pazarcik

24
Devrimin Kalesi: Şoqulyon Şoqulyon köyü, Kürdistan için en fazla bedeli veren Pazarcık köylerinden biri. Öyle ki 1980-1990 arası köyde neredeyse hiç düğün yapılmamış. Çünkü köyün gençlerinin çoğu ya gerilla ya da mahpus olmuş. Sayfa 6’da Fırat İmirza, yöre müziğinin yeni çığırı. O, batının bilim ve tekniğini, kendi yöresinin ise tını ve seslerini içselleştiriyor. 250 Kürtçe klam yaptı. 30 yıldır köyü Nargale’ye gidemiyor. “Yar Fadîma” ile yöremizde ünlenen Şah Sultan’ın hayatı ve eserleri... MAXSIYON Maksutuşağı Pazarcık Sayı 3 / Ocak 2011 Fiyatı: € 2,- Aylık inceleme Gazetesi Sekiz ozanı, dört dede ailesi, yedi şehidi ve sayısız söz ustasıyla Maxsiyon dosyası... Pazarcık’ın en şen köyü olan Maxsiyon üzerine özel bir dosya hazırladık. Sayfa 12-13’te Pazarcık ve yaylaların ünlü sesi Karrî Bolle, yaşadığı ağır felç durumunu gazetemiz için yazdı. Nurşani’nin ünlü Mayrik şarkısının öyküsünü de anla- tan sanatçı, genç sanatçılara da öğütler verdi ve kendi dilinden ziyade Türkçe şarkı söylemelerini eleştirdi. Sayfa 10-11’de KARRÎ BOLLE Avrupa’da çekirdekten yetişme davulcu ve zurnacımız çok az. Ali Eren, bu iş için yetişiyor. Hergün en az 1-2 saat antreman yapıyor. Şimdi bile sallamayı profesyonel düzeyde çalıyor. Sayfa 2’de Çekirdekten Yetişiyor ÇUTLIGE QÛRUÇE Sayfa 7’de Sayfa 9’da Sayfa 23’te Şah SULTAN Fırat İMİRZA Hüseyin KARAÇEPER Sayfa 8’de Sayfa 4’de Sayfa 5’de Hüseyin Karaçeper, öğretmen bir müzisyen. Basel’de Alman ve göçmen gruplar içinde sanatsal değeri ve be- yefendiliği ile tanınan Karaçeper, “400 öğ- rencim oldu. Hepsiyle bir aile olduk” dedi. Karaçeper’in öğrenci- lerinin çoğu Pazarcıklı gençlerden oluşuyor. DÎ MÛSE M. Bayrak ile Röportaj s. 14 100 yıllık Kürtçe Alevi Beyti s. 18 Fîdone Îmke‘nin Hayatı s. 20

Upload: oezguer-politika

Post on 30-Mar-2016

285 views

Category:

Documents


14 download

DESCRIPTION

Pazarcik Gazetesi

TRANSCRIPT

Page 1: Pazarcik

Devrimin Kalesi: Şoqulyon

Şoqulyon köyü, Kürdistan için en fazla bedeli veren Pazarcık köylerinden biri. Öyle ki

1980-1990 arası köyde neredeyse hiç düğün yapılmamış. Çünkü köyün gençlerinin çoğu

ya gerilla ya da mahpus olmuş.Sayfa 6’da

Fırat İmirza, yöre müziğinin yeni çığırı. O, batının bilim ve tekniğini, kendi yöresinin ise tını ve seslerini içselleştiriyor.

250 Kürtçe klam yaptı. 30 yıldır köyü Nargale’ye gidemiyor. “Yar Fadîma” ile yöremizde ünlenen Şah Sultan’ın hayatı ve eserleri...

MAXSIYONMaksutuşağı

PazarcıkSayı 3 / Ocak 2011 Fiyatı: € 2,-Aylık inceleme Gazetesi

Sekiz ozanı, dört dede ailesi, yedi şehidi ve sayısız söz ustasıyla

Maxsiyon dosyası... Pazarcık’ın en şen köyü olan Maxsiyon üzerine

özel bir dosya hazırladık.Sayfa 12-13’te

Pazarcık ve yaylaların ünlü sesi Karrî Bolle, yaşadığı ağır felç durumunu gazetemiz için yazdı. Nurşani’nin ünlü Mayrik şarkısının öyküsünü de anla-tan sanatçı, genç sanatçılara da öğütler verdi ve kendi dilinden ziyade Türkçe şarkı söylemelerini eleştirdi.

Sayfa 10-11’de

KARRÎ BOLLE

Avrupa’da çekirdekten yetişme davulcu ve zurnacımız çok az. Ali Eren, bu iş için yetişiyor. Hergün en az 1-2 saat antreman yapıyor. Şimdi bile sallamayı profesyonel

düzeyde çalıyor.Sayfa 2’de

Çekirdekten Yetişiyor

ÇutlIgeQÛRuÇe

Sayfa 7’de Sayfa 9’daSayfa 23’te

Şah SULTAN Fırat İMİRZA Hüseyin KARAÇEPER

Sayfa 8’de Sayfa 4’de Sayfa 5’de

Hüseyin Karaçeper, öğretmen bir müzisyen. Basel’de Alman ve göçmen gruplar içinde sanatsal değeri ve be-yefendiliği ile tanınan Karaçeper, “400 öğ-rencim oldu. Hepsiyle bir aile olduk” dedi. Karaçeper’in öğrenci-lerinin çoğu Pazarcıklı gençlerden oluşuyor.

DÎ MÛSe

M. Bayrak ile Röportaj s. 14

100 yıllık Kürtçe Alevi Beyti s. 18

Fîdone Îmke‘nin Hayatı s. 20

Page 2: Pazarcik

Pazarcık Sayı: 3 / Ocak 2011 Sayfa 2

ELiFê êLî/EPPiNgEN

2010 Aralık ayı içinde İstanbul’da Ahmet Kaya üze-rine bir belgesel gösterime

girdi. Ahmet Kaya’nın eşi Gülten Kaya tarafından hazırlanan belgeselin galası geniş bir katılımla yapıldı.

64 dakika süren belgeselde özellikle Ahmet Kaya’nın sürgüne geliş hikayesi ve sürgündeki yaşamı konu ediniliyor.

Belgeselde genel yayın yönetmenimiz Firaz Baran’ın yaptığı bir röportaj da yer aldı. Baran’ın Medya TV döneminde yaptığı röportaj, Kaya’nın Türkiye’de 3 yıl 9 ay ceza aldığı gün yapılmış. Röportajın belgeselde yayınlanan kısmı şöyle:

AHMET KAYA İLE RÖPORTAJ

Ahmet Kaya: Devletin başka hesapları vardı. Sorun yalnız Ahmet Kaya sorunu değildi. Kürd sorunuyla birlikte Kürd sanatçıların sorunuydu. İbreti alem olsun diye böyle bir şey yapmaları gerekiyor-du. Yaptılar.

gitmeyi düşünüyor musunuz?

Ben kaynağımı oradan alıyorum. Elbette dönmek isterim. Fakat, dönmenin objek-tif koşullarının oluşması gerek. Yoksa bir kahramanlık edasıyla hapisaneye girip yatmanın bir anlamı yok. Yani hapisane-de bir şey üretebileceği zannetmiyorum. Dava bir tane değil. Bu birinciydi. Üç tane daha dava var. 16 sene gibi bir top-

lam zaman ediyor.Üzerinizde nasıl bir ambargo var?

Radyolar yayınlamıyorlar, çalmıyorlar şarkılarımı. Televizyonlar yayınlamıyor-lar. Depolar dağıtmıyorlar, satmıyorlar. Fabrikalar basmıyorlar. Fakat buna rağ-men ilk günlerdeki heyecanı duyuyorum ben. İlk kasetim çıktığı zaman ki heyeca-nı… O zaman da hiçbir imkanımız yok-tu. Hiçbir televizyonla ilişkimiz yoktu. Hiçbir gazeteye ilan verecek paramız yoktu. O koşullarda bile binlerce, yüz-binlerce insana ulaşabilmiştik.

Size bölücü diyorlar. Onu nasıl değer-lendiriyorsunuz?

Onlar benim bölücü olmadığımı bili-

yorlar. Asıl bölücü onlar tabiki. Çünkü ben hiçbir şeyi bölmedim ya da bölmeye çalışmadım.

Baran, Ahmet Kaya’yı Anlattı

Ahmet Kaya ile röportaj yapan son te-levizyoncu olan Firaz Baran, röportaj gününü şöyle anlattı:

„Ahmet Kaya ceza almıştı ve yayın kurulundan Kenan Abi (Azizoğlu) kendi-sini aramıştı. Haber bülteni için röportaj ayarlamıştı. Röportajı akşam ana habere yetiştirmek istediğimiz için sabah erken-den Brüksel’den yola çıktık.

Sabah 9.30’da Ahmet Kaya’nın evine vardık. Adrese önceden baktığımızda

Eyfel Kulesi’ne yakın olduğunu gör-dük. Gözümde evin manzarasını şöyle canlandırdım: „Balkona çıktığımızda Ey-fel görünür.“ Oysa oturduğu apartmana vardığımızda etrafının yüksek binalarla çevrili olduğunu gördük.

Kapı zilini çaldırdık. Bizi eşofmanlarla karşıladı ve hemen espriyi patlattı: „Bu saatte adamın zili çalınır mı?“ Gülüştük ve içeri geçtik. Küçük bir daireydi ve evini de sade döşemişti. Ben „Abi“ diye hitap ediyordum. Kamerayı çeken Baran arkadaş da „Heval“ diye hitap ediyordu. O nedenle bana „Gözüm“, Baran’a da „Heval“ diyordu. Balkonu söyleyince kahkaha attı ve „Madama (Bayan Mitterand’ı kastediyor) söyleye-lim, bize manzarası Eyfel’e bakan bir ev ayarlasın“ dedi.

Sadece politik sorular sormadık. Yarım saat süren bir röportaj oldu. O gün ana habere yetiştirdik ve arkadaşlar bizi kutladı. Bizim ana haberde 3 dakikalık dosyalar veya röportajlar yayınlanmazdı. Ama bizim röportaj yanlış hatırlamıyorsam 3.5 dakika sürdü.

Röportajdan sonra Ahmet Kaya ile biraz sohbet etmiştik. Hazırladığı albümden iki parça dinlettirdi. Çok mutlu olmuştuk. O zaman, bana „Biliyor musun sen çok şanslısın. Sadece sana konuşuyorum“ dedi. Çünkü; o tarihte Reha Muhtar gibi birçok televizyoncu para teklif edip rö-portaj öneriyordu. Ancak O, kabul etmi-yor ve onlara konuşmuyordu.

Televizyona da çok gelip gitti. İnsani olarak da samimi ve içten bir insandı. Herkese eşit ve candan yaklaşıyordu.“

AHMET KAYA BELGESELİ

StRASbOuRg

Avrupa’da çekirdekten ye-tişme davulcu ve zurnacımız çok az. Bu işi önce bu sanatı burada öğrenen insanlarımız yaptı. Sonra Pazarcık’tan çekirdekten yetişme davulcu ve zurnacılarımız geldi.

Ama onların sayısı da çok az. Bu nedenle tam damağında oyunlarımızı çalan davulcu ve zurnacılarımız azınlıkta.

Ancak şimdi bu sanatı burada öğrenen babalar çocukları-nı çekirdekten yetiştiriyor. Bunlardan biri Bayramgazili Davulcu Salman.

Oğlu Ali Eren’i bebeklikten bu yana müzikle haşir neşir bir şekilde yetiştirmiş. Bu-gün 4 yaşında olan Ali Eren, özellikle sallama havasını profesyonel bir davulcu gibi çalabiliyor. Ali Eren, zurnayı da öğrenmeye çalışıyor ama

davulda daha usta.

Annesi: “Oğlumu davulcu yapacak”

Ali Eren, böyle devam ettiği takdirde inanıyorum ki 12 ya-şında artık düğünlerin vazgeçil-mez bir parçası olacak. Çünkü; oyunların ritmine hakim, elleri çok yakışıyor ve davula çok yetenekli. Ali Eren, antreman-larını evin içinde yapıyor.

Ancak komşuları ve aile üye-leri bundan rahatsız değil. Çünkü; Ali Eren’e alışmışlar. Ablası, “Artık davulun sesini alıştık. Derslerimi davul sesiyle yaparken dikkatim dağılmıyor” derken, annesi “Oğlumu davul-cu yapacak” diyerek feodal bir tutum takınıyor.

Babası, “Çizgi film de izliyor, parka da gidiyor. Ama hergün 1-2 saat davul çalıyor. Davu-lu hem seviyor, hem de onun oyuncağı olmuş” diyor.

ÇEKİRDEKTEN YETİŞİYOR KünyePazarcık gazetesi

İmtiyaz Sahibi Adnan gÖKSUNgURGenel Yayın Yönetmeni:

Firaz bARAN

TemsilcilerKöln: Ollo RAşBasel: Eda İ lkhanDüren: Hasanî NêsİRstuttgart: Yıldız PazarcıK Aachen: Xacê OlKEHamburg: Mehmet TüM Paris: İbrahim ONGAN

Grafik, layout & Design: Werbung GÖR

www.görwerbung.com

Tel: 0049 157 765 95 582E-mail: [email protected]

Page 3: Pazarcik

Pazarcık Sayı: 3 / Ocak 2011 Sayfa 3

ADNAN gÖKSUNgUR/STRASBOURg

Saydo’yu Avrupalılar tanısa üzerine kesinlikle bir film çekebilir, bir roman yazabilirlerdi. Ama biz

bu konuda her zamanki gibi gerideyiz. Saydo’nun önemine gelince...

O, henüz çocukken Elif Ana Ocağı’na verildi. Burada yetişsin diye... Bugün bu gelenek bizim yöremizde sona ermiş durumda. Saydo, yöremizde bir ocağa veya dergâha verilen son çocuk... Bu ne-denle Saydo’nun hayatı ve anlatacakları önemli. Sözü röportaja bırakıyoruz:

Elif Ana Dergahı’na ne zaman gittin? Bu nasıl oldu?

1981 yılında gittim. O zaman 8 yaşın-daydım. Ben Şixraşon (Başpınar) kö-yünden Olî Bûde’nin oğluyum. Yaylada Elif Ana gil ile komşuyduk. Sürekli gelip giderdik. O yıl Elif Ana, “Gelsin okutalım” demişti. Ondan sonra sürekli orada kaldım. Yaz tatillerinde köye gidi-yordum.

Orada neler öğrendin ve neler yaptın?

Saz, koyun kesme, yol hizmetini öğren-

dim (cem, semah, süpürgeci, sucu, lok-macı, zakir). Yani dedenin görevi dışın-daki hizmetleri hem öğrendik, hem yap-tık. Saygı, sevgi ve insanı bir nazarda görme... Bu olmazsa hergün misafirleri ağırlayamazsın. Orada insanlığı, sevgiyi, saygıyı öğrendim. Orası bir dergahtı. Saz çalmayı Mehmet amca (Elif Ana’nın oğlu) bana öğretti. Bilgilerini aktarıyor-du. Cemde, semahta, dostlar arasında beni yanına alıyor öğretiyordu.

Elif Ana’ya ev içinde nasıl hitap edi-yordunuz? Elif Ana’yı insani özellik-leriyle anlatabilir misin?

Elif Ana’ya “Atê Elif” veya “Atê Pîrik” diye hitap ediyorduk. Alevilik üzerine yasak vardı ama Elif Ana dinlemedi. Gelenekleri sürdürdü. Elif Ana, Mehmet amcayı yetiştirdi. Zakir ve dede olarak yetiştirdi. Şimdi hizmeti sürdürüyor. Elif Ana olmasaydı yol Pazarcık’ta unutu-lacaktı. Geleneğin canlı tutulmasında önemli bir işlev gördü. Dileklerin kabul olması da Elif Ana’yı çekici hale getirdi. Torunlarıyla diğer çocukları bir tutardı. “Birlik, dirlik olun” derdi. Elif Ana, hiçbir yas yerinde geri kalmazdı. Çopo Baba, Olî Qute ve Hemî Toze gibi tüm ocak ve ermiş ailelerine giderdi. Hepsi-ne büyük saygı duyardı. Onların çocuk-ları ve akrabaları da Elif Ana’yı sürekli ziyaret ederdi.

Çok misafir geliyordu. Bütün bu hiz-meti kimler yapıyordu?

Bazen yedi kurban kesiyorduk. Köylüler de yardım ediyordu. Benim zamanım-da sürekli hizmet edenler Olû Şuke, Îwî Molê Kosa, Ûto ve Zalxê Molê Şûşe’ydi. Yemekleri Afê yenge (Meh-met amcanın eşi) ve ablası Zeliha abla (Zalxê Molê Şûşe) yapıyordu.

Afê yengenin emeği çoktur. 40 yıldır evlidir ve 40 yıldır hergün misafirlerle ilgileniyor. gerçekten saygı duyulması gereken bir durum...

Onê Af ve Mehmet amcanın çok emeği var. Hasan’ın çocukları da “Onê Af” derlerdi. Çünkü; Afê yenge çok emek-tardı. Şunu belirteyim: Ben oradayken hiçbir zaman beni diğer çocuklarından ayırmadılar. Elif Ana ve Mehmet amca, ilkokuldan sonra “Okula okula gitmek istiyorsan Antep’e, Hasan’ın yanına gönderelim” dediler. Ben yük olmak istemedim. Hani bir deyiş var: “Damla bile değil idim/Göle çevirdiler beni.” O misal. Damla bile değil iken göle çevril-dim. Mehmet amca ne gerekiyorsa onu öğretti. O emeği verdi.

Avrupa’ya ne zaman geldin? Burada Aleviliğin durumunu nasıl görüyor-sun?

1996’da Avrupa’ya geldim. Tabiki mü-sahiplik, hakikat cemleri kalmadı. An-cak kurumlar var. Yine de çoğu ana baba değerlerimizi çocuklarına öğretemiyor. Evlat en değerli varlıktır. Bu değerle-rimizi yetiştiremezsek sonu uçuruma gider. Göçün olumsuz yönlerinin önüne geçmeliyiz.

Son olarak neler söylemek istersin?

Atê Elif, la dolxe da kat, hase too la Qarahoge da bîstin. (Elif Ana’ya bir şey ayan olduğu zaman sesi taa Qarahoge’de duyulurdu.) Vefat ettiği gün Başpınar’daydım. Annem ve babamdan duydum. O gün ailece Elif Ana gile gel-dik. Elif Ana, önce de söylediğim gibi en zor dönemlerde inancımızı korudu. Bu anlamda da önemli bir yeri var.

SON ÖĞRENCİ: SAYDO

SEyit BünüL (SAydO)

Atê ELif

Pazarcık’ta Alevi dergâhlarına verilen son öğrenci seyit Bünül (saydo)’dür. seyid Bünül, henüz ço-cukken Elif Ana Ocağı’na verildi. Burada 12 hizmeti de öğrenen Bünül, ünlü deyişten yola çıkarak şöyle dedi: “Damla bile değil idim/Göle çevirdiler beni.”

1950‘de Kızların Oyunları ve

Yaptıkları İşlerZEwê MiLLE/KÖLN

„Kaço Markazê“ (Pazarcıklı Kız), Donê Molê Damirçî Xalîlî Hasan‘ın bir şiiri. Bu şiirde Pazarcıklı genç kızların neler yaptığı anlatılıyor. Bakalım, 1991‘e kadar kızlar hangi işleri yapıyormuş:

Kaço MarkazêHarra bêyre pez bidoşaŞîrik wîna, mêst çekaHevîr bistra, nên lêxa

Kaçê kaçê kaço Markazê

Xişkon wîna, êr dodaTayşe birêsa, ciyon rexaRûn bike, ove bikalîna

Kaçê kaçê kaço Markazê

Nonî şivonon dogiraXizmatî nivonon biwînaTavnon bika masakina

Kaçê kaçê kaço Markazê

Ove wîna, kincon rexaŞîrik bimeyna, pendir çeka

Barxikon biçêrîna, zû ba zû baKaçê kaçê kaço Markazê

Kızların Oyunları

Donê Molê Damirçî Xalîlî Hasan ile kızların oyunları üzerine de sohbet et-tik. Matê Don, kızların 15 yaşına kadar oynadığını, daha sonra denetime girdiğini ve daha fazla çalıştığını söyledi. Kızların, 4-6 yaş arası, 6-10 ve 10-15 yaş arasında değişik oyunları olduğunu söyleyen Matê Don, bu oyunları şöyle sıraladı: „Kavir Cijik, Holik, Konik, Kitira, Banişt ve Kokî Gûlke.“ Şimdi tek tek bu oyunların nasıl olduklarını yazalım:

Kavir CijikBir taşı ateşe atıyorsun. Sonra karanlığa atıyorsun. İki grup kuruluyor. Hangi grup önce bulursa o kazanıyor. Bu oyun gece oynanır ve kızlarla erkekler birlikte oynar.

HolikHolik yapıp önünde oturuyorsun. Kız çocukları oynardı. Biri anne, biri baba olur-du. Sonra çocukları olurdu. Evcilik gibi bir oyun. Gelin getirirdik. 5-10 yaş arası kızlar oynar.

Tiştî Oxe4-6 yaş arası kızlar oynar. Topraktan ten-cere, kazan, tabak, tas yapıyorsun. İçine su koyuyorsun ve alttan çıkarıp başka bir yere indiriyorsun.

KonikKonik, karang (kenger) sütü demek. Bu oyunu erkek çocuklar da oynardı. Karang kuruduğu zaman kökünü temizliyorsun. Başını biraz kesiyorsun, sütü akıyor. Süt, sabaha kadar donuyor ve mayalanmışsa sakız oluyor.

KitiraGöni kökünden oluyor. Göni, iki çeşittir. Biri büyüyor ve çiçek çıkıyor. Diğeri küçük, dikenli ve uzuncadır. Onun kökünde ki-tira vardı. Söküp yiyorsun. İlaç gibiydi. Bazen de dövüyorsun ve kışın hafif suyla karıştırıyorsun. Uhu gibi yapışkan görevi görüyor.

Banîşt (Cûm)Dorê Qamlêx (çama benzeyen bir ağaç türü)‘te yapışkanlı bir su akardı. Ona banîşt diyoruz. Birazcık aktı mı donuyordu ve alıp sakız gibi çiğniyorduk.

Kokî gûlkePırasa gibidir. Taşların içinde, yüksek yer-lerde oluyor. Kökü 3-4 çataldır ve 5 cm uzunluğundadır. Onu dövüp kurutuyorsun. Çîrîş oluyor. Yapışkandır. Kitira‘dan daha etkiliydi.

Firaz Baran

Az Markaz im kaşik imAşê Îwe dalîzimBox im, mosara, az mit imaz Markaz im, nosakinim

Kaviştê ÇallonBanê SindîklonKolkî KoroxlîWolûskon

Az Mayrik im, nixoş katimAz Sawik im, dildo nageştimAz Zaynaw im, aze bilîzimaz Markaz im, nosakin im

Dol û zurnaBûk û zavaHawoyî giroyneSarî govende

Salmonî Pok im, Ziyoratê BayreMistkî Şekir im, Mama Zar e

Atê Elif im, Xacê ZînkeDuran Baba me, Hemî Tozeaz Markaz im Markaz imaz Markaz im nosakin im

Mamadî Haydke, osûm umMamî Kûle, darwîş imOlle Mikêl, rêber imAz ocox im, ziyorat imaz Markaz im, nosakin im

Az barxik im, rekê goçeCamo, Tûte, Olaçix e

Haqîw, kilov, dawî maşk eAz dava ma Gûndî Mamiş eaz Markaz im Markaz imaz Markaz im nosakin im

Not: Bu şiir rap tarzıyla Koynê Hêcîr köyünden olan Havîn’in ilk albümünde yer alacaktır.

MARKAZ iM NOSAKiNiM

Page 4: Pazarcik

Pazarcık Sayı: 3 / Ocak 2011 Sayfa 4

Fırat İmirza genç bir sa-natçı. 18 Ekim 1982’de

Hamburg’ta doğdu. Aslen Qo-şon (Afşin Kaşanlı) köyünden olan sanatçı, Kürd-Alevi ve Otmî aşiretine mensup.

Afşin’de Qoşon olarak bilinen yerleşim yeri aslında dört köy-den oluşuyor. Piskof, Haticepı-nar, Örenli (Gundî Wêron) ve Kaşanlı (Gundî Qoşon). Büyük köy Qoşon’dur. İmirza’nın an-nesi Qoşon, babası ise Gundî Wêron’lu.

Fırat İmirza, yöre müziğinin tınılarıyla büyüyor. “Kendimi bildim bileli saz çalıyorum” diyen sanatçı, çocukluğunu şöyle anlatıyor: “Almanya’da doğdum. Ama babam her zaman yöre sanatçılarını dinlerdi. Bi-zim evde 1970’lerde çekilmiş kasetler vardı. O kasetlerdeki şarkılarla büyüdüm. Halen de onları dinlerim. Albümde de onlardan bir bölüm var.” Sanat-çının kullandığı “İmirza” soyadı ise kendi sülalesinin adından geliyor.

Profesyonellik ve Duygu İçiçe

Fırat İmirza, çocukluktan gelen duygularını ve profesyonelliği buluşturan bir çalışma yapıyor. O, öncelikle kendi yöresinin müzikal anlamda zenginliğini fark etmiş bir profesyonel. Ama o tınılarla büyüyen ve onları

çok seven biri olarak da bir yöre aşığı...

Klam, şîn (ağıt) ve beytleri büyük bir titizlikle derlediği ve onları derli toplu modern stüd-yolarda bizlere ulaştırmaya ça-lıştığı belli oluyor. Albümü pro-fesyonel saund ile hazırlanmış. Yöre müziğimizle profesyonel saund yapan ilk kişi Ozan Şêxo

idi. Ozan Şêxo’nun kullandığı enstürmanlarda İranî yan ağır basarken, Fırat İmirza’da batı enstürmanları ağırlıklı yer oluş-

turuyor. Bu da kuşak ve müzik tarzının değişik olmasından kaynaklanıyor.

Fırat’ın çalışma tarzına gelin-ce... O, babasının biriktirdiği, Avrupa’daki ailelerde varolan eski klambêjlerimizin doldur-duğu kasetlerle yetinmiyor. Köyüne kadar gidiyor. Orada eski şarkılarımızı, kaybolmakla yüzyüze kalmış seslerimizi ka-yıt altına alıp getiriyor ve onları modern saund ve güzel yoru-muyla bizlere sunuyor.

2011’in Fırat İçin Önemi

2011 yılı Fırat için güzel bir yıl olacak. Çünkü; hedeflediklerini başarırsa önemli kazanımlar elde edecek. Öncelikli hedefi üniversiteyi tamamlamak. Fırat, hızlandırılmış bir özel üniver-sitede sinema eğitimi görüyor. 2011 Mart ayında okulu bitiyor. Okulu bitirince yöre şivesiyle bir kısa filmin çekimlerine baş-layacak.

Yine aynı yıl ikinci albümünü de çıkarmak istiyor. Albümün repertuarını hazırladığını söyle-yen sanatçı, bu albümde de yöre şarkılarının ağırlıkta olacağını belirtiyor.

FiRAT’iN DİLİYLE AL-BÜMDEKİ ŞARKiLAR

Fırat İmirza’nın ilk albümünde şarkıların sa-dece isimleri yazılı. Söz ve müziklerinin kime ait oldu-

ğu yazılmamış. Fırat ile albüm-deki yöre klam ve ağıtlarının kime ait olduğunu da konuştuk. Fırat’ın diliyle albümdeki eser-lere ilişkin bilgiler şöyle:

“Nazlê: Yarı anonim, yarı be-nim. Nakaratını yaptım. Türkçe-leri Kürdçeleştirdim.

Alê Fotê: Söz-Müzik: Kurdo Ali. (“Alê” yöremizde “Ah lê” anlamında kullanılan bir keli-me.)

Hatune: Mistî Kor’un yanında bir adam söylüyor. Kim oldu-ğunu bilmiyorum. Öğrenmek, tanımak istiyorum. Youtube’da gördüm. Şöyle diyordu: “Mi go dastî mi barda/Ta kalak la min kira arda/Waxtêki bovî wari/Min bikuşto la sar ta.”

Leylî Leylî: Söz-Müzik: Ozan Virani. Qoşon’lu bir sanatçı. “Saçlarını taramışsın”ın sahibi.

Zalxê: Bizim köyde hep okunan bir parça. Anonimdir. Yaşlıla-rımız Pazarcık’a ait olduğunu

söylerdi. Düzenleme-derleme bana ait. Kime, ne zaman söy-lenmiş bilmiyoruz.

La Sar Dilêv: Söz: Ozan Vurali Müzik: Qoşon yöresi.

Klamê Kurdo: Söz-Müzik: Kurdo Ali. Bu klamı bizim köylü olan Kurdo, Fotê’ye söylermiş. 1980’lerde bu klamı Türkleştirdiler. “Şu diyarı gur-bet elde” adıyla çok ünlendi. Kurdo’nun müziğini alıp söz eklemişler. Kurdo’nun adını bile yazmadılar. Eserin Kurdo’ya ait olduğunu ispatlamak için eserin başına Kurdo’nun orjinal sesini verdim. Kurdo, köyde o kadar çile çekti, Maraş’ta öldürüldü. Maraş katliamında Kurdo’nun başını Fotê’nin gözleri önünde taşla ezerek öldürdüler. Onlar da Kurdo’yu bir kez daha ezdi-ler. Bir de bana “Niye Türkçe okumadın” diyorlar. Bana ne? Ben Türk müyüm? Arif Sağ ve Belkıs Akkale “Şu diyarı gurbet elde”yi çok okudu ama bir gün olsun Kurdo’yu anmadılar.

Yöre müziğinin yeni çığırı: FiRAT İMİRZA

Fırat İmirza, yöre müziğini modern bir saund ve profesyonel bir tarzla geçmişten günümüze taşıyor. O, batının bilim ve tekniğini, kendi yöresinin ise tını ve seslerini içleşleştirip önümüze bir çığır açıyor. Kendini kaybetmeden, kendi yöresini küçümsemeden, unut-madan ve başkalaşmadan insanın daha güzel olduğunu kanıtlıyor.

“Bizim yöre-mizde çok stran

ve klamlar çalındı. İkinci albümde de bunu ispatlayan eserler okuyaca-ğım. Maraşlılar,

Kürd Alevileri artık başkalarının as-

keri olmaktan kur-tulmalı, kendileri-ne hizmet etmeli.”

Fırat İmirza’nın albümüne adını verdiği ve üzerine çok izlenen bir klip çektiği Nazlê

klamının sözleri şöyle:Nazlê

Dilî minî dêra dêraKûrmê dêr ja dêr na xêra

Havol tu rî yo min mezikaHato ka hotim ja jêra

Aman aman dardê amanAman aman Nazlê aman

Ko lîstika ta la ku mo

Dîyar babaya diyar babayaKortê hêla xa ba goyaXalk la îşe kore xaya

Çovî min la banco taya

Azî tema ja QoşanaÎşe ma box û bostanaMo ja min silov harinRindo hona Olbistona

FiRAt İMiRzA

Page 5: Pazarcik

Pazarcık Sayı: 3 / Ocak 2011 Sayfa 5

MeHMet tÜM

Yurt insanın kalbidir. Bir göç çocuğu olarak do-

ğabilirsiniz. Ama kalbinizde köklerinizin çiçekleri yeşerirse vatanınızı da, kültürünüzü de kaybetmezsiniz. Bir Alevi için o çiçekler sazdır, beyttir, cem-dir, semahtır. Güneşe duyulan sevgi, ziyaretlere bağlanan dilektir. Bir pirin öpülen sakalı, gönülden dinlenen bir âşıktır.

Hüseyin Karaçeper, kendi yur-du Erzincan’dan çok uzakta, bir göçmenler metpepolü olan İstanbul’da doğdu. Yurttan uzaklık onu bağlarından ko-parmadı. En büyük şansı kendi ana yurdunun sesleri, deyişleri ve geleneklerini canlı yaşatan ailesi oldu.

AİLENİN MÜZİSYENLERİ

Büyük amcası Mehmet Ali,

Erzincan’da tanımayanı olma-yan çok iyi bir zurnacıydı.

Küçük amcası Mustafa, çok iyi bir bağlama ustası ve yö-netmendi. Beser Şahin, Nilüfer Akbal, Güler Duman’ın ilk ka-setlerine, Ali Nurşani ve Engin Nurşani’nin bütün kasetlerine yönetmen olarak imza atmıştı. Diyar ve Duygu Müzik adlı iki de plak şirketi kurmuştu.

Hüseyin Karaçeper’in babası da müzisyendi. Çok iyi bir bağla-macı ve ritimciydi.Karaçeper, hayatı müzik olan bir ailede, 1973 yılında İstanbul Şişli’de doğdu. İlko-kulu Maltepe’deki Bağlarbaşı İlkokulu’nda, ortaokulu Mal-tepe Lisesi’nde, liseyi Kadı-köy Ticaret Lisesi (Muhasebe Bölümü)’nde bitirdi.Lise 2’den sonra bir muhasebe bürosunda 2 yıl meslek stajı yaptı. Aynı yerde 3 yıl da çalış-

tı. Kadıköy’deki İş Bankası şu-besinde de bir yıl çalıştı. Sonra 5 yıl süren İstanbul Teknik Üni-versitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nı bitirdi.

ÇALDiĞi ALETLER

Karaçeper, bağlamayı 6 yaşın-da; tar, ud, tembur ve divan sa-zını da süreç içinde öğrendiğini dile getiriyor. Konservatuarda da davul, bendir ve erbaneyi öğreniyor.Türkiye’de 4 yıl özel kurslar-da bağlama dersleri verdiğini aktaran Karaçeper, “Avrupa’ya Kasım 1997’de evlenip geldim. O zamandan beri burada öğret-menlik yapıyorum” diyor.Avrupa’da 12 yıldır bağlama kursu veriyorum. Arada perkus-yion kursları da veriyorum.

HER HAFTA ETKİNLİK-leRDe

Karaçeper, “Bugüne kadar

burada 400’e yakın öğrencim olmuştur. Alman ve İsviçreli 40 kişi de şu ana kadar kurslara katıldı. Alman ve İsviçreliler müzikschule (müzik okulu)’de katıldılar” diyor.

Şu anda Basel’deki Alevi Bek-taşi Kültür Birliği’nde de kurs veren Karaçeper, öğrencileriyle hemen her hafta Alman ve İs-viçrelilerin etkinliklerinde mini konserler veriyor. Bu yıl katıl-dıkları en önemli etkin-lik Haziran 2010’da gerçekleşmiş. Mü-zisyen Karaçeper, “Üç gün süren çok büyük bir projeye imza attık. Basel’in en büyük orkestrası olan Kammer Orkes-trası ile bir köy dü-ğününün müzikalini sunduk. Biz 14 saz ile katıldık. Orkestra da 25 kişiden oluşu-yordu” diyor.

Karaçeper, Basel ve çevresinde çok seviliyor. Bu, sadece yaptığı çalışmalardan veya müzisyenliğin-den değil beyefendi duruşundan da kay-naklanıyor. İnsanlar,

sanatçının duruşuna da büyük önem veriyorlar ve Karaçeper de bu güzelliği gördükleri için de çocuklarını aileden birine emanet eder gibi onun kursları-na getiriyorlar.

Karaçeper’in öğrencilerinin büyük bir bölümü Pazarcıklı-lardan oluşuyor. Bu nedenle de biz gazete olarak Karaçeper’i kutluyor, gönülden teşekür edi-yoruz.

Pazarcık dostu Müzisyen: HÜSEYİN KARAÇEPER

editörden

Hüseyin Karaçeper, öğretmen bir mü-zisyen. Basel’de Alman ve göçmen gruplar içinde sanatsal değeri ve beye-fendiliği ile tanınan Karaçeper, “400 öğrencim oldu. Hepsiyle bir aile ol-duk” dedi. Karaçeper’in öğrencilerinin çoğu Pazarcıklı gençlerden oluşuyor.

Hüseyin Karaçeper

“Dünyada bu kadar seveni olan bir enstürman yok. Herkesin hoşuna

gidiyor. Türkiye’nin geneli seviyor.

Sazsız halk oyunu, köy yok gibi. Dedelerin, aşıkların köy köy gezme-leri bunda rol oynadı. Müziği aşıla-manın yararı çok. Müziği öğrenen kesinlikle kötü bir insan olamaz.

En zengin, yüksek kademeli insan bile müziği duyduğunda ya dertle-nir, ya eğlenir, ya maziye dalar, ya düşünür. Müziğin tanımını ifade

edemem.Saz çalma tekniği çok farklıdır.

Her insan aynı şarkıyı çalar ama her insanın çıkaracağı ses ayrı olur. Çünkü her insanın ses rengi fark-lıdır. Parmak izi gibi bir şey. Ses

rengi saz çalma tekniğinizi, tınınızı ve tonunuzu da belirliyor.”

„MEVKİ“ DEYİP gEÇMEYİN

Bildiğiniz gibi her köyün mevki isim-leri var. Kavrî Rinde, Kaviştê Orge, Nolê Raş gibi... Yani her köyde kaya-lara, mağaralara, derelere, kuyulara, çeşmelere bir isim verilir.

Gazetede bir köyü tanıtırken o köyün mevkilerini de yazıyoruz. Bunun ne-deni bizim tarihimizin o mevki isimle-rinde gizli olmasıdır. Küçümsememek gerekir.

Örneğin, Milone Soqî köyünde Kav-

rî Bûke var. 100 yıl önce bir gelin, hakkında çıkan dedikodulardan sonra utanıp burada intihar ediyor. O günden bu yana o kayaya Kavrî Bûke deniyor. Bu nedir? Sosyolojik tarihimizden bir kesittir.

Yine birçok köyde Xirêwa adı verilen yerler var. İsmi Xirêwa olan yerlerin ezici bir çoğunluğu geçmişte Erme-nilerin oturdukları yerlerdi. Bütün xirêwa’ların nerede olduğu tespit edildiği zaman Pazarcık’taki Ermeni haritası da ortaya çıkacaktır.

Kuyu ve mosara isimleri genelde yapan kişinin adıyla anılır. Bu da köylerin özgün tarihine ilişkin somut bir bilgidir. Çünkü; ileride her köyün kendi kitapları olacak. O açıdan bu bilgiler önemli.

Yine yazdığımız ziyaret mevkileri bize Pazarcık’ın Alevilik inancı açı-sından ne kadar önemli olduğunu ıs-patlıyor. 100’den fazla ziyaretin oldu-ğu ilçe olacaksınız ama bir ziyaretler listeniz bile olmayacak.

Yine mevki isimlerinden Pazarcık coğrafyasında hangi köyde hangi zenginlik kaynaklarının olduğunu, hastalıklara şifa olan bitkilerin hangi

dağlarda olduğunu öğreniyoruz.

Son olarak amcamın oğlunun şahsın-da bir yanılgıyı yazmak istiyorum. Bana, “Ben Pazarcık’ı tanıyorum” dedi. Şaşırdım. Çünkü; ben 1.5 yıldır araştırıyorum ama yine de her gün yeni bilgiler öğreniyorum. Ona 20 soru sordum, hiçbirini bilmedi. Sonra da “Ee sen değişik yerleri soruyorsun” diyor. Bizim köydeki üç mevki ismini söyledim, onları da bilmedi.

Özetle, 143 köy ve mezranın neyi yazılmış ki hemen hepsini biliyoruz. Her köyün yazılmamış yüzlerce öy-küsü ve portresi var. Ozan Eylemi’nin deyimiyle “Pazarcık’ta gizli hazineler var.” Bunlar, “Yeryüzüne çıkarılmayı” bekliyor.

Page 6: Pazarcik

Pazarcık Sayı: 3 / Ocak 2011 Sayfa 6

îDİRîSî FOTTE/KÖLN

“Tu qimîşê nowa ki lê mezka” (Bakma-ya kıyamazsın). Bu sözü, Sarı Ömer (Mustafa Ömürcan) yaşamını yitirdiği

zaman yaşlı erkeklerin ağıtlarından duymuştum. Saçları ve bıyıkları sapsarı olan Mustafa Ömürcan için sadece kadınlar değil erkekler de ağlıyordu. Babası Ockî Walke ve akrabaları olan yaşı 50’nin üzerinde adamlar oturmuş ağıt yakıyordu.

Yıl 1987’ydi. Cenazesi köye getirildiği zaman köyün çevresi 6-7 km boyunca onlarca cemseden inen askerlerce kordon altına alındı. Köyün içine de yaklaşık 50 cemse geldi. Anlaşılan Mustafa Ömürcan’ın cenazesinden bile çok korkuyorlardı. Sadece korku değil saygı da vardı. Bir yüzba-şı “İllahi cenazeyi göreceğim” diyerek Mustafa Ömürcan’ın yatırıldığı odaya girdi. “Bu kadar yi-ğitçe savaşan bir insanı görmem gerekir” diyordu.

Mustafa Ömürcan’ın yatırıldığı odanın öyküsü de yürek burku-cuydu. Birgün köye gelerek baba-sından “Bu odayı bana ver baba” diyen Mustafa’ya babası, “Orası oğlumla gelinimin odası. Onlar Avrupa’da ama birgün gelirlerse odalarına girsinler” diye yanıt veriyor. Mustafa’nın cenazesi gel-diği zaman babası “Mustafa, sen bu odayı istemiştin. Keşke sana verseydim. Keşke sana versey-dim” demişti.

Ömürcan Ailesinin Şehidleri

Sarı Ömer ve ailesi mücadeleye büyük bedeller ve emekler verdi. Şubat 1981’de Maraş’ta sorgu sı-rasında öldürülen İsmet Ömürcan henüz 20 yaşındaydı. “Ben can veririm, sır vermem” diyor ve ağır işkencelerle katlediliyor.

İsmet’in yeğeni Deniz Ömür-can da büyüyüp 17 yaşına geldiğinde gerilla oldu. Bekaa’da askeri ve siyasi eğitimini görüp Güney-batı eyaletinde savaştı. Mamkî Ose’nin oğlu olan Deniz, yiğitliğiyle arkadaşları arasında biliniyordu. Örneğin gerilla olmadan önce beni tek eliyle güreş-te yıkıyordu. Deniz, gerilla olarak da çok güçlüydü ve sayısız kez arkadaşlarını kurtardı. Örneğin, Ha-san Vural’ın yaşamını yitirdiği çatışma sırasında

tuttuğu tepeyi verseydi 40 arkadaşı daha öldürülebilirdi. O tepenin ele geçirilmesine izin vermeyerek ve karşı gücü koordine eden bir yar-bayı vurarak arkadaşlarının kurtul-masını sağladı. Yine Deniz’in ünlü bir hikayesi de korucu olan bir köye silahsız girerek köy meydanına gitmesidir. Köy meydanına giden Deniz, korucuları çağırdı ve onları ikna ederek silahlarını bırakmala-rını sağladı. Ne yazık ki Deniz gibi genç, yiğit, tertemiz bir insanımız da 1992’de bir çatışmada yaşamını yitirdi.

Ömürcan ailesinin bir şehidi de Sal-man Ömürcan’dır. Salman da 1980 öncesi ulusal mücadeleyi tanımış ve gerilla olmuştu. 1987’ye kadar da mücadelesini sürdürdü. O dönem

gerillada haki-miyet kuran ve daha sonra “Çete anlayışı” olarak mah-kum edilen Kör Cemal’in yö-netiminde Salman yargılandı. Salman’a idam cezası verildi ve öldürdü. Bu anlayışı sayı-sız devrimcinin sebepsiz yere köylü anlayışlar nedeniyle canına neden oldu. PKK’nin daha sonra yapılan kongrele-rinde bu durum tartışıldı ve Salman’ın itibarı iade edildi. Yani Salman şehid ilan edil-mişti.

“Yoğurdun Kaymağı Arka-daşlara”

Xacê Baçe, amcamın kızı ve Ömürcan’ların gelinidir. Çocuklarına hep “Yoğurdun kaymağı arkadaşlara” derdi. “Çünkü; arkadaşlar devrim yapacak ve Kürdistan’ı kura-

caklar.” Çocuklarını bu terbiyeyle büyüttü. 1980 öncesi doğan bir torununa da tüm aile gibi o da “Haki” ismini verdi. “Adı Haki Karer’in adı olsun. Ki Haki yaşasın.”

Ömürcan ailesi, bu emeklerle yetinmedi. Aynı za-manda çok sayıda mahpus da verdi. Gülistan, Ali,

Nazlı, Zeliha, Elif ve Songül Ömürcan yıllarca hapis yattı. Toplama vurulduğunda neredeyse 40 yıl hapiste kaldılar.

Örneğin, Zeliha darbe döneminde yakalandığında 8.5 ay beton ve toprak zeminde tutuldu ve sürekli işkence altına alındı. 1980-1985 arasında hapiste kaldı. Çıkınca da rahat bırakmadılar. İki yıl da imza verdi. 1.5 yıl polise, 6 ay da jandarmaya. Sonra yeniden yakalanacağı bilgisi alınınca hemen apar topar kendini Avrupa’ya zor attı.

Gülistan da 6 yıl hapis yattı ve 2 yıl da sürgün aldı. Ali üç yıl yattı. Gülistan ve Ali şehid Mustafa Ömürcan’ın kardeşleridir. Şehid Salman’ın kızkar-deşi Nazlı da 6.5 yıl yattı ve 2 yıl sürgün aldı. Olî Dirêj’ın kızı olan Elif de 2 yıl yatarken, Raşko’nun kızı Songül Ömürcan 10 yıldan fazla hapiste kaldı.

Şoqulyon’un Diğer Mahpusları

Şoqulyon (Bayramgazi) köyü mahpusları çok olan bir köy. Başta da belirttiğimiz gibi özellikle 1980 döneminde sayısız insan hapise girdi. Hatırlayabil-

diğim kadarıyla köyün diğer mahpuslarının isimleri şöyle:

Mehmet Soğan: 22.5 yıl hapis yattı. Çıktığı günün tarihiyle zindan tarihinin en uzun süreli yatan mah-pusuydu.Elif YıldırımFadile YıldırımSelver YıldırımFidan Yıldırımİmam YıldırımAli ÇağraşElif ÇağraşHasanî DêvkeGorçînê DêvkeBektaş AkarsuDoğan AkarsuAyşe YıldızZeliha YıldızÖkkeş İtmeçMehmet İlkan

Bu listeye 3 ay, 6 ay hapis yatanları da almıyorum üstelik. Yine de unuttuğum insanlarımız varsa beni affetsin. Bir komşu köylü olarak ancak bu kadar yazabilirim.

Selver Yıldırım

Şoqulyon köyünün insanları gerçekten büyük acılar yaşadılar. Düşünsenize, her yıl ya bir şehid gelecek, ya da ağır travmalar yaşayan bir mahpus. 2000 yı-lına kadar neredeyse 20 yıl bu köyümüz hep böyle diken üstünde yaşadı. Halen de mahpusları var.

Selver Yıldırım, bugün cezaevinde. Selver, yaralı olarak Gürcistan devleti tarafından Türk devletine teslim edildi. Müebbet hapis cezası aldı. Selver’in çok güzel şiirleri var. İnternette de bulabilirsi-niz. Türkiye’de bir kitabı da yayınlandı. “Aşksız Doğmasın Çocuklar” ismiyle... Kitap çok yakında Avrupa’da da yayınlanacak. Selver’in annesi ku-zenimdir. Annesini her gördüğümde duygulanırım. Ağlamamak için kendimi zor tutarım. Çünkü; 1980’de büyük kızı Elif, 1990’da diğer kızı Fadi-le hapise girmiş ve onlar da yaklaşık 10 yıl hapis yatmışlardı. Bir anne için bundan daha zor bir şey olabilir mi?

Acılar... Acılar... Acılar... Hissedildiğinde insanı yaşlandıran, kalbi ağrıtan ve gözyaşlarını kanlaştı-ran acılar. Bütün annelerin ellerinden öpüyorum.Saygılarımla

DEVRİMİN KALESİ: ŞOQULYONşoqulyon (Bayramgazi) köyü, Kürdistan için en fazla bedeli veren Pazarcık köylerinden biri. Öyle ki 1980-1990 arası köyde neredeyse hiç düğün yapılmamış. Çünkü; köyün gençlerinin çoğu ya gerilla ya da mahpus olmuş.

İsmet ÖMÜRCAN

Deniz ÖMÜRCAN

Page 7: Pazarcik

Pazarcık Sayı: 3 / Ocak 2011 Sayfa 7

KÖY SERVİSİ/BASEL

Her sayımızda Elbistan, Kürecik, Sarız, Doğan-şehir, Afşin ve Göksun

gibi yerleşim alanları üzerine de tanıtımlarımız olacak. Bu sayı-da Çutlige’yi seçtik. Nedenine gelince… Basel’de gazeteyi ta-nıtım gezileri yaparken bir mola vermek istediğimizde kendimizi bir lokantaya attık. Burada Matê Sûs ile karşılaştık. Matê Sûs, bir çırpıda köyün tüm yaylalarını,

köyün kendi mevkilerini ve ma-hallelerini sıraladı.

Klamo Şavo Hine

Matê Sûs’u konuşturdukça ya-zılmamış geçmişe ait çok sayıda ize rastladık. Bunlardan biri de kına gecelerinde söylenen bir klam. İşte o klam:

Kaynak: Sûsê ÇutligeHinê bûkê da taştekinPê haske ove lêkinBonga bovî bûkekinOyce da dilî de kin

Nolê hon nolaka kûraLê da çeri mosî hûraLê molke bûkê ma bidinMolkingê ma yê dûra

Çûma diyorî KomişkeVirpin kaytê mirîşkeKi ma bûkê xa siyor kirOycê pir a de û xwîşke

gelinler Kaynana Oldu

Matê Sûs, eski düğünleri anla-tırken sözü gelinlere getirdi ve “Bare fadikirin hawu” (Geç-mişte utangaçlık vardı) dedi. Gelinin üç gün perde arkasında kaldığını, kaynana-kayınbaba-

ya gelinlik yaptığını dile getiren Matê Sûs, devamla şunları söyledi: “Müsahip üçüncü gider perde-yi koparırdı. Bir he-diye de verilirdi ona. Ama gelinler yine de 2-3 yıl kayınba-basıyla konuşmazdı. Şimdi gelinler kay-nana oldu.”

D ü ğ ü n l e r d e Nargale’li Xinik’ın Aşê Îwe’yi çok gü-zel söylediğini anla-tan Matê Sûs, şunla-rı aktarıyor:

“Xinik bir sesini yükseltirdi.‘Aşê Aşê tu Aşa Îwe yaGûl çîçaga barî dinye ya’Bu klam düğünlerin vazgeçilmez bir parçasıydı.”

Matê Sûs, gelin atlarının da özenle süslendiğini aktardıktan sonra şu bilgileri veriyor: “Ge-lin ailesiyle vedalaştıktan sonra özenle süslenmiş ata bindirilirdi. Atın başını damadın bir arkada-şı veya akrabası çekerdi. Atan binerken iki tane demir olur. Onlara ‘Zinî Hesp’ denir. İşte

kızlar da onları tutmak için yarı-şırdı. Çünkü; kim onlara tutarsa onlara hediye verilirdi. Damat gelinle gitmezdi. Ayrı gider ve evinde gelini beklerdi. Gelin eve yaklaşınca çıkar karşılar ve elini tutarak eve girerlerdi.”

Matê Sûs, oxintî yani misafirler geldiğinde de birbirinden güzel atların ve sürücülerinin onları cirit oynayarak karşıladığını an-latıyor. Davul-zurnanın hawoyî oxintî’yeyi uzun uzun çaldığını aktaran Matê Sûs, düğünlerin

vazgeçilmez bir oyununun da Tûna olduğunu söylüyor. Matê Sûs, bu oyuna ilişkin şu bilgiyi veriyor: “Yünden ip yaparlar, birbirini döverlerdi. Ateş etrafın-da oynanırdı. O sırada güreşler de tutulurdu.”

Matê Sûs’a anlattıkları ve ver-diği bilgiler için çok teşekür ediyoruz. Çünkü; bilmediğimiz için hayal bile edemeyeceğimiz geçmişimize ilişkin birçok ay-rıntıyı anlattı. Yüreğine sağlık Mata Sûsê.

ÇUTLİgE: Mahalle, Mevki ve YaylalarıÇutlige, Elbistan’da yaylaları en çok köylerden biri. Tam 17 yaylası olan Çutlige’nin üzerine İsviçre’nin Basel kentinde Matê Sûs ile görüştük.

Mahalleleri

Mole AylasonMole DurononMole KovironMole Oşixon

Mole RoymonMole ŞêxonMole ÛtonObê DevgirObê Simon

Kısa Kısa...● Çutlige’li Mamado bir eşkıyaydı. Matê sûs’ın anlattığına göre zengin-lerden çalarmış.● Çutlige köyünde krom madeni var.● 1996 HADEP kongresinden dönü-lürken Kayseri yolu üzerinde öldürü-

len Mehmet Kaya Çutlige köyünden.● Matê sûs, Mole Roymon, Mole Aylason ve Dilovî Çêrix’ta üç ziyaret daha olduğunu ancak isimlerini hatır-layamadığını söyledi.● Olî Damirçî: Demirciydi. Balta, orak yapardı. Ailesi demirci ocağıydı. De-desi ve babası da o işi yapardı.

ÇUTLİgE’NİN MEVKİLERİ

Barfê Ale: Kar depolama yeri.Barfê Şêxe: Kar depolama yeri.

Bîrê ŞukeÇoyirê Qûylon

ÇolleDilovî Dizon

Dilovî KoçolixeDorê Dinonon

Hoxe Cime

Kavrî Kun: Elle oyulmuş bir taş.Kavrî Ove

Kavrî ŞaytênKavrî Sipî

Kaviştê Çope: Taşa vurulduğun-da yankı yapıyordu. Eski poglar vardı. Şûjin gibi eşyalar oradan

çıktı.Kortê DirêjKorte Kûrke

Koynê ZindêrKoynê Olî Afe

Mazalî Şêx: Köyde bu mezarı üzerine yemin içilirdi.

Nolê Salmên: Cut yaparken küp çıkıyordu.

SaqaltûtonŞakokê Kûze

Zayvê DelleZiyorad

Ziyoratê Misto Dada

Çutlige’nin Yaylaları

Beyçê GowurBîrê Bille

Bîrikê Olî Mamade

Dilovî HusafareDilovî QuleDilovî QûyteDilovî Çêrix

GollonHolon

Nigî Hesp: Nargale ile ortak kul-lanılıyor.Koşî Sur

Koynê Olî DadaMole Kawon

Obê HaspitkeObê ÎmikeOrî Kure

Orî Bolvakir

Page 8: Pazarcik

Pazarcık Sayı: 3 / Ocak 2011 Sayfa 8

MENDİRESî MOLê NOSİRî OLî QUMêŞ

Kısa Kası Soru-Cevaplar

Nerelisiniz ve kimin oğlusu-nuz?1950’de Nargale’de doğdum. Zilfe Qara ile Aşê Mişke’nin oğluyum. 4 kız, 1 erkek beş kardeşten oluşan bir aileyiz.

Ne zamandan beri klam söylüyorsunuz?

10 yaşında düğünlerde söyle-meye başladım.

Şah Sultan ismi nereden geliyor?

Şah İsmail’in Şah’ı ile Pir Sultan Abdal’ın Sultan’ını birleştirdim. Çünkü; ikisini de çok seviyorum.

Kürdçe klamları ve siyasi türküleri ne zaman yapma-ya başladınız?

1972’de şiir yazmaya başla-

dım. Kürdçe klamları 1973’te söylemeye başladım. 1974’te de ilk siyasi türküleri dillen-dirdim.

Avrupa’ya ne zaman geldi-niz?

Kürdçe klamlar ve siyasi türküler söylediğim için 1980’de tutuklandım. Kısa bir süre sonra bırakıldım. Aynı dönemde Avrupa’ya geldim.

“Yar Fadîma” adlı klamınız çok ünlendi. Ne zaman yap-mıştınız?

“Yar Fadîma”yı 1978’de çı-kardığım kasette okudum.

Ne kadar beste yaptınız?

Bugüne kadar 600 beste yaptım. 250 tanesi Kürdçe’dir. 100 bestem de darbe döneminde kayboldu.

ALBÜMLERİ

1. Yar Elinden (Taş Plak-1972)2. Şah Sultan Kürdçe Türkü-ler (1978)3. Sivas’a Ağıt (2000)4. Bê Mal (2001)5. Bendîlê (2005)6. Avrupa (2008)

Saz çalmayı 22 yaşında öğrenen Şah Sultan, aynı yıl bir taş plak da çıkarmıştı. Şah Sultan’ın Kürdçe klam-ları genel olarak sevda üzerine... Bazen sev-dalısına sitem ediyor, bazen ona olan özlemi-ni dile getiriyor, bazen de engelleri taşlıyor. Örneğin, bir klamında Şah Sultan şöyle diyor:

“Azî tim qole ta da kam

Azî rekê ta çov da kamArd û azman şahîdaAzî ta pirr haz dakamYarê yarê ti yaro ke ya”

Sanatçı, bazen de sadık aşık-ların mutlu sona ulaşamadı-ğını dile getiriyor. Örneğin, “Bê Mal” klamında şu vurgu-yu yapıyor: “Ki dile sadiq la ku hana/E miradî xa hilnînin”

Şah Sultan’ın klamlarında dikkat çeken bir yön de aşı-ğın sevdiğine yaptığı benzet-meler. Sanatçı, bir klamında

“Bajne ta çitîlak doreAz şawitîm sawo ta yoreMaramatsiz maramatkaLa vî savdo bibîn çore” diyor.

ŞAH SULTAN250 Kürdçe klam yaptı. 30 yıldır Nargale’ye

gidemiyor. “Yar Fadîma” ile yöremizde ünlenen Şah Sultan’ın hayatı ve eserleri...

Ro HilaytêSöz-Müzik: Şah Sultan

Ro hilayte da sibe doZolim azî din bûm ja dast ta do

Ti bê “molê ta bişawtiyo”Ki ta coke dari la deranî vado

Wax la mi la mi zalimê la miWax la mi la mi da çolimê la mi

Poyîz hoyte lê endi soraKi dardê ta eka e mi hazora

Xalkî da hawosa dile xaro kanî da lîziZolim çimo hustî min û ta î xora

Wax la mi la mi naçorê la miWax la mi la mi husti xorê la mi

Rêç Albümü

Bir klamında da “Sawêk la ma hav hazkirî/Kavre xalke mi bowirî” diyen Şah Sultan’a iliş-kin son olarak şu bilgiyi vermeli: Sanatçı Nargale’li sanatçılarla birlikte “Rêç” isimli bir albüme de imza attı.

Albümde Şah Sultan ile birlik-te Dursun Kul, Muzaffer Yıldız, Aziz Güzel, Mehmet Yıldız ve Halil Kul eserlerini okudular. Albümde yöre ağzıyla yapılmış toplam 12 eser yer aldı. Şah Sul-tan, hayatını anlattığı ve eserleri-ne yer verdiği bir kitap hazırladı. Sanatçı, kitabını yayınlatacak bir yayınevi arıyor.

DayêSöz-Müzik: Şah Sultan

Çimo ame darbadarinOy oy dayê garîb dayê

Am ja havda bê xabarinOy oy dayê garîb dayê

Kas darde kasî nobîniOy oy dayê garîb dayêAv dawrona qa nomîniOy oy dayê garîb dayê

Doste sadiq endi namonOy oy dayê garîb dayê

Mîno bo kî hot çû zamonOy oy dayê garîb dayê

Page 9: Pazarcik

Pazarcık Sayı: 3 / Ocak 2011 Sayfa 9

Dî Mûse... Yani Muso’nun kurduğu köy... Bu köyü-müzü detaylarıyla sonra

anlatacağız. Şimdilik sadece mevki isimleri üzerine duracağız. Misa-firimiz Hasanî Molê Ocî Olî Qize. Hasan, uzun zamandır köyden ayrıl-mış. Ama mevkileri isteyince önce kısa bir süre düşündü. Ardından önce köyün geniş çevresini, sonra da giderek köyün etrafını ve içini sıraladı.

Dî Mûse’nin komşu köyleri şunlar:

Esmepûr, Oricon, Hazazaron, Mis-toylon, Dondikon, Milone Soqî ve Milone Zompon.

Dî Mûse’nin yanında 7 hanelik küçük bir mezra vardı. Adı Mole Ollikon’du. Bu mezrada İyigüven ve Kabalak aileleri oturuyordu. Bu ailelerimiz 12 Eylül’den sonra göç etti.

Avrupa’ya gelen Dî Mûse köylü-leri de diğer köylerimiz gibi bir komite kurdular. Bu komite, köye

kanalizasyon ve cemevi yaptı. Ko-mitenin en çok hizmet yaptığı yer de köyün mezarlığı oldu. Etrafı ya-pılan mezarlığın içine yağmurdan korunması ve oturulması için bir ev ve çift morg yapıldı. Hemen Hasan Kanat’ın “Mezarlıklar köylerden daha büyük” sözü aklıma geliyor.

Çoğumuz yurtdışındayız. O nedenle de köye gittiğimizde her yıl yeni ka-yıplar verdiğimizi görüyoruz. Onla-rı sağlıklarında göremesek de ebedi istirahatlarını yaptıkları yerde zi-

yaret ederek görevimizi yapıyoruz. Bu nedenle de Dî Mûse köylüleri-nin yaptığı garip değil, ama insanda soğuk duş etkisi yaratan bir hüznün gerçekliğini vermesi bakımından da öğretici.

Dî Mûse köyü de Alevilik açısından önemli. Köyün bir ziyareti ve dede ailesi var. Ziyoratê Zomke ve Ocoxî Hasanî Olke. Özellikle çocuğu ol-mayanlar Ocoxî Hasanî Olke’ye gi-derek dileklerinin kabul olması için dua ediyor, kurban kesiyorlar.

Kürdistan, tarih boyunca çok değişik dinlerin toprağı oldu. Bugün de öy-

ledir. Kürdlerin on dini var.

Êzîdî1. Kakayî (Yarsan, Ahlê-Haqq)2. Alevî3. Şabak4. Sarayî5. Bacvan6. İslamiyet7. Musevilik8. Haqqa9. Bahaî10.

Nüfusa vurursak: 20 milyon İslam, 10 milyon Alevî, 2 milyon Êzîdî, 4 mily-on da Yarsanî var. Yani kafalarımızdaki genel şablon yok. „Kürdlerin ezici bir çoğunluğu İslam’dır“ şablonu gibi… Ülkemizi ele geçirenler her zaman bu inançlırımızı çelişki yaratmak için kullandılar. Kürdler artık daha modern düşünüyor. Bu sevindirici.

4 bin yıl önce Kürdler yine çok dinli-ydi. Ama en yaygın inanç Mazda inancıydı. Sonra Zerdüştilik geldi ve en yaygın din o oldu. Bugünkü dini tablo İslam sonrası gerçekleşti.

Yarsanîlerin goranîcesi

Her dini topluluk sözlü olarak aktarılan dinsel geleneğini kendi yerel lehçesiyle yazıya aktardı.

Goranî lehçesi bu konuda özel rol oynadı. Bu lehçeyi Yarsanîler kullanıyordu.

Yarsaniler 8. yüzyılda Dewre-i Behlül’ü yazdılar. Bunlar kutsal Yarsan ilahileriydi. Kut-sal metinleri 16. yüzyıla kadar yazıya geçirdiler. Yarsanîlerin en önemli eserleri arasında Defteri Pirdîweri ve Serencam da yer alıyor. Yarsanî dini Ardalan Prensliği’nin res-mi inancıydı. Bu prenslik 500 (beşyüz) yıl yaşadı ve toprakları Zerdia-va, Haneqîn, Kerkük ve Kifri’yi kapsıyordu. Son-ra Soranların prensliği Ardalan’ın hakimiyetin-deki toprakları ele geçir-di ve zamanla Soranî lehçesi öne çıktı. Öyle

bir duruma gelindi ki Goranîce sadece çok az yaşlı bir kesimin konuştuğu bir dil oldu. Bugün ise biliy-orsunuz Soranî lehçesi ezici bir çoğunlukla hakimi-yetini sağladı.

Êzîdîler de kendi kutsal kitaplarını Kürdçe yazdılar. Yine kendilerine has bir alfabe geliştirdiler. Êzîdîler halen ibadetlerini Kürdçe yaparlar. Zengin bir ilahi

kültüne sahipler. Êzîdîlerin bu sözlü geleneği tümüyle yazıya aktarılmadı.

Kürdçe’nin Lehçe ve Ağızları

Kürdçe’nin değişik lehçeleri ve bu lehçelerin de değişik şiveleri var. Bu konuda neler yapılmalı? Öncelikle bütün bu lehçe ve ağızların tümü üzerin-de araştırmalar yapılmalı. Ortak bir dile gidilirken bütün bu lehçe ve ağızlardan yararlanılmalı. Enstitü-lerimiz bu konuda kendi olanakları çerçevesinde bu yapmaya çalışıyor ama çok yetersiz. Bugün Güney Kürdistan’da özgür bir ortam ve zengin bir ekonomi var. En azından Güney’deki lehçe ve şiveler üzerine bu konuda kapsamlı çalışmalar yapmalılar.

Ama maalesef dünyada enstitülerin, üniversitelerin ve değişik kurulların ortaklaşa yaptığı çalışmaları bizde bazen tek bir insan yapıyor. Örneğin Zana Farqînî’nin 130 bin kelimeyi bulan bir sözlük çalışması oldu. Zana’ya kelime avcısı diyorlar. Zana’nın yaptığını Avrupalılar gruplar kurarak yapıyor.

60 yıldır Kürdçe üzerine çalışmalar yapıyorum. Diğer arkadaşlar da araştırmalar yaptılar. Ama yine de ye-terli değil.

Pazarcık gazetesi, bir alan çalışması. Kendi yöresin-deki klamları, atasözlerini, halk oyunlarını, beytleri belgelerse bir alan kurtulmuş olur. Ve bu çalışma dile de katkı sunar.

Size uzun bir makale yazmak isterdim. Ama okuyu-cuyu da sıkmak istemiyorum. Herkese sevgilerimi sunuyorum.

Dî MÛSE’NİN MEVKİLERİ

Kürtlerin dili ve inançlarıJemal Nebez’den

Köyün MevkileriKaynakça: Hasanî Molê

Ocî Olî Qize

Banê Kavrî Qartêl: Kartal yuvası varmış.

Bî OdeBîrê Kosa

Bîrê MamakolonBîrê Mista GonceBîrê Ocî Olî Qize

Bîrê Ocî GûleBîrê Qule

Bîrê Waysikon

Boxê WaysikonBoxê Nolê Hoxe

Çamî Geçgeçe: Aksu’ya dö-külür. Qandîl’de başlar.

Dilovî Cixke

Evsingê Mistî Mûse: Köyü kuran Mûso, keklik avlamak için bir çukur (mevzi) açmış. Kekliklerin avlanma döne-mine “Waxtê Sokin” denir. Avcılar bu zamanı mevzide

geçirir.

GollonKavrî Top

Koynê Dizon: Geçmişte hır-sızların barınma yeriymiş.

Koynê GawrikKoynê Golle

Koynê Hacî QuleKoynê SalmênKoynê Sime

Koynê Saydike

Mosarê Molê CadeMosarê Molê Kosa

Mosarê Molê SalmênMosarê SêzikMolê Dîwêr

Mazolî Hasanî OlkeMole Korte

Molê Kortikê Olî QirimeNolê Bêxik: Kurtdere ile bir-

leşip Aksu’ya dökülür.Nolê Gur

Nolê HoxeNolê Kavrî RaşNolê KavişteNolê Mazalon

Nolê MilonNolê Xirawa

Oşî MistikeOşî Rûte

Ozê Şakok

Qunçik: Köşe demektir.Qaraqoce: Milone Soqî ortak

kullanılan bir tepe.

Pamîle: Köyün merasıdır.

300-400 dönüm tutar.Sêzik

Sirtê Boxon

Topê ÊşiqTopê Gile: Oricon ile ortak

kullanılır.Topê Qawêx

Topê Qastale: Zompon, Mi-lone Soqî ve Dî Mûse ortak

kullanılıyor.Topê Qorşê Molon

Tatoke

Ziyoratê Zomke: Zomo adın-da biri hep oraya gidermiş.

Ziyarette iki ağaç var.

Jemal Nebez yaşayan en büyük Kürd entellektüellerinden biri.

Nebez‘in, okurlarımız için kaleme aldığı yazıyı yayınlıyoruz

Page 10: Pazarcik

Pazarcık Sayı: 3 / Ocak 2011 Sayfa 10

Maxsiyon köyünde doğdum. Bizim eve Molê Haskî Karre derler. Babamın adı Hasan’dır ama herkes Bollo olarak bilir.

Bollo ismini Mistkî Şekir koymuş. Yaylada Molê Şekir ile içiçeydik. Üç ay yaylada birlikte kalırdık.

Babam komedyen biriydi. Bu yönü Pazarcık’ta ünlüdür. Aynı zamanda taklitçiydi. Babam Olî Qute’nin yanında büyümüştü. Onun taklidini yapardı. Bilenler, görenler düğünlerde ısrar ederlerdi. Size komik bir anısını da anlatayım... 12 Eylül’de askerler gelip “Sende silah varmış” diyorlar. O da, “Silahı olanın anasını…” diyor. Askerlerde silah var. Bu nedenle “Bizi dalgaya getirdi” deyip gidiyorlar. 8 Ekim 2009’da yaşamını yitirdi. 84 yaşındaydı.

Ben sazı babamdan öğrendim. Ufak bir curası vardı. Üvey dayım Xalkî Molê Momke yapmıştı. Babam da müthiş perde yapardı davar bağırsaklarından. Güzel de bağlardı. Ben sazı öğrenirken hep bozuyordum. O da bana kızıyordu. “Sen sazı bozuyorsun” diyordu ama “İllahi öğreneceğim” diyordum. 5-6 yaşında vardım yoktum. Kendimi bildim bileli çalarım yani.

MAYRiK AĞiDi

Çawirme köyünden olan Mayrik öldüğü zaman biz faror götürüyorduk. Durup ağıtları dinledik. Ben de bir ara Terolar’dan birini sevdim. Mayrikê Mamî Huse derlerdi. Yani onun da adı Mayre idi. Onun da Canê isimli bir kızkardeşi vardı. Canê Maraş’taki hastanede kanserden öldü. Sevdiğim Mayrê olduğu için onun yerine koyarak söyledim.

Benim söylediğim Mayrik ile Hacî Şixkî Kele’nin Mayrik şarkısının sözleri ve müziği ayrıdır.

Benim söylediğim Mayrik şarkısı şöyledir:

Nom ki çimo qadirê min û Mayrike raşaMolno warin Mayrikê minê xwîn vadaraşa

Loo loo dino rekê Qisik maraMayrik dinê la xastaxonê Maraşa

Çûm ki kaz Mayrik dinê xa biwînimKa bojor bo bojor bigarînim

Hala mo az ti darmonî vero nobînimLê Mayrik dinê

Domowasta davî kuneAzê wa qurbono Mayrik dine

Molno e da bên ki Miyrik mîreWarkam harina şune

La sar bîre la sar bîreOv hilkişon wa zîncîreJa Maroşe xawor hot

E da bên ki Mayrik mîre

Nurşani bana “Senin şarkından aldım” dedi. Nurşani buraya geldi. “Mayrik’ı söyle” dediler. “Hayır. Mayrik’ın sahibi burada” dedi.Benim gençken sevdiğim Mayrik bugün Antep’te. Mayrê ile yanyana gelip konuşmamız da olmadı. Kuru kuruya bir sevdaydı benimki. Uzun zamanlı bir sevgi olmadı.

Pazarcıklı Dengbêjler

Ozkî Molê Küçükkahya, Hacî Şixkî Kele ve Salmone Adûl bizim dengbêjlerimizdi. Ancak Kureyşî gibi bir dengbêj görmedim. O, memleketin hazinesiydi. Bir deryaydı, tüketemezdin. Üç gün üç gece söylese bitmezdi. Ben onu gördüm. Neneme “Zînê Zînê kimse yok mu bana yardım etsin” diyordu. Kimsesiz biriydi. Biraz sıkıntı yaşamıştı. Çok şarkıcı dinledim. Onun gibisini görmedim. Ben onun yarısı olamam. Ahmede Zulîfe, Kulike Silemên gibi destanları söylerdi. Aşê Îwe’ye gelince... Onu Çaqalon köyünden Şakîr çok güzel söylerdi. Mistî Xone de söylerdi. Aşê Îwe, sevdiğine değil bir ağaya veriliyor. Onun üzerine sevdiği genç o klamı yakıyor.

genç Sanatçılara

Kürdçe söylediğim için profesyonel olarak müzik yapmadık. Taş plak veya kaset çıkarmadık. Kürdçe sahipsizdi. İstanbul’a gidip “Kürdçe plak basmak istiyorum” desen seni kapı dışarı ederlerdi. Ben de ürker gitmezdim. “Kürdçe bana müsade edilmedikçe gidip Türkçe plak çıkarmam” dedim. Rahatsız oluyordum.

Pazarcıklı sanatçı arkadaşlar Kürdçe söylemeli. Pazarcık halkının karşısına çıkıp Türkçe söylemek halkı tatmin etmez. Halkın diliyle söylerse zaten daha çok sevilir. Bazı arkadaşlar Türkçe türkü okuyor. Hem bu halkın bağrından çıkacak, hem de gidip kime o türküleri okuyorsun? Biz yöre şarkılarını yaparken kime yapıyoruz? Halka. Mesela ben Türk arkadaşlarımın doğum günlerine gidiyorum. Türkçe söylüyorum. Ama Pazarcıklılara kesinlikle Türkçe söylemem.

Hastalanan Dinleyici

Gurbet geçmişte kötüydü. Bugün gidiş gelişler, iletişim çok. İnsanlarımız hep gelip beni götürürdü. Dinleyicilerle bitmez tükenmez anılarım oldu. Unutamadığım bir anı Elbistanlı bir arkadaş üzerinedir. Benim sesimi kasete çekmiş ve eve götürmüş. Adı Saydo’ydu. Eşi dinledikten sonra hastalanmış. O da, “nereden bu kaseti kaydettim” demiş. Bizim şarkılarda aşk şarkısı da olsa dert akıyordu.

KARRî BOLLE HASTA DÜŞTÜPazarcık ve yaylalarının ünlü sesi Karrî Bolle, yaşadığı ağır felç durumunu aştı. şubat 2010’da felç geçiren sanatçıyı evinde ziyaret ettik. Yöremizin ünlü sanatçısı, şimdi ayağa kalkmış ve ken-dini toparlamaya çalışıyor. Halen tedavisini sürdüren Karrî Bole, anılarını bizimle paylaştı. İşte Karrî Bolle’nin ağzından anıları ve Pazarcık üzerine düşünceleri...

LowoSöz-Müzik: Karrî Bolle

Çama çama molno çamaBardo tarim bondakamaDastî xa da dastî mi daAze ta wa xaro bama

Çamo çamî heşînoLê da çerî paze meşînoAz da naqawê gund katimPaz kirina bêyre da doşino

Molê ma molê wa wêdoÇûm ki rinda ka minê tedoMo dokê ta te wa midoÇi yî mi haya mine pêdo

Page 11: Pazarcik

Pazarcık Sayı: 3 / Ocak 2011 Sayfa 11

Firaz Baran’ın Notu

Üç Mayrik Hikayesi Var

Pazarcık ve Elbistan’da üç ayrı Mayrik öyküsü var.

Bunlardan biri çok tanınan Çawirme köyünden olan Mayrik’tır. Bu Mayrik’ın öyküsünü Kasım 2010 sayısında yazmıştık. Yaylada

veremden ölen genç bir gelin olan Mayrik’ın üzerine halası Nannê ağıt yakar ve Hacî Şixkî Kele de yeni betimlemelerle bunu halk arasında söyleyerek popülerleştirir.

İkinci Mayrik ise Karrî Bolle’nin yukarıda anlattığı hikayedir. Aslında ölen kızın adı Canê’dir ama sanatçı hem sevdiğini ve hem de yaylada tanık olduğu Mayrik’ı anmak için Mayrik ismini verir. Bu iki ağıdın da sözleri ve müziği ayrıdır.

Üçüncü Mayrik da Elbistan’lıdır. Bu Mayrik’ın hikayesi ise yaklaşık 100 yıl öncesine dayanır. Mayrik’ın kaynanası hem oğlunun, hem Mayrik’ın ve hem de torununun ölümüne neden olur. En sonda da kendisi ağır hasta olur ve her yanından kurtlar çıkar. Bu öyküyü de ileriki sayılarda detaylarıyla birlikte yayınlayacağız.

Yaylada Dökülen Süt

Yayladaki anılarımı unutamıyorum. “Azî la moyîna ka sur da garim” adlı bir şarkım var. Orada yaylanın hikayesi var. Henüz 7-8 yaşlarındaydım. Yaylada koyun sağmaya (bêrî) gittik. Gelirken satılı düşürdüm ve süt döküldü. Xacikê Molê Kawe var, halamın kızı. Herkesin sütünden biraz aldı ve satılımı doldurup elime verdiler. Paçayı öyle kurtardık. Yoksa belki dayak yerdik.

Husenî Tume’nin Çektiği Kaset

Mamê Ûnde hastaydı ve yataktaydı. Husenî Tûme vardı Almanya’ya gelmişti. İzine gelirken kendisiyle bir teyp getirmişti. O, Mamî Ûnde gilin eniştesiydi. Bana saz getirdiler, “şarkı söyleyin” dediler. Husenî Tûme de kasete aldı. O kaset nereye gitti bilmiyorum. Şimdi bana verseler bin euro veririm. Husenî Tume yaşamını yitirdi. Benim dediğim çok zaman oluyor. Çocuklarında o kaset varsa ve bana ulaştırırlarsa çok sevinirim.Simke Alçolo vardı. İzciydi. Hırsızları izlerden buluyordu. Birgün “Simo amca izleri nasıl buluyorsun” dedim. “Ê la pêş çove mi kask da bin” (Gözlerimin önünde yeşil oluyorlar) dedi. Sanırım Çoşmon köyündendi.

1 Nisan 1945’te Maxsiyon’da doğdum. 11 Temmuz 1971’de Avusturya’ya geldik. Olî Hasanî Gûle isimli bir arkadaş bize yardımcı oldu. Orada kaldık. 28 Ekim 1972’de Schweningen’e geldim ve o günden bu yana da buradayım.

Bu sene 8 Şubat’ta felç geçirdim. Ama buna şükür kendimi biraz toparladım. Tabi eski halim yok. Tansiyon ve kan inceltme habı alıyorum. Sigara ve içki içmiyorum. Temiz havada dolaşıyorum. Kendimi toparlamaya çalışıyorum. Kötü tarafı saz çalamıyorum. O gücüm şu anda yok. Sazı aylardır ilk kez elime alıyorum.

Halayın başındaki Karrî Bolle

Page 12: Pazarcik

Pazarcık Sayı: 3 / Ocak 2011 Sayfa 12

Firaz Baran/Basel

Avrupa’da böyle bir köy bulamazsınız. Sekiz ozanı, dört dede ailesi, yedi şehidi ve sayısız söz ustası olacak… Ama üzerine hiçbir yazılı çalışmanın

olmadığı bir yalnızlık içinde yaşayacak… Bu günah sömürgeciliğin değil bizimdir.

Bu sayımızda 1990’ların efsane köyü Maxsiyon’u başlıklar halinde tanıtacağız. Başlıklar halinde… Çünkü; köyü detaylarıyla anlatmaya kalksak bir ki-tap yazılması gerekiyor. Siz vereceğimiz başlıkları bir kitabın içindekiler bölümü olarak okuyabilirs-iniz. İşte genç araştırmacılara bir fırsat. Büyük yazarların üzerine araştırma yaptığı ve tamamladığı konuları tekrarlamayı bırakın. Vereceğimiz başlıkları altını doldurun ve şahane bir köyümüzü belgeleyin. Sanırım yöreleri adım adım anlatmanın zamanı çoktan geldi de geçiyor.

Maxsiyon’un üzerine bilgileri almak için Basel’de Ali Matur’un yanına gidiyoruz. Eşiyle birlikte bizi çok sıcak bir şekilde karşılıyor. KNK (Kürdistan Ulusal Kongresi) üyesi de olan Ali Matur, köyün ozanlarını, iki yaylasını, söz ustalarını anlattı. Max-siyon şakalarıyla meşhur bir köy olduğu için biz de nasibimizi aldık ve sohbet sırasında bol bol güldük. Matur, köyün ozanlarını, söz ustalarını, dede aile-lerini, hemşirelerini, şehidlerini ve mahpuslarını şöyle sıraladı:

Maxsiyon’un Ozanları

Karî BolleHasanî îskeAlî îkeMomikî KûlleAli MaturOlî Cime (dengbêj)Hasanî Mistkî Kişe (çîrokbêj)Husenî Murşîd

Maxsiyon’un Söz UstalarıHasanî Olî Hasan: NüktedanlıkToto Hüseyin: Tatlı küfürbazBollo: EspriliMomikî Tule: Hazır cevapçıÇûkî Oltope: NüktedanlıkHusî Înoce: Kızgın komedyenMomikî Pinix: Taklitçi

Maxsiyon’un Dede Aileleri

Molê Kome: Köy mezarlığı Husenî Kome’nin adıyla anılır.Molê Çale: Dede ailesidir.Seyîd Baqir Dada (Saydoyî Alî Seyîd)Mistkî Obbês

Maxsiyon’un Hemşireleri

Almîrîk: Doğumlara katılırdı.Gûlikê Jin Komike: Doğumlara katılırdı.Xacikê Kawe (Tûrê): Doğal otlarla tedavi yapardı.Aşkê Sile: Doğal otlarla tedavi yapardı.Xalî Calote: Enemeci (kısırlaştıran)-Veteriner.

Cimik: Mirîston (mantar) hastalığını iyileştiriyordu.Baskê Doşke: Korku alırdı. Kürdçede bu işleme „Tirs da girt“ denir.Canê Ûte: İşi en ağır olan kişiydi. Çünkü Canê Ûte doçik’ları kaldırırdı.

Maxsiyon’un Şehidleri

Hüseyin Matur (Kendal)Haci Keleşer (Numan)Ali Manay (Hogir)Güzel Fehimli (Xanê)Deniz Kökseçen (Xoşnav, Azad)Asiye Deniz (Şirin)Oruç Matur (Sadık)

Maxsiyon’un Mahpusları

Ali Manaz (Çûko): 1993’ten bu yana cezaevinde.Ayten Manay: 15 yıl yattı.Semra Günüç: 10 yıl yattı.Mustafa Matur (Posto): 10 yıl tutuklu kaldı.Mustafa Fehimli: 1980’de tutuklandı. 1 yıl yattı.

MAXSIYON

İsviçre‘nin Basel kentindeki Maksutuşaklı gençler, bir futbol takımıyla önemli başarılara da imza attılar.

Maxsiyon, Pazarcık’ın en şen köyü. Bu köye gidip de doyunca gülmeyen veya lakap takılmayan çok az insan vardır. Yine Hasanî Îske ve Karrî Bolle gibi ünlü sanatçılar da bu köydendir. şehidleri ve dede aileleriyle de özgün bir konuma sahip olan Maxsiyon’u KNK üyesi Ali Matur anlattı.

Page 13: Pazarcik

Pazarcık Sayı: 3 / Ocak 2011 Sayfa 13

MAKSUTUŞAĞi

Ali Matur

Maxsiyon’un iki yaylası var.

Biri Qandîl’de, diğeri Engizek’te. Ali Ma-tur, Kortê Încecîke ve Kortê Qandîle isimli yaylaların mevkileri üzerine de şu bilgileri verdi.

Kortê Încecîke yaylası’nın Mevkileri

Banê HolkonBîrê Olî Cime

Banê QaronliyeBanê Kirkore

BellikDoyçe

Dilovî MolonDilovî Tulle

Kortê DîwênaKortê Walî Dîwana (Zi-

yorad)Kavrî HalizeKavrî Qartêl

Kavrî XwedanKortê Jûri

Kortê XoyneKortê Hazake

Kortike XoşxêşKortê ÇûrikKavrî Kask

Kortê ÎneKavrî XûrdaKoynê Heşin

Kortê PîreKortikê HulorKoynê Paron

Konî HûrikonMaxalî Gawir

MergijikonMaxalî Tope

Mazole Delke Hûrik

Nolê Maxalî Deda

Nolê OyxeNolê Maxalon

Nolê ŞopeOrtê Qoyire

Owrad Maşate

Kortê qandîle yaylası’nın Mevkileri

Kaynak: Ali Matur

(Bu yayla Es-mepûr-Nacar-

Gökçayır arasın-dadır.)

Bîrê TorinBîrê SileBîrganiye

Çoyî TozliyeDorê Koze

Kortê GuniQisik

Rekê HirçeWorî Amiron

Zinorete İwi KullukZiyoratê Soqi Baba

Maxsiyon’un Ünlüleri

Maxsiyon köyünde ulusal ve uluslararası çapta televizyoncu,

gazeteci, şair ve müzisyen olan dört kişi var. Kendal Matur, Ali Gördük, Bejan Matur ve Ali İkizer.

Kendal, uzun yıllar Med ve Medya televizyonunda ışık teknisyeni olarak görev yaptı. Uluslararası televizyon-culuk deneyimi olmayan Kürdlerin bu alandaki ilk yayın kuruluşu olan Med TV’de yetişen ilk profesyonel ışıkçı oldu. Kendal, gün geldi stüdyolardan çıkıp 20 bin kişinin katıldığı konser-lerin ışıklarını da hazırladı. Bugün yaşamını müzisyen olarak sürdüren Kendal, Basel’de yaşıyor.

Ali Gördük de uzun yıllar Özgür Politika gazetesinde muhabirlik, editörlük ve sayfa sekreterliği yaptı. Bir dönem Artı Hayat isimli bir ga-zete de çıkaran Ali Gördük, bugün Bodensee ve çevresinde tanınan bir reklam ajansının sahibi.

Bejan Matur ise Türkiye çapında tanınan bir şair. Şiirleriyle büyük bir okuyucu kitlesi yakalayan Be-jan, son yıllarda Zaman gazetesinde köşe yazarlığı yapıyor.

Ali İkizer, bir bağlama ustası. İki-zer, başta ünlü sanatçı Diyar olmak üzere birçok sanatçının albümlerin-de bağlama çalıyor.

Ali Matur, 1958’de Qandîl yaylasında

doğdu. Momikî Tule ve Aşkê Huse’nin oğludur. Ali Matur, sazı 15 ya-şında öğrendi. Cemleri gördü ve dedelerin sazı onu etkiledi. 2007 yılında Ali Dedeoğlu ile Alevi deyişlerinden oluşan bir

albüm çıkardı. Albüm İstanbul’da çıktı. Yöre ağ-zıyla 20 şarkı yazdı.

Antep şehir çalışmaları sırasında şehid olan Oruç Matur’un ağabeyidir. Oruç Matur, 27 yaşın-daydı. Üniversitede arke-oloji okumuş, devrimci

çalışmalar nedeniyle okulu bırakmıştı. Şehid Hüseyin Matur da amca-sının oğludur. Ali Matur, aynı zamanda Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) üyesidir.

Xa la Bo Kir Hota oveSöz-Müzik: Ali Matur

Xa la bo kir hota oveLa hinde rûnîştim

goveDilê, soza ka ta hawûWaxtok tê la molo bove

Ja bîr nokim ja bîr nokimAz von riyon ja bîr no-kimTêlak porî xa bişînaKaz ba sar dilî xa dokim

Ta av rona bîrkirinO ki min û ta kirinMin ba tavo sond xoribûAme sawê hav bimirin

Az la wî dardî da nolim

Çaresizê bê macolimTu dasmolê xa bişînaKaz hestire xa bimolim

Köyün MevkileriKaynak: yildiza Basa

Sure ve Ali Matur

Arxê DowudBîrê SaweBawrorî XoyneÇamî OxsiyeDorê Olî XalleDîragî Olî Vakês: Bir ele-ktrik direğidir. Olî Vakês, yüksek elektrik akımına çarpıp yaşamını yitirdi. O nedenle onun adıyla çağrılır.Dîworî Qawirme

Fêzo Xorizînê Hirço: Dîworî Qawirme’dedir. Çok derin bir çukur.

Kavrî OslênKavrî TopKavrî SoqîKinê Ûtke: Orada yün yıkanırdı.Kirikî ÇoliKortikê Narm: toprağı gil‘dir. Onu eleyip bebek-lerin altına koyuyorlardı ki kokmasın, çocukları da rahatsız etmesin ve kışın sıcak tutsun diye. O çzaman bez yokken.Kortê OricKortikê HeşinKûrfî DoreKûrtkî Çoli

Koynê Kûrfî DoreKoynê MirtizaKoynê Hacî Oric Koynê QastaleKoynê Tope Kavrî TopKoynê MolonKoynê JêriKoynê HaboKoynê Orge

Modonî Olî Sêdiq: Önünde bir göl oluştu. Oraya da Golê Olî Sêdiq diyorlar.Nolo Sêzik: Küçük bir su-dur.Nolê Kûrfî DoreNolê ÇoliNolê worî Xalle

Ormonî RaşOvzemikOrgeOrge QowironOlangê Ba TizbikQastalePozî KirocePozî SincikePozî QêşTarle ÇolleTarle KapireTarle Kûrtkî Oric: Bu tarlalarda eski paralar bulunmuş.Tarle KorşeTarle OrgeTarle Dîwêr (Dîworî Qa-wirme)Tarle Qastale

Tarle YormeTarle QûmeTarle Kûrfî DoreTarle BaneTarle Tope

Tirbê Kûşton: Üç kişinin mezarı olduğu söylenir. Bunlar Güneybatı Kürdis-tan yani Suriye Kürdleri’dir. Kaçakçılık yapıyorlar. Birgün saklanıyorlar. İhbar oluyor. Askerler, bu üç kişiyi orada öldürüyor.Tirbê gowuronTotikonTopeworî Afeworî Momikeworgê KovironYormo

Ziyarotê Mistkî Kome: Bu ziyarette bir mağara vardır.Ziyaretê Totkon: Orada bir türbe var. Köylüler çok kut-suyor. Son zamanlarda değeri daha da arttı.

Page 14: Pazarcik

Pazarcık Sayı: 3 / Ocak 2011 Sayfa 14

FiRAz BARAN/BONN

Hocam, Osmanlı dönemiyle başlarsak Alevilik literatürü nelerden oluşuyor?

Osmanlı döneminde Alevilik literatürü ağırlıkla halk şairlerinin cönklere giren şiirlerinden ibarettir. Buna karşı Osmanlı uleması ve yazarlarının yaklaşımını ise ikiye ayırmak gerekiyor: 1- İttihad öncesi yayınlar 2- İttihad sonrası yayınlar

İttihad öncesi yayınlarda Aleviliğin na-sıl değerlendirildiğini bir örnekle açıkla-yalım. 1860’larda yayınlanan bir kitap-çıkta şöyle bir başlık var: „Kamuoyunun Kızılbaş Olarak Bildiği Rezil Toplumun Sapkınlıklarını ve Saçmalıklarını Anla-tan Bir Risale.“ Yani Kızılbaşları suçla-yan ve Aleviliği sapkın bir inanç olarak gören bir yaklaşım. Bu bakışı diğer ya-yınlarda da görebilirsiniz...

İttihad yönetimi ardından ise Aleviliği İslam içinde eritme çabası başlıyor. Aleviliği Bektaşilik içinde eritme, Bek-taşiliği de Türk Müslümanlığı olarak sunma... Yani Alevileri, Müslüman ve Türkleştirme... Çünkü, amaç tek tip toplum yaratmaktır. Bu politika belir-lendikten sonra etno-dinsel arındırmalar başlıyor: 1915’te Ermeni ve Süryani Katliamı, 1921’de Koçgiri Katliamı, 1924’te Müba-dele Kanunu ile birlikte Rumların Anadolu’dan uzak-laştırılmasının ardından 1925’te 15 bin Kürd katle-diliyor. 1925’te Alevilik resmen yasaklanıyor. Yani İttihad’tan bu tarafa politika etno-dinsel arındırma, tek tipleştirme ve Türk-İslamlaştırma çizgisi izliyor.

Türkiye devleti kurulduktan sonra bu politika sürdü mü?

Şark Islahat Planı ile Kürdler’in, Tekke ve Zaviyeler Kanunu ile de Aleviler‘in tasfiyesi izlendi. Yayınlar tek tipleştirme politikasına destek sunan yayınlardı. İlk Kuran tefsiri Türk İslam geleneği gözönünde bu-lundurularak yapıldı. Yani devlet güdümlü bir „Türk ve Hanefi“ Müslümanlığı hedeflendi.

1925‘te Alevilik ve dini önderlerinin sıfatları resmen yasaklandı. Sonraki yayınlar Aleviliği kötüleme politikası güdüyor. Cumhuriyet gazetesinin „Hafta-da Bir Gün“ isimli bir eki vardı. Burada Alevilerin Türk olduğu anlatılmaya çalışılırken, bir yandan da Dersim Aleviliğinin ne kadar kötü ve yabani, ilkel olduğu anlatılarak, Alevilerin kendi dinlerinden ve dini önderlerinden uzaklaşmaları ve böylelikle

İslamiyet’e özendirmeleri yöntemi izleniyor.

Alevilik üzerine yazanlar kimlerdi?

Bu konuda kalem oynatanlar asker ve sivil Kemalist-lerdi. O tarihte Kürdler veya Alevilik üzerine yazan bu insanlara, aynı zamanda profesörlük, ordinaryüs

profesörlük gibi ünvanlar verilmiş ve milletvekili yapılmıştı.

Milyonlarca Alevi vardı. Bunların içinde hiç mi bir entellektüel çıkmadı? „Niye onlara karşı bir basın-yayın mücadelesi yürütülmedi“ dersem acaba çok şey mi istemiş olurum o dönemin koşullarına göre? Ya da vardı da ben mi bilmiy-orum.

Olduğu söylenemez. Tek parti diktası döneminde böyle bir şans yoktu. O dönem yazılan belli başlı kitap Kemalist bir Bektaşi olan M. Tevfik Oyman‘ın 1940’larda yazdığı „Bektaşiliğin İçyüzü“ isimli eserdir. Tek parti döneminde bunun dışındaki bütün yayınları Sünni kökenli Kemalist yazarlar yaptılar.

Çok partili süreçten sonra göreceli olarak yayınlar arttı. DP iktidara gelmişti ve Sünni tarikatlara da yeşil ışık yakmıştı. Yani Hanefi Müslümanlığı politikasından bir bakıma ayrılma durumu söz konu-suydu.

Kimi Alevi halk aydınları da Aleviliği bilince çıkarma yoluna başvuruyorlardı. Alxas‘lı Halil Öz-

toprak bir yandan kendi anlayışına göre Kuran Tef-siri yapmaya başlıyor, bir yandan da Kuranı referans alarak Aleviliği savunma yoluna giriyor. 1951‘den itibaren „Kuranda Hikmet Tarihte Hakikat“, „Ku-randa Hikmet İncil’de Hakikat“ konulu kitaplar yayımlıyor.

Sonra Dersim’den Başköylü Sey-id Hasan Efendi‘nin „Hakkın Emri Rızası“ adlı eseri de Kuranı referans alarak Aleviliği savunmuştur devlet politikaları karşısında.

Erzurumlu Şinasi Koç‘un „Ger-çek İslam Dini Nedir? Kurana Bakar mısınız“ adlı kitabı da yine Kuran referansıyla Aleviliği anlatmaya çalışmaktadır.

Cümbüşün yaratıcısı olan Zey-nel Abidin Cümbüş‘ün „Aşkın Anahtarı“ kitabından da söz edi-lebilir.

Halk aydını kategorisindeki bazı insanların Aleviliği anlatma, bilince çıkarma çabaları fazla bilinmiyor. Yalnız bunu yaparken Kuranı referans olarak verip ken-dilerinin haklılığını savunmaya çalışıyorlar.

Bu kategorinin bir başka örneği ise, Alxas aşiretinden Ali Şükrü İnsan‘ın „Şeriatçı Vaiz Efen-di İle Bir Bektaşinin Hicivli Konuşmaları“ adlı kitapçığıdır.

Birinci dönem Kars milletvekili Fahrettin Erdoğan‘ın kısmen bu kategoriye girebilecek bir kitabı da var. Bu kitap ise „8 milyonluk Ale-vi Türklerine Kızıl Komünist Damgasını Vuran Sebulürreşadçılara Cevap ve Bektaşilik“ adını taşıyor.

Az önce de vurgulandığı gibi, Alevilerin kendi-lerini anlatmaları yasaklanmıştı. Çok partili sisteme geçildikten sonra kimi Alevi halk aydınları Aleviliği anlatmaya çalışırken, bu defa da Kuran’ı referans ve-rerek Aleviliği anlatmaya, savunmaya çalıştılar. Ni-tekim adı geçen Elbistanlı Halil Öztoprak hakkında da o tarihte dava açılmıştı.

1960 sonrasına gelirsek… Bir nebze de olsa bazı yönlerinden yararlanılacak bir yeni ana-yasa yapılıyor. TİP kuruldu, Kürdçe dergiler yayınlanmaya başlandı. O dönemde Aleviler ve

ALEVİLİK LİTERATÜRÜNÜNAlevilik literatürünün oluşumu ve gelişimi üzerine, bu alanın uzmanlarından araştırmacı-yazar Mehmet Bayrak ile bir söyleşi yaptık. Bayrak, zengin bilgiler su-narak konuya ışık tuttu. Bayrak’ın verdiği bilgiler Alevi Yayıncılığı konulu bir çalışmanın ana omurgası niteliğinde…

Yazar Mehmet BAYRAK okurlarına kitaplarını imzalarken

Page 15: Pazarcik

Pazarcık Sayı: 3 / Ocak 2011 Sayfa 15

TÜRKİYE’DEKİ gELİŞİMİ

Alevilik konulu çalışmalar nasıl bir seyir izledi?

1960‘lı yıllardan sonra özellikle de Türkiye İşçi Partisi ile Alevi toplumu arasında yakın bir diyalog kuruldu. Nitekim 1963‘te kurulan Halk Ozanları Kültür Derneği‘nin üyelerinin çok büyük bir bölümü Aleviler, özellikle de Alevi Kürdler‘di. Özellikle İç Toroslar bölgesinden de bir dizi insan bu dernek içinde yer aldı. Mahzuni, Halil Öztoprak, Hasan Altun, Kul Ahmet, Kul Hasan, Osman Dağlı vs. Bunlar o zaman Aleviliği bir yandan sosyalist söy-lemle özdeşleştiriyor, bir yandan da Kemalizmle özdeşleştiriyorlardı. TİP saflarında yer alarak onların etkinliklerinde boy göstermeye başladılar.

Üniversiteye başladığım yıllarda Alevi kül-tür geceleri yapılmaya başlandı. Ama Alevi adı kullanılamıyordu. „Pir Sultan Kültür Gecesi“, „Şah Hatayi Kültür Gecesi“ gibi isimler veriliyordu. Bu halk ozanları Alevi aydınlarla birlikte bu gecel-erde Alevi kültürünü ortaya çıkarmaya, yaymaya çalıştılar.

O dönemde yavaş yavaş Alevi dergileri de boy göstermeye başladı. Mesela benim hatırladığım dergilerden bir tanesi Ehlibeyt isimli bir dergiydi. Yine Cem dergisi başladı. Bu yayınlar esas olarak Aleviliğin ne kadar gerçek Müslümanlık olduğu, ayrıca Kemalizmle ne kadar çakıştığı gibi temeller üzerine oturuyordu. Fakat bunlar son derece sınırlı kaldı. 1967‘de Elbistan‘da katliam girişimi yaşandı. 12 Mart cuntası geldi. Cunta Aleviler üzerinde bir yıkım yarattı. Arkasından Alevi katliamları süreci başladı. 1980 darbesi zaten çok büyük bir yıkım yarattı Alevi toplumu üzerinde.

1980‘lerin sonlarına doğru Alevi yayıncılığı tekrar

kendini göstermeye, bir varlık olarak orta-ya çıkmaya başladı.

Yani Alevilerin kendisinin yazdığı kitap sayısı 1990‘a kadar 50 tane bile yok.

Son derece sınırlıdır.

Devletin yazdığı...

Çok daha fazladır. Öncelikle edebiyat araştırmacıları Alevi Bektaşi edebiyatı üzerine araştırma kitapları yayınladı. Yine devletin bilinçli olarak yazdırıp halkın arasına sürdüğü halk kitapları vardı.

Bunu nasıl ve neden yaptılar?

Örneğin, Hz. Ali Cenkleri... 1950’li yıllardan itibaren Hz. Ali bir süpermen gibi sunulmak suretiyle Alevi toplumunun arasına sokuldu. Alevi toplumunu İslamiyet içine sokmak amacıyla bu kitaplar asimi-lasyon aracı olarak kullanıldı. Ben bunu bir yazıya da konu etmiştim. „Bir asimilasyon aracı olarak dini halk kitapları“ diye. Bu kitaplar Alevi Kürdlerle Türklerin komşu olduğu bölgelere çok daha sıklıkla sokuldu.

Cemal Süreya’nın bir tespiti var. İstanbul ve büyük şehirlerde bu konuda seri üretim yapan bazı yayınevlerinin Malatya

Darendeli çerçiler aracılığıyla bu kitapları halkın arasına sürdüklerini tespit ediyor. Yani çerçiler diğer eşyalarını satarken bu kitapları da dağıtıyorlar. Bu kitaplarda, Hz. Ali bir süpermen gibi sunuluyor ve böylelikle Alevilerin de Müslüman oldukları bilinci yayılmaya çalışılıyor.

Siz, „Kürdleri asker ve sivil Kemalist bürokratlar yazıyordu“ diyorsunuz bazı kitaplarınızda. Bu genel tanım Aleviler için de geçerli mi?

Geçerlidir. İttihad dönemi ve Cumhuriyetin ilk yıllarında bu böyle olmuştur. Yine Sünni kökenli araştırmacılar Alevileri yazmıştır. Bu konuda çarpıcı bir örnek vereyim. Benim 1986 yılında yayınladığım Pir Sultan Abdal kitabı bir Alevi yazarın Pir Sultan ile ilgili yazdığı ilk kitaptır. Halbuki ondan önce Pir Sultan Abdal ile ilgili bir dizi kitap çıkmıştır. Diğer örnekler de buna benziyor.

Bugün elimizde teması, konusu Alevilik olan dergiler var. 1980-2010 arasında dergi ve kitap olarak Alevi konulu çalışmalar hangileriydi?

1985’te -Bu Kürd Silahlı Hareketi’nin başlamasından bir yıl sonraya tekabül ediyor- cuntanın gölgesi altındaki Milli Güvenlik Kurulu bir karar alıyor. „İçeride ve dışarıda Türk vatandaşlarının yıkıcı ve bölücü faaliyetlere desteğini engellemek, onlara katışmasını engellemek amacıyla hem Türkiye içer-isinde, hem Türkiye dışında dini akımlar, dernekler ve vakıfların desteklenmesi kararlaştırılmıştır“ deniyor. Bu karar çerçevesinde o tarihte 450 mi-lyon dolarlık bir bütçe ayrılıyor. Bu işin koordi-nasyonu da dönemin Kültür Bakanı eski MHP’li Namık Kemal Zeybek’e veriliyor. Bunu ilk defa

Fikri Sağlar açıkladı, 1991’de Kültür Bakanlığına atandığında... İşte o tarihten (1985) itibaren toplu-mun dindarlaştırılması için bir akım başladı.

Bu para sadece Sünnilerin daha çok Sünnileştirilmesi için mi, yoksa Alevilerin Müslümanlaştırılması için de mi harcandı?

Devlet güdümlü Aleviliğin yaratılması için de harcanmıştır. O dönem Alevilerin belli başlı tek festivali Hacı Bektaş Festivali’ydi. Ve bu festivalin organizasyonu ve yönetimi de bütünüyle devletin eline verilmişti. Başta vali, ilçe kaymakamı ve ilçe bürokratları olmak üzere... Yani organizasyon beledi-ye, sivil kurumlar ya da Aleviler’de değildi. Açıkçası güdümlüydü. Namık Kemal Zeybek’in her yıl Hacı Bektaş törenlerine gitmesi ve devamlı Avrupa ile Türkiye arasında mekik dokumasının sebebi de buydu. Yani esas olarak İslamiyetin yaygınlaşması, İslamiyet çevresinde örgütlenme... Türklerin ve Kür-dlerin İslam ortak bileşkesini öne çıkarma...

Çünkü; 1984’te silahlı bir Kürd hareketi başlamış. En azından ona katışmaları engellemek, İslamiyet’i bir ortak bileşke olarak kullanmak, ayrıca Alevileri de İslamiyetin içine çekmek amacıyla bu propaganda faaliyeti başladı.

Aleviler buna karşı ne yaptı?

Özellikle 1993‘teki Sivas katliamı Alevilerin bu konuda bir tepki örgütlenmesine gitmelerini hızlandırdı. Yani o güdümlü örgütlenme bir tepkiye dönüştü. Ve Aleviler hızla tepkisel bir örgütlenmeye başladılar. Hele hele 1995‘te Gazi‘deki katliam bütünüyle devleti ele verdi. Suç üstü yakalattı. Dolayısıyla Alevi örgütlenmesinde de bir patlama oldu. Yani başlangıçta devlet Alevi örgütlenmesinin kendi güdümünde sürmesini istiyordu. Belli ölçüde başarılı da oldu Avrupa ülkelerinde ve Türkiye‘de. Fakat özellikle Alevi aydınlarının bu konudaki konferansları ve yayınlarıyla bu örgütlenmeler mümkün olduğunca daha bağımsız, daha ileri bir çiz-giye yöneldi, evrildi.

Sayın Bayrak, yayıncılık o süreçte nasıl bir gelişme gösterdi?

İşte bu dönemde Alevi kimliğinin önemli oranda ortaya çıkmasından sonra kitap ve dergi bağlamında bir yayın furyası başladı. Solun dağılması da bunda rol oynadı. Dağılan sol kendine yakın bulduğu Alevi örgütlenmesi içinde yer aldı. Aleviliğin para edeceği varsayılarak da bir dizi yazar türemeye başladı. Bu konuda yetkin olsun olmasın tam bir furya başladı. Bunların büyük bir bölümü açık söylemek gerekirse bilimsellikten, tarihsel ve toplumsal gerçeklikten kopuk, uzak ve bilim dışı yayınlardı. Nitekim bunlar süreç içinde tasfiye oldu.

Yani toplum aydınlandıkça, geliştikçe bunları ekarte etti, tasfiye etti. Giderek Alevilikle ilgili daha niteli-kli yayınlar çıkmaya başladı.

Kaç yazardan, kaç kitaptan söz ediyoruz?

Onlarca yazar. Ama bunların büyük bölümü tasfiye olma noktasına geldi.

Yazar Mehmet BAYRAK

Page 16: Pazarcik

Pazarcık Sayı: 3 / Ocak 2011 Sayfa 16

Konusu Alevilik olan dergileri hangileriydi? -1990 ile birlikte-Nefes: Reha Çamuroğlu, Rıza Zelyut, Cemal Şener‘in çıkardığı bir dergiydi. Aleviliğin Türk Müslümanlığı olduğu tezi işleniyordu ve Kema-lizme övgüler diziliyordu. Nefes Dergisi, Ant Yayınları adıyla bir dizi kitap bastı Cemal Şener‘in yönetiminde. Yayını sona erdi.

Kavga / Kervan: Kavga ve daha sonra Kervan adıyla bir dergi çıkarıldı. Bu dergileri TKP/İşçinin Sesi grubundan Rıza Yörükoğlu çıkarıyordu. O tarihte İngiltere‘de yaşıyordu. Yörükoğlu, Alev Yayınları ismiyle de kitaplar çıkardı. Aleviliği sol ile özdeşleştirme, Aleviliği Kemalizmle bütünleştirme tarzında bir yaklaşımları vardı. Yayını sona erdi.

Serçeşme: Esat Korkmaz ve başka kimi arkadaşlar çıkarıyorlardı. Yayını sona erdi.

Pir Sultan: Bu dergiyi Pir Sultan Abdal Derneği çıkarıyordu. Yayını sona erdi.

Hacı Bektaş Federasyonu bir dergi çıkardı. Fakat yayını çok kısa sürdü. Atilla Erdem döneminde çıktı. Birkaç sayı çıkarabildiler.

Kızılbaş Meydanı: 2000’li yıllarda Haşim Kutlu tarafından çıkarıldı. Dergi, 20 sayı dolayında ya-yınlandı.

Munzur: Dersimli Mesut Özcan çıkarıyordu. Kalan Yayınları arasında çıkardı. Göreceli olarak Kürd Aleviliğine daha çok yer veren bir dergiy-di. Munzur dergisi devam ediyor. Aynı yayınevi, Kırkbudak isimli bir dergi de çıkardı. Araştırma dergisiydi. Üç ayda bir çıkıyordu. Yayını sona erdi.

Yol: Hüseyin Gazi Derneği ve Dergahı çevresinin çıkardığı bir dergiydi. Sanıyorum o da düzenli çıkamıyor artık.

Yine bazı mahalli derneklerin çıkardığı Alevilik konulu yayınlar da vardı:

Kızılırmak: Kızılırmak ve Çevresi Köyleri Derneği‘nin çıkardığı bir dergiydi.Divriği Harmanı: Divriği ve Çevresi Köyleri Derneği‘nin çıkardığı bir dergiydi.Dersim‘de İklim: Aylık olarak çıkıyor.Munzur: Dersim kültürüyle ilgili bir dergidir. Yukarıdaki dergi değil.Newede Dersim gazetesi: Kürd hareketinin çıkardığı bir dergi. Ağırlıkla Dersim Aleviliğini işliyor.Hacı Bektaş ve Türk Kültürünü Araştırma Dergisi: Ecevit döneminde Gazi Üniversite-si bünyesinde Hacı Bektaş ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü’nün çıkardığı bir dergi. Bir

devlet yayını zaten. Onun yayını halen sürüyor.

Avrupa‘da da dergiler çıktı.DivanZülfikar/Semah: Kürd hareketinin dergisiydi.Pir/Kızılbaş: Kızılbaş Ali‘nin çıkardığı dergiler.Alevilerin Sesi: 142 sayıya ulaştı. AABF‘nin der-gisi.Algül: Berlin‘de çıktı. Birkaç sayı devam etti.gözcü: Mehmet Duran Şeker çıkardı. Üç sayı çıktı.Pazarcık: Almanya’da çıkıyor. (Sizin gazeteniz)Kırkısrak: Londra’da Ahmet Güven çıkarıyor.FuAF: Fransa Federasyonun dergisiydi.

ALEVİLİK KONULU KİTAP ÇiKARAN YAYiNEVLERİ

Sayın Bayrak çok zengin bir bilgilendirme yaptınız. gerçekten bu konuda sanırım ilk kez böyle geniş bir çerçeve ortaya koyuyor-sunuz. Alevi yayıncılığının tarihinin yazımı açısından bu bilgiler referans olacak… Alevilik konulu kitaplara gelirsek… 1980 sonlarından başlayarak ele alırsak hangi yayınevlerinde yayınlanıyordu?

Ant: Cemal Şener’lerin kitapları çıktı.Kaynak: Cemşid Bender ve Turan Dursun’un kitapları çıktı.Berfin Yayınları: Faik Bulut’un yayınları çıktı.Özge: Benim kitaplarım çıkıyor.Yorum: Eski kitaplarım Yorum’da çıktı.Peri: Birkaç kitap çıktı.Cem Vakfı Yayınları: Kitap yayınları yaptı.Can Yayınları: Adil Atalay’ın yönetimindeki Can

Yayınları 70’li yıllardan itibaren Alevilik konulu kitaplar yayınladı.Emek Yayınları: 1950’li yıllardan itibaren Alevi kültürü yayınları yapan bir yayıneviydi. Sefer Aytekin’in yönetiminde. Ali Balım isimli bir yazar vardı. Bunun Profesör İlhan Başgöz olduğunu öğrendik kendisinden. Üniversiteden atıldığı için paraya ihtiyacı oluyor. O süreçte halka hitap edecek tarzda edebiyat kitapları yayınlıyor.Demos: Zeynel Atalay (Adil Atalay’ın oğlu) yönetiminde Alevilikle ilgili kitapları çıkarıyor. Meluli Divanı, Ali Haki Divanı burada çıktı. Halil öztoprak’ın kitapları da burada çıkıyor. Son yayınevi bu, benim bildiğim.Kalan Yayınları: Özellikle Kürd Aleviliğine ilişkin kitaplar çıkardılar.Vate: Dergisi ve kitap yayınları var. Munzur Çem‘in son kitabı burada çıktı.Yurt: Alevilikle ilgili bazı kitaplar çıkardı.Cem Yayınevi: Tek tük Alevilikle ilgili yayınlar yaptılar.Ayyıldız: Bektaş Ayyıldız’ın yönetimindeki bir yayınevi. Daha çok halk kitapları çıkardı.Alev Yayınları: Kervan dergisinindi. Kitaplar da çıkardılar.

Yüzlerce kitap ortada. Aleviliği doğru öğrenmek isteyen insanlarımıza kimleri önerirsiniz?

Alevilik konusunda bilimsel çalışma yapa-bilmek için bir yazarın kendini resmi ideolojiden kurtarması lazım. Çünkü; resmi ideolojiye göre „Kürdler yoktur, dağ Türküdür“, „Aleviler yoktur, bunlar Türk müslümanıdır“. Bu, resmi söylem-dir. Bir adam kendini bundan kurtarmadığı sürece bilimsel çalışma yapamaz ve doğru önermelerde bulunamaz. Yani anlayacağın„Kürd Alevi olmaz“ diyenlerden uzak durmak gerekir…

Konusu Alevilik olan Dergiler!Araştırmacı-Yazar Mehmet Bayrak ile konusu Alevilik olan dergileri ve Alevilik

üzerine kitap çıkaran yayınevlerini de konuştuk. Bayrak’ın evindeki arşivinde bütün bu dergi ve kitaplar var. Bu sürecin içinde kendisi de yer araştırmacı-yazar kimliğiyle yer

aldı. Bu nedenle, Bayrak’ın bilgileri çok öğretici oldu.

Page 17: Pazarcik

Pazarcık Sayı: 3 / Ocak 2011 Sayfa 17

KİM NE DEDİ?Ünlü yazar ve ozanlar gazetemizi değerlendirdi.

Gazetemize büyük değer biçen araştırmacı ve yazarlar, her ilçenin ve bölgenin buna benzer çalışmalar yapması

gerektiğini dikkat çektiler.

Mirhem Yiğit (KNK Üyesi - Yazar):

Sen ne yaptığını bilmiyorsun. İleride yaptığın işin farkına varacaksın. Avrupalılar her şeyi kayıt altına

aldıkları ve belge olarak bıraktıkları için geliştiler. Bütün Kürd ilçelerinin

böyle inceleme gazeteleri olursa Kürdistan üç yılda belgelenir.

İnanıyorum ki senin gazeten bütün ilçelere örnek olacaktır.

Mehmet Bayrak (Yazar):

Gazete, Pazarcık‘ın değerlerini belgeliyor. Haber ve dosyaları

araştırmacılar için kaynak oluşturacak. Belgelemek çok

önemli. Pazarcıklılar bu gazeteyi desteklemeli. Destekleyen

arkadaşlar olduğunu da görüyorum. Onları da kutluyor ve

başarılar diliyorum.

Ethem Xemgîn (Yazar):

Pazarcık gazetesi, yörenin değerlerini belgelemeli. Sadece Pazarcık’la da sınırlı kalmamalı. Okuduğum sayıları beğendim.

Bu çalışma sürmeli.

Ozan Eylemi (Şair-Ozan):

Gazetenin iki sayısını okudum ve şuna kanaat getirdim. Sen bu işi yapacaksın. Sende o ışığı

gördüm. Pazarcık’ın kültürüne, formatına uygun. Her konuda bu çalışmayı desteklemeye

hazır olduğumu söylemeliyim. Gazeteyi okuduktan sonra yazdığım bir şiiri de armağan

olarak veriyorum:

Kürdün kültüründe daha neler varAlevinin hakkı sonsuza kadarPazarcık’ta gizli hazineler var

Çıkar yeryüzüne Firaz Baran’ım

Bu yola başkoydun özgün varınlaDamar damar kazdın tırnaklarınla

Buluşturdun bizi özgür yarınlaKöy köy gezer yazar Firaz Baran’ım

Page 18: Pazarcik

Pazarcık Sayı: 3 / Ocak 2011 Sayfa 18

Mi go, dile mi bû tamûro ki da dordoOy bûkê,

Ka ham biwêm ham hestiron bardim ja jur doHiro çand rona bûkoka minê dalolê romadiye de la oxo sor doOyy la min

Mino biriji çove ve falageFalago ki molo xa şawîte, ta va xêra, ve bûkeLê lê da rowa bûkê rowa oyyZoyre ta yî husti xora la qoltixe xalkeTa gûne von hûrikon do hustiye ke

Fotmo mi rowa oyyBê miroza mi rowa

Lê lê rowa kaçê rowa, oyy bûkê rowa oyyTa gune vî zorî do hustiye ke

Bûkê, zoyre tayî husti xora, la sar qoltixe xalke oyyMino az bimirim rowa oyy

Oy Fotmo mi rowaBê miroza mi rowa

Allo ba penç daqiqe va bûke va muhlat deFotmo mi çû la bojore Odane kata bin amalateNawû bûkê nawûXoda ja taro nota maramate

Fotmo mi rowaBê miroza mi rowa

Wuy az qûrbona bajn i badanêFotmo mi la vî war î eko wa taneWuy mino az bimirimMo romadiya la xastaxano Odane

Wuy bûkê rowa waxAx la mi rowa oyy

Qûrbona çove taye raş e minê mûje seriFotmo birine Odane dona bin kêre oyyOyy bûkê rowaMino xoda bişawtîna molê we qonsere

Axx Fotmo mi rowaBê miroza mi rowa

Uy da wêdo, kaçî kaçî wêdoFotmo mi con do xastaxonê Odane doHavolno xawar wa bov û biron dinKasî xayî ki ovê falagê sorkin tinin da hinde do

Qûrbon rowaBê mirazê rowaSöz-Müzik: Mistî Qawî

Husenî Molê Haskî Olî Mûse Gökçayırlı

bir dengbêjimiz. Bugün Narlı’da yaşayan dengbêjimizi 80 yaşındaki kızkardeşi Matê Fîn’e sorduk. Matê Fîn, yaşlılığın sıkıntılarına vurgu yaparak “Rindon ro istirond. Hiro jî bûye orong” (Güzellere söylüyordu. Bugün de rezil olmuş) dedi.

Matê Fîn, babasının da çok klam söylediğini, ama kardeşinin aynı zamanda büyük bir yetenekle saz çaldığını da aktarıyor. Matê Fîn, Opî Husen’in bir klamını bizim için söyledi. Biz de klamlarımız kaybolmasın diye yayınlıyoruz:

Dilî mi gûlakî da bêxça doHarki mi we ovkir we pança doÎk ja dilon bika lomonRal bimîna la boxça do

Warna min û nolê şaqşaqoKawon pêda laqa laqoKi di dilan havdi dîQurbonaka le ya haqo

Ka la korte ti la korteŞoro serî ba mi morteKi di dil havdi da biwîninÇi la qûlî razîl wa zor te

Matê Fîn, babasının ocaklar üstüne söylediği bir beyti de bizimle paylaştı. O beyt ise şöyle:

Daste gûlî minî sipî wuMi da çinî pîwa pîwuYo corema bigeOcoxe Sînamîllî wu

Dastê gûlî minî raşoMi da çinî faş ba faşoYo corema bigeOcoxe Şixraşo

Dastê gûlî minî zaroMi da çinî la hamaroYo corema bigeOcoxe Kurmancano

Bê Miroza Mi Rowa

HASKî OLî MÛSE’NİN BEYTİ

Mistî Qawî (Mista Kor)

Page 19: Pazarcik

Pazarcık Sayı: 3 / Ocak 2011 Sayfa 19

Afê Oric/Basel

Pazarcık’ın hemen hemen bütün köylerinin bir ko-mitesi var. Bu komiteler kendi köyüne çeşitli hiz-metler götürüyor. Başarılı komitelerden biri de Esmepûr’luların oluşturduğu EKOY’dur. EKOY’un çalışmalarını yakından gözlemliyorum. Çünkü; Küçük Salman Ökmen bizim komşumuz. Küçük Salman Ökmen, Köln’de 1500 (binbeşyüz) daire-nin sahibi bir firmanın hausverwaltung (ev bürosu yöneticisi)’u. Tüm gün çalışan Ökmen, akşam eve geldikten sonra köyün işleri üzerine çalışıyor.

“Yol için kepçe ne yaptı acaba”, “Bugün cemevinin sandalyeleri gelecek” gibi sözlerini çok duydum. Yine, “Bugün bir rapor yazalım. Köyün sitesine ata-lım. Arkadaşlarımızı bilgilendirelim” sözünü de... Çünkü; kendisi bilgisayarda yazamadığı için sürekli benden yardım ister.

Benim tuhafıma giden Salman ağabeyin hiç köyde yaşamamış olması... Hep Antep’te ve yurt dışında yaşamış ama köye de çok bağlı. Sözün özü, Salman Ökmen günlük o kadar işten sonra eve gelip köyün sorunlarıyla da uğraşıyor. İnanın, köyün sorunlarına ayırdığı zaman çocuklarına ayırdığı zamandan daha çoktur.

Mistî Molê Samî Kole

Basel’de gazeteyi tanıtım çalışmaları yaparken Mistî Molê Samî Kole ve eşi Hopê ile tanışıyoruz. İkisi de komitenin aktif çalışanları... “Misto ağabey, hem çalışıyorsunuz, hem de bu kadar işle uğraşıyorsunuz. Bu azmi neye borçlusunuz” diye soruyoruz. Misto ağabey, bir anısını anlatarak yanıt veriyor:

“Yıllar önce Pazarcıklı bir komşum ‘Annem hasta.

Şef izin vermedi. Annemi bugün saat 11’de hastaneye götürebilir misin’ dedi. O gün ben izinliydim. ‘Tabi’ dedim. Teyzeyi hastaneye götürdüm. Bir saat sonra doktor geldi ve ‘Üzgünüm, hasta öldü’ dedi. Pazarcık’tan o kadar uzakta böyle bir haber... Benim komşu-mun annesi... Teyzemiz... Hemen onun çalıştığı yere gittim ve şe-finden izin istedim. ‘Beni ilgilen-dirmez, iş saati bitmeden çıkamaz’ dedi. O an dondum kaldım. Otu-rup ağladım. ‘Xode, azî la ku ma’ (Tanrım, ben nerdeyim) dedim. O günden beri kim ve nereli olduğu-mu çok iyi biliyorum.”

Köy komitesi kurulmadan önce de dayanışma içinde 1993’te Ûsî Lol’un türbesini yaptıklarını akta-ran Mistî Molê Samî Kole, yapılan diğer hizmetleri de şöyle sıraladı:

“- Komite kurulduktan sonra da Pirê Çem’i yaptık. Kışın oradan arabalar geçemiyordu. Pazarcık’la bağlantımız kesiliyordu. Köprü şimdi bizi Pazarcık’a bağlıyor. Köprünün uzunluğu 20, genişliği 12 metredir. Bunu halkın gücü ve desteğiyle yaptık.

- Sonra cemevine başladık ve bitirdik. İki katlıdır. Bin kişi sığıyor. Düğünlerimiz, cemlerimiz ve deği-şik etkinliklerimiz orada yapılıyor.

- Bunun dışında Qandîl yolu’nu yaptık. Qandîl yolu yokken yaylaya hayvanlarla gidebiliyorduk. Bu, sa-

atler alıyordu. Şimdi arabayla hız-la gidebiliyoruz.”

Kakî Mist, daha güzel çalışmalar için birbirimize ihtiyacımız oldu-ğunu söylüyor. Buraya kadar ve-rilen emeğin sürmesi gerektiğini, mezarlığın etrafının yapılacağını söyledikten sonra sözlerini şöyle noktalıyor: “Atamız, dedemiz ora-da. Gidip ziyaret ediyoruz. Orası doğup büyüdüğümüz topraktır. Orayı hiçbir zaman unutmayalım. Bütün Esmepûrluları ve Pazarcık-lıları selamlıyorum.”

Hopê Molê Ûsî Şulle

Kakî Mist’ın eşi Hopê Molê Ûsî Şulle de EKOY komitesinin aktif üyelerinden... Hopê abla, “Ben Avrupa’da yaşıyorum. Köy beni ilgilendirmez” veya “Niye devlet hizmet yapmıyor” gibi düşünceleri eleştiriyor.

“Mehmet Şaşkara İsviçre’de öldü. Mehmet Ortaç İngiltere’de öldü. Ökkeş Oyman, İmam Ortaç öldü. Hepsi Esmepûr toprağına gömül-

dü. Neden?” diye soran Hopê abla, Avrupa’nın bize bir avuç toprağını vermeyeceğini, ölsek de köye gö-türüleceğimizi dile getiriyor.

Ayda 3-4 bin kazanıyorsak senede 200 liranın ağır gelmeyeceğini söyleyen Hopê abla, köye yapılan hizmetin herkes için olduğunu belirtiyor. Hizmet ya-pılırken yardımlarını esirgeyen arkadaşları eleştirine Hopê abla, “Bir köye hizmette korkuyoruz. Yarın birgün bizi kovarlarsa nereye gideceğiz? Çocuğuma soruyorum. ‘Esmepûr’luyum’ diyor. Bu Avrupa bize o kadar mı tatlı geldi” diye soruyor.

“Bir ölünüz oluyor yeriniz yok. Neden yok? Neden cenazelerinizi göndermek için başka yerleri arıyor-sunuz? Pazarcık’ın neden bir vakfı yok? Ne olacak bu halimiz?” diye soran Hopê abla, sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Anne babalarımızın değerini anlamadık. Onlar 10 çocuk büyüttüler. Biz iki çocuk büyütemiyoruz. Erkekler kahve köşelerinde, kadınları dizi karşısın-da. Çocuklarımız nerede? Yüzde kaçı meslek sahibi oldu?”

“Niye devlet yapmıyor?” diye sora arkadaşlara da sitem eden Hopê abla, “Kardeşim, devlet bugüne ka-dar bize ne yaptı?” diye karşı bir soru soruyor. Hopê abla, 25 senedir burada ve her şeye de sahip olduğu-nu ama halen de o Xopê Molê Ûsî Şûlle olduğunun altını çiziyor ve “Değişmeyeceğim” diyor.

İnsanlarımızın çoğunun kendi köyü için bir hizmet vermeye çalıştığını söyleyen Hopê abla, hemen bü-tün köylerin komiteleri olduğunu, bu hizmetleri sür-dürmeleri gerektiğini vurguluyor ve sözlerini şöyle noktalıyor: “Bir taşımız altın değerindedir. Bu değer-leri kaybetmeyelim, sahip çıkalım.”

AVRUPA BİZİM YURDUMUZ MU?

Mistî Molê Samî Kole

Hopê Molê Ûsî Şulle

Page 20: Pazarcik

Pazarcık Sayı: 3 / Ocak 2011 Sayfa 20

PKK içinde yaşamını yitiren ilk kadın dev-rimci Pazarcık’lı Besey Anuş’tur. PKK, bu-gün kadın örgütülüğüyle dünya çapında bir

üne sahiptir. PKK, kadın konulu ilk toplantısını da Pazarcık’ta, Şoqulyon köyünde yapmıştır. Yine dar-be sonrası gidilen Filistin’de Kürdistan çapında 25 kadın gerilla yer almıştır. Bunların üçü de Şoqulyon köyündendir. Filistin’e giden kadın devrimcilerden biri Fîdonê Molê Îmkî Olî Mistkî Qara Aşke’ydi. Fîdonê Îmke ile uzun mücadele yılları üzerine bir röportaj yaptık.

Fîdonê Îmke, 1959 yılında Şoqulyon (Bayramgazi) köyünde doğuyor. Doğumundan kısa süre sonra ai-lesi Pazarcık’a göç ediyor ve iki yıl burada kaldık-tan sonra köye dönüyor. Fîdonê Îmke, “Annemin köy özlemi baskın gelmiş ve tekrar köye gelmişler” diye anlatıyor o süreci.

Fîdonê Îmke, ilkokul 1 ve 2’yi köyde okuyor. İlko-kul 3’e geldiğinde ailesi Maraş’a göç ediyor. Çün-kü; Opî Îmik Maraş’ta bir tuhafiye dükkanı açıyor. Fîdonê Îmke, ilkokul ve ortaokulu Maraş’ta bitiri-yor. Okulda sürekli teşekkürname ve takdirname alan başarılı bir öğrenci olan Fîdonê Îmke, çok genç yaştayken devletin gölgesini üzerinde görüyor:

Fişlenen Kürt-Alevi Öğrenci

“Oldukça başarılıydım. Babam çok umut bağlamış-

tı. Daha ortaokuldaydım. Birgün dükkana gelen bir polis, babama ‘Kıza yazık olacak. Dosyasına kır-mızı işaret konmuş. Geleceğini yakacaklar’ demiş. Kürd ve Alevi olduğum için. Bu benim bilinç altıma işledi. Yani doğuşumuzdan itibaren devlet bizi fişli-yor. Büyüklerimiz, ‘Okuyun, devlet içinde yer edi-nin. Haklarınıza öyle kavuşursunuz’ diyorlardı. O kırmızı işaret bu sistem içinde yerimizin olmadığını gösteriyordu.”

Fîdonê Îmke’nin ailesinde devrimcilere her zaman sempatiyle bakılıyor. Deniz Gezmiş ve arkadaşla-rının direnişi döneminde ilkokula gittiğini söyle-yen Fîdonê Îmke, eve hergün gazete alındığını ve Deniz Gezmiş’in tüm tutukluluk ve idam sürecini ailece izlediklerini aktarıyor. Hüseyin İnan’ın ak-rabalarıyla babasının tanıştığını ifade eden Fîdonê Îmke, devamla şöyle konuşuyor: “Hatta babam Hüseyin İnan’a mektup yazmış ve sonra gönderme-miş. Denizlerin direnişinde kendi ezilmişliğimizi, o ezilmişliğimize duyduğumuz öfkeyi gördük. Ailece etkilendik ve bende çok büyük iz bıraktığını söyle-yebilirim.“

Köyde dinlenen Erivan Radyosu’nun, Maraş’ta Kürd ve Alevi olunduğu için yapılan dışlanmanın da kendisini etkilediğini söyleyen Fîdonê Îmke, “Bunlar bizim ayrı olduğumuzu gösteriyordu” di-yor.

“Biz Kürdistan’ı Kuracağız”

Fîdonê Îmke, 1974 yılında Niğde Öğretmen Okulu’nu kazanıyor. Kazandığı yıl öğretmen okulu liseye dönüştürülüyor. Yeni yasaya göre 1974 yılın-da 3 ve 4. sınıflara doğrudan öğretmen hakkı tanı-nıyor ama 1 ve 2. sınıflara eğitim enstitüsüne girişte öncelik tanına sözü veriliyor. Ancak 1 ve 2. sınıfla-ra verilen söz direnişle kazanılıyor. Fîdonê Îmke, o dönemi şöyle anlatıyor: “Öğretmen okulu liseye dönüştürüldü. Biz bu kararı boykot ettik. Boykotlar hükümete yeni bir karar aldırttı.”

Niğde Öğretmen Lisesi’nin, müdür başta olmak üzere faşistlerin aktif olarak örgütlendiği bir okul olduğunu dile getiren Fîdonê Îmke, devrimci-de-mokrat öğrencilerin de olduğunu, bu nedenle ger-ginliklerin yaşandığını belirtiyor. Hatta bu nedenle bir dönem 6 Mayıs öncesi okul 10 gün kapanıyor.

Fîdonê Îmke’yi lise 3’teyken duyduğu bir söz çok

etkiliyor. Bu söz “Kürdistan”dır. Fîdonê Îmke, o günü şöyle anlatıyor:

“Hacıbektaşlı bir arkadaşım lise 3’te bana şöyle söyledi: ‘Kütüphanede bir Kürd genciyle sohbet ettim. Bana ‘Biz Kürdüz. Ayrı bir ülkemiz var. Adı Kürdistan. Biz bir örgüt yaratacağız ve Kürdistan’ı kuracağız’ dedi. Sizi tanıştırabilirim’ dedi. Çok bü-yük bir heyecan duydum. Kürdistan adını ilk defa duydum. ‘Mutlaka o kişiyle konuşmalıyım’ dedim. Bir hafta geçmişti. Resim dersindeyken bir grup faşistin okul bahçesinde bir kişiyi dövdüğünü gör-dük. 6 faşist vardı ve onlara karşı direniyordu. Kız arkadaşım ‘Sana söylediğim kişi oydu’ dedi. Adı Bozan’mış. Ama nereli olduğunu bilmiyorum. O cümle beynime işledi. ‘Biz Kürdistan’ı kuracağız’ cümlesi... Bu düşünceyle hareket edeceğimi hisset-tim. O dönem herhangi bir örgüte sempatim de yok-tu. Ama devrimcileri destekliyorduk.“

Fîdonê Îmke, Kürdistan kelimesini 18 yaşında duy-sa da Kürdlük bilincinde olan ve Kürdçe konuşan bir öğrencidir. Annesinin bir tavrını ise hiç unut-maz. Fîdonê Îmke, o tavrı şöyle özetliyor: “Annem onyıllarca Türkçe’ye direndi. Hep Kürdçe konuş-tu.”

Fizik Mühendisliği ve Kürdistan Devrimcileri

Fîdonê Îmke, liseyi 1977’de Niğde’de bitirip üni-versite sınavlarına giriyor ve Deniz Gezmiş’ten etkilendiği için tercih olarak ODTÜ’yü yazıyor. Sınav sonuçları köyünde ve çevresinde sevinçle karşılanıyor. Çünkü; Fîdonê Îmke, ODTÜ’de Fizik

FîDONê îMKE’NİN HAYATi

Fîdonê Îmke, yörede fizik mühendisliği bölümünü kazanan ilk kişi ve Filistin’e giden ender kadın devrimciden biri. En uzun soluklu gazetelerden Serxwebûn’u kurumlaştı-ranlardan biri olan Yıldırım, uzun mücadele yıllarını, ailesini ve cezaevi sürecini gazetemize anlattı.

Page 21: Pazarcik

Pazarcık Sayı: 3 / Ocak 2011 Sayfa 21

Mühendisliği bölümünü kazanıyor.

Herkes, “Bizim bir kızımız fizik mühendisliğini kazandı” derken, O, Denizlerle özdeşleşen bir oku-la gitmenin, ODTÜ’de onların ruhunu hissederek okumanın heyecanını ve sevincini yaşıyor.

Fîdonê Îmke, o dönem ODTÜ’de 9 ay süren bir boykot olduğunu ve okula başlarken boykotun sona erdiğini belirtiyor. Dönemin ODTÜ’sünü ise şöyle anlatıyor: “Boykot sona erdiği için yoğun bir eği-time geçilmişti. Türkiye solunun bütün franksiyon-larının bulunduğu bir okuldu. Kürdistan ile ilgili düşünceler de tartışılıyordu. O dönem ODTÜ dev-rimcilerin yuvasıydı. Devrimci etkinlikler, forumlar, toplantılar yapılıyor ve bildiriler dağıtılıyordu.”

Bütün devrimci örgütler vardır ama Fîdonê Îmke, Kürdistan devrimcilerini arar. Bunun için her önü-ne gelene Kürdistan devrimcilerini sorar. Çoğu kişi „Böyle bir grubu tanımıyoruz“ derken, sadece bir kişi, „Kendini gizliyorlar“ der. Bir süre sonra Kawa örgütüne sempati duyan bir kişiyle tanışan Fîdonê Îmke, devamla şöyle diyor: “Yaklaşık üç ay Kür-distan Devrimcileri’yle direk bağlantı kuramadım. Bir gün hazırlık sınıfından yurtlara dönerken uzun boylu bir Kürd genci geldi. ’Siz Kürdsünüz değil mi’ dedi. ’Evet’ dedim. ‘Babanınızla geldiğinizde tahmin etmiştim’ dedi. O kişi vasıtasıyla diğer ar-kadaşlarla tanıştım. O kişi sonra aktif sürdürmedi. Öğretim üyesi oldu. Tanıştığım grubun sorumlusu Mustafa Bilmen isimli Batmanlı bir arkadaştı. Son-ra Ortadoğu alanında da karşılaştık. Bilmen arka-daş sonra bir çatışmada şehid düştü.“

O dönem Kürdistan Devrimcileri olarak tanımlan-dıklarını, Kürdistan devriminin ideolojisinin şekil-lendiğini aktaran Fîdonê Îmke, Kürdistan Devrimi-nin Yolu’nun çıktığını, partileşme tartışmalarının olduğunu belirtiyor.

ODTÜ’de Devrimci Yol’un etkin olduğunu, Kür-distan Devrimcileri’nin dar ve illegal bir grup ola-rak yer aldığını söyleyen Fîdonê Îmke, 1977’de ODTÜ’de 15-20 kişi olduklarını, bunların dör-dünün bayan olduğunu belirtiyor. Sadece kendi-si yurtta kaldığı için bildiri ve pullamaları genel-de kendisinin yaptığını söyleyen Fîdonê Îmke,

Ankara’daki kadın örgütlülüğünü şu sözlerle özet-liyor: „Başta Tuzluçayır olmak üzere Hacettepe ve Gazi Üniversitesi’nde bayan arkadaşlar vardı.“

Devrimci Olmaya Karar Verme

1980 yılına girilmiştir. Fîdonê Îmke, 2 yıldır bir ta-raftan okula giderken, diğer taraftan aktif sempati-

zanlık yapar. Ancak sempatizanlık artık kendisine yetmemektedir. Profesyonel devrimci olmak iste-mektedir. Bir taraftan kendisinden beklentileri olan ailesini, özellikle de babasını düşünür; diğer taraf-tan da büyülü „Kürdistan’ı kuracağız“ sözünü…

Çok zeki de olsa önüne setler çıkacağını görür. Yö-rede üniversiteyi kazanan ilk genç kız olan Fîdonê Îmke, ilk-orta ve lisede öğretmenlerin sürekli öv-düğü başarılı bir öğrencidir. Ama henüz ortaokul-dayken de fişlenmiştir. “Eminim ki her Kürd ve Alevi öğrenci bunu yaşıyor” diyen Fîdonê Îmke, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Devrimci düşünce-den, ulusal kurtuluşçu düşünceden etkilendim. Ak-tif sempatizan olarak faaliyetlerde yer alıyordum. Yürüyüş, miting, bildiri, pullama yapıyordum. Bül-teni dağıttım. Kurye olarak farklı şehirlere gittim. Ancak Maraş katliamı bende devletten, sistemden kopuşu daha da kalıcı hale getirdi diyebilirim. O katliamın intikamının alınması gerektiğine inan-dım. Katledilenler, tanıdığım insanlar, ailemin ta-rumar edilmesi... Sisteme öfkemi daha da ateşledi. Katılım eğilimim daha da netleşti. 1980‘de artık profesyonel devrimciliğe adım atmak istediğimi iletmiştim. Cevap bekliyordum. O dönem okul-dan kaydımı aldırdım. Sonra Ankara‘da kalmak gerektiği belirtildi. Aileye bunu anlatma cesaretimi bulamadığım için yeniden üniversite sınavlarına girdim ve Hacettepe‘yi kazandım ve kaydoldum. ODTÜ‘de İngilizce hazırlığı okuduğum için direk okula başlamak istedim Hacettepe‘de. Bunun için bir sınava girmek gerekiyordu. Sınava giderken 12 Eylül olmuştu. Evden çıktım, askerler bize ‚Yeniden evinize dönün’ dedi.“

Filistin Kamplarına gidiş

Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü’nde eko-nomi bölümünü kazanan Fîdonê Îmke, 1 ay kadar okula gitmeye devam eder. Daha sonra örgütün An-kara sorumlusu kendisiyle konuşur ve „Yurt dışına ihtiyaç var. Yurt dışına gitmek ister misin“ dedi. „Tercihim ülkeme gitmekti. Hilvan ve Siverek mü-cadelesi bizi etkiliyordu” diyen Fîdonê Îmke, so-rumlu arkadaşına “Parti o alanlarda ihtiyaç duyu-yorsa gidebilirim“ diyor.

Fîdonê Îmke, bir ülke kurma, bir ülkeyi kurtarma, kendi kimliğimize kavuşma isteğinin; gençliğin o arayış isteği ve „okuyan insan halka hizmet etme-lidir“ teorisinin etkisiyle o kararı verdiğini dile ge-tiriyor.

Darbeden 2 ay sonra toplam 17 arkadaş sınırdan Kobanî’ye geçerler. Oradan Halep üzerinden Şam’a giderler. Onları şehid Ethem Akçam karşılar.

Kadınların Yer Aldığı İlk Eğitim

Fîdonê Îmke, Nisan 1981’de daha sonra Mahsum Korkmaz Akademisi olan Demokratik Cephe’nin denetimindeki Helve Kampı’na gider. Üç ay eği-tim alır. PKK tarihinde kadınların da yer aldığı ilk eğitimin bu olduğunu dile getiren Fîdonê Îmke, bu eğitimde 14 kadın devrimcinin olduğunu söylüyor. Pazarcıklı bayanları sorduğumuzda ise şu yanıtı ve-riyor: “O eğitimde bizim köylü Ayşe Akarsu (Muh-tarın kızı) ve Bese İtmeç vardı. O dönem ki desteğin keskin bir örneği.“

Elif Ana’ya Hemşirelerin Eziyeti

Maraş Katliamı sürecinde Pûlyone Jêri köyünden olan Ermiş Atê Elif (Elif Ana) Ankara’da tedavi için hastanede kalıyordu. Katliamda Atê Elif’in ablası Cennet öldürülmüş ve oğlu Mehmet’in dükkanı yakılmıştı. Fîdonê Îmke, Ankara’da o günlerde Atê Elif’ı ziyaret ediyor. Karşılaştığı durumu şöy-le anlatıyor:

„Katliamdan bir iki hafta sonra Elif Ana’nın oğlu ile birlikte Ankara’ya beni ziyarete geldi babam. Çok etkilenmiş olacağımı bildiği için yanıma gel-di. Elif Ana’nın hastanede olduğunu, gözlerinden ameliyat olduğunu, oğlu Mehmet ile ziyaretine gideceklerini söyledi. Mehmet abinin de bir dük-kanı vardı yeni yapılan pasajda. Onun dükkanını da yakmışlar.Elif Ana’ya ziyaretine gittik. Görüş günü olmadı-ğı için erkekleri bırakmadılar. Beni bıraktılar. Elif Ana’nın gözleri bandajlıydı. Ameliyat olduğu için. Mehmet abiyle babamın aşağıda olduğunu söy-ledim. Çok büyük bir tedirginlik ve panik içindey-di. Hemşirelerin sürekli ’Oğlunun dükkanı yakıldı, öldürüldü’ demişler. Resmen psikolojik baskı uy-gulamışlardı. Yeminler içerek Mehmet abinin iyi olduğunu, aşağıda olduğunu söyledim. Dükkanın yakıldığını ama Mehmet abinin iyi olduğunu söy-ledim. Epey rahatladı. Gittiğimde çok gerilmişti. ’Hemşireler bana işkence yapıyorlar. sürekli bu haberleri bana söylüyorlar’ dedi.Okul tatilinde köye gittim. Ailem kendi evimizi ya-pıncaya kadar okul lojmanında kaldı.“

Sağdan ikinci Îmkî Olî Mistkî Qara Aşke

Page 22: Pazarcik

Pazarcık Sayı: 3 / Ocak 2011 Sayfa 22

Fîdonê Îmke, o dönem Lübnan ve Filistin kamp-larında olan diğer Pazarcıklıları ise şöyle sıralıyor: “Mustafa Yöndem, Mustafa Ömürcan, Salman Ömürcan (Cezaevinde kaçıp yurtdışına çıkmıştı), Ali Ömürcan, Ali Ozansoy, halamın oğlu Mustafa ve Kebabçı (adını hatırlamıyor).”

1984’te Kürd isyanının temelleri 1981’de Helve Kampı’nda yapılan PKK 1. Konferası’nda atıldı. Darbe sonrası örgütlerin çoğu Suriye ve Lübnan’a gitmişti. Oradan da Avrupa’ya geldiler ve süreç içinde dağıldılar. Ancak PKK, böyle yapmadı. 1. Konferans’ta ülkeye dönüş ve gerilla savaşı kara-rı aldı. Bu konferansın delegelerinden olan Fîdonê Îmke, toplantının önemini şöyle özetliyor: “Yeni sürecin dönemeç noktasıydı. 12 Eylül’ün geliş nedenleri, 12 Eylül öncesi mücadeleleri yaygın olarak masaya yatırıldı. Kazanımlar, kayıplar, ye-terlilikler ve eksikler tartışıldı. Cuntanın yol açacı sonuçlar ele alındı. Özetle sonraki yılların temel taşları o toplantıda atıldı.”

Serxwebûn Kurumlaşırken

Aylık olarak yayınlanan Serxwebûn gazetesi ilk sayısını Ocak 1982’de çıkardı. Fîdonê Îmke 1982 Mayıs sonunda Almanya’ya geldi ve 1991’e kadar büyük çoğunlukla Serxwebûn ve ona bağlı çalış-malarda yer aldı. Serxwebûn’un kurumlaşmasında büyük emeği olanlardan biri olan Fîdonê Îmke, o yıllara ilişkin duygularını şöyle ifade ediyor:

“Serxwebûn ile özdeşleştiğimi söyleyebilirim. Çok az sayıda arkadaşla çok büyük emekle ça-lışmalar çıkıyordu. Sonraki yıllarda çalışmalar arttı. Serxwebûn dışında Berxwedan’ı çıkarıyor-duk. Almanca ve Fransızca yayınlanan Kürdistan Report dergisinin yazıları ve çevirilerini hazırlı-yorduk. Yine kitapların yayına hazırlanması da Serxwebûn’da yapılıyordu. Matbaa kurulduktan sonra dışarıdan da iş alınıyordu. Her zaman da az sayıda elemanla büyük bir yükün altına giriliyor-du. Ama bütün arkadaşlar da tek bir harf hatası çıkmaması için bile büyük çaba gösteriyordu.”

Serxwebûn’da çalışan şehid arkadaşlarını da yad eden Fîdonê Îmke, sözlerini şöyle sürdürüyor:“Selçuk (Enver Polat) arkadaş bir emek kahrama-nıdır. Yıllarca hep bilgisayarın başındaydı. Ger-

çekten ancak ira-deyle, büyük bir inançla bu müm-kün olabilir. Ka-palı bir alandı ve sürekli çalışmak gerekiyordu. O nedenle bazı arka-daşlar Serxwebûn çal ışmalarında yer almak istemi-yordu. Bazen yo-ğun çalışmadan dolayı gecelere bile gidemiyorduk. Şehid Mine ve Ozan Cömert’in oğlu Şehid Sinan arkadaşların eme-ği çoktur. Sinan

arkadaşla bizzat ben konuşmuştum çalışmalara ka-tılması için.”Fîdonê Îmke’nin Serxwebûn’da sayısız yorumu ya-yınlandı ama onu en çok etkileyen ilk hazırladığı Şehidler Albümü oldu. “1978-1984 Şehidler Albü-mü” isimli albümü hazırlayan Fîdonê Îmke, sayısız kitapta da redaktör olarak imza attı.

Cezaevi Süreci

Fîdonê Îmke, 1992 ortalarında Ortadoğu’ya gitti ve 1992 Eylül ayında da İstanbul’da ulusal çalış-

malarda yer aldı. 1 yıl sonra kendi memleketi Maraş’ta çalışmalar yapmak üzere giderken Afşin’de bir yol kontrolünde yakalandı. Maraş ve İstanbul’da toplam 16 gün sorgunlandıktan sonra tutuklandı. Tam günün anlamına uygun bir tarihti. 12 Eylül 1993... O gün İstanbul Bay-rampaşa cezaevine gönderildi.

1995 sonuna kadar burada kadar kaldı. Sonra Gebze cezaevine, 1999 Haziran’ında da Ça-nakkale cezaevine götürüldü. 19 Aralık 2000 yılında bütün cezaevlerine Türk devlet güçleri askeri bir operasyon yaptı. Çanakkale cezae-vine yapılan operasyon üç gün üç gece devam etti. Fîdonê Îmke, o dönemi şöyle anlatıyor:

“Operasyonda bizim arkadaşlarımızdan Sul-tan Sarı ve Fahri Sarı isimli iki arkadaş şehid düştü. DHKPC’den Fidan Kaşen kendini ya-karak şehid düştü. Ayrıca DHKPC’den İlker Babacan ve ismini hatırlamadığım genç bir arkadaş daha şehid düştü. Operasyon çok bü-yük bir vahşetti. Üçüncü gün bizi tasyikli suyla boğmak istediler. Boğulma tehlikesi yaşadık ve dışarı çıktık. Üç gün boyunca da üzerimize sü-rekli kurşun ve gaz ve sinir bombaları atıldı. Çok sayıda yaralı oldu. Gözünü, kolunu kaybe-den arkadaşlar oldu. Tutukluluları F tipine gö-türmek için operasyon yapıldı. Sonra Buca’ya sürgün götürüldük. Buca’da 2003 Hazirana kadar kaldık. Sonra yeniden gebze cezaevine gittim. Tahliye olana kadar da oradaydım.”

Maraş Katliamı„Maraş Katliamı döneminde ODTÜ’de öğren-ciydim. Maraş’ta olayların başladığı haberleri yer almaya başladı. Çok büyük kaygı duydum. Çünkü ailem de Maraş’taydı. Gazeteleri satır satır hepsini okuyordum. Aklım hep ordaydı. İlginç biçimde de akrabalarımın fotoğrafları yer alıyordu. Mesela hastanede çekilen fotoğraflar var, akrabalarım... „Ölü ya da yaralılarını bek-leyen aileler“ diye yazan bir foto vardı. Akraba-larımdı. Şeker apartmanı yakılmıştı, halam gil orada oturuyordu. Halamın eşi annesini sırtında taşırken çekilen foto yayınlanmıştı. Halamın çocukları vilayete sığınırken foto çekilmiş ve yayınlanmış. Altında „Küçük Hasan anne baba-sını bir daha göremeyecek“ yazıyordu. Halam ve eşinin öldüğünü düşünüyordum. Suna ailesi amcam gilin komşusu ve aile dostumuzdu. Onların katledilişine ilişkin isimler ve haberler vardı. Ateş soyadlı bir tanıdığımız öldürülmüş-tü. Çok kaygılanıyordum. Çok zordu. Katliamın ikinci akşamı bir arkadaşın ablasına telefon açtık. Bahçelievler’de oturuyorlardı. Ailem de orada oturuyordu. Kadın telefonda, ’Pencereden sokağa bakıyorum ve insanların boğazlanışını görüyorum. Olaylar devam ediyor’ diyordu.

Çok kaygılı ve zor günlerdi. Arkadaşlar sürekli güç vermeye çalışıyorlardı. Arkadaşlara „Mara-şa gideceğim. Uzaktan izlemek çok ağır“ dedim. Beni vazgeçirmeye çalıştılar. „Hayır gideceğim“ dedim. Aynı günün akşamı „Türkoğlu’nda fa-şistler yolu tuttu ve kan götüren ambülansa izin vermediler“ denildi haberlerde. Böyle olunca arkadaşlar bırakmadı. Katliamın dördüncü günü

telefona çağrıldım. Ortak telefon var, anonsla çağrılıyordun. Gittim, baktım babam. Katliam olduğunda o da hep beni düşünmüş. „Kaygı-lanma iyiyiz“ diyordu ama sonradan öğrendim. Annem ve babam sırayla nöbet tutmuşlar. Ev sahibi dindardı ama oğlu Edirne’de üniversi-tede okuyordu ve faşistti. Bizim kapımıza da dayanıyorlar. Ortanca katta biz, üstte ev sahibi vardı. Ev sahibi kendisi siper olmuş. ’Evimde böyle bir şeye izin vermem’ demiş. Oğlu da katliamın öncülerinden biriydi. Aktif bir faşistti. Ev sahibinin dine içten inanan, temiz karakteri nedeniyle ailem kurtulmuş. Biz kiradaydık. Babamın hazır giyim ve tuhafiye dükkanı vardı. Dükkanı yağmalanmıştı. Dükkan Şeyh Adil Caddesi’ndeydi.

Katliamın son günü ailem bir traktör buluyor ve bir kısım eşyalarını yükleyerek köye göçüyorlar. Şeker Apartmanı ateşe verildi. Halam gilin dai-resi oradaydı ve yakıldı. Halamın eşi Koco Erat tanıklar arasında yer aldı mahkemelerde. Koco Erat da bizim köylüydü. Halamın ismi Fotê idi. Onun da bir kızı 12 Eylül’de cezaevinde yattı. Halam sonraki yıllarda kızını cezaevinde ziya-rete giderken Adana yolunda trafik kazasında yaşamını yitirdi. Kızının adı Hanım’dı. 5 yıl yattı.Amcam da Yenimahalle’de otuyordu. 3 gün bodrumda saklanmışlar. Adı Mahmut Yıldırım’dı. Şimdi Narlı’da.Altun soyadlı bir tanıdığımız vardı. Sarız’lı bir ağabey vardı. Ailesini bir atarabasına bindiriyor. Kendisi de tam binip katliamın içinden kurtula-cakken yakalıyorlar ve boynunu keserek katle-diyorlar. Satırlarla...“

Page 23: Pazarcik

Pazarcık Sayı: 3 / Ocak 2011 Sayfa 23

gundî Qûruçe, Kürd ve Alevi inancına mensup bir Sînamîllî köyüdür. 1980’lerde 40 hane olan

köyde bugün 10 hane kalmıştır. Nüfusun büyük çoğunluğu Avrupa’ya göç etmiştir.

Köy üç sülaleden oluşmaktadır. Kosalaron (Dirlik), Mole Hasa Korto (Köylüce) ve Mole Xurno (Gölgeli). Yaklaşık 2 bin dönüm tarlası olan köyde geçmişte 300 dönüm bağ bulunuyordu. Ormanında

da kurt, tilki ve çakal gibi yabani hayvanları yer alıyordu.Küçük bir köy olan Gundî Qûruçe, şehidleri ve mahpuslarıyla ünlüdür. Olî Tode’nin söylediğine göre ulusal kurtuluş çalışmaları

yaptıkları için Mehmet Dirlik 20 yıl, Hasan Dirlik 15 yıl ve Hüseyin Bünül 15 yıl hapis yatmıştır.

Köyün Şehidleri

Gundî Qûruçe’nin üç şehidi var: Mehmet Dirlik 1979’da, Şixo Dirlik 1993’te ve Cennet Dirlik 2007’de ulusal kurtuluş mücadelesi saflarında şehid düştüler.

Şixo Dirlik, şahadetiyle Avrupa ve Pazarcık’ta büyük etki yaratmış bir devrimcidir. Cennet Dirlik de uzun yıllar gerilla olarak mücadele vermiştir. Cennet Dirlik, yaklaşık 15 yıl dağlarda savaşın içinde kalmıştır.

Önümüzdeki sayıda mahpuslardan Hüseyin Bünül ile yaptığımız röportajı yayınlayacağız. Sonraki sayılarda da Cennet Dirlik’in hayatı üzerine röportajlar yaparak okuyucularımıza tanıtmaya çalışacağız.

gundî Qûruçe’nin MevkileriKaynak: Olî Tode

ÇomFarşî ÇukFarşî Gir

Kortê ÇorikNolê Qûruçe

Nolê OltamazîNolê Orgê QureNolê Zemzemik

Tarlê ÇarmeTopê Qalawe

Tarlê Qara Mûse

Hisenî Tevşî, 19. yüzyılın ortalarından 20. yüzyılın başlarına kadar Pazarcık’ta

yaşamış büyük bir dervişti. Söylediği sözlerin gerçekleştiğine inanılırdı. Halk arasında bu sözler halen de bilinmektedir. Biz bu sözlerden bazılarını derledik. İşte Hisenî Tevşî’nin söylediği bazı sözler ve onların ne anlama geldiği üzerine halkın yaptığı yakıştırmalardan bir kesit:

Waxtake wara parê tunc, millate pînc buwa.(Zaman gelecek para tunç, millet pinç olacak.)Traktörün Habercisi: Waxtake wara çarxê gir e la poş çarxê çuk hara.(Zaman gelecek büyük teker küçük tekerin arkasından gidecek.)

Trenin Habercisi: La viro morakî raş e darboz buwa.(Buradan kara bir yılan geçecek.)

Avrupa’nın Habercisi: Waxtake wara, dîworakî be hûnandin.Hine la wê hêle, hine jî e la vê hêle bimînin.(Zaman gelecek bir duvar örülecek. Bazıları o tarafta bazıları bu tarafta kalacak.)

Kameranın Habercisi: Harkase la naynike xa biwîna.(Herkes aynada kendini görecek.)

Uçağın Habercisi: Waxtake wara millate bifira.(Zaman gelecek, millet uçacak.

Ana Haber Bülteni’nin Habercisi: Ta sayre şorak nawîst guççe taye kar bin.(Hergün bir söz duymazsan kulakların sağır olur.)Belki bütün bu sözleri Hisenî Tevşî söylememiştir. Ama artık öyle olmuştur ki ilginç sözlerin tümü ona mal edilmiştir. Bu Pir Sultan şiirlerinde de kendini gösterir. Mahlas kullanılmayan birçok şiir, tarzından ötürü Pir Sultan’a mal edilmiştir. Bu nedenle bunda yadırganacak bir durum yoktur.

gUNDî QÛRUÇE (KURUÇAY)

HiSENî TEVŞî’NİN SÖZLERİNDEN BİR KESİT

Cennet DİRLİK Şixo DİRLİK

Olî Tode

Page 24: Pazarcik

Güterbahnhof 1 / D- 88046 FriedrichshafenTel. +49 (0)7541 - 4870440 / Fax. +49 (0) 7541 - 4870565

Mobil. +49 (0) 151 / 23003632www.görwerbung.com

- Flugreisen- Lastminute- Frühbucherrabatt- Pauschalreisen- Nur-Hotel-Buchung- Wellnessurlaub- Uvm.

„Ihr Urlaub beginnt hier...“

Charlottenstr. 5D-88045 Friedrichshafen

(ggü. Tiefgarage Haupt-Sparkasse)

Tel: +49 (0)75 41/39 18 24Fax: +49 (0)75 41/39 18 25

www.denizreisen.de

Rezervasyonlarınızı erken yapın,

ucuza uçun!

MTO Döner GmbH Geschäftsführer: Tahir Onglu

Dießemer Str. 1347799 Krefeld, Nordrhein-Westfalen

Telefon: + 49 (0) 2151 56985 - 0 Telefax: + 49 (0) 2151 56985 - 66

Email: [email protected]

MTO Döner GmbH

Almanya, Italya, Hollanda, Ispanya,

Belçika ve Fransa’da yanınızda...