be§evl~r anıtarcı .. kureselleŞme,...

19
.. !Jhsan Çap A. O. ilahiyat Fakültesi - ULUS-DEVLET VE DiN Editörler GÜRS0Y - ihsan ÇAPCIOGLU ANKARA 2007

Upload: others

Post on 19-Oct-2020

7 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • ..

    !Jhsan Çap cıoğta A. O. ilahiyat Fakültesi

    Be§evl~r - Anıtarcı

    KURESELLEŞME, ULUS-DEVLET

    VE DiN

    Editörler

    Şahin GÜRS0Y - ihsan ÇAPCIOGLU

    ANKARA 2007

  • KÜRESELLEŞME, SiYASET VE DiN"

    Roland ROBERTSON Çevirenler

    Hakkı KARAŞAHiN - Şahin GÜRSO Y

    Bu araştırmada öncelikli sorunumuz son yıllarda dinin ne-redeyse· dünya çapında siyasallaşmasıdır. Bu gelişmenin tam olarak k.üresel kapsamını açıklayabilrnek için dikkatimizi doğrudan doğruya küresel şartlara yöneltrneliyiz. Eğer bu olguya .sadece toplurndan topluma karşılaştınnalı bir ş_ekilde yaklaşırsak, toplumların çoğunda karşılıklı olarak dinin siyasete, siya-setin dini' amaçlara gittikçe daha fazla alet edildiği ya da tam

    tersi gerçeğinin önemini gözden kaçınnz. Bir başka deyişle, ki-

    lise ve devlet, din~ ve siyasi hareketler, teoloji ve ideoloji ve ben-zerleri arasındaki görünüşte problemli ilişkiler geleneksel sos-yolojik kriterler açısından aralarında keskin farklar bulunan toplumlarda yerel ve evrensel bağlamlarda gerçekleşmektedir. Nitekim her ne kadar son zamanlarda dinin siyasallaşması (ya da siyasetin dinselleşmesi) olgusunu kavrayabilrnek için top-lurolann iç karakteristiklerinin ihmal edilebileceği burada ke-sinlikle iddia edilmemiş olsa·

  • HAKKI KARAŞAHiN - ŞAHIN QÜRSOY

    başka sosyo-kültürel fenomenle ilgili olanlarm karakteristik ola- . rak küresel olması gerektiğini modern dünyada çağdaş güncel

    eğilimler ve değişimler konusimdaki bu analizimizin temel tes-pitlerinden birisi olarak ileri sürüyorum. Karşılaştırmalı analiz, ideal olarak küresel analizle ve tarihsel perspektifle birleştirilmelidir. Bunun1a birlikte ben bu çalışmada temel olarak günü-

    mi,izdeki küreselleşme süreci ile dinin si yasallaşması arasındaki uygun1uk tartlşması ile ilgileniyorum. 56

    Şunu da açıklığa kavuşturmalıyım ki, dini alandaki değişimler konusunda küresel bir yiliaşıını benimsemekle, çoğu

    sosyal bilimcinin zihninde özellikle Wall.erstein'ın ismiyle ilişkilendirilen "dünya sistemi teorisi" (world-system theory) ekolü-

    nün analitik araçlarını kullanmıyorum. Aslında benim ve Wal-lerstein'in yaklaşımı arasında ortak olan tek analitik eğilim, bütün toplumların gittikÇe daha fazla küresel kısıtlamalara maruz kaldıklandır. Sadece.bu açıdan bile aralarında büyük

    farklar vardır. Wallersteinciler ve "dünya sistemi teorisinin" di-ğer birçok taraftarları ve bununla ilişkili yaklaşımıann temel

    sınırlılıkları, siyasi (Wallerstein'in çevresinde kültürel olguya karşı artan bir yönelişe rağmen) ya da dünya sisteminin ana

    biriminin ekonomik role sahip bir ulus devlet olduğunu savun-

    56Bu makale, 1986 Ağustosurida Yeni Delhi'de yapılan ll. Dünya Sosyolo-ji Kongresi'nin 5. Sempozywnu'nun 4. Oturumunda dinin küresel dü-zeyde si yasallaşması konusunda yapılan sunlUDun gözden geçirilmiş ver-siyonudur. Thomas Luckman tartışmacı olarak bı,ı Çalışınam üzerinde uzun bir eleştirel yorum yapmışn: Bu yoruma doğrudan cevap vermek yerine Luckman'ın argümanlarından bir kısmını aklımda tutarak fikirle-

    . rimi daha açık seçik hale get;irebilmek için çalışınarnı yeniden gözden geçirmeyi tercih ettim. Luckman'a eleştirileri için minnettanm.

    -226-

  • KÜRESELLEŞME, ULUS-DEVLET VE DIN

    malandır. Ben modern küresel şartların oluşumu ve işleyişi hak-kında ve daha akışkan çok yönlü bir kavrayışı destekliyorum. Buna

    göre, küresel planda insanın küresel şartlannın dört ana boyutu-nun olduğunu savunuyorurn: Toplumlar, bireyler, toplumsal sis-temler ve tür olarak insanoğlu (Robertson ve Chirico, 1 985).

    Wallersteinci manifestonun "dünya sistell! teorisi" dünyayı (özellikle uluslararası ekonomik, siyasi-ekonomik konularda) ta-mamen bir toplumsal sistem olarak değerlendirirken, ben (dün-yayı tek bir sosyo-kültürel alan olarak ele alarak) bunun küresel-leşmenin birbiriyle ilgili dört ana biriminden sadece birisi· oldu-ğunda ısrar ediyorum. Böylece, sosyalleşme (modem ulus toplu-munun dünya çapında anlaşılması); bireysellik (kişinin birey ola-rak değerlendirildiği modern anlayış), uluslar arasılaşma (inter-nationalization) C orijinal Avrupa devlet sisteminin bütün modern toplumlan dünya çapında tek bir uluslararası toplum olarak kap-

    ' sayacakşekilde genişlemesi) ve insanlık (erkek ve kadın cinsinin

    konu olması) şeklindeki dört süreç bir bütün olarak modem dün-yayı oluşturan unsurlardır. Bu dört sürecin en güçlü itici güçleri

    Batı'da doğmasına rağmen, 20. yüzyılda küresel olarak yayılan normarif kavramlar tarafından sürdürülmüştür. Bu gün bir dev-

    let idaresi altındaki toplum!~ bireyleı; uluslararası ilişkiler ve (tür olarak) insan hakkında dünya çapında genel kavrarnlar vardır.

    Yine de bu konular.üzerinde uzlaşma olduğu anlamına gelmez. Her kavram çok çeşitli yorumlara (ve tepkilere) açıktır.

    Din ve Siyaset: Genel Değerlendirme ler

    Siyasallaşma terimini kullarurken zihnimde öncelikle gö- . rünüşte bir kısım dini kolektif davranışlarm devlet işlerine ve

    -227-

  • HAKKI KARAŞAHiN • ŞAHiN GÜRSOY

    ikincil olarak diri i söylemler ve bunların sekiller -ideolojik pers-pektifler ve programlarla koordinasyonuna yönelik ilişkinin ar-

    tışı yer alıyor. Siyasallaşma sürecinin en yaygın kolu, dindaria-nn teolojik ve söyleme ilişkin otonomluklannın reddini içerir.

    Bazılarına göre bu ret, dinsel doktrin ve pratiklerin sekiller ide-ol9ji ve deneyimler çerçevesinde uygularıması .şeklinde yön·de-ğiştirirken; bazılarına göre ise dinsel doktrin ve pratiklerlu ide-olojik semereleripin olması gerektiği iddiasına doğru taşınır. Birinci durum ekstr& dini bir ideoloji temelinde özel bir dinsel söylemi seçmeyi ya da en azından hazır kabul edilmiş doktriner

    perspektifin politik-ideolojik veya politik-tecrübi kriteriere göre yorumunu içerir. İkincisi ise (doktrinin ideolojik anlamlarını

    vurgulayan) dinsel söylemleri izleyen bir toplumun sosyal or-ganizasyorılan için politika ve programlan araştırınayı içerir.

    Dinin neden bu iki ana perspektiften siyasallaştığıİlı göz önüne alırsak, din ve·devlet işlerinin uyumluluğuna ve bu ikisi-nin. sıkıca birbirine bağlanmasına ya da dm ve ideolojinin kay-

    naştınlmasına yapılan vurguyla karşılaşırız. B un up yeni bir olgu olduğunu iddia etmiyorum.57 Stackhouse'un belirttiği gibi:

    20. yüzyılın olaylan -modem tarihsel ve kültürler arası araştırmalann gösterdiği gıbi· birçok medeniyerin ve politikaanın bile kabul ettiği "din, s~yaset içinde hesaba katılmalıdır'' gerçeğinin

    57Dumont Ban medeniyetinde sosyal alanlar arasındaki problemli ilişki· ler üzerine oldukça uzun çalışmalaryapmışnr~ O, özellikle kilise-devlet ve din-siyaset çanşmalannın gelişimi ile ilgilenir Bkz. Dumont 1992. Beckford (1987) din sosyologlannın dinin güç bileşenini anlam bileşeni lehine göz ardı ettiklerini iddia ediyor ve di~ araşnrmalannda gü· cün restore,edilmesi gerektiğini savunuyor. Bu bölümün büyük bölü-mü, Beckford'un argümanını t~amlıyor ve dinin son yıllarda büyük ölçüde güçle ilgilendiğini vurguluyor. Aynı zamanda bkz. ~ourg 1980.

    -228-

  • KÜRESELLEŞME, ULUS-DEVLET VE DiN

    yeniden takdirini sağladı. D inin taçlandırdığını politika tahtından edebilir, dinin yasal saydığım politika gayri meşru ilan ede-bilir. Dinin getirdiği çatışmayı politika kolayca uzlaştıramaz ve dinin birleştirdiğini politika kolayca ayıramaz (Stackhouse, 1987: 410). .

    Şüphesiz, günümüzdedinin siyasallaşmasının benzersiz bir tarihsel koşul ortaya koyduğunu· düşünmek akıllıca olmayabi-

    lir. Tam tersine tarihsel ve karşılaştırmalı perspektiflerde ben-zersiz olarak ortaya çıkan şey; bu süreçleri devam ettiren mitle-

    , rin gücü kadar göreceli olarakdinin ve siyasetin alanlarını ayıranfarklılaşma sürecinin de gücüdür (Robertson, ı987b). Stack-house'un (ı987, 40_8) belirttiği "dinin kişiye ait ve apolitik, dev-letin is~ toplumsal ve sekiller olduğu ve olması gerektiği fikirle-ri büyük oranda spesifik bir dini geleneğin modem Batı'nın sos-

    yal yaşamı üzerindeki 6üyük etkisinden kaynaklanır''. Bu fikir-lerin kökeninin Batı olduğunda şüphe yoktur; fakat burılann

    etkileri Batı toplumlarıyla (coğrafi olarak Batılı olmayan eski İngiliz imparatorluğunun toplumlarını ve Latin Amerika top-

    lumlarını da içerir) sınırlı kalmamıştır. Batı ~odelini yakından izlemeye çalışan Batılı olmayan

    toplurrılar arasında Türkiye ve bağımsız Hindistan sayılabilir.

    Japonya, ı 945'teki askeri yenilgisinden sonra Mac Arthur'un işgalci yönetiminin empoze ettiği modeli uygularken (Wood-ward, ı 972); Güney Kore Amerika'nın bar iz etkisiyle "din ve · devlet· işlerinin aynlığı ilkesini" benimsemiştir (Wright, ı 975: 360). Ayrıca; daha yoğun olarak sekiller devlet anlayışı ı 9. yüz-yılın. sonu ve 20. yüzyılın başlarında tüm dünyada yayılmıştır. B u gelişme, (devlet kavramının temel olarak laik olması ve top-lumun insan emeği ile yeniden oluşturulması yönüyle) devrim

    - 229-

  • HAKKI KARAŞAHiN • ŞAHiN GÜRSOY

    fikrinin yayılmasıyla yakından ilişkilendirildi. Diğer taraftan devrim kavramı, "devlet sekiller olmalıdır" tezini güçlendirir

    (Robertson, 1985). 58 19. yüzyılın yaklaşık son yirmi yılında, çağdaş ulus toplurnların çoğunda din, belli bir statü kazanma-ya ve dünyanın birçok bölgesine yayılması açısından bu kritik

    dönernde medeniyet standardı bir parça da olsa bireysel dini özgüİ-lüğü içerrneye başlamıştır (Gluck, 1985; Gong, 1984). Bu, uluslararası toplumun oluşturulmasında hayati bir adımdır (Bull ve Watson, 1985; Barraclough, 1976).

    Böylece dinin apolitik karakteri ve Stackhouse'un Batıdaki

    özel dini geleneğe bağladığı devlet mekanizrnas~nın laik doğasının -görece otonom olan reel politik ve sekiller-rasyonel ka-nun gelenekleriyle iç içe geçen (Garrett, 1987)- fa,rklılığuiı ele alan fikirler 20. yüzyılın ortalarına kadar küreselleşmiş oldu. Fikirler, yayıldığı her yerde W eber'in "dünyevi" ve "tabiatüstü" olarak adlandırdığı alanlar arasındaki ilişkinin yerli, medeni kavramlarıyla karşıkarşıya kaldılar. Bu ilişkinin temel evrensel

    boyutlarını ~kraliyetin kutsal ve sekiller görünüşleri arasındaki

    bağlantı üzerine odaklanarak en ilkel forrnlimpı- ineeleyemem (Bendix, 1978: 21-60).59 Bu metinde vurgulamak istediğim sadece devleti ele alan belirli fikirlerin (modem uygar bir top-

    58Bu, bütün modem devrimierin sekiller olduğu anlamına gelmez. Böyle olduğunu savunan fikirler oldukça abartılı olsa gerek. 1979 İran Devri-

    . mi, W eber'in terimleriyle modemden çok gelenekçi bir devrimdir. 59Burada kaçınılmaz olarak medeniyet terimini iki ayn anlamda kullan-

    mak zorunda kaldım. Birinci olarak standart bir sosyal pratiği ifade etinek i_çin, ikinci olarak da yüzyıllardır süren geniş çaplı bir sosyal olguya işaret etmek için. Bu metinde hangi anlamın nerede kullanıldığı açık olsa gerek.

    - 230-

  • KÜRESELLEŞME, ULUS-DEVLET VE DiN

    lurnun merkezi bileşeni olarak) küresel siyasi kültürün hayati bir parçası olduğu değil (Boli-Bennett, 1979, 1980; Meyer, 1980); fakat modem devletlere yönelik sınırlamaların temel olarak sekiller olduğu ve bir taraftan din diğer taraftan birey kategorisiyle ilgili olarak küresel planda yayılmış fikirler tara-fından tamamlandığıdır. Ayrıca bir noktaya kadar dinin, özel-likle modern küresel şartların sosyo-kültürel bir "ürünü" olarak "kişiselleştirildiğinde" bile dünyayı tek bir sistem içinde bütün-leştirmeye çalıştığını öne sürüyorum.

    Dolayısıyla dinin t~sel olarak alışılmadık bir şekilde si-yasallaştınlmasına birden.bire rastladığımızı iddia etmiyorum. Bununla birlikte, dinin, din ve siyasetin alanlarının ayrı olduğu fikrinin yayılıŞını takip eden sol) on beş yıl içinde, oldukça yo-ğun bir şekilde siyasallaştınlması (özellikle ABD'de), (büyük oranda küreselleşmenin bir yönü olarak) en güçlü şekilde, ta-rihsel süreçte din ve siyasetin birbirleriyle yakın ilişkili olduğu İslam ülkelerinde gerçekleşti. Bu, özellikle burada ilgilendiğim çeşitli bağlamların eşzainanlı olarak siyasallaştırılması, madal-yonun diğeryüzüdür, yani günümüzdedinin politizasyonu dev-letin dinselleştirilmesi şeklinde ortaya çıkar. Dinselleştirme, öncelikle modern devletin insan varlığının derin konularıyla (kürtaj karşıtlığı ya da gelişen tıbbiteknolojiler sayesinde insan ömrünün uzatılması, özel hayat, cinsellik, ahlak ve AIDS'in ya-yılışı karşısında insan nesiinin kaderi gibi konularla ilgili prob-lemlerle) ilişkilidir. Diğer taraftan Durkheimci temaya göre, devlet organizasyonuna sahip toplumlar, değişen derecelerde bir kutsama ve derin kimlik uygulamasına maruz kalırlar (Ro-bertson, 1979). İkincisi, tabii ki milli kimliğin önemli bir yönü-

    - 231 -

  • HAKKI KARAŞAHiN - ŞAHIN GÜRSOY

    dür, modern dünyanın, aynı zamanda yayılan fikirlerle teşvik

    edilen ve sürdürülen önemli bir özelliğidir (Gluck, 1785). Bir · yere kadar siyasallaşma ve dinselleşme karşılıklı olarak birbiri-ni güçlendirir. Başka bir ifadeyle, devlet dinselleştikçe siyasi

    saflardaki dini aktörlerin göz önündeki hareketlerinin yayılmasını te_şvik eder (örneğin ABD'de Evanjeliklerin yüksek mahke-menin 1970'lerin başında kürtajı serbest bırakan karan karşışında politize oluşlannı yeni dini-siyasi hakları savunan liderler

    izler). Latin Amerika'da askeri rejimierin milli güvenlikmesele-sini yaygın totaliter ideolojilere dönüştürmesinin dini özgürleşmeyi başlattığı iddia edilir. Aynı şekilde, dinin siyasallaştınlması, görünüşte seküler siyasi alanın aktörlerini devlet ilişkilerinin dini yorumlanna yöneltir.

    Din ve Siyaset: Son Dönemdeki ili§kiler

    Burada daha deney~el bir yolla küresel _planda ele alınması gerektiğini savunrı:ıakta olduğum eğilimler ve koşullan göste-receğim. Temel amacım, sadece çağdaş dünyada din•siyaset iliş

    kilerinin yaygınlığını, tarif edilmiş birkaç örnekle vUrgulamak-tır. Tama_ınen· olgunlaşmış bir analiz, hem daha çok deneysel zenginlik hem de bu deneysel konuların analitik sınıflandırmasını gerektirir.

    Polonya, Doğu Avrupa'da kilise-devlet geriliminin, dini ve siyasi çıkarların iç içe geçişinin en göze çarpan örneğidir. Elbet-te burada, 1979'daki ön devrimden bu tarafa Vatikan, Polanya Katalik Kilisesi, Dayanışma Hareketi ve komünist hükümet ara-sındaki karmaşık ilişkiiere gönderme yapıyorum. Bununla bir-likte (Baptist Hristiyanlar'dan Müslümanlara kadar değişen)

    -232-

  • KÜRESELLEŞME, ULUS-DEVLET VE DiN

    birçok dini grup karşısında sorunlar yaşayan sadece Sovyet re-jimi değildir. Doğu Almanya, Macaristan ve Çekoslovakya gibi diğer Doğu Avrupa ülkeleri de yakın geçmişte dinsizleştirme (atheization) politikaları karşısında bir kısmı büyük Hristiyalı

    cemaatlerinden gelen dini meydan okumalarla yüz yüze geldi- . ler. Doğu Avrupa'da yakın geçmişte din, genellikle, hükümetle-

    rin siyasi ilgi alanları içine girdi ve iç politika konusu oldu. Batı Avrupa'da bu durum daha fazla bastırılmıştır. Kuzey

    ve Güney İrlanda örneği ise çarpıcı istisnalardır. Bununla bir-likte,. birçok Batı Avrupa ~oplurnu buna paralel sorunlarla karşı karşıya gelmiştir. Fakat ABD'deki Birleşik Kilise, Hare Krişna gibi yeni dini hareketlerle kıyaslandığında daha sessiz kalmışlar ve farklı foriniara bürünmüşlerdir. Yakın geçmişte İspanya ve Fransa özellikle çocukların genel sekiller eğitimi ve özel dini eğitimleri konusunda kilise ve devletle ilgili sorunlar yaşadılar. İngiltere'de 1970'lerin sonlarında ortaya çıkan Anglikan Kilisesi'nin koro

    aYinleri hakkındaki tartışma, din ve milli kimlik arasındaki iliş

    kiye dair önemli soruların sorulmasına neden oldu. Ayrıca, Batı Avrupa'da ve başka yerlerde geleneksel anlamda dindar olma-yan, insanın varoluşuyla ilgili sorulara dikkate değer bir şekilde eğilen ve modern seküler devlete meydan okuyan "Green Olgu-su" ortaya çıktı. Genel olarak, öyle görülüyor ki, Batı Avrupa'da

    ve başka yerlerde son yıllarda dindar seçkinler arasında siyasi alana ilgi giderek arttı (H un ter, 1987).

    Ortadoğu'da dini ve siyasi konuları kaynaştıran İslam fun-damentalizminin (sadece değil, özellikleŞiiler arasında) çeşitli

    formlarında dikkate değer bir artış gerçekleşmiştir. İsrail'de Ya-hudi fundamentallzminin -en keskin, ultra ortodoks- foimlan,

    • 233-

  • HAKKI KARAŞAHIN • ŞAHiN GÜRSOY

    özellikle İsrail'in milli kimliği; komşu Müslüman toplumlarla ve kendi içindeki Müslümanlada ilişkileri gibi konularda temel

    kilise-devlet problemlerini yaratmıştır. Ortadoğu düzeninde

    görülen diğer dini-siyasi problemler, Mısır'da Kıpti Hıristiyanla

    nn, Lübnan'da Marunilerin ve diğer Hıristiyanlann, Dürzilerin

    ve iran'da Babailer'in statüleri üzerine yoğunlaşır. Ortadoğu'da din ve siyasetin karmaşık bir şekilde iç içe geçmesi, modem

    dünyada din ve siyasetin kaynaşmasının dayanak noktası -ya

    da örnek olayı- ·olmuştur. Bunun nedeni, kısmen Ortadoğu'nun uluslararası ilişkilerdeki çok büyük stratejik ve maddi öne-

    mi, kısmen de, İbrahimi dinlerin tarihsel önemi ve "evrensel dini kurtuluş" konusundaki kristalize yapısıdır.60

    Asya toplumlarında (burada SSCB'nin Asya topraklarını

    hariç tutuyorum) özellikle Pakistan, Endonezya ve Filipinler,

    · Ortadoğu'da çok tanıdık olan· İslami dini-siyasi militarizmi ya-

    şadılar. Diğer taraftan Filipinler ve kısmen Güney Kore'de Latin

    Amerika'daki Katalik kurtuluşçu Oiberationist) hareketin geniş

    lemesiyle kesinlikle ilgili olan eğilimler de ortaya çıktı. Çin'de Katalik Çinlilerle Vatikan arasındaki ilişkiler problemi, yakın

    zamanda yeniden ortaya çıktı. Japonya'da mesele Roma Pa palı

    ğı ve Japon Devleti arasındaki ilişkiler düzeyinde belirginleşti.

    60İlgili literatürün incelenmesi için bakınız: Robertson 1987a ve 1987b. Tek tannlı (İbrahimi) dinlerle ontokratik (asyanl

  • KÜRESELLEŞME, ULUS-DEVLET VE DiN

    Aynı toplumda, Soka Gakkai hareketinin faaliyetleri, dini hare-ket ve organizasyonların siyasi meselelerle ilgilenmesindeki ar-tışın açık bir göstergesidir. Diğer taraftan Şintoizmin daha milli olan özelliklerinin yeniden canlanması ve Japon devlet memur-

    larının bu canlanmanın içinde yer almalarının tezatları yaşam- . yor.61 Güney Kore'de dini farklılıkların, yaşanan siyasi-anaya-

    sal kriz içindeki rolleri gittikçe önem kazanıyor. Hindistan'da, özellikle Pencap'ta, Sihlerin durumundan kaynaklanan şiddet,

    siyasi ve dini faaliyetler, din ve milli bağlılık arasındaki ilişkiler, den kaynaklanan problemler üzerine odaklanmasıyla dikkat çe-kiyor. Hindistan'da ve Sri Lanka'daki diğer çatışmalarda oldu-

    . ğu gibi, Budist ve Hindular arasındaki şiddet, Tamil-Hindu ba-

    ğimsız milli devlet ajitasyonundan doğan iç savaşın çok önerrili bir malzemesidir.

    Afrika'da -İslami fundamentalizmin önemli siyasi etkiye sahip olduğu Müslüman kuzey Afrika'yı dışarıda tutarsak-:- dini cemaatlerin (çoğu Katolik ya da Protestan kurtuluşçu .kanatlarındarı) siyasi faaliyetlere ilgilerinin arttığı açıkşekilde görülür-

    ken; özellikle Güney Afrika'da dinin siyasallaştırılması -hem hakim beyazlar (Afrikalılar) hem de ırkçılık karşıtları cephesin-

    . de- ırkçılık çatışmasının bir parçası olarak yerini aldı. Birçok orta ve güney Amerika toplumlarında kurtuluşçu

    teoloji hareketinin yükselişinden ve Katalikliğin siyasi sessizli-

    ğinin tersine çevrilmesinden (fakat statükonun az. ya da Çok sessizce desteklenmesinden) kaynaklanan kilise-devlet gerili-

    61 Bu tıür konulann belli bir toplumda, özellikle Japon, algılanışı ile ilgili kapsamlı bir tartışma için bkz. Gluck, 1985.

    - 235-

  • HAKKI KARAŞAHiN • ŞAHiN GÜRSOY

    mine ve din-siyaset kaynaşmasına şahit olduk. 62 Ayrıca, bu top-

    lumların bazılarında, Mormonlar, Protestan Evanjelikler ve Pas-

    kalyacılar arasında belirgin bir sağ kanat siyasi tavır (bir kısmı

    nın sağcı rejimlerce desteklenmesi muhtemeldir) gelişti. Genel

    olarak 1960'ların ortalanndan itibaren bütün güney ve orta

    Amerika'da dinin siyasetle iç içe geçişi çok daha belirgin hale

    geldi. ABD'de geçen yıllarda kilise-devlet cephesinde birçok fa-

    aliyet gerçekleşti. Genel olarak "yeni dindar sağcı" formundaki

    Protestan fundamentalizrni, bazı Liberal Protestan ve Katelik çevrelerdeki gelişmelere paralel olarak büyük oranda Fiyasal-

    laştı.

    Bu tür olaylar ve koşullar dinin siyasi önemi konusunun

    yoğun bir şekilde akademik olarak yeniden değerlendirildiği

    dönemde gerçekleşti. Özellikle politik teoloji ve kurtuluşçu teo-loji -her ikisi de temel olarak s_ ağ kanattır- Hıristiyanlık ve diğer

    bazı kültürel bağlaml~da çok önemli kanıt. olmuştur. Buna kar-

    şın, biı yönelişterin bazı sosyal bilimcilerin din ve siyaset ara-

    sındaki ilişkileri apaliz ediş metotlan üzerinde büyük e~si oldu.

    Politik teoloji fikri, 1960'larda ve 1970'lerde kısmen dini gele-neklerin iz~eştirilmesi problemiyle uğra~manın bir yolu ola-

    rak ve bazı teolojik çevrelerde gelişen hiçbir doktrinsel konu-

    mun dünya ile doğrudan temas-ve dünyayı değiştirme yeteneği

    62Latin Amerika'daki durumun incelenmesi için bkz. Robertson 1986. Durkheim'den alıntı 19.62, s. 223 .. Bu görüş tabii ki sistematik olarak, Tocqueville'nin tarihsel sosyolojisinde, özellikle ABD ile ilgili çalışma

    .sında ortaya konur. Bkz. Goldstein (1975). Ayrıca benim Saint Simon'-cu ve Toucquevillci görüşlerle Durkheim'in toplumsal regenerasyon fik-rini birleştirmeye çalışnğım çalışınama bkz. Robertson, 198Sa.

    - 236-

  • KÜRESELLEŞME, ULUS-DEVLET VE DiN

    bakımından doğruluk iddiasında bulunamayacağı fikri ile -Marx-'ın salt yorumun gerek.sizliği, yaşam ve tarih üzerinde derin dü-

    şünmekten daha çok deği§tirmek gerektiği konusundaki ısrannzn

    bir uygulaması olarak (Lawrence, 1987, 405)- geli~ti. Küre~el durum ve küreselle~me sürecinin, dini geleneklerin izafile~tirilmesine açık bir özel katkısı olmasa· da politik ve liberal teoloji-nin doğuşu konusunda belirgUı bir altyapı faktörü olduğu görü-lecektir. Aynı zarİıanda dini geleneklerin izafile~tirilmesi, çeşitli sosyal ve dini bağlamlarda "fundamentalizm" olarak adiandıillan paralel bir tepkinin doğuşuna katkıda bulundu. İzafile~tir

    meye kar~ı fundamentalist yanıt, dünyayı deği~ tirrnek ve böyle-ce hakikati bulmaktan çok siyasi hareketlilik ve hükümet politi-

    kaların~ hakikatin yayılması -hatta uygulaması- için kullanılmasını içerir ve açıkça hakikate dönüşü savunan politik, tealo-

    jik veya özgürlükçü hareketleri reddedişi temsil eder.

    Küreselleşme ve ÇÇJğdaş Dünyada Din

    işaret ettiğini olaylardan bazıları, milli bir yönetim ile . (ya da ulusal bir topluma ait yasalar) ulusal sınırları a~an bir dini organizasyon veya hareket arasındaki gerilimi içerir. Dinin kü-

    reselleşme ile ne ~ekillerde bağlantılı olduğunu kesin bir taslak olarak ortaya koymadan önce, dikkati çekme~iz gereken daha

    önemli mesele dini hareketlerin küresel be~eri ~artlar tarafından zorlanmaları sonucunda dünyayı bir bütün olarak ele al-mak zorunda kalmalandır. Bu, dini hareketlerin doğrudan doğruya dünyayla meşgul oldukları anlamına gelmez. Karşılaştırırsak; Katalik Kilisesi'nin dünya ile meşguliyeti doğrudan,dı~ ve Katalikliğin küresel planda öne çıkması küreselle~me süreci ile

    -237-

  • HAKKI KARAŞAHiN -ŞAHiN GÜRSOY

    kolaylaşmıştır. Ben, dünyayı tek bii sistem olarak görmenin dini

    hareketleri bu gelişmeler ve kendilerinin bunun içindeki yeri konusunda açıklamalar yapmaya ve buna negatif bir dini-teo-lojik anlam vermeye zorladıklarını savunuyorum. Bu nedenle,

    Ortadoğu'da ve ABD'de bazı fundamentalist hareketler, küresel-lik fikrine siyasi yollarla karşı çıktılar. ( ABD'nin bazı güney eya-Ietlerinde fundamentalist Hristiyanlar'ın başlattığı adli olaylar-da "tek dünyacılık" fikrine karşı itirazlar genel eğitimin "sekü-

    ler hümanizmine" karşı direnişin temelini oluşturdu.) Küresel yönelimli dini ya da dini nitelikli hareketler şeklinde adlandır

    dığıın-dünyayla doğrUdan bir bütün olarak ilgil~rien- hareket-ler, kendi farklı metotlarıyla az ya da çok açıkça "dünya düzeni" problemine yöneliyorlar. (Katolik Kilisesi ve onun gevşek orga-nizasyonlu rakibi liberalizmden farklı olarak burada Birleşik

    Kilise ve Sqka Gakkai'den bahsetmek istiyorum.) Bunlar, tüm somut dünyaya ve ont,ın kozmik bağlarnma bir anlam vermeye çalışıilar. Bunu yaparken diıiin küresel, fakat rekabetçi bir yapı kazanmasınİ sağlayan metotlardan faydalanıdar ve onu kulla-

    nırlar. Açıkça küresel yönelimli olmayan birçok başka hareket

    gibi ulusal ~evletin ve uluslararası ilişkilerin gerçekleriyle yüz-leşrnek zorunda olduklan için kaçınılmaz olarak siyasidirler (Hanson, 1987).

    Bu tarz küreselleşme sürecine ek olarak, nükleer savaş ve AIDS yüzünden yaşamın dünya çapında yok edilişi, dünyayı bir

    bütün olarak siyasi-dini bir bakış açısıyla değerlendirme eğilimini daha da güçlendirdi (Nükleer tehdidin küreselleşme süre-cini etkilediği ve AIDS'in bunu daha da hızlandırdığı savunula-bilir.) Bununla birlikte, dünyayı saran din ve siyaset bağlannın

    -238-

  • KÜRESE L LEŞME, ULUS-DEVLET VE DiN

    · çoğalması, sadece olumlu ya da olumsuz anlamda kendiliğin

    den küresel sahneye yönelmiş hareketler ve organizasyonlara

    refere ederek aniaşılamaz ve açıklanamaz. Bir başka deyişle, kilise-devlet gerilimi ve din-siyaset rekabetinin birçok kısmi te-

    zahürleri, ilk değerlendirmede öncelikle toplum içi özellik gös-terir ve küfesel durum karşısında aleni bir ilgi göstermez. Buna rağmen, bu tezahürlerin çoğu, küresel meselelerle açıkça ilgili görünmese de, aslında küresel şartların zorlaması altında orta-

    Y,a çıkmışlardır. Son koşulların bir temel yönü ve modern dün-yada görece özerk bir unsur olarak birey ve modern devletin küreselleşmiş yapısı burada vurgulanmalıdır ..

    Her iki konu da küreselleşmenin toplumsal ve bireysel kim-liklerin (etniklik ve ~vrensellik gibi) izafileştirllmesini gerektir-diği ve teşvik ettiği görüşüne göre değerlendirilmelidir (Robert-·son, 1985b).63 Küreselleşme, ulus toplum ve modern bireykav-ramlarını dünya çapında genelleştirdiği gibi, bireysel ve kolek-tif planda ''yerel kimlik" arayışlarını da hızlandırmıştır. O, hem yerel olanı (bir küresel bütüne refere edilebilir şekilde) evren-

    selleştiriniş hem de evrensel olanı yerelleştirmiştir. Dünya tek bir mekan haline dönüşürken, çeşitli kollektif

    topluluklar -fakat özellikle ıncidem dünya sisteminin oluşturulduğu formda şekillendirilmiş toplumlar ve toplum adaylan-kimliklerini açıkça ilan etmeye çağrılırlar. Marxist bir deyişle, onlar, artık sadece kendi içinde bir dünya değil, aynı zamanda

    kendisi için var olan bir dünya bağlamında küresel beşeri ko-şullar içinde kendi adlarını açıklamaya zorlanırlar (Anisuzza-

    63Bu bölüm Robertson'dan alınnuştır (1987c)_

    -239-

  • HAKKI KARAŞAHIN - ŞAHiN GÜRSOY

    man ve Abdel-Malek, 1984: 68)". Dinin siyasi meşruiyetin ve meşruiyetsizliğin ana kaynağı olarak tarihsel öneminden bah-

    settik. Bu durumda, yeni koşullar altında dinin başrolü ayna-ması ve dini geleneklerin, kendilerini ve miraslarını yerleştirmeye zorlamalan şaşırtıcı olmasa gerektir (Smart, 1981: 43). Ayrıca Smart, "modern dünya koşullarında dini basitçe bir sü-per getto olarak ele almak mümkün değildir" der. Toplumlar, bireyler, dinler ve sekiller ideolojilerin, kendilerinin ve diğerle- ·

    rinin varoluşu hakkında en azından bir taslak teoriye sahip ol-duklarını iddia ediyorum. Özet olarak; küresel toplum, her gru-

    bun kendi haritasına sahip olmasıni gerektire~ bir yerdir. Bu toplumda gettolar kalmamıştır; sadece kuşatılmış topraklar var-

    dır.

    Benim de savunduğum gibi ulusal bir toplum, yapısal özel-

    liklerinin çoğunu küresel olarak yerleşik normlardan alır .. Bu-nun temelde seküler; fakat aynı zamanda ayırt edici bir kimliğe sahip olması beklenir. Aslında dünyanın her yerinde modern devletlerin anayasalarının laik konularda son derece benzer ol-

    duklarını ve dini kimliğe yükledikleri özellik yönünden farklılaştıkları~ savunmak için yeterli delil vardır (Markoff ve Re-gan, 1 987). Bunu, Baum'un, "toplumlann ekonomik alt sistem-leri arasında küresel bir uyum vardır; fakat kültürel kimlik ve

    politik otoriteyi birleştirme konularında çok büyük (gittikçe aşikar hale gelen) farklar bulunur" şeklindeki genel önermesi des-tekler. Devletler aşağı yukarı aynı yönetimsel mekanizmalara sahip olduklan için, kültürel ve (az çok homojenleştirilmiş) si-yasi alt sistemleri arasındaki özel bağları yönünden toplum içi ve toplumlar arası kimliklerini kazanmak zorundadırlar (Baum,

    - 240-

  • KÜRESELLEŞME, ULUS-OEVLET VE DiN

    1 980). Baum, makul bir şekilde toplumlar arasındaki en önem-li farkın, onların "dayanışma sistemlerinde" (ortak toplumsal etkileşim sistemlerinde) yattığını savunuyor. O halde genel ola-

    rak belirtirsek, günümüz küresel şartlarında dinler ve dini ha-reketler; kartvizitlerini -faaliyetleri de bunayönelmiştir-dini ev-rensellik sahibi özel toplumlar olarak düzenlemeye zorlan-

    maktadırlar. Aynı zamanda; bireye yönelik tavırlan da (küresel düşünürsek), bireylerin hem vatandaş olarak ulus devlet içinde yer almaları, hem de -en azından dolaylı olarak- insan olma

    , bilinçlerini arttıran öznelliklerine adanmışlıkları yönüyle sınır-landınlır (Meyer, 1984).66

    Sonuç olarak,· modern dünyanın küreselleşmesi katı dini geleİıel;

  • HAKKI KARAŞAHiN • ŞAHiN GÜRSOY

    ve insanoğlu) odaklanmaya ve bu duruma bir l;>ütün olarak ·

    (onun önemini inkar etme ya da bu bileşenlerden sadece bir, iki ya da üçünü önemli addetıne anlamına gelse bile, katılmaya

    zorlamaktadır.

    Yaşam politize olmuş haldedir. Durkheim'e göre yaşamla en ilgili şey olan din (din ciddi yaşamdır), bu süreç içinde biz-

    zat siyasi önem taşımaktadır. Amaç ve güç ezelden birleşiktir ya da yeniden birleşmiştir. Ya da olaya bir başka açıdan yakla-

    şırsak ben Saint Simon'un "dini kurumlar -insan onun altında ne tür bir ruh görürse görsün- en temel politik kurumlardır'' ifadesinin gerçekliğine küresel çapta şahit olduğumuzu savu-

    nuyorum.

    . 242 .

    Button35: