. Hemoglobin ve hematokrit değerleri ile her iki test arasında ilişki gözlenmezken, albumin ile VO2, VCO2, VE ve sedimentasyon değeri ile BR arasında ilişki bulundu. CRP değeri ile VO2/kg, BR ve VE/VCO2 arasında nega�f korelasyon saptandı.

Sonuç:

Basit bir test olan 6DYT, KOAH olgularında egzersiz kapasitesinin belirlenmesinde değerlidir. Her iki test de solunum fonksiyon testleri özellikle FEV1, MVV, IC ile belirlenen ven�lasyon bozukluğu ile ilişkilidir. KPET hipoksemi, nütrisyonel durum ve inflamasyon ile ilişkilidir

e-PS129

İNTRAVEZİKAL BCG İMMÜNOTERAPİSİNİN 3 FARKLI KOMPLİKASYONU

PINAR TUNÇ , SİBEL ÖZKURT , NEŞE DURSUNOĞLU , ESMA ÖĞÜN , FATMA EVYAPAN PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİMDALI

Amaç:

Bacillus Calme�e Guerin (BCG) süperfisial transisyonel hücreli mesane tümörünün tedavisinde intravezikal olarak kullanılmaktadır. Tedaviye bağlı olarak lokal ve sistemik yan etkiler tanımlanmış�r.

Gereç ve Yöntem:

İntravezikal BCG immünoterapisi sonrası gelişen ve ateş yüksekliği ile başvuran 3 olguyu sunuyoruz.

Page 267: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

266

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

Bulgular:

Olgu 1: 62 yaşında erkek hasta mesane karsinomu tanısı ile TUR-M operasyonu sonrası 6 kür intravezikal BCG immünoterapi tedavisi almış. Ateş yüksekliği, gece terlemesi ve öksürük yakınması başlamış. Akciğer grafisinde ve Toraks YÇBT’de milier patern izlendi. Bronş lavaj ve BAL’da ARB nega�f, mikobakteri kültüründe üreme olmadı. İntravezikal BCG immünoterapisi sonrası gelişen milier akciğer tutulumu tanısı ile hastaya 3’lü an�tüberküloz tedavi (H, R, E ) ve me�lprednizolon 40 mg/G başlandı. Olgu 2: 69 yaşında erkek hasta mesane karsinomu tanısı ile TUR-M operasyonu sonrası intravezikal BCG immünoterapisi almış. Hasta ateş yüksekliği, tes�slerinde ağrı ve şişlik yakınmaları ile epididimoorşit tanısı almış. Akciğer grafisinde ve. toraks YÇBT’de akciğer tutulumunu düşündüren bulguya rastlanmadı. Bronş lavaj ve BAL’da ARB nega�f, mikobakteri kültüründe üreme olmadı. İntravezikal BCG immünoterapisi lokal komplikasyon tanısı ile hastaya 3’lü an�tüberküloz tedavi başlandı. Olgu 3: 40 yaşında erkek hasta mesane karsinomu tanısı ile TUR-M operasyonu sonrası 5 kez intravezikal BCG immünoterapisi almış. Son immünoterapisinden 5 gün sonra ateş yüksekliği olmuş. Akciğer grafisi olağan, Toraks YÇBT’de, sağ akciğer alt lob posterobazal segmen�e ve lingula inferiorunda subsegmental atelektazi-konsolidasyon alanı izlendi. Bronş lavaj ve BAL’da ARB izlenmedi. İntravezikal BCG immünoterapisi sistemik yan etki tanısı ile hastaya 3’lü an�tüberküloz tedavi başlandı

Sonuç:

BCG immünoterapisi alan hastalarda lokal ya da sistemik komplikasyonlar oluşabileceği akılda bulundurulmalı ve hastadan detaylı bir anamnez alınmalıdır.

e-PS130

TÜBERKÜLOZ TEDAVİSİNDE NADİR BİR YAN ETKİ: LİKEN PLANUS

BERNA GEBEŞOĞLU 1, SEZGİ ŞAHİN 1, ŞERİFE NİLGÜN KALAÇ 1, ŞÖLEN ARTANTAŞ 2 1 ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI 2 ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, DERMATOLOJİ

Amaç:

Tüberküloz ilaçlarına ait yan etkiler tedavi sırasındaki mortalite ve morbiditenin önemli bir nedenidir. Tedavinin kesilmesine neden olan major yan etkiler ilaca bağlı hepa�t, gastrointes�nal disfonksiyon ve deri döküntüleridir. Oldukça nadir bir yan etki olan liken planus üç olgu eşliğinde sunulacak�r.

Gereç ve Yöntem:

Olgu 1: Altmış beş yaşındaki kadın hasta, tüberküloz lenfadenit ve göz tüberkülozu tanısı ile izoniazid, etambutol, ofloksasin ve streptomisin kullanmakta idi. Tedavinin al�ncı ayında tüm vücu�a yaygın eritemli plaklar ve ellerde birleşme eğilimi gösteren morumsu papüller saptandı. Lezyonlardan alınan punch biyopsi ile liken planus tanısı konuldu. Olgu 2: Seksen al� yaşında kadın hastada, akciğer tüberkülozu tanısı ile almakta olduğu HRZE tedavisinin beşinci ayında üst ve alt ekstremite extansör yüzeylerinde üzeri beyaz kurutlu-mor renkli plaklar izlendi. Bu bulguları likenoid ilaç erüpsiyonu olarak değerlendirildi. Olgu 3: Yetmiş yedi yaşındaki kadın hasta ise çok ilaca dirençli (ÇİD) tüberküloz tanısı ile minör tedavi almaktaydı. Tedavinin beşinci ayında ayaklarda, bacaklarda ve sır�a görülen üzeri beyaz skuamlı, krutlu plaklar likenoid ilaç reaksiyonu olarak değerlendirildi

Bulgular:

İlk iki olgunun tedavisi bu yan etki nedeni ile kesilmiş�r. Üçüncü olguda ise keratoli�k bir ilaç eklenerek tedaviye devam edilmiş�r. Tüm olgularımızda klinik düzelme elde edilmiş�r.

Sonuç:

Kütanöz yan etkiler oldukça sık�r ve genellikle tedavinin ilk iki ayında görülmektedir. HIV infeksiyonu, çoklu ilaç kullanımı, yaşlılık, kadın cinsiyet, otoimmun hastalıklar, al�a yatan böbrek ve karaciğer yetmezliği kütanöz yan etkiler için tanımlanmış risk faktörleridir. Bu makalede nadir görülen bir yan etki olan liken planus (LP) üç olgu eşliğinde sunularak kutanöz yan etkilerin tedavinin kesilmesine neden olabilecek boyuta ulaşabileceği vurgulanmak istenmiş�r.

e-PS131

TEDAVİ SIRASINDA LENF BEZİ BÜYÜMESİ VEYA YENİ LENF BEZİ OLUŞMASI PARADOKSAL YANIT?

ATEŞ BARAN , SEVİNÇ BİLGİN , BİLGEN BEGÜM AFŞAR , OLGA ÇELENK , MURAT YALÇINSOY , M. ESEN AKKAYA TC SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Lenfadenit tüberküloz tedavisi devam ederken veya sonlandıktan sonra, bazı olgularda lenf bezinin büyümeye devam e ği veya yeni lenf bezlerinin ortaya çık�ğı görülmektedir.

Page 268: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

267

Gereç ve Yöntem:

Etyolojide tüberküloproteinlere bağlı aşırı duyarlılık reaksiyonu veya ölü basilden yayılan an�jenlere bağlı immünolojik yanı�n düşünüldüğü bu tablolar bazı çalışmalar tara�ndan paradoksal yanıt olarak da tanımlanmaktadır. Çalışmamızda merkezimizde takip edilen 4 olguyu sunduk.

Bulgular:

Olgu 1. tüberküloz lenfadenit + akciğer tüberkülozu nedeniyle tedaviye alındı. Tedavinin 5.ayında paratrakeal lenfadenopa� de görüldü. Tedavi 1 yıla tamamlandı. 1. yılda lezyonlarda gerileme oldu. Tedavi başlangıcından 20 ay sonra sağ inguinal lenfadenopa� geliş�, biyopsi ile tbc lenfadenit tanısı kondu, tedavisiz geriledi. Olgu 2. tüberküloz lenfadenit ile tedaviye alındı. 3.ayda lezyonda regresyon oldu. Tedavinin 6. ayında lezyonlarda progresyon görüldü. Tedavi 1 yıla uzal�ldı.

Sonuç:

Olgu 3. Sağ servikalde tüberküloz lenfadenit nedeniyle tedaviye alındı.Tedavinin 2. ayında sol servikalde yeni lenfadenopa� geliş�. Lezyondan alınan biyopsi örneği ve bactecle bakılan ARB (-) kaldı.Tedavi bir yıla uza�larak kesildi. Olgu 4. Kategori III olarak an�tüberküloz tedaviye başlandı.Tedavinin 4.ayında sağ paratrakeal lenfadenopa� geliş�.Hasta biyopsiyi kabul etmedi. Tedavisi 6 ayda tamamlandı.

e-PS132

CROHN HASTALIĞI KLİNİĞİ İLE BAŞVURAN İKİ TÜBERKÜLOZ VAKASI

BAHAR ÖZÇELİK , SİNEM KARAOSMAN , NAMŞAN YILDIZ , ZEKİ KILIÇASLAN İ.Ü.İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.B.D.

Amaç:

Crohn hastalığı gastrointes�nal tüberküloz ile klinik ve patolojik olarak en sık karışan durumlardan biridir. Burada chron kliniği ile başvuran iki tüberküloz vakası sunulmaktadır.

Gereç ve Yöntem:

İlk vaka 57yaşında erkek, bir yıldır mevcut olan karın ağrısı ve ishal nedeniyle endoskopik biyopsi ile crohn teşhisi almış ve 6 aydır immünsupresif tedavi almaktaymış. İkinci vakamız ise 19yaşında erkek, 1,5 yıl önce endoskopik biyopsi ile crohn tanısı almış ve immünsupresif tedavi başlanmış.

Bulgular:

Birinci vakanın kolonoskopik biyopsilerinde TB kültürü nega�fmiş. Crohn tanısıyla steroid başlanmış. Mevcut akciğer nodülleri crohn akciğer tutulumu olarak değerlendirilmiş. Daha sonra ileus gelişince sağ hemikolektomi yapılmış. Takiplerinde akciğer nodullerinde progresyon saptanmış, nonspesifik an�biyoterapiye yanıt alınamamış. Bronş lavajı ve balgamında ARB(+) bulunmuş. İdrar muayenesinde ARB(+) gelince dissemine tüberküloz tanısıyla 4’lü an�tüberküloz tedavi başlandı. Tedavi başlangıcında kolesta�k enzimleri yüksek, billirubinleri normaldi. Ba�n USG’sinde karaciğer milier tüberkülozla uyumluydu. Hastanın an�tüberküloz tedaviyle karaciğer enzimleri ve akut faz reaktanları geriledi. Hemikolektomi materyali değerlendirildiğinde görülen yaygın kazeifiye nekrozlu granülomların crohn ile uyumlu bulunmadığı bildirildi ve crohn tedavisi kesildi. İkinci vakamız 1,5 yıldır chron tanısıyla immünsupresif tedavi almaktayken son iki aydır gece terlemesi, kilo kaybı ve hemop�zi gelişmiş. Toraks BT’sinde her iki akciğerde konsolide alanlar saptanması üzerine gönderilen balgamında ARB(+) saptandı. Hematürisi olan hastanın idrarında ARB(+) bulundu. Dissemine tüberküloz tanısıyla 4’lü an�tüberküloz tedavi başlandı. Crohn tedavisi kesilip kolonoskopi materyali yeniden incelendi, tüberküloz ve Crohn ayrımı patolojik olarak yapılamadı. Hastanın an�tüberküloz tedavisiyle ishali geriledi.

Sonuç:

Crohn hastalığı tanısı konanlarda granülomatöz patolojinin gastrointes�nal tüberkülozda da görülebileceği, bu durum ekarte edilmezse immünsupresif tedavinin kliniği ağırlaş�rabileceği akla ge�rilmelidir.

e-PS133

ORAL KAVİTE TÜBERKÜLOZU: BİR OLGU SUNUMU

AHMET BİRCAN 1, İLKAY YILMAZER 1, ÖZKAN KILIÇ 1, FAİKA BÜYÜKVANLI 2 1 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, ISPARTA 2 VEREM SAVAŞ DİSPANSERİ, ISPARTA

Amaç:

Oral kavite tüberkülozu tüm tüberküloz hastaları arasında % 1’den daha az görülür. Primer oral tüberküloz lezyonları bölgesel lenfadenopa� ile birlikte ağrısız ülserler şeklinde ve gençlerde meydana gelirken, sekonder formlar her yaşta görülebilir ve genellikle akciğer tüberkülozu ile birliktedir.

Gereç ve Yöntem:

Burada 3 yıldır tanı konamamış sekonder oral kavite tüberkülozu olgusu sunulmaktadır.

Page 269: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

268

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

Bulgular:

Yirmi dokuz yaşında erkek hasta, dudağındaki geçmeyen ülsere lezyonunun dışında halsizlik, zayıflama ve gece terlemesinden yakınıyordu. Sigara ve alkol kullanmıyordu. Başka bir hastalık veya tüberkülozlu bir hasta ile temas öyküsü yoktu. Fizik muayenesinde vital bulguları normaldi. Alt dudakta ağrılı şişlik oluşturmuş, üzerinde seröz akın� bulunan, hiperemik ülsere lezyon görüldü. Ayrıca bukkal mukozada ve damak sağ yarısında beyaz renkte, plaklar tespit edildi. Bölgesel lenf nodu büyüklüğü saptanmadı. Solunum sistemi ve diğer sistem muayeneleri normaldi. Çekilen akciğer grafisinde bilateral üst zonlarda kaviteli infiltrasyon saptandı. Ru�n biyokimya ve hemogram tetkikleri ESH: 44 mm/s ve PLT: 494.000/mm3 dışında normaldi. Balgamda, dudak ve damaktan alınan dokularda ARB kültür pozi�fliği tespit edildi. M. tuberculosis basili tüm ilaçlara hassas�. Kombine an�tüberküloz tedavi ile hastanın yakınmalarında düzelme, oral lezyonlarda iyileşme ve radyolojik yanıt sağlandı.

Sonuç:

İyileşmeyen oral lezyonların ayırıcı tanısında oral kavite tüberkülozu akılda tutulmalı ve böyle hastalarda al�a yatan bir akciğer tüberkülozunun varlığı araş�rılmalıdır.

e-PS134

ENDOTRAKEAL TÜBERKÜLOZ TANILI BİR OLGU

YILDIZ UÇAR , ZEYNEP SÖZENER , DEMET KARNAK ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Endotrakeal tüberküloz (ET), endobronşiyal tüberkülozun bir �pi ve trakeobronşiyal ağacın tüberküloz enfeksiyonu olarak tanımlanmaktadır. Ak�f pulmoner tüberkülozlu olgularda %10-40 oranında görülmektedir. Komşu lenf bezlerinin tutulumu ve bronşa açılması en sık nedenlerden biridir. En yaygın semptomları; öksürük, balgam, wheezing, nefes darlığıdır. Çoğunlukla tanı geçikmekte, ciddi trakeal (ya da bronşta ise bronşiyal) stenozun gelişmesi, atelektazi ve bronşektazi görülmesiyle akla gelmektedir. Erken tanı, tedavi; komplikasyon gelişimini önlemek için önemlidir. Erken dönemde ET tanısı koyduğumuz ve başarıyla tedavi e ğimiz olgumuzu ender görülmesi açısından sunuyoruz.

Gereç ve Yöntem:

33 yaşında kadın olgu; 15 günlük halsizlik ve öksürük yakınmalarıyla kliniğimize başvurdu.

Bulgular:

Fizik incelemesi normaldi. PA akciğer grafisinde; üst mediastende genişleme, bigisayarlı toraks tomografisnde (TBT); sağ paratrakeal alanda kalsifikasyon içeren, 3x3x2,5 cm boyutlarında kitle izlendi. Bronkoskopisinde trakea alt ucunda lümene çıkın�lı 2 adet 2-3 mm tabanlı beyaz tüberküler lezyon görüldü.Subkarinal lenf bezinden alınan iğne aspirasyonunda ve tüberküllerden alınan mukoza örneklerinde maligniteye rastlanmadı. Trakeal aspira�nda, M. Tuberculosis BACTEC-PCR yöntemi ile pozi�f olması üzerine hastaya ET tanısı konularak 4’lü an�tüberküloz tedavi başlandı.

Sonuç:

Tedavinin dördüncü ayında yapılan PA akciğer grafisinde ve TBT kontolünde belirgin gerileme, yedinci ayındaki kontrollerde ise tama yakın silinme izlenen hastanın tedavisi 12 aya tamamlanarak tam kür sağlandı.

e-PS135

FİBEROPTİK BRONKOSKOPİK YÖNTEMLE TANI KONULAN BİLATERAL TUMÖR BENZERİ ENDOBRONŞİAL TÜBERKÜLOZ OLGUSU

YASEMİN SAYGIDEĞER , BURCU OKTAY , EMİNE SEVGİ , HİKMET FIRAT , SADIK ARDIÇ S.B. DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ

Amaç:

Endobronşial tuberküloz (EBTB) trakeobronşial ağacın tüberküloz ile infeksiyonudur ve erişkin populasyonda sık görülmez. Parankimal hastalık yokluğunda EBTB tanı almakta zorlanabilmekte veya yanlış tanı alabilmektedir. Bu olgu sunumunda amacımız nadir görülen ve bırak�ğı sekel lezyonlarla önemli morbidite nedeni olabilecek bir tüberküloz formu olan endobronşial tüberküloz ile karşımıza çıkan bir olguyu sunmak�r.

Gereç ve Yöntem:

Olgu 20 yaşında, bayan. Yaklaşık 2 aydır devam eden persistan non- prodük�f öksürük, nefes darlığı ve minimal hemop�zi nedeni ile başvurdu. Akciğer grafide hafif sol hiler dolgunluk dışında özellik yoktu. Akciğer tomografisi aksiyel kesi�nde sol hiler kitle ve sol ana bronş içinde polipoid lezyon görülmekteydi. Hasta malignite şüphesi ile ileri tetkik için kliniğimizde hospitalize edildi.

Page 270: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

269

Bulgular:

Fizik muayenesi normal olarak bulundu. Yapılan tetkiklerinde tam kan sayımında Hb:9.6g/dL idi ve biyokimya testleri normaldi. Eritrosit sedimentasyon hızı 56mm/h olarak ölçüldü. Hastaya bronkoskopi yapıldı ve bronkoskopide bilateral çok sayıda tümöral oluşumlar izlendi. Alınan biyopsi örneklerinin patolojik incelemesi ile hasta Endobronşial Tüberküloz tanısı aldı ve an�tüberküloz tedavi başlandı. Tedavinin ikinci ayında yapılan rebronkoskpide lezyonların tama yakın kaybolduğu görüldü. Hasta stenoz gelişmeden tamamen iyileş�.

Sonuç:

Bu olgu sunumu endobronşial lezyonların ayırıcı tanısında endobronşial tüberkülozun da bulunması gerek�ğini ha�rlatmaktadır. EBTB tanısı alan ve komplikasyonsuz iyileşen olgularda hızlı tanı ve erken tedavinin rolü olabileceği düşünülmektedir.

e-PS136

İNTRAVESİKAL BASİLLUS CALMETTE-GUÉRİN İMMÜNOTERAPİSİ SONRASI GELİŞEN MİLİER TÜBERKÜLOZ VAKASI

ABDULLAH ŞİMŞEK , Z. MÜJGAN GÜLER , SİBEL GÜNAY , NERMİN ÇAPAN , ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, ANKARA, TÜRKİYE

Amaç:

Milier tüberküloz, intravezikal BCG immünoterapisinin nadir görülen fakat yüksek mortaliteye sahip bir komplikasyonudur. Bu sebeple erken teşhis ve tedavi şarr.

Gereç ve Yöntem:

Başka bir klinikte, 56 yaşında bir erkek hastada mesane kanseri sebebiyle intravezikal BCG immünoterapisi sonrası 40°C’yi bulan ateş şikaye� başlamış ve çekilen Toraks CT’de her iki akciğerde özellikle alt loblarda yaygın mul�ble nodüller görülmüş. Bunun üzerine milier TB ön tanısıyla TB ve kor�kosteroid tedavisi başlanmış. Üçkez balgam ve idrar ARB’leri nega�f gelmiş ve kliniğimize sevk edilmiş.

Bulgular:

TB tedavisi al�nda, fleksible bronkoskopi ile hastadan transbronşiyal akciğer biyopsisi aldık. Doku biyopsi materyali kazefikasyon nekrozu içeren granülomatöz il�hap olarak raporlandı. Doku ARB ve TB kültürleri nega�i. Bronş lavaj ARB ve TB kültürleri nega�i. TB tedavisiyle hastanın ateşi düştü. An�TB tedavisinin ikinci ayında çekilen kontrol Toraks CT’de nodüllerde belirgin azalma gözlendi

Sonuç:

Nadir görülmesine rağmen, intravezikal BCG immünoterapisi sonrası ateş geliş�ğinde milier tüberküloz akılda tutulmalıdır.

e-PS137

PRİMER MEME TÜBERKÜLOZU; BİR OLGU NEDENİYLE

BUKET AKDOĞAN , BANU ERİŞ GÜLBAY , ZEYNEP PINAR ÖNEN , TURAN ACICAN ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD

Amaç:

Meme tüberkülozu oldukça nadir görülen bir ekstrapulmoner tüberküloz formudur. Sıklıkla klinik ve radyolojik olarak meme kanserine benzemektedir. Doğru tanı koymak ve tedavi etmek için tanı aşamasında meme tüberkülozunun akla gelmesi son derece önemlidir.

Gereç ve Yöntem:

Kliniğimizde 73 yaşında meme tüberkülozu tanısı alan bir olguyu sunduk.

Bulgular:

Sol memede; klinik, laboratuar ve mammografik bulguları meme kanserini düşündüren palpable bir kitle ile başvuran 73 yaşında bayan hastadan alınan ince iğne aspirasyon biyopsininde histopatalojik olarak yer yer kazeifikasyon nekrozu içeren granülmatöz reaksiyon saptandı. Görünüm meme tüberkülozu ile uyumlu idi. Hastada klinik ve laboratuar değerlendirmesiyle başka bir tüberküloz odağı gösterilemedi. Hasta 6 ay 4’lü standart an�-tüberküloz tedavisi aldı. Tedavi sırasında herhangi bir yan etki ya da komplikasyon izlenmedi.

Sonuç:

Meme tüberkülozu çok iyi bilinmeyen, sıklıkla meme kanseri ile karış�rılan bir hastalık�r ve endemik bölgelerden bile nadiren raporlanılmaktadır. Meme kitlesinin ayırıcı tanısında patolojik ve/veya mikrobiyolojik olarak tanı konan meme tüberkülozu akla gelmelidir.

Page 271: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

270

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

e-PS138

POLİNÖROPATİ KLİNİĞİ İLE BAŞVURAN MİLİER TÜBERKÜLOZ VAKASI

SİNEM KARAOSMAN , BAHAR ÖZÇELİK , FATİH YAKAR , MUSTAFA ERELEL , ZEKİ KILIÇASLAN İ.Ü.İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.B.D.

Amaç:

Tüberküloz polinöropa�nin(TB PNP) ak�f tüberküloza bağlı immün aracılı olarak gelişen bir reaksiyon olduğu düşünülmektedir. Bu çalışmada polinöropa� ile kinliğimize başvurun milier tüberkolozlu bir olgu sunuldu.

Gereç ve Yöntem:

Vakamız 74 yaşında erkek, birkaç haalık kol ve bacaklarda güçsüzlük, halsizlik, kilo kaybı, gece terlemesi şikayetleriyle başvurdu ve öncesinde infeksiyon öyküsü yoktu

Bulgular:

Hastanın 4 ekstremitede güç kaybı belirgindi ve hızla yatağa bağımlı olmuştu. Muayenesinde bibaziller inters�syal raller duyuldu. Akciğer PA grafisinde bilateral yaygın milimetrik noduller görülüyordu. Arter kan gazında PaO2:58 mmmHg, PaCO2:38 mmHg, Ph:7.48, SO2:%91 bulundu ve oksijen tedavisi başlandı. Laboratuvarında CRP:53 ESR:90mm/st idi. Kranial ve spinal MR’da spesifik bulgu yoktu. EMG’sinde tüm ekstremitelerde duyu+motor lifleri etkileyen kronik polinöropa� (PNP) ve ak�f denervasyon alanları vardı. Paraneoplas�k PNP açısından çekilen Toraks BT’sinde medias�nal mul�pl LAP, bilateral diffüz granüler görünüm vardı. Tetkiklerle malignite ekarte edildi. Milier tüberküloz ve sarkoidoz öntanılarıyla tetkik edilen hastanın 3 kez balgam ARB’si nega�f geldi. Yapılan bronkoskopide endobronşial lezyon yoktu, bronş lavajında ARB direk bakı nega�i, bronkioalveolar lavajda spesifik bulguya rastlanmadı. Uç biyopsinin patolojisi non-nekro�zan granülomatöz il�hap geldi. Nöroloji konsultasyonuyla yapılan lomber ponksiyonda BOS sitolojisi hiposellüler, az sayıda lenfoid hücre, BOS glukozu düşük, proteini yüksek, lökosit:1, rengi berrak�. Quan�feron pozi�f hastaya milier TB ve TB-PNP öntanısıyla 4’lü an�tüberküloz tedavi başlandı. Bu tedaviyle hastanın oksijen ih�yacı kalmadı. Daha sonra geliş balgamında M.TB üremesi olan hastanın tüberküloz tedavisinin devamına ve ek olarak polinöropa� için fizik tedavi yapılmasına karar verildi.

Sonuç:

Polinöropa� tüberküloz ile birlikte nadir olarak görülebilmektedir. Ancak diğer nedenler tam olarak ekarte edildikten sonra pölinöropa� tüberküloza bağlanabilir.

e-PS139

İZONİAZİD PROFLAKSİSİ ALTINDA TNF-α BLOKER TEDAVİ UYGULANMASINA BAĞLI GELİŞEN TÜBERKÜLOZ PLÖREZİ OLGUSU

EMRAH BATMAZ , TUNCAY ÇAĞLAR TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D

Amaç:

An�-TNF-α an�kor tedavisi için günümüzde onaylanmış endikasyonlar artmaktadır. Bu tedavinin yan etkilerinden biri de latent tüberküloz enfeksiyonun reak�vasyonudur.

Gereç ve Yöntem:

Olgumuz 49 yaşında bayan hasta 15 yıldır ankilozan spondilit nedeni ile tedavi almaktaydı. 2003 yılından beri de TNF-α bloker (infliximab) tedavisi almaya devam etmekteydi. Olgumuzun 2003 yılındaki PPD ölçümünün 11mm olması nedeniyle 9 ay süreyle izoniazid proflaksisi almış�. 2008 yılı şubat ayında konsulte edilen hastada plöre�k göğüs ağrısı mevcu�u.

Bulgular:

Çekilen PA akciğer grafisinde parankim infiltrasyonu izlenmemesine rağmen solda plevral efüzyon saptandı. Torasentezle alınan eksuda vas�nda materyalden gönderilen adenozin deaminaz düzeyi 125 U/L olarak sonuçlandı. Hastaya başlanan 4’lü an� tüberküloz tedavi sonrası 1. ayda çekilen kontrol toraks BT’de plevral efüzyonda tam düzelme izlendi. Tedaviye yanıt alınan hasta TNF-α bloker tedavisine sekonder gelişen tüberküloz plörezi olarak tanı aldı.

Sonuç:

İzoniazid proflaksisi almış olmasına rağmen tüberküloz plörezi gelişen olgumuzu literatürlerde ender rastlanması ve izoniazid proflaksisi alan hastalarda da tüberküloz reak�vasyonu olabileceğini ve bunun plevral efüzyon şeklinde ortaya çıkabileceğini göstermesi bakımından sunmayı uygun bulduk.

Page 272: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

271

e-PS140

AKUT BATIN ÖNTANISIYLA BAŞVURAN AKCİĞER VE ENTERİK TÜBERKÜLOZ VAKASI

TURGAY ÇELİKEL 1, CEM KALAYCI 2, YASİN ABUL 1 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. İSTANBUL 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GASTROENTEROLOJİ B.D.

Amaç:

Enterik tüberküloz akciğer tüberkülozuyla birlikteliği çok sık olan,özellikle akut ba�n kliniği ve inflamatuar barsak hastalığının ak�f dönemiyle karışabilen klinik tablodur

Gereç ve Yöntem:

Akut ba�n kliniğiyle gelen tüberküloz tanısı alan hastamızı sunduk.

Bulgular:

20 yaşında erkek hastaya 24 saatlik şiddetli karın ağrısı,ateş(38.2 ºC) ile hastane acil servisi başvurusunda,fizik muayenede sağ alt kadran şüpheli rebound nedeniyle akut ba�n öntanısıyla acil ultrasonografi(USG) ve ba�n bilgisayarlı tomografi(BT) uygulanıyor.Ba�n USG’de çekumda, terminal ileumda duvar kalınlaşması,pericekal minimal sıvı saptanıyor.Ba�n BT’de çekumda daha belirgin hepa�k fleksura düzeyine dek sağ kolonda duvar kalınlaşması,inflamatuar barsak hastalığı veya CMV koli� öntanıları rapor ediliyor. Hastaya infeksiyoz kolit öntanısıyla metranidazol 500 mg 3x1 p.o.,ciproflaksasin 750 mg 2x1 p.o. başlanıyor.Kliniğimize başvurusunda hikayesi derinleş�rilen hasta 6 ayda 4 kg kilo kaybı,iştahsızlık,ateş(38.2-38.5 ºC) ve eşlik eden kuru öksürük tarifledi.Çekilen PA akciğer grafisinde her iki akciğer üst ve orta zonlarda yaygın non-homojen dansite ar�şları izlendi.Toraks BT’de sağ akciğer üst lob apikal 17 mm’lik kavite,peribronşial ekta�k bronş-kavite ayrımı yapılamayan yaygın lezyonlar,yaygın nodüler lezyonlar saptandı.PPD’si 18 mm olan hastanın yapılan bronkoskopisinde endobronşial lezyon izenmedi ve asit resistan basil (ARB) nega�f olarak geldi. Kolonoskopide hepa�k flekşuradan i�baren yaygın eksuda�f derin ülserler, ileocekal valv lokalizasyonunda polipoid kitle izlendi ve alınan biyopsi, patolojik incelemede granulamatoz kolit olarak raporlandı.Kolonoskopide alınan materyalin mikrobiyolojik incelemesine ARB ++ geldi,Mycobacterium complex üredi.Hastaya 4`lü an�tüberkuloz tedavi başlandı.Takibinin 2. ayında kilo kaybi, ishali, solunum semptomları, ateşi tamamen geriledi ve radyolojik iyilesme izlendi

Sonuç:

Ülkemiz gibi tüberküloz sıklığı yüksek ülkelerde, inflamatuar barsak hastalığının ayırıcı tanısında mutlaka enterik tüberküloz da düşünülmeli,akciğer tüberkülozu ile birlikteliği göz önünde tutulmalıdır.Tanıda kolonoskopik bulgular değerlidir.

e-PS141

LENFOMAYI TAKLİT EDEN AKCİĞER DIŞI TÜBERKÜLOZ OLGUSU

NURAY OKTAY 1, GÜLİSTAN BAHAT 2, BÜLENT SAKA 2, CEMİL TAŞÇIOĞLU 2, ZEKİ KILIÇASLAN 1 1 İ.Ü. İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD 2 İ.Ü. İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ İÇ HASTALIKLARI ABD

Amaç:

Tüberküloz, en sık akciğerler olmak üzere, bütün organları tutabilen, klinik tablosu ve prognozu değişken bir hastalık�r. Biz burada lenfoma kliniği ile ortaya çıkan bir akciğer dışı tb olgusu sunacağız.

Gereç ve Yöntem:

Olgu 48 yaşında kadın hasta, halsizlik, iştahsızlık, kilo kaybı, karında şişlik ve gece terlemesi yakınmasıyla başvurdu.

Bulgular:

Sigara ve alkol öyküsü olmayan hastanın fizik muayenesinde ba�n distandü, palpasyonda splenomegali,perkusyonda ma�te mevcu�u. PPD nega�i. Laboratuvar bulgularında; ESH : 81 mm/saat, CRP: 19 mg/L, Hb : 9.5 g/dL, Hct: % 27, RBC: 3.99 x 106/μl, MCV: 68.7 fL, Lenfosit : 400/mm3, LDH: 520 IU/L. Akciğer grafisi normaldi. Periferik yaymada a�pik hücre görülmedi. Ba�n BT de dalakta 8x7 cm boyutlarında hipodens kitle, dalak medial komşuluğunda en büyüğü 2 cm çaplı birkaç adet LAP ve barsak ansları arasında lokalize asit tespit edilmiş�. Jinekolojik değerlendirilmesi normaldi. Laparoskopide; tüm ince barsak ansları birbirine yapışık, mide ba�n duvarına yapışık, ince barsaklar ve periton yüzeyinde yaygın metastaz odakları mevcu�u. Dalakta ve komşuluğunda retroperitoneal alana oturmuş kitle palpe edildi. Kitle çıkarılamadı. Periton ve ince barsak mezosunda yerleşik mul�pl lezyonlardan çok sayıda biyopsi yapıldı. Peritoni�s karsinomatoza düşünülerek operasyon sonlandırıldı. Biyopsi; minimal nekrozlu granülomatöz il�hap geldi.

Sonuç:

Hastaya 4’lü an�tüberküloz tedavi başlandı. Hastada klinik ve radyolojik düzelme gözlendi. Hasta halen takibimiz al�ndadır.

Page 273: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

272

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

e-PS142

MİKOBAKTERIUM GORDONA: NADİR MASİF HEMOPTİZİ SEBEBİ

SACİT İÇTEN

VAKIF GUREBA EĞT. VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Tüberküloz dışı mikobakteri enfeksiyonların tanısı kolay değildir ve diğer tüberküloz dışı mikobakterilerin kolonizasyonu ve kontaminasyonu ayırt edilmelidir. Tüberküloz dışı mikobakterium her yerde bulunabilen organizmalardır. Ancak insanlarda çok seyrek hastalık etkeni olarak karşımıza çıkarlar. M.Gordona, mikobakteriumlar içersinde en az patojeniteye sahip olanlardan birisidir ve bu organizmaya bağlı hastalıklar çok seyrek�r. Akciğerler, kan, kemik iliği ve diğer organları enfekte edebilirler.

Gereç ve Yöntem:

Olgumuz 45 yaşında erkek, masif hemop�zi yakınması ile başvurmuştur.

Bulgular:

P/A akciğer grafisinde, sağ üst zonda ince duvarlı kaviter lezyonu mevcut idi. Alınan 3 balgamda D-ARB(-) ve PPD: 10mm idi. Nonspesifik tedaviye yanıt alınmadı. Test töropa�k 4’lü spesifik tedavi (izoniasit,rifampisin,ethambutol,morfozinamid) başlandı. Balgam BKK’de üreme olmadı. Hastanın hemop�zisinin devam etmesi ve radyolojik düzelme sağlanmaması üzerine fiberop�k bronkoskopi yapıldı. Bronş lavajında D-ARB nega�f, BACTEC te mikobakterium gordona üredi. M. Gordona tedavisi düzenlendi. (rifampisin,ethambutol,klaritromisin,siprofloksasin).klinik ve radyolojik düzelme sağlandı.

Sonuç:

Tüberkuloz dışı mikobakterial akciğer hastalıkların radyolojik görünümleri mikobakteri tüberküloza benzer. HİV’siz m.gordona hastalığının akc radyolojik görünümleri akciğer infitratları ve/veya noduler, küçük ve ince duvarlı kaviterdir. İlerlemiş laboratuar teknikleri nontüberküloz mikobakeriumların izolasyonu ve tanımlanmalarını ar�rmaktadır. M.gordona hastalığına bağlı yeni vakalar bu hastalık ile ilgili bilgilerinin artması amacıyla yayınlanması gerekir.

e-PS143

MORTAL SEYREDEN MYCOBACTERİUM TÜBERKÜLOZİS DIŞI AKCİĞER TÜBERKÜLOZU

OĞUZ AKTAŞ , MELTEM AĞCA , KADRİYE TERZİOĞLU , SİBEL ARINÇ , TURAN KARAGÖZ SÜREYYAPAŞA GÖGÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Mycobacterıum Abscessus; M. fortuitum, M. chelonea, M. abscessus’un içinde bulunduğu hızlı üreyen nontüberküloz mycobacteria grubu içinde yer alır. M.abscessus çevresel bir mikroorganizma olup, doğal ve içilebilir su kaynaklarında, toprakta bulunur. An�biyo�klere ve tüberküloz ilaçlarına dirençli olma özelliklerinden dolayı tedavileri zor, prognozları kötüdür. Lokalize olarak cilt ve yumuşak doku enfeksiyonlarında, cerrahi sonrası yaralarda veya yaygın enfeksiyon ajanı olarak kis�k firozlu hastaların transplantasyonları sonrasında görülebilir

Gereç ve Yöntem:

Yetmiş dört yaşında bayan hasta, öksürük, balgam, göğüs sağ tara�nda ağrı yakınmaları ile kliniğimize müracaat e . Yakınmalarının 3 aydır olduğunu belirten hastanın öz geçmişinden Tip 2 diabe� olduğu, otuz yıl ve üç yıl önce olmak üzere iki kez tüberküloz geçirdiği ve en son tedavisini terk e ği öğrenildi.

Bulgular:

Akciğer grafisinde trakeanın sağa doğru ve sağ hilusun yukarıya doğru yer değiş�rdiği, sağ üst zonda konsalidasyonun olduğu görüldü. Balgam bakısında Mycobacterıum Abscessus üreyen hastanın balgamı başka bir referans laboratuvarında bakılmak üzere incelendi. İkinci kez M.Abscessus üremesi üzerine hastaya klaritromisin, moksifloksasin, sikloserin, promid tedavisi başlandı. Taburculuğundan sonra tedavisine düzensiz olarak devam e ği öğrenilen olgu, genel durumun kötüleşmesi ve ba�nda asit toplanması ile tekrar kliniğimize kabul edilmiş�r. Amikacin, klaritromisin, moksifloksasin, sikloserin tedavisi başlanan olgu ya�şının yedinci günü kaybedilmiş�r.

Sonuç:

. Kinik ve radyolojik olarak klasik tüberküloza benzeyen M. abscessus tüberkülozu, bir çok an�byo�k ve tüberküloz ilaçlarına direçli olmasından dolayı kötü prognoza sahip�r. Daha çok kis�k fibrozlu, immunsuprese veya geçirilmiş akciğer hastalığı olanlarda görüldüğü gibi, normal insanlarda da rastlanabilir. Hastalığın mortal olabilmesinden dolayı, öncelikle bu özelliklere sahip kişilerde ayırıcı tanıda akılda tutulmalı ve şüpheler doğrultusunda teşhis yollarına başvurulmalı dır.

Page 274: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

273

e-PS144

TÜBERKÜLİN CİLT TESTİ SONUCUNA DAYANARAK TÜBERKÜLOZ TEDAVİSİ VERİLEN KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KANSERLİ HASTA

EYLEM SERCAN KAPLAN 1, CENGİZ ÖZGE 1, AHMET İLVAN 1, MUKADDER ÇALIKOĞLU 1, OĞUZ KÖKSEL 2, ERHAN AYAN 2, BAHRİ TEMURAY 1, TUBA KARABACAK 3 1 MERSİN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 MERSİN ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI 3 MERSİN ÜNİVERSİTESİ PATOLOJİ ANABİLİM DALI

Amaç:

Tüberküloz(TB) hastalarının değerlendirilmesi kapsamlı bir �bbi yaklaşım gerek�rir. Hastanın anamnezi, fizik muayene bulguları, radyolojisi, tüberkülin cilt tes� (TCT) ile hastalıktan şüphelenilir ve bakteriyolojik ya da histolojik inceleme ile tanı kesinleş�rilir. Yayma nega�f olan hastalarda ayırıcı tanı olanakları olan bir hastanede tüberküloz tedavisine karar verilmelidir. Bu olgu sunumunun amacı tüberkulozun kesin tanısının bakteriyolojik olarak konduğunu ve yayma nega�f hastalarda ileri tetkik yapılması gerekliliğini vurgulamak�r.

Gereç ve Yöntem:

Olgumuz, 11 aydır halsizlik,sırt ağrısı ve dispne şikaye� olan 55 yaşında bayan hasta. 40 paketyıl sigara öyküsü mevcut.

Bulgular:

Dış merkezde çekilen akciğer grafisinde kardiyotorasik oranda artma ve sol hiler genişleme tespit edilmiş, TCT 11 mm bulunmuş. Bu bulgulara dayanarak ileri tetkik yapılmadan Akciğer Tüberkulozu tanısı ile an�tüberküloz tedavisi başlanmış. Yaklaşık 4 ay tedavi sonrasında şikayetlerinin artarak devam etmesi üzerine an�tüberkuloz tedaviyi bırakmış. Başka bir merkeze nefes darlığı yakınması ile başvuran hastada masif perikardiyal ve sol plevral effüzyon saptanmış, yaklaşık 1500 cc perikardiyal sıvı drene edilmiş. Kliniğimize yönlendirilen hastanın plevral sıvısı transuda vas�nda idi. Toraks bilgisayarlı tomografisinde mediastende sol paratrakeal alan, aor�kopulmoner pencere, subkarinal alan ve sol hiler alanı içeren 9x5 cmlik yumuşak doku dansitesi, solda masif plevral sıvı, perikardiyal sıvı saptandı. Mini torakotomi ile biyopsi alınan hastanın patoloji sonucu Küçük Hücreli Akciğer Kanseri olarak geldi. Patolojik tanı şikayetlerinin başlamasından yaklaşık 11 ay sonra konuldu. Tanı konulmasından 1 haa sonra kaybedildi.

Sonuç:

TB kesin tanısı bakteriyolojik olarak konur. Klinik ve radyolojik olarak tüberküloz düşünülen hastalarda hemen TB tedavisi başlamak yerine Ulusal Tüberküloz kılavuzunda belir�ldiği gibi ayırıcı tanı olanakları olan merkezlere yönlendirilmesi daha doğru bir yaklaşım olacak�r.

e-PS145

SON DÖNEM BÖBREK YETMEZLİĞİ VE STİLL HASTALIĞI OLAN MİLİYER TÜBERKÜLOZ TANILI BİR OLGU

YILDIZ UÇAR 1, NESİL BAYRAKTAR 2, EVRİM YANMAZ 2, HALİL KURT 1, ÖZLEM ÖZDEMİR KUMBASAR 1 1 ANKARA ÜNİVERİSTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİMDALI 2 ANKARA ÜNİVERİSTESİ TIP FAKÜLTESİ ENFEKSİYON HASTALIKLARI ANABİLİMDALI

Amaç:

Miliyer tüberküloz; immün sistemdeki defektler nedeniyle daha çok progresif primer hastalığın bir formu olarak ortaya çıkar.Kronik böbrek yetmezliği (KBY) gelişmiş ve diyalize giren olgularda bozulmuş immün yanıt nedeni ile ak�f tüberküloz gelişme oranı normal populasyona göre %6-16 daha fazladır.Sistemik kor�kosteroid (KS) tedavisi kullanımı durumunda da ak�f tüberküloz hastalığı gelişme oranı1-5 kat artmaktadır. KBY ve var olan S�ll hastalığı nedeni ile KS kullanan ,immunsüprese olgumuzda gelişmiş olan milier tüberkülozu ; zor tanı süreci nedeni ile sunuyoruz.

Gereç ve Yöntem:

Kliniğimize yüksek ateş nedeni ile başvuran 31 yaşındaki erkek olgu.

Bulgular:

Olgunun fizik incelemesi normal,labaratuvar incelemesinde tam kanda pansitopeni ,CRP yüksekliği saptandı. Toraks tomografisinde hiler,medias�nal nekroze lenfadenopa� izlendi. Pansitopeni nedeni ile yapılan kemik iliği biopsisi granülamatöz inflamasyon ile uyumlu gelince miliyer tüberküloz öntanısı ile KS tedavisi kesilip 4 lü an�tüberküloz tedavisi başlandı.Tedavi al�nda ateşi,pansitopenisi devam eden ve solda plevral sıvı gelişen hastada;s�ll hastalığı ak�vasyonu düşünülüp tekrar KS tedavisi eklendi.Takipte kemik iliği biyopsisi tüberküloz kültür sonucu myc.tübekülozis ile uyumlu gelince miliyer tüberküloz tanısı kesinleş�rildi.KS ve tüberküloz tedavisi al�nda; ateşi kontrol al�na alındı,pansitopenisi düzeldi,plevral sıvısı geriledi.

Page 275: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

274

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

Sonuç:

Tanıda zorluk yaşadığımız ve tedaviye geç yanıt aldığımız olgumuzun; takibi devam etmekte olup, tüberküloz tedavisinin 9 aya tamamlanması planlandı.

e-PS146

SKROFULODERMA-OLGU BİLDİRİMİ: TAHMİN EDİLEMEMİŞ VE TANISIZ KALMIŞ BİR OLGU

PINAR AKIN , DEMET KARNAK , AYDIN ÇİLEDAĞ , OYA KAYACAN ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD

Amaç:

Cilt tüberkülozu ekstrapulmoner tüberkülozun nadir bir formudur, skrofuloderma ise cilt tüberkülozu formlarından biridir. En sık servikal bölgede görülmekte ve genellikle lenf nodlarının cilde fistülizasyonu sonucu ortaya çıkmaktadır. Biz de, yaklaşık 10 yıldır şikayetleri olan, ama şüphelenilmediği için tanısı geciken tüberküloz lenfadenit ve skrofuloderma tanısı koyduğumuz bir olguyu sunuyoruz.

Gereç ve Yöntem:

96 yaşında kadın hasta 10 yıldır süren mul�pl servikal lenf nodları nedeniyle kliniğe ya�rılıdı. Bu lenf nodlarından en büyüğünün cilde fistülize olduğu ve buradan pürülan bir materyalin drene olduğu izlendi. Lezyon sınırlarında krut ve merkezinde nodülarite izlendi.

Bulgular:

Lezyondan drene olan pürülan materyal, Erlich-Zhiell-Nelsen ile boyandıktan sonra direkt ışık mikroskobunda incelendi ve ATS kriterlerine göre (++++) asit-rezistan basil (ARB) saptandı. Ayrıca BACTEC ve PCR yöntemleri ile ARB pozi�fliği gösterildi ve mikroorganizma M.tuberculosis olarak verifiye edildi. Fistülize lenf nodu yatak başı debride edildi ve patolojik incelemede granülomatöz lenfadenit saptandı. Dörtlü rejim içeren an�-tüberküloz tedavi (izoniazid, etambutol, rifampisin, pirazinamid) hemen başlandı. Tedavinin birinci ayında ateş düştü, klinik yanıt alındı ancak olgu tedavi ile ilişkili komplikasyonlar gelişmeden ani kardiak nedenler yüzünden kaybedildi.

Sonuç:

Türkiye gibi tüberküloz açısından endemik bir bölgede cilde fistülize lenf nodu saptanan olgularda akla hemen skrofuloderma ge�rilmelidir.

e-PS147

DİŞ TEKNİSYENİ PNÖMOKONYOZU; İKİ OLGU NEDENİYLE

DİLEK ERGÜN 1, RECAİ ERGÜN 2, ELİF REYHAN HAN 1, TÜRKAN NADİR ÖZİŞ 1 1 ANKARA MESLEK HASTALIKLARI HASTANESİ 2 ANKARA DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Diş teknisyenlerinde mesleki maruziye�n saptanması.

Gereç ve Yöntem:

Diş Teknisyeni olan 2 hastanın retrospek�f değerlendirilmesi.

Bulgular:

Her iki akciğer grafilerinde ILO sınıflamasına göre ; bütün zonlarda yaygın 1,5-3mm (q) ve 3-5mm (r) çapında opasiteler q/r 3/3 olarak değerlendirildi. Toraks HRCT de de yaygın milimetrik nodüller mevcu�u. SFT ve arteryel kangazı tetkikleri normaldi.

Sonuç:

Diş laboratuarlarında çalışan kişilerin asemptoma�k olsalar bile mutlaka periyodik muayenelerinin yapılması görüşündeyiz.

e-PS148

TEFLON TAVA FABRİKASINDA ÇALIŞAN KOMPLİKE SİLİKOZİS VAKASI

DİLEK ERGÜN 1, ELİF REYHAN HAN 1, RECAİ ERGÜN 2, TÜRKAN NADİR ÖZİŞ 1 1 ANKARA MESLEK HASTALIKLARI HASTANESİ 2 ANKARA DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Günlük haya�mızda sık kullanılan teflon tava, tencere vb. mu�ak eşyalarının yapımında da yüzey düzgünlüğünün sağlanması için kumlama işlemi yapılmaktadır. Bu iş sahasında çalışanlarda da ağır silikozis vakalarına rastlanmakta. Bu iş kolunda çalışanlarında da silikozis yönünden sorgulanmasını vurgulamak için bu vakayı sunuyoruz

Gereç ve Yöntem:

Evlenmek için ru�n kontrollerde çekilen akciğer filminde yaygın lezyonlar saptanan, teflon tava fabrikasında kumlama işi yapan bir olgunun değerlendirilmesi.

Page 276: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

275

Bulgular:

Herhangibir şikaye� olmayan hastanın, fizik muayenesi ve ru�n tetkikleri normaldi. Sigara öyküsü yoktu.Öz ve soy geçmişinde özellik yoktu.Meslek öyküsünde;yaklaşık 4 yıl önce 5 yıl süre ile teflon tava imala� yapılan fabrikada sahil kumu ile kumlama işini yapmış. Akciğer grafisi özellikle üst ve orta zonlarda daha yoğun olan çapı 1,5-3mm olan yuvarlak opasiteler (q) ve eni 1,5-3mm olan düzensiz opasiteler (t) ve sağ üst lob alanını aşan pnömonik gölge koyuluğu (C), ILO klasifikasyonunda q/t 3/2 +C ‘ye karşılık gelmektedir. Torax HRCT’de büyümüş hiler , medias�nel lenf nodları ve her iki ac üst zonlarda daha beligin olmak üzere yaygın nodüller görünüm ve üst loblarda yer yer noduler konglemerasyon saptandı. SFT: FEV1: 2,22 (%58), FVC:3,59 (%81), FEV1/FVC: 62 :Difüzyon Tes�: DLCO:%75 idi. Arteryel kangazları tetkiki normaldi

Sonuç:

Meslek hikayesi ve �pik radyolojik bulguların varlığında ve hastanın hikayesindede bu radyolojik bulguları açıklayacak hastalık ve sigara öyküsünün olmaması sebebiyle hasta komplike silikozis olarak kabul edildi.

e-PS149

GAZYAĞI ASPİRASYONUNA BAĞLI GELİŞEN ATEŞ YİYENLERİN PNÖMONİSİ - 3 OLGU

AYDIN AKBULUT 1, ÖMER ÖZBUDAK 1, NERMİN KESKİNER 2, ÇAĞATAY ATAOL 2 1 AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI

Amaç:

Hidrokarbon pnömoni�si, kerosen gibi uçucu ve düşük viskoziteli hidrokarbonların aspirasyonu sonrasında gelişen akut, şiddetli bir pneumoni�s tablosudur. Vakaların çoğunluğu çocukluk yaş grubunda görülürken, geri kalan vakaların büyük bir çoğunluğu Ateş ile gösteri yapanlar (Fire Eater’s) gibi mesleki maruziyetler ile görülür. Biz Fire Ea�ng gösterisi sonrasında ortaya çıkan 3 hidrakarbon pneumoni�si olgusunu sunuyoruz.

Gereç ve Yöntem:

Vaka 1: 19 yaşındaki erkek hasta bölümümüze ateş yeme gösterisi sonrasında öksürük, ateş, nefes darlığı, hemop�zi nedeniyle başvurdu. Fizik muayenesi ve akciğer grafisi pnömoni olarak değerlendirildi ve 500 mg/gün levofloksasin başlandı. Levofloksasin tedavisinin 4. gününde çekilen toraks BT’de alt loblarda kalın duvarlı kaviter lezyonlar izlendi. Hastanın ateşinin devam ediyor olması nedeni ile 40 mg/gün prednizolon başlandı. Steroid tedavisinin 3. gününde ateşi normale döndü ve hasta

oral levofloksasin ve kor�kosteroid tedavi ile taburcu edildi. Hasta tedavinin 2. haasında tekrar görüldü ve levofloksasin ile almakta olduğu prednizolon kesildi. Kontrol akciğer grafisinde bilateral akciğer alt loblardaki lezyonlarda gerileme mevcu�u. Vaka 2: 24 yaşında erkek hasta ateş üfleme gösterisi sonrasında başlayan ve bir haadır olan ateş, öksürük, balgam, hemop�zi ve dispne yakınması ile başvurdu. Akciğer grafisi ve yüksek rezolüsyonlu akciğer tomografisinde bilateral alt zonlarda konsolide sahalar görüldü. Hasta “Fire Eater’s Pneumonia” olarak değerlendirildi. Ampisilin-sülbaktam (6 gr/güb) ve klaritromisin (1 gr/gün)tedavisine ek olarak prednizolon ()başlandı. An�biyo�k ve kor�kosteroid tedavisinden 5 gün sonra hasta klinik ve radyolojik olarak iyileşme gösterdi. Oral amoksisilin-klavulonik asit (3 gr/gün) , klaritromisin (1 gr/gün) ve prednizolon verildi. Vaka 3 : Olaydan önce sağlıklı olan 18 yaşındaki erkek hasta otelde animatör olarak çalışmakta idi. Hastaneye nefes darlığı, göğüs ağrısı, öksürük ve 38,5ºC olan vücut sıcaklığı ile başvurdu. Ateş yeme gösterisini ilk defa deniyordu. Bu deneme esnasında kaza ile bir ağız dolusu kerosene aspire e . Akciğer grafisinde bilateral alt zonlarda yoğun infiltrasyonları mevcu�u. Toraks tomografisinde ciddi nekro�zan pnömoni ve plevral efüzyon mevcut idi. Hasta piperasilin-tazobaktam (13,5 gr/gün), klaritromisin (1 gr/gün), prednizolon (40 mg/gün) ile tedavi edildi.

Bulgular:

Kerosene aspirasyonu ve “Fire Eater’s Pneumonia” diye adlandırılan kimyasal pnömoni�s ateş sıklıkla çocuklarda ve ateş ile gösteri yapanlarda görülür. Düşük viskoziteye ve yüzey gerilimine sahip parafin, naen ve kerosen gibi bileşikler bronşiyal ağaç boyunca hızlıca yayılır ve sürfaktan bariyeri parçalar. Bundan sonra makrofaj ak�vasyonunu provake ederler ve sitokinlerin artmış salınımına neden olur. “Fire Eater’s Pneumonia” mesleksel bir hastalık�r ve uçucu hidrokarbonlara maruziyet tanının temelini oluşturur. Radyolojik bulgular nonspesifik�r. Bilgisayarlı tomografi, atelektazi, konsolidasyon, nekroz, kaviter lezyon, plevral efüzyon gibi komplikasyonların erken ve doğru tanısını sağlar. Aynı zamanda daha nadir olan pnömotoraks ve bronkoplevral fistül gibi komplikasyonları tespit etmede de kullanışlıdır. Bizim hastalarımızdaki kaviter lezyon, konsolidasyon ve infiltrasyon gibi radyolojik bulgular alt zonlarda ve bilateral idi. “Fire Eater’s Pneumonia” psödoinfeksiyöz bir akciğer hastalığıdır ve inflamatuar sitokinlerin salınması ile ilişkilidir. Kor�kosteroidlerin kullanılması etkilenen hastalar kliniği iyileş�rebilir. Ancak bu tedavi bir standart değildir. Biz bu hastalar için kor�kosteroidleri kullandık ve sonuçları takip e k. Kor�kosteroid ile tedavi edilen hastalarımızda klinik ve radyolojik olarak iyileşme görüldü.

Sonuç:

Bazı araş�rmalar takip eden aspirasyonları önlemek için gastrik dekontaminasyonun da erken vakalarda fayda sağlayabileceğini önermektedir. “Fire Eater’s Pneumonia” vakalarında an�biyo�k tedavisine kor�kosteroid eklenmesinin yararlı olabileceğini düşünmekteyiz.

Page 277: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

276

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

e-PS150

BİR MESLEKİ AKCİĞER HASTALIĞI OLGUSU: HİPERSENSİTİVİTE PNÖMONİSİ

ELİF REYHAN HAN 1, DİLEK ERGÜN 1, TÜRKAN NADİR ÖZİŞ 1, RECAİ ERGÜN 2 1 ANKARA MESLEK HASTALIKLARI HASTANESİ 2 ANKARA YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Amaç:

Burada, işinde reçine esaslı sente�k bir yapış�rıcı kullanan ve hipersensi�vite pnömonisi saptanan bir vaka sunulmaktadır

Gereç ve Yöntem:

32 yaşında erkek hasta.. Sigara içmiyor. Yaklaşık 2 yıldır eforla artan nefes darlığı, hırlama şikaye� var. Başvurduğu hastanede as�m tanısı ile hastaya inhaler tedavi önerilmiş. Hasta ilaçları kullandığında rahatladığını ifade ediyor. Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesi’ne hasta mesleki as�m şüphesi ile gönderilmiş.hasta 2004-2008 yılları arasında ilk 1 yıl döşemeci, son 3 yıldır yapış�rmacı olarak çalış�ğını ifade ediyor. Sünger üzerine sente�k reçine esaslı yapış�rıcı sürdükten sonra kumaş malzemeyi yapış�rdığını söylüyor. İş esnasında maske kullanmadığını ifade ediyor. Hastanın şikaye� yapış�rmacı olarak çalışmaya başladıktan yaklaşık 2 yıl sonra ortaya çıkıyor.

Bulgular:

Arteriyel kan gazında pO2: 68 mmHg, pCO2:37 mmHg sat: %92. Akciğer grafisinde sağ akciğer alt zonda nonhomojen dansite ar�mı mevcu�u. Toraks HRCT’de her iki akciğerde dağınık amfizem alanları ve sağ akciğer alt lobda belirgin olmak üzere buzlu cam şeklinde inflamatuvar dansite ar�mları mevcu�u. SFTsinde restriksiyonu ve DLCO düşüklüğü mevcu�u. bronkoskopi nondiyagnos�k�. Açık akciğer biyopsisi sonucu hipersensi�vite pnömonisi olarak rapor edildi.

Sonuç:

Hasta 1mg/kg/gün olacak şekilde steroid tedavisi ile takibe alındı. Belirli bir an�jenle temasın kanıtlanması amaçlı hastanın iş yeri ile ilgili müfe ş tahkikat raporları istendi.

e-PS151

KAYNAKÇILIĞA BAĞLI MASSİF HEMOPTİZİ VAKASI

OĞUZ UZUN , TİBEL TUNA , ÖZGÜR İNCE , LEVENT ERKAN ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

Amaç:

Ülkemizde de yaygın bir meslek olan kaynak işçiliğine bağlı daha önce pnömokonyoz, kronik bronşit, as�m ve inters�syel akciğer hastalılıkları gelişimi bildirilmesine rağmen, hemop�zi ve alveoler hemoraji sendromu bildirilmemiş�r. Bu nedenle literatürde daha önce yer almayan, kaynak işçiliğine bağlı masif hemop�zi tablosuyla başvuran bir alveoler hemoraji sendromunu sunmayı uygun bulduk.

Gereç ve Yöntem:

Daha önce bilinen bir hastalığı olmayan, 25 yaşında, sekiz yıldır kaynak işçiliği yapan erkek hasta, kaynak yap�ktan bir saat sonra gelişen masif hemop�zi tablosu ile kliniğimize başvurdu.

Bulgular:

Posteroanterior akciğer grafisinde ve akciğer tomografisinde alveoler hemoraji ile uyumlu görünüm izlenen hastanın bronkoskopisinde; özellikle sağ alt lobdan gelen yaygın hemoraji dışında bir özellik izlenmedi. Soğuk SF ve adrenalinle lavaj yaplarak kanama kontrol al�na alındı. Yapılan tetkiklerinde; trombosit sayısı, INR, eritrosit sedimentasyon hızı, kanama ve pıh�laşma zamanları, otoan�korları ve periferik kan yayması normaldi. Hastanın hemop�zisi birkaç gün içinde azalarak durdu. Beş gün içinde akciğer grafisi tamamen düzeldi. Hastada hemop�ziyi açıklayacak herhangibir nedenin olmaması, kaynakçılarda görülebilen kronik başağrısı, konjonk�vit gibi ek bulguların da olması nedeniyle hemop�zinin kaynakçılığa bağlı olduğu düşünüldü.

Sonuç:

Kaynak işçiliğinin hemop�zi ve alveoler hemoraji sendromuna da yol açabileceği akılda tutulmalıdır.

Page 278: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

277

e-PS152

AĞIR ASTIMLI ÇOCUK OLGUDA OMALİZUMAB İLE İLK DENEYİM

MUSTAFA ARGA , ARZU BAKIRTAŞ , İPEK TÜRKTAŞ , M.SADIK DEMİRSOY GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK ALLERJİ VE ASTIM BİLİM DALI

Amaç:

Ağır as�m, uluslararası klavuzlar doğrultusunda uygulanan tedavilere rağmen önemli morbidite ve mortalite sorunu olmaya devam etmektedir. Son yıllarda diğer koruyucu tedavilere rağmen klinik kontrolün sağlanamadığı durumlarda, uluslararası tedavi kılavuzlarına göre 5.basamakta monoklonal an� IgE an�koru (omalizumab) kullanımı önerilmektedir. Bu sunumda kliniğimizde ağır persistan as�m tanısıyla izlediğimiz bir olguda omalizumab tedavisiyle ilgili deneyimimizi sizlerle paylaşmayı amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Kliniğimizde orta-ağır atopik persistan as�m tanısıyla izlediğimiz 13 yaşında erkek hastanın, Eylül 2007-Ocak 2008 döneminde düzenli kullandığı yüksek doz inhaler steroid, uzun etkili β2 agonist ve lökotrien reseptör blokörü tedavilerine rağmen as�mı kısmi kontrol al�ndaydı. Ocak- Mart 2008 döneminde, biri pnömomedias�num ile komplike olan, toplam iki ağır as�m atağı geçirdi. Bu süreci izleyen 6 haalık dönemde semptom skoru, yaşam kalitesi ve klinik kontroller ile as�mı kliniği kontrolsüz olarak değerlendirilen hastaya uluslararası tedavi rehberlerine uygun olarak an� IgE tedavisi verilmesi planlandı ve Mayıs 2008 tarihinden i�baren aylık 300 mg/doz omalizumab tedavisi subkutan olarak uygulanmaya başlandı. Olgunun tedavinin ilk 4 aylık dönemindeki klinik yanı� semptom skoru, yaşam kalitesi, SFT’leri ve klinik kontroller ile değerlendirildi.

Bulgular:

As�m kliniğinde tam kontrol sağlanan hastanın tedaviye klinik yanı� olduğu belirlenerek tedavisi bir yıla uza�ldı. Tedavinin 5. ayından i�baren inhale steroid dozu 6 haa aralarla %25 oranında azal�lan olgunun bu dönemde as�m kontrolünde, günlük semptom skorunda, yaşam kalitesinde ve SFT’de bozulma saptanmadı. Omalizumab uygulaması sırasında sistemik herhangi bir yan etki izlenmedi.

Sonuç:

Olgumuz, ülkemizde çocukluk çağı as�m popülasyonunda bildirilen ilk omalizumab uygulaması olup, ilk 7 aylık döneminde semptomlar, hayat kalitesi ve SFT’de düzelme ve inhaler steroid dozunda azalma sağlanmış�r.

e-P153

ALFA 1 ANTITRIPSIN DEFICIT AND CHLAMIDIA INFEK-TION IN A 7-Y.OLD BOY-CASE REPORT

LİDİJA PETRUSEVSKA-KOLEKEVSKA

INSTİTUTE FOR RESPİRATORY DİSEASES İN CHİLDREN-KOZLE

Aim:

Alfa1an�trypsin deficiency(A1AT)is a gene�c disorder caused by defec�ve produc�on of A1AT leading to decreased A1ATac�vity in the blood and lungs and deposi�on of excessive abnormal A1AT protein in liver cells.Aim;To show a rare case of chlamidia pneumoniae infec�on in a child with A1At deficiency

Method:

Case presenta�on;male child ,7y.,with history of chronic ur�caria in a period of two years.He was presented at hospital admission with edema Quincke ,ur�caria ,rare dry cought and mild bronchial opstruc�on.Family history for atopy was posi�ve ,ambulatori Rida-screening alergo tests were nega�ve.He was a first child from patologic pregnancy durig which mother received an�bio�cs and spazmoli�ks for nefroli�asis.In the first year he presented medica�on allergy on macrolides??

Results:

Laboratory findings;biological parameters as CRP-neg.,Le<10 000,hepa�c transaminase slitly elevated Imunodiffusion;IgA;2,21g/l,IgG;5,70g/l,IgM;o,67g/l,serum IgE(Vidas);247,39KIU/L highly increased, C3-2,38g/l,C4-0,30g/l,AST<200 IU/dl,urine and drainage samples remain sterile.Pneumoslide IF was posi�ve for IgM Chlamidia pneumoniae and Influencae B,alfa1antripsin in blood;0,68g/l.(<80mg/dl) Spirometry-normal lung func�on,ultrasografic inves�ga�on of abdominal organs was normal,X-ray showed parenchimal infiltra�ons both sides and hyperinfla�on.He was treated with inhala�on of salbutamol and claritromycin orraly for two weeks.Control x-ray shows good improvement but skin lesions s�ll exists.He was discharged with normalized chest finding and suggest to receive hepatoprotec�ve medicines,an�oksidants and topic cor�costeroid.the next step is to make gene�c inves�ga�ons.We was not able to performe skin prick allergy tests but spec. IgE for dermatoph. Pter. was elevated.

Conclusion:

Conclusion; inves�ga�on in children with appearance of hronic ur�caria or other skin lesions need mul�disciplinary consulta�on and cheking the level of A1AT in blood.

Page 279: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİGöğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün

278

TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009

e-PS154

KONJİENİTAL LOBER AMFİZEMİ TAKLİT EDEN YABANCI CİSİM ASPİRASYONU

SEVGİ PEKCAN , HASİBE UYGUN , NAZİFE ALPTEKİN , HASİBE ARTAÇ , SEVGİ KELEŞ , İSMAİL REİSLİ SELÇUK ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI ABD

Amaç:

Yabancı cisim aspirasyonu çocukluk çağında morbidite ve mortalitenin önemli bir sebebidir. Tekrarlayan alt solunum yolu infeksiyonu hikayesi olan ve tedaviye cevap vermeyen hastalarda yabancı cisim aspirasyonu akla gelmelidir. Bu çalışmada; konjenital lober amfizemi taklit eden yabancı cisim aspirasyon olgusu sunuldu.

Gereç ve Yöntem:

Bu çalışmada; konjenital lober amfizemi taklit eden yabancı cisim aspirasyon olgusu sunuldu.

Bulgular:

Yabancı cisim aspirasyonu çocukluk çağında morbidite ve mortalitenin önemli bir sebebidir. Tekrarlayan alt solunum yolu infeksiyonu hikayesi olan ve tedaviye cevap vermeyen hastalarda yabancı cisim aspirasyonu akla gelmelidir. Bu çalışmada; konjenital lober amfizemi taklit eden yabancı cisim aspirasyon olgusu sunuldu.

Sonuç:

Çocuğun yaşı küçük olsa bile akciğer grafisinde havalanma farkı olan çocuklarda kongenital anomalilerle birlikte yabancı cisim aspirasyonuda unutulmamalı