eg 143. sayı

40
Aylık Sosyalist Gençlik Dergisi Şubat 2013 * Sayı: 143 * Fiyatı: 2 TL Devrimci bahara yürüyoruz! Emperyalist savaşa, YÖK Yasa Tasarısı’na, Faşist baskı ve teröre karşı www.ekimgencligi.net günlük yayında! Devrimci baharı kazanmak için ileri! Yeni YÖK Yasası” harça parça hayata geçiriliyor... Dünye gençlik hareketinin boyutları Yaşamın yarısından kavganın yarısına... 143. sayı

Upload: ekim-gencligi

Post on 19-Mar-2016

230 views

Category:

Documents


5 download

DESCRIPTION

Ekim Gençliği 143. sayı / Şubat 2013

TRANSCRIPT

Page 1: EG 143. sayı

Aylık Sosyalist Gençlik Dergisi Şubat 2013 * Sayı: 143 * Fiyatı: 2 TL

Devrimci baharayürüyoruz!

Emperyalist savaşa,YÖK Yasa Tasarısı’na,Faşist baskı ve teröre karşı

www.ekimgencligi.netgünlük yayında!

Devrimci baharıkazanmak için ileri!

“Yeni YÖK Yasası”harça parça hayata

geçiriliyor...

Dünye gençlik hareketinin boyutları

Yaşamın yarısından kavganın yarısına...

143. sayı

Page 2: EG 143. sayı
Page 3: EG 143. sayı

Yoğun ve hareketli bir dönemden geçiyoruz. Bir yanda emperyalistsavaş ve saldırı politikaları yoğun bir çabayla hayata geçirilmeyeçalışılıyor, diğer yanda Kürt halkı üzerindeki baskı ve asimilasyonpolitikaları ağırlaşıyor. Bir yanda emperyalistler hesabına savaşçığırtkanlığı yapan Türk sermaye devleti ve sözcüsü AKP’nin işçi veemekçilerin kırıntı düzeyinde kalan haklarını gasp etme hazırlıklarısürüyor, diğer yanda üniversitelerin sermayenin ihtiyaçlarıçerçevesinde dönüşümü anlamına gelen YÖK Yasa Tasarısı ilegençliğe dönük saldırılar boyutlanıyor. Bütün bu gelişmeleri,toplumun geneline yönelen yoğun baskılar ve sindirme operasyonlarıtamamlıyor. İlerici-devrimci güçler ve Kürt halkı yaygın bir gözaltı vetutuklama saldırısına maruz kalıyor. Üniversitelerde soruşturmalar,uzaklaştırma cezaları peşi sıra geliyor vb.

Böylesi bir dönemde baharın devrimci atmosferini karşılamayahazırlanıyoruz. İçerde ve dışarıda savaş-saldırganlık politikalarınakarşı gençliğin devrimci enerjisini açığa çıkartabilmek, bahargündemleri ile birlikte özgürlük, devrim ve sosyalizm mücadelesinigüçlendirebilmek temel bir sorumluluk olarak önümüzde duruyor. Buçerçevede geçtiğimiz dönem gençlik içerisinde yaşanan hareketlilikönemli bir imkandır. ODTÜ direnişi ile daha da güçlenen bu mücadelebirikimini bahar gündemlerinin yaratacağı devrimci atmosferlebirleştirebilmeliyiz. Gerici atmosferi dağıtabilmenin ve saldırılarakarşı set örebilmenin, söz konusu imkanı değerlendirmekle mümkünolabileceğini unutmayalım.

Gençliğin anti-emperyalist mücadelesini büyütelim!

Bahar döneminde gençliğin en temel gündemlerinden biriniemperyalist savaş ve saldırganlık politikaları oluşturuyor. Başta ABDolmak üzere emperyalist devletlerin Ortadoğu üzerinden planları, enson Suriye’de yaşanan çatışmalarla birlikte savaş hazırlıklarınadönüşmüş durumda. Sözde Suriye halkının özgürlüğü adına Esad gibibir diktatörü devirmeye çalışanlar, bunu yapabilmek için gericigüçlerle çatışmaları körüklüyorlar. “Özgür Suriye Ordusu” adındakiyağmacı, çapulcu takımının Suriye’yi kana bulaması için hiçbiryardımı esirgemiyorlar.

Türkiye ise emperyalizmin etkin taşeronluğuna soyunmuşdurumda. Ülkenin dört bir yanında kurulu NATO üsleri yetmiyormuşgibi yeni yığınaklar yapılıyor. Türkiye radar sistemleriyle,

Patriotlar’la, NATO askerleriyle bölge halklarınakarşı saldırı üssü haline getiriliyor. Bu adımlarbizzat bu ülke gençliğinin kardeş halklarınkırımı için savaşa gönderilmesi ihtimalini debüyütüyor. Tüm bu gelişmelerden de

anlaşılacağı gibi emperyalist savaş vesaldırganlık, yakıcı bir gündem olarak önümüzde

duruyor. Dışarıda savaş çığırtkanlığı yapan Türk sermaye

devleti içeride de faşist baskı ve terörünü artırıyor.Ekonomik, sosyal ve siyasal saldırılar yoğunlaşıyor. İşçi

Emperyalist savaşa, YÖK Yasa Tasarısı’na,faşist baskı ve teröre karşı…

Devrimci baharı kazanmak için

3

ileri!

Page 4: EG 143. sayı

ve emekçilerin yoksulluğu ve sefaleti derinleşirken,meclis savaş bütçesini onaylıyor. Eğitime, sağlığa,kamusal hizmetlere doğru düzgün bütçeayırmayan, eğitim ve sağlığı alınıp satılabilir birmeta haline getirmeye çalışan sermaye devleti,milyarlarca lirayı askeri harcamalara, savaşhazırlıklarına aktarıyor.

Bu olguların teşhiriyle birlikte, saldırı ve savaşhazırlıkları karşısında gençliğin anti-emperyalistbilincini güçlendirmek, mücadelesini büyütmekacil bir görev olarak karşımızda duruyor.Emperyalizmin hesaplarını ve Türk sermayedevletinin emperyalizmin hizmetinde hayatageçirdiği icraatları teşhir etmek, kardeş halklarınkırımına ortak olmamak, savaşın içeride yaratacağıyıkımın önüne geçebilmek gençliğin mücadelegücü ve potansiyelini açığa çıkartacak,taraflaştıracak bir bakış ve mücadele hattı ilemümkün olabilir.

YÖK Yasa Tasarısı’na karşı gençliğin birleşik, kitlesel, devrimci

mücadelesini büyütelim!

Üniversitelerin şirket, öğrencilerin müşteri,çalışanların köle ve eğitimin meta olması anlamınagelen YÖK Yasa Tasarısı hazırlıklarında da sonayaklaşılmış bulunuluyor. Yıllardır gençliğe veeğitim alanına kapitalizmin ihtiyaçları üzerindenbakan, eğitim alanını bu ihtiyaçlar doğrultusundaşekillendirmeye çalışan sermaye devleti, buhedeflerine ulaşabilmek için köklü değişiklikleryapmaya çalışıyor. Eğitimin sermayenin ihtiyaçlarıdoğrultusunda dönüşümü şimdiye kadar zatenparça parça hayata geçirilmekteydi. YÖK YasaTasarısı ile bu dönüşüm kesin olarak sonunavardırılmak isteniyor.

Sermayenin planları gerçekleşirse, üniversitelerkâr etmeye odaklı birer ticari işletme halinegelecek. Yönetimlerine burjuvaların yerleştirilmesiile eğitim süreci tümüyle piyasa şartlarına göredüzenlenecek. Harçları kaldırmakla övünenler, buyasa ile öğrencileri tam anlamıyla birer müşterihaline getirmiş olacaklar. Böylelikle bilim tümüylekapitalist kâr hırsının ve ticari ihtiyaçlarınhizmetine sunulacak.

Bu denli kapsamlı bir saldırının karşısınaçıkabilmek ve saldırı yasalarını parçalayıp atmak,ancak gençliğin birleşik, kitlesel, devrimci karşıkoyuşu ile mümkün olabilir. Bu açıdan YÖK Yasa

Tasarısı’nın iç yüzünü teşhir etmek, gençlikkitlelerinde bu saldırı konusunda bir bilinç açıklığıyaratmak ve elbette bu çabaları gençliğin eylemlitutum almasını sağlayacak araçlarlabirleştirebilmek önemli bir yerde duruyor.Önümüzdeki bahar dönemini bu temel saldırıgündemine karşı etkin ve verimli bir şekildedeğerlendirebilmeliyiz.

Baharın devrimci atmosferine

yaslanarak özgürlük, devrim, sosyalizmmücadelesini büyütelim!

Savaş hazırlıklarının yoğunlaştığı bu dönemdeişçi, emekçi ve gençliğe yönelik saldırılar datırmanıyor. Saldırılar karşısında mücadelerefleksleri güçleniyor, tepkiler sokağa iniyor.Baharın gündemleriyle birlikte önümüzdeki süreçmücadele alanlarının daha da ısınacağınıgösteriyor. Bunu değerlendirmek, bahar dönemininmücadele gündemlerini devrimci gençlikmücadelesinin temel gündemleri olarak elealabilmeyi gerektiriyor. Dolayısıyla dönemüzerinden ortaya çıkan gündemlerin baharsürecinin gündemleriyle bütünlüğünü kuran birmücadele perspektifi ile hareket edebilmeliyiz.Bahar döneminde her biri ayrı ayrı mücadelegündemi olan tarihsel olaylar, dönemin gündemlerive ihtiyaçları üzerinden bütünlüklü bir çalışmanınparçası olarak işlenebilmelidir. Bu başarılabilirse,baharın devrimci atmosferi gençliğin devrimcimücadelesinde bir imkân olarak değerlendirilmişve mücadeleye yeni bir soluk kazandırılmış olur.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü ilebaşlayan, 16 Mart Beyazıt katliamı, 21 MartNewroz, 30 Mart Kızıldere katliamı ile devam edenbahar gündemleri, işçi sınıfı ve emekçilerin birlik,dayanışma ve mücadele günü olan 1 Mayıs’ladoruk noktasına ulaşacak. Ardından 6 Mayıs’taidam edilen Denizler ve 18 Mayıs’ta işkencedekatledilen İbrahim Kaypakkaya anmaları ile bahardönemi noktalanacak. Bu gündemlerin her birisikendi içinde elbette büyük bir anlam taşıyor. Ancakher bir gündem günün ihtiyaçları ve gündemleriekseninde işlenebilmek, bütünlüklü ve bütün birdönemi kapsayacak bir bakış, planlama ve yönelimile ele alınmak, pratik gerekleri bu bakışçerçevesinde yerine getirilmek durumundadır.

Toplumun bütününü, özelde ise gençliğibekleyen kapsamlı saldırı dalgası ve mücadelegündemleri başta genç komünistler olmak üzere,ileri devrimci gençlik güçlerine ağır sorumluluklaryüklemektedir. Emperyalist savaş ve saldırganlıkile halklar ciddi bir tehditle yüz yüze bulunuyor.YÖK Yasa Tasarısı bir bütün olarak üniversiteleriama özellikle de gençliği hedefleyen kapsamlı birsaldırı anlamına geliyor. Faşist baskı ve devletterörünün artması, Kürt halkına yöneliksaldırıların yoğunlaşması mücadeleninihtiyaçlarına işaret ediyor. Baharın devrimci çağrısıözgürlük, devrim ve sosyalizm mücadelesinigençlik içerisinde büyütmektir.

Genç komünistler sürecin omuzlarına yüklediğisorumluluğun bilinciyle hareket edecek, baharındevrimci çağrısına yanıt verebilmek çabasınıgüçlendirecek, geleceği kazanmak bakışı, iddiasıve misyonuyla güne yükleneceklerdir.

Devrimci baharı kazanmak için ileri!4

Baharın gündemleriylebirlikte önümüzdeki

süreç mücadelealanlarının daha da

ısınacağını gösteriyor.Bunu değerlendirmek,bahar döneminin

mücadele gündemlerinidevrimci gençlik

mücadelesinin temelgündemleri olarak ele

alabilmeyi gerektiriyor.Dolayısıyla dönem

üzerinden ortaya çıkangündemlerin bahar

sürecinin gündemleriylebütünlüğünü kuran bir

mücadele perspektifi ilehareket edebilmeliyiz.

Page 5: EG 143. sayı

Göktürk-2 uydusunun fırlatılmasını izlemekamacıyla Recep Tayyip Erdoğan’ın ODTÜ’yegelmesi ve buna karşı öğrencilerin göstermiş olduğumilitan direniş, 2012 yılının son günlerinde uzuncabir süre konuşuldu. Kamuoyunda şiddet, eğitim,demokrasi, bilim üzerine tartışmalar yürütüldü.ODTÜ’nün eğitimini sorgulayanlar oldu.Tartışmalardaki bir argüman da “ODTÜ öğrencileriülkemizin başarılarıyla gururlanacakları yerde bubaşarıyı karaladılar” idi. Bunun üzerine EkimGençliği’nin 142. sayısında “Göktürk-2 uydusu veTürkiye kapitalizminin ihtiyaçları...” başlığı altındabu uydunun neye hizmet ettiğini anlatan bir yazıyayımlandı. “Üniversite-sermaye işbirliğinde bilim”konusunun ise daha genel bir başlık olaraktartışılması gerekiyor.

Bugün üniversitelerde yürütülen projelerebaktığımızda bunların mali kaynakları çoğunluklaTÜBİTAK tarafından karşılanmaktadır. 2011 yılındaODTÜ, TÜBİTAK’ın Ar-Ge desteklerinden 11milyon TL civarında kaynak alarak, bu desteklerdenen çok yararlanan üniversite olmuştur. ODTÜ’deTÜBİTAK destekli yürütülen projelerin sayısı iseyüzü aşkındır. Bu projelerin yürütücüsü öğretimelemanları, birçok kurumla, şirketle ilişki içindeprojelerini şekillendirmekte ve “topluma yararlıolmaya” çalışmaktadır. Bu projeler yürütülürkenöğrencilerin eğitim ve araştırma alanındakigelişmeleri de bu sınırlar tarafındanbelirlenmektedir. Derslerde yapılacak ödevler,projeler vb., yürütülmekte olan projelerin dahabasitleştirilmiş temel konuları üzerindenseçilmektedir.

İnsanlığın gelmiş olduğu gelişmişlik düzeyinde,üretim-bilim ve bilim-eğitim arasındaki ilişkilerindoğal bir sonucu olarak yukarıda belirtilen ilişkilerde kaçınılmazdır. Önemli olan bu ilişkilerin, içindebulunduğumuz toplumdaki üretim ilişkileritarafından belirlendiğini unutmamaktır. Yanikapitalist üretim biçiminin temelinde yatan ücretliemek ve sermaye arasındaki çelişkiye bağlı olaraküniversitelerdeki eğitim ve bilim sermayeninçıkarları doğrultusunda şekillenmektedir.Sermayedarlar, araştırma ve geliştirmeye yönelikbütün çalışmalarını, daha çok kâr edebilmekhedefiyle yapmaktadır. TÜBİTAK devlete bağlı birkurum olarak, bütün planlamalarını esas olarakbüyük sermayedarların çıkarları doğrultusundayapmaktadır. Üniversitelerdeki projeleri yürütenlerde sermayeyle ilişkilerine bağlı olarak bilimingelişmesine katkıda bulunmaktadır. Türkiye’ninuluslararası pazarlardaki rekabet gücünün artmasınısağlamaktadır.

Bir yandan sermayedarların çıkarları için işleyenbu ilişkiler, diğer yandan da ücretli işçilerin daha

çok sömürülmesine hizmet etmektedir. Kâr etmezorunluluğu ve uluslararası rekabetin hızlandırdığıbilimsel gelişmeler yaygınlaştıkça, kâr oranlarındakidüşme eğilimi de artmaktadır. Örneğin, diğerrakiplerine göre daha gelişmiş teknoloji kullanan birşirketi ele alalım. Bu şirketin kullandığı teknolojiister istemez diğer şirketlere de yayılacaktır ve bualanda elde ettiği fazla kâr yok olacaktır. Bunaparalel olarak, şirketler kâr oranlarının daha yüksekolduğu – teknolojinin daha az gelişmiş olduğu, emekgücünün değerinin daha düşük olduğu – bölgelereyatırım yaparak, benzer bir teknolojik gelişme vekârların eşitlenmesi sürecini yaşayacaklardır. Bütünbu süreçte, dış pazarlara egemen olabilmek içinkapitalistler arasında kıyasıya bir mücadeleolacaktır.

İçinde bulunduğumuz dönemde bu durumkendisini Afrika ve Ortadoğu’da sürekli savaş olarakgöstermektedir. Türkiye burjuvazisi de rekabetgücünü arttırarak hem Afrika ve Ortadoğu’da hemde Orta Asya’da bu mücadelelere katılma çabasıiçindedir. Tam da sermayenin çıkarları için işleyensistem, emperyalistler arası savaşlara sebepolmaktadır. Bu savaşların en büyük yıkımını dasömürülen işçiler, yoksul köyüler, kısacası ezilenhalklar yaşamaktadır.

Kâr oranlarının düşme eğilimine paralel olarakgelişen bu süreçte kapitalistlerin, bilimi veteknolojiyi sürekli olarak geliştirmesi mümkündeğildir. Gelip dayanacakları sınır kendi çıkarlarınınsebep olduğu savaşlardır. Var olan fabrikalarını,işçilerini, kaynaklarını kullanırken, onların yerinialabilecek yeni teknolojileri üretmeleri beklenemez.Yapabilecekleri bilimsel gelişme bu yüzden sınırlıdırve bu sınır da dünya çapında gerçekleşeceksavaşlardır. 1. ve 2. Emperyalist PaylaşımSavaşları’nda olduğu gibi milyonlarca insanınkatledilmesi, var olan fabrikaların, üretim araçlarınınyok edilmesi gerçekleşmeden, kapitalistler bilimi veteknolojiyi geliştiremezler. İşte bu yüzden,üniversite-sermaye işbirliğinde bilimin gelişmesisınırlıdır.

Suriye’deki savaş ve Ortadoğu’daki nüfuzmücadeleleri bu sınıra doğru hızla ilerlediğinigöstermektedir. Savaş teknolojisindeki gelişmeler degöz önünde bulundurulduğunda 3. EmperyalistPaylaşım Savaşı’nı ezilen halkların kaldıramayacağıaçıktır. Bilimsel gelişmeyi sürekli hale getirmenintek yolu iktidarın burjuva sınıfın elinden alınarak,işçilerin-emekçilerin eline geçmesi; buna paralelolarak piyasaya bağımlı sosyoekonomikörgütlenmenin yerine, ihtiyaçları karşılayacak, açlık,yoksulluk, işsizlik vb. büyük toplumsal sorunlarıçözebilecek planlı sosyalist örgütlenmeningeçmesidir.

Türkiye burjuvazisi de

rekabet gücünüarttırarak hem Afrika ve

Ortadoğu’da hem deOrta Asya’da bu

mücadelelere katılmaçabası içindedir. Tam dasermayenin çıkarları için

işleyen sistem,emperyalistler arası

savaşlara sebepolmaktadır. Bu savaşların

en büyük yıkımını dasömürülen işçiler, yoksul

köyüler, kısacası ezilenhalklar yaşamaktadır.

mümkün mü?

5

Sermaye – üniversite işbirliğinde

bilimin gelişmesi

Page 6: EG 143. sayı

6

Devletin, tüm muhalif kesimleri sindirmek içinsistemli bir biçimde saldırılarını yoğunlaştırdığıbir dönemden geçiyoruz. Dışarıda esen/estirilensavaş rüzgârlarına yön verebilmek için içerdekontrolü elinde tutmak isteyen sermaye devleti,elbette öncelikle toplumsal muhalefeti, korkuimparatorluğu yaratarak etkisi altına almakisteyecektir. Bu istem, toplumsal muhalefetin endiri kesimi olan gençlik üzerinde de kendisinifazlasıyla hissettiriyor.

Saldırılar elbette bir noktada yoğunlaşmıyor.Bir yanda derinleşen krizin etkisiylesaldırganlaşan emperyalistlerle birlikte gözlerOrtadoğu’ya dönerken, emekçileri sosyal yıkımsaldırıları bekliyor, Kürt halkını hedef alantasfiyeci oyunlar ve kirli planlar devreyesokuluyor. Bir bütün olarak yükseköğrenimpiyasaya servis edilerek, eğitim metaya,üniversiteler işletmeye, öğrenciler müşteriyedönüştürülmek isteniyor.

Ülkenin vaziyet-i hali bu iken, sermayedevletinin her saldırısı elbette gençliğin de temelmücadele başlıklarını oluşturuyor. Devletinsaldırıları arttıkça çelişkiler keskinleşecek,mücadele yükselecektir. Bu öngörü devletinüniversiteleri baskı ve denetim altında tutmak içinelinden geleni ardına koymayacağı bir dönemi deberaberinde getiriyor.

Sermayenin üniversitelerdeki piyasacıdönüşümüne karşı eşit, parasız, bilimsel, anadildeeğitim savunulduğu için... Kürt ulusuna yönelikimha-inkar asimilasyon politikalarına sondenilerek halkların kardeşliği şiarı yükseltildiği

için... Kürt ulusunun özgürlük mücadelesisahiplenildiği için... “Suriye’de Ortadoğu’da vetüm dünyada emperyalist savaş ve saldırganlığason” denildiği için... Emperyalist kapitalistsistemin tüm saldırılarına karşı devrim vesosyalizm mücadelesi büyütüldüğü için pek çoksaldırılarla karşılaşılıyor, karşılaşılmaya da devamedecektir.

“Ankara Üniversitesi DTCF’de faşist saldırı”,“ODTÜ’deki eyleme polis saldırısı”, “KocaeliÜniversitesi’nde gözaltı terörü”, MarmaraÜniversitesi’nde soruşturma terörü”, “İÜ’desoruşturma ve ÖGB terörü”, “Beytepe’de birdönemin soruşturma bilançosu”, “ÇukurovaÜniversitesi’nde okulunu bitirmiş öğrenciyesoruşturma açıldı”, “DTCF’de ÖGB terörü”,“DTCF’de faşist provokasyon”…

Basında çokça gördüğümüz, duyduğumuz,okuduğumuz bu haberler, sermaye devletininüniversitelerdeki tahakkümünün bir göstergesiolarak karşımızda duruyor.

Üniversite öğrencilerinin derdi ne?

İçinden geçtiğimiz dönem kolay bir dönemdeğil. Bir yandan Avrupa’yı kasıp kavuran krizinetkileri, emperyalist emeller doğrultusundaçıkarılan savaşlar, tüm bunların işçi ve emekçilerinomuzlarına bindirilen yükleri, işten atmalar,direnişler, grevler… Savaşa hazırlanılırken, Kürtulusunun ve Kürt hareketinin dinamizmini kontrolaltında tutmak için devreye sokulan tasfiyeplanları gündeme sokulmuşken, bir yandan da

Page 7: EG 143. sayı

Kürt hareketine yönelik katliamlar devam ediyor,çeşitli karalamalara başvuruluyor, şoven rüzgarlarestirilerek Kürtler hedef gösteriliyor. Diğer yandanise direkt olarak gençliği hedef alan saldırılargündeme getiriliyor. Özelleştirme, piyasaya açma,müşterileştirme, mütevelli heyetleri, vs...

Böyle bir tabloda yapılması gereken, susmak,biat etmek, onaylamak ve sisteme hizmet etmekdeğilse, mücadele etmek tek çıkar yol olarakkarşımızda duruyor.

Soruşturma-ceza terörü

devreye sokuluyor

Sorgulamayan, eleştirmeyen, biat eden birgençlik isteyen düzen, kendine muhalif olanları dadenetimi altında tutmak istiyor. “Benden izinaldığın ölçüde istediğini yap” diyerek devrimcigençliği de kendi icazet alanına çekmek istiyor.Sahte özgürlük rüzgarlarına kapılmayan devrimciöğrenciler ise “devrim ve sosyalizm” şiarlarınıhaykırmaya devam ediyorlar. Özgür düşünceleriniifade edebilmek için kullanılan araçlar (bildiri,afiş, stand vb.) “izinsiz” olduğu gerekçesiylesoruşturmaya tabi tutuluyor, ÖGB terörüyleengelleniyor. Bunları kullanma iradesi gösterenlereazgınca saldırılıyor.

Faşist yapılanmalar devlet eliylegüçlendiriliyor

Üniversite yönetimleri soruşturmalar açsa da,cezalar verse de devrimci faaliyet devam ediyor.Devrimci faaliyeti engellemenin bir yolu olarak dabizzat devlet tarafından faşist yapılanmalargüçlendiriliyor. Bir afiş ya da pankart asmak,bildiri dağıtmak, anadilinde konuşmak bile faşistsaldırılara gerekçe olabiliyor.

ÖGB-polis saldırıları

Sisteme karşı yükseltilen muhalif sesler,soruşturmalarla, cezalarla, faşist saldırılarlasusturulmaya çalışılıyor. Üstelik bunlar ÖGB,polis desteğiyle yapılıyor. Okul içerisinekonuşlandırılan ÖGB’ler ve polis, faşistlerle deişbirliği yaparak, devrimci, demokrat yurtseveröğrenciler üzerinde terör estiriyor. En ufak birteşhir, bir demokratik hak kullanımı, azgıncasaldırıların hedefi oluyor.

X-Ray cihazları, üst aramaları, taciz…

Bu saldırılar sonrasında “güvenlik amaçlı”okulda çevik kuvvet bekletiliyor, güvenlikbirimleri öğrencileri didik didik arayarak okulaalıyor. “Şüpheli” öğrencilere ise daha farklımuamele yapılıyor. Şüpheli olarak tanımlananöğrencilerin devrimci öğrenciler olduğunusöylemeye gerek yok herhalde.

Ancak bu saldırılar tüm öğrencileri etkiliyor.Okula girerken x ray cihazından geçiyorsunuz.Cihaz ötmemesine rağmen üstünüz bir kez daha,üstelik size dokunularak aranıyor. Aramadangeçtikten sonra çevik kuvvet karşılıyor sizi. Binagirişinde çarşaf gibi uzayan soruşturmalarsilsilesi... Yine “güvenlik” gerekçesiyle okulun heryanına çekilmiş tel örgüler... Ve tüm bunlarınhedefindeki öğrencilerin birikmiş öfkesi…

Saldırıları püskürtmenin yolu

devrimci-militan mücadele

Tüm bu saldırıların nedeni, biriken öfkeninörgütlü bir kanala akıtılmasından korkulmasıdır.Bu korku yerinde ve haklıdır. Saldırıların bu kadarpervasızlaştığı her alanda, okulda, fabrikada,atölyede gençliğin, işçilerin, emekçilerin direnişbarikatlarıyla karşılaşılacaktır.

Toplumun tüm kesimlerini hedef alan tüm busaldırılara karşı yanıt üretme sorumluluğu bizimüzerimizdedir. Sermaye devletinin tüm saldırılarınıanlatmak ve yıllardır biriktirilen öfkenin sistemeyöneltilmesini sağlamak görevi bizimomuzlarımızdadır. Biriken öfkeninörgütlenebilmesi ve alanlara yansıtılması, düzeninsaldırılarını püskürtülebilmenin önkoşuludur. Bubaşarılabildiği ölçüde gençliğin devrimci enerjisiaçığa çıkacak, kitlesel, militan bir mücadele hattıyaratılacaktır.

DTCF’den bir Ekim Gençliği okuru

Afyon’da hukuk terörü!Afyon’da 6 Kasım’da gerçekleşen YÖK protestosuna ve daha sonraki süreçte

açlık grevleri ile dayanışma amaçlı yapılan oturma eylemine polis saldırmış ve 60’a

yakın devrimci ve ilerici öğrenciyi gözaltına almışlardı. Daha sonra serbest bırakılan

ve aralarında Ekim Gençliği okurlarının da bulunduğu devrimci ve ilerici öğrencilere

şimdi de hukuk terörü uygulanıyor.

“Kanuna aykırı gösteri yapmak” ve “dağılın uyarısına rağmen dağılmamak”

gerekçesi ile Afyon savcılığı tarafından 60 kişiye dava açılmış bulunuyor. Davanın ilk

duruşması 21 Mayıs günü görülecek.

Devrimci ve ilerici öğrenciler ise baskı, gözaltı ve yargı terörünün mücadeleyi

engelleyemeyeceğini belirtiyor.7

Page 8: EG 143. sayı

Uzun zamandır tartışılan Yeni YÖK Yasası’nın,üniversitelerden gelen tepkilerin üzerine gündemdendüşeceği izlenimi verilirken, iktidar bu konuda adımadım harekete geçmeye başladı. “Üniversitekonseyleri”, “özel üniversitelerin yasallaşması”,“sözleşmeli öğretim elemanları” gibi başlıklarakademisyen çevrelerinde huzursuzluk yaratıp tepkitoplayınca hükümet ve sanayi çevreleri öncelikli veüzerinde uzlaşılan adımları uygulamak için hareketegeçti. Şimdilik, “yabancı üniversitelerin açılması” ve“bilgi lisanslama ofisleri” başlıklarıyla ilgili atılansomut adımlar gündeme gelmiş bulunuyor.

“Teknoloji Transfer Ofisi” ya da şirket

2012 sonunda internette yayınlanan tasarıda“Bilgi Lisanslama Ofisi” adı altında gündeme gelenbaşlık, MEB’e sunulan tasarıda, Türk PatentEnstitüsü’nün önerisine uygun olarak “TeknolojiTransfer Ofisi”ne dönüştürülerek yeniden gündemegetirilmiş oldu. Bu çerçevede, “sermaye şirketi”statüsünde kurulabilecek olan TTO’ya şu tanımgetirildi: “diğer yükseköğretim kurumları, özelkanunlarıyla araştırma ve geliştirme yapmakla

görevlendirilmiş olan kamu kurumları, teknolojigeliştirme bölgeleri yönetici şirketleri, TürkiyeOdalar ve Borsalar Birliğine bağlı odalar veborsalar, Türkiye Esnaf ve SanatkarlarıKonfederasyonuna bağlı odalar, yerli ve yabancı özelhukuk tüzel kişileri, Ar-Ge ve teknoloji geliştirme ileilgili vakıf ve dernekler ve ihracatçı birlikleri kurucuya da sonradan ortak olabilir.”

Tasarının 34. maddesinde geçen bu tanımlamalaraek olarak, öğretim elemanlarının, araştırmacıların,öğrencilerin ve diğer personelin de yaptıklarıçalışmaları ticarileştirmek amacıyla TTO’lara ortakolabileceği belirtiliyor. Bunun yanında, bu teknolojitransfer şirketlerinin kazançlarının çeşitlivergilerden muaf tutulması, üniversite dönersermayesinden bağımsız olması planlanıyor. Böylecebu şirketlerin sahibi olacak sermayedarlar, araştırmave bilimsel çalışmaları doğrudan mülk edinecekleriözel şirketler kurmuş olacaklar. Bu şirketlerindenetlenmesi de TYK (yeni YÖK) üzerinden devlettarafından yapılacak. Şirketin tüm işlevleri Bilim,Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ileilişki içinde TYK tarafından belirlenecek.

8

“Yeni YÖK Yasası”parça parça hayata geçiriliyor...

Page 9: EG 143. sayı

“Teknoloji Transfer Ofisi”nden önceyeni patent kanunu geliyor

Türk Patent Enstitüsü’nün sözkonusu maddeyleilgili önerisi hedeflenenleri çok açıkça özetliyor: Bunagöre yukarıda incelenen 34. maddenin başlığının “...maddedeki tüm konuları kapsayacak şekildegenişletilerek “Bilginin Ticarileştirilmesi” şeklindedüzenlenmesinin (…) daha uygun olacağıdüşünülmektedir” deniliyor. Eğitimin ve bilginin alınıpsatılan bir meta olması, yani “bilgininticarileştirilmesi” elbette yeni değil. Fakat mevcutiktidar, Türkiye sermayedarlarının rekabet gücünüarttırmak, bu doğrultuda bilimsel araştırmayı teşviketmek, bunun üzerinden kâr etme mekanizmalarınıkolaylaştırmak gibi sermayedarların ihtiyaçlarınıngerektirdiği ölçüde, kimi değişiklikler yapmayıhedefliyor. Yeni YÖK Yasası’nın bir bütün olarakgeçmesinin önündeki engelleri göz önünde bulunduranhükümet, bu doğrultuda yeni patent kanunuyla,akademisyenlerin kendi adlarına patent başvurusuyapma zorunluluğu yerine, üniversiteleri adına başvuruyapabilme olanağını getirecek. Bu da yeni YÖK YasaTasarısı’nda geçen “Teknoloji Transfer Ofisi”ninhayata geçirilmesinden önce bilgininticarileştirilmesini kolaylaştıran bir ilk adım olacak.

“Türkiye’de yabancı yükseköğretim ku-

rumu açılması”

Bu başlık da MEB’e sunulan tasarıda 27. maddedebelirli sınırlarla geçmektedir. Bunlar, yabancıüniversitenin kendi ülkesinin mevzuatına tabi olması,TC vatandaşı öğrencilerin kayıtlı öğrencilerin %25’tenfazlasını oluşturamaması, uluslararası alanda denkliğibulunan akademik derecelerin verilmesidir. Gençnüfusta işsizliğin Türkiye’ye göre çok daha yüksekolduğu Ortadoğu ve Orta Asya ülkeleri gençlerininkendi ülkelerine göre daha “kaliteli” bir yaşambeklentisi için Türkiye’de üniversite okumayageleceğini, fakat mezun olunca kapitalist sömürününegemenliği altına gireceklerini tahmin edebiliriz.Bunun ötesinde, siyasi gericiliğini her an hissettirensermaye iktidarının “İslamcılık” jargonunu devamettirebileceği bir yapının oluşacağını öngörmek de güçdeğil. Eğitimin her alanında “dindar nesil yetiştirme”propagandasına uygun adımlar atan AKP iktidarı,şimdiden Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi üzerinden bupolitikasını hayata geçirme planları yapmakta.

Yüzüncü Yıl ve Tebriz, Van’da ortak

üniversite kuruyor!

2012 yılında 300 civarında yabancı öğrenciyiüniversiteye kabul eden, MÜSİAD ve diğersanayicilerle işbirliği içinde üniversitede Tekno-Kentyapımında temel atma aşamasına gelen Van YüzüncüYıl Üniversitesi, İran’ın Tebriz Üniversitesi’yle Van’daortak üniversite kurmak amacıyla protokol anlaşmasıimzaladı. Yeni YÖK Yasa Tasarısı’nın tartışıldığı bugünlerde atılan bu adım da, sermaye iktidarının yasageçmeden hedeflerini hayata geçirmeye başladığınıgösteriyor. AKP hükümeti, sermayenin Ortadoğu,Kuzey Afrika ve Orta Asya’ya açılma hedeflerini,buradaki kapitalist devletlerle eğitim alanındakiortaklaşmalarla gerçekleştirmeye çalışıyor. Protokolanlaşmasında geçen maddeler, Bologna Süreci’ninAvrupa için oynadığına benzer bir rolün Ortadoğu içinhedeflenmekte olduğunu gösteriyor. Bütün bunlar da,gerici sermaye iktidarının “İslamcı” ve “YeniOsmanlı”cı jargonunu zenginleştirmesine yarıyor.

D. Baran

Liseliler Devrim

Okulları’nda buluştu!İstanbul’un Avrupa ve Anadolu

yakalarında Devrim Okulları’nı

toplayan DLB’liler, Ankara’da daha

önce de toplanan Devrim Okulu’nu

bir etkinlikle sonlandırdılar.

İstanbul’da iki yakada

Devrim Okulları

İstanbul’da Anadolu ve Avrupa

yakalarında yapılan iki ayrı etkinlikle

Devrim Okulları başlatıldı.

Avrupa Yakası’nda,

Küçükçekmece ve Esenyurt DLB’nin

Sefaköy İşçi Kültür Evi’nde ortak

gerçekleştirdiği etkinlik DLB adına

yapılan sunumla başladı. Sunumda

güncel gelişmeler, liselilerin yaşadığı

sorunlar, bunlar karşısında

yapılabilecekler, DLB’nin misyonu ve

hedefleri üzerine bir anlatım

gerçekleştirildi. Sunumun ardından

liselilerin gündemleri üzerine canlı

tartışmalar yaşandı. Tartışmada

4+4+4 eğitim sistemi, eleme sınavı,

meslek liselilerin özgün sorunları,

paralı ve gerici eğitim uygulamaları,

emperyalist savaş politikaları gibi

başlıklar öne çıktı. Güncel sorunlar

üzerine yapılan tartışmaların

ardından kısa bir ara verildi.

Aranın ardından DLB’nin

önümüzdeki dönem yürüteceği

çalışmalar üzerine konuşuldu. Bu

kapsamda yayın ve materyal

kullanımı, yayına katkı, farklı araçların

kullanılması, düzenli toplantılar ve

etkinlik-eylem gerçekleştirilmesi gibi

öneriler getirildi. Güncel bir deneyim

olarak Esenyurt’ta gerçekleşen karne eylemi değerlendirildi. Ayrıca ikinci dönemin

başlaması ile birlikte temel gündem olacak eleme sınavına karşı yürütülecek

mücadele ve yapılabilecekler tartışıldı.

Anadolu Yakası’ndaki etkinlik ise Kartal İşçi Kültür Evi’nde gerçekleştirildi.

Devrim Okulu’nda eğitim sisteminin ortaya çıkardığı sorunlar ve bu sorunların

liseliler üzerindeki etkisi, 4+4+4 ile birlikte son dönemde eğitim alanında yaşanan

saldırılar, yaşanan sorunlar karşısında liselilerin mücadelesi, DLB ve yayın başlıkları

altında tartışmalar yapıldı.

Ankara’da Devrim Okulları başarıyla tamamlandı

Bir hafta boyunca Mamak İşçi Kültür Evi’nde gerçekleşen etkinlikte “toplumcu

sinema”, “felsefe”, “liselilerin sorunları ve örgütlenmesi”, “emperyalist savaş ve

devrimci tutum” üzerine sunumlar ve söyleşiler gerçekleştirildi.

Devrim Okulları’nın son gününde ise “Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!” isimli

Türkiye’de devrimci gençlik hareketini anlatan ve mücadele çağrısı yapan

sinevizyon gösterimi gerçekleştirildi. Sinevizyon gösteriminin ardından Mamak İşçi

Kültür Evi Şiir Topluluğu sahne aldı. Liselilerin Sesi okurları tarafından da kısa bir

müzik dinletisi gerçekleştirildi. Devrim Okulları, Devrimci Liseliler Birliği saflarını

güçlendirme çağrısıyla sonlandırıldı.

Liselilerin Sesi / İstanbul-Ankara 9

Page 10: EG 143. sayı

10

Sınıflı toplumlarda üniversiteler daimaegemen toplumun çıkarlarına göre bilimüretmiştir. Bu durum kapitalizmde daha dakatmerlenmiştir. Üretilen bilim sermayeninçıkarları doğrultusunda üretilmekte,üniversitelerde sermayeye uygun ucuz iş gücüyetiştirilmektedir. Geliştirilen tüm ürünlertoplumun yararı yerine bir avuç azınlığınçıkarları için kullanılmaktadır. Özellikle savaşsanayi ve savaş araçları ise bilimden en fazlayararlanan alanlardır.

Üniversitelerde üretilenlerin sermayeninçıkarlarına uygun olmasının yanı sıraüniversitelerdeki öğrenciler de artık potansiyelmüşteri olarak algılanmaktadır. Yıllardır eğitiminticarileşme aşamaları tamamlanmayaçalışılıyordu. Günümüzde çıkarılmak istenenyasalarla bu aşama sonlandırılmak isteniyor.YÖK Yasa Tasarısı ile üniversiteler açıktansermayenin hizmetine açılıyor. Üniversiteleriyönetmek için oluşturulan 11 kişilik heyetle,üniversitelerde bilgi artık tümüyle alınıp satılanbir metaya dönüştürülmeye çalışılıyor. Sermayesözcüsü T. Erdoğan, katıldığı bir özel hastanenin

açılışında bu politikayı pervasızca dillendiriyor.Üniversitelerdeki yolsuzluklarınengellenemediğini, eğitim kalitesinin artacağını,ancak bunların eğitimin özelleşmesi ile mümkünolacağını ve bunun için de engel olan yasalarınbir an önce değiştirileceğini belirtiyor. Özcesi,egemenler üniversitelerdeki yolsuzluklarınüzerine gitmek yerine, üniversiteleriözelleştirmek için bunu fırsata çevirmeyeçalışıyorlar.

RadHack yolsuzlukları açıkladı

Kapitalistler üniversitelerde öğrencilerimüşteri olarak görmekle yetinmiyor,yararlanabildikleri her açıdan üniversitelerdenyararlanmaya devam ediyorlar. Türkiye’debulunan birçok büyük üniversitede rektörlerin vekimi akademisyenlerin de işin içinde olduğuyolsuzluklar ortaya çıktı. RedHack aslındaaçıkladığı bu bilgilerle herkesin bildiği yolsuzlukbilgilerini gözler önüne sermiş oldu.

Açıklanan belgelere göre Hacettepe,Marmara, Ege, KTÜ ve daha birçok üniversitede

’in bildiği

gençliktensaklanmaz!

Page 11: EG 143. sayı

yolsuzluk yapıldığı ortaya çıktı. KTÜ’deyıllardır bağış adı altında toplanan paralarbirilerinin hesabına aktarılıyor. Eğitim içindeğil, kişilerin zenginleşmesi için kullanılıyor.Marmara Üniversitesi’nde ise hocalar parakarşılığı bazı öğrencilerin sınav kâğıtlarınıdeğiştirirken, bu hocalar hiçbir yaptırımlakarşılaşmıyor. Dekan olması beklenen kimihocalar ise yapılan mobingle istifaya zorlanıyor.Hacettepe’de ise çevrede bulunan birçokesnaftan yüklü miktarda bağış alınıyor veüniversitenin arazisi bu bağışlar çerçevesindepeşkeş çekiliyor. Adını burada sayamadığımızdaha birçok üniversitede ise isimler değişiyorama yolsuzluklar değişmiyor.

Üniversitelerde tüm bu yolsuzluklar devamederken, buna yönelik somut bir adımatılmazken, RedHack bu belgeleri açıkladığıiçin suçlu sayılıyor. Belgelerin açıklandığısitelere erişim yasaklanmaya çalışıyor. Bir kezdaha çalmak serbest, açıklamak yasak mantığıortaya çıkıyor. Bugün eğitimin düştüğü içleracısı durumun bir dışa vurumudur bu.Üniversiteler sermayenin isteği doğrultusundaşekilleniyor. Bilim üretmek için yapılmasıgereken yatırımlar ‘özel güvenliğe, kameralara,üniversitelerdeki şirketlere’ ayrılmış oluyor.Tüm bunlar ise eğitimde gelişmek bir tarafaüniversiteler arasındaki uçurumu daha daderinleştiriyor.

Çamur atma politikaları ile

aklanamayacaksınız!

Eğitim sisteminin içinde bulunduğu bataklıkgözler önünde iken, yolsuzlukta sınır tanımayanüniversitelerin yöneticileri utanmadan,ODTÜ’de sermayeye geçit vermeyeceklerinihaykıran öğrencilere dil uzatabiliyorlar.Yolsuzluk belgeleri açıklanan üniversitelerinbirçoğu ODTÜ direnişin ardından ODTÜ’yükınayarak Tayyip Erdoğan’ın yanında yer alanrektörlerdir. Günlerce televizyonlarda ODTÜüzerine tartışma yürüten bu şarlatanlar, konukendi yaptıkları yolsuzluklara gelince en ufakbir açıklama yapamadılar. Bunun yerinekonunun üstünü örtmek için ellerinden geleniyapmaya çalıştılar. Fakat artık gençliğin vegenel kitlelerin bu politikalara karnı toktur.Gençlik bu tarz karalama çalışmalarına primvermemelidir ve vermeyecektir.

Yolsuzluğa karşı

ODTÜ direnişini büyütelim!

Saldırıların ve sömürünün katmerleneceğiönümüzdeki dönemde, YÖK Yasa Tasarısısayesinde yolsuzlukların önü daha fazlaaçılacaktır. Tüm bunlara karşı birleşikmücadeleyi güçlendirmek, militan karşıkoyuşlar örgütlemek ve gençlik hareketininönünü açacak bir süreç başlatmak herkesinomuzlarında bir sorumluluktur. Eğitimsisteminin mevcut tablosu ortadayken vegençliğe vaat edeceği bir şey kalmamışkenmücadele bir kez daha tek seçenek olarakönümüzde duruyor.

“Kampüs Lise”ler

hayata geçiyor!

Neoliberal politikalar çerçevesinde eğitimin ticarileştirilmesi uygulamalarının AKP ile

birlikte hız kazandığı biliniyor. Bu adımların lise ayağındaki bir başka aşama ise liselerin

kent merkezlerinden çıkarılarak “eğitim kampüsleri”ne taşınmasıydı. Çeşitli vesilelerle

gündeme getirilen bu konu, gerici basın eliyle yeniden işlenmeye başlandı.

Projenin genel olarak kent merkezlerindeki liselerin kapatılarak tüm öğrencilerin

şehir dışındaki merkezi kampüslerde eğitim alması anlamına geldiği biliniyor. Gerekçe

olarak ise yerel liselerdeki imkansızlıklardan bahsediliyor. İşin vitrinine baktığımızda bu

kampüslerin tam donanımlı olacağını, kütüphane, yüzme havuzu, laboratuvar gibi im-

kanların yer alacağını görebiliyoruz. Ancak böyle masum sunulan projenin arkasındaki

hesap ve yaratacağı sonuçlar çok daha çetrefilli.

Öncelikle basına yansıyan haberlerde yer alan “Kamu-özel ortaklığı” ifadesi bile tek

başına birçok şeyi anlatıyor. Yeni projenin hayata geçirilmesi için kullanılan bu tanımın

bizim için karşılığı sermayeye rant alanı açmak. Böylece daha baştan bu kampüslerin in-

şası için büyük bir bütçe ayrılacak ve yandaş burjuvazi başta olmak üzere bir dizi ser-

maye grubu önemli bir rant elde edecek.

Ancak sorun yalnızca kampüslerin inşa edilmesinden ibaret de değil. Geçmişte evi-

nin yakınındaki okulları tercih eden ve kent merkezlerinde okuyan öğrenciler evlerine

yürüyerek ya da tek araçlara gidebiliyorken yeni düzenleme ile tüm öğrenciler servisler

ile taşınacak. Başlangıçta ücretsiz olacağını tahmin edeceğimiz bu servislerin zamanla

ayrı bir ücrete tabi olmamasının ise hiçbir garantisi bulunmuyor. Bu işin de ayrı bir sek-

tör olduğu ve yüzbinlerce öğrencinin taşınmasının yaratacağı rant alanı da cabası.

Yine bu kampüsler başından beri sermaye denetiminde oluşturulacağından öğrenci-

lerin tüm boş vakitleri de ayrı birer rant alanına dönüştürülecek. Öğle yemeğinden

farklı sosyal aktivitelere kadar bir dizi başlık, sermaye tarafından istismar edilecek.

Bu düzenleme zaten hayata geçirilen çocuk emeği sömürüsünü de üst boyuta taşı-

mayı amaçlamakta zira meslek liseleri de bu kampüslerde yer alacak. Ve doğrudan ser-

mayenin denetiminde “eğitim” verecek.

Basına yansıyan haberlerde uygulamanın ilk olarak İstanbul, İzmir, Adana, Kocaeli,

Aydın, Şanlıurfa, Erzurum ve Muğla’da uygulanmaya başlanacağı da belirtiliyor.

Liselerin şehir dışına atılmasının ardından mevcut eğitim binalarının nasıl değerlen-

dirileceği de önemli bir sorun. Bu binaların “ilkokul” olacağı söylense de genelde kent

merkezlerinde yer alan eğitim kurumlarının arazilerinin hayli değerli olduğunu görme-

mek mümkün değil. Bu proje kapsamında bu binaların ve arazilerin de ayrı bir rant alanı

oluşturacağı açık. Genel bir bakış bile bu projenin gerek öğrencilerin sosyokültürel gelişimi, gerekse

eğitimin niteliği açısından ciddi bir problem oluşturacağını gösteriyor. Ancak bilim in-

sanlarının tüm uyarılarına rağmen sermaye devleti bu adımları atmaktan geri durmu-

yor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu proje için açtığı yarışmaya 156 proje

sunulmuş olması, projelerin hızla hayata geçirilmek istendiğini de göster-

mekte. 11

Page 12: EG 143. sayı

12

2011 yılı, gençliğin isyan yılı olarak tarihegeçti. Arap Baharı’yla başlayan, yıl boyu devameden süreçte, on milyonlarca genci içine alanprotestolar, isyanlar ve hareketlilikler tüm dünyasiyasal düzenini sarstı. Financial Times’tan WallStreet Journal’a kadar birçok uluslararası işdünyası yayını, aylarca günümüz gençliği üzerineyazılar yayınladı. Politik arenadaki yorumcular2011’i, küresel gençlik isyanlarının yılı olan1968’e benzetmeye o zamandan başlamışlardı.

Bunun sebebini anlamak zor değil. Nitekim,nüfusun çoğunluğunun 25 yaş altında olduğu bircoğrafyada meydana gelen Arap Baharısürecindeki hareketlilik ve isyanlar, yaz boyuncaİspanya ve Yunanistan’ın dört bir yanındaki halkmeydanlarınını dolduran Avrupa’daki “KayıpGençlik” ve “Öfkeliler” hareketi, Şilili öğrencileringitgide devleşen gösterileri ve ABD’ninkemikleşmiş politik atmosferini kırarak yeni birdevasa sosyal hareketliliği ateşleyen Occupykampları; işte tüm bu hareketlilikler, gençliğinbüyüyen toplumsal hareketliliklere nasıl ön ayakolduğunu gösteriyor.

Bu yeni hareketlilikler, milyonlarca gençinsanın geleceğini karartan küresel boyuttakiekonomik durgunluğun direk bir sonucu olarakortaya çıktı. Özellikle gençliğin karşı karşıyabulunduğu işsizlik tehlikesi büyük bir uluslararasıkriz haline geldi. Bloomberg Businessweek’teyazan Peter Coy, bu durumu “işleyen saatlibomba” benzetmesiyle açıklıyordu. Bu ekonomikaltüst oluşu, çoğu ülkeden görece daha olumluşekilde atlatmış ülkelerde bile sosyal eşitsizlikyükseldi, neoliberal kapitalizmin tabiatında varolan sosyal hakların gaspı uygulamasıyla her yerdeyüz yüze kalındı. Kapitalist krizin, birçok imkân veolanaktan yoksun eski jenerasyonu, evrensel birKayıp Jenerasyon’a dönüştürdüğü konusundabüyüyen bir bilinç açıklığı var.

Bugün, Kahire’den, New York’tan, Santiago’yakadar bu jenerasyonun mücadeleleri, muazzamdevrim süreçleri geleneğini yeniden diriltti ve onyıllar boyu yenilmek ve geri çekilmek dışındahiçbir şeyle karşılaşmamış uluslararası sol hareketeyaşam verdi. 1 yıl kadar kısa bir sürede, mevcuttüm politik öngörüler tersine döndü. Öncesinde

“dokunulamaz” olan diktatörler alaşağı edildi,“umutsuz ve muhafazakâr” Amerikalılar, yüzlerceşehir ve kasabanın alanlarını zapt etti, ceptelefonları ve sosyal medya ile “satın alınarak”“uyuşturulan” gençlik, bu yeni teknolojilerisistemin karşısında bir silaha dönüştürdü. Buhareketlilikler, ülkelerden ülkelere sıçrayarak,yalnızca küçük bir azınlık olan zenginler vebankaların ihtiyacını sağlama prensibi ile işleyenbu politik ve ekonomik düzeni sorgulatır halegetirecek düzeyde, mevcut düzenin sınırlarını aştı.

Gençliğin bu başkaldırışının temeli nerededir?Hareketlilikler içinde gelişen dönüm noktalarınelerdir? Bu kriz ve başkaldırı sürecinde solhareketin sorumlulukları ve olaylar karşısındakibeklentileri nelerdir? Bu makale bu sorulara kimiilk cevapları sunacak ve gelişen dünya gençlikhareketinin genel hatlarını ortaya koymayaçalışacak.

Gençlik ve kriz

Bugün gençliğin yüz yüze bulunduğu kriz,ulusal sınırları aşan ve neredeyse en özel koşullarasahip dip köşe yerleri bile etkileyecek denli derinve geniştir. Eğitimden devasa kesintilerinyapılması, öğrencilerin borç yüklerinin birdenbireyükselmesi ve gençliğin karşı karşıya bulunduğuişsizlik tehlikesi olgularının birleşimi, yalnızca işçigençliğin değil aynı zamanda orta sınıf gençlerinde mütemadiyen karşısına çıkıyor.

Yaratıcısı oldukları krizi bilmiyormuş ya daönemsemiyormuş gibi görünen karmaşık siyasaldüzenin gençliği içine soktuğu durumgeleceksizlik, güvencesizlik, kızgınlık ve öfkeninpatlayıcı karışımı oluyor. Dünyanın farklı ülkeleriiçin bu durumun benzer olması da onlara bir haylidehşet veriyor.

İstatistiklere kısa bir bakış, genç insanlarınkapitalizmin mevcut krizinden nasıl da derindenetkilendiğini ortaya koyuyor. Gençliğin önündeduran muazzam işsizlik olgusu, dünyanın büyükkısmında, iş bulabilen genç insanların da kötüücretli ve güvencesiz işlerde çalışmasına sebepoluyor. ILO’ya göre bizim jenerasyonumuz,görülmüş en büyük işsiz gençlik grubunu

Dünya gençlik hareketinin boyutları

Page 13: EG 143. sayı

oluşturuyor. ILO’nun verdiği bilgiye göre, öncekiresesyon dönemlerine kıyasla, gençliğin önündekiişsizlik tehlikesi yüzde 50 gibi bir oranla son 4 yılboyunca emsalsiz bir şekilde artış göstermiştir.

Bu bunalımın merkez üssü Arap dünyasıdır.Üçte ikisi otuz yaş altı insanlardan oluşan birbölgede, istatistikler işsizlik oranını yüzde 40olarak gösteriyor. Avrupa’da toplam oran yüzde20’yi zorluyor. İspanya ve Yunanistan’dan yüzde45’e yakın genç insan işsiz. Amerika BirleşikDevletleri’nde, İş Kurumu gençliğin işsizlik oranınıyüzde on sekiz olarak deklare etse de, bu elbettekigerçek rakamın oldukça altında. Amerika BirleşikDevletleri’ndeki siyahî gençler için oran yüzde31’e dayanıyor ve lise diploması olmayanlar içinde oran, yüzde 44’ü buluyor.

Bunlar dehşet verici istatistikler. Nedir ki onlarda tüm durumu gözler önüne sermiyor. Birçokülkede iş arama süreleri kıyasıya uzayarak,çoğunlukla bir yılı aşıyor. Gelişmiş ülkelerdesosyal güvenliğin gasp edilmesi, geliri olmayanlarıyaşamını yürütemez hale getiriyor. Gelişmekte olanülkelerde ise çoğu işsiz genç ve hatta birçok çalışanda, müthiş bir yoksullukla yüz yüze. Bumilyonlarca insan için genç yaşta işsizlikle başbaşa kalmaya, hayat boyu daha düşük ücretlereçalışmaya sebep oluyor.

Neoliberalizm koşullarında krizden önce degüvencesiz çalışma oranı bir hayli yüksekti. Birdiğer ifadeyle, iş sahibi genç insanlar bilegenellikle düşük ücrete ve kısa dönemliğineçalışıyorlardı. Avrupa çapında ki bunlarmileuristaslardır*, aylık 1000 avronun altında parakazanan genç insanlar genellikle hiçbir haktanımayan altı aylık sözleşmeli işlerdeçalışıyorlardı. Arap dünyasında, geçen yaz kendiniateşe vererek Tunus’taki halk isyanının kıvılcımınıçakmış seyyar satıcı Mohamed Bouazizi gibi gençve çoğunlukla iyi eğitimli insanlar, başka hiçbir işbulamadığı için kendi işlerinde çalışıyorlar.

Öte yandan bu kriz insanları radikalize eder veprotestoların fitilini ateşlerken, bir yandan dainsanları umutsuzluğa ve çaresizliğe sürükledi.Yılın başında Britanya’da, 21 yaşındaki VickiHarrison, 200. iş başvurusundan da red cevabıalmasının ardından kendini öldürdü. Britanya’dayakın zamanlarda yapılan bir araştırma 18-25 yaşarası gençlerin yarısından fazlasının, işsizliktehlikesinden ötürü başka bir yere göç etmeyidüşündüğünü açığa çıkardı. Dünyakapitalizminin merkezlerinden birinden gelenbu istatistik sarsıcıdır.

Özet olarak söylemek gerekirse, bizlerbütün bir jenerasyonun ekonominindışına atıldığına tanık oluyoruz.Durum gelişmiş ülkelerde daha dakötüleşirse ve Avrupa bir diğerfinansal kriz döngüsüne girerse,bu genç insanlar kendilerini“dışarıdan içeriye bakmayaçalışırken” bulmaya devamedecek. Bu insanlar sisteminsavunucuları gözünde, sosyalistikrar için uzun süreli birtehlike olarak görülmekte.Radikaller ve devrimciler için ise çok acilbir mücadele öngörüyorlar. Öğrenciolmayan ya da iş gücü oluşturmayan bu gençinsanların ise kolayca düzen politikalarınayamanacak bir grup olarak görmüyorlar-kihaklılar.

Eğitim

Gençlerin önündeki işsizlik krizinin şöyle biryanı var: önceden benzeri yaşanmamış saldırılar,gelişmiş ülkelerin tümünde eğitim sistemleri ilekarşı karşıya geliyor. İçinde bulunduğumuz kemersıkma çağında egemen sınıf, bankacılaraverdiklerini okullardan alıyorlar. Birçok ülkede,“bütçe düzeni” ve “kemer sıkma politikaları”terimleri, krizin faturasını işçilerden ve sosyalhizmetlere bel bağlayan düşük gelirlilerdençıkarmaya çalışan düzenbaz politikacıların parolasıolmaya başladı. Neoliberalizmin sürekli devameden özelleştirme hamleleriyle eğitim, gitgideBüyük Buhran dönemindeki hali hatırlatan, çokkeskin eşitsizlikleri şiddetlendiriyor. Bir yandamilyarder sanayici ve ideolog olan Charles veDavid Koch gibi özel sermaye sahipleri ile askerive savunma sanayi için üniversiteler açılırken, öteyandan gelişmiş ülkelerdeki politik danışmanlar,çoğu işçi-emekçi sınıflardan öğrencileri iki aşamalıeğitim yöntemlerinin en dibine itiyor.

İşçi-emekçi sınıflardan öğrencilerin bugünküeğitsel deneyimleri, yüksek öğrenim olanaklarınınhala geniş olduğu 30-40 yıl önce büyümüşinsanlara, neredeyse anlaşılmaz gelebilir. Devletokullarına giden öğrenciler için eğitim alanındailerlemenin engelleri üniversiteden çok daha öncebaşlıyor. İlk ve ortaokullar, devlet okullarındagörev yapan öğretmenlerin günah keçisi arayanpolitikacılar için uygun bir hedef olmalarınınsonucu olarak, bütçe kesintilerine tekrar tekraruğruyorlar. Dökülen devletokulu sistemiylebaşarılı birşekilde savaşarakkendi yollarındailerleyen devlet okulu

13

Page 14: EG 143. sayı

öğrencileri, keskin bir şekilde yükselenöğrenim ücretinin onları üniversite dışınaatacağını anlamak için mezuniyete doğru yolalıyorlar. Üniversite giderleri için yeterlikrediyi temin edebilenler, kendilerini değeridüşürülmüş bir iş piyasasında ve borçlarınıazaltmalarını asla mümkün kılmayacak düşükmaaşlarla karşı karşıya buluyorlar. Eğitim birtuzak haline geliyor.

Yüksek öğrenimde bütçe kesintileri,milyonlarca azimli mezunu borç girdabınaçekerek ve onların çoğunun bir dereceyi bilebitirmelerini engelleyerek, devlet üniversitesistemleri ve mali yardım için uygun olan fonmiktarının büyük bir bölümünü yok ediyor.İrlanda, İtalya, İspanya ve Britanya,öğrencilerin üniversiteye katılmak için ödediğimiktarı ciddi bir yükselişe tabi kılarak, son 2yılda tüm yüksek öğrenim bütçelerini %10’danfazla kesmiş durumda. Britanya’da geçen yıl,bütçenin %14’üne tekabül eden kesintiler,öğrenci harçlarını üçe katlayarak, %40’laöğretim bütçelerini iyice azaltıyor.

Bilhassa ABD’deki öğrenciler, katlanılamazbir durumla karşılaşıyorlar. HâlihazırdaAvrupa’dan çok daha pahalı olan yükseköğrenim, ABD’de de benzer devasa kesintilereuğruyor ve birçok eyalette harçların yükseldiğigörülüyor. Bu yıl boyunca eğitim giderleridizginlenemeyen enflasyonla % 8,3 oranlayükselirken, tabi ki maaşlarda düşüşe geçti.2000’den beri, devlet üniversitelerindeki eğitimgideri ikiye katlanmış durumda. Aynı esnadafederal hükümet, öğrenci başına düşen borç

yükünün 2010 itibariyle25.000 dolara

çıkmasınasebebiyetvererek, geriödenmeyenkredilerisürekli kesmeyoluna gitti.Öğrenci başına

borç alınanyıllık kredi

miktarı, son onyılda %63’e

yükseldi ve birçokgüncel veri

gösteriyor kiöğrencilerin

ödeyemediği borçlar2007’de %6,7’ye ve2009’da %8,8 oranına

yükseldi. 2011’insonunda, ABD’dekiöğrencilerin toplam borçtutarı 1 trilyon marka

ulaşarak, ABD’nin 100milyardan fazla olan toplam

kredi kartı borcu miktarınaulaşabilir.

Bu ekonomik yapı, toplumuyöneten ve yüksek borçlanma

bilançosunu ceplerini doldurmakiçin kullanan %1’lik kesime yarar

sağlasa da, bu kesinlikle böyle devamedemez. Buna kesinlikle

katlanılamaz. Aksini iddiaetmek, borç-yüklü konut

piyasasının asla batmayacağında ısrar edenlerinhatasını tekrarlamak olur. Bu tez, özellikleöğrenciler mezun oldukça, yalnızca düşükücretli işler buldukça ya da hiç iş bulamadıkçadaha da doğrulanacaktır. Ne var ki Avrupalıkapitalistler gibi özelleştirme ve rantın akıl dışıuygulayıcıları, şimdi ABD modelineöykünerek, Avrupa’daki öğrenci kredisinigenişletmenin ihtiyaç olduğu hakkında açıkçakonuşmaya başladılar. Aynı esnada GüneyAmerika’da politikacılar, bugün büyük birdirençle karşılaşan müthiş adaletsiz vetamamen özelleştirilmiş eğitim sistemineumutsuzca sarılıyorlar.

Bunlar, 2008’deki resesyon hamlesininardından meydana çıkan ekonomik durgunluğuyarıp geçerek 2011’in dev hareketliliklerinidoğuran koşullar. Hem eğitimde hem de işalanında bu krizlerin gelişmesi; halının,ayaklarının altından çekildiğini görenöğrencilerin ve gençlerin hızla mücadeleetmeye başlamaları ile eş zamanlıdır. Zatenneoliberalizmin dinamikleri, kriz başlamadanönce bile bir radikalizasyon ve dirençyaratmıştı. Bütçe kesintileri, harçlarınyükselmesi, özelleştirmeler, sosyal haklarıngaspı, güvencesiz çalışma koşulları ve yükselengelir eşitsizliği yeni olgular değil. Kapitalizminneoliberal aşamasını tanımlayan, çoğusolcunun “sınıf savaşı” dediği olgunun birparçası olarak, tüm bu yönelimler on yıllardırvardı.

Bugünün radikalizasyonunun kökleri,neoliberal kapitalizmin üç on yıldan fazladırortaya çıkardığı tarihsel değişikliklerin uzundönemli birikimindedir. Kapitalizm şartlarıaltındaki tüm diğer iktisadi saikler gibi, budeğişikliklerin altındaki itici güç de kârımaksimize etme ihtiyacıydı. Ayrıca bu,sendikaları kapatan, iş önlemlerini almayan,maaş ve gelirleri yağmalayarak yolununüzerindeki birçoğunu da işten çıkarankapitalistlerin on yıllardır “esnek” işpiyasasının peşinden durmadan gidişinin desebebidir. Maliyeti düşüren, akademikişgücünü vasıfsızlaştıran ve mümkün olan heryere kâr dürtüsünü işleyen politikacıların veyöneticilerin, üniversiteleri neden yaygın biryeniden yapılandırmaya uğrattığını da böyleceanlayabiliriz. George Monbiot’un 2002 yılındayazdığı gibi: “Okullarımızın özelleştirilmesiçocuklarımızın yararına değil şirketlerinkârınadır.” Bu süreçler bazı huzursuz edicikurumları da yarattı: geçici işçi acenteleri,ücretsiz staj değişim programları ve özelüniversiteler. Ayrıca tüm bunlar, bugünbulunduğumuz yere getirdi bizi. Tüm budeğişiklikler tüm bir kuşak işlemez halegetirilerek ederek tarihi bir direnişe sebep oldu.

*Mileurista yeni bir kavram. Ayda 1000 Avrocivarında kazanç elde eden, 24-34 yaşlarıarasında, üniversite, yüksek lisans ve hattadoktora derecesine sahip, iyi eğitimli, en az iki dilbilen profesyonel gençleri tanımlamak içinkullanılıyor.

(www.isreview.org’ta yayınlananve Zach ZILL’a ait “Dimensions of theGlobal Youth Revolt” başlıklı İngilizce

makalenin bir bölümüdür.)Çeviri: İ. Kızıl14

Page 15: EG 143. sayı

Suriye halkı “demokrasi” ile bütünleşiyor.Irak’ta uygulanan “demokrasi” şimdi de yanıbaşımızdaki Suriye topraklarına geliyor. BaskıcıEsad rejimine karşı, emperyalist kuvvetlerindesteklediği, hatta silahları bizim verdiğimizvergilerle temin edilen, öldürmek için T.C.tarafından eğitilen bir avuç çapulcu, kana susamışkatil, Suriye halkını özgürleştirmek istiyormuş. İkisene önce “kardeş” olan Esad, şimdi neden bir andadiktatör Esed oldu. Esad Suriye halkını yıllardırbaskı altında tutan, insanları sömüren sistemin herzaman en önemli adamıydı. Şimdilerde demokrasioyununu tekrar sahneye koyan emperyalistler, burejimin yaptıklarını neden yıllardır görmezliktengeldiler?

Çünkü krizler yeni pazarları, yani yeni işgallerizorunlu kılıyor. Özgürleştirilmek istenen Suriyehalkı değildir. “Özgürleştirilmek” istenenSuriye’nin yer altı zenginlikleridir, sömürülmeyedevam edilmeye zorlanacak olan ise Suriyehalkıdır. Emperyalistlerin amaçları kapitalizmin çokboyutlu krizinden kurtulmak, pazardaki paylarınıartırmaktır.

Her gün haberleri izleyen bizler Suriye’yeyapılması planlanan emperyalist saldırılarınyansımalarını görüyoruz. Savaştan kaçan veTürkiye sınırlarındaki çadır kentlere sığınan onbinlerce insan, çok zor koşullarda hayatlarınıdevam ettiriyor. Bu zor koşullar kimi zaman yemeksıralarında kendisini gösteriyor, kimi zaman daçadırlarda çıkan yangınlarda yaşamlarını yitirençocuklar olarak... Bombaların etkilerine sınırköylerde bile rastlıyoruz. Patlayan bombalardansaçılan şarapnel parçaları sınırdaki köylüleri bileölümle burun buruna getiriyor. Sermaye devleti tabiki bu durumu şoven histeri için kullanıp, savaşhırsını gözler önüne seriyor. Kamplar kadınlar içindaha da zor, daha da imkansız hayatlar sunuyor.

Kadınların tacize ve tecavüze uğradığı, hamilekaldığı burjuva basına yansıyor.

Sermaye devleti lojistik olarak da hazırlıklarınıtamamlıyor. Türkiye sınırına yerleştirilen patriotlarölüm saçmak için gün sayıyor. Suriye halkınınüzerine yağacak bu “savunma sistemi”,gerçekleşmesi arzulanan savaş için yakında ezilenhalklara “hediye” edilecek. Türkiye’nin emperyalistsavaş ve iç savaş örgütü olan NATO’nun bölgedekimerkez üssü haline getirilmesi, önümüzdekigünlerin büyük yıkımlara gebe olduğunu gösteriyor.

Muhtemel bir emperyalist saldırı sırasındayüzbinlerce insan yaşamını yitirecek. Binlercekadın tecavüze, tacize uğrayacak. Çocuklar vebebekler ya anasız ya babasız yaşamlarına devamedecek ya da yarınlarda yaşayamayacaklardır. Azönce saydığımız ve bir nefeste ağzımızdan çıkanölümler, yok oluşlar “demokrasi” ile ehlileşenIrak’ta yaşanmış ve hala da yaşanmaya devametmektedir. Emperyalist oyunlar sadece ve sadeceülkeleri kendi çıkarları doğrultusunda talan etmekiçin vardır.

Emperyalist müdahalelerin karşısında duracakve onların oyunlarını bozacak olan Suriye halkıdır.Ezilenlerin görkemli direnişinin karşısında neemperyalist kuvvetler ne de kapitalist beklentilerdurabilir. Suriye’yi özgürleştirecek ezilenlerinnasırlı elleri ve yarınlara umutla bakan gözleridir!Bizlere düşen Suriye halkı ile dayanışmayıartırmak, gerçekleşmesi muhtemel emperyalistsaldırıya şimdiden set çekmektir. Bizlerin önündeise dizginlerinden boşalan bu emperyalist barbarlığıdurdurmak için, işçilerin birliği halkların kardeşliğiiçin mücadeleyi büyütmekten başka seçenekkalmıyor. Irak’ta yaşananların Suriye’deyaşanmaması için, Denizlerin 6. FiloyuDolmabahçe’den denize dökerken kuşandığı ateşibizler de kuşanmalıyız.

Emperyalist savaşa karşı

sınıf savaşı!

15

Page 16: EG 143. sayı

16

“İmralı görüşmeleri” hemen hemen AKP’ninplanladığı çerçevede işliyor. Yılın ilk ayındadevletin saldırıları hızından bir şey kaybetmedi.Katliam, tutuklama, cezalandırmalar sürerken,Kürt hareketi eksenindeki siyasal özneler, sahteçözüm oyununa dair beklentileri büyütecekşekilde hareket ettiler. Bu kesimin, AKPiktidarının çözüm iradesine kuşkuyla yaklaştığınıgösteren epeyce veri var. Fakat bu cephedenkonuşanlar, yazıp çizenler, başta Kürt halkı olmaküzere tüm işçi ve emekçilere ciddi ciddi birçözüm sürecine girildiğinin propagandasınıyapıyorlar. Üstelik Tayyip Erdoğan ve avenesininsaldırgan, aşağılayıcı, terbiye edici üslubunarağmen bu konudaki ısrarlarından milimşaşmıyorlar.

Şu ana kadar AKP’nin umduğundan da ilerisonuçlar aldığı bile söylenebilir. Her şeyden öncemeseleyi tam da 2013 yılı politikalarına uygun birçizgide tartıştırmayı başarıyor. Kaçıncısı olduğubile sayılamayan aldatma manevralarınınsonuncusu sayesinde, şimdiden oyalama sürecininilk ayını sağ salim geride bıraktı.

Tasfiyeci “çözüm” oyununa

gönüllüce yedeklenenler

Sadece Kürt hareketi değil, tarihseldeneyimlerin derslerini ve ulusal sorunda bilimseldevrimci perspektifi bir yana bırakan Türkiye’nin

kuyrukçu solu da bu oyalamanın oyalanan tarafıolmaya soyundu. HDK çatısı altında bir arayagelenler, bu konuda başı çekiyorlar. Bir kez dahagörüldüğü üzere, ulusal sorunda kendilerininherhangi bir çözüm stratejileri kalmış değil.“Demokratik cumhuriyet ve demokratik özerklik”ekseni, yani köhnemiş burjuva cumhuriyetinikendi içinde demokratikleşme projesi artıktümünün ortak yörüngesidir. Böyle olduğu içindirki dinci-gerici iktidarın aldatma sanatının içyüzünü sergileyeceklerine, çözüm ve barışyolunda hükümeti tutarlı, samimi, kararlı olmayaçağırıyorlar. Bu doğrultudaki her çabaya destekvereceklerini taahhüt etmeyi eklemeyi deunutmuyorlar. Sanki ortada oyalama-aldatmadışında bir şey varmış gibi, “müzakereci çözümsürecini baltalamak isteyenler”i vicdanla, gönülleikna etmeyi iş ediniyorlar (bkz. 8 Ocak tarihliHDK açıklaması).

Sahi kim kimden ne bekliyor? Muhatap olaraksamimiyete davet edilen dinci-gerici iktidar,sırtını ABD’ye dayamış, bölge halklarına karşıacımasızca tetikçiliğe soyunmuş, kısa dönemdebölgesel aktör olma hayali suya düştüğü içinzıvanadan çıkan, sıkıştıkça karşısındaki herkesipolis ve yargı terörüyle ezmeye yeltenen bir zorbamı, değil mi? Onun Kürt sorunundaki “çözüm”ü,kırıntı bile sayılmayacak göstermelik adımlarkarşılığında “terörü bitirmek”ten, “PKK’ye silahbıraktırmak”tan başka neyi içeriyor? Zorbalarınefendisi Tayyip Erdoğan’ın önümüzdeki birbuçuk

“İmralı görüşmeleri” sürecinin aylık bilançosu...

Tasfiyeci oyuna kapılanlar Kürt sorununu mu çözüyor,

AKP’nin sorunlarını mı?

Page 17: EG 143. sayı

17

yılı sorunsuz atlatmak hesabıyla başlattığı budenli kaba bir oyuna ciddi ciddi bir çözümmisyonu biçmek için, savrulmanın son raddesinide aşmış olmak gerek.

“Entegre” oyunun “terörle mücadele...”ayağının bir aylık bilançosu

Yeni aldatma-oyalama manevrası gündemegetirildiğinde ne demişti Tayyip Erdoğan:“Terörle mücadele, siyasetle müzakere...”Şimdiye kadar “terörle mücadele, siyasetlemüzakere” çizgisinin ilk ayağının aksamamasınabüyük bir özen gösterildi. ANF’den Erdal Er’indökümü bunu net bir şekilde ortaya koyuyor:

“31 Aralık’ta Lice’de 10 gerilla katledildi. 7Ocak 2013 tarihinde Çukurca’da 14 gerillakatledildi. Aynı günler ve sonrasından kitleselgözaltılar yapıldı ve çok sayıda kişi tutuklandı. 9Ocak’ta Paris katliamı yapıldı. Sakine Cansız,Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez hayatınıkaybetti. Nusaybin ilçe merkezinde bir gerillainfaz edildi. 14 Ocak’ta Medya Savunma AlanlarıTürk Savaş uçakları tarafından bombalandı ve 7gerilla yaşamını yitirdi.

“Tabloyu özetlersek; 31 Aralık 2012tarihinden 14 Ocak 2013 tarihleri arasında tespitedilen 35 Kürt genci, gerillası, siyasetçisikatledildi.” (ANF, 25 Ocak 2013) Bunlara dinciçeteler eliyle Batı Kürdistan’a yönelik günlercesüren saldırıları, çetelerin Türkiye sınırındantanklarla gönderilmelerini vb.ni de ayrıcaekleyelim.

Bu tabloya rağmen hala bir çözüm sürecindenve bunun sabote edilmesi olasılığından sözedilebiliyor. Bilindiği gibi Paris suikastları dasürecin sabote edilmesi girişimi olarakyorumlandı ve böylece İmralı görüşmeleri ilebaşlayan dönemin ciddiyetine dayanak yapılmakistendi. Paris polisi tarafından zanlı olaraktutuklanan şahsın her yanından ajan-provokatörlük akması da devletin “derin”,“karanlık” güçlerinin sabotaj niyetine yoruluyor.Oysa Özgür Politika yazarı Ferda Çetin,“PKK’nin 20’si Avrupa’da 50 kişilik liderkadrosunu hedef alan ‘terörle mücadeledeuygulanacak ödül yönetmenliği’ni” hatırlatarak(bkz. ANF, 28 Ocak 2013), olayın dosdoğrubaşında AKP’nin bulunduğu “görünen” devletinişi olduğuna, çarpıcı ve tartışmasız bir kanıtsunmuş oldu.

“...siyasetle müzakere” cephesinde

yeni bir şey yok!..

Ne var ki ne pahasına olursa olsun her şeyiİmralı görüşmelerine ipotek etmiş bir anlayışnezdinde bunların pek de bir belirleyiciliğiolmuyor. Peki onca umutlu bekleyişin, ürkekmisafir hallerine bürünmenin temelini oluşturan“...siyasetle müzakere” ayağında ne var?İmralı’da bir masa kurulmuş, kim ne alıyor, kimne veriyor belli değil. Bunun dışında her şeyfazlasıyla açık. “Siyasetle müzakere” halkasında,örneğin hiçe sayma var. “Sizi görüştüren benim,ister görüştürürüm ister görüştürmem, susun,haddinizi bilin” türünden aşağılamalar var.

Bütün bunları entegre oyunun bir parçası değilde “müzakere-mücadele sarkacı”nın bir sonucu

sayan anlayış, haliyle 1999 İmralı sürecinin ve2004’ün sonlarına kadar “devletin hizmetinegirme” uğraşlarının, 2011 seçimlerine kadar 5-6kez aldatılmış olmanın unutulmasını, kısaca Kürthalkından gerçeğe gözlerini sımsıkı kapamasınıbekliyor. Katliamlar, yargılamalar, tutuklamalarakarşın, istihbarat görevlilerinin “PKK’ye silahbıraktırmak, hiç değilse sınır dışına çekilmelerinisağlamak” hedefiyle oturduğu bir masayı barışınve çözümün adresi olarak gösteriyor. Bu birinançtan değil, çözümsüz stratejiye tabi olmanınürünü bir inanma mecburiyetinden kaynaklanıyor.Sonucuna dair yargı ise Özgür Gündemyazarlarından Veysi Sarısözen’in kalemindenşöyle yansıyor:

“Durum şu: Müzakere sürecini Kürt tarafıkayıtsız şartsız destekliyor. Başbakan istediğikadar sert konuşsun, ne derse desin, ister tahkiretsin, ister alay etsin, hükümet ne yaparsa yapsın,ister bombalasın, ister tutuklasın, isterkurşunlasın Kürt tarafı, yani BDP’den PKK’ye,gerilladan melleye kadar tüm halk İmralısürecinde PKK Önderi Öcalan’ın arkasında teksaf halinde toplanmış. Türkiye solunun eziciçoğunluğu da öyle. Yüzü aşkın aydınınaçıklaması, imzalar dikkatle analiz edildiğinde,AKP’nin aydınlar üzerindeki etkisinin sıfırlanmaküzere olduğunu ve aydınların da İmralı sürecinidesteklediğini göstermekte. ‘Şöyle olursamasadan çekiliriz’ diyen tek bir Kürt yok.” (Bkz.ANF, 30 Ocak 2013)

Başka söze gerek var mı bilinmez ama bizKCK Yürütme Konseyi Başkanı MuratKarayılan’ın 23 Ocak tarihli röportajını anmadangeçmeyelim. AKP’nin süreçten umduğu sonucualıp alamayacağı olasılığının ve Kürt hareketininnihai tavrının anlaşılabilmesi için özellikle “KCKadına Öcalan’ın görüşmesi yeterlidir” ara başlığıaltında söylenenlerin dikkatlice okunmasınıöneriyoruz.

Gerçek özgürlük, eşitlik ve

kardeşliğin adresi birleşik sosyalist işçi-emekçi

umhuriyetidir!

Bütün bunlar gösteriyor ki dinci-gericiiktidarın entegre oyun çerçevesinde çaldığı maya,hedefindeki kesimler içinde tutmaya başlamıştır.Bu oyun belki AKP iktidarına birbuçuk yılkazandırabilir. Fakat ağır bedeller pahasına daolsa özgürlük ve eşitlik özleminden vazgeçmeyenKürt halk kitlelerini uzun süreli yatıştıramaz.

Kürt halkını, işçi ve emekçi kitleleri temelsizbeklentiye sürükleyenler, başında AKP’ninbulunduğu sermaye iktidarının, halklarımızın buen büyük düşmanının değirmenine sutaşıyadursunlar. İşçi sınıfı devrimcileri olarakbizler, Kürt halkının her türlü kazanımınıkoşulsuz savunduğumuz gibi, halklarımızınaldatılmasına karşı sorumluluklarımızı yerinegetirmekten de vazgeçmeyeceğiz. Kürt halkınınözgürlüğünün, tam hak eşitliğinin vehalklarımızın onurunu taşıyacakları sosyalist bircumhuriyette kardeşçe gönüllü birliğininönündeki en büyük engel olan sermaye iktidarınıalaşağı etme uğraşına devam edeceğiz.

(Kızıl Bayrak, 1 Şubat 2013,Sayı 2013/05)

Page 18: EG 143. sayı

18

Komünist gençliğin mücadelenin bütündönemlerini ve alanlarını kesen en öncelikli görevi,gençlik içinde proletarya sosyalizminin/işçi sınıfıdevrimciliğinin bayrağını yükseltmek, ideolojide,politikada, değerler sisteminde ve nihayetbelirleyici bir alan olarak pratik mücadelede bunulayıkıyla temsil etmeyi başarabilmektir. Bubaşarılamadığı sürece, komünist gençliğin gençlikhareketi içindeki özel konum ve misyonundan sözetmenin herhangi bir anlamı kalmaz ve budurumda sözünü ettiğimiz önderlik misyonu zatenyerine getirilemez.

Komünist gençlik bu tür bir temsilin halihazırdatüm temel önkoşullarına sahiptir. Partimizinkonumu ve toplam birikimi ona bu olanağıfazlasıyla vermektedir. Fakat bunu potansiyel birolanaktan gerçek bir silaha çevirmek, ancak bunuedinmeye, sindirmeye ve mücadele içinde ete-kemiğe büründürmeye yönelik sistematik birçabaya bağlıdır. Partinin yakın önderliği veyönlendiriciliği altında bunu sürekli bir çaba içindeedinmek komünist gençlik için temel önemde birsorumluluktur.

Komünist gençlik bunu layıkıyla başarmakzorundadır; zira ancak bu taktirde mücadeleninomuzlarına yüklediği görev ve sorumluluklarabaşarıyla yanıt verebilir; ancak bu takdirde,mücadelenin içinde ve kitlelerin gözündekendisiyle tüm diğer burjuva ve küçük-burjuvaakımlar arasındaki belirgin dünya görüşü, politikçizgi ve değerler sistemi farkını ortaya koyabilir.Bu ikincisi, komünist gençliğin tüm öteki burjuvave küçük-burjuva sol akımlar ile kendi arasındakibelirgin farka göstermesi gereken özen, bugüngençlik içinde önemli bir sorun alanı olarakdurmaktadır karşımızda. Birlikte iş yapmazorunluluğu mücadelenin ve dolayısıylapolitizasyonun son derece geri koşullarıyla dabirleşince, kitlelerin nispeten ileri kesimleriningözünde bile, sol eğilimli gençlik akımları birbütün olarak algılanabilmektedir. Tersinden ise,kendi başına yürüme güç, irade ve olanaklarındanyoksun bulunan, ancak birbirlerine tutunarak

kitlelerin karşısına çıkabilen sol gençlik grupları,kendi farklı konumlarının ifadesi ayrımları çoğudurumda bir yana bırakabilmektedirler. Ve bu hiçde mücadelenin genel çıkarlarını gözeten olumlubir birlik kaygısından değil, fakat ayrım çizgilerineilişkin kimlik ve kavrayış zaafiyetlerindenkaynaklanan bir tutumdur. Nitekim biz çoğudurumda bunun ölçüsüz bir grupçuluk ve ilkel birgrup reklamcılığı ile elele gittiğini de biliyoruz.Yani burada, geleneksel küçük-burjuva akımlardagörmeye alışık olduğumuz o ilkesiz liberalizm ilemezhepçi sekterlik içiçedir.

Demek ki burada sözkonusu olan gerçektetümüyle iki farklı durumdur. Komünist gençlik,temsil ettiği farklı dünya görüşü ve politik sınıfkimliği ile bunun ürünü olan politik çizgi vedeğerler sistemi sorununu önemsemeli, buradankaynaklanan farklı konum ve kimliğinin tüm ötekiküçük-burjuva sol akımlarlakarışmasına/karıştırılmasına karşı belirgin birhassasiyet göstermeli, kendi kimliğini tüm ötekiakımlardan özenle ayrı tutmalıdır. Ama tam da bukendine özgü konumunun gerektirdiği bir özelsorumlulukla, her türlü grupçuluktan, küçükhesapçılıktan, mücadelenin ortak çıkarlarına zararveren tutum ve davranışlardan özenle kaçınmalı,tam tersine, birleşik bir devrimci gençlik hareketigeliştirmenin önceliklerini ve çıkarlarını her türlügrupçu ve dar görüşlü hesapların üstünde tutarak,gençlik hareketi içinde örnek bir tutumsergilemelidir. Bu iki davranış arasında dadiyalektik bir birlik, bir konum ve tutum tutarlılığıvardır.

Biz genel olarak devrimci değil, fakat komünistdevrimcileriz. Bizim devrimciliğimiz tutarlı birdünya görüşüne dayanmakta ve belirgin bir sınıfniteliği taşımaktadır. Partimizi devrimci vereformist kanatlarıyla geleneksel solun tüm ötekiparti ve gruplardan ayıran temel önemde bir konumve kimlik farkıdır bu ve buna zorlu bir mücadeleiçinde ulaşılmıştır. Bu fark hiç de etikete değil,fakat tümüyle dünya görüşüne, politik kavrayışa vepratik davranışa dayalıdır. Üzerinde titremenin

Biz genel olarak devrimcideğil, fakat komünist

devrimcileriz. Bizimdevrimciliğimiz tutarlı bir

dünya görüşünedayanmakta ve belirgin

bir sınıf niteliğitaşımaktadır. Partimizi

devrimci ve reformistkanatlarıyla gelenekselsolun tüm öteki parti ve

gruplardan ayıran temelönemde bir konum ve

kimlik farkıdır bu ve bunazorlu bir mücadele içinde

ulaşılmıştır. Bu fark hiçde etikete değil, fakat

tümüyle dünyagörüşüne, politik

kavrayışa ve pratikdavranışa dayalıdır.

Komünist gençliğin konumuve misyonu...

Page 19: EG 143. sayı

19

önemi de buradan gelmektedir. Ayrım çizgilerininaçık seçik olmasına özen göstermek, genel birdevrimci söylem ve pratik içinde kendine özgükimliğimizin kararmasına izin vermemek, tam dakomünist gençliğin gençlik hareketi içinde yerinegetirmesi gereken özel önderlik rolüyle sıkı sıkıyabağlantılıdır. İlkinde ne denli özenli ve tutarlıdavranılırsa, mücadele ilişkilerine ve gereklerineilişkin bu ikinci alanda da o denli başarılıolunabilir. Komünist gençlik kendine özgükonumunu, bunun tüm öteki sol siyasal akımlardanfarkını anlamaz, sindirmez ve gerekleridoğrultusunda üzerine düşenleri yerine getirmekiçin yeterli çabayı ortaya koymazsa eğer, zatengençlik hareketi içinde herhangi bir özel önderlikrolü de oynayamaz.

Konum ve kimlik farkı, bu çerçevede önderlikmisyonu, komünist gençliğin önüne ideolojik vepratik mücadele cephelerinde önemli görevlerkoymaktadır. Gençlik alanında her türden burjuvagerici akıma karşı çok yönlü bir mücadele temelönemde bir ihtiyaçtır. Devrimci bir gençlik hareketigeliştirme sorunu bundan ayrı düşünülemez.Gençlik içindeki gündelik çabanın çok temel veorganik bir boyutudur bu. Bu nedenle üzerinde çoközel olarak durmayı gerektirmez. Biz buradabundan çok, sol hareketin kendi iç bünyesindeburjuva ve küçük-burjuva sosyalizminin temsilcisiakımlara karşı mücadele ve elbette öncelikle veözellikle ideolojik mücadele üzerinde durmakistiyoruz. Bu mücadele gerekli ve zorunludur, zirapolitik ve örgütsel cephedeki görevlerin başarıylayerine getirilmesi bu mücadeleyle sıkı sıkıyabağlantılıdır.

Sol saflarda ideolojik mücadele ile kısır grupçuçekişmeler çoğu kez birbirine karıştırılmakta, buikincisinden kaçınmak adına birincisinin gerekleribir yana bırakılabilmekte, ya da bırakmayıgerektirdiği sanılmaktadır. Oysa ilkelere dayalısistemli bir ideolojik mücadele, ilişkileri bozan vegüçleri parçalayan kısır çekişmelerden tümüylefarklıdır ve gerçekte her zaman, mücadeleninsağlıklı ve başarılı bir biçimde ilerletilmesinehizmet eder. Bu nedenle bu mücadeleye gerekliönem verilmeli, temel konulardan gündeliksorunlara kadar mücadelenin sağlıklı bir çizgideilerletilmesini ve başarısını ilgilendiren herşeyeleştiri, tartışma ve mücadele konusu yapılmalıdır.Yayın organlarından birim ve alanlardaki özelzeminlere ve araçlara kadar tüm olanaklar amacauygun biçimde bu doğrultuda kullanılmalıdır.

Çok uzun yıllardan beri gençlik hareketisaflarında bu türden bir düşünsel canlılık, tartışmave ideolojik mücadele kültürü olmadığı için busorun özellikle önemlidir ve komünist gençlikkendi cephesinden bunun üzerine gitmeli, butürden tartışmaları ve düşünsel mücadelelerizorlamalıdır. Bu tartışmalar ve mücadeleler işinözünde toplumun, devrimin ve akmakta olanmücadelenin temel ve güncel sorunlarına ilişkinolacağı için, başarılabildikleri ölçüde gençlikhareketinin düzeyini yükseltmek gibi son dereceönemli bir amaca hizmet etmiş olacaklardır.Soldaki düşünsel ilgisizlik (temelinde teoriyeilgisizlik var ve sol siyasal akımlar payına ideolojikzayıflığın/belirsizliğin bir yansımasıdır bu) vekısırlık, yazık ki olduğu gibi gençliğe yansımakta,toplumun genç aydın potansiyelini temsil eden,etmesi gereken öğrenci gençliğin bilinçli kesimisayılan ilerici-devrimci öğrenci hareketi bu konudasolun ortalamasını aşan herhangi bir düzey

sergileyememektedir. Bundandolayıdır ki geleneksel sola egemenzaaflar, hatalı tutum vealışkanlıklar, düşünsel yavanlıklarolduğu gibi gençliğeyansımakta ve gençlikhareketinin ayağınadolanmaktadır. Bu sonvurgudan da anlaşılacağı gibi,düşünsel ilgi, tartışma vemücadeleler tam dadevrimci gençlikhareketinin sağlıklı birçizgide ilerletilebilmesiihtiyacının ayrılmaz birparçasıdır.

Komünist gençlik solhareketin yakın geçmişiyleteorik ve pratik birhesaplaşmanın ürünü birsiyasal akıma mensup olmaaçık üstünlüğüne sahiptir.Bu, kendini açık seçik birideolojik-politik çizgi,tutarlı bir devrimci sınıfprogramı, sağlam değerlersistemi ve nihayet pratiktutarlılık olaraksomutlamış, sınıfhareketiyle birleşmesürecinde günden günemesafe alan devrimci birpartide ete-kemiğebürünmüştür. Tüm buüstünlükleri gençlik hareketinin durumuna vesorunlarına ilişkin açıklıklara dayalı üstünlük debirleştirdiğimizde, komünist gençliğin neden heralanda ve özel olarak da düşünsel alanda gençlikhareketi içinde öncü ve sürükleyici bir roloynaması gerektiği kendiliğinden ortaya çıkar.Komünist gençlik bu rolü halihazırda başarıylaoynamakta ve yakaladığı gelişme çizgisiyle partiyigençlik alanında günden güne daha etkin bir güçhaline getirmektedir. Partinin gençliğe yönelik tümçabası ise bu başarıyı yeni düzeylere çıkarmaktır.Bu çaba parti için stratejik önemdedir; zira buülkenin yakın tarihinde çok özel bir yer tutmuş vebüyük bedeller ödemiş devrimci gençlikhareketinin son kırk yıldır en temel ihtiyacı gerçekbir devrimci sınıf önderliği olagelmiştir ve partiningençlik çalışmasına ilişkin perspektifi işte buihtiyacı artık nihayet somut olarak karşılayabilmekve bunu süreklileştirmektir. Bu doğrultudaki herbaşarı gençlik hareketi ile devrimci sınıf hareketiarasında kurulmuş bir köprü olacak, böylece sınıfhareketine gençlik gibi dinamik bir kesimi yedekbir güç olarak kazandırırken, tersinden de devrimcigençlik hareketini yıllardır özlemini duyduğusağlam sınıfsal önderliğe kavuşturmuş olacaktır.

Belirtmeye gerek yok ki, bütün bunlar aynızamanda partinin gençlik çalışmasının stratejikçerçevesini ve amacını da ortaya koymaktadır.Komünist gençlik de gençlik mücadelesi içindekiyerine ve misyonuna bu stratejik çerçeve ve amaçüzerinden bakmak durumundadır.

(TKİP Merkez Yayın Organı Ekim’in,Ekim 2004 tarihli 239. sayısında yer alan“Gençlik hareketi ve komünist gençliğin

görevleri” başlıklı başyazıdan alınmış birara bölümdür...)

Page 20: EG 143. sayı

Mücadele tarihimizin devrimci coşkusu ve öfkesiyle dolu bahardönemini karşılamaktayız. 8 Mart’la başlayan ve 1 Mayıs’a kadar

uzanacak olan bu dönemde, alanlar, katliamları lanetlemek, devrimciönderleri anmak, özgürlük şiarlarını yükseltmek, işçi sınıfının uluslararası

mücadele günlerinde bu coğrafyadan ses yükseltmek, devrim ve sosyalizmözlemlerini haykırmak için dolacak.

Elbette yalnızca mücadelenin tarihsel birikimleri gün yüzüne çıkmayacak.Emperyalist-kapitalist sistemin yarattığı sosyal yıkımlara, emperyalist savaş ve

saldırganlığa, ulusal baskı ve eşitsizliğe karşı da mücadele edilecek. Bunlarınyanında, kapitalizmin neo-liberal saldırılarının hedefinde olan tüm kesimler bu

saldırıları püskürtmek için sokağa, eyleme çıkacak.Türkiye’deki toplumsal muhalefetin bugünkü düzeyi ne olursa olsun, bahar

döneminin yılın geri kalan tüm dönemlerinden daha hareketli geçeceği ortadadır. Budurum “devrime hazırlık” şiarını yükselten komünistlerin de özel bir hazırlık ve

çalışma içerisine girmelerini zorunlu kılmaktadır. Zira ortaya konan bu iddianınbugünkü karşılığını layığıyla yerine getirebilmek ancak böyle mümkün olabilecektir.

Sözkonusu ‘zorunluluk’ genç komünistlerin de karşısında durmaktadır doğal olarak.Sınıf devrimciliğinin gençlik içindeki temsilciliği misyonunu üstlenen genç komünistler,

bahar döneminde hedefli, yaratıcı, inisiyatifli ve tempolu bir çalışma tarzısergileyebildikleri ölçüde bu misyonun hakkını verebileceklerdir. Bu nedenle, bahar

döneminde yürütülecek çalışmanın gündemlerini ele alırken çalışma tarzını da özeltartışmalara konu etmek ayrıca önemlidir.

Çalışma tarzı üzerinden yürütülecek tartışmaların içeriği biliniyor. Zira bir süredir bu konuözel olarak ele alınıyor, çeşitli vesilelerle farklı yönleriyle tartışılıyor. Burada bu tartışmaları

yinelemek pahasına da olsa bir kez daha çalışma tarzı üzerinde duracak, bahar çalışmasındaüzerine eğilmek gereken noktaların altını bir kez daha çizeceğiz. Konuyu daha çok da kitle

çalışması üzerinden ele alacağımızı hatırlatalım.

Tarihsel gündemleri güncel bağıyla ele almak

Kitle çalışmasına geçmeden önce çalışmanın gündemlerine dair küçük hatırlatmalarda bulunmakanlamlı olacaktır. Bunlardan ilki, bahar döneminde karşımıza çıkacak gündemleri yalnızca takvimsel

gündem olarak ele almamak gerektiğidir. Bilindiği gibi, bahar mücadele tarihi açısından bir dizi anlamlı günü karşımıza çıkarmaktadır. Bunların her

biri de devrimci mücadelenin bir parçası olarak işlenmektedir/işlenmeye devam edilecektir. Ancak bu gündemleriyalnızca takvimsel eylemlere/anmalara sıkıştırmak, sözkonusu gündemleri tarihsel bütünlüğü içinde ele alamama

sonucunu yaratacağı gibi, çalışmamızın gündelik eylem ve etkinlikler içerisinde dağılmasına neden olacaktır. Mücadele tarihimizin öne çıkardığı günler, çalışmamızın toplamı içinde ele alınmalı, mevcut gündemlerimizin birer

parçası olarak işlenebilmelidirler. Devrimci siyasal çalışmamız, tarihimizden ve güncel tablodan kopuk olmadığı ölçüdebunu başarmak zor olmayacaktır.Bu açıdan komünistlerin 8 Mart’ı ele alışı anlamlı bir örnektir. Komünistler 8 Mart’ı yalnızca emekçi kadınların daha fazla

anıldığı bir gün olarak ele almamış, marksizmin kadın sorununa bakışını ve soruna devrimci yaklaşımı görece geniş bir zamandilimi içerisinde başta kurultay olmak üzere çeşitli araçlarla işlemişlerdir. Tam da bu sayede 8 Mart süreci komünistler için yalnızcabir miting günü olmaktan çıkarak kızıl bayrağın onurla dalgalandırıldığı bir süreç olmuştur/olacaktır.

İkinci olarak, devrimci bahar gündemleri kendi sınırlarında yapılacak eylem ve etkinliklerin konusu olarak düşünülmemeli,geçmişin devrimci mirasının gençliğe taşınması, bununla bağlantılı olarak da gençlik kitlelerinin politizasyonu ve gençlikhareketinin devrimcileşmesi açısından önemli bir yerde durduğu gözardı edilmemelidir.

İnisiyatifli ve yaratıcı bir kolektif çalışma

20

Türkiye’deki toplumsal muhalefetin bugünkü düzeyi ne olursa

olsun, bahar döneminin yılın geri kalan tüm dönemlerinden dahahareketli geçeceği ortadadır. Bu durum “devrime hazırlık”

şiarını yükselten komünistlerin de özel bir hazırlık ve çalışmaiçerisine girmelerini zorunlu kılmaktadır. Zira ortaya konan

bu iddianın bugünkü karşılığını layığıyla yerinegetirebilmek ancak böyle mümkün olabilecektir.

Türkiye’deki toplumsal muhalefetin bugünkü düzeyine olursa olsun, bahar döneminin yılın geri kalan

tüm dönemlerinden daha hareketli geçeceğiortadadır. Bu durum “devrime hazırlık” şiarını

yükselten komünistlerin de özel bir hazırlık veçalışma içerisine girmelerini zorunlu

kılmaktadır. Zira ortaya konan bu iddianınbugünkü karşılığını layığıyla yerinegetirebilmek ancak böyle mümkün

olabilecektir.Sözkonusu ‘zorunluluk’ genç

komünistlerin de karşısındadurmaktadır doğal olarak. Sınıf

devrimciliğinin gençlik içindekitemsilciliği misyonunu üstlenen

genç komünistler, bahardöneminde hedefli, yaratıcı,

inisiyatifli ve tempolu birçalışma tarzı sergileyebildikleri

ölçüde bu misyonun hakkınıverebileceklerdir. Bu nedenle,

bahar dönemindeyürütülecek çalışmanın

gündemlerini ele alırkençalışma tarzını da özeltartışmalara konu

etmek ayrıcaönemlidir.

Bahar döneminde yaratıcı ve inisiyatifli bir çalışma örgütleyelim!

Page 21: EG 143. sayı

Bahar döneminde çalışmamızın üzerindeduracağı en temel sorun, inisiyatifli ve yaratıcıçalışma alanında yaşanan zorlanmalardır. Geridekalan süreç bu açıdan yaşadığımız eksiklikleri tümsomutluğuyla karşımıza çıkarmıştır. 6 Kasımsüreci, Yeni YÖK Yasa Tasarısı’na karşı yürütülençalışma, ODTÜ deneyimi bu açıdan oldukçaöğreticidir. Kaldı ki bir süredir çeşitli vesilelerletartışmalara da konu edilmektedir.

Tüm bu süreçler çalışmamızın yaşadığı darlığıortaya koymuştur. Ne yazık ki çalışmamız halendar kalıplar üzerinden yürütülmektedir. Kitlelerledoğrudan bağ kuran ve onları örgütlü eylemeyönlendirebilen tarzın yaratılmasında istenilenmesafe kat edilememiştir. Bunun gerisindegüçlerimizin şekillendiği çalışma biçimininyarattığı alışkanlıklar ve teknik-maddi-fizikiolanaksızlıklar yer almaktadır. Ancak bunlarıaşmanın yegane yolu da yine yaratıcı bir yöntemortaya koyabilmekten, kolektif bütünlüğü içindeinisiyatifli bir çalışma örebilmekten geçmektedir.

Son dönemde sıkça vurgulandığı gibi, artıkkalıplar kırılmalıdır! Çalışmamız bugüne değinyürütülen sınırları aşmalı, geniş gençlik kitleleriylekucaklaşabilmelidir. Sınırları aşmak çalışmaalanlarını genişletmek değil, kitlelerle dahadolaysız bağlar kurmaktır. Bu bakış, çalışmaiçerisinde yapılacak tüm işlerde kendisini

göstermelidir. Örneğin, bildiri dağıtmak, yalnızcainsanlara okumaları gereken yazıları taşımakanlamına gelmemelidir. Bunun da ötesinde,kitlelerle doğrudan bağ kurulabilen, tartışılabilenve nihayetinde mücadeleye kazanabilen bir araçhaline dönüştürülebilmelidir.

Kitle çalışmamızın ajitasyon-propagandaayağında da yaratıcılığa özel olarak ihtiyaçduyduğu görülmektedir. Bugün için materyalkullanımını aşamayan ajitasyon-propagandaçalışmamız bile kendi içinde bir darlıkyaşamaktadır. Öyle ki, çok sayıda afiş asmak,bildiri dağıtmak ya da herhangi bir materyalikullanmak “iyi bir çalışma yürütüldüğü” düşüncesiyaratmaktadır. Kitle çalışmasının yalnızca bir ayağıolan ajitasyon-propaganda faaliyetini kendi içindeamaçlaştıran bu bakış, çalışmanıntekdüzeleşmesine ve materyal kullanımınasıkıştırılmasına neden olmaktadır. Bugünalanlarımızda merkezi materyaller olmadan nasılbir çalışma ortaya koyacağımıza dair muhasebeyegirişmek, ortaya koyacağı sonuç üzerinden tabloyuda özetleyecektir.

Darlığı kıralım, kitlelerle buluşalım!

“Darlığı kırmaya öncelikle kafamızdaki birtakım kalıpları kırmakla başlamalıyız. Ufkumuzu 21

Bahar döneminde yaratıcı ve inisiyatifli bir çalışma örgütleyelim!

Page 22: EG 143. sayı

daraltan, hayallerimizi dizginleyen, bizi alışılmışolana tutsak eden, tüketici rutine bağlayan,yaratıcılığımızı felce uğratan, kısırlaştıran tümölçüleri, tüm kalıpları kırıp atmalıyız. Bugünekadarki bütün başarı ölçülerimizi radikal birbiçimde değiştirmeliyiz. Küçük grup psikolojisine,mezhepçi zihniyete özgü darlıklara ve sınırlılıklarasaflarımızda yaşam hakkı tanımamalıyız. Siyasalçalışmanın hedeflerini belirlerken ve başarıyıdeğerlendirirken ufkumuzu geniş tutmalı, inançlıve iddialı olmalı, yıla yılları sığdırmak azmiylehareket etmeliyiz.” (EKİM, sayı: 185, Aralık 2012)

IV. Parti Kongresi’nin kapanış konuşmasındayer alan bu ifadeler, gençlik çalışmamızın yaşadığıdarlığı aşma noktasında anlamlı bir yolgöstericidir. Alıntıda da vurgulandığı gibi, darlığıkırmanın ilk halkası düşünsel darlıktanbaşlamaktadır. Düşünsel darlığın pratik faaliyettekarşımıza nasıl çıktığı ise somut örneklerüzerinden bilinmektedir. Materyal kullanımındaneylem/etkinlik örgütlemeye kadar çalışmamızıntüm ayakları bu açıdan bir aynılaşma yaşamaktadır.Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, çalışma tarzındayılların getirdiği alışkanlıklar, geride kalandönemde önemli ölçüde kırılmış da olsa kendisinigösteren “küçük grup” psikolojisi, çalışmamızınsıçrama yaşamasını engelleyen temeletkenlerdendir.

Buna örgütlenme sorununu da eklemekgerekiyor. Sözünü ettiğimiz darlık kitlelerlebuluşmamızı, onları örgütlememizi, eylemegeçirmemizi ve devrimci önderlik etmemizineredeyse imkansız kılıyor. Bunun olmaması,tersinden, dönüp dolaşıp darlığımızı besleyen,çalışmanın giderek kendi kabuğunda sürdürülenbiçimini inatla korunmasına yol açan bir etkenedönüşüyor. Bu anlamda, yukarıdaki ifadelere ekolarak söylemek gerekirse, yüzü kitlelere dönük birçalışma örgütleyebilmek, darlığı kırma noktasındamesafe almamızın önemli parçalarından biridir.

Somut olarak anlatacak olursak; bir

üniversitedeki/kampüsteki çalışmamızın seyri ileilgili temel soru ne kadar materyal kullanıldığı vb.olmayacaktır. Artık temel soru kaç insanla ilişkikurduğumuz, kaçıyla örgütlü bağ kurduğumuzkaçını eyleme/etkinliğe katabildiğimiz vb.olacaktır.

Sorun genel planda ele alındığında da benzerbir durum sözkonusudur. Artık bizim için temelsorun ortaya politik bir bakış sunmak, gençlikhareketine politik hat çizebilmek sorunu değildir.Eksiksiz olmasa bile, bu açıdan önemli bir politikgücümüz/üstünlüğümüz bulunmaktadır. Bizim içinartık sorun bu politik hattı ne ölçüde hayatageçirebildiğimiz, süreçlere müdahale ve önderlikedip edemediğimizdir. Kitlelerin eylemini devrimciönderlik altında örgütleyerek düzenin karşısınaçıkarıp çıkaramadığımızdır.

Özcesi, bahar dönemi çalışmamız her türlükalıbı reddedecek, var olan sınırları aşacak, hervesilede kitlelerle buluşacak yaratıcı bir tarzdaörgütlenecektir. Bahar döneminin değerlendirmesitam da buradan yapılacak, çalışmanın başarıölçütleri bu alanlarda alınacak mesafenin kendisiolacaktır.

Kavranılacak temel halka:Devrimcileşmek!

“TKİP rutini kabul etmeyen, oluşan statükolarıyıkan, sonu gelmez bir devrimcileşmeyi kendineilke edinmiş bir partidir. Devrimci bir parti durdukyerde bünyesinde ciddi bir devrimcileşme sorunuolduğunu söylemez. Bunu ancak özgüveni sağlam,devrim davasını ve dolayısıyla kendini ciddiye alandevrimci bir parti yapabilir. TKİP tam da böyle birpartidir. Çıtayı sürekli daha da yükseltmemiz, dahaileri düzeyde bir devrimcileşmeyi, her açıdandevrimci bir yenilenmeyi, her kadrodan ve partinintümünden istememiz bundandır.” (Parti OkuluAlaattin Karadağ Devresi KapanışKonuşması’ndan... EKİM, sayı: 284, Kasım2012)

Buraya kadar saydığımız sorunların çözümükonusunda kavranabilecek en temel halkalardanbiri, açık ki devrimcileşme sorunudur. Bunu,çalışmamız ve çalışmayı yürüten güçlerimizüzerinden ifade etmek mümkündür. Çalışmanınsorunları çözümünde adım atacak, çaba harcayacakolan genç komünistler, tüm bunları kadrolaşma veparti ile bütünleşme konusunda mesafe katedebilme hedefi ile de birleştirmelidirler.

25 yılın birikimine yaslanarak

devrimci baharı kazanalım!

Sözünü ettiğimiz sorunların çözümünde yolalabilmek, bahar döneminde devrimci gençlikçalışmamız için yeni bir düzey yakalamamızaimkan sağlayacaktır. Darlığı ve kalıplarıkırdığımız, yaratıcı ve inisiyatifli bir çalışmaörgütleyebildiğimiz ölçüde, gençliğin devrimciönderlik boşluğunu doldurma iddiamızı yerinegetirebilecek güç ve kapasiteye ulaşabileceğiz.

Bunu yapabilecek güç ve birikim gençkomünistlerde fazlasıyla mevcuttur. Zira gençkomünistler, komünist hareketin 25 yıllıkbirikimine yaslanmakta, komünist işçi partisininyol göstericiliğinde devrim ve sosyalizm bayrağınıyükseltmektedirler. 22

Page 23: EG 143. sayı

Fabrikada, atölyede azgınca sömürülen,Tarlada, kızgın güneşin altında dünyayı yeniden yaratan,Savaşlarda açlığa, yoksulluğa mahkum edilen,Toplu tecavüzlere uğrayan,Ev işlerinin, çocuk bakımının değişmez kölesi olan,Geleneklerle baskı altına alınan, horlanan, aşağılanan,Cinsel kimliğinden kaynaklı şiddete, tacize, tecavüze maruz kalan,Yazgısını parçaladığında katledilen kadınlar...

Fabrikada, tarlada, okulda, sokakta hepimizin ortak yazgısı çifte sömürüye ve ikinci sınıf insanmuamelesine maruz kalmaktır. Eve kapatılır, dört duvar arasına hapsediliriz. Gelenek ve göreneklerlekuşatılırız. Dinsel gericilikle baskı altına alınır, günahlarla, ayıplarla, yasaklarla yaşamımızısürdürürüz. Aşağılanır, horlanırız. Cinsel kimliğimize, bedenimize hükmedilir. Bedenimiz medyada,reklamlarda cinsel obje olarak kullanılır. Binlercemiz kitlesel fuhuşa sürüklenir.

ArkadaşlarBizler de genç kadınlar olarak yaşam alanlarımız olan kampüslerde, yurtlarda cinsel baskı ve

sömürünün her türlüsünü yaşıyoruz. Cinsiyetçi eğitim sistemiyle uyuşturulan beyinlerimizletoplumun bize biçtiği rolleri oynuyoruz. Üniversite eğitimi alan şanslı azınlık olsak dabirçoğumuz bize reva olanlara katlanmak zorunda kalıyoruz. Eşitlik ve özgürlük talepleriylemücadeleye atıldığımızda ise bu düzenin zulmüyle karşılaşıyoruz.

ArkadaşlarEmekçi kadınların bir mücadele günü olarak kutladıkları ve kanlarıyla kızıllaştırdıkları 8

Mart yaklaşıyor. 1910’da II. Enternasyonal’e bağlı Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda; 1908’deNew York’ta yakılarak katledilen kadın işçiler anısına ilan edilen 8 Mart, o günden bu yana tümdünyada dişe diş mücadelelere sahne olmuştur. Burjuvazinin içini boşaltmaya çalıştığı ve bundabir ölçüde başarılı olduğu 8 Mart, 1977 yılında Birleşmiş Milletler kararıyla “Dünya KadınlarGünü” olarak kabul edilmiştir. Bu hamleyle 8 Mart’ın sınıfsal özünü yok etmeye çalışan burjuvaziyılda bir defa kadınları hatırlayarak, utanmazca onların “Kadınlar Günü’nü” kutlamaktadır.

8 Mart’ın onuru uluslararası işçi sınıfı hareketine ve sosyalizme aittir. “Eşit işe eşit ücret”, “8saatlik işgünü” talepleriyle greve çıkan ve burjuvazi tarafından vahşice katledilen işçi kadınlarınsınıfsal kimliklerinden kaynaklı yaşadıkları baskı ve sömürüde bugün zerre kadar iyileşmeolmamıştır. Bugün kadınlar fabrikalarda, atölyelerde ucuz işgücü olarak çalıştırılmaya ve yaşamın heralanında cinsel şiddete maruz kalmaya devam ediyor. Bunun yanında sermayedarların ihtiyaçlarıdoğrultusunda çıkarılan emperyalist savaşların asıl yükünü de emekçi kadınlar çekiyor. Taciz ve tecavüzvakaları sıradanlaşıyor ve kadına yönelik şiddet tırmanıyor. Kadın cinayetleri ise gazetelerin üçüncüsayfalarını oluşturmaya devam ediyor.

Arkadaşlar8 Mart’larda direnen kadınlar bugünlere, yarattıkları direniş geleneğini bıraktılar. Aynı zamanda, haklarını

elde edebilmek için yeri geldiğinde bedel ödemekten kaçınmamak gerektiğini de öğrettiler. Unutmayalım kibugün kadınların sahip oldukları özgürlükler 8 Mart’lardan bugüne emekçi kadınların verdiği mücadelesayesindedir.

Ve bugün daha fazlasını istiyorsak eğer, mücadele etmekten başka çaremiz yoktur. Değil mi ki insanlıkordusunun yarısı biziz; o zaman kavganın yarısı da bizim omuzlarımızda! Sınıfsal, cinsel, ulusal baskıyakarşı, eşitlik, özgürlük ve sosyalizm mücadelesini güçlendirmek için, 8 Mart Dünya Emekçi KadınlarGünü’nde alanlara!

Ekim Gençliği

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde...

Kavga bayrağını yükseltelim!

23

Page 24: EG 143. sayı

İşçi ve emekçilerin bugün sahip olduğu haklar,burjuvaziye rağmen ve onun sınıf düzenine karşımücadele içinde bedeller ödenerek kazanılmıştır.Emekçi kadınların tarihi de işçi ve emekçi sınıflarınmücadele tarihinden ayrı ele alınamaz. Emekçikadınların mücadelesi, toplumlar tarihi boyunca herçağda, işçi ve emekçi sınıfların egemen sınıflarakarşı yürüttükleri mücadelenin yarısı olmuştur.Uzlaşmaz iki karşıt sınıfın; köle ile köle sahibinin,toprak ağası ile serfin, burjuvazi ile proletaryanınkarşı karşıya geldiği tüm savaşımlarda emekçikadınlar kavganın yarısını oluşturmuşlardır.

1789 Fransız Devrimi, 1848 Fransız ve AlmanDevrimleri, 1871 Paris Komünü, 1917 EkimDevrimi ve 1. ve 2. Emperyalist PaylaşımSavaşları’nda; yani tarihin dönüm noktalarınıoluşturan toplumsal süreçlerde, emekçi kadınlar önsaflarda yer alarak direniş destanları yaratmışlardır.“Yaşamın yarısından kavganın yarısına” şiarınımesnetsiz bir söz yığını olmaktan kurtaran, işte butarihsel gerçekliktir.

Zamanı ve sınırları aşan

kızıl kavga bayrağı: 8 Mart!

Mücadele, direniş ve kavga tüm işçi veemekçilere dairdir. Ortaya çıkan onurlumücadeleler, zamanı ve sınırları aşarak ilerikuşaklara taşınır. İşte emekçi kadınların devrim vesosyalizm mücadelesinde dalgalandırdıkları kızıl

bayrağın sembolü olan 8 Mart, zaman ve sınırlarasığmadan bugüne devralınmış günlerden biridir.

19. yüzyılın ortalarında kapitalizm, daha fazlakâr hırsıyla tüm işçi sınıfının emek gücünü vahşicesömürdü. Bu sürecin bir parçası olarak, kadınişçiler de ucuz emek gücü olarak kapitalist üretimeçekildi. Kadın işçilerin hiç bir sosyal hakkı yoktu.Çok uzun sürelere rağmen, çok düşük ücretle veağır koşullarda çalıştırılıyorlardı.

Bu çalışma koşulları karşısında, New York’takibir dokuma fabrikasında çalışan 40 bin işçi, 16saatlik işgününün 10 saate indirilmesi ve ücretlerdeartış yapılması talebiyle 8 Mart 1857 günü direnişegeçti. Bu onurlu direnişin önünü almak için, düzenen iyi bildiği işi yaptı; katletti.

Polisler kadın işçilere saldırdı ve binlerce işçifabrikaya kilitlendi. Bu sırada çıkan yangındaiçeride kilitli kalan işçilerden 129’u yanarak canverdi. Olay ABD basınında hiç yer almadı. Üzeriörtülmeye çalışıldı. Bu açık katliam saklanmayaçalışılsa da, yanarak can veren işçilerin anmatörenine 100 bini aşkın kişi katıldı. İşte 8 Mart’ı birdireniş sembolü yapan ilk mücadele budur.

Komünist kadınlar 8 Mart’a sahip çıkıyor

Komünist kadınlar, sınıflar mücadelesinin butarihi gününe, 8 Mart’a sahip çıktılar. 1910 yılındaKopenhag’da gerçekleştirilen İkinciEnternasyonal’e bağlı Sosyalist KadınlarKonferansı’nda Almanya Sosyal Demokrat24

Yaşamınyarısından

kavganın yarısına...

Page 25: EG 143. sayı

Partisi’nden kadın devrimci önder Clara Zetkin,yaptığı konuşmada kadınlar için bir mücadele günübelirlenmesi gerektiğini söyledi. Zetkin’in önerisikabul edildi ve ertesi yıl uluslararası anlamda ilkemekçi kadınlar günü 19 Mart 1911’de düzenlendi.Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi, iş vemesleki eğitim verilmesi, çalışma alanlarındakadın-erkek eşitliğinin sağlanması gibi taleplerlealana inen emekçilerin mücadelesi ertesi yılFransa, Hollanda ve İsveç’e de sıçradı.

Dünya Emekçi Kadınlar günü 1913’te Rusya’dada kutlandı. O yıllarda Çarlık Rusyası şartlarında,bırakalım açık gösteri düzenlemeyi, emekçikadınlara dair bir toplantı ya da sohbetgerçekleştirilebilmesi bile imkânsız gibiydi. Ancakbirkaç yıl sonra devrim saflarında savaşacak öncüsosyalistler, kadınlar gününün etkinliklerlekutlanmasını sağladılar.

Her yıl ilkbahar aylarında farklı tarihlerdekutlanan emekçi kadınlar gününün 8 Mart’takutlanması kararı ise, 1921’de Moskova’da yapılanÜçüncü Uluslararası Kadınlar Konferansı’ndaalındı. Bu kararla 8 Mart 1857, 8 Mart 1886, 8Mart 1908 tarihlerinde kadın işçilerin ağırsömürüye karşı ekonomik, sosyal ve siyasal haklarmücadelesinin ve yaşamını yitiren 129 kadınişçinin anısına sahip çıkıldı. 8 Mart 1917’de ŞubatDevrimi’nin fitilini ateşleyen grevleri başlataraksokaklara dökülen Petrogradlı dokuma işçisikadınların eylemi de dikkate alınarak 8 Mart,Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmayabaşlandı.

Sadece ‘Kadınlar Günü’ değil;sınıfa karşı sınıf mücadelesi

8 Mart salt kadına dair gündemlerlesınırlanamazdı. Çünkü 8 Mart, her şeyden önce, ikisınıfın cepheden karşı karşıya geldiği bir gündü.Nitekim 1937’de İspanya’daki kadınlar 8 Mart’ıfaşist Franco rejimine karşı bir direniş günü halinegetirirken, 1943’te İtalya’daki kadınlar daMussolini yönetimini hedef alan eylemlerörgütlüyordu. Emperyalist savaş yakıcı bir gündemiken, kitleler 8 Martlar’da, emperyalist savaşa sontalepleriyle alana çıktı.

8 Mart’ın, temelde kadın emekçilerin,burjuvazinin saldırı hamlelerine karşı proleter sınıfmücadelesini yükselteceği bir gündem olmasıelbette özelde kadın emekçilerin yaşadığı cinselbaskı, horlanma ve ikinci sınıf muameleye karşımücadelenin de geri planda kalmasına yol açmaz.Tersinden bu ikinci olgu “sınıfa karşı sınıf” bakışı,düzene karşı devrim ve sosyalizm perspektifiyleele alınmazsa, işte o vakit kadınların cins olarakezilmişliği ve çifte sömürü gerçekliği anlaşılamazhale gelir. Bu anlaşılamayan “hikmet” iseçözümsüzlüğe mahkûm edilmiş olur.

8 Mart’ın tarihçesine ve bugüne anlamını verenolaylara bakıldığında açıkça görülür ki, var olantüm çarpıtmalara vedayanaksızlaştırma/temelsizleştirme çabalarınarağmen 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü,proleter hareketin sermaye devletine karşı devrimve sosyalizm mücadelesinin bir parçasıdır.Dolayısıyla kadının kurtuluşu yolunda birmücadele günü olarak gerçekleştirilmek veanılmak zorundadır.

İ. Kızıl

Ezilenlerin şiddeti

meşrudur!

AKP’li bakanların her biri kendi alanlarında yüzsüzlük, pişkinlik ve

pervasızlık kategorilerinde birbiriyle yarışıyor. Aile ve Sosyal Politikalar

Bakanı Fatma Şahin de kendi alanında iddialı bir isim. Şahin özellikle

twitter aracılığıyla bir dizi gündem ortaya atarken, kadın sorununu

sulandırarak magazin malzemesi haline getirmekte usta.

Şahin son olarak da twitterdan yaptığı bir açıklama ile erkek

sığınma evi açacaklarını duyurdu: “Zaman zaman medyada da yer alıyor. Şiddete maruz kalan erkekler oluyor.

Bakanlığımıza ve güvenlik güçlerine bu doğrultuda başvurular da var. Hatta

Adana’da şiddet gören erkeklerden biri geçtiğimiz günlerde buton uygulamasından

yararlandı. Şiddet gören erkeklere yönelik olarak İstanbul’da bir konukevi açmayı da

planlıyoruz. Arkadaşlarımız İstanbul’da şiddet gören erkeklere yönelik konukevi için

çalışıyorlar. Şiddet gören erkeklere yönelik konukevi de 6284 sayılı yasada yer aldığı

şekilde hizmet verecek.”

Sanki çok masum ve olumlu bir adımmış gibi sunulan erkek sığınma

evi uygulaması daha baştan kadın sorununu yok sayan, kadınların

uğradığı çok yönlü baskı ve ezilmişliği basit bir “aile içi şiddet”

derekesine indirgeyen patriyarkal inkarcılığın bir devamı. Bu bakış

kadınların cins olarak tarihsel ezilmişliğini yok sayarak evde kadınların

kocalarından dayak yemelerini sorunun başı-sonu olarak ortaya

koyuyor. Kendilerince kimi evlerde de erkeklerin şiddet gördüğünü

söyleyerek sorunu basit bir istatistik haline getirmek istiyorlar.

Böyle olunca da yıllardır bağımsız girişimlerle gerçekleştirilen kadın

sığınma evlerine savaş açan, her fırsatta türlü baskılara maruz bırakan

iktidar, birden bire erkek sığınma evleri açmaktan bahsediyor ve

boyalı basında bu “ilginç” olayı sayfalarında tanıtıyor.

Ancak buradan Fatma Şahin’e boşa para-vakit harcamamasını salık

verebiliriz. Bugün sermaye devletinin tüm kurumları kendi başına bir

erkek sığınma evidir. Kolluk güçleri, yargısı başlı başına erkeklerin

işlediği kadın cinayetlerini, uyguladığı şiddeti aklama hizmeti verir. Bu

açıdan ayrı bir sığınma evine daha pek de ihtiyaç yoktur.

Kadınların (eğer gerçekten varsa) erkeklere uyguladıkları şiddet ise

tarihsel olarak meşru ve tekil örnekler ile değerlendirilemeyecek

kadar da kapsamlıdır. Yıllarca karısını döven bir erkeğin aynı şiddetin

hedefi olması, tecavüze uğrayan kadının tecavüzcüsünü öldürmesi

yöntemsel olarak onaylamasak ve sorunun çözümüne hizmet

etmediğini bilsek de meşrudur. Tekil olarak haklı-haksız örnekler

olması, bu genellemeyi etkilemez...

Kadın cinayetleri artmamış!

Şahin’in bir başka twitter incisi ise kadın cinayetlerinin aslında

artmadığı yönündeki mesajı oldu. Bakan şu sözlerle kadın sorunun

sulandırmaya devam etti: “Son yıllarda kadınlara yönelik cinayetlerin arttığını

iddia edenler oluyor. Oysaki ben yaptığımız çalışmalar nedeniyle görünürlüğün,

farkındalığın arttığını, konunun Türkiye gündemine girdiğini düşünüyorum”

Bir mizah malzemesinden öte anlam taşımayan açıklamayı

istatistiklerin soğukluğundan çıkarak ele almak gerekir. Zira toplumsal

bir sorunda, örneğin kadın cinayetlerinde hayli yüksek olan bir rakamı

kendi içerisinde kıyaslayarak, bunu bir de övgüye konu etmek kısaca

akıl dışıdır. Bakan bunula da yetinmemiş, konunun gündeme geliyor oluşunu

da yürüttüğü çalışmalara bağlamıştır. Böylesi bir zihniyetin

radyasyonlu çay içmekle övünmekten bir farkı bulunmuyor.

2525

Page 26: EG 143. sayı

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu’nun örgütlediği DevrimciKadın Kurultayı, 10 Şubat günü gerçekleştirildi. Katılım ve programıile yoğun olan kurultayda, kadın sorunu tarihsel ve güncel olarak elealındı.

Baştan sona mücadele kararlılığının hakim olduğu kurultaydacoşkulu sloganlar susmadı. Slayt eşliğinde sunulan tebliğler ilgiyledinlenirken, özellikle direnişçilerin konuşmaları yoğun alkış aldı. Evkadınlarından işçi kadınlara, direnişçi kadınlardan Kürt kadınlarakadar çifte sömürüye maruz kalanlar kürsüden taleplerini haykırdı,kadının mücadele ile özgürleşeceğini ilan etti.

Kadın sorununu tarihsel kökenlerinden başlayarak ele alan etkinlik,kadının kurtuluşunun sosyalizmde olduğunun da altını kalınca çizdi.Ortaya konan tespitler ışığında mücadelenin güncelliği vurgulanarakönümüzdeki 8 Mart’ın “Kadın-erkek elele mücadeleye!” şiarıylahazırlıklarına başlama çağrısı yapıldı.

Kadın sorunu üzerine temel vurgular...

Katılımcıların salona geçmesinin ardından kurultay, açılışkonuşmasıyla başladı. Konuşmada kadına yönelik saldırılar anlatıldı.Şiddet, taciz ve tecavüze maruz kalan kadınların emperyalistsavaşlarda yaşadığı yıkıma örnekler verildi. Tüm bunlara karşıkurultay vesilesiyle kadın-erkek elele örgütlü mücadele çağrısıyükseltildiği ifade edildi.

Konuşmanın ardından devrim ve sosyalizm mücadelesindeölümsüzleşen devrim şehitleri için saygı duruşunda bulunuldu.

Saygı duruşunun ardından tebliğlere geçildi. İlk tebliğ olarak“Kadın sorununun tarihsel kökeni ve kadının kurtuluşu” elealındı. Tarihsel ve antropolojik veriler ışığında kadın sorununun ortayaçıkışı ortaya konuldu.

“Kadın sorununa yaklaşımlar” başlıklı ikinci tebliğde kadınsorununa yönelik liberal/reformist cereyanlara karşı mücadeleninönemi anlatıldı.

Kadının kurtuluşu için verilecek mücadelenin ele alındığı“Sosyalizm, kadının kurtuluşu ve tarihsel deneyimler” başlıklıtebliğde Sovyetler Birliği deneyimine özel olarak yer verildi.

İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Platformu (BİR-KAR)Kadın Komisyonu, gönderdiği mesajla Devrimci Kadın Kurultayı’nıselamladı. Mesajda Avrupa’da yaşanan kapitalist krize ve bununetkilerine değinildi.

Ardından okunan “Kadınların mücadelesi ve örgütlenmesisorunu” başlıklı tebliğde kadın-erkek elele örgütlü mücadeleyiyükseltme çağrısı yapıldı. Tebliğde emekçi kadınların mücadelesininve örgütlenmesinin araçları, komünistlerin işçi ve emekçi kadınınözgül sorunlarına yaklaşımı ve komünistlere düşen görevler tek tek elealındı.

Hemen ardından da 8 Mart’ın tarihsel kökeni ve sınıfsal özünü elealan, bunun yanında komünistlerin tutumunu anlatan “8Mart’ın tarihsel-sınıfsal önemi ve 8 Mart tutumumuz”başlıklı tebliğ okundu. Tebliğ’de, 8 Mart’ın tarihsel ve

sınıfsal özüne uygun olarak kutlanabilmesi için alanlarda olmayaçağırıldı.

Tebliğin ardından Kayseri Emekçi Kadın Komisyonu tarafındangönderilen mesaj okundu. Kayseri İşçilerin Birliği Derneği’ninkurultayı selamlayan mesajının ardından kurultaya ara verildi.

Aranın ardından, kadına yönelik saldırıların ve şiddetin anlatıldığıbir sinevizyon gösterimi yapıldı.

Sinevizyon gösterimini direnen kadın işçilerin konuşmaları takipetti. İlk olarak HEY Tekstil’den bir kadın direnişçi konuşma yaptı.Ardından Teknopark direnişçisi Burçin Kuz sö aldı. SonrasındaKiğılı direnişçisi Didem Sorhun’un mesajı okundu ve BirleşikMetal-İş Sendikası üyesi bir metal işçisi kadın konuşmaya çağrıldı.

Sosyalist Kamu Emekçileri adına yapılan konuşmada KESK’inkadın sorunu ve örgütlenmesini ele alışı eleştirildi.

Toplumcu MMŞP adına yapılan konuşmada ise kadının çalışmahayatında yaşadığı sorunlar somut örnekleri ile anlatıldı.

Kürt kadınlarının yaşadığı sorunları ve mücadele açmazlarını elealan konuşmada Kürt kadınlarının cinsel ve sınıfsal sömürününyanında yoğun olarak yaşadığı ulusal baskı ve sömürü anlatıldı. Kürtkadının özgürleşmesinde Kürt halkının özgürleşme mücadelesinintuttuğu yerin önemine değinildi.

Etkinlik Sosyalist Eşcinsel Biseksüel Trans Hareketi’nin(Sosyalist EBT) kurultaya gönderdiği mesajın okunması ile sürdü.

Divandan yapılan konuşmada son yıllarda artan kadına yönelikşiddete dikkat çekilmesinin ardından kürsüden bu konuda bir konuşmayapıldı.

Kurultayın çağırısı 8 Mart’ta yankılanacak!

Emperyalist savaşların kadın üzerindeki etkilerini anlatan birkonuşmanın ardından Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi’ndentutuklu ÇHD’lilerin gönderdiği mesaj okundu.

Kurultayda bir erkek tarafından yapılan konuşmada da kadın-erkekelele örgütlü mücadele çağrısı yapıldı ve “Kadın-erkek elele örgütlümücadeleye!” sloganı atıldı.

Üniversiteli kadınlar adına yapılan konuşmada ise gençkadınların üniversite kampüslerinde, yurtlarda yaşadığı sorunlar, tacizve tecavüz vakaları anlatıldı.

Kurultayın sonuna doğru, divan tarafından kurultaya sunulantebliğlerde ele alınan önemli vurgular madde madde sıralanarak altıçizildi. Kurultay sonuç bildirgesinin ise önümüzdeki günlerdekamuoyuna açıklanacağı söylendi.

Son olarak kurultay kapanış konuşması gerçekleştirildi.Konuşmada, komünistlerin 25 yıllık birikimi, ideolojik üstünlüğühatırlatılarak kadın sorununda feminizme savrulanlar karşısındaMarksizm’in bayrağının yükseltildiği ifade edildi. 8 Mart’ıngündemleri yinelenerek mücadele çağrısı yapıldı.

Etkinliğin sonunda türkü ve marşlarıyla Mamak İşçi Kültür EviMüzik Topluluğu sahne aldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul26

Kurultayın çağrısı:

Page 27: EG 143. sayı

Değerli dostlar, yoldaşlar,Ülkemizde kadınlar her gün şiddete, tacize ve tecavüze maruz

kalıyor, sokak ortasında katlediliyor, fabrikada ucuz işgücü olarakgörülüyor, evde köle yerine konuluyor. Kapitalist sistem kadınları ikikat daha fazla sömürüyor. Yanısıra etnik, dinsel, mezhepsel baskılarada maruz bırakıyor. Emekçi kadınlar hem cinsel kimliklerinden, hemde sınıfsal kimliklerinden kaynaklı bu bedeli en ağır şekildeödüyorlar. Üniversiteli kadınlar da tüm bu baskılardan payını alıyor.Genç kadınlar henüz üretim sürecine dahil olmasalar da, toplumdahakim olan algılara ve kadına biçilen role uygun kalıplara sokulmayaçalışılıyorlar. Dolayısıyla üniversiteli kadınların eşitlik ve özgürlükmücadelesi, emekçi kadınların verdikleri mücadele ile kesişiyor.

En başta üniversitenin en yüksek kurumu olan cunta kalıntısıYÖK, üniversiteli kadınları ezip geçiyor. YÖK’ün disiplinyönetmeliğindeki gerici maddeler ile kampüs yaşamı kadınlaraçısından sınırlanıyor. Üniversitelerde meydana gelen taciz vetecavüz vakaları hasıraltı ediliyor. Geçtiğimiz haftalarda basınayansıyan bir habere göre Sakarya Üniversitesi’nde meydana gelentecavüz olayı ve üniversite yönetiminin aldığı tutum yukarıdasöylediklerimizi teyit ediyor. Bir profesörün lisans öğrencisi bir kadınöğrenciye tecavüz etmesi, kadın öğrencinin ise durumu üniversiteyönetimine yazılı bir dilekçe ile şikâyet etmesinin ardından,üniversite yönetimi tecavüzcü profesöre “uyarı” cezası vermekleyetindi. Yönetimin bu tutumunu “özel hayatın gizliliği” olarakgerekçelendirmesi, üniversitelerdeki kepazeliğin akıllara durgunlukverecek boyuta ulaştığını gözler önüne seriyor.

Bu “münferit” olaylar bir yana; üniversitelerin güvenliğinisağlamak adına görevlendirilen Özel Güvenlik Görevlileri kadınlarıtaciz etmekten hiç çekinmiyor. Bunun yanında en demokratikeylemlere bile tahammülü olmayan üniversite yönetimleri kampüsleredavet ettikleri kolluk güçleri aracılığıyla da şiddeti ve terörürutinleştiriyor. Çevik kuvvet polisleri müdahale ettikleri eylemlerdekadınlara azgınca saldırıyor, tacizde bulunmaktan geri durmuyor.Hatta geçtiğimiz senelerde genç bir kadının bebeğini düşürmesineneden olan azgın polis saldırısının ardından sarf edilen sözler,düzenin kadınlara biçtiği rolü bir kez daha açığa vuruyor. Bu düzen,hakları için mücadele eden kadınları aşağılayarak, onlarıuysallaştırmaya çalışıyor. Öte yandan baş eğmeyen kadınlara ise“Madem öyle eylemde ne işin vardı?” soruları yöneltiliyor.

Kapitalist sistem, eğitim alanındaki cinsiyetçi politikalarıyla yeninesillere gerici zihniyeti aşılamaya çalışıyor. AKP iktidarı dönemindeise, öğrencilere ortaçağ zihniyeti pervasızca empoze edilmeyebaşlandı. Çocukluktan itibaren cinsiyetçi eğitime maruz kalan

bireyler, toplumsal cinsiyet kurallarına göre şekilleniyor. Hatta budurum üniversitede seçilen bölümü dahi etkiliyor. Çocukluktanitibaren bir gün mutlaka anne olacağı öğretilen kız çocuklarbüyüdüklerinde de çocuklarla ilgili daha anaç bir fakülte olan eğitimfakültelerini; bu fakültelerde de ilkokul, anaokulu öğretmenliğinidaha çok tercih ediyorlar. Mühendislik fakülteleri ise erkek işi olarakgörülüyor ve bu bölümleri erkek öğrencilerin tercih etmesi teşvikediliyor.

Üniversiteye gelen kadın öğrencilerin başlıca sorunlarından biri,barınma konusunda yaşadıkları sıkıntılar. KYK yurtlarındaki gericiuygulamalar kadına yönelik çarpık bakış açısının her alana işlediğinikanıtlıyor. KYK yurtlarında erkek öğrencilerin yurda giriş-çıkışsaatlerinde herhangi bir sorun yaşamaması, kadın öğrencilerin iseyurda üç defa geç kaldığında ailesine uyarı mektubu gönderilmesibuna örnek olarak verilebilir. Öte yandan geçtiğimiz aylarda KYKmüdürü Hasan Albayrak da sermaye temsilcilerinin kadına bakışınıözetlemişti. Kadın öğrencilerin yurda giriş saatini 21.00’a çekmeyiplanlayan Albayrak ; ‘O yaşta kız çocuğunun başıboş sokaktadolaşmasını doğru bulmuyorum. Çarşı pazar da açık değil, bara dagitmesin. Hem kız çocuğunun barda ne işi var. Tiyatroya sinemayagitmelerine veya bir kursa katılmalarına engel yok. Gittiklerindebunu gösteren belgeleri ibraz ettikleri takdirde hiçbir sorunyaşanmıyor” diyerek, kadını sadece hapsedilmesi gereken bir varlıkgibi gören köhne bir anlayışa sahip olduğunu alenen ortaya sermişti.

Kadına yönelik taciz ve tecavüzün bir devlet politikası olduğuülkemizde, üniversiteler ve yurtlarda da bu tür olaylar sıradanlaşıyor.Kadınlar bulundukları tüm alanlarda cinsel, ulusal, sınıfsal,mezhepsel kimliklerinden kaynaklı ayrımcılığa maruz kalıyorlar.Kadının cins olarak ezilmişliği bugün tüm boyutlarıyla kendinihissettiriyor. Erkek egemen zihniyet, sistemin bütün kurumlarındabaskı, eşitsizlik, taciz, tecavüz vs. biçiminde dışa vuruyor.

Dostlar,Bütün bu karanlık tabloya rağmen emekçi kadınlar yüzyıllardır

eşitlik ve özgürlük mücadelesi veriyorlar. Bugün sahip olduklarıbirçok hakkı uluslararası mücadelelere borçlu olan kadınlar, gerçekeşitlik ve özgürlük için kavga bayrağını yükseltiyorlar.

Yaşamın yarısı olan biz kadınlar, kavganın da yarısı olmak için;evde, fabrikada, sokakta ve okulda tüm kadınları mücadeleyeçağırıyor, tüm katılımcıları en içten devrimciduygularla selamlıyoruz.

Üniversiteli kadınlar... 2727

Devrimci Kadın Kurultayı’ndaüniversiteli kadınlar tarafından

yapılan konuşma...

Üniversiteli kadınlarmücadeleye

çağırıyor!

Page 28: EG 143. sayı

28

Diyalektik ve tarihsel materyalizm, kadınsorununun tarihsel kökenini anlamamızı sağlayanbilimsel bir yöntemdir. Bu yöntem, olaylara,tarihsel-toplumsal gelişim yasalarının ışığında vesınıflar mücadelesinin perspektifiyle bakmaolanağı sağlar. Bu bilimsel yöntem, diğer toplumsalsorunlar gibi, kadın sorununun da tarihselgelişmenin seyri içinde, belli koşulların veilişkilerin ürünü olarak ortaya çıktığını ve kadınınezilmişliğinin temelinde bu olgunun yattığınıgörmemizi sağlar.

Kadın sorununun tarihsel kökeni

Tarihsel ve antropolojik veriler, insanlıktarihinin ilk dönemlerinde cins ayrımcılığına dayalıilişkilerin olmadığını gösterir. İlkel komünal

toplumda üretim ilişkileri, üretim araçlarıüzerindeki toplumsal mülkiyet karakteri ilebelirgindir. Özel mülkiyetin, dolayısıyla sınıflarınve devletin olmadığı bu toplumda sömürünün,baskının, cinsel ezilmişliğin maddi zemini dehenüz oluşmamıştır.

Bu dönemde kabileler halinde ortaklaşayaşayan insan topluluklarında kadının, doğurganlıközelliğinin de etkisiyle saygın bir yeri var. Soyzincirinin kadına göre belirlenmesi ise, onunsaygınlığını pekiştiriyordu. Ancak burada dikkatedilmesi gereken en önemli nokta, bu topluluklardakadının belirgin üstünlüğünün öteki cins üzerindetahakküm kurmaya dayalı veya onu ezmeyeyönelik bir üstünlük olmamasıdır. İlkel komünalyaşamda, fiziksel özelliklerin sınırları çizdiği doğalbir iş bölümü söz konusudur.

Geriye dönük bilimsel araştırma ve bulgulardanhareketle o dönemin yaşam koşullarına göz atmakbu doğal iş bölümü hakkında fikir verecektir. Odönemde temel sorun olan yaşamın devamı ancakbirlikte yapılan hayvan avı, balık tutma vebitki/meyve toplama yoluyla sağlanabiliyordu.Burada kadınların doğurganlıkları nedeniyleavlanmaya katılamadığı yaygın görüştür. Ancak bu,kadın olduğu için değil, yeni nesillerinyetiştirilmesinde oynadığı kritik rolden dolayıdır.Ortaklaşa yaşam içinde, beslenme ve barınma gibisorunlarda herkese iş düşmektedir. Zamanlaortaklaşa yürütülen işlere, toprak işleme veevcilleştirilen hayvanların yetiştirilmesi deeklenmiştir.

Sözünü ettiğimiz dönemin belli bir aşamasındayaşanan üretim araçlarının gelişimi ve emeküretkenliğindeki artış, kabilelerin sayısının artmasıve doğal yaşama uyum sağlamada ulaşılan düzeylebirlikte, toplumsal evrim kendi yolunda ilerlerken,kadın-erkek ilişkileri de tarihsel bir değişimeuğramıştır.

Her türden eşitsizliğin kaynağı olan özelmülkiyetin tarih sahnesinde görünmesinisömürünün, sınıfların ve zamanla devletin ortayaçıkışı izlemiştir. Bu gelişme, aynı zamanda kadıncinsinin “tarihsel yenilgisinin”de başlangıcıolmuştur. Kadın-erkek arasındaki eşitsizliğin bubaşlangıcı, iktisadi temelde insan soyu içerisindecinsiyet farkı tanımaksızın efendi-köle eşitsizliğiolarak ortaya çıkan ilk sınıfsal ilişkilerin bütünlüğü

Kadın sorunununtarihsel kökeni

vekadının kurtuluşu

Devrimci Kadın Kurultayı tebliğlerinden...

Page 29: EG 143. sayı

içinde ele alınmalıdır. Sınıfsal sömürü ve baskınıntüm maddi ve manevi araçları kadın üzerindekicinsel sömürü ve baskının da araçları olmuşlardır.

Sınıfların ortaya çıkışı, üretim tekniğindekigelişmeler ve üretimin ağırlıklı olarak kol gücünedayalı olması, üretimde erkeğin ön planaçıkmasına zemin hazırlamıştır. Oysa tarihselevrede kadının üretim sürecindeki konumugerilemiş ve giderek eve hapsolmuştur. Ev içihizmetler ise toplumsal bir iş olmaktan çıkıp,kadının angaryası haline dönüşmüştür. Özelmülkiyet sahibi olan erkek, toplumsal olarakayrıcalıklı bir statüye kavuşmuş, yasalsayabileceği ve mülkiyetinin varisi yapabileceğiçocuklara ihtiyaç duyduğu için de sadece kadınlariçin geçerli olan tek eşlilik dönemi başlamış, soyağacı ve miras erkek üzerinden devam etmiştir.

Özel mülkiyete paralel olarak gelişen erkekegemenliği tüm sınıflı toplumlarda, özü aynıkalarak, değişen toplumsal düzenlerin kendineözgü yanlarıyla yenilenerek günümüze deksürmüştür. Köleci sistem, feodal dönem vekapitalizm koşullarında kadın sorununun biçimdeğiştirerek devam ettiğini görmekteyiz.

Özetle kadının ezilmişliği, sınıflı toplumlarıntarihsel bir ürünüdür. Tüm bu nedenlerle kadınsorunu basitçe kadınla erkek arasındaki özel birsorun olmayıp, toplumsal ve sınıfsal nitelikte birsorundur. Kadın sorununda gerçek ve kalıcıçözüm için, bu sorunun toplumsal niteliğini veiçeriğini kavramak temel önemdedir.

Kadın sorunun çözümü ve

kadının kurtuluş mücadelesi

Diyalektik materyalist yönteme dayalı sınıfmücadelesini temel alan biz komünistler, kadınsorununun tarihin belli bir evresinde belli sınıfilişkilerinin ürünü olarak ortaya çıktığını, tarihinbelli bir evresinde bu koşulların değişmesi ileortadan kalkacağını savunuyoruz. Kadınsorununun tam çözümü için vazgeçilmez olantoplumsal koşulları yaratabilecek olan tekdevrimci sınıf, işçi sınıfıdır. İnsanın insantarafından sömürüsü ve köleliğine dayalı olankapitalizmden kurtuluş, kadınıyla, erkeğiyleörgütlenmiş işçi sınıfının önderliğindegerçekleşecek olan sosyalist devrimle mümkünolacaktır. Bu temel hedefe bağlı olarak, kadınlarınmaruz kaldığı sömürü ve baskı koşullarına karşıacil demokratik ve sosyal istemler uğrunamücadele de büyük bir önem taşır. Bu mücadeleiçinde emekçi kadınlar öz deneyimleri yoluylaeğitilerek devrim mücadelesine kazanılabilir.

Komünistler, kadının tarihsel ezilmişliğininyarattığı fiili eşitsizliklerin tüm izlerininsilinmesinin yeni toplumun inşası ve yeni insanınbiçimlenmesi eşliğinde uzun bir tarihi dönemeyayılacağının bilincindedir. Bu nedenle de,toplumsal bir devrimle üretim araçlarının özelmülkiyetine son vererek, sömürü ilişkilerininortadan kaldırılması için atılan adımların,geçmişten miras kalan ataerkil kültüre,geleneklere ve gerici ideolojiye karşı sistematikmücadele ile birleştirilmesi gerektiğinisavunuyoruz.

Özgürlük, eşitlik ve sosyalizm mücadelesindeDevrimci Kadın Kurultayı’nı buradanselamlarken, bir kez daha vurgulamak istiyoruz;Kadının kurtuluşu devrimde, sosyalizmde!

Devrimci Kadın Kurultayı’nda

yer alan tebliğlerden kesitler...

2013’ün 8 Mart’ını öncelediğimiz bugünlerde 8 Mart şahsında yaşanan bu

ayrışmada işçilerin, emekçilerin, ilerici-devrimci güçlerin devrimci bir 8 Mart’tan

yana taraf olmalarını sağlamak yakıcı bir ihtiyaçtır. Devrimci Kadın Kurultayı’nın

ardından bu seneki 8 Martlar’ın tarihsel ve sınıfsal özüne uygun devrimci bir çizgide

gerçekleşmesi için yoğun bir çaba içerisinde olmayı sürdürmeliyiz. Bu bilinçle, başta

emekçi kadınlar olmak üzere tüm işçi ve emekçileri kapitalist sömürüye,

emperyalist saldırganlığa, baskıya, şiddete ve gericiliğe karşı 8 Mart alanlarında

buluşmaya çağırıyoruz.

8 Mart kızıldır, kızıl kalacak!

“8 Mart’ın tarihsel-sınıfsal önemi ve tutumumuz”

başlıklı tebliğden...

Sonuç olarak kadın çalışması, işçi kadının cinsel eşitsizlik ve ezilmişlikten gelen

özgül sorunları ile sınıfsal ezilmişliğini birleştirmek durumundadır. Zira sınıfın ortak

sorunları ve çıkarlarının ötesinde, işçi kadınların cinsel ezilme ve sömürülme

konumdan gelen özgül sorunları ve ihtiyaçları, bununla bağlantılı çıkarları vardır.

Bunları içermeyen bir sınıf çalışmasıyla, kadın sorunu çerçevesinde başarılı bir

mücadeleyi örgütlemek mümkün değildir.

“Kadınların örgütlenme ve mücadele sorunu!”

başlıklı tebliğden...

Siyasi iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi ile insanın insan tarafından

sömürülmesine ve özel mülkiyete son veren Sosyalist Ekim Devrimi kadının tarihsel

ezilmişliğinin temellerini ortadan kaldırmıştır. Bu sayede üretim araçlarının

üzerindeki toplumsal mülkiyet kadın cinsinin tam özgürlük ve eşitliğinin temel

dayanağı haline getirilmiştir.

Sovyetler deneyiminde kadının özgürleşmesi doğrultusunda sağlanan temel

önemde bir dizi ilerlemeye rağmen, kadın sorunu tam anlamıyla çözülemedi.

Kadının özgürleşmesi doğrultusunda son derece önemli adımlar atılmıştır. Ancak

yine de, tam da ataerkil kültür ve alışkanlıklar yeterli bir mücadeleye konu

edilemediği için kadın ve erkek arasındaki eşitsizlik tam olarak yok edilememiştir.

Bunda başka nedenlerin yanında, bürokratik yozlaşma süreçlerinin de önemli bir

rolü olmuştur. Kısacası, kadının kurtuluşu alanındaki yetersizlik, yeni temeller

üzerinde sosyalist bir toplumun kuruluşu ve komünizme doğru ilerletilmesi

alanındaki genel yetersizliğin dolaysız yansıması olmuştur.

Ancak toplumsal hayatın her alanında gerçekleşen bir dizi önlem ve uygulama

ile kadın sorunun çözümünde dünyanın en ileri kapitalist ülkelerinin 130 senede

yapamadıklarını Sovyet iktidarı 1917 Ekim Devrimi’nin ikinci yılında siyasal,

ekonomik ve toplumsal alanlarda hayata geçirmeyi başarmıştır.

“Sosyalizm, kadının kurtuluşu ve tarihsel deneyimler”

başlıklı tebliğden...

Kadın sorununun tarihsel ve sınıfsal özünü yok sayan, kadının ezilmişliğinin

nedenlerine ve kökenine bakma yeteneğinden yoksun olan feminizm, kadın

sorununu, kadın-erkek eşitsizliğine indirgemekte, sorunun sınıfsal boyutunu inkar

etmekte, kadın-erkek eşitliğini kapitalist düzen temeli üzerinde biçimsel hakların

elde edilmesine indirgemektedir.

Sonuçta, sınıflar mücadelesinden bağımsız bir kadın hareketini savunanlar,

kadın emekçileri burjuva ufkunun dar sınırlarına hapsetmekle kalmıyor, sınıfın

birliği ve mücadelesini bölen, zayıflatan, sakatlayan bir rol de oynuyorlar. Hal

böyleyken, bazılarının bu çizgiyi devrim ve sosyalizm adına savunmalarını, ciddiyet

ve samimiyet bunalımı içinde olduklarının kanıtı saymak gerek.

“Kadın sorununa yaklaşımlar”

başlıklı tebliğden... 29

Page 30: EG 143. sayı

30

Bir burjuva ideolojisi olarak feminizm ortayaçıktığı andan itibaren dönemin toplumsalmücadelelerinin bir parçasıdır. Temelde kadın-erkek eşitliği talebiyle ve burjuva kadınlarınmülkiyet hakkı, seçme-seçilme hakkı vs.istemleriyle hareket eden feminist akımlar dönemintoplumsal hareketlerinin çevresinde ve yedeğindemücadele yürütürler.

Türkiye’de ise 1980 darbesinin ağır yenilgisikoşullarında palazlanan feministler özellikle90’larda tasfiyeciliğin ve reformizmin rüzgârıylagüç kazanır ve kitleselleşirler. Türkiye solhareketinde devrim iddiasının yitirildiği vedevrimci örgütten kaçışın hızlandığı bir süreçtefeminizmle yaşanan buluşma ise oldukçamanidardır. Feminizmin durduğu yer ve temsilettiği sınıf açısından tutarlı konumu dünündevrimcilerine uygun düşmeyince marksist ya dasosyalist feminizm Türkiye’de yansımasını bulur.Ancak feminizmin başına iliştirilen marksist-sosyalist takıları da onu burjuva sınıfsal özündenkoparmaya yetmez.

Kadın sorunu toplumsal bir sorundur

Kadın sorunu sınıflı toplumların ortaya çıkışınadek uzanan ve tarihsel gelişim çerçevesindegelişen, boyutlanan, katmerlenen bir sorundur. Özüitibariyle demokratik bir mahiyet taşısa datoplumsal ve sınıfsal bir arka planı vardır.Diyalektik materyalizm yöntemi ile bilimsel yollarıkullanan Marksistler, tüm diğer demokratiksorunlara olduğu gibi kadın sorununa da bu bakışlayaklaşırlar ve elbette sorununun çözümünü köktenve kalıcı olarak ele alırlar.

Ancak sorunu kadın-erkek karşıtlığına

indirgeyerek kadının ezilmişliğini erkeğe karşıyürüttüğü mücadeleyle ortadan kaldırabileceğinizanneden feministler sorunun sınıfsal boyutunugörmezden gelirler ve anayasal alanda hak eşitliğisavunurlar. Dolayısıyla kapitalist sistemle esaslı birsorunları da yoktur. Oysaki kapitalist sistem kadınayönelik baskı ve sömürüyü kendinden öncekitoplumlardan, yani köleci toplumdan vefeodalizmden miras almıştır. Yüzlerce yıllıkpratiğiyle de göstermiştir ki; kapitalizm, kadınınikinci sınıf cins konumundan kendi çıkarlarıdoğrultusunda yararlanmıştır. İşgücüne ihtiyaçduyduğu dönemlerde kadınların çalışmasını teşvikeden kapitalist sistem, emekçi kadınları sömürüçarkları içerisinde öğütmüştür. İnsanlık dışıkoşullarda çalıştırdığı kadınlara daha az ücret verenve mali krizlerde onları kapının önüne koyan busistem, kadınların bugün sahip olduğu en temelhakları dahi zorlu mücadeleler sayesinde tanımakzorunda kalmıştır. Öte yandan, kadınının cinskimliğini bir metaya dönüştüren ve fuhuşsektörünü bizzat devletleri aracılığıylayaygınlaştıran bu sistem, bir yandan da dinselgericiliği palazlandırıp kadınları örtülere sardırarakeve kapatmıştır.

Feministler tüm bu yaşanan sorunlarınkaynağına erkek egemenliğini koyarak emekçilerinbilinçlerini karartmaktadırlar. Feminizm emekçikadının eşitlik ve özgürlük mücadelesini de zaafauğratarak işçi kadınla işçi erkeği karşı karşıyagetirmektedir. Biz marksistler ise bu nedenlefeministlere karşı ideolojik mücadeleyi görevbiliriz. Çünkü yukarıda verdiğimiz örneklerden deanlaşılacağı üzere kadın sorunu esasta emekçikadın sorunudur. Zira kapitalist sistemde temelçelişki cinsler arasındaki eşitsizliklerden değil,

8 Mart’a giderken…

Dokuma işçisi kadınların anısınasahip çıkalım!

Page 31: EG 143. sayı

31

sınıfsal baskı ve sömürüden ileri gelir. Ama buburjuva kadınların cinsel kimlikleri nedeniyleaşağılanmadıkları ya da baskı, taciz ve tecavüzleremaruz kalmadıkları anlamına da gelmez. Ancak birbütün olarak ele alındığında kadınların cinsel,sınıfsal, ulusal vs. sömürüsünün kaynağı olankapitalizm; daha genel bir ifadeyle özel mülkiyetdüzeni yerle bir edilmeden kadın cinsinin tarihselyenilgisine son verilemez ve kadının kurtuluşununön koşulları yaratılamaz.

Komünist kadınlar bu konuda net bir bakışasahiptir. 1921 yılında Moskova’da yapılan II.Uluslararası Komünist Kadınlar Konferansı’ndabelirlenen “Uluslararası komünist kadınhareketinin yönergeleri”ni ele aldığı makaledeClara Zetkin şöyle der:

“Yönergeler, cinsiyet köleliğinin ve sınıfköleliğinin nedeninin son tahlilde özel mülkiyetolduğu ve kadınların tam kurtuluşunun ancak veyalnızca üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetinkaldırılması ve onların toplumsal mülkiyetedönüştürülmesi ile güvence altına alınabileceğitespitinden yola çıkmaktadır. (...) Proletaryanındevrimci sınıf mücadelesi olmaksızın kadınlarıngerçek ve tam kurtuluşu olanaksızdır, kadınlar bumücadeleye katılmaksızın kapitalizminparçalanması, sosyalist yeniyi yaratmaolanaksızdır.”

“Kadının yaşadığı baskı ve eşitsizlik özelmülkiyetle birlikte ortaya çıkmış ve bugünetaşınmışsa, kadının kurtuluşu özel mülkiyetdüzeninin kalkmasından geçmektedir. Bununönkoşulu da mevcut kapitalist iktidarın devrilmesive proletarya iktidarının kurulmasıdır. Eşitliğe veözgürlüğe dayalı olan sosyalizm, tüm toplum içinolduğu gibi kadınlar için de eşitsizliği ortadankaldırmayı hedeflemektedir. Bunun için kadınlarıntoplumsal üretime katılmasını, kadının üzerindekiev işleri, çocuk bakımı vb. yükleri alacakkurumlaşmaların yaratılmasını, ataerkil kültür vedeğerlere karşı bilinçli ve sistematik bir ideolojikmücadeleyi ve eğitimi esas almaktadır.” (Ekimdevrimi ve kadın sorunu… - S. Soysal, Sosyalizmİçin Kızıl Bayrak, 23 Kasım 2012)

Sosyalist feminizmin açmazları

Peki, burjuva feministlerin ya da “sosyalist”feministlerin sorunun çözümüne ilişkin önerilerinedir? Kadının erkeğe karşı mücadelesi sayesindesorunun, tarihsel ve sınıfsal alt yapısınadokunmadan çözümü… Bu çarpık bakış açısınıngünümüze yansıması ise 8 Martlar üzerindenortaya çıkan ayrışmalardır. Sınıf mücadelesinibölüp 8 Martlar’ı erkek işçi-emekçi vedevrimcilerden soyutlayarak kadın dayanışmasıörneklerini verenler 8 Mart’ın ve sosyalizmintarihine ihanet etmektedirler. Tarihten bu yanaemekçi kadınların dişe diş verdikleri mücadelelerile kızıllaşan 8 Martlar’ı, mor rengin hâkim olduğukarnavallarda kadınlar günü olarak kutlayanlaremekçi kadın mücadelesinin ve sosyalizmindolaysız karşıtlarıdırlar.

Bu nedenle feminizmlerinin başına“sosyalizmi” ekleyenler tam bir kafa karışıklığıiçerindedirler. Devrim iddialarını yitirenler ise“aniden” yaşadıkları aydınlanmayla feminist-reformist-liberal bloka dahil olmuşlardır. Buyaşananlar elbette “aydınlanma” değil, ideolojikaçmazların dayandığı son nokta olan tasfiyeciliktir.

Bizler devrim ufkunun yitirildiği ve tüm temelayrım noktalarının silikleştiği böylesi bir dönemdeişçi sınıfının kızıl bayrağını tüm alanlardadalgalandırmaya ve işçi sınıfının ideolojisiMarksizm’i savunmaya devam etmeliyiz. Sonuçolarak kızıl 8 Martlar’a sahip çıkmakkomünistlerin; bu eylemleri güçlendirmek veöğrenci gençliği taraflaştırmak genç komünistleringörevidir.

8 Mart’ın devrimci mirasını yaşatalım!

Dünya Kadınlar Günü kutlamaları, 1910’da, II.Enternasyonale bağlı Sosyalist KadınlarKonferansı’nda komünist önder Clara Zetkintarafından gündeme getirilir. Tarih olarak da Martayı seçilir. Böylece, 8 Mart 1857’de New York’tadokuma işçilerinin bir grev esnasında fabrikayakilitlenmelerinin ardından, çoğunluğu kadın 129işçinin yangınla katledilmesinin anısına sahipçıkılır. Dünya Kadınlar Günü, ilan edildiği gündenitibaren tüm dünyada komünist partilerinönderliğindeki emekçi kadınlar tarafından birmücadele gününe dönüştürülür. Şubat Devrimi’ninilk kıvılcımı olan işçi kadınların “Ekmekeylemleri” ve tüm dünya devrimlerinde kadınlarınen ön safta yer almaları üzerine ise 8 Mart’ınDünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmasıkararlaştırılır.

8 Mart’ın mirası emekçi kadınların kendikurtuluşları için devrim mücadelesine omuzvermelerinin zorunluluğunu ortaya koymaktadır.Türkiye’de ise sosyalizm mücadelesinden ayrıdüşünülemeyecek olan emekçi kadınların kurtuluşmücadelesinin temsilcileri, 8 Mart’ın devrimcimirası ile onun kızıl rengine sahip çıkanlarolacaktır!

Z.Eylül

Page 32: EG 143. sayı

32

Eğer üzerimize çökmüş bir lanetin,uğursuzluğun işareti gibi ayağımızın altındaçatlayan, verimsiz kurak toprakta, yaşamın elinieteğini çektiği bu uçsuz bucaksız ovada; çaresizlikiçinde tanrının/tanrıların bir hikmet göstermesinibekliyorsak... Yaşamın solgun damarlarına canlılıkgetirecek bir damla suyu gözlüyorsak... Bunun içinyapacak hiç bir şeyimiz yoksa... İşte orada ‘sanat’aihtiyaç duyarız. Daha doğrusu ‘büyü’ye... Tanrıyaulaşabilmenin, derdini iletebilmenin bir yoluydusanat, büyü, ayin, ibadet... Adına her ne dersen de.Sanatın köklerine uzandığımızda şu an hala yanıbaşımızda yaşayan bir şeye erişiriz. Bir damla suiçin günlerce dua eden, kendi kültürel yapısınınoluşturduğu biçimde çeşitli ayinler sergileyentoplulukların yaptıklarıyla benzeşen, hemen hemenbütün toplumlarda kendini gösteren bir yaşamabiçimi.

Neden yüzyıllar önce insanlar mağaraduvarlarına resim yapmaya ihtiyaç duydu? Kimi,yaşamak için basit bir kaç aletin bile yenikeşfedildiği dönem içinde şaşırtacak derecedegerçekliğe sahip ustaca biçimlendirmeler, kimi isegünümüzün en usta ressamlarının gıptaylabakacağı kıvrak, minimalleştirilmiş, yoğun bir akılve ruh süzgecinden geçmiş incelikte desenler...

Bir çoğu av sahnesini tasvir eden resimlerdeyaygın olan görüş, bunun bir ritüel olduğudur. Avaçıkmadan önce avlanacak canlının duvara resmininyapılması, onun temsili bir şekilde ele geçirilmesive tutsak edilmesini sağlıyordu. Öncesindegerçekleştirilen bu ritüel sayesinde avın daha kolayolacağına inanılıyordu. Başka örneklerde; yapılantasvirlerin farklılığından, farklı okumalaryapabiliyoruz. (Dönem itibari ile evreni anlamakonusunda bilgi birikimi ve araçları oldukça sınırlıolan insanların cevap bulamadıkları sorularımetafizikle açıklama yoluna gitmeleri ve sanatı dabuna hizmet edecek şekilde kullanmaları birazkaçınılmaz gibi duruyor.)

Utah’taki dev kaya resimleri üzerine yapılantartışmalarda, bunların atalara duyulan saygının birgöstergesi olarak biçimlendirildiği, ruhlarının birşekilde onlarla beraber kalmasını sağlayan bir çeşitritüel olduğu genel bir kanıdır. (Yaşamını yitirmişaile büyüklerimizin fotoğraflarını yaşadığımızyerin duvarlarına asmamızdaki amaçla bir nebzeolsun ortaklaşmıyor mu? Anmak, unutmamak üzerekurulmuş bugünkü eylemlerimizin kökleri tarihöncelerine kadar uzanıyor olmalı.)

Burada da yapılan etkinliğin büyüylebirlikteliği, daha doğrusu ritüelin bir parçası olarakgerçekleştirildiği görülüyor. Sayısız örneküzerinden sayısız yoruma ulaşmak tabi ki mümkün.Fakat bütün yorumlarda sanatın tinsellikle ilişkisinigörebiliyoruz.

Bu ilişkide kimi birçok şeyin resmininyapıldığını görüyoruz. Avın, avcının, kabilehayatının, geçmişin... Kimi zaman datanımlanamayan soyut leke ve çizgilerin...

Bütün bunlar yalnızca bugünün sanatınınköklerini oluşturmakla kalmıyor, aynı zamandainsanın görsellik ve görüntü ile olan ilişkisini vekaçınılmaz olarak toplumsal işleyişi de temelolarak belirliyor. Bugünün sanatının tarih içindebelirli ayrışımlar yaşayarak, kültürel kodlartarafından şekillendiği, farklı dinamiklerin etkisiylebugünkü şeklini ve konumunu aldığını görüyoruz.Bütün sanat disiplinlerinin köklerinde doğayla,tarihle, açıklanamayanla olan hesaplaşma kendinigösteriyor. Tiyatro, resim, heykel, müzik gibi anasanatların ortak bir dokuda, mimesis (taklit)kavramında buluştuğunu görüyoruz. Taklidin,doğayı kavrayabilmek üzerine kurulu bir gözleminneticesinden çıktığı ve gözlem sonucunda eldeedilen bilginin, insanlık tarihinin en başından berivar olan sanatla birleşmesi, insanlığın dönemitibariyle kısıtlı keşiflerini de düşünürsek eğer,oldukça makul görünüyor. Bahsi geçen keşiflerarttıkça biliyoruz ki bu icatların rolleri de değişmiş.

Sanat tarihi yazıları-1

Page 33: EG 143. sayı

33

Batı sanatında bir zamanlar İncil’de geçen anlatılarıdaha iyi gösterebilmek için kilise duvarlarınayapılan ve bugün bir tuval üzerine yapılan resimdüşünüldüğünde bunu çok açık görebiliriz.

Günümüz modern dansının köklerini asırlarönce yaşamış bir topluluğun kötü ruhları kovmakiçin gerçekleştirdiği törende bulmak mümkün. Butörenlerde gerçekleşen dansların birçoğunda(yaşayan halk danslarına ve ritüellerine bakılabilir)doğaya dair yapılan gözlemlerin bir sonucu olarakdoğayı taklit etme, ona benzeme, onunlabütünleşme gibi okumalar yapabiliriz. Alevilikinancında semah, bu noktada konumlanır...Doğayla ve tanrıyla bütünleşme fikrinin doğayıtaklit ederek, ona benzeyerek gerçekleştiğinigörürüz. Biçim olarak, süreklilik halinde çemberoluşturarak dönmek, doğanın döngüsünün vesonsuzluğunun bir temsili olarak vücut bulur. Turnakuşu büyük bir öneme sahiptir. Turna kuşu hemgökyüzünde çizdiği dairelerle tasavvur edileninancın vücut bulmuş halidir; hem de önemli vekutsal karakterlerin bir simgesidir. (İnsan-ı Kamilzincirinin en başındaki Ali ve onun ardından gelenErenler ve Nurlananlar, Tanrı’nın nefesinden almışolanlar...) Bu nedenle semah ritüelinde biçimolarak belirleyiciliği vardır. Buradasimgeleştirmenin, yine gözleme dayalı bilgininberaberinde gelen doğanın işleyişinin (her güngüneşin doğup batması, bir çiçeğin tohumununtoprağa, oradan yine aynı çiçeğe dönüşmesi gibisonsuz bir döngüye sahip olması) sınırlı bir tahlilleyaratıcı bir şekilde ortaya çıktığını görüyoruz.Belki de sanatın bizlere hala cazip gelen tarafı,onun yaratıcı bir etkinlik olarak kendinikorumasıdır.

Bir diğer dikkat çeken nokta ise; bütün budurumun içinde sanat pratiğinin ilkel-komünaltoplumlarda doğrudan hayatın içinden çıkıp aynısüratle hayat pratiği içine dahil olan bir etkinlikolmasıdır. Sanat o tarihlerde, anladığımız kadarıyla,yapanın ve deneyimleyenin ayrıcalıklı bir konumkazandığı bir etkinlik değil, yaşamsal faaliyetlerintümü içinde bir parçadır ve üretilmesiyle birlikteyaşamın diğer parçalarına nüfuz eden yaratıcı vebesleyici bir etkinliktir. Sanatın bu niteliklerini

tarih içinde yitirmesini ya da yalnızca hayatın bellialanlarında belli kişiler tarafından deneyimleniyorolmasını kapitalist toplumların temellerinin atıldığıdönemlerde bulabiliriz. İlk etapta şunu belirtmekgerekir ki sanat, diğer disiplinler gibi (örneğinbilim) yanlışlanabilir ve tarihle beraber doğrusal birgelişim çizgisi oluşturabilen bir şey değildir.Kaçınılmaz olarak deneyimlerden faydalanır, fakatbu da tek başına sanatın var ettiği kazanımlardeğildir. Tarih içinde yapılan yeni buluşlar ve bilgibirikimi ile çağın imkanları doğrultusunda sanatbunlardan istemsiz olarak beslenir. Burjuvasöylemlerinde yer alan “iktisadi devrimlerin(!)sanatı ve sanatçıyı özgürleştirdiği ve daha niteliklisanat eserlerinin var olduğu” söylemi gerçeği pekyansıtmaz. Özellikle bugünün koşulları içindesanatçının kapitalist ilişki ağının ortasında edilgenbir şekilde sömürülmesi ve bu sömürünün getirisiolarak eserlerini mecburen bir meta olarakmeydana koyması, sanatçıya atfedilen şeyin sunibir özgürlük kavramından başka bir şey olmadığınıgösterir.

Değişen tarihle birlikte sanatın işlevinin dedeğiştiğinden bahsetmiştik. Kapitalist toplumtemellerinin atılması ile birlikte değişen üretimilişkileri içinde sanat da üzerine düşen payı almıştır.Tarihsel süreçler içinde devrimlerle beraber kısmibir özgürlük kazanmış, fakat yine de gerçek birözgürlüğe ulaşamamıştır. Çok zaman kralların,soylu sınıfların, burjuvazinin boyunduruğu altındakalmış; bugün gelinen noktada tam anlamıylakitlelerden koparılarak, gerçek sahiplerine, yaniemekçi sınıflara yabancılaşması sağlanmıştır. Yinebahsini ettiğimiz yaratılan suni özgürlük atmosferiiçinde sanat, yalnızca sanatla ilgilenen bir hale;sanatçılar da sanat problemlerinin ötesinde birproblem tartışamayan, sürekli kendini imleyen vekabuğunu kıramayan bir oluşum haline gelmiştir.

Bir sonraki yazımızda, sanatın bugünküdurumunu hazırlayan süreçlerini analiz etmeküzere; metalaşma sürecini, kitlelerden koparılışınıhazırlayan nedenleri ve ilerleyen zamanlardayüzeysel tartışmalar platformuna nasıl dönüştüğüirdelemeye çalışacağız.

A.Ardil

Page 34: EG 143. sayı

Sermaye devletinin tarihi katliamlar tarihidir. 16 Şubat 1969 tarihide sermaye devletinin şeceresine Kanlı Pazar katliamı olarakyazılmıştır. Gençliğin anti-emperyalist duyarlılığının ifadesi olaneylemler, 1967 yılında 6. Filo’nun bu topraklara gelmesiyle kendisiniiyice hissettirmiştir. 7 Ekim 1967’de 6. Filo Dolmabahçe’ye gelir amakaraya çıkamaz, çıkartılmaz. Günler öncesinden 6. Filo’yu denizedökmek için, yani kovup bu topraklardan göndermek için eylemhazırlıkları yapılmıştı. Aynı süreçte 6. Filo’nun gitmesi için açlıkgrevleri yapılır, ABD bayrakları yakılır. Direniş sonuç verir, filo karayaçıkamadan defolup gider.

Aradan zaman geçer ve 6. Filo Temmuz 1968’de tekrar gelir. Ama6. Filo gelmeden önce gençlik örgütleri ve işçiler miting kararı alır. Bukararın alındığı gençlik toplantısından sonra gözaltılar yaşanır. Belliyerlerde çatışmalar meydana gelir. İTÜ Öğrenci Yurdu’nda yaşanançatışmalarda bir öğrenci gözaltına alınır. Öğrenciler de bir polisi rehinalır. Anlaşmaya varılarak rehineler takas edilir. Daha sonra öğrenciyurduna operasyon yapılır, çatışma çıkar. Bu çatışmaların sonunda 18Temmuz 1968’de Vedat Demircioğlu polis tarafından İTÜ ÖğrenciYurdu’ndan atılarak katledilir. Demircioğlu’nun katledilmesi anti-emperyalist mücadeleyi durdurmak bir yana öfkenin daha dabüyümesine neden olur.

Katliamdan önce

İzleyen zamanlarda Demircioğlu anısına yapılan eylemler,Dolmabahçe’ye yanaşmaya çalışan 6. Filo’ya olan öfkeyi daha dabüyüttü. Kanlı Pazar Katliamı’ndan önce Demircioğlu anısına 10Şubat’ta Dolmabahçe gönderine ve İÜ Beyazıt Yangın Kulesi’nebayraklar çekilir. Çekilen bayraklar gericiler için ‘cihat’ çağrısı olarakalgılanır. Kendi dinlerini bile bilmeyen bu hastalıklı beyinler, zulmeuğrayana değil, zulmedene karşı cihat yapıldığını anlayamamışlar ki 6.Filo’yu kıble bilip namaza bile durmuşlardır.

6–7 Eylül olaylarının dersleriyle o günlere gelen katliamcı devlet,yeni bir katliam örgütlemeye başlamıştır. Komünizmle MücadeleDernekleri ve Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) eliyle afyonlasersemletilen gençlik ve emekçiler etki altına alınarak, katliam icrayabaşlanmıştır. 14 Şubat’ta ‘Bayrağa Saygı’ mitingi düzenleyen dincigericilik, katliam için uygun şartlar yaratmaya çalışmıştır.

Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin başkanı İlhan DerendelioğluMTTB’nin Cağaloğlu’ndaki merkezinde “Pazar günü komünistlermiting yapacak, biz bu mitingde savaşacağız. Silahı olan silahıyla,olmayan baltasıyla gelsin” diyerek katliam çağrısı yapar. Gericilerinşefi Mehmet Şevki Eygi yazarlık yaptığı Bugün gazetesinden katliamiçin fetvalar vermektedir. 15 Şubat tarihli yazısında gericilerin şefi

şunları söylüyordu: “Büyük fırtına patlamak üzeredir. Müslümanlar ile

kızıl kafirler arasında topyekun savaş kaçınılmaz hale

gelmiştir… Müslüman kardeşim sen bu savaşta bitaraf kalamazsın.Ben namazımı kılar tespihimi çekerim… Etliye sütlüye karışmam deyipde kendine zulüm edenlerden olma, gözünü aç, bak! Onlar da taş,sopa, demir, Molotof kokteyli mi var, biz de aynı silahları kullanmaktanaciz değiliz. Cihat eden zelil olmaz. Sağ kalırsa gazi olur, canınıverirse şehitlik şerefini kazanır…”

Sadece bunlar değildi hazırlıklar. Bunlar yönlendiricilerdi. Katliamiçin özel olarak hazırlanan sopalar ve bıçaklar dağıtıldı. İbadete kapalıolan Dolmabahçe Camii, katliam günü açılarak toplanma yeri olarakkullanıldı.

Emperyalizme ve sömürüye karşı işçi yürüyüşü

Büyüyen bir direniş vardı. Gençlik ve emekçiler 6. Filo eylemlerineduyarlıydı. Katliamcı sermaye devleti direnişe engel olmak istiyordu.Sopalar ve bıçaklar anti-emperyalistlere saldıran gericilere dağıtıldı.Polis saldırılar sırasında kitlede panik yaratmak için bombalar atarakkatliama destek oldu. Katliamcılar birbirlerini tanımak için kurdelelertakmışlardı. İki kişi katliamda ölürken, yüzlerce kişi yaralandı. TİPüyesi Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan adlı iki işçi katledildi.Katliamın görüntüleri bulunmasına rağmen, katliamcı sermaye devletikendisiyle birlikte, katliamı yönetenleri ve katliamcıları aklamıştır herzamanki gibi. 6-7 Eylül olaylarında, 16 Mart’ta, 1 Mayıs 77’de,Maraş’ta, Madımak’ta, Roboski’de ve daha birçok katliamda, katilsermaye devleti katliama öncülük eden ve yönlendirenleri her zamanödüllendirmiştir.

İşçi-gençlik hesabını soracak!

Bugün başta Suriye olmak üzere emperyalistler, ezilen halklarıdaha fazla sömürmek için Ortadoğu’yu şekillendirmek istiyorlar.Sermaye devleti T.C. de görevini yerine getirmek için tetiktebeklemektedir. Dinci-gericilerin şefi Başbakan da ağzından salyalarakıtarak savaş çığırtkanlığı yapmaktadır. Kommer’in arabasını yakananti-emperyalist gençlik, direniş ateşini ODTÜ’de tekrar yakarak anti-emperyalist duyarlılığını yeniden göstermiştir. Tayyip’e ODTÜ’yü dareden gençlik “Bilimi satan, emperyalist savaş çığırtkanı TayyipODTÜ’den defol!” diyerek anti-emperyalist duyarlılığını saatlerceçatışarak göstermiştir. ODTÜ eylemi gençliğin emperyalistlere veişbirlikçilerine geçit vermeyeceğinin net bir göstergesidir. Gençliğinanti-emperyalist mücadelesi mutlaka işçi sınıfı mücadelesiylebirleşecek ve böylece gerçek anlamını da bulacaktır. İşçiler üretimdengelen güçlerini kullandıklarında anti-emperyalist gençlik amacınaulaşacaktır. Gençlik, işçi sınıfı önderliğinde birleşip emperyalizmiyenecektir.

Kıblesi

6. Filo olan gericiliğin,

ibadeti

‘Kanlı Pazar’dır...

34

Page 35: EG 143. sayı

Ateş, gül, barut; kış kıyamet içinden geçtiğimiz şu yakıcıgünlerde fellik fellik akil adam aranıyor. Akil adamın tek esprisininkelimeyi söylerken A’nın başına eklenen şapka olduğuna taminanacaktım ki bir haber okudum, düşüncelerim değişti. Türkiye’ninCizre Emniyet Müdürü gibi insanlara ihtiyacı var! Ortalık tozduman, öğrenci hareketi yükselişe geçti, ODTÜ kıvılcımı birçokşehre ve üniversiteye sıçradı. Geçenlerde değerli bir ‘gazeteci’ SerdarArseven, Göktürk 2 uydusunun fırlatılması sırasında başbakanı protestoeden ‘‘ODTÜ’lü taharetsiz oğlanlar’’ hakkında bir yazı yazdı, isabetlisosyolojik tahliller yaptı ve ATO Başkanı Salih Bezci’nin (köşeyi dönmeyolundaki) hünerlerini sayıp döktü. Bir yandan da Bezci’ninODTÜ’lülerle çatışan özelliklerini sıraladı. Arseven’in tespitleri siyasaliktidarın kurguladığı toplumda, toplumsal dönüşümde derinleşip yerinibuluyor ve ODTÜ’lülerin toplumdan nasıl koptuğuna yoğunlaşıyordu.Cizre emniyet müdürünün gaz bombasından isyan eden esnafasöylediklerini duysa, ATO Başkanının yanına onun adını da eklerdi:‘Cizre Emniyet Müdürü…’ Dilerseniz bu satırla birlikte, adıyla değilhizmetleriyle öne çıkarılmasından kıvanç duyacağını tahmin ettiğimiz buşahsa CEM diyerek makamını kısaltalım.

CEM “isteseydik oranın hepsini tarardık, 100-200 kişiyi ölürdü”demiş. Geçtiğimiz Newroz’dan bahsediyor. Önyargılı yaklaşmamaktafayda var. Malum peşin hükümden her daim maraz doğar! Baştapsikolojik bir rahatsızlığın ürünü gibi gözüküyor verilen beyanat... Hani‘normal’ bir insan, 100-200 kişiyi de öldürecek yetkiye sahip bir kişi,böyle bir açıklamayla böyle bir olasılığı kamuoyuyla paylaşmak istemez.Oysa o kişisel tercihinden söz etmiyor. Burada idari bir söz bahiskonusu, hatta adını tam koyalım: Siyasi bir çözüm…

Şu aralar devlet-i âliyenin kafası biraz karışık! Şehre Sri Lankamodeliyle, İmralı’ya müzakereyle yaklaşmaya çalışıyor. Hükümet işinisağlama alıyor. Milliyetçi oylarla papaz olmamak adına şehirlerde tamgaz operasyon, gündemi belirlemek için ise Kürt sorununda çözümheveslisi konumundalar. Bir bakan aksini iddia etse de başbakanHeman’liğe oynuyor. Dış politikada ‘van minüt’ dönemini, iç politikada‘heman’ dönemi takip ediyor. Bu dönemlerin ise seçim arifelerinerastlaması yalnızca iyi huylu ve tatlı bir tesadüf olarak algılanabilir!Hükümet (hangi hükümet olsa aynısını yapardı) kendi değirmenine su,sandığına oy taşımaya çalışıyor. CEM de boş durur mu, yapıştırıyorcevabı!

Öyle bir yerdeyiz ki, ne hoca boş duruyor; ne CEM, ne Diyarbakır neTunceli Emniyet Müdürü, ne de bilmem nerenin büro amiri… ‘‘Hanikurşun sıksan geçmez geceden.’’ CEM kurşun sıkma taraftarı değilhalbuki, şiddet yanlısı olduğunu söylemek günahını almaktır! İsteseydiktarardık diyor. Niyetini bozmamış, soğukkanlılığını korumuş. Ki niyetinibozması da psikolojisinin bozulmasına bağlı gelişecek bir durum değil.Devletin tepesi atmadan onun da tepesi atamaz. Tepesi ne buyurursa o daonu buyuracak kolundaki kuvvetlere…

Ben aslında buradan akademiye bağlayacağım ve CEM’e ODTÜolur, Sabahattin Zaim olur bir üniversitede akademisyenlik teklifedeceğim. Şimdilik kadroya girmesine de gerek yok, okutmanlık dayapabilir, yeter ki birikimini paylaşsın. Niçin demeyin, teklifi duyarduymaz itiraz etmeyin. ODTÜ’nün ‘polisine’ sahip çıkamayışının sebebiCEM’lerin henüz orada da kadrolaşamaması; yani sorun bir kadrosorunu… Bunda hemfikiriz sanırız, ‘‘that’s the futbol, it’s the futbol!’CEM’i akademiye kazansak fena mı olur sizce? Peki ben akademifikrine nasıl geldim? Bana kesinlikle Serdar Arseven ilham verdi…

‘‘ODTÜ’lü oğlanlar’’ Bir Ankara polisiyesi! Evlerinde reçelyapılmaz, turşu kurulmaz, soğan kırılmaz… Amerikan kotlu, HarleyDavidson botlular! (Ayrıca bkz. Yeniçağ gazetesi, 2 Mayıs 2009 günümanşet haberi.) İçki-sigara gırla, kimisinde esrar, her gece leş kokulubarlarda dağıtırlar! Ana babalarla ara bozuk; hatta ana baba ayrı, bunlarmünasebetsiz büyümüş. Yarın bir gün nineleri ‘beni yolun karşısınageçirir misin evladım’ dese dönüp bakmazlar. KPSS peşindeler, maksatdevlete kapak atmak! Bugün lastik yakıp molotof atıyorlar, yarın kapakatacaklar, bak hele bak! Mülakatlı işlerde torpil, araya adam sokma!Suçun bini bi para! Homoseksüel eğilimleri de vardır allah muhafaza!Halktan (halktan anlaşılan halkın geleneklerine bağlılık, daha doğrusugeleneklerine bağlı bir halk değil, bir kavram olarak geleneklere bağlılık‘halk’ anlamında kullanılıyor. Geleneklerdense İslami veya Türk-İslamsentezi koşullarına uygun, helal kesilmiş/itinayla ayrıştırılmış birkatmanın yaşantısı ifade ediliyor) kopukturlar vb. açıklamaları gözümüaçtı, aklımı aydınlattı.

Psikoloji alanında bir tez, üstelik tıp literatüründe de yerini almasıbeklenen bir tez, CEM’ce ortaya atıldı. Lütfen satır aralarındakaybolmasın; yahu adam 100-200 kişiyi öldürecektik diyor üzerinden esgeçilmesin. ‘Taş atma olayı sadece bu bölgenin bir hastalığı’ diyor CEMve bölgenin sınırlarını açıklıyor ‘Cizre ve Silopi’de’… Yüksekova’yıatlamış, Bağlar’ı, Kızıltepe’yi, Suruç’u saymamış. Taş atma davranışıüzerinde çalışması iyi; fakat gözlemi eksik. Araştırma alanını belli ki dartutmuş. O coğrafya daha fazla veri toplamaya müsaitti… Yine de,vurgulayarak söylüyorum, yine de takdire şayandır! Bundan sonraakademide Cizre’de taş atan çocuklarla, ODTÜ’de taş atanlarınpsikolojilerini inceleyip karşılaştırabilir.

CEM, psikolojiye bir davranış bozukluğunu hediye ederken,psikiyatriye de göz kırpmaktadır. Ortada patolojik bir durum vardır. Taşatma refleksi gibi önemli bir patolojik bulgu vardır. Çocuk zırhlı araçgörünce başlıyor taşlamaya. (Ne yapacaksa artık, üstüne çıkıp misketoynaması bekleniyor herhalde!) Oysa durum daha karışık, durum artık‘‘onları yönlendiren, taşeronlaştıran cenahı’’ da aşmış! Çocuk oyunusaymayın, hafife almayın. Bu bir hastalık! Siz hiç Bursa’da, İzmir’de,Manisa’da, Konya’da, hele hele baharın müjdeleyicisi bir günde, 21Mart’ta taş atan bir çocuk gördünüz mü? Ne oldu? Şimdi CEM vursunmu kemerle, tarasın mı? 100, 200 kişi… 90’lara geri mi dönmekistiyorsunuz! Gazla idare edin! Ha, kafalarında patlayan; ölümlere, ağıryaralanmalara yol açan fişeklerini görmezsek eğer, gaz gayet bitkisel,çocukların gelişimine katkı sağlayan bir devlet yardımı. Her gün bir fısfıs, astım ilacına bile gerek yok!

Bağlayacak olursak. Esnafın biri dükkânının kapısına çıkmış çayiçiyormuş. Bakmış Cizre’li çocuklar ‘gayet hasta bir biçimde’ panzertaşlıyorlar. Dayanamayıp sormuş esnaf; ‘Ne yapıyorsunuz çocuklar?’Panzer taşlıyoruz demiş çocuklar. Vatandaş gülmüş, yapmayın etmeyinçocuklar, siz hasta mısınız, panzer hiç taş tutar mı? Cizre’li çocuklar dadurur mu yapıştırmışlar taşı panzere… Ya tutarsa!

T. Talip 35

Cizre Emniyet Müdürü’nün

bilime katkıları ve

‘‘Ya tutarsa…’’

Page 36: EG 143. sayı

36

İletişimin yaşamsallığı

İnsanın ilk esaslı savaşı doğayla olmuştur.Maymundan insana geçişte emeğin rolü nekadar önemli ise, bu tanım üzerinden hareketettiğimizde, insanın doğayla mücadelesinininsanda yaşamsal kılmaya başladığı iletişimolgusu da insanın tarihteki yeri açısındanönemlidir. İnsanın doğayı anlamlandırabilmesi,tanıması, basit deyimle doğanın dilindenanlaması, vahşi hayvanlarla anlaşabilmesi,doğaya karşı güçlü olabilmesi ve diğerinsanlarla güç birliği yapması için ihtiyaçduyduğu olgu iletişimdir. İletişim “biraradalık”anlamına gelen “common” sözcüğündentüretilmiştir. Zamanla sözcüğün anlamıgenişleyerek ortak bilgi, ortak duygu, ortakduyarlılık, ortak görüş yaratmak anlamlarındakullanılır. Aslında toplumsal bir bütün olmak veörgütsel bir toplumsal yapı oluşturmak içiniletişim temel öncüldür.

İletişimin göstergesi içinde insanlığıntarihine baktığımızda, iletişimin öncelikleyaşamak için gerekli bir edinim olduğunugörebiliriz. Ancak canlılar içinde sadece insanlartarafından yaşamı sürdürme amacı dışındakullanılan iletişimin, her zaman somut şekildeolmasa da somut delil elde edilen en eskiçağlardan daha önce de kullanıldığı tahminedilmektedir. Bu somut anlayışla, insanlığıniletişimi tarihsel bir süreçte işleyip geliştiğinegöre, insanlığın yaşadığı toplumsal-sınıfsalsüreçlere göre de değişiklik gösterdiği vegöstereceği kaçınılmaz bir gerçek olarakkarşımızda durmaktadır. İletişimin basit bir olguolmadığını kullandığımız tümcelerden örnekvererek, algıda açıklık yaratacak şekildeaçıklayabiliriz. Bir erkek, konuşmakta olduğubir kadına, “Ama sen bir kadınsın” dediğinde,insanlığın belirli bir tarih ölçütünden başlayanve günümüze kadar gelen eşitsizliği doğal birdurum olarak ele alan toplumun başat kültürünüortaya koyar.

Bu temelde iletişime kısa bir bakış açısısunduktan sonra, insan ve iletişim döngüsününyaşamsal işleyişini günümüze doğru biryolculuğa çıkarmanın anlamı içinde ele alırsak,iletişimin-enformasyonunun gelişimini ve bugelişimle medyanın nasıl okunması gerektiğinianlayabiliriz.

Tekelleşen medyada türdeşleşme

İletişimin yaşamsallığı içinde günümüzünteknolojik olarak gelişmiş ve enformatik bir ağadönüşmüş medyanın toplumu etkileyiş biçiminiincelemek ve ne boyutlarda olduğunuaçıklamak, hiç de basitleyici argümanlaraindirgemekle olmaz. Medyanın günümüzdekietkisini sadece medyanın teknolojik gelişiminebakarak “Tek bir evrensel köy” mantığı ileaçıklamak realist bir kaçış örneğidir. Bu bakışaçısı sınırlı bir argüman olmakla birlikteyüzeysel bir tanımlamadır.

Dünya ölçeğinde sayısı ona inen medyatekellerinin gelişim süreçlerine bağlı olarakTürkiye’de de medyanın hızla büyük sermayegrupları tarafından satın alınması benzer birsüreci yaşamasını sağlamıştır. Tekelleşen medyagittikçe daha fazla türdeş bir duruma gelmiştir.Tekelleşme kültürel ürünün tek-tipleşmesineneden olmuştur. Medyadaki tekelleşmeylebirlikte bilgi tek elde kontrol edilmekte veiçerikte bir türdeşleşme yaşanmaktadır. Medyasahipleri, sembolik çevre üzerinde potansiyelgüce sahiptir. Genel çerçeveyi kendileri çizerlerve günün uygun politikasına göre işlevsel olacakyönetici ve editörleri atarlar. Bu açıdanbakıldığında gazetecilerin haber üretme veyazma süreçlerinde işlerini kaybetmemesi içinuygulanan sansüre ses çıkarmamaları vesahiplerinin istekleri doğrultusunda hareketetmeleri gerekmektedir. Bu açıdan medyadagelişen süreçler içerisinde bazı olaylarıngörmezden gelinmesi [omision], bazılarınınabartılarak ön plana çıkartılması [exagération]ve bazılarının saptırılması [distosion] gibidurumlar mevcuttur. Gelen mesajlar birçokkişinin seçiminden ve denetimden geçmektedir.O halde bu haberlerin objektif ve yansız olduğusöylemi gülünçtür.

Medyada manipülasyonve dezenformasyon

Medya (kitle iletişim araçları), haberlerikendine göre küçültüyor, büyütüyor ya da yokediyor.

Manipülasyon (yönlendirme), haberin vebilginin ekonomik, siyasal, dinsel, etnik ve

Zamanın ruhuna

yansıyanlar...

Page 37: EG 143. sayı

37

örgütsel çıkar çevrelerinin veya kişiselbeklentilerin doğrultusunda kullanılmasıdır.

Dezenformasyon (çarpıtma) ise, bireyleri vetoplumu; bilgiyi ve haberi kasıtlı olarak yanlışişleyip aktararak yanıltmadır.

Geçmişe oranla günümüzde medyada yoğunbir manipülasyon ve dezenformasyon süreciyaşanmaktadır. Kamuoyunun haber almaözgürlüğüne bir darbe olan manipülasyon vedezenformasyon sadece bugüne özgü değildir. Birörnek verecek olursak: Nazi Almanyas’ınınpropagandadan sorumlu Bakanı Goebbels, Hitlerkarşıtları tarafından yapılan “Führer öldü”şeklindeki haberi çürütmek için önce sesçıkarmaz. Önce Almanya’yı, daha sonra dünyayıbu habere inandırdıktan sonra Hitler’i radyodancanlı yayınla verilen bir mitingde konuşturur.

Dün ve bugün için Türkiye’de de sayısızyönlendirme ve çarpıtma haberlerine örnekverilebilir. ABD ordusu Irak’a girerken, NTV,“Kahraman ABD askeri Irak’a girdi” şeklindehaber yaparak emperyalist işgali meşrulaştıran birdil kullanmıştı. Aynı durum devam etmekte vesistematik bir tarzda emperyalistlerinmüdahalelerini meşru ve haklı gören bir üslupkullanan haberlere yer verilmektedir. Diğer birtaraftan ise medya bu duruma paralel olarak,devrimcileri ve devrimci örgütleri karalayanhaberlere imza atmaktadır. Bu durum sermayedevletinin denetiminden bağımsız değildir.

Geçmişte “aranıyor” başlığı altındadevrimcilerin resimlerini boy boy duvara asan vekatlettiği devrimcilerin resimleri üzerine“geberdi” yazan devlet, günümüzde devrimcilerikaralamak için ideolojik aygıtı medyayı en etkinbiçimde kullanmaktadır. Devrimcileri afişe edenburjuva medyası eylem yapan devrimcilerihastalıklı olarak tanıtarak manipülatif haberleryapmaktadır. Ancak geçici egemenliğin koruyucubekçileri biliniz ki, asıl sizin yaptığınız haberlerhastalıklıdır. Ve insanlığı yanlış yönlendiren buhaberlerinizle “düşünce dünyasının teröristleri”(Jack London-Demir Ökçe) sizlersiniz.

Okuryazarlıktan medya okuryazarlığına

Medya okuryazarlığı tanımı yeni geliştirilmişve bir ihtiyacın ürünü olarak çıkmış birkavramdır. Medya okuryazarlığı yazılı, görsel ve

işitsel iletilere erişme, bunları yorumlayabilme,değerlendirme yeteneğine ve analitik biryeterliliğe sahip olmakla olanaklıdır. Bu tanımmüşteri olma bilinciyle değil, yurttaş olmabilinciyle hareket etme özelliğini ve toplumudönüştürücü örgütlenmeler içinde yer almakoşulunu gerekli görür.

Bu bağlamda “eleştirel yurttaşlık” kavramınıngerçekliği var mıdır? Bugün için kitlede bu bilinciyaratacak öğe, örgütlenmektir. Sistemi hedefalmayan medya okuryazarlığı kendi tanımıylaçelişmektedir ve kapitalist sistem hedef alınmadangeliştirilecek bir medya okuryazarlığı, sistem içibir kavram olarak kalacaktır. “Eleştirel yurttaşlık“kavramına da bu gerçeklik esas alınarakbakılmalıdır.

Şifrelerin ortaklığını

çözecek olan anahtar

TKİP IV. Kongresi’nin “Yayın cephesiSorunlar ve Görevler” başlıklı sunumunda;“Yayın organlarına ilişkin tüm sorunlar, yaşananzayıflıklar, yeterli sayıda eğitimli/donanımlıkadroya sahip olamamakla, politik önderliğedayalı çalışma tarzını oturtamamakla, politik-örgütsel faaliyet alanındaki zayıflıklar vb. iledoğrudan bağlantılıdır. Dolayısıyla kendi içindebir yayın tartışması üzerinden soruna gerçek vekalıcı bir çözüm üretilemez. Fakat bu hiç de yayınorganlarının güçlendirilmesi, işlevlerine uygunbir içerik kazanması doğrultusunda önlemleralınamayacağı anlamına gelmemektedir. Zirapartinin mevcut birikimi, güç ve olanaklarıüzerinden bakıldığında, yayınlardan yansıyantablo olması gerekenin gerisindedir”denilmektedir. Bugün salt burjuva medyasınıteşhir etmek yeterli değildir. Partinin yayınorganlarını güçlendirmek gerekmektedir. Budurum partinin kitlelerle iletişimini yaşamsalkılacak anahtardır. Parti bu anahtara bugün işaretetmektedir. Bu anlayış üzerinden baktığımızdamedya okuryazarlığı kavramı bu gelişen sürecinbir parçası olmalıdır.

Kaynaklar:İletişimin ABC’si - Prof. Dr. Ünsal oskayMedya Okuryazarlığı - Prof. Dr. Nurçay

TürkoğluMedya Denetimi - Noam Chomsky

Page 38: EG 143. sayı

Türkiye’de 120 bin kadar öğretim elemanı olduğu söyleniyor.Bunların önemli bir kısmını araştırma görevlileri oluşturmaktadır.Örneğin sadece ODTÜ’de 1500 öğretim elemanı var ve 750’sininasistan olduğu söyleniyor. Bir araştırma görevlisi normal şartlaraltında aynı zamanda lisansüstü öğrencisidir ya da eski sistemdedoktorasını bitirmiştir. Bu insanların yetiştirilmesi için kamukaynaklarından muazzam miktarlarda harcama yapılır. Türkiye’deson yıllarda lisansüstü öğrenci sayısı da toplam öğrenci sayısındakipayı da giderek artmaktadır. Devletin bu oranı arttırmak yönündeciddi girişimleri vardır. Nitelikli işgücü ihtiyacı 2023 hedeflerinekısmen de olsa ulaşabilmek için elzemdir. Doktoralı işgücü işte bunedenle özelde AKP ve genelde Türk sermayesi için son dereceelzemdir.

Hükümet an itibarıyla Türkiye’de 30 bin öğretim üyesine ihtiyaçolduğunu belirtiyor. Şimdi gerçek bir teknolojik ve ekonomik atılımiçin bu ihtiyacın büyük oranda karşılanması gerektiği açıktır. Buradabüyük bir çelişki ortaya çıkıyor. Normal şartlar altında kamuüniversitelerinde çalışan akademik personel kamu personelidir.Öğretim üyelerinin bu nedenle iş garantisi vardır. Ancak tümdünyada esmeye devam eden neoliberal politikalar ve özellikle deözelleştirme ve iş garantisinin tasfiye edilmesi uygulamalarıkatlanmak üzere olan öğretim elemanı sayısı ile ciddi bir çatışmaiçerisindedir. Evet, öğretim elemanlarının sayısı radikal şekildeartacak; ama aynı zamanda onların iş garantisi de ortadankaldırılacak. Bunu pek çok değişik araçla yapmak istiyorlar. Birtanesi asistanların burslu öğrenci statüsüne sokulması. Bu tam birfelakettir. Çünkü özlük haklarınızın olmayacağı ve her an topunağzına koyulabileceğiniz anlamına gelir. Vakıf üniversitelerindeokumuş ya da çalışmış herkes bunun ne anlama geldiğini çok iyibilir. Eşek gibi çalışırsınız, ama en ufak bir itirazınızda “istiyorsanızgidin, dışarıda 100 dolara sizin yerinize çalışmak isteyen sayısızmühendis var” cevabını alırsınız (bu örnek yakın geçmişte BilkentÜniversitesi Fen Fakültesi’nde gerçekleşmiştir).

Diğer bir yöntem ise bir tür taşeronlaştırma uygulaması olan 50/dasistanlığı ve bunda yapılmak istenen değişikliklerdir. Buasistanların doktoraları bittikten (kısa bir süre) sonra kadrolarıylailişiği kesilir. Hatta lisansüstü eğitimlerini belirli süredebitirmezlerse yine işlerine son verilir. Şimdi bu durum her bakımdantopluma ve aklımıza zarardır. Tonla masraf yapılan doktoralıyetişmiş öğretim elemanı işsizliğe mahkum edilir. Bu çalışan kamukaynaklarından yüklüce miktarı kullanmıştır. Doğru olan aldığınitelikli eğitimin bir gereği olarak kamu üniversitelerinde akademikhizmette bulunmasıdır. Şu andaki 50/d uygulamaları bu gereği yoksaymakta ve verdiği eğitimin işe yaramazlığını zımnen kabuletmektir. Aslına bakarsanız, bu meselede üniversite rektörlükleri deen azından YÖK kadar suçludur. Böyledir, çünkü 50/d kadrolarındarektörlüklerin inisiyatif kullanma şansları vardır. Ne yazık kiODTÜ’nün pek demokrat yönetimi bu inisiyatifi kötüyekullanmakta İTÜ rektörü ile yarışmaktadır.

Bu kötülük yarışmasında şampiyonluk şimdilik İstanbul TeknikÜniversitesi’ndedir. Kendileri şu ana kadar sayıları 100’e yaklaşan50/d asistanına yol vermiştir. İşte buna tepki olarak İTÜyerleşkesinde uzun zamandır militan bir direniş sürmekteydi. Budireniş 31 Aralık-1 Şubat tarihlerinde Ankara/Bilkent’te bulunanYÖK Genel Merkezi’ne taşındı. İlk gün İstanbul’dan gelen birotobüs asistana Ankara’daki üniversitelerden yaklaşık üç otobüsmeslektaşı katıldı. Ayrıca çok sayıda araştırma görevlisi de toplu

taşıma araçları ya da şahsi araçları ile YÖK binasınageldiler. 200’den fazla öğretim elemanının katıldığı

eylem oldukça canlı geçti. Buraya asistanlar çadırları ile gelmişlerdi.Valilik’ten gelen “bizim kırmızı çizgilerimiz var, YÖK’ün önündeasla çadır kurmanıza izin vermeyeceğiz” şeklindeki tehditlererağmen kitle eğer YÖK Genel Kurulu’ndan istedikleri yönde kararçıkmazsa çadırları kuracaklarını kararlıca haykırdılar.

İlk günkü genel kurul toplantısında ele alınmadığı iddia edilen50/d asistanları meselesinin ertesi gün konuşulacağı belirtildi.Bunun üzerine araştırma görevlileri geceyi Bilkent’in tepelerinde,YÖK’ün kapısında geçirdiler. Eğitim-Sen’in mükemmel derecedelojistik destek sunduğu iki gün ve bir gece boyunca asistanlar hiçdurmadan yanan odun ateşinin etrafında konuştular, tartıştılar, halayçekip slogan attılar.

Sonunda, 1 Şubat akşamı asistanların taleplerinin çoğunluğununkabul edildiği bilgisi geldi. Öncelikle hala doktoraya devam edenancak süre hadlerini aştığı için işine son verilen asistanların kadroşartı aranmaksızın işlerine geri dönecekleri belirtildi. Ancak bukazanım doktorasını bitirenlere tanınmadı. Öğrenimlerine devamedenlere ise 30 Haziran 2013’e kadar doktoralarını tamamlamazorunluluğu getirildi. Bu kısıtlamalara rağmen bu karar çok sayıdaişinden edilmiş 50/d asistanın işe geri alınması anlamına geldiği içinönemli bir kazanımdır. Ayrıca bu bir görüş yazısı değil ama biryönetmelik değişikliği olarak tasarlanmış ve bir ay içerisinde ResmiGazete’de yürürlüğe girecekmiş. “Miş” diyorum çünkü kararınredaksiyona ihtiyacı var gerekçesi ile kararın yazılı halini asistanlaravermediler. Halbuki şeytan ayrıntıda gizlidir ve biz bu ayrıntılarıhenüz bilemiyoruz. Ayrıca bu adamların redaksiyondan neanladıkları da biraz şüphelidir!

Diğer bir kazanım ise bazı tür izinlere dairdir. Örneğin sağlık,doğum ve askerlik izinleri eski uygulamada öğrenim süresine dahilediliyordu, ki bu kesinlikle akla zarar bir durumdu. Askerdeki birdoktora öğrencisinin koğuşta nasıl tez yazabileceği sağlıklıbeyinlerin anlayabileceği bir şey değildir. Şimdi bu saçmalık ortadankaldırılıyor. Son olarak bu mücadelenin daha önceki bir kazanımı dayönetmeliğe girmek üzere. Yani, yüksek lisans için 3 yıla artı altı ayve doktora için 6 yıla bir yıl ek çalışma hakkı Resmi Gazete’deyayınlanacak kararlar arasında. Bu fazladan 1,5 yıl kadronuzukoruyacağınız anlamına geliyor.

Bütün bunlar ne anlama geliyor? Bir kere şunu hatırlatmaktafayda var ki, akademik personelin kitlesel tepkileri bu ülkede herzaman iyileştirmelere yol açıyor. Daha önce defalarca gördüğümüzbu olgu bir kere daha yaşandı. İşte handikap da buradan doğuyor.Akademik personel zorladığında hızlıca taviz koparabiliyor ve bu dayazık ki onun sinir bozucu derecede uzlaşmacı ve işbirlikçi olmasınaneden oluyor. Kendi çapında oldukça militan kabul edilebilecekYÖK Genel Merkezi önünde sabahlamak eylemi aynı zamanda ikisahtekar CHP’li vekilin ucuz sözlerinin tüm kitle tarafındanalkışlanması ile el ele gidebiliyor. İşin en sıkıntılı yanı ise bu alkışıatan kitlenin önemli bir kısmını örgütlü ya da örgütlü geçmişi olansosyalistler ve onların politik çevresi ya da kişisel arkadaşlarınınoluşturması. 18 Aralık eyleminin akşamı ODTÜ Rektörlüğü’nünönüne gelen iki alçak CHP’li vekil ite kaka kovalanmıştı.Kovalayanları buradan selamlıyoruz. Ancak 31 Ocak öğleni ODTÜdikenli tellerinin ile arasında sadece birkaç metre olan YÖKbinasının önünde yine ‘sosyalistler’ tarafından Türk sermayesininmutedil partisi CHP alkışlanabiliyor. Bu düzenbazlar asistanlarınakademik-demokratik mücadelesinin sürdürüldüğü her yerdensökülüp atılmadan bu mücadelenin ufkunun genişlemesine imkanyoktur. Alkışçı arkadaşların bu gerçeğin farkına varması elzemdir.

Ankara’dan bir araştırma görevlisi38

Asistan eylemlerinepanoramik bir bakış

Page 39: EG 143. sayı
Page 40: EG 143. sayı

Özgü

rlük,

eşi

tlik

ve s

osya

lizm

için

8 M

art’

ta

alan

lara

!