fanzin: tebeşir (sayı 1)

16

Upload: oegrenci-kolektifleri

Post on 23-Mar-2016

243 views

Category:

Documents


2 download

DESCRIPTION

Hacettepe Eğitim Fakültesi fanzini: Tebeşir Nisan 2013

TRANSCRIPT

Page 1: Fanzin: Tebeşir (Sayı 1)
Page 2: Fanzin: Tebeşir (Sayı 1)

Manifesto

Eğitim Sistemindeki Dönüşümler

Anadil Üzerine

Mercek: Nabi Avcı

Ne İzlemeli?

Ne Okumalı?

Üniversiteliler

Yoksul Mahallelerde:

Okumuş İnsan

Halkının Yanındadır

Kadın

Masallarda Toplumsal Cinsiyet

Bir Son Sınıf Öğrencisinin

KPSS Notları

Alternatif Eğitim Modelleri:

Köy Enstitüleri

Eğitim Fakültesi Öğrencileri

Neden 1 Mayıs’a Gider?

Tebeşir Fanzin, Eğitim Fakül-tesi öğrencileri tarafından ha-zırlanmıştır.

3

4-5

6

7

8

9

10

11

12

13

14

Page 3: Fanzin: Tebeşir (Sayı 1)

3Devletin ve tabiatın

ortak ve yanlış sorusu şuydu:

-Maveraünnehir ne-reye dökülür?

En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:

-Solgun bir halk ço-cukları ayaklanmasının kalbinedir.

Ece AYHAN

Merhaba fakülte arkadaşım, şu an elinde tuttuğun “Te-beşir” adlı fanzinimiz ilk sayı olmanın heyecanını yaşa-manın yanı sıra, el emeği göz nuru bir çabanın da üreti-midir. Bu fanzin hepimizin fanzini… Gerici 4+4+4 eğitim sistemine karşı mücadele eden, evrim teorisini yok sayan Harun Yahya kitaplarının, okullarımızda okutulmasına izin vermeyen bizlerin fanzini.

“Tebeşir” şu an bizimde içerisinde bulunduğumuz eği-tim sistemine karşı alternatif olarak kaleme alınmakta-dır. Kolektif bir çalışmanın ürünü olan fanzinimiz, eğer bir aksaklık çıkmazsa, her ay elinde olacak. Sen de yazdığın yazılarla, önerilerinle “Tebeşir”e katkıda bulunabilirsin.

Manifesto

Page 4: Fanzin: Tebeşir (Sayı 1)

4

Bir kamu hizmeti ve insani bir hak olan eğitimin gün geçtikçe daha da

gericileştirildiği, piyasanın hizmetine sunulduğu bir dönemden geçiyoruz. İlkokullardan akademiye varana kadar sermayenin ve iktidarın saldırısına ma-ruz kalan eğitim sistemimizin sorunla-rını, 4+4+4’ün götürdüklerini, üniver-sitelerde gerçekleştirilmesi hedeflenen piyasacı ve gerici dönüşümleri, asistan-ların hedef olduğu “kıyımları”, gelin bir de bir Eğitim Fakültesi öğrencisinin gö-zünden inceleyelim.

4+4+4 Ucubesi

Eğitim sistemimize yakından baktığı-mızda, AKP’nin dindar nesil projesine ve sermayenin ucuz iş gücü hedefine hizmet eden 4+4+4 çıkıyor karşımıza ilk olarak. Ne eğitim emekçilerine ne öğrencilere ne de velilere danışılarak ha-zırlanan yasa yine biber gazları ve taz-yikli sularla geçirilmişti meclisten hatır-larsınız. Her köşe başına bir imam hatip kurma derdine düşen AKP, patronlarla işbirliği yapmaktan da çekinmiyor. Eği-timdeki gericileştirme birçok okulun imam hatip’e dönüştürülmesi ile başla-yıp, din derslerinin yaygınlaştırılması ile devam etti. Bu noktada 4+4+4 eğitim modeliyle AKP’nin itaatkar ve kindar gençlik hedefine ulaşma amaç edinil-miştir. Müfredatın dönüştürülerek bi-limsellikten uzak dogmalarla öğrencile-

re kanalize edilmesi ve otistik çocuklara dahi din dersi verilmeye kalkılması bu hedefi gerçekleştirmek için AKP’nin her şeyi yapacağını göstermektedir. 4+4+4 ile yaratılan bir diğer yıkım hedefi ise kesintili eğitim modeli ile kız çocukları-nın eve kapatılması durumu. Zaten kız çocuklarının okuma oranının çok düşük olduğu ülkemizde, bu model kız çocuk-larının ya eve kapatılması ya da ucuz iş gücü olarak kullanılması anlamına geli-yor. Yasada kız çocuklarının “el işi, el be-cerileri, çocuk bakımı, ev ekonomisi ve yönetimi” gibi alanlara yönlendirileceği ifadesi bunun açık göstergesidir. Bunun yanı sıra, kesintili eğitim söz konusu olunca ikinci dört yıl bir meslek okulu haline dönüşüyor. Yani 4+4+4 kesinti-li eğitim modeli, çocukların sermayeye ve patronlara pazarlandığı, ucuz iş gücü ihtiyacını karşılamanın en etkili aracı haline geliyor.

Peki ya üniversite?

Bugün ilköğretime gerçekleştirilen gerici ve piyasacı saldırılardan nasibi üniversite de tabiki alıyor. Son yıllarda gerçekleştirilmeye çalışan Bologna ha-yaliyle, üniversitenin tam anlamıyla ser-mayenin hizmetine sunulması hedeflen-di. Bununla birlikte; geçtiğimiz dönem üniversiteyi gericiliğin ve piyasacılığı kendisine hedef koyan YÖK tasarısı da saldırıların bir parçası haline geldi. Bu

Eğitim Sistemindeki

Dönüşümler

Page 5: Fanzin: Tebeşir (Sayı 1)

durumun en çok vergi verenin yönetime dahil olmasından, rekabete hatta yaban-cı okulların Türkiye’de fakülte açmasına kadar (ki talebin daha çok Ortadoğu’da siyasal İslam’ın yüksek olduğu ülkeler-den geleceğini düşünürsek ) varması, gericiliğin ve piyasacılığın üniversiteler-de ilmek ilmek örüldüğünü gösteriyor. Bir dönem boyunca üniversitelilerin kampüslerinde yasa karşıtı bir çizgiyi örgütlemesi, ardından gelen ODTÜ ve diğer üniversitelerde sergilenen direniş örnekleri de bu yasanın meclis günde-mine girmesiyle yasanın geri çekilmesi sağlandı. Son dönemlerde üniversitele-rimizde yaşanan polis saldırıları, Hiz-bullah destekli gericilerin öğrencilere saldırması ve daha birçok saldırı da as-lında üniversitenin aydın ve ilerici kim-liğine yapılmış saldırılardır. Bu nokta da üniversitelilerin, üniversiteli olmanın vermiş olduğu sorumlulukla okullarına sahip çıkması ve üniversiteler bizimdir sloganını yükseltmesi gerekmektedir.

Kılık-Kıyafet yönetmeliği de neymiş?

İlköğretim ve üniversitelerdeki saldırılar arasında kılık kıyafet yönetmeliğine ayrı bir başlık açmak gerek. Türbanın ya da tek tip kıyafetin ne anlama geleceği el-bette ki bu yazıya sığdırabileceğimiz bir şey değil. O yüzden bu noktaya değin-meden asıl konumuzu irdeleyelim. Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayınladığı yeni yönetmelikte “tek tip kıyafet” zorunlulu-ğuna son vererek imam hatiplerde tür-banı serbest bırakılıyor. Ayrıca kolsuz gömlek, şort ve tayt giymeyi de yasak-layan “yetkililer”, yönetmeliği yaratma-ya çalıştıkları ideolojik hegemonyanın bir parçası haline getiriyor. Eğitimdeki fırsat eşitsizliklerini düşünürsek de bu

tekniğin var olan eşitsizlikleri daha da artıracağını açıkça görebiliriz. Ayrıca öğrencilerin bu durumda yaşacakları psikolojik sıkıntıları da göz önünde bu-lundurmak gerek.

Akademi de nasibini alıyor!

Ülkemizdeki eğitim sorunlarını ince-lerken akademiye yönelik saldırıları da göz ardı etmemek gerek elbette. 12 Eylül darbesinden sonra öğretim görevlileri-nin “1402’likler” olarak üniversiteden atılması ile başlayan süreç bugün de asistanların güvencesizleştirilmesi, işten çıkarılması ile devam etmektedir. Ayrıca akademinin performans sistemi ile ucuz iş gücünün bir parçası haline getirilmesi de YÖK yasasının akademiye getirdiği nimetlerden.

Ne yapacağız?

Karşımızdaki bu tablodan çıkarabilece-ğimiz çok fazla şey olduğu kesin. Yazıya başlarken bir Eğitim Fakültesi öğrencisi-nin gözünden inceleyelim demiştik. Öy-leyse bir öğretmen adayının gözünden bir sonuca varalım. Gerek 4+4+4, gerek üniversitelerde yaşananlar, gerekse de akademiye yönelik gerçekleştirilen sal-dırılar, eğitim sistemimiz üzerinde bir hegemonya kurulmaya çalışıldığını gös-teriyor. Bunun için de imam hatiplerin yaygınlaştırılması, kılık kıyafet serbest-liği ve piyasacı dönüşümler kullanılan en etkili araçlar haline geliyor. Ancak geleceğin ve halkın öğretmen adayları kimliğimiz, eşit ve bilimsel eğitimi bir amaç haline getirerek omuzlarımızdaki sorumlulukla eğitim sistemimize yöne-lik tüm bu saldırılara karşı önemli bir yerde duruyor.

Page 6: Fanzin: Tebeşir (Sayı 1)

6Dil, insanlar arasında anlaşma ve

iletişimin en önemli aracıdır. Anadil ise çocuğun başta ailesi olmak üze-re soyu, çevresi ve ulusundan bilinçli bir öğrenim süreci olmadan edindiği dildir. Anadili kişinin dünyayla ilk ile-tişim kurma sürecinde edinip öğren-meye başladığı ve dolayısıyla kişiliği-nin, kimliğinin, duygusal ve zihinsel gelişiminin ayrılmaz bir parçası nite-liğini taşıyan dildir. Ulusların kendi ana dillerinde eğitim almaları, eğitim dillerini tayin etme hakkı, kültürel mirasları olan dili korumaktan öte bi-limsel olarak da kanıtlanmış olan, bi-reylerin başarı veya başarısızlıkların-da büyük rol oynamaktadır. Anadilde eğitim, öğrencinin tüm derslerinin anadilinde işlendiği bir eğitim siste-mini anlatır. Çocuk tüm müfredatı, dersleri kendi anadilindeki eğitim ma-teryalleri (ders kitapları, dergi, makale vb. ) ile öğrenir. Nitelikli bir eğitimin sağlanabilmesi için öncelikle öğren-cilere iyi bir anadili eğitimi verilmesi gereklidir. Ancak özellikle ulus-devlet inşa süreçlerinde homojen bir toplu-luk yaratma politikalarının kültürel ve dilsel çeşitlilik ve zenginlikler açı-sından ciddi tehdit ve tehlikelere yol açtığı bilinmektedir. Bilim çevreleri bu tehlikenin ortadan kaldırılmasının ve dilsel zenginliğin korunmasının ancak anadillerin öğretimiyle ve anadilinde eğitimle mümkün olabileceğini dile getirmektedir. Bu bilimsel doğruyu dikkate alan pek çok ülkede çok dilli

eğitim modelleri geliştirilerek hayata geçirilmiştir. Çok dilli bir gerçekli-ğe sahip olan ülkemizde ise bu süreç henüz tartışma aşamasındadır. Ülke-mizde ilköğretime başlayana kadar Türkçe bilmeyen birçok çocuk vardır. Yalnızca anadilinde konuşabilen ve en önemlisi anadilinde düşünebilen bu bireylerin vatandaşı oldukları ülkenin en temel görevi olan eğitim haklarını, henüz bilmedikleri ülkenin eğitim di-liyle almaları, egemen dille düşünme-ye zorlanmaları bu çocukların başarılı olma ihtimallerini büyük oranda dü-şürmektedir. Sonuç olarak anadilleri farklı olan çocukların eğitimin bil-hassa ilk kademesinde ciddi öğrenme sorun¬ları ve akademik başarısızlık yaşadıkları bilinmesine kar¬şın eğitim fakültelerinde bu durum bir araştırma konusu bile olamamaktadır. Türki-ye’de anadili Türkçeden farklı olan ço-cuklar, anadili Türkçe olan çocuklarla aynı öğ¬retim programlarına devam etmektedirler. Bu durumun ise hem eğitim hakkı hem de eğitimde fırsat eşitliği açısından ciddi olumsuzluklar barındırdığı açık¬tır. Anadilinde eği-tim temel bir insan hakkıdır. Anadilde eğitim hakkı hayati öneme sahip ol-duğuna göre, herhangi bir bireyin ya da toplumun kendi anadilinde eğitim alması kadar doğal ve gelişimi destek-leyici ne vardır?

Anadil

Üzerine

Page 7: Fanzin: Tebeşir (Sayı 1)

İlk sayımızda yeni Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’yı MERCEK altına aldık. Baka-lım Nabi Avcı kimmiş?

Ocak 2013’te birçok bakanlığa yeni isimlerin atanmasıyla birlikte Milli Eği-tim Bakanlığı’na da yeni bir isim atan-mış oldu. 4+4+4’ü kavgayla, gazla, polis-le geçiren Ömer Dinçer’in yerine gelen isim 4+4+4’ün mimarlarından olan ve 4+4+4’ün geçmesini “sevindirici” diye dile getiren Nabi Avcı oldu.

Kısaca özgeçmişine baktığımızda Nabi Avcı ODTÜ’de Siyaset Bilimi ve Uluslar Arası İlişkiler bölümünü bitirdiğini, İle-tişim profesörü olan Avcı’nın Anadolu Üniversitesi’nde ve İstanbul Bilgi Üni-versitesi’nde iletişim felsefesi ve iletişim sosyolojisi üzerine dersler verdiğini görü-yoruz. Ayrıca Kanal7’de 360 derece isimli program yapan Avcı, gerici diye nitelen-direbileceğimiz Yeni Şafak gazetesinde ya-zarlık ve yöneticilik yapmış. Milli Eğitim Bakanlığı’nda ve Başbakanlık’ta danışman

olarak çalışan, Başbakanlık Baş-danışmanı ve UNESCO Türki-ye Milli Komisyonu Başkanlığı görevlerini yürütürken 2011 yı-lında AKP’den milletvekili aday adaylığı için bu görevlerinden istifa ettiğini biliyoruz.

4+4+4’ü kurgulayan Nabi Avcı Milli Eğitim Bakanı olduktan hemen sonra icraatlarına başla-dı. Önce tüm dershaneleri özel okula çevireceğini açıklayan Avcı’yı daha sonra serbest kı-yafet uygulamasını dile getiren kişi olarak tanıdık. Tüm bunlar olurken 4+4+4’ün kurucusun-dan bir geri adım görmüş ol-duk. 66 ayını dolduran çocukla-

rın okula başlamasını zorunlu tutan yeni eğitim sisteminde Avcı 60-66 aylık çocuk-larla 66-80 aylık çocukların aynı sınıfta eğitim almalarının hem bedensel, hem de pedagojik yönden olumsuzluklara neden olduğunun bakanlık denetçilerince tespit edildiği belirtti. Ayrıca son zamanlarda sıkça söz edilen yeni YÖK yasasına dair de YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya’ya alttan alta “bu yasa olmamış” mesajını vermiştir.

Nabi Avcı göreve geldi ve yapılacak çok iş olduğu kesin. Önce 4+4+4’in yıkımla-rı kendini gösterecek ve daha şimdiden belli ki yeni eğitim sisteminde geri adım atılmaya başlanacak. Hala ataması yapıl-mayan binlerce öğretmen var ve ataması yapılmayan öğretmenler için verilmiş her-hangi bir söz yok. Şu an için tek gördü-ğümüz ise Nabi Avcı’nın bize piyasacı ve gerici yeni eğitim sisteminin uygulayıcısı olacağının sözünü 4+4+4’ün fikir sahip-lerinden biri olarak göstermiş olduğudur.

Page 8: Fanzin: Tebeşir (Sayı 1)

8

Film Köy Enstitülerinin hikayesini konu almaktadır. 1935’lere gelin-

diğinde halkın en büyük yoksunlukla-rından biri de eğitimdir. Savaştan henüz çıkmış ve ayağa kalkmaya çalışan bir ülkenin çocukları, yoktan var etmeyi öğrenirler. Cumhuriyet düşü Rönesans gibi eğitimle, insan devrimini gerçek-leştirecektir. Hasan Ali Yücel, İsmail Hakkı Tonguç insan devrimi ışığının eğitimde olduğunu düşünürler. Yüzde sekseni okuma yazma bilmeyen insan-lardan oluşan bir ülkenin, mutlak ve sarsılmaz birliğinin yegane temeli eği-timdir. Bu temel hep birlikte atılacak-tır ki sağlam olsun. İşte Köy Enstitüleri bu temelin kendisi olarak düşünülmüş, savaştan çıkmış bir halkın genç çocuk-ları, genç öğretmenleri ve ustaları ge-riye muazzam bir miras bırakmak için büyük bir mücadele vermiştir. Kemal

kendi köyünde bağnazlığa, ayrımcılığa karşı eğitimle savaş verir. Tüm acıları-na rağmen çocuklarını köy enstitüsüne gönderir. Dönemin politikaları, II Dün-ya Savaşı’nın etkileri, Turancı gençlik gibi nedenlerle enstitülerin bağımsız ve üretken yapısı kırılmak istenir. Bir çin-gene kızı olan Karika ise çingene olduğu için vatandaş bile sayılmaz. Köylü, Ka-rika’yı ve ailesini istemez. Aybike, Tatar bir kız çocuğudur. On üçünde evlendi-rilir. Henüz on üçünde iken bakımından sorumlu olduğu Kerim’le kendini anne hisseder. Bu özel bağ ikisinin de ensti-tüye gelmesiyle daha da güçlenir. Savaş biter. Çok partili rejime geçilir. İsmail Hakkı Tonguç görevinden alınır. Hasan Ali Yücel istifa eder. Enstitüler tek tek kapanmaya başlar. Fakat kapanan kapı-ları genç enstitülüler açmaya çalışmak-tan asla vazgeçmezler.

Ne İzlemeli?“ Burayı kapatmak için ellerinden geleni yaptılar. Sizler bıraktığımız yer-den devam edecek ve bozkırı yeşile boyayacaksınız.”

Page 9: Fanzin: Tebeşir (Sayı 1)

9Ne Okumalı?Ezilenlerin Pedagojisinde Paulo Freire

şöyle der: “...tarafsız eğitim yoktur. Eği-tim ya genç kuşağın bugünkü sistemin man-tığına entegrasyonunu kolaylaştırmakta sisteme uygunluk sağlamakta kullanılan bir araç olarak işler ya da erkeklerin ve kadın-ların gerçekliği eleştirel olarak ele aldıkları, dünyalarının dönüştürülmesine nasıl katı-lacaklarını keşfettikleri bir araç, ‘’bir özgür-lük pratiği” haline gelir.”

Paul Freire hayatını ezilenlerin eğitimi-ne, özellikle de okuma yazma bilmeyen yetişkinlerin eğitimine adamış bir eğitim-ci. Ezilenlerin Pedagojisi’ nde ise sadece belli eğitim merkezlerinde uygulanacak alternatif bir pedagoji değil, amaçları ka-dar kullandığı araçlar da özgürlükçü olan bir özgürleşme siyaseti öneriyor. Ona göre, siyaset, kelimenin en geniş anlamıy-la bir eğitim süreci çünkü. Freire, öncelik-le “bankacı eğitim modeli” ni reddeder. Bu modelde öğrenciler (ya da ezilenler), üzerlerine bilgi yatırımı yapılan pasif var-lıklar, boş kaplardır. Bilgi onlara ihsan edilir, aktif bir araştırma sürecinin ürünü değildir. Onlar nesne, öğretmenler (ya da siyasal liderler) öznedir.

Bu modelde dünya kapalı, durağan bir düzen, verili, tamamlanmış bir gerçeklik olarak sunulur. Diyalog değil, tek yanlı bir dayatma söz konusudur. Bu, ezilenleri kaderciliğe iten, özgürlükten korkmala-rına yol açan ve bu yüzden de üzerlerin-deki tahakkümü pekiştiren bir modeldir.

Freire buna karşı, ezilenlere dayatılama-yan, onlara diyalog içinde oluşturulan bir pedagoji (=siyaset), “problem tanımlayıcı eğitim” dediği bir model önerir. Ona göre kendini ne kadar devrimci sanarsa san-sın, ezilenlere ‘’nesne’’ muamelesi yapma-yı sürdürerek otoriter ilişkileri yeniden üreten hiçbir pratik özgürleştirici olamaz. Özgürleşme, ezilenlere armağan edile-cek bir şey değildir, onların özgürleşme mücadelesine özne olarak katılımlarının ürünüdür. Freire’ in önerdiği model, in-sanların dünyayla ilişkilerindeki prob-lemleri tanımlamalarını, dünyayı insanın kendini yaratma görevinde kullandığı bir malzeme olarak görmelerini sağlar.

İnsanların “olma” sürecindeki, bitme-miş, yetişkinleşmemiş ve bu yüzden de yaratıcı varlıklar olarak görür. Bu yüzden de eğitimin içeriği ezilenlerle diyalog ku-rularak, onların ‘’konusal evren’’i dikkate alınarak belirlenmelidir. Diyalogun ön şartı ise insanlara inanmaktır, sevmeyi becerebilmektir.

Page 10: Fanzin: Tebeşir (Sayı 1)

10 Üniversiteliler yoksul mahallelerde:

Okumuş İnsan Halkının Yanındadır

Beş yıldır “Okumuş insan halkın yanındadır” diyerek yoksul ma-

hallelere giden üniversiteliler, hafta sonları da çocuklara ders vermeye devam ediyor. Halkevleri’nde verdik-leri dersler ile eğitim, kültür ve sanat faaliyetlerini mahallelere taşıyan gö-nüllü üniversite öğrencileri, yaratıcı, meraklı ve sorgulayan çocukların ye-tişmesi için katkı sunuyorlar. 4+4+4 gibi gerici eğitim sistemlerine alter-natif üreten üniversiteliler Türkçe-den matematiğe, İngilizceden felse-feye kadar birçok derste öğrenmeyi daha eğlenceli hale getirmektedir.

Sosyal, kültürel ve bilimsel alan-

daki bilgi birikimlerini paylaşan ve okullarında parasız eğitim isteyen üniversiteliler, bu kampanya ile aynı zamanda eğitimin parasız da verile-bileceğini göstermektedirler. Bilimin toplum yararına kullanılmasının bir örneği olan “okumuş insan halkın yanındadır” kampanyası Türkiye’nin dört bir yanında olduğu gibi Anka-ra’da da devam etmektedir.

Beş yıldır yaz aylarında gerçekleş-tirilen kampanya, bu yıl sene içeri-sinde de sürdürülmektedir. Batıkent, Tuzluçayır, Dikmen, Saimekadın gibi birçok semtte hafta sonları de-vam ediyor.

Page 11: Fanzin: Tebeşir (Sayı 1)

11KadınMasallarda Toplumsal Cinsiyet

Küçükken masal okumayanımız yoktur şüphesiz. “Pamuk Prenses”, “Külkedisi”, “Kırmızı Başlıklı Kız” ve “Kurbağa Prens” okuduğumuz bu ma-sallardan sadece bir kaçıdır. Ancak bu masalların bir masal olmanın da öte-sinde toplumsal cinsiyet rollerini daha çocuk yaşlarda zihinlerimize yerleşti-ren metinler olduklarını iyi bilmeliyiz. Kalıplaşmış aile ilişkileri ve kadına biçilen toplumsal roller, masallarda da yerini korumaktadır. Masal türünün toplumlar tarafından kabullenişinin altında yatan temel sebep, ataerkil sis-temin istediği rolleri ve ilişkileri iste-nilen biçimde yansıtıyor oluşlarıdır. Kadına, üvey annelik ve cadılık gibi roller atfedilirken, kötü olanlar ise ma-sal sonunda mutlaka cezalandırılır.

Kadınların toplum tarafından kabul-lenişlerinin temel unsuru da güzel ve masum olmalarıdır. Sindrella masalın-daki güzel olmayan üvey anne ve kız-ları okuyucuya kötü olarak verilirken, Sindrella ise prensi güzelliği ile balo-da büyülemiştir. Bundan dolayıdır ki prens kişiliğini dahi bilmediği bir ka-dına sırf güzel olduğu için aşık olabil-miştir. Eğer Sindrella güzel oluşunun yanı sıra zeki de olsaydı itaat eden de-ğil sorgulayan olurdu, ev işlerini yapan değil özne konumuna geçen olurdu. Pamuk Prenses masalında üvey anne-

nin aynanın karşısına geçerek, güzel-liğini teyit ettirme çabası da güzellik unsurunun toplumda kabullenme açısından ne denli önemli olduğunu göstermektedir. Femme Fetale kadın-lar ise masallarda daima kötü olarak gösterilirler ve tutkularının peşinden koştukları takdirde cezalandırılırlar.

Eve bağımlılığın da masallarda sık-ça yer aldığını görmekteyiz. Sindrella, 12’den sonra eve döndüğü takdirde arabası bal kabağına dönüşecektir. Bu-nun yanı sıra her ne kadar bir prenses de olsa temizlik ve yemek yapmaya mahkumdur. “Kırmızı Başlıklı Kız” masalına baktığımızda ise Kırmızı Başlıklı Kız’ın ninesi hastalandığında ona sepet hazırlayan annesidir, tıpkı ona başlığı örenin ninesi olduğu gibi o da bir kadındır.

Bunun yanı sıra kadının itaat eden bir konuma getirilmeye çalışıldığını görmekteyiz. “Kurbağa Prens” ma-salında babasının sözünü dinleyen prensesin daha sonra ödüllendirilmesi buna örnek gösterilebilir.

Kısacası, masallar sandığımız kadar zararsız ve masum metinler olmayıp, daha çocuk yaşlarda toplumsal cinsi-yet rollerini bilinçlere işleyerek, ileride oluşacak kişilik ve karakterlerde bu-nun yansımalarını gösterme işlevi de taşımaktadır.

Page 12: Fanzin: Tebeşir (Sayı 1)

12 Bir son sınıf öğrencisinin

KPSS NotlarıBir eğitim fakültesi öğrencisiysen 4 yıl boyunca sana nasıl idealist bir öğret-men olacağını, öğretmeni olacağın ço-cukların ne kadar şanslı olduğunu ve öğretmen olmanın ayrıca bir vicdani sorumluluk olduğunu anlatırlar. Son seneye gelene kadar bunları genelde yüzünde bir tebessümle yüreğinde bir heyecanla dinlersin. Son seneye geldiğinde işler bi-raz değişir. Genelde 4.sınıfa başlamadan önce olan tatilde kendin için uygun olan(hem sana bir defada sınavı kazan-dıracak hem de çok pahalı olmayan) bir KPSS kursu aramaya başlar sınıf arkadaşla-rınla olan “Şu kurs şöy-le iyiymiş şu kurs böyle güzelmiş” sözlerinden medet ummaya başlarsın.İyi kötü bir KPSS kursuna yazılırsın ve artık senin için sınav maratonu başla-mıştır. Bir yandan genel kültürünü ge-nel yeteneğini kendi istedikleri şekliy-le sana ezberleten ve sonunda ne kadar ezberlediğini soracakları konulara ha-zırlanmak zorundasındır, bir yandan da 4 yıl boyunca sana öğretilen öğ-retmen etiğini, idealist öğretmenliği,

vicdani sorumluluğu bir kenara atıp eğitim bilimlerinden öğrendiğin pra-tiği silip teorik olarak sana sormaktan çekinmemektedirler. Bir de bu sene bazı bölümlerde karşımıza “Bakalım alanında ne kadar yeterlisin?” sorusu-na cevap vermemiz beklemektedirler.4.yıl bir son sınıf öğrencisi için geri-

de bıraktığın 3 yılı sor-gulama yılıdır aslında. “İyi bir öğretmen olup olmayacağımı bilmem için bu sınav yeterli(-mi)dir…” cümlesini sorgulama yılıdır. 3 yıl boyunca birçok öğrenciye umut ola-cağım söylenirken “Gelecek benim el-lerimde(mi)dir…” cümlesini sorgula-

ma yılıdır. 3 yıl boyunca vicdanı-mız sorgulanırken bizi bu sınava tabi tutanların vicdanını sorgulama yılıdır.Tüm bunlar girdiğim KPSS ile de bit-meyecektir. “Herkes atanacak diye bir şey yok” Sonuçta Olur da atanamaz-san ki yüksek bir ihtimal bu saydığı-mız maratonu bir kez daha yaşamak zorundasın. Ya da bir ihtimal daha var, o da KPSS’yle, atanmama sorunuyla, sınav maratonuyla mücadele etmek mi dersin?

Page 13: Fanzin: Tebeşir (Sayı 1)

13

Köy Enstitüleri ilkokullara öğretmen yetiş-tirmek üzere 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı Kanun ile açılmış okullardır. 1940 yılından başlayarak, tarım işlerine elverişli geniş arazisi bulunan köylerde veya onların hemen yakınlarında Köy Enstitüleri açıldı. Türkiye’nin her yanında ilkokullara öğret-men yetiştirmek üzere açılmış okullardır. Neredeyse tüm Anadolu’nun okulsuz ve öğretmensiz olduğu gerçeği göz önüne alı-narak, dönemin başbakanı İsmet İnönü’nün himayesinde, Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından İsmail Hakkı Tonguç’un çabalarıyla köylerden ilkokul mezunu zeki çocukların bu okullarda yetiştirildikten sonra yeniden köylere giderek öğretmen olarak çalışmaları düşüncesiyle kuruldular. Köy Enstitüleri’nin kurulması ve yaygınlaş-ması konusunda pedagoji uzmanı Halil Fik-ret Kanad’ın çalışmaları da unutulmamalı-dır. Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Başaran ve Dursun Akçam gibi önde gelen yazarlar ve düşünürler bu okullarda yetişmişlerdir. Yaratıcılığın ön planda olduğu eğitim anlayışını savunan Köy Enstitüleri bağnaz kesimleri rahatsız etmiştir ve 1954’te kapatılarak geleneksel, ezberci eğitimin ön plana çıktığı öğretmen okullarına çevrilmiştir. Köy Enstitüleri bize özgü eğitimcilerinin yaratıcılığının bir ürünüdür. Yetiştirdiği öğretmen niteliği hala aşılamamıştır. Bu kurumlar, Anadolu insanın bağnazlıktan kurtarıldığında nasıl yaratıcı ve üretici yurttaşlar olabileceğinin kanıtıdır. Köy enstitülerinde iş içinde, iş aracılığıyla, iş için eğitim anlayışı egemen-

di. Bu anlayış doğaya duyarlı, insana duyar-lı, yaşamla bütünleşen,

ders kitaplarını ezberle-yen anlayıştan uzak, ya-

şamın içinden kaynaklanan bir eğitim anlayışının tanımıdır. Köy enstitülerinde verilen eğitim sonunda yaşamı değiştiren, dönüştüren, bunu yaparken de kendisi de değişen, insanca değerlerle bezenen, insan-ca bir dünya yaratmaya kurgulayan yurt-taşlar yetiştirmeyi amaçlamıştır ve bunu da başarmıştır. Köy enstitüleri, ilkel tarımdan modern üretime yönelme arayışlarının, çağdaş demokrasiye geçebilmek için özgür yurttaşlar yaratma projesinin adı, yüzyılla-rın karanlığında kalan Anadolu köylüsüne insan olduğunun hatırlatılması, cumhuriyet yurttaşı yaratmanın projesiydi. Ortaçağı yaşayan Anadolu köylerinde uygarlık ya-ratmanın öyküsüydü. Tüm dünyada faşizm rüzgarlarının estiği 1940’lı yıllarda Anado-lu topraklarında iyiyi, güzeli, insana özgü zenginlikleri ortaya çıkarmanın adıydı köy enstitüleri. Tüm eğitim süreçlerinde de-mokratik tartışma süreçlerinin yaşandığı, katılımcılığın yaşayarak yaşandığı, özüm-sendiği okulların adıydı köy enstitüleri. Köy enstitüsü eğitim modeli; yönetime katılma, sorgulama ve sorma bilincine, eleştirel dü-şünme yeteneğine sahip, dünyadaki geliş-meleri izleyip yorumlayabilen, sorunlar karşısında çözüm yolları arayışında hep aklı ve bilimi kullanan çağdaş insanları yetiştir-me projesiydi. Köy enstitüleri dönemi aynı zamanda Anadolu aydınlanmasının yaşan-dığı bir dönemin adıdır. Klasiklerin Türkçe-ye çevrildiği, ansiklopedilerin yayınlandığı, konservatuarın kurulduğu, özerk üniversite için adımların atıldığı bir dönemin adıdır.

Page 14: Fanzin: Tebeşir (Sayı 1)

14

Bütün bir yıl boyunca eğitim sis-temimizdeki sorunlarla boğuştuk. 4+4+4’ün getirdiği yıkımları hep beraber izledik. Lavaboya boyu yetişmeyen 66 aylık çocukların fotoğraflarını gördük gazetelerde. İhtiyaçlarını karşılamak istediğini söylemeyen öğrencilerin öğret-menlerini dinledik televizyon-larda. Redhack’in açıkladığı bel-gelerle üniversite yönetimlerinin yaptığı yolsuzlukları gördük, harç-ları kaldırdık yalanlarını dinledik, durduk. Ve tabi uzar gider bu tablo böyle.Dindar ve kindar değil, düşü-nen ve üreten gençlik için

Her siyasi iktidarın kendine göre kesip biçtiği eğitim sistemiz son 10 yıllık dönemde hiç olmadığı ka-dar darbe almış, saldırıya maruz kalmıştır. Bunun yanı sıra iktida-rın her kademede kurumsallaşma çabası dikkat çekmektedir. Ee tabi eğitim fakülteleri de bu kurumsal-laşmadan nasibini alıyor. Bugün üniversite resmine baktığımızda eğitim fakültelerinin cemaatin yu-valandığı ilk yerler olduğunu gö-rüyoruz. Düşündüğümüzde 4+4+4 gibi gericilik tabanına oturtulmuş

eğitim modelleri için de kinine ve dinine bağlı gençlik yaratacak ablalar, ağabeylere de ihtiyaç var. Ama unuttukları bir şey de var gibi görünüyor. Bizler ise aynı eğitim fakültelerinde okuyan üniversite-li olmanın verdiği sorumlulukla daha eşit ve adil bir dünya kurmak isteyen öğretmen adaylarıyız. Dog-malarla yaşayan değil sorgulayan, düşünen ve üreten bir gençlik için bir araya gelen geleceğin öğret-menleri üniversitelileriz. 1 Mayıs’ta Eğitim Fakültesi kortejini kuralım

Yaşadığımız dünyanın sorunları-na sessiz kalamayacağımız içindir ki, yaşanan tüm saldırılara karşı söyleyecek sözü olanların buluştu-ğu 1 Mayıs’ta bizler de yerimizi ala-cağız elbette. Ne fakültelerimizi ne de geleceğimiz, çocuklarımızı ge-riciliğin kucağına bırakmayacağız demek için direnişin gününde so-kaklarda olacağız. Fakültelerimizin en can alıcı sorunlarından birinin gericilik olduğu ortadayken, seni de “Gelecek bizim ellerimizde” de-mek için 1 Mayıs’ta Eğitim Fakül-tesi öğrencileri kortejinde yerini almaya çağırıyoruz.

Page 15: Fanzin: Tebeşir (Sayı 1)

15

Page 16: Fanzin: Tebeşir (Sayı 1)

Eğer “çorbada benim de tuzum olsun”

diyorsan;[email protected]

0542 808 75 98