eg 115. sayı

40

Upload: ekim-gencligi

Post on 11-Mar-2016

246 views

Category:

Documents


5 download

DESCRIPTION

Ekim Gençliği 115. sayı / 15 Mart-15 Nisan 2009

TRANSCRIPT

Page 1: EG 115. sayı
Page 2: EG 115. sayı
Page 3: EG 115. sayı

3

Düzenin seçim oyununa ve kapitalizmin krizine karşı tek alternatif sosyalizmdir!

29 Mart yaklaşıyor. Burjuva düzen partileri kıyasıya bir rekabet içerisindeler. Gerisinde, yerel seçim-lerden kazanılacak belediyelerin büyük bir rant alanı sağlayacak olması var.

Düzen partileri arasındaki çatışma kendisini daha çok CHP ve AKP üzerinden göstermektedir. Pasta-dan büyük dilimi kapmak isteyen her iki sermaye partisi yaptıkları “açılımlar”dan yardım adı altında da-ğıttıkları seçim rüşvetlerine kadar bir dizi aracı kullanarak kitleleri kendi etki alanlarına çekmeyeçalışmaktadırlar. Diğer düzen partileri de benzer bir biçimde kitlelerin bilincini bulandırmaya devam et-mektedirler.

Seçim süreçlerinde kitlelerin olağan dönemlere nazaran daha fazla politikaya açık oldukları biliniyor.Her akşam televizyon ekranlarında, her gün gazetelerde düzen partileri arasındaki “seçim düellolarına”tanık olunuyor, kafaların çevrildiği her yerde binlerce propaganda materyali ile yüzyüze geliniyor. Bu,doğal olarak politikaya ilgiyi artırıyor.

Bu süreçte yerel seçimler üniversitelerde nasıl karşılık bulmaktadır? Şüphesiz gençlik de toplumundiğer kesimleri gibi, yoğun bir biçimde karşı karşıya kaldığı düzenin seçim propagandasından etkilen-mektedir. Etkin bir devrimci müdahalenin olmadığı koşullarda, sorunlar karşısında seçimlerin bir çözümüretebileceği hayalleri yaygınlaşabilmektedir.

Ne yazık ki, sosyalist olma iddiasındaki bir dizi gençlik örgütlenmesi, aldıkları tutumlarla ya da sü-rece kayıtsız kalarak, burjuva siyaset arenasında oynanan oyunların gençlik içerisinde karşılık bulabil-mesini kolaylaştırmaktadırlar. Bir dizi gençlik örgütlenmesinin politikadan yoksunluğu ve sistematik birsiyasal faaliyet sürdürmek noktasındaki zaafiyet burada da karşımıza çıkmaktadır. Kitlelerin politikayaduyarlı olduğu böyle bir süreçte seçim oyununa yönelik tek söz söylememeleri, bunadair bir kaygı duymamaları, bugün gençlik hareketi içerisinde sahip olduklarıiddia ile de doğrudan bağlantılıdır.

Diğer bir nokta ise, reformist kanadın politik platformu ile düzenin değirme-nine su taşıması, yerel seçimler üzerinden düzen içi hayaller yaymasıdır. Bu seçimsürecinde karşımıza çıkan “Birlikte Başarabiliriz” olu-şumu, gençlik kitlelerine de “halkçı belediyecilik” vb.liberal ham hayalleri taşımaktadır. Reformist güçlerinve oluşumların gençlik kitlelerinde yaratacağı yanılsa-malara karşı müüdahale sorumluluğu önümüzde dur-maktadır.

Seçimler sürecinde Öğrenci Kolektifleri tarafından or-taya konan pratik, en çarpıcı ve ibret verici olanıdır. Kara-yalçın, Kılıçdaroğlu gibi düzen siyasetçilerini muhatapalarak “üniversitelilerin taleplerini” imzalatmanın, üniversite-lerde bu yönlü bir çalışma yapmanın, devrimcilikle bağdaşmakbir yana, ilerici bir yanı dahi bulunmamaktadır. Böyle bir poli-tika yalnızca sistemin kurumlarını, oynanan seçim oyununu, bur-juva siyasetçileri meşrulaştırmaya, seçimlerin çözüm üretebileceğiyanılsamasını yaymaya hizmet etmektedir.

Sürece kendi açımızdan baktığımızda, genç komünistlerin de üni-versitelerde bu yanılsamaların önüne geçebilecek etkin bir çalışmayıyeterli ölçüde hayata geçirebildiklerini söyleyebilecek durumda değiliz.Önümüzdeki süreçte bu zayıflığı aşmayı hedefleyen bir faaliyet kapasitesisergileyebilmeliyiz.

Düzen partilerini, sahnelenen seçim oyununu açıkça teşhir edebilecek ve-riler elimizde fazlasıyla mevcuttur. Kendi it dalaşları üzerinden ortaya saçılan-ların yanısıra kapitalist kriz ve çözümsüzlüğü üzerinden düzeni, burjuva düzenpartilerini ve seçim oyunu en somut biçimde teşhir edebilmeliyiz. Bugüne ka-darki tutum ve uygulamalar ile kitlelere vaadedilenler arasındaki tezatlığı sergile-yebilmeliyiz.

Page 4: EG 115. sayı

4

Bu teşhir çalışmasını etkin bir sosyalizm propagandası ile birleştirmek önemlidir. Seçimler vesile-siyle düzenin boş vaadlerine ve liberal-reformist çevrelerin yerel yönetimleri ele geçirmeyi birçözüm ve umut olarak gösteren sahte hayallerine karşın sosyalizmin tek alternatif olduğunu, kapita-lizmin döne döne ürettiği sorunların bu düzen yıkılmadan kalıcı bir çözüme ulaşamayacağını ısrarlıbir biçimde anlatabilmeliyiz.

Ancak güncel gelişmelerden kopuk, kendinden menkul bir seçim faaliyetinin anlamlı sonuçlarüretebilmesi mümkün değildir. Tüm gündemleri birbirleriyle ilişkilendirdiğimiz ve yerelleştirebildi-ğimiz ölçüde, sonuçlarını sonraki sürece taşımayı başarabileceğiz.

Krizin yarattığı yıkımın üstü seçim oyunu ile örtülemez!

Seçimlerin politize ettiği ortamın sağlamış olduğu avantajla beraber derinleşen krizi ile iflas ettiğiaçıkça görülen kapitalist sistemin teşhiri, faaliyetimizde önemli bir yerde durmaktadır.

Kapitalizmin krizi sonuçlarını önümüzdeki süreçte çok daha ağır bir biçimde ortaya koyacaktır.Daha bugünden krizin kitleler üzerinde yarattığı hoşnutsuzluğu düşündüğümüzde, bunun önümüz-deki süreçte daha da artacağı açıktır. Bu gerçeklik, gençlik hareketine kriz gündemi üzerinden uzunsoluklu, planlı, hedefli, sistemli ve kesintisiz bir müdahale görevini önümüze koymaktadır.

Krizin yaratacağı her türlü sonucu bütünlüklü bir müdahaleye konu edebilmeliyiz. Bir yandangüncel ve acil istemler ile kitleleri harekete geçirmeye çalışırken, bunu tamamlayan bir biçimde buçürümüş düzenin tek alternatifinin sosyalizm olduğunu vurgulayabilmeli, devrim ve sosyalizm pro-pagandasını yükseltmeliyiz. Bu yönlü bir pratik, hem kitlelerin kendi talepleri ile mücadelede yer al-malarını sağlayacak, hem de bu taleplerin karşılanamayacak olması kapitalizmi teşhir etmeyikolaylaştıracaktır.

Tekrar altını çizmek gerekirse, seçim çalışmamız kendi içinde bir çalışma olarak ele alınmamalı,kriz gündemiyle sıkı sıkı sıkıya ilişkilendirilmeli, her türlü araç bu çerçevede kullanılabilmelidir.

Krizin gençlik kitleleri içerisinde yarattığı tepkiyi her yolla açığa çıkarmak ve eyleme dönüştüre-bilmek gerekmektedir. Genelde kitlelerde derin bir hoşnutsuzlık söz konusu iken, yanı sıra gençliğedayatılan geleceksizlik saldırısı hat safhaya ulaşmış bulunmaktadır. Ticarileşen eğitimin sonuçları isekriz süreciyle beraber daha yakıcı bir biçimde karşımıza çıkmaktadır. Tüm sorunları devrim ve sos-yalizm ihtiyacına bağlayan etkin bir propaganda faaliyeti yürütülmeli, kriz içinde debelenen kapita-list sisteme karşı devrim ve sosyalizm alternatifi güçlü bir tarzda işlenmeli, gençlik güncel ve temeltalepleri için sokaklara, mücadele alanlarına çağrılmalıdır.

Newroz’dan 1 Mayıs’a düzen karşıtı mücadeleyi yükseltmeliyiz!

Bahar sürecinin gündemleri arasında yeralan Newroz, Kızıldere ve 1 Mayıs, yerel seçimler vekriz üzerinden tanımladığımız çerçevede bir müdahalenin konusu edileceği süreçler olmalıdır. Bun-ları takvimsel gündemler olmaktan çıkarabilmek için, söz konusu başlıkları bütünlüklü bir biçimdealanlarda işleyebilmeliyiz.

Özellikle Newroz önemli bir yerde durmaktadır. Hem düzen partileri hem de DTP ile beraberkuyruğundaki bir dizi reformist partinin oluşturduğu blok, seçimleri Kürt halkına bir çözüm olanağıolarak gösterebilmektedir.

Düzen partilerinin neyi temsil ettiği açıktır. Kendini başka halkların imha ve inkarı üzerinden vareden sermaye devletinin ve düzenin siyasal temsilcilerinin seçimler vesilesi ile sergiledikleri ikiyüz-lülük ortadadır. Bu düzen ve onun partileri bugüne kadar Kürt halkına yoksulluktan ve baskıdanbaşka bir şey vermemiştir.

Fakat bugüne kadar tüm haklarını mücadele alanlarında kazanmış olan Kürt halkına belediyelerüzerinden düzenin yönetim mekanizmalarında yer almayı “çözümün parçası” olarak sunan reformisttutum anlaşılır değildir.

Bu noktada Kürt halkının ulusal özgürlük talebinin karşılık bulacağı yerin seçim sandığı değil,mücadele alanları olduğunu vurgulayabilmeliyiz. Kürt halkının kalıcı özgürlüğünün ancak sosya-lizmle mümkün olacağını etkin bir biçimde propaganda etmeliyiz.

***Seçimlerin hemen ardından, seçim çalışmasının ortaya çıkardığı güç ve imkanlara da yaslanarak 1

Mayıs’a yürüyeceğiz. Ticarileşen eğitime ve geleceksizliğe, kapitalist sistemin krizinin yarattığı so-nuçlara karşı bugün sürdürmekte olduğumuz çalışmayı bahar sürecinin dinamizmiyle beraber dahada ileri taşıma sorumluluğu ile yüzyüzeyiz.

Ekim Gençliği

Krizin gençlik kitle-leri içerisinde yarattığıtepkiyi her yolla açığaçıkarmak ve eylemedönüştürebilmek ge-rekmektedir. Geneldekitlelerde derin bir hoş-nutsuzlık söz konusuiken, yanı sıra gençliğedayatılan geleceksizliksaldırısı hat safhayaulaşmış bulunmakta-dır. Ticarileşen eğiti-min sonuçları ise krizsüreciyle beraberdaha yakıcı bir biçimdekarşımıza çıkmaktadır.Tüm sorunları devrimve sosyalizm ihtiyacınabağlayan etkin bir pro-paganda faaliyeti yü-rütülmeli, kriz içindedebelenen kapitalistsisteme karşı devrimve sosyalizm alterna-tifi güçlü bir tarzda iş-lenmeli, gençlik güncelve temel talepleri içinsokaklara, mücadelealanlarına çağrılmalı-dır.

Page 5: EG 115. sayı

MSGSÜ faaliyetlerinden...

Faşizme geçit yok!

7 Mart günü MSGSÜ’de Tarih Kulübü adı altında faaliyet gösterenÜlkü Ocakları üyesi bir grup faşist gerçekleştirecekleri “Osmanlının bilin-meyenleri” adlı panelin afişlerini yaptılar.

Afişleri farketmemiz üzerine, okulda faşist provokasyona izin verme-yerek afişleri kaldırdık. Fakat sol görüşlü öğrencilerin okulda bulunma-ması nedeniyle ortak bir müdahale gerçekleştirme imkanı bulamadık.Bunun üzerine, öğlen saatlerinde Dolmabahçe’de tek başına bulunanMSGSÜ öğrencisi TKP’li bir öğrenci bu faşist grubun saldırısına uğradı.

“Devrimci-demokrat-yurtsever MSGSÜ öğrencileri” olarak önümüz-deki hafta Salı günü faşist provakasyona karşı faaliyet örgütlemeye kararverdik.

“Dünden bugüne su sorunu ve değişen politikalar“

MSGSÜ MFK Sosyal Çalışmalar Grubu, MSGSÜ Fen Edebiyat kam-püsünde 7 Mart günü konuşmacı olarak Tahir Öngör’ün katıldığı “Dündenbugüne su sorunu ve değişen politikalar” başlıklı bir panel gerçekleştirdi.

20 kişinin katıldığı panel oldukça verimli geçti. Panelde en temel hak-kımız olan suyun ticarileşmesinin yoksul halkı vuracağı vurgulandı ve ka-pitalizmin uyguladığı su yönetiminin çevreye ciddi zararlar verdiği ifadeedildi. Suyun ticarileşmesinin temelinin dünya su forumlarında atıldığı ve5. Dünya Su Forumu’nun Mart ayında İstanbul’da toplandığı vurgulanarak,15 Mart günü Kadıköy’de suyun ticarileştirilmesine karşı yapılacak olanmitinge çağrı yapıldı.

MSGSÜ’de tepki büyüyor!

MSGSÜ’de dönem başında karşımıza çıkan otomasyon ve kontenjanyetersizliği sorununa ilişkin “ses çıkarma” eylemlilikleriyle ve dilekçe top-layarak sürdürdüğümüz faaliyeti 23 Şubat günü sonlandırdık.

20 Şubat günü gerçekleştirdiğimiz ses çıkarma eyleminin ardından hepbirlikte rektörlüğe yürüyerek dilekçeleri teslim etme çağrısında bulunmuş-tuk. 23 Şubat günü dilekçelerle beraber rektörlüğe gidip bu sorunları rek-törle konuşma talebimizi dile getirdik, fakat rektörün seyahatte olduğuyanıtını aldık. Kantinde açık bir toplantı düzenleyerek, bundan sonraokulda bu soruna ve yaşadığımız diğer birçok soruna ilişkin neler yapabile-ceğimizi konuştuk

MSGSÜ Ekim Gençliği

Ege Üniversitesi çalışmalarından...

Antifaşist yürüyüş

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde 6 Mart günü 2 nolu yemekhaneyeasılan afişlerin faşistler tarafından yırtılması sebebiyle “Ege Tıp Öğrenci-leri” imzasıyla bir yürüyüş gerçekleştirildi.

Teos Cafe önünde toplanan 60 kişilik kitle alkışlarla 2 nolu yemekha-neye doğru yürüyüşe geçti. Burada basın açıklaması okundu ve ardındankitle tekrar Teos Cafe’ye yürüdü. Açıklamada şunlar söylendi: “Fakülte-mizde iki gündür devam eden olaylara kayıtsız değiliz. İki gün önce kim ol-dukları belli olmayan, fakültemiz dışından gelen yaklaşık elli kişilik birgrubun gerici- faşizan sloganlarla kampusümüze girmeleri, yemekhane-deki afişleri indirmeye çalışmaları, amfilerin önünde öğrenci arkadaşları-mıza saldırmaları, etraftaki insanları tehdit etmeleri şüphesiz EgeÜniversitesi öğrencileri tarafından tepkisiz seyredilemez.”

8 Mart çalışması

Genç komünistler olarak 8 Mart’ın tarihini anlatan ve devrimci güçle-rin örgütlediği 8 Mart eylemine çağrı yapan ozalitlerimizle gençliğin karşı-sına çıktık. Bunun yanısıra devrimci güçlerin ortak bildirisini okulumuzdaDGH ve YDG ile beraber dağıttık.

Ege Üniversitesi Ekim GençliğiMülkiye Mülkiyeli’den hesap soracak!

Ankara Üniversitesi Cebeci Kampusü’nde 6 Mart günü “Mülkiye Mül-kiyeli’ye Soruyor” başlığı altında Murat Karayalçın’ın konuk olduğu birsöyleşi düzenlendi.

Ekim Gençliği olarak Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde bu sermaye uşağı-nın gerçek kimliğini teşhir eden bir çalışma yaptık. “Yaşanabilir bir kent veinsanca yaşam sosyalizmde! / BDSP” yazılı afişlerimizi astık. Ayrıca“Mülkiye Mülkiyeli’den hesap soruyor!” başlıklı, düzen partilerini ve öze-linde Murat Karayalçın’ı teşhir eden bildirilerimizi yaygın bir şekilde da-ğıttık. Kurtuluşun sandıkta değil sosyalizmde olduğunu anlattık.

Diğer devrimci gençlik örgütleriyle beraber söyleşiye katıldık. EtkinlikMurat Karayalçın’ın seçim propagandasından ibaret kaldı. Söz alabilen azsayıda arkadaşımız Karayalçın’ın emekçi düşmanı yüzünü teşhir etti, Kürtsorununa karşı takındığı sahtekârca tutumuna değindi. Konuşma güçlü birşekilde alkışlandı. Etkinliğin bitiminde, AKP ile CHP’nin aynı düzene hiz-met ettiği vurgulanarak düzen partilerine oy vermeme çağrısı yapılan ortakbildiriler dağıtıldı.

Cebeci Ekim GençliğiYTÜ’de yeni dönem çalışmaları...

Etkin bir propaganda faaliyeti

Döneme duvar gazetelerimizin etkili biçimde kullanımı ile başladık.ATV-Sabah grevini ve 15 Şubat mitingini, suyun özelleştirilmesi sorununu,8 Mart Emekçi Kadınlar Günü’nü duvar gazetemiz ve afişlerimiz aracılığıile üniversitenin gündemine taşıdık.

Seçimlere sınıfın bağımsız devrimci programı ile giren BDSP’ninseçim bildirgesini yaygın bir biçimde kullanarak gençliği seçimler karşı-sında devrimci bir tutum almaya çağırdık.

Tonoz Kafe ve yemekhane önüne masa açarak Ekim Gençliği’nin 114.sayısının üniversitede etkin dağıtımını gerçekleştiriyoruz.

“50/d Asistan kıyımına son!”

50/d kapsamında işlerine son verilecek olan asistanların İstanbul gene-linde katılımı ile gerçekleşen eylemlerine üniversitemizin akademik kad-rosu ve öğrencileri de destek verdi. Mimarlık Fakültesi önündetoplandıktan sonra sloganlarla kantin önüne oradan da ana kapıya yürüyeneylemciler, kapı önünde gerçekleştirdikleri basın açıklaması ardından Mi-marlık Fakültesi önüne geri yürüdüler. Ekim Gençliği olarak asistanlarıneylemine destek verdik. Üniversitemizde faşizme ve şovenizme geçit yok!

“Tarih ve Medeniyet Kulübü” 27 Şubat günü “Tür- 5

Page 6: EG 115. sayı

6

kiye’de Ermeni meselesi” ve “Türkçe’ye yapılan saldırılar” başlıklı birpanel gerçekleştirdi. Panel için YTÜ’ye gelen Yavuz Bülent Bakiler adlıtescilli faşisti ve kulübü teşhir eden “YTÜ’lü devrimci-demokrat-yurtseveröğrenciler” imzalı bir faaliyet örgütledik.

YTÜ’de silah tüccarlarına yer yok!

YTÜ’de 2-3 Mart tarihlerinde “Savunma Sanayi Günleri” adı altındabir sempozyum gerçekleştirildi. Bu sempozyuma Aselsan, Roketsan vb.silah üreticileri katıldı. “Savunma sanayi” adı altında savaş sanayinin pro-pagandasının yapıldığı bu iki günde, “YTÜ Öğrencileri” imzası ile bu sem-pozyumu teşhir eden bir çalışma yürüttük.

Geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiğimiz açık toplantı sonrasında çalışmaiki konu üzerinden şekillendi. Üniversite-sermaye işbirliği çerçevesindesermaye kuruluşlarının AR-GE adı altında üniversitelerin imkanlarını kul-lanması ve akademisyenleri, öğrencileri ucuz işgücü potansiyeli olarak de-ğerlendirmesi... Sempozyumun katılımcılarının savaş sanayindekonumlanmış olmalarını ele aldık. Halklara bombalar yağdıran eli kanlıkatilleri üniversitemizde istemediğimize vurgu yaptık.

Bu iki gün içerisinde film gösterimi, fotoğraf sergisi, duvar gazetesi,bildiri vb. çeşitli araçlarla çalışma sürdürüldü. 3 Mart günü ise panel-forumve müzik dinletisi düzenlendi. Panelist olarak katılan Üniversite ÖğretimÜyeleri Derneği Başkanı Tahsin Yeşildere sürdürdüğümüz çalışmanın ek-seninde bir konuşma gerçekleştirdi.

Ardından Karadeniz müzikleri yapan bir grup, gitar ve tulum eşliğindebir dinleti gerçekleştirdi.

YTÜ Ekim GençliğiAnkara’da krize karşı gençlik eylemde!

Ankara’da Ekim Gençliği, ÖEP, Tüm-İGD, Marksist Bakış veYDG’nin örgütleyicisi olduğu, SGD, EHP Gençliği ve YDGM’nin ise des-tek verdiği “Kriziniz sizin olsun, gelecek bizimdir!” şiarlı bir gençlik ey-lemi gerçekleştirildi. İki hafta boyunca Ankara Üniversitesi Cebeci,Tandoğan ve Dil Tarih kampüslerinde, Beytepe ve ODTÜ’de kriz gün-demli faaliyetler örgütlenerek, eylem çağrıları yapıldı.

ODTÜ’de krize karşı eylem çağrısı

Bu çerçevede ODTÜ’deki siyasetler ve öğrenciler “Kapitalizm krizde,çözüm sosyalizmde!” şiarıyla bir çalışma başlattılar. 23 Şubat günü birforum yapılarak daha geniş kesimler çalışmaya katılmaya çalışıldı.

25 Şubat akşamı 2. yurt kantininde sinevizyon gösterimi, müzik dinle-tisi ve sohbetle beraber bir etkinlik düzenlendi. Etkinliğin çalışması okul-daki tüm yurtların gezilmesi, masalar açılması ve yüzlerce afiş ve bildiriyleyapıldı.

26 Şubat günü saat 12.30’da Hazırlık E binasının önünde “Kapitalizmkrizde, çözüm sosyalizmde!” şiarlı pankartla beraber yemekhaneye bir yü-rüyüş gerçekleştirildi. Hem hazırlıkta hem de yemekhanede basın açıkla-maları yapıldı.

Beytepe ve Cebeci’de eylem çağrısı

Beytepe ve Cebeci kampüslerinde yaygın bildiri dağıtımı ve kantin ko-nuşmalarıyla eylemin çağrıları yapıldı. Tandoğan ve Dil Tarih’te ise afiş-lerle eylem çağrısı yapıldı.26 Şubat günü Yüksel Caddesi’nde buluşuldu. “Kriziniz sizin olsun, gele-cek bizimdir!” şiarlı ortak pankartın arkasında gençlik örgütlerinin kortej-ler oluşturmasıyla Sakarya Caddesi’ne yüründü.

Ekim Gençliği Sakarya Meydanı’na gelindiğinde “Bu çürümüş düze-nin tek alternatifi sosyalizmdir! Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!” şiarlıpankart açtı.

Basın açıklamasında, işçi ve emekçileri işsizliğe ve yoksulluğa mah-kum eden sistemin gençliği de diplomalı işsizlik, paralı eğitim gibi saldırı-larla karşı karşıya bıraktığı söylendi. Krizin kapitalizmin krizi olduğuvurgulanarak, “Bu krizin gerçek sorumluları egemen sınıflardır ve onlarınsiyasi-ekonomik işlerini yürütmekle yükümlü olan hükümettir” denildi. Ey-leme yaklaşık 150 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak / Ankara

İTÜ’de yaşanan saldırılara dair...

İTÜ’de geçtiğimiz dönem yaşanan faşist saldırıların ardından, bir yan-dan saldırıya uğrayan öğrenciler çeşitli cazalarla cezalandırılırken bir yan-dan da İTÜ’deki baskılar arttırılarak yeni yasaklar gündeme getirildi. 27Şubat günü İTÜ Ekim Gençliği, saldırı sonrası sürece, baskılara ve soruş-turmalara dair aşağıdaki açıklamayı yaptı:

“Ferman rektörün üniversiteler bizimdir!”(...) Afiş asma, masa açma yasağına, İTÜ’de yaşanan faşist saldırıya ve

çevik kuvvetin ve polisin üniversite içerisinde bulunmasına karşı İTÜ öğ-rencileri çeşitli eylemler gerçekleştirdi. Kültür ve sanat kulüpleri “Şiddeteve baskıya karşı sanat şenliği” adı altında bir haftalık bir etkinlik serisidüzenledi ve bitişinde yemekhane önünden başlayan ve rektörlük önündebiten bir yürüyüş gerçekleştirildi. (...)

İTÜ yönetimi aldığı kararlar ile eski İstanbul Üniversitesi yönetiminiaratmıyor

Afiş ve masa açma yasağından sonra dönemin başlamasıyla birlikteMaçka Kampüsü’ne gittiğimizde, hazırlık öğrencisi olmadığımız gerekçe-siyle içeriye alınmadık. Yönetim Hazırlık binasına yemek (11:30-14:00) sa-atleri dışında başka fakülteden hiçbir öğrenciye almama kararı almıştı.Anlaşılan o ki, eski İÜ Rektörü Mesut Parlak’ın yerini İTÜ Rektörü Mu-hammed Şahin dolduracak.

Soruşturmalar ve cezalar tamamen keyfi ve planlıdır(...) İTÜ yönetimi bizleri eğitimin paralılaştırılması ve piyasalaştırıl-

masına, kariyerciliğe, rekabetçiliğe karşı olduğumuz için cezalandırıyor.Aynı zamanda kriz bahanesiyle işten atılan işçilerin ve emekçilerin, emper-yalizme ve siyonizme karşı Ortadoğu’da ezilen halkların sesini üniversite-lerimize taşıdığımız için cezalandırıyor. Bu cezalar bizleri sindirmek,yıldırmak bir yana üniversitemizdeki siyasal faaliyetlerimizi daha güçlüyapmamızı sağlayacaktır. (...)

İTÜ Ekim GençliğiTrakya’da soruşturma protestosu

Trakya Üniversitesi’nde yaşanan soruşturma terörünü protesto etmekamacıyla Trakya Üniversitesi öğrencileri tarafından 20 Şubat günü AyşeKadın Yerleşkesi önünde basın açıklaması yapıldı.

Açıklamada yaşanılan hukuksuzluk teşhir edildi, 12 Eyül ürünü YÖKzihniyetinin bu ülkede varlığını koruduğu sürece üniversitelerde bu tip sal-dırıların devam edeceği vurgulandı. Bu baskılara ve saldırılara karşı müca-delenin sürdürüleceği söylendi.

Ekim Gençliği, Genç Kurtuluş, Genç-Sen, SGD, DGH, Emek Gençliği,TÜÖD, YÖGEH tarafından örgütlenen basın açıklamasına diğer sendikave DKÖ’lerden de destek geldi. Eyleme yaklaşık 30 kişi katıldı.

Edirne Ekim Gençliği UÜ öğrencilerinden eylem...

Uludağ Üniversitesi’nde gençlik örgütlerinin oluşturduğu “Krize karşıgençlik platformu” 26 Şubat günü Mediko-Sosyal’de basın açıklaması ger-çekleştirdi. “Krizin faturasını ödemeyeceğiz! Krize Karşı Gençlik Plat-formu” pankartının açıldığı eylemde okunan basın açıklamasında şunlarsöylendi: “Neo-liberal saldırılarla “kamusal” niteliği her geçen gün dahafazla eritilen eğitim alanında kriz bahanesi ile saldırılar hız kazanmıştır.Bununla beraber yaratılan işsizlik ordusu gençlik için geleceksizlikten vediplomalı işsizlikten başka bir şey değildir.” Açıklamaya yaklaşık 30 kişikatıldı.

Bursa Ekim Gençliği AÜ’de yeni dönem çalışmaları...

Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde yeni dönem çalışmalarına 8 MartDünya Emekçi Kadınlar Günü’yle ilgili afişler yaparak başladık.

Üniversite gençliğini işçi sınıfı davasına kazanmak için bu dönem 8Mart’ı, düzenin seçim oyunun teşhirine ve 1 Mayıs’a bağlayan bir çalışmaörmeyi planlıyoruz.

Anadolu Üniversitesi Ekim Gençliği

Page 7: EG 115. sayı

7

Genç-Sen çalışmalarından...

Ege’de Genç-Sen çalışmaları...

İkinci dönemin başında yapılan meclis toplantısında, temsilci-ler meclisinde kararlaştırılan “Krizdeyiz yarısını öderiz!” başlıklımerkezi kampanya tartışıldı. Tartışmalar sonucunda, yerelleri ku-caklamayan bir merkezi kampanyanın yanlışlığı ve kısırlığı üze-rinde fikir birliğine varıldı. Ege Üniversitesi’nde yapılacak olankriz karşıtı çalışmanın başlığının daha kapsayıcı olması gerektiğive krizin gençlik içindeki etkisinin diplomalı işsizliği derinleştirenbir kapsama sahip olduğu vurgulandı. Sonuç olarak,“Krizin fatura-sını ödemeyeceğiz! Diplomalı işsiz olmayacağız!” genel başlığı al-tında çalışma yürütülmesi kararlaştırıldı.

Forumun Dokuz Eylül Üniversitesi Genç-Sen şubesiyle beraberyapılmasının tartışılması için İzmir Meclisi toplandı. İToplantıdatekrar merkezi kampanyayı tartıştı. Tartışmanın sonucunda kam-panyanın kapsayıcı bir başlığı olmadığı, ücretsiz ulaşım, zamlarıngeri çekilmesi gibi istemlerin kapsayıcı bir kampanya içinde işlene-bilineceği noktasında fikir birliğine varıldı. Merkezi bir forum ya-pılması kararlaştırıldı.

Ege Üniversitesi / Ekim Gençliğiİzmir’de Genç-Sen çalışmaları sürüyor…

İzmir’de Ege ve Dokuz Eylül Üniversitesi Genç-Sen şubeleri-nin çalışmaları hızlanarak devam ediyor.

4 Mart günü Ege Üniversitesi’nde hazırlık birimi gazetelerdenkesilmiş haberlerle kriz gündemli bir duvar gazetesi hazırladı.Duvar gazetesinin yanına asılan “görüş ve önerileriniz” başlıklı bö-lümle ve her Çarşamba günü duvar gazetesinin hazırlanacağı duyu-rusuyla, hazırlık öğrencileri bu faaliyetinin bir parçası yapılmayaçalışılıyor. Mühendislik birimi ise hafta başından itibaren, kriz vediplomalı işsizlik başlıklı bildirileriyle çalışmalarını başlatacak.

Genç-Sen 5 Mart’ta alanlardaydı

İzmir’de kriz karşıtı bir faaliyet yürüten Genç-Sen, 5 Mart’taDİSK, KESK, TMMOB’un örgütlediği kriz karşıtı eylemde yakla-şık 60 kişiyle, “Diplomalı işsiz olmayacağız’” pankartının arka-sında yerini aldı.

Kriz gündemli ortak çalışma

Dönem planlamasında, Ege Üniversitesi’nde 18 Nisan günü“Kriz ve öğrenci gençlik” başlıklı bir sempozyum yapılması, 21Nisan günü ise kriz karşıtı bir yürüyüş gerçekleştirme kararı alındı.

Eylemlere katılım kararı...

Konuşulan konulardan bir diğeri ise yürütme oldu. Yürütmedeyeralan bir kişinin artık okul içinde bulunmamasından dolayı gör-evi geri alındı. Bunun dışında, yürütmede yeralan kişilere, pratikfaaliyetlere ve toplantılara düzenli katılmaları, aksi takdirde mecli-sin bu üyeleri görevden alacağı uyarısı yapıldı.

Yanısıra işçi eylemlerine katılım sağlama kararı alındı. Bu kap-samda 11 Mart’ta SGK işçileriyle dayanışma eylemi örgütlenecek.Çiğli Kriz Karşıtı Platform’un 13 Mart’ta Çiğli Organize’de, 15Mart’ta da Güzeltepe’de gerçekleştireceği eylemlere katılınacak.Bu eylemlerde “Krizin faturasını ödemeyeceğiz! Diplomalı işsizolmayacağız!” şiarlı pankart taşınacak.

İzmir Ekim GençliğiBeytepe’de Genç Sen faaliyetlerinden...

Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampusü’nde kantinler kapatı-

lıyor, bunun yerine fakültelerimizden uzak ve belli bir öğrenci kesi-minin gidebileceği alışveriş merkezleri açılıyor. Genç-Sen olarak,“Kantinlerimizi geri istiyoruz!” şiarlı bir kampanya başlattık. Ticarieğitimin bir yansıması olarak eğitim hizmetlerin paralılaştırılması,özelleştirilmesi, üniversite gençliğinin apolitizmi, yabancılaşması,

güvensiz, mutsuz bir yığına dö-nüşmesi de kampanyamızdahilinde ele alınacak. Buçerçevede bir bildiri ha-zırlanmış bulunuyoruz.

Hacettepe EkimGençliği

UÜ’de Genç-Sen

faaliyetinden...

Genç-Sen’inmerkezi olarak yü-rüttüğü kampanya-nın hattı 25 Şubat günügerçekleştirilen genelüye toplantısında elealındı. Üniversitenincan alıcı sorunlarınınbaşında yaz okulu üc-retleri ve bütünlemehakkının geldiği be-lirlendi. 26 Şu-bat’taMediko-Sosyalönünde kampan-yanın startı ve-rildi.

“Krizdeyiz! Yaz okuluücreti ödemiyoruz! Bü-tünleme hakkımızı kul-lanmak istiyoruz! GençSen” pankartının açıl-dığı basın açıklama-sında, yaz okullarınınüniversitenin dönersermayesine gir-diği, bütünlemeninbir hak olduğuvurgulandı.

BursaEkim

Gençliği

KTÜ’de Genç-Sen çalışması...

Trabzon Genç-Sen olarak 8 Mart Dünya Emekçi KadınlarGünü gündemli bir anket çalışması başlattık. Anket sonuçlarınagöre, yurtta kalan öğrencilerin geneli kız yurtlarındaki yoğun “gü-venlik” önlemlerinden rahatsız. Elinde silahla rahatça dolaşılabilenbir üniversitede yurda parmak iziyle giriş-çıkış yapmanın bir “gü-venlik önlemi” değil, üniversite yönetiminin ve eğitim sistemininkadına nasıl bir rol biçtiğinin kanıtı olduğu dile getirildi.

Anket çalışmasının yanı sıra bildirilerle de üniversiteli kadınlar8 Mart’ta alanlara çağrıldı.

Trabzon Ekim Gençliği

Page 8: EG 115. sayı

Genç-Sen 7. Temsilciler Meclisi 16 Şubat’ta İstanbul’da toplandı. Toplantı gündemleri işten çıka-rılan kısmi zamanlı öğrencilerin sürecinin aktarımı, şube aktarımları, belediye bursları üzerinden ya-pılacak çalışmanın nasıl bir yöntemle ele alınacağı, haber ajansı konusunda bilgilendirme, krizüzerinden gerçekleştirilecek merkezi kampanyanın tartışılması, Mart gündemleri olarak belirlendi.

İlk olarak Genç-Sen’in kısmi zamanlı çalışan öğrenciler üzerinden yürüttüğü çalışma ele alındı.Çeşitli yereller bu konuda yürüttükler çalışmaları aktardılar. Fakat tartışma daha çok “kazanımla” so-nuçlanan bu çalışmanın tüm üniversitelerde yaygın bir şekilde duyurulmasına sıkıştı. Öğrenci hare-ketinin son yıllarda “kazanım” elde eden bir mücadele pratiği sergileyemediği, bundan kaynaklıolarak bu tür kazanımla sonuçlanan eylemliliklerin propaganda konusu edilmesinin gerekli olduğuifade edildi.

Trakya Üniversitesi Temsilcisi’nin yanı sıra toplantıya gözlemci olarak katılan Devrimci Genç-Senliler tarafından, çalışmanın sadece kazanımla sonuçlanmış bir mücadelenin duyurulması sınırındaele alınmaması gerektiği vurgulandı. “İşten atılan öğrenciler geri alınsın” ve “Maaşlar ödensin” ta-lepleri üzerinden şekillenen çalışmayı bundan sonra da sürdürecek olan yerellerin, çalışmayı dahabütünlüklü olarak yürütmesi gerektiği söylendi. Kısmi zamanlı çalışan öğrencilerin ucuz işgücü ola-rak görülmesi ve öğrencilerin ticarileşen eğitimin bir sonucu olarak çalışmak durumunda kalmaları-nın öne çıkarılması gerektiğine değinildi. “Parasız eğitim” talebinin esas alınması gerektiğivurgulandı.

Bu gündemin ardından şube aktarımları gerçekleştirildi. Sınırlı sayıda aktarımın gerçekleşmesi,Genç-Sen çalışmasının alanlarda sistematik yürümediğinin göstergesiydi.

Aktarımların ardından burs gündemi tartışıldı. MYK bu gündemi, İstanbul’da yürütülen çalışma-nın diğer illere de taşınabileceği düşüncesi ile önerdiğini ifade etti. Ardından yaşanan hak gaspınınhukuki açıdan bilgilendirmesi yapıldı. Bundan sonra tartışma çalışmanın hukuki boyutunun nasılilerlemesi gerektiği üzerinden yürüdü. Çizilen bu tablonun ardından Trakya Üniversitesi Temsilcisi,

çalışmanın hukuki ayağının olabileceğini ancak salt buradan yürümemesi gerektiğini belirtti. “Para-sız eğitim” talebinin bu çalışma içerisinde mutlaka dillendirilmesi gerektiğine vurgu yaptı. Bütün-lüklü bir çalışmanın bir parçası olarak burslarımızı geri isterken, karşılıksız burs talep edilmesigerektiğini ifade etti.

Bunun üzerine liberal reformist blok, temsilciler meclisinin başından itibaren sergilediği tavrınbir devamı olarak, “kazanım elde edebileceğimiz somut talepler” üzerinden çalışmaların sürdürül-mesinin daha yerinde olacağını savundu.

Bu tartışma üzerine Devrimci Genç-Senliler ve çeşitli yerellerden temsilciler, “kazanım” eldeedebilmek için salt “burslarımızı geri istiyoruz” şeklinde bir formülasyonun burs sorununa dair yü-rütülen çalışmayı kısırlaştıracağına değindi. Somut talepleri dillendirirken, sorunun kaynağı olan ti-carileşen eğitime mutlaka değinilmesi gerekliliği vurgulandı.

Divan gündemi sonuçlandırmaya çalışırken, tartışmaları bütünlüğünden kopararak ele almayıtercih etti. “Parasız eğitim” talebini ve burs hakkımızı geri isteyen talepleri birbirinden kopararak,bunlar sanki birbirini karşı karşıya koyan taleplermişcesine ifade edildi.

Bunun üzerine Devrimci Genç-Senliler ile çeşitli şube temsilcileri tarafından somut talepleriyadsımanın söz konusu olmadığı ifade edildi. Mücadeleyi “kazanılabilecek talepler” sınırlılığındaşekillendirme eğiliminin sağlıksızlığına vurgu yapıldı. Bu tartışmaların ardından divan gündemi,yerellerin özgün çalışmalarının “parasız eğitim” talebi ile birlikte yürütülmesi gerekliliğini ifadeederek sonlandırdı. Bu gündemin tamamlanması ile birlikte bir ara verildi.

Aranın ardından, MYK’daki kadın üyeler, “kadın çalışması” üzerine MYK’da yürütülen tartış-maların bir aktarımını yaptılar. Genç-Sen’in bir kadın politikasının olmadığı ve merkezi yapılacakbir kadın meclisi ile buna dair tartışmaların tüketilmesi gerektiği söylendi. MYK’da “kadın çalış-ması” üzerine çalışan bileşenin bir taslak hazırladığı ve bu taslağın genel mail grubuna atılacağıifade edildi. Son olarak, 8 Mart’a dair merkezi materyallerin hazırlanması üzerine bir tartışma yürü-tüldü.

Beşinci gündem maddesi olan kriz üzerinden şekillenecek olan merkezi kampanya tartışması ile

Genç-Sen 7. Temsilciler Meclisi toplantısı gerçekleşti...

Reformizm ile devrimci çizgi arasındaki ayrım tartışmalara damgasını vurdu

8

Page 9: EG 115. sayı

9

toplantıya devam edildi. Bir önceki temsilciler meclisinde merkezi bir kampanya ile krizin işlenmesineve 19 Şubat’ta tüm illerde yapılacak açıklamalarla 15 Nisan’a kadar sürecek kampanyanın deklare edil-mesine karar verilmişti. MYK, bu kampanyaya dair yaptığı tartışmalarda kampanyanın başlığını “Kriz-deyiz, yarısını öderiz!” biçiminde belirlediğini ve merkezi materyal örneklerini de bu kapsamdahazırladıklarını ifade etti. Hazırlanan örnekler Temsilciler Meclisi’ne sunuldu.

MYK’nın hazırlamış olduğu materyallerin ulaşım sorunu üzerinden şekillenmesi ve sloganın içeriğinedeniyle, böylesi bir kampanyanın uygun olmadığına dair çeşitli yerellerden görüşler belirtildi. Krizgündeminin yerelin özgün sorunları üzerinden işlenmesi gerektiği ve ancak bu biçimiyle işlenebilirsekarşılık üretebileceği vurgulandı. İfade edilen diğer nokta ise “yarısını öderiz” talebinin yetersiz oldu-ğuydu. Şubeler kendi yerel çalışma aktarımlarını yaparak bu tartışmayı güçlendirdi. Birçok yerel ulaşımsorunu üzerinden sürdürdükleri çalışmaları “ücretsiz ulaşım istiyoruz” talebiyle şekillendirdiklerini be-lirtti.

Tüm bu tartışmalara rağmen, zaten bu kararın bir önceki Temsilciler Meclisi’nde alınmış olduğunadeğinildi ve yapılan tartışmalar boşa düşürüldü. Merkezi materyallerin “Krizdeyiz, yarısını öderiz!” üstbaşlığı ile ulaşım, barınma ve yemekhane sorunu gibi üç talep üzerinden formüle edilebileceği söylendi.Bunun üzerine çeşitli yereller tarafından bu başlığın yetersiz olduğu vurgulandı. Devrimci Genç-Senli-ler’in yaptığı ısrarlı tartışmalarda “Krizin faturasını ödemeyeceğiz!” gibi kapsamlı bir üst başlığın yerel-lerin özgünlükleri üzerinden çalışmaların daha sağlıklı yürütülebilmesine olanak sağlayacağının altıçizildi. Çeşitli yerellerin de desteklediği bu tartışmaya rağmen genel eğilim, “Krizdeyiz, yarısını öde-riz!” başlığı altında kampanyanın yürütülmesi gerekliliği üzerinden şekillendi.

Kampanya başlangıç tarihine ilişkin olarak 19 Şubat’a gerekli hazırlıkların yapılamayacağı belirtildive bu tarih 25 Şubat olarak değiştirildi.

Bu tartışmanın ardından Mart gündemlerinin nasıl ele alınması gerekliliğine dair kısa bir tartışma ya-pıldı. Bunların salt takvim gündemleri olarak algılanmayıp güncel sorunlarla beraber işlenebilmesi ve il-lerde gerçekleştirilecek ortak çalışmalara Genç-Sen’in de katılması gerekliliği üzerine fikir birliğinevarıldı.

Ekim Gençliği / İstanbul

Genç-Sen içerisindeki liberal-reformist blok tarafından bürokratik bir tarzda tepeden yerellere daya-tılmak istenen ve reformist bakış açısının yansıması olan “Krizdeyiz! Yarısını öderiz” kampanyası çer-çevesinde Devrimci Genç-Senliler olarak alanlarda sözümüzü söylüyoruz.

Söz konusu kampanya, son Temsilciler Meclisi toplantısı ile İstanbul’da gerçekleşen İl Koordinas-yon Kurulu toplantısında tartışmalara yol açmıştı. Bir dizi yerelin kampanyanın şiarına ve içeriğine yö-nelik eleştirileri, liberal-reformist blok tarafından, “Bu Temsilciler Meclisi’nde alınmış bir karar,değiştirme şansımız yok” sözleriyle yanıtlanmıştı. Bir dizi öznenin bu durumu dönüp şubelerinde tartış-maları gerekliliğini ifade etmeleri de, “Böyle yaparsak Genç-Sen olduğu yerde kalır, hareket edemez”sözleriyle geçiştirilmişti.

Genç-Sen’e hakim kılınmaya çalışılan bu liberal politik anlayış bürokratik ve dayatmacı tavırlarlabirlikte karşımıza çıkıyor. Örneğin, ulaşım sorunu ekseninde YTÜ’de geçen dönem yapılan çalışmanınsürdürülmesi ve “ücretsiz ulaşım istiyoruz” talebinin tekrar yükseltilmesi gerektiğine yönelik yapılanvurgu da yine dayatmacı yöntemle geçiştirilmeye çalışıldı.

Ortaya çıkan her yönüyle sorunlu bu tabloya, Devrimci Genç-Senliler olarak gerekli müdahaleleriyapıyoruz ve yapacağız. Bu konudaki anlayışımız yeterince açık ve net: “Bürokrasi ile mücadele, masabaşında bu bürokratlarla tartışıp onları ikna etmeye çalışarak gerçekleştirilemez. Bürokrasinin etkisiz-leştirilmesinin yolu, kitlelerin mücadeleye kazanılması, bu sayede bürokratik mekanizmaların parçalan-masından geçmektedir.”

Genç-Sen’in söz konusu kampanya çerçevesinde basın açıklamaları gerçekleştirdiği YTÜ veMSGSÜ’de, Devrimci Genç-Senliler olarak sözümüzü etkin bir biçimde söyledik. Devrimci Genç-Sen-liler imzasıyla soruna ilişkin olarak hazırladığımız bildiri ve duvar gazetelerini YTÜ ve MSGSÜ içeri-sinde yaygın bir biçimde kullandık. Yanı sıra “Krizin faturası kapitalistlere! Ulaşım zammı geriçekilsin! Ücretsiz, nitelikli ulaşım istiyoruz!” şiarlı pankartlarımızı da alanlarda kullandık.

Devrimci Genç-Senliler olarak, bu sorunlu tabloya karşın sözümüzü söylemeye devam edeceğiz.Alanlarda hem konu dahilinde ortaya konulması gereken doğru politik hattı bürokratik mekanizmalaratakılmadan hayata geçireceğiz, hem de Genç-Sen içerisindeki bu sorunlu algının etkin bir teşhirini ger-çekleştireceğiz.

Devrimci Genç-Senliler

Devrimci Genç-Senliler:

“Krizin faturası kapitalistlere!”

Page 10: EG 115. sayı

Bugün bizler krizin derinleştirdiği sorunlarla baş başa bırakıl-maktayız. Buna karşın hiçbir biçimde kapitalizmin krizinin sonuç-larına katlanmak zorunda değiliz. Hiçbir biçimde kapitalistlerindaha fazla kar edebilmeleri için hakkımız olandan daha azıyla yada yalnızca bize uygun görülenle yetinmek zorunda değiliz. BugünGenç-Sen krizin faturasını ödemeyeceğimizi haykırabilmelidir.“Krizin faturasını krizi yaratanlar, kapitalistler ödeyecek” genelbaşlığı ve bütünlüğü içerisinde bir dizi alanda karşılaşılan sorunlaramüdahale edebilmelidir.

Yerellerimizdeki sorunlardan doğru taleplerimizi dile getirirkende Genç-Sen bu perspektifle yola çıkmalıdır. Bizler temel hakları-mızı kullanabilmek adına az ya da çok bir şeyler ödemek zorunlu-luğuyla-ön kabulüyle hareket etmemeliyiz. Ancak bu hiçbirbiçimde zamların geri çekilmesi istemeyi ya da bir dizi temel hakekseninde indirim talebinde bulunmayı bütünüyle yadsımak anla-mına gelmemektedir. Bizler eğitim hayatımız boyunca temel hakla-rımız olması gereken ulaşım, barınma, sosyal-kültürel etkinliklervb. konularda çalışma yürütürken, bunlara yapılan zamların geriçekilmesi, bu alanlarda öğrencilere indirim uygulanması gibi talep-ler ekseninde de mücadele edebilmeli fakat bütünlüklü bir biçimdebu talepleri ücretsiz ve nitelikli olmaları noktaları ile birlikte elealarak değerlendirmeliyiz.

Genç-Sen hiçbir kısmi talebi kendi içinde mutlaklaştırmamalı,faaliyetini bu güdük bakış açısının sınırları içerisine sokma eğilimigöstermemelidir.

Genç-Sen kriz koşullarında, krizin sonuçlarını öğrenciler adınahafifletmeyi değil, krizin faturasını ödemeyeceğini, krizin fatura-sını kapitalistlere ödeteceğini temel yaklaşım noktası olarak ortayakoymalıdır.

Krizin faturasını ödemeyeceğiz!

Zamlar geri çekilsin! Ücretsiz ve nitelikli ulaşım istiyoruz!

Birçok yerelde olduğu gibi YTÜ öğrencisi için de ulaşım so-runu ticarileşen eğitimin bir yansıması ola-rak karşımıza çıkmaktadır.Yönetim tarafından öncelikleücretsiz olan ulaşım hakkı öğ-rencilerin elinden alınmıştır.Öğrenciler bu “hizmeti” artıkücret karşılığında alabilirken,dönemsel olarak yapılan zamlarbu sorunu ağırlaştırmaktadır.

Öğrenci gençlik içerisindevar olmaya çalışan Genç-Sen busürece müdahale ederken, özel-likle de kriz gibi başlığı gündem-leştirirken, öncelikle krizinderinleştirdiği ticarileşen eğitimsaldırılarını kesin bir biçimde red-detmeldir. Bu noktada öğrencilerin

mevcut taleplerine hakimolabilmelidir. Bütünlüklü

olarak krizin faturasını ödemeyeceğimizi belirtirken, yapılan zam-mın geri çekilmesini talep etmeli ve bunlarla iç içe geçecek bir bi-çimde ücretsiz, nitelikli ulaşım için mücadele edebilmelidir.

Şu çok açıktır ki, Genç-Sen’in merkezi bir biçimde ifade ettiğiher türlü söyleminin alanlarda var olabilmesinin yolu yerellerinözgün çalışma biçimlerini oluşturabilmesinden geçmektedir. Bugünbürokratik biçimde yürüyen, tek başına merkezi bir biçimde dayatı-lan hiçbir faaliyetin hayatta karşılık bulabilmesi mümkün değildir.

Ortaya koyulan bu sıkıntılı tablo Genç-Sen’in tamamına değil,Genç-Sen içerisindeki bu bürokratik ve liberal algıya aittir. Genç-Sen’in geneline hakim kılınmak istenen bu sorunlu tabloya karşınDevrimci Genç-Senliler ortaya koyulan bu politik hat eksenindemücadelelerini yürütmeye devam edeceklerdir.

Temel taleplerimiz için mücadeleye!

Sorunlarımız ve istemlerimiz bir bütündür. Kriz bir kez dahaaçık bir biçimde göstermiştir ki, sorunları tekrar tekrar üreten, de-rinleştiren kapitalist sistemin kendisidir. Bu noktada bu sorunlarınkesin ve kalıcı çözümünün bu düzenin sınırları içerisinde gerçek-leşmesi mümkün değildir. Bizler Devrimci Genç-Senliler olarak bugerçekliğe sıkı sıkı bağlanarak, bugünden temel taleplerimiz uğ-runa dişe diş bir mücadele vereceğiz.

Eğitimden sağlığa, beslenmeden ulaşıma tüm temel ihtiyaçalanlarında zamlar geri çekilsin!

Her düzeyde parasız eğitim ve sağlık hakkı istiyoruz!Ücretsiz ulaşım, beslenme, barınma hakkı istiyoruz!Sosyal-kültürel etkinliklerden ücretsiz yararlanmak istiyoruz!Krizin faturasını ödemeyeceğiz! Krizin faturası kapitalistlere!

Devrimci Genç-Senliler

Devrimci Genç-Senliler’in bildiri metni…

Genç-Sen krizin faturasını ödemeyi reddetmelidir!

10

Page 11: EG 115. sayı

Bugün birçok üniversitede düzenlenen, sermaye kuruluşlarınınçağrıldığı etkinlikler artık kanıksanmış durumunda. Dahası bunlaröğrenciler tarafından olumlanabiliyor da. Birçok okulda öğrencikulüpleri aracılığı ile “Kariyer günleri” vb. etkinlikler düzenlenebi-liyor.

“Kariyer günlerinleri” kapsamında hayat bulan etkinliklerde,şirketlerin ihtiyaç duyduğu çalışan profili ortaya konuluyor. Yanısıra, üniversite ile sermaye arasındaki ilişkilerin nasıl ele alınıpnasıl geliştirilmesi gerektiği üzerinden tartışmalar yürütülüyor.

Bu etkinliklerin bir diğeri ise, yine aynı amaçla ve “savunma sa-nayi” adı altında yapılan etkinliklerdir. ODTÜ örneği uzun bir za-mandır biliniyor. Fakat özellikle son dönemlerde YTÜ, İTÜ gibiüniversitelerle de ilişkiler kuruluyor, buralarda gerçekleştirilen et-kinlikler ile ODTÜ örneği yaygınlaştırılmak isteniyor.

Kapitalist toplumda üniversiteler

Üniversiteleri toplumsal sistemden, sınıf ilişkilerinden bağımsızele alınamaz. Kapitalizmde üniversiteler hiçbir zaman özgürlükiçinde, toplumsal fayda için bilim üreten kurumlar olmadı, olamazda. Üniversiteler egemen sınıf olan burjuvazinin ihtiyaçlarını karşı-lamak üzerinden şekillenir.

Kapitalizmin krizinin derinleşmesiyle birlikte ise bu olgu yep-yeni bir boyut kazanmış bulunuyor. Bir bütün olarak eğitim sistemisermayenin çıkarları ve ihtiyaçları doğrultusunda yeniden örgütle-niyor, üniversiteler açıkça sermayenin arka bahçesi haline getirili-yor. Yani, “Neo-liberal dönüşüm süreci öncesinde bilgi üretilmesive bu bilginin yaygınlaştırılması rolü üzerinden tanımlanan üniver-site, yeni tanımla birlikte artık üretim süreçlerine doğrudan katılı-yor. Bu katılım üniversite ile sermayenin işbirliği olarak ortayaçıkıyor. Üniversitenin bilgi üretimi sermayenin ihtiyaçları doğrultu-sunda örgütleniyor.” (Kızılbayrak, 7 Eylül 2007, Sayı:35)

Bir avuç asalağın ihtiyaçlarını gözeten bu yaklaşım, 1990’daTÜBİTAK tarafından gerçekleştirilen 1. Bilim-Teknoloji Şura-sı’nda tüm açıklığıyla ortaya konuldu: “Üniversitelerde gerçekleş-tirilen araştırmaların %90’ını oluşturan ve lisansüstü eğitimin birparçası olarak yapılan çalışmalar, salt akademik derece amacınabağlı olmaktan çıkarılmalı ve büyük ölçüde sanayi işbirliğinin ihti-yaçlarına yöneltilmelidir.”

Elbette üniversite-sanayi işbirliği yadsınamaz, ama bir avuç asa-lağın değil toplumun çıkarlarını temel alan bir sistemin varlığı ko-şullarında... Kapitalizmde ise “toplumsal fayda” yerine sermayeninihtiyaçları önplana çıkar, “bilimsel üretim”in sınırları sermayeninçıkarları tarafından çizilir. Yani Koçlar’ın, Sabancılar’ın kar edebi-lecekleri alanlarda “teknolojik gelişme” yeterlidir, toplumun ihti-yaçlarına yanıt verse de “karlı” görünmeyen bilimsel araştırmalariçin kaynak sağlanmaz. Dahası bu bölümler kapatılır!

Kariyer günleri, Ar-Ge faaliyetleri, teknoparklar…

Tekrar başa dönecek olursak… Son yılların popüler etkinlikleriolan “kariyer günleri”nin, “üniversite-sanayi işbirliği”ni

güçlendirmeye dönük sempozyumların bu kadar sık yapılmasının,büyük sermaye kuruluşlarının temsilcilerinin üniversitelere kadarteşrif etmelerinin nedeni açıktır: Ucuz işgücü ve köleler yaratmak,üniversitelerin imkanlarından yararlanmak.

Burjuvazi rekabet gücünü arttırabilmek için Ar-Ge çalışmalarınıüretim sürecine eklemiştir. Fakat Ar-Ge’nin riskli bir yatırım alanıolması, araştırmaların uzun sürmesi, sonuç alınabilme garantisininolmaması, pahalı bir yatırım olması, gerekli teknik donanımlarınsağlanması vb. bir dizi neden burjuvaziyi, üniversitelerin kaynakla-rından faydalanmaya yöneltmiştir. Burada çalışan akademisyen veöğrenciler, nitelikli ve ucuz işgücü olarak kullanılmaktadır.

Üniversitelerde silah tüccarlarına yer yok!

“Üniversite-sermaye işbirliği” yukarıda işaret ettiğimiz çerçe-vede de kalmamaktadır. Bu sözde “bilim yuvaları”nda, “savunmasanayi” adı altında savaş sanayine dönük çalışmalar yapılmaktadır.

Emperyalist-kapitalist sistem, krizinin derinleşmesine bağlı ola-rak savaş ve saldırganlık politikalarını tırmandırmakta, dünyanındört bir yanında gerici savaşlarda binlerce insan yaşamını yitirmek-tedir. Böylece savaş sanayii karlı bir yatırım alanı haline gelmekte-dir.

“Savunma sanayi” adı altında geliştirilen/üretilen silahlarınnasıl kullanıldığı kimse için bir sır değildir. İsrail “savunma sana-yisi”ni Filistinlileri katletmek için geliştiriyor. Amerika “savunmasanayı”sini Irak’a, Afganistan’a, Ortadoğu ülkelerine “demokrasigötürmek” için büyütüyor. Türkiye “savunma sanayi”sine, kardeşKürt halkını imha etmek için büyük kaynaklar ayırıyor.

“Savunma sanayisi” kardeş halkları birbirine kırdırmak, silahtekellerinin karlarına kar katmak için geliştiriliyor.

ODTÜ örneği ortadadır. Teknokent bünyesinde bulunan firma-lar 2002 yılında ABD ve AB ülkelerine toplam 2 milyon dolarlıkyazılım ve teknoloji ihraç etmişlerdir. Filistin’e bombalar yağdıranİsrail helikopterleri ODTÜ’lü akademisyenlerin, öğrencilerin elle-rinden çıkmıştır. 2-3 Mart’ta YTÜ’de gerçekleşen “Savunma sana-yii günleri”nde öğrencilerin mühendislik bilgilerinden faydalanmakisteyenler ASELSAN’dır, Roketsan’dır, Savrotik’tir. Bizlerin mü-hendislik bilgileri ile üretikleri silahları TSK’ya, ABD’ye, AB ülke-lerine satanlar, emperyalist-siyonist çıkarlar uğruna katledilenlerinkanlarını ellerinde taşımaktadırlar.

Irak’ta, Afganistan’da, Filistin’de, Kafkaslar’da, Ortadoğu’dasüre giden emperyalist savaşlarda bizim de payımız olsun istiyor-lar. Üniversitelere kadar giren eli kanlı katiller halklara ölüm saçar-ken, bizi de bu suça ortak etmeye çalışıyorlar.

Bu suç ortaklığını reddetmeli, bu silah tedarikçileri başta olmaküzere sermayenin üniversitelerde yeri olmadığını yüksek sesle hay-kırmalıyız.

Sermaye defol, üniversiteler bizimdir! Savaşa değil, eğitime bütçe! Üniversitelerde emperyalizmin silah tedarikçilerinin yeri

oktur!

Üniversitelerde

emperyalizmin silah

tedarikçilerine yer yok!

11

Page 12: EG 115. sayı

Kapitalizm sömürü, açlık, yoksulluk, savaş ve yıkım demektir. Busistem koşullarında insanlığın bir geleceği bulunmamaktadır. Son ola-rak içerisinde debelendiği kriz bunun bir kez daha göstergesi olmuştur.

Sistemdeki çürüme ve kokuşma eğitim alanında da kendini göster-mekte, sömürü vantuzlarını bu alanda da geleceğimize yöneltmektedir.İlkokul sıralarından üniversite hayatına dek “görmeyen, işitmeyen,duymayan” tek tipleştirilmiş insanlar yetiştiren ve bu yetiştirme süreciboyunca da eğitimi bir rant alanı olarak değerlendirip ticarileştiren ka-pitalist sistem, gençliğe bir gelecek vaat edemeyeceğini döne döne ka-nıtlamaktadır. Ticarileşen eğitimin faturasını ödeyemeyenlerin katıldığıişsizler kuyruğuna, neo-liberal politikaların çeşitli yansımalarındankaynaklı olarak üniversite mezunlar da katılmaktadırlar. İşsizler kuyru-ğunun yeni sakinleri ise araştırma görevlileridir.

Araştırma görevlisi olmak isteyenleri bekleyen birçok süreç vardır.Mezun olduktan sonra lisansüstü eğitim almak için ÖSYM’nin yaptığıALES’te belli bir başarı göstermek, ÜDS, KPDS vb. sınavlardan alı-nan puanlarla dil yeterliliğini kanıtlamak gerekmektedir. Ayrıca başvu-rulan bölümün yapacağı mülakatta da başarılı olunması gerekmektedir.Yüksek lisans öğrenimi sırasında veya sonrasında doktora öğrenimisürdürülürken, öğrenimin sürdürüldüğü bölümün belli sayıda araştırmagörevlisine ihtiyacı olursa, bu kadrolar için sınav açılır. Bu sınavdan dabaşarılı olanlar kadroya atanarak araştırma görevlisi olarak görev yap-maya başlarlar.

Bu zorlu süreci atlatanlar üniversiteler tarafından YükseköğretimKanunu çerçevesinde iki şekilde istihdam edilmektedirler. Bu yöntem-lerden birincisi (33/a maddesine) göre, araştırma görevlileri rektörünonayı ile bu kadrolar üç yıllığına atanmaktadır. İkincisinde ise, araş-tırma görevlileri, burslu öğrenci statüsüne indirgenerek bir yıllığınagörevlendirilmektedir.

Bugüne kadar pek çok üniversite 50/d kadrosundaki araştırma gö-revlilerini, doktoraları bittiğinde 33. maddeye geçirerek istihdam edi-yordu. Fakat YÖK’ün 31 Temmuz 2008’de çıkardığı “Öğretim ÜyesiDışındaki Öğretim Elemanı Kadrolarına Naklen veya Açıktan Yapıla-cak Atamalarda Uygulanacak Merkezi Sınav ile Giriş Sınavlarına İliş-kin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” ile öğretim elemanıkadrolarına yapılan tüm atamalar için Akademik Personel ve Lisans-üstü Eğitime Giriş Sınavı (ALES), Kamu Personeli Dil Sınavı (KPDS)veya Üniversitelerarası Kurul Yabancı Dil Sınavı (ÜDS) şartı getirildi.

Ayrıca YÖK Yürütme Kurulu’nun 26 Kasım 2008 tarihli kararıyla da,50/d’ye göre istihdam edilenlerin 33. maddeye göre kadroya geçirilme-mesi istendi.

33/a ve 50/d maddelerine daha yakından bakalım. 2547 sayılı kanu-nun 33. maddesinin a bendi araştırma görevliliğini şu şekilde tanımla-maktadır: “Araştırma görevlileri, yükseköğretim kurumlarında yapılanaraştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili organlarcaverilen ilgili diğer görevleri yapan öğretim yardımcılarıdır. Bunlar il-gili anabilim veya ana sanat dalı başkanlarının önerisi, Bölüm Baş-kanı, Dekan, enstitü, yüksekokul veya konservatuar müdürünün olumlugörüşü üzerine rektörün onayı ile araştırma görevlisi kadrolarına ençok üç yıl süre ile atanırlar; atanma süresi sonunda görevleri kendili-ğinden sona erer. Bunlar aynı usulle yeniden atanabilirler.” 2547 sa-yılı kanunun 50/d maddesi ise şöyledir: “Lisansüstü öğretim yapanöğrenciler, kendilerine tahsis edilebilecek burslardan yararlanabile-cekleri gibi, her defasında bir yıl için olmak üzere öğretim yardımcılığıkadrolarından birine de atanabilirler.”

33/a maddesiyle bir araştırma görevlisi en çok üç yıl süreyle atana-bilecek ve bu sürenin sonunda görevi kendiliğinden sona erecektir.Böylece araştırma görevlilerininin geleceği belirsizleşmektedir. Birdiğer maddede ise, “üç yıl” yerini “bir yıl”a, “atanırlar” ifadesi deyerini “atanabilirler”e bırakmaktadır. Bu da araştırma görevlilerini be-lirsiz bir geleceğe sürüklemektedir.

Süreç bununla da bitmemektedir. Araştırma görevliliği statüsü li-sansüstü öğrenim görülmesine bağlı olduğundan, bir araştırma görev-lisi doktorasını bitirdiği anda araştırma görevliliği de bitmiş olmakta,yani işsiz kalmaktadır.

Bu uygulamayla birlikte işsizler kuyruğuna araştırma görevlileri deeklenmek istenmektedir. Söz konusu uygulama iş güvencesini ortadankaldırmakta, araştırma görevlilerini diplomalı işsizlikle karşı karşıyagetirmektedir.

Yazımızın başında da vurguladığımız gibi, kapitalist sistem gençliğe hiçbir gelecek vaat etmemektedir, edememektedir. Sömürü vetalan üzerine kurulu bu sistemde bir geleceğimiz bulunmamaktadır. Buve benzeri saldırılara karşı örgütlenmeli, geleceğimizin sınıfsız, sömü-rüsüz bir toplum olan sosyalizmde olduğunu unutmadan mücadeleyibüyütmeliyiz.

İşsizler kuyruğunun yeni sakinleri: Araştırma görevlileri

12

Page 13: EG 115. sayı

Soğuk bir Eylül akşamı aniden fenalaştı genç doktor Merve. Bırakalım havanın soğukluğunu, sa-londa oturan misafirlerden bile haberi olmuyordu günlerdir, hatta aylardır. Bir amacı vardı çünkü, cerraholmak istiyordu. TUS’a girecek, “rakiplerini” sollayacak ve ipi göğüsleyecekti. 10 Eylül sabahı yaşamagözlerini yumdu genç doktor Merve. Ertesi gün burjuva basında otopsi raporu yayımlandı: “Uzun sürehareketsiz kaldığından dolayı bacaklarında oluşan kan pıhtısı akciğerine ulaşmış ve ölüm gerçekleşmiş-tir.”

Sonunda burjuva basının çok bilmiş köşe yazarlarının tam dişine göre bir konu düşmüştü. BütünTürkiye haberdardı artık Merve’nin ders çalışırken öldüğünden. “Ölmemek için ne yapmak, nasıl dersçalışmak” gerektiğini açıklamak gerekiyordu bütün topluma, yoksa bu bilinçsizlikle daha çok genç öle-cekti! Hemen kaleme sarılıp “uzman”larla röportajlara başladılar. Nitekim Merve bilinçsiz, nasıl dersçalışacağını bilmeyen, bu yüzden 11 saat masa başında oturan, kendi ölümünü kendi elleriyle hazırlayancahilin biriydi onlar için.

Öneriler sıralandı hemen alt alta: “Günlük olarak dersler takip edildiği sürece sınav zamanları 1-2saat ders çalışmak yeterlidir.” “Kimi öğrenci gece kimi öğrenci gündüz vakti verimli ders çalışır, önemliolan çok değil verimli ders çalışmaktır.”“Önemli olan çok ders çalışmak değil, günlük belli bir süre tek-rar yapmaktır.” Merve’nin hatası tam da bu olmuştur, ders çalışma işini fazla abartmıştır…

Bunlar ilkokuldan beri alışkın olduğu sözlerdir, çünkü ölüm üreten bir sistemde yaşıyoruz. Kişilerisorgulayıp onları yargılamaktan öteye geçmeyen bir anlayışla sorunları “çözmeye” çalışan bu kalemşör-lerin sorumluluk anlayışlarını biz, fabrikalarda iş kazalarında onlarca işçi yaşamını yitirirken, güvenlikönlemlerini neredeyse hiç almayan patronları değil, yaşamını yitiren işçilerin “güvenli şekilde çalışmayıbilmiyorlar” demagojileriyle suçlamalarından tanıyoruz.

Merve’nin ve henüz beden olarak ölmemiş olsa bile kişilikleri teslim alınan/alınmaya çalışılan mil-yonlarca insanın katili, bu insanları birbirleriyle hatta çoğu durumda sıra arkadaşlarıyla yarışmak zo-runda bırakan eğitim sisteminin ta kendisidir.

İlkokuldan itibaren eğitim sürecinin her aşamasında hayatlarının hemen bütün dönemleri sınavlarave rekabete endekslenmiş insanlar! ÖSS, DGS, ALES, KPSS, TUS.. Milyonlarca insanın birbiriyle yarı-şır hale getirildiği, hatta ilkokuldaki yazılı yoklamada bile çocukların birbirinden not sakladığı bir eği-tim sistemi…Ve bu sistemde dersane, özel dersler ve ders adına bütün harcamalar, rakiplerine farkatmanın bir aracı olarak karşımıza çıkarılmaktadır.

Bireysel kurtuluşun, harcadığı çaba ve eğitimi için akıttığı parayla doğru orantılı bir şekilde gerçek-leşeceğine inandırılan milyonlarca insan Merve’nin kaderini paylaşıyor, odalarına kapanıp sabahlarakadar ders çalışıyor. Belki birçok insan kalemşörlerin önerdiği metodlarla da ders çalışıyor, fakat mil-yonlarca “rakibi” olduğunu bilerek, parasını dökerek “yarışa” uygun yollardan hazırlanıyor.

Eğitimi işçi ve emekçi çocuklarının ancak rüyalarını süsleyen bir hayale dönüştüren, sabahlarakadar çalışılıp hazırlanılan bir yarışta “ ipi göğüsleyenlerin” karşısına daha başka birçok engel çıkaranve yeni yarışlar başlatan sistemin kendisine yönelmeyen her sorgulama, ufku kapitalist sistemin kökle-rine yönelmeyen her mücadele biçimi, dolaysız olarak rekabeti ve yarışmayı kabul etmek, en doğal hak-kımız olan eğitimi sermayeye terk etmek anlamına gelir.

Sorunun tek çözüm yolu, herkesin dilediği alanda ve parasız eğitim aldığı, kimseyle yarışmak zo-runda kalmadığı, eğitimin kapitalistlerin cebini dolduran bir kâr alanı olmaktan çıktığı ve bunun toplumtarafından güvenceye alındığı sosyalist bir dünyayı kurmaktan geçiyor. Bu gerçeği döne döne anlatmak,taleplerimiz etrafında gençlik kitlelerini mücadeleye kazanmak bugünün acil görevlerdendir.

TUS’a hazırlanan doktor saatlerce ders çalıştı,yaşamını yitirdi...Sorumlusu kapitalist eğitim sistemidir!

13

Page 14: EG 115. sayı

“Sarı gelin… İşte bu coğrafyanın ortak öyküsü.Sarı gelin, sevgiliye yakılan ağıttır, murattır, özlemdir. Sarı gelin, yeşertilmeye çalışılan kan davasına isyandır.Sarı gelin, kardeşçe yaşama arzusunun en güzel ifadesidir. Sarı gelin, barışa, kardeşliğe ve dostluğa davettir.”İşte bu cümlelerle başlıyor, “Sarı Gelin, Ermeni sorunununn iç yüzü”

başlıklı sözde “belgesel”. “Kardeşlik” ve “dostluk”tan söz eden cümlelerlebaşlayan bir “belgesel”in tam da bu kelimeleri yerden yere vururcasınadüşmanlık ve ırkçılık yayması ilk bakışta şaşırtıcı gelebilir. Ancak konu-nun üzerindeki tozları üflediğimizde, karşımıza bu kokuşmuş sistem çık-maktadır. Bu sistemin hakkıyla kazanmış olduğu “iki yüzlülük” sıfatınınbu “belgesel”in her karesine bulaştığını görmekteyiz.

Öncelikle, “tarafsız” olarak hazırlandığı iddia edilen ve birçok ulustan“bilim adamı” ve tanığın konuşmalarını içeren belgesele bakmak gereki-yor.

“Belgesel”, 11 Ağustos 1982’de Artin Penik isimli bir Ermeni’nin, Er-meni örgütü ASALA’yı protesto etmek amacıyla Taksim meydanında ken-disini yaktığı olayın anlatılmasıyla başlıyor. Ardında ASALA örgütünülanetleyen bir mektup bırakan Penik’in eylemi övülüyor, buradan bağlantıkurularak, ASALA örgütüne ve diğer örgütlere mensup Ermenilerin faali-yetlerine ve bu faaliyetlerde öldürülen Türklere genişçe yer veriliyor. Busahnelerde, şiddet ve kan görüntüleri arkasında, içleri burkan bir sesle“masum Türkler” anlatılıyor.

İlerleyen bölümlerde Osmanlı hükümetinin Ermenilere ayrıcalıklarverdiği ve Ermenilerin Osmanlı topraklarında huzur içinde yaşadıklarıvurgulanıyor. Tüm bunlara rağmen “nankör” Ermenilerin Osmanlı’nıntopraklarında bir Ermeni devleti kurmak için isyan ettikleri, hatta zamanınpadişahının Ermeni ileri gelenleriyle bir toplantı yapıp onları bu niyetle-rinden vazgeçirmeye çalıştığı dile getiriliyor. Yani, “Osmanlı elinden ge-leni yaptı ancak Ermeniler isyan etti ve önlerine çıkan Türkleri öldürdü”ana fikri işleniyor.

Ermeni katiamını yalanlamak için ortaya atılan “kanıtlar” da oldukçailginç! Bunlardan biri şöyle: “Soykırım olabilmesi için tüm Ermenilerinöldürülmesi gerekirdi. Hâlbuki hepsi ölmedi! Bir kısmı iskân ettirildi. Soy-

kırım yapılmak istenseydi onlar da öldürülürdü!”“Belgesel”de hem Türkler hem de Ermeniler konuşturuluyor. Örneğin,

Ermeniler tarafından öldürülen bir diplomatın eşi Ermenilere kin besleme-diğini anlattıktan sonra, bir Ermeni’nin röportajı geliyor bu sefer ekrana.“Kardeşimi öldüreni mahkemeye vermem, gider öldürürüm” cümlelerininardından yapılan yorumda, Türklerin hoşgörüsü ve kardeşliği övülürken,Ermeniler düşman olarak gösteriliyor.

Bunların yanı sıra, bir Ermeninin konuşması üzerinden Kürt halkınayönelik düşmanlığın taşlarının döşenmesi de ihmal edilmiyor. Ermenitanık, büyüklerinin Türkler hakkında iyi şeyler anlattığını ancak Kürtlerinkötü olduğunu söylediğini, Kürtlerin Türklerin eşyalarını çaldıklarını,Türkleri öldürdüklerini dillendiriyor. Kısaca Ermenileri öldürenler Türklerdeğil de Kürtlerdi deniliyor.

Bu örnekleri “belgesel”in yaydığı ırkçılığı bir nebze olsun ortaya koy-mak için veriyoruz. 6 bölümden oluşan “belgesel” buna benzer örneklerledolu.

“İyi Türk”, “kötü Ermeni” diye bir şey yoktur. “Tek ulus” anlayışınadayalı ideoloji ve bu anlayışın gerektirdiği katliamlar vardır. Bu “belge-sel”le, katliamlarla, inkar ve imhayla var olan Türk devletinin aklanmasıamaçlanmaktadır. Bunun için bir yandan tarihi gerçekler çarpıtılmakta,diğer yandan halklar arasına düşmalık tohumları ekilmektedir. BöyleceTürk devleti bir taşla iki kuş vurmaya çalışmaktadır. Amaçlanan, soykı-rımı yalanlayarak bu yükten kurtulma çabasıyla beraber genç beyinleriresmi ideoloji ile zehirlemektir.

Bu belgeselin amacına en iyi hizmet edeceği alan da elbette eğitim ala-nıdır. Her sistem kendi ideolojisini eğitim üzerinden yayar. Sosyalist top-lumda da bu böyle olacaktır. Ancak altı kalınca çizilmesi gereken bir farkvardır; kapitalist sistem sömürünün, açlığın, yoksulluğun, savaşların veyıkımların üzerine kurulu bir sistemdir. Ve bu kokuşmuş sistem kendi var-lığını sürdürebilmek için, sorgulama gücünden yoksun yoz ve bencil in-sanlar yetiştirmek ister. Sosyalizm ise sömürüsüz, sınıfsız bir toplumuninşası üzerinden kendini var eder; kolektif yaşamı, bilimsel düşünceyiözümsemiş, dolayısıyla sorgulama gücüne sahip insanlar yetiştirmek ister.

Bu belgeselin okullarda gösterilmesiyle yapılmak istenen, ırkçılığın veşovenizmin genç beyinlere empoze edilmesidir. Öğrencilerin bilgiye açbeyinlerine, bilimin apaydınlık alanları değil de düşmanlığın dipsiz karan-lık kuyusu yerleştiriliyor.

Bu sadece bu belgesel üzerinden yapılmıyor elbette. Mesela, doğumolayını anlatan, Harun Yahya’nın Kuran’dan sureler eşliğinde hazırlanmışbir “belgesel”i, hem de evrim teorisine yönelik hakaretler içeren bir “bel-gesel”, biyoloji öğretmeninin gözetiminde izlettirilebiliyor.

Kapitalist sistemdeki çürüme ve kokuşmaya paralel olarak, eğitim-öğ-retim alanları bilimin iyiden iyiye uzağına düşmekte, bağnaz düşünce yu-vaları haline getirilmektedir. “Sarı Gelin” belgeseli bunun son örneğidiryalnızca.

Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, konuya ilişkin açıklamasında, bubelgeselin okullara gönderilmesinin sebebinin öğrencilere gösterilmesideğil, tarih öğretmenlerinin hizmet içi eğitimine yönelik olduğunu ifadeetti. Öğrencilere bizzat göstermeyip öğretmen aracılığıyla bunu yapmayaçalışmaları elbette kimseyi aklamıyor. Yalnızca gülünç bir duruma düşürü-yor.

Sonuç olarak, bu topraklarda Ermenilere yönelik kitlesel bir katiamgerçekleştirilmiştir. Yıllardır Kürt halkının imha ve inkâr politikalarınatabi tutulmasının gerisinde de aynı resmi ideoloji vardır.

Biz genç komünistlere düşen, “halkların kardeşliği” şiarına güçlü birbiçimde sahip çıkmak, halkların gerçek anlamda eşit ve kardeşçe yaşaya-cağı sosyalizm mücadelesini yükseltmektir.

“Sarı Gelin” belgeseli üzerine…

Kapitalizmde eğitim ırkçılık ve şovenizmüzerinden şekillenir

14

bizzat burjuva ideologlarının da belirttiği gibi, ‘70’lerin ortasından itibaren sorunları biriken sistem sonunda iflas etmiş bulunuyor. Türkiye’de ise krize ilişkin “teğet mi değil mi” tartışmaları yaşanırken, sonveriler başbakanın sayılardan çok anlamadığını gösteriyor. Krizin teğet geçmediğini, son birkaç ayınresmi verilerine göre sayısı yarım milyonu aşan işten atılmalar kanıtlarken, kriz tüm emekçi katmanlarıderinden etkilemiş bulunuyor.emeğe rağmen hayata dair hiçbir şey bilmediklerini kriz ortaya döktü. “Beyaz yakalılar” olarak tanımlanan yüksek öğrenim mezunu nitelikli işgücünü oluşturan geniş bir kesim, yıllarca dost bildiği kapitalizmin “ihanetine” uğradı. İşsiz kalan bu beyaz yakalıların içinde bankacılardan üretimi planlayanmühendislere kadar birçok meslek grubundan insan var. Sistemin ayrıntılarına hakim bu geniş kesim,bugün çok iyi tanıdığı kapitalizmden yediği tokadı yorumlamaktan bile aciz durumda.ilk vazgeçilecekler olduğu krizle beraber ortaya çıktı. Artan üniversite sayısına paralel olarak her yıl işaramaya çıkan mezunların artışı, nitelikli işgücünün değerini düşürüyor. Buna ek olarak, yıllarca aşılanan umutlarla ve firmaların özel eğitim programlarıyla sisteme gönüllü muhafız olan bu modern kölelerin, değil sistemi yargılamak sermayeyi her platformda savunma dürtüleri kapitalizmin elinigüçlendiriyor. Öyle ki, işten atılan her beyaz yakalı elinde CV’si kapı kapı dolaşıyor, bilgisayar başındamaillerini kontrol ederek, tıpkı sistemin ona öğrettiği gibi, krizden sadece kendini sıyırmanın umudunutaşıyor. Ancak krizin özellikle üretim sektörüne ağır darbeler vurmaya başlamasıyla, geçmişin belki deen ayrıcalıklı beyaz yakalıları olan ücretli mühendis, mimar ve şehir plancıları krizin etkilerini sarsıcıbir şekilde hissetmeye başladılar.ğişiminden ilk elden etkilenen meslek gruplarından birisini oluşturmaktadır. Kapitalizmin değişen tarzına sürekli uyum sağlamak hatta onu geliştirmekle yükümlü mühendisler bu krizden de fazlasıylaetkilendiler. Elbette mühendislik bir meslek grubu olarak homojen bir sınıfsal bileşeni temsil etmiyor.Patron mühendisler ile ücretli mühendislerin krizden etkilenme biçimleri aynı değil. Patron mühendislerin durumu burjuva ideologlarına yeterince dert olurken ve onları kurtarmak için türlü yollar denenirken, kriz ücretli mühendislere hiçbir ayrıcalık tanımıyor. Hatta örgütsüzlükleri nedeniyle kriz karşısında

Page 15: EG 115. sayı

1515

Kapitalizmin tarihinin en ağır krizlerinden biri yaşanıyor. Sadece sol ve muhalif unsurların değilbizzat burjuva ideologlarının da belirttiği gibi, ‘70’lerin ortasından itibaren sorunları biriken sistem so-nunda iflas etmiş bulunuyor. Türkiye’de ise krize ilişkin “teğet mi değil mi” tartışmaları yaşanırken, sonveriler başbakanın sayılardan çok anlamadığını gösteriyor. Krizin teğet geçmediğini, son birkaç ayınresmi verilerine göre sayısı yarım milyonu aşan işten atılmalar kanıtlarken, kriz tüm emekçi katmanlarıderinden etkilemiş bulunuyor.

Başbakanın yanısıra, işi matematik, fizik veya kimya olanların da bunları öğrenmek adına verdikleriemeğe rağmen hayata dair hiçbir şey bilmediklerini kriz ortaya döktü. “Beyaz yakalılar” olarak tanımla-nan yüksek öğrenim mezunu nitelikli işgücünü oluşturan geniş bir kesim, yıllarca dost bildiği kapitaliz-min “ihanetine” uğradı. İşsiz kalan bu beyaz yakalıların içinde bankacılardan üretimi planlayanmühendislere kadar birçok meslek grubundan insan var. Sistemin ayrıntılarına hakim bu geniş kesim,bugün çok iyi tanıdığı kapitalizmden yediği tokadı yorumlamaktan bile aciz durumda.

Beyaz yakalıların sandığının aksine, onların hiç de sistemin vazgeçilmez unsurları olmadığı, hattailk vazgeçilecekler olduğu krizle beraber ortaya çıktı. Artan üniversite sayısına paralel olarak her yıl işaramaya çıkan mezunların artışı, nitelikli işgücünün değerini düşürüyor. Buna ek olarak, yıllarca aşıla-nan umutlarla ve firmaların özel eğitim programlarıyla sisteme gönüllü muhafız olan bu modern kölele-rin, değil sistemi yargılamak sermayeyi her platformda savunma dürtüleri kapitalizmin elinigüçlendiriyor. Öyle ki, işten atılan her beyaz yakalı elinde CV’si kapı kapı dolaşıyor, bilgisayar başındamaillerini kontrol ederek, tıpkı sistemin ona öğrettiği gibi, krizden sadece kendini sıyırmanın umudunutaşıyor. Ancak krizin özellikle üretim sektörüne ağır darbeler vurmaya başlamasıyla, geçmişin belki deen ayrıcalıklı beyaz yakalıları olan ücretli mühendis, mimar ve şehir plancıları krizin etkilerini sarsıcıbir şekilde hissetmeye başladılar.

Mühendisler, üretim sürecinde doğrudan rol alıyor olmalarından kaynaklı kapitalizmin her türlü de-ğişiminden ilk elden etkilenen meslek gruplarından birisini oluşturmaktadır. Kapitalizmin değişen tar-zına sürekli uyum sağlamak hatta onu geliştirmekle yükümlü mühendisler bu krizden de fazlasıylaetkilendiler. Elbette mühendislik bir meslek grubu olarak homojen bir sınıfsal bileşeni temsil etmiyor.Patron mühendisler ile ücretli mühendislerin krizden etkilenme biçimleri aynı değil. Patron mühendisle-rin durumu burjuva ideologlarına yeterince dert olurken ve onları kurtarmak için türlü yollar denenir-ken, kriz ücretli mühendislere hiçbir ayrıcalık tanımıyor. Hatta örgütsüzlükleri nedeniyle kriz karşısında

Page 16: EG 115. sayı

16

çok daha savunmasız durumdalar. Kriz yüzünden mühendislerin ne kadarının işten çıkarıldığını bilmekmümkün değil, ancak sadece Makine Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nin çok sınırlı bir kesimehitap eden çalışmasının sonuçlarına göre, Ocak ayının ilk iki haftasında 70 mühendisin işine son veril-miş. MMO bu verilere, oda bünyesinde kurulan Hukuk ve İşsiz Mühendis birimlerine yapılan başvuru-lar üzerinden ulaşmış. Hukuk birimi yeni kurulan bir birim ve üyeler arasında çok bilinmiyor.Dolayısıyla gerçek rakam bunun kat kat üstündedir. Yine de bu rakam krizin etkisini gözler önüne ser-mektedir. Bu noktada karşılaşan tek saldırı işten çıkarmalar da değildir. Ücret düşürülmesi, ikramiyele-rin kaldırılması, maaş zamlarının durdurulması, zorunlu mesai, maaş ödemelerinin ya yapılmaması yada parça parça keyfi olarak ödenmesi, mühendislerin son dönemde sıkça yaşadığı sorunlardır.

Örneğin Koç Holding bu yıl için beyaz yakalılara zam yapmayacağını duyurdu. Buna rağmen KoçHolding çalışanları, krizde işsiz kalmamayı nimet sayıyor olduklarından buna karşı en ufak itirazda bilebulunamadılar.

İşten çıkartmalarla yaşanan işgücü kaybı ise diğer elemanların sırtına yüklenmekte, ücretsiz fazlamesailer ile açık kapatılmaya çalışılmaktadır. Örneğin Vestel, geçen yılın sonunda, üretimde kısıtlamayagitmeden bin personeli işten çıkarmıştır. Vestel’de işten atmalarda önce yeniler, stajyerlikten kadroyaalınanlar ve mühendisler tercih edildi. Aynı işi daha az kişinin üstüne yükleyen Vestel’de de, tıpkıKoç’ta olduğu gibi, bu keyfi uygulama yanıtsız kaldı. “Beyaz yakalı” yine kapitalizm sevdasıyla, hemonurunu hem de emeğini savunamamış oldu.

Küçük ve orta ölçekli işletmelerde durum daha da vahimdir. Buralarda özellikle yeni mezun mühen-disler çok düşük ücretlere ve kimi zaman sigortasız çalışmaktadır. Bu tarz işletmelerde mühendisler işhayatlarının daha başında deyim yerindeyse “terbiye” edilirler. Kriz vesilesiyle kapitalizmin çok kolaygözden çıkarttığı küçük işletmelerde fatura hızlı bir şekilde çalışanlara kesilir.

Bu saldırılardan en çok yeni mezun genç ve deneyimsiz mühendisler nasibini almaktadır. Genç mü-hendislerin çoğu sigortasız ve düşük ücretlerle çalıştırılırken, kendi mesleki formasyonlarının dışındaişler yapmaya zorlanmakta, ilk sıkıntıda da kapının önüne konulmaktadır.

Mimarlar ve şehir plancıları için krizin etkisini değerlendirebilecek herhangi bir veriye rastlamakmümkün değil. Zira çoğunluğu küçük ofislerde veya serbest çalışıyor. Ancak Dünya Mimarlar Toplu-luğu Başkanı Süha Özkan, krizden en çok etkilenenlerin her zaman mimarlar olduğunu, bu dönemdemimarların projeleri “kısık ateşte yavaş yavaş pişireceğini” söyleyerek, bu alanda da yaşananları özetli-yor.

Ücretli mimarlar için de mühendisler için ifade edilen tüm sorunların geçerli olduğunu söylemekmümkün. Mühendislerde olduğu gibi krizden en çok etkilenen de, meslekte en çok ezilen de gençmimar ve plancılar olmaktadır. Daralan inşaat sektörü ve daha projelendirme aşamasında rafa kaldırılaninşaatlar, bu alanda da büyük bir kıyıma neden olmaktadır. Emlak sektöründeki durgunluğun faturası damimarlara ve plancılara kesilmektedir. Gelinen noktanın yakıcılığı, yıllardır bu tür işlerden uzak dur-maya çalışan Mimarlar Odası’nı da bu konuda çalışma yürütmek zorunda bıraktı. Mimarlar Odası bukapsamda bir kurultay örgütlemek için hazırlanıyor.

Mühendis, mimar ve plancılar işveren karşısında çaresizlik ortak paydasında buluşuyorlar. Kriz ve-silesiyle ortaya serilen gerçek, her ne kadar toplumun en aydın tabakası olarak nitelendirilse de, bu kesi-min bir bilinç kararması yaşaması oldu. Bir dizi direniş ve grevde kırıcılık misyonunu üstlenen teknikkadro (sadece mühendisler değil tüm teknik elemanlar), işin ucu kendilerine değince, o çokça koruduk-ları patronun kimseye “ayrıcalık” yapmadığını hayatın içinde öğrenmek durumunda kaldılar. Gerek hu-kuksal planda gerekse de fiili mücadele araçlarını kullanmak konusundaki yeteneksizlik vebilinçsizlikleri, işçi sınıfının bir hayli uzağında olduklarını ortaya koydu. Bugüne kadar işçi sınıfınınmücadelesini engellemeye çalışan beyaz yakalılar, bugün kendi haklarını aramak zorunda kalarak kapi-talizm gerçekliğini yeniden öğreniyorlar.

Son kriz ile birlikte, uzun zamandır salt aydın kimliği üzerinden tartışılan mühendis, mimar ve plan-cılar artık sınıfsal kimlikleri ile de tartışılıyor. Kapitalizmin köpek gözlerinin hayatı, kırmızı, yeşil,beyaz veya mavi değil, siyah ve beyaz olarak iki renk, yani iki karşıt sınıf olarak gördüğü krizle açıkçagörülmüş oldu.

TMMOB şahsında temsil edilen, muhalif bir kimlikle yıllardır Türkiye’nin toplumsal mücadelesininbir parçası olan mühendis, mimar ve plancılar, gelinen yerde belki de ilk kez, siyasal mücadelelerinikendi ekonomik talepleri ile birleştirmek zorunluluğu ile karşı karşıyalar. Son Plaza eylemlerinde, eksikve yetersiz de olsa, ilk olma anlamında önemli bir adım atan beyaz yakalı çalışanlar, özellikle TMMOBbünyesinde “sendika” tartışmasını yeniden yapmaya başladılar. Hemen her TMMOB birimi yerel veyamerkezi olarak bu sorunu paneller veya söyleşiler vesilesiyle bir şekilde tartışıyor. Henüz sendikal mü-cadele ve bunun pratik planda örgütlenebilmesinin nesnel olanakları üzerinden net bir yaklaşım oluşma-mış olsa da, politikanın gerçeklerine en uygun düşünce, mühendis, mimar ve plancıların kendiişkollarında örgütlenmesi ve bu noktada tüm teknik elemanların (tekniker, teknisyen, mühendis, mimarvb.) bir bütün kabul edilmesi olarak görünüyor.

Toplumcu Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları

Son kriz ile birlikte,uzun zamandır saltaydın kimliği üzerindentartışılan mühendis,mimar ve plancılarartık sınıfsal kimlikleriile de tartışılıyor. Kapi-talizmin köpek gözleri-nin hayatı, kırmızı,yeşil, beyaz veya mavideğil, siyah ve beyazolarak iki renk, yani ikikarşıt sınıf olarak gör-düğü krizle açıkça gö-rülmüş oldu.

Page 17: EG 115. sayı

17

Ekim Gençliği’nin 114. sayısında AÜ’de yemekhane direnişi sürecine ilişkin bir değerlendirme yazısı ya-yınlamıştır. Bu yazıda Marksist Bakış’a yöneltilen bazı eleştiriler, bu çevre tarafından eleştiri boyutunu aşanbir saldırganlıkla yanıtlanmıştır. Marksist Bakış’ın internet sitesinde yayınlanan “Ekim Gençliği’ne Cevap”başlıklı yazıda yer alan iddiaları kısaca da olsa yanıtlamanın bir ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz.

Tanığımız yemekhane işçileridir!

Yazının ilk paragrafında, “Marksist Bakış yoldaşlarının rektörlükle gizli görüşmeler yaptığı iddia edilmiş-tir” denilmektedir. Marksist Bakış’ın işçilerle beraber rektörlükle ve rektörlük gözetiminde ihaleyi alan yenişirket (Tam Sofra) yöneticileriyle, 9-16 Kasım tarihleri arasında, bu süreçte yer alan diğer bileşenlerin haberiolmadan görüştüğü herkes tarafından bilinmektedir. Üstelik bu görüşmelerde Ankara Üniversitesi Mecli-si’nin kararlarını yansıtmayan taleplerde bulunulmuş ve bu görüşmeler sürecin gidişatını etkileyecek sonuç-lar doğurmuştur. Bu konuda hiçbir siyasal yapıya haber verilmemiş ve sonrasında da hiçbir bilgilendirmeyapılmamıştır.

Ekim Gençliği’ne “yalancı” demek, yemekhane işçilerine “sizler de yalancısınız” demektir. Zira bu gö-rüşmenin tanığı, orada bulunan işçilerdir. Buna rağmen bizi yalancılıkla suçlamayı sürdüreceklerse, olayıntanığı işçilerle birlikte görüşme yapmaya hazırız.

Dar grupçuluk üzerine

İkinci nokta “dar grupçuluk” meselesidir. Bizim değerlendirme yazımızda işaret ettiğimiz “dar grupçu”anlayış, Marksist Bakış’ın metninde belirttiği gibi, işçilerle özel ilişkiler kurulup eğitim çalışması vb. yapıl-ması değil, direnişin gidişatını etkileyen ve ortak mücadele tavrını hiçe sayan tavırlar sergilenmesidir. Örne-ğin, bir sabah Marksist Bakış’çılar ellerinde çoğaltılmış bildirilerle gelip, “arkadaşlar, işçiler boykot kararıalmıştır” diyerek, ortak bir süreç başlatma girişiminde bulunmuşlardır. Oysa ortak bir sürecin örgütlenmesi,ortak bir tartışma ve karar sürecini gerektirir. İkinci örnek: Boykotun ilk günlerinde siyasetler bir araya gelip,yemekhane sürecine ilişkin bir toplantı çağrısı yapmışlar ve toplantıya “gelmeyen” Marksist Bakış’ı bekle-mişlerdir. Daha sonra tesadüfen yemekhaneye gidildiğinde, bu çevrenin işçilerle baş başa toplantı yaptıklarıgörülmüştür. Dolayısıyla, “dar grupçuluk”la neyin kastedildiği yeterince açıktır.

“Ekim Gençliği’nin pasif tutumu”!

Yazıda, Ekim Gençliği’nin süreç içerisinde pasif kaldığı söylenmektedir. Bu çevre daha önce “AÜ Yemek-hane İşçilerinin Mücadele Dersleri: Devrimci Sınıf Tavrı ve Uzlaşmacılık” başlıklı uzun bir değerlendirmeyazısı kaleme almıştır. Bu yazıda bize yönelik tek bir eleştiri yoktur. Bizim yaptığımız eleştirilerden sonra,birdenbire bizim “pasif tutum” aldığımızı hatırlamışlardır!

Benmerkezci “her şeyi biz yaptık” zihniyeti!

Yazıda, neden DGH ve TKP’yi değil de yalnızca Marksist Bakış’ı eleştirdiğimiz sorulmaktadır. Bizimbirçok eleştirimiz sürece katılan tüm siyasetleri kapsamaktadır. Marksist Bakış özelindeki eleştiriler ise, buçevrenin süreçte daha ön planda olması ve bunun süreci kötü yönde etkilemesi nedeniyledir.

Yazının devamında,“İşçilerin işgal ile kalmayıp bizzat kendilerinin üretime geçmelerini sağlayacak öne-rilerin de sadece bizden çıktığını anımsamak güç olmasa gerek” deniliyor ve soruluyor: “Peki, Ekim Gen-çliği biz bunları yaparken ne yapıyordu...”

Hafızası zayıf olduğu anlaşılan bu çevreye hatırlatalım. İşgalin tartışıldığı siyasetler toplantısında “işçile-rin üretime geçmesi” önerisi Ekim Gençliği tarafından yapılmış ve bu çevre tarafından da desteklenmiştir.Biz hiçbir zaman bu öneriyi kimin yaptığını tartışmadık. Böyle bir tartışma, küçük-burjuva zihniyetin biryansımasıdır.

“Ekim Gençliği ne yaptı?” sorusuna gelince… Elbette Ekim Gençliği’nin de süreç içerisinde eksiklik-leri/yetersizlikleri olmuştur, ki değerlendirme yazımızda bunlar açıkça ortaya konulmuştur. Fakat biz, günüdeğil geleceği kazanma perspektifi ile hareket ettik, bu çerçevede bir müdahalede bulunmaya çalıştık. Ne öl-çüde sonuç yarattığı ayrı bir tartışma, fakat tüm süreç boyunca ısrarlı ve sürekli bir müdahale çabası içinde

“Ekim Gençliği’ne cevap”adı altında saldırı!

Page 18: EG 115. sayı

18

Büyük bir kriz içerisinde debelenen kapitalizm, bu süreci atlatabilmek için herfırsatı değerlendirmekte ve saldırılarını gün geçtikçe arttırmaktadır. Kapitalistler

kriz bahanesiyle işçileri işten çıkarmakta, ağır çalışma koşullarını dayatmakta, on-ları açlığa ve yoksulluğa mahkûm etmektedirler.

Kapitalist düzenin krizi gençliği bugün daha fazla geleceksizlik saldırısıyla yüz-yüze bırakmaktadır. Her alanda ticarileşen eğitim ve sermayenin neo-liberal saldırıları

gençliğe diplomalı işsizliği ve geleceksizliği dayatmaktadır. Bugün karşı karşıya kaldığı-mız sözleşmeli öğretmenlik, yetkin mühendislik, stajyer avukatlık gibi uygulamalar bun-

lardan sadece birkaçıdır. Sistem bizleri mezuniyet sonrasında da bir dizi sınava tabi tutmaktadır. Sınavlarla ve çe-

şitli uygulamalarla sahte umutlar vaat edilmekte ve gençlik bir yarış atı misali yarıştırılarak bencilliğemahkûm edilmeye çalışılmaktadır.

Örneğin, 7 Şubat tarihinde bir internet sitesinde yayınlanan haberde gençlere şöyle bir “fırsat” sunul-maktadır: “Kriz ortasında yaratıcı gençlere fırsat! Dünya Bankası, küresel krizden gençler için önemlibir fırsat yarattı; ‘Yaratıcı kalkınma fikirleri’ adlı bir yarışma düzenledi. 15-24 yaş arasındaki gençler,kalkınma için geliştirdikleri fikirleriyle yarışmaya katılabilecek.”

Ülkede milyonlarca işsiz bulunurken, bu projeden sadece 50 kişi yararlanabilecektir. İşte düzen ken-dini böyle sahte umutlar yayarak var etmeye çalışmakta, gençlik bu sömürü sisteminin bir parçası halinegetirilmek istenmektedir.

Bugün birçok arkadaşımızın sınav stresiyle psikolojisi bozulmaktadır. Mezun olduktan sonra iş bula-madıkları için intihara sürüklenenler ya da okul masraflarını karşılayabilmek için fuhuş bataklığına iti-lenler... Sadece bunlar bile, çürümüş ve artık gelecek vaadedemeyen bir düzende yaşadığımızıngöstergesidir. Bu düzenin biz gençliğe sahte umutlardan başka verebileceği hiçbir şey kalmamıştır. Bukrizi yaratan kapitalistler kendi çıkmazlarını gizlemek için yeni yalanlarla bizleri uyutmaya, bilincimiziteslim almaya çalışmaktadırlar.

Kapitalist düzen, her geçen gün biraz daha ağırlaşan bu sorunları çözme yeteneğinden yoksundur.Geleceği kucaklayacak olan gençlik, kendisine dayatılan geleceksizliğin, diplomalı işsizliğin, krizin fa-turasını ödemeyecektir. Çünkü bu krizi biz yaratmadık, faturasını da biz ödemeyeceğiz.

Biz geleceğimiz için, eşit, özgür ve sosyalist bir dünyayı mücadele ederek kendi ellerimizle yarataca-ğız. Geleceği için mücadele eden Yunanistan gençliği de, fabrika önlerinde direnişlerini sürdüren işçilerde bizlere mücadelenin tek yol olduğunu göstermektedirler.

olduk. Kaleme aldığımız yazılarda ve değerlendirme metninde bunun kapsamı yeterli açıklıkta vardır.

Ortak tutum sürecin bütününde alınmalıdır!

Son olarak, dayanışma gecesinde Mahsun Turan’ın yapacağı konuşmaya ilişkin olarak yaptıkları toplantı çağrısına “ilgisiz” kaldığımıziddiasına değinelim. Bu konudaki çağrılara yanıt veren tek devrimci yapı Ekim Gençliği olmuştur. Sonrasında bu konuda ortak tutum al-madığımız doğrudur. Fakat bunun nedeni, sürece ilişkin bütünlüklü bir değerlendirme yapmanın daha sağlıklı olacağını düşünmemizdendolayıdır. Mahsun Turan’ın yapacağı konuşma üzerinden ortaklaşabilmek, diğer siyasal çevrelerle yemekhane sürecinin değerlendirme-sinde ortaklaşabilmeyi gerektiriyordu. Bu konuda ortak bir tutum, ancak sürece dair devrimci bir tutum ortaklığına gidebildiğimiz ölçüdemümkündü. Bu da ancak devrimcilerle beraber alınacak bir tutum olabilirdi. Bu tutumumuzu bu çevreye ifade etmemize karşın, konuyu“geçiştirdiğimizi” iddia etmelerini anlamak mümkün değildir.

Bizim “devrimci dürüstlük ve samimiyetten” uzaklaştığımızı iddia eden bu çevre, dayanaksız iddiaları ile kendi samimiyetini tartış-malı hale getirmiştir.

Bu yazıyı kaleme alma amacımız bu çevreyle bir polemik yürütmek değil, Ekim Gençliği’ne yönelik iddiaların temelsizliğini ortayakoymaktadır. Söylediklerimizin tümünün arkasındayız.

Cebeci Ekim Gençliği

Bu düzenin gençliğe verebileceği hiçbir gelecek yoktur...

Krizin Krizin faturası faturası

kapitalistlere!kapitalistlere!

Page 19: EG 115. sayı

Beşyıllık bir aradansonra yerel seçimlergündemde.. AKP’sinden

CHP’sine, MHP’sindenSHP’sine ya da DP, SPve İP’ine kadar tümdüzen partileri yüz-süzce işçiler-den,emekçi-ler-den ve

onların ço-cukları olanbiz üniver-site gen-

çliğinden oyistiyorlar. Onyıllardır

yaptıkları gibi, her türdenyalan, aldatmaca ve hileye başvurmaktan geri durmuyorlar. Her seçimdöneminde “Sorunlarınızı çözeceğiz!”, “Ucuz ve kaliteli bir hizmet su-nacağız!” vb. söylemler kullanıp, seçimlerden sonra ise sorunlarımızıçözmek bir yana daha da katmerleştiriyorlar. En temel ihtiyaçlarımızbaşta olmak üzere tüm hizmetlere zamlar yapılıyor, tüm temel hakları-mız gaspediliyor. 29 Mart seçimlerinden sonra da ne ulaşım ne de ba-rınma sorunu çözülecektir. Mücadele yükseltilmediği koşullarda, çürükdüzen işlemeye devam edecektir.

Her yerel ve genel seçimlerde gençlik düzen partileri için büyük biroy potansiyeli olarak görülmektedir. Bu yüzden ulaşım, barınma ve bursgibi temel ihtiyaçların karşılanacağı vaatlerinde bulunulmaktadır. Bunla-rın hepsi aldatmacadır. Düzenin asıl amacı gençliğin ticarileştirilen eği-time, sağlıksız barınma ve ulaşım koşullarına olan tepkisini sandığaçekmek, herhangi bir gerici burjuva partiye yedeklemektir.

Onyılların deneyimi gösteriyor ki, hiçbir düzen partisi bu sorunlarıçözmez, çözemez. Tersine, kentlerde en temel hizmetlerin paralılaştırıl-masının aracılığını yaparlar, kendilerine yakın şirketlere ya da sermayegruplarına rant sağlarlar. Ucuz ya da ücretsiz ulaşım, temiz bir çevre,sağlıklı bir barınma ancak bu talepler uğruna verilecek militan ve kitleselbir mücadeleyle, bu düzeni hedefleyen bir mücadele programıyla eldeedilebilir.

Gericilikten gericilik beğenmeyeceğiz!

29 Mart yerel seçimleri sermaye devletinin yaşadığı rejim krizini deetkilemektedir. Yerel seçimler bu krizi daha da şiddetlendirecektir. AKPyerel seçimlerden başarıyla çıktığı takdirde, kazandığı birçok mevziiyi

daha da güçlen-direcektir. AKP oyları önemli bir düşüş yaşar ve sözde “laik” kesim oy-larını arttırırsa, muhalefet daha da sertleşecek, hükümet erken genelseçime zorlanabilecektir. Tüm bunlar yaşanırken, düzenin bütün kesim-leri gençliğin bilincini bulandırmaya ve onu kendi gerici hesaplarına ye-deklemeye çalışacaklardır. Gençlik bu süreçte “Gericilikten gericilikbeğenmeyeceğiz!” demeli ve yüzünü gerçek özgürlük ve kurtuluşun yo-lunu açacak olan devrime ve sosyalizm mücadelesine çevirmelidir.

Kürt ulusal sorunu ve yerel seçimler

Düzen partileri aralarındaki tüm dalaşmalara rağmen, düzenin çıkar-ları gerektirdiğinde birçok konuda ortak hareket etmektedirler. Bunlarınbaşında Kürt ulusal sorunu gelmektedir.

Tüm düzen partileri Kürdistan üzerinden gerici hesaplar yapmakta-dırlar. Türk burjuvazisi Kürt halkının haklı ve meşru mücadelesini heryol ve yöntemle teslim almak istemektedir. Bir taraftan beyaz eşya,kömür ve erzak dağıtılırken, öte yandan TRT Şeş “açılımı” yapılmakta-dır. Tüm bunlar düzenin aldatmaca politikalarının parçalarıdır. Her se-çimde olduğu gibi bu kez de seçmen listeleri yok edilecek, her türlüsahtekarlığa başvurulacaktır.

Gençlik kardeş Kürt halkının yanında yer almalı, elleri kana bulanmıştüm düzen partilerinden ve düzenin kendisinden hesap sormalıdır.

Kapitalizmin krizine karşı devrimci

mücadeleyi yükseltelim!

İşsizlik ve geleceksizlik gençliğin en önemli gündemleri durumunda-dır. Düzen gençliğe ucuz işgücü olmak ya da işsiz olmak dışında hiçbiralternatif sunmamaktadır.

Eğitim masraflarını karşılamak için çalışmak zorunda olan gençlikkesimleri daha şimdiden işsizlik gerçeğiyle yüzyüze kalmaktadır. Gençli-ğin büyük bir bölümü mezun olduktan sonra ya işsiz olacaktır ya da işgüvencesiz, düşük ücretli ve sigortasız olarak sömürü çarkında yerinialacaktır. Çünkü sermaye sınıfı krizin faturasını işçilere, emekçilere vegençliğe ödetmeye çalışmaktadır. Gençlik kriz içerisinde debelenen kapi-talizme karşı mücadeleyi yükseltmek zorundadır.

Seçimler kapitalizmin bekası için ihtiyaç duyulan bir oyun olaraksahnelenmektedir. Önümüzdeki seçimler de bir oyundan ibarettir. Ser-maye düzeni, tüm işçilerin ve emekçilerin biriken öfkesi gibi gençliğinöfkesini de sandıkta sönümlendirmeye çalışacaktır.

Gençlik düzenin seçim oyununu bozmalı, geleceği ve özgürlüğü içintek seçenek olan mücadeleyi seçmelidir. Tümüyle çürümüş ve kokuşmuşolan bu düzen alaşağı edilmelidir. Çünkü insanca bir yaşam ve özgür birgelecek ancak sosyalizmle mümkündür.

Tüm gençliği, 29 Mart yerel seçimlerine sınıfın bağımsız devrimciprogramıyla katılan, kapitalist düzen gerçekliğini ortaya serenBDSP’nin bağımsız sosyalist adaylarını desteklemeye çağırıyoruz.

Tüm gençliği, düzenin seçim oyununa karşı, her anlamda gerçek kur-tuluşun adı olan devrim ve sosyalizm mücadelesini yük-seltmeye çağırıyoruz!

Ekim Gençliği 19

Page 20: EG 115. sayı

BDSP’nin Yerel Seçim Bildirgesi...

Düzenin seçim oyununu bozalım!Temel hak ve özgürlükler için mücadeleyi yükseltelim!

Çürümüş düzenin kokuşmuş partilerinden birine oyvererek yerel yöneticilerimizi seçmemizi istiyorlar. 4-5yılda bir tekrarlanan ve adına “parlamenter demok-rasi” denen bu oyuna göre, biz oy vereceğiz,onlar da bizi yönetecekler ve sorunlarımızı çö-zecekler! Oysa dinci gericisinden laik gerici-sine kadar tüm sermaye partileri, onlarınrantçı, rüşvetçi adayları çözümün değil,sorunun bir parçasıdırlar! Onlar busömürü düzeninin efendilerinin hiz-metindedirler. Sorunlarımızı çöz-meye değil, sermaye sınıfınınçıkarlarına uygun planları uygu-lamaya, bu arada kendileri içinçalıp çırpmaya talip oluyorlar.Bizden de bunun için destekve oy istiyorlar.

Adı ister AKP, ister CHP,ister MHP, SP, DSP ya daDP olsun, bu burjuva-ge-rici siyaset bezirganları-nın programıbirbirinin aynıdır. Öl-çüsüz vaatleri iseyalana ve aldatma-caya dayalıdır.

Sermaye uşaklarından hesap soralım!

Gündemde yeni yerel seçimler var. Düzenin efendileri bir kez dahabiz emekçileri sandığa çağırıyorlar. Çürümüş düzenin kokuşmuş partile-

rinden birine oy vererek yerel yöneticilerimizi seçmemizi istiyorlar. 4-5yılda bir tekrarlanan ve adına “parlamenter demokrasi” denen bu oyuna

göre, biz oy vereceğiz, onlar da bizi yönetecekler ve sorunlarımızı çözecek-ler! Oysa dinci gericisinden laik gericisine kadar tüm sermaye partileri, onla-

rın rantçı, rüşvetçi adayları çözümün değil, sorunun bir parçasıdırlar! Onlar busömürü düzeninin efendilerinin hizmetindedirler. Sorunlarımızı çözmeye değil,

sermaye sınıfının çıkarlarına uygun planları uygulamaya, bu arada kendileri içinçalıp çırpmaya talip oluyorlar. Bizden de bunun için destek ve oy istiyorlar.

Adı ister AKP, ister CHP, ister MHP, SP, DSP ya da DP olsun, bu burjuva-ge-rici siyaset bezirganlarının programı birbirinin aynıdır. Ölçüsüz vaatleri ise yalana

ve aldatmacaya dayalıdır. Gerçekte hepsi sermaye uşağıdır. Hepsi emperyalizmin,İMF’nin ve sermaye kodamanlarının hizmetindedir. Hepsi emek düşmanıdır. Hepsi

rant, hırsızlık ve soygun peşindedir. Hepsi rüşvet ve yolsuzluk bataklığında yüzmekte-dir. Hepsi bu düzenin çürümüşlüğünün ve kokuşmuşluğunun bir parçasıdır.

Onlara oy vermek, bu sömürü ve soygun düzeninin sürmesi demektir. Sefaletimizinartması, emeğimizin ve ülkemizin kaynaklarının yerli ve yabancı sermaye tarafından talan

edilmesi demektir. Onlara inanmaya, çözümü onlardan beklemeye devam mı edeceğiz? Böylece tüm sorun-

larımızın kaynağı olan bu kokuşmuş kapitalist düzenin sürüp gitmesine seyirci mi kalacağız? Yoksa çıkar ve istemlerimizi koparıp almak için örgütlü mücadele yolunu mu tutacağız?

Temel sorunlarımızın gerçek ve kalıcı çözümü için kendi devrimci iktidarımızı ve sosyalizmikurmak üzere soluklu bir kavgaya mı girişeceğiz?

Bizi bekleyen gerçek seçim işte budur!

Kentler kapitalist yıkımın, sömürünün ve sefaletin aynasıdır!

Kapitalizmin kentleri onun aynasıdır. En temel altyapı hizmetlerinden yoksun olarak hızla büyüyenyerleşim birimleri, zamanla kendileriyle birlikte sorunları da büyütürler. Sonuçta temel hizmetlerin yerine

getirilmediği, çevrenin hesapsızca yağmalanıp tahrip edildiği, semtler ve bölgeler arasında korkunç bir sosyaleşitsizlik ve dengesizliğin yaşandığı, milyonlarca insanın yaşam güvencesinden yoksun bir hayat sürdüğü bu-

günkü kentler çıkar ortaya. Kapitalist düzende bu her zaman böyledir. Çünkü bu düzende, temel insani ihtiyaçlar ile insan ve çevre sağlığı

değil, fakat kapitalist kâr yasası esastır. Çünkü bu düzende, asalak sermaye sınıfının vurgun üstüne vurgun vurup zenginli-ğine zenginlik katmasıdır önemli olan.

Bugünün Türkiye’sinde de durum budur: Sağlıklı bir kentleşme planı olan, altyapısı tamamlanmış bir tek kent yoktur. Ulaşım, yol ve trafik sorunu çözülmüş bir tek kent bulmak mümkün değildir. Sağlıklı içme suyuna sahip kent sayısı/nüfus oranı alabildiğine düşüktür. Katı ve sıvı atıklar için arıtma tesisleri ya hiç yoktur, ya da çok yetersizdir. Kirli atıklar ırmaklara, denizlere ve yaşam

alanlarındaki boş arazilere bırakılmaktadır. En büyük kentler deprem fay hattı üzerinde kuruludur ve buna karşı hiçbir özel önlem alınmamaktadır. 20

Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde!

Page 21: EG 115. sayı

BDSP’nin Yerel Seçim Bildirgesi...

Düzenin seçim oyununu bozalım!Temel hak ve özgürlükler için mücadeleyi yükseltelim!

21

Bu ülkede milyonlarca emekçi yaşanılır, sağlıklı konuttan yok-sundur. Resmi rakamlara göre, kentlerdeki nüfusunun yüzde 30-40’ı gecekondularda yaşamaktadır. Kırsal kesimlerdeki dermeçatma konutlarla birlikte bu oran yüzde 60-70’lere ulaşmaktadır.

Büyük kentlerde yaşayan halkın yaklaşık yüzde 70’inin temelsorunu yoksulluk ve yoksunluktur. İşsizlik ve sefalet sürekli olarakbüyümektedir.

İşte sermaye sınıfının ve temsilcilerinin “halka hizmet” adınaonlarca yıl içinde yarattıkları kentler tablosu budur.

Bir avuç asalağın içinde birer cennet kurup sefa sürdüklerikentler, işçiler ve emekçiler için gerçek birer sefalet yuvasıdır. Mil-yonlarca insanımız konut adına sağlıksız gecekondularda, hiçbirhizmetin ulaşmadığı varoşlarda yaşıyor.

Yaşadığımız semtlerde kışın çamur deryasına dönen yollar birparmak kar yağdığında kapanıyor, sık sık kesilen sular akmaz olu-yor, zaten sınırlı olan otobüs seferleri de iptal ediliyor. Sırf tekellerkâr etsin diye, elde edilmesi son derece kolay olan içilebilir sudanyoksun bırakılıyoruz. Zengin doğal enerji kaynaklarına sahip birülke olmamıza rağmen, elektriğe, ısınmaya ve ulaşıma fahiş fiyat-lar ödüyoruz. Kreşi, çocuk yuvası, sağlık ocağı, parkı, sineması, ti-yatrosu vb. bir yana, yeterli okulu, kanalizasyonu, yolu olansemtlerin sayısı bile sınırlıdır. Çöplüklerin yığılı olduğu semtlerdeher türlü salgın hastalık kol gezmektedir vb.

Düzenin egemenleri bu sorunları çözmek bir yana, halihazırdaverdikleri sınırlı hizmetleri bile paralı hale getiriyorlar. “Ucuz vekaliteli hizmet sağlamak” vb. yalanlar eşliğinde, belediye hizmetle-rini de özelleştirmiş bulunuyorlar. Ödediğimiz vergilerle yerine ge-tirilmesi zorunlu temel hizmetler bile ücretli hale getiriliyor. Artıkbelediyeler birer şirket, biz ise müşteriyiz.

Sermaye diktatörlüğü yıkılmadan emekçilerin

sorunları çözülemez!

Tüm bu sorunları sorun olmaktan çıkaracakyeterli zenginlik ve kaynak bu ülkede elbette var.Fakat milyonlarca emekçinin uzun onyılları bulanemeği ile yaratılan bu zenginlikler sermayenin elinde ve te-kelindedir. Sorunun çözümü, bu tekelin kırılmasındadır. Tümbu zenginliklerin ve kaynakların halka maledilmesinde,

halkın hizmetine sunulmasındadır. İnsanca, sağlıklı ve dengeli birkent yaşamı da ancak bununla mümkündür. Birikmiş zenginliklerve kaynaklar üzerinde sermaye sınıfının büyük mülkiyet tekeli sür-düğü sürece, sorunlarımız çözülmek bir yana daha da büyüyecektir.Zira sorunun asıl kaynağı kapitalist sömürü düzeninin bizzat kendi-sidir.

Sadece zenginlikler ve kaynaklar değil, devlet bütçesi de ser-maye sınıfının elinde, yönetiminde ve hizmetindedir. Devlet gelir-leri binbir yolla sistemli biçimde sermaye kodamanlarına peşkeşçekilmektedir. Bütçenin büyük bir bölümü, borç ve borç faizi al-tında, yerli ve yabancı sermayeye aktarılmaktadır. Sermayenin sınıfdiktatörlüğü sürüp gitsin diye, devletin baskı ve terör aygıtlarınaher yıl milyarlarca dolar harcanmaktadır. Hortumcuların içini bo-şalttığı bankaların zararı emekçilerin sırtına yüklenmektedir.

Tüm bunlara karşılık eğitime, sağlığa ve altyapı hizmetlerinebütçeden ayrılan pay yüzde 3’lük, yüzde 5’lik oranları geçmiyor.Sözde temel kamusal hizmetler sunmakla yükümlü belediye bütçe-leri ise yalnızca kırıntılardan oluşmaktadır. Bunun bile nasıl kulla-nıldığı da ayrı bir sorundur. Yerinde kullanılsa bile bu kırıntılarlahangi temel hizmetler verilebilir, onmilyonlarca emekçinin hangitemel sorunu çözülebilir, hangi temel ihtiyacı karşılanabilir?

Karşımızdaki tablo yeterince açık ve nettir. Üretim aygıtı ve bi-rikmiş zenginlikler burjuvazinin elinde, iktidar bu asalak sınıfın te-kelinde kaldığı sürece, işçi ve emekçilerin temel sorunlarınınçözülmesi mümkün değildir.

Çözüm için, işçi sınıfı önderliğinde emekçilerin toplumsal birdevrimle iktidarı ele alması, böylece tüm birikmiş zenginlikleri vekaynakları emekçilerin hizmetine sunması gerekir. Ancak bu tak-dirde yerel hizmetler de dahil tüm temel sorunların tam ve kalıcıçözümü olanaklı hale gelir. Yerel yönetimlerde gerçek bir demokra-

tik katılım ve işleyiş de ancak bu koşullarda hayat bulabilir.Doğayı tahrip etmeden ve çevreye zarar verme-

den sağlıklı bir kentleşme, insanca yaşanacakbir gelecek ancak bu koşullarda sağlanabi-lir. Bunun dışındaki her çözüm iddiası kababir yalan ve aldatmacadır.

Dayanaksız hayaller yayanlar

sermaye düzenine hizmet ediyor!

Kokuşmuş düzen partilerinin yalan ve aldatmacaları yet-mezmiş gibi, şimdi de reformist sol parti ve çevreler bu tür-

den aldatmacalarla ortaya çıkıyorlar. Onlar emekçilerden oydesteği talep ederek, karşılığında emekçilerin “yerel iktidar”ını ku-racaklarını, “halkçı belediyecilik” yaparak böylece sorunları çöze-ceklerini söylüyorlar.

Burada çifte bir aldatmaca ile yüzyüzeyiz.

Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde!

Page 22: EG 115. sayı

İlkin, her kapitalist ülkede olduğu gibi bugünün Türkiye’sindede, sermaye sınıfının merkezi olarak kurulmuş sağlam bir iktidarıvardır ve bu iktidar binbir kolla yerel planda da hüküm sürmekte-dir. Sermayenin bu merkezi iktidarı yıkılmadıkça, yerine işçi sınıfıönderliğinde emekçilerin devrimci iktidarı kurulmadıkça, salt bele-diye yönetimleri üzerinden “yerelde halk iktidarlaşması”ndan sö-zetmek, emekçi kitleleri aldatmaktır.

Öte yandan, temel zenginlikler ve kaynaklar sermaye sınıfınınözel mülkü olarak kaldığı sürece, yanısıra devlet bütçesi de bu sını-fın hizmetinde kullanıldığı sürece, yerel planda halkın herhangi birtemel sorununu çözmek olanaklı değildir. Salt seçimle belediye yö-netimlerine gelmekle ve güya “halkçı belediyecilik” yapmakla so-runların çözülebileceğini iddia etmek, emekçileri bir başka yöndenaldatmak demektir.

Devrimci sınıf mücadelesini yükseltelim!

Bizler işçi sınıfının devrimci sosyalist adayları olarak, bu yalın ger-çekleri dile getirmek; sermaye düzeninin seçim oyununu bozmak,sermaye uşağı partilerin içyüzünü teşhir etmek, emekçileri tek çıkışyolu olan örgütlü mücadeleye kazanmak amacıyla seçimlere katılı-yoruz ve devrimci bir seçim çalışması yürütüyoruz. Yalanlara veboş vaatlere dayalı sahte çözümlere karşı işçi sınıfının devrimci çö-zümünü ortaya koyuyor, emekçilerin gerçek çıkarlarını savunuyo-ruz.

İşçilere ve emekçilere sesleniyoruz: Sorunlarımız düzenin içyüzü çoktan açığa çıkmış seçim oyu-

nuyla çözülemez. Bir avuç asalak iktidar dümenini elinde tuttuğusürece, sömürü, baskı ve zulüm üzerine kurulu bu düzen devam et-tiği sürece, temel sorunlarımız çözümsüz kalacaktır.

Çözüm, tüm sorunların kaynağı olan sermaye diktörlüğünün te-mellerinden yıkılmasındadır. Çözüm, işçi sınıfı ve emekçilerin heralanda ve her düzeyde iktidarı ele geçirmesindedir. Böylece biravuç asalağın tekelindeki tüm zenginliklerin ve kaynakların tüm

toplumun hizmetine sunulmasındadır. Bu sosyalizm demektir, çözüm sosyalizmdedir! Sosyalizm,

temel iktisadi ve sosyal sorunlarımızın çözümünü sağlamakla kal-maz, emekçiler için gerçek bir demokrasinin de koşullarını yaratır.Ancak bu koşullarda emekçiler, hiçbir engelle karşılaşmadan, temeldemokratik hak ve özgürlüklerini gerçekten kullanabilirler. Veancak bu durumda, yerel yöneticilerini özgürce seçmek, denetle-mek ve gerektiğinde görevden almak olanağına da kavuşabilirler.

Kahrolsun sermayenin sınıf diktatörlüğü!Yaşasın sosyalist işçi-emekçi iktidarı!

BDSP(Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu)

***

Acil istemlerimiz uğruna mücadeleyi yükseltelim!

Sorunlarımız ve istemlerimiz bir bütündür. Bunların kesin vetam çözümü, kurulu kapitalist düzenin devrimci yollardan aşılmasıve yerine işçi sınıfının devrimci iktidarının kurulması ile olanaklı-dır. İşçiler ve emekçiler olarak bu gerçeği bir an bile unutmaksızın,bu temel hedefe sıkı sıkıya bağlı olarak, acil iktisadi, sosyal ve de-mokratik siyasal istemlerimiz uğruna mücadeleyi yükseltmeliyiz.

Önemli bir bölümü kamusal hizmetler kapsamında olan ve do-layısıyla yerel yönetimleri ilgilendiren aşağdaki acil istemleri de bubakış açısıyla ileri sürüyoruz. Bu istemler uğruna kararlılıkla müca-dele edeceğiz. Koparıp almak için tüm gücümüzü ve olanaklarımızıseferber edeceğiz. Bu mücadeleyi, temel istemlerimizin de eksik-sizce elde edilmesini ve uygulanmasını olanaklı kılacak olan biricikyola, devrime ve devrimci sınıf iktidarı mücadelesine bağlayacağız.

√ Herkese iş, tüm çalışanlara iş güvencesi! √ 7 saatlik işgünü, 35 saatlik çalışma haftası!√ Tüm çalışanlara genel sigorta!√ İnsanca yaşamaya yeten, vergiden muaf asgari ücret!√ Tüm dolaylı vergiler kaldırılsın! Artan oranlı gelir ve servet

vergisi!√ Herkese parasız sağlık hizmeti!√ Her düzeyde parasız eğitim!√ Herkese ihtiyaca uygun, sağlıklı, güvenli ve ucuz konut!√ Ucuz elektrik, su ve ısınma hizmetleri!√ Güvenli, hızlı ve ucuz toplu taşıma!√ Tüm yerleşim birimlerine kreş, çocuk yuvası, sağlık

merkezi, spor, kültür ve sanat kurumları!√ Bedensel ve zihinsel engellilere, yaşlılara, kimsesiz ve yetim

çocuklara bakım ve yardım!√ İnsan sağlığını, doğayı ve çevreyi gözeten bir kentleşme ve

sanayileşme!√ Ormanlar, denizler-sahiller, göller, akarsular, içme suyu

kaynakları ve tüm doğal zenginlikler halkın hizmetine sunulsun!√ Doğal kaynakların yağmalanmasına, çevrenin ve tarihsel-

kültürel mirasın tahrip edilmesine son!√ Tüm çalışanlar için grevli ve toplusözleşmeli sendika hakkı!√ Sınırsız söz, basın, örgütlenme, gösteri ve toplanma

özgürlüğü!√ Borç ödemeleri durdurulsun, tüm borçlar geçersiz sayılsın!√ İMF, DB vb. emperyalist mali kuruluşlarla kölece ilişkilere

son!√ Emperyalistlerle açık-gizli tüm anlaşmalar iptal edilsin!

İşçi sınıfı savaşacak, sosyalizm kazanacak!22

Page 23: EG 115. sayı

Uluslararası bir terör şebekesi olan NATO, ikinci emperyalist paylaşım savaşı sonrasında, 1949yılında kuruldu. Temel amacı emperyalist-kapitalist düzenin bekasını sağlamak ve Sovyetler Bir-liği’ne karşı kirli bir savaş yürütmekti. Bu amaç doğrultusunda, ezilen halkların ve işçi sınıfının mü-cadelelerine karşı kirli bir savaş en iğrenç yol ve yöntemlerle sürdürüldü. Dünyanın dört bir yanındaaçık-gizli örgütlenmeler kuruldu. Egemenler dizginleyemedikleri toplumsal hareketlenmeleri, öze-likle de devrimci hareketleri emperyalizm ve NATO yönlendirmesindeki kontrgerilla örgütlenmeleriile bastırmaya çalıştılar.

Türkiye’de de NATO tarafından örgütlenen kontrgerilla, pek çok kanlı katliama imzasını attı. 6-7Eylül, Kanlı Pazar, 1 Mayıs ‘77 katliamı, 16 Mart vb. tüm iğrenç katliamlar, bir cinayet örgütüne dö-nüşen kontra devlet gerçeğini gözler önüne seren örneklerden birkaçıdır yalnızca...

Emperyalist yağmanın tehlikeye girdiği tüm ülkelerde bu uluslararası şebeke tarafından darbelerörgütlenmiştir. Endonezya’dan Şili’ye, Arjantin’den Türkiye’ye… Kısacası başını ABD’nin çektiğibu terör şebekesinin elinde milyonlarca işçi ve emekçinin, devrimci ve komünistin kanı vardır.

İşte bu terör şebekesi 6-7 Şubat tarihlerinde emperyalist yağma üzerine pazarlık yapmak için Mü-nih’te toplandı. 45 yıldır toplanan “Münih Güvenlik Konferansı”nda bu yıl da halkların kanı üzerinekirli pazarlıklar yapıldı. Konferansın gündemi Ortadoğu, daha özelindeyse Afganistan’dı. Afganistanmeselesinde emperyalistler arasındaki anlaşmazlıklar devam etti. Afganistan’daki NATO işgal gücü-nün başını çeken ABD, diğer NATO üyelerinden Afganistan’a daha fazla destek vermelerini istedi.Bugün Afganistan’da kendileriyle birlikte bataklığa batacak müttefik askerler arıyorlar. Ancak Afga-nistan’da savaşın kazanılamayacağını bilen diğer NATO üyesi ülkeler ABD’nin önerisine sıcak bak-mıyorlar.

NATO şefi General De Hoop Scheffer, AB’yi suçlayarak, bazı AB üyesi ül-kelerin NATO-AB işbirliğini engellememeleri gerektiğini söyledi. NATOşefinin bu söylemleri NATO içindeki çatlakların büyüdü-ğünü gösteriyor.

Emperyalistler arası çıkar çatışmaları, sadece NATOüyesi ülkeler arasında değil, ABD-Rusya çekişmesi üzerin-den de dışa vuruyor. Bu çekişme Rusya’nın kendini toparladığıve daha da sertleştiği Rusya-Gürcistan Savaşı ile kendini göster-mişti. Ardından Doğu Avrupa’ya füze kalkanı konuşlandırıl-ması gündeme oturmuştu. Münih’teki konferansta bu sorun daemperyalistler arası pazarlığın konusu oldu.

NATO’yu gündemde tutan diğer bir gelişme ise, NATO’nunkuruluşunun 60. yıldönümünün kutlanacak olmasıdır. NA-TO’nun kuruluşunun 60. yıldönümü vesilesiyle Strasbourg veBaden Baden’de 3-4 Nisan tarihlerinde emperyalistler bir araya ge-lecekler. Ellerinde milyonlarca insanın kanı olan bu suç şebekesininkuruluşunu kutlayacaklar.

Emperyalist gericilik tarafından kutlamalara konu edilen bu uğursuzyıldönümü üzerinden NATO’nun etkili bir teşhirinin yapılması göreviönümüzde durmaktadır. NATO’dan çıkılması ve tüm emperyalist ku-rumlarla ilişkilerin kesilmesi talebi yükseltilmeli, bu anti-emperyalist is-temler anti-kapitalist bir hatta yürütülmeli, hedefe aynı zamanda işbirlikçi burjuvazi ve onunçürümüş devleti konulmalıdır. 23

Emperyalizmin terör

şebekesi NATO

60. yılını

kutluyor

Page 24: EG 115. sayı

1985’ten beri Tuzla tersanelerinde 120, kot taşlamada ise ülke ge-nelinde 39 işçi yaşamını yitirdi. Bu sadece tespit edilebilen sayı. Gö-zünü kar hırsı bürümüş kapitalist patronların basit önlemleri almamasıyüzünden işçiler hayatlarını kaybediyorlar. Bunca işçinin hayatını kay-betmesine rağmen ölümlerin hala devam ediyor olması ise, patronlarınkendiliklerinden önlem almayacaklarını, onları buna zorlayacak birbaskının gerekli olduğunu gösteriyor.

Tuzla tersanelerinde meydana gelen son iş cinayeti Cemil Akgüladlı bir işçinin elektrik akımına kapılması nedeniyle gerçekleşti. CemilAkgül 2009’da tersanelerde ölen üçüncü işçi. İki ayda üç işçinin öl-mesi durumun vahametini gözler önüne seriyor. Tuzla’da akıllara kazı-nan bir diğer cinayet ise, bir filikanın taşıması gereken yük miktarınıtaşıyıp taşımayadığının denenmesi sırasında kum torbası yerine kulla-nılan işçilerden 3’ünün hayatını kaybetmesi, 11’inin ise yaralanma-sıydı. Bu kaza işçilerin nasıl göz göre göre ölüme gönderildiğini açıkçaortaya koymuştu. Ölüm işçileri molada bile yakalayabiliyor. Hızır Ak-bulut’un ölümünde olduğu gibi. Tuzla tersanelerinde sigara yakmakbile birkaç kez düşünmek gerekiyor. Akbulut’un ölümü şöyle gerçekle-şiyor: Akbulut temizlik için yeni boyanan bir tanka girer. Fanı olma-dığı için havası kirli olan ve gaz ölçümü yapılmayan tankta sigarayakılması ile işçinin tulumu tutuşur, Akbulut yanarak hayatını kaybe-der. Bu aynı tersanede beş gün arayla meydana gelen ikinci iş cinayeti-dir. Tersanelerde bu şekilde meydana gelen tam 120 iş cinayeti var.İşçilerin eldivenleri ve baretleri bile yaptıkları işe uygun değil. Halat-ları olmadan metrelerce yükseklikte çalışıyorlar.

Ölümlerin nedeni bu kadar açıkken, hala sorunun kaynağı “okumayazma bilmeyen cahil işçiler” olarak gösterilmeye çalışılıyor. İş cina-yetlerinin sürmesine, ağırlaşan çalışma koşullarına ve alınmayan gü-venlik önlemlerine rağmen tersanelere verilen cezalar 1-2 ay gibicaydırıcı olmayan bir süreyle sınırlı kalıyor. Örneğin, filika kazasındaüç işçinin öldüğü GİSAN Tersanesi’ne yalnızca 20 gün kapatma cezasıverildi. Üstelik bu kapatma cezaları, patronlardan çok işçilerin korkulurüyası oluyor. Çünkü işçiler ücretsiz izne çıkarılıyor ya da işlerini kay-bedebiliyorlar.

İşçiler iş kazalarının yanı sıra toz, gürültü, titreşim gibi nedenlerlede birçok meslek hastalığına yakalanma riskiyle karşı karşı-yalar.

Tekstilin kot taşlama sektöründe şimdiye kadar meslek

hastalığından ölen ve kayda geçen 39 işçi var. Rodeo, kot zımpara-lama, kot beyazlatmada kullanılan teknikler işçilerin toz, kum, kimya-sal gibi solunum yoluyla alınan malzemelerle çalışmasını gerektiriyor.Kot işçilerinin birçoğunun çeşitli meslek hastalıklarına yakalandığı bi-liniyor. Bunlardan öne çıkanı ise tedavisi olmayan bir akciğer hastalığıolan “silikozis” tir. Silikosiz hastalığı sektörde çalışmaya genç yaştabaşlayan işçilerin 1-2 yıl içinde hastalanmasına yol açıyor. Bu hastalıkmadencilerde normalde 20-30 yıl sonra ortaya çıkıyor. Ölümcül olanbu hastalığa işçilerin yakalanma sebebi, kumla çalışılan atölyelerdekum ziyan olmasın diye havalandırma kullanılmaması ve değeri sa-dece 50 TL olan maskelerin işçilere verilmemesidir. Bu maskeler ye-rine bez maske veriliyor, bazen de maske hiç kullanılmıyor. İşçilerçoğu zaman hasta olduklarının farkına bile varamıyorlar. Fark ettikle-rinde ise tedavi için çok geç kalınmış oluyor. Çoğunlukla da hastalıkilk olarak verem zannedilerek işçilere yanlış tedavi uygulanıyor.

Kapitalizmin dayattığı yoksulluk ve işsizlik, işçilerin hayatları pa-hasına 350 TL gibi insanca yaşamaya yetmeyen maaşlarla ve uzunmesai saatleri ile çalışmalarına neden oluyor. Üstelik aynı iş makine,robot ya da zararsız kimyasallar kullanılarak da yapılabilirken, mali-yeti arttırmaması için kapitalist patron tarafından tercih edilmiyor. İşçi-lerin çoğu sigortasız çalıştığından, hastalığa yakalandıklarındaçalıştıklarını ispatlayamadıkları için 20-30 bin TL civarındaki tazmi-natı alamıyorlar. Onun yerine iş göremez raporu alıp 60-80 TL gibi birmaaşa bağlanıyorlar.

Kapitalizmin krizinin ağırlaştığı, işsizliğin ve yoksulluğun boyutla-rının alabildiğine arttığı bugünlerde hayatını tehlikeye atarak çalışabi-leceklerin sayısı da artıyor. Bu ise patronların sen çalışmazsan başkasıçalışır tehditiyle çalışma koşullarını pervasızca kötüleştirmesine nedenoluyor. Kriz nedeniyle karları azalan kapitalist patronlar, bu düşüşünfaturasını işçilerden çıkarma yoluna gidiyorlar. Tersanelerde son dö-nemde birçok işçi işten çıkarıldı.

Tersane ve kot işçileri bu saldırılara ancak birlikte ve kararlı bir şe-kilde mücadele ederek karşı koyabilirler. Onca ölüme karşın hala te-melli bir önlem alınmaması ve işçilerin aynı koşullarda, hatta daha daağırlaştırılarak çalıştırılması, konuyla ilgileniyormuş gibi görünen dev-letin samimiyetsizliğini de bir kez daha gözler önüne seriyor.

İşçi ölümleri ancak sınıfın militan mücadelesiyle sonlanacaktır. İn-sanca bir yaşam ancak sosyalizm ile mümkün olacaktır.

24

Page 25: EG 115. sayı

2525

- Kaç gündür direniştesiniz? Sendikalaşmave işten atılma sürecinizden bahsedebilir misi-niz?

Hikmet Özer (Sinter Metal işçisi): 70güne yakındır direnişteyiz. İlk olarak 38 ki-şiyle başladık. Ondan sonra içeride bir tedir-ginlik vardı. Bayağı bir baskı altındaçalışıyorduk, yönetim, idareciler, şefler ba-kımından... Öyle ki, tuvalete giderken bilekapıların altından bakılıyordu. Dakika tutuluyordu, niye5 dakika kaldın, niye 7 dakika kaldın diye.

İçeride bir potansiyelin olduğunu yaz döneminde görüyordum. Fakat bana deseydi-niz ki, 21 Aralık’ta Sinter Metal’de direniş olacak mı, bunu pek hayal edemezdim. Benim geçmişimde biraz sendikalarla, grevlerle, eylemlerle geçti. Bu nedenle Sinter’de bir potansiyel olduğunun farkın-daydım, ama bir direniş düşünmüyordum.

Belli arkadaşları işten çıkarttılar. Biz ayın 19’unda gece vardiyasında sendikaya gidecektik, arkadaş-larımıza destek vermek için. Gece 24:00 sularında müdürümüz bizimle toplantı yaptı. Tabii sorduk, 38işçi neden atıldı diye. Performans düşüklüğü vb., dedi. Oysa o arkadaşlarımız çift makinaya bakmaya-caklarını söylemişlerdi. İki tane makinaya bakmamızı istiyorlardı, biz bunu istemedik. Bizi yarış atı gibikoşturdular. Ne kadar çok parça yaparsanız, o kadar iyisiniz. Hatta bunun en baş rolünü de bana oynattı-lar, saflığımdan yararlanıp. İşte “Sen fazla parça yapıyorsun, senin yaşın 40-42, diğerleri yapamıyor”diye... Beni piyon olarak kullandılar. Ben de mühendislerin lafına bakarak fazla parça yapıyordum.

Ayın 19’unda yapılan toplantıda müdür, “bundan sonra işten atılmak kati surette yok” dedi. Fakatonlar da bize karşı hummalı bir çalışma yapıyordu. Ben arkadaşlarıma, “bakın arkadaşlar içimizdemuhbir var, ajan var, kameralardan bizi görüyorlar, bunu kendi aramızda yapalım” dedim. Gece saat04:00’te Bostancı’ya gidip sendikamıza üye olacağız. Bunu duyuyorlar, birileri bizi ihbar ediyor. Saat01.30’da bizi apar topar topladılar, evimize gönderdiler, yani çıkışımızın en az iki saat öncesinden...Normalde böyle bir şey yoktu. Cumartesi-Pazar gelmeyin dediler, Pazartesi işe başlayacağız.

Pazartesi sabahı, ayın 22’sinde işe geldik. Burada İMES’in bir arabası var, polislerin arabası. Onuniçinden bir bayan megafonla bağırarak, 381 kişinin ismini tek tek okudu. Canı yanan içeri... İlk önceiçeri atlayanlardan birisi de bendim. Beni görenler dediler, “Hikmet atlıyor biz de atlayalım”. Girdik,içeriyi işgal ettik. İşgal ettik ama, Sinter’in patronu Olgun Tanberk daha işgal görmüş sayılmaz. ‘91-93’te Delphi’deki (eski ismi Pakka) işgali görmedi. Burada onun herhangi bir iğnesine zarar gelmedi.Yetkililer gelip bunu teyit ettiler. Sendikamızı da çağırdık, iki gün burayı işgal ettik. Sonra bizi çıkarttı-lar. Şimdi eylemlerimize burada devam ediyoruz. Bunun sonuç vereceğinden eminim, fakat dağılmaz-sak...

Bir ayrıntı daha... Ocak’tan bu yana beni aşağı yukarı yirmi defa çağırdılar. Bana çeşit çeşit teklif-lerde bulundular. Gel dediler, seni direk Sinter’e alacağız. Ben dedim, arkadaşlarımla gelirim. Arkadaş-larını bırak gel dediler. Ondan sonra beni Kadıköy’e gönderdiler, Smartt Bilgisayar adı altında. Gittimoraya, Sinter çıktı. Sonra geldim sendikama haber verdim.

Şubat’ın 20’sinde mahkemeye çıktık. İkinci mahkemeyi Mart’ın 20’sine attılar. Benim tahminim, se-çimlerden sonra üçüncü mahkeme olur. Biz kazanacağız, ben öyle düşünüyorum.

Direnişteki Sinter ve Gürsaş

işçileriyle konuştuk…

�İşçiler olarak tek kurtuluş yolumuz var: Birlik ve beraberlik!”

Page 26: EG 115. sayı

- İçerideki çalışma koşulları nasıl? Sizi sendikaya üye olmayagötüren sebepler nelerdi?

Lale Balta (Sinter işçisi): İlk başta çalışma koşullarımıziyiydi, sosyal haklarımızı alıyorduk. Fakat patron parayı gördükçegözü açıldı. İşyeri büyümeye başladıkça biz işçiler küçüldük. Eli-mizden sosyal haklarımız alınmaya başlandı. Çalışırken de üzeri-mizde çok fazla baskı oluşturuldu, yasaklar artmaya başladı.Çalışırken tuvalete gitmek bile yasaktı. Yanındakiyle konuşmak ya-saktı. Üretilecek adet baskısı vardı bir de. Sürekli “daha çok ürete-ceksin, daha çok üreteceksin” diye üzerimizde baskılar vardı.Kimseyle konuşmayacaksın, robot gibi sürekli tezgahın başında 10saat çalışacaksın... Bu dayatılıyordu bize. 19 Aralık’ta sendikayaüye olduk, 22 Aralık’ta da işten atıldık. Patron tazminatlarımızı davermedi. İçeride 2 milyara yakın alacağımız var. Bütün alacakları-mızı almak, sendikayla beraber içeriye girmek istiyoruz.

Muammer Kocael (Gürsaş işçisi): İçerideki çalışma koşullarıçok kötü. 500 lira maaş alıyorduk. Sendika olayı duyulduktan sonrapatron yemeklerimizde, servislerimizde kısıtlamalara gitti. Servis-lerimiz kaldırılma derecesine geldi. Biz de buna karşı tek çareyi ör-gütlenmede bulduk ve örgütlendik. Bu süreçte işten atıldık. 4Şubat’ta arandık ve işe gelmememiz söylendi. Fakat biz aynı şe-kilde işe geldik. Kapıda güvenlikler vardı, polisler vardı. Bizi içerisokmamaya çalıştılar. Tabii biz girdik. İçeride maaş alacaklarımızvardı. Bunları aldık ve sonrasında çıkmak zorunda kaldık. Bir aydırdirenişteyiz. Benim bugün 28. günüm, diğer arkadaşlarımın ise 70.günü.

- Direnişi büyütmek için sizce neler yapılabilir?Özhan (Gürsaş işçisi): Sinter işçileriyle ortak bir komite kur-

duk, bazı kararlar aldık, neler yapabileceğimize, hangi eylemlerekatılabileceğimize dair. Ümraniye’de, Sarıgazi’de, Dudullu’da yü-rüyüşler yapmayı düşünüyoruz. Basın açıklamaları yapacağız. Eli-mizden geldiğince bildiri dağıtıyoruz. Yapılması gereken benceSinter ve Gürsaş sınırlarını aşmak, Dudullu Organize Havza-sı’ndaki bütün işçileri bilgilendirmek, bilinçlendirmek olmalı.Diğer işyerlerindeki tanıdıklarımızla konuşmak, tanımıyorsak bil-diri vermek... Direnişimizden bahsetmek, kaçıncı günde olduğu-muzu, neler çektiğimizi, onların nelerle karşılaşacaklarınıanlatmak...

Özgür Karaçiftçi (Gürsaş işçisi): Yürüyüşler, basın açıklama-ları yapmak, gerekirse ev ev dolaşmak… Sinter işçileriyle ortak ko-mite kuruldu, eğitim çalışmalarımız olacak. 70. güne geldik, dahaönce kurabilirdik bu komiteyi. Burada oturmakla olmaz. Biz 24kişi işten atıldık fakat 8 kişi direniyoruz. O arkadaşlarımız evinde

yatmayı burada direnmeye tercih ediyorsa, bu bizim eksikliğimiz-dir. Demek ki neden burada durduğumuzu, kime karşı savaştığımızıonlara anlatamamışız. Başka fabrikaları geçin, Sinter ile Gürsaşarasında ortak bir direniş sergilememiz, o ilişkiyi pekiştirmemizgerekiyor. İşçiler olarak tek kurtuluş yolumuz var: Birlik ve bera-berlik! Ne gerekiyorsa yapmalıyız. Sovyetler’de yapılan buradaneden yapılmasın?

- Bu direniş size neler öğretti?Muammer Kocael (Gürsaş işçisi): Ben örgütlülüğün önemini

ilk defa burada öğrenmiş birisiyim. Örgütlenmek demek hakkınıaramak demek. Biz de burada hak nasıl aranır, hangi yollardan ara-nır onları öğrendik. Sonuna kadar da gideceğiz.

Özhan (Gürsaş işçisi): Biz örgütlü olarak patrona karşı müca-dele edebilmek için, haklarımızı alabilmek için birlik yolunu seçtik.Anayasal hakkımızı kullandık, sendikaya üye olduk. Yapmamız ge-reken, bir olup kapitalizme karşı mücadele vermek. Ben bu dire-nişte bunu öğrendim. Maddi olarak bir kazancım olmasa da budirenişte biz bilinçlendik, o yüzden kazandık zaten. Bence önemliolan da budur.

- Yerel seçimlerin gündeme gelmesiyle birlikte birçok siyasiparti çeşitli vaatlerde bulunmaya, işçileri ziyaret etmeye başladı.Bu konuda bir şeyler söylemek ister misiniz?

Hikmet Özer (Sinter Metal işçisi): Bunlar oy avcılığındanbaşka bir şey değil. Seçim zamanı hazineden bu siyasi partilerin afişlerine trilyonlar veriliyor. Bir arabayı giydirmenin kaça mal ol-duğunu ben çok iyi biliyorum. Seçmen bunu bilmiyor. Seçmen birpaket makarnaya, bir çuval kömüre oyunu değiştiriyorsa o seçmende seçmen değildir. Tamam al, bu devletin malı değil bizim malı-mız. Fakat iktidarın elinde olduğu için iktidar bunu çok iyi kullanı-yor. Ben diyorum ki, işçilere iş versinler. Biz iş istiyoruz, bir beyazeşya veya buzdolabı istemiyoruz. Benim işim olduktan sonra aşımda olur, eşyam da olur. Suyu olmayan yere çamaşır makinesi veri-yorsun, elektriği olmayan yere buzdolabı veriyorsun. Tezatlar ülke-sinde yaşıyoruz. Dolayısıyla ben bunların bir seçim yatırımıolduğunu düşünüyorum.

Al birini vur ötekine. Çünkü sistemdeki mevcut partilerin hepsiAmerika’nın piyonu, emperyalizme çanak tutan insanlar. Ben hiç-bir zaman çekinmedim, şimdi de çekinmiyorum. Bunların hepsidüzen partisi. Biz sadaka istemiyoruz, alnımızın akıyla insan gibionurlu çalışıp onurlu geçinmek istiyoruz. Yoksa bunların hepsi hi-kaye. Seçimden sonra hiçbir parti gelip bizi ziyaret etmeyecek.

Dün başbakan kobilere 1 milyar TL yardımdan bahsediyordu.“Kobilere yardım yaptık, işçileri çıkarmayın” diyordu. Sen bunuüç ay evvel söyleyecektin. Hiçbirinin ağzından ben bugüne kadarduymadım, asgari ücret bu kadar olacak diye. Milletvekillerininzaten hepsi işveren. Kemal Unakıtan’dan tutun da bilmem kiminekadar hepsinin bir sürü şaibesi çıkıyor. Yıllardan beri böyle gelmişböyle gider demiyorum, gitmemesi lazım, gitmeyecek de.

Muammer Kocael (Gürsaş işçisi): Hiçbirinden hiçbir şey bek-lemiyorum. Buraya gelip vaatlerde bulunuyorlar, ama hepsi boş.

Özgür Karaçiftçi (Gürsaş işçisi): Hiçbir düzen partisi bizimyanımızda değil. Kendi çıkarları için birbirlerini suçluyorlar, çamuratıyorlar. Bu düzenin yıkılması lazım.

Teşekkür ederiz…26

Page 27: EG 115. sayı

Emekçileri “teğet geçen” krizin yüzbinlerce insanı işinden ettiği,milyonları daha fazla sefalete sürüklediği bir sürecin içindeyiz. İşçi-emekçileri yokluğa, yoksulluğa, sefalete, işsizliğe sürükleyen bu krizdoğal olarak aynı işçi-emekçilerin tepkisini ve öfkesini de koşullamak-tadır. Bunu fabrika işgalleriyle, direnişlerle de açıkça görebilmekteyiz.Emekçiler cephesinden büyüyen hoşnutsuzluk sermayenin korkulu rü-yasıdır.

Bu noktada sermaye için “seçimler” emekçilerin mücadele dina-miklerini köreltebilmek için uygun bir araç olabilmektedir. Seçimleremekçilerin öfkesini sandığa gömmeyi, onların bilincini bulandırmayıamaçlamaktadır. Söz konusu seçimler ve sandık olunca da Ameri-kan’cı, İMF’ci düzen uşakları rüşvette ve oy avcılığında sınır tanıma-dan birbirleriyle yarışmaktadırlar. Örneğin AKP aç bıraktığı işçilereemekçilere erzak ve kömür “yardımı”, suyu ve elektriği olmayan köy-lere beyaz eşya “yardımı” yapmaktadır. Durum o kadar traji-komiktirki, adeta dalga geçercesine, “bunca zaman sizi böyle elektriksiz vesusuz bıraktık ama sizin oyunuz aşağı yukarı bir çamaşır makinesi tu-tarındadır”, “sevgili vatandaş, bunca zaman seni aç koyduk, faturala-rına zam yaptık, çoluğunu çocuğunu perişan ettik ama sizin oyunuz daaşağı yukarı şu kadar erzak tutarındadır” denebilmektedir…

İşin trajik yanı ise, insanların onurlarıyla bu kadar kolay oynana-bilmesidir. Sefalete mahkum edilen milyonları bu seçim rüşvetlerinialmak durumunda bırakmalarıdır. Bir sadaka toplumu yaratmaları vesonra dönüp gerçekleştirdikleri seçim yatırımlarından, “sosyal devlet”uygulamaları diye bahsedebilmeleridir.

İşler sadece bu tür maddi yardımlarla kalmamaktadır. Seçim yatı-rımı illa ekonomik yönlü olacak değil ya! CHP de oy avcılığına“Kuran kursları açılması gerekliliği”ni ifade ederek, “türbanlı partili-ler” açılımı yaparak devam etmektedir. Oysa düne kadar türban üzerin-den sahte bir laiklik çığırtkanlığı yapanlar bunlardı.

Aralarında temelde hiçbir fark bulunmaksızın bütün düzen partileri

tüm ikiyüzlülükleriyle işçi ve emekçileri kandırabilme telaşındadırlar. Sanki işçileri açlığa sefalete sürükleyen kendileri değillermiş gibi,

sanki İMF anlaşmalarını uşakça uygulayan, kirli savaşları destekleyenonlar değillermiş gibi şimdi kalkmış erzak, kömür, beyaz eşya rüşvet-leriyle yoksulluğu kullanmakta, emekçilerin onuru ile oynamaktadırlar.

Bütün bu şarlatanlıklara son vermek, işçi ve emekçileri yıkıma gö-türen bu çürümüş sermaye düzenine dur demekten geçmektedir. Çürü-müş düzene dur demekse rüşvetçi düzen uşaklarıyla her alandahesaplaşmakla mümkündür.

Eskişehir’den bir Ekim Gençliği okuru

Düzen partilerinin yalanlarına ve

sadakalarına

karnımız tok!

Bir damla temiz su için bile sosyalizm!Kapitalizmin fabrikaları bir yandan işçileri azgınca sömürüp yok-

sulluk ve sefaleti dayatırken, bir yandan da yarattığı zehirli gazlar veatıklarla dünyanın geleceğini tehlikeye atmaktadır.

Kapitalizm nükleer santrallerle ölüm saçmakta, atmosferi delen ze-hirli gazlarıyla kutuplardaki buzulların erimesine, iklimlerin değişme-sine neden olmaktadır.

Kapitalizm insanlığa yaşattığı zulmü doğaya da yaşatmaktadır. Herzaman olduğu gibi bunun da faturası işçi ve emekçilere kesilmektedir.

Şimdi de su kaynaklarının “kıtlığı” bahane edilerek milyonlar su-suzluğa mahkûm edilmek istenmektedir. Aslında temel bir hak olan ge-reken su hizmetleri özelleştirilmek istenmektedir. Böylece tümüyleticarileşen su büyüyen faturalar olarak emekçilerin karşısına çıkarıla-caktır.

1992 yılında Dublin’de yapılan “Su ve Çevre Konferansı”nda su ti-cari bir mal olarak kabul edilmiştir. Bu konferansta çıkan sonuca göre,su kaynaklarının korunabilmesi için işletilmesi gerekmektedir. Bununiçin su kaynaklarının, şehirlerin içme ve kullanma suyu dağıtımlarının,

faturalamaları ve işletmelerinin özelleştirilebilmesi gerekmektedir.1996’da kurulan ve suyun ticari bir mal olduğunu meşrulaştırmaya

çalışan Dünya Su Konseyi her üç yılda bir “Dünya Su Forumu”nu yap-maktadır. Beşincisi, 16-22 Mart 2009 tarihlerinde İstanbul’da gerçekle-şecektir.

Sermayeye göre suyun etkili kullanılabilmesi, su kaynaklarının ko-runabilmesi için ticarileştirilmesi gerekmektedir. İşçi ve emekçilerinkarın tokluğuna fabrikalarında çalışması yetmemekte, suyu ticarileşti-rilmesiyle bu alan da karın ve sömürünün konusu haline getirilmek is-tenmektedir. Kapitalistlerin emekçilere çözüm olarak sunduğu budur.

Su kaynaklarının özelleştirilmeye çalışıldığı Uruguay’da halksuyun şirketlere devredilerek ticari bir metaya dönüştürülmeye çalışıl-masına karşı büyük bir tepki göstermiştir. “Mavi akım hareketi” olarakadlandırılan Uruguay halkının baskısı sonucu sermayenin bu girişimişimdilik boşa düşürülmüştür.

Kapitalizm yıkılmadıkça, sınıfsız, sömürüsüz bir düzen kurulma-dıkça dünyamız talan edilmeye devam edecektir. Temiz bir dünya için,bir damla temiz su için bile çözüm devrimde ve sosya-lizmdedir! 2727

Page 28: EG 115. sayı

Sömürü üzerine kurulu olan kapitalist sistemin neden olduğu sa-yısız sorunun en somut yansımaları kentler üzerinden görülmekte-dir. Gitgide derinleşen sınıfsal çatışmalar ve buna bağlı olarakkeskinleşen fiziksel ve sosyal ayrışmalar net bir şekilde gözlemle-nebilmektedir.

İstanbul’un planlanması: “Girişimci kent”, “kültür başkenti”,

“rant”, “kentsel dönüşüm”, “ayrışma”, “gecekondu”, “kapalı

site”, “rezidans”...

İstanbul’da bir yandan uluslararası sermayenin desteğiyle kapalısiteler, rezidanslar inşa edilirken, bir yandan da “tehdit unsurları”yok edilerek “sorundan” kurtulmak amacıyla “kentsel dönüşüm”projeleri gerçekleştirilmektedir.

Buna çarpıcı bir örnek olarak yakın zamanda Sulukule’de yaşa-nanlar gösterilebilir. Sulukule’de “kentsel dönüşüm” adı altında,hem sınıfsal ham da etnik kökenleri nedeniyle ezilen Romanlar rantkaygısı ile yerlerinden edilmişlerdir.

İstanbul’da kentsel koruma adına, sınırları çizilen ve yasalarlada “güvence” altına alınan sit alanları belirlenmiştir. Bu koruma

amaçlı planlara Boğaziçive Tarihi Yarımada için ge-liştirilen imar planları

örnek olarak verilebilir.Bunların sonucunda, anıt

eserlerin ve kısmen tescilli ya-pıların korunduğu, ancak tarihidokunun korunamadığı bir geli-şim yaşanmıştır. Ancak “bü-tüncül” planlama anlayışındanda tam olarak vazgeçilmemiştir.Bu çabanın sonucu olarak 2006yılında onaylanan ancak dahasonra meslek odalarının tepkisiile iptal edilen İstanbul İl ÇevreDüzeni Planı’nın yerel seçim-lerden hemen önce onaylanmasıgösterilebilir. Plan, orman alan-larını ve su havzalarını imara

açmakta, “sürdürülebilirliğinsağlanması”, “kültür ve tu-rizm başkenti olma” gibi son

dönemlerde popüler olan baş-lıkları hedef olarak göster-mektedir.

İstanbul’da“kentsel

planlama” adına alınan kararlara ve uygulamalara bakıldığında,neo-liberal politikaların temel alındığı görülmektedir. Kent hızladeğişmekte ve dönüşmektedir. Ancak bu, işçi ve emekçiler içinyaşam koşullarının her geçen gün zorlaşması anlamına gelmektedir.

Yerel seçimler ve yayılan sahte hayaller

Yerel seçimler ile birlikte kentlere ilişkin vaatler tekrar gün-deme gelmiştir. Hem düzen partilerinin hem de reformist solun va-atlerinin ana eksenini sağlıksız kent koşullarının iyileştirilmesioluşturmaktadır. Düzen partileri tarafından “dar gelirli”, reformistsol tarafından ise işçi ve emekçiler olarak tanımlanan kesimin ihti-yaçlarının giderilmesinden sözedilmektedir. Söylemler pek çoknoktada ortaklaşmaktadır. Örneğin CHP İstanbul Büyükşehir Bele-diye Başkan adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun hedeflediği İstanbulşöyle tanımlanmaktadır: “Saydamlığın en yüksek olduğu, rüşvetinhiç olmadığı, dar gelirli insanlarımızın insanca yaşama olanakla-rına onurlu yollarla sahip olabildiği, 20 yaşından küçük 4 milyongencine ve çocuğuna dünya standartlarında eğitim, spor, sanat im-kanı sağlanmış, yeniden zenginleşen ve zenginliğini hakça payla-şan bir dünya kenti.”

Düzen partileri, nasıl gerçekleştireceklerine dair hiçbir açıkla-mada bulunmadıkları vaatleri oy toplama aracı olarak kullanmakta-dırlar. Reformist sol ise, “yerel belediyecilik”, “sosyal belediyeanlayışı” gibi tanımlamalarla ve “birlikte başarabiliriz” türündenortaklaşmalarla, yerel iktidarın işçi ve emekçilerin sorunlarının çö-zülmesinde araç olacağı hayalini yaymaktadır.

“Mevcut siyasal ve anayasal yapı ve esaslara göre, ‘yerel yöne-tim’ler, ülkenin genel siyasetini etkilemek bir yana, herhangi bir si-yasal yetkiden bile yoksundurlar. Ülkenin siyasetini belirlemek,bütçesini oluşturmak, kaynaklarını yönetmek merkezi iktidarın elin-dedir. Aynı ‘merkezi iktidar’ın bu belirleme, oluşturma ve yönetmeyetkisi dolaysız biçimde yerelleri de kapsamaktadır. Bu anlamda ik-tidar gücü ve yetkisi bölünmez bir bütün oluşturmaktadır. Dahası,anayasa tarafından da güvence altına alınan siyasal işleyiş gereği,‘yerel yönetim’ler ‘merkezi iktidar’a uyum sağlamak, onun çizdiğigenel çerçeve içinde davranmak, onun denetimine ve müdahalele-rine tabi olmak zorundadırlar. (Mevcut anayasa bunu dosdoğru,

merkezi iktidarın belediyeler üzerindeki ‘idari vesayet yetkisi’olarak tanımlamaktadır.) Bitmedi; yerel yönetimin, üstlen-diği kamusal hizmetleri bir ölçüde olsun yerine getirebil-mek için bağımsız bir bütçesi olmadığı için, ‘merkezi

iktidar’a bir de buradan gelen dolaysız bir mali bağımlı-lığı vardır ve gerisin geri siyasi-idari bağımlılığı pekişti-ren bir rol oynamaktadır” (“Yerel iktidarlaşma”

hayalleri ve yerel yönetim gerçeği, H. Fırat)Bu değerlendirme, kent yönetiminin kapitalist sistemin

işleyişinden bağımsız olarak ele alınmayacağı gerçeğininözlü bir biçimde ortaya koymaktadır. Kapitalist sistem do-

ğası gereği işçi ve emekçilerin sorunlarına çare üretmeye-cektir. Yaşanabilir bir kent ancak sosyalist bir toplumsal

düzende mümkündür!

İstanbul örneği üzerinden kapitalizmde kent gerçeği...

Yaşanabilir bir kent sosyalizm ile mümkündür!

28

Page 29: EG 115. sayı

“İsrail’in iki çocuk annesi Dışişleri Bakanı ve İsrail Meclisi’nde çoğunluktaki Kadima Par-tisi’nin lideri Tzipi Livni’ye, MOSSAD‘da suikast timi ajanı olarak çalıştığı dönemde verdiğibir röportajda bilgi almak için kimseyle birlikte olup olmadığı sorulmuştu. Livni, yasal olmasada vatanı için gerekirse birini öldürebileceğini belirtirken, ülkesi için birisiyle yatağa girmesi-nin gerekmediğini, ancak böyle bir görev verilse ne cevap vereceğini bilemediğini söylemiş ve‘Eğer bana ülkem için biriyle yatağa girip girmediğimi soruyorsunuz cevabım hayır. Amaböyle bir şey istenseydi, nasıl bir cevap vereceğimi bilemezdim ama ofiste herkes için uygun işvardır’ demişti. Livni’nin 14 yıl önce politikaya yeni atıldığı dönemde verdiği röportajın ordutarafından sansürlenmemiş tam metni Yediot Ahranot Gazetesi’nde yayınlanmıştı.”

İsrail İçişleri Bakanına sorulan “Bilgi almak için kimseyle birlikte oldunuz mu?” sorusugeçtiğimiz günlerde burjuva medyanın en önemli gündemlerinden biri haline geldi. “Vatan” ve“namus” kavramlarının tabu olduğu coğrafyamızda bu soru manken, oyuncu, şarkıcı, yazar vb.kadınlara yöneltildi. Bu soruya örneğin manken Tuğba Özay“Gözlerimi kaparım vazifemi ya-parım” diye cevap verirken, Yeliz Yeşilmen“ülkem için her şeyi yaparım ama yatak asla” de-miştir. Kısacası, klişeleşen yanıtların ötesine geçilememiştir.

Kadın cinselliğine bakışta namus üzerinden şekillenen gerici anlayış nedeniyle verilen ce-vaplar merak konusu oluyor: “Namus” mu yoksa “vatan” mı?

Emperyalist siyonist çıkarlar için yüzlerce insanın kıyımına onay veren İsrail’in kadın İçişleri Ba-kanı soruya “bilmiyorum” cevabını vermiş. Peki acaba İsrail askerleri Filistinli yüzlerce kadına teca-vüz ederken, tereddüt etmişler midir ? Öyleyse kim daha “vatansever”!?

“Namus” kavramı ataerkil gerici kültürün bir yansıması olarak salt kadın cinselliği üzerinden or-taya konulduğu için, “kim daha namuslu?” sorusunun muhatabı da dolaysız olarak kadınlar oluyor.Eğer bu soru bir kadına değil de erkeğe sorulsaydı, muhtemelen “evet” demekte tereddüt etmez vebu durumda da kimse onu “namussuzluk”la suçlamazdı.

Peki ya “vatan”? Bugün dünyada yürütülen gerici savaşlarda binlerce, onbinlerce insan emperya-list tekellerin çıkarları uğruna ölürken ya da öldürürken, hep bu kelime çıkmaktadır karşımıza.“Vatan” denilerek yüceltilen anlayış, kitlelerin ırkçı-şovenist ya da siyonist histeriyle kışkırtılmasınısağlayan, kitleleri kendi sorunlarından uzaklaştıran bir göz bağından başka bir şey değildir. “Vatan”kavramı üzerinden yaratılan paronaya ile burjuvazi, kitlelerin sisteme yönelik her türlü tepkisini sap-tırmayı hedeflemektedir.

“Vatan için öldürür müsün?” sorusu sorulsaydı, bakan “evet” cevabını vermekte sakınca gör-mezdi. Nitekim kendisi röportajında bunu açıklıkla belirtmiş “yasal olmasa da vatanı için gerekirsebirini öldürebileceğini” ifade etmiş. Buradan da, Gazze’de binlerce insanın katledilmesinde rol oy-nadığı için zaten tescilli bir katil olan bakan için “katillikle” suçlanmanın “namussuzlukla” suçlan-mak kadar önem arz etmediğini görmüş oluyoruz.

Burjuva medya bu tür gündemleri tirajini artırabilmek için kullanıyor. Burjuva medya olayı dahada ilginç kılmak için bir manşet atıyor: “Ünlülere soruldu: Vatan için yatar mısın?” Burada devreye,her açıdan yozlaşmış, bunu da gündem yaratıp reklam yapma çabasında olan bir grup asalak “ünlü”giriyor. Bu olay üzerinden gündem yaratma çabaları daha ne kadar devam eder bilemiyoruz. Fakatşunu çok iyi biliyoruz. Emperyalist kapitalist sistem sürdüğü sürece, saldırı altındaki ülkelerde ka-dınlar “vatanseverler” tarafından tecavüze uğrayacak. Ve nice insan, bu yıkım düzenine boyun eğme-dikleri için, karakollarda, işkencehanelerde, “vatanı için yatmakta tereddüt etmeyen” polislerin tacizve tecavüzüne maruz kalacak!

Bir ikilem olarak sorulan soruya yanıtımız tek ve nettir: Burjuvazinin çıkarları, kapitalizmin de-vamlılığı için fedakarlık yapmak, ölmek ve öldürmek değil, burjuvaziyi ve onun düzeni kapitalizmitarihin çöpülüğüne gömmek için mücadele etmektir!

Burjuvazinin “vatanseverliği”ne en iyi yanıtı Nazım Hikmet vermiştir. Burjuvazinin “vatanı”, iş-çiler ve emekçiler için işsizlik, açlık ve sefalete katlanmak, kirli savaşlara sürülmek, kardeş halklarıkatletmek demektedir. Bunlara karşı durmak, “vatan haini” olmayı gerektirmekt

“Namus” mu “vatan” mı?..

Kapitalizmin beslediği gerici anlayışlara verilecek

yanıtımız yok!

29

Page 30: EG 115. sayı

Dersim, Kızıldere, 16 Mart, 1 Mayıs ‘77, Çorum, Maraş, Sivas,Gazi, 19 Aralık, Ulucanlar, Beytüşşebap... Bunlar, sermaye devletininilk akla gelen katliamlarıdır. Özellikle devrimcilere ve Kürt halkınayönelik kirli savaşta, devletin katiamcı kimliği en çıplak bir biçimdeortaya serilmiştir.

Son dönemde tekrar gündeme gelen Güçlü Konak ve Metin Gök-tepe katliamları üzerinden ortaya saçılanlar da, bu katliamcı kimliğinörneklerinden ikisidir.

“Güçlükonak katliamını devlet yaptı”

Son süreçte, Ergenekon operasyonuna paralel olarak, sermayedevletinin birçok kirli işinde bizzat rol oynamış ya da katliamlarıngerçekleştiği dönemlerde devlet adına çeşitli görevler yapmış kişile-rin bu konularla ilgili yaptığı açıklamalar gündemden hiç düşmüyor.

1990’ların ortasında Tansu Çiller’in Başbakan, Deniz Baykal’ınise Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olduğu 52. Hükümet’inİnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanlığı görevini yapan AdnanEkmen, ‘Güçlü Konak Katliamı’ ve ‘Metin Göktepe cinayeti’ hak-kında basına açıklamalarda bulundu. Ekmen, Güçlükonak katliamınınPKK’nin değil JİTEM’in işi olduğunu ifade ederken, “Deniz Bay-kal’a, bildiklerimi Başbakan Çiller’e anlatmayı teklif ettim. Sen bilir-sin, ama Başbakan’ın bu ara işi başından aşkın deyince vazgeçtim”açıklamalarında bulundu.

Güçlükonak Katliamı 15 Ocak 1996 günü gerçekleşti. Katliamcıdevlet, dördü köy korucusu olmak üzere 11 yolcuyu bir minibüs içeri-sinde kurşunladı ve yaktı. Katliamdan sonra 16 Ocak 1996 tarihindeGenelkurmay Başkanlığı tarafından Ankara’dan Güçlükonak’a heli-kopterle getirilen gazetecilere, katliamın PKK tarafından gerçekleşti-rildiği söylendi. Gazetecilerin halkla konuşmasına izin verilmedi.

Sonraki günlerde aralarında İHD’nin de bulunduğu “Barış İçinAydınlar Grubu”, bölgede yaptıkları çalışmalar sonucunda rapor ha-zırladılar. Öldürülen 11 kişiden bir kısmının üç gün önce evlerinden

gözaltına alındıkları ve o tarihe kadar bölgedeki taburda tu-tuldukları, bir kısmının da olay günü yine evlerinden askerlertarafından göreve çıkarıldığı bu raporda yer aldı. Ayrıca bu

kişilerin vücutları, elbiseleri, üzerlerindeki hesap makinesi vb. tümmalzemeler yanarak kül olmasına rağmen tümünün kimliklerinin sa-pasağlam olması da aynı raporda yer aldı. Bunun planlı bir katliamolduğu kapaçık bir gerçek olduğu halde, olayın üstü örtüldü.

Katliamda öldürülenlerin yakınları 12 Temmuz 1996 tarihinde Av-rupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdular. Güçlükonak Katliamıdavası AİHM’e götürüldü ve Türkiye mahkûm edildi. Katledilenlerinyakınlarının açtığı davada, 10 kişiye 15’er bin avro manevi tazminatverilmesi kararlaştırıldı.

“Metin Göktepe işkencede öldürüldü”

Metin Göktepe cinayetini üzerine de konuşan Ekmen, “MetinGöktepe polis kontrolü esnasında öldürüldü” şeklinde bir açıklamayaptığını söyledi.“Başbakan, bakan, vali ve emniyet müdürünün tamtersi şeyler söylemek kolay değildi ve bunu ilk defa ben yaptım. Dev-letin bir bakanı olarak ilk defa işkencenin varlığını kabul ettim” diye-rek, bu açıklamalarından dolayı birçok tehdit aldığını ifade etti.

Metin Göktepe, Ümraniye Cezaevi operasyonunda ölen siyasi tut-sakların 8 Ocak 1996’da Alibeyköy’de yapılacak cenaze töreni sıra-sında polisler tarafından gözaltına alınmıştı. Eyüp Kapalı SporSalonu‘nda polisler tarafından dövülerek öldürülen Evrensel yazarıGöktepe’nin cesedi spor salonu ile yanında bulunan büfe arasındakialanda bulunmuştu.

Ekmen, “Araştırınca arkasından devlet çıktı. Tanıklar korkuncabiz de üzerine gidemedik. Ergenekon savcısına anlatırım” diyor. Biz-ler için bir yenilik taşımasa da, Adnan Ekmen’nin ifade ettikleri, ken-disinin de bir parçası olduğu bu düzenin katliamcı geleneğini bir kezdaha gözler önüne sermiş oldu.

BOTAŞ ölüm kuyuları!

‘90’lı yıllarda Kürdistan’da birçok kişi devlet tarafından katle-dildi, cesetleri BOTAŞ’ın asit kuyularına atıldı. Devlet bugüne kadarbunu inkar etme yoluna gitse de, itirafçıların itirafları üzerine kayıpyakınlarının Şırnak Barosu ve İHD aracılığıyla Silopi CumhuriyetBaşsavcılığı’na başvurmasıyla BOTAŞ kuyularının açılma süreci baş-latılmış oldu.

Şırnak Baro Başkanı, yaklaşık 80 dönüm alana sahip olan BOTAŞtesisi ile Sinan Lokantası’na ait alandaki iki çukurda keşif yapıldığınıifade etti. Bir itirafçının ifadeleri sonucu, 1996 ve 2004 yıllarında top-lam üç cesedin çıkarıldığı Sinan Lokantası’ndaki iki çukurun açılma-sını talep ettiklerini söyledi.

Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde!

Sermaye devletinin kirli tarihi bir kez daha, eski bir bakanın yap-mış olduğu açıklamalarla gözler önüne serilmiş oldu.

Asalak sermaye sınıfının bekçiliğini yapan tüm kapitalist devletle-rin, işçilere, emekçilere, gençliğe ve onların devrimci öncülerine karşıkatliamlar, provokasyonlar tezgahlayan bir yapı haline gelmesinin ge-risinde mevcut burjuva düzenlerin iliklerine kadar çürümesi gerçeğiduruyor. Tam bir bataklığa dönüşmüş bulunan burjuva düzen ancakçeteleşmiş bir devlet sayesinde ayakta tutulabiliyor.

Çürümüş burjuva düzen sürekli pislik üretiyor. Bu pisliğin düzenaçısından sorun oluşturduğu durumlarda ise “Ergenekon” türü operas-yonlarla sorun yaratanlar tasfiye etme yoluna gidiliyor, bir nevi “ba-ğırsak temizliği yapılıyor”. Bu süreç aynı zamanda kontralaşmışdevletin kirli işlerinin daha fazla ortaya saçılmasına neden oluyor.

Sermaye devleti yıkılıp yerine işçi-emekçi iktidarı kurulmadıkçabu pislik temizlenmeyecektir. Bunun bize en güzel örneğini 1917Ekim Devrimi vermiştir. Devrimle birlikte işçi iktidarı, Çarlık rejimi-nin tüm gizli anlaşmalarını, gizli polis arşivlerini açıklamış ve dünyaişçi-emekçileri önünde bunlar teşhir etmiştir.

Bulunduğumuz tüm alanlarda bu gerçeği ortaya sermeli, “Bu pis-liği devrim temizler!” şiarını daha güçlü bir biçimde haykırmalıyız.30

Page 31: EG 115. sayı

Son aylarda Ergenekon tutuklamaları birbirini izledi. Sözdekontrgerilla tasfiye ediliyor, Türkiye demokratikleşiyordu! Ser-maye medyası tarafından“AKP herkesi karşısına alıyor”, “Ordubu operasyonlardan rahatsız” türünden başlıklar atıldı. Gerçekteise oynanan tam bir orta oyunu idi. Operasyonun gerisinde ABDolduğu için, ordunun operasyona karşı çıkmadığı, sadece imajınınbozulmuş olmasından dolayı rahatsızlık duyduğu gelinen yerdeartık herkes tarafından biliyor. Bu arada, yıllarını ABD’ye ve ser-mayeye hizmet ile geçirmiş kimilerinin ise kollandığı görülüyor.

Bunlardan birisi emekli orgeneral Şener Eruygur. Omuzların-daki ve göğsündeki apoletler ve madalyalar bu düzenin savunul-ması uğruna ne kadar çok katliama giriştiğini simgeliyor. Ancak,Türkiye’ye biçilen yeni rollere, ABD’nin Ortadoğu planlarınauyum sağlayamayanlardan olmalı. Yine de, düzenin kirli işlerinibaşarıyla yerine getirenlerden biri olarak, onlar için bu kadarı ye-terli görülüyor. Eruygur tutuklu olduğu sırada hastaneye kaldırılı-yor. Yıllardır F Tiplerinde devrimcilere hiçbir tedavi hakkınıtanımayanlar, Şener paşalarının serbest kalması uğruna seferberoluyorlar.

İbrahim Şahin, Veli Küçük gibileri ise, fazlasıyla deşifre olduk-ları ve hükümeti hedefleyen somut eylemlerin planlayıcıları olaraköne çıktıkları için, elbette kirli savaş boyunca gerçekleştirdikleri ci-nayet ve katliamlarından dolayı değil, sadece bu çerçevede yargıla-nacaklar.

Eski Özel Harekât Dairesi Başkanvekili ve Susurlukçu İbrahimŞahin savcılıkta, Orgeneral İlker Başbuğ’un bilgisi dahilinde veGenelkurmay İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak’ıntalimatıyla 150-300 arası asker ve polisten oluşacak S-1 (Sefir) adlıbirimi oluşturmak üzere çalıştığını, bu konunun Cumhurbaşkanı veİçişleri Bakan Beşir Atalay’ın imzasından çıktığını söylüyor. “S-1ile Türkiye’nin iç temizliğinden sorumluyuz” diyen Şahin, yıllardırbu devletin devrimcilere yönelik katliamlarında ve Kürt halkınınözgürlük mücadelesine yönelik operasyonlarında görev almış biri-sidir.

Bu eli kanlı katil daha öncesinde Susurluk davasından hükümgiymiş olmasına rağmen zamanın Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezertarafından sağlık durumu nedeniyle cezasını tamamlamadan salıve-rilmiştir.

İbrahim Şahin bu açıklamaları yaptıktan sonra TSK bir açık-lama yaparak İbrahim Şahin’in söylediklerini yalanlanmıştır:“Hukuk devletine bağlılığı ile tanınan bir komutanın, 150-300 kişi-lik yasa dışı bir oluşuma ihtiyaç duyması ve bu oluşumu, daha önceaynı tip bir olaydan dolayı mahkum olmuş ve sağlık durumu tartış-malı olan bir kişiyle yapmaya kalkmasını düşünmek, gülünç vegayri ciddi bir durumdur.”

İbrahim Şahin de TSK’nın açıklaması üzerine geri adım atmış,TSK’ya yönelik hiçbir iddiası olmadığını ve görüşme yapmadığını

açıklamıştır. Çünkü devletin kirli işlerini yürütenler “çenelerini tut-mak” zorundadırlar.

“Kısacası, Ergenekon operasyonlarıyla yapılan, kontrgerilla-nın tasfiyesi ya da ordunun siyasal sistem üzerindeki ağırlığının az-altılarak demokratikleşmenin yolunun açılması değil, ABD’ninmerkezinde durduğu kurulu devlet sistemini yeniden yapılandır-mak, kadrolarını değiştirmek, eskilerini tasfiye edip yerine yenile-rini koymaktır. Bu sürecin demokratikleşme ve kontrgerillanıntasfiyesi gibi gösterilmesi ise, bu operasyonun gerçek amaçlarınıgizlemek ve istenilen doğrultuda ilerletilmesi için gerekli siyasaldesteği sağlamak içindir.”(Ergenekon’un yeni dalgası, Kızıl Bay-rak, Sayı: 2009/02)

Konrtralaşan ve kendi halkına karşı bir cinayet örgütüne dönü-şen bir devlet gerçeği ile yüzyüzeyiz. “Ergenekon operasyonu”, buçeteleşmiş devlet gerçeğiyle hesaplaşmak bir yana, deşifre olan veABD’ye karşı çatlak sesler çıkaran bazı kontra eskilerini bir yanaiterek, böylece “temizleme” görüntüsü de yaratarak, çeteleşmişdevleti daha da tahkim etme işlevini yerine getirmektedir. Kontra-laşan devletin gerisinde ABD emperyalizmi vardır. Tüm dünyadakontr-gerilla örgütlenmelerinin bizzat NATO tarafından örgütlen-diği, elemanlarının onlar tarafından eğitildiği artık herkesin bildiğibir gerçektir. ABD desteği ile ayakta kalan AKP’nin, ABD’ye rağ-men tek bir adım atması bile mümkün değildir. Dolayısıyla “kontr-gerillanın tasfiyesi”, son derece gülünç bir iddiadır. Nitekim, bugün“Ergenekon davası” kapsamında yargılananlar, tam da ABD’yerağmen bir takım adımlar atmak istedikleri için bu akibetle yüz-yüze kalmışlardır.

Her geçen gün biraz daha çürüyen ve kokuşan Türkiye’nin kapi-talist düzeni her yanından çatırdıyor ve tarihin çöplüğüne atılmayıbekliyor.

Tümüyle çürümüş bir düzen, iliklerine kadar çeteleşmiş bir devlet gerçeği…Ergenekon devletin ta kendisidir!

31

Page 32: EG 115. sayı

Türk devletinin Kürt sorununa ilişkin olarak onyıllardır sürege-len imha ve inkar politikasında hiçbir değişiklik sözkonusu değil-dir. 29 Mart seçimlerinden önce AKP üzerinden yapılan, gerçektedevlet politikası olan ve gerisinde ABD’nin bölge politikalarınındurduğu sahte açılımlar da, rejimin faşist karakterinin üzerini örte-memiştir. Karikatürlere dahi konu olan bu burjuva ikiyüzlülüğünüanlamak için, son birkaç ayın siyasal gelişmelerine bakmak yeterliolacaktır.

Başbakan Erdoğan birkaç ay önce Kürdistan illerine yaptığı zi-yarette Kürt halkı tarafından militan eylemliliklerle protesto edil-mişti. Gittiği tüm kentlerde ancak binlerce bekçi köpeğininestirdiği terör sayesinde etkinliklerini düzenleyebilmişti. Önce“Kürt sorunu benim de sorunumdur” diyen bu sözde “demokrasihavarisi”, bu süreçte Kürt halkının istemlerinin karşısına “tek mil-let, tek vatan, tek dil” ile çıkmış, “ya sev ya terk et” şoven edebi-yatına geri dönmüştü. Aynı günlerde pompalı tüfekle Kürtgençlerine saldıran “vatandaş”ı da sahiplenmişti.

Ancak sermaye devleti Kürt halkının ulusal özgürlük ve eşitlikmücadelesinin sadece baskı ve zor yoluyla bastırılamayacağını yıl-ların deneyimiyle bilmektedir. Bu yüzden, özellikle de Kürt özgür-lük mücadelesinin devrimci bir çizgide geliştiği dönemde“Kürtrealitesi”ni tanımak zorunda kalmış, fakat inkar ve imha politika-sında en ufak bir değişiklik yaşanmamıştır. Kürt hareketinin yaşa-dığı teslimiyete rağmen Kürt halkının taleplerinin bastırılamamışolması, şovenizmin linç girişimlerine varacak tarzda en azgın birbiçimde tırmandırılmasına varabilmiştir.

Şimdi ise, yerel seçimlere de denk getirilerek, TRT 6, Kürt Enti-tisüsü vb. kırıntı açılımlarla, Kürt halkının mücadele dinamikleridüzen kanallarına akıtılmak istenmektedir. Bu sadece AKP’ninkendi inisiyatifinin ürünü bir açılım değildir, aynı zamanda bir dev-let politikası olarak kararlaştırılmıştır. Ve elbette, ABD’nin bölgeyeilişkin hesapları da bunda önemli bir oynamıştır.

“27 Temmuz seçimlerinde Kürdistan’da elde ettiği belirgin

seçim başarısı, AKP’yi, kendisine diş bileyenler de dahil tüm bur-juva gericiliği için Kürt sorununu bloke etmenin ve Kürt hareketinitecrit edip etkisizleştirmenin bugünkü koşullarda vazgeçilemez birolanağı haline getirmişti. Bunun fazlasıyla farkında olan AKP, ken-disine düzen bünyesinde özel bir üstünlük kazandıran bu konumunuyeni bir düzeyde güçlendirmenin yollarını aradı.” (Yerel seçimlerve komünistler Ekim: 256 Ocak/2008)

Ancak, başbakan Erdoğan, Türk sermaye devleti adına tekrargittiği Diyarbakır’da yine protestolarla karşılandı. Neredeyse tümkepenkler kapatıldı ve mitinge sadece birkaç bin kişi katıldı. Erdo-ğan Kürdistan’da gittiği tüm kentlerde korucu televizyon TRT Şeş’iyere göğe sığdıramazken, DTP’ye de çeşitli demagojilerle saldırdı.Elektriği olmayan yerlere nasıl çamaşır makinesi götürdüklerinden,açlığa ve soğuğa mahkum ettikleri emekçilere nasıl sadaka dağıt-tıklarından bahsederken, tüm bunları “vatandaşa götürülen hizmet”olarak nitelendirdi. Yanı sıra “etnik siyaset yapılmaması gerekli-liği”ni defalarca vurguladı.

Kürtçe üzerinden bu sözde açılımlar yapılırken, aynı günlerdeAhmet Türk DTP meclis grup toplantısında Kürtçe konuşurkenekran karartıldı. Şoven açıklamalar birbirini izlemeye başladı. Buolay, sermaye devletinin ikiyüzlülüğünü bir kez daha tüm açıklı-ğıyla ortaya serdi.

İşte Türk sermaye devletinin verebileceği “özgürlük”ün sınırlarıbu kadardır. Türk devleti, Kürt ulusunun özgürlük istemlerini boğ-mak için her yolu denemektedir. Kimi zaman bunu işkenceyle, kat-liamla yaparken, kimi zaman da mücadele dinamiklerini düzen içibir mecraya akıtabilmek için bir takım kırıntılar vermeye çalışmak-tadır.

Bir kez daha görülmüştür ki, Kürt halkının anadilde eğitim ta-lebi de dahil tüm meşru talepleri ancak devrimci hedeflere bağlan-mış militan bir mücadeleyle kazanabilir. Kürt sorununun gerçek vekalıcı çözümü ancak sosyalizm ile mümkündür.

Sermaye devleti bir kez daha Kürt sorunu konusundaki çözümsüzlüğünü ve iki-yüzlü tavrını ortaya koymuştur...Kürt halkı meşru taleplerini mücadele ile kazanacaktır!

32

Page 33: EG 115. sayı

Sermaye düzeninin işçi ve emekçileri aldatarak öfkesini seçimsandıklarına yöneltmeye çalıştığı bir süreçten geçiyoruz. 29 Martyerel seçimlerine sınıfın devrimci programı ve bağımsız sosyalistadaylarla giren Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP), düzeninseçim oyununu teşhir eden, işçi ve emekçileri mücadeleye çağıranfaaliyetlerini sürdürüyor. Bu faaliyet kapsamında değişik kentlerde,28 Şubat-1 Mart tarihlerinde, seçim irtibat bürolarının açılış etkinlik-leri gerçekleştirildi.

İstanbul:

BDSP İstanbul’da Kıraç, Karadeniz Mahallesi, Gazi Mahallesi,Ümraniye, İkitelli, Kurfalı, Aydos, Terazidere, Esenyurt ve Sultan-beyli’de seçim bürolarının açılış etkinliklerini gerçekleştirdi.

Etkinlikler sinevizyon gösterimleri, davul zurna eşliğinde çekilenhalaylar ve aday tanıtım konuşmalarıyla açıldı. İstanbul BağımsızSosyalist Belediye Başkanı Adayı Melek Altıntaş yaptığı konuşma-larda BDSP’nin seçim platformunu anlattı. BDSP’nin seçimlere yak-laşımı, nasıl bir seçim çalışması yürütüleceği ve yerel seçimsürecinde neyin hedeflendiğine ilişkin bilgilendirmelerde bulundu.Komünistlerin seçimleri, düzeni ve düzen güçlerini teşhir etmenin,devrim ve sosyalizm mücadelesini büyütmenin, kitleleri devrimci he-deflere kazanmanın, onların bilincini, örgütlenmesini ve mücadele-sini geliştirmenin bir olanağı olarak gördüklerini söyledi. Ayrıca,krizin işçi ve emekçiler cephesinden sonuçlarının giderek ağırlaşa-cağı bir döneme girildiğini, saldırılar karşısında örgütlü mücadeleyiyükseltmenin önemini vurguladı.

Bursa:

Bursa’da seçim bürolarından ilki Teleferik Mahallesi’nde, ikin-cisi Başaran Mahallesi’nde açıldı. Açılış konuşmasında, Bursa Bü-yükşehir Belediyesi Bağımsız Sosyalist Başkan Adayı Özkan Ünaldüzen partilerini ve işçi ve emekçilere ham hayaller yayan liberal-re-formistlerin tutumunu teşhir etti. Çözümün devrim ve sosyalizmdeolduğunu vurguladı. Bu anlamda da kendisine verilecek desteğindevrim ve sosyalizme verileceğini belirtti. Konuşmanın ardından se-çimlerin anlamı, seçimlerde ve genel anlamıyla politik sahnede solun

birlikteliği sorunu, işçi ve emekçilerin yaşadıkları sorunlar üzerineanlamlı tartışmalar yapıldı.

Adana:

Adana’da Meydan Mahallesi’nde gerçekleştirilen seçim bürosuaçılışı sinevizyon gösterimi ile başladı. Ardından ilk olarak sözüBDSP Meydan Seçim Komisyonu temsilcisi aldı. BDSP temsilcisisistemin yaşadığı krize değinerek, bunun yapısal bir kriz olduğunu veönümüzdeki döneme damgasını vuracağını söyledi. Ardından sözalan Adana Büyükşehir Belediyesi Bağımsız Sosyalist Başkanadayı Fatma Sesli, seçim dönemlerinde binbir yalanla işçi ve emek-çilerin karşısına çıkanların aslında yaşanan sorunların sorumluları ol-duklarını, bunun değiştirmeni tek yolunun seçimler değil mücadeleolduğunu ifade etti. Kapitalizmin doğası gereği kentleri emekçileriçin birer cehenneme çevirdiğini, insanca yaşanabilecek bir kentinancak sosyalizmde mümkün olacağını söyledi.

Kayseri:

Battalgazi Mahallesi’nde yapılan seçim bürosu açılışında konuşanKayseri Büyükşehir Belediyesi Bağımsız Sosyalist Başkan adayıH. Bora Koç, kentlerin kapitalizmin aynası olduğunu vurguladı.Krize ve onun yansımaları olan işten atmalar, yoksulluğun derinleş-mesi vb. sorunlarına değinerek, bu sorunların seçimlerle değil ser-maye iktidarının yıkılması ve işçi sınıfının kendi iktidarını kurmasıile aşılacağının altını çizdi. Koç konuşmasını, tüm işçi ve emekçileridevrimci sınıf mücadelesini yükseltmeye çağırarak noktaladı.

Manisa:

Seçim bürosu açılışında Manisa Bağımsız Sosyalist BelediyeBaşkan adayı Ahmet Subaşı tarafından bir konuşma yapıldı. Seçimsürecine ilişkin değerlendirmenin yapıldığı konuşmada, sınıf devrim-cilerinin seçimlere neden bağımsız devrimci sosyalist adaylarlakatıldıkları, kapitalist bir düzende seçimlerin ne ifade ettiği üzerindeduruldu. Ardından seçim bürosunu daha işlevli hale getirmek içinyapılacak düzenlemeler hep birlikte tartışıldı.

İzmir:

Çiğli ve Buca’da açılan seçim bürolarındaki etkinlikler devrim şe-hitleri anısına saygı duruşu ile başladı. “Devrimci bahara yürüyoruz!”filminin gösteriminin ardından BDSP adına konuşmalar yapıldı.

İzmir Büyükşehir Bağımsız Sosyalist Belediye Başkan AdayıN. Şafak Özdoğan yaptığı konuşmalarda, örgütlü bir sınıf devrimcisiolduğunu, seçimlere BDSP’nin bağımsız sosyalist adayı olarak katıl-dığını, işçi sınıfının devrimci programını savunduğunu ifade etti.Emekçilerin çözümünün sandıktan ya da seçimden değil sokaktan,örgütlenmekten, direnişten, mücadeleden geçtiğini dile getirdi ve kri-zin sonuçlarına da değindi. İşçi ve emekçilere gerçekleri, mücadele-den başka bir seçimlerinin olmadığını, devrim ve sosyalizmin tekçözüm ve kurtuluş yolu olduğunu anlatan Özdoğan, BDSP’nin ba-ğımsız sosyalist adaylarını destekleme çağrısı yaptı.

33

BDSP’nin seçim gündemli faaliyetlerinden...

“Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde!”

Page 34: EG 115. sayı

Sınıf ve emekçi hareketinden...

MEHA’da mücadele inadı

MEHA Tekstil işçileri kendilerine dayatılan kölece çalışma koşul-larını kabul etmedikleri için patron tarafından hiçbir gerekçe gösteril-meden işten çıkarılmıştı. İşten atılan 105 işçi, kıdem, ihbartazminatları, fazla mesai ücretleri ve diğer haklarını talep etti. İşçilerhakları verilmediği için fabrika önünde direnişe geçtiler.

MEHA Tekstil işçileri 10 Mart günü Şirinevler LCW önünde ger-çekleştirdikleri eylemin ardından Gaziosmanpaşa Elmabahçesi’ndeyürüyüş gerçekleştirdiler. Öğle saatine gerçekleştirilen yürüyüş birçokfabrikanın önünüden geçilerek devam etti. İşten atma saldırılarının ya-şandığı diğer fabrikaların önünde durularak işçilere mücadele çağrısıyapıldı.

Kızıl Bayrak / GOPSinter ve Gürsaş direnişlerinde

mücadele kararlılığı

Birleşik Metal-İş Sendikası üyesi Sinter ve Gürsaş işçileri diren-işlerini ortak bir hatta ilerletiyorlar.

Sinter ve Gürsaş patronlarının sendikal örgütlenme mücadelesinedönük saldırılarına karşı direnişin yolunu tutan işçiler mücadele karar-lılıklarını çevre fabrikalara, mahallelere yayma çabası içindeler.

Direnişlerini gündemde tutmak, örgütlülüklerini sağlamlaştırmakisteyen işçiler bir süredir hazırlıklarını sürdürdükleri yürüyüşlerini 6Mart günü gerçekleştirdiler. İşçiler attıkları sloganlar ve dağıttıklarıbildirilerle direnişleri konusunda işçi ve emekçilere bilgilendirdiler.

Kızıl Bayrak / İstanbulVodafone önünde eylem

Plaza Eylem Platformu, Vodafone Maslak Plaza önünde 6 Mart’tagerçekleştirdiği basın açıklaması ile işten çıkarmaları protesto etti.

Çağrı Merkezi Çalışanları Derneği’nin “Vodafone işçisi yalnız de-ğildir!” ozalitiyle yer aldığı açıklamada “Beyaz yakalı tek güvencenörgütlenmek!”, “Beyaz yakalı örgütlenmekten korkma, çocuğundanutanma!” dövizleri açıldı.

Plaza Eylem Platformu adına açıklama yapan IBM temsilcisiNedim Akay, bilişim, iletişim, bankacılık ve daha birçok örgütlenme-miş beyaz yakalı işçi çalıştıran firmalarda her gün örgütsüz yüzlercekişinin ”sessizce” işten çıkarıldığını ve ücretlerin gasp edildiğini dilegetirdi.

Kızıl Bayrak / İstanbulGrev sürüyor, dayanışma büyüyor!

Turkuvaz Grubu’nun sendikal örgütlülüğü tanımama tutumu ne-deniyle 13 Şubat 2009 tarihinde ATV-Sabah işyerinde greve çıkanbasın emekçilerinin bekleyişi yoğun destek ziyaretleriyle sürüyor.

ATV-Sabah emekçileri Beşiktaş Balmumcu’daki ATV-Sabah bina-sını her gün eylem alanına çevirirken, mücadele taleplerini her Cu-martesi akşamı Taksim’de gerçekleştirdikleri meşaleli yürüyüşle dilegetiriyorlar.

Kitlesel ve coşkulu biçimde gerçekleştirilen 3. yürüyüş 8 Martgünü Taksim Tramvay Durağı’nda meşalelerin yakılmasıyla başladı.

“Grev gözcüsü” önlüklerini giyen basın emekçileri, her haftaçıkardıkları “Grev gazetesiGnin dağıtımını yürüyüş boyuncayaptılar.

ATV-Sabah grevcileri adına yapılan açıklamada, Sabah ga-

zetesinin ATV-Sabah’taki grev sürecine dönük sansürü ele alındı, tümgazeteciler suskunluklarını bozmaya çağrıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Direnen Makyal-Erka işçileri açlık grevinebaşladı

Adana İncirlik Üssü’nde Amerikan askerleri için yapılması planla-nan 102 villanın inşaatında çalışan Makyal-Erka işçileri, aylardır ala-madıkları ücretleri için yürüttükleri mücadeleyi açlık grevineeylemine dönüştürdüler.

Ocak ayı içerisinde toplu olarak ücretsiz izne gönderilen 260 işçiŞubat ayı içinde de hiçbir gerekçe gösterilmeden işten çıkartılınca,Makyal-Erka işçileri mücadele yolunu seçti. İşçiler 3 Mart günüDİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası Adana Şube binasında açlık grevinebaşladılar.

Kızıl Bayrak /AdanaAsil Çelik işçisi greve eylemlerle

devam ediyorBursa’da 30 Ocak 2009 tarihinde greve çıkan Birleşik Metal-İş

Sendikası üyesi Asil Çelik işçileri, grevlerinin 30. gününde Orhanga-zi’de işçi ailelerinin de katıldığı bir yürüyüş gerçekleştirdiler.

Orhangazi ilçe merkezinde açtıkları direniş noktasında toplanan iş-çiler, buradan Cumhuriyet Meydanı’na sloganlarla yürüyerek müca-dele taleplerini haykırdılar. Eyleme yaklaşık 250 işçi katıldı.

Yaklaşık 3 aydır da ücretsiz izinde olan Asil Çelik işçileri, yaşadık-ları maddi sıkıntılara rağmen grevlerine kararlılıkla devam ediyorlar.

Kızıl Bayrak / BursaPTT emekçileri Ankara’da!

Haber-Sen’de örgütlü PTT emekçilerinin Diyarbakır’dan başlattık-ları postacı yürüyüşü 27 Şubat günü Ankara’da bir eylemle sonlandı.Türkiye’nin dört bir yanından gelen posta emekçileri Abdi İpekçi Par-kı’nda buluştu. Buradan Ulus’taki PTT binasına doğru yürüyüşe ge-çildi. PTT binası önünde basın açıklaması okundu.

Açıklamada, PTT Genel Müdürlüğü’nün postacıların yürüyüşünüengelleme çabası teşhir edildi ve AKP hükümetininı özelleştirme poli-tikaları eleştirdi. Eylem PTT emekçilerinin, “Biz emekten gelen gücü-müzü kullanmakta karalıyız. Sorunlarımız çözülmezse daha da büyükeylemler yapacağız” sözleriyle sonlandı.

Eyleme yaklaşık 200 PTT emekçisi katıldı. Kızıl Bayrak / Ankara

Asistanlar hakları için üniversitede sabahladı!

YÖK’ün 50/d maddesi nedeniyle yaşanan hak gasplarına karşıyüzlerce asistan, öğretim üyesi ve öğrenci İstanbul Üniversitesi’ndetoplanarak sabaha kadar üniversitede kaldı.

İstanbul Üniversitesi Araştırma Görevlisi Temsilciler Kurulu’nunçağrısı ile bir araya gelen doktora öğrencileri ve pek çok kurum, 6Mart günü İstanbul Üniversitesi araç kapısı önünde saat 16.30’da top-landı.

“Biz kalıyoruz YÖK gitsin!” pankartının açıldığı yürüyüş SiyasalBilgiler Fakültesi önünde sona erdi. Burada gerçekleşen çeşitli etkin-liklerden sonra Merkez Kampüs ana kapısı önünde bir basın açıkla-ması gerçekleştirildi.

Ardından Fen-Edebiyat Fakültesi’ne yürüyüş gerçekleştirildi. Asis-tanlar burada tiyatro, sinema, şiir müzik vb. etkinliklerle sabah saatle-rine kadar beklediler.

Kızıl Bayrak / İstanbul34

Page 35: EG 115. sayı

35

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü ülkenin dört bir yanında kut-landı. 8 Mart’ın tarihsel anlamına ve devrimci özüne uygun bir şekildealanlar kızıla boyandı.

İstanbul:

BDSP, Belediye İş 2 No’lu Şube, BES İstanbul 1 No’lu Şube, ÇHD,Deri-İş Genel Merkezi, Demokratik Kadın Hareketi, Devrimci Hareket,Devrimci ‘78’liler Federasyonu, Divriği Kültür Derneği, Halk CepheliKadınlar, Halk Kültür Merkezleri, Kaldıraç, ODAK, PSAKD MarmaraŞubeleri, Partizan, PDD, Proletaryanın Kurtuluşu, TUDEF ve TKP ta-rafından Kadıköy’de “Cinsel, ulusal, sınıfsal, sömürüye, emperyalist saldır-ganlığa, yoksulluğa, gericiliğe ve ezilmeye karşı kadınlar mücadeleye!”şiarıyla örgütlenen miting 5 bin kişinin katılımıyla gerçekleştirildi.

Mitingte en coşkulu kortejlerinden birini DESA’nın direnişçi kadınlarıoluşturdu. “Biz kadınlar Deri-İş’e üye olduk, DESA’dan kovulduk! 313gündür Düzce’de, 249 gündür Sefaköy’de direnişteyiz! / Türkiye Deri-İşSendikası” pankartıyla yürüyen işçiler direnişle dayanışmaçağrısı yaptılar

Komünistler eyleme “Kadının kurtuluşu devrimde, sosyalizmde! /BDSP” ve “Yaşamın yarısından kavganın yarısına... Özgürlük ve eşitlikiçin yürüyoruz! / Emekçi Kadın Komisyonları” pankartlarıyla katıldılar.

Saygı duruşunun ardından 8 Mart’ın tarihsel anlamı ve bugün karşıkarşıya kalınan saldırılar ele alındı. Eylemde DESA, Sinter, Gürsaş veME-HA işçileri adına konuşmalar yapıldı ve işçilerin mesajları okundu.

İzmir:

“Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü!” ve “Emperyalizme,şovenizme, sömürüye karşı birlikte mücadeleye!” ortak pankartlarıyla biraraya gelen kitle Konak’tan yürüyüşe başladı.

Saygı duruşuyla program başladı. Ardından 8 Mart’ın tarihsel anlamıve güncel çağrısı üzerine hazırlamış ortak metin okundu. Egemenlerin 8Mart’ın sınıfsal özünü karartmaya ve sistem içine çekmeye çalışmasınarağmen, 8 Mart’ın, emekçi kadınların sömürücü sisteme karşı sesleriniyükselttikleri bir başkaldırı günü olduğu ifade edildi.

Yaklaşık 500 kişinin katıldığı eylemde komünistler “Emperyalizme,şovenizme, köleliğe karşı mücadeleye!/BDSP” pankartı, kızıl bayrakları vecoşkulu sloganlarıyla yeraldılar.

Ankara:

Alınteri, BDSP, DHF, Halk Cephesi, Partizan ve Odak tarafından dü-zenlenen eylemde, Devrimci 8 Mart Platformu’nun ortak pankartının şiarı“Emperyalizme, çifte sömürüye, işsizliğe, yoksulluğa karşı emekçi kadınlarmücadeleye!” idi.

BDSP eyleme “Kapitalizm kriz, açlık, çifte sö-mürü, eşitsizlik demektir! Kadının kurtuluşu sosya-lizmde!” pankartıyla katıldı.

Devrimci 8 Mart Platformu adına okunan basınmetni şu sözlerle sona erdi: “Onurumuz ve geleceği-miz için; Rosa’nın, Clara’nın Tanya’nın açtığı yoldanSabolar, Bernalar, İdiller, Barbaralar, Haticeler, Kev-serler gibi yürümeye devam edeceğiz! Kadınlar! Tümyaşadıklarımızın sorumlusu olan emperyalizme karşımücadele etmeli, ırkçılığa, sömürüye, yoksulluğa, iş-sizliğe karşı birleşmeliyiz! Geleceğimiz ellerimizde,geleceğimiz kavga alanlarındadır!”

Eskişehir:

8 Mart eylemi, BDSP, DPG, DHF, EskişehirGençlik Derneği, Mücadele Birliği ve ODAK tarafın-dan örgütlendi. Migros önünde basın açıklaması ya-pıldı. Açıklamada kadınların cinsel, ulusal ve sınıfsalkimliği üzerinden yaşadığı sömürü anlatılarak, krizlebirlikte, bu dönemin bedelini en ağır biçimde ödeye-nin yine kadınlar olduğu belirtildi.

Basın açıklamasından sonra KESK toplantı salo-nunda bir etkinlik gerçekleştirildi. İlk olarak 8 Mart’ın

tarihini anlatan kısa bir konuşma yapılarak mücadelede özgürleşen devrim-ciler anısına saygı duruşunda bulunuldu.

Sunumun ardından soru-cevap kısmıyla etkinliğin ilk bölümü sonaerdi. İkinci bölümünde, “Değişim” adlı oyun sergilendi. Şiir ve müzik din-letisiyle etkinlik sona erdi.

Bursa:

BDSP, Partizan, DHF, Tuncelililer Derneği, Eğitim işçileri ÖrgütlenmeGirişimi ve Eğitim Emekçileri Derneği tarafından örgütlenen eylem, Metroİstasyonu önünden yürüyüşle başlandı. Kent Meydanı’nda bir basın açıkla-ması gerçekleştirildi. Açıklamada “Emekçi kadınlar olarak cinsel, ulusal,sınıfsal sömürüye son demek için, bedenimizin metalaştırılmasına karşı se-simizi yükseltmek için, eşit işe eşit ücret talebimiz için, ırkçılığa ve şove-nizme karşı Kürt ve azınlık milletlerden ezilen tüm kadınlar içinburadayız” denildi.

Adana:

Adana Devrimci 8 Mart Platformu tarafından gerçekleştirilen eylemdeplatform adına hazırlanan basın metnin okundu. 8 Mart’ın, işçi ve emekçikadınların sokağa çıkarak mücadele ettikleri bir gün haline geldiği ifadeedildi. Tarihi kanla sulanmış olan 8 Mart’ın devlet tarafından içi boş bir ka-dınlar gününe indirgenmeye çalışıldığı, buna izin verilmeyeceği belirtildi.Yaratılan mücadele geleneğine sahip çıkılarak, sınıfsız ve sömürüsüz birdünya talebini haykırmak için alanlarda olunacağı söylendi.

KESK Adana Şubeler Platformu da Devrimci 8 Mart Platformu arka-sında kendi pankartını açarak eyleme katıldı.

Trabzon:

Trabzon’da ön sürecini YDG ve Ekim Gençliği olarak stant, imza kam-panyası, emekçi kadınlarla yapılan röportajlar ve kadınlar pazarında bildiridağıtımları ile ördüğümüz 8 Mart etkinliğini ve basın açıklamasını MeydanPark’ta gerçekleştirdik. Emekçi 8 Mart Platformu (YDG, Halk Cephesi veEkim Gençliği) tarafından yapılan açıklamada şunlar söylendi:

“Bugün fabrikalarda kendi vücut ölçülerine uymayan makinelerde sa-katlanma pahasına çalıştırılan kadın için hamilelik ve doğum çoğu kezişine son verilmesi anlamına gelir. İşini koruyabildiğindeyse çocukları hertürlü pisliğin yuvalandığı, uyuşturucu, şiddet ve tacizin kol gezdiği sokak-larda büyümektedir. Ağırlıklı olarak kadınların çalıştığı fabrikalarda bilekreş bulunmamaktadır. Kadınlar sosyal haklardan ve iş güvencesinden yok-sundur. Fabrikalarda, atölyelerde yoğun bir emek sömürüsüne maruz kalankadın tarlada, bağda, bahçede de kapitalizmin ucuz işgücüdür.”

Açıklamaya 60 kişi katıldı.

Page 36: EG 115. sayı

“- Lübnan’a ait görüntüler gözünün önüne gelmiyor mu?- Hayır, pek sayılmaz.

- Emin misin?- Hayır

- Ya Beyrut, Sabra ve Şatilla?- Ne olmuş Sabra ve Şatilla’da?”

Bu sözlerle başlıyor hafızası ile birlikte insanlığı da unutturulan bir top-lumun belleğini kazanma yolculuğu... 1982 yılında Beyrut işgali sırasında,İsrail ordusunda yer almış eski bir asker olan yönetmen, kendi anılarınıararken, insanlığın gördüğü en büyük katliamlardan birini de parça parçaortaya seriyor. İsrail toplumuna ve dünyanın tepkisiz halklarına kaba çizgi-ler yardımıyla hatırlatıyor Sabra ve Şatilla katliamlarını...

İsrailli yönetmen Ari Folman’ın Beşir’le Vals (Vals Im Bashir) filmi, buyılın en çarpıcı yapımları arasında yerini aldı. 90 dakikalık bir animasyonolan Beşir’le Vals, Folman’ın biyografik yolculuğunu konu alıyor. Birbarda kendisi gibi savaşa katılmış asker arkadaşının sorusu üzerine, savaşadair hiçbir anısı olmadığını fark ediyor Folman. Hafızasını yitirdiğinin bilefarkında olmayan Folman, o akşamın ardından kendisiyle birlikte savaştayer almış eski arkadaşlarının peşine düşerek yaşananları hatırlamaya çalışı-yor.

Yönetmenin anıları yerine geldikçe, biz de Beyrut’ta katledilen insan-ları, rasgele bombalanan evleri, “kazara” taranan arabaları ve askerleriniçine düştükleri yabancılaşmayı parça parça görüyoruz. İnsanlıktan çıkmışİsrail askerlerinin yaşadıkları yozlaşma ve duyarsızlık da en kaba ve zamanzaman rahatsız edici biçimiyle yansıyor beyaz perdeye.

Max Rixhter tarafından hazırlanan film müzikleri de, filmin bütünlü-ğüne önemli bir katkı sunuyor. Katliamları umursamamayı ve yaptıklarınısorgulamamayı seçen, çevrelerinde olup biteni sanki izleyiciymiş gibi yo-rumlamaya çalışan İsrail askerlerinin ruh hali, savaş ve katliamı çarpıcışarkı sözleri ile anlatan müziklerle başarılı biçimde sunuluyor.

Film adını ise, Falanjistler’in “efsanevi” lideri olan ve kral olmasına birgün kala şaibeli biçimde öldürülen Beşir Cemal’den alıyor.

İsrail günah mı çıkarıyor?

Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan Beşir’le Valsfilmi, gösterime girmesiyle birlikte pek çok ülkede de tartışma yarattı. Fil-min İsrail yapımı olması, İsrail Film Akademisi tarafından ödüle boğul-ması ve En İyi Yabancı Film Oscarı’na aday gösterilmesi, akıllara “Buİsrail için bir günah çıkarma filmi midir?” sorusunu getirdi. İslami çevrelerkaba bir Yahudi düşmanlığı ile filmi peşinen reddederken, marksist refe-ranslı kesimler de haklı olarak filmin eksiklerini ortaya koydular.

Filmin temel sorunu, Sabra ve Şatilla katliamlarının anlatıldığı son bö-lümlerde kendini ortaya koyuyor. Burada Falanjistler bir grup gözü dön-müş vahşi olarak gösterilirken, İsrail askerlerinin naifliği vevurdumduymazlığı önplana çıkıyor. İsrail’in Falanjistler’e kol kanat ger-diği, onları silahlandırarak kamplara soktuğu, katliam yapabilmeleri içinişaret fişekleri ile geceyi aydınlattığı, İsrail’in en üst düzeyde katliamınplanlayıcısı olduğunun anlatılmasına rağmen, vurgu noktaları daha çok Fa-lanjistler’e ve onların vahşiliğine kayıyor. “Kasap” unvanını burada kaza-nan Ariel Şaron’dan bile film boyunca yalnızca bir kez bahsediliyor.

Filmde İsrail ordusunun rütbeli ve rütbesiz mensupları özel olarak ayrı-lıyor ve komutanların katliamdan haberdar oldukları sıklıkla vurgulanıyor.Erler ise bu katliama tanıklık ettikleri, gözlerinin önünde cereyan edenolayları umursamadıkları için eleştiriliyor. Yer yer katliamı gören askerle-rin verdikleri tepkiler ve şaşkınlık da, film boyunca İsrail askerlerinin yap-tığı katliamları seyreden izleyici için tuhaf bir çelişki yaratıyor.

Dikkat çeken bir başka nokta ise, yaşanan savaşta İsrail’inrolü, Lübnan’da ne aradığı, karşısında savaşan ve ölümü gözealan gerillaların kim olduğu, insanların neden kamplara toplan-

dığı sorularının es geçilmiş olması. Tabiî ki yönetmen bu gibi sorulara kababiçimde yanıt vermek ve ajitatif cümleler kullanmak zorunda değil. Ancakanlatımın bir askerin hatıraları üzerinden yapılıyor olması, tüm bu noktala-rın gözardı edilmesine ve hikâyenin belli öğelerinin yadsınarak masalsı birhavaya büründürülmesine sebep oluyor. Sonuçta elde, bilinmeyen bir düş-mana karşı savaşan, neden orada olduğunu ve ne yaptığını dahi bilmeyenİsrail askerleri ile gözü dönmüş Falanjistler kalıyor.

Filistinli gerillalar güçlü ve başarılı savaşçılar olarak gösterilirken, İs-rail askerlerinin 19 yaşında tecrübesiz gençler olması da, askerlerin ne yap-tığının bilincinde olmadığı vurgusunu destekliyor.

İsrail yapımlarında sıklıkla görülen Auschwitz göndermesi ise, filminbütünü içinde hayli sırıtıyor. Sabra ve Şatilla’nın Auschwitz’e benzetilmesianlaşılır olsa da, Yahudilerin asıl katliamı Auschwitz’de yaşadığına, Fol-man’ın Sabra ve Şatilla’dan bu kadar etkilenmesinin sebebinin bu oldu-ğuna vurgu yapılması, İsrail kamuoyunun tepkisini çekmemek içinverilmiş bir rüşvet olduğu izlenimi yaratıyor.

Savaşın “anlamsızlığı” ve “anlamı”

Toplum mühendisliğinin önemli bir aracı olan Amerikan sinemasının,tüm konuları yumuşatma ve tüketilebilir hale getirme gibi bir yöntemi var-dır. En vahşi katliamlar, savaşlar bile bir aşk örgüsü içerisinde eritilir vehep savaşın anlamsızlığı öne sürülerek sona erdirilir. Kof barış mesajları,“neden savaşıyoruz”lar, “iki tarafın da farkı yok”lar savaş filmlerininözünü oluşturur. Tabii birçoğunun kaba Amerikan propagandasına sahip ol-duğunu da unutmamak gerekir. Coppolla’nın Kıyamet’i (Apocalypse Now),Stone’un Müfreze’si (Platoon) ve Kubrick’in Full Metal Jacket’ı bu cende-reyi kırabilen ve Amerikan cephesini anlatırken savaşın “anlamsızlığı”nıdeğil de “anlamı”nı sorgulayan sayılı yapımlardan birkaçı olarak geçmiştirsinema tarihine.

Beşir’le Vals, savaşın “anlamı”nı ortaya koyma konusunda yeterincecesur olamasa da, “günah çıkarma filmleri” ile arasına net bir çizgi çek-meyi başarıyor. Bireyin dünya algısını esas alan bir anlatım izliyor. Bu türbir anlatım tercihinin getirdiği kısıtlamalara sığınarak, katliamdan bir kesitiperdeye taşıyor. Ancak bu kesit bile izleyiciye, İsrail vahşetini, katliamıngerçek yüzünü ve filmin başlarında sorulan “Ne olmuş Sabra ve Şatil-la’da?” sorusunun yanıtını vermeye yetiyor.

Baştan sona güçlü ve etkileyici bir anlatıma sahip olan film, finalindeanimasyonun yarattığı kasvetli hayal dünyasını yıkarak, izleyiciyi katliamgerçeği ile karşı karşıya bırakıyor. Ve asker Folman, “Ne olmuş Sabra veŞatilla’da?”nın yanıtını tüm çıplaklığıyla buluyor:

“Kampın içerisinde büyük bir moloz yığını gördük. Gözüme bir el,küçük bir el takıldı. Yığının içinden çıkmış küçük bir çocuk eliydi. Yakındanbaktığımda buklelerini gördüm. Kıvırcık saçlı bir yüz toza bulanmıştı. Ayırtetmek çok güçtü. Ama bir kafaydı, burnuna kadar görünüyordu. Bir kafa vebir el. Benim kızım da o kız çocuğuyla aynı yaşlardaydı. Onun da saçlarıkıvırcıktı. Filistinlilerin kamplardaki evlerinde avlular vardı. Bu avlularkadın ve çocuk cesetleri ile dolu haldeydi. İlk olarak erkekleri öldürmüş-lerdi. Sonra da ailenin geri kalanlarıyla ilgilenmişlerdi. Bir ara sokağagirdik, bir buçuk adam boyunda dar bir sokaktı. Sokak insanın göğüs hiza-sına gelecek şekilde erkek cesetleriyle doldurulmuştu. İşte ancak o an kat-liamın sonuçlarının farkına varabildim.”

Z. Us36

“Beşir’le Vals”in er Folman’ı yitik anılarını arıyor…

Sahi ne olmuştu Sabra ve Şatilla’da!

Page 37: EG 115. sayı

37

Kürtçede “yeni gün” anlamına gelen Newroz Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle özdeşleşmiştir. Her yılNewroz’da temsilen yakılan ateş, direnişin ve özgürlüğün ateşidir.

M.Ö VI. yüzyılda çocukların beynini yiyerek beslenen Asur imparatoru zalim Dehaq’a karşı Kürt halk De-mirci Kawa önderliğinde isyan eder. Dehaq’ın ölümüyle Kürt halkı zulümden kurtulur. Demirci Kawa köyüngençleriyle birlikte dağa çıkar ve Dehaq’ın öldüğü haberini iletmek için bir ateş yakar. İşte o ateşin yakıldığıgün 21 Mart günüdür. Bu yüzden o ateş isyanın ateşidir, bu yüzden Newroz isyanın günüdür.

Kawa’nın yaktığı ateş yolumuzu aydınlatıyor!

Sermaye devletinin Kürt halkına yönelik geleneksel inkar ve imha politikası değişik boyutlar kazanaraksürmektedir. Kürt halkı baskıcı şoven politikalarla ehlileştirilmeye çalışılmaktadır. Bu kirli savaşa işçileri,emekçileri ve gençliği de alet etmeye çalışan faşist sermaye devleti, burjuva medya aracılığıyla şoven politika-ları körüklemekte, bu kirli savaşı insanların gözünde meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Şovenizmi kendi çıkarlarıiçin ustaca kullanan devlet, işçi ve emekçileri sefalete sürükleyeceği yasalar çıkaracağı dönemlerde şovenistpropagandayı tırmandırmakta, Türk işçi ve emekçileri, Kürt işçi ve emekçilerine karşı kışkırtmaya çalışmakta-dır.

Sermaye devleti, bir yandan halklar arasında düşmanlık tohumu ekerken, bir yandan da sözde Kürt halkınınhaklarına sahip çıkmakta ve “demokratik” açılımlar yapmaktadır. Kürt halkını kendi arasında da bölme çabala-rına girişen devlet, can bedeli verilen mücadeleler sonucu kazanılmış hakları, verilmiş lütuflar olarak göster-mektedir. TRT 6, Kürt halkını aldatmaya yönelik adımların çarpıcı örneklerinden biridir. Kürt halkınındemokratik istemlerini kendi eliyle ve kendi belirlediği sınırlarla uygulamaya koymak, sermaye devleti içinbulunmaz bir fırsattır. Kürtçe kanalı, kendi ideolojisini propaganda etme ve Kürt halkının değerlerinin içini bo-şaltma olanağı olarak görmektedir.

Newroz düzenin seçim oyununa karşı açılmış bir bayrak olmalıdır!

Kürt halkını teslim almak için bin bir türlü yol deneyen sermaye devleti, seçim döneminde bunu çok açıkbir biçimde göstermektedir. Son genel seçimlerde Kürt illerinde belli bir başarı sağlayan AKP, başarılı olama-dığı yerlere ise beyaz eşyayla, kira ve erzak yardımlarıyla girmeye çalışmaktadır. Sermaye iktidarı, yoksullaş-tırdığı işçi ve emekçileri dilencileştirermekle kalmamakta, bunu kendi çıkarıları doğrultusunda bir olanağadönüştürmeye çalışmaktadır.

Kürtçe kanal açarak sözde “demokratik bir açılım” yapan AKP, aradan çok zaman geçmeden AhmetTürk’ün DTP meclis grubunda Kürtçe konuşma yapmasıyla gerçek kimliğini göstermiştir. AKP’nin bu tavrı,düzenle barış çizgisinde Kürt halkının öfkesini parlementoya akıtma çabasına girişenlere ders olmalıdır. Kürthalkını parlamenterist söylemlerle düzenle barıştırmaya çalışanlara karşı Newroz’da mücadele bayrağı yüksel-tilmelidir.

Kapitalist krizin derinleştiği, yüzbinlerce insanın işinden olduğu, buna karşı işçi sınıfının mevzi direnişlerlehareketlenmeye başladığı şu günlerde seçim, sermaye cephesinden kendilerini aklamanın dayanağı olarak kul-lanılmak istenmektedir. Seçim süreciyle içiçe geçen Newroz, Kürt ve Türk emekçileri için düzenin oyunlarınıboşa düşürmenin ve sermayenin karşısına dikilmenin bir olanağı olabilmelidir.

Gençlik Kürt halkının meşru mücadelesinin yanında olmalı, Newroz’da Türk-Kürt işçi ve emekçilerininortak eseri olacak sosyalizmin kızıl bayrağını yükseltmelidir.

Newroz ateşini Kürt ve Türk halklarının ortak mücadelesiyle harlayalım!

Bijî Newroz, Bijî Sosyalizm!

Page 38: EG 115. sayı

38

30 Mart 1972’de Kızıldere büyük birdireniş tanıklık edecekti. Bir tarihin tanığıolduğunu bilmeden, On’lara siper olacaktısığındıkları kerpiç ev. DuvarlarındanOn’ların sesi yankılanacaktı: “Teslim ol-mayacağız!”

Mücadelenin yükseldiği yıllardı. İşçilerve öğrenciler alanlardaydı. Gün geçtikçeyükselen devrimci mücadele toplumungeniş kesimlerini içine alıyordu. Aynı dö-nemde dünya ölçeğinde yükselen anti-em-peryalist mücadele Türkiye’de de büyükbir etki yaratmıştı. Yalnızca gençlik kesimlerinde değil, işçi sınıfı ve emekçiler cephesinde de devrimci düşünce-ler güç kazanıyordu.

Bundan dolayıdır ki burjuvazi korkuyor ve mücadeleyi boğmak istiyordu. Kurdukları düzenin yıkılmasından,zenginliklerine zenginlik katan sistemlerinin devrilmesinden korkuyorlardı. Bunun için sermaye devleti tümbaskı ve zor aygıtlarıyla sahnedeydi. Gençlik hareketinin önderlerini katletme yolunu seçerek başladı işe. Bu şe-kilde mücadeleyi boğmak, insanlar üzerine korku salmaktı amacı. Önce Denizler yakalandı ve çok geçmedenidamlarına karar verildi.

İşte bunun için Kızıldere’deydi Mahirler. Denizlerin idamını engellemek amacıyla THKP-C ve THKO mili-tanları ortak bir eylem gerçekleştirdiler. Sinop’taki NATO üssünde görevli İngiliz askerlerini kaçırarak Tokat’ınNiksar ilçesine bağlı Kızıldere köyüne getirdiler. Fakat bir ihbar sonucu Kızıldere’deki kerpiç evde pusuya dü-şürüldüler. Teslim olmak yerine direnmeyi seçen 10 yiğit devrimci, saatler süren çatışma sonucu katledildiler.

Tepeden tırnağa silahlı faşist sermaye devleti karşısında On’ların ellerindeki en büyük güç devrime ve sosya-lizme olan bağlılıkları ve devrimci inançlarıydı. Mahir ve arkadaşları inandıkları dava uğruna ölümü tereddütsüzgöğüslediler, onurlu bir direniş geleneği yarattılar.

Sermayenin saldırılarına karşı devrimci değerlerimize sahip çıkalım!

Bugün bizi polisiyle, medyasıyla, yoz kültürüyle çok yönlü bir kuşatma altında tutan sermaye devleti saldırı-larını her geçen gün yoğunlaştırıyor. Bizleri kişiliksizleştirerek etkisi altında tutmaya, sisteme zararsız bireylerhaline getirmeye çalışıyor. Bu amaç doğrultusunda devrimci mirasımıza pervasızca saldırıyor, devrimci değerle-rimizin içini boşaltmaya, geçmişimizi kirletmeye çalışıyor. Devrim ve sosyalizm davası uğruna tereddüt etme-den ölüme giden Denizler’den, Mahirler’den “bizim çocuklar” diye söz ederek, onları “gençlik yıllarındakahramanlık yapmaya soyunmuş birer delikanlı” olarak göstermek istiyor. Onları ideolojik kimliklerinden ta-mamen sıyırarak çıkartıyor karşımıza.

Tüm bunlar aslında sermaye devletinin ne denli korktuğunu kanıtlıyor. Devrimci değerlere saldırarak, içiniboşaltarak, devrimci mücadelenin gelişmesini engellemenin, işçi sınıfının, emekçilerin ve gençliğin devrim saf-larında yerini almasının önüne geçmenin hesabını yapıyor.

Fakat boşuna! Mahirler, Denizler bu ülkede devrimci direniş geleneğini tarihe kazımış bulunuyorlar. Onlarbu ülkede teslim olmamanın, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya için ölümü kucaklamanın temsilcisi oldular. Onla-rın yarattığı devrimci değerleri kuşanarak yarınlara yürüyenler, devrimci mirasımıza sahip çıkma ve bu katliam-ların hesabını sorma bilinciyle ilerliyorlar.

Mahirler’in Kızıldere’de yaktıkları direniş ateşini daha da ileriye taşımanın yolu devrimci mirasımıza sahipçıkmaktan, mücadeleyi büyütmekten geçiyor.

Kızıldere’deOn’ların yaktığı direniş ateşi kavgamızda büyüyor!

Page 39: EG 115. sayı
Page 40: EG 115. sayı